You are on page 1of 355

TEMEL

BRITANNICA
TEME L EĞİTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ
Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago)
R obert P. Gwinn
Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. Norton
Başkan
Fred H. Figge, Jr.
Başkan Başyardımcısı

Ana Yayıncılık A.Ş. (İstanbul)


Nazar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkanı
Sadun Sönmez
Genel M üdür
D r. Cihan Belen
Genel M üdür Yardımcısı

Children’s Britannica (Londra)


Jam es Somerville, Başeditör
Editörler
David Black, Jennifer M. Cox, William G ould, Jam es H arrison,
Jessica K uper, Jane Royce, A nne W ilkinson

Children’s Britannica
First Edition 1960
Second Edition 1969
Third E dition 1973
Fourth Edition 1988
© 1988,1989, 1990, 1991,1992 Encyclopaedia B ritannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988, 1989, 1990,1991,1992 A na Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

H er hakkı saklıdır. Y azılar ve görsel m alzem eler,


izin alınm adan, tümüyle ya da kısmen yayımianamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y .0012.3

A na Yayıncılık ve Sanat Ü rünlerini Pazarlam a Sanayi ve T icaret A.Ş.


B üyükdere Caddesi, Üçyol Mevkii, 57. Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


Aralık 1992
TEMEL
b r it a n n ic a
TEMEL EGÎTÎM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 2

H Ü R RİY E TİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D İA B R İT A N N İC A , IN C .
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
Temel Britannica A R A ŞT IR M A
A na Yayıncılık A.Ş. A dına Sahibi Şöhret Baltaş, M ünevver Doğru, Meliha Ö ztoprak
N azar Büyüm

D İL VE Y A ZIM D A N IŞM A N I
V edat Günyol
E D İT Ö R L E R K U R U LU
Philip W. G oetz, Başkan
Encyclopcedia Britannica Genel Yayın Yönetmeni, Y A Z I İŞL E R İ M Ü D Ü R Ü
Chicago Çiğdem Karabağlı

Prof. D r. Çiğdem Kağıtçıbaşı Y Ö N E TİM S E K R E T E R L E R İ


Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Özcan A kkan, Hüsniye Ö zdem ir

D r. Andrevv Mango G Ö R SE L M A LZ E M E
B B C Fransa ve Güneydoğu A vrupa Yayınları E ski Şükran Ayyıldız, A hm et Birsin, Ferda E rentürk,
M üdürü, Londra E lif Erim , Nesrin E rtürk, Erol T aşkent

Prof. Dr. İlhan Tekeli A RŞİV


Orta Doğu Teknik Üniversitesi, A nkara Yasemin Eraygen

Prof. Dr. N ur Yalman B İL G İ İŞLEM


Harvard Üniversitesi, Cambridge (A B D ) D erya K öroğlu, Danışman, H akan Gönenli

D A N IŞM A K U R U L U T EK N İK K O O R D İN A T Ö R
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Başkan Sefa Esenyel
Doç. D r. M urat Belge, Prof. D r. Şerif Mardin,
Prof. Dr. İlhan Tekeli
D İZ G İ
Mustafa Balaban, Saliha Bilginer, D em et Yılmaz
G E N E L Y A Y IN Y Ö N E TM EN İ
D r. G ürel Tüzün
DÜZELTİ
N urettin Pirim , Ecmel Tanyel, Eyüp Yıldırım
Y A Y IN K O O R D İN A T Ö R Ü
Prof. Dr. Oya Köymen
T İC A R E T M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü
Nusret Şumlu, M üdür
Y A YIN K U R U L U Hülya A kdoğan, M ehm et A ltuntaş, Z erin İçli,
D r. G ürel Tüzün, Başkan A laattin O kurcan, G ülten Sadef, Aliye Şimşek
Nuri A kbayar, Eray C anberk, Beril Eyüboğlu,
Işıtan G ündüz, Prof. D r. Oya Köymen,
Hilda H ülya Potuoğlu M UHASEBE M ÜDÜRLÜĞ Ü
R ana R endantiyen, M üdür
M ustafa Yalçın A talay, Nilgün A ydın,
R E D A K SİY O N Olcay Işık
Yasemin A kbaş, Atilla A ksel, İpek Babacan,
Ö m er Ç endeoğlu, Kaya Ersoy,
Selahattin Özpalabıyıklar, Erim Süerkan. G E N E L H İZ M E T L E R
M ahm ut Tem izyürek, Barış T ütün Filiz E rol, M ustafa T uran
TEMEL BRITANNICA’NIN
1992 BASKISINA İLİŞKİN NOT

TEM EL BRİTAN NİCA Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisinin 1992 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEM EL BRITAN N IC A'nm 20. cildindeki Dizinin ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica’nın 2. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Arjantin Avustralya
Arnavutluk Avusturya
Artvin Aydın
Asimov Azerbaycan
Askerlik Bağımsız Devletler Topluluğu
Asya Bahamalar
Atletizm Bahreyn
Avrupa Balıkesir
Avrupa Toplulukları Balkanlar
m A ’s jid î* VI n in 'iv A \ y \X\ Avı- . •*. te ıv ..

'WU\*VA5\?v .YA

•♦fybbftf/ı ufijbK) ilikli ısIrgiiH m A ı^Y nta3 n i n i r ü ) .£ . :ı u>vunoir.‘>

•ültsrntirf »i<

.
ARİSTOFANES 7

ARİSTO ya da ARİSTOTELES (İÖ 384-322) kender’e Yunanlılar’m çok değer verdiği,


Eski Yunanistan’ın büyük filozoflarından bi­ bilgi edinme tutkusu ve düşünce özgürlüğü
riydi. (Filozof bilgeliği seven, yaşamını, dün­ gibi nitelikleri sevmeyi ve bu nitelikleri olan
yayı anlamaya, araştırmaya ve açıklamaya insanlara saygı göstermeyi öğretti; İÖ 339’da
adayan kimsedir.) Aristo Yunanistan’ın kuze­ Stageiros’a döndü.
yindeki Stageiros’ta doğdu. Babası, Make­ İÖ 336’da Kral Philippos’un öldürülmesi
donya kralının sarayında doktordu. 17 yaşın­ üzerine daha sonra Büyük İskender olarak
dayken ünlü filozof Platon’un öğrencisi olmak anılacak olan oğlu tahta çıkınca A tina’ya geri
amacıyla A tina’ya gitti ve Platon ölene kadar dönen Aristo orada kendi felsefe okulunu
20 yıl orada kaldı. Bu süre içinde biyoloji, kurdu. Aristo ve öğrencileri pek çok konuyu
matematik ve felsefe alanlarında çalışmalar ağaçlar altında gezinerek tartışırlardı. Bu
yaptı; dersler verdi ve yazılar yazdı. yüzden A risto’nun geliştirdiği düşünce sistemi
Aristo, İÖ 343’te, Makedonya Kralı II. Yunanca “peripatos” sözcüğünden kaynakla­
Philippos’un o zamanlar 14 yaşında olan oğlu nan Gezimcilik olarak da anılır.
İskender’e öğretmenlik yapmaya başladı. İs- İÖ 323’te A tina’yı bırakıp, Euboia (Eğri-
boz) A dası’nda, Khalkis’teki annesinin evine
SC ALA giden Aristo bir yıl sonra 62 yaşında öldü.

Aristo'nun Düşünceleri
Platon ve A risto’nun düşünceleri birbirinden
çok farklıdır. Platon insan yaşamının nasıl
olması gerektiği üstüne düşünceler geliştir­
mişti. Oysa Aristo insan yaşamının gerçekte
nasıl olduğu ve insanlann karşılaştıkları bazı
sorunlara nasıl çözüm getirilebileceği konusu­
na ilgi duymuştur. Başka bir deyişle, Aristo
çağdaş bir bilim adamına benziyordu: Belirli
bir düşüncenin gerçekleştiği durumda dünya­
nın nasıl olacağını düşlemek yerine, gerçek
dünyadaki olaylara bakarak, bunlardan yeni
düşünceler üretmeye çalıştı. Usavurmanın
(akıl süzgecinden geçirmenin) kurallarını
oluşturan mantık bilimi Aristo ile başlamış,
yaklaşık 2.000 yıl hemen hemen hiç değişm e­
den kalmıştır.
Aristo bilim ve felsefenin yanı sıra başka
konularla da ilgiliydi. Konuşma sanatı ve şiir
üstüne kitaplar yazdı, yaşadığı dönemde yazı­
lan oyunları inceledi. İyi oyun yazmanın
kurallarını öğrenmek isteyenler onun görüşle­
rine başvururdu.
A risto’nun en ünlü yapıtları Organon, Phy-
sika (“D oğa”), M etafizik {ta m etaphysika ) ve
Politika'dır. Ortaçağ yazarları doğa ve insan
yaşamıyla ilgili görüşlerinin çoğunu A risto’
nun öğretisi üzerine kurmuşlardır.

ARİSTOFANES ya da ARİSTOPHANES
Raffaello'nun Vatikan'daki Atina Okulu freski (İÖ 448-380) Eski Yunan komedisinin en bü­
Yunanlı filozof Aristo ve Platon'u gösteriyor. yük oyun yazarıdır. Yunanlı büyük trajedi ya­
8 ARİSTOTELES

zarları Sofokles ve Öripides ile aynı dönemde hep sayıları kullanırız. Satıcılıktan muhasebe­
yaşamıştır. Dönem inin güncel konularına de­ ciliğe kadar birçok mesleğin temeli olan
ğinen komedileri bugün bile ilgiyle izlenir ve sayılar bilim adamlarının, mühendis ve mi­
beğenilir. marların da en büyük yardımcısıdır.
A ristofanes’in özel yaşamına ilişkin bilgiler
çok azdır. Atina kentinde doğan Aristofanes, Sayıların Yazılması
gençliğinin büyük bir bölümünü Aıgina Nesneleri saymayı öğrendikten sonra insanla­
(Eğin) A dası’nda geçirdi. İlk komedisi olan rın karşılaştıkları ilk sorunlardan biri bu
Daitales ( “Şölenciler”) İÖ 427’de A tina’da sayıları kalıcı biçimde göstermenin yollarını
her yıl düzenlenen oyun yarışmaları şenliğin­ aramak oldu. Bunun en kolay yolu, sayılan
de sahnelendi ve ikincilik ödülü kazandı. Bu her nesne için herhangi bir yere bir işaret
oyunla birlikte yapıtlarından birçoğu kaybo­ koymaktı. Sözgelimi beş koyunu göstermek
lan A ristofanes’in ancak 11 yapıtı günümüze için ya beş çizgi çizilir (şekil a) ya da bir ip
ulaşabilmiştir. parçasına beş düğüm atılırdı (şekil b). A lışve­
Aristofanes komedilerini yalnızca izleyici­ rişlerde de alıcı ile satıcı uzlaştıkları miktarı
leri güldürmek için değil, dönemin siyaset sonradan unutmamak için bir ağaç dalının ya
adamlarının ve düşünürlerinin yanlış ve saç­ da tahta parçasının üzerine küçük çentikler
ma bulduğu yanlarını sergilemek amacıyla da açarlardı. Daha sonra bu tahta parçası ikiye
yazmıştır. Aristofanes oyunlarını, A tina’nın bölünür, böylece her iki tarafta anlaşmanın
müttefikleriyle Sparta öncülüğündeki bir dev­ kanıtı olarak birer parça kalırdı. (Bugün bile
letler birliğine karşı sürdürdüğü, uzun ve özellikle oyunlarda kazanılan sayıları belirt­
amansız bir savaş döneminde yazmıştır. K o­ mek için “çentik atmak” deyimi kullanılır.)
caları savaşa giden kadınlar başta olmak üze­
re, birçok Atinalı bu savaşın acısını çekm ek­
teydi. Aristofanes İÖ 411 ’de A tina’da sahne­
lenen Kadınların Savaşı: Lysistrata adlı oyu­
nunda, kadınların acılarını gülünç bir biçimde
sergiler. Bu oyunda kadınlar, savaşı durdur­
mak amacıyla kocalarına karşı savaş ilan
ederler. İlk kez İÖ 423’te sahnelenen Bulut­
lar oyununda ise Aristofanes, düşünür Sok-
rat’ı alaya alır. Kuşlar' da (İÖ 414), Aristofa­
nes’in kişileri o günlerin sıkıntılı A tina’sın­ Yazının bulunmasından sonra, özellikle in­
dan kaçarak, gökyüzünde kuşların yönettiği sanların uğraştığı sayılar da büyüdükçe, bu
“Kuşlar-Bulutlar Ü lkesi”ne sığınırlar. Eşek sayıları belirtmenin daha elverişli ve gelişmiş
Arıları: Yargıçlar oyununda da (İÖ 422) A ti­ yöntemleri bulundu. Eski Mısırlılar başlangıç­
na mahkemeleri alaya alınır. Kurbağalar’da. ta büyük olasılıkla papirüslerin üzerine bazı
(İÖ 405) ise, Aiskhylos ve Öripides’in trajedi­ basit işaretler çiziyorlardı. Am a sonradan 10
leri gülünç bir biçimde eleştirilir. Aristofanes sayısının değişik bir işaretle gösterildiği daha
oyunlarında yaratıcılığını kanıtlamakla kal­ ileri bir sistem geliştirdiler. Örneğin 34 sayısı
mamış, kendinden sonra gelen yazarların bir­ üç tane 10 ve dört tane 1 işaretiyle yazılırdı.
çoğundan daha fazla yeniliğe açık olduğunu 99’a kadar olan sayıları bu yöntem le belirtip
da göstermiştir. 100 için ayrı bir işaret kullanıyorlardı.

ARİSTOTELES bak. A r is to

ARİTMETİK matematiğin sayılarla ilgili olan r> ° n n n ı ı ı ı = 34 © = ^


dalıdır ve tıpkı sayılar gibi yaşantımızın vazge­
çilmez bir parçasıdır. Pazarda alışveriş yapar­ Babilliler de sayıları kil tabletlerin üzerine
ken, evde yem ek hazırlar ya da örgü örerken kazıdıkları çivi ya da kama biçimindeki simge-
ARİTMETİK 9

ıo o o

100,000

T
ıpoopoo

®
Yukarıda Eski M ısırlılar ile B abilliler'in kullandıkları rakamlar ve yaptıkları hesaplar görülüyor. Solda: (1A)
Eski M ısırlılar'ın sayıları göstermek için kullandıkları, "id e o g ra f" denen işaretler; (1B) hiyeratik yazıyla
yazılmış Eski Mısır rakamları; (1 A) ile (1B) arasında, İÖ yaklaşık 1600'lerde papirüs üzerine yapılm ış bir
aritm etik işlemi. Sağda: (2A) Eski Babil rakamları; (2B) daha sonraki dönemde çiviyazısı ile yazılmış
rakamlar; (2C) ve (2D) B abilliler'in kil tabletler üzerine kazıdıkları çarpım tablosundan kopmuş parçalar.

lerle göstererek benzer bir sistem geliştirmiş­ açılmış bir eli simgeliyordu. 10 sayısını göste­
lerdi. Onların sayma sisteminin temeli 60 ren X işareti ise aslında iki tane V , yani iki el
sayısına dayandığı için bu sayıyı öbürlerinden yerine kullanılmıştı. Ortaçağda saat yapımcı­
daha büyük bir işaretle gösteriyorlardı. ları Roma rakamlarını kadranların üzerine
Orta Am erika’da yaşamış olan Mayalar, bir işlerken IIII ve VIIII gibi rakamların çok yer
elin parmaklarını temel alarak, beş tabanına kapladığını gördüler. Bunun üzerine, büyük
dayanan bir sayma düzeni kurmuşlardı. R o­ bir rakamın önüne getirilen küçük bir rakamı
malılar da aynı yöntemi uyguladılar; nitekim ondan çıkararak aynı sayının gösterilebilece­
bugün de bazı yerlerde kullanılan Roma ya da ğini fark ettiler. IIII yerine IV (5-1, yani 4) ve
Rom en rakamları parmak hesabından doğ­ VIIII yerine IX (10-1, yani 9) yazma yöntemi
muştur. Birden dörde kadar olan rakamlar (I böyle doğdu.
IIIIIIIII) eş sayıdaki parmakları, beş rakamı Bugün sayıları göstermek için kullandığı­
yerine kullanılan işaret (V ) de başparmağı mız rakamlar H intliler’in buluşudur ve İS 9.
yüzyılda Araplar aracılığıyla İspanya üzerin­
den bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Bu yüzden
bu işaretlere Arap rakamları denir. Bir, iki,
üç rakamlan başlangıçta soldaki şekilde (a)

^1
I ^ VII V III V IIII
Roma rakamlarının tem eli parmak hesabına
dayanıyordu.
10 ARİTMETİK

görüldüğü gibiydi; sonradan hızlı yazıldıkça


sağdaki (b) biçimlere ve giderek bugünkü
rakamlara dönüştü.

Hesap Yöntemleri
İnsanlar bir yandan sayılan göstermenin yol­
larını ararken bir yandan da sayılarla hesap
yapmanın yöntemlerini araştırdılar. Batı dil­
lerinde “hesap” anlamında kullanılan calculus
sözcüğü Latince’de “çakıl taşı” demektir.
Çünkü Romalılar kumların üstünde çakıl
taşlarıyla hesap yaparlardı. Yüzler, onlar ve
birler basamağından her biri için kumun
üstünde ayrı bir çukur açar, örneğin 137
sayısını bu çukurlara koydukları çakıl taşlarıy­

kareden başlayarak okların gösterdiği çapraz


doğrultudaki rakamlar toplanır, 10’lar bir üst
çaprazdaki toplamaya eklenir. Bu işlemin
sonucu görüldüğü gibi 1548’dir.
19. yüzyılın başlarından bu yana okullarda
öğrencilere çok değişik hesap yöntemleri
la gösterirlerdi (a). Bu sayıya 5 eklem ek öğretilmiştir. Çünkü işleri gereği sürekli he­
gerektiğinde, sağdaki çukura (birler basama­ sap yapmak zorunda kalanlar, özellikle çarp­
ğına) beş tane daha taş atarlardı (b). Sonra ma ve bölme işlemlerini hızlandıracak yeni
“birler” çukurundan aldıkları 10 taşın yerine yöntemler aramaktan geri kalmadılar. Loga­
“onlar” çukuruna bir taş ekler, böylece sonu­ ritma da bu arayışın ürünüdür {bak. LOGARİT­
cun 142 olduğunu bulurlardı (c). MA). Daha sonra mühendisler sürgülü hesap
Ç ok uzun yıllar ticarette ve bü tün hesap cetvelleri kullanmaya başladılar. Bugün bir­
işlerinde kullanılan boncuklu abaküsler ile çok insan akıldan ya da kâğıt kalemle uğraşa­
bugün okullarda hesap öğretm ek için kullanı­ rak yapacağı hesapları elektronik hesap maki­
lan boncuklu sayma tahtaları bu y öntem den neleriyle kolayca yapıyor {bak. HESAP MAKİNE­
doğm uştur. (Ayrıca bak. ABAKÜS.) Sİ)- Çok daha karmaşık hesaplar için de
Sonraları, sayıları kâğıt üzerine yazarak
hesap yapmak için çok çeşitli yöntemler
geliştirildi. Örneğin 14. yüzyılda İtalyanlar
çarpma işlemi için “ızgara” (gelosia ) yöntem i­
ni buldular. Bu yöntem de sözgelimi 36 ile
43’ü çarpmak için, bu sayılar şekilde görüldü­
ğü gibi üst ve sağ yandaki karelere yerleştiri­
lir. Önce iki sayının ilk rakamları çarpılır
(3x4=12) ve bulunan sayı sol üst kareye
yazılır. Sonra ikinci rakamları çarpılıp
(6x3=18) sağ alt kareye işlenir. Daha sonra
ilk sayının birinci, öbür sayının ikinci rakamı
ile geri kalan iki rakam birbiriyle çarpılarak Elektronik hesap makineleri aritm etik problem lerinin
bütün kareler doldurulur. En sonunda sağ alt çözümünü çok kolaylaştırm ıştır.
ARİTMETİK 11

bilgisayarlardan yararlanılıyor {bak. BİLGİ­ Çarpım tablosu"na eğitimde çok önem ve­
SAYAR). rilmesinin nedenlerinden biri, bu tablonun
yalnız çarpma değil bölm e işlemlerinde de
Aritmetik Yasaları kullanılabilmesidir. Üstelik bu tablodaki çar­
Aritmetiğin tem el işlemleri toplama, çıkar­ pımların hepsini tek tek ezberlemek gerek­
ma, çarpma ve bölmedir. Bu “dört işlem ” mez. Çünkü
ansiklopedinizde ayrı birer madde olarak ele 7x8=56
alınmıştır. Aritmetiğin tem el kavramlarını ve olduğunu biliyorsanız
hesaplama yöntemlerinin bazı özelliklerini bu 8x7=56
maddede, konuyla ilgili öbür bilgileri de olduğunu da biliyorsunuz demektir. Buna
K e s i r l e r , M a t e m a t î k ve O n d a l i k S a y i l a r mad­ çarpma işleminin değişme özelliği denir. Bu
delerinde bulabilirsiniz. özellik nedeniyle, çarpılan iki sayı {çarpanlar)
Dört işlem birbirinden ne kadar ayrı gibi yer değiştirdiğinde sonuç {çarpım) aynıdır.
gözükse de aralarında çeşitli bağlantılar var­ Diyelim ki 7 kere 8’in kaç ettiğini bilmiyor­
dır. H esap yaparken ya da hesapların doğru­ sunuz, ama 7 x 4 = 2 8 olduğunu biliyorsunuz.
luğunu sınarken bu bağlantılardan yararlanı­ Bu bilgiden yararlanarak 7 x 8’in kaç ettiğini
labilir. Nitekim toplama ve çıkarma işlemleri nasıl bulursunuz? Elbette 28’in iki katını
birbirinin “karşıtı” ya da tersi olduğundan, bu alarak. N eden böyle yapıldığını açıklamanın
iki işlem arasında çok açık bir bağlantı söz bir yolu, aynı işlemi aşağıdaki gibi yazmaktır:
konusudur. Örneğin 12 ile 5 ’i toplayınca 17, 7 x 8 = 7 x (4 x 2 )
17’den 5 ’i çıkarınca gene 12 bulunur. Bu Bu durumda eşitliğin sağ yanındaki gösterimi
işlemler şöyle gösterilebilir: (7 x 4 )x 2
12+5=17 biçimine dönüştürebiliriz. Çünkü üç sayıyı
1 7 -5 = 1 2 birbiriyle çarparken işlem e ister ilk iki çar­
Bu işlemde rakamların yeri değişse bile panla, ister son iki çarpanla başlansın sonuç
sonuç değişmez. 5 ile 12’nin toplamı gene 17, değişmez. Buna çarpmanın birleşme özelliği
17’den 12 çıkarıldığında sonuç gene 5 ’tir. denir. Bu terimin seçilmesindeki neden,
D em ek ki bu ilişkiyi gösteren iki “aritmetik 7 x 4 x 2 gibi üç çarpanlı bir işlemde ortadaki 4
cümlesi” daha yazılabilir: çarpanının 7 ya da 2 ile birleşerek işlemi
5+12=17 başlatabilmesidir. (Toplama işlemi de tıpkı
1 7 -1 2 = 5 çarpma işlemi gibi hem değişm e, hem birleş­
Çarpma ile bölme işlemleri arasında da me özelliği taşır. Buna karşılık çıkarma ve
aynı bağlantı vardır. Örneğin aşağıdaki dört bölm e işlemlerinde bu özelliklerin ikisi de
aritmetik cümlesinde görüldüğü gibi bu iki yoktur.)
işlem de birbirinin tersidir ve rakamlar yer Çarpma işleminin başka bir özelliği de
değiştirdiğinde sonuç değişmez: toplama üzefine dağılma özelliğidir. Örneğin
4x3=12 3 x 1 4 işleminde bu özellikten nasıl yararlanı­
12-3= 4 lacağını inceleyelim . 14 sayısı 10+ 4 biçiminde
3x4=12 de yazılabileceğine göre, 3 x 1 0 ile 3 x 4 ’ü ayn
12^-4= 3 ayrı hesaplayıp sonuçlarını toplayabiliriz:
Aslında bir bölm e işlemi yaparken bu 3 x l4 = 3 x (1 0 + 4 )
problemi bir çarpma işlemine dönüştürmek =(3xl0)+(3x4)
herkese daha kolay gelir. Sözgelimi 24-^-3’ün =30+12=42
kaç ettiğini bulmak için genellikle içimizden Akıldan hesap yapmayı kolaylaştıran bu
“Kaç kere üç 24 eder?” diye sorarız. Bu yöntem , kâğıt ve kalemle çarpma yaparken
sorunun sayılarla yazılışı uygulanan çeşitli yöntemlerin de temelidir.
?x3=24 Sayıların birçok ilginç özelliği vardır ve he­
olduğuna göre, demek ki sap yaparken çoğu işe yarar. Örneğin aşağıda­
24-h3 = ? ki bütün toplama işlemlerinin sonucu 85’tir:
sorusu da aynı sonuca götürür. 36+ 49, 37 + 4 8 , 3 8+ 47, 3 9+ 46, 4 0 + 4 5 ,..
12 ARJANTİN

D em ek ki 99+ 67 yerine 100+66 işleminin ye gerek duyulmaz.) G ene Çinli matematikçi­


sonucunu arayarak bu toplamayı kolayca nin isteğine dönersek, satranç tahtasının 64.
yapabiliriz. karesine 263’e eşit sayıda pirinç tanesi koymak
Aynı biçimde aşağıdaki çıkarma işlemlerin­ gerekir.
de de sonuç hep 34’tür: Bütün bu örneklerdeki gibi 2 \ 25, ... 263 bi­
7 7 - 4 3 , 7 6 - 4 2 , 7 5 - 4 1 , 7 4 - 4 0 ,.. çiminde yazılan sayılara üslü sayılar, sağ üst
Öyleyse 99-36 yerine 100-37 işlemini çöze­ köşeye yazılan sayılara ise 2’nin kuvvetleri ya
rek, aranan sonucun 63 olduğunu daha kolay da üsleri denir. Doğal olarak bütün sayıların
bulabiliriz. “k u w e t”i alınabilir. Örneğin, kullandığımız
Sayılar arasındaki ilişkilerin bilinmesine “onlu” ya da “on tabanına göre sayma siste­
dayanan bu “hesap oyunları” akıldan hesap m in d e k i tamsayıların birler, onlar, yüzler,
yapmayı çok kolaylaştırır. binler basamakları 10’un kuvvetleridir ve
1 = 10° 100= 102
Üsler ve Kökler 10=10* 1.000=103
Çinli bir matematikçi ile bir imparator arasın­ biçiminde gösterilebilir.
da geçen ilginç bir öykü anlatılır. Bu matema­ K enan 5 cm olan bir karenin alanı 5 x 5 = 2 5
tikçi, yaptığı bir hizmete karşılık kendisini cm2’dir (bak. A la n v e Hacim) . 5 x 5 ’in kısaca 52
ödüllendirmek isteyen imparatorundan bir biçiminde yazıldığında “beşin karesi” diye
satranç tahtasının karelerini dolduracak ka­ okunması bundan kaynaklanır. Aynı biçimde,
dar pirinç ister. Am a bir koşulu vardır. kenan 5 cm olan bir küpün hacmi 5 x 5 x 5 cm3
Satranç tahtasının ilk karesine 1, İkincisine 2, ya da kısaca 53 olduğundan bu sayıyı da “beşin
üçüncüsüne 4, dördüncüsüne 8 pirinç tanesi küpü” olarak okuruz.
konacak ve böylece son kare doluncaya kadar Bazen alanı bilinen bir karenin kenar uzun­
her seferinde pirinçlerin sayısı iki katma luğunu bulmak gerekir. Bu işlemin sonucu o
çıkarılacaktır. sayının karekök’iıâür (bak. MATEMATİK). Aynı
64. kareye kaç pirinç tanesi koymak gerek­ biçimde, hacmi bilinen bir küpün kenar uzun­
tiğini hesaplamak ister misiniz? (İmparator luğunu bulmak için de o sayının k ü p k ö k ’ünü
bu dileği hemen kabul etmiş, ama Çin gibi bir almz. Sayılann daha yüksek kuvvetlerini ya
pirinç ülkesinde bile matematikçinin istediği da köklerini bulmanın en kolay yolu ise bu tür
kadar pirinç bulunamamış!) özel fonksiyonları olan hesap makineleri kul­
Sayılar, iki katını alarak gidildiğinde, aşağı­ lanmaktır.
daki örnekte de görüldüğü gibi hızla büyür: Matematikçilerin gözünde aritmetik yalnız­
1 =1 Ix2x2x2x2 =16 ca sayılarla hesap yapmak değildir. Onlara
1x2 =2 Ix2x2x2x2x2 =32 göre aritmetik, sayılann ilginç yanlannı orta­
1x2x2 =4 1x2x2x2x2x2x2=64 ya çıkararak düşünme yeteneğimizi de gelişti­
Ix2x2x2 =8 ren önemli bir matematik dalıdır. (Ayrıca
Am a bu kadar sayıyı art arda yazmak çok bak. SA Y I.)
zaman ve yer aldığından, daha kısa bir göster­
m e yöntem i benimsenmiştir: ARJANTİN. Arjantin Cumhuriyeti Brezil­
1x2 = 21 ya’dan sonra, Güney Am erika’nın ikinci bü­
1x2x2 =22 yük ülkesidir. Batıda And D ağlan ’ndan, do­
Ix2x2x2 =23 ğuda Atlas Okyanusu’na kadar uzanır.
I x 2 x 2 x 2 x 2 =2 4 Sıcak olan kuzey eyaletlerinde pirinç, şe­
Sözgelimi en alttaki 24 kısaltması “ikinin kerkamışı, pamuk ve tropik ürünler yetişir.
dördüncü kuvveti” ya da “iki üssü dört” ola­ Ülkenin doğusundaki ve iç kesimlerindeki
rak okunur. Bunu izleyenlerin okunuşu da ay­ ovalar (bak. P a m p a ) serin, sulak ve ağaçsızdır.
nıdır. Yalnız “ikinin karesi” biçiminde oku­ Bu yüzden sığır yetiştiriciliği ve tahıl üretimi
nan 22 ile “ikinin küpü” biçiminde okunan 23 için elverişlidir. Batıda, Andlar’ın yakınında­
bu okuma kuralının dışındadır. (G enellikle ki topraklar daha kuraktır. A m a dağlardan
215i, yani “ikinin birinci k u w eti”ni gösterm e­ gelen derelerden yararlanarak toprak sulandı­
ARJANTİN 13

Tony & Marion Morrison


Buenos Aires'te, Plaza de Mayo'daki Arjantin hükümet binası Casa Rosada (Pembe Ev).

ğında üzüm, şeftali ve öteki m eyveler yetişti­ Kıtanın en güney ucunda, ülkenin öteki
rilir. Daha güneyde And Dağları’nın yamaç­ bölümünden Macellan B oğazı’yla ayrılan Ti-
ları arasında, merkezinde San Carlos de erra del Fuego Adası vardır. Ü çte biri Arjan­
Bariloche kenti bulunan güzel bir göller tin’e, üçte ikisi Şili’ye ait olan adada, sürekli
bölgesi vardır. En güneydeki Patagonya hem sert rüzgârlar eser, iklim soğuk ve yağışlıdır.
kurak, hem de soğuk bir bölgedir (bak. Doğuda, İngiltere’ye ait Falkland Adaları
P a t a g o n y a ) , ama burada çok büyük koyun vardır. Arjantin, Malvine Adaları olarak ad­
sürülerini besleyen otlaklar da vardır. Patagon- landırdığı bu adalar üstünde hak iddia etm ek­
ya’nın kuzey bölgesindeki Rio Negro Vadisi, tedir (bak. F a l k l a n d A d a l a r i ) .
ılıman bölge meyvelerinin yetiştirildiği önemli Arjantin Cumhuriyeti’nin her bölgesinin,
bir merkez olmuştur. Bu bölgede elma, armut toprağın niteliğine ve iklime göre, kendine
ve erik yetiştirilir. özgü bir doğa yaşamı ve bitki örtüsü vardır.
Ü ç büyük akarsu ülkeyi güneye ve doğuya Kuzeydoğudaki bataklıklarda ve tropikal yağ­
doğru geçerek Atlas Okyanusu’na ulaşır. mur ormanlarında uluyan maymun, tapir, dev
Bunların en büyüğü, Parana, Paraguay ve kanncayiyen, jaguar, bataklık geyiği ve koy-
Uruguay ırmaklarının oluşturduğu kuzeydeki pu gibi hayvanlar yaşar. Çayırlarla kaplı
Rio de la Plata akarsu ağıdır. Bu ırmakların ovalarda armadillolar, tilkiler, pumalar ve
oldukça büyük bir bölümünde ulaşım gem i­ kokarcalar vardır. Arjantin’in kuşlan arasın­
lerle sağlanır (bak. P a r a n â , P a r a g u a y v e P l a ­ da, bir tür akbaba olan dünyanın en büyük
t a IRMAKLARI). Ayrı bir madde olarak okuya­ yırtıcı kuşu kondor, devekuşuna benzer hay­
bileceğiniz, dorukları karla kaplı And Dağları vanlar ve yuvasını çamurdan yapan çömlekçi-
batıdaki Şili sınırı boyunca güneye uzanır. Bu kuşu bulunur. A ynca Güney Am erika’ya
dağların bazı dorukları deniz düzeyinden özgü bir timsah türü olan kaymanlar, kaplum­
6.000 metreyi aşan yüksekliğe ulaşır. bağalar, kertenkeleler, küçük yılanlar ve bü­
14 ARJANTİN

yük ırmaklarda balıkçıların peşine düştüğü mate de yerel bir üründür. Üzüm ve öteki
çok güzel dorado balıklan da vardır. meyveler Andlar’ın eteklerinde yetiştirilir.
Arjantinliler’in ataları çeşitli ülkelerden Arjantin’in güneyindeki ve kuzeybatısında­
gelmiştir. Göçmenlerin çoğu 1858 ile 1930 ki petrol kuyulan ülkenin tüm yakıt gereksini­
yılları arasında, İspanya ve İtalya’dan, bazıla- mini karşılayacak kadar verimlidir. Sert
n ise Britanya A d alan ’ndan, Avrupa ve D oğu odunlu ağaçlar bakımından zengin olan bü­
Akdeniz ülkelerinden gelmişlerdir. Arjan­ yük ormanlar vardır. Kuzeyde yetişen ve
tin’de yaşayan Yerliler’in çoğu öldürülmüş ya derilerin işlenmesinde kullanılan tanen elde
da sürülmüştür; ama bugünkü Arjantin halkı­ edilen bir ağaca odunu çok sert olduğu için
nın bir bölümü Yerliler’in soyundan gelir. “balta kıran” anlamında quebracho denir.
İngiliz kökenli Arjantinliler’in bir bölümünü Arjantin’de insan sayısının iki katı kadar
ise, Patagonya’daki, Galce konuşan koyun sığır bulunur. Bu kadar çok sığın bulunan bir
yetiştiricileri oluşturur. ülkede büyük et paketlem e fabrikalarının
olması da doğaldır. Frigorifico adı verilen bu
fabrikalarda et, dışanya satılmak için hazırla­
ARJAN TİN 'E İLİŞKİN BİLGİLER
nır. Frigorifico 'lann yan ürünleri arasında
YÜZÖLÇÜMÜ: 2.780.092 km2.
donyağı, tutkal, gliserin ve gübre sayılabilir.
NÜFUS: 31.496.000 (1987). Arjantin’de olağanüstü çok olan buğdayın
YÖNETİM BİÇİMİ: Cumhuriyet. öğütüldüğü değirmenler ve ılık kuzeyde yetiş­
BAŞKENT: Buenos Aires. tirilen şekerkamışmı işleyen fabrikalar da
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Kuzey ve Güney Amerika'nın en vardır.
yüksek doruğu Aconcagua Dağı (6.959 metre); pam­
palar; kuzeyde ağaçlık Gran Chaco avlanma bölgesi;
Arjantin gereksinimi olan birçok malı ken­
güneybatıdaki And gölleri bölgesi. di üretir. Bunlar arasında dokuma, yün,
BAŞLICA SANAYİ: Donmuş et, un, dokuma, deri, kim­ reyon (yapay ipek), pamuklu kumaş, çelik,
yasal maddeler, motorlu araçlar, çelik.
cam, çim ento, kâğıt, otom obil lastiği, sabun,
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, mısır, süpürgedarısı, yon­
ca, sığır, koyun, pamuk, şekerkamışı, şarap, turunç­ ayakkabı, televizyon ve öteki mallan üreten
giller, petrol. sanayiler vardır. Fabrikalarda kullanılan
ÖNEMLİ KENTLER: Buenos Aires, Rosario, Cördoba, La enerjinin çoğu petrolden elde edilir. Çünkü
Plata, Tucumân, Santa Fe, Mar del Plata, Mendoza.
Arjantin’de kömür çok azdır. Hidroelektrik
EĞİTİM: 6 ile 14 yaş arasındaki çocuklar için ilkokul eği­
tim i zorunludur. enerji kaynaklan da geliştirilmektedir. M o­
torlu taşıtlar ve kimyasal maddeler sanayileri
Arjantin’deki iki önemli sanayi dalıdır.
Halkın çoğu K atolik’tir. Ülkenin dili İs­ Sanayi kuruluşlarının sayısı arttıkça halkın
panyolca’dır ama İtalyanca sözcükler de kul­ çoğu kırsal bölgelerden kentlere göç etmiştir.
lanılır. Nüfusun yüzde 90’ı okuma yazma bilir Bugün nüfusun dörtte üçü kent ve kasabalar­
ama kırsal bölgelerde okul sayısı hâlâ çok da yaşar. Başkent Buenos Aires (bak. B uenos
azdır. AİRES) Güney Am erika’daki en büyük kent­
Arjantin’de en sevilen spor futboldur. Ö te­ lerden biridir; Rio de la Plata halici üzerinde
ki eğlenceler arasında yüzm e, kürek çekm e ve yer alır ve tüm demiryollarının birleştiği bir
yatçılık sayılabilir. noktadır. Karayollan ağı da çok gelişmiştir.
Başkentin yakınındaki La Plata’nın modern
Çiftlikler ve Fabrikalar limanı çok işlektir; gemiler buradan Parana
Ülkenin zenginliği ve öteki ülkelere sattığı Irmağı’na girebilir; bazılan tahıl yüklemek
ürünlerin büyük bölümü, sığır yetiştiriciliğin­ için Rosario’ya ya da tahıl ve sığır almak için
den ve çiftçilikten sağlanır. Arjantin dünyada Santa F e’ye gider. Güneydeki deniz üssü
en fazla et, yün, buğday ve mısır ihraç eden Bahıa Blanca en önemli limandır. Andlar’ın
ülkelerden biridir. Öteki önemli ürünler m ey­ eteğindeki M endoza bir şarap ve meyve
ve, arpa, çavdar, pamuk, patates, pirinç, keten sanayisi merkezi, tepeler arasında kurulmuş
tohumu ve bundan çıkanlan beziryağıdır. olan üniversite kenti Cördoba ise bir oto
İçilince serinleten bir tür yeşil çay olan yerba sanayisi merkezidir.
ARJANTİN 15

Tarih ya başlamasıyla birlikte sığır çobanlarının


Arjantin’e ilk gelen beyazlar İspanyollar’dı. başıboş yaşamı da sona erdi.
1516’da, genrsiyle Plata’nın geniş ağzına gir­ İspanyol hükümetinin bu ilk kolonisine
diğinde, burayı “Tatlısu D enizi” olarak adlan­ gereken ilgiyi göstermem esi üzerine criollo-
dıran Juan Dıaz de Solıs, birkaç arkadaşıyla lar'm, yani Güney A m erika’da doğan İspan­
birlikte karaya çıktı ve İspanya kralı adına bu yol kökenlilerin hoşnutsuzluğu giderek arttı.
topraklara el koydu. 1808’de Napolyon, İspanya’yı işgal edip kralı
11 yıl sonra, ünlü Cenevizli kâşif John hapsedince Arjantin’deki criollolar isyan etti.
Cabot’un oğullarından bin olan Sebastian Buenos A ires’te bir konsey toplayıp İspanyol
Cabot da gemisiyle Plata Irmağı’nın ağzına genel valisinin yetkilerini üzerlerine almaya
geldi. Bu çamurlu ve kahverengi ırmağa Rio ve cunta denilen bir yerel hükümet kurmaya
de la Plata (Gümüş Irmak) adını verdi; çünkü karar verdiler. 25 Mayıs 1810’da genel vali
Tony <4 Marion Morrison istifa etti ve cunta iktidan aldı; yeni hükümet
de ülkeyi hâlâ tutuklu İspanyol kralı adına
yönetiyordu. Am a bugün, Arjantin halkı bu
tarihi ülkelerinin bağımsızlık günü olarak
kabul etmektedir.
Bundan sonra İspanyol orduları birçok
kez Peru’dan ülkeye girerek, İspanyol ege­
menliğini geri getirmek istediler ama criollo­
lar, Jose de San Martin adında büyük bir
askeri önder buldular. Arjantin’in ulusal kah­
ramanı olan San Martin, İspanyol orduları
Peru ve Şili’den çıkarılmadan güvenlik içinde
olamayacaklannm farkındaydı. 1817’de ünlü
Sığır çobanları 19. yüzyılın ortalarına kadar Andlar Ordusu’nu, bu çok büyük dağ engelini
pampalarda başıboş gezerlerdi. aşarak Şili’ye götürdü ve burayı İspanyol
egem enliğinden kurtardı. Daha sonra İngiliz
ırmağın yukarı bölümünde var olması gere­ denizci Lord Cochrane’nin kurduğu donanma­
ken çok miktardaki gümüş üzerine anlatılan nın yardımıyla, adamlannı Peru’nun Büyük
birçok öykü duymuştu. Değerli madenler Okyanus kıyısındaki başkenti Lima’ya götür­
arayan İspanyollar, Peru’nun zenginliklerine dü. Peru’nun özgürlüğe kavuşturulması göre­
ulaşabilmek için bu yöreden geçmek istiyor­ vini tamamlamayı bir başka büyük öndere,
lardı; La Plata’nın ıssız vadilerinde yerleşim kuzeyden gelen Simön Bolıvar’a bıraktı (bak.
yeri kurmayı düşünmemişlerdi. B o l ÎVAR, SfMON). 1825’te Güney Am erika’nın
■ 1536’da İspanya adına kâşif Pedro de M en­ tümü, İspanyol egem enliğinden kurtulmuştu.
doza göçm enlerle birlikte Arjantin’e gelip Özgürlüğünü kazandıktan sonra Arjantin
bugünkü Buenos A ires’te ilk İspanyol koloni­ fırtınalı bir iç savaş dönem ine girdi; eyaletler­
sini kurdu. Am a Yerliler’in birkaç kez buraya deki yerel önderler kendi başlanna buyruk
saldırması üzerine göçm enler sığırlarıyla bir­ davranmaya başladılar. Ü lke neredeyse par­
likte kasabayı bırakıp içerilere, bugün Para­ çalanıyordu. 1829’da sığır çobanlannın önder­
guay’ın başkenti olan A sunciön’a gittiler. lerinden Juan Manuel de Rosas, Buenos
Buenos Aires kenti gerçek anlamda ancak Aires eyaletinin valisi oldu ve yavaş yavaş
1580’de kurulabildi. Bu arada ilk göçmenlerin öteki önderlerin güçlerini kırdı. N e var ki,
ırmak kıyısında bıraktıkları sığır ve atlar 1852’de onun devrilmesiyle başlayan daha da
çoğalmıştı. Çağdaş Arjantin’in zenginliğini sert mücadele ve çatışmalar, 10 yıl sonra
başlatan işte bunlar oldu. Sığır ve atları General ıiartolom e M itre’nin başkan seçilm e­
toplayan ilk sığır çobanlan 19. yüzyılın ortala- sine kadar sürdü. İyi bir askeri önder, aynı
nna kadar başıboş dolaşarak yaşadılar. Çev­ zamanda bir bilim ve devlet adamı olan Mitre
resi çitlerle çevrili büyük çiftliklerin kurulma­ ülkeyi tekrar birliğe kavuşturdu.
16 ARKEOLOJİ

Arjantin’in katılmadığı I. ve II. Dünya A lfonsm ’in yönetiminde sivil bir hükümete
savaşlarından sonra, 1946’da Juan D om ingo kavuştu.
Peron başkan oldu ve çeşitli reformlar yaptı.
Karısı Eva (ya da Evita) halk tarafından çok ARKEOLOJİ, insanların geçmişi öğrenm ele­
sevildi ve güç kazandı. Haklarını gözettiği rini sağlayan bilim dallarından biridir. “G eç­
işçilerce desteklenen Peron ülkeyi bir diktatör mişin incelenm esi” anlamına gelen iki Yunan­
olarak yönetiyordu. 1955’te askeri bir darbey­ ca sözcükten türetilmiştir. Arkeoloji bize
le düşürüldü ve sürgüne yollandı. Perön’dan yazılı tarihten önce yaşamış insanlara ilişkin
sonra birbirini izleyen hükümetler güçlü aske­ bilgi edinebilme olanağı sağlar. Arkeologlar
ri önderlerin desteğine dayanarak yönetim le­ eskiçağlarda yaşayan insanların yaptıkları
rini sürdürdüler. alet, eşya ve yapı kalıntılarını inceleyerek,
1966’dan başlayarak Arjantin’i askeri cun­ onların nasıl yaşadıklarını ve nasıl insanlar
talar yönetti. 1973’te başkan seçilen Hector olduklarını anlamaya çalışırlar.
Campora, Perön’un sürgünden dönebilmesi Arkeologlar çalışmalarını çoğunlukla eski­
ve yeniden hükümeti kurması için istifa etti. den insanların yaşadığı varsayılan yerlerde
Am a Peron enflasyonu (aşırı fiyat artışlarını) kazılar yaparak yürütürler. Yıkılan bir kentin
durdurmayı başaramadı. Birkaç ay sonra üstüne yenisi yapıldığından, eski kentler ge­
ölünce yerine ikinci kansı Maria Peron geçti. nellikle toprağın altında kalır.
O da giderek gücünü yitirdi ve 1976’da gene Tarihöncesi arkeolojisi yazılı tarihten önce­
askeri bir hükümet kuruldu. ki insanı inceler. Bu incelem ede daha çok
1981’de başkan olan General L eopoldo kazı yöntem ine başvurulur. Kazılar çok bü­
Galtieri 1982’de Arjantin’i, Falkland Adaları yük bir dikkatle yürütülür, çünkü toprak
yüzünden İngiltere ile savaşa sürükledi. Ar­ üstünde de, tarihöncesinden kalan çanak
jantin Falkland A d alan ’nı işgal etti ama iki ay çöm lek kırıklarına, taş aletlere ya da su
sonra İngiliz kuvvetleri adaları tekrar ele arkları kalıntılarına rastlanabilir.
geçirdiler. 1983 seçimlerinde Arjantin, Raül 5.000 yıl öncesinden kalan ilk yazılı bulun-
J.K.S. St. Joseph

İskoçya'da, Glenlochar'da aynı yerde çekilmiş iki ayrı fotoğraf. (Solda) Hiçbir arkeolojik belirti göze
çarpm ıyor. (Sağda) Bir kuraklık dönem inde çekilen bu fotoğrafta ise bir Roma kalesinin izleri var.
ARKEOLOJİ 17

r-* /J k v Iî 3£ m £rmMt »’r •'•î * «av**;-. -•>^( ;>•$§ *V >: .»>; ^


Expeditions Urılimited
Arkeoloji bazen sualtı çalışmalarını da gerektirir. Meksika'da Yucatan Yarımadası'ndaki 1.000 yıllık bir Maya
tapınağı. Buradaki Chichen Itza kuyusunun yağm ur tanrılarının barınağı olduğuna inanılırdı.

tular Mısır’daki Nil Vadisi ile Irak’taki Fırat ve din kurallarına, krallara ve yöneticilere ilişkin
Dicle ırmakları vadilerinde ortaya çıkarıldı. bilgiler verir. Bunlar bize o dönemin insanla­
Dünyanın başka yerlerinde yazının çok daha rının yaşamlarını açıklamaz. Oysa kazılar
sonra bulunduğu anlaşılmıştır. Yazılı yapıtla­ yaparak, sıradan insanların yaşadıkları evle­
rın çoğu bize Eski Yunan ve Roma uygarlıkla­ rin kalıntılarını, krallarının saraylarını, ölüle­
rından ve ortaçağdan kalmıştır. Arkeologlar rini koydukları mezarları ve tanrılarına tapın­
araştırmalarıyla tarihçilerin yazılı belgeler üs­ dıkları tapmakları bulabiliriz.
tüne yaptıkları incelem elere birçok yeni bilgi B öyle keşifler hem eski insanların yaşamla­
katarlar. rına ışık tutar hem de bir arkeologun başarılı
olması için meraklı olması gerektiğini göste­
Arkeologlar Ne Araştırır? rir. Avrupa’nın bazı bölgelerinde geniş toprak
Eski yazılı belgelerin çoğu vergilere, yasalara, tümseklere rastlanır. A rkeolojik çalışmalar­
18 ARKEOLOJİ

dan önce, bu tuhaf tümseklerin devlerin, Eskiden kalma büyük yapılan görmek ko­
perilerin ya da şeytanın işi olduğu sanılırdı. laydır; ama toprağın derinliklerinde saklı
Am a ilk arkeologlar diyebileceğimiz kişiler kentleri bulup ortaya çıkarmak oldukça zor­
bu açıklamalarla yetinmediler; tepelerin sırrı­ dur. Bazen yerin üstünde de bir duvar kalıntı­
nı çözm ek için araştırmaya başladılar ve sı, kırık bir sütun ya da heykel görülebilir.
sonuçta bunların eski insanların ölülerini Kimi zaman arkeologlar bir tarlada buldukla-
gömdükleri yerler olduğunu anladılar. n kırık çöm lek parçalarıyla araştırmalarına
Yüzyıllar boyunca insanlar, M eksika’daki başlarlar. Günümüzde uçaktan çekilen fotoğ­
ve Mısır’daki piramitler, A tina’daki Akropol raflar da arkeologlar için çok yararlı olmakta­
gibi ilginç yapıları hayranlık ve ilgiyle izledi­ dır. Tarlalardaki ürünlerin büyüme biçimin­
ler. A rkeoloji, bazı kişilerin daha fazla m e­ den, toprağın altında eski duvarların ya da
raklı olup, bu yapılan yakından incelem eye hendeklerin bulunup bulunmadığı anlaşıla­
başlamalanyla doğdu. bilir.
Expeditions Unlimited

Arkeologlar, Chichen Itza'yı ziyaret eden hacıların kuyuya attıkları kıymetli hediyeleri çıkarmak amacıyla,
çam urlu sulara bir sal indirdiler; ama su dalmak için çok bulanıktı.
ARKEOLOJİ 19

Tarihler ve Çağlar insanlar olabileceğine kimse inanmadı, ama


Arkeologların yapması gereken önem li işler­ daha sonra bu bilgi bilim adamlarınca da
den biri de buluntuların hangi dönem den doğrulandı.
kaldıklarını saptamaktır. Yazılı belgelerin var 1822’de arkeologların ve yazı uzmanlarının
olması dunımunda, bu iş kolaydır. A m a yazılı Eski Mısırlılar’m yazısı olan hiyeroglifi çöz­
bir belge yoksa, belki de binlerce yıl öncesin­ meleri, araştırmalarda bir dönüm noktası
den kalan bir eşyanın yapım tarihini tam oldu. Bir Fransız mühendis, aynı sözcüklerin,
olarak bulmak oldukça zordur. Buluntuların hiyeroglif, Eski Yunan yazısı ve başka bir tür
Taş D evri’nde mi? Tunç Çağı’nda mı? yoksa Mısır yazısıyla yinelendiği siyah bir kaya
Dem ir Çağı’nda mı? yapıldığının saptanması parçası buldu. Bilim adamları eski Yunanca’
gerekir. Tarihöncesi dönemler ilk kez D ani­ yı bildikleri için, Rosetta Taşı olarak adlandı­
markalI bir arkeolog tarafından sınıflandırıl­ rılan bu tabletin üstüne hiyeroglifle yazılmış
mıştır. İnsanların çok sert bir taş olan çak­ sözcüklerin anlamını çözmek zor olmadı. Bu
maktaşından alet ve silah yaptıkları ilk dö­ taşın bulunmasından sonra, çok sayıda arkeo­
nem, Taş Devri olarak adlandırılır. A let ve logun ilgisi Mısır’a yöneldi. Yapılan kazılarla
silahların tunçtan yapıldığı bir sonraki dönem Eski Mısırlılar’ın yaşamına ilişkin yeni bilgiler
Tunç Çağı, demirin kullanılmaya başlandığı edinildi. Rosetta Taşı Londra’da British Mu-
son dönem ise Dem ir Çağı’dır. seum ’da sergilenmektedir.
Bir arkeolog buluntuların hangi çağdan
kaldığını anlasa bile, yapıldıkları tarihe ilişkin Ortadoğu'daki Buluntular
bilgi edinmesi her zaman kolay olmaz. Çünkü 1880’de Sir Flinders Petrie adlı bir İngiliz,
bir bölgede yaşayan insanlar taştan aletler kazı yapmak üzere Mısır’a geldi. Çalışmalan
kullanırken yani Taş D evri’nde yaşarken, sırasında eski uygarlıklara ilişkin bilgisini
aynı dönem de başka bir yerde insanlar tunç­ derinleştirdi. Toprağın değişik katmanlarında
tan aletler kullanabilir ve Tunç Çağı insanları bulduğu çanak çöm lek türlerinin ne kadar
olarak tanımlanır. İngiltere’de Taş Devri İÖ eskiye dayandığını saptadı.
yaklaşık 3000’de sona erdi. Am a Avustralya Mısır’da ortaya çıkarılan eski yapıtlar için­
Yerlileri ve Papua Yeni G ine’nin iç kesim le­ de en heyecan uyandıranı, 1922’de bulunan
rinde yaşayan kabileler gibi bazı topluluklar Firavun Tutanhamon’un mezarıdır. Mezar­
günümüzde bile madenleri bilmedikleri için dan, firavunun mumyasının bulunduğu işle­
aletlerini taştan yontuyorlar. Çağdaş arkeo­ meli altın bir tabut ile paha biçilmez değerde
loglar bu üç çağı da kendi içinde daha ve güzellikte takılar çıkarıldı. Bu buluntu
kısa süreli dönemlere ayırarak, belirli kültür­ dünyaya, firavunların ne kadar zengin olduk­
leri ve halkları bu dönemler içinde değerlen­ larını ve ne kadar görkemli bir biçimde
dirirler. gömüldüklerini gösterdi. Bu zenginlik nede­
niyle, firavun mezarları daha ilkçağlarda so­
İlk Buluntular yulduğu için, arkeologların el değmemiş olarak
Büyük çaplı ilk kazılar İS 79’da patlayan buldukları mezar sayısı çok azdır (bak. TUTAN-
Vezüv Yanardağı’nm püskürttüğü lavların ve h a m o n ) .
küllerin altında kalan eski Pompei ve Hercu- 19. yüzyılın ortalarında M ezopotam ya’da
laneum kentlerinde yapıldı. Bu kentlerin or­ (bugünkü Irak), Asur krallarının çok büyük
taya çıkarılmasıyla insanlar Roma kentleri insan ve hayvan heykelleriyle bezenmiş saray­
konusunda bilgi edindiler {bak. POMPEl). ları bulundu. Bulunanların bir bölümü Avru­
18. yüzyılda bu kazıların yapıldığı dönem ­pa’ya götürüldüyse de, birçoğu açık havaya
de, John Frere taştan yapılmış aletlerin he­ çıkarılır çıkarılmaz parçalandı.
men yanında soyu tükenmiş bazı hayvanların Arkeologlar artık bu tür buluntuları koru­
kemiklerini buldu. B u, aletleri yapmış olan ma yöntemlerini biliyorlar. 1926’da Irak’ta
insan ile soyu tükenmiş hayvanın aynı dönem ­ kazı yapan Sir Leonard W oolley, Ur kentinde
de yaşamış olduğunu gösteriyordu. Başlangıç­ Sümerler’in kral mezarlarını ortaya çıkardı.
ta, dünyada on binlerce yıl önce yaşamış Daha önce bulunan taş ve kil tabletlerden,
20 ARKEOLOJİ

Expeditions Unlimited

Chichen Itza'nın dibine erişebilmek için


su biraz boşaltıldı. Arkeologlar daha
sonra, dalgıç donanım larıyla dibe inerek
batık buluntuları çıkarmaya başladılar.
B irikintileri pompalarla boşaltarak,
çamurun ve kumun içinden küçük
eşyaları ayıkladılar.

Sümerler’in tarihine ilişkin bazı bilgiler edinil­ Truva ve Girit


mişti. U r’da bulunan mezarlar açılınca, bun­ Şiirlerinden birinde Eski Yunan şairi H om e-
lara daha ayrıntılı ve yeni bilgiler eklendi. ros, 10 yıllık bir kuşatmadan sonra ele geçiri­
Mezarlardan, ölen krallarla birlikte gömülen len Truva kentinin öyküsünü anlatır. Alman
değerli eşyalar ve hâzinelerle, öbür dünyada arkeolog Heinrich Schliemann 1871’de Truva
da birlikte olabilmeleri için, kral ölünce öldü­ kentinin gerçek yerini saptadı. Kazıyı çok
rülen hayvanlarının ve hizmetkârlarının ke­ derinleştirerek, İÖ 2600-2300 arasında kurul­
mikleri çıktı. muş, Truva’dan bile eski bir kentin kalıntıları­
ARKEOLOJİ 21

nı ve bu dönem e ilişkin altın takılarla ve incelem enin yanı sıra, o topluluğun ekonom i­
silahlarla dolu bir hazine buldu. Schliemann sini, değişik işleri ve işlevleri olan insanlar
buluntuları gizlice yurtdışına kaçırdığı için dava arasındaki ilişkileri ve dinsel inançlannı araş-
açan Osmanlı hükümeti, davayı kazandıy- tınyorlar. Yetiştirdikleri hayvanlara ve bitki­
sa da değerli hâzinenin ancak çok küçük bir lere bakarak çevrelerini nasıl etkilediklerini
bölümünü geri alabildi. 1876’da yeniden kazı ve kendilerinin nasıl etkilendiğini anlamaya
izni alan Schliemann 1882-83 yıllarında Wil- çalışıyorlar.
helm Dörpfeld ile birlikte Truva kazısını Böyle geniş kapsamlı araştırmalar için önce
sürdürdü (bak. SCHLİEMANN, HEINRICH). Eski çok iyi bir plan yapılmalıdır. Kazıyı yapacak
krallıklara ilişkin bir başka önemli kazı da olanlann yeterince bilgili olmaları ve çeşitli
A kdeniz’de, Girit A dası’nda gerçekleştirildi. uzmanlardan yararlanmalan gerekir. Belirli
Bir öyküde Eski Yunan mitolojisi kahraman­ bir dönem e ya da insan topluluğuna ilişkin
larından Theseus’un Girit A dası’ndaki taş bir bilgi sağlayacağı düşünülen alan dikkatlice
labirentte Kral M inos’un yarı boğa yan insan seçildikten sonra toprak tabaka tabaka özenle
olan canavanyla nasıl boğuştuğu anlatılır. kazılır. Bulunan ve gözlenen her şeyle ilgili
Arkeolog Sir Arthur Evans, 1900’de K nossos’ aynntılı notlar tutulur. Arkeologlar bazen de
ta yaptığı kazılarda eski Girit krallannın büyük yapılann ya da karayollannın yapım
yaşadığı büyük bir sarayı ortaya çıkarıncaya alanlannda ortaya çıkan kalmtılan değerlen­
kadar, M inos’un gerçek bir kral olduğunu dirmek üzere hemen çağnlırlar.
kimse düşünmemişti. Bulunan sarayın duvar- Ortadoğu’da bazı arkeologlar, artık büyük
lan, boğa güreşlerinin, çiçeklerin ve hayvan- kentler ya da zengin mezarlar arama yerine
lann sanki 3.000 yıl önce değil de, bir gün kentlerin henüz kurulmadığı, uygarlıklann
önce yapılmış gibi duran parlak renkli resim­ yerleşmediği dönemlerdeki göçebe topluluk­
leriyle bezenmişti. lara ilişkin bilgi edinebilmek için çöllerde
araştırmalar yapıyorlar.
Göl Dibindeki Kalıntılar Çok kısa bir zaman öncesine kadar kitap­
Şimdiye kadar anlatılan eski kentler, toprak larda, elyazm alannda ve iyi korunmuş yapı­
altında kaldıkları için binlerce yıl dayanmıştır. larda ortaçağa ilişkin yeterince bilgi bulundu­
Su da tarihöncesinde yaşamış olan insanlann ğu sanılırken, günümüzde İngiltere’de bu
evlerini ve eşyalarını zamana karşı koruyabil­ alanda da yepyeni gelişmeler oldu. Birçok
miştir. Örneğin 1854’te çok yağışsız geçen bir araştırmacı son 200 yılda yapılmış kanallan,
kışın sonunda, İsviçre’nin Zürich kentindeki demiryollannı, fabrikalan konu alan sanayi
gölün sulan çok azalınca, dibindeki eski ev arkeolojisine ilgi duyuyor. Kısaca, geçmişe
kalmtılan ortaya çıktı. Evlerin tümü aynı ilişkin her şey arkeolojinin kapsamı içindedir.
dönem de yapılmamıştı. Arkeologlar evlerin Arkeoloji yaşadığımız dünyanın tarihi de­
bulundukları katmanlan inceleyerek yapıldık- mektir.
lan dönemleri saptadılar. Bulunan tahta alet­
ler, keçeler, sepetler ve hatta elm a, armut ve Alan Araştırması
ekmek artıkları o insanların günlük yaşamla- Arkeolojik çalışmalara havadan çekilen fo-
nna ilişkin önemli bilgiler sağladı. toğraflann büyük yaran oldu. Fotoğraflar ça­
lışılacak alanın planını yere serilmiş bir halı
Günümüzde Arkeoloji gibi gösteriyordu. Örneğin, birbirine eklenen
Son yıllarda arkeoloji çok geniş bir alanı kısa, düzenli yollar ya da setler Roma döne­
kapsayan bir bilim olarak hızlı bir gelişme mini belirler. Güneş ışmlanmn eğik olduğu
gösterdi. Eskiden kazı yapanlar zengin hazi­ saatlerde çekilmiş fotoğraflarda görülen hafif
neler, saraylar ve tapmaklar bulmayı umuyor­ tümsekler ve çukurlar ise buralarda yapılar,
lar, sıradan insanların yaşadıklan yerlere ilgi hisarlar ya da hendekler olabileceğini göste­
duymuyorlardı. Oysa geçmişi iyi anlayabil­ rir. Yılın belli zamanlannda çimenlerin ya da
mek için bulunabilen her şeyi incelem ek ekinlerin renginde ve boyunda gözlenen bazı
gerekir. Günümüzde arkeologlar buluntulan değişiklikler de önem li ipuçlan verir. Örne­
22 ARKEOLOJİ

ğin, bir tarlanın altında taştan tem eller varsa, Bunlarla resimler ya da motifler yapılır. T e­
yetişen tahıllar hava yağışlı gitmese de, kısa m el kazılırken işçinin bin cebinden bir sikke
zamanda olgunlaşıp sararır; tarlanın geri ka­ düşürmüş olabilir ya da bir başkası kırılan ye­
lan bölümü ise yeşil kalır. Eğer tarlanın altın­ mek çanağını yapı alanındaki toprağa atıver-
da doldurulmuş çukurlar ya da hendekler var­ miştir. Duvarlar örülüp çatı da yerli yerine
sa, buralarda su birikeceği için, ekili ürünün oturtulunca, ev sahipleri gelip yerleşirler. Ara
olgunlaşması gecikir ve bu yerler yeşil çizgiler sıra evde bir şeylerin kaybolduğu olur. M ade­
ya da noktalar olarak göze çarpar. Tarlalarda ni paralar kuytu köşelere yuvarlanır, kırılan
gözlenen bu belirtilerden geçmişin birçok eski çanak çömlek parçaları çöp çukuruna atılır.
yerleşme yeri gün ışığına çıkartılmıştır. B öylece evde yaşayanların öteberileri kıyıda
Toprak altında kalmış çanak çöm lek ocak­ köşede birikir durur. Arkeologlar bu süreci
ları, fırınlanmış kilde bulunan magnetik güç­ yerleşme dönem i olarak nitelerler. Daha son­
ten dolayı, duyarlı m agnetometrelerle (m ag­ ra bir savaş sırasında, ev sahipleri kaçmak zo ­
netik güç ölçm e aleti) ortaya çıkarılabilir. Bir runda kalır, belki de öldürülürler. Ev boşalır,
zamanlar canlıların yaşamış oldukları yöreler­ zamanla dam çöker; kapılar, çerçeveler çü­
de, organik maddelerin bulunduğu çukur ve rür, duvarlar yıkılır. Her yeri yabanıl otlar ve
hendeklerde de çevrelerine göre daha çok çalılar sarar. Aradan belki yüzyıllar geçer;
magnetizma vardır. Magnetometre ile yapılan toprağın yeni sahipleri burada ekime başlar­
çalışmalar, arkeologlara çanak çöm lek ya da lar. Sonraki 1.000 yılda da saban, ne kadar
çini gibi eşyaların nerelerde bulunabileceğini tümsek ve çukur varsa hepsini dümdüz eder.
gösterir. A rkeolog kazısına başlarken bu öyküyü
Elektrik verilerek topraktaki direncin ö l­ sondan başa doğru yeniden kurar. İşi, yapıyı
çülmesi de başka bir araştırma yöntemidir. İçi oluşturan katlan, çatıdan tem ele doğru bir bir
nemli toprakla dolu bir hendek daha az, taş büyük bir özenle kaldırmaktır. Kazının yapı­
duvarlar ya da sert zeminler daha çok direnç lacağı alan belirlendikten sonra, bu alanın tü­
gösterir. müne ya da çevresine ince çelik çubuklar 2-3
Kentlerde toprak yüzyıllar boyunca zarar metre aralıklarla ve birbirine dikey hatlar
gördüğü ve çok değiştiği için bu yöntem den oluşturacak bir biçimde yerleştirilir. B u, kazı
yararlanılamaz. Am a kırsal kesimde yapıla­ boyunca yapılacak ölçümlerin doğruluğu, çı-
cak büyük ölçekli çalışmaların ön hazırlığında kanlacak plan ve sonuçlann güvenilirliği için
bu yöntem lere başvurmak zorunludur. T op­ gereklidir. Artık ilk tabakanın kaldırılmasına
rak altındaki metal eşyaları bulmak için kulla­ başlanabilir. Bu aşamada büyük bir özen ve
nılan detektörler ise yalnızca yüzeye yakın beceriyle kullanılması gereken kazı makinele­
olanları saptayabilir. rinden (ekskavatör) yararlanılır.
Bir arkeolog ekili tarlalarda dolaşırken, İlk tabaka başarıyla kaldınlınca, kazıda ar­
toprak sürülürken ortaya çıkmış bir çömlek tık sivri uçlu mala, kürek ve kovadan başka
ya da çini parçasına ya da tümsek ve çukurla­ alet kullanılmaz. Bütün alan insanlann yaşa­
ra bakarak da eski kalıntıları bulabilir. Ayrı­ dığı dönem e ilişkin en üst tabakaya erişilince-
ca, eski haritalardan, belgelerden, yer adla­ ye kadar titiz bir çalışmayla kazılır. Bu taba­
rından ve yerel geleneklerden de yeni ipuçları kaya vanlınca duvarlar, ocaklar, fmnlar ve in­
elde edebilir. san yapımı öbür yapılar örselenm eden birbi­
rinden ayrılır, incelenir ve özellikleri aynntılı
Kazı olarak not edilir. Çanak çömlek ile öbür cam
Çağdaş kazıların nasıl yürütüldüğünü anlaya­ ve metal eşyalar ayıklanıp temizlenir ve hangi
bilmek için, örneğin Rom a dönem inde bir tabakada bulunduklannı belirtecek biçimde
evin yapılış öyküsünü öğrenelim . Yapı ustası numaralanır. Çömleklerin biçimlerinden ya
toprağı temizledikten sonra temel çukurlarını da sikkelerin üzerindeki kral resimlerinden,
kazar. Yeri düzler ve mozaikleri döşem eden yapıldıklan dönem anlaşılabilirse, tabakanın
önce tabanı biraz yükseltir. Mozaik yüzlerce oluştuğu dönemin tarihi de aydınlanmış olur.
ufak renkli cam ve taş parçalarından oluşur. Am a buluntulann daha eski zamanlardan kal-
ARKEOLOJİ 23
24 ARKEOLOJİ

mış olabileceğini de unutmamak gerekir. Bu Kentlerde yapılan kazı çalışmaları daha zor
eşyalar daha sonra kurulan bir yerleşim döne­ ve karmaşıktır. İnsanların 2.000 yıldan beri
minden bu tabakaya karışmış olabilir. Böyle yaşadıkları İngiltere’nin güneyindeki Win-
durumlar göz önünde bulundurularak kesin chester yöresinde böyle bir çalışma yapıldı.
tarihlendirme yapılırken, bir üst tabakaya hiç Küçük bir alanda, yılda iki aylık bir süreyle ve
dokunulmadığının kanıtlanması gerekir. 50-60 kişilik bir ekiple yürütülen kazı çalışma­
Bu evin yapıldığı, değiştirildiği ya da yıkıl­ ları tam dokuz yıl sürdü. Üç metre derinliğe
maya bırakıldığı tarihleri saptamak, kazıyı ya­ maladan başka alet kullanılmadan inildi; çıka­
pan kişinin görevidir. Ayrıca evde yaşamış rılan toprak kovalarla boşaltıldı. Çalışmanın
olanların ne gibi özellikleri olduğu ve yaşam değerlendirilmesinin ve raporun yazılmasının
biçimleri de araştırılır. Bulunan bir çiftlik ise dört-beş yıl süreceği sanılıyor.
eviyse, çevresinde tarlalar, otlaklar ve korular Yapıların ortaya çıkarılmasında kullanılan
bulunacağı varsayılır. Çevredeki başka çiftlik­ yöntem ler, Rom a yollan, kanallar, surlar gibi
lerin konumu ve toprağın nasıl bölüştürüldü- öteki alanlarda yapılan arkeolojik kazılarda
ğü araştırılır. Bitki, tohum, polen ve tahıl ka­ kullanılmaz. Bu tür kazılarda birbiri üzerine
lıntıları, bitki örtüsünün anlaşılmasında yar­ binen bütün katmanların görülebileceği bir
dımcı olurlar. Hayvan kemiklerinden, burada kesit elde edilm eye çalışılır.
yaşamış insanların yedikleri etin cinsi, bulu­
nan araç ve eşyalardan günlük yaşamları öğ­ Bilimsel Yöntemler
renilmeye çalışılır. Arkeologların incelediği toplumlar ve dönem-
The Photo Source

2.000 yıldan beri İm parator Jin Zhi Huang'ın mezarını koruyan, pişmiş kilden gerçek boylarına uygun olarak
yapılm ış binlerce asker ve attan oluşan toprak adamlar ordusu. Çin'de Xi'an'daki (Sian) kayalık bölgede
ortaya çıkarılmıştır.
ARKEOLOJİ 25

lerin birçoğunda, yazı ve para gibi tarih belir­ buk büyüyeceğinden halkalann kalınlığı ar­
lemeyi kolaylaştıracak işaretler yoktur. Çok tar. B öylece ağacın yaşadığı dönem deki iklim
kısa bir zaman öncesine kadar, bulunan eşya­ koşullan anlaşılabilir. Bir çam türünün 4.000
lar, geçmişi bilinen bir halkın, örneğin Mısır yıl önceki ve günümüzde yaşamakta olan ör­
halkının kullandığı benzer eşyalarla karşılaştı­ nekleri bu yöntem le incelenmiştir.
rılarak, yaklaşık bir yapım tarihi saptanırdı. Bilim , arkeologlara daha birçok bakımdan
Radyo karbon tarihlendirme yönteminin bu­ yarar sağlar. Örneğin, topraktan çıkartılan
lunması odunun, kömürün ve eski yerleşim metal eşyanın çok kmlgan olduğu için labora-
bölgelerinde bulunan kemiklerin yaşlarını tuvarda özel bir biçimde korunması gerekir.
saptamayı olanaklı kıldı. H er canlıda bulunan Bir taş baltanın hangi taşocağmdaki kayadan
karbonun neredeyse tamamı karbon-12’dir; yontulduğu belirlenebilir. Uygulanacak yön­
belli bir oranda da radyoaktif ve “ağır” olan tem , kayadan ince bir parça koparmak ve bu­
karbon-14 vardır. Canlı ölünce, örneğin bir nu saydamlaşıp kristalleri görülebilir duruma
ağaç kesilince, artık yeni karbon-14 atomları gelene kadar cilalamaktır. Belirli maden ya-
alamaz ve var olan radyoaktif karbon atomla­ taklannda görülebilen ender bulunan ele­
rı da belli bir hızla yok olmaya başlar. Böyle- mentlerin kaynağını bulmak için de madenler
ce yaklaşık 5.500 yıl sonra bu atomların yansı incelenebilir. Bu çalışmalar eski ticaret ve göç
karbon-12 atomlarına dönüşür. Bir radyo kar­ yollannm anlaşılmasını da sağlamıştır.
bon laboratuvan, radyoaktif karbonun, kar­
bon-12’ye oranını ölçerek, canlının ne kadar Türkiye'de Arkeoloji
zaman önce ölmüş olduğunu saptayabilir. Ne A nadolu’da kazılar 19. yüzyılda yabancı arke­
var ki bu yöntem , tarihi belli olan Mısır bu- ologlarca başlatıldı. Alman arkeolog Schlie-
luntulanna uygulandığında, saptanan tarihle­ mann’ın eski Truva kentini bulmak için başla­
rin çok kesin olmadığı anlaşılmıştır (bak. dığı kazı uzun yıllar sürdü. 1882’de Türki-
RADYOMETRİK TARİHLENDİRME).
Nezih Başgelen
Yeni tarihlendirme yöntem lerinden biri de
ısıyla ışıldamadır (ısılışıldama) ve yalnızca piş­
miş kile uygulanır. Çömlek yapılırken kil çok
yüksek bir ısıda pişirildiği için bu ısı kili kris­
talleştirir. Kilde radyoaktif atomlar içeren
elem entler vardır; bunlar kil pişirilmeden ön­
ce çevrelerine ışık biçiminde parçacıklar sa­
çarlar. Pişme işleminin sonunda, atomlann
saçtığı bu parçacıklar artık kristalleşmiş yapı­
nın içinde kalır ve dışanya çıkamaz. Çöm lek­
ten alman bir örnek, laboratuvarda, parçala-
nn yeniden serbest kalacağı noktaya kadar
ısıtılır. Bu parçacıklar ışık biçiminde (ışıldaya­
rak) açığa çıktıklan için fotom etre aygıtıyla
ölçülür. Çömlek ne kadar çok ışık verirse, o
kadar eskidir. Bu yöntem arkeologlarca yay­
gın biçimde kullanılacak kadar gelişmemiştir.
A m a müzelerde ve özel koleksiyonlarda anti­
ka olduğu sanılan pek çok parçanın sahte ol­
duğunu göstermiştir.
Dendrokronoloji bir ağacın yaşının, gövde­
sindeki yıllık büyüme halkalarına göre sap­
tanması demektir. Ağaç gövdesinin enlem esi­
Ankara Anadolu M edeniyetleri Müzesi'nde
ne kesitinde iç içe ince ve kalın halkalar gözle­ sergilenen Kültepe kazılarından çıkarılan toprak
nir. Havaların iyi gittiği yıllarda ağaç daha ça­ kâse (İÖ 18. yüzyıl).
26 ARKEOLOJİ

Truva VI (İÖ 1800-1300)


bir krallık merkeziydi.
1932-38 arasında Cari
Blegen'in yaptığı kazının
görünüm ü.

Nezih Başgelen

y e’deki ilk arkeoloji müzesinin kurucusu res­ 1946’da Kılıç Kökten başkanlığında A na­
sam ve arkeolog Osman Hamdi B ey’in (1842- dolu’nun en büyük doğal mağaralarından biri
1910) buluntuların bir bölümünü müzeye al­ olan Karain kazılarına başlandı. Arif Müfid
mak için bu kazıyı denetlediği bilinmektedir. M ansel, Perge (1946) ve Side (1947); Bahadır
Osman Hamdi Bey 1887’de en önem li kazısını Alkım , Karatepe (1947); Tahsin Özgüç, Kül-
Sayda’da (bugün Lübnan’da) gerçekleştirmiş­ tepe (1948) ve A ltm tepe’de Urartu Kalesi
tir. Bu kadıda Fenike krallarına ait 20’den faz­ (1959); Ekrem Akurgal, eski İzmir, Foça, Si­
la lahit bulunmuş ve müzeye-konmuştur. D a ­ nop; A fif Erzen, Van’da Urartu (1961); K e­
ha sonra A nadolu’daki ilkçağ uygarlıklarını nan Erim Afrodisias (1961); Nim et Özgüç,
araştırmak isteyen Alm an, AvusturyalI ve Acem höyük (1962) ve Samsat (1978); Nezih
A B D ’li arkeologlar da Bergama, Priene, Mi- Fıratlı, Uşak Selçikler (1966) kazılarını yürüt­
let, Efes ve Sart gibi tarihi bölgelerde kazılar tüler. Ufuk Esin, 1968’de T epecik’te, 1971’de
yapmışlardır. Tülintepe’de kurtarma kazılarını yönetti. Bu
Cumhuriyet döneminde arkeolojiye daha yöre 1975’te Keban Baraj G ölü’nün dolmasıy­
fazla önem verilmeye başlandı. 1931’de Türk la birlikte sular altında kalmıştır. G ene Ufuk
Tarih Kurumu’nun kurulması, 1934’te İstan­ E sin’in 1978’den beri yönettiği Değirm entepe
bul Üniversitesi’ne bağlı Türk A rkeoloji Ens- kazılan Karakaya Baraj suları altında kalacak
titüsü’nün ve iki yıl sonra da Ankara’da Dil buluntulan kurtarmaya yöneliktir.
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin açılmasıyla Türkiye’de yazılı belgelerden ya da toprak
arkeolojik araştırmalar hızla gelişti. 1933’te üstündeki kalıntılardan yoia çıkılarak yapılan
Türk Tarih ; m m u adına ilk kazılar Ahlatlı- planlı kazılara örnek olarak Boğazköy, Külte-
b el’de Hamit Zübeyr Koşay başkanlığında pe ve Efes kazıları gösterilebilir. Ayrıca, ar­
gerçekleştirildi. Ardından 1935’te Koşay ve keoloji bölümü öğrencilerinin bir kazı örgüt­
Remzi Oğuz Arık Alacahöyük kazılarına baş­ lem eyi ve kazı tekniklerini öğrenebilmeleri,
ladılar. G ene 1930’lardan başlayarak Alm an, kayıt tutma, buluntulan numaralama ve sınıf­
Fransız, İngiliz ve Hollanda arkeoloji enstitür landırma gibi bilgilerini uygulayabilmeleri
leri kuruldu. Bu dönem de yerli ve yabancı uz­ için “eğitim kazılan” düzenlenmektedir.
manlar birçok eski yerleşim bölgesinde araş­ Son yıllarda, Bodrum’da denizaltında arke­
tırma ve kazılar gerçekleştirdiler. Kazılardan olojik araştırmalara da başlandı. Yeni kuru­
çıkarılan eski yapıtları korumak ve sergile­ lan Sualtı Arkeoloji M üzesi’ne bağlı olarak
mek için yeni müzeler kuruldu. yürütülen çalışmalar sonucu denizden çıkan-
ARKVVRIGHT 27

bölgesinde bir liman kasabası olan Preston’da


doğdu. On yaşındayken bir berberin yanma çı­
rak olarak girdi. Burada çalışırken, gün ışığın­
da saç renginin solmasını önleyen, yeni bir saç
boyama yöntemi buldu. Ayrıca perukalar ya­
parak, bunları çevre kasaba ve köylere sattı.
Arkvvright evlerinde çalışan pamuklu ku­
maş dokumacılarını izlerdi. Dokumacıların
tezgâhta enlem esine bağlanan atkı iplikleri
için pamuk ipliği, ama uzunlamasına bağla­
nan çözgü iplikleri için İrlanda keten ipliği
kullandıklarını fark etti. Bunun nedenini sor­
duğunda, dokumacılar ona, dokumanın çöz­
güsü için yeterince ince ya da sağlam pamuk
ipliği bükemediklerini söylediler.
Böylece ipliği daha iyi bükebilmenin yolla­
rını araştırmaya başlayan Arkwright, sonunda
su gücüyle çalıştığı için su tezgâhı adı da veri­
len bir eğirme tezgâhı geliştirdi. Bu tezgâhı
yöredeki bir saat yapımcısının yardımıyla ger­
S| çekleştirdi. Buluşunun patentini 1769’da aldı.
W W İki çift silindiri olan eğirme tezgâhının üstteki
silindirleri deriyle kaplıydı; alttakiler ise çe­
Nezih Başgelen
Bugün Bergama Müzesi'nde sergilenen bu yapıt,
liktendi ve üzerlerinde pamuğu tutmak için
1931'de Asklepieion kazısında çıkarılmıştır. yivler vardı. A ynca silindirlerin arasından ge­
çen pamuğu bükmeye yarayan iğler vardı. Si­
lan birçok buluntu bu müzede sergileniyor. lindirlerden bir çifti öbüründen daha hızlı
Türkiye’de kazı yapmak için T.C. Kültür ve döndüğü için, eğrilen iplik ince ama dayanıklı
Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler oluyordu.
G enel Müdürlüğü’ne başvurulur. Kazı iznini Bundan iki yıl sonra buluşunu denem ek
verecek olan yetkili organ ise Bakanlar Kuru- amacıyla, İngiltere’nin Nottingham kentinde,
lu’dur. Bakanlığa bağlı olarak yürütülenler The Bettmann Archive

dışında kalan bütün kazılarda, gözlemci ve


denetçi olarak bir bakanlık temsilcisi bulunur.

ANSİKLOPEDİNİN ARKEOLOJİ İLE İLGİLİ


ÖBÜR MADDELERİ
DEMİR ÇAĞI OKÇULUK
HÖYÜK RADYOMETRİK TARİHLEN­
KALE VE TAHKİMAT DİRME
KATAKOMP TAPINAK
MAĞARA İNSANLARI TARİHÖNCESİ ALETLER
MAĞARA SANATI TAŞ DEVRİ
MEZAR TUNÇ ÇAĞI
MUMYA TÜRBE

ARKHİMEDES bak. Arşİmet.

ARKTİKA bak. Kuzey Kutup B ölgesi.

ARKVVRIGHT, Sir Richard (1732-92) Sir


Richard Arkvvright, İngiltere’nin Lancashire Arkvvright'ın çift silin d irli eğirm e tezgâhı
28 ARMADA

ilk iplik eğirme atölyesini kuran Arkvvright Sonunda, 1588’de büyük donanma denize
eğirme tezgâhını daha da geliştirdi ve Lanca- açıldı. 130 gem iden bazıları “çok görkemli
shire bölgesinin dünya pamuk ticaretinin mer­ yapılmış, kale gibi yüksek” büyük kalyonlar­
kezi durumuna gelm esine katkıda bulundu. dı. Gemilerde 8.000 gemici ve 19.000 asker
Arkvvright’m kurduğu fabrikalar düzenli vardı. Ayrıca, gem ilere katırlar ve atlar,
çalışıyor ve öbürlerine iyi örnek oluyordu; ip­ yeterince şarap ve altı ay yetecek kadar
lik bükme işini makine kullanarak kolaylaştır­ peksim et yüklenmişti.
ma girişimleri, işsizliğe yol açacağı düşünü­ Armada Lizbon’dan daha yeni ayrılmışken
lerek ilkönce hiç benimsenmedi. Bu arada büyük bir fırtınaya yakalanarak hasar gördü.
Arkvvright’a karşı olanlar ellerinden gelen her Sonunda, donanma mayıs yerine temmuz
şeyi yaptılar; üstelik fabrikalarından birini de ayında Manş D enizi’ne doğru yola çıktı.
yaktılar. İlk günlerde karısı bile, zamanını bo­ Planlan, Armada’nın Manş Denizi boyunca
şa harcadığını düşünerek Arkvvright’m ma­ savaşarak, Parma D ükü’nün komutasındaki
ketlerinden birini parçalamıştı. D aha sonrala­ İspanyol ordusunun beklediği Flandre kıyıla-
rı, Arkvvright büyük bir mucit olarak kabulle­ nna ulaşmasıydı. Armada, bu orduyu
nilmiş ve ancak o zaman çocukken olanak bu­ Manş’tan geçirip, Güneydoğu İngiltere kıyıla-
lamadığı eğitimini gerçekleştirebilmiştir. nnda karaya çıkaracaktı.

ARMADA, Kraliçe I. Elizabeth dönem inde, Savaş


İngiltere’yi istila etm ek için İspanya Kralı II. 11 km uzunluğundaki büyük Armada,
Felipe’nin 1588’de gönderdiği İspanyol do­ M anş’ta yarım ay düzeninde ilerliyordu. 20
nanmasıdır. İspanya’dan yelken açan 130 Tem m uz’da Plymouth açıklarında göründü.
geminin ancak 67’sinin geri dönebildiği bu 197 gemiden oluşan İngiliz donanması, İs-
girişimden sonra İspanya, İngiltere’yi işgal panyollar tarafından limanda kıstınlmaktan
etm eyi bir daha hiç denememiştir. tam zamanında kurtularak denize açıldı. Ef-
Kral Felipe’nin İngiltere’yi ele geçirmek fingham Lordu Amiral Hovvard başkomutan,
istemesinin pek çok nedeni vardı. Bunlardan Pylmouth’daki donanmanın komutanı olan
ilki, İngiltere’nin Protestan bir ülke olması ve Sir Francis Drake başkomutan yardımcısıydı
Felipe’nin tüm Avrupa’yı Katolik yapmak (bak. D r a k e , S ir F r a n c i s ) . Sir John Havvkins
istem esiydi. Böylece Avrupa papanın deneti­ ve Sir Martin Frobisher de yardımcı komutan­
mi altında birleşecekti. Felipe önde gelen lardı. Çağın en ünlü denizcileri olan bu
Katolikler’den olan halası, İskoçya Kraliçesi komutanlar, Arm ada’nın Dunkerque’de üs­
Mary’i İngilizler’in 1587’de idam etmelerine lenmiş olan İspanyol ordusuna ulaşmasını
de öfkelenmişti. Bir başka neden, Felipe’nin engellem eye karar verdiler. Bu amaçlannı
H ollanda’ya sahip olması ve İngiltere güçlü gerçekleştirmek için rüzgârdan yararlanmayı
olduğu sürece güven içinde olmayacağını dü­ planlamışlardı ve düşman gemilerinin rüzgâr
şünmesiydi. Bunların yanı sıra İngiltere’nin alan tarafına geçmeyi başanrlarsa İspanyollar’
gemileri dünyanın her yerinde İspanyollar’a m geriye dönmelerini önleyip, onları Manş
ve onların gemilerine saldırıyorlardı. Bu yüz­ D enizi’nin yukansına sürükleyebileceklerdi.
den Felipe öcünü almaya kararlıydı. Rüzgân arkalanna alan İngilizler düşmana
1587’de, İngiliz Sir Francis Drake, Câdiz doğru gitmek için rüzgâr yönünde gidebilir­
Körfezi’ne düzenlediği baskınla İspanyol ge­ lerdi, ama eğer İspanyollar geri dönüp, İngi-
milerinin büyük bölümünü yok ettiği zaman, lizler’e saldırmak isterse, rüzgâra karşı gitmek
İspanyol donanması neredeyse yelken açma­ gibi zor bir işi yapmaları gerekecekti. (O
ya hazırdı. Felipe donanmasını yeni baştan zamanlar gemiler rüzgâra karşı güçlükle gide­
kurmak zorunda kaldı. Bu sırada donanma biliyordu, ama bu işi İngiliz gemileri, büyük
komutanının ölm esi, Felipe için bir başka ve hantal İspanyol kalyonlanndan daha iyi
şanssızlık oldu. Onun yerine Armada komu­ yapabiliyordu.)
tanlığına atanan Medina-Sidonia D ükü, deniz İngiliz planı iyi işledi. İspanyol gemilerinin
savaşları konusunda çok az şey biliyordu. rüzgâr alan yönüne geçtiler ve uzaktan ateş
ARMADA 29

etm eye başladılar. İspanyol amiral yanaşıp, sürmeye karar verdi. Ertesi gece, ziftle dolu
İngiliz gemilerine borda etmeyi istediyse de altı gemi ateşe verildi ve düşmana doğru
İngilizler bu fırsatı vermediler; bir hafta sürüklenmek üzere akıntıya bırakıldı. Paniğe
boyunca İspanyol donanmasının gerisinde do­ kapılan İspanyollar, gemilerin halatlarını ke­
laşıp durarak saldırılarını sürdürdüler. İngiliz sip denize açıldılar.
gemileri yetenekli gemiciler ve İspanyollar’ın- Ertesi sabah karmakarışık bir yığın halinde­
kinden daha uzun menzilli olan çok sayıda ki İspanyol donanmasını Flandre kıyılarına
topla donatılmıştı. İspanyollar kahramanca doğru kovalayan Drake, gün boyu süren bir
savaşmalarına karşın, gerek denizcilik, gerek savaşla İspanyollar’a çok büyük zarar verdi.
topçuluk tekniği bakımından İngilizler’in den­ Kuzeybatı yönünden patlayan bora yüzün­
gi değildi. den, gece boyunca deniz daha da fırtınalıydı.
Sonunda İspanyol donanması Kuzey Fran­ Ertesi gün İspanyollar, kıyı ile İngiliz gemileri
sa’da Calais açıklarında demirledi. İngilizler arasında sıkışmıştı. İspanyol donanması tü­
yanan gemiler kullanarak, onları açık denize müyle yok edilmek üzereyken, rüzgâr tam
ıyn l 3

O k c a d t:s 1*

DmtîfbvRf*d
N'cit R<ad

2briAI.,
lsu\xvs t

ûıevnng »he fcveral


^ P la c e s o f Action bctrvcen the \
|. CNtiUSH and SPANISH FJccts Jutüuıd

iT.iTFtRT/t |i!f. wıch thı* PJac<*«» whcre Icvcrai of

Cantirej
~*\rniT/r*'Fci II'. rfıe SPANISH Shipa vrvjr düfavy-j
'wwı\ed in tncir rcfıırn to SPAİN, I
foıuılur Norîh about ılıe aj,
> .«'F.bfe* Bı*4
Mnfabritish Islands^&//

KdUJ?
Tiroçfc»

!UrMcd. Friûand
Awt£jxr‘

LONDOW‘

JîursToıt ('jTAsprsı
l"0‘î

İngiliz donanması ile Armada, Flandre kıyıları açığında savaştı. Çok kayıp veren İspanyollar İskoçya'nın
kuzeyinden dolaşarak ülkelerine döndüler.
30 ARMADİLLO

Üİİk

Mansell Collection
Armada ile İngiliz donanmasının ilk karşılaşması. İngilizler üstünlük sağlamak için rüzgârdan yararlandılar.

zamanında yeniden yön değiştirerek güneyba­ rinden yana olduğu inancını belirten “Tanrı
tıdan esm eye başladı ve İspanyollar kuzeye üfledi ve paramparça oldular” sözleri (Latin­
yelken açıp, Kuzey D enizi’ne kaçabildiler. ce olarak) yer alıyordu. *
Lord Howard ve Drake, Arm ada’dan geriye
kalanları İskoçya’daki Forth K oyu’na kadar AR5V5ADİLLO. Armadillolar domuzu andıran
kovaladılar. Am a oraya ulaştıklarında, mal­ küçük memeli hayvanlardır. İspanyolca olan
zemeleri tükendiği için, geriye dönmek zo­ adları “zırhlı” anlamına gelir. Çünkü gövdele­
runda kaldılar. rinin her yanı, koruyucu bir kalkan oluştura­
cak biçimde birbirine eklemlenmiş sert levha­
Armada'nın Sonu lar ile oynak kemerlerden oluşan kemiksi bir
İspanyollar Britanya A d alan ’nm çevresini do­ zırhla kaplıdır.
laşarak gitmeye karar verdiler. İskoçya ve Tembelhayvanlar ve karıncayiyenlerle ak­
İrlanda kıyılan boyunca fırtınalarla karşılaştı­ raba olan armadillolar, zırhlarının orta bölü­
lar. İngiliz topçularınca çok hırpalanmış olan mündeki oynak kemerlerin sayısına göre sı­
gemiler tümüyle parçalandı. Bazılan Atlas nıflandırılır. Bu hayvanların özellikle Güney
Okyanusu’nda battı ve İrlanda’nın batı kıyıla­ ve Orta Am erika’da yaşayan 20 türü vardır.
rı gemi parçalanyla kaplandı. Fırtınalardan Yalnızca Dasypus cinsini oluşturan dokuz
sağ çıkan yüzlerce İspanyol, İrlandalIlar ve kemerli armadilloların bir türü A B D ’nin gü­
İrlanda’daki İngiliz garnizonunun askerleri ney bölgelerinde de bulunur.
tarafından öldürüldü. Uzunluğu 1,5 metreye ulaşan dev armadillo
Kral Felipe’nin umutlan da gemileri gibi (Priodontes giganteus ) bütün türlerin en irisi­
paramparça oldu ve Armada’sının ancak yarı­ dir. Buna karşılık pem be renkli zırhıyla tanı­
sı sonbaharda geri dönebilmeyi başardı. nan en küçük armadillonun uzunluğu ancak
Zaferden sonra İngilizler’in sevinci sınırsız­ 16 santimetredir. Gövdesinin iki yanı ve karnı
dı. Şükranlarını sunmak için St. Paul Kated- sık, yumuşak tüylerle kaplı olan bu hayvan
rali’ne giden kraliçe, bu büyük zaferin anısına ürktüğünde, gövdesinin arkasındaki dikey
bir madalya çıkarılmasını buyurdu. Madalya­ levhalarla yuvasının girişini kapatır. Armadil­
nın üzerinde, İngilizler’in T ann’mn kendile­ lolar arasında yalnızca Tolypeutes cinsinden
ARMA VE ARMACILIK 31

üç kemerli armadillolar zırhlarının içinde Önceleri armalar yalın ve çarpıcıydı çünkü


tespihböceği gibi büzülerek top haline gele­ savaş alanında uzaktan açıkça görülmeleri
bilir. gerekiyordu. Bazı şövalyeler kalkanlannı bö­
Armadillolar toprakaltındaki oyuklarda lümlere ayırarak iki farklı, parlak ve zıt renge
yaşar, güçlü ve kıvrık pençeleriyle toprağı boyadı. Şekil l ’den 12’ye kadar olan armalar
büyük bir hızla kazabilirler. Hava karardıktan bu türe örnektir. Bazıları ise aslan, kartal,
sonra yuvalarından çıkarak yiyecek aramaya silah ya da Fransa krallarının benimsediği gibi
koyulan bu gece hayvanlan, başta termitler zambak biçimini simge olarak seçti (şekil
Leonard Lee Rue IIIIBruce Coleman 13-15). Herhangi bir işaret ya da motif arma
olarak seçilebiliyordu. (16-23 arasındaki şe­
killer çok kullanılan öteki armaları göste­
riyor.)
Bazı soyluların çeşitli şekillerin birleşme­
sinden oluşan armalan vardı. Örneğin İngilte­
re kralları I. Richard’dan başlayarak (1189-
99) kırmızı fon üzerine 26 ve 27 numaralı
şekillerde görüldüğü gibi düzenlenmiş üç altın
aslan kullandılar. Armalarda bazen de fon
olarak değerli kürkler kullanılırdı (şekil 24 ve
25). Armalarda kullanılan renkler mavi, kır­
mızı, yeşil, mor ve siyahtı. A yn ca gümüş ve
altın da kullanılırdı.
Önceleri şövalyeler armaları yalnızca kal­
Dokuz kemerli arm adillonun koruyucu zırhının tam kan ve bayraklannda kullandılar; 14. yüzyılda
ortasında, gövdesini bir kemer gibi saran dokuz tane
oynak zırh eklemi bulunur. zırhlannın üzerine kolsuz gömlekler giymeye
başladılar ve armalar bunlann üzerine de
ve kanncalar olmak üzere böceklerle besle­ işlendi. Zamanla bunlar “arma göm lekleri”
nir. Ayrıca bitki köklerini, solucanlan, küçük olarak tanındılar. Turnuvalara katılan şöval­
sürüngenleri, hatta bulduklan her şeyi yerler. yeler (şekil 28), miğferlerinin tepesine “sor-
Kısacık bacaklarından umulmayacak kadar The National Maritime Museum, P. Rossmore

hızlı koşar, üstelik çok iyi yüzerler. Suya


girmeden önce yuttukları hava dibe batmala­
rını önler.

ARMA VE ARMACILIK. Arma devletlerin,


kralların ya da belirli bir toplumsal grubun
ayırt edici simgesidir. Armacılığın başlangıcı
12. yüzyıla rastlar. Bu dönem de Avrupa’da,
şövalyeler ilk kez kalkanlarının üstünü deği­
şik motifler ya da şekillerle süslem eye başla­
dılar. Daha önce uzun burunluklu miğferler
kullanan şövalyeler, 12. yüzyılda yüzlerini
tümüyle örten miğferlerin yaygınlaşmasıyla
birlikte askerlerinin kendilerini tanıması için
kalkanlarına ve mızrak flamalarına, ayırt edi­
ci işaretler koymaya başladılar. 13. yüzyıla
gelindiğinde hemen hemen bütün soylu ailele­
rin kendilerine özgü armaları olmuştu. Soylu­
lar armalarını, belgeleri imzalarken kullan­ A m iral Nelson'un Vikont arması, 18. ve 19. yüzyıl
dıkları mühürlere de koydular. armalarının tipik bir örneğidir.
32 ARMA VE ARMACILIK

22 23 24

oğul armaya süslü, dar bir bant koyardı. Baba


ölüp de en büyük oğul ailenin başına geçince
armasından bandı çıkarırdı.
Bir ailenin armasını ve sorgucunu ancak o
ailenin bireyleri kullanabilirdi. Savaşta onları
izleyen askerler bu armayı taşıyamazlardı.
Am a kendi adamlarının tanınabilmesini is­
teyen birçok soylu ve şövalye, armalarının
yanı sıra bir de nişan edindi. Nişan, adamların
kalkanında değil, göğüs ya da omuzlarında
yer alırdı. Aynı nişan şövalye sancağında da
olurdu.
15. yüzyılda bazı soylular armalarını, sanki
kalkanı destekliyormuş gibi tutan iki hayvan
(XX) ya da kuş resmi arasında kullanmaya başladı­
lar. Bu tür armalar yalnızca çok önemli
kişilerce kullanıldı. Örneğin İngiltere krallık
armasında İngiliz aslanı ile İskoçya’nın tek
boynuzlu atı biçiminde düşsel bir hayvan
vardır.
13. yüzyıldan başlayarak Avrupa’da hane­
guç” denen bir amblem koyarlardı (bak. dan armacıları, armaların kayıtlarmı tutmaya
TURNUVA). Hanımların armaları ise baklava başladılar. Bu kayıtların bir bölümü, armaları
biçimli bir çerçeve içine yerleştirilirdi. Bugün renkli olarak gösteren parşömen ruloları;
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in prensesken ötekiler de armaları anlatan yazılardı. İlk
taşıdığı arması bu türe iyi bir örnektir. İngilte­ armacılar armaları kendi zamanlarının Nor-
re krallık arması 13. yüzyıldan beri çok man Fransızcası ile tanımlamışlardı; onların
değişmiştir. Bu ülkedeki çağdaş armalarda kullandığı birçok sözcük Batı Avrupa’da ar-
İskoçya’nın kırmızı aslanı ve İrlanda’nın arpı macılık dilinde hâlâ kullanılır.
da vardır. 15. yüzyılın sonuna doğru armalar savaşta
Oğullar küçük bir değişiklik ya da ekle kullanılmaz oldu, ama insanlar atalarından
babalarının armasını taşırlardı. En büyük kalan bu armalara çok değer veriyor ve
ARMONİ 33

konusunda değişik zamanlarda konulan ku­


rallarla düzenlendi. Günümüzde bilinen ve
yaygın olarak kullanılan m ajör ve m inör
akorlar sisteminin başlangıcı 16. yüzyıla kadar
gider. Bu sistemi anlamak için, önce aralıklar
üzerine bilgi edinmemiz gerekir.
Aralık, iki nota arasındaki uzaklığa verilen
addır. En küçük aralık, yanm ton (yarım ses)
olarak adlandırılır. İki yanm ton bir tam tona
(bir tam sese) eşittir. Akorlar, bir tek ya da
birbirine eklenmiş birden çok aralık olarak da
düşünülebilir. Dinlendiği zaman, bazı aralık­
lar kulakta uyumlu (konsonant, dinlendirici),
bazıları ise uyumsuz (disonant, rahatsız edici)
etkiler bırakır.
Promotion Australia, London
Majör-minör sistem inde, akorlar genellikle
A vustralya'nın günümüzdeki armasını 1912'de
İngiltere Kralı V. George verm iştir. üç ya da dört notadan oluşur. M ajör akorlar
bir majör üçlü ile ardından seslendirilen,
bunları genellikle evlerinin süslenmesinde ve başka bir deyişle üzerine konulan bir minör
mezarlarında kullanıyordu. Böylece armalar üçlüden, m inör akorlar ise bir minör üçlü ile
aile tarihinin bir belgesi haline geldi. Soylu bir onun üzerindeki bir majör üçlüden oluşur.
erkek evlendiğinde karısının armasını kendi- Yanm ses kısaltılmış akorlar da birbirinden
ninkinin yanına yerleştirirdi (şekil 29). Kadı­ üç yanm ton ayrı üç ya da dört notadan
nın erkek kardeşi yoksa ve babasının toprak­ oluşur. Bu son akor tipi genellikle kısaltılmış
ları kendi çocuklarına geçmişse çocuklar bu­ yedili akor olarak adlandınlır. Başka yanm
nu, kalkanlarını dörde bölüp anne ve babala­ ses yedililer de vardır. Bütün bu yedililer
rının armalarını ters uçlara koyarak gösterir­ kulağa tamamlanmamış gibi gelir, sanki ken­
lerdi (şekil 30). Eğer anne tarafından miras disini izleyecek bir akora gerek duyar. M üzik­
kalması, aynı ailede birkaç kez tekrarlanırsa çiler bu tür yedililerin “çözülmelerinin” yani
sonuçta kalkan birçok kez dörde bölünerek uyumlu bir akorla izlenmelerinin gerektiğini
incelikle işlenmiş bir biçim alırdı. belirtirler. Yedililere ek olarak çeşitli altılı
türleri de vardır. Bunların da birçoğu, üzerle­
ARMONİ. Müzik, genellikle m elodi ve arm o­ rine konulacak uyumlu akorlara doğru çözül­
ni' den oluşur. Melodiyi art arda duyulan tek mesi gereken uyumsuz akorlardır.
notalar dizisi olarak düşünebiliriz; armoni ise
birden fazla notanın aynı anda çalınmasıyla Armoni Kuramı
oluşur. Müzikçiler, bir müzik parçasının nota 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar 300 yıldan
yazısında (notasyon) melodiyi soldan sağa uzun bir süre boyunca, batılı besteciler yalnız­
doğru, armoniyi ise yukarı ve aşağı doğru ca kabul edilmiş kurallara uyan majör-minör
okurlar. Böylece ortaya çıkan ses bileşimi sistemlerini kullandılar. Örneğin, uyumlu
müzik parçasının bütününü oluşturur. akorlar bir müzik yapıtını başlatıp bitirmeli ve
bu yapıt içindeki önemli noktalarda da kulla­
Akorlar ve Aralıklar nılmalıydı. Bununla birlikte, büyük besteciler
Birlikte çalman notalar dizisine akor denir. düzenli bir biçimde bu kurallan kırdılar.
Müzikçiler armoni sözcüğünü çoğu zaman, Müzik yapıtının akorlarım oluşturan notalann
müziğin akışı boyunca akorların birbirini izle­ perdeleri yapıt boyunca bulunan perde tara­
yiş biçimini belirtmek için kullanırlar. Akor­ fından belirleniyordu. Bu perdeye anahtar adı
lar birbirini izlerken müzikte gelişim denen verildi.
durumu oluşturur. Bu akor gelişimlerinin Günümüzdeki armoni kuramım, 1722’de
yapılışı müziğin nasıl ses vermesi gerektiği armoni hakkında ünlü bir kitap yazan Fransız
34 ARMONİKA

besteci Jean Philippe Rameau'ya (1683-1764) lu ya da uyumsuz armonilerden kurulmuş­


borçluyuz. Rameau, armoniyi daha yumuşak tur.
ve daha ince bir hale getirebilmek için akorla- Armoninin öteki yönleri gibi kontrpuan da
nn notalarını değişik biçimlerde yeniden dü­ müziğin dönem ine ve biçimine bağlı olarak
zenlem eyi düşünen ilk müzikçidir. katı kurallarla kullanılmıştır. 16. yüzyılın
büyük İtalyan bestecisi Giovanni Pierluigi da
Armonideki Değişiklikler Palestrina, gelecek kuşaklara çok iyi bir
19. yüzyılda Richard Wagner gibi besteciler, örnek olarak hizmet eden ve benzerliğinden
karmaşık akor gelişimlerini kullanmaya başla­ ötürü günümüzde hâlâ öğretilen mükemmel
dılar; bu gelişimlerde uyumsuz akorlar alışıl­ bir kontrpuan örneği verdi. 15. ve 16. yüzyıl­
mış yolla çözülmüyordu. B öylece tonalite (bir ların bestecileri için büyük önem taşıyan
müzik yapıtının belirli bir anahtar üzerine kontrpuan, Alman besteci J. S. Bach’ın kontr-
kurulu olması düşüncesi) önemini yitirmeye puanı neredeyse mükemmellik derecesine
başladı. Daha sonraki besteciler, örneğin çıkardığı 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başları
Fransız İzlenimciler Debussy ve Ravel, nere­ arasında yeniden önem kazandı. Kontrpuan,
deyse bir ressamın bir manzarayı belirtmek Bach’tan bu yana armoninin genel çerçevesi
için kullandığı renkler kadar zengin armoniler olarak kaldı; ama hiçbir zaman Bach döne­
kullandılar. Yapıtlarını zaman zaman, bitona- minde olduğu kadar güçlü bir rol oynamadı.
lite (iki tonluluk) denilen nota yazma sistemiy­ (Bu maddede geçen nota yazısı, perde, anah­
le bestelediler; bu sistemde bestenin aynı tar gibi konular üzerine ayrıntılı bilgiyi MÜZİK
anda iki anahtarı birden bulunuyordu. A vus­ maddesinde bulabilirsiniz.)
turyalI besteci Arnold Schönberg, daha da
ileri giderek öğrencileri Anton von Webern ARMONİKA, üflemeli bir çalgı olan ağız
ve Alban Berg ile atonalite adı verilen anah- armonikasına ve sürtünmeyle ses veren bir
tarsız sistemi geliştirdi. Schönberg’in siste­ dizi cam yarım küreden oluşan cam armoni­
minde geleneksel armoni düşünceleri yıkıl­ kasına verilen ortak addır (bak. A Ğ IZ M IZI­
mıştı. Sistem, oktavın 12 notasının her birini KASI).
eşit önem de görüyordu. Bu, uyumluluk ve 1761’de Benjamin Franklin’in yaptığı cam
uyumsuzluk düşüncesinin bırakılması, müzi­ armonikası, verillon (müzikli bardaklar) adlı
ğin onlar yerine nota (ton) dizilerine bağımlı bir çalgıdan türetildi. Verillon, ses yansıtıcı
olması demekti. Schönberg’in sistem i, dizisel bir tahta üstüne yerleştirilmiş ve içlerinde
sistem ve 12 ton (ya da 12 nota) sistemi farklı miktarlarda su bulunan bir dizi cam
adlarıyla bilinir. (Ayrıca bak. SCHÖNBERG, kaptan oluşur. Islak parmakların kapların
ARNOLD.) ağızlarına hafifçe sürtünmesiyle ya da ender
Günümüz müziğinde çeşitli bestelem e yön­ olarak çubukla vurularak değişik sesler elde
temleri kullanılmaktadır. Ancak müzikçiler edilir. Benjamin Franklin yalnızca ağızları
Schönberg’in bulduğu sistemin yanı sıra gele­ görünecek biçimde iç içe yerleştirdiği cam
neksel armoniyi de öğrenmeyi sürdürüyorlar. kapları pedalla döndürülen bir çubuğa geçir­
di. Çubuk dönerken alt tarafa yerleştirilen bir
Kontrpuan su kabı, cam kapların ıslanmasını sağlıyordu.
Kontrpuan, geleneksel armoninin önemli bir Kaplar çıkardıkları seslere göre değişik renk­
parçasıdır. İlk olarak, bestecilerin 15. ve 16. lere boyanmıştı. Diyatonik (yedi notalık dizi)
yüzyıllarda çoksesli müzik yapıtları bestele­ sesler veren kaplar sırasıyla tayf renklerine
meye başlamasıyla önem kazandı. Çoksesli (kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor,
müzikte aynı anda birbirinden bağımsız ola­ lacivert), diyezler ise piyano tuşlarında oldu­
rak yürüyen birkaç parça bulunur. Bu türden ğu gibi siyaha boyanmıştı.
iki ya da daha çok parçanın aynı anda Cam armonikası 18. yüzyılda Avrupa’da
duyulması sistemine kontrpuan denir. Parça­ yaygınlık kazandı. 1746’da Alman besteci
lar, içerdikleri notalar birbirine karşıt olarak Christoph Willibald Gluck Londra’da Veril­
duyuldukları için durmaksızın değişen uyum­ lon Konçertosu’n\ı bu çalgıyla seslendirdi.
ARNAVUTLUK 35

1791’de de W olfgang Amadeus Mozart armo­ gi, ince damarlı, kolay işlenen ve iyi cila tutan
nika, flüt, viyola, obua ve viyolonsel için bir odunu da mobilyacılıkta özellikle kaplama
beşli besteledi. malzemesi olarak kullanılır.
Dünyanın en büyük armut üreticisi İtalya’
ARMUT, elma gibi gülgiller ( Rosaceae ) famil­ dır; bu ülkeyi Çin ve A B D izler. Bu sıralama­
yasından bir bitkidir; ama ağacı da, meyvesi da ilk 10 ülke arasında yer alan Türkiye’nin
de elmadan oldukça farklıdır. 13 metreye hemen hemen bütün bölgelerinde armut ye­
kadar boylanabilen ve beyaz çiçekler açan tiştirilir. Ama üretimin en yoğun olduğu
armut ağacının dalları elma ağacınmkiler gibi bölgeler İç Anadolu, Karadeniz ve Ege bölge­
dağınık değil, yukarıya doğru dik olarak leridir. Etli ve bol sulu Ankara armudu başta
büyür. G enellikle yeşil ve sarı tonlarında olan olmak üzere mustabey armudu ve akça armut
meyveleri de çekirdek boşluklarının bulundu­ en sevilen çeşitlerdir.
ğu alt bölümde şişkinleşir, öbür uçta sapa
doğru daralır. ARNAVUTLUK. Başkenti Tiran olan bu
Doğada kendiliğinden yetişen yabani armut küçük, dağlık ülke Adriya D enizi’nin doğu
ağaçlarının insan eliyle dikilerek bir tarım kıyısında, Yugoslavya ile Yunanistan arasın­
bitkisine dönüştürülmesi oldukça eskiçağlara da yer alır. Resmi adı Arnavutluk Sosyalist
kadar uzanır. Bu meyve.ağaçlarının dikimine Halk Cumhuriyeti’dir. Issız, dağlık doğasını
ilk kez Batı Kafkasya’da ve Anadolu’nun çok iyi yansıtan yerel adı, Kartallar Ülkesi
Doğu Karadeniz B ölgesi’nde başlandığı sanıl­ anlamına gelen Shqiperi’dir. Topraklarının
maktadır. Bugün dünyanın bütün ılıman ik­ yaklaşık dörtte üçü 300 metreyi aşan yüksek­
limli ülkelerinde yetiştirilen armut çeşitlerinin liklerde yer alır. Kıyı boyunca bataklık bir
pek çoğu, anayurdu Güney Avrupa ile Batı ova ve birkaç liman vardır. Önemli limanla­
Asya olan yabani armuttan (Pyrus com m unis) rından biri 2.500 yıl önce kurulmuş olan
geliştirilmiştir. Dıraç, öbürü de dağlar ve Saseno A dası’yla
Armut ağaçları ya çekirdekten yetiştirilmiş çevrili bir körfezde bulunan A vlonya’dır (eski
armut fidanlarının ya da gene gülgillerden adı Vlora). İç kesimlerde dağlar, vadiler,
olan ayva, ahlat, alıç gibi başka ağaçların ırmaklar ve göller vardır. En uzun ırmağı
aşılanmasıyla üretilir. Bazı çeşitlerin m eyvele­ Drina, Arnavutluk A lpleri’nin güney etekleri
ri yaz başlannda (yaz armudu), bazılarınınki boyunca 48 kilometrelik bir kanyon oluştura­
ise yapraklar döküldükten sonra toplanır (güz rak akar.
ve kış armutları). Armut, bütün dünyada
olduğu gibi Türkiye’de de elmadan sonra ti­ ARN A V U TLU K'A İLİŞKİN BİLGİLER
cari açıdan en önemli olan ve en çok
YÜZÖLÇÜMÜ: 28.748 km2.
tüketilen meyvedir. Bazı ülkelerde m eyvele­
NÜFUS: 3.087.000 (1987).
rin suyundan “armut şarabı” denen alkollü bir BAŞKENT: Tiran.
içki yapılır. A ynca ağacın kızılımsı kahveren­ YÖNETİM BİÇİMİ: Cumhuriyet.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Ülkenin büyük bir bölümü boş
ve dağlık alanlardan oluşur. Yarısından azı tarıma
elverişli topraklar ve otlaklardır.
ÖNEMLİ KENTLER: Tiran, İşkodra, Avlonya, Körice,
Elbasan, Dıraç.
BELLİ BAŞLI ÜRÜNLER: Dokuma, çimento, petrol,
buğday, çavdar, arpa, tütün, zeytinyağı, canlı
hayyan.
EĞİTİM: Bütün çocuklar için 8 yıllık ilköğretim zorunlu­
dur. Bazıları ortaöğretime ve teknik okullara devam
eder.

Dağlarda kış çok soğuk geçer, buna karşılık


yazları çok sıcak olabilir. Ülkenin bazı bölge­
lerinde çok sayıda ceviz, kestane ve badem
36 ARNAVUTLUK

ağacı yetişir. Ülkede krom, bakır, demir,


doğal gaz ve petrol yatakları vardır.

Tarım ve Sanayi
Arnavutluk nüfusunun yandan fazlası yaşa­
mını tanmdan kazanır. Ekili toprakların çoğu
batı kıyısında ve iç bölgelerdeki birkaç vadi­
dedir. Belli başlı tanm ürünleri mısır, buğday,
çavdar, arpa, yulaf, pamuk, tütün, şekerpan­
carı, m eyve ve sebzedir. Arnavutluk’ta aynca
koyun, keçi, sığır, domuz ve at gibi hayvanlar
da yetiştirilir.
Arnavutluk hükümeti, küçük özel çiftlikle­
rin çoğunu toprak, tanm araçları ve hayvan
varlığının ortaklaşa paylaşıldığı kolektif çift­ Top ham
liklerde birleştirmiştir. Ayrıca, hükümetin Başkent Tiran'da yaşayanların çoğu işlerine
işlettiği devlet çiftlikleri de vardır. bisikletle gider.
1940’lardan bu yana büyük ilerlem e olması­
na karşın, Arnavutluk’ta sanayi gelişmiş de­ Arnavutluk, tarihinin büyük bir bölümünü
ğildir. Tiran ülkenin en büyük sanayi merke­ başka ülkelerin egemenliğinde yaşamıştır. 14.
zidir. Çiftlik ve orman ürünlerinin işlenmesi yüzyıldan 20. yüzyıla kadar, 500 yılı aşkın bir
önemli bir sanayi dalıdır. Başka bir önemli süre Osmanlılar’a karşı savaştılar. 15. yüzyıl­
etkinlik de balıkçılıktır. da bu savaştaki önderlerinden biri, bugün bir
ulusal kahraman olarak İskender Bey (Skan-
Tarih derbeg) adıyla anılan Gjergj Kastrioti’ydi.
Arnavutluk halkının tarihi öbür Avrupa top- Arnavutlar 1912’ye kadar Osmanlı egem enli­
lumlannın tarihi kadar uzun olmakla birlikte ği altında yaşadılar ve ancak 1921’den sonra
en az bilinenidir. Buraya nereden geldikleri dünyanın öteki devletlerince bağımsız bir
konusunda kesin bir bilgi bulunmamasına devlet olarak tanındılar.
karşın, hep burada, Balkan Y anm adası’nm I. Dünya Savaşı’nda İtalya Arnavutluk'un
batı kıyısındaki dağlarda yaşadıklan anlaşıl­ güneyini, Avusturya da kuzeyini işgal etti.
maktadır. Bir olasılıkla tarihin ilk dönem le­ Bunun üzerine Arnavutlar 1920’de kendi
rinden beri Avrupa’nın güneyinde yaşamış hükümetlerini kurdular ve çok geçmeden
olan İllyrialılar’m soyundan gelmektedirler. bütün yabancı birlikler ülkeyi terk etti. Sava­
şan önderlerden biri kendini I. Zogo adıyla
kral ilan etti. Zogo 1939’da İtalyanların
Arnavutluk limanlarını askeri amaçlarla kul­
lanma isteğini geri çevirdi. İtalyan birlikleri
krallığı işgal ettiler; Zogo kaçmak zorunda
kaldı. İtalyanlar Arnavutluk’u egemenlikleri
altına aldılar. Arnavutluk, II. Dünya Savaşı'
mn sonunda İtalya’nın yenilgisi üzerine, Yu­
goslavya’nın yardımıyla, Enver H oca’nın ön­
derliğinde sosyalist bir cumhuriyet oldu.
Öbür sosyalist ülkeler, özellikle de SSCB,
Arnavutluk sanayisini desteklem ek amacıyla
yardım etti; uzmanlar ve sanayi donanımı
gönderdiler. Arnavutluk. 1960’ta SSCB ile
anlaşmazlığa düşmesi üzerine, Çin Halk
Cumhuriyeti ile yakın bağlar kurduysa da.
ARP 37

1978’de arası açıldı ve iyi ilişkileri sona erdi. bilen bu çalgı, Türk müziğinde kullanılan
Bundan sonra Arnavutluk, bazı Avrupa ülke­ kanun ve santura çok benzerdi. Kanun, par­
leriyle ticaretini artırmaya yöneldi. maklara takılan iki mızrapla telleri çekilerek,
santur ise tellerine iki küçük çubukla vurula­
ARP, en eski telli çalgılardan biridir. Bir rak çalınır. Batı müziğinde kullanılan zither
yayla ok atılırken gerilip bırakılan yay kirişi de psalteriona çok benzeyen biı çalgıdır.
bir tınlama sesi çıkarır. Arpın atası olan ilkel Arp, Galler de ve İrlanda’da eskiçağlardan
çalgıların bundan esinlenerek yapıldığı sanıl­ beri çalınır. Eski Gal prenslerinin sarayların­
maktadır. Tek telli olan yaya değişik uzunluk­ daki görevliler arasında arp çalan ozanlar var­
larda teller ekleyip onların gerginlikleriyle dı. G eleneksel İrlanda kültüründe arpın taşı­
oynayarak değişik perdelerden sesler çıkarıla­ dığı önem , günümüzdeki İrlanda metal para­
biliyordu. Sonraları sesi yükseltmek için, tın­ larının ön yüzünde bir arp resmi bulunmasın­
lamaya elverişli bir gövde (tını kutusu) ek le­ dan da bellidir. İrlanda halk müziğinde şarkı­
nince gerçek bir çalgı yapılmış oldu. cıya eşlik etmek için, Kelt arpı denen küçük
Bundan geliştirilen ilk çalgılardan biri lirdi. bir arp çok sık kullanılır.
Yunanlılar ve Romalılar, çok yaygın olarak Orkestralarda kullanılan, dik konumda tu­
kullandıkları liri tanrı A pollon’un boş bir tulan çift hareketli arp, çağdaş orkestra çalgı­
kaplumbağa kabuğuna teller takarak yaptığı­ ları arasında telleri yalnızca parmakla çekile­
na inanıyorlardı. 14. ve 15. yüzyıllarda çok rek çalman tek çalgıdır. Çift hareketli arpın
tutulan bir başka benzer çalgı da psalterion 47 teli, yedi pedalı vardır. Pedalların yardı­
adını taşıyordu. Parmakla ya da yayla çalma- mıyla tellerin sesleri değiştirilebilir ve değişik
tonlarda müzik yapılabilir. Bu yedi pedalın
her biri üç ayrı konuma getirilebilir. B öylece,
örneğin bütün soller sol diyez ya da sol bem o­
le kaydırılabilir. Telleri birbirinden ayırabil­
mek için her notaya değişik bir renk verilir;
örneğin do telleri kırmızı, fa telleri siyah, mor
ya da koyu mavi renktedir.
Arp pahalı bir çalgıdır. Çalınması çok güç
olmayan bu çalgıda piyanistler yaklaşık bir
yılda ustalaşabilirler. Arp, orkestra ve oda
müziğinde kullanıldığı gibi solo (tek başına)
da çalınabilir. Claude Debussy ve Maurice
Ravel başta olmak üzere Fransız besteciler
arp için çok güzel parçalar bestelemiştir.

Aiolos Arpı (Yel Arpı)


Rüzgârlı bir günde yolda yürürken, arada bir
elektrik tellerinden gelen ve bir müziği andı­
ran sesler duyarsınız. Bunun nedeni rüzgârın
telleri titreştirmesi ve müzikal sesler üretme­
sidir.
Adını Yunan rüzgâr tanrısı A io lo s’tan alan
A iolos arpı, bu seslerden esinlenilerek yapıl­
mıştır. Bu arp, üzerine farklı kalınlıklarda
10-12 tel gerilmiş olan, boyu 1 metreye yakın
dikdörtgen prizma biçiminde bir kutudur.
Bütün teller aynı notayı verecek biçimde
Telli sazların çok geliştirilm iş biçim i olan bu arp akort edilmiştir. Rüzgâr alabileceği bir ağaca
orkestra çalgısı olarak kullanılır. bağlandığında ya da bir pencere kenarına
38 ARPA

ekmeği tıkız ve sert olur. Oysa buğday ekm e­


ği kabarık ve hafiftir; bu yüzden zamanla
unluk tahıl olarak arpanın yerini buğday
almıştır. (Ayrıca bak. E k m e k .)
Mansell Collection Arpa hızla gelişip olgunlaştığı ve fazla yağış
A iolos arpı (yel arpı), adını Yunan rüzgâr tanrısı istemediği için birçok ülkede yetiştirilebilir.
A iolos'tan alır. Bitkinin bütün gelişmesini iki ay içinde ta­
mamladığı Kuzey Kutup Dairesi’nde ve ikli­
konulduğunda teller titreşerek akoru sürekli min son derece sıcak ve kurak olduğu Kuzey
değişen ve önceden düzenlenm emiş müzikal Afrika’da bile arpa tarımı yapılır. T ibet’in
sesler çıkarır. Esen rüzgâr, tellerin akort deniz düzeyinden 4.500 metre yükseltideki
edildiği notanın armonik seslerini verir; ama yaylalarında da arpa yetiştirilmektedir.
teller farklı kalınlıklarda olduğu için değişik Arpa başağındaki taneler iki ya da altı sıra
armonik sesler duyulur. Tellerin gerili olduğu halinde dizilmiştir. Tanelerin üstündeki ka­
kutu, tını kutusu gibi iş görerek tellerden vuzlar bazı çeşitlerde açık, bazılarında koyu
çıkan sesleri büyütür (bak. S e s ) . renklidir; bazı arpalarda ise hiç kavuz yoktur.
A iolos arpının çok eski bir çalgı olduğu Avrupa’da daha çok iki sıralı, Kuzey A m eri­
düşünülür; ama bugünkü biçimiyle 16. yüzyı­ ka’da en çok altı sıralı arpa ekilir. Türkiye'nin
lın sonlarında yapılmış, 19 yüzyılda çok yay­ İç ve Doğu Anadolu bölgelerinde iki sıralı,
gınlaşmıştır. deniz iklimine açık bölgelerde ise altı sıralı
Çin’de A iolos arpı gibi uçurtmalar vardır. arpa çeşitleri yaygındır.
Teller uçurtmanın kâğıdında açılan yarıklara Sonbaharda ekilen “kışlık arpa” çeşitleri de
gerilmiştir, böylece uçurtma havalanınca mü­ vardır. Ama dünya arpa üretiminin büyük
zik çalar. bölümünü ilkbaharda ekilen “yazlık arpa”
çeşitleri oluşturur. Bazen kuru yem bitkileri­
ARPA dünyanın hemen her yerinde tarımı nin ve yoncaların arasına koruyucu ürün
yapılan önemli bir tahıl bitkisidir. Bütün olarak da yazlık arpa ekilir. B öylece, arpa
tahıllar gibi taneleri (tohumları) için yetiştiri­ tohumlarından kısa bir süre sonra aynı tarlaya
len bu bitkinin değişik türleri ve çeşitleri
buğdaygiller ( Gramineae ) familyasının Hor-
deurtı cinsini oluşturur (bak. BUĞDAYGİLLER;
T a h i l ) . Arpa taneleri bir eksenin çevresinde
başak oluşturacak biçimde dizilmiştir. Bu
tohumlardan her birini saran zarsı kılıflara
“kavuz”, kavuzların uzantısı olan ince, uzun
ve kırılgan telciklere de “kılçık” denir. Bu
kılçıklar harman sırasında kırılarak taneler­
den ayrılır.
Arpa, değişik iklimlere kolayca uyum sağ­
layabilen çok dayanıklı bir bitkidir. Tarihön­
cesi yerleşmelerin yıkıntılarında ve mezarla­
rında bulunan yanmış arpa taneleri bu tahılın
insanın en eski besinlerinden biri olduğunu
gösterir. Mısır’da İÖ 5000, M ezopotam ya’da
ise İÖ 3500 yıllarında arpa tarımına başlandığı
sanılmaktadır. Arpa ekmeği yüzyıllar boyun­
ca Avrupa’nın bazı yörelerinde, Eski Yunan­
lılar ve Romalılar zamanında insanların temel
besini olmuştur. Arpa hamuru maya tutmadı- Arpa başakları "kılçıklı "dır ve taneler başak ekseninin
ğı, yani pişirilince kabarmadığı için arpa çevresinde altı ya da iki sıra halinde dizilm iştir.
ARSENİK 39

ekilen yem bitkileri daha sağlıklı gelişir ve böcek öldürücü ilaçlarda, cam yapımında ve
daha yüksek verim alınır. hayvan derilerinin korunm asında, arsenik
Dünyadaki toplam arpa üretiminin yarısın­ pentoksit ise böceklere ve zararlı otlara karşı
dan çoğu, özellikle çiftlik hayvanları için kullanılan tarım ilaçlarının ve metal yapıştırı­
kırılmış taneler halinde (arpa kırması) yem cılarının üretiminde kullanılır. Bir arsenik ve
olarak kullanılır. Ü rünün büyük bölüm ü de hidrojen bileşiği olan arsin, renksiz ve zehirli
malt yapımına ayrılır. A rp a tanelerinin önce bir gazdır. Bu nedenle kimyasal silah (savaş
ıslatılıp çimlenmeye bırakılması, sonra k u ru ­ gazı) olarak kullanıldığı gibi katkı maddesi
tulmasıyla elde edilen malt bira sanayisinin olarak yarıiletkenlere de katılır. Arsenik asit,
ham m addesidir. Bira, su ve bira mayası katıl­ kurşun arsenat ve kalsiyum arsenat ise to p ­
mış maltın mayalanmasıyla üretilir (bak. BİRA raktaki tekhücreli asalakların ve tarım zararlı-
VE BİRACILIK). Ayrıca birçok ülkede kavuzları Mary Evans Picıure Library
ayıklanıp parlatılmış arpa taneleri (nemçe ya
da nemse arpası) çorba ve lapa yapm akta
kullanılır.
A rp a dünyada buğday, pirinç ve mısırdan
sonra dördüncü sırayı alan en önemli tahıl
bitkisidir. En büyük üreticiler SSCB, K ana­
da, Çin ve Fransa’dır. T ürk iye’de de buğday­
dan sonra en çok yetiştirilen tahıl olarak
bütün bölgelerde ekilir. Kıraç topraklarda
buğdaydan daha yüksek verim sağladığı için,
özellikle İç Anadolu Bölgesi’nin buğday tarı­
mına pek elverişli olmayan kesimlerinde arpa
ekimi ön plana geçmiştir.

ARSENİK, biri sarı, öbü rü gri kristaller


halinde iki ayrı biçimde bulunan kimyasal bir
elementtir. Simgesi As, atom numarası 33,
atom ağırlığı 74,9216 olan bu elem ent doğada
gümüş ve antim on yataklarına yakın yerler­
de serbest olarak ya da çeşitli bileşikler halin­
de bulunur. En yaygın bileşikleri realgar
(kırmızı zırnık) ve orpim ent (sarı zırnık) gibi
arsenik sülfürleri ile arsenik oksitleridir. A y ­
rıca çeşitli metal sülfürlerinin, özellikle bir
dem ir sülfürü olan arsenopiritin bileşiminde
de arseniğe rastlanır. Yum uşak sarı arsenik­
ten daha kararlı olan gri arsenik ısıtıldığı
zaman süblimleşir; yani erimeksizin doğrudan
buhar haline geçer, buharı soğutulduğunda da
sıvılaşmadan yeniden kristalsi katı biçimine
döner.
Bileşiklerinin İÖ 4. yüzyıldan bu yana
bilinmesine karşın arseniğin kimyasal bir ele­
ment olduğu ancak 1649'da keşfedildi. A rs e ­
nik bileşiklerinin çoğu zehirlidir. Bunlardan
bazıları, özellikle arsenik III oksit ile arsenik
Zehirli arsenik tuzları bir zamanlar sinek kâğıtlarının
V oksit ya da arsenik pentoksit sanayi açısın­ yapımında kullanılır ve bu kâğıtlar 19. yüzyıl
dan önemli maddelerdir. Arsenik III oksit Ingiltere'sinde sokaklarda satılırdı.
40 ARŞİMET

larının öldürülmesinde kullanılan, tarım açı­ gün hamama gittiğinde bulabilmiştir. Yıkan­
sından önemli bileşiklerdir. mak üzere havuza girdiğinde suyun taştığına
Arsenik zehirlenmesi genellikle böcek ve dikkat eden Arşim et, o anda çözümü buldu­
tarım ilaçlarında, yağlıboya, duvar kâğıdı ve ğunu anlar. Hamamdan dışarı fırlayıp “Ev-
seramik yapımında kullanılan arsenik bileşik­ reka! Evreka!” (Yunanca “buldum”) diye
lerinin ağızdan ya da solunum yoluyla alınma­ bağırarak caddelerde koşmaya başlar. Arşi-
sından ileri gelir. Bu bileşiklerin yüksek m et’e göre, eğer taç saf altından yapılmışsa,
dozda bir kez alınması ya da küçük dozlar ha­ mekânda aynı ağırlıktaki saf altın kadar yer
linde art arda alınması aynı derecede etkilidir. kaplaması gerekiyordu. Taç ve aynı ağırlıkta­
Bu yüzden, özellikle geçen yüzyıllarda arsenik­ ki altın sırayla su dolu bir kaba konuldukla­
le işlenen cinayetlere çok sık rastlanırdı. rında, taşıracakları suyun miktarı ya da hacmi
eşit olmalıydı. Arşimet yaptığı deneyin so­
ARŞİMET ya da ARKHİMEDES (İÖ yakla­ nunda bu miktarların eşit olmadığını belirle­
şık 287-212). Eskiçağın en büyük matematik­ di; kral aldatılmıştı. Bu basit deneyle Arşimet
çisi ve mucidi olan Arşimet Sicilya A dası’nda, cisimlerin göreli yoğunluklarım keşfetti (bak.
bir Yunan kenti olan Siracusa’da doğdu. Yoğunluk).
Öklit'in İÖ yaklaşık 300’de, Mısır'daki İsken­ Ayrıca kaldıraç yasasını da ortaya koyan
deriye’de kurduğu okulda öğrenim gördükten Arşim et, ağır bir cismin, ağırlık merkezine
sonra Siracusa’ya dönerek geom etriyle uğraş­ uygulanacak bir kuvvetle yerinden oynatılabi­
tı. Bilgisini günlük yaşamda karşılaştığı sorun­ leceğini gösterdi. Onun, “Bana bir dayanak
ların çözümüne uygulayarak, mühendisliği noktası gösterin, Dünya’yı yerinden oynata­
sağlam matematiksel temellere oturtan ilk yım ” dediği de söylentiler arasındadır. Alçak
bilim adamı olmuştur. Ayııı zamanda astro­ bir yerden yükseğe su çıkarmaya yarayan
nomiyle de ilgilenen Arşim et, fizik ve m ate­ “Arşimet burgusu” adlı aygıt, Mısır gibi sıcak
matik konularında kitaplar da yazmıştır. ve kurak ülkelerde hâlâ sulama amacıyla
Araştırmalarının çoğunu, Siracusa Kralı II. kullanılır.
H ieron’un hizmetindeyken gerçekleştiren Ar- Arşim et, Roma ve Kartaca arasındaki uzun
şim et’in çalışmalarına ve buluşlarına ilişkin ve acılı bir savaş döneminde yaşadı. Kral
pek çok öykü anlatılır. Bunlardan en ünlüsü, H ieron’un Kartacalılar’ı desteklem esi üzeri­
kralın yeni tacının saf altından olup olmadığı­ ne, İÖ 214'te Claudius Marcellus komutasın­
nı araştırmasıyla ilgili olandır. Öyküye göre, daki Roma ordusu Siracusa'yı kuşattı. Arşi­
araştırmasını tacı parçalamadan yapmak zo­ met birçok savaş aracı yaparak kralın kuşat­
runda olan Arşim et bu konuda bir süre maya karşı koymasında yardımcı oldu. Bir
düşünmüş, ama sorunun yanıtını ancak bir söylentiye göre, Arşimet dev aynalar yardımıy­
la güneş ışınlarını Roma gemilerinin yelken­
lerine odaklayarak onları yakmıştır. Düşm a­
na çok iri taşlar fırlatabilen büyük bir mancı­
nık yaptığı da söylenir. Sonunda İÖ 212’de
Marcellus Siracusa’yı ele geçirdi; Arşimet ise
Romalı bir asker tarafından öldürüldü.
Bir küre ile bu küreyi çevreleyen silindirin
yüzeyleri ve hacimleri arasındaki ilişkiyi ilk
kez ortaya koyduğu için, A ışim et’in mezarı
silindir içine yerleştirilmiş bir küreyle işaret­
lenmiştir. En büyük yapıtını geometri alanın­
da veren Arşim et, büyük bir zekâ ürünü olan
mekanik buluşlarım önemsememiştir.
Arşim et burgusunda sürekli dönen sarmal bir şerit
suyun boruda yükselmesini sağlar. Bazı sıcak
ülkelerde çiftçiler yeraltı suiarmı tarlalarına akıtmak ARTEMIS Yunan mitolojisinde av hayvanla­
için hâlâ bu aygıtı kullanırlar. rı, toprak ve bereket tanrıçasıdır. Anadolulu
ARTEZYEN KUYUSU 41

Artemis aynı zamanda öfkesiyle de ünlü­


dür. Bir öyküye göre, bir gün Aktaion adlı bir
genç, ormanda avlanırken Artem is’in yıkan­
dığını görünce, tanrıça çok öfkelenerek onu
bir geyiğe dönüştürmüş ve tazılarını genç ada­
ma saldırtıp, onu parçalatmış.
Bizans İmparatorluğu dönem inde yıkılarak
yağmalanan A rtem is’in E fes’teki tapmağı
Dünyanın Yedi Harikası’ndan biriydi. Bugün
Selçuk Arkeoloji M üzesi’nde bulunan A rte­
mis heykeli ise, bir zamanlar E fes’teki tapı-

Efes'teki Artem is heykeli, bu tanrıçanın doğa


güçlerini, bereketi, hayvanları, kırları ve kentleri
sim gelediğini gösteren yoğun süslemelerle
yüklüdür.

ana tanrıça simgesi de çeşitli evrelerden geçe­


rek, kesin olarak saptanamayan bir dönem de Christie’s

Efesli Artemis biçimini almıştır. Tanrıların Aktaion'un Ölümü. İtalyan ressam Tiziano, bu
kralı Z eu s’un kızı ve tanrı A p ollon ’un kız kar­ tablosunda Diana'y' avcı Aktaion'u geyiğe çevirirken
betim lem iştir.
deşi olan Artemis’ten, Hom eros’un İlyada adlı
yapıtında bazen “ok taşıyan tanrıça” , bazen nakta duran büyük boy heykelinin birçok
de “hayvanlar tanrıçası” olarak söz edilmiştir. kopyasından biridir.
Doğaya egem en olduğu düşünülen Artem is, H om eros metinlerinde değinilen Artem is,
canlıların ölüm kalımını elinde tutan bir tanrı­ Eski R om a’da Diana adını aldı. R om a’da Di-
çaydı. O k, yay, at ve arabayla betimlenmiştir. ana’ya tapınma yaygındı. Kölelerin de koru­
Aynı zamanda A y tanrıçasıydı; sürekli deği­ yucusu olduğu için onun festivali kölelerin ta­
şen A y ’ı etkisi altında tutardı. Uygarlığın ko- tiliydi. Roma sanatında, Diana çoğunlukla
ruyuçuşuydu. G ökte ve yeryüzündeki gerçek yay ve ok taşıyan bir kadın avcı olarak resim­
ve gerçeküstü bütün yaratıklar onun buyru- lenir ve genellikle yanında bir tazı ya da geyik
ğundaydı. bulunur. D iana’nın R om a’da anlatılan efsa­
Doğanın içinde hayvanlarla birlikte yaşa­ neleri Artemis öykülerinden esinlenmiştir.
yan, ormanlarda, derelerde ağaç ve su peri­
leriyle dolaşıp eğlenen avcı Artem is, aynı za­ ARTEZYEN KUYUSU. Bir kuyu kazıldığın­
manda doğum yapan kadınların da koruyucu- da, bulunan su genellikle toprağın çok altın­
suydu. Oysa kendisi evlenm eyi istemediği için dadır ve bir tulumbayla ya da uzun bir ipin
ona eşlik eden periler de evlenm eyeceklerine ucuna bağlı bir kovayla suyu yukarı çekm ek
söz vermek zorundaydı. gerekir. Am a bazı kuyulardaki su fışkırarak
42 ARTEZYEN KUYUSU

kendiliğinden yüzeye çıkar. Tulumba gerek­ olan ucundan kolayca içeri sızabilir.
tirmeyen bu tür kuyulara artezyen kuyusu Bir artezyen kuyusu açmak için, tepenin
denir. yamaçlarında ya da vadinin tabanında her­
Artezyen kuyuları yalnızca basınçlı yeraltı hangi bir yer seçilerek, üstteki geçirimsiz
sularının bulunduğu yerlerde açılabilir. Suyun katmandan suyun bulunduğu katmana kadar
fışkırmasını sağlayan basınç, çakıl ya da kum inen bir “sondaj deliği” açılır. Orta katmanda
gibi gevşek ve geçirgen bir katmanın sert ve sıkışmış olan su bu basıncın etkisiyle yükselir
geçirimsiz iki kayaç katmanı arasında sıkışma­ ve bir çıkış noktası bulduğu için sondaj
sından doğar. Ortadaki gevşek katmanda deliğinden dışarı fışkırır. Fışkıran suyun yük­
suyu tutabilen boşluklar ya da gözenekler sekliği suyu zorlayan basıncın şiddetine, dola­
vardır. Daha alttaki geçirimsiz kayaçtan geçe­ yısıyla kuyunun ağzına doğru yükselen suyun
meyen sular bu orta katmanda birikir. miktarına bağlıdır.
Bu üç katman düz ya da yatay durumda Bu tür katmanlarda birikmiş yeraltı suları­
olduğunda, yağmur ve eriyen kar suları üstte­ nın fışkırması için her zaman insan eliyle bir
ki geçirimsiz katmandan alttaki kum ya da kuyu açılması gerekmez. Bazen sular üstteki
çakıl katmanına doğru sızamayacağı için geçirimsiz katmanda kendilerine bir yol bula­
yeraltı suları oluşamaz. Bu durum, yere para­ bilir, örneğin bir çatlaktan dışarı fışkırabilir.
lel duran bir boruya yukarıdan su dökm eye Bu tür “doğal” kuyulara artezyen kaynağı
benzer; bu koşullarda su borunun içine gire­ denir.
mez. Am a borunun bir ucu yukarıya doğru Bazı artezyen kuyularında 'ya da kaynakla­
hafifçe kaldırılacak olursa, üstteki bu açık rında, suların geçirimli katmana girdiği yer
uçtan borunun içine su girebilir. Geçirimsiz suyun fışkırdığı noktadan birkaç yüz kilom et­
iki kayaç katmanı ile ortadaki gevşek ya da re ötededir. Örneğin A B D ’nin Florida eyale­
gözenekli katman için de aynı şey geçerlidir. tinde çok tanınmış bir doğal kaynak olan
Bu katmanlar bir tepenin yamaçlarında ya da Silver Springs, Florida’nın kuzeyindeki Geor-
bir vadinin iki yakasında bulunuyorsa, yağ­ gia eyaletinin oldukça uzak kesimlerinde
mur ve kar suları orta katmanın tepeye yakın yeraltına sızan yağmur sularıyla beslenir. Çöl­

Bir artezyen kuyusu açıldığında, geçirim siz kayaçların arasına sıkışmış olan su, basıncın etkisiyle fışkırır.
ARTHUR 43

lerde bile artezyen kuyularına rastlanmasının G aller, Cornwall ve Bretanya’da Arthur


nedeni budur. Bol yağış alan yüksek bölgeler­ hayranlıkla anıldığı için onunla ilgili öyküler
de ya da dağlarda toprağın altına sızan sular, kuşaktan kuşağa geçti. Her öykü, bir önce­
çölde bir çıkış noktası bularak yüzeye çıka­ kinden daha olağanüstüydü. Sonunda, A r­
bilir. thur gelmiş geçmiş en büyük kahraman duru­
Artezyen kuyuları genellikle çok derin ol­ muna geldi; birçok yiğit şövalyenin karşısında
duğu için suları içilebilecek kadar temizdir. saygıyla eğildiği büyük ve iyi bir kral olarak
Nitekim birçok ülkede kentlerin içme suyu tarihe geçti.
büyük ölçüde artezyen kuyularından sağlanır. Arthur’un şatosu Cam elot’un nerede oldu­
Ayrıca dünyanın birçok yerinde tarlaların ğu hâlâ bir gizdir. İngiltere’de Cam elot’un
sulanmasında da artezyen kuyularından ya­ bulunduğu yer olduğu ileri sürülen altı değişik
rarlanılır. Örneğin Kuzey Afrika’daki Sahra yöre vardır.
Havzası’nda, Atlas Dağları’ndan gelen ve Günümüzde Arthur’un kim olduğu ya da
kum örtüsünden sızarak yeraltına inen suların nerede yaşadığından çok İngiltere, Fransa ve
fışkırdığı artezyen kuyuları tarımın can da­ Mansell Collection
marlarıdır.
Eskiçağlarda Çinliler ve Mısırlılar büyük
olasılıkla bu tür kuyuların nasıl açılacağını g m t b t r İc m a m t
biliyorlardı. Am a Avrupa’da ilk artezyen m x & îe fp ? c* lcK o ^ d ı t ı ı
kuyusu 1126’da Fransa’nın Artois yöresinde
açıldı. Bu kuyuların adı, Romalılar’ın Arte-
sium dedikleri bu yöreden gelir.
Çağdaş kuyu açma yöntemlerinin çoğu da
gene Fransa’da, Paris yakınındaki G renelle’
de bulunan ve sekiz yıllık bir çalışmadan
sonra 1841’de açılan ünlü artezyen kuyusunun
yapımı sırasında geliştirilmiştir.

ARTHUR. Kral Arthur ve Yuvarlak Masa


Şövalyeleri bir dizi ortaçağ öyküsünün kahra­
manlarıdır. Bu öykülerin oldukça ünlü olm a­
sına karşın, Kral Arthur’un gerçekte kim
olduğu bilinmez. Günümüzde tarih yazarları­
nın çoğu, Arthur’un İS 500’lerde İngiltere’de­ p V m ır ^ * f l e o /v w t f < j w e
ki kabilelerden birinin başkanı olduğu görü­
şündedir. Kral Arthur’un Sakson istilacılara fo (w U a M u e ttt* tiw '

karşı çok büyük bir orduyu yönettiği sanıl­ uumt- araevclAottlcC


maktadır. 8. yüzyılda yaşayan ilk Galli tarih­ [(ı la^ncnr
çilerden Nennius, Arthur’dan söz eden ilk
yazardır.
Arthur’un savaştığı Saksonlar, çoğunlukla t f e u m n e n f t e t « n y lo s a n t* .
İskandinav ülkelerinden ve A lm anya’dan gel­ b a f e f y e e I m n e ^ M c i l ı t a <*ue « m
diler. Birbirini izleyen Sakson grupları, Ku­
zey D enizi’ni geçip, İngiltere’ye giderek Bri-
tonlar’a saldırdılar ve bu topraklarda yerleşti­ V n e «t»*®0
ler. Saksonlar’dan kaçan Briton ve Kelt grupla­
rının bir bölümü İngiltere’nin batı ve güneyba­
tısındaki, bugün Galler ve Cornwall olarak bili­
*1 «ut! Afetfakâ
Bir ortaçağ elyazmasından alınan bu resim, sihirli
nen bölgeye, ötekilerse Manş D enizi’ni geçe­ kılıcı kavrayan elin çıktığı gölü gösteriyor. Kılıç, onu
rek Fransa’nın Bretanya bölgesine yerleştiler. akıllıca kullanan Kral A rthur'a verilm işti.
44 ARTHUR

Observer Magazine / Dave NeweU Smith


Arkeologlar, Somerset'te Güney Cadbury'deki bir tepede Kral A rthur'un Camelot'u olduğu sanılan bir
yerde kazı yapıyorlar.

hatta Alm anya’daki köklü Kral Arthur öykü­ operalar yazdı. Parsifal, Tristram ve Isolde
leri geleneği önem taşır. ile Lohengrin bunlar arasındadır. Kral Ar-
N ennius’un Arthur’dan ilk kez söz etm esin­ thur’İa ilgili çok sayıda çocuk kitabı da yazıl­
den sonraki 400 yıl boyunca Arthur hakkında mıştır.
başka bir şey yazılmadı. 12. yüzyılda Kral
Arthur’la ilgili öyküler yaygınlaştı. İlk öykü­ Kral Arthur'un Öyküsü
ler Latince yazılmıştı. Am a hemen sonra, Efsaneye göre Arthur henüz çocuk yaştayken
İngiliz ve Fransız şairler, şiirlerinde Arthur’la Britonlar’ın kralı oldu. Babası Kral Uther
ilgili öykülerden yararlandılar. Pendragon öldüğünde, şövalyeler kiliseye gi­
15. yüzyılda İngiliz yazar Thomas Malory, derek, yeni bir kral bulmalarına yardımcı
Arthur öykülerinin büyük bin bölümünü A r ­ olması için Tanrı’ya yalvardılar. Kiliseden
thur’un Ölümü (Morte d ’Arthur\ 1485) adlı çıktıklarında kilise bahçesinde kocaman bir
kitabında topladı. 1948’de Türkçe’si de ya­ kaya gördüler. Kayanın üzerinde bir örs
yımlanan bu kitap, başlığının Fransızca olma­ vardı, örse bir kılıç saplanmıştı. Üzerinde
sına karşın, İngilizce olarak kaleme alınmıştı altın harflerle kılıcı kim çekebilirse, onun kral
ve 1485’te matbaada basılmış ilk İngilizce ki­ olacağı yazılıydı. Bütün şövalyeler denedi,
taplardan biriydi. ama hiçbiri kılıcı yerinden kıpırdatamadı.
19. yüzyılda birçok insan ortaçağa ilgi Aylar sonra, şövalyeler arasında düzenle­
duymaya başladı. Bir grup ünlü İngiliz şairi nen bir yarışmada şövalyelerden biri, Sir Kay,
kendilerine göre yeniden yazdıkları Arthur kılıcını getirmeyi unutmuştu. Yardımcısı Ar-
öykülerinde M alory’nin kitabından esinlendi­ thur’u kılıcı almaya gönderdi. Arthur kılıcı
ler. Bunların içinde belki de en çok tanınanı, bulamayınca, onun yerine örse, saplı olan
Lord Alfred Tennyson’un The Idylls o f the kılıcı çekip Sir Kay’a getirdi. Şövalyeler önce,
King (1859; “Kral Manzumeleri”) adlı yapıtı­ henüz çocuk olan birinin kral olmasını istem e­
dır. Alman besteci Richard Wagner de Ar­ diler. Am a Arthur kılıcı çektiği için kral oldu.
thur efsanelerinin kahramanlarını konu alan Arthur daha sonra, İrlandalılar’ı yenmesi
ARTRİT VE ROMATİZMA 45

için yardım ettiği Carmalide kralının kızı süz, kaygan ve hafif esnek olması, kemiklerin
G uinevere’yle evlendi. birbirine sürtünmeden rahatça hareket etm e­
Arthur’un öğretmeni ve danışmanı, sihir­ sini sağlar. Bu yüzden kıkırdakların kalınlaş­
baz Merlin’in yaptığı yuvarlak masada her ması, sertleşmesi ve pürüzlü bir dokuya dö­
şövalyenin yeri vardı. Masa yuvarlak olduğu nüşmesi eklem in hareket yeteneğini kısıtlar.
için hepsi eşit konumdaydı. En ünlü şövalye­ Eklem sertleşir, kızarır, şişer ve oynatıldığın­
ler Sir Lancelot, Sir Gawain, Sir Tristram, Sir da ağrı verir {bak. İSKELET; KEMİKLER, EKLEM­
Galahad ve Sir Perceval idi. Şövalyeler Ca- LER v e B a ğ l a r ).
m elot’tan çıkıp birçok serüvene at koşturdu­
lar; kötü şövalyeleri öldürüp, birçok güzel Osteoartrit
prensesi kurtardılar. Sir Lancelot şövalyelerin En sık görülen artrit tipi “kireçlenm e” olarak
en güçlüsüydü. bilinen osteoartriftir. G enellikle belirli bir
Kral Arthur’u kendisine başkaldıran yeğeni yaşın üstündeki kişilerde görülen bu hastalı­
Sir Mordred öldürdü. Savaşta yenilen Mor- ğın nedeni, büyük olasılıkla yaşlanmaya ya da
dred ölürken Arthur’u başından kılıçla yara­ aşırı kullanmaya bağlı olarak eklem kıkırdağı­
ladı. Arthur kendisinin de ölmek üzere oldu­ nın yıpranmasıdır. Hastalık daha çok kalça,
ğunu biliyordu. Sihirli kılıcını göle atması için diz ve omur eklemleri gibi vücudun ağırlığını
Sir B edivere’e verdi. Gölün kraliçesinin Ar- taşıyan büyük eklemleri etkiler. Eklemlerin
thur’a vermiş olduğu bu kılıç Arthur ölünce çok zorlandığı bazı sporlarla uğraşanların,
geri verilecekti. Sir Bedivere bu güzel kılıcı özellikle futbolcuların dizlerinde de bu tip
atmak istem edi, sakladı. Am a Arthur Sir artrit görülebilir.
B edivere’i tekrar tekrar göle gönderdi. Üçün- Osteoartrit bazen oldukça genç yaşlarda
cüsünde Sir Bedivere kılıcı göle attı. Sudan ortaya çıkar. Bu kişilerde ya kıkırdağın yapı­
bir el çıkıp, kılıcı yakaladı ve havada üç kez sını bozan, vücut kimyasıyla (m etabolizmay­
salladı. Sonra kılıç suda kayboldu. Bundan la) ilgili bir sorun vardır ya da o eklem daha
sonra siyah başlıklar giymiş üç peri kraliçesi önceden zorlanmış ve incinmiştir.
Arthur’u almak için kayıkla geldi. Arthur’u,
bir gün geri döneceğine inanılan sihirli Ava-
lon A dası’na götürdüler.
kemik
ARTRİT VE ROMATİZMA. “Artrit” ya da
eklem
eklem iltihabı genel olarak eklemlerdeki ağrı,
sertlik, yanma ve şişme gibi çeşitli rahatsızlık­
ları tanımlayan oldukça belirsiz bir terimdir.
“Romatizma” ise en çok kol ve bacak eklem ­
lerinde, sırt ve boyun kaslarında ya da vücu­
dun başka bölgelerinde duyulan ağrı ve sızıla­
rı tanımlamak için kullanıldığından daha da
genel ve belirsiz bir terim sayılır. Doktorlar
bile çoğu kez bu terimleri kesin bir tanım gibi sinovya
kullanmaktan kaçınırlar. Çünkü bu hastalık­ zarı
lar çok yaygın olmasına ve yıllardır incelen­
mesine karşın henüz yeterince anlaşılabilmiş
değildir.
Nedenlerine ve eklemlerdeki belirtilerine
göre ayrılan birçok artrit tipi vardır. Ama SAĞLIKLI EKLEM ARTRITLI EKLEM
bunlardan çoğunun ortak yanı eklem kıkır­ Sağlıklı bir eklemde, eklem boşluğunun içyüzünü
daklarının kayganlığını ve esnekliğini yitire­ döşeyen sinovya zarı ya da sinovyum hem kemikleri
yerinde tutar, hem de kayganlaştırıcı bir eklem sıvısı
rek bozulmasıdır. Bir eklemdeki kemiklerin salgılar. A rtritte bu zar kalınlaşıp şişer ve kemikler
ucunu kaplayan kıkırdak dokusunun pürüz­ b irbiriyle kaynaşabilir.
46 ARTUKLULAR

Osteoartrit genel olarak kişinin normal bilir. Hatta bazı hastalarda en yıkıcı etkisini
yaşam süresini kısaltan bir hastalık değildir. kalpte gösterir. Bu yüzden, kalp kasını tuttu­
Hatta eklem lerde biçim bozukluğu başlayın­ ğu zaman bu hastalığa “kalp romatizması”
caya kadar kişi kendini hasta gibi bile hisset­ denir.
mez. Am a eklem de onarılmaz biçim bozuk­ İltihaplı boğaz hastalıklarına yol açan strep­
lukları başlamadan önce mutlaka bir doktora tokok cinsinden bakterilerin dolaylı olarak
başvurmak gerekir. Eğer hastalık çok ilerle­ ateşli romatizmadan da sorumlu olduğu bilini­
m em işse, aspirin gibi iltihaplanmaya karşı yor. Doktorlar bu bakterilerin doğrudan ateş­
etkili ilaçlarla tedavi edilebilir. Am a eklem li romatizmaya yol açmadığını, ama hastalığın
görevini yerine getirem eyecek kadar sakat­ streptokoklara karşı gelişen bir tür alerji
lanmışsa, artritli eklem i çıkarıp yerine yapay olabileceğini düşünüyorlar {bak. A l e r j i ) .
bir* eklem takmak gerekir {bak. BİYOMÜHEN- Daha çok çocuklarda görülen bu hastalıkta,
DİSLİK). bir boğaz ya da bademcik iltihabından yakla­
Çocukluk çağı artriti ya da Stili hastalığı, 16 şık 10 gün sonra ateş yükselir ve eklem
yaşın altındaki çocuklarda görülen oldukça ağrıları başlar. Etkilenen eklemler şişer, çev­
ender bir hastalıktır ve hastaların dörtte üçü resindeki deri kızarır ve yanar. Bir eklem
tümüyle iyileşir. Gut (damla) hastalığı da iyileşirken aynı belirtiler başka bir eklem de
vücut kimyasındaki bir bozukluktan kaynak­ ortaya çıkar. Ayrıca vücutta, kol ve bacaklar­
lanan başka bir artrit tipidir. da yer yer kırmızımsı lekeler belirebilir.
A teşli romatizmanın tedavisinde hem ağn,
Romatizmamsı Artrit hem iltihap giderici ilaçlar kullanılır. Hastalık
G enellikle 20-40 yaş arasındaki ve 65 yaşın birkaç hafta ile birkaç ay arasında sürebilir.
üzerindeki yaklaşık 30 kişiden birinde roma- G öğüste hiç ağn olmasa bile hastalık çoğu kez
tizmamsı artrit (romatoit artrit) görülür. Ka­ kalp kasını da etkilemiştir. Nitekim hastayı
dınlarda görülme sıklığı erkeklerden üç kat bekleyen en büyük tehlike kalp kapakçıkla-
fazladır. Çoğu kez osteoartritten daha ağır nnda kalıcı bir bozukluk olmasıdır {bak.
olan bu hastalığa yakalananlar sürekli eklem K a lp ) .
ağrılarından yakınırlar. Özellikle el parmak­ A teşli romatizma eskisi kadar sık görülme­
lan, el ve ayak bilekleri, omuz, diz ve dirsek m ekle birlikte gene de çok ciddi bir hastalıktır
eklemleri şişer, kızanr ve ağnr. ve ileri yaşlarda ağır kalp hastalıklarına yol
Romatizmamsı artrit genellikle kronik (sü­ açabilir. Bazı antibiyotikler, özellikle penisi­
reğen) bir gelişme gösterir; yani zaman zaman lin hastalığın ilerlemesini ve tekrarlamasını
ağnlann hafiflediği geçici iyileşme dönem ­ önlem ekte yararlıdır. Ateşli romatizma geçir­
leriyle kesintiye uğrayarak yıllarca sürer. So­ miş kişilerin, gerekli önlemlerin alınabilmesi
nunda ellerin biçimi bozulur, parmaklar çar­ için, gittikleri her doktora ve diş hekimine
pılır ve hareket ettirmek güçleşir. Bazı ilaçlar bunu söylemeleri gerekir.
eklem ağnlannı hafifletebilirse de, öbür art- A teşli romatizma bazen sinir sistemini de
ritler gibi bunun da kesin bir tedavisi yoktur. etkiler. Bu durumda hastanın elleri, ayakları
Romatizmamsı artrit bir özbağışıklık hasta­ ve yüzü istemsiz olarak sürekli hareket eder.
lığıdır. Bu tip hastalıklar, görevi mikroplarla Haftalarca ya da aylarca süren hastalık kalıcı
savaşmak ve yaralan iyileştirmek olan bağı­ bir bozukluk bırakmadan iyileşir.
şıklık sisteminin iyi çalışmamasından kaynak­
lanır {bak. BAĞIŞIKLIK). ARTUKLULAR bak. A n a d o lu B e y lik le r i.

Ateşli Romatizma ARTVİN. D oğu Karadeniz B ölgesi’nin doğu


Eklem lerde ağrı ve şişlik gibi romatizma ucunda yer alan Artvin ilinin topraklan genel­
belirtilerinin yanı sıra vücut sıcaklığını da likle dağlıktır. Türkiye ile SSCB arasındaki
yükselttiği (ateş yaptığı) için bu hastalığa bu Sarp sınır kapısının 1988’de açılmasıyla tu­
ad verilmiştir. G erçekten de ateşli romatizma rizm, transit taşımacılık ve ticaret yönünden
yalnız eklemleri değil bütün vücudu etkileye­ ilin önem i artmıştır. Yüzölçümü ve nüfus
ARTVİN 47

açısından Türkiye’nin en küçük illerindendir.


Türkiye’nin bakır üretiminin yarısını sağlayan
Artvin’in ülke ekonom isinde önemli bir yeri
vardır.

ARTVİN İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 7.436 km2.


NÜFUS: 226.338 (1985).
İL TRAFİK NO: 08.
İLÇELER: Artvin (merkez), Ardanuç, Arhavi, Borçka,
Hopa, Murgul, Şavşat, Yusufeli.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Kafkasör, Mersevan Düzlüğü; Anadolu Yayıncılık Arşivi
Hatila Deresi; Ilıca Köyü ve Otingo çermikleri; A rtvin kenti, Çoruh Irmağı'nın vadisinden başlayıp
Ciskaro Madensuyu; Kopmuş, Kemalpaşa, Sarp
Kıldiyet Dağı'nın yamaçlarına doğru yayılmıştır.
plajları; Artvin, Boselt, Melo, Ardanuç, Parih kalele­
ri; Salihbey Camisi; Osmanlılar'ın camiye çevirdiği
İşhan (Kanlı) Kilisesi; cami olarak kullanılan Hamam­
lı (Dolisane) Kilisesi; Camandar Baba, Sefer Paşa, dar ve derin vadiler oluşturmuştur. Bu vadile­
Zor Mustafa Bey türbeleri; Çelebi Efendi, Mehmet
Bey çeşmeleri; Çoruh Köprüsü. rin bir bölümü dağ sıralarını birbirinden
ayıran paralel diziler durumundadır. Bazıları
ise “V ” biçiminde, oldukça dik ve derindir.
Doğal Yapı Artvin topraklanna Erzurum sınırından giren
İl topraklarının yüzde 80’e ulaşan bölümü Çoruh Irmağı ilin en büyük akarsuyudur.
Çoruh Irmağı ve kollarının açtığı derin vadi­ Ormanlarla kaplı dağlardan doğan çok sayı­
lerle yarılmış, sarp ve geçit vermez yüksek daki irili ufaklı çay ve derenin büyük bölümü
dağlarla kaplıdır. İlin en yüksek bölümünü Çoruh’a katılır. Çoruh Irmağı’nın Artvin ile
Artvin-Rize-Erzurum sınırlarının kesiştiği Borçka kentleri arasında genişleyen yatağın­
yerde 3.932 metreye ulaşan doruğuyla Kaçkar daki akışı düzenli olduğundan büyük kayık­
Dağı oluşturur. Karcal, Kükürt, Gül ve Yal- larla taşımacılık yapılır. Erzurum sınırından il
mzçam dağları ilin öbür önemli yükseltile­ topraklarına giren Oltu Deresi ile Tortum
ridir. Çayı’nı da alan Çoruh, SSCB sınırında ili ve
Artvin’de ovalar yok denecek kadar azdır. ülkeyi terk eder; daha sonra da Karadeniz’e
Kıyı kesimlerinde küçük derelerin oluşturdu­ dökülür. Artvin ilinde hemen hepsi Karagöl
ğu alüvyonlu düzlüklere rastlanır. Yaylalar olarak adlandırılan çok sayıda küçük göl
ovalara oranla daha geniş yer kaplar. İl vardır. Çoğunluğu Ardanuç, Borçka ve Şav­
topraklarındaki akarsular geçtikleri yerlerde şat yakınlarındaki buzul vadilerinin diplerin­
de yer alan bu göllerin derin sularında bol
alabalık yaşar.
Artvin ilinde iklim, doğal yapının özellikle­
rine göre çeşitlilik gösterir. Kıyılarda kışları
ılık, yazları serin ve her mevsimi yağışlı D oğu
Karadeniz iklimi görülür. Mevsimler arası
sıcaklık farkı azdır. İlin iç bölümlerinde ise
kışlar soğuk ve bol kar yağışlı, yazlar serin
geçer. Denizin yumuşatıcı etkisinin içerilere
girmesini sağlayan Çoruh Vadisi’nin derin
tabanında kıyıya oranla daha az yağışlı ve
kışlan yumuşak geçen bir iklim egemendir.
İl topraklannın yüzde 37’si ormanlarla
kaplıdır. D ağlann eteklerindeki geniş yaprak­
lı ağaçlar, yükseklik arttıkça yerlerini iğne-
48 ARTVİN

yapraklı ağaçlara bırakır. Alçaklarda kızılağaç, ratorluğu egem en oldu. Araplar ile BizanslI­
meşe, kestane, gürgen, san çam, yükseklerdey­ lar arasında birkaç kez el değiştiren Artvin ve
se kayın ve ladin ağaçlarından oluşan orman­ çevresi bir süre Gürcü Krallığı’na Jbağlı kaldı.
lar yaygındır. Ormanlarında karaca, yabanke- 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra A na­
çısi, domuz, kurt, tilki, ayı, porsuk, susamuru dolu’ya giren Selçuklular 1081 ’de Artvin’i
gibi çeşitli av hayvanları yaşayan Artvin ili aldı. Bu yöre, 1551’de Osmanlı topraklarına
yurtdışından da avcı çeken bir avcılık m erke­ katılıncaya kadar Celayirliler’in ve Akkoyun-
zidir. lular’ın egem enliğine girdi.
Artvin 19. yüzyıldaki Osmanlı-Rus savaşla­
Tarih rı sırasında 1828 ve 1878’de iki kez Ruslar’ın
Artvin bölgesine tarih boyunca birçok devlet işgaline uğradı. I. Dünya Savaşı’nın sonuna
egem en olmuştur. Buraya İÖ 2000 yıllarında kadar süren ikinci işgal, 1917 Ekim Devrimi
yerleşen Hurriler, İÖ 15. yüzyılda Mitanni sonunda Rusya’da kurulan Sovyet Hüküme-
D evleti’ne bağlandılar. Daha sonra bölgeye ti’nin buradaki kuvvetlerini çekm esiyle son
Hititler, Urartular, Kimmerler, İskitler ve buldu. 17 Aralık 1918-7 Nisan 1920 arasında
Arsaklılar egem en oldu. Artvin’i yaklaşık 500 İngilizler’in işgal ettiği Artvin, 23 Şubat
yıl ellerinde tutan Asya kökenli Arsaklılar 1921’de Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlandı.
dönem inde, 310’larda bölge halkı Hıristiyan­
lığı benimsedi. Ekonomi
5. yüzyılın başlarında bölgeye Bizans İmpa- Çok dağlık olan il topraklarının yaklaşık
yüzde 6’sı tarıma elverişlidir. En önemli tarım
Anadolu Yayıncılık Arşivi ürünü kıyı ilçelerinde üretilen çaydır. Ayrıca,
gene kıyılarda fındık, mandalina, portakal ve
zeytin yetiştirilir.
Buğday, arpa ve mısır gibi tahıllar .ile
meyve ve sebze üretimi yerel tüketime yön e­
liktir. Halkın geçiminde bir yan gelir kaynağı
olarak ormancılık önem taşır. Ormanların ve
çiçekli bitkilerin geniş yer kaplaması arıcılığı
ve bal üretimini geliştirmiştir. Ülkede üretilen
balın yüzde 3’ü Artvin’den sağlanır. Otlakla­
rın yüksek yaylalarda olması ve kış aylarında
karın uzun süre yerde kalması hayvancılığı
güçleştirir. İlde en çok sığır ve koyun yetiştiri­
lir. Karadeniz kıyısında yer almasına karşın
Artvin’de balıkçılık gelişmemiştir.
Türkiye’nin en zengin bakır madeni yatak­
ları Murgul (G öktaş) ve çevresinde bulunur.
Ayrıca H opa’da işletm eye elverişli bir manga­
nez yatağı vardır. Sanayi kuruluşlarının başlı-
caları Murgul ve Çakmakkaya bakır fabrika­
larıdır. Orman ürünlerinin işlendiği önemli
bir kuruluş Borçka’daki kereste fabrikasıdır.
H opa, Arhavi ve Muratlı-Kemalpaşa çay fab­
rikalarında işlenen çaylar paketlenm ek üzere
R ize’ye gönderilir. İlde ayrıca hızar atölyele­
ri, besin, dokuma, bakır eşya yapımı dalların­
Yusufeli ilçe merkezinin 11 km doğusundaki İşhan da küçük işletm eler vardır. İlkel tezgâhlarda
Kilisesi 1008'de yapılmıştır. Kapısının üstü
geom etrik kabartmalarla, pencerelerinin çevresi ise cicim, kilim, peştamal dokunur. Ayrıca yase­
ejderha ve aslan kabartmalarıyla bezenmiştir. min ağacından ağızlıklar yapılır.
ARUZ 49

Artvin ve çevresinde yaygın olan bir başka


gelenek de “yapı daveti”dir. Yeni bir ev
yapacak ya da evini onaracak olan kişi bütün
köy halkını çağırır ve konuklarına börekler,
tatlılar sunar. Bir iki saat süren eğlencelerden
sonra konuklardan biri, “elbirliğiyle komşu­
muzun evini de yapalım” diyerek gelenleri
yardıma çağırır. Herkes gücüne göre para ya
da araç gereç vermeyi üstlenerek evin yapımı­
na katkıda bulunur.
Halk oyunları içinde ağır bar ve Çoruh ya
da Artvin barı ünlüdür. Artvin barı, 1936’da
Anadolu Yayıncılık Arşivi
İstanbul’da düzenlenen Balkan Festivali’nde
Şavşat Kalesi ilçe merkezinin 2 km güneydoğusunda
Atatürk’ün barbaşı olarak oyuna katılmasın­
Söğütlü köyündedir.
dan bu yana Atabarı olarak anılır.
İlin deniz ulaşımı Hopa limanından sağla­ Ekime elverişli toprakların azlığı ve sanayi­
nır. En önemli karayolu D oğu Karadeniz’in nin gelişmemiş olması Artvin halkını özellikle
kıyı kentleriyle bağlantısını sağlayan ve kıyı Batı A nadolu’nun büyük kentlerine ve dış
boyunca uzanan karayoludur. ülkelere göçe zorlamıştır. G öç günümüzde de
sürdüğünden il nüfusunda önemli bir artış
Toplum ve Kültür gözlenm ez.
Yörenin coğrafi konumu ve çeşitli halkların
bir arada yaşamış olması, Artvin ve çevresin­ İl Merkezi: Artvin
de özgün bir kültür yapısının oluşmasına yol Artvin kenti ilin iç bölümlerinde, Çoruh
açmıştır. Irmağı vadisinde yer alır. Vadinin güneyinde
Şavşat ve yöresinde, mısır çapasının bitimi yükselen Kıldiyet D ağı’nın yamaçlarında, ba­
ile çayır biçme arasındaki yaklaşık 15 günlük samaklar biçiminde yükselen düzlüklerde ku­
süre içinde Pancarcı Eğlenceleri düzenlenir. rulmuştur. Bu düzlüklerdeki bahçeler ve
Yaylacılıkla yakın ilişkisi olan bu gelenek yeni ağaçlar arasında kaybolan evler kente kendi­
bir çalışma dönem ine başlamadan dinlenme ne özgü bir görünüm verir. Kentin bu doğal
amacını güder. Çeşitli yörelerden gelen grup­ yapısı nedeniyle yerleşmeler birbirinden ko­
lar davul zurna eşliğinde yaylaya çıkarlar. Her puk mahalleler biçimindedir.
gün bir yerde, genellikle buzul göllerinden Artvin kenti bir karayoluyla bazı ilçe mer­
birinin kıyısında konaklanır; çeşitli oyunlar kezlerine ve Karadeniz kıyısına bağlanır.
oynanır. A m a kentin ana ulaşımı Hopa üzerinden
Anadolu Yayıncılık Arşivi denizyoluyla sağlanır. Orman ürünlerinin iş­
lendiği bir fabrika dışında sanayi kuruluşu
bulunmayan kentte ticaret de gelişmemiştir.
Yüzeyin engebeli, toprak veriminin düşük,
ekonom ik etkinliklerin de gelişmemiş olması
Artvin’in kentsel gelişmesini engellem iş ve il
dışına göçe katkıda bulunmuştur.
Kentin nüfusu 18.720’dir (1985).

ARUZ, hecelerin kısalığına ve uzunluğuna


dayanan şiir ölçüsüdür. Arap edebiyatında
İslam dininin ortaya çıkmasından önce doğ­
muş ve kuralları belirlenmiştir. Aruzun te­
Çevresi orm anlarla kaplı Otingo Çermiği ya da içme
ve kaplıcaları Borçka ilçe merkezinin 8 km mellerinin eskiçağlarda devesinin sırtında
doğusundadır. uzun çöl yolculukları yaparken bir türkü
50 ASALAK AYIKLAYICI BALIKLAR

tutturan Araplar’a kadar uzandığı ileri sürül­ yazmak zordu. İlk dönem lerde hece ölçüsüne
müştür. Bu görüşe göre deve, binicisinin yakın kalıplar kullanmak ve kimi ünlüleri
türküsüne göre adım atmakta, eğer türkünün uzatmak gereğini duydular. A ncak, aruz ka­
ritmindeki ara kısa ise hızlı, uzun ise yavaş lıplarıyla başarılı şiir yazmak için bu da yeterli
gitmekteydi. Bunun farkına varan çöl yolcusu olmadı. Zamanla Türkçe’ye giren Arapça ve
Arap’ın, devenin ağır ağır attığı dört adımdan Farsça sözcükler ve dil kuralları aruz kalıpla-
aruzun temelini oluşturan ilk şiir ölçüsünü nnm başanyla kullanılmasını sağladı {bak.
çıkardığı söylenir. Daha sonra usta şairlerin DİVAN EDEBİYATI).
elinde gelişen bu ölçünün kurallarını ilk kez Türk edebiyatında aruzla yazılmış ilk yapıt
Arap dilbilimci Halil bin Ahm ed (yaklaşık Kutadgu B ilig’dir (1069). 16. yüzyılda Fuzulî
718-776 ya da 791) belirlemiştir. Arap edebi­ ve Bakî gibi divan şairleri aruz ölçüsünü
yatında yaygınlık kazanan aruz zamanla başta kusursuz denilebilecek bir düzeyde kullan­
İran ve Türk şiiri olmak üzere İslam dinini dılar. Tevfik Fikret, Mehmet  kif Ersoy, Yah­
kabul eden bütün ülkelerin edebiyatını etki­ ya Kemal Beyatlı aruzu büyük bir ustalıkla
ledi. kullanan son şairlerdir. Cumhuriyet sonrasın­
Aruzda heceler uzun (kapalı) ve kısa (açık) da aruz yerini, hece ölçüsü ve serbest şiire
olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler sen, al, tut bırakmıştır.
örneğinde olduğu gibi ünsüz harfle ya da â, î
gibi düzeltme imli bir ünlü harfle biter ve çizgi ASALAK AYIKLAYICI BALIKLAR. Birçok
(- ) ile gösterilir. Kısa heceler ise bu, di, a hayvan gibi balıklar da asalakların saldırısına
örneğinde olduğu gibi ünlü bir harfle biter ve uğrayabilir. Çoğu kez bit gibi küçük canlılar
nokta (.) ile gösterilir. D ize sonundaki hece­ derilerine, pullarına ya da solungaçlanna
ler kısa da olsa uzun sayılır. Bu uzun ve kısa yapışarak balıkların eti ve kanıyla beslenir
heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek {bak. A salak ve Çürükçül Canlilar). Asalak
kalıplan oluşturur ve her kalıp fâilün (— ),fâilâ- ayıklayıcı balıkların görevi, adlarından da
tün ( - • — ), mefâîlün ( • -------) gibi değişik adla anlaşılacağı gibi bu asalakları temizlemektir.
anılır. Bu küçük kalıpların yan yana gelm ele­ Bu küçük balıklar daha büyük balıkların
rinden vezin adı da verilen büyük kalıplar sırtında yüzerek dışasalakları, ölü deri parça­
oluşur. Bu kalıpların en çok kullanılanların­ larım ve pullan, yaralardaki pislikleri büyük
dan ikisi şunlardır: bir ustalıkla ayıklayıp yerler. Hatta bazı
Fik ri hür vic /dâ nı hür ir/fâ m hür bir /şâ i rim asalak ayıklayıcıların balığın ağzına ve solun­
gaç boşluklarına girerek buralardaki küçük
Fâ i lâ tün/fâ i lâ tün/fâ i lâ tün/fâ i 1ün
zararlıları tem izlemesi de olağandır.
Bilim adamları, asalakların konağı olan
(Tevfik Fikret)
büyük balıkların kendilerini küçük balıklara
temizletm ek üzere belli yerlerde sıraya girdik­
Be lâ sın ben/de bil mem kız/mı sın oğ lan/
lerini anlatan öykülere uzun zaman inanmak
Me fâ î lün/me fâ î lün/me fâ î 1ün/
is mediler. Am a 1940’larda çekilen ayrıntılı
-----------------_ / . _ - _ / . - -
bir belgesel film bu öykülerin doğru olduğunu
mı sın kâ fir gösterdi. O günden beri de bu konuda pek
me fâ î 1ün çok bilimsel araştırma yapıldı.
(Nedim ) _ _ _
Asalak ayıklayıcı balıklann büyük bölümü
Aruz ölçüsünü Araplar’dan sonra İranlılar tropik denizlerde, özellikle mercan kayalıkla­
kullanmış, oradan Türkler’e geçmiştir. Daha rının çevresinde yaşar {bak. Mercan RESİFİ).
önce hece vezni ile şiir yazan Türk şairleri Bunların çoğu canlı renklerle bezenmiş küçük
İslam dinini kabul ettikten sonra aruz ölçüsüy­ ve ince yapılı balıklardır. Örneğin lapinagille-
le şiir yazmaya başladılar. Am a Türkler için rin birçok türü büyük balıkların asalaklarını
aruz kalıplarını kullanmak kolay olmadı. ayıklayarak beslenm e alışkanlığındadır. A yn-
Arapça ve Farsça’daki gibi uzun ünlü bulun­ ca bazı berberbalığı ve melekbalığı türleri de
mayan Türkçe ile aruz kalıplarına uygun şiir asalak ayıklayıcı olarak tanınır. Tatlı su balık­
ASALAK AYIKLAYICI BALIKLAR 51

lan arasında çok yaygın olmayan bu davranış, süre için ayrılarak temizlenmeyi bekleyen sığ
Asya denizlerinde yaşayan bir sihlid türünde su balıklarıdır. Asalakların konağı olan balık
(Eutroplus maculatus) gözlenmiştir. genellikle temizlikçi balıktan çok daha büyük­
Sualtında çekilen filmlerde, asalaklarını te­ tür ve onu kolayca yiyebilir. A m a, tam
mizletmek isteyen balıkların tıpkı bir berber tersine, asalak ayıklayıcının rahatça çalışabil­
dükkânının ya da bir temizlik istasyonunun mesi için yüzgeçlerini uzatıp ağzını ve solun­
önünde kuyruğa giren müşteriler gibi bazı gaç kapaklarını açarak hareketsiz durur.
yerlerde toplandıkları açıkça görülüyordu. Asalak ayıklayıcı, büyük balığın çevresinde
Balıkları bu “temizlik istasyonu”na çeken yavaş yavaş dolanarak cımbıza benzeyen ince
şey, büyük olasılıkla asalak ayıklayıcının ya­ ağzı ve keskin dişleriyle istenmeyen maddele­
şadığı bir oyuğun yakınındaki renkli bir mer­ ri koparır. İşini bitirdiğinde, asalaklarından
can kolonisi ya da bir denizşakayığıdır. A sa­ temizlenen balığın yerini sıradaki bir başka
lak ayıklayıcılar da bir yandan baş aşağı dans balık alır. Bazen çok iri balıkları temizlemek
ederek ya da kuyruklarının üstünde dik durup için birkaç asalak ayıklayıcı aynı anda çalış­
sallanarak “müşteri çekm eye” çalışırlar. maya koyulur.
Büyük balıklar bu gösteriyi ilgiyle izleyerek Asalak ayıklayıcı balıklar iki yönleriyle
sıranın kendilerine gelmesini sabırla bekler­ bilim adamlarının ilgisini çeker. Birincisi bü­
ler. Bunlardan bazıları derinlerde yaşayan yük balıklarla aralarındaki ilginç ilişkidir; bu
balıklardır ve yalnızca temizlenmek için sığ ilişkiden her ikisi de yararlanır. Kendini
sulara yüzmüşlerdir. Bazıları da sürüden bir temizleten büyük balık asalaklarından ve

NHPA/Bill Wood

Asalak ayıklayıcı bir lapina, tropik denizlerde yaşayan büyük bir balığın ağzındaki asalakları tem izliyor.
Büyük balıklar kendilerini asalaklardan kurtaran bu küçük balıklara hiç zarar vermezler.
52 ASALAK VE ÇÜRÜKÇÜL CANLILAR

üstündeki öbür yabancı maddelerden kurtu­ asalak , asalağın birlikte yaşadığı canlıya k o ­
lurken, asalak ayıklayıcı balık da yiyecek nak denir. Hayvan leşleri, bitki artıkları gibi
gereksinimini en kolay yoldan karşılamış ölü ya da çürümüş maddelerle beslenen canlı­
olur. İki canlının da yararına olan bu ilişkiye lar ise çürükçül' dür.
ortakyaşama denir. Bütün canlıların yaşamı bir başkasına bağlı­
Asalak ayıklayıcı balıkların biyoloji açısın­ dır. Am a bazı bitkiler ve hayvanlar başka bir
dan ilginç olan ikinci yönü, aralarında akraba­ canlıyla birlikte olmadıkça yaşayamazlar. Bir­
lık ilişkisi olmamasına karşın çoğunun birbiri­ likte yaşayan bu iki canlıdan biri çoğunlukla
ne benzemesidir. Aynı yaşama ve beslenme asalaktır. Asalak, yaşayabilmesi için gerekli
biçimini sürdüren bu balıklar sonunda birbir­ şeyleri konaktan alır, ama karşılığında ona
lerine benzeyecek biçimde evrim geçirmişler­ hiçbir şey vermez. Bu bir asalaklık ilişkisidir.
dir. Bu olay “daralan evrim”in ilginç bir Konağın üzerinde, örneğin derisine ya da
örneğidir. kıllarına tutunarak yaşayan asalaklara dışasa-
Bazı balıklar da avlarına yaklaşmak için lak, iç organlarında yaşayanlara da içasalak
asalak ayıklayıcı balıkları taklit ederler. Ör­ denir.
neğin temizlikçi lapinalardan Labroides dimi- Hem bitkiler, hem hayvanlar dünyasında
diatus’a. çok benzeyen kılıç dişli horozbina asalak yaşayan birçok canlı vardır. Tekhücre-
(Aspidontus taeniatus ), görünüşüne aldanıp lilerin ise büyük bölümü asalaktır. Bütün bu
temizlenmeyi bekleyen büyük balıkların so­ asalakların konak olarak kullandığı canlı da
lungaçlarından parçalar koparıp kaçar. bir bitki ya da hayvan olabilir. Değişik türden
konaklarla birlikte yaşayabilen asalaklar var­
ASALAK VE ÇÜRÜKÇÜL CANLILAR. Baş­ sa da, her asalağın seçtiği tür sayısı genellikle
ka bir canlının üzerinde ya da içinde, ondan bir ikiyi geçmez.
yararlanarak yaşayan bitki ya da hayvana Bazen bir asalak konağını çok fazla sömü­
rüp onun besinini de tüketerek ölümüne
Museum o f Natural History, Londra
neden olur. Bazen de salgıladığı zehirli mad­
delerle konağını güçsüz düşürür ve hastalan­
masına yol açar. Bu durum, yaşayabilmesi
konağa bağlı olan asalak için de bir şanssızlık­
tır. Yeni bir konak bulamazsa kendisi de ölür.
Asalağın, konağı olan hayvan öldükten
sonra da yaşamını sürdürebilmesi için çoğu
kez başka bir hayvanın konağın etini yemesi
yeterlidir. Böylece asalak bu hayvanın vücu­
duna geçer ve konak olarak onu kullanır.
Köpeklerin asalağı olan bir tür ipliksolucan
(iplikkurdu) da, bağırsağında yaşadığı dişi
köpekten henüz doğmamış yavrularına geçe­
rek kuşaktan kuşağa aktarılır. Asalak tekhüc-
reliler ise bir hayvandan başka bir hayvana
genelikle böcekler aracılığıyla taşınır.
Bazen bir asalak da başka bir asalağın
I
konağı olur. Örneğin insan, hayvan ve bitki
9- i sağlığına zararlı bit, pire gibi asalak böcekleri
konak olarak seçen bazı tekhücreli asalaklar
bu yönleriyle “yararlı asalak” sayılır.

Tekhücreli ve Hayvansal Asalaklar


Bağırsak kelebeği balıkların bağırsağına yapışarak Asalak yaşama uyum sağlamış canlılar arasın­
asalak yaşayan bir tü r yassı solucandır. da en kalabalık grup tekhücrelilerdir. Ne bitki
ASALAK VE ÇÜRÜKÇÜL CANLILAR 53

ne hayvan sayılan bakteriler ile amip, kamçılı nın taşıyıcısı çeçe sineğidir. Sıtmaya yol açan
hayvan, terliksi hayvan gibi tekhücreli ve ilkel asalağı ise anofel sivrisineklerinin (sıtma sivri­
yapılı hayvansal asalaklar bu gruptandır. İn­ sineği) dişisi taşır (bak. SITMA; UYKU HASTALI­
san ve hayvan hastalıklarından birçoğu bakte­ ĞI). Bu asalakların taşıyıcı bir hayvanla asıl
rilerden ileri gelir. Lahana, baklagiller, ar­ konağına ulaştırılması, örneğin tifo bakterile­
mut, elma gibi sebze ve meyvelerdeki çürük­ rinin karasineğin tüylü bacaklarında taşınması
lük, yanıklık ve mazı (ur) hastalıklarından gibi basit bir yolculuk değildir. Asalak, yaşa­
çoğunun nedeni de gene bakterilerdir. Bakte­ mının bir bölümünü arakonak denen bu ikinci
riler çok tehlikeli asalaklardır; çünkü bir konağın vücudunda geçirir. Şark çıbanı ya da
yerden bir yere kolayca taşınır, sıcak, soğuk Halep çıbanı denen deri hastalığı ile amipli
ve kuru ortamlara büyük bir direnç gösterir, dizanteri de asalak tekhücreli hayvanların yol
üstelik hızla ve inanılmaz sayıda çoğalırlar açtığı bulaşıcı hastalıklardır.
{bak. BAKTERİ). Çokhücreli hayvanlar arasındaki en önemli
Hayvansal asalaklar arasında sağlık açısın­ asalak grubu ise solucanlardır. Dom uz, fare
dan en önemli ve en tehlikeli grubu oluşturan ve insanda görülen trişinoz hastalığının nede­
tekhücreli hayvanlar da birçok hastalığın so­ ni trişin denen bir yuvarlaksolucandır. Bu
rumlusudur {bak. T e k h ü c r e l i H a y v a n l a r ) . solucan, az pişirilmiş domuz etinin yenm esiy­
Aşırı sıcak, soğuk ve kuru ortamlara genellik­ le insan bağırsağına geçer. Kancalıkurt hasta­
le bakteriler kadar dayanıklı olmayan bu lığı da ayaklardaki küçük kesiklerden vücuda
küçük canlılar, bir konağa yerleşebilmek için giren bir bağırsak solucanından kaynaklanır
kendilerini taşıyacak olan bazı hayvanlara, (bak. K a n c a l i k u r t ) . Tenya ya da şerit denen
özellikle sineklere bağımlıdırlar. Örneğin uy­ yassısolucanlar ise, bu hayvanın larvalarını
ku hastalığının etkeni olan tekhücreli hayva- taşıyan az pişirilmiş balık, sığır ya da domuz
Museum o f Nalural History, Londra
etinin yenmesiyle insan vücuduna girerek
bağırsaklara yerleşir ve uzunluğu bazen 10
metreyi bulabilir (bak. T e n y a ) . Akciğer kele­
beği, bağırsak kelebeği, kan kelebeği, karaci­
ğer ve mide kelebeği gibi yapraksolucanlar da
en çok gevişgetirenlerin, zaman zaman da
insanın asalağı olarak çeşitli hastalıklara yol
açar.
Tekhücreli hayvanlar ile çokhücrelilerden
solucanların özellikle iç organlarda barınma­
sına karşılık, eklembacaklıların çoğu dışasa-
laktır. Solucanlardan daha üstün yapılı canlı­
lar olan eklembacaklıların en yaygın asalak
örnekleri bit, pire, tahtakurusu gibi böcekler
ile kene, akar ve uyuzböceği gibi örümceğim­
silerdir. Larva evresini at, sığır, koyun gibi
toynaklı hayvanların midesinde, burun boşlu­
ğunda ya da derisinde geçiren mide sinekleri
de önemli bir asalak grubudur.

Bitkisel Asalaklar
Bitkisel asalakların ya da asalak bitkilerin en
kalabalık grubu ise spor adı verilen küçük
Bir katil balinanın bağırsağında yoğun bir küme üreme hücreleriyle çoğalan mantarlardır. Pas,
oluşturm uş dikenbaşlı solucanlar. Bu solucanlardan
küllem e, sürme ve yanıklık gibi bitki hastalık­
birinin başından yakın çekimle alınmış küçük
fotoğrafta, solucanın konağa tutunm asını sağlayan larının çoğu asalak mantarlardan kaynakla­
sivri dikenciklerle kaplı uzun hortum u görülebiliyor. nır. Saçkıran denen deri hastalığının etkeni de
54 ASANSÖR

gene bir asalak mantardır. Mantarlar toplulu­ Bazı b akterilerin baklagiller, üçgül ve yon­
ğu bildiğimiz kır mantarlarını (şapkalımantar- ca gibi bitkilerin köklerinde sürdürdükleri
ları) da içerir. Kır mantarlarının çok azı yaşam tipik bir ortakyaşam a örneğidir. Bu
asalak, büyük bölümü çürükçüldür ve ölü azot bağlayıcı b ak teriler havadaki serbest
bitkilerin kalıntılarıyla beslenir (bak. Man­ azotu alır ve bitkinin kendi besinini ü retirk en
tarlar ). kullanabileceği n itratlara dönüştürür. B unun
Tohumlu bitkiler arasında asalak yaşama karşılığında bitki de b ak terilere su ve m ineral
oldukça az rastlanır. Çünkü bu bitkilerin çoğu sağlar, şeker ve nişasta üretir, ayrıca k o ru ­
güneş ışığının da yardımıyla kendi besinini naklı bir yaşam a ortam ı sunar (bak. BAKLA­
kendi üretebilir ve yaşamını sürdürmek için GİLLER).
başka bir canlıya gerek duymaz. Am a ökse­ Ortakyaşama ile ortakçılık arasındaki farkı
otu gibi bazı bitkiler besinlerinin bir bölümünü anlatabilmek pek kolay değildir. G ene de
kendileri üretir, kalanını da konak bitkiden ortakçılık , taraflardan birinin yararlandığı,
sağlar. Bunlara yarıasalak denir. Yapraksız öbürünün ise ne yararlandığı ne de zarar
bir tırmanıcı bitki olan cinsaçı gibi gerçek gördüğü bir ilişki olarak tanımlanabilir. Bu
asalaklar ise bütün besinini konaktan alır. ilişkide asalak canlı konaktan yararlanır, ama
Asalak bitkilerde, bitkilere yeşil rengini veren karşılığında konağa ne herhangi bir şey sağlar
madde (klorofil) olmadığı için bunlar özüm le­ ne de zarar verir. Örneğin çok küçük bazı
me yapamaz ve besinlerini kendileri ürete­ yengeçler istiridyelerin kabukları altında ya­
mezler. şar ve besinine ortak olur; ama kabuğunun
altında barınan bu konaklardan istiridyeye
Çürükçül Canlılar hiçbir zarar gelmez.
Asalak canlıları çürükçül canlılarla karıştır­
mamak gerekir. Çürükçüller besinlerini canlı ASANSÖR insan ve yük taşımada kullanılan
bir konaktan değil, ölü bitki ve hayvanlardan en önemli araçlardan biridir. Asansörler ol­
ya da canlıların doğaya karışmış artıklarından masaydı kentlerde pek çok insanın barındığı
sağlarlar. Çürükçüllerin en bilinen örnekleri yüksek yapılar ve gökdelenler kurulamaz,
çürükçül bakteriler, kır mantarları, küf man­ birçok sanayi kolu gelişemezdi.
tarları ve süt ile şarabın mayalanmasını sağla­ 19. yüzyılda bazı maden ocakları ile fabri­
yan, peynire tadını ve kokusunu veren bakte­ kalarda kömürü ve gerekli maddeleri yukarı
rilerdir. Bu canlılar çürümeye yol açtıkları, çıkarmak için yük asansörleri kullanılıyordu.
daha doğrusu artık ve ölü maddeleri canlıların Am a bu asansörler insan taşımak için yeterin­
besin olarak kullanabileceği maddelere dö­ ce güvenli olmadığından, kentlerdeki yapılar
nüştürdükleri için çok yararlıdır. Çürükçüller ancak merdivenle çıkılabilecek yükseklikte,
olmasaydı yüksek yapılı bitki ve hayvanlar en çok beş ya da altı katlıydı.
yeryüzünden silinirdi. Bitki ve hayvan ölüle­ Yolcuların can güvenliğini tehlikeye atma­
rindeki bileşik maddeleri parçalayarak, bun­ yan ilk asansörler 19. yüzyılın ortalarında
ların elem ent ya da daha basit bileşikler yapıldı. Buhar gücüyle çalışan bu asansörler­
halinde doğadaki çevrime katılmasını sağ­ de buhar makinesi bir tamburu döndürüyor,
layan çürükçül canlılardır. asansör kabinini çeken halat da tıpkı makaralı
balık oltalarında olduğu gibi bu tamburun
Ortakyaşama ve Ortakçılık üzerine sarılıyordu.
Bazen bir bitki ya da hayvan başka bir bitki ya 1870-1900 yılları arasında daha çok su
da hayvanla işbirliği yaparak birlikte yaşar. gücüyle çalışan (hidrolik) asansörler kullanıl­
Karşılıklı yarar ilişkisine dayanan bu beraber­ dı. Bu sistem de, yarısı yapının en üst katından
likte ortaklardan her biri öbürünün gereksi­ yere kadar inen, öbür yarısı da temelin
nim duyduğu bir şeyi sağlarken karşılığında altında toprağa gömülü olan çelikten bir
ondan başka bir şey alır. Bu tür ortaklığa or­ silindir asansör boşluğunu oluşturuyordu.
takyaşama, canlılardan her birine de ortakya­ Asansörün kabini de bu silindirin içinde aşağı
şar denir. yukarı hareket eden çok sağlam bir çelik
ASANSÖR 55

pistonun üzerine oturtulmuştu. Silindire ba­


sınçlı su pompalandığında asansör yükseliyor,
su boşaltıldığında aşağıya iniyordu. 1890’dan
sonra elektrik motorları yaygınlaşınca hidro­
lik asansörlerin yerini elektrikli asansörler
aldı. Bugün kullanılan asansörlerin hemen
hepsi elektriklidir.

Elektrikli Asansörler
Eski asansörlerde kullanılan halat sarmalı
tambur sistemi, buhar makinesi yerine bir
elektrik motoruyla döndürülerek bugün de
bazı asansörlerde uygulanır. Am a elektrikli
asansörlerin çoğu artık çekmeli tiptedir. Bu
asansörlerde askı halatlarının bir ucuna asan­
sör kabini, öbür ucuna da kabinin ağırlığını
dengeleyen bir karşı ağırlık bağlanmıştır.
Askı halatlarından her biri, asansör boşluğu­
nun tepesine yerleştirilmiş bir kasnağın ya da
makaranın üzerindeki ayrı bir yive oturur. Bir
elektrik motoruyla çalışan bu makara dön­
dükçe halatları hareket ettirir. B öylece asan­
sör bir yöne doğru yol alırken karşı ağırlık
ters yönde hareket eder.
Bugünün asansörleri, kabinin çok hızlı inip
çıkmasını ve en üst ya da en alt kat hizasını
geçmesini önleyen birçok güvenlik düzeneğiy­
le donatılmıştır. Bu düzenekler çalışmasa
bile, asansörün en üst katı geçerek tepedeki
aygıtlara değecek kadar yükselmesi olanak­
sızdır. Çünkü kabin en üst kata ulaştığında
karşı ağırlık yere değer, böylece halatlar
gevşediği için kabini daha yukarıya çekem ez.
Modern asansörlerden bazıları da pistonlu-
elektrikli tiptfedir. Bunlar tıpkı eski hidrolik
asansörler gibi çalışır, yalnız paslanmayı ve
donmayı önlem ek için su yerine yağ kullanı­
lır. Silindirin içine elektrikli bir pompayla
basılan yağ elektrikli vanalarla boşaltılır. Bu

Elektrikli otom atik yolcu asansörü: 1 Saptırma


makarası; 2 Askı halatları; 3 Dişli aktarma düzeneği;
4 Kabin patenleri; 5 Kat hizalama düzeneği; 6
Otom atik kapı komutası; 7 Kabin; 8 Kabin frenlem e
düzeneği (paraşüt); 9 Frenleme kaması; 10 Kabin
rayları; 11 Karşı ağırlık; 12 Karşı ağırlık patenleri; 13
Karşı ağırlık rayları; 14 Komuta tablosu; 15 Kat
seçici; 16 Elektrik m otoru; 17 Hız ayarlama
düzeneği; 18 Durdurma anahtarı; 19 Üst sınırda
durdurm a anahtarı; 20 Kabin çerçevesi; 21 Karşı
ağırlık am ortisörü; 22 A lt sınırda durdurm a anahtarı;
23 Kabin am ortisörü; 24 Hız ayarı gergi makarası.
56 ASBEST

asansörler çok yüksek olmayan yapılarda, için, aynı iniş ya da çıkış sırasında asansörden
özellikle de ağır yüklerin kaldırılması için çok sayıda yolcu yararlanabilir.
fabrikalarda ve uçak gemileri ile otom obil Asansör kat düzeyine gelip durduğunda
yıkama-yağlama istasyonlarının yükseltici kapılar otomatik olarak açılır; yolcuların bü­
platformlarında kullanılır. tün iniş çıkışları bitince de yavaş yavaş kapa­
nır. Tam kapılar kapanırken iki kanadın
Elektronik Denetimli Asansörler arasında bir yolcu kalmışsa, elektronik bir
Elektrikli asansörlerin yaygınlaşmasından aygıt bu durumu saptayarak kapıların yolcuya
sonra bile, asansörün iniş çıkışını denetlem ek çarpmadan durmasını sağlar. Am a bu yalnız­
ve kabin kapılarını açıp kapatmak için uzun ca bir anlık bir duraklamadır. Eğer herhangi
süre asansör görevlilerine gerek duyuldu. birisi kapıları zorlayarak açık tutmaya çalışır­
Yolcuların kabindeki düğmelere basarak sa, kapı kanatları aradaki yolcuyu hafifçe
asansörü kendi kendilerine çalıştırabilmeleri iterek uzaklaştırır ve asansörün yoluna devam
1890’lara rastlar. Başlangıçta küçük kabinli ve etmesini sağlar.
çok yavaş olan bu asansörler ancak konutlar­ Çok sayıda asansörü olan yüksek yapılarda,
da ya da az sayıda insanın girip çıktığı birkaç bütün asansörlerin çalışması bilgisayarlara
katlı iş hanlarında kullanılabiliyordu. bağlı otomatik aygıtlarla yönlendirilir. Bu
Elektronik bilimi ilerledikçe, işlek yapılar­ aygıtlar, asansörlerin iniş çıkışlarını yolcu
da kullanılan hızlı asansörler için otomatik trafiğine göre düzenleyecek biçimde prog­
denetim sistemleri geliştirildi. Bu otomatik ramlanmıştır. Çok işlek bir yapıda sabah ve
elektronik aygıtlar, birkaç asansörü olan yapı­ akşam saatleri arasındaki yolcu trafiğinin
larda aynı zamanda görev dağıtımı yapan bir akışına uygun olarak genellikle altı ayrı prog­
“komuta tablosu” işlevini görür. Bu aygıt­ ram uygulanır. Günün erken saatlerinde in­
lar verilen programa uygun olarak asansör­ sanlar işyerlerine yetişmek için acele ettikle­
lerin iniş çıkış yönünü yolcu trafiğine göre rinden asansörlerin çoğu çıkış yönünde çalıştı­
düzenler. Yaklaşık 30 yıldır yüksek yapı­ rılır. Sabahın geri kalan bölümünde çıkış ve
lardaki asansörlerin çoğu tam otomatiktir. inişler dengelidir. İnsanların öğle yem eğine
Bu asansörler insan eliyle denetlenen asan­ gittiği saatlerde inişler, öğle yem eğinden dö­
sörlerden çok daha verimli, hızlı ve güveni­ nüşte çıkışlar daha yoğundur. Sonra gene
lirdir. uzun bir süre iniş ve çıkışlar dengelenir.
Otomatik asansörlerin kabininde, kapının İşgününün bitiminde asansörlerin çoğu bu kez
bir ya da iki yanma yerleştirilmiş bir panelde iniş yönünde çalışacak biçimde programlanır.
yapının her katı için numaralı bir düğme En sonunda, gece hizmetine ayrılan bir ya da
bulunur. Asansöre binen kişinin yapacağı tek iki asansör dışında elektronik sistem bütün
şey çıkmak ya da inmek istediği katın düğme­ asansörleri otomatik olarak durdurur.
sine basmaktır. Sonradan binen yolculara
asansörün hangi katta duracağını haber ver­ ASBEST. Çeşitli kayaçlarda damarlar halin­
mek için, basılan düğmenin içinde bir ışık de bulunan bir grup minerale asbest ya da
yanar. D üğm eye basıldıktan çok kısa bir süre amyant denir. Bu minerallerin yapısında ge­
sonra kapılar otomatik olarak kapanır ve nellikle kalsiyum ve magnezyum oksit, bazıla­
asansör kendiliğinden harekete geçer. Dura­ rında ayrıca demir vardır. Büyük ve açık
cağı kata yaklaşırken de gene otomatik olarak ocaklardan kazılarak çıkarılan asbest öbür
yavaşlar ve kat kapısıyla aynı düzeye geldiğin­ minerallerin çoğu gibi sert değildir; ipek
de durur. Asansör yukarı çıkarken, yapının gibi yumuşak ve parlak, uzun liflerden oluşur.
koridorlarındaki asansör kapılarının yanında Bu lifsi yapısı nedeniyle yün ve pamuk ipliği
bulunan panelin çıkış düğmelerine basan baş­ gibi eğrilebilir, kumaş biçiminde dokunabilir
ka yolcuların bulunduğu katlarda da durur. ya da dövülerek keçe haline getirilebilir.
Aşağı inerken de iniş çağrılarına yanıt verir. Başka hiçbir mineral bu özellikleri taşımaz.
Otom otik denetim düzeneği bütün çağrıları Asbestin sanayide çok aranan bir mineral
sırayla yanıtlamak üzere belleğinde sakladığı olmasını sağlayan en önemli özelliklerinden
ASETİLEN 57

biri de 2.50ö°C’lik sıcaklığa dayanabilmesidir. şimlerde bulunuldu. Ne var ki 1985’te İngilte­


Asbestin kullanımı yüzlerce yıl öncesine re Sağlık ve Sosyal Güvenlik Kurulu’na sunu­
uzanır. Eski tapmaklardaki meşalelerin fitille­ lan bir raporda tehlikenin abartıldığı ve asbes­
ri, pamuk fitiller gibi kısa sürede yanıp tin sakıncalarının çağdaş yaşamda her an
tükenmediği için asbestten yapılırdı. Ama bu karşılaşılan tehlikelerden daha ciddi olmadığı
mineralin sanayi çapında kullanılacak kadar öne sürülüyordu.
ucuzlaması için 19. yüzyılı beklemek gerekti.
Günümüzde debriyaj kaplaması, fren balatası ASETİLEN ya da “etin” kolayca alev alan
gibi çok ısınan otom obil parçalarının, yapılar­ renksiz bir gazdır. Havada oldukça isli ve sarı
daki yangın durdurucu kaplama ve çatıların, bir alevle yandığı halde oksijenle karıştırıldığı
ateşe dayanıklı koruyucu giysilerin yapımında zaman göz kamaştıracak kadar parlak, akkor
ve kalorifer kazanlarının yalıtımında asbest halinde bir alev verir. Saf asetilen hafif eter
kullanılır. kokusundadır; ama saf olmayan ticari aseti­
En çok asbest çıkarılan ülkelerin başında len, içindeki katışkılar nedeniyle sarmısak
Kanada, SSCB, Çin, İtalya ve Güney Afrika gibi kokar.
gelir. Ham asbest liflerinin işlenmesiyle elde Asetileni 1836!da Sir Humphry D avy’nin
edilen ürünlerin hemen hemen yarısı da yeğeni Edmund Davy buldu. Bu bileşik önce­
A B D ’de üretilir. Türkiye’de özellikle Sivas, leri kalsiyum karbürün suyla tepkimeye so­
Kütahya ve Bursa’daıı çıkarılan asbest, sana­ kulmasıyla elde ediliyordu. Basit asetilen
yinin gereksinimini karşılamaya yetm ediğin­ üreteçlerinde de kalsiyum karbür üzerine su
den yurtdışından da satın alınır. damlatılarak bu yöntem uygulanır. Örneğin
Asbest insan sağlığına zararlı bir maddedir. deniz fenerlerindeki basit asetilen üreteçleri
İnce asbest lifleri solunum yoluyla akciğerlere çok büyük çapta olduğundan, kalsiyum kar­
yerleşerek “asbestoz” denen akciğer hastalığı­ bür ve su eklem eye gerek kalmadan aylarca
na ve akciğer kanserine yol açabilir. Bu çalışabilir. Am a, kireçtaşı ile kokkömürünün
yüzyılın başında bazı ülkeler, asbest üretimin­ elektrik fırınında ısıtılmasıyla elde edilen kal­
de çalışanları bu tehlikeden korumak için siyum karbürün üretimi çok pahalıdır. Bu
yasalar çıkarmışlardı. Özellikle 1970 ve yüzden, asetilen bugün daha çok petrolün
1980’lerden sonra asbestin sakıncaları giderek yüksek sıcaklık ve basınç altında parçalanma­
önem senm eye başladı ve bu maddenin kulla­ sıyla (kraking yöntem iyle) elde edilir. A seti­
nımını tümüyle yasaklamak için önemli giri- len basınç altında tutulduğunda patlayarak
Crown Copyright bileşenlerine ayrılır ve bu patlama sırasında
büyük bir ısı açığa çıkar.

Asetilenin Kullanımı
Elektrikle aydınlatma çağının başlamasından
önceki yıllarda, kolayca tutuştuğu ve çok
parlak bir alevle yandığı için aydınlatmada
asetilen kullanılıyordu. İlk bisikletlerin ve
otomobillerin farları da asetilen lambalarıyla
donatılmıştı. Bugün asetilen lambaları daha
çok şamandıralarda, deniz fenerlerinde, fener
gemilerinde, ayrıca kara ve demiryollarındaki
bakım ve onarım çalışmaları sırasında kulla­
nılır.
Bazen gemilerdeki cankurtaran simitlerine
de Holm es feneri denen küçük bir aydınlatma
aygıtı takılır. Bu aygıt, içinde kalsiyum karbür
Düşerek alev alan bir uçağın çevresinde araştırma
yapan bu görevlinin koruyucu başlığı ve eldivenler i ve kalsiyum fosfür karışımı bulunan, m etal­
asbestten yapılmıştır. den yapılmış kapalı bir kutudur. Gece olan
58 ASFALT

kısaca PVC olarak bilinen ve çok yaygın bir


kullanımı olan polivinil klorürün temel bileşe­
ni (vinil klorür), asetilen ile hidroklorik asidin
tepkimesiyle elde edilir.

ASFALT, kum, kireçtaşı ve granit gibi ufalan­


mış mineral parçaları ile bitümün doğal ya da
yapay karışımı olan siyah renkte bir m adde­
dir. Isıtıldığında yumuşar ve plastik gibi es­
neklik kazanır. Bu yüzden ısıtılıp kalıba
dökülerek kolayca biçimlendirilebilir. Erime
noktası 32°C ile 37°C arasındadır. Çevre
sıcaklığına ve içindeki katışkılara bağlı olarak
Rriîish Oxygen Co. Ltd.
sıvı ile katı arasında değişik biçimlerde bulu­
Yaklaşık 3,QG0°C sıcaklığında bir alev veren
oksiasetiien hamlacı metallerin kesilmesinde ya da
nabilir. Asfaltın temel bileşeni olan ve katra­
Kaynakla birleştirilm esinde kullanılır. na benzeyen bitüm, bir karbon ve hidrojen
bileşiğidir. Bu nedenle kimyada hidrokarbon­
bir deniz kazasında cankurtaran simitleri de­ lar denen kalabalık bir sınıfın üyesi sayılır.
nize atılınca bu kutu açılır ve deniz suyunun İki tür asfalt vardır: Doğal asfalt ve petrol
kutudaki kimyasal maddelerle tepkimeye gir­ asfaltı. Doğal asfalt ya yerkabuğundaki tortul
mesiyle asetilen ve fosfin (fosforlu hidrojen) kayaçların çatlakları arasında çökelmiş olarak
gazlan açığa çıkar. Fosfin havayla karşılaşınca ya da dam arlar halinde bulunur. Bu asfalt
alev alarak asetileni tutuşturur; böylece olu­ birikintileri ve dam arları, kayaçlardaki petro­
şan dum an ve alev de kazaya uğramış kişiye lün uçucu bileşenlerinin buharlaşması sonu­
cankurtaran simidinin yerini belli eder. cunda çökelmiş olan petrol artıklarıdır. Petrol
Sanayide çok kullanılan oksiasetiien ham ­ asfaltı ise ham petrolün damıtılmasıyla elde
laçlarının metalleri kesecek ya da eritecek edilir.
kadar sıcak olan alevi de asetilen ile oksijenin Bir petrol yatağında doğal asfaltın çökel­
birleşmesiyle oluşur. Bu hamlaçları besleyen mesi milyonlarca yıl gerektiren uzun bir
asetilen, patlamaması için propanon denen süreçtir. Yataktaki petrol, yeraltındaki basın­
bir sıvıyla birlikte basınçlı çelik tüplere doldu­ cın etkisiyle kum yataklarından ve gözenekli
rularak depolanır. Tüpten geien asetilen gazı kayaçların arasından geçip yerüstüne çıkar.
ile gene çelik bir tüpte depolanmış olan Petrolün uçucu bileşenleri ayrıldıkça kayaçla-
oksijen gazı özel bir yakıcıda karıştırılarak rın arasında hiç katışıksız bir asfalt birikintisi
yakıldığında, sıcaklığı yaklaşık 3.ÜU0°C,yi bu­ kalır. Daha sonra bu bileşik hemen hemen
lan akkor halinde bir oksiasetiien alevi olu­ katışıksız bir sıvı halinde kayaçtan dışarıya
şur. Bu sıcaklık metalleri eriterek birbirine sızar.
kaynatmaya yetecek kadar yüksek olduğun­ Dünyanın en ünlü doğal asfalt ya da doğal
dan otomobil, gemi ve uçak yapımındaki bitüm yatağı, Sir W alter Raleigh’in 1595’te
kaynak işlerinde hep oksiasetiien hamiacı Batı Hint A daları’ndan Trinidad’da bulduğu
kullanılır (b a k . K a y n a k ). Oksiasetiien alevi asfalt gölüdür. Raleigh, sonradan bu gölü
çeliği de kolayca kesebildiği için eski çelik anlattığı bir yazısında, bulduğu maddenin
yapıların ve hurda makinelerin parçalanm a­ gemilerin kalafatlanmasında, yani ek yerleri­
sında da bu aletten yararlanılır. Oksiasetiien nin su sızdırmaz yapılmasında kullanılabile­
hamlacıyla çalışanlar, gözlerini alevin parlak cek en iyi madde olduğunu yazmıştı. 40
ışığından ve çıkan ısıdan korumak için yüzle­ hektardan daha geniş bir alanı kaplayan bu
rine kaynakçı maskesi takarlar. asfalt göiünün orta kesimdeki derinliği yakla­
Bugün asetilenin sanayideki en önemli kul­ şık 87 m etredir. Asfalt blokları kazmalarla
lanımı plastiklerin üretiminde başlangıç mad­ parçalanarak çıkarılır. Bütün gün çalışarak
desi olmasıdır (bak. PLASTİKLER). Örneğin büyük m iktarda asfalt çıkarıldığı halde göl heı
ASIMOV 59

Çatıların su yalıtımı için, kiremitlerin altına


asfalt emdirilmiş keçe, onun üstüne de ince
kırma taş yayılır. Yapılarda toprak düzeyinin
altında kalan temel duvarları da su sızıntıları­
nı ve nemi önlemek için gene asfaltla kapla­
nır. Tünellerin tavanları, kanalların ve su
depolarının içi, bazı köprülerin tabanları as­
faltlanarak sugeçirmez duruma getirilebilir.
Yapay asfalt genellikle bitüm ve kireçtaşı
karışımıdır. Doğal asfalta çok benzeyen bu
asfalt da yol kaplam alarında, yapıların çatı ve
tem ellerinde, su kulelerinde ve su depoların­
da yalıtım amacıyla kullanılabilir.

ÂStlTİ bak. ÇÖZELTİ VE ASILTI.

ASIMOV, E$aac (d o ğ u m u 1920). Rus asıllı


A B D 'li bilim ad am ı ve yazar Isaac Asimov,
Los Angeles yakınlarındaki La Brea asfalt
yataklarında gönüllü araştırm acılar soyu tükenm iş
özellikle bilimkurgu türündeki roman ve öy­
hayvanların fosillerini çıkarıyorlar. küleriyle, ayrıca halkın anlayabileceği düzey­
de yazılmış bilimsel kitaplarıyla tanınır.
gece yeniden dolar. Gölün yüzeyine döşenmiş S S Ç B ’d ek i P etro v içi kentinde doğan Asimov,
raylar üzerinden vagonlarla taşman bu gerçek üç yaşındayken anne ve babasıyla birlikte
asfalt Trinidad’da arıtılır ve varillere dolduru­ A B D ’ye göç etti. New Y ork’ta büyüdü ve
larak bütün dünya ülkelerine satılır. İ939'da Columbia Ü niversitesinde biyokim­
Bazı asfalt yatakları da tarihöncesi hayvan­ ya öğrenimini ta m a m la d ı. 1947’de aynı üni­
ların fosillerini barındırdığı için ünlüdür, ö r ­ versitede biyokimya doktorasını bitirerek
neğin A B D ’de, Los Angeles yakınındaki La Boston Ünıversitesi’nde öğretim görevine
Brea asfalt yataklarında soyu tükenmiş hay­ başladı. 1958;e kadar bu görevi sürdüren
vanların fosilleri bulunur. Irak’ta da, bazıları Asimov, o tarihten sonra ders vermeyi bıra­
çok eski çağlarda oluşmuş birçok asfalt kay­ karak aynı üniversitenin onursal kadrosunda
nağı vardır. yer aldı.
Doğal asfalt başka maddelerle karıştırıla­ Asimov:un yazarlığı, 1939"da bilimkurgu
rak yapılardaki dış cephe kaplamalarının ve dergilerinde yayımlanan kısa öykülerle başla­
aküm ülatör kutularının sızdırmazlığım sağla­ dı. 1950’de ilk kitabı olan Zamandan Kaçış
mak için kullanılabilir. Geçen yüzyılda cadde ( Pebble in the Sky ) yayımlandı. Bunu, 1951-
ve yolların asfaltlanmasında da doğal asfalt­ 53 arasında yayımlanan ve bilimkurgu dalında
tan yararlanılıyordu. Bugün yol kaplamacılı­ Hugo Ö dülü'nü kazanan bir üçleme izledi:
ğında daha çok petrol asfaltı kullanılır. imparatorluk ( Foundation), Altın Galaksi
Yol kaplamacılığında kullanılan asfaltın an­ (Foundation and Empire ) ve Gizli Tanrılar
cak 12’de biri bitüm, geri kalan bölümü ince (,Second Foundation). 1982’de Galaksi Çökü­
taneler halinde ufalanmış m ineraller ve kırma yor (Foundation’s Edge) adlı kitabın yayımıy­
taştır. Bu gereçler 325°-350°C arasında ayrı la süren bu dizide, büyük bir galaksi (gökada)
ayrı ısıtıldıktan sonra asfalt karıştırma maki­ imparatorluğunun parçalanmasıyla sona eren
nesiyle karıştırılır. Asfaltlanacak yolun yüze­ bir uygarlığın kalıntılarını kurtarmaya çalışan
yine yayılan bu karışımın üzerinden silindir bir toplumun öyküsü anlatılır. Bu toplumun
geçirilerek sıkıştırılır. Asfalt soğuduğu anda kurucusu olan Bari Selden, psikotarih bilimi­
yol kullanıma hazırdır. ne dayanarak yaptığı kehanetlerle daha baş­
Asfalt suyu geçirmediği için yapıların çatı langıçta toplumun kaderini de çizmiştir.
kaplamalarında da çok kullanılan bir gereçtir. Bir toplum un değişimlere, özellikle top­
60 ASİT

lumsal bunalımlara nasıl tepki göstereceğini Çünkü bu maddelerin ikisi de asitlerde çözü­
istatistik yöntemleriyle belirlemeyi amaçlayan nürken tıpkı bir gazoz gibi köpürür.
psikotarih Asimov’un en ilginç buluşlarından Eskiden bütün asitlerin bileşiminde oksijen
biridir. Buna karşılık yazar asıl ününü robot­ bulunduğu sanılıyordu. H atta “asit yapıcı”
lara ilişkin öyküleriyle yapmıştır. Asimov, bu anlamındaki oksijen adı da bu düşünceden
konudaki kısa öykülerini derleyen Ben, Ro­ doğmuştu. Sonradan bütün asitlerdeki ortak
bot (I, Robot ; 1950) adlı yapıtında ilk kez elementin oksijen değil hidrojen olduğu ve
“robotbilim yasaları”ndan söz eder. Bu yasa­ asitler ile m etaller tepkimeye girdiğinde, asit­
lar, insanlar ile makineler arasındaki ilişkileri teki hidrojenin serbest kalarak açığa çıktığı
düzenleyen ahlak kurallarıdır. Sözgelimi ya­ anlaşıldı.
sanın ilk maddesine göre bir robotun bir Derişik, yani sulandırılmamış asitler son
insana zarar verebilecek herhangi bir eylemi derece tehlikelidir; hatta seyreltik asitleri bile
uygulaması ya da onaylaması olanaksızdır. çok dikkatli kullanmak gerekir. Örneğin sül­
Asimov 300’ü aşkın kitap yazmıştır. Bilim­ fürik, nitrik ve hidroklorik asit gibi sıvı ya da
kurgu kitapları arasında Sonsuzun Tohumları sulu çözelti halindeki asitler çok yakıcı ve
( The Stars like Dust; 1951), Ölü Gezegen ( The aşındırıcı olduğundan, kullanırken bu m adde­
Caves o f Steel', 1954) ve Dünya Hepimize lerin deriye ve giysilere sıçramamasına özen
Yeter (Earth is Room Enough; 1957) sayı­ göstermelidir. Buna karşılık katı halde bulu­
labilir. Yazarın en çok okunan bilimsel kitap­ nan asitlerin yakıcılık ve aşındırıcılık özelliği
larından bazıları da inside the Atom bu kadar kuvvetli değildir. Aşındırıcılığın
(1956; “Atom un İçinde”), Life and Energy yalnızca asitlere özgü bir özellik olmadığını da
(1962; “Yaşam ve E nerji”), Our World in belirtmek gerekir. Örneğin sodyum hidroksit
Space (1974; “Uzaydaki Dünyamız”) ve Views (sudkostik) aşındırıcı ve yakıcı bir madde
o f the Universe'dir (1981; “Evrenin Görünü­ olduğu halde bir asit değil, sulu çözelti halin­
m ü”). de bulunan bir baz, yani bir alkalidir (bak.
Baz). Kimyasal olarak birbirinin karşıtı olan
ASİT. Asitler bütün kimyasal maddelerin asitler ile bazlar arasındaki tepkimelere
hem en yararlılarından, hem de en tehlikelile­ “nötrleşm e” ya da “yansızlaşma” tepkimesi
rinden sayılır. Sözgelimi derişik hidroklorik denir. Böyle bir tepkimenin sonucunda tuz
asit öldürücü bir zehirdir; ama mide özsuyun- denen bir bileşik ile su oluşur (bak. Tuz).
da bir m iktar seyreltik hidroklorik asit bulun- Bazı asitler ağır yanıklara yol açarken
masaydı besinler yeterince sindirilemezdi. bazıları yalnızca ağrı verir. Örneğin karınca
Asit terimi “ekşi” anlamındaki Latince bir ve arı gibi böceklerin ya da ısırganotu gibi
sözcükten türetilmiştir, çünkü bu bileşikler­ bitkilerin salgıları ağrı verici asitlerdir. Öte
den çoğunun tadı ekşidir. Bu yüzden eskiçağ­ yandan bazı asitlerin öldürücü bir zehir olm a­
larda insanlar asitleri tadına bakarak ayırt sına karşılık bazıları zararsız, hatta meyve
eder, örneğin sirkenin tipik bir asit olduğunu asitleri gibi tadı ve kokusu hoş m addelerdir.
bilirlerdi. Kimyacılar ise tanımadıkları bir Bu gruptaki asitlerin çoğu, doğal olarak
sıvının asit olup olmadığını anlamak için bulundukları maddenin ya da meyvenin La­
turnusol denen boyarm addelerden yararlanır­ tince adıyla anılır. Örneğin sirkedeki asetik
lar. Liken türü bitkilerden elde edilen bu asit Latince sirke ya da ekşi anlamındaki
boyarm addeler, asit ve baz yapısındaki m ad­ acetum sözcüğünden, ham elmadaki malik
deleri tanıyıp ayırt etmeye yarayan birer asit elmanın Latince adı olan malum'dan.
belirteç ya da ayıraçtır. Nitekim mavi renkte portakal, limon ve turunçtaki sitrik asit ise bu
turnusol çözeltisi emdirilmiş bir kâğıt (turnu­ turunçgillerin adı olan citrus sözcüğünden
sol kâğıdı) bir aside batırıldığı zaman rengi türetilmiştir. Üzümde de, şarap dinlendirilen
kırmızıya döner (bak. TURNUSOL). Asitleri fıçılarda krem tartar biçiminde çökelen ve
tanımanın bir yolu da bu maddelerin içine kabartm a tozu yapımında kullanılan tartarik
elem ent halinde magnezyum ya da sodyum asit bulunur.
karbonat (çamaşır sodası) karıştırmaktır. Bitki ve hayvanlardan elde edilen asitlere
ASİT YAĞMURU 61

organik asitler denir. Ama bu asitlerin hepsi 3’e, hatta daha altına düşer. Asit yağmurları­
yukarıda anılan meyve asitleri gibi zararsız nın yeryüzüne inerek topraktaki, akarsu ve
m addeler değildir. Örneğin kuzukulağında, göllerdeki sulara karışmasıyla bu suların asit­
raventte ve bazı başka bitkilerde bulunan liği artar. Böylece doğadaki denge bozulur ve
oksalik asit oldukça zehirlidir. Acıbademde canlıların yaşamı tehlikeye düşer. Ağaçlar
ve şeftali çekirdeğinde az miktarda bulunan sağlığını yitirir, kararır, hatta kuruyarak ölür.
prusik asit ise siyanür içerdiği için çok kuvvet­ Bunun sonucunda ağaçlarda barınan, yaprak
li bir zehirdir. ve meyveleriyle beslenen hayvanlar giderek
İnorganik ya da mineral asitler arasında en azalır. Topraktaki besleyici m addeler kimya­
önemlileri, sanayi kimyasının temel m addele­ sal değişikliğe uğrar. Suların asitliği arttığı
ri olan sülfürik, hidroklorik ve nitrik asitler­ için bu çevre kirliliğinden en çok etkilenen
dir. (Bu üç asidi ansiklopedide ayrı bir madde su bitkileri, balıklar ve öbür su hayvanları
olarak bulabilirsiniz.) Kimyacılar bugüne ka­ olur. Bu kadar asitli bir suda hiçbir canlı
dar yüzlerce asidi tanımlamış ve bunlardan yaşayamayacağı için, göllere yeşil ya da mavi
çoğunu, hatta bitkilerde bulunan organik rengini veren yosunlar da ölünce göllerin suyu
asitleri bile laboratuvarda yapay olarak üret­ bir kristal gibi renksiz ve duru hale gelebilir.
meyi başarmışlardır. İnorganik asitler, özel­ Asit yağmurundan etkilenen yalnızca doğa­
likle sülfürik, hidroklorik ve nitrik asitler daki canlılar değildir. İçme suları da kirlene­
sanayide büyük ölçüde üretilir ve tüketilir. bilir ve asit zamanla yapıların dış yüzeyindeki
Örneğin sülfürik asit gübre, pil, patlayıcı ve taşları ve metalleri yiyerek aşındırabilir.
plastik m addelerin yapımında çok kullanılır. Asit yağmuruna bağlı çevre kirliliğinin göz­
Kezzap adıyla bilinen nitrik asit ise patlayıcı le görülür etkileri ilk kez A lm anya’da,
m adde, ilaç ve boya sanayilerinin temel m ad­ 1970’lerin başında gözlendi. Bugün bütün
delerinden biridir. dünya ülkelerinde kaygı verici boyutlara ula­
şan bu sorunun en önemli yanı, rüzgârların
ASİT YAĞMURU. Kömür ve petrol gibi fosil asitli dumanları yüzlerce kilometre öteye sü-
yakıtlar ile mazot ve benzin gibi petrol türev­ rükleyebilmesidir. Bu yüzden çevre kirliliği
leri yandığında, bol m iktarda kükürt dioksit Adam Hart-Davis!Science Photo Library

ve bir miktar azot oksitleri içeren dumanlar


çıkar. Havaya yükselen bu dum anların za­
manla bulutlardaki su damlacıkları ve hava­
daki su buharıyla birleşmesiyle sülfürik ve
nitrik asitler oluşur. Yakıt dumanlarının için­
de ayrıca bu tepkimeyi hazırlayan ve katalizör
denen bazı kimyasal m addeler vardır (bak.
K a t a l i z ö r ). En sonunda sülfürik ve nitrik asit
buharları ile damlacıkları yoğunlaşarak “asit
yağmuru” halinde yeryüzüne iner.
Asit olarak nitelenen kimyasal maddelerin
bir özelliği de, metallerle birleştiklerinde ya­
pılarındaki hidrojen atomlarının artı elektrik
yüklü iyonlar halinde açığa çıkmasıdır. Bu
nedenle bir çözeltinin asitlik derecesi, o çözel­
tinin bir metre küpündeki hidrojen iyonları­
nın yoğunluğuyla ölçülür. “pH ” simgesiyle
gösterilen bu değer sıfıra yaklaştıkça çözelti­
nin asitliği artar. Aslında normal bir yağmur
da bir ölçüde asit özelliği taşır (pH 5-5,6). Batı Almanya daki Karaorman üzerinde yayılan asit
sisi. Bu sisteki su damlacıklarında çözünmüş olan
Asit yağmurlarında ise pH değeri bazen bazı kimyasal maddeler, özellikle kükürt dioksit
sirkenin (asetik asidin) asitliğine yaklaşarak sağlık açısından son derece zararlıdır.
62 ASKERİ OKULLAR

isteyen kişilerin eğitildiği uzmanlık okulları­


dır. Bugünkü anlamıyla ilk askeri akadem iler,
18. yüzyılda A vrupa’da genç soyluların eğiti­
mi için krallarca kurulm uştur. Dönemin öbür
akademileri ise topçu ve mühendis yetiştir­
mekteydi. Deniz ve hava harp akademilerinin
kuruluşu 19. ve 20. yüzyıllara rastlar. 18.
yüzyılda soylu olmak, askeri akadem ilere
giriş için yeterli görülürken, daha sonraları
adaylarda, okur yazarlık, fiziksel uygunluk,
sağlam karakter ve önderlik yeteneği gibi
n ite lik le r önem kazanmıştır, İlk akadem ilerde
Atlattı Hart-Davis!Science Photo Lıbrary
matematik ve dil eğitimi önemliyken günü­
Asit yağm urunun zararlı etkilerinden biri d e , bu ladin
ağacında görüldüğü gibi y a p ra k la rın s a r a r m a s ıd ır .
müzde haberleşm e, mühendislik, uygulamalı
bilimler ve teknik konular ağırlık kazanmıştır.
çoğu kez asit yağmurlarının düştüğü bölgede
değil, rüzgâra açık başka yerlerde görülür. T ü rkiye 'd e A skeri O kullar
Örneğin İngiltere’nin sanayi m erkezlerinden O rduda görev yapacak subay ve astsubaylar
yükselen dum anlar, bu bölgede sürekli olarak askeri okullarda yetiştirilir. Hava, deniz ve
kuzeydoğu yönünde esen rüzgârların etkisiyle kara kuvvetlerinin subay gereksinimini harp
İskoçya ve İskandinavya’ya sürüklenerek bu­ okulları karşılar. Türkiye’de dört askeri lise
ralardaki orm anlara büyük zarar verir. Aynı vardır: İstanbul Kuleli Askeri Lisesi, Bursa
nedenle, A B D ’nin yakıt tüketimi arttıkça Işıklar Askeri Lisesi, İstanbul Deniz Lisesi ve
yalnız bu ülkede değil, A vrupa’nın birçok İzmir M altepe Askeri Lisesi. Bu okullara,
yerinde, Güney Am erika ve Avustralya’da ortaokulu bitiren erkek öğrenciler arasından
çevre kirliliğinden etkilenen alanlar giderek sınavla öğrenci alınır. Üç yıllık bir eğitimin
genişleyecektir. sonunda askeri liseleri bitirenler, harp okulla­
Kimyasal tepkimelerin karmaşıklığı nede­ rına alınır. A nkara’da Kara, İstanbul’da D e­
niyle, asit yağmurlarının nasıl oluştuğunu tam niz ve Hava harp okulları olmak üzere üç
olarak açıklamak güçtür. Dum anların nere­ harp okulu vardır. H arp okulları, askeri liseyi
den geldiğini, dolayısıyla kimin sorumlu oldu­ bitiren öğrencilerin yanı sıra, gereksinim du­
ğunu kanıtlamak daha da güçtür. Am a çevre yarsa liselerin fen bölümünü bitirenler arasın­
kirliliğinin başlıca kaynağı olan enerji santral- dan da sınavla öğrenci alır. Bu öğrenciler
larının ve fabrikaların bacalarından çıkan harp okullarında gördükleri dört yıllık eğiti­
dum anlar özel filtrelerden geçirilerek tehlike­ min sonunda subay çıkarlar. Subayların ko­
li kimyasal m addelerden temizlenebilir. Ne m utanlık niteliklerini geliştiren ve kurmay
var ki bu pahalı bir önlemdir ve sanayicilerin subay yetiştiren okulların adı harp akadem ile­
çoğu bu dumanların çevre kirliliğinden so­ ridir. Kara, hava ve deniz harp akademilerine
rumlu olduğu kesinlikle kanıtlanmadıkça bu üsteğmenler ve kıdemli yüzbaşılar sınavla
filtreleri taktırm aya yanaşm amaktadır. Soru­ alınır. Ayrıca, Gülhane Askeri Tıp A kadem i­
nun can alıcı noktası ise, bu tartışm alar sürüp si de askeri doktor yetiştirir.
giderken orm anların, geniş tarım alanlarının H arp okulları ile harp akademilerinin yanı
ve doğadaki canlıların giderek daha büyük sıra, silahlı kuvvetlerin bursuyla çeşitli fakül­
zarara uğramasıdır. Kısa zamanda gerekli telerde okuyan askeri öğrencileri alanlarına
önlem ler alınmazsa, asit yağmurlarının doğa­ göre eğiten subay sınıf okulları da vardır.
daki yıkıcı etkileri bu yüzyılın sonunda belki Bunlar silahlı kuvvetlerin değişik konularda
10 kat artacaktır. subay gereksinimlerini karşılayan okullardır.
Astsubay hazırlama ve sınıf okullarında
ASKERİ O KULLAR, silahlı kuvvetlerin çeşit­ ordunun alt kom uta kademelerinde yönetim
li kademelerinde subay olarak görev almak ve eğitim işlerini yürüten astsubaylar yetiştiri­
ASKERLİK 63

lir. Bu okullara liseyi bitirenler de açılan İngiltere'de barış zamanında zorunlu askerlik
sınavı kazanırlarsa girebilirler. Bir yıllık eği­ yoktu. 1914’te I. Dünya Savaşı başladığı
tim süresi içinde astsubay adayları, uzmanlık zaman, İngiliz ordusu düzenli askerlerden ve
alanlarına göre eğitilirler. gönüllülerden oluşturuldu. 1916’da askere
alma yasası yürürlüğe girince genç ve sağlıklı
ABD 'de A skeri A kad e m iler erkekler askerlik hizmetinden sorumlu tutul­
A B D ’de, Sahil Koruma Akademisi dışında maya başlandılar.
kalan bütün askeri akadem iler için adaylar 1930’larda ABD ve İngiltere, oldukça kü­
kongre üyelerince seçilir. Bu işlemde, yedek­ çük düzenli ordularla yetindiler. Ama A l­
lerle birlikte silahlı kuvvetler üyelerinin ve manya ve Japonya’da, zorunlu askere alma
emekli askerlerin çocuklarına öncelik tanınır. yoluyla büyük ordular kuruldu. 1939’dan
Okul giderleri ABD hükümetince karşılanır; başlayarak İngiltere askere alma yasasını ye­
buna karşılık öğrenciler okulu bitirdikten niden uygulamaya koydu; böylece, barış za­
sonra dört ya da beş yıl silahlı kuvvetlerde manında zorunlu askerlik, İngiltere’de ilk kez
görev yapmakla yükümlüdürler. ABD silahlı başlamış oldu. II. Dünya Savaşı sırasında,
kuvvetlerindeki subayların birçoğu akademi zorunlu askerlik hizmeti yanında savaş gereç­
eğitiminden geçmeden, görev başında yetişti­ leri ve mayın yapımı gibi temel işler için de
rilmişlerdir. Ama, başkomutanlık kadem ele­ milyonlarca insan askere alındı.
rinde görevlendirilmek üzere yetiştirilen pro­ II. Dünya Savaşı’ndan sonra hemen hemen
fesyonel askerler ile eğitim, seferberlik ve bütün ülkeler ordularını güçlendirmek amacıy­
askeri teknoloji uzmanları akadem ilerde eği­ la gençleri, çoğunlukla iki yıllık bir süre için
tim görür. askere alarak zorunlu askerliği uyguladılar.
1974’te kadınlara tanınan Deniz Ticaret İngiltere zorunlu askere almayı 1960’ta bırak­
Akadem isi’ne girebilme hakkı, 1976’da öteki tı, o zamandan beri İngiltere’nin kara, hava
akadem iler için de yasallaştırılmıştır. ve deniz kuvvetleri gönüllülerden oluşm akta­
New York’taki West Point’da bulunan dır. ABD askere almayı Vietnam Savaşı
ABD Askeri Akademisi, kara kuvvetlerinde sırasında sürdürdü, 1973’te bu ülkede de
görev alacak subayları yetiştirmektedir. Mary- zorunlu askerlik sona erdi. Günümüzde bir­
land’daki A nnapolis’te, Deniz Akademisi çok ülkede zorunlu askerlik hizmeti yürürlük­
ile C olorado’daki Colorado Springs kenti tedir. Düzenli ordusu olmayan İsviçre gibi
yakınlarındaki Hava Kuvvetleri Akademisi bazı ülkelerde sağlıklı yetişkin yurttaşlar ya­
de, ABD ordusunun deniz ve hava subayı şamlarının belli bir döneminde askerlik hiz­
gereksinimini karşılamaktadır. metine alınır ve bu süre boyunca her yıl
birkaç hafta eğitim görürler.
ASKERLİK. O rdular, mesleği askerlik olan
kişilerin dışında ya belirli bir süre için yetişkin Tü rkiye 'd e A skerlik
insanlardan zorunlu askerlik hizmeti istene­ Türkiye’de 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılın­
rek ya da gönüllülerden oluşur. Eski Mısır’da caya kadar, ordunun büyük bölümünü tımarlı
bir tür zorunlu askerlik hizmeti uygulanmıştı. sipahiler ve yeniçeriler oluşturuyordu. Tım ar­
Napolyon Savaşları sırasında da Fransa, bü­ lı sipahiler yalnızca savaş sırasında orduya
tün sağlıklı erkekleri askere aldı. Daha sonra katılan askerlerdi; yeniçeriler ise, ordunun
Prusya, erkekleri askerlik eğitimi için bir süre sürekli askerleriydi (bak. YENİÇERİ O C A Ğ I).
askere çağırmaya ve sonra onları serbest Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra süresiz
bırakmaya başladı; böylece asıl ordu küçük askere alma uygulaması başladı. Bu uygula­
kalırken, savaş zamanında hizmet etmeye mayla görevli m em urlar, belirlenmiş sayıya
hazır, eğitim görmüş yedek askerler bulunu­ ulaşıncaya kadar, halk arasından asker seçer­
yordu. lerdi. 1843’te çıkarılan bir yasayla, kura yoluy­
Am erikan İç Savaşı’nda (1861-65) Güney la askere alma kabul edildi. Kura yoluyla
ve Kuzey, zorunlu askerlik yolunu kullandı­ askere alman kişiler, beş yıl zorunlu askerlik­
lar. Am a, 19. yüzyıl boyunca A B D ’de ve ten sonra, yedi yıl için de yedeğe ayrılır ve
64 ASLAN

yılda bir ay askerlik eğitimi görürlerdi. A sker­ olan uzunluğu 3 metreyi aşar, ağırlığı da 225
lik yaşma gelen gencin ailesine bakacak kim­ kilogramı bulur.
sesi yoksa askere alınmazdı. Ayrıca imamlık Bugün aslan daha çok bir Afrika hayvanı­
yapanlar ile İstanbul halkı da askere alınmı­ dır. G erçekten de aslanların çoğu bu kıtanın
yordu. 1869’da askerlik süresi 20 yıla çıkarıldı. güneyinde ve doğusunda, az bir bölümü de
20 yıllık askerliğin altı yılı sürekli olarak H indistan’ın kuzeybatısındaki Gir O rm anı’n-
orduda, geri kalan yıllar yedek asker olarak da koruma altında yaşar. Oysa İS 500 yıllarına
tamamlanırdı. 1916'da çıkarılan bir yasayla, kadar A vrupa’da da aslanlar yaşıyordu.
padişah soyundan gelenler dışında Osmanlı Erkek aslan, iri kafasını ve güçlü omuzları­
uyruğunda bulunan herkesin askere alınması nı örten gür yelesiyle dişisinden kolayca ayırt
zorunluluğu getirildi. 45 yaşına kadar herkes edilir. Ama bütün erkek aslanların yelesi aynı
asker sayıldı. büyüklükte değildir; hatta bazılarında hiç yele
Günüm üzde ise, 1927’de çıkarılan bir yasa­ olmayabilir. Aslanların postu genellikle altın
ya göre Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki sarısı ya da kızıl kahverengi, sırtları gövdeleri­
herkes, 20 yaşma geldiğinde ilk askerlik nin alt bölümlerinden, yeleleri ise hemen her
yoklamalarını yaptırmak zorundadır. Er ola­ zaman postun öbür bölümlerinden daha koyu
rak askerlik süresi 18 aydır. Yükseköğrenim renktedir. Dişiler erkeklerden hem daha kü­
görmüş olanlar arasında çekilen kurayı kaza­ çük yapılı, hem de daha açık renklidir.
nanlar sekiz ay er olarak, ötekiler ise 16 ay Bütün kedigiller gibi aslanın pençeleri de
yedeksubay olarak askerlik yaparlar. 1980’de yumuşak tabanlıdır ve gerektiğinde içeri çeki-
çıkarılan yeni bir yasayla bedelli askerlik lebilen güçlü tırnaklarla donatılmıştır. Uzun
uygulaması getirildi. Bedelli askerlikte belirli kuyruğunun ucundaki püskülün arasında da
bir m iktar parayı ödeyenler yalnızca üç ay mahmuza ya da tırnağa benzeyen bir oluşum
askerlik yapmaktadır. Yurtdışmda çalışanlar vardır; ama bunun ne işe yaradığı bugüne
ise. bu bedeli dövizle öder ve iki ay askerlik kadar açıklanamamıştır.
eğitiminden geçirilirler. Kumluk ya da kayalık düzlüklerde ve sey­
rek ağaçlı açık otlaklarda yaşayan aslanların
A S LA N . Gösterişli yapısı, gücü ve yırtıcılığı rengi, güneşte kavrulan arazinin ve bitki
nedeniyle “orm anlar kralı" olarak anılan as­ örtüsünün rengiyle tam bir uyum içindedir,
lan (Panthera leo , eskiden Leo leo ), kedigiller Bu hayvanlar genellikle bir ya da birkaç
NHPA/S. Robinson ailelik gruplar halinde yaşarlar. Gırtlaktan
çıkan ve gök gürültüsünü andıran kükrem ele­
ri daha çok akşam saatlerinde ya da gün
doğarken duyulur.
Bütün gününü kayaların ve ağaçların gölge­
sinde yatarak ya da uyuyarak geçiren aslan
genellikle geceleri avlanır. Başlıca avı, ovalar­
da sürüler halinde otlayan zebra, ceylan,
antilop ve gnu gibi memeli hayvanlardır.
Avını ya bir su birikintisinin yanında pusuya
yatarak bekler ya da otladığı sürece sezdirme­
den, sabırla izler. En uygun durumu yakaladı­
ğında avının üzerine yıldırım hızıyla atlayıp
yere düşürür ve tek bir pençe vuruşuyla
Dişi ve erkek aslan. Erkek aslanı (sağda) dişiden hayvanı bir anda öldürür. Güçlü kuvvetli bir
ayıran en belirgin özellik uzun ve gür yelesidir.
erkek aslan, at büyüklüğünde bir hayvanı
dişleriyle çekerek sürükleyebilir. Aslanlar ge­
familyasının en iri üyelerinden biridir. Yetiş­ nellikle gruplar halinde avlanır ve bazıları
kin bir erkek aslanın omuz yüksekliği 1 pusuya yatarken, öbürleri avı onlara doğru
metreyi, burnundan kuyruğunun ucuna kadar kovalar.
ASORADALARİ 65

Aslan üzerine gidildiğinde çok tehlikeli bir


hayvandır, ama genellikle insana saldırmaz.
Yalnız, çevik yaban hayvanlarını avlayamaya-
cak kadar yaşlanan aslanların bazen özellikle
insanlara saldırdığı olur. Bazen de genç bir
aslan rastlantı sonucunda bir kez insan eti
yedikten sonra bunu alışkanlık haline getire­
bilir. Aslanlar çoğu kez sığırlara ve öbür evcil
hayvanlara da saldırırlar. Ahırların çevresin­
deki çitleri yıkar ve ağızlarında taşıdıkları iri
avlarıyla birlikte parm aklıkların üstünden at­
layıp kaçarlar.
Aslan bir batında genellikle üç, bazen iki,
çok seyrek olarak da altı yavru doğurur. Dişi
aslan yavrusuna bağlı bir anadır, ama erkek
de yavruların bakımıyla ilgilenir. Yavru aslan­
ların postunda sonradan kaybolan koyu renk
benekler vardır. Bazı bilim adamları aslanla­
rın eskiden orm anda yaşadıklarını, postların­
daki beneklerin de ormanın yaprakları ve
Adnan Balkanlı
gölgeleri arasında gizlenmelerine yardımcı
Aslanağzı renk renk çiçekleriyle sevilen bir bahçe
olduğunu öne sürerler. bitkisidir. İki yandan hafifçe bastırıldığında çiçeklerin
Doğada aslanın düşmanı yoktur. Am a in­ "ağzı" açılır.
sanlar, gücüyle hem korku hem saygı uyandı­
ran bu hayvanı avlamak için yıllarca safariler tohum lar bu deliklerden dışarı saçılır.
düzenlemiş, soyunun azalmasına yol açmıştır. SSCB’de aslanağzınm tohum larından, hemen
Bugün aslanlar A frika’da ve birçok ülkede hemen zeytinyağı kalitesinde yemeklik yağ
hayvanat bahçeleri ile doğal parklarda koru­ elde edilir.
ma altındadır. 19. yüzyılda A vrupa’da aslanağzınm alaca
çizgili çeşitleri çok beğeniliyordu. Oysa bugün
ASLANAĞ ZI ilginç görünümlü ve güzel beyaz, sarı, pem be, kırmızı, m or gibi tek
renkli çiçekleriyle sevilen bir bahçe bitkisidir. renkte çiçek açan çeşitleri daha çok yetiştiri­
Çiçeklere iki yandan hafifçe bastırıldığında, lir. Bitkinin bazı çeşitleri 1 m etreye kadar
taçyapraklar kükreyen bir aslanın ağzı gibi boylanabilirken, 15-25 cm boyundaki bodur
açılır ve dişiorganm tepeciği ortada bir dil gibi çeşitleri de vardır. Aslanağzı, toprağın iyi
görünür. Adını bu özelliğinden alan bitkinin akaçlanmış olması koşuluyla güneşli ya da
bilimsel cins adı (Antirrhinum) da Latince’de gölgeli yerlerde tohum dan üretilebilir. Çeşit­
“hayvan burnuna benzeyen” demektir. lerin büyük bölümü çokyıllıktır, yani aynı
Aslanağzınm bahçelerde insan eliyle yetiş­ bitki üst üste birkaç yıl çiçek verebilir. Am a
tirilen çeşitleri Akdeniz çevresinde yaygın genellikle her yıl yeniden ekilir. Bazı bölge­
olan Antirrhinum majus türünden üretilmiş­ lerde bitkinin en büyük düşmanı “aslanağzı
tir. Bitkinin doğadaki türleri kayalık yerlerde pası” denen bir m antar hastalığıdır. Y aprak­
yetiştiği için, çiçeğin erkekorganlarm ı ve dişi­ larda ve gövdede beliren kahverengi lekeler­
organm tepeciğini sert rüzgârlardan koruya­ den sonra bitkinin solarak ölmesine yol açan
bilmek üzere taçyapraklar sıkıca kapanmıştır. bu hastalığa dayanıklı aslanağzı çeşitleri de
Bu nedenle, ancak toprakarısı ya da yabanan- geliştirilmiştir.
sı gibi güçlü böcekler çiçeğin kadifemsi tüylü
dudaklarını aralayarak çiçektozlarını bir çi­ ASO R A D A LA R I, Portekiz’in denizaşırı top­
çekten öbürüne taşıyabilir. Tohum kılıfında raklarıdır. Portekiz’e 1.290 km uzaklıkta,
üç tane delik vardır; rüzgâr çiçekleri sarsınca Atlas O kyanusu’nda yer alan dokuz ada ve
66 ASPENDOS

birkaç kayadan oluşan bir takım adadır ve Estvediya adını taşıdığı görülür. Bu adın
Atlas O kyanusu’nun tabanındaki dağ sıraları­ Y unanlılar’dan önceki yerli bir Anadolu dili­
nın su yüzüne çıkan zirveleridir {bak. ATLAS ne ait olması bu olasılığı daha da güçlendir-
O k y a n u s u ) . B u adalar deprem bölgesindedir. m ektedir.
30 yıl önce bir volkanik patlam a dokuz Aspendos 5. yüzyılda komşusu Side’nin
adadan biri olan Fayal’ın büyümesine neden yanı sıra kendi adına para basan büyük ve
olmuştur. zengin bir kentti. Önemli bir ticaret yolu
Adaların çoğu kayalık, çakıllı bir kıyıdan üzerinde bulunan kent Helenistik ve Roma
yükselerek Pico A dası’nda 2.000 metreyi dönem lerinde zenginleşerek bir kültür m er­
aşar. Genellikle sıcak olan iklim birçok mey­ kezi olmuştu. Burada bulunan tümü Roma
venin yetişmesine olanak verir; özellikle ana­ dönem inden kalma yapılar bunu vurgulam ak­
nas dışarıya sattıkları ürünlerin başında gelir. tadır. A spendos’ta kazı yapılmadığı için daha
O rtadaki adalar Gracioso, Terceira, Fayal, öncesine ilişkin yapılar ortaya çıkarılma­
Sâo Jorge ve dağlık Pico’dur. Doğuda Flores mıştır.
ve adaların en küçüğü olan Corvo yer alır. Başlangıçta biri büyük biri küçük iki tepe
Batı uçta, takım adanın en büyük kenti olan üzerine kurulan kent daha sonra gelişerek
Ponta D elgada’nın yer aldığı, 130.000’i aşan eteklerdeki düzlüklere yayılmıştır. Helenistik
nüfusuyla, en kalabalık olan Sâo Miguel dönemde yapılan Aspendos Surları Rom a ve
Adası vardır. Sâo Miguel’in güneyinde Santa Bizans dönemlerinde onarım görmüştür.
M aria Adası bulunur. Kentin merkezini oluşturan Büyük Tepe ile
1427’de Portekizliler keşfetmeden önce Tiyatro Tepesi arasındaki vadileri izleyen
Asor A daları’nda insan yaşamıyordu. A dala­ yollar surlarla çevrilidir. Büyük T epe’ye çıkıl­
rın keşfedilmesinden kısa bir süre sonra in­ dığında, “kentin yukarı bölüm ü” anlamına
sanlar yerleşmeye başladı; Portekiz’le iyi tica­ gelen Akropol ile karşılaşılır. A kropol’ün or­
ret ilişkileri kuruldu. 1580-1640 yıllan arasında tası pazar yeri, eski adıyla agora"dır. Pazar
İspanyollar’m yönetimi altında olan Asor yerinin hemen kıyısında 105 metre uzunlu­
Adaları, Batı Hint A daları’ndan ülkelerine ğunda, bazilika (çarşı, mahkeme salonu, top­
dönen servet yüklü filoların buluşma yeri lantı yeri olarak kullanılan üstü örtülü yapı)
oldu. Bu sırada İspanya ile savaşan İngiltere’ kalıntıları vardır. Bazilikanın kuzeyinde bü­
nin, altın ve gümüş yüklü teknelerin yolunu yük mermerlerden yapılmış anıtsal bir çeşme
kesmek için gemilerini yollaması sonu­ (nymphaion), çeşmenin arkasında ise bir ka­
cunda, Asor Adaları deniz savaşlarına sahne palı konser salonu (odeon) bulunur. Büyük
oldu. T epe’nin kuzeyinde, günümüze oldukça sağ­
Bugün adalar, adlarını Angra do Heroisme lam kalabilmiş sukemerleri görülür. Ama
(Terceira), Ponta Delgada (Sâo Miguel) ve hepsinden önemlisi, küçük tepenin doğu ya­
H orta (Fayal) limanlarından alan üç yönetsel macında olanca görkemi ve güzelliğiyle duran
bölgeye ayrılmıştır. Asor A daları’nda A B D ’ ünlü Aspendos Tiyatrosu’dur. İS 161-180 ara­
nin önemli bir askeri hava üssü vardır. A dala­ sındaki Roma İmparatoru Marcus Aurelius
rın toplam nüfusu 252.200’dür (1986). döneminde yapılan tiyatro, A nadolu’daki
Rom a tiyatrolarının günümüze sahnesiyle bir­
ASPENDO S, A ntalya’nın Belkıs köyü yakın­ likte ulaşan en sağlam örneğidir. Tiyatronun
larında, Roma dönem inden kalan tiyatrosu iki katlı sahne bölümünün iki yanma ek
ile ünlü bir eskiçağ kentidir. Coğrafyacı Stra- yaptıran Alaeddin Keykubad (1220-1237) bu­
bon kentin Mopsos öncülüğündeki Argoslular rayı saray olarak kullanmıştır. Günümüze
tarafından kurulduğunu söyler. Ancak kentin sağlam kalışının nedeni, bu dönemde bakım
çok daha eski dönemde kurulduğu ve 1200 görmüş olmasıdır. Kent kalıntıları içinde ayrı­
yıllarında Yunanistan Y arım adasından bura­ ca, iyi korunmuş durum da bir stadyum ile
ya göçen Argoslular’ca ele geçirildiği daha hamam, çeşme, tapm ak ve m ezarlar da bu­
güçlü bir olasılıktır. Kazılarda ele geçen İÖ 5. lunur.
ve 4. yüzyılda basılmış metal paralarda kentin Kentin kalıntılarının görkem inden geçmişte
ASTROLOJİ 67

Aspendos Tiyatrosu İS 161-180 arasında Roma İm paratoru Marcus Aurelius dönem inde yapılm ıştır.

çok canlı bir ticaret merkezi olduğu anlaşıl­ Sami kabileler de A starte’ye tapardı. Asurlu-
m aktadır. Denizden Köprü Suyu’na giren lar ve Babilliler ona İştar adını vermişlerdi.
yelkenli gemiler kente kadar gelir yüklerini Kutsal K itap’ta ise A ştoret adıyla anılır.
boşaltır, A spendos’tan tuz, yağ, yün, buğday, Filistin’de çok sayıda A starte heykeli ortaya
çeşitli dokum alar ve kereste yüklerlerdi. Ken­ çıkarılmıştır. Kutsal K itap’ta Hz. Süleyman’ın
tin pazar yerinde günlük alışveriş yapılırken Kudüs’te onun adına bir tapm ak yaptırdığı,
bazilikadaki dükkânlarda kentler arası ve bu tapmağı Kral Yoşiya’nın yıktırdığı anlatı­
denizaşırı mal ticareti yapılırdı. lır. Eski Yunanlılar, Kıbrıs’ı Fenikeliler’den
Stadyumda düzenlenen yarışmalar, tiyatro­ aldıktan sonra A starte’yi kendi tanrıçaları
daki gösteriler Aspendoslular’ı ve kente tica­ olan Afrodit ve Artem is ile özdeşleştirdiler.
ret için gelen tüccar ve gemicileri eğlendirirdi. A starte, Roma tanrıçaları Diana ve Juno ile
Kentte ayrıca arena olmadığından Rom a ve Mısır tanrıçaları İsis ve H athor’a da benzetil­
Bizans dönem lerinde gladyatör dövüşleri de miştir.
tiyatronun sahne ile seyirci bölümü arasındaki
alanda yapılırdı. Aspendos Tiyatrosu 15 bin A STR O LO Jİ, yıldızların ve gezegenlerin in­
kişi alabilen büyüklüğüyle günümüzde de san yaşamı üzerindeki etkilerinin incelenm e­
kullanılmaktadır. sidir. Astrologlar, gökcisimlerinin hareketle­
rini gözlemleyip gökyüzü haritaları çıkararak
ASTARTE, çok eski zam anlarda bereket ve gelecekteki olayları önceden haber verebile­
verimlilik tanrıçasıydı. A starte’ye A kdeniz’in ceklerini öne sürerler. Am a bu savlarını
doğu kıyısında yaşayan Fenikeliler taparlardı; destekleyecek hiçbir bilimsel kanıt olmadığı
Sur (Tyros), Sayda (Sidon) kentlerinde ve için, astroloji çoğu kez “sahte bir bilim”
Kıbrıs’ta onun için tapm aklar yapmışlardı. olarak nitelenir. Yüzyıllar önce astroloji ile
A starte’nin A y’ın hareketlerini, bütün bitki astronomi birbirine sıkı sıkıya bağlıydı ve eski
ve hayvanların yaşamlarım ve büyümelerini toplum lar için aynı anlamı taşırdı. Oysa bu­
denetlediğine inanılırdı. İnsanlar onun, yeni gün ikisinin alanları tümüyle farklıdır ve
ekinlerin yetişmesine, hayvanların ve insanla­ aralarında hiçbir bağlantı kalmamıştır (bak.
rın doğumlarına yardım ettiğini düşünürlerdi. ASTRONOMİ).
Ceylan, güvercin ve kaplumbağa onun kutsal Astrologlar, yıldızların konum una ve hare­
hayvanlarıydı; kutsal yıldızı ise Venüs’tü. ketine bakarak bir insanın yaşamındaki olay­
Fenikeliler’in yakınlarında yaşayan başka ları önceden haber verebilmek için “horos­
68 ASTROLOJİ

kop” denen bir gök haritası çizerler. O kişinin neş’in, A y’ın ve gezegenlerin bu gökyüzü
doğduğu anda gökcisimlerinin nerede bulun­ evlerine ve burçlara (takımyıldızlara) göre
duğu bu haritanın üzerinde işaretlenir. Sonra konum unu inceleyerek geleceğe ilişkin yo­
harita, yılın 12 ayını simgeleyen ve “ev” rum lar yapar.
denen 12 eşit bölüme ayrılır. Yıldızlar da 12 Bugünün astrologları, G üneş’in, A y’ın ve
takımyıldız halinde gruplanır ve her eve bir gezegenlerin bir insanın yaşamı üzerindeki
takımyıldız yerleştirilir. Bu takımyıldızların etkilerini inceleyerek o kişinin karakterini ve
adı burçlar kuşağındaki 12 burcun adıyla geleceğini söyleyebileceklerini öne sürerler.
aynıdır (bak. B u r ç l a r K u ş a ğ i ) . Astrolog, Gü- Bir insan doğduğu anda bir gezegen kendi
“evinde” ise etkisinin güçlü ve olumlu olaca­
ğına, eğer kendi “evinden” uzakta ise etkisi­
nin zayıf, belki de olumsuz olacağına inanılır.
Bazı dergi ve gazetelerde yayımlanan yıldız
falları da, aynı burçta doğan herkese uygun
düşecek çok genel ve belirsiz “kehanetlerde”
bulunur.
İlk insanlar gökyüzünü, gündüz G üneş’in,
gece Ay ve yıldızların aydınlattığı büyük bir
kubbe gibi görürlerdi. Bu ışık kaynakları
konusunda bilgileri yoktu ama, ekinlerinin
büyümesini sağlayan güneş ışığı ile yağmurun
gökyüzünden geldiğini biliyorlardı. Bu yüz­
den gökcisimlerine birer tanrı gibi tapmaya
başladılar. Bu tanrıları nasıl memnun edecek­
lerini önceden kestirebilmek için de bütün
dikkatleriyle gökyüzünü incelemeye koyul­
dular.
Eskiçağlarda din adamlarının görevlerin­
□ Erkek
B U R Ç L A R
den biri de G üneş’i, A y’ı, yıldızları ve geze­
genleri izlemekti. Bu gözlemlerin astronom i­
YÖNLENDİREN ye gerçekten büyük katkısı oldu. İÖ 6.
BUADİJN TARİH GEZEGEN
ev grup
yüzyılda Babilliler gezegenlerin gökyüzünde-
21 M a r t- 1 Ateş M ars ki hareketini gösteren haritalar yaptılar. Böy­
KOÇ d
19 Nisan
20 Nisan-
lece Güneş ve Ay tutulmasının ne zaman
BOĞA
20 Mayıs
2 Toprak 9 Venüs
olacağını önceden kestirebiliyorlardı. Bu tah­
21 M a y ıs - minlerinde yanılmadıklarını gören din adam ­
İKİZLER
21 Haziran
3 Hava
0 M erkür

22 H a zira n - ları yalnız gökyüzü olaylarını değil salgın


YENGEÇ 4 Su Ay
22 Tem m uz hastalıkları, savaşları ya da ordularının kaza­
23 T e m m u z -
ASLAN
22 A ğustos
5 Ateş
O Güneş nacağı zaferleri de önceden görebileceklerine
23 A ğ u s to s - inandılar. Bu tahm inlerin gerçek bir dayanağı
BAŞAK 6 Toprak M erkür
0
22 Eylül yoktu, ama gene de gelecekten haber verdiği­
23 Eylül—
TERAZİ
23 Ekim
7 Hava 9 Venüs ni öne süren astronom lar ya da din adamları
24 E k im - Su cf Mars artık “müneccim” ya da “astrolog” olarak
AKREP 8
21 Kasım E Plüton
önemsenmeye başlamıştı.
22 K a s ım -
YAY
21 Aralık
9 Ateş %
Jüpiter Astroloji Babil’den Eski Yunanistan’a, Mı­
OĞLAK
22 A ra lık -
10 Toprak Satürn
sır’a ve H indistan’a geçerek bütün Asya ve
19 Ocak f?
A vrupa’ya yayıldı. İS 1066’da gökyüzünde
20 O c a k - II Uranüs
KOVA
18 Şubat
11 Hava
t? Satürn parlak bir kuyrukluyıldız görünmüş ve bu
BALIK
19 Ş u b a t-
12 Su
% Jüpiter alışılmadık olay insanları çok korkutm uştu.
20 M art y. N eptün
Müneccimler çok önemli olayların yaşanaca­
ASTRONOMİ 69

ğını, bu arada bir kralın öleceğini haber ver­ venebilecekleri tek aygıt, eskiden olduğu gibi
diler. G erçekten birkaç ay sonra İngiltere gene teleskoptur.
Kralı H arold, Hastings Savaşı’nda öldürül­ İnsan gözü ışığa duyarlıdır, ama ışıkla aynı
dü. Birçok kişi bu olayı kuyrukluyıldızın gö­ yapıda olan öbür elektrom agnetik dalgaların
rünmesine bağladı. Am a sonradan, bugün ya da ışımaların pek çoğunu algılayamaz.
Halley adıyla bildiğimiz bu kuyrukluyıldızın Uzayda değişik frekans ve dalga boylarında
her 76 yılda bir Dünya çevresindeki yörünge­ yayılan radyo dalgaları, mikrodalgalar, kızıl­
sinden kimseye zarar vermeksizin geçtiği ötesi, m orötesi, gamma ve X ışınları gibi
anlaşıldı. bütün elektrom agnetik dalgalar geniş bir tayf
Astrologlar önceleri yalnız kendi ülkeleri oluşturacak biçimde dağılmıştır. İnsan gözü­
ya da hüküm darları için önemli olan olayları nün algılayabildiği görünür ışık ise bu elektro­
haber veriyorlardı. Yaklaşık 300 yıl öncesine m agnetik tayfın yalnızca küçük bir parçasıdır.
kadar hemen her hüküm darın bir “saray G üneş’in yaydığı en güçlü ışıma da tayfın bu
müneccimi” vardı. Eskiçağlardaki ünlü astro­ görülebilen bölümünde yer alır. Oysa uzayın
nomi bilginlerinden bazıları da astrolojiyle derinliklerindeki öbür gökcisimlerinden çoğu­
uğraşıyordu. Örneğin İÖ 2. yüzyılda Mısır’da nun yaydığı güçlü ışımalar tayfın öbür bölü­
yaşamış olan Eski Yunanlı astronomi bilgini münde kaldığı için insan gözü bu ışınları
Batlamyus (Ptolemaios) aynı zamanda bir algılayamaz. G örünür ışığın incelenmesine
astrologdu. 16. ve 17. yüzyıllarda, D anim ar­ dayanan optik astronomiyle yetinmeyip, gö­
kalI astronomi bilgini Tycho Brahe astroloji rülemeyen ışınların da incelenmesini amaçla­
dersleri verdi, Johannes Kepler ise Avusturya yan radyo astronominin doğuşu insan gözü­
im paratorunun sarayında müneccimlik yaptı nün ve optik gözlem araçlarının bu yetersizli­
( bak. B a t l a m y u s ; B r a h e . T y c h o ; K e p l e r , J o ­ ğinden kaynaklandı. Astronom inin bu yeni
h a n n e s). dalıyla, elektrom agnetik tayfın bütün bileşen­
leri uzayın incelenmesinde yararlanılan birer
A S T R O N O M İ ya da gökbilim, gezegenleri, bilgi kaynağı oldu. Ne var ki, görünür ışık ve
yıldızları ve evrendeki bütün gökcisimlerini radyo dalgalan dışındaki ışınımların çoğu
inceleyen bir bilimdir. G üneş, Ay, gezegen­ Dünya atm osferinden geçerken soğurulur.
ler, yıldızlar, bulutsular ve gökadalar gibi Bunun başlıca nedeni atm osferdeki su buharı­
bütün gökcisimlerinin yapısını ve evrimini dır. Bu yüzden, bugün astronomi gözlemle­
araştıran astronom lar, evrenin nasıl oluştuğu rinde kullanılan güçlü kızılötesi teleskoplar,
sorusuna da yanıt ararlar. A stronom lara gö­ bu ışınların D ünya’ya ulaşmasını önleyen su
re, bu araştırm alarla varılacak bütün gerçek­ buharının en az olduğu çöllere ya da çok
ler günün birinde tıpkı bir boz-yap bulmacası­ yüksek dağların tepelerine yerleştirilir.
nın parçaları gibi birbirini tamamlayacak ve 1980’lerde D ünya’nın çevresinde ve atm osfe­
içinde yaşadığımız evrenin eksiksiz bir görün­ rin çok üstündeki bir yörüngeye oturtulan,
tüsü elde edilebilecektir. kızılötesi teleskoplarla donatılmış bir gözlem
1969’da A y’a ayak basan iki A B D ’li astro­ uydusu (İngilizce kısaltmasıyla IRAS) çok
notla insanoğlu ilk kez Dünya dışındaki bir önemli gözlemler yaptı. M orötesi, gamma ve
gökcismine ulaşıp araştırma ve gözlem yap­ X ışınlarına duyarlı teleskopların da m utlaka
mayı başarmıştı. 1970’lerde de sürdürülen bu atm osfer dışındaki yörüngelerde dolanan uy­
Ay yolculuklarında önemli bilimsel deneyler dulara yerleştirilmesi gerekir. Çünkü bu ışı­
yapıldı ve D ünya’ya Ay taşlarından örnekler nımlar atmosferde tümüyle soğurulduğu için
getirildi. 1980’lerin sonlarında ise M erkür’den D ünya’ya ulaşamaz.
N eptün’e kadar uzanan gezegenler insansız Astronom i yeni dallarla zenginleştikçe, as­
araştırm a uydularıyla incelendi. Güneş Siste­ tronom lar da çoğu kez belli bir dalda uzman­
mi konusunda edinilen bugünkü bilgilerin çok laşmaya başladılar. Bugün bazı astronom lar
büyük bir bölümünü bu uzay araçlarına borç­ elektrom agnetik tayfın yalnız bir bölgesindeki
luyuz. Am a Güneş Sistemi’nin ötesindeki ışımalara duyarlı özel teleskoplarla gözlem
gökcisimlerini inceleyecek astronomların gü­ yapar. Bazıları da yalnızca belirli türden
70 ASTRONOMİ

gökcisimlerinin, örneğin Güneş’in ya da gök­


adaların (galaksilerin) incelenmesinde uz­
manlaşır. Amaca uygun optik ya da radyo
teleskoplarla gözlem yapan bu astronomların
yanı sıra hiç gözlem yapmayan astrofizikçiler
(gökfizikçileri) ya da kuramsal astronom lar
da vardır. Bunların uzmanlığı da, gözlemci
astronomların saptadığı olguları fizik yasaları­
na uygun olarak açıklamaktır.
Günüm üzde profesyonel astronomların
kullandığı özel teleskoplar ve öbür gözlem
araçlarıyla donatılmış gözlemevleri (rasatha­
neler) kurm ak, ancak devletin karşılayabile­
ceği kadar pahalı bir yatırımdır. Bu yüzden Mansell Collection
birçok ülkede bu araştırm alar ulusal göz­ Ortaçağ astronom larının evren konusundaki
lemevlerinde yürütülür. Ayrıca astronominin görüşleri Eski Yunan astronom isinden kaynak'anır.
bir eğitim dalı olarak okutulduğu bazı üniver­ Evrenin merkezinde Dünya'nın değil Güneş'in
bulunduğunu kanıtlayarak bu görüşü değiştiren
sitelerde de özel gözlemevleri vardır. Ama Kopernik oldu.
böylesine güçlü ve pahalı teleskoplar olmadan
da gökyüzünü incelemenin tadına varılabilir. dönemde kabarması gibi bazı olayları yıldızla­
Nitekim küçük teleskoplarla gözlem yaparak ra bakarak önceden haber verebildikleri için,
uzayın büyüsüne kapılan milyonlarca am atör gelecekteki bütün olayları da yıldızların hare­
gözlemci vardır. Bunlardan bazıları A y’ı ya ketinden anlayabileceklerini sandılar. Ö rne­
da G üneş’i yakından izlerken, bazıları da yeni ğin bir çocuk doğduğu anda G üneş’in, A y’ın
bir kuyrukluyıldız ya da süpernova keşfede­ ve gezegenlerin gökyüzündeki konum una ba­
bilmek için gökyüzünü tarar. Birçoğu da karak o çocuğun bütün yaşamı önceden bili­
yalnızca gökyüzünün güzel ve büyüleyici gö­ nebilirdi. Oysa insanın yazgısı ile gökcisimleri
rünümünü izlemekle yetinir. arasındaki ilişkiyi doğrulayabilecek hiçbir bi­
limsel kanıt yoktur. G üneş’in ve A y’m konu­
A s tro n o m i ve A s tro lo ji mundan ileri gelen gelgit olayı dışında, gökci­
Takvimin ve saatin bilinmediği çağlarda in­ simleri ile D ünya’da yaşanan günlük olaylar
sanlar ancak G üneş’in ve bazı yıldızların arasında bir bağlantı kurulamaz. Gökcisimle­
konum larına bakarak zamanı belirleyebiliyor­ rini gözlemleyerek geleceği haber vermeyi
lardı. “Gökyüzünü okuyarak” toprağa ne amaçlayan astroloji bugün bir “sahte bilim”
zaman tohum atılacağını, ekinlerin ne zaman sayılır. Binlerce yıl astronomi ve dinle iç içe
hasat edileceğini söyleyebilen kişiler bu ilk gelişen astroloji geleneği, astronomiye öncü­
toplum larda büyük saygı gördüler. Bu ilk lük ederek artık görevini tamamlamıştır (bak.
astronomların çoğu din adamıydı ve sonunda, ASTROLOJİ).
ilkel toplum ların tanrı gibi taptıkları G üneş’e, Yıldızların gözlemlenen özelliklerinden bi­
A y’a, yıldızlara ve gezegenlere ilişkin birçok ri, ilk astronomların da fark ettikleri gibi
efsane doğdu. gökyüzünde bir araya küm elenerek “takım ­
O çağlarda gökyüzünü dikkatle izleyen bu yıldız” denen topluluklar oluşturmalarıdır.
gözlemciler, yıldızların ve gezegenlerin Dün- G erçekte bizim aynı takımyıldız içinde bulun­
ya’nın çevresinde hemen hemen değişmez bir duğunu sandığımız bu yıldızların birbiriyle
yol izleyerek dolandığını fark ettiler; daha hiçbir bağlantısı yoktur. Bu yalnızca, “görüş
doğrusu öyle olduğunu sandılar. Böylece gök­ doğrultusu etkisi” denen ışık ve gözlem koşul­
cisimlerinin gözlemlenmiş hareketlerine da­ larına bağlı bir yanılsamadır. Bu etkiyle her
yanarak sonraki hareketlerini de önceden kes- takımyıldız gökyüzünde değişmez bir kalıp
tirebilmeyi öğrendiler. Mevsimlerin birbirini içinde görünür. Çağımızdan yaklaşık 5.000 yıl
izlemesi, Mısır’daki Nil Irm ağı’nın her yıl aynı önce Babilli astronom-müneccimler, bu kalıp­
ASTRONOMİ 71

ların biçimine bakarak takımyıldızlara insan, rın nasıl gerçekleştiğini açıklayamamıştı (bak.
hayvan ve eşya adları vermişlerdi. Bugün A y VE G ü n e ş TUTULMASI). Bu bilgin D ünya’nın
kullandığımız Büyükayı, A ndrom eda, Kuğu, bir tepsi gibi düz olduğuna ve su üstünde
Kanatlıat, Koç, Boğa, Terazi gibi takımyıldız yüzdüğüne inanıyordu. İÖ 6. yüzyılda yaşa­
adlarının çoğu da Eski Yunanlı astronomların mış olan Sisamlı Pisagor, o çağdaki m eslek­
buluşudur. Gökyüzünde kuzey ve güney yarı­ taşlarının çoğu gibi hem astronom , hem de
kürelere dağılmış 88 tane takımyıldız vardır ünlü bir matematikçiydi. Pisagor’a göre D ün­
ve astronom lar genellikle bunları Latince ya yuvarlak, daha doğrusu küre biçimindey­
adlarıyla anarlar. di ve evrenin merkezinde hareketsizdi; G ü­
İlk astronom lar yalnızca gökyüzünde neler neş, yıldızlar ve gezegenler de onun çevresin­
olup bittiğini izliyor, bu gözlemlerinden ola­ de dolanıyordu. İÖ 3. yüzyılda gene Sisam
bildiğince yararlanm aya çalışıyor, ama bu (Samos) A dası’nda yetişmiş olan A ristarkhos,
olayların nedenlerini bilemiyorlardı. Sözgeli­ G üneş’in D ünya’nm çevresinde değil, tam
mi bazı takımyıldızların yılın belli bir döne­ tersine D ünya’nm G üneş’in çevresinde dön­
minde görüş alanından çıktığını, sonra yeni­ düğünü söyleyen ilk astronom lardan biri ol­
den ve aynı yerde göründüğünü fark etm işler­ du. O zam anlar hiç kimsenin inanmadığı bu
di. Babilliler, Eski Mısırlılar, M ayalar ve savıyla gerçeği yakalayan Aristarkhos, D ün­
İnkalar yıldızları gözlemek için tapm aklar ya’nm G üneş’e olan uzaklığını hesaplarken
yaptılar. Bu tapm aklardan bazıları öyle ko- aynı başarıyı gösteremedi. G üneş’in D ünya’
numlanmıştı ki, yılın belirli bir döneminde ya uzaklığını Ay ile Dünya arasındaki uzaklı­
gökyüzünde kaybolan belli bir yıldız, zamanı ğın 20 katı olarak hesaplamıştı; oysa Güneş
gelince tapınağın duvarındaki özel bir deliğin D ünya’mıza A y’dan 400 kat daha uzaktadır.
tam karşısında yeniden belirirdi. Hep aynı Eski Y unan’ın en büyük astronom larından
noktada doğup batan bu yıldız deliğin karşı­ biri İÖ 2. yüzyılda yaşamış olan Hippar-
sında görülünce ekin zamanının geldiği anlaşı­ khos’tu. Trigonometri denen matematik dalını
lırdı. kuran bu bilgin, geliştirdiği trigonometri yön­
temleriyle pek çok yıldızın konum unu belirle­
Eski A s tro n o m i di. 850 kadar yıldızı kapsayan bir katalog
Eskiçağların en büyük astronom ları, İÖ 7. hazırlayarak, bu yıldızları parlaklıklarına göre
yüzyıldan sonra Babil ve Mısır astronomisinin altı sınıfa ayırdı. H ipparkhos’un bu sınıflan­
bütün mirasına konan Eski Yunanlılar arasın­ dırması bugünkü astronomların kullandıkları
dan yetişti. Bu bilginler “durağan” yıldızların sistemin temelini oluşturur. Parlaklığı birinci
(birbirlerine göre konumları değişmeyen yıl­ dereceden ya da “kadir”den olan yıldızlar
dızların) doğuş ve batışlarını saptadıkları gibi, uzun süre gökyüzünün en parlak yıldızları
gökyüzünde “gezen” , yani durağan yıldızlara sayıldı. Am a çağımızda bu değerler yeniden
göre sürekli yer değiştiren beş tane de parlak gözden geçirildiğinde, parlaklığı sıfırın altın­
gökcismi gözlemlediler. Eskiden Y unanca’ daki eksi kadirlerle ölçülen birçok yıldız
dan türetilmiş planet sözcüğüyle anılan bu olduğu anlaşıldı. Çıplak gözle belli belirsiz
gezegenler aslında kendi ışığı olmayan, ama görülebilen en sönük yıldızlar ise altıncı ka­
Güneş ışınlarını yansıttıkları için parlak görü­ dirdendir.
nen karanlık gökcisimleridir. D ünya’mız da Eski Yunanlı astronomların son büyük
Güneş Sistemi içinde bir gezegendir. Eski temsilcisi olan Klaudios Ptolemaios ya da
Yunanlılar Güneş Sistemi’ndeki dokuz geze­ A rapça’dan dilimize geçen adıyla Batlamyus,
genden yalnızca beşini biliyorlardı: M erkür, İS 2. yüzyılda Mısır’daki İskenderiye kentin­
Venüs, Mars (M erih), Jüpiter ve Satürn (bak. de yaşadı. Pisagor gibi o da D ünya’nın evre­
G e z e g e n ). nin m erkezinde hareketsiz durduğuna ve yıl­
Eski Y unan’ın ilk büyük astronomi bilgin­ dızların D ünya’nm çevresinde dairesel yörün­
lerinden Miletli Thales (İÖ yaklaşık 624- geler çizerek döndüğüne inanıyordu. Bat-
546) Ay ve Güneş tutulmalarının zamanını lamyus’a göre. Güneş’in ve gezegenlerin D ün­
önceden saptamayı başarmış, ama tutulm ala­ ya’nm çevresinde dolanırken çizdikleri bu
72 ASTRONOMİ

GÖKYÜZÜ KÜRELERİ hem G üneş’in çevresinde dolandığını, hem de


24 saatte bir kendi ekseni çevresinde döndü­
İLMEK ğünü saptayan Kopernik bu bulgularını
“Gökyüzü Kürelerinin Dönmesi Ü zerine” ad­
lı ünlü kitabında açıkladı. Kopernik yalnız
D ünya’nm değil bütün gezegenlerin G üneş’in
çevresinde dolandığını da belirtti. Dairesel
yörüngeler üzerindeki bu dolanımı Batlamyus’
un ilmek modelinden daha iyi açıklamış,

Batlamyus'un evren kuramı (IS 2. yüzyıl)

yörüngeler basit birer çember olamazdı; çün­


kü gezegenler arada bir yörüngeleri üzerinde
geriye dönüyormuş gibi görünüyordu. Batlam­
yus bunu açıklamak için “ilmek” (episikl)
kavramını ortaya attı. Bu karmaşık sisteme
göre her gezegen, D ünya’yı m erkez alan
büyük bir çemberin çevresinde daha küçük
çem berler çizerek dolanıyordu. Aynı zaman­ Kopernik'in evren kuramı (1543).
da küçük çemberlerin merkezleri büyük çem­
berin üstünde batıdan doğuya doğru kayarak ama tam doğruya varamamıştı. K opernik’in
ilerlediği için ilmek denen eğriler çiziyordu. görüşleri uzun süre benimsenmedi ve insanla­
Batlamyus bu evren modelini “M atem atik rın yaşadığı D ünya’yı bütün evrenin merkezi
D erlem esi” adlı kitabında açıkladı. olarak gösteren Batlamyus modeli 17. yüzyıl­
İS 2. ve 14. yüzyıllar arasında bu bilim da bile egemenliğini sürdürdü.
yalnızca A rap astronomların katkılarıyla ge­ K opernik’in Güneş Sistemi’ne ilişkin kura­
lişti. Batlam yus’un çalışmalarını kendi incele­ mı bazı değişikliklerle bugün de geçerliliğini
meleriyle geliştiren A raplar, bu ünlü astrono­ koruyor. Bu “günmerkezli” kuram da yapılan
mun kitabını el-Mecisti adıyla A rapça’ya çe­ değişiklikler, DanimarkalI Tycho Brahe
virdiler. Bu çeviri bütün dünyanın ilgisini (1546-1601) ile bir süre onunla birlikte çalış­
çekti ve yapıt Almagest adıyla anılır oldu. mış olan Alm an Johannes K epler’in (1571-
Parlak yıldızların bugünkü adları da Arap- 1630) ortak çalışmalarının ürünüdür.
lar’dan kalmadır. Astronom ideki Eski Yunan DanimarkalI bir soylu ve çok titiz bir göz­
geleneğini ve bilgi birikimini 8. ve 15. yüzyıllar lemci olan Tycho, gezegenlerin hareketlerini
arasında İspanya’daki M ağribiler aracılığıyla kendisinden önceki bütün astronom lardan
A vrupa’ya taşıyan da gene A raplar oldu. daha doğru olarak gözlemledi. Kepler de bu
gözlemlerden yola çıkarak Güneş Sistemi için
K opernik, Tycho Brahe ve Kepler yeni bir model geliştirdi. K epler’in modeli ge­
Çağdaş astronomi PolonyalI bilgin Mikolaj zegenlerin hareketine ilişkin üç yasaya daya­
Kopernik (1473-1543) ile başladı. D ünya’nm nıyordu. Bilgin bunlardan ilk ikisini 1609’da,
ASTRONOMİ 73

larda yaşadılar; bu yüzden gözlemlerini çıplak


gözle yapmak zorundaydılar. Teleskopu ki­
min bulduğu tam olarak bilinmiyor, ama bu
aygıtı ilk kez astronomi gözlemlerinde kulla­
nan ünlü İtalyan bilgin Galileo Galilei’dir
(1564-1642). 1609’da kendi yaptığı teleskopla
gözlemlere başlayan Galileo, Güneş lekeleri,
A y’ın dağları ve “denizler”i, Jüpiter’in dört
uydusu gibi çok önemli gözlemler yaptı. Ve-

17. yüzyılın başlarında Kepler yasaları, gezegenlerin


Güneş çevresinde elips biçim inde yörüngeler
çizerek dolandıklarını belirledi. Gene bu yasalara
göre, bir gezegen Güneş'ten ne kadar uzaktaysa
dolanım ı o kadar uzun sürer ve gezegen Güneş'e
yaklaştıkça hareketi hızlanır, uzaklaştıkça yavaşlar.

üçüncüsünü ise 1618’de açıkladı. Yörüngeler


yasası denen 1. yasaya göre gezegenler G ü­
neş’in çevresinde çem ber değil, hafifçe basık
elips biçiminde yörüngeler çizerek dolanır; Galileo, Venüs gezegeninin tıpkı Ay gibi değişik
Güneş de bu elipsin odaklarından birinde yer evrelerden geçtiğini gözlem lediği zaman, bu
gezegenin Dünya'nın değil Güneş'in çevresinde
alır. A lanlar yasası denen 2. yasaya göre bir dolandığını anladı. Böylece, Dünya'nın evrenin
gezegenin dönme hızı, yörünge üzerinde bu­ merkezi olamayacağını savunan Kopernik'in görüşü
lunduğu noktaya bağlı olarak değişir; geze­ doğrulanm ıştı.
genlerin hareketi G üneş’e en yakın oldukları
noktada (günberi noktası) en hızlı, en uzak nüs’ün de tıpkı Ay gibi değişik evrelerden
oldukları noktada (günöte noktası) en yavaş­ geçtiğini, yani bazen tam , bazen yarım daire
tır. Dolanım süreleri yasası (3. yasa) ise, iki gibi göründüğünü saptadı. Bu biçim değişik­
gezegenin dolanım sürelerinin karelerinin bir­ likleri gezegenin D ünya’nm değil G üneş’in
birine oranı ile bu gezegenlerin G üneş’e olan çevresinde dolandığını ve ışığını ondan aldığı­
ortalam a uzaklıklarının küplerinin birbirine nı açıkça kanıtlıyordu. Böylece Galileo, K o­
oranının eşit olduğunu belirtir. Bu yasaya gö­ pernik’in günmerkezli evren modelinin doğ­
re, gezegenlerden birinin G üneş’e olan orta­ ruluğuna kesin olarak inandı.
lama uzaklığı ve dolanım süresi ile ikinci bir Galileo’nun buluşlarından sonra gökyüzü­
gezegenin dolanım süresi bilinirse, bu gezege­ nü ve yıldızları görmek isteyen birçok kişi te ­
nin G üneş’e olan ortalam a uzaklığı hesapla­ leskop yapımına girişti. İlk yapılan teleskop­
nabilir. larda ışığı odaklam ak için mercek kullanıldı­
ğından bunlara “mercekli teleskop” dendi.
Teleskopun B ulunuşu Işık bu m erceklerden geçerken kırıldığı için
Tycho Brahe ve ondan önceki bütün astro­ bu tip gözlem araçlarının bir adı da kırılmalı
nomlar teleskopun bulunmasından önceki yıl­ teleskoptur. Çok geçmeden, ünlü İngiliz m a­
74 ASTRONOMİ

tematikçi Sir Isaac Nevvton m erceklerin yeri­ bir açıklık getirdiği gibi, bu yasalar ile gözlem
ne çukur (içbükey) bir ayna yerleştirerek yeni sonuçları arasındaki bazı tutarsızlıkları da
bir teleskop gerçekleştirdi. Buna da “aynalı açıkladı. Fırlatılan bir cismin ya da dalından
teleskop” ya da yansımalı teleskop denir. kopan bir elmanın neden havada kalmayıp
Çağdaş gözlemevlerinde kullanılan büyük op­ yere düştüğü de gene bu yasanın açıklayabil­
tik teleskopların çoğu aynalı teleskoptur. Çok diği bir olguydu. (Ayrıca bak. İVME; YERÇE­
uzak ve sönük yıldızları gözlemleyebilmek KİM İ.)
için teleskopların çok büyük olması gere­ New ton’un çekim yasası, eskiçağlardan be­
kir. Dünyanın en büyük aynalı teleskopu ri bilinen M erkür, Venüs, M ars. Jüpiter ve
SSCB’nin Kafkasya bölgesindeki Zelençuks- Satürn gezegenleri ile kendi gezegenimiz olan
kaya’dadır ve aynasının çapı 6 metredir. (Ast­ Dünya dışında iki yeni gezegenin daha keşfi­
ronom ların kullandığı gözlem araçlarına iliş­ ne yol açtı. Yedinci gezegen olan U ranüs’ü,
kin bilgileri G ö z l e m e v i ve T e l e s k o p maddele­ A lm anya’da doğup İngiltere’de yaşayan ünlü
rinde bulabilirsiniz.) astronom ve teleskop yapımcısı Sir Wiliam
Herschel 1781’de bulmuştu. Sonradan U ra­
Evrensel Çekim Yasası nüs’ün yörüngedeki hareketinde Nevvton ya­
Nevvton’un aynalı teleskopu geliştirmesi ast­ salarına uymayan bazı düzensizlikler saptan­
ronomi açısından çok önemliydi, ama evren­ dı. Bunun tek açıklaması, U ranüs’ün ötesin­
sel çekim yasasını bulması bundan çok daha de, onun hareketlerini etkileyen başka bir ge­
önemlidir. Bu yasa, evrendeki bütün canlı ve zegenin bulunmasıydı. İngiliz John Couch
Science Museum, Londra Adam s ile Fransız Urbain Le V errier birbirle­
rinin çalışmalarından habersiz olarak bu ko­
nuya el attılar ve U ranüs’ü bu düzeyde etkile­
yebilmesi için yeni gezegenin nerede bulun­
ması gerektiğini ayrı ayrı hesapladılar.
1846’da Alman astronom Johann Gaile, teles­
kopunu Adams ve Le V errier’nin belirttikleri
noktaya çevirdi ve Neptün adı verilen sekizin­
ci gezegeni buldu.
Bir süre sonra N eptün’ün de Nevvton yasa­
sına tam uygun olarak hareket etmediği anla­
şıldı. Bu düzensizliğin sorumlusu da gene yeni
bir gezegendi. Plüton olarak adlandırılan bu
dokuzuncu gezegeni 1930’da A B D ’li astro­
nom Clyde Tom baugh buldu. Plüton bugün
bilinen gezegenlerin sonuncusudur; üstelik
Güneş Sistemi’mizde Plüton’un ötesinde baş­
ka gezegenlerin olabileceğine inanan astro­
nomların sayısı da pek fazla değildir. Am a ev­
rende başka “güneş sistemleri” de var ve bu
yıldızların çevresinde dolanan gezegenlerin
olmaması için hiçbir neden yok. Nitekim,
Sir Isaac Nevvton'un 1668'de yaptığı ilk aynalı Barnard Yıldızı olarak bilinen yakındaki bir
teleskopun bir kopyası. yıldızın ışığındaki titreşm eler, bu yıldızın çev­
resinde dolanan büyük bir gezegenin etkisin­
cansız varlıklar (yıldızlar, gezegenler, hava ta­ den kaynaklanabilir.
şıtları, insanlar, yağmur damlaları, atom lar) Nevvton’un evrensel çekim yasasının çok
arasında karşılıklı bir çekim kuvveti olduğunu önemli başka sonuçları da oldu. M erkür geze­
açıklıyordu. Evrensel çekim yasası gezegenle­ geninin hareketinde Nevvton yasasına uy­
rin hareketine ilişkin Kepler yasalarına tam mayan hafif bir sapma belirlenmiş ve neden
ASTRONOMİ 75

ileri geldiği bir türlü açıklanamamıştı. Le Ver- lardan biri de spektroskoptur. Cam prizm a­
rier, M erkür ile Güneş arasında başka bir ge­ dan geçirilen bir ışık dem etinin, tıpkı gökku­
zegenin bulunabileceğini öne sürdü, ama böy­ şağında olduğu gibi tayfındaki renklere ayrıla­
le bir gezegenin varlığı saptanamadı. Bu ola­ cağı N ew ton’dan beri biliniyordu. 19. yüzyılın
yın açıklaması ancak 1915’te, büyük Alman başlarında bulunan spektroskop da, yıldızlar­
bilgini Albert Einstein’ın çekim yasasıyla ya­ dan ve öbür gökcisimlerinden gelen görünür
pılabildi. Einstein’ın “Görelilik Kuramı”nm ışığı renklerine ayırma olanağı verdi. Sir Wil-
bir parçası olan bu yasa, M erkür’den yansıyan liam Herschel ve Alm an bilgin J. W. R itter
ışık ışınlarının G üneş’in yakınından geçerken G üneş’in tayfını inceleyerek kızılötesi ve m or­
sapmaya uğradığını ortaya koymuştu. Bu sap­ ötesi ışınımları buldular. G üneş’in ve yıldız­
ma nedeniyle gezegen, bulunduğu gerçek ların tayfını bir teleskop ve prizma aracılığıyla
noktadan daha farklı bir yerdeymiş gibi görü­ incelemeyi düşünebilen Alman bilgini Joseph
nüyordu. Einstein enerji ile kütlenin eşdeğerli von Fraunhofer (1787-1826) ise bu buluşuyla
olduğunu kanıtlayarak, bir enerji türü olan spektroskopinin temellerini attı. Bu bilim dalı
ışık ışınlarının da G üneş’in çekim kuvvetiyle da yıldızların, gezegenlerin ve öbür gökcisim­
doğrultu değiştireceğini açıkladı. lerinin yapısındaki kimyasal elem entlerin tek
tek tanımlanabilmesini sağladı. Spektroskop,
Fotoğraf M akinesi ve S pe ktro skop yıldızların ve gökadaların hareketlerinin be­
Yıldızlar D ünya’ya gezegenlerden çok daha lirlenmesinde de astronomların en büyük yar­
uzakta olduğu için bu gökcisimlerinin incelen­ dımcılarından biridir (bak. DOPPLER ETKİSİ;
mesi daha güçtür. Bu yüzden, teleskopun bu­ T a yf).
lunmasından sonra astronom lar bütün ilgileri­
ni o güne kadar gözlemleyemedikleri yıldızla­ Güneş ve Y ıld ızlar
ra yönelttiler. İlk kez 19. yüzyılda astronomi Fotoğraf makineleri ve spektroskoplarla edi­
araçları arasına katılan fotoğraf makinesi ile nilen yeni bilgiler, evren konusundaki görüş­
spektroskopun da yıldız astronomisinin geliş­ leri tam anlamıyla altüst etti. Örneğin G ü­
mesine çok büyük katkıları oldu. neş’in hiçbir ayrıcalığı olmayan sıradan bir yıl­
İlk astronomi fotoğrafları, A B D ’li John W. dız olduğu anlaşıldı. Bugün, hem en hemen
D raper’in 1840’ta çektiği Ay fotoğraflarıydı. bütün yıldızlar gibi G üneş’in de neredeyse
Fotoğrafı çekilen ilk yıldız ise Vega oldu; yalnızca hidrojenden oluştuğu biliniyor. Bu
1850’de A B D ’deki Harvard Gözlemevi’nin en hafif gazın yanı sıra yapısında az m iktarda
astronomları bu parlak yıldızı görüntülemeyi helyum ve önemsenmeyecek düzeyde
başardılar. Günümüzde hemen hemen bütün sodyum, demir, krom gibi başka kimyasal
astronom lar yıldızları incelerken, teleskopla­ elem entler bulunur. Yüzeyindeki sıcaklık yak­
ra takılmış özel fotoğraf makineleriyle bir laşık 6.000°C’dir. G üneş’ten daha sıcak ya da
yandan da fotoğraflarını çekerler. Bu m akine­ daha soğuk Yıldızlar da vardır ve bir yıldızın
lerde fotoğraf filmi yerine genellikle ışığa du­ rengi sıcaklığının da göstergesidir. En sıcak
yarlı cam levhalar kullanılır. Gözlemle yetin­ yıldızlar beyaz, en soğuk olanlar kırmızı görü­
meyip fotoğraf çekmenin birçok yararı vardır. nür. Sarı renkte olan bizim G üneş’imizin sı­
Bunlardan en önemlisi, fotoğraf makinesinin caklığı ise bu iki sınırın ortasındadır.
objektifi saatlerce açık tutulabildiği için, çok 1920’lerde İngiliz astronom Sir A rthur Ed-
sönük yıldızlardan gelen ışığın fotoğraf camı dington (1882-1944), G üneş’in ve yıldızların
üzerindeki duyarlı maddeyi etkileyebilecek ışımasını sağlayan enerji kaynağının, atom çe­
kadar zaman bulabilmesidir. Böylece astro­ kirdeğinin parçalanm asından doğan nükleer
nom, yıldızı teleskopuyla göremese bile gö­ enerji olduğunu açıkladı. O güne kadar hiç
rüntüsünü saptamış olur. Bugün, fotoğraf fil­ kimse milyarlarca yıldır, hiç değilse Dünya
mi ya da levhası üzerinde görüntünün oluşma­ var olduğundan bu yana G üneş’in bu enerjiyi
sını hızlandıran özel aygıtlar kullanarak daha nereden sağladığını düşünmemişti. Edding-
kısa zamanda fotoğraf çekilebilmektedir. ton’un açıklamasından bir süre sonra, yıl­
Astronom inin hizmetindeki önemli aygıt­ dızlardaki hidrojeni helyuma dönüştürerek
76 ASTRONOMİ

olağanüstü boyutlarda enerjinin açığa çıkma­ birine karıştırmamaktı. Sonunda, katalogun­


sını sağlayan nükleer tepkim eler bütün ayrın­ daki bu gökcisimlerinin sayısı 108’e ulaştı. As­
tılarıyla belirlendi. tronom lar M essier’nin listesinde kayıtlı olan
Bugün astrofizikçiler, aykırı özellikleri ol­ bulutsuları bugün bile M İ, M2, M3 gibi sıra
mayan bir yıldızın gelişmesindeki bütün aşa­ numarasıyla belirtirler.
maları açıklayabiliyorlar. Yıldızların saptana- M essier, listesine aldığı bu ışıklı lekelerin
bilen özellikleri arasındaki farklılıklar da çoğu ne olduğunu tanımlayamadı ve hepsini “bu­
kez aralarındaki yaş farkını belirlemeye yar­ lut” anlamındaki Latince bir sözcükle nebula
dımcı oluyor. Bazı büyük yıldızların yaşamı olarak adlandırdı. Sonradan daha büyük ve
çok şiddetli bir patlamayla son bulur; bunlara güçlü teleskoplarla gözlemlenince bulutsula­
patlayan yıldız ya da süpernova denir. Boğa rın birçok değişik tipi olduğu anlaşıldı. Bazıla­
takımyıldızındaki Yengeç bulutsusu 1054’te rı birer yıldız kümesiydi, bazıları sarmal bi­
patlayan eski bir süpernovanm kalıntısıdır. çimde görünüyordu, bazıları ise gerçekten
ışık saçarak parıldayan gaz bulutlarıydı. B u­
B ulutsu la r ve G ökadalar gün bulutsu terimi yalnızca uzaydaki gaz ve
1770’te Fransız astronom Charles Messier, toz bulutları için kullanılır.
gökyüzünde birer toz bulutu gibi görünen Geceleri gökyüzünde gördüğümüz bütün
ışıklı lekelerin bir listesini yayımladı. Özellik­ yıldızlar, milyarlarca yıldızı içeren dev bir
le kuyrukluyıldızları araştıran M essier’nin topluluğun üyeleridir. Bütün gezegenleriyle
amacı, görünmesini beklediği kuyrukluyıldız­ birlikte G üneş’in de yer aldığı bu yıldız toplu­
lar ile bu durağan, bulutu andıran lekeleri bir- luğuna Samanyolu Gökadası denir. Bu gök­
Mount Wilson and Palomar Observatories
ada ya da galaksi, ortası şişkince bir disk biçi­
mindedir. D ünya’daki birer gözlemci olarak
biz de bu diskin içinde bulunduğumuz için,
uzağımızdaki yıldızları gökyüzünde bir uçtan
öbür uca uzanan soluk ışıklı geniş bir kuşak
gibi görürüz. Henüz milyarlarca yıldızlık bir
gökada olduğu anlaşılmadan önce bu ışıklı
kuşağa Samanyolu denmişti. Bu yüzden, için­
de bulunduğumuz bu gökadaya da öbür uzak
gökadalardan ayırt etm ek için Samanyolu
Gökadası denir.
Gökadam ızdaki bazı yıldızlar birbirlerine
biraz daha yakın olduklarından, gökyüzünde
yıldız kümesi denen topluluklar oluşmuştur.
Bulutsuz gecelerde küçük bir teleskopla ya da
bir dürbünle bakıldığında bile Samanyolu’n-
daki yoğun yıldız kümeleri görülebilir. İki tip
yıldız kümesi vardır. Açık yıldız kümelerinde
seyrek olarak dağılmış yüz ile birkaç bin ara­
sında yıldız bulunur. Örneğin Ü lker kümesi
bu tiptendir. Küresel yıldız kümeleri ise birbi­
rine iyice yaklaşmış 1 milyon kadar yıldızdan
oluştuğu için ışıktan bir top gibi görünür.
İçeriden baktığımızda hafifçe ışıldayan bir
kuşak gibi gördüğümüz bu gökadanın dıştan
nasıl göründüğünü kestirm ek kolay değildir.
Boğa takım yıldızındaki Yengeç bulutsusu 1054'te Bu konuyla ilk ilgilenenlerden biri Sir Wil-
patlayan bir yıldızın kalıntısıdır. Uzmanlar, X ışınları
yayan bu bulutsunun içinde yeni bir yıldızın liam Herschel oldu. Bugün Samanyolu Gök-
oluşmaya başladığını düşünüyorlar. adası’nın biçimi hemen hemen saptanmıştır.
ASTRONOMİ 77

zıları elips biçimindedir. Garip biçimler almış


olan birkaç gökada ise sanki iç patlam alar so­
nucunda dağılmış gibi görünür.
1960’lardan bu yana astronom lar dış uzayın
derinliklerinde alışılmadık bazı gökcisimleri
saptıyorlar. Bunlardan bir bölümü kuvazar-
lardır. Bu garip gökcisimleri bir güneş sistemi
büyüklüğündedir ve yaydıkları enerji küçük
bir gökadanınkiyle eşdeğerdedir. A stronom ­
ların çoğu kuvazarların gözlenebilir evrenin
sınırlarında bulunduğuna ve çok büyük bir
hızla bizden uzaklaştığına inanıyor. Evrenin
derinliklerindeki ilginç gökcisimlerinin başka
bir tipi de nötron yıldızlarıdır. Bunlar bir sü-
pernova kalıntısının m erkezinde yer alan ve
çapları birkaç kilometreyi aşmayan yoğun
kütleli yıldızlardır. Belirli aralıklarla ışınım
yayan bazı nötron yıldızlarına pulsar ya da
atarcayıldız denir. Kara delik denen oluşum­
lar ise bunların hepsinden daha ilginçtir. Kara
delikler gözle görülemiyor; ama kütleleri o
kadar yoğun, çekim kuvvetleri o kadar fazla
ki, yakınlarındaki bütün maddeleri soğuran
(yutan) bu nesnelerden ışık bile kaçamıyor.
The Hale Observaıory
Ülker açık yıldız kümesi gökyüzünün en güzel Evrenin B oyutu
görüntülerinden biridir. Güneş Sistem i'nden 400 ışık
yılı uzakta olan bu kümeden yayılan ışık, çevredeki
D ünya’nm G üneş’e ve yıldızlara uzaklığını
gaz ve toz bulutlarına çarparak saçılır. ölçmek, yüzyıllar boyunca astronomları en
çok uğraştıran konulardan biri oldu. Bugün
Toz bulutları çoğu kez ışığın atm osferden geç­ kendi adıyla anılan kuyrukluyıldızın yörünge­
mesini engellese de, yıldızlar arası uzaydan sini önceden belirleyerek büyük ün kazanan
gelen radyo dalgalarını engelleyemediği için İngiliz astronom Edm ond Halley, Venüs ge­
bu başarıda en büyük pay radyo astronom i­ zegenini tam Dünya ile Güneş arasından ge­
nindir. Böylece gökadamızın bir sarmal biçi­ çerken gözleyerek G üneş’in uzaklığını hesap­
minde olduğunu, yıldız ve gaz bulutlarının da lamak için bir yöntem tasarladı. Gezegenin
bu sarmalın “kolları”nı oluşturduğunu bili­ bu geçişi bir yüzyıl içinde ancak iki kez ger­
yoruz. çekleşir. V enüs’ün geçişini D ünya’nm çeşitli
1920’lerde, bulutsu olduğu sanılan bazı noktalarından gözleyen astronom lar, gezege­
gökcisimlerinin gerçekte başka gökadalar ol­ nin G üneş’in önünden geçerken değişik yollar
duğu anlaşıldı. Bu dış gökadalar da bizim izlediğini görürler. Bunun nedeni ıraklık açı­
gökadamız gibi pek çok yıldızdan oluşur, ama sıdır. Başınızı iki yana döndürürseniz ıraklık
Sam anyolu’nun çok ötesinde, uzayın derinlik­ açısının nasıl bir etki yaptığını kolayca anlaya­
lerinde yer alır. Üstelik A B D ’li astronom Ed- bilirsiniz. Böyle yaptığınızda, arka plandaki
win H ubble’ın (1889-1953) açıkladığı gibi, bü­ uzak nesneler sabit kalırken yakındaki nesne­
tün gökadalar hem Samanyolu’ndan, hem bir­ ler sağa sola doğru kayıyormuş gibi görünür.
birlerinden giderek uzaklaşmaktadır. Böylece Bu kaymanın ya da konum değişikliğinin bü­
evren genişliyor ve gökadalar uzaklaştıkça ev­ yüklüğüne bakarak, yakındaki nesnelerin ne
rendeki kaçış hızları daha da artıyor. Teles­ kadar uzakta bulunduğu çıkarılabilir. Am a
kopların saptayabildiği uzaklıkta milyonlarca bir gözlemcinin gezegenler ve yıldızlar arasın­
gökada vardır. Bunlardan bazıları sarmal, ba­ daki ıraklık açısını görebilmesi için neredeyse
78 ASTRONOT

bir dünya seyahati yapması gerekir. Bu yüz­ A stronom lar, bilinen her şeyden daha bü­
den astronom lar bu konum değişikliğini izle­ yük olan evreni incelerken bir yandan da
yebilmek için genellikle D ünya’nm uzaydaki m addenin en küçük parçası olan atom larla il­
hareketinden yararlanm ayı seçerler. G eze­ gilenirler. Çünkü G üneş’in ve yıldızların
genlerin ve yakın yıldızlardan bazılarının enerji kaynağı, hidrojen atomlarının çekirde­
uzaklığını bulmak için bu veri yeterlidir. G er­ ğidir. Astronom ların uzayda gözledikleri pek
çekten de Dünya altı ayda 300 milyon km yol çok şeyi yeryüzündeki bir laboratuvar orta­
alır, yani konum u Güneş çevresinde çizdiği mında gerçekleştirmek olanaksızdır. Bu ne­
yörüngenin çapı kadar değişir. Bugün Güneş denle, fizik bilimleri dünyasının başka yoldan
Sistemi içindeki gökcisimlerinin uzaklığı ra­ erişilemeyecek birçok sırrına ancak astrono­
darlar aracılığıyla doğru olarak ölçülebiliyor. miyle yaklaşılabilir.
Am a yıldızlar için hâlâ ıraklık açısı gibi dolay­
lı yöntem lere başvurmak gerekiyor. D ünya’ ASTR O N O T. Bir uzay aracının pilotu ya da
nin G üneş’e uzaklığı yaklaşık 148 milyon ki­ teknik ve bilimsel donanımının sorumlusu
lom etredir; bu değer 1 astronomi birimi ola­ olarak uzay yolculuğuna çıkan kişilere astro­
rak kabul edilmiştir. not denir. “Yıldız gezgini” anlam ındaki bu
G üneş’ten sonra en yakınımızdaki yıldız en sözcüğün Rusça’daki karşılığı ise “evren gez­
az dört ışık yılı uzaklıktadır. Dünya ile “ya­ gini” anlamındaki kozm onot' tur. Uzayda yol­
kın” komşuları arasında böylesine inanılmaz culuk yapan ilk insan, Sovyet kozmonotu
uzaklıklar söz konusu olduğu için, astronom i­ Yuri Gagarin oldu. Gagarin 12 Nisan 1961’de
de uzaklık ölçüsü birimi olarak ışık yılını kul­ çıktığı bu yolculuğunda, Dünya çevresindeki
lanmak daha uygundur. Işık yılı, ışığın bir yıl­ dolammını yaklaşık 90 dakikada tam am la­
da aldığı yoldur ve yaklaşık 10 trilyon kilo­ mıştı.
m etreye eşittir. Gökcisimlerinin uzaklığını Bir uzay uçuşunun özel koşullarına insan
saptam anın başka bir yolu da, yaydıkları do­ vücudunun dayanıp dayanmayacağı bilinme­
ğal ışığın şiddeti bilinen bazı yıldızlarla karşı­ diği için, ilk uzay yolculukları astronotlar için
laştırmaktır. Böyle bir yıldızın ışığı ne kadar bilinmeyen bir tehlikeye atılmak demekti.
zayıfsa D ünya’dan uzaklığı da o kadar fazla­ Oysa bugün insanlı uzay uçuşları neredeyse
dır. A B D ’li astronom H enrietta Leavitt sıradan bir yolculuk haline gelmiştir. A rtık
(1868-1921), parlaklığı zaman içinde hızla ve astronotlar düzenli olarak uzay yolculuğuna
devirli olarak değişen bazı yıldızlardan uzak­ çıkıyor ve gelip geçici rahatsızlıklar dışında
lık ölçüm ünde yararlanılabileceğini fark et­ hiç yakınm adan aylarca uzayda kalabiliyorlar.
mişti. Sefeitler ya da Kefeitler denen bu deği­ A m a bu gelişme, uzay yolculuklarının tehli­
şen yıldızlar, bazı yakın gökadaların içinde keli olm aktan çıktığı anlamına gelmez. Uzay
kolayca tanınabilir ve böylece gökadaların çağının başlamasından bu yana birçok Sovyet
uzaklığı konusunda bir yargıya varılabilir. ve Am erikan astronotu yaşamını yitirdi.
D ünya’ya en yakın gökadalardan biri olan 1986’da, uzay mekiği Challenger’m fırlatıldık­
Andromeda en az 2 milyon ışık yılı uzaklıktadır. tan kısa bir süre sonra patlaması ve içindeki
Gökadaların tayfları incelendiğinde, bu yedi A B D ’li astronotun ölmesi en büyük
gökcisimlerinin D ünya’dan giderek uzaklaştı­ kazalardan biriydi.
ğı, uzaklaştıkça daha da hızlandığı anlaşılmış­ A B D ’nin uzaya fırlattığı Mercury, Gemini
tı. Yıldızları tek tek ayırt edilemeyen daha ve Apollo ile SSCB’nin fırlattığı Vostok gibi
uzak gökadalarda belki bu bilgiden yararlanı­ ilk insanlı uzay araçları, kom uta ve hizmet
labilir. Bu gökadaların tayflarını inceleyerek m odüllerine iki-üç kişinin ancak sığabildiği
hızlarını bulmak oldukça kolaydır. Böylece, küçük boyutlu uzay araçlarıydı. Üstelik bun­
D ünya’dan ne kadar hızla uzaklaştıklarına ba­ lar yalnız'bir kez kullanılabiliyordu. SSCB’de,
karak uzaklıkları bulunabilir. Bu yöntemlerle yakın zam ana kadar kozmonotları uzay üssü
varlığı saptanabilecek en uzak gökcisimleri ile yörünge arasındaki gidiş ve dönüş yolcu­
büyük olasılıkla D ünya’dan 15 milyar ışık yılı luklarında taşıyan Soyuz uzay araçları da
uzakta olacaktır! gene tek bir uçuşluk, küçük araçlardı. Am a
ASTRONOT 79

Edvvard VVhite (1920-67)


1965'te uzayda yürüyen ilk
Am erikalı astronot oldu.
VVhite'ın bu fotoğrafını,
Gemini 4 ile yaptıkları uzay
uçuşu sırasında yol arkadaşı
James M cD ivitt çekmişti.
VVhite'ın kullandığı başlığın
siperliği, astronotu zararlı
güneş ışınlarından korumak
amacıyla altın kaplanmıştır.
Kendisine oksijen sağlayan
bir "göbek bağı" ile araca
bağlı olan VVhite, elindeki
manevra aygıtıyla uzayda
yürüyebilir. Uzay yürüyüşü,
astronotların ilerde uzay
araçları dışında yapacakları
çalışm aların ve araçtan araca
geçişin denemesi
niteliğindeydi. ABD'li ve
SSCB'li astronotların
yaptıkları uzay yürüyüşleri,
sonraları Apollo ve Soyuz
görevlerinde kullanılan uzay
giysilerinin tasarım ında
gelişmeye yol açmıştır.

N ASA

Dünya çevresindeki yörüngesine oturtulan katılır. Böylece pilotlar aracı yönlendirirken,


Salyut uzay istasyonlarında, kozmonotlara bilim ekibi de programın öngördüğü bilimsel
ayrılan bölüm çok daha geniş ve rahattı. araştırmaları yürütür.
Bugün A B D ’li astronotlar uzay yolculukları­ A stronotlara, uçuş program ında üstlene­
na uzay mekiği denen bir araçla çıkarlar. cekleri göreve bağlı olarak belli bir eğitim
Uzay mekiği daha çok uçağı andıran, delta uygulanır. Örneğin pilotların eğitiminde,
kanatlı bir yörünge aracıdır ve astronotlar uzay mekiğindeki bütün koşulların yaratıldığı
yolculuğun büyük bölümünü evlerindeymiş özel deneme araçlarında kalkış ve iniş prova­
gibi rahatça dolaşarak geçirebilirler. Uzay larına ağırlık verilir. “Sim ülatör” denen bu
mekikleri tıpkı bir uçak gibi yere inebilir ve araçlar gerçek uzay aracının bir maketi gibidir
ilk uzay araçlarından farklı olarak yeniden ve uzay mekiğindeki bütün kom uta ve dene­
kullanılabilir. tim aygıtlarıyla donatılmıştır. Bilgisayar dene­
timli olan sim ülatörde pilot uçuş provası
A s tro n o tla rın Seçim i ve E ğitilm esi yaparken, önündeki ekrana da uzayda karşı­
İlk uzay uçuşlarında görevlendirilen astronot­ laşacağı görüntüler yansıtılır.
ların çoğu, tehlike anında hızla karar verip Bilim ekibindeki astronotlar gerçi uçuşla
uygulayabilmek üzere eğitilmiş, uçuş deneyi­ ilgili herhangi bir görev üstlenmezler, ama
mi fazla olan denem e pilotlarıydı. Çünkü mekiğin nasıl çalıştığını bilmeleri gerekir. Bu
bilinmeyen bir dünyaya atılan bu ilk adım lar­ astronotların eğitimi daha çok bir uyduyu
da astronotların seçimi çok önemliydi. Bugün uzaya fırlatıp yörüngeye oturtm ak ve deney
uzay eskisi kadar bilinmeyenle dolu olmadığı aletlerini kullanmak gibi bilimsel ve teknik
için, astronotların m utlaka uzman pilot olm a­ uygulamalara yöneliktir.
ları gerekmez. Örneğin uzay mekikleriyle Bu görev eğitiminin dışında, ister uçuş,
yapılan yolculuklara pilot astronotların yanı ister bilim ekibinden olsun bütün astronotlar
sıra uçuş deneyimi olmayan bilim ekibi de uzay uçuşuna hazır durum a getirilmek için
80 ASTRONOT

kısa bir an yerçekiminin dışında kalabilirler.


A stronotları ağırlık bağlanmış dalgıç giysile­
riyle suya daldırmak da hemen hemen aynı
etkiyi yaratır.

Y örüngede Yaşam
Dünya çevresindeki bir yörüngede yaşayan
astronotların karşılaşacakları sorunların çoğu,
bu ortam da yerçekimi olmamasından kaynak­
lanır. Yeryüzündeyken hiç farkında bile ol­
madan kolayca yapılan birçok eylem, örneğin
yürümek, yemek, içmek, uyumak, yerçekim ­
siz yörüngede beklenm edik sorunlar yaratır
(bak. YERÇEKİMİ). A stronotlar kabinin boşlu­
ğunda yüzerek dolaşmak zorunda kalır ve bir
yöne ilerlemek için duvarlara tutunarak vü­
cutlarını ileri doğru iterler. Bir masaya otura­
rak yemek yemeleri olanaksızdır, çünkü m a­
sa, sandalyeler, tabaklar, yiyecekler, kısacası
her şey kayarak dört bir yana dağılır. Bu
yüzden uzay istasyonundaki her şey sıkıca bir
yere bağlanmıştır. Yiyecek paketleri, konser­
ve kutuları, tepsi ve çatallar da mıknatısla ya
da yapışkan bantlarla bir yere tutturulur.
Aracın içinde kırıntı yapacak yiyecekler ye­
mek yasaktır, çünkü boşlukta yüzerek dağılan
kırıntılar her yere girer. A stronotların bir
bardaktan su ya da içki içmesi de olanaksız­
dır; yerçekimi sıfır olduğunda sıvılar bulun­
NASA dukları kaptan dışarı akamaz. Bu yüzden
20 Temmuz 1969'da, A pollo 11 'in Am erikalı içeceklerini özel şırıngalarla ağızlarına püs­
astronotları Ay yüzeyinde yürüyen ilk insaniar
oldular. Fotoğrafta görülen Edwin A ld rin 'in kürtürler. Genellikle suyu uçurulmuş (kon­
başlığındaki siperliğe yansıyan görüntüde Ay santre) yiyecekler bulundurulduğundan, bu
m odülü ve bu fotoğrafı çeken Neil Arm strong toz halindeki kuru besinleri yemeden önce
görülüyor.
özel torbalarının içine su şırıga etm ek gerekir.
yoğun bir eğitimden daha geçirilir. En can A stronotlar uyuyacakları zaman uzay kabini­
alıcı noktalardan biri, uzay aracının fırlatılışı nin duvarlarına tutturulm uş uyku tulumlarına
sırasında karşılaşacakları şiddetli ivmeye vü­ girer ve fermuarını çekerek kendilerini gü­
cutlarını hazırlam aktır. Bu amaçla astronot­ venceye alırlar.
lar, santrifüj kapsülü denen bir silindirin içine Yerçekiminin yokluğu insan vücudunu,
alınır. Bu silindir kendi ekseni çevresinde özellikle vücut sıvılarını çok etkiler. Yolcu­
büyük bir hızla dönerken, bu merkezkaç luğun ilk birkaç gününde, vücut bu yeni
(santrifüj) kuvvet çok yüksek bir ivme yaratır ortam a uyum sağlayıncaya kadar astronotla­
(bak. M e r k e z k a ç K u v v e t ) . İkinci önemli nok­ rın çoğunda “uzay çarpm ası” görülür. Uzayda
ta, yörüngeye oturtuldukları zaman yerçekimi haftalarca kalanlarda bu alışılmadık ortam ın
kuvvetinden kurtulacak olan astronotları bu etkileri çok daha ağırdır. Örneğin kemiklerde
“ağırlıksız” ortam a hazırlayabilmektir. Bu­ kalsiyum kaybı olur, yerçekimine karşı koy­
nun için iki yöntem uygulanır. Önce hızla maya alışmış olan kaslar hızla zayıflamaya
yükselen, sonra yerçekimininkine eşit bir başlar. Kalsiyum kaybının nedeni henüz bilin­
ivmeyle dalışa geçen bir uçakta astronotlar miyor, ama besinlerle ve mineral haplarıyla
ASTURIAS 81

bu eksiklik giderilebilir. Kas zayıflamasını Annesi Yerli olan Asturias, daha çok kü­
önlemek için de, astronotlann antrenm an çük yaşlarda Maya Y erlileri’nin kültürüyle ve
bisikleti ve yürüyen bant üzerinde düzenli çektikleri sıkıntılarla yüz yüze geldi. Ülkesin­
olarak egzersiz yapmaları gerekir. de hukuk öğrenimi gördükten sonra 1923’te
Yerçekimsiz bir ortam da vücut temizliği de Paris’e gitti. Sorbonne Ü niversitesinde
başlıbaşına bir sorundur. A stronotlar yıkan­ M ayalar’ın dinleri ve efsaneleri konusunda
maya niyetlenseler bütün kabinin içi bir anda yaptığı araştırm alar ilerde yazacağı öykü ve
su damlacıklarıyla dolar. Bu yüzden uzayda romanları için zengin bir kaynak oluşturdu.
kısa süre kalacak olan astronotların yapacağı D aha ilk kitabı Guatemala Efsanelerinde.
tek şey vücutlarını ıslak bir havluyla ovarak (Leyendas de Guatemala; 1930) görkemli
temizlemektir. Uzun süre Salyut’ta yaşayan Maya uygarlığının (bak. M a y a l a r ) efsanele­
kozm onotlar ise duş lüksünün keyfini çıka­ rinden yararlandı.
rırlar. 1933’te G uatem ala’ya döndükten sonra,
A stronotların uzay aracının içinde yaşaya­ başta Sonetos (1936; “Soneler”) olmak üzere
bilmesini sağlayan “yaşam destek sistemidir” . şiir kitapları yayımlandı. 1946’da başlayan
Bu sistem astronotların soluyacağı havayı Meksika, A rjantin ve Fransa’daki diplomatik
verir, çıkan karbon dioksiti em er, ayrıca görevi sırasında yazarlığı da sürdürüyordu.
kabinin içindeki sıcaklık, nem ve basıncı Ele aldığı konular ülkesinin ve Latin
uygun düzeyde tutar. A stronotlar zaman za­ A m erika’nın çarpıcı toplumsal gerçekleriydi.
man uzayda çalışmak için uzay aracının dışına Ona dünya çapında ün kazandıran romanı
çıkmak zorunda kalırlar. O zaman özel bir Sayın Başkan'da (El senor presidente\ 1946)
uzay giysisi giyerek soluyacakları havayı da bir diktatörün yaşamını anlattı. D iktatörün
yanlarında taşımaları gerekir. kişiliğini, uluslararası şirketlerin kuklası ol­
Uzay giysisi birkaç kattan oluşan kalın bir masını o kadar başarıyla canlandırmıştı ki,
giysidir. En içte suyla soğutulan bir astar, daha sonra askeri darbeyle iktidara gelen her
onun üstünde basınçlı bir giysi, en dışta da diktatör kitabı kendi eleştirisi olarak düşünüp
astronotu tehlikeli ışınımlardan ve uzaydaki yasakladı. Aslında A sturias’ın anlattığı, 1898-
parçacık sağanaklarından koruyan başlıklı bir 1920 yıllarında G uatem ala’ya egemen olan
yalıtım giysisi bulunur. A stronot, soluyacağı diktatör M anuel Estrada C abrera’ydı.
havayı ve giysisinde dolaşan soğutma suyunu 1949’da yayımlanan Hombres de maiz’de
göbek bağı denen esnek bir boruyla uzay (“Mısır A dam ları”), insanın “kutsal mısır”
aracındaki ana yaşam destek sisteminden alır. dan yaratıldığı yolundaki Maya efsanesinden
Bazı uzay giysilerinde bu bağlantıya gerek yola çıkarak Yerli kültürü ile çağdaş teknolo­
kalmaz; çünkü giyside ayn bir yaşam destek jinin çatışmasını anlattı. Birçok eleştirmen bu
sistemi vardır. Örneğin uzay mekiklerinde bu romanın A sturias’ın başyapıtı olduğu görü­
tür giysiler kullanılır. şündedir.
Uzay mekiğinin astronotları, çeşitli yönlere Asturias, 1950-60 yıllarında verimli bir dö­
ateşlenebilen gaz jetleriyle donatılmış insanlı nem yaşadı ve “Muz Üçlüsü” adı verilen üç
m anevre modülleri sayesinde uzayda serbest­ romanını, Kasırga (Viento fuerte\ 1950), Yeşil
çe dolaşabilirler. Bugün yörüngedeki uyduları Papa (El papa verde; 1954) ve Gözleri Açık
onarm ak için kullanılan bu modülleri belki Gidenlerdi (Los ojos de los enterrados; 1960)
gelecekte uzay lim anlarında çalışan astronot­ yazdı. Bu yapıtlarında, ünlü ABD şirketi
lar kullanacaktır. United Fruit Com pany’nin, G uatem ala or­
manlarını yok ederek açtığı muz bahçelerinde
ASTURIAS, Miguel Ângel (1899-1974). çok ağır koşullarda çalışan işçilerin yaşamını
GuatemalalI şair, romancı ve oyun yazarı anlatıyordu. Asturias, Maya efsanelerinden
Asturias çağdaş Latin Am erika edebiyatının ustaca yararlanıyor, örneğin efsanede anlatı­
önde gelen temsilcilerindendir. 1966’da Lenin lan doğa olayı kasırga ile halk ayaklanmasını
Barış Ö dülü’nü, 1967’de Nobel Edebiyat simgeliyordu.
Ö dülü’nü kazanmıştır. Seçimle işbaşına gelen liberal hüküm etin
82 ASUNCIÖN

1954’te askeri bir darbe ile devrilmesinden A S Y A kıtaların en büyüğüdür. Kuzey Buz
sonra 1956’da diplomatik görevden ve G uate­ Denizi’nden ekvatora kadar uzanan bir alanı
mala yurttaşlığından atılan Asturias A rjan­ kaplar. Doğusunda Büyük Okyanus, güne­
tin’e yerleşti. Buenos A ires’te sekiz yıl yaşa­ yinde Hint Okyanusu vardır. Güneydoğuda
dıktan sonra bu ülkede de askeri darbe olması Sum atra, Borneo, Yeni Gine ve çok sayıdaki
üzerine A vrupa’ya gitti. G uatem ala’da yeni küçük ada A sya’nın parçasıdır. Asya, batıda
bir liberal hüküm etin yönetime geldiği 1966’ içinden Süveyş Kanalı geçen bir kıstakla (dar
ya kadar Paris ve Cenova’da yaşadı. Yeni hü­ kara şeridi) A frika’ya bağlanır. Kıtanın batı
kümetin verdiği Paris Büyükelçiliği görevini sınırları, Ural Dağları ile Ural Irmağı boyun­
üstlendi. 1974’te M adrid’de öldü. ca uzanır. Bu sınırlar, Kafkas D ağlan ile
Karadeniz arasında yer alan ve Transkafkasya
A S U N C IÖ N . Paraguay Irm ağı’nın doğu kıyı­ diye adlandırılan bölgeyi de içine alır. Am a,
sında bir liman olan Asunciön, Paraguay’ın bu sınır tartışılm akta ve bazen Avrupa ile
hem başkenti, hem de en büyük kentidir. Asya, Avrasya adlı tek bir kıta sayılmaktadır.
Paraguay nüfusunun altıda birinin yaşadığı
Asunciön, ülkenin ekonomik, sosyal ve kültü­
rel merkezidir. Ülkenin sanayi kuruluşlarının A SY A 'YA İLİŞKİN BİLGİLER
çoğu bu kentin içinde ya da yakınındadır. En
YÜZÖLÇÜMÜ: SSCB'nin Asya'da bulunan yaklaşık
önemli sanayi, kenti çevreleyen verimli bölge­ 17.301.089 km2'lik topraklarıyla birlikte 44.614.399
lerde yetişen tarım ürünlerinin işlenmesidir. km2.
D okum a ve ayakkabı fabrikaları da vardır. NÜFUS: 2.665.412.000 (1981).
A sunciön’u Atlas Okyanusu’na bağlayan DOĞAL KAYNAKLAR: Çay, pirinç, şekerkamışı ve baha­
rat; kömür, demir, bakır, kalay, tungsten, grafit, pet­
akarsu sistemi, Paraguay’ın tarihi boyunca rol, kauçuk ve seramik kili; kürk, pamuk, yün, ipek,
önem taşımıştır. Asunciön deniz ve hava kenevir ve jüt.
taşımacılığının merkezidir. Paraguay’a giren İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Dünyanın en kalabalık iki ülkesi
Çin ve Hindistan; Everest Dağı'nın (8.848 metre) da
ya da çıkan malların hemen hemen hepsi aralarında olduğu dünyanın en yüksek 20 doruğu;
buradan geçer. dünyanın en büyük üçüncü gölü olan 65.000 km2'lik
Aral Gölü ile dünyanın en uzun ırmaklarından üçü
Bu kenti 1537’de Peru’ya gitmek için yeni olan Obi, Yangtze (Yang-çe) ve Amur.
bir yol arayan İspanyol kâşifler kurdu ve
M eryem A na’nın Göğe Yükselişi Yortusu
gününde kurulduğu için Asunciön (Göğe A ralarında Everest’in de bulunduğu dünya­
Yükseliş) adını aldı. nın en yüksek tepeleri, en uzun ırm aklar ile
Bir sömürge kenti olarak, Güney A m erika’ karaların en alçak yeri olan Ölü Deniz kıyıları
nin güneyinde, İspanyollar’ın sömürgeci et­ Asya’dadır. Yeryüzünün en yağışlı yerlerin­
kinliklerinin önemli bir merkezi oldu ve 17. den biri olan H indistan’daki Çerrapunci ile en
yüzyılda A rjantin’deki Buenos Aires kenti az yağış alan çöllerin bazıları da bu kıtadadır.
önem kazanmcaya kadar bu durumunu sür­ Sibirya’daki Verhoyansk ve Oymyakon dün­
dürdü. Paraguay 1811’de İspanya’dan ayrılıp yanın en soğuk yerleri arasındadır; gene dün­
bağımsızlığına kavuşunca, Asunciön yeni yanın en yüksek hava sıcaklıkları Arabistan
cumhuriyetin başkenti oldu (bak. P a r a g u a y ) . Y arım adasındaki A den’de saptanmıştır. Ma-
Kentin eski bölüm ünde, ırmak boyunca kao, Hong Kong, Cava ve Japonya ile Çin ve
sömürge dönemi tarzında yapılar görülür; H indistan’ın bazı bölgeleri gibi dünyanın nü­
bunlar, çatıları kiremitle kaplı, açık renk fus yoğunluğu en yüksek yerleri de Asya’da­
boyalı evlerdir. M odern yapılar kentin m er­ dır. Bazı bölgelerinde ise hemen hemen hiç
kezinde yer alır. Paraguay Ulusal Üniversitesi kimse yoktur. Asyalılar’dan bazıları, yüzyıl­
1889’da bu kentte kurulmuştur. lardır neredeyse hiç değişmeyen bir yaşam
Nüfusu 477.000’dir (1985). sürerken, bazıları ise sanayileşmenin gelişme­
si ve batı kültürünün etkisiyle çok kısa bir
A SU R UYG ARLIĞ I bak. B a b il v e A s u r U y- sürede ülkelerinin tanınmayacak kadar değiş­
GARLIKLARI. tiğine tanık oldular.
ASYA 83

Günüm üzde Asya kıtası dünya nüfusunun yöntemleri geliştirmek için de çok çaba har­
yüzde 60’ını barındırm aktadır. Asyalılar’ın candı; artık Asyalı çiftçilerin bir bölümü
çoğu küçük köylerde yaşayan çiftçilerdir. gübre ve ilaç kullanıyor; çağdaş tarım m aki­
Nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı kıtanın doğusun­ neleriyle eskiye göre daha çok ve daha iyi
da ve güneyinde yaşar. Bu yoğun nüfuslu tahıl üretebiliyor.
bölge, Pakistan’dan Çin’in kuzeyine ve Japon­ Asya’nın doğal yapısı üçe ayrılabilir. Ku­
ya’ya doğru bir yay çizer. Bu bölgelerdeki zeyde kışın şiddetli soğukların görüldüğü, rüz­
gelenek, din ve kültürlerin Asya’nın öteki gâra açık düzlükler ve sık ormanlarda yaşam
bölgelerinde yaşayan insanlar üzerinde önem ­ koşullan çok güçtür. Eski Hint, Mezopo­
li etkileri olmuştur. Tarım, Asya’nın doğusu tamya ve Çin uygarlıklarının geliştiği güney ve
ve güneyinde bugün de en önemli etkinliktir. doğuda ise iklim daha ılık ya da sıcaktır.
Bununla birlikte artık daha çok insan, kentler­ Güney ve doğudaki bu bölgeler, kuzeydeki
de ve fabrikalarda iş bulmak için köylerini terk bölgelerden ve A vrupa’dan, büyük sıradağ­
etmektedir. lar, çöl ya da yarı çöllerden oluşan geniş bir
Asya ülkelerinin çoğunda yeni sanayiler doğal engelle ayrılır. Aşılması çok güç olan
ülkelerin görünümünü ve insanların yaşamını bu doğal engeller kuzeyde ve batıda yaşayan­
değiştirdi. Ama, yalnızca Japonya’da sanayi­ ları, güneyde ve doğuda yaşayanlardan ayır­
leşme batılı ülkelerin düzeyine ulaştı ve hatta mıştır.
geçti. Asyalılar’ın büyük çoğunluğu yoksul­
dur. Onların yaşam düzeylerini yükseltmek M uson B ölgeleri
için çaba harcanmaktadır. Asya’nın güneyi ve doğusu dünyanın en
Asya’da doğum oranı her zaman yüksek kalabalık bölgeleri arasında yer alır; dünya
oldu. Am a bu oran, hastalık, kıtlık ve doğal nüfusunun yarıdan fazlası bu bölgelerdedir.
afetlerin sonucu olan yüksek ölüm oranıyla Buna karşılık pek az insanın yaşadığı dağlık
yüzyıllar boyu dengelendi. Çağdaş bilimsel ve ormanlık bölgeler de vardır. Asyalılar’ın
gelişmeler ölüm oranını büyük ölçüde düşü­ çoğu ırmak vadilerinde ve kıyılardaki sulak
rünce, Asya bir nüfus sorunuyla karşılaştı; topraklarda yaşar. Bu yöreler yaz aylarında,
çünkü beslenmesi gereken pek çok insan rüzgârların okyanuslardan getirdiği bol yağış­
vardı ve besin maddeleri yetersizdi. G ünü­ larla sulamr; daha serin olan kış aylanndaysa ya­
müzde Asya’da birçok hüküm et, halkı daha ğış az olur. Bu bölgelerin kışın kurak, yazın ya­
az çocuk sahibi olmaya özendiriyor. Tarımsal ğışlı iklimine ve bol yağışlan getiren mevsim rüz-

Kuzey Avrupa
Amerika
BUYUK

Q OKYANUS
a tla s \ Afrika 'm
BUYUK
Güney OKYANUSU
OKYANUS Amerika HİNT

OKYANUSU Avustralya

Asya dünyanın en büyük


kıtasıdır. Bazen Avrupa ile
Asya, Avrasya adı verilen
tek bir kıta sayılır.
84 ASYA

Ken Richter, European


Suriye'deki geleneksel arıkovanı biçim li evler. Evlerin duvarları güneşte kurutulm uş çamurdan yapılm ıştır.

gârlarına A rap ça mevsim sözcüğünden gelen ürünleri olan pirinç, pamuk ve şekerkamışı-
“m uson” adı verilir (bak. Muson). nın yanı sıra buğday ve arpa gibi serin iklim
T ibet’teki dağlardan pek çok büyük ırmak ürünleri de yetiştirilir. Lâhor, Delhi, Kanpur
doğar. İndus, Ganj ve Brahm aputra ırmakları ve Varanasi gibi büyük kentlerin bulunduğu
Hindistan ve Pakistan’dan; İravadi Birmanya’ büyük ovada Karaçi ve Kalküta limanları
dan, M ekong Çinhindi’nden; Yangtze (Yang- vardır. H indistan’ın batı kıyısındaki Bom bay’
çe) ve Sarı Irm ak ise Çin’den geçer. Yazları da fabrikalarda işlenen pam uk, güneyde daha
kuvvetli yağışlar ve dağlardaki karın erimesi yüksekte bulunan ve daha kuru bir iklimi
alçak vadilerde büyük sellere neden olur. olan, aynı zamanda çay ekiminin de yapıldığı
Irm akların çoğunun deltaları vardır (bak. D ekkan’da yetiştirilir. Tropik bir iklimi olan
D e lta ). B u sıcak ve çamurlu topraklar pirinç Sri Lanka’da (Seylan) pirinç, çay, kauçuk,
yetiştirmeye elverişli olduğundan, pirinç bu­ hindistancevizi ve baharat üretilir.
ralarda yaşayanların temel besinidir. Yağmur D aha doğuda bulunan Birmanya’da çok
ve sıcaklığın pirinç yetiştirmek için yetersiz sert bir ağaç olan tikağacından oluşan sık
olduğu yörelerde ise darı ve buğday gibi ormanların yanı sıra, büyük m iktarlarda pi­
ürünler ekilir. rinç üretimi yapılan bereketli İravadi Irmağı
AvrupalIlar muson bölgelerine ilk olarak deltası bulunur. Gene doğuya doğru, tikağacı
1500’lerde gelmeye başladılar. Gelişlerinin ve pirinç yetiştirilen Tayland ile Güneydoğu
nedeni buraları keşfetmenin yanı sıra ticaret A sya’da Kampuçya, Laos ve Vietnam toprak­
yapmaktı. Önceleri baharat aradılar; sonra ları uzanır. M alakka Yarımadası, kalay ve
pam uk, çay ve şeker üretimini özendirdiler. doğal kauçuk üretiminde en önde gelen yöre­
Sonraki yıllarda ise orm anlar yok edilerek lerden biridir.
kauçuk ağaçları dikildi. Bazı AvrupalIlar çift­ Doğu Hint Adaları, Sum atra, Cava ve
lik sahibi olarak buralara yerleşti. İlk kâşifle­ Borneo gibi büyük adalarla, yüzlerce küçük
rin bir bölümü altın ve değerli taşlar bulmayı adadan oluşur. Bütün bu adalar tropik kuşak
um uyordu. Günüm üzde muson bölgelerinde­ içindedir; Filipinler ise daha kuzeyde yer alır.
ki en değerli mineral petroldür. A dalarda günümüzde de baharat yetiştirilme­
Bangladeş, Hindistan ve Pakistan’daki in­ sine karşın, kauçuk, şeker, çay, kahve ve ip
sanların çoğu, İndus, Ganj ve B rahm aputra yapımında kullanılan lifli bitkiler daha önem ­
gibi ırmakların geçtiği sıcak ovalarda yaşar. lidir. Başta İngiltere, Fransa ve Hollanda
T opraklar bu ırm aklardan sağlanan sularla olmak üzere batılı ülkeler tarafından sömür­
sulanır. Böylece bazı yörelerde, sıcak iklim geleştirilen pek çok Güneydoğu Asya ülkesi,
ASYA 85

II. Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlığına dar kıyı düzlüklerinde toplanmıştır. 19. yüzyı­
kavuşmuştur. la kadar bu ülkenin A vrupalılar’la ilişkisi
Büyük bölümü dağlık olan Çin’in iklimi yoktu. Kendi kaynaklarına dayanarak güçlü
Hindistan ve Çinhindi’nden daha soğuktur. bir ordu ve birçok ülkeye satılan çeşitli mallar
Yaklaşık 1 milyar kişinin yaşadığı Çin’de üreten büyük fabrikalar kuran Japonya, hızla
halkın çoğunluğu Yangtze ve Sarı Irm ak sanayileşti. 1939’a gelindiğinde büyük bir
vadilerinde ya da ikisi arasındaki düzlüklerde im paratorluk olmuştu; ama II. Dünya Sava-
yaşar. Nüfusun çoğunluğunu köylüler oluştu­ şı’nda Asya’nın doğusunu denetimine alma
rur. Belli başlı ürünler, pirinç, çay, baklagil­ girişimi gerçekleşmedi. 1945’ten bu yana ise
ler, darı ve pam uktur. Çinliler, çömlekçilik, Batı A vrupa ve ABD ile rekabet eden güçlü
dokumacılık ve tahta oymacılığı gibi el sanat­ ekonomisi ve sanayisiyle, dünyanın önde ge­
larını yüzyıllar önce geliştirdiler. A m a, ülke­ len gelişmiş ülkeleri arasına girdi.
nin sanayileşmesi, ancak 1949’dan başlayarak
köm ür, demir ve çelik gibi ağır sanayi dalları­ Doğal Engel B ölgeleri
nın gelişmesiyle gerçekleşebildi.. Yeni fabri­ Asya’nın güneyindeki ve doğusundaki yoğun
kalar ve gelişen ulaşım olanakları, Çin’in nüfuslu yerler, kıtanın kuzeyi ile A vrupa’dan,
çağdaş dünyanın en önemli ve en güçlü çok az insanın yaşadığı kurak iklimli doğal en­
ülkelerinden biri olarak ortaya çıkmasına gel bölgeleri ile ayrılmıştır. Bu topraklar, A k­
yardımcı oldu. deniz kıyılarından neredeyse Büyük Okyanus’a
Japonya da çok dağlık bir ülkedir; nüfusu­ kadar 8.000 km boyunca uzanır; eni ise bazı
nun büyük bölümü, yoğun olarak az sayıdaki yerlerde 1.600 kilometreyi aşar. Bu bölge,

Japonya'nın batısındaki çeltik tarlaları mozaik görünüm ündedir.


86 ASYA

Ceylon Tourisl Board ZEFA

Asya dünyadaki en önem li üç dinin doğduğu kıtadır. Üstte: Pakistan'ın Lahor kentinde M üslüm anlar'ın
toplandığı Badşahi Camisi. Altta (solda): Sri Lanka'da bir tapınakta safran rengi giysiler içindeki genç
Buda rahipleri. Altta (sağda): Hindu hacılar Varanasi'de Ganj Irm ağı'nda yıkanıyorlar.
ASYA 87

güneybatıda Arabistan ve Anadolu yarım ada­ bugün çoğu çöl olan güney bölümünde bir
ları ile Irak ve İran’ı; ortada T ibet’i ve zamanlar verimli topraklar vardı.
Çin’deki Uygur Özerk Bölgesi Xinjiang’ı Kimsenin yaşamadığı doğal engel bölgesin­
(Sinkiang); kuzeybatıda ise M oğolistan’ı içine deki T ibet’in kuzeyinde bugüne kadar hiç
alır. Engel bölgelerinin büyük bölümünü kimsenin ulaşamadığı yerler vardır. Karla
çöller, geriye kalanını ise dağlar ya da yüksek kaplı yüksek sıradağlarda da hiç insan ya­
yaylalar oluşturduğu için buralarda nüfus şamaz.
yoğunluğu azdır. Bu coğrafi özellikler ulaşım Bu ıssız çöl topraklarının bir bölüm ünde,
ve haberleşmeyi de güçleştirir. yüzyıllardır kullanılan yollardan, ticaret ker­
Dağ zinciri, Erm enistan’daki Kafkas D ağ­ vanları geçer. Deve ya da at sırtında gelip ge­
ları ile neredeyse birleşen A nadolu’daki To- çen tüccarlar, hayvanlarına, arada bir rastla­
ros D ağlan’yla başlar. Bu dağlar İran düzlü­ nan kuyulardan ya da karlı dağ doruklarından
ğüne doğru bir halka oluşturacak biçimde akıp gelen ırm aklardan su içirirler. Çin’
ayrılır; Hindukuş ve Pamir dağlarında, Afga­ den çay ve pirinç taşırlar; batıdan ise metal
nistan, SSCB, Çin, Hindistan ve Pakistan’ın tencereler, aletler, silah ve giysi alırlar. Bu
birleştikleri yerde, yeniden bir araya gelir. mallan, sürülerini seyrek, dağınık otlaklarda
Bölgenin yüksekliği nedeniyle Pam ir’e, za­ besleyen göçebe topluluklann elinde bulunan
man zaman, “Dünyanın Dam ı” da denir. koyun derisi, yün ve deve tüyü ile de değişti­
Burada, dağların deniz düzeyinden 7.000 rirler.
metre yükseğe eriştiği bir yer vardır. Yüksek Ticaret yollarının geçtiği ya da iki-üç yolun
dağ sıraları, bir yelpazenin kanatları gibi kesiştiği yerlerde, kervan kentleri kurulm uş­
Asya’nın doğusuna doğru açılır. En güneyde tur. Tüccarlar buralarda dinlenir, bazen de el­
Him alayalar’ın oluşturduğu yay, dünyanın en lerindeki çayı ve yünü, bu kentlerdeki ustalar-
yüksek sıradağlarıdır. Kuzeye doğru uzanan ca yapılmış halı ya da deri ürünleriyle değişti­
öteki dağ dizileri Karanlık Dağlar (Kunlun), rirler.
Tanrı Dağları (Tien Şan) ve Altay Dağla- A nayollar doğudan batıya doğru uzanır.
rı’dır. Am a mallarını hayvanlarla taşıyan bazı tüc­
Dağlardaki yüksek geçitler, çoğunlukla carlar, H indistan’daki büyük dağları aşarak
karla kaplıdır. Am a, Çin’e, Pakistan’a ve kentlere gelir. Bu yörelerde yük taşımacılığın­
H indistan’a kuzeyden ve batıdan girişi zorlaş­ da kullanılan mandaya benzeyen hayvanların
tıran tek engel dağlar değildir. Bu bölgedeki (yak) kalın ve tüylü derisi, şiddetli kar fırtına­
ulaşım ağı da çok yetersizdir. Çin’den yalnız­ larına ve soğuğa karşı dayanıklıdır; kısa ba­
ca bir demiryolu geçer; H indistan’a ve Pakis­ cakları ve sağlam ayakları, başka hayvanların
tan ’a uzanan demiryolu yoktur. Dağ dizilerin­ düşüp ölebileceği kayalık ve buzlu yollarda
de Tibet gibi yüksek, kuru ve çıplak platolar yürümesine yardımcı olur. Bazı tüccarlar, çöl­
yer alır. Dağ kuşağının kuzeyinde, SSCB’deki deki göçebelerle alışveriş yapmak üzere, ku­
Türkm enistan’da Karakum ve Kızılkum gibi zeydeki otlaklardan kürk ve tahıl getirir.
soğuk çöller, daha da kuzeyde büyük Gobi Ticaret yolları üzerinde bulunan kentlerden
Çölü yer alır. Bütün bu çöl ve çöl platolarına Sem erkant, Kaşgar, Taşkent ve Buhara yüz­
“soğuk çöller” denir; çünkü kışın buralarda yıllardır bilinir. Bu kentlerde yaşayan ustalar,
tipi eser, yaz ise kuru ve sıcaktır. kuşaktan kuşağa aktarılan motiflerle parlak
Güneybatıya doğru uzanan düzlüklerde de renkli halı ve kilimler dokurlar. Eski saraylar
sık sık çöllere rastlanır, ama bunlar soğuk ve camilerin çoğu kerpiç adı verilen, güneşte
çöllerden farklıdır. Kızıldeniz’den başlayıp kurutulmuş tuğlalardan yapılmıştır; ama dış
A rabistan’dan, İran ’ın güneyinden ve Thar yüzeyleri parlak, renkli desenleri olan sırlı du­
Çölü’nden geçerek H indistan’a kadar uzanan var çinileriyle kaplıdır.
büyük bir çöl kuşağı vardır. Bu kuşakta Bu kentler, birer vaha olarak ortaya çık­
bulunan çöller gerçekten dünyanın en sıcak mıştır. Yazın dağlardaki karlar eriyince, açı­
ve en kuru topraklan arasındadır. Am a bu lan kanallarla kentlere su getirilmiş, ayrıca
bölgeler eskiden böyle değildi. A rabistan’ın meyve ağaçları, tütün ve pam uk gibi ürünler
88 ASYA

Marc Riboud/Magnum
Çin Halk C um huriyeti'nde sanayileşme gelişiyor. Resimde bir demir-çelik işletmesi görülmektedir.

yetiştirilmiştir. Günüm üzde, özellikle SSCB lerdeki fabrikalar büyütülürken, Karaganda


topraklarında bulunan eski kervansaray yöre­ ve Kuznetsk kömür yatakları yakınlarında ye­
leri, geçmiştekinden çok daha büyük ölçüde ni sanayi kentleri kurulmuştur.
sulanm aktadır ve bu kentlerin çoğu, demir- Bozkırların kuzeyinde, ağaçlar görülmeye
yollarıyla birbirine bağlanmıştır. başlar ve buralarda gezenler kendilerini dün­
yanın en geniş orman alanı olan bataklık tay-
Kuzeyin D üzlükleri ve O rm anları ga bölgesinde bulur (bak. T a y g a ) . Ağaçların
Zam an içinde, kervanların uğrak yerleri olan tümü çam, karaçam ve köknar gibi kozalaklı
kentler T atar atlılarının akınlarına hedef ol­ ağaçlardır. Buralara ilk yerleşen Ruslar, or­
du. T atarlar, engel bölgelerinin kuzeyinde, mandaki hayvanları kürkleri için tuzaklar ku­
Sibirya’nın geniş topraklarının başladığı yer­ rarak avlarlardı; bu hayvanların en değerlisi
lerde bozkır (step) adı verilen (bak. BOZKIR) samurdu.
otluk alanlarda yaşarlardı. Bahar ve yaz ayla­ G ünüm üzde bu yörelerin en önemli ürünü
rında buralardaki otlaklarda büyük at, koyun kerestedir. A m a, Kuzey Buz Denizi’ne dökü­
ve deve sürüleri beslerler; yaz sonunda sürü­ len akarsuların yılın birçok ayında donması
lerini güneye, korunaklı dağlara götürürlerdi. yüzünden keresteyi pazara ulaştırmak güçtür.
Besinlerinin büyük bölümünü ekşi süt, özel­ Kuzey Buz Denizi kıyılarında birkaç liman
likle kısrak sütü ile et oluştururdu. Giysileri kurulmuş olmasına karşın, buzkıranlar bile
çoğunlukla koyun derisinden yapılırdı; üstü buralara ancak yazları birkaç hafta için ulaşa­
yünden ya da deve tüyünden keçe ile kaplı bilir.
yuvarlak çadırlarda yaşarlardı. Kuzey Buz Denizi kıyıları boyunca tundra
Bu düz, açık ve geniş alanlarda, günümüz­ diye bilinen (bak. T u n d r a ) ve bozkırlar gibi
de, tıpkı A B D ’nin ve K anada’nın geniş kırla­ ağaçsız, çıplak düzlükler uzanır. Tundra düz­
rında olduğu gibi, makineli tarım ve çağdaş lükleri yılın yarısında karla kaplı donmuş top­
üretim yöntemieri sayesinde buğday yetiştiri­ raklardır. Yaz aylarında bile, toprağın ancak
len büyük çiftlikler kurulm uştur. Süt ve tere- üstten 30 santimetrelik bölümü güneşin etki­
yağ sağlayan büyükbaş hayvan sayısı da gide­ siyle çözülür. Ama yazları günler uzundur ve
rek artm aktadır. Çiftçilerin ürünlerini Trans- birkaç hafta boyunca bu bataklık arazi, çiçek­
Sibirya hattına ulaştıran ara demiryolları var­ lerle renklenir, büyük kaz ve ördek sürüleri
dır. Om sk, Tomsk ve İrkutsk gibi eski kent­ bataklıklarda yuva kurar. Buralarda yaşayan
ASYA 89

az sayıda insan ırm aklardan avladıkları balık­ da Türkler’in tarihi de İÖ 3000 yıllarına ka­
lar ve besledikleri rengeyikleriyle geçimlerini dar uzanır. Göçebe Türk toplulukları Altay
sağlar. ile Tanrı dağları çevresinde yaşamaktaydılar.
Büyük engel bölgesinin kuzeyindeki boz­ D aha sonra Güney A sya’da iki grup ortaya
kırlar, taygalar ve tundralar çarlık döneminde çıktı; İÖ 1500-1000 yılları arasında, kentler
Rus İm paratorluğu’na katılmıştır; günümüz­ kuranlar İndus Ovası’nda; tarımla uğraşan
de ise SSCB’nin bir parçasıdır. H int-A riler ise Yukarı Ganj Ovası’nda yaşa­
dılar.
Tarih Eski Asya uygarlıkları, birbirinden ve A v­
Dünyadaki tüm uygarlıkların başlangıcını rupa uygarlıklarından büyük uzaklıklarla ay­
araştırdığımızda, yolumuz Asya’ya uzanır. rılmıştı. Asyalılar çağdaş dönem lere, yani bu­
Daha Avrupa ve Am erika’da ilkel insanların harlı gemiler, trenler ve öteki hızlı ulaşım
yaşadığı dönem lerde, Asya’da büyük uygar­ araçları ortaya çıkana kadar, batı dünyasın­
lıklar kurulmuştu. Bunların birçoğu uzun za­ dan doğudaki okyanuslar ile batıdaki dağlar,
man önce yok oldu ve yeni toplum lar kurul­ çöller ve orm anlarla ayrıldılar. Yalnızca A s­
du. Bununla birlikte Çin uygarlığı 5.000 yılı ya’nın güneybatısındaki çöllerde yaşayan
aşkın bir süredir varlığını sürdürm ektedir. halklar A vrupalılar’la ilişkideydi. A raplar,
Çinliler’in en eski yazılı tarihi yaklaşık 3.000 İranlılar ve Türkler A sya’dan gelen baharat,
yıl öncesinden başlar; söylencelere dayanan fildişi ve öteki ürünlerin ticaretinde aracı ol­
tarihleri daha eskiye gider. dular. İS 1. yüzyılda, Roma ile Çin arasında da
Güney Asya’nın kuzey bölgelerinde, 5.000- ticaret başladı. İpek, Çin’den, o zamanki
7.000 yıl öncesine ait bazı uygarlıkların varlı­ adıyla Hitay’dan, Orta Asya yoluyla A vrupa’
ğına ilişkin kanıtlar vardır. Bu dönemden son­ ya getiriliyordu. İki ana ticaret yolu vardı:
ra, İÖ 4000 ile 3000 yılları arasında Tunç Ça- İpek Yolu denilen karayolu ve Malakka Yarım­
ğı’nda, çiftçiliğin yapıldığı köyler vardı. Asya’ adası ile Sumatra arasındaki Malakka Boğa-
zı’ndan geçen denizyolu. Zamanla İpek Yolu
vahşi göçebe kabilelerce, denizyolu da Asya’
nin güneybatısına yayılan Müslümanlar’ca
kesildi. Böylece ipek ülkesi Hitay, AvrupalI­
lar için yalnızca bir efsane olarak kaldı (bak.
İpek Y o l u ) .
O rtaçağda Haçlı Seferleri’yle, A vrupa’lılar
Asya’nın güneybatısını tanıdılar (bak. H a ç l i
SEFERLERİ). Haçlı Seferleri sona erm eden ön­
ce, büyük Moğol savaşçısı Cengiz H an ’ın
Asya’nın büyük bölümünü egemenliği altında
birleştirmesiyle, Doğu Asya ile A vrupa ara­
sındaki haberleşm e daha kolay ve güvenli bir
durum a geldi (bak. CENGİZ H a n ) . M arko Polo’
nun ve başkalarının yolculuklarıyla Çin’in uy­
garlığına ve büyük zenginliğine ilişkin öykü­
ler, Avrupalılar arasında yaygın bir ilgiye yol
açtı. Haklarında pek bir şey bilinmeyen bu
baharat, fildişi ve ipek ülkeleri, büyük zengin­
liklere sahip, bilim alanında ileri ülkeler ola­
rak görüldü (bak. MARKO PO LO ).
Bununla birlikte Çin, A vrupa’ya karşı çok
az ilgi duyuyordu. Çinliler, yurtlarının dünya­
Tayland'ın Bangkok kentindeki bir Buda tapınağında nın merkezi olduğu kamsındaydılar. Avrupa-
tanrı Vişnu'nun bir habercisinin altın kanatlı heykeli. lılar’a barbar gözüyle bakıyorlardı. Çin, yetiş­
90 AŞÇILIK

Picturepoint ^aroım e, ı u m p n r cy
(Solda): Nepal'in yüksek dağlarında bir köy okulu. (Sağda): Eskiden Moğol atlılar, sürülerini otlaktan otlağa
dolaştırırlardı. Günümüzde sürüler tarım kooperatiflerinindir.

tirdiği ürünleri altın ve gümüş karşılığı satmak altına girmenin utancı, eski büyük uygarlıkla­
istiyordu ama A vrupalılar’ın ürettiklerini al­ rıyla gurur duyan bu halkların acı günler yaşa­
maya hazır değildi. malarına yol açtı.
Eski kara ve deniz ticaret yolları Asya ülke­ Ticaretle birlikte, Asya’ya batılı düşünceler
lerine gitmenin tek yolu olarak kaldığı sürece de geldi. 19. yüzyılın sonunda Japonya, Asya’
Çinliler A vrupa’nın etkisinden korunabildi- da batının sanayi yöntemlerini benimseyen ilk
ler. Bu yollar uzun, güç ve tehlikeliydi. Fakat ülke oldu. 20. yüzyılda batı düşünceleri ve bi­
15. yüzyılın sonunda Portekizliler A frika’nın limsel yöntem ler Asya’da yayıldı. Bunlarla
çevresini dolaşarak Hint Okyanusu’na ulaştı­ birlikte sorunlar da yayıldı; çünkü Asyalılar
lar ve H indistan’la ticarete başladılar. batılı düşünceleri benimsemek ya da eski ge­
Doğu Asya’ya okyanus üzerinden giden yol leneklerini korumak konusunda art arda ka­
bir kere bulununca, Çinliler’in yaşama koşul­ rarlar vermek zorunda kaldılar. Bunların ba­
ları da değişti. Tüccarlar, misyonerler ve serü­ zıları kendi geleneksel yollarını yadsırken, ba­
venciler ile az sayıda bilgin ve diplomat Asya’ zıları da batılı yollarla ilişkisi olan her şeyi
ya akın etti. AvrupalIlar, Asya ülkelerinin as­ reddetti. Sonunda, batının düşüncelerinin ço­
keri açıdan zayıf, kötü örgütlenmiş ve bölün­ ğunun, doğunun belirli gereksinimlerini karşı­
müş olduğunu görünce, kısa süre içinde sö­ lamaya uyarlanabileceğini görmeye başladı­
mürge imparatorlukları kurdular. Asya’ lar. Avrupa ülkelerinin sömürgelerinde, ulus­
nin, Tayland dışında bütün güneydoğusu, gü­ çuluk ve özyönetim düşünceleri gelişmeye
neyinin neredeyse tümü ve güneybatısının bü­ başladı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Asya’da­
yük bölümü, çok geçmeden Avrupalılar’ın ki sömürgelerde bağımsızlık isteği hızla yayıl­
denetimine girdi. dı; II. Dünya Savaşı’nın ardından bu ülkeler
17., 18. ve 19. yüzyıllarda Asya’daki sö­ birer birer bağımsızlığını kazandı. (Asya’daki
m ürgeler AvrupalIlar için çok kârlıydı. B ura­ ülkelerle ilgili m addelere bakınız.)
larda üretilen ham m addeler işlenmek üzere
A vrupa’ya getiriliyordu. İşlenmiş ürünlerin AŞÇILIK, besinlerin yemek için hazırlanması
büyük bir bölümü de yeniden sömürgelere sa­ demektir. Besinleri pişirmenin birkaç nedeni
tılıyordu. Sonuçta batı ülkeleri hızla gelişti, vardır. Pişirildikleri zaman besinlerde oluşan
Asya ülkeleri ise geri kaldı. Bütünüyle yaban­ değişiklikler, bazılarının yenme ve sindirilme­
cı egemenliği altına girmeyen Çin, Japonya, sini kolaylaştırır. Pişirmenin ayrıca besinlere
Kore, Tayland gibi birkaç ülke de ticarete iyi bir tat kazandırdığına inanırsak da, aslında
açılmaya zorlandı. Batılı ülkelerin egemenliği bu genellikle belirli besinleri pişirerek yeme­
AŞÇILIK 91

ye alışık olduğumuz ve çiğ yeme düşüncesin­ tırma olanağına kavuştular. Besinlerin ateşte
den hoşlanmadığımız içindir. pişirilince daha lezzetli olduğunu, belki de bir
Besinleri pişirmenin başka bir nedeni de rastlantı sonucu buldular.
onları bozulmadan saklamaktır. Pişirme, be­ İlk insanlar için pişirmenin en basit yolu, eti
sinlerde bulunabilecek birtakım parazit ya da bir sopaya geçirip ateşin üzerinde kızartm ak­
bakterileri öldürür ya da etkilerini geciktirir. tı. Sonraları, kızgın taşlar üstünde pişirmeyi
Bu amaçla kurutm a, isleme, dondurm a ya da öğrendiler ve belki de yapraklara sardıkları
salamura yapma gibi başka yöntem ler de yiyecekleri közde pişirdiler. Tahıllar lapa
uygulanabilir (bak. G lD A TEKNOLOJİSİ). “Aşçı­ haline getirildikten sonra, bir tür basit ekmek
lık” terimi bu yöntemlerin tümünü ve aynı yapmak üzere, kızgın taşlarda pişiriliyordu.
zamanda çiğ besinin yemek için hazırlanması İlk fırınlar taş ve kızgın korların döşendiği
işlemini de kapsar. çukurlardı.
Aşçılık yalnızca zorunluluk nedeniyle yapıl­ Bir sonraki aşam ada, çukur yerine toprağın
maz. G erek kendisi, ailesi ve dostları için üstünde, biri dumanın çıkmasına olanak ve­
yemek pişiren pek çok kişi, gerek bu işi bir ren, biri de havalandırma sağlayan iki deliği
geçim kaynağı olarak yapanlar, yemek pişir­ olan, sıcaklığı içerde tutmak için önüne bir taş
m ekten zevk duyarlar. Aşçılık bilgi gerektirir. kapak koyulan fınnlar yapıldı. İnsanlar içine
Aynı zamanda bir sanat dalı da sayılabilece­ büyük bir hayvan postu döşedikleri çukurlar­
ğinden, yemekleri iştah açıcı bir biçimde da, yiyecekleri haşlamayı da öğrendiler. Bu
sunmak, aşçılık sanatının bir bölümüdür. çukurlar suyla dolduruluyor ve ateşte kızdırıl­
İskoç yazar James Boswell, öteki canlılar mış taşlarla, kaynama derecesine kadar ısıtılı­
arasında yalnızca insanın yemek pişirebildiği­ yordu. Kamış sepetleri, balçık sıvayarak sert­
ne ve iştah açıcı bir sofra kurabildiğine dikkati leştirmeyi de öğrenen insanlar bu “tencerele­
çekerek “kendi yediğine çeşni katan herkes az ri” , suyla doldurarak ya da susuz olarak ateşin
çok bir aşçıdır” demiştir. üzerine yerleştiriyorlardı. Böylece, aşçılığın
H er ülkenin kendine özgü, geleneksel bir iki ana yöntemi geliştirilmiş oldu: Kuru ola­
aşçılığı vardır. Bu, o ülkede bulunan besinle­ rak fırınlama ve sulu olarak haşlama ya da
re, tarihin farklı dönemlerinde yaşamış olan buğulama.
insanlara, iklime, din ve görenekler gibi Toprak fırınlar, dünyanın bazı yerlerinde
birçok etm ene bağlı olarak değişir. hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin, Papua Yeni
17. yüzyıldan beri, Fransız mutfağı batı G ine'de yaşayan Wola halkı iki tür toprak
dünyasının mutfağını etkilemiştir. Bu neden­ fırın kullanır: Bunlardan birinde az sayıda kişi
le, aşçılıkta genellikle Fransızca terimler kul­ için sebze pişirilir; uzun bir çukurdan oluşan
lanılır. Bununla birlikte, artık dünyada farklı öteki fırın ise domuz avından sonra, çok
aşçılık üsluplarının kaynaşmaya başladığı da sayıda kişiye domuz eti pişirmek içindir.
görülm ektedir.
Yunan ve Roma M u tfa kla rı
Eskiçağlarda A şçılık Epeyce örgütlenmiş olan Yunan ve İtalyan
Toprak altından çıkarılan, tarihöncesi dö­ toplum larmda, işlerin çoğunu köleler yapar­
nemlerden kalma çanak çömlek parçalan, dı. Aşçıbaşı da bir köleydi, ama emrinde
çakmaktaşı, hayvan kemikleri gibi buluntu­ çalışan birçok işçi vardı ve ev hizmetlerine
lardan, insanların nasıl yemek pişirdiklerini bakan öteki kölelere, yani fırıncılara, kasap­
biliyoruz. Besinleri pişirme olanağından yok­ lara, ateşçilere, şaraplardan sorumlu kilerciye
sun olan ilk insanlar, hayvan avlar, böğürtlen, ve yemeklerin zehirli olmadığından emin ol­
meyve, yaprak, kök toplar ve bunları doğada mayı sağlayan çeşnicibaşıya bir efendi gibi
buldukları gibi, çiğ olarak yerlerdi. Ayrıca, hükm ederdi. Dem irden ve topraktan tencere­
besinleri nasıl bozulmadan saklayabilecekleri­ ler, tavalar ve tabaklar kullanılırdı. Kaşık
ni de bilmedikleri için, her gün yiyecek vardı, ama yiyecekleri bıçakla kestikten sonra
aram ak zorundaydılar. Ateş yakmayı bulduk­ herhalde elleriyle yiyorlardı. Onların yem ek­
ları zaman ısınma ve vahşi hayvanları uzaklaş­ lerinin çoğunun tadı bize tuhaf gelebilir. E t ya
92 AŞÇILIK

da balığı genellikle bal ya da meyve ile bulunuyordu. Odun az bulunmakla birlikte,


pişiriyorlardı. Ziyafetlerde, yemekleri bazen A vrupa’nın soğuk kuzey bölgelerinde olduğu
inci ya da değerli taşlarla süslüyorlardı. Sürp­ gibi, evleri ısıtmak için büyük ateşler gerek­
riz yapmayı da seviyorlardı. Bir Roma ziya­ miyordu. Bunun için yemek pişirmenin başka
fetinde, çörekten yapılmış büyük bir “yum ur­ yolları denendi. Az m iktarda taze et ya da
ta ” açıldığında, yum urta sarısının içinden balık, çok sıcak köm ür ateşinde çabucak
minicik pişmiş bir kuş çıkmıştı. Rom alılar besi pişirildi; başka bir deyişle, ızgara yapıldı.
hayvanlarının yanı sıra deve ve fil eti de Kuzeyde ise hem ısınmak, hem de yemek
yerlerdi. pişirmek için gerekli olan odun bol bol
bulunuyordu. Uzun ve sert geçen kış ayların­
O rtaçağ daki besin kaynakları, tuzlanıp kurutulmuş et
Ortaçağ boyunca, İngiltere ve A vrupa’daki ve balık ile yumru köklerdi. E t, sert ve kuru
büyük m alikânelerde aşçılık, en az Eski Yu­ olduğu için, önce uzun süre pişiriliyor, sonra
nanlı ve Rom alılar’ınki kadar iyi örgütlenmiş­ odun ateşi üzerinde kocaman kazanlarda pişi­
ti. Üstü açık ateş ocaklarında, hayvanlar rilen yahni ya da çorbaya katılıyordu. Hayvan
bütün olarak bir sopaya geçirilip kızartılır ve yağı da kavanozlarda saklanarak kışın yemek
çok büyük kazanlarda çorba ya da yahni pişirmede kullanılıyordu. Kurutulup tuzlana­
pişirilirdi. Ateşin sönmemesi, sopanın çevril­ rak saklanan domuz eti ve jam bon, Kuzey
mesi ve yahni ile çorbanın taşm adan kayna­ A vrupa’nın temel besiniydi. Balık, kış boyun­
ması için pek çok yardımcıya gereksinim ca saklanmak için islenir, sebzeler de turşu
vardı. Bu yardımcılar, yemekleri pişmeye yapılırdı. Bu dönemde İngiltere ile Alm anya,
hazırlar ve birkaç koridor ötedeki, bazen de et yemekleriyle ün kazanmıştı. Oysa A vrupa’
ayrı bir binadaki yemek salonuna götürürler­ nin güneyindeki ülkeler için yeşil sebzeler ve
di. Bu yüzden, yemek sofraya geldiğinde çoğu taze balık övünç kaynağıydı.
zaman soğuk olurdu. 1533’te İtalya’daki Urbino dükünün kızı
Büyük bir olasılıkla yemekler yavan ve hep Catherine de Medicis, Kral II. Henry ile
aynı çeşitti. Hayvanlar kışın beslenemediğin- evlenmek üzere Fransa’ya giderken, o zaman
den, yaz sonunda öldürülmeleri gerekiyordu; dünyanın en iyileri olarak kabul edilen Flo-
bu durum da etleri de daha sonra kullanılmak ransalı aşçıları da birlikte götürdü. Bu ustalar,
üzere kurutuluyor ya da tuzlanıyordu. May­ Fransızlar’ca bilinmeyen çeşitli yemekler pi­
danoz, adaçayı ve kekik gibi kokulu otlar, şirdiler. Çok geçmeden Fransız soylularının
baharat ve soğan yiyeceklere tat katıyordu. evlerinde İtalyan usulü yemeklerin pişirilmesi
Kokulu otların çoğunu kendileri yetiştiriyor­ moda oldu. İtalyan aşçılar ayrıca Fransızlar’a
lardı; biber, karanfil ve tarçın gibi baharat karnabahar, enginar, hamur işleri ve süt
çeşitleri doğudan geldiğinden kıt ve pahalıydı. danası eti gibi yeni malzemeleri kullanmayı,
Temizliğe önem verilmezdi. O zamanlar hiç yum urta ve krema ile sos yapmayı da öğretti­
kimse hastalıkların, mikrop ve pislikle ilgili ler. Böylece, bundan sonraki 400 yıl boyunca
olduğunu bilmezdi. Altı m etre genişliğindeki gelişen en yaygın aşçılık yöntemlerinin tem e­
açık ocağıyla kocaman bir m utfaktaki sıcak­ lini İtalyan mutfağının oluşturduğu söylene­
lık, bunaltıcı olurdu. Aşçıların birçoğu ferah­ bilir.
layabilmek için bol bol bira içerdi.
Zamanla, Avrupa’nın doğu ve batısında, Fransız M u tfa ğ ın ın Ö nem i
ayrı aşçılık yöntemleri geliştirildi. Bu ayrım, Fransa’yı aşçılıkta ünlü bir ulus yapan kişi,
iklim koşullarına ve bulunan temel besin herkesten çok, A ntonin C arem e’dir (1784-
maddelerinin farklılığına bağlı olarak ortaya 1833). Çarem e, yemek pişirmeyi ve uygun bir
çıktı. Güney Avrupa ülkelerinde yemekler, biçimde servis yapmayı düzenleyen ve bunları
güneşli yamaçlara öbek öbek yayılmış ağaç­ işini bilerek kaleme alan ilk kişidir. Yoksul
larda yetişen zeytinden elde edilen yağ ile ya­ bir aileden geliyordu ve çalışma yaşamına aşçı
pılıyordu. İklim, kış aylarında oldukça ılıman­ yamağı olarak, belki de şişleri çevirerek baş­
dı; bütün yıl boyunca taze et ve balık ladı. Bir süre sonra bir pastacının yanında ça­
AŞÇILIK 93

lışmaya başladı. Bu, epeyce ustalık gerektiren İngiltere’ye dönüşünde, masada yemek pi­
bir işti. O günlerde varlıklı kişilerin evlerinde şirmek için kullanılabilecek küçük bir ocak
verilen gösterişli ziyafetlere hazırlanan pasta­ yaparak bunun nasıl kullanılacağını gösterdi.
lar, günümüzde yemek üstüne yediğimiz basit 1855’te, Osmanlı İm paratorluğu’nda Kırım
tatlılara benzemezdi. Bunlar, yemek süresin­ Savaşı’nda (1853-56) çarpışan İngiliz ordusu­
ce masayı süslemek, boyutları ve ayrıntılarıy­ nun yemeklerinin pişirilmesini yeniden dü­
la konukları etkilem ek amacıyla yapılan, mi­ zenleme işini üstlendi. Açık havada kullanıla­
mari boyutlarda, görkemli yapıtlardı. Fransa, bilecek özel bir ocak yaptı. Askerlere verilen
İngiltere, Rusya ve Avusturya’daki en büyük haşlanmış etin suyunun döküldüğünü göre­
devlet adamları için çalışan Çarem e, Avrupa rek, bunun çorba olarak içilmesini ve bütün
tarihinde önemli rol oynayan birçok toplantı­ yararlı özellikleri kaynatıldığı suya çıkmış
da yemek listelerini hazırladı. Avrupa yem ek­ olan etin atılması gerektiğini bildirdi.
lerinde olduğu kadar, m utfaklarında da köklü “Aşçıların kralı ve kralların aşçısı” olarak
değişiklikler gerçekleştirdi. Yiyeceklerin sof­ tanınan Auguste Escoffier (1847-1935), çalış­
raya, bugün bildiğimiz sırayla olmasa da, be­ ma yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği
lirlenmiş bir sıraya göre getirilmesi için kural­ İngiltere’de, A vrupa’nın o günlerde en ünlü
lar geliştirdi. Bir konuğun bunların hepsini otellerinden olan, L ondra’daki Savoy Oteli ve
yemesi beklenmese de, masada aynı anda pek ardından Carlton Oteli mutfaklarını yönetti.
çok yemek çeşidi olabilirdi. 62 yıl süren meslek yaşamı sırasında, Avus­
İngiltere ile Fransa’da ve dolayısıyla aşçılı­ turyalI büyük opera şarkıcısı Nellie M elba’
ğın bütün dünyadaki gelişmesinde etkili olan nin onuruna “peşmelba” adını verdiği şeftalili
iki Fransız daha vardı: Soyer ve Escoffier. dondurmayı ve birçok yeni sosu yarattı; İngil­
Alexis Soyer (1809-58), Fransa’da aşçılık tere ’de, otel ve restoranlardaki aşçılık düzeyi­
eğitimi gördükten sonra 1831’de İngiltere’ye ni yükseltti.
giderek sonunda Londra’daki bir erkekler Çarem e, Soyer ve Escoffier, zengin ve etki­
kulübü olan Reform Kulüp’te aşçıbaşı oldu. li kişilerin m utfaklarında ve restoranlarında
1847’de The Times gazetesine, İrlanda’da bü­ çalışırlarken, halkın m utfaklarında da pek
yük açlık ve sefalete yol açan korkunç kıtlık­ çok değişiklik oluyordu. İngiltere’de ev işleri­
tan söz eden m ektuplar yazdı. Bunun üzerine ne ilişkin ilk kitabı Isabella Mary Beeton yaz­
hüküm et kendisini, bu konuda neler yapabi­ dı. Bu kitapta yalnızca yemek pişirme konu­
leceğini incelemesi için oraya gönderdi. So­ sunda öğütler verilmekle kalınmıyor, aynı za­
yer, halka çorba ve et pişirecek geçici mutfak­ manda evlerin nasıl temizlenip düzenleneceği
lar kurdu ve önceki fiyatının yarısına, iyi yiye­ ve hasta olan aile bireylerine nasıl bakılacağı
cekler yapmayı başardı. da öğretiliyordu.
ZEFA
A vru pa 'ya Yeni B esinlerin G etirilm esi
Batı dünyası aşçılığının A vrupa’da gelişmiş
olmasına karşın, Avrupa mutfağında kullanı-
lagelmiş birçok malzeme, Am erika gibi başka
kıtalardan geliyordu. 15. yüzyılın sonundan
başlayarak, Kristof Kolomb gibi kâşifler, as­
lında doğuya giden kısa bir yol bulmak iste­
dikleri için, A vrupa’dan Kuzey, O rta ve G ü­
ney A m erika’ya gidiyorlardı. Doğuya gitm e­
lerinin en önemli nedenlerinden biri, aşçılıkta
önem kazanmaya başlayan baharatı getirm ek­
ti. Doğuya gitmek için batıya doğru yaptıkları
yolculuklar sırasında birçok başka besin m ad­
Taze balık ve deniz ürünleri çeşitli yöntem lerle
pişirilebilir. Bazıları, örneğin istiridye, genellikle çiğ desi de buldular. Patates, dom ates, çikolata,
yenir. mısır, kavun, ananas, balkabağı, biber, hindi
94 AŞÇILIK

ve birçok bakliyat türü Am erika kıtasında bu­ pişirme yöntemleri kullanmak zorundaydılar.
lundu. Önce ilk kâşiflerin yola çıktıkları yer Eti Yerli yöntemiyle, ateşten yanmayacak ta­
olan İspanya’ya getirilen bu yiyeceklerin ço­ ze dallara asarak, açık ateş üzerinde pişirmeyi
ğunun hâlâ bu ülkenin geleneksel aşçılığında öğrendiler. Besinlerini, belki de ellerindeki
önemli bir yeri vardır. İspanya’da, bir yıldaki tek mutfak eşyası olan, eski moda kazanlarda
günlerin sayısı kadar farklı patates pişirme haşladılar ve yemekleri çok az bir sıcaklıkta,
yöntemi olduğu söylenir. Birçok geleneksel yavaş yavaş pişirmek için, kapalı büyük bir
İspanyol yemeğinde, renk ve tat vermek için tencereyi fırın gibi kullandılar. Batıya giden
kırmızıbiber kullanılır. Patates, çikolata ya da öncüler, yemeklerinin çoğunu açık havada,
domatesin bulunmadığı bir batı mutfağı düşü­ açık ateş üzerinde pişirmek zorundaydılar.
nülemez. H erhalde, açık havada ızgara et pişirme (bar-
bekü) böyle ortaya çıktı.
Y en id ü nya 'n ın Yem ek Pişirm e B içim leri Ocaklar yapılmaya başladıktan sonra, açık
İngiltere, Fransa, Hollanda, İsveç gibi birçok ateşin yanma yerleştirilen tuğla ya da taştan
farklı ülkeden gelerek Kuzey A m erika’ya ilk bir fırında haftada en az bir kez geleneksel
yerleşenlerin hepsi, kendi geleneksel yemek yöntemlerle ekmek pişirilirdi. Bütün A vrupa’
pişirme yöntemlerini Y enidünya’ya uyarla­ da da ekmek böyle pişirildi ve günümüzde
mak zorundaydılar; bu da genellikle güçtü. birçok yerde hâlâ bu eski fırınları görebiliriz.
İklim farklıydı ve alışkın oldukları temel m al­ Fırında odunlar tutuşturulur ve kor olup fı­
zemelerin çoğu yoktu. Buldukları birçok bit­ rını ısıtana kadar yakılırdı. Sonra küller te­
kiyi nasıl yetiştireceklerini ve pişireceklerini, m izlenerek somunlar sıcak fırına yerleştirilir
Am erika Y erlileri’nden öğrendiler. ve pişmeye bırakılırdı. Ekm ekler piştikten
Yeterli kap kacak getirem edikleri için basit sonra, hâlâ uzun bir süre sıcak kalacak olan
ZEFA

Arjantin'de, kızgın odun


kömürü ateşinde yapılan
rosto. Ateşin alevi
söndükten sonra, korların
üzerine yerleştirilen et
çabucak pişer ve özel bir
tat kazanır.
AŞÇILIK 95

fırına, uzun sürede yavaş yavaş pişirilmesi ge­


reken yemekler koyularak fırın soğuyuncaya
kadar orada bırakılırdı. Bu yöntem, bazı ül­
kelerde hâlâ kullanılmaktadır. Örneğin T ür­
kiye’de, kendi fırını olmayan birçok kişi, ha­
zırladığı börek tepsilerini semt fırınına götü­
rür. Fırıncı, sabahleyin erkenden ekmek pişir­
meyi bitirince, halkın öğle yemeği için gelip
alacağı öteki tepsileri fırına koyar.

T ürk M u tfa ğ ı
Türk mutfağı geçirdiği tarihsel evrim, yemek
çeşitleri, hazırlama ve pişirme yöntemleriyle
dünyanın sayılı mutfakları arasında yer alır.
O rta A sya’dan A nadolu’ya gelinceye kadar
T ürkler’in geçirdikleri aşamalar ve uyum sağ­
layıp özümledikleri yeni kültürler çok zengin
bir mutfak geleneğinin oluşmasına yol aç­
mıştır.
Eski T ürkler’de toplum düzeninin yemekle
yakın bir ilişkisi vardı. Sık sık bol yemek ve
içki ikram edilen toylar, şölenler düzenlerler­
di. H anların, beylerin bu tür ziyafetler düzen­
lemesi, halkına türlü ikram larda bulunması Anadolu Yayıncılık Arşivi
köklü bir gelenekti. Kayseri, Develi'de çemen yapan kadınlar.
Eski T ürkler’de “Ülüş” adlı verilen bir ge­
leneğe göfe toplu yemeklerde herkesin ortaya kalma belli başlı kaynaklarda da eski yemek
getirilen bir kızarmış koyunun neresinden kültürünün fazla değişikliğe uğram adan sür­
yiyeceği, özellikle Oğuz boyları arasında, ön­ düğünü görüyoruz. Türk diline ve kültürüne
ceden belirlenirdi. ilişkin eski kaynaklardan Kâşgarlı M ahmud’
Göçebe yaşamının ve hayvancılığın yanı sı­ un Divarıü Lügati’t-Türk adlı sözlüğü ile
ra tarımla da uğraşan O rta Asya Türkleri’nin Yusuf Has H acib’in Kutadgu Bilig adlı m an­
yemeklerinin temel öğesini et, süt, yağ ve pey­ zum yapıtında yemek çeşitleri ve yemekle ilgi­
nir gibi hayvansal ürünler oluşturuyordu. li gelenekler üstüne pek çok bilgi vardır.
Özellikle yoğurt tek başına ya da başka ye­ Oğuzlar’ın geleneksel sözlü destanlarının ya­
m eklerde katkı maddesi olarak önemli bir yer zıya geçirilmiş örneklerinden biri olan Dede
tutardı. Yiyecekler arasında önemli bir yeri Korkut Hikâyeleri de T ürkler’in daha sonraki
olan ekmeğin yanı sıra, un ve bulgura dayalı toplumsal yaşamıyla ilgili çok değerli bilgiler
yemek çeşitlerinin ana öğesini un ve et oluştu­ içermesi yanında, yemek adları ve gelenekle­
rurdu. Eski Türk yemeklerinden biri olan riyle ilgili bilgileri de bize kadar ulaştırm akta­
mantıya benzeyen “tutm aç” besin değeri yük­ dır (bak. D e d e K o r k u t H İ k â y e l e r İ).
sek, doyurucu bir yemekti. “Kavut” adı ver­ 11. yüzyıldan başlayarak A nadolu’da yeni
dikleri tatlılarını ise arpa ununa pekmez kata­ bir kültür ortam ı içine giren Türkler, eski alış­
rak hazırlarlardı. Zengin et yemekleri arasın­ kanlıklarını korumakla birlikte, yemek kültü­
da bum bar (bağırsak dolması), sucuk, kebap rü açısından birçok yeniliklere uyum sağla­
çeşitleri, işkembe çorbası, kavurm a, közleme, mışlardır. Sebze yemeklerinin eskisine göre
külleme, pastırma ve yahni çeşitleri sayıla­ daha da artıp zenginleşmesi, tereyağının ya­
bilir. nında A nadolu’da tanıdıkları zeytinyağını da
T ürkler’in İslam dinini kabulünden sonraki kullanmaya başlamaları söz konusu değişik­
dönemlere ilişkin, en eskileri 11. yüzyıldan liklerin başında gelir.
96 AŞÇILIK

Osmanlılar döneminde hayvancılığın yanın­ hünkârbeğendi, saray kadayıfı, saray ekmeği,


da tahıl üretimi de önem kazandığı için bu iki vezirparmağı.
üretim alanının ürünleri, bu dönemdeki Türk Saray ve konak mutfaklarının dışında kalan
mutfağında belirleyici olmuştur. Osm anlılar’ ve daha çok yöresel özellikler taşıyan halk
da birkaç tür mutfak geleneğinden söz edile­ mutfağı da et ve tahıl temeline dayanıyordu.
bilir. Osmanlı sarayında ve paşa konaklarında Halkın et ve sebzeyi taze olarak tüketmesi ya­
sık sık görkemli ziyafetler verilirdi. Topkapı nında kurutm a ve kavurma yöntemiyle sakla­
Sarayı’nda padişahın kendisi için özel olarak ma alışkanlığı da vardı. Ayrıca etin çeşitli ba­
pişirilecek yemekler “Kuşhane” adı verilen haratla karıştırılarak pastırm a ve sucuk biçi­
minde saklanması da eski bir yöntem olarak
Anadolu Y A y incilik Arşivi
sürdürülüyordu. Halk mutfağında yer yer
sebzeler ve yaban otları da et, bulgur, pirinç
ve yoğurtla karışık yemekler yapımında kulla­
nılırdı. Halkın bu dönemde ekmek türünden
yiyeceklerle çok çeşitli tatlılar da yaptığı bilin­
mektedir.
Türkler ile Osmanlı İm paratorluğu’nda ya­
şayan öteki halklar arasındaki karşılıklı etki­
leşim yemek çeşitlerine ve pişirme yöntem le­
rine de yansımıştır. Özellikle Balkan ülkele­
rindeki yemek adlarında, yapılışlarında ve
bunların yapımında büyük bir Türk etkisi gö­
ze çarpar. Tanzimat Ferm am ’mn ilanından
sonra öteki alanlarda olduğu gibi mutfak ala­
nında da hızlı bir batılılaşma oldu. Aslında
batı yemekleri ve özellikle azınlıkların etkisiy­
le başta balık olmak üzere karides ve istiridye
gibi deniz ürünleri birkaç yüzyıl önceden ya­
vaş yavaş saraya ve zengin konaklarına girm e­
ye başlamıştı. 19. yüzyılda İtalyan ve Fransız
mutfakları yemek adlarıyla birlikte Türk m ut­
fağını etkilemiştir.
İkinci M eşrutiyet’in ilanından (1908) Cum-
huriyet’in ilanına kadar (1923) geçen dönem
içinde ve bu tarihten sonra batı yemekleri da­
M ardin'de erişte yapım ı.
ha da yaygınlaşmıştır. Köy, kasaba ve küçük
kentlerde ise Türk mutfağı yerel özelliklerini
m utfakta “Kuşçubaşı” unvanını taşıyan gö­ korum aktadır. Günümüz Türk mutfağında
revli tarafından hazırlanırdı. Valide sultan, yoğurt, bulgur, tarhana ve ham ur işleri gibi
sultanlar, şehzadeler ve harem de yaşayanlar geleneksel yiyeceklerin ağırlığı sürm ektedir.
için ise “Has m utfak”ta yemek hazırlanırdı. Kentlerde ilk yemek olarak içilen çorba, köy­
Tatlı türünden yiyecekler de “H elvahane” de­ lerde sabah kahvaltısı yerini de tutar. Türk
nilen m utfaklarda pişirilirdi. Ayrıca saray gö­ mutfağının çok sevilen yemekleri arasında pi­
revlilerinin tümü için rütbe ve sınıflarına göre lav, dolma, sarm alar ve börek sayılabilir.
başka m utfaklar da vardı ve buralarda o gö­
revliler için ayrı yemek hazırlanırdı. Osmanlı Doğu M u tfa ğ ı
döneminden kalma yazma yemek kitapları ile Çin, Japonya ve H indistan’daki yemek pişir­
günümüz yemek kitaplarında saray ve konak me yöntem lerini, A vrupalılar’ın ve Avrupa
yemeklerinin özelliklerini yansıtan adlara kökenli ABD yurttaşlarının yöntemleriyle
rastlanır: Helvâ-yı hâkâni (padişah helvası), karşılaştırmak ilginç olacaktır.
AŞÇILIK 97

Çin mutfağı ile İtalyan mutfağı bazı bakım ­ Evde pişirilen yemeklere biraz et katılır. Ba­
lardan birbirine benzer. Bunun nedeni, belki lık ve sebze en yaygın yiyecekleridir. Çorba
de benzer bir tarihsel gelişim göstermiş olma­ servisi genellikle yemeğin sonuna doğru yapı­
larıdır. Çin’de, İtalya’da olduğu gibi, yakacak lır ve yemek bitinceye kadar yavaş yavaş içi­
odun kıt olduğundan, yiyeceklerin hızlı ateşte lir. Çay yemekten hem önce, hem de sonra
çabucak pişirilmesi gerekiyordu. Kullanılacak içilir. Balık genellikle yemeğin sonunda m asa­
malzeme önceden dikkatle hazırlandığından, ya getirilir.
pişirmek için çok kısa bir süre yeterli oluyor­ Japon mutfağı, özellikle yapışkan ve lapa
du. Bir çeşit ham ur işi olan erişte, hâlâ aşağı gibi pilavı bakım ından, Çin mutfağıyla bazı
The Hutchison Library
benzerlikler gösterirse de, belirgin özelliği yi­
yeceklerin çoğunun çiğ ya da az pişmiş olm a­
sıdır. Birçok yemek balık ya da deniz ürünleri
içerir. Çin yemeklerinde olduğu gibi, süt
ürünleri çok az kullanılır. Soyafasulyesinden
yapılan bir tür fasulye peyniri protein kayna­
ğıdır. Zencefil, en çok kullanılan tat vericiler­
den biridir. Bir de, kırmızı fasulye ham urun­
dan yaptıkları tatlıları vardır. Tipik bir Japon
yemeği sırayla salamura balık, çiğ balık, haş­
lanmış balık ve yosunlar, haşlama yemekler,
ızgara ve kızartm a yemeklerden oluşur ve
meyveyle sona erer.
Bir Çin erişte tezgâhı. Haşlanmış erişteler, öteki Hindistan ve Pakistan yemeklerinin temel
pişm iş yemeklerle ya da çorbaya koyularak yenir. özelliği, çoğu zaman yemeğe acılık veren bir­
çok baharatın kullanılmasıdır; yemeğin acılı­
yukarı her yemekte kullanılır. M arko Polo’ ğını, kullanılan kırmızıbiberin miktarı belir­
nun 1295’te İtalyanlar’a tanıttığı ham ur işleri­ ler; bir yem ekte, altı ya da yedi çeşit baharat
ni, Çinliler çok daha önceden yiyorlardı. kullanılabilir. Bunların bazıları bütün olarak,
Çin yemeklerinin çoğu kızartma ve buğula­ bazıları da dövülerek ya da öğütülerek macun
ma karışımı ya da buğulamadır. Kullandıkları haline getirilir. H indistan’ın güneyinde, ye­
yuvarlak tabanlı kaplar kızartm alar için kulla­ m eklerin yanında her zaman pilav vardır ve
nılabildiği gibi, bol yağda yapılacak kızartm a­ bütün yemekler hindistancevizi yağıyla pişiri­
lar ya da haşlamalar için de kullanılabilecek lir. Pirinç un haline getirilerek gözleme yapı­
kadar derindir; bambu sepetlere koyulan yi­ lır. Kuzeyde ve Pakistan ile Bangladeş’te de
yecekler, bunun üzerinde buharla pişirilebilir. genellikle, “çapatti” ya da “parata” adı veri-
Pişmiş yiyecekler bu kabın bir yanma yerleşti­ The Hutchison Library

rilen bir ızgaraya dizilerek sıcak tutulurken,


kabın dibinde öbürleri pişirilir. Eğer bütün
malzeme önceden hazırlanırsa, hepsi bir tek
kapta pişirilerek yemek çok çabuk hazır olur.
Çin m utfağında süt ürünleri kullanılmaz.
Doğuya özgü çeşnilerden biri, soyafasulye-
sinden yapılan ve tuzlu bir tadı olan soya so­
sudur. Çinliler ayrıca, et ürünlerinin lezzetini
artırm ak için kullanılan monosodyum glüta-
matı, tıpkı A vrupalılar’ın tuz ve biberi kullan­
dığı gibi kullanırlar.
Çin sofrasına yemekler ufak kâselerde, ser­
Hindistan'da "çapatti" adı verilen yassı ekmeklerin
vis kaşıklarıyla getirilir ve bir çift özel çubukla içine çeşitli yiyecekler do ld u ru lu r ve sokaklarda
yenir. Sofranın temel yemeği pirinç pilavıdır. satılır.
98 AŞÇILIK

len ve kızgın saç üzerinde pişirilen, ince, yu­ 1795’te geliştirdi. Böylece ilk kez ateş denet­
varlak, mayalanmamış ekmek yenir. Bunlara lenebiliyor ve sıcaklık ayarlanabiliyordu. 19.
benzeyen “puri” ise bol yağda kızartılır. H int­ yüzyıl boyunca geliştirilen köm ür ve gaz ya­
liler yemeklerini genellikle elleriyle yerler. kan ocaklar ise, kızartma saçları, fırınlar ve su
M üslüm anlar’ın çoğunlukta olduğu kuzeyde ısıtıcılarıyla donatıldı. Elektrikli fırınlar 20.
et oldukça çok yenir; güneyde ise halkın ço­ yüzyılın ortalarına kadar yaygınlaşmadı.
ğunluğu Hindu ve etyemezdir ya da et yerine Çağdaş dünyada aşçıların yararlandıkları
balık yer. Hindistan'ın kuzeyinde, tavuk gibi çoğu elektrikle çalışan çeşitli gereçler vardır.
yiyecekler, yoğurt ve baharat karışımında Böylelikle, eskiden kölelerin, hizmetçilerin
dinlendirildikten sonra, çok kızgın bir kil fı­ ve yoksul evlerde çocukların yaptığı işleri, ar­
rında, kömür ateşinde çabucak pişirilir. Buna tık yalnızca bir kişi yapabilmektedir. Kek ya
“tanduri” yöntemi denir. Genellikle “nan” Sally and Richard Greenhill

adı verilen bir tür yassı ekmekle birlikte servis


yapılan yemeği, yanında verilen limon dilim­
leri ve salata tamamlar.
Birçok Hint tatlısı, uzun süre baharatla pi­
şirilmiş sütten, bazıları da m akarna yapımın­
da da kullanılan ve bir buğday ürünü olan ir­
m ikten yapılır. Özel durum larda bu tatlılar in­
ce gümüş bir tabakayla süslenir.

G ünüm üzde A şçılık


İlk m utfak ocağını Am erikan Bağımsızlık Sa-
vaşı’ndan sonra İngiltere’ye kaçan, Am erika
B iryem ek ta rifin i uygulayan bir aşçılık öğrencisi.
doğumlu fizik bilgini Sir Benjamin Thompson Aşçılık, sürekli bir çalışma ve malzemeleri çok iyi
tanımakla öğrenilir.

da tatlı pişirirken elle yapmak zorunda kalın­


dığında çok daha fazla zaman alan yumurta
çırpma işlemi elektrikli karıştırıcılarla (mikser)
birkaç dakika içinde tamamlanarak köpüklü
bir kanşım elde edilebilmektedir. Günümüzde,
çok kullanışlı kimyasal maddeler de vardır. Bu­
gün bir elektrikli karıştırıcı ve biraz kabartma
tozuyla {bak. S o d y u m v e S o d a ) aldığımız sonu­
cu almak için, İngiltere’de ilk ev ekonomisi ki­
tabını yazan Mary B eeton’un kek tariflerinde,
genellikle çok sayıda yumurta akı ve en az 15
dakikalık bir çırpma işlemi öğütleniyordu.
Soğutma ve dondurma sistemleri de 20. yüz­
yılın aşçılığında büyük değişikliklere yol aç­
mıştır. Besinler, yenmeleri ya da pişirilmeleri
gereken zamana kadar buzdolabında saklana­
bilir. Birçok besin dondurularak aylarca sak­
lanabilir. Önceden pişirilip dondurucuda sak­
lanan bir öğün yemek, istendiğinde çözülmesi
sağlanarak yenebilir. Bazı mevsim yiyecekle­
ri, örneğin çilek, çok az pişirilerek ya da hiç
Bir mikrodalga fırın yemeği birkaç dakikada
pişirebilir; ama yem eğin hazırlanması ve servisi pişirilmeden dondurulabilir ve sonra kış ayla­
beceri gerektirir. rında yenebilir (bak. GIDA TEKNOLOJİSİ).
AŞÇILIK 99

Dondurulm uş bazı yiyeceklerin çözülmele­ da az ateşte pişirilmelidir. Krem a, muhallebi


rinin uzun zaman alması, dondurm a yöntem i­ ve dondurulm uş tatlılarda süt kullanılır. Pey­
nin sakıncalarından biridir. Ne var ki, m ikro­ nir sosu, maydanoz sosu ve birçok tatlı sosu­
dalga ya da elektronik fırınlarda, çözülme sü­ nun temelini oluşturan ve beşamel olarak bili­
reci hızlandırılmıştır. M ikrodalga fırında pi­ nen beyaz sos tereyağ, un ve süt karışımıdır.
şirme, geleneksel pişirmeden tümüyle farklı­ Bu, aynı zam anda, kremalı çorbalar ve sufle­
dır, çünkü bu fırınlar bir televizyon setinde lerin de ana malzemesidir. Peynir, kısık bir
olduğu gibi elektrom agnetik dalgalarla çalışır; ateşte yumuşatılıp karıştırılarak pişirilirse ta ­
yemeği ısıtır ya da pişirirken yemeğin içinde dını yitirmez.
olduğu kap ısınmaz. Bildiğimiz fırınlar için Yum urta, aşçılıkta pek çok değişik biçimde
gereken süreyle karşılaştırıldığında m ikrodal­ kullanılabilir ya da ayrı bir yemek olarak ye­
ga fırında yemek çok kısa bir sürede pişer. Bir nebilir. Kaynar suda kabuğuyla ya da kabuk­
dana butu yarım saatte, patates ise beş dakika ları kırılarak kaynar suya atılıp pişirilir. Az
gibi kısa bir sürede pişebilmektedir. (Ayrıca yağda kızartılabilir ya da bir kapta fırınlanabi­
bak. MİKRODALGA.) lir. Sütle karıştırılarak katılaşıncaya kadar
M ikrodalga fırınlar, lokantalarda ve hızlı yağda pişirilince, güzel bir yum urta yemeği
yemek servisi gerektiren yerlerde yaygın ola­ hazırlanır. O m let, çırpılmış yum urtanın kaba­
rak kullanılm aktadır. Önceden pişirilen ye­ rıncaya kadar tereyağda pişirilmesidir. Pişer­
m ek, müşteri istediği zaman hemen ısıtıla- ken içine tat verecek birçok değişik malzeme
bilir. karıştırılabilir ya da bu malzeme piştikten
sonra omletin içine koyulup katlanır.
Değişik Y em eklerin Pişirilm esi Y um urta, köftelerin üzerine sürm ekte kul­
Günümüzün aşçılık yöntem leri, ilk insanların lanıldığı gibi, içine de katılabilir. Kâse krem a­
keşfettikleri yöntem lere dayanır: Kuru pişir­ ları ve pastacı krem alarının kıvamı yum urtay­
me ve sulu pişirme. Yem eklerin birçoğunun la koyulaştırılabilir. Y um urta akı çırpıldığı za­
hazırlanmasında bu iki yöntem birleştirilir. m an, köpüklü ve katı bir m adde olur; suflede,
Meyve ve sebzeler , çok uzun süre pişirilme- om lette, pandispanyada, kekte ve bezede bu
melidir. Bazıları bütün olarak kabuğuyla fı­ biçimiyle kullanılır.
rınlanabilir (örneğin patates). Birçok sebze, Et ve kümes hayvanları, farklı yöntemlerle
buharda piştiği zaman çok lezzetli olur. Seb­ pişirilir. İnce kesilmiş etler, közleme, ızgara,
zeleri pişirmede en yaygın yöntem , haşlamak- fırınlama ve kızartm a yöntemleriyle susuz pi­
tır. Haşlam ada çok az su kullanılmalı ve çiğ şirilir. Kebap etleri derin olmayan, kapaksız
sebzeler kaynayan suya atılmalıdır. bir tepsiye koyulur ve fırın duvarlarından yan­
Meyvelerin çoğu çiğ yenebilir, ama istenir­ sıyan sıcaklıkta pişirilir. Büyük bir et parçası,
se, kısa süre ve çok az şekerle pişirilebilir. şişe geçirilmiş olarak fırında çevrilerek rosto
Salata, hemen her tür sebze ve meyveden ya­ yapılır. Şişte dönerken etin üzerine baharatlı
pılabilir. Sebzelerin pek çoğu çiğ ve genellikle bir sos sürülebilir. D aha az körpe etleri sulu
ufak parçalara bölünmüş, dilimlenmiş ya da pişirmek en iyisidir; et yağda kızartıldıktan
doğranmış olarak kullanılabilir. Patates ve sonra, biraz su ya da şarap katılarak lifleri
bazı fasulye türleri gibi sebzeler ise önce pişi­ kolaylıkla çatalla kesilebilecek hale gelene
rilmeli ve henüz sıcakken sos katılarak soğu­ kadar pişirilir. G ene suyla pişirilen yahni için,
maya bırakılmalıdır. Fransız sosu adı verilen daha büyük, daha sert et parçaları ve etin be­
bir salata sosu genellikle yağ ile sirkenin yanı lirli yerleri kullanılır.
sıra sarmısak, maydanoz ya da fesleğen gibi Balık ve deniz ürünleri fazla pişirilmez ama,
kokulu bitkiler, tuz, bazen de hardal karıştırı­ bunlar pişirileceği zaman taze olmalıdır. Balık
larak yapılır. M ayonez, yavaş yavaş ve iyice fırında pişirilebilir, ızgara yapılabilir ya da
karıştırılan sıvı yağ ve yum urta sarısına, biraz yağda kızartılabilir. Bazen gevrek olması için,
sirke ya da limon suyu ile tuz, biber ya da kızartılmadan önce yum urta, galeta tozu ya
istenen baharat katılarak yapılır. da una bulanır.
Süt, peynir ve yumurta , her zaman orta ya Tahıllar, darı, yulaf, arpa, buğday, çavdar,
100 AŞI

pirinç ve mısırı kapsar. Bunların bazıları un


-olarak ekmek ve bisküvi yapımında kullanılır.
Börek ve kek ham urları, un, tuz, süt ya da
başka sıvılar ve katı yağ karışımıdır. Bazen
şeker ve maya (ya da kabartm a tozu) da ekle­
nir. Börek ham uru, kek ham uruna oranla da­
ha sıvıdır.

Tat V ericiler
Büyük bir olasılıkla, aşçılıkta kullanılan ilk tat
verici deniz suyunda bulunan tuzdur. Bugün
tuz, besinin kendi tadını belirginleştirmek ya
da bazı tatları güçlendirmek için kullanılır.
Küçük bitkilerin, çalıların ve ağaçların kuru
bölümlerinden çok çeşitli tat vericiler elde
edilir ve bunlara baharat denir. Karanfil, ka­
ranfil ağacının goncasıdır. Meyvesi kullanılan
bitkiler arasında yenibahar, anason, karam an
kimyonu, kırmızıbiber ve vanilya vardır. Kü- ZEFA
çükhindistancevizi (tohum lan), besbase (ka­ Bir Rumen düğünü için hazırlanan "gulaş". Kuşbaşı
buğu), hardal ve biber birçok yemekte tat veri­ doğranm ış sığır eti ağır ağır biber, sarmısak,
domates ve patatesle pişirilir.
ci olarak kullanılır. Tat verici otlar arasında
nane, fesleğen, sater, m ercanköşk, adaçayı,
maydanoz, biberiye, tarhun ve kekik vardır. nenler için çoğunlukla işin basit ve pratik yön­
Tarçın, bir ağacın kabuğundan elde edilir; lerini açıklayan kitaplardan da aşçılık öğreni­
zencefil ve bayırturpu ise köktür (bak. BAHA­ lebilir. Kitap, kullanılması gereken malzeme­
RAT; ŞİFALI BİTKİLER). yi anlatır, bilinmeyen bazı sözcükleri açıklar;
Taze, yeşil bitkiler ya da bitkilerin bazı bö­ bunlardan bazıları Fransızca’dır ya da Fran­
lümleri de tat verici olarak kullanılır. İyi aşçı­ sızca sözcüklerden türetilmiştir.
lar yemek hazırlarken soğan, sarmısak, pıra­ İlk yemek pişirme kitapları genellikle pişir­
sa, kereviz ve birçok taze yaprak kullanırlar. me yöntemlerini ve açıklamasını verm eden,
Yapay tat vericiler kimyasal m addelerden yemeği ve malzemesini tanımlardı. 20. yüzyıla
yapılır ve genelde gerçek tat vericilerden ayırt kadar aşçıların ne güvenilir tartı ve ölçü alet­
edilemezler. Renklendirm ede, başlangıçta leri ne de fırını belirli bir sıcaklıkta tutm a ola­
doğal m addeler kullanılıyordu. Sarı, safran­ nağı vardı. Kesin ağırlık ya da sıcaklık bugün
dan (belli bir çiğdem türünün bir bölümü), bile her zaman gerekli değildir, çünkü dene­
kırmızı, bir tropikal böcekten (kırmız) elde yimli aşçılar zevklerine ve ellerindeki malze­
edilirdi. Günüm üzde bu malzemeler yapay meye göre yemeklerin bileşimini sık sık değiş­
olarak da üretilm ektedir. Bazı kimyasal m ad­ tirirler. Aslında iyi bir aşçı, hangi besin taze
deler sağlık için zararlı olduğundan, bugün ve bol ise onu alıp, gösterişe kaçmadan, sade
birçok ülkede yiyeceklerde hangi kimyasal ve lezzetli bir yemek hazırlayabilmelidir.
maddelerin kullanılabileceği ve besinlerin Çağdaş bir yemek kitabındaki yemek tarif­
içinde neler bulunduğunun belirtilmesi için lerinde genellikle önce malzeme listesi ve al­
nasıl etiketlenmesi gerektiği kurallara bağlan­ tında pişirme yöntemleri anlatılır. Ağırlık ve
mıştır. ölçüler ya m etrik sisteme göre ya da kaşık,
bardak gibi ölçeklerle verilir. Aynı biçimde,
Evde A şçılık fırın sıcaklıklan da verilir.
Yemek pişirmeyi öğrenmenin en iyi yolu, iyi
aşçıları çalışırken izlemektir. Öte yandan ön­ AŞI. Bazı bulaşıcı hastalıklan geçirenler ge­
ce temel bilgileri almak açısından, yeni öğre- nellikle aynı hastalığa ikinci kez yakalanmaz­
AŞI 101

lar. Bu, o hastalığı geçirerek kazanılmış bir olmadı; çünkü hastalığı en hafif geçirenlerden
doğal bağışıklıktır. İnsanlara yapay yoldan alman m ikroplar, sağlıklı kişilerde çoğu kez
bağışıklık kazandıran aşı ve aşılama düşüncesi hastalığın en ağır biçimine yol açabiliyordu.
de bundan doğmuştur. Bir hastalığın zayıfla­ Bu salgın ve bulaşıcı hastalığa karşı en etkili
tılmış ya da öldürülmüş mikropları vücuda korunm a yöntemi olan çiçek aşısını 1796’da
aşılandığında, kişi o hastalığı hafif biçimde İngiliz doktor Edward Jenner buldu (bak.
atlatır. Böylece, ileride aynı hastalığın canlı J e n n e r , E d v v a rd ) . Çiçek hastalığının inekten
ve etkili mikroplarıyla karşılaştığında ağır insana bulaştığı zaman çok daha hafif geçtiği
biçimde hastalanm aktan korunmuş olur. biliniyordu. Hastalığın bu hafif biçiminin de
18. yüzyılın sonlarına kadar en korkulan aynı virüsten ileri geldiğine inanan Jenner, bir
hastalıklardan biri çiçek hastalığıydı. Birçok çocuğa önce inekten bulaşmış hafif çiçek
kişi bu hastalıktan ölüyor, ölmeyenler ise hastalığının, sonra insandan bulaşmış ağır
irinli kabarcıklar dökerek “çiçek bozuğu” çiçek hastalığının irinli kabarcıklarından aldı­
olmuş yüzlerindeki kalıcı izlerle yaşamak ğı mikroplu sıvıyı verdi. Gerçekten de çocuk
zorunda kalıyorlardı. Hastalığı hafif atlatan hastalanmadı. Böylece Jenner’in yöntemi be­
kişilerin aynı hastalığa bir daha yakalanm adı­ nimsenerek birçok ülkede aşılama program la­
ğını fark eden Türkler ve bazı doğu halkları rına başlandı. Çiçek aşısının bütün dünyada
koruyucu bir önlem olarak sağlıklı kişilere uygulanması sonucunda bugün çiçek hastalığı
hastalık aşılamayı düşünmüşlerdi. Bunun için tümüyle yok edilmiştir.
derideki kabarcıklardan alman irini aşı olarak Jenner’in öncülük ettiği bu ilk aşıdan sonra,
kullanıyorlardı. Am a bu yöntem çok başarılı mikrobik, yani bakteri ya da virüslerden ileri
Picturepoint gelen birçok ağır ve bulaşıcı hastalığın aşısı
bulundu. Aşı olarak vücuda verilen bakteri ve
virüslerin hastalık yapıcı etkisi genellikle ısıy­
la ya da özel kimyasal işlemlerle azaltılır.
M ikropların çoğu ağız yoluyla vücuda veril­
diği zaman sindirim sisteminde parçalanarak
yok edilir. Bu yüzden ağızdan kullanılan tek
aşı çocuk felci aşısıdır. Geri kalanların hepsi
ya deri üzerine iğneyle bir çizik yapılarak
(çiçek aşısı) ya da doku içine şırınga edilerek
(kızamık aşısı) uygulanır.
Vücuda giren m ikroplar bağışıklık sistemi­
nin saldırısına uğrayarak yok edilir. Böylece
hastalığın hafif biçimi atlatılmış olur. Aynı
m ikroplar ikinci kez vücuda girdiğinde bağı­
şıklık sistemi bunları hemen tanır ve çoğala­
rak hastalık yapmalarına zaman bırakm aksı­
zın yok eder. Aşılama yoluyla m ikroplara
karşı bağışıklık yaratarak hastalıklardan ko­
runmayı amaçlayan bu yönteme bağışıkiama
denir (bak. BAĞIŞIKLIK).
Günüm üzde difteri, tetanos, boğmaca, kı­
zamık, çocuk felci, kolera, verem , sarıhum-
ma, kuduz, tifo, grip gibi birçok hastalığın
aşısı geliştirilmiştir. Hangi hastalıklara karşı
hangi yaşlarda aşı yapılacağını her ülke kendi­
si belirler. Am a genel uygulama, bağışıklığın
A şılar genellikle şırıngayla ya da deriyi çizerek
vücuda verilir. Çocuk felci aşısı, ağızdan alındığında olabildiğince erken kazanılması için aşılama­
da etkili olabilen tek aşıdır. ya bebeklik ya da çocukluk çağında başlan­
102 ÂŞIK VEYSEL

masıdır. Bazı aşılar, yan etkileri önlemek için


birkaç doza bölünerek belirli aralıklarla yapı­
lır. Tetanos gibi bazı hastalıklarda ise bağışık­
lığın sürmesi için ilk aşılamadan sonra birkaç
yılda bir ek aşılama gerekir.
Bazı ülkelerde, örneğin Türkiye’de, birçok
bulaşıcı hastalığa karşı aşılanma zorunluluğu
vardır. Birçok ülkede de, saptanmış bazı
hastalıklara karşı aşılı olduklarını kanıtlam a­
dıkça yabancılara giriş izni verilmez. Çünkü
bir hastalık bir bölgede yok edildikten sonra
bile, halkın bir bölümü aşılı değilse, mikrobu
taşıyan bu yabancı hastalığın yeniden ortaya
çıkmasına yol açabilir.
Aşılama, bulaşıcı hastalıkların önlenm esin­
de çok büyük yararlar sağlamıştır, ama hiçbir
zaman yüzde 100 etkili değildir; bazı kişiler
aşılandıkları halde hastalığa yakalanabilirler.
Ara Güler
Bazı aşıların da ağır yan etkileri görülmüştür.
Âşık Veysel bütün şiirlerinde yalın bir dilin en yetkin
Örneğin boğmaca aşısı beyin dokusunun yıkı­ örneklerini verm iştir.
mına ve zekâ geriliğine yol açabilir. Bazıları,
hastalıktan doğal yollarla korunm a olanağı
varken, ortaya çıkabilecek bütün zararları bir çevreye duyurma olanağı buldu. Cumhuri-
göze alarak sağlıklı bir çocuğu aşılamanın yet’in onuncu yıldönümünde yazdığı “Destan”ı
yanlış olduğunu öne sürerler. Oysa aşılanma­ büyük ilgi gördü. A tatürk tarafından da
mış bir çocuğun boğmacadan ölme olasılığı, çok beğenilen bu şiiri okum ak amacıyla yaya
aşılamanın beyne zarar verme olasılığından olarak üç ayda A nkara’ya gitti. Burada devle­
çok daha yüksektir. tin ileri gelenleri ile aydınların ilgisini çekti.
Bu yıllarda büyük kentlerde saz çalıp, şiir
Â Ş IK VEYSEL (1894-1973). Genellikle saz söyleyerek türkü okuyan Âşık Veysel, halk
çalıp doğaçtan şiirler söyleyen ya da halk edebiyatına ilgi duyan aydınların da yardımıy­
öyküsü anlatan kişiye âşık ya da halk şairi la bilgi ve kültürünü artırdı. A rt arda yaptığı
denir. Veysel de böyle bir halk şairidir. radyo programlarıyla geniş halk kitleleri tara­
Âşık Veysel Şatıroğlu yoksul bir çiftçi fından tanınıp sevildi. Halkevleri Genel Mer-
ailesinin çocuğu olarak Sivas’a bağlı Şarkışla kezi’nin çıkardığı Ülkü dergisinde şiirleri ya­
ilçesinin Sivrialan köyünde doğdu. Henüz yımlandı. 1942-44 yıllarında Arifiye, Hasanoğ-
yedi yaşındayken geçirdiği çiçek hastalığı lan ve Çifteler köy enstitülerinde halk türkü­
yüzünden bir gözü görmez oldu; öteki gözünü leri ve saz öğretmenliği yaptı.
de bir kaza sonucu yitirdi. Avunması için Türk diline katkıları nedeniyle 1965’te T ür­
eline verilen sazı çalmayı kısa zamanda öğre­ kiye Büyük Millet Meclisi tarafından aylık
nerek türkü söylemeye başladı. Divriği’nin bağlanan Âşık Veysel, doğduğu köy olan
Çamşıh yöresinden Ali^ Ağa, saz ve söz Sivrialan’da 21 M art 1973’te öldü. Anısını
bilgisini geliştirmesinde ona yardımcı oldu. yaşatmak amacıyla köyüne bir anıt dikilmiş ve
Çevresinde köklü bir âşıklık ve halk müziği doğduğu ev müzeye dönüştürülm üştür.
geleneğinin olması zamanla Veysel’de de Doğa, aşk ve toplumsal konular üzerine
deyişler söyleme isteği uyandırdı. Gezgin halk deyişleri olan Âşık Veysel hemen hemen
şairi geleneğine uyarak 1928’de yöredeki köy, bütün şiirlerinde yalın bir dilin en yetkin
kasaba ve kentleri dolaşmaya başladı. örneklerini vermiştir. Günlük konuşma diliy­
Âşık Veysel 1931’de Sivas’ta düzenlenen le söylediği şiirlerinde yöresel dilin özellikleri­
Halk Şairleri Bayram ı’nda adını daha geniş ni de korum uştur. Görm em esinden kaynakla­
AŞILAMA 103

nan eksikliği çok zengin bir dil ve duygu ayva verirken bu aşılanan dal arm ut meyvele­
yoğunluğuyla aşmasını bilmiştir. Şiirlerinde ri verir. Aynı yöntemle bir badem ağacının
yaşamı aydınlık ve iyimser bir tavırla yorum ­ hem şeftali, hem badem meyveleri vermesi
lar. Kimi şiirlerinde demokrasi ve yurt sevgi­ sağlanabilir ya da yabani bir ahlat ağacından
sini, kimi şiirlerinde kardeşlik ve barış duygu­ sulu ve kokulu arm utlar elde edilebilir. B ah­
sunu işler. “Benim sadık yarim kara toprak­ çecilikte çok uygulanan bu yönteme aşılama
tır” dizesiyle de doğaya olan bağlılığını ve denir.
dostluğunu çarpıcı biçimde dile getirmiştir. Aşılamanın iki temel yöntemi kalem ve göz
Deyişler (1944) ve Sazımdan Sesler (1950) aşısıdır. H er iki yöntem de de, anaç denen bir
adlı küçük kitaplarda toplanan şiirleri daha bitkinin gövdesine başka bir bitkiden alman
sonra Dostlar Beni Hatırlasın (1970) adıyla parçalar aşılanır. Bu parça ya tomurcuklu bir
yayımlandı. Metin Erksan 1952’de, Â şık Vey­ sürgün, yani bir yaşında bir dal parçasıdır
sel’in Hayatı (Karanlık Dünya) adıyla Âşık (kalem) ya da genç bir dal üzerindeki tom ur­
Veysel’i konu alan bir film yaptı. cuklardır (göz). Kalem ve göz aşısının uygula­
madaki bazı özellikleriyle birbirinden ayrılan
A Ş IL A M A . A rm ut ağacından alman tom ur­ yazma aşı, bindirme aşı, köprü aşısı, çoban
cuklu bir dal ayva ağacının kabuğunda açılan aşısı, yanaştırma ya da emzirme aşı gibi
bir yarığın içine özenle yerleştirilirse, meyve değişik çeşitleri vardır.
zamanı geldiğinde ağacın bütün öbür dalları Aşılamanın en büyük yararı, aşılanmış bir

Üstte, en sık uygulanan aşılama yöntem leri görülüyor: A Dilcikti bindirm e aşı; anaç ve kalem aynı kalınlıkta
olduğu zaman uygulanır. B Destekli (bağlama) aşı. C Yanaştırma ya da emzirme aşıda, dikili olan iki ağaç
birlikte büyür. D Köprü aşısı ağacın kabuğundaki yaraların iyileşm esine yardım cı olur. E Yarma aşı. F-J Göz
aşısında anacın büyütkendokusuna tek bir göz (tomurcuk) yerleştirilir. Aşılama gözleri F'de, anaç üzerinde
yapılan T kesimi G'de, gözün yerleştirilişi H'de, aşı yerinin sarılışı l'da, baharda anacın üst ucunun nasıl
kesileceği J'de gösterilm iştir. K, L ve M Tepe aşıları. N Semer bindirm e aşısı daha çok açalya ve orm angülü
gibi çiçekli bitkilerde uygulanır. Başlıca aşılama araçları altta gösterilm iştir; 1: Budama makası. 2: Göz
çakısı. 3: Kamalı yarma aşı keskisi. 4: Ağaç tokmak. 5: Budama çakısı. 6: Aşı testeresi.
104 AŞINDIRICI

anaçtan, kalem ya da gözün alındığı ağacın


meyveleriyle aynı nitelikte ürün alınabileceği­
ni uygulamalı olarak görme olanağı sağlama­
sıdır. Ağaç ve ağaççıklar tohum dan da çoğal­
tılabilir; ama bu tohum lardan gelişen bitkinin
bütün koşullarda aynı sonucu vereceği söyle­
nemez. Oysa bir ağaçtan alman kalem ya da
göz aşılandığında, bu ağaç hangi nitelikte
meyve veriyorsa anacın da aynı nitelikte
meyve vereceği kesindir.
Aşılamanın ikinci bir yararı da, hastalıklara
çok dirençli olmayan anaçlara sağlam ve
dayanıklı bitkilerin aşılanmasıyla anaca bu
özelliklerin kazandırılabilmesidir. Bazen el­
ma, arm ut ve başka meyve ağaçlarının bodur
türlerini elde etm ek için de aşılamadan yarar­
lanılır. Ayrıca süs bitkisi olan çiçekli çalılar­
da, örneğin güllerde aşılamayla çok çarpıcı
sonuçlar alınmaktadır.
Hangi yöntem uygulanırsa uygulansın aşıla­
mada m utlaka gözetilmesi gereken iki temel
kural vardır. Bunlardan birincisi, genel olarak Shell Photograph

yalnızca birbiriyle akraba olan bitkiler aşı Sert kayaları delmek için kullanılan elmaslı matkap
ucu. Çapı 30 santim etreyi bulan bu matkap
tutar. Örneğin elma kalemleri arm ut ve ayva uçlarındaki yuvarlaklardan her biri yapay elmastır.
anaçları üzerine aşılanabilir; ama karaağaç
üzerine elma ya da meşe üzerine kayısı edilir; bunlar doğal aşındırıcılardır. Ayrıca
aşılandığında sonuç alınamaz. sanayi laboratuvarlarında üretilen bazı yapay
İkinci kural, kalem ya da gözün büyütken- aşındırıcılar da vardır.
dokusu ile (ağaca özsu taşıyan kabuk altın­ Önemli doğal aşındırıcılar kimyasal yapıla­
daki katm an) anacın büyütkendokusunun rına göre sınıflandırılır. Yerkabuğunda en bol
tam üst üste getirilmesidir; yoksa aşılanan dal bulunan doğal aşındırıcıların başında silis
gelişip büyüyemez. (silisyum dioksit) mineralleri gelir. Örneğin
kuvars, kum , kumtaşı, Trablus taşı (cilalama­
AŞIND IR IC I. Bazı sert m addelerin daha yu­ da kullanılan alçıtaşı) ve diyatomit ya da
muşak maddeleri sürtünmeyle aşındırma kizelgur bu gruptandır. Silisyum ve oksijenin
özelliği birçok alanda işe yarar. Örneğin sert m etallerle birleşmesiyle oluşan silikat m ine­
ve aşındırıcı bir taş kütlesi değirmentaşı ola­ ralleri grubundan en çok kullanılan aşındırıcı­
rak kullanıldığında tahıl tanelerini öğüterek lar ise süngertaşı ile grenadır (lal ya da
un haline getirir; bileğitaşı olarak kullanıldı­ süleymantaşı). Korindon, alüminyum ile oksi­
ğında da bıçak, makas gibi kesici aletleri jenden oluşan aşındırıcı bir mineraldir. Ko­
bilemeye yarar. Zım para tozu ya da zımpara rindon ile magnetit ya da hem atitten (kantaşı)
kâğıdıyla ovulan bir m etalin yüzeyi cilalanmış oluşan karışıma zımpara denir. En iyi aşındı­
gibi parlar. Bir cam levhayı düzgün bir çizgi rıcı olan sanayi elması ise bir karbon türüdür.
boyunca kesmek için de çoğu kez doğal ya da Yapay ya da sentetik aşındırıcılar arasında
yapay elmas kullanılır. H atta evlerde fayans­ en çok yapay elmas, karborundum (silisyum
ları ve lavaboları temizleyip parlatm ak için karbür), yapay korindon, çelik bilyeler ve
kullanılan ovma tozlarının içinde bile ince cam kullanılır. K arborundum u 1891’de yapay
aşındırıcı tozlar vardır. Böylesine yaygın bir elmas elde etmeye çalışan A B D ’li Edvvard G.
kullanımı olan aşındırıcıların çoğu yerkabuğu­ Acheson bir rastlantı sonucunda bulmuştu.
nun üst katm anlarındaki m inerallerden elde Acheson kokköm ürü, kum , tuz ve testere
AŞINMA 105

talaşından oluşan bir karışımı ocakta ısıtmış Elmas bilinen en sert aşındırıcıdır, ama son
ve bu karışımın içinden elektrik akımı geçire­ derece pahalıdır. En sert maddeleri kesebilen
rek kristal yapılı silisyum karbür elde etmişti. sanayi keskilerinde ya da çarklarında elmas
Bu buluştan 10 yıl kadar sonra, önemli bir tozları bulunur. Elmas çivilerle donatılmış bü­
alüminyum cevheri olan boksiti doğrudan yük çelik m atkaplar ise sert kayaların delin­
yapay korindona dönüştürm enin yolu bu­ mesinde kullanılır.
lundu. Yapay korindon ve karborundum daha çok
Bileme, taşlama ve parlatm a işinde kullanı­ makine parçalarının kesilmesinde ve m ikros­
lacak aşındırıcılar ya doğrudan toz halinde ya kop, teleskop ya da dürbün m erceklerinin taş­
da kâğıt ve bez gibi taşıyıcı bir yüzeye lanmasında kullanılır. G renadan öğütme ve
yapıştırılarak kullanıma sunulur. Örneğin bileme işlerinde, kuvarstan ağaç zım paraları­
ağaç ve metal zımparaları genellikle kâğıt nın yapımında ve kumla temizleme işlerinde
üzerine yapıştırılmıştır (zımpara kâğıdı). Ay­ yararlanılır. Kumla tem izlemede, ince kum ve
rıca toz halindeki aşındırıcıların sıkıştırılmasıy­ çelik tozları temizlenecek yüzeye basınçlı ha­
la taşlama çarkları ve bileğitaşları yapılabilir. vayla püskürtülür. İs ve kurumla kararmış taş
Am a bileğitaşları ve değirm entaşları genellik­ ya da tuğla binaların temizlenmesinde en çok
le büyük taş bloklardan kesilerek elde edilir. uygulanan yöntem budur. Kuyumcular m etal­
Bir aşındırıcının hangi amaçla kullanılacağı leri parlatm ak için genellikle hem atit kullanır­
toz taneciklerinin büyüklüğüne bağlıdır. Ka­ lar. Yapay aşındırıcıların da sanayide geniş
ba taneli aşındırıcılar daha çok kesme ve bir kullanım alanı vardır. Bazı kesici aletlerin
bileme işlerinde, ince taneliler ise parlatm a ve ucu, daha sert maddeleri işleyebilmek için ge­
cilalama işlerinde kullanılır. nellikle ince bir katm an halinde çok sert bir
Bir aşındırıcının sertliği, sürtünm e sırasında aşındırıcıyla kaplanır.
ufalanmaması ve toz boyutları o aşındırıcının
niteliğini belirler. Bir yüzeyi aşındırarak bile­ AŞINMA ya da erozyon, toprağın ve kayala­
mek, kesmek ya da parlatm ak için m utlaka o rın don ya da buzlanm a, rüzgâr ve su etkisiyle
m addeden daha sert bir aşındırıcı kullanmak ufalanarak zamanla başka yerlere sürüklen­
gerekir. Alm an mineralbilimci Friedrich mesidir. Bu her an ve her yerde işleyen bir
M ohs, 1812’de m ineraller için bir sertlik süreçtir. Am a bazen öylesine yavaş gelişir ki
ölçeği düzenlemiştir. Bu ölçekte yer alan etkileri ancak binlerce yıl sonra görülebilir.
seçilmiş 10 m ineral, en serti 10, en yumuşağı 1 Bazen de aşınmanın bir yöredeki hızlı etkileri
olmak üzere azalan sertlik derecesine göre birkaç yıl içinde gözle görülebilir durum a
sıralanır ve öbür minerallerin sertliğini karşı­ gelir.
laştırma yoluyla saptam ak olanağı sağlar.
Bu ölçekteki her m adde kendisinden bir Sıcak ve S oğuk
sonraki maddeyi çizebilir, ama bir öncekini Gündüz ve gece arasındaki büyük sıcaklık
çızemez. farkı kızgın çöllerdeki kayaları son derece
etkiler. Gündüzleri güneşin kavurucu sıcağını
Mohs Doğal Yapay em erek genleşen kayalar, geceleri sıcaklık
Ölçeği Aşındırıcılar Aşındırıcılar
düşünce büzülür. Bu sıcaklık düşüşü çok hızlı
10 Elmas Elmas Yapay Elmas
9 1/2 Karborundum olursa kayalar çatlayarak parçalanabilir.
9 Korindon Korindon Yapay Korindon Donma ve buzlanmaya neden olacak kadar
8 Topaz soğuk havanın toprak ve kayalar üzerindeki etki­
7 1/2 Grena
7 Kuvars Kuvars si de çok büyüktür. Yer yarıklarındaki suların
6 1/2 Hematit Çelik donarak genleşmesi kayaların ufalanarak da­
6 Feldispat Feldispat
5 1/2 Süngertaşı Cam ğılmasına yol açabilir. Tebeşir ve kireçtaşı
5 Apatit Opal kütlelerinde açıkça görülen bu olay granit gibi
4 Flüorit sert kayaları bile zamanla aşındırabilir. Buzul
3 Kalsit Tebeşir
2 Alçıtaşı Çağı’nda kuzey yarıkürenin geniş bir bölümü­
1 Talk ne yayılmış olan buzullar, yeryüzünde çok
106 AŞINMA

aşındırır. Özellikle yılın büyük bölümünün


kurak geçtiği ve bütün yağışın bir ya da iki aya
toplandığı bölgelerde aşınma daha yoğundur.
Büyük bir hızla düşen iri yağmur damlaları
toprağı parçalayabilir. Eğer toprak yağmur
sularını ememezse, biriken sular gittikçe ço­
ğalarak toprak yüzeyinde derin kanallar açar.
Bu kanallardan hızla akan sular önlerine
gelen her şeyi sürükleyerek başka yerlere
taşır. Yağmur sularının bu olumsuz etkisini
önlem ek için tarım toprakları yüzey sularının
akma yönüne dik olarak ekilmelidir. Örneğin
yamaçlardaki tarlaları toprağın eğimine dik
Eric Kay olarak sürmek ve ekm ek, ayrıca setler ve
Denizin sürekli dövdüğü kayalıklar dalgaların teraslarla tarlayı su baskınlarından korumak
etkisiyle aşınarak çökebilir; bu da kıyı çizgisinin gerekir. Ekili alanlardan yüksekteki tepeleri
gerilem esine yol açar.
ağaçlandırmak da büyük yarar sağlar. Ağaçla­
rın kökleri ve yere düşen yaprakları yağmur
büyük bo yutta aşınm aya yol açm ıştır (bak. sularını tutarak, yüzey sularının toprağa sîz­
B u zu l Çaği). O çağda yavaş yavaş güneye iz,i-. Dept. o f Agriculture
doğru ilerleyen buzullar taşları ve kopan kaya
p arçalan n ı da birlikte sürüklem iş, bugün bile
görebileceğim iz büyük yarıklar açm ıştır. E k ­
vato rd an uzak ya da deniz düzeyinden çok
yüksekte olan soğuk bölgelerde buzullar b u ­
gün bile yeryüzünü aşındırm aktadır.

Su
Deniz suyu, dalgalar halinde çarptığı kıyıları
sürekli olarak aşındırır. Bazı yerlerde kayalık
kıyılar öylesine aşınmıştır ki, deniz kıyısı bir
zamanlar iç bölgelerde kalan yerleşmelerin
yakınına kadar sokulmuştur. Kıyıların aşın­
masını önlemek için genellikle ahşap ya da
beton engeller ve setler yapılır.
Doğadaki sularda çoğu kez çözünmüş kar­
bon dioksit bulunur. Bu bileşik nedeniyle asit
özelliği kazanan su, tebeşir ve kireçtaşım
oluşturan kalsiyum karbonatı çözebilir. (Çay­
danlıkların içinde zamanla biriken kireç tortu­
larının nedeni de budur; su kaynadığı zaman
içindeki karbon dioksit uçar ve kalsiyum
karbonat katı halde dibe çöker.) Bazı kayalar
küçük taş parçalarının kaynaşmasıyla oluş­
muştur. Bu kaynaşmayı sağlayan bağlayıcı
madde örneğin kalsiyum karbonat gibi suda
çözünebilen bir bileşikse, su bu maddeyi Çıplak toprağa hızla düşen yağm ur dam laları da
toprak aşınmasına yol açabilir. Çünkü her damlanın
sürükleyip götürdüğünde kaya kolayca ufala­ düştüğü yerde, damla boyutlarının birkaç katı
narak aşınmaya başlar. büyüklüğünde b ir çukur oluşur ve böylece yerinden
Yağmur ve sağanak yağışlar da toprağı oynayan topraklar suyla birlikte sürüklenebilir.
AŞINMA 107

masını geciktirir. Tarla açmak amacıyla ağaç- dirençlidir. Nitekim uzun süre ekilmeyen ya
sızlandınlan alanlarda yağmurun gevşettiği da doğal bitki örtüsünden yoksun olan top­
toprak sularla sürüklenir ve geride çıplak raklar bir süre sonra tarım a açılır ve derin
kayalar kalır. olarak sürülürse, küçük parçacıklara aynlan
Toprağı hem aşındıran, hem de sürükleye­ toprağın güçlü rüzgârlarla sürüklenme olasılı­
rek başka yerlere taşıyan etkenlerin başında ğı artar. Kuzey ve Güney Am erika ile Avus­
akarsular gelir. A B D ’deki Mississippi ile Çin’ tralya’ya yerleşen ilk çiftçiler ekecekleri top­
deki Sarı Irmak her yıl milyonlarca ton rağı çok derin sürdükleri için bu toz fırtınaları
toprağı denize taşır. Bu ırmakların denize sonucunda büyük kayıplara uğramışlardı.
döküldükleri yerde biriken topraklar geniş
deltalar oluşturur (bak. D e l t a ) . Akarsuların T o prağın K orunm ası
aşındırıcı etkisi çok büyüktür. A B D ’nin Ari- T oprak, özel bakım ve koruma gerektiren
zona bölgesinde bulunan ve derinliği 1 kilo­ doğal bir kaynaktır. Bu değerli kaynak özenle
metreyi aşan Büyük Kanyon vadisi akarsula­ kullanılmadığında hızla yok olur. Örneğin
rın gücünü gösteren en iyi örnektir (bak. tropik orm anların kesilerek yok edilmesi bü­
BÜYÜK K a n y o n ) . Bu derin vadi, Colorado yük çapta toprak aşınmasına yol açabilir. Bu
Irm ağı’nın Colorado Yaylası’ndaki kayaları tropik yağmur ormanlarının tabanındaki top­
milyonlarca yıl boyunca aşındırarak oymasıy­ rak çok incedir. Kerestesinden yararlanm ak
la oluşmuştur. ya da tarım alanı açmak için buradaki ağaçlar
kesilecek olursa toprak hızla verimsizleşir ve
Rüzgâr ekime elverişsiz durum a gelir. Sonuçta, yağ­
Rüzgâr da güçlü bir aşındırma etkenidir. m ur, rüzgâr ve güneşin de etkisiyle bu orm an­
Çöllerde esen rüzgârlar kumları sürükler ve lardan geriye bir çöl kalır.
büyük bir hızla çarptığı kayalardan sürekli Sığır ve keçi gibi otçul hayvan sürüleri de
olarak küçük parçacıklar koparır. Bir zam an­ aşırı kalabalıklaştığında bir yöredeki bütün
lar üstü verimli topraklarla örtülü olan Sahra bitki örtüsünü yok edebilir. Böylece çıplak
Çölü’nde bu toprak örtüsü rüzgârlarla sürük­ kalan toprak kolayca aşınır. Sığır besiciliğinin
lenerek yok olmuştur. Çok iri toprak ve kum yaygın olduğu ülkelerde bu önemli bir so­
taneleri rüzgârla havaya kalkmasa bile yerde rundur.
U.S. Dept. o f Agriculture
sürüklenerek belli noktalarda toplanır; böyle­
ce değişik boyutlarda kum tepeleri oluşur.
Ülkemizin Güneydoğu ve İç Anadolu bölge­
lerinde fazla yağış alamayan düzlükler rüzgâ­
rın etkisine açık alanlardır. Bu nedenle Kon­
ya’nın doğusundaki K arapınar yöresinde kü­
çük çapta kum çölleri oluşm aktadır.
Kumların rüzgârla sürüklenmesini önlem e­
nin bir yolu rüzgârın hızını kesecek ağaçlar
dikmektir. D aha etkili bir yöntem ise, tarla­
lardaki ekin sıralarının arasına yol yol otsu
bitkiler ekm ektir; böylece bu otlar rüzgârın
savurduğu kumları tutarak sürüklenmeyi ön­
ler. Ayrıca toprak kaba olarak bırakıldığında
sürüklenme olasılığının çok daha az olduğu
saptanmıştır.
Otsu bitkilerin kökleri ince toprak tanecik­
lerini küçük topaklar haline getirir. Toprakta
çürüyen bitki yapraklarının oluşturduğu ya­
Doğal bitki örtüsünün insan eliyle yok edildiği
pışkan m addeler de aynı etkiyi yaratır. H er yerlerde toprak aşınabilir ve sel yataklarında
iki durum da da bu topaklar aşınmaya daha sürüklenebilir.
108 AŞİL

Toprak aşınmasının denetim altına alınabil­ kan Thetis, Aşil’i kız gibi giydirir ve Skyros
mesi, bu konunun uzmanları ile bölge halkı­ kralının sarayında, kadınların arasında saklar.
nın işbirliğine bağlıdır. Çünkü çiftçilerin bi­ Oysa burada Odysseus ya da Ulysses adlı
reysel çabalan tek başına yeterli olamaz. Yunanlı savaşçı onu fark eder ve Aşil gönüllü
Birbirine komşu olan ülkelerde toprak aşın­ olarak Odysseus’la birlikte savaşa katılır.
masının nedenleri ve karşılaşılan sorunlar Aşil, en cesur ve yiğit savaşçı olarak kısa
çoğu kez benzer olduğundan, bu sorunlann sürede Yunanlılar arasında ün kazanır. Sava­
ülkeler arasındaki işbirliğiyle çözülmesi gere­ şın onuncu yılında, Briseis adlı bir köle
kir. Ayrıca Birleşmiş M illetler Gıda ve Tarım yüzünden Yunan Kralı Agam emnon ile arası
Ö rgütü’nün (FA O ) uzmanları da bu konuda açılır ve kızdığı için savaşmaktan vazgeçer.
ülkelere yardımcı olur. A şil’in savaştan çekilmesi, Truvalılar’ı sevin­
dirirken, Yunanlılar’ı güç durum da bırakır.
A Ş İL ya da A KH İLLE U S, H om eros’un İlyada Sonunda Yunanlılar, Aşil’i zırhını ve silahları­
destanında anlatılan Truva Savaşı’nda, Yu­ nı arkadaşı Patroklos’a vermeye razı ederler.
nan ordusunda dövüşen büyük bir savaşçı ve Böylece Patroklos, Aşil’in askerlerinin başına
kahram andı. geçerek savaşacak, Truvalılar da büyük savaş­
Kader tanrıçası, Aşil doğmadan önce, bir çının döndüğünü sanacaklardır. Ancak Tru-
deniz tanrıçası olan annesi Thetis’e oğlunun valı H ektor savaşta Patroklos’u öldürür. Bu­
genç yaşta öleceğini söylediği için, Thetis na çok üzülen Aşil, arkadaşının öcünü almak
Mansell Collection için savaş alanına geri döner. H ektor’u öldü­
rür ve bedenini Truva kentinin duvarları
boyunca sürükler.
Oysa Aşil de yakında ölecektir. H ektor’u
öldürm esinden kısa bir süre sonra, H ektor’un
kardeşi Paris, Aşil’e zehirli bir ok atar. Tanrı
A pollon’un yönlendirdiği ok, Aşil’in bedenin­
de Styks Irm ağı’nın sularının değmediği tek
yer olan topuğuna girer. Aşil bu yara yüzün­
den ölür.

A T yüzyıllardır insana hizmet eden en değerli


evcil hayvanlardan biridir. Bu tektoynaklı
otçul memeli türü (Equus caballus), gergedan
ve tapiri de içeren Perissodactyla takımında,
zebra ve eşekle birlikte atgiller ( Equidae)
familyasını oluşturur. Tarih boyunca insanla­
rın yanında önemli bir yeri olan at önceleri
yalnızca savaşta kullanılıyordu. Sonradan yük
taşımak ve tarla sürmek için de attan yararla­
A şil'i Truva Savaşı'nda gösteren bu resim İS 455'te nıldı. Böylece yüzyıllar boyunca en yaygın
yapılan bir kâseyi süslemektedir. taşıma ve ulaşım aracı olan at, traktörün
bulunmasına kadar bütün tarım araç ve m aki­
endişeye kapılır ve bebeği Styks Irm ağı’na nelerinin çekilmesinde de insana yardımcı
götürerek suya daldırır, çünkü ırmağın büyü­ oldu. Bugün atlar tarım da ve yük taşımacılı­
lü sulannın bütün yara ve hastalıklara karşı ğında hâlâ kullanılmakla birlikte daha çok
korum a sağladığı inancı yaygındır. Ne var ki, spor ve eğlence amacıyla yetiştirilir. Bazı atlar
Aşil’in bedeninin bir bölüm üne, annesinin binicilik, avcılık, polo, cirit ya da at yarışı gibi
tuttuğu topuğuna su değmez. sporlar için, bazıları da özel gösteriler için
Yıllar sonra, Truva Savaşı çıktığında oğlu­ eğitilir.
nun da savaşmak zorunda kalacağından kor­ A tın çok eski atalarının milyonlarca yıl
AT 109

önce Kuzey A m erika’da yaşadığı sanılıyor. da yaban atı yaşıyordu. Bu atların yalnızca iki
Bulunan fosiller bu hayvanın bugün bildiği­ alttürü geçen yüzyıla kadar varlığını koruya­
miz attan çok farklı olduğunu gösterir. Fosil­ bildi. Bunlardan biri olan tarpanın ( Equus
lerden anlaşıldığına göre atın ilk atası hemen caballus caballus) soyu 19. yüzyıl sonlarına
hemen küçük bir köpek büyüklüğündeydi; ön doğru tükendi. Öbür alttürün örneklerini ise
ayaklarında dört, arka ayaklarında üçer par­ 19. yüzyılın sonlarında Prjevalski adında bir
mak vardı. Rus kâşifi buldu. Prjevalski atı ya da Asya
Zam anla evrimleşerek gövdesi irileşen, ha­ yaban atı denen bu atlara ( Equus caballus
fifçe kam bur olan sırtı düzelen ve bacakları przewalskii) doğal yaşam ortam ında en son
uzayan bu hayvanın dört ayağında da yalnızca 1968’de rastlandı. Bir daha görülemedikleri
birer parm ak yere basıyordu. Am a yere basan için, sonradan evcilleşmiş yarı yabani atlarla
bu orta parmağın yanlarında iki kısa parm ak çiftleşerek ırk özelliklerini kaybettikleri sanı­
daha vardı. Atm evrimi sürdükçe yan par­ lıyor. Bugün bu atlann birkaç safkan örneği
maklar yavaş yavaş körelerek kayboldu. Ku­ Çin ve M oğolistan’da koruma altındadır.
zey A m erika’dan Avustralya dışında bütün Doğada yabanıl yaşayan atlar, yaz boyunca
dünyaya yayılan bu hayvan, atm örnek tür bir erkek atm (aygır) önderliğindeki 10-15
olduğu Equus cinsinin, yani bugün yaşayan dişiden (kısrak) ve altı aylıktan daha genç
at, eşek ve zebranın doğrudan atasıdır. yavrulardan (kulun) oluşan küçük sürüler
Bugünkü atların ayaklan aslında yalnızca halinde dolaşırlar. Kış geldiğinde birleşerek
bu orta parm aktan oluşur; bu parmağın çok daha büyük sürüler oluştururlar.
büyümüş olan tırnağına da toynak denir. Atm Dişi at, 11 ay kadar süren bir gebelikten
tek parm ak üzerinde yürümesi çok iyi bir sonra genellikle tek bir yavru doğurur. Vücut­
koşucu olmasını sağlamıştır. ları ince tüylerle kaplı olan bu yavrular daha
Eskiçağlarda at, insanların eti için avladık­ doğdukları anda, birçok hayvan yavrusunun
ları herhangi bir av hayvanıydı. Sonradan bu tersine, işitme ve görme duyularını kullanabi­
akıllı, güçlü, hızlı ve dayanıklı hayvandan lecek durum dadır. Yavruya altı aylık olana
yararlanmayı düşünerek atı evcilleştirdiler. kadar kulun , altı aylıktan üç yaşma kadar da
Atm ilk kez İÖ 3000 yıllarında Asya’da tay denir. Yeni doğduğunda kulunun bacakla­
evcilleştirildiği sanılır. Ayrıca İÖ 1900 yılla­ rı gövdesine oranla çok uzun ve inceciktir. Bu
rında Mısırlılar’ın atı hem binek hayvanı yüzden titrek bacakları üzerinde gövdesini
olarak kullandıklarını, hem de arabaya koş­ güçlükle taşır. Am a ayakta durmayı başardık­
tuklarını gösteren kayıtlar bulunmuştur. tan birkaç saat sonra rahatça gezip oynayabi­
Bir zamanlar Karadeniz ile H azar Denizi lecek durum a gelir.
arasındaki dağ sıralarının kuzeyinde çok sayı­ Atların yaşı dişlerine bakarak kolayca anla­
şılabilir. Kulunun ilk dişleri doğumundan
iki-üç gün sonra çıkmaya başlayan ön (ya da
orta) dişleridir. Altı aylık olduğunda 16 sütdi-
şi tamamlanmıştır. İki buçuk yaşma geldiğin­
de sütdişleri dökülmeye başlar. Önce ikisi alt,
ikisi üstçenede olan ön dişler düşer ve yerleri­
ne kalıcı olan kesici ön dişler çıkar. Üç yaşma
geldiğinde, ön dişlerin iki yanındaki dört
kesicidişin yerini kalıcı dişler alır. D ört yaşın­
dayken dört yeni diş daha çıkarır. Beş yaşma
gelince geri kalan sekiz sütdişi de düşer ve
çenenin arka bölümündeki azıdişlerinin de
çıkmasıyla bütün kalıcı dişler tamamlanır.
Dört-beş yaşlarındaki bir aygırın, ön dişleri­
nin arkasındaki dört köpekdişi ile birlikte 40
dişi vardır. Kısraklarda genellikle bu dört diş
110 AT

Safkan Ingiliz Atı ^


İnsanlar atı evcilleştirmekle
kalmamış, melezleme ve ıslah
çalışmalarıyla farklı işlere
uygun, değişik nitelikte pek
çok at soyu üretm işlerdir.

bulunmaz. At 10 yaşma geldiği zaman, ön


dişlerinin birbirine değen yüzeylerinde aşın­
ma nedeniyle bir çukur oluşur. “Arpacık
çukuru” denen ve köşeden köşeye kahveren­
gimsi bir yarık biçiminde uzanan bu işaret
yardımıyla atın yaşı kolayca anlaşılabilir. At
20 yaşına geldiğinde arpacık çukuru kaybolur
ve dişler gittikçe uzayıp kıvrılır. Bu dönemde
atm yaşı ancak tahmin yoluyla bulunabilir.
Clydesdale A tlar ortalam a 20-25, en çok 30-35 yıl ya­
şarlar.
Atların rengine “don” denir ve her donun
özel bir adı vardır.
Doru : Gövde kızılımsı kahverengi, yele,
kuyruk ve alt bacaklar karadır.
Yağız : G övde, bacaklar, kuyruk ve yele
bütünüyle karadır. Yalnız hayvanın yüzünde
ve alt bacaklarında beyaz işaretler buluna­
bilir.
Al: Gövde bütünüyle kızılımsı renktedir.
Bu rengin değişik tonlarını belirtmek için açık
al, koyu al, yanık al denir.
Kula : Gövde koyu sarı, yele, kuyruk ve alt
bacaklar karadır.
İzabel : Gövde, yele, kuyruk ve bacaklar
tümüyle sarı ya da tahin rengidir.
Kır: Egemen renk olan beyaza yer yer koyu
renk ya da kara kıllar karışır. Koyu renkteki
kıllar daha çok yele, kuyruk ve alt bacaklarda
toplanmıştır. Kır donun kızılkır, baklakırı ve
demirkırı gibi değişik tonları vardır.
Boz: Gövde tümüyle açık kül rengidir.
Tennessee ^ Atların baş ve gövdelerindeki lekeler de
Gezinti Atı ^ özel adlarla anılır. Alından burnun üstüne
Çeyrek Mil Percheron
Yarış Atı Prjevalski Atı

doğru uzanan ak çizgiye “akıtm a” , bileklerde­


ki ak lekelere “seki” , alındaki ak lekeye de
“sakar” ya da “kartopu” denir.
Atların insan eliyle üretilmiş pek çok soyu
ya da ırkı vardır. Birbirinden oldukça farklı
olan bu soylar iki ana grupta toplanabilir:
Özellikle binek atı olarak kullanılan ya da
hafif gezi arabalarına koşulan hafif atlar ve
ağır yükleri taşımakta ya da çiftlik işlerinde
kullanılan ağır atlar. Hafif binek atlarının en Pinto
ünlüsü safkan A rap atı ve aynı soydan gelen
safkan İngiliz atıdır. Doğu kökenli olan bütün
hafif binek atlarına sıcakkanlı, batı kökenli
olan ağır yük atlarına ise soğukkanlı atlar
denir.
Atm boynu ile sırtının birleştiği noktanın
(cidago ya da cidağı) yerden yüksekliği, hay­
vanın boyutlarını belirten önemli bir ölçüdür.
Midilli adı altında toplanan at soylarının en
belirgin özelliği de bunların öbür soylardan
çok daha küçük yapılı olmasıdır (bak. Mİ­
DİLLİ).
Palomino

Arap A tı
Birçok kişi dünyadaki en güzel at soyunun
A rap atı olduğu konusunda birleşir. G erçek­
ten de evcilleştirilmiş atların en eskisi ve en
safkanı olan A rap atı son derece alımlı ve
zarif bir hayvandır. Ö bür soylara oranla biraz
daha küçük yapılı olan A rap atının sırtı kısa,
kafası küçüktür. Gözleri iri ve fırlak, çok
duyarlı olan burun delikleri geniştir. Bu
yüzden yandan bakıldığında burun kemeri
hafifçe içeri çökük gibi görünür. Ortalam a Appaloosa
112 AT

cidago yüksekliği 150 santim etredir. H areket­ olması, toptan ve oyun sopalarından korkm a­
leri çok yumuşak, soylu ve zarif olan bu at ması da aranan özelliklerdendir.
yürür ya da koşarken kuyruğunu bayrak gibi
havada tutar. Kendi soyundan gelen safkan H afif A m erikan A tla rı
İngiliz atı kadar hızlı değilse de, dayanıklılığı Kuzey A m erika’da fosilleri bulunan ilk atla­
ve zekâsı bütün öbür soylardan daha yüksek­ rın soyu çoktan tükenm iştir ve bugün bu kıta­
tir. İÖ 5000 yıllarından beri var olduğu da yaşayan bütün atlar, A m erika’nın keşfin­
sanılan ve bütün hafif atların atası kabul den sonra oraya götürülen atların soyundan
edilen A rap atının kökeni konusunda gerçek­ gelir. Kanadalılar, Fransız kısraklarını New
ler ile efsaneler birbirine karışmıştır. Gene England ve New Y ork’tan getirilen aygırlarla
de, bu atm İS 7. yüzyılda A rabistan’da ye­ çiftleştirerek iyi binek atları üretmişlerdi. 19.
tiştirildiği kesindir. İÖ 1000 yıllarında yetiş­ yüzyıl sonlarından beri değerli bir soy olarak
tirilen ve büyük olasılıkla Libya atının soyun­ kabul edilen Am erikan binek atı, bu Kanada
dan gelen Asur, Yunan ve Mısır atları A rap atları ile safkan İngiliz atlarının yerli soyla
atm a çok benzediği için bu atm da aynı melezlenmesinden doğdu.
soydan geldiği düşünülm ektedir. Am erika Yerlileri’nin yetiştirdiği Appa-
loosa atının derisi pembe renktedir. Hayvanın
İng iliz A tla rı sağrısını ve butlarını bir m anto gibi örten be­
İngiltere’de hafif ve ağır birçok at soyu yaz ipeksi tüylerin üstü siyah ya da çikolata
üretilm iştir, ama İngiliz atı dendiğinde ilk rengi beneklerle süslüdür. Bazen sirklerde de
akla gelen safkan İngiliz atı olur. İnce ve zarif görülen bu at soyu 3.000 yıl önce Çin’de bili­
yapılı olan bu atm cidago yüksekliği yaklaşık niyordu.
160 santim etredir. Bütün safkan İngiliz atlan Bir midillinin soyundan gelen Morgan atı,
1689-1730 yılları arasında İngiltere’ye getiri­ hem binek hem yük atı olarak kullanılan güç­
len üç A rap aygırının soyundan gelir. lü ve yumuşak huylu bir hayvandır. Gene ha­
İngiliz-Arap atı, safkan İngiliz atı ile A rap fif Am erikan atlanndan biri olan çeyrek mil
atının melezidir. A rap atının güzelliğini, yarış atı, 1700’lerde Kuzey A m erika’daki İs­
dayanıklılığını ve zekâsını, safkan İngiliz atı­ panyol sömürgelerinden getirilen atların saf­
nın da hızını ve iriliğini alan bu at çok kan İngiliz atlarıyla melezlenmesinden elde
gösterişli ve soylu bir hayvandır. edildi. Adını çeyrek mil yanşlarm dan alan bu
Safkan olmayan İngiliz atlan da, hangi at soyu, iyi m anevra yapabildiği ve çok daya­
amaçla kullanılacaksa o amaca uygun özellik­ nıklı olduğu için bugün sığır güden kovboylar-
teki atlar arasında çaprazlamayla üretilmiştir. ca kullanılır.
Örneğin avda, özellikle tilki avında kullanıla­ Standart Am erikan soyu ise özellikle
cak atlann engelleri aşabilmesi için iyi sıçra­ A B D ’de çok yaygın olan toprak zeminde tırıs
ması ve av köpekleriyle birlikte koşabilecek ve düz yarışlar için geliştirilmiştir. Bu soydan
kadar hızlı olması istenir. Bazı atlar günlük gelen atların arka bacak kemikleri öbür atla-
gezintilerde binek atı olarak kullanılır. Binici­ nnkinden daha uzun olduğu için hayvan tıns
nin rahatsız olmaması için bu atların iyi huylu koşarken daha uzun adım atabilir.
ve düzgün yürüyüşlü olması gerekir. Bacakla-
nm çok yukarıya kaldırarak kendine özgü bir A ğ ır A tla r
biçimde tırıs yürüyen Hackney atları hemen İngiliz ağır atlannm en irisi Shire atıdır. Bu
hemen yalnızca gösteri atı olarak yetiştirilir. atm, tepeden tırnağa zırhlı ve silahlı bir adamı
Çok hafif arabalara koşulan bu atlar, kendile­ taşıyabilecek kadar güçlü ve ağır olan ortaçağ
rine öğretildiği gibi bacaklannı yukarı kaldı­ savaş atlarının soyundan geldiği söylenir. Oy­
rarak arabayı ve sürücüyü çekerler. Polo sa ağır atların ilk soyları zırhlı şövalyelerin ça­
oyununda genellikle yanm kan İngiliz atlan ğından ancak iki yüzyıl sonra geliştirilmiştir.
kullanılır. Am a hızlı, güçlü ve m anevra yete­ En iyi Shire atlannm cidago yüksekliği 170
neği yüksek olan herhangi bir at da bu oyun santim etreden fazladır. Ağırlığı 1 ton dolayın­
için uygundur. Polo atının görüşünün keskin da olan bu at 5 tonluk bir yükü çekebilir. Bu
ATAÇ 113

dev yapısına ve kuvvetine karşılık Shire atı devletin kurduğu haralarda midilli, safkan ve
çok yumuşak huylu bir hayvandır. Belçika atı yarımkan A rap ve İngiliz atları yetiştirilir; kıs­
Shire atından da iri, ama genellikle onun ka­ rak döllemek için kullanılan damızlık aygırlar
dar yüksek değildir. çeşitli yörelerdeki aygır depolarında bakıma
Clydesdale, İskoçya’da 18. yüzyıldan beri alınır.
soyu sürdürülen bir yerli attır. Shire atı kadar A t, gücü, hızı, dayanıklılığı, alımlı ve soylu
iri olmadığı için ondan daha hareketlidir. Ba­ görünümüyle çok eskiden beri T ürkler’in gö­
caklarında ve bazen gövdesinin alt bölüm ün­ zünde neredeyse kutsallaşmıştır. G öktürkler,
de beyaz tüyler bulunur. Shire atı gibi Clydes­ bir savaşçı öldüğünde atını da öldürür ve kül­
dale atının da dizlerinden bileğine kadar ipek lerini ölenin m ezarına koyarlardı. Oğuz boy­
gibi uzun beyaz tüylerden oluşan püsküller larında, yas belirtisi olarak ölenin atının kuy­
uzanır. ruğunu kesme geleneği vardı. O rta Asya’daki
Suffolk atının donu m utlaka kızılımsı kah­ T ürkler’in şamanları, dinsel törenlerde at ka­
verengidir; başka renkte olanlarına rastlan­ fasını büyü aracı olarak kullanırlardı. G ünü­
maz. Bu özelliğiyle kolayca tanınan bu atm müzde hâlâ yaşayan, kapılara at nalı asmanın
bacakları tüysüz ve çok kısa, boynu da kısa ve uğur getirdiği yolundaki boş inanç da atı kut­
güçlüdür. sallaştıran eski inanışların bir kalıntısıdır.
İngiltere ve Kuzey A m erika’da çok yetişti­ A tm a rütbe veren, ölünce de mezara göm­
rilen Percheron atının anayurdu Fransa’daki düren Rom a İm paratoru Neron gibi, Osmanlı
Perche bölgesidir. Birçok yönden Suffolk atı­ Padişahı II. Osman da “Sisli K ırat” adındaki
na benzeyen bu atm da rengi hiç değişmez, çok sevdiği atı için özel bir mezar yaptır­
her zaman boz ya da yağızdır. mıştı. A t mezarı denen bu mezar eskiden ya­
tır gibi ziyaret edilir, hasta atları iyileştireceği­
Türk Atları ne inanılırdı.
Türkiye’deki atlar değişik soyların karışm a­ A tların bakım ına, binicilik sanatına ve biniş
sıyla ortaya çıktığı için, birkaç özellik dışında takım larına ilişkin bilgiyi BİNİCİLİK m addesin­
at tiplerini birbirinden ayıracak belirgin fark­ de bulabilirsiniz.
lılıklar bulmak güçtür. Bunların çoğu A rap
atının kanını taşıyan sıcakkanlı, hafif atlardır. A TA Ç , N u ru lla h (1898-1957). Nurullah Ataç
Anadolu yerli atı, ortalam a cidago yüksek­ Türk edebiyatında batılı anlam da ilk deneme
liği 134 cm olan küçük ve tıknaz yapılı, vücut ve eleştiri yazarıdır. H em en hemen yalnızca
oranları oldukça uyumlu bir hayvandır. A da­ bu alanda ürün vererek yeni ve çağdaş bir
na yöresinde bulunan Çukurova atı yerli attan edebiyatın oluşması, Türkçe’nin özleşmesi gi­
biraz daha uzun ve daha yüksektir. Bu atın bi konulardaki yazılarıyla dönemini etkile­
binek ve koşum atı olarak kullanılan iki tipi miştir.
vardır. Türkiye’deki bir başka at tipi de Arap İstanbul’da doğan Ataç dördüncü sınıfa ka­
atları ile yerli atm karışmasından ortaya çık­ dar okuduğu Galatasaray Lisesi’nden ayrı­
mıştır. Bu yüzden hem yerli atm , hem Arap larak öğrenim için C enevre’ye gitti. Beş yıl
atının özelliklerini taşır. kaldığı bu kentte Fransızca’sını ilerleterek
Uzunyayla tipi atlar 19. yüzyıl sonunda ge­ 1919’da yurda döndü. Bir süre üniversitede
tirilen güçlü Çerkeş atları ile yerli atların çift- edebiyat derslerini izledi. 1921’de İstanbul’da
leştirilmesiyle üretilmiştir. Sonradan M acar başladığı Fransızca ve edebiyat öğretmenliği­
Nonius atlarıyla melezlenen Uzunyayla atları ni 1945 yılma kadar sürdürdü. Bir ara Ticaret
orduda ve tarım da kullanılır. U krayna’dan ve Milli Eğitim bakanlıklarında çevirmenlik
getirilen atlarla yerli atların çiftleştirilmesin- yaptıysa da yeniden öğretmenliğe döndü. İs­
den elde edilen M alakan atları, A nadolu atla­ tanbul ve A nkara liseleri ile üniversitede bu
rından oldukça değişik yapıda, güçlü, daya­ görevi yürüttü. D aha sonra Basın-Yayın
nıklı ve yumuşak huylu hayvanlardır. Um um M üdürlüğü’nde yayın şefliği yapan
Bu tipler dışında Türkiye’de sayıları çok az Ataç 1952’de emekli oluncaya kadar Cum hur­
olan Hınıs ve Canik atları da bulunur. Ayrıca başkanlığı çevirmenliği görevinde bulundu.
114 ATASÖZLERİ

1951’den ölümüne kadar Türk Dil K urum u’n-öğüt ve uyarı biçiminde dile getirildiği kalıp­
da Yayın Kolu başkanlığını üstlendi. laşmış kısa, özlü sözlerdir.
Yazarlık yaşamına 1921’de Dergâh dergi­ Atasözleri her ulusun dil dağarcığında zen­
gin bir birikim oluşturur. Uzun süre ağızdan
sinde başlayan Ataç çok sayıda gazete ve der­
ağıza dolaşarak yaygınlaşır ve toplumun ina­
gide edebiyat, tiyatro, dil ve kültür konuların­
da yazılar yazdı. Yazmaya başladığı dönemdenış, düşünüş özelliklerini dile getiren özlü bir
söz niteliği kazanır. Bu bakım dan, toplumun
pek gelişmemiş olan denem e ve eleştiri tür­
lerinde çağdaş batı edebiyatından esinle­ sağduyusundan kaynaklanan güvenilir sözler
olmalarının yanı sıra, ilginç anlatım biçimleriy­
nen örnekler verdi. Eski şiire karşı serbest şii­
le de kolayca akılda kalır. Atasözlerinin ço­
ri, eski dile karşı T ürkçe’nin özleşmesini sa­
vundu. ğu kişilere ne yapıp ne yapmamaları konusun­
Ataç denem elerinde, Cum huriyet dönemida öğüt verme ve uyarma amacı da taşır. Bu
nedenle toplumsal bir işlevleri olduğu söyle­
Türkiye’sinde yeni sanat, kültür, ahlak ve ya­
nebilir. Sözgelimi, “Acele işe şeytan karışır”
şam biçiminin nasıl olması gerektiği konuları­
atasözünde kişileri, işlerini yaparken dikkatli
nı ele aldı. Laiklik, akılcılık, bireycilik gibi
Rönesans ve Aydınlanma Çağı’nın ilkelerinive sabırlı olmaya çağıran bir uyan ve öğüt
Türk düşün yaşamına yerleştirmeye çalıştı. vardır.
Türk aydınının özgür düşünceye ve yenilikle­ Atasözlerini yaşamımızın hemen hemen
her alanında kullanabiliriz. Öğüt verm ek, ör­
re açık olması, toplum a öncülük etmesi ge­
rektiğini savundu. nek gösterm ek, bir savı güçlendirmek, görü­
şümüzü kısa yoldan anlatmak için atasözleri-
A taç’tan önce de eleştiri örnekleri vardı.
ne başvururuz.
Am a eleştirinin Türk edebiyatında bir tür ola­
Bazı atasözleri, birçok dilde ortaktır. T ürk­
rak ele alınması ve bir eleştiri geleneğinin ku­
çe’deki “Vakit nakittir” sözü birçok dilde de
rulması onunla başlar. Ataç eleştirilerinde
Türk edebiyatının geçmişini değerlendirdi.vardır. Bunun nedeni, zamanın büyük bir de­
ğeri olduğu gerçeğine bütün insanlığın inan­
Edebiyatta yenileşmenin öncülüğünü yaptı ve
mış olmasıdır. Bazı atasözleri, ufak bir deği­
özellikle Türk şiirinin sorunlarına eğildi. Yah­
ya Kemal, Nâzım Hikm et ve O rhan Veli’ninşiklikle, birçok dilin ortak malı olur. Sözgeli­
mi T ürkçe’deki, zor durum da kalan insanın
yeni çığırlar açan şairler olduğunu söyleyen
en olmadık çarelere başvurmasını anlatan,
ilk eleştirmen A taç’tır. Dönem inde tepkiyle
“Denize düşen yılana sarılır” atasözü İngiliz­
karşılanan Garip {bak. G a r i p ) A kım ı’nm sa­
vunmasını üstlenen Ataç birçok genç edebi­ ce’de “Denizde boğulan samana sarılır” biçi­
mindedir. Am a atasözleri, büyük çoğunlu­
yatçının tanınmasını sağladı. Dili bir uygarlık
ğuyla, belirli bir toplum a özgü inanış, görüş
sorunu olarak ele aldı ve dilde özleşmeyi sa­
vundu. Bu amaçla gerek Osmanlıca sözcük­ ve düşünceleri dile getirir.
ler, gerek dilimize yerleşmiş yabancı sözcük­Türkçe’de bu tür sözlere atasözü ya da ata-
larsözü denmesinin nedeni bu sözleri, sözüne
ler yerine birçok yeni sözcük türetti. Devrik
güvenilir ataların, büyüklerin ve bilge kişile­
cümle kullanarak kendine özgü bir anlatım bi­
rin söylediğine inanılmasıdır. Bu nedenle de
çimi oluşturdu ve dilimize yeni anlatım ola­
nakları kazandırdı. güvenilir ve inanılır olması gerektiği vurgula­
A taç’ın deneme ve eleştiri yazıları Günlerin
nır. Aslında atasözlerinin çoğu halkın ortak
Getirdiği (1946), Karalama Defteri (1952),ürünüdür.
Sözden Söze (1952), Ararken (1954), Diyelim Günüm üzde T ürkçe’de kullanılan bazı ata­
(1954) ve ölümünden sonra yayımlanan Söz sözlerinin çok uzun bir geçmişi vardır. Sözge­
Arasında (1957), Okuruma Mektuplar (1958),limi bugün “Dağ dağa kavuşmaz, insan insana
Günce (1960) ve Prospero ile Caliban (1961)
kavuşur” diye kullanılan atasözü, 900 yıl ön­
gibi yapıtlarda toplanmıştır. ceden kalma Kâşgarlı M ahm ud’un Divanü
Lügati't-Tiirk adlı sözlüğünde “Tag taga ka-
ATASÖ ZLER İ, toplumca benimsenmiş bazı fışmaz, kişi kişigga kafışır” biçiminde yer alır.
inanış, görüş ve düşüncelerin daha çok bir Bunun gibi “Aç ne yemez, tok ne dem ez” ,
ATATÜRK 115

“Baba ekşi elma yer, oğlunun dişi kamaşır” atasözleri Divan edebiyatında olsun, halk
gibi atasözleri de o zam anlardan günümüze edebiyatında olsun bolca kullanılmıştır. D i­
gelebilen atasözleridir. van edebiyatında Necati, Nabî, Şeyh Galib gi­
Türk atasözlerinin özelliklerini kısaca şöyle bi şairler şiirlerinde atasözlerine yer veren sa­
toparlayabiliriz: Bunlar kalıplaşmış sözlerdir. natçılardan birkaçıdır. Halk edebiyatında ise
Sözcükleri değiştirilemez, yerlerine başkaları “atalarsözü destanı” adı verilen yapıtlarda
konamaz: “Sakla samanı, gelir zamanı” yeri­ atasözleri hece ölçüsüne uygun biçimlerde
ne, sözgelimi, “Sakla şapkanı, gelir zam anı” kullanılmıştır. 18. yüzyılda yaşamış ünlü min-
demek aykırı kaçar. Genellikle kısa ve özlü­ yatürcü ve âşık Levnî’nin Atalarsözü Desta­
dür, az sözcükle çok şey anlatır. “Acı patlıca­ nı bunlara bir örnektir. A ynca Karacaoğlan
nı kırağı çalmaz” örneğinde görüldüğü gibi başta olmak üzere pek çok âşık, deyişlerine
genel kural niteliğindedir. Uzun bir gözlem ve serpiştirdikleri atasözleriyle görüşlerini güç­
deneme sonucu edinilen görüş, inanış ve dü­ lendirmeye, söylediklerinin doğruluğunu vur­
şünceleri dile getirir. “M art kapıdan baktırır, gulamaya çalışmıştır.
kazma kürek yaktırır” buna örnektir.
Atasözleri karşılıklı konuşma, kısa öykü, A T A TÜ R K , M u s ta fa K em al (1881-1938)
dize, beyit gibi çeşitli anlatım biçimleri, çeşitli Kurtuluş Savaşı’nın önderi, Türkiye Cumhu-
söz ve ses oyunlarıyla kulağa hoş gelen bir riyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanıdır.
yapıya bürünürler. “Tilkiye tavuk kebabı yer 1881 ’de, Osmanlı İm paratorluğu’nun M ake­
misin? demişler; adamın güleceğini getiriyor­ donya’daki en renkli ve hareketli kentlerin­
sunuz demiş” sözünde karşılıklı konuşma; den biri olan Selanik’te doğdu. Annesi Zü-
“Analı kuzu, kınalı kuzu” sözünde ses oyunu; beyde Hanım dindar, geleneklerine bağlı bir
“A dam , adam sayesinde adam olur” sözünde ev kadınıydı. Babası Ali Rıza Efendi ise
de sözcük oyunu kullanılmıştır. vakıflar kâtipliği ve gümrük m em urluğu gö­
Bazı atasözleri yalnızca bir yöreye özgü ola­ revlerinde bulunmuş, kısa bir süre gönüllüler­
bilir. Ö rnek olarak, “Aç kurt komşu kuzuyu den kurulu Asakir-i Milliye taburuna üsteğ­
yemez” Bursa yöresinin; “Değirmeni su dön­ men olarak katılmıştı. M emurluktan eline
dürür, insanı dil” İsparta yöresinin; “Giden geçen parayla geçinememesi üzerine istifa
varır, arayan bulur” Afyon yöresinin atasöz­ ederek ticarete atılan Ali Rıza Efendi önce
leridir. “Üzüm ünü ye, bağını sorm a” , “Parayı kereste, ardından tuz ticareti yaptıysa da
veren düdüğü çalar” gibi Nasreddin Hoca fık­ başarılı olamadı. Bu girişimlerin iflasla sonuç­
ralarından türetilmiş atasözleri de vardır. lanmasının da etkisiyle henüz 47 yaşındayken
Atasözleri, toplumsal gelişme, değer yargı­ öldü.
larının, değişmesi, dilin gelişimi gibi etm enle­ Ali Rıza Efendi ile karısı arasında M usta­
re bağlı olarak değişime uğrar. Bazı atasözleri fa’nın geleceğine ilişkin ciddi görüş ayrılıkları
ise zaman içinde unutulup gider. vardı. Zübeyde Hanım küçük M usta­
Atasözlerini, çoğunlukla söyleyeni belli, fa’nın ilerde din adamı olmasını istiyor bu
derin anlamlı, kısa ve özlü sözler demek olan nedenle onun mahalle m ektebine gitmesinde
özdeyişlerle (vecize) de karıştırmamak gere­ direniyordu. Ali Rıza Efendi ise oğlunun yeni
kir. A tatürk’ün “H ayatta en hakiki mürşit açılan ve m odern eğitim veren Şemsi Efendi
ilimdir” sözü atasözü değil bir özdeyiştir. Bu­ O kulu’na gitmesini istiyordu. Sonunda Ali
nun gibi, halk arasında sık sık kullanılan Rıza Efendi soruna uygun bir çözüm bularak
“Etekleri zil çalm ak” “Küplere binm ek” gibi tartışmaya son verdi. M ustafa önce ilahilerin
deyimleri de atasözlerinden saymamak gere­ okunduğu alışılmış törenle mahalle m ektebi­
kir. Deyimlerin hem sayısı, hem kullanılma ne başladı. Böylece annesinin isteği gerçek­
alanları atasözlerine göre çoktur. Deyimler leştirildi. Birkaç gün sonra da mahalle m ekte­
bir cümle içinde kullanılır oysa atasözlerinin binden ayrılarak Şemsi Efendi O kulu’na ya­
kendisi cümle yapısındadır. zıldı.
Yazılı olarak ilk örneklerine 8. yüzyıldan Yeni okuluna kısa sürede alışan Mustafa
kalma G öktürk yazıtlarında rastlanan Türk derslerine büyük bir hevesle sarıldı. A m a, Ali
116 ATATÜRK

Rıza Efendi’nin ölümünden sonra geçim sı­ rek artan baskısı onda tepkiler doğurm aktay­
kıntısı içine düşen Zübeyde Hanım çocukları­ dı. Gün geçtikçe özgürlükçü düşüncelere ilgisi
nı da yanma alarak Selanik yakınlarındaki bir artıyor, tüm tehlikelere karşın, yasak olan
çiftlikte kâhya olan kardeşinin yanma gitmek Namık Kem al’in kitaplarını ve yurtdışından
zorunda kaldı. Böylece eğitimi yarıda kesilen gelen gazeteleri gizli gizli okuyordu. H arp
M ustafa çiftlik işlerinde dayısına yardım et­ Okulu yıllarında da derslerinde başarılı olan
meye başladı. Dayısı ona kardeşi M akbule ile M ustafa Kemal, 10 Şubat 1902’de okulu
birlikte bakla tarlasına konan kargaları kova­ bitirerek teğmen oldu ve Erkân-ı Harbiye
lama görevi vermişti. M ustafa’nın çiftlik yaşa­ (bugünkü H arp Akademisi) sınıfına geçti.
mından bir şikâyeti yoktu ama eğitiminin M ustafa Kemal burada da derslerinde çok
yarıda kesilmiş olması annesini çok üzüyordu. başarılıydı. Ne var ki artık derslerinin yanı
Sonunda Selanik’te bulunan teyzesinin yanma sıra siyasal etkinliklerde de bulunuyordu.
giderek okula orada devam etmesine karar Abdülham id’in baskıcı yönetimi ve yabancı
verildi. Burada ortaokula (Mülkiye İda- ülkelerin devletin içişlerine karışmaları onda
disi’nin rüştiye bölümüne) kaydını yaptırdı. büyük tepki uyandırıyordu. O günlerde aynı
Ne var ki, bu okulda da uzun süre kalamadı. görüşü paylaşan birkaç arkadaşıyla birlikte,
Bir arkadaşıyla kavga ettiği için A rapça öğret­ özgürlük düşüncelerini yansıtan gizli bir gaze­
meninden yediği ağır dayak, okuldan ayrılma­ te çıkarmaya başladı. El yazısıyla çoğalttıkları
sına neden oldu. Aslında M ustafa da bu okulu bu gazete tüm Harbiye öğrencisine seslen­
pek sevmemişti. Öğrencilerin giymek zorun­ m ekte ve elden ele dolaşmaktaydı. Yazıların
da oldukları şalvarlı, kuşaklı geleneksel giysi­ çoğunu M ustafa Kemal yazıyordu.
den hiç hoşlanmıyordu. Oysa Selanik sokak­ M ustafa Kemal 11 Ocak 1905’te kurmay
larında kılıçlarını şakırdatarak üniformalarıy­ yüzbaşı rütbesiyle H arp Akadem isi’ni bitirdi.
la dolaşan subaylar gözlerini kam aştırm aktay­ A tam a emrini beklerken boş durm uyor siya­
dı. Subay olmaya karar vermişti. Sonunda sal çalışmalarını sürdürüyordu. Arkadaşları
annesinden gizlice girdiği Selanik Askeri Rüş- ile birlikte tuttukları bir odada düzenledikleri
tiyesi’nin (ortaokul) sınavlarım kazanarak as­ toplantılarda, kendi aralarında tartışıyor, ya­
kerliğe ilk adımını attı. sak yayınlan okuyorlardı. Am a eski bir arka­
daşları ihbar edince, yakalanarak tutuklandı­
A skeri E ğ itim i lar. Birkaç ay sonra serbest bırakılan M ustafa
1893’te başladığı Selanik Askeri R üştiyesin­ Kemal staj için Şam’daki 5. O rdu’ya bağlı 30.
de düzenli bir öğrenime kavuşan Mustafa Süvari Alayı’na atandı.
büyük bir istekle kendini derslerine verdi.
Başarılı bir öğrenciydi. A m a özellikle m ate­ S ub a ylıkta İlk Y ılları
matiğe karşı büyük bir ilgisi vardı ve bu ilgi Şam’daki görevi M ustafa Kem al’in ordunun
günden güne artm aktaydı. Bu durum m ate­ ve ülkenin sorunlarını yakından görmesini
matik öğretmeni M ustafa Sabri’nin de dikka­ sağladı. Havran ve K uneytra’da D ürziler’e
tini çekti. Öğretm en öğrencisinin bu yeteneği­ karşı düzenlenen harekete katılan M ustafa
ni bir gün, “oğlum senin de adın M ustafa, Kemal hemen hemen bütün Suriye’yi dolaştı.
benim de. Bu böyle olmayacak. Aram ızda bir Bu arada, siyasal görüşlerinden ötürü Askeri
fark olmalıdır. Bundan sonra senin adm Tıbbiye son sınıfından atılarak Şam’a sürgün
M ustafa Kemal olsun” diyerek ödüllendirdi. gönderilen M ustafa Bey (Cantekin) ile birlik­
Askeri Rüştiye’yi bitiren M ustafa Kemal te Ekim 1906’da Vatan ve H ürriyet Cemiye­
1895’te öğretm enlerinin önerisiyle M anastır ti’ni kurdu. Görevi gereği gittiği Kudüs, Hay-
Askeri İdadisi’ne (lise) yazıldı. Bu okulu fa ve Y afa’da (Tel Aviv) örgütü yaymaya ça­
1898’de başarıyla bitirdikten sonra 18 M art lıştıysa da başarılı olamadı. Bunun üzerine
1899’da İstanbul’daki H arp O kulu’nun (Mek- gizlice Selanik’e geçerek örgütlenm e çalışma-
teb-i Harbiye) piyade sınıfına girdi. Harbiye lannı burada yürütm eye başladı. Eski arka­
yıllarında Mustafa Kemal geniş bir aydın daşlarıyla ilişki kurarak örgütün Selanik kolu­
çevre edindi. Abdülham id yönetiminin gide­ nu kurdu. Ancak çalışmaları haber alınarak
ATATÜRK 117

yet Kahramanı” ilan edilen Enver Bey ile de


aralarındaki sürtüşme artıyordu. Cemiyet yö­
neticileri onu Selanik’ten uzaklaştırmak ama­
cıyla, Meşrutiyet yönetimine karşı kıpırdan­
maları bastırmak bahanesiyle Trablusgarp’a
gönderdiler. Buradaki görevini tamamlaya­
rak Selanik’e döndüğü günlerde İstanbul’da
31 Mart Ayaklanması patlak verdi. Bu ayak­
lanmayı bastırmak üzere Mahmud Şevket Pa­
şa komutasındaki Hareket Ordusu İstanbul’a
gönderildi. Bu ordunun kurmay başkanlığına
başlangıçta Mustafa Kemal atanmış, ama tam
İstanbul’a girileceği sırada bu görevden alına­
rak yerine Enver Bey getirilmişti.
Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki içindeki
eleştirilerini daha da sertleştirerek sürdü­
rüyordu. Cemiyetin Eylül 1909 da toplanan
II. kongresinde, askerlerin siyasetten çekil­
mesini ya da siyasetle uğraşacak askerlerin or­
dudan ayrılmasını savundu. Bu görüş bazı
Hayat Yayınları
1907'de kolağası (önyüzbaşı) olan Mustafa Kemal 5.
yandaşlar bulduysa da azınlıkta kaldı. Bunun
Ordu genelkurm ayında görevlendirildi. üzerine Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki ile
bağlarını keserek kendini tümüyle askerliğe
hakkında soruşturma açılması üzerine dört ay verdi. 1910 Nisan’ında 3. Ordu’da eğitim su­
sonra Suriye’ye geri döndü. bayı olarak görev aldı. Önyüzbaşı Mustafa
Haziran 1907’de kolağalığına (önyüzbaşı) Kemal’in bu görevde ve ordu kurmayında
yükseltilerek 5. Ordu genelkurmayında gö­ gösterdiği başarı herkesin ilgisini çekiyordu.
revlendirildi. Bir süre sonra isteği üzerine Se­ I. Dünya Savaşı’na doğru Balkanlar patla­
lanik’teki 3. Ordu genelkurmayına atandı. O maya hazır barut fıçısı gibiydi. Bağımsızlıkla­
yıllarda Makedonya’da yoğun bir siyasal ha­ rını isteyen Balkan halkları büyük devletlerin
reketlilik yaşanmaktaydı. İlerici genç subay­ de kışkırtmalarıyla sürekli ayaklanmalar çı­
lar tarafından kurulmuş olan İttihat ve Terak­ karmaktaydı. 1910’da Arnavutluk’ta çıkan bir
ki Cemiyeti’nin (bak. İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİ­ ayaklanmayı bastırma işini doğrudan Harbiye
YETİ) ordudaki etkisi gün geçtikçe artıyordu. Nazırı (Savaş Bakanı) Mahmud Şevket Paşa
Selanik’e gelen Mustafa Kemal, Vatan ve üstlenmişti. Paşa Selanik’ten geçerken yanma
Hürriyet Cemiyeti’ni oluşturan arkadaşlarının Mustafa Kemal’i de alarak onu birliklerine
da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne geçtiğini kurmay başkanı yaptı. Aynı yılın sonbaharın­
gördü. Önceleri Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ da Fransa’da Picardie’de yapılan askeri ma­
ni geliştirmek için çalışmalara girdiyse de es­ nevralara Mustafa Kemal Osmanlı ordusunun
ki arkadaşlarının ısrarıyla 29 Ekim 1907’de İt­ temsilcisi olarak katıldı.
tihat ve Terakki saflarına katıldı. Mustafa Kemal bir süre sonra İstanbul’da
23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edi­ genelkurmay başkanlığında bir göreve atandı.
lerek 1876 Anayasası (Kanun-ı Esasi) yeniden Bu sırada İtalyanlar da Trablusgarp’ı işgal et­
uygulanmaya başladı (bak. BİRİNCİ VE İKİNCİ mek üzere saldırıya geçmişlerdi. Mustafa Ke­
M e ş r u t iy e t ). B u günlerde Mustafa Kemal ile mal Mısır üzerinden zor bir yolculuk yaptık­
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üst yöneticile­ tan sonra Tobruk’a ulaştı. Buradaki kuvvetle­
ri arasında görüş ayrılıkları belirmeye başla­ rin kurmaylığını üstlenerek Ocak 1912’de ya­
mıştı. Hemen her yerde sözünü sakınmadan pılan Tobruk Çarpışması’nda başarılı oldu.
cemiyet yöneticilerini eleştirmekteydi. Ayrı­ Daha sonra Derne’ye geçerek buradaki kuv­
ca, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra “Hürri­ vetlerin komutanlığını üstlendi. Trablusgarp’
118 ATATÜRK

Mustafa Kemal 1912'de,


komutasındaki
Bedeviler'le
Trablusgarp'ta
İtalyanlar'a karşı
savaşıyordu.

Hayat Yayınları

ta binbaşılığa yükselen Mustafa Kemal, Ekim savaş ilan etmesiyle başlayan I. Dünya Savaşı
1912’de I. Balkan Savaşı’nın başlaması üzeri­ kısa sürede bütün Avrupa’yı sardı (bak. BİRİN­
ne İstanbul’a döndü. Cİ D ü n y a Sa v a ş i ). İttihat ve Terakki yönetimi
Savaş sırasında Çanakkale Boğazı’nın gü­ bundan hemen altı gün sonra, 2 Ağustos
venliğini sağlamakla görevli kuvvetlerin Ha­ 1914’te Almanya ile bir dostluk ve işbirliği
rekât Şube’si müdürlüğüne atandı. Ardından antlaşması imzalayarak Osmanlı İmparatorlu-
Bolayır Kolordusu kurmay başkanlığı da ken­ ğu’nu savaşa katmanın önkoşullarını hazırla­
disine verildi. Balkan Savaşları imparatorluk dı. Sonunda 29 Ekim 1914’te Osmanlılar, Al­
için bir yıkımla sonuçlandı. Balkanlar’daki manya ve Avusturya’nın yanında savaşa girdi.
tüm topraklar yitirildiği gibi ordu da perişan Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katıl­
bir duruma düştü (bak. B a l k a n Sa v a ş l a r i ) . masını ve ordunun Alman subayların deneti­
1913 Ekim’inde Sofya askeri ataşeliğine mine girmesini onaylamamasına karşın Mus­
atanan Mustafa Kemal Mart 1914’te yarbaylı­ tafa Kemal askeri bir görev almak üzere yur­
ğa yükseltildi. Sofya’daki görevi sırasında batı da döndü. Şubat 1915’te, Tekirdağ’da kurul­
diplomasisinin inceliklerini gözlemledi. Bura­ makta olan 19. Tümen Komutanlığı’na atan­
dan İstanbul’a gönderdiği mektup ve rapor­ dı. Kısa zamanda 19. Tümen’in eksiklerini ta­
larda bir savaşın yaklaşmakta olduğunu haber mamlayarak görev yeri olan Gelibolu Yarım­
veriyor, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu sava­ adasındaki Maydos’a geldi. Arıburnu, Ana-
şa girmesinin bir felaketle sonuçlanacağından fartalar ve Ece limanını kapsayan bölgenin
söz ediyordu. Mustafa Kemal’e göre Osman­ komutanlığını üstiendi.
lIlar bu savaşta tarafsız kalmalıydılar. Hele Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek isteyen
Almanya’nın yanında savaşa girmenin fela­ İngiliz ve Fransızlar 25 Nisan 1915’te Gelibolu
ketle sonuçlanacağım, çünkü iki cephede bir­ Yarımadası’nın Seddülbahir ve Arıburnu böl­
den savaşmak zorunda kalacağı için Alman­ gelerine asker çıkardılar. Düşman askerleri­
ya’nın yenileceğini vurguluyordu. nin ilerleyişi Mustafa Kemal’in çabalarıyla
durdurularak kıyıya kadar geri püskürtüldü.
B irinci Dünya Savaşı Y ılları Mustafa Kemal 1 Haziran’da albaylığa (mira­
28 Temmuz 1914’te Avusturya’nın Sırbistan’a lay) yükseltilerek A nburnu Cephe Komutan­
ATATÜRK 119

lığı görevine getirildi. Ağustosta Anafartalar nun kurulmasından cayıldı; Mustafa Kemal
Cephe Grubu Komutanlığı’na atanarak güçlü yeniden doğu cephesine dönerek 2. O rdu’nun
İngiliz ve Fransız donanmasının Çanakkale komutanlığına geçti.
Boğazfndan geçmesine izin vermedi (bak. Bağdat ve Irak’ın geri alınması amacıyla
Ç a n a k k a l e Sa v a ş l a r i ). Alman General Falkenhayn komutasında Yıl­
Çanakkale Savaşları Mustafa Kemal’in yaşa­ dırım Orduları Grubu kurulmuştu. Temmuz
mında bir dönüm noktası oldu. Ülke içinde ve 1917’de Mustafa Kemal Yıldırım Orduları
dışında komutanlık yeteneğini kanıtlayarak G rubu’na bağlı 7. Ordu Komutanlığı’na atan­
büyük bir üne kavuşan Mustafa Kemal, Ocak dı. Ama bu görevinde, emrindeki Alman su­
1916’da Edirne'deki 16. Kolordu Komutanlı­ bayları kollayan, yöredeki aşiretlerle kurduğu
ğına getirildi. Şubat ayında kolordusu ile do­ ilişkilerde Alman çıkarlarını gözeten Falken­
ğuya gönderildi ve 1 Nisan’da tuğgeneralliğe hayn ile anlaşamadı. Mustafa Kemal 3. Kol­
(mirlivalığa) yükseltildi. Mustafa Kemal bu ordu Komutam İsmet Bey’in de görüşlerini
görevi sırasında Ruslar’ın ilerleyişini durdura­ alarak durumu bir raporla başkomutanlığa ve
rak Muş ve Bitlis’i geri aldı. 1916 sonlarında Sadrazam Talat Paşa’ya bildirdi. Raporu be­
2. Ordu komutan vekilliğine atandı. Bu ordu­ nimsenmeyince, görevini bırakarak İstanbul’a
nun kurmay başkanı olan Albay İsmet Bey geldi.
(İnönü) ile ilk kez burada tanışarak arkadaş 1917’nin sonlarında Alman İmparatoru II.
oldular. Wilhelm’i ziyaret için Almanya’ya giden Veli­
Bu sırada İttihat ve Terakki yöneticileri ye­ aht Vahideddin’in yaveri olarak geziye katıl­
ni düşler peşindeydiler. Hicaz Kuvve-i Seferi- dı. Yol boyunca düşüncelerini geleceğin padi­
yesi adında bir ordu kurarak komutanlığını şahına aktardı. Yurda dönerken rahatsızlana­
Mustafa Kemal’e vermek istiyorlardı. Amaç­ rak tedavi için bir süre Viyana ve Karlsbad’a
ları kutsal yerleri kurtarmaktı. Mustafa Ke­ gitti. Bu sırada Padişah Sultan Reşad ölmüş,
mal Şam’a giderek durumu inceledikten sonra tahta VI. Mehmed Vahideddin çıkmıştı. Va-
bu görevi kabul etmedi. Bunun üzerine ordu­ hideddin, tahta çıkmasından birkaç gün sonra
Hayat Yayınları

Çanakkale
Savaşları (1915)
sırasında
kom utanlık
yeteneğini
.4 * kanıtlayan
A* •
Mustafa Kemal
yurtiçinde ve
dışında büyük ün
kazanmıştı.
120 ATATÜRK

Mustafa Kemal’i İstanbul’a çağırttı. Bu du­ rilmiş ve eski İttihatçı önderler tutuklanmaya
rumdan yararlanan Mustafa Kemal padişah başlamıştı.
ile birkaç kez görüştüyse de etkili olamadı. Mustafa Kemal’in İstanbul’daki en verimli
Çünkü Vahideddin kısa sürede Enver ve Ta­ görüşmeleri eski silah arkadaşlarıyla oldu.
lat paşaların etkisine girmişti. Sonunda Mus­ Bunlar ilerde Kurtuluş Savaşı’nın da öncü
tafa Kemal ikinci kez, Filistin’de bulunan ve kadrolarını oluşturacaktı. Şişli’de tuttuğu ev
Liman von Sanders komutasındaki Yıldırım Kurtuluş Savaşı hazırlıklarının yapıldığı bir
Ordulan Grubu’na bağlı 7. Ordu Komutanlı- merkez olmuştu. Buradaki toplantılarda Kâ­
ğı’m kabul ederek Suriye’ye gitti. zım (Karabekir), İsmet (İnönü), Refet (Be­
Hazırlıklarını tamamlayan İngilizler 18-19 le), Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay) ve Fet­
Eylül 1918’de üstün kuvvetleriyle bu cephede hi (Okyar) beylerle birlikte soruna çözümler
saldırıya geçtiler. Mustafa Kemal’in emrinde­ aramaktaydı. Özellikle Kâzım Bey, Anado­
ki 7. Ordu ilk saldırılan durdurarak geri çekil­ lu’ya geçerek mücadeleyi oradan yürütmeyi
di ve Halep’in kuzeyinde mevzilendi. 25-26 savunuyordu. Mustafa Kemal de bu düşünce­
Ekim günlerinde saldınya geçen İngiliz ve yi benimsemeye başlamıştı. Yurdu İstan­
Arap kuvvetlerini durdurarak yenilgiye uğrat­ bul’dan kurtarma olanağının kalmadığı ortaya
tı. Ancak savaş bütünüyle yitirilmiş, 30 Ekim çıkmıştı. Ama Mustafa Kemal Anadolu’ya
1918’de Mondros Mütarekesi imzalanarak geçişinin belli bir yetki ve görevle olmasını
Osmanlı İmparatorluğu savaştan çekilmişti. istiyordu. Bu olanağı sağlayacak iyi bir fırsat
Aynı tarihte Mustafa Kemal, Yıldınm Ordu­ çok geçmeden ortaya çıktı. Samsun ve çevre­
lan Grubu Komutanlığı’na atandı. Bu yeni sindeki Rumlar bağımsız bir Rum Pontos
görevi sırasında mütarekenin yoruma açık Devleti kurma girişimi içindeydiler. Bu du­
maddelerine açıklık getirilmesi için İstanbul’a rum Türkler’i rahatsız ediyor ve çatışmalann
sürekli telgraf çekmekteydi. Çünkü İngilizler çıkmasına neden oluyordu. İşgalci devletlerin
bu maddelerden yararlanarak İskenderun’u Rumlar’ın yanını tutarak müdahale tehditleri­
işgale hazırlanıyorlardı. Mustafa Kemal bu iş­ ne karşı Damat Ferid hükümeti bölgeye Mus­
gale direneceğini, eğer İstanbul’daki hükümet tafa Kemal Paşa’yı 9. Ordu müfettişi olarak
tersini düşünüyorsa kendisini görevden alma­ atadı. Böylece Mustafa Kemal çok geniş bir
sını bildirdi. Bu arada olası işgale ve saldırıla­ bölgeyi denetleme, buradaki vali ve komutan­
ra karşı Antep ve Maraş yöresinde halka silah lara emir verme yetkisiyle donatıldı. İstanbul’
dağıttı. Kasım 1918’de Yıldınm Ordulan da padişah, sadrazam ve arkadaşlarıyla son
Grubu kaldınlınca İstanbul’a döndü. görüşmelerini yaparak İzmir’in işgalinden bir
gün sonra, 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapu­
İşgal İstan b ul'u nd a ruyla Samsun’a hareket etti. Mustafa Kemal’
13 Kasım 1918 günü Haydarpaşa’da trenden in 19 Mayıs günü Samsun’a ulaşmasıyla Tür­
inen Mustafa Kemal düşman gemilerinin za­ kiye’nin yaşamında 1923 yılına kadar sürecek
fer bayraklarını çekerek İstanbul’a girişiy­ yeni bir mücadele dönemi başlıyordu.
le karşılaştı. Bu görüntü karşısında son
derece sinirlenen Mustafa Kemal yanındaki Bağım sızlığa A çılan Yol
üzgün yaverine, “geldikleri gibi giderler” di­ I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı
yordu. İmparatorluğu’nun imzaladığı Mondros Mü­
Mustafa Kemal o günlerde işbaşında bulu­ tarekesi çok ağır koşullar içeriyordu. M ütare­
nan ya da siyasal yaşamda etkin bir yeri olan keyi izleyen günlerde imparatorluk içinde bü­
herkesle ilişki kurmaya çalışıyordu. Görüş­ yük bir kaynaşma baş göstermişti. İtilaf Dev-
melerinde onlan tanımaya çalışıyor, güvenilip letler’i mütareke koşullannı çiğnemekte,
güvenilmeyeceğini anlamak istiyordu. Padi­ Anadolu paylaşılıp işgal edilmekteydi. Öte
şahla konuşmalannda da yeni bir hükümet yandan, mütarekenin ilanım izleyen günlerde
kurularak kendisinin harbiye nazın olmasını yurdun dört bir yanında Müdafaa-i Hukuk ör­
önerdiyse de bir sonuç elde edemedi. Öte gütleri oluşturulmaya başlanmıştı. Özellikle
yandan Damat Ferid Paşa sadrazamlığa geti­ düşman işgalinin beklendiği yörelerde bu ko­
ATATÜRK 121

nuda gözle görülür bir canlılık vardı. Bu ör­ lük ve geleceğin tehlikede olduğunu duyuru­
gütler silahlı bir mücadeleyi örgütlemekten yordu. Ulusun bağımsızlığını gene ulusun kesin
çok, dünya kamuoyunu aydınlatmak ve etki­ kararı ve direnişinin kurtaracağını, ulusun se­
lemek, böylece ülke bütünlüğünü korumak sini dünyaya duyurabilmek için her türlü etki
amacına yönelmişlerdi. Direnme düşüncesi ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurul
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden son­ oluşturmanın zorunlu olduğunu vurguluyor­
ra güç kazanmaya başladı. İzmir yöresinde du. Bunun için Anadolu’nun en güvenli yeri
Yunan ordusunun ilerleyişine karşı direnenle­ olan Sivas’ta bir kongre toplanmasını öner­
re “Kuva-yı Milliye” (Ulusal Kuvvetler) den­ mekteydi.
di. Bu ad giderek ulusal kurtuluş mücadelesi Amasya Tamimi’yle Mustafa Kemal Mond­
veren tüm hareketleri kapsadı. ros M ütarekesinin hükümlerine uyulmaması
Mustafa Kemal böylesi güç günlerin yaşan­ çağrısında bulunuyor, ve İstanbul hükümetine
dığı bir dönemde Samsun’a çıktı. Tek çözü­ açıkça karşı çıkıyordu. Harbiye nazırının İs­
mün ulus egemenliğine dayalı bağımsız bir tanbul’a dönmesini istemesi üzerine 8 Tem-
Türk devleti kurmak olduğunu düşünüyordu. muz’da askerlikten ayrıldı. Ertesi gün Erzu­
“Ya istiklâl ya ölüm” sloganıyla özetlediği bu rum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanlı­
görüşünü uygulamaya geçirmek için hemen ğına seçildi. 23 Temmuz’da topladığı Erzu­
çalışmalara başladı. Samsun’a çıktığı günden rum Kongresi’nde ulusal sınırlar içindeki yurt
başlayarak Anadolu’daki asker-sivil üst düzey topraklarının birbirinden ayrılmaz bir bütün
görevlilerle bir iletişim ağı oluşturdu. Anado­ olduğu, yurdun yabancı işgaline karşı savunu­
lu’daki ulusalcı kuruluşlara gizli bir bildirge lacağı, bu görevi yerine getirmek için İstanbul
göndererek işgallere karşı mitingler düzenlen­ hükümeti yetersiz kaldığında geçici bir hükü­
mesini, düşman saldırısına karşı yoğun bir çe­ met kurulacağı karara bağlandı. Dokuz kişilik
te savaşma başlanmasını istedi. 21-22 Hazi- bir temsilciler kurulu (Heyet-i Temsiliye) se­
ran’da Amasya’da yayımladığı bildirgede çildi. 4-11 Eylül tarihleri arasında toplanan Si­
(Amasya Tamimi), İstanbul’daki hükümetin vas Kongresi’nde ise Erzurum Kongresi’nin
görevini yerine getiremediğini, ulusal bütün­ kararları bütünüyle benimsendi. Anadolu ve
Hayat Yayınları

4-11 Eylül 1919'da toplanan Sivas Kongresi'nde bir Heyet-i Temsiliye seçilerek başkanlığına Mustafa Kemal
getirildi.
122 ATATÜRK

Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurula­


rak Heyet-i Temsiliye’ye bütün ülkeyi temsil
yetkisi verildi. Misak-ı Milli’nin (Ulusal And)
ana çizgileri belirlenerek 30 Ekim 1919 sınır­
larından bir gerilemenin söz konusu olamaya­
cağı vurgulandı.
İstanbul hükümeti Erzurum ve Sivas kong­
relerini engellemeye çalıştıysa da başarılı ola­
madı. 18 Ekim’de bu hükümetin temsilcisi ile
Mustafa Kemal arasında Amasya’da yapılan
görüşmede, İstanbul’da yeni bir meclisin top­
lanması için serbest seçimlerin yapılmasına
karar verildi.' Mustafa Kemal de 7 Kasım
1919’da Erzurum milletvekilliğine seçildi. O
arada Heyet-i Temsiliye’nin merkezinin A n­
kara olması kararlaştırıldığı için Mustafa Ke­
mal 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gitti.
Yeni seçilen Osmanlı Mebusan Meclisi 12
Ocak 1920’de İstanbul’da toplanarak çalışma­
larına başladı. 28 Ocak 1920’de meclis yurdun
kurtuluşu için nasıl davranılacağını bildiren
bir karar aldı. Mustafa Kemal’in ana çizgileri­
ni daha önce belirlediği bu kararı meclis bir
and biçiminde ilan etti. Misak-ı Milli adı veri­
len bu kararda Anadolu’nun işgali ve paylaşıl­ Hayat Yayınları
ması reddediliyordu. Bu durum karşısında İti­ II. İnönü Savaşı'ndan sonra, Mustafa Kemal
laf Devletleri 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal Ankara'da kalmakta olduğu bağ evinin bahçesinde
İsmet Paşa ile görüşüyor.
ettiler. Meclisin işgal kuvvetlerince basılması
üzerine oturumlara ara verildi.
Mustafa Kemal 19 M art’ta Heyet-i Temsili­ yarak 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı’n-
ye başkanı olarak yayımladığı bir bildirgeyle da Yunan ordusu püskürtülerek Sakarya Ir-
Ankara’da olağanüstü yetkilerle donanmış bir mağı’nm batısına atıldı. Sakarya’da kazanılan
meclisin kurulacağını duyurdu. Bu meclisi ye­ bu zafer dış ilişkilerde de önemli adımların
ni seçilecek milletvekilleriyle İstanbul’dan atılmasını sağladı. SSCB aracılığıyla Ermenis­
Anadolu’ya geçen milletvekilleri oluşturacak­ tan, Gürcistan ve Azerbaycan’la Kars Antlaş­
tı. Sonunda 23 Nisan 1920’de Ankara’da Tür­ ması (13 Ekim 1921), Fransa ile Ankara A nt­
kiye Büyük Millet Meclisi toplandı ve mecli­ laşması (20 Ekim 1921) imzalandı.
sin üstünde hiçbir güç tanınmayacağı kararı Haziran 1922 ortalarında düşmana son dar­
alındı. Yasama ve yürütme görevlerini ken­ beyi vurma kararı alan Mustafa Kemal 26
dinde toplayan Birinci Türkiye Büyük Millet Ağustos sabahı büyük taarruzu başlattı. 30
Meclisi başkanlığına Mustafa Kemal seçilerek Ağustos’ta yapılan Başkomutanlık Meydan
yeni bir hükümet oluşturuldu. Savaşı’nda düşman kesin yenilgiye uğratıldı
Bu sırada Yunanlılar Batı Anadolu’da iler­ (bak. K u r t u l u ş S a v a ş i).
liyorlardı. Mustafa Kemal düşmana dağınık Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan
biçimde karşı koyan Kuva-yı Milliye güçlerini Savaşı’nın zaferle sonuçlanması üzerine 11
toplayarak düzenli bir ordunun oluşmasını Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması
sağladı. Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki imzalandı. Bu antlaşmayla ülke düşman işga­
ayaklanmalar bastırılarak önce I. ve II. İnönü linden kurtuluyor, Doğu Trakya, Ege, İstan­
savaşlarında (Ocak ve Nisan 1921) Yunanlılar bul ve boğazlar yeniden Türkiye’ye geçiyor­
yenilgiye uğratıldı. 23 Ağustos 1921’de başla- du. Artık yapılacak iş barışı sürekli kılacak bir
ATATÜRK 123

Hayat Yayınları

Ü stte: Mustafa Kemal ile eşi Latife Hanım'ın


Çankaya'da çekilen bu fotoğrafı Avrupa'da
birçok dergi ve gazetede yayım lanm ıştı.
Sağda: Zübeyde Hanım 14 Ocak 1923'te
İzm ir'de öldüğünde Mustafa Kemal
Eskişehir'de gezideydi.
Hayat Yayınları

Mustafa Kemal
sık sık çıktığı y u rt
gezilerinde
özellikle
çocuklara büyük
ilgi ve sevgi
gösterirdi.
124 ATATÜRK

antlaşmanın imzalanmasını gerçekleştirerek da, uzun süredir hasta olan annesi Zübeyde
dünya devletlerinin yeni Türk devletini tanı­ Hanım da İzmir’de ölmüş Karşıyaka Mezarlı-
masını sağlamaya kalmıştı. Savaş alanlarında ğı’na gömülmüştü. 27 Ocak günü İzmir’e gi­
zafer kazanıldıktan sonra Lozan’da diplomasi den Mustafa Kemal annesinin mezarını ziya­
alanında yem bir mücadeleye girişiliyordu ret etti. 29 Ocak’ta ise İzmir’e ilk gelişinde
(bak. L o z a n B a r iş A n t la ş m a s i ). tanıştığı Latife Hanım’la evlendi. Bu arada,
yeni Türk devletinin izleyeceği ekonomik po­
C u m h uriye te Doğru litikaları belirlemek için İzmir’de toplanan İk­
Mudanya Ateşkes Antlaşmasinın imzalan­ tisat Kongresi’ni 17 Şubat’ta bir konuşmayla
masından sonra Lozan barış görüşmelerinin açtı.
ön hazırlıklarına başlandı. Bu sırada İtilaf 1 Nisan 1923’te Türkiye Büyük Millet Mec­
Devletleri 27 Ekim’de verdikleri bir notayla lisi yeni seçimlerin yapılması kararını aldı.
barış görüşmelerine Türkiye Büyük Millet Yapılan seçimlerden sonra 11 Ağustos 1923’te
Meclisi hükümetiyle birlikte İstanbul hükü­ İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak
metinin de katılması için çağrıda bulundular. çalışmalarına başladı; Mustafa Kemal yeni­
Amaçlan, görüşmelerde Türk tarafını böle­ den Meclis Başkanlığı’na seçildi.
rek güçsüzleştirmekti. Kurtuluş Savaşı boyun­ Meclisin açılmasından hemen önce Mustafa
ca düşmanla işbirliği ederek ulusal mücadele­ Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i H u­
yi engellemeye çalışan padişah ve onun İstan­ kuk Cemiyeti’nin Halk Fırkası’na dönüşeceği­
bul’daki hükümeti, bunu fırsat bilerek Türki­ ni açıklamıştı. Yeni Türk devletinin bu ilk si­
ye Büyük Millet Meclisi’ne banş görüşmele­ yasal partisi 9 Eylül’de resmen kuruldu ve 11
rinde işbirliği önerdi. Eylül’de Mustafa Kemal genel başkanlığa se­
Bu durum karşısında Mustafa Kemal, Tür­ çildi. 6 Ekim 1923’te Şükrü Naili (Gökberk)
kiye Büyük Millet Meclisi’ne saltanat ile hila­ Paşa komutasındaki birlikler İstanbul’a girdi.
fetin aynlarak saltanatın kaldırılmasını öner­ Meclisin aldığı bir kararla 13 Ekim 1923’te
di. Meclisteki konuşmasında Türk ulusunun Ankara, Türk Devleti’nin başkenti ilan edil­
artık kendi bağımsız devletini kurduğunu, bir di. Bu karara İngiltere, Fransa, İtalya tepki
daha hiçbir biçimde monarşik yönetimi kabul gösterdilerse de Türkiye Büyük Millet Meclisi
etmeyeceğini vurguladı. Bu konuşmanın ar­ kararını uygulamaktan caymadı.
dından saltanatın kaldmlmasına ilişkin yasa 1
Kasım 1922’de Meclis’te oybirliğiyle kabul C u m h u riy e t'in İlanı ve T epkiler
edilerek saltanata son verildi. Bu yasada ege­ Kurtuluş Savaşı koşullarında hazırlanan
menliğin Türk ulusunda olduğu ve bu ege­ 1921 Anayasası’nın getirdiği hükümet sistemi­
menliği Türkiye Büyük Millet Meclisi tüzel ne göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi
kişiliğinin devredilemez ve vazgeçilemez bir arasından tek tek bakanlan seçiyor ve bakan­
biçimde temsil ettiği belirleniyordu. Kişi ege­ lar doğrudan meclise karşı sorumlu oluyordu.
menliğine dayalı İstanbul hükümeti, İstanbul’ Bir başbakan bulunmuyor, bakanlardan biri
un işgal edildiği 16 Mart 1920’den sonra yok toplantılan yönetiyordu. Bu meclis hükümeti
sayılıyordu. Halifeliğin Osmanlı H anedanina sistemi Kurtuluş Savaşı yıllarında pek önemli
ait olduğu, bilgi ve karakter bakımından en aksaklık göstermeden işlemişti. Ama yeni dö­
uygun hanedan üyesinin Türkiye Büyük Mil­ nemde sık sık, çözülmesi uzun zaman alan hü­
let Meclisi tarafından halife seçileceği belirti­ kümet bunalımlarına neden oluyordu. Öte
liyordu. Son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed yandan, anayasada devlet başkanlığı kurumu-
Vahideddin’in 17 Kasım’da İstanbul’dan kaç­ nun bulunmaması da sorun yaratmaktaydı.
ması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi er­ Bu nedenle anayasada köklü bir değişiklik ge­
tesi gün halifeliği ondan alarak yerine Abdül- rekiyordu.
mecid’i (bak. ABDÜLMECİD EFENDİ) seçti. 25 Ekim 1923 günü çıkan bir hükümet bu­
Mustafa Kemal halkın saltanatın kaldırıl­ nalımının çözülememesi üzerine, Mustafa Ke­
masını nasıl karşıladığını gözlemlemek için 13 mal çok önceden oluşturduğu bir düşünceyi
Ocak 1923’te bir yurt gezisine çıktı. Bu sıra­ uygulamaya koydu. 29 Ekim 1923’te Türkiye
ATATÜRK 125

Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal’in öne­ çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleş­
risiyle Cumhuriyet’i ilan etti. Oybirliğiyle alı­ tirilmesi) yasasıyla atıldı. Osmanlı Devleti’n-
nan bu kararın hemen ardından yapılan se­ de dinsel eğitim veren okullar ile medreseler
çimde Mustafa Kemal gene oybirliğiyle Tür­ birbirinden ayrı kuruluşlardı. Devlet dinsel
kiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı se­ eğitim veren kurumlan denetleyemiyordu.
çildi. Öte yandan, birçok azınlık okulu da başına
Cumhuriyet’in ilanını tepkiyle karşılayan buyruk hareket ediyordu. Çıkanlan yasa ile
saltanat yanlısı tutucu çevreler tek dayanak bütün eğitim kuruluşlan Maarif Vekâleti’ne
olarak halifeliğe sarıldılar. Cumhuriyet’e kar­ (Eğitim Bakanlığı) bağlandı.
şı olanlar halifenin etrafında toplanmaya baş­ Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü koşulların­
ladılar. Halife Abdülmecid de giderek kendi­ da hazırlanmış olan 1921 Anayasası bir dev­
ni güçlü görmeye başlamış, devlet işlerine ka­ rim anayasasıydı. Ne var ki Cumhuriyet’in ila­
rışmamak ve yalnızca din işleriyle uğraşmak nıyla koşullar değişmiş yeni bir dönüşümler
koşuluyla halife seçilmesine karşın tam tersi evresine girilmişti. Artık Türkiye’nin yeni bir
bir davranış içine girmişti. Yalnızca “Müslü­ anayasaya gereksinimi vardı. Türkiye Büyük
m anların Halifesi” sıfatını taşıyacağı saptan­ Millet Meclisi’nde uzun tartışmalardan sonra
mışken Abdülmecid Efendi “Han”, “Peygam­ 20 Nisan 1924’te yeni anayasa kabul edildi.
ber Halifesi” gibi sıfatlan da kullanıyordu. Bu anayasada Mustafa Kemal’in “Hakimiyet
Ayrıca bir devlet başkanı gibi davranıyor, cu­ kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi de yer alı­
ma namazlarını büyük bir törenle kılıyordu. yordu.
Bu arada “ulusal hükümet”in İstanbul’daki Saltanatın kaldınlması ve Cumhuriyet’in
temsilcisi Refet (Bele) Paşa, tutumuyla hali­ ilanıyla eski toplumsal düzenin tümüyle orta­
feye destek veriyordu. Cumhuriyet’in ilanına dan kaldırılacağının anlaşılması üzerine Mus­
karşı çıkan Rauf (Orbay) Bey ve Dr. Adnan tafa Kemal ve arkadaşlarına karşı yoğun di­
(Adıvar) gibi Mustafa Kemal’in bazı eski ar­ renme başlamıştı. Direnmelerin odağı genel­
kadaşları da halifeden yana tavır alıyorlardı. likle dinci ve saltanat yanlısı çevrelerdi. Ayrı­
Meclis içindeki tutucu milletvekilleri ise hali­ ca, Mustafa Kemal ile bazı eski mücadele ar­
feye siyasal güç kazandırmak için çalışıyorlar­ kadaşları arasında da görüş aynlıklan ortaya
dı. Halifeyi meclisin ve devletin başı, meclisi çıkmıştı. Rauf (Orbay) Bey, Refet (Bele) Pa­
de halifenin danışma organı olarak gösterme­ şa, Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy)
ye başlamışlardı., Paşa ve Dr. Adnan (Adıvar) gibi kişiler
Oysa Mustafa Kemal ve arkadaşları halife­ Cumhuriyet’in ilanına ve halifeliğin kalaınl-
liği, Türkiye’nin çağdaşlaşması için zorunlu masına karşı çıkmaktaydılar. Eski İttihatçılar
olan sosyal ve laik içerikli dönüşümlerin ile saltanat ve halifelik yanlıları tarafından
önündeki en büyük engel olarak görüyorlar­ desteklenen bu kişiler sonunda Mustafa Ke­
dı. Üstelik, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı­ mal’in çevresinden koparak onun karşısında
nın temeli olan “halk egemenliği” ilkesiyle yer aldılar. Rauf Bey ve arkadaşları Cumhuri­
tanrı egemenliğinin simgesi “halifelik” çeliş­ yet Halk Fırkası’ndan istifa ederek 17 Kasım
mekteydi. Yeni Cumhuriyet’in gelişmesi için, 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’m
saltanattan sonra halifeliğin de kaldınlması kurdular. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’
zorunluydu. Gelişen olaylann da etkisiyle, 3 nin kurulmasını Mustafa Kemal olumlu kar­
Mart 1924’te çıkarılan bir yasayla halifelik şılamış, çok partili demokrasiye geçişte bir
kaldınldı. Böylece, din ile devlet işlerinin ay- adım olarak yorumlamıştı. Ancak yeni parti­
nlması anlamına gelen laikliğin ilk adımı atıl­ ye sahip çıkan çevreler Cumhuriyet’e karşı
mış oldu. Aynı gün çıkarılan başka bir yasay­ şiddetli bir kampanyaya giriştiler.
la, her türlü din işlerini düzenleyen ve devle­ Bu gergin hava sürerken 13 Şubat 1925’te
tin işlemlerinin dine uygun olup olmadığını Şeyh Said doğuda bir ayaklanma başlattı. Hü­
denetleyen Şeriye ve Evkaf Vekâleti de (Din kümet sert ve kararlı bir biçimde Cumhuri­
İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırıldı. Laik­ yet’e yönelen bu eylemin üzerine yürüdü. Bazı
lik konusunda bir başka adım, gene aynı gün yerlerde seferberlik kararı alınırken bir yan­
126 ATATÜRK

dan da Takrir-i Sükûn Kanunu (Dirlik Dü­


zenlik Sağlama Yasası) çıkarılarak İstiklâl
Mahkemeleri işlemeye başladı.
Ayaklanmanın nisan sonunda bastırılma­
sından sonra hükümet Takrir-i Sükûn Kanu-
nu’ndan aldığı yetkiyle Cumhuriyet’e karşı çı­
kan, İstanbul’daki saltanat ve halifelik yan­
lısı bazı gazete ve dergileri kapattı. A r­
dından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,
ülkede dinsel gericiliği körüklediği gerek­
çesiyle 5 Haziran 1925’te kapatıldı. 14 Hazi­
ran 1926’da Cumhuriyet karşıtı güçlerin İz­
mir’de Mustafa Kemal’e yönelik bir suikast
girişimi ortaya çıkarıldı. Suikastı planlayanlar
yakalandı ve yargılama sonunda suçlu görülen
15 kişi asıldı.

Çağdaş T ü rkiye 'ye Doğru


Mustafa Kemal yeni Cumhuriyet’in ilkelerini
ve gelişeceği çizgiyi belirlemiş, bu doğrultuda
önüne çıkan engelleri yıkmıştı. Ama, amaçla­
dığı çağdaş batı uygarlığına ulaşabilmek için
bir dizi toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin Ara Güler Arşivi

gerçekleşmesi gerekliydi. Atatürk İnkılâpları Atatürk'ün cum hurbaşkanlığı sırasında


çekilmiş bir fotoğrafı.
ya da Devrimleri olarak bilinen bu köklü dö­
nüşümler çağdaş ve uygar yeni Türkiye için
kaçınılmaz birer zorunluluktu. amaçla yapılan çalışmaların sonunda İsviçre
Mustafa Kemal’in gerçekleştirmeyi amaçla­ medeni kanununu temel alan bir yasa hazırla­
dığı dönüşümlerin önkoşullarının hazırlanma­ narak 4 Ekim 1926’da yürürlüğe kondu. Türk
sında, laik bir toplum düzeni kurmaya yönelik Medeni Kanunu’na göre kadın erkek eşitliği
girişimlerin büyük önemi vardır. 30 Kasım sağlanıyor, kadın günlük yaşamda erkekle ay­
1925’te çıkarılan bir yasayla tekke ve zaviye­ nı haklara sahip oluyor, aile birliği için “me­
ler kapatılarak laiklik doğrultusunda yeni bir deni nikah” zorunlu hale getiriliyordu. Aynı
adım atıldı. İslam’daki çeşitli tarikatların top­ yıl kabul edilen Borçlar, Ticaret ve Ceza yasa­
landıkları yerler olan tekke ve zaviyeler ları da hukuk sisteminin batı örneğine göre
amaçlarından uzaklaşarak Cumhuriyet’e karşı yeniden düzenlenmesini amaçlıyordu.
dinsel muhalefetin odaklarına dönüşmüşlerdi. Mustafa Kemal, Cumhuriyet Türkiye’sinde
Kapatılan bu yerlerin sahiplerinin mülkiyet halkın dış görünümünün de çağdaş bir biçim
haklarına dokunulmadı. Ayrıca, cami ya da almasını istiyordu. 24 Ağustos 1925’te Kasta­
mescit olarak kullanılanlar olduğu gibi korun­ monu ve İnebolu’ya yaptığı gezide kendisini
du. Anayasada yer alan “Türk Devleti’nin di­ karşılayan kalabalığa başındaki panama şap­
ni din-i İslam’dır” sözü 1928’de anayasadan kasını göstererek, “Biz her açıdan uygar insan
çıkarıldı. 5 Şubat 1937’de ise devletin laik ol­ olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tır­
duğu anayasaya eklenerek süreç tamamlan­ nağa kadar uygar olacaktır. Uygar ve uluslar­
mış oldu. arası kıyafet milletimiz için layık bir kıyafet­
Siyasal yapısı laik bir cumhuriyet olan yeni tir, onu giyeceğiz” , sözleriyle kıyafette de
devletin kendine uygun bir hukuk sisteminin çağdaşlaşmayı başlattı. 25 Kasım 1925’te
olması kaçınılmaz bir zorunluluktu. Laik bir Mustafa Kemal’in önderliğiyle şapka yasası
devletin dinsel temellere oturan bir hukuk sis­ çıkarılarak cüppe ile sarığın, din adamları dı­
temine sahip olması düşünülemezdi. Bu şında, giyilmesi yasaklandı.
ATATÜRK 127

Çağdaş dünya ile uyum sağlamanın gerekli Büyük Millet Meclisi’ni açış konuşmasında
olduğu bir başka alan da kullanılan takvim ve “Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kı­
ölçü birimleriydi. Ayların, Ay’ın hareketi­ sa yoldan ancak kendi güzel asil diline kolay
ne göre belirlendiği İslami takvim ve saat dış uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma
dünya ile olan ilişkileri güçleştiriyordu. 26 yazma anahtarı ancak Latin esasından alman
Aralık 1925’te bir yasa ile miladi takvim ve Türk alfabesidir” diyordu. Aynı gün çıkarılan
uluslararası saat sistemi kabul edildi. Hafta bir yasayla yeni Türk alfabesi kabul edildi.
tatili cumadan pazar gününe alındı. 1931’de Mustafa Kemal kurduğu Cumhuriyet’in de­
ise ölçü birimleri de değiştirilerek arşın ve ok­ mokratik olmasını, çok partili yaşama geçil­
ka yerine metre ve kilo sistemleri kabul mesini istiyordu. Mecliste yalnızca Cumhu­
edildi. riyet Halk Fırkası milletvekillerinin bulunma­
Cumhuriyet Halk Fırkası’nın II. Büyük sı hükümetin denetlenmesini ve eleştirilmesi­
Kongresi 15-20 Ekim 1927’de Ankara’da top­ ni engelliyordu. Yurt gezilerinde hükümete
landı. Mustafa Kemal bu toplantıda okuduğu yönelik birçok şikayetle karşılaşınca ikinci bir
Nutuk’ta, Kurtuluş Savaşı’nm ve Cumhuri­ siyasal partinin kurulmasına karar verdi. Bu
yet’in ilk dört yılının siyasal dökümünü yaptı amaçla Fethi (Okyar) Bey’i bir siyasal parti
ve Cumhuriyet’in gelişme çizgisini açıkladı. kurmakla görevlendirdi. Böylece 12 Ağustos
Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği en 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu.
önemli ve uygulanması en güç atılımlardan bi­ Mustafa Kemal kurulan yeni partinin progra­
risi kuşkusuz yeni Türk alfabesinin kabulü­ mına karışmamış, yalnızca gerçekleştirilen
dür. Arap alfabesiyle okuma ve yazmayı öğ­ köklü dönüşümlerden kesinlikle ödün veril­
renmek çok güçtü. Bu durum ülkede eğitim memesini önkoşul olarak koymuştu. Yeni
düzeyinin gelişmesini engelliyordu. Mustafa parti programında, laik düşünceyi benimsedi­
Kemal’in emriyle kurulan özel bir kurul Latin ğini, Cumhuriyet’e bağlı olduğunu belirtmişti.
alfabesini temel alan bir Türk alfabesi hazırla­ Ama, parti örgütü kısa zamanda Cumhuriyet
dı. 1 Kasım 1928’de Mustafa Kemal, Türkiye ve laik düşünce karşıtı kişilerin, saltanat ve
halifelik yanlılarının eline geçti. Bu durum
Ara Güler Arşivi karşısında Fethi Bey ve arkadaşları 17 Kasım
1930’da partiyi kapattılar. Bundan birkaç gün
sonra, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nm kurul­
masıyla cesaret bulan gericiler 23 Aralık
1930’da Menemen’de başkaldırdılar. Burada
Kubilay adlı bir yedek subayı öldürdüler. O r­
du olayı bastırdı; suçlular askeri mahkemede
yargılanıp cezalandırıldılar.
Mustafa Kemal yeni kurulan Türkiye Cum­
huriyeti’nin Türk ulusçuluğuna dayanması ge­
rektiği görüşündeydi. Bu ulusçuluğun temelin­
de yatan ulus bilincini geliştirmek ve yaygın­
laştırmak amacıyla 15 Nisan 1931’de Türk Ta­
rihi Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Sonradan Türk
Tarih Kurumu adını alan bu kuruluş ulusun
geçmişine ilişkin çalışmalara başladı.
Ülkede herkes Türkçe konuşmaktaydı,
ama iş yazı diline döküldüğünde Arapça,
Farsça, Türkçe karışımı Osmanlıca kullanılır­
dı. Medreselerde bilim dili Arapça’ydı. Bu
durum ülkede kültürün gelişmesini engelli­
Mustafa Kemal'in gerçekleştirdiği en önem li
dönüşüm lerden birisi yeni Türk alfabesinin kabulü yordu. Mustafa Kemal Türkçe’nin arılaştırıl-
olm uştur. ması ve bir kültür dili olması için araştırmalar
128 ATATÜRK

yapmak amacıyla 12 Temmuz 1932’de Türk mayarak çıktığı yurt gezisi hastalığının daha
Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Sonradan da ilerlemesine yol açarak onu yatağa düşür­
Türk Dil Kurumu adını alan bu kuruluş Türk­ dü. Tüm çabalara karşın 10 Kasım 1938 Per­
çe’nin kurallarını saptadı. Devlet yazışmala­ şembe sabahı saat 9.05’te İstanbul’da Dolma-
rında herkesin anlayacağı bir Türkçe kullanıl­ bahçe Sarayı’nda öldü. Cenazesi 19 Kasım’da
maya başlandı. İstanbul’dan Ankara’ya götürülerek büyük
Günlük yaşamda zorluk çıkaran sorunlar­ bir törenle Etnografya Müzesi’ndeki geçici
dan biri de soyadı yasasıyla çözüldü. 21 Hazi­ kabre kondu. 10 Kasım 1953’te cenazesi tö­
ran 1934’te çıkarılan bir yasayla herkese soy­ renle, Ankara Rasattepe’de yapılan Anıtka­
adı alma zorunluluğu getirildi. Türkiye Büyük bir’e taşındı (bak. A n it k a b İ r ).
Millet Meclisi Mustafa Kemal’e oybirliğiyle
Atatürk soyadını verdi ve bu adı ondan baş­ A ta tü rk İlkeleri
kasının almasını yasakladı. A tatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulu­
Lozan Barış Antlaşmasinın imzalanmasıy­ şu ve gelişmesi için verdiği uğraş sırasında ge­
la Türkiye uygar dünyada öbür uluslarla eşit liştirdiği ve çağdaş Türkiye’nin temellerini
koşullarda yerini almıştı. Atatürk, savaşarak oluşturan ilkelerin başında Cumhuriyetçilik
kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politika gelir. Osmanlı İmparatorluğu’nda egemenlik
ilkesini “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözleriyle tek kişide, padişahta toplanmıştı. Yeni Türki­
açıklamaktaydı. Böylece Türkiye geçmişin ye Cumhuriyeti’nde ise egemenlik ulusun
kötü anılarını silerek sorunlara barış içinde elinde olacak ve halk bu egemenliği belirli sü­
çözüm arayacağını ilan ediyordu. Bu dönem­ reler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla
de çıkan Musul sorunu, Batı Trakya’daki so­ kullanacaktı. A tatürk’e göre, devlet başkanı-
runlardan kaynaklanan Türk-Yunan anlaş­ nın da belirli bir süre için seçildiği Cumhuri­
mazlığı, Boğazlar ve Hatay sorunları bu ilke yet, halkın kendi kendini yönetmesi demek
çerçevesinde çözüldü. olan demokrasi için de en uygun siyasal sis­
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, devletin eko­ temdi.
nomik olanaklarının sınırlılığı da göz önünde A tatürk’ün en büyük başarılarından biri
tutularak, sanayileşmede özel sektöre öncelik de, 20. yüzyılın başında Türkiye için çok yeni
tanıyan bir ekonomi politikası izlenmişti. bir kavram olan ulusçuluğu topluma benim­
Devletin ekonomik etkinlikleri altyapı yatı­ setmesi olmuştur. Ulusçuluk, ulusal devlet
rımları ve Türkiye’deki yabancı sermayeli ku­ kurma, ulusal bir siyaset uygulama ve çağdaş­
ruluşların ulusallaştırılması ile sınırlı kalmıştı. laşmanın temelidir. Atatürk ulusçuluğu, ulu­
Ama, ekonomide beklenen gelişme sağlana­ sun dil, tarih, kültür alanlarındaki bilincini
madı. Ayrıca, 1930 Büyük Dünya Bunalımı geliştirmeyi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağım­
tanm a dayalı Türkiye ekonomisi üzerinde sızlığını korumayı ve Türk toplumunu çağdaş­
olumsuz bir etki yarattı. Bu durum, devletin laştırmayı amaç edinmiştir. Başka devletlerin
ekonomik yaşamda daha önemli ve etkin bir bağımsızlığına saygı gösteren bu ulusçuluk ya­
rol üstlenmesi gereğini ortaya çıkardı. Devlet­ yılmacılığa karşıdır. Atatürk ulusçuluğu ırkçı­
çilik temel ekonomi politikası olarak benim­ lığa değil Türk ulusunun ulusal ülkü ve amaç­
sendi. Varlıklarını bugün de sürdüren Sümer- larına olan bağlılığa, Türk devletinin ulusu ve
bank ve Etibank gibi kuruluşlar oluşturuldu. ülkesi ile bölünmez bir bütün oluşturduğu il­
Sanayileşmenin yönlendirilmesi için Beş Yıl­ kesine dayanır. Birleştirici, bütünleştirici ulus
lık Sanayi Planları hazırlandı ve uygulandı. gerçeğine bağlı, ulusal bilinci geliştiren, yayıl­
Bu yoğun ve yıpratıcı çalışmaların sonunda macılığı ve ümmetçiliği reddeden laik bir
A tatürk’ün sağlığı bozulmaya başlamıştı. Ya­ ulusçuluktur.
kalandığı siroz hastalığının belirtileri Laiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden
1936’da görülmekle birlikte kesin tanı 1938 ayrılması, devlet işlerinin ve hukuk kuralları­
M art’ında konabildi. Yurtiçinden ve dışından nın dine değil akla ve bilime dayandırılması
birçok doktorun çabasına karşın hastalık hızla anlamına gelir. Laiklik ilkesi kişiye din konu­
ilerledi. Doktorların karşı koymalarına aldır­ sunda özgürlük tanınmasını kişinin dini inanç-
ATATÜRK 129

ATATÜRK'ÜN YAŞAMINDAKİ BELLİ BAŞLI DONUM NOKTALARI


1881 Selanik'te doğdu. 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi'ne başkan
1893 Selanik Askeri Rüştiyesi'ne seçildi.
(ortaokul) yazıldı ve öğretmeni 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi'ne başkanlık etti.
Mustafa Sabri Efendi kendisine 7 Kasım 1919 Erzurum'dan milletvekili seçildi.
"Kemal" ek adını verdi.
27 Aralık 1919 Heyet-i Temsiliye ile birlikte
1895 Manastır Askeri İdadisi'ne (lise) Ankara'ya geldi.
girdi.
23 Nisan 1920 Ankara'da Türkiye Büyük Millet
18 Mart 1899 İstanbul'da Harp Okulu piyade Meclisi'ni açtı.
sınıfına yazıldı.
11 Mayıs 1920 İstanbul hükümetince ölüm
1902 Harp Akademisi'ne girdi. cezasına çarptırıldı.
11 Ocak 1905 Kurmay yüzbaşı olarak Harp 5 Ağustos 1921 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce
Akademisi'ni bitirdi. Merkezi başkomutan yapıldı.
Şam'da bulunan 5. Ordu'da
göreve başladı. 23 Ağustos 1921 Sakarya Savaşı'nı yönetti.
Ekim 1906 Arkadaşlarıyla birlikte Şam'da gizli 19 Eylül 1921 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce
Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni müşirlik (mareşallik) rütbesi ve
kurdu. gazi sanı verildi.
20 Haziran 1907 Rütbesi kolağalığına yükseltildi. 26 Ağustos 1922 Kocatepe'den Büyük Taarruz'u
yönetti.
Eylül 1907 3. Ordu'ya atanarak Selanik'e gitti.
30 Ağustos 1922 Dumlupınar'da Başkomutanlık
13 Nisan 1909 31 Mart Ayaklanması'nı bastırmak Meydan Savaşı'nı kazandı.
üzere Hareket Ordusu kurmay
başkanı oldu. 9 Eylül 1922 İzmir düşmandan kurtarıldı.
1910 Mahmud Şevket Paşa'nın kurmay 1 Kasım 1922 Saltanat kaldırıldı.
başkanı olarak Arnavutluk 29 Ocak 1923 İzmir'de Latife Hanım ile evlendi.
isyanının bastırılmasında görev (5 Ağustos 1925'te ayrıldı.)
aldı.
17 Şubat 1923 İzmir iktisat Kongresi'ni açtı.
13 Eylül 1911 İstanbul'da genelkurmayda
11 Ağustos 1923 İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi
göreve atandı.
başkanlığına seçildi.
27 Kasım 1911 Binbaşılığa yükseltildi. 9 Eylül 1923 Halk Fırkası'nı (partisini) kurdu.
9 Ocak 1912 Trablusgarp'ta Tobruk Savaşı'nı
29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi; Türkiye
yönetti. Cumhuriyeti'nin ilk
27 Ekim 1913 Sofya'ya askeri ateşe atandı. cumhurbaşkanı seçildi.
1 Mart 1914 Yarbaylığa yükseltildi. 3 Mart 1924 Halifelik kaldırıldı.
Şubat 1915 Tekirdağ'da 19. Tümen'i kurdu. 20 Nisan 1924 Yeni Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
25 Nisan 1915 İtilâf Devletleri'nin askerlerini (Anayasa) kabul edildi.
Arıburnu'nda durdurdu. 17 Kasım 1924 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
1 Haziran 1915 Albaylığa yükseltildi. kuruldu. (3 Haziran 1925'te
kapatıldı.)
10 Ağustos 1915 Anafartalar Cephe Grubu
komutanı olarak İngiliz ve Fransız 25 Kasım 1925 Şapka yasası kabul edildi.
donanmalarını Çanakkale 26 Aralık 1925 Uluslararası takvim ve saat kabul
Boğazı'nda durdurdu. edildi.
14 Ocak 1916 Edirne'de 16. Kolordu komutanı 1 Kasım 1927 İkinci kez cumhurbaşkanlığına
oldu. seçildi.
1 Nisan 1916 Mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi. 1 Kasım 1928 Latin harflerinin kabulüne ilişkin
5 Temmuz 1917 7. Ordu Komutanlığı'na atandı. yasa çıktı.
Ekim 1917 7. Ordu Komutanlığından 12 Ağustos 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası
ayrılarak İstanbul'a döndü. kuruldu. (17 Kasım 1930'da
dağıldı.)
7 Ağustos 1918 Filistin'de bulunan 7. Ordu
Komutanlığı'na ikinci kez atandı. 15 Nisan 1931 Türk TarihiTetkikCemiyeti'ni kurdu.
31 Ekim 1918 Yıldırım Orduları Grubu komutanı 4 Mayıs 1931 Üçüncü kez cumhurbaşkanı
oldu. seçildi.
19 Mayıs 1919 Samsun'a vardı. 12 Temmuz 1932 Türk Dili Tetkik Cemiyetini kurdu.
21/22 Haziran 1919 Amasya Tamimi'ni (genelgesini) 24 Kasım 1934 Atatürk soyadı verildi.
açıkladı. 27 Ocak 1937 Hatay'ın bağımsızlığı Milletler
8 Temmuz 1919 3. Ordu müfettişliğinden ve Cemiyeti'nce kabul edildi.
askerlikten çekildi. 10 Kasım 1938 Dolmabahçe Sarayı'nda öldü.
130 ATATÜRK ÇİÇEĞİ

lanndan ötürü farklı işlem görmemesini de biridir. Türkiye bu aşamaya, ümmet temeline
içerir. A tatürk’ün öncülüğünde gerçekleştiri­ dayalı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları
len, saltanatın ve halifeliğin kaldınlması, öğ­ üzerinde ilk ulusal devleti kuran A tatürk’ün
retimin birleştirilmesi, tekke ve zaviyelerin gerçekleştirdiği atılımlarla gelmiştir. Saltana­
kapatılması laikliğin gerçekleşmesi doğrultu­ ta, askeri yönetime ve din kurumlarına dayalı
sunda atılan önemli adımlardır. Böylece Tür­ Osmanlı Devleti’nin yerine, Atatürk ilkeleri­
kiye’nin çağdaşlaşması yolundaki önemli bir ne ve devrimlerine dayanan çağdaş ve laik bir
engel ortadan kaldırılmış, aynca anayasaya devlet kurulmuştur. (Ayrıca bak. TÜRKİYE.)
laiklik ilkesi konarak Türkiye Cumhuriyeti’n-
de din ve vicdan özgürlüğü anayasa güvencesi ATATÜRKÇİÇEĞİ kışın çiçeklenen güzel bir
altına alınmıştır. süs bitkisidir; ama gerçek çiçekleri için değil,
Halkçılık ilkesi, egemenliğin kaynağının bu küçücük san çiçekleri çevreleyen parlak
ulus olması gerçeğine dayanır; her şeyin halk kırmızı renkli bürgülerinin alımlı görünümü
için, halk tarafından yapılmasını, yasalar nedeniyle yetiştirilir. Bürgü ya da brakte
önünde mutlak eşitliği ve herhangi bir kişi, denen bu özel yapraklar, çiçeklerin altındaki
aile ya da toplum kesimine ayncalık tanınma­ çepeçevre dizilişi ve canlı renkleriyle taçyap-
masını içerir. Toplumdaki sınıf çatışmasını raklan andınr. Atatürkçiçeğinin bürgüleri be­
reddederek, toplumsal düzenin ve dayanış­ yaz, pembe, alacalı ve çizgili olan çeşitleri de
manın; toplumdaki farklı kesimlerin çıkarları üretilmiştir. Ama kırmızı bürgülü olan doğal
arasında uyumun sağlanması gereğini ortaya biçimi daha yaygındır ve daha çok yetiştirilir.
koyar. Bitkinin oval yaprakları oldukça derin yarıklı,
A tatürk’ün Devrimcilik ilkesi, Türkiye tüysüz ve parlak yeşil renktedir.
Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlık düzeyine Sütleğenle aynı familyadan olan atatürkçi-
çıkmasına engel olan eski kurum ve düşünce çeği (Euphorbia pulcherrima) kasım-aralık
sistemlerini yıkarak yerlerine yenilerinin geti­ aylannda çiçek açar. Bu yüzden birçok ülke­
rilmesi olarak tanımlanabilir. Bu ilke kalıplaş­ de Noel’de satılmak üzere seralarda yetiştiri­
maya, durağanlığa, çağın gerisinde kalmaya lir ve noelyıldızı adıyla bilinir. Bizim iklimi­
karşıdır. Devrimcilik, ülkeyi çağdaş bir top­ mizde bir saksı çiçeği olan ve 1 metreye kadar
lum durumuna getirmeyi; toplumun sürekli Douglas DickinsINHPA

gelişmesini ve yenileşmesini amaçlar. Bu an­


lamda hem gerçekleştirilen köklü dönüşümle­
ri korumayı, yaşatmayı, hem de sürekli geli­
şen, yenileşen, değişen dünyaya ayak uydur­
mayı gerekli kılar.
Devletçilik, devletin toplum yararını göze­
terek ekonomide düzenleyici, yönlendirici ve
girişimci olarak etkin bir işlev üstlenmesini
içerir. Cumhuriyet döneminin başlannda
ekonomik alanda kişisel girişim ve etkinlik te­
mel alınmıştı. Ama hızlı sanayileşmeye yöne­
lik temel sanayi yatınmlan için gerekli özel
sermaye birikimi yetersiz düzeydeydi. 1930
Büyük Dünya Bunalıminın da etkisiyle dev­
let yatınmcı ve işletmeci bir ekonomik rol üst­
lendi. Devletin ekonomik işlevine yön veren
bu ilke 1930’larda devletin piyasaya etkin mü­
dahalesi, sanayiyi dış rekabete karşı koruması
Atatürkçiçeğinin gerçek çiçekleri, ortada
ve devlet işletmeciliği biçiminde uygulandı. kümelenmiş küçük, sarı topçuklardır. Ama bu çiçek
Ulusal devletlerin kurulması toplumların si­ kümesini çevreleyen kırmızı bürgüler çiçeklerin
yasal gelişmelerindeki en önemli aşamalardan taçyapraklarına daha çok benzer.
ATAY 131

boylanabilen bu bitki, A BD ’deki Florida ve


California gibi ılıman iklimli bölgelerde bir
açık hava bitkisidir ve 4,5 metreye kadar
büyür. Anayurdu olan Meksika ve Orta
Amerika’da ise nemli ve ağaçlı akarsu kıyıla­
rında kendiliğinden yetişir. Türkiye’de.yetişti-
rilmesine ve tanınmasına Atatürk öncülük
ettiği için bu adla anılan bitkinin batı dillerin­
deki bir adı da ponsetyadır.
Atatürkçiçeği seralarda çelikten (kesilmiş
dal parçalarından) üretilir. Çelikler mayıs
ayında dikilirse, yılbaşına doğru bitki yüksek
ve dallanmış bir süs bitkisi haline gelir. Bol
çiçek vermesi için, iri ve yaşlı dallar genellikle
her yıl ya da iki yılda bir toprak düzeyinde
budanır.
Bitkinin gövdesinden ve yapraklarından
sızan sütümsü özsu deriyi tahriş edip kaşıntı­
lara yol açabilir.

A T A Y , Falih R ıfkı (1894-1971), A tatürk’le


ilgili yapıtlarının yanı sıra fıkra, anı ve gezi
yazılarıyla da tanınan bir gazeteci ve yazardır.
İletişim Yayıncılık Arşivi
Yazılarında Türkiye’nin batılılaşmasını, A ta­ Falih Rıfkı Atay, özellikle A tatürk'le ilgili yapıtlarıyla
türk’ün ilkelerini ve uygulamalarını savun­ tanınm ıştır.
muştur.
İstanbul’da doğan Atay, ortaöğrenimini
aynı kentte tamamlayarak bugünkü adı İstan­ sonra serbest bırakıldı. İzmir’in kurtuluşu
bul Üniversitesi olan Darülfünun’un edebiyat sırasında Mustafa Kemal’le görüşen gazeteci­
bölümünü bitirdi. Gençlik yıllarında yazdığı ler arasında Falih Rıfkı Atay da vardı.
şiirler ve çeşitli konulardaki yazılan dönemin Atay, A tatürk’ün isteği üzerine 1922’den
dergilerinde yayımlandı. Okulu bitirdikten başlayarak uzun yıllar Türkiye Büyük Millet
sonra bir süre memurluk yapan Atay, gazete­ Meclisi’nde Bolu ve Ankara milletvekili ola­
ciliğe 1913’te Tanin gazetesinde gezi izlenim­ rak bulundu. Milletvekilliğinin yanı sıra Hâki-
leri ve röportajlar yazarak başladı. I. Dünya miyet-i Milliye (sonradan Ulus) ve Milliyet
Savaşı’na yedek subay olarak katılan Atay’ı gazetelerinin başyazarlığını yapıyordu. Gaze­
Suriye Cephesi Komutanı Cemal Paşa, özel teci olarak birçok ülkeyi gezdi. Bu ülkelerle
kâtibi olarak yanma aldı. Bu dönemle ilgili ilgili izlenimlerini Faşist Roma, Kemalist Ti­
anılarını, komutanlarının kişilik özelliklerini, ran, Kaybolmuş Makedonya (1930), Yeni
savaşın ve çöl yaşamının çetin koşullarını Ateş Rusya (1931), Bizim Akdeniz (1934), Hind
ve Güneş (1918) ve Zeytindağı (1932) kitapla­ (1944) gibi yapıtlannda canlı bir dille anlattı.
rında anlatır. 1952’de Dünya gazetesini kurarak başya­
Savaştan sonra İstanbul’a dönen Atay, zarlığını üstlenen Atay, ölümüne kadar gün­
1918’de Kâzım Şinasi, Necmettin Sadak ve cel yazıları ilgiyle izlenen bir yazardı.
Ali Naci Karacan ile birlikte Akşam gazetesi­ Atay, A tatürk’ün değer verdiği, özel top­
ni kurdu. Gazetedeki yazılarında Kurtuluş lantılarında bulunmasını istediği yazarlardan
Savaşı’na karşı çıkanları şiddetle eleştirmesi biriydi. Atatürk ona anılannı anlatıyor, çeşitli
nedeniyle İstanbul hükümetince savaş mah­ konulara ilişkin düşüncelerini aktarıyordu.
kemesine (Divan-ı Harp) verildi. İdam iste­ Atay’ın yapıtlan arasında A tatürk’le ilgili
miyle yargılanan Atay, II. İnönü Savaşı’ndan anılan ve Atatürk hakkında yazdıklan önemli
132 ATEŞBÖCEĞİ

bir yer tutar. Bu yapıtlar arasında Çankaya’ ve kanatsız olan dişiler solucana benzer. Bir
nin (1961) özel bir yeri vardır. Bu kitap dalın ya da tümseğin üzerine konup ışık
Atay’ın Atatürk’le ilgili anılarını ve Atatürk’ saçarak, kanatlı olan erkekleri çiftleşmeye
ün yaşamöyküsünü içerir. Ayrıca, 1918’den çağınrlar. Dişinin yumurtladığı küçük yumur­
1938’e kadar tanık olduğu toplumsal ve siya­ talardan tırtıla benzeyen larvalar çıkar. Etçil
sal olayları, birçok ünlü kişinin A tatürk’le olan bu larvalar, sümüksü salgılannı izleyerek
ilişkisini ve A tatürk’ün kişiliğini canlı bir avladıkları sümüklüböcek ve salyangozlarla
biçimde betimlemiştir. Atatürk’ün Bana A n ­ beslenir. Larvaların erişkin bir ateşböceğine
lattıkları (1955), Mustafa Kemal’in Mütareke dönüşmesi yıllarca sürebilir.
Defteri (1955) ve Atatürk’ün Hatıraları 1914- Ateşböceğinin ışığı elektrik ışığı gibi sıcak
19 (1965) Atay’ın A tatürk’le ilgili öbür yapıt­ değil, donuk renkli, “soğuk” bir ışıktır ve
larından bazılarıdır. biyolojik ışıldama denen bir süreçle üretilir
(bak. BİYOLOJİK IŞILDAMA). Bu çok verimli bir
ATEŞBÖCEĞİ. Ateşböceğigiller (Lampyri- ışık üretme yoludur. Bir elektrik ampulü
dae) familyasından birçok böceğe, karanlıkta elektrik enerjisinin ancak yüzde 5’ini ışığa
ışık saçtıkları için ateşböceği denir. 2.000 çevirebilirken, ateşböceği kimyasal enerjisi­
kadar türü olan bu uçucu kınkanatlılar en az 5 nin yüzde 90’ını ışığa dönüştürebilir. Tropik
mm, en çok 2 cm uzunluğunda kahverengi ya bölgelerdeki ateşböceklerinin ışığı o kadar
da siyah böceklerdir. En parlak ışıklı ateşbö- parlaktır ki bu ışıkta kitap bile okunabilir. Bu
cekleri tropik bölgelerde, özellikle Güneydo­ yüzden eskiden Çin, Cava ve Brezilya’da
ğu Asya’da yaşar. Avrupa ve Asya’daki ateş- kafeslere doldurulan ateşböcekleri odalan
böcekleri Lampyris cinsindendir. Bu cinsin en aydınlatmak için lamba yerine kullanılmıştır.
tanınmış türü olan Avrasya ateşböceği (Lam ­
pyris noctiluca) Türkiye’de de bulunur. Ku­
zey Amerika’da ise daha çok Photinus, Pho- ATEŞLİ SİLAHLAR terimi, barut gazının
turis ve Pyrophorus cinsinden ateşböcekleri itici gücüyle mermiyi hedefe atan, büyük
yaygındır. toplardan tüfek, av tüfeği ve tabancaya kadar
Ateşböceklerinin yalnızca erişkinleri göv­ çeşitli tür ve boyutta silahları kapsar.
delerinin arka ucundaki özel bir ışık organın­ Ateşli silahlarla mermi atılır. Tüfek, taban­
dan ışık saçarlar. Karşı cinsi çiftleşmeye ca gibi küçük çaplı ateşli silahların mermisi
çağırmak için yanıp sönen bu ışığın çakış hedefi çarpma etkisiyle deler. Büyük çaplı,
süresi türden türe değişir. Bazı türlerde, çakar ağır ateşli silahlar olan toplann mermileri ise
denen deniz fenerlerinin ışığı gibi kısa aralık­ hedefte patlar. Top mermisinin ucuna takılan
larla yanıp söner, bazılarında ise bir kandil tapa adlı bölüm, merminin içindeki patlayıcı
gibi sürekli yanar. maddeyi istendiği zaman patlatır. Bu tapanın
Erişkin ateşböceklerinin ömrü çok kısadır türüne göre, bazı mermiler hedefe çarptığı
ve büyük olasılıkla bu ışıklı uyarı nedeniyle anda, bazılan da hedefe çarpmadan hemen
başka hayvanlara kolay kolay yem olmazlar. önce patlar. Hedefi delip içine saplandıktan
Yalnız bazı kurbağalar ışığa aldırmayıp o sonra patlayan mermiler de vardır.
kadar çok ateşböceği yerler ki sonunda kendi­ Ateşli silahların en önemli parçası olan
leri de ışık saçmaya başlar. Bazen bir araya namlu çelikten yapılmış bir borudur. Namlu­
toplanan bir sürü ateşböceğinin hep birlikte nun ucuna namlu ağzı, geri kalan bölümüne
ışıldaması, yanıp sönen lunapark ışıklan gibi namlu kuyruğu denir. Namlu kuyruğunun
ağaçlan, tarlalan ve bahçeleri aydınlatır. ucunda, içine merminin yerleştiği, hazne âdı
Ateşböceklerinin larvalan da hafif ışıklıdır; verilen bir bölüm vardır. Namlu kuyruğu,
ama bu ışık hem erişkinlerinki gibi yanıp merminin namluya sürülebilmesi için açılıp
sönmez, hem de o kadar parlamaz. kapanabilecek biçimdedir. Ateşli silahlann
Ateşböceklerinin bazı türlerinde erkekler çoğunda haznenin ön bölümünden namlu
de dişiler de kanatlı ve ışıklıdır. Avrasya ağzına doğru uzanan namlu boşluğunda, yiv
ateşböceklerinde ise erkeklerden daha küçük ve set denen sarmal girinti ve çıkıntılar vardır.
ATEŞLİ SİLAHLAR 133

Merminin arkaya yakın bölümünde bulunan, Eski topların namlu kuyruğu kapalıydı.
yumuşak bir metalden, genellikle bakırdan Barut namlu ağzından doldurulur, sıkıştırılır,
yapılmış bir kuşak merminin namlu içine sonra gülle denen taş ya da demirden yapılmış
sıkıca oturmasını sağlar. Silah ateşlenince, mermi, gene namlu ağzından namluya yerleş­
mermi namlu içinde ilerlerken setler bu yu­ tirilir ve namlu kuyruğundaki küçük bir ateş­
muşak metal kuşağa gömülerek mermiye leme deliğinden top ateşlenirdi. Modern top­
ekseni çevresinde bir dönme hareketi verir. lar, namlu kuyruğundaki kama adı verilen
Bu dönüş, merminin namlu ağzından çıktık­ kapaklar açılıp kapanarak doldurulur. Günü­
tan sonra sapmadan yol almasını sağlar. müzde topların attığı mermilerin içindeki
Ateşli silah cephanesi üç ana bölümden patlayıcının patlamasıyla metal mermi gövde­
oluşur. Silah ateşlenince hedefe ulaşan uç si parçalanır. Bu gövdenin şarapnel denen
bölüme mermi çekirdeği denir. İkinci bölüm, parçalan çevreye saçılarak hedefe zarar verir.
yandığı zaman meydana getirdiği basınçla
mermiyi iterek namludan fırlatan sevk baru­ T o pların Tarihi
tudur. Üçüncü bölüm, içinde sevk barutunun Topu ilk geliştiren ve savaşta kullananların
bulunduğu, mermi kovanı denen tek yanı Çinliler olduğu ileri sürülmüştür. Avrupa’ya
kapalı metal silindirdir. ilk topu, İspanya’yı istila eden Kuzey Afri­
Mermi kovanının arka ucunda barutun kalı Berberiler’in getirdiği ve 1305’te Ronda
ateşlenmesini sağlayan kapsül vardır. Tetik kuşatmasında kullandıklan sanılır. Bu konu­
çekilince, ateşleme iğnesinin çarpmasıyla ya daki ilk yazılı belgeden de toplann ilk kez
da elektrik akımıyla ateşlenen kapsül kovan­ 1324’te Metz’deki bir çarpışmada kullanıldığı
daki barutu tutuşturur. Barutun sıcak gaza anlaşılmaktadır.
dönüşmesinden doğan basınç mermiyi ileriye Barutun ana maddesi olan güherçile 13.
doğru iter ve namlu ağzından büyük bir hızla yüzyıldan önce Avrupa’da bilinmediğine gö­
fırlamasını sağlar. Tüfek, tabanca gibi küçük re, topun bu tarihten önce Avrupa’da kulla­
ateşli silahlarda mermi çekirdeği, mermi ko­ nılmış olması olanaksızdır. İlk toplara, daha
vanı ve içindeki barut birbirine sıkıca bağlı bir önce kullanılan mancınık gibi mekanik ağır
bütün oluşturur ve fişek diye adlandırılır. silahlann adlannın verilmiş olması, bu silahla-
Mermi çekirdekleri kurşundan yapıldığı için, nn tarihi araştınlırken kanşıklığa yol açmak­
hafif silahların mermilerine günlük kullanım­ tadır.
da daha çok kurşun denir. Bu fişeklerde İlk toplar küçüktü ve tunçtan ya da dökme
mermi çekirdeği mermi kovanından ancak demirden yapılırdı. Döküm tekniği ilkel oldu­
ateşlendikten sonra ayrılır. Toplarda ise mer­ ğu için top boyutları büyüdükçe bu yöntem
mi ile kovan birbirinden ayrılıp içindeki barut kullanılmaz oldu. Büyük toplar kaynakla
miktarı hedefin uzaklığına göre ayarlanabilir. birbirine tutturulan ve demir çemberlerle
bağlanan demir çubuklardan yapılmaya başla­
muylu muylu bağı I cjL dı. Bu toplar çok güçlü olmadığı için kurşun
/ / /çs____ ___ , -ş, d2 ya da demir gülle yerine daha hafif olan taş
gülleler kullanılıyordu.
İlk toplar yapım kusurlan nedeniyle ateşle­
me sırasında sık sık parçalanıyor ve düşmana
değil topu ateşleyenlere zarar veriyordu. İs-
koçya Kralı II. James, 1460’taki Roxburgh
kuşatması sırasında böyle bir topun yakınında
parçalanmasıyla ölmüştü.
İlk toplardân bazılan o kadar küçüktü ki
şövalyeler bu silahlan at üstünde ateşleyebili­
yorlardı. Top boyutları giderek büyüdü ve
17. yüzyılda kullanılm ış bir topun çizimi. Namlu Hussçular’a karşı girişilen din savaşlannda
kuyruğu kapalı olan bu toplar ağızdan doldurulurdu. (1419-34) Bohemyalı General Jan Zizka top­
134 ATEŞLİ SİLAHLAR

lan at arabaları üzerine yerleştirdi. Bunlar için, namlu bir kızak üzerinde hareket edebi­
sahra toplannın ilk örnekleriydi. len bir kundak üzerine yerleştirildi. Top
İsveç Kralı Gustaf Adolf Otuz Yıl Savaşla- ateşlenince namluyu taşıyan kundak kızak
n ’nda hafif toplar kullandı. Bu toplar özel üzerinde geriye kayıyor, ama bu hareketle
kişilerden kiralanıyor ve sahipleriyle birlikte gerilecek biçimde düzenlenmiş çelik yaylar
geçici olarak orduya alınıyordu. İlk topçu namluyu hemen eski konumuna getiriyordu.
birliğini kuran Fransa Kralı XIV. Louis, Böylece topun her ateşlenişinde namlu önce
1690’da ilk topçu okulunu açtı. geriye, sonra ileriye kaydığı halde bu hareket
Toplarda kullanılan taş güllelerin yerini topun konumunu değiştirmiyordu.
demir ya da kurşundan yapılan ağır gülleler Bu dönemdeki üçüncü gelişme, mermiyi
aldı ve toplar attıklan güllenin ağırlığına göre fırlatmak için kara barut yerine dumansız
sınıflandırıldı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı barutun kullanılması oldu.
sırasında, kara savaşlarında 5,4 kilogramlık
gülleler atabilen toplar kullanıldı. Denizde, M odern T o plar
İngiliz Amirali Horatio Nelson’un Victory’si Bir savaşta değişik türden toplara gerek
gibi birinci sınıf bir savaş gemisinin toplan duyulur. Hafif sahra toplarının geniş bir
0,45 kilogramdan 14,5 kilograma, kısa namlu­ alanda kullanılabilmesi için kolayca yer değiş­
lu, yakın menzilli topları da 30 kilograma tirmesi gerekir. Gökyüzüne yöneltilerek seri
kadar gülleler atıyordu.
Deniz ve kara topları yivsizdi, yani namlu-
lann içi düzdü. Bu silahlar 800 metreden uzak
hedeflerde çok etkili olmadığı için, yakın
mesafedeki piyade birliklerine ateş açıldığın­
da bile çok sayıda topun bir arada kullanılma­
sı gerekiyordu. Bu yöntemi ilk kez Napolyon
uyguladı.
Yivli top namlulan 19. yüzyılın ortasında
kullanılmaya başladı. Atışları daha isabetli
olan bu silahlarla birlikte, yuvarlak güllelerin
yerini sivri uçlu uzun mermiler aldı.
1890’lardaki önemli bir gelişme de silahın
geri tepmesiyle ilgiliydi. Eski toplarda ateşle­ Modern bir sahra topunun parçaları ve m ermisi.
nen mermi namludan fırlarken, bu etkiyle top
da geriye doğru kayıyordu. Geri tepme denen ateş etmesi istenen uçaksavar topları ise
bu olay topun nişanını bozuyor, her atışta isabet gücünü artırmak için gelişmiş nişan
yeniden nişan almak gerekiyordu. Geri tep­ alma sistemleriyle donatılmalıdır.
menin topun konumunu bozmasını önlemek Modern topların büyüklüğü kalibre (nam­
lunun iç çapı) ya da mermi ağırlığıyla tanımla­
nır. Bugüne kadar savaşlarda kullanılan en
büyük toplardan bazıları, II. Dünya Savaşı’n-
da savaş gemilerinde kullanılan 350 ve 400
Sıkışan yayın
itm esiyle top milimetrelik toplardı. Günümüzün güdümlü
yeniden ateşleme
durum una gelir.
füzeler çağında, savaş gemilerine daha küçük
çaplı toplar yerleştirilir. Kara kuvvetlerinin
Top, silin d ird e kara hedeflerine karşı kullandıkları toplar, 11
gaz basıncının ya
da yayın kilogramlık mermi atan toplardan, 43 kilog­
yardım ıyla
ateşleme ramlık mermi atan 155 milimetrelik toplara
durum unda
tutulur. kadar uzanan bir çeşitlilik gösterir. Bazı
8u çizimde, modern bir topta geri tepm enin nasıl modern toplar geri tepmesizdir. Bu toplarda
denetim altında tutulduğu görülm ektedir. geri tepmeyi önlemek için, haznedeki sıcak
ATEŞLİ SİLAHLAR 135

gazın bir bölümünün geriye doğru kaçarak kolun çevrilmesiyle dönen çok sayıda namlu­
namluyu ileri itmesi sağlanır. dan oluşuyordu. Tümüyle otomatik ilk maki­
Obüs, bir tepenin arkasındaki hedeflere neli tüfeği 1884’te Hiram Maxim yaptı. Bu
ateş edebilmek için mermiyi yerle büyük bir silahın tek namlusu vardı ve cephanesi uzun
açı yaparak fırlatacak biçimde tasarlanmış bir bir şeride dizili fişeklerden oluşuyordu.
silahtır. Günümüzde, aynı yöntemle mermi Piyadeler üzerinde çok etkili olan makineli
Photri
tüfek her iki dünya savaşında da yaygın
olarak kullanıldı. Aynca tank ve uçaklara da

\ makineli tüfekler yerleştirildi. Günümüzdeki


modern makineli tüfekler dakikada binlerce
kurşun atabilir. Elde tutularak ateş edilen
“tomson” ve “sten” gibi hafif makineli tüfek­
ler de savaşta yaygın olarak kullanılmıştır.
I. Dünya Savaşı’nda kullanılan ünlü toplar
arasında, Almanlar’ın 1914’te Liege ve Na-
mur’daki Belçika kalelerini yıkmak için kul-
landıklan 420 milimetrelik “Şişman Bertha”
adlı obüs ve gene Almanlar’ın 1918’de Paris’i
bombaladıklan “Paris Topu” sayılabilir. 222
milimetrelik bu topla, bir topun ulaşabildiği
Günümüzde obüsler tanksavar silahı olarak en uzun menzil olan 120 kilometreye ateş
kullanılmaktadır.
edilebiliyordu.
ABD ’nin 1953’te geliştirdiği “atom topu” ,
atan modern sahra toplarına da obüs denir. 280 milimetrelik bir toptu ve atom bombası
Güçlü çekicilere bağlanarak çekilen ya da gücünde mermi atabiliyordu. Ne var ki gü­
paletli araçlara yerleştirilen toplara kundağı dümlü füzeler bu tür büyük toplan gereksiz
motorlu top denir. Tank toplan dönen zırhlı kıldı. Çünkü füzelerin menzili çok daha uzun
taretlere oturtulur (bak. T a n k ). ve isabet gücü daha yüksektir. (Ayrıca bak.
Menzili oldukça kısa olan havan topu’nda G ü d ü m l ü F ü z e l e r ; Sa v a ş v e Sa v a ş A r a ç l a r i .)
düşük hazne basıncı ve ince, hafif bir namlu
yeterlidir. Havan topu, namlusu yerle büyük T opçuluk
bir açı yapacak biçimde çelik bir tabana Topçuluğun temeli topun doğru yöne, doğru
oturtulur. İki çelik ayakla desteklenen namlu­ açıyla yöneltilmesidir. Ama bu sanıldığı kadar
nun ağzından içeri bırakılan mermi, namlu­ kolay değildir, çünkü rüzgâr ve başka birçok
nun arka ucuna değdiği anda ateşlenir ve etken merminin havadaki hareketini etkiler.
fırlayarak hedefe yönelir. Namlunun içi yivli Obüs, havan topu ve öbür toplarla genellikle
değil düzdür ve geri tepme sistemi yoktur. görülmeyen hedeflere ateş edilir. Bu durumda
Havan topunun roket biçimindeki mermisinin uzaklık (menzil) ölçümü ve yön saptanması
arka ucundaki kanatçıklar merminin havada için haritadan yararlanılır. Atılan ilk mermi­
kararlı biçimde yol almasını sağlar. nin düştüğü yer gözlenerek, hesaplarda ge­
Makineli tüfek, cephanesi tükenmediği ve rekli düzeltmeler yapılır. Hareketli hedefler­
tetik çekili olduğu sürece ateş eder. Bir de ya da hem hedefin hem silahın hareketli
yandan ateş ederken bir yandan da kendini olduğu durumlarda, örneğin bir tank başka
doldurur. Bir merminin ateşlenmesi, öteki bir tanka ateş ederken nişan almak çok
merminin namluya sürülmesi için gereken zordur. Bu durumda, hareketin hızı da hesap­
enerjiyi sağlar. Otomatik olarak dolup ateş lanarak hedefin önündeki bir noktaya nişan
eden bu tür silahlara otomatik silah da denir. alınır.
Bu tüfeklerin namlusu genellikle iki çelik Gelişmiş uçaksavar toplannda nişan alma­
ayakla desteklenir. da radardan da yararlanılır (bak. R a d a r ).
1862’de geliştirilen ilk makineli tüfek, bir Radar hedefe kilitlenerek hareketli hedefleri
136 ATEŞLİ SİLAHLAR

izler, hedefin yönünü ve uzaklığını prediktör rulur. Mermi kovanı, barut ve kurşundan olu­
denen aygıta bildirir. Prediktör bu bilgileri şan fişek silaha namlunun arka ucundan yer­
nişan almak için gerekli açı bilgilerine dönüş­ leştirilir. Mermi kovanının arkasında ateşle­
türür ve elektronik olarak topa iletilir. Top da me kapsülü vardır. Tetik çekildiği zaman
radarın izlediği hedefe otomatik olarak ateş ateşleme iğnesi bu kapsüle çarpar ve ateş alan
eder. Gemilerde de benzer aygıtlar kullanılır. kapsül fişekteki barutu tutuşturur.
Gelişmiş bilgisayar sistemleriyle topçulukta Av tüfeklerinin çoğu çift, pek azı tek nam­
her zaman isabetli atış sağlanabilir. Özellikle luludur. Ateşleme sistemi horozsuz, yani içten
açık denizlerde rüzgâr ve dalgalardan ileri çarpmalı olan bugünkü av tüfekleri, ateş et­
gelen sallantı topların nişanını bozacağı için, tikten sonra boş kovanı otomatik olarak ata­
bütün topların bilgisayar denetiminde aynı cak biçimde tasarlanmıştır. Tüfek boyutu 2 ile
anda ateşlenmesi en güvenilir yöntemdir. 28 kalibre arasında değişir.
Dengeleyici adı verilen ve cayroskop ile çalı­ Çift namlulu bir av tüfeğinde genellikle
şan (bak. C a y r o s k o p ) aygıtlar da, toplar ya da namlulardan birinin çapı bütün namlu boyun­
füzeler ateşlenirken, savaş gemisindeki sal­ ca değişmez; bu namluya silindir namlu denir.
lantının ateşleme denetim sistemlerince hesa­ İkinci namluda ise namlu ağzının çapı namlu
ba katılmasına olanak sağlar. kuyruğunun çapından daha küçüktür. Bu tür
daralan namlulara dar ağızlı namlu denir. Dar
T ü fekler ve A v Tüfekleri ağızlı namludan çıkan saçmalar daha dar bir
Küçük çaplı ateşli silahların genel ilkeleri de alanda dağılır. Saçmalar uzun süre dağılma­
toplannkiyle aynıdır. Tüfekler ve av tüfekleri dan birlikte yol aldığı için dar ağızlı namlular
omuza dayanarak, tabancalar ise elde tutula­ uzaktaki hedefler üzerinde silindir namludan
rak ateşlenir. Av tüfeklerinde namlu yivsiz­ daha etkilidir.
dir. Namlusu yivli olan tüfekler daha uzun Atıcılık sporunda kullanılan tüfekler genel­
menzillidir ve atışları daha isabetlidir. Tüfek­ likle av tüfeğinden daha güçlüdür ve ateşleme
ler kurşun, av tüfekleri saçma atar. Saçma de­ sırasında hazne bölümünde oluşan yüksek ba­
nen bu cephane, tüfek ateşlendiğinde hedef sınca dayanabilen daha kalın ve ağır bir nam­
üzerine saçılan çok sayıda küçük metal bilye­ luyla donatılmıştır. Bazı atıcılık tüfekleri sani­
den oluşur. yede 1.000 metreyi aşan bir hızla kurşun atar.
Tüfeğe benzer ilk ateşli silah 1400’lerde ya­ Atıcılık tüfeğinin boyutu, milimetre ya da inç
pılan ve arkebüz olarak adlandırılan minyatür olarak namlu çapıyla belirtilir.
bir toptu. Çok ağır olduğu için bir desteğe Atıcılık sevilen bir spordur. Uluslararası
dayanarak kullanılıyordu. Namlusu yivsizdi karşılaşmalarda, dünya şampiyonası gibi ya­
ve içindeki barut bir fitil yardımıyla ateşle­ rışmalarda ve Olimpiyat Oyunları’nda çeşitli
niyordu. 1500’lerde daha gelişmiş tüfekler ya­ menzillerdeki değişik hedeflere ateş edilir
pıldı. Ağızdan doldurulan bu tüfeklerde fitilli (bak. A t ic il ik ).
ya da çakmaklı bir ateşleme sistemi var­
dı. 1807’de çarpmalı ateşleme sistemi bulun­ Tabanca ve R evolverler
du. Bu sistemde, çarpmayla alev alan bir kap­ Tek elle kullanılmak üzere tasarlanmış ateşli
sül haznedeki barutu ateşliyordu. 1840’larda silahlara tabanca denir. 1550’lerde süvari sila­
çakmaklı ve fitilli ateşleme sistemlerinin yeri­ hı olarak geliştirildiği sanılan ilk tabancalar
ni çarpmalı ateşleme sistemi aldı. kullanışsız ve güvenilmez silahlardı. 17. yüzyı­
Yuvarlak kurşun atan bu tüfeklerin atışı lın sonlarında kullanılmaya başlanan çakmak­
çok isabetli değildi. Daha 1500’lerde, silah us­ lı ateşleme sistemi bulununcaya kadar basit ve
taları namluya yiv açmayı denemişlerdi; ama etkili silahlar yapılamadı. Bu sistemde, tetik
gerçek yivli tüfek ancak 1800’lerde ortaya çık­ çekildiği zaman üzerinde çakmaktaşı bulunan
tı. Tüfeği ağızdan doldurmak namlu içindeki bir çekiç (horoz) çelik bir yüzeye vuruyor ve
yivleri bozduğu için kuyruktan doldurma sis­ bu vuruş sırasında ortaya çıkan kıvılcım baru­
temi geliştirildi. Günümüzde kullanılan tüfek­ tu ateşliyordu. O dönemde her asker, kılıcı­
lerin ve av tüfeklerinin çoğu kuyruktan doldu­ nın yanı sıra iki tabanca taşıyordu. Ama bu
ATEŞLİ SİLAHLAR 137

tabancaların her atıştan sonra doldurulması madan altı kurşun atılabilir. Bu nedenle bu
uzun ve zor bir işti. tür tabancalara altıpatlar da denir. Otomatik
1831-35 yılları arasında, ABD ’li Samuel tabancalarda ise “top” yerine, 6-12 .kurşun
Colt toplu tabancayı (revolver) geliştirdi. Bu alabilen şarjör bulunur. Şarjördeki yay siste­
tabancada namlunun arkasındaki döner bir si­ mi her atıştan sonra yeni bir kurşunu namluya
lindirin (top) içinde genellikle beş ya da altı sürer. Tetiğin her çekilişinde bir kurşun atılır
fişek bulunur. Her atıştan sonra bu silindir ve şarjör boşalınca yerine dolu bir şarjör takı­
dönerek namlunun arkasına yeni bir fişek sü­ larak atışa devam edilir.
rer. Böylece, yeniden doldurmaya gerek kal­ Tüfekle karşılaştırıldığında tabancanın

13. Yüzyıldan Günümüze A teşli Silahlar

14. YÜZYIL
13. YÜZYIL Ateşleme
El topu, tek kişinin mekanizmasında fitil
kullandığı ilk ateşli kullanılan tü fe kle rte tik
silahtı. Ateşleme düzenine sahip ilk
deliğine kızgın tel ya da ateşli silahlardı. Tetik
kor halinde köm ür çekildiğinde yılan
tutarak ateşlenirdi. biçim li çekiç fitili baruta barutluk
değdiriyordu.

15. YÜZYIL
Bir desteğe oturtulan Çarklı ateşleme
bu tüfek omuza sisteminde, çarkın bir
dayanarak pirit parçacığına
ateşleniyordu. sürtünerek dönm esiyle
oluşan kıvılcım lar
barutu ateşliyordu.

horoz ya da çekiç horoz

metal çengel çarpma


'çakmaktaşı 16. YÜZYIL kapsülü
Bir yayla gerilerek barut borusu
kurulan horoz, tetiğin
çekilmesiyle boşalıyor Horozun düşmesiyle
ve metal çengele ateş alan çarpma
çarpan çakmaktaşının kapsülü namlu
çıkardığı kıvılcım gerisindeki sevk hazne
barut haznesi barutunu tutuşturur.
barutu ateşliyordu.

1850'lerde geliştirilen
merkezden ateşlemeli
18. YÜZYIL fişek günüm üzde de
Y ivler silah ateşli silahların
17. YÜZYIL nam lusunun içine
Kuyruktan dolm a çoğunda
kazınmış sarmal kullanılm aktadır.
tüfekler ve tabancalar oyuklardır. Bunlar,
nam lunun arka kurşunun kendi
ucundan doldurulur. çevresinde dönerek
daha kararlı ve isabetli
gitm esini sağlar.

AR-15 otom atik tüfek


O tom atik tabanca
(solda), tetik her
İlk kez ABD'li Samuel çekildiğinde otom atik
Colt'un 1836'da yaptığı olarak yeniden dolar.
toplu tabancanın döner AR-15 otom atik tüfek
topunda 5 fişek (sağda), tetik çekili
bulunuyordu. otom atik Colt
toplu tabanca tabanca olduğu sürece sürekli
(Colt revolver) ateş eder.
138 ATHENA

Camp

Tüfek, tabanca gibi silahların doğru


kullanım ının öğretilm esi piyade eğitim inde
çok önem lidir. İki piyade eri tam otom atik
M14 tüfeğiyle ateş ediyor (solda). Bir asker
M60 makineli tüfeğiyle ateş ederken öbürü
de fişek şeridinin düzgün biçimde
ilerlem esine yardım ediyor (üstte).

namlusu daha kısa, mermisi daha küçük ve kendi adıyla anılan Atina olmak üzere, bütün
sevk barutu daha azdır. Bu nedenle tabanca­ kentlerin koruyucusu ve yiğit savaşçıların
nın atış uzaklığı (menzili) daha kısa, mermi yardımcısıydı.
hızı da daha düşüktür. Athena, dokumacılık ve tarım tanrıçası
olarak da benimsenirdi. İnsanlara, barışçı
A te ş li S ilahların G üvenli K ulla nım ı uğraşlardan olan gemi yapımı ve saban sür­
Bütün ateşli silahların tehlikeli olduğunu göz meyi onun öğrettiğine inanılırdı.
önünde bulundurarak, bir silahı kullanırken Bir söylentiye göre, hem Athena hem de
bazı güvenlik kurallarına uymak gerekir: 1) deniz tanrısı Poseidon, en önemli kenti Atina
H er zaman silah doluymuş gibi davranmalı­ olan Attika ilinin koruyucusu olduklarını öne
dır; 2) Silah, kullanılmadığı zaman boş ve sürmüş. Hangisi ölümlülere daha yararlı t}ir
ateşleme mekanizması açık durumda güvenli armağan sunabilirse, ilin ona verilmesi karar­
bir yerde bulundurulmalıdır; 3) Ateş edileceği laştırılmış. Bunun üzerine Poseidon yere vur­
ana kadar emniyet mandalı kapalı tutulmalı­ muş ve vurduğu yerden bir at fırlamış. Athe-
dır; 4) Silah kullanma eğitimi görmemiş kişi­ na’nın mızrağını toprağa sapladığı yerden ise
lerin silahlara dokunmasına izin vermemeli, bir zeytin ağacı çıkmış. Böylece, armağanı
kesinlikle silahla oyun oynanmamalıdır. Çün­ daha yararlı bulunan Athena, Attika’nın ko­
kü silah öldürür. ruyucu tanrıçası olmuş (bak. POSEİDON).
Atinalılar Athena için her yıl şenlik düzen­
ATHENA ya da PALLAS ATHENA. Eski ler, dört yılda bir de, Panathenaia adıyla
Yunanlılar’ın bilgelik beceri ve savaş tanrıçası bilinen özel bir törenle tanrıçayı onurlandı­
olan Athena, Romalılar’ca tanrıça Minerva rırlardı. En güzel Yunan tapmaklarından biri
ile özdeşleştirildi. Eski Yunanlılar, A thena’ olan Parthenon, Athena onuruna yapılmıştır
nm tanrıların kralı Zeus’un kızı olduğuna, (bak. A k r o p o l ).
yetişkin ve zırh giymiş olarak babasının alnın­
dan fışkırdığına inanır; onu zırh ve miğfer ATICILIK, hedeflere ateş edilen bir spordur.
giyen, uzun boylu ve güzel bir savaş tanrıçası Üç temel ateşli silah kullanılır: Yivli tüfek, av
gibi betimlerlerdi. Zırhının göğsü, yiğit Per- tüfeği ve tabanca. Tek mermi atan yivli tüfek­
seus’a öldürmesi için yardım ettiği gorgolardan lerin namlusunun içinde sarmal oluklar var­
biri olan Medusa’nın başının resmiyle süslüy­ dır. Bu oluklar barutun basıncıyla namludan
dü (bak. GORGO; Perseus ). Athena, başta fırlayan merminin kendi ekseni etrafında hız­
ATIK DEĞERLENDİRME 139

la dönmesini sağlar. Dönme hareketi mermi­ ATIK DEĞERLENDİRME. Kullanılıp atılan


nin daha uzağa gitmesine neden olur. Genel­ eski eşyalar, her gün evlerden toplanan çöpler
likle küçük yuvarlak saçmalar atan av tüfeği­ ve fabrikalarda üretim sırasında açığa çıkan
nin namlusunun içi ise düz ve pürüzsüzdür. sanayi atıklan çağdaş toplumlann önemli
Hedefli atışlarda atıcı, kartondan ya da sorunlanndan biridir. Özellikle doğada yıllar­
bezden hedeflere ateş ederek sayı kazanır. ca hiç bozulmadan kalan metal, cam ve
Hedef atıcılığında kullanılan yivli tüfekler plastik eşyalar çevre kirliliği yaratan etkenle­
büyük kalibre ve küçük kalibre olarak ikiye rin başmda gelir. Kullanılmış eşya ve ürünler­
ayrılır. Kalibre namlu deliğinin çapıdır {bak. den artakalan maddeleri işleyerek yeniden
A te şli S il a h l a r ). Büyük kalibre yivli tüfek­ kullanılabilir duruma getirmeyi amaçlayan
lerle yapılan yarışmalarda, açık havada 1.000 atık değerlendirme bu soruna çözüm olarak
metreye kadar değişik uzaklıktaki hedeflere doğmuştur. Böylece hem çevre kirliliği bir
ateş edilir. Küçük kalibre silahların kullanıldı­ ölçüde önlenmiş, hem de bu kullanılmayan
ğı yarışmalar ise hem kapalı salonlarda hem maddelere harcanan paradan ve giderek tüke­
de açık alanlarda yapılır ve hedef uzaklığı 25 nen doğal kaynaklardan tasarruf edilmiş olur.
ile 200 metre arasında değişir. Atıkları değerlendirmenin en basit yolu, bir
Hedef atıcılığında ayakta, çömelerek ya da eşyayı ya da ürünü bir kez kullanıp atmaktan-
yatarak ateş edilir. Sıradan bir yivli tüfekle sa aynı amaçla yeniden kullanıma sokmaktır.
atış yaparken namlunun ucu hedefe doğrultu­ Örneğin sıvı bir ürünün pazarlandığı cam
larak dipçik omuza dayanır. Hedefi vurabil­ şişeler üreticiye geri döndüğünde yıkanıp
mek için gez ile arpacığın aynı hizada olması temizlenerek yeniden doldurulabilir.
gerekir. Öbür tüfeklerin namlularında ortası Sanayi atıklannın değerlendirilmesi de iki
delik olan bir disk ya da dürbün bulunabilir. yoldan olur. Bir fabrikada belirli bir malın
Büyük kalibreli yivli tüfekle yapılan atıcılıkta üretimi sırasında biriken atıklann işlenerek
hedef, siyah bir nokta çevresindeki değişik yeniden o üretim sürecinde kullanılmasına iç
çaplarda iç içe dairelerdir. En küçük daireyi değerlendirme denir. Örneğin bir boru fabri­
vurmak 5 puandır. Bir sonraki daire 4, daha kasında, borulan istenen uzunluğa getirmek
sonraki daireler 3, 2 ve 1 puandır. Genellikle için uçlanndan kesilen parçalar eritilerek
7 ya da 10 atış yapılır. Amaç 35 ya da 50 puan yeniden boru yapımında kullanılabilir. Tüke­
toplamaktır. Her atıştan sonra hedef tahtası­ ticiye sunulan işlenmiş ürünlerin kullanıldık­
nın önündeki boşlukta bulunan işaretçi, atıcı­ tan sonra toplanarak yeniden fabrikalarda
ya kaç puan aldığını gösterir. hammadde gibi işlenmesi ise dış değerlendir­
Küçük kalibreli ateşli silahlarla yapılan me'dır. Örneğin eski gazete kâğıtlan ya da
atıcılıkta hedef, iç içe 10 dairedir. En küçük atılan şişeler toplanıp hamur haline getirile­
daireyi vurmak 10 puandır. Bir sonraki daire rek yeniden kâğıt ya da cam yapımında
9 puan olmak üzere puanlama birer birer kullanılabilir. ,Bir atıktaki değerlendirilebilen
azalarak yapılır. Elde edilebilecek en yüksek maddeler değerlendirilemeyen maddelerden
puan 100’dür. Yarışmada atışlar yatarak yapı­ daha fazlaysa, bu atıkların yeniden işlenmesi
lır. Önemli atışlarda en küçük halkanın içinde kârlı olacaktır.
bir de daha küçük “10X” halkası bulunur. Metal Atıkların Değerlendirilmesi. Kullanı­
Buraya isabet ettirmek 10 puandan daha fazla lıp çöpe atılan eşyalann çoğu büyük miktarda
sayı sağlamasa da 100 eşit puan alanlar metal içerir. Örneğin otomobil akümülatörle­
arasında bu noktaya en fazla isabet ettiren rinde kurşun, fotoğraf kâğıtlannda ise gümüş
yarışmayı kazanır. vardır.
Skeet atıcılığı eğlence olarak başlamış, son­ Bir otomobilin yüzde 62’si demir ve çelik,
radan spora dönüşmüştür. Atıcı fırlatma ma­ yüzde 28’i de başka metallerden oluşur. H ur­
kinesinden (trap) atılan kil disklere ateş eder. da bir otomobilin gövdesine yaklaşık
Diskler ya nişancıdan uzaklaşarak ya da görüş —200°C’ye kadar soğutulmuş sıvı azot püskür-
alanı boyunca hereket eder. Hızlı hareket tüldüğünde, demir ve çelik içeren bölümler
eden hedefleri vurmak için av tüfeği kullanılır. parçalayıcıda incecik toz haline gelerek öbür
140 ATİNA

yollarda bağlayıcı olarak kullanılan karbonlu


maddeler elde edilebilir.
Öbür Sanayi Atıkları. Sanayi atıklarından
çok sayıda yan ürün elde edilir. Çelik fabrika­
larındaki kokkömürü fırınlarının yan ürünle­
ri, inşaat sanayisinde kullanılan cüruf ile pek
çok alanda kullanılan kimyasal maddelerdir.
Plastik üretiminde açığa çıkan çeşitli çözücü
gazlar da süzme ve yoğunlaştırma işlemleriyle
toplanarak değerlendirilebilir. Enerji santral-
lannda atık olarak biriken kül ise çimento ve
beton yapımında, yol ve çatı kaplamalarında,
ayrıca toprağın verimini artırmakta kullanılan
değerli bir yan üründür. Uranyum gibi nükle­
er yakıtlar da yeniden enerji üretiminde
değerlendirilir; ama bu işlemde açığa çıkan
büyük miktardaki atık radyoaktif olduğundan
bir kez daha kullanılamaz (bak. N ü k le e r
E n erj İ).
Ayrıca bak. ÇEVRE KİRLİLİĞİ; GÜBRE; KANALİ­
ZASYON; KİMYA SANAYİSİ.

A T İN A . Bugünkü Yunanistan’ın başkenti


olan Atina’nın yaklaşık 2.500 yıl önce dünya­
nın kültür merkezi olduğunu düşünmek ol­
Glass Manufacturers Federation
dukça zordur. Kent, tarihsel yapılar, anıtlar
Atık camları değerlendirm ek için kurulm uş bu
tesiste, parçalama ve yeniden işleme sürecine ve heykellerle bezenmiş olmasına karşın,
başlamadan önce renkli ve renksiz cam lar ayrılır. yoğun trafiği, kirli havası, işlek Pire limanı,
dükkân ve işyerlerinin bulunduğu kalabalık
metallerden kolayca ayrılır. Demir dışı metal­ caddeleri ve 3 milyonu aşan nüfusuyla, batı
leri ayırmak için de köpüklü yüzdürme yönte­ dünyasının öteki büyük kentlerinden farklı
mine başvurulabilir. Bu yöntemde, özel bir değildir.
sıvıya atılan demir dışı metaller sıvının yüze­ Atina, Yunanistan’ın güneyindeki Attika
yinde kararlı bir köpük oluşturur. Ama hurda bölgesinde kurulmuştur. Kentin yaklaşık 9,5
arabaları parçalamadan önce demir dışı me­ km güneybatısında, Ege Denizi’nin bir girinti­
tallerin elle sökülüp ayrılması daha pratik bir si olan Saron Körfezi yer alır. Atina, kuzeyi
yoldur. ve doğusu dağlarla çevrili, kireçtaşı tepeleri
Lastik Eşyaların Değerlendirilmesi. Lastik ve sarp kayalıklarla bölünen bir ovada kurul­
fabrikalarındaki üretim artıklan iç değerlen­ muştur. Bu tepelerden 156 metreye ulaşan
dirmeyle yeniden kauçuğa dönüştürülür. birinin üzerindeki Akropol’den bütün kent
Ama kullanılmış lastik eşyanın, örneğin eski­ görülebilir.
miş otomobil lastiklerinin toplanarak yeniden
değerlendirilmesi pek ekonomik değildir. Bu Eski A tin a
yüzden otomobillerin aşınmış dış lastiklerine Oluşumunun, Akropol Tepesi’ne kurulan bir
yeniden diş açılabilir, ama eritilip kauçuk kaleyle başladığı sanılan Atina, İÖ 6. yüzyıl
haline getirilerek yeni bir lastik yapılamaz. ortalannda Yunanistan’ın en büyük kenti
Üstelik lastiklerin yakılması hava kirliliğine durumuna geldi. Atina Persler’in saldırılanna
yol açtığı için birçok ülkede yasaklanmıştır. karşı güçlü bir ileri karakol işlevi gördü.
Buna karşılık eskimiş lastik eşyanın damıtıl­ Persler İÖ 479’da Avrupa’dan çıkarıldı. Bun­
masıyla sıvı yağ, yakıt gazlar, beton ve asfalt dan sonra da Asya’dan gelebilecek bir saldın-
ATİNA 141

Güneyde ise, küçük ve zarif bir yapı olan,


zafer tapmağı bulunuyordu.
Açık hava tiyatrosu Akropol’ün güney
yamacına kurulmuştu. Taştan oyulmuş otur­
ma yerleri ortadaki dairesel boşluğun üçte
ikisini çevreliyordu. Koronun yer aldığı bu
alana “dans edilecek yer” anlamına gelen
orkestra adı verilmişti. Sahne ise, 30.000
izleyicinin görüş alanına girebilecek biçimde,
orkestranın arkasına yerleştirilmişti. Eski Yu­
nan tiyatrosunda önemli bir yeri olan koro,
düzenlenen bir yarışmayla belirlenirdi.
O dönemde kent en parlak günlerini yaşa­
maktaydı. Atina tiyatro oyunlarıyla olduğu
kadar, edebiyat, felsefe, eğitim ve bilim
alanında da ün kazanmıştı. Sonraki yüzyıllar­
da gücü azalan Atina, önce Sparta ve Make­
donya’nın, İÖ 2. yüzyılda da Roma İmpara­
ZEFA
Parthenon'un görkem li sütunlarıyla ünlü Akropol.
torluğu’nun egemenliğinde kalmasına karşın,
kültürel önemini yitirmedi. Merkezi Konstan-
tinopolis (İstanbul) olan Bizans İmparatorlu­
ya karşı oluşturulan kent devletleri birliğinin ğu’nun doğuşu ve Roma İmparatorluğu’nun
önderliğini yaptı. Bu birlik, giderek “Atina çöküşünden sonra Atina bir taşra kasabası
İmparatorluğu”na dönüştü. Kent devletleri­ görünümü aldı. A thena’nm bronz heykeli
nin güvenlikleri için Atina’ya ödediği paralar, Konstantinopolis’e götürüldü ve 1203’te sal­
güvenlik sağlandıktan sonra, Atina kentini dırganlarca parçalanarak yok edildi. Bizans
batı uygarlığının merkezi yapmak amacıyla İmparatorluğu’nu ortadan kaldırdıktan sonra,
kullanıldı. İÖ 5. yüzyıl ortalarında Atina’yı 1458’de Atina’yı ele geçiren Osmanlılar, Part-
yöneten Perikles kentin bir kültür merkezi henon’u camiye dönüştürdüler. Atina ve Yu­
durumuna gelmesini sağladı. Bugün Akro- nanistan 400 yıl boyunca Osmanlılar’ın ege­
pol’ü süsleyen görkemli tapmaklar, heykel ve menliği altında kaldı. Bu süre içinde savaşlar
anıtlar da o dönemde yapılmıştır. ve yangınlar sonucu A tina’daki pek çok tarih­
Eski Atina, Akropol’ün çevresinde, yakla­ sel anıt yok oldu.
şık 8 km2’lik bir alana yayılıyordu. Kent
halkının günlük toplanma yeri olan Agora G ünüm üzde A tin a
(pazar yeri) merkezde kurulmuştu. Agora’nm Atina 1832’de, Yunanistan’ın bağımsızlığa
her yöne açılan dar sokaklarından biri de kavuşmasından sonra hızla büyümeye
Akropol Tepesi’ne ulaşıyordu. Yolun sonun­ başladı. Yıkıntıya dönüşen pek çok tarihsel
daki mermer tören kapısının arasından, kente yapı ve anıt onarıldı; kente yeni yapılar ek­
adını veren bilgelik tanrıçası Athena’nm dev lendi.
boyutlu bronz heykeli görünüyordu. Atina, 8 km uzaklıktaki Pire limanına
Daha yukarıda Athena’nm görkemli tapı­ doğru yayılmıştır. Kent merkezi, Omönia ve
nağı Parthenon yükseliyordu. Burada tanrıça­ Smtagma meydanlan arasındaki üçgen bölge­
nın, mermer sütunların çevrelediği, altın ve dir. Belli başlı mağazalar, oteller, lokantalar,
fildişinden yapılmış bir başka heykeli bulunu­ Ulusal Kitaplık, Atina Akademisi ve Atina
yordu. Parthenon yakınlarında, Athena ve Üniversitesi hep bu bölgededir. Bugün parla­
efsanevi bir Yunan kralı adına yapılmış, mento binası olarak kullanılan eski saray,
başka bir tapmak vardı. Bu tapınağın Bakire­ kent merkezine yakındır. Sürgündeki kraliyet
ler Balkonu’nu, ustaca yapılmış genç kız ailesini bir zamanlar barındırmış olan Kraliyet
heykeli biçimindeki altı sütun destekliyordu. Sarayı ise güneydoğudadır. İlk kez 1896’da
142 ATKESTANESİ

bu ağacın tohumlarından, yani kestanelerin­


den yedirilirdi.
Atkestanesi 30 metreye kadar boylanır ve
gövdesinin taban çevresi 5 metreyi bulabilir.
Kaygan ve pürüzsüz olan gövde kabuğu ağaç
yaşlandıkça çatlar ve yılan derisi gibi pul pul
olur. Üstü yapışkan pullarla kaplı olan iri,
kahverengi tomurcukları, tıpkı dişbudak ağa­
cındaki gibi ikişer ikişer karşılıklı dizilmiştir.
Tomurcuklar çok kısa sürede açılır ve her

ZEFA
Atina, kuzeyi ve doğusu dağlarla çevrili bir düzlükte
kurulm uştur. Çevre dağlardan biri de İm ittos
Dağı'dır.

düzenlenen günümüz Olimpiyat Oyunları için


onarılan stadyum da aynı kesimde yer alır.
Kentin geniş alan ve caddelerinden uzaklaşıl- birinden büyük, el biçiminde parçalı yaprak­
dığında, yöresel ürünlerin pazarlandığı eski, lar ve dimdik bir çiçek başağı çıkar. Bu
dar sokaklarla karşılaşılır. başaklar beyaz ya da pembe renktedir. Ağaç
Pire limanıyla birlikte Atina, Yunanistan’ın 20 yıllık oluncaya kadar hiç meyve vermez.
sanayi ve deniz taşımacılığı merkezidir. Pire’ Meyvelerin üstü dikenli ve etli yeşil bir
ye, Yunan adalarına ve Batı uygarlığının kabukla örtülüdür; içinde de parlak, koyu
beşiği sayılan Atina’ya, her yıl milyonlarca kahverengi kabuklu iri bir tohum bulunur. Bu
turist gelir. Atina turizm, dokumacılık, kimya tohumlar yenmez; ama bunlardan elde edilen
ve deri ürünlerinin yanı sıra; çömlek, mobil­ bir madde damar büzücü ve iltihap giderici
ya, şarap ve çeşitli içecek üretiminin de yoğun bazı ilaçların yapımında kullanılır.
olduğu bir kenttir. Atkestanesinin Türkiye’de ve Avrupa’da
yaygın olan bu türünden başka, Asya ve
ATKESTANESİ gölge vermesi için parklara Amerika’da yetişen, gene Aesculus cinsinden
ve yol kenarlarına dikilen yüksek ve gösterişli başka türleri de vardır.
bir ağaçtır. Anayurdunun Anadolu ve Yuna­
nistan yarımadaları olduğu sanılır. Ama bu­ ATKUYRUĞU. Avustralya ve Yeni Zelanda
gün bütün kuzey yarıküreye dağılmış olan bu dışında dünyanın her yerindeki zengin ve
ağaç Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Amerika’ nemli topraklarda yetişen atkuyruklannın
mn her yerinde yetiştirilir. Atkestanesi (A es- (Equisetum) 30 kadar türü vardır. Bu çokyıl-
culus hippocastanum), adının, meyvelerinin lık bitkilerin gövdesi sanki üst üste eklenen
ve tohumlarının benzemesine karşılık kesta­ küçük parçalardan oluşmuş gibi eklemli ve
neyle aynı familyadan değildir. Bitkinin La­ boğumlu, gövdenin içi de boydan boya oyuk
tince tür adı olan ve “at kestanesi” anlamına ve boştur. Yapraklar iyice küçülmüş ve her
gelen hippocastanum sözcüğü de büyük olası­ boğumu sıkıca saran birer kılıfa dönüşmüştür.
lıkla Türkçe’den kaynaklanmıştır. Çünkü es­ Bitkinin dokularında bol miktarda silis bulun­
kiden Anadolu’da soluk darlığı çeken atlara duğu için, dokunulduğu zaman ele sert ve
ATLANTİS 143

pürüzlü gelir. Hatta Avrupa’da yetişen Equi- Atkuyruklan yeryüzünün en eski bitkilerin-
setum hyemale türünün yaz-kış yeşil kalan dendir. Jura Dönemi’nden, yaklaşık 160 mil­
sürgünlerinde silis oranı o kadar yüksektir ki, yon yıl öncesinden kalma fosil örnekleri bulun­
bazı Avrupa ülkelerinde bu sürgünler mobil­ muştur. Bu örnekler günümüzden 300 milyon
yaları ve döşeme tahtalarını parlatmakta kulla­ yıl önce, Karbonifer Dönem’de yaşamış olan
nılır. Atkuyrukları toprakaltındaki köksaplar- ağaç büyüklüğündeki atkuyruklarma çok ben­
la (rizom) ve kozalağı andıran sporkesesi zer. Jeolojik çağlarda bütün yeryüzüne ege­
başaklarından (strobil) saçılan sporlarla ürer. men olan bu bitkilerin pek az bir bölümü
Adi atkuyruğu (Equisetum arvense) Avru­ soyunu sürdürerek günümüze kadar gelebil­
pa, Asya ve Kuzey Amerika’daki akarsu miştir.
kıyılarında çok yaygındır. Anadolu’nun bir­
çok yerinde kırkkilitotu ve eklemotu adıyla A T L A M A SPORLARI bak. A tle tiz m .
bilinen bu bitki en çok 30 santimetreye kadar
boylanır. Kuzey Amerika ve Asya’da yetişen A T L A N T İK O K Y A N U S U bak. A t l a s O k y a
dev atkuyruğunun (Equisetum praealtum) NUSU.
uzunluğu 3,5 metreyi, Güney Amerika’da
yetişen en uzun türün boyu ise 10 metreyi A T LA N T İS , Atlas Okyanusu’nda bulunduğu
bulur. Bu incecik gövdeli bitki ancak çevre­ ileri sürülen düşsel bir adadır. Eski Yunan’
sindeki otlara ve çalılara yaslanarak büyüye­ dan beri, kaybolan güzel Atlantis ülkesiyle
bilir. ilgili öyküler anlatılır.
Dr. Alan Beaumont
Yunan düşünürü Platon, Atlantis’in orta­
daki bir adayla onun çevresinde yer alan iç içe
çember biçiminde dokuz adadan oluştuğunu
anlatır. Atlantis deniz tanrısı Poseidon’a ve­
rilmişti. Poseidon, orada çok sevdiği Kleito
ile birlikte yaşıyordu. Kleito beş ikiz dünyaya
getirince, 10 oğullan oldu. Platon’un öyküsü­
ne göre, oğullarından biri olan Atlas ortadaki
adanın, öbür dokuz kardeşten her biri de dış­
taki dokuz adadan birinin kralı oldu.Atlan-
tis’te kuşaklar boyunca yaşayan krallar ve
halk hep bu 10 kardeşin soyundandı.
Adalarda bakır, kereste ve birçok meyve
bulunduğundan, ülke gelişti ve zenginleşti.
Gemilerin adaları aşarak ortadaki adaya ula­
şabilmesi için kanallar kazıldı, bir adadan
öbürüne köprüler yapıldı.
Atlantis kentinde, evler adada bulunan
kırmızı ve siyah taşlardan yapılır; çatılarına
güneşte parlayan kırmızı bakır döşenirdi.
Ortadaki ada, iki görkemli tapınağıyla, düş­
lerde bile görülemeyecek kadar göz kamaştı-
ncıydı. Tapmaklardan biri altın duvarlarla
çevriliydi; öbürünün gümüş duvarlan, altın
kuleleri, fildişi, bakır ve gümüşten bir çatısı
vardı. Ayrıca, altı tane kanatlı atı süren
büyük bir Neptün heykeli vardı. Tapınaklann
yanında sıcak ve soğuk su kaynaklan bulunu­
Bir orm an örtüsünden fışkıran bu dev
atkuyruklarm ın gövdesindeki sert sürgünler ve halka yordu.
biçim indeki eklem yerleri açıkça görülebiliyor. Atlantis güçlü bir krallıktı, halkı birçok
ATLETİZM 145

Kuzey Kutbu’ndan eşit uzaklıkta olan yer­ Atlas Okyanusu’nda balina ve fok gibi
lerin bazıları, okyanus akıntıları nedeniyle, memelilerden, balıklar ve küçük omurgasızla­
çok büyük sıcaklık farklılıkları gösterir. Lab- ra kadar çeşitli canlı türleri vardır. Bunların
rador’un, Britanya Adaları’ndan pek fazla büyük bir çoğunluğu ışığın fazla olduğu okya­
kuzeyde olmamasına karşın, uzun ve soğuk nus yüzeyinde, özellikle ticari amaçla önemli
bir kışı vardır ve ortalama sıcaklık sıfırın çok ölçüde avlanan birçoğu da kıta sahanlığında
altındadır. Sürekli karla kaplı olan Grönland yaşar.
da, hiç değilse yazların sıcak ve güneşli Okyanusbilimciler, derinden yankılanan
olduğu Norveç ile aynı enlemdedir. sesleri kaydederek, okyanus tabanının büyük
Atlas Okyanusu’nun orta bölümünün batı­ bir bölümünün haritasını yapmayı başarmış­
sında Sargasso Denizi diye adlandırılan dur­ lardır (bak. D e n İ z l e r v e O k y a n u s l a r ). Suyun
gun bir deniz yer alır. Boyutları değişmekle sığ olduğu kıyıya yakın yerlerde, okyanus
birlikte genişliği 1.500 kilometreyi aşan bu tabanına kıta sahanlığı adı verilir. Kıta sahan­
durgun sulara deniz yosunu kümeleri, özellik­ lığı, 180 metre derinliğe kadar derece derece
le sargassum diye bilinen bir yosun türü alçaldıktan sonra, binlerce metre derinlikte
sürüklenip gelmiştir. Bu denizden ilk kez büyük düzlükler yer alır.
Kristof Kolomb söz etmiş, sonraları yosunlara Atlas Okyanusu’nun tabanı, yüzey şekilleri
takılarak batan “lanetli” gemilerle ilgili tümüy­ bakımından oldukça farklılık gösterir. Yer
le gerçekdışı söylentiler anlatılmıştır. Sargas­ yer geniş düzlükler, yer yer de sıradağlar ve
so Denizi, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki sırtlar vardır. En önemli yükselti Orta Atlan­
yılanbalıklarının tek yumurtlama alanıdır. tik sırtıdır; okyanus tabanı, bu sırtın yanların­
dan sürekli olarak dışa doğru hareket etmekte
ve her iki yönde genişlemektedir Okyanus
tabanının ortası boyunca, yaklaşık olarak
kuzey ve güney doğrultusunda uzanan bu dağ
sırasının deniz yüzeyine çıkan bölümleri Asor
Adaları, Ascension, Tristan da Cünha gibi
adaları oluşturur. Deniz yüzeyinin altında
kalan büyük bölümü ise 1,5 km kadardır.
Okyanus tabanındaki en derin vadi, deniz
yüzeyinin 8 km altındadır.

A TLE TİZM , en eski sporlardan biridir. Bu


oyunlarda insanlar atlama, koşma ve nesnele­
ri fırlatabilme yeteneklerini gösterirler. Bu
tür etkinlikler, çağlar boyunca tüm dünyada
yaygın beğeni kazandı. Bazı uluslar ya da
topluluklar pist ve alan yarışlarının belli
dallarında daha başarılı oldu. Sözgelimi, Eti­
yopyalIlar ve Kenyalılar uzun mesafe koşusun­
da, Finliler cirit atmada, Batı Hint Adaları
atletleri ise kısa mesafe hız koşusunda üstün­
lük gösterdiler.
İlk koşu yarışının İÖ 3800 yılında Mısır’da
düzenlendiği sanılmaktadır. Ama tarihin en
ünlü atletizm oy unlan, ilk kez Eski Yunanis­
tan’da düzenlenen Olimpiyat Oyunları’dır
(bak. OLİMPİYAT OYUNLARI). İlk Olimpiyat
Atlas Okyanusu Avrupa ile Afrika'yı- Kuzey ve Güney Oyunlan, sporun sanat ve kültürle birleştiği
Amerika kıtalarından ayırır. büyük şenlikler biçiminde düzenlenirdi. At-
146 ATLETİZM

metredir. Kapalı salonlarda daha kısa pistler


kullanılır. Dönemeçlerin eğimli olduğu 200
metrelik pistler çok yaygındır. Salonlardaki
en kısa hız koşusu pisti 50 metredir. Kısa
mesafe koşucusu yarışa hızla başlar; iyice
hızlandıktan sonra bu hızını sürdürmeye ça­
lışır.
Orta mesafe koşuları, 800, 1.500 metre ve
eski 1 mil yarışlarıdır. Yıllar önce 1 mili 4
dakikanın altında koşabilmek, atletizmde he­
nüz erişilmemiş bir sınırdı. İngiliz atlet Roger
Bannister, Oxford’da 6 Mayıs 1954’te bunu
gerçekleştirince, “4 dakika sınırı” önemini
yitirdi. 1975’te ise, Yeni ZelandalI atlet John
Walker 1 mili 3 dakika 50 saniyede koştu. Bu
mesafedeki 4 dakika 10 saniyelik dünya reko­
runun 4 dakikaya düşürülmesi 70 yıl almıştı.
Oysa, rekorun 3 dakika 50 saniyeye inmesi
yalnızca 21 yıl aldı. Daha iyi derecelerin, daha
kısa zaman aralıklarıyla gerçekleştirilmesi, at­
letlerin giderek artan güç ve yeteneklerinin
bir göstergesidir. Orta mesafe koşucusu, hız
ve dayanıklılığı iyi bir taktik anlayışıyla birleş-
tirebilmelidir.
Mike King/Allsport Photographic
Uzun mesafe yarışları pistte 5.000 ve 10.000
ABD'li W illy Banks, "sıçra, sek, atla" diye de metre, maraton ve yol parkurunda koşulan
adlandırılan üç adım atlayışını yaparken. öteki yarışlarda ise daha uzun mesafelerde
yapılır. Kadınlar son yıllarda uzun mesafe
letler oyunlardan 10 ay önce hazırlanmaya koşularına katılmaya başladı. İlk kez 1969’da
başlar, son ayı da Olympia’da geçirirlerdi. uluslararası bir yarışmada 1.500 metre koşan
Yanş öncesi hazırlıklar değişik biçimlerde kadınlar, 1974’te 3.000 metre koşusuna, 1970
bugün de yapılmaktadır. sonlarında da maraton yarışlarına katıldılar.
Atletizm, insanın tüm güç ve yeteneğinin Yalnızca erkeklerin koştuğu, 28’den fazla en­
olabildiğince zorlanmasını gerektirir. Atletler gel ve 7 havuz atlamadan oluşan 3.000 metre
birbiriyle yarışırken, aynı zamanda kendi güç yarışı dışında kalan tüm uzun mesafe koşula­
ve yeteneklerinin sınırlarını tanır, bunları rına kadınlar da katılırlar.
aşmaya çalışırlar. Dünyada yaygınlık kazanan uzun mesafe
Pist ve alan atletizmi üç ana dala ayrılır: koşularından özellikle maraton yarışlarına
Koşu, yürüme ve alan (atlayışlar ve atışlar) katılan atlet sayısında yaklaşık 15 yıldır büyük
karşılaşmaları. bir artış görüldü. İlk maraton koşusu 1896
Olimpiyat Oyunlan’nda efsanevi koşucu Phei-
Pist Y arışları dippides’in anısına düzenlendi. Bu koşucu
Koşu dalı, kısa mesafe hız, orta ve uzun İÖ 490’da Yunanlılar’m Persler’e karşı kazan­
mesafe koşularından oluşur. Bu yarışlar, ka­ dığı zaferin haberini iletmek amacıyla Mara-
palı salon ya da açık hava pistlerinde, yollarda ton’dan Atina’ya kadar koşmuş ve kente
ve kırlık alanlarda yapılabilir. Kısa mesafe hız vardığında ölmüştü (bak. M a r a t o n Sa v a ş i ).
koşuları, 400 metreye kadar olan ve atletlerin 1908 Olimpiyatlarında maraton, 42.195 met­
tüm mesafeyi baştan sona tam sürat koştuk­ rede koşuldu; bu uzunluk 1924’te değişmez
ları yarışlardır. Bu mesafeler, 100, 200 metre ölçü olarak kabul edildi. Günümüzde Londra
ve açık hava pistinin bir turuna eşit olan 400 ve New York maratonlarına her yıl 10.000’in
ATLETİZM 147

üzerinde koşucu katılmaktadır (bak. Ma­ yükseldiği ayağının üstüne düştüğü ilk adım;
r a t o n ). ağırlığını öbür ayağına kaydırdığı ikinci adım
Öteki düz koşular ise bayrak yarışlarıdır. ve atlayış.
Takımlar dört koşucudan oluşur ve her koşu­ Gülle atma, ağır taşlan kaldınp fırlatma
cu yarışın belli bir bölümünü koşar. Kendi hareketinden doğmuştur. Bu dalda uzmanla­
bölümünü tamamlayan koşucu, bayrak deni­ şanlar, atletler içinde en iri ve güçlü olanlan-
len çubuğu bir sonraki bölümün koşucusuna dır. Gülle 2,1 metre çapındaki bir dairenin
verir. Bayrak el değiştirmeden, bir sonraki içinden, omuzdan gelen bir kol hareketiyle
koşucu koşmaya başlayamaz. fırlatılır. Metalden yapılmış, top biçimindeki
Engelli koşularda 10’dan fazla engel var­ güllenin ağırlığı, erkekler için 7,26 kg, kadın­
dır. Erkekler 110 metre yarışında, engeller lar için 4 kg olarak belirlenmiştir. Yalnızca
106,7 cm, 400 metre yarışında ise 91,4 cm erkeklerin yanştığı çekiç atmada 7,26 kg
yüksekliğindedir. Engel yüksekliği kadınlar ağırlığında metal top kullanılır. Çekiç, bu
100 metre yarışında 84 cm, 400 metre yarışın­ topun bir tel parçasıyla elin kavrayacağı bir
da ise 76,2 santimetredir. halkaya bağlanmasından oluşur. Atış, bir
Yürüme yarışları ise normal yürüyüşten tü­ bölümü tel örgüyle çevrilmiş, 2,1 metre çapın­
retilmiştir. Kural gereği, ileriye atılan ayak daki bir çemberden yapılır. Bu dal, İngiliz
gerideki ayak yerden kalkmadan toprağa köy sporlannda yer alan balyoz atma yanşla-
değdirilir. Bu nedenle, bacakları kırmadan nndan doğmuştur.
adım atmak gerekir. Yol parkurlarında yapı­ Disk erkeklerde 2 kg, kadınlarda 1 kg
lan yürüme yarışlarında mesafeler, kadınlar ağırlığmdadır ve 2,5 metre çapındaki bir
için 10 km, erkekler için 20 ve 50 kilomet­ dairenin içinden atılır. Atıcılar, diske itici güç
redir. sağlamak için, atışı bu dairenin içinde döne­
rek yaparlar. Diski en iyi uçuş yönünü verebi­
A lan Y arışları len bir açıdan fırlatırlar. Cirit atma ise
Yüksek atlamada, ilk yılların makas tekniğin­ mızrak atmadan türetilmiştir. Erkeklerin kul­
den sonra, yeni teknikler geliştirildi. İçlerinde landığı cirit 800 gr, kadınlannki ise 600 gr
en iyisi sayılan köprü (flop) tekniğinde atlet, ağırlığmdadır. Atış çizgisine koşarak yaklaşan
yukarı sıçradıktan sonra dönerek çıtayı sırtüs­ atıcı, ciriti bir silkme hareketiyle öne doğru
tü geçer. fırlatır.
Sırıkla atlamada eskiden metal ya da
bambu sırıklar kullanılırdı. Daha sonra cam Birden Fazla Daldan Oluşan Y arışlar
elyafından yapılmış sırıkların kullanılması, bu En yetkin atletler, atletizmin en zor sınavları
dalda beklenmedik bir gelişme sağladı; dünya olarak nitelendirilen pentatlon (kadınlar) ve
rekoru 25 yılda 1 metreden fazla bir farkla dekatlon (erkekler) yarışlarında başarı elde
yenilendi. Sırıkla atlamada, sırığı iki, eliyle edenlerdir. Birden fazla daldan oluşan bu
kavrayan atlet çıtaya doğru hızlanarak koşar. yarışların tamamlanması iki gün sürer. Her
Ucunu çıtanın dibindeki V-biçimli kutuya dalda elde edilen dereceler uluslararası
yerleştirdiği sırığa abanarak, kendini yukarı puanlama çizelgesine göre değerlendirilir
fırlatır ve çıtanın üzerinden aşar. Sınk öteki ve toplam puan saptanır. Erkekler dekat­
tarafta kalır. Atlet elinde sırıkla koşarken hız londa 10 ayrı yarışa katılırlar. İlk gün
kazanabilmek ve yükselip çıtayı aşabilmek 100 metre, uzun atlama, gülle atma, yüksek
için yeterli güce ve esnekliğe gerek duyar. atlama ve 400 metre; ikinci gün 110 metre
Hem yüksek, hem de sırıkla atlamada, yarış­ engelli, disk atma, sırıkla atlama, cirit atma
macının her yükseklik için üç atlayış hakkı ve 1.500 metre yanşları yapılır. Kadınların ya-
vardır. Uzun ve üç adım atlamalarda, yeterin­ nştığı pentatlon, yedi daldan oluşur: 100 met­
ce hızlanabilmek ve 10 santimetrelik sıçrama re engelli, gülle atma, yüksek atlama ve 200
tahtasından, olabildiğince uzağa fırlayabil­ metre ilk gün; uzun atlama, cirit atma ve 800
mek gerekir. Üç adım atlamanın, adından da metre yarışları ikinci gün yer alır. Bu yarış­
anlaşılacağı gibi, üç aşaması vardır: Atletin larda başarı elde edebilmek için atletlerin,
i
148 ATLETİZM

UPI, Ed Lacey ve CPNA

Değişik becerilerin sergilendiği atletizm yarışmaları izleyiciler arasında büyük bir heyecan yaratır.
ATLETİZM 149

hızlı, güçlü, yetenekli ve dayanıklı olması tör Atletizm Federasyonu 174 ülkenin bağlı
gerekir. olduğu bir kuruluştur. 1912’de kurulan bu ör­
gütün benimsediği kurallara uluslararası ya­
A tle tle rin Y e tiş tirilm e si rışmaların tüm dallarında uyulur.
Herhangi bir atletizm dalında başarılı olabil­ 1896’dan beri dört yılda bir yapılmakta olan
mek için, doğal yeteneğin yanı sıra, vücudun Olimpiyat Oyunları spor dünyasının en
nasıl çalıştığı ve verimin nasıl artırılacağı ko­ önemli olayıdır. Olimpiyatlar içinde yer alan
nusunda bilgisi olan uzmanların yardımı gere­ atletizm karşılaşmaları, Uluslararası Amatör
kir. Ayrıca hızı ve gücü artırmak, yetenekleri Atletizm Federasyonu’nca dünya şampiyona­
geliştirmek için, seçilen atletizm dalma uygun sı olarak kabul edilmiştir. Olimpiyat Oyunla-
bir yöntem saptanmalıdır. Atletizmde önde rı’nın dışında da tüm dünyada sayıları giderek
gelen belli başlı ülkeler, atletlerin yetiştiril­ artan önemli atletizm yarışmaları düzenlen­
mesine ve çalıştırılmasına yönelik özgün yön­ mektedir. Her ülkede atletizmi yöneten, dü­
temler geliştirmişlerdir. Bunlar arasında en zenleyen ulusal bir örgüt vardır. Ayrıca okul­
başarılısı Alman Demokratik Cumhuriyeti’n- lar ve spor kuruluşları da, gençleri atletizme
de geliştirilen yöntemlerdir. Bu ülke, bilimsel yöneltmek amacıyla çalışmalar yaparlar. Baş­
araştırmalarla oluşturduğu yöntemleri saye­ lıca atletizm yarışmaları Avrupa Şampiyona­
sinde, uluslararası yarışmalarda büyük başarı sı, Pan-Amerikan Oyunları, İngiliz Uluslar
kazanmıştır. Topluluğu Oyunları, Asya ve Afrika şampi­
yonalarıdır. Bunların dışında, ülkelerin kendi
A tle tiz m K uruluşları aralarında düzenlediği özel karşılaşmalar da
Dünya atletizmini yöneten Uluslararası Ama­ vardır. Yarışmalar, atletizmin tüm dallarını

DÜNYA ATLETİZM REKORLARI


Tabloda yer alan dallardaki dünya rekorları, bu yüzyılda atletizmde sağlanan ilerlemeyi göstermektedir.
ERKEKLER
DAL 1925 1950 1975 1985
100 m 10,2 s 10,1 s 9,9 s 9,9 s
400 m 47,1 s 45,8 s 43,86 s 43,86 s
1.500 m 3 dk 52,6 s 3 dk 43 s 3 dk 32,16 s 3 dk 29,46 s
1 mil 4dk 10,4 s 4 dk 1,3 s 3 dk 49,4 s 3 dk 46,32 s
10.000 m 30 dk 6,1 s 29 dk 2,6 s 27 dk 30,80 s 27 dk 13,81 s
Maraton 2 sa 29 dk 1,8 s 2 sa 25 dk 39 s 2 sa 8 dk 33,6 s 2 sa 7 dk 12 s
400 m engelli 53,5 s 50,6 s 47,82 s 47,02 s
Yüksek atlama 2,03 m 2,11 m 2,30 m 2,41 m
Uzun atlama 7,89 m 8,13 m 8 90 m 8,90 m
Gülle (7,26 kg) 15.54 m 17,95 m 21,82 m (4 kg) 22,62 m
Cirit (800 gr) 68.55 m 78,70 m 94,08 m (600 gr) 104,80 m

KADINLAR
DAL 1925 1950 1975 1985
100 m 12,2 s 11,5s 10,9 s 10,76 s
400 m 60,5 s 56,7 s 49,9 s 47,60 s
1.500 m - 4 dk 37,8 s 4 dk 1,38 s 3 dk 52,47 s
1 mil - 5 dk 15,3 s 4 dk 28,5 s 4dk 16,71 s
10.000 m - - 34 dk 1,4 s 30 dk 59,42 s
Maraton - - 2 sa 38 dk 19 s 2 sa 21,06 s
400 m engelli - - 56,51 s 53,55 s
Yüksek atlama 1,52 m 1,71 m 1,95 m 2,07 m
Uzun atlama 5,54 m 6,25 m 6,84 m 7,44 m
Gülle 11,57 m 15,02 m 21,60 m 22,53 m
Cirit 27,30 m 53,41 m 67,22 m 75,40 m
N o t: G ünüm üzde daha h a fif g ü lle ve c iritle r kullanıldığından, bu yarışlarda eski ve y eni rekorları karşılaştırm a olanağı yoktur. R esm i dünya
rekorunun saptanm adığı yılla r boş bırakılmıştır.
K ısaltm alar: sa saat; dk dakika; s saniye; m m etre; kg kilog ra m ; g r gram .
150 ATMACA VE ÇAKIR

kapsar. Aynca, kros koşu, yürüme ve yol ko­ Daha çok küçük kuşlarla beslenen atmaca,
şusu şampiyonaları da yapılmaktadır. ağaçların arasında gizlenerek avına birden
saldırır. Çalı çırpıdan yapılan yuvaya dişi kuş
A T M A C A VE ÇAKIR. Yakın akraba olan bu baharda dört ile altı kadar yumurta bırakır.
yırtıcı kuşlar neredeyse ayırt edilemeyecek Doğu Karadeniz Bölgesi’nde, Pazar’dan
kadar birbirlerine benzerler. Hepsi Accipiter SSCB sınırına kadar uzanan kıyı şeridinde
cinsindendir ve çakırların atmacalardan daha atmacaları ağlarla yakalayıp bıldırcın avında
iri olması dışında aralarında belirgin bir fark kullanmak üzere eğitirler. Yakalama ve eği­
yoktur. Atmacalar avlarının üstüne hızla atıl­ tim sırasında birçok atmaca öldüğü, sağ ka­
dıkları, çakırlar da açık renk gözlü oldukları lanlar da doğal yaşamlarından koparıldığı için
için bu adla anılmıştır. Oysa çakırlar da en az bu geleneksel avlanma yönteminden atmaca­
atmacalar kadar çevik, atmacaların gözleri de lar çok zarar görür.
çakırlar gibi açık renklidir. Ormanlık bölge­ Atmacaların ayrıca Kuzey Amerika ve
lerde yaşayan bu kuşların kısa ve güçlü Avustralya’da yaşayan türleri de vardır.
kanatları hızla uçuşa geçmelerini, uzun kuy­ Avustralya’daki kahverengi atmaca (Accipiter
rukları da ağaçlar arasında ustaca manevra cirrhocephalus) yalnız küçük kuşları değil
yapabilmelerini sağlar. Böylece avlarının üs­ kemiricileri, sürüngenleri ve böcekleri de
tüne birden atılır, sivri tırnaklı güçlü pençeleri avlar. Bütün türlerin en küçüğü ise Afrika’da
ve çengelli gagalarıyla öbür kuşları yakalayıp yaşayan ve uzunluğu 23-28 cm arasında olan
parçalarlar. Gündüzleri avlandıkları için bun­ küçük atmacadır (Accipiter minullus).
lara gündüz yırtıcıları denir. Sırtları mavimsi 40-50 cm uzunluğundaki gövdesiyle iri bir
boz ya da kahverengi, kirli beyaz renkte olan atmacayı andıran çakır (Accipiter gentilis)
göğüsleri ve karınları da enine koyu renk Avrupa, Asya, Afrika ve Kuzey Amerika
çizgilidir. Hem atmacaların hem çakırların ormanlarında yaşar.Türkiye’de Güneydoğu
dişileri genellikle erkeklerden daha iridir. Anadolu dışında her yerde, en çok da Kara­
Oldukça uzun bacakları ve kuyruğuyla dik­ deniz Bölgesi’nde bulunur. Atmaca kadar
kati çeken atmaca (.Accipiter nisus) Avrupa, çevik ve zarif, ama ondan daha güçlüdür. Bu
Kuzey Afrika ve Asya’da çok bol bulunan bir yüzden ormantavuğu, sülün ve karga gibi
kuştur. Türkiye’nin de hemen hemen bütün daha iri kuşları da avlayabilir. Hatta zaman
ormanlık bölgelerinde yaşar. 30 cm uzunlu­ zaman kümes hayvanlarına saldırdığı da olur.
ğundaki erkeğin sırtı boz renkte, 38 cm Çakır da atmaca gibi bir tünekte bekleyerek
uzunluğundaki dişinin sırtı ise kahverengidir. ya da ağaçların tepesinde uçarak avının yerini
Her iki cinsin de alt bölümleri enine çizgilidir. saptar ve birden saldırır. Genellikle yüksek

Bir kuzey orm anının


derinliklerinde,
yuvasındaki yavrularına
göz kulak olan bir çakır.
Çakır özellikle başka
kuşları avlayarak
beslenen güçlü ve yırtıcı
bir kuştur.
ATMOSFER 151

bir ağacın tepesine büyük bir yuva yapan bu enlemde troposferin yüksekliği 8 km kadarken
kuşların dişisi her seferinde üç ya da dört ekvatorun üzerinde 18 kilometreyi bulur. Bu
yumurta bırakır. katmanın üst kesimlerindeki sıcaklık —55°C,
yani kabaca Güney Kutbu’nun kış aylarındaki
ATMA SPORLARI bak. A t l e t İz m . sıcaklığı kadardır.
Troposferin üstündeki katmana stratosfer de­
ATMOSFER. Dünya’nin ya da başka bir nir. Bu katmanda da yükseklik arttıkça hava
gezegenin çevresindeki hava ya da gaz kat­ giderek seyrekleştiğinden, 30 km yükseltideki
manlarına atmosfer denir. Dünyanın atmosfe­ atmosfer basıncı deniz düzeyindeki basıncın
ri vücudumuza belli bir basınç uygular. Ama, ancak yüzde l ’i kadardır. Seyreltik havanın
içimizdeki havanın basıncı dıştaki hava basın­ direnci düşüktür; bu nedenle stratosferin alt
cını dengelediği için biz bunu fark etmeyiz. katmanları jet uçuşları için idealdir. Buna karşı­
Havanın hiç ağırlığı yokmuş gibi gelir, oysa lık daha üst katmanlarda motorların bir itme
deniz düzeyinde 1 m3 hacmindeki bir hava kuvveti oluşturmasına yetecek ölçüde hava yok­
kütlesinin ağırlığı 1,225 kilogramdır. Dün- tur. Bu yükseltide uçan jetlerde, kabin içindeki
ya’yı kuşatan atmosfer yeryüzündeki canlılar hava basıncını deniz düzeyindeki normal hava
için koruyucu bir perdedir. Çünkü geceleri dış basıncına eşitleyecek biçimde artırmak gerekir.
uzayın soğuğunu, gündüzleri Güneş’in kavu­ Stratosferde esen sürekli rüzgârların hızı saatte
rucu sıcağını önleyerek Dünya’daki sıcaklığın 300 kilometreyi bulur. Yolcu uçaklarının rotası
gün boyunca belli sınırlar içinde kalmasını da bu rüzgârlardan yararlanacak biçimde düzen­
sağlar. lenir. 19 ile 28 km arasındaki yükseltilerde
Çevremizdeki ve daha yükseklerdeki at­ zaman zaman sedefsi bulutlar görülürse de,
mosfere ilişkin bilgiler hem yerden yapılan bunun dışında gökyüzü açık ve bulutsuzdur.
gözlemlerle, hem de balonlar, uçaklar, roket­ 28 kilometrenin üstünde sıcaklık artar ve 50
ler ve Dünya çevresindeki yörüngelerde dola­ km yükseltide 10°C’ye ulaşır, ama bu yükselti­
nan yapma uydularla edinilmiştir. (Ayrıca den sonra yeniden düşmeye başlar. 50 kilomet­
bak. U Y D U .) Güneş’ten kopan ve yukarı renin üstündeki yükseltilerde başlayan ve deniz
atmosfere girdikleri anda Dünya’nm magne- düzeyinden yaklaşık 80 km yüksekliğe kadar
tik alanına yakalanan elektrik yüklü parçacık­ uzanan katmana mezosfer denir. Mezosferin
ların oluşturduğu parlak kutup ışıkları da üstünde, sıcaklığın yükseltiyle birlikte yeniden
atmosferin üst sınırının yeryüzünden 500 km arttığı termosfer yer alır. Yaklaşık 80 kilometre­
yüksekliğe kadar ulaştığını gösterir (bak. K U ­ den 500 km yüksekliğe kadar uzanan bu katma­
TUP IŞIKLARI). nın bir adı da iyorıosfer'dir. İyonosferde hava
çok seyreltiktir ve gaz molekülleri çok seyrek
A tm osferin Katmanları olarak dağılmıştır. Ama bu moleküllerin sıcaklı­
Bilim adamları atmosferi çeşitli bölümlere ya da ğı 180 km yükseklikte 395°C’ye, 320 km yüksek­
katmanlara ayırırlar; ama bu katmanlar arasın­ likte ise 700°C’ye ulaşacak kadar yüksektir.
daki sınırlar her zaman pek belirgin değildir. Metallerin 700°C’de donuk kırmızı bir renk
Atmosferin en alt bölümüne troposfer denir. aldığını, yani kor haline geldiğini hatırlatmak
İçinde bizim de yaşadığımız bu katman bütün iyonosferdeki sıcaklık üstüne bir fikir verebilir.
atmosfer kütlesinin neredeyse yüzde 75’ini kap­ İyonosfer radyo dalgalarının yayılmasını ko­
sar. Bildiğimiz meteoroloji olayları ve hemen laylaştırdığı için haberleşme açısından büyük
hemen bütün bulutlar bu katmanda oluşur. önem taşır. Bu katmandaki parçacıklar Gü­
Troposferde yükseldikçe hem basınç, hem sı­ neş’ten gelen ışınların etkisiyle iyonlaşmış, yani
caklık azalır. Örneğin deniz düzeyinden yakla­ elektrik iletkeni haline gelmiştir. Bu nedenle,
şık 8 km yüksekte olan Everest Dağı’nın doru­ iyonlaşmış parçacıkların en yoğun olduğu kat­
ğundaki hava basıncı deniz düzeyindeki basıncın manlar radyo dalgaları için bir yansıtıcı görevi
yaklaşık yüzde 30’u kadardır. Bu yüzden Eve- görür. Biri yaklaşık 110, öbürü 240 km yüksek­
rest’e tırmanan dağcılar rahatça solunum yapa­ likte yer alan iki önemli yansıtıcı katman vardır;
bilmek için yanlarında oksijen taşırlar. Birçok bu katmanların radyo dalgalarının iletimindeki
152 ATMOSFER

M\ O
y.\W ilk insanlı
\\ v \ yörünge uçuşu (327 km)
\\\\\

"I 1
TERMOSFER KUTUP IŞIKLARI (90-800 km)
\\\\\
1

radyo dalgalarının
yansımasıyla izlenen
meteor yolları

MEZOSFER KOZMİK IŞINLAR

SEDEFSİ
BULUTLAR
OZON KATMANI

STRATOSFER

SİRRUS BULUTLAR

(8.848 metre)
TROPOSFER
KÜMÜLÜS
BULUTLAR

deniz düzeyi

Dünya'yı çevreleyen atmosfer, her birinin değişik özellikleri olan troposfer, stratosfer, mezosfer ve
term osfer gibi katmanlara ayrılm ıştır.
ATOM 153

rolünü RADYO maddesinde bulabilirsiniz. Yan­ düşünürlerin en çok uğraştıkları konulardan


sıtıcı katmanların ötesinde de, Dünya’nm biriydi. İÖ yaklaşık 400’de Eski Yunanlı
magnetik alanına yakalanmış yüklü parçacık­ düşünür Demokritos, bütün maddelerin bölü-
ların oluşturduğu Van Ailen ışınım kuşakları nemeyen küçük parçacıklardan oluştuğunu
yer alır (bak. D ü n y a ). öne sürdü ve bu parçaları Yunanca atomos
Uzayın derinliklerinde koyu bir karanlık ege­ sözcüğüyle adlandırdı. “Bölünemez” anla­
mendir, ama Dünya’dan baktığımız zaman mındaki bu sözcük bugünkü atom teriminin
gökyüzünü masmavi görürüz. Bunun nedeni, de kaynağıdır. Demokritos’a göre evrendeki
atmosferdeki molekül ve parçacıkların Güneş her madde atomlardan ya da daha küçük
tayfındaki mavi ışığı bütün öbür renklerden parçalarına ayrılamayan temel öğelerden
daha çok dağıtmasıdır. Dünya’nm yüzeyine oluşmuştu.
yakın katmanlarda atmosferdeki toz parçacıkla­ Daha o çağda bile atomların çok küçük
rı bütün güneş ışınlarını yansıttığı için gökyüzü boyutlu olduğunu anlayan Yunanlı bilginler
bazen puslu beyaz bir görünüm alır. bir elementin tek bir atomunu ayırmayı başa­
Dünya çevresindeki atmosferin bileşimi H a v a ramadılar. Böylece atom konusundaki bilgi­
maddesinde anlatılmıştır. Havanın azot ve lerde önemli bir gelişme olmaksızın 2.000 yılı
oksijen gazlarından oluşması Dünya’da canlı­ aşkın bir süre geçti.
ların yaşaması için elverişli bir ortam oluştu­
rur. Oysa Güneş Sistemi'ndeki öbür gezegen­ A to m a İlişkin İlk B ilg iler
lerin atmosferlerinde çok az oksijen bulundu­ 1807’de İngiliz kimya ve fizik bilgini John
ğu, dolayısıyla bu gezegenlerde yaşam olma­ Dalton, Eski Yunanlılar’ın atom konusundaki
dığı sanılır. Ay’ın ve M erkür’ün çevresinde düşüncelerine kendi görüşlerini de ekleyerek
atmosfer yoktur. Mars’ın (Merih’in) atmosfe­ ünlü atom kuramını oluşturdu. Dalton’un
ri ise çok seyreltiktir ve en çok karbon dioksit atom kuramı üç temel ilkeye dayanıyordu:
ile azot içerir. Venüs’ün çok yoğun olan
(1) H e r şey atom d e n en son derece küçük b ile şe n ler­
atmosferinin temel bileşeni de karbon dioksit-
den olu şu r; bu a to m la r ne y o k tan var edilebilir, ne b ö lü ­
tir. Bu gazın içinde ayrıca kükürt dioksit, sıvı
n eb ilir, ne de yok edilebilir.
ve katı kükürt ile sülfürik asit bulutları yüzer.
(2) A ynı e le m en tin bü tü n a tom ları h e r açıdan ö zd eş­
Venüs atmosferinin gezegenin yüzeyindeki
tir; b u n a karşılık iki ayrı elem en tin ato m ları biçim , b o ­
basıncı Dünya atmosferinin deniz düzeyinde­
yut, ağırlık (k ü tle) ve genel d avranışlarıyla b irb irin d en
ki basıncının neredeyse 100 katıdır. Jüpiter’in
ayrılır.
ve daha ötedeki dev gezegenlerin atmosferle­
(3) İki ayrı e le m en tin a to m ları basit tam sayılarla belir-
rinde en çok amonyak ve metan bulunur.
Çekirdek kaynaşması (füzyon) sonucunda sü­
rekli olarak önce helyuma, sonra öbür ele­
mentlere dönüşen aşırı derecede kızgın hidro­
jen atomlarından oluşmuş çok yoğun küreler
halindeki yıldızların da atmosferi vardır. Yıl­
dızların kütlesine oranla yoğunluğu çok daha
az olan bu atmosferler hidrojen gazından
oluşur.

ATOL bak. M erca n a d a .

ATOM. Bir demir parçasmm önce ikiye,


sonra dörde, sonra sekize ve giderek daha
küçük parçalara bölündüğünü düşünün. Bu
bölünme sonsuza kadar sürer mi, yoksa iyice
Gözle görülemeyecek kadar küçük olan atomun
küçülen parçacıkların daha fazla bölünemeye- yapısını açıklamaya yönelik ilk atom modelleri
ceği bir an gelir mi? Bu soruyu yanıtlamak ilk deney verilerine dayanarak hazırlanmıştı.
154 ATOM

tilen belli bir o ra n d a b irle şe rek bileşikleri o lu ştu ru r. Ö r ­ pan İtalyan kimyacı Amedeo Avogadro, gaz
neğin iki h id ro je n a to m u n u n bir oksijen atom uyla birleş­ halindeki elementlerin atomlarının genellikle
m esiyle suyun en küçük birim i olan bir atom grubu tek başına bulunmadıklarım, bir iki ayrıksı
oluşur. örnek dışında ikişer ikişer bağlanmış atom
çiftleri oluşturduklarını saptadı. Bu atom
D alton’un atom kuramı sonradan yeni bu­ çiftlerine bir elementin molekülleri denir.
luşların ışığı altında değişikliğe uğradı. Örne­ Örneğin oksijen molekülünde iki atom var­
ğin bugün atomların yapısında da temel parça­ dır. Serbest atomlar genellikle çok hareketli­
cıklar denen, belli bir düzene göre yerleşmiş dir ve kendilerini çeken başka atomlarla
daha küçük parçacıkların bulunduğu ve bütün hemen birleşme eğilimindedir. Böylece deği­
kimyasal tepkimelerde atomun dış bölümün­ şik element atomlarının birbirine bağlanmasıy­
deki temel parçacıkların yerleşme düzeninin la kimyasal bileşikler oluşur. Karbon atom­
değiştiği biliniyor. Üstelik artık atomun en iç ları arasında büyük bir çekim kuvveti oldu­
bölümü de değiştirilebiliyor ve bir atom başka ğundan, bu atomlar birbirlerine bağlanarak
bir atoma dönüştürülebiliyor. uzun zincirler oluşturabilir. Naylon ve dakron
Atomun boyutları ve ağırlığı son derece gibi yapay (sentetik) dokuma elyafının yapımı
küçüktür. Bir atomun çapı milimetrenin mil­ da bu ilkeye dayanır. Karbon atomlarının
yonda biri kadar, en ağır atomun ağırlığı ise birbirine sıkıca bağlanmış olması nedeniyle
ancak 0,000 000 000 000 000 000 004 gram bu tür lifler son derece sağlam ve dayanıklı­
düzeyindedir. Herhangi bir işlemde bu sayıla­ dır. Kolayca birleşme eğiliminde olan bu
rı kullanmak çok anlamsız olacağından atom­ atomlara karşılık bazı elementlerin atomları
lar için özel bir kütle ölçeği saptanmıştır. aynı özelliği göstermez. Örneğin neon atomu
Bunun için karbon atomunun kütlesi standart başka bir elementin atomuyla ya da kendi
olarak seçilmiş ve “bağıl atom kütlesi” 12 türünden bir atomla kolay kolay birleşmez; bu
olarak kabul edilmiştir. Bu ölçeğe göre, en yüzden neon molekülünde yalnız bir tek atom
hafif atom olan hidrojenin bağıl atom kütlesi bulunur.
yaklaşık- 1, oksijeninki de yaklaşık 16’dır. Değişik elementlerin atomları yeni bir bile­
Doğada bulunan en ağır atom ise, bağıl atom şik molekülü oluşturmak üzere birbirleriyle
kütlesi yaklaşık 238 olan uranyum atomudur. birleştiklerinde, bu bileşik genellikle ilk ele­
Dalton ile aynı dönemde araştırmalar ya­ mentlerden çok değişik özellikler taşır. Örne-

United Kingdom Atomic


Energy Authority

Çekirdek bölünmesi
(fisyon), atom
# C -V \ enerjisinin temel
• • t ■ kaynağıdır. Bir uranyum
atomuna bir nötron
çarptığı anda atom
aşağı yukarı eşit iki
■ * .9 parçaya bölünür ve aynı
anda iki ya da üç

i
"serbest" nötron salar.
>;
M Bu nötronlar da
çevredeki öbür
. • •«' I
% uranyum atomlarına
• • • çarpar ve her
çarpışmada ısı açığa
'
». ' •
»m-
-
v- çıkar. Bu olayın her
yinelenişinde daha çok
nötron ve daha çok ısı
oluşur. Böylece bir
"zincirlem e tepkim e"
başlamış olur.
ATOM 155

ğin suyla tepkimeye girdiğinde patlayan bulduğu ışınlara X ışınlan, radyumun ya da


sodyum metalinin bir atomu ile zehirli olan öbür radyoaktif elementlerin yaydığı değişik
klor gazının bir atomu birleştiğinde, bu özel­ ışınlara da alfa, beta ve gamma ışınlan diyo­
liklerin hiçbirini taşımayan, bildiğimiz bir ruz (bak. RADYOAKTİFLİK; X IŞINLARI).
sofra tuzu molekülü oluşur. (Ayrıca bak.
M o l e k ü l .) A to m u n İçyapısı
İ897’den günümüze kadar birçok bilim ada­
E le ktron la r mı, atomun yapısını daha iyi tanıyabilmek için
19. yüzyılın sonlarına doğru gazların içinden sayısız deneyler yaptılar. Çalışmalarını İngil­
elektrik akımı geçirilerek bazı önemli sonuç­ tere’de sürdüren Yeni Zelanda’lı Ernest Rut-
lara varıldı. Şimşek ve elektrik kıvılcımı, bir herford ve DanimarkalI fizikçi Niels Bohr,
gazın içinden geçen elektrik akımının yarattı­ değişik elementlerin atomlannın kütlece fark­
ğı etkiyi gösteren iki temel örnektir. Ama bu lı olmalarına karşın aynı yapıda olduklarını
etkinin oluşabilmesi için elektrik geriliminin öne sürdüler. Bu iki fizikçinin açıklamalanna
(voltajın) çok yüksek olması gerekir. Oysa bir göre atomun merkezinde bir çekirdek bulunu­
tüpün içindeki hava bir pompayla emilerek yor, elektronlar da bu çekirdeğin çevresinde
boşaltıldığında, elektrik akımı bu seyreltik dolanıyordu. Ayrıca her çekirdek artı elektrik
ortamdan kıvılcımlar çıkarmadan sessizce ge­ yükü taşıyordu; böylece çekirdeğin artı yükü
çer ve çok güzel renk oyunları yaratır. Tüpte­ elektronların eksi yüküyle dengelendiği için
ki hava giderek seyreltildiğinde bu renkli atomun bütünü elektriksel olarak yüksüz
ışıltılar sürekli değişir ve sonuçta yok olur. (nötr) durumda kalabiliyordu. Çekirdek, ato­
Böylece tüpün içi tümüyle kararırken yalnız mun bütün yapısı içinde çok küçük bir yer
anotun bulunduğu, yani elektriğin aktığı yön­ tutar. Eğer bir atom bir stadyum kadar
deki uçta camın üzerinde yeşilimsi bir ışıltı büyültülecek olsa, çekirdek bu stadyumun
kalır. Bu ışıltının nedeni, katottan anota ortasındaki küçük bir bezelye yığını gibi
doğru büyük bir hızla akan parçacıkların kalırdı.
oluşturduğu katot ışınlandır. Bu parçacıkları Atomun hemen hemen bütün kütlesi bu
ilk kez 1897’de İngiliz bilgin J. J. Thomson minicik çekirdeğin içinde yoğunlaşmıştır. Çe­
inceledi ve elektron adını verdiği bu temel kirdek başlıca iki temel parçacıktan oluşur:
parçacıkların eksi elektrik yükü taşıdıklarını Artı elektrik yüklü proton ve elektrik yükü
açıkladı. Bir süre sonra, katot ışınlı bir taşımayan nötron. Nötronun kütlesi proto-
boşalma tüpünde elektronlar belirli bir yöne nunkinden biraz daha büyüktür.
doğru akarken, başka parçacıkların da ters Hidrojen atomlarından elektronlann kopa-
yönde hareket ederek tüpün tabanına doğru nlmasıyla elde edilen protonlara çok yüksek
aktığı gözlemlendi. Böylece atomun parçala­ bir hız kazandırılabilir. Bu hızlandırılmış pro­
nabileceği ve elektronların bağlı oldukları tonlar hafif bir elementten yapılan bir hedefin
atomlardan aynlabileceği anlaşıldı (bak. üzerine bir tabanca mermisi gibi gönderildi­
E l e k t r o n ). ğinde, bu hedef elementin çekirdeklerindeki
Elektronun bulunmasından bir süre önce protonlann oluşturduğu engeli aşar ve çekir­
Alman fizikçi Wilhelm Röntgen, boşalma değin kurulu dengesini bozarak nötronlann
tüpünün anotundan maddeyi delip geçebilen serbest kalmasına yol açar. Nötron üretmenin
ışınların çıktığını gözlemlemişti. Hemen ar­ bir başka yöntemi de doğal radyoaktif madde­
dından Fransız bilim adamı Henri Becquerel lerden yayılan ışınları “mermi” gibi kullan­
bazı maddelerin de bu tür ışınlar yaydığını maktır. Yüksüz olduklan için itilmeyen ve
buldu. İki yıl sonra Paris’te Pierre ve Marie başka atomlann çekirdeklerine kolayca gire
Curie, birbirinden değişik özellikte birkaç tür bilen bu nötronlar da sonradan aynı biçimdt
ışın yayan ve o güne kadar bilinmeyen bir elementleri bombardımana tutarak başka ele
elementi ayırmayı başardılar. Curie’ler bu mentlere dönüştürmek üzere kullanılabilir
elemente radyum, yaydığı ışınlara da radyo­ (Ayrıca bak. NÖTRON; PROTON.)
aktif ışınlar adını verdiler. Bugün Röntgen’in Hidrojen atomu, en basit biçimiyle, önada
156 ATOM

Doğal uranyum un
•: Plütönyumupoluşumu V yalnızca küçük bir
bölüm ü uranyum-235,
geri kalanı uranyum -
238 izotopundan
Nötronlar oluşm uştur. Zincirleme
tepkim enin sürmesi için
bir tek serbest nötron
yeterli olduğundan,
geriye birçok "a rtık"
'um-235 cçKİ/deği'
nötron kalır. Bunların
Çekirdek bö.lünroeşi
bir bölüm ü reaktördeki
IControl çubuklarınca '
. spğurulurv , j ■■ kontrol çubuklarınca,
bir bölüm ü de
uranyum-238
çekirdeğince soğurulur.
Nötrçnlar Böylece uranyum-238,
doğada bulunm ayan
yeni bir elemente, yani
plütonyum a dönüşür.

f B eta
o a r ç a ^ ık la r ı^ p t e /* f

Bölünme.ürünü Uranyurrf-238 çekirdeği Plutonyum-239 çekirdeği United Kingdom Atomic


U238+nötron Energy Authority

ki bir proton ile bunun çevresinde dolanan bir fazla kabuğu olan atomlarda, en dıştaki ka­
elektrondan oluşur. Ama hidrojen atomunun bukta sözgelimi 18 ya da 32 yerine 8 elektron
izotop denen daha değişik biçimleri de vardır. bulunması da atomun kolay tepkimeye girme­
Çekirdeğinde bir protondan başka ayrıca bir yecek kadar kararlı olması için yeterlidir.
ya da iki nötron bulunan bu hidrojen izotop­ Oysa dış kabuğu dolu olmayan bir atom, bu
larına özel adlar verilmiştir: Bir proton ile bir kabuktaki eksik elektronları tamamlayarak
nötronu olan hidrojen atomuna döteryum, bir ya da fazla elektronlarını vererek dış kabuğu­
proton ile iki nötronu olana trityum denir. nu dengelemek üzere başka atomlarla birleşip
Oysa öbür elementlerin izotoplarını belirt­ bir molekül oluşturmaya çalışır. Örneğin 11
mek için elementin adına çekirdek parçacıkla­ elektronu olan sodyum atomunun ilk kabu­
rının, yani proton ve nötronların toplam sayısı ğunda 2, ikinci kabuğunda 8, dış kabuğunda
eklenir. Sözgelimi karbon-14 ya da C-14, da tek bir elektron vardır. Bu yüzden sofra
çekirdeğinde toplam 14 parçacık bulunan bir tuzunu (NaCl) oluşturmak üzere bir klor
karbon izotopudur. Çekirdek parçacıklarının atomuyla kolayca birleşir. Çünkü 17 elektro­
ya da nükleonların sayısına o elementin kütle nu olan klor atomu da, dış kabuğundaki yedi
numarası denir. elektronu sekize tamamlayabilmek için sod­
Bir atomun elektronları, çekirdeğin çevre­ yum atomunun vereceği bu fazla elektronu
sini saran bir dizi “kabuk” üzerine yerleşmiş­ almaya hazırdır. Buna karşılık dış kabuğunda
tir. En küçük kütleli atomlarda tek bir kabuk iki elektronu olan bir magnezyum atomu iki
bulunurken, atomun kütlesi büyüdükçe ka­ klor atomuyla birleşir (MgCk). Dış kabuktaki
buk sayısı yediye kadar çıkar. Çekirdeğe en bu eksik ya da fazla elektronların sayısı bir
yakın olan ilk kabukta en çok bir elektron elementin birleşme değerini belirler. Değer­
çifti bulunabilir. İçten dışarıya doğru üst üste lik ya da valans gibi değişik terimlerle de
yer alan öbür kabuklar ise sırasıyla 8, 18, 32, adlandırılan bu birleşme değeri, bir elementin
50, 72 ve 98 elektronları olduğunda dolmuş tek bir atomunun birleşebileceği atom sayısını
demektir. Helyum, neon, argon, kripton, gösteren en önemli kimyasal özelliklerden
ksenon ve radon elementlerini içeren “soy biridir.
gazlar” ailesinde olduğu gibi, en dıştaki kabu­ İç kabuklardan birindeki bir elektron uya­
ğu dolu olan atomlar çok kararlıdır ve başka rıldığında, örneğin başka bir atomla çarpıştı­
atomlarla birleşme eğilimi göstermez. İkiden ğında, eğer yer varsa dıştaki bir kabuğa
ATOM 157

Bir elementi başka bir elemente dönüştür­


meyi ilk kez 1919’da Rutherford gerçekleştir­
di. Atom araştırmaları ilerleyince, atomları
parçalamak için parçacık hızlandırıcıları ya da
siklotron denen aygıtlar geliştirildi (bak. PA R­
ÇACIK HIZLANDIRICILARI) . Bu aygıtlarda, atom
çekirdekleri çok hızlandırılmış parçacıklarla
bombardıman edilerek ikiye bölünür ve böy­
lece bir elementin çekirdeğinden daha hafif
iki element çekirdeği oluşur. En önemli so­
run, çekirdek parçalanması sırasında açığa çı­
kan olağanüstü boyutlardaki enerjiyi denetim
altına alabilmektir. Bilim adamlarının ilk kez
Bir atom, proton ve nötronları içeren bir çekirdek ile 1942’de bu denetimi sağlamasıyla nükleer
bu çekirdeğin çevresindeki elips biçimi yörüngeler enerji (çekirdek enerjisi) insanlığın hizmetine
üzerinde dolanan elektronlardan oluşur. Bu fosfor girebilmiştir (bak. N ü k l e e r E n e r j i ) .
atom unun çekirdeğinde, artı elektrik yüklü 15 proton
ile elektrik yükü taşımayan 15 nötron vardır. Atom çekirdeğindeki güç neredeyse tüken­
Çekirdeğin çevresindeki yörüngelerde dolanan eksi mez bir enerji kaynağıdır, ama atom bombası
yüklü 15 elektron atom un toplam elektrik yükünü gibi korkunç bir silah da ne yazık ki bu güçten
sıfıra indirir. Fosfor atom unun elektronları üç
"kabuk"taki yörüngeler üzerine yerleşm iştir; en
doğmuştur. Atom bombası ilk kez 1945’te de­
iç kabukta iki, ortadakinde sekiz, en dıştakinde de nendi ve onun ardından etkisi daha da yıkıcı
beş elektron bulunur. olan hidrojen bombası ya da “termonükleer”
bomba geliştirildi (bak. B o m b a ; Î k în c İ D ü n y a
atlayabilir. Yeniden eski kabuğuna döndü­ SAVAŞI).
ğünde de bir ışık yayar. Bu ışığın dalga boyu Nükleer enerjinin en önemli kullanım alanı
(rengi), iki kabuktaki elektronların enerji elektrik enerjisi üreten nükleer santrallardır.
farkına bağlıdır. Bu yüzden bilim adamları, Nükleer enerjiyle çalışan gemiler ve denizaltı­
uyarılan atomların yaydığı ışığın rengine ba­ lar da yeniden enerji yüklenmeksizin binlerce
karak yıldızlardaki elementleri bile tanımla­ kilometre yol alabilir. Kalp hastalarının kalp
yabiliyorlar. atışlarını düzenlemek üzere vücuda yerleştiri­
len “kalp pilleri”nin enerji kaynağı da genel­
A to m Enerjisinin K ullanım ı likle minicik bir nükleer enerji üretecidir.
Bütün atom çekirdeklerinin temel “yapıtaşları” Radyoaktif maddelerin tıpta ve sanayide
aynı olçluğuna göre, bir elementin çekirdeği geniş bir kullanım alanı vardır. Ama bu mad­
başka bir element çekirdeğine dönüştürülebi­ delerden yayılan ışınlar bulaştıkları maddeler­
lir. Bunun yolu çekirdeğe bir ya da birkaç pro­ de istenmeyen değişikliklere yol açar. Bu yüz­
ton ya da nötron eklemek ya da çekirdekteki den, kullanılan radyoaktif kaynakların canlı
temel parçacıklardan bazılarını koparmaktır. dokulara zarar verebilecek yüksek enerjili

HİDROJEN
atom numarası 1
Hidrojenin üç izotopu vardır. Öbür
elem entlerin izotopları kütle
numaralarıyla belirtilirken bu üç izotoptan
her birine özel adlar verilm iştir. Doğal
bileşiklerindeki, örneğin sudaki hidrojenin
en az yüzde 99,98'i protyum , yaklaşık
yüzde 0,02'si de döteryum izotopudur.
Elementin tek radyoaktif izotopu olan
trityu m ise sudaki hidrojenin son derece
küçük bir yüzdesini oluşturur. Doğal
hidrojenin bağıl atom kütlesi 1,00797'dir.
PROTYUM DÖTERYUM TRİTYUM Bu sayı hidrojen izotoplarının kütlelerini
1 proton 1 proton, 1 nötron 1 proton, 2 nötron de hesaba katarak bulunm uştur.
158 ATTİLA

ışınlar yerine düşük enerjili ışınlar yayması


gerekir. Yalnız kanser hücrelerini yok etmek
için vücut dokularına yüksek enerjili gamma
ışınları gönderilebilir. Ayrıca bu ışınlar bakte­
rileri öldürdüğünden, ameliyat gereçlerinin
sterilize edilmesinde, yani mikropsuzlaştırıl-
masında da gamma ışınlarından yararlanılır.
Radyoaktif izotoplar, radyoaktiflikleri bo­
zulmaksızın ısıtılabilir, soğutulabilir, eritilebi-
lir ya da başka kimyasal maddelerle birleştiri­
lebilir. Bu nedenle sanayide bazı maddelerin
üretim sürecindeki akışını gözlemlemek, hat­
ta insan vücudunun iç organlarını incelemek
amacıyla bu izotoplar yaygın olarak kullanılır.
Radyoaktif maddelerden yayılan ışınlar mad­
denin içine de girebildiği için, metal parçalar­
daki ince çatlakların araştırılmasında bu ışın­
lardan yararlanılır. Ayrıca karbon-14 izotopu
bütün hayvanların ve bitkilerin dokularında
tutulduğu için, fosilleşmiş canlılardaki kar-
bon-14 miktarı ölçülerek bu fosillerin yaşı
saptanabilir. (Ayrıca bak. ARKEOLOJİ; IŞINIM.) Beyazıt Devlet Kütüphanesi
Büyük Hun İm paratoru A ttila, 5. yüzyılda Avrupa'ya
A T T İLA (400-453), yaşamı söylencelere ve korku salmıştı.
edebiyat yapıtlarına konu olmuş büyük Hun
imparatorudur. 434’te ağabeyi Bleda ile bir­ şın Batı Roma İmparatorluğu’nun düşmanla­
likte başa geçtiğinde Hun İmparatorluğu Orta rını desteklemeye, her fırsatta imparatorlu­
Avrupa’nın geniş bir bölümüne egemendi. İki ğun içişlerine kanşmaya başlamıştı. Bu sırada
kardeşin hükümdar oldukları dönemde Bi­ Batı Roma imparatorunun kız kardeşi Hono-
zans, Tuna boylarının orta kesimlerini Hun- ria Attila’ya yüzüğünü göndererek onunla
lar’a bırakarak ödediği yıllık vergiyi iki katma evlenmek istediğini bildirdi. Bu fırsatı kaçır­
çıkarmak zorunda kalmıştı. mayan Attila, Honoria’yı eşi ilan ederek Batı
Attila ile ağabeyinin ortaklaşa hükümdar­ Roma İmparatorluğu’nun yarısını çeyiz ola­
lıkları 445 yılına kadar sürdü. Bleda’nın bu rak istedi. Bu isteği geri çevrilince de Ren
tarihte ölümünden sonra hükümdarlık tek Irmağı’nı aşarak Galya’ya girdi. Geçtiği ülke­
başına Attila’ya kaldı. Attila, Bizans ve Batı leri talan ediyor; bu ülke halkları ya Attila’nm
Roma İmparatorluğu’nu egemenliği altına önünden kaçıyor ya da gelip onun ordusuna
alarak büyük bir devlet kurmak istiyordu. Bu katılıyordu. Orleans kentini ele geçirmek
amaçla önce Bizans üzerine yürüyerek 447’de üzere olduğu sırada Batı Romalı komutan
başkent Konstantinopolis (İstanbul) kapıları­ Aetius Romalılar’dan ve Roma’nın bağlaşığı
na dayandı. Bu durum karşısında telaşa kapı­ olan Vizigotlar ile bazı Barbar kabilelerinden
lan ve savaşın sona ermesini isteyen Bizans, oluşan çok güçlü bir orduyla Attila’nm üzeri­
Attila’nın tüm koşullarını kabul eden bir ne yürüdü. Catalaunum Ovası’nda (kimi kay­
anlaşma imzaladı. naklara göre Maurica’da) şiddetli bir savaş
Attila Bizans’la savaştığı sürece Batı Roma oldu. İki ordu da büyük kayıplar verdi; ama
İmparatorluğu ile dostça ilişkiler içindeydi. kesin bir sonuç alınamadı. Geri çekilen Attila
Ama Bizans sınırını güven altına aldıktan kısa bir süre sonra Galya’dan ayrıldı.
sonra savaş için bahaneler arayan Attila bu 452’de Attila bu kez de İtalya üzerine bir
dostça ilişkileri giderek bozmaya başladı. sefer düzenledi. Kuzey İtalya’nın birçok ken­
Attila görünüşte dostluğu sürdürmesine kar- tini talan ederek Roma’ya yöneldi. Büyük bir
AT YARIŞI 159

korku ve telaş içine düşen Romalılar Papa II. larda yerdi. Savaşçı ve yıkıcı bir hükümdar
Leo’yu Attila’ya elçi olarak gönderdiler. A tti­ olarak tanınmıştı ama insanlığın yarattığı gü­
la’nm Po Irmağı kıyısındaki karargâhına gi­ zelliklere de önem verir, saygı duyardı. Ele
den papa onu Roma’ya doğru ilerlemekten geçirdiği kentlerdeki değerli yapıtların yakı­
caydırarak bir anlaşma imzalamaya ikna etti. lıp, yıkılmasına izin vermezdi. Attila’nm bir
Ülkesine geri dönen Attila ertesi yıl evlendi özelliği de fala çok fazla inanmasıydı. Yapa­
ve düğün gecesinin sabahında yatağında ölü cağı işleri falcıların kehanetlerine göre düzen­
olarak bulundu. lemeye çalışırdı. Bir söylenceye göre Attila
Attila için çok büyük bir gömme töreni İtalya seferinde kuşattığı Aquileia kentini
düzenlendi. Hunlar Hıristiyan dinini benim­ uzun çabalarına karşın alamaz. Tam umudu­
sememiş, doğaya ve doğaüstü güçlere inanmayı nu kesip geri döneceği sırada leyleklerin
temel alan Şamanlık dinine bağlı kalmışlardı yavrularını kentten alıp yakındaki ovaya taşı­
(bak. Şa m a n l ik ). İnanışlarına uygun olarak dıklarını görür. Leyleklerin bu göçünü tanrı­
tören, Attila’nm cenazesinin içine konduğu sal bir işaret sayan Attila kentin çok geçme­
büyük ve ipekten bir çadırın önünde seçkin den düşeceği kanısına vararak ordusuna son
Hun savaşçılarının kötü ruhları kovmak için saldırı emrini verir ve kenti ele geçirir.
yaptıkları gösterilerle başladı. Ozanların bü­ Attila’nm İtalya’dan İzlanda’ya kadar bü­
yük önderleri için yaktıkları ağıtlar çadırı tün Avrupa’da efsaneleşen yaşamı çeşitli sa­
çevreleyen Hun savaşçılarınca yineleniyordu. nat yapıtlarına konu olmuştur. Giuseppe V er­
Daha sonra altın gümüş ve demirden yapılmış di Attila adlı bir opera bestelemiş, Pierre
bir tabuta konan cenaze ile birlikte Attila’nm Corneille Attila adlı bir trajedi yazmıştır.
silahları ve hâzinesi bilinmeyen bir yere gö­ Dante İlahi Komedya (La divina commedia\
müldü. Mezar yerinin sır olarak kalması için yaklaşık 1310-21) adlı yapıtında Attila’yı ce­
gömenler okla vurularak öldürüldü. hennemin yedinci katında cezalarını çeken
Büyük bir komutan ve fatih olan Attila acımasız ve kötü kişilerin arasına koymuştur.
düşmanlarına karşı acımasızlığından ötürü
Avrupa’nın korkulu rüyası olmuştu. Çağdaş­ A T YAR IŞI, safkan ya da yanmkan atlarla
lan Attila’yı doğaüstü bir güç gibi görmüşler­ yapılan bir spordur. At yarışı düz ve engelli
di. Daha yaşadığı günlerde birçok söylenceye koşu olmak üzere ikiye ayrılır. En değerli
konu olmuştu. Günaha gömülen Hıristiyan- yarış atlannm katıldığı ve en zengin ödüllü
lar’ı cezalandırmak için Tanrı tarafından yer­ yarış düz koşudur. Engelli koşularda yaşça
yüzüne gönderildiğine inanılmış, ona bu ne­ daha büyük olan atlar, daha yüksek ve kalın
denle “tanrının kırbacı” sanı verilmişti. Bir engelleri aşmaya çalışırlar.
söylenceye göre de, hayvanlarını otlatan bir İlk at yanşlarmm, yaklaşık İÖ 700 yılların­
çoban, buzağılardan birinin topalladığını ve da Eski Yunanistan’da düzenlenen Olimpiyat
bacağının kanadığını görür. Kan lekelerini Oyunlan’nda yapıldığı bilinmektedir. Roma­
izleyerek toprağa gömülü bir kılıca ulaşır. lılar hipodromlarda, sürücülü bir aracı çeken
Çıkartmak istediğinde kılıç alevler saçar. Da­ atları yarıştırırdı. Hititler, Asurlular ve Mısır­
ha sonra alevler söner ve çoban kılıcı toprak­ lılar ise biniciii at yarışları düzenlerdi.
tan çıkararak Attila’ya götürür. Attila bu Kuzey Afrikalı, Çinli, Pers ve Arap binicile­
gizemli kılıcı bir işaret olarak kabul eder, rin de yanşlar yaptığı sanılmaktadır. 12.
bunun dünyaya egemen olacağını gösteren bir yüzyılda şövalyeler, Haçlı Seferleri sırasında
simge olduğuna inanır. Attila’ya verilen “tan­ gördükleri Arap, Berberi ve Türk atlarını
rının kılıcı” sanının kaynağı bu söylencedir. ülkelerine götürdüler. Pek çok kral yarışlan
Çeşitli belgelerden anlaşıldığına göre Attila parasal olarak destekledi, yabancı ülkelerden
kısa boylu, geniş omuzlu, kır sakallıydı. Gu­ at satın aldı ve at yetiştirme merkezleri kurdu.
rurlu olmasına karşılık çok sade bir yaşam Ama ilk düzenli yarışlar, 17. yüzyılda Kral II.
sürerdi. Şölenlerde dostlarına ve konuklarına Charles tarafından başlatıldı. King’s Plates
altın ve gümüş kaplarda yiyecekler sunarken koşulan da bu yarışlardan biriydi. Newmar-
kendisi yemeğini basit, gösterişsiz toprak kap­ ket, kazananlara ödüllerin verildiği düzenli
160 AT YARIŞI

İngiltere'deki Büyük
Ulusal Yarış dünyanın
en ünlü engelli
koşularından biridir.

Gerry Cranham’s Colour Library

yarışlar ve kralın koruyuculuğu sayesinde önünde bulundurularak saptanır. Bir atm


İngiliz at yarışçılığının merkezi durumuna taşıdığı ağırlık binici (cokey), eyer ve gerek­
geldi. Bu nedenle at yarışına “kral sporu” da tiğinde eyerin altına konan ve içinde kurşun
denir. bulunan ağırlık torbasından oluşur. Her yarış­
Kuzey Amerika’da ilk resmi at yarışı, tan önce biniciler tartılır.
1665’te yapıldı. New York Valisi Richard Cokeyler, yarış başlamadan birkaç dakika
Nicholls, Long Island’daki Hampstead Plain’ önce atlara binerler ve başlama noktasına
de düzenlenen yarışta, kazananı gümüş kupa gelirler. Hakemin denetiminden sonra herkes
ile ödüllendirdi. yerini alır ve başlama komutu verilir. Bir koşu
At yarışları, 19. yüzyıl ortalarına doğru, iki türlü başlatılabilir. Birincisinde, pisti enle­
bugünkü uluslararası kimliğini ve önemini mesine kesen şeritlerin oluşturduğu bir başla­
kazanmaya başladı. Günümüzde en ünlü İngi­ ma kapısı kullanılır. Atlar, çıkış kapısının
liz engelli yarışı, Liverpool’daki Aintree koşu arkasında sıralanır, hakem kaldıraçla engeli
pistinde yapılan Büyük Ulusal Yarış’tır. yukarıya kaldırarak yarışı başlatır. İkinci tür
Safkan atların yetiştirilmesi yüksek kazanç­ çıkışta, her at için ayrı bölmeler kullanılır. Bu
lı bir sanayi kolu olmuştur. Her yıl Nevvmar- yöntem ilk kez ABD ’de kullanılmıştır.
ket’ta düzenlenen, özellikle Arap ve A BD ’li At yarışlarında, binicilerin değişik durum­
alıcıların katıldığı satışlarda, milyonlarca lara göre karar verebilme yetenekleri, beceri­
Amerikan doları ve İngiliz sterlini el değişti­ leri ve soğukkanlı olmaları çok önemli bir rol
rir. A BD ’de at yetiştiriciliğinin başlıca mer­ oynar. Her atm farklı bir koşma biçimi vardır.
kezleri ise Kentucky ve California’dır. Bazı atlar önde dörtnala gitmekten hoşlanır;
bazıları ise öne geçer geçmez yavaşladığın­
Bir Yarış Nasıl Koşulur? dan, bitiş çizgisine yakın bir mesafede atağa
Klasik at yarışlarının yanı sıra “yaşa göre geçirilirler. Bir cokey tempoyu iyi denetleye­
ağırlık” ya da handikap koşularında atlar bilmen, atm önünün kapanmasını engellemeli
arasındaki yaş farkının doğurduğu eşitsizliğin ve öbür atların arasından sıyrılıp öne çıkabil­
giderilmesi için, yaşça daha büyük olan atla­ mek için hızlı davranmalıdır.
rın, öbürlerinden daha fazla ağırlık taşıması At yarışları tehlikeli ve güçlüklerle dolu bir
kuralı getirilmiştir. Ayıca atların taşıyacağı spor dalıdır. Cokey, başka bir atı sıkıştırır,
ağırlık geçmişte aldıkları dereceler de göz onu engelleyecek biçimde önüne geçer ya da
AUDEN 161

kuraldışı bir davranışta bulunursa hakem lar, Kentucky Derby, Belmont Stakes ve
kurulu o atı yanş dışı bırakabilir. Yarış Preakness Stakes yanşlandır.
sonrası, ilk üç dereceye giren atların eyer ve Fransa’da klasik koşular Cokey Kulübü
ağırlık torbalarının önceden saptanan ağırlık­ Büyük Ödülü, Paris Büyük Ödülü ve Zafer
ta olup olmadığı gene denetlenir. Takı Büyük Ödülü yanşlandır. Avustralya’da
Melbourne Kupa Koşusu sırasında, ülkede
G ünüm üzde A t Y arışları neredeyse bütün işler durur.
İngiltere’de at yarışları, 1750’de Newmarket’ Dünya binicilik şampiyonası ilk kez 1970’te
ta kurulan Cokey Kulübü’nün denetimi altın­ gerçekleşmiştir. At yarışlarının heyecanlı bir
dadır. Bu ülkede 61 parkur vardır. Beş klasik spor olmasını etkileyen bir öğe de insanlann
koşudan en önemlisi, 3 yaş atlannm 2,4 km hangi atlann kazanacağını önceden kestirme­
koştuğu, Derby (Epsom) yarışıdır. Öbür kla­ ye çalışması ve eğer öngörüleri doğru çıkarsa,
sik koşular, kısrakların ya da tayların koştuğu bundan para kazanmalandır.
Oaks (Epsom), İki Bin Guinea ve Bin Guinea Türkiye’de bilinen ilk at yarışı, Osmanlılar
(Nevvmarket) ve St. Leger’dir (Doncaster). döneminde, Orhan Bey’in Bursa’yı alışından
En yüksek ödüllü yanş, Kral V I. George ve sonra yapıldı. 17. yüzyılda Edirne’de ve İstan­
Kraliçe Elizabeth (Ascot) yanşlarıdır. bul’daki Yıldız Köşkü bahçesinde at yarışları
ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelan­ düzenlendiği bilinmektedir. 19. yüzyılda
da’da yaygın olan ve sevilen bir yarış türünde Makriköy’de (bugün Bakırköy) Veli Efendi’
atlar, iki tekerlekli, hafif bir aracı çekerler. nin topraklannda (bugün Veli Efendi Hipod­
Atlar, kısa adımlarla hızlı yürüyüş anlamına romu) ve Kâğıthane’de at yanşlan yapılırdı.
gelen tıns ya da bir yandaki bacaklarını aynı Cumhuriyet dönemindeki düzenli yanşlar ise
anda atarak rahvan yürümek üzere eğitilmiş­ 1924’te başladı; 1927’de de Gazi Koşusu
lerdir. A BD ’de yanşlar eyalet komisyonlan- başlatıldı. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir,
nın ve Safkan At Koşusu Yetkili Örgütü’nün Adana ve Bursa gibi kentlerde yapılan yarış-
denetimi altındadır. En önemli klasik koşu- lann yanı sıra Gazi, Cumhurbaşkanlığı, Millet
Meclisi gibi özel koşular da sürmektedir.
Promotion Australia, Londra

AUDEN, W. H. (1907-73). 20. yüzyılın İngi­


lizce yazan şairlerinin önde gelenlerinden biri
olan Wystan Hugh Auden, İngiltere’nin York
kentinde doğdu. Oxford’da, Christ Church’de
eğitim gördü. Bir yıl kadar Almanya’da kaldı.
1930’larda, aralannda Stephen Spender, C.
Day Lewis ve Louis MacNeice’in bulunduğu
şairler grubuna katılarak onlan önemli ölçüde
etkiledi. Bu grubun şairlerinin yalın bir dil
kullanarak yazdıklan şiirlerinde, insanlann
yaşamına, çalışmalanna ve makinelere deği­
niliyordu. Sosyalizm ve insanlann kardeşliği
düşüncelerine yürekten bağlı olan Auden ve
arkadaşları, günün toplumsal sorunlanna ve
siyasal durumuna ilişkin pek çok yazı yazdı­
lar. Auden, Kari Marx’ın yazılanyla ve psika­
nalizle çok ilgilendi. 1930’larda Poems (1930;
“Şiirler”), The Dance o f Death (1933; “Ölüm
Dansı”) ve Look, Stranger (1936; “Dinle,
Yabancı”) adlı kitaplannı yayımladı.
Arabalı tırıs koşu, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni İspanya’da iç savaş çıkınca, Auden bir
Zelanda'da çok sevilen bir spordur. gezici hastane birliğinde görev alarak savaşa
162 AUDUBON

olduğu libretto (sözler), bu türdeki çalışmala­


rından biridir.

AUDUBON, John James (1785-1851).


John James Audubon dünyanın en ünlü
ornitologlarından, yani kuşlan inceleyen doğa
bilimcilerinden biridir. Audubon’un yaptığı
kuş resimleri daha önce yapılanlara hiç benze­
mez. Çünkü bu bilgin-sanatçı resimlerini mü­
zelerdeki doldurulmuş örneklere değil, canlı
ya da yeni öldürülmüş kuşlara bakarak yap­
mıştır. Üstelik bu hayvanları doğal hareketle­
riyle resimlemesi, çevrelerine bitkileri ve baş­
ka canlıları da eklemesi tablolarına daha canlı
ve gerçekçi bir hava katmıştır.
Bir Fransız deniz subayının oğlu olan Au­
dubon 1785’te, Haiti’deki Les Cayes’da doğ­
du. Dokuz yaşındayken Fransa’ya gittiğinde,
matematik ve coğrafya eğitimi görüp babası
gibi kaptan olması için okula gönderildi. Ama
bütün zamanını doğadan örnekler toplayıp,
kuşlan ve hayvanları gözleyerek geçirdiğin­
den iyi bir öğrenci olamadı.
17 yaşındayken babası onu Philadelphia
yakmlanndaki arazilerini yönetmesi için ABD’
ye gönderdi. Bu ülkede, daha önce görme­
Peter MitchelllCamera Press diği . yeni kuşlar ve hayvanlarla karşılaşan
W. H. Auden 20. yüzyılın önem li şairlerindendir. Audubon koleksiyon ve resim yapmayı sür­
dürdü. Önce New York, sonra Kentucky’de
gitti ve deneyimlerini, yazdığı güzel şiirlerin­ bir iş kurarak geçimini sağlamaya çalıştıysa
de dile getirdi. Daha sonra Çin’e giderek, da, örnekler toplayıp resim yapmak bütün
Çjn-Japon Savaşı sırasında savaş muhabirliği zamanını aldığından başarılı olamadı.
yaparken, bir yandan da bu savaşa ilişkin 1826’ya kadar gerçek boyutlarında yüzlerce
şiirler yazdı. 1939’da A BD ’ye yerleşen A u­ kuş tablosu yapmıştı. Bunlan yayımlatmak
den, 1946’da ABD yurttaşı oldu. Öğretmen­ üzere Londra’ya gitti ve Birds o f America
lik yapmak amacıyla sık sık İngiltere’ye gitti (“Amerika’nın Kuşlan”) adlı kitabı için 200
ve yaşamının son yıllarını burada geçirdi. abone buldu. Her sayfası 1 metre boyunda ve
Auden din, psikoloji ve insamn varoluş so­ 60 cm eninde olduğu için “fil albüm” diye
runları gibi konularla da ilgilendi. Birçok şürin- anılan bu kitapta, toplam 435 sayfada İ.055
de mizah öğesinin ağırlık taşımasının yam sıra kuşun gerçek boyutlardaki resmini derlemişti.
şiirleri bazen acı ve alaya bir yaklaşımı yansıtsa Sayfalar oymabaskı tekniğiyle basılmış ve elle
da, çoğu zaman neşe saçar. boyanmıştı. Bugün yalnız büyük kütüphane­
Auden, şiirin yanı sıra gezi kitapları, oyun­ lerde ve müzelerde bulunan bu dört ciltlik
lar ve bazı yazarlarla ilgili eleştiriler de albüm çok değerlidir.
yazmıştır. Oyunlarının içinde en iyisi Chris- Audubon İngiltere’deyken Ornithological
topher Ishenvood’la birlikte yazdığı The As- Biography (“Kuşların Yaşamöyküsü”) adlı
cent o f F&dır (1936; “Fö’nın Yükselişi”). beş ciltlik bir kitap daha yayımladı. Bu
Auden ayrıca, Benjamin Britten ve Igor yapıtını ABD ’de yayımlanan yedi ciltlik Birds
Stravinski gibi bestecilerle de birlikte çalış­ o f America ile iki ciltlik Quadrupeds o f North
mıştır. Stravinski’nin bir operasına yazmış America (“Kuzey Amerika’nın Dört Ayaklı
AUGUSTUS CAESAR 163

madı. Onun yerine “Birinci Yurttaş”, Latince


karşılığı ile Princeps (şef) olarak çağnlmayı
yeğledi.
Augustus, banş ve zenginlik döneminden
önce güç kazanmak ve kazandığı gücü koru­
mak için mücadele etmek zorunda kaldı. Pek
çok savaşta dövüştü, çok sayıda insanın ölü­
müne yol açtı.
İmparator olmadan önceki adıyla Gaius
Octavius, İÖ 63’te Roma’da doğdu. (Daha
sonra kendisine Octavianus adı verildi.) İÖ
44’te, büyük dayısı Jül Sezar öldürüldüğünde
Augustus 19 yaşında bir gençti (bak. JÜL
Se z a r ). Haberi alır almaz, öğrenim gördüğü
Yunanistan’dan aynlıp İtalya’ya döndü. İtal­
ya’ya geldiğinde, Sezar’ın, vasiyetinde kendi­
sini evlat edindiğini ve mirasçısı yaptığını
öğrendi. Ama Sezar’ın dostu Marcus Antonius
(bak. M ar c u s A n t o n îu s ) , Sezar’ın kişisel
varlığının çoğunu üzerine geçirmişti. Octavius
Mansell Collection

Peter Green-ARDEA

John James Audubon, bu peçeli baykuşlarda


olduğu gibi, yaptığı bütün kuş resim lerinde doğal
ortam ı yansıtmaya özen gösterm iştir.

Hayvanlan”) izledi. Audubon’un ölümünden


54 yıl sonra, hızla soyu tükenen kuşları koru­
mak için 1905’te A BD ’de Ulusal Audubon
Derneği kuruldu.

AUGUSTUS CAESAR (İÖ 63 - İS 14), ilk ve


belki de en büyük Roma imparatorudur.
Augustus’un yönetimi sırasında Roma ve
imparatorluk, daha önce erişemediği kadar
büyük bir güç kazandı. Augustus, yaptırdığı
büyük binalarla Roma’yı daha da güzelleştir­
di; sanatı, özellikle de şairleri ve yazarlan
korudu. Augustus’a hayran olan ünlü yazar­
lardan biri, Aeneis adlı ünlü şiirinin bazı
bölümlerini Roma’yı övmek için yazan Vir-
j il’dir.
Romalılar’ı iyi tanıyan ve onlann diktatör­
lerden nefret ettiğini bilen Augustus, kendisi­ A ugustus bilge b ir yönetici olm ak için tehlike ve
ni hiçbir zaman “imparator” olarak adlandır­ güçlük içinde yaşadı. Roma'nın ilk im paratoruydu
164 AURORA

çok geçmeden, Marcus Antonius’a karşı olan gücü oluşturdu ve iç savaş sırasında artan
gruba katıldı ve İÖ 43’te M odena’da yaptıkla- haydut çetelerini ortadan kaldırdı. İnsanların
n savaşta onu yendi. Senato (Roma Parla­ lükse dalmalarım, savurgan davranmalarını
mentosu) Octavius’u konsül olarak atadı ve engelleyen ve aile yaşamını özendiren yasalar
Gaius Julius Caesar Octavianus adıyla, Sezar’ çıkardı. Bir posta sistemi kurdu. Eski kentle­
m evlat edindiği oğlu olarak tanıdı. Octavia­ rin yıkılıp yok olmasını önlemek için buralar­
nus ve Marcus Antonius bir süre için dost da yeni yerleşmeler kurdu; daha iyi yollar,
oldular. İkisinin Lepidus adlı bir üçüncü köprüler ve sukemerleri yaptırdı. Mısır’ı ve
kişiyle birlikte Roma’yı beş yıl yönetmesi Balkanlar’m büyük bölümünü imparatorluğa
kabul edildi. Buna “İkinci Triumvirlik” (üç kattı; İspanya ve Galya’ya banş getirdi. Ro­
kişinin yönetimi) adı verildi. ma kentini daha da güzelleştirecek çok sayıda
Octavianus ve Antonius’un, Jül Sezar’ı planı gerçekleştirdi. Büyük paralar harcaya­
öldüren senatörlerin de aralarında olduğu çok rak görkemli binalar yaptırdı. Roma’yı bir
sayıda düşmanı vardı. Sonunda Sezar’m ölü­ tuğla yığını olarak bulduğunu, ama onu bir
münü planlayan Brutus ve Cassius, İÖ 42’de mermer kent olarak bıraktığını ileri sürdü.
Philippi Savaşı’nda yenilgiye uğratıldı. A nto­ Augustus, sıradan bir yurttaşın yaşantısını
nius doğu eyaletlerini alırken, Octavianus da yeğlediği için, lüks içinde yaşamadı. Augustus’
batı eyaletlerinin yöneticisi oldu. Ama, Ro- un, büyük dayısı Jül Sezar’ınki kadar dikkat
ma’ya barış gelemedi; çünkü Octavianus ve çekici bir kişiliğinin olmadığı söylenebilir.
Antonius yeniden bozuştular. Bunun neden­ Ama, onun bilgece ve ılımlı yönetimi sırasın­
lerinden biri, Antonius’un Octavianus’un kız da Roma zenginleşti. Roma’nın genişlediği,
kardeşi Octavia ile evlendikten sonra, Mısır iyi yönetildiği ve huzur bulduğu bu dönem,
Kraliçesi Kleopatra için onu terk etmesiy­ çoğunlukla Roma İmparatorluğu’nun “altın
di. Octavianus’un gemileri, İÖ 31’de A nto­ çağı” olarak kabul edilir. O dönem edebiyatı­
nius ve Kleopatra’nın donanmasını Yunanis­ nı tanımlamak için “Augustus Dönemi” teri­
tan kıyısındaki Aktium yakınlarında yen­ mi kullanılır. Bu dönemde Virjil, Horatius ve
di. Ertesi yıl Antonius ve Kleopatra intihar Ovidius gibi şairler ile tarihçi Livius yaşa­
ettiler. mıştır.
Sonunda Octavianus Roma’nın tek yöneti­
cisi oldu. Çünkü Lepidus güçlü bir kişi değildi AURORA bak. Eos.
ve kendisine yönetim işlerinden uzak olacağı
bir görev verilmişti. Ama Octavianus, Roma­ AUSTEN, Jane (1775-1817). Jane Austen
lılar’ın, kendisinin diktatör olmayı istediğini İngiltere’nin en iyi romancılarından biridir.
düşüneceklerinden endişe duyuyordu. Bu 19. yüzyıl başı İngiliz soylu sınıfını anlatan
yüzden unvanlarını bıraktı ve cumhuriyetin zeki ve esprili bir gözlemcidir. Kitapları bu­
yeniden kurulduğunu ilan etti. Senato artık, gün çok ünlüdür ama ilk yazmaya başladığın­
yönetimi alacak en iyi kişinin Octavianus da onları yayımlatmakta büyük güçlük çek­
olduğunu düşünerek İÖ 27’de onu 10 yıl miştir. Bunun nedeni, zamanının öteki yazar­
süreyle ordunun ve donanmanın komutanı ları heyecan verici ve coşkulu aşk romanları
olarak atadı ve her yıl konsül olarak seçti. yazarken, Jane Austen’ın heyecanlı olayların
Ona “yüce” anlamına gelen Augustus unvanı­ pek yaşanmadığı küçük bir İngiliz kasabasının
nı verdi. Augustus Caesar Roma’yı hâlâ kendi ya da köyünün sakin yaşamını anlatmayı
yöneticisini seçen bağımsız bir cumhuriyet seçmiş olmasıdır.
gibi gösterdi; ama gerçekte tüm gücü elinde Jane Austen’ın A şk ve Gurur adlı yapıtının
tuttu. kadın kahramanı Elizabeth Benneth kitabın
Bu tarihten ölümüne kadar süren 40 yıl bir yerinde bilge ya da iyi olanla değil; aptalca
boyunca, Augustus, Roma’nın ve imparator­ ve saçma olan şeylerle alay edeceğini söyler;
luğunun yönetimini geliştirmek için pek çok insanların garip davranışları onu eğlendirir.
reform yaptı. Örneğin, düzeni sağlamak ve İnsanların hatalarını incelikle ortaya koymak­
yurttaşları korumak için kuvvetli bir polis tan hoşlanan Jane Austen bu bakımdan kah-
A VARLAR 165

kitaplannı 1815-16 arasında yazan Jane Aus-


ten’ın tamamlanmamış bir romanı 1925’te
The Watsons başlığıyla yayımlanmıştır.

AVARLAR, önce 3.-6. yüzyıllar arasında


Asya’da, ardından 6.-9. yüzyıllar arasında
Doğu Avrupa’da devlet kuran Orta Asya
kökenli bir kavimdir. Çinliler’in Juan-Juan,
Türkler’in Apar ve Avrupalılar’ın Avar adını
verdiği bu kavim çeşitli Türk boylarını da
egemenliği altına alarak 200’lerde bağımsız
bir devlet kurdu. 400 yıllarında sınırlan İrtiş
Irmağı’ndan Kore Yanmadası’na kadar uza­
nan güçlü bir imparatorluk oldu. Çinliler ile
sürekli bir çatışma içinde bulunan Avarlar
458’de giriştikleri savaşı yitirince kuzeye çe­
kildiler. Bir süre sonra 522’de Bumin Kağan
önderliğinde ayaklanan Göktürkler bağımlı
olduklan Avarlar’ı yenerek bu devletin Asya’
daki varlığına son verdiler.
Göktürkler ile aralarında baş gösteren de­
rin düşmanlık Avarlar’m batıya göç etmeleri­
National Portrait Gallery, Londra
ne neden oldu. Önlerine çıkan Sibirler’i
Jane A usten'ın, kız kardeşi Cassandra tarafından
yapılm ış suluboya bir resmi. sürerek Kafkas bölgesine ulaşan Avarlar Bi-
zanslılar’dan yerleşmek için yer istediler. Bu
isteklerinin geri çevrilmesi Bizans’a düşmanca
ramanına benzer. Kitaplarını bugünün okuru bir tavır almalanna neden oldu. Daha sonra
için çekici kılan özelliklerinden biri de budur. Slavlar’ı egemenlikleri altına alıp Avrupa içle­
Jane Austen 1775’te Steventon, Hampshire’ rine akınlar düzenlemeye başladılar.
de doğdu. Din adamı olan babasının yedinci 565’te kağan olan Bayan döneminde Avar­
çocuğuydu. 25 yaşma kadar Steventon’da lar’m gücü iyice arttı. Bayan Kağan Macaris­
yaşadı ve bu arada ailesini eğlendirmek için tan’ın tümünü 568’de ele geçirerek burada
şiirler ve öyküler yazdı. 1805’te babası öldük­ yaklaşık 250 yıl ayakta kalacak olan Avar
ten sonra annesi ve kız kardeşi Cassandra’yla İmparatorluğu’nun temelini attı. Büyük bir
birlikte oturmaya devam etti. Sırasıyla Bath, sefer düzenleyerek Belgrad’ı alan Bayan Ka­
Southampton, Chavvton ve Winchester’de ya­ ğan Tuna kıyılannı yağmaladı. Bugün Edirne’
şadı. Hiç evlenmedi; günlerini dikiş dikmek, nin bulunduğu yörenin kuzeyine kadar inerek
ev işi yapmak ve yazmakla geçirdi. 1817’de Bizans’ı art arda yenilgiye uğrattı ve vergiye
Winchester’de öldü. bağladı. Bu dönemde sınırlar Elbe Irmağı ve
1796’da yazmaya başladığı ama 1813’e ka­ Alp D ağlan’ndan Don Irmağı’na kadar uzan­
dar yayımlanmayan A şk ve Gurur (Pride and maktaydı.
Prejudice; 1813) en tanınmış romanıdır. Bu Bizans Avarlar ile dostluk ilişkilerini sür­
romanda Hampshire ailesinin karmaşık öykü­ dürmeye dikkat ediyor, bu yolla onlann
sü ve evin kızlarının evlenecekleri erkeklerle gücünü düşmanlarına karşı kullanma amacını
sorunlu ilişkileri anlatılır. Jane Austen’ın güdüyordu. Avarlar da Slavlar ve Germenler
öteki romanları arasında Umut Parkı (Mans- gibi bazı Avrupa kavimleriyle güçbirliği yapıp
field Park\ 1815), Emma (Emma\ 1815), Sağ­ Bizans üstündeki etkilerini sürdürmeye çalışı­
duyu ve Duyarlık (Sense and Sensibility; 1811) yorlardı.
sayılabilir. İnanç (“Persuasion”) ve Northan- Orta Avrupa’da Avar üstünlüğü 7. yüzyılda
ger Abbey (“Northanger M anastın”) adlı da sürdü. 617 ve 626 yıllannda iki kez Bizans
166 AVCILIK

İmparatorluğu’nun merkezi Konstantinopo- yaşama geçince Roma ve Bizans’ın kent


lis’i (İstanbul) kuşattılar. Ama bunlardan bir kültüründen etkilendiler. Asya ve Avrupa
sonuç alamadılar. kültürünün birleştiği yeni bir Avar kültürü
8. yüzyılda egemenlikleri altındaki kavim- yarattılar.
lerin ayaklanmaları, bağımsızlık arayışlarına Avar dini Asya inanışı olan ve doğa olayla­
girişmeleri, Avarlar’m zayıflamalarına neden rını kutsal sayan Şamanlık’tı. Frank egemenli­
oldu. Öte yandan Kutsal Roma-Germen İm­ ğine girdikten sonra Hıristiyan dinini benim­
paratoru Şarlman’ın saldırıları da bu çöküşü sediler, zamanla Avrupalı halklarla kaynaşa­
hızlandırdı. Bunların sonucu devlet bütünlü­ rak eridiler.
ğünü yitiren Avarlar, Avrupa halkları içinde
eriyip dağıldılar ve Hıristiyan dinini benimse­ A V C ILIK , insanoğlunun en eski uğraşlarından
diler. biridir. Tarihöncesi zamanlardan beri insanlar
karınlarını doyurmak amacıyla hayvan avla­
D evlet Yapısı ve O rdu mışlardır. İlk insanlar ovalarda dolaşırken
Asya’dan Avrupa’ya gelerek Macaristan ve toplayabildikleri bitkiler ve kovalayıp yakala­
Balkanlar’a yerleşen Avarlar göçebe bir ka­ yabildikleri küçük hayvanlarla beslenmişler­
vimdi. Avarlar’da devlet yapısı kavimler birli­ dir. İnsan türüne en yakın maymun türü olan
ğine dayanıyordu. Kavimler birliğini Avarlar şempanze bile, çoğunlukla bitki ve yemişle
yönetiyordu. Devletin başında kağan adı veri­ beslenirse de, doğal ortamda arada sırada
len bir hükümdar bulunurdu. Avarlar kendi­ avlanır.
lerine bağımlı kavimleri sınır bölgelerine yer­ Binlerce yıl boyunca Taş Devri insanları
leştirirlerdi. avcılıkla yaşamlarını sürdürdüler. Mağaralar­
Avarlar’da devlet örgütlenmesi tümüyle da barındılar, keskin ve sert taşlardan silahlar
askeri temeller üzerine kurulmuştu. Avar yaptılar. Ok, mızrak ve topuzla mamut,
ordusu atlı ve yaya birliklerinden oluşmaktay­ rengeyiği ve ayı gibi büyük hayvanları avladı­
dı. Atlı birlikleri Avarlar’dan, yaya birlikleri lar. Hayvanlar kadar güçlü ve çevik olmama­
ise Avarlar’a bağımlı Slavlar, Germenler gibi larına karşın, zekâları, silah yapmak için
Avrupalı kavimlerden kurulurdu. Savaş ko­ ellerini kullanma yetenekleri ve gruplaşarak
nusunda usta ve başarılıydılar. çalışabilmeleri, avcılıkta başarılı olmalarını
Savunmanın temelini ise Avar Halkaları sağladı. Ayrıca bu ilk insanlar kendilerine
oluştururdu. Adından da anlaşılacağı gibi avcılıkta yardımcı olması için köpek gibi bazı
bunlar çember biçimindeki savunma duvarla­ G. Hunter!National Film Board o f Canada
rıydı. Bu duvarlar yere çakılı direklerin arası
yedi-sekiz metre yüksekliğinde ve eninde
taşlar ve benzeri maddeler doldurularak oluş­
turulur; üzerine toprak konularak dikenli
çalılar dikilirdi. Bazen Avar halkalarının çapı
birkaç kilometreyi bulurdu. Avarlar dar kapı­
lardan girilen bu halkaların içinde otururlar­
dı. İç içe birkaç halkadan oluşan bu savunma
düzeninin en iç halkasında kağanın konutu
bulunurdu.
Avarlar hayvancılıkla ve savaş ganimetle­
riyle geçinirlerdi. Avarlar için at önemli bir
hayvandı ve günlük yaşamda, savaşta, göç
sırasında at kullanırlardı. Üzengiyi de ilk kez
Avarlar’m bulduğu bilinmektedir. Kuyumcu­
luk sanatında oldukça ustaydılar. Avar kültü­ Tuzakla kunduz avlayan Kanadalı bir avcı. Hergün
rüne göçebe yaşam biçiminin belirlediği boz­ gelip yakalanan kunduzları alır ve boş tuzakları
kır kültürü egemendi. Macaristan’da yerleşik yeniden kurar.
AVCILIK 167

hayvanları da eğittiler. Çoğu zaman bir geyik dır. Bugün av hayvanlarını tüfekle öldürmek
ya da yabani at sürüsünü bir uçuruma doğru daha kolay olsa da, Kuzey Amerika, Avrupa,
sürüp avladıklarında, herkese yetecek kadar Arabistan ve Hindistan’da şahinlerini ve do­
çok et buluyorlardı. Manda sürülerini özellik­ ğanlarını eğiten ve uçuran doğancıları görme
le seçilmiş uçurumlara süren Kuzey Amerika olasılığı hâlâ vardır.
Yerlileri de aynı yöntemle avlanıyorlardı. Doğan, önce insan elinden beslenmeye
İnsanlar karınlarını doyurmak için ekip alıştırılarak evcilleştirilir; bundan sonra da avı
biçmeyi ve hayvan yetiştirmeyi öğrendikten yakalamayı öğrenmesi için eğitilir. Dişi doğan
sonra da avcılığı sürdürdüler. Asur kralları daha iri ve güçlü olduğu için bazen erkeğine
atların çektiği arabalara binerek aslan avlardı. yeğ tutulursa da, eğitimi zordur ve zaman alır.
Yakın zamanlarda bile Afrika’nın Masai Yer­ Kuş, ava çıkarıldığında sahibinin eldivenli sol
lileri kalkan ve mızrakla aslan avlıyorlardı. eline tüner ve sakin durması için başına deri
Ortaçağ Avrupa’sında ise yabandomuzu ve bir başlık geçirilir. Kuşun sahibi avı gördüğü
geyik avı krallarla soylular arasında yaygın bir zaman, doğanın başlığını çıkarıp kolunu hızla
eğlenceydi. öne doğru uzatarak kuşu havaya salar; bunun
üzerine doğan, kovalamaya başladığı avının
D oğancılık üzerine yükselir; sonra birdenbire atılıp saldı­
Ortaçağda İngiliz soylularının çok sevdiği bir rarak bir pençe vuruşuyla onu öldürür.
avcılık türü olan doğanla avlanmanın da İÖ Keklik gibi hızlı uçan kuşları avlamak için,
2000 yıllarına dayanan bir geçmişi vardı. O avın ürkütülerek uçması sağlanıncaya kadar,
zamanlar Çin’de çok yaygın olan doğancılık, doğan havada oyalanmaya alıştırılır; avı ür­
kuşları ve bazen de başka hayvanları yakala­ kütme işini de eğitilmiş av köpekleri yapar.
ması için şahin ya da doğan salarak avlanma- Doğanı geri çağırmak için, doğancı ıslık
Eric Hosking
çalarak, uzun bir ipin ucuna bağlanmış bir
kuştüyü yumağım başının üzerinde döndürür;
doğan bunu av sanarak gelip kapınca da onu
yakalayıp başlığını geçirir ve gene sol elinin
üzerinde tünemiş olarak götürür.
Doğancılar, doğan ve bozdoğan gibi uzun
kanatlı yırtıcı kuşların yanı sıra çakır ve
atmaca gibi kısa kanatlıları, hatta bazen
kartal ve şahinleri de kullanırlar. Bu yırtıcı
kuşların bazılarına doğada ender rastlandığın­
dan, doğancıların ellerindeki kuşlardan yavru
elde etmeleri ve yabani doğanları ya da
yumurtalarını almamaları doğru olur.

Tuzak Kurm a
Başka bir avcılık yöntemi de tuzak kurmaktır.
İnsanlar vahşi hayvanlara etlerinden ya da
kürklerinden yararlanmak amacıyla tuzak ku­
rarlar. Bazen de onları, zarar vermelerini
önlemek ya da bilimsel araştırmalar yapmak
için yakalarlar.
Hayvanları yakalamak için çeşitli tuzaklar
kullanılır. Kürklü hayvanlan, kürklerine za­
rar vermeden yakalamak için kullanılan çelik
tuzak ilk kez 1823’te ABD ’de yapılmıştı. Bu
Doğancının eldivenli eli üzerine tünem iş, başlıklı ve tuzak, bir tabana oturtulmuş menteşeli iki
ayağına köstek takılm ış bir doğan. kanattan oluşur. İki kanadı birbirinden ayıran
168 AVCILIK

Sağda: Taş Devri insanları gibi


yaşayan bir topluluk olan
Buşm anlar'ın atalarının yaptıkları
bir mağara resmi. A ltta : Bu taştan
bizon heykelciğini yapan sanatçı,
taşın doğal g irinti ve çıkıntılarından
iyi bir biçimde
yararlanm ıştır.

Mansell Collection

tetik mekanizması, tuzağın metal tabanına yere çukur kazılarak üstü dallarla ve yaprak­
hayvan bastığı anda boşalır ve çelik dişler larla örtülürdü. Hayvanın çukura düştüğünde
gene çelikten bir yay aracılığıyla hayvanın ölmesi için, çukurun dibine ucu sivri kazıklar
ayağını kavrar. Bir zincirle toprağa iyice çakılırdı.
tutturulmuş tuzak kapandığı anda dişler kilit­ Böcekleri yakalamak için de toprağa gömü­
lenir. Hayvanı hemen öldürmeyen ve avcının len kavanozlar kullanılır. Ağzı toprak düze­
gelip öldürmesini beklerken ava acı çektiren yinde kalan bu kavanozların içine yem olarak
bu tür tuzaklar dünyanın birçok ülkesinde ya­ şekerli bir sıvı koyulur. Böcek kavanoza
saklanmıştır. düşünce yapışkan yem yüzünden dışarı çı­
Başka bir tuzak çeşidi, bir yaya bağlı kamaz.
ilmektir. Esnek bir dal yay görevi görebilir. Eski zamanlarda kullanılan başka bir tuzak
İlmek telden yapılır ve dal tetik görevini türü de üst üste yerleştirilen iki kütükten
görecek bir iple aşağıya çekilerek bağlanır. oluşurdu. Yem, dokunulduğu zaman üstteki
Av tuzla kaplanan ipi kemirdiği zaman ipin kütüğün düşüp avı iki kütük arasına sıkıştıra­
kopmasıyla dal fırlar. Avı saran ilmek sıkışır cağı biçimde yerleştirilirdi. Bildiğimiz fare
ve hayvanı havaya kaldınr. İlmek tuzağı da kapanı da, çelik bir yayla güçlendirilmiş bu
bazı yerlerde yasaklanmıştır. tür bir tuzaktır.
Kuşlan yakalamak için kullanılan tuzaklar Bu tuzaklarda üstten düşen kütük yerine,
ise giderek daralan ağdan tünellerdir. Kuşlar bir kutu kullanılırsa hayvan canlı yakalanır.
ağın geniş ağzına sürülür ya da yemle çekilir Yeni tuzakların çoğu, kapaklı kutulardır.
ve dar ağzında yakalanır. Ağla yapılan tuzak­ Hayvan kutuya girerken bir tetiğin üzerine
lar çok eskiden beri kullanılmaktadır. Ağlar basınca, kapak kapanır. Bu tür tuzaklar
küçük böceklerden büyük deniz kaplumbağa­ hayvanları bilimsel araştırmalar ya da hayva­
larına kadar her büyüklükte hayvanın yaka­ nat bahçeleri için yakalarken kullanılır.
lanmasında kullanılabilir. İp ve tel yokken Canlı yakalama ve avı etiketleme yönte­
ağlar, dallar ve asmalardan yapılırdı. Bazen miyle hayvanlara ilişkin çok değerli bilgiler
avı ağa doğru sürmek için kazıklarla yapılan edinilmektedir. Hayvan etiketlendikten sonra
bir çit kullanılır. salınır; yeniden yakalandığı zaman, nereden
İlkel insanların büyük hayvanları avlamak nereye göç ettiği anlaşılır.
için başvurduklan bir yöntem de tuzak çukur- Kürkleri için hayvanlan avlamak, ilk öncü­
lanydı. Avın izlerinin sıkça görüldüğü bir lerin Kuzey Amerika’ya gelme nedenlerinden
AVCILIK 169

biriydi. Amerika kıtasına yerleşmek için ilk yakalamanın yolları da aranıyor. Bugün satı­
gelenler, kıtanın Yerliler’i gibi beslenmek lan kürklerin çoğu özel çiftliklerde yetiştirilen
amacıyla ayı, geyik, tavşan, hindi gibi hayvan­ hayvanlardan elde ediliyor. Gene de birçok
ları avlarken, kürk ticareti ile ilgilenen avcılar kişi hayvanları kürkleri için doğalarına aykırı
da tuzaklar kurarak kunduz, mink, misk koşullarda tutmanın, doğada tuzak kurup
sıçanı, tilki, porsuk, kakım, vaşak, susamuru, yakalamak kadar gereksiz ve acımasız olduğu
rakun ve kurt gibi kürklü hayvanları avlama­ kanısındadır. (Ayrıca bak. KÜRK VE KÜRK­
ya başladılar. Kanada’da kürk hayvanı avı ÇÜLÜK.)
günümüzde de önemli bir sanayi dalıdır ve Yalnızca ok ve mızraklarla, beslenmek
gerek yerel, gerek merkezi yönetimler bu tür amacıyla hayvan öldüren avcılar herhangi bir
avcılığı denetlemektedir. hayvan türünün yok olmasına neden olmaz­
20. yüzyılda hayvanların kürkleri ya da lar. Oysa ticaret ve kâr amacıyla tüfeklerle
etleri için yakalanması çevrebilim (ekoloji), avlanan avcılar bu tehlikeyi doğurabilir. Ö r­
türlerin korunması ve hayvanlara kötü davra- neğin, 19. yüzyılda avcılar et ticareti için Ku­
nılmaması ile ilgilenen kişi ve kuruluşların zey Amerika’daki bizonları (bak. BİZON) he­
Barnaby’s men hemen yok ettiler. Spor için avlanan av­
cılar, doldurulmuş hayvan kafalan, postlar ve
boynuzlar gibi “anı”lar uğruna hayvan öldür­
mekten çekinmediler. Afrika kıtası aslan, an­
tilop, gergedan ve fil gibi “büyük av”larla do­
luydu. Avrupa ve Kuzey Amerika’dan gelen
avcılar bu hayvanları vurmak için Afrika’ya
“safari” denen av partileri düzenlediler. Bu
büyük hayvanlar hem spor yapmak, hem de
kâr amacıyla vuruldu. Örneğin filler dişleri
için öldürüldü. 20. yüzyıla gelindiğinde insan­
lar, avcılık denetlenmezse avlanacak hayvan
kalmayacağını anlamaya başladılar. Ne var
ki, bu denetimler Kuzey Amerika’da yaşayan
göçmen güvercin ile Afrika’da yaşayan bir tür
zebra olan “kuaga”nm soyunun tükenmesini
önlemek için çok geç kaldı. Son zamanlarda
gergedan boynuzuna artan istem nedeniyle
sürdürülen gergedan avı, bu türün de soyu­
nun azalması tehlikesini doğurmuştur (bak.
So y u A z a l a n T ü r l e r ) .
Bugün birçok bölgede büyük av hayvanlan-
İngiltere'deki Suffolk bataklıklarında tuzak kurmuş nm avı sıkı denetim altında sürdürülmektedir.
bir avcı. Elinde tuttuğu koypu, kürkü için üretilen bir
hayvandır. Kaçıp yabani ortam da yaşayan
Örneğin, ancak yaşadıkları denetimli bölgede
koypuların toprağın altında kazdığı tüneller, kanal ve sayılan çok artarsa fillerin avlanmasına izin
ırmak yataklarının çökmesine neden olm aktadır. verilmektedir. Gene de kaçak avlanma hâlâ
önemli bir sorundur.
eleştirilerini gündeme getirdi. Bazı hayvan
türleri yok olurken, bazılarının soyu azalıyor­ İzinsiz A vlanm a
du. Çevrebilim üzerine yapılan araştırmalar, Eğer bir avcı avını kovalarken başkasının ara­
doğa dengesinin korunması için, belli hayvan zisinden geçerse av hırsızı durumuna düşer.
türlerinin mutlaka belli sayılarda var olması­ Yabani hayvanlar kimsenin malı olmasa da,
nın gerekliliğini ortaya koydu. arazi sahibi orada öldürülen ya da yakalanan
Öte yandan, kürklere fazla zarar verme­ her av hayvanı üzerinde hak sahibi olduğun­
den, hayvanlan daha insancıl yöntemlerle dan, av hırsızlığı yasalara ay kındır. Av hayva-
170 AVCILIK

kıça yakalar. Çeteler oluşturarak avlanan bazı


izinsiz avcılar ise zehir ve patlayıcılar kullana­
rak yüzlerce balığı bir anda öldürürler. Bu
yöntemler çalmaya değmeyecek kadar küçük
olan binlerce balığı da yok eder. Değerli balık
soylannı korumak amacıyla, dünyanın birçok
ülkesinde bu tür zararlı izinsiz avcılar için çok
ağır cezalar saptanmıştır.
Afrika’daki av hayvanlarının korunma altı­
na alındığı bölgelerde ya da av hayvanı bakı­
mından zengin olan ülkelerde yetkililer de­
ğerli hayvanları postu ya da dişleri için öldür­
ARDEA meye gelen izinsiz avcılara karşı önlemler al­
Fareleri öldürm eden yakalamak için kullanılan bir mışlardır.
kapan. Fare yemi almak için girince, kapanın kapağı
kapanır.
Avustralya’da kangurulann avlanmasına
izin verilirken, bazı eyaletlerde tilki ve geyik
avlan da yapılmaktadır. İngiltere’de geyik
nı tanımına spor amacıyla avlanan hayvanlar, avına izin verilir; sülün, ormantavuğu ve kek­
kuşlar ve balıklar girer. lik gibi bazı kuşlar ise sırf avlanmak için yetiş­
İngiltere’de 14. yüzyıldan başlayarak kral­ tirilir. At sırtında ve bir köpek sürüsü eşliğin­
ların ve soyluların ormanlarında ya da av böl­ de tilki kovalamak da, 18. yüzyıldan beri İn­
gelerinde yakalanan av hırsızlan acımasızca giltere’de sevilen bir avlanma biçimidir. Bu­
cezalandırılmış, hatta idam edilmişlerdir. 18. gün birçok ülkede hiçbir zaman avlanmaya
ve 19. yüzyıllarda da toprak sahiplerinin ara­ izin verilmeyen ve doğanın doğal dengesinin
zilerindeki av hayvanlarını, av hırsızlarından
korumak için çeşitli yasalar çıkarılmıştır.
Çünkü av hırsızlığı özellikle 19. yüzyılın ilk
yansında İngiltere’de iyice yaygınlaşmıştı. O
günlerde çok düşük ücretler alan çiftlik işçile­
ri, akşam karanlığında tarlalardan evlerine
dönerlerken yanlarından uçup geçen keklikle­
ri avlamanın niçin zaten iyi beslenen toprak
sahiplerinin hakkı olup da kendi aç ailelerinin
hakkı olmadığını bir türlü anlayamıyorlardı.
1827’ye kadar toprak sahiplerinin av hırsızla-
nnı yakalamak için çalıların arasına kapan ve
tuzaklar kurmalanna yasalar izin veriyordu ve
bu tarihten sonra bile bu yola başvuranlar
oldu.
Günümüzde kaçak ya da izinsiz avlanma
çoğunlukla para kazanmak amacıyla yapılır.
Örneğin, av hayvanı tanımına giren sombalığı
ve alabalık da çoğu zaman izinsiz avlanmakta­
dır. Sombalığı yüksek fiyatından ötürü bütün
av hayvanlannm en değerlisidir. Bazı izinsiz
avcılar ağ ya da zıpkın kullanırken, alabalık
“gıdıklanarak” da yakalanabilmektedir. Avcı
suya usulca girip balığı dibe sıkıştınr ve iki
yanından yavaşça sıvazlayıp hareketsiz kal­
masını sağladıktan sonra solungaçlanndan sı- Elinde tuttuğu çakırla avlanan PakistanlI bir doğancı.
AVCILIK 171

korunmaya çalışıldığı bölgeler de bulunmak­ Korkut Hikâyelerinde anlatılan avlar oldukça


tadır. ilginçtir. Araştırmalar avlanmanın başlangıçta
Avlanmakla bir hayvan türünün sayısını et­ dinsel nitelikler taşıdığını; sonradan gelenek
kin bir biçimde denetleme olanağı vardır. İyi haline geldiğini göstermektedir. 24 Oğuz bo­
avcı avını izleme ve sezdirmeden ona yaklaş­ yunun ongun (kutsal hayvan) olarak şahin,
mada ustadır. Keskin nişancılığıyla avını hiç kartal, tavşancıl, sungur, çakır gibi avcı kuşla­
acı çektirmeden en insani biçimde öldürür ve rı seçmiş olmaları da avcılığın başlangıçta din­
ancak avlanmaya izin çıktığı zaman ve izin ve­ sel bir anlam taşıdığını göstermektedir.
rilen yerlerde avlanır. Gene de, avcılık hay- Müslüman Oğuz Türkleri’nin kurduğu Bü­
vanlara~acı ve eziyet çektirdiğinden, birçok yük Selçuklular, Anadolu Selçuklulan ve Os­
çevre korumacı avcılığı acımasız bir spor say­ manlIlar gibi büyük devletlerin hükümdarları
maktadır. Öte yandan, çevrebilim inceleme­ ve ileri gelen devlet adamları da avcılığa bü­
leri de doğanın dengesinin sürdürülebilmesi yük önem vermişlerdir. 9. yüzyıl Arap yazar­
için, yabani hayvanların sayılarının belli bir larından Cahiz ve 13. yüzyılda yaşamış olan
düzeyin altına düşmemesi gerektiğini göster­ İranlı yazarlardan İbn Bibi, yapıtlarında
miştir (bak. Ç e v r e b İl İM; D o G a y i K o r u m a ) . Türkler’in avcılığa verdiği önemi, avcılıkla il­
gili geleneklere ve uygulamalara geniş yer ve­
T ü rk le r'd e A v c ılık rerek anlatmışlardır.
Türkler’de avcılığın eski ve önemli bir geçmişi Anadolu Selçuklularından, kurumlaşmış
vardır. Anadolu’ya gelmeden önce Orta As­ olarak Osmanlılar’a geçen avcılık Osmanlı
ya’da ve Asya’nın değişik yerlerinde boylar, padişahlarının da özel ilgi gösterdikleri etkin­
boy birlikleri, devletler ve imparatorluklar liklerden biri oldu. 14. yüzyılda I. Murad’dan
halinde yaşayan, büyük bir çoğunluğu göçebe başlayarak Yıldınm Bayezid döneminde de
ve yarı göçebe bir yaşam süren Türkler’in avcılığın eski gelenekleriyle devam ettiği gö­
zengin bir av kültürü vardı. Komşu kavimler rülür. Yıldınm Bayezid’in ava çok düşkün ol­
ve bunların uygarlıklarıyla ilişkide bulunduk­ duğu ve savaş olmadığı günlerde sık sık sürek
ça daha da gelişen ve güçlenen pek çok kültür avına çıktığı bilinmektedir. Bu padişah, Niğ-
değerleri ve gelenekler yanında avcılık da bolu Savaşı’ndan sonra (1396) tutsak alıp fid­
toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası ol­ ye karşılığı özgür bıraktığı Fransız şövalyele­
muştu. Ava çıkmanın töre ve kuralları, avda rine gösteri niteliğinde bir av şenliği düzenle­
kullanılan at, alıcı kuş, av köpeği, silah ve miş, bu gösteriye 7.000 doğancı ve 6.000 za­
tuzaklar; bunlarla ilgili gelenek ve uygulama­ ğarcı (av köpeği yetiştiricisi) katılmıştır. 15.
lar Türkler’in av kültürünün ne kadar zengin yüzyılda yaşayan Fatih Sultan Mehmed’in ba­
olduğunu göstermektedir. bası II. Murad da avcılığa meraklı padişahlar­
Türkler avcılığı bir spor ve eğlence olarak dandı.
gördükleri gibi barış döneminde savaş hazırlı­ Osmanlı padişahlarının büyük alaylar oluş­
ğı ve eğitimi gibi de düşünmüşlerdir. Gençle­ turarak ava çıkmalan 19. yüzyıla kadar sür­
rin savaşçılık eğitim ve disiplinini kazanmala­ müştür. Av düşkünü padişahlar arasında 17.
rı, büyüdüklerini göstererek toplum içinde yüzyılda yaşamış olan I. Ahmed, IV. Murad,
kendilerine bir yer edinmeleri ile av avlamak, I. İbrahim ve IV. Mehmed özellikle anılabilir.
ava çıkmak arasında büyük bir ilgi vardı. Her Bunlardan “Avcı” lakabıyla anılan IV. Meh­
baba oğlunun eli silah tutacak yaşa gelince med, saray kadınlannı da ava götürmüştür.
ava gitmesini ister, çocuğun ilk avından sonra Osmanlı padişahlan av için İstanbul’dan
büyük bir şölen (ziyafet) verirdi. Beyler, hü­ fazla uzaklaşmazlardı. Birçoğunun İstanbul
kümdarlar da yakın adamlarıyla büyük sürek yakınlarında av köşkleri ve önceden belirlen­
avlanna çıkarlar; bunun ardından da görkem­ miş “avlık” adı verilen av alanları vardı. Kâ­
li şölenler düzenlerlerdi. Oğuzlar’ın en eski ğıthane, Üsküdar ve Sanyer İstanbul yakınla-
yaşam kesitlerinden örnekler veren Oğuz Ka­ nndaki av alanlanydı. Büyük topluluklarla
ğan Destaninda ve İslam dinini kabul edişle­ sürek avlannm düzenlendiği yerler ise Istran-
rinden sonraki dönemlerden kalma Dede ca Dağlan ve bu dağlann yakınlanndaki Ça­
172 AVİZEAĞACI

talca, Çorlu, Karıştıran ve Lüleburgaz yörele­ AVİZEAĞACI dünyanın bütün ılıman iklimli
riydi. Av için Trakya’ya geçen padişahlara uy­ bölgelerinde ve yurdumuzda süs bitkisi olarak
gun yerlerde otağ kurulduğu gibi eski başkent insan eliyle yetiştirilir. Oysa bu gösterişli
Edirne’de de konaklanırdı. çiçekli bitkiler Kuzey Amerika’nın güneyin­
Av sırasında padişahlara ileri gelen devlet de, Meksika, Orta Amerika ve Batı Hint
adamları dışında doğan, şahin, çakır, atmaca A dalan’nda kendiliğinden yetişir. Yucca cin­
gibi avcı kuşlarıyla zağar, samson gibi av kö­ sini oluşturan avizeağaçlannın 40 kadar türü
peklerini eğitip besleyen “hassa avcıları” ya vardır. Bu türlerden bazılan gövdesizdir ve
da “şikâr ağalan”, maiyetleriyle birlikte eşlik doğrudan toprak düzeyinden çıkan kılıç gibi
ederlerdi. ince uzun yapraklar büyük bir demet oluştu­
Osmanlılar zamanında Anadolu’da vali ve rur. Bazı türlerde ise bitkinin gövdesi 12
sancakbeyleri de av geleneğini sürdürmüş, metreye kadar uzayabilir. Avizeağacmm çi­
padişahlar kadar olmasa da büyük topluluklar çekleri çan biçiminde ve beyazdır. Çiçektozla-
oluşturarak sürek avlanna çıkmışlardır. Sürek n rüzgârla sürüklenip taşınamayacak kadar
avlan sırasında halktan zorla yardım isteyen Maurice Nimmo
ve şikayet üzerine devlet tarafından uyanlan
yöneticilerle ilgili belgeler vardır.
1839’da Tanzimat’ın ilanı ile hassa avcıları
örgütü dağıtıldı. Halkın da gelişigüzel avlan­
masına engel olmak ve avcılığı belli bir ku­
rala bağlamak amacıyla 19. yüzyıl sonlarında
çeşitli önlemler alındı. Cumhuriyet dönemin­
de ise avcılığa ilişkin çeşitli yasa ve yönetme­
likler çıkanlarak, hangi hayvanların ne zaman
avlanacağı, avlanması kesinlikle yasak olan
hayvanlar, av silahlarının yapım ve taşınması
gibi konularda denetim getirildi.
1937’de çıkarılan Kara Avcılığı Kanunu,
Tanm ve Orman Bakanlığı’na bağlı olarak
oluşturulan Merkez Av Komisyonu’nun aldığı
kararlar Türkiye’de avcılığın çok sıkı bir de­
netim altına alınmasını sağlamıştır. Bugün ül­
kemizde ırmak, göl ve denizlerde balık ve
öteki deniz ürünleri avcılığı; orman, dağ ve
bazı sulak yerlerde uçar-kaçar avcılığı yapıl­
maktadır. Balık avcılığı olta ve ağ başta ol­
mak üzere birçok özel araçla gerçekleştirilir.
Uçar-kaçar avcılığı biçiminde adlandınlan ka­
ra avcılığında ise tek tüfek, çifte, kırmalı çifte,
dolma çifte gibi silahlar kullanılmakta, av kö­ Avizeağacmm birçok türü, demet biçimindeki
peği, tazı ve çığırtkan kuş gibi yardımcılardan yaprakları ve bir avize gibi salkımlanan çiçekleriyle
ılım an iklim lerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
yararlanılmaktadır. Günümüzde şahin, do­
ğan, çakır gibi avcı kuşlan eğitip avda kullan­
ma hemen hemen unutulmuş gibidir. Ayı, do­ nemli olduğundan, bitkinin tozlaşmasına ve
muz türünden hayvanlar sürek avı ile avlan­ döllenmesine avizeağacı güvesi denen bir
makta; geyik, dağ keçisi gibi soyu tükenmeye böcek aracılık eder. Dişi güve de bu hizmeti­
yüz tutan hayvanlar için de av kısıtlanması uy­ ne karşılık yumurtalarını çiçeklerin içine bıra­
gulanmaktadır. Bazı yörelerde tuzak ve ka­ kır. Bu nedenle, üreyebilmek için her ikisi de
pan kurularak kuş, tilki, sansar, kurt, sırtlan birbirine bağımlı olan bitki ile böcek arasında
gibi hayvanlar avlanır. gerçek bir dayanışma vardır.
AVRUPA 173

Birçok avizeağacı türünden ip ve halat değişir. Bazı avokadolara “timsah armudu”


yapımına elverişli lif elde edilir. Bazı türlerin denir, çünkü meyvenin kabuğu kalın ve pür-
sulu meyveleri yenir, bazılarının da temizleyi­ tüklüdür; buna karşılık bazı çeşitlerin kabuğu
ci maddeler içeren tohum kılıfları sabun elmanınki kadar ince ve pürüzsüzdür. Kabu­
yerine kullanılır. ğun altındaki yenen bölüm yeşilimsi san renk­
li, yumuşak, etli, çok yağlı ve besleyicidir; ta­
AVOKADO, anayurdu Orta ve Güney Ame­ dı da fıstığı andırır. Meyvenin ortasında bü­
rika’nın tropik bölgeleri olan tereyağağacmın yük bir çekirdek (tohum) vardır. Avokado bazı
ya da avokado ağacının (Persea americana) ülkelerde daha çok salatalara katılarak yenir,
meyvesidir. Defnegiller familyasından olan ayrıca çorbalarda ve soslarda tatlandırıcı ola­
bu ağacın Meksika, Guatemala ve Batı Hint rak kullanılır.
Adaları’nda yetişen başlıca üç çeşidi değişik Avokado ağacının boyu bazen 18 metreye
biçim ve renkte meyveler verir. ulaşır; iyi bir gölgelik oluşturan sık yaprakları
Amerika’nın tropik bölgelerindeki düzlük­ her mevsim yeşildir. Bir mevsimde tek bir
lerde yaşayan Yerliler’in gözde yiyeceği olan ağaçtan 3.000 kadar meyve alınır. Ilıman ik­
avokado 16. yüzyılda İspanyollar aracılığıyla lim koşullarına gereksinim duyan avokado
Avrupa’ya götürülmüştür. Meyvenin Aztek ağaçlan en çok A BD ’nin Florida, California
dilindeki adı olan ahuacatl sözcüğü de İs­ ve Hawaii eyaletlerinde yetiştirilir. İkinci bü­
panyolca’ya aguacate olarak geçmiş ve za­ yük üretim merkezi Akdeniz çevresi, bu böl­
manla bozularak hemen hemen bütün dillere genin en önemli üreticisi de İsrail’dir.
avokado olarak yerleşmiştir.
Avokadoların büyüklüğü, biçimi ve rengi AVRUPA, dünyanın yedi kıtası içinde ikinci
ağacın çeşidine göre değişir. Meksika’da yeti­ küçük kıtadır. Yalnızca Avustralya, Avrupa’
şen avokadolar ancak bir yumurta büyüklü- dan daha küçüktür. Asya’nın dörtte birinden
ğündedir, oysa bazı çeşitlerde meyvenin ağır­ küçük olan Avrupa’nın yüzölçümü 10.505.000
lığı 2 kilogramı bulur. Bazı çeşitlerin meyvesi km2’dir. Alanının küçüklüğüne karşın, başka
yuvarlak, bazılarınınki ise armut ya da yu­ hiçbir kıta, çağdaş dünyanın gelişiminde Av­
murta biçimindedir. Rengi de yeşil, açık ya da rupa kadar etkili olmamıştır. Bazen Avrupa’
koyu kahverengi ve morumsu siyah arasında nin ayn bir kıta olmadığı, Asya’nın bir
parçası olduğu ileri sürülür ve ikisine birden
“Avrasya” adı verilir. Avrupa’nın daha az be­
lirgin sınırlan ile, öteki kıtalardan farklı oldu­
ğu açıktır. Asya ile olan sınırı, Ural D ağlan’
nin doğu yamaçlarını, Hazar Denizi’nin kuzey
kıyılarını ve Kafkas D ağlan’mn kuzeyini iz­
ler, Karadeniz’i Kerç Boğazı ve İstanbul Bo­
ğazı arasındaki bir çizgi üzerinden geçer. Bu
sınıra göre, Ural Dağlan Avrupa’da; Kafkas
Dağları ise Asya’da kalır.
Başka hiçbir kıta insanların yerleşimine
Avrupa kadar uygun değildir. Çorak toprak­
lan çok azdır ve öteki kıtalara göre, çok daha
büyük oranda tarıma elverişlidir. Avrupa’da
hâlâ, yararlı bir ürün olan kereste elde edilen
geniş orman alanları vardır. Kıta, sanayileş­
menin temeli olan kömür ve demir madenleri
açısından zengindir. İklimi genellikle ılıman­
dır; insanlann açık havada çalışmalarını güç­
Taş çekirdekli bir meyve olan avokadonun yenen etli leştirecek kadar sıcak ya da soğuk olduğu çok
böiüm ü yağ ve vitam in açısından çok zengindir. az yer vardır.
174 AVRUPA

Yaklaşık 80.000 km uzunluğundaki Avrupa bozkırlara geçilir. Bu nedenle, birbirine yakın


kıyılan girintili, çıkıntılıdır; koylar kıtanın iç­ yerlerdeki insanların yaşam biçimleri büyük
lerine kadar uzanır. Avrupa’nın batı bölü­ farklılıklar gösterir. Batıda iklim daha yumu­
münde hemen hiçbir yer, bir limandan çok şak ve daha nemlidir.
uzakta değildir. Bu durum büyük bir balıkçı­
lık sanayisi kurulmasını ve mallann bir yerden Dağlar, Irm a kla r ve O valar
ötekine ucuz ve kolayca taşınmasını sağladı. Avrupa’nın güney kıyılannın büyük bir bölü­
Batı uygarlığı Avrupa’nın Akdeniz kıyıların­ mü Akdeniz’le çevrilidir. Bu kıyıların hemen
da başladı ve Avrupalılar tarafından dünyanın kuzeyinde Alp Dağlan yükselir. Bu sıradağla-
her yerine götürüldü. Bu olgular ve Avrupa’ nn kuzey kenan boyunca yaylalar ya da yük­
nın yoğun nüfusu, kıtanın insana gerekli olan sek düzlükler uzanır. Yaylalar ile Kuzey De­
şeylerle ne kadar iyi donanmış olduğunu gös­ nizi ve Baltık Denizi arasında büyük Kuzey
terir. Avrupa Ovası’nın batı bölümü yer alır. Bu iki
denizin ötesinde İskandinavya yaylası (Nor­
veç ve İsveç) vardır.
AVRUPA'YA İLİŞKİN BİLGİLER Avrupa, birçoğu kıtanın içlerine kadar gi­
ren önemli ticari suyollarım oluşturan ırmak­
YÜZÖLÇÜMÜ: 10.505.000 km2olan yüzölçümünün yak­ lar yönünden zengindir. Rhöne, Ren, Tuna
laşık yarısını SSCB'nin Avrupa'daki toprakları oluş­
turur (Ural Dağları bu rakamın içinde ama Kafkaslar ve Po ırmaklannın yer aldığı batıdaki ırmak
dışındadır). Avrupa dünya karalarının yüzde 7'lik bir grubu Alpler’den doğar. Bu ırmaklann çoğu
bölümünü kaplar.
bahar ve yaz aylannda dağlardaki karlann
NÜFUS: Yaklaşık 696.360.000 (1984). Dünya nüfusunun
altıda birinin yaşadığı Avrupa nüfusu en yoğun olan erimesiyle oluşan sularla beslenir. Doğudaki
kıtadır. öteki grupta ise, Volga, Don, Dinyeper, Din-
DOĞAL YAPI: En yüksek yeri olan Mont Blanc 4.807 yester ve Dvina gibi daha uzun ırmaklar yer
metredir. Düzlükler Biskay Körfezi'nden Ural Dağla-
rı'na kadar uzanır. En uzun ırmakları: Volga 3.530 alır. Ne var ki, bu ırmaklar kış aylarında don­
km; Tuna 2.825 km; Dinyeper ve Don'dur. 1.320 km duğu ve ticaret yollannın bulunduğu Atlas
uzunluğu ile Ren, Batı Avrupa'nın başlıca ırmağıdır. Okyanusu’na akmadığı için, Batı Avrupa’da­
TARIM ÜRÜNLERİ VE HAMMADDELER: Buğday, arpa,
kök bitkiler, patates, meyve; çiftlik hayvanları; keres­ ki büyük ırmaklara göre daha az yararlanılır.
te; kömür, demir, doğal gaz, petrol ve öteki ma­ İskandinavya’daki ırmaklar kısadır ve gemile­
denler. rin yüzemeyeceği kadar hızlı akar; buna karşı­
lık elektrik elde etmek için gerekli su gücünü
sağlar.
Haritaya bir göz atıldığında Avrupa’nın bir­ Avrupa’nın yaklaşık yarısını, ender olarak
birinden çok değişik ve neredeyse birbirine deniz düzeyinden 300 metre yukarılara kadar
eşit iki parçaya bölündüğü görülür. Okyanus­ yükselen ve çoğunlukla kıyıya yumuşak
lara kapalı olan doğu bölümü, Asya’ya doğru bir eğimle inen ovalar kaplar. Bu ovalar başlı­
açılır. Bir zamanlar Asyalı akıncılann istilası­ ca tanm alanlannı oluşturur. Uçsuz bucaksız
na uğrayan bu yerlerde daha sonralan, Asya’ Kuzey Avrupa Ovası, SSCB’de kıtanın tüm
nın içlerine kadar uzanan Rus İmparatorluğu genişliğini kaplar; batıya, Polonya, Kuzey Al­
kuruldu. Okyanus ve denizlerle sınırlı olan manya, Hollanda, Belçika ve Kuzey Fransa’
batı bölümünde yaşayanlar, batıya yönelmek, ya doğru uzanırken daralır; sığ Kuzey Denizi’
denizaşın yerlerle ticaret yapıp, oralara yer­ nin ötesinde İngiltere düzlüklerinde de de­
leşmek eğiliminde oldular. vam eder. Macaristan Ovası, İtalya’daki
Avrupa’nın doğusu, kuzeyde Kuzey Buz Lombardiya Ovası ve Güney İspanya’daki
Denizi’nden, güneyde Karadeniz’e kadar ke­ Endülüs Ovası gibi daha küçük düzlükler dağ
sintisiz bir düzlük olarak uzanır. İklim ve yer­ sıralanyla çevrilmiştir.
yüzü şekilleri gibi coğrafi koşullar da bir yerden Kuzey Avrupa Ovası’nın bazı bölümleri ba­
ötekine çok az değişiklik gösterir. Buna kar­ taklıktır. Büyük Pripet Bataklığı, SSCB-Polon-
şılık batıda alçak ovalardan, yüksek dağ ya sının boyunca uzanır. Almanya’nın Kuzey
sıralanna; derin vadilerden yüksek, geniş Denizi kıyılannda ve Hollanda’da, daha çok İn-
AVRUPA 175

giltere’deki bataklıklara benzeyen bataklık yağışlar batıda çoktur ve doğuya gidildikçe


kıyılar vardır. Avrupa’nın en büyük gölleri, azalır. Kış aylarında ılık hava da getiren bu
ovanın kuzey sınırında, SSCB’de bulunan La- rüzgârlar, buraların aynı enlemde bulunan
doga ve Onega’dır. İskandinavya, İskoçya, İs­ başka yerlerden daha az serin olmasına neden
viçre ve Kuzey İtalya’da da birçok göl Vardır. olur. Avrupa’da iklim güneye gittikçe ılıman­
Avrupa’nın orta ve batı bölümündeki en bü­ laşır. Ama, dağlar ve yüksek yaylalar yakın­
yük göl ise Macaristan’daki Balaton Gö- larındaki düzlük alanlara göre daha soğuktur;
lü’dür. buralarda yağmur ve kar yağışı da daha fazla­
dır. Kıtada başlıca üç çeşit iklim görülebilir.
İklim ve B itk i Ö rtüsü SSCB ve çevresinde az yağışlı sıcak yaz ay­
En güneydeki bölümleri bile tropikal bölge­ lan ile çok soğuk kışların yaşandığı bir kara
nin oldukça kuzeyinde yer alan ve ancak çok iklimi vardır.
küçük bir bölümü Kuzey Kutup Dairesi için­ Britanya A dalan’nı da içine alan Norveç’
de bulunan Avrupa’nın büyük bölümü serin ten Portekiz’e kadar uzanan Batı Avrupa ül­
iklim kuşağındadır. Rüzgârlar çoğunlukla kelerinde yılın her ayında bol yağış görülür.
Atlas Okyanusu’ndan eser ve yağmurların he­ Bu bölgenin yazları ılık, kışlan ise serindir.
men tümünü bu rüzgârlar getirir. Bu nedenle Akdeniz çevresindeki ülkelerde yazlar sı-

Kuzey Buz Denizi

AVRUPA
1 ARNAVUTLUK
2 ANDORRA
3 BELÇİKA
4 UECHTENSTEIN
5 LÜKSEMBURG FİNLANDİYA
6 MONAKO
7 HOLLANDA
8 SAN MARİNO
9 İSVİÇRE
Helsinki

S tockholm }-

Moskova
Kuzey Denizi

DANİMARİ

SSCB
İNGİLTERE

'L ondra
’A m S terdam ..»Berlin* Varşova

POLONYA
Atlas Okyanusu
'^Lüksemburgt

FRANSA

Karadeniz

Lizbon Korsika

Mayorka
TÜRKİYE
Sardinya

CebelitarTi

MALTA
176 AVRUPA

Leif-Eric Nygards/EB Inc.

C. L. Schmitt/Shostal Associates

Rus s Kinne/Photo Researchers ine.

Güney Alm anya'daki Kara Orm anlar'dan (sol üstte)


kereste ve orm an ürünleri elde edilir. İrlanda
yaylalarında (sağ üstte) geniş çayırlar vardır.
Belçika'nın Kuzey Denizi kıyıları (sol altta), kum
tepecikleri olan kumsal bir bölgedir. (Sağ altta)
İsviçre'nin güneydoğu sınırı yakınlarındaki
Morteratsch Buzulu.

Gianni TortolilPhoto Researchers Inc.


AVRUPA 177

cak ve kurak geçer. Dağlık bölgeler dışında, Güney Avrupa


kış aylan ılık ve yağışlı olur. Avrupa’nın güneydeki topraklan Akdeniz
Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyinde kalan Bölgesi’nin bir parçasıdır. Denize yakın bö­
topraklann büyük bölümü, birkaç bodur sö­ lümleri dağlıktır; yukanda tanımlanan Akde­
ğüt ve huşağacı dışında yosun, liken ve süpür- niz iklimi ve bitki örtüsü görülür. Bu koşullar­
geotu bulunan tundralarla kaplıdır (bak. Tund­ da çiftçilik yapmak kolay değildir. Çünkü ya-
ra ). Bunlann hemen güneyinde, değerli bir maçlann basamak biçiminde teraslanması;
ürün olan kerestenin elde edildiği, çam, ladin, üzüm ve meyve yetiştirmek için toprağın de­
köknar ve melez çam ormanları Moskova’dan rince kazılması gerekir. Uzun ve kurak geçen
Stockholm ve Oslo’ya kadar uzanır. Yazlar, yazlar, bağlann ve bahçelerin sulanmasını ge­
arpa, yulaf, patates ve hayvanlan beslemek rektirir. Teraslama ve sulama ağır bedensel
için kullanılan ot dışındaki ürünlerin yetişe- çalışma anlamına gelir. Avrupa’daki çiftlikle­
meyeceği kadar kısadır. rin çoğunda kullanılan pulluk ve harman ma­
Önceleri Avrupa’nın büyük bölümü, çam, kinesinin yerini bel ve orağın aldığı Akdeniz
ladin ve köknar gibi sürekli yeşil kalan ağaçla- tanmınm en belirgin özelliği ağır bedensel ça­
nn yanı sıra, meşe, kayın ve kestane gibi son­ lışmadır.
baharda yapraklannı döken ağaçlann oluştur­ Akdeniz’in balık açısından zengin olmama­
duğu kanşık ormanlarla kaplıydı. Bu orman- sına karşın, topraklann tarım için çok elveriş­
lann büyük bölümü çiftçilik yapmak için yok siz olması ve kıyılarda küçük teknelerin ban-
edildi. nabileceği yerlerin bulunması, balıkçılığın ve
Tahıl ekimi çok önemlidir. Çavdar genel­ deniz ticaretinin gelişmesine yol açmıştır. Es­
likle kuzeyde ve doğuda, buğday güneyde ve kiçağlardan beri Akdeniz, dünyada ticaretin
batıda, arpa ve yulaf ise her yerde yetiştirilir. en yoğun olduğu bölgelerden biriydi. 1869’da
Şekerpancarı ve patates belli başlı kök bitkile­ Süveyş Kanalı’nm açılmasıyla Akdeniz’in ti­
ridir. Batıdaki daha sulak bölgeler, süt veren cari önemi daha da arttı. Avrupa’nın güneyin­
büyükbaş hayvanlann beslendiği otlaklar açı­ deki Cenova, Napoli, Marsilya ve Barselona
sından zengindir. gibi limanlar çok önem kazandı.
Akdeniz ülkelerinin kurak yazlan, geniş Akdeniz’i çevreleyen ülkeler, dünya tari­
yapraklı bitkilerin ya da otlaklann yetişmesi­ hinde her zaman büyük bir rol oynadı. Uygar­
ne elvermez. Geniş alanlar, yalnızca koyun ve lığın Mısır ve Mezopotamya’da başladığını,
keçinin beslenebildiği, ağaçsı, bodur çalılarla, daha sonra batıya doğru yayıldığını biliyoruz.
küçük ağaçlarla ve fundalıklarla kaplıdır. Kış 14. yüzyıla kadar Venedik ve Floransa gibi
boyunca büyüyen buğday ve arpa, yazın ilk îtalyan kentleri zengin ve güçlüydü. Ama
aylarında olgunlaşır. Üzüm ve zeytin gibi çok uzun deniz yolculuklan yapmanın güçlükleri
eskiden beri Avrupa’da yetiştirilmiş olan bir kere aşılınca, Portekiz, İspanya, Fransa ve
ürünler ile portakal, limon ve şeftali gibi öteki İngiltere’nin dünya ticaretindeki önemi arttı;
kıtalardan getirilmiş meyveler belli başlı Akdeniz ülkelerininki ise azaldı.
ürünlerdir. Güney Avrupa, tümü de Alp D ağlan’mn
Güneydoğu Avrupa boyunca ve özellikle güneyinde uzanan, İber (İspanya ve Porte­
SSCB’nin güneyinde stepler ya da bozkırlar kiz), İtalya ve Balkan yanmadalannı kapsar.
yer alır. Bunlar bol tahıl yetişen topraklardan Alp Dağlan arasındaki vadiler, Akdeniz ülke­
başlayarak, Hazar Denizi yakınlanndaki çöl lerini Kuzey Avrupa ülkelerine bağlar. Eski­
benzeri çorak alanlara kadar uzanan ağaçsız çağlarda Romalılar bu vadilerden biri olan
düzlüklerdir. Buğday, şekerpancan, arpa, yu­ Rhöne Vadisi’nden geçerek bugünkü Fransa’
laf ve çavdar bu bölgenin başlıca ürünleridir ya, Almanya’ya, İngiltere’ye, Hollanda’ya ve
(bak. BOZKIR). Belçika’ya girmişlerdi. İÖ 60’ta Yunanlılar ta­
Avrupa en çok besin üreten kıtadır, ama rafından kurulduğundan bu yana Marsilya
çok fazla olan nüfusunu beslemeye yetecek Kuzey Avrupa’ya giden yollann giriş kapısı
kadar üretemez; öbür ülkelerden et ve tahıl oldu. Adriya Denizi kıyısındaki Venedik ve
almak zorundadır. Triyeste ile Ege Denizi kıyısındaki Selanik
178 AVRUPA

The Hutchison Library

S o l üstte: İspanyol çobanlar koyun güdüyor. Solda:


Yunanistan'da bağcılık önem li bir gelir kaynağıdır.
S a ğ üstte: Avrupa'nın önem li suyollarından biri
olan Ren Irmağı'nda taşımacılık büyük mavnalarla
yapılır. Altta: H ollanda'nın önem li bir ürünü laledir.
Resimde rengârenk lale tarlaları görülüyor.

ZEFA

üzerinden Tuna Irmağı’na doğru giden, daha den de yoksundurlar. Pireneler’de ve Alpler’
az elverişli yollar da vardır. de eriyen karın, yağmurun yokluğunu gider­
Akdeniz ülkeleri Avrupa’nın en yoksul ül­ diği yerlerde birkaç büyük enerji santralının
keleri arasındadır. Çünkü bir yandan çiftçileri kurulmuş olmasına karşın, kurak geçen yaz­
ve balıkçıları zengin değilken, öte yandan kö­ lar su gücünden yararlanmayı genellikle en­
mür ve petrol az olduğu için fabrikalara ge­ geller. Akdeniz Bölgesi’ndeki demir ve krom
rekli olan enerji kaynaklan ve hammaddeler­ cevheri kömür yokluğundan metal üretiminde
AVRUPA 179

kullanılamaz; işlenmek üzere başka ülkelere çok bir Atlas Okyanusu ülkesidir. Başkenti
gönderilir. Yün, ipek ve pamuk üretilir ama Lizbon’dan, Güney Amerika’ya giden önemli
üretim büyük miktarlarda değildir. En önemli hava ve denizyolları geçer. İspanya’nm büyük
sanayi bölgesi, Kuzey İtalya’daki Lombardiya bölümü kurak ve çıplak bir yayladır. Kuzeyin­
Ovası’nın kuzey sınırında yer alır. Buradaki deki dağlarda demir cevheri ve bir miktar kö­
Milano, Torino ve çok sayıda daha küçük kent­ mür vardır; güneyde ise Romalılar zamanın­
te, fabrikalara gerekli elektrik enerjisini üret­ dan bu yana bakır madeni çıkarılır. Sevilla
mek için Alp D ağlan’ndaki ırmakların su gü­ yakınındaki Endülüs Ovası en bereketli böl­
cünden yararlanılır. gesidir. Akdeniz kıyısına yakın topraklarda
Bu nedenlerle Akdeniz ülkeleri büyük öl­ şarap, zeytinyağı, portakal ve fındık üretilir.
çüde tarıma bağımlıdır. Ama, çiftçilikten yük­ Fransa’nın Akdeniz kıyılan, üç büyük ada
sek bir yaşam düzeyi sağlanamadığı için bir­ olan Korsika, Sardinya ve Sicilya ile İtalya’
çok insan öteki kıtalara göç etmiştir. Bir bölü­ nm yanmada olan bölümü aynı görüntüye sa­
mü ise daha zengin ülkelerde işçi ya da deniz­ hiptir: Sakin, mavi bir deniz, geniş koylar ve
ci olarak çalışmaktadır. Akdeniz kıyılarında kayalık burunlar. Denizin hemen ötesinde
turizm önemli bir gelir kaynağıdır. üzüm, zeytin, portakal ve limon yetiştirmek
İber Yarımadası’nda Portekiz ve İspanya için teraslar biçiminde düzenlenmiş olan ya da
yer alır. Portekiz bir Akdeniz ülkesi olmaktan seyrek ağaçlarla kaplı tepeler uzanır. Daha
Picturepoirıt
içerilere doğru toprak çorak, çalılık ve koyun-
lann otladığı cılız çayırlar dışında, değersiz­
dir. Ovalann yeterince büyük olduğu yerler­
de, Sicilya’daki Palermo, İtalya’daki Roma,
Napoli ve Livorno gibi kentler gelişmiştir.
Kuzey İtalya’da bulunan ve Po Irmağı’nın
kollarıyla sulanan Lombardiya Ovası, zengin
bir tanm bölgesidir. Bu ovada, buğday, mısır,
pirinç ve süt ürünleri üretilir.
Sarp dağlar ve dağınık adalar ülkesi Yuna­
nistan’ın yoksulluğu, halkı yüzyıllar boyunca
yaşamlannı denizde aramaya yöneltmiştir.
Toprağın yirmide birinden daha az bir bölü­
münde tahıl üretilir. Balkan Yanmadası’nın
Türkiye’deki bölümünün ortasında verimli
Ergene Ovası vardır. Kuzeyinde 1.000 metre
yüksekliğe ulaşan Istranca Dağlan’mn yer aldı­
ğı düzlükler İstanbul’a kadar uzanır. İstanbul
ve Çanakkale boğazlan Asya ve Avrupa’nın bu
bölgedeki smınnı oluşturur. Balkan Yanm-
adası’nm kuzeyindeki ülkeler Güney Avru­
pa’dan çok Orta Avrupa ülkeleridir; bu ne­
denle daha ilerdeki bölümlerde anlatılacaktır.

Doğu Avrupa
Doğu Avrupa tüm kıtanın yaklaşık yansıdır.
Kuzey Buz Denizi’nden Karadeniz’e ve Kaf­
kas Dağlan’na kadar 2.800 km; Ural Dağlan
ile Karpat Dağları arasında, doğu-batı doğrul­
tusunda 2.400 km uzanır. Neredeyse dümdüz
Portekiz'in ikinci büyük kenti olan ve Porto şarabının
yurdu olarak bilinen Porto'da şarap taşıyan olan bu büyük alanı bölen tek bir dağ sırası
geleneksel bir yelkenli. bile yoktur; burası dünyanın en büyük düz­
180 AVRUPA

lüklerinden biridir. Bir uçtan öbürüne çok az ve çeşitli yönlere doğru giden ticari taşımacılı­
değişiklik göstermesiyle kıtanın öteki bölüm­ ğa elverişli suyollarını oluşturur. Ülkenin en
lerinden ayrılır. Sığ ırmakların geniş alçak büyük kömür yataklanndan biri bu ormanın
yaylalarla ayrılan geniş havzaları birbirine çok güney ucundadır; Moskova ile bölgedeki
benzer. Güneydeki iklim en kuzey dekinden öteki kentlerdeki fabrikalara enerji sağlar.
farklıdır, ama bu değişiklik yavaş yavaş ger­ Moskova ile daha önceki iki başkent, Kiev ve
çekleşir. Toprak da bir bölgeden ötekine az Leningrad, bu karışık orman kuşağının oluş­
değişiklik gösterir. Doğu Avrupa’nın kıtanın turduğu üçgenin üç ayn köşesinde yer alır.
öteki bölgelerinden iklim ve toprak açısından SSCB’nin Avrupa’daki topraklannın güney
gösterdiği farklılık, yetiştirilen ürün cinslerine ve güneydoğusu çayırlık alanlardır. Özellikle
ve insanların yaşam biçimlerine yansır. ırmak kenarlannda, gür çayırlıklarla birbirin­
SSCB karlı bir ülkedir; biraz Kanada’ya den aynlan birçok orman vardır. Daha sonra,
benzer. Ama SSCB’de Kanada’daki Kayalık çok az ağaçlı ama koyu renkli, verimli toprak­
Dağlar’a benzeyen büyük dağ sıraları yoktur. lar olan gerçek stepler gelir. Bu “kara top­
Kar kalınlığı genellikle çok fazla değildir, ama rak” bölgesi SSCB’de en çok tahılın üretildiği
kar çok uzun bir süre yerde kalır. Karadeniz yöredir. Binlerce işçinin çalıştığı büyük çift­
kıyılarındaki en ılık bölümleri bile genellikle liklerde, buğday, çavdar, arpa ve yulaf yetişti­
yılın altı haftası karla kaplıdır. Kuzeye rilir. En büyük kömür yatağı olan Donbass ve
doğru gidildikçe karın yerde kalma süresi zengin demir cevheri yatakları, Ukrayna adlı
uzar. bu bölgede bulunur. Bu nedenle burası
Avrupa’nın kuzeydoğudaki en uç noktasın­ SSCB’nin en önemli sanayi bölgelerinden biri
da ve Kutup Dairesi’nin kuzeyinde bulunan olmuştur.
Vorkuta’da zengin kömür yatakları vardır. Hazar Denizi yakınlarında çok az yağış
Buradan çıkarılan kömür, SSCB’nin kuzeyba­ olur. Bu yüzden, ancak ırmaklardan sulama
tı sınırında bulunan Leningrad’daki fabrikala­ yapılabilen yerlerde ekin yetişebilir. Hazar
ra götürülür. Kuzey Buz Denizi kıyısı boyun­ Denizi’nin batısında ve Kafkas Dağlan’mn
ca uzanan tundra bölgesinde, ancak birkaç kuzeyindeki bölgede ise Avrupa’nın en zen­
bin kişi yaşar. Bunlar geçimlerini besledikleri gin petrol yatakları bulunur.
rengeyiklerinden, balıkçılık ve avcılıktan sağ­
larlar. Beyaz Deniz’den Leningrad’a ve Ural Orta Avrupa
Dağlan boyunca daha güneye doğru büyük Orta Avrupa, kıtanın Baltık Denizi ile Akde­
melez çam, köknar, ladin ağacı ormanları niz ülkeleri arasında kalan bölümünü kapsar.
uzanır. Bu ormanlardan sağlanan büyük mik­ Büyük Tuna Irmağı güneye doğru, çapraz bi­
tarlardaki kereste Arhangelsk limanından çimde bölgeyi geçer. Orta Avrupa bölgesi
öteki ülkelere gönderilir. Yaz aylarının kısalı­ Kuzey Avrupa Ovası’nın Almanya ve Polon­
ğı tanmı olanaksız kılar. ya bölümlerini, Güney Almanya ve Bohem­
Kuzeydeki bu ormanlann güneyinde, yap- ya yaylalannı, Alp Dağlan’mn en yüksek
raklannı sonbaharda döken meşe gibi ağaç­ bölümlerini ve Orta Tuna bölgesindeki büyük
larla, köknar benzeri ağaçlann birlikte bulun­ Macaristan Ovası’m içine alır. Bu yüzden gö­
duğu kanşık bir orman kümesi vardır. Bu or­ rünümü Doğu Avrupa’nmkine göre çok bü­
manlar Baltık Denizi’nden batıdaki Karpat yük çeşitlilik gösterir.
D ağlan’na kadar olan alanı kaplar ve güneye O rta Avrupa’nın geniş vadiler ve havzalarla
gittikçe daralarak Urallar’ın güney ucuna ka­ bölünmüş olması, geçmişte buralarda çok sa­
dar uzanır. Gelişerek büyük SSCB’yi oluştu­ yıda küçük devletin kurulmasına neden oldu.
ran Rusya’nın yüreğinin attığı yer işte burası­ Bunlann bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu
dır. Geçmişte bol miktarda kereste sağlayan ve Avusturya İmparatorluğu örneklerinde ol­
ormanlar kesilerek tanm a elverişli topraklar duğu gibi büyüyerek imparatorluklara dönüş­
elde edildi. Moskova bu bölgenin ortasında meyi başardıysa da tekrar parçalandılar.
yer alır. Yakınındaki Valday Tepeleri’nden SSCB’deki düzlüklerden Pripet Bataklığı
Doğu Avrupa’nın birkaç büyük ırmağı doğar ile aynlan kuzeydeki ova, Polonya ile Alman-
AVRUPA 181

Wim Dussel I Shostal Associates

The Hutchison Library

The Hutchison Library

So l üstte: Kaplıcalar, M acaristan'ın Budapeşte


kentindeki satranç maçları için alışılmadık bir ortam
oluşturur. Solda: Fransa'daki Bretanyalı bu dantel
işleyicisinin sergilediği gibi, geleneksel el işleri
A vrupa'da hâlâ başarıyla sürdürülm ektedir.
Üstte: Meyve ve sebze pazarları, SSCB de dahil,
Avrupa'nın her yanında çoğunlukla birbirine benzer.
Altta: Venedik'e özgü gondollar, kentin kanallarında
kullanışlı ve güzel bir ulaşım olanağı sağlar.

The Hutchison Library

ya arasında bölünmüştür. Üç büyük yavaş dir. Ama killi, zengin bir toprağı olan geniş
akışlı ırmak, Elbe, Oder ve Vistül bu ovada ırmak vadilerindeki ağaçlar kesildi ve buralar
kuzeyden güneye doğru akar. Eski zamanlar­ verimli tarım alanları oldu. Bu yöredeki çayır­
da burası karışık ormanlarla kaplıydı; Polon­ lar da iyi otlaklardır. Öteki yerlerde en iyi
ya’nın birçok bölümünde olduğu gibi, toprağın topraklarda buğday ve şekerpancarı, daha az
kumlu ve verimsiz olduğu yerlerde hâlâ öyle­ verimli topraklarda ise çavdar ve patates ye­
182 AVRUPA

tiştirilir. Denize akan ve kısa dönemlerin dı­ dökülür. Bu ovanın kuzey bölümünde petrol
şında ender olarak buz tutan ırmaklar, vadi­ yatakları vardır.
lerdeki çiftliklerin ürünlerini Hamburg,
Szczecin ve Gdansk (Danzig) gibi limanlara Kuzeybatı Avrupa
taşır. Norveç, İsveç ve Finlandiya’da, işlenmeye el­
Kuzeydeki ovanın güney sınırında, Orta verişli olmadığı için kimsenin yaşamadığı ge­
Avrupa’nın en önemli kömür yataklarına sa­ niş topraklar uzanır. Finlandiya’da, neredey­
hip olan Ruhr, Saksonya ve Silezya vardır. se hiç toprağın olmadığı geniş kayalık alanlar
Yayladan çıkarılan maden cevheri ve koyun- vardır. Toplam büyüklüğünün İngiltere’ninkinin
lardan elde edilen yün, buralarda, ortaçağdan dört katı olmasına karşın, bu üç ülkenin nüfu­
başlayarak, metal işçiliği ile kumaş ve cam ya­ su İngiltere’nin nüfusunun dörtte biri kadar­
pımının gelişmesine neden oldu. Çekoslovak­ dır. Toprakların büyük bölümü orman kuşağı
ya, Güney Almanya ve Güney Polonya’da içinde yer alır. Kerestesi için çam, ladin ve
büyük sanayi merkezleri vardır. Bu ovanın huşağacı yetiştirilir. Orman kesildiği zaman
güney bölümündeki korunaklı ırmak vadi­ açılan alan tarıma elverişli değildir. İsveç’te
leri, tahıl ve kök bitkilerinin yanı sıra üzüm büyük çoğunluğu yurtdışma satılan çok zen­
ve tütün gibi ılıman iklim isteyen bitkile­ gin demir cevheri yataklan olmasına karşın,
rin de yetiştirildiği zengin tanm alanlarıdır. bu üç ülkeden hiçbirinde söz etmeye değer
Yukarı Ren Vadisi bu tür topraklara bir ör­ kömür yataklan yoktur.
nektir. Kuzeydeki morina ve ringa balığı avcılığın­
Alp Dağlan, İsviçre’yi baştan başa geçer ve da Norveç’in iyi bir konumu vardır; denizcile­
Tuna’ya yaklaşırken kollara aynlır. Tuna’nın ri bütün denizlerde çalışır. Birçok Norveçli de
öteki yanında, Karpat Dağlan, Macaristan daha iyi bir yaşam sağlamak için Kanada ve
Ovası’m kuşatacak biçimde bir yay çizer. Batı A BD ’ye gitmiştir. İsveç, ırmaklardaki su gü­
Avusturya’dan Balkan Yanmadası’na doğru cünü ve maden kaynaklannı kullanarak fabri­
başka bir dağ sırası iner. Bu sıra, Adriya De­ kalar kurabilmiştir. Ama Finlandiya’nın ke­
nizi kıyılarını izleyerek Yunanistan’a inen reste dışında çok az kaynağı vardır. Hem İs­
batı kolu ile Yugoslavya ve Bulgaristan’ı ge­ veç, hem de Finlandiya’nın limanlan kışın buz
çerek Karadeniz’e ulaşan doğu koluna aynlır. yüzünden çalışamaz duruma gelir. İzlanda’nın
Bu dağ sıralan ulaşım ve iletişim açısından büyük bölümü çıplak volkanik dağlarla kaplı­
ciddi birer engeldir. Bu dağlardaki belli başlı dır, ama çayırlarda koyun ve sığır yetiştirilir.
geçitler, Tuna’nın Viyana yakınlannda dağ­ İzlanda’yı çevreleyen denizler balık yönünden
larda açtığı yol; Sava Irmağı’nın Adriya Deni­ çok zengindir.
zi kıyısındaki Triyeste’den kıtanın içlerine
doğru akarken Yugoslavya’da Ljubljana ya- Kuzey Denizi Ülkeleri ve Fransa
kınlannda açtığı geçit; Belgrad çevresinden Kuzey Avrupa Ovası batıda, Kuzey Denizi’
geçen ve Yunanistan’da Selanik yakınlarında nin yatağını oluşturacak biçimde hafifçe alça­
denize dökülen ırmaklann oluşturduğu gedik­ lır. Kuzey Denizi’nin ötesinde, Britanya Ada-
lerdir. Demiryolları için Alpler’in yüksek orta lan’nı oluşturacak biçimde gene hafifçe yük­
bölümlerinde tüneller yapılmıştır. Tuna, Vi- selir. Bu yüzden çevresi dağlık olmayan sığ
yana’dan Romanya’daki Demirkapı adı verilen bir denizdir.
dar boğaza kadar, Alp Dağları ile Karpat İngiltere’nin, Kuzey Fransa’nın ve Belçika’
Dağlan tarafından kuşatılmış geniş bir düz­ nın büyük sanayi merkezleri, zengin kömür
lükte akar. Macaristan Ovası ya da Alföld di­ yataklarının kolaylıkla işlendiği, kömürün de­
ye bilinen bu düzlük, SSCB’nin güneyindeki- miryolu, akarsu ve deniz ulaşımıyla kolayca
ne benzer çayırlık bir alandır. Burada domuz, taşınabildiği yerlerde kurulmuştur. Bu bölge­
sığır ve at yetiştirmenin yanı sıra buğday ve lerdeki üretim, Japonya gibi ülkelerin gelişen
mısır da üretilir. Tuna, Demirkapı’yı geçtik­ sanayilerinin rekabetinden etkilenmiştir. Ku­
ten sonra, Romanya’da, öncekine benzeyen zey Denizi’nden çıkanlan petrol ve doğal gaz,
bir başka büyük ovayı geçerek Karadeniz’e evler ve fabrikalar için yakıt sağlar.
AVRUPA 183

İngiltere, Belçika, Hollanda ile Danimar­ pımcısıdır. Başkenti Paris, birçok demiryolu­
ka’nın değişken, çoğunlukla yumuşak, nemli nun geçtiği önemli bir merkezdir.
iklimi bol besin üretmelerini sağlar. Bu iklim
özellikle süt ve besi hayvanlarının beslenmesi, A vru palIlar
koyun, domuz ve kümes hayvanlarının yetişti­ Yaklaşık 1 milyon yıl süren ve 10 bin yıl kadar
rilmesi için gerekli olan otlakların büyümesi­ önce sona eren Buzul Çağı boyunca, Avrupa’
ne çok uygundur. Kuzey Denizi ile Atlas da yaşayanlann sayısı çoz azdı. Ama sonun­
Okyanusu ve Kuzey Buz Denizi’nin Kuzey da buzlar erimeye başlayınca ilk göçebe kabi­
Denizi’ne yakın bölümleri dünyanın en zen­ leler, Kuzey Afrika’dan, İspanya yoluyla
gin balıkçılık alanları arasındaydı. Ama, geç­ Fransa’ya ve İngiltere’ye daha sonra da bir
mişteki aşırı avlanma yüzünden günümüzde, zamanlar büyük bir buz tabakasının merkezi
bazı bölümlerinde balık azalmıştır. olan Norveç ve İsveç’e geldiler. Bu insanlar
Elverişli koşullara karşın İngiltere ile Al­ avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşadıklan için
manya Federal Cumhuriyeti’nin besin üretimi sayıları azdı. Buz tabakalan, insanların avlan-
halklarını beslemeye yetmez. Hammaddenin malannı engellediği için, Kuzey Avrupa bu
yanı sıra besin maddeleri de uzak ülkelerden dönemin (Buzul Çağı’nın) büyük bir bölü­
getirilir. Avustralya ve Amerika kıtalarından münde boştu. Buzlar eridikçe insanlar, Gü­
yün, pamuk, maden cevherlerinin yanı sıra, ney Avrupa’nın ılık ormanlık ve çayırlık alan-
et, tahıl ve meyve alınır. Bu yüzden Batı Av­ lanndan buralara doğru göç ettiler. Tarihön­
rupa ülkelerindeki yaşam düzeyinin yüksekli­ cesi dönemde Avrupa’da yaşayanlar Nean-
ği denizaşırı ülkelerle yapılan ticarete bağım­ derthal insanlardı. 1859’da Almanya’nın Düs-
lıdır. Dünyanın en büyük limanlarından bir­ seldorf kenti yakınlannda Neander’de bir va­
çoğu da Avrupa’nın bu bölümündedir. İngil­ dide bulunan o dönemden kalma insan kalın­
tere’deki Londra, Liverpool ve Southampton; tıları nedeniyle bu insanlara Neanderthal adı
Belçika’daki Anvers; Hollanda’daki Rotter- verilmiştir. Neanderthal insanlar çoğunlukla
dam; Almanya Federal Cumhuriyeti’nin Ku­ mağara insanlarıydı (bak. M a ğ a r a İNSANLARI).
zey Denizi kıyısındaki Hamburg; Danimarka’ İÖ yaklaşık 3000’de tahıl yetiştirmeyi öğre­
daki Kopenhag; İsveç’teki Göteborg ve Nor­ nen insanlar, Güneybatı Asya’dan Avrupa’ya
veç’teki Bergen büyük ticaret limanlarıdır. doğru yayıldılar. Güneydoğuda yetiştirilen
Fransa, SSCB’nin dışında, Avrupa’da ku­ verimsiz bir tür tahıl dışında, Avrupa’da yiye­
zeyden güneye kadar uzanan tek ülkedir. A k­ cek olarak yetiştirilebilecek hiçbir bitki bu­
deniz’de kıyıları olan Fransa’nın güneydoğu­ lunmamıştı. Ağaçlan kesmek için metal balta­
sunda ve Pireneler’de Avrupa’nın en yüksek lan olmayan ama tekneleri olan çiftçiler, Av­
tepelerinden bazıları bulunur. Ülkenin orta­ rupa’nın, sık ormanlann bulunmadığı orta ve
sındaki yayla, pek çok açıdan Almanya Fe­ doğu bölümlerine doğru yayıldılar. Eski me­
deral Cumhuriyeti’nin güneyindeki yayla­ zarlardaki buluntulardan bu ilk insanların bü­
lara benzer; kuzey ve batı kıyılan ise ger­ yük bölümünün avcı ya da çiftçi olduğu anla­
çekte, Kuzey Denizi bölgeleri arasında sa­ şılmıştır.
yılabilir. Bu yüzden Avrupa’nın tümünde AvrupalIlar, ırk özellikleri ve dilleri açısın­
bulunan özellikler Fransa’da küçük ölçekte dan büyük farklılık gösterirler (bak. A vrupa
bulunur. DİLLERİ; I rk). Ama Avrupalılar’ın fiziksel gö­
Fransa, Manş Denizi ile Akdeniz’den geçen rünümleri ile ilgili bazı genellemeler yapılabi­
iki büyük okyanus ticaret yolunun arasında lir. KafkasyalI ya da beyaz ırk diye bilinen
yer alır. Belli başlı limanlarından güneydeki Kafkas tipi, Avrupa’nın yerlisi olarak kabul
Marsilya ile kuzeydeki Le Havre, Rouen ve edilir. Güneydeki insanlar genellikle kısa ya­
Dunkerque bu yollar üzerindedir. Fransa bir pılı ve koyu renklidir. Bunlara bazen Akdeniz
yandan çok çeşitli tarım ürünü ve hayvan ye­ tipi denir. Orta ve Doğu Avrupa’da kısa boy­
tiştiren zengin bir tanm ülkesi; öte yandan ları, sağlam yapılan ve kumral renkleriyle ta­
önemli bir çelik üreticisi, giysi ve mobilya gibi nınan Alp tipi dikkati çeker. Kuzeyde ise, ge­
güzel görünümü olması gereken malların ya­ nellikle uzun boylu, açık tenli ve mavi gözlü
184 AVRUPA

İskandinav tipi yaygındır. Birçok Avrupalı bu lannda hızlanan Sanayi Devrimi’ydi. Sanayi
tiplerden ikisinin karışımıdır. Devrimi maden ocakları yakınında ve sanayi
Avrupa’daki ulusal diller birbirinden ol­ bölgelerinde nüfusun artmasına neden oldu;
dukça farklıdır. Dillerin çoğu Hint-Avrupa dil buna karşılık tanm alanlannda nüfus azaldı
ailesine bağlıdır. Buna karşılık, bir ülkenin in­ {bak. SANAYİ DEVRİMİ).
sanı, bir başka ülkenin insanını, eğer o dili
aynca öğrenmemişse anlayamaz. Hint-Avru­ Avrupa Birliği
pa dilleri İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtal­ Avrupa kıtasında, sıkı sıkıya bir araya gelmiş
yanca, Almanca, İsveççe ve DanimarkalIlar’ insan ve görüşlerin oluşturduğu farklı gruplar
ın konuştuğu Danca’yı kapsar. Daha az sayı­ vardır. 14. yüzyıl ile 16. yüzyıl arasında Avru­
da insan Ural-Altay dil ailesine bağlı dilleri pa sanatının ve kültürünün canlandığı bir dö­
konuşur. Bunlar Fince, Estonca, Macarca ve nem olan Rönesans’tan sonra {bak. RÖNE­
Türkçe’dir. Avrupa’da yaklaşık 30 ayrı dil ko­ SANS), ayn uluslar gelişmeye başladı. İnsanlar
nuşulur. kendilerini artık Avrupalı olmaktan çok örne­
AvrupalIlar, temel olarak Hıristiyanlık di­ ğin, Fransız, İsveçli, İtalyan, Alman, İngiliz
ninin üç mezhebi arasında bölünmüştür: Ka­ saydılar. Ortak inanç ve geleneklerle birbirle­
tolik, Protestan ve Ortodoks. Avrupa’da bun­ rine bağlanmış olmalarına karşın, AvrupalIlar
ların yanı sıra çok sayıda Musevi ve az sayıda tarihleri boyunca sık sık anlaşmazlığa düştüler
Müslüman vardır. İtalya, İspanya, Portekiz, ve bu, ikisi dünya savaşı olan, birçok savaşa
Fransa, Avusturya, Macaristan, Belçika ve yol açtı.
Federal Almanya’nın güneyinde yaşayanların Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan bu yana,
çoğu Katolik’tir. Protestanlar İskandinavya’ Avrupa ülkeleri arasında birliği sağlamak için
da, Federal Almanya’nın kuzeyinde, İngilte­ birçok girişimde bulunuldu. Savaştan sonra
re’de ve Hollanda’da çoğunluktadır. Orto- Doğu Avrupa’nın büyük bölümü SSCB’nin
dokslar ise SSCB ve Yunanistan ile Avrupa’ denetimine girdi ve buralarda sosyalist yöne­
nın ortadoğusunda yaşarlar. timler iktidara geldi. Avrupa ülkelerinin ço­
Avrupa dünyanın en yoğun nüfuslu bölge­ ğunu kapsayan, birbirine karşıt iki askeri itti­
lerinden biridir. Dünya nüfusunun yaklaşık fak, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NA­
altıda biri bu kıtada yaşar. Avrupa’da nüfus TO) ve Varşova Paktı kuruldu. Soğuk Savaş
yoğunluğunun en fazla olduğu ülke ve yöreler dönemi olarak adlandınlan ve iki askeri itti­
İtalya, İngiltere, Kuzey Fransa, Hollanda, Bel­ fak arasındaki ilişkilerin çok gergin olduğu
çika ve Federal Almanya’dır. İskandinavya’ dönem 1960’larda yumuşadı; Doğu ve Batı
nın kuzey bölgeleri, Finlandiya ve SSCB’nin Avrupa ülkeleri arasında ticari ve kültürel
kuzeyi nüfusun en seyrek olduğu yerlerdir. ilişkiler ile turizm gelişti.
İsa’nın yaşadığı dönemde Avrupa’nın göre­ Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun bir par­
li olarak büyük bir nüfusu vardı. Roma İmpa­ çasını oluşturduğu Avrupa Topluluklan, Batı
ratorluğumun 2. yüzyıldaki nüfusu tahminen Avrupa’nın birleşmesi için atılmış en önemli
70 milyondu. Ama bunun yalnızca bir bölümü adımdır. 1951’de, Belçika, Fransa, Almanya
Avrupa’da yaşıyordu. Aynı dönemde Çin’in Federal Cumhuriyeti, İtalya, Lüksemburg ve
tahmini nüfusu 50 milyondu. Ortaçağ sırasın­ Hollanda kömür, demir, çelik üretimi ve pa­
daki bir dönem dışında, Avrupa’nın nüfusu zarlamasında ortak davranma kararı aldılar.
düzenli olarak artmıştır. 1957’de bu altı ülke Roma Antlaşması’m im­
1900’de, nüfus yaklaşık 180 milyon olarak zalayarak, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu
tahmin edildi. 1920 ile 1930 arasında Avru­ kurdular. İlk amaçlan, tanm ve sanayi alanla­
pa’nın nüfusu hızla arttı ve tahminen 500 mil­ nnda ortak bir politika gerçekleştirmek ve üye­
yona ulaştı. 16. yüzyıldan başlayarak Avru­ ler arasındaki gümrük vergilerini azaltmaktı.
palIlar hem yeni keşfettikleri Amerika kıtası­ Bir Avrupa hükümetine doğru ilk adım olmak
na hem de Avrupa’nın öteki yörelerine göç üzere Avrupa Parlamentosu kuruldu.
ettiler. Bu nüfus hareketinin başlıca nedeni 1973’te İngiltere, Danimarka, İrlanda
16. yüzyılda tohumlan atılan ve 18. yüzyılın son- Cumhuriyeti bu topluluğa katıldı, 1979’da
AVRUPA DİLLERİ 185

bunları Yunanistan izledi. İspanya ve Porte­ değişik bölgelerle, bazen de değişik toplumsal
kiz’in de katılımıyla topluluğa üye ülkelerin gruplarla bağlantılıdır; ama gene de bir dilin
sayısı 12 oldu {bak. A vrupa T opluluklari). değişik lehçelerini konuşanlar genellikle bir­
birlerini anlayabilirler {bak. Lehçe). Örneğin,
AVRUPA DİLLERİ. Birçok Avrupa ülkesinin Hollanda’nın ve Almanya Federal Cumhuri­
“ulusal dil” adıyla bilinen kendi dili vardır. yeti’nin Kuzey Denizi kıyılanndan güneye
Örneğin Türkçe, İngilizce, Fransızca, İspan­ doğru bir lehçeler zinciri uzanır; bu lehçelerin
yolca ve Yunanca bunlardan birkaçıdır. Ama her biri, en yakın komşusu olan lehçeden, az
öteki Avrupa ülkelerinin pek çoğunda ulusal da olsa belli farklılıklar gösterir. Federal Al­
dil yoktur. Örneğin Belçika kuzey ve güney manya tarafında kalanlara Alman lehçeleri,
olmak üzere iki bölgeye ayrılır; kuzeyinde Hollanda tarafında kalanlara da Hollanda
Hollanda dilinin bir biçimi olan Flamanca, lehçeleri denir. Bazı Alman ve Hollanda leh­
güneyinde ise Fransızca konuşulur. İsviçre’de çeleri ise birbirlerine çok yakındır. Evlerinde
konuşulan dört dil vardır: Fransızca, Alman­ konuştukları lehçe hangisi olursa olsun, Hol­
ca, İtalyanca ve Romanş dili. landalI çocuklar resmi Hollanda dilini, Alman
Bazı diller insanlann bir araya gelmesinde çocuklan da resmi Almanca’yı okuyup yaz­
çok etkili olmuştur. İtalyanca, İtalya’nın bir­ mayı öğrenirler.
leşmesine yardımcı oldu. İrlanda’da büyük öl­
çüde İngilizce konuşulduğu halde, İrlanda ba­ Hint-Avrupa Dil Ailesi
ğımsızlık hareketinde oynadığı rolün bir sonu­ Avrupa dillerinin büyük bölümü, Hint-Avru­
cu olarak, İrlanda dilinin bu ülkede geniş bir pa dil ailesi adıyla bilinen bir dil grubunun
kullanım alanı vardır. dallarından türemiştir. Bu dil ailesinin artık
Çoğu Avrupa dilinin “standart” olarak ni­ yaşamayan daha eski bir “anadil”den geldiği
telenen resmi bir biçimi, aynca birbirinden düşünülmektedir. Farsça ve Ermenice ile
değişik ve farklı lehçeleri vardır. Lehçeler, Hindistan’ın kuzey bölgelerinde konuşulan

Hin t-Avrupa
Dilleri

Fin-Ugor
Dilleri

A ltay
Dilleri

--------
Bask Dili

'"r^ŞlovakçaV
lsızca Almanca. Almanca {^j'aJ-arca /'R umenceı _
Fransızca v e - \ Maçşrca / Rus’ça v #
İtalyanca r î si ovence- ' ” " V Ukrayna dili
Fransızca t İta lya n ca „ __ '^ R u m e n c e
İspanyolca ' - % Sırp-
/ Katalanca Fransızca? V V ,Bu|9arca
/ C f İspanyolca
\J \, — \Makedonca
Itajyanca Arnavutça ~
Katalanca ve.> “
İspanyolca
I İtalyanca ^ Vyunanca

—i l / • Yunanca

1YunancaO
186 AVRUPA DİLLERİ

dillerin çoğu da Hint-Avrupa dil ailesinde yer Man Adası dili de Kelt dillerindendir. İtalik
alır. Hint-Germen dil ailesi de denen dil gru­ dal, Kelt dillerinin oldukça yakın bir akraba­
bunun Hint-Avrupa dil ailesi adıyla anılması­ sıdır. Bu dalın en önemli dili, kuşkusuz, Ro­
nın nedeni, Avrupa’dan Hindistan’a kadar ma İmparatorluğu’nun dili olan ve sonuçta
geniş bir alana yayılmasıdır. Tarih boyunca yerini bütün öteki İtalik dillere bırakan Latin­
yapılan göçler, Hint-Avrupa dillerini Avrupa’ ce’ydi. “Klasik” Latince bir edebiyat, yani ya­
nın büyük bölümüne ve çok sonraları da zı diliydi. Halk Latince’si Fransa ve İber Yanm-
Amerika, Avustralya, Afrika kıtalarına ve adası’ndaki eski Kelt dillerini silikleştirerek
başka yerlere taşıdı. Roma İmparatorluğu’nun kurumlan aracılığıy­
Hint-Avrupa dil ailesinin Avrupa’ya gelen la Batı Avrupa’nın büyük bölümüne yayıldı
başlıca dallan Germen, Baltık ve Slav, Kelt, {bak. Latince). Latince giderek çağdaş Ro­
İtalik, Arnavut ve Yunan alt aileleriydi. Gü­ man dillerinin doğuşuna yol açtı. Bu diller,
nümüzdeki Germen dilleri arasında İskandi­ Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce,
nav ülkelerinde konuşulan ve son 1.000 yıl Provans dili (Fransa’nın güneyinde konuşu­
boyunca Germen dillerinin Eski Norveççe bö­ lur), Katalanca (İspanya’nm kuzeydoğusunda
lümünden gelen İsveççe, Norveççe, Danimar­ konuşulur), Romanş dili (İsviçre’nin bazı bö­
ka dili (Danca) ve İzlanda dili, Almanca, Hol­ lümlerinde konuşulur), Rumence (eskiden
landa dili, Hollanda kıyılannda konuşulan Daçya denen bugünkü Romanya’da yaşayan-
Frizce ve İngilizce bulunur. İngilizce’nin en lann Latin kökenli dili) ve öteki Latin dilleri­
eski biçimi Britanya A dalan’na 5. ve 6. yüz­ dir {bak. R oman Dİlleri).
yıllarda girmiştir. Got akınlanyla Avrupa’ Arnavutça ve Yunanca da Hint-Avrupa dil
nın güney kesimindeki çeşitli bölgelere ve Kı- ailesinin temel dallandır. Çağdaş Arnavutça,
nm ’a kadar götürülen ve bugün artık yaşama­ Balkanlar’ın bu bölümüne çok eskiçağlarda
yan Gotça da başka bir Germen diliydi. giren bir dilden kaynaklanır. Yunanca konu­
Baltık ve Slav (ya da Slavon) dilleri genel­ şan insanlar Yunanistan’a, Yunan A dalan’na
likle ayrı ama birbirine akraba alt aileler ola­ ve bugünkü Türkiye’nin batı kıyılarına İÖ
rak kabul edilir. Başlıca Baltık dilleri Litvan- 2000 yıllannda geldiler. Yunanca’nın Atina
ca ile Letonca’dır. SSCB’nin resmi dili olan lehçesi (Attika Yunancası), İÖ 3. yüzyılda
Rusça, en önemli ve en yaygın olarak konuşu­ Yunan dünyasının büyük böjümüne yayıldı ve
lan Slav dilidir. Rusça, Beyaz Rusça ve Ukray­ sonradan Bizans İmparatorluğu’nun dilini
na dili ile birlikte Slav dillerinin doğu bölü­ oluşturdu. Bu dil günümüz Yunanca’sının
münü oluşturur. Güney Slav dilleri arasında ataşıydı {bak. Y unanca).
Bulgarca ile hepsi de Yugoslavya’da konuşu­ Avrupa’da Hint-Avrupa dil ailesine bağlı
lan Makedonca, Sırp-Hırvatça ve Slovence olan dillerin dışında üç ulusal dil (Estonya di­
bulunur. Batı Slav dillerinin en önemlileri ise li, Fince ve Macarca) ile Finlandiya, Norveç
Çekçe, Slovakça ve Lehçe’dir. Slav dilleri, ve İsveç’in bazı bölümlerinde konuşulan La-
günümüzden 1.000 yıl önce var olan ortak bir ponca (Laponlar’ın dili) vardır. Bütün bu dil­
Slav dilinden gelir; bu dilden gelen dillerin en ler Fin-Ugor dil ailesindendir. SSCB’nin bazı
eskisi, Eski Kilise Slavca’sı adıyla günümüzde bölgelerinde konuşulan dillerin bir bölümü de
de yazılı biçimde yaşamaktadır. Eski Kilise bu ailedendir. Türkçe ise Ural-Altay dil aile­
Slavca’sı (Eski Bulgarca), Avrupa’nın güney­ sinin Altay kolundadır ve Orta Asya ile Çin’
doğusunda kurulan ilk Hıristiyan kiliselerinin de konuşulan bazı dillerle, aynca büyük bir
dilidir. olasılıkla Japonca ile akrabadır.
Eski Kelt dillerini konuşanlar göçler yüzün­ Pireneler’in iki yanında, Fransa ve İspanya
den yer değiştirdi; günümüzde bu diller Avru­ topraklarında yaşayan küçük bir grup insanın
pa’nın batı kıyılarıyla sınırlanmış durumdadır. konuştuğu Bask dili, dilciler için hâlâ bir giz­
En tanınmış Kelt dilleri Galce, İrlanda Gael- dir. Bu dil, yapı açısından öteki Avrupa dille­
ce’si, İskoçya Gaelce’si ve Bretonca’dır. Ayn- rine benzemez, bugüne kadar hiç kimse Bask
ca 18. ve 19. yüzyıllara kadar Cornvvall ve dilinin başka bir dille ya da dil ailesiyle akraba
Man Adası’nda kullanılan Cornvvall dili ve olduğuna ilişkin izler bulamamıştır. Söylene-
AVRUPA TOPLULUKLARI 187

bilen tek şey, Bask dilinin bir zamanlar İber şik Devletleri”ne bile dönüşebilecek bir Av­
Yanmadası’nda daha yaygın olarak konuşul­ rupa Ekonomik Topluluğu düşüncesi bu baş­
duğudur; çünkü tarih çağlarında Bask dilinin langıçtan doğup gelişti. O zaman Avrupa’da
bilinmediği bölgelerdeki bazı yer adlan Bask ülke sınırlan kalkacak; işçilerin ve sermaye­
dilinden alınmadır. Bu durumda, günümüz­ nin serbest dolaşımı gerçekleşecek; sanayi ve
deki Basklar’ın, Keltçe konuşan halklar ve tanmı ortak yasalar düzenleyecek; ortak bir
daha sonra da Romalılar tarafından Bask ül­ para sistemi ve belki de tüm Avrupa’yı
kesindeki dağlara itilmiş eski halklardan bu­ kapsayacak tek bir hükümet olacaktı.
güne kalanlar olması gerekmektedir. 1951 Paris Antlaşması’yla kurulmasına ka­
Ayrıca bak. AVRUPA; DİL; TÜRKÇE. rar verilen Avrupa Kömür ve Çelik Toplulu­
ğu (AKÇT), altı ülkenin kömür, çelik ve
AVRUPA TOPLULUKLARI, Avrupa Kömür demir cevheri kaynaklannı tek bir yönetim
ve Çelik, Avrupa Atom Enerjisi ve Ortak altında toplamak amacıyla 1952’de kuruldu.
Pazar adıyla da bilinen Avrupa Ekonomik Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 1957
topluluklarından oluşur. Roma Antlaşması’yla doğdu ve altı ülkenin
Avrupa Topluluğu düşüncesi, Avrupa’nın öteki tüm kaynaklanna ilişkin politikalannı
büyük bölümünün yıkıldığı II. Dünya Savaşı’ birleştirmek amacıyla 1958’de örgütlendi. Ay-
nin (1939-45) bitmesini izleyen yıllarda doğ­ n bir Roma Antlaşması (1957) ile kurulması
du. 1950’de, zamanın Fransa Dışişleri Bakanı kararlaştınlan Avrupa Atom Enerjisi Toplu­
Robert Schuman, Fransa ile Almanya Fede­ luğu altı ülke için ortak bir atom enerjisi
ral Cumhuriyeti’nin kömür ve çelik sanayile­ sanayisi geliştirmek üzere 1958’de oluşturul­
rini ortak bir yönetim altında birleştirmelerini du. Hâlâ ayn antlaşmalara dayanmakla birlik­
önerdi. Öteki Avrupa ülkeleri de, bu örgüte te, bu üç topluluk 1967’de yönetsel organları
katılmaya çağrıldı. İtalya, Belçika, Hollanda bir araya getirilerek, kısaca “Topluluk” diye
ve Lüksemburg bu çağnya uyarak, toplulukta anılan Avrupa Topluluklan çatısı altında bir­
yer aldılar. Gelecekte bir gün “Avrupa Birle­ leştirildi.

Avrupa T o p lu lu kla rın a


üye ülkeler.
188 AVRUPA TOPLULUKLARI

İngiltere’nin Topluluk’ta kalmasından yana


oy kullandı.
Topluluk’ta, yeni üyelerin ekonomileri bir
geçiş dönemiyle, Topluluk politikalarıyla
uyumlu duruma getirilir. Bu geçiş dönemi İngil­
tere için 1973’ten 1978’e kadar sürmüştür.
Geçiş döneminden sonra, yeni üyeler ile öteki
üye ülkeler arasında her türlü, sanayi ve tarım
ürünleri ticareti gümrük vergisi ödenmeden
yapılır. 1980’de, Topluluk’un mali sistemini
benimseyen İngiltere, öteki üye ülkeler gibi
gümrük vergileri ve tarım ürünleri ithal fonla­
rının yanı sıra, katma değer vergisinden
(KDV) elde edilen gelirin belirli bir oranını
ne Hutchison ubrary Komisyon’a aktarmaktadır. Topluluk giderle-
Avrupa P arlam entosunun merkezi Fransa'nın rinin karşılanması, üye ülkeler arasında
Strasbourg kentindeki bu binadadır. , , , , , ^ ,
3 zaman zaman anlaşmazlıklara yol açar. Ortak
bir para sistemi oluşturmak için yapılan giri-
İngiltere, Avrupa birliği düşüncesinin ger- şimler, üyeler arasındaki anlaşmazlıklar nede-
çekleşmesinden yana olmakla birlikte, baş- niyle, bugüne kadar sonuçlandırılamadı.
langıçta Avrupa Topluluklarına üye olma 1976’da Avrupa Parlamentosu, üyeleri için
girişiminde bulunmadı. Bunun bir nedeni, doğrudan seçim yapılmasını kararlaştırdı.
İngiltere’nin İngiliz Uluslar Topluluğu ve Bundan önce üyeler halkoyuyla değil, üye
imparatorluğun geri kalan denizaşırı sömür- ülkelerin parlamentoları içinden seçilirdi,
geleriyle (o sırada bunların birçoğu bağımsız üyeleri seçimle gelen ilk Parlamento 1979’da
yönetimlerini kurma yolundaydı) yaptığı tica­
rete önem vermesiydi. Ama 1961’de, İngilte­
re, Danimarka ve İrlanda Cumhuriyeti ile
birlikte tam üyelik için başvurdu. 1962’de de
Norveç üyelik başvurusunu yaptı. 1963’te •
Fransa, İngiltere’nin katılmasını kabul etme­
yince (veto edince) görüşmeler kesildi. 1967’de
bu dört ülke üyelik için yeniden başvurdu ve
İngiltere’nin başvurusu Fransa tarafından ge­
ne veto edildi.
1970’te altı kurucu üye, başvuruda bulunan
bu dört ülkeyle görüşmeleri yeniden başlattı.
Bu kez, İngiltere’yle yapılan görüşmeler başa­
rılı oldu ve İngiliz Parlamentosu Avrupa
Topluluklan’na giriş ilkelerini kabul etti. Baş­
bakan Edward Heath, Katılma Antlaşması’m
22 Ocak 1972’de imzaladı; 1 Ocak 1973’te
İngiltere üyelik sıfatını resmen kazandı. Dani­
marka ve İrlanda da birliğe katıldı. Ama
Norveç üye olmaktan vazgeçti.
İngiltere’de 1974’te iktidara gelen İşçi Par­
tisi hükümeti, giriş koşullarını yeni görüşme­ Üye devletlerce ayrı
lerle, yeniden belirledi ve sorun ülke tarihinin ayrı seçilir ya da Bütün üyelerin ortak
atamr kararıyla atanır
ilk referandumuyla halkoyuna sunuldu. Oyla­
maya katılanlann yüzde 67’sinden fazlası, Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun yönetim i.
AVRUPA TOPLULUKLARI 189

seçildi. Bu uygulama Avrupa Toplulukları si olabilecekleri gibi, bağımsız da olabilir­


için, ileriye doğru atılmış önemli bir adımdır. ler. Üyeler geldikleri ülkeye göre değil siyasal
Çünkü seçimle gelmiş üyelerden oluşan Avru­ görüşlerine göre gruplaşır. Aynı görüşü pay­
pa Parlamentosu topluluk işleri hakkında laşan parlamenterler, kendi halklan ve Top­
daha fazla söz sahibi oldu. luluk için yararlı olacağına inandıklan karar­
1981’de Yunanistan ve 1986’da İspanya ve lan aldırmak amacıyla, bir araya gelerek si­
Portekiz’in katılımıyla, topluluğun tam üyele­ yasal gruplar oluştururlar.
rinin sayısı 12’ye yükseldi. 1963’te imzalanan Parlamentoda, Fransa, Almanya Federal
Ankara Anlaşması’yla A ET’ye ortak üye olan Cumhuriyeti, İngiltere ve İtalya’nın her biri­
Türkiye ise, Avrupa Topluluklarına tam nin 81, İspanya’nın 60, Hollanda’nın 25,
üyelik için 14 Nisan 1987’de başvuruda bu­ Belçika, Yunanistan ve Portekiz’in her birinin
lundu. 24, Danimarka’nın 16, İrlanda’nın 15, Lük-
semburg’un 6 üyesi vardır. Avrupa Parlamen­
Avrupa Toplulukları'nın Çalışması tosu’nun merkezi Strasbourg’dadır; Lüksem-
Avrupa Toplulukları çalışmalarını çeşitli or­ burg ve Brüksel’de de toplanır. İşlerin çoğu,
ganlar eliyle yürütür. Bunlardan Komisyon, küçük komiteler tarafından yapılır. Meclis
politikaları planlar ve bunları uygulayabilmek her ay bir hafta süreyle toplanır. Üyeler
için gerekli ayrıntılı önlemleri belirler. 14 kendi ulusal parlamentolannın da üyesi olabi­
üyesi vardır. Her Komisyon üyesi, Topluluk lirler. Konsey, Komisyon’un önerilerinin ço­
etkinliklerinin belirli bir alanından sorumlu­ ğunu karara bağlamadan önce Parlamento’
dur; bir memur kadrosu, işlerin yürütülmesin­ nun görüşünü almak zorundadır. Parlamento
de ona yardımcı olur. Ulusal çıkarlarını gözet­ üyeleri, uygulanan politikalar hakkında Kon­
meksizin, bağımsız olarak çalışması gereken sey’e soru yöneltebilir. Gücü hâlâ sınırlı
Komisyon üyeleri, 12 üye ülkenin hükümetle­ olmakla birlikte Parlamento, Topluluk bütçe­
rince atanır. Komisyon’un genel merkezi sinin denetiminde etkin rol oynar.
Brüksel’dedir. Adalet Divanı, üye hükümetlerin atadığı 13
Bakanlar Konseyi, kuralları koyan organ­ bağımsız yargıç, bir başsavcı ve dört savcıdan
dır. Kararlan, Komisyon’un önerilerine daya­ oluşur; Topluluk kurallannm ve antlaşmalan-
nır. Konsey, üye ülke hükümetlerinin bakan- nm adil bir biçimde uygulanmasını gözeten
lanndan oluşur. Üye ülkeler tartışılan konuy­ bir kuruldur. Kararlan, üye ülkeleri, Toplu­
la ilgili bakanlannı gönderirler. Genel uygula­ luk kurum ve bireylerini bağlayıcı nitelikte­
ma dışişleri bakanlannm, gerekli durumlarda dir. Yargıçlar davalan, çoğunluk oyuyla kara­
konuyla ilgili bakanlarla birlikte Konsey’e ra bağlar. Adalet Divanı Lüksemburg’dadır.
katılmaları biçimindedir. Bakanlar kendi ül­ Avrupa Yatırım Bankası, Topluluk içinde
kelerinin çıkarlannı savunurlar ama aynı za­ görece yoksul bölgelerdeki mali kuruluşlara
manda tüm topluluğa yararlı olacak çözümler ve yönetimlere ödünç para vererek yardımcı
bulmaya çalışırlar. olur. Topluluk dışındaki ülkelere de kredi
Bakanlar Konseyi başkanlığını üye ülkeler açar. Tüm Topluluk üyeleri, merkezi Lük­
sırayla ve altı aylık sürelerle üstlenir. Konsey, semburg’da bulunan Yatınm Bankası’na or­
Brüksel ya da Lüksemburg’da toplanır. taktır.
Avrupa Parlamentosu, Topluluk kararlan Avrupa Toplulukları Çalışanları, Komis­
üzerinde demokratik denetime sahiptir. Baş­ yon, Konsey sekreteryalan, Parlamento ve
langıçta üye devletlerin parlamentolannın Divan gibi Topluluk kurumlannda çalışan
kendi içinden belirleyip gönderdiği delegeler­ 12.000’den çok görevliyi kapsar. Topluluk
den oluşan Avrupa Parlamentosu’nun, organlannda Danca, Flamanca, İngilizce,
1979’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçim­ Fransızca, Almanca, Yunanca, İtalyanca,
lerinden sonra 434’ü seçilmiş; 84’ü de Toplu- Portekizce ve İspanyolca olmak üzere, dokuz
luk’a sonradan katılan İspanya ve Portekiz resmi dil kullanılır. İrlanda, antlaşmalarda
parlamentolarından gönderilmiş toplam 518 Kelt dilini, tüm öteki konularda İngilizce’yi
üyesi vardır. Bunlar, bir siyasi parti üye­ kullanır.
190 AVUKAT

Avrupa Topluluklarının bu güne kadar AET, çok içedönük olması ve kendi para
ulaşabildiği en önemli amaçlarından biri, sorunlanyla çok fazla uğraşması yüzünden
gümrük birliğidir. Bu, üye ülkeler arasındaki de eleştirilir. Bununla birlikte, denizaşın ülke­
ticari engelleri (ithalat ve ihracat vergileri, lerle ticari ve başka bağlantıları vardır. Özel­
gümrük vergileri ve kotalar gibi) kaldırmak likle besin ve hammadde satan, gelişmek­
anlamına gelir. Günümüzde mallar, üye ülke­ te olan 60’ın üzerinde ülkeyle 1975, 1981 ve
ler arasında, hemen hemen ABD eyaletleri 1985 tarihli Lome antlaşmalan çerçevesinde,
arasında olduğu kadar serbestçe dolaşabilir. ticari bağlantı kurmuştur. Topluluk sanayi
Üye ülkelerin işçileri sosyal güvenlik hakları­ alanında ABD ve SSCB’den sonra gelir. Aynı
nı yitirmeksizin Topluluk üyesi ülkelerden zamanda dünyanın en büyük ticaret ve banka­
istedikleri herhangi birinde çalışabilir. Banka­ cılık merkezlerinden biridir. {Ayrıca bak.
cılık ve sigortacılık gibi hizmetler ile ser­ A vrupa .)
mayenin dolaşımı konusunda da bu yönde
adımlar atılmıştır. Topluluk yasaları, besin AVUKAT, hukuk öğrenimi görmüş ve hukuk­
maddelerinin fiyatlarını değiştirmekten, işini la ilgili konularda kişilere yol göstermeyi;
kaybetmiş işçilerin yeniden eğitimine kadar adalet önünde kişilerin haklarını savunmayı
uzanan çeşitli alanlarda insanların yaşamını meslek edinmiş kimsedir. Avukat yalnızca
etkiler. kişilerin hukuksal işleriyle uğraşmaz; devle­
tin, kurumlann, kuruluşlann hukuksal işleriy­
Avrupa Toplulukları'nın Geleceği le de uğraşır. Serbest ya da bir kuruma bağlı
Avrupa Topluluklarının öteki ülkelerle bağ­ olarak çalışabilir. Vasiyetname, sözleşme, hu­
lantısı bugüne kadar dört farklı türde olmuş­ kuksal belgeler düzenlemek de avukatın uz­
tur. Bunlar: Tam üyelik; Avrupa ülkelerinin manlık alanına girer.
ortak üyeliği (Türkiye ve Malta ortak üyedir); Avukatlann çoğu hukukun belirli bir ala­
gelişmekte olan ülkelerin ortak üyeliği; tica­ nında uzmanlaşırlar. Genel olarak bu uzman­
ret anlaşmalarıdır (örneğin, İsveç). laşma ya davalara girerek dava avukatı olmak
Topluluk büyüdükçe, değişmesi de kaçınıl­ ya da çeşitli konularda kendine başvuranlara
mazdır. 1957’de Roma Antlaşması imzalandı­ yol göstermek, danışmanlık yapmak biçimin­
ğında, II. Dünya Savaşı’nın anıları henüz de belirginleşir. Bir avukat bir davayı üstüne
canlıydı. Yeni bir savaşı önlemek için Avrupa almadan önce söz konusu olayı ya da durumu
devletlerinin bir araya getirilmesi düşüncesi hukuk açısından değerlendirir. Buna dayana­
devlet adamları için ön plandaydı. Ama bu­ rak görüş ve önerilerini bildirir. Haklannı
gün ilerde ulaşılacak bir siyasal birlik düşün­ savunacağı kişiyi ya da hukuk deyimiyle
cesinden, “Avrupa Birleşik Devletleri”nden “müvekkil”ini temsil yetkisi aldıktan sonra da
artık daha az söz ediliyor. Günümüzde, Top­ gerekli işlemleri yürütür ve duruşmalara gi­
luluk sorunları arasında, üyelerinin bazen rer. B öylece davacı ya da davalı kendine vekil
birbirinden farklı olan amaçlarını, çatışmaya olarak seçtiği avukat tarafından yargı önünde
yol açmadan bağdaştırmak da vardır. Ortak temsil edilmiş olur.
tanm politikası anlaşmazlık nedenlerinden Kimi ülkelerde avukatlar “davaya giren
biridir. Çünkü, temelde çoğunluğu Fransız ve avukatlar” ve “girmeyen avukatlar” diye bir­
İtalyan olan küçük çiftçilere, ürünlerine yük­ birinden tümüyle aynlırlar. Avukat olmak
sek fiyat güvencesi vererek yardımcı olmak isteyen kimse bu konuda seçim yapmak zo­
amacıyla çizilen bu politika, aynı zamanda rundadır ve seçilen uzmanlık dalı, ancak bir
daha büyük tanm birimlerini de özendirmiş­ eğitimden ve sınavlardan geçerek değiştirile­
tir. Bunun sonucunda AET, bazen belli bir bilir.
ürün türünü gereğinden çok fazla üretmiş, Her ülkede, avukatların çeşitli meslek sorun­
sonra da bunu dünya pazannda satamamıştır. lanyla uğraşan, örgütlenmelerini sağlayan ve
Gazete ve televizyon muhabirlerinin söz et­ çalışma kurallannı belirleyen kuruluşlar var­
tikleri “şarap gölleri” ya da “tereyağı tepe­ dır. Bazı ülkelerde, avukatlık yapabilmek için
le rin in nedeni budur. bu kuruluşlara üye olmak zorunludur.
AVUSTRALYA 191

Türkiye'de Avukatlık olarak ön ayaklarında toprağı kazmaya ya­


Türkiye’de avukatlık yapabilmek için hukuk rayan uzun tırnaklar vardır.
fakültesinde öğrenim görmek gerekir. Türki­ Avurdukeselilerin yanaklarındaki içi kürk­
ye’deki bir hukuk fakültesini bitirenler bir le kaplı, cep gibi keseler birer delikle ağzın
yıllık staj sonunda avukat olurlar. Stajın ilk dışına açılır. Hayvan bu keselere doldurduğu
altı ayı adliyede, ikinci altı ayı ise en az beş bitki köklerini ve başka yiyecekleri yuvasına
yıllık bir avukat yanında yapılır. Yalnız Türki­ taşıyarak kışın yemek üzere depolar. Yuvası
ye Cumhuriyeti yurttaşları avukat, hakim, ve yiyecek deposu genellikle toprağın birkaç
savcı olarak görev yapabilirler. Başka bir metre altındadır. Ama yiyecek aramak için
ülkede hukuk öğrenimi görenler gerekli fark ARDEA
derslerinden sınav vererek avukat olabilme
hakkını kazanırlar.
Ülkemizde de avukatların meslek kuruluşu
“baro” adıyla bilinir ve ancak bu kuruluşa üye
olanlar avukatlık yapabilirler. 15 avukat bulu­
nan her il merkezinde bir baro kurulur.
İstanbul Barosu kayıtlı avukat sayısı bakımın­
dan Japonya’nın başkenti Tokyo Barosu’ndan
sonra dünyada İkincidir. Ceza davalarında
avukat tutamayacak durumda olan kişilere
barolar ücretsiz avukat sağlar.
Türkiye’de avukatlann belli konularda uz­
manlaşma zorunlulukları yoktur. Her tür
davaya girebilirler. Ama bazı avukatlar belli
konularda daha başarılı oldukları için bu
Avurdukeseli yeraltında açtığı tünellerde yaşar ve
konuda uzmanlaşmışlardır. Ticaret, iş, ceza bitkilerin toprakaltındaki kök ve yum rularıyla
hukuku alanında ünlenmiş avukatlar vardır. beslenir.
Avukatlar duruşmalara cüppe giyerek çıkar­
kazdığı çukurlar toprak yüzeyine çok yakın­
lar; avukatlann cüppeleri yargıç ve savcılann-
kinden farklıdır. dır. Çukurlardan çıkanp bir yana yığdığı
Ülkemizde avukat sayısı beşi geçmeyen topraklar küçük tepecikler oluşturur. Avur­
yerlerde avukat gibi çalışan ve dava yürütme dukeselilerin bol bulunduğu yörelerde bu
yetkisi verilmiş kimselere davavekili denir. çukurlar ve tepecikler geniş bir alana yayılıp
Bazı özel durumlarda, avukat sayısı beşi geçen
toprağı delik deşik ederek tahıllann ve ağaç-
yerlerde de davavekilleri mesleklerini sürdü­lann ölümüne yol açar. Toprakaltmdaki yu­
rebilirler. 1969’da çıkan bir yasayla davavekili
valarda yaşayan bütün öbür hayvanlar gibi
ruhsatnamesi verilmesinin yasaklanmasıyla avurdukeselinin de görme duyusu körelmiş­
bu meslek yavaş yavaş tarihe kanşmaktadır. tir. Bu yüzden ürkek bir hayvandır ve yiyecek
aramak için çıktığı kısa gece gezintileri dışın­
AVURDUKESELİ. Avurtlarındaki, yani ya­ da yuvasından pek ayrılmaz.
naklarının içindeki özel keselerde yiyecek Bu zararlı hayvanın yaşadığı başlıca bölge­
depolayan birçok küçük kemirici hayvana ler A BD ’nin güneyi ve batısı ile Orta Ameri­
avurdukeseli denir. Amerika kıtasında yaşa­ ka’dır. ABD’nin özellikle Minnesota eyale­
yan ve Geomydiae familyasını oluşturan bu tinde çok sayıda avurdukeseli yaşar.
hayvanlann en yaygın cinsleri Geomys ve
Thomomy s’tir. AVUSTRALYA dünyanın en büyük adası ve
Yaklaşık 23 cm uzunluğunda, sivri burunlu, en küçük kıtasıdır. Büyük Okyanus’ta Avru­
ince ve tüysüz kuyruklu, tombul gövdeli pa’ya tam karşıt konumda yer alır. Yüzölçü­
hayvanlar olan avurdukeseliler biraz kemeyi mü 7.682.300 km2 olan adanın kuzeydoğu
andırır {bak. Keme). Yalnız kemeden farklı kıyısı boyunca 2.000 kilometreyi bulan ve
192 AVUSTRALYA

kıyıdan uzaklığı bazı yerlerde 160 kilometreye Avustralya’nın başlıca akarsuları olan Murray
varan Büyük Set Resifleri uzanır. Gemiler ve Darling ırmaklanm besler.
için birkaç dar boğazdan başka geçit ver­ Kuzeyde, alçak ve düz kıyı içlere doğru
meyen adacıklar ve kum setlerinden oluşan yavaş yavaş yükselen bir platoya dönüşür. Bu
bu doğal engel, olağanüstü güzellikte renkle­ plato kıtanın orta ve batı kesimlerinin önemli
riyle, bir zincir görünümündedir. bir bölümünü kaplar. Avustralya’nın hemen
Kıtanın güneydoğu ucunda Avustralya’ya hemen tam ortasına düşen Macdonnell ve
bağlı Tasmanya Adası bulunur. Musgrave dağları bölgedeki iki yükseltidir.
Kuzeyde verimli çayırlarla örtülü olan plato,
batıya gidildikçe çölleşir. İç bölümler genel­
A V U ST R A LY A 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER likle çalılarla kaplıdır. Kıyılarda ağaçlar ve
çeşitli çiçekler yetişir.
YÜZÖLÇÜMÜ: 7.682.300 km2. Batı bölgesi yüksekliği 300-600 metre ara­
NÜFUS: 16.470.000 (1988). sında değişen bir platodur. Fundalıklarla ör­
YÖNETİM: İngiliz UluslarTopluluğu üyesi Federal Cum­ tülü olan bu düzlüğün batı kıyılarına doğru
huriyet.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Kıtanın çok büyük bir bölümü çıplak tepeler göze çarpar. Uçurumlar, sarp
kuru ve sıcak çöllerle kaplıdır ve buralarda pek az Picturepoint
insan yaşar. En yüksek dağı 2.228 metreyle Koscius-
ko'dur. Murray Irmağı ve kolları Avustralya'nın baş­
lıca akarsularıdır. Ünlü Büyük Set Resifleri doğu kıyı-
larındadır.
ÖNEMLİ KENTLER: Sydney, Melbourne, Brisbane,
Perth, Adelaide, Nevvcastle.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Sığır, koyun, domuz, yün, buğday,
şekerpancarı, arpa, pamuk, üzüm, patates, süpürge-
darısı; demir, boksit (alüminyum), çinko, kurşun, ba­
kır, kalay, altın; demir-çelik, çimento, fosfat, sülfürik
asit, et, un,.şeker, dokuma, yapı malzemeleri, motor­
lu araçlar. İhracat ürünleri: Maden ve maden cevhe­
ri, kömür, kok kömürü, tahıl, dokuma elyafı, petrol
ürünleri, demir-çelik, et, şeker.
EĞİTİM: 6-15 yaş-(Tasmanya'da 16 yaş) arası eğitim zo­
runludur.

Doğal Yapı ve İklim


Issız Simpson Çölü ve Flinders Dağları.
Avustralya’da yüksek dağlar bulunmadığı gibi
geniş ormanlık alanlar da yoktur. Doğu kıyısı­
na paralel uzanan Great Dividing Sıradağla­ kayalar ve çıplak tepelerden oluşan Kimber-
rının etekleri ağaçlarla örtülüdür. Sıradağla­ ley Dağlan, kuzeybatıda bulunan Hamersley
rın kuzey bölgesindeki en yüksek tepe 1.611 Dağlan ve Albany yakınlanndaki Stirling
metreyle Bartle Dağı’dır. Yağışın çok bol Dağlan bölgenin önemli yükseltileridir. Gü­
olduğu bu bölgede krater gölleri, çağlayanlar, neydeki Nullarbor Ovası platonun içlerine
tropik ormanlar ve çeşitli çiçekler bulunur. yayılır. Güney Avustralya’da Adelaide’den
Kuzeyde dar kıyı şeridinin ve dağların ardın­ kuzeye doğru Flinders ve Lofty dağlan uza­
da çalılık ve salkımotu türü bitkilerle kaplı nır. Güney bölgesinin kıyıya yakın kesiminde­
geniş düzlükler uzanır. Buradaki tek yükselti ki çukur alanda en büyüğü Eyre Gölü olan
Barkly platosudur. Great Dividing Sıradağla­ birçok göl vardır.
rın d a Sydney yakınlarında bulunan Blue Avustralya’nın en önemli akarsuyu Murray
Dağlan manzarasıyla ünlüdür. Kıtanın 2.228 Irmağı’dır. Murray, Yeni Güney Galler ve
metreyle en yüksek tepesi olan Kosciusko Victoria eyaletlerinin doğal smınnı da çizer.
Dağı, Great Dividing üzerindeki Karlı Dağ­ Darling ve Murrumbidgee ırmaklan Murray
lar’dadır. Yılın yansında karlarla kaplı olan ile birleşir. Kıtadaki öbür ırmaklar çoğunluk­
bu dağlar, yazlan da bol yağış aldıklan için, la denize ulaşmadan kurur.
AVUSTRALYA 193

Göllerin çoğu hemen hiç suyu olmayan tuz rupa’dan çeşitli bitkiler ve ağaçlar taşıdılar.
'birikintileri durumundadır. Deniz düzeyinin Bunlann birçoğu kıtaya uyum sağladı. Yerli
12 metre altında kalan Eyre Gölü’nün kapla­ ağaçlar ise yapraklannı dökmeyen herdemye-
dığı alan 9.300 km2’nin üzerindedir ama için­ şil ağaçlardır. Cüce tiplerinden 90 metreye
de hemen hiç su bulunmaz. Güneybatıda, varanlanna kadar 500 değişik çeşidi olan
yağışlı dönemlerde sulan bollaşan tatlı su okaliptüs bunlara iyi bir örnektir {bak. OKA­
gölleri de vardır. LİPTÜS). Avustralya’ya özgü bir başka ağaç ise
Avustralya çok sıcak ve kurak bir kıtadır. akasyadır. Çoğu mimozaya benzer güzel san
Az yağış alır, üstelik yağan yağmur aşın sıcak çiçekleri olan 750 ayn çeşit akasya vardır.
nedeniyle hızla buharlaşır. Doğu kıyılan ve Ülkenin iç bölümlerinde yağış o kadar azdır
dağlar bol yağış alır; içerlere gidildikçe yağ­ ki hemen hemen hiç bitki yetişmez. Ama
murlar azalır, iklim kuraklaşır. Kuzeyde yağ­ yağmur yağdığında, tohumlan belki de yıllar­
mur yazın, güneyde ise kışın yağar. Batı dır toprağın altında uyuyan binlerce çöl çiçeği
Avustralya’da kuzeyden güneye büyük iklim açıverir. Kuzeydoğunun nemli sıcağında orki­
değişiklikleri gözlenir. Kuzeyde Timor Denizi de, eğreltiotu, palmiye ve hiç görülmedik
kıyılan tropikal, güney kıyılan ise ılımandır. çiçekler açan ağaçlar, tropik bitkiler yetişir.
Avustralya’da mevsimler kuzey yanküre- Güneybatıda ise kırmızı ve yeşil, kanguru
nin tam tersidir. Aralık, ocak ve şubat yaz; pençeleri gibi başka yerlerde eşi bulunmayan
haziran, temmuz ve ağustos ise kıştır. Ülke­ kır çiçekleri vardır.
nin üçte biri tropikal bölgede olduğu için
kışlar yumuşak ve bol güneşli geçer. Kar Hayvan Varlığı
yalnızca kıtanın güneydoğusuna ve Tasman- Avustralya’da yaşayan hayvanlar da çok il­
ya’ya yağar. ginçtir. Yavrulannı ceplerinde taşıyan meme­
liler dünyanın başka hiçbir yerinde yoktur.
Bitki Varlığı Minicik cepli farelerden koskocaman kangu­
Göçmenler Avustralya’ya yıllar boyunca Av­ rulara kadar pek çok çeşidi olan bu hayvanla­

Avustralya kıtasının
büyük bölüm ünü çöller
ve yarıçöl alanlar kaplar.
Halk en çok
doğu ve güneybatı
kıyılarında yaşar.
194 AVUSTRALYA

Australian News and Information Bureau


A vustralya'nın merkezindeki, Avustralya Y erlileri'nin kutsal saydığı kızıl Ayers Kayaları.

ra keseliler denir {bak. KESELİLER). Valabi yan emu ve tepelidevekuşu ile kuyruğu çengel
(küçük kanguru), opossum {bak. OPOSSUM), biçiminde olan ve her türden sesi olağanüstü
vombat, bandikut, sincap, tasmanyaşeytanı, bir benzerlikle taklit edebilen lirkuşu Avus­
tasmanyakurdu hep keseli hayvanlardır. Özel tralya’ya özgü kuşlardır {bak. LİRKUŞU).
korumaya alınmış olan keseli ayı koala {bak. Rengarenk parlak tüylü papağanlar, kaka-
Koala ) ise içlerinde en sevilenidir. Burada bir dular, balkuşlan, çardakkuşlan, iriayaklar,
de gene başka hiçbir yerde rastlanmayan turnalar, balıkçıllar, ördekler, karabataklar,
yumurtlayan memeli hayvanlar ya da tekde- pelikanlar, siyah kuğular gibi çeşit çeşit kuş
likliler yaşar. Bunların ornitorenk ve ekidne da bu ülkede yaşar.
denen iki türü vardır. Ornitorenk suda ya­ Kıtada taypan ve kaplan yılanı gibi zehirli,
şayan, ördek gagalı, perde ayaklı, kürklü ve piton ve ağaçyılanı gibi zehirsiz yılanlar,
yumurtlayan bir hayvandır. Karada yaşayan timsahlar, çeşitli kertenkeleler ve kaplumba­
Ekidne ya da dikenli kanncayiyen ise kesesi­ ğalar da bulunur. Avustralya’daki böcek ya­
nin içine yumurtlar; kısa, sivri dikenleri vardır şamı da çok renklidir. Yerel böcek türleri
ve toprağı çok büyük bir hızla kazabilir {bak. 500.000’in üzerindedir. Aynca göçmenlerin
E kidne; O rnitorenk). getirdikleri birçok farklı böcek türü de vardır.
Avustralya’ya özgü öteki memeliler, fareler
ve yarasalardır. Koyunlara aman vermeyen Halk ve Yerleşim
yabanıl köpek dingonun Asya’dan getirildiği İki yüz yıl önce Avustralya’da Asya’dan
sanılmaktadır. göçmüş koyu esmer tenli Yerliler’den başka­
Avustralya’da yaşayan birçok değişik kuş ları yaşamazdı. 18. yüzyılda Avrupalılar’ın
arasında en ünlüleri bir tür yalıçapkını olan yerleşmek üzere geldiği ilk yıllarda burada
kookaburradır. Devekuşu türünden, uçma­ 500.000 Yerli yaşıyordu. Sayılan giderek aza­
AVUSTRALYA 195

lan Avustralya Yerlileri’nin bugünkü nüfusu ria’nın, Brisbane Queensland’in; Adelaide


ancak 145.000 kadardır. Eskiden toplayıcılık Güney, Perth Batı Avustralya’nın; Darwin
ve avcılıkla geçinen Yerliler’in çoğu günü­ Kuzey Toprakları’nın, Hobart ise Tasmanya’
müzde çiftliklerde ve kentlerde çalışmaktadır nin başkentidir. Tüm ülkenin başkenti ise
(bak. A vustralya Y erlIlerİ). Bu koskocaman Avustralya Federal Başkent Topraklan üzeri­
ülkede yalnızca 16 milyon insan yaşar. Baş­ ne kurulmuş Canberra’dır.
langıçta burada yerleşen Avrupalılar’ın büyük Başlıca limanlan.Sydney, Melbourne, Ade­
çoğunluğu İngiltere ve İrlanda’dan göç etmiş­ laide, Newcastle, Brisbane ve Fremantle’dır.
lerdi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yurtların­ Avustralya büyük bir tanm ülkesi olmakla
dan kopmuş binlerce Avrupalı da Avustralya’ birlikte, halkın beşte dördü kentler ve kasa­
ya göç etti. 1947-81 arasında yaklaşık 4 balarda yaşar. Evler genellikle ahşap ya da
milyon göçmen ülkeye yerleşti. Eskiden yü­ tuğladan tek katlı olarak yapılmıştır. Avlulan
rürlükte olan Beyaz Avustralya Siyaseti, Av­ ya da dışanda uyumaya elverişli taraçaları
rupa kökenli olmayan göçmen sayısını kısıtla­ vardır. Son yıllarda duyulmaya başlanan ko­
mıştı. Bu siyasetin 1970’lerde bırakılmasıyla nut sıkıntısı devlet ya da özel sektörce yapılan
Asya’dan da çok sayıda göçmen gelmeye çok katlı apartmanlarla giderilmeye çalışıl­
başladı. maktadır. Çiftliklerde yaşayanlar kendi elek­
Avustralya altı eyalete ve iki bölgeye ayrı­ trik, su ve kanalizasyon sistemlerini kurarlar.
lır. En kalabalık eyaletler Yeni Güney Galler Kitle iletişim araçlannın önemi çok büyüktür.
ve Victoria’dır. İç kısımlarda ve batı kıyısında Bir bölümü devletin olan çök sayıda radyo ve
nüfus yok denecek kadar azdır. Büyük kent­ televizyon istasyonu vardır. Dağınık ve birbi­
ler genellikle eyaletlerin başkentleridir. Syd­ rinden uzak olan yerleşim birimlerinde eği­
ney Yeni Güney Galler’in, Melbourne Victo­ tim, radyo ve televizyon aracılığıyla yürütü­

The Hutchison Library

Solda: Batı A vustralya'nın başkenti Perth.


Sağda: Yarra İrmağı'nın öte yakasındaki modern
AustrcUian News and Information Bureau gökdelenleri ile Victoria'nın başkenti Melbourne.
196 AVUSTRALYA

Sydney Harbour Köprüsü'nden Yeni Güney Galler'in başkenti Sydney'in kuşbakışı görünüm ü.

lür; öğrenciler ödevlerini postayla gönderir­ yun çiftlikleri neredeyse küçük bir Avrupa
ler. Buna Hava Okulu adı verilir. kenti büyüklüğündedir. Koyun kırkma zama­
Avustralya’da eğitim 6-15 yaş arasında zo­ nı, ekipler bir istasyondan öbürüne dolaşır,
runlu ve yabancı öğrenciler dışında parasız­ hayvanlan kırkar ve yünleri niteliklerine göre
dır. Ortaöğrenimde liseler, teknik okullar ve sınıflandım-.
tanm okulları vardır. Dış pazarlarda koyunlarm yünleri kadar
Sağlık hizmetleri, birbirine uzak yerlerde etleri de ilgi görür. Avustralya kendi tüketi­
yaşayanlara uçaklarla götürülür. Royal Flying minin dışında ABD, Ortadoğu ve başka bazı
Doctor Service’in (Krallık Uçan Doktor Ser­ ülkelere koyun eti satar. Doğu kıyılanndaki
visi) doktor ve hemşireleri, hastalarını uçakla otlaklarda sığır beslenir. Aynca domuz çift­
ziyaret eder, hastaneye taşır ya da telefon, likleri de vardır.
radyo, telsiz gibi iletişim araçlarıyla öneriler­ Avustralya başta Çin ve Hindistan olmak
de bulunurlar. Telefonla, hemen her yerle üzere her yıl dışanya 15 milyon ton buğday
konuşulabilir. En ıssız bölgelere bile posta satar. Öteki ürünleri yulaf, arpa, süpürgedarı-
düzenli olarak ulaşır. sı, mısır ve pirinçtir. Queensland ve Yeni
En güçlü kilise Anglikan Kilisesi’dir. Kato- Güney Galler’de şekerkamışı, pamuk, keten
likler ise nüfusun dörtte birinden biraz fazlası­ ve tütün yetişir. İklim meyve ve sebze yetiştir­
nı oluştururlar. mek için çok elverişlidir. Kuzeyde tropikal
meyvelerden muz, ananas, mango, guava,
Ekonomi papav; güneyde ise portakal, limon, kayısı ve
Avustralya’nın dışarıya sattıklarının yüzde şeftalinin yanı sıra, elma, erik, çilek, frenk-
40’ı yün, buğday, et, meyve ve tereyağ gibi üzümü ve ahududu yetişir. Bu meyvelerin
ürünlerden oluşur. Bunların en önemlisi yün­ çoğu taze, kurutulmuş ya da konserve olarak
dür. Yılda 700.000 ton kırkılmış yün elde dışanya satılır.
edilir. Bu dünya yün üretiminin yaklaşık Avustralya dünyanın en kurak kara parça-
dörtte biridir. 19. yüzyıl başlarında Avustral­ lanndan biridir. Irmaklannm su toplamı Tu-
ya’ya dışarıdan yünleri çok değerli olan meri­ na’nınkine ancak erişir. Bu yüzden suyun bir
nos koyunlan getirilerek çoğaltılmıştır. Ko­ damlası bile çok değerlidir {bak. Su l a m a ).
AVUSTRALYA 197

başka günümüzde boksit, rutil, nikel, manga­


nez, uranyum da elde edilmektedir. Aynca
Avustralya’da petrol ve zengin doğal gaz ya-
taklan da vardır.
Bir tarım ülkesi olarak bilinmesine karşın,
ülkede halkın büyük çoğunluğu toprakta de­
n g e m General fo r South Australia

i - wm

Northern Territory Tourist Commission


Kuzey Toprakları'nın başkenti Darvvin Avustralya'nın
en işlek limanlarından biridir.

Karlı Dağlar hidroelektrik projesi dünyanın


en büyük projelerinden biridir. Güneydoğu
Avustralya’da Snovvy Irmağı ile başlayıp Mur-
ray ve Murrumbidgee ırmaklarını içine alan
proje hem geniş topraklann sulanmasında,
hem elektrik üretiminde büyük bir artış sağla­
mıştır.
Güney Avustralya'daki M oom ba'da gaz tesisleri.
Madencilik, özellikle demir, kömür ve bok­ Atık gaz yakılırken tüm çevre aydınlanır.
sit, Avustralya’nın dışarıya sattığı malların üç­
te birini oluşturur. Kömür Yeni Güney Gal-
ler’de çıkarıldığı için fabrikalann çoğu o yöre­ ğil, fabrikalarda çalışır. Ülkede, uçaktan ta­
de kümelenmiştir. Yıllardan beri çıkartılan al­ nm aletlerine kadar her şey üretilir.
tın, gümüş, kurşun, çinko, bakır ve kalaydan Demiryollan ve karayollan ülkenin en uzak
Australian News and Information Bureau yerlerine ulaşırlar. Devlet havayolları Trans-
Australia Airlines’dan başka birçok özel ha­
vayolu şirketi de vardır.

Yönetim
Avustralya altı eyalet ve iki bölgenin birleş­
mesinden oluşmuş federal bir devlettir. Ulu­
sal Meclis savunma, ticaret, dış ülkelerle iliş­
kiler, gümrük vergileri ve göçmen sorunlany-
la ilgili genel yasalar çıkanr. Eyalet yönetim­
leri ise kendi eyaletlerindeki eğitim, yargı,
ulaşım, sağlık, tanm ve sanayi konulanyla il­
gilenirler. Avustralya İngiliz Uluslar Toplulu-
ğu’nun bir üyesidir ve öbür topluluk üyeleri
gibi İngiltere’ye bağlıdır. Kral ya da kraliçeyi
Canberra’da bulunan genel vali temsil eder.
Ainslie Dağı'ndan A vustralya'nın federal başkenti
Canberra'nın görünüm ü. Hükümet binalarının çoğu Parlamento, Ulusal Meclis ve Senato’dan
buradadır. oluşur. Ulusal Meclis’te, Kuzey Topraklan ve
198 AVUSTRALYA

Federal Başkent Topraklan’nın birer temsil­


cisi ve altı eyaletin nüfuslarına göre dağılmış
toplam 148 milletvekili vardır. Senato’da ise
her eyaletten 12’şer ve her bölgeden 2’şer kişi
olmak üzere 76 senatör bulunur. Küçük eya­
letlerin çıkarını korumak için nüfusu ve yüzöl­
çümü ne olursa olsun bu sayı değişmez. 18
yaşını bitiren herkes seçime katılmak zorun­
dadır. Avustralya Yerlileri’nin seçme haklan
vardır, ama seçime katılmaları zorunlu de­
ğildir.
Avustralya’nın bölge siyasetinde önemli bir Mary Evans Picture Library
yeri vardır. Büyük Okyanus’ta Norfolk Ada­ Kaptan Cook 1770'te Avustralya'nın doğu kıyılarını
sı, Timor Denizi’nde Ashmore ve Cartier İngiltere'ye bağladı.
adalan, Hint Okyanusu’nda Cocos Adalan,
Christmas Adası, Heard ve McDonald adala- Göçmenlerin Avustralya’ya vardıkları dö­
nndan başka Antarktika’nın bir bölümü de nemde Kuzey ve Güney kutupları çevresinde
Avustralya yönetimindedir. büyük miktarlarda su donmuş durumdaydı.
Suyun önemli bir bölümünün kutuplar çevre­
Tarih sinde toplanması, denizlerde su düzeyinin
Avustralya’da insan yaşamı 10 binlerce yıl ön­ düşmesine ve birçok yerde bugün su altında
ce başlamıştır. Tarihöncesi yerleşimler biri­ kalmış karaların ortaya çıkmasına yol açmıştı
kinti tabakalarının altında kaldığı ve henüz, (bak. BUZUL ÇaĞI). B u nedenle Asya’dan göç
örneğin Afrika’da olduğu gibi, yerkabuğunun eden Yerliler’in yolun çoğunu yürüyerek aş-
hareketleriyle ya da toprağın aşınmasıyla tıklan, kalan kısa deniz yolunu ise kanolarla
yeryüzüne ulaşamadağı için ilk Avustralya ya da sallarla geçtikleri tahmin edilmektedir.
Yerlileri’nin kıtaya geldikleri tarih kesin ola­ Avrupalılar’ın Avustralya’ya gelmelerin­
rak bilinmemektedir. Bugün var olan arkeo­ den önce Yerliler deniz, ırmak ve göl kıyıla-
lojik buluntular, Yerliler’in kıtaya 40.000 yıl nndaki verimli alanlarda yerleşmişlerdi. Tas-
kadar önce Güneydoğu Asya’dan göç ettikle­ manya Adası’yla bağlantı, su düzeyinin dü­
rini göstermektedir. şüklüğü nedeniyle kendiliğinden oluşmuş bir

Mary Evans Picture Library

19. yüzyılın sonunda


yeni madenlerin
bulunması ve
sanayinin gelişmesi
Avustralya'ya göç
edenlerin sayısını
artırdı.
AVUSTRALYA 199

Australian News and Information Bureau


Güney A vustralya'nın güneydoğu ucunda değişik tarım ürünleri yetiştirilir.

köprüyle sağlanırdı. Avustralya köpeği dingo Portekizliler 1516 ve 1536’da kıtayı inceleyip
buraya İÖ 6000’de Yerliler tarafından getiril­ haritasını çizdiler. 1606’da İspanyol Kaptan
di. Tam o sıralarda sular yükselip Tasmanya Louis de Torres Avustralya ve Yeni Gine’yi
kıtadan ayrıldığı için dingo Tasmanya’ya hiç ayıran ve bugün kendi adını taşıyan boğazdan
geçemedi. geçti. Aynı yıl HollandalI bir kaptan kuzey
kıyılannda araştırmalar yaptı ve haritasını çı-
Dış Dünya ile İlk İlişkiler
ZEFA
Portekizli gemiciler 16. yüzyılda Avustralya’
ya ilk ayak bastıkları zaman burada yaklaşık
500.000 Yerli yaşıyordu. Bunlar 250 deği­
şik- dil konuşan 600 kabileye bölünmüşler­
di. Avustralya Yerlileri burada, insanlann
10.000 yıl önceki yaşamlanna benzer bir ya­
şam sürdürüyor, yiyecek toplayarak, hayvan­
lan ve böcekleri avlayarak yaşıyorlardı. De­
niz ya da ırmak kıyılarında yaşayanlar kendi
kabile topraklan içinde balık da avlarlardı.
Herkesin kendi silahı vardı ama toprak, yiye­
cek ve öteki mallar kabilenin mülküydü.
Kralları ya da şefleri yoktu. Dışandan gelebi­
lecek herhangi bir saldınya karşı korunmak
için örgütlenmiş değillerdi (bak. AVUSTRALYA
YERLİLERİ). Avustralya’ya dışandan ilk gelen­
lerin her yıl Karpentarya Körfezi’nde avlan­
maya gelen EndonezyalI Macassanlar olduğu
sanılmaktadır.
Rüzgar ve suların aşındırması sonucu ortaya çıkan
Birçok tarihçi kıtaya Avrupa’dan ilk olarak dalgaya benzer kaya ilginç bir jeolojik oluşum
Portekizli gemicilerin geldiğinde birleşiyorlar. sergiliyor.
200 AVUSTRALYA

Picturepoint
Flinders Dağları otlaklarında atlı çoban koyun sürüsünü güdüyor.

kardı. Ama buranın yeni bir kıta olduğunu bağladı ve bölgeye Yeni Güney Galler adını
anlayamadı ve Yeni Gine’nin bir parçası san­ verdi.
dı. Doğu Hint A dalan’na (günümüzde Endo­ Cook’la aynı gemide bulunan bilim adamı
nezya ve Malezya) en iyi yolun Avustralya’ Joseph Banks, geminin demirli kaldığı sekiz
nın güneyinden geçtiği anlaşılınca, 1611’den gün boyunca çevredeki insanlan, hayvanlan,
başlayarak çok sayıda Hollanda gemisi Avus­ bitkileri inceledi; o zamana kadar hiçbir yerde
tralya’ya geldi. Hatta buraya Yeni Hollanda görülmemiş bitkiler keşfetti. Bu konuda yaz­
denmeye başlandı. Ama Avustralya Yerlileri dığı kitap ve Cook’un yolculuk raporları ya­
ile kârlı ticaret ilişkileri kuramayacaklarını yımlanınca İngilizler, Yeni Güney Galler’in
düşünen HollandalIlar, adaya hiç yerleşme­ Avustralya’nın batısına ve kuzeyine benzeme­
diler. diğine, buraların yaşanabilecek yerler olduğu­
na karar verdiler. Avustralya Yerlileri’nin o
İngilizler'in Gelişi toprakların asıl sahipleri olduğu kimsenin ak­
İlki 1688 ve İkincisi 1699’da olmak üzere lına gelmedi.
Avustralya’ya iki kere gelen İngiliz William Bu arada İngiltere’nin Kuzey Amerika kıyı-
Dampier, ilk ziyaretinin ardından gezi amlan- lanndaki 13 kolonisi bağımsızlıklarını ilan
nı yayımladı. Kitap, Avustralya Yerlileri’ni ederek ABD ’yi kurmuşlardı. Bu İngiltere’yi
dünyanın en zavallı halkı, Yeni Hollanda’yı iki sorunla karşı karşıya bırakıyordu. Sorun­
ise tehlikeli kayalıklann ardındaki bir dizi ku­ lardan birincisi doğu denizlerinde İngilte­
ru tepe olarak tanıttı ama İngiltere’de Avus­ re’nin ticaret haklannı koruyacak yeni deniz
tralya’ya karşı bir ilgi uyanmasına da neden üssünün nerede kurulacağı; İkincisi ise o za­
oldu. 70 yıl sonra İngiltere’nin büyük kâşifle­ mana kadar Amerikan kolonilerine gönderi­
rinden James Cook, gemisiyle Büyük Okya- len hükümlülerin bundan böyle nerede barın-
nus’a açılarak 1770 Nisan’ında Avustralya’nın dınlacağı idi.
doğu (günümüzdeki Victoria) kıyılarına var­ İngiltere’de, Amerika ile savaşın başladığı
dı. Ağustosta tüm doğu kıyısını İngiltere’ye 1776’dan beri sürgüne mahkûm edilen hü-
AVUSTRALYA 201

tarafından kuruldu. Victoria, 1851’de toprak­


larında altın bulunduktan sonra ayn bir kolo­
ni oldu.
Queensland Avustralya’da suç işleyen hü­
kümlülerin gönderildiği bir istasyon olarak
1826’da yerleşime açıldı ve 1859’da Yeni Gü­
ney Galler’den ayrıldı.
Güney Avustralya’da yerleşim ise öteki
bölgelerden farklı gelişti. Avustralya’yı hiç
görmemiş olan İngiliz Edward G. Wakefield
koloni kurma konusunda yeni bir kuram ge­
liştirdi. Bu kurama göre bölgeye yerleşmek
Promotion Australia isteyen zenginlere toprak parayla satılmalı ve
AnzacTepesi'nden Alice S prings'in görünüm ü ve elde edilen gelir, İngiltere’den getirtilecek iş­
Macdonnell Dağları'ndaki Heavitree Geçidi. çilere ücret olarak ödenmeliydi. Güney Avus­
tralya yerleşime açılırken bu ilkeler göz önün­
de bulunduruldu.
kümlüler eski gemilerin içinde, İngiliz liman­
larında ve ırmaklarında bekletiliyorlardı. Birleşik Avustralya'ya Doğru
Sayıları her geçen gün artan bu mahkûmların Altın bulununcaya kadar Avustralya’nın nü­
nereye gönderilecekleri sorununun bir an ön­ fusunda fazla bir artış olmadı. Yeni Güney
ce çözülmesi gerekiyordu. İngiliz Başbakanı Galler ve Victoria’da altının bulunduğu 1851’i
William Pitt, sonunda Yeni Güney Galler’de izleyen 10 yılda, nüfus 740.000’den
kurulacak bir yerleşim biriminin hem üs, hem Hutchison Library
sürgün yeri sorununu çözeceğine karar verdi.
Kadın ve erkek 788 mahkûmu getiren ilk
gemi, 26 Ocak 1788’de Sydney Cove olarak
adlandırılan körfeze girdi. AvustralyalIlar bu
günü Avustralya Günü olarak kutlamayı sür­
dürüyorlar.

Kolonilerin Kurulması
İlk yerleşimi izleyen iki yıl boyunca Sydney’
de açlıkla boğuşuldu. Mahkûmların hemen
hepsi toprak konusunda bilgisizdi. Bu yüzden
buraya ilk gelenler yiyecek bakımından tü­
müyle İngiltere’ye bağımlı kaldılar. Ama, za­ Macdonnell Dağları'ndan çıkan Todd Irmağı, ancak
manla çiftçiliği öğrendiler. Yünün ülkenin şiddetli yağm urlardan sonra akmaya başlar.
başlıca zenginlik kaynağı olacağı da çok geç­
meden anlaşıldı. Yünü çok değerli olan meri­ 1.100.000’e sıçradı. Ondan sonraki 30 yılda
nos koy unlarının üretimi hızla arttı. yeni sanayilerin kurulmasıyla bu sayı üç katı­
Tasmanya ve Batı Avustralya’da ilk yerle­ na çıktı. Altı koloni arasında demiryolu ve
şimler Fransızlar’ın gelebileceği korkusuyla deniz bağlantısının sağlanmasıyla halk kendi­
çabucak kuruldu. Tasmanya 1825’te ayrı bir ni Tasmanyalı ya da Victorialı olarak tanımla­
koloni oldu. Batı Avustralya’ya 1826’da yer­ mak yerine AvustralyalI saymaya başladı.
leşildi; 1829’da Yeni Hollanda bölgesinin İn­ 1901’de koloniler Avustralya Uluslar Toplu­
giltere’nin yönetimine alındığı açıklandı. luğu adıyla tek bir ulus olarak birleştiler. Baş­
1851’e kadar Yeni Güney Galler’e bağlı kalan langıçta federal başkent Melbourne’du;
Victoria’da ilk yerleşimler Tasmanya’dan ge­ 1927’de Canberra’ya taşındı. 1931’de İngiliz­
lerek buradaki topraklara el koyan bir grup ler ülke üzerindeki denetimlerinden tümüyle
202 AVUSTRALYA EDEBİYATI

rında ve şiirlerinde İngiliz yapıtlarını örnek


aldılar. Ama, AvustralyalI olma bilinci geliş­
tikçe, yazarlar olağanüstü kıtalannın özgün
deneyimlerini işlemeye başladılar. Kitapları,
öteki göçmenlerce olduğu kadar, Avustralya’
ya göç etmeyi düşünen İngilizler’ce de ilgiyle
okundu. Charles Rowcroft’un yazdığı Tales o f
Colonies (1843; “Kolonilerin Öyküsü”) bu tür
ilk romanlardan biriydi.
Çağdaş AvustralyalI şair Peter Porter “Do­
ğa, gerçek Avustralya doğası, hızla Avus­
tralya edebiyatının baş kahramanı oldu ve hâlâ
ZEFA
da öyledir” diye yazmıştır. Öncü yazarlar
Avustralya'nın batısındaki çölde sivri tepeli kaya
kümeleri.
Avustralya’nın doğa yaşamını çarpıcı bir bi­
çimde anlattılar. Aynı zamanda da öncü
vazgeçtiler ve Avustralya İngiliz Uluslar Top- yaşamının sorunlarını ve güçlüklerini, altın
luluğu’nun bağımsız bir üyesi oldu. madeni yataklarındaki koşulları, mahkûmları
ve Yerliler’i ele aldılar. Avustralya edebiyatı­
Birliğin Kurulmasından Sonra Avustralya nın bu dönemine ilişkin en önemli romanla­
1901’de Avustralya’nın nüfusu 3 milyonu geç­ rından biri, Marcus Clarke’ın, mahkûmların
miyordu. Bugün ise 16 milyonu aşmıştır. Bu sürgün gönderildiği Tasmanya’daki acımasız
gelişmenin temelinde çeşitli ülkelerden birçok koşulları eleştirdiği For the Term o f his
göçmenin Avustralya sanayisinin açtığı yeni iş Natural Life (1874; “Ömür Boyu Hapis”) adlı
alanlarına çekilmesi yatar. Birliğin gerçekleş­ yapıtıdır. Bu dönemin bir başka seçkin roma­
mesinden I. Dünya Savaşı’na kadar olan dö­ nı, Catherine Spence’in 1850’ler Adelaide’ini
nem madencilik ve sanayinin gelişme yıllan­ anlatan Clara Morrison (1854) adlı yapıtıdır.
dır. İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilan etme­ İlk Avustralya çocuk kitapları genellikle,
siyle, İngiltere’nin yanında savaşa giren Avus­ vahşi kırda yaşanan serüvenlerle ilgiliydi.
tralya askerleri Çanakkale, Ortadoğu ve Bunların bazılarında tehlikeler abartıldı ve
Fransa’da savaştılar. yerli halk gerçekte olduklarından daha sert ve
I. ve II. Dünya savaşları arasında Avus­ daha vahşi olarak betimlendi. Bu türün en
tralya’da sanayinin gelişimi hızlandı. 1939’da tipik örnekleri, William Howitt’in, A Boy’s
savaş çıkınca Avustralya bir kez daha İngilte­ Mary Evans Picture Library
re’nin yanında yer aldı. Savaştan sonra nüfu­
sunu artırmak için geniş bir kampanya açan
Avustralya, birçok ülkeden gelen göçmenler­
le çok renkli bir toplum oldu. Bu süre içinde
Avustralya Yerlileri’nin durumlannı düzeltici
önlemler de alınmaya başlandı.
Bugün Avustralya hem ileri bir sanayi top-
lumudur; hem de tanmı ve madenciliği çok
gelişmiştir.

AVUSTRALYA EDEBİYATI, Avustralya’da


İngilizce yazılmış olan edebiyat yapıtlarını
kapsar. Avustralya edebiyatı, önce İngiliz
edebiyatının bir uzantısı olarak doğdu. Avus­
19. yüzyıl başlarında, Avustralya'ya gönderilen
tralya’da yerleşimin ilk dönemlerinde İngiliz m ahkûm ların yaşamı AvustralyalI yazarların ilgi
ve Avustralya’da doğmuş yazarlar romanla­ duyduğu bir konuydu.
AVUSTRALYA EDEBİYATI 203

Adventures in the Wilds o f Avustralia (1854; anlattığı öyküsünde örnek bir çocuk arama­
“Bir Çocuğun Avustralya’nın Vahşi Köşele­ maları için okurları uyarır. Avustralya ve
rindeki Serüvenleri”) ve Richard Rovve’un İngiltere’de büyük başan kazanan kitap
The Boy in the Bush (1865; “Vahşi Kırdaki ABD ’de de yayımlandı ve birçok yabancı dile
Çocuk”) adlı yapıtlarıdır. Bazı kitaplarda ise, çevrildi.
İngiliz çocuklarını Avustralya’ya göç etmeye Çocuk kitapları arasında, hayvanlar ve
yüreklendirmek için, bu yeni toprağın sundu­ onların serüvenleriyle ilgili gerçek ve uydur­
ğu olanaklar vurgulandı. Çocuk kitabı yazar­ ma öyküler de yer alır. Ethel Pedley’in
ları, önceleri ya korku veren ya da sadık yazdığı D ot and the Kangaroo (1899; “Benek
uşaklar olarak anlattıkları Avustralya Yerlile- ve Kanguru”) ve Norman Lindsay’ın yazıp
ri’ni, 1890’larda daha gerçekçi bir anlayışla resimlediği The Magic Pudding (1918; “Büyü­
betimlediler ve onların kültürüne daha çok lü Muhallebi”) bu tür kitaplara örnektir.
önem verdiler. Kate Langloh Parker’in Aus- Bu dönemde Miles Franklin’in zamanın
tralian Legendary Tales (1896; “Avustralya güçlü öncü ruhunu ve kahramanlığını işleyen
Efsaneleri”) ve Aeneas Gunn’ın The Little My Brilliant Career (1901; “Parlak Meslek
Black Princess (1905; “Küçük Siyah Pren­ Yaşamım”) adlı, roman gibi yazılmış özyaşam-
ses”) adlı kitapları bunlar arasındadır. öyküsü ve Joseph Furphy’nin, Such is Life
(1903; “Yaşam Böyledir”) adlı yapıtı Avus­
Yeni Konulara Yöneliş Dönemi tralya edebiyatının klasikleri durumuna geldi.
19. yüzyılın son yıllarında AvustralyalI yazar­ My Brilliant Career, 1970’lerde başarıyla fil­
lar yeni konulara yöneldiler. Bunların başın­ me alındı. Benzer konulan ele alan bir kitap
da kırsal toplulukların yaşamı ve mücadeleleri da gerçek adı Ethel Florence Lindsay Robert-
geliyordu. Dönemin üç ünlü kadın yazarı Ada son olan Henry Handel Richardson’un The
Cambridge, Jessie Catherine Couvreur ve Fortunes o f Richard Mahony (1917-29; “Ric­
Mrs. Campbell Praed bu akımın başını çekti. hard Mahony’nin Talihi”) adlı üçlemesidir.
1880’de The Bulletin adlı gazetenin yayım­ Kitapta, 19. yüzyılın sonlarında büyüyen
lanması bir dönüm noktası oldu. The Bulletin Avustralya kentlerine akın eden göçmenlerin
Avustralya edebiyatının gelişimini etkiledi ve yaşamlanndaki değişiklikler anlatılır. Ric-
o dönemdeki birçok yazarın yazılarını ilk kez hardson, bunun yanı sıra, Avrupa’daki öğren­
yayımladı. Gazetede çıkan öykülerin bir bölü­ cilik yaşamını ele alan ve yıllar sonra yeniden
mü kırsal yaşama ilişkindi. Bunların yanı sıra, ün kazanan Maurice Guest (1908) adlı bir ki­
The Bulletin ilk “kır baladları”nı yayımladı tap daha yazdı. Bazı yazarlar da kent yaşamı
(bak. Balad). Bunlar şairlerin yolculukların­ ve insan ilişkileri üstünde yoğunlaştı. Louis
da duydukları yerel kır şiirlerinden geliştiri­ Stone ve Edward Dyson ile We o f the Never
len, Avustralya’ya özgü bir balad biçimiydi. N evef da (1908; “Biz! Asla Hiçbir Zam an”)
İlk kır baladları, Adam Lindsay Gordon’un beyaz bir adamın Yerliler ile olan ilişkisi­
Bush Ballads and Galloping Rhymes (1870; ni araştıran Aeneas Gunn bu tür yazarlardan­
“Kır Baladları ve Dörtnala Şiirler”) adlı dır.
yapıtıydı. Öteki balad yazarları Will Ogilvie,
Henry Lawson, Edward George Dyson ve Çağdaş Avustralya Edebiyatı
belki de en ünlüleri olan A. B. “Banjo” Avustralya’da son 50 yıldır çok sayıda yeni
Paterson’du. Steele Rudd’ın, Queensland’da- edebiyat dergisi yayımlandı; geniş bir okur
ki çiftlik yaşamını anlatan ve günümüzde hâlâ kitlesi oluştu. Yunanlı, Lübnanlı ve Yahudi
okunan kısa öyküleri de bölümler halinde, göçmenlerle ilgili kitaplar; Uzakdoğu’yu ko­
ilk kez The Bulletin1de yayımlandı. nu alan yapıtlar ve yeni konular edebiyatı
1890’larda daha gerçekçi bir çocuk edebiya­ zenginleştirdi.
tına yöneliş görüldü. Ethel Turner’m yazdığı Çağdaş Avustralya romancılarının en ünlü­
Seven Little Australians (1894; “Yedi Küçük sü, kitaplannda çok daha geniş evrensel
AvustralyalI”) adlı kitap bugün de okunmak­ konulan da işlemesine karşın, çoğunluk­
tadır. Yazar, Sydney’de bir ailenin yaşamını la Avustralya’yı yazan Patrick White’tır
204 AVUSTRALYA YERLİLERİ

Avustralya'ya yerleşenlerin
yaşantılarıyla ilgili kitaplar,
gelecekteki göçm enler için
yararlı bilgiler sağladı.

Mary Evans Picture Library

(d. 1912). White Avrupa’ya ilişkin bazı karmaşık Wright, David Campbell, Peter Porter, Bruce
duygular besler. Bu birçok AvustralyalI yaza­ Dawe, James McAuley, Robert D. Fitzge-
rın belirleyici özelliğidir. White’in büyük de­ rald, Douglas Stevvart, Rosemary Dobson,
desi 1826’da İngiltere’den Avustralya’ya göç Gwen Harwood, Les Murray ve Vivien Smith
etmişti; ama aile İngiltere’yle bağlarını koru­ tanınmış AvustralyalI şairlerdir.
muş, White da İngiltere’de doğup, orada II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avustralya
eğitim görmüştü. Avustralya’ya yaptığı çeşitli çocuk edebiyatının sınırlan genişledi. 1950-
yolculuklardan sonra 1948’de buraya yerleşen 60’ların en ünlü yazarları Eleanor Spence,
White ülkedeki aydın kültürünü sert bir dille Patricia Wrighton, H. F. Birnsmead, Nan
eleştirmeye başladı. En ünlü romanlarından Chancy, Reginald Ottley ve İngilizce konuşu­
biri olan Voss’da (1957), Avustralya’nın kü­ lan ülkelerdeki en iyi çocuk kitabı yazarların­
çük kentlerini anlattı. Başka bir romanı olan dan biri olarak kabul edilen Ivan Sout-
The Tree o f Men’de (1950; “İnsanın Soyağa­ hall’dur. Southall heyecanlı serüvenleri ger­
cı”), küçük ve yoksul bir çiftlikte 1930’lardaki çekçilikle birleştirir. İlk romanı olan Hills
yaşamı betimledi. White 1973 Nobel Edebiyat End'de (1962; “Tepelerin Sonu”) su taşkınları
Ödülü’nü kazandı. ve fırtınalarla mücadele eden çocukları anla­
Bu dönemin başka bir büyük AvustralyalI tır. Ash Road"da (1965; “Kül Yolu”) bir
romancısı, yetişkinlik döneminin büyük bölü­ orman yangınını konu alır. Daha sonraki
münü İngiltere’de geçiren Christina Stead’dır yapıtları, Bread and Honey (1970; “Ekmek ve
(1902-83). Romanlarından yalnızca biri, Bal”) daha çok, değişik kişilikler arasındaki
Poor Men o f Sydney (1934; “Sydney’li Yok­ ilişkileri; What About Tomorrow (1977; “Ya-
sullar”), tümüyle Avustralya’da geçer. Öteki nn Ne Olacak”) 1930’larda kentte yaşanan bir
tanınmış yazarlar, Ruth Park, Martin Boyd, gençlik aşkını işler.
Shirley Hazzard, Randolph Stow, Hal Porter, Patricia Wrightson’un kent ve taşra yaşa­
Eleanor Dark, Kylie Tennant, Xavier Her- mıyla ilgili düşsel öyküleri, Yerliler’in yaşamı
bert, C. J. Koch, David Malouf ve Thomas ve kültürü konusundaki bilgisi, onu günümü­
Keneally’dir. Keneally yapıtlarında, Avus­ zün en ilginç ve en sevilen yazarlarından biri
tralya’daki mahkûm kampları, I. Dünya Sa­ yapmıştır. The Nargun and the Stars (1973;
vaşı ve Yahudi soykırımı gibi çeşitli konuları “Nargun ve Yıldızlar”), Behind the Wind
ele aldı. Yahudi soykırımını işlediği Schlind- (1981; “Rüzgârın Ardında”) adlı yapıtları
ler’s A rk (1983; “Schlindler’in Gemisi”) adlı onun düş gücünün zenginliğini gösterir.
yapıtıyla 1983’te Booker Ödülü’nü aldı. Yerli
yazar Colin Johnson, Wild Cat Falling (1965; AVUSTRALYA YERLİLERİ. AvrupalIlar in
“Vahşi Kedi Düşüyor”) ile ün kazandı. Judith 17. yüzyılda Avustralya’yı buluşundan en az
AVUSTRALYA YERLİLERİ 206

40.000 yıl önce insanlar Asya’dan göç ederek yüz çizgilerinde bölgeden bölgeye değişen
Avustralya topraklarına yerleşmişlerdi. O za­ farklılıklar da vardır.
manlar deniz çok daha sığ olduğu için bir Geleneksel olarak avcı-toplayıcı olan Yerli­
kıtadan ötekine rahatlıkla geçilebiliyordu. ler kanguru ve opossum gibi hayvanları,
Avrupalı göçmenlerin gelmesiyle bu toprakla­ sürüngenleri ve kuşları avlayarak, balık tuta­
rın asıl sahipleri olan Yerliler topraklarından rak, kabuklu deniz hayvanları toplayarak,
sürülüp çıkarıldı. Avrupalılar’la aralarında böcek, yaban balı, yumurta, tırtıl, meyve,
çıkan çatışmalar ve hızla yayılan salgın hasta­ tohum ve kökler arayıp bularak yaşarlardı.
lıklar sonucu çok sayıda Yerli öldü. 17. Toprağı işlemedikleri ve hayvan beslemedik­
yüzyılda sayıları 300.000’i bulan Avustralya leri halde, doğal kaynakları dikkatle kullanır
Yerlileri’nin sayısı 1981’de 145.000’e düştü. ve korurlardı. Ustalıkla değerlendirdikleri
Bunların yarısından fazlası Yerliler ile Avru­ doğal çevrelerini, bugün olduğu gibi eskiden
palılaşın melez çocuklarıydı. Yerliler çoğun­ de çok iyi tanırlardı. Evcilleştirdikleri tek
lukla kentlerde ya da taşra kasabalarının hayvan dingo denilen bir tür yabani köpekti.
kenar semtlerinde yaşarlar. Queensland ile Odunları birbirine sürterek yaktıkları ateşin
Kuzey Topraklarındaki Yerliler ise özel kızgın küllerinde yemeklerini pişirirlerdi. Yi­
kamplarda yaşar ve sıkı bir denetim altında yeceklerini geniş alanlardan toplayan her
tutulurlar. Yerli grubu ya da kabilesi, kendi bölgesinin
sınırlarını ağaç, kaya, pınar gibi doğal öğeler­
Geleneksel Yerli Yaşamı le belirlerdi.
Avustralya Yerlileri’nin tenleri koyu, saçları Göçebe oldukları için fazla eşyaları olmazdı.
siyah ya da kahverengidir. Ama saç rengi ve (bak. GÖÇEBELİK). Avustralya’nın soğuk güney
yöresinde kışın kürk gocuk giyenler varsa
Bam aby’s
da, genel olarak kalın giysilere gereksinimleri
yoktu. Gerektiği zaman ağaç kabukları, yap­
rak, hayvan postu gibi malzemeyle mia-mia
ya da gunyah denen geçici barınaklar yapar­
lardı.

Gereç ve Silahlar
Yerliler’in gereç ve silahları, basit bir tekno­
lojiyle yapılmalarına karşın, son derece etki­
liydi. Genellikle tahta, bitki lifleri ve yonta­
rak biçimlendirilmiş taşlan kullanırlardı. Er­
keklerin taştan baltalan ve deniz kabukların­
dan ya da yontulmuş taştan bıçakları vardı.
Kadınlar ise kökleri sökmek için sopalar,
topladıkları yiyecekleri taşımak için sepetler,
fileler ve tahta çanaklar kullanırlardı. Yerliler
ağaç ve böcek kabuklarından, deriden ve
liflerden çok değişik kaplar yapmışlar, bunlan
otların tohumlarını öğütüp un yapmak, içinde
su biriktirmek ve eşyalarını taşımak için
kullanmışlardır.
Yerliler’in başlıca silahları tahta sopalar,
mızraklar ve bumeranglardı (bak. BUME­
RANG). Mızraklarını uzak hedeflere fırlatmak
için özel mızrak atıcılar kullanırlardı. Bunlar,
Çok sayıda Yerli, A vrupalılar'ın yerleşim yerlerinin
kıyısındaki kamplarda yaşar; koyun ve sığır bir ucunda mızrağın sapının yerleştirildiği bir
çiftliklerinde çalışır. yuva olan tahta sopalardı. (Böylece, ele alındı-
206 AVUSTRALYA YERLİLERİ

Kabile ikiye ayrılır, her yarı kendi içinde


tekrar küçük birimlere bölünürdü. Kabile
içinde kimin kiminle evlenebileceği kurallara
bağlanmıştı. Kabilenin iki alt grubundan bir
rinden olan bir erkek ancak öteki alt gruptan
bir kızla evlenebilirdi.
Toplumsal örgütlenmelerinin bir başka gö­
rünümü totemleriyle ilgiliydi. Genellikle bir
bitki ya da hayvan olan totem grubun simge­
siydi ve grupla özel bir ilişkisi olduğu kabul
edilirdi (bak. T otem ). Yerliler’in inanışlarında
toprağın özel bir yeri vardı. Toprağın, ataları­
nın dünyada yaşayıp kültürlerini oluşturduğu
Barnaby’s
İki yaşlı Yerli kuzey çölünde, çalı çırpı ve otlardan Australian News and Information Bureau
yaptıkları barınaklarının önünde oturuyor.

ğında kol uzunluğunu artıran, dolayısıyla atış


için ek güç sağlayan bir mekanizma oluşuyor­
du.) Ayrıca dövüşürken kendilerini korumak
ve saldırıları savuşturmak için tahtadan kal­
kanlar kullanırlardı.
Haberleşme çubuğu Avustralya Yerlileri’
nin çok çarpıcı bir buluşuydu. Üzerine çentik­
ler ve çizgiler oyulmuş olan bu sopayı bir
haberci, kabileler arasında iletişim kurmak
amacıyla taşırdı. Sopanın üzerindeki işaretler
haberin ayrıntılarıyla ilgiliydi ve haberin doğ­
ru olarak ulaştığından emin olmaya yarıyor­
du. Bu çubuklar her zaman ortak bir dile
sahip olmayan ya da düşman kabileler arasın­ Yerli çocuklar hasırdan yapılmış barınakları mia-
m/a'nın önünde oynuyorlar.
daki iletişimi kolaylaştırırdı. (Bazı uzmanlar
Avustralya’da, Yerli kabilelerin sayısı kadar, dönem olan “düş çağı”ndan kendilerine kalan
yüzlerce değişik dil olduğunu belirtir.) bir armağan olduğuna inanırlardı. Delikanlı­
Avrupalılar’ın gelmesiyle Yerliler, çeşitli lar, bazıları acıyla sınanmak olan bir dizi
işlenmiş maddeler ve araçlar kullanmaya baş­ dinsel törenle derin gizlere ortak olurdu. Bu
ladılar. Artık tüfeklerle avlanıyor, takma törenlerde yapılan corroboree adlı danslar
motorlu tekneler, naylon ağlar kullanarak için Yerliler bedenlerini renkli kilden şekiller­
balık tutuyorlardı. Oysa eskiden ağaçtan le, tüy ya da başka süslerle donatırlardı.
oyulmuş ya da ağaç kabuğundan yapılmış
kanolar ve sallarda, deniz kabuğundan ya da Günümüzde Avustralya Yerlileri
taştan yaptıkları kancalarla ve tuzaklar kura­ Birçok Avustralya Yerlisi artık geleneksel
rak balık avlarlardı. biçimde yaşamıyor. Bazıları çiftliklerde bazı­
ları da kentlerde çalışıyor. Bazı Yerliler ise
Kabile Yaşamı özel kamplarda ya da kentlerin yoksul mahal­
Yalnızca temel gereksinimlerini karşılayarak lelerinde devlet yardımıyla yoksul bir yaşamı
yaşayan Yerliler büyük aile grupları içinde sürdürmeye çalışıyor. Avrupalılar’la karşılaş­
yaşarlar, bir yörede yaşayan tüm gruplar ise maları Yerliler’in birçoğunun büyük sıkıntıla­
kabileyi oluştururdu. Kabile üyeleri akrabay­ ra düşmesine ve bazılarının umutsuzlukla
dı ve birbirine karşı belirli görevleri vardı. kendini içkiye vermesine neden oldu. Ama
AVUSTURYA 207

bazıları da yeni koşullara uymayı başarmıştır. eyaletinde bulunan Achensee Gölü, deniz
Ne var ki, birçok Yerli topraklarının ellerin­ düzeyinden 929 metre yüksekliktedir. Hemen
den alınmış olmasından ötürü hâlâ öfkelidir. yanı başındaki komşu eyalet Salzburg’da da
1972’de Whitlam hükümetinin işbaşına gel­ birbirinin benzeri 20 göl bulunur. Tüm Avru­
mesi bu konuda bir dönüm noktası oldu. pa ülkeleri arasında yalnızca İsviçre’de, böyle
“Yerliler’in haklarının kabul edilmemesi biz, inanılmaz güzellikteki koyaklar, çağlayanlar
bütün Avustralyalılar’ı küçültür” diyen Baş­ ve buzullarla boy ölçüşebilecek doğal güzel­
bakan Whitlam, parlamentonun desteğiyle likler bulunur. Avusturya’nın kuzeyindeki
1976’da Yerliler’in toprak hakkını tanıdı ve çayırlık ve çiftlikler de gerçekten eşsiz güzel­
Yerli sorunlarıyla ilgili bir bakanlık kurdu. liktedir.
Alpler’in Tuna Irmağı’na kadar uzanan
AVUSTURYA, Avrupa’nın ortalarında Do­ yumuşak eğimli etekleri yer yer çayırlar ve çok
ğu ve Batı Avrupa’nın birleştiği bölgededir. güzel ağaçlık alanlarla bezenmiştir. Tuna Irma­
Kuzeyinde Almanya ve Çekoslovakya; güne­ ğı Avusturya’nın kuzey kesiminden geçerek
yinde İtalya ve Yugoslavya; batısında Liech- doğuya, Karadeniz’e doğru akar (bak. T u n a IR­
tenstein ve İsviçre; doğusunda Macaristan yer MAĞI).
alır. Günümüzdeki büyüklüğü, 1918’de yıkı­
lan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Avusturya'nın Gelenekleri ve Kültürü
(bak. A v u s t u r y a İ m p a r a t o r l u ğ u ) zamanında­ Avusturya’nın resmi dili Almanca’dır; ama
ki boyutlarıyla karşılaştırıldığında çok küçük yüzlerce yerel lehçe vardır. Ülkenin dokuz
kalır. Ülkenin başkenti ve en büyük kenti eyaletinde yaşayan insanlar, alışkın oldukları
olan Viyana’ya ilişkin bilgileri VİYANA madde­ yaşama biçimlerini, mutfak ve giyim gelenek­
sinde bulabilirsiniz. lerini bugün de sürdürmektedir. Kuş tüyü ya
da elik (kır keçi) kıllanyla süslü fötr şapkalar­
la birlikte giyilen parlak düğmeli yelekler ve
A V U ST U R Y A 'Y A İLİŞKİN BİLGİLER deriden yapılmış kısa pantalonlar, Avus­
turya’da çok yaygın olarak görülür. Avustur­
YÜZÖLÇÜMÜ: 83.855 km2.
NÜFUS: 7.554.000 (1987). yalI kadınlar bazen, rengârenk işlemeli bluz
YÖNETİM BİÇİMİ: Federal cumhuriyet. ve yelek ile belden büzgülü eteklerden oluşan
BAŞKENT: Viyana. Ülke nüfusunun beşte biri burada yerel giysilerini giyerler.
yaşar. Ülke nüfusunun yaklaşık yarısı köylerde
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Doğu Alpler'in dağlık bölgeleri­ yaşar. Gösterişli tahta işleri ve duvar resimle­
nin büyük bölümü ile Pannonia düzlüklerinin bazı
bölümleri ülke sınırları içindedir. riyle köyler son derece göz alıcıdır. Evler
İHRAÇ ÜRÜNLERİ: Demir cevheri, çelik, kereste ve kâğıt çoğunlukla tuğladan yapılır. Tahtadan yapı­
hamuru, sanayi ürünleri, makine. lan çatılar eğiktir ve dışarıya doğru sarkar.
ÖNEMLİ KENTLER: Viyana, Graz, Linz, Salzburg,
İnnsbruck, Klagenfurt, Bregenz, Eisenstadt.
EĞİTİM: 6-15 yaş arası çocukların okula devam etmesi
zorunludur.
ALMANYA ÇEKOSLOVAKYA
FEDERAL
CUMHURİYETİ
Avusturya genellikle dağlıktır. Alpler’in
V İY A N A 1
doğu uçları ülkeyi boydan boya kapladığı için S a lz b u rg
V Viener*
ulaşımı güçleştirir; ama orta kesimlerdeki N e u s ta d t J

vadiler ulaşımı kolaylaştırır. Avusturyalılar’ın in n s b ru c k MACARİSTAN


çoğu, bu vadilerin alçak kesimlerinde yerleş­ İSVİÇRE — '
K la g en fu rt A &
miştir (bak. ALP DAĞLARI).
. /v \T
Avusturya coğrafyasına doruklan karlı dağ­ Vkf
lar egemendir. Aşağılarda dik uçurumlar,
d YUGOSLAVYA
olağandışı görünümlü kaya kütleleri, sık or­
İTALYA
manlar ve dağ gölleri vardır. Batıdaki Tirol
208 AVUSTURYA

Ausırian State Tourıst Department Pictorial Press


S olda:Ulusal giysileriyle dans eden AvusturyalIlar. Sağda: Duvar resimleri ve saçaklarıyla tip ik bir Tirol evi.

İkinci kat pencereleri önünde balkonlar var­ Özellikle Almanya ve öteki Avrupa ülkele­
dır. Bazen, Tirol’de olduğu gibi, evlerin rinden milyonlarca turist, yazın güzel dağ
ağaçtan yapılmış üçüncü bir katı bulunur. görünümleri arasında dolaşmak, kışın kayak
Bütünüyle ahşap evler de yapılmaktadır. yapmak için Avusturya’ya gelir. Turizm ülke­
Avusturyalılar’ın çoğunluğu Katolik olduğu nin başlıca gelir kaynaklanndan biridir. Önem­
için evlerini gösterişli Meryem Ana ve aziz li bir sanayi dalı ise ladin ve çam ormanlarıyla
resimleriyle süslerler. Yol kenarlarında aziz beslenen ağaç işleme sanayisidir. Keresteci­
türbeleri de vardır. lik, ağaç işleyen bıçkıhane ve fabrikalarla bir­
Haydn, Mozart, Schubert ve baba-oğul likte, Avusturyalılar’a çeşitli iş olanakları
Johann Strauss’lar gibi dünyaca ünlü pek çok sağlar. Kimyasal madde, giyim, deri eşya
besteci Avusturyalfydı. Viyana’daki sanatsal ve çalgı yapımı, günümüzdeki öteki önem­
ortam, Beethoven ve Richard Strauss gibi li sahayi kollarıdır. Linz ve Donawitz’te
Avusturya yurttaşı olmayan bestecileri de demir ve çelik üretilir; çelik üretiminde yay­
kendine çekmiştir. Avusturya’da pek çok gın olarak kullanılan Linz-Donawitz adlı yük­
büyük şair, romancı ve oyun yazarı yaşamış­ sek ısılı fırın yöntemi burada icat edilmiştir.
tır. Üniversiteleriyle ünlü olan Avusturya’da Avusturya’da ayrıca linyit, demir cevheri,
Viyana 150 yıldır, bilim ve tıpta olduğu kadar kurşun, çinko, bakır, magnezyum elde et­
sanat ve müzik alanında da dünyanın sayılı mekte kullanılan magnezit, grafit ve petrol
merkezlerinden biridir. vardır. Dağlardaki göl ve akarsuların suyun­
dan yararlanılarak elektrik elde edilir.
Tarım, Madencilik ve Sanayi Avusturya’nın en önemli kentleri arasında,
Yaklaşık 500 bin AvusturyalI küçük çiftlikler­ güzel Tirol Dağları arasında kurulmuş
de çalışır; ama toprak çok verimli değildir. İnnsbruck; Mozart’ın doğum yeri olan, kalesi
Gübre kullanarak çavdar, yulaf, arpa, buğ­ ve müzik şenlikleriyle ünlü Salzburg ile Graz
day, patates, şalgam ve şekerpancarı üretilir. ve Linz gibi sanayi kentleri sayılabilir.
Alpler ile Tuna Irmağı arasında kalan bölge­ Viyana önemli bir sanayi, ticaret, ulaşım ve
deki bağların üzümlerinden elde edilen Avus­ haberleşme merkezidir. Birleşmiş Milletler’e
turya şarabı dünyaca ünlüdür. Son yıllarda eti bağlı kuruluşların ve başka uluslararası örgüt­
ve sütü için beslenen hayvanların sayısında da lerin çoğunun yönetim merkezleri Viyana’
belirgin bir artış olmuştur. dadır.
AVUSTURYA İMPARATORLUĞU 209

İmparatorluktan Sonra Avusturya İşte bu n e d e n le A v u s tu r y a , II. D ü n y a


A v u s tu ry a -M a c a ris ta n İ m p a r a to r lu ğ u (bak. Sa v a şı’na A l m a n y a ’nın y a n ın d a katıldı. Ü lk e
A v u s tu ry a İm p a r a to r lu ğ u ) 1918’de yıkıl­ sa v a şta n çok z a r a r g ö rd ü ; savaşın so n u n a
dığınd a, to p r a k la rın ın d ö r tt e üçü Ç e k o s lo ­ d o ğ r u bir y a n d a n batılı M ü tte f ik le r in öte
v ak y a , İtalya, P o lo n y a , M a c a rista n , R o m a n ­ y a n d a n d a SSC B o r d u s u n u n A v u s t u r y a ’yı iş­
ya ve Y ugoslav ya a ra s ın d a paylaşıldı. A v u s ­ gal e tm e le ri so n u c u , ülk e n in bir b ö lü m ü yıkı­
tu ry a zayıf d u r u m a d ü ştü . Fiyatların aşırı m a uğradı. Y a kla şık 160 bin A vustu ryalI sa­
yükselm esi so n u c u A v u s tu ry a parası d e ğ e r vaşta yaşam ını yitirdi.
k a yb e tti ve ulus yoksullaştı. 1920-21 kışında 1945’te A l m a n y a ’nın yenilm esi son u c u
çok sayıda insan açlıktan öldü. A v u s tu ry a A v u s tu r y a , A l m a n y a ’d a n ayrıldı. Ü lk e le ri,
A B D , İn g ilte re , F ra n sa ve SSCB birlikleri
ZEFA
ta ra fın d a n işgal edilm iş d ö rt bölgeye ayrılan
A v u stu ry a lIla r, savaştan so n ra çok zor yıllar
geçirdiler. Ü lk e yavaş yavaş savaşta aldığı
ya ralarını sard ı, kend in i to p a rla d ı. S o n u n d a
1955’te tü m y abancı birliklerin ülke t o p r a k l a ­
r ın d a n çekilm esi k ab ul edildi. A v u stu ry a
1938’d e çizilen sınırları içinde bağımsız bir
c u m h u riy e t oldu. A v u s tu r y a p a r la m e n to s u ,
ü lk en in sürekli yansızlığını ilan e d e n bir de
yasa çıkardı.

AVUSTURYA İMPARATORLUĞU. B u g ü n
k ü ç ü k bir ülke olan A v u s tu r y a , yüzyıllar
sü re n im p a r a to rlu k d ö n e m in d e O r ta A v r u ­
p a ’nın b ü y ü k bir b ö lü m ü n ü kap lam ıştır.
1914’ten ön cek i bir A v r u p a h arita sın a b a ­
kıldığında, A v u stu ry a -M a c a ris ta n adlı te k bir
d e v le tin , O r t a A v r u p a ’nın h e m e n h e m e n
tü m ü n e yayıldığı g ö rü lü r. 1815’te ü lk e n in
sınırları d a h a genişti ve A v u s tu r y a İ m p a r a t o r ­
luğu o la r a k anılıyo rdu . 14. ve 15. yüzyıllarda,
h a r ita la rd a aynı re n k le g österilen bu t o p r a k ­
Viyana Belediye Sarayı (Rathaus), Avusturya'nın lara, H a b s b u r g ailesinin o ld u ğ u n u b e lirtm e k
başkentini süsleyen, 19. yüzyıldan kalma zarif bir Gotik
yapıdır.
am acıy la, H absburg M ü lk ü d e n iy o rd u .
( H a b s b u r g aynı z a m a n d a , ailenin b u g ü n k ü
b irk aç yıl b o y u n c a , b a şk a ü lk e le rd e n aldığı İsviçre sınırları içinde b u lu n a n ş a to su n u n
bo rçla rla a y a k ta d u rabild i. B u sıra d a , p a r ç a ­ adıydı.)
lanm ış A v u s tu ry a -M a c a ris ta n İ m p a r a to r lu ğ u ’ B u g ü n A v u s tu r y a , Ç e k o slo v a k y a ve M a c a ­
nun A lm a n c a k o n u ş a n halkı A lm a n y a ile ristan bu b ü y ü k devletin p a rç a la n m a sı s o n u ­
birleşm e isteğinde b u lu n d u . A v u s tu r y a h ü k ü ­ c u n d a o lu şm u ş, bazı to p r a k la r ise İtalya,
m eti bu isteği ka b u l e tm e d i. 1930’la rd a A v u s ­ R o m a n y a , Y u go slavy a ve P o lo n y a sınırları
turya do ğum lu H itler ve öncülük ettiği N a z iz m ’ içinde kalmıştır.
in yükselişi sırasınd a A v u s t u r y a ’nın, A l m a n ­
y a ’nın bir parçası old u ğ u savı yinelendi. Bir İmparatorluğun Kuruluşu
h ü k ü m e t d a rb e si ve a y a k la n m a girişimleriyle B u b ü y ü k im p a ra to r lu ğ u n çö k ü ş n ed e n in i
A v u s tu r y a B a şb a k a n ı E n g e lb e r t D o llfu ss’un a ç ık lam a k sanıldığı k a d a r güç değildir. İ m p a ­
ö ld ü r ü lm e s in d e n so n ra , 1938’de H itle r ve ra to r lu ğ u n te m e lle ri H a b s b u r g to p ra k la rın ın
o rd u s u A v u s tu r y a ’yı işgal e d e r e k A l m a n y a ’ birleştirilm esiyle atılmıştı. İ m p a r a to r lu k t o p ­
m n bir eyaleti d u r u m u n a getirdi. ra k la r ın d a ya şa ya nla rın a ra s ın d a , H a b s b u r g
210 AVUSTURYA İMPARATORLUĞU

egemenliği altında olmak dışında hiçbir ortak letlerden oluşuyordu. İmparator bu krallarca
yan yoktu. Halklar kendi kökenlerine ilgi seçiliyordu (bak. Kutsal R oma-Germen İmpa­
duymaya başlayınca, “AvusturyalI” değil; Al­ ratorluğu).
man, Çek, Hırvat ya da Macar olduklarının 1438’de bir başka Habsburg, II. Albrecht,
bilincine vardılar. Her halk kendi kendini 1440’ta ise III. Friedrich, Kutsal Roma impa­
yönetmek istedi. Gerçekten Avusturya İmpa­ ratoru seçildi. Yaklaşık 400 yıl boyunca Avus­
ratorluğu’nun tarihi tek bir ailenin öyküsü­ turya, Habsburg ailesinin özel mülkü olarak
dür; bu nedenle İngiliz ya da Fransız halkları­ kaldı.
nın tarihine benzemez. Habsburglar güçlerini artırmak amacıyla,
Asıl “Avusturya” , Tuna Irmağı kıyısına sürekli yeni topraklar arıyorlardı. Yeni top­
kurulmuş, başkenti Viyana olan küçük bir raklar elde etmenin bir yolu da prenseslerle
dükalıktı (bir dük tarafından yönetilen ülke evlenmekti. Prenseslere babalarından kalan
ya da toprak parçası). 1273’te Kutsal Roma krallıklar, Habsburg mülkiyetine geçiyordu.
imparatoru seçilen ve “Avusturya Dükü” İspanya, Bohemya, Macaristan, Hollanda ve
unvanını alan Rudolf, dükalığı yöneten ilk İtalya’nın bazı bölümlerini topraklarına katan
Habsburg’du. Kutsal Roma İmparatorluğu, Habsburg hanedanının, Almanya’da da top­
başlarında kendi kralları bulunan farklı dev­ rakları vardı.

Ana Yayıncılık Arşivi

%o PRUSYA RUS ÇARLIĞI


HESSEN Leipzig m
. ^ B re slau • <%, POLONYA
SAKSONYA,» ' ^ 1J_ (Wroclaw)
)
v- n (j, Frankfurt
THÜRİNGEN
<v
3
\
(Main) W Pra9 t.
GALİÇYA Ternopol
. BOHEMYA
?r *\
BAV YE RA ^___,
i.,
WÜRTTEMBERG Tu"3
A - ,\ •s✓^Çernov^L \
/ Linz t Wagram • Kremnica
Münih ® ^Y U K A R I • : Viyana® •
~ A V BıfU K O V İI»
i.
Y ? AVUSTURYA
Salzburg v. Pest (Peşte)
n rL Lr \ j
4 6r u
^nn^uck* r v-. (
Buda® ® EDREL
(TRANSİLVANYA)
“S ' %
Vb
MACARİSTAN < ev,
ic v /jp D p t TİROL
\
G*
lO V lU M h

✓ ^ J /*T r e n t o )
r KARNTEN

^^7"
Graz

'
Sv>
J V
P6cs ^
? r Xt
Kronştadt_
, S ib iu J^ ^ V f*
^ O M B A R D ik - VENEDİK / \ ^ ^ m^ e P
Osijek • - ?
BANAT
, SLAVONYA
İSTRİYA % -T
Orşova i EFLAK
PARMA P° '
s
Belgrad
SIRBİSTAN %
MODENA
t, BOSNA

VV Sarajevo (Saraybosna) OSMANLI


\ İMPARATORLUĞU Bulgaristan

C; V # Sofya
PAPALIK ^)y^rovnik
DEVLETLERİ
KORSİKA 3 \
® Roma

1806-67 yılları arasında Avusturya İmparatorluğu olarak adlandırılan topraklar 400 yıl boyunca Habsburg
hanedanının egemenliği altında kaldı.
AVUSTURYA İMPARATORLUĞU 211

Habsburglar koyu Katolik’ti. Bu nedenle Değişimler ve Devrimler


Alman ülkelerinde yaşayan Protestanlar’la 1809’da Avusturya başbakanı olan Metter-
sık sık savaşıyorlardı. 1618’de Bohemyalı nich, Fransız Devrimi’nden sonra Avrupa’da
Protestanlar, krallarına baş kaldırarak, Al­ gelişmeye başlayan yeni düşün akımlarını ve
man Protestanlar’dan yardım istediler. Bu siyasal hareketleri Avusturya İmparatorluğu
olay Otuz Yıl Savaşları’nın başlangıcı oldu. için çok tehlikeli buluyordu. Halkın özgürlü­
Savaş önce Habsburg imparatoruyla Alman ğünü ya da ulusların kendi kendilerini yönet­
Protestanlar arasında başladı. Daha sonra me hakkının olmasını istemek tehlikeli bir
İsveç ve Fransa, Almanlar’ın yanında savaşa siyasal akım sayılıyordu. Avusturya İmpara­
katıldı. Tarafların hiçbiri üstünlük sağlayama­ torluğu’nun farklı ulusları egemenliği altında
dı. 1648’de barış antlaşması imzalandı (bak. toplamış olduğu anımsanırsa, Metternich’in
O t u z Y il Sa v a ş l a r i ). bu akımları neden sakıncalı bulduğu anlaşılır.
Metternich 30 yılı aşkın bir süre, bu akımları
Birleşik İmparatorluk Kurma Çabaları Avusturya’dan uzak tutmayı başardı. Ama
1740’ta Maria Theresia tahta geçince, öbür 1848’de imparatorluğun her yanında devrimci
prensler, toprakların tamamı ya da bir bölü­ ayaklanmalar baş gösterdi. Avusturya ordu­
mü üzerinde hak ileri sürerek buna karşı su, Rus çarından yardım istemek zorunda
çıktılar. Maria Theresia iki uzun savaş sonun­ kaldığı Macaristan dışında, bu ayaklanmala­
da toprakların tümüne yakın bölümünü elin­ rın tümünü bastırdı.
de tutmayı başardı, ama Silezya’yı Büyük 1916’ya kadar imparatorluğu yöneten
Friedrich’e bırakmak zorunda kaldı. Franz Josef, bu devrimler sırasında tahta
Maria Theresia, farklı krallık ve devletler­ çıktı ve imparatorluğun parçalanmasını önle­
den oluşan ülkeyi tek bir imparatorluk altında meye çalıştı. Ama yabancı ordular karşısında
toplamak isteyen ilk Habsburg’du. Ama bunu iki kez yenilgiye uğradıktan sonra İtalya ile
sağlayabilmek için çok güçlü bir ordu gereki­ Almanya’daki topraklarından vazgeçmek zo­
yordu. Bu nedenle öteki devletlerden asker runda kaldı.
topladı. 1867’de Macarlar’la bir antlaşma yapıldı.
Annesinin başlattığı Habsburg topraklarını Macarlar’ın kendi parlamentosu ve hükümeti
birleştirme çalışmalarını sürdüren II. Josef, olacak, buna karşılık tüm imparatorluğun tek
devletler arasındaki farklılıkları ortadan kal­ bir ordusu bulunacaktı. Böylece ülkenin adı
dırmak amacıyla, tümünü aynı yasalarla Viya- Avusturya-Macaristan olarak değiştirildi. İm­
na’dan yönetmeye çalıştı. Devletler arasında paratorluğu Almanca konuşan AvusturyalI­
hoşnutsuzluk yaratan bu durum, Macaris­ lar ve Macarlar yönetiyordu. Bu durumdan
tan’da ayaklanmalara neden oldu. Ama bu hoşnut olmayan öbür azınlıklar kendi dev­
ayaklanmalar, devletlerin tek bir ülke gibi letlerini kurma isteminde bulunmaya başla­
yönetilmesine engel olamadı. dılar.
Josef in yeğeni II. Franz, Kutsal Roma’nın 28 Haziran 1914’te, Habsburg veliahtı
son imparatoruydu. O dönemde Kutsal Roma Franz Ferdinand bir Sırplı tarafından öldü­
İmparatorluğu’nun gerçek anlamda gücü kal­ rüldü. Avusturya hükümeti bu olaydan Sır­
mamıştı. Bu nedenle Franz 1804’te unvanını bistan’ı sorumlu tuttu. Bu olay I. Dünya
değiştirerek, Avusturya İmparatoru unvanını Savaşı’nın başlamasına neden oldu.
aldı. Bundan iki yıl sonra, Kutsal Roma- Savaşta Avusturya orduları yenilince,
Germen İmparatorluğu Napolyon’un fetihleri 1918’de imparatorluğa bağlı halklar bağımsız­
sonucunda ortadan kalktı (bak. N a p o l y o n ). lıklarına kavuştu. Bugünkü Avusturya’da da
Artık, Franz tarafından yönetilen toprakla­ imparatorluğa son verilerek, cumhuriyet
ra, Avusturya İmparatorluğu deniyordu. kuruldu. 1919 yılı başlannda, son impara­
Franz, Napolyon’la yaptığı savaşlar sırasında tor Charles’ın sınır dışı edilmesiyle, Habs­
yitirdiği topraklan, savaşın sonunda yeniden burg İmparatorluğu resmen sona erdi. Ama
kazandı; Hollanda’nın güney bölümüne karşı­ Habsburg ailesi hâlâ varlığını sürdürmek­
lık VenedikTi aldı. tedir.
212 AY

AY Dünya’nın tek doğal uydusudur. Bugün olarak belli belirsiz görülebilir. Güneş ışığı
astronomi gözlemleri ve uzay uçuşları saye­ Ay yuvarlağını kapladıkça hilal genişler ve bir
sinde bu gökcismine ilişkin pek çok şey yarım daire biçimini alarak ilkdördün evresi­
biliyoruz. Oysa eskiçağlarda insanlar Ay’ı bir ne ulaşır. Bundan sonraki dolunay evresinde
tanrıça olarak görür ve Ay’a taparlardı. Bu Ay yuvarlağı bütünüyle aydınlık olarak görü­
tapınma geleneğinin bitmesinden sonra da lebilir. Bu evreden sonra Ay’ın aydınlık
Ay’a ilişkin boş inançlara uzun süre bağlı bölümü yeniden küçülmeye başlar ve ilkdör-
kaldılar. Küçülmeye başlayan Ay’ın uğursuz­ dündekine ters konumlu bir yarım daireye
luk, yeniay ve dolunayın şans getirdiğine dönüşerek sondördün evresine girer. Daha
inanır, bu yüzden önemli bir işe başlamak için sonra iyice küçülür ve yeniden hilal biçimini
yeniay ya da dolunay zamanını seçerlerdi. aldıktan sonra aynı çevrim yinelenir. Ay’ın bu
Bugün bile bazıları Ay’ın hava koşullarını evrelerden geçmesi bizim kullandığımız tak­
etkilediğine inanır. Bu inanç bilimsel kanıtlar­ vimde 29 Vı gün sürer; bu süreye “kavuşum
la doğrulanmış değildir, ama Ay’ın denizler­ ayı” ya da eski terimle “kameri ay” denir.
deki gelgit olayını etkilediği kesindir. Gerçek­ Eski takvimler kavuşum ayını temel aldığı
ten de denizin kabarıp alçalması Ay’ın ve için, o takvimlerdeki aylar bugünkü aylarla
Güneş’in ortak çekim etkisinden kaynaklanır çakışmaz (bak. T a k v im ).
(bak. G e lg it ) . Bazen Ay Güneş ile Dünya’nm arasından
geçerken öyle bir konuma gelir ki Güneş’ten
Bir Gökcismi Olarak Ay gelen ışıkların bir bölümünün ya da tümünün
Dünya nasıl Güneş’in çevresinde dolanıyorsa Dünya’ya ulaşmasını bir süre için engeller. Bu
Ay da aynı biçimde Dünya’nın çevresinde olaya Güneş tutulması denir. Bazen de Ay
dolanır (bak. G üneş SİSTEMİ; U y d u ). Ama bu Güneş’e göre Dünya’nm arkasında kalır; baş­
yörünge dolanımmı yaparken bir yandan da ka bir deyişle Dünya Güneş ile Ay arasına
kendi ekseni çevresinde döner. Ay’ın dönme girer. Bu durumda Ay’ın üzerine Güneş’in
ve dolanım süreleri birbirine eşittir. Yani ışıkları değil Dünya’nm gölgesi düşer ve Ay
kendi ekseni çevresindeki tam bir dönüşü de, yuvarlağı bir süre için karanlıkta kalır. Buna
Dünya çevresindeki yörüngesini de yaklaşık
29 Vı günde tamamlar. Bu nedenle Dünya’ Yerkes Observaıory ve The Universiry o f Chicago Press
dan Ay’ın hep aynı yüzü görünür. Uzaya İLKDORDUN
gönderilen uyduların çektiği fotoğraflardan
Ay’ın görünmeyen yüzünün de görünen yüzü­
ne benzediği anlaşılmıştır.
Ay’ın kendi ışığı yoktur; yalnızca Güneş’in
ışığını yansıttığı için parlak gözükür. Dünya
çevresindeki dolanımı sırasında kendi ekseni
çevresinde de ancak bir kez dönebildiği için,
Ay’ın her iki yüzü yaklaşık iki hafta boyunca
karanlıkta kalır, iki hafta süreyle de güneş
ışığı alır. Ay Dünya ile Güneş’in arasına
girdiği zaman görünmez olur. Çünkü bu süre
içinde, görünmeyen yüzü ışık alırken Dünya’
I
ya dönük olan yüzü karanlıkta kalmıştır.
“Yeniay” denen bu evreden birkaç gün sonra, SONDORDUN
yörüngesinde biraz daha yol aldığı için Güneş
Çember üzerindeki Ay yuvarlaklarında da görüldüğü
Ay’ın Dünya’ya dönük olan yüzünü aydınlat­ gibi, Ay'ın Güneş'e dönük olan yüzü aydınlık, öbür
maya başlar ve gökyüzünün batısında C harfi­ yarısı her zaman karanlıktır. Ama Dünya'daki gözlemci
ne benzeyen ince bir hilal (ayça) belirir. Ay'ı, çemberin dışındaki gibi birbirini izleyen değişik
biçimlerde görür. Evre denen bu biçim değişiklikleri,
Bazen bu evrede, Dünya’dan yansıyan ışık Ay'ın yörüngedeki hareketi nedeniyle
nedeniyle bütün Ay yuvarlağı hafif aydınlık her ay yinelenir.
AY 213

Ay yüzeyindeki kraterler ve dağlar ne kadar keskin gölgeli olursa o kadar iyi ayırt edilebilir. Deniz denen Ay
düzlükleri ise her zaman koyu lekeler olarak görülür.

da Ay tutulması denir (bak. Ay v e G üneş çok daha sonraki tarihlere, Ay’ın bu yüzünün
TUTULMASI). Dünya Güneş’in, Ay da Dünya' uydulardan çekilen fotoğraflarla görüntülen­
nin çevresinde sürekli dolandıklarına göre, mesinden sonraya rastlar.
Ay ve Güneş tutulmalarının her ay gerçekleş­ En güçlü teleskoplarla baktığımızda Ay’ı,
mesi gerekirdi. Ama Ay’ın yörünge düzlemi 300 km ötedeki bir cismi çıplak gözle nasıl
ile Dünya’nm Güneş çevresindeki yörünge görebiliyorsak öyle görürüz. Gerçekte Ay’ın
düzlemi arasında 5°’lik bir açı olduğu için bu Dünya’dan ortalama uzaklığı 384.400 kilo­
tutulma olayları ancak belirli koşullarda ger­ metredir. Çapı da 3.476 km, yani Dünya’nm
çekleşir. çapının yaklaşık üçte biri kadardır. Dünya’nm
ağırlığı Ay’ın ağırlığının 81 katıdır. Ay’daki
Ay Gözlemleri çekim kuvveti de Dünya’daki yerçekiminin
Ay’ın Dünya’dan görülebilen yüzünde çok ancak altıda biri kadardır (bak. YERÇEKİMİ).
belirgin bazı lekeler vardır. Çoğu çıplak gözle Ay’daki çekim kuvvetinin Dünya’dakinden
de görülebilen bu lekeleri bütün ayrıntılarıyla çok az olması nedeniyle, büyük olasılıkla bir
yakından inceleme olanağı ancak 17. yüzyıl­ zamanlar var olan Ay atmosferinden bugün
da, gözlem araçlarının yapılmasından sonra artık hiçbir iz kalmamıştır. Bir ortamda hava
doğmuştur. olmayınca, yüzeye düşen su da buharlaşarak
İtalyan bilim adamı Galileo’nun 1609’da uçar. Bu yüzden, hemen hemen ilk oluştuğu
yaptığı teleskopla gözlemlediği ilk gökcisimle- günden bu yana Ay’da ne hava, ne de nem
rinden biri Ay oldu. Böylece Ay’daki krater­ olmuştur. İnsanların yaşamasına elverişli ol­
leri, dağları ve koyu lekeleri büyütülmüş mayan böyle bir ortamda uzay giysisi ve
olarak ilk kez o gördü. İlk gözlemciler Ay benzeri gereçler olmadan yaşanılamaz. Ay’da
üzerindeki bu koyu bölgelerin deniz olabile­ su ve hava bulunmaması başka ilginç olayların
ceğini düşünmüşlerdi. Oysa bunlar deniz de­ da nedenidir. Örneğin Ay’ın yüzeyine düşen
ğil, oldukça geniş düzlüklerdir. 1647’de Al­ bir göktaşı (meteorit) en küçük bir gürültü
man astronomi bilgini Johannes Hevelius çıkarmaz; çünkü ses dalgalarını taşıyacak
Ay’ın yüzeyinin ayrıntılarını gösteren bir hari­ hava yoktur. Üstelik havasız bir ortamda ne
ta yaptı. Ay yüzeyindeki en belirgin lekeleri yağmur, ne deniz, ne de herhangi bir koku
ise 1651’de Ay’ın bir haritasını yayımlayan olabilir. Ay’da rüzgâr ve yağmur olmadığı için
İtalyan astronomi bilgini Giovanni Riccioli Dünya’daki gibi toprak aşınması da olmaz; bu
adlandırdı. Bu dağlardan bazılarına Alpler, yüzden kraterlerin duvarları dik ve keskindir.
Apenninler gibi Dünya üzerindeki dağların
adları, kraterlere de bilim adamlarının ve Ay'ın Yüzeyi
düşünürlerin adları verildi. Ay’ın görünme­ Ay’ın yüzeyindeki binlerce krater Dünya’daki
yen yüzündeki kraterlerin adlandırılması ise kraterlerden genellikle çok daha geniştir.
214 AY

gerek yörüngedeki uçuşları sırasında, ge­


rek doğrudan Ay’a inerek Ay yüzeyinden
Dünya’ya pek çok fotoğraf ilettiler. 1968’de
ABD ’nin Apollo 8 adlı uzay aracı, içindeki üç
astronotla birlikte Ay çevresinde yörünge
uçuşu yaptı. İnsanın Ay’a ilk ayak basışı ise 20
Temmuz 1969’da, Apollo l l ’in tarihsel uçuşuy­
la gerçekleşti ve bunu ABD ile SSCB’nin
öbür uzay uçuşları izledi. (Ayrıca bak. U z a y
ARAŞTIRMALARI.)
Ay’daki kayaçlann Dünya’dakilerden çok
farklı olması, Ay’ın kimyasal yapısının da
Dünya’nınkinden farklı olduğunu gösterir.
Ay’daki kayaçlann bazıları yeryüzünde de
bulunan bazalt türü kayaçlardır. Bunun dışın­
daki kayaçlar ise genellikle camsı ya da
kristalsi yapıda ve çok değişik renklerdedir.
Astronotlar Ay’dan toplam 385 kg kayaç
General Electric Research and Development Centre
örneği getirmiş ve bu taşlar üzerinde yapılan
Ay'ın yaşı, kimyasal bileşimi ve yapısı konusunda
bilim adamlarına ipuçları veren bu kaya parçası incelemeler Ay’ın bir zamanlar yanardağ et­
astronotların Ay'dan getirdikleri binlerce örnekten kinliği gösterdiğini ortaya koymuştur. Ama
biridir. son 3 milyar yıl içinde Ay’daki yanardağ
patlamalarının çok seyrek olduğu sanılmak­
Çünkü Dünya’nın atmosferi düşen göktaşları­ tadır.
na karşı yeryüzünü bir kalkan gibi korur. İncelenen Ay kayaçlarmın yaşı 1,8 milyar
Ayrıca topraktaki nem de bu çarpmanın ile 4,1 milyar yıl arasında değişir. Hatta 4,6
etkisini azaltır. Oysa Ay’ın atmosferi olmadı­ milyar yıldan daha yaşlı kayaçlann da bulun­
ğı için, olanca hızıyla düşen göktaşlan Ay duğu sanılmaktadır. Oysa Dünya üzerindeki
yüzeyinde çok geniş ve derin kraterler açmış­ hiçbir kayacın yaşı 3 milyar yılı aşmaz. Bir
tır. Bilinen en geniş krater Ay’ın görünmeyen zamanlar Ay’ın Dünya’dan kopmuş bir parça
yüzündedir. Çapı 290 km olan Bailly krateri olduğu düşünülüyordu. Ay kayaçlarmın yaşı
ise Ay’ın görünen yüzündeki en büyük krater­ ve kimyasal bileşimi incelendikten sonra bu
dir. Apollo uzay araçlarının Ay yüzeyine inme­ görüşün geçerli olmadığı anlaşıldı. Aynca
sinden önce, kraterlerin yanardağ patlamala­ Ay’ın Dünya’nın çekimine kapılmış bir geze­
rından mı, yoksa Ay yüzeyine çarpan göktaşla- gen olduğu görüşü de geçersizdir. Eğer öyle
nndan mı kaynaklandığı bilinemiyordu. Ama olsaydı, bilim adamlarının da belirttikleri
bugün hemen hepsinin göktaşlarının yüzeye gibi, Ay yüzeyinin Ay’dan alman kaya parça-
çarpmasından ileri geldiği anlaşılmıştır. lannın gösterdiği zamandan çok sonra katılaş­
Krater ve denizlerden sonra Ay yüzeyinde­ ması gerekirdi. Bugünkü görüşe göre Ay da
ki en belirgin oluşumlar yüksek bölgelerdeki tıpkı Dünya gibi aynı toz ve gaz bulutundan
dağlardır. Yükseklikleri 4 ya da 5 kilometreye oluşmuş, ama kütlesel yoğunluğu daha az
ulaşan bu dağlardan bazılarının doruklarında olduğu için atmosferini hızla yitirmiştir. Gene
kraterler vardır; bunlara halka dağlar denir. aynı nedenle Ay’ın yüzeyindeki etkinlikler de
çok çabuk sona ermiştir (bak. DÜNYA).
Ay Araştırmaları Bugün bile deniz olarak adlandınlan (Ses­
Ay’ın yapma uydularla incelenmesine 13 Eylül sizlik Denizi, Bunalımlar Denizi gibi) Ay
1959’da, SSCB’nin Luna 2 adlı uzay aracını düzlükleri, yüzeyin parlak görünümlü ve bol
Ay yüzeyine indirmesiyle başlandı. Daha kraterli dağlık kesimlerine oranla daha karan­
sonra SSCB’nin Luna ve ABD’nin Ranger ile lık ve daha az engebeli bölgelerdir. Bu
Surveyor dizilerindeki insansız uzay araçları bölgelerin aşağı yukarı daire biçiminde olma­
AY 215

NASA
Apollo 12'nin çektiği bu fotoğrafta, çevresindeki Ay düzlükleri arasından kolayca ayırt edilebilen büyük
Kepler krateri görülüyor. Bu kraterin yüksek kenarları, kendisini kuşatan düzlüklerle tam bir karşıtlık yaratır
ve tabanına koyu bir gölge düşürür.

sı, Ay’daki “denizlerin” kökenine ilişkin ipuç­ muş kraterler bulunduğu halde çok geniş
ları verir. Gözlemlerden çıkarılan varsayımla­ düzlükler, yani “denizler” yoktur. Daha çok,
ra göre, Ay’ın oluşumundan kısa bir süre düzlükleri boydan boya kesen ve kurumuş
sonra gökcisminin yüzeyine çarpan dev gök­ ırmak yataklarını andıran düzensiz kanallar
taşları patlayarak dev çukurlar açmış, sonra­ görülür. Ay hendekleri denen bu kanallar
dan bu çukurlara dolan lavlar zamanla katıla­ büyük olasılıkla bir zamanlar erimiş lavların
şarak bugünkü kayaçlara dönüşmüştür. Ay’ aktığı yataklardır. Ay’ın yüzeyindeki kub-
daki bu düzlüklerde dağlık kesimlerdekinden bemsi şişkinlikler de bu gökcisminin geçmişte
daha az sayıda krater vardır; çünkü bu deniz­ yanardağ etkinliklerine tanık olduğunu gös­
lerin oluştuğu dönemde uzayda çok fazla terir.
göktaşı yoktu. Bazı kraterlerin çevresinde, aynı merkez­
Ay’ın görünmeyen yüzünde ise lavla dol­ den ışınsal olarak dağılmış yüzlerce kilomet­
216 AY

relik yarıklar görülür. Bu yanklar, göktaşları­ AY. Bugün kullanılan takvimde bir yıllık
nın yüzeye çarpması sırasında kopan parçala­ zaman dilimi “ay” denen 12 bölüme ayrılmış­
rın çevreye saçılmasından ileri gelmiştir. tır. Bazı aylar 31, bazıları 30 günlüktür; yalnız
Özellikle dolunay zamanında dürbünle bile şubat ayı, 29 gün çektiği artıkyıllar dışında 28
görülebilen bu kraterlerden en büyüğü ve gündür.
belirgini Tycho krateridir. Bu zaman diliminin adı doğrudan doğruya
Ay’ın en dış katmanı, yani kabuğu da Dünya’nın uydusu olan Ay’dan gelir. Çünkü
yerkabuğuna benzemez; bu kabuk soğuk, ka­ eskiçağlarda hazırlanan ilk takvimlerde, yeni­
lın ve serttir. Hava ve su gibi aşındırıcı etken­ aydan yeniaya kadar geçen süre (yaklaşık 29
ler bulunmadığından, yüzeydeki kay açlar mil­ Vı gün) bir ay olarak alınmıştı. Böylece, güneş
yarlarca yıldır çok az değişikliğe uğramıştır. batımından sonra gökyüzünde ince bir hilal
Bazı Apollo uçuşlarında, yüzeyden daha belirdiğinde yeni bir ay başlar ve her ay ya 29,
derindeki kayaçlann yapısını inceleyebilmek ya 30 gün sürerdi. Bu temele dayanan takvim­
için uzay aracının Ay yüzeyine sert iniş ler kullanışlı olmadığı için sonradan bırakıldı.
yapması sağlandı. Astronotlann daha önce­ Bugün kullandığımız takvimdeki aylar hiçbir
den Ay yüzeyine yerleştirdikleri sismograflar gökcisminin hareketine denk düşmez.
da uzay aracının çarpmasından ileri gelen Türkiye’de bugüne kadar birkaç değişik
sarsıntıyı ölçtü ve bu ölçümler bilim adamlan- takvim kullanılmış, ayların adlan da o takvi­
na Ay’daki kayaçlar konusunda yeni bilgiler min alındığı kaynağa bağlı olarak değişmiştir.
sağladı. Ay’daki bu sismograflar ayrıca bazı Örneğin 19. yüzyıla kadar Araplar’ca hazırla­
doğal sarsıntıları da kaydetmiştir. Bunlardan nan hicri takvim kullanıldığından ayların adı
bir bölümünün nedeni Ay’a düşen göktaşlan, Arapça’dan dilimize aktanlmıştı: Muharrem,
bir bölümününki de Ay’ın derinliklerinden safer, rebiyülevvel, rebiyülâhır, cemaziyülev-
gelen deprem dalgalandır. vel, cemaziyülâhır, recep, şaban, ramazan,
Bilim adamlannı en çok ilgilendiren göz­ şevval, zilkade ve zilhicce. 19. yüzyıl ortala-
lemlerden biri de Ay’daki çekim kuvvetinin nnda hicri takvim daha çok günlük işlerde
düzensizliği ya da sapmalan olmuştur. Bu kullanılırken, Jülyen takvimine dayanan rumi
düzensizliğin, Ay yüzeyinin kabaca 50 km takvim de maliye işlerinde kullanılmak üzere
altında bulunan ve “maskon” adıyla anılan benimsendi. Bu takvimdeki ay adlarının bir
kütle yoğunlaşmalanndan kaynaklandığı sa­ bölümü Arapça’dan, bir bölümü Roma takvi­
nılmaktadır. Bir başka ilginç gözlem de Ay minden, bir bölümü de Süryanice’den dilimi­
yüzeyinde, hem yönü, hem şiddeti değişen, ze geçmiştir. 1926’dan bu yana kullandığımız,
beklenmedik ölçüde kuvvetli magnetik alan- Gregoryen takvime dayalı miladi takvimdeki
lann bulunmasıdır. Oysa Ay’ın bütün yüze­ ay adlan da büyük ölçüde rumi takvimden
yindeki genel magnetik alan (ya da mıknatısla­ alınmadır. Yalnız teşrinievvel, teşrinisani, kâ­
ma etkisi) son derece zayıftır. Bu durum nunuevvel ve kânunusani gibi Arapça kökenli
Ay’ın merkezinde Dünya’daki gibi demir ve dört ay adı 1945’te sırasıyla ekim, kasım,
nikelden oluşmuş bir çekirdeğin bulunmadığı­ aralık ve ocak olarak Türkçeleştirilmiştir.
nı gösterir. (Ayrıca bak. TAKVİM.)
Ay, Dünya’da yapılması çok güç olan Ocak ayının adı büyük olasılıkla bu kış
birçok deneyin yapılabileceği özgün bir labo- ayındaki soğuklan çağrıştıran ateş ocağından
ratuvardır. Bu gökcisminde atmosfer bulun­ gelir. Şubat ayının adı Süryanice kökenli
madığı için bilim adamlan uzayı daha kolay “şabuto” sözcüğüdür. Ok anlamındaki bu
inceleyebilirler. Astronomi bilginleri bu sözcüğün neden bu aya ad olduğu biline­
amaçla Ay’da uzay istasyonlan kurmayı tasar­ miyor.
lıyorlar. Apollo uçuşlanndan sonra Ay’a in­ Latince kökenli olan mart sözcüğü, Roma-
sanlı uzay araçları gönderilmedi. İleride bu lılar’ın savaş tannsı Mars’tan kaynaklanmış­
konu yeniden gündeme gelse bile Ay’daki tır. Baharın gelişiyle birlikte hem savaş mevsi­
yaşamın alıştığımız koşullardaki yaşama ben­ minin başladığını, hem de doğanın yeniden
zemeyeceği kesindir. canlandığını düşünen Romalılar yılın bu ayını
AYAKKABI VE AYAKKABICILIK 217

tanrı Mars’a adamış ve onun adıyla anmış-


lardı.
Nisan ayının adı da Süryanice “nisano”
sözcüğünden gelir. Hem kuzu, hem gelin
anlamındaki bu sözcük, koyunların yavrula­
maya başladığı ve doğanın bir gelin gibi
süslendiği bu aya ad olmuştur.
Mayıs ayının adı büyük olasılıkla Yunan
tanrıçası Maia’dan alınmadır. Yunan mitolo­
jisinde Maia, Hermes’in annesi ve Zeus’un
oğullarından Arkas’ın sütannesidir. Ekinlerin
büyüyüp olgunlaştığı bu aya Maia’nın adı bu
nedenle verilmiş olsa gerek.
Haziran sözcüğünün kökeni Süryanice “he-
ziro” dur. Besin anlamındaki bu sözcüğün de
doğanın bereketini simgelemek için kullanıl­
dığı sanılıyor. Temmuz ayının adı da gene
Süryanice “tamız” dan gelmedir ve tektanrılı
dinlerin doğuşundan önce tapınılan Pers tan­
rılarından birinin adıdır.
Ağustos ayı, Roma imparatorlarından Au­
gustus Caesar’ın anısına bu adla anılmış ve
Roma takviminden dilimize geçmiştir. Eylül
ayının adı da Süryanice “ilul” dan gelmedir ve Bally Ayakkabı Müzesi - Schönenwerd

gene Pers tanrılarından birinin adıdır. Nicolas Larmessin'in (1640-1725) Parisli bir ayakkabı
Türkçe kökenli olan ekim adı, ekim zamanı ustasını betimleyen oymabaskısı.
olduğu için bu aya verilmiştir. Arapça’dan
dilimize geçen ve “bölen” anlamına gelen avlanırken de uzun çizme giyerlerdi. G irit’te­
kasım ile Türkçe kökenli aralık adlarının bu ki Minos uygarlığı ve Roma dönemlerinde bu
aylara hangi amaçla verildiği ise bilinemiyor. tür ayakkabı ve çizmeler kullanılmıştır.
Ortaçağda ayakkabıların burnu sivriydi,
AYAKKABI VE AYAKKABICILIK. Çoğu ama ayağı sarması için yumuşak deri ya da
ayakkabı, “taban” adı verilen ve kullanıldıkça kumaştan yapıldığından rahattı. Potinler ya
yıpranan kalın bir alt parça ve “saya” adı da baldırlara kadar çıkan çizmeler yolculuk
verilen, ayağı saran daha ince bir üst parça­ sırasında giyilirdi. 14. yüzyıl sonlarına doğru
dan oluşan bir ana modele göre yapılır. Ne çok uzun burunlu gülünç ayakkabılar giyi­
var ki, ayakkabılar tropikal iklimden soğuk liyordu; bunlarla yürümek öylesine zordu ki
iklime kadar değişen çeşitli iklimlerde yaşa­ ayakkabının burnunu bir zincirle diz kemeri­
yan insanlar için ve üstelik modaya uygun ne bağlamak gerekiyordu.
olarak yapıldığından, çağlar boyunca çok 15. ve 16. yüzyıllarda sivri burunlu ayakka­
çeşitli ayakkabılar üretilmiştir. Günümüzde bının yerini ördek gagası biçimli geniş burun­
daha çok kadın ayakkabıları her yıl değişik lu ayakkabılar aldı. Bu tür ayakkabılar İngil­
modellerde yapılmaktadır. Erkek ayakkabıla­ tere Kralı VIII. Henry’nin resimlerinde görü­
rı, geçmiş yüzyıllarda kadın ayakkabıları kadar lür. Deri, bez ya da kadifeden yapılan bu
çok çeşitlilik göstermesine karşın, bugün pek ayakkabılar bazen 15 cm genişliğinde olurdu
değişmemektedir. ve astarının gözükmesi için yırtmaçlı yapılırdı.
Eskiçağlarda çoğu insan, tabanı deriden ya Kraliçe Elizabeth döneminde ayakkabıların
da tahtadan sandallar giyerdi. Eski Mısırlı­ burunları kare biçimliydi ve kurdeleden yapıl­
ların mezarlarında bu tür sandallar bulun­ ma bir sürü fiyonkla süslenirdi. Ayakkabılara
muştur. Eski Yunanlılar banyoda ayakkabı, yüksek mantar topuklar daha sonraları eklen-
218 AYAKKABI VE AYAKKABICILIK

di. Ayakkabıyı korumak amacıyla giyilen


mantar topuklu şosonlar 1575’te moda oldu.
Tahta tabanlı ayakkabılar da kötü havalarda
ya da çok yağışlı bölgelerde giyiliyordu. İngil­
tere’nin kuzey kesimindeki birçok kişinin 20.
yüzyılın başlarına kadar giydikleri bu tür
tahta ayakkabıları (sabo), Hollandalı çiftçiler
günümüzde de giyerler.
17. yüzyılın başlarında yüksek topuklu
uzun çizmeler, ayakkabıların yerini aldı ve
MISIR ROMA SİVRİ UÇLU evde bile giyilmeye başlandı. Sonraları, dan­
SANDALETİ İMPARATORU'NUN FRANSIZ
YAKLAŞIK ÇİZMESİ AYAKKABISI telli çorapların gözükmesi için çizmelerin üst
İÖ 2000 YAKLAŞIK İS 100 1300'LER kenarları dışa doğru kıvrıldı. 1660’tan sonra
modası geçen çizmenin yerini siyah, üzeri
bağcıklı ya da tokalı, kalkık kare burunlu ayak­
kabılar aldı. Erkek ayakkabılarının modasını
izleyen kadın ayakkabıları, 17. yüzyıldan baş­
layarak, sivri burun ve yüksek topuklarıyla
özgün bir biçim aldı. Bu sıralarda ortaya
çıkan kapalı burunlu, topuklu, arkalıksız ter­
likler günümüzde de evlerde giyilmektedir.
1720’lere kadar giyilen kare burunlu ayak­
kabıların yerini, bu tarihten sonra yuvarlak
VENEDİK
INGİLİZ
AYAKKABISI
FRANSIZ
ÇİZMESİ
burunlu ayakkabılar aldı. Üstte geniş kıvrım­
AYAKKABISI "ÖRDEK GAGASI" TİPİ "KOVA” TİPİ ları bulunmayan uzun çizmeler 1770’lerde
1500'LER 1500'LER 1600'LER
moda oldu. Bu sıralarda kırsal kesimde,
bacakların diz altındaki bölümünü korumak
için bez ve deri gibi malzemelerden yapılma
tozluklar giyiliyordu; oysa kentlerde oturan­
lar tozluğu 1790’larda giymeye başladılar.
18. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da
brokardan yapılıyordu ve toka, kurdele ya da
fiyonklarla süsleniyordu. Yüzyılın başında
Fransa Kralı XIV. Louis’in adından ötürü
“Louis topuğu” adı verilen ve aşağıya doğru
ÇIN AYAKKABISI AMERİKAN GRÖNLAND incelen yüksek topuklu ayakkabılar giyiliyor­
"ZAMBAK" TİPİ AYAKKABISI ÇİZMESİ
1900'IERİN YANDAN DÜĞMELİ du. 1790’da ise yüksek topuk tümüyle ortadan
İLK YARISI 1890'LAR kalktı. Sokaklar ve yollar öylesine çamurlu ve
kötü yapılmıştı ki insanlar evden dışarıya
çıkarken şosonlarını giymek zorunda kalıyor­
lardı.
19. yüzyılda erkekler genellikle düğmeli,
bağcıklı ya da yanları esnek çizmeler giyiyor­
lardı. Kadın ayakkabıları ise saten ya da
kadifeden yapılıyordu ve topuksuzdu.
1860’ların yarım çizmeleri de çoğu zaman
SABO,
HOLLANDA, TOKMAKLI MOKASEN, beyaz ipekten yapılıyordu; bağcıksız olan bu
BELÇİKA SANDALET, AMERİKA
VE FRANSA HİNDİSTAN YERLİSİ çizmelerin yanları esnekti. On yıl sonra
Eski Mısırlılar'dan yakın zamanlara kadar değişik yüksek topuklar geri geldi ve çizmeler yanları
ayakkabı örnekleri. düğmeli olarak yapılmaya başlandı. Ayakka-
AYAKKABI VE AYAKKABICILIK 219

bılarda ve çizmelerde hâlâ bez kullanılıyordu, biçimi, onu giyenlerin toplumsal konumunu
ama ayakkabıların burunları bazen deriden ve mesleğini de gösterirdi. Ev içinde giyilen
yapılıyordu. hafif ayakkabı ve terliklerin yüzleri atlas ve
19. yüzyılda kadınlar fabrikalarda ve büro­ kadife gibi kumaşlardan yapılır, sırmayla işle­
larda çalışmaya, ayrıca yürüyüş yapmak ve nirdi. Dışarda giyilen deri ayakkabı ve çizme­
bisiklete binmek gibi spor ve açıkhava etkin­ lere de değişik yöntemlerle çeşitli süsler
liklerinde bulunmaya başlayınca daha sağlam yapılırdı. Topkapı Sarayı Müzesi’nde, ince bir
ayakkabılar yapıldı. Bağcıklı rahat yürüyüş zevkle ve hünerle işlenmiş deri ayakkabı ve
ayakkabısı I. Dünya Savaşı (1914-18) sırasın­ çizmeler bulunmaktadır. Kışlık ayakkabıların
da ortaya çıktı. Günümüzde de ayakkabı içi, onları giyecek kişinin toplumdaki yerine
yapımı modadaki, değişikliklerden etkilen­ ve zenginliğine göre değerli kürklerle kapla­
mektedir. nırdı. Osmanlı dönemindeki ayakkabılar, ya­
pıldıkları malzemeye, biçimlerine ve kullanıl­
Türkler'de Ayakkabı ve Ayakkabıcılık dıkları yere göre değişik adlar almıştır. Baş­
Orta Asya Türkleri geçimlerini büyük ölçüde mak, cimcime, çapula, çizme, yarım çizme,
hayvancılıktan sağladıkları için deriden ve çedik, çedik pabuç, edik, fotin, galoş, mest,
yünden giyim eşyaları yapmakta ustaydılar; kalçın, kundura, merkûb, nalın, sandal, ter­
en yaygın ayakkabı türü ise çizme ve çarıktı. lik, tomak, yemeni başlıca ayakkabı çeşitleriy­
Çizme ata binenler için çok elverişliydi. Çiz­ di. Osmanlı döneminde, son zamanlara ka­
menin dize kadar uzananı yanında, ayak dar, genellikle alçak ökçeli ya da ökçesiz,
yumuşak deriden yapılan rahat ayakkabılar
giyilirdi. Dışarda giyilen ayakkabılardan bazı­
ları mest-ayakkabı gibi iki parçadan oluşurdu.
Ayağa giyilen mestin üzerine onu yağmur ve
çamurdan korumak amacıyla, önceleri ayak­
kabı, sonraları da lastik giyildi. Şoson ya da
galoş denen lastik ayakkabının içine geçirile­
rek giyilen mestler, özellikle namazlarını ca­
milerde kılanlarca kullanılırdı.
19. yüzyılda Sultan V. Mehm ed'in (Reşad) Osmanlılar’da ayakkabıcı esnafının, kökü
torununun mavi atlastan yapılmış botu. Ahilik’e dayanan (bak. AHİLİK) bir loncası
vardı. Üretilen ayakkabıların niteliğini lonca
bileğinin üstüne kadar çıkan, “yarım çizme” denetlerdi. Kötü mal üreten herkesin önün­
diye adlandırılan çeşitleri vardı. Deri çizme­ de açıklanır ve gereken cezaya çarptırılırdı.
nin yanı sıra, yünden yapılan keçe çizme de Ayakkabı satıcıları için kullanılan kavaf söz­
yaygın olarak giyilirdi. Kırmızı çizme hüküm­ cüğü, giderek yapımcıları da kapsadı. Kavaf­
darlık simgesiydi. Çiftçilikle uğraşanlar, ham lar da çizmeci, yemenici, nalıncı, terlikçi ve
deriden yaptıkları çarıkları giyerlerdi. Çarığa pabuççu gibi adlar alırlardı.
benzeyen, burnu kalkık bir ayakkabının Ana­ 19. yüzyıl sonlarına kadar Türkiye’de ayak­
dolu’nun eski halkı Hititler’ce de kullanıldığı kabı yapımı tümüyle el emeğine dayanıyordu.
bilinmektedir. Beykoz’daki deri fabrikasına 1884’te ayakka­
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ordu­ bı yapım bölümü eklendi. 1912’de geliştirilen
nun, yönetici sınıfların ve kentli halkın gerek­ bu bölüm I. Dünya Savaşı’nda ordunun ge­
sinimlerini karşılamak üzere zamanla ayakka­ reksinimlerini büyük ölçüde karşıladı. Cum­
bı çeşitleri çoğaldı ve ayakkabıcılık çok geliş­ huriyet döneminde 1933’te Sümerbank’a
ti. 16.-18. yüzyıllarda başta İstanbul olmak devredilen Beykoz Deri ve Kundura Fabrika­
üzere Edirne ve Bursa’da üretilen ayakkabı­ sında ve başka özel fabrikalarda makineli
lar, çeşitleri, dayanıklı oluşları ve güzellik­ üretim yapılmaktadır. 1980 sanayi sayımına
leriyle ünlüydü. göre ayakkabı üreten 80 büyük, 8.000 kadar
Osmanlı toplumunda ayakkabının türü ve da küçük işyeri bulunmaktadır.
220 AYAKKABI VE AYAKKABICILIK

Ayakkabı yapmak için, önce sol ve sağ


ayak modelleri, sonra da bunların tahta kalıp­
lan yapılır. Ayakkabı yapımı genellikle sekiz
aşamada gerçekleşir. Hayvan derisi, kumaş
ya da yapay deriden, ayakkabının sayası ve
astarı uygun biçimde kesilir. Sayayı oluşturan
parçalar ile astar birbirine dikilir. Aynca
ayakkabının burnuna sertlik veren parça ile
topuğa konulan yumuşak parça da dikilir.
Bağcık delikleri bu aşamada açılır ve ayakka­
bının iç yüzeyine numara ve model kabartma­
ları yapılır. İç ve dış taban parçaları ile
topuklar hazırlanır. Bunlar genellikle kösele,
kauçuk, bunların bileşimi ya da öteki yapay
malzemelerden yapılır. Topuklar tahta da
olabilir. Parçalann eklenmesiyle oluşan saya,
kalıbın üzerine gerilir; iç tabana dikilir ya da
çivilerle tutturularak kalıplanır. Saya ve iç
taban, kalıcı biçimini alıncaya kadar kalıpta
tutulur. Tabanlama aşamasında dış taban
sayayla birleştirilir. Bu işlem dikerek, yapıştı­
rarak, çivileyerek ya da bunlardan birkaçı
birden uygulanarak yapılabilir. 1953’te gelişti­
Topkapı Sarayı Müzesi rilen bir işlemle kauçuk, polivinil klorür
II. Selim dönemi çizmesi (16. yüzyıl). , (PVC) ve poliüretan tabanlar kalıp-baskı
yöntemiyle biçimlendirilir ve ayakkabının üst
bölümüne tek bir işlemde yapıştırılır. Topuk­
Günümüzde Ayakkabıcılık lama aşamasında topuk ayakkabının tabanıy­
Günümüzde ayakkabılar büyük bir çoğunluk­ la birleştirilir ve son biçimini alır. Bitirme,
la makinelerle yapılmaktadır. Elle çalışan bir cilalama, ayakkabıyı kalıptan çıkarma, topuk
ayakkabıcı günde yaklaşık bir çift ayakkabı ve taban yastıklarının yerleştirilmesi işlemle­
üretebilirken, makineyle çalışan bir işçi günde rini içerir. En son biçimini verme sırasında
40 ya da 50 çift üretebilir. bağcıklar, fiyonklar ve tokalar takılır.

DİKİŞLİ YA PIŞTIRM A

PARÇA Ü ST P A R Ç A

ASTAR İÇ TABAN
İÇ TABAN ASTAR İÇ TABAN
DOLGU DOLGU ORTA
TABAN

YAPIŞKAN
ÇİVİ

DİKİŞ İÇ TABAN KENARI DIŞ TABAN D IŞ TABAN

Üç ayrı ayakkabı yapım çeşidi. Dikişli ayakkabıda, taban ve üst parça dar bir şeride (vardola) tutturulur.
İkinci tip ayakkabıda yapıştırıcı kullanılır. Üçüncü tip ayakkabıda ise taban, üst parçaya çivilenir.
AYASOFYA 221

A Y A K LA N M A bak. İs y a n başlandığı sanılmaktadır. Yapım oğlu II.


Constantius döneminde 360’ta tamamlandı.
AYAR DAMGASI altından ya da gümüşten Kentteki öbür kiliselerden büyük olduğu için
yapılmış süs ve kullanım eşyalarındaki değerli “Büyük Kilise” adı verilmişti. 5. yüzyıldan
metal oranının belirlenmiş sınırlar içinde ol­ sonra Hagia Sophia (Kutsal Bilgelik) adını
duğunu gösteren bir denetleme damgasıdır. aldı. Bu ad Türkler’in İstanbul’u almaların­
Çünkü, çok yumuşak olan altın ve gümüş dan sonra dilimizde Ayasofya’ya dönüştü.
kuyumculukta hiç bir zaman katışıksız olarak Yapılan ilk kilise 404’te bir ayaklanma
kullanılmaz. Bu değerli metaller genellikle sırasında, dinsel baskılara başkaldıran halk
çinko, nikel, kadmiyum ve bakır gibi başka tarafından yakıldı. II. Theodosios’un 415’te
metallerle karıştırılarak daha sert ve daha yaptırdığı ikinci kilise ise 532’de çıkan başka
kolay işlenen alaşımlar haline getirilir (bak. bir ayaklanmada kentin büyük bir bölümünün
A laşim). ateşe verilmesi sonucu tümüyle yandı. İlk iki
Birçok ülkede altın ve gümüşe karıştırıla­ yapı ahşap beşik çatılıydı. İmparator I. Jüs-
cak öbür metallerin oranı yasalarca belirlen­ tinyen tarafından büyük boyutlarda yaptırılan
miştir. Kuyumcular yaptıkları eşyaları satışa ve beş yılda tamamlanan bugünkü Ayasofya
sunmadan önce ayar bürolanna götürerek 537’de açıldı. Mimarları Tralles’li (Aydın)
damgalatmak zorundadırlar. Bu bürolarda, Anthemios ile Miletli İsidoros’tur.
alaşımdaki değersiz metal oranının yasaların Ayasofya’nın yapımında, Marmara ve Eğri-
izin verdiği sının aşmadığı saptandıktan sonra boz adalan ile Akdeniz ülkelerinden özenle
eşyanın üzerine bir ayar damgası vurulur. seçilerek getirilen çeşitli renklerde mermer
Türkiye’de, cumhuriyet altını gibi para kullanılmıştır. İmparator I. Jüstinyen yeni
değerindeki altın sikkelerin ya da ata altını tapınağın görkemli bir yapı olmasını istediği
gibi takıların basılması ve damgalanması, bir kadar depreme ve yangına da dayanıklı olma­
kamu kuruluşu olan Darphane’nin yetkisin­ sını istemişti. Bu nedenle hiç ahşap kullanıl­
dedir. Bunların dışındaki altın ya da gümüş mamış, kemer ve kubbelerle örtülen yapıda
eşyanın ayar damgası ise, belirlenmiş alaşım yalnızca tuğla, taş ve mermer gibi yapı malze­
oranlarına uygun olduğunu göstermek üzere melerinden yararlanılmıştır. 558’deki dep­
yapımcı tarafından basılır. Yalnız bazı bilezik­ remde arta kubbesinin yıkılması üzerine daha
lerde “TC 22” biçiminde bir darphane damga­ büyük bir kubbe eski mimar İsidoros’un
sı vardır. Ürettiği bilezikleri kalite kontrolü yeğeni Genç İsidoros tarafından yapıldı ve
için Darphane’ye götürerek damgalatmak ya­ kilise 562’de açıldı. Daha sonra gene deprem­
pımcının isteğine bağlıdır ve böyle bir damga lerden sonra onanm gören Ayasofya’daki
bileziğin 22 ayar altından olduğunun devlet değerli eşyalar 1204’te İstanbul’u işgal eden
eliyle onaylandığını gösterir. Yalnız külçe Haçlı ordusunca yağmalandı.
halindeki saf altın 24 ayardır. 18 ayar altın Yapı 70 x 100 metrelik geniş bir alana
eşyada ise 18/24 (ya da yüzde 75) oranında kurulmuştur. Fil ayağı denen dört büyük ve
altın bulunur. Kuyumculukta en çok kullanı­ kalın sütunun taşıdığı kubbenin çapı yaklaşık
lan altın alaşımları 22, 18 ve 14 ayardır. 31 metredir. Kubbenin iç yüksekliği ise 55,6
Gümüş eşyalardaki 800, 900 ya da 925 gibi metredir. Zaman zaman yıkılan kubbe birçok
sayılar da o alaşımdaki gümüş oranının yüzde kereler onanlmıştır. Yapının çökme tehlikesi
80, 90 ya da 92,5 olduğunu gösterir. göstermesi üzerine de dayanak duvarlan ya­
pılmıştır.
AYASOFYA, İstanbul’da Bizans İmparator­ Ayasofya’nm içi Bizans sanatının bütün
luğu zamanında kilise olarak yaptırılan, Fatih güzelliğini ve görkemini yansıtır. Kilisenin
Sultan Mehmed’in İstanbul’u almasıyla cami­ bezenmesinde mozaikler, renkli mermerler,
ye dönüştürülen, günümüzde ise müze olarak fildişi levhalar, gümüş ve altın eşyalar kulla­
kullanılan tarihsel yapıdır. Sultanahmet sem­ nılmıştır. Duvarlarda çeşitli dinsel konuları
tinde bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yerde işleyen resimler bulunur.
İmparator Constantinus zamanında yapımına Bugün Ayasofya’ya giriş kapısı olarak kul-
222 AYBALIĞI

lanılan güney kapısının üzerinde, kucağında nındaki büyük şamdanlar Kanuni Sultan Sü­
İsa ile tahtta oturan Meryem’in mozaiki leyman tarafından Budin’den getirilmiştir.
görülür. Meryem’in bir yanında İmparator Camiye dönüştürüldükten sonra Ayasof-
Jüstinyen, öbür yanında kiliseyi yeniden yap­ ya’da, asıl yapısı korunarak bazı değişiklikler
tıran Constantius vardır. Bu mozaikin ze­ yapılmıştır. İnsan figürlü mozaiklere uzun
mininde altın yaldız, giysilerde renkli camlar, süre dokunulmamış; daha sonra İslam dinince
ellerde ve yüzlerde renkli taşlar kullanıl­ yasak olması nedeniyle Kanuni Sultan Süley­
mıştır. man döneminde görünmeyecek biçimde ba­
Ayasofya, mimarlık yönünden olduğu ka­ danayla örtülmüştür. IV. Murad döneminde
dar mozaikleriyle de önemlidir. İmparator de ince bir işçilikle mermer minber ve büyük
kapısının üstündeki Yakarış adlı mozaik Aya- kubbenin altında vaiz kürsüsü yapılmıştır.
sofya’dakilerin en ünlüsüdür. Bu mozaikte Kubbe yazısını ve her biri 7,5 metre çapındaki
İsa’nın bir yanında Meryem, öteki yanında ise dört büyük levhayı ise 19. yüzyılın ünlü
Vaftizci Yahya resmedilmiştir. Kişilerin yüz­ hattatı Mustafa İzzet Efendi yazmıştır.
lerindeki anlatım ve ayrıntılardaki özeniyle Ayasofya en önemli onarımım Sultan Ab­
ince bir işçilik ürünü olan bu mozaik resmin dülmecid döneminde gördü. 1847-49 yılları
bir bölümü zamanla yıpranmıştır. Mihrabın arasında büyük kubbe demir çemberlerle
üzerindeki mozaikte ise kucağında İsa ile sağlamlaştırıldı; mihrap ve minber onarıldı.
Meryem yer alır. Yapının birçok yerinde de Kanuni döneminde üstü badanayla, Abdül­
imparatorluk ailesinden kişilerin mozaik port­ mecid döneminde ise alçıyla örtülmüş olan
releri vardır. mozaikler, 1931-38 yılları arasında temizlene­
Fatih Sultan Mehmed döneminde yapıya rek yeniden ortaya çıkarıldı. Çevresindeki
bir minare ve yeni bir mihrap eklendi. II. bahçede Osmanlı padişah ve şehzadelerinin
Beyazıd döneminde bir, II. Selim döneminde bazılarının türbeleri bulunan Ayasofya
iki minare daha eklenmiştir. III. Murad döne­ 1935’te müze olarak düzenlendi.
minde Mimar Sinan eski dayanak duvarlarını
yeniden ördürüp, yeni duvarlar ekleterek AYBALIĞI. Aybalıkları disk biçimindeki yas­
Ayasofya’yı çökme tehlikesinden kurtardı. sı ve yuvarlak gövdeleriyle okyanusların garip
Bu sırada imparator kapısının iki yanma görünümlü dev balıklarındandır. Molidae fa­
Bergama’dan getirilen, Eski Yunan’dan kal­ milyasını oluşturan bu balıkların dilimizdeki
ma iki küp yerleştirildi. Mihrabın iki ya- adı, dolunayı andıran yusyuvarlak görünüm­
lerinden kaynaklanır. İsveçli doğa bilgini Lin-
Ara Güler naeus da ilk karşılaştığında bu balıkları değir-
mentaşına benzetmiş ve bu anlamdaki Latin­
ce Mola sözcüğüyle adlandırmıştı.
Aybalıklarının üç türü içinde en tanınmışı
okyanus aybalığı, pervanebalığı ya da yalnız­
ca aybalığı olarak bilinen Mola mola'dır.
Ağırlığı 1 ya da 2 tonu bulan bu dev balığın
gövdesi boz ya da kahverengimsi, derisi sert
ve pürtüklü, yüksekliği (ya da bir anlamda
çapı) 3-3,5 metre kadardır. Kuyruk ve göğüs
yüzgeçleri gövdesine oranla çok küçük oldu­
ğundan, suda dik duran bir çember gibi
dengesini güçlükle sağlar. Bu yüzden, solun­
gaç yarıklarından ya da ağzından su püskürte­
rek yavaş yavaş yüzer. Bazen de ağzı yukarıya
gelecek biçimde gövdesini hafifçe arkaya de­
I. Jüstinyen tarafından yaptırılan Ayasofya 537'de
tamamlandı. M im arlık açısından olduğu kadar virip suyun yüzeyinde güneşlenir gibi yatarak
mozaikleriyle de ünlüdür. dinlenir. Eskiden açık denizlerde rastladıkları
AYDIN 223

aybalıklarının garip görünümünden, iriliğin­ koyu sarı, kahverengi ya da mor renkli tüpsü
den ve su püskürtürken çıkardığı hırıltılı çiçekler ile bu göbeğin çevresinde dizilmiş sarı
seslerden ürken denizciler bu zararsız balıkla­ ya da turuncu renkli dilsi çiçeklerden oiuşur.
rı haritalarında bir canavar gibi gösterirlerdi. Biryıllık otsu bir bitki olan ayçiçeğinin sert ve
Sıcak ve ılık denizlerin yüzeye yakın kesim­ odunsu gövdesi de, geniş yaprakları da tüy­
lerinde ya da orta derinlikteki sularında yaşa­ lüdür.
yan aybalığı daha çok plankton denen mikros- Ayçiçeğinin (Helianthus annuus) anayurdu
kopik deniz canlılarıyla beslenir. Bunun dışın­ Amerika kıtasıdır. Peru, Şili gibi Güney
da denizanalarını, küçük kabuklu hayvanları Amerika ülkelerinde ve Kuzey Amerika’nın
ve balık larvalarını da yer. Sayıları oldukça az bazı kesimlerinde kendiliğinden yetişen yaba­
olan bu balıklar eti pek beğenilmediği için ni bir bitkiyken Amerika Yerlileri’nce tarıma
avlanmaz; hatta Büyük Okyanus kıyısındaki alınmış ve 16. yüzyıl başlarında İspanya’ya
bazı yörelerde kutsal sayılır. Yaz aylarında götürülerek oradan Eskidünya’ya yayılmıştır.
üreyen aybalıklarının larvası 2,5 mm uzunlu­ Bitkinin bilimsel adı olan Helianthus Yunanca
ğundadır ve bildiğimiz mekik gövdeli balıklar­ “güneş” ve “çiçek” sözcüklerinden türetilmiş­
dan bir farkı yoktur. Yavrunun uzunluğu 1 tir. Gerçekten de biçimi ve sıcak sarı rengiyle
santimetreyi geçtiğinde, gövdesi iki yandan Güneş’i andıran çiçek başlarının yüzünü her
basılmış gibi yuvarlaklaşarak disk biçimini zaman Güneş’e döndüğü ve doğuşundan batı­
almaya başlar. şına kadar hep Güneş’i izlediği söylenirse de
Aybalıklarının öbür iki türü, yaklaşık 70 cm bu doğru değildir. Ama bu inanış nedeniyle
yüksekliğindeki güdük aybalığı (Ranzanla lae- Türkiye’nin birçok yöresinde de bitki “güne-
vis) ile 2-2,5 metre yüksekliğinde ve 200-300 bakan” ve “gündöndü” adlarıyla anılır.
kg ağırlığındaki mızrak kuyruklu aybalığıdır Ayçiçeğinin düzgün sarmal sıralar halinde
(Mola lanceolata ya da Masturus lanceolatus) . dizilmiş, aslında kabuklu ve kuru bir meyve
Okyanus aybalığı ile güdük aybalığı, seyrek olan tohumları yağ ve protein açısından çok
olmakla birlikte, bazen Akdeniz ve Ege’de de zengindir. Başta SSCB olmak üzere bazı
görülebilir. Avrupa ülkelerinde, Mısır ve Hindistan’da bu
bitki özellikle yağ elde etmek için yaygın
AYÇİÇEĞİ küçük kır papatyalarıyla akraba olarak yetiştirilir. Ayçiçeğiyağı Türkiye’de ve
olmasına karşılık en iri çiçekli bitkilerden birçok ülkede yemek ve salatalarda zeytinya­
biridir. 1 metreden 4 metreye kadar boylana- ğından daha çok kullanılan en önemli bitkisel
bilen ince gövdesinin tepesindeki iri çiçek sıvı yağlardan biridir.
başlarının (kömeçlerin) çapı 30 santimetreyi Türkiye’de ayçiçeği tarımı 50 yıl kadar
bulur. Bu çiçek başları, ortada kümelenmiş önce, Balkan ülkelerinden gelen göçmenler
DİATEK aracılığıyla Trakya Bölgesi’nde başlatılmıştır.
Günümüzde Trakya’dan İç Anadolu’ya kadar
yayılan bu tarımdan sağlanan 1 milyon ton
dolayındaki ürün bitkisel yağ sanayisinin baş­
lıca hammaddesidir. Hem sıvı yağ olarak
kullanılan, hem de margarin yapımında yarar­
lanılan ayçiçeğiyağı Türkiye’nin toplam yağ
tüketiminin yarıdan fazlasını karşılar. Ayrıca
tohumlardan yağ çıkarıldıktan sonra kalan
küspe büyükbaş hayvanlar ve kümes hayvan­
ları için yem olarak kullanılır. Kurutulup
kavrulmuş tohumları, ayçekirdeği adıyla
bilinen ve çok tüketilen bir kuruyemiştir.

Ayçiçeği, tohumlarından yemeklik sıvıyağ elde edilen AYDIN. Ege Bölgesi’nin orta kesiminde yer
önemli bir tarım bitkisidir. alan Aydın ilinin toprakları Ege Denizi kıyıla-
224 AYDIN

rından başlayıp Büyük Menderes Irmağı Menderes Irmağı’yla kollarının taşıdığı alüv­
boyunca doğuya doğru uzanır. İlin dört bir yonlu birikintilerle örtülmüş verimli bir ovadır.
yanı geçmiş uygarlıkların kalıntılarıyla dolu­ Büyük Menderes havzasının kuzeyinde do-
dur. Buralarda eskiçağ kent kalıntılarıyla ğu-batı doğrultusunda Aydın Dağlan uzanır.
Bizanslılar, Anadolu Selçukluları, Aydın- En yüksek noktası 1.831 metre olan Aydın
oğullan ve Osmanlılar döneminden kalma ya­ Dağlan, Küçük Menderes ve Büyük Mende­
pıtlar bir arada görülebilir. Bu yöre eskiçağ­ res çöküntü alanlarını birbirinden ayınr. İlin
larda Batı Anadolu’nun kültür merkezi olmuş güneyinde ise Menteşe Dağlık Bölgesi’nin bir
ve pek çok sanat, kültür ve düşün adamı bölümü yer alır. Toroslar’ın uzantısı olan bu
yetişmiştir. Thales, Anaksimandros, Anâksi- yükseltiler, ilin en yüksek noktasını oluşturan
menes, Hekataios, Hippodamos, İsidoros gibi Baba Dağı (2.380) ile Aydın topraklanna
ünlü düşünürler bunların birkaçıdır. girer. Batıya doğru alçalarak uzanan Karınca­
lı, Madranbaba, Gökbel ve Beşparmak dağla-
n ilin öteki yükseltileridir. Bu dağlar Büyük
AYDIN İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER Menderes Irmağı’na katılan Dandalas (Kara­
YÜZÖLÇÜMÜ: 8.007 km2.
casu), Akçay ve Çine çaylannın vadileriyle
NÜFUS: 743.419 (1985). yanlmıştır.
İL TRAFİK NO: 09. Aydın topraklarının yüzde 21’i ovalıktır.
İLÇELER: Aydın (merkez), Bozdoğan, Buharkent, Çine, Yöre halkı arasında Çerkez, Aydın, Koçarlı,
Germencik, incirliova, Karacasu, Koçarlı, Kuşadası, Söke gibi yerel adlar da alan Büyük Menderes
Kuyucak, Nazilli, Söke, Sultanhisar, Yenipazar.
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Tavşanburnu; Dilek Yarımadası
Ovası, Denizli sınırından Ege Denizi kıyılan-
Ulusal Parkı; Kemer Barajı; Bafa Gölü; Kadınlar na kadar uzanır. Denizden yüksekliği 40
Denizi; Yılancı Burnu, Odun İskelesi, Güzelçamlı metre olan ovanın genişliği yer yer 20 kilo­
plajları; Aydın, imamköy, Germencik kaplıcaları;
Kuşadası Ilıcası; Güzelçamlı İçmesi; Afrodisias, Aka- metreye ulaşır. İç Batı Anadolu’da Sandıklı
raka, Alabanda, Alinda, Antiokheia, Didim, Magne- ve Dinar ilçeleri yakınlanndan kaynağını alan
sia, Milet, Nysa, Priene, Tralles eskiçağ kentleri;
Alihan Kümbeti (Alihan Baba Türbesi); Üveys Paşa,
Büyük Menderes Irmağı Denizli Ovası’ndan
Haşan Çelebi, Ramazan Paşa, Süleyman Bey camile­ Aydın ili topraklarına girer. Akköy’ün kuze­
ri; Nasuh..Paşa Külliyesi; Atike Hanım Çeşmesi ve yinden denize dökülen ırmağın Aydın ili sınır­
Türbesi; Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı.
lan içindeki uzunluğu yaklaşık 170 kilometre­
dir. Aydın ilinin candamarmı oluşturan Bü­
Doğal Yapı yük Menderes’in sulan yaz ve sonbahar mev­
Büyük Menderes havzasıyla bunun kuzey ve simlerinde azalır. Kış ve ilkbahar aylarında
güneyinde yer alan dağlar Aydın ilinin doğal ise ırmağın kabaran suları taşkınlara yol açar.
yapısını belirler. Büyük Menderes havzası ilin Irmak, taşıdığı alüvyonlarla yatağını sığlaştır­
doğusundan batısına doğru genişleyerek boy­ ması sonucu, menderes adı verilen çok sayıda
dan boya uzanır. Bu havzanın tabanı Büyük kıvrım oluşturmuştur (bak. A karsu).
İlin güneybatısındaki Bafa Gölü, Ege Böl­
gesi’nin en büyük gölüdür. Büyük bölümü
Muğla ili sınırları içinde kalan gölün yüzölçü­
İZMİR
mü yaklaşık 65 km2’dir. Göl, eskiçağda Lat-
mos adı verilen körfezin önünü Büyük Men­
KuşadasK deres’in taşıdığı alüvyonlann doldurmasıyla
Körfezi
k u ş a d a s k Sj---- /
® AYDIN® . w , oluşmuştur. Gölde birçok küçük ada vardır.
GERMENCİK ® m SULTANHİSAR KUYUC/İK Doğu kıyısında tarihsel Herakleia kentinin
) (5) İNCİRLİOVA ® ^
kalmtılan bulunur. Gölde tatlı su karidesi,
Sisam KOCARLI Y“ ' ®
Adası (S) KARACASL kefal, sazan balıklan üretilir ve avlanır. Gö­
lün sığ olan batı kıyılan birkaç tür göçmen
DENİZLİ kuşun konaklayıp ürediği bir yöredir. Deniz
MUĞLA kıyısındaki bazı küçük göller dışında ilin öteki
büyük gölü, Akçay üzerinde kurulmuş olan
AYDIN 225

Afrodisias, Alabanda ve Alinda, İÖ 8. yüzyıl­


da yöreye egemen olan Frigler de Nysa ve
Magnesia kentlerini kurdular. Daha sonra
Ege kıyılarına gelen İyonlar’ın kurduğu 12
kent devletinden Milet ve Priene bugünkü
Aydın topraklan içinde bulunmaktadır. Böl­
ge Kral Krezüs döneminde (İÖ 560-540)
Lidya egemenliğine girdi. Bu dönemde Milet’
ten başlayarak Tralles’den geçip Karadeniz
kıyılanna, İran’a ve Suriye’ye uzanan “Kral
Yolu” yapılmıştır. Lidyalılar’dan sonra Pers
egemenliğine giren yöre İÖ 334’te İskender’in
doğu seferiyle Makedonya Krallığı’nm eline
geçti. İskender’in ölümü üzerine komutanla-
nnın kurduğu devletlerden biri olan Selevkos-
lar’m yönetimine giren Aydın yöresi İÖ 188-
133 tarihlerinde Bergama Krallığı’na bağlan­
Anadolu Yayıncılık Arşivi
dı. Bundan sonra 1.000 yıldan uzun süren
Parkları ve palm iyeli caddeleriyle Aydın kenti, Aydın Roma ve Bizans egemenliğinde yaşayan Ay­
Dağları eteklerinden Büyük Menderes Ovası'na dın çevresi 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan
doğru yayılmıştır. sonra Çaka Bey’le ilk kez Türkler’in eline
geçti. I. Haçlı Seferi sırasında 11. yüzyıl
Kemer Barajı’nm oluşturduğu yaklaşık 15 sonlannda yeniden Bizans egemenliğine giren
km2’lik yapay göldür. yöre Türkler ile Bizanslılar arasında 200 yıl
Akdeniz iklimi’nin egemen olduğu Aydın boyunca birçok kez el değiştirdi. Sonunda
ilinde dağlann yüksek yerleri dışında kışlar 1280’de Selçuklu uçbeylerinden Menteşe Bey
ılık, yazlar sıcak geçer. Yağışlar kış mevsimi Aydın’ı ele geçirdi.
ile ilkbahar ve sonbaharda yoğunlaşır. Aydın 1310’da Aydınoğulları Beyliği’ne geçen yö­
ilinin doğal bitki örtüsünü iklim koşulları re 1390’da Yıldmm Bayezid’in Anadolu Bey-
belirler. Akdeniz bitki topluluğunun bütün
türleri burada görülür. İç kesimlerde 500-600
metre yükseltilere kadar ulaşabilen maki tür­
leri arasında zeytin ağaçlan çoğunluktadır. İl
topraklannın yaklaşık yüzde 32’sini kestane,
dişbudak, ıhlamur, meşe ve çeşitli çam ağaç-
lannın oluşturduğu ormanlar kaplar.

Tarih
Aydın ili elverişli iklimi ve ticaret yolları
üzerinde bulunuşu nedeniyle ilkçağlardan be­
ri çeşitli uygarlıklara yurt olmuştur. İl toprak-
lanna ilk yerleşenlerin Hititler’e bağlı bazı
topluluklar olduğu sanılmaktadır. İÖ 13. yüz­
yılda Batı Anadolu’yu istila eden Traklar
bugünkü Aydın kenti yakınlarında Tralles
kentini kurdular. Daha sonra bölgeye Dor
istilalan nedeniyle Yunan Yanmadası’ndan
Anadolu’ya geçen Karyalılar, Frigler, İyonlar Bafa G ölü'nün çevresi güzel doğa görünüm leriyle
ve Lidyalılar egemen oldu. Muğla ve Aydın olduğu kadar M ilet ve Priene gibi eskiçağ kent
yöresine yerleşen Karyalılar il topraklannda kalıntılarıyla da ilgi çekicidir.
226 AYDIN

önderlik ettiği halk ayaklanması Osmanlılar’


ca kanlı biçimde bastırıldı. Bazı varlıklı ve
etkili ailelerin baskısından bunalan halkı sa­
vunan Atçalı Kel Mehmed’in 1818’deki ayak­
lanması ve Aydın’a egemen olarak kendi
adına para bastırması da Aydın tarihinde
önem taşır.
Aydın I. Dünya Savaşı sonrasında İtalyan
ve Yunan işgaline uğradı. İşgale karşı direniş­
te Aydınlı efelerin büyük yararlıkları görüldü.
Üç yıl süren Yunan işgali, Kurtuluş Savaşı’nın
kazanılmasıyla, 7 Eylül 1922’de sona erdi.

Ekonomi
Aydın ilinin ekonomik gelişmesinde tarımsal
ürünlerin önemli yeri vardır. İl, Türkiye’de
incir üretiminde birinci, pamuk ve zeytin
Anadolu Yayıncılık Arşivi
üretiminde ikinci, tütün üretimindeyse doku-
İÖ 1. yüzyılda A frod it Tapınağı yapıldıktan sonra
Afrodisias adını alan kent, Karacasu'nun 12 km zuncudur. İldeki verimli ovalarda sulama ve
doğusundadır. gübrelemeye ağırlık veren ileri tarım yöntem­
leri uygulanır. İklimin de uygun oluşu çeşitli
likleri üzerine yaptığı seferde Osmanlı top­ meyve ve sebzelerin yetiştirilmesini ve büyük
raklarına katıldı. Ankara Savaşı sonrasında ölçüde ürün alınmasını sağlar. Yağı çıkarılan
kısa bir süre yeniden Aydınoğulları Beyliği ayçiçeği, susam gibi sanayi bitkileri, turunçgil­
tarih sahnesine çıktıysa da 1426’da II. Murad ler, çeşitli sebzeler, buğday başlıca ürünlerdir.
tarafından Aydın kesin olarak Osmanlı Dev­ Sebzecilik, seracılığın gelişmesiyle yaz, kış ya­
le ti’ne bağlandı. pılmaktadır. Seralar kış aylarında yeraltı sıcak
Aydın yöresinde 15. yüzyıl başlarında Os­ su kaynaklarından yararlanılarak ısıtılır.
manlI devlet adamı ve bilgini Şeyh Bedred- Pamuklu dokuma ve gıda sanayileri geliş­
din’in yandaşlarından Börklüce Mustafa’nın miş olan ildeki Nazilli Basma Fabrikası Türki­
ye’de Cumhuriyet döneminde açılan ilk fabri­
Anadolu Yayıncılık Arşivi kalardandır. Aydın kentindeki Tekstil ve
Bitkisel Yağ Fabrikası’yla Söke Çimento Fab­
rikası büyük sanayi kuruluşlarıdır. Zeytinya­
ğı, sabun, tuğla-kiremit, konserve ve tarım
araçları fabrikaları yanında Nazilli’deki don­
durma makineleri üreten fabrika bu alanda
Türkiye’nin en büyük kuruluşudur.
Irmak ve göllerde yapılan tatlı su balıkçılığı
da il ekonomisinde önemli bir yer tutar.
Maden yatakları yönünden pek zengin olma­
yan ilde linyit ve cıva yataklarından yararla­
nılır.
Aydın turizm yönünden gelişmiş bir ilimiz­
dir. Kuşadası, İstanbul ve İzmir’den sonra
denizyoluyla en çok turistin geldiği bir liman­
dır.
1618'de yapılan Öküz Mehm et Paşa Kervansarayı
Kuşadası'ndadır. 28 odalı bu yapı onarıldıktan sonra
günümüzde de konaklama yeri olarak Toplum ve Kültür
kullanılmaktadır. İlkçağın önemli uygarlıkları ile Selçuklu, Ay-
AYDIN 227

dınoğulları ve Osmanlılar’dan kalan tarihsel içinde geçer. Çarşı gençlerle dolar. Alışveriş
yapılar Aydın ilinin zengin kültür mirasını edilir, o gün için hazırlanmış şekerler, ma­
oluşturur. Aydın ili sınırları içinde Afrodisias, cunlar, helvalar alınıp yenir, salıncak ve
Alabanda, Alinda, Antiokheia, Didim, Mag- dönme dolaplara binilir.
nesia, Milet, Nysa, Priene, Tralles gibi birçok
eskiçağ kenti vardır. İl Merkezi: Aydın
Didim’deki Apollon Tapmağı Anadolu’da Aydın kenti adını taşıyan dağlarla Menderes
bulunan en büyük İyon tapınağıdır. İlkçağlar­ Ovası arasında bir alanda yer alır. Asya’dan
da bir kültür ve bilim merkezi olan Nysa’da gelip Efes limanına ulaşan tarihi kervan yolu
Aristodemos’un kurduğu kitaplık günümüze üzerinde olması nedeniyle her dönemde
kadar ulaşmıştır. İlde Aydın Müzesi’nin dışın­ önemli bir merkez olmuştur. Başlangıçta sa­
da, Milet ve Afrodisias müzelerinde eskiçağ vunma nedenleriyle bugünkü yerleşim yerinin
dönemlerinden kalma çeşitli buluntular sergi­ 1 km uzağında bir tepe üzerinde kurulmuştu.
lenmektedir. Büyük Menderes Ovası’nm verimli tanm
Aydın yöresinde efelerin ve efeliğin önemli alanları, Ege kıyılarını Orta Anadolu’ya bağ­
bir yeri vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun layan yolların buradan geçmesi zamanla ken­
son dönemlerinde ortaya çıkan efeler haksız­ tin yamaçlara ve ovaya doğru yayılmasına
lığa başkaldıran, yoksulları koruyan kimseler neden olmuştur.
olarak halktan sevgi ve saygı gördüler. Adla­ Önceleri Antheia olarak bilinen kenti ele
rına türküler yakılan, öyküleri dilden dile geçiren Traklar aynı yere Tralles kentini
dolaşan Çakırcalı Efe ile Yörük Ali Efe kurdular. Kent uzun süre İyonlar’ın önemli
Aydın topraklarında yetişmiştir. Efeler Yu­ bir ticaret merkezi olmuş, tarihte “bayındır”,
nan işgaline karşı direnişin çekirdeğini oluş­ “çiçekli” , “kuvvetli” nitelemeleriyle anılmış­
turmuşlardır. tır. İÖ 26’da Roma yönetimindeyken büyük
Yörede dinsel bayramların ikinci gününe bir deprem sonucu kent toprakaltında kalmış­
gencer denir. Gencer günü daha çok çarşıya tır. Daha sonra İmparator Andronikos tara­
çıkamayan köylü kızların ve kadınların, ilçe fından yeniden düzenlenerek Andropolis adı­
merkezlerinde, kentlerde rahatça gezebilme­ nı almıştır. Selçuklu yönetimi döneminde
leri, alışveriş edebilmeleri için düzenlenmiş kentin adı Aydın Güzelhisarı olmuş, giderek
bir gündür. Gencer günleri tam bir şenlik kısaca Aydın denilmiştir.
Anadolu Yayıncılık Arşivi Tarihi kalıntılar yönünden ülkemizin en
zengin illerinden olan Aydın’ın kent merke­
zinde daha çok beylikler ve Osmanlılar döne­
mine ilişkin yapılar vardır. Kentin en eski
yapısı Aydınoğullan Beyliği döneminden kal­
ma Alihan Kümbeti’dir (Alihan Baba Türbe­
si). 1756’da yaptırılan Cihanoğlu Camisi ve
Külliyesi barok mimarisinin güzel örneklerin­
den biridir.
Aydın ilkçağlarda olduğu gibi günümüzde
de İç Anadolu, Menteşe yöresi ve Akdeniz
kıyalarına birçok karayoluyla bağlıdır. İzmir-
Afyon-Ankara doğrultusunu izleyen demir­
yolu ile İzmir-Denizli karayolu kentin çevrey­
le ulaşımını sağlayan önemli iki anayoldur.
Kentin ekonomisi zeytinyağı, sabun ve
dokuma sanayisinin yanı sıra başta incir ol­
mak üzere tarım ürünleri ticaretine dayanır.
Üç kaynaktan beslenen Kuşadası Ilıcası ilçenin 4 km Kentte her yıl eylül ayında incir bayramı ve
güneydoğusundadır. panayırı düzenlenir.
228 AYDINLANMA ÇAĞI

1959’da açılan Aydın Müzesi 1968’de yeni Kopernik’in kuramına göre Dünya hem kendi
yapısına taşınmıştır. ekseni çevresinde, hem de bir gezegen olarak
Aydın kenti Cumhuriyet döneminde yeni­ Güneş’in çevresinde dönüyordu. Ardından
den yapıldı. Bugün, palmiye ağaçlarıyla süslü İtalyan bilgini Galileo Galilei (1564-1642)
geniş yolları ve Akdeniz iklimine özgü bitki­ gözlemleriyle bu kuramı doğruladı. Ama bu
lerle bezeli parklarıyla, tarihle iç içe geçmiş arada dinsel çevrelerden tepki gördü ve Engi-
bir kent görünümündedir. zisyon’da yargılandı. İngiliz filozofu Francis
Aydın kentinin nüfusu 90.449’dur (1985). Bacon (1561-1626) savunduğu düşüncelerle
bilimsel yöntemin temellerini atmış ve dinin
AYDINLANMA ÇAĞI. Avrupa’da düşünce safsatalarına karşı açıkça savaş açmıştı. Daha
alanında köklü bir değişimin yaşandığı 18. sonra Rene Descartes (1596-1650) “Düşünü­
yüzyıla Aydınlanma Çağı denir. Kökeni Eski yorum öyleyse varım” önermesiyle, bilgiye
Yunan felsefesine kadar dayanan ve gerçekte ulaşmak için izlenecek yöntemleri ortaya koy­
17. yüzyıl sonlan ile 18. yüzyıl sonlan arasın­ du. Descartes, o zamana kadar bilinen her
da gelişen “Aydınlanma felsefesi” bu çağa şeyden kuşku duyulmasını ve her şeye yeni­
adını vermiştir. Felsefe, siyaset ve edebiyat den başlanmasını öneriyordu.
alanında etkili olan bu akım kısaca “Aydın­ Daha sonra İngiliz filozofu John Locke
lanma” diye de adlandınldı ve bu akımı (1632-1704), Gottfried Leibniz (1646-1716) ve
biçimlendiren düşünürlere “Aydınlanmacı fi­ İskoçyalı David Hume (1711-76), gerçeğin ne
lozoflar” dendi. Aydınlanma felsefesi insan olduğu ve nasıl öğrenilebileceği konusunda
düşüncesinin, insan yaşamının anlamının ve yeni düşünceler ortaya attılar. Bu filozoflar
biçiminin aydınlanmasını amaçlıyordu. İnsan arasında da düşünce ve yöntem farklılıkları
düşünürken ve değerlendirme yaparken, di­ vardı; ama onlar genelde aklın, gözlem ve
nin buyruklarına ve geleneklere bağlı kalma­ deneyin önemine inanıyor, din buyruklarını
malı, kendi aklı ve deneyimleriyle yaşamı ay­ tanımıyorlardı. Filozoflar doğanın incelenme­
dınlatmaya çalışmalıydı. sinde Descartes’ın kuşkuculuğunu paylaşıyor,
Bütün dinlerin ortak özelliği buyurucu ve insan aklının en çetin sorunlan çözebileceğine
değişmez kurallar koymaktır. Gerçekten de inanıyorlardı. Immanuel Kant (1724-1804)
ortaçağ Avrupa’sında Hıristiyanlık, yaşamın bu felsefe akımının adını koydu ve şöyle
her alanını belirliyor, insanın neyi nasıl yap­ tanımladı: “Aydınlanma, insanın kendi aklını
ması gerektiği konusunda en ince aynntılara kendisinin kullanmaya başlamasıdır”. Bilimi
kadar buyurucu kurallar koyuyordu. Kilise ve aklı yücelten Kant, François Voltaire
din konusunda yetkili bir kurum olarak insan­ (1694-1778), Deniş Diderot (1713-84), Jean le
lann özel yaşamlanna bile karışıyor, insanın Rond d’Alembert (1717-83) ve Jean-Jacques
bir gerçeği akim süzgecinden geçirerek anla­ Rousseau (1712-78) gibi filozoflarca en olgun
ması yerine, din ne buyuruyorsa inanmasını biçimine ulaştınlan bu felsefe akımına “Ay­
öngörüyordu. Dinin buyruklanna karşı çıkan­ dınlanma felsefesi”, 18. yüzyıla da “Aydınlan­
lar en ağır cezalara çarptmlıyor, hatta ateşe ma Çağı” dendi.
atılarak yakılıyordu. Fransa’da 18. yüzyılda hazırlanan Encyclo-
Rönesans çağında Avrupa insanı gelenek­ pidie (“Ansiklopedi”) Aydınlanma Çağı’nın
lerden ve kalıplaşmış yargılardan kendini bir ürünü olarak ortaya çıkmış, hepsinden
kurtarmaya başladı. Bilim alanındaki yeni önemlisi Aydınlanma felsefesi Fransız Devri-
buluşlar ve araştırmalar, o döneme kadar mi’nin düşünsel temellerini atan filozoflann
dinin evren konusunda söylediklerinin doğru yetişmesini sağlamıştır (bak. ANSİKLOPEDİ;
olmadığını ortaya koymuştu. Dünyanın yu­ FRANSIZ DEVRİM İ).
varlak olduğunu söylemek ve bunu kanıtla­ Aydınlanma Çağı, laik dünya görüşünün
mak bile dinsel inançların temellerini sarsma­ büyük mücadelelerden sonra batı toplumuna
ya yetmişti. 16. yüzyılda Polonyalı bilgin yerleştiği çağdır. Bu çağda önyargılar ve boş
Mikolaj Kopernik (1473-1543) yeni bir evren inançlar yıkılmış, en azından bunların toplum
kuramı ortaya atarak astronomide çığır açtı. üstündeki etkisi sarsılmıştır. Akla ve deneye
AYDINLATMA 229

önem veren bir düşünce geleneği kurulmuş­ tunçtan yapılan bu kandillerde zeytinyağı ya
tur. İnsana değer verilmiş, insanın özgürlüğü da fındık yağı yakılıyor ve daha çok ışık
ve toplumun ilerlemesi önemle üzerinde du­ vermesi için en az iki fitil yerleştiriliyordu.
rulan ve tartışılan konular olmuştur. (Aydın­ Fitillerin ucu ya kabın kenanndaki delikler­
lanma Çağı’nın önemli düşünürlerinden çoğu­ den ya da çaydanlık emziği gibi ayn bir
nu ansiklopedide kendi maddelerinde bulabi­ uzantıdan çıkıyordu. Tapınaklann gece gün­
lirsiniz.) düz kandillerle aydınlatıldığı Eski Yunan ve
Türkiye’de 19. yüzyıl ortalarında başlayan Roma çağlanndan kalma, yüksek ayaklar
yenilik hareketlerinde büyük ölçüde Aydın­ üzerine oturtulmuş çok büyük demir ya da
lanma Çağı’nın ürünlerinin etkisi olmuştur. tunç çanaklardan oluşan dev kandillerin çoğu
Bu çağın dilimize çevrilen bazı yapıtları, birer sanat yapıtıdır.
düşünce ve siyaset alanındaki yenileşmeye Amerika’nın en kuzeyinde ve Grönland’da
öncülük etmiştir. yaşayan Eskimolar yağ kandillerini yalnızca
uzun kış gecelerini aydınlatmak için değil
AYDINLATMA. Eskiçağlarda insanlar güneş ısınmak ve yemek pişirmek için de kullandı­
batınca yatıp güneş doğunca kalktıkları halde, lar. Bu insanlar ateş yakıp ısınmak ya da me­
yokluğunda bu doğal ışığın yerini tutabilecek şale yapmak için odun bulunmayan bu
yapay bir ışık kaynağının eksikliğini duymuş­ buzlar ülkesinde yağ kandillerini keşfetmese-
lardı. Yapay aydınlatmanın doğuşu hem ısı lerdi yaşamlarını sürdüremezlerdi. Eskimo­
hem ışık veren ateşin bulunmasıyla başladı ve lar, taştan ya da pişmiş topraktan yaptıklan
ilk insanların meşale gibi kullandıkları yanan yayvan çanaklarda yakıt olarak eritilmiş fok
odun ya da dal parçalan ilk aydınlatma aracı yağını, fitil olarak da yosunlan kullandılar.
oldu. Çam ormanlarının bol olduğu Norveç, Kandillerde petrol gibi mineral yağlann kulla­
Finlandiya gibi kuzey ülkelerinde, parlak ama nılması ise büyük olasılıkla İS 50 yıllanna
isli bir alevle yanan çam odunundan çıralar rastlar. Bu konudaki en önemli kaynak,
konutlann aydınlatılmasında oldukça yakın Adriya Denizi kıyılannda yeraltından çıkan
zamanlara kadar kullanılmıştır. Demet halin­ bir yağın kandillerde yakıt olarak kullanıldı­
de bağlanmış ince dallann ya da sazların zifte ğından söz eden Romalı bilgin ve yazar
ya da balmumuna batınlmasıyla hazırlanan Plinius’tur.
meşaleler de çok kullanılan ilkel aydınlatma Mumlann, yani içine ince uzun bir fitil
araçlarıdır. yerleştirilmiş balmumundan çubuklann ol­
dukça eski tarihlerden beri kullanıldığı sanılı­
İlk Lambalar yor (bak. Mum). Tevrat’ta, Süleyman Pey-
Meşalelerden sonra insanlar daha kullanışlı gamber’in tapınağındaki 10 altın şamdandan
bir ışık kaynağı olan kandili buldular. Kandil­ söz edilmesi bu tarihin en azından İÖ 10.
lerin başlangıcı büyük olasılıkla et kızartırken yüzyıla dayandığım gösterir. İS 100 yıllannda
ateşe damlayan yağların alev aldığını gören Eski Yunanlılar ve Romalılar keten liflerin­
insanlann, ortası çukur bir taşm içine yağ den örülmüş fitilleri balmumuyla kaplayarak
koyarak yakmayı denemeleridir. 1928’de mum yaptılar. Hıristiyan kiliselerinde mum
Fransa’da en az 50 bin yıllık bir taş kandil her zaman kullanıldıysa da, evlerin aydınlatıl­
örneği, Irak’ta da 10 bin yıl kadar önce masında mumlann kullanılması ortaçağa ka­
Mezopotamya’da yapılmış pişmiş topraktan dar pek yaygınlaşmadı. Balmumu ve parafin­
kandiller bulunmuştur. Yağa batırılmış bitki­ den yapılmış gerçek mumlar çok pahalı oldu­
sel liflerin, örneğin ince saz parçalarının daha ğundan, 19. yüzyıl ortalanna kadar insanlar
parlak ve daha issiz bir alevle yandığını gören evlerini aydınlatmak için genellikle içyağın-
insanlann ilk fitilleri yapması aydınlatma dan yaptıkları isli mumları kullandılar. 15.
araçlannda önemli bir dönüm noktası oldu. yüzyılın başlannda Londra ve Paris’teki evle­
İÖ 1000 yıllarında yapılan ilk fitilli kandiller rin kapısına, içinde mum yanan fenerlerin
İÖ 500 dolaylannda yaygın olarak kullanılma­ asılmaya başlaması da sokak aydınlatmasında
ya başladı. Pişmiş topraktan, demirden ya da ilk adımdı.
230 AYDINLATMA

Çağlar Boyunca Aydınlatm a


Bu fotoğraflarda, en üstteki sol
kareden başlayıp saat yönünde
ilerleyerek aydınlatmanın çağlar
boyunca nasıl geliştiği
izlenebilir. Hiçbir yöntem öbür
yöntem leri tüm üyle ortadan
kaldırm amıştır ve burada
görülen bütün aydınlatma
biçim leri dünyanın birçok
yerinde hâlâ kullanılmaktadır.

(Üstte sağda) British Museum , (altta solda)


Burndy Library, bütün öbür fotoğraflar Leonard Mariash
AYDINLATMA 231

İsviçreli Aime Argand’m 1784’te yaptığı bir ipliğiyle çok seyrek biçimde dokunan bu
lamba aydınlatmada önemli bir gelişmenin gömlek, havagazı lambalannın çok parlak ve
başlangıcı oldu. Ortasında, alevi besleyecek titremeyen bir ışık vermesini sağladı.
havanın girebilmesi için bir delik bulunan bu Havagazı olmayan yerlerde en çok kullanı­
fitilli lamba, yüzyıllarca kullanılacak olan yağ lan aydınlatma gazı asetilen olmuştur, çünkü
lambalarının ilk örneğiydi. Birkaç yıl sonra üretimi çok kolaydır (bak. ASETİLEN). Bir
bir rastlantı sonucunda, alevin üstüne camdan kabın içindeki kalsiyum karbürün üzerine
bir “baca” , yani lamba şişesi takıldığında yavaşça su damlatıldığında, parlak ışıklı bir
daha parlak ve kararlı bir ışık verdiği görüldü alevle yanan asetilen gazı açığa çıkar. Kalsi­
ve 19. yüzyılın ikinci yansında gazyağının yum karbür sanayide karpit adıyla bilindiği
kullanılmaya başlamasıyla bu lambalar iyice için, asetilen lambalann bir adı da karpit
yaygınlaştı. Çünkü gazyağı bitkisel ya da lambasıdır. Örneğin bir zamanlar bisiklet ve
hayvansal yağlara oranla daha ucuz, alevi de otomobil farlannda karpit lambalan kullanı­
daha issiz ve kokusuzdu. Bugün bile daha iyi lırdı. Bugün aydınlatmada asetilenin yerini
aydınlatma araçlannm bulunmadığı birçok büyük ölçüde bütan gazı almıştır. Petrolden
yörede gaz lambalan kullanılır. elde edilen ve çelik tüplere basınç altında
doldurularak kullanıma sunulan bütan gazı
Havagazıyla Aydınlatma yalnız aydınlatma amacıyla değil, ocak ve
İngiltere’nin Cornwall yöresinde yaşayan Wil- fmn yakıtı olarak da kullanılır. Piknik tüpleri
liam Murdock adında bir İskoç, uzun dene­ denen küçük tüplere doldurulmuş bütan gazı,
melerden sonra 1792’de evini havagazıyla özellikle kamp yerleri ve tekneler gibi elek­
aydınlattı. Altı yıl sonra bir fabrikayı aydın­ trik olmayan yerlerde çok kullanılan bir
latmak üzere bu yöntemi geliştirdi ve nihayet aydınlatma gazıdır.
1807’de Londra’daki caddelerden birinin ay­
dınlatılmasında havagazı kullanıldı. 1830’a Elektrikle Aydınlatma
gelindiğinde artık birçok kent havagazıyla 1809’da İngiliz bilim adamı Sir Humphry
aydınlatılıyordu. 1891’de de İstanbul sokakla- Davy, 2.000 kadar pilden oluşan çok güçlü bir
n havagazı lambalanyla donatıldı. Ama “ya­ elektrik bataryasının iki kutbuna birer kömür
rasa kanadı” denen bu ilk lambalar hem çok çubuk bağlayarak ilk ark lambasını yaptı.
havagazı tüketiyordu, hem de pek güvenli Çubuklar birbirine değdirildiğinde, devreden
değildi. 1820’de J. B. Neilson adında bir geçen elektrik akımının etkisiyle uçlan akkor
İskoç, iki ayn memeden gaz püskürten yeni haline geliyor, iki çubuk yavaş yavaş aynlarak
bir model geliştirdi. Ne var ki bu lambanın birbirinden 10 cm kadar uzaklaştınldığmda
çıplak ve titrek alevi de düzgün bir aydınlat­ ise elektrik akımı bir uçtan öbür uca atladığı
ma sağlamıyordu. için çok parlak ışıklı bir elektrik arkı oluşu­
1885’te AvusturyalI kimyacı Cari Auer von yordu. Evlerde kullanılamayacak kadar parlak
Welsbach parlak bir buluşla, ısınınca akkor bir ışık veren ark lambalan özellikle caddele­
hale gelerek ışıldayan bir lamba “gömleği” rin, tiyatroların ve fabrikalann aydınlatılma­
yaptı. (İncecik iplikten seyrek dokunmuş bir sında kullanıldı. Gene de, birçok pilin seri ya
çorabı andıran bu gömlekleri, “lüks lambası” da paralel bağlanmasıyla oluşan elektrik batar-
diye anılan akkor gömlekli lambalarda gör- yalanndan daha yüksek verimli bir elektrik
müşsünüzdür.) Aslında, özel kimyasal mad­ üreteci bulununcaya kadar elektrikle aydın­
deler emdirilmiş bir kurutma kâğıdının, en latma pek yaygınlaşamadı (bak. PİL). Elektrik
zayıf aleve tutulduğunda bile ışıldayan beyaz üreten ilk makineyi 1831’de Michael Faraday
küller bırakarak yandığı eskiden beri bilini­ yaptı ve dinamo denen bu üretecin bugünkü
yordu. Von Welsbach buradan yola çıkarak, biçimini alması 1865’i buldu. Bir buhar maki­
Robert Wilhelm Bunsen’in yaptığı gaz brülö- nesinin ürettiği enerjiyi elektrik enerjisine
ründeki (Bunsen beki) alevin çevresine geçir­ dönüştürebilen dinamonun bulunması elek­
mek üzere çok ince bir lamba gömleği tasarla­ trikle aydınlatma çağının başlangıcı sayılır
dı. Kimyasal maddeler emdirilmiş ince pamuk (bak. DİNAM O).
232 AYDINLATMA

Elektrik ampulü İngiltere ve ABD ’de he­ Elektrikle aydınlatmanın yaygınlaşmasın­


men hemen aynı zamanda bulundu. Bu bulu­ dan sonra, elektrik ışığının parlaklığını ölç­
şun temeli aslında oldukça basittir; çünkü bir mek üzere bilim adamlannın ve üreticilerin
telden elektrik akımı geçirildiğinde tel ısınır kullanabileceği bir birim saptamak gerekti.
ve eğer kıl inceliğindeyse kolayca akkor Önceleri, bir ışık kaynağının parlaklığı ya da
haline gelir. Buradaki tek güçlük, akkor şiddeti, balina yağından (ispermeçetten) yapı­
halindeki telin havanın oksijeniyle hemen lan ve değişmez bir hızla yanan mumlann
yanarak yok olmasını önlemektir. 1878’de ışığıyla karşılaştınlarak “mum” cinsinden öl­
İngiliz kimyacı Sir Joseph Swan, ince bir çüldü. Bugün mum yerine kullanılan uluslara­
karbon çubuğu, havası boşaltılmış bir cam rası ışık şiddeti birimi kandeladır. Bir ışık
ampulün içine yerleştirirek bu güçlüğün üste­ kaynağının birim zamanda yaydığı ışık mikta-
sinden geldi. Böylece, içinden elektrik akımı n (ışık akışı) lümen cinsinden, aydınlatılan bir
geçirilen karbon çubuk yanıp tükenmeden yüzeye düşük ışık miktarı (aydınlanma şidde­
akkorlaşabiliyordu. 1879’da da A BD ’li Tho- ti) ise lüks cinsinden ölçülür. Yaşanan ortam­
mas Alva Edison karbon çubuk yerine çok da verimli ve iyi bir aydınlatma sağlayabilmek
ince karbon tel kullanarak ilk elektrik lamba­ için bu birimler çok önemlidir.
sını yaptı. Bir elektrik lambasının verimi tükettiği
Bu akkor telli lambaların bulunmasıyla elektrik enerjisini ne ölçüde değerlendirebil-
aydınlatmada elektrik ışığını yaygın olarak diğine bağlıdır; sözgelimi 100 vvattlık bir
kullanma olanağı doğdu. İlk elektrik üretim ampul 100 vvattlık elektrik enerjisini ışık
tesislerinden birini 1882’de New York kentin­ enerjisine dönüştürür. Floresan lambalann
de Edison kurdu. Bu tesis ancak 10 bin ışık verimi aynı wattaki elektrik boşalmalı
ampulü aydınlatabilecek kadar elektrik ener­ lambalannkinden daha yüksektir. Ama ışığı­
jisi üretebiliyordu. nın rengi pek “sıcak” olmadığı için bu lamba­
Ampullerde karbon tel yerine erime nokta­ lar daha çok işyerlerinde ve mutfaklarda
sı karbondan çok daha yüksek olan platin, kullanılır.
osmiyum, tantal ve tungsten gibi metallerin Floresan lambalar elektrik boşalmalı lam­
kullanılması hem daha parlak, hem de daha balardaki yeni bir gelişmenin ürünüdür. Cıva
uzun ömürlü ampullerin yapılmasına olanak buhan doldurulmuş olan bu lambalan öbür
verdi. Ampullerin içine, kolayca kimyasal cıva buharlı lambalardan ayıran özellik, tü­
tepkimeye girmeyen azot ve argon gibi soy pün iç yüzünün özel bir tozla kaplanmış
gazların doldurulması da ampul tellerinin olmasıdır. İçinden elektrik akımı geçirildiğin­
erimeden daha yüksek sıcaklıklarda akkorlaş- de cıva buhan morötesi ışınlar salar. Tüpün iç
masını sağlayan önemli bir gelişmeydi. yüzündeki toz da insan gözünün göremediği
20. yüzyılda yeni bir elektrik lambası geliş­bu morötesi ışınlan soğurarak görünür ışık
tirildi. Bu lambalarda elektrik akımı ampul halinde geri verir, yani ışıldar. Böylece, flüor­
tellerinden değil, ampule doldurulmuş özel ışıma denen bu olayla öbür cıva buharlı
gazların içinden geçirilir. Genellikle uzun cam lambalannkinden daha çok gün ışığına benze­
tüpler biçiminde yapılan bu elektrik boşalmalı yen sanmsı beyaz bir ışık elde edilir (bak.
lambalar, tüpün içindeki gaza ya da buhara FLÜORIŞIMA).
bağlı olarak değişik renkte ışık verir. Örneğin
cıva buharlı lambaların ışığı mor, yeşil ve san Aydınlatma Biçimleri
karışımı, sodyum buhannınki sandır ve her Aydınlatma, ışığı doğru ve yerinde kullanma
ikisi de caddelerin aydınlatılmasında kullanı­ sanatıdır. İyi bir aydınlatma çevreyi bir an
lır. Neon gazı kırmızımsı turuncu renkte bir görebilmek, sözgelimi bu satır lan okuyabil­
ışık saçar. Argon, karbon dioksit ve ksenon mek için yeterli ışığı sağlamakla değil, gözleri
gibi gazlar kullanarak daha değişik renkte hiç yormadan çok uzun süre okumaya olanak
ışıklar da elde edilebilir. Caddelerde renk verecek ışıklı bir ortam yaratmakla olur.
renk yanıp sönen reklam ışıklarında genellik­ Evlerde elektrik lambalarının kullanılmaya
le bu lambalar kullanılır. başlamasından sonra aydınlatma konusu gide­
AYI 233

rek önem kazandı. İlk elektrik ampulleri az ama kutup ayısı dışında hemen hepsi bitki
ışık verdiği için, tavana asılan ve ışığı aşağıya kökü ve meyve gibi çeşitli bitkisel besinleri,
doğru yansıtan metal abajurlar kullanılıyor­ böcekleri ya da bulabildikleri her şeyi yiyen
du. Doğrudan aydınlatma denen bu aydınlat­ “hepçil” hayvanlardır. Bala olan düşkünlük­
mada tavan ve duvarlar gölgede kalıyor, leri ise öykü ve masallara bile konu olmuştur.
üstelik ampulün ışığı göz kamaştırıyordu. Ayılann yedi türü vardır; bunlardan altısı
Daha parlak ışık veren tungsten telli am­ kuzey yankürede, yalnız gözlüklü ayı adıyla
puller yapılınca abajurlar tavana doğru çevril­ bilinen tek bir tür güney yankürede yaşar.
di ve odalar tavandan yansıyan ışıkla aydınla­ Kuzey yanküredeki ayılann dağılımı da Av­
tıldı. Dolaylı aydınlatma denen bu aydınlatma rupa, Asya ve Kuzey Amerika ile sınırlıdır.
biçimi doğrudan aydınlatmaya oranla gözleri Afrika’da, Atlas Dağlan’mn güneyinde ayı
daha az yorar. bulunmaz.
İç aydınlatmada en iyi yöntem dolaylı ve Ayılar doğada 15-30 yıl kadar, insan eliyle
dolaysız aydınlatmayı birlikte kullanmaktır. bakıldığında daha uzun süre yaşar. İsviçre’nin
Böyle bir aydınlatma, ışığı hem yukarı hem başkenti Bern’deki “ayı çukuru”nda bakılan
aşağı verecek biçimde tasarlanmış tek bir ayılardan birinin 50 yıl kadar yaşadığı saptan­
abajurla ya da bir bölümü yukarıya bir mıştır.
bölümü aşağıya yöneltilmiş birden çok ışık
kaynağıyla sağlanabilir. Kutup Ayısı
Rahatça görebilmek için gerekli ışık mikta­ Kutup ayısı [ Ursus maritimus) kürkü bütünüy­
rı yapılan işe göre değişir. Örneğin dinlenme le beyaz olan tek ayı türüdür. Kuzey Kut-
ortamı için uygun olan bir aydınlatma, göre­ bu’nda yaşayan bu ayının tabanlan, buz
rek çalışmayı gerektiren durumlarda yetersiz üzerinde kaymadan yürümesini sağlayacak
kalabilir. Özellikle, iyi aydınlatılmamış or­ biçimde kürkle kaplıdır. Parmak aralanmn
tamlarda uzun süre çalışmak gerginliğe ve ördek ayağı gibi perdeli olması da yüzmesine
gözlerin çabucak yorulmasına yol açacağın­ yardımcı olur. En iri ayılardan biri olan kutup
dan, işyerlerinin ve çalışma odalannın aydın­ ayısının ağırlığı 700 kilogramı aşabilir. Öbür
latılması çok önemlidir. ayılardan farklı olarak yalnız etle beslenme
alışkanlığmdadır; en çok da morslan ve fokla-
AYDINOĞULLARI bak. A nadolu Beylîklerî. n yer. Güçlü pençesinin bir vuruşuyla bir
foku öldürüp sudan çıkarabilir. Sombalığını
AYI. Değişik türden ayılar renkleri ve boyut­ da çok seven kutup ayısı yalnız yaz aylannda
larıyla birbirlerine pek benzemezlerse de, bir av bulamadığı için meyve yemek zorunda
ayıyı başka bir hayvanla karıştırmak hemen kalır.
hemen olanaksızdır. Ayıgiller ( Ursidae) adıy­ Dişi kutup ayısı güz sonuna doğru iyice
la ayn bir familya oluşturan bu etçil (etobur) beslenerek yağlanır ve ağırlıklan yanm kilog­
memeliler iri yapılı, hantal hayvanlardır. Bu­ ramı bile bulmayan minicik yavrular doğur­
runları oldukça uzun, kulakları kısa, yuvarlak mak üzere bir mağaraya çekilir. Bahara kadar
ve tüylü, kuyrukları yok denecek kadar kısa­ mağarada kalır ve kendisi hiçbir şey yemeden
dır. İri gövdelerini taşıyacak kadar güçlü olan yalnız yavrulannı besler.
ayaklarında beş parmak ve genellikle pençe Kuzey Kutbu’nda yaşayanlar eti, yağı ve
gibi tırnaklar bulunur. Ayak tabanlarının postu için yüzyıllarca kutup ayılannı avladı­
bütün yüzeyine basarak yürürler. Postlan lar. 20. yüzyılın ikinci yansında bunlara,
genellikle kalın tüylü ve kabadır; yalnız tropik başka yörelerden gelen ve ayılara uzun men­
bölgelerde yaşayan bazı ayıların postlan daha zilli tüfeklerle helikopterlerden ateş açan yeni
kısa ve ince tüylerden oluşur. Bazen göğüsle­ avcılar katıldı. Böylece binlerce kutup ayısı
rinde ve boyunlannda beyaz bir leke bulunur­ öldürüldü. 1970’lerin başında kutup ayılannm
sa da postlan genellikle kara, beyaz ya da sayısının 20.000’e kadar düştüğü tahmin edili­
kahverengi gibi tek renklidir. yordu. 1973’te çevre korumacılann öncülüğüy­
Ayılar etçiller takımı içinde sınıflandınlır, le kutup ayılan, Kuzey Kutup Dairesi’ne
234 AYI

sınırı olan bütün ülkelerin ortak koruması gibidir. Günümüzde yalnızca Asya kıtasında
altına alındı. Bugün, kutuplarda yaşayan Es- bulunan Avrasya boz ayılarının rengi açık
kimolar ve bilimsel araştırmacılar dışında boz-kahverengi karışımı ile siyaha yakın koyu
herhangi bir avcının kutup ayısı avlaması duman rengi arasında değişir. Amerika’daki
yasaktır. türdeşlerinden daha küçük yapılı ve daha
uysal olan bu ayıların ağırlığı genellikle 340
Boz Ayılar kilogramı geçmez. Kafası öbür ayılara oranla
Boz ayı (Ursus arctos) en yaygın ayı türlerin­ daha iri, burnu daha sivri, kulakları da
den biridir ve Asya ile Kuzey Amerika'da pek oldukça büyüktür. Dişiler genellikle ocak-
çok alttürü yaşar. Yüzyıllarca önce Avrupa’ şubat aylarında iki ya da üç yavru doğurur.
nın hemen her yerinde boz ayılar vardı. Oysa Soğuk ülkelerde yaşayanlar, uzun bir kış
bugün kıtanın doğusunda ve bazı dağlık böl­ uykusu için inlerine çekilmeden önce bol bol
geler dışında Avrupa'da hiç boz ayı kalmamış beslenerek iyice şişmanlarlar. (Ayrıca bak.

Yukarıda ayıların yedi türünden beşi görülüyor. En üstte ortadan başlayarak saat yönünde: Gözlüklü ayı
boz ayı; Malaya ayısı; kutup ayısı; Amerika kara ayısı.
AYI 235

Kış, UYKUSU.) Avrasya boz ayıları eğitilmeye tüylüdür. Kuzey Amerika’nın yağmur bölge­
çok yatkındır. Türkiye’de, bazı Ortadoğu ve lerinde yaşayan bu ayı Meksika'dan Alaska'
Balkan ülkelerinde eğitilerek sokaklarda oy­ ya kadar uzanan geniş bir alana dağılmıştır.
natılan ayılar bu türdendir. Bu eğitimi ver­ Omuz yüksekliği 1 metre, uzunluğu 2 metre­
mek için yavru ayılar kızdırılmış sac üzerine dir. Bitki kökleri ve meyve gibi bitkisel
çıkarılır ve tef eşliğinde şarkı söylenir. Ayağı besinlerle, fare, kurbağa, balık gibi küçük
yandıkça sıçrayan hayvan bu müziğe koşul­ hayvanlarla beslenir. Ara sıra evcil hayvanla­
landığı için, tef sesi duyduğu anda ayağının ra saldınrsa da insanlara karşı pek saldırgan
yanacağını sanarak dans edermiş gibi bacakla­ değildir. Hatta Kuzey Amerika’daki ulusal
rını kaldırıp indirir. Türkiye’de yaşayan ayılar parklarda bulunan kara ayılar o kadar insana
bu boz ayının bir alttürüdür ( Ursus arctos alışmıştır ki, arabalanyla parkı dolaşanlara
syriacos). yanaşıp yiyecek istedikleri bile olur. Çizgi
Amerika boz ayılan bir zamanlar Alaska’ film kahramanı Ayı Yogi de bir Amerika kara
dan Meksika’nın güneyine, Kayalık Dağlar’ ayısıdır.
dan Büyük Okyanus kıyılanna kadar çok
geniş bir alana dağılmıştı. Amerika kıtasına Öbür Türler
yerleşen göçmenlerin avlayarak tükettiği bu Güney yanküredeki tek ayı türü olan gözlük­
hayvanlar bugün yalmzca Kanada’nm bazı lü ayı ( Tremarctos ornatus) adını, gözlerinin
yörelerinde yaşar. çevresindeki açık renkli halkalardan almıştır.
Alaska kıyılannda ve açığındaki bazı ada­ Güney Amerika’daki And Dağlan’mn Şili,
larda yaşayan Kodiak ayısı ise yalnız ayılann Bolivya, Ekvador ve Peru’daki kesimlerinde
değil, karada yaşayan bütün etçil memelilerin yaşayan bu ayı öbür türlere hiç benzemez.
en irisidir. Bu boz ayının uzunluğu 3 metreye, Uzunluğu en çok 2 metreyi bulan bu küçük
ağırlığı 780 kilograma ulaşabilir. Arka bacak- yapılı ayının postu karadır ve gözlerinin çev­
lan üzerinde ayağa kalktığında da boyu 3,5 resindeki halkalar boynundan göğsüne doğru
metreyi bulur. Kodiak ayısının başlıca yiyece­ iner.
ği, yumurta dökmek üzere denizden akarsula­ Malaya ayısı (Helarctos malayanus) 1 met­
ra göç eden sombalıklandır. Büyük bir özenle reyi biraz aşan uzunluğuyla bütün ayı türleri­
sudan çıkarıp kıyıda biriktirdiği sombalıklan- nin en küçüğüdür. Kısa ve kara tüylerden
nı oburca yer. Ama kocaman ve çok güçlü oluşan kaba postunun göğüs bölümünde,
pençelerine karşın, rahatsız edilmediği sürece güneşi simgelediğine inanılan soluk san renk­
genellikle banşçı bir hayvandır. te bir leke bulunur. Burnu da gövdesinden
daha açık renklidir. Endonezya’dan Malakka
Kara Ayılar Yanmadası'na ve Birmanya üzerinden Hin­
Asya ve Amerika’da yaşayan kara ayılar iki distan’ın kuzeydoğusuna kadar geniş bir alan­
ayn türdendir. Asya kara ayısı (Selenarctos daki ormanlarda yaşayan bu küçük ayı iyi bir
thibetanus) simsiyah postu ve göğsündeki tırmanıcıdır.
beyaz ya da krem rengi V biçimi lekesiyle Tembel ayı (Melursus ursinus) yalnız Hin­
kolayca tanınır. Amerika kara ayısmdan daha distan ve Sri Lanka’mn bazı bölgelerinde
küçük yapılı olan bu türün ağırlığı 90 kilogra­ yaşar. Oldukça küçük yapılı olan bu hayvana
mı biraz geçer. İran’dan Hindistan ve Çin’e çok yavaş hareket ettiği için tembel ayı denir.
kadar uzanan bölgelerdeki ormanlarda, bir Kara tüyleri uzun ve kabank, tırnakları da
alttürü de Japonya’da yaşar. Hatta Himalaya uzun ve güçlüdür. En çok meyve, bal ve
Dağlan’mn 3.000 metreyi aşan yükseltilerin­ böcekle beslenir. Dudakları ve uzun dili
de bile bu ayıya rastlanabilir. Soğuk ülkelerde emmeye çok elverişli olduğundan, en gözde
yaşayan Asya kara ayılan kış uykusuna yatar; yiyeceği olan kanncalan ve termitleri tıpkı bir
ama bu derin ve gerçek bir kış uykusu elektrik süpürgesi gibi yerden emerek alır.
değildir. Aynca öbür ayılar gibi bulduğu zaman et de
Amerika kara ayısının ( Ursus americanus) yer.
kürkü genellikle parlak kara renkli ve kısa İngiliz yazar Rudyard Kipling’in Orman
236 AYIBALIĞI

Çocuğu (Jungle Book) adlı kitabında, Hintli


çocuk Movvgli’ye ormanda yaşamayı öğreten
Baloo bir tembel ayıdır.
İlk bakışta ayıya benzeyen panda, koala
gibi bazı hayvanların adına zaman zaman ayı
sözcüğü eklenirse de gerçekte bu hayvanların
ayılarla hiçbir akrabalığı yoktur (bak. KOALA,
Pa n d a ).

AYIBALIĞI bak. Fok.

AYNA. Işığı yansıtarak karşısındaki nesnenin


görüntüsünü veren parlak yüzeylere ayna
denir. 17. yüzyıla kadar aynalar genellikle
yüzeyi iyice parlatılmış düz metal levhalardan
yapılırdı. Bugünkü aynalar ise bir yüzü çok
ince bir metal katmanıyla kaplanmış cam
levhalardır. Aynanın ışığı yansıtarak görüntü
vermesini, sır denen bu metal kaplama sağlar.
Ayna camı olarak bilinen düzgün cam levha­ Barnaby s
lar, yansıyan görüntünün gerçeğe olabildiğin­ Aynalı gözlük denen bu yansıtıcı güneş gözlüklerinin
ce yakın olması için özel olarak üretilir (bak. camına karşıdaki görüntü tıpkı bir ayna gibi yansır.
Cam v e C a m c ilik ).
Eski Yunanlıların ve Romalılar’ın kullan­
dığı aynalar tunç levhalardan yapılır, levhanın yacı Justus von Liebig’in geliştirdiği gümüş
bir yüzü iyice parlatılır, arka yüzü de oyma­ kaplama yöntemine bıraktı.
larla süslenirdi. Metal aynalar bütün ortaçağ İnsanların kendilerini görmelerini sağlayan
boyunca kullanıldı. Çünkü bir yüzü sırlanmış ve evleri süslemek için kullanılan aynaların en
camın görüntüyü yansıttığı biliniyordu, ama önemli kullanım alanlarından biri aynalı teles­
iyi bir görüntü verecek nitelikte cam o çağlar­ kop, ışıldak ve film oynatma makinesi gibi
da üretilemiyordu. optik aygıtların yapımıdır (bak. IŞIK; YANSIMA
16. yüzyılda daha katışıksız ve nitelikli cam v e KIRILMA). Eskiden insanlar yalnızca kendi­
yapmanın yöntemini bulan Venedikliler, bü­ lerini seyretmek için ayna kullanır ve bu
tün Avrupa ülkelerine satış yapan büyük bir metal avnaiarı bir kılıfın içinde bel kemerleri­
ayna sanayisi kurdular. 17. yüzyılın ikinci ne takar ya da ceplerinde taşırlardı. 17.
yarısında, Buckingham Dükü’nün Londra’da­ yüzyılda cam aynalar yapılınca yeni kullanım
ki fabrikasında üretilen aynalar ün kazandı. alanları doğdu. 18. yüzyılda gösterişli çerçe­
Camın arka yüzünü kalay yaprağı ve cıvayla veler içine yerleştirilerek oturma ve yatak
kaplama yöntemi 1835’te yerini Alman kim- odalarını süsleyen aynalar iç dekorasyonun en
gözde parçası oldu. Tuvalet masalarında kul­
lanılan ayaklı, döner aynalar da zamanla
masanın bir parçası haline geldi ve bugünkü
aynalı tuvalet masalarına dönüştü. Görüntü­
yü çarpıtarak insanı garip biçimlerde gösteren
devaynaları da panayırların ve lunaparkların
eğlence kaynakları arasına katıldı.
D ÜZIEM ÇUKUR TÜMSEK
(DÜZ) AYNA (İÇBÜKEY) AYNA (DIŞBÜKEY) AYN A
AYNAK. Aynaklar leylek gibi uzun bacaklı
Ayna yapım ında, üstün nitelikli saydam b ir camın bir
yüzü yansıtma özelliği çok yüksek bir maddeyle ve uzun kıvrık gagalı kıyı kuşlarıdır. Büyük
kaplanır (sırlanır). Okyanus’un güneyindeki adalar dışında kalan
AYTMATOV 237

bütün ılıman bölgelerde 25’e yakın aynak türü nis aethiopica) Eski Mısırlılar’ın kutsal saydığı
yaşar. kuşiardan biriydi. Ama bugün Mısır’da he­
Yiyeceklerini bataklıklarda, sığ göllerde ve men hemen soyu tükenmiş olan bu kuş artık
koylarda arayan aynaklar aşağıya doğru kıvrı­ yalnızca Arabistan’ın güneyinde ve Afrika’da
lan ince uzun gagalarıyla çamurları karıştıra­ Sahra Çöiü'nün altındaki enlemlerde yaşar.
rak buldukları küçük balıkları, kabuklu hay­ Ak aynak (Eudocimus albus) Kuzey Ame­
vanlan ve böcekleri yerler. Bacaklannı ve rika’daki en yaygın aynak türlerinden biridir.
boyunlarını uzatıp bir süre kanat çırparak, Güney Amerika’nın tropik bölgelerinde yaşa­
sonra havada süzülerek uçan bu kuşlar genel­ yan kızıl aynak (Eudocimus rubra) da bazen
likle kalabalık sürüler halinde kuluçkaya ya­ kuzeye göç ederek ABD ’nin içlerine kadar
tarlar. İnce dal parçalannı, çalı çırpı ya da sokulur.
sazlan sıkıca örerek yaptıkları yuvalannı ge­ Aynaklarm beslenme ve üreme bölgesi
nellikle ağaçların ve çalıiarın tepesine, bazen olan sulak alanlann kuruması, bazı türlerin
de yere kurarlar. soyunun azalmasına neden olmuştur. Örneğin
Türkiye'de kısaca aynak adıyia bilinen baya­ bugün yalnızca Türkiye ile Fas’ta çok az
ğı aynak (Plegadis falcinellus) kuzey ve güney sayıda örneği yaşayan kel aynak bunlardan
yarıkürelerde geniş bir dağılım gösterir. Yu­ biridir (bak. KEL AYNAK).
murtlama dönemi boyunca yanardöner mo­
rumsu yeşil renkte olan tüyleri uzaktan bakıl­ AYSBERG bak. B u z d a ğ i .
dığında siyah gibi görünür . Kışı Afrika’da
geçiren bu kuşlar mart sonunda yumurtlamak A Y T M A T O V , C engiz (1928). Cengiz Ayt-
üzere Türkiye’ye gelir, Orta ve Batı Anadolu matov Kırgız edebiyatının en tanınmış, belki
ile Trakya’daki belirli üreme bölgelerinde de en çok sevilen yazarlanndan biridir. Ayt-
yavruladıktan sonra ağustos bitiminde Türki­ matov denince birçok insanın akima Cemile,
ye’den ayrılırlar. Bazı yörelerde ‘“çeltikçi” öğretmen Duyşen gibi roman kahramanları
adıyla bilinen aynağm başlıca üreme bölgeleri gelir. Oysa roman ve öykülerinin kahraman­
Manyas, Ereğli ve Hotamış gölleri, Sultan ları yalnızca insanlar değildir. Bir bakarsınız
sazlığı ve Meriç deltasıdır. bir dağ, bir ova, bir akarsu ya da bir at yapıtın
Siyah beyaz tüylü kutsal aynak ( Threskior- kahramanıdır.
Sovyet cumhuriyetlerinden biri olan Kırgı­
zistan’daki Şeker Kirovski köyünde doğan
Aytmatov köy ve bölge okullannda öğrenim
gördü. II. Dünya Savaşı başladığında köyü­
nün eli silah tutan erkekleri savaşa gittiği için
küçük yaşta ağır görevler üstlenmek zorunda
kaldı. Bu dönemde zengin gözlemleri, izle­
nimleri oldu. Sonradan yapıtlannda bu göz­
lem ve izlenimlerinden yararlanmıştır.
İlk öykülerini Kırgızistan Tanm Enstitü-
sü’nde okuduğu yıllarda yazıp yayımlamaya
başladı. Bu okulu 1953’te bitirince zooteknik
uzmanı olarak bir süre çalıştı, ama yazar ol­
mak istiyordu. Bu amaçla Moskova’daki Gor-
ki Enstitüsü ne devam ederek burada yazarlı­
ğın teknik inceliklerini öğrendi. 1957’de de
Sovyet Yazarlar Birliği’ne kabul edildi.
Bir süre gazetecilik yaptıktan sonra, üyesi
olduğu Sovyet Yazarlar Birliği’nin genel sek­
reterliğine ve Kırgızistan Film Yapımcıları
Kutsaİ aynak Eski M ısıriılar'ca kutsa! sayılırdı. Birliği başkanlığına getirildi.
238 AYVA

larının başında Hasat Yolu (1963) ve Kopar


Zincirlerini Gülsarı (1966) gelir. İlk yapıtta II.
Dünya Savaşı sırasında halkın yaşam kavgası­
nı, zorluklara karşı direnme gücünü destansı
bir dille işler. İkinci yapıtta at çoban yaşlı
Tanabay ile atı Gülsan arasındaki derin bağlı­
lığı dile getirirken, halkın insanca yaşama
özlemi ile kötü yöneticilerin tutumları arasın­
daki çelişkiyi sergiler. Aytmatov, çağdaş so­
runların anlatımında, Kırgız destanlarının di­
linden başarıyla yararlanır.
Aytmatov’un başyapıtı olarak değerlendiri­
len Beyaz Gemi (1970) ise, uzaklardaki baba­
sını getirecek beyaz bir gemiyi bekleyen
çocuğun öyküsüdür. Günlerini tek arkadaşı
olan dedesinin masallarını dinlemekle geçiren
çocuk, öykünün sonunda beyaz gemiye ulaş­
mak için ırmağa girer ve balık olur.
Yapıtlarının çoğu Türkçe’ye çevrilmiş olan
Aytmatov’un bir öyküsünü “Selvi Boylum Al
Yazmalım’* adıyla yönetmen Atıf Yılmaz
Cengiz A ytm atov Kırgız edebiyatının en sevilen sinemaya uyarlamıştır.
yazarlarından biridir.
AYVA. Gülgillerden olan ayva ağacı 4-5
Yapıtlarım Kırgızca ve Rusça yazan Ayt­ metreden fazla boylanmayan ve yanlara doğ­
matov konularını genellikle yakın çevresin­ ru sıkça dallanan bir ağaççıktır. Çiçekleri
den seçer. Kırgız halkının II. Dünya Savaşı genellikle pembemsi beyaz, iri bir elmayı ya
yıllarında yaşadığı acılı ve kederli olayları, da armutu andıran san renkli meyvelerinin
sıradan kişileri, memurları, yaşlı köylüleri tadı hafif ekşimsi ve buruk, eti serttir.
hep duyarlı, sevecen, içten, sevgi dolu bir Ayva { Cydonia vulgaris ya da Cydonia
yaklaşımla anlattı. oblonga) anayurdu olan Türkiye ve İran’da
1958’de ilk uzun öyküsü Cemile yayımlan­ en az 2.000 yıldır yetiştirilir. Buna karşılık
dıktan kısa bir süre sonra Aytmatov, yapıtının pek az çeşidi üretilmiştir. Ilıman iklimli bölge­
yabana dillere çevrilmesiyle dünyaca tanınan lerde elma ve armut gibi yetiştirilen ayva
bir yazar olmuştu. Cemile’de anlatılanlar ağacı daha çok armutların aşılanmasında anaç
SSCB’nin güçlüklerle dolu kuruluş günlerinde olarak kullanılır.
geçer. Öykünün kahramanı Cemile, kendi Bir sonbahar meyvesi olan ayva bol C
kaderini kendi çizmek isteyen, gelenekleri vitamini içerir. Ülkemizde bol güneş alıp
kırmaya çalışan genç bir kadındır. Çevresinin tatlanabildiği için taze meyve olarak yenirse
baskılarına karşı özgürlüğünü savunur. Bu de, soğuk iklimli kuzey ülkelerinde yetişen
yapıtta Cemile ile sevgilisi Daniyar’m arasın­ ayvalann tadı çiğ olarak yenmeyecek kadar
daki aşk dokunaklı bir dille, büyük bir sevgi buruktur. Bu yüzden daha çok reçel, marme­
ve saygıyla anlatılır. lat, komposto ya da tatlı yapılarak yenir.
Dilimize Öğretmen Duyşen adıyla da çevril­ Olgun ayvanın çok keskin ve hoş bir kokusu
miş olan İlk Öğretmenim (1961) Aytmatov'un vardır. Bu koku ayvayla birlikte depolanan
ülkemizde tanınıp sevilmesini sağlamıştır. Ya­ elma, armut gibi meyvelere, hatta yumurtaya
zar bu uzun öyküsünde bir köy öğretmeninin bile sinebilir.
ilk öğretmenlik yıllarını anlatır. Türkiye’de daha çok iç tüketime yönelik
1963’te Lenin Edebiyat Ödülü’nü alan Ayt- olarak üretilen ayvanın ülkemizdeki başlıca
matov’un toplumsal sorunları ele aldığı yapıt­ çeşitleri ekmek ayvası, limon ayvası, şekerpa­
AY VE GÜNEŞ TUTULMASI 239

iSoldat Adnan Balkanlı; (sağda) Horace McFarland Company

Solda: Ayva altın sarısı renginde, sert, hafif buruk tatta ve


hoş kokulu bir meyvedir. Sağda: Japon ayvası ise
meyvelerinden çok, beyaz, pembe ya da koyu kırmızı renkli
güzel çiçekleri için yetiştirilen bir süs bitkisidir.

re, misket, acem, midilli ve göndeş ayvaları­ nin gölge konisinde kalır. Bu olayın gerçekle­
dır. Ayva üretimi özellikle Marmara Bölge­ şebilmesi için Ay’ın dolunay evresinde, yani
si’nde yoğunlaşmıştır. Dünya’nm Güneş’e dönük olan yüzünün ar­
Japon ayvası (Cydonia japonica ya da kasında bulunması gerekir. Dünya’nm gölge­
Chaenomeles japonica) ise genellikle ilkbahar sinden çıkıncaya kadar neredeyse görünmez
başında açan beyaz, parlak pembe ya da koyu olan Ay, soluk kırmızı ışıklı bir daire biçimin­
de seçilebilir. Bu hafif aydınlığın nedeni,
kırmızı çiçekleri için süs bitkisi olarak yetişti­
Dünya’nm atmosferinden geçerken kınlan
rilir. Japon ayvasının bazı çeşitlerinin iri, yeşil
ve hoş kokulu meyveleri çiğ olarak yenmez, (sapan) bazı güneş ışınlarının Ay’a kadar
yalnızca reçeli yapılır. ulaşabilmesidir.
Güneş, Dünya ve Ay aynı doğrultu üzerin­
AY VE GÜNEŞ TUTULMASI. Ay Dünya de bulunmadıklan zaman Ay tutulması parça­
nin çevresinde dolanırken Dünya’nm gölgesi­ lı olur; ama Güneş’teki gibi halkalı tutulma
ne girerse Güneş’ten gelen ışınlan alıp yansı- Ay’da hiçbir zaman görülmez. Bir yıl içinde
tamayacağı için karanlıkta kalır. Bu olaya Ay en çok üç Ay tutulması olabilir, bazı yıllarda
tutulması denir. Güneş tutulması ise, dolanı­ ise Ay hiç “tutulmaz” . Tutulma olayı Ay’ın
mı sırasında tam Dünya ile Güneş arasındaki gökyüzünde görülebildiği her yerden izlene­
bir noktaya gelen Ay’ın güneş ışığını engelle­ bilir.
mesinden kaynaklanır. Öbür gökcisimleri de
başka bir gökcisminin gölgesinde kalarak Güneş Tutulması
Dünya’dan görülmez olduğunda gene tutulma Ay Güneş ile Dünya’nın tam arasına girdiğin­
olayı söz konusudur. Örneğin bazen Jüpi­ de, bize Güneş’ten çok yakın olan Ay’ın
ter’in gölgesi uydulannm üzerine düşerek bu yuvarlak gölgesi sanki Güneş’i bütünüyle
uyduların görülmesini engeller. örtmüş gibi gözükür. Dünya’dan bakıldığında
Ay ile Güneş aynı büyüklükte görünüyorsa
Ay Tutulması bu tam tutulmadır. Bu tutulmada Ay’ın göl­
Dünya’nın uydusu olan Ay ışıklı bir gökcismi gesi Dünya’nm belli bir bölgesine düştüğü için
değildir, yalnızca Güneş’in ışığını yansıtır. o bölge güneş ışığını alamaz. Güneş tutulması
Ama Dünya çevresindeki yörüngesinde dola­ etkileyici bir olaydır. Ay Güneş’in önünden
nırken bazen öyle bir konuma gelir ki kendisi geçerken yavaş yavaş onu örtmeye başlar ve
ile Güneş arasına girerek ışığını kesen Dünya’ sanki Güneş’ten bir parça kesilip çıkanlmış
240 AY VE GÜNEŞ TUTULMASI

güneş
ışığı

TAM AY TUTULMASI

tarn tutulma bölgesi


Dünya

/’ y parçalı tutulma
/ ] bölgesi
” "»°V
m m nm
11111 TAM GÜNEŞ TUTULMASI

£
I!

gibi gözükür. Sonunda Güneş tümüyle göz­ tutulması yalnız yeniay evresinde gerçekleşir.
den kaybolduğu için gökyüzü kararır, hava Ama Ay Dünya’nın çevresinde dolanırken,
serinler. Bu yapay gecede gökyüzündeki bazı Dünya ile Güneş’i birleştiren görüş çizgisinin
parlak yıldızlar ışıldamaya başlar. Güneş göz­ genellikle üstünden ya da altından geçtiği için
den kaybolurken, karanlık Ay yuvarlağının her yeniay evresinde Güneş tutulması olmaz.
çevresinde birden parlak ışık demetleri beli­
rir. Bunun nedeni, Ay’ın engelleyemediği Parçalı ve Halkalı G üneş T u tu lm a la rı
ışıklı Güneş tacıdır (bak. G ü n eş ). Birkaç Bütün Güneş tutulmalan tam tutulma değil­
dakikalık bir karanlıktan sonra Ay’ın kena­ dir. Bazen Ay ve Güneş yuvarlaklarının
rında bir boncuk dizisi gibi sıralanmış ışıklı görüntüsü tam üst üste çakışmadığı için Gü­
noktalar görülür. İlk kez İngiliz astronomi neş’in yalnızca bir bölümü karanr; bu olaya
bilgini Francis Baily (1774-1844) gözlemlediği parçalı tutulma denir. Halkalı tutulma denen
için “Baily boncuklan” * denen bu parlak olayın nedeni ise Ay’ın yörüngesinin daire
beneklerin nedeni, Ay yüzeyindeki vadilere değil elips biçiminde olmasıdır. Bu yüzden Ay
ve dağlara çarparak kınlan güneş ışıklandır. yörüngesinde dolanırken Dünya’ya bazen da­
Bir süre sonra Güneş’in bir yanı hilal biçimin­ ha yakın, bazen daha uzak olur. Dünya’dan
de belirir ve Ay Güneş’in önünden bütünüyle en uzakta bulunduğu noktadayken, tam Gü­
çekilip gittiğinde yeryüzü yeniden gün ışığına neş’in önüne geçse bile bütün Güneş yuvar­
kavuşur. lağını örtemeyecek kadar küçük gözükür.
Ay ile Güneş Dünya'ya göre aynı yanda Böylece Güneş’in yalnızca ortası kararır­
bulunduğu zaman Ay’ın Dünya'ya dönük ken, Ay yuvarlağının çevresinde bir ışık hal­
olan yüzü karanlıktır. Bu yüzden Güneş kası kalır.
AYZENŞTAYN 241

TUTULMA SIRASINDA GÜNEŞ E ÇIP­ tümüyle ayrıldığı ana kadar dört saatlik bir
LAK GÖZLE BAKMAK SON DERECE süre geçebilir.
TEHLİKELİDİR. Çünkü güneş ışınları gö­ Her yıl en az iki Güneş tutulması olur; ama
zün duyarlı dokularını örseleyerek körlüğe parçalı ve halkalı tutulmalarla birlikte bu sayı
yol açabilecek kadar güçlüdür. Bu yüzden beşe çıkabilir. Bir zamanlar astronomlar Gü­
yalnız tutulmayı izlemek için değil HİÇBİR neş’in dış bölümlerini ve tacını incelemek için
ZAMAN GÜNEŞ E DOĞRUDAN ÇIPLAK oldukça seyrek görülen tam tutulma olayını
GÖZLE, ÖZELLİKLE DE DÜRBÜN YA beklerlerdi. Oysa bugün Güneş diskinin kör
DA TELESKOPLA BAKILMAMALIDIR. edici ışığım engelleyebilen özel aygıtlarla Gü­
Güneş tutulması Dünya'nın her yanından neş tacı her an incelenebiliyor.
aynı biçimde görülmez. Yalnız Ay’ın gölgesi­
nin düştüğü dar bir kuşakta tam tutulma A Y Z E N Ş TA Y N , S e rg e y (L898-1948). Ser-
gözlenebilirken, bu kuşağa yakın yerlerde gey Mihayloviç Ayzenştayn, sinema sanatına
olay ancak parçalı tutulma biçiminde izlenir. çok önemli katkıları bulunan SSCB’li yönet­
Kuşağın uzağındaki yerlerde ise hiç görü­ mendir. Potemkin Zırhlısı adlı filmi, dünya
lemez. sinema çevrelerince yapılan değerlendirme­
Astronomlar Güneş tutulmasının zamanını, lerde “bütün zamanların en iyi filmi” olarak
ne kadar süreceğini ve Dünya’nm nerelerin­ nitelendirilmiştir. Sinemanın günümüzde üs­
den görülebileceğini tam ve doğru olarak tün bir anlatım gücüne erişmesinde onun
önceden söyleyebilirler. Güneş tutulmaları filmlerinin ve düşüncelerinin payı büyüktür.
çok uzun sürmez. Çünkü, bir yandan Ay Letonya’nın Riga kentinde doğan Ayzenş­
kendi hareketi nedeniyle Güneş’in bulunduğu tayn çok küçük yaşlarda Fransızca, Almanca
doğrultudan uzaklaşırken, bir yandan da Dün- ve İngilizce öğrenmişti. Mühendislik Enstitü-
ya’nın dönmesi nedeniyle Av ın Dünya üze­ sü’nde öğrenim gördü. Güzel sanatlara olan
rine düşen gölgesi yer değiştirir. Tam tutul­ eğilimi nedeniyle mimarlık kurslarını da izle­
manın gerçek süresi, yani Güneş yuvarlağının di. Bu arada çizdiği resim ve karikatürler
tümüyle kararıp yalnızca Güneş tacının görü­ dergi ve gazetelerde yayımlanıyordu.
lebildiği süre, Dünya’nm neresinden izlenirse 1918’de katıldığı Kızıl O rdu’da afişçilik,
izlensin hiçbir zaman yedi buçuk dakikayı dekoratörlük, tiyatro yönetmenliği ve oyun­
geçmez. Ama Ay yuvarlağının görüntüsünün culuğu yaptı. 1920’de ordudan ayrıldı ve daha
Güneş yuvarlağına ilk değdiği andan başlayıp önce kazanmış olduğu tiyatroculuk deneyim-

Yerkes Observalory

Tam Güneş tutulm ası sırasında Güneş


tacı ve yüzeyindeki bazı fışkırm alar
görülebilir. Bu fışkırm alar sırasında
sıcak gaz kütleleri bazen yüz binlerce
kilometreye kadar yükselir.
242 AZERBAYCAN

■*T.— f-V**? Meksika’ya geçerek orada “Yaşasın Meksi­


ka” filminin çekimine başladı. Çalıştığı film
şirketi filmin çekilen bölümlerini başka film­
lerin arasında kullanınca, Ayzenştayn çalış­
masını yarıda bırakarak ülkesine döndü.
1932’de “Bejin Çayın” filmini çekerken has­
talandı ve bu yüzden film tamamlanamadı.
Ayzenştayn, bu döneminde sinemanın ku­
ramsal sorunlanna ağırlık verdi ve Devlet
Sinema Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı.
1938’de ünlü Rus kahramanı Aleksandr Nevs-
ki’nin yaşamını konu alan bir film çekti.
Araya II. Dünya Savaşı’mn girmesine karşın
1940’ta çalışmalanna başladığı Korkunç İvan
adlı, başlangıçta iki bölüm olarak tasarladığı
büyük filminin birinci bölümünü 1944’te,
ikinci bölümünü 1946’da tamamladı. “Kor­
kunç” takma adıyla anılan ünlü Rus Çan IV.
İvan’ın yaşamını anlattığı filmin görüntüleri
Ulus A jans A rşı vı hayranlık uyandıracak kadar güzeldi. Ayzenş­
Ayzenştayn, adını "Eski ve Yeni" olarak değiştirdiği tayn bu filmde, siyasal iktidarla ilgili düşünce­
"Genel Çizgi" film in in çekimi sırasında. lerini de ortaya koyuyordu. Filmin ikinci
bölümü uzun süre yasaklandı. Ayzenştayn,
Korkunç İvan'm üçüncü bölümünü çekerken
lerine dayanarak İşçi Tiyatrosu’nun yönetme­ sette geçirdiği kalp krizi sonucu öldü.
ni oldu. Yenilikler denemeye koyuldu. Bu Ayzenştayn çok başarılı film yönetmenliği­
arada sinema okuluna da giderek yönetmen­ nin yanı sıra, kurgu, ses ve görüntü alanında
lik dersleri aldı. Bir oyunda çarpıcı bir etki sinemaya önemli yenilikler getirmiştir. Film­
yaratmak amacıyla oyun arasında gösterilmek lerinde sürekli bir hareket vardır. Kurgu
üzere kısa bir film yaptı. Sonuç oldukça konusunda geliştirdiği yöntemler ve filmlerin­
başarılıydı. 1924’te çektiği “Grev” filminden deki uygulamalar her zaman yönetmenler için
sonra kendini tümüyle sinemaya verdi. He­ bir ders, bir örnek niteliğindedir. Filmlerinin
men ardından 1925’te Potemkin Zırhlısı adlı senaryolannı kendi yazdığı gibi, filmin her
filmi çekti. Filmin konusu Rusya’nın tarihin­ planının desenlerini çizer, tasanmmı yapardı.
de çok önemli bir olay olan 1905 Devrimi ve Sinema konusundaki düşünceleri, ilk kez
onun kanlı bir biçimde bastınlmasıydı. Film­ ABD ve İngiltere’de yayımlanan Film Duyu­
de profesyonel oyunculara pek rol verilmedi. mu ( The Film Sense; 1942), Film Biçimi (Film
Filmin oyuncuları, bir zırhlı savaş gemisinin Form\ 1949); SSCB’de Rusça yayımlanan,
mürettebatını canlandıran sıradan kişiler ve öğrencilerinin derlediği Bir Sinemacının Dü­
Odessa kentinin insanlarıydı. Üstelik o döne­ şünceleri (1956) ile Sinema Dersleri (1957)
min koşullan gereği film sessizdi. Ama çok adlı yapıtlannda yer aldı.
etkileyici bir film olduğu için değerinden bir
şey yitirmeden günümüzde de zevkle izlen­ AZERBAYCAN. Batı Asya’da yer alan Azer­
mektedir. baycan bölgesinin SSCB sınırları içinde kalan
1927’de “Ekim” adlı filmi çekti. Bunu bölümünde Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cum­
1929’da çektiği “Genel Çizgi” adlı film izledi. huriyeti kurulmuştur. SSCB’yi oluşturan 15
Ama bu filminin adını hemen sonra “Eski ve cumhuriyetten biridir. Kuzeyinde Rusya Fe­
Yeni” olarak değiştirdi. Aynı yıl Avrupa’ya, deral Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, batısında
ertesi yıl da ABD’de gelişen sesli sinemayı Gürcistan ve Ermenistan Sovyet Sosyalist
incelemek üzere bu ülkeye gitti. 1931’de cumhuriyetleri, doğusunda İran vardır. Hazar
A2G1 243

Denizi Azerbaycan’ın doğusunda yer alır. Kışlık tahıl, üzüm ve tütün vadilerle bayırla-
Ermenistan’ın bir bölümü Azerbaycan’ı ikiye nn başlıca ekinleridiı. Lenkoraıı dolaylannm
ayınr. Güney kesimini Nahcivan Özerk Sov­ nemli iklimi çay. portakal, limon, incir benze­
yet Sosyalist Cumhuriyeti oluşturur. ri astropikal ürünlerin sulama yapılmadan
Yörenin Hıristiyanlık öncesi dönemlere yetiştirilmesine elverişlidir.
uzanan bir tarihi vardır. 19. yüzyıla kadar Azerbaycan’ın temel hammaddesi petrol­
çeşitli dönemlerde Araplar, Persler, Türkler dür. Bir zamanlar, dünyada üretilen petrolün
ve Moğollar yörede egemen oldular. Azer­ yansı bu bölgede çıkanlıyordu. Daha sonra
baycan'ın bugünkü topraklarını oluşturan Volga-Ural yöresindeki kaynaklardan elde
bölge 19. yüzyılın başında Rus İmparatorlu- edilen doğal gaz ve petrol miktan Azerbay-
ğu’na katıldı. Azerbaycan 1936’da SSCB’nin can’dakini aştı. Çıkarılan petrolün büyük bir
bir cumhuriyeti oldu. bölümü Azerbaycan’ın başkenti ve en büyük
Bölgenin tam ortasında Kura irmağı’nın kenti olan Bakû’da işlenmektedir. Dışarıya
geniş ovası yer alır. Bu düz ovayı dağlar satılan petrol boru yoluyla Gürcistan’ın Kara­
çevreler. Kuzeyde Kafkaslar’m, Büyük Kaf­ deniz kıyısındaki bir kenti oian Batum’a
kas Sıradağları ’m oluşturan güneydoğu tepe­ ulaşır. Azerbaycan’da önemli dokuma, metal
leri bulunur. Ovanın güney ve batısında işleme ve balıkçılık sanayileri vardıı.
Küçük Kafkas Sıradağları ve Ermenistan İki yıllık bir dönem için seçilen 400 üyenin
Dağlan vardır (bak. K a f k a s DAĞLARI). Elbruz oluşturduğu Azerbaycan Yüksek Sovyeti en
Dağlan’mn bir bölümü olan Taliş Sıradağları yetkili yasama organıdır. Bakanlar konseyi
ise güneyde yer alır. Azerbaycan’ın Hazar başkanı aynı zamanda hükümet bakkamdır.
Denizi kıyısında dar bir düzlük vardır. Dağlar Azerbaycan’ın nüfusu 6.614.0UÜ’diı (1985).
kuzeyden gelen soğuk hava kütleleri ve batı
rüzgârlarının getirdiği neme karşı yöreyi A Z O T renksiz, kokusuz ve tatsız bir gazdır;
korur. ne hidrojen gibi kolayca yanar, ne de oksijen
Azerbaycan’ın nüfusunun üçte ikisini Türk gibi başka maddelerin yanmasına yardımcı
kökenli halk oluşturur. Geri kalan nüfus Rus olur. Ama böyiesıne eylemsiz gözükmesine
ve Ermeni kökenlidir. karşılık bütün canlılar için yaşamsal önem
Otlaklann çoğu sığır, koyun ve benzeri taşıyan bir elementtir. Soluduğumuz havanın
çiftlik hayvanianm yetiştirmek için kullanılır. dörtte üçünden faziasmı azot oluşturur. Ayrı­
Düzlüklerdeki tarlalarda sulama yapılarak iyi ca başka elementlerle birleşerek nitro bileşik­
nitelikli pamuk, pirinç ve yonca yetiştirilir. leri, nitrat, amonyak ve amonyum tuzları gibi

A B C Ajansı - CP! Londra

Bir sanayi kenti olduğu


kadar bir küitür merkezi
de olan Azerbaycan'ın
başkenti Bakû lim an
çevresinde gelişip,
büyüm üştür.
244 AZOT

çeşitli inorganik bileşikler ya da bütün canlıla­ lannda depolayamadıkları için bu bileşikler


rın yapısında bulunan protein ve nükleik parçalanır ve dışkıyla birlikte vücuttan dışan
asitler gibi organik bileşikler verir (bak. atılır. Çiftçiler bu dışkıları toplayıp gübre
PROTEİN). Azot bileşiklerinden çoğunun nit­ olarak tarlalarına serperler ve böylece bitkile­
rat. nitrit gibi adlar taşımasının nedeni bu rin topraktan almış olduğu azot yeniden
elementin batı dillerindeki bir adının da toprağa karışır. İnsanların ve hayvanların
“nitrojen” olmasıdır. Bu yüzden kimyada N yemediği bitkiler ise çürüyerek ölür ve hücre­
simgesiyle gösterilen azot, atom numarası 7. lerindeki azotlu bileşikler bu kez topraktaki
atom ağırlığı 14.0067 oian bir ametal, vanı bakteri ve mantarlarca nitratlara dönüştürü­
metal özellikler) taşımayan bir elementtir. lür (bak. BAKTERİ; M a n t a r l a r ) . Topraktaki
Havanın bileşiminde büyük oranda azot azotun bitki ve hayvanlarca alınıp kullanıldık­
bulunmasına karşılık ne insanlar ve hayvanlar tan sonra yeniden toprağa dönmesine “azot
azot gereksinimlerim solunum yoluyla hava­ çevrimi” ya da “azot dolaşımı” denir.
dan karşılayabilir, ne de bitkiler karbon Azot çevrimi sırasında bir miktar azot
dioksidi aldıkları gibi havadaki azotu yaprak­ kaybı olur. Bunun başlıca nedeni insan dışkı­
larıyla alabilirler. Canlıların yararlanabilmesi sının çok az bir bölümünün gübre halinde
için, havadaki azot gazının, yani element toprağa geri dönebilmesidir. Örneğin İngilte­
halindeki serbest azotun bileşiklerine dönüş­ re'de her yıl toplam 40 bir, ton azot kana­
türülmesi gerekir; bunu da toprakta yaşayan lizasyona karışır ve bunun ancak yüzde
bazı bakteriler sağlar. Böylece bitkiler, prote­ 40’ı toprağa geri döner. Şiddetli yağmurla­
inlerin ve öbür azotlu organik bileşiklerin rın topraktaki nitratları sürükleyip götür­
yapımında kullanacakları azotu nitrat biçi­ mesi de azot kaybına yol açan önemli bir et­
minde topraktan alırlar, insanlar ve hayvan­ kendir.
lar ise bitkileri yiyerek aldıkları bu azotlu Buna karşılık fasulye, bezelye, bakla ve
bileşikleri, büyümeleri ve sağlıklı yaşamaları yonca gibi baklagillerin köklerinde yaşayan
için gerekli olan maddelere dönüştürürler. bazı bakteriler havadaki serbest azotu “bağla­
Hayvanlar azotlu bileşiklerin fazlasını vücut- yarak” , yani çeşitli azot bileşiklerine dönüştü­
rerek topraktaki bu azot kaybını bir ölçüde
karşılayabilir. Baklagillerin ortakçısı olan bu
azot bağlayıcı bakteriler konak bitkinin kök­
lerindeki yumrularda yaşar ve toprağın için­
deki havadan aldıkları azotu, bitkinin yararla­
nabileceği nitratlara dönüştürür. Bu olaya
“azot bağlanması” denir (bak. BAKLAGİLLER).
Bu bakterilerin en büyük yararı, bitkilerin
kullanabileceğinden daha fazla azot üreterek
toprağı zenginleştirmeleridir. Bu yüzden çift­
çiler bazen tarlalarına yonca ya da baklagiller­
den başka bir bitki ekip, ürünü toplamadan
tarlayı sürerek toprağı bu “yeşil gübre” ile
zenginleştirirler. Ama tarımda hayvan dışkısı
ve çürümüş bitki artıkları gibi doğal gübrele­
rin y i da nitrat ve amonyum bileşikleri içeren
azotlu yapay gübrelerin kullanımı daha yay­
gındır (bak. G ü b r e ; T o p r a k ).
Bitkller azotu topraktan, nitrat biçim inde alırlar. Yıldırım ve şimşek de havadaki bir miktar
Sonradan, bitkilerin çürüyen yaprakları ve bitkiyle azotun toprağa geçmesine yardımcı olur.
beslenen hayvanların dışkılarıyla bu azot yeniden Çünkü şimşekteki elektrik enerjisi havadaki
toprağa döner Bazı bitkiler, örneğin baklagiller,
aldıklarından daha çok azotu toprağa kazandırarak azot ile oksijenin birleşerek azot oksitlerinin
toprağın verim ini artırırlar oluşmasına yol açar. Bu oksitler de yağmur
A2TEKLER 245

suyuyla birleşip nitrik ve nitröz asitler halinde tin alanını genişlettiler. Bir zamanlar bu
toprağa düşer. kentte 150 bin kişinin yaşadığı tahmin edil­
Azotlu yapay gübreler yıllarca hep sodyum mektedir. Tek ulaşım aracı kanolardı.
nitrattan elde edilmiş, havagazınm üretimi
sırasında bir yan ürün olarak açığa çıkan A ztek İm p a ra to rlu ğ u
amonyum sülfat da gübre yapımında kullanıl­ Aztekler’in gücü giderek arttı. 1428-40 yıllan
mıştı. Alman kimyacı Fritz Haber'in havadaki arasında hüküm süren dördüncü kralları Itz-
azottan amonyak elde etmeyi başarması güb­ cöatl döneminde, öteki kabilelere mal ve para
re sanayisinde bir dönüm noktası oldu. Ha- haracı ödemeye son verdiler ve yaşadıklan
ber-Bosch yöntemi denen bu işlemde, sıvılaş­ bölgenin en önemli halkı olan Texcoco’lular
tırılmış havadan elde edilen azot ile hidrojen kadar güçlü oldular. Kısa sürede komşu
gazı karıştırılıp basınç altında sıkıştırılır, ısıtı­
uygarlıkların önderi durumuna gelerek, günü­
lır ve demir içeren bir karışımdan geçirilir. Bumüzde Guatemala olarak adlandmlan ülkeye
katalizör iki gazın amonyak halinde birleşme­ kadar topraklarını genişlettiler. Gelmiş geç­
sini sağlar (bak. KATALİZÖR). Amonyak da miş Orta Amerika uygarlıklan arasında en
gübre yapımında kullanılan nitrik asidin ve yoğun nüfuslu olanı Aztekler’di.
azotlu bileşiklerin üretiminde kullanılır (bak. Gittikçe daha da güçlenip zenginleşen Az­
A m o n y a k ). tekler’in başkenti Tenoçtitlân, 16. yüzyılda
tüm Meksika’nın en görkemli kenti oldu.
AZTEKLER, Kristof Kolomb’un 1492’de Adanın çeşitli bölümleri arasında ulaşımı
Amerika kıtasını keşfetmesinden önce, eski kolaylaştırmak için kanallar açıldı, ev ve
Amerika halklarının en önemlilerindendi. saraylar yapıldı; 25 piramidi kapsayan kutsal
Kendilerini “Meksika” ya da “Tenoçka” ola­ bir alan kuruldu. Bunlann en önemlisi, yağ­
rak adlandıran bu insanlar, bugün Meksiko mur ve savaş tannlanna adanan ve 1485’te
kentinin bulunduğu vadide yaşıyorlardı. Ne­ tamamlanabilen Huitzilopoçtli piramidiydi.
reden geldikleri kesin olarak bilinmemekte­ Yüksek bir platform üzerinde yükselen bu
dir. Destanlarına göre, kuzeyde bir göl adası piramidin, dik basamaklarla ulaşılan tepesi
olan Aztlân adlı anayurtlarından ayrılarak düzdü; sunak ile putlar buraya yerleştiril­
büyük bir olasılıkla 12. ya da 13. yüzyılda mişti.
Meksika vadisine ulaşmışlardır. Aztekler ticareti iyi biliyordu. Başlıca tica­
Aztekler, buraya ilk geldiklerinde hayvan ret maddeleri yeşim ve başka değerli taşlar,
avlayarak, meyve toplayarak, balık tutarak ve kuş tüyleri ve kakao çekirdeğiydi. Kendileri­
ticaret yaparak yaşayan güçsüz ve önemsiz bir ne haraç ödemek zorunda olanlardan da
kabileydi. Bugün kurumuş olan Texcoco Gö­ çeşitli mallar elde ediyorlardı. Aztek toplu-
lü kıyısında bataklık bir adaya yerleştiler. munda tüccarların ayncalıklı bir yeri vardı;
Başlangıçta, daha güçlü komşularının saldırı­ kendi “semt”lerinde oturuyor ve Yacetecuhtli
larından korunabilmek için, onlara haraç adlı kendi tannlanna tapıyorlardı.
ödüyorlardı. Zaman geçtikçe, ticaretle zen­ Aztekler, kocaman taşlan yontarak büyük
ginleştiler. Öte yandan, başarılarının asıl ne­ yapılar, gerçek boyutlarda insan figürleri ya
deni ileri tanm yöntemleriydi. Tanm alanları da ilginç desenler yaptılar. Yeşim ya da
elde etmek için, önce gölde “çinampa” adını kristalden oyulmuş minyatür hayvan ve insan
verdikleri yapay adalar oluşturdular; daha figürlerini, değerli taşlar ya da incilerle süs­
sonra da adalann çevresindeki topraklan ele lenmiş kutsal masklar gibi küçük parçalan
geçirdiler. 1325’te adada büyük bir başkent işlemekte de çok ustaydılar. Parlak renklerle
kurmaya başladılar. Başkentin adı, kendi boyanmış çömlekler yaptılar. Gelişmiş bir pa­
adlan olan Tenoçka’dan kaynaklanan Tenoç- muklu dokuma sanayileri vardı; altın, değerli
titlân oldu. Kent, karaya su yüzeyinden yük­ kürkler ve tropikal kuşlann parlak renkli tüyle­
sekte yapılan geçit ve yollarla bağlanıyor, riyle süslenmiş zarif giysiler yaparlardı. Başlıca
saldın durumunda kaldmlan köprülerle koru­ müzik aletleri boru, trompet, davul ve zildi.
nuyordu. Toprağı tanm a elverişli kılarak ken­ Şenliklerde şiir okuyup, şarkı söylerlerdi.
246 AZTEKLER

Aztekler’in alfabesi olmamasına karşın, re- takvimdir. Aztek evrenini betimleyen bu tak­
simyazısıyla tarihlerini kaydetmişlerdi. Zen­ vimin üzerine Güneş tanrısı Tonatiuh’un yüzü
gin kişilerin çocukları, rahip ve rahibelerin oyulmuştu. Başka bir kalıntı ise, insanlann
yönetimindeki okullarda eğitilirdi. Doktor ve kurban edildiği adak taşıdır.
cerrahların görevlendirildiği hastaneleri var­ Komşu uygarlıklann tannlanmn çoğunu
dı. Aztek bilim adamlan, Ay ve Güneş benimseyen Aztekler, çok sayıda tanrıya ta­
tutulmalarının tarihlerini hesaplayabilecek ve par ve onlardan korkarlardı. Tanrıların, özel­
ayrıntılı bir takvim geliştirebilecek kadar iyi likle savaş tannsı Huitzilopoçtli'nin, insan
astronomi bilgisine sahiptiler; xiuhmolpilli adı kurban edilmesini istediğine inanırlardı. Ba­
verilen 52 yıl süreli dönemleri vardı. Aztek zen binlerce kurban gerekirdi. Tanrıların
destanlarında, bu dönemlerden birinin biti­ insan kalbiyle beslendiğine inandıklarından,
minde dünyanın sonunun geleceği kehanetin­ rahipler savaş tutsaklarının kalbini çıkararak
de bulunuluyordu. Aztek kalıntılarının en tanrılara armağan ederlerdi. Savaşçı etkinlik­
ünlüsü, 20 ton ağırlığındaki taştan oyma lerinin bir gerekçesi de, tannlara kurban
Mary Evans Picture Library'

Tenochtitlân (Temixtit!ân) Aztekler'in başkentiydi. Bugün, yerinde Meksiko kenti vardtr. 1524'te basılan bu
plan, Aztek fatihi İspanyol Hernâo Cortes'in 1519-20'de çizdiği plana dayanmaktadır. Tenochtitlan, 13 km2'lik
3İanr kaplayan büyük bir kentti. Geçitlerle karaya bağlanm ış iki göl adası üzerine kurulm uştu. 1519'da,
çoğunluğunu tüccar, zanaatçı, asker, rahip ve yöneticilerin oluşturduğu 400 bin kişilik bir nüfusa sahipti.
Çevre bölgelerle yapılan yoğun ticaret, kanolarla gerçekleştiriliyordu. Planın merkezinde Aztek tanrılarına
insanlann kurban edildiği büyük tapmak düzeni görülm ektedir. Bu alanda, üç büyük ve altı küçük piram it
biçimli tapmak, rahip konutları ve kurbanların kafalarının sergilendiği b ir bölm e yer alıyordu. Ayrıca, kutsa!
b ir h a vın ve koru ile açık avlular vardı. Aztek İm paratoru M ontezum a'nın hayvanat bahçesi tapmak alanının
doğusundaydı. Planın tam sağında, dinsei törenler için kullanılan bir başka büyük tapmak alanı
gösterilm ektedir.
BAAL 247

edilecek yeterli sayıda tutsak ele geçirmekti. düklerinde İspanyollar çok şaşırmışlardı.
Merkezden yönetilen, etkili devlet örgütü
İmparatorluğun Sonu de İspanyollar’ı hayran bıraktı. Erkek çocuk­
İmparator II. Montezuma yönetiminde, bü­ lara devlet okullarında savaş sanatı öğretili­
yük bir Meksika imparatorluğuna dönüşme yor, imparatorluğun her köşesinden vergi top­
evresinde olan Aztekler’in egemenliğine son lanıyordu. İmparatorluk yasalarla yönetili­
veren, 600 kişilik ordusuyla Küba Adası’ndan yor, suç işleyenler cezalandırılıyordu. Yabancı
gelen İspanyol kaptan Hernân Cortes oldu. ülkelere giden tüccarlar, devlet adına elçilik
Aztek destanlarında, doğudan gelerek onları ve casusluk yapıyordu.
yönetecek olan bir beyaz tanrıdan söz edili­ Cortes yönetimindeki İspanyollar, uzun ve
yordu. Bu Aztek inancı Cortes’in işine yaradı zorlu savaşlardan sonra Aztek egemenliğine
ve 1519’da bu bölgeyi fethetmeye başlayarak son verdiler. Böylece Meksika, İspanya’ya
sonunda Aztek İmparatorluğu na son verdi. bağlandı. Aztek ülkesine, Yeni İspanya adını
Pırıl pırıl beyaz sarayları ve tapınaklarıyla, verdiler. Bu fethin üzerinden dört yüzyıldan
güzel Tenoçtitlân kenti işgalci İspanyollar’ın fazla süre geçmiş olmasına karşın, Meksika’
gözlerini kamaştırdı. Burada, eşsiz bitkilerle da yaşayan pek çok Yerli hâlâ Aztek dilini
dolu gölgeli parklar ve bahçeler, Meksika’nın konuşur, böylece de İspanyolca’yı zenginleşti­
benzersiz hayvanlarını barındıran hayvanat rir. Günümüz Meksika’sında halk, Aztek
bahçeleri buldular. Kentte, İspanyollar ın da­ atalarıyla övünür; Aztek giyim, yemek ve
ha önce hiç benzerini görmedikleri yiyecek, yaşam alışkanlıklarının çoğunu da sürdürür.
giysi ve el ürünleri ticaretiyle gelişmiş, hare­
ketli, kalabalık ve büyük pazarlar vardı.
Tenoçtitlân, Avrupa’da gördükleri kentler
kadar büyük ve güzeldi. Meksika vadisini
çevreleyen dağların tepesinden kenti ilk gör-
Michael Holford

BA A L, Kenanlılar ve Fenikeliler’in taptıkları


birçok tanrı için kullanılan addır. Baal sözcü­
ğü “efendi” anlamına gelir. Eskiçağlarda A ra­
bistan’dan Suriye’ye kadar uzanan topraklar­
da yaşayan Sami topluluklarının tanrılarına
Baal adı verilirdi. Bazı Baal’ler tarlaların ve
koyun ağıllarının tanrılarıydı. Onlara bolluk
ve bereket için dua edilir ve hasat mevsiminin
ilk ürünleri heykellerine sunulurdu. Kentlerin
tanrıları olan öbür Baal’ler için Sur, Sayda ve
Kartaca’da tapmaklar yapılmıştı. Kartacalı
fatihler Hannibal ve Hasdrubal’in adlarının
sonundaki “bal” eki burdan gelir. Tek tanrıya
inanan Yahudiler, BaaFlere tapan topluluk­
larla bir arada yaşarlardı. Bu yüzden Yahudi­
ler arasında da Baal’lere tapma sıklıkla görü­
lürdü. Peygamber İlyas ve daha sonra gelen
peygamberler, Baal’e tapma törenlerine son
verdiler. Kısa bir süre sonra da, Persler
zamanında bu Sami dini yok oldu.
Aztek K rallığı'nın kurucusu, rüzgâr tanrısı “Sineklerin Efendisi” anlamına gelen Baal-
Quetzalcoatl'ın yeşil taştan yapılm ış maskı. zebub ya da Beel-zebub Tevrat’ta sözü edilen
248 BABAİ AYAKLANMASI

bu tannlardan biridir. İngiliz şair John Mil- dıktan ormanlık ve dağlık bir bölgede yurt
ton, Paradise Los t (1667; “Kayıp Cennet”) tutmak zorunda kalan göçer Türkmenler hay­
adlı uzun şiirinde Beel-zebub’u, şeytanla vanlan için gerekli otlağı bulamayarak yok­
birlikte cennetten kovulan kötü meleklerden sulluk içine düştüler. Bu durum kaçınılmaz
biri olarak anlatmıştır. John Bünyan’ın Hac olarak göçerlerin devletin buyruklarını dinle­
Yolunda (Pilgrim’s Progress; 1678) adlı yapı­ memesine ve topraklara sahip çıkan yerleşik
tında da Beel-zebub, hac yolundaki Hıristi- Türkmenler’le yer yer çatışmalarına yol açtı.
yanlar’ı oklarıyla öldürmek üzere bekleyen Böylesi çatışmalarda Anadolu Selçuklu Dev­
bir iblistir. leti toprak sahiplerinden yana çıkıp göçerlere
ağır cezalar veriyordu. Bunun yanı sıra Ana­
BABAİ AYAKLANMASI, Baba İlyas yan­ dolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüs-
daşlarının 1239’da başlattığı ve Anadolu Sel­ rev’in halkı ezen adaletsiz yönetimi, yoksul ve
çuklu tarihinde bir dönüm noktası oluşturan haksızlığa uğrayan geniş Türkmen kitlelerini
büyük Türkmen ayaklanmasıdır. Yankıları başkaldırmaya doğru itiyordu.
yüzlerce yıl süren ayaklanma özellikle dinsel Bu ortam Baba İlyas’ın düşüncelerinin hu­
alanda izler bırakarak Bektaşilik gibi tarikat­ zursuz halk arasında hızla yayılmasına yar­
ların oluşumunu etkilemiş, kırsal kesimlerde dımcı olmaktaydı. Halifesi Baba İshak, bu
yayılmasına yardımcı olmuştur. düşünceler çevresinde Türkmenler'i örgütlü­
Hareketin önderi, Türkmenler arasında gö­ yor, onlan bir ayaklanmaya hazırlıyordu.
rüşleri hızla yayılarak çevresinde büyük bir Türkmenler silah alabilmek amacıyla hayvan-
kitle toplayan Baba İlyas’tır. Horasan’dan lannı satmakta, ayaklanma için Baba İshak’
Anadolu’ya göç eden Baba İlyas, Yesevi tan gelecek işareti beklemekteydiler. Bu
tarikatına bağlı, bu inançları Anadolu’da yay­ sırada Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Key-
maya çalışan bir dervişti. Tanrı sevgisinin hüsrev’in bir ayaklanma hazırlığı içinde oldu­
dinin katı kurallarıyla biçimlenemeyeceğini, ğundan kuşkulandığı Baba İlyas’ın üzerine
insanın ancak kendi gönlünce bu sevgiyi 1239'da ansızın saldırması ayaklanmanın baş­
yaratabileceğini söylüyordu. Ona göre top­ lamasına neden oldu.
lum, kadın-erkek ayrımı gözetilmeksizin tüm Bu durum karşısında Baba İshak’m ayak­
bireylerin oluşturduğu bir bütündü. Bu bütü­ lanma çağrısına Türkmenler’in yanı sıra, Ha­
nün içinde tüm insanlar birbirine eşitti. Ama lep ve Antep yöresine sürülen Harezm Türk-
Selçuklular ve onların egemenliğindeki bey­ leri de katılınca başkaldıranların sayısı arttı.
likler böyle olması gereken bu tannsal düzen­ Elbistan’da yenilen Selçuklular Sivas’ı Babai-
den ayrılmışlar ve güçlüler yeryüzünü kendi ler’e bırakmak zorunda kaldılar. Ardından
aralarında paylaşarak eşitliği ortadan kaldır­ Amasya ve Kayseri de elden çıkınca Selçuklu
mışlardı. Oysa amaç bütün insanlann kardeş­ Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev başkent
çe, banş içinde ve elbirliğiyle üreterek yaşa- Konya’dan uzaklaşmak gereğini duydu. Baba
malan olmalıydı. İlyas’ın Amasya Kalesi’nde öldürülmesi ayak­
Baba îlyas’ın bu görüşleri Türkmenler’i çok lanmanın şiddetini daha da artırdı. Babailer
etkiledi. Bu sırada Moğol baskısıyla çok Kırşehir’e doğru ilerlemeye başladılar. Ama
sayıda Türkmen Azerbaycan ve Horasan’dan Selçuklu ordusu bu arada derlenip toparlan­
Anadolu’ya göçmüştü. Anadolu Selçuklulan mış, ücretli Frank askerlerinin orduya katıl­
bu yeni gelen Türkmen boylarının batıya masıyla da güçlenmişti. Kırşehir çevresinde
geçmelerine izin vermiyordu. Aynca daha yapılan savaşı Selçuklular kazandı. Baba İs­
önceki göçlerle gelenler, Orta Anadolu boz­ hak’m 1240’ta Amasya’da asılarak öldürülme­
kırlarında göçerlikten yerleşik yaşama geç­ si, Babailer’in büyük çoğunluğunun kılıçtan
mişlerdi. Ellerindeki ekili topraklan yeni geçirilip yok edilmesi Babai Ayaklanması’nı
gelen göçer Türkmenler’le otlak ve kışlak sona erdirdi.
olarak paylaşmak istemiyorlardı. Böylece Bu ayaklanma Anadolu Selçuklu Devleti’
Türkmenler Güneydoğu Anadolu’da kısılıp nin güçsüzlüğünü ortaya çıkardığı gibi var
kaldılar ve yığılmaya başladılar. Alışık olma­ olan gücünün de iyice sarsılmasına yol açtı
BABİL KULESİ 249

(bak. A n a d o l u Se l ç u k l u D e v l e t î ). Anadolu duvarlarla örülmüştü. Bu duvarlann birleştiği


Moğol istilasına uğradı. Buna karşılık Babai sokaklann sonunda bronz kapılar vardı.
inancı etkisini uzun zaman sürdürdü. Değişik Kentteki birçok güzel yapı arasında, büyük
dinsel inançları olan toplulukları zamanla bir avlu çevresindeki krallık sarayı ve çok
kendi içinde eriten ve kaynaştıran bir dinsel büyük birkaç tapmak da vardı. Bu tapmaklar­
akıma dönüştü. Baba İlyas’ın yandaşlan Ana­ dan biri, Babilliler’in baş tannsı Marduk’a,
dolu’nun çeşitli yerlerine dağılarak zaviyeler biri de tanrı Baal’e adanmıştı. Bu sonuncu
kurdular ve Baba İlyas’ın düşüncelerini yaydı­ tapmak, her biri altmdakinden daha küçük
lar. Özellikle kırsal kesimde, Tokat, Amasya katlardan oluşan dikdörtgen tabanlı ziggurat
ve Sivas dolaylannda, daha sonra Batı Ana­ denilen bir yapıydı. Katlar arasında bağlantıyı
dolu’da ve 14. yüzyıldan başlayarak Balkan­ dıştaki büyük merdivenler sağlıyordu. Kutsal
lardaki Müslümanlar arasında bu düşünce Kitap’ta (Tevrat-İncil) anlatılan Babil Kulesi
kuramsallaştı. Baba İlyas ile Baba İshak, son­ bu tapmak olmalıdır (bak. B ab İL KULESİ).
radan Bektaşilik adıyla ortaya çıkacak olan Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan ünlü
kurumun ve bu kurumun düşünce ve inanç “Asma Bahçeler”, ağaç ve bitkilerle kaplan­
ortamını yaratan Hacı Bektaş Veli’nin öncüsü mış tuğla taraçalardı. Uzaktan bakıldığında,
oldular. Rumeli Bektaşileri arasında Baba İs­ bitkiler bu tuğla yapıları tümüyle gözden gizli­
hak yalnız bir inanç kurucusu olarak değil, yordu.
toplumda düzeni sağlayan kişi olarak da saygı Nabukadnezar’ın tutsak olarak Babil’e gö­
gördü. Baba İlyas’ın halifelerinden Edebalı’ türdüğü Yahudiler, kentin zenginliğini ve
nın ise Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda tanrılannı küçümsediler. Babil, büyük zen­
önemli bir yeri vardır. ginliklerin değersiz ya da kötü amaçlar için
kullanıldığı bir yer olarak ün saldı.
BABİL. Eskiçağların en büyük kentlerinden Pers Kralı Kiros (Kuruş) İÖ 539’da Babil’i
Babil, günümüzde Irak’ın bir bölümü olan ele geçirdi. Sonraki Pers krallan duvarları
Mezopotamya’daki Babil İmparatorluğu’nun yıkıp kenti yağmaladılar. Büyük İskender,
başkentiydi (bak. B a b il v e A s u r UYGARLIKLA­ Persler’i egemenliği altına aldıktan sonra, Ba-
RI). Eski Babil’in bazı kalıntıları zamanımıza bil’in bazı bölümlerini yeniden kurmayı tasar-
kadar ulaşmıştır. Bunlar kentin, ünlü Babil ladıysa da kendinden sonra yönetime gelenler,
Kralı Nabukadnezar’m yaptırdığı bazı bölüm­ Seleukeia’da yeni bir başkent kurdular.
leridir. Nabukadnezar’ın babası kenti yeniden
yaptırmıştı. İÖ 6. yüzyılda Nabukadnezar dö­ BABİL KULESİ. Tevrat’ın birinci kitabı olan
neminde genişletilen kent, dünyanın en gör­ Tekvin’de Babil Kulesi’nin öyküsü anlatılır.
kemli kentlerinden biri olarak ün kazanmıştır. Bu öyküye göre, Tufan’dan sonra hepsi aynı
Eski Yunan tarihçisi Herodot, her zaman dili konuşan yeryüzündeki tüm insanlar Babil
yaptığı gibi biraz abartarak, Babil’i büyük ve ülkesindeki Şinar Ovası’na geldiler. Burada
görkemli bir kent olarak betimlemiştir. Ona bir kent ve başı göğe değen bir kule yapmak
göre kent, kenarları 22 km olan bir kare için tuğla toplamaya ve harç karmaya koyul­
biçimindeydi ve surlarla çevriliydi. Pişmiş dular. Olanları gören Tanrı insanların kendi­
tuğladan yapılmış olan bu surların yüksekliği siyle eşit olma çabalarını engellemek için,
90 metreden fazla, kalınlığı da 25 metreydi. birbirlerini anlayamasınlar diye onları değişik
Bu surlar, üzerinde dört atlı bir arabanın diller konuşur duruma soktu. Bunun sonucu
dolaşabileceği kadar dayanıklıydı. olarak yapımı sürdüremeyen halk, Babil top­
Kentin içinden geniş bir cadde geçerdi; raklarından ayrılarak dünyanın dört bir yanı­
“Tören Yolu” adı verilen ve kutsal sayılan bu na dağıldı. Kente, “Tanrı Kapısı” anlamına
caddede, bayram günleri dinsel geçit törenleri gelen Babil adı verildi.
yapılırdı. Bu yol, kuleler ve hayvan oymalany- Babilliler’in yaptıkları birkaç büyük kule­
la bezeli “İştar Kapısı” adlı büyük kapıdan nin kalıntıları bulunmuşsa da, hangisinin Ba­
geçerek kent dışına uzanırdı. Kenti iki eşit bil Kulesi olduğu kesinlik kazanmamıştır.
parçaya ayıran Fırat Irmağı’nın kıyıları tuğla Babil Kulesi’nin en tepedeki sunağa doğru
250 BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI

Kunsthtstorısches Museum, Viyana!Mansell Collection


Flaman ressam Pieter Bruegel'e göre Babil Kulesi (1563).

yükselen yedi dev basamaktan oluşan “ziggu- olarak adlandırılan bölgede çeşitli insan top­
rat” tipinde bir yapı olduğu ileri sürülmüştür. lulukları vardı. Onları bu yöreye çeken,
ılıman iklim koşulları ve bereketli topraklar­
BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI. Babil ve dı. Bölgenin kuzeyinde ve doğusunda yer alan
Asur, bugün Irak sınırları içinde bulunan Anadolu’ya ve İran’a gidildikçe iklim koşulla­
Mezopotamya’nın (bak. M e z o p o t a m y a ) en rı sertleşiyordu. Üstelik Anadolu ve İran’daki
büyük kentlerinden ikisiydi. Bu kentler Babil dağlara doğru gidildikçe, topraklar da çorak­
ve Asur imparatorluklarının merkezlerini laşıyor, işlenmesi zorlaşıyordu. Bölgenin gü­
oluşturuyordu. Bu iki imparatorluk, Dicle ve neyinde Basra Körfezi, batı ve güneybatısın­
Fırat ırmakları arasındaki bereketli toprakla­ da da Suriye ve Arabistan’ın çölleri bulunu­
ra art arda egemen olduğu için, tarihleri yordu.
birbiriyle yakından ilişkilidir. Bu uygarlıklar, İnsanlar Babil bölgesinin kuzey kesimleri­
Yunan, Roma ve Filistin toplumlarmı da ne günümüzden en az 6.000 yıl önce gelmeye
etkiledi; bu nedenle de Batı uygarlığının başladılar. Arkeolojik kazılar sonucunda bu
bütünü üzerinde kalıcı bir etki yarattı. insanların küçük köylerde yaşadıkları, çiftçi­
lik, çobanlık, avcılık ve balıkçılık yaptıkları
İlk Yerleşm eler saptanmıştır. Bu insanlar, kilden yapılmış
Babil kenti kurulmadan çok önce, Babil kaba kap-kacaklar, taş ve kemikten yapılmış
BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI 251

araç-gereçler kullanıyor ve belli ölçüde ticaret Hammurabi Yasaları’nın öngördüğü cezala­


yapıyorlardı. Kuzeyde ilk yerleşim bölgeleri rın, kimi kez boğma ve göz çıkarma gibi aşırı
kurulurken, Babil bölgesinin güneyinin bü­ da olsa, genellikle adaletli olduğu söylenebi­
yük bir bölümü, Basra Körfezi’nin suları altın­ lir. Bu yasayla kadınlara yasal haklar ve
daydı. Körfez, bugünkü konumundan 240 km ayrıcalıklar tanınmıştır. Köleler, bu yasayla
daha içeriye uzanıyordu. Ama, Dicle ve Fırat korunur ve özgürlükleri geri verilebilirdi
ırmakları, sürükledikleri toprakları denize (bak. HAMMURABİ).
döküldükleri yerlerde yığıp duruyorlardı. Böy­
lece, kumlar yavaş yavaş körfezi doldurup A sur İm p a ra to rlu ğ u 'n u n Yükselişi
bataklık bir alan oluşturdu. Bu topraklar çok Hammurabi’nin ölümünden sonra merkezi
bereketli olduğu için hemen yeni yerleşim hükümet dağıldı ve istilacıların dalga dalga
yerleri kuruldu. Babil’in kuzey kesiminden ve akınlan bölgeye büyük bir kargaşa getirdi.
İran yaylalarından gelenlerin yanı sıra, Sami Hititler, Kassitler ve Hurriler Mezopotamya’
kabileler de batıdaki çöllerden kopup bu yı değişik dönemlerde egemenlikleri altına
bölgeye geldiler. aldılar. Ama, Sami halklardan olan Asurlu-
lar, Mezopotamya’nın kuzeyinde önemli bir
U yg a rlığ ın Yükselişi güç odağıydı. İÖ 2000’den önceleri, başkent
Mezopotamya’da Sümerler ileri bir uygarlık Asur genellikle Babil krallarının denetlediği
kurdular. İÖ 3000’de Babil’in güneyi Sümer- güçsüz krallarca yönetildi. Ama İÖ 2000’den
ler’in egemenliği altındaydı. En ünlü Sümer sonraki yüzyıllarda Asur kralları güçlü bir
kentleri Ur, Uruk, Lagaş ve Eridu’ydu. Sü­ ordu kurarak Babil bölgesinin bazı bölümleri­
merler, sözcükleri işaretlerle gösteren bir yazı ni ele geçirdiler.
sistemi de geliştirdiler (bak. SÜMERLER). Birçok Asur kralının adı ve yaptıkları işler,
İÖ 2300 yıllarında, Akadlar Sümer toprak­ arkeolojik kazılar ve Kutsal Kitap (Tevrat-
larını ele geçirerek Akdeniz’e kadar uzanan
British MuseumiMichael Holford
bir imparatorluk kurdular. Sonraları İran’dan
gelen Persler Akadlar’ı yenilgiye uğratarak,
pek çok Babil kentini talan ettiler. Zamanla
Persler de bu yörelerden geri çekilmek zorun­
da kaldılar ve Sümer kenti Ur, Babil bölgesi­
ne egemen oldu. Bu egemenliği Dicle Irmağı’
nın ötesinden gelen Elam orduları sona erdir­
di. Bunun sonucunda, Mezopotamya’da üç
kent devleti (bir kentin, çevresindeki toprak­
larla birlikte oluşturduğu bağımsız devlet)
ortaya çıktı. İlk önce İsin ve Larsa, sonra da
Babil kent devletleri kuruldu.

H am m urabi Dönem i
Yüzyıllarca süren savaşlardan sonra, Mezo­
potamya’nın en akıllı ve güçlü kralı Hammu­
rabi tahta çıktı ve Elamlılar’ın egemenliğine
son vererek Babil İmparatorluğu’nun ilk gör­
kemli dönemini başlattı. İÖ 1770 yıllarında
Anadolu ve İran topraklarını da egemenliği
altına aldı. Güçlü bir merkezi hükümet kura­
rak, ülkenin birliğini sağlamaya çalıştı. Ham­
murabi Yasaları adıyla bilinen bir dizi yasa
Babilli bir hükümdarın oğlunun, babasının onuruna
çıkarttı. Üzerine bu yasanın kazılı olduğu yaptırdığı taş tablet. Baba ile oğul kutsal sim gelerin
kara sütun Paris’teki Louvre Müzesi’ndedir. altında duruyorlar.
252 BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI

İncil) gibi yazılı belgeler aracılığıyla günümü­ 614’te Medler Asur İmparatorluğu’nu ele
ze ulaşmıştır. Yaşamı üstüne en fazla bilgi geçirdiler. Sonra, Babil’e yerleşmiş Kaideli­
edinilen ilk kral, İÖ 1280 yıllarında egemen lerle bir ittifak kurarak, İÖ 725’ten beri
olan I. Şalmanezer’dir. O zamandan günümü­ Asurlular’ın başkenti olan Ninova’yı yakıp
ze kalan bulgulardan Asur İmparatorluğu’ yıktılar. Bu yıkım öyle acımasızca yapıldı ki,
nun büyüklüğü anlaşılmaktadır. Bu tarihten 2.000 yıldan bu yana kentin izlerine rastlana­
iki yüzyıl sonra, I. Tiglat-pileser, Asur İmpa­ madı. Yalnızca efsaneler ve Kutsal Kitap’taki
ratorluğu’nun gücüne güç katmıştır. Eldeki (Tevrat-İncil) değinmeler bu kentin varlığını
belgelerden öğrenildiğine göre, bu kral 42 kanıtlamaktadır. Asur İmparatorluğu da,
devleti egemenliği altına alıp imparatorluğun egemenliği altındaki devletlerin başkaldırma­
sınırlarını Babil’den Akdeniz’e kadar geniş­ sı sonucu, Ninova ile birlikte tarihin derinlik­
letmiş, büyük tapmaklar ve saraylardan başka lerine gömüldü.
geniş bahçeler ve parklar da yaptırmıştır.
Onun ölümünden sonra Asur İmparatorluğu Yeni Babil İm p a ra to rlu ğ u
iyice güçsüzleşmiş ve Suriye’nin kuzeyinden Asur İmparatorluğu’nun yok oluşundan son­
gelen Aramiler bölgenin ticaret yollarım de­ ra, gene güçlenen Babil kentinde egemen
netlemeye başlamışlardır. sınıfı Kaideliler oluşturuyordu. Bu topluluk
II. Asurnasirpal’in İÖ 883-859 yıllan ara­ Mezopotamya’ya çok eskiden gelip Ur kenti
sında süren yönetiminde, Asurlular yitirdikle­ çevresine yerleşmişti. II. Nabukadnezar da
ri toprakları geri aldılar. Bu kralın fetihlerini Kaldeli’ydi (yönetim dönemi İÖ 605-562)
anlatan belgeler acımasızlığını dile getiren Yeni Babil ya da Kaide İmparatorluğu Nabu-
öykülerle doludur. Asurlular, Babilliler’e bir­ kadnezar’ın yönetimi altında iyice gelişti.
çok yönden benzerlerse de, onlardan daha Babil’in, görkemli tapınakları, surları ve kapı­
acımasız ve katı yürekliydiler. İmparatorluk- ları ile Eskidünya’nın en ünlü kentlerinden
lan savaşçı temeller üzerine kurulmuştu. Tut­ biri olmasını bu kral sağladı (bak. B a b il ). İÖ
sak aldıkları düşmanlarına acımasızca işkence 586’da Kudüs’ü ve Yahuda Krallığı’nı yerle
yaparlardı. bir edip, tutsak alman Yahudiler’i Babil’e
Bir çöküş döneminden sonra Asurlular götüren de odur (bak. NABUKADNEZAR).
eski güçlerine ve imparatorluklarına, olağan­ Kaide İmparatorluğu Fırat Irmağı’ndan
üstü yetenekli birkaç yönetici ile yeniden Mısır’a, Ermenistan’dan Arabistan’a kadar
kavuştular. Bunlann en büyüğü III. Tiglat- yayıldı. Bulunan binlerce çivi yazılı tabletten
pileser (yönetim dönemi İÖ 745-727) Suriye’ Babil İmparatorluğu’nun yükselme dönemi
deki Şam kentini aldı. Asur ordusunda bir üzerine çok ayrıntılı bilgiler edinilmiştir. Bu
general olan II Sargon (Şarrukin), İÖ 722 dönemde, sanatların yanı sıra, ticaret ve
yılında zorla tahta çıkarak İsrail’i işgal etti ve sanayi de gelişti. Ama bu gelişme çok uzun
30 bin İsrailli’yi sürgüne gönderdi. Sargon’un sürmedi. Nabukadnezar ölünce imparatorluk
oğlu Sinahheriba (yönetim dönemi İÖ 704- yeniden çökmeye başladı.
681), Yahuda Krallığı’m yenerek Kudüs’ü
talan etti, Babil kentini de, Asur yönetimine Çöküş ve Y ıkılış
karşı geldiği için baştan başa yıktırdı. Büyük Kiros (Kuruş) Pers İmparatorluğu’nu
Asurahiddina’nın (Asarhaddon) krallık dö­ İÖ 559-530 yıllan arasında kurdu. 539’da,
neminde (İÖ 680-669) Mısır zapt edildi ve Babil ülkesini ele geçirip imparatorluğunun
Asur İmparatorluğu en geniş sınırlanna ulaş­ bir eyaleti yaptı. Buna karşın, Babil gene de
tı. Son önemli kral Asurbanipal, İÖ 668 uzun bir süre kültürel kimliğini ve yaşama
yılında iktidara geldi. Düzenlediği çok sayıda biçimini korudu. Büyük İskender Pers İmpa­
sefere karşın, imparatorluğun birliğini koru­ ratorluğu’nu ele geçirdiğinde (İÖ 334-330)
yamadı. Mısır özgürlüğüne kavuşurken, Babil Babil kenti imparatorluğun zengin ve önem­
ile doğudaki dağlık bölgede bulunan Medler’ li bir parçası olma niteliğini sürdürüyordu.
in ülkesi Medya’da başkaldırılar görüldü. İskender’den sonra, Selevkos hanedanı dö­
Asurbanipal’in ölümünden 17 yıl sonra, İÖ neminde Babil ülkesi geleneklerinin bir bölü­
BABİL VE ASUR UYGARLIKLARI 253

münü korumayı başardı. Ama Selevkoslar


İÖ 311’de Babil kentinin kuzeyinde Seleukeia
adında bir başkent kurup Babil’de oturanları
buraya yerleştirdiler. Böylece, Babil ülkesi­
nin yüzyıllarca süren tarihi sona erdi.
Gene de Babil uygarlığının izleri yitip
gitmedi. Örneğin, çiviyazısı Hıristiyanlık’ın
başlangıcına kadar kullanıldı. Ama, o zamana
gelindiğinde Mezopotamya’nın pek çök kenti
çoktan ören yerine dönmüştü.

Sanat ve M im a rlık
Babilliler’le Asurlular, Sümerler’in sanatsal
ve düşünsel başarılarından büyük ölçüde etki­
lenmişlerdi. Sümerler gibi onlar da tapınak­
larını ve saraylarını güneşte ya da fırında
pişirdikleri çamurdan tuğlalarla yaptılar. Her
kentin ortasında yerel bir tanrının adına
kurulmuş tapınma merkezi vardı. Kent büyü­
yüp önem kazandıkça bu kutsal yer de gelişti­
rilip görkemli bir tapmağa dönüşüyordu. Ta­
pmak olarak kullanılan yapı, merdivenler ya
da eğimli yollarla çıkılan geniş bir düzleme British MuseumiMichael Holford

oturtulup yüksek bir kuleyle taçlandırılırdı. Sinahheriba İÖ 7. yüzyılda Yahuda K ra llığ ın ı yendi.
Resimdeki kabartma, bu savaşta Yahuda Krallığı'nın
Babilliler, bu tapmaklardan başka, büyük bir kentinin talan edilişini gösteriyor.
merdivenlerle döne döne tepelerine ulaşılan
yedi katlı kuleler yaptılar. Ziggurat adı veri­ vardı. Kentler, geniş caddeler öngören iyi
len bu kulelerin tepesinde, genellikle mavi düzenlenmiş planlara göre kurulup geliştirilir­
sırlı çinilerle kaplanmış küçük bir tapmak di. Su gereksinimini karşılamak için büyük su
bulunurdu. Kutsal Kitap’ta (Tevrat-İncil) sö­ kanalları yapılmıştı.
zü edilen Babil Kulesi’nin de bir ziggurat
olduğu sanılmaktadır (bak. B a b İL K u l e s i ). Din
II. Sargon’un Ninova yakınlarında yaptırdı­ Babilliler, eski halkların çoğu gibi birden
ğı görkemli sarayının bine yakın odası vardı. fazla tanrıya taparlar, tanrıları üzerine kuşak­
Sarayın hemen yanı başında dev bir ziggurat lar boyu anlatılan düşsel öykülere inanırlardı.
yükseliyordu. Sinahheriba, Ninova’da üç bü­ Bunların çoğunluğu Sümer kaynaklıydı. Ev­
yük saray yaptırmıştı. renin ve insanların yaratılışını konu alan
Asurlular ve Babilliler kamu yapılarını Sümer efsaneleri arasında Adem ile Havva
farklı biçimlerde beziyorlardı. Babilliler du­ öyküsüne benzer bir öykü de vardır. En uzun
varları renk renk sırlı tuğlalarla kaplarken, ve en tanınmış Sümer destanının kahramanı
Asurlular savaş, avcılık, din ya da saray Gılgamış, ölümsüzlük otunu bulmak için yola
yaşamı konulu sahneler oyulmuş kalın ve çıkar ve bu arayış sırasında bin bir güçlükle
yassı kireçtaşı ya da kaymaktaşı (albatr) karşılaşır. Serüven dolu yolculuğunun sonun­
dilimlerinden oluşan duvarları yeğlerlerdi. Bu da bulduğu otu, suların dibinden sinsice gelen
kabartma resimlerin çoğunda kral, sakalı ve bir yılan kayığından çalar. Bu öyküdeki ilginç
kıvırcık saçıyla belirginleşirken, çevresindeki yanlardan biri de Nuh Tufam’m anımsatan bir
bütün öbür insanlar birbirine benzeyen önem­ sel felaketinden söz etmesidir.
siz figürlerdir. Av sahneleri ise çok canlıdır. Sümer tanrılarının en büyüğü, Uruk kenti­
Asur tapınaklarının ve saraylarının kapıla­ nin tanrısı Anu, Babilliler’in en büyük tanrısı
rında insan başlı aslan ya da boğa heykelleri ise Babil kentinin tanrısı Marduk idi. Babil
254 BABUN

efsanelerinde Marduk ejderha Tiamat ile türü de babunlarla aynı cins içinde sınıflandı­
dövüşüp onu yener. Yeri, göğü ve insanoğlu­ rarak türlerin sayısını yediye çıkarırlar.
nu yarattığına inanılan Marduk’un yeryüzün- Babunlar dört ayak üstünde yürüyen ol­
deki temsilcisi kraldı. Marduk dışında toprak, dukça iri ve tıknaz yapılı hayvanlardır. Ya­
su, gökyüzü, Güneş ve Ay tanrıları gibi naklarının ağız boşluğuna rastlayan bölümün­
tanrılara da tapılırdı. Asurlular da büyük de, yiyecek doldurdukları geniş avurt keseleri
ölçüde Sümerler’in ve Babilliler’in dinleriyle bulunur. Burun delikleri uçta olan uzun,
tanrılarını paylaşıyorlardı. Ama, en büyük tüysüz ve dar burunları köpeklerinkine ben­
tanrıları, adını imparatorluğun başkentine zer. Köpekdişleri çok uzun, kolları ve bacak­
verdikleri Asur’du. Hem Babilliler hem de ları çok güçlüdür. Buna karşılık kuyrukları
Asurlular’ın baş tanrıçası ise Eski Yunanlı- Barnaby's
lar’ın aşk tanrıçası Afrodit’e çok benzeyen
İştar’dı.

Yazı ve B ilim
Sümer yazısı en eski yazıdır. Kil tabletleri,
üstüne yazı yazdıktan sonra pişirirlerdi. A r­
keolojik kazılar sırasında, bazıları 5.000 yıllık
olan binlerce tablet bulunmuştur. İlk yazının
işaretlerini resimler oluşturuyordu. Bu resim­
ler yavaş yavaş, Babilliler’in ve Asurlular’ın
kullandıkları çiviyazışma dönüştü. Bu yazı
biçiminde, kavramları belirtmek için köşeli
simgeler kullanılırdı. Bulunan tabletlerin üze­
rindeki yazılar din, matematik, yasalar, bilim
ve başka konulara ilişkindir. Asurlular’ın,
tarihlerindeki büyük olayları kayda geçiren
ilk halk olduğunu söyleyebiliriz. Şiirler ve dini
şarkılar da yazan Asurlular, yazdıkları tablet­
leri büyük kitaplıklarda sakladılar. Asurbani-
pal’in Ninova’da bulunan “tablet evi”nde,
değişik konuları içeren 25 binden fazla çivi-
yazısı tableti vardı.
Kaideliler, yıldızların ve gezegenlerin devi­
niminden geleceğin bilinebileceğine inanıyor­
lardı. Bu amaçla gökyüzünü incelerken astro­
nominin temellerini attılar. Kaideli sözcüğü
sonraları büyücü ve ermiş anlamlarında kulla­ Dişi bir babun ve yavrusu. Babunlar, bireyler
nıldı. Ekvatoru 360 dereceye bölmeyi ve arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin iyi örgütlendiği
kalabalık sürüler halinde yaşarlar.
yıldızların haritasını çıkarmayı da ilk kez
Kaideliler başardı. Geliştirdikleri ağırlık ve
ölçü sistemini daha sonra Yunanlılar ve Ro­ öbür maymunlarınki kadar uzun ve kavrayıcı
malılar da kullandı (bak. AĞIRLIKLAR VE Ö L ­ değildir; bu yüzden birçok maymun gibi
ÇÜLER). kuyruklarını ağaç dallarına dolayıp gövdeleri­
ni aşağı sarkıtarak duramazlar.
BABUN. Eskidünya’nın tropik bölgelerinde Babunlar bir ya da birkaç erişkin erkeğin
yaşayan Papio cinsinden beş tür maymuna önderliğinde, 200 kadar bireyden oluşan kala­
babun ya da babuin denir. Yalnız bazı uzman­ balık sürüler halinde yaşarlar. Dişilerden
lar dril (Mandrillus leucopheus) ve mandril daha iri ve güçlü olan erkekler, en büyük
(Mandrillus sphinx) adıyla bilinen iki akraba düşmanları olan parslara ve aslanlara karşı
BABUR 255

bütün sürüyü koruyabilir. Gövdeleri sert ve


kaba tüylü bir postla örtülü olan babunların
yüzleri, elleri, ayakları ve kaba etleri çıplak­
tır. Omuzlarını bir pelerin gibi saran uzun
tüyler yalnız erişkin erkeklerde bulunur. Dişi
babun yedi aylık bir gebelikten sonra genel­
likle tek bir yavru doğurur. Yavrusunu birkaç
ay kollarında taşıdıktan sonra sırtına oturta­
rak sürüye katılır ve iyice büyüyünceye kadar
yanından ayırmaz.
Babunlar Afrika’da, Sahra Çölü’nün güne­
yindeki bölgelerde ve Arabistan’da yaşarlar.
Daha çok otlaklarda, savanlarda ve kayalık
bölgelerde bulunan bu hayvanlara ormanlar­
da pek rastlanmaz. Hemen her şeyi yiyen
hepçil hayvanlardır, ama daha çok bitki kök­
leriyle beslendiklerinden ekinlere zarar vere­
bilirler. Yerfıstığı, meyve, böcek ve kuş yu­
murtaları da sevdikleri yiyeceklerdir. Yiye­
ceklerini elleriyle parçalayıp avurt keselerin­
de biriktirirler. Çok gürültücü hayvanlar olan
babunlar birbirleriyle haberleşmek için çok
çeşitli sesler çıkarırlar. Homurdanma, ciyak­
lama, haykırış ya da diş gıcırtısını andıran bu
seslerden her birinin değişik bir anlamı var­
dır. Örneğin köpek havlamasına benzeyen
haykırışları tehlike işaretidir. Haberleşmek
için ayrıca kuyruklarını da kullanan babunlar
eğitilmeye yatkın zeki hayvanlardır.
Babunların en irisi “çakma” yerel adıyla Anadolu Yayıncılık Arşivi
tanınan koyu renk postlu Güney Afrika babu- Babürname'öe yer alan "B abür'ün A vlanm ası"
nu (Papio ursinus), en küçüğü ise canlı Londra'daki British M useum 'dadır.
kızılımsı renkli Gine babunudur (Papio pa­
pio). Habeşistan babunu (Papio hamadryas) Fergana Hükümdarlığının başındaydı. Ba­
ise uzun yelesi ve kıpkırmızı çıplak kaba bür’ün çocukluğu, parçalanmakta olan Timur
etleriyle en ilginç türlerden biridir. Eski İmparatorluğu’nun iç kargaşalıklar ve savaş­
Mısırlılar kutsal babun adıyla da bilinen bu larla dolu yıllarında geçti. Henüz 11 yaşınday­
türe taparlar ve meyve toplaması için eğitir­ ken babasının ölümü üzerine 1494’te tahta
lerdi. çıktı. Hemen o günlerde amcası Semerkant
Hanı Ahmed Mirza ile dayısı Taşkent Hanı
BABÜR (1483-1530). Hint-Türk İmparator­ Mahmud Han, Fergana’yı ele geçirmek ama­
luğu’nun kurucusu olan Babür’ün asıl adı cıyla saldırıya geçtiler. Amca ve dayısının
Zahireddin Muhammed’dir. Aynı zamanda saldırısını püskürten Babür böylece ilk savaş
çağının en önemli şairlerinden ve usta nesir deneyimini ediniyor ve yaşamının savaşlarla
yazarlarından biri olan Babür’ün kendi yaşa­ geçecek dönemi başlıyordu.
mını anlattığı Babürname adlı yapıtı bu alan­ Amcalarının ölümünden sonra büyük dede­
da bir dünya klasiği sayılmaktadır. si Timur’un başkenti Semerkant’ı 1497’de
Cengiz Han’ın ve Timur’un soyundan olan kısa bir süre için ele geçirdi. Bu sırada Timur
Babür, Fergana’da doğdu. Babası Ömer Şeyh İmparatorluğu’nun iç çatışmalarından yarar­
Mirza, Hindukuş , Dağlan’mn kuzeyindeki lanan Özbekler gittikçe güç kazanmaktaydı­
256 BABÜR

lar. Özbek Hükümdarı Muhammed Şeybani yaşamında avlanmaya ve eğlenceye zaman


Han ile giriştiği mücadelede yenildi ve ikinci ayırmış; toplantılar düzenleyerek çağının en
kez ele geçirdiği Semerkant’ın yanı sıra Fer- büyük sanatçı ve düşünürleriyle tartışmaktan
gana da 1501’de elinden çıktı. haz duymuştur.
Babür daha sonra Pamir Dağlan’na çekildi. Devlet adamlığındaki başarısını her alanda
Göçebe bir yaşam sürerek bu dönemde ken­ göstermişti. Yaptığı girişimlerle artan tanm
disine yeni topraklar aramaya başladı. Hin­ üretimi açlıktan kınlmakta olan Hindistan
distan’ın ilginç tarihi ve çeşitli alanlardaki halkını besleyecek düzeye ulaşmıştı. Aynı
zenginliği Babür’ü kendisine çekiyordu. Hin­ dönemin Osmanlı padişahlarının (Yavuz ve
distan’ı ele geçirerek burada bir devlet kur­ Kanuni) askerlik ve yönetim deneylerinden
mayı tasarladı. Bu amaçla çevresine toplan­ yararlanmış, İstanbul’dan asker ve mimar
mış Türkmenler’den oluşturduğu 20 bin kişi­ danışmanlar getirtmişti.
lik orduyla Hindukuş Dağları’nı aşarak Babür’ün güzel sanatlara eğilimi ve ilgisi
1504’te savaşmadan Kâbil’i aldı. Burada baş­ vardı. Müzikle uğraşırdı. Ayrıca kendine
kenti Kâbil olan bir devlet kurarak ele geçir­ özgü bir yazış biçimi yaratacak kadar iyi bir
diği topraklan beraberinde gelen asker ve yazı ustasıydı (hattat). Edebi kişiliği ise en
beylere dağıttı. Özbekler’den kaçan Fergana göze çarpan özelliğiydi. Babür’ün edebiyatçı
ve Semerkant halkım da, Semerkant’ı yeni­ yönü savaşçılığından ve devlet adamlığından
den ele geçirme çabalan sonuçsuz kalınca daha üstündür denebilir.
buraya yerleştirdi. Babür’ün ünlü yapıtı Babürname ya da asıl
1505’te Sind kıyılarına kadar ilerlediyse de adıyla “Vekâyi” Çağatayca (Doğu Türkçesi)
Kâbil’de kanşıklıklar çıkınca geri döndü. ile yazılmıştır. Dilinin yalınlığı, üslubunun
Safevi Hükümdan Şah İsmail’den destek ala­ akıcılığı, betimlemelerin renkliliğiyle Babür­
rak 1511’de Maveraünnehir’e sefer düzenledi. name Türk edebiyatının başyapıtlanndan biri
Bu arada Safeviler’in Osmanlılar’a yenilmele­ sayılır. Bir özyaşamöyküsü olan bu yapıt
ri üzerine desteksiz kalınca geri çekildi. Babür’ün 11 yaşında tahta çıkışından, ölü­
1519’da Sind Irmağı’nı geçerek Pencap ile münden bir buçuk yıl öncesine kadar olan
Sehab arasındaki bölgeyi egemenliği altına zaman dilimini kapsar. Yapıtın özgünlüğünü
aldı. Kandehar’ı ele geçirdikten sonra 1524’te sağlayan en önemli özelliği büyük bir içtenlik­
Pencap’ı ve Lâhor’u, 1526’da da Panipat’ta le yazılmış olmasıdır. Babür gördüğü her
İbrahim Ludi’yi yenerek Delhi ve Agra’yı ele şeye büyük bir merakla yaklaşır, etkilendiği
geçirdi ve Hint-Türk İmparatorluğu’nu kurdu şeyleri açık seçik ve canlı bir anlatımla sunar.
(bak. H I nt -T ü r k İ m p a r a t o r l u ğ u ). Savaşmak kadar eğlenmeyi, edebiyatla, sa­
Babür 1530’da öldüğü zaman oğlu Hüma- natla ilgilenmeyi de önemsediği, bütün uğraş
yun’a büyük ama henüz kuruluş aşamasında ve ilgi alanlarına belirli zaman ayırdığı, yapı­
olan bir imparatorluk bıraktı. Vasiyetine uy­ tında açıkça görülür. Gittiği her ülkenin
gun olarak cenazesi Kâbil’e götürülüp gömül­ yeryüzü şekillerini ve iklimim, hayvanlannı
dü. Bu kentte bulunan görkemli türbesi toru­ ve bitkilerini, tarihsel ve doğal güzelliklerini,
nu Şah Cihan tarafından 1646’da yaptınl- halkın yaşama biçimini, inanç ve görenekleri­
mıştır. ni, kullandıkları araç ve gereçleri aynntılı bir
Babür, savaşçı bir hükümdar olmasına kar­ biçimde betimleyip anlatır. İnançlara ve din­
şılık ince yapılı, zeki ve zarif bir kişiydi. Kan lere hoşgörüyle yaklaşır. Babür yaptığı hiçbir
dökmekten, yakıp yıkmaktan hoşlanmaz, her şeyle övünmez, çoğu kez kendini eleştirir,
düzeyde insana alçakgönüllü davranır, bağış­ gerçeğe büyük bir saygıyla bağlıdır. Dostlan-
lamasına sığınan düşmanlannı bağışlamaktan mn kötü yanlannı anlattığı gibi düşmanlannm
geri kalmazdı. İyi bir komutan, ileri görüşlü üstün yanlannı da görür ve anlatır. Babürna-
bir devlet adamı ve yönetici, güçlü bir şairdi. me’nin Türkiye’de ilk çevirisi Reşit Rahmeti
Sağlam ve güçlü bir kişiliği vardı. Her şeyin Arat tarafından yapılmış ve 1943’te yayımlan­
yitirildiğine inanıldığı anlarda bile telaşlan­ mıştır. Çağatayca yazmış olduğu Aruz Risale­
maz, umudunu yitirmezdi. Savaşlarla dolu sind e Türkler’e özgü nazım türleri konusun­
BACH AİLESİ 257

da bilgiler verir. Babür’ün şiirdeki ustalığınımek üzere Lüneburg’a giden Bach, St. Mich-
ael okulu korosunda görev aldı. Bu arada
Divan'ı yansıtır. Sade, doğal ve içten bir dilin
egemen olduğu şiirlerinde Ali Şir Nevai’nin org çalışmalarını da sürdürürken, yörenin
etkisi görülür. Yer yer tasavvuftan etkilenen ünlü orgcularını dinleme fırsatı buldu. 1703’te
Babür’ün şiirinde günlük yaşamın izleri de Arnstadt’ta yeni kurulan St. Bonifatius Kili-
vardır. sesi’nde orgcu ve koro şefi olarak ilk önemli
görevine atandı. Meslektaşları yetenekli mü­
B A 8 Ü R İM P A R ATO R LU Ğ U bak. HİNT- zisyenler olmadıklarından, onlarla birlikte
TÜRK İMPARATORLUĞU. çalışmak Bach için pek kolay olmadı. 1705’te
bir müzisyenle kavga ederek, ona “inatçı
BACCHUS bak. D İ onysos . keçi” dediği için kilise yetkilileriyle başı derde
girdi. Ama aynı yıl, Danimarka kökenli ünlü
BACH AİLESİ. Alman müzisyen Johann org ustası Dietrich Buxtehude’yi dinlemek
Sebastian Bach, gelmiş geçmiş en iyi besteci­ üzere bir aylık izinle Lübeck’e gönderildi. Bir
lerden ve org sanatçılarından sayılmaktadır. söylentiye göre, Arnstadt’tan kalkıp 416 kilo­
17. ve 18. yüzyıllarda yaşamış olan Bach metrelik yolu yürüyerek, verilen bir aylık
ailesi, yedi kuşak boyunca 50’den fazla müzis­ izni üç aya çıkardı. Bu durum Arnstadt’taki
yen yetiştirdi. Almanya’nın Thüringen böl­ yetkililerin hoşuna gitmedi. Bunun üzerine
gesinde yaşayan müzisyenlerce çok iyi bilinen Bach 1707’de kilise orgcusu olarak Mühlhau-
Bach adı, zamanla “müzisyen” sözcüğünün sen’e gönderildi. Orada, kuzini Maria Barba­
yerine kullanılır oldu. J. S. Bach Ursprung ra Bach ile evlendi.
der musicalish-Bachischen Familie (1735; Bach Haziran 1708’de Weimar Dükü Wil-
“Müzisyen Bach Ailesi’nin Kökeni”) adlı helm Ernst’in orgcusu oldu ve saray müzis­
kitabında atalarının listesini verdi. yenliği görevine getirildi. O güne kadar üstün
Bu kitaptaki atalardan ilki Veit Bach (ölü­ yetenekli bir orgcu olarak tanınan Bach,
mü 1578), değirmencilik ve fırıncılıkla geçi­ klavyeli çalgılar için yazdığı ustalıklı ve gör­
nir, un öğütürken lavtaya benzer eski tür bir kemli yapıtlarıyla aynı zamanda besteci ola­
kitara (cittern) çalmaktan hoşlanırdı. Veit’ın rak ün kazanmıştı. Çalışmalarını Weirnar’da-
küçük oğlu Johannes (1550-1626), hem fırın­ ki ilk yıllarında da sürdürdü. En ünlü yapıtla­
cılık hem de kent müzisyenliği yapardı. Onun rından biri olan Re Minör Toccata ve Füg
oğlu Christoph (1613-61) Weimar, Erfurt ve (1709) bu yılların ürünüdür. Bach, aynı za­
Arnstadt’ta yalnızca kent ve saray müzisyenli­ manda İtalyan besteci Antonio Vivaldi’nin
ği ile uğraştı. Christoph’un ikiz oğullarından bazı yapıtlarını da klavsene uyarladı. 1714’te
Johann Christoph (1645-93) ise Arnstadt’ta saray orkestrası şefliğine getirilen Bach, her
gene babası gibi saray müzisyenliği yaptı. ay bir kantat (çalgı ve insan sesleri için
Öbür oğul Johann Ambrosius (1645-95), yapılan müzik) bestelemekle görevlendirildi.
Eisenach’da kent bandosunda çalıştı. Daha önce Mühlhausen’de dinsel kantatlar
Büyük Johann Sebastian Bach (1685-1750), bestelemişti; ama Weimar’da kaldığı yıllarda
Johann Ambrosius’un sekizinci ve en küçük üslubu köklü bir değişiklik geçiren Bach,
çocuğuydu. 21 Mart 1685’te Eisenach’da doğ­ daha çok din dışı konularda ve değişik kalıp­
du. Bach 10 yaşma geldiğinde ailesini yitirdi larda kantatlar yazdı.
ve yaşamını Johann Christoph’un (1671-1721) 1716’da Dük Wilhelm Ernst, Bach’m onu­
yanında geçirmek üzere, küçük bir kasaba runa birkaç kez konser yönettiği kuzeni ile
olan O hrdrufa gitti. Johann Christoph’tan kavga etti. Weimar’da müziğini geliştirme
org ve klavsen çalmasını öğrenen Johann olanağı kalmadığını anlayan Bach. Anhalt-
Sebastian, kardeşinin org çaldığı kilisenin Köthen Prensi Leopold’un sarayında müzik
korosuna katıldı. Keman çalmasını bu sıralar­ yönetmenliği görevini kabul etti. Ama Wei-
da öğrendiği sanılıyor. Johann Sebastian mar dükü başlangıçta Bach’ı bırakmak iste­
okulda da büyük başarı gösterdi. medi, üstelik onu bir süre için hapsettiyse de
1700’de 15 yaşındayken öğrenimini sürdür­ daha sonradan serbest bıraktırdı.
258 BACH AİLESİ

Köthen Sarayı’nın canlı havasında Bach, bir iş aramaya başladı. 1736’da Saksonya
koruyucuları ve meslektaşları ile uyumlu iliş­ seçici prensinin bestecisi olarak sarayda göre­
kiler kurarak, saray müziğine başarılı yapıtlar ve çağrıldı. Böylece, Dresden’e gidip Fransız
kazandırdı. Fransız ve İtalyan müziği tarzında ve İtalyan operalarını dinleme fırsatı buldu.
çok sayıda oda müziği besteledi. Bu dönem Yeni görevinde Bach, her pazar ayini ve
çalışmaları arasında, altı bölümlük Branden- sorumluluğu altındaki iki kilisenin büyük
burg Konçertoları (1721), viyolonsel için altı törenleri için dinsel kantatlar bestelemek
suit ve klavyeli çalgılar için 48 prelüd ve füg zorundaydı. Leipzig'de geçirdiği ilk beş yılda
bulunmaktadır. en az 150 kantat yazmış ve daha önce yazdık­
1720’de Bach'ın karısı Maria Barbara öldü. larından pek çoğunu da gözden geçirmişti. Bu
Kısa bir süre sonra da Prens Leopold evlendi. dönemde çalışmalarını kilise müziği ve kan­
Prensin yeni karısı müzikten pek hoşlanmı­ tatlar üzerinde yoğunlaştırdı; A z iz Yuhanna
yordu. Prensin sanata olan ilgisinin azalması Pasyonu ve A z iz Matta Pasyonu günümüze
Bach için bir hoşnutsuzluk kaynağı oldu. kadar ulaşabilmiştir. Bach, 1730’larda Leipzig
Bach 1721’de Köthen saray trompetçisinin öğrenci orkestrası Collegium Musicum’la ça­
kızı olan Anna Magdalena Wilcken ile ev­ lıştı, ama o dönem yapıtlarından hiçbiri günü­
lendi. müze ulaşamamıştır. 1730’larda ve 1740’larda
1723’te, Leipzig’deki St. Thomas Okulu daha çok klavyeli çalgılar için yazdığı beste­
yöneticiliği, meslek yaşamının son resmi göre­ ler arasında Piyano Alıştırması ve Goldberg
vi oldu. Bu görevi sırasında Bach, öğrencile­ Çeşitlemeleri bulunuyordu. Bu yapıtların yanı
rin eğitimi, kentin birkaç kilisesinde birden sıra koro için yazdığı ve en büyük bestesi
müzik yönetmenliği ve Leipzig kent konseyi­ sayılan Si M inör Missa, Bach’ın yaşam felse­
nin yemin töreni için beste yapmakla yüküm­ fesini yansıtan besteler olarak görülmektedir.
lüydü. Öğretmen, koro eğitmeni ve orkestra Besteci Si M inör Missa'mn büyük bir bölümü­
şefi olarak Bach hoşgörülü biri değildi. Bir nü eskiçağ müziğinden uyarlamıştır. Bach’ın
söylentiye göre, başarı gösteremedikleri za­ 1747’de Berlin’de, Prusya Kralı Büyük Fried-
man korodaki çocukları acımasızca döverdi. rich’in önerisi üzerine yazdığı görkemli füg,
Ayrıca gereksinimlerini karşılamakta gönül­ daha sonraki bestesi M üzik Arm ağanı' nın
süz davranan okul ve kent yöneticileriyle temelini oluşturdu. J. Sebastian Bach
arası açıktı. 1730’larda yoğun bir biçimde yeni 1749’da Füg Sanatı adlı yapıtını bestelediği sı-

18. yüzyıldan kalma bu oymabaskıda, Bach ailesi ile aynı dönemde yaşamış olan müzisyenler
görülm ektedir.
BACON 259

çalgılardaki yeteneği sayesinde Berlin’de,


Kral Büyük Friedrich’in sarayında klavsen
çalmaya başladı. Asıl görevi, usta bir flütçü
olan krala eşlik etmekti. C. P. E. Bach
klavsen için senfoniler ve konçertolar bestele­
di. Klavyeli çalgılar sanatı üzerine bir de kitap
yayımladı.
Johann Christian Bach (1735-82), J. S.
Bach’ın en küçük oğluydu. Babası öldüğünde
15 yaşındaydı; ilk müzik bilgisini ağabeyi Cari
Philipp Emanuel’den aldı. Johann Christian
İtalya’ya gitti ve orada ünlü İtalyan müzisyen
Padre Martini (Giovanni Battista Martini) ile
çalıştı. 1760’ta Milano Katedrali’nin orgcusu
oldu. İtalya’da bulunduğu dönemde daha çok
kilise müziği ve birkaç opera yazan Johann
Christian, aile mezhebi olan Protestanlıksan
ayrılarak Katolik oldu. 1762’de J. C. Bach,
çağrılı olarak Londra’ya gitti. Orada geniş
yankılar uyandıran bir konser dizisi gerçekleş­
tirdi. Bu konserler için, aralarında senfoniler,
klavyeli çalgılar için konçertolar ve oda müzi­
ği parçaları bulunan pek çok beste yaptı. O
Mansell Collection
Johann Sebastian Bach'ın, 1746'da ressam Elias
sıralarda tanıştığı, henüz çocuk yaştaki Mo­
Gottlieb Haussmann tarafından yapılan portresi. zart üzerinde de etkisi oldu. Konserler daha
sonra parasal çıkmaza girdi ve J. C. Bach,
ardında 4.000 sterlin borç bırakarak öldü.
rada kör oldu. 28 Temmuz 1750’de geçirdiği
göz ameliyatından birkaç ay sonra bu yapıtını BAC O N , Francis (1561-1626): Adalet baka­
tamamlayamadan Leıpzig’de öldü. nı, bilim adamı, deneme yazarı ve düşünür
Barok müziğin en büyük ustası sayılan Francis Bacon, birçok üstün yetenekli insanın
Bach, çağıryn müziğine yeni biçimler getirme­ yetiştiği bir dönemin önemli bir kişisiydi.
miş, ama var olan biçimleri yetkinliğe ulaştır­ Kraliçe I. Elizabeth döneminin önde gelen
mıştır. En çok da füg yazma tekniğiyle anım­ devlet adamlarından Sir Nicholas Bacon'ın
sanan Bach, karmaşık bestelerinde benzer oğlu olan Francis Bacon Londra’da doğdu.
müziği olan parçaları art arda çalınacak bi­ Cambridge Üniversitesi’ndeki eğitimi ve Lon­
çimde düzenlemiştir. dra’da Gray’s Inn’deki hukuk öğreniminden
Johann Sebastian Bach’ın iki evlilikten 20 sonra, o da siyasete atılmaya karar verdi.
çocuğu oldu, ama bunlardan yalnız dokuzu Kraliçenin gözdelerinden Essex kontu, Ba-
yaşayabildi. Avukatlık eğitimi gören en bü­ con’ı saraya takdim etti. Bacon kraliçeyi
yük oğlu Wilhelm Friedemann Bach (1710- memnun etmeye çalıştıysa da Elizabeth genç
84), babasının eğitimiyle parlak bir org sanat­ Bacon'dan hiçbir zaman hoşlanmadı ve ona
çısı oldu. Dresden ve Halle’de orgcu olarak güvenmedi. Daha sonra Essex kontu ihanet­
görev aldıysa da pek başarılı olamadı. Daha le suçlandığı zaman mahkemede onu suçlayan
çok kısa senfoniler ve geleneksel biçimlerde, raporu hazırlayan hukukçular arasında Bacon
hareketli oda müzikleri yazdı. Sonunda Ber­ da vardı.
lin'de yoksulluk içinde öldü. I. James döneminde Bacon meslek yaşa­
Cari Philipp Emanuel Bach (1714-88), J. S. mında çok daha başarılı oldu. Başarısında,
Bach’ın oğullarından en başarılı olanıydı. O kralın yetkilerinin artırılmasını savunan yazı­
da avukatlık eğitimi gördü; ama klavyeli larının da rolü vardı. Bu tutumu birçok
260 BACON

mak ve yeni konuları araştırmak konusunda


insanları yüreklendirmeye çalıştı. Önerdiği
bazı yöntemler ile astronomi, logaritma gibi
belirli konulardaki görüşlerinin yanlışlığı son­
radan kanıtlanmıştır. Ama, onun çalışmaları
17. yüzyıl İngiltere’sindeki bilimsel buluşlara
büyük bir atılım kazandırmıştır. Felsefi dü­
şüncelerinin gerçekleştiği düşsel bir adayı
anlatan kitabı Yeni Atlantis (Nova Atlantis',
1626), Bacon’ın ölümü nedeniyle yarım kal­
mış ama aynı yıl tamamlanmamış olarak
yayımlanmıştır.
Biraz da engin kültür ve zekâsından dolayı,
Shakespeare’in oyunları gibi şiirlerinin de
gerçek yazarının Bacon olduğu ileri sürüldü.
Ama Bacon’ın yazarlığı konusundaki bu tar­
tışmalar hiçbir zaman kanıtlanamadı. Oyunla­
rın kendi içlerinde, yazarının Bacon olmadı­
ğını gösteren yeterince kanıt olduğunu savu­
nanlar da oldu.

B AC O N , R o g er (yaklaşık 1220-1292). İngiliz


din adamı Roger Bacon, yaşadığı çağda kolay
kolay düşlenemeyecek birçok teknik gelişme­
National Portrait Gallery. Londra yi yüzlerce yıl öncesinden haber veren bir
Lordlar Kamarası başkanı, deneme yazarı, bilim “bilim kâhini”dir. Buharlı gemiler, trenler,
adamı ve düşünür Francis Bacon'ın adı bilinm eyen otomobiller, uçaklar, vinçler ve asma köprü­
bir sanatçı tarafından yapılm ış resmi.
ler Bacon’ın daha 13. yüzyılda müjdelediği
gelişmelerden yalnızca birkaçıdır. Bir arkada­
yargıcı ve Avam Kamarası üyesini öfkelendir­ şına yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
di. Bacon 1620’de Lordlar Kamarası başkanı “Gelecekte, bir tek kişi tarafından yönetilen
ve adalet bakanı oldu. Ama çok geçmeden, ve birçok kürekçinin çektiği bir tekneden çok
davalarına baktığı kişilerden hediye kabul daha hızlı yol alabilen büyük gemiler, deniz
etmekle suçlandı; yargılanarak suçlu bulun­ taşıtları ve bir canlının gücünden yararlan-
du. Her ne kadar kral onu bağışladı ve 40 bin maksızın inanılmaz bir hızla gidebilen araba­
sterlin para cezasını ödettirmediyse de, Bacon lar yapılacaktır.” Bacon’ın düşünceleri ve
bir daha hiçbir görev alamadı. Daha önce deneyleri çağının teknolojisini öylesine
Verulam baronu ve St. Albans vikontu olmuş aşıyordu ki sonunda onu büyücülükle suçla­
olan Bacon, yaşamının geri kalan bölümünü dılar.
Hertfordshire’daki St. Albans’da köşesine Bacon İngiltere’nin batısındaki Somerset’te
çekilerek geçirdi. ya da Gloucestershire’da doğdu. Oxford ve
Bacon birçok önemli kitap yazdı. İnsanlar Paris üniversitelerinde çağının temel eğitim
ve çağın gelenekleri üzerine yazdığı Deneme­ dilleri olan Latince ve Yunanca’yı, ayrıca din,
ler (Essayes; 1625) hâlâ en sevilen yapıtların- felsefe ve bilim yapıtlarını özgün dillerinden
dandır. Ayrıca, bazıları Latince oimak üzere okuyabilmek için İbranice ve Arapça’yı öğ­
felsefe ve bilim üstüne de kitaplar yazdı. Yeni rendi.
Organon (Novum Organum: 1620) ve Advance- Hemen hemen bütün ortaçağ bilginleri gibi
ment o f Learning (1605; “Bilginin Gelişi­ bir din adamı olan Bacon’a öğrencileri, engin
mi”) bunlar arasındadır. Bacon, doğanın bilgisi nedeniyle “her şeyin hocası” adını
araştırılmasında daha yetkin yöntemler bul­ taktılar. Öğrencilerine her zaman, yalnızca
BADEM 261

Aristo’nun ve öbür düşünürlerin yazdıklarıyla Badem ağacı ilkbaharda en erken çiçekle­


yetinmenin doğru olmadığını, bilginin kayna­ nen meyve ağaçlarından biridir. Bu nedenle,
ğına ancak deney ve araştırma yoluyla ulaşıla­ yaprak tomurcuklarından önce açılan beyaz
bileceğini söylerdi. Astronomi, simya, kimya ya da çok uçuk pembe renkli çiçeklerle
ve fizik konusunda kitaplar yazan, ders veren donanmış badem ağaçları seyrine doyum ol­
Bacon merceklerin büyütme özelliklerini ve mayan görüntüsüyle baharın habercisi sayılır.
kullanım yerlerini açıklamış, yıldızlardan ge­ Birkaç ay sonra bu güzel çiçeklerden açık
len ışığın Dünya’ya aynı anda ulaşmadığını ilk yeşil renkli ve üstü şeftali gibi tüylü küçük
kez o fark etmişti. Buna karşılık, kullanılan meyveler gelişir. Badem meyveleri ancak
takvimi geliştirmek üzere yaptığı çalışmalarda olgunlaşmadan önce, yani çağla halindeyken
başarılı olamadı. yenebilir. Çünkü olgunlaştığında meyvenin
Bacon, Kristof Kolomb’un doğumundan bu etli bölümü kayış gibi sertleşip yarılır ve
200 yıl önce, Dünya’nın düz değil yuvarlak içindeki tohum açığa çıkar. Bu arada tohum
olduğunu ve Avrupa’dan hep batıya doğru kabuğu da iyice sertleşmiş ve şeftalininki gibi
gidildiğinde Hindistan’a ulaşılabileceğini sa­ bir taş çekirdeğe dönüşmüştür. Bu yüzden,
vunmuştu. Barut yapımında da önemli ipuçla­ olgunlaşmış badem meyvelerinin yenebilen
rı yakalamış olmasına karşın, bu maddenin tek bölümü bu sert kabuğun içindeki tohum­
önemini yeterince kavrayıp bilgilerini değer­ lardır. Bol yağ, demir, kalsiyum, fosfor ve B
lendiremedi. vitaminleri içeren bu tohumlar ya ince zarı
1257-66 arasında hastalanarak birçok araş­ soyulup (badem içi ya da iç badem) çiğ olarak
tırmasına ara vermek zorunda kalan Bacon’ ya da kavrularak yenir. Ayrıca bademşekeri,
m, öğretileri yüzünden Kilise ile de arası bademezmesi ve acı badem kurabiyesi gibi çok
açılmıştı. O sıralarda İngiltere’de bulunan sevilen şekerleme ve tatlıların yapımında kul­
Papa IV. Clemens, hakkında çok şey duydu­ lanılır. Aslında bitkinin, tohumları acı ve tatlı
ğu Bacon’ın bazı yapıtlarını görmek istedi. olan iki çeşidi vardır ve yalnız tatlı bademin
Çalışmalarını yazma gereği duymadığı için (Prunus amygdalus dulcis ) tohumlan yenebi­
Papa’ya sunabilecek düzeyde bir yapıt verme­ lir. Çünkü acı bademin (Prunus amygdalus
miş olduğunu fark eden Bacoıı, bütün bilimle­ amara) tohumları prusik asit denen öldürücü
ri kapsayan ayrıntılı bir yapıt hazırlamaya bir zehir içerdiği için hem çok acıdır, hem de
başladı. 18 ay gibi kısa bir sürede Opus maius fazlaca yendiğinde insanı öldürebilir. Ama bu
(“Büyük Yapıt”), Opus minus (“Küçük Ya­ asit ayrıldığında geriye kalan hoş kokulu
pıt” ) ve Opus tertium (“Üçüncü Yapıt”) uçucu yağ (acı badem esansı) bazı yiyecek ve
adıyla üç kitap yazdı. içeceklere, örneğin acı badem kurabiyesine ve
Papa IV. Clemens’in ölümünden (1268) likörlere özel bir tat ve koku vermek için
sonra Kilise’yi çağdışı olmakla suçlayan Ba­ kullanılır. Ayrıca hem acı, hem tatlı badem
con 1277-79 arasında bir süre için hapse atıldı; tohumlarından çıkarılan bademyağı yumuşa-
ama yaşamının sonuna kadar yazmaktan geri
kalmadı.

BADEM. Gülgiller (Rosaceae ) familyasından


olan badem ağacı (Prunus- amygdalus) besle­
yici ve lezzetli tohumları için çok eskiçağlar­
dan beri insan eliyle yetiştirilir. Bitkinin
anayurdu Asya’nın güneybatısı, belki de Ana­
dolu’dur; ama bugün en büyük bademlikler
ABD’nin California eyaletinde ve Akdeniz
ülkelerinde bulunur. 6-8 metreye kadar boy-
lanabilen ağacın yaprakları uzun oval biçimli,
sivri uçlu ve kenarları testere dişi gibi tırtık­
lıdır.
262 BADMİNTON

tıcı olarak bazı merhemlerin ve krem, ruj gibi


kozmetik ürünlerinin bileşimine katılır.

BADMİNTON, raket ve özel, tüylü bir topla


oynanan bir oyundur. Oyuncular, ağırlığı
genellikle 140-155 gr kadar olan hafif raketler
kullanırlar. Tüylü mekik ya da kuş denen top,
küçük bir mantar parçasına takılmış, her biri
6,5 cm uzunluğundaki 16 kaz tüyünden olu­
şur. Kapalı alan oyunları için topun mantar
tabanı oğlak derisiyle, açık havadaki oyunlar
için ise lastikle kaplanmıştır. Plastikten yapıl­
mış badminton topları da vardır. Vuruşa bağlı
olarak badminton topu havada olağanüstü
hızlı gidebilir.
Badminton sahası dikdörtgen biçimindedir
ve bir fileyle (ağla) ortadan ikiye bölünmüş­
tür. Ağın her iki yanında, sağ yarı alan ve sol
yarı alan olarak ikişer alan vardır. Filenin her
iki yanında ikişer kişi olmak üzere dört
oyuncunun olduğu oyuna “çiftler karşılaşma­
sı”; filenin her iki yanında birer kişiden, iki
oyuncunun olduğu oyuna da “tekler karşılaş­
ması” denir. Çiftler için sahanın uzunluğu
13,4 metre, genişliği 6,1 metredir. Teklerde
ise sahanın genişliği 5,18 metre olur. Filenin
yüksekliği orta noktada 1,5 metre, direklerle Mike Powell/Allsport

birleştiği kenarlarda ise bundan 25 mm daha Badminton dünyanın her yerinde oynanır.
fazladır. EndonezyalI Liem Swie King 1985 İngiltere
Badminton Şampiyonası'nda.

B adm inton O yununun O ynanışı


Raket kullanılan öteki oyunların tersine, bad­ Badmintonda altı temel vuruş vardır: Bun­
mintonda topun yere değmeden karşılanması lar servis, uzun vuruş (bir servis çizgisinden
gerekir. Bu nedenle oyuncular uyanık olmalı öbürüne yapılan vuruş), plase (yukarıdan bir
ve çok hızlı hareket etmelidir. Çok sert bir vuruşla topu filenin hemen önüne düşürmek),
vuruştan yumuşak bir dokunuşa kadar deği­ smaç (yukarıdan aşağı doğru kuvvetli vuruş),
şen birçok vuruş türünde, ustalık göstermek sağ vuruş ve elin tersi öne doğru tutularak
için çok fazla olanak vardır. yapılan vuruş.
Oyunun başlangıcında, karşılıklı duran iki Eğer oyunu servisi atan oyuncu kazanırsa,
oyuncudan biri sağ servis alanında durarak bir sayı alır ve yeniden servis atar;
topu bir vuruşla ağın üzerinden karşı tarafa, eğer kaybederse servis atma hakkı rakibine
kendi sağ servis alanında duran rakibine atar. geçer. Servis hakkını kazanan oyuncu, oyunu
Buna servis denir ve bu vuruş topa alttan kazanmış olduğu için bir sayı kazanmaz, ama
vurularak yapılır. Rakip oyuncu topu bir servis kendisindeyken kazandığı her oyun ona
vuruşla karşılayarak geri gönderir. Top yere bir sayı kazandırır. 15 sayı yapan seti kazanır;
düşene, saha dışına gidene, ağa takılana ya da tek bayanlarda ise 11 sayı bir seti kazanmak
ağın altından geçene kadar iki taraf arasında için yeterlidir. Her oyuncu doğal olarak,
gidip gelir. Top ağa çarptıktan sonra hangi topu rakibinin karşılamakta en çok güçlük çe­
tarafın sahasına düşerse, o taraf kaybetmiş keceği bir yere atmak için elinden geleni
sayılır. yapar.
BAĞDAT 263

076m 3 96m 1-98m ı 198m 3-96 m 076m


I----T * çiftler için yan çizgi ~T~

tekler için yan çizgi

sol servis sağ servis


alanı alanı

orta çizgi orta çizgi


BADMİNTON RAKETİ

sağ servis sol servis


alanı

tekler için yan çizgi


alanı

«mmmm
çiftler için yan çizgi
------- 13 40m ---------- FİLE
B A D M İN TO N SAHASI

B ad m into nu n Tarihi değil, aynı zamanda Dicle Irmağfnm kıyısın­


Badminton oyunu adını, Beaufort dükünün da, Dicle ve Fırat ırmaklarının birbirine yak­
yaşadığı yerden, İngiltere’de, Gloucester- laştıkları son derece verimli bir ovanın orta­
shire’daki Badminton Malikânesi’nden almış­ sında olmasıdır.
tır. Oyun basit ve kaba biçimiyle ilk kez Bağdat’ın ünü İS 8. yüzyılda Abbasi Devle-
burada oynanmıştır. Başlangıçta oyuncak ra­ ti’nin başkenti olunca arttı. 2 milyona ulaşan
ketler ve toplar kullanılmış, file yerine de ipnüfusuyla dönemin en büyük kenti durumuna
gerilmişti. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte geldi. Binbir Gece Masalları ve Gemici Sin-
bu oyun ilk kez yaklaşık 1865’te oynanmıştı. bad öykülerinin kökeni Harun Reşid dönemine
Yıllar sonra, kuralları belirlenmiş düzenli biruzanır {bak. H a r u n R eşîD; B İn b ir G ece M a s a l -
oyun durumuna geldi. LARl). Bu dönemde ticaretin yanı sıra bilim ve
Oyunu ilk biçimiyle oynayanlardan bazıla­ sanat da gelişti. Bağdat çeşitli bilim dalların­
rı, İngiliz egemenliği altındaki Hindistan’a da bütün dünyaya öncülük etti; Bağdatlı
yerleşmiş ve badmintonun ilk kurallarını ora­ bilginler matematik, tıp, astronomi ve felsefe
da oluşturmuşlardır. İngiltere’ye döndükten alanlarında insanlığın o güne kadar edindiği
sonra ilk badminton kulüplerini kuranlar da bilgilerin Eski Yunan devletleriyle birlikte
bu kişilerdir. 1920’lere kadar oyun, İngiltere yok olmasını önlemeyi başardılar. Sonraları
ve Hindistan dışında yaygın olarak oynanmı­ bu bilgiler Avrupa’ya aktarılarak bilimin ve
yordu. Ama, o zamandan beri dünya çapında sanatın yeniden doğuşu olan Rönesans’ı ya­
çok sevilen bir oyun durumuna geldi. Malez­ rattı (bak. R ö nesans ).
ya ve Endonezya’da yıl boyunca açık ve Ne var ki, bütün bu ilerlemeler 1258’deki
kapalı sahalarda oynanan badminton, çoğu Moğol istilasıyla sona erdi. Cengiz H an’ın
ülkede kış boyunca kapalı alanlarda oynanır. torunu Hülagu Bağdat’ı aldıktan sonra Halife
Avrupa’da badminton mevsimi genellikle ka­ Mustasım’ı ve yakalanan hanedan üyelerini
sımdan marta kadar sürer. öldürttü. Moğollar’la başlayan bu yıkılış süre­
ci, 1534’te Osmanlılar’ın kenti ele geçirmesiy­
BAĞCILIK bak. Üzüm. le tamamlandı.
Bağdat, Dicle Irmağı’nın iki yakası boyun­
BAĞDAT Irak’ın başkentidir. 1921’de baş­ ca uzanır. Bugün modern bir görünüme sahip
kent olan Bağdat yüzyıllardan beri Ortado­ olan Bağdat’ta pek çok eski yapı vardır.
ğu’nun en önemli kentlerinden biri durumun­ Abbasi döneminden kalma Abbasi Sarayı ile
daydı. Bağdat kurulmazdan önce, gene aynı Halife Mustansır’ın 1232’de yaptırdığı medre­
yerde ya da yakınlarında önemli bir yerleşim se müze olarak onarılmıştır. Kâzımeyn’deki
merkezi vardı. Bunun nedeni, bu bölgenin 19. yüzyıl yapısı altın kubbeli görkemli cami­
yalnızca Ortadoğu’nun merkezinde, çölden si, kaldırım kahveleri ve pazar yerleriyle eski
geçen yolların doğal bir kavşağında yer alması Bağdat, kenti boydan boya kesen geniş cad­
264 BAĞIRSAK

ZEFA
Bağdat'taki eski bir cam inin görkem li kubbesi ile çağdaş m im ari örneği büyük kemer, eski ve yeni yapıların
iç İçel iğinin bir örneğidir.

deleri, çağdaş mimarlık örneği iş merkezleri BAĞ IRSAK. Karın boşluğunda, midenin alt
ve hükümet binalarıyla yeni Bağdat’la iç içe ucundan başlayıp dışkıların dışarı atıldığı anü­
yaşamaktadır. Sahip olduğu büyük havalima­ se (makata) kadar uzanan boru biçimindeki
nı ticaret merkezi olarak önemini artırmıştır. sindirim yoluna bağırsak denir. Başlıca iki
Ne var ki, İran ile Irak arasında 1980 ortala­ bölümden oluşan bağırsağın mideye açılan üst
rında başlayan ve 1988’deki ateşkese kadar bölümü incebağırsak, daha kalın ve kısa olan
süren Körfez Savaşı önemli kayıplara yol alt bölümü ise kalınbağırsak adıyla anılır. İn­
açmış, bu arada Bağdat, İran’ın füze saldırıla­ sanlarda incebağırsağm uzunluğu yaklaşık 6-7
rına uğramıştır. metre, kalmbağırsağınki 1,5-2 metre kadardır.
3.400.000 dolayındaki nüfusun hemen ta­ İncebağırsak da yukarıdan aşağıya doğru
mamı Müslüman’dır. sırayla onikiparmakbağırsağı (duodenunı),
BAĞIRSAK 265

boşbağırsak (jejunum) ve kıvrımbağırsak (ile- üç bölüme ayrılır. İnen kolon kann boşluğu­
um) denen üç bölümden oluşur. Aralarında nun en altına kadar indiğinde S harfine
kesin bir sınır olmayan bu bölümlerden her benzeyen bir kıvrım yapar; bu yüzden Yunan­
biri bir öncekinden biraz daha dardır ve ca S harfinin adıyla “sigmoit kolon” olarak
hepsinin kendine özgü bir kıvrılma biçimi anılır. Kalınbağırsağın anüse doğru dümdüz
vardır. Mideden gelen besinler önce onikipar- uzanan ve vücut dışına açılan son bölümüne
makbağırsağından, sonra incebağırsağın öbür de gödenbağırsağı, sonbağırsak, düzbağırsak
bölümlerinden geçerek kalınbağırsağa ulaşır. ya da rektum denir.
Kalınbağırsağın incebağırsakla birleşen ilk İncebağırsağın temel işlevi, midede başla­
bölümüne körbağırsak (çekum) denir. Kese yan sindirimin sürmesini ve besinlerdeki ya­
gibi geniş ve kısa bir bölüm olan körbağırsa- rarlı maddelerin bağırsak duvarından emilme­
ğın altında, bir ucu kapalı olan, öbür ucu sini sağlamaktır. Kalınbağırsak ise sindirile-
körbağırsağa açılan boru biçiminde ince bir meyen besin artıklarındaki suyu emer ve bu
uzantı vardır. Apandis denen bu uzantının artıkları dışkı biçiminde depolayarak vücut­
insanın sindirim sisteminde bilinen bir görevi tan atılmaya hazır duruma getirir.
olmadığı gibi, iltihaplanarak (apandisit) patla­ Mideden incebağırsağa geçtiğinde yarı sin­
ması da ameliyatla alınmasını gerektirir. Oysa dirilmiş durumda olan besinlerin tümüyle
tavşan gibi ot yiyen hayvanlarda apandis çok emilip özümsenebilmesi için çeşitli işlemler­
uzundur ve bitkilerdeki sert zarların sindiril­ den geçmesi gerekir. Bu işlemler enzim denen
mesine yardımcı olur. maddelerin {bak. E n z ÎM) ve safra ya da öd
Kalınbağırsağın körbağırsağı izleyen ve ko­ denen içsalgılann yardımıyla gerçekleşir. En­
lon denen asıl ve en uzun bölümü de çıkan zimlerin bir bölümü doğrudan incebağırsakta-
kolon, enine kolon, inen kolon olmak üzere ki salgıbezlerince üretilir, bir bölümü de
pankreasta yapılıp bağırsağa boşaltılır. Kara­
ciğerde üretilen safra ise safrakesesinde depo­
onikiparmak- lanır ve safrakanalı aracılığıyla onikiparmak-
bağırsağı bağırsağına akıtılır.
! ■ İnce ve kalınbağırsağın iç yüzeyleri mukoza
: ya da sümüksü örtü denen kaygan ve nemli
bir gömlekle kaplıdır. İncebağırsağın muko­
kolon zası parmaklık gibi yanyana uzanan çok sayı­
İM da kıvrımla engebelenmiştir. Bu kıvrımlar
İ P S İ! bağırsağın iç yüzeyinin alanım genişleterek
■# sigmoit koiort daha çok besinin emilebilmesini sağlar. Kalın­
apandis bağırsağın mukozasındaki kaba pili biçiminde
inceoach „ „ *'■ çıkıntılar ise sindirimi hemen hemen tamam­
__göden bağırsağı
dışzar
lanmış olan besinlerdeki fazla suyu ve tuzları
uzunlamasına emmeye yardımcı olur. Bağırsağın her iki
bölümündeki mukozaların altında, emilen be­
dairesel kas
sinleri vücudun öbür dokularına taşıyan kan
ve lenf damarları bulunur. Bağırsağın dış
mukoza
yüzeyi de ince, parlak ve saydam bir zarla
kaplıdır.
Besinlerin bu sindirim kanalı boyunca iler­
lemesini sağlayan bağırsak kasları iki katman­
dan oluşur. Bağırsağı bir daire gibi çevreleyen
incebağırsak
iç katman bu kanalın genişleyip daralmasını
sağlarken, dış katman da bağırsağın başlangı­
En üstte: Bağırsağın bölüm leri. cından bitimine kadar boydan boya uzanır.
Ü stte: İncebağırsağın enine kesiti. (Ayrıca bak. MİDE; SİNDİRİM.)
266 BAĞIRTLAK

B AĞ IRTLAK adıyla anılan 16 kuş türü, uzak­


tan akrabaları olan güvercinleri andırır. Ku­
zey Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya’nın kurak
bozkırları ile yarı çöllük bölgelerinde yaşayan
bu kuşlar, güvercin ve kumruları da içeren
Columbiformes takımı içinde Pteroclidae
adıyla ayrı bir familya oluşturur. Bağırtlaklar,
uzunlukları 20 ile 40 cm arasında değişen
tombul gövdeli kuşlardır. Ama bu görünüm­
lerinden beklenmeyecek kadar hızlı yürür ve
sivri uçlu kanatlarıyla hızla uçabilirler. Başta
tohum ve taneler olmak üzere bitkisel yiye­
ceklerle beslenir, sabah ve akşam saatlerinde
kalabalık sürüler halinde toplanıp göl ya da Science Photo Library
akarsu kıyılarından su içmeye gelirler. Tüyleri VietnamlI bir çocuğa, bazı m ikroplu hastalıklara karşı
genellikle açık boz ya da kahverengi olan bu bağışıklık kazanması için aşı yapılıyor.
kuşların iki türü Türkiye'de de yaşar.
En yaygın tür olan bayağı bağırtlak (Pteroc- dun kendini mikroplara karşı savunmasını sağ­
les orientalis) en çok İç Anadolu’da, ayrıca layan bu sisteme bağışıklık sistemi denir.
Güneydoğu Anadolu’nun batı kesimleri ile Mikropların vücuda girmesine ve yerleşme­
Doğu Anadolu’nun bazı yörelerinde dağılmış­ sine en elverişli yerler ağız, burun, akciğerler,
tır. Uzunluğu 35 santimetreyi bulan bu türde bağırsaklar ve derideki kesik ya da çatlaklar­
erkeğin başı ve göğsü açık boz, sırtı sarı ve dır (bak. HASTALIK). Mikroplar vücudun hangi
kahverengi karışımıdır. Dişinin açık sarı renk­ bölgesinde saldırıya geçerse, lenfosit denen
teki tüyleri de yer yer kara ve kahverengi bazı akyuvarlar da vücudu savunmak üzere o
tüylerle alacalanır. Bağırtlaklar da tıpkı gü­ bölgede toplanır. Lenfositler mikropların ya­
vercinler gibi tekeşlidir; çiftleşmek için seçtik­
pısındaki bazı kimyasal maddeleri tanıyabilir.
leri ilk eşlerini ölünceye kadar değiştirmezler.Antijen denen bu maddeleri tanıdıkları anda
Nisandan ağustosa kadar süren üreme mevsi­ da karşı etkili birtakım kimyasal maddeleri,
minde yerde sığ bir çukur kazarak yuva yani antikorları üreterek mikropları etkisiz
yaparlar ve dişinin bıraktığı ıki-üç yumurtanın kılabilir ya da yok edebilir. Makrofaj denen
üstünde ana ve baba sırayla kuluçkaya ya­ daha büyük akyuvarların görevi ise mikropla­
tarlar. rı “yutarak” sindirmektir. Yalnız mikropların
Daha çok Güneydoğu Anadolu’da, özellik­ değil, vücuda yabancı olan bütün katı parça­
le Urfa yöresinde yaşayan öbür türün adı cıkların yutularak etkisiz hale getirildiği bu
kılkuyruk bağırtlaktır (Pterocles alchata), Ay­ savunma yoluna fagositoz denir.
nı beslenme ve üreme davranışını gösteren bu Bazen hastalığın nedeni doğrudan mikrop­
tür, bayağı bağırtlağa çok benzer. Yalnız lar değil, bu küçük canlıların salgıladığı toksin
erkeğin kuyruğunun tam ortasındaki birkaç denen zehirli maddelerdir. Ama vücudun
telek (kalın tüy) iğne gibi incelerek uzamıştır;bağışıklık sisteminde, bu toksinleri etkisiz
türün adı da buradan gelir. kılmak üzere antitoksin denen karşı maddele­
ri üretebilen akyuvarlar da vardır.
BAĞ IŞIKLIK. Kızamık, suçiçeği gibi bazı Bulaşıcı ve mikroplu hastalıkların hepsi
bulaşıcı hastalıkları bir kez atlatanlar genel­ ayrı bir mikroptan ileri gelir. Bu, canlıların
likle aynı hastalığa bir daha yakalanmazlar. sağlıklı kalmasını güçleştiren büyük bir tehli­
Çünkü o hastalığa ilk kez yakalanıldığında, kedir. Neyse ki akyuvarların daha önce savaş­
vücut hastalığın etkeni olan mikrobu “tanı­ tıkları bazı mikropları tanıyabilen şaşırtıcı bir
mış” olur ve ikinci kez vücuda girdiğinde, ço­ “belleği” vardır. Yeni bir mikroba karşı anti­
ğalmasına ve hastalığa neden olmasına fırsat kor oluşturma süresi yaklaşık 10 gündür. Bu
bırakmadan bu mikropları yok edebilir. Vücu- arada hastalık etkisini sürdürür. Ama aynı
BAĞIŞIKLIK 267

mikrop ikinci kez vücuda girdiğinde akyuvar­ ba özgü antikorlar yalnız o mikroba karşı
ların “bellek hücreleri” bu mikrobu tanır ve etkilidir; çok yakın türden başka bir mikrop­
vücuda zarar vermesine zaman bırakmadan tan korunmayı sağlamaz. Oysa grip ya da
birkaç saat içinde yok eder. Artık o kişi bu soğuk algınlığı denen birçok hastalık çok
hastalığa karşı dirençlidir, yani bağışıklık benzer belirtiler göstermelerine karşılık ger­
kazanmıştır. Bir insanın (ya da herhangi bir çekte değişik mikroplardan kaynaklanır. Bu
memelinin), her biri değişik bir antijen üze­ yüzden gribe yakalanan bir insan bu hastalığa
rinde etkili olabilen 100 bin çeşit antikor karşı doğal bağışıklık kazandığını sanırken
üretebildiği sanılmaktadır. yeniden grip olabilir.
Akyuvarlar ile mikroplar arasındaki savaş İnsanların bazı bulaşıcı hastalıkları geçir­
genellikle mikropların vücuda girdiği bölge­ mekle o hastalıklara karşı direnç kazandıkla­
de, sözgelimi derideki bir kesiğin çevresinde rını gören bilim adamları, bu doğal bağışıklığı
başlar. Vücuda giren mikropların karşısına yapay yoldan yaratmanın çarelerini aradılar.
çıkan ilk engel, bütün dokularda bulunan kan Böylece, kişiye yapay bağışıklık kazandıran
ve lenf (akkan) gibi iki yaşamsal sıvıdır. Mik­ çeşitli bağışıklama yöntemleri bulundu. Bu
ropların saldırısına en çok uğrayan yerlerde, yöntemlerden birinin esin kaynağı yeni doğan
lenf düğümleri denen küçük, fasulye tanesi bebeklerdeki pasif doğal bağışıklıktır. Bebek
biçiminde oluşumlar bulunur. En çok boyun­ hazır antikorları nasıl annesinden alıyorsa, bir
da, koltuk altlarında ve kasıklarda olmak insan da bir başkasının üretmiş olduğu anti­
üzere vücudun birçok yerinde, içinden lenf korlarla belli bir hastalığa karşı korunabilir.
sıvısının geçtiği çok sayıda lenf düğümü var­ Pasif yapay bağışıklık ya da pasif bağışıklama
dır. Vücut mikropların saldırısına uğradığında denen bu yöntemde, at ya da koyun gibi bir
akyuvarlar bu düğümlerde toplanarak çoğa­ hayvana önce belli bir hastalığın mikrobu
lır. Bu yüzden akyuvarlar ile mikroplar ara­ verilir. Böylece hayvanın kanında o mikroba
sında savaş başladığında lenf düğümleri şişer. karşı bir antikor ya da mikrobun salgıladığı
Buna halk arasında “bezeler”in, yani salgı- toksinlere karşı bir antitoksin oluşur. Hayva­
bezlerinin şişmesi denirse de lenf düğümleri nın kanından alman ve hazır antikor ya da
gerçek anlamda salgıbezi değildir (bak. SALGI­ antitoksinleri içeren bu bağışık serum (antise-
BEZİ). rum) bir insana şırınga edildiğinde, insanı o
hastalığa karşı birkaç ay korur. Bu yüzden,
Doğal ve Yapay B ağışıklık etkisi kısa süreli olan pasif bağışıklama, daha
Yeni doğan bir bebeğin kanında, doğumdan çok yolculuğa çıkacak kişileri gidecekleri ya­
sonra karşılaşacağı bazı mikroplara karşı onu bancı ülkelerdeki salgın hastalıklara karşı
koruyabilecek birtakım antikorlar vardır. korumak için uygulanır.
Ama bebek mikroplarla hiç karşılaşmadığı Uzun süreli bağışıklık ise aktif yapay bağı­
için bu antikorları kendisi üretmemiş, anne­ şıklık ya da aktif bağışıklama yöntemiyle
sinden hazır olarak almıştır. Pasif doğal bağı­ kazanılır. Bu yöntemde vücuda antikor değil
şıklık denen bu savunma yolu bebeği bazı doğrudan hastalık mikrobu verilir. Ama bu
mikroplu hastalıklara karşı ilk anda koruyabi­ mikroplar ya öldürülmüş ya “zayıflatılmış”tır,
lir, ama aynı hastalığa karşı direnç kazandır­ yani etkisi azaltılmıştır. Bu yüzden mikrop
maz. Bu nedenle çocuk büyürken kızamık, vücutta hastalığa yol açamaz, ama üzerinde
suçiçeği gibi bazı bulaşıcı hastalıklara yakala­ taşıdığı antijen nedeniyle kanda antikor üreti­
nır ve bu kez bu hastalıkların etkeni olan mini başlatır. Tıpkı canlı ve etkili mikrobun
mikroplara karşı “kendi” antikorlarını ürete­ vücuda girmesiyle kazanılan aktif doğal bağı­
rek gerçek bir savunma mekanizması gelişti­ şıklık gibi uzun süreli korunma sağlayan bu
rir. Hastalığı geçirerek kazanılan bu doğal yönteme aşılama denir. Gerçek anlamda ilk
bağışıklığa aktif doğal bağışıklık denir. Bu aşıyı çiçek hastalığına karşı Edvvard Jenner
bağışıklık bazı hastalıklarda, örneğin kıza­ hazırlamış ve çiçek aşısından sonra birçok
mıkta uzun süreli, buna karşılık grip gibi bazı hastalığın aşısı bulunarak bu korunma yönte­
hastalıklarda kısa sürelidir. Çünkü bir mikro­ mi yaygınlaşmıştır (bak. Aşi; J e n n e r , E d w a r d ).
268 BAĞLAÇ

Bugün çocukların difteri, boğmaca, tetanos, bağlantı kurmaya, sıralama yapmaya yarar;
verem ve çocuk felci gibi bulaşıcı hastalıklara cümleler arasında konu ve anlatım bütünlüğü
karşı düzenli olarak aşılanması bütün gelişmiş sağlar.
ülkelerin önemle üzerinde durduğu konular­ Türkçe’de bağlaçlar yapı bakımından yalın
dan biridir. (kök durumunda; basit), türemiş, bileşik ve
öbekleşmiş bağlaçlar olarak dört kümeye ay­
B ağışıklık S istem i B ozuklukları rılır.
Bağışıklık sistemi yalnız hastalık yapıcı mik­ Herhangi bir ek almamış ya da bir sözcükle
roplara karşı değil, vücuda yabancı olan birleşmemiş, kök durumundaki ve, ama, ile,
herhangi bir maddeye karşı da harekete eğer, de, hem, yani gibi bağlaçlar birinci
geçebilir. Örneğin bazı insanların bağışıklık kümeye girer. İsim ya da fiil soylu sözcükler­
sistemi toz, kıl, deterjan, çiçektozu gibi ya­ den türemiş olan örneğin, üstelik, kısacası,
bancı maddelere aşırı tepki göstererek tıpkı gerçekten, anlaşılan gibi bağlaçlar ikinci kü­
mikroplara yaptığı gibi bu maddelere de savaş meye girer. Üçüncü kümeye giren öyleyse,
açar. Alerji denen tepkinin ve alerjik hasta­ yoksa, nitekim, sanki, oysa, kimbilir gibi
lıkların nedeni budur (bak. ALERJİ). bağlaçlar iki ayrı sözcüğün birleşmesinden
R o m a tiz m a m sı a rtrit gibi bazı h a sta lık la rd a oluşur. Bileşik bağlaçları oluşturan sözcükle­
ise bağışık lık sistem i v ü c u d u n k e n d i d o k u la rı­ rin her zaman bağlaç türünden olmaları ge­
n a sa ld ıra ra k z a m a n la d o k u la rı y ık ım a u ğ ra tır rekmez. Örneğin kimbilir bağlacındaki kim
(bak. A rtr İt ve R omatizma ). B u tip h a s ta lık ­ zamir, bilir ise bir çekimli fiildir. Sanki
lara özbağışıklık h a sta lık la rı d e n ir. bağlacı ise san fiil kökü ile ki bağlacının
Bundan 20 yıl kadar önce, doğrudan bağı­ birleşmesinden oluşmuştur. Dördüncü küme­
şıklık sistemine saldıran bir virüs tanımlan­ yi oluşturan öbekleşmiş bağlaçlar ise ayrı ayrı
mıştır. Bağışıklık sistemini çökerterek vücu­ sözcüklerin bir arada kullanılmasıyla oluştu­
dun bütün mikroplu hastalıklara karşı direnci­ rulur. Bu tür bağlaçlarda ya da. hem de gibi
ni kıran bu virüsün yol açtığı ölümcül hastalı­ bazen iki bağlaç yan yana kullanılır. Bazen de
ğa AIDS denir (bak. AIDS). nerde kaldı ki, değil mi ki örneklerinde
Bağışıklık sisteminin, vücutta çeşitli yollar­ görüldüğü gibi ki bağlacıyla birlikte bir bağlaç
la değişikliğe uğrayan ve denetimden çıkarak öbeği oluşur. Başka bir deyişle, sözün kısası,
aşırı çoğalmaya başlayan bazı hücrelere de bir bakıma gibi tamlamalar da bağlaç görevi
bekçilik ettiği sanılmaktadır. Bu tip hücreler yüklenebilir. Gel gelelim, ne bileyim, zorla
hemen tanınarak yok edilemezse kansere yol değil ya gibi bazı kısa cümleler de kalıplaşarak
açabilir (bak. Kanser ). Nitekim bazı kanser bağlaç niteliği kazanabilir. En yaygın bağlaç
tipleri, bağışıklık sisteminin bu denetimsiz öbeklerinden biri yinelemeli bağlaçlardır.
hücreleri yeterince erken tanıyıp yok edeme­ Bunlara ya...ya, hem...hem, ister...ister, ge­
mesinden kaynaklanır. rek:..gerek, ne...ne, ama...ama gibi bağlaçlar
İnsan ve hayvanlardaki bağışıklık olaylarım örnek gösterilebilir. Yinelemeli bağlaçlar ara­
inceleyerek hastalıkları önleyici ve tedavi sına bir ya da birkaç sözcük girer: uYa sen
edici sonuçlar çıkaran bilim dalına immünolo­ bize geleceksin ya birini göndereceksin”.
ji ya da bağışıklıkbilim denir. Eskiden tedavisi
bilinmeyen birçok ölümcül hastalık için iyileş­ Bağlacın Cüm le İçinde K ullanılm ası
me umudu yaratan immünoloji, biyolojinin Bağlacın eşgörevli ve eşdeğerli ya da birbiriyle
hızla gelişen dallarından biridir. ilgili öğeleri bağladığı duruma, “Kâmuran ve
Oktay aynı işte çalışıyorlardı; ama Kâmuran'
BAĞ LAÇ. Eş görevli ya da birbiriyle ilgili ın aylığı Oktay’ınkinden yüksekti” cümlesi
sözcük, sözcük öbeği, cümlecik ve cümleleri örnek gösterilebilir. Bu cümledeki bağlaçlar­
birbirine bağlayan sözcük türüne dilbilgisinde dan ve, ilk cümleciğin ortak yüklemli özneleri
bağlaç denir. Kendi başlarına anlamları olma­ olan eşdeğerli iki sözcüğü, ama bağlacı ise iki
masına karşılık bağlaçlar cümlenin çeşitli bö­ cümleciği birbirine bağlamaktadır. Her iki
lümleri arasında anlam ve biçim bakımından cümlecik de özne ve yüklemleri bulunan
BAĞLAMA AİLESİ 269

bağımsız birer cümledir. Ama bağlacı, bu iki Ki bağlacı, birleşik cümlelerde yan cümleci­
cümle arasında bir anlam ilişkisinin varlığını ği ana cümleciğe bağlamak için de kullanılır:
göstermektedir. “Dikkatle baktığımda gördüm ki yolda bir
Öznesi, yüklemi ya da tümleci ortak olan trafik kazası olmuş” .
cümlelerde, eşgörevli öğeleri bağlamak için Görüldüğü gibi bağlaçlar söyleyeceklerimi­
yinelemeli bağlaçlar da kullanılabilir: “Mahmut zi, anlatacaklarımızı ilgi ve önem sırasına
hem çalışıyor, hem müzik dinliyordu.''“Necla’nın koyarak birbirine bağlamamızı sağlamakta­
annesi de babası da 50 yaşındadır.’' dır. Böylece gereksiz yinelemelerden de kur­
“Coşkun hayvanat bahçesine gittiğinde ne tulmuş oluruz.
aslanları ne de kaplanları görebildi” cümlesin­
deki ne...ne ve ne de bağlaçları cümleye B A Ğ L A M A AİLESİ, Türk halk müziğinde
olumsuz bir anlam verdiğinden, böyle cümle­ kullanılan mızraplı çalgılardan oluşur. Bağla­
lerde yüklem olumlu durumdadır. Öte yan­ ma kendisine benzeyen cura, divan sazı,
dan, yüklemden önce, cümlenin taşıdığı bozuk, çöğür, bulgari, iki telli, tanbura,
olumsuz anlamı pekiştiren hiç, hiçbir, pek gibi meydan sazı gibi çalgılarla birlikte “bağlama
zarflar kullanılırsa yüklem olumsuz duruma ailesi” içinde yer alır.
geçer. Orta Asya kökenli bir çalgı olan kopuz
Bağlaçlar, aralarında anlam ilişkisi bulunan bağlamanın atası sayılır. Kopuz zamanla bi­
cümle öğelerini de bağlar. Bu duruma en sık çim değiştirmiş, bağlama dediğimiz çalgı orta­
olarak bağlı cümlelerde rastlanır. Örneğin, ya çıkmıştır. Anadolu’da daha da geliştirilen
“Kemal’in kitabı okumadığını sanıyordum, bağlama “tekne” ve “sap” olmak üzere iki
oysa yanılmışım” cümlesindeki oysa, böyle ana parçadan oluşur. Tekne bölümü karadut,
bir işlevi yerine getirmektedir. Bu tür cümle­ dut, kestane, gürgen gibi ağaçlardan oyularak
lerdeki cümleciklerin özneleri ayrı da olabilir. yapılır. Yarım armut biçiminde yapılan tekne­
“Babam üzülmemin gereksiz olduğunu söylü­ nin üstüne çok ince bir tahtadan yapılmış
yordu, nitekim bunun doğru olduğunu bir “göğüs” geçirilir. Tekne, gittikçe incelen uç
süre sonra anladım.” bölümünde ıhlamur, ardıç gibi hafif ve daya­
Bütün bu örneklerden anlaşılacağı gibi, nıklı ağaçlardan yapılan sapa bağlanır. Tekne
bağlaçlar cümle öğelerinin önünde ya da A n a Yayıncılık A rşivi
arkasında bulunabilir. Bazı bağlaçlar sıfat ya
da zarf olarak da kullanılabildiği için bu
durumları birbirine karıştırmamak gerekir.
“Ancak Ahmet bu işin üstesinden gelebilir”
cümlesindeki ancak, özneyi nitelediği için
sıfat görevindedir. “Bir saat önce gelmesi
gerekirken ancak gelebildi” cümlesinde aynı
sözcük zarf olarak kullanılmıştır; cümlenin
yüklemini zaman bildirerek nitelemektedir.
“İşlerimiz oldukça yoğundu; ancak kısa süre­ Tekne bölüm ü karadut, kestane, gürgen gibi
ağaçlardan oyularak yapılan bağlam anın alt eşikten
de bütün işleri bitirdik” cümlesinde ise ancak burguluğun ucuna kadar uzunluğu genellikle 35-100
sözcüğünün bağlaç olarak kullanıldığını görü­ cm arasındadır.
yoruz.
Bazı bağlaçların özel kullanımları vardır. ile göğsün birleştiği alt bölüme, “alt eşik” adı
Örneğin ki, de, ise bağlaçları, bazen özneyi verilen ve tellerin bağlandığı küçük bir yük­
pekiştirmek için kullanılır: “Sen ki bu kadar selti eklenir. Buraya bağlanan teller göğüs
bilgilisin, nasıl olur da bunu bilmezsin?” “Sen üzerinde, “orta eşik” adı verilen ve istendiği
de bu işleri bilirsin ya.” “Ben ise ancak bir zaman yerinden oynatılabilen bir yükseltinin
saat sonra eve gidebildim.” Son örnektekine üzerinden geçer. Sap üzerine Türk halk müzi­
benzer cümlelerde ise bağlacı özneyle bitiştiri- ğinin ses sistemine uygun ama yörelere göre
lebilir (ben ise yerine bense). az çok farklılık gösteren perdeler bağlanır.
270 BAHAMALAR

Sapın ucunda, 15° kadar geriye yatık olan çalgıdır. Genel olarak dört tellidir, iki telli
“burguluk” bulunur. Burguluk üzerine açılan olanları da vardır.
deliklere takılan burgulara da tellerin öteki
ucu bağlanır. Burgular telleri gererek ya da B A H A M A LA R . Batı Hint A dalan’nda Baha-
gevşeterek akort etmeye yarar. Sapın burgu- malar olarak bilinen adalar topluluğu, parla­
Iukla birleştiği yerde tellerin burgulara düzen­ menter sistemle yönetilen, bağımsız, bir dev­
li bir biçimde dağılmasını sağlayan sabit bir lettir (bak. Bati H int A dalari). ABD’nin,
“üst eşik” bulunur. Bağlamanın genellikle üç Florida eyaletinin güneydoğu kıyısı açıkların­
çift teli vardır. Az da olsa üçer üçer kümelen­ da yaklaşık 1.200 km boyunca uzanan Baha-
miş dokuz telden oluşanları da yapılmaktadır. malar, 700 dolayında ada iie 2.000 kadar key
Üst ve alt telleri çelikten, orta teller ise (kum adacığı) ve kaya sıralanndan oluşur.
pirinçten yapılır. Bir bağlama, alt eşikten
burguluğun ucuna kadar genellikle 95-100 cm
uzunlukta olur. Kiraz ağacı kabuğundan ya da BAHAMALAR'A İLİŞKİN BİLGİLER
plastikten yapılan küçük bir “mızrap” (ya da YÜZÖLÇÜMÜ: 13.939 km2.
tezene) ile çalman bağlamanın üst telleri NÜFUS: 245.000 (1987).
“mi”, orta telleri “re” alt tellen ise “la” sesine YÖNETİM BİÇİMİ: Bağımsız devlet; İngiliz Uluslar Top­
luluğu üyesi.
akort edilir. Yörelere ve çalınacak parçaya BAŞKENT: Nassau.
göre bu akort daha değişik de olabilir. Bağla­ COĞRAFİ ÖZELLİKLER: 30'unda yerleşim olan 700 dola­
ma ailesinde bağlamaya çok benzeyen iki yında mercanadadan ve 2.000'den fazla adacıktan
oluşan adalar topluluğu.
çalgı daha vardır. Bunlardan en küçüğü “cu­
EKONOMİ: Turizm, başlıca gelir kaynağıdır.
ra” adını alır. Boyu 55-60 cm uzunlukta olan EĞİTİM: 5-14 yaşları arasındaki çocukların okula devam
cura, perde sayısının azlığı ve sesinin inceliği etmesi zorunludur.
ile ayırt edilir. “Divan sazı” ise bağlamadan
biraz daha büyüktür. Genellikle uzun havala­
rın açışında çalınır. Uzun, dar ve alçak olan adaların en yüksek
Bağlama ailesinden “meydan sazı” divan noktasının deniz düzeyinden yüksekliği 100
sazından daha büyüktür. Tel sayısının çoklu­ metreden azdır. Mercan kayalıklarından olu­
ğu yüzünden “on iki telli” olarak da adlandırı­ şan Bahamalar, engin kumsalları, pırıl pırıl
lır. Sesinin kalınlığı ve gürlüğü, perde sayısı­ denizi ve masmavi gökyüzüyle kışları en
nın çokluğuyla ayırt edilir. Sesinin gürlüğü sevilen turistik yerlerdendir.
nedeniyle açık alanlarda ya da geniş yerlerde Adaların iki mevsimli yumuşak bir iklimi
çalınabilir. “Çöğür” tarihsel olarak kopuzla vardır. Büyük ölçüde Gulf Stream Akıntısı ile
bağlama arasında bir geçiş sazıdır. Günümüz­ Atlas Okyanusu meltemlerinin etkisi altında­
de kullanılmayan, unutulmuş bir çalgıdır. dır. Kasırga mevsimi temmuz ortalarından
Eski kaynaklardan bu çalgının divan sazına kasım ortalarına kadar sürer.
yakın büyüklükte, 15 perdeli ve altı ya da Bahamalar’da, aralannda gelinduvağı, yase­
dokuz telli olduğu anlaşılmaktadır. “İki telli”, min, orkide ve zakkumun da bulunduğu
Anadolu ve Balkanlar’da da kullanılan, bağ­ zengin bir tropik bitki örtüsü vardır.
lamadan biraz küçük eski bir çalgıdır. İki telli En sık rastlanan hayvanlar kurbağalar,
olduğu için bu adla anılmıştır. “Tanbura” ise kertenkeleler ve yılanlardır. Adalarda, arala­
bağlamadan biraz küçük altı telli bir çalgıdır. rında Bahamalar’ın ulusal simgesi olan fla­
Kullanılışı kolay olduğu için yaygınlık kazan­ mingonun da bulunduğu sayısız kuş türü
mıştır. Boy, tel sayısı ve perde düzeni bakı­ vardır.
mından bağlamaya çok benzeyen “bozuk” da Ticari değeri olan tek maden, buharlaşma
bu ailenin üyelerindendir. Ege ve Akdeniz yoluyla elde edilen tuzdur. Kömür, demir gibi
bölgelerinde yaygınlık kazanmıştır. Yunanis­ maden kaynakları yoktur. Bu yüzden, 700
tan’da “bozuki” adıyla tanınmış ve benimsen­ adanın yalnızca 30’unda yerleşim yeri kurul­
miştir. Daha çok Toros yörükleri arasında muştur. Nüfusun yarısından fazlası, ada gru­
çalman “bulgari” de cura büyüklüğünde bir bunun ortasında yer alan New Providence
BAHARAT 271

1973’te bağımsızlığını elde eden Bahama­


lar, İngiliz Uluslar Topluluğu’na üye bir
devlettir (b a k . İNGİLİZ ULUSLAR TOPLULUĞU).
İngiltere’yi temsil eden genel vali simgesel
bir güce sahiptir. Parlamento, bir senatodan
ve seçimle gelen 43 üyeli Yasama Meclisi’n-
den oluşur. Hükümetin başında başbakan
vardır.

B AH A R A T terimi Arapça’dan dilimize geç­


miş, “kokulu bitkiler” anlamında çoğul bir
sözcüktür. Ama zamanla bu özelliği unutul­
muş ve gerektiğinde sözcüğün sonuna Türkçe
çoğul eki eklenmesi “hoş görülebilir” bir
dilbilgisi yanlışı sayılmıştır. Öte yandan, eski­
çağlarda hemen bütün baharat çeşitleri doğu
ülkelerinden getirildiği için (bak. B a h a r a t
Y o l u ) , bitkiler ancak kurutulduktan sonra bu
uzun yolculuğa dayanabiliyordu. Bu yüzden
Adası üzerindeki başkent Nassau’da yaşar. taze olarak kullanılan kokulu bitkilere baha­
Halkın çoğunluğu Afrikalı kölelerin torunla­ rat denmez oldu. Bugünkü yerleşik kullanı­
rıdır. Nüfusun yaklaşık sekizde biri Avrupa mıyla baharat sözcüğü, tat ve koku vermesi
kökenlidir. Bahamalar’ın başlıca gelir kayna­ için yemeklere katılan taze soğan, sarmısak,
ğı turizmdir. Çoğunluğu ABD’den gelen tu­ maydanoz, dereotu gibi “baharlı” bitkilerden
ristler ve yakıt ikmali için uğrayan dev uçak­ çok bu bitkilerin kurutulmuş bölümlerinin
lar Nassau uluslararası havaalanını boş bırak­ adıdır.
mazlar. Bahamalar dış ülkelere petrol ürün­ Bitkilerin birçok bölümü, özellikle yaprak­
leri (ABD petrolünü işleyip satar), ilaç, ana­ ları, tohumları, çiçekleri, meyveleri, gövde
nas, domates, kerevit, hasır ve deniz kabukla­ kabukları ya da kökleri baharat olarak kulla­
rından yapılmış el işleri satar. nılabilir. Örneğin tarçın, Uzakdoğu’da yeti­
Bahamalar’ın keşfi, tarihte önemli bir olay­ şen bir ağacın kurutulmuş kabuğudur. Ana­
dır. Kristof Kolomb neredeyse Atlas Okyanu- son, kimyon, karabiber, kırmızıbiber, kişniş,
su’na yenik düşmek üzereyken, 1492 Ekim’in- küçükhindistancevizi, vanilya, kakule, sumak
de küçük adalardan birini görerek Yenidün- ve yenibahar çeşitli bitkilerin kurutulmuş ya
ya’yı bulmuş oldu. Kolomb bu küçük adaya da kurutularak öğütülmüş meyveleridir. Haş­
San Salvador adını verdi. Bahamalar’ın keş­ haş ve çörekotu tohumdur; ayrıca pastırma
finden sonra İspanyollar adalara yerleşmek çemeni, çemenotu ya da boyotu denen bir
için bir girişimde bulunmadılar ama düzenle­ bitkinin, hardal da hardal bitkisinin tohumla­
dikleri baskınlarla barışçı yerli halkı toplayıp rından hazırlanır. Karanfil, bahçelerimizi süs­
Hispaniola madenlerinde çalıştırdılar. Bu kö­ leyen çiçekli bitkiyle hiçbir akrabalığı ol­
le avı sonucu Bahamalar 17. yüzyıl ortalarına mayan tropik bir ağacın çiçek tomurcukları­
kadar neredeyse tümüyle ıssız kaldı. Daha dır. Safran da anayurdu Anadolu olan bir
sonra İngilizler’in işgaline uğrayan adalar, bitkinin çiçeklerindeki dişiorganların tepecik­
yarım yüzyıl kadar korsanların kalesi oldu. lerinden elde edilir. Zencefil ve zerdeçal, aynı
Bundan sonra 18. yüzyılda Amerikan Bağım­ adla anılan otsu bitkilerin toprakaltındaki
sızlık Savaşı sırasında Amerikalılar’ın Nassau’ köksaplarıdır (rizom). Nane, kekik, mayda­
ya yaptıkları bir deniz saldırısı ile 1781-83 noz, dereotu, adaçayı, biberiye, mercanköşk
yılları arasındaki İspanyol işgali dışında, Ba­ ve fesleğen (reyhan) gibi kokulu otların da
hamalar pek fazla şiddet ve karışıklığa sahne yaprakları baharat olarak kullanılır. Defne
olmadı. ağacının yaprakları ise özellikle balık ve et
272 BAHARAT YOLU

daki yemeklere tat veren baharatı, pahalı


olması nedeniyle ancak varlıklı kimseler satın
alabiliyordu. Kuşkusuz en önemli işlevi et ve
balık gibi kolay bozulabilen besin maddeleri­
nin uzun süre saklanmasını sağlayabilmesiydi.
Bu dönemde baharat Avrupa’ya iki ayrı
yoldan gelirdi. Bunlardan biri Orta Asya
üzerinden geçen İpek Yolu’ydu (bak. İPEK
YO LU ). Öbürü ise Hindistan ve Seylan'dan
(Sri Lanka) başlar, denizyoluyla ya Kızılde-
niz’deki Akabe Körfezi’nde ya Yemen kıyıla­
The H utchison Library
rındaki limanlarda ya da Basra Körfezi’nde
Çok kullanılan baharat çeşitlerinden bir öbek. En son bulurdu. Bundan sonra karayolu serüveni
tepeden başlayarak saat yönünde: Zerdeçal, kakule, başlar, baharat kervanlarla Fenike ve Filistin
çemenotu, kimyon, karabiber, kişniş ve kırm ızıbiber kıyılarına, Mısır’da İskenderiye’ye ve Kara­
(ortada).
deniz’e ulaştırıldıktan sonra gene denizyoluy­
la Avrupa’ya taşınırdı. Baharatın hemen he­
yemeklerine koku vermek için kurutulur. Bu men iki yılda tamamlanan bu tehlikelerle dolu
bitkilerin çoğu, özellikle yaprakları kullanılan güç yolculuğu boyunca izlediği yola Baharat
kokulu otlar, aynı zamanda tedavi edici özel­ Yolu (Cadde-i Baharat) adı verilmişti.
likler taşıyan şifalı otlardır (bak. ŞİFALI BİT­ Baharat Asya ya da doğu ülkelerinin ürü­
KİLER). nüydü. İÖ 3000 yıllarında Çinliler tarafından
Baharatın iştah açıcı ve damak zevkini başlatılan baharat ticareti daha sonra Arap-
artırıcı özelliğinden başka yiyecekleri bozul­ lar’ın elme geçerek gelişti. Bu kârlı alış­
maktan koruması da çok kullanılmasında verişi başkalarına kaptırmak istemeyen
önemli bir etken olmuştur. Et ve balığı soğuk Araplar yüzyıllarca baharatı nereden sağla­
hava depolarında ya da buzdolaplarında sak­ dıklarını gizlemişlerdi. Baharatın kanatlı yırtı­
lama olanağı bulunmadan önce, bu ürünler cı hayvanlarca korunan sığ göllerde ya da
ancak tuz ve baharata bulanarak bekletilebili- zehirli yılanlarla dolu vadilerde yetişen bitki­
yordu. Bolca baharat katılarak yoğrulmuş çiğ lerden elde edildiğini anlatarak dehşet uyan­
etin güneşte kurutulduğu zaman sucuk gibi dırırlardı. Böylece rakiplerinin cesaretini
lezzetli bir yiyeceğe dönüşmesi, birçok ülke­ kırarken öte yandan, bu tehlikeli ticaretin
nin mutfağında baharatın bugün bile vazgeçil­ karşılığı olarak fiyatları yüksek tutuyorlardı.
mez bir çeşni olmasını kolayca açıklar (bak. 10. yüzyıldan sonra Venedik, Doğu Akde­
AŞÇILIK). niz’e ulaşan baharat ticaretini yavaş yavaş
Her baharatın kendine özgü kokusu ve tadı ele geçirerek zenginleşmeye başladı. 13. yüz­
bileşimindeki uçucu yağlardan kaynaklanır. yılda Ortadoğu ticaretinde bütünüyle söz
Bu hoş kokulu yağlar yalnız yiyecek ve sahibi olan Venedik bu üstünlüğü 15. yüzyıl
içeceklere değil, tuvalet sabunlarına, kremle­ ortalarına kadar sürdürdü. Araplar’dan aldığı
re ya da merhem ve şurup gibi ilaçlara koku baharatı Avrupa’nın batısındaki ve kuzeyin­
vermek için de kullanılır. deki alıcı ve dağıtımcılara çok yüksek fiyatlar­
la satıyordu.
B AH A R A T YO LU. Başta beslenme olmak Ortadoğu’daki baharat ticaretinin kaynağı­
üzere birçok alanda kullanılan baharat çok nı bilen ama Venedik egemenliğini bir türlü
eskiçağlardan başlayarak uzun süre önemli ve kıramayan Avrupalılar 15. yüzyılın sonlarında
pahalı bir ticari mal olmuştur. Sümer, Asur, baharat üreten ülkelere doğrudan ulaşmak
Eski Yunan ve Roma’da ilaç yapımında, amacıyla yeni yollar aramaya başladılar. Mar-
dinsel törenlerde, kutsal yağ ve merhemlerin ko Polo gibi gezginlerin Uzakdoğu'ya yaptık­
hazırlanmasında çeşitli baharat kullanılırdı. ları geziler, baharat yetiştiren ülkeleri sır
Ortaçağ Avrupa’sında soyluların sofraların­ olmaktan çıkarmıştı. Bu yıllarda Osmanlılar
BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI 273

da özellikle her iki ticaret yolunu egemenlik­ ların birçoğunda da bahçecilik çok gelişmiş,
leri altına alacak biçimde yayılmaya başlamış­ sanat ve edebiyata girmiştir. Bu maddede
lardı. Sonunda Vasco da Gama 1498'de Ümit önce bahçe çeşitleri, bazı bitki türleri, bahçe
Burnu’nu dolaşarak Hindistan yolunu açtı. yapımı ve bahçecilik tarihi konularına değini­
Kristof Kolomb Batı Hint Adaları’na, Macel- lecek, bahçe mimarlığı ise bölümün sonunda
lan Güney Amerika'yı dolaşarak Doğu Hint anlatılacaktır.
Adaları’na vardı. Böylece baharat üreten
ülkelere yeni yollar açılmış oluyordu. Bunun Bahçe Ç eşitleri
bir anlamı da kuşkusuz, baharat ticaretinde Bahçelerin, evleri çevreleyen bahçeler, pen­
Venedik tekelinin kırılması ve Baharat Yolu' cere önlerinde uzun saksılarda oluşturulan
nun önemini yitirmesiydi. bahçecikler, iç bahçeler, seralar, sebze bahçe­
leri, bostanlar {bak. TARIM v e HAYVANCILIK),
BAHÇECİLİK VE BAHÇE M İM A R LIĞ I. Çi- yerel ve ulusal parklar (bak. P a r k ) , halka açık
çek, sebze ya da her ikisinin birlikte yetiştiril­ tarihi bahçeler, botanik bahçeleri (bak. B o t a ­
diği toprak parçasına bahçe diyoruz. Kısaca, n ik BAHÇELERİ) ile bitki ve çiçek üreten çeşitli

bahçe, insanların yararlanması ve hoşça vakit özel bahçeler gibi pek çok türü vardır.
geçirmesi için çiçek, sağlığa yararlı otlar, Bazı bahçeler düzenlenirken toprağın ba­
meyve, sebze, çalı ve ağaç gibi çeşitli bitkile­ taklık, ormanlık, tropik, kurak ya da kayalık
rin belirli bir düzen içinde yetiştirilmesine olmasına göre, o toprakta yetişmeye elverişli
ayrılmış alandır. Bahçecilik ise, bu ayrılmış bitkiler seçilir. Japon, Flaman, İngiliz bahçe
alanda bitki yetiştirmek ve bahçenin bakımını tiplerinde ise, özel bir ekim-dikım yöntemi
yapmak olarak tanımlanabilir. Eski uygarlık­ uygulanır. Bazı bahçelerde bir bitkinin deği-

Bir sebze ve meyve bahçesi. Meyve ağaçları duvar kenarına dikilm iş; sebze bölüm ünde soğanlar,
kamışlara tırm anan sırık fasulyeleri, seranın kenarına ekilmiş dom atesler ile dona ve zararlı böceklere karşı
korumak için bir bölüm ü plastik örtü ile kaplanmış yeşil salatalar.
274 BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI

Sardunya dallarından parçalar özenle kesildikten


sonra köklenmesi için toprağa daldırılır.

şik türleri ekilirken, bir başkasında mevsimlik


çiçekler ya da aynı çiçeğin iki ayrı rengi
yetiştirilir. Bahçe türlerinin bu çeşitliliği bah­
çeyle uğraşmanın çekici yanlarından biridir.

BAHÇECİLİĞİN TEMEL KURALLARI

1. Bahçeniz için toprağı iyi olan ışıklı bir


yer seçin.
2. Gevşeyip havalanması için toprağı çapa-
layın.
3. Toprağı doğal ya da kimyasal gübreyle
ya da başka uygun bitki besinleriyle karıştırın.
4. Toprağı, tırmıkla tarayarak taş ve yaban
otlarından temizleyip, inceltin.
5. Ekim yaparken uygulanması gereken
kuralları dikkatle izleyin.
6. Düzenli olarak su verin ve yaban otlarını
ayıklayın.
7. Zararlı böcekleri ve bitki hastalıklarını
denetleyin.
8. Çiçek, meyve ve sebzelerinizi sık sık
toplayın.

Üstte: Çilekler, kumlu topraklarla doldurulm uş


küçük saksılarda köklendirilerek çoğaltılır. Ortada:
Kendi bahçenizi yapmayı tasarlarken, ikli­ Soğan sürgünleri, soğanların iyice gelişmeleri için
aşağıya bükülür. A ltta : Patateslerden daha çok
mi, toprağın özelliklerini, su durumunu ve verim sağlamak için gövdenin çevresindeki toprak
kullanacağınız alanın büyüklüğünü göz önün­ yükseltilir.
de tutarak ekeceğiniz bitkileri seçmeniz gere­
kir. Çevredeki bahçıvanların ne yetiştirdikle­
rine bakın, önerilerini alın. Sonra kendiniz ne zı işler vardır. Toprakta büyüyen her şeyin
ekeceğinize karar verin. Çiçek mi dikmek hava, su, ışık ve besin gereksindiğini unutma­
istiyorsunuz, yoksa sebze mi? Bahçeyi süs­ malısınız (bak. FOTOSENTEZ; GÜBRE; TOPRAK;
leyen bitkiler mi, yoksa yararlı otlar mı? Y a p r a k ).
Seçtiğiniz bitkilerden başarılı bir bahçe En önemlisi, hemen, her şeyi birden yap­
oluşturmak için kolaylıkla yapabileceğiniz ba­ maya kalkmayın. İşe önce yöreye uygun
BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞ! 275

olduğunu bildiğiniz birkaç bitkiyle başlayın. Eski bir akvaryumdan da güzel bir bahçe
Bahçecilik kitaplarından, tohum katalogların­ yapılabilir. Bunun içine bukalemun, kerten­
dan ve bahçıvanlardan öğrenebileceğiniz bü­ kele ve böcek türünden küçük hayvanlar
tün bilgileri edinin ve öğrendikçe bahçenizi koyarak çekiciliğini artırabilirsiniz. Evde ya
büyütün Bitkilerinizden biri ölürse nedenini da okulda oluşturulan böyle bir bahçe eğlen­
mutlaka araştırın. celi ve eğitici gözlemler yapma olanağı sağlar.

Evde Düzenlenen Bahçeler Ekim


Bahçe için yeterli alanı olmayanlar, pencere En dayanıklı türler dışında, tohumlar don
önlerinde uzun ya da geniş saksılarda küçük tehlikesi geçmeden açık yerlerde ekilmemeîi-
bahçeler oluşturur; balkon, teras gibi yerler­ dir. Bazen kapalı yerlerde ekilen tohumlar,
de, kaplar içinde çeşitli bitkiler yetiştirirler. çimlenip biraz büyüdükten sonra dışarıya
Pencere önüne yerleştirilen çiçeklikler yerle­ alınırlar.
rine sağlam bir biçimde oturtulmalıdır. Ayrı­ Bahçede tohumların çoğu sıralar halinde
ca suyun süzülmesi sağlanmalı ve kaplar gübre fideliklere ekilir. Kural olarak, çaplarının iki
ile karışık ince toprakla doldurulmalıdır. Kimi katı derinlikte toprağa gömülürler. Üzerleri,
bitkiler güneş, kimileri de gölge istedikleri için yüzeyin nemli ve gevşek kaiması için ince bir
pencerenin baktığı yön önemlidir. tabakayla örtülür. Bu işlem çimlenmeyi ve
Ev içinde bitki yetiştirmek için terraryum filizlerin büyümesini kolaylaştırır. Bazı to­
denen akvaryum benzeri cam ya da plastik humlar toprak ısınmışsa üç ya da dört günde
kaplar da kullanılabilir. Toprağa şişe içinde çimlenirken, bazılarının çimlenmesi bir h a fta
ekilen küçük bahçeler de bunlara benzer. Bu ya da daha uzun bir süre alabilir
tür bahçeleri yaşatabilmek için sabır ve bakım Herhangi bir tohum çimlendiğinde, yeni
gereklidir. Bitkiler sıcaktan kavrulabileceği filiz bakım ister. Bu, bir bitkinin y a şa m ın d a
için fazla güneşte kalmamalı; nem oluşmama­ en önemli dönemdir. Sulanmazsa bitkicik
sı için de bu tür bahçelerin üstü çok sıkı ölebilir.
kapatılmamalıdır. Bazı fidelerin başka bir yere aktarılması

Bahçıvanın ideal toprağı, hum us (bozulmakta olan bitki artıkları) bakım ından hayli zengin olan kil ve kum
karışım ıdır. Ekimden önce taşlar tırm ıkla ayıklanır ve toprak yeniden bellenir. Fidelik için çok ince toprak
isteniyorsa eiek kullanılabilir.
276 BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI

koîay değildir. Bu yüzden haşhaş, kabakgil­


ler, fasulye, bezelye ve muhabbetçiçeği gibi
bazı tohumların büyüyecekleri yere ekilmele­
ri gerekir. Eğer bitkiler birbirlerine çok yakın
ekilmişlerse seyreltilmeleri ve yetiştirme ku­
rallarına uygun aralıkta olmaları sağlanma­
lıdır.
Renk katmak için, tohumdan büyüyen bitki­
lerin arasına soğanlı bitkiler dikilebilir.
Glayöl ve yıldızçiçeği soğuk sevmedikleri için
baharda, toprak ısındığı zaman ekilmelidir.
Lale ve nergis gibi dayanıklı soğanlar sonba­
harda dikilir, kışın kök salar, ilkbahar başla­
rında da çiçek açarlar. Soğanlar, toprağa
kendi boylarının yaklaşık üç katı derinliğinde
gömülür. (Ayrıca bak. AŞILAMA; BİTKİ; BUDA­
MA; SERA; TARIM T A R İH İ.)

Bahçe Araç ve Gereçleri


Bahçe malzemesi satan mağazalarda, bahçe- ||

Bir çim alanın bakımı ve korunm ası: Resimde


görüldüğü gibi bir çatalla alanın yüzeyini hafifçe
delerek toprağı havalandırın (üstte solda). Bir çim
tırm ığ ı ile öiü otları ve yapraklan tem izleyin (üstte
sağda). Büyüme mevsiminde çim leri düzenli olarak
biçin.

ciliği kolaylaştırmak için bulunan araç ve


gereçlerin pek azı gerçekten gereklidir. Bah­
çıvan beli, çatal, tırmık ve çapa belli başlı
bahçe araçlarıdır. Bahçıvan belinin pek çok
çeşidi vardır. Bunlar kazma işlevi görür;
toprağı kolayca yarabilmeleri için kenarları
pürüzsüz ve keskin olmalıdır. Dört dişli çatal
ve yaba da bahçecilikte kullanılan gereçler­
dendir. Yaprak ve gübre gibi maddelerle çalı­
Toprağınızı eleyerek havalandırdıktan sonra,
havanın iyi olması koşuluyla, tohum ları ekmeye şırken, diş sayısı daha fazla olan, beş ya da altı
başlayabilirsiniz. Önce bir çubuk kullanarak sığ bir dişli çatal kullanılır. Tırmıktan, toprağı dü­
delik açın. Düz bir çizgi sağlamak için gerilm iş bir ip zeltmek ya da yaprak ve kesilmiş otları topla­
kullanabilirsiniz. Bitkilerin sıkışmasını önlem ek için
tohum lar seyrek olarak ekilm elidir. Tırm ık kullanarak
mak için yararlanılır. Çeşitli tipleri olan çapa,
deliğin üstünü toprakla kapattıktan sonra, üzerine yaban otlarını kökleriyle birlikte çıkarmaya
bastirarak yüzeyi sağlam laştırın. ve toprağı altüst etmeye yarar.
BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI 277

Geniş bir çim alanı varsa, çim biçme


makinesi gerekebilir. Küçük alanlar içinse
çim makası yeterlidir. Çalı kesme makasının
bıçakları çim makasına göre daha kalın ve
tutma yeri daha güçlüdür.
Bahçıvan, tohum ya da bitkileri sebze
bahçesindekiler gibi düzgün sıralar halinde
ekmek istediğinde, iki ucunda toprağa sok­
mak için metal ya da ağaç sopalar bulunan bir
ip kullanır. İpi gerip düz bir çizgi oluşturduk­
tan sonra bahçıvana bu çizgiyi izlemek kalır.
Tahta ya da metalden yapılmış havuç biçimin­
de küçük bir araç olan dikelek, fide ya da
soğanları ekerken toprağa delik açmak için
kullanılır. Daha büyük fideleri dikmek içinse
kepçe biçiminde, kısa saplı bir el küreği
gerekir. Ağaç ya da çalıların budanmasında
budama makaslarından yararlanılır.
Metal gereçler, kullanıldıktan sonra temiz­
lenip yağlanarak kaldırılmalıdır. Kesici gereç­
ler zaman zaman bilenmeli ve saklanmadan
önce yağlanmalıdır.
Bahçe araç ve gereçleri arasında, hortum
ya da sulama kovası, el arabası, sepet, çamur­
lu zeminler için lastik çizme ya da kalın
ayakkabılar, elleri korumak ve temiz tutmak
için bahçe eldivenleri de sayılabilir.
Elektrik, benzin ya da pille çalışan çağdaş
araçlar pahalıdır ama zaman kazandırır ve
işleri kolaylaştırır. Mekanik kazıcı ve tırmık­
lar büyük sebze bahçelerinde çok yararlıdır.
Budama ve kesmede kullanılan elektrikli
araçlar, otların ve dikenli çalı gibi yabanıl
arsız bitkilerin gelişmesini önler, motorlu
makaslar da çit ve çalıları kesmede kullanılır.
Çok sayıda ağacı olan bir bahçıvana elektrikli
testere gerekebilir.
Bahçe gereçleri arasında şunlar da sayılabi­
lir: Tohumları yapay ısı ile erken çimlendir­
mek için kullanılan elektrikli ısıtıcılar, çim
sulama fıskiyeleri, toprak türünü saptayan
gereçler, fide torbaları, toprağı ısıtma ve genç

Üstte: Sırik ve dallarla desteklenmiş sırık fasulyeleri


(solda) ve bezelyeler (sağda). Ortada: Tel örgüyle
kuşlardan korunm uş bektaşiüzümü. A ltta : Yaprak
biti saldırısına uğram ış bir gül tom urcuğu ve
böceğin büyültülm üş görünüm ü. Sık rastlanan
zararlılardan sümüklüböcekler, salyangozlar ve
tırtıllar. Korkuluk kullanmak, ürünleri aç kuşlardan
korumak için geleneksel bir yöntem dir.
278 BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI

bitkileri korumada kullanılan cam ya da veriyor, görüntüleri ve sesleriyle insanların


plastik örtüler. Ayrıca yaban otlarını ve bö­ dinlenmelerini sağlıyordu.
cekleri öldüren ilaçlar, sıvı ve katı bitki besin­İlk bahçeler, genellikle din ile bağlantılıydı.
leri, açgözlü kuş ve tavşanları uzak tutmaya Eski Mısır, İran, Yunanistan ve İtalya’da,
yarayan tel ve ağlar da bahçeler için gerek- tanrıların kutsal korularda gezindikleri düşü­
lidir. nülürdü. Bu nedenle, tapınaklar ve türbeler
genellikle, bahçelerle çevrilirdi. Kutsal Ki-
Tarih tap’ın (Tevrat-İncil) ilk bölümünde Adem ile
İlk bahçeler besin sağlamaktan çok zevk içm Havva’nın Cennet (Aden) bahçesinde yaşa­
oluşturulmuş ve büyük bir olasılıkla İÖ 3000 dıkları, Tanrı’nın akşam serinliğinde bahçede
sıralarında, Mezopotamya’da (bugünkü Irak) yürüdüğü anlatılır. Kuran’da da Cennet bir
ilk kentlerin kurulduğu dönemde ortaya çık­ bahçe olarak betimlenmiştir.
mıştır. Eski bahçeler üzerine bütün bilgimiz Çin ve Japonya’da doğaya tapılırdı. Bahçe­
günümüze kalan sanat yapıtlarına, yazılı bel­ ler de, doğanın düzeni içinde insanların ken­
ge ve tarih kayıtlarına dayanmaktadır. Çin dilerini yansıttıkları küçük dünyalar olarak
İmparatoru Shen Nong İÖ 280Ü’de şifalı (sağ­ özenle düzenlenirdi.
lığa yararlı) bitkiler üzerine bir derleme yap- Eski Mısırlılar duvar resimleri ve resimyazı-
mıştır. Girit Adasfndaki Knossos Sarayı’nda larında (bak. HİYEROGLİF) bahçeleriyle ilgili
yaklaşık İÖ 2200’de yapılmış duvar resimle­ ayrıntılı bilgiler bırakmışlardır. Mısır bahçele­
rinde zambaklar, süsenler, yaban gülleri ve rinde üzüm ve incir ağaçları, palmiye, ılgın ve
başka çiçekler yer almaktadır. akasyalarla çevrili gezinti yolları, nilüferlerle
İlk bahçeler toprağı verimli, suyu ve güneşi kaplı havuzlar, sebze ve çiçek yetiştirilen ge­
bol yerlerde düzenlenmişti. Bu sıcak yöreler­ niş alanlar vardı. İÖ 1420’den kalma bir me­
de gölge isteyen insanlar için ağaç çok önem­ zar resminde, bitkileri sulayan, ağaçları buda­
liydi. Bahçelerindeki havuz ve çeşmeler (bak. yan ve günümüzdekilere çok benzer bahçe
ÇEŞM E), kanallardaki sular nem ve serinlik araçları kullanan bahçıvanlar görülmektedir.

British Museum

İÖ 1400 dolaylarında
M ısır'da Teb kentinde
ekili bir bahçeyi gösteren
bir resim. İçinde
balıkların ve kuşların
olduğu havuzun
çevresinde meyve ağaçları
bulunm aktadır.
BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI 279

Günümüze kalan en eski bahçe planı İÖ 1400 örnek olmuş geometrik biçimli çiçek tarhları
sıralarında yapılmıştır. Plan, Teb kentinde bir düzenlenirdi. İspanya’daki Elhamra Sarayı’
evi çevreleyen büyük bir bahçeyi ve bu bahçe­ mn güzel bahçesi Mağribi zevkinin bir örne­
deki kapalı alanları, ağaçlı gezinti yollarını ve ğidir (bak. E l h a m r a S a r a y i ).
içinde su kuşları bulunan dört havuzu göster­ Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden son­
mektedir. ra, Hıristiyan Avrupa’sında bahçecilik sanatı­
Dünyanın Yedi Harikası arasında Babil’in nı sürdürmek manastırlarda yaşayan rahiplere
Asma Bahçeleri de yer alır. Bunlar, İÖ 600 kalmıştır. Bu dönemdekilerin bir benzerini,
sıralarında Kral II. Nabukadnezar’ın yaptırdı­ günümüzde papanın Vatikan’daki bahçelerin­
ğı kenarları yaklaşık 120 metre uzunluğunda de görmek olanaklıdır. İlaç yapımında kulla­
olan kare alanlardı. Gerçek anlamda asılı de­ nılan şifalı bitkiler, rahiplerin özel ilgi alanıy­
ğillerdi. Birbiri üzerine yerleştirilen taraçalar, dı. Ortaçağın güvensiz ve tehlikeli ortamında
yükseldikçe bir piramit biçimini alıyordu. Ta- bahçecilik, kilise ve manastır avluları ve şato­
raçalarda taşıyıcı olarak çok büyük taş kirişler ların küçük bahçeleriyle sınırlı kalmıştı. Bura­
ve taş sütunlar kullanılmış, tabanları su sızdır­ larda meyve, sebze ve üzüm yetiştirilirdi. 15.
mayacak bir biçimde saz, zift ya da katranla yüzyılda Rönesans’ın getirdiği görece güvenli
kaplanmıştı. Üzerleri toprakla doldurulmuş, ortamda, şatoların koruyucu işlevleri ortadan
ağaçlar ve çiçekler dikilmişti. Bahçenin tümü kalktı. Şatolar, çevrelerinde geliştirilen bah­
Fırat İrmağından tulumbalarla çekilen suyla çelerle güzel ve gösterişli malikânelere dönüş­
sulanıyordu. tü. Kenarlarında, dalları yukarda birleşen bo­
İÖ 550-330 arasında yaşamış olan Persler’in dur ağaçlann sıralandığı uzun gezinti yollany-
bahçelerinde ağaçlıklı yollar, birbiri ardına sı- la, İtalyan tarzı yeni bir bahçe türü ortaya çık­
ralanân fıskiyeli havuzlar vardı. Eski Yunan tı. Bu bahçeleri ilginç desenli çiçek tarhları
uygarlığı, yukarıda anlatılanlardan daha fark­ süslüyordu.
lıydı (bak. ESKİ UYGARLIKLAR). Toprakları da­ Fransızlar, İtalyan bahçe tasarımından etki­
ha verimsiz ve suları daha azdı. Buna karşın lendiler ve bahçe düzenlemesine bir odayı dö­
çok sayıda meyve ağacı diktiler, kalabalık şer gibi ya da bir sanat yapıtını tasarlamışcası-
kentlerde halka açık bahçeler yaptılar. Sok- na yaklaştılar. Fransız Kralı XIV. Louis döne­
rat ve Platon gibi Yunan filozofları derslerini minde kralın bütün Avrupa’yı denetimi altına
halk bahçelerinde ve kutsal koruluklarda ve­ alma isteğini vurgulayacak bir biçimde, bah­
rirlerdi. Homeros’un Odysseia destanında, çeler de büyüdü.
Truva’dan evine dönen Odysseus’u konuk Versailles Sarayı'nın bahçeleri, XIV.
eden Phaiak Kralı Alkinoos’un olağanüstü gü­ Louis’nin emrinde 40 yıl çalışmış bahçe mima­
zellikteki bahçeleri anlatılır (bak. ODYSSEİA). rı Andre Le Nötre tarafından tasarlanmıştır.
Romalılar bahçelerini çok özenle düzenle­ Tasarım ve düzenleme açısından bu bahçeler
mişlerdi. Bazen tepeleri düzleştirmiş, bazen birer başyapıttı. Ağaçlar, çalılar ve çeşitli bit­
yapay tepeler yapmış, teraslar kurup, göller kiler belirli bir desen içine yerleştirilmiş, ge­
oluşturmuşlardı. Romalılar genellikle küçük celeri ışıklandırılan görkemli çeşmeler ve kü­
bahçeli evler yaparlardı. Bahçelerdeki, kafes­ çük çağlayanlar kullanılmıştı.
li bölmelere tırmanıcı bitkiler sarılırdı. Bahçe­ Hollanda ve Belçika’da daha çok, belirli ka­
lerde taştan süsler, vazolar, ölü küllerinin lıplara oturtulmuş geometrik desenli bahçe­
saklandığı ayaklı kaplar bulunurdu. Pencere ler sevilirdi. Bodur ağaç ve çalıların süslü bi­
önlerine konmuş çiçekliklerde ve saksılarda çimlerde budanması çok hoşa giderdi. Ülkede
yetiştirdikleri bitkiler, her zaman kullandıkla­ kanalların çokluğu bahçe tasarımında uzun
rı iç süslemelerdendi. Roma İmparatorluğu’ suyollannın kullanılmasına yol açtı. Yabancı
nun yıkılışından sonra M üslümanların çiçek limanlara giden Hollanda gemicilerinden,
bahçeleri Kuzey Afrika’ya, doğuda Türkiye rastladıkları ilginç bitkilerin tohum ve soğan­
ve Hindistan’dan, batıda İspanya’ya kadar ya­ larını ya da kendilerini getirmeleri istenirdi.
yılmıştır. İslam bahçelerinde, su ve gölge Böylece ilk botanik bahçeleri Hollanda’da
önemliydi. Ayrıca kilim ve halı desenlerine kuruldu.
280 BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI

Orta İngiltere'nin
W arwickshire
yöresindeki Packvvood
Malikânesi'nde çiçekli
bir bahçe kenarı.
Hezaren ve kedinanesi
m or ve eflatunun;
arkadaki güller ile
sardunyalar ise
kırmızının tonlarını
yansıtıyor. Bahçenin
köşesindeki sarmaşık bir
gölgelik oluşturuyor.

ZEFA

Başka ülkelerden çok etkilenmiş olmasına Türk Bahçeleri


karşın, İngiliz bahçesi özel bir tarz yaratmayı Türk bahçesinin başlıca özelliği, göstermelik
başarmıştır. İlk İngiliz bahçelerinde, Kraliçe değil işlevsel oluşudur. Bu, gölgesinde oturu­
Mary’nin HollandalI kocası III. William,ın da lan, yiyip içilen, uyunan, içinde yaşamak için
etkisiyle, ağaçları budayarak süslü biçimler düzenlenmiş bir yerdir. Bu nedenle de değişik
verme yönteminin ve geometrik desenli yapay işlevlere uygun köşeleri vardır. Batıdaki bah­
düzenlemelerin egemen olduğunu görüyoruz. çeler gibi bir bakışta algılanamaz; yavaş yavaş
İS. yüzyıldan başlayarak Lancelot Brown ve keşfedilir. Ağaçların seçimi, gölge, renk gibi
William Kent gibi bahçe tasarımcıları tümüy­ öğeler göz önünde tutularak; çiçeklerinki ise
le doğal bahçeden yana oldular. Düzenledik­ kişisel beğenilere göre yapılır. Osmanlı bah­
leri alanlarda hafif yükseltiler ve inişler yaptı­ çeleri genellikle duvarlarla çevrili bir iç avlu
lar, çukur yerleri temizleyip açarak ve tepele­ görünümündeydi. Bu bahçeler tek renkli çi­
ri yeşillendirerek değişik görünümler yarat­ çekleri ve ıhlamur, selvi benzeri ağaçlarıyla
tılar. dinginlik veren, sade, şatafatsız bahçelerdi.
İlk Kuzey Amerika bahçeleri, buraya gelen Aşırı biçimciliğe hiçbir zaman rastlanmazdı.
göçmenlerin düzenli bir yaşama kavuşma is­ Bahçe düzenlenmesinde gölgelik alanlar ve su
teklerini anlatacak biçimde titiz ve düzenliy­ kaynağı gibi etmenler etkili olurdu.
di. Avustralya ve Yeni Zelanda’da ilk bahçe­ Doğal görünümlü bu bahçeler İngiltere’nin
ler “anavatan” İngiltere’dekilerin bir ben­ öncülüğünde yaygınlık kazanan doğal bahçe­
zeriydi. Daha sonra yerel bitkilerin çeşitliliği, lerden farklıydı. Batıdaki bu tür bahçeler, çe­
Avustralya ve Yeni Zelanda bahçelerinin öz­ şitli bahçe düzenlenmeleri denendikten sonra
gün bir biçimde gelişmesini sağladı. ortaya çıkmıştı ve “yapay” bir doğallığa sa­
Günümüzde, kent parkları, yeni yerleşme hipti.
yerleri, karayolları ve enerji santrallarının 18. yüzyılda Lale Devri (1703-30) ile birlik­
bahçe düzenlemelerinde olduğu gibi, büyük te, Avrupa örnek alınarak sarayların bahçele­
alanlarda yapılan bahçecilik de kamu yöneti­ ri yeniden düzenlendi. İslam geleneği de göz
cilerinin görevidir. ardı edilmeden içinde suyolları, havuzlar ve
BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMARLIĞI 281

küçük köprüler olan parklar yapıldı. 800’ün


üstünde değişik türüyle lale bu dönemin sim­
gesi oldu. Daha sonraları bahçe düzenlenme­
sinde batılı ustalara, mimar ve bahçıvanlara
başvuruldu. Eski Türk bahçesi özelliği taşıyan
Topkapı Sarayı bahçesi bile 1840’tan sonra bu
özelliğini yitirdi. Öteki bahçelerde de giderek
yorucu bir çok renklilik ve başarısız bir batı
taklitçiliği baş gösterdi.
Cumhuriyetken sonra, önceleri İstanbul ve
Ankara gibi büyük kentlerde, daha sonra ise
tüm öteki kentlerde halka açık park ve bahçe­
ler yapıldı. İstanbul’da saray ve köşklerin
bahçeleri de halka açıldı.
ZEFA
Yokohama'da su, kayalar ve özenle seçilmiş bodur
Bahçe M im a rlığ ı bitkilerden oluşan geleneksel bir Japon bahçesi.
Bahçe mimarlığını, toprağı ve üzerindeki nes­
neleri insanların hoşlanacakları ve kullana­
cakları bir biçimde düzenleme sanatı olarak Hem bir sanat, hem bir bilim dalı olan bah­
tanımlayabiliriz. Bahçe mimarının görevi, çe mimarlığında mimar, kullandığı malzeme­
üzerinde çalıştığı alanı değiştirmektir. Bunu nin ve uğraştığı toprağın özellikleri konusun­
yaparken güzellikleri vurgular, çirkinlikleri da bilgili olmalıdır.
ise ortadan kaldırır. Göller ve göletler, yapay
tepeler ve yamaçlar yaratmak, akarsuların yö­ Tasarım Ö ğeleri
nünü değiştirmek, bataklıkları kurutmak ya Bahçe tasarımında mekân, kütle, sınır çizgisi,
da kurak alanları sulamak bahçe mimarının renk, ışık ve gölge, doku, koku, zaman, iklim
elindedir. ve mevsim göz önünde bulundurulması gerek­
Bahçe mimarı bir evin özel bahçesini dü­ li temel tasarım öğeleridir.
zenleyebileceği gibi, yolların, mezarlıkların, Mekân, fiziksel çevre ve insanın düş gücüy­
enerji santrallarının, kanalizasyon şebekeleri­ le belirlenen boş alanlardır. Örneğin, oda,
nin ve kamu kuruluşlarının çevresinin düzen­ duvarları, tabanı ve tavanıyla tanımlanan bir
lenmesi ve güzelleştirilmesi, büyük parklar ve mekândır. Yeryüzü, gökyüzü, ağaçlar, yapı­
dinlenme yerlerinin tasarımı türünden büyük lar, yükseltiler, yani görüş alanına giren her
ölçekli işlerin tasarımını da üstlenir. Bu tür­ şey ise dış mekân olarak tanımlanabilir. Çöl­
den projelerin tasarımında gerektiğinde mi­ lerde mekân ufka kadar uzanır.
marlar, mühendisler, kent planlamacıları, tra­ Kütle, mekânın tam tersidir ve mekânda
fik sorumluları, iktisatçılar ve sosyologlarla yer alan kaya, ağaç, yapı ya da akarsu ve göl
birlikte çalışabilir. gibi nesneleri içerir.
Bahçe mimarlığı ilk önce özel bahçelerin Sınır çizgisi, bir bahçedeki nesnelerin kenar
düzenlenmesiyle başlamış, 18. yüzyılda İngil­ ya da sınırlarını belirler. Örneğin, bu bir ka­
tere’de Lancelot Brovvn gibi mimarlarca geliş­ yanın ya da ağacın ana hatlarının görünümü­
tirilmiştir. Kentlerde halka açık parkların dü­ dür. Sınır çizgilerinin oluşturduğu desenler
zenlenmesi ise 19. yüzyılın ortalarına doğru­ gün boyunca ve mevsimden mevsime, ışığın
dur. Daha sonraları konutlar, kamu yapıları konumu ve bitki örtüsünün değişimine göre
ve öbür yapılar çevrelerindeki açık alanlarla değişikliğe uğrar.
birlikte düşünülmüş ve bütün bir kentin tasar­ Renk, bahçeyi ilginçleştirir ve canlandırır.
lanmasına başlanmıştır. Böyle planlı gelişen Açık alanda parlak ve yapay renkler göze ba­
kentlere örnek olarak ABD ’de Washington, tar. Bahçe mimarının amacı renkleri gözü ra­
DC; Avustralya'da Canberra, Hindistan’da hatsız etmeyecek bir biçimde kullanmaktır.
Delhi verilebilir. Işık ve gölge, renk ve çizgiyi etkiler. Gölge
282 BAHREYN

yer, zaman ve mevsime göre çok değişir. Ek­


vatorda çok parlak olan ışık, kutuplarda grile­
şip donuklaşır.
D oku, nesnelere dokunduğumuzda algıla­
dığımız duygudur. Deneyimlerimizle, nesne­
lerin dokunmadan da nasıl duyumsandığını
biliriz. Karşıdan bakıldığında bir bahçedeki
kum, çakıl, toprak ya da bitkiler doku etkisi
uyandırabilir.
K oku, bahçe mimarlığının incelik öğesidir.
Büyük kentlerde kirlenme sorunları koku
öğesini unutturmaktadır. Oysa, çiçek ve bitki
kokularının duyulabileceği küçük bahçelerde,
bahçe mimarının bu öğeyi kullanması gerekir.
Zaman, iklim ve mevsim, bahçe mimarlığı­
nın değişken öğeleridir. Bir bahçe düzenle­
Picturepoint
mek, yapı kurmaya ya da resim çizmeye ben­
Bahreyn'de geleneksel bir çarşı.
zemez. Bahçe yaşayan bir varlıktır, zaman
içinde değişir. Zaman, iklim ve mevsim öbür
öğelerin de değişmesine yol açar. Örneğin alan Manama limanı, ülkenin başkentidir.
renkler ve doku mevsime göre değişebilir. Limanın hemen dışındaki derin su demirleme
Ilıman iklimlerde, ağaçların çoğu kışın yap­ yeri, Basra Körfezi (bak. B a s r a K Ö R F E Z İ)
raklarını döktükleri için bahçede mekân, küt­ boyunca gidip gelen büyük petrol tankerleri
le ve çizgi ilişkileri de başkalaşır. için çok elverişlidir. Dar sokaklarıyla gele­
neksel bir Arap kenti olan Muharrek, ülkenin
T a s a rım İlkeleri ikinci büyük kentidir.
Tasarım, belirli bir alan üzerinde, yukarıda İklim, yazın sıcak ve oldukça nemlidir.
sayılan öğelerin bir uyum içinde düzenlenme­ Ülkenin kuzey bölümünde sulu tarım yapılır;
siyle ilgilenir. Kasaba ya da kent ölçeğinde hurma, turunçgiller, pirinç ve sebze yetiştiri­
yapılan bir tasarımda yapılar ve yollar, do­ lir. Balıkçılık ve inci avcılığı gibi geleneksel
ğal yapıyla ilişkilendirilerek yerleştirilir. Bir­ ekonomik etkinlikler sürdürülür. Ayrıca al­
lik ve çeşitlilik arasında bir denge olmalıdır. kolsüz içki fabrikaları, tuğla ocakları ve bü­
Birbirinden çok değişik yapı, malzeme ve bit­ yük bir alüminyum fabrikası vardır. Bununla
kinin yan yana kullanılması, hiçbirinin değeri­ birlikte, Bahreynliler’in çoğunluğu petrol sa­
nin tam olarak ânlaşılamamasına yol açar. nayisinde çalışır. 1932’den bu yana ülke eko­
Güzel bir duyum uyandırmak için çeşitli nomisi hemen hemen tümüyle petrole dayan­
öğelerin özenle uyumlaştırılmasını gözetmek maktadır. Bahreyn, petrol üreticisi olmaktan
gerekir. Benzer öğelerin yinelenmesi, belli bir çok işlenmiş petrol satıcısıdır.
ritmin ve dengenin sağlanmasında yardımcı İran’ın da üzerinde hak iddia ettiği Bah­
olabilir. Dengeli ama donuk bir bahçeyi can­ reyn, 1820 ile 1971 arasında İngiliz egemenliği
landırmak için, karşıtlıklardan ve değişik altındaydı. 1971’de bağımsızlığını kazanan
renklerden yararlanılabilir. Tasarlanmış bah­ Bahreyn, Birleşmiş Milletler’e katıldı.Emir (ül­
çeler yapılarla, kentin ardında uzanan açık ke yöneticisi) ülkeyi artık tek başına değil bir
alanlar arasında bütünlük sağlar. bakanlar kurulu yardımıyla yönetmektedir.
Büyük çoğunluğunu Müslümanlar’ın oluş­
BAHREYN. Basra Körfezi’nde, Katar yakı­ turduğu ülkenin nüfusu 481.000 (1987); resmi
nındaki 33 adadan oluşan Bahreyn takımada­ dili Arapça’dır.
ları, bağımsız bir Arap devletidir. Yüzölçümü
678 km2’dir. BAIRD, J o h n L og ie (1888-1946). İskoç mü­
Bahreyn Adası’nın kuzeydoğu ucunda yer hendis Baird televizyonun öncülerindendir.
BAKAL 283

Bu konudaki çalışmalarına 1906’da başladı ve ta görmeyi sağlayan bu aygıt bugünkü teri­


1924’te Hastings’teki küçük laboratuvarında miyle bir görüntü yoğunlaştırıcısıdır.
nesnelerin görüntüsünü ilk kez bir ekrana
yansıtmayı başardı. Ama bu görüntüde hiçbir B AKAL. Ardıçkuşlarının Eskidünya’nın ılı­
ayrıntı olmadığı için nesnelerin yalnızca silue­ man bölgelerinde yaşayan iki türüne bakal
ti seçilebiliyordu. Ertesi yıl Londra’daki labo- denir (bak. ARDIÇKUŞU). Bu iki türün en
ratuvarında aygıtını geliştirerek insan yüzleri­ tanınmışı olan kara bakal (Turdus merula)
ni bütün ayrıntısıyla görüntüledi ve Ocak Türkiye’nin bütün ağaçlık alanlarında ve Av­
1926’da Londra'daki Kraliyet Enstitüsü üye­ rupa’da yıl boyu görülebilir. Karatavuk, kara-
lerine gerçek anlamda ilk televizyon gösterisi­ bukal gibi adlarla da anılan bu kuş Asya’nın
ni düzenledi. kuzeyinden Çin’e ve Kuzey Afrika’ya kadar
1928’de Atlas Okyanusu’nun bir kıyısından çok geniş bir alana dağılmıştır.
öbür kıyısına ilk televizyon yayınını da Baird 25 cm uzunluğunda olan kara bakalın erke­
gerçekleştirdi ve 1929’da Alman Posta İdaresi ği, kapkara tüyleri, parlak sarı renkteki
BBC Hııllon Picture Library gagası ve gözlerinin çevresindeki sarı halka­
larla çok güzel bir kuştur. Dişinin ise tüyleri
kahverengi, göğsü öbür ardıçkuşlarınınki gibi
beneklidir.
Kara bakal gürültücü bir kuştur. Rahatsız
edildiğinde alçak perdeden “çuuk, çuuk” sesi
çıkararak tepki gösterir. Ürktüğünde ise tiz,
gürültülü ve sinirli bir sesle gıdaklar gibi
bağırarak havalanır. Ötüşü bütün ardıçkuşla-
rınınki gibi duru, melodik ve zengindir. Ba­
zen de başka kuşların ötüşünü taklit eder.
Kara bakalın başlıca yiyeceği solucanlar ve
üzümsü meyvelerdir. Ormanlarda, örümcek
Mustograph

Baird 1925'te kendi yaptığı televizyon vericisi


üzerinde çalışırken. Aynı yıl nesnelerin net ve
ayrıntılı görüntüsünü ilk kez ekrana yansıtmayı
başardı.

Baird'in sistemini uygulayarak televizyon ya­


yınlarına başladı. 1936’da düzenli televizyon
yayınlarına başlayan İngiliz Yayın Kurumu’n-
da (BBC) ise biri Baird’in, öbürü Marconi'
ninki olmak üzere iki rakip sistem kullanılı­
yordu. Ama sonradan yalnız Marconi sistemi­
nin kullanılmasına karar verildi.
1928’de ilk renkli televizyon gösterisini
düzenleyen Baird, ölümünden bir kaç ay önce
de stereoskopik televizyon üzerindeki araştır­
malarını sonuçlandırdı. Bu sistemde, aynı
nesnenin biraz farklı açılardan alınan iki
görüntüsü üst üste getiriliyor, böylece düzlem
görüntü yerine gerçeğe daha yakın “üçboyut-
lu” bir görüntü elde edilebiliyordu. Baird’in
Erkek kara bakal ve yavruları. Bu kuşlara Türkiye'nin
önemli bir buluşu da 1927’de gerçekleştirdiği hemen her yerinde, özellikle bahçelerde ve orman
ve noctovisor adını verdiği aygıttır. Karanlık­ kıyılarında rastlanır.
284 BAKANLAR KURULU

ve karınca bulmak için yerdeki yaprakları net (kabine) sözcüğü 17. yüzyılda İngiltere’de
altüst eden gürültücü kara bakalları sık sık kralın danışmanlarından oluşan topluluk için
görebilirsiniz. kullanıldı. Kralın özel bir odada danışmanla­
Dişi kara bakal yuvasını yerden birkaç rıyla yaptığı ve günümüzün bakanlar kurulu
metre yükseklikteki bir çit, çalı ya da ağaççı­ toplantılarına benzeyen toplantıların en eskisi
ğın üstüne kurar. Otlardan yaptığı yuvaya II. Charles döneminde (1660-85) gerçekleş­
mavimsi yeşil renkli ve kızıl kahverengi be­ miştir. Bu toplantıların önem kazanması ise I.
nekli üç ile beş arasında yumurta bırakır. Bu George dönemine (1714-27) rastlar. Kral I.
yumurtaların ikisinden ya da üçünden yavru George, 15 danışmanından oluşan kabinenin
çıkar. toplantılarına başlangıçta kendisi de katılırdı.
Bakal adıyla tanınan öbür ardıçkuşu türü Ama anadili Almanca olan kral, İngilizce
de boğmaklı bakaldır. 24 cm uzunluğundaki konuşulan bu toplantıları izlemekte güçlük
boğmaklı bakal ( Turdus torquatus) kara ba- çekiyordu. Bunun için, bir süre sonra toplan­
kala çok benzer. Tüylerinin rengi karaya tıların yönetimini başbakana bıraktı. Bundan
yakındır. Boynunda, “boğmaklı bakal" adının sonra bakanlar kurulu, sonradan kralın ona­
nedeni olan yakalık gibi beyaz bir leke vardır. yını alması gerekse de, her konuda kendisi
Karnındaki örtü tüylerinin ve kanatlarındaki karar vermeye başladı.
büyük tüylerin kenarları da beyazdır; ama bu Ülkenin yönetiminde uygulanacak genel
beyazlık uzaktan fark edilmez. politikaları saptayan bakanlar kurulu, bu
Boğmaklı bakal çalılıklarda ve seyrek dağ doğrultudaki yasaları parlamentoya önerir.
ormanlarında yaşar; kara bakal gibi solucan Yasaları uygulamak, yasaların işlerliğini sağ­
ve meyveyle beslenir. Tatlı ve değişken ötüşü lamak amacıyla tüzük ve yönetmelik çıkarır.
flüt sesine benzer. Yumurtalarını yere ya da Bakanlar da başında bulundukları bakanlıkla­
ağaçlara yaptıkları yuvalara bırakan bu kuşlar rı bu politikalar doğrultusunda yönetirler.
Türkiye’de Güneydoğu Anadoiu Bölgesi dı­ Bakanlar kurulu aldığı kararlardan ötürü
şında her yerde görülebilir. Ama en yaygın parlamento karşısında sorumluluk taşır. Ama
olduğu yerler Karadeniz Bölgesi’ndeki orman çoğunlukla başbakan ve bakanların parla­
ve yaylalardır. mentoda çoğunluğu elinde tutan partinin üye­
lerinden oluşması, parlamentonun bakanlar
B A K A N LA R K U R U LU , parlamenter siste­ kurulunu denetlemesinde aksaklıklara yol
min uygulandığı ülkelerde, başbakan ve ba­ açabilir. Bakanlar kurulunun oluşturulması,
kanlardan oluşan ve devletin yürütme yetkisi­ yapısı ve yetkileri değişik siyasal özellikleri
ni kullanmakla yükümlü organdır. ABD gibi yüzünden ülkeler arasında farklılık gösterir.
yürütme yetkisinin devlet başkanında toplan­ İngiltere, Kanada, Avustralya gibi ülkelerde
dığı başkanlık sisteminini benimseyen ülke­ bakanlar kurulunu parlamentoda çoğunluğu
lerde ayrıca bakanlar kurulu adıyla bir yürüt­ sağlayan partinin üyeleri arasından, bu parti­
me organı bulunmaz. Buna benzer başka nin başkanı olan başbakan seçer. Bakanlar
uygulamalar da vardır. Yürütme yetkisini kurulu üyeleri hemen hemen her zaman
parlamentonun üstlendiği meclis hükümeti parlamento üyesidirler. Bazı ülkelerde ise
sisteminde yürütme organı parlamentonun parlamentoda bir partinin çoğunluğu sağlaya­
kararlarını uygulayan bir kurul olduğu için, madığı durumlarda, bakanlar kurulu iki ya da
bakanlar kurulu işlev ve yetkisine sahip değil­ daha çok partinin üyelerinden oluşabilir.
dir. Öbür sistemlerin tersine parlamenter “Koalisyon” adı verilen bu duruma Fransa ve
sistemlerde bakanlar kurulu meclisten ve İtalya gibi bazı Avrupa ülkelerinde rastlan-
devlet başkanından ayrı ve bağımsız siyasal maktadır. ABD'de bakanlıkların başına, baş­
kimliği olan bir kurumdur. Kimi zaman ba­ kan tarafından atanan kişiler getirilir. Baş­
kanlar kuruluna hükümet de denir. Daha kan, danışman konumundaki bu kişileri se­
doğrusu hükümet ile bakanlar kurulu eşan­ çimle gelmiş kongre üyeleri dışından sapta­
lamlı gibi kullanılır (bak. HÜKÜM ET). mak durumundadır. Bu danışmanlar kongre­
Bakanlar kurulunun İngilizce’si olan cabi- ye yasa önerisinde bulunamazlar.
BAKIR 285

T ü rkiye 'd e Bakanlar Kurulu BAKIR. Bakırı katışıksız halde gören kişi pek
Türkiye’de bakanlar kurulu, Türkiye Büyük azdır. Görenler de bu sarımsı pembe renkli,
Millet Meclisi üyeleri arasından cumhurbaş­ parıltılı metalin bakır olduğunu kolay kolay
kanınca atanan başbakan tarafından oluşturu­ anlayamazlar. Çünkü havayla karşılaştığında
lur. Bakanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi bakırın rengi pembeden kırmızıya döner;
üyeleri arasından ya da milletvekili seçilme hızla esmerleşip matlaşır ve bildiğimiz kızıl
yeterliğinde olan kişilerden başbakanca seçi­ kahverengi bakıra dönüşür. Bu renk değişimi­
lirler ve cumhurbaşkanınca atanırlar. Bakan­ nin nedeni, metalin havadaki oksijenle birleş­
lar kurulu, atanmalarından başlayarak bir mesinden doğan bakır oksidin incecik bir
hafta içinde hükümet programını hazırlayarak katman halinde yüzeyini kaplamasıdır. Eğer
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okur. Prog­ metal havayla. karşı karşıya kalırsa, bakır
ramın okunmasından iki tam gün sonra güven­ oksit bu kez havadaki karbon dioksit ile
oyu için görüşmelere başlanır. Güvenoyu birleşerek bakır karbonata (ya da kükürt
görüşmelerinin bitiminden bir tam gün sonra dioksit ile birleşerek bakır sülfata) dönüşece­
güven oylaması yapılır. Parlamento çoğunlu­ ğinden metalin yüzeyi zamanla yeşil bir renk
ğunun olumlu oy verdiği bakanlar kurulu gü­ alır. Bakır karbonat, çok ince bir katman
venoyu almış sayılır ve göreve başlar. Güven­ olmasına karşın alttaki metali öbür kimyasal
oyu alamayan bakanlar kurulu ise görevden etkenlerden korur. Üstelik “bakırpası” ya da
çekilir. “patina” denen bu yeşil yüzey metale daha
Başbakan ve bakanlardan oluşan bakanlar çekici bir görünüm kazandırdığı için, sanatçı­
kurulu devletin yürütme organıdır. Bakanlar ların ve eski eşya koleksiyoncularının gözün­
kurulu başbakanın yönlendirmesiyle ülke yö­ de daha değerlidir. Bazı yapıların yeşil kubbe­
netimi için iç ve dış politikaları belirler. Bu leri ya da çatıları, yüzeyi zamanla böyle bir
politikalar doğrultusunda hazırlanan hükü­ katmanla örtülmüş bakırdan yapılmadır.
met programı bakanlıklar aracılığıyla uygula­ Kimyasal simgesi Cu, atom numarası 29,
nır. Bakanlar kurulu, programının uygulan­ atom ağırlığı 63,54 olan bakır, doğal kimyasal
ması için gerekli gördüğü yasa önerilerini etkilere dayanıklı bir metaldir; paslanmaz ve
parlamentoya verir. Görev ve yetkilerini kul­ kolay kolay aşınmaz. Üstelik çeşitli biçimler­
lanırken anayasa ve yasalara uygun davran­ de işlenebilecek kadar yumuşak bir metaldir.
mak zorundadır. Bakanlar kurulu devlet büt­ Dövülebilir, kesilebilir, yüzeyi kazınabilir,
çesini hazırlar ve meclisin onayına sunar. oyulabilir ve kalınlığı milimetrenin yirmide
Ülkenin iç ve dış güvenliğini sağlamak üzere birini bile bulmayan, ışığı geçirecek kadar
gerekli önlemleri alır, silahlı kuvvetleri sa­ ince bir levha haline getirilebilir. Bu incelikte­
vunma için hazır tutar. Yasaların uygula­ ki bir bakır levhadan geçen ışık yeşilimsi mavi
nışını düzenlemek amacıyla yönetmelik renkte gözükür.
çıkarır. Bakır, en çok kullanılan metaller arasında
Anayasaya göre bakanlar, bakanlıklarıyla demir ve alüminyumdan sonra üçüncü sırayı
ilgili işlerden dolayı başbakana karşı sorumlu­ alır. Çok iyi bir elektrik iletkeni olduğundan,
durlar. Bakanlığının işlerinden ötürü tek tek dünyada üretilen bakırın yarıdan fazlası elek­
ve hükümet kararlarından ötürü ortak sorum­ trik sanayisinde kullanılır. Ama bu amaçla
luluk taşıyan bakanlar Türkiye Büyük Millet kullanılacak bakırın son derece katışıksız
Meclisi’nce denetlenirler. Meclis bu denetimi olması gerekir. Elektrik, telefon ve telgraf
soru, genel görüşme, meclis araştırması, tellerinin, yeraltı ve denizaltı kablolarının,
gensoru ve meclis soruşturması yollarıyla ger­ paratonerlerin temeli hep bakırın iletkenliği­
çekleştirir. Meclisin bakanlar kurulunu denet­ ne dayanır. Dinamo, motor ve manyetolarda­
lemesindeki en etkin yöntem gensorudur. ki elektromıknatıs bobinlerinde de çok mik­
Gensoru görüşmeleri sonucunda yapılan oyla­ tarda bakır kullanılır. Bakır, eğilip büküldü­
mada meclisten güvenoyu alamayan bakanlar ğünde kolay kolay kopmayan, teknik terimiy­
kurulu, parlamenter demokrasi geleneklerine le “sünek” bir metaldir ve istenen incelikte tel
göre görevden çekilir. halinde çekilebilir. Elektrik kabloları genel­
286 BAKIR

likle çok ince bakır tellerin bir araya getirilip bakır levhaları nitrik aside (kezzap) “yedire­
iplik gibi bükülmesiyle elde edilir. rek” hazırlanır. Çok eskiçağlardan beri çanak
En iyi ısı ileticileri arasında da gümüşün çömlekleri boyamak için mavi ya da yeşil
hemen ardından bakır gelir. Bu özelliği nede­ renkli bakır tuzları kullanılmıştır. Bu tuzlar
niyle buhar kazanlarının, radyatörlerin, ten­ yeşil bir alevle yandığından fişek yapımında
cere ve tava gibi mutfak gereçlerinin yapımın­ da bakır bileşikleri çok değerlidir. Göztaşı
da kullanılır. Bakır alaşımlarının da çok geniş adıyla bilinen bakır sülfat bitkilerdeki, özel­
bir kullanım alanı vardır. Örneğin bakır likle üzüm asmalarındaki bazı mantar hasta­
kalayla alaşımlandığında tunç (bronz), çin­ lıklarının önlenmesinde etkili olan “bordo
koyla pirinç, alüminyumla da “alüminyum bulamacı”nın yapımında kullanılır. Bu tarım
tuncu” denen alaşımları verir (bak. ALAŞIM). ilacı ilk kez Fransa’nın Bordeaux kentindeki
Dokuz ayar altının yaklaşık üçte ikisi bakır­ üzüm bağlarında kullanılmış, adını da bu
dır. Birçok ülkede metal paralar genellikle kentten almıştır.
bakır alaşımlarından yapılır. Yapılardaki su Bakır doğada çok bol bulunan bir element
borularında, makinelerin mil yataklarında ve olduğundan hemen her ülkede işletilebilir
daha birçok alanda bakır ve alaşımları çok bakır yatakları vardır. Yıllık dünya üretimi 6
kullanılır. milyon ton dolayındadır. Bunun yaklaşık
Bazı sanat dallarında da bakır her zaman yüzde 70'ini ABD, SSCB, Zambiya, Şili,
aranan bir gereç olmuştur. Örneğin asitli Kanada ve Zaire olmak üzere altı ülke karşı­
oymabaskı (gravür) için kullanılan kalıplar, lar. Türkiye’nin en önemli bakır yatakları da
Australian Nevvs and Information Bureau

Avustralya'nın Oueensland eyaletindeki M ount Isa'da, eritme ve arıtma tesislerini de içeren


bir bakır madeni.
BAKIR 287

Bakırın yaklaşık 10 bin yıldır insanlarca


bilindiği ve altından sonra bulunduğu halde
alet ve silah yapımında kullanılan ilk metal
olduğu arkeolojik bulgulardan anlaşılıyor.
Özellikle Anadolu, Asya ve Ortadoğu’daki
uygarlıkların gelişmesinde bakırın büyük payı
olmuştur. Bakır ile kalayın alaşımlanarak tun­
cun bulunması bakır yataklarının değerini da­
ha çok artırdı. Demirin bulunmasından sonra
önemini yitiren bakır gene de çağlar boyunca
en çok kullanılan metaller arasında ilk sıraları
aldı ve elektrik çağının başlamasıyla yeniden
değer kazandı.

B akırcılık
Anadolu’da bakırcılığın tarihi İÖ 9. yüzyıla
kadar uzanır. Çatalhöyük, Çayönü ve Suber-
de kazılarında İÖ 7. yüzyıldan kalma bakır
süs ve kullanım eşyaları bulunmuştur. Hitit,
Urartu, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans
dönemlerinde Anadolu’da, bakır cevherini
eriterek külçe haline getiren ve bu külçeleri
çeşitli tekniklerle işleyen birçok atölye vardı.
Austrulian News and Information Bureau Erkin Emiroğlu
A rıtılm ış bakır eritilerek kalıplara dökülür ve
işlenmeye hazır durum a getirilir.

Artvin’in Murgul ve Diyarbakır’ın Ergani


ilçelerindedir. Bakırın sülfür ve oksit gibi
bileşikler halinde bulunduğu bakır cevherle­
rinde altın, gümüş, kobalt ve selenyum gibi
başka metallere de oldukça sık rastlanır. En
güzel bakır cevherlerinden biri olan yeşil
renkli malakit, mücevhercilikte de kullanılan
bir bakır karbonattır.
Yataktan çıkarılan cevherin kavrulup eritil­
mesiyle, “blister” denen katışıklı ham bakır
elde edilir. Kabarcık anlamındaki bu adın
verilmesinin nedeni, eritme sırasında çıkan
gaz kabarcıklarının metal soğurken yüzeyde
donup boncuk gibi kalmasıdır. Daha sonra bu
ham bakırı arıtmak için, çubuk halindeki ham
bakır ile arı bakırdan bir levha, bakır sülfat
çözeltisi doldurulmuş bir elektroliz kabına
daldırılır. Çözeltiden elektrik akımı geçirildi­
ğinde, anottaki ham bakırın içinde bulunan
katışkılar kabın dibine çökerken, çözünmüş
olan arı bakır da katotta, yani arı bakır
Bir zamanlar odaları ısıtmak için kullanılan bu tip
levhanın üzerinde toplanır. Daha sonra bu bakır mangallar bugün yalnız evleri süsleyen birer
levha eritilerek külçe halinde dökülür. dekorasyon öğesidir.
288 BAKIR

Şemsi üüner

Anadolu Yayıncılık Arşivi Anadolu Yayıncılık Arşivi

t. Giindağ Kayaoğlı

Ü stte solda: Günümüzde buharlı çekiçler, hadde


silindirleri ve pres gibi makinelerle yapılan bakır
eşya üretim inin yanı sıra, küçük atölyelerde dövme
ve sıvama gibi el emeğine dayalı üretim teknikleri de
uygulanır. Ü stte sağda: Bakır eşyaya istenen biçim
verildikten sonra, sivri uçlu bir oyma kalemiyle
kazıyarak üzeri süslenebilir. A ltta solda: Bu bakır
şerbet kazanı, Osmanlı bakır işçiliğinin 17. yüzyıldaki
ürünlerinden biridir. A ltta sağda: Van Müzesi’ndeki
bu bakır ibrik de A nadolu'nun eskiçağlardaki bakır
işçiliğinin gelişm işlik düzeyini yansıtır.
BÂKÎ 239

Selçuklular döneminde Konya, Mardin, Di­


yarbakır, Cizre, Harput, Erzincan ve Erzu­
rum bakırcılığın geliştiği önemli merkezler
oldu. Osmanlılar döneminde ise bu sınırların
ötesine taşan bakır işçiliği doruk noktasına
ulaştı.
Bakırı işlemek için, arıtılan metal önce
yuvarlak ya da dikdörtgen kalıplara dökülür,
sonra bu külçeler genellikle sekizer kişiden
oluşan ve “kol” denen bakır dövüciiler tara­
fından bir örs üzerinde düzenli aralıklarla
dövülerek inceltilirdi. Böylece elde edilen
levhalara çekiçle biçim verilerek kazan, ten­
cere, sahan, tas, sini, bakraç, mangal, ibrik
gibi bakır ev eşyaları yapılır ve üstleri çeşitli
bezeme yöntemleriyle süslenirdi. Ayrıca ba­
kır üzerine altın yaldız çekilerek değerli eşya­
lar üretilirdi. Cıva kullanarak özel bir yön­
temle yapılan bu ürünlere “tombak” denirdi.
Ülkemizde bakır eşya yakın zamana kadar
önemini korumuştur. Yeni evlenenlere düğün
armağanı olarak bakır götürmek bir gelenek
haline gelmişti. Yemek pişirmek için kalay­
lanmış bakır kaplar kullanılır, kızıl bakır
takımlar ise süs eşyası olarak raflara dizilirdi.

BÂKÎ (1526-1600). Mahmud Abdülbâkî, Di­


van edebiyatı şairleri arasında yaşama sevinci­ Ara Güler Arşivi

ni, dünya zevklerinin verdiği hazzı en güzel Âşık Çelebi'nin bir kitabındaki m inyatürde Bâkî
dizelerle işleyen şairlerin başında gelir. Daha (sağda) öğrencileriyle konuşuyor.
yaşarken “Şairler Sultanı” sanıyla anılmış,
padişahlardan ve devlet büyüklerinden ilgi ve genç yaşlarda içinde şiire karşı bir heves
destek görmüştür. Bir söylentiye göre Kanu­ doğduğunu da sezince, çıraklığı bıraktı ve
ni, böyle bir şairi tanımış ve onu korumuş büyük bir öğrenme tutkusuyla medreseye
olmayı saltanatının en zevkli işlerinden biri devam etmeye başladı. Döneminin ünlü hoca­
sayarmış. Bakî de bu ilgiye değer bir şair larından yararlandı; onların gözüne girmeyi
olduğunu kanıtlayan kaside ve gazeller yaz­ başardı. Böylece bazen özel dersler de alarak
mış ve döneminin Türkçe’siyle bir şiir dili bilgisini artırdı. Bu dönemdeki arkadaşları
oluşturmayı başarmıştır. arasında sonradan büyük üne kavuşacak kim­
Bâkî’nin bu düzeye yükselmesi yeteneğini seler vardı. Bunlar arasında Nev’i gibi şairle­
iyi kullanması ve tümüyle kendi çabası ile ri. Hoca Sadeddin gibi önemli bilginleri saya­
olmuştur. Yoksul bir cami imamının oğlu biliriz.
olarak İstanbul’da doğan Bâkî, ailenin geçim Bâkî yazdığı şiirleri ilk kez Zâtî’ye götür­
zorluğu çekmesi nedeniyle çocukluğunda bir dü. Döneminin önde gelen ve saygı gören
ayakkabı yapımcısının yanında çıraklık yaptı. şairlerinden olan Zâtî, Bâkî’nin şiirlerindeki
Çalıştığı yer Fatih Camisi’nın yakınındaydı. ustalığa inanamadı, şiirleri başkalarının şiirle­
Güzel giyimli medrese öğrencilerini görüp rinden esinlenme sanıp önemsemedi ve genç
onlara imreniyor, onlar gibi olmak, onlar gibi şairle ilgilenmedi. Ama bu şiirlerin Bâkî’nin
okumak istiyordu. Mahalle imamlarından kaleminden çıkmış olduğunu anlamakta ge­
ders görmek ona yeterli gelmiyordu. Çok cikmedi ve beğenisini, giderek hayranlığını
290 BAKLA

belli etmekten çekinmedi. Böylece Bâkî daha görüntüleri önemli bir yer tutar. Ağaçlara
19 yaşındayken İstanbul’da şairler arasında çiçeklere, kuşlara, atlara duyduğu sevgiyi
adından söz edilen bir şair olmuştu. Bu arada coşkulu bir dille anlatır. Ama doğa, onun
öğrenimini sürdürüyor, ünlü müderris (hoca) şiirinde yanlızca betimleme olarak kalır. De­
Kadızade Ahmed Şemseddin Efendi’den ders rine inmeden, uyumlu, yumuşak iniş çıkışları
alıyordu. Kendisine yakın ilgi gösterip, kolla­ olan akıcı bir anlatımı vardır. Şiirleri oldukça
yan hocasının aracılığıyla dönemin önemli yalın ve açıktır; anlam karışıklığına yol açma­
bilgin, aydın ve önde gelen devlet adamlarıyla dan belli bir anlam üzerinde yoğunlaşır. Gene
tanıştı. Böylece padişaha yakın bir çevrenin de şiirleri söz oyunları, ustaca yaratılmış ince
içine girdi. Sonunda, 1555 başlarında Nahci- ve güzel imgeler açısından çok zengindir.
van Seferi'nden dönen Kanuni Sultan Süley­ Bakî nin şiirlerinin bir özelliği de, döneminin
man’a, yaşamının yolunu değiştirecek ünlü rahatlığını ve görkemini yansıtmasıdır. Gün­
kasidesini sunabildi. Kendisi de bir şair olan lük dili alabildiğine rahat kullanmış, halk
Kanuni, Bâkî’ye olağanüstü ilgi gösterdi. Bu deyimlerinden de yararlanarak yalın ve akıcı
arada Bâkî, Murad Paşa Medresesi’nde mü­ bir söyleyişe ulaşmıştır. Çok az şiirinde Arap­
derrisliğe getirilmiş, yaşama düzeyi yükselmiş ça ve Farsça sözcük ve tamlamalar kullanmış­
ve rahata kavuşmuştu. Ama Kanuni 1566’da tır. Bazı beyitleri tümüyle Türkçe’dir. Bu
ölünce Bâkî en büyük koruyucusunu yitirmiş özelliğiyle Divan şairleri arasında az bulunur
oldu. Padişahın ölümü üzerine duyduğu acıyı bir yeri vardır.
büyük bir içtenlikle dile getirdiği ünlü mer­ Bâkî'nin bütün şiirlerini derleyen tek bir
siyesi bu alanda seçkin bir örnektir. Divan ı vardır. 1859’da basılan Divan ı yeni
Kanuni zamanında bile, onu padişaha sık harflerle Sadeddin Nüzhet Ergun tarafın­
sık şikayet etmekten çekinmeyen kötü niyetli dan Bâkî Divanı adıyla 1935’te yayımlan­
kişiler, II. Selim’in padişahlığının ilk yılların­ mıştır.
da etkili olmayı başardılar ve Bâkî’nin duru­
munu sarstılar. Zamanla eski saygınlığını BAKLA. Meyv esi taze, tohumları kuru sebze
kazanan Bâkî III. Murad 1574’te padişah olarak yenen bakla {Vicia faba) çok kalabalık
olunca yeni görevlere atandı. Ama bir süre bir bitki ailesi olan baklagillere adını vermiş­
sonra gene gözden düşerek İstanbul'dan tir. Anayurdu Ortadoğu ve Avrupa olan bu
uzaklaştırıldı. 1579’da Mekke kadısı, 158()’de bitki Türkiye’de ve Akdeniz ülkelerinde çok
de Medine kadısı olarak atandı. Daha sonra eskiçağlardan beri yetiştirilir.
da İstanbul kadılığına getirilen Bâkî’nin, gözü 1,5 metreye kadar boylanabilen bakla çok
erişebileceği en yüksek görev olan şeyhülis­ fazla dallanmayan otsu bir bitkidir. Tohum­
lamlıktaydı. 1595’te padişah olan III. Meh- dan yetiştirilir ve biryıllık olduğu için her yıl
med’e yazdığı övgülerle bu yere ulaşabileceği­ yeniden ekilir. Sıcağa hiç dayanıklı olmayan
ni umduysa da şeyhülislam olamadı. Yaşamı­ bakla, çok açık sarımsı ya da pembemsi beyaz
nın son dönemini amacına ulaşamamış olma­ renkte ve her kanadında siyah bir benek
nın verdiği üzüntü içinde geçiren Bâkî İstan­ bulunan kelebek biçiminde çiçekler açar.
bul’da öldü. Meyveleri bütün baklagillerde olduğu gibi,
Bâkî, yaşamdan tat almayı amaçlayan zev­ “badıç” denen ince uzun tohum kılıfları biçi­
ke ve eğlenceye düşkün, neşeli, hoşsohbet ve mindedir. Bu kılıf kuruyunca açılır ve içinden
yükselme hırsı olan bir kimseydi. Gerçekten iç bakla denen iri ve yassı taneler, yani
de şiirlerinde bu özelliklerinin tümü görülür. tohumlar dökülür.
Dinsel konularla hemen hemen hiç ilgilenme­ Baklanın meyveleri ancak çok tazeyken
miş, çoğunlukla aşkı konu alan şiirler yazmış; zeytinyağlı sebze yemeği olarak yenir. Badıç­
kısa ve geçici olarak nitelediği yaşamın tadını lar tazeliğini yitirip kılçıklandığında iyice iri­
çıkarmak isteyen bir şair olarak ün kazanmıştır. leşmiş olan taneleri ayıklanıp kurutulur ve
Döneminin şiir geleneğine uyarak az da olsa fava denen zeytinyağlı ezmesi yapılır. Protein
felekten, yazgıdan söz ettiği, yakındığı ka­ ve nişasta deposu olan iç ve kuru baklanın
ramsar şiirleri de vardır. Şiirlerinde doğa besin değeri çok yüksektir. Ayrıca besleyici
BAKTERİ 291

biçimindeki türlerden çoğunun kerestesi de­


ğerlidir. Bazı türlerden halat ya da sandalet
yapımına elverişli sağlam lifler, bazılarından
zamk ve reçine elde edilir. Örneğin akasyala­
rın bir türünden çıkarılan arapzamkı, geven­
den elde edilen kitre ve keçiboynuzu tohum­
larından özütlenen zamk sanayide ve eczacı­
lıkta çok kullanılır. Ayrıca keçiboynuzu mey­
velerinin öğütülmesiyle elde edilen undan
kakaoya benzeyen tatlı ve besleyici bir içecek
yapılır. Meyankökünden elde edilen ve me-
yanbalı denen tatlı sıvı da serinletici içeceklerin
ve bazı ilaçların hammaddesidir. Baklagillerin
tropik bölgelerdeki üyelerinden biri olan bak­
kam ağacının kerestesinden elde edilen mavi
ile siyah arası tonlardaki boyarmadde mürek­
kep yapımında, ipekli ve yünlü kumaşlar ile
derilerin boyanmasında kullanılır. Gene ku­
maş boyamakta kullanılan mavi renkli çivit de
bu familyanın üyelerinden olan çivit bitkisin­
den elde edilir. Baklagillerin ıtırşahi, morsal-
D İATEK
kım ve katırtırnağı gibi bazı türleri ise sevilen
Taze bakla kısa öm ürlü bir ilkbahar sebzesidir. Ama
bu ince uzun meyvelerin içindeki tohum lar (iç bakla) süs ve bahçe bitkileridir.
kurutulduğunda çok besleyici bir kuru sebze elde Değerli yem bitkileri olan fiğ, yonca ve
edilir. üçgül büyükbaş hayvancılık açısından çok
önem taşır. Ama baklagillerin tarım açısından
bir hayvan yemi olduğu ve öbür baklagiller belki en büyük önemi toprağı zenginleştirme­
gibi toprağı azotça zenginleştirdiği için, Tür­ sidir. Bu bitkilerden çoğunun köklerinde azot
kiye'nin hemen her yerinde tarlalarda ara bağlayıcı bakteriler yaşar. Bu bakteriler hava­
ürün olarak da çok yetiştirilir (bak. BAKLA­ daki azotu bitkilerin kullanabileceği nitratlara
GİLLER). dönüştürür. Hayvanlar ve insanlar da azot
gereksinimlerini bitkilerden karşılar. Bitki
BAKLAGİLLER, dünyanın hemen her yerine öldüğünde, topraktan aldığı azotu yeniden
dağılmış 20 bini aşkın otsu bitki, çalı ve ağaç toprağa verir. Bu nedenle, toprağın verimini
türüyle tohumlu bitkilerin ikinci büyük famil­ artırmak için baklagiller başka ürünlerle dö­
yasıdır. Bakla, fasulye, bezelye, nohut ve nüşümlü olarak ekilir. Bazen de yeşilken
mercimek gibi çok besleyici taze ve kuru biçilip toprakta bırakılarak yeşil gübre olarak
sebzeler, yerfıstığı, soyafasulyesi, akasya, ge­ kullanılır.
ven, meyankökü ve keçiboynuzu gibi ekono­ Ayrıca bak. A k a s y a ; B a k l a ; B e z e l y e -, F a ­
mik değeri yüksek bitkiler ve yonca, üçgül sulye; FİG; GEVEN; KEÇİBOYNUZU; MERCİMEK; ME-
(tirfil), fiğ ve burçak gibi yem bitkileri bu YANKÖKÜ; NOHUT; SOYAFASULYESİ; ÜÇGÜL; YERFIS­
familyanın (Leguminosae ya da Fabaceae) en TIĞI; Y o n c a .
tanınmış üyeleridir.
Geniş çapta tarımı yapılan türleriyle hemen BAKTERİ. Bakteriler ancak güçlü bir mikros­
her ülkenin ekonomisinde önemli payı olan kopla görülebilen çok küçük canlılardır. Bu
baklagillerin nişasta ve protein açısından zen­ tekhücreli canlıları ilk kez 1680’de Antonie
gin olan tohumları insan için değerli bir besin van LeeuNvenhoek gözlemlemiştir. HollandalI
kaynağıdır. Bazı türlerin, özellikle soyafa­ bir kumaş tüccarı olan Leeuvvenhoek’un en
sulyesi ile yerfıstığının tohumları bol miktarda büyük merakı, çıplak gözle görülemeyecek
yağ içerir. Tropik bölgelerde yetişen ağaç kadar küçük nesneleri kendi yaptığı mercek­
292 BAKTERİ

lerle incelemekti (bak. MİKROSKOP). Bazıları (Prokaryotae) üstâleminin üyeleri sayılır. Çok
bir topluiğne başı büyüklüğünde olan bu daha basit olan prokaryotik bir hücrede,
küçük, ama güçlü mercekler nesneleri 200 kez ökaryotlardaki gibi zatla çevrelenmiş gerçek
büyütebiliyordu. Leeuwenhoek bu mercek­ bir çekirdek ve “organel” denen özel işlevli
lerle önce durgun bir sudaki küçük hayvan­ organcıklar yoktur. Böylesine basit tek bir
cıkları, ardından daha da küçük olan bakteri­ prokaryotik hürceden oluşan bakteriler, bazı
leri görmeyi başardı. Daha sonra kendi tükü­ bilim adamlarına göre yaşamın başlangıcında
rüğündeki bakterileri gözlemleyerek şekilleri­ yeryüzünde beliren ilk canlılardır.
ni çizen Leeuwenhoek, böylece yepyeni bir Bütün bakteriler son derece küçüktür. 10
âlemi, gözle görülemeyen canlıların dünyasını bin tanesi yan yana dizildiğinde uzunlukları
keşfetmiş oldu. yaklaşık 2,5 santimetreyi bulur. Gene de bu
Bakteriler ne bitki, ne de hayvandır. Mik­ bakteri dizisini kolay kolay göremezsiniz,
roskobun bulunmasından önce yeryüzündeki çünkü bu minik canlıların çoğu renksizdir. Bu
bütün canlılar bitkiler ve hayvanlar âlemi yüzden bakterileri mikroskopta inceleyebil­
olarak iki büyük gruba ayrılırdı. Bu grupların mek için, ortama özel boyalar katarak renk­
A . W. RakosylEB Inc. lendirmek gerekir. Bakteriler mikroskop al­
tında genellikle küre, çomak ya da spiral
biçiminde görünür. Küresel olanlara kok ya
da koküs, çomak ya da silindir biçiminde
olanlara basil, tirbüşonu andıranlara da spiril
denir. Son yıllarda bu üç gruptan başka kare
biçiminde bakteriler de bulunmuştur. Aynı
biçimdeki birçok bakteri bazen bir zincir gibi
arka arkaya dizilir, bazen de bir üzüm salkımı
biçiminde kümelenir. Bazı bakterilerde kamçı
denen incecik kıllar vardır; tekhücreli canlı bu
kılları bir kamçı gibi sağa sola sallayarak
istediği yöne hareket eder. Spiriller ise tıpkı
bir tirbüşon gibi döne döne ilerler.
Bakteriler ikiye bölünerek çoğalır. Eğer
ortamda yeterince besin varsa ve bütün koşul­
Çeşitli bakterilerin mikroskop altındaki görünüm ü: lar uygunsa, bir tek bakteriden 15 saat içinde
(Üstte solda) tükürükten alınm ış Pseudomonas
aeruginosa; (üstte sağda) topraktan alınm ış
1 milyon bakteri üreyebilir. Ama bu bölünme
C hromobacterium violaceum; (altta solda) kirli bir hep aynı hızla sürmez. Çünkü hem ortamdaki
mutfak kabından alınm ış Serratia marcescens; (altta besin bu kadar büyük bir koloniye yetmeme-
sağda) idrardan alınm ış Pseudomonas aeruginosa.
ye başlar, hem de bölünme sırasında açığa
çıkan asitler bakterilerin üremesini durdurur.
her ikisiyle de ortak özellikleri olmayan yeni
canlıların varlığı anlaşılınca, bütün bu mikro­ Y ararlı ve Zararlı B akteriler
organizmalar, yani mikroskopik canlılar ayrı Yeryüzünde bakterilerin bulunmadığı bir tek
bir âlemde toplandı. Ama hücrenin içyapısını nokta bile yoktur denebilir. Bu küçük canlılar
inceleme olanağı veren çok daha güçlü mik­ topraktan okyanusların derinliklerine ve ha­
roskopların geliştirilmesinden sonra bütün vaya kadar her ortamda yaşayabilir. Yiyecek­
tekhücreli canlıların aynı yapıda olmadığı lerin bozulmasının nedeni genellikle bakteri ­
anlaşıldı ve yeni bir sınıflandırma gerekti. Bu lerdir. Daha da önemlisi insan ve hayvan
sınıflandırmaya göre bakteriler, bütün çok- hastalıklarının büyük bölümü ile bazı bitki
hücreli hayvanların, bitkilerin ve mantarların hastalıkları bakterilerden ileri gelir. Buna
yanı sıra hayvanlara, bitkilere ve mantarlara karşılık bazıları, özellikle ölmüş bitki ve
benzeyen tekhücrelilerin toplandığı ökaryot hayvanların çürümesini sağlayan bakteriler
(Eukaryotae) üstâleminden ayrı bir prokaryot çok yararlıdır. Bunlar ölü dokuları parçalaya­
BAKÛ 293

rak canlıların yapısındaki temel maddelerin reksiz antibiyotik kullanımı ishale ve buna
ayrılmasına yardımcı olur. Bu maddeler de benzer hafif sindirim bozukluklarına yol aça­
yeniden toprağa, havaya ya da suya karışarak bilir.
öbür canlıların beslenmesinde rol oynar. Eğer Leeuv/enhoek’un 1683’te İngiltere’deki
bu bakteriler olmasaydı bütün yeryüzü ölü Kraliyet Derneği’ne bakterilerin çizimlerini
bitki artıkları ve hayvan leşleriyle kaplanırdı. göndermiş olmasına karşılık, bilim adamları­
Bakterilerin sanayi ve tarımda da çeşitli nın bu buluştan yararlanmaları için 100 yıl
yararları vardır. Hayvan postlarının sepilene­ geçmesi gerekti. 18. yüzyılda bazı bilim adam­
rek (tabaklanarak) ayakkabı ya da buna ları bu mikroskobik canlıların hastalıkların
benzer deri eşya yapımına elverişli duruma etkeni olabileceğini öne sürdü. Ama birçoğu
getirilmesinde, bu postlardaki kılların gevşe­ da bu canlıların çürümenin nedeni değil sonu­
mesini ve kolayca temizlenmesini sağlayan cu olduğuna inanıyordu. Sonunda 1860’ta
bakterilere iş düşer. Keten dokumaların yapı­ Fransız mikrobiyoloji bilgini Louis Pasteur
mında da, keten liflerini saran yapışkan mad­ (bak. P a s t e u r , L o u is ) bakterilerin bir çürüme
deyi çözerek lifleri ayırmak için bu lifler suya ürünü değil, ikiye bölünerek çoğalan canlılar
bastırılır ve bakterilerin yardımıyla üstündeki olduğunu kanıtladı. Pasteur’den kısa bir süre
yapışkan sıvıdan temizlenir. Hoş kokulu ve sonra Alman bilgin Robert Koch da laboratu-
lezzetli peynirlerin çoğu da bu özelliklerini varındaki bir besi yerinde bakterilerin üreme­
bakterilere borçludur. Bazı bakteriler ise çay sini sağladı. Bakterilerin hastalık yapıcı etkisi
yapraklarının olgunlaşarak kararmasını bulunduktan sonra, vücudun zararlı bakteri­
sağlar. lere karşı savaşabilmesi için aşı ve serum gibi
Genetik mühendisleri bakterileri özel iş­ koruyucu yöntemler bulundu (bak. Aşi; BAĞI­
lemlerden geçirip değişime uğratarak aşı, ilaç, ŞIKLIK). Günümüzde, vücudun iç dokularına
hormon ve öbür kimyasal maddelerin yapı­ yerleşmiş olan bakterileri öldürmek için peni­
mında kullanırlar (bak. G e n e t ik MÜHENDİS­ silin ve streptomisin gibi antibiyotikler, deri
LİĞ İ). üzerindeki ve açık yaralardaki bakterileri
Soluduğumuz havanın beşte dördünü oluş­ öldürmek için de antiseptikler kullanılır (bak.
turan azot gazı bitkilerin büyümesi için gerek­ ANTİBİYOTİKLER; ANTİSEPTİK).
li olan bir maddedir. Ama bitkiler bu elemen­
ti gaz halindeyken dokularına alıp yararlana­ BAKÛ, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhu-
mazlar. Azotu nitrat denen tuzlarına dönüştü­ riyeti’nin başkentidir. Hazar Denizi’nin batı
rerek bitkilerin kullanabileceği duruma geti­ kıyısında, kartal gagasını andıran bir biçimde
ren de gene bazı bakterilerdir (bak. A z o t ). denize doğru uzanan Apşeron Yanmadası’nın
İnsanlarda ve hayvanlarda çeşitli hastalıkla­ güney kesiminde yer alır. Bu liman kentinin
ra yol açan bakteriler, hasta bir insana dokun­ hemen arkasında Kafkas Dağları uzanır. Ba-
makla, aynı havayı solumakla ya da bakterile­ kû Körfezi’ne bakan kent, limandan tepelere
rin üremiş olduğu yiyecek ve içeceklerle doğru yükselerek yayılır. Eski kent savunma
sağlıklı insanlara da bulaşır. Tifo, kolera, kolaylığından ötürü tepelik bir alanda kurul­
verem, zatürree ve cüzam bakterilerden kay­ muş ve surlarla çevrilmişti. Yeni kent ise
naklanan hastalıkların yalnızca birkaçıdır. kıyıda liman çevresindedir.
Açık yaralardan vücuda giren bazı bakteriler Bakû adının Farsça’da “üzerinde dağ rüz­
de kangrene yol açar. gârları esen” ya da “rüzgârın dövdüğü yer”
Buna karşılık vücutta bazı bakterilerin bu­ anlamındaki “badkûbe” sözcüğünden geldiği
lunması sağlık açısından zorunludur. Örneğin sanılır. Eski kentin kurulu olduğu tepe, rüz­
kalınbağırsakta yaşayan yararlı bakteriler be­ gârın gerçekten etkisi altında kalmakla birlik­
sinlerin sindirilmesine yardımcı olur ve yiye­ te, Apşeron Yarımadası’nın yükseltisi, güçlü
ceklerin çok az bir bölümüyle kendileri yeti­ kuzey rüzgârlarına karşı kenti ve limanı ko­
nip geri kalanının bağırsaklardan emilmesini rur. Bu nedenle Bakû yöredeki öteki kentlere
sağlar. Antibiyotikler bu bağırsak bakterileri­ göre daha sıcak bir kenttir. Ortalama sıcaklığın
nin çoğunu öldürdüğünden, bilinçsiz ve ge­ 14,4°C olduğu kentte don olayı çok ender
294 BAL

görülür. Bu yöredeki iklimin ılıman oluşun­ 11. yüzyılda Şirvanşahlar’ın eline geçen kent,
dan dolayı suyu donmayan ve korunaklı olan 1501’e kadar bu hanedanın başkenti oldu.
Bakû limanı Hazar Denizi’nde ulaşımın mer­ Bakû, daha sonra Moğollar’ın, İranlılar’ın,
kezi olmuştur. 1583-1606 tarihleri arasında Osmanlılar’ın,
Bakû büyük ve önemli bir kent oluşunu uzun süre Ruslar’ın ve I. Dünya Savaşı
özellikle petrole borçludur. Bu yörede varlı­ sonunda kısa bir süre de İngilizler’in elinde
ğı eskiden beri bilinen ve çıkarılan petrol kaldı. 1920'de Azerbaycan Sovyet Sosyalist
1872’den bu yana çağdaş yöntemlerle çıkarıl­ Cumhuriyeti’nin başkenti oldu.
maya başlanmıştır. Bakû 20. yüzyıl başında Bakû 15. yüzyıldan kalma Şirvanşahlar
dünyanın en büyük petrol merkezi olmuş ve Sarayı, Sink Kale Camisi, 12. yüzyıldan kal­
1940’a kadar da SSCB’nin en önernlj petrol ma Selçuklu Kız Kulesi ile çok sayıda türbe,
bölgesi olarak kalmıştır. Günümüzde ise bir­ cami ve kervansarayın bulunduğu tarihsel bir
çok kuyuda petrol tükenmiş durumdadır. Bu kenttir. Dar ve karmaşık sokakları, eski
nedenle kentin önünde uzanan körfezde Ha­ yapıları ile ilginç bir görünümü olan eski kent,
zar Denizi altında petrol aranmaktadır. 11. yüzyıldan bu yana varlığını korumuştur.
Bakû’da çıkarılan petrol, boru hatlarıvla Ka­ 1606’da Bakû’ya iki kez uğrayan ünlü gezgin
radeniz kıyısındaki Batum’a, Hazar Denizi Evliya Çelebi, Bakû’daki bu tarihsel yapıtlar­
yoluyla ve Volga Irmağı üzerinden tankerler­ dan ve petrol çıkan doğal kuyulardan söz
le ülkenin iç bölgelerine taşınır. Kentte, eder. Bakû, önemli bir sanayi merkezi olma­
petrol sanayisinin gereksinmesi olan araç ve sının yanı sıra bir üniversite, sekiz yük­
gereçleri üreten 20 fabrika ile çeşitli elektrikli sekokul, bilimsel araştırma enstitüleri, çok
makine, petrokimya ürünleri, çimento, ku­ sayıda tiyatro ve müzesiyle Azerbaycan’ın
maş, deri giysi, ayakkabı ve besin maddeleri başlıca kültür merkezidir. Liman çevresinde
üreten fabrikalar vardır. Gemi yapım ve kurulu yeni kent ise geniş caddeleri, görkemli
bakım sanayisi önemli bir yer tutar. Ayrıca yapılarıyla modern bir görünümdedir. Bakû,
Bakû’da, kentin adıyla anılan dünyaca ünlü eskiden yeterince suyu olmadığından yeşillik­
halılar dokunur. siz, çorak, ağaçsız bir kentti. 1917’de, 170 km
Arkeoloji kazıları Bakû’nun, İsa’dan bir­ uzaktan Şollar Suyu getirilerek büyük park­
kaç yüzyıl önce de bir yerleşim merkezi lar, ağaçlıklar ve bahçeler oluşturuldu. Böyle­
olduğunu göstermiştir. Ama, Bakû adına ce Bakû tarihsel kimliğinin yanı sıra doğal
tarih kaynaklarında ilk kez 885’te rastlanır. güzellikte bir görünüm de kazandı. Kentin
Camera Press/TASS nüfusu 1.693.000’dir (1985). Nüfusun yüzde
46’sını Azeri Türkleri, yüzde 28’ini Ruslar,
yüzde 16’sını Ermeniler oluşturur.

BAL bak. ARICILIK.

BALABAN. Balabanlar dünyanın hemen her


yerindeki sazlıklarda ve durgun suların çevre­
sinde yaşayan bataklık kuşlarıdır. Balıkçıllar­
la akraba olan bu kuşların iki ayrı cins içinde
sınıflandırılan 12 türü vardır. Ilıman bölgeler­
de yaşayan Botaurus cinsinden balabanlar,
çiftleşme mevsiminin başlarında erkek kuşun
çıkardığı top patlamasını andıran sesle tanı­
nır. Kuşun boğazına doldurduğu havayı bir­
den boşaltmasından kaynaklanan bu güçlü ses
Baku'nun liman çevresinde kurulan yeni bölüm ü 1 km uzaktan bile duyulabilir. Bazen, genel­
geniş caddeleri ve görkem li yapılarıyla modern bir likle de geceleri erkek kuşlar uzun süre
görünüm dedir. karşılıklı bağrışırlar.
BALAD 295

Bu cinsteki bütün türlerin dişisi ile erkeği ri 40 santimetreye kadar büyüyebilen küçük
birbirine çok benzer. Altın sarısı-kahverengi kuşlardır. Bu balabanlarda erkek ile dişi hem
karışımı ve yol yol siyah çizgili tüyleri, uzun dış görünümüyle farklıdır, hem de yuva ya­
ve sivri gagaları vardır. Zamanının büyük parken değişik görevler üstlenirler. Yuvaları­
bölümünü bataklık sazlarının ve kamışların nı sudan yukarıda, genellikle bir ağaç üzerin­
arasında geçiren bu kuşlar, çevreyle tam bir de kurarlar. Asya’nın güneydoğusu ile Avus­
uyum sağlayan renkleriyle düşmanlarından tralya’da görülen siyah mangrov balabanının
kolayca gizlenebilirler. Ürktüklerinde boyun­ (lxobrychus flavicollis) başında ve boynunda
larını ve gagalarını uzatıp hareketsiz durarak gösterişli tüyler vardır. Küçük balaban (lxob-
kamış gibi görünmeye çalışırlar. Havalandık­ rychus minutus) yazın Türkiye’nin sulak alan­
ları zaman da genellikle alçaktan uçmayı • larında ürer ve kışı geçirmek için ağustosta
yeğlerler. Afrika’ya göçer.
Avrasya’da üreyen, 75 cm uzunluğundaki Balabanlar sivri uçlu gagalarını mızrak gibi
bayağı balaban (Botaurus stellaris) bütün kullanarak avladıkları balık, kurbağa, kerevit
türlerin en irisidir. Bu kuşların dişisi, nisanda ve küçük memelilerle beslenirler.
başlayan üreme mevsiminde kamışların arası­
na otlardan derme çatma bir yuva yapar. BALAD, konusunu heyecan verici ya da
Yuvasına birkaç gün arayla üç ile beş kadar romantik öykülerden alan halk türküsüne ve
kahverengimsi yumurta bırakıp ilk yumurtay­ halk şiirine verilen addır. Günümüzde balad
la birlikte kuluçkaya yatar. Bu yüzden yuvada sözcüğü, müziğe dökülüp söylenen basit, duy­
değişik zamanlarda yumurtadan çıkmış bü­ gusal koşukların yanı sıra, ağır tempolu sevda
yüklü küçüklü yavrular bulunur. Türkiye’de şarkıları için de kullanılmaktadır.
yalnızca Kızılırmak deltasında üreyen bayağı Ortaçağ sonlarına doğru gelişerek yaygınla­
balaban kış aylarında ve göç zamanı başka şan baladların kimler tarafından bestelendiği
sulak alanlarda da görülebilir. bilinmemektedir; bunlar kulaktan kulağa
Sekiz türü içeren lxobrychus cinsinin üyele- yayılarak öğrenilir, ezberlenir ve yerine göre
değiştirilerek söylenirdi. Uyaklı kısa dizeler,
Eric Hosking baladların kolayca akılda kalmasını sağlardı.
Eskiden ozanlar saraylarda ve konaklarda
kendi baladlarından oluşan şarkılar söyleye­
rek kralları, soyluları ve konuklarını eğlendi-
rirlerdi. Söz konusu öyküler, aşağıdaki İskoç
baladında olduğu gibi, karşılıklı konuşma
biçiminde olurdu.
“N erde kaldın, ah oğlum, oğlum benim , R andal’ım?
Deyiver nerde kaldın, koçyiğidim, delikanlım ?”
“Çam lıbel’deydim, ana, ser hele şu döşeği.
K ötü yorulmuşuz avda, uzanıp bi yatalım .”

“N erde yedin yemeğini, oğlum benim , R andal’ım?


N eler vardı yem ekte, koçyiğidim, delikanlım ?”
“Yârim vardı yanım da, ser hele şu döşeği,
Kötü yorulmuşuz avda, uzanıp bi yatalım .”

“Neler vardı yem ekte, koçyiğidim, R andai’ım?


N eler yedin yem ekte, koçyiğidim, delikanlım ?”
“Sazan çorbası, ana, ser hele şu döşeği,
Kötü yorulmuşuz avda, uzanıp bi yatalım .”

“T azılanna ne oldu, oğlum benim , R andal’ım?


Bir balaban ve yavruları. Açık ve koyu renkli Tazılarına ne oldu, koçyiğidim, delikanlım ?”
çizgilerle bezenmiş olan bu kuş kamışların “Şişip öldüler, ana, ser hele şu döşeği,
arasındayken kolay kolay fark edilemez. Kötü yorulmuşuz avda, uzanıp bi yatalım .”
296 BALANCHİNE

sürdürdüler. Bu baladlar, çoğu kez koloniler­


deki farklı yaşam koşullarına göre değiştirile­
rek söylenirdi. Kökeni İngiliz baladlarına
dayanan Amerikan baladları, gerek biçim
gerek uyak düzeni bakımından, ilk biçimle­
rinden oldukça değişik bir yapıya büründü;
bununla birlikte öyküleri şiir ve şarkı ile
anlatma geleneği sürdü. Batıya göç, iç savaş,
demiryollarının yapımı, sendikaların ortaya
çıkışı ve daha birçok tarihsel olayın etkisiyle,
“Pike’lı Tatlı Betsy”, “Jesse James” ve “Ca-
sey Jones” gibi edebi değeri olan baladlar da
ortaya çıkmıştır.
Hemen hemen her ülkenin kendine özgü
Mansell Collection
geleneksel baladları vardır. Balad türünde
18. yüzyıla kadar el ilanları biçim inde basılan sevilen
şarkılar, özellikle Danimarka, Fransa, Al­
baladlar Londra sokaklarında halka satılıyordu. manya, Yunanistan, SSCB ve İspanya başta
olmak üzere, tüm Avrupa’da yaygındır. Dili
“Z ehirlendin mi yoksa ah, oğlum benim , RandaPım! İngilizce olmayan baladlar, örneğin Rus ba­
Z ehirlediler mi seni, koçyiğidim, delikanlım !” ladları kıtasız ve uyaksızdır.
“Öyle ana, ne yapalım ser hele şu döşeği,
İçerim kan ağlıyor, uzanıp bi yatalım .” Baskı makinesinin bulunması ve baskı işle­
Çeviri: Can Yücel rinin ucuzlamasıyla birlikte Avrupa’da 16.
yüzyılda yaygınlık kazanan baladlar el ilanı
Baladların çoğu Lord Randal gibi gizemli, gibi basılarak halka satılmaya başlandı. Şaka
ölümler, kan davaları, heyecanlı serüvenler yollu, yergi amacıyla yazılan bu türden balad­
ve hüzünlü sevda öyküleri anlatır. Perilerden, lar, aynı zamanda güncel olaylara ilişkin
cinlerden ve hayaletlerden söz eden baladla­ haberler veren bir tür gazete işlevi de gördü.
rın yanı sıra, konularını Kral Arthur ya da Piskopos Thomas Percy’nin Reliques ofA nci-
Robin Hood gibi ünlü kahramanların serü­ ent English Poetry (1765; “Eski İngiliz Şiirin­
venlerinden alan ya da ünlü savaşları anlatan den Kalanlar”) adlı kitabı, 18. yüzyılda basıl­
baladlar da vardır. Saraylıların ve bilginlerin mış ilk önemli balad derlemesidir. Bugün eski
kullandığı dilden farklı olarak, daha çok lehçe baladları ortaya çıkarmak için çalışmalar ya­
ve halk ağzıyla söylenen baladların çok sade, pılmakta ve yeni baladlar yazılmaktadır.
kolay anlaşılır ve canlı bir dili vardır.
İngiliz baladlarının çoğu korolu ve nakarat­ BALANCHINE, George (1904-83). Asıl adı
lıdır. Nakarat, bazı anahtar sözcük, dize ya da Georgi Melitonoviç Balançivadze olan Rus
deyimlerin sık sık yinelenmesidir. Örneğin, kökenli ABD ’li koreograf St. Petersburg’da
“Lord Randal” baladında, her kıtanın sonun­ (bugünkü Leningrad) doğdu. Babası besteciy­
da yer alan dize, nakarat bölümüdür; ama di. Öğrenimine Petersburg Konservatuvarı’n-
bazen, kıtanın ikinci ya da dördüncü dizesi de da başlayan Balanchine, daha sonra Çarlık
nakarat olabilir. Nakaratların anlatılan Bale Okulu’na gitti. 1918’de Sovyet Devlet
konuyla mutlaka bir ilgisi olması gerekmez; Bale Okulu’na dönüşen okulunu üstün başarıy­
hatta bunlar hiçbir anlam taşımayan tekerle­ la bitirdi. 1925’te Petersburg Bale Topluluğu
meler de olabilir. Eski gemici şarkıları olan (bugünkü Kirov Balesi) ile çıktığı bir turneyi
heyamolalar, çalışırken söylenen nakaratlı yarım bırakarak Fransa’ya yerleşti ve Diaghi-
baladlardı. Hep birlikte söylenen nakaratlarla lev’in, Rus Balesi Topluluğu’nda çalışmaya
tayfalar ve işçiler işin üstesinden daha kolay başladı. Kısa sürede bu topluluğun başkore-
gelirlerdi. ografı olan Balanchine, o dönemde 10 bale
17. yüzyılda Kuzey Amerika’ya yerleşmeye yapıtı gerçekleştirdi. Bunlardan Apollo
giden İngilizler, balad geleneğini orada da (1928) ve Savurgan Çocuk (1929) günümüzde
BALBOA 297

yapıt kazandıran Balanchine, dünya bale re­


pertuarına önemli katkılarda bulundu. Ayrıca
müzikal, opera, film ve televizyon oyunların­
da koreografi geleneğinin yerleşmesine ön­
cülük etti.
Schönberg ve Charles Edvvard Ives gibi o
yıllarda henüz tanınr a r.n bestecilerin müzi­
ğini kullanan Balanchine, özellikle, baleye
uyarlanması son derece güç olan parçalar
seçiyordu. Balanchine, hızlı müziği dansa
uyarıanıak y une, dansçıların müziğe . yması­
nı istiyor; onları, tüm yeteneklerini sonuna
kadar kullanmaya zorluyordu. A BD ’de bale­
nin sevilip, yaygınlaşmasında Balanchine’in
önemli bir rolü olmuştur (bak. B a l e ).

BALBOA, Vasco Nünez de (1475-1519).


BBC Hulton Picture Library
Büyük Okyanus’u keşfeden bir İspanyol sa­
New York Kent Balesi'nin kurucularından olan vaşçısı olan Vasco Nünez de Balboa 26
George Balanchine aynı zamanda topluluğun sanat yaşındayken, yeni keşfedilmiş olan Batı Flint
yönetm eniydi. A dalan’na sefere çıktı. Hispaniola’ya (bugün­
kü Haiti) yerleşerek plantasyon denen büyük
de ilgiyle izlenmektedir. Apollo balesinin bir çiftlik kurdu, ama kısa zamanda çok
çalışmaları sırasında, Balanchine ile Rus bes­ borçlandı. Bunun üzerine bir başka Batı Hint
tecisi Igor Stravinski arasında, 50 yıl sürecek Adası olan Porto Riko’ya giden bir gemideki
olan bir dostluk başladı (bak. STRAVİNSKİ, fıçıya saklanarak kaçmayı başardı. Ne var ki,
IG O R). Stravinski’nin yapıtlarından birçoğu­ vardıkları ada yerleşmeye elverişsiz, terk edil­
nun koreografisini Balanchine yaptı. Bunlar­ miş bir yerdi. Balboa’nın ısrarı üzerine gemi­
dan en ünlüsü, 1972’de New York Kent ciler oradan ayrılarak, bugün Panama olarak
Balesi Topluluğu’nca sahnelenen Pulcinel- bilinen topraklara çıktılar ve Darien’de yeni
la dır. bir koloni kurdular. Liderler arasında çıkan
1929’da Diaghilev’in ölümü üzerine Rus tartışma sonunda yönetime gelen Balboa, çok
Balesi Topluluğu dağılınca, Balanchine bir­ geçmeden yakın çevreyi ele geçirme işine
kaç yıl daha Fransa’da çalıştıktan sonra, girişti. 1511’de İspanya kralınca, Darien geçi­
ABD’den gelen bir çağrıyı kabul etti. ci valiliğine ve komutanlığına atandı. Keşif
Balanchine balenin ABD’de yaygınlaşma­ gezilerinden birinde bir Yerli şefin, güneyde,
sına büyük katkıda bulundu. 1934’te yeniden dağların ve altın ülkesi Peru’nun öte yanında­
düzenlediği Amerikan Bale Okulu, kısa süre­ ki büyük denizden söz ettiğini duydu. 1513’te
de ülkenin önde gelen bale okulu oldu. 190 İspanyol ve 1.000 Yerli’yle birlikte Orta
1948’de kurulan New York Kent Balesi’nde ve Güney Amerika’yı birleştiren dar kara
sanat yönetmeni ve koreograf olarak çalışan parçasını, yani Panama Kıstağı’nı aşmak üze­
Balanchine bu görevi, 1982’de sağlığı bozu- re yola çıktı. O günlerde, kendi yerine İspan­
luncaya kadar sürdürdü. Balanchine’in ya kralının başka birini geçirmeye niyetlen­
ABD’deki ilk yapıtı olan ve Çaykovski’nin diği haberini alan Balboa, yeni bir keşif ve
bale öğrencileri için bestelediği bir müzikten paha biçilmez zenginliklerle kralın yeniden
uyarlayarak gerçekleştirdiği Serenade (Sere­ gözüne girebileceğini hesaplıyordu. Balboa
nat), New York Kent Balesi’ne büyük bir ba­ ile adamları, sineklerin saldırısından yılgın,
şarı kazandırarak, topluluğun simgesi duru­ hastalıktan bitkin, ağır silahların yükü altında
muna geldi. ezilmiş olarak tropik ormanlarda ve dağlarda
New York Kent Balesi’ne 150’den fazla güçlükle ilerlediler. Son dağ sırasının doruğu-
298 BALDIRAN

maculatum) çok zehirli bir bitkidir. Eski


Yunanlılar, acı çekmeden ölme ayrıcalığı
tanınan idam mahkûmlarını bu zehirle öldü­
rürlerdi. Büyük Yunanlı düşünür Sokrat’ın da
(bak. S OKRAT) baldıran zehiri içerek öldüğüne
inanılır.
Baldıran maydanozgiller (Umbelliferae ya
da Apiaceae) familyasından uzun boylu, otsu
bir çayır bitkisidir. Gövdesi kırmızı ve mor
benekli, yaprakları büyük ve çok parçalıdır.
Küçük beyaz çiçekleri şemsiye biçiminde kü­
Mansell Collection melenmiştir. Bazen tıpta da kullanılan baldı­
Balboa 1513'te, Büyük Okyanus'u gören ilk batılı ran zehri özellikle olgunlaşmamış meyveler­
oldu ve okyanusa İspanya adına sahip çıktı. den elde edilir.
Subaldıranı (Cicuta maculata), Kanada’dan
na vardıklarında, karşılarına uçsuz bucaksız Florida’ya kadar uzanan nemli topraklarda
engin bir deniz çıktı. Böylece Büyük Okya- yetişir. 2,5 metreye kadar boylanabilen bu
nus’u gören ilk beyazlar oldular. Balboa, ok­ bitkinin de özellikle köklerinde öldürücü bir
yanusa İspanya kralı adına sahip çıktı. zehir bulunur.
Kral Ferdinand, Balboa’nın bu keşfini öğ­
renince ve gönderdiği değerli armağanları BALE, bir öyküyü, tiyatro oyunlarındaki gibi
alınca, onu Büyük Okyanus Amiralliği’ne sözlerle değil, müzik eşliğinde, dans ve hare­
getirdi. Buna karşılık da, Pedro Arias de ketlerle anlatan bir sahne sanatıdır. Balede
Avila’yı onun yerine Darien valiliğine atadı. dans ve müziğin yanı sıra, iki önemli öğe daha
Balboa’nın başka keşif planlarını kıskanan ve vardır: Şiir ya da tiyatro ve sahne tasarımı.
valilik görevine yeniden atanabileceğinden Balede en önemli öğe danstır. Bale dansçı­
korkan de Avila, Balboa’yı vatan hainliği ile ları öyküyü sözsüz olarak anlatmak zorunda
suçlayarak ölüme mahkûm etti ve 1519’da olduklarından, oyunculuk yeteneklerinin ol­
Darien meydanında idam ettirdi. ması gerekir. Hareketlerinin güzelliğiyle izle­
yicileri etkilemek ve dans sırasında duyumsa­
BALDIRAN. Başta Avrupa, Kuzey ve Güney dıklarını aktarabilmek gibi başlıca iki temel
Amerika olmak üzere dünyanın birçok yerin­ kaygıları vardır. Bunu duygu ve davranışları
de kendiliğinden yetişen baldıran (Conium anlatmakta kullanılan kalıplaşmış hareketler­
le (mim) ya da sessiz filmlerdeki gibi, hiçbir
Turhan Baytop Koleksiyonu kurala bağlanmaksızın, serbest hareketlerle
gerçekleştirirler (bak. Mİ M S a n a t i ) .
Serbest anlatım biçimi çağdaş balede daha
çok kullanılır. Mim, Les Sylphides, Giselle,
Coppelia, Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel ve
Fındıkkıran gibi klasik balelerde kullanılan
bir tekniktir. Bu balelerde öykü mimikler
aracılığıyla anlatılırken, dans kesintiye uğrar;
oysa çağdaş balede dans ve mim iç içe ve
süreklidir.

Bale Müziği
Müziğin balede iki türlü işlevi vardır: Bunlar­
dan birincisi, Afrikalıların el çırparak, ayak
Nemli yerlerde yetişen ve şemsiye biçim inde beyaz vurarak ve tamtam çalarak danslarının ritmini
çiçekler açan baldıran çok zehirli bir bitkidir. oluşturması gibi, balede ritmi sağlamak; ikin-
BALE 299

cisi ise, öyküye uygun ortam yaratmak ya da Şiir, Tiyatro Sanatı ve Sahne Tasarımı
başka bir deyişle, sahneyi kurmaktır. Bu Balede “Seni seviyorum” “Senden nefret
İkincisini biraz açalım: Bir müzik parçasını ediyorum”, “Üşüyorum ve açım” , “Odayı
dinlerken, özellikle de bu “programlı” , yani derhal terk et” gibi basit anlamlı cümleler
belli bir düşünceyi ya da öyküyü anlatmak mimle anlatılabilir. Ama “Gelecek hafta bir
için yazılmış bir müzikse, gözümüzün önünde gün çay içmeye gel” ya da “Merhaba, amca”
bir dizi resim canlanır. Örneğin, Rossini’nin türünden cümleleri anlatmak güçtür. Bu ne­
Giy om TeVindeki fırtınayı, Mendelssohn’un denle balede, tiyatro sanatı yoluyla kısıtlı
Fingal Mağarası’nda dalgaların kıyıya vuruşu­ sayıda olay anlatılabilir. Buna karşılık, şiir ve
nu, aynı bestecinin yapıtlarından Bir Yaz tiyatro sanatı, izleyicinin düş gücünü harekete
Gecesi Rüyası'nda perilerin kanat çırpışını geçirerek, sözlerle anlatılabilecek olandan
görür gibi oluruz. Müzik öyküyü kavramamı­ daha çoğunun anlaşılmasını sağlar. İzleyici,
za ve bestecinin duyumsadıklarını iletebilme­ görsel olarak ipuçlarını yakaladığı bir olayı,
sine aracı olur. Bu “sahne kurucu müzik”, düş gücüyle biçimlendirerek bütünleyebilir.
sözcüklerin yerine geçerek izleyiciye öyküyü Şiir ve tiyatro balede çeşitli biçimlerde
anlattığından bale için son derece önemlidir. bulunabilir. Sahnede her zaman belirli bir
Belirli bir bale için özel olarak bestelenmiş öykünün anlatılması gerekmez; ay ışığıyla
müzikle daha başarılı sonuçlar elde edilir. aydınlatılmış bir alanda perilerin dansı gibi
Sözgelimi, Çaykovski’nin Kuğu Gölü ve Uyu­ şiirsel bir anlatım (Les Sylphides) olabileceği
yan Güzel, Stravinski’nin Ateşkuşu ve Petruş- gibi, herhangi bir düşünce, iyi ile kötü arasın­
ka, Sir Arthur Bliss’in Şahmat adlı yapıtları daki kavga (Dante Sonata), herkesin bildiği
bu türden bestelerdir. Bunun yanı sıra Schu- bir peri masalı ( Uyuyan Güzel) ya da çağdaş
mann’ın Karnaval müziği ya da Chopin’in Les bir yoksulluk öyküsü baleye konu olabilir. Bir
Sylphides'i dans için bestelenmemiş olmakla başka bale türü de, belirli bir öykü olmaksı­
birlikte baleye çok uygundur. Bir müzik yapı­ zın, müzik eşliğinde ritmik hareketlerden
tını baleye uyarlamak bilgi ve beceri gerek­ oluşan baledir. Cesar Franck’ın Senfonik Çe­
tirir. şitlemeler adlı yapıtı buna bir örnektir.
EM VM CM

Michael Coleman, Jerem y Fisher rolünde. Koreograflığını Sir Frederick Ashton'm , danslarını Ingiliz
Kraliyet Balesi'nin üstlendiği Beatrix Potter'in Öyküleri film inden bir sahne.
300 BALE

Angela Taylor
Londra'daki Rambert Balesi'nden Amanda Britton ve Ben Craft.

Sahne tasarımı balenin, müzik ve dans­ Koreograf


la aynı önemde olan bir öğesidir. Sahne ta­ Bir bale yapıtı, dansçıların, bestecinin, yaza­
sarımcısı dekor, sahne düzenlemesi ve kos­ rın ve sahne tasarımcısının yanı sıra, koreog­
tümlerden sorumlu olan kişidir. Sahnenin rafın da önemli görevler yüklendiği ortak bir
gerisindeki panonun ve dekorların boya­ çalışma ürünüdür. Koreograf, balenin dans
nıp hazırlanması ve yerleştirilmesi sahne tasa­ bölümünü tasarlayıp düzenleyen kişidir. Bu
rımcısının görevidir. Klasik balede sahne de­ kimsenin aynı zamanda deneyimli bir dansçı
koru önemli bir anlatım aracıdır. Çağdaş olması gerekir. Koreograf çoğu kez, hareket­
balede ise dekordan çok, ışıklandırmaya lendireceği öyküyü de kurmak zorundadır. îyi
önem verilir. Dekor ya da ışıklandırma yeter­ bir koreograf olmak kolay değildir. Düşünce­
sizse, izleyici hareketleri tam olarak göremez. leri, duyguları ve öyküyü dans ve hareketler­
Uygun olmayan bir kostüm dansı ve görüntü­ le anlatabilmesi için dansla ilgili her şeyi
yü bozabilir. Kostümler ve sahne dekorları, bilmesi gerekir. Koreografın müzik, resim ve
anlatım aracı olarak sözcüklerin yerine geçer. heykel konularında da bilgisi olmalıdır. Aynı
Sözgelimi Petruşka’nm zavallı bir bez bebek zamanda, sahne tasarımcısının seçiminden
ya da Uyuyan Güze/’deki A urora’nın gör­ sorumludur. Ünlü koreograflar arasında, yaş­
kemli bir sarayda yaşayan peri prensesi oldu­ larının ilerlemiş olmasına karşın çalışmalarını
ğu, dekordan ve kostümlerden anlaşılır. sürdürenler vardır. 1983’te ölen Rus asıllı
BALE 301

ABD’li koreograf George Balanchine, mesle­ oluşan bale öğrenimini tamamlayabilmek


ğini 80 yaşma kadar sürdürmüştür. güçtür. Ayrıca meslek yaşamının ağır koşulla­
Bir bale yapıtının başarılı olabilmesi yaza­ rına pek az kişi katlanabilir.
rın, koreografın, bestecinin ve sahne tasarım­ Eğitime başlamak için en uygun yaş 9-11
cısının dile getirmeye çalıştıkları ortak düşün­ arasıdır. Başlangıçta, günde yaklaşık bir saat
ceyi, dansçıların tam anlamıyla kavrayıp, çalışılır. 16 yaşından sonra provalar yoğunla­
izleyiciye iletebilmesine bağlıdır. Sözgelimi şır, çalışma saatleri artar. Fiziksel olduğu
başarılı bir bale yapıtı olan Üç Köşeli Şapka kadar zihinsel bir çalışmayı da gerektiren
İspanyol köylü yaşamını anlatan basit bir dokuz yıllık ağır bir eğitimden sonra dansçı.
öyküdür. Besteci Manuel de Falla, İspanyol 18 yaşında izleyici karşısına çıkmaya hazırdır.
halk müziğini, bir senfoni orkestrasının çala­ Buna karşılık meslek yaşamı 20 yıldan daha
bileceği biçimde değiştirerek, baleye uyarla­ az sürer.
mıştır. Ressam Pablo Picasso, İspanyol köylü Dansçı bedenini, bir müzik aletini kullanır
giysilerinden esinlenerek, sahne kostümlerini gibi kullanmayı öğrenmelidir. Kadın dansçı­
hazırlamıştır. Koreograf Leonide Massine, nın (balerin) ince ve zarif görünümlü, boyu­
İspanyol halk danslarını baleye uygun biçim­ nun ise 1,57-1,64 arasında olması gerekir.
de yeniden düzenlemiştir. İspanyol halk mü­ Başı küçük ve gövdesiyle orantılı, kolları
ziğini, kostümlerim ve danslarını kullanarak, biçimli, bacakları düzgün, özellikle ayaklan
kusursuz bir bale yaratmak düşüncesinden ve ayak parmakları gövdesini taşıyabilecek
kaynaklanan bu yapıt, uyumlu ve yetenekli güçte olmalıdır. Baleye uygun ayak yapısını
kadrosuyla 20. yüzyılın başlarında olağanüstü ancak bir uzman belirleyebilir. En az iki. yıllık
bir başarı kazanmıştır. bir çalışma olmadan hiçbir öğrenci ayak
Koreograf ve sahne tasarımcıları çoğu kez parmaklarının ucunda durmayı denememeli-
eski baleleri yeniden düzenleme yoluna da dir. Bu çalışma öğretmenlerin denetiminde ve
giderler. Örneğin, ilk kez 1892’de Rusya’da çok kısa sürelerle yapılmalıdır.
sahnelenen Fındıkkıran balesinin birçok de­ Başlangıçta fiziksel çalışmalara ağırlık veri­
ğişik düzenlemesi vardır. lir. Daha sonra sanatsal ve zihinsel eğitime
geçilir. Bale, müzik ve ritmik hareketlerden
Dansçıların Yetiştirilmesi oluşan sanatsal bir anlatım biçimi olduğu için
Bale eğitimi çok erken yaşlarda başlar. Bir­ öğrencide, fiziksel yeteneğin yanı sıra müziği
çok çocuk bale dansçısı olmak ister; ama kavrama yeteneğinin ya da “müzik kulağı”nm
yoğun bir çalışma ve kısa süreli tatillerden da olması gerekir. Bale, dansçının duygu ve

Balede beş temel duruş: (Soldan sağa) Bir, iki, üç, dört, beş.
302 BALE

düşüncelerini hareketleriyle bütünleştirmesi Sahneye ilk kez 1726’da çıkan Marie Camar-
gereken bir sahne sanatıdır. Büyük Rus bale­ go, ayak bileklerini açıkta bırakan bir etek
rini Anna Pavlova’nın, “Kafanızla dans etmeli­ giyerek, balede yeni bir çığır açtı. Böylece,
siniz” sözleriyle anlatmak istediği de budur. artık izlenebilir duruma gelen ayak hareketle­
Profesyonel bale dansçıları yetiştirmek için ri daha çok önem kazandı. 1736’da ise Marie
özel okullar vardır. İngiltere’deki İngiliz Kra­ Salle kostümlerde, zamanında devrim sayı­
liyet Balesi Okulu, Leningrad’da 1738’de labilecek değişiklikler yaptı. Bedene sımsıkı
kurulan Kirov, New York’taki Amerikan yapışan korsaj yerine giydiği hafif ve bol
Bale Okulu bu alanda önde gelen eğitim giysiyle hem hareketlerine esneklik, hem de
kuruluşlarıdır. Bu okullara alınan yetenekli dansına daha çok anlam katmayı başardı.
çocukların eğitimi 7-8 yaşlannda başlar. Salle aynı zamanda, kendi oyunlarının kore-
Baiede erkek dansçılar da (balet) balerinler ografisini yapan ilk balerindi. 18. yüzyılda
kadar önemlidir. Baletlerin, balerinlerde ol­ Fransa’da, Kraliçe Marie-Antoinette’in baş-
duğu gibi, kusursuz bir ayak yapısına sahip koreografı ve bale öğretmeni olan Jean-
olması gerekmez. Bir erkek dansçı, erkeksi ve Georges Noverre, baleyi kısıtlayıcı kurallar­
atletik bir görünümün yanı sıra, zarif ve dan arındırarak, değişik anlatım denemelerin­
yumuşak hareketlere de sahip olmalıdır. Güç­ de bulundu. Aynı dönemde Maximilian Gar-
lü görünüm zarafetle çelişmez. Eğer bir dans­ del, oyun sırasında maske takma geleneğine
çı yetenekliyse ilk önce küçük rollerde sah­ son vererek, dansçılara yüzlerini de kullana­
neye çıkmaya başlar, sahne deneyimi kazanır. bilme olanağı sağladı. İtalyan Carlo Blasis,
Aralarında en iyi olanlar başrolde ya da 1830’tia bir kitap yazarak, bale eğitiminin
önemli rollerde dans etme olanağını elde kurallarını sistemleştirme yolunda adım attı.
ederler. Baleye çok önemli değişiklikler getiren bir
başka ünlü balerin de Marie Taglioni’dir
T arih (1804-84). Nazlı görünümü ve olağanüstü
Eski Yunan, Roma ve Mısır’da baleye benzer dans yeteneğiyle erkek dansçılar karşısında
dinsel nitelikli dans gösterilerinin yapıldığı üstünlük sağlayarak baş kadın dansçı kavra­
bilinmektedir. Bugünkü balenin anayurdu mının doğmasına neden olan bu ünlü balerin­
Fransa, başlangıç tarihi ise 17. yüzyıldır. dir. Marie Taglioni aynca, beyaz tülden
Fransa Kralı XIV Louis dans etmeyi çok giysileri ve ayaklarının ucunda uçarcasına
sever, çeşitli danslarda başrolü üstlenirken, dans edişiyle de balede yeni bir çığır açtı.
tüm saraylıları da dansa katılmaya özendirir­
di. Balenin Fransa’da başlamış olmasından Rus Balesi
dolayı baleye ilişkin birçok sözcük Fransız­ Bale Fransa’dan sonra, başta İtalya ve Rusya
ca’dır. olmak üzere, öbür ülkelerde de yaygınlık
Balede kullanılan temel adımlar değişik kazandı. Ama Fransız inceliğini, İtaİyaıılar’ın
biçimlerde ortaya çıktı. Bazıları ağır ve şata­ güçlü ve zengin anlatım tarzıyla birleştirerek,
fatlı giysilerin hareket özgürlüğünü kısıtladığı balenin gerçek anlamda gelişmesini sağlayan
saray danslanndan, bazıları halk danslarından Ruslar’dır. Rus balesi, Fransız bale ustası Ma-
doğdu. Ortaçağdaki gezgin akrobatların ve rius Petipa’mn 1847’de St. Petersburg’ta bale
cambazların gösterileri de ayrı bir esin kayna­ yöneticiliğini üstlenmesinden sonra ünlendi.
ğı oldu. Başlangıçta uzun ve ağır kostümlerle Orada Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel ve Fındık­
dans edilmekteydi. Daha sonraları dansçılar, kıran adlı büyük bale yapıtlarını, besteci Pe-
kısa ve hafif giysiler giyerek, rahat hareket ter İliç Çaykovski’yle birlikte sahneleyen Pe-
etme olanağına kavuştular. İlk kez 19. yüzyıl tipa, St. Petersburg Kraliyet Baiesi’nde 50 yılı
başlarında giyilen ve bedeni çorap gibi saran aşkın bir süre çalıştı.
esnek giysi, dansçılara tam bir hareket özgür­ Vaslav Nijinski, Tamara Karsavina, Anna
lüğü kazandırdı. Pavlova ve Galina Ulanova Rusya’nın yetiş­
Başlangıçtan bu yana balenin gelişmesinde tirdiği unutulmaz bale sanatçılarıdır (bak.
bazı önemli dansçıların büyük etkisi oldu. N ü İnski, V aslav ; P avlova , A nna ). 1909’da Ser-
BALE 303

The  n Institute o f Chicago

19. yüzyıi Fransız ressamı Edgar Degas'nın Balerinler adlı yağlıboya yapıtı.
304 BALE

gey Diaghilev’in (1872-1929) girişimiyle, } *- mektedir. Sir Robert Helpmann, Dame Mar-
kin sanatçılardan oluşan bir Rus bale toplulu­ got Fonteyn ve koreograf Sir Frederick Ash-
ğu Paris’e gitti. Topluluk üyeleri arasında ko­ ton gibi büyük dansçılar bu topluluktandır.
reograf Michel Fokine, Leonide Massine, A BD ’de iki çağdaş bale topluluğu vardır.
George Balanchine, besteci Igor Stravinski, Biri 1939’da ABD ’de kurulan ve 1980’den bu
Claude Debussy ve Erik Satie vardı (bak. B a - yana Mihail Barişnikov tarafından yönetilen
LANCHINE, GEORGE; STRAVİNSKİ, IG O R). Ünlü Amerikan Bale Okulu Tiyatrosu, öbürü ise
ressamlardan Pablo Picasso ve Andre Derain Balanchine’in kurduğu New York Kent Bale-
ise dekorları hazırlayan sanatçılar arasın­ si’dir. Suzanne Farrell, Edvvard Villela ve
daydı. 1983’te yönetici olan DanimarkalI Peter Mar-
Çağdaş balenin yaratıcısı olan Diaghilev’in tins bu topluluğun en ünlü dansçılarıdır.
çalışmaya başladığı dönemde, bale modası SSCB’nin büyük toplulukları, Leningrad’daki
geçmiş bir eğlence türü olarak görülmekteydi. Kirov (eski adıyla Rus Çarlık Balesi) ve
Ama Diaghilev baleyi bu çıkmazdan kurtara­ Moskova’dak' r'olşoy baleleridir. Barişnikov,
rak, yeniden yaşayan ve coşku veren bir sana­ Makarova ve Nureyev gibi birçok ünlü dansçı
ta dönüştürdü. ABD ’nin yeniliklere açık bir Kirov’da yetişmiştir.
bale merkezi durumuna gelmesi üzerine, Kanada’da üç büyük bale topluluğu vardır:
Diaghilev’in sanatçılarından birçoğu oraya 1951’de kurulan Ulusal Kanada Balesi, Mont­
yerleşti. Daha sonraları Avrupa ya da ABD’ real Büyük Kanada Balesi ve Winnipeg Krali­
ye yerleşen Rus sanatçılarından biri de ünlü yet Balesi. Avustralya Dans Tiyatrosu ve
balet Rudolf Nureyev’dir. Avustralya Balesi ise, Avustralya’nın başlıca
Sadler’s Weils topluluğunu kuran Dame bale topluluklarıdır.
Ninette de Valois da Diaghilev ile çalışmış sa­ Bunların yanı sıra, Danimarka Kraliyet
natçılardan biridir. İngiltere’de balenin yay­ Balesi, Hollanda Ulusal Balesi, Dans Tiyatro­
gınlaşmasında önemli katkıları olan Dame su, Paris Operası ve Fransız Maurıce Be-
Marie Rambert ise Diaghilev’den etkilenen jart’ın yönettiği 20. Yüzyıl Balesi günümüzün
bir başka sanatçıdır. önemli bale topluluklarıdır (bak. D a n s ) .
1956’da İngiliz Kraliyet Balesi’ne dönüşen
Sadler’s Wells topluluğu, gösterilerini Lon­ Türkiye'de Bale
dra’da, Kraliyet Opera Binası’nda sürdür­ Türkiye’de ilk bale okulu 1921’de, bir Rus
İstanbul Devlet Opera
ve Balesi

Meriç Sümen
(ortada),
İstanbul Devlet
Opera ve Balesi
dansçılarının Şubat
1989'da oynadıkları
Kamelyaiı Kadın
balesinde.
BALIK 305

bale öğretmeni olan Lidya Krassa Arzumano- denizciler için önemli bir uğrak yeriydi. İspan-
va tarafından açıldı. Yetiştirdiği öğrencilerle ya’da Magripliler’in egemenliği sırasında ise
1931’de ilk gösterisini sunan Arzumanova, ada korsanlarca bir üs olarak kullanıldı (bak.
I941’de İstanbul Belediye Konservatuvarı’n- M a GRİ PLİ LER).
da bale dersleri vermeye başladı. Minorka dışındaki adalar yüzyıllarca İs-
Ülkemizde devlet desteğiyle bale öğrenimi panya’nın egemenliği altında kaldı. 18. yüzyıl­
1948’de başladı. İngiliz Kraliyet Balesi’nin da uzun süre İngilizler’in egemen olduğu
kurucusu Dame Ninette de Valois’mn yöneti­ Minorka, 1802’de İspanyollar’ın eline geçti.
ciliğinde, İstanbul’da bir bale okulu açıldı. Bugün Balear Adaları’nm tümü, İspanya’ya
1950’de bu okul Ankara’ya taşındı ve Devlet bağlı özerk bir eyalettir. Nüfusu 675.400’dür
Konservatuvarı’na katıldı. Sahnelenen ilk ba­ (1986).
le oyunları Büyülü A ş k , Coppelia, Uyuyan
Güzel, Giselle ve Kuğu Gölü’dür. 1965-66 BALIK dendiğinde hemen herkesin aklına
yıllarında Dame Ninette de Valois’nın, beste­ tatlı suda ya da denizde yaşayan, gövdesi
ci Ferit Tüzün’ün Anadolu Süiti adlı müziğin­ pullarla kaplı, yüzgeçleri, solungaçları, dişler­
den esinlenerek gerçekleştirdiği Çeşmebaşı le donanmış çeneleri ve bir omurgası olan su
Balesi, Nevit Kodallı’nın Sinfonietta adlı yapı­ hayvanları gelir. Bu tanım geniş anlamda
tından uyarladığı tek perdelik bale oyunu, bir doğrudur; örneğin palamut, hamsi, lüfer gibi
başka İngiliz koreograf Richard Glasstone’ yakından tanıdığımız balıklar bütün özellikle­
un, Bülent Tarcan’ın müziği ile gerçekleştir­ riyle bu tanıma uyar. Oysa bazı balıklarda bu
diği Hançerli Hanım balesi, Türk motifleri özelliklerin hepsi bulunmayabilir. Sözgelimi
taşıyan ilk bale yapıtları olmaları bakımından taşemen denen balıkların çeneleri ve pulları
önemlidir. Koreograf Duygu Aykal (Çoğul; yoktur. Yılanbalıklarının yüzgeçleri yok de­
Oluşum; Bulutlar Nereye Gider; İnsan... İn­ necek kadar belirsizdir. Akciğerli balıklarda
san; Biz, Siz, Onlar; İnsancık), Sait Sökmen, ise solungaçlar işlevini yitirmiştir. Ama iske­
Güloya Gürelli Aruoba, Aysun Aslan (Çeşit- letin temel ekseni olan omurga hepsinde
lemeler ve Denge), Meriç Sümen ve Oytun bulunur. Demek ki daha dar anlamda balıklar
Turfanda (Yoz Döngü; Güzelleme; Hürrem “omurgalı su hayvanları” olarak tanımlana­
Sultan) Türkiye’de balenin gelişimine katkıla­ bilir.
rı olan sanatçılardır. Balıkların ortak özelliklerine göre sınıflan­
dırılması çok karmaşıktır. En yaygın sınıflan­
BALEAR ADALARI, Akdeniz’in batısında, dırma sisteminde bugün yaşayan bütün balık­
İspanya’nın 80-306 km açığında yer alan lar üç sınıfta toplanır: Taşemenleri ve sülük-
takımadalardır. Balear Adaları başlıca dört balıklarını içeren çenesiz balıklar ya da çene-
adadan oluşur: Mayorka, Minorka, İbiza ve sizler sınıfı (Agnatha); köpekbalıklarım, va­
Formentera. İspanya’ya bağlı olan Balear toz ve folyaları içeren kıkırdaklı balıklar sınıfı
A dalan’mn merkezi Palma’dır. Mayorka (Chondrichthyes ya da Selachii) ve geri kalan
Adası’nda yer alan bu kent, 13. yüzyıldan bütün balıkları içeren kemikli balıklar sınıfı
kalma Gotik katedrali ile ünlüdür. (Osteichthyes).
Halkın çoğunluğu çiftçilikle geçinir. Meyve
(özellikle turunçgiller) ve sebze yetiştirmenin Değişik Balık Grupları
yanı sıra, domuz, koyun ve keçi beslenir. Yeryüzünün tatlı ve tuzlu sularında yaşayan
Balear halkı birçok ülkeye zeytin, şarap, 30 binden fazla balık türü saptanmıştır. Bun­
badem ve tuz satar. Ayrıca dalyanlarda çeşitli ların büyüklükleri 1 cm ile 15 metre arasında
balıklar üretilir. Balear Adaları, ılıman ve değişir. Sıcak denizlerde yaşayan balina kö­
kuru iklimi, doğal güzellikleri ve tarihsel pekbalığı (Rhincodon typus) 15 metreye ula­
zenginlikleriyle her yıl binlerce turist çeker. şan uzunluğuyla bütün balıkların en irisidir.
Balear Adaları, sığınmaya elverişli limanla­ Filipinler’deki cüce kayabalığı (Pandaka pyg-
rıyla eskiçağlarda Fenikeliler, Yunanlılar, maea) ise 1 santimetreyi bulmayan uzunlu­
Romalılar ve Batı Akdeniz’de ticaret yapan ğuyla en küçük balık türüdür.
306 BALIK

Çenesiz Balıklar. Dış görünümleriyle daha alan testerebalıklan, vücutlarındaki özei bir
çok yılanbalıklanna benzeyen bu balıklar organdan güçlü bir elektrik akımı üreterek
çene kemikleri olmadığı için çenesizler adıyla insanı çarpabilen uvuşturanbahklan (torpil-
ayrı bir sınıfta toplanmıştır. Bu sınıfın yaşa­ balıkları) ve bazı türlerde ucunda çapa gibi bir
yan üyelerini içeren en tanınmış takımı yuvar- Çıkıntı bulunan uzun burunlarıyla oldukça
lakağızlılar (Cyclostomata) olarak bilinir. Bu garip görünümlü balıklar olan kimeraiar da
balıkların vantuz gibi emici olan ağızlarında, bu sınıftandır. Ama çenesiz balıklardan daha
eğe dişi gibi çok sayıda küçük diş dizilidir. Bu gelişmiş ve daha karmaşık bir grup olan
sınıfta gruplandırılan 60 kadar türden çoğu­ kıkırdaklı balıkların sınıflandırılması pek ko­
nun soyu tükenmiştir. Günümüze kadar ula­ lay olmadığından, bazı uzmanlar kimeraları
şabilmiş türlerin en tanınmışları ol?n taşemen ayrı bir sınıftan sayarlar.
ve sülükbalığı gibi örnekler ise “yaşayan Kemikli Balıklar. En gelişmiş balıklan içe­
fosiller” olarak kabul edilir. ren en kalabalık sınıf budur. 20 binden çok
Kıkırdaklı Balıklar. İskeletleri kıkırdaktan türü saptanmış olan kemikli balıklar arasında
oluşan ve çenesiz balıklardan daha üst düzey­ uskumru, palamut, lüfer, hamsi, levrek, sa­
de evrimleşmiş olan bu balıkların en tanınmış zan, çipura, alabalık, sombalığı, sudak, vılan-
üyeleri köpekbalıklarıdır. Bu nedenle bazı balığı ve morina gibi ticari değeri olan çok
uzmanlar bu sınıfı köpekbalıkları olarak ad­ tanınmış balıkların yanı sıra, soyu tükenmiş
landırır. Bu balıkların gövdelerini kaplayan ilkel balıkların son temsilcileri sayılan bazı
pullar insan dişiyle aynı maddeden, yani mine ilginç balıklar da yer alır. Örneğin latimerya
ve dentinden oluşmuştur. Balıkların çoğunda adıyla bilinen saçakyüzgeçli bir balık yalnız
bulunan solungaç kapaklan bu gruptaki balık­ bu grubun değil bütün balıkların en ilginç
larda bulunmaz. Uzunlukları 1,5 ile 15 metre örneklerinden biridir. Çünkü 1938’de Güney
arasında değişen köpekbalıklarının hepsi çok Afrika’daki balıkçıların ağına takılan bir lati­
hızlı yüzücüdür. Bu grubun er? iri üyelerinden merya, o güne kadar yalnızca fosil örneklerin­
biri olan büyük camgöz (Cetorhinus maxi- den tanınan ve çoktan soyunur, tükendiği
mus), solungaçlarının uçlarındaki taraksı olu­ sanıian ilke* koelakantiann 350 miiyon yıidır
şumlarla sudan süzdüğü planktonlarla besle­ hemen hiçbir değişikliğe uğramadan yaşamını
nir. İnsanlara da saldıran beyaz köpekbakğı- sürdürdüğünü açıkça kanıtlıyordu.
nm (Carcharodon carcharias) ise çok keskin Bugün yalnız Afrika, Güney Amerika ve
dişleri vardır. Avustralya’daki tatlı sularda bulunan akciğer­
Vatozlar ve îolyalar genellikle sığ sularda, li balıklar da yaşayan birer fosii oıarak kabul
dipteki kumlara yatarak yaşadıklan için göv­ edilir. Solungaçsan büyük ölçüde işlevini yi­
deleri alttan ve üstten basık, yassı bir biçim tirmiş olan bu ilkel balıklar, solungaçların
almıştır. Tabana doğru genişleyen göğüs yüz­ akciğerlere dönüşmesiyle balıklardan amfib­
geçleri de bir kürek gibi suyu yararak yüzme­ yumlara geçişi simgeler.
lerini kolaylaştırır. Adlarını testere gibi sivri Gene Afrika'daki bazı akarsularda yaşayan
dişlerle donanmış çok uzun burunlarından bişirler de milyonlarca yıl önce yeryüzündeki
tatlı sularda çok bol bulunan bir grup ilkel
balığın günümüze kadar ulaşabilmiş son tem­
Birinci sırt yüzgeci
(Sert ışınlı)
İkinci sırt yüzgeci
ışınlı)
silcileridir. Bişirlerin gövdeleri çok kalın pul­
larla kaplıdır, sırt yüzgeçleri ise bir düzine
kadar küçük yüzgeçten oluşmuş gibi parça­
lıdır.
Yaşayan fosillerin bir başka örneği de
havyan çek değerli olan mersinbalıkiandsr.
Kuy’ uk yüzgeci
Tıpkı bişirler gibi milyonlarca yıl önce yaşa­
Göğüs yüzgeci
(Yumuşak ışın!;}
(Yumuşak ışınlı) mış ışmyüzgeçii balıklann çağımızdaki kalıntı­
Anüs yüzgeci ları sayılan mersınbahklarmın iskeleti yer yer
Karın yüzgeci (2-3 sert ve birıtaç
(1 sert, 5 yumuşak ışınlı) yumuşak ışınlı) kıkırdaksı, çeneleri çok güçsüzdür.
BALIK 307

Uzmanların bir bölümü sözü edilen bu da yan yana yer alır. Karın yüzgeçleri genel­
balıkların tümünü kemikli balıklar içinde likle göğüs yüzgeçlerinden biraz daha geride­
sınıflandırırken, bir bölümü de latimeryalar dir. Sırt yüzgeçleri balığın sırtında, anüs
yüzgeçleri altında ve kuyruğa yakın olarak
ile akciğerli balıkları ayrı bir sınıfta, bişirler
ile mersinbalıklarını başka bir sınıfta toplaya­ yerleşmiştir. Balığın su içindeki hareketinde
rak yaşayan balık sınıflarının sayısını beşe en büyük görev kuyruk yüzgecine düşer; bazı
çıkarır. balıklar bu iş için göğüs yüzgeçlerini de
Bu maddede adı geçen balıkların çoğunu kullanırlar. Yüzgeçler, ışın denen sert ya da
ansiklopedide ayrı birer madde olarak bulabi­ yumuşak dikensi iskelet parçalarıyla destekle­
lirsiniz. nir. Yakın akraba olan bazı balıkların birbi­
rinden ayırt edilmesinde yüzgeç ışınlarının
Balıkların Yapısı sayısı önemli bir ipucudur.
Balıkların gövde yapısı karada yaşayan hay- Yüzgeçlerin büyüklüğü, biçimi ve kullanımı
vanlarınkinden çok farklıdır. Özellikle suyun türlere göre çok değişir. Göğüs yüzgeçlerinin
direncini yenerek yüzmeye uyarlanmış olan görevi genellikle balığın ileriye doğru hareke­
bu hayvanların gövdesinde tek ve çift olmak tini yönlendirmektir. Ayrıca bazı balıkların
üzere iki çeşit yüzgeç bulunur. Göğüs ve karın göğüs yüzgeçlerindeki birkaç ışın iyice uzaya­
yüzgeçleri çift, anüs, sırt ve kuyruk yüzgeçleri rak dokunaç işlevini üstlenir. Uçanbalıklann
tektir. Göğüs yüzgeçleri gövdenin iki yanında göğüs yüzgeçleri neredeyse kuyruk yüzgeçle­
karşılıklı, karın yüzgeçleri ise gövdenin altın­ rine kadar uzanır. Ama bu balıklar göğüs

Kırmızı iskorpit
25-56 cm
Ringa
30-42 cm

Sardalye Uskum ru
20-36 cm 30-61 cm

O rkinos (Tonbalığı) Atlantik m orinası


1,5-3 m 102-127 cm
Dünyanın birçok yerinde büyük çapta avlanan, ticari değeri yüksek av balıkları.
308 BALIK

Tatiı su kefali (kepenez); 30-60 cm. Avrupa'dan Anadoiu'ya


kadar.

Alabaiık; 15-30 cm. Anayurdu Avrupa, Anadolu ve Batı Asya;


ayrıca Amerika, Afrika, Hindistan ve Yeni Zelanda'ya da
götürülmüştür.

Bıyıklıbalık; 30-75 cm. Avrupa, Asya ve Afrika'daki akarsular.


Turnabalığı; 40-100 cm. Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika'nın
serin ve soğuksuları.

Sombalığı; 50-120 cm. Atlas Okyanusu'nun kuzey kıyılarından Çamçak; 15-40 cm. Avrupa ve Batı Asya'nın göl ve akarsuları
Avrupa kıyılarına kadar.

Gölgebalığı; 25-50 cm. Fransa ve İtalya'nın güneyi ile ispanya


dışında bütün Avrupa.

Sudak; 15-30 cm. Avrupa, Asya'nın ve Amerika'nın kuzeyi.

A m atör balıkçıların çok severek avladıkları bazı tatlı


su balıkları. İncibalığı; 10-20 cm. Avrupa ve Anadolu.
BALIK 309

yüzgeçlerini kanat gibi çırparak uçmazlar, olan solungaçlar, iskeletin özel bir parçası
suyun üstünde hızla kayarlar. Buna karşılık olan solungaç kemerleri ile bunlara bağlı
Güney Amerika’da yaşayan bazı balıklar gö­ solungaç ipliklerinden oluşur.
ğüs yüzgeçlerini kanat gibi çırpabilir. Tropik Balıkların yalnızca birkaç türü memelilerde
bölgelerde yaşayan tırmananbalıklar ise güçlü olduğu gibi havayla solunum yapar (bak.
göğüs yüzgeçlerini ayak gibi kullanarak ça­ S o l u n u m ) . Büyük bölümü ise solungaçlıdır ve
murlu kıyılarda dolaşır, hatta ağaçlara tır­ yaşaması için gerekli olan oksijeni sudan alır.
manır. Suda çözünmüş olan oksijen solungaçların
Karın yüzgeçleri genellikle balığın suyun ince duvarlarından kana geçer; kandaki kar­
içinde dengede durmasını sağlar. Ama bazı bon dioksit de gene solungaçlar aracılığıyla
balıklarda bu yüzgeçier hayvanın dibe tutun­ suya atılır. Balık solunum yaparken suyu
masını sağlayan emici organlara dönüşmüş­ ağzına alır, sonra ağzını kapatıp yutağını
tür; bazılarının karın yüzgeçlerinde ise do­ daraltır ve bu basınçla itilen su solungaçlar­
kunma organı işlevini gören uzun ışınlar dan dışarı atılır.
vardır. Karın yüzgeçlerinin konumu balıkla­ Balıkların dolaşım sistemleri oldukça geliş­
rın türüne göre değişir. Bu yüzgeçler balığın miştir. Kalbin solungaçlara pompaladığı kan,
karnının ortasında, göğüs yüzgeçlerinin altın­ atardamarlar aracılığıyla buradan bütün vücu­
da, hatta önünde olabilir. Bazı balıkların da dağılır. Dolaşımını tamamlayınca da top­
karın yüzgeçleri çok küçüktür; yılanbalığı gibi lardamarlar aracılığıyla yeniden kalbe döner.
bazı türlerde ise karın yüzgeci bulunmaz. Balıklar soğukkanlı hayvanlardır; vücut sıcak­
Sırt yüzgeci bazen balığın sırtı boyunca lıkları yaşadıkları suyun sıcaklığıyla hemen
kesintisiz biçimde uzanarak kuyruk yüzgeciy­ hemen aynı düzeyde olacak biçimde değişir.
le birleşir, bazen de birkaç parçadan oluşur. Bu yüzden, bulundukları su çok soğuduğunda
Dülgerbalığının iki parçalı sırt yüzgecinin ön hareketleri ağırlaşır ve pek az besinle yetinir­
parçasındaki ışınlar diken gibi sert, kâğıtbah- ler. Suyun sıcaklığı alışkın oldukları derece­
ğının flamaya benzeyen sırt yüzgecinin ışınlan nin iyice üzerine çıktığında ise pek çoğu
ise yumuşaktır. Vantuzbalığının sırt yüzgeci hastalanıp ölebilir.
de çok güçlü, emici bir organa dönüşmüştür. Hayvansal, bitkisel ya da aymm yapmaksızın
Bazı fenerbalıklarında sırt yüzgecinin birinci her iki tür besinle de beslenen balıklann
ışını çok uzundur; hayvan, avlayacağı küçük sindirim kanalı memelilerinkine oldukça ben­
balıkların dikkatini çekmek için bu ışını bir zer. Ağızdan alman bu yiyecekler mideye
balık oltası gibi kullanır. ulaşıncaya kadar hiç sindirilmez. Genellikle
Balıkların gövde biçimleri de türlerin yaşa­ U biçiminde olan midenin salgıladığı sıvının
ma ve davranış biçimlerine uyarlandığından yardımıyla yarı yarıya sindirilen yiyecekler
büyük bir çeşitlilik gösterir. Örneğin hızlı buradan bağırsağa geçer. Pankreas ve karaci­
yüzen balıklar ince ve uzun gövdeli, dipte ğerden salgılanan daha güçlü sindirim sıvıiarı-
yaşayanlar genellikle yassıdır.

Solunum, Kan Dolaşımı ve İç Organlar


Balıkların solunum organı, ağız boşluğunun
gerisinde, yutak denen bölgede yer alan
OKSİJEN
solungaçlandır. Köpekbalıklannın yutak du- O o o O o

varlannda dışanya açılan bir dizi ince yarık SU VE OKSİJEN

bulunur. Ağızdan alınan su solungaçlardan


geçtikten sonra bu yarıklardan dışan atılır.
Kemikli balıklarda bu solungaç yarıkları açı­ BESİN KARBON
lıp kapanabilen kemiksi birer levhayla örtül­ KALP
müştür. Solungaç kapağı denen bu levhalar
açılmadıkça balığın solungaçları görülmez.
İçlerinden bol kan geçtiği için kırmızı renkte Balığın solunum sistemi
310 BALIK

Çift kanatlı uçanbalık; 15 cm. Bütün tropik denizler.

Kirpibahğı; 25 cm. Sıcak denizler.

Tırmanan balık; 20 cm. Doğu Hint Adaları.

Dörtgöz; 30 cm. Güney Amerika'nın doğusundaki akarsular.

Yarasabalığı; 30 cm.
Atlas Okyanusu'nun sıcak
ve ılıman kesimleri.
Denizatı; 15 cm.
Tropik ve ılıman denizler.

İnekbalığı (ya da kutubalığı); 38 cm. Atlas Okyanusu'nun batısı,


Brezilya açıklan.
Karidesbalığı; 15 cm.
Doğu Hint Adaları.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi ılıman ve tropikal


bölgelerdeki deniz ve ırmaklarda yaşayan balıkların
gövde biçim leri ve renkleri çok değişiktir. Bu
değişiklik, balıkların m ilyonlarca yıl boyunca
Sargassum balığı; 13 cm. yaşadıkları ortama uyum sağlamanın yollarını
Atlas Okyanusu'nun tropik kesimleri. aramalarından kaynaklanır.
BALIK 311

nin etkisiyle iyice sindirilen besinler kana Balıklann gözleri sualtında görmeye uyar­
karışır ve enerji sağlamak üzere vücudun lanmıştır; ama türlerden çoğu gözlerini aynı
çeşitli dokularına dağılır. Besinlerin bir bölü­ anda iki ayrı nesneye odaklayamaz. Orta
mü yağa dönüşerek bağırsağın çevresinde ve Amerika’da yaşayan ilginç bir balığın gözleri
kaslarda depolanır. Sombalığı ve ringanın denizaltılardaki periskop gibi dışan fırlamış
yüksek besin değeri vücutlannda depolanmış ve gözlerden her biri üst yansıyla suyun
olan bu yağlardan kaynaklanır. dışını, alt yansıyla suyun altını görecek biçim­
Balığın vücut boşluğundaki organlardan de ikiye bölünmüştür.
biri de böbreklerdir. Koyu kırmızı renkli ve Balıklann insanlar kadar iyi işittikleri kuş­
genellikle ince uzun biçimli olan böbrekler kuluysa da, sudaki titreşimlere karşı son
omurganın iki yanında yer alır. Balıkların derece duyarlı oldukları bir gerçektir. Balık­
üreme organları olan eşeybezleri (gonatlar), ların dışkulağı yoktur; işitme organı bütünüy­
dişilerde yumurta üreten yumurtalıklar, er­ le derinin altındadır. Türlerin çoğunda yüzme
keklerde ise sperma üreten erbezleridir. kesesi sudaki bazı titreşimleri yakalayıp güç­
lendirir ve önündeki üç küçük kemik aracılı­
Öbür Organlar ğıyla kulağa iletir. Aynca balıklann kulağı
Birçok balıkta, böbreklerin hemen altında tıpkı insanlarda olduğu gibi aynı zamanda bir
yüzme kesesi denen bir organ bulunur. Gemi­ denge organıdır. Kulağın içinde duyarlı bir
lerdeki safrayla aynı işlevi gören bu denge dokuyla döşeli ve içi sıvıyla dolu üç kanal, bu
organı bazı balıklarda akciğer ya da ses organı kanallarda da otolit denen kulak taşları var­
işlevini de yüklenebilir. İlkel balıkların bir dır. Kanal duvarlanndan sızan bir maddenin
bölümünde yüzme kesesi bağırsaklarla bağ­ katılaşmasıyla oluşan bu taşlar balık yaşlan­
lantılıdır. Bir denge organı olarak, balığın dıkça büyüdüğü için, kulak taşlanna bakarak
çeşitli derinliklerdeki değişik basınçlara uyum balığın yaşı anlaşılabilir. Her kanalın sonun­
sağlamasına yardımcı olur. Yüzme kesesinde daki şişkin bölümün iç duvarlan çok duyarlı
kan damarlarıyla beslenen küçük bölgeler bir dokuyla döşelidir. Balık yan yattığında
vardır. Kandaki çözünmüş gazlar bu damarla­ kulak taşları yuvarlanarak bu duyarlı dokuya
rın ince duvarlarından geçerek keseye dolar­ değer ve sinirler aracılığıyla beyne giden
ken, öbür bölgeler de kesedeki gazların kan uyanyla balık suda dik durmadığını anlar.
dolaşımına aktarılmasını sağlar. Böylece balık
yüzme kesesini gazla doldurarak suda batma­ Yanal Çizgi ve Dokunma Duyusu
dan durabilir ya da gazları kan dolaşımıyla Balıklara özgü başka bir duyu organı da yanal
dokularına göndererek ağırlaşıp derine inebi­ çizgidir. Daha üstün yapılı hayvanlarda bu­
lir. Ama bu çok yavaş işleyen bir süreçtir. lunmayan bu organ, gövdenin iki yanında
Derin suda yakalanan ve hızla yüzeye çekilen baştan kuyruğa kadar uzanan ve uçlan birer
bir balık, yüzeye yaklaştıkça üzerindeki su gözenekle dışan açılan bir dizi küçük kanalın
basıncı hızla düşüp yüzme kesesindeki hava yanyana gelmesiyle oluşmuştur. Her kanalın
genleşeceği için şişebilir. Oysa balıklar kese­ dibindeki ayrı ayn sinir telleri birbirleriyle
deki havanın bir bölümünü kan dolaşımına birleşerek beyne kadar uzanır. Yapılan de­
aktararak basınç değişikliklerine karşı kendi­ neyler, balıklardaki yanal çizgi sisteminin bir
lerini koruyabilirler. radar gibi çalıştığını göstermiştir. Balık sözge­
Balıkların sinir sistemleri, kokulan, hatta limi bir kayanın yakınında yüzerken, sudaki
renkleri algılayıp ayırt edebilecek kadar geliş­ titreşimler kayaya çarparak geri döner ve ya­
miştir. Burun deliklerinde içine su dolan nal çizgi kanallanna gelir. Böylece balık nere­
küçük torbacıklar biçiminde özel duyu hücre­ de kaya bulunduğunu anlar ve hiçbir yere
leri bulunur. Balıklann koku duyuları çok çarpmaksızın kayalıkların arasında hızla yüze­
güçlüdür ve birçoğu avını bu yolla izleyip bilir.
bulur. Sombalığı gibi türler ise bir yerden bir Balıklann dokunma duyusu da çok duyarlı-
yere göç ederken yollarını bulmak için koku dır. Sinirlerle bağlantılı olan küçücük birer to­
duyularına güvenirler. murcuk biçimindeki bu duyu organlan gövde-
312 BALIK

BAZI &
İLGİNÇ C
BALIKLAR

Üstte: Gördek ya da ilikbalığı A vrupa 'nın tat» sularında yaşayan 9-10 Üstte: Dtskbalığı derisinden salgıladiği ‘
cm uzunluğunda küçük bir balıktır. Ürem e m evsim ind e dişi gördek yapışkan ve besleyici b ir sıvıyla yavrularını
yum urtalığından b ir boru uzatarak y um urtalarını bir m idye ya da "e m z irir". 15 cm uzunluğundaki bu balık
istiridyenin solungaç boşluğuna bırakır ve böylece yavrularına Am azon havzasındaki akarsularda yaşar.
güvenli bir gelişm e ortam ı sağlar.

Sağda: Güney Avustralya sularında


yaşayan denizejderi.
yaşadığı ortam a uyum sağlayartf^
kendini en iyi g iz le y e b ilj»
balıklardan b irıd jŞ
^ 30 cm uzunluğundfflP
bu ilgin ç balığın başı,
gövdesi ve kuyruğu
1 n&Smm yapraklı dalları

uzarttılşria

Üstte: Yalnız Afrika'da, Kongo


Irmağı'nm yukarı çığırında-- .
yaşayan filbalığı ilginç
beslenme davranışıyla dikkati
çeker. 57 cm uzunluğundaki bu
balık dipteki çamurların
arasından yiyecek aramak için
ürettiği zayıf bir elektrik
akımıyla çamurları karıştırır.

Üstte: Derin denizlerde yaşayan ve uzunluğu 7 metreyi bulan bu


kâğıtbalığı en garip görünümlü türlerden biridir. Trol ağlarıyla sık sık
yakalanmasına karşılık biyolojik özellikleri konusunda pek az şey bilinir.

Yeryüzünün tatlı ve tuzlu sularında, garip görünüm leri ya da değişik davranış özellikleriyle bildiğim iz
balıklara hiç benzemeyen pek çok tür yaşar. Bu görünüm ve davranış biçim leri, yaşanan çevreye
uyum sağlamanın olağan sonuçlarıdır. Örneğin yosunların arasında yaşayan türlerin gövdesinde
yapraksı uzantılar gelişirken, denizaltındaki karanlık mağaralarda yaşayan balıklar görm e duyularını
tüm üyle yitirm iş ve bu duyunun işlevini gövdeyi kaplayan tat organları üstlenm iştir.
BALIK 313

nin hemen her yanına dağılmış, özellikle ağız donuk renklerdedir. Gövdelerinde belirgin
çevresindeki bıyıksı uzantılarda yoğunlaşmış­ leke, benek ya da çizgiler bulunmaz.
tır. Balıkların tat alma duyusuna ilişkin bilgi­ Balıkların renk ve desenleri çoğu kez yaşa­
ler çok kısıtlıdır. Bu hayvanların çoğu yiye­ nan ortama uyum sağlayarak hayvanın gizlen­
ceklerini parçalamadan yutar; üstelik birço­ mesine de yardımcı olur. Örneğin bazı sudak­
ğunda insanların en önemli tat alma organı ların derilerindeki çubuk gibi dikey çizgiler
olan dil bulunmaz. Buna karşılık, bazı türler­ balığın otlar arasında yüzerken görülmesini
de bütün gövde yüzeyine dağılmış, bazıların­ güçleştirir. Yosunlann arasında yaşayan deniz-
da daha çok ağız çevresinde toplanmış olan iğneleri de şerit gibi ince uzun gövdeleri ve
tat alma tomurcuklan vardır. renkleriyle yosunlara ayırt edilemeyecek ka­
dar benzer. Ayrıca yassı ve yeşilimsi ya da
Pullar ve Renkler sarımsı gövdeleriyle deniz bitkilerinin yaprak­
Hemen hemen bütün balıkların gövdesi pul­ larını andıran ve bu bitkiler arasında hiç göze
larla kaplıdır. Biçimi türden türe değişen bu batmadan dolaşan birçok balık vardır.
pullar köpekbalıklarında diş gibi sert ve çıkın­ Ü ste lik b a lık la r y a şad ık la rı o rta m a u y u m
tılı, sombalıklannda yassı ve yuvarlaktır. Ke­ sa ğ lam a k için re n k le rin i d e d e ğ iştire b ilirle r.
mikli balıkların yaşları pullarından anlaşılabi­ B u re n k değişim i a la b a lık ve b e n e k li p işide
lir. Mersinbalığı ve dikence gibi bazı balıklar­ ç o k yav aştır. A m a bazı tro p ik b a lık la r b ir a n ­
da pul yoktur; bunun yerine gövdeyi yer yer d a siy ah ta n b e y a za , sa rıd a n p a rla k k ırm ızıy a,
kemiksi levhalar örter. Denizatı ve deniziğne­ k ırm ız ıd an d o n u k yeşile ya d a k o y u k a h v e re n ­
si gibi bazı balıklarda ise gövdenin hemen her giye d ö n e c e k k a d a r h ızla re n k d eğ iştire b ilir.
yanı kemiksi bir zırhla kaplıdır. Bu tür balık­ K a lk a n b a lığ ı, pisibalığı ve dilbalığı gibi yassı-
lar çok yavaş hareket ederler, ama gövdeleri­ b a lık la rd a re n k d eğ işim in in yavaş o lm asın a
ni kaplayan zırh onları saldırgan balıklara k arşılık so n u ç o k a d a r b a şa rılıd ır ki b a lık la r
karşı korur. Bazı balıklarda da pul yerine di­ n e re d e y se g ö rü n m e z o lu r (bak. KORUYUCU
kenler vardır, örneğin kirpibalığı gövdesini R enklenm e).
havayla şişirdiği zaman üzerindeki dikenler Bazı balıklar da öldükten sonra renk değiş­
dikleşir ve balığı düşmanlarından koruyan bir tirir; örneğin uskumrunun üzerindeki renk ve
silaha dönüşür. desenler hayvan öldükten birkaç saat sonra
Kemikli balıklarda pulların gövde üzerin­ çok daha belirgin ve canlı olarak ortaya çıkar.
deki dağılımı genellikle değişmez bir düzen Eski Romalılar canlı barbunya balıklarını
içindedir. Bu yüzden, çeşitli bölgelerdeki pul­ ziyafet sofralarına getirir ve balığın ölürken
ları sayarak balığın türü saptanabilir. Örneğin nasıl renkten renge girdiğini seyrederlerdi.
sombalığınm yanal çizgisi boyunca 120-125 ta­
ne, ışınsız yağ yüzgecinden yanal çizgiye ka­ Balıklarda Göç ve Üreme Davranışları
dar olan eğimli bir çizgi üzerinde ise 10-13 Balıkların yeryüzündeki dağılımı çok ilginç ve
tane pul bulunur. Oysa yakın akrabası olan geniş kapsamlı bir konudur. Türlerden her bi­
alabalığın yanal çizgisi üzerindeki pulların sa­ ri belirli bir bölgede yaşar; ama birçoğu bes­
yısı 115-130, yağ yüzgeci ile yanal çizgi arasın­ lenmek ya da üremek için, yaşadıkları bölge­
daki pulların sayısı da 13-16’dır. de bir yerden bir yere uzun yolculuklara çı­
Balıklardan pek çoğu çarpıcı renk ve desen­ karlar. Bu yolculuklara amacına göre beslen­
lerle bezenmiştir. Bazı belirgin desenler me ya da üreme göçü denir. Yılanbalıklan,
büyük olasılıkla aynı türden balıkların birbir­ sombalıkları ve göçmen alabalıklar yumurta
lerini tanımasına yardımcı olurken, bazı ba­ dökmek üzere göç eden balıkların başında ge­
lıkların çok göz alıcı renkleri de hayvan suda lir. Öbür türlerin çoğu da yeni besin kaynak­
hızla kaçarken düşmanlarını ürkütüp uzaklaş­ ları bulmak için göç yolculuğuna çıkar.
tırabilir. Buna karşılık güneş ışığının çok az Kemikli balıkların çoğu üreme mevsiminde
sızabildiği ya da hiç ulaşamadığı derin deniz bir araya toplanarak kalabalık sürüler oluştu­
diplerinde yaşayan balıklar genellikle kahve­ rur. Dişiler yumurta dökerken erkek balıklar
rengi, kara ya da morumsu kara gibi koyu ve da spermalarını suya bırakarak yumurtaları
314 BALIKÇIL

döller. Bu biçimde üreyen balıklar genellikle


çok sayıda yumurta bırakırlar. Örneğin dişi
gelincikbalığının yumurtalıklarında 28 milyo­
nun üzerinde yumurta bulunduğu, kalkanba-
lığınm ise 9 milyondan fazla yumurta ürettiği
saptanmıştır. Bazı balıkların yumurtaları su
yüzeyinde ya da hemen altında yüzer. Ringa
gibi balıkların yumurtaları ise sudan daha ağır
olduğu için deniz dibine çökerek taşların ara­
sında yapışkan kümeler halinde toplanır. Ba­
lıkların çoğu üreme mevsiminde sığ sulara göç
ederek yumurtalarını özenle hazırladığı yuva­
lara bırakır. Amerika’da yaşayan bazı yayın-
balıkları da yumurtalarını ağızlarında taşıya­
rak öbür balıklara yem olmaktan korur.
f-rtınk Lana Piclure Agency
Deniziğneleri ile denizatlarının erkekleri
Büyük mavi balıkçıl suda kımıldamadan durarak
döllenmiş yumurtaları karınlarındaki torba­ avını bekler ve yanına yaklaştığında hızla üzerine
cıklarda taşır. Kuluçka dönemini bu torbada atılıp yakalar.
geçirerek yumurtadan çıkan yavrular yüzme­
ye başladıktan sonra da bir tehlike karşısında hemen yarısı kuyruk ve boyun olmak üzere
yeniden erkek balığın karnındaki torbaya sak­ boyu 1 metreyi bulan bu kuşların sırtı boz
lanırlar. renkte, karınları, boyunları ve başlan beyaz­
Akvaryumda da beslenen beta ve gurami dır. Başlarını uzun siyah tüylerden oluşan bir
gibi bazı balıkların hava kabarcıklarıyla yap­ sorguç süsler. Kış sonunda ağaç tepelerine
tıkları yuvaları çok ilginçtir. Bu balıkların er­ çalı çırpıdan geniş bir yuva yapar ve içine 4-5
keği önce suyun yüzeyine hava üfler, sonra bu yumurta bırakırlar. Türkiye’nin hemen her
kabarcıkları vücudundan çıkardığı sümüksü bölgesinde üreyen bayağı balıkçıl kışlamak
bir maddeyle kaplayarak su yüzeyinin hemen için batı ve güney bölgeleri ile Kızılırmak
altında yüzen bir köpük kümesi oluşturur. deltasına gelir. Kışı Türkiye’de geçiren mor
Yumurtaları sudan daha ağır olan türlerin er­ balıkçıl (Ardea purpurea) da yavruladıktan
keği dişinin döktüğü yumurtaları dibe inerken sonra ağustosta Afrika’ya göç etmeye başlar.
ağzıyla yakalar ve bu köpüğün içine yerleşti­ En büyük balıkçıl türü Afrika’da yaşayan
rir. Yumurtaları hafif olan türlerde ise dişinin dev balıkçıldır (Ardea goliath). 1,5 metre
suya bıraktığı yumurtalar yüzeye yükselerek boyundaki dev balıkçılın başı ve boynu kırmı­
köpük kümesinin içine yerleşir. zımsı renktedir. Kuzey Amerika’da yaşayan
büyük mavi balıkçılın (Ardea herodias) da
BALIKÇIL. Dünyanın birçok yerinde yaygın boyu yaklaşık 1,2 metreyi, kanat açıklığı 2
olarak bulunan yaklaşık 52 tür kuş balıkçıl metreyi bulur. Bu kuşların ötüşü gırtlaktan
adıyla anılır. 'Çünkü sulak alanlarda yaşayan gelen acı çığlıklar biçimindedir.
bu uzun bacaklı ve uzun boyunlu kuşların en Genellikle şafakta ve gece avlandıkları için
sevdiği yiyecek balıklardır. Balabanlarla ak­ gece balıkçılı denen bazı türlerin gagası ve
raba olan balıkçıllar, başta tropik bölgelerde­ bacakları daha kısadır. Bayağı gece balıkçılı
ki sulak alanlar olmak üzere geniş bir alana (Nycticorax nycticorax) Türkiye’nin bütün
dağılmıştır. Genellikle kalabalık gruplar ha­ bölgelerindeki büyük sulak alanlarda ürer ve
linde su yakınlarındaki çalılık ve ağaçlara Afrika’da kışlar. Nankeen gece balıkçılı (Nyc-
yuva yapar, daha çok balık ve böcekle besle­ ticorax caledonicus) Avustralya’dan Filipin-
nirler. ler’e kadar uzanan daha dar bir bölgede yaşar.
Balıkçılların Türkiye’de en çok tanınan Çoğu ak renkli olan Egretta cinsinden 12
türü Avrupa, Afrika ve Asya’da yaşayan tür balıkçıl, çiftleşme mevsimi boyunca erke­
bayağı balıkçıldır (Ardea cinerea). Hemen ğin sırtında ve göğsünde beliren ince, dante-
BALIKÇILIK 315

balıkçılın tuzağına düşerler. Bazı uzmanlar da


balıkçılların ışık yansımalarını engelleyerek
suyun içini daha rahat görmek amacıyla bu
yöntemi seçtiklerine inanırlar.
Sığır balıkçılı (Bubulcus ibis) balık yeme­
yen bir balıkçıl türüdür. Sulak alanlar dışında
tarla, bozkır ve otlaklarda da rastlanan bu
kuşlar sürüler halinde dolaşır ve otlayan evcil
hayvanlan izleyerek onların ürküttüğü böcek­
leri yer. Anayurdu Avrasya ve Afrika olan
sığır balıkçılı sonradan Amerika ve Avustral­
ya’ya kadar yayılmıştır. Bu tür Konya’daki
Yarma bataklıkları ile Adana ve Hatay’da
ürer, kışları Çukurova’ya göçer.

BALIKÇILIK en dar anlamıyla tatlı ve tuzlu


sulardaki balıkların çeşitli yöntemlerle avlan­
masıdır. Etinden, yağından ya da başka ürün­
lerinden yararlanıldığı için ticari değeri olan
balıkların büyük çapta ve pazarlama amacıyla
avlanmasına ticari balıkçılık, spor ya da eğ­
lence amacıyla yapılan balık avına ise amatör
balıkçılık denir. Ama sözcüğün geniş anla­
mıyla ıstakoz, pavurya, karides, istiridye,
Frank Lane Pidure Agency midye, ahtapot gibi bütün su ürünlerinin,
Dikenli bir dalın üstünde pusuda bekleyen sığır hatta baiina gibi deniz memelilerinin avlan­
balıkçılı. Öbür balıkçıllar gibi su hayvanlarıyla değil ması ve gölet, havuz ya da denizlerde balık ve
böceklerle beslenen bu kuşun güçlü gagası böcekleri
yakalamaya uyarlanmıştır.
öbür su ürünlerinin üretilmesi de balıkçılığın
kapsamına girer.
lirnsi tüylerle öbür balıkçıllardan kolayca ayrı­ Suları aşın tuzlu olan Ölü Deniz dışındaki
lır. Bu tüyler eskiden elbise ve şapkaları bütün denizlerde, okyanuslarda, göl ve akar­
süslemek için kullanılırdı. Tüy avcıları yüzün­ sularda on binlerce balık türü yaşar. Ama
den, bütün dünyaya dağılmış olan büyük ak balıkların en bol bulunduğu yerler denizlerin
balıkçılın ( Egretta alba) soyu 1900’lerde nere­ yüzeye yakın kesimleri ile kıtaların bitişiğin­
deyse tükenmek üzereydi. 80-100 cm boyun­ deki kıyı sularıdır. İnsanoğlu balığın değerli
da ve lekesiz süt beyazı renkte olan büyük ak bir besin olduğunu çok eskiçağlarda, anladığı
balıkçıl Türkiye’de Ereğli ve Hotamış gölleri için denizlerdeki en verimli av alanlarını da
ile Sultan sazlığı ve Kızılırmak deltasında saptamıştır. Uzun kıyıları ve gelişmiş limanla­
yuvalanıp ürer. rı olan ülkelerin balıkçılık alanları da genel­
Balıkçılların avlanma yöntemleri türden likle geniş ve önemlidir. Ticari balıkçılıkta
türe çok değişir. Bazıları suda hareketsiz Japonya, SSCB, Çin, ABD, Şili, Norveç ve
durup bekler ve bir balık gördüğü anda Hindistan ilk sıraları paylaşırken, Türkiye ilk
mızrak gibi uzun, düz ve sivri gagasıyla avını 30 ülke arasında son sıralarda yer alır. Çin ve
kıstırarak yakalar. Bazıları da suların içinde Hindistan’da yakalanan balıkların üçte biri
hızla sağa sola koşuşturup ayaklarıyla suları tatlı su balığıdır. Uganda ve Zaire gibi denize
karıştırarak avlanır. Ayrıca kanatlarını başla­ kıyısı olmayan ülkelerde de büyük ölçüde tatlı
rının üzerinde bir çardak gibi tutarak suyun su balıkçılığı yapılır.
yüzeyine gölge düşüren balıkçıllar da vardır. Avlanan balık ve deniz ürünlerinin tür
Uzmanlara göre, balık, kurbağa gibi su hay­ sayısı birkaç yüzü geçerse de, toplam avın
vanları bu gölgeliği güvenli bir yer sanarak büyük bölümünü hamsi, ringa, sardalye, mo­
316 BALIKÇILIK

rina, mezgit, berlam, sombalığı, uskumru, dayanır ve balığın özelliğine, yaşadığı suyun
istavrit, orkinos (tonbalığı), pisibalığı, kal- derinliğine göre değişik ağlar kullanılır. Deniz
kanbalığı, dilbalığı gibi balıklar ile pavurya, dibinin engebeli olmadığı yerlerde dip balık­
ıstakoz, kerevit, karides gibi kabuklular ve ları genellikle dip trolüyle avlanır. Trol tekne­
istiridye, midye, tarak gibi yumuşakçalar sinin denize bırakarak sürüklediği trol ağı
oluşturur. deniz dibini tarayarak yolunun üzerindeki
Pavurya ve ıstakoz, içine yem koyularak balıkları toplar. Külah biçiminde büyük bir
denize indirilen özel sepetlerle avlanır. Bu torbaya benzeyen trol ağının yaklaşık 30
sepetlerin ağzı, içeri giren hayvanın bir daha metre genişliğindeki ağzını açık tutmak için
dışarı çıkamayacağı biçimde yapılmıştır. İsti­ her iki yanına tahta levhalar yerleştirilir.
ridye ve midye gibi yumuşakçaların avında da “Kapı” denen bu tahta levhalar da çelik
genellikle motorlu teknelerle çekilerek deniz kablolarla trol teknesine bağlanır. Av sırasın­
dibini tarayan taraklar kullanılır. da trol ağı 1,5-3 saat kadar dipte sürüklenir,
Tatlı su' balıkçılığı deniz balıkçılığı kadar sonra bir vinç yardımıyla çekilir ve içindeki
yaygın değildir. En geniş tatlı su av alanları balıklar tekneye boşaltıldıktan sonra yeniden
SSCB’de, Afrika'daki göllerde, Çin, Ja­ denize bırakılır. Yakalanan balıklar temizle­
ponya, Endonezya, Hindistan, Bangladeş ve nip yıkandıktan sonra, bozulmamaları için
Malezya gibi ülkelerdeki küçük göl ve akarsu­ teknenin ambarında buzların arasına gömüle­
larda bulunur. Soğuk hava depoları ve frigori­ rek saklanır. Bazı büyük ve gelişmiş trol
fik (soğutmalı) taşıtları olmayan tropik ülke­ teknelerinde balıklar temizlendikten sonra
lerde balıkların bozulmadan saklanması ve özel soğutma aygıtlarıyla dondurulur. 850 ton
uzak yerlere taşınması çok güçtür. Bu sorun, kadar balık taşıyabilen bu büyük tekneler
iç bölgelerdeki göletlerde yapılan balık üreti­ aylarca denizde kalıp avlanabilir.
miyle büyük ölçüde çözülebilmiştir. Bazı dip balıklarının yakalanmasında uygu­
lanan başka bir yöntem de parakete'dir. Para­
Ticari Balıkçılık Yöntemleri kete, üzerinde aralıklı olarak yerleştirilmiş
Deniz balıkları yaşadıkları suyun derinliğine 1.000’e yakın yemli iğne bulunan, birkaç
bağlı olarak iki gruba ayrılır. Su yüzeyine kilometre uzunluğunda kalın bir misinadır
yakın yaşayanlara yüzey balığı, deniz dibine (olta ipi). Deniz dibine bırakılan paraketenin
yakın ve dipte yaşayanlara dip balığı denir. yeri şamandıralarla belirlenir. Yakalanan ba­
Örneğin ringa, sardalye, hamsi, orkinos ve lıkların alınması ve iğnelerin yeniden yemlen­
uskumru yüzey balıklarıdır. Morina, mezgit, mesi için parakete 24 saatte bir denizden
berlam ve bütün yassıbalıklar da dip balıkları çekilir. Orkinos gibi bazı yüzey balıklarının
arasında yer alır. avlanmasında da şamandıralara bağlanan su-
Ticari balıkçılığın temeli ağla avlanmaya üstü paraketeleri kullanılır.
Anadolu Yayıncılık Arşivi Dip balıklarının yakalanmasında çok kulla­
\ nılan avlanma araçlarından biri de çevirme
ağlaridır. Balığın yoğun olduğu bölge ağlarla
çevrilir, sonra balıklar ağın torba biçimindeki
bölümüne doğru sürülür.
Yüzey balıklarının avlanmasında en çok
gırgır ve orta su trolü denen iki yöntem
uygulanır.
Gırgır avında, yeri belirlenen balık sürüsü,
perde gibi dik duracak biçimde suya indirilen
gırgır ağıyla çevrilir. Daha sonra ağın alt
bölümündeki halatlar çekilerek ağzı bir torba
Avlanm aktan dönen balıkçılar dip ağlarını topluyor.
gibi büzülüp kapatılır. Bir vinç yardımıyla
A ğların,denize atarken kolayca açılması için özenle gırgır teknesine çekilen ağın içindeki balıklar
katlanıp toplanması gerekir. büyük kepçelerle ya da suyla pompalanarak
BALIKÇILIK 317

tekneye alınır. Orta su trolünde, dip trolün- yıllara kadar İstanbul’da Fenerbahçe ve Bey­
dekinden daha büyük bir ağ balıkların bulun­ koz gibi pek çok yerde dalyanlar kurulurdu.
duğu derinliğe bırakılır ve bir ya da iki Karadeniz ile Akdeniz arasındaki göçü sıra­
tekneyle çekilir. sında İstanbul Boğazı’ndan geçen balıkların
Deniz balıkçılığındaki en eski yöntemler­ azalmasından sonra dalyan balıkçılığı önemini
den biri de dalyan ân. İlkçağlardan beri yitirmiştir.
uygulanan bu yöntemde, kıyıya yakın yerler­ Palamut, lüfer, uskumru, istavrit gibi bazı
de ağla çevrili havuzlar oluşturulur. Yakın balıkların avlanmasında galsama ağı (düz ağ)

Dip trolü

(İçinin
için kesilmiştir).

Galsama ağı Gırgır ağı

Ticari balıkçılıkta kullanılan dört avlanma yöntem i. Dip trolcüleri ağlarıyla deniz dibini tararlar. Gırgır ağları,
orta su trolü ve galsama ağları ise su yüzeyine yakın dolaşan balıkların avlanmasında kullanılır.
318 BALIKÇILIK

kullanılır. Genellikle 1 km ya da daha uzun minde balık avını yasaklamak gibi önlemler
olan bu ağların delikleri (gözleri) küçüktür. de bugün birçok ülkede uygulamaya kon­
Galsama ağları bir perde gibi asılı duracak muştur.
biçimde denize bırakılır. Bunun için ya demir Balıkçılığı geliştirme çabaları özellikle son
atılarak ağın bir ucu dibe tutturulur ya da yıllarda önem kazanmış ve uluslararası kurul­
motorla çekilerek su yüzeyinde sürüklenir. lar oluşturularak belirli avlanma bölgelerinde
Ağa doğru hızla yüzen balıkların başı ağın uygulanmak üzere yönetmelikler hazırlanmış­
deliklerinden geçer, ama solungaçları (eski tır. Birçok ülke de yem ve geniş çaplı önlem­
terimiyle galsamaları) takıldığı için balık ken­ lerle kıyılarındaki balık stoklarını ve balıkçılık
dini geri çekemez. Balıkları almak için, tek­ sanayilerini koruma çabasındadır.
neye çekilen ağı silkelemek gerekir. Üç yanı denizlerle çevrili bir ülke olmasına
Orkinos, uskumru, lüfer gibi bazı balıklar karşılık Türkiye’de balıkçılık yeterince gelişe­
suda parıldayan herhangi bir şeyi yem sana­ bilmiş değildir. Bunun nedenleri, gelişmiş
rak üstüne atlar. Bu tür balıkları avlamak için tekniklerle açık deniz balıkçılığına geçileme-
ucunda üçlü iğneler bulunan ve biçimi küçük mesi, aşırı ve bilinçsiz avlanma ile su kirliliği­
bir balığı andıran parlak metal kaşık'lar kulla­ ne bağlanabilir. Avlanan balık miktarı yılda
nılır. 500 bin tonu biraz aşar; bunun yaklaşık 350
Dip balıklarının bulunduğu bölgeler sonar bin tonu hamsi, 100 bin tona yakını da
gibi yankı alıcı aygıtlarla belirlenir. Bu aygıt­ istavrittir. Balıkçılığın temelde iki tür balığa
lar, gönderdikleri sesin deniz dibine ya da bir dayanması öteki balıkların soylarının çok
balık sürüsüne çarparak yankılanması için azalmasından kaynaklanır. Örneğin yumurt­
geçen süreyi ölçerek derinliği ve balıkların lamak üzere her yıl Marmara Denizi’ne gelen
yerini belirleyebilir. Bulanık olmayan sularda uskumru 1960’lardaki aşırı avlanma nedeniyle
yüzeye yakın geçen balık sürüleri uçaktan da Ege’den Marmara’ya geçmemeye başladığı
saptanabilir. için eskisine oranla çok az avlanabilmektedir.
Öte yandan dip trolüyle ve dinamit gibi
Dünyada ve Türkiye'de Ticari Balıkçılık patlayıcı maddelerle avlanma sonucunda dip
Ticari balıkçılıkta dünya çapındaki ilk geliş­ balıkları da önemli ölçüde azalmıştır. Ayrıca
meler 15. yüzyılın sonlarında başladı. Sonraki deniz, akarsu ve göllerdeki kirlenme de, İzmit
iki yüzyıl içinde Atlas Okyanusu’nun kuzey Körfezi’nde olduğu gibi balıkçılığı tehdit eden
kesiminde büyük bir balıkçılık sanayisi gelişti. en büyük sorunlardan biridir.
Böylece, yakalanan balıkları bir fabrika gibi Yakın yıllarda konuya devletçe önem veril­
işleyen, çeşitli aygıtlarla donatılmış büyük mesi balıkçılığın gelişmesi yolunda önemli bir
balıkçı filoları kuruldu. adım olmuştur. Örneğin 1971’de Su Ürünleri
Bugün dünya balıkçılığını tehdit eden en Kanunu çıkarılmış, deniz ve tatlı su balıkları
önemli konulardan biri aşırı avlanmadır. He­ DİA TEK
nüz üreme çağına gelmemiş yavru balıkların
ya da yumurta dökmeye hazırlanan dişilerin
avlanması birçok balık türünün neredeyse
tükenmesine yol açmıştır. Bu tehlike özellikle
Kuzey Denizi’ndeki dip balıkları ve ringalar,
Atlas Okyanusu’ndaki berlamlar, Kuzey Buz
Denizi’ndeki morinalar için geçerlidir. Bu
sorunun çözümü için avlanma yöntemlerinin
ve mevsiminin yasalarla denetim altına alın­
ması gerekir. Aşırı avlanmayı önleyici yön­
temlerden biri ağ gözlerini yavru balıkların
geçebileceği büyüklükte yaparak yavru balık­
lara büyüme olanağı sağlamaktır. Avlanacak İskenderun açıklarında, bir sandalın yedeğinde
balık miktarını kısıtlamak ve üreme mevsi­ çekilen yüzey ağıyla balık avı.
BALIKÇILIK 319

Aerofilms
İki Norveç balıkçı teknesi, gırgır ağıyla çok yüklü miktarda ringa avlamış olan üçüncü birteknenin ağları
toplamasına yardım ediyor.

için yumurtlama döneminde avlanma yasağı tüketilir. Çiroz, yumurta dökerek iyice zayıf­
konmuş, ayrıca avlanacak balıkların boyut ve lamış olan uskumruya verilen bir addır; ama
miktarlarının sınırlandırılması gibi kısıtlama­ uskumru azaldıktan sonra aynı yöntemle ku­
lar getirilmiştir. Balıkçılığın ve balıkçılık sa­ rutulan zargana ve istavrit gibi balıklara da
nayisinin gelişmesi için yürütülen çalışmalar çiroz denmeye başlanmıştır.
çerçevesinde baraj göllerinin ve öbür iç sula­ Başta hamsi olmak üzere birçok balık
rın balıklandırılması da önemli bir girişimdir. Şemsi Güner

Balıkların Değerlendirilmesi
Balıkçı tekneleri limana döndüğünde, yakala­
nan balıklar ya açık artırmayla balıkhanelerde
satılır ya da önceden sipariş vermiş olan
kurumlara teslim edilir. Taze olarak tüketile­
cek balıklar, buz doldurulmuş kasalara yerleş­
tirilerek demiryolu ya da karayoluyla iç böl­
gelere gönderilir. Dilimlendikten ya da fileto
çıkarıldıktan sonra dondurularak özel amba­
lajlar içinde satışa sunulan balık miktarı her
geçen gün artmaktadır. Dünyanın birçok ül­
kesinde özellikle sardalye, orkinos (tonbalı­
ğı), hamsi ve sombalığı konserve olarak iş­
lenir.
Bazı ülkelerde ringa, morina ve mezgit
tütsülenerek saklanır. Türkiye’de de torik
denen iri palamutlar iyice temizlenip tuzlana­
rak lakerda yapılır. Uskumru ise tuzlanıp Tuzlandıktan sonra güneşte kuruması için ipe
güneşte kurutulduktan sonra çiroz halinde dizilm iş çirozlar.
320 BALIKÇILIK

ye başlayınca makaradaki misina boşaltılarak


balığa yol verilir. Sonra misina yeniden maka­
raya sarılarak balık kıyıya çekilir. Böylece
yorulan balık kolayca yakalanır. Makaralı
oltayla balık avında misinayı ne zaman boşal­
tıp ne zaman makaraya saracağını bilmek ve
hızlı bir akıntıda balığın çekiş gücüne karşı
misinanın ne kadar dayanabileceğim kestir­
mek önemli bir ustalık ölçüsüdür. Balık yoru­
larak yakma çekildiği zaman bir el kepçesiyle
ya da uzun bir sapın ucuna takılmış sivri bir
kancayla (kakıç) sudan çıkarılır.
İğnelerin büyüklüğü ve biçimi avlanacak
The Hutchison Library
balığa göre değişir. Ama bütün olta iğneleri­
İskoçya'daki M allaig'de, avladığı balıkları satıcılara nin ucunda, balığın ağzına saplandıktan sonra
göndermek üzere kasalara yerleştiren bir balıkçı. çıkmamasını sağlayan bir damak (çengel),
sapında da genellikle bir halka vardır. Hay­
pişirilip öğütülerek toz haline getirildikten van bağırsağından, naylon ya da çelik telden
sonra balık unu olarak değerlendirilir. Balık yapılmış “köstek” bu halkadan geçirilerek
unu çiftlik hayvanları için besleyici bir yem ve iğneye bağlanır.
değerli bir gübredir. İğnenin ucundaki damağa, balığı çekecek
Balık pullarından yapay inci ve sedef, canlı ya da cansız bir yem takılır. En çok
köpekbalığı ve morina derisinden tutkal elde kullanılan canlı yemler balığın doğal besini
edilir. Ayrıca bu balıkların derisi çanta, ayak­ olan böcekler, solucanlar, küçük kurbağalar
kabı ve eldiven yapımında çok değerlidir. ya da balıklardır. Cansız yem olarak da
Morinanın karaciğerinden ilaç sanayisinde hamur, ekmek içi. haşlanmış buğday, peynir
kullanılan çok değerli bir yağ çıkarılır. Balık­ Picturepoint
ların yüzme keselerinden elde edilen bir tür
jelatin de bira ve şarabın durultulmasında
kullanılır.

Am atör Balıkçılık
Amatör balıkçılığın temeli, zıpkınla ve elle
avlanma gibi bir iki yöntem dışında tümüyle
olta balıkçılığına dayanır. Bugün en çok
kullanılan olta tipi, hem yemi daha uzağa
fırlatma olanağı sağlayan, hem de esnek
olduğu için balığın sert vuruşlarıyla kırılma­
yan kamışlı oltalardır. Bambudan, ince çelik
borulardan ya da cam elyafından yapılan
kamışın ucu ince, sap bölümü daha kalındır.
Kamışın ucundan sapma kadar aralıklı olarak
tutturulmuş halkaların içinden geçen misina,
sap bölümündeki bir makaraya sarılır.
Tatlı Su Balıkçılığı. Makaralı oltalar bulun­
madan önce, misina bir mantar ya da tahta
parçasmm üzerine elle sarılır, ama iri bir
balığı kıyıya çekerken balıkçı çok zorlanırdı.
Irmak kıyısında avlanan bir olta balıkçısı. Suya
Oysa makaralı oltayla avlanmak çok kolaydır. daldırılm ış livarın içindeki balıklargün bitim ine
Oltaya yakalanan balık karşı koyup direnme­ kadar canlı kalacaktır.
BALIKÇILIK 321

SİNEK OLTASIYLA AVLANMA


sinek oltasının
kamışı ve makarası

gibi yiyecekler ya da tüy parçası, yapay sinek ması gerekir. Oltanın ucuna bağırsak ya da
ve suda fırıldak gibi dönerek parıldayan kaşık naylondan yapılmış 2-3 metre uzunluğunda
gibi yapay yemler kullanılır. bir beden, bedenin ucundaki iğneye de tüy
Oltacılıkta ustalık, oltayı balığın yem aradı­ parçaları, kürk, ipek ve parlak tellerden
ğı yere atabilmek ya da indirebilmektir. Som- yapılmış yapay sinek bağlanır.
balığı ve alabalık dışında genellikle bütün tatlı Amatör Deniz Balıkçılığı. Günümüzde ama­
su balıklarını avlamak için olta dibe bırakılır. tör deniz balıkçılığı, el oltasını bir rıhtımdan
Sombalığı, alabalık, gölgebalığı, tatlı su kefali sallandırarak yapılan balık avından çok farklı­
ve kızılkanat avında sinek oltası çok kullanışlı­ dır. Deniz balıkçıları da tatlı suda kullanılan
dır. Yapay sineği bazen uzağa, bazen rüzgâra olta takımlarının hemen hemen aynısını kulla­
karşı atabilmek için kamışın kamçı gibi esnek nırlar. Yalnız kamış ve misinalar genellikle
olması, ucunda da kalınca bir misina bulun­ çok daha sağlam, oltanın istenen derinliğe
322 BALIKÇILIK

inmesini sağlayan kurşunlar (iskandil) daha yaklaştırır. Yakalanan balık uzun kakıçlarla
ağır, iğneler de daha büyüktür. Yem olarak tekneye alınır ya da limana kadar teknenin
karides, midye ve solucan kullanarak dipte ya yedeğinde çekilir.
da dibe yakın derinliklerde yaşayan yassıba-
lıklar, mezgit ve morina avlanır. Uskumru ve Balık Üretimi
lüfer hareket halindeki tekneden kaşıkla ya İÖ 3000 yıllarında, tuzlu su doldurulmuş
da doğal yemle tutulur. havuzlarda kefal üreten Çinliler bugünkü
Deniz balıkçılığında çok kullanılan olta balık üretim tekniklerinin öncüsü sayılır. Eski
tiplerinden biri de köstekti olta'dn. Ucunda Romalılar da yaşadıkları villaların yakınına
bir iskandil olan bedenin üzerine, pirinç yaptırdıkları büyük havuz ve akvaryumlarda
telden yapılmış köstekler belirli aralıklarla sazan ve tatlı su kefali yetiştirirlerdi.
bağlanır. Bu kösteklere bağlanan kısa misina­ Ortaçağda yalnızca manastırlardaki özel
ların ucuna da çeşitli canlı yemler taşıyan havuzlarda sazan ve öbür balıkları üreten
iğneler takılır. Av sırasında olta olabildiğince papazların uyguladığı bu yöntem ortaçağın
gergin tutulur ve balık yeme atladığı anda sonlarında unutuldu ve ancak 19. yüzyılda
hafifçe silkelenerek balığın iğneyi yutması Fransız hükümetinin balık üretimini başlat­
sağlanır. Sonra balığın iğneden kurtulmasına masıyla yeniden gündeme geldi.
fırsat vermeden hemen yukarı çekilir. Bazı Bugün birçok ülkede çeşitli sofra balıklarını
balıkçılar, balığın oltaya vurduğunu anlaya­ üretmek üzere kurulmuş çok büyük çapta
bilmek için kamışın ucuna küçük bir çıngırak balık üretim çiftlikleri vardır. Bazı havuzlarda
takarlar. da soyu azalan balık türleri üretilir ya da
Amatör deniz balıkçılarının çok kullandık­ akvaryum ve havuzlar için süs balıkları yetişti­
ları çapari de bir tip köstekli oltadır. Yalnız rilir. Dünyada en çok üretilen balıkların
çaparide canlı yem yerine genellikle hindi, başında sazan, alabalık ve sombalığı gelir.
kaz ve tavuk tüyü gibi yapay yemler kullanılır. Tatlı su balıklarının üretiminde iki ayrı
Bir olta (makaraya ya da mantara sarılmış yöntem uygulanır. Örneğin sazan üretiminde,
misina), misinanın dolaşmasını engelleyen bir balıkların rahatça dolaşabileceği ve besinini
fırdöndü, fırdöndüden iskandile kadar uza­ sudaki doğal ortamdan sağlayabileceği büyük
nan ve gene misinadan yapılan bir beden ile göletlerde daha iyi sonuç alınır. Alabalık
en uçtaki iskandilden oluşan çaparide, bede­ üretiminde ise, genellikle dar ve uzun ya da
nin üzerine belirli aralıklarla kısa misina yuvarlak bir havuzdaki küçük bir alana çok
parçalarından köstekler bağlanıp her kösteğe
bir iğne takılır. İstavrit gibi küçük balıklar için Promotion Australia, Londra

10 köstekli, dolayısıyla 10 iğneli bir çapari


yeterli olurken, palamut çaparilerinde köstek
sayısı 35’e, torik ve kofana denen iri palamut
ve lüfer avında 55’e kadar çıkar.
Bazılarının ağırlığı yarım tonu bulan kılıç-
balığı, orkinos ve tarpon gibi büyük deniz
balıklarını hareketli bir tekneden oltayla avla­
mak birçok ülkede sevilen bir spordur. Bunun
için çok kalın ve sağlam bir kamış, balıkçının
beline takarak kamışın ucunu oturtabileceği
özel bir kemer ve en az 360 metre uzunluğun­
da misina sarılmış bir makara gerekir. Balık
oltaya yakalandıktan sonra bütün ustalık,
tekneyi kullanan kişinin balığı yoruluncaya
Avustralya'da bir balık üretim çiftliği. Bazı göletlerde
kadar izleyebilmesine bağlıdır. Uzun bir süre yetiştirilen tatlı su balıklarının bir bölümü yiyecek
yol alındıktan sonra balıkçı misinayı makara­ olarak tüketilir, bir bölüm ü de amatör balıkçıların
ya sararken balığı iyice yorar ve tekneye avlandıkları akarsularda doğal ortama bırakılır.
BALIKESİR 323

maY ’-sfâOî

Michael Wood

iskoçya'nın kuzeybatısında bir balık çiftliği. Deney


kafeslerinde (solda) yetiştirilen balıklar düzenli
olarak beslenir ve büyüm eleri için en uygun olan
sıcaklık derecesi ile oksijen düzeyi sürekli denetim
altında tutulur.

sayıda balık doldurulur. Bu havuzlarda yetiş­ korumakta en etkili yöntemlerden biri olan
tirilen balıkları üreticinin yemle beslemesi ve balık üretimi bugün birçok ülkenin önemle
yeterli oksijen alabilmeleri için havuza sürekli üzerinde durduğu konulardan biridir.
su akıtması gerekir. Çünkü bu daracık alan­
daki doğal besin ve oksijen balıklara yetme­ BALIKESİR. Büyük bölümü Marmara Bölge­
yecektir. Alabalık ve sazanda dişilerin ürettiği si’nde yer alan Balıkesir ilinin toprakları
yumurtalar ile erkeklerin spermaları suya kuzeyde Marmara Denizi kıyılarına kadar
dökülmeden önce, balığı süt sağar gibi elle uzanır; güneyde Ege Bölgesi’nin bir bölümü­
hafifçe ovarak alınır ve yapay dölleme uygu­ nü kaplar. Güneydoğudaki dağlık alan ile
lanır. güneybatıda özellikle yazın deniz ve güneşten
Havuzlardaki balık üretim çiftlikleri kadar yararlanmak isteyenlerin yeğledikleri Edre­
yaygın olmamakla birlikte, tuzlu su balıkları mit Körfezi kıyıları Ege Bölgesi’nde kalır.
için denizlerde de üretim çiftlikleri kurulmuş­ Eskiçağlarda Ege ve Marmara kıyılarındaki
tur. Açık denize daldırılmış kafeslerde ya da kentleri birbirine bağlayan askeri ve ticari
setle çevrilerek koruma altına alınmış kıyı yollar Balıkesir’den geçerdi. Eskiden beri
sularında uygulanan bu yöntemde en ileri önemli bir zeytin üretim alanı olan Balıkesir,
ülke Japonya’dır. Türkiye’nin gelişmiş illerindendir.
İstiridye, midye ve pavurya gibi öbür deniz Balıkesir ilinin kuzeyinde, eskiden bir ada
hayvanları da koşulların uygun olduğu kıyı olan ve daha sonra bir kıstakla karaya bağla­
sularında yetiştirilir. Doğal yolla üremiş lar­ nan Kapıdağ Yarımadası yer alır. Haritalar­
valar ya da deniz üretim çiftliğinde yetiştiril­ daki görünümü çekice benzeyen yarımadanın
miş yavrular, kiremit ya da çini parçaları, boş batısında Erdek, doğusunda Bandırma kör­
denizkabukları gibi uygun bir yüzeye yerleşti­ fezleri vardır. Kapıdağ Yarımadası’nın kuzey­
rildiğinde yaşamını burada sürdürüp çoğalabi­ batı açıklarında Marmara, Avşa (Türkeli),
lir. Bazı Uzakdoğu ülkelerindeki deniz çiftlik­ Paşalimanı, Ekinlik adlarıyla anılan Marmara
lerinde büyük çapta teke ve karides üretilir. Adaları bulunur. İlin güneybatısına sokulan
Lezzetli ve değerli bir besin, özellikle zen­ Ege Denizi’nin oluşturduğu Edremit Kör-
gin bir protein kaynağı olan balıkların soyunu fezi’nin güneyinde ve Ayvalık kıyılarının he­
324 BALIKESİR

men yakınında Alibey (Cunda) Adası ile


BALIKESİR İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
çevresindeki küçük adalar yer alır.
YÜZÖLÇÜMÜ: 14.292 km2.
Doğal Yapı NÜFUS: 910.282 (1985).
Güneydoğu, güney ve batıdan dağlarla kuşa­ İL TRAFİK NO: 10.
tılmış olan il topraklarının kuzey ve güneyba­ İLÇELER: Balıkesir (merkez), Ayvalık, Balya, Bandırma,
tısı ovalıktır. İlin orta kesimi akarsu vadileriy­ Bigadiç, Burhaniye, Dursunbey, Edremit, Erdek, Gö­
nen, Havran, İvrindi, Kepsut, Manyas, Marmara,
le yarılmış bir yayla görünümündedir. Edre­ Savaştepe, Sındırgı, Susurluk.
mit Körfezi’nin kuzeyinde duvar gibi yüksele­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Kuş Cenneti Milli Parkı, Erdek,
rek batı-doğu doğrultusunda uzanan Kaz Da­ Bandırma, Edremit körfezleri ile Ayvalık kıyılarındaki
plajlar ve Şeytan Sofrası, Marmara Adaları, Alibey
ğı, bu kesimde Marmara ve Ege bölgelerini (Cunda) Adası, Erdek ve Gönen açık hava müzeleri,
birbirinden ayıran doğal bir sınır gibidir. Kyzikos kalıntıları, Balikesir'de Yıldırım Camisi (Eski
Cami), Zağanos Paşa Külliyesi, Ayvalık'ta Saatli
Eskiçağda İda Dağı adı verilen Kaz Dağı’nın Kilise Camisi, Alibey Camisi (Çınarlı Cami), Gönen,
Karataş Tepesi, 1.774 metrelik doruğu ile ilin Pamukçu-Bengi, Baİya Dağ, Hisar, Hisarköy (Asar-
en yüksek noktasıdır. İlin güneydoğusunu köy), Karaağaç (Uyuz), Kepekler kaplıcaları, Dutluca
Köyü İçmesi, Zeytinli Ada Kaplıca ve İçmesi.
Alaçam Dağları kaplar.
Balıkesir ilinin jeolojik çağlar boyunca yer
çökmeleri sonucunda oluşan alçak düzlükle­ İlin en önemli gölü, 166 k n r’lik bir alanı
rinde birçok ova vardır. Aynı zamanda ilin kaplayan Manyas Gölü’dür. Göçmen kuşlar
başlıca tarımsal alanları olan bu düzlüklerden için önemli bir konaklama, beslenme ve
en önemlileri Gönen, Manyas, Edremit ve üreme alanı olan Manyas Gölü, 1959’da Kuş
Balıkesir ovalarıdır. Cenneti Milli Parkı adıyla korumaya alınmış­
Balıkesir ili akarsu kaynakları bakımından tır. İlde bir yapay göl vardır. Yüzölçümü 7,3
zengindir. Madra Dağı’ndan doğan Kocaçay, km2 olan bu yapay göl, Susurluk Çayı’nın
Kaz Dağı’nın kuzey yamaçlarından kaynakla­ başlangıç kolu olan Simav Çayı’nın neden
nan Gönen Çayı ve Kaz Dağı'nın güney olduğu sel baskınlarını önleme amacıyla
yamaçlarından doğan derelerin birleşmesiyle 1971’de Sındırgı kasabası yakınlarında kuru­
oluşan Havran Çayı ilin belli başlı akarsuları­ lan Çaygören Barajı’nın ardında oluşmuştur.
dır. Kütahya ilinden doğan Susurluk Çayı bir Balıkesir’in iklimi, yazları sıcak ve kurak,
süre il topraklarından aktıktan sonra Susurluk kışları soğuk ve yağışlıdır. En az yağış ağustos
ilçesinin kuzeyinden ili terk eder. ayında, en çok da aralık ayında görülür.

Marmara ve Ege denizlerine kıyısı olan


B alıkesirTürkiye'nin ekonomik açıdan
gelişm iş illeri arasındadır.
BALIKESİR 325

Ayvalık'ta, Şeytan
Sofrası adı verilen
tepeye çam ormanları
arasından geçilerek
çıkılır ve benzersiz bir
görünüm le karşılaşılır.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

İl alanının yaklaşık yarısı gür bir orman Kurtuluş Savaşı yıllarında önemli olayların
örtüsüyle kaplıdır. Ege kıyılarında 500 metre yaşandığı Balıkesir güç günler geçirdi. 1919’da
yüksekliğe kadar makilerle zeytinlikler iç içe toplanan Balıkesir Kongresi’nde Yunan işgaline
görülür. Bazı yerlerde bunların arasında kızıl- karşı direniş kararı alındı. 28 Mayıs 1919
çamlara da rastlanır. Daha yükseklerde kızıl- gecesi Ayvalık’ta karaya çıkan Yunan asker­
çamlar ile karaçamlar geniş yer tutar. Alaçam leri şiddetli bir direnişle karşılandı. Yunanlı­
Dağları karaçamlarla kaplı olmakla birlikte lar 1920 ortalarında, Ayvalık sırtlarında oluş­
burada kızılçamlar da küçük topluluklar oluş­ turulan cepheyi yararak bölgenin içlerine
turur. İlin alçak alanlarındaki akarsu boyla­ doğru ilerlediler. Aynı döneme rastlayan
rında çınar ve söğütlere rastlanır. İlde soyu ve İstanbul hükümetinin kışkırtmasıyla çı­
tükenmekte olan karacalar için Dursunbey kan birinci ve ikinci Anzavur ayak­
Karaca Üretme İstasyonu kurulmuştur. lanmalarında (bak. A n z a v u r A y a k l a n m a s i )
yöre acılı günler yaşadı. 22 Haziran 1920’de
Tarih başlayan toplu Yunan saldırısı sonunda 30
Balıkesir yöresine ilk yerleşenlerin İÖ Haziran’da Balıkesir işgal edildi. Yunan işgali
2000’lerde Trakya’dan gelen Bitinler olduğu sırasında oluşturulan çeteler direnişi sürdür­
bilinmektedir. O dönemde Misya adıyla bili­ dü. Ayrıca dağlık bölgelerde efeler de direni­
nen yöre daha sonra Lidya, Pers, Bitinya, şe etkin bir biçimde katıldı. Direnişçiler
Bergama, Roma ve Bizans egemenliklerine zaman zaman düşman karakol ve kışlalarını
girdi. Misya’nın en önemli kentleri Erdek basarak bir baskı oluşturdular. 26 Ağustos’ta
yakınlarındaki Kyzikos, Artemea (Gönen), Büyük Taarruz karşısında hızla gerilemeye
Hadrianotherai (Balıkesir), Edremit yakınla­ başlayan Yunan birlikleri 6 Eylül 1922’de
rındaki Adramytteion Antandros (Altınoluk) Balıkesir’i de terk etmek zorunda kaldılar.
ve Marmara Adası’ndaki Prokonnesos’tur.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra bir süre Selçuk­ Ekonomi
luların eline geçen yöre gene Bizans’a bağ­ İstanbul, İzmir ve Bursa gibi çevre illere
landı. Karesioğulları 14. yüzyıl başlarında karayolu, demiryolu ve denizyoluyla bağla­
burada bir beylik kurdu. Balıkesir 14. yüzyı­ nan Balıkesir ekonomik bakımdan Türkiye’
lın ikinci yarısında Osmanlı topraklarına ka­ nin gelişmiş illerindendir. İlin ekonomik ya­
tıldı ve 16. yüzyılda çıkan Celali Ayaklanma- şamı tarım, sanayi, ticaret, madencilik ve
ları’ndan zarar gördü. turizm alanlarında yoğunlaşmıştır. Değişik
326 BALIKESİR

kerevitler ise yurtdışına da satılır. Çevredeki


sanayi kuruluşlarının atıklarıyla gölün giderek
kirlenmesi balıkçılık açısından da sorunlar
yaratmaktadır.
Balıkesir ili yeraltı kaynakları bakımından
da zengindir. Dünyadaki bor yataklarının
yarıdan çoğuna sahip olan Türkiye’nin başta,
gelen bor merkezidir. Ayrıca ülkemizin en
zengin mermer yatakları Balıkesir?de bulu­
nur. Özellikle Marmara Adası’nda ilkçağlar­
dan bu yana çıkarılan mermer ününü koru­
maktadır.
Balıkesir ilinin sanayi kuruluşları daha çok
kimyasal madde üretimi yapan fabrikalardır.
Bandırma’daki gübre, sülfürik asit, çeşitli
kimyasal ürün fabrikaları, Balıkesir’deki bo­
raks ve asit borik fabrikalarıyla Edremit’teki
Anadolu Yayıncılık Arşivi
zeytinyağı ve sabun üretim kuruluşları bunla­
Balıkesir tarihsel yapılar bakımından zengin bir rın başında gelir. İlde ayrıca besin, yem,
kenttir. orman ürünleri, metal eşya ve makine üreten
çok sayıda işletme vardır.
iklimleri bir araya getiren coğrafi konumu ve İl ekonomisinde turizmin payı büyüktür.
verimli topraklan Balıkesir’i yurdumuzun Yazın vapur ve deniz otobüsü seferleri yapı­
önemli tarım alanlarından biri yapmıştır. Bu lan Marmara ve Avşa adaları, İstanbulluların
ilimizde muz, çay gibi özel ortam gerektiren­ yazlığı durumuna gelmiştir. Ege kıyılarındaki
ler dışında hemen hemen her türlü ürün Altınoluk, Akçay, Ören ve Ayvalık önemli
yetişir. Balıkesir ülkemizde zeytin ve zeytin­ turizm merkezleridir. Manyas Gölü’ndeki
yağı dendiğinde ilk akla gelen yerdir. Sofralık Kuş Cenneti Milli Parkı da bilimsel araştırma
zeytinin yanı sıra yağ elde etmeye yarayan yapanların ve kuş meraklılarının ilgi gösterdi­
zeytinlerin en iyilerini yetiştiren bu ilimizde ği bir yerdir. Ayrıca, başta Gönen ve G üre’
Türkiye toplam zeytin üretiminin üçte biri deki şifalı sular olmak üzere ildeki kaplıcalar
gerçekleştirilir. İlin kuzey kesiminde tahıl tür­ Balıkesir’i turizm açısından çekici bir yöre
lerinin yanı sıra pamuk, şekerpancarı, tütün durumuna getirmiştir.
ve şaraplık üzüm yetiştirilir. İç kesimde tahıl Anadolu Yayıncılık Arşivi
üretimi gene ön sırada olmak üzere, şeker­
pancarı, tütün, ayçiçeği üretimi de yapılır.
Ege kıyısındaki körfez bölgesinde ise tarımsal
üretim hemen hemen tümüyle zeytine daya­
nır. Bu yörede ayrıca mandalina, pamuk, in­
cir ve baklagiller de yetiştirilir.
Hayvancılık hemen tüm dallarda gelişmiş­
tir. Koyun ve sığır besiciliğinin yanı sıra
tavukçuluk, arıcılık ve balıkçılık yapılır. Ba­
lıkçılık özellikle Marmara kıyılarında ve
Manyas Gölü’nde büyük bir geçim kaynağı­
dır. Kıyılarda ve Marmara Adaları’nda balık­
çılığın yanı sıra karides avcılığı da yaygındır.
Bu yörenin ürünleri İstanbul’un tüketiminin
bir bölümünü karşılar. “Kuş Cenneti” diye de Ayvalık'taki Saatli Kilise 19. yüzyılın ikinci yarısında
tanınan Manyas Gölü’nde tutulan sazan ve yapılmıştır.
BALIKESİR 327

Bursa üzerinden gelip İstanbul’u İzmir’e Balıkesir yöresinde Rumlar’la Türkler büyük
bağlayan önemli karayolu Balıkesir’den ge­ bir uyum içinde birlikte yaşamış; Rumlar
çer. İstanbul’u İzmir’e bağlayan bir başka yol, daha çok el sanatlarıyla, Türkler ise çifçilikle
Bandırma aktarmalı deniz ve demiryoludur. uğraşmışlardır. Lozan Barış Antlaşmasından
İstanbul-Bandırma arası denizyolu, Bandır- sonra Rumlar bu yöreden ayrılmıştır.
ma-İzmir arası demiryolu olmak üzere İstan-
bul-İzmir arasında gidiş-dönüş ulaşım sağla­ İl Merkezi: Balıkesir
nır. Kütahya’dan gelen demiryolu hattı Ba­ Balıkesir kenti, ilin orta kesiminde ve adını
lıkesir’de Bandırma-İzmir demiryolu hattıyla verdiği ovanın batısında kurulmuştur. Roma
birleşir. İmparatoru Hadrianus’un adı verilerek Had-
rianotherai olarak adlandırılan kentte Hadria-
Toplum ve Kültür nus, Yunanca “eski kale” anlamına gelen
Tarihöncesi çağlardan beri önemli bir yerle­ Paleocastra adlı bir şato yaptırdı. Balıkesir
şim merkezi olan Balıkesir yöresinde geçmiş adının buradan kaynaklandığı söylenir. Bazı
dönemlerden günümüze kadar ayakta kalabil­ kaynaklara göre Selçuklular’ın kente Balak
miş birçok yapı bulunur. İlin Marmara Bölge­ Hisar ya da Balık Hisar dedikleri bilinmekte­
si kesiminde en eski kentlerden biri olan dir. Başka bir söylentiye göre ise kente, “balı
Kyzikos, Yunan ve Roma dönemlerinde en çok” anlamında Balıkesir denmiştir.
önemli sanat merkezlerinden biriydi. Er- 19. yüzyıl sonlarında Balıkesir’in nüfusu
dek’in 12 km doğusunda bulunan bu eski Ayvalık’tan az, Bandırma ile de hemen he­
kentten günümüze tiyatro ve tapınak kalıntı­ men aynıydı. Cumhuriyet sonrasında, kolor­
ları kalmıştır. du merkezi olması Balıkesir’e hareketlilik
Edremit Körfezi’nin kuzeyindeki İda Da- getirmiş, kentleşmesinde önemli bir etken
ğı’nın (Kaz Dağı) mitolojide önemli bir yeri olmuştur. Ayrıca Marmara ve Ege bölgelerini
vardır. Paris İda’da büyüyüp evlenmiş, Truva bağlayan kara ve demiryolları üzerinde bir
Savaşı’nı tanrılar bu dağın doruğundan izle­ durak noktası olması kentin gelişmesine yol
mişlerdir. Söylenceye göre dünyanın ilk gü­ açan bir başka etkendir.
zellik yarışması da bu dağda gerçekleştirilmiş­ Kentte Uludağ Üniversitesi’ne bağlı Balı­
tir. Bir düğün şölenine çağrılmayışına çok kesir Mühendislik Fakültesi ile Necatibey Eği­
kızan kavga çıkarma tanrısı Eris bir altın tim Fakültesi bulunur. Balıkesir Turizm İşlet­
elmanın üzerine “En güzele” yazarak şölen meciliği ve Otelcilik Yüksek Okulu ile Balıke-
sofrasına atar. Elmayı Zeus’un karısı H era’
Anadolu Yayıncılık Arşivi
nın kapmasına Athena ve Afrodit karşı çı­
karlar. Bunun üzerine Zeus en güzel kadını
seçmek için Paris’i görevlendirir. Paris üç
güzel tanrıça arasında seçim yapmakta zorluk
1
çeker. Üstelik hepsi de tek tek vaatte bulu­ s-
nurlar.
Hera, “Beni seçersen Asya ve Avrupa
Krallığı senin olur”; Athena, “Beni seçersen
savaşta dünyanın en başarılı yiğidi olursun,
insanüstü bir akıl bağışlarım sana”; Afrodit
ise “Benden sana en güzel kadının sevgisi”
der. Paris Afrodit’i seçerek dünyanın ilk
güzellik yarışmasını sonuçlandırır.
Yörenin kültürel yapısının oluşumunda ön­
celeri Bizans’ın siyasal ve dinsel açıdan etkisi
olmuştur. Bugünkü kültürel yapıyı ise 14.
Bandırma limanı, İstanbul-İzmir arasındaki ulaşımda
yüzyılda bu yöreye egemen olan Türkler olduğu kadar bir ihracat ve ithalat limanı olarak da
biçimlendirmişlerdir. Ama yüzyıllar boyunca önem taşır.
328 BALİ

sir Meslek Yüksek Okulu, Balıkesir Mühen­ temelde Hindu dinine dayanır ama, atalara ve
dislik Fakültesi’ne bağlıdır. Tarihsel yapılar doğaya tapınma gibi eski dinlerden ve Buda-
açısından zengin olan kentte Yıldırım Bayezid cılık'tan geçen bazı öğeleri de içerir. Bali’de
tarafından yaptırılan Yıldırım Camisi (Eski din, yaşamın her yönüne damgasını vurur.
Cami) ve Külliyesi en eski Osmanlı yapıları­ Ergenlik çağına giren gençler için uygulanan
dır. Daha çok sanayi sergisi niteliğinde olan acı verici diş doldurma törenleri, yeniden
Balıkesir Sergisi 1-20 Ağustos tarihleri arasın­doğabilmeleri için ölülerin ruhlarını bedenle­
da açılır. Her yıl 30 Ağustos-3 Eylül arasında rinden ayırmak amacıyla düzenlenen ölü
sanat ve folklor gösterilerinin, yarışmalarının yakma törenleri gibi bir çok dinsel tören
yapıldığı Balıkesir Festivali düzenlenir. yapılır.
Kentin nüfusu 149.989'dur (1985). Balililer'in yaşadığı köylerin çoğunda, bir
ya da birkaç tapınak, ayrıca bir de gamelan
BALİ, Cava’nın 1,6 km doğusunda, Endo­ adı verilen vurmalı çalgılar orkestrası vardır.
nezya'ya bağlı güzel bir adadır. Yüzölçümü Gong ve ksilofonun yer aldığı bu orkestralar
5.561 knr olan adanın nüfusu 2.709.200'dür dinsel törenlerde ve Hindu mitolojisinin can-
(1986). Kuzeyi dağlık ve volkaniktir. En landırıldığı danslı oyunlarda çalarlar.
yüksek dağı 3.142 metreye ulaşan Mount Balililer dört kasta ayrılır. Nüfusun yüzde
Agung'dur. Adanın iklimi sıcak ve nemlidir; 93'ü Sudralar ya da köylülerdir. Üst kastları
yağışlar en çok aralık ve nisan ayları arasına ise tüccar ve askerlerden gelen Vaişyalar, eski
rastlar. Dağlardaki ormanlarda geyikler ya­ yöneticilerin soyundan gelen Kshatriyalar ve
şar. Bir zamanlar burada yaşayan Bali kapla­ içlerinden rahiplerin seçildiği Brahmanlar
nının soyunun günümüzde tükenmiş olduğu oluşturur.
sanılıyor.
Nüfusun yoğun olduğu güney ovalarında, BALINA adıyla bilinen deniz hayvanlan iri­
başlıca besin maddesi olan pirincin yanı sıra, likleri ve bazı şaşırtıcı özellikleriyle yeryüzü­
hindistancevizi, kahve, şekerkamışı ve tütün nün en ilginç hayvanlarındandır. Bugüne ka­
yetiştirilir. El sanatları çok gelişkindir; ama dar yaşamış en büyük hayvan mavi balinadır.
sanayi kuruluşları yoktur. Turizm, Bali’nin en Milyonlarca yıl önce soyu tükenen dinozor
büyük kenti olan başkent Denpasar yakının­ adlı dev sürüngenler bile irilikte mavi balinay­
daki kıyı bölgelerinde hızla gelişmektedir. la yanşamaz. Bu balinaların 30 metreden
Bali-Hindu dini olarak bilinen yerel din, daha uzun ve 130 ton ağırlığındaki örnekleri-

Ara Güler

Balililer ilginç
danslarıyla ünlüdür.
BALİNA 329

Jen ve Des Bartiett - Bruce Coleman


Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika'nın açıklarında yaşayan güney yarıküre balinaları Grönland
ve buzul balinalarının yakın akrabasıdır. Bir zamanlar çok avlandığı için soyu tükenmek üzere olan bu üç
tü r bugün koruma altına alınmıştır.

ne rastlanmıştır. Balinaların ilginç yönlerin­ yüzerken, temel besinleri olan planktonların


den biri de, görünümleriyle balıkları andırma­ içeri girebilmesi için ağızlarını iyice açarlar
larına karşılık memeli olmalarıdır. Bu yüzden (bak. PLANKTON). Hayvan ağzını suyla doldur­
bütün memeliler gibi sıcakkanlıdırlar, yani duktan sonra çenelerini kapayarak suları dışa­
vücut sıcaklıkları bulundukları ortamın sıcak­ rı püskürtür, ama planktonu oluşturan küçük
lığına bağlı olarak değişmez ve yavrularını su canlıları balinaçubuklannın kenarlarındaki
emzirerek beslerler. saçaklara takıldığı için ağzında kalır. 13 türü
Bu deniz memelileri balinalar (Cetacea) olan çubuklu balinaların ağzı, sudan yeterince
adıyla ayrı bir takım oluşturur, ama takımın plankton süzüp beslenebilmeleri için son de­
bütün üyeleri balina adıyla anılmaz. Örneğin rece büyüktür.
yunus, musur ve denizgergedanı, bu takımın Balinaların göğsünün iki yanında bulunan
değişik adlarla tanınan üyeleridir. Balinalar palet biçimindeki yüzme ayaklarının içinde el
takımı, dişli balinalar ve çubuklu balinalar (ya kemikleri gibi yerleşmiş küçük kemikler bulu­
da dişsiz balinalar) olarak iki alttakıma ayrı­ nur. Bu yüzden bilim adamları balinaların
lır. Dişli balinaların 70 kadar türü vardır ve iki kara memelilerinden türemiş olduğunu düşü­
dişinden biri mızrak gibi uzamış olan denizger­ nürler. Evrim sürecinde bu memeliler kara­
gedanı dışında hepsinin ağzında küçük sivri dan denize geçerek suda yaşamaya uyarlan­
dişler bulunur. Dişli balinalar hiç çiğnemeden mıştır; nitekim karaya vuran bir balina bu
yuttukları balık, deniz kabukluları ya da ortamda yaşayamaz ve kısa sürede ölür. Buna
kalamar, mürekkepbalığı gibi yumuşakçalarla karşılık, balıklar gibi solungaçlarıyla değil,
beslenirler. Çubuklu balinaların ağzında ise akciğerleriyle solunum yaptığı için uzun süre
üstçenenin damağına dizilmiş, balinaçubuğu, suyun altında da kalamaz. Zaman zaman su
fanon ya da balena denen bir dizi uzun ve sert yüzüne çıkarak hava alması gerekir.
boynuzsu çubuk bulunur. Birbirine paralel Balinalar genellikle beş ile on dakikada bir
olarak ağzın tavanından aşağıya doğru sarkan soluk almak için dışarı çıkarlar, ama bazı
bu çubuklardan her birinin kenarı püskül gibi türler suyun altında 45 dakika kadar kalabilir.
saçaklıdır. Bu balinalar küçük balıkların ya da Balina suyun yüzeyine çıktığında, akciğerle­
bir plankton sürüsünün bulunduğu yerlerde rinden gelen kirlenmiş havayı başının üzerin­
330 BALİNA

deki bir ya da iki delikten dışarı püskürtür. tir. Kambur balinanın ses aralığı çok daha
Atılan hava oldukça uzaktan işitilebilen gü­ geniştir.
rültülü bir ses çıkarır ve hayvanın başının
üzerinde bir fıskiye gibi yükselirken su buha­ Çubuklu Balinalar
rıyla yüklendiği için duman gibi gözükür. Her Takımın en iri üyesi olan mavi balina (Balae-
balina türünün hava püskürtüsü değişiktir ve noptera musculus) çubuklu balinalar grubun-
türlerin saptanmasına yardımcı olur. Balina dandır ve aşırı avlanma nedeniyle sayıları
birkaç kez hava püskürttükten sonra kanına iyice azalmıştır. Uzunlukları 18 metreyi bulan
oksijen yüklemek için temiz havayı içine Grönland balinası (Balaena mysticetus) ile
çekerek yeniden dalar. Suyun altındayken buzul balinası (Balaena glaciaiis) da bu gru­
burun deliklerindeki küçük kapaklar kapanır, bun iri üyeleri arasında yer alır. Bir zamanlar
böylece hava geçitleri ile ağzın bağlantısı Kuzey Kutbu’nda çok bol bulunan Grönland
kesilir. Kaşalot ya da ispermeçet balinası balinası, çok değerli olan balinaçubukları
1.000 metreden daha derine dalabilir. nedeniyle ölçüsüzce avlandığı için bugün tü­
Balinaların kuyruğu uçak kanatçıklarına kenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Büyük
benzeyen ve suda yatay duran iki geniş Okyanus’un kuzeyinde yaşayan boz balinala­
parçadan oluşur. Bu yüzden balinalar kuyruk­
larını balıklar gibi sağa sola değil, aşağı yukarı Beluga ya da beyaz balina (5,5 metre)

sallayarak yüzerler. Balinalardan çoğunun


sırtı kara, boz, kahverengi ya da mavimsi gibi
koyu renkte, karnı beyaz ya da açık sarıdır.
Derileri pürüzsüz, kaygan ve kılsızdır. Yalnız
çatalkuyruk balina gibi birkaç türün başında
incecik tüyler bulunur. Kam bur balina (15,5 metre)
Balinaların derisinin altında bütün gövdeyi
kaplayan bir yağ dokusu vardır. Deniz soğu­
duğunda hayvanın vücut sıcaklığını yitirmesi­
ni önleyen bu katmanın kalınlığı iri balinalar­
da yer yer 50 santimetreyi bulur. Balinaların Kuzey balinası (18 metre)
aşırı ölçüde avlanmasının temel nedeni de
birçok alanda kullanılan bu balina yağıdır.
Büyük balinaların çoğu, özellikle çubuklu
balinalar yavrulamak için sıcak denizlere göç G rönland balinası (18 metre)

ederler. Bazıları bu göç sırasında kıyıyı izleye­


rek yol alır; karaların yakınında zaman zaman
balinalara rastlanması bundandır. Her batın­
da genellikle bir tek yavru doğuran dişi balina Kaşalot ya da ispermeçet balinası (19 metre)
yavrusuna bir yıl süreyle bakar. Emzirmek
için de, memelerinin çevresindeki güçlü kas­
ları kasıp gevşeterek sütü yavrunun ağzına
doğru fışkırtır.
Balinaların değişik sesler çıkararak uzun Çatalkuyruk balina (24,5 metre)

mesafelerden birbirleriyle haberleştikleri bili­


niyor. Örneğin çatalkuyruk balina 20 Hz
frekansında pes ve güçlü ses titreşimleri üre-
Mavi balina (30,5 metre)

Sağdaki bütün balinalar yaklaşık


1 cm =3,6 metre ölçeğinde' çizilm iştir.
Mavi balina, yaşayan bütün
hayvanların en irisidir.
BALİNA 331

rın (Eschrichtius robustus) da soyu tükenmek


üzeredir. Çatalkuyruk balina (Balaenoptera
physalus), kambur balina (Megaptera novae-
angliae) ve kuzey balinası (Balaenoptera bore-
alis) da çubuklu balinalar alttakımındandır.
Bu grubun bütün üyeleri aşırı avlanmanın
kurbanı olmuştur. Ama günümüzde uluslar­
arası bir anlaşmayla m a v i balinalar, Grönland
balinaları, kambur balinalar, boz balinalar ve
buzul balinaları için avlanma yasağı konarak
bu hayvanlar koruma altına alınmıştır.
ZEFA
Dişli B a lin a la r
Alaska'da yaşayan Eskimolar, zıpkınla avladıkları bir
Bu grubun en iri üyesi, uzunluğu 19 metreyi balinanın yağını ayırıyorlar. Bu bölgenin yerli halkı
bulan ve küt burunlu, çok iri kafasıyla tanınan olan Eskimolar'a, geleneklerini sürdürebilm eleri için
özel avlanma hakkı tanınmıştır.
kaşalot ya da ispermeçet balinasıdır (Physeter
catodon). Bu balinaların kafa boşluklarından
ispermeçet denen mumsu bir madde, bağır­ çok yararlı hayvanlar olduğunu fark ettikten
saklarından da amber elde edilir. Bu yüzden sonra denize açılarak balina avcılığına başla­
kaşalotun bir adı da amberbalığıdır. dılar. İskandinav halklarının 9. yüzyılda bali­
Ayrı bir familya oluşturan gagalı balinalar na avladıkları biliniyor. Ama ilk önemli bali­
ve bu familyanın şişe burunlu balina adıyla na avcılığı filosunu Fransa ve İspanya’da,
bilinen dört türü de dişli balinalar grubundan- Pirene Dağları’nın batı ucunda yaşayan Bask-
dır. Şişe burunlu balinaların başlarının iki lar’ın kurduğu sanılıyor. Bir zamanlar Biskay
yanında, çıkıntılı bir alın yaparak gagamsı Körfezi’nde çok bol bulunan balinaları avla­
ağızlarına doğru dimdik inen birer kemik yan Basklar’ın balina avcılığı 16. yüzyılda do­
bulunur. Yunus ve musurlar da dişli balinalar­ ruğuna ulaştı.
dandır {bak. MusuR; Yunus). Gene bu gruptan 17. ve 18. yüzyıllarda HollandalIlar, İngiliz-
olan denizgergedanı (Monodon monoceros) ler ve daha sonra Amerikalılar Kuzey Kutbu
Kuzey Kutbu’nda yaşar. Bu balinaların yal­ yakınlarında çok sayıda Grönland balinası
nızca iki tane dişr vardır ve erkeklerde bu öldürdüler. Bu yöredeki balinalar azalınca
dişlerden biri sarmal kıvrımlarla bazen 5 başka denizlere açıldılar ve öbür baiina türle­
metreye kadar uzayarak hayvana garip bir rini, özellikle kaşalotları avlamaya başladılar.
görünüm verir. Denizgergedanı adı da bu Bu aşırı avlanma nedeniyle 19. yüzyılda kuzey
görünümden kaynaklanmıştır. yarıküredeki balina avcılığı sona erdi. O
Gene Kuzey Kutbu çevresindeki denizlerde tarihten bu yana balina gemileri yalnızca
yaşayan beluga.ya da beyaz balina (Delphi- Antarktika çevresinde avlanmaktadır.
napterus leucas), musurdan sonra balinalar 20. yüzyıldan önce balina avlama yöntemle­
takımının en küçük üyesidir. ri ilkel ve tehlikeliydi. Yelken direğinin tepe­
Soğuk denizlerde yaşayan katil balina (Or- sinden denizi araştıran bir gözcü balina gör­
cinus orca) ise sıcakkanlı hayvanlarla besle­ düğü anda bağırarak teknedekilere haber
nen tek balina türüdür. Erkeklerinin uzunlu­ verirdi. Bunun üzerine yanlarına usta bir
ğu 10 metreyi bulan katil balinalar çok yırtıcı­ zıpkıncı alarak sandallara binen avcılar, bali­
dır ve penguenleri, fokları kolayca avlayıp nayı zıpkınlayıncaya kadar kovalarlardı.
yedikleri gibi bazen kalabalık sürüler oluştu­ A BD ’li yazar Herman Melville’in ünlü roma­
rarak büyük balinalara da saldırırlar. nı Beyaz Balina, Moby Dick’le anlatılan bu
tür bir balina avcılığıdır.
B aiina A vc ılığ ı Bugünkü balina gemileri, avlanan hayvanı
İnsanlar büyük olasılıkla karaya vurarak ölen gemiye alır almaz etini ve yağını ayırarak
balinaların eti, derisi ve yağıyla kendileri için işleyebilecek biçimde, yüzen bir fabrika gibi
332 BALİNA

ZEFA
Atlas Okyanusu’nun kuzeyindeki Faeroe Adaları'nda
(Faeröerne) yaşayanlar en çok kara balina avlarlar.

donatılmıştır. Her fabrika-gemiye, büyük ba­


lıkçı gemilerine benzeyen avcı gemilerinden
oluşmuş küçük bir filo, bazen ayrıca bir uçak
ya da helikopter eşlik eder.
Avcılar balinayı kovalarken izini kaybet­
memek için genellikle sonar kullanırlar Bali­
naya yeterince yaklaşıldığında, zıpkını fırlata­
cak olan top nişan alınarak ateşlenir. Çok S H PA iDa ve V u rrey
uzun bir halata bağlı olan bu çelik zıpkının N o r v e ç l i b a l i n a av c ı l a r ı , ö l ü b a l i n a y ı d e n i z d e n
ucundaki patlayıcı başlık balinaya saplanır g e m i n i n g ü v e r t e s i n e al ıyor lar. N o r v e ç b a li n a
a v c ı l ı ğ ı n d a e n ileri ü l k e l e r d e n bi r idir .
saplanmaz patlar. Balina ölünce, hayvanın
dibe batmaması için vücut boşluğuna pompay­
la hava basılarak şişirilir, uzaktan görülebil­ Balina Ürünleri
mesi için üzerine bir işaret bayrağı dikilir ve Balinalar birçok ürününden yararlanılan zen­
av bitince denizdeki bütün ölü balinalar ye­ gin bir hammadde kaynağıdır. En çok derialtı
dekte çekilerek balina işleme gemisine götü­ yağ dokusundan elde edilen balina yağı, 16.
rülür. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sabun yapımında
Yüzyıllardır balina avcılığı yapan ve ve lamba yağı olarak, sonraları yemeklik katı
1904’ten beri her yıl Antarktika’ya av seferle­ yağ, boya ve cila yapımında çok kullanılmış­
ri düzenleyen Norveçliler, 1968'de yalnız ken­ tır. Ayrıca bu yağı kükürtle işleyerek çok
di karasularında avlanmak üzere bütün balina kaliteli bir makine yağı elde edilir.
gemisi filolarını seferden çektiler. Bu neden­ Kaşalotun, musur ve yunusların kafa
le, bugün açık denizlerdeki balina avcılığı boşluklarından elde edilen ispermeçet bir
özellikle Japonya ve SSCB'nin tekelindedir. zamanlar merhem, kozmetik ürünler, mum
Yakın yıllarda mavi balina, boz balina, kam­ ve ayakkabı cilası yapımında kullanılır­
bur balina, Grönland ve buzul balinaları dı.
tümüyle koruma altına alınarak ticari amaçla Çubuklu balinalardan elde edilen ve bazı
avı yasaklanmıştır. Çatalkuyruk balina, kaşa­ türlerde uzunluğu 3-4 metreyi bulan balinaçu-
lot ve kuzey balinası gibi türlerin avlanması buğu hafif, dayanıklı ve esnek bir maddedir.
da, 1950’de kurulan Uluslararası Balina Avcı­ Kabarık etekli elbiselerin moda olduğu çağ­
lığı Komisyonu’nun her yıl belirlediği miktar­ larda elbiselerin altına giyilen balenalı çem­
larla kısıtlanmıştır. berlerin yapımında bu çubuklar kullanılırdı.
BALKANLAR 333

Ayrıca bir zamanlar korselerde, gömlek yaka­ Alpleri adını alır. Yugoslavya ve Arnavutluk
larında ve şemsiye teli yapımında da kulla­ kıyılarında dağlar kireçtaşmdan oluşur. Bura­
nılan balinaçubukları, plastik maddelerin da çıplak kayalık tepeler arasında derin dar
bulunmasından sonra eski önemini yitir­ boğazlar, yeraltı ırmakları ve mağaralar var­
miştir. dır. Bu kıyı boyunca çok sayıda güzel ada ve
Kaşalotun bağırsaklarında oluşan ve bazen köy yer alır.
büyük parçalar halinde denizin üzerinde yü­ Kıyıya paralel olarak uzanan ana dağ sırası­
zen amber, parfüm ve öbür kozmetik ürünle­ nın doğusunda, dağlar alçalarak yer yer çorak
rin yapımında kullanılan çok değerli bir mad­ tepelere dönüşür; bunların yamaçlarında or­
dedir. manlar ve verimli vadiler vardır.
Japonlar balina etini severek yerler, ama Almanya'dan doğup Balkanlar’ı geçerek
öbür ülkelerde bu etten daha çok kedi ve Karadeniz e dökülen Tuna, ulaşıma elverişli
köpek maması üretilir. Ayrıca balinaların ırmakların en önemlisidir. Yugoslavya’daki
derisinden ayakkabı, kemer ve çanta, kıkır­ Morava,- Sava ve Tisa ırmakları, Tuna’ya
daklarından tutkal yapılır, kemikleri de öğü­ karışan birçok önemli ırmaktan üçüdür. Ro­
tülerek hayvan yemlerine katılır. manya'daki Jiu ve Oltu ile Bulgaristan’daki
İskur, Tuna'nın öbür önemli kollarıdır (bak.
BALKANLAR. Avrupa’nın güneydoğu köşe­ T u n a I r m a Gi ).
sini oluşturan yarımadaya Balkanlar, burada­ Yugoslavya’da, Balkan Yarımadası’nm or­
ki devletlere de Balkan devletleri denir. tasında uzanan iki büyük vadi vardır. Bunlar
Bunlar Yugoslavya, Arnavutluk, Yunanistan, kuzeye doğru akan Morava Irmağı'nın ve
Romanya ve Bulgaristan’dır. Türkiye’nin Av­ güneye doğru akan Vardar Irmağı’nın vadile­
rupa’daki toprakları da Balkanlar’dadır. Bu ridir. Dağları aşan ve alçak bir geçitle birbiri­
nedenle Türkiye de bir Balkan ülkesidir. ne bağlı olan bu iki vadi kuzeyden güneye
Yarımadanın batısında Adriya Denizi ve Yu­ inen doğal bir anayol oluşturur.
nan Denizi, güneyinde Akdeniz ve Ege Deni­
zi, batısında Karadeniz yer alır. Ekonomi
Balkan Yarımadası topraklarının büyük Balkan ülkelerinde birçok değerli maden
bölümü çorak ve dağlıktır. Bütün batı kıyısı vardır. Yugoslavya çok miktarda bakır,
boyunca uzanan sıradağlar, kuzeyde Dinar krom, kurşun, çinko ve boksit üretir. Zengin
demir ve kömür yatakları da vardır. Bulgaris­
^ 1-------------- tan’da da çeşitli madenler bulunur. Bulgaris­
■. ____ SSCB
tan’ın en önemli madencilik bölgesi Sofya
-A' / yakınlarındaki Pernik kömür madenleri yöre-
A V U ST U R Y A f /
sindedir. Çok sayıda petrol kuyusu olan
“^ , ^ M A C A R İS T A N f
i ' ' ”' ROMANYA Romanya, İngiltere ve SSCB’deıı sonra Avru­
_ * V pa'nın en çok petrol üreten ülkesidir. Yugos­
lavya ve Arnavutluk'ta da petrol kaynakları
YUGOSLAVYA
BU LGARI STANkARAD ENİZ değerlendirilmeye başlanmıştır.
ADRİYA Balkan ülkelerinde hafif sanayi kuruluşları
DENİZİ
vardır. Tarım ürünlerini işleyen fabrikalar bu
İTALYA sanayinin en önemli bölümünü oluşturur.
ARNAVUTLUK
Temel ekonomik etkinlik tarımdır; yarımada­
TÜRKİYE nın kuzey ve orta bölgelerinde tahıl ve sebze
YUNAN ^?YU N^JİSTAN § üretilir, hayvancılık yapılır. Balkanlaı’da tü­
DENİZİ *
tün de yetiştirilir.

G irit
Tarih
AKDENİZ Avrupa'nın başka hiçbir bölgesi Balkan Ya­
rımadası kadar saldırıya uğramamıştır. Yüz
334 BALKANLAR

yıllar boyunca saldırganlar dalga dalga doğu­ Bağımsızlık Mücadeleleri


dan ve kuzeyden Balkan Yarımadası’na gir­ Her ulusun kendi kendini yönetmesi, başka
miş ve her seferinde orada buldukları uygar­ bir ulusun yönetimi altında olmaması düşün­
lıkları yıkmışlardır. cesi 19. yüzyılda Avrupa’da hızla yayılıyordu.
Balkanlar’a ilk büyük saldırı Latince konu­ Balkan halkları da Osmanlı egemenliğine
şan Romalılar'dan geldi. İsa'dan sonraki ilk karşı başkaldırdılar ve birer birer bağımsızlık­
yüzyıllar boyunca Balkanlar’ı onlar yönettiler larını elde ettiler. 1878’de güçlü Avrupa
ve Tuna Irmağı’nı barbar akınlarına karşı devletlerinin düzenlediği Berlin Kongre­
sınır olarak belirlediler. Roma İmparatorluğu si’nde, Romanya, Bulgaristan ve Sırbistan’ın
İS 364’te ikiye bölününce, Balkanların ku­ bağımsızlığına karar verildi. Sırbistan’ın üze­
zeybatı ucu, Roma’nın egemenliğinde kaldı. rinde hak iddia ettiği Bosna ve Hersek eyalet­
Öbür bölümleri ise Bizans İmparatorluğu’ leri ise güçlü bir devlet olan Avusturya’nın
nun egemenliği altına girdi. Bizans İmpara- egemenliğine bırakıldı. Bu durum Bosna hal­
torluğu’nda halkın dili Yunanca’ydı (bak. kında Avusturya yönetimine karşı büyük bir
BİZANS İMPARATORLUĞU). nefret uyandırdı ve ciddi sorunlara yol açtı.
Balkanlar’a, Romalılar’dan sonra barbar 1914 Haziran’mda, Bosna’nın başkenti Saray-
kabileleri geldi. 4. ve 5. yüzyıllarda Gotlar ve bosna’da genç bir Boşnak, Avusturya Veliah-
Hunlar Balkanlar’a saldırarak kentleri ve tı Arşidük Ferdinand’ı öldürdü. Avusturya bu
köyleri yakıp yıktılar. 6. yüzyılda kuzeyden suikastın arkasında Sırbistan’ın bulunduğunu
kitleler halinde gelen Slavlar, yarımadanın ileri sürdü ve 1. Dünya Savaşı’na varan
eski halklarını öldürerek ya da dağlara süre­ olaylar birbirini izledi. Kuşkusuz bu olay I.
rek, Balkanlar’a iyice yerleştiler. Slavlar’ın Dünya Savaşı’nın nedeni değilse de, savaşın
ardından 7. yüzyılda Bulgarlar gelerek büyük çıkmasına yol açan bir kıvılcım oldu.
bir imparatorluk kurdularsa da, sonunda Bi­ Berlin Kongresi’nden sonra bile OsmanlI­
zans İmparatorluğu’nun egemenliğine girdi­ lar, Balkanlar’da önemli bir güce sahiptiler.
ler. Bu arada Balkan halklarından ikisi, Ama, 1912’de bağımsız Balkan devletleri
Sırplar ve Hırvatlar da ayrı birer devlet birleşerek Osmanlılar’a karşı savaş açtılar ve
kurmuşlardı. savaşı kazandılar. Ne var ki, ele geçirilen
Birçok değişik halkın yaşadığı Balkan Ya- toprakların bölüşümünde anlaşamayınca
nmadası’nda barış hiç de uzun sürmüyordu. 1913’te bu kez kendi aralarında savaşmaya
Savaşlar çıkıyor yeni egemenlikler kuruluyor, başladılar. Bulgaristan’ı yenen Sırbistan ve
sonra da başkalarının egemenliğine girme Yunanistan, kazanılan toprakların büyük bö­
sırası onlara geliyordu. Örneğin Sırplar’m kur­ lümünü kendi aralarında bölüştüler. Bu ara­
dukları güçlü devlet, 14. yüzyılda Türkler’ da, Arnavutluk adıyla yeni bir devlet kurul­
in saldırısı sonucu yıkıldı. Avrupa’ya geçe­ du. Yugoslavya’nın ortaya çıkışı ise I. Dünya
rek hemen hemen bütün Balkan Yarımadası’ Savaşı sonrasına rastlar. Sırplar, Hırvatlar, Slo-
m ele geçiren Türkler, Bizans İmparatorlu­ venler, Boşnaklar ve Karadağlılar gibi değişik
ğu’nun başkenti Konstantinopolis’i 1453’te halklar Yugoslavya’da bir arada yaşamaktadır.
aldılar ve kent bu tarihten sonra İstanbul II. Dünya Savaşı’ndan sonra Balkan ülkele­
adıyla bir Türk kenti olarak varlığını sür­ rinin çoğunda sosyalist yönetimler işbaşına
dürdü. geldi.
Temel Britannica'nin
Aralık 1992 Baskısına
ek bilgiler.
ARNAVUTLUK 2.1

ARJAN TİN A R N A V U TLU K

RESMİ ADI: Arjantin Cumhuriyeti. RESMİ ADI: Arnavutluk Cum huriyeti.


YÖNETİM BİÇİMİ: İki m cciisli federal cum huriyet. YÖNETİM BİÇİMİ: Tek m eclisli, çok partili cum huriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 2.780.092 km2. YÜZÖLÇÜMÜ: 28.748 km 2.
NÜFUS (1991): 32.470.000. NÜFUS (1991): 3.303.000.
BAŞKENT: Buenos Aires. BAŞKENT: Tiran.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1980): Buenos BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Tiran
Aires (2.922.829), Cördoba (968.829), Rosario (238.100), Dıraç (Durres; 82.700), Elbasan (80.700),
(875.664), La Plata (454.884). Işkodra (79.900), Avlonya (Vlore; 71.700).

Siyasal ve ekonomik sorunlar nedeniyle 1989 Enver Hoca’nın 11 Aralık 1985’te ölümü üze­
Arjantin’in yakın tarihindeki en çalkantılı rine, yönetimdeki Arnavutluk Emek Partisi’
yıllardan biri oldu. Raûl Alfonsın’in partisi nin (AEP) genel sekreterliğine ve devlet baş­
Radikal Yurttaşlık Birliği mayıstaki seçimleri kanlığına Ramiz Alia getirilmişti. İzleyen yıl­
yitirdi. Peronist eğilimli Ulusal Adaletçi Ha- larda Alia ülkedeki konumunu güçlendirdi.
reket’in adayı Carlos Saül Menem oyların 1989’da Doğu Avrupa’daki komünist yöne­
yüzde 47’sini alarak başkan seçildi. Menem timlerin art arda çökmesiyle Arnavutluk’ta da
hazırlattığı yeni ekonomik planı, iş çevreleri­ siyasal yaşam hareketlendi. Ekonomik güç­
nin ve sendikaların da desteğini alarak hemen lüklerin de etkisiyle, aydınların ve gençlerin
uygulamaya koydu. Falkland Adaları yüzün­ başını çektiği muhalefet hareketi güçlendi.
den İngiltere ile bozulan ilişkileri düzeltti; ti­ 1990 yılı ortasında Arnavutluk savaş sonrası
cari ilişkileri canlandırdı. Bu olumlu gelişme­ dönemin ilk kitlesel yönetim karşıtı gösterile­
ler Menem'e Uluslararası Para Fonu (IMF) rine tanık oldu. Batılı ülkelerin büyükelçilik­
ile yeni bir kredi anlaşması yapma olanağı lerine sığınan binlerce göstericiye gemiyle
sağladı. İtalya’ya gitmek üzere Arnavutluk’tan ayrıl­
Başkan Menem, 1990 sonunda, halk arasın­ ma izni verildi.
da tepkiyle karşılanacağını bile bile, askeri Halkın hoşnutsuzluğu karşısında Alia bazı
yönetim dönemindeki insan hakları ihlalleriy­ reformlar yapmak ve parti yönetimindeki
le ilgili olarak suçlanan askerlerin çoğunu sertlik yanlılarını görevden almak zorunda
kapsayan bir genel af çıkarttı. Böylece ordu­ kaldı. Din ve inanç özgürlüğü tanındı. Yaban­
daki huzursuzluğu gidererek ordu üzerindeki cı sermaye yatırımlarına izin verildi. Arnavut­
etkisini güçlendirdi. luk dışa açılmaya başladı; Avrupa Güvenlik
Yeni yönetimin başlangıçtaki başarılarına ve İşbirliği Konferansı’na (AGİK) üye oldu.
ı
karşın, 1989 sonunda ekonomik sorunlar ye­
niden büyüdü. Artan hayat pahalılığı ancak
1990 ortalarına doğru denetim altına alınabil­
di. Ekonominin iyileşmesi Peronistler’e puan
kazandırdı. Başkan Menem de popülerliğini
korudu. Serbest piyasaya dayalı liberal politi­
kalar izleyen Menem, özelleştirmelere ağırlık
vererek devletin ekonomideki payını küçült­
tü. Bu yüzden sendikaları, memurları ve bazı
iş çevrelerini karşısına aldıysa da, hükümet
devletin yapısında reform yapma kararından
geri adım atmadı. Ekim 1991’de birçok alan­
da devlet denetimini kaldıran geniş kapsamlı
bir kararname yürürlüğe kondu. Böylece ülke
içinde mal arzına ilişkin tüm kısıtlamalar kal­
dırılırken, dış ticaret de büyük ölçüde serbest­
leştirildi.
2.2 ARTVİN

Aralık 1990’da başlayan demokratikleşme A S İM O V , Isaac. Rus asıllı ABD’li bilim ada­
1991’de de sürdü. Şubat ayında çok partili se­ mı ve bilimkurgu yazarı Isaac Asimov 6 Nisan
çimlerin yapılması karan alındı. Kararın he­ 1992’de, ABD ’nin New York kentinde öldü.
men ardından ülkenin ilk yasal muhalefet par­ Asimov’un ünlü bilimkurgu dizisinin devamı
tisi olan Demokratik Parti (DP) kuruldu. niteliğindeki Vakıf ve Dünya (Foundation and
Martta yapılan seçimlerde AEP başlıca rakibi Earth) 1988’de yayımlanmıştı. Dizinin son ki­
olan D P’yi açık yenilgiye uğrattı. Ama, se­ tabı Forvvard the Foundation'm da (“Vakfı
çimlerin ardından gelen genel grev yalnızca Geliştir”) 1992’de yayımlanması bekleniyor­
komünistlerden oluşan hükümetin çekilmesi­ du. Nemesis (1989; “İntikam Tanrıçası”) ve
ne yol açtı. Ardından. Ulusal Esenlik Hükü­ Asimov Laughs Again (1992; “Asimov Yeni­
meti adıyla yeni bir hükümet kuruldu. AEP den Gülüyor”), yazarın ölmeden önce ya­
Stalinist yönetim dönemini yeniden değerlen­ yımlanan son kitapları oldu.
direrek mahkûm etti. Enver Hoca ile Ramiz
Alia eleştirildi ve partinin adı Arnavutluk ASKERLİK. Soğuk Savaş’ın sona ermesi,
Sosyalist Partisi (ASP) olarak değiştirildi. NATO’nun işlevinin değişmesi ve savaş tek­
Ekonomik çöküntü, yiyecek kıtlığı ve bit­ nolojisinin modernleşmesi gibi gelişmeler
meyen karışıklıklar yüzünden göç dalgası de­ Türk ordusunda da bir reformu gündeme ge­
vam etti. Mart 1992’de yapılan seçimleri bü­ tirdi. Asker sayısının azaltılması, teknolojik
yük bir farkla DP kazandı ve ASP muhalefete donanımın modernleşmesi, profesyonel as­
düştü. Temmuz 1992’de yapılan yerel seçim­ kerlik sisteminin getirilmesi gibi yenilikler
lerde ise yeniden ASP öne geçti. tartışılmaya başladı. Bu çerçevede yapılan ilk
değişiklik askerlik sürelerinin kısaltılması ol­
ARTVİN du. Buna göre, erlerin askerlik süresi 18 ay­
YÜZÖLÇÜMÜ: 7.436 km2.
dan 15 aya, yedeksubayların askerlik süresi
NÜFUSU (1990): 212.833. de 16 aydan 12 aya indirildi. Haziran 1992’de
İL MERKEZİ: Artvin. çıkarılan 3802 sayılı yasayla da, 28 yaşından
il ÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (33.183), gün almış yurtiçindeki yükümlüler de bedelli
Ardanuç (17.782), Arhavi (18.351), Borçka (30.329),
Hopa (30.862), M urgul (11.951), Şavşat (33.315), askerlik kapsamına alındı. Ayrıca, silahlı kuv­
Yusufeli (37.060). vetlerin gereksinmesinden fazla olan yüküm­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Artvin
(20.306), Hopa (11.507), Arhavi (10.048).
lülere, temel askerlik eğitiminden sonra, as­
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kaçkar Dağı (3.932 m), Karçal kerlik hizmetini bedel ödeyerek ya da istekte
Dağı (3.428 m), Ziyarettepe (3.200 m). bulunan kamu kurum ve kuruluşlarında çalı­
SICAKLIK: A rtvin kentinde en düşük -16,1°C
(14.1.1950), en yüksek 43°C (18.8.1961), ortalama şarak tamamlama olanağı tanındı.
12,3°C.
YAĞIŞ MİKTARI: A rtvin kentinde yıllık ortalam a 661 ASYA. Değişen dünya düzeni 1980’lerin son­
mm.
larında Asya kıtasında da önemli değişiklikle­
re yol açtı. Her şeyden önce, SSCB’nin parça­
lanması sonucunda yeni bağımsız ülkeler or­
taya çıktı. Bunlar Kafkasya’daki Azerbaycan,
Ermenistan ve Gürcistan ile Orta Asya’daki
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikis­
tan ve Türkmenistan cumhuriyetleridir. Ayrı­
ca, Rusya’nın topraklarının büyük bölümü de
Asya’da bulunmaktadır. Bu yeni ülkelerde
uzun yıllardan beri baskı altında tutulan ulu­
sal özlemler bağımsızlıkla birlikte su yüzüne
çıktı. Çoğu etnik kökenli olan sorunlar yüzün­
den, bu cumhuriyetlerde iç çatışmalar, bazıla­
rının arasında da silahlı çarpışmalar sürü­
yordu.
ASYA 2.3

1 KIRGIZİSTAN • BişkeK (Frunze)


2 TACİKİSTAN • Duşanbe
3 ÖZBEKİSTAN • Taşkeni
4 TÜRKMENİSTAN • Aşkâbaa
5 LÜBNAN • Beyrut
6 İSRAİL • Kudüs
7 KUVEYT t Kuveyt
B BAHREYN « ei-Manama
9 KATAR • Doha
10 BİRLEŞİK ARAP « Abu Dabi
EMİRLİKLERİ
11 GÜRCİSTAN • Tiflis PAPUA
12 AZERBAYCAN • Bakû * *iz ■ YENİ ^
13 ERMENİSTAN « Erivan

____

Asya üikeieri arasındaki gergin ilişkiler son kaniı bir biçimde bastırıldı. Ölü sayısının bin
yıllarda normalleşmeye başladı. Çin, Vietnam dolayında olduğu tahmin ediliyordu. Bu olay­
ve Kuzey Kore komünist partileri aralarında­ dan sonra, ABD, Avrupa Toplulukları (AT)
ki anlaşmazlıkları aşarak yakınlaştılar. Viet­ ülkeleri ve Japonya, Çin’e ekonomik yaptı­
nam, Kamboçya’da (eskiden Kampuçya) 10 rımlar uyguladılar. SSCB'öeki başarısız darbe
yıldır sürdürdüğü işgali 1989’da sona erdirdi. girişiminin (Ağustos 1991) aramdan Çin yö­
Kamboçya’da 13 yıldır devam eden iç savaş netimindeki sertlik yanlılarının konumu iyice
da sona erdi. Savaşan gruplar bir araya gele­ zayıfladı. Yönetim ideolojik tutumunu terk
rek geçiş dönemi için yeni bir yönetim oluş­ ederek bağımsızlığını ilan eden eski Sovyet
turdular ve başına sürgündeki Prens Noro- cumhuriyetlerini tanıdı. Körfez Savaşı sırasın­
dom Sihanuk’u getirdiler. Kuzey Kore ile Gü­ da ise Çin BM’nin bütün kararlarına katıldı.
ney Kore Ağustos 1991’de Birleşmiş Milletler Öte yandan ABD, Vietnam’la ilişkilerini
(BM) üyeliğine kabul edildiler. Aynı yılın yeniden canlandırmak için görüşmeleri başla­
aralık ayında, iki ülke Kore Savaşı’nı 38 yıl tırken, Filipinler’deki ve öbür Güneydoğu
sonra resmen bitiren “barışma ve saldırmazlık Asya ülkelerindeki askeri varlığını azaltma
paktı”m imzaladılar. sürecine girdi. Şubat 1991’de Tayland’da ger­
Çin’de 1989’da Pekin’deki Tiananmen Mey- çekleştirilen askeri darbe bu ülkede demokra­
danı’nda yapılan demokrasi yanlısı kitle­ siyi kesintiye uğrattı. Buna karşılık, aynı yıl
sel gösteriler 4 Haziran’da yönetim tarafından Nepal’de son 32 yılın ilk demokratik hüküme­
2.4 ATLETİZM

ti göreve başladı. Hindistan’da Başbakan Ra- kez de, görüş ayrılıkları nedeniyle farklı Mü-
civ Gandhi Mayıs 1991’de seçim kampanyası cahıd gruplan arasında çarpışmalar başladı.
sırasında öldürüldü. Pakistan’da, bir Müs­ Japonya son yıllarda ekonomik gücünü git­
lüman ülkede seçimle işbaşına gelmiş ilk tikçe artırarak, dünyanın önde gelen sanayi
kadın başbakan olan Benazir Butto Ağustos ülkeleri arasında yer aldı. Japonya’ da uygula­
1990’da cumhurbaşkanı tarafından görevin­ nan korumacı ekonomi politikaları Batılı ül­
den alındı. Aynı yılın ekim ayında yapılan se­ kelerde, özellikle de ABD’de yakınmalara
çimlerde Butto yenilgiye uğradı ve İslamcı neden oimaya devam etti. Körfez Savaşı sıra­
Demokratik İttifak iktidara geldi. 1991’de sında Japonya, II. Dünya Savaşı’ndan bu y a­
Ulusal Meclis’in kararıyla Kuran en yüksek na ilk kez yurtdışına askeri kuvvet gönderdi.
yasa olarak kabul edildi ve şeriat yönetimine Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN)
biraz daha yaklaşıldı. üyesi ülkeler aralarındaki gümrük duvarlarını
Afganistan son yıllarda gene dünyanın gün­ kaldırarak bir serbest ticaret bölgesi oluştur­
demindeydi. Yıllarca süren işgalin ardından, mak konusunda anlaşmaya vardılar. Böylece
SSCB Mayıs 1988’de askerlerini çekmeye baş­ bölgesel işbirliği yönelimi daha da güç kazan­
ladı. Ama Muhammed Necibullah yönetimi­ dı. Körfez Savaşı bölge ekonomilerini, özel­
nin çekilmemesi yüzünden savaşı sürdüren likle de turizm sektörlerini olumsuz olarak et­
Mücahidler, Necibullah’ın Nisan 1992’de çe­ kiledi. Ama bölge ülkelerinin ekonomik bü­
kilmesinin ardından Kâbil’i ele geçirdiler. Bu yüme hızlarında pek gerileme görülmedi.
ATLETİZM

ATLETİZMDE DÜNYA REKORLARI

ERKEKLER
100 m 9,86 s Leroy Burrell (ABD)
200 m 19,72 s Pietro Mennea (İtalya)
400 m 43,29 s Butch Reynolds (ABD)
800 m 1 dk 41,73 s Sebastian Coe (İngiltere;
1.500 m 3 dk 29,46 s Said Aouita (Fas)
1 mil 3 dk 46,32 s Steve Gram (İngiltere)
5.000 m 12 dk 58,39 s Said Aouita (Fas)
10.000 m 27 dk 08,28 s Arturo Barrios (Meksika)
Maraton* 2 sa 06 dk 50 s Belaynen Dinsamo (Etiyopya)
110 m engelli 12,92 s Roger Kingdom (ABD)
400 m engelli 46,78 s Kevin Voung (ABD)
3.000 m engelli 8 dk 05,35 s Peter Koech (Kenya)
4 x 100 m bayrak 37,40 s ABD
4 x 400 m bayrak 2 dk 55,74 s ABD
Yüksek atlama 2,44 m Javıer Sotomayor (Küba)
Sırıkla atlama 6,13 m Sergey Bubka (Bağımsız Devletler Top!u!uğu)t
Uzun atlama 8,95 m Mike Povveil (ABD)
Üç adım atlama 17,97 m VVilfie Banks (ABD)
Gülle 23,12 m Ranay Barnes (ABD)
Disk 74,08 m Jurgen Schult (Doğu Almanya)}
Çekiç 86,74 m Yuri Sedih (SSCB)§
Cirit 96,96 m Seppo Raty (Finlandiya)
Dekatlon 8.847 puan Daiey Thompson (İngiltere)

KADINLAR
100 m 10,49 s Florence Joyner-Griffith (ABD)
200 m 21,34 s Florence Joyner-Griffith (ABD)
400 m 47,60 s Marita Koch (Doğu Almanya)}
800 m 1 dk 53,28 s Jarmila Kratochvilova (Çekoslovakya)
1.500 m 3 dk 52,47 s Tatyana Kazankina (SSCB)§
1 mil 4 dk 15,61 s Paula Ivan (Romanya)
3 ~ j ’î m 8 dk 22,62 s Ingrid Kristiansen (Norveç)
lO.OuO m 30 dk 13,74 s Ingrid Kristiansen (Norveç)
Maraton* 2 sa 21 dk 06 s Ingrid Krist'ansen (Norveç)
100 ir. engelli 12,21 s Yordanka Donkova (Bulgaristan)
400 m engelli 52,94 s Marina Stepanova (SSCB)§
AVRUPA 2.5

4 x 100 m bayrak 41,37 s Batı Almanya}


4 x 400 m bayrak 3 dk 15,18 SSCB§
Yüksek atlama 2,09 m Stefka Kostadinova (SSCB)§
Uzun atlama 7,52 m Galina Çistyakova (SSCBi§
Gülle 22,63 m Nataiya Lisovskaya (SSCB)§
Disk 76,80 m Gabriele Reinsch (Doğu Almanya)}
Cirit 80,00 m Petra Felke (Doğu Almanya)}
Heptatlon 7.291 puan Jackie Joyner-Kersee (ABD)
*42,195 kilometrelik maraton koşusunda en iyi derece. +1992. *1991 öncesi. 51992 öncesi.

AVRUPA. 1980’lerin sonu ile İ990’lann ilk (.Ayrıca bak. B a ĞIMSIZ DEVLETLER TOPLULUĞU.)
yıllarında Avrupa’da siyasal ve ekonomik Son yıllarda Avrupa’daki bir başka önemli
alanda önemli değişiklikler gerçekleşti. Baş­ gelişme milliyetçi akımların güçlenmesi oldu.
ta Sovyet Sosyalist. Cumhuriyetleri Birliği Eski sosyalist ülkelerin birçoğunda etnik azın­
(SSCB) olmak üzere, bütün Doğu Avrupa ül­ lıkların bağımsızlık istekleri gittikçe güçlendi
kelerinde komünist yönetimler birbiri ardı sı­ ve bezi ülkelerde etnik uyuşmazlıklar giderek
ra çökerken, SSCB dağıldı. Eski Sovyet cum­ açık çatışmaya dönüştü. Yugoslavya’nın kanlı
huriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan etmesi so­ bir iç savaş sonunda parçalanması da böyle bir
nucunda 15 yeni devlet ortaya çıktı. Bunlar­ gelişmeden kaynaklandı. Yugoslavya'yı oluş­
dan Beyaz Rusya, Estonya, Letonva, Lit- turan cumhuriyetlerden dördü bağımsızlığını
vanya, Moldavya (sonradan adını Moldova ilan etti: Bosna-Hersek, Hırvatistan, Make­
olarak değiştirdi) ve Ukrayna’nın toprakları donya ve Slovenya. Yeni Yugoslavya yalnızca
tümüyle, Rusya Federasyonu’nun toprakları­ Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetleri ile Koso-
nın ise bir bölümü Avrupa'da yer almaktadır. va Özerk Bölgesi’nden oluşuyordu. Bosna-
Kuzey 6-
SU-
R*ytqavıK^ jZLANDA «

Kuzey Deriz .
İRLa^ a' V ^ DANIMARi

INGİLTERE

Br-Asel # * > (

ı *
, S'
l Viyana»; /%’ ^
/* • 9 ö ^ ^ U S T U R Y A / ''” " * L
*\ MACARİSTAN
•r ROMANYA
l . \ Bükreş
V \ 8-o\ ___ ?■
9 . ) 4 . " '\ " 1* y Y U G O S -l* BÜLGARIST*

— Pooa )
K ”
)İ'ar ’", S'<ow>.----S )
^ V \ V0-|jskuo! J-

L v7
) ( S â°r
Y u n a n is t a n

■ ^ ■ ' ■Akderz ^ KIBRIS ^


2 ,8 A VRUPA TO PLU LU K LA R

Hersek’te Sırp milislerin saldırılarıyla başla­ AT’ye üye ülkelerin bütünleşmesinde en


yan ve soykırım boyutlarına ulaşan savaş ise önemli adım 7 Şubat 1992’de Hollanda’nın
1992 boyunca sürdü. Birleşmiş Milletler Gü­ Maastricht kentinde imzalanan Avrupa Birli­
venlik Konseyi’nin Yugoslavya'ya ekonomik ği Antlaşması oldu. Bu antlaşma üye ülkele­
ambargo uygulama karan alması bile savaşı rin ulusal parlamentolarında ya da halkoyla-
sona erdirmede pek etkili olmadı. Bunun üze­ masıyla onaylandıktan sonra yürürlüğe gire­
rine Eylül 1992’de Yugoslavya Birleşmiş Mil­ cektir. Antlaşmayla tek pazar, tek para biri­
letler üyeliğinden çıkarıldı. mi, tek merkez bankası, ortak ekonomi politi­
1992’de parçalanan bir başka Avrupa ülkesi kaları ve dış politika ile güvenlikte ortak ey­
de Çekoslovakya oldu. Bu ülkeyi oluşturan lem öngörülmektedir. Antlaşma İrlanda Par­
Çek ve Slovak cumhuriyetlerinin ayrı birer lamentosu tarafından onaylanırken, Dani­
devlet olmaları kararı 1992 sonlarında yürür­ marka’da yapılan halkovlamasmda reddedil­
lüğe girecekti. di, Fransa’da ise küçük bir farkla kabul edildi.
Doğu Avrupa’da görülen köklü siyasal de­ AT ile Avrupa Serbest Ticaret Birliği
ğişiklikler Varşova Paktı’nm da dağılmasına (EFTA) arasında iki yıl süren görüşmeler
yol açtı. Ayrıca, bu ülkelerdeki yeni yönetim­ Ekim 1991’de sonuçlandı. Mayıs 1992’de im­
ler silahlı kuvvetlerinde indirime ve savunma zalanan anlaşma Avrupa Ekonomik Alanı’nın
harcamalarında kısıntıya gittiler. (AEA) kurulmasını öngörüyordu. Buna göre,
Avrupa’daki siyasal değişiklikler ekonomik 1993’ten başlayarak malların A EA içinde ser­
alana da yansıdı. Doğu Avrupa’daki komü­ best dolaşımı sağlanacak, AT ile EFTA ara­
nist yönetimlerin çökmesi sonucunda, bu ül­ sındaki uyum aşamalı olarak gerçekleştirile­
kelerin üye olduğu Karşılıklı Ekonomik Yar­ cektir.
dımlaşma Konseyi de (Comecon) dağıldı. Söz 1980’lerin sonlarında ve 1990’ların başında
konusu ülkeler planlı ekonomiden piyasa çeşitli Avrupa ülkeleri AT’ye tam üyelik baş­
ekonomisine geçme sürecinde karşılaştıkları vurusunda bulundu. Ama AT, tek pazar ku­
sorunların çözümü için gittikçe artan ölçüde ruluncaya değin hiçbir aday ülke ile katılma
Batılı ülkelerin yardımına başvurdular. Buna görüşmelerini başlatmama kararı aldı. Türki­
karşılık, Avrupa Toplulukları üyesi 12 ülke ye, Avusturya, Kıbrıs Cumhuriyeti, Malta, İs­
1992 başında Hollanda’nın Maastricht kentin­ veç ve Finlandiya A T’ye tam üyelik için
de Avrupa Birliği Antlaşması’m imzaladılar. başvurmuş ülkelerdi. Ayrıca, AT Aralık
Böylece Avrupa’da ekonomik ve siyasal birli­ 1991’de Polonya, Macaristan ve Çekoslo­
ği sağlama yolunda önemli bir adım atılmış vakya ile Avrupa Anlaşmaları olarak adlandı­
oldu. (Ayrıca bak. AVRUPA TOPLULUKLARI.) rılan ortaklık anlaşmalarım imzaladı.
Son yıllarda Avrupa’da kaygı uyandıran bir Türkiye ile AT arasındaki ilişkilerde son
gelişme aşırı sağcı ve ırkçı hareketlerin güç­ yıllarda görülen en önemli gelişme Türkiye’
lenmesi oldu. Birçok Avrupa ülkesinde bu nin 14 Nisan 1987’deki tam üyelik başvurusu­
akımlar siyasal bakımdan güçlendi ve parla­ na AT tarafından yanıt yerilmesi oldu. Aralık
mentolarda gittikçe artan ölçüde temsil edil­ 1989’da açıklanan AT Komisyonu raporunda,
meye başladılar. Öte yandan, özellikle Al­ Türkiye’nin AT üyeliğine “ehil” bir ülke ol­
manya’da azınlıkları hedef alan saldırılar duğu, ama bu konudaki görüşmelerin başlatıl­
büyük artış gösterdi. maması gerektiği görüşüne yer verildi. Bunun
nedeni olarak, AT'nin genişleme sorununu
AVRUPA TOPLULUKLARI (AT) üyesi ülke­ ancak 1993 başında tek pazarın gerçekleşme­
ler aralarında, tüm mal ve hizmetlerle serma­ sinden sonra ele alabileceği ileri sürüldü. Öte
yenin serbestçe dolaşacağı tek bir pazar oluş­ yandan. Şubat 1990’da AT Bakanlar Konseyi
turma yolunda önemli adımlar attılar. 1987’ tarafından kabul edilen bu raporda AT ile
de uygulamaya giren Tek Avrupa Senedi AT Türkiye arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi
ülkelerinin arasındaki çeşitli engelleri aşamalı de isteniyordu. Bu amaçla hazırlanan çalışma
bir biçimde kaldırmayı amaçlıyordu. Buna programı Türkiye ve AT Komisyonu tarafın­
göre, tek pazar 1993 başında gerçekleşecekti. dan Şubat 1992’de onaylandı.
AYDIN 2.7

AVUSTRALYA
maliye bakanı Paul Keating’i parti başkanlığı­
na seçti. Ertesi gün Keating başbakanlığı
RESMİ ADI: Avustralya Uluslar Topluluğu. Hawke’tan devraldı.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli, federal, parlamenter
devlet. A V U S TU R Y A __________________________
YÜZÖLÇÜMÜ: 7.682.300 km2.
NÜFUS'(1991): 17.337.000. RESMİ ADI: Avusturya Cumhuriyeti.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli, çok partili federal cumhu­
BAŞKENT: Canberra.
riyet.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Sydney
(3.656.900), Melbourne (3.080.800), Brisbane YÜZÖLÇÜMÜ: 83.855 km2.
(1.301.700), Perth (1.193.100), Adelaide (1.049.900), NÜFUS (1991): 7.815.000.
Nevvcastle (428.800), Canberra (310.000). BAŞKENT: Viyana.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1986): Viyana
(1989; 1.487.577), Graz (241.437), Linz (204.799),
Salzburg (137.833), Innsbruck (117.011).
Avustralya son yıllarda siyasal açıdan hare­
ketli bir dönem geçirdi. 1990’da yapılan se­
çimleri Başbakan Robert J. Hawke önderli­ Avusturya Temmuz 1989'da Avrupa Toplu­
ğindeki Avustralya İşçi Partisi (ALP) kazana­ luklarına (AT) tam üyelik için başvurdu.
rak iktidarını korudu. ALP’nin seçimlerden Ama AT bu konudaki görüşmeleri, 1993 ba­
sonra başlattığı özelleştirmeler Avustralya ta­ şında tek pazarın kurulmasından sonra başlat­
rihinde bir dönüm noktası oluşturdu. mayı kararlaştırdı. Öte yandan, Avusturya'
Avustralya ozon tabakasına zarar veren nın da üyesi olduğu Avrupa Serbest Ticaret
maddelerin kullanımının beş yıl içinde yüzde Birliği (EFTA) ile AT arasında Mayıs 1992'de
95 oranında azaltılmasını öngören bir strateji bir serbest ticaret anlaşması imzalandı. Bu an­
benimseyerek, bu alanda öbür ülkelere öncü­ laşmayla Avrupa Ekonomik Alam’nın kurul­
lük etti. Başbakan Hawke ve muhalefetteki ması amaçlanmaktaydı.
Liberal Parti’nin önderi John Hewson Nisan Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerde baş­
1990’da Türkiye’ye geldiler. Gezinin amacı, layan demokratikleşme Avusturya'ya bu ül­
Avustralya ulusunun doğuşunu simgelediği kelerle daha geniş işbirliği kurma olanağı sağ­
kabul edilen, 75 yıl önceki Çanakkale Savaş- ladı. 1989’da Macaristan’ın Avusturya sınırını
lan’nda ölen ve Anzaklar olarak bilinen açmasından sonra, özellikle Doğu Almanlar,
AvustralyalI askerlerin Gelibolu Yarımada­ Macaristan ve Avusturya üzerinden Batı Av­
sındaki mezarlarını ziyaret etmekti. rupa’ya yönelik büyük bir göç dalgası başlattı­
Irak’ın Kuveyt’i işgali ve izleyen olaylar lar. Bu süre içinde Avusturya’da yasadışı işçi
Avustralya için bir dizi sorun yarattı. Başba­ çalıştırma, karaborsa ve suç işleme oranların­
kan Hawke, Irak’la ticari ilişkilerin bozulma­ da artış görüldü. Alınan tüm önlemlere karşın
sını göze alarak Ortadoğu’ya asker gönderdi. işsizlik arttı ve yabancı düşmanlığı kaygı
Hem Körfez Savaşı’nda, hem de SSCB’deki uyandırıcı boyutlara ulaştı.
olaylar karşısında geleneksel batılı müttefik­ 1986’dan beri görevde bulunan ve eski bir
lerinin yanında yer aldı. Nazi olmakla suçlanan Cumhurbaşkanı Kurt
Avustralya ekonomisi son yıllarda ciddi bir Waldheim’ın görev süresi Temmuz 1992’de
durgunluk yaşıyordu. Bunda, Körfez Bunalı- sona erdi. Kendisi daha önce, yeniden aday
mı’nın yanı sıra, mali piyasalardaki olumsuz olmayacağını açıklamıştı.
gelişmeler de etkili oldu. Sosyal harcamalar
kısıtlandı, işsizlik rekor düzeye yükseldi. Hü­ AYDIN
kümet, Avustralya Yerlileri’nin son derece
YÜZÖLÇÜMÜ: 8.007 km2.
kötü olan yaşam koşullarını iyileştirmek için NÜFUSU (1990): 824.816.
bile bütçeden kaynak ayıramadı. 1991’de, son İL MERKEZİ: Aydın.
beş yıldır ilk kez bütçe açık verdi ve büyüme İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (165.712),
hızı geriledi. Bu durum karşısında başbakana Bozdoğan (34.429), Buharkent (11.199), Çine
(54.188), Germencik (45.907), İncirliova (35.242),
en ağır eleştiriler kendi partisinden geldi. Karacasu (22.801), Karpuzlu (14.248), Koçarlı
Aralık 1991 ’de ALP parlamento grubu eski (39.103), Köşk (22.843), Kuşadası (43.636), Kuyucak
2.8 AZERBAYCAN

(32.583), Nazilli (121.762), Söke (119.750), Sultanhi- BAŞKENT: Bakû.


sar (22.550), Yenihisar (21.233), Yenipazar (17.630). BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Bakû
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Aydın (1.150.000), Gence (278.000), Sumgait (231.000).
(107.011), Nazilli (80.277), Söke (50.866), Kuşadası
(31.911).
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Aktaş Tepesi (1.891 m), Karlık- 1980'lerin sonlarında SSCB’nin öteki cumhu­
dede Tepesi (1.724 m), Karıncalı Dağı (1.703 m).
riyetlerinde olduğu gibi Azerbaycan’da da re­
SICAKLIK: Aydın kentinde en düşük -11°C (4.1.1942),
en yüksek 43,6°C (19.7.1973), ortalama 17,5°C. form talepleri ve bağımsızlık yanlısı hareket
YAĞIŞ MİKTARI: Aydın kentinde yıllık ortalama 666 güç kazandı. 1989’da, komünist yönetime
mm. karşı yürütülen muhalefete önderlik eden,
Ebulfeyz Elçibey önderliğindeki Azerbaycan
Halk Cephesi oluşturuldu. 1990’da yapılan
genel seçimlerde Ayaz Muttalibov cum­
İZMİR
hurbaşkanlığına seçildi. SSCB'de Ağustos
1991'deki başarısız darbe girişiminin ardından
K uşadasK Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti. Aynı yılın
K örfezi ) / ----------- ' NAZİLLİ '
KUŞADASI^-----/ AYDIN® ® ®
®
sonunda da, yeni kurulan Bağımsız Devletler
g e r m e n c ik ®
m s u l t a n h is a r k u y u c Topluluğu’na katıldı. Ayaz Muttalibov’un
^S J ®İNCİRLI°VAKfteK® ® .
Mart 1992’de görevden ayrılmasından sonra 7
{ C ' SÖKE ®0CARL? YENİPAZAR 0
Sisam v ® KARACA1
Adası ) KARPUZLU ^BOZDOĞAN Haziran’da yapılan, 74 yıllık aradan sonraki
[ ® r jN1P Kemer Bara±
YENİHİŞAR f RL a X ___ Gölü ilk serbest seçimlerde Halk Cephesi önderi
g 7ü ^ - » d e n i z l i Ebulfeyz Elçibey cumhurbaşkanı oldu.
muğla Azerbaycan Cumhuriveti’nin toprakları
içinde yer alan, ama nüfusunun büyük çoğun­
luğu Ermeniler'den oluşan Dağlık Karabağ
AZERBAYCAN Şubat 1988'de Azerbaycan'dan ayrılarak Er­
menistan’a bağlanma kararı aldı. Bu, iki cum­
RESMİ ADI: Azerbaycan Cumhuriyeti.
huriyetin arasının açılmasına ve kanlı çatışma­
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili parlamenter
devlet. lara yol açtı. Sovyet yönetimi bu kararı kabul
YÜZÖLÇÜMÜ: 86.600 km2. etmeyerek bölgeye asker gönderdi ve olayları
NÜFUS (1991): 7.136.600. kanlı biçimde bastırdı. Dağlık Karabağ soru-

Kura Irmağı'nın geniş ovası


Azerbaycan'ın orta
kesiminde yer alır.
BAHREYN 2.9

nu tüm uluslararası çabalara karşın çözüleme­ dir. Tacikistan’da ise, radikal dinci kesimlerin
di. Eylül 1992’ye gelindiğinde, iki ülke arasın­ ağırlıkta olduğu muhalefet güçleri ile hükü­
daki çarpışmalar gittikçe şiddetlenerek sü­ met yanlısı güçler arasındaki çatışmalar, Dev­
rüyordu. let Başkanı Rahman Nabiyev’in görevinden
ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Rusya, Kazakis­
BAĞ IM SIZ DEVLETLER TO PLULUĞ U tan ve Özbekistan, sözü edilen çatışmaları ön­
(BDT). 18 Ağustos 1991’deki başarısız darbe leyebilmek amacıyla Gürcistan, Moldova ve
girişimi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birli- Tacikistan’a barış gücü göndermiştir.
ği’nin (SSCB) dağılma sürecini hızlandırdı. Merkezi planlamalı ekonomiden serbest pi­
Sovyet cumhuriyetleri birbiri ardı sıra bağım­ yasa ekonomisine geçiş amacıyla özel girişime
sızlıklarını ilan ettiler. 8 Aralık’ta Brest ken­ yer veren, yabancı yatırımlara açık, karma bir
tinde bir araya gelen Beyaz Rusya, Rusya ve ekonomiyi hedefleyen BDT üyesi cumhuri­
Ukrayna önderleri SSCB’nin artık var olma­ yetler ciddi ekonomik sorunlarla karşı kar­
dığı konusunda görüş birliğine vardılar ve şıyadır. Bunların başında, eskiden bu ülkeler­
merkezi Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’te de pek bilinmeyen işsizlik ve enflasyon gibi
olmak üzere Bağımsız Devletler Topluluğu’ sorunlar gelmektedir.
nun kurulduğunu ilan ettiler. İzleyen günler­
de, eylülde bağımsızlıklarını kazanan Baltık BAHAMALAR
cumhuriyetleri ile iç karışıklıkların sürdüğü
Gürcistan dışında kalan eski Sovyet cumhuri­ RESMİ ADI: Bahama Uluslar Topluluğu.
yetleri Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, YÖNETİM BİÇİMİ: İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi, iki
meclisli parlamenter devlet.
Kırgızistan, Moldova (eskiden Moldavya), YÜZÖLÇÜMÜ: 13.939 km2.
Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan da NÜFUS (1991): 261.000.
BDT’ye katıldı. Yeni birliği oluşturan cumhu­ BAŞKENT: Nassau.
riyetlerin önderleri 21 Aralık’ta Kazakistan’ın BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Nassau
(168.798), Freeport (25.115).
başkenti Alma A ta’da bir araya gelerek
BDT’yi biçimlendiren anlaşmaları imzala­
dılar. Atlas Okyanusu’nun kuzey kesiminde, A BD ’
Kuruluşundan bu yana bir yıla yakın bir sü­ nin hemen güneyinde yer alan bu adalar top­
re geçmesine karşın, BDT’nin nasıl bir yapıya luluğu son yılların genel ekonomik koşulların­
kavuşacağı henüz açıklık kazanmamıştır. Ay­ dan ve Körfez Savaşı’ndan etkilendi. Başlıca
rıca, topluluğu oluşturan cumhuriyetler ara­ gelir kaynağı olan turizmdeki gerileme
sındaki sorunlar da BDT’nin geleceği konu­ 1991’de ciddi kaygı yarattı. 1990 yazında
sunda ciddi kuşkular uyandırmaktadır. Örne­ ABD ’deki olumsuz ekonomik koşulların etki­
ğin, eski SSCB’nin elindeki savaş araç ve ge­ siyle yaşanan gerilemeyi, Körfez Savaşı’nın
reçlerinin cumhuriyetler arasında nasıl pay­ neden olduğu düşüş izledi. Turizmi teşvik için
laştırılacağı bu sorunların başında gelmekte­ alman önlemler arasında, turistlerin alışveriş­
dir. Bu çerçevede, Rusya, Ukrayna, Beyaz lerinden alman vergilerin düşürülmesi de bu­
Rusya ve Kazakistan’da bulunan nükleer si­ lunuyordu. Bahamalar 1992’de bir genel seçi­
lahların denetimi yeni oluşturulan Devlet me hazırlanıyordu.
Başkanları Konseyi’ne bırakılmıştır.
Daha da önemli bir sorun, Azerbaycan ile BAHREYN
Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ soru­ RESMİ ADI: Bahreyn Devleti.
nunun açık çatışmaya dönüşmüş olmasıdır. YÖNETİM BİÇİMİ: Emirin atadığı hükümet tarafından
Ayrıca, bazı cumhuriyetlerdeki azınlıkların yönetilen emirlik.
bağımsızlık istekleri de çatışmalara yol aç­ YÜZÖLÇÜMÜ: 678.000 km2.
maktadır. Örneğin, Gürcistan’daki Güney NÜFUS (1991): 516.000.
Osetyalılar’la Abhazların ve Moldova’daki BAŞKENT: Manama.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1988): Manama
Rus azınlığın bağımsızlık girişimleri sonucun­ (151.500), Muharrek (78.000), Cidd Hafs (48.000).
da ortaya çıkan silahlı çarpışmalar sürmekte­
2.10 BALIKESİR

Bahreyn, lrak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i BALKANLAR. Tarih boyunca kalıcı bir barı­
işgalinden sonra, ABD, İngiltere ve öteki ül­ şın sağlanamadığı, sık sık savaşlara sahne olan
kelere sağladığı üs olanaklarını genişletti. Balkanlar’da, II. Dünya Savaşı’ndan sonra
1991’de Körfez Savaşı’na katılan ABD önder­ oluşan barış ortamı ve siyasal sınırlar bu kez
liğindeki Birleşmiş Milletler güçlerinin önemli de Doğu Avrupa’da komünist yönetimlerin
merkezlerinden biri de Bahreyn oldu. Kuveyt çöküşü ve SSCB’nin dağılışıyla sarsıldı.
ve Irak’taki hedeflere saldırmak için Bahreyn Doğu Avrupa üzerindeki etkisi 1980’lerin
Uluslararası Havalimanı ile adanın güneyin­ sonunda ortadan kalkıncaya değin Bulgaris­
deki bir hava üssü kullanıldı. Öte yandan, tan, Romanya, Yugoslavya ve Arnavutluk’ta
Körfez Savaşı yörenin iş ve hizmet merkezi komünist partilerin denetimindeki yönetimler
olan Bahreyn’in bu konumunu sarstı. işbaşındaydı. Ama önce Bulgaristan’da Todor
Jivkov yönetimden uzaklaştırıldı, ardından
BALIKESİR Romanya’da Nikolay Çavuşesku Aralık
1989’da bir halk ayaklanması sonucu devrildi.
YÜZÖLÇÜMÜ: 14.292 km2. Yugoslavya’da gittikçe büyüyen ekonomik
NÜFUSU (1990): 973.314.
sorunlar, yükselen demokratikleşme talepleri
İL MERKEZİ: Balıkesir.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (245.651),
ve şiddetlenen etnik çatışmalar, sonunda bir
Ayvalık (46.827), Balya (21.781), Bandırma (102.300), iç savaşa ve federal cumhuriyetiı; parçalanma­
Bigadiç (50.728), Burhaniye (33.706), Dursunbey sına yol açtı. Hırvatistan, Slovenya, Bosna-
(52.230), Edremit (63.430), Erdek (26.547), Gömeç
(11.020), Gönen (67.599), Havran (25.711), İvrindi Hersek ve Makedonya cumhuriyetleri bağım­
(37.181), Kepsut ı30.138), Manyas (29.310), Marmara sızlıklarım ilan ettiler.
(9.792), Savaştepe (24.337), Sındırgı (52.004), Susur­
luk (43.022). Başlangıçta Doğu Avrupa’daki değişiklik­
BAŞLICA KENTLER VE NUFUSLARI (1990): Balıkesir lerden etkilenmeyecek gibi görünen Arnavut­
(170.589), Bandırma (77.444), Edremit (35.486), Gö­ luk’ta da siyasal gelişmeler 1991’de hızlandı
nen (26.849), Ayvalık (25.687).
ve 1992 başında yapılan seçimlerde Arnavut­
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Ulus Dağ. (1.769 m), Beydağ
(1.674 m). luk Emek Partisi iktidardan uzaklaştırıldı.
SICAKLIK: Balıkesir kentinde en düşük -21,8°C Bulgaristan’da Ekim 1991 ’de yapılan seçimler
(13.1.1954), en yüksek 43,7°C (23.8.1958), ortalama sonucunda Demokratik Güçler Birliği, ço­
14,3°C.
ğunluğunu Türkler’in oluşturduğu Haklar ve
YAĞIŞ MİKTARI: Balıkesir kentinde yıllık ortalama 602,2
mm. Özgürlükler Hareketi’nin desteğiyle iktidara
geldi.

Balıkesir ilinin orta kesimi akarsu


vadileriyle yarılmış bir yayla
görünüm ündedir.
BALKANLAR 2.11

Bu gelişmeler sonucunda Balkanlar’daki Hersek’e karşı başlattıkları savaş Birleşmiş


eski sosyalist ülkelerde bir yandan serbest pi­ Milletler başta olmak üzere tüm uluslararası
yasa ekonomisine, öbür yandan çok partili örgütlerin, Avrupa Topluluklarının, N ATO’
demokratik sisteme geçiş yönündeki girişim­ nun ve ABD ile öbür ülkelerin çabalarına
ler hız kazandı. Ama, Sırp milislerin Bosna- karşın tüm şiddetiyle sürüyordu.
*/
*/
*/
*/
*/

You might also like