You are on page 1of 352

TEMEL

BRITANNICA
T E M E L E Ğ İT İM V E K Ü L T Ü R A N S İK L O P E D İS İ
TEMEL
BRITANNICA
TEMEL EĞİTİM VE KÜLTÜR ANSİKLOPEDİSİ

CİLT 4

HÜRRİYETİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR.

A N A Y A Y I N C I L I K A. Ş. V E
E N C Y C L O P A E D IA B R IT A N N IC A , IN C .
İ Ş B İ R L İ Ğ İ İ L E
Y A Y I M L A N M A K T A D I R
Temel Britannica A R A ŞT IR M A
A na Yayıncılık A .Ş. A dına Sahibi Şöhret Baltaş, M ünevver D oğru, M eliha Ö ztoprak,
N azar Büyüm Yüksel Selek

D İL V E Y A Z IM D A N IŞM A N I
E D İT Ö R L E R K U R U L U V edat Günyol
Philip W. G oetz, Başkan
Encyclopcedia Britannica Genel Yayın Yönetmeni,
Chicago Y A Z I İŞL E R İ M Ü D Ü R Ü
Çiğdem Karabağlı

Prof. D r. Çiğdem Kağıtçıbaşı


Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Y Ö N E T İM S E K R E T E R L E R İ
Özcan A kkan, H üsniye Özdem ir

D r. A ndrew M ango
B B C Fransa ve G üneydoğu A vrupa Yayınları E ski G Ö R SE L M A L Z E M E
M üdürü, Londra Şükran Ayyıldız, A hm et Birsin, Ferda E rentürk,
E lif E rim , Nesrin E rtü rk , E rol Taşkent

Prof. D r. İlhan Tekeli


Orta D oğu Teknik Üniversitesi, A nkara A R ŞİV
Yasem in E ray gen

Prof. D r. N ur Y alm an
H arvard Üniversitesi, Cambridge (A B D ) B İL G İ İŞLEM
D erya K öroğlu, Danışman, H akan Gönenli

D A N IŞM A K U R U L U
Prof. D r. Çiğdem K ağıtçıbaşı, Başkan T E K N İK K O O R D İN A T Ö R
D oç. D r. M urat Belge, Prof. D r. Şerif M ardin, Sefa Esenyel
Prof. D r. İlhan Tekeli
D İZ G İ
G E N E L Y A Y IN Y Ö N E T M E N İ M ustafa B alaban, Saliha Bilginer, D em et Yılmaz
D r. G ürel Tüzün
DÜZELTİ
Y A Y IN K O O R D İN A T Ö R Ü N urettin Pirim , Ecm el T anyel, Eyüp Yıldırım
Prof. D r. Oya Köymen
T İC A R E T M Ü D Ü R L Ü Ğ Ü
Y A Y IN K U R U L U N usret Şumlu, M üdür
D r. G ürel T üzün ;Başkan H ülya A kdoğan, M ehm et A ltuntaş, Z erin İçli,
Nuri A kbayar, E ray C anberk, Beril Eyüboğlu, A laattin O kurcan, G ülten Sadef, Aliye Şimşek
Işıtan G ündüz, Prof. D r. O ya Köym en,
H ilda Hülya Potuoğlu M U HASEBE M Ü D Ü RLÜ Ğ Ü
R ana R endantiyen, M üdür
R E D A K SİY O N M ustafa Yalçın A talay, Nilgün Aydın, Olcay Işık
Y asem in A kbaş, A tilla A ksel, İpek Babacan,
Ö m er Ç endeoğlu, Kaya Ersoy,
Selahattin Özpalabıyıklar, E rim Süerkan, G E N E L H İZ M E T L E R
M ahm ut Tem izyürek, Barış T ütün Filiz E rol, M ustafa Turan
Encyclopaedia Britannica, Inc. (Chicago)
R obert P. Gvvinn
Yönetim Kurulu Başkanı
Peter B. N orton
Başkan
Fred H . Figge, Jr.
Başkan Başyardımcısı

Ana Yayıncılık A.Ş. (.İstanbul)


N azar Büyüm
Yönetim Kurulu Başkanı
Sadun Sönm ez
Genel M üdür
D r. Cihan Belen
Genel M üdür Yardımcısı

Children’s Britannica (Londra)


Jam es Som erville, Başeditör
Editörler
D avid Black, Jennifer M. Cox, William G ould, Jam es H arrison,
Jessica K uper, Jane R oyce, A nne W ilkinson

Children’s Britannica
First E dition 1960
Second E dition 1969
Third E dition 1973
F ourth E dition 1988
© 1988,1989,1990,1991,1992 Encyclopaedia Britannica, Inc.

Temel Britannica
© 1988,1989,1990,1991,1992 A na Yayıncılık A.Ş.

Temel Britannica Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi


Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun
7 Ağustos 1991 tarihli ve 4019 sayılı ve 10 Ekim 1991
tarihli ve 5505 sayılı yazıları ile öğrencilere
tavsiye edilmiştir.

H er hakkı saklıdır. Y azılar ve görsel m alzem eler,


izin alınm adan, tüm üyle ya da kısm en yayımlanamaz.
Süreli yayınlarda (günlük, haftalık, on beş günlük,
aylık gazete ve dergiler) kısa alıntılar, kaynak
gösterilerek kullanılabilir.

ISBN 975-7760-02-01

92.34.Y .0012.3

 na Yayıncılık ve Sanat Ü rünlerini Pazarlam a Sanayi ve T icaret A .Ş.


Büyükdere Caddesi, Üçyol M evkii, 57, Maslak 80725 İstanbul

Baskı: Hürriyet Ofset


TEMEL BRITANNICA’NIN
1992 BASKISINA ÎLİŞKİN NOT

TEM EL BRITAN N IC A Temel Eğitim ve Kültür Ansiklopedisi'nin 1992 baskısı


hazırlanırken, ansiklopedide yer alan maddeler tek tek gözden geçirildi. Her ciltteki
maddelerle ilgili olarak, ilk yayımlandıkları tarihten bu yana ortaya çıkan gelişmeler
ve yeni bilgiler ile değişiklik geçirmiş haritalar, o cildin sonundaki ek bölümde
alfabetik sırayla verildi. Ansiklopediye eklenen yeni maddeler de bu eklerde yer
aldı. Ayrıca, her cildin sonundaki eklerle ilgili dizin bilgileri ve dizin cildine eklenen
yeni kısa maddeler, TEM EL B R ITA N N IC A 'nın 20. cildindeki Dizin’in ekinde
toplandı.

Ansiklopedinize eklenen yeni bilgilere kolayca ulaşabilmeniz için, her cildin


ekinde yer alan bilgilerin ilgili olduğu maddelerin listesi o cildin başında verilmek­
tedir.

Temel Britannica9nm 4. Cildinin Ekinde Yer Alan Bilgilerin İlgili Olduğu Maddeler

Brezilya Cibuti
Brunei Copland
Bulgaristan Cumhurbaşkanı
Burdur Çad

Burkina Faso Çanakkale


Bursa Çankırı
Burundi Çekoslovakya

Cabo Verde Adaları Çin Halk Cumhuriyeti


Cezayir
MIVTADIVMATLHS J3 M 3 T
T ovı v ıl A 'd J i a m a a z a s . m > -

ızrA züd £&:!, n ia fm t e t \ < M ı m h \\w \n A w m n v i'A h m i î K ^ V ^ h i \ 5l a .Y d M 3 T


İ3İ3îllb m H .ibfhçag no bsog :h î At.- ı s b b U m - rr / 5bthoq<M ıuu ji^ Â ım a h m ıd
labm gibg m'Atg s y fm o msy_ m nujrfh-6-î mİ&Lfifiinr;: [&t M i M 'i d o iii;a. >iî3 bbbfim
abmüiöd fa i B hm & m arbio • /m isinsd p t m n j ş ifâ& çfâab ili ıoIı,glfd i o ^ av
lerç sbıablâ od sb rjtebbfim in / ıi3nol;fe - -ib^oIüenA .ibîiîöv bIybu® ^iüddslifi
.

dbflttT- aı ■;'bm l ■ , K^VAVu T \Ko I 7'ıJo /,f: ." - -4 -, ■


.jbnfîiqoî

niblb ijfi tni?f sineniidı^aiı/ so y& lo i rjısuglid ım v şanoM a osini&rçotötenA


-iam lhöv sbnifed niblb o izs& â nm fobbsfn u ğ u b h illg u nhoh%M n&ln ıs* :>b/ı?3b
.TfbsJ

ı^I^bbeM yğüi-îO H i$İ a m î t g M m 4 / taY -ihm&f »iııiblt3 .$• mn'sntttftiı&H Hm*?

bfijV o
■■ ;-:iı hiH

fimsO ofe i s jn ijiıu â


nr -4 =>0

ibiu/iüH
itevhifrinurD- HiJi r r) . '-.ııbA -bısV ,/
ıtysssO
BÖCEKÇİL BİTKİLER 7

BÖCEKÇİL BİTKİLER. Bir bitkinin böcek ya Böcekçil bitkiler bir süre hiç böcek yakala-
da et yemesi insana inanılmaz gibi gelirse de, yamasalar da açlıktan ölmezler. Fotosentez
yeryüzünde böcekleri ve solucan, tırtıl gibi yapabildikleri için böcek yemeden de yaşaya­
öbür küçük hayvanları yakalayıp yiyebilen bilir, ama böcek yedikleri zaman daha sağlıklı
500 kadar bitki türü vardır. Bu böcekçil ya da gelişirler. Ö te yandan çok fazla böcek yakala­
etçil bitkiler avlarını çeşitli yöntem lerle yaka­ yıp aşırı beslendikleri zaman da sağlıkları
ladıklarında, hayvanın vücudu bakterilerin ve bozulmaz. R ekortm en böcekçil bitkilerden
enzimlerin ayrıştırıcı etkisiyle yumuşatılıp sin­ biri, iki hafta içinde 73 tane hamamböceği
dirilir; geri kalan sert bölümler ise ya dışarı yakaladığı kayıtlara geçen bir ibrikotudur.
atılır ya da ibrikotunda olduğu gibi çiçeğin
ibriği andıran şişkin bölümünde biriktirilir. Güneşgülü ve Sinekkapan
Böcekçil bitkilerin çoğu fotosentezle kendi Böcekçil bitkiler dünyanın her yerinde yetişir.
besinini üretebilen yeşil bitkilerdir. Öyleyse Bunlardan en yaygını güneşgülü, böcekkapan
havadan, sudan ve güneş ışınlarından yararla­ ya da çiyotu gibi değişik adlarla bilinen
narak kendisine gerekli şeker ve nişastayı Drosera cinsinin üyeleridir. Bu bitkilere
oluşturabilen bir bitki neden böcek yakalayıp güneşgülü ya da çiyotu denmesinin nedeni,
yemeye gerek duysun? Bunun nedeni büyük güneşin altında çiy düşmüş gibi parıldayan
olasılıkla bu bitkilerin bazı besin m addeleri, yapışkan yapraklarıdır. G erçekten de yaprak­
özellikle azot açısından yoksul olan asitli, ların yüzeyindeki ve kenarlarındaki ince kir­
turbalık ya da bataklık yerlerde yetişmesidir. piksi dokunaçların ucundaki şişkin kesecikler

Hugh Spencer-National Auduborı Society


İb rik o tu n u n h o ş k o k u lu b a lö z ü n e a ld a n a n
b ö c e k le r ib r iğ in iç in e d ü ş e re k b itk iy e y e m
o lu r. Hugh Spencer-National Audubon Society

S u m iğ fe rin in k ü ç ü k k e s e c ik le ri y ü z ü c ü
S in e k k a p a n ın d u y a rlı d o k u n a ç la rın a b ir b ö c e k le r v e m in ik su h a y v a n c ık la rı iç in
b ö c e k d e ğ d iğ i a n d a y a p ra k la r b ö c e ğ in ta m b ir tu z a k tır,
ü z e rin e k a p a n ıv e rir.

Charles E. Mohr-National Audubon Society


G ü n e ş g ü lü n ü n y a p ra k la rın d a k i
d o k u n a ç la r, ü z e rin e k o n a n b ö c e k le ri
(Solda) Virgil N. Argo, (sağda) Hugh Spencer-
y a k a la m a y a v e e rite re k s in d ir m e y e
National Audubon Society y a ra y a n y a p ış k a n b ir s ıv ıy la k a p lıd ır.
8 BÖĞÜRTLEN

yapışkan bir sıvı salgılar. Bu salgının parıltısı­ Genellikle parlak yeşil üstüne kırmızı benekli
na aldanan bir böcek yaprağa konar konmaz olan ibriğin bu canlı renkleri ve içindeki
yapışkan sıvıya yakalanır. Bunun üzerine, balözünün kokusu böcekler için çok çekicidir.
böceğin sürtündüğü dokunaçlar uyarılarak Buna aldanan böcekler ibriğin dudağına ko­
hem en yaprağın ortasına doğru kıvrılıp, çare­ nar ve kaygan yüzeyde tutunam ayarak içinde­
siz durum daki böceği sımsıkı kavrar. Bitkinin ki sıvıya düşüp boğulur. Bitki de bu sıvının
salgıladığı sıvılarla iyice ıslanıp yumuşayan yardımıyla böceğin kendisine yarayan bölüm ­
böceğin sindirilmesi bazen birkaç gün alır. lerini sindirir.
Sindirim biter bitmez dokunaçlar yavaş yavaş İşin en ilginç yanı, bu sıvının bazı böcekler
yeniden açılır ve yaprak bir sonraki avı üzerinde etkili olmamasıdır. G erçekten de
beklemeye hazır durum a gelir. bazı sinekler ve sivrisinek larvaları ibrikotu­
Güneşgülü türlerinin çoğu Avustralya ve nun içindeki sıvıda yaşayabilir; hatta bitkinin
Güney A frika’da dağılmıştır. Bataklıklarda sindiremediği böcek artıklarıyla beslenip ora­
yetişen ve eğreltiotuna benzeyen bir türün da erişkin durum a gelir.
yapraklarının arka yüzünde bazen küçük bir
böcek barınır ve bitkinin tuzağına düşen Sumiğferi ve Yağotu
avlara ortak olur. Sumiğferleri ( Utricularia cinsi) dünyanın her
Charles Darvvin’in “dünyanın en harika yanındaki bataklıklarda, durgun ve yavaş
bitkisi” olarak söz ettiği sinekkapan (Diorıaea akıntılı sularda görülen yüzücü bitkilerdir.
muscipula) güneşgülü ile aynı familyadandır. Gövde saplarının üstünde yaklaşık 6 mm
Bu bitkinin her yaprağı, ortadaki bir menteşe çapında küçük keseler vardır. Bu keselerin
düzeneğiyle açılıp kapanacak biçimde ikiye girişinde yalnız içeriye doğru açılan birer
katlanmıştır ve yaprakların kenarlarında kapakçık bulunur. Yüzücü böcekler bu kese­
uzun, sert kıllar bulunur. Ayrıca yaprakların lerin ağzındaki incecik tüylere dokunduğunda
her iki yarısının iç yüzeyinde üçer tane tüysü kapakçık hemen açılır. Böylece, yüzen böcek
dokunaç vardır. Bu dokunaçlar öylesine du- tıpkı elektrik süpürgesinin tozları emdiği gibi
yarlıdır ki minicik bir sineğin ağırlığıyla bile suyla birlikte kesenin içine çekilir ve hemen
hemen uyarılır ve yaprağın iki yarısı bir kapan arkasından kesenin kapağı kapanır. Yarım
gibi hızla birbirinin üzerine kapanarak sineği saat kadar sonra kapan yeniden hazır durum a
ortada hapseder. Y akalanan kurban 10 gün gelir.
içinde tümüyle sindirilmiş olur ve yaprak Kapağın kapanm a hareketi o kadar hızlıdır
yeniden açılarak yeni avını beklemeye başlar. ki bilim adamları uzun süre bu kapanın nasıl
çalıştığını anlayamamışlardı. Ancak saniyenin
İbrikotu her yüzde birinde bir görüntü çeken otom atik
Böcekçil bitkilerden ibrikotları dünyanın he­ fotoğraf makineleriyle alınan filmin incelen­
men hem en bütün tropik bölgelerinde yetişir. mesinden sonra bu düzeneğin nasıl işlediği
Biri Eskidünya’da, öbürü Yenidünya’da da­ anlaşılabildi.
ğılmış iki ayrı familyadan 100’e yakın ibrikotu Yağotlarının (Pinguicula cinsi) sarımsı yeşil
türü vardır. Bu bitkilerde öbürlerindeki gibi renkte, oval yaprakları vardır. Sumiğferleriy-
hareketli bir kapan düzeneği yoktur; bunlar le aynı familyadan olan bu bitkilerin kapan
avlarının kendi ayaklarıyla gelip tuzağa düş­ düzeneği güneşgüllerininkine benzer. Yalnız
mesini beklerler. İbrikotunun yaprak uçları bunların yaprak dokunaçları daha kısadır ve
üstte birleşerek, karnı ve ağzı geniş, ortadaki böcekler yapışıp kaldıktan sonra dokunaçlar
boyun bölümü dar olan ibrik biçiminde bir değil yaprak ortaya doğru kapanarak avı
yapı oluşturm uştur. Uzunluğu türe bağlı ola­ hapseder. Bu bitkiler kuzey yarıkürenin bü­
rak 3,5 ile 50 cm arasında değişen bu ibriğin tün ılıman bölgelerinde olduğu gibi Türkiye’
içinde 1 litreye yakın sıvı birikebilir. İbriğin de de bulunur.
ağzı içeriye doğru kıvrık, üstü de kaygan bir
maddeyle kaplıdır. Bazı türlerde bu ibriğin BÖĞÜRTLEN yaz sonuna doğru yol kenarla­
üstünde gene yapraktan bir kapak bulunur. rında, kırlarda ve ormanların açıklık yerlerin­
BÖLL 9

de görmeye alıştığımız yabani meyvelerin rır ve tam olgun durum a geldiğinde karaya
başında gelir. En yakın akrabası olan ahudu­ yakın m or bir renk alır. Böğürtlenin meyvesi
du {bak. A h u d u d u ) ile birlikte gülgiller (R o - aslında tek bir meyve değil, dut ve çilekte
saceae) familyasının Rubus cinsinden olan olduğu gibi küçük meyveciklerin bir araya
böğürtlen çokyıllık, arsız bir çalıdır. Çabucak gelmesiyle oluşan ve üzümsü meyve denen bir
büyüyüp yayılır ve kamçı gibi ince uzun, bileşik meyvedir. Dem ir ve C vitamini açısın­
birbirine girmiş dikenli dallarıyla geçit verm e­ dan zengin olan meyveler hem taze olarak
yen sık çitler oluşturur. H atta dikenleriyle yenir, hem de reçel, m arm elat, dondurm a ve
çevresindeki öbür çalılara asılarak güneş ışın­ pasta yapılır.
larının geçmesini önlediği için çoğu kez alttaki
bitki örtüsünün kuruyup ölmesine yol açar. BÖLL, Heinrich (1917-1985). Toplumların
Böğürtlenin dalları genellikle dik ve yay gibi ve bireylerin yaşamında korkunç yıkımlara
kıvrık, bazı türlerde ise yere yatık ve sürünü- yol açan II. Dünya Savaşı ve bu savaşın
cüdür. sonuçları her yönüyle edebiyatı da etkiledi.
A nayurdu kuzey yarıkürenin ılıman bölge­ Savaş sonrasında bazı yazarlar, insanlığı bu
leri olan böğürtlen dünyanın bütün ılıman ölümcül çatışmadan caydırmak, düştüğü
bölgelerinde yaygın olarak yetişir. D aha çok umarsızlıktan kurtarmak ve savaşın bir insanlık
nemli kıyı iklimini sever, ama iç bölgelere suçu olduğunu vurgulamak amacıyla yapıtlar
uyum sağlamış türleri de vardır. vermeye başladılar. Alman yazar Heinrich Böll
En yaygın tür olan adi böğürtlen (Rubus de bu yazarların en etkililerinden biriydi.
fructicosus) 2-3 m etreye kadar boylanabilen 1972’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görül­
dikenli bir çalıdır. Deniz kıyısındaki ağaçlık­ mesi de bunun en iyi kanıtıdır.
ların ve orm anların açıklık yerlerini, bozul­ Köln’de bir m arangozun oğlu olarak doğan
muş orm an alanlarını, yol kenarlarını ve dere Böll geleneklerine bağlı ve dindar bir çevre­
kıyılarını kaplar. Türkiye’de en çok K arade­ de yetişti. Üniversiteye girdiğinde II. Dünya
niz ve M arm ara bölgelerinde görülür. K ara­ Savaşı başlamıştı. Askere alındı; savaş boyun­
deniz Bölgesi öbür böğürtlen türleri açısından ca çeşitli cephelerde bulundu. 1945’te tutsak
da en zengin yöredir. düştü; ABD ve İngiliz tutsak kamplarında
Bitkinin genellikle beyaz, pem be ya da kaldı. Savaş bittikten sonra Köln’e döndü.
kırmızı olan çiçekleri dal uçlarında küm eler Yarım bıraktığı üniversite öğrenimini tam am ­
halinde açar. Meyveleri de bir araya toplana­ lamak istediyse de çalışmak zorunda olduğu
rak salkım aklar oluşturur. Başlangıçta açık için bunu başaramadı. 1947’den sonra dergi­
yeşil renkte olan meyveler olgunlaştıkça kıza- lerde yayımlamaya başladığı öykülerinde sıra­
NHPA/J. ve M. Bain
dan insanları ele alarak savaşı, savaş sonrası
toplumsal yaşamı, H itler yönetiminin insanla­
rı sürüklediği yıkımı dile getirdi. Trenin Tam
Saatiydi (Der Z ug war pünktlich; 1949) adlı
ilk uzun öyküsünde gönülsüzce savaşa katılan
askerlerin yalnızlık ve bırakılmışlık duyguları
içinde nasıl bocaladıklarını anlattı. Öykünün
baş kişisi olan asker, Polonyalı bir kızla birlik­
te geçirdiği birkaç saatte, savaşın korkunçlu­
ğuna karşın insanlar arasında dostluğun, sev­
ginin yok olmadığını görür. A rdından yayım­
ladığı Wanderer kom m st du nach Spa’da
(1950; “Yolcu Yolun Düşerse Spa’ya”) Böll
cephe gerisinin korkunçluğunu betimledi.
B ö ğ ü rtle n , ç e v re s in d e k i ö b ü r b itk ile re tu tu n a r a k
y a y ıla n d ik e n li b ir ç a lıd ır. B irç o k tü rü b e ya z ya da
Öykülerde anlatılanlar yaralı askerlerin kaldı­
p e m b e ç iç e k le r a ç a r v e ç o k s e v ile n m o r u m s u s iy a h ğı hastanelerde, tıklım tıklım asker dolu tren­
m e y v e le r v e rir. lerde, insanların şaşkınlık içinde koşuşturdu­
10 BÖLME

ğu istasyonlarda ve bombalanmış kentlerde Ö te yandan, eğer 20 elmanız varsa ve


geçer. Âdem oğlu Nerdeydinl ( Wo warst du elinizdeki kutulardan her birine 4 elma koy­
Adam ?; 1951) adını taşıyan kitabı ise savaşın mak isterseniz, o zaman içlerinde 4’er elma
anlamsız, dahası saçma bir şey olduğunu an­ bulunan 5 kutunuz olur. Burada sorulan soru
latır. şudur: 20 elm adan 4 elmalık kaç küme elde
Böll daha sonraki yapıtlarında savaş sonra­ edebilirim? Bunu şöyle yazabiliriz:
sı yaşamı ele aldı. Evsiz kalmış aileler, eşleri 20 elma -s- 4 elma = 5.
savaşta ölmüş dul kadınlar ve babaları savaş İlk örnekte, gerçekte 20’nin dörtte birini
kurbanı yetimler; bu insanların çözülüp dağıl­ buluyor, bir başka deyişle 20’yi 4’e bölüyor­
mış bir toplum içindeki yaşam savaşları; duk. İkinci örnekte ise, 20’de kaç tane 4’lü
yoksulluk, ahlak çöküntüsü yapıtlarının ana küme olduğunu ya da 20’den 4’ü kaç kez
konularıdır. Bu dönem ürünlerinin başlıcala- çıkarabileceğimizi soruyoruz. Bu iki durum da
rı Ve O Hiçbir Şey Demedi (Und sagte keirı farklı şeyler yaptığımız görülüyor. A m a yal­
einziges Wort; 1953), Babasız Evler (Haus nızca rakam larla gösterdiğimiz zaman her iki
ohne H üter; 1954), İlk Yılların Ekm eği (Das durum da da
Brot der frühen Jahren; 1955) ve savaşın 20 - 4 = 5
sorumlusu Naziler’in, savaş sonrasında hiç yazıyoruz. Yaptığımız işi şekillerle gösterirsek
sorumluluk duym adan rahatlık içinde yaşa­ aralarındaki fark açıkça görülecektir.
malarını yergili bir dille eleştirdiği D okuz İlk örnekte 20 elemanlı bir kümeyi 4
Buçukta Bilardo (Billard um halb zehn; 1959) kümeye bölüyor ya da paylaştırıyoruz ve her
gibi yapıtlardır. küm ede kaç eleman bulunduğunu soruyoruz.
Böll 1960’tan sonraki yapıtlarında, bireyin
özgürlüğünü kısıtlayan devlet kurum larına
karşı sert bir eleştiriye yönelir. Kendisini
insanın sorunlarıyla ilgili bir yazar olarak
tanımlayan Böll, toplum u etkisi altında tutan
genel ahlak anlayışına karşı, kişilere özgü bir
ahlakı savunur ve bu dönem yapıtlarında,
toplum dan bilinçli olarak uzaklaşan kişileri
konu alır. Bireyin özgürlüklerini devletin Oysa ikinci örnekte, 20 elemanlı bir kümeyi
kolluk güçlerinin, yargı organının çeşitli baha­ 4 elemanlı küm elere bölüyor ve kaç tane 4
nelerle engellemesini, basının yalan ya da elemanlı küme elde edeceğimizi soruyoruz.
abartılı haberlerle kişilerin özel yaşamını alt­
üst etmesini, kişileri zor durumda bırakması­
nı kınar. Bu tür yapıtların en ünlüsü Kathari-
na B lu m ’un Çiğnenen Onuru (Die verlorene
Ehre der Katharina B lu m ; 1974), ülkemizde
de tiyatroya uyarlanmış biçimiyle tanınmıştır.
Böll öykü ve rom anlarındaki insan anlayışını
eleştiri, m akale ve denem elerinde de sürdür­
müştür.

BÖLME. Bir doğal sayıyı başka bir doğal


sayıya bölerek çözülebilen değişik problem
türleri vardır. Bir paylaştırma sonucundaki Birinci örnekte bulduğumuz 5 sayısı bir kü­
payları bulmak için bölme işlemi kullanılabi­ medeki eleman sayısını gösterirken, ikinci
lir. Eğer 20 elmanız varsa ve bunları 4 kişi örnekte bulunan 5 sayısı kaç tane küme
arasında paylaştırmak istiyorsanız her birinin olduğunu gösteriyor.
payına 5 elma düşer. Bunu şöyle yazabiliriz: Konuyu başka bir örnekle inceleyebiliriz.
20 elm a -r 4 = 5 elma. Eğer 20 cm uzunluğunda bir kurdelemiz
BÖLME 11

varsa, bunu 4 eşit parçaya ayırdığımızda hangi Bölenler


uzunlukta parçalar elde edeceğimizi sorabi­ Eğer bir doğal sayı başka bir doğal sayıya tam
liriz: olarak bölünüyorsa yanıt her zaman bir doğal
sayıdır. Bir doğal sayıyı tam olarak bölen
---------------------- 20 cm ----------------------► doğal sayılara o sayının bölenler’i denir.
Örneğin, 6’nın bölenleri 1, 2, 3 ve 6’dır. D o­
5cm ğal sayıların her biri için o sayının bölenleri­
nin oluşturduğu kümeleri yazabiliriz:
Şekilde gösterilen işlemi
l ’in bölenleri: 1
20 cm -t- 4 = 5 cm
2’nin bölenleri: 1, 2
biçiminde yazabiliriz.
3’ün bölenleri: 1, 3
A m a öte yandan, 20 santim etrelik bu kur­
4’ün bölenleri: 1, 2, 4
deleyi her biri 4 santimetrelik kaç parçaya
5’in bölenleri: 1, 5
ayırabileceğimizi de sorabiliriz:
6’nın bölenleri: 1, 2, 3, 6
■+--------------------- 2 0cm -------------------- ►
7’nin bölenleri: 1, 7
8’in bölenleri: 1, 2, 4, 8
9’un bölenleri: 1, 3, 9
10’un bölenleri: 1, 2, 5, 10
Bu şekilde gösterilen işlemi de ve bu böylece sürüp gider. Bazı sayıların çok
20 cm -r- 4 cm = 5 sayıda böleni vardır:
biçiminde yazabiliriz. 24’ün bölenleri: 1, 2, 3, 4, 6, 8, 12, 24.
Birinci durum da yanıt 5 santim etredir; oysa Birçok sayının ise yalnızca iki böleni bulunur:
İkincide yanıt 5 parça'dır. H er iki durum da da 37’nin bölenleri: 1, 37.
işlemi yalnızca rakam larla gösterirsek aynı şe­ Yalnızca iki böleni olan doğal sayılara asal
yi yazarız: sayılar denir.
20 ^ 4 = 5 Bölenleri arasında 2’nin de bulunduğu do­
Bölme, çarpm anın tersi olarak da ele alına­ ğal sayılara çift sayılar denir. Çift sayıların
bilir. Eğer biz, dışında kalan doğal sayılar ise tek sayılardır.
4 X 5 = 20 Öyleyse çift sayılar, 2’nin katları olan ve 2, 4,
ya da (aynı sonucu veren) 6, 8, 10, 12 diye sürüp giden sayıları kap­
5 x 4 = 20 sar.
olduğunu biliyorsak,
20 + 4 = 5 Kalanlar
ya da Bölmenin sonucu bir tam sayı değilse yanıtı
20 - 5 = 4 yazmanın çeşitli yolları vardır. Eğer 21 elmayı
olduğunu da biliriz. 4 kişi arasında paylaştırmak isterseniz onların
Eğer 4’le çarpmayı bir şeyi 4 katm a çıkar­ her birine 5 elma verebilirsiniz, ama kalan 1
mak ya da bir şeyi 4 kez büyütm ek olarak elmayı kesmeden paylaştıramazsınız. Elinizde
düşünürsek, bölmenin çarpm anın “tersi” ol­ kalan bir elmaya kalan denir.
duğu daha açıkça görülebilir. Öyleyse, bir Bu genellikle aşağıdaki gibi yazılır:
şeyi 4 kez küçültmek için 4’e böleriz diye 21 -i- 4 = 5, kalan 1.
düşünebiliriz. Eğer 21 cm uzunluğundaki bir kurdeleyi 4 eşit
4’ü beş kez büyütürsek 20 elde ederiz: parçaya ayırmak istiyorsanız durum bu kez
x5 farklıdır. Çünkü geriye 1 cm kurdele bırak­
4 -------------- » 20 manın hiçbir anlamı yoktur:
20’yi beş kez küçültürsek, yeniden 4 elde
-*------------------ 21cm ------------------------
ederiz:
> 5
4 <-------------- 20 5cm 5cm 5cm 5 cm 1cm
12 BÖLME

A rtakalan 1 santimetrelik kurdele de 4 eşit 3’ü ne yapabiliriz? Bütün yapabileceğimiz


parçaya ayrılarak ötekilere eklenebilir ya da 3 = 3 x 1
kurdele daha başlangıçta 4 eşit parçaya bölü­ dem ektir; çünkü 3 asal sayıdır. Aynı biçimde,
nebilir: yeni bulduğumuz 3’ü de çarpanlarına ayı­
rırsak
21cm
3 = 3 x 1 x 1
buluruz. Yeni bulunan 3’ü de çarpanlarına
ayırarak
Böylece her biri 5 lA santim etrelik kurdele 3 = 3 x 1 x 1 x 1
parçaları elde edilebilir: bulunur ve bu sürüp gittikçe l ’lerin sayısı
21 - 4 = 5 Va artar. Pek anlamlı olmayan bu 1 çarpanlarını
Ondalık sayıları kullanarak (bak. ONDALIK SA­ dikkate almazsak sonuç değişmez. Bu neden­
YILAR) bunu şöyle yazarız: le, çarpanlara ayırma işlemi sırasında asal
21 h- 4 = 5,25. sayılarla karşılaşınca artık o asal sayıyı çar­
21 santim etrelik kurdeleden kaç tane 4 panlarına ayırmayız.
santim etrelik parça kesebiliriz? 5 parça kese­ Am a 4’ü çarpanlarına ayırarak şekli aşağı­
riz, geriye de 1 cm uzunluğunda bir parça da görüldüğü gibi tamamlayabiliriz:
kalır. Kalan bu 1 cm fazlalık istenen uzunluk­ 24
taki parçanın dörtte birine eşittir. Bu durum ­
da elimizde 5 Va parça kurdele olacaktır:

21cm
İT İ
ı ı I
J-LJ

Çarpanlar
Bölmeyle ilgili bir başka işlem de çarpanlara
ayırma'dır; yani bir sayıyı çarpanlar'ı cinsin­
den yazmaktır. İşte iki örnek:
6 = 2 x 3 Elde ettiğimiz sayıların hiçbiri artık yeniden
12 = 2 x 2 x 3 çarpanlarına ayrılamaz. Bu “dalların” ucun­
Daha büyük sayıları çarpanlarına ayırmak daki bütün sayıları bir araya getirirsek
için işlemin aşamalarını gösteren bir şekil kul­ 24 = 2 x 2 x 2 x 3
lanabiliriz. Örneğin 24’ü çarpanlarına ayıra­ elde ederiz.
lım. Önce iki çarpanına ayırabiliriz: 24’ü çarpanlarına ayırırken ilk aşam ada 8 X
24 3 yerine 6 x 4 olarak ayırsaydık ne olurdu?
O zam an aşağıdaki şekli eld e ederdik:

8 3

Şimdi 8’i de 4 x 2 olarak çarpanlarına ayı­


ralım.
24

Bu durum da,
24 = 3 x 2 x 2 x 2
yazabiliriz. Sonucun öncekinin aynı olduğu,
BRAHE 13

yalnızca çarpanların sırasının değiştiği açık­


ça görülüyor. Gerçekten de bir sayıyı çarpan­
larına nasıl ayırırsanız ayırın, sonunda her za­
man aynı asal çarpanlar kümesi ortaya çı­
kar.
Sayılar büyüdükçe çarpanlarının sayısının
da arttığı düşünülebilir, ama bunun doğru
olmadığı bir örnekle kolayca anlaşılır. 60 ve
61’i çarpanlarına ayıralım:
60 = 2 x 2 x 3 x 5
61 = 61.

BRAHE, Tycho (1546-1601). 16. yüzyılın


büyük astronomi bilginlerinden Tycho Brahe
DanimarkalI soylu bir ailenin oğluydu. O dö­
nemde Danimarka Krallığı’na bağlı olan Skâ-
ne’deki (İsveç) Knudstrup’ta doğan Tycho,
1559-65 arasında Kopenhag ve Leipzig üni­
versitelerinde hukuk öğrenimi gördü.
1560’taki tam Güneş tutulması Tycho’nun
astronomiye büyük bir ilgi duymasına yol
açtı; geceleri düzenli olarak gökyüzünü göz­
lemlemeye başladı. Gezegenlerin ve yıldızla­
rın konumlarını gösteren astronomi tablola­
rında önemli yanlışlar bulunduğunu görünce, Mary Evans Picture Library
yaşamını bu yanlışları düzeltmeye adadı. Bu re s im D a n im a rk a lI ü n lü a s tro n o m i b ilg in i T y c h o
Yaptığı duyarlı gözlemler ve değerli çalışma­ B ra h e 'y i U ra n ib o rg g ö z le m e v in d e k i ç a lış m a la rı
larla, A risto gibi eskiçağ düşünürlerinin öğre­ s ıra s ın d a g ö s te rm e k te d ir.

tisine dayanan görüşlere karşı çıkarak evrenin


merkezinin yeryüzü değil Güneş olduğunu nemde teleskop henüz icat edilmemiş oldu­
savunan Kopernik kuram ının benimsenmesi­ ğundan gözlemlerini çıplak gözle yapmasına
ne katkıda bulundu (bak. ARİSTO; K o p e r n i k , karşın, G üneş’in, A y’ın, yıldızların ve geze­
M ik o l a j) . genlerin konumlarıyla ilgili çok duyarlı öl­
Tycho 1572’de yeni bir yıldız keşfetti. D ani­ çümler yapmayı başardı. Tycho’nun ölçümleri
m arka Kralı II. Frederik 1576’da, Kopenhag öylesine kusursuzdu ki, 1600’de onun yardım ­
yakınlarındaki Ven (eskiden Hven) A dası’n- cısı olarak çalışmaya başlayan Johannes Kep­
da bir gözlemevi kurması için Tycho’ya yar­ ler, gezegenlerin Güneş çevresindeki hare­
dım etti. Tycho 20 yılı aşkın bir süre çalış­ ketleriyle ilgili yasaları saptarken onun
malarını sürdürdüğü Uraniborg adlı bu göz­ ölçüm lerinden yararlanmıştı (bak. ASTRONOMİ,
lemevinde en önemli keşiflerini gerçekleş­ K e p l e r , J o h a n n e s ) . Tycho’nun ölümünden
tirdi. A m a, Frederik’ten sonra tahta sonra Kepler ünlü bilginin çalışmalarını derle­
çıkan oğlu IV. Christian Tycho’dan pek hoş­ yerek kendi ekleriyle birlikte 1627’de yayım­
lanmıyordu. Bunun üzerine Tycho 1597’de ladı. Bu kitaba, İm parator Rudolf’un anısına
Ven A dası’ndan ayrılarak 1599’da, günümüz­ R u d o lf Cetvelleri adı verildi.
de Çekoslovakya sınırlan içinde bulunan Prag’a Tycho çağdaşlarında sevgiden çok saygı
yerleşti. O rada, İm parator II. Rudolf onu sa­ uyandıran bencil ve kibirli bir insandı. 20
ray matematikçisi görevine getirdi. yaşındayken bir düelloda burnu koptuğu için
Gözlem ve ölçüm araçları yapımındaki yaşamının sonuna kadar bakır alaşımından
ustalığıyla da tanınan Tycho o güne kadar yapılmış yapay bir burun takm ak zorunda
yapılanların en iyilerini gerçekleştirdi. O dö- kalmıştı.
14 BRAHMAPUTRA

BRAHMAPUTRA. Yolculuğuna Himalaya-


lar’ın yükseklerinden başlayan bu büyük
Asya ırmağı, H indistan’ın Assam eyaletinden
geçerek Bangladeş’e iner ve orada Ganj
Irm ağı’yla birleşir. Sık sık taşkınlara yol
açarak, yer yer yatağını değiştirerek, getirdiği
alüvyonları G anj’ın deltasına yığar. 20. yüzyı­
lın başlarına kadar B rahm aputra’nın kaynağı
bilinmiyordu. Him alayalar’ın kuzeyinden çı­
kıp T ibet’in başkenti Lhasa yakınından geçe­
rek, A sya’nın iyiden iyiye uzak bir bölümüne
akan Can-Po Irm ağı’yla beslenip beslenm edi­
ği m erak konusuydu.
Çoğu kimse, doğuya doğru akan Can-
Po’nun, büyük bir bölümü hemen hemen ters
yönde akan B rahm aputra ile aynı ırmak
olamayacağını ileri sürüyordu. Üstelik Can-
Po dev gibi Him alayalar’ı nasıl aşabilirdi?
Zam anla kâşifler Can-Po’nun beslediğini
varsaydıkları ırmakların adlarını bir bir liste­
lerinden çıkardılar. C an-Po’nun Brahmaput-
ra ’ya gerçekten katıldığı ve ikisinin toplam
uzunluğunun (2.897 km) G anj’ınkini bile
geçtiği, kesin olarak ancak 1913’teki bir keşif
seferinde anlaşılabildi.
Hulton Picture Library
Him alayalar’ın kuzeyinde dünyanın en ilgi
B e ste ci B ra h m s 'ın y a ş a m ın ın s o n u n a d o ğ ru ç e k ilm iş
çekici iç suyolları vardır. Burada tekneler b ir fo to ğ ra fı.
3.500 m etreden daha fazla bir yükseltide,
yaklaşık 650 km boyunca gidip gelir. Bu güldürüden trajediye kadar varan büyük bir
tekneler ya ahşap iskelet üzerine gerilmiş anlatım gücü sezilir.
hayvan derisinden yapılan coracle’lar ya da Müzik Brahm s’ın ailesinde önemli bir uğ­
dikdörtgen kutulara benzer büyük feribotlar­ raştı. Alm anya’da Ham burg tiyatro orkestra­
dır. Irm ak üzerinde genellikle bam budan, bir­
sında kontrbasçı olan babası, yaşamını müzi­
kaç yerde de ağır zincirlerden asma köprüler ğe adamak üzere evden kaçmıştı. Ailesi
kuruludur. Önce doğuya akan ırmak daha Brahm s’ın yeteneklerini fark etm ekte gecik­
sonra kuzeydoğuya döner, dağlar arasında sık medi. Yedi yaşındayken, bulundukları yerde
orm anlarla kaplı bir dizi boğazdan hızla akar,
müzik öğretmenliği yapan F. W. Cassel’den
sonra birden güneye kıvrılarak Assam vadisi­ ders almaya başladı. 10 yaşma geldiğinde
ne iner. Vadiden aşağı coşarak akar, bir sürü öğrenimini önde gelen müzik ustalarından
Eduard Marxsen üstlendi.
adanın çevresini dolanır; bazen taşarak bir iç­
denizi andırır, sonunda Bengal düzlüklerin­ Brahms olağanüstü yetenekte bir piyanist­
den geçer ve G anj’a katılır. Güneydeki bu bö­ti. Bir süre gece kulüpleri ve gemici m eyhane­
lümü Assam ile Bengal arasındaki ana ticaret lerinde piyano çalarak ailesinin geçimine kat­
yolunu oluşturur. kıda bulundu. 20 yaşındayken M acar kemancı
Remenyi ile birlikte çalmak üzere bir konser
BRAHMS, Johannes (1833-1897). O pera turnesine çıktı. Bu turnede ünlü kemancı
dışında her türde beste yapmış olan büyük Joseph Joachim ile tanıştı. Joachim, Brahms’
Alm an besteci Johannes Brahm s’ın yapıtla­ m yorum undan öyle etkilendi ki, besteci
rında klasik güzellik, romantizm ve dinginlik Franz Liszt ve R obert Schumann’a genç
egemendir. Ne var ki, bu dinginliğin ardında müzisyeni tanıtıcı m ektuplar yazdı. Brahms
BRAÛUE 15

zaten besteler yapıyordu ve görüşmelerinden A B c Ç D E F G


hemen sonra Schumann onun müzikte bir • • • • • • • • • • • •
deha olduğunu ileri sürdü. Brahms Schu- • • • • • •

m ann’la derin bir dostluk kurdu. Ne yazık ki,
Schumann çok geçmeden bir akıl hastanesine Ğ H 1, i J K L M
• • • • • • • •
kapatıldı. Schumann’ın 1856’da acıklı ölü­ • • • • • • • •
münden sonra eşi Clara Schumann, Brahms’ • • • • •
m birinci piyano konçertosunu ilk kez halk N 0 ö p Q R S ş
önünde çaldı. Clara Schumann ile Brahm s’ın • • • • •• • • • • • •
dostluğu Clara ölünceye kadar sürdü. • • • • • • • • •
• • • • • • • •
Brahm s’ın müziğinde biçim ve uyumluluk
T ü V W X Y z
kaygısı ağır basar. Klasik biçim ve tekniklerde
• • • • • •• •• •
uzmanlaşan Brahms sağlam ve tutarlı bir • t • • • •• • •
yapı, uyumlu bir bütün oluşturmaya önem •
verdi. Bir yandan da çağının rom antik eğilim­ B ra ille a lfa b esi.
leri yapıtlarına yansıdı. Müzikte geleneksel
kalıpların kırıldığı Rom antik çağda, Brahms
klasik geleneklere bağlılığıyla bir karşı akım vray’da bir saracın oğlu olarak dünyaya gel­
oluşturdu. Bu nedenle ünlenmesi zaman aldı. di. Üç yaşında, babasının aletlerinden biriy­
1868’de annesinin ve Schumann’ın ölümün­ le oynarken kazayla kör oldu. Burs kazana­
den etkilenerek koro ve orkestra için bes­ rak 1819’da Paris’teki körler okuluna girdi.
telediği A lm an Requiem'\ ile hak ettiği üne Burada kabartm a harflerle okumayı, kem an,
kavuştu. piyano ve org çalmayı öğrendi. D aha sonra bu
Brahms, Alm anya’da Detm old ve H am ­ okulda öğretmenlik yaptı. Paris’teki iki kilise­
burg’da, İsviçre’de Zürich’te ve 1872’de yer­ de orgcu olarak çalıştı.
leştiği A vusturya’nın başkenti Viyana’da çe­ Braille çocukluğundan başlayarak, dokun­
şitli orkestraları yönetti. D ürüst, içten, açık ma yoluyla okum aya, öğrenmeye büyük bir
sözlü, zaman zaman hoyrat olan ve gösterişsiz ilgi duydu; okum ada olduğu gibi yazmada da
bir yaşamı yeğleyen Brahm s’ın kişiliği zengin kullanılabilecek noktalı bir sistem geliştirme­
ve ünlü olduktan sonra da değişmedi. yi düşündü. D aha 1818’de Charles Barbier
Brahms en iyi yapıtlarını Alm an Requiem’ adında bir topçu subayı “gece yazısı” adını
inden sonra yazdı. Bunlar dört senfoni, verdiği ve m esajların bir kartonda delikler
1878’de Joachim için bestelediği olağanüstü açılarak iletildiği bir sistem bulmuştu. Braille
güzellikteki keman konçertosu, iki piyano 15 yaşındayken bu sistemi basit bir araçla
konçertosu, 200’e yakın şarkı, koro için beste­ yazılabilecek biçimde geliştirdi. Üzerinde
ler, piyano parçaları ve çok sayıda oda müziği 1829’a kadar çalıştıktan sonra kendi altı
parçasıdır. Brahms, Macar Dansları'nda ol­ noktalı sistemini oluşturdu. Oysa yetkililer bu
duğu gibi birçok bestesinde sevdiği halk sistemi uygun bulmadılar ve Braille alfabesi
ezgilerini kullandı. Bir öyküye eşlik edecek ancak 1854’te, ölüm ünden iki yıl sonra onun
bir müzik değil, başlı başına güzel ve doyuru­ öğretmenlik yaptığı okulda kullanılmaya baş­
cu bir müzik yaratm ak için besteler yaptı. ladı. Braille başarısının sonucunu görem eden
Brahms, Bach ve Beethoven’le birlikte “Üç verem den öldü. (Ayrıca bak. KÖ RLÜ K.)
B ’ler” olarak anılır.
Brahms çok sevdiği Clara Schum ann’ın BRAÛUE, Georges (1882-1963). 20. yüzyı­
ölümünden kısa süre sonra Viyana’da öldü. lın en ünlü ressamlarından biri olan Georges
Braque değişik anlayışların etkisi altında
BRAILLE, Louis (1809-1852). Körlerin eğiti­ ürünler vermiş ve yakın arkadaşı Pablo Pi-
minde kullanılan kabartm a baskı ve yazı casso ile resimde yeni bir akımın öncüsü ol­
yöntemini geliştiren Louis Braille’dir. Louis muştur.
Braille Fransa’da, Paris yakınlarındaki Coup- Braque Fransa’nın Sen Irmağı kıyısındaki
16 BRAQUE

A rgenteuil’de dünyaya geldi. Dedesi ve baba­


sı badana-boya işleri yapan bir kuruluşun
sahibiydiler. Genç yaşlarda babasının işlerine
yardımcı olurken, bir yandan da spor ve
müzikle ilgileniyordu. 15 yaşında Le Havre
Güzel Sanatlar Akadem isi’nin akşam kursla­
rını izlemeye başladı. Artık resim, yaşamının
büyük bir bölümünü dolduruyordu. Bu arada
dekoratör çıraklığı, badanacılık gibi işlerde de
çalışan Braque, ileride yararlanacağı resim
tekniklerini bu işlerde öğrendi. Değişik gereç­
leri rahatça kullanma ustalığı kazanarak ilginç
çalışmalar yapıyordu.
Askerlik dönüşünde kendini tümüyle res­
me adamaya karar verdi. Bu kararını ailesi de
destekledi. 1900’de Paris’e giden Braque
önce özel bir resim okulunda, sonra da Güzel
Sanatlar Y üksekokulu’nda (Ecole des Beaux-
A rts) resim öğrenimi gördü.
Braque önce M onet, Camille Pissarro gibi
izlenimci ressamların, daha sonra Cezanne’ın
etkisinde kaldı (bak. C e z a n n e , P a u l ; İZLENİMCİ­
LİK). 1905’te, hiçbir kurala bağlı olmayan
resim anlayışının çekiciliğine kapıldı. Ressa­
mın düş gücünü, kişiliğini yansıtan, parlak
renklerin alabildiğine bol kullanıldığı resimler
yapmaya başladı. 1907’de açtığı ilk sergisinde­
ki resimler bu türdendi.
Braque 1907’de Picasso ile tanıştı ve resimle­
rini beğenmediğini söyleyerek Picasso’yu eleş­
tirm ekten çekinmedi. Böyle başlayan ilişkileri
Anadolu Yayıncılık Arşivi
giderek iki ressamın birlikte çalışmasına yol
G e o rg e s B ra q u e 'ın 1 9 1 3 'te y a p tığ ı G itarlı Kadın.
açacak kadar yakın bir işbirliğine dönüştü. İki
arkadaş resim konusunda akıllarını kurcala­
yan bazı sorunlara birlikte çözüm aramaya renkler kullandığı bu döneminde nesneleri
başladılar. Resimde boyut sorununu kendi görüntüleriyle değil, simgeleriyle yansıttı.
anlayışları doğrultusunda çözümlemek için D aha çok “ölü doğa” (natürmort) teması
nesneleri geometrik öğelerine ayırıyorlardı. üzerinde duran Braque’ın ünlü tablosu İskam-
Böylece resim tarihinde bir devrime yol açan billi Ölü Doğa bu dönemin ürünlerindendir.
yeni bir anlayış doğdu. B raque’ın 1908’de II. Dünya Savaşı yıllarında, Eski Yunan
açtığı sergiyi gezen bir eleştirmenin, resimlerin sanatını örnek alarak ve mitoloji öğelerini
“küpler”den oluştuğunu yazması üzerine bu kullanarak bir dizi küçük heykelcik de yapan
tür resim anlayışına Kübizm denmeye başlan­ Braque, bunların yanı sıra çeşitli tiyatro
dı (bak. KÜBİZM ). B raque’ın 1911’de yaptığı oyunlarının dekorlarını, vitray ve mücevher
Gitarlı A d a m , Portekizli A dam ve 1912’de tasarımlarını hazırladı.
yaptığı Meyve Tabağı ve Bardak kübizmin en Savaş sonrasında bilardo masalarının, atöl­
belirgin örneklerindendir. ye içlerinin, hantal yürüyüşlü kuşların resim­
I. Dünya Savaşı’na katılan Braque savaşta lerini yaparken benzersiz renk uyumlarını
başından yaralandı. H astaneden çıktıktan gerçekleştirdi. Dünyanın birçok kentinde ser­
sonra gene tuvalin başına döndü. Zıt ve canlı gileri açıldı. Bunların en büyüğü 1986’da
BRASiLlA 17

Picasso Müzesi’nde açılan “Georges Braque bölgelerin gelişmesini özendirme amacı da


1882-1963” adlı sergidir. Bu sergide 125’ten güdülmüştür. Başkenti iç bölgeye taşıma
fazla resmi, resim taslağı ve heykeli yer önerisi ilk kez 1789’da ortaya atılmış,
alıyordu. 1822’de Portekiz’den bağımsızlığını kazanınca
Kendini sürekli yenileyerek 60 yıl sürdür­ yeniden gündeme gelmiştir. Ne var ki, hükü­
düğü resim yaşamını 75 yaşma gelince bırakan met 1956’da yerini belirleyinceye kadar bu
B raque’ın Gitarlı Kadın (1913), 1937’de Car- konuda herhangi bir gelişme olmadı. Yer se­
negie Ö dülü’nü kazandığı Sarı Masa Örtüsü çimi için, havadan çekilmiş fotoğraflar ve yer
(1935), Kırmızı Masa Örtüsü (1937), Ressam haritalarıyla, 50.000 km2’den büyük bir alan
ve Modeli (1939), Tuvalet Masası (1942) incelendi. İklim, toprağın niteliği, su ve enerji
ve Siyah Balık (1942) gibi tabloları çok ün­ kaynakları, ulaşım ve genel görünüm ön pla­
lüdür. na alman özelliklerdi.
1957’de kent planı için ülke çapında açılan
BRASILİA, Brezilya’nın başkentidir. 1950’ yarışmada Lûcio C osta’nın hazırladığı plan
lerde üç yıl içinde tam amlanmış, tümüyle birinci oldu. Büyük açık alanlarla geniş bul­
yeni bir kent olan Brasılia, Goiâs eyaletin­ varları içeren bu plan, bir haçı ya da uçağı
de, deniz yüzeyinden 1.070 m etre yükseklikte andırıyordu. Costa, “uçağın” gövdesi üzerine
bir yaylada kuruludur. Eski başkent Rio de hüküm et binalarını, bankaları, iletişim m er­
Janeiro’nun (bak. Rio D e J a n e i r o ) 933 km kezlerini, tiyatroları; kanatlarına da konutla­
kuzeydoğusunda ve Atlas Okyanusu’na 800 rı, otelleri, kiliseleri ve elçilikleri yerleştirdi.
km uzaklıkta yer alır. Kentin bir bölümünü çevreleyecek yapay bir
Brasılia ülkenin başkenti olarak kurulur­ göl yapıldı. Önemli yapıların tasarımı ünlü
ken, aynı zamanda halkın pek yerleşmediği iç Brezilyalı m im ar Oscar N iem eyer’e verildi.

ZEFA

B ra s flia 'd a k i U lu s a l
K o n g re b in a s ı d e v b ir
kubbe, kocam an
b e to n d a n b ir ç a n a k ve
mm sm b e to n b ir p la tfo r m
ü z e rin d e y ü k s e le n ikiz
k u le b iç im in d e iki
y ö n e tim b in a s ın d a n
o lu ş u r.
18 BRAZZAVİLLE

Niem eyer’in yaptığı Başkanlık Sarayı Brezil­ dır. 515 km uzunluğundaki Kongo-Okyanus
ya’nın ulusal mimarisiyle akılcı ve işlevsel tren yolu ülkenin Atlas O kyanusu’ndaki
mimarlığın uyumlu bir bireşimidir. Eğik du­ başlıca limanı olan Pointe N oire’a ulaşır.
varların, eğri yüzeylerin denendiği m odern Brazzaville bir uluslararası havalimanına da
yapıların pek çoğunda beton ve cam kullanıl­ sahiptir. Sigara, alkolsüz içki, bira ve besin
dı. Başkanlık Sarayı’nı, bir başyapıt olan üretimi başlıca sanayi kollarıdır.
katedrali, Ulusal Kongre binasını, Yabancı­ Mesleki ve teknik okullardan başka, Poto
lar Bürosu ile Brasüia O teli’ni de Niemeyer Poto Afrika Sanatı O kulu, O rta Afrika A raş­
tasarlamıştır. tırma Enstitüsü ve lise düzeyinde birçok okul,
Yapılaşmanın büyük bir hızla sürdürüldüğü kentte eğitim ve kültürle ilgili kuruluşlardır.
Brasılia’da Başkanlık Sarayı’nın taşları hava- 1972’de kurulan üniversiteye Ç ad’dan, G a­
yoluyla taşındı. 1960’ta resmi başkent olarak bon’dan ve O rta A frika Cum huriyeti’nden
ilan edilen Brasflia’ya hüküm etin taşınması öğrenci gelir. Başlıca sağlık merkezleri Pas-
1968’i buldu. teur Enstitüsü ile Dünya Sağlık Ö rgütü’nün
Sâo Paulo ve Rio de Janeiro ile demiryolu bölge merkezi olan büyük bir hastanedir.
bağlantısı kuruluncaya kadar kentin ulaşımı Brazzaville adını, bu bölgeyi keşfeden Av­
havayoluyla sağlandı. Ülkenin karayolları rupalI Pierre Savorgnan de Brazza’dan almış­
ağının merkezi olarak planlanan Brasılia, tır. Brazza kenti 1880-83 arasında kurdu.
2.170 kilometrelik bir karayoluyla kuzeydeki 1910’dan 1958’e kadar kent Fransız Ekvator
Belem limanına bağlandı. Brasılia bir sanayi Afrikası’nın başkenti oldu.
m erkezinden çok bir yönetim merkezidir. Nüfusu 585.812’dir (1984).
1962’de kurulan Brasüia Üniversitesi kültürel
yaşamın can damarıdır. BRECHT, Bertolt (1898-1956). Yüzyılımıza
1956’da kimsenin yaşamadığı Brasılia’nın damgasını vuran oyun yazarı ve tiyatro ku­
nüfusu 1985’te 1.576.657 oldu. Bu nüfusun ramcılarından Bertolt Brecht Bavyera’nın
büyük bölümü merkezin bir parçası olarak Augsburg kentinde doğdu. Aynı zamanda
planlanan, çevredeki küçük uydu kentlerde yetenekli bir şair olan Brecht ilk şiirlerini
yaşamaktadır. 1913’te okul gazetesinde yayımladı. Bundan
bir yıl sonra ise yaşadığı kentin yerel gazete­
BRAZZAVİLLE, Afrika ülkelerinden Kongo sinde yazıları çıkmaya başladı. Edebiyata ve
Cum huriyeti’nin başkenti ve en büyük yerle­ tiyatroya büyük ilgi duymasına karşın bir
şim m erkezidir (bak. KO NGO ). Stanley G ölü’ süre tıp öğrenimi gördü. I. Dünya Savaşı’nın
nün kuzeybatı kıyısında kurulmuş olan kent son yılında askere alındı ve bir hastanede
O rta A frika’nın işlek ırmak limanlarından görev yaptı. Aynı yıl “Ölü Askerin Öyküsü”
biridir. Adını 19. yüzyıl kâşiflerinden H . M. adlı bir şiir yazdı. Bu şiiri, yıllar sonra
Stanley’den alan gölcük Kongo Irm ağı’nın Naziler’ce suçlanarak Alm an yurttaşlığından
bir uzantısı biçimindedir. Irmağın tam karşı atılmasına neden oldu. 1919 şiir çalışmaları
kıyısında komşu A frika ülkesi Z aire’nin baş­ açısından verimli bir yıldı. Şiirlerini Die Haus-
kenti Kinşasa bulunm aktadır. Kentin yaklaşık postille’de (1927; “D ua Kitabı”) topladı.
386 km batısında A frika’nın Atlas Okyanusu Bu sırada tiyatroya olan ilgisi de sürüyordu.
kıyıları vardır. 1924’te Berlin’e gitti. Burada Cari Zuckma-
Brazzaville, Kongo Cum huriyeti’nin ulaş­ yer, Max R einhardt ve H elena Weigel gibi
tırm a, iletişim, ticaret, sanayi ve kültür m er­ dönemin ünlü sanatçılarıyla tanıştı ve birlikte
kezidir. M odern yapıları olan tropikal bir çalışma olanağı buldu. Bir süre sonra yete­
kenttir. A dalet Sarayı ve Azize A nne Kilisesi nekli bir oyuncu olan H elena W eigel’le evlen­
dikkat çeken yapılardandır. K entte ayrıca di ve bu evlilik öm rünün sonuna kadar sürdü.
etkileyici bir Katolik katedrali de vardır. Brecht’in oyunlarının pek çoğunda Weigel
Brazzaville, Kongo-Ubangi ırmakları ula­ başrolde oynadı.
şım sistemiyle, Kongo Irm ağı’nı okyanusa Tiyatro yönetmeni Erwin Piscator ve beste­
bağlayan tren yolunun birleşme noktasında­ ci Kurt Weill ile tanıştıktan sonra Brecht
BRECHT 19

A lm a n ş a ir v e o y u n
ya za rı B e rto lt B re c h t'in
1 9 2 8 'd e y a z d ığ ı, b e s te c i
K u rt V V eiIl'in m ü z iğ in i
y a p tığ ı ü n lü y a p ıtı Ü ç
K u ru şlu k O pera'da iki
d ü n y a sa va şı arası
A lm a n to p lu m u n d a k i
a h la k i ç ö k ü n tü d ile
g e tir ilir . Bu fo to ğ r a f
o y u n u n İn g ilte re 'd e
1 9 7 5 'te ki
s a h n e le n iş in d e n
a lın m ış tır.

Reg Wilson

tiyatro yaşamında yeni bir adım attı. Piscator’ Mahagonny (1927) ve Üç Kuruşluk Opera
la birlikte Jaroslav H asek’in ünlü romanı (Die Dreigroschenoper; 1928) adlı müzikalleri
Aslan A sker Şvayk’ı sahneye uyarladıktan sahneye koydu.
sonra yazdığı A dam A dam dır (M ann İst Naziler’in yönetime gelmesiyle birlikte
M ann; 1924-26) adlı oyunu “epik tiyatro” B recht’in Alm anya’da çalışma olanağı orta­
anlayışının ilk denemesiydi. Bu öğretici bir dan kalktı. 1933’te A lm anya’yı terk etti. Önce
tiyatro türü olup, olaylar geleneksel tiyatro- İsviçre’ye, oradan Danim arka’ya gitti. 1939’a
dakinin aksine, dram atik bir biçimde canlan­ kadar kaldığı D anim arka’da Tak-tik (Die
dırılacak yerde,- izleyiciye anlatılır. İzleyici Rundköpfe und die Spitzköpfe; 1931-34),
sahnede olup biteni bir gözlemci gibi izler. Hitler Rejiminin K orku ve Sefaleti (Furcht und
Epik tiyatroda amaç düşündürm ek, izleyici­ Elend des Dritten Reiches; 1935-38), GalileV
nin aklını kullanarak bir karara varmasını, nin Yaşamı (Leben des Galiler, 1937-38), Ce­
harekete geçmesini sağlamaktır. Brecht dün­ saret A na ve Çocukları (Mutter Courage und
yanın değişmesinden; insanların fırsat eşitliği­ ihre Kinder; 1938-39) gibi her biri bir başyapıt
ne, düşünce özgürlüğüne sahip olduğu, ada­ olan oyunlarını yazdı. Sezuanın İyi İnsanı’
letli bir düzenin kurulmasından yanaydı. Be­ m (Der Gute Mensch von Sezuan; 1938-41) da
nimsemiş olduğu Marxist dünya görüşü doğ­ burada yazmaya başladı.
rultusunda, böylesine bir dönüşümün gerçek­ 1939’da D anim arka’nın da Nazi tehdidi
leşeceğine inanıyordu. Tiyatronun bu amaca altına girmesi üzerine önce Finlandiya’ya,
ulaşmak için etkili araçlardan biri olduğu oradan da 1941’de A B D ’ye gitti. B recht’in
kanısındaydı. oyunlarından bazıları bu dönemde İngilizce’
Gene bu sırada yazdığı ve Kurt WeilFin bes­ ye çevrildi ve A B D ’de sahnelendi. Ne var ki,
telediği, dünya çapında ün kazanacak olan bu ülkedeki izleyici Brecht’in oyunlarından
20 BREMEN

tedirgin oldu ve ilgi göstermedi. 1947’de çe kenti” olarak anılır. Dış ülkelere sattığı
A B D ’de esen Soğuk Savaş rüzgârı, B recht’in belli başlı ürünler pam uk, yün, pirinç, tütün,
A m erika’ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma köm ür, tahıl ve şaraptır. Bremen Kuzey
Komisyonu’nca sorguya çekilmesine yol açtı. A vrupa’nın en önemli sanayi kentlerinden
Dünya görüşüne ilişkin suçlamalara karşı biridir.
çıktı. Sonuçta A B D ’de barınamayacağını an­ Brem en kentinin nüfusu 654.600 (1987),
lamıştı. Brem erhaven’inki ise 137.769’dur (1983).
Brecht, Alm an D em okratik Cumhuriyeti
yöneticilerinin çağrısı üzerine Doğu Berlin’e BRETANYA, Fransa’nın kuzeybatısında, A t­
yerleşti ve içlerinde eşi H elena W eigel’in de las O kyanusu’na doğru uzanan büyük bir
bulunduğu bir grup oyuncuyla 1948’de Berli- yarımadadır. Kuzeyinde Manş Denizi, gü­
ner Ensemble adlı tiyatro topluluğunu kurdu. neyinde Biskay Körfezi bulunan B retanya’mn
Berliner Ensem ble, gerek kuramsal çalışma­ kıyı kesimleri ile iç kesimleri apayrı iki
ları, gerek sahnelediği çok başarılı oyunlarıy­ bölgedir. İç kesimi, vadilerinde otlaklar ve
la, dünya çapında ün kazanm akta gecikmedi. orm anlar bulunan iki yüksekçe yayladan olu­
Ülkemizde de tanınan ve oyunları çok şur. Kıyı kesimi ise özellikle Manş Denizi
sevilen Brecht 1956 ilkbaharında hastalandı, kıyılarında kayalıktır. Çok girintili çıkıntılı
bundan kısa bir süre sonra Berlin’de öldü. olan bu yörede ana geçim kaynağı balıkçı­
lıktır.
BREMEN, Alm anya Federal Cum huriyeti’n- Bretonlar denen Bretanya halkı denizcilik­
de büyük, işlek bir liman ve sanayi kentidir. te ün salmıştır. Balıkçı teknelerinden oluşan
Kuzey Denizi’nden 77 km içeride, W eser filolarla her yıl m orina avı için İzlanda ve
Irmağı kıyısındaki kent Bremen eyaletinin Newfoundland’a kadar giderler. Fransa’da
başkentidir. Batı Berlin’den bile küçük olan, avlanan balığın yaklaşık beşte ikisi bu bölge­
ülkenin bu en küçük eyaleti 404 km2’lik bir den elde edilir. Yüzyıllar boyunca birçok
alanı kaplar. gemi güçlü gelgitler ve sis yüzünden kayalık­
Brem en ve Kuzey Denizi’nden yalnızca 16 larda parçalanmıştır. Ilık geçen kış mevsimin­
km içeride olan Brem erhaven, ülkenin H am ­ de kıyılara yakın yerlerde turfanda sebze ve
burg’dan sonraki önde gelen limanlarıdır. meyve yetiştirilir. En verimli alanlarda tahıl
Brem erhaven limanı, B rem en’e ulaşmak için üretilir.
W eser Irm ağı’ndan geçemeyecek kadar ZEFA
büyük gemiler için 1827’den sonra yapıldı.
H er ay bu limana yüzlerce gemi yanaşır ve bu
gemilerdeki yükler mavnalarla Brem en’e taşı­
nır. Tersane, atölye ve doklar kilom etrelerce
yer tutar. Demiryolları kenti Federal Alman­
ya’nın belli başlı sanayi kentlerine bağlar.
B rem en’e ilk olarak İS 787’de, Şarlm an’ın
yönetimi sırasında yerleşildi. Kentin W eser
Irm ağı’nın sağ kıyısındaki bölümü iş m erkezi­
dir. Dolambaçlı parke sokaklarda, sivri çatılan
ve kafesli pencereleriyle 500 yıllık tuğla evler,
yeni antrepolar ve işyerleriyle yan yanadır.
Kent Rönesans döneminden kalma belediye
binası, 800 yıllık St. Peter Katedrali ve eski
Schueîting ya da tüccarlar eviyle ünlüdür.
Kentin banliyölerinde, örneğin W eser Ir-
mağı’nın sol kıyısındaki yeni kentte, şirin ve
güzel evler vardır. Üç şeritli bulvarları ve B re ta n y a 'd a k i C a rn a c 'ta b u lu n a n ta rih ö n c e s in d e n
çiçek tarhlarıyla bu kesim “A vrupa’nın bah­ k a lm a ta ş a n ıtla r ç o k s a y ıd a tu r is ti b ö lg e y e çe ke r.
BREZİLYA 21

Roma dönem inde B retanya’da Kelt kabile­ katılırlar. Yol kenarlarındaki çarmıha geril­
leri yaşardı (bak. K e l t l e r ) . İÖ 56’da Jül miş İsa heykelcikleri, özenle oyulmuş büyük­
Sezar, o zam anlar Arm orica olarak bilinen bu lü küçüklü haçlar Breton dindarlığının sanat­
bölgeyi işgal etti ve ülke İS 5. yüzyıla kadar sal ürünleridir. Carnac’ta erken Taş Devri’n-
Rom alılar’ın yönetiminde kaldı. D aha sonra, den kalma, tek tek ya da sıralar halindeki
İngiltere’de yaşayan bazı Kelt kabileleri Sak- anıtlar arkeologlar için çok ilgi çekicidir. Bir­
sönlar’ın saldırısından kaçarak buraya göç kaç bölgede hâlâ, bir Briton dili olan eski Bre-
ettiler ve ardından misyoner Keltler gelerek tonca konuşulmaktadır. Breton kültürü özel­
tüm ülkeye Hıristiyan dinini benimsettiler. likle edebiyat ve halk müziğinde bir uyanış dö­
Bretanya çok uzun bir süre İngiltere ile nemi yaşamaktadır.
Fransa arasında bir tam pon bölge konum un­ B retanya’nın başlıca kentleri, Loire Irmağı
da oldu. 1491’e kadar bağımsızlığını korudu. kıyısındaki Nantes, Saint-Nazaire, eski baş­
Bretanya Düşesi A nne’ın önce Fransa Kralı kent ve üniversite kenti Rennes ile bir deniz
VIII. Charles, daha sonra da X II. Louis ile üssünün bulunduğu B rest’tir.
evlenmesi üzerine, Bretanya kesin olarak
Fransız tahtına bağlandı. Ne var ki, bundan BREZİLYA. Hem en hem en Avrupa kıtası bü­
sonra bile, Fransız Devrim i’ne (1789) kadar, yüklüğünde olan, dünyanın beşinci büyük ül­
içişlerinde büyük ölçüde bağımsız kalabildi. kesi Brezilya Güney A m erika’nın yaklaşık ya­
B retonlar koyu Katolik’tir. H er köyün, rısını kaplar. Büyük bir bölümü ekvatorun
hastalık ve yıkımlarda yardımına sığındığı güneyinde yer alan ülke, Ekvador ve Şili dı­
yerel bir azizi vardır. H er yıl azizler gününde şında, tüm öbür Güney Am erika ülkeleriyle
çok uzaklardan gelen hacılar kutsanm ak ve komşudur. Uzun kıyı şeridi güneyde Atlas
günahlarından arınm ak için dinsel törenlere Okyanusu’na doğru kıvrılır. Kuzey Brezilya’

SU R IN A M
\V E N E Z U E U O ^ FRANSIZ
G yY A N A S I
1 \ " G UYANA
ATLAS OKYANUSU

M anaus 'Belem

.Portaleza

Recife

BREZİLYA
PERU
Salvador

BRASILİA
BOLİVYA

Belo HorizonteO

PARAGUAY
Sâo Paulo Rio de Janeiro
BÜYÜK

G ü n e y A m e rik a 'n ın en
b ü y ü k ü lk e s i o la n
ARJANTİN
o Porto Alegre B re z ily a , Ş ili ve E k v a d o r
d ış ın d a tü m ö b ü r
G ü n e y A m e rik a
URUG UAY ü lk e le riy le k o m ş u d u r.
22 BREZİLYA

ya kuşbakışı bakıldığında, Amazon ormanları olan kelebeklerden bazılarının kanatları 22


dışında hemen hemen hiçbir şey görülmez. santim etreye ulaşır. Büyük Amazon vadisi
Ülkenin iç kesimlerinde bugün bile keşfedil­ yabanıl yaşam açısından çok zengindir. Bura­
memiş bölgeler vardır ve buralarda ilkel kabi­ da maymunlar, kızıl geyikler, tapirler, jaguar­
leler yaşar. B rezilyalıların büyük çoğunluğu lar, pum alar, oselolar, tem belhayvanlar, ka-
ise kıyı şeridinde yer alan m odern kentlerde rıncayiyenler ve armadillolar yaşar. Kuş türle­
yaşam aktadır. ri arasında parlak tüylü papağanlara, bu
bölgeye özgü bir papağan türü olan aralara ve
kolibrilere sıkça rastlanır.
BREZİLYA'YA İLİŞKİN BİLGİLER
Yalnızca Am azon Irm ağı’nda, aralarında et
YÜ Z Ö LÇ Ü M Ü : 8.511.965 km 2. yiyen piranalar da olmak üzere, yaklaşık
N Ü FU S: 141.302.000 (1987). 2.000 balık türünün yaşadığı saptanmıştır.
Y Ö N E TİM : Bağım sız c u m h u riy e t. Atlas Okyanusu kıyılarında ise köpekbalığı,
BAŞKENT: Brasılia. kılıçbalığı, yengeç, karides, İstakoz ve hamsi
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Brezilya Latin A m e rik a ü lk e le ri­ avlanır.
nin en b ü y ü ğ ü d ü r. A m a zo n , Parana, P araguay ve
Sâo Francisco g ib i b ü yü k ırm akları va rd ır. G ü n e yd e ­ Amazon havzası da dünyanın en zengin
ki Iguaçu Ç avlanları ü lk e n in en ünlü d o ğ a l g ü ze llikle ­ bitki örtüsüne sahiptir. Yaprak dökmeyen
ri arasındadır.
tropik ağaçların oluşturduğu yağmur orm an­
DIŞ ÜLKELERE SATILAN Ö NEM Lİ ÜRÜNLER: Kahve,
ham pam uk, so ya fa su lye si, kakao, d e m ir cevheri, ları, salkım salkım begonyalar ve orkidelerin
m anganez, kereste, şeker, tü tü n , e le k trik li ale tle r, yanı sıra, yer yer göz alıcı kırmızı, turuncu,
m o to rlu a ra çla r ve yedek parçalar, ayakkabı, d o k u ­
m a ve p e tro k im y a ü rü n le ri.
sarı ve pembe çiçekler tüm toprak yüzeyini
Ö NEM Lİ KENTLER: Rio de J a n e iro , Sâo Paulo, Brasılia, kaplar.
S a lva d o r, Belo H o rizo nte , M anaus. Ülkenin üçte ikisi ormanlıktır. Bu orm an­
EĞ İTİM : 7-15 yaş arası z o ru n lu d u r. O kum a ve yazm a larda çok değişik ağaç türleri vardır. Kereste
o ra n ı g ittik ç e y ü k s e lm e k te d ir.
elde etm ek amacıyla kullanılan çeşitli ağaçlar,
kinin ilacının elde edildiği kınakına ağacı ve
Bu geniş ülkede büyük iklim değişiklikleri bir tür böcek ilacı üretiminde kullanılan
görülür. Am azon vadisinde dünyanın en geniş timbo ağacı bunlardan bazılarıdır.
tropik yağmur orm anları vardır (bak. Y a ğ m u r Başka ağaç ve çalılardan, fındık, yağ,
ORMANLARI). Bu bölgede ve kuzey kıyı şeri­ balmumu ve tıpta kullanılan birçok ilacın
dinde nemli tropik iklim egemendir. Hava hammaddesi elde edilir. Güney Am erikalı­
sıcaklığı ortalam a 26°C’dir. Ülkenin yarısın­ la rın çay yapm akta kullandıkları yerba mate
dan fazlasını kaplayan güneydeki büyük yay­ hem yabanıl yetişen, hem de özel yetiştirilen
lada gündüzler sıcak, geceler genellikle serin bir bitkidir. Kuzeydeki Para eyaletinde üreti­
geçer. Atlas Okyanusu kıyılarına doğru bu len kauçuk ise çok niteliklidir.
yayladan sonra yükselen dağların ötesinde,
gene çok sıcak ve nemli bir iklimin egemen Ekonomi
olduğu verimli ovalar kıyı boyunca dar bir 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında
şerit oluşturur. Rio de Janeiro’nun güneyinde Brezilya’nın dış ülkelere sattığı en önemli
iklim biraz serinler. ürün kauçuktu. Belem ’den Uzakdoğu’ya to­
Ülkenin üçte birinden daha küçük bir hum götürülerek oradaki ekim alanlarında
yüzölçümü olmasına karşın toplam nüfusun yüksek verimli kauçuk elde edilmesi Brezilya
yüzde 70’ini barındıran güneydeki yaylalarla kauçuk sanayisine çok zarar verdi. Ayrıca,
kıyı bölgeleri Brezilya’nın can damarıdır. birçok ülkenin yapay kauçuk üretm eye başla­
Önemli kentlerin çoğu, kara ve demiryolları, ması Brezilya’da kauçuk üretimini geriletti.
sanayi merkezleri bu bölgede yoğunlaşmıştır. Brezilya kahve üretim inde dünyanın en
önde gelen ülkesidir. Dış ülkelere satılan
Yabanıl Yaşam ve Bitki Örtüsü öbür ürünler arasında soyafasulyesi, pam uk,
Brezilya’da çok çeşitli kuşlar, böcekler ve kakao, kereste, demir cevheri, manganez ve
küçük memeliler yaşar. 30 binden fazla türü tütün sayılabilir.
BREZİLYA 23

Ülkenin küçük bir bölümünde ekim yapıl­ Ulaşım her zaman Brezilya’nın en büyük
masına karşın, Brezilya dünyanın önde gelen sorunlarından biri olmuştur. Güney ve kuzey
tarım ülkelerinden biridir. Halkın üçte biri bölgeleri dışındaki bölgelerde dağlar yüzün­
geçimini tarım ve çiftlik hayvanlarından sağ­ den kıyıdan iç bölgelere ulaşmak çok zordur.
lar. Böylesine büyük bir ülkede her tür tarım Bu nedenle, büyük bir bölümü kıyılarda
ürünü çok büyük çapta üretilir. Güneydeki bulunan demiryollarından çok karayolları
çiftliklerde kahve ve pamuk yetiştirilir. Geniş önem kazanmıştır. Özellikle Am azon orm an­
otlaklarda ise sığır, domuz ve koyun sürüleri larına ve iç bölgelere havayolu ile ulaşılmakta
beslenir. Güneyde yetiştirilen ürünler arasın­ ve kentler arasında düzenli uçak seferleri
da soyafasulyesi, mısır ve buğdayı da sayabili­ yapılmaktadır.
riz. Şeker ve pamuk hem güneyde, hem de D ünyanın en büyük ırm aklarından A m a­
kuzeyde üretilir. Bu yörenin temel besini zon ve Parana sayısız kollarıyla ülkenin dört
fasulye ile m anyoktur. Kuzeyde ve doğuda bir yanma uzanır. Am azon Irm ağı’nın ana
yetiştirilen ürünler pipo tütünü, vanilya, ka­ kolu büyük ölçüde ulaşıma elverişlidir. Para­
kao, portakal, muz ve çeşitli meyvelerdir. na, Paraguay ve Rfo de la Plata ise kısa
Pirinç kıyılardaki ovalarda yetiştirilir. B re­ yolculuklar dışında ulaşıma elverişli değildir.
zilya’nın kuzeydoğusunda ve güney ucunda Ülkenin hidroelektrik enerji üretiminin bü­
da sığır otlakları bulunmaktadır. yük bölümü Parana Irmağı üzerindeki baraj­
Brezilya maden açısından oldukça zengin­ lardan sağlanır (bak. A m a z o n IRMAĞI; P a r a n â ,
dir. Doğu ve kuzeydeki demir yatakları P a r a g u a y v e P l a t a I r m a k l a r i ) . B u ırm akla­
dünyadaki toplam demir cevherinin hemen rın, kollarıyla birlikte toplam uzunluğu 43 bin
hemen üçte birini oluşturur. Ayrıca, Amazon kilometreyi bulur.
Irm ağı’nın denize döküldüğü bölgenin yakı­
nında da önemli ölçüde manganez bulunm ak­ Toplum ve Kültür
tadır. Köm ür ve petrol yeterli değilse de, Brezilya’yı keşfedip sömürgeleştiren P orte­
boksit, krom, tungsten, kalay, bakır, nikel, kizliler, ülkeye dillerinin yanı sıra sanat ve
kurşun, çinko, asbest, mika ve saatçilikte bilimlerini de götürdüler. Brezilya, Am erika
kullanılan kuvars yatakları zengindir. kıtasında dili Portekizce olan tek ülkedir.
Brezilya’da altın, platin, gümüş, elmas, topaz Ülkeye ilk gelenler Güney Am erika Yerlileri’
ve başka bazı değerli taşlar da çıkarılır. Elmas ni köleleştirerek çiftliklerde ve m adenlerde
işletmeleri ise 200 yıldan beri çalışmaktadır. çalıştırdılar. Yerli nüfusun sömürü koşulların­
Pik demir ve çelik üretimini de içeren, da hızla azalması üzerine, Portekizliler 16.
metal sanayisinin yanında, sınırsız su gücün­ yüzyılda A frika’dan gemilerle binlerce Si­
den elde edilen elektrikle başka sanayi kolları yah köle getirdiler. İlk zamanlar ülkeye
da hızla gelişmektedir. Bugün, ülkede günlük çok az sayıda Portekizli kadın geldiği için, er­
yaşamda kullanılan birçok araç gereç çoğun­ kekler Yerli ya da Siyah kadınlarla evlendi­
lukla güneydoğudaki Sâo Paulo, Rio de Jane- ler.
iro ve Belo Horizonte çevresindeki fabrika­ Sömürge döneminde Brezilya’ya yalnız
larda üretilm ektedir. Brezilya’da öbür Latin Portekizliler geldi, 1822’de bağımsızlığını ka­
Am erika ülkelerinin hepsinden daha çok sayı­ zanınca başka ülkelerden de göç başladı.
da fabrika vardır. Bu fabrikaların başlıca Brezilya’ya yerleşen beyazlar arasında İtal-
ürünleri karayolu taşıtları, gemi, uçak, mobil­ yanlar, A lm anlar, İspanyollar, PolonyalIlar,
ya, giyim eşyası, radyo, televizyon, çimento, hatta Japonlar vardı. Günüm üzde nüfusun
ayakkabı ve deri eşyalardır. Ü lkede büyük yarısı beyaz, beşte ikisi mulatto da denen
ölçüde hamm adde üretilm ekle birlikte, kö­ beyaz-Siyah karışımı ile mestizo denen beyaz-
mürle petrol ve fabrikalarla çiftliklerin dona­ Yerli karışımıdır. Çok azalan Yerli nüfus
nımı için gerekli m akineler dışarıdan satın Am azon bölgesinin erişilmez kesimlerinde
alınır. Dışarıdan alman öbür ürünler arasında yaşar. Siyah nüfus arasında ölüm oranının
bazı m etaller, kimyasal m addeler, gübre ve yüksekliğine karşılık, beyaz nüfus artm akta­
buğday vardır. dır. Halkın hemen tüm ü Katolik’tir. Ne var
24 BREZİLYA

Brezilya’nın zengin bir edebiyat ve sanat


geçmişi vardır. En ünlü heykeltıraşlarından,
sakat olarak doğan Aleijadinho (1738-1814)
ellerini kullanamam asına ve kör olmasına
karşın, aletleri bileklerine bağlayarak heykel,
iç süsleme ve mimarlık alanlarında çok sayıda
ürün vermiştir. Brezilya’da, 19. ve 20. yüzyıl­
lar boyunca birçok değerli yazar, şair ve res­
sam yetişti. Afrika ve Yerli müziklerinden
esinlenen ünlü besteci H eitor Villa-Lobos,
19. yüzyılda yaşamış olan Joaquim Maria
M achado de Assis, 20. yüzyıl yazarları Gil-
berto de Mello Freyre ve Jorge Am ado ile
çağdaş ressamlardan Candido Portinari bun­
lar arasındadır. Samba gibi Brezilya dansları
Brezilya müziğinin dünyada yaygınlaşmasını
sağlamıştır. Rio de Janeiro, her yıl düzenle­
nen ve Rio Karnavalı olarak bilinen şenliğiyle
ünlüdür.

Başlıca Kentler
1960’ta Rio de Janeiro’nun yerine başkent
olan Brasılia ülkenin merkezinde bulunm ak­
tadır (bak. B r a s i l i a ; Rio D e J a n e i r o ) . Rio de
Janeiro koyları, adaları, deve hörgücünü an­
The Hutchison Library
dıran çeşitli tepeleri ve m odern yapılarıyla ba­
B re z ily a 'd a y a ş a y a n A m a z o n Y e r lile r i tü y le r ve
b o n c u k la rla s ü s le n d ik te n b a şka , re n k li s im g e s e l tı yarıküresinin en çekici ve etkileyici kentle­
iş a re tle r d e ta ş ırla r. rinden biridir.
Denizden 700 m etre yükseklikte bulunan
Sâo Paulo, Rio de Janeiro’nun güneybatısın­
ki, Y erliler’in ve Siyahlar’ın bir bölümü eski da kalır. Bu kent Brezilya’nın en önemli sana­
dinsel inançlarını sürdürm ektedir. yi m erkezlerinden biri, aynı zamanda Güney
15 yaşın üzerinde okum a yazma oranı A m erika’nın yüzölçümü en büyük olan kenti­
yüzde 79,3’tür (1985). Özellikle kentlerde dir (bak. SÂO P a u l o ).
temel eğitim giderek yaygınlaşmaktadır. B re­ Karayolu ve çok dik bir demiryolu ile ulaşı­
zilya’da 65 üniversite ve 700 kadar yükseköğ­ labilen Sâo Paulo’nun limanı Santos dünya­
renim kurum u vardır. nın önde gelen kahve satış limanıdır.
Brezilya’nın geniş ormanları yer yer kesile­ Daha kuzeydeki, eski adı Bahia olan Salva­
rek yeni yollar ve kentler için alanlar açılmış­ dor 1549’da kuruldu ve 1763’e kadar Brezilya’
tır. Bir zam anlar el değmemiş olan bölgelere nın başkenti oldu. Günüm üzde, özellikle ka­
doğru bir yayılma vardır. Eskiden çok sayıda kao, sigara ve puro ticaretinin yapıldığı en iş­
insanın yakalandığı sıtma, sarıhumma ve veba lek limanlardan biridir.
türünden hastalıkların büyük ölçüde önüne Porto Alegre, Brezilya’nın en güneyindeki
geçildiyse de, beslenme bozuklukları ve bula­ eyaleti Rio G rande do Sul’un başkentidir.
şıcı hastalıklar bugün de önemli sorunlar ara­ Denizle birleşen Patos G ölü’nün kıyısında ku­
sındadır. Brezilya’da sağlık hizmetleri yaygın rulmuş, gemilerin uğradığı bir ticaret m erke­
değildir. İnsanlar bu hizm etlerden gelir dü­ zidir.
zeylerine göre yararlanm aktadır. Brezilya’da, Eski adı Pernam buco olan Recife, genellik­
yüksek doğum ve ölüm oranı nedeniyle nüfu­ le A vrupa’dan gelen gemilerin ilk uğradığı
sun yarısından fazlası 18 yaşın altındadır. Güney Am erika limanıdır. A nakaranın bir
BREZİLYA 25

K a rn a v a lla r B re z ily a 'n ın


h e r y ıl y in e le n e n en
ö n e m li o la y la rıd ır.

ZEFA

ada ve yarımadaya köprülerle bağlandığı bu Hint A daları’na gitmek amacıyla yelken açtı.
kent hızla kuzeyin sanayi merkezi olma yo­ Am a iyice batıya açılarak, gideceği yönden
lundadır. Mercan kayalıklarından dolayı Por­ çok uzaklaştı ve karşısına Güney Am erika
tekizliler buraya “kayalık bölge” anlamına ge­ anakarası çıktı. Cabral buralara Portekiz
len Recife demişlerdir. kralı adına el koydu ve Terra da Santa Cruz
M anaus, kuzeydeki iç bölgede yer alan (Kutsal Haç Topraklan) adını verdi. Sonralan,
önemli bir kenttir. Amazon Irm ağı’nın 1.450 kırmızı boya yapımında kullanılan kırmızı pau-
km yukarısında, orm an bölgesinde kurulu bu brasil ağacının yetişmesi nedeniyle adı Brezil­
kentteki birçok yapı 1900’lerin başındaki ilk ya olarak değiştirildi. 1501’de Brezilya kıyıla­
büyük kauçuk üretimi dönem inden kalmadır. rını dolaşan Amerigo Vespucci’den sonra,
bölgede umulduğu gibi altın bulunmayışı bir
Tarih süre için ilginin azalmasına yol açtı.
A m erika’nın keşfinden sonra, İspanya ile Portekizliler 1533’e kadar Brezilya’yı tam
Portekiz yeni keşfedilen toprakları paylaştı­ olarak sömürgeleştirmediler. D aha sonra kra­
lar. Dünya haritası üstünde boydan boya çizi­ la yakın kişilere toprak verilerek yeni yerle­
len bir çizginin doğusu Portekiz’in, geri kalanı şim bölgeleri kuruldu ve doğrudan Portekiz
ise İspanya’nın oldu. Güney A m erika’nın bu kralına bağlı bir genel valilik oluşturuldu. Z a­
çizginin doğusunda kalan bölümü bugünkü manla Brezilya büyük bir şeker, altın ve el­
Brezilya’nın kapladığı topraklardı. Bu payla­ mas üreticisi oldu. Bu arada Portekizliler ba­
şımdan sonra Portekizliler bu bölgeye yerleş­ tıda A nd D ağları’na, güneyde Rio de la Plata’
tiler. ya, kuzeyde Am azon bölgesine kadar yayıl­
1500’de Pedro Âlvares Cabral adında Por­ dılar.
tekizli bir kaptan Güney Afrika yoluyla Doğu A vrupa’da 1804-15 yılları arasındaki Na-
26 BRİÇ

polyon Savaşları dönem inde Fransızlar Por­ sonra başa getirilen Getülio Vargas ülkeyi
tekiz’i işgal edince, Portekiz veliahtı Brezilya’ 1930’dan 1945’e kadar yönetti. Demokrasiyi
ya sığındı. Kral ailesi İngiliz savaş gemileri tümüyle ortadan kaldıran yeni bir anayasayı
eşliğinde 1808’de Rio de Janeiro’ya çıktı. Rio yürürlüğe koydu. Sonunda bir askeri darbe ile
de Janeiro artık Portekiz’in başkenti Lizbon’ diktatörlüğüne son verildi.
un yerini almıştı. Napolyon’un 1815’teki ye­ 1946’da yeni bir anayasa kabul edildi.
nilgisinden sonra bu bölge tıpkı Portekiz gibi 1950’de bu kez seçimle devlet başkanı olan
bir krallık oldu ve Brezilya ile Portekiz eşit Vargas, 1954’te bir grup subayın baskısıyla
konumda iki ülke sayıldı. Kral, oğlu Dom Ped- devlet başkanlığından uzaklaştırıldı. Bundan
ro’yu Brezilya’da bırakarak 1821 ’de Portekiz’ sonraki 10 yılda hızlı bir ekonomik gelişme
e döndü. Bu arada Portekizliler ile Brezilya­ hedeflenerek, bağımsız bir dış siyaset yürütül­
lılar arasında sürtüşmeler artmış, Brezilya’yı meye çalışıldı. Ne var ki, ordu 1964’te ülke
yeniden sömürgeleştirme eğilimi belirmişti. yönetimini yeniden ele geçirdi. 1970’lerin so­
Buna karşı çıkan Dom Pedro 7 Eylül 1822’de nuna doğru sivillerin yönetimde daha fazla
Brezilya’nın bağımsızlığını ilan ederek im pa­ söz sahibi olabilmesi için bazı reform lar yapıl­
ratorluk tacını giydi. Portekiz Brezilya’nın dı ve 1984’te sivil bir başkan seçildi.
bağımsızlığını 1825’te tanıdı. Böylece, Güney 1970’lerin ortalarında petrol fiyatlarının
A m erika’nın İspanyolca konuşulan ülkelerin­ hızla yükselmesi Brezilya ekonomisini olum ­
den farklı olarak, Brezilya bağımsızlığını suz yönde etkiledi. Petrol giderlerini kısmak
kansız bir yolla elde etmiş oldu. için, ülkede üretilen m otorlu araçlarda yakıt
Kısa süre sonra ülkede iç karışıklıklar arttı; olarak kullanılmak üzere şekerkamışından
A rjantin ile Brezilya arasında savaş çıktı. alkol üretimine başlandı. Tarım ve sanayi ala­
Savaştan sonra, 1831’de kral tahtını beş ya­ nındaki gelişmelere karşın, bugün Brezilya’da
şındaki oğluna bırakarak çekildi. Çocuk enflasyon ve dış borçlar başta olmak üzere
kral 15 yaşındayken II. Dom Pedro adıyla birçok ekonomik sorun vardır.
resmen tahta çıkıncaya kadar karışıklıklar
sürdü. II. Pedro halkı ve ülkesiyle yakından BRİÇ bak. K Â G it O y u n l a r i .
ilgilenen akıllı ve bilgili bir yöneticiydi. Y ak­
laşık yarım yüzyıl süren yönetimi sırasında BRİTANYA İMPARATORLUĞU bak. İ n g il
başlıca toplumsal ve ekonomik sorunları çöz­ TERE.
meye çalıştı. 1831’de köle ticareti kaldırıldı.
Köleliğin bütünüyle ortadan kaldırılması ise BRITTEN, Benjamin (1913-1976). Önde ge­
ancak 1888’de oldu. Ne var ki, köleliğin kaldı­ len İngiliz bestecilerinden Benjamin Britten
rılması üzerine toprak sahipleri arasında te­ operalar, orkestra müzikleri ve İngiliz halk
dirginlik ve hoşnutsuzluk arttı. O rdu ile kili­ şarkılarının düzenlemelerini de içeren birçok
senin de kraldan desteğini çekmesi üzerine, beste yaptı. Bu şarkıların ve bestelerin çoğu­
1889’da II. Dom Pedro babası gibi tahttan çe­ nu dostu tenor Peter Pears için yazmıştır.
kilmek zorunda kaldı. Pedro’nun A vrupa’ya Aynı zamanda seçkin bir piyanist ve orkestra
sürgüne gönderilmesiyle, im paratorluk döne­ şefi olan Benjamin B ritten verdiği konserler­
mi sona erdi. Bu kez Brezilyalılar ülkelerin­ de kendi yapıtlarının birçoğunu Pears ile
de cumhuriyet ilan ettiler. birlikte seslendirdi.
Çağdaş Brezilya’da halkın temsilcilerinden Edward Benjamin Britten, Suffolk bölge­
oluşan bir meclis ile her eyaletin temsilcilerin­ sindeki Lovvestoft’ta doğdu. Beş yaşındayken
den oluşan bir senato vardır. Cum hurbaşkanı beste yapmaya başladı. Besteci Frank Bridge’
altı yıllık süre için seçilir. in öğrencisi olan Britten, eski ustasının onu­
Cumhuriyetin kurulduğu 19. yüzyıl sonla­ runa 1937’de Frank Bridge’in Bir Teması
rından bu yana Brezilya yönetiminde ordu Üzerine Çeşitlemeler'i besteledi. Bridge ile
ağırlığını hep duyurdu ve 1930’a kadar orduda çalıştıktan sonra Krallık Müzik Yüksekokulu’
bazı başarısız ayaklanma girişimleri oldu. na girdi. Burada bir başka ünlü bestecinin,
1930’da gerçekleştirilen bir askeri darbeden John Ireland’in öğrencisi oldu. Bu okulda Bir
BRONTE KARDEŞLER 27

Yaz Gecesi Rüyası (1960), Henry Jam es’ten


esinlendiği Yürek Burgusu (1954) ve Thomas
M ann’ın ünlü yapıtından esinlenerek bestele­
diği Venedik'te Ölüm (1973) sayılabilir.
Gençler İçin Orkestra Rehberi (1946), B rit­
ten’in 17. yüzyıl İngiliz bestecisi Henry Pur-
cell’in müziğine olan hayranlığını gösterir.
Purcell’in bir teması üzerine bestelediği bu
parça tüm orkestra çalgılarının sırasıyla tanı­
tıldığı çeşitlemelerden oluşur.
B ritten’in en beğenilen koro yapıtlarından
biri kalabalık bir koro ve orkestra için beste­
lediği Savaş Requiem i'dir (1962). B ritten’in
müziklerinin çoğu Peter Pears ile birlikte
1947’de başlattığı Aldeburgh Festivali için
bestelenmiştir.
Benjamin B ritten 1976’da, ölüm ünden kısa
bir süre önce Aldeburgh Baronu unvanını
almıştır.

BRONTE KARDEŞLER. Yüzyılı aşkın bir


zaman önce adlarını duyuran C harlotte Bron­
te (1816-55), Emily Bronte (1818-48) ve Anne
Bronte (1820-49) adlarındaki üç kız kardeş o
Hulton Picture Library günden beri yapıtlarıyla edebiyat ve sanat
İn g iliz b e s te c i B e n ja m in B ritte n o p e ra la rı v e h a lk çevrelerinin ilgisini çekm ektedir. Üç kardeş
m ü z iğ in d e n y a p tığ ı d ü z e n le m e le riy le ta n ın m ış tır.
de roman yazdı. Bunlardan C harlotte’un Jane
Ey re'i (Jane Eyre\ 1847), Emily’nin Uğultulu
Çocuk Doğdu yu besteledi. 1930’larda radyo, Tepeler'i (Wuthering Heights; 1847) dünya
tiyatro ve İngiliz belgesel filmleri için müzik klasikleri arasına girdi. Bronte ailesinin yaşa­
yazdı. Britten II. Dünya Savaşı’nın ilk yılları­ mı da en az bir roman kadar ilginçti. Anneleri
nı, A B D ’de, şair W. H. A uden ile çalışarak İngiltere’nin Cornwall bölgesindendi. İrlan­
geçirdi. 1943’te İngiltere’ye dönerken gemi­ dalI olan babaları ise Y orkshire’da, çıplak bir
de, erkek çocuk sesleri ve arp için Dini dağ köyü olan H aw orth’da rahipti. Anneleri
Şarkılar Töreni'ni besteledi. altıncı çocuğu A nne’ın doğum undan kısa bir
Britten 1945’te L ondra’da sahnelenen ilk süre sonra öldü. Teyzeleri Elizabeth çocukla­
operası Peter Grimes ile, ünlü besteciler ra bakmak için köye geldiyse de, onun varlığı
arasına katıldı. Peter Grimes, Suffolk’ta bir düşsel bir dünyada yaşayan kardeşleri avut­
balıkçı kasabasında geçen yabanıl ve ürkünç maya yetmedi. Karısının ölümünden sonra iki
olayların öyküsüdür. Baş kişisi Peter Grimes büyük kızını da kaybeden Patrick Bronte
mutsuz, yalnız, toplumca anlaşılamayan ve çalışma odasından çıkmıyor, çoğu zaman ye­
sevilmeyen bir balıkçıdır. B ritten’in en güzel meğini tek başına yiyor, günlerini kitap oku­
parçalarından bazıları bu operada yer alır. m akla ve kırlarda dolaşmakla geçiren kızla­
B ritten’in operaları arasında, çocuklar için rıyla ilgilenmiyordu.
yazdığı ve izleyicilerin de katılabileceği Bir Üç kız, erkek kardeşleri Branwell’le birlik­
Opera Yapalım (1949), Herman Melville’ te, uydurdukları gerçekdışı öyküleri ufacık
in yapıtından esinlendiği Billy Budd (1951), kâğıtlara yazıyor, bu kâğıtları kitaba benze­
Kraliçe II. Elizabeth’in taç giymesi dolayısıyla mesi için dikerek birleştiriyorlardı. O sırada
yazdığı Gloriana (1953), Shakespeare’in aynı 15 yaşında olan Charlotte böyle tam 15
adlı oyunundan esinlenerek bestelediği Bir “rom an” yazmıştı. Bu kurmaca dünyaya ken-
28 BRONTE KARDEŞLER

verdiler. C harlotte ve Emily Fransızca’larını


ilerletm ek ve Almanca öğrenm ek için B rük­
sel’de Constantin H eger ile karısının işlettiği
bir okula gittiler. Bay H eger’in etkisiyle
Charlotte düş dolu dünyasından sıyrılarak,
gerçek yaşama ayak uydurmayı başardı. Am a
daha sonra, H aw orth’daki rahip evinde açtık­
ları okula, hem ıssız bir yerde olması, hem de
alkol ve uyuşturucu kullanan Branwell’in
kötü ünü yüzünden hiç öğrenci gelmedi.
Hulton Picture Library 1845’te Charlotte, Emily’nin eskiden yaz­
C h a rlo tte , E m ily , B ra n vve ll v e A n n e B ro n te . Bu re s m i mış olduğu bazı şiirleri buldu. Emily gibi
B ra n vve ll y a p m ış tı.
A nne da şiir yazıyordu. Bir yıl sonra üç kız
kardeş C urrer, Ellis ve Acton Bell takm a
dini gereğinden çok kaptıran Branvvell ise adlarıyla ortak bir şiir kitabı yayımladı. İlk
tüm yeteneklerine karşın gerçek yaşamda harfleri gerçek adlarının başharflerinden alı­
başarı gösteremedi. Sonradan içki ve uyuştu­ nan bu uydurma adları kullanmalarının nede­
rucu bağımlısı oldu. ni, gizemli bir hava yaratm ak isteğinin yanı
Charlotte ve Emily İngiltere’nin Lancashire sıra, kadın oldukları anlaşılırsa kitabın
kentinde, din görevlilerinin çocuklarının gitti­ önemsenm eyeceğinden korkmalarıydı. Bu ki­
ği yatılı bir okula yazıldılar. Am a, yemekleri tap Emily’nin en yetkin şiirlerini de içermekle
kötü, disiplini katı olan bu okulda hiç mutlu birlikte, yalnızca iki tane satıldı. Uğradıkları
olam adılar ve yıl sonunda ayrıldılar. D aha başarısızlık kitabın basılmış olmasından yü­
sonra C harlotte Jane Ey re adlı rom anında, reklenen kızları yıldırmadı. Bu kez de roman
“Low ood” adını verdiği bu okulu olanca yazmaya başladılar.
korkunçluğu ile dile getirdi. C harlotte’un ilk romanı Istırap Yılları ( The
Baba B ronte’nin yoksulluğu yüzünden üç Professor; 1857), Brüksel’de bir okulda öğret­
kız kardeş dönemin toplumsal yargılarına menlik yapm akta olan bir İngiliz’in öyküsüy-
ters düşen bir karar alarak, kendi geçimlerini dü. Am a romanı birçok yayımcı geri çevirdi.
sağlamak amacıyla çocuk bakıcılığı yapmaya Oysa, Jane Eyre'ı yolladığı yayımcı romana
başladı. Ne var ki, evden uzakta mutsuz kendini öylesine kaptırdı ki, tüm ünü bir
oluyorlardı. Bu yüzden bir okul açmaya karar gecede okuyup bitirdi. Bu rom anda Char-
Phyllis Bentley

t vf ^ ^ |
t |M ,;j V*;

s««' rî* pcc- r i p.


J 1
İla
»s. « w . .♦».

B ro n te k a rd e ş le rin ç o c u k lu k y ılla rın d a u y d u rd u k la rı ö y k ü le r " G o n d a l" a d ın ı v e rd ik le r i d ü ş s e l b ir ü lk e d e


g e ç iy o rd u . Ö y k ü le rin i m in ik m in ik k â ğ ıtla ra ya z a ra k , b u n la rd a n k ita p ç ık la r y a p ıy o r la r d ı. R e s im d e k i
m a d e n i p a ra y la k a rş ıla ş tırıld ığ ın d a b u k ita p ç ık la rın ne k a d a r k ü ç ü k o ld u ğ u a n la ş ılır.
BROVVNING 29

lotte, öksüz Jane Ey re' in teyzesinin evindeki C harlotte sakin görünüşüne karşın çok duy­
mutsuz çocukluğunu, katı disiplinli bir yatılı guluydu. En yeteneklileri sayılan Emily ise
okulda geçirdiği öğrencilik dönemini ve daha suskun ve içine kapanık bir kızdı. Ruhsal ve
sonra Bay R ochester’in kızına eğitmenlik bedensel acılara karşı çok dirençliydi. Kişiliği­
yaptığı günleri anlatır. Öyküde Bay Roches- nin derinlerinde gizlediği tutkular güçlü bir
ter Jane ile evlenmek ister, ama Jane düğün biçimde şiirlerine ve rom anlarına yansımıştır.
günü R ochester’in akıl hastası olan bir karısı
bulunduğunu öğrenir. Bunun üzerine evden BRONZ bak. T unç
kaçar. Sonunda yeniden Bay R ochester’e
dönen Jane, akıl hastası karısının evi yakmak BROVVNING, Robert (1812-1889) ve Eliza-
isterken ölmesi üzerine onunla evlenir. beth (1806-1861). R obert Browning ve Eliza-
Emily’nin tek romanı olan Uğultulu Tepeler beth B arrett yaşadıkları dönemin ünlü şairle­
(bu yapıt 1942’de Ölmeyen A şk; 1946’da riydi. Bugün adları, edebiyat alanındaki ünle­
Rüzgârlı Bayır; 1985’te Uğultulu Tepeler adla­ ri kadar, derin bir sevgi ilişkisini de çağrıştır­
rıyla dilimize çevrilmiştir) ise şiirsel, o dönem m aktadır.
için alışılmışın dışında derin duygular içeren, R obert ile E lizabeth’in yetiştiriliş biçimleri
güçlü bir kitaptır. çok farklıydı. R obert Browning L ondra’da
Uğultulu Tepeler 1847’de ilk yayımlandığın­ doğdu. Babası İngiltere M erkez B ankası’nda
da eleştirmenlerce değeri anlaşılmayıp aşırı görevli, okumayı çok seven bilge bir adamdı.
kaba ve yabanıl bulunmuştu. Oysa zaman Oğlunun coşkuyla söylediği tekerlem elerden
içinde İngiliz edebiyatının en iyi romanları keyiflenen baba Browning, piyanoda ona eş­
arasında yer aldı. lik eder, fırçaların ucunu emdiği için küçük
A nne B ronte’nin ilk romanı olan Agnes R obert’e üzüm suyundan boyalar yapardı.
Grey (Agnes Grey; 1847) ise Emily B ronte’ Böylece R obert, babasının etki ve desteğiyle,
nin Uğultulu Tepeleriyle aynı yılda üç cilt daha küçük yaşta okum aya, resim ve müziğe
olarak yayımlandı. Jane Ey re 't benzerlik gös­ m erak sardı. Kısa bir süre Londra Ü niversite­
teren bu rom an yayımlandığı sırada büyük ilgi s in e gittikten sonra eğitimini evde, özel öğ­
gördü. Şatodaki Kadın (The Tenant o f Wild- retm enlerin yardımıyla sürdürdü. Babasından
fell Hail; 1848) adlı öbür rom anında A nne, Yunanca ve Latince öğrendi. İlk şiiri “Pau-
erkek kardeşi Branwell’den esinlenerek, dü­ line: A Fragment of Confession”ı (“Pauline:
rüstlüğünün kurbanı olan bir ayyaşı anlatır. Bir Parça İtira f’) 1833’te yayımladı. R obert’
Branvvell 1848 Eylül’ünde öldü. Cenaze in babası oğlunun şair olmasına karşı çıkma­
töreninde üşüterek hastalanan Emily kendi mış, aksine onu bu konuda yüreklendirmişti.
kendine iyileşmeye çalıştıysa da durumu R obert’in şiirleri ve oyunları yayımlanmaya
giderek kötüleşti ve kardeşinden iki ay sonra başladığında zamanın ünlü eleştirmenleri ona
öldü. V erem e yakalanan Anne bir yıl sonra büyük ilgi gösterdiler. R obert’ten daha tanın­
Emily’yi izledi. mış bir şair olan Elizabeth B arret’in
Kardeşlerinin ölüm ünden sonra yapayalnız ona ilgisi de bu sıralarda başladı.
kalan Charlotte iki roman daha yazdı. Shirley’ Elizabeth B arrett 11 kişilik bir ailenin en
de (Shirley; 1849), Y orkshire’a ilk kez do­ büyük çocuğuydu. Çok zeki bir kız olan Eliza­
kuma tezgâhlarının getirilmesi üzerine baş beth daha küçük yaşlarda Latince, Yunanca
gösteren kargaşa ve tepkiyi anlattı. Kendi ve İbranice öğrenmişti. İlk şiiri “The Battle of
yaşamından esinlenerek yazdığı Villette M arathon”u (“M arathon Savaşı”) henüz 14
(1853) adlı rom anda ise yalnız yaşayan bir yaşındayken yayımladı. 15 yaşında attan dü­
öğretm eni konu aldı. şerek bel kemiğini incitti. Sağlık durumu bo­
1854’te babasının yardımcısı rahip A rthur zulan Elizabeth 1836’da ailesiyle birlikte Lon­
Bell Nicholls ile evlendi. Hamileliği sırasında dra’ya gitti. H em en hemen tüm vaktini oda­
hastalanarak M art 1855’te öldü. sında okuyarak ve yazarak geçiriyordu. Ya­
Üç kız kardeş kişilikleri açısından birbirin­ yımlanan şiirleriyle birçok hayran ve dost ka­
den çok farklıydı. A nne, açık yürekli ve nazlı, zandı. Elizabeth ile R obert’in dostluğu
30 BRUCKNER

BRUCKNER, Anton (1824-1896). A nton


Bruckner, Ludwig van Beethoven ve Richard
W agner gibi özgün ve kişisel bir müzik
yaratmıştır.
Besteci A vusturya’nın Linz kenti yakınla­
rında, Ansfelden köyünde doğdu. Babası
öğretmenliğin yanı sıra kilise orgculuğu yap­
maktaydı. Yeteneği erken yaşta anlaşılan
Bruckner 10 yaşındayken, vaftiz babasından
org dersleri almak üzere Hörsching’e gitti.
Hulton Picture Library 1837’de babası öldüğünde henüz 12 yaşında
H e r ik is i d e ş a ir o la n R o b e rt B ro vvn in g v e E liz a b e th olan A nton, St. Florian M anastın’ndaki ço­
B a rre tt.
cuk korosuna katıldı. Babasının yolundan
gitmek istedi ve 1840-41 arasında, öğretm en
1844’te m ektup arkadaşlığı biçiminde başladı. olmak için eğitim gördü. Bir süre Windhaag
Gençler, E lizabeth’in babasının karşı çıkaca­ ve Kronstorf’ta öğretm enlik yaptıktan sonra,
ğını bildikleri için, 1846’da gizlice evlendiler.
Bundan bir hafta sonra R obert, Elizabeth ve
köpeği Flush İngiltere’den ayrılarak İtalya’ya
yerleştiler. İtalya’nın güneşli havası Eliza­
beth’in sağlığına iyi geldi. 1849’da bir oğul­
ları oldu. Browningler E lizabeth’in 1861’de
ölümüne kadar birlikte m utlu bir yaşam sür­
düler.
R obert Browning oğluyla birlikte Londra'
ya dönerek yoğun bir çalışmaya girdi. 1863’te
tüm şiirlerini bir arada yayımladı. İkinci bas­
kısını yapan Dramatis Personae (1864; “Oyun
Kişileri”) adlı kitabıyla büyük bir ün kazandı.
1868-69 arasında yayımladığı ve başyapıtı
sayılan The Ring and the B ook (“Yüzük ve
Kitap”) geniş yankı uyandırdı. Bu kitapta
İtalya’da 1698’de işlenmiş gerçek bir cinayeti
konu almıştı.
Şiirlerinin çoğunda anlatıcıyı tarihsel ya da
düşsel kişilerden seçen Browning her zaman,
kendisini bir ülküye adayan ve sevgiyi yücel­
ten insanlardan yana oldu.
R obert Browning’in zaman zaman güç an­
laşılan şiirlerine karşılık, Elizabeth Browning
akıcı ve çok duyarlı şiirler yazdı. Yaşamı
A v u s tu r y a lı b e s te c i A n to n B ru c k n e r'in so n y ılla rı.
boyunca haksızlığa uğramış insanlara arka çı­
kan Elizabeth, “The Cry of the Children”
(“Çocukların Çığlığı”) adlı şiirinde fabrika ve 1845’te yardımcı öğretm en göreviyle St. Flo-
m adenlerde çalışan çocuk işçilerin içinde bu­ rian’a döndü; üç yıl sonra da St. Florian org-
lundukları koşullara tepki gösterir. R obert culuğuna atandı.
Brovvning’e duyduğu büyük sevgiyi dile geti­ O yıllarda öğretm enlikten çok, profesyonel
ren en duyarlı şiirlerini ise Sonnets fro m the olarak müzikle uğraşmak istediğini anlayan
Portuguese (1850; “Portekiz Soneleri”) adlı Bruckner, 1856’da Linz katedral orgculuğu
kitabında topladı. için açılan yarışmayı kazandı. Linz’de bulun­
BRUEGEL 31

duğu yıllarda tanınmış müzisyenlerle tanışma ayrılan sanatçı, en ünlü yapıtları Fa Majör
ve yeni müzik akımlarını izleme olanağı bul­ Yaylı Çalgılar Beşlisi’m (1878-79), Te D eum ’u
du. Bu sırada dönemin ünlü kontrpuan ustası (1881), dinsel ve din dışı bazı koro parçalarını
Simon Sechter ile çalışmaya başladı. Aynı Viyana’da besteledi. Bruckner’in en yetkin
zamanda Beethoven ve W agner’in müziğiyle yapıtları İkinciden dokuzuncuya kadar olan
tanışan Bruckner, özellikle W agner’den etki­ sekiz senfonisidir. Dostlarının ve çevresinin
lendi. 1860’lardaki besteleri Wagner etkisi taşı­ eleştirileri ışığında yeniden düzenlediği bu
m aktadır. Bunlar koro için yazdığı üç missa besteler bugün de Alm an Rom antik A kım ı’
ile Re M inör 0 Numaralı Senfoni ve Do M i­ mn en iyi örnekleri arasında yer alır. Bruck­
nör Birinci Senfonidir. Müzik çalışmalarını ner 1896’da, D okuzuncu Senfoni*sini tamam-
A vusturya’nın başkenti Viyana’da sürdüren layam adan öldü. Bu yapıt bugün ancak, geri­
besteci, 1868’de Viyana Konservatuvarı’nda ye kalan taslaklar üzerine geliştirilmiş yorum ­
göreve başladıktan sonra org için de çok larla çalınmaktadır.
etkileyici besteler yaptı. Johannes Brahm s’ın
en ateşli savunucularından biri olan müzik BRUEGEL, Pieter (yaklaşık 1525-1569). 16.
eleştirmeni Eduard Hanslick, yoğun ve sert yüzyılın ünlü Flaman ressamı Pieter Bruegel
eleştirileriyle, B ruckner’in bestecilik yaşamını bugünkü Belçika sınırları içinde doğdu. R e­
olumsuz yönde etkiledi. sim sanatına ünlü ressam, heykelci ve mimar
B ruckner 1868’den yaşamının sonuna ka­ Pieter Coecke van A elst’in yanında çıraklıkla
dar Viyana’da kaldı. A ra sıra org konserleri adım attı. 1551’de Anvers yakınlarındaki res­
vermek ve kendi yapıtlarının çalındığı konser­ samlar loncasına giren Bruegel 1553 dolayla­
leri izlemek için kısa sürelerle Viyana’dan rında R om a’ya gitti. İtalya’da bulunma nede­
'isches Museum, Viyana

B r u e g e l'in 15 6 7 'd e y a p tığ ı K ö y D ü ğ ü n ü ta b lo s u n d a , d ü ğ ü n tö r e n in d e n s o n ra y iy ip iç e n k ö y lü le r


g ö rü lü y o r .
32 BRUNEİ

ninin, genellikle ressamların yaptığı gibi kla­ esen muson rüzgârları kasım-mart arasında
sik tem aları ve Rönesans dönemi yapıtlarını bol yağış getirir. Ülkenin yaklaşık dörtte üçü
incelemek değil, m anzara resminde deneyim i­ tropik yağmur ormanlarıyla kaplıdır. Bu or­
ni artırm ak olduğu söylenebilir. m anlarda sert odunlu ağaçlar yetişir. Doğal
Bruegel R om a’dan döndükten sonraki 10 yaşamı çok zengin olan B runei’de aslanlar,
yıl içinde Flaman köylülerinin yaşantısını kaplanlar, maym unlar, kertenkeleler ve yı­
resimledi. Bu tablolarda, düğünlerde dans lanların yanı sıra birçok kuş türü de vardır.
eden, tarlalarda yan gelip uyuyan, oburca
yiyip içen neşeli, canlı, kaba saba köylüler yer
alır. Resimlerin tüm ünde çarpıcı bir hare­ BRUNEİ'YE İLİŞKİN BİLGİLER
ketlilik gözlenir. Bruegel 1563’te ilk ustası
Y Ü Z Ö LÇ Ü M Ü : 5.765 km 2.
Coecke’un kızıyla evlenerek Brüksel’e yerleşti. NÜ FU S: 241.000 (1987).
Ö m rünün geri kalan yıllarını geçirdiği B rük­ Y Ö N E TİM : Krallık. Ü lkeyi su lta n d iye a d la n d ırıla n b ir
sel’de m anzara resimlerine yöneldi ve bu kral yö n e tir.
alanda kendini çok geliştirdi. Bu dönem de, BAŞKENT: Bandar Seri Begavvan.
ayları simgeleyen bir dizi resim de yaptı. O r­ COĞRAFİ ÖZELLİKLER: 90 k ilo m e tre lik m ercan kum salı
b o yu nca uzanan d ar b ir kıyı ovası va rd ır. İç ke s im le r­
taçağ sanatında çok sık kullanılan bu temayı, deki tro p ik ik lim li te p e le r deniz d ü ze yin de n 500 m e t­
doğadaki değişime yepyeni duygular katarak reye kadar yükse lir.
yorumladı. BAŞLICA SANAYİLER: Petrol, d o ğ al gaz, kereste.

Bruegel en önemli resimlerini 44 yıllık


yaşamının son yıllarında yaptı. Bu resimlerde
her zaman ilgi duyduğu din konusunu ve Nüfusunun yarıdan çoğunu Malaylar, d ört­
Düğün D a n sinda (1566) olduğu gibi, kırsal te birini de Çinliler oluşturur. Geriye kalanı,
yaşamı işledi. Dinsel yapıtlarından Müneccim İbanlar da denen Deniz Dayakları ve Murut-
Kralların Tapınması (1564) L ondra’da U lu­ lar gibi Yerli kabilelerdir. Nüfusun büyük
sal G aleri’dedir. Son dönem resimleri dünya­ bölümü ırmak ağızlarındaki yerleşim bölge­
ya bakışını, doğanın bağımsızlığı karşısında lerinde yaşar. Tarımsal üretim düşük oldu­
insanoğlunun güçsüzlüğünü, kimi kez de acı­ ğundan çiftçiler yoksuldur. Kıyılarda balıkçı­
masızlığını ve ahmaklığını yansıtır. Buna kar­ lık yapılır. Önemli işyerleri ve ticaret genel­
şın, yapıtlarında umutsuzluk yoktur. Bu da likle Çinliler’in elindedir. Kıyıda, Seria yakın­
Bruegel’in doğal güzelliğin her biçimine duy­ larındaki petrol yataklarını Brunei devletiyle
duğu hayranlıktan ve dünyaya alaycı bir gözle ortaklaşa yabancı petrol şirketleri işletir.
bakabilmesinden kaynaklanır. Eskiden başlıca gelir kaynağı kauçuk üretimiy-
Bruegel’in oğulları Pieter ve Jan da ressam­
dı. Küçük oğlu Jan (1568-1625) ünlü resim
ustası Peter Paul R ubens’le (bak. RUBENS, PE ­
TER P a u l ) birlikte çalıştı. Baba Peter Brue-
gel’in soyundan gelen ressamlar sonraki üç
yüzyıl boyunca adını sürdürdüler.

BRUNEİ, Güney Çin Denizi’nde büyük bir


ada olan B orneo’nun kuzeybatı kıyısında,
E kvator’un biraz kuzeyinde yer alan küçük
bir ülkedir. Güney Çin Denizi’ne bakan
kıyıları dışında, karadan M alezya’nın eyaleti
Saravak’la çevrelenmiştir. Saravak Brunei
Koyu’nda ülkeyi iki ayrı kesime böler. Dağlık
iç bölgeden gelen birkaç ırm ak, dar kıyı
ovasını sular. İklimi sıcak ve nemli, özellikle
iç kesimleri çok yağışlıdır. Kuzeydoğudan
BRÜKSEL 33

ken, petrolün bulunmasıyla kauçuk eski öne­ B runei’de devlet ve hüküm et başkanı sul­
mini yitirdi. 1980’lerin başında Brunei Doğu tandır.
A sya’nın beşinci büyük petrol üretici-
siydi. Ö bür ürünleri doğal gaz, kauçuk ve bi­ BRÜKSEL. Bir Avrupa ülkesi olan Belçika’
berdir. Lum ut’ta dünyanın en büyük doğal nın başkenti Brüksel, Senne Irmağı kıyısında
gaz sıvılaştırma tesisleri vardır. B runei’nin yer alır. Kentin tarihi, Cambrai Piskoposu St.
nüfusunun görece azlığı, petrol ve doğal gaz Vindicien’in İS 695’te Cam brai’ye gitmek
satışından sağlanan gelirin bir bölümünün üzere bu küçük köyden ayrıldığı yıllara kadar
toplumsal hizmetlere ayrılmasına olanak ve­ uzanır. O zamanlar “bataklık köyü” anlamına
rir. Ülkede sağlık ve eğitim hizmetleri yay­ gelen Bruocsella, yüzyıllar boyunca gelişip
gındır. güzelleşerek Brüksel adlı büyük ve m odern
B runei’nin başkenti, ülkenin doğusundaki bir kente dönüştü.
B andar Seri Begawan’dır. Ulusal din İslam ’ Ortaçağda Senne kıyılarında ticaret ve sa­
dır ve görkemli altın kubbesiyle Bandar Seri nayinin gelişmesi Brüksel’in hızla büyümesine
Begawan’daki cami Uzakdoğu’nun en büyük yol açtı. Bundan sonra, 16. yüzyıldan 19. yüz­
camilerinden biridir. M odern kentin hemen yıla kadar önce İspanya’nm, sonra da Avustur­
yanı başında Kampong Ayer olarak bilinen ya, Fransa ve H ollanda’nın egemenliği altın­
eski kent yer alır. Burada, ırmağın oluşturdu­ da kaldı. Belçika’nın 1830’da bağımsızlığını
ğu koylarda, kazıklar üzerine kurulu evlerde kazanmasını izleyen yüzyıl içinde Brüksel
yaşanır. Bu evler tahta köprülerle birbirine nerdeyse eski zenginliğine kavuştu. H er iki
bağlanır. Evlerle kara arasında ulaşım küçük dünya savaşında da Alm an birliklerince işgal
kayıklarla sağlanır. edilmesine karşın fazla zarar görmedi.
Brunei 1888’de İngiltere’nin koruması altı­ Brüksel’de paslanmaz çelikten Atom ium
na girdi. 1971’de yeniden kendi kendini yö­ gibi en m odern yapılarla, tarihinin eski dö­
netmeye başladı. 1 Ocak 1984’te tam bağım­ nem lerinden kalma 500 yıllık Gotik yapılar iç
sızlığına kavuşuncaya kadar, İngiltere savun­ içedir. Aşağı kentte m odern ve lüks m ağa­
ma ve dış ilişkilerdeki etkinliğini sürdürdü. zalar, bankalar ve oteller bulunur. Bunların

European Commurıities Information Service

B rü k s e l'd e k i b ü y ü k B e r la y m o n t b in a s ı A v ru p a T o p lu lu k la r ı K o m is y o n u 'n u n g e n e l m e rk e z id ir. A v ru p a


T o p lu lu k la r ı'n ın g ü n lü k iş le ri b u ra d a n y ü r ü tü lü r .
34 BUCKINGHAM SARAYI

A dalet Sarayı ve yakınında 14. yüzyıldan


kalan surların kapısı Porte de Hal bulunur.
Brüksel kanallarla Kuzey Denizi’ne, kara
ve demiryoluyla da A vrupa’nın büyük kentle­
rine bağlanır. Kentin dantel ve halıları eski­
den beri ünlüdür. Demir-çelik, kimya, hazır
giyim ve dokum a, deri, besin, sabun ve
otomobil sanayileri gelişmiştir. Brüksel aynı
zamanda Krallık Konservatuvarı, üniversite­
si, operası, tiyatroları ve sanat galerileriyle
zengin bir kültür merkezidir.
Pek çok uluslararası şirketin olduğu gibi,
Avrupa Ekonom ik Topluluğu’nun da yönet­
sel merkezidir. Avrupa Bakanlar Konseyi ve
Avrupa Toplulukları Komisyonu Brüksel’den
yönetilir. Ayrıca N A T O ’nun (Kuzey A tlantik
Antlaşması Örgütü) merkezi de buradadır.
Çevre semtleriyle birlikte Brüksel’in nüfu­
su 976.536’dır (1986).

BUCKINGHAM SARAYI, İngiliz kral ailesi­


ZEFA
Ü n lü G rand Place 'd a k i ç iç e k pazarı. nin 1830’dan beri L ondra’da oturduğu saray­
dır. Buckingham Sarayı adını, 1705’te Buc-
kingham dükleri için yapılan evden alır.
hemen arkasında kentin ana meydanı olan 1761’de III. George bu evi Kraliçe C harlotte
Grarıde Place yer alır. Burada ortaçağdan kal­ için satın aldı. 1825’te mimar John Nash,
m a, yaldız ve oymalarla bezeli görkemli eski törenlerde kullanılmak üzere m erm er bir giriş
yapılar vardır. Tepesinde St. Michael heykeli­ kapısı ekleyerek yapıyı yeniden düzenledi.
nin bulunduğu 90 m etre yüksekliğindeki gös­ 1851’de, saray Edward Blore’un çabasıyla
terişli kulesiyle 500 yıllık Hotel de Ville (Bele­ genişletilirken, giriş bölümü Oxford Caddesi’
diye Sarayı) de bu alandadır. Yüzlerce yıl ön­ nin batı ucundaki bugünkü yerine taşındı.
ce loncalarda örgütlenmiş ipek tüccarları, ok­ 1913’te Sir A ston W ebb yeni bir tasarımla
çular, m arangozlar, terziler ve başka bazı za­ sarayın ön yüzünü değiştirdi.
naatçılar için yapılmış lonca birlikleri binaları H üküm dar sarayda bulunduğu sürece kral­
da alanın öbür yanındadır (bak. L o n c a ) . Sa­ lık sancağı gönderde kalır ve saray muhafızla­
bahın erken saatlerinde burada pazar kuru­ rı her gün törenle nöbet değiştirir.
lur. Çok uzağa gitmeden, içinde dükkânlar, Sarayın ön yüzü caddeye bakar; arkada,
tiyatrolar ve pastaneler bulunan uzun, kapalı yaz aylarında toplantılar için kullanılan, de­
çarşı Galeries St. H u berfe varılır. ğerli ağaçları ve gölüyle geniş, güzel bir bahçe
G rande Place’dan kıvrılarak aşağıya inen vardır.
sokaklardan birinde karşımıza 60 cm boyun­ Sarayın dış görünüşü oldukça yalındır; bu­
da, havuza çişini yapan küçük, çıplak bir na karşılık Taht Odası, Resmi Balo Salonu,
oğlan heykeli bulunan M anneken Çeşmesi Yeşil Konuk Odası ve daha birçok salondan
çıkar. 1619’da yapılan ve kentin maskotu oluşan iç bölümler kristal avizeler, m erm er
sayılan bu tunç heykele Brükselliler “en eski heykeller ve tablolarla son derece görkemli
hemşerimiz” derler. 500 yıl önce Brabant bir biçimde döşenmiştir. Ayrıca, Q ueen’s
düklerinin şatosunun bulunduğu yukarı kent­ Gallery adıyla bilinen resim galerisinde değer­
te bugün Belçika kralının görkemli sarayı li sanat yapıtları yer alır. Bu galeri zaman
vardır. Parlam ento binası Royâl P ark’ın öbür zaman halka da açılır.
yanındadır. Yukarı kentin tam karşısında Sarayın güneybatısında ise Binicilik Evi ve
BUDAM A 35

G ö n d e r d e krallık s a n c a ğ ı ile B u c k in g h a m S a r a y ı . S a ğ d a V ic to ria A nıtı g ö rü lü y o r.

Krallık Ahırları vardır. Bir masal arabası budanır. (Asmaların budanm asına ilişkin bil­
görünüm ündeki süslü krallık arabası sekiz giyi Ü ZÜ M m addesinde bulabilirsiniz.)
safkan atıyla hüküm darların taç giyme tören­ Meyve ağaçlarının budanması bilgi, beceri
lerinde kullanılır. ve deneyim gerektiren bir iştir. Meyve ağaçla­
rı yılda iki kez budanır. Kasım ve m art ayları
BUDAMA. Ağaçların ve çalımsı bitkilerin arasında, yaprak döküm ünden ağaçların yeni­
yaşlı, hasta ya da bitki için zararlı olan den yaprak vermesine kadar uygulanan kış
bölümlerinin kesilerek ayıklanmasına buda­ budam asında kuru ya da çıplak dallar gelişe­
ma denir. Bitkiler çok çeşitli nedenlerle buda- bilecek bir tom urcuk bırakılarak kesilir. Ö te­
nabilir. Örneğin-m eyve ağaçları ve asmalar ki dallarda da ağacın çeşidine göre iki-üç
meyve verimini artırm ak ve bitkinin sağlıklı tom urcuk bırakılır. Kuru budama da denen
bir biçimde yetişmesini sağlamak için düzenli kış budam asında bütün meyve ağaçları için
olarak budanır. Bahçelerdeki süs ve çit bitki­ aynı yöntem uygulanmaz; bazılarında yalnız­
leri budanarak çok dallanmaları ve gereğin­ ca kuru dallar ayıklanır, öbür dallar ise hafif
den fazla büyümeleri engellenir. Bu tür bitki­ biçimde budanır. M ayıstan eylüle kadar yapı­
lere budam a yoluyla çeşitli biçimler verile­ lan yaz budam asında ise kışın bırakılan to­
bilir. murcukların gelişebilmesi için sürgünler kısal­
Çiçekli bitkilerde budam a çiçek verimini de tılır, yapraklar seyreltilir, fazla meyveler ko­
artırır. Ayrıca bütün bitkilerin yaşlılık, hasta­ parılır. Ağacın yeşil bölümleri budandığı için
lık gibi nedenlerle çürümeye başlayan dalları yaz budaması yeşil budama adıyla da bilinir.
bitki ya da çevresi için tehlikeli olmalarını Yeşil budam a uygulanan bir ağaç bütün gücü­
önlemek amacıyla kesilebilir. Kavak, söğüt nü, kuru budama sırasında bırakılan tom ur­
gibi yüksek ağaçların trafiğe, elektrik telleri­ cukların gelişip meyveye dönüşmesi için
ne ve gün ışığına engel olan dalları da harcar.
36 BUDAPEŞTE

Meyve veren çalımsı bitkiler meyveler top­ olursa ağaç yeterince gelişip büyüyemez, bo­
landıktan sonra budanır. Bu tür budam ada dur kalır.
yetişkin çalı dallarının seyreltilmesi ve fazla Budam a işlemlerinde genellikle budama
yayılmalarının önlenmesi gerekir. Düzenli bir çakısı ve budam a makası, kalın dallar içinse
budam a sonucu, yaz aylarında gelişecek olan testere kullanılır. (A ŞILA M A maddesindeki
sürgünlerden bir sonraki mevsimde meyve çizime bakınız.) G ünüm üzde, eskiden beri
alınabilir. yaygın olan bu aletlerin yanı sıra yeni gelişti­
Çiçekli çalıların budanm a gereksinimi bit­ rilmiş budama makineleri de kullanılmak­
kinin çeşidine göre değişir. Bazılarında yal­ tadır.
nızca dalların seyreltilmesi yeterlidir. Bazıla­
rının ise, çiçeklerini döker dökmez bütünüyle BUDAPEŞTE bir Doğu Avrupa ülkesi olan
budanmaları gerekir. Örneğin altınçanağı M acaristan’ın başkentidir. M acar halkının
(Forsythia) bütünüyle budanan süs bitkilerin- beşte birinin yaşadığı, ülkenin bu en büyük
dendir. kentinin nüfusu 2.076.000’dir (1986). Tuna
Gül gibi bazı bitkiler yılda birkaç kez ve Irm ağı’nm kolayca aşılabileceği bir yerde
büyük ölçüde budanır; böylece her mevsim kurulu olan Budapeşte iki ayrı kentin birleş­
gelişme göstermeleri sağlanır. Kabukları mesiyle oluştu. Irmağın sağ kıyısındaki tepe­
renkli ve desenli olan sürgünler budanınca de yer alan eski kale ve Buda kenti ile sol
daha canlı ve parlak bir görünüm kazanır. Sö­ kıyısındaki Peşte kenti 1873’te birleşerek Bu­
ğüt de büyük ölçüde budanan ağaçlardan­ dapeşte adını aldı. Kentin içinde akan Tuna
dır. Irm ağı’nm ortasında Margit Adası vardır.
Bahçelerin çevresindeki çit bitkileri daha Buda Kalesi’nin bulunduğu tepede eskiden
çok büyümelerini önlemek ve güzel bir görü­ 860 odalı güzel bir saray ve M acar krallarının
nüm verm ek için budanır. Bu amaçla yılda bir taç giyme törenlerinin yapıldığı 700 yıllık bir
ya da iki kez mevsimlik genç sürgünlerin çoğu kilise vardı. Saray II. Dünya Savaşı sırasında
kesilerek kısaltılır. Budamayla bu bitkilere ağır zarar gördü. M odern Buda kenti tepeler
göze hoş gelen bir görünüm kazandırılabilir. üzerine kuruludur. Kentin çeşitli yerlerinde
Özellikle Eski Rom a ve Rönesans dönem le­ sıcak su kaynaklarının beslediği ılıcalar
rinde büyük bahçelerdeki çit bitkilerini ilginç vardır.
biçimlerde budamak çok yaygındı (bak. B A H ­ Buda tepesinden Tuna Irmağı, kahveleri,
ÇECİLİK ve B a h ç e M im a r l i ğ i ). otelleri ve ılıcalarıyla Margit Adası ve tüm
Budam a işleminde yalnızca dallar, yaprak­ kent görülebilir M etro ve köprüler iki eski
lar ve meyveler ayıklanmaz, kökler de buda- kenti birbirine bağlar.
nabilir. Köklerin budanması pek çok ağaçta, Buda kentinin karşı kıyısında rıhtım lar ve
özellikle meyve ağaçlarında görülen hızlı bü­ iskeleler, İngiliz Parlam entosu’nun bir benze­
yümeyi önler, meyve verimini artırır. Ağaçla­ ri olan Parlam ento Binası yer alır. Peşte’nin
rın gelişmesi yavaşlar, daha derli toplu ve merkezinde bir üniversite, M acar Ulusal M ü­
düzenli görünürler; gövdeleri de toprağa daha zesi ve opera binası vardır. Halkın büyük bir
sağlam tutunur. bölümü ırm aktan uzakta, kentin iç kesimle­
Budam a bitkinin canlanıp güzelleşmesine, rinde yaşar. Çelik, dokum a, un ve şeker
veriminin ve zararlılarla hastalıklara karşı fabrikaları, mavna ve röm orkör yapan tersa­
direncinin artm asına yardımcı olur. Am a ne türünden kuruluşlar kentin çevresinde yer
manolya gibi bazı bitkiler budam adan zarar alır.
görür. Bu bitkilerde budam adan ileri gelen 9. yüzyılda M acar kavimlerinin yerleştiği
yaralar kolay kolay kapanmaz. B uda, 13. yüzyılda Moğol akınlarından büyük
Bu yüzden, çapı 2,5 santimetreyi geçen zarar gören Peşteliler’e kaleye yerleşme izni
budam a yüzeyi su geçirmez bir boyayla ya da verdi. H er iki kent de 1526’da Mohaç Meydan
aşı macunuyla kapatılır. Çam ağaçlarını bu­ Savaşı sonunda Osm anlılar’ın eline geçti.
darken de tepe sürgününün kesilmemesine Buda ve Peşte, çevresiyle birlikte Budin
özen gösterilir. Çünkü tepe sürgünü kesilecek eyaleti adıyla, Osmanlı yönetim sistemine
BUDA VE BUDACILIK 37

T u n a Irm a ğ ı'n ın sağ


k ıy ıs ın d a k i B u d a ile so l
y a k a s ın d a k i P e ş te 'n in
b irle ş m e s in d e n
B u d a p e ş te k e n ti
d o ğ m u ş tu r.

ZEFA

uyacak biçimde yeniden örgütlendi. Osmanlı “B uda” özel bir ad değildir; “Aydınlanm ış”
egemenliği 145 yıl sürdü. D aha sonra Avus- ya da “Bilen” anlamına gelen bir lakaptır.
turya-M acaristan İm paratorluğu döneminde G autam a kabilesinden olan B uda’nın asıl adı
Peşte bir ticaret merkezi durum una geldi. Siddharta idi. Siddharta Kuzey H indistan’da
Buda ise 1783*te, II. Joseph zamanında yaşayan bir Hindu kabile şefinin oğluydu
M acaristan'ın yönetim merkezi oldu. İki ken­ ( b a k . H İ n d u l a r v e H in d u D în î).
tin birleşmesinden sonra Budapeşte hızlı bir Soylu bir kasttan gelen ve varlık içinde
gelişme dönemine girdi. Bir yanda yeni yapı­ büyüyen Siddharta’nın gençliğinde dış dünya
lar yükselirken, öbür yanda sanayi ve ti­ ile hiçbir ilişkisi olmadı. 29 yaşma geldiğinde
caret sürekli gelişti. Özellikle ırmağın Peşte yaşamını değiştirecek olan üç şeyle karşılaştı:
yakası çok büyüdü, bu kesimde pek çok Yaşlılıktan bitkin bir adam , korkunç bir
fabrika kuruldu. hastalığa, belki de cüzama yakalanmış biri ve
I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya ve bir ölü. Gördükleri onda, insanlara yardım et­
Macaristan bağımsız iki ülke olunca Budapeş­ mek ve yaşamın gerçek anlamını bulmak iste­
te M acaristan’ın başkenti oldu. II. Dünya ği doğurdu. Bu yüzden karısını ve yeni doğ­
Savaşı'nın sonlarına doğru M üttefik bom bar­ muş çocuğunu arkada bırakarak, insanların
dımanı B uda’nın eski ve güzel yapılarından acılarına çare bulmak için yola çıktı.
birçoğunu yerle bir etti. Almanlar 1945’te geri G autam a Siddharta önce Brahm an denen
çekilirken kentin tüm köprülerini havaya uçur­ iki Hindu rahibine danıştı, ama rahipler acı
dular. 1949’da savaş sonrasında kent, Macaris­ çekmeye ilişkin sorularını yanıtlayamadılar.
tan Halk Cumhuriyeti'nin başkenti oldu. A rdından bir Hindu ermişi gibi yaşamaya ça­
Budapeşte bugün O rta A vrupa’nın Berlin’ lıştı ve acıya karşı kayıtsızlaşabilmek için al­
den sonraki ikinci büyük kentidir. tı yıl çile çekti. Sonunda bunun saçma ve ya­
rarsız olduğuna inanarak, bir tür yabanıl
BUDA VE BUDACİLIK. Dünyamızda yakla­ incir ağacı olan Bo ağacının altına oturup
şık her beş kişiden biri İÖ 6. yüzyılda “Aydınlanm a”ya ulaşıncaya ve sorusunun
yaşamış olan B uda’nın öğretisini izler. yanıtını alıncaya kadar kalkmamaya
38 BUDA VE BUDACILIK

B irm a n y a 'd a k i d e v B u d a h e y k e lle ri. S a ğ a lt kö ş e d e k i in s a n la ra b a k a ra k h e y k e lle rin b o y u tu n u g ö z ü n ü z d e


c a n la n d ıra b ilirs in iz .

karar verdi. Günlerini ve gecelerini ağacın nın geri kalan günlerini oradan oraya geze­
altında düşünceye dalarak geçirdi. Sonunda, rek, bulduğu doğruları Hindistan halkına
İÖ yaklaşık 528 Mayıs’ında, dolunayda Ay- öğretm ekle geçirdi. Hindu kast sistemine
dınlanm a’ya eriştiğine inandı. (bak. K a s t ) önem vermeksizin, kendisini din­
G autam a’ya göre insanın acı çekmesinin leyen herkese öğretilerini aktardı. Yaşamın
nedeni arzudur, yani yaşamak ve birçok şeyi akışı içinde, olağan koşullarda Sekiz Aşamalı
elde etm ek isteğidir. Başkalarına yönelik Yol’u uygulamak çok zor olduğundan, B uda’
sevgi gibi güçlü duygular da acı çekmeye yol nın izleyicilerinin çoğu keşiş ve rahibe oldu.
açar. Bu düşünceyi geliştirerek D ört Soylu G autam a 80 yaşında öldü.
D oğru’yu ortaya koydu. Birinci Doğru, yaşa­ Bütün Budacılar acıdan kurtulmayı, dingin­
mın bütün doğal olaylarına, doğuma, hastalı­ liğe kavuşmayı, yani Nirvana’ya ulaşmayı
ğa, yaşlılığa ve ölüme acının eşlik ettiğidir. amaçlar. Budacılık’ın temel inançlarından bi­
İkinci D oğru, arzunun acıya yol açtığıdır. ri, her insanın geçmişte başka yaşamlar sürdü­
Üçüncü Doğru, acıyı yenmek için her tür ğü ve öldükten bir süre sonra yeniden doğaca­
arzudan ve bencillikten kurtulm ak gerektiği­ ğıdır. Böylece, insanın yaşamında başından
dir. D ördüncü Doğru bunun nasıl yapılacağı­ geçen olaylar, daha önceki yaşamında yaptık­
nı anlatır. G autam a’nın acıdan kurtulm ak için larının ödülü ya da cezası olarak açıklanır.
öğrettiği yöntem “Sekiz Aşamalı Yol” diye Kişinin geçmiş yaşamındaki eylemlerine K ar­
bilinir. İzlenmesi gereken sekiz doğru ilke man denir. İnsanlar iyi işler yaparak ve
vardır: Bunlar doğru inançlar, doğru amaçlar, yoğun düşünceye dalarak kötü K arm an’ı silip
doğru konuşm a, doğru davranış, geçimini Nirvana’ya ulaşabilirler.
doğru yoldan sağlama, doğru çaba, doğru B uda’nın en önemli öğretilerinden biri de
bilinç, doğru ve yoğun düşüncedir. canlı varlıkları öldürm enin yanlış olduğudur.
A rtık Buda adıyla anılan G autam a, yaşamı­ Çünkü Buda insanın yaşama çok düşük bir
BUDA VE BUDACILIK 39

düzeyden başladığına; başta, bazen böcek ya


da hayvan ve daha sonra insan olarak yüzler­
ce yaşam sürdüğüne inanırdı. Bu yüzden de
her türlü yaşam kutsaldı.
G autam a Buda bir tanrı ya da kurtarıcı
olma savında değildi; yalnızca insanlara izle­
meleri gereken doğru yolu gösteren bir öğret­
mendi. Bu nedenle Budacılar T a n riy a tap­
maz, insanların Nirvana’ya kendi çabalarıyla
ulaşabileceklerine inanırlar. Buda kişilere
akıllarını iyi ve doğru düşüncelere yöneltm e­
leri gerektiğini öğretti. Kişi hem duygularını
denetlemeyi öğrenebilir, hem de yanlış yap­
mayı reddederek iradesini geliştirebilirdi. Bu­
nu yapmaya hazır olanlar ve yapabilenler
gerçek mutluluğa ulaşabilirlerdi. Budacılar’ın
m anastır ve tapınaklarında B uda’nın genellik­
le bağdaş kurarak oturm uş büyük heykelleri
vardır. Budacılar B uda’nın heykeli önünde
tapınm ak ya da dua etm ek için değil, öğretisi­
ni ve kendilerine sunduğu örneği derinlem esi­
ne düşünmek için diz çökerler.
Bazı Budacılar’ın insanüstü bir varlık gibi
gördüğü B uda’ya ilişkin pek çok söylence
yaratılmıştır. Öğretileri Tipitaka’da ya da
Thailand Information Service
“Üçlü Sepet”te toplanmıştır. Tipitaka üç bö­
T a y la n d 'd a k i S e ra b u s i'd e B u d a 'n ın a ya k izin i
lümden oluşur. Birinci bölümde keşişler için b a rın d ıra n ku ts a l z iy a re t y e ri.
kurallar, ikinci bölümde B uda’nın din üstüne
konuşmaları ve üçüncü bölümde Budacı dü­
şünce biçimi ele alınır. armağanları koymak için dilenme çanağı de­
Budacı keşişler turuncuya yakın sarı safran nen taslar taşırlar.
renginde giysilerle yalınayak dolaşırlar. Baş­ Budacılık, G autam a’nın uzun yaşamı sıra­
larını tıraş eder, başka Budacılar’ın vereceği sında O rta H indistan’da büyük bir hızla yayıl­
dı. Yaklaşık İÖ 250’de, İm parator A şoka Bu­
James Davis Library
dacı oldu ve krallığını B uda’nın öğretisine gö­
re yönetmeye çalıştı. Bugünkü adı Sri Lanka
olan Seylan ve birçok başka ülkeye misyoner­
ler gönderdi. Budacılık Birmanya, Tayland,
Laos ve Kampuçya’da da benimsendi. Bugün
Sri Lanka halkının büyük çoğunluğu, Bir­
manya, Tayland, Laos ve Kampuçya’nın ise
hemen hemen tümü Budacı’dır.
Budacılık başka ülkelere de yayıldı, ama
çoğu yerde başka dinlerle karıştı. Örneğin
T ibet’te Lamacılık’tan etkilenirken (bak. L a ­
m a ) Çin’de Konfüçyüs’ün bazı düşünceleriyle
beslendi ve Japonya’da Şinto diniyle karıştı
(bak. KONFÜÇYÜS VE KONFÜÇYÜSÇÜLÜK; ŞİNTO D İ­
K u z e y T a y la n d 'd a , s a fra n re n g i g iy s ile r i iç in d e Nİ). Çin’de ve Japonya’da kendilerine Budacı
B u d a cı k e ş iş le r d u a e d iy o rla r. diyen milyonlarca kişi olmasına karşın, bu in­
40 BUENOS AİRES

sanların inancı G autam a’nın öğrettiği saf Bu- M artin Caddesi kentin en önemli iş m erkezi­
dacılık’tan uzaktır. dir. Trafiğe kapalı, dar bir sokak olan Florida
B uda’ya bir din öğretm eni olarak hâlâ Caddesi ise göz alıcı vitrinleriyle ünlüdür.
büyük saygı gösterilen H indistan’da az sayıda 1826’dan sonra kentte sokak ve caddeleri
Budacı kalmış olması şaşırtıcıdır. Burada genişletme çalışmaları başlamış, birbirini dik
Budacılık giderek Hindu dini içinde erimiştir. açıyla kesen caddeler açılmıştır. Bunlardân
9 Temmuz Bulvarı’nın (Avenida 9 de Julio)
BUENOS AİRES. Adı “güzel hava” anlamı­ genişliği 130 metreyi bulur.
na gelen Buenos Aires, Güney Am erika Önemli bir başka cadde de iki yanı ağaçlan­
ülkelerinden A rjantin’in başkenti ve en dırılmış Mayo B ulvaridır (Mayıs Bulvarı). Bu
önemli kültür, siyaset ve ticaret merkezidir. caddede hepsi aynı yükseklikte birçok kulüp,
Çevresiyle birlikte nüfusu 12.034.000 (1987) otel ve işyeri vardır. Bulvar, mimarisi ve
olan Buenos Aires Güney ve Kuzey Am erika genel havasıyla Paris’e benzetilmeye çalışıl­
kıtalarının en büyük kentlerinden biridir. mıştır. Bu bulvarın bir ucunda A rjantin Kong­
İspanyol sömürgeciler, bugün kentin bu­ re Sarayı, ya da parlam ento, öbür ucunda da
lunduğu yere ilk kez 1536’da geldiler. Ne var Mayo Alanı bulunur. Alanda A rjantin devlet
ki, yiyecek sıkıntısı çektikleri ve Y erliler’in başkanmm yönetim merkezi Casa Rosada
saldırılarından bezdikleri için bir süre sonra (Pem be Ev) ve ulusal kahram an Jose de San
bölgeden ayrıldılar. Kalıcı yerleşimin başladı­ M artm ’in gömülü olduğu eski İspanyol kated­
ğı 1580’e kadar buraya başka hiçbir sömürgeci rali vardır.
uğramadı. 1976-81 askeri yönetimi sırasında kaybolan
Buenos Aires A rjantin’in ana limanıdır ve binlerce gencin anneleri, oğullarının ve kızla­
ülkenin deniz ticaretinin üçte ikisini elinde rının resimlerini taşıyarak, onların bulunması
tutar. Kent aslında denizden 200 km içerde, için Mayo alanında sık sık gösteriler düzenle­
Rio de la Plata halicinde kuruludur. Doğal bir diler. İnsanlık suçu işleyen sorumluların m ah­
limanı olmadığı için buraya sonradan bir li­ keme önüne çıkarılmasında bu gösterilerin
man yapılmış, büyük gemilerin kolaylıkla gi­ büyük katkısı oldu.
rip çıkabilmesi için kanallar açılmıştır. Bue­ A rjantin’deki tüm demiryollarının son du­
nos Airesliler kendilerini “liman halkı” anla­ rağı olan Buenos A ires’te kent içi ulaşım
mında portenos diye adlandırırlar. m etro, otobüs, minibüs ve taksi gibi araçlarla
İşyerlerinin ve bankaların bulunduğu San sağlanır.
A rjantin’deki sanayi kuruluşlarının yarıdan
ZEFA çoğu Buenos A ires’tedir. Kıyıya yakın yerler­
de tahıl am barları, iç ve dış pazar için et hazır­
layan ve paketleyen işletm eler bulunur. Bü­
yük ve m odern fabrikalarda çim ento, kâğıt,
cam, ayakkabı ve giysi üretilir.
Bir eğitim ve sanat merkezi olan Buenos
A ires’te tanınmış bir üniversite ve çok sayıda
okul vardır. New York ve Londra dışında
dünyanın hiçbir başkentinde Buenos A ires’te­
ki kadar çok tiyatro yoktur. Ünlü Colön
Tiyatrosu’nda her yıl tiyatro mevsimi boyunca
operalar sahnelenir. Güzel parklar kentin
çekiciliğini artırır.

BUFFALO BILL (1846-1917). Gerçek adı


William Frederick Cody olan Buffalo Bili usta
9 T e m m u z B u lv a rı B u e n o s A ir e s 'in e n g e n iş bir avcıydı. A m erika Yerlileri’ne karşı yürü­
c a d d e s id ir v e k e n tin m e rk e z in d e n g e çe r. tülen savaşlardaki kılavuzluğu ile ün kazan­
BUĞDAY 41

mıştı. A B D ’de Iowa kentinde doğdu. 15 uygarlıklarının daha ilk dönem lerinde buğday
yaşındayken Pony Express denen atlı posta tarımının yapıldığı kesindir. A nadolu’daki
servisinde çalışmaya başladı. Pony Express, kazılarda ise 6.000 yıllık, hatta daha eski
M issouri’nin Saint Joseph kentinden Califor- buğday taneleri bulunmuştur.
nia’nın Sacram ento kentine uzanan 3.140 ki­ Bu değerli tarım bitkisi buğdaygiller (Gra-
lometrelik yol boyunca çalışan bir posta mineae) familyasının Triticum cinsini oluştu­
dağıtım servisiydi. H er sürücü, at değiştirerek rur. Aynı familyada yer alan öbür tahıllar ve
günde 120 km yol alıyordu. 1861’de A m eri­ otsu çayır bitkileri gibi buğdayın da boğumlu
kan İç Savaşı çıkınca Cody, Pony Express’teki ve genellikle içi oyuk, ince uzun bir gövdesi
işinden ayrıldı; iz sürücü ve kılavuz olarak (sapı) ve saçak kökleri vardır. Gövdenin
Kuzey ordusuna katıldı. boğum larından çıkan şerit biçimindeki ince
Cody’ye Buffalo Bili adı, Kansas-Pasifik uzun yaprakların dibi her boğumu bir km gibi
Demiryolu yapımında çalışanlara bir tür ya­ sarar. Buğdayın çiçekleri gövdenin ucunda
ban sığırı olan bizon eti sağlamayı üstlendiği başaklar halinde toplanmıştır. İki ile altı
1867’de verildi. 18 ay içinde tek başına kadar çiçek bir araya toplanarak başakçık
4.000’den çok bizon öldürdüğü söylenir. denen küm eleri, bu başakçıklar da bir sapın
1883’te Y erliler’in ve sığır çobanlarının katı­ iki yanında birer sıra halinde dizilerek başak­
lımıyla ilk Vahşi Batı G österisi’ni düzenledi. la rı oluşturur. H er başakçıktaki çiçeklerden
Bu ilginç ve heyecan verici gösteri A B D ’nin ikisi ya da üçü döllenerek olgun bir tohum a,
yanı sıra A vrupa’da da büyük ilgi uyandırdı. yani buğday tanesine dönüşür. Çiçeklerin
Buffalo Bill’in yaşamı ve serüvenleri ile çevresini saran ve kavuz denen km yaprakçık-
ilgili birçok kitap yazıldı. Ayrıca pek çok larının uçları uzayarak kılçık’lan oluşturur.
filme konu oldu. Kılçıklar buğdayın türüne göre uzun ya da
kısa olabilir. Buğday tanesi uzunca ve dolgun­
BUĞDAY, taneleri öğütülerek un elde edilen dur; tam ortasında da uzunlamasına derin bir
bütün tahıllar içinde en önemlisi ve en çok yarık bulunur. Taneleri beyaz, sarı, kırmızım­
tüketilenidir. Buğday tarımının başlangıcı o sı kahverengi, hatta kırmızı ve morumsu
kadar eskiçağlara dayanır ki bitkinin doğada­ renkte olan yüzlerce buğday çeşidi geliştiril­
ki ilk biçimi bilinmez bile. Babil ve Eski Mısır miştir. Bol karbonhidrat, ayrıca protein, yağ,

W’ *
-V ; •• ■

US Dept. o f Agriculture

Ü s tte solda: M a k a rn a lık s e rt


....
d u ru m b u ğ d a y ı. Ü s tte sağda:
E k m e k lik u n e ld e e d ile n kılçıksız .j s » ..'r.
v e y u m u ş a k y a z lık b u ğ d a y la r.
S ağ d a: B iç e rd ö v e rle rle b u ğ d a y
h a sa dı.
42 BUĞDAY

A ve B vitaminleri içeren bu taneler insanın H astalıklara ve zararlılara dirençli buğday


beslenmesinde çok büyük önem taşır. çeşitleri elde etm ek için, istenen nitelikleri
taşıyan iki buğday çeşidi, örneğin m antar
Buğdayın Yetiştiği Yerler hastalıklarına dayanıklı bir buğday ile sapı
Çok nemli tropik iklimler ile Kuzey ve Güney daha sağlam olan başka bir buğday çeşidi
Kutup bölgeleri dışında bugün dünyanın her arasında çapraz dölleme uygulanır. Bu çap­
yerinde buğday yetiştirilir. Am a buğday tarı­ razlanmış melezlerin tohum ları ekilir ve yeti­
mına en elverişli bölgeler kışların soğuk, şen buğdaylar arasından titiz bir seçmeyle
yazların ise bol güneşli ve oldukça kurak istenen nitelikte ürüne ulaşılabilir. Eskiden
geçtiği iklim kuşaklarıdır. 1984-85 verilerine buğday tarımı yapılamayan İsveç, Finlandiya
göre dünyadaki toplam buğday üretimi 514 ve Britanya A daları gibi oldukça soğuk iklimli
milyon tondan fazladır. Bu üretimde ilk sırala­ yörelerde yetişen buğday çeşitleri bu yöntem ­
rı SSCB, A B D , Çin, K anada, A rjantin, lerle üretilmiştir.
H indistan, Türkiye ve Pakistan alır.
Eski Yunanlılar ve Rom alılar da Mısır ve Değişik Nitelikte Buğday Çeşitleri
Babil’in izinden giderek buğday tarımına bü­ Buğdaydan elde edilecek unun özellikleri
yük önem verdiler. Oysa Avrupa’nın kuzeyin­ buğday tanelerinin niteliğine bağlıdır. Üstün
deki ülkelerde buğday ekiminin çavdar ve nitelikli buğday taneleri dolgun, zarı ince ve
arpanın yerini alması oldukça geç tarihlere pürüzsüz, besidokusu da protein açısından
rastlar. Sonraki yüzyıllarda pulluk, biçerdö­ zengin olmalıdır. Kırıldığında çakmaktaşı gibi
ver, biçerbağlar gibi tarım alet ve m akineleri­ sert bir kesit yüzeyi veren buğday tanelerinin
nin geliştirilmesiyle buğday tarımı alanları protein m iktarı, parm aklar arasında un gibi
genişlemiş, üretim artmıştır. ufalanabilen yumuşak tanelere oranla daha
Buğday üretim indeki artışın önemli etken­ fazladır. Bu özelliklerine göre buğdaylar sert
lerinden biri de belirli toprak ve iklim koşulla­ ve yumuşak buğday olarak ikiye ayrılır.
rında daha sağlıklı yetişen, verimi daha yük­ Bitki geliştirme uzmanlarının ve çiftçilerin
sek, hastalıklara ve zararlı böceklere daha bütün uğraşılarına karşın, buğday tanelerinin
dirençli buğday çeşitlerinin çaprazlam a yoluy­ niteliği temel olarak iklim koşullarına bağlı­
la üretilmesidir. Buğday bitkisi, m antarlardan dır. Dünyanın en sert taneli buğdayları en
ileri gelen ve tane verimini büyük ölçüde kurak ve en güneşli yerlerde, yumuşak buğday­
düşüren pas, külleme, sürme ya da rastık gibi lar ise daha yağışlı ve serince yörelerde
ekin hastalıklarına çok duyarlıdır. Ayrıca yetişir. Don mevsiminin erken başlaması ve
bam bul, süne ve kımıl gibi zararlı böcekler de ekinlerin yağışlı mevsimde biçilmesi buğday­
bitkinin köklerini, saplarım ve tanelerini ke­ ların tahıl niteliğini düşürebilir. İklim koşulla­
mirerek ekinlere büyük zarar verir. rına bağlı olarak bazı çeşitler ekim ve kasım
ZEFA aylarında (kışlık buğday), bazıları da şubat ve
m art aylarında (yazlık buğday) ekilir.
Bütün dünyada en çok ekilen buğday türle­
ri ekmeklik yumuşak buğday ( Triticum vulga-
re) ile irmik ve m akarna yapımında kullanılan
sert buğday ya da durum buğdayıdır ( Triticum
durum). Bu iki türü topbaş buğday, kaplıca
buğdayı, gernik, kavuzlu buğday ve Polonya
buğdayı izler. Bütün türler ve çeşitler tanenin
dolgunluk, renk, sertlik ve olgunlaşma zam a­
nı gibi özelliklerine göre daha ayrıntılı biçim­
de sınıflandırılarak yeniden derecelendirilir.
Bu sınıflandırma ve derecelendirm eler devlet
V e r im li b u ğ d a y k u ş a ğ ın d a y e r a la n A B D 'n in gözetimi altında olduğu için, dünyanın öbür
b a tıs ın d a d a ğ g ib i y ığ ılm ış b u ğ d a y ta n e le ri. ucundaki bir alıcı istediği nitelikteki buğdayı
BUĞDAYGİLLER 43

yerine gidip görmeye gerek kalm adan satın Bu kök yapısı topraktaki besin m addelerinin
alabilir. emilmesini çok kolaylaştırır. H em en hepsinin
Buğdaydan elde edilen unun büyük bölümü gövdeleri boğumlu, içleri de oyuktur. Genel­
ekm ek yapımında kullanılır. Ekm ek, pasta ve likle ince uzun ve çok yalın görünümlü olan
kurabiye unu ile nişasta üretimine en uygunu yapraklar gövdede almaşık olarak dizilidir; ya­
yumuşak buğdaydır. Durum buğdayının ni gövdenin bir yanında bir yaprak, öbür yanın­
unundan ise genellikle m akarna yapımında da belirli bir arayla ikinci bir yaprak yer alır.
kullanılan irmik elde edilir. Kaynatılıp güneş­ Birkaç bam bu türü dışında yapraklar sapsız­
te kurutulm uş ve kabuğu çıkarılmış buğday dır ve yaprağın dibi gövdeyi bir km gibi sarar.
tanelerinin kırılmasıyla elde edilen bulgur Dolayısıyla buğdaygillerin yaprakları bir yan­
özellikle Türkiye’de çok tüketilen bir yiyecek­ dan dipteki bu km bölüm ü, öte yandan yeşil
tir. Besin değeri daha düşük olan buğdaylar ve ince uzun şerit biçimindeki “yaprak ayası”
ve kırm a denen öğütme artıklan da evcil olmak üzere iki bölümden oluşur. Bu iki
hayvanlara yem olarak verilir. bölümün birleştiği yerde “dilcik” denen kü­
Buğday Türkiye’de yalnız tahıl ekiminin çük bir çıkıntı bulunur. Bazı buğdaygillerde
değil, bütün tarımsal üretim in tem el direğidir. yaprağın km bölümünün dibi genişleyerek
Buğday tarımının yarıya yakını İç A nadolu gövdeyi saran bir “kulakçık” oluşturur. Dil­
Bölgesi’nde yapılır; bu üretim de en büyük ciklerin biçimi, kulakçıkların bulunup bulun­
pay “Türkiye’nin tahıl am ban” diye anılan maması buğdaygillerin tanınması açısından
Konya ilinindir. Konya’yı A nkara, A dana, önemlidir.
Yozgat ve Tekirdağ izler. Buğday ekimi Buğdaygiller çiçekli bitkilerdir. Tohum lar
yapılan 9 milyon hektarlık alandan alman gelişinceye kadar genellikle yeşil olan bu
ürün 15-20 milyon ton arasındadır. Bu üreti­ küçük çiçekler, tohum lar olgunlaştığı zaman
min büyük bölümü yurt içinde tüketilir; yılda sararır ya da esmerleşir. Bürgü (brakte)
300 bin ton dolayında buğday da dış ülkelere denen bir çift yapraksı yapıyla sarılı olan iki
satılır. ya da altı kadar çiçek bir araya küm elenerek
Ayrıca bak. BUĞDAYGİLLER; EKMEK; Tahil . başakçıklar oluşturur. Buğday, arpa ve delice
gibi türlerde çiçekler düz başak biçiminde,
BUĞDAYGİLLER yalnızca buğday, arpa, yulafta ise piram it biçimindedir. Buğdaygille­
çavdar, yulaf, darı, mısır ve pirinç gibi tahılla­ rin çiçekleri de yaprakları gibi almaşık dizili­
rı, şekerkamışı ve bambu gibi tropik bitkileri dir. H er çiçek, “kavuz” denen ve olgunlaştı­
değil, çayırlardaki otları ve bahçe çimlerini de ğında tohum u saracak olan iki dış yaprakçığın
içeren çok kalabalık bir bitki ailesidir. Ekono­ içinde bulunur. Bazı türlerde, özellikle arpa
mik açıdan büyük önem taşıyan bu familyanın ve sert buğdayda bu kavuzların “kılçık” de­
bütün dünyadaki toplam tür sayısı 6-10 bin nen tel gibi uzantıları vardır.
kadardır. Bunlardan bazıları çok kurak top­ H er çiçekte genellikle üç erkekorgan ile bir
raklarda, bir bölümü bataklıklarda, bazıları tohumtaslağı, her tohumtaslağında da üç tane
da kutup bölgelerinde ve yüksek dağların tüysü tepecik bulunur (bak. ÇİÇEK). Erkekor-
karla kaplı doruklarında bile yaşar. Güney ganlar ince uzun saplı olduğundan çiçek
A m erika’daki pam palar ve SSCB’deki boz­ açıldığı zaman dışarı sarkar ve olgunlaşan
kırlar (stepler) gibi kendine özgü koşulları çiçektozlarını en hafif bir rüzgârda bile çevre­
olan alanlarda bile bitki örtüsünün büyük ye saçabilir. Buğdaygillerde tozlaşma ve döl­
bölümünü buğdaygiller oluşturur (bak. BOZ­ lenme böcekler aracılığıyla değil rüzgâr yardı­
KIR; ÇAYIR; PAMPA; SAVAN). mıyla olur. Bu yüzden erkekorganlar çok
fazla m iktarda çiçektozu üretir.
Buğdaygillerin Özellikleri Çiçektozları aynı türden başka bir bitkinin
Buğdaygillerin birçok ortak özelliği vardır. tüysü tepeciğinin ucuna konduğunda tohum ­
Hepsi saçak köklüdür; yani kök telcikleri taslağı döllenir ve tohum a dönüşmeye başlar
gevşek toprağı sıkıca kavrayacak biçimde, (bak. Tozlaşma). Buğdaygillerin pek çoğu
hemen hemen aynı uzunlukta ve kalınlıktadır. çapraz döllenmeyle çoğalır. Yani bir bitkinin
44 BUHAR KAZANI

B u ğ d a y g ille rd e n bazı y e m v e ç a y ır b itk ile r i. 1: D o m u z a y rığ ı; 2 : K e lp k u y ru ğ u ; 3: S a lk ım o tu ; 4: K u m o tu


(h e m e n ü s tü n d e b ü y ü tü lm ü ş b a şa ğı g ö r ü lü y o r ) ; 5: A y rık o tu .

çiçektozları kendi tohumtaslağını dölleyemez; nılır. Ayrıkçimi (Agrostis) ise daha çok nemli
döllenmenin gerçekleşebilmesi için çiçektoz­ ya da verimsiz topraklara ekilir.
larının aynı gruptan bir başka bitkiye ulaşması Tropik bölgelerde, özellikle Pasifik Ada-
gerekir. ları’nda yaşayan Yerliler buğdaygillerin sap­
larından geleneksel giysiler yaparlar. Bazı yö­
Buğdaygillerin Önemli Türleri relerde ise bu bitkilerin saplarından halat,
Tahıllarıyla insan beslenmesinde çok büyük hasır ve sepet örülür. Saçak kökleriyle gev­
önem taşıyan buğdaygillerin birçok türü de şek toprakları tutan buğdaygillerin otsu tür­
çiftlik hayvanları için değerli yem bitkileridir. leri de, A frika’daki Sahel bölgesinde olduğu
Özellikle brom (Bromus), yumak (Festuca), gibi çölün genişlemekte olduğu yörelerde ve
ayrıkotu (.Agropyron), kelpkuyruğu (Phleum), bitki örtüsünün rüzgârlarla taşındığı kum ul­
domuzayrığı (Dactylis) ve salkımotu (Poa) ot­ larda kumların ilerlemesini önlemek için
lak bitkileri olarak dünyanın hem en her ye­ ekilir.
rinde yetiştirilir. Yalnız toprağın altında hızla Ayrıca bak. ARPA; BAMBU; BUĞDAY; ÇAVDAR;
yayılan kökleriyle çok arsız ve temizlenmesi DARI; MlSIR; PİRİNÇ; YULAF.
güç bir bitki olan ayrıkotu tahıl tarlalarının
istenmeyen konuğudur. Çayırlarda kendili­ BUHAR KAZANI. İçinde herhangi bir sıvı
ğinden yetişen delice (Lolium temulentum) kaynatılarak buhar elde edilen aygıtlara bu­
bitkisi de hayvanlarda zehirlenm elere yol har kazanı denir; ama bu ad daha çok, sudan
açar. İngiliz çimi (Lolium perenne) ile İtalyan buhar elde etmeye yarayan aygıtlar için kulla­
çimi (Lolium m ultiflorum) park, bahçe ve nılır.
spor alanlarının çimlendirilmesinde çok kulla­ Eğer kapalı bir kaba biraz su konur ve
BUHAR KAZAN! 45

ısıtılırsa bir süre sonra su kaynar ve buharlaş­ olan James W att, buhardan daha iyi yararlan­
maya başlar. Bu buhar sudan ayrılarak kabın m ak için yüksek basınçlı buhar kullanmanın
içinde, su düzeyinin üstündeki boşlukta topla­ yararını görmüş ve 4 atm osfer (normal atm os­
nır. Su buharı, suyun sıvı haldeyken kapladığı fer basıncının 4 katı) basınçlı bir kazan
hacimden çok daha büyük bir hacme yayılır. yapmaya çalışmıştı. A m a 1860’lara gelinceye
Serbestçe yayılabildiği zaman, sıvı haldeyken kadar, yapım yöntemlerinin yetersizliği nede­
kapladığı hacmin yaklaşık 1.700 katı kadar bir niyle 3 atmosferin üzerine pek çıkılamadı. Ö r­
hacmi kaplar. neğin 1840’ta Britannia yolcu gemisinde ka­
A m a kapalı kaplar böylesine bir genleşme­ zan basıncı yalnızca 0,6 atmosferdi. 1900’e ge­
ye olanak vermez ve genleşmek isteyen gaz lindiğinde belli kazan tiplerinde basınç 20 at­
kabın çeperlerine basınç yapar. Su düzeyinin mosfere kadar çıkabiliyordu. Günüm üzde ise
üstündeki boşlukta ne kadar çok buhar topla­ Queen Elizabeth 2 gemisinin kazan basıncı 59
nırsa, buharın kazan çeperlerine ve kazandaki atm osferdir. Sanayide 100 atmosferin üzerin­
su üzerine yaptığı basınç da o kadar artar. de basınçlı buhar kazanları kullanılm aktadır,
Kazan içindeki basınç yükseldikçe suyun kay­ ama basıncı 40 ile 50 atm osfer arasında olan
nama sıcaklığı da yükselir ve suyun kaynam a­ kazanlar daha yaygındır.
yı sürdürmesi için su sıcaklığını 100°C’nin B uhar kazanı, ocak ve su bölmesi olmak
üzerine çıkarmak gerekir. üzere iki ana parçadan oluşur. Ocaktan çıkan
Buhar kazanının güvenli olarak dayanabile­ sıcak gazlar ya suyla çevrili alev borularının
ceği belli bir basınç düzeyi vardır; kazan içinden ya da içleri suyla dolu boruların
basıncının bu düzeyi aşmamasına dikkat et­ çevresinden geçer. Alev borulu kazanlar de­
mek gerekir. Kazandaki basıncın güvenlik nen birinci tür kazanlar daha düşük basınçlı
sınırını aşmaması için, bütün buhar kazanla­ buhar elde etm ek için kullanılan büyük su
rında, basınç belirli bir düzeyi geçince fazla hacimli kazanlardır. Yüksek basınçlı buhar
buharı dışarı veren bir emniyet supabı bu­ elde etm ek için kullanılan ve suyun borular­
lunur, dan geçerken ısındığı kazanlara da su borulu
İlk buhar kazanlarında basınç ender olarak buhar kazanları denir. Alev borulu kazanlar­
atm osfer basıncının (deniz düzeyindeki hava da, ısıtılacak olan su çok olduğu için ısıtmanın
basıncının) 1,7 katını geçerdi. Genellikle ka­ başlangıcı ile buharın elde edilmesi arasındaki
zan basıncını göstermek için, kazan basıncının süre uzundur. Boru çaplan ancak 5 cm kadar
normal hava basıncıyla farkını belirten göster­ olan ve ısınacak su m iktarının çok daha az
ge basıncı kullanılır. olduğu su borulu kazanlarda ise buhar daha
Buhar makinesinin İngiltere’deki öncüsü çabuk elde edilir.

E M N İY E T S U PABI
E M N İY E T SU PABI BUHAR ÇIKIŞI B U H A R ÇIKIŞI
B U H A R DEPOSU

BACA

SU BORULU KAZAN
ALEV BORULU KAZAN
SU BO RU LAR I
A le v b o ru lu b u h a r k a z a n ın d a (ü s tte ) b ü y ü k b ir
d e p o d a k i su ıs ıtılır. Su b o ru lu b u h a r k a za n ın d a ise su deposu O CAK

(sa ğ d a ) o c a k ta n çıka n sıca k g a z la r iç in d e n su akan


b o ru la rın ç e v re s in d e d o la ş ır.
46 BUHARLAŞMA

Buharın daha da çabuk elde edildiği ani sıvıdan ayrılıp havaya karışır ve varlığını buhar
buharlaşmalı özel kazanlarda kazanın su ka­ molekülleri olarak sürdürür.
pasitesi yok denecek kadar azdır. Bir pom pa Sıcaklık buharlaşm a hızını etkiler. M ole­
kazan borularını suyla beslerken, buharlaş­ küllerin hareketinin hızı sıvının sıcaklığına
mayı daha da hızlandırmak için, oluşan buhar bağlıdır. Sıcaklık arttıkça m oleküllerin hare­
hem en borulardan çekilir. keti hızlanır ve m oleküllerin bağlanma kuvve­
B uhar kazanlarına gerekli enerjiyi sağla­ tini yenerek havaya karışmaları kolaylaşır.
m ak için çeşitli yakıtlar kullanılır; ama en Sıvının havayla temas ettiği yüzeyin büyüklü­
yaygın olarak kullanılan yakıtlar kömür, mazot ğü de buharlaşma hızını etkiler. Biri geniş,
ve doğal gazdır. Büyük enerji santralların- öteki dar ağızlı iki kaba aynı m iktarda su
da, köm ür m ekanik taşıyıcıyla ocak girişinde­ koyar ve buharlaşm aya bırakırsak, geniş ağız­
ki hareketli bir ızgara üzerine yığılır. H are­ lı kaptaki suyun daha önce buharlaşıp bittiğini
ketli ızgara üzerinde ocağa giren köm ür oca­ görürüz. Deniz suyu da sürekli olarak buhar­
ğın çıkışma ulaşıncaya kadar geçen süre için­ laşır. Bu buharı taşıyan nemli hava rüzgâr
de tümüyle yanar ve külleri ocak çıkışındaki etkisiyle karaların üzerine gelir; yeniden suya
çukura dökülür. dönüşen buhar ise yağmur olarak yere iner
Başka bir yöntem köm ürü toz haline getirip (bak. BULUT; Y a ğ m u r ) . Havadaki su buharının
basınçlı havayla ocak içine püskürtm ektir. çok ya da az olması da buharlaşmayı etkiler.
Mazot kullanıldığı zaman da, kolayca tutuşma­ Havasında çok su buharı bulunan bir ortam da
sı için yakıt havayla karıştırılarak ocak içine buharlaşm a az olur. Taşıyabileceği kadar su
püskürtülür. buharı almış olan havaya doym uş hava denir.
B uhar türbinlerinde (bak. T Ü R B İN ) bir ener­ Doymuş havada buharlaşm a olmaz. Bir hava­
ji kaynağı olarak kullanılan buhar, enerjiyi ısı da bulunan su buharı m iktarının doymuş
biçiminde aktaran bir araç olarak da kullanı­ havadaki su buharına oranına bağıl nem
lır. Bu yüzden buhar kazanlarının sanayide denir. Bağıl nemi 0 olan hava tam kuru hava,
çok çeşitli kullanım alanları vardır. Bazen, bağıl nemi 100 olan hava da doymuş havadır
üretim in belirli aşamasında ortaya çıkan fazla (bak. N e m ) .
ısı artık ısı kazanlarında buhar üretm ek için Benzin ve metil alkol gibi sıvılar çabuk
kullanılır. buharlaşır; çünkü molekülleri arasındaki bağ-
Nükleer enerji santrallarında türbinleri
döndürm ek için gerekli buharın nasıl üretildi­
ği N Ü K L E E R E N E R Jİ maddesinde anlatıl­
m aktadır.

BUHARLAŞMA. Yıkanan giysiler asılarak


kurum aya bırakrlır; yağmur dindikten bir süre
sonra yerdeki su birikintileri ortadan kaybo­
lur; kurak zam anlarda bahçedeki toprağın
kupkuru olduğunu görürüz. B ütün bu gibi
olaylarda, ortadan kaybolan su buharlaş­
mıştır.
Buharlaşan su ya da başka bir sıvı gözle
görülemeyen bir gaza, buhara dönüşür. Bir
sıvıyı oluşturan türdeş m oleküller birbirlerini
bağlanma kuvveti (kohezyon) adı verilen bir
kuvvetle çeker. Am a m oleküller aynı zam an­
da sürekli bir hareket içindedir ve bu hareket O da s ıc a k lığ ın d a , su m o le k ü lle r i b ir b ir le r in e y a k ın d ır
nedeniyle sürekli olarak birbiriyle çarpışır. v e d a h a y a v a ş h a re k e t e d e r. Su ıs ıtıld ığ ın d a
m o le k ü lle r in h a re k e ti h ız la n ır, m o le k ü lle r b ir b irin d e n
Sıvının yüzeyinde hızla hareket eden bazı u z a k la ş ır ve k o la y lık la b ir b ir in d e n k o p u p a y rılır. O
m oleküller bağlanma kuvvetinden kurtularak z a m a n b u h a rla ş m a da hızlı o lu r.
BUHAR MAKİNESİ 47

bir kapta oluşan buhar genleşmesi için gerekli


olan yeri bulamayınca içinde olduğu kabın
çeperlerine bir basınç yapar (bak. B u h a r
K a z a n i ) . Buharın bu özelliğinden yararlanıla­
rak yapılan ve buhar kullanarak ısı enerjisin­
den m ekanik iş üreten m akinelere buhar
makinesi denir.
B uhar makinelerinin başlıca iki türü vardır:
Pistonlu buhar makineleri ve buhar türbinle­
ri. Pistonlu buhar m akinesinde buhar bir
silindir içine yerleştirilmiş olan pistonu ileri
geri hareket ettirir. B uhar türbininde ise, bir
ana mil üzerine oturtulm uş, çevresinde kanat­
lar olan bir tam bur vardır. Bu kanatlar
üzerine püskürtülen basınçlı buhar tam buru
döndürür. İlk buhar türbinini M ısır’da, İsken­
deriyeli H eron tasarladı. A m a, yaklaşık 2.000
ZEFA yıl önce yaşamış bir Yunanlı olan H eron’un
F ra n s a k ıy ıla rın d a k i b u tu z la d a A tla s O k y a n u s u 'n d a n makinesinin yalnızca bir oyuncak olarak kul­
a lın a n d e n iz s u y u b u h a rla ş tırıla r a k re s im d e g ö rü le n lanıldığı anlaşılıyor. (Buhar türbinleri T Ü R ­
b ü y ü k tu z y ığ ın la rı e ld e edilir.
BİN m addesinde anlatılmıştır.)
1698’de İngiliz mühendisi Thom as Savery
lanma kuvveti sudakinden çok daha azdır. buharla çalışan ve m adenlerdeki yeraltı sula­
Kolay buharlaşan bu tür sıvılara uçucu sıvılar rını dışarı pom palayan bir m akine yaptı.
denir. “Yangın tulum bası” denen bu m akine, soğu­
Buharlaşm anın serinletici bir etkisi vardır. duğu zaman yoğunlaşan buharın hacminin
Islattığınız parmağınıza üflerseniz parm ağı­ küçülmesi olgusuna dayanıyordu. Savery’nin
nızda bir serinlik duyarsınız. Islak mayo ve makinesinde buhar yum urta biçiminde bir
giysilerin vücuda bir serinlik verdiğini biliriz. kaba almıyor, buhar giriş musluğu kapatıldık­
Bu serinlem e, su moleküllerinin buharlaşıp tan sonra, kabın dış yüzeyine püskürtülen
giderken bulundukları ortam dan ısı alıp gö­ soğuk suyla soğutuluyordu. Soğuyan buhar
türm elerinden kaynaklanır. Bu ısıya buhar­ yoğunlaşıp hacmi küçülünce ortaya çıkan
laşma ısısı denir. Buharlaşm anın serinletici boşluk kap içinde bir vakum oluşturuyor
etkisinden günlük yaşamda da yararlanılır. (bak. V a k u m ) ve m adenden dışarı atılm ak
Eskiden içme suyunu serin tutm ak için göze­ istenen su, hava basıncının etkisiyle, kaba
nekli testiler kullanılırdı. Testinin gözenekle­ bağlı bir borudan bu boşluğa doluyordu.
rinden sızarak buharlaşan suyun birlikte gö­ Suyun geldiği borunun musluğu kapatıldıktan
türdüğü ısı nedeniyle testide kalan su serin sonra buhar giriş musluğundan kaba yeniden
olurdu. Buzdolaplarm da da buharlaşmanın buhar veriliyor, kap içindeki su gelen buhann
soğutucu etkisinden yararlanılır (bak. S o ğ u t ­ basıncıyla, bu kez bir başka borudan m aden
m a ) . Canlıların terlemesi de fazla ısınan vücu­ ocağının dışına atılıyordu (bak. M u s l u k , V a n a
du serinletmeye yarar. Buharlaşan ter deriden ve S u p a p ).
ısı alarak vücudu serinletir. Buharlaşmanın
tersi olan olaya, yani buharın sıvı ya da katı Nevvcomen'in Makinesi
hale geçmesine ise yoğunlaşma denir (bak. Savery’nin makinesinin verimi düşüktü, çok
Y o ğ u n la şm a ). fazla buhar boşa gidiyordu. 1690’da Fransız
Deniş Papin farklı bir buhar makinesi tasarla­
BUHAR MAKİNESİ. Kapalı kapta kaynayan mıştı. İngiliz Thomas Nevvcomen onun tasarı­
suyun buharının kabın kapağını yukarıya doğ­ sını geliştirdi. Nevvcomen’in 1705’te yaptığı
ru ittiğini hepimiz biliriz. Çünkü kapalı m akinede, kazandan gelen buhar düşey bir
48 BUHAR MAKİNESİ

E skid e n y o l
s ilin d ir le r in d e b u h a r
m a k in e le ri k u lla n ılırd ı.
R e s im d e 1 8 6 0 'la rd a
İn g ilte re 'n in L iv e rp o o l
k e n ti c a d d e le rin d e
k u lla n ıla n y o l s ilin d ir i
g ö rü lü y o r .

Mary Evans Picture Library

silindir içinde bulunan pistonun altındaki bir Newcomen buhar makinesini onarırken,
boşluğa almıyor, sonra silindirin içine soğuk pistonun her gidiş gelişinde silindirin ısıtılıp
su fışkırtılarak buhar yoğunlaştırılıyor, pisto­ soğutulmasının yol açtığı enerji kaybını ön­
nun altındaki bölümün basıncı düşürülüyor­ leyebileceğini düşündü. Bu kaybı önlemek
du. Bu durum da atm osfer basıncı, daha önce için en iyi yol, içinde buhar bulunan silindiri
buharın etkisiyle yukarı doğru hareket etmiş sürekli olarak sıcak tutm ak ve sürekli olarak
olan pistonu yeniden aşağıya itiyordu. Piston soğuk olacak ayrı bir bölümde buharı yoğun­
aşağı inince silindirin üst bölümüne dolan su, laştırmaktı. Buharın yoğunlaştırıldığı bu bö­
pistonun yeniden yukarı çıkmasıyla başka bir lüm (yoğunlaştırıcı) sürekli olarak suyla soğu-
borudan dışarı atılıyordu. Suyun geldiği ve tulacaktı. İçinde buhar bulunacak silindir ise,
gittiği borulardaki vanalar sırayla açılıp kapa­ soğumaması için, içinde gene buhar bulunan
narak suyun geldiği yöne geri gitmesi engelle­ ikinci bir silindir içine yerleştirilecekti.
niyordu. Newcomen’in makinesi 1720’den W att’ın bu buhar makinesinde, buhar kaza­
1800’e kadar m adenlerde yaygın olarak kulla­ nından gelen buhar bir vanadan geçerek
nıldı; ama çok fazla buhar boşa gidiyor, çok silindire üstten giriyordu. Silindirin üst ve alt
köm ür tüketiliyordu. bölümlerini birleştiren bir boru üzerinde den­
Hem Savery’nin,hem de Newcomen’in m a­ ge vanası denen ikinci bir vana vardı. Bu vana
kineleri yavaş çalışıyor ve bir işçinin sürekli silindirin üst ve alt bölümleri arasında buhar
olarak vanaları açıp kapaması gerekiyordu. geçişini denetliyordu. Silindirin alt bölümünü
Vana açıp kapam akta çalıştırılan çocuk işçi­ yoğunlaştırıcıya bağlayan boru üzerindeki
lerden Hüm phrey Potter, gidip rahatça oyna­ üçüncü vana egzoz vanasıydı. Üç vana da açık
yabilmek için, vanaları pistonun hareketiyle durum da ve piston silindirin üst bölümündey-
açıp kapayan bir düzenek geliştirdi. Piston ken, buhar kazanından silindire buhar verili­
koluna bağlanan ipler ve sürgülerden oluşan yor, daha sonra denge vanası kapatılıp yoğun­
bu düzenek daha sonra basitleştirilerek bütün laştırıcı soğutuluyordu. Yoğunlaştırıcıdaki
buhar m akinelerinde kullanıldı. buharın yoğunlaşmasıyla oluşan boşluğa silin­
dirin alt bölüm ünden buhar gitmesi sonucun­
James VVatt'ın Makineleri da, silindirin pistonun altında kalan bölüm ün­
1763’te, İskoçya’nın Glasgow kentinde James deki basınç azalıyor, piston üzerindeki bu­
W att adlı bir alet yapımcısı (bak. WATT, JAMES) har basıncının etkisiyle aşağı doğru iniyordu.
BUHAR MAKİNESİ 49

D aha sonra buhar vanası ve egzoz vanası Sonraki Buhar Makineleri


kapatılıp denge vanası açılıyor, böylece üs­ Yoğunlaştırıcısız buhar m akinelerinde olduk­
tündeki ve altındaki basınç eşitlenerek pisto­ ça yüksek bir basınca gerek vardır. İlk zam an­
nun eski konum una geri dönmesi sağlanıyor­ lar kullanılan çaydanlık biçimindeki buhar
du. Sonra makineye yeniden buhar verilerek kazanları yüksek basınca dayanabilecek güçte
aynı süreç yineleniyordu. Sisteme eklenmiş değildi. 1800 dolaylarında İngiltere’de Ric-
olan bir hava pompası da yoğunlaştırıcıda hard Trevithick, A B D ’de de Oliver Evans
biriken suyu ve içeri sızan havayı dışarı daha yüksek basınçlı buharla çalışan m akine­
atıyordu. ler geliştirdiler. H er ikisi de yüksek basınçlı
W att 1781’de, pistonun ileri geri gidip buharı “Cornwall tipi kazan” olarak adlandı­
gelme hareketini, pom palar dışında kalan rılan silindir biçimindeki buhar kazanlarında
çoğu m akine için gerekli olan dönme hareke­ elde ettiler. Bu kazanlarda, ocaktan çıkan
tine dönüştüren çeşitli yöntem ler uyguladı. alevler su deposunun ortasında uzanan tek bir
Bu yöntem lerin en basiti, bisikletlerde de alev borusundan geçiyordu (bak. B u h a r K a -
uygulanan ve binicinin dizlerinin aşağı yukarı Z A N l).
inip çıkma hareketini dönm e hareketine dö­ Bu yoğunlaştırıcısız m akinelerde, silindirde
nüştüren krank düzenidir. W att, m akinenin kullanılan buhar daha sonra egzoz buharı
hızını denetim altında tutm ak için, fırıldak olarak dışarı çıkıp havaya karışırdı. Bunun
gibi dönen bir regülatör (düzenleyici) kullan­ çıkardığı gürültüyü önlemek için, George
dı. Regülatörün bir mil çevresinde dönen Stephenson yaptığı lokomotifte egzoz buharı­
kolları m akinenin hızı arttıkça dışa doğru nı huni biçimindeki bacadan dışarı verdi.
savrularak açılıyor ve bu açılma buhar giriş Bunu yaparak ocaktan geçen havayı ve ateşin
vanasının kısılmasını sağlıyordu. M akine ya­ sıcaklığını da büyük ölçüde artırmış oldu
vaşladığı zaman da bunun tersi oluyordu. (bak. S t e p h e n s o n , G e o r g e v e R o b e r t ) . G em i­
W att’ın makineleri Newcomen’inkilere göre lerde kullanılan buhar m akinelerinde yoğun­
bir ilerlemeydi; çünkü W att’ın m akinelerinde laştırıcı bulunmasının nedeni yalnızca daha az
enerji kaybı çok daha azdı. 1800’lerde New- yakıt kullanmak değildir. Bu m akinelerde
comen m akinelerini kullanmanın çok pahalı yoğunlaşma sonucu oluşan su kazana geri
bulunduğu Cornwall kalay m adenlerinde, su gönderilerek yeniden buhar üretm ek için
pom palama işinde W att’ın 40 kadar makinesi kullanılır. Ayrıca, kullanılmış suyun m etalleri
kullanılm aktaydı. çürütücü etkisi taze suya göre daha azdır.
The Bettmann Archive; James Press

S o ld a : T h o m a s N e v v c o m e n 'in b u h a r m a k in e li h a n ta l su p o m p a s ı y a v a ş ç a lış ıy o rd u v e e n e rji ka yb ı ç o k tu .


S ağ d a: J a m e s V V att'ın y a p tığ ı b u h a rlı su p o m p a s ın ın v o la n ı, kra n kı v e b u h a r r e g ü la tö rü v a rd ı ve v e r im i ç o k
d a h a y ü k s e k ti.
50 BUHAR MAKİNESİ

Hulton Picture Library


1 8 5 0 'le rd e ç iz ilm iş o la n b u re s im , G e o rg e S te p h e n s o n 'u n " R o c k e t" a d lı lo k o m o tifi ö rn e k a lın a ra k y a p ılm ış
b ir b u h a rlı lo k o m o tifi g ö s te riy o r.

W att buhar m akinesinde iki önemli gelişme tirilebilecek ya da gerekirse makineyi ters
daha gerçekleştirmiştir. Bunlardan birincisi yönde çalıştırabilecek biçimde yapılmıştı.
çift etki ilkesinin uygulanmasıdır. Buna göre, Buhardan daha fazla yararlanabilm ek için,
buhar önce pistonun bir tarafına sonra da silindirden çıkan egzoz buharı başka bir silin­
öteki tarafına alınarak, piston her iki yönde dire alınarak kullanılabilir. Aynı mile bağlı
de buhar gücüyle itiliyordu. İkinci gelişme birden çok silindirden oluşan bu tür m akine­
buharın genleşmesinden yararlanılmasıydı. lere bileşik buhar makineleri denir. Bütün
Piston silindir içindeki hareketini tam am la­ pistonların aynı güçle itilebilmesi için, buha­
m adan buhar girişi kesiliyor ve piston geri rın sonradan gittiği ve daha düşük basınçlı
kalan yolu silindir içindeki buharın genleş­ buharla çalışan silindirin çapı öncekinden
mesinden kaynaklanan itm e gücüyle alıyordu. büyüktür. Gem ilerde kullanılan pistonlu bu­
Böylece çok daha az buhar ve dolayısıyla har m akinelerinin hem en hem en tüm ü, her
daha az yakıt kullanılıyordu. Birçok buhar birinin çapı bir öncekinden büyük olan üç ya
m akinesinde, örneğin lokom otiflerde, değişik da dört silindirden oluşmuş bileşik buhar
koşullara göre silindire giden buharı değişik m akineleridir.
zam anlarda kesme olanağı veren ayarlanabilir B uhar makinesi iş görmek için gerekli
vana düzenekleri vardır. enerjiyi kazanında yanan yakıttan alır. Yakı­
W att’ın yardımcısı olan William M urdock tın enerjisi doğrudan doğruya pistonları hare­
adlı bir İskoç 1799’da, silindir giriş ve çıkışın­ ket ettirm ez. Önce suyu buharlaştırır ve bu
da buhar akışını tek bir vanayla denetim buhar aracılığıyla pistonları hareket ettirir.
altında tutabilecek bir düzenek yaptı. Bu Yakıtın yanması ve buharın kullanımı arasın­
düzenekte, sürgülü valf adı verilen vana daki surede kaçınılmaz olarak ısı kaybı olur.
m akinenin miline eklenen “eksantrik” adlı bir Bu kayıplar içten yanmalı m otorlardaki ka­
parçanın dönüşüyle çalışıyordu. Sürgülü valf, yıplara göre oldukça yüksektir. Bir buhar
eksantriğin hareketine uygun olarak açılıp makinesi aynı güçteki bir içten yanmalı m oto­
kapanarak silindire buhar girişini, silindirin ra göre daha çok yakıt kullanır.
iki ucu arasındaki buhar geçişlerini ve egzoz Ö te yandan, buhar makineleri daha sessiz
buharının çıkışını istenen biçimde ayarlıyor­ çalışır. Y akıt’ ve egzoz gazları silindirlerini
du. Eksantrikle sürgülü valf arasındaki bağ­ çürütmediği için uzun süre köklü bir bakım
lantının tasarım ı, buhar kesme noktası değiş­ gerektirm eden çalışabilirler. B uhar makinele-
BUHAR MAKİNESİ 51

Mary Evans Picture Library


B u h a r m a k in e li ç e k ic ile r y ü k ç e k m e n in ya n ı sıra ba şka m a k in e le ri ç a lış tırm a k iç in d e k u lla n ıld ı. R e s im d e
g ö rü le n ç e k ic i m a k in e , b ir d iz i ka s n a k ta n g e ç irile n b ir h a la t a ra c ılığ ıy la , ta rla s ü rm e k iç in g ü ç s a ğ lıy o r.

rinin, çalışm ası için bir ilk hareket ettiriciye başlar başlam az tam güçle çalışabilm eleridir,
gerek olan içten yanm alı pistonlu m otorlar B u n ed en le buhar m akinelerinde aktarm a
karşısındaki en büyük üstünlüğü çalışm aya organlarına (bak. DİŞLİ Ç ark) gerek yoktur.
The Skinner Engine Co.

Y a ta y s ilin d ir li b ir b u h a r m a k in e s i v e e le k trik je n e ra tö rü g ru b u
52 BUKALEMUN

Buna karşılık buhar kazanının ve ocağın masına ya da dağılmasına bağlıdır. Sinir


getirdiği zorluklar vardır. I. Dünya Savaşı’n- sisteminin denetimi altında olan bu süreç,
dan (1914-18) önce çok sayıda buharlı otom o­ sanıldığının tersine çevredeki renklerle yakın­
bil vardı ve Londra caddelerinde buhar m aki­ dan ilişkili değildir. Gündüzleri doğrudan gün
nesiyle çalışan otobüsler işliyordu. Buharla ışığı almadığı zaman bukalem unun rengi gri
çalışan otom obiller saatte 100 kilom etrenin ya da yeşildir. Kızgın güneş ışığında hayvanın
üstünde bir hıza ulaşabiliyordu ve çok ses­ NHPAlStephen Dalton
sizdi.
Buhar m akineleri günümüzde de çok bü­
yük gemilerde ve büyük term ik santrallarda
içten yanmalı m otorlara tercih edilir (bak.
E l e k t r i k E n e r j î s î ; S u E n e r j İ s İ) . Günüm üzde
. ’ Jfls
bütün nükleer enerji santrallarında türbinler
nükleer reaktörlerin ürettiği ısıyla ısıtılan
sudan elde edilen buharla çalışır. Nükleer
reaktörlerin ürettiği ısının en uygun kullanım
yolu budur (bak. NÜKLEER E n e r j i ) . Petrolün
giderek kıtlaşması ve yükselen petrol fiyatları
buhar makinelerinin karayolu ve demiryolu P a tla k g ö z le rin i a v ın ın ü z e rin e d ik e n b ir b u k a le m u n ,
taşımacılığı gibi başka alanlarda da kullanımı­ u z u n v e y a p ış k a n d iliy le b ir k e le b e ğ i y a k a la m a y a
h a z ırla n ıy o r.
nın yeniden canlanmasına neden olabilir.
D E M İR Y O L U VE TR E N ; G EM İ M O ­
T O R U ve ULAŞIM m addelerinde buhar rengi koyulaşır; akşama doğru da iyice açıla­
m akinelerinin kullanımına ilişkin daha çok rak krem rengine dönüşür. Kısacası bukale­
bilgi bulabilirsiniz. m un, bulunduğu ortam ın renklerine uyum
sağlamaktan çok aldığı ışığın şiddetine bağlı
BUKALEMUN. Bukalem unlar bildiğimiz olarak, ayrıca heyecan, korku gibi duyguların
kertenkeleleri, ayrıca iguana ve varan gibi etkisiyle ve düşmanlarından korunm ak am a­
ilginç sürüngen türlerini kapsayan kelerler cıyla renk değiştirir.
alttakımının üyeleridir (bak. K e l e r ) . B u gru­ Bukalem unun gövdesi ağaçların ü?erinde
bun öbür üyeleri arasında da renk değiştirme yaşamaya uyarlanmıştır. İkisi ya da üçü kay­
özelliği görülmekle birlikte, bukalem unlar naşmış olan ayak parm akları ile tek olan
belirli koşullarda hızla renk değiştirme yete­ başparmağı tıpkı m aym unlarda ve insanda
neğinin simgesi sayılır. Genellikle ağaçlarda olduğu gibi karşılıklı gelebildiği için, hayvan
yaşayan bu sürüngenlerin, hepsi Eskidünya’ ince dalları .sıkıca kavrayabilir. Ayrıca uzun
da dağılmış 90' kadar türü vardır. Bunların kuyruğuyla dallara tutunup sarkabilir; kullan­
hem en hemen yansı M adagaskar’da, geri madığı zaman da kuyruğunu bir halat gibi
kalanların çoğu A frika’da, Sahra Çölü’nün kıvrık tutar. Bukalem unun dili neredeyse
güneyinde yaşar. Ayrıca Sri Lanka (eski gövdesi ile başının toplam uzunluğuna yakın­
Seylan) ve H indistan’da bir, A rabistan’da da dır. D aha çok böceklerle beslenen bu sürün­
iki tür bukalem un bulunur. Akdeniz bukale­ gen, uzun dilini hızla ileriye doğru fırlatarak
m unu denen bir tür de A kdeniz’in güney ucundaki yapışkan yumruyla avını yakalayıp
kesimlerinde, bu arada Türkiye’nin Ege ve yer. Su gereksinimini ise yapraklardaki çiy ya
A kdeniz bölgelerinde yaşar. O rtalam a 15-20 da yağmur damlalarını yalayarak giderir. K o­
cm uzunluğunda olan bukalem unların bazı ni biçiminde birer gözkapağıyla örtülü olan iri
küçük türleri ancak 7,5 cm uzunluğundadır; ve patlak gözleri birbirinden bağımsız hareket
oysa M adagaskar’da yaşayan dev bukalemun- eder. Böylece iki gözüyle değişik yönlere
lann uzunluğu 60 santimetreyi bulur. bakabilir; ama avlanırken genellikle iki gözü­
Bukalem unun renk değiştirmesi, derisinde­ nü de avına odaklayarak hareketlerini yakın­
ki pigm entlerin bir araya toplanıp yoğunlaş­ dan izler.
BULGARİSTAN 53

Bukalem unların çoğu, sayısı 2-40 arasında dir. Dağ yamaçlarında ülke topraklarının
değişen yum urtalarını toprağa ya da çürüyen yüzde 25’inden fazlasını kaplayan büyük m e­
ağaç gövdelerine bırakır. Güney A frika’da şe, kayın ve köknar orm anları vardır. D ağlar,
bulunan birkaç türün yavruları ise yum urta­ kışın karla örtülür. İlkbahar ve yaz aylarında
dan çıkmış olarak doğar. Bazı türlerin başın­ Alp bitkileriyle donanan dağlarda çobanlar
da boynuzsu çıkıntılar vardır. D aha çok er­ koyun ve keçi sürülerini otlatırlar. Kuzeydeki
kekte bulunan bu boynuzlar bölgeyi savunma tepelerde at, sığır ve m anda sürüleri dolaşır.
sırasında bukalem una korkutucu bir görünüm Ü lkede yetiştirilen üzümün kullanıldığı Bul­
vererek düşmanlarını kaçırmasına yardımcı gar şarabı dış ülkelere de satılır ve önemli bir
olur. gelir kaynağıdır. Meriç vadisinde ve G üney­
batı Bulgaristan’da nitelikli tütün yetiştirilir.
BULGARİSTAN, A vrupa’nın güneydoğu­ B alkanlar’ın güney yamaçlarında, korunaklı
sunda, Balkan Yarım adası’nda küçük bir Kızanlık (Kazanlık) vadisi kırmızı gül bahçe­
ülkedir {bak. B a l k a n l a r ) . Tuna Irmağı ku­ leriyle ünlüdür. Güllerin taç yapraklarından
zeyde Rom anya ile sınırını çizer, doğusunda parfüm yapımında kullanılan gülyağı elde
Karadeniz vardır. Balkan Dağları Karadeniz edilir. Bulgaristan’da çiçekçilik ile sebzecilik
kıyısından başlar, Tuna Irm ağı’na paralel de gelişmiştir. Köylerde halkın bir bölümü
giderek ülkenin ortasından geçer ve batıdaki gereksinim duyduğu hem en her şeyi kendisi
dağlık bölgeyle birleşir. Batıda bu dağların üretir. Büyük devlet çiftliklerinde kimyasal
gübre ve çağdaş tarım araçları ile tarım
yapılır.
BULGARİSTAN'A İLİŞKİN BİLGİLER Fabrikalarda çalışanların sayısı sürekli art­
m aktadır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra geli­
Y Ü Z Ö LÇ Ü M Ü : 110.912 km 2.
şen sanayiler arasında demir-çelik, kimya,
NÜFUS: 8.983.000 (1987).
YÖ N E TİM : Halk c u m h u riy e ti.
m akine, dokum a, besin ile ayakkabı ve
BAŞKENT: Sofya. mobilya üretimi sayılabilir. Ayrıca tahta oy­
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Ü lkede iki sıradağ g ru b u (Bal­ macılığı, seramik, dokumacılık, demir döv­
kanlar ve R odoplar) ve iki g e n iş va d i va rd ır. En meciliği ve nakış gibi el sanatları sürm ekte­
yüksek y e ri 2.925 m etre ile M usala Dağı'dır.
BELLİ BAŞLI ÜRÜNLER: B uğday, m ısır, arpa, tü tü n ,
dir.
g ü ly a ğ ı, d o m a te s, şarap, m akine le r, k ö m ü r, k im y a ­ Bulgaristan’ın taşköm ürü ve linyit üretimi
sal m ad d e le r, dokum a. kendi gereksinimi için yeterlidir. Elektriğin
ÖNEM Lİ KENTLER: S ofya P lo vd iv (Filibe), Varna, Rus­ yüzde 70’i term oelektrik santrallardan sağla­
çuk, Burgaz.
EĞİTİM: 7 ile 16 y a şla n arasında b ü tü n ço cu kla r için
nır. Geriye kalan ise nükleer ve hidroelektrik
z o ru n lu d u r.

arasında, yüksek bir yaylada başkent Sofya


yer alır (bak. S o f y a ) . Sofya, batıda Yugos­
lavya sınırına giden anayolun da üzerindedir.
Rodop Dağları güneyde Bulgaristan ile Yu­
nanistan arasındaki sınırı oluşturur. Balkan
D ağlan ile Rodop Dağları arasındaki vadide
Meriç Irmağı akar.. Bu vadiden, güneydoğu
komşusu Türkiye’ye bağlanan karayolu ge­
çer. M eriç Vadisi ve Balkan Dağları etekle­
rinden Tuna’ya doğru tatlı bir eğimle alçalan
kuzey yaylasının bereketli topraklarında tahıl
üretilir. E n önemli ürün buğdaydır, onu mısır
ve arpa izler.
Bulgaristan’ın kırsal görünümü çok çekici­
54 BULGARİSTAN

santrallardan elde edilir. Bulgaristan dış tica­ doks KİLİSESİ) . D ağlarda birçok m anastır var­
retinin dörtte üçünden fazlasını SSCB ile dır. Bunların en ünlüsü Sofya’nın güneybatı­
yapar. sındaki Rila M anastırı’dır.
Başkent Sofya’dan sonra Bulgaristan’ın en
büyük kentleri Meriç vadisinde, tütün sana­ Tarih
yisinin merkezi Plovdiv, Tuna üzerindeki li­ Bulgaristan tarihinin büyük bölümünde baş­
man kenti Rusçuk, K aradeniz’deki liman ka ülkelerin egemenliğinde kalmıştır. Bulgar-
kentleri V arna ve Burgaz’dır. Eski başkent lar İS 7. yüzyılın sonlarında kuzeyden gelip
Tırnova’da ortaçağdan kalma saray ve kilise Tuna Irm ağı’nı geçen savaşçı bir kavimdir.
kalıntıları vardır. Kentlerin bir bölümü çok Buraya 6. yüzyılda gelmiş olan Slavlar’ı ege­
eskidir; örneğin, Filibe’yi (Plovdiv) İÖ 4. menlikleri altına aldılar, ama onların dillerini
yüzyılda M akedonyalI II. Philippos kurm uş­ ve geleneklerini benimsediler. D aha sonra da
tur. Ö bür kentler ise Bizans İm paratorluğu Y unanlılar’dan etkilenip Hıristiyan oldular.
dönem inde kurulm uştur. İyi savaşçı olma özelliklerini koruyan Bulgar-
Nüfusun çoğunluğunu Rusça’ya yakın bir lar, B alkanlar’a egemen olarak, Bizans İmpa-
dil konuşan Slavlar oluşturur. Nüfus içindeki ratorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’i (İs­
oranı yaklaşık yüzde 10’a varan Türkler’den tanbul) tehdit eden büyük bir devlet kurdu­
başka, büyük kentlerde Yunanlılar, Ermeni- lar. Bulgar Krallığı I. Simeon (893-927) döne­
ler ve Yahudiler de yaşar. minde sınırlarını Adriya kıyılarına, Sava ve
Bulgaristan’da din ile devlet ayrıdır. Türk- D rina ırm aklarına kadar genişletti. Sim eon’
ler ve R odop D ağlan’nda yaşayan Pom aklar un ölüm ünden sonra baş gösteren iç çatış­
M üslüm an’dır. Halkın çoğunluğu O rtodoks m alarla Bulgar devleti zayıfladı. Krallığa son
Kilisesi’ne bağlı Hıristiyanlar’dır (bak. O r t o ­ yıkıcı darbeyi 1014’te “Bulgar Celladı” diye
Tim Sharman

K u ze y B u lg a ris ta n 'd a S to ja n o v o k ö y ü y a k ın la rın d a d o m a te s to p la y ıc ıla rı.


BULUT 55

bilinen Bizans İm paratoru II. Basileios sonra kurulan hüküm ette Georgi Dim itrov
vurdu. başbakan oldu. 1947’de yeni bir anayasa
BizanslIlar ülkeyi, İvan ve Petır A sen adlı yürürlüğe kondu; Bulgaristan sosyalist kal­
iki kardeşin yeni bir Bulgar devleti kurduğu kınma modelini benimsedi. Ülkeyi çağdaşlaş­
1185’e kadar yönettiler. Bu devlet de 14. tırm ak, fabrikaları, enerji santrallarım ve
yüzyılda Osm anlılar’ca ele geçirildi ve Bulga­ m adenleri geliştirmek, tarım da m odern m aki­
ristan yaklaşık 500 yıl (1396-1878) Osmanlı- nelerin kullanımına geçmek için büyük çaba­
lar’ın egemenliğinde kaldı. 1876’da başlayan lar harcandı.
Bulgar ayaklanması Osm anlılar’ca bastırıldıy­
sa da 1877’de Rusya, Osm anlılar’a savaş BULMACA bak. Ç o c u k O y u n la ri.
açarak B ulgarların yardımına geldi. Savaştan
sonra Osmanlılar ile Ruslar arasında Bulgar- BULUT, bir araya toplanarak havada asıltı
lar’ın neredeyse bütün isteklerini yerine geti­ halinde yüzen milyonlarca minik su damlacı­
ren Ayastefanos Antlaşm ası imzalandı. Bu ğından ya da buz parçacığından oluşmuş bir
antlaşm adan sonra bir Bulgar Prensliği kurul­ kütledir. H avada her zaman bir m iktar su
du. Bu prenslik özerk ama Osm anlılar’a bağlı buharı, yani gözle görülemeyen gaz halinde
olacaktı. Ne var ki, Balkanlar’daki hareketli­ su bulunur. Havanın taşıyabileceği su buharı­
lik sürüyordu. 1903’te M akedonya’da çıkan nın m iktarı havanın sıcaklığına bağlıdır; hava
ayaklanma Osmanlılar ile Bulgarlar arasında ne kadar soğursa taşıyabileceği su buharı da o
nerdeyse bir savaşa yol açacaktı. 5 Ekim kadar azalır. Çünkü hava soğuduğunda, bu­
1908’de Bulgaristan’ı yönetm ekte olan Prens harlaşmış olan suyun bir bölümü yoğunlaşa­
Ferdinand Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan rak gözle görülebilen su damlacıklarına dönü­
ederek, kendisi de “çar” unvanını aldı. O s­ şür. Eğer bu su damlacıkları yere doğru çöke­
m anlIlar da Bulgaristan’ın bağımsızlığım tanı­ rek toprağın ya da bitkilerin üstünde top­
dılar. lanmışsa çiy ya da şebnem, yere yakın bir kat­
1912’de Bulgaristan, öbür Balkan ülkele­ man oluşturmuşsa sis ya da pus, gökyüzünde
riyle birlikte, Osm anlılar’ı A vrupa dışına sür­ bir kütle halinde sürükleniyorsa bulut adını
mek amacıyla saldırıya geçti ve I. Balkan alır.
Savaşı’nın ardından yeni topraklar kazandı. Havadaki su buharının yoğunlaşmaya baş­
Ne var ki, kazanılan toprakların paylaşımı lamasıyla oluşan bu su damlacıklarının boyut­
Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve R o­ ları önce çok küçüktür; çapları m ilimetrenin
manya arasında anlaşmazlıklara yol açtı. ellide birini ancak bulur. Bu yüzden, çok
1913’te çıkan II. Balkan Savaşı’nda Bulgaris­ Royal Meteorolojical Society
tan yenildi ve kendi topraklarının bir bölü­
münü Rom anya’ya kaptırdı. Bulgaristan, I.
Dünya Savaşı’ndâ Sırbistan ve Y unanistan’a
yeniden saldırdıysa da bir kez daha yenildi ve
toprak yitirdi. II. Dünya Savaşı’nda Alman­
ya, Rom anya’ya baskı yaparak II. Balkan
Savaşı’nda aldığı Bulgar topraklarını geri
vermesini istedi. Bunun üzerine Bulgarlar
A lm anlar’ın yanında yer aldılar. II. Dünya
Savaşı’nın sonuna doğru Bulgaristan savaştan
çekildiğini açıkladı ve tam tarafsızlığını ilan
etti. Ülkede genel bir ayaklanma baş göster­
di; kral taraftarları, bakanlar, meclis üyeleri
yargılanarak cezalandırıldılar. 1946 Eylül’ün-
de yapılan bir halkoylaması sonucunda seç­
ince ve h a fif b ir tü y ya da ip lik g ö rü n ü m ü n d e k i sirru s
menlerin yüzde 92’si Bulgaristan’ın cumhuri­ b u lu tla r m in ic ik buz krista lle rin d e n o lu ş m u ş tu r ve
yet olması yönünde oy kullandı. Seçimlerden yerd en çok yüksekte b u lu n u r.
56 BULUT

Royal Meteorological Society

Solda: iyi havada kü m ü lü s b u lu tla r. Ortada: K ü m ü lo n im b u s b u lu tla r. Sağda: S tra to k ü m ü lü s katm anları.

küçük ve kendi ağırlığıyla yere düşemeyecek nız, son derece değişik biçim ve büyüklükte
kadar hafif olan bu damlacıklar hava akımla­ bulutlar görmüşsünüzdür. Am a bazı bulut
rıyla sürüklenerek atmosferde dolaşır. Am a tipleri öbürlerinden daha sık görülür. Nitekim
hava daha da soğursa giderek yoğunlaşan bütün dünyadaki m eteoroloji uzmanları bu­
damlalar büyür ve yağmur olarak yere düşer. lutları görünümlerine göre üç temel tipe ve bu
H ava kütlesi atmosferin yukarı kesimlerine tiplerin kendi aralarındaki bileşimi olan başlı­
doğru yükseldikçe serinler; serinledikçe de ca 10 cinse ayırmışlardır.
içindeki su buharı yoğunlaşır. Bu nedenle Üç temel bulut cinsi sirrus, küm ülüs ve
bulut oluşumu nemli hava kütlesinin yüksel­ stratus, bunlardan türeyen öbür yedi bulut
mesine bağlıdır. Nitekim dağ gibi bir engelle cinsi ise s irro küm ülüs, sirrostratus, altokümü-
karşılaşan hava kütlesi yükselmek zorunda lüs, altostratus, nimbostratus, stratokümülüs
kaldığı için, dağlık bölgeler genellikle çok ve küm ülonim bus olarak adlandırılır. B unlar­
bulutludur. Ayrıca karaların aşırı ısınması ve dan sirrus, sirrokümülüs ve sirrostratus yer­
başka bazı nedenler de hava akımlarının yüksel­ den 8-13 km yükseltide oluşan yüksek bulut­
mesine yol açar. Oluşan bulutlar, içindeki su lardır ve yalnız buz kristallerinden oluştukları
damlacıkları yağmur olarak yere düşmedikçe ya için yağmur değil kar getirir. Altokümülüs,
da hava ısınarak damlacıkları yeniden buharlaş­ altostratus ve nimbostratus ise 2-7 km arasın­
tırmadıkça kendiliğinden dağılmaz. da yayılan orta ya da ara bulutlardır; uzun
Dünyanın bazı yerleri az, bazı yerleri her süreli yağışlar bu bulutlardan gelir. Stratokü­
zaman çok bulutludur. Örneğin büyük çölle­ mülüs, stratus, kümülüs ve kümülonimbus
rin kurak havasında çok az su buharı bulun­ Mustograph

duğu için, buralarda bulut ender olarak görü­


lür. Oysa ekvator kuşağında hava çok nemli
olduğundan ve karalar ısındıkça bu nemli
hava yükseldiğinden, gün ortasında gökyüzü
her zaman bulutlarla kaplıdır. Asya ve A m e­
rika gibi büyük kıtaların orta kesimlerinde ise
çok fazla bulut olmaz; çünkü denizlerin üze­
rindeki nemli hava kıtanın içlerine gelinceye
kadar neminin büyük bölümünü yitirir. Dün­
yanın en bulutlu yöreleri, kuzey ve güney
yarıkürede, 40° ile 60° enlemleri arasında ve
özellikle denizlerin yakınındaki yerlerdir.

Bulut Tipleri Bir kule g ib i yükselen kü m ü lü s b u lu tla r ve


G ökyüzünü sürekli izleme alışkanlığındaysa­ tab anınd an boşanan sağanak g ö rü lü y o r.
BULUTSU 57

gibi 2 kilom etrenin altındaki yükseltilerde adaların içinde yayılan gaz ve toz bulutları
oluşan alçak bulutlardan stratus çisenti biçi­ için kullanılır.
mindeki hafif yağmurları, kümülüs ise sağnak
biçiminde birden boşalan şiddetli yağmurları Bulutsular Nasıl Oluştu
getirir. Yıldızlararası uzay, yani uzayın yıldızlar ara­
1. Sirrus (Tüybulut). Buz kristallerinden sında kalan bölümleri de boş değildir. Yıldız-
oluşan, tüy ya da ince iplikler biçimindeki lararası uzaya saçılmış olan serbest atom ve
beyaz bulutlardır. Sirruslar yerden 8 km ya da m oleküller uzayda gelişigüzel dolaşır ve za­
daha yukarıda oluşur. man zaman çekim kuvvetinin etkisiyle bir
2. Küm ülüs (Küm ebulut). Dış çizgileri kes­ araya gelerek büyük bulutlar oluşturur. Yıl-
kin, yoğun küm eler biçimindeki bu bulutların dızlararası uzaydaki m addelerin çoğu, bütün
tabanı genellikle düz, üst bölümleri kabarık evrenin en bol, en hafif ve en basit elem entle­
ve yuvarlaktır. Tabanı çoğu kez yerden 1,5 ri olan hidrojen ve helyum atomlarıdır. A m a
km kadar yüksektedir; ama bütün kümenin gaz halindeki bu elem entlerin yanı sıra yıldız-
yüksekliği birkaç kilometreyi bulabilir. lararası uzayda önemli m iktarda toz da bulu­
3. Stratus (Katm anbulut). Gökyüzünde yol nur. Bu tozlar, daha ağır ve daha az bulunan
yol ya da yerin üstünde asılı gri bir tabaka gibi elem entlerin oluşturduğu bileşiklerin parça­
görünen, genellikle karanlık görünümlü bu­ cıklarıdır. Aslında bu ağır elem entler de,
lutlardır. Belli bir biçimi olmayan, yüksekte yıldızlarda oluşan ve büyük bir enerji açığa
yayılmış bir sis katm anını andıran stratuslar çıkararak yıldızlara ışığım veren tepkim eler
yerden ancak 1 km kadar yüksekte oluşur. sonucunda hidrojen ve helyum dan türem iştir.
Dünya M eteoroloji Ö rgütü’nün önermiş M ilyonlarca yıl boyunca yıldızlarda süregelen
olduğu sınıflandırmada bu 10 bulut cinsinin bu tepkim eler sonucunda büyük m iktarda
yanı sıra birçok bulut türü ve bulut çeşidi de karbon, oksijen, silisyum, sodyum, kalsiyum,
belirlenmiştir. demir ve öbür elem entler oluşmuştur. Bazı
Gökteki bulutlar o kadar değişik biçimlere yıldızlar evrimlerinin sonunda bir süpernova
bürünür ki tüm ünü sınıflandırmak son derece (patlayan yıldız) haline gelir ve ağır elem ent­
güçtür. G ene de uzmanların bu sınıflandırma­ lerini uzayın derinliklerine saçan dev patla­
ya dayanarak bulutları tanımlaması hava du­ m alarla kendi kendini yok eder. Yıldızlararası
rum una ilişkin çok önemli bilgileri sağlar. Bu uzaydaki tozlar da işte bu patlam alar sırasın­
nedenle, hava tahmini raporlarının en önemli da saçılan parçacıklardır.
verilerinden biri bulutlardır. Bulutsular yıldızlararası gaz ya da toz par­
çacıklarının bir araya toplanmasıyla ortaya
BULUTSU. Bulutsular, uzayın derinliklerin­ çıkabildiği gibi, süpernova patlam alarının ka­
de yayılan çok büyük, ama düşük yoğunluklu lıntıları da olabilir. Bazı bilim adamları yıldız­
toz ve gaz bulutlandır. Nitekim astronomların ların, hatta güneş sistemlerinin bulutsulardan
bu gökcisimlerine verdiği nebula adı da Latin­ doğduğunu kabul ederler.
ce’de “sis” ya da “bulut” anlamına gelir. Bazı
bulutsular puslu ve soluk bir ışık lekesi Bulutsu Türleri
biçiminde yeryüzünden görülebilir. 20. yüzyı­ A stronom lar bulutsuları parlak bulutsular ve
lın ortalarına kadar yaklaşık 400 yıl boyunca, karanlık bulutsular olarak ikiye ayırırlar. Par­
puslu ve dağınık bir ışık biçiminde görünen lak bulutsular da salmalı bulutsular, yayınımlı
bütün gökcisimlerine bulutsu dendi. Sonra­ bulutsular ve yansımalı bulutsular olarak ayrı­
dan bunların bir bölüm ünün, çok sayıda yıldız labilir.
ve gaz bulutundan oluşan gökadalar (galaksi­ Parlak bulutsular ya kendileri ışık yaydıkla-
ler) olduğu anlaşıldı (bak. G ö k a d a ) . Dün- n ya da gelen ışığı yansıttıkları için parlak
ya’mızın da içinde bulunduğu Samanyolu olarak görülür. Eğer bir bulutsu çok sıcak bir
G ökadası’nda olduğu gibi, başka gökadalarda yıldıza yakınsa, yıldızdan gelen m orötesi ışın­
da birçok bulutsu vardır. Bugün bulutsu lar bulutsudaki gaz atom lannca soğurulur.
terimi bu gökadalar için değil, yalnızca gök­ Işıma enerjisi bulutsudaki gaz atomlarını
58 BULUTSU

Ç eşitli b u lu tsu tü rle ri vard ır. O rion


takım yıldızın da ki A tbaşı b u lu tsu
(solda) gaz ve tozdan oluşan karanlık
b ir b u lu tsu d u r. A rkasındaki parlak gaz
b u lu tla rın ın ö n ün de ki karanlık silü e ti
b ir at başını andırır. Çalgı
takım yıldızın da ki Halka b u lu tsu (altta
solda) ise b ir yıldızın dış katm an la rın ın
pa tlaya rak halka b iç im in i alm asıyla
o lu ş m u ş b ir gezegence bu lu tsu d u r.
Yengeç bu lu tsu su (altta sağda)
1054'teki b ir süp ern ova pa tlam a sıyla
oluşa n ve gide rek g e nişleye n b ir gaz
b u lu tu d u r. Bu b u lu ts u n u n ortasında
p u ls a ry a da atarcayıldız d$nen bir
nö tro n yıldızı vardır.

Palomar Observatory, California Irıstitute o f Techonology

iyonlaştırır; yani elektronların atom çekirde­ rın en tanınmış örneklerinden biridir. Bu


ğinin çekim etkisinden koparak serbest kal­ bulutsu 1779’da ilk kez gözlendiğinde Jüpiter
malarına yol açar. Am a yıldızdan uzaklaştık­ gezegenine benzetilmişti. Sonradan Sir William
ça m orötesi ışınlar zayıfladığı için, bu elek­ Herschel, bu tipteki bütün bulutsular için
tron ve çekirdekler yeniden birleşebilir. Birle­ “gezegence” ya da “gezegenimsi” adını öner­
şirken de, İyonlaştırıcı ışımadan aldıkları ilk di. Gezegence bulutsuların merkezinde genel­
enerjiyi yeni bir ışıma biçiminde geri salarlar. likle çok sıcak bir yıldız vardır ve bulutsudaki
Bu ışımanın bir bölümü tayfın görünür ışık hidrojen bulutlan evriminin ileri bir aşam a­
bölümünde olduğu için, uzayın çok büyük bir sında bu yıldızdan yayılmıştır. Yayılan gaz,
bölgesi D ünya’dan görülebilecek parlaklıkta yıldızın m orötesi ışınlarıyla iyonlaşmış du­
ışıldar. Bu tür parlak bulutsulara salmalı rum dadır. Bulutsu yıldıza yakınken ışık saç­
bulutsu denir. maz; çünkü kuvvetli ışıma bütün hidrojen
Küçük teleskoplarla bakıldığında bir geze­ gazını iyonlaştırmıştır ve elektronların yeni­
gen gibi göründükleri için gezegence bulutsu­ den çekirdekle birleşerek ışık yaymasını ön­
lar diye anılan bulutsular da salmalı bulutsu ler. Am a bulutsu yıldızdan yeterince uzaklaş­
türündendir. Çalgı (Lyrae) takımyıldızında tığında ışıma enerjisi zayıflar ve gaz yeniden
yer alan H alka bulutsu gezegence bulutsula­ ışık yaymaya başlar. Bulutsu bu aşamadayken
BUMERANG 59

içi boş, parlak bir küre görünüm ündedir. ları için ne yıldızın ışığını D ünya’dan görüle­
Teleskopla bakıldığında bu küre tıpkı geze­ bilecek kadar yansıtabilir, ne de yıldızın
genler gibi bir disk biçiminde görülür. G eze­ ışımasıyla iyonlaşabilir. Yalnızca arkalarında
gence bulutsular öbür bulutsulara oranla çok kalan yıldızların ışığının önüne geçtikleri za­
daha küçüktür ama yoğunlukları fazladır. man karanlık bir leke olarak görülebilir.
Sam anyolu’ndaki çok sayıda gezegence bulut­ Karanlık bulutsuların arkasında kalan yıldız­
sudan 1.000 kadarı gözlemlenmiş ve listesi lar da ya hiç görülmez ya da ışığı iyice
çıkarılmıştır. soluklaşır. Karanlık bulutsuların en tanınmış
Salmalı bulutsuların bir başka türü de örneklerinden biri Atbaşı bulutsu, öbürü de
yayınımlı bulutsular'dır. Bu bulutsuların en Güneyhaçı takımyıldızında yer alaıı ve teles-
tanınmış örneği olan Orion bulutsusu dev kopsuz da görülebilen Kömürçuvalı bulutsu­
boyutlarda bir toz ve gaz bulutudur. Bu kütle sudur.
büyük ölçüde, birer ışıma kaynağı olarak
bulutsunun parıldam asına yol açan sıcak yıl­ BUMERANG, tarihin en eski ve en ilginç
dızlardan doğmuştur. O rion bulutsusu çıplak silahlarından biridir. Bumerang tahtadan ya­
gözle görülebilen tek bulutsudur. pılmış, kıvrık bir fırlatma sopasıdır. Havaya
Bir süpernova patlamasından doğan bulut, fırlatıldığında, geniş bir çem ber çizer ve atıcı­
eğer bu patlayan yıldız buluttaki gazı iyonlaş­ ya geri döner. Avustralya Yerlileri ve Arizo-
tırmaya yetecek kadar ışıma yayabilen sıcak na’daki H opiler’den başka Kuzeydoğu A frika
ve küçük bir kalıntı bırakırsa salmalı bir ve Güney H indistan’da da özellikle avlanma
bulutsu haline gelebilir. Örneğin Boğa takım­ amacıyla kullanılır.
yıldızındaki Yengeç bulutsusu böyle oluş­ Bum erangların iki türü vardır: Atıcıya geri
m uştur. Bu bulutsunun m erkezinde, hemen dönen ve dönmeyen. Geri dönmeyen bum e­
hemen yalnızca nötronlardan oluşan ve büyük ranglar geri dönenlerden daha uzun, daha
bir hızla dönen bir yıldız bulunur. Yalnızca ağır ve daha düzdür. Av sırasında hayvanları,
birkaç kilom etre çapındaki bu çok küçük savaşta da düşmanı ağır biçimde yaralayabilir,
yıldızda her saniye çok sayıda ışınım patlam a­ hatta öldürebilir. Geri dönen bum eranglar
sı gerçekleşir. Bu nedenle tıpkı bir nabız gibi oyun amacıyla kullanılır. Geri dönmeli bum e­
atan bu yıldızlara pulsar ya da atarcayıldız adı rang 30-75 cm uzunluğunda sert ve hafif bir
verilir (bak. Y IL D IZ ). tahtadan yapılmıştır. Kenarlarının açısı 90°-
Bazı bulutsularda, iyonlaşmaya yol açacak 120° arasında değişir. Bir yüzü yassı, öbür
kadar sıcak yıldızlar bulunmaz. A m a, çevre­ yüzü şişkincedir. Bu özelliklerinden dola­
deki daha soğuk bir yıldızdan gelen ışık, yı, fırlatıldığında kendine özgü bir çevrim
bulutsudaki toz parçacıklarına çarparak dört hareketiyle havada uçar ve atıcısına geri ge­
bir yana yansıyabilir. Bir bölümü D ünya’ya lir.
kadar ulaşan bu yansımış ışık nedeniyle bu AvustralyalI Y erliler’in fırlattığı bum erang,
yansımalı bulutsular da tıpkı salmalı bulutsu­ önce düz bir doğrultuda yaklaşık 30 m etre
lar gibi gökyüzünde parlak bir leke olarak gittikten sonra, 50 m etre çapında bir çem ber
görülür. A stronom lar, ışığına bakarak bu iki çizer ve atıcısına geri döner. Yere çarparak
tür bulutsuyu birbirinden ayırt edebilirler. fırlatılırsa büyük bir hızla yukarı sıçrar, hava­
Çünkü yansımalı bir bulutsunun ışığı, o bulut­ da geniş bir çember çizerek geri döner.
suya ışığını gönderen yakındaki yıldızın tay­
fıyla aynı renkleri içerir. Kendisi ışık saçan Bumerang Nasıl Fırlatılır?
salmalı bir bulutsunun tayfı ise, yalnızca o Bum erang düz arka yüzü dışa dönük olarak,
bulutsuda bulunan az sayıdaki elem entin sağ elle bir ucundan tutulur. Ö bür ucu yukarı­
renklerinden oluşmuştur. ya dönük biçimde, yere dikey durmalıdır.
Karanlık bulutsular tem el olarak toz parça­ Yüz rüzgâra dönük olmalı ve bum erang hafif­
cıklarından oluşur ve gökyüzünde geniş, ka­ çe sağa yatırılmalıdır. 25 m etre uzaklıkta ve
ranlık bölgeler olarak görülür. Çünkü bu yerden yaklaşık 5 m etre yüksekte bulunan bir
bulutsular yıldızlardan çok uzakta bulunduk­ noktaya nişan alınır. Fırlatırken, sert bir bilek
60 BUNUEL

hareketiyle bum eranga hız kazandırm ak ge­


rekir.
Bum erang, zararsız görünümüne karşın
A v u s tra ly a 'n ın dikkatsiz kullanılırsa, birine çarparak ağır
O ueensland biçimde yaralayabilir. Bu nedenle bumerangı
bö lg esin de
kullan ılan geri
çevrede kimsenin bulunmadığı, açık bir arazi­
d ö n m e ye n , kuğu de denem ekte yarar vardır.
bo ynu b iç im in d e
b ir bu m erang.
BUNUEL, Luis (1900-1983). Ünlü İspanyol
sinema yönetmeni Luis Bunuel Çalanda ken­
tinde doğdu. G erek bu kent, gerek büyüyüp
yetiştiği Zaragoza kenti Katolik inançlarına
sıkı sıkıya bağlı insanların yaşadığı yörelerdi.
Varlıklı bir ailenin yedi çocuğundan en büyü­
ğü olan Bunuel ilk ve ortaöğrenimini din eği­
timi veren bir okulda tamamladı. Çalışkan
ve başarılı bir öğrenci, şakacı ve dinsel inanç­
ları alaya alan bir çocuktu. Bu özelliği filmle­
rinde de göze çarpar.
1917-25 yılları arasında M adrid Üniversite-
O ym ala rla
bezenm iş, geri
si’nde felsefe öğrenimi gördü. Federico G ar­
d ö n e b ile n bir d a Lorca, Salvador Dali, Rafael Alberti gibi
A vu stra lya ünlü sanatçılarla tanışıp dostluk kurdu. Öğ­
bu m era ngı.
rencilik döneminde şiirle ilgilendi, yazdığı
şiirler dergilerde yayımlandı. Öğrenimini bi­
tirdikten sonra 1925’te Paris’e yerleşmesi
sanat yaşamında bir dönüm noktası oldu.
Burada Gerçeküstücülük A kım ı’nın öncüle­
riyle tanışarak topluluklarına katıldı (bak.
G e r ç e k ü s t ü c ü l ü k ). B u dönemde bir izleyici
olarak sinemayla ilgileniyor, bir dergide film
eleştirileri yayımlıyordu, ama Fritz Lang’ın
Der müde Tod (1921; “Yorgun Ö lüm ”) filmi­
ni görünceye kadar, yönetm en olmayı düşün­
müyordu. Bunuel, Son Nefesim (mon Derier
soupir-, 1982) adıyla yayımladığı anılarında
sinemaya başlamasında bu filmin çarpıcı etki­
sinden söz eder.
Güney Sinemayı öğrenm ek için bir süre Jean
Pasifik'teki
V an ua tu 'd an , E pstein’in yanında asistanlık yaptı. Am a,
geri dö nm e yen yapılan filmleri beğenmiyor, düşlerini filme
tü rd e n bir aktarm ak istiyordu. Bu düşüncesini arkadaşı
bu m erang.
Salvador D ali’ye açtığında coşkuyla karşılan­
dı ve ortak bir senaryo çalışmasına giriştiler.
Senaryolarını psikolojik, kültürel ve m antık­
sal hiçbir açıklamaya olanak vermeyen konuş­
ma ve görüntüleri temel alarak oluşturdular.
Bunuel ortaya çıkan senaryoyu annesinden
aldığı parayla filme çekerek ilk çalışması
(Üst ve orta) The Field Museum ofNatural History in Chicago,
(alt) The Trustees o f the Australian Museum, Sydney Bir Endülüs Köpeği'ni (Un chien andalou;
BURÇLAR KUŞAĞI 61

(1950; “Y itikler”) adlı filmini yaptı. 1951’de


Cannes Film Şenliği’nde en iyi yönetm en
ödülünü kazanmasını sağlayan bu filminde
M eksiko kentinin kenar mahallelerinin ço­
cuklarını ele alıyor, onların suça itilme neden­
lerini ve toplum daki şiddet eğilimini dile
getiriyordu. M eksika sinemasını da etkileyen
ve yönlendiren Bunuel, artık ustalığı tartışıl­
maz bir yönetm en olarak ünlenmişti.
Bunuel, 1980’de son filmi Cet obscur objet
du desir'e (“Arzunun O Belirsiz Nesnesi”)
kadar birçok film yönetti. Bu filmlerin başlı-
caları şunlardır: Bir papazın yaşamından yola
çıkarak Hıristiyanlık’ı eleştirdiği Nazarin
(1958); bir rahibe adayının yaşamını konu
alan, toplum un değer yargılarına yönelttiği
alay ve taşlamalarla dolu Viridiana (1961);
soyluların yaşamını yergili bir dille anlattığı
Le Journal d ’une fem m e de chambre (1964;
“Bir O da Hizmetçisinin G ünlüğü”); zenginle­
rin yaşamındaki ikiyüzlülüğü yansıtan G ün­
düz Güzeli (Belle de jour; 1967). Yarattığı iki
A B C Ajansı
başyapıt olarak El ângel exterminador (1962;
İspanyol sinem a yö n e tm e n i Luis Bunuel to p lu m c a
yasak sayılan ko n u la r üstüne y aptığı film le riy le
“M ahveden M elek”) ve Le Charme discret de
tan ın m ıştır. la bourgeoisie (1973; “Burjuvazinin Gizli Çe­
kiciliği”) adlı filmleri gösterilebilir. El ângel
exterminador'da yemekli bir toplantı için bir
1928) tamamladı. Bu film Gerçeküstücülük evde bulunan bir grup zengin, anlaşılmaz bir
Akımı’nın sinemadaki ilk örneklerinden biriy­ nedenle bir daha evden dışarı çıkmazlar.
di. Bilinçaltının dışa vurulmasından kaynak­ Başlangıçta aralarında ölçülü, kibar bir ilişki
lanan bir dizi gülünç ya da ürkütücü görüntü­ vardır. Bu ilişki zaman geçtikçe kabalaşır ve
den oluşan filmin yarattığı yankı ve coşku işi neredeyse birbirlerini yemeye kadar vardı­
sürerken Bunuel, senaryosu gene ortak çalış­ rırlar. L e Charme discret de la bourgeoisie de.
manın ürünü olan ikinci filmi Altın Çağ’ı gene zenginler konu edilir.
( L ’Âge d ’or\ 1930) gerçekleştirdi. Bu filminde 1983’te M eksiko’da ölen Bunuel, filmlerin­
kural tanımayan âşk temasını işliyor, toplum a de işlediği toplumsal adaletsizlik, dinsel tu tu ­
egemen olan yerleşik değer yargılarına şiddet­ culuk, vahşet ve cinsellik gibi konularla üze­
le karşı çıkıyordu. Filmin gösterimi tutucu rinde en çok tartışılan yönetmenlerden biridir.
kimselerin tepkisiyle karşılaşmış ve sonunda Toplumca yasak sayılan konular üzerindeki
film yasaklanmış; bu yasak 1980’e kadar açık sözlülüğü ve cesareti ile sinemaya büyük
sürmüştür. Bunuel daha sonra Las Hurdes katkıda bulunmuştur.
yöresindeki yoksulların yürekler acısı yaşamı­
nı konu alan Las Hurdes/Tierra Sin P a n \ BURÇLAR KUŞAĞI. D ünya’dan bakıldığın­
(1932, “Las Hurdes/Ekm eksiz T oprak”) adlı da, Güneş yıl boyunca yıldızların arasında
belgeseli çekti. Bu filmde kilisenin görkemli belirli bir yol izleyerek dolanırmış gibi görü­
zenginliğinin yanı sıra halkın hastalık ve nür. G üneş’in yıllık hareketi sırasında izlediği
umutsuzluk içindeki yaşamını görüntülemişti. bu yörünge, gökyüzünü bir kuşak gibi çepe­
Sonraki yıllarda Ispanya’da ve A B D ’de bir çevre sardığı varsayılan düşsel bir kuşağın tam
süre film yapımcısı olarak çalıştı. 1947’de ortasından geçer. Buna astronomi ve astrolo­
M eksika’ya yerleşti ve orada Los olvidados jide burçlar kuşağı ya da zodyak denir.
62 BURÇLAR KUŞAĞI

Dünya G üneş'in
çevresinde do la nırken,
yıldızla rın arasından geçen
ve tu tu lu m denen bir
yö rü n g e izler. D ü nya 'd an
bakıldığında Güneş de bu
tu tu lu m dü zle m ind eki
takım yıldızla ra g ö re y e r
d e ğ iş tiriy o rm u ş g ib i
g ö rü n ü r. Bu ta kım yıld ızla r
b u rçla r kuşağının yıldız
YENGEÇ kü m e le rid ir. Yandaki
çizim de, burç işa re tle rin in
ASLAN
yarısı D ünya'dan
g ö rü ld ü ğ ü b iç im iy le
Güneş g ö s te rilm iş tir. Ö b ü rle ri ise
sanki gökküredeki
TERAZİ iz d ü ş ü m le riy le kürenin
Dünya BALIK dışında kalıyo rm uş g ib i
g ö rü lü y o r. Dünya te m m u z
ayının son la rın a do ğ ru
AKREP D ünya'nın yörüngesi y ö rü n g e si üzerindeki
KOVA
noktaya ulaştığında,
OĞLAK G üneş de bu rçla r
kuşağındaki Aslan
ta kım yıldızıyla b irlikte
d o ğ u p batar.

Aslında burçlar kuşağı astronom ların tutulum anlam ındaki Yunanca bir sözcükten türetil­
(ekliptik) dedikleri gökküre dairesiyle hem en miştir.
hem en çakışır, yalnız daha geniştir. Dün- Burçlara adını vermiş olan takımyıldızlar
ya’nın Güneş çevresindeki yörüngesinin yer bugün kendi adlarını taşıyan bölgede görül­
aldığı tutulum düzleminin her iki yanındaki mez; her takımyıldız bir sonraki bölgeye
9°’lik bölgeyi kapsar. kaymıştır. Örneğin Koç takımyıldızı Boğa
A y’ın Dünya çevresindeki yörüngesi ile burcunda, Boğa takımyıldızı İkizler burcun­
Plüton dışındaki bütün gezegenlerin Güneş dadır. Bunun nedeni “ılım noktalarının yalpa­
çevresindeki yörüngeleri tutulum düzlemine laması” denen olaydır. Ilım noktaları, D ünya’
yakın olduğu için, bu gökcisimleri de burçlar mn yörünge düzlemi ile Dünya ekvatorunun
kuşağında görülür. Burçlar kuşağı üzerinde gökkubbedeki izdüşümünün kesişme noktala­
12 takımyıldız yer alır {bak. TAKIMYILDIZ). rıdır. Bu noktaların zamanla yer değiştirmesi
Burçlar kuşağı bu takımyıldızlar arasında eşit sonucunda yıldızların gökyüzünde göründük­
olarak bölünmüş ve her takımyıldıza kuşağın leri yerler de değişir. Yılda 50,26 saniyelik bir
30°’lik bir bölümü ayrılmıştır. Bu bölümlere açı değerinde olan bu yalpalama, 2.150 yılda
burç denir. Burçları ilk kez adlandıran eski 30°’lik bir kaymaya yol açar. Bu nedenle
Babilli astronom lar burçlar kuşağının her burçlar kuşağındaki takımyıldızlar bu süre
bölümüne o bölümdeki takımyıldızın adını içinde kendi adlarını taşıyan bölgeden bir
vermişlerdi. Bu takımyıldızlardan çoğunun burç boyu kadar öteye kaymıştır. Ilım nokta­
gökyüzündeki görüntüsünü bir hayvana ben­ larının yalpalamasını ilk kez Eski Yunanlı
zettiklerinden burçların çoğu bir hayvanın astronom H ipparkhos açıklamıştır {bak. HİP-
adıyla anılır. Nitekim zodyak adı da “hayvan” PARKHOS).
BURDUR 63

Burçlar Kuşağı Takımyıldızları sa burasının çayırlarla kaplı sulak bir yer


Aşağıdaki listede burçlar kuşağının 12 takım­ olması gerektiğini söyler ve “burada dur ve
yıldızı, gökyüzünde göründükleri sıraya uygun yerleş” der. Böylece kurulan yerleşim yerine
olarak, Latince ve Türkçe adlan ve simgeleriy­ “B urada dur” adı verilir ve bu ad da giderek
le gösterilmiştir. B urdur’a dönüşür. Oysa burasının Bizans
Takımyıldızın Türkçe adı Sim gesi
D önem i’nde Polydorion adıyla anıldığı bilin­
Latince adı m ektedir. Bu adın zamanla B urdur’a dönüş­
tüğü sanılmaktadır.
Aries Koç T
Taurus Boğa ’ ö '*
Gemini ikizler n Doğal Yapı
Cancer Yengeç 02 5

Leo Aslan sı
B urdur ili toprakları Batı Toroslar’ın uzantı­
Virgo Başak larıyla engebelendirilmiştir. Birbirine paralel
Libra Terazi olan uzantılar arasında bazı çöküntü alanları
Scorpius Akrep "1
Sagittarius Yay t yer alır. İl topraklannı batıda Eşler Dağı’nın
Capricornus Oğlak n doğu uzantısı, kuzeyde Söğüt Dağları, güney­
Aquarius Kova
Pisces Balık de de Katrancık Dağı kuşatır. Bucak kentinin
M
batısındaki Kestel D ağı’nın doruğu 2.331
Gelecekteki olayları önceden söyleyebile­ m etreye ulaşır. B urdur ilinin büyük bölüm ün­
ceklerini öne süren astrolog ya da müneccim­ de akarsular denize doğrudan ulaşam adığın­
ler ile bugünkü yıldız falı yorumcuları burç dan bu yöre kapalı bir havza niteliğindedir.
simgelerinden çeşitli anlamlar çıkararak bu­
gün bile bu boş inançları sürdürürler ( b a k . BURDUR İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
ASTROLOJİ).
YÜZÖLÇÜMÜ: 6.887 km 2.
NÜFUS: 248.002 (1985).
BURDUR. Akdeniz Bölgesi’nin Göller Yöre-
İL TRAFİK NO: 15.
si’nde yer alan B urdur ili toprakları güneyba­
İLÇELER: Burdur (merkez), Ağlasun, Bucak, Gölhisar,
tıda Teke Y arım adasının iç kesimlerine doğ­ Karamanlı, Kemer, Tefenni, Yeşilova.
ru uzanır. B urdur adının nereden kaynaklan­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: insuyu Mağarası, Salda Gölü ve
dığına ilişkin çeşitli söylentiler vardır. Bunlar­ Köroğlu Beli orman içi dinlenm e yerleri, Aziziye
O rmanları; Tymbrianassos, Sagalassos (Ağlasun),
dan birine göre, doğudan gelip A nadolu’nun Krernna (Çamlık) ve Kibyra (Gölhisar) eskiçağ kentle­
içlerine doğru ilerleyen bir Türkm en aşireti­ ri; Burdur Ulucam isi; Divanbaba, Şeyh Sinan ve Taş
(Taşdemir) cam ileri; Baltaoğlu, Eskiyeni, Tabak ha­
nin gözleri görmeyen yaşlı reisi bugünkü m am ları; Susuz Hanı ve incir Kervansarayı; Burdur
Burdur kentinin bulunduğu yere gelince du­ Müzesi.
rur. Oğluna, duyduğu güzel kokulara bakılır­
İlin kısa akışlı akarsularının çoğu Burdur,
K arataş, Salda, Yarışlı ve Gölhisar göllerine
dökülür. Bu küçük akarsular üzerinde sula­
mayı sağlamak ve taşkınları önlem ek amacıy­
la Karamanlı, Kızılsu ve Onaç barajları kurul­
m uştur. İlin batısından güney-kuzey doğrultu­
sunda geçip Denizli ili sınırları içine giren
D alam an Çayı ile doğusundan kuzey-güney
doğrultusunda geçip Antalya ili sınırları içine
giren Aksu Çayı A kdeniz’e dökülür. Oluk
biçimli bir çöküntü alanının sularla dolmasıy­
la oluşan B urdur G ölü’nün dışarıya akıntısı
olmadığından sulan tuzludur ve bu nedenle
gölde balık yaşamaz. Bazı kesimleri İsparta ili
sınırlan içinde kalan bu gölde yaşayan su kuşla-
n için koruma ve üretme alanı kurulmuştur.
64 BURDUR

B urdur ilinin en önemli düzlüğü olan T e­


fenni Ovası tarımsal üretim bakım ından
önem taşır. Tabanları birer eski göl yatağı
olan Burdur, Ağlasun, Bucak, Gölhisar ova­
ları ile Yeşilova ilin öbür düzlükleridir. B ur­
dur ilinin yaklaşık üçte biri orm anlarla kaplı­
dır. O rm anlar meşe, kızılçam, karaçam ve
köknarlardan oluşur. Antalya sınırındaki
yüksek dağlarda dünyada örnekleri az bulu­
nan sedir orm anlarına rastlanır.
Akdeniz Bölgesi’nde yer almasına karşın,
Ege Bölgesi’nin İçbatı A nadolu Bölüm ü’ne
Anadolu Yayıncılık Arşivi
yakınlığı nedeniyle hem Akdeniz ikliminin
B u rd u r'd a ki Sagalassos (A ğlasun) eskiçağ kent
hem de karasal iklimin etkisinde olan B urdur kalıntıları.
ilinde kışlar soğuk ve kar yağışlı, yazlar sıcak
ve kurak geçer. rı arasında rastlanır. Bölge daha sonra sırasıy­
la Lidya, Pers, M akedonya, Selevkos, Berga­
Tarih ma ve Rom a egemenliğine girdi. Bizans
B urdur G ölü’nün güneybatısında bulunan döneminde Polydorion adıyla anılan yöreye
Hacılar Höyüğü’nde yapılan kazılar Burdur 11. yüzyılda Türkm enler’den olan Kınalı aşi­
ilinin yerleşim tarihinin Cilalı Taş D evri’ne reti yerleşti. Bu dönem de Tirkemiş olarak
kadar uzandığını göstermiştir. B urdur yöresi, adlandırılan yörenin merkezi B urdur Kalesi
H ititler döneminde Arzava Krallığı sınırları idi. 13. yüzyılda A nadolu Selçuklularının 14.
içinde yer aldı, İÖ 13. yüzyılda başlayan yüzyılda da Ham idoğulları’nın eline geçen
Frigya egemenliğinin izlerine, D üğer köyün­ Tirkemiş, 14. yüzyılda Hamidoğulları tarafın-
deki Tymbrianassos kentinin en eski kalıntıla- üan Osm anlılar’a satılan topraklar arasında
Şemsi Güner yer aldı. 1402’de A nkara Savaşı sonrasında
B urdur ve çevresi bir süre için Osmanlı
denetim inden çıktıysa da 1430’da gene Os­
manlI Devleti topraklarına katıldı. 19. yüzyı­
lın sonunda Konya vilayetine bağlı bir sancak
olan Burdur, Kurtuluş Savaşı sırasında 28
Haziran 1919’dan 1 Haziran 1921’e kadar
İtalyan işgali altında kaldı. Bu sırada, 1920’de
bağımsız sancak olarak doğrudan İstanbul’a
bağlanan B urdur, Cum huriyet’in ilanından
sonra il yapıldı.

Ekonomi
B urdur ilinin ekonomik yaşamında tarım ilk
sırada yer alır. İlde yetiştirilen başlıca tarım
ürünleri önem sırasına göre şekerpancarı,
buğday, arpa, kavun, elma, havuç, soğan,
karpuz, patates, dom ates, nohut ve üzümdür.
Ü retim m iktarı az olmakla birlikte anason,
haşhaş ve gülyağcılıkta kullanılan gül ilin
önemli gelir sağlayan bitkisel ürünlerin-
dendir.
B u rd u r'd a ki, u zu nluğu 600 m e tre yi bu la n,
eskiçağ lard an kalm a İnsuyu M ağarası gü n ü m ü zd e
B urdur ilinde büyük bir yer tutan dağların
ışıklandırılarak tu riz m e a çılm ıştır. çayırlık alanlarında kıl keçisi ve koyun yetişti­
BURKİNA FASO 65

rilir. B urdur kenti ve çevresinde şekerpancarı gındır. Bu kilimler hem iç pazarlarda hem de
küspesine dayalı olarak sığır besiciliği geliş­ ülkemize gelen turistler arasında alıcı bul­
miştir. Dağlık alanlardaki orm anlardan elde m aktadır. Kökleri eskiye dayanan gelişmiş el
edilen ürünler önemli bir geçim kaynağıdır. sanatlarından biri de dövme bakırcılıktır.
Fazla gelişmemiş olan sanayi kuruluşları Burdur ili tarihsel yapılar açısından oldukça
şeker, süt ürünleri, un fabrikaları ile et zengindir. Dokuz mimari kattan oluşan Hacı­
kombinasından oluşur. lar Köyü Höyüğü Cilalı Taş Devri (Neolitik
İlin turistik bakım dan önem taşıyan başlıca Çağ) ve Bakır Çağı (Kalkolitik Çağ) kalıntıla­
doğal güzellikleri İnsuyu M ağarası, Burdur rının bulunduğu en önemli merkezdir.
Gölü kıyısındaki plajlar ve konaklam a tesisle­
riyle orm an içi dinlenme yerleridir. İl Merkezi: Burdur
Yeraltı kaynakları bakımından fazla zengin İlin kuzey kesiminde kurulmuş olan Burdur
olmayan Burdur ili topraklarında bazıları kenti kendi adıyla anılan gölün 4 km kadar
işletilen manganez, kükürt ve linyit içeren kuzeydoğusunda yer alır. Gölün doğu kıyısın­
m aden yatakları vardır. da yükselen tepelerin yamaç ve düzlüklerinde
kurulmuş olan kent gölü ve vadiyi bütünüyle
Toplum ve Kültür görür. Kent ile B urdur gölü arasında bağlar
Eskiçağlardan beri süregelen el sanatları gele­ ve gül bahçeleri vardır. Ortasından Kurna
neği günümüzde özellikle kırsal yörelerde Deresi geçen kentin iki yakası birçok köprü
sürm ektedir. El sanatları alanında özellikleri­ ile birbirine bağlanmıştır.
ni koruyan dokumacılık yörenin yaşamında Burdur kenti tarih boyunca Ege Bölgesi’ni
önemli bir yer tutar. Burdur dokum aları A ntalya’ya bağlayan yollar üzerinde önemli
desen ve renk zenginliğiyle ünlüdür. Oldukça bir konaklam a merkezi olmuştur. O günler­
eski bir geçmişi olan halıcılık da 1950’den den günümüze kalan Koca Oda ile Taş Oda
sonra ilin ekonomik yaşamında önemli bir yer konaklayanların yararlanm aları için yapılmış
tutm aya başlamıştır. B urdur halıları düğüm birer konukeviydi. Bugün de İstanbul-Antal­
sayısı ve renkleriyle hemen ayrımsanır. Kilim ya Karayolu kentin 2 km yakınından geçer.
dokumacılığı genellikle dağ köylerinde yay­ Yapımı İÖ 2000’lere uzanan Pisidya Kalesi
üzerine kurulan kentte Osmanlı dönem inden
Şemsi Güner kalma birçok yapı 1914 depremiyle büyük bir
yıkıma uğramıştır.
Kentte A kdeniz Üniversitesi’ne bağlı B ur­
dur Meslek Yüksekokulu ile B urdur Eğitim
Yüksekokulu vardır. Kentteki müzede Pi­
sidya dönemine ilişkin birçok yapıt sergilen­
m ektedir.
Kentin nüfusu 53.995'tir (1985).

BURGAZADA bak. P re n s A d a la ri.

BURHANEDDİN (KADI) bak. K adi B u rh a -


NEDDİN.

BURKİNA FASO. 1984’e kadar Yukarı Volta


olarak bilinen Burkina Faso, A frika’nın batı­
sında, denize kıyısı olmayan bir ülkedir.
Kuzey ve batıda Mali, güneyde Fildişi Kıyısı,
G ana ve Togo, doğuda Benin ve Nijer ile
çevrilidir. Burkina Faso güneye doğru hafif
B u rd u r G ö lü ’ nün d o ğ u su n d a ki yükselen tep ele rde
ku ru lm u ş olan B u rd u r kenti gö lü ve va d iyi eğimi olan geniş bir yayladır. Bu yaylayı
b ü tü n ü y le gö rür. Volta Irm ağı’nın kolları akaçlar. Ülkenin
66 BURMA

çalılıklarla kaplı kuzey bölgesi kuraktır. Uzun manı ve radyo istasyonu, U agadugu’da bir de
otlar ve bodur ağaç kümelerinin yer aldığı televizyon istasyonu bulunm aktadır. H asta­
güney bölgesinde tropikal iklim egemendir. neler, sağlık merkezleri ve uzak köylere
Yılın büyük bir bölüm ünün kuru ve sıcak götürülen gezici sağlık hizmetleri A frika’nın
geçtiği bu bölge haziran-ekim ayları arasında bu bölgesinde yaygın olan uyku hastalığına ve
yağış alır. Ülkede yaşayan başlıca hayvanlar cüzama karşı etkili olmuştur.
yaban sığırı, fil, suaygırı, timsah, aslan, anti­ 14. yüzyılda M osiler’in Uagadugu yakınla­
lop ve m aymundur. Ayrıca çok çeşitli kuş rında kurdukları krallık 1896’da Fransa’nın
türlerine rastlanır. denetimi altına girdi. Ülke 1947’de, Yukarı
Ülke halkının çoğunluğunu Mosiler oluştu­ Volta adıyla Fransız Birliği’nin denizaşırı top­
rur. Mosiler M ore dilini konuşur. More di­ raklarından biri oldu. 1960’ta bağımsızlığına
linde, Burkina Faso “dürüst insanların yur­ kavuşan Burkina Faso, Mali ile sınır anlaşmaz­
du” anlamına gelm ektedir. Ülkede resmi dil lıkları, kuraklık ve kaynak azlığı gibi sorunlar
ise Fransızca’dır. Nüfusun yarısı atalara tapın­ nedeniyle önemli bir gelişme sağlayamadı.
maya dayanan kabile dinlerine bağlıdır; buna Genç bir nüfus yapısı olan Burkina Faso’
yakın bir bölümü M üslüman, yaklaşık sekizde da, yaşı 15’in altında olanların nüfusa oranı
biri de Hıristiyan’dır. yüzde 50’ye yakındır.
Büyük bir bölümü çiftçilikle geçinen halk
sığır, koyun ve keçi besler. Ü lkede yetişen BURMA bak. BİRMANYA.
başlıca ürünler darı, mısır, pirinç ve dış
ülkelere de satılan yerfıstığıdır. Ülke toprak­ BURNS, Robert (1759-1796). İskoçyalı bir
larının sadece yüzde 10’u ekime elverişlidir. şair olan R obert Burns İngilizce’nin İskoç
Irm aklardan bol tatlısu balığı çıkar. Ayrıca lehçesiyle yazdığı duygusal şiirleri, şarkıları
balık üretm e çiftlikleri balıkçılığa önem ka­ ve yergileriyle ün kazandı.
zandırmıştır. Ülkede yetiştirilen sığırların eti R obert Burns yoksul bir çiftçinin oğlu
ve derisi Fildişi Kıyısı’na ve G ana’ya satıl­ olarak A yrshire’de doğdu. Özel öğrenim
m aktadır. gördü; Fransızca, biraz da Latince öğrendi.
Gençlik yıllarında babasının çiftliğinde çalıştı.
BURKİNA FASO'YA İLİŞKİN BİLGİLER Babasının, yıllarca emek harcayarak çalışma­
sına karşın, 1784’te her şeyini yitirmiş bir
YÜZÖLÇÜMÜ: 274.200 km 2. durum da ölmesi R obert’i derinden etkiledi.
NÜFUS: 8.308.000 (1987). Yaşadığı dönem de insanlığa aykırı birçok
YÖNETİM BİÇİMİ: Askeri yönetim .
şeye göz yuman dinsel ve siyasal inançları
BAŞKENT: Uagadugu.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Süpürgedarısı, darı, şekerkamışı,
alaya alarak, yergici bir dille şiirler yazdı.
köklerinden yararlanılan bitkiler, mısır. Burns, babasının ölüm ünden sonra kardeş­
BAŞLICA İHRACAT ÜRÜNLERİ: Pamuk, yerfıstığı. lerine bakmak zorunda kaldı. 1786’da Jean
ÖNEMLİ KENTLER: Uagadugu, Bobo Diulasso, Kudugu. A rm our adında bir kıza âşık oldu. Kızın
EĞİTİM: Zorunlu değil; okul çağındaki çocukların yakla­ babası evlenmelerine izin vermeyince, Jam ai­
şık yüzde 20'si okula gitm ektedir.
ka’ya gitmeye karar verdi. Yolculuk giderleri­
ni karşılamak için ilk kitabı, Poems, Chiefly in
Burkina Faso’da altın, boksit ve manganez the Scottish Dialecfi (1786; “Çoğu İskoç
gibi değerli m aden yatakları vardır; ama Lehçesiyle Yazılmış Şiirler”) yayımladı. Kitap
bunların işletilebilmesi için büyük yatırımlar kısa süre içinde büyük bir başarı kazandı.
gerekm ektedir. Ülkenin ikinci büyük kenti O kurları B urns’ü Edinburgh’a çağırdılar. Şiir­
olan Bobo Diulasso’da yağ ve şeker fabrikala­ leri çeşitli kesimlerden okurlarca beğenildi,
rı kurulm uştur. Burkina Faso’da gelişmiş bir İskoçyalı şair ve eleştirmenlerin övgüsünü
karayolu ağı vardır; ayrıca başkent Uagadugu kazandı. Kıt kanaat geçinebilen çiftlik yam ak­
ve ikinci büyük kenti olan Bobo Diulasso, ları bile B urns’ün kitabını alm aktan geri
demiryoluyla Fildişi Kıyısı’nın başkenti Abid- kalmıyordu. Ne var ki şair başarısına karşın
ja n ’a bağlanırlar. H er iki kentin de bir havali­ yoksulluktan kurtulamadı.
BURSA 67

Burns şiirlerinde yakından tanıdığı, sıra­ Opar (1918; “Tarzan ve O par’ın M ücevherle­
dan ve yoksul insanların duygularını dile ri”), Tarzan and the A n t M en (1925; “Tarzan
getirir. Ayrshire lehçesi, eski İskoç dili ve ve Karınca A dam lar”), Tarzan and the City o f
İngilizce karışımı bir dil kullanarak yazdığı Gold (1933; “Tarzan ve Altın Kenti”), Tarzan
şiirlerinde, insanın doğallığı ve köylülüğün and the Forbidden City (1938; “Tarzan ve
soyluluğu türünden konuları büyük bir usta­ Yasak K ent”) ile Tarzan and the Foreign
lıkla işler. Legion (1947; “Tarzan ve Yabancı Lejyon”)
Başarısı kanıtlandıktan iki yıl sonra Jean yer alır. Burroughs’un kitaplarının ünü
A rm our’la evlenen Burns bir çiftliğe yerleşti. A B D ’yi aşarak 1942’ye kadar 56 dile çevrildi.
Çektiği para sıkıntısı ve sağlığının bozulması Tarzan ve Altın Arslan 1944’te, Tarzan’ın
onu çalışmaktan yıldırmadı. Eski İskoç şarkı­ Resimli Orman Hikâyeleri 1945’te Türkçe
larını derlemeye büyük önem verdi ve eski olarak yayımlandı.
halk geleneğine bağlı kalarak yeni şarkılar II. Dünya Savaşı’nda dört yıl boyunca
yazdı. Büyük Okyanus’ta savaş muhabirliği yapan
Eşitlikçi görüşlere yakınlık duyan şair, Burroughs ülkesine döndükten sonra Cali-
Fransız Devrim i’ni coşkuyla karşıladı. Bu fornia’daki çiftliğine yerleşti. Yaşamının son
konudaki düşünce ve sözlerinden dolayı var­ yıllarını tekerlekli sandalyede geçirmek zo­
lıklı çevrelerin gözünden düştü. O dönem de, runda kaldı; öldüğünde geride yayımlanma­
bir halk öyküsüne dayanarak yazdığı “Tam o’ mış 15 romanı vardı.
Shanter” adlı şiiri, bir mizah başyapıtı olarak
değerlendirilir. Ününü daha çok, yazdığı şar­ BURSA. Büyük bölümü M arm ara Bölgesi’n-
kı sözleriyle kazanan Burns gençliğinden beri de yer alan Bursa ili toprakları, kuzeyde
çektiği kalp hastalığından 37 yaşında Dum- M arm ara Denizi kıyısından güneyde Ege
fries’de öldü. Bölgesi’nin kuzey kesimine kadar uzanır.
Eskiçağdan beri birçok uygarlığın yaşadığı
BURROUGHS, Edgar Rice (1875-1950). Bursa ilinin tarihsel bakım dan belki de en
Edgar Rice Burroughs bir dizi serüven rom a­ önemli özelliği, iki eski Türk devletinin baş­
nının kahram anı olan Tarzan’ın yaratıcısıdır. kentlerinin bu ilde olmasıdır. A nadolu Sel­
20. yüzyılın ilk yarısında, çok sevilen Tarzan çuklu D evleti’nin başkenti İznik’ti. Osmanlı
öykülerine dayalı çok sayıda film de yapıldı. D evleti’nin de kuruluş aşaması bu topraklar
A B D ’de, Chicago’da varlıklı bir ailenin üzerinde gerçekleşmiş ve bir süre Bursa, bir
çocuğu olarak dünyaya gelen Burroughs özel süre de İznik başkent olmuştu. İlk Osmanlı
okullarda eğitim gördü. Kısa bir süre ABD parası da burada basılmıştır. Bu tarihsel
Süvari Birliği’nde görev aldı ve ardından bir kentin Bursa adının kaynağına ilişkin çeşitli
süre değişik işlerde çalıştı. söylentiler vardır. Bunlardan gerçeğe en ya-
M ars’ta yaşam üzerine bir dergiye yazdığı
düşsel öykü yayımlanan ilk yazı dizisidir. Bu
diziden sonra M ars’taki düşsel yaşamı anlatan
başka kitaplar da yazdı. O na ün kazandıran
kitabı ise Tarzan, M aymun A d a m 'dır ( Tarzan
o f the Apes; 1914). Bu kitap beyaz bir erkek
çocuğun A frika orm anlarında maymunlarca
büyütülüşünün öyküsüdür. Rom an kısa süre­
de büyük bir başarı sağladı. D aha sonra
Burroughs, kahram anı Tarzan olan 50’den
fazla rom an yazdı. Bu rom anlar arasında The
Return o f Tarzan (1915; “Tarzan’ın D önü­
şü”), The Beasts o f Tarzan (1916; “Tarzan’ın
Flayvanları”) , The Son o f Tarzan (1917;
“T arzan’ın Oğlu”), Tarzan and the Jevvels o f
68 BURSA

kın olanı, Bitinya Kralı I. Prusias’ın yöreyi ele


geçirdikten sonra buradaki kente adını ver­
mesine dayanır.

Doğal Yapı
Bursa ilinin yaklaşık üçte birini dağlık alanlar,
yarısına yakınını da yaylalar kapsar. Yaylalar
daha çok ilin iç, doğu ve güney kesimlerinde-
dir. İlin kuzeyini engebelendiren Samanlı
Dağları, aynı zamanda İstanbul, Kocaeli ve
Sakarya illeriyle doğal sınır oluşturur. D aha
güneyde İznik G ölü’nün güneyinden M arm a­
ra Denizi kıyıları boyunca orta yükseklikte
M udanya D ağlan uzanır. Bunlardan başlıca-
ları Gemiç Dağı, Kurban Dağı ve K aradağ’
dır. İlin orta kesiminde, 2.543 metreye ulaşan
Uludağ yalnızca Bursa'nın ve M arm ara Böl-
gesi’nin değil, Türkiye’nin kuzeybatısında yer
alan dağların en yükseğidir. Uludağ, güney­
doğuya doğru Domaniç D ağlan uzantısını
oluşturur.
Bursa ilindeki alçak düzlüklerin başlıcalan
Orhangazi, Yenişehir, İnegöl, Bursa, M usta­ Erkin Emiroğlu
fakem alpaşa ve Karacabey ovalarıdır. Bursa 15. yüzyılda yap ılan , ç in ile riy le ün lü Yeşil T ürbe
B ursa'daki tü rb e le rin en b ü yü ğ ü d ü r.
BURSA İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
ve içme suyu sağlama amaçlarıyla yapılan
YÜZÖLÇÜMÜ: 11.043 km2. Gölbaşı, Doğancı, Dem irtaş ve Hasanağa
NÜFUS: 1.324.015 (1985). barajları arkasında küçük yapay göller oluş­
İL TRAFİK NO: 16. muştur.
İLÇELER: Bursa (merkez), Büyükorhan, Gemlik, Har­ Bursa ilinin M arm ara Denizi kıyısı oldukça
mancık, İnegöl, İznik, Karacabey, Keleş, Mudanya,
Mustafakemalpaşa, Orhaneli, Orhangazi, Yenişehir. düzdür. Bir çöküntü alanı olan Gemlik Körfe-
İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Uludağ M illi Parkı; Çekirge, A r­ zi’nin kuzeyinde Arm utlu Yarımadası yer
m utlu, Oylat, Gemlik kaplıcaları; A rm utlu, Kumla, alır. Yarım adanın batısındaki Bozburun ile
Kurşunlu plajları; Prusa kenti surları; Nikaia (İznik),
M iletopolis (Karacabey), Mirlea (Mudanya), Kirmastı Susurluk Çayı ağzının açığında yer alan ve
(Mustafakemalpaşa), Atranos (Orhaneli), Neopolis yarıaçık cezaevi olarak kullanılan İmralı A da­
(Yenişehir) eskiçağ kentleri; Ayasofya, Koimesis,
Hagios kiliseleri; Nikaia Nekropolü, Sarayı ve Hipo-
sı yönetim bakım ından Bursa iline bağlıdır.
geum u; Orhan Camisi ve Külliyesi, Yıldırım, Yeşil, Bursa ili doğal bitki örtüsü ve iklim yönün­
Hüdavendigâr, Muradiye, Koca Sinan Paşa, ishak den farklılıklar gösterir. İlin kıyı kesiminde
Paşa külliyeleri; Bursa ve Karacabey ulucam ileri;
Yıldırım Bedesteni, Bursa Arkeoloji, Bursa Türk- A kdeniz'e özgü m akiler, zeytinlikler ve bağ­
islam Eserleri, Bursa Atatürk, Mudanya Mütareke, lar görülür. Kıyı ve o rta kesimdeki dağların
İznik müzeleri.
özellikle kuzeye bakan yamaçlarında meşe,
kestane ve gürgen orm anları vardır. U lu­
ili topraklarını M ustafakem alpaşa (Kirmastı) dağ’ın yüksek kesimlerinde karaçam ve U lu­
Çayı, Göksu Çayı, G arsak (Karsak) Suyu, dağ köknarlarından oluşan orm anlar vardır.
Nilüfer Çayı sular. İlin iç ve güney kesimindeki dağlarda kayın,
İldeki başlıca göller ise İznik ve U lubat'tır. karaçam ve sarıçam orm anlarına rastlanır.
Suları tatlı olan bu göllerde tatlısu balıkları ve Bursa ilindeki bu orm anlarda aşırı avlanma
kerevit yaşar. U lubat G ölü’nde bazı küçük nedeniyle soyu tükenm e tehlikesiyle karşı
adalar vardır. Ayrıca sulama, taşkın önleme karşıya olan bazı yabanıl hayvanlar için koru­
BURSA 69

ma ve üretm e alanları kurulm uştur. Bunlar çözülmesi için toplantıların yapıldığı İz­
Uludağ ve İnegöl Boğazova’daki geyik, M us­ nik hem Rom a, hem de Bizans döneminde
tafakem alpaşa Paşalar’daki karaca, Karaca­ Hıristiyan dünyasının önemli merkezlerin-
bey O vakorusu’ndaki sülün üretm e ve koru­ dendi.
ma alanlarıdır. 11. yüzyıl boyunca Bursa dışında, yörede­
Bursa ilinin M arm ara Denizi kıyısında ik­ ki kentler sık sık Selçuklular ile Bizanslılar
lim daha yum uşakken, Ege Bölgesi’nin İçbatı arasında el değiştirdi. Bursa kenti ise ancak
A nadolu bölümünde kalan U ludağ’ın gü­ 1326’da Osmanlılar tarafından alınarak baş­
neyindeki iç kesimlerde kışlar soğuk ve karlı kent yapıldı. 1330’da İznik alınınca OsmanlI­
geçer. Kuytu ve çukur kesimlere daha az lar yönetim merkezini buraya taşıdılar.
yağış düşerken, yüksek kesimlerde yağış ol­ 1335’ten sonra Bursa yeniden 1365’e kadar
dukça çoktur. başkent oldu.
Bursa yöresi Kurtuluş Savaşı sırasında Yu­
Tarih nanlıların A nadolu’da ilerleyişini kolaylaştı­
Yapılan çeşitli kazı ve araştırm alarla Bursa ili ran Anzavur A yaklanm asından olumsuz bi­
topraklarında ilk yerleşmelerin İÖ 4000’lere çimde etkilendi. İngilizler 24 Haziran 1920’de
uzandığı belirlenmiştir. İÖ 13. yüzyılda Bal­ M udanya’ya, 25 Haziran 1920’de de G em lik’e
k an lard an gelen Frigler'in yerleştiği bu yöre­ asker çıkardılar. 1 Temmuz 1920’de K araca­
ye ilişkin kesin bilgiler İÖ 700 yıllarında bey ve M ustafakem alpaşa’yı alan Yunanlılar,
Bitinler ile başlar. Bitinya adı verilen bölge 8 Temmuz 1920’de Bursa’yı işgal etti. İşgal
İÖ 6. yüzyılda Lidyalılar’ın eline geçmiş ama, haberi ulaşınca Türkiye Büyük Millet Meclisi
aynı yüzyılın ortalarında bu topraklara Lidya- kürsüsüne 10 Temmuz 1920’de yas simgesi
lılar’ı yenen Persler egemen olmuştur. Pers olarak siyah bir şal örtüldü ve 10 Eylül
egemenliğinin son dönemlerinde kurulan Bi­ 1922’de B ursa’nm kurtuluşuna kadar orada
tinya Krallığı, bu toprakları Roma İm parator­ kaldı.
luğu ele geçirinceye kadar varlığını sürdürdü.
Rom a İm paratorluğu’nun ikiye bölünmesi ile Ekonomi
Bitinya, Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’ Türkiye’nin önemli sanayi m erkezlerinden
nun bir eyaleti oldu. Bursa kenti ise tekfurluk biri olan B ursa’da otomobil, yedek parça;
olarak bu eyalet içinde yer aldı. yünlü, pamuklu, ipekli ve yapay ipek doku­
Bursa yöresine 1075'te ulaşan Kutalmışoğlu ma; yem, yapay gübre; bitkisel yağ, konserve
Süleyman Şah tarafından ele geçirilen İznik fabrikaları bulunur. Ayrıca orman ürünlerini
kenti, kuruluş döneminde A nadolu Selçuklu değerlendiren fabrikalar da vardır. İldeki
Devleti'nin başkenti oldu. 4. ve 8. yüzyıllarda küçük sanayi etkinlikleri de çok canlıdır.
Hıristiyanlık ile ilgili bazı dinsel sorunların Özellikle havluculuk çok gelişmiştir ve ilin en
Şemsi Güner
çok tanınan sanayi ürünlerinin başında Bursa
havluları gelir. İlde üretilen çeşitli ürünleri
depolayıp korum ak ve pazarlam ak için ayrıca
çok sayıda kuruluş vardır. Gemlik ve M u­
danya ilin başlıca limanlarıdır.
Eskiden beri önemli bir bitkisel üretim
alanı olan Bursa ilinde elde edilen ürünler
büyük kentlere ve yurtdışına satılır. İldeki
tarım-sanayi ilişkisi son derece gelişkin bir
düzeydedir. Yünlü, ipekli gibi dokum a, yağ,
salça gibi gıda sanayilerinin çeşitli kolları
ildeki tarımsal üretime dayanır. İlin verimli
topraklarında hem en her tür ürün yetiştiril­
M u ra d iy e K ü lliy e s i'n d e il. M ura d (1403-51) ve ailesi m ektedir, Yaş sebze ve meyveciliğin yanı sıra
için y a p ılm ış 12 tü rb e b u lu nur. başta buğday olmak üzere tahıllar, şekerpan­
70 BURSA

carı, tütün, ayçiçeği, soğan ilin önde gelen Bursa ili yeraltı kaynakları bakım ından da
tarım ürünleridir. Gemlik ve M udanya’da oldukça zengindir. İl topraklarında krom,
yetiştirilen ve ünü ülke sınırlarını aşan sofra­ volfram, bor, m erm er ve linyit içeren m aden­
lık zeytin ile Bursa’nın geleneksel ürünü ler işletilmektedir.
şeftalinin yurtdışına satışı günden güne art­
m aktadır. Toplum ve Kültür
Yetiştirilen hayvan sayısı çok olmamasına Doğal yapısının tarıma elverişliliği ve coğrafya
karşın Bursa’da hayvansal ürün önemli bir bakımından konum unun yerleşime uygunluğu
gelir kaynağıdır. Bursa ilinde yetiştirilen baş­ Bursa ili topraklarını tarih boyunca önemli bir
lıca küçükbaş hayvanlar merinos ve kıvırcık yerleşim merkezi yapmıştır. Çeşitli tarih dö­
koyunudur. Sığır besiciliği de yaygın olarak nem lerinde yöreye egemen olan halklar arka­
yapılır. Bursa kentinde hayvansal ürünleri larında önemli kültür kalıntıları bırakm ışlar­
işleyen bir et kombinası vardır. Hayvancılığın dır. Bursa bugünkü görünüm ünü 12. yüzyıl­
gelişmesinde Karacabey Tarım İşletm esi’nin dan sonra Türkler’le birlikte kazanmaya baş­
önemli katkıları olmuştur. Önce Karacabey lamıştır. 14. yüzyıldan sonra iyiden iyiye
Harası adıyla kurulan bu eski tarım işletmesi­ belirginleşen Türk uygarlığı kuşkusuz kendi­
nin at, sığır, koyun, tavuk yetiştirme ve tarım sinden önceki değişik uygarlıkların bir bileşi­
şubeleri vardır. Bursa hayvancılığının öteki midir. Örneğin birçok Bizans söylencesi deği­
dalları tavukçuluk, arıcılık ve ipekböcekçiliği- şime uğrayarak Türk söylencesi durum una
dir. Osmanlılar döneminde ipeği ile ün kazanan gelmiştir.
B ursa’da ipekböcekçiliği günümüzde ikincil Bursa Osmanlılar dönem inde ülkenin en
bir uğraş olmuştur. M arm ara Denizi ile Ulu- önemli dokum a merkeziydi. Kemha, atlas,
bat ve İznik göllerinde balıkçılık yapılır. kadife, tafta, bürümcük gibi çeşitli ipekli
Göllerde avlanan kerevitler yurtdışına satılır. dokum anın yanı sıra havluculuk da il doku­
Am a son yıllarda sanayi atıklarıyla Gemlik macılığının önde gelen ürünlerindendir. İlin
Körfezi ve göllerin sularında ortaya çıkan ün kazanan el sanatlarından biri de çinicilik­
hızlı kirlenme balıkçılığı ve turizmi olumsuz tir. İznik’te Bizans’ın son dönem lerinde baş­
yönde etkilem ektedir. layan çinicilik 17. yüzyıl sonuna kadar önem i­
Tarihsel zenginlikleri, kaplıcaları, doğal ni korum uştur. İznik çinilerinde egemen renk
güzellikleri, güneşi ve denizi, kışlık tatil ola­ maviye çalan yeşildir. Osmanlı döneminde
nakları ile Bursa ülkemizin önemli turizm birçok mimari yapıtı süsleyen bu çiniler hâlâ
bölgelerinden biridir. Kış sporları ve kayak yapıldıkları günün parlaklığını korum aktadır.
merkezi olan U ludağ’daki tesisler her türlü Bursa ilinin yaşamında yöreye yerleştirilen
hizmeti verebilecek düzeye erişmiştir (bak. Balkan göçmenlerinin önemli bir yeri vardır.
U l u d a G ). Günüm üzde ün kazanan Bursa bıçakçılığını
Ara Güler göçmen ustalar geliştirerek bugünkü düzeye
getirmiştir.
Bursa ilinin çeşitli yerleşim m erkezlerinde
Osmanlılar dönem inden kalma birçok eski
yapı vardır. Ayrıca Türk evlerinin en eski ve
özgün örnekleri de Bursa ilindedir. 17. yüzyı­
lın başlarında Bursa ve M udanya’da yapılan
evlerin üst ve alt katlan aynı plandadır.
Çıkma bulunmayan bu evlerin alt katlarının
dış yüzeyleri tümüyle kapalıdır.

İl Merkezi: Bursa
U ludağ’ın kuzey eteklerinde kurulmuş olan
G ünüm üz B ursa'sında bazı eski evler özenle kent kendi adıyla anılan ovaya doğru geliş­
ko ru n m u ştu r. miştir. Ulaşım kolaylığına sahip verimli bir
BURUN 71

Bursa kenti ta rih i yapıları


ve kaplıcalarıyla ü n lü d ü r.

Şemsi Güner

ova kenarında kurulmuş olan Bursa her za­ Rom a dönem inden beri bilinen Bursa ken­
man kalabalık bir kent olmuştur. 17. yüzyılda tinin kaplıcaları ününü günümüze kadar sür­
nüfusu 100 bine ulaşan kent bugün ülkemizin dürm üştür. Bu kaplıcalardan gut ve rom atiz­
beşinci büyük kentidir. Son yıllarda gerçek­ ma gibi çeşitli hastalıklardan şikâyeti olanlar
leştirilen büyük yatırımlarla kent ülkemizin yararlanm aktadır.
en önemli sanayi m erkezlerinden biri konu­ Türkiye’nin en işlek karayollarından biri,
muna gelmiştir. Ne var ki, bu hızlı gelişme Bursa kentinden geçerek İstanbul’u İzm ir’e
plansız bir kentleşmeyi doğurmuş, eskiden bağlar. Kent yakınındaki havaalanı B ursa’ya
Çekirge semtinden bakıldığında yemyeşil bir havayoluyla da ulaşım olanağı sağlamaktadır.
halıyı andıran Bursa Ovası bugün yerleşme Kentin en önemli eğitim kurumu Uludağ
alanları ve fabrikalarla dolmuştur. Üniversitesi’dir. Eğitim Enstitüsü ve Yüksek
Bitinya Kralı I. Prusias tarafından İÖ 2. İslam Enstitüsü ilin öbür yükseköğrenim ku­
yüzyılda kurulan Bursa 1326’da O rhan Bey rum landır. 1888’de kurulan Bursa İpekbö-
tarafından Bizanslılar’dan alınarak Osmanlı cekçiliği A raştırm a Enstitüsü ise üretim e yö­
Devleti’ne başkent yapıldı. Osmanlılar döne­ nelik eğitim kurum udur. Bursalılar’ın eğlence
minde yapılan birçok han, m edrese, cami ve ve dinlenme alanlarından biri olan Kültür
im aret günümüzde de kenti süslemektedir. P ark’ta her yıl, uluslararası bir nitelik kaza­
Bu yapılar arasında cami, türbe, m edrese, nan fuar açılır.
ham am , im aret ve handan oluşan ve Yeşil Kentin nüfusu 612.510’dur (1985).
semtinde bulunan Yeşil Külliye’de kullanı­
lan çiniler bugün de göz alıcı güzelliklerini BURU bak. M o m e n t .
korum aktadır. Özellikle Yeşil Türbe Osmanlı
türbe mimarisinin en güzel örneklerinden BURUN, güzel kokulu çiçeklerin ya da iştah
biridir. Türbe firuze, lacivert, sarı, beyaz, açıcı yemeklerin kokularını algılamamızı sağ­
yeşil çinilerle bezenmiştir. Yıldırım Bayezid lamanın ötesinde çok önemli işlevleri olan bir
tarafından yaptırılan Ulucami çok direkli ca­ organımızdır. Soluduğumuz hava ile havadan
milerin en klasik, anıtsal örneklerinden biri­ aldığı oksijeni vücudumuzun bütün hücreleri­
dir. Caminin içinde 20 kubbeyi taşıyan 12 ne taşıyan kan arasındaki tem el bağlantı
ayak bulunur. yollarından biri burundur. Kısacası burnumuz
72 BURUNDİ

hem koklama organı, hem de solunum yolla­


rının başlangıcı olarak büyük önem taşır.
Soluduğumuz hava akciğerlere ulaşmadan
önce, etkili bir klima aygıtı ve hava filtresi
görevini üstlenen burundan geçer. G erçekten
de burun deliklerinin içinde, havayla birlikte
giren iri toz ve kum parçacıklarını tutarak
havayı süzen kıllar vardır. Tozlarını burada
bırakan hava, daha sonra, her burun deliğin­
de üçer tane bulunan kıvrımlı yapıların üstün­
den geçer. Boynuzcuk denen bu kıvrımların
üstü, sümük (mukus) dediğimiz sıvıyı salgıla­
yan nemli bir mukoza katm anıyla örtülüdür.
Havadaki toz parçacıkları burnun iç yüzeyini
kaplayan bu mukoza zarına yapışıp kalır.
Zarın üzerinde ayrıca ince tüy gibi kirpiksi
uzantılar vardır. Bu tüylerin sürekli olarak
ileriye ve geriye doğru dalgalanmasıyla toz kaplar. En yüksek noktası 2.760 metreye
parçacıkları ya da m ikroplar burun delikleri­ varır ve doğuya doğru alçalır. Doğuda ise bir
ne doğru sürüklenir ve kişinin aksırması ya da çöküntü yer alır.
sümkürmesiyle dışarıya atılır. Burnun içinde­ Ülkenin iklimi tropik olmakla birlikte, top­
ki incecik kan dam arları da havayı ısıtır ve raklarının büyük bir bölümünün yüksekliği
böylece soluduğumuz tozlu, pis ve soğuk hava 1.500 m etrenin üzerinde olduğu için iklimi
akciğerlere ulaşmadan önce ısıtılmış, süzül­ çok sıcak değildir. Düzensiz yağışlar kimi
müş ve nemlendirilmiş olur. zaman yıllık ürünü yok eder ve kıtlığa yol
Burnun üst bölüm ünde, çok sayıda sinir açar. Burundi’de fil, pars, aslan, timsah,
hücresi içeren ve koku epiteli olarak adlandı­ suaygırı ve babun gibi hayvan türleri yaşar.
rılan iki küçük alan da koku duyum undan Burundi, A frika’da en yoğun nüfusu olan
sorum ludur. İnsanlar yaklaşık 3.000 değişik ülkelerden biridir. Tanganika Gölü kıyısında
kokuyu birbirinden ayırt edebilir. Havayla bulunan başkent Bujum bura çarpıcı görünü­
taşm an “koku molekülleri-’ koku epitelindeki müyle çok etkileyicidir ve Burundi’nin en
alıcılara ulaştığında beyin o kokuyu tanıyarak önemli kentidir. Halkının büyük çoğunluğu
algılar; çiftçilikle geçinir, dış ülkelere satılan başlıca
Burnun ayrıca ses tonu üzerinde de belli bir ürünler pam uk ve kahvedir. Ayrıca çay,
etkisi vardır. Örneğin nezle olup da burnu­ fasulye, tatlı patates, mısır ve bir kök bitkisi
muz tıkandığında ya da hurun deliklerimizi
parm aklarım ızla kapattığımızda ses tonumuz
BURUNDİ'YE İLİŞKİN BİLGİLER
değişir.
Ayrıca bak. D U Y U L A R . YÜZÖLÇÜMÜ: 27.834 km2.
NÜFUS: 4.989.000 (1987).
BURUNDİ, kuzeyinde R uanda, doğusunda YÖNETİM ŞEKLİ: Tek partili cum huriyet.
Tanzanya, batısında Tanganika Gölü ve Zaire BAŞKENT: Bujumbura.
bulunan bir O rta A frika Cum huriyetedir. COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Dağlarla kaplı, Nil ve Kongo
ırmaklarının akaçlama bölgelerini ayıran engebeli
Denizden uzak, dağlık bir ülkedir. Burundi topraklar.
batıdan doğuya doğru çeşitli bölgelere ayrılır. BAŞLICA ÜRÜNLER: Muz, manyok, tropik meyve ve
Tanganika G ölü’nün kuzeyi alçaktır. A frika sebzeler.
kıtasının en önemli havzalarından ikisi, Nil ile BAŞLICA İHRACAT ÜRÜNLERİ: Kahve, pamuk ve çay.
Kongo havzalarının birer bölümü, Burundi ÖNEMLİ KENTLER: Bujumbura, Kitega.
EĞİTİM: Zorunlu değildir; nüfusun yalnızca yüzde
sınırları içindedir. Bu havzaların akaçlama 25'inin ilkokul eğitim inden geçtiği sanılmaktadır.
alanı içinde kalan üçgen yayla geniş bir alanı
BUZ 73

olan manyok yetiştirilir; sığır, koyun ve keçi A şinma). Finlandiya’daki taşocaklarında gra­
beslenir. Nüfusun yüzde 85’ini oluşturan Ba- nit bloklar çatlaklarına su doldurulup donm a­
hutular, İS 2. yüzyılda O rta A frika’ya gelen ya bırakılarak parçalanır.
B antular’dandır (bak. Irk). Ülkede yaşayan Su donunca genleştiği için, buzun yoğunlu­
başka bir grup da sığır yetiştiriciliği yapan ğu sudan azdır; 1 cm3suyun ağırlığı 1 gr, 1 cm3
uzun boylu Batusiler’dir. O rtalam a boyları buzun ağırlığı ise 0,9 gramdır. Bu nedenle buz
1,80 m etrenin üzerindedir. Sığır yetiştiriciliği suyun üzerinde yüzer. D onan bir göl ya da
Batusiler’e ekonomik bir güç kazandırm anın havuzda önce yüzeyde ince bir buz katmanı
yanı sıra, toplumsal konum larında da üstün­ oluşur ve su dondukça yeni buzlar bu katm a­
lük sağlar. Ticaret ilişkilerinde bu sığırları nın altına eklenir. Ü stte oluşan bu buz katm a­
gerektiğinde güvence olarak kullanırlar. nı havuzun bütünüyle donmasını öiıler. Buz
B atusiler’in 15. yüzyılda Nil vadisinden ya tabakasının hemen altındaki su tam donma
da Etiyopya’dan geldikleri ve Bahutular üze­ noktasında, havuzun dibinde ise 4°C’dedir.
rinde egemenlik kurdukları sanılmaktadır. Eğer buz sudan hafif olup su yüzeyinde
1891’de bölge Alman Doğu Afrikası’na bağ­ kalmasaydı, kışın havuz ve göller, hatta bazı
landı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Ruanda- denizler dibe kadar donabilir, sudaki canlılar
Urundi adı verilen toprakların güney bölüm ü­ ölürdü. Am a buz sudan hafif olduğu için
nü oluşturdu ve M illetler Cem iyeti’nce (daha sudaki balıklar ve öteki canlılar yüzeyde
sonra Birleşmiş Milletler) Belçika’nın yöneti­ oluşan buz katm anının altında yaşamlarını
mine verildi. 1962’de bağımsız bir krallık olan sürdürebilm ektedir.
U rundi, adını yeniden Burundi olarak değiş­ Suyun donduğu zaman büyük ölçüde gen­
tirdi ve 1966’da ülkede cumhuriyet ilan edildi. leştiğini buzdolabındaki buz kabında oluşan
Burundi bugün hâlâ başlıca ekonom ik etkinli­ buzlara baktığımızda kolayca görebiliriz. Buz
ği tarım olan gelişmemiş bir ülkedir. M aden­ küplerinin ortaları kubbe biçiminde yüksek­
cilik ve sanayi işkollarında gelişmişlik düzeyi tir. K enarlardan başlayarak donan suyun
çok düşük olduğundan, ülke uluslararası ku­ hacmi genişlediği için kalıpların en son donan
ruluşlardan gelecek dış yardıma bağımlıdır. orta bölümleri yükselir. Dokuz ölçek su
Ulaşım ve iletişim oldukça zayıftır, başlıca ti­ donduğu zaman yaklaşık 10 ölçek buz oluşur.
caret yolu Tanganika G ölü’dür.

BUZ. D onarak katılaşan suya buz denir.


Kışın çok soğuk günlerde havuz ve göllerdeki
suyun donarak buz oluştuğunu görürüz. Saf
su 0°C’de donarak kristal yapılı katı bir
m adde olan buza dönüşür. Bir kar tanesi
büyüteçle incelendiğinde altı köşeli yıldıza
benzeyen kristal yapısı görülebilir. Bir buz
parçasında ise kristaller gözle görülemeyecek
kadar sıkışıktır (bak. KRİSTAL).
Çoğu sıvıdan farklı olarak su donduğu
zaman genleşir, yani hacmi artar. Çok soğuk
havalarda, içindeki su donunca su borularının
patlamasının nedeni budur. M otorlu taşıtlara
kışın antifriz konulmasının nedeni de m otor­
daki soğutma suyunun donmasını önlem ektir.
Eğer m otordaki su donarsa hacmi genişler ve
m otoru çatlatabilir. Çağlar boyunca kayaların
çatlaklarına dolan sular donarak kayaların
D ipteki su h iç b ir zam an d o n m a noktasının altına
parçalanm asına, ufalanmasına ve böylece d ü ş m e d iğ i için, d e rin g ö l ve gö lcü kle rd e ki katı buz
toprağın oluşmasına yardımcı olm uştur (bak. katm anı yalnızca yüzeyi kaplar.
74 BUZDAĞI

Bu nedenle sudaki bir buz parçası hacminin tel geçtikten sonra basınç kalktığı için yeniden
onda dokuzu sualtında kalacak biçimde yü­ donm uştur. Böylece, tel içinden geçtiği halde
zer. Eğer bir bardağı buz küpleriyle doldurup buz bütün olarak kalır. Bu deneyin yapılabil­
sonra da ağzına kadar dolu olmasını sağlaya­ mesi için sıcaklığın çok düşük olmaması gere­
cak biçimde su eklersek, su yüzüne çıkan bazı kir. Eğer sıcaklık buzun o basınç altında bile
buz parçalarının bardağın üst kenarını aştığını erimeyeceği kadar düşük olursa telin buzdan
görürüz. Buzlar erimeye bırakılırsa, bütün geçmediği görülür. Buz pateninde, patencinin
buzlar eridikten sonra bardağın kenarından ağırlığının basıncı altında eriyen buz daha
hiç su taşmadığı görülür. Çünkü eriyen buzun kaygan hale gelir ve patenci kolayca kayar.
hacmi küçülür ve hacim fazlalığı ortadan Çok soğuk havada buz pateni yapmak zordur,
kalkar. Büyük buzdağlarının gövdelerinin çok çünkü buz basınç altında erimediği için kay­
önemli bir bölüm ünün su yüzeyinin altında m ak güçleşir (bak. D o n m a v e E r i m e ).
olmasının nedeni de aynıdır (bak. B u z d a ğ i ).
Bir havuz ya da göldeki durgun su donunca BUZDAĞI. Buzdağları denizde yüzen büyük
üstünde oluşan buz saydam olmaz, donuk buz kütleleridir. Bunlar Kuzey Kutup Bölge-
görünür; çünkü her su damlası donarken, buz si’nde (özellikle G rönland’ın güneyinde) ve
kristallerine tutunan minik bir hava kabarcığı A ntarktika’nın çevresinde bulunur. H er iki
çıkarır. Çevresinde oluşan kristaller arttıkça kara parçası da neredeyse tümüyle, pek çok
kabarcık bunlar arasında sıkışır kalır. Buz yerde binlerce m etre kalınlığa ulaşan bir buz
kütlesinin içindeki bu hava kabarcıkları buza örtüsüyle kaplıdır. H er kar yağışı buzun
donuk bir görünüm verir. H areketli sular kalınlığını artırır ve buz örtüsünün denize
üzerinde buz oluştuğunda ise, hava kabarcık­ doğru yavaşça hareket etm esine neden olur.
ları buzun içinde kalmadığından buz saydam Grönland dağlarla çevrili büyük bir yayla­
olur. dır. İç kısımlarda buz kalınlığı 2.500 m etreden
Alkol ve benzer m addeler karıştırarak su­ fazladır. Bu buz tabakası dağlar arasındaki
yun donma noktası düşürülebilir. Otomobil geçitleri aşıp dik vadilerden aşağıya doğru
radyatörlerinde kışın antifriz olarak kullanı­ hareket eden buzullar oluşturur (bak. Buzul
lan etilen glikol de, aynı biçimde, donma VE B u z u l l a ş m a ) . Bayırların dikliği nedeniyle
noktasını düşürür ve soğutma sistemi dondu­ buzullarda derin çatlaklar, yarıklar ortaya
rucu havalarda bile çalışır. Deniz suyundaki çıkar. Buzulun denize ulaşan ucu bir süre su
tuz da onun donm a noktasını düşürür. Bunun üstünde yüzer. Ancak sonra, dalgalar bu
için Kuzey ve Güney Kutup bölgeleri dışında yüzen bölümü çatlak yerlerinden parçalar ve
deniz suyunun donması ender görülür. Gene kopan buz kütlesi bir buzdağı olarak denizde
aynı nedenle, soğuk havalarda karın buzlaş­ dolaşmaya başlar. D aha sıcak sularda eriyene
masını önlem ek için yollara tuz serpilir. İzlan­ kadar akıntılarla güneye sürüklenir. G rön­
da’da geniş alanlar tatlı suyun oluşturduğu land buzdağları genellikle çok garip şekillidir.
buz tabakaları ve buzullarla kaplıdır, ama A ntarktika, dağ sıraları ve geniş, derin
kıyılarını çevreleyen denizde buz çok seyrek vadileriyle düzensiz bir yüzey şekline sahiptir.
görülür. Bu vadilerdeki buz tabakaları düzgün bir
Suyun donm a noktası üstündeki basınçtan biçimde denize doğru hareket eder ve geniş,
da etkilenir. Basınç arttıkça suyun donması düz tabakalar halinde denize uzanır. Buz
güçleşir. Basıncın suyun donma noktasını tabakaları suyun etkisiyle koptuğu zaman,
düşürdüğünü görmek için bir deney yapabili­ üstleri düz, keskin kenarları dik kayalıkları
riz. Bir buz blokunun üzerine konan bir telin andıran çok büyük buzdağları oluşur. Bunlar
iki ucuna ağırlıklar asalım. Telin buza gömül­ genellikle Kuzey Kutup Bölgesi buzdağların-
düğünü, bir süre sonra gittikçe buz içinde dan daha alçaktır.
aşağı doğru inip sonunda buzun altına geldiği­ Buzdağlarının deniz üzerinde görülen bölü­
ni, ama buzun bölünmediğini, bütün olarak münün yaklaşık altı katı su altındadır. G rön­
kaldığını görürüz. Ağırlıkların aşağı doğru land buzdağlarının pek azmin sudan yüksekli­
çektiği telin basıncı altında buz erimiş, ancak ği 60 metreyi geçer; çoğu 30 m etreden yüksek
BUZ HOKEYİ 75

C.J. Gilbert/British Antarctic Survey


Keskin kenarları ve düz te p e siyle b ir A n ta rktika buzdağı

değildir. Genişliği 1.500 m etreden fazla olabi­ ler kışın izledikleri yolun daha güneyinden
lir. Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki büyük buz- giderler. Güney yarıkürede ise, çok az gemi
dağlarına “buz adaları” denir. Bunlar genel­ A ntarktika’ya buzdağlarının tehlike oluştu­
likle kutup bölgesinde bulunur ve yavaş hare­ rabileceği kadar yaklaşır.
ket ederler. Bilimsel araştırm a gruplarının
bunlar üzerinde aylarca konakladığı olur. BUZDOLABI bak. S o ğ u tm a .
G rönland’dan güneye doğru sürüklenen
buzdağları Avrupa ile Kuzey A m erika arasın­ BUZ HOKEYİ, buzla kaplı bir alanda, altışar
daki işlek denizyolunu izleyen gemiler için kişilik iki takım arasında oynanan çok hızlı bir
büyük bir tehlike oluşturur. Çevresindeki oyundur. Am aç, ucû kıvrık bir tahta sopa
havayı soğuttuğu için, buzdağı genellikle bir kullanarak küçük, sert bir diski rakip kaleden
sis bulutu arkasına gizlenir. Zam anının en geçirmektir. Çim hokeyinden uyarlanmış olan
büyük yolcu gemisi olan Titarıic, İngiltere’den oyun ilk kez 1860’ta Kanada’da, O ntario’daki
New Y ork’a yaptığı ilk seferde, 15 Nisan Kingston Lim am ’mn buzları üzerinde oynan­
1912’de G rand Banks’ın (Büyük Sığlık) 150 mıştır. Buz hokeyi I. Dünya Savaşı’ndan
km güneyinde bir buzdağıyla çarpıştı ve battı. sonra yaygınlaştı.
1.500 kişinin öldüğü Titanic felaketinden son­ Oyun alanı, 1,22 m etre yüksekliğinde bir
ra, gemi yolları yakınında görülen buzdağları duvarla çevrilmiş, boyu 61 m etre, eni 30
konusunda gemileri uyarmak için U luslarara­ m etre olan bir dikdörtgendir. Boyutlarının
sı Buz Devriyesi kuruldu. Özel olarak yapıl­ oranı aynı kalmak koşuluyla daha küçük
mış gemiler kuzeydeki denizlerde devriye alanlarda da oynanır. Oyun alanında, alanı iki
gezerek büyük buzdağlarının yerlerini haber eşit parçaya bölen kırmızı bir orta çizgi ve üç
verir ve küçük olanlarını parçalar. Buzdağla- eşit parçaya bölen iki mavi çizgi, bir orta
rının en çok görüldüğü yaz mevsiminde gemi­ yuvarlak ve her iki yarı alanda ikişer başlama
76 BUZ HOKEYİ

Buz hokeyi alanı üç bölg eye ayrılır. O yun tarafsız bölgedeki orta yu va rla kta başlar. İki uçtaki b ö lg e le ri karşıt
ta k ım la r savunur.

yuvarlağı gizilidir. İki mavi çizgi arasındaki ucundaki kıvrık kısmın boyu da 32 santim et­
alan tarafsız bölge, kaleyle önündeki mavi reden fazla olamaz.
çizgi arasındaki alan savunma bölgesi, öbür Oyuncular özel patenler, kalın eldivenler,
mavi çizgiyle rakip kale arasındaki alan da yastıklarla beslenmiş koruyucu özel form alar
saldırı bölgesi olarak adlandırılır. giyer ve koruyucu başlık takarlar.
Arkası bir ağla kapatılmış olan kalelerin Oyun her biri 20 dakikalık üç devreden
genişliği 2,40 m etre, yüksekliği 1,22 m etredir. oluşur. H er devre sonunda takım lar kale
Sertleştirilmiş kauçuktan yapılan ve pu c k adı değiştirir. Hakem in diski orta yuvarlakta iki
verilen disk 7,6 cm çapında, 2,5 cm kalınlığın­ rakip oyuncunun arasına bırakmasıyla oyun
da ve 156-170 gr ağırlığındadır. Diski sürmek başlar. Bu başlangıç her golden sonra orta
için kullanılan sopanın boyu 1,35 m etreden ve yuvarlakta ve oyunun her kesilişinden sonra
Tommy Hindley
en yakın başlama yuvarlağında yinelenir.
Takımlar bir kaleci, iki savunma oyuncusu
ve üç ileri alan oyuncusu düzeninde oynar.
Çok hızlı ve yorucu bir oyun olduğu için çok
sık oyuncu değiştirilir. Oyuncu değişimi oyun
durdurulm adan yapılır. Bir oyuncunun buz
üzerinde iki dakikadan fazla kaldığı pek
görülmez.
İleri alan oyuncuları diski rakip kaleye
götürürken saldırı bölgesine girişte diski sü­
ren oyuncu en önde, disk de onun önünde
olmalıdır. Gol olması için kaleye giren diske
sopayla vurmuş olmak gerekir. Sopaların
omuzdan yüksekte tutulması, sopayla rakibi
engelleme, kasıtlı sertlikler, diskin üzerine
yatm ak gibi pek çok hareket kurallara aykırı­
Buz hokeyi dü nya nın en hızlı takım o yu n u d u r.
dır. Kuralların çiğnenmesi penaltıyla cezalan­
O yu n cu la r saka tlan m am ak için koru yucu fo rm a la r dırılır. Bazı kural çiğnemelerinde mavi çizgi­
g iyerle r. den atılan serbest vuruş penaltı sayılır. Am a
BUZUL ÇAĞI 77

genellikle penaltı, kural çiğneyen oyuncunun JEO LO Jİ). D aha önceleri de buzul çağları ya­
iki ya da beş dakika süreyle oyun dışına şanmış olmakla birlikte, en son ve en çok
çıkarılması ve takımın oyunu eksik oyuncuyla bilinen buzul çağı yaklaşık 2.500.000 yıl önce
sürdürmesidir. Oyunu bir hakem ve farklı başlamış ve yaklaşık 10 bin yıl önce sona
görevleri olan altı yardımcısı yönetir. ermiştir.
K anada’nın ulusal oyunu olarak kabul edi­ Buzul Çağı olarak adlandırılan bu son
len buz hokeyinin bugünkü kuralları Kana- dönem e girerken dünyanın iklimi günden
da’da 1875’te belirlenmiştir. A B D ’de ve Ka- güne soğumaya başladı. İskandinavya Dağla­
nada’da profesyonel ligler vardır. Olimpiyat rın d a k i buz örtüleri kalınlaştı ve güneye
O yunları’nda da oynanan buz hokeyinde ön­ doğru yayıldı. En fazla yayıldığı dönem de,
de gelen ülkeler, SSCB, Çekoslovakya, Ka­ buz örtüleri Britanya A daları’nm, Kuzey A l­
nada ve İsveçtir. m anya ve SSCB’nin çok büyük bir bölümünü,
bütün K anada’yı ve A B D ’nin kuzey bölüm ü­
BUZ PATENİ bak. P a te n nü kapladı. Böyle bir buz örtüsü bugün ancak
G rönland ve A ntarktika’da görülebilir.
BUZUL ÇAĞI. D ünya’nın ikliminin bugün­ Buzul Çağı’nın gelişimi, buz örtüsünün
künden çok daha soğuk olduğu ve engin bir yaygınlaşması ve sonra geri çekilmesi biçimin­
buz örtüsünün karaların büyük bir bölümünü de yalın bir çizgi izlemedi. Buz örtüsünün
kapladığı döneme buzul çağı denir (bak. yayılması ve geri çekilmesi yaklaşık 20 kez

Buzul Çağı sırasında in sa n la r ve h a yva n la r için yaşam zordu. H ayvanların ço ğ u n u n m a m u tla r g ib i uzun kıllı,
kalın postları vardı. İnsa nla r e tle ri ve po stları için bu ha yvan ları avlardı.
78 BUZUL VE BUZULLAŞMA

yinelendi ve her “buzul ilerleyişi” dönemini, Buzul çağlarının niçin ortaya çıktığını bil­
iklimin bugünkünden daha sıcak olduğu bir miyoruz. Çeşitli nedenler bir araya gelmiş
dönem izledi. Buzulların ilerlediği dönem ler­ olabilir. Buzul Çağı dönem inde Kuzey Buz
de de dünyada tropik orm anlar ve tropik Denizi dünya tarihinde ilk kez neredeyse
çayırlar vardı, ama bunlar ekvator boyunca tümüyle karalar arasında kısılıp kalmış, başka
uzanan dar bir kuşağa sıkışmıştı. okyanusların sıcak su akıntıları buraya gire­
Deniz düzeyi Buzul Çağı boyunca değişik­ memişti. Bu durum , dünyanın güneşten aldığı
lik gösterdi. Başlangıçta çok fazla suyun buza ısı m iktarındaki değişmelerle birleşerek Buzul
dönüşmesi nedeniyle her yerde alçalan deniz Çağı’na yol açmış olabilir.
düzeyi daha sonra, buz örtüsünün gittikçe Büyük buz örtüsü çok yavaş bir biçimde
artan büyük ağırlığı kıtaları aşağı doğru bastı­ geri çekildi ve yaklaşık 10 bin yıl önce
rınca yeniden yükseldi. Çok yavaş olarak kuzeydeki konum una döndü. Am a Buzul
gerçekleşen bu durum buzlann her eriyişinde Çağı henüz sona ermemiş olabilir ve biz başka
tersine döndü. Buzların son kez erimesinden bir soğuk dönemin izleyeceği geçici bir sıcak
bu yana ancak 10 bin yıl geçtiği için kuzeydeki dönem de yaşıyor olabiliriz. Öte yandan, daha
kıtalar yeniden yükselmelerini günümüzde de önce de olduğu gibi buz örtüsü yavaş yavaş
sürdürm ektedirler. bütünüyle ortadan kalkabilir ve kutup bölge­
Buzul Çağı’nda, buzullar (bak. B u z u l VE leri bir gün yeniden ısınabilir. Böyle bir
B u z u l l a ş m a ) üzerinde hareket ettikleri kaya­ durum da okyanusların su düzeyi yaklaşık 15
ları aşındırdılar. Büyük kay.a parçalarını sü­ m etre yükselecektir.
rükleyip yerlerinden çok uzaklara taşıdılar.
İri kaya parçalarının yanı sıra taşıdıkları kum, BUZUL VE BUZULLAŞMA. Buzul karalar
çakıl ve kil gibi maddeleri vadi kenarlarında üzerindeki kalıcı, yıldan yıla yavaş ve sürekli
ve buzulun eridiği yerlerde biriktirerek buzul- bir biçimde hareket eden büyük bir buz
taşlar oluşturdular. kütlesidir. Buzul bir yılda yüzlerce m etre
Buzulların etkisiyle yüksek tepeler aşındı, hareket edebileceği gibi, ilerlemesi çok daha
doruklarındaki sivrilikler kayboldu. Buzulun yavaş da olabilir. Buzulun bazı bölümleri
yolunu kesen vadiler buzulun taşıdığı taş ve öteki bölümlerinden daha hızlı hareket eder.
toprakla doldu. Buzulun aktığı yönde uzanan Kar örtüsünün sürekli olduğu yerlerde
vadiler aşınarak daha da derinleştiler. K ana­ oluştuğu için buzullar ya kutup bölgelerinde
da ve A B D ’deki Büyük Göller buzlar çekilir­ ya da yağan karın eriyen ve buharlaşan
ken oluştu. Buzulların güney ucundan akan kardan daha çok olduğu yüksek dağlık bölge­
çok m iktarda su önündeki yüksek kesimlerle lerde bulunur. İklimin daha soğuk, ama kar
buzulun ucu arasında birikip kaldı. (N İ a g a r a yağışının daha az olduğu yerlerde buzul olm a­
Ç a v l a n i m addesinde, farklı düzeydeki gölle­ masına karşılık, A frika’nın ekvatora yakın
rin nasıl oluştuğu ve Niagara Irm ağı’nın Erie bölgelerindeki bazı yüksek dağlarda buzullar
G ölü’nden O ntario G ölü’ne büyük bir çağla­ olmasının nedeni budur. Yüksek dağlardaki
yan halinde nasıl akmaya başladığı anlatılmak­ kalıcı kar örtüsünün alt sınırına kar sınırı
tadır.) Dünyanın başka yerlerindeki birçok denir. Kutup bölgelerinde deniz düzeyine
göl de buzulların üzerinde hareket ettiği kadar inen kar sınırı ekvatorda yaklaşık 6.000
kayaçları oyarak açtığı çukurlarda oluş­ m etre yüksekliktedir. Grönland Adası ve
muştur. A ntarktika buzla kaplıdır. Bu buz örtüsünün
Buzul Çağı’mn gelişi hayvanların yaşamını kalınlığı G rönland’da 2.500 m etreye ulaşır.
da büyük ölçüde etkiledi. Yeni iklime ve Oluştuğu bölgenin coğrafi yapısına ve iklime
değişen koşullara uyum gösteremeyen birçok bağlı olarak, başlıca üç tür buzul vardır.
hayvan türünün soyu tükendi. Başka türler Vadi buzulları. Alp ya da dağ buzulu da
daha sıcak bir iklim bulmak için güneye doğru denen bu buzullar dağlardaki vadilerde buz
göçtüler. M am ut ve gergedan gibi bazı türler ırmakları biçiminde oluşur. Him alayalar’da
ise evrim geçirerek zorlu koşullarda yaşamayı uzunluğu 45 kilom etreye ulaşan vadi buzulları
başardılar (bak. TARİHÖNCESİ Y a ş a m ) . vardır. A vrupa’daki birçok sıradağda ve Alp
BUZUL VE BUZULLAŞMA 79

BİR VADİ BUZULU


Buzulun başladığı
buzyalağı (sirkh
iönüşür.
Sarp yam açları hareket
I eden buzla aşınmış j.
Daha küçük bir buzulda 1 derin vadi.
artakalan sığ vadi.
Buz kütlesi artınca dağın
yam acından aşağı doğru
harekete geçer.

Sığ vadinin ana vadiye açıldığı


yerde oluşan çavlan.
Hareket eden buz kayaları,
aşındırır.

Hareket eden buzun taşıdığı


taş ve topraklar buzultaşlarını
oluşturur. -===; ;Buz eridiğin de çökelen buzul
sürüntüsü.

Buzdaki çatlaklara
buzul çatlağı ya da
o * buzyarığı denir-ap. Uç buzultaşının arkasında
F o lu ş m u ş g ö l
> -

Buzulun önüne yığdığı taş ve


Buzul sürekli kar sınırının toprak ya da uç buzultaşı
£ Çok soğuk b ö lg e le rd e altında erim eye başlar.
W buzullar denize ulaşır ve
I kopan b u z blokları
İ t b u z d a ğ la rıg i-O İu ş tu ru r.^

İlk d iya g ra m d a b ir vad i bu zu lu n u n o lu şu m u ve aşağı d o ğ ru yavaş hareketi süresince çevresinde ve


ken dinde olan d e ğ iş im le r g ö rü lü y o r. İkinci d iya g ra m d a buzul alanının karlar e rid ikte n sonraki g ö rü n ü m ü
y e r alıyor. Buzul çağları sırasında Kuzey A vru p a ve Kuzey A m e rik a 'n ın b ü yü k b ö lü m ü b u zulların yo l açtığı
d e ğ iş im le re u ğ ram ıştır.

Dağları’nda, Kuzey A m erika’daki Kayalık Çok kalın olmayan kimi örtü buzulları
D ağlar’da, Güney A m erika’daki A nd Dağla- dağların doruklarında buz takkeleri oluştu­
rı’nda büyük vadi buzulları bulunur. Doğu rur. Ağrı D ağı’nm ve Kilim anjaro D ağı’nın
Toroslar’da, Doğu Karadeniz ve Doğu A na­ doruklarındaki buzullar bu türdendir.
dolu’daki dağlarda da boyları birkaç yüz Dağeteği buzulları. A laska’da çok yaygın
m etre olan vadi buzulları görülür. olan dağeteği buzulları dağların eteğinde yel­
Örtü buzulları. Bazı bölgelerde yaylaları ve paze biçiminde yayılır. Vadi ve örtü buzulları
dağları örtecek biçimde genişleyen buzullara arasında yer alan bu buzullar, bir vadi buzulu­
örtü buzulları denir. Çok büyük örtü buzulla­ nun dağın eteğindeki bir başka buzulla birleş­
rına kıta buzulu ya da inlandsis adı verilir. mesi sonucu oluşur. A laska’daki M alaspina
D ünyanın en büyük örtü buzulu A ntarktika’ Buzulu bu türün tipik bir örneğidir. Dağın
dadır. 14 milyon km2’den büyük olan bu kıta eteğinin bir kıyı ovası olduğu durum larda,
tümüyle buz örtüsüyle kaplıdır. İkinci büyük denizin içine doğru uzanan buzullara buzla
örtü buzulu olan G rönland inlandsisinin boyu denir. Günüm üzde buzlalar yalnızca A ntark­
2.400 km, eni 1.100 km ve kapladığı alan 1,73 tika’da bulunur. Buradaki Ross Buzlası Fran­
milyon km2’dir. sa kadar bir alanı kaplar.
80 BUZUL VE BUZULLAŞMA

Swiss National Tourist Office


Rhöne B u zu lu 'n u n havadan çe kilm iş bu fo to ğ ra fın d a , yavaşça akan buz ırm ağının d o ğ d u ğ u buzyalağı

Buzulun Oluşumu kalınlığındaki üst bölümü akmaz, alttaki bu­


Bir vadi buzulu, sarp yamaçlarla çevrili at nalı zun hareketiyle taşınır. A lttaki buzun akış
biçimindeki bir vadinin üst bölümünde olu­ hızındaki farklılıklar üstteki bu sert tabakada
şur. Buzulun oluşmaya başladığı bu çanağa kırılmalara yol açar. Bunlara buzul çatlağı ya
buzyalağı (sirk) adı verilir. Buzulun kaynağı da buzyarığı denir. Vadi tabanının eğiminin
kalıcı kar örtüsüdür. Kar örtüsünün kalınlığı birdenbire değiştiği yerlerde buzulun üst yü­
giderek arttıkça, üstteki kar tabakaları altta­ zeyinde m eydana gelen kırılmalarla buzbacası
kileri sıkıştırır; kar taneleri sıkışma, erime ve (serak) denen sivri çıkıntılar oluşur.
buharlaşm a etkisiyle küçük yuvarlak taneler­ Buzulun bir dil gibi uzanan ucu kar sınırının
den oluşan gözenekli bir kitleye, buz kar’a altına ulaşınca erimeye başlar. Bazen buzul
dönüşür. Kar örtüsünün kalınlığı daha da aşağı doğru hareketini sürdürür, ama uç sınırı
arttıkça en alttaki buzkar taneleri basıncın değişmeden kalır. Bu durum da, buzulun be­
etkisiyle, aralarında boşluk kalmayacak şekil­ lirli bir sürede getirdiği kadar buz aynı süre
de sıkışıp eriyerek yeniden kristalleşir ve sert, içinde eriyor demektir. Hızla akan büyük
kristalli bir buz oluşturur. Kar örtüsünün buzullar kar sınırının çok altına kadar uzana­
kalınlığı ve dolayısıyla ağırlığı arttıkça, üze­ bilir. Yeni Z elanda’daki Franz Josef Buzulu
rindeki basınç artan buz, basınç yeterli bir deniz düzeyinden yalnızca 270 m etre yüksek­
düzeye ulaşınca vadinin eğimine uyarak aşağı likteki yarı tropik bir eğreltiotu ormanının
doğru kaymaya başlar. Buz kütlesi büyük ortasında son bulur. Çok soğuk bölgelerde
basınç altında esnek bir yapı kazanır ve buzullar denize de ulaşır ve buzulun suyun
katran gibi akar. Yerin eğimi, buzun sıcaklık etkisiyle kopan ucu denizde yüzen buzdağları-
derecesi, vadi tabanının yapısı gibi etkenlere nı oluşturur (bak. BUZDA ĞI).
bağlı olarak kaymayı başlatacak basınç düzeyi Buzul içinde hareket ettiği vadinin tabanını
değişir. Buzulun orta bölümünün akışı ke­ ve yamaçlarını aşındırır. Vadi tabanını kazı­
narların akışından daha hızlıdır. Buzulun sert yarak pürüzsüz hale getirirken, vadiden kazı­
bir buz tabakasından oluşan, 30-60 m etre yıp kopardığı ve yamaçlardan üzerine düşen
BÜKREŞ 81

taş, toprak gibi maddeleri beraberinde taşır. BÜKREŞ, bir Doğu Avrupa ülkesi olan
Buzul eridiğinde çökerek biriken bu taş ve R om anya’nın başkenti ve en büyük yerleşim
toprağa buzul sürüntüsü (til) denir. Buzul m erkezidir. Tuna Irm ağı’na dökülen küçük
dilinin ucu eridiği zaman, taşıdığı m addeler Dîmbovita Irm ağı’nm kıyısında, çukur bir
buzulun ucuna yığılarak uç buzultaşlarim alanda kuruludur. Irmağın bir kıyısında düm­
oluşturur. Buzulun taşıdığı taş ve toprağın bir düz ovalar, öbür kıyısında alçak tepeler var­
bölümü buzulun yan taraflarında birikir ve dır. Bu nedenle yazın sıcak rüzgârlardan ve
yan buzultaşları oluşur. İki buzulun birleştiği kuraklıktan, kışın da kar fırtınalarından yete­
durum larda yan buzultaşları birleşereK ortada rince korunam az. B ükreş’te, D îm bovita’nm
bir sırt oluşturur; buna orta buzultaşı denir. iki yakası 16 köprüyle birbirine bağlanmış­
Moren olarak da adlandırılan buzultaşın bu­ tır.
zulun altında oluşan türü dip buzultaşı olarak Kent merkezi geniş bulvarları, yüksek
adlandırılır. Dip buzultaşları örtü buzulların­ apartm anları ve görkemli kamu yapılarıyla
da en çok rastlanan tortu türüdür. Buzulaltı çağdaş bir görünümdedir. Calea Victoriei
akarsularının çökerttiği, katmanlaşmış sırtlar (Z afer Bulvarı) A vrupa’nın en güzel caddele-
oluşturan ve bu suların yataklarının geçtiği rindendir. Eski krallık sarayı, A thenaeum ve
yerleri gösteren tortulara esker denir. Bu üniversite göze çarpan yapılardır. K entte 16.
suların açığa çıktığı nokta kame adı verilen ve 17. yüzyıllarda yapılmış, genellikle küçük
çakıl yığıntısından belli olur. Kuzey Am erika kiliseler ve m anastırlar vardır.
ve Kuzey A vrupa’nın birçok yerinde görülen 1459’dan kalma yazılı belgelerden, Bük­
buzul sürüntüleri Buzul Çağı’nda bu kıtaların reş’in 14. yüzyılda bir kale çevresinde gelişti­
büyük bölümünü kaplayan geniş buz örtüsün­ ğini öğreniyoruz. D aha sonra Eflâk prensleri­
den geriye kalmıştır. Bir zam anlar buzullarla nin kışlık merkezi oldu. 1460’tan 1859’a kadar
kaplı olan dağlarda şimdi boş buzyalakları ve Osmanlı egemenliğinde kaldı. Osmanlılar,
birbirlerinden sarp sırtlarla ayrılmış, “U ” 18. yüzyıldan başlayarak Bükreş’e İstanbul’
biçiminde derin vadiler vardır. Irm ak ya da daki Fenerli R um lar’dan seçilen yöneticiler
göl kenarlarında görülen çakıllı teraslar da gönderdiler. 1821’deki halk ayaklanmasından
kökenlerini buzullardan alır. Bu teraslar eski sonra, 1859’da baş gösteren yeni bir ayaklan­
kıyı çizgisinin ve buzul çağındaki su düzeyleri­ mayla Osmanlı yönetimine son verildi. B ük­
nin göstergesidir (bak. B u z u l Ç a ğ i ) . reş 1862’de, Eflâk ve Boğdan’ın birleşmesiyle

ZEFA

Bükreş'te b ilim ve sanat


m e rke zle rin in yanı sıra
çok sayıda m üze vardır.
Resim deki g ö rk e m li yapı
K ü ltü r Sarayı'dır.
82 BULBUL

kurulan Rom anya Krallığı’nın başkenti oldu.


1947’de, krallığın kaldırıldığı ve cumhuriyetin
kurulduğu da Bükreş’te ilan edildi. Zam anla
eski yazlık köşklerin ve villaların yerini çağ­
daş yapılar aldı. Kent iki dünya savaşı arasın­
da, özellikle de II. Dünya Savaşı’ndan sonra
çok gelişti. D aha çok insanın kentte yaşamaya
başlamasıyla nüfusu yaklaşık 1.975.800’e
ulaştı (1985).
B ükreş’te birçok kişi kamu kuruluşlarında
çalışır. Bükreş aynı zam anda büyük bir eğitim
m erkezidir. Bükreş Ü niversitesinin yanı sıra,
mühendislik, bilim ve sanat dallarında eğitim
veren çeşitli yüksekokullar vardır. O pera ve
balesi, tiyatroları, konser salonları ve çeşitli
müzeleriyle Bükreş zengin bir kültür birikimi­
ne sahiptir. Kara ve demiryollarının önemli
bir bölümü Bükreş’te buluşur. Petrol arıtımı,
m akine, sabun, kâğıt, dokum a, deri ürünleri
ve tarım m akineleri, otomobil, otobüs gibi
araç ve gereçler Bükreş’in çevresinde üretilir.
1977’de Bükreş 1.400 kişinin öldüğü, birçok
yapının yıkıldığı şiddetli bir deprem de büyük
John Markham
zarar gördü. Yıkılanlar daha sonra yeniden B ü lb ü l çalılıkların arasında g izle n m e yi seçen ürkek
yapıldı. b ir kuştur. Yuvasını da ko ru lu kla rd a ki sık bitki
ö rtü s ü n ü n içinde , oldukça alçak b ir yere kurar.
BULBUL Arm oni zenginliği açısından eşsiz,
duru ve güzel ötüşüyle tanınan bülbül (L us- yerlerdeki çalılarla kaplı korularda yuvalanır
cinia megarhynchos) bütün ötücükuşlann sim­ ve bu sık bitki örtüsünün arasında gizlenirler.
gesi, şairlerin esin kaynağı olmuştur. Öbür Ü rem e döneminin sona erdiği temmuz-ağus-
kuşlar gibi yalnız gündüzleri değil geceleri de tos aylarında yeniden A frika’ya dönerler.
öter. Özellikle tanyeri ağarırken, bütün öbür Bülbül yuvası kuru yapraklardan yapılmış
kuşlar sustuğunda duyulan bülbül sesi insan­ bir çanak biçimindedir, içi de kuru otlarla
ları öteden beri büyülemiş, kendine özgü döşenmiştir. Yuvalarını genellikle ısırgan ot­
melodilerle alçaktan başlayıp gittikçe yükse­ ları ve böğürtlen gibi ormanaltı bitki örtüsünü
len ötüşü doğu ve batı kültürlerinde zengin oluşturan sık çalılıkların arasına, bazen de
bir bülbül edebiyatının doğmasına yol aç­ yere kurarlar. Dişi bülbül bu yuvaya zeytin
mıştır. yeşili renginde dört-beş yum urta bırakır. Yav­
Uzunluğu 15 santimetreyi biraz aşan bülbü­ rularının göğüsleri kırmızı beneklidir.
lün gövdesinin üst bölümleri koyu, alt bölüm ­ A vrupa’nın kuzeydoğusu ile Sibirya’da üre­
leri açık kahverengi, kanadı ve kuyruğu ise yen ardıç bülbülü (Luscinia luscinia) de görü­
kızıl kahverengidir. Ardıçkuşlarıyla aynı fa­ nüm ü ve yaşamıyla bülbüle çok benzer. Bu
milyadan (Turdidae) olan bülbül, kışı Afrika’ kuş da bülbül gibi geceleri öter; ama sesi,
da geçirdikten sonra baharda ürem ek için gerçek bülbülün ötüşündeki yükselen tem po­
Asya ve A vrupa’ya göç eder. ya ulaşacak kadar gür ve zengin değildir.
Ü rem e mevsiminin başlangıcı olan nisan- Bülbülle aynı familyadan olan kızılgerdana
mayıs aylarında erkek bülbüller dişileri çift­ nar bülbülü de denir (bak. K i z i l g e r d a n ) .
leşmeye çağırmak için ötmeye başlar. (Dişiler Türkiye’nin güney bölgelerinde yaşayan arap-
ötm ez.) Oldukça uzun süren bu ötüşlere bülbülünün (Pycnonotus xanthropygos) ise
“dem çekm e” denir. Bülbüller özellikle nemli gerçek bülbülle hiçbir akrabalığı yoktur.
BÜTÇE 83

Bülbül eskiçağlardan bu yana birçok efsa­ bütçesinde doğru önceliklerin seçildiği söyle­
ne, rom an, öykü, şiir ve atasözüne konu nemez. Bütçesindeki öncelikler doğru olarak
olmuştur. Örneğin Eski Yunan mitolojisinde belirlenmeyen bir şirketin kârı azalır ve bu
bülbül üstüne söylenmiş efsanelerden birkaçı yanlışlar sürerse şirket iflas edebilir.
günümüze kadar ulaşmıştır. İran ve Türk Devlet bütçesi de bütün yurttaşların yaşa­
edebiyatlarında da bülbül ile gül birçok öykü­ mını büyük ölçüde etkilediği için yaşamsal
nün ayrılmaz kahram anlarıdır. Bu efsaneler­ önem taşır ve bu önemi nedeniyle bütçeyi
den birine göre bülbül gülün açması için kimin hazırlayacağı, bütçedeki öncelikleri be­
sabaha kadar öter, ama ötm ekten yorgun lirleyen kararları kimin alacağı tarih boyunca
düşüp şafakta öldüğü için gülün açtığını göre­ toplumsal m ücadelelere yol açmıştır. 17.
mezmiş. yüzyılda İngiltere’de kral ile halkın temsilcisi
olan parlam ento arasında bütçeyi hazırlama
BÜTÇE. Belirli bir dönem deki gelirin nasıl hakkı konusundaki uzun mücadeleyi parla­
harcanacağının, çeşitli gereksinimlerin önce­ m ento kazanmış ve bütçeyi yapma hakkı
likleri dikkate alınarak önceden planlanması­ kraldan parlam entoya geçmiştir. D em okra­
na bütçe yapmak, yapılan bu plana da bütçe tik ülkelerde bütçe konusunda son söz her
denir. Bütçe, gelirin giderler arasında akıllıca zaman parlam entolarındır. Bir hüküm etin
bölüştürülm esine yardımcı olur. Bu anlamıyla bütçesi onun nelere öncelik verdiğini, hükü­
bir devlet ya da şirket bütçesinden söz edilebi­ m et . politikalarının kimlere hizmet ettiğini
leceği gibi, bir kişinin ya da ailenin bütçesin­ ortaya koyar.
den de söz edilebilir. Devlet bütçesindeki giderleri karşılamaya
Bir aile bütçesi yapılırken aylık ya da yıllık devletin normal geliri olan vergi geliri yet­
gelir tem el alınarak, giderler (kira, beslenme, miyorsa bu tür bütçeye açık bütçe denir.
giyim, ulaşım, eğitim, sağlık, tatil giderleri Bütçedeki açık, borçlanarak ya da para basa­
gibi) buna göre belirlenir. rak karşılanır. Açık bütçeler, açığın büyüklü­
Şirketler için de bütçe büyük önem taşır. ğüne göre büyüyen oranda bir enflasyon
Şirketler aylık, yıllık ya da daha uzun süreler (hızlı fiyat artışı) nedenidir.
için bütçe yapar. O dönemde elde etmeyi
umduğu geliri ve o geliri elde etm ek için Bütçe İlkeleri
yapacağı harcamayı (kira, işçi ücretleri, ham ­ Uzun yılların uygulamaları sonucunda bütçe­
m adde, enerji giderleri gibi) planlar. Şirket lerin hazırlanmasında belirli teknikler ve ilke­
bütçesinin amacı gelir ve giderlerin, şirketin ler gelişmiştir. Bunların başlıcaları: Genellik,
kârını en yüksek düzeye çıkaracak biçimde birlik, tahsis edilememe ilkeleridir. Genellik
düzenlemesidir. ilkesi, bütçedeki gelirlerin ve giderlerin ayrı
Devlet bütçesi de devletin yapması gereken ayrı belirtilmesi, gelirlerin elde edilmesi için
kamu hizmetlerinin gerektirdiği harcamaların yapılan giderlerin, gelirden düşülmemesi ilke­
ve bunun için gerekli gelirlerin önceden plan­ sidir. Birlik ilkesi, devletin bütün gelir ve
lanmasıdır. Am a, devlet bütçesi hazırlanırken giderlerinin tek bir bütçe içinde yer almasıdır.
yapılması gereken giderler (savunma, eğitim, Tahsis edilememe ilkesi, belirli gelirlerin b e ­
sağlık, genel yönetim, yatırım harcamaları gibi) lirli giderlere ayrılmaması, bütün gelirlerin bir
temel alınır ve bunun için gerekli kaynakların yerde toplanıp, bütün harcamaların oradan
(vergi, borçlanma gibi) sağlanmasına çalışılır. karşılanması ilkesidir.
İster aile, ister şirket, ister devlet bütçesi
olsun, bütçe her zaman yaşamsal önem taşır Türkiye'de Bütçe
ve insanların yaşayışını tem elden etkiler. Bir Türkiye’de bütçe, bakanlar kurulunun hazır­
ailenin, şirketin ya da devletin iyi yönetilip ladığı bütçe önerisinin Türkiye Büyük Millet
yönetilmediği bütçesine bakarak anlaşılabilir. Meclisi’nce görüşülüp kabul edilmesi yoluyla
Aile bireylerinin sağlık, beslenme, eğitim yapılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
gereksinimlerine az para ayıran, gösterişe kabul ettiği bütçeyi hüküm et uygular. Meclis
yönelik harcam alara öncelik tanıyan bir aile bütçenin uygulanmasını denetler.
84 BÜYÜ

Bütçenin hazırlanışında devlet örgütü için­ Büyük G öller 2,5 milyon ile 10 bin yıl
de aşağıdan yukarı bir yol izlenir. Bakanlıklar önce, Buzul Çağı sırasında güneye doğru inen
gereksinimlerini belirleyerek maliye bakanlı­ büyük buz tabakalarının geçtikleri vadileri
ğına bildirir; maliye bakanlığı kendi bütçesini derinleştirip genişletmesi sonucu oluştu. D a­
de ekleyerek bunları birleştirir ve gider bütçe­ ha sonra, buzullar kuzey çıkışını kapatacak
sini hazırlar. G enel ekonomik durum u değer­ biçimde biraz geri çekilerek su kütlelerini
lendirerek gelir bütçesini de hazırlar. B akan­ güneyde bıraktı. Bu dönem de sular bugünkü
lar kurulu, bunlar üzerinde gerekirse değişik­ göllerden daha geniş bir alanı kaplıyordu.
lik yapar ve meclisin onayına sunar. Büyük G öller’in kıyıları bugünkü görünüm le­
Bütçe tasarısı mali yılbaşından en az 75 gün rini çok daha yakın zam anlarda aldı.
önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunu­ G öller, genişliklerinin yanı sıra, üzerlerin­
lur. Bütçe komisyonunda incelenerek gerekli de gidip gelen büyük tonajlı gemiler, çevrele­
değişiklikler yapıldıktan sonra genel kurulda rinde kurulan kasaba ve kentler, kıyılarındaki
oylanarak kabul edilir. Bütçenin kabul edil­ dinlence ve eğlence yerleri açısından “büyük”
memesi durum unda hüküm et istifa etm ek nitelemesine hak kazanır. K anada nüfusunun
zorundadır. Bütçe uygulamasını meclis adına üçte ikisi ve fabrikalarının çoğu Büyük G öller
Sayıştay denetler. Uygulanması tamamlanan Yöresi’nde ya da St. Lawrence Irmağı kıyıla­
bütçe ile ilgili kesin hesap yasasını hükümet rında yoğunlaşmıştır. Büyük G öller’e kıyısı
mali yıl sonundan başlayarak en geç yedi ay olan sekiz ABD eyaletinde, ülkenin fabrika
içinde meclise sunar. Sayıştay’ın incelemeleri ürünlerinin yarıdan fazlası ve besin m addele­
sonunda meclise gönderdiği “genel uygunluk rinin önemli bir bölümü üretilir.
bildirisi”ni de dikkate alarak yapılan görüşme Superior Gölü, H azar Denizi’nden sonra
sonunda kesin hesap yasasının kabulüyle mec­ dünyanın ikinci büyük gölüdür. Büyük Göl­
lisin bütçe üzerindeki denetimi tamamlanır. ler’in de en derinidir. Superior’un hemen
güneyinde Michigan Gölü yer alır. Michigan
BÜYÜ bak. B ü y ü v e B ü y ü c ü lü k . G ölü’nün batısında bulunan H uron Gölü,
sularını St? Clair Irmağı, St. Clair Gölü
BÜYÜKADA bak. P re n s A d a la ri. havzası ve D etroit Irmağı yoluyla Erie G ölü’
ne boşaltır. Erie G ölü, Büyük G öller’in
BÜYÜK BRİTANYA VE İRLANDA BİRLE- içinde en sığ olanıdır. O rtalam a derinliği 17
ŞİK KRALLIĞI bak. İNGİLTERE. m etredir. Suları, Niagara Irmağı yoluyla
O ntario G ölü’ne ulaşır. İki göl arasındaki 47
BÜYÜK GÖLLER YÖRESİ. Büyük Göller m etre düzey farkından oluşan ünlü Niagara
olarak adlandırılan Superior, Michigan, Hu- Çavlanı (bak. N i a g a r a Ç a v l a n i ) , turizm
ron, Erie ve O ntario gölleri, Kuzey A m eri­ ve sanayi açısından çok önemlidir. O ntario
ka’nın doğusunda, A B D ile K anada arasında Gölü ise beşlinin en küçük gölüdür.
yer alır. Superior Gölü dünyanın en büyük Erie G ölü’nün güneyinde, Pennsylvania ve
tatlı su gölüdür. Bu beş gölün kapladığı O hio’nun zengin köm ür yatakları uzanır.
toplam alan İngiltere’nin yüzölçümünden da­ Superior Gölü çevresindeki demir cevheri,
ha büyüktür (245.000 km2). Büyük G öller’e m adenköm ürü ya da kokköm ürü kullanılma­
akan yüzlerce küçük akarsu vardır. Göllerin dan demir ve çelik haline getirilemez. Büyük
suyunu denize akıtan tek ırmak ise St. Law- G öller’in suları köm ür ve m aden cevherinin
rence’dir. Doğal ya da insan yapısı birçok bir araya getirilmesini kolaylaştırır. Büyük
kanal gölleri birbirine bağlar. Böylece Atlas Göller çevresinde birçok çelik ve çelik eşya
Okyanusu’ndan gelen bir gemi, St. Lawrence üreten fabrika bulunmasının nedeni budur.
Irm ağı’ndan ve göllerden geçerek, Kuzey Batıda A B D ’nin mısır ekim kuşağı ve kuzey­
A m erika kıtasındaki D uluth ve Superior li­ batıda K anada’nın tahıl yetiştirilen düzlükleri
m anlarına ulaşabilir. Su kanallarının ve li­ uzanır. Batıdaki göllerin yakınlarında bakır
m anların çoğu aralık ayı ortasından nisan ayı cevheri ve kireçtaşı bulunur. Kuzey ve kuzey­
sonuna kadar donar. batıda ise kâğıt ve kereste yapımında kullanı-
BÜYÜK GÖLLER YÖRESİ 85

SUPERİOR GÖLÜ

Cluebec

BUYUK GOLLER YÖRESİ

Sault Sainte M arie Ottavva


Ottavva
lontreal
Georgian
J<oyu

H U R O N GÖLÜ
T oronto -

M İC H İG A N GÖLÜ Ham ilton ONTARİO GÖLÜ


Niagara Çavlanı
Barge Kanalı
Milvvaukee Huron Limanı Buffalo

Detroit.
ERİE GÖ LÜ

Cleveland

lan ağaçların yer aldığı orm anlar vardır. na ulaşan bir akarsuya kadar kara üzerinden
Saydığımız tahıl, köm ür, demir cevheri, bakır taşıdı ve O ntario Gölü yoluyla geri döndü.
cevheri, kireçtaşı ve kereste gibi ürünler en Başka kâşifler de Superior ve Michigan gölle­
elverişli biçimde yük gemileriyle taşınır. B ü­ rini buldular.
yük G öller’deki birçok liman ırmak ağızları­ 1679’da La Salle adında bir Fransız kâşif
nın genişletilmesi yoluyla kurulm uştur. Bu küçük bir gemiyle, hem kürk satm ak, hem de
göllerde yaklaşık 200 liman vardır. göllerin kıyılarını keşfetmek için Niagara
Bugün Avrupa ve Büyük G öller arasında Çavlam ’mn yukarı kesiminden yola çıktı.
düzenli gemi seferleri vardır. Oysa, St. Law- Michigan G ölü’ndeki G reen Körfezi’ne ulaş­
rence suyolunun 1959’da tam am lanm asın­ tıktan sonra, karayoluyla geri döndü. Daha
dan önce, kimi kanallardaki havuzların küçük­ sonra Michigan G ölü’nün güney ucuna yapı­
lüğü nedeniyle yalnızca küçük gemiler işli­ lan bir kano seferine önderlik etti ve oradan
yordu. Mississippi Irm ağı’nı keşfe çıktı.
A m erikan Bağımsızlık Savaşı’ndan (1776-
Tarih 83) sonra, Büyük Göller Yöresi bir süre
AvrupalIlar Kuzey A m erika’ya ayak basm a­ İngiliz egemenliğinde kaldıysa da anlaşmaz­
dan önce Büyük G öller’i çevreleyen toprak­ lıklar ve savaşlar sürdü. 1813’te göllerin A BD
lar sık orm anlarla kaplıydı. B uralarda, huş- ve Kanada arasında paylaşılması konusunda
ağacından yapılma kanolarıyla göllerin kıyıla­ anlaşma sağlandı. 1909’da A BD ve Kanada,
rı boyunca dolaşan Yerli kabileler yaşıyordu. göller üzerinde yolculuğun özgür ve her iki
İlk beyazlar yöreye St. Lawrence Irmağı tarafa açık olduğunu bildiren bir antlaşma
yoluyla geldiler. 1615’te Samuel de Champ- imzaladılar. İki ülke arasındaki sınır Super­
lain, Ottawa Irmağı’ndan yukarıya, Nipissıng ior, H uron, Erie ve O ntario göllerinin orta­
Gölü’ne bir kano yolculuğu yaptı. Daha sonra sından geçer. Michigan Gölü tümüyle A BD
kanoları, Huron Gölü’ndeki Georgian Koyu’ sınırlarının içinde kalır.
86 BÜYÜK İSKENDER

BÜYÜK İSKENDER (İÖ 356-323), M ake­ yaktırdığı, en eski arkadaşlarından birini öl­
donyalI II. Philippos’un ve Epir kralının kızı dürdüğü söylenir.
Olympias’ın oğluydu. Pella’da (bugünkü Y u­ İskender büyük bir düş gücüne sahipti ve
nanistan’da) doğdu. D aha 20’sine basmadan yaşamı boyunca savaşarak, düşlediği parlak
M akedonya kralı olan Büyük İskender, 12 yıl ve şanlı Yunan im paratorluğunu gerçekleştir­
boyunca tek bir savaş bile yitirmeden güçlü meye çalıştı. İÖ 336’da II. Philippos öldürü­
krallıkları egemenliği altına aldı. lünce, 19 yaşında kral oldu. Çok geçmeden
İskender yakışıklı, güçlü ve cesurdu. Kimi çevresinin düşmanlarla sarıldığını fark etti.
zaman aşırı atak ve tedbirsiz davranır, gerek­ Hızla herekete geçerek önce kendi krallığında
siz tehlikelere gözünü kırpm adan atıldığı çıkan bir isyanı bastırdı, arkasından güneye,
olurdu. Büyük bir önder olmasında bu cesare­ Y unanistan’a yürüdü. Helen Birliği’ne karşı
tin ve kararlılığın payı vardır. R ahatı ve lüksü koyan Yunan kentlerini ele geçirdi. O zam an­
küçümseyen onurlu bir insandı. 13-16 yaşları lar Y unanistan’da her kent kendi kendini
arasında zamanın en bilge kişisi olan Aris­ yönetirdi ve bu kent devletleri sık sık çatışır,
to ’dan ders aldı. Aristo ona felsefe, politika birbiriyle savaşırdı. İskender M akedonya’ya
ve sanat eğitimi verdi. Şiiri sevdirdi. İskender döner dönmez Thebaililer ve Atm alılar ona
de bilim ve kültürün gelişmesine katkıda karşı yeniden ayaklandılar. İskender hemen
bulundu. geri döndü, onları yendi ve güçlü Thebai ken­
İskender’in olumlu niteliklerinin yanı sıra, tini yakıp yıktı. Am a babası gibi o da A tina’ya
kusurları da vardı. Çabuk öfkelenirdi. Bütün dokunmadı.
dünyayı ele geçirmek amacındaydı ve bu İskender, o dönemin en büyük im parator­
yolda önüne çıkacak hiçbir engel tanımadı. luğu olan Pers İm paratorluğu’nu egemenliği
İnatçı ve acımasızdı. Zafer üstüne zafer ka­ altına almaya kararlıydı. İÖ 334’te ordularını,
zandıkça, kendini Tanrı sanmaya başladı. Yunanistan ile Pers İm paratorluğu’nun sınırı
Çok içki içtiği ve ayıldığında üzüleceği şeyler olan Çanakkale Boğazı’ndan geçirerek A na­
yaptığı olurdu. Sarhoşken Persepolis kentini dolu’ya girdi ve yaptığı ilk savaşta Persler’i

(ARAL
Trakya İSKİT
GÖLÜ
MAKEDONYA / KARADENİZ
Pella * \
HAZAR İskenderiye
Kh^ironea 4 (Eskhate)
LşU^hebaiO' G ordion
DENİZİ P K yro polh
Ç^Atirta °T
/> Frigya
O issaS 4 k ^ x G a u g a m e |a BAKTRİA 0

A KD E N İZ
A ntiokheiaJ, ü° V % Vc Asur
• 5^ ^ _ A r b e la
SURİYE'N Medya İskenderiye
Ekbatan, ° (Herat)
Arahosya
İskend e riye
A m on
M enfis Persia (İRAN) İskenderiye

ARABİSTAN Persepolis Gedrosya ( HİNDİSTAN


İskenderiye
[Gulaşkirt) ° Patala
MISIR

Büyük İskenderin Yolu

H İN T OKYANUSU
BÜYÜK İSKENDER 87

M akedonyalIlar doğuya yürüyerek Fırat ve


D icle’yi geçtiler. Bugünkü Irak ’ta, Gaugame-
la Ovası’nda Persler ile karşılaştılar. İsken­
d er’i A sya’daki büyük toprakların efendisi
durum una getiren savaş burada yapıldı. Dar-
ius’un 1 milyondan fazla askeri vardı, ama
İskender’in birlikleri iyi örgütlendikleri için
Pers ordusu bozguna uğradı.
D arius’u yenen İskender, Pers kentlerini
alarak güneydoğuya doğru ilerledi, Babil’e
girdi. Sus ve Persepolis’i aldı ve can korku­
suyla H indistan’a doğru kaçm akta olan D ar­
ius’u izledi, ama Darius İskender’in eline
düşm eden öldürüldü. Böylece, İskender’in
düşü gerçekleşmiş, koca Pers İm paratorlu­
ğumun hüküm darı olmuştu.
Ne var ki, İskender’in gözü hâlâ doymamış­
Mansell Collection tı; çünkü uçsuz bucaksız Hindistan onu
Büyük İskender İÖ 331'de Pers İm p a ra to rlu ğ u 'n u bekliyordu. İÖ 327’de ordusuyla İndus Irma-
e g e m e n liğ i altına aldı. ğı’m geçti, başlangıçta kimse karşısına çıkma­
dı. A m a M akedonyalIlar Jhelum Irm ağı’na
yendi. Batı A nadolu’daki Efes, Sart, Milet ve geldiklerinde, Poros adlı bir H int kralı onlarla
Halikarnas gibi liman ve kentleri ele geçirdi, savaşa girdi. Sonunda yenilen Poros tutsak
sonra kuzeye yöneldi. düştü. Ne var ki, gösterdiği yiğitlikten ötürü
G ordion kentindeki bir tapm akta o güne İskender onu bağışladı ve krallığını geri verdi.
kadar kimsenin çözemediği bir düğüm vardı. Bu sırada İskender’i her savaşta sırtında
Söylenceye göre, yalnızca Asya’ya egemen taşımış olan atı Bukephalos öldü. İskender
olacak kişi bu düğümü çözebilecekti. İsken­ atının anısına bir kent kurdu ve adını Bukep-
der kılıcını çekip bir vuruşta düğümü keserek halia koydu.
A sya’ya egemen olmayı amaçladığını gös­ İskender Ganj Irm ağı’nı geçip Hindis­
terdi. tan ’ın içlerine girmek istiyordu. Am a M ake­
İskender, M akedonyalılar’dan oluşan ordu­ donyalIlar uzun yürüyüşlerden ve savaşlardan
suyla, girdiği her savaşı kazanarak, Pers bitkin düşmüşlerdi. Bu yüzden daha ileri
İm paratorluğu topraklarının içlerine doğru gidemediler. İskender ordusuyla yeniden ba­
ilerledi. Bu savaşlardan birinde, Pers ordula­ tıya döndü.
rına İm parator III. Darius kom uta ediyordu. Yedi yıl önce zaferle girdiği Babil’de ko­
Darius yenildi, am a kaçmayı başardı. A nado­ nakladı. İskender Babil’i yeni im paratorlu­
lu’yu baştan başa geçen İskender güneye indi, ğunun başkenti yapmak istiyordu. Ne v a r’ki,
Suriye’den geçerek Persler’in önemli bir de­ İÖ 323’te bunu yapam adan hastalanarak öl­
niz üssü olan M ısır’a girdi. Halk tarafından dü. İskender ölürken askerleri teker teker
kurtarıcı olarak karşılandı; kurbanlar kesildi. krallarına veda ettiler. İskender’in, savaşları­
İskender firavunların geleneksel çifte tacını nı gösteren çok güzel kabartm alarla süslü
giydi. Nil Irm ağı’nın deltasında, İskenderiye olan lahti İstanbul A rkeoloji Müzesi’ndedir.
adını verdiği bir kent kurdu. İskenderiye’de İskender’in ölümünden sonra görkemli im­
büyük bir kütüphane yaptırdı. D aha sonra paratorluğu parçalandı. A m a, İskender’in
önemli bir kent ve liman olan İskenderiye, fethettiği topraklarda kurduğu 70’e yakın
Yunan kültürünün doğuda yayılmasında kent Yunan kültürünü doğuda yayan m er­
önemli bir rol oynadı. kezler oldu; doğu ve batı kültürlerinin karşı­
İÖ 331’de, krallığının beşinci yılında, yeni­ lıklı olarak birbirini etkilemesi sonucu, yeni
den Darius ile savaşmak üzere yola çıktı. bir kültür bileşimi ortaya çıktı.
88 BÜYÜK KANYON

BÜYÜK KANYON, dünyanın en büyük derin Colorado Irmağı rüzgâr, don ve yağmurla
vadisidir. A B D ’nin güneybatısında 450 km birlikte Büyük Kanyon’u aşındırmayı sürdür­
boyunca uzanır. Görülmeye değer dik bayır­ m ektedir. Kanyon tabanında Kuzey A m eri­
ları, dorukları, vadileri ve olağanüstü renkler­ ka’nın en eski bazı kayaları vardır. Kuvarsit
deki kaya katm anlarıyla A B D ’nin en ilgi gibi kristalleşmiş kayalar, toprağın aşınmasıy­
çekici doğal oluşum larından biridir. Büyük la yok olan dağların tabanıdır. Bunların üze­
Kanyon kuzeybatı A rizona’daki Colorado Ir- rinde kumtaşı, şeyi ve kireçtaşı gibi tortul
mağı’nın aşındırmasıyla oluşm uştur (bak. CO­ kaya katm anları vardır. İçindeki deniz yosu­
LORADO IR M A Ğ I). Colorado Irm ağı’nın 1 nu, deniz kabuğu ve balık fosillerinden de
milyon yılı aşkın bir zam andır Colorado anlaşıldığı gibi, bu kayalar denizin altında
yaylasını kazarak derinleştirdiği boğazın, Bü­ oluşmuştur. Bir zamanlar büyük bir denizin
yük Kanyon Ulusal Parkı sınırları içinde yer aldığı bölgede, Colorado yaylası zaman
kalan 90 km uzunluğundaki en derin ve en içinde yükselerek bugünkü düzeyine ulaşmış
etkileyici bölümü Powell G ölü’nden Mead ve büyük bir hızla akan Colorado Irmağı
G ölü’ne kadar uzanır. Büyük Kanyon’u aşındıra aşındıra günümüz­
Bu büyük vadinin iki yakası arasındaki deki durum una getirmiştir. Kanyonun yamaç­
açıklık bazen 1 kilom etreden azdır, bazen de ları araştırm acılara, jeoloji açısından yerka-
29 kilometreye ulaşır. Derinliği ise 1,6 kilo­ buğu tarihinin en kapsamlı kayıtlarından biri­
m etreyi geçer. Deniz düzeyinden 2.500 m etre ni sağlar.
yükseklikteki kuzey yakası, güney yakasından Bugün kanyonda yaşayan hayvanlar arasın­
365 m etre daha yüksektir. Colorado Irm ağı’ da, sincap türleri, tavşan, yabankedisi, kır
mn bu vadiyi açarken sürükleyip götürdüğü kurdu, tilkiler, geyikler ve gelengi vardır.
toprak tüm A B D ’yi 30 cm kalınlığında bir Bölgede söğüt ve kavak ağaçlarından kaktüs­
tabakayla örtm eye yeterdi. Boğazın her iki lere kadar değişik bitkiler yetişir.
yanı bir dizi sarp kayalıktan oluşur. Vadide Colorado yaylasında bir zam anlar Am erika
kule gibi yükselen kayalar, eğimli kaya tara- Yerlileri yaşardı. Bunlardan Yum anlar kabi­
çaları vardır. Fildişi rengi, sarımsı kahveren­ lesi bugün de, Büyük Kanyon’a açılan bir yan
gi, boz ve kızıl kayalar ışık ve gölgeler kanyonda varlığını sürdürür. Ayrıca bu yöre­
değiştikçe olağanüstü bir renk gösterisi sergi­ de tarihöncesi mağara insanlarına ait pek çok
ler. Şatolara, tapm aklara ve kulelere benze­ kalıntı vardır (bak. M a ğ a r a İ n s a n l a r i ) .
yen kaya doruklarının pek çoğuna Buda İspanyol kâşif Garcıa Löpez de Cârdenas,
Tapmağı ve Şiva Piramidi gibi adlar veril­ 1540’ta kanyonu gören ilk Avrupalı oldu.
miştir. 1869’da, Binbaşı John Wesley Powell başkan­
ZEFA lığında bir grup kayıklarla, hızlı akan tehlikeli
sulardan inip kanyonu inceledi. Binbaşı Po-
well daha sonra bölgenin ilk haritasını çizdi.
1919’da, kanyon çevresindeki 2.613 km2’lik
alan ulusal park olarak ayrılmış, günümüzde
bu alan Büyük Kanyon Ulusal Anıtı ve
M erm er Kanyon Ulusal Anıtı alanlarının da
eklenmesiyle oldukça genişlemiştir. Kanyo­
nun güney ve kuzey yakalarından bölgeye her
yıl milyonlarca turist gelir. Turistler dar
patikalardan aşağı katırlarla Colorado Irmağı
kıyısına inerler. Irm aktaki m otorlu sal gezileri
ile kanyon üzerinde havadan yapılan geziler
de çok ilgi çeker.

A B D 'de ki Büyük Kanyon d ü nya da ki en bü yük


BÜYÜK OKYANUS, dünyadaki okyanusla­
va d id ir. rın en büyük ve en derin olanıdır. Çevresinde­
BÜYÜK OKYANUS 89

ki denizler dışında 165 milyon km2’lik alanı ile rını oluşturur. Kuzey Ekvator Akıntısı’nm bir
A tlas Okyanusu’nun iki katıdır ve dünyadaki bölüm ü Filipinler’den kuzeye yönelen ve Ja­
tüm karaların toplam yüzölçümünden daha ponya’nın doğusundan geçen Kuroşio sıcak su
büyüktür. Büyük Okyanus ve ona bağlı deniz­ akıntısı ile onun bir kolu olan ve kuzeye
ler dünya yüzeyinin üçte birinden daha fazla doğru çıkan Tsuşim a’dır. California Akıntısı
yer kaplar. En geniş yeri olan Panama- ise, çok geniş bir akıntı olduğu için yavaş
M indanao Adası arası, 17.220 km ile dünya hareket eder. Güney Ekvator Akıntısı Solo-
çevresinin hemen hemen yarısıdır. Kuzey mon A daları’ndan A vustralya’nın doğusuna
Kutup dairesindeki Bering Boğazı’ndan, A n­ iner. Kuzeye ayrılan kolu Peru (Hum bolt)
tarktika’daki A dare B urnu’na kadar olan A kıntısı’m oluşturur. Yüzey akıntıları saatte
uzaklık 15.450 kilom etredir. 3-6 km hızla ilerlerken, hem üzerlerindeki
Büyük O kyanus’u çevreleyen denizler ara­ havanın ısısını, hem de çevrelerindeki karanın
sında Bering, O hotsk, Japon, Sarı, Doğu iklimini etkiler.
Çin, Güney Çin, M ercan, Tasman denizleri Büyük O kyanus’un kuzeyinde akıntılar sa­
ile California Körfezi bulunur. Endondzya ile at yönünde hareket eder, güneyde ise hareket
Filipinler arasında da birçok başka küçük ters yöndedir. Ekvatordan uzaklaşan sıcak
deniz vardır. akıntılar, derin su akıntıları olan Kuzey K ut­
Büyük O kyanus’a ya da çevre denizlerine bu akıntılarıyla karşılaşınca soğur. Böylece,
dökülen önemli ırm aklar Yangtze, A m ur, ekvatora dönen akıntılar genellikle soğumuş
Huang He (Sarı Irm ak), M ekong, Yukon, Olur (bak. DENİZ AKINTILARI).
Colorado ve Colum bia’dır.
Büyük O kyanus’un kuzeyinde sombalığı, Adalar ve Okyanus Tabanı
bir çeşit yassı dip balığı olan halibut, uskumru Büyük O kyanus’ta binlerce ada vardır. Japon
ve sardalye gibi balıklar çıkar ve burada A daları, Filipinler, M ariana A daları, Yeni
ticari balıkçılık önemlidir. Orkinos da Ore- G ine, Solomonlar, Yeni H ebridler ve Fiji
gon’dan O rta Am erika dolaylarına kadar olan A daları ile Yeni Zelanda gibi kıta kıyılarına
sularda avlanır. Büyük O kyanus’un tropik su­ yakın adaların, daha önce Asya ve Avustralya
larında ise kabuklular, yengeç, karides, teke kıtalarından deprem ler sonucu çatlayıp ka­
ve istiridye vardır. yarak ayrılan parçalar oldukları sanılmaktadır.
A daların biçiminin ayrıldıkları kıtalardaki gi­
Rüzgâr ve Akıntılar rintilere uygunluğu bu savı doğrulam aktadır.
Okyanusun yüzeyinde hava koşulları enleme Bu nedenle Büyük O kyanus’un batısındaki
göre değişir. Ekvator çevresindeki kuşak belli adaların çoğuna Kıta Adaları denir. Büyük
belirsiz rüzgâr alır. Bu bölgeye durgunluk O kyanus’un doğusunda da benzer bir kıta
alanları da denir. Kuzeye ve güneye doğru kayması olduğu sanılmaktadır.
gidildikçe alize rüzgârının estiği kuşaklar baş­ Büyük O kyanus’un açıklarında yer alan
lar. Alizeler genellikle ılık ve yumuşak rüz­ çok sayıda tropik adanın bazıları okyanus
gârlardır, ama tayfun denilen şiddetli fırtınalar tabanında yükselen sıradağların doruklandır.
da gene bu kuşaktan başlar. Tayfunların Bazıları da yanardağların püskürtmesi ya da
Atlas O kyanusu’ndaki adı kasırgadır. E kva­ m ercan kümeleşmeleri sonucu oluşmuştur.
torun 40° kuzey ve güney enlem lerinde batı Bu adalara Okyanus Adaları denir. Başlıca
rüzgârları kuşağı başlar. Bu kuşakta, yum u­ okyanus adaları arasında Hawaii, M arshall,
şak havayı fırtınalar ve kabarmış bir deniz Karolin, Cook, Tuam otu ve M arkiz adaları
izler. Büyük okyanus daha yüksek enlem ler­ sayılabilir. Bazıları yaklaşık 5.500 m etre de­
de de pek sakin değildir. (Ayrıca bak. rinlikten yükselir. M ercanadaları, m ercan po­
R ü z g â r .) lipleri denilen küçük deniz hayvanlarının is­
Büyük O kyanus’ta yüzey akıntıları ve derin keletlerinden oluşur. M ercan, sualtı dağları­
su akıntıları olmak üzere iki tür akıntı vardır. nın yüzeyinde birikir (bak. M e r c a n a d a ; M e r ­
Alize rüzgârları yüzey sularını batıya doğru c a n R E SİFİ). Büyük O kyanus’un doğusunda
taşıyarak, Kuzey ve Güney E kvator akıntıla­ deniz tabanı hem en her yerinde yaklaşık
90 BÜYÜK OKYANUS
BÜYÜK RİFT VADİSİ 91

5.500 m etre derinliktedir. Bu nedenle bu


bölgede ada sayısı azdır. Büyük O kyanus’un
batısı ise büyük ölçüde engebelidir. Bu bölge­
deki yükseltiler Büyük O kyanus’un adalarını
oluşturur. 7.500 metreyi geçen derinlikteki
çukurluklar dünya yüzeyinin en alçak yerleri­
dir. Bunlardan biri olan M ariana Ç ukuru’nun
derinliği Guam A daları yakınlarında 11.034
metreyi bulur. Okyanusla ilgili şaşırtıcı bir
gerçek, dünyanın etkin yanardağlarının beşte
dördünün Büyük O kyanus’ta ya da çevresin­
deki karalarda bulunmasıdır. Yanardağların
etkin olduğu bu topraklar aynı zamanda
deprem lerin de en yoğun görüldüğü bölge­
lerdir.
AvrupalIlar en son Büyük O kyanus’u keş­ Richard Keane
fettiler. 1513’te İspanyol kâşifi Balboa Pana­ U g an da'd aki Kabarega Ç ağlayanı Doğu A frika 'd a ki
ma kıstağını geçti ve o zamanki adıyla “Büyük Büyük R ift V a d is i'n in en ilg in ç ye rle rin d e n b irid ir.
Güney Denizi”ne ulaştı (bak. B a l b o a , V a s c o
N Ü n e z D e ) . B u keşif, M acellan’ın 1520-21 Nyasa Gölü de Rift Vadisi içindeki göllerden
yıllarında Büyük O kyanus’u geçmesine öncü­ biridir. A frika kıtasının en büyük su kütlesi
lük etti. M acellan Büyük O kyanus’a, “sakin, olan Victoria G ölü, Doğu A frika’da Rift
durgun” anlamında pacifico adını verdi (bak. Vadisi’nin iki kolu arasında kalan yüksek
M a cella n ). bölgede sığ bir çukuru kaplar.
Büyük O kyanus’un en büyük kâşifi İngiliz Büyük Rift Vadisi son 10 milyon yıl içinde,
kaptan Cook’dur. Cook, 1768-79 arasında üç yerkabuğu hareketlerinin Güneybatı Asya ve
Büyük Okyanus gezisi yönetti. 1779’da ölü­ Doğu A frika kayalarında çatlaklar oluşturm a­
müne kadar çizdiği haritalarda Büyük Okya- sı sonucunda ortaya çıktı (bak. D ü n y a ) . B u
nus’taki adaların çoğunun yerini doğru olarak hareketler yeryüzü kabuğunda bir dizi uzun
gösterdi (bak. C o o k , J a m e s ). kırıklar ve faylar oluşturdu. Kayaların araları­
nın açılması, toprakların boydan boya fayla­
BÜYÜK PETRO bak. P e tro I rın arasında kalan bölgeye kaymasına ve
böylece dik yamaçlı uçurum ların oluşmasına
BÜYÜK RİFT VADİSİ, Doğu A frika Rift yol açtl (bak. YERYÜZÜNÜN KIRIK VE KIVRIM­
Vadisi olarak da bilinir. A frika’nın güneydo­ LARI).
ğusunda M ozam bik’ten Doğu A frika’nın dağ­ Aynı zam anda, Rift Vadisi’ni çevreleyen
lık bölgelerine kadar uzanır ve burada iki kola kara kütleleri de bu hareketlerle yukarı doğru
ayrılan vadi Etiyopya’yı boydan boya geçer. itildi. Zaire ve U ganda arasındaki Ruvvenzori
Rift Vadisi’nin bu bölümü toplam 2.900 km Sıradağları bu oluşum a iyi bir örnektir. Kaya­
uzunluğundadır. Vadinin kuzey yönündeki ların parçalanmasıyla birlikte bazı yerlerde
uzantısı da yaklaşık aynı uzunluktadır. Kızıl- volkanik patlam alar da görüldü. Bu patlam a­
deniz, A kabe Körfezi ve deniz yüzeyinin 400 lar sonucu A frika’nın en yüksek dağı olan
m etre altındaki Lût Gölü bu bölgede yer alır. Kilimanjaro ile Rift Vadisi’nin iki yanındaki
Lût Gölü yerkabuğunun en alçak noktasıdır. yanardağlar ortaya çıktı. -
Büyük Rift Vadisi Suriye’de sona erer. Jeologlar Rift Vadisi’ni oluşturan yer hare­
Vadide Kızıldeniz ve çok tuzlu olan Lût ketlerinin hâlâ sürdüğünü düşünüyorlar. Rift
G ölü’nden başka birçok tatlı su gölü de Vadisi’nin doğusunda kalan toprakların yavaş
vardır. Örneğin, güneyde Tanganika Gölü yavaş doğuya doğru kaydığına ve milyonlarca
dünyanın en uzun ve en derin ikinci tatlı su yıl sonra bu kara parçasının ayrı bir kıta
gölüdür. Ayrıca, bugünkü adı Malavi olan olacağına inanıyorlar.
92 BÜYÜK SAHRA

BÜYÜK SAHRA bak. S a h r a Ç ö lü dırdıkları bu devletin üst düzeydeki kom utan­


larından biriydi. Selçuk Bey Oğuz D evleti’nin
BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ, 11. ve 12. başındaki yabgu (hüküm dar) ile anlaşmazlığa
yüzyıllarda H arezm , H orasan, İran, Irak, düşünce başkanı olduğu Kınık boyunu top­
Suriye, A rabistan Yarımadası ve Doğu A na­ layarak 10. yüzyılın ikinci yarısında Aral
dolu’da egemenlik kurmuş Türk devletidir. G ölü’nün doğusuna doğru göç etti. Selçuklu­
Oğuz Türkleri’nin kurduğu bu devlet O rtado­ lar buraları yurt edindikten sonra komşu
ğu’da Türk egemenliğini başlatmış, A nadolu’ olduklan K arahanlılar’a ve zaman zaman da
nun Türk yurdu olmasına da öncülük etmiş­ Sam aniler’e askeri bakım dan yardımcı ola­
tir. “Büyük” sıfatı bu devleti öbür Selçuklu rak, karşılığında geniş otlaklar elde ettiler.
devletlerinden, özellikle de A nadolu Selçuklu Selçuk Bey’in 1009’da ölüm ünden sonra daha
D evleti’nden ayırt etm ek için sonradan tarih- güneye yönelen Selçuklular başka Oğuz boy­
çilerce verilmiştir. larının da katılmasıyla bölgede etkili bir güç
D evlete adını veren Selçuk Bey’in başkanı durum una geldiler. Selçuk Bey’in oğlu Arslan
olduğu Kınık boyu 10. yüzyılda öbür Oğuz Bey’in (İsrail) yönetimindeki Selçuklular’ın
boylarıyla birlikte Hazar Denizi’nin doğusun­ güçlenmesi K arahanlılar’ı ve Gazneliler’i ür­
da Ü st Y urt denen bölgede, Mangışlak (Man- küttü. Arslan Bey’in Gazneliler’ce bir hileyle
cışlak) Yarım adası’nda, Aral G ölü’nün kuze­ yakalanması ve hapisteyken 1032’de ölmesin­
yindeki geniş bozkırlarda ve M averaünnehir den sonra Selçuklular dağılma tehlikesiyle
diye adlandırılan Seyhun (Sir Derya) ile karşılaştılar. Bu tehlikeyi Selçuk Bey’in to­
Ceyhun (Am u Derya) ırm aklarının arasında runları Tuğrul ve Çağrı beyler uzun uğraşlar­
göçebe topluluklar biçiminde yaşıyordu. dan sonra önlemeyi başardılar. 1035’te büyük
Ayrıntılı tarihi bilinmemekle birlikte araların­ bir Gazneli ordusunu yenerek H orasan’a doğ­
da zayıf bir siyasal birlik de vardı. Selçuk Bey, ru yayılmalarını sürdüren Selçuklular 1037’de
tarihçilerin Oğuz Yabgu Devleti olarak adlan­ M erv kentini aldılar. 1038’de G azneliler’i

-Sa l k a ş

G Ö LÜ

KARADENİZ

\ Ankara
) °
nadolu

M usul

AKD ENİZ Bağdat

U M M A N DENİZİ

B üyük Selçuklu D evleti (1040-1157).


BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ 93

ikinci kez bozguna uğratan Tuğrul ve Çağrı Gerileme ve Dağılma


beyler N işabur’a girerek bağımsız bir devlet M elikşah’tan sonra başa geçen M ahmud
kurduklarını ilan ettiler. Tuğrul Bey hüküm ­ (1092-94), Berkyaruk (1094-1105), II. M e­
dar seçildi ve sultan sanını aldı. likşah (1105-1105) ve M uhamm ed Tapar
(1105-18) dönem lerinde devlet iç karışıklık­
Dandanakan Savaşı ve Sonrası larla sarsıldı. H anedan üyelerinin yönetim in­
Selçukluların bağımsızlıklarını ilan etmeleri deki eyaletler birer birer bağımsızlıklarını ilan
karşısında Gazneliler büyük bir ordu hazırla­ ettiler. Sonuçta Irak Selçukluları, Suriye Sel­
yarak 1040’ta Selçuklu topraklarına girdiler. çukluları, Kirman Selçukluları gibi beylikler
Y ıpratm a savaşları vererek H orasan’ın kuze­ ortaya çıktı. Ayrıca, büyük topluluklar halin­
yine doğru çekilen Selçuklu ordusu, Dandana­ de Selçuklu ülkesine gelen göçebe Oğuzlar da
kan denen yerde kesin saldırıya geçti ve iç düzeni sarsıcı birçok olay yaratıyorlardı.
Gazneli ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. 1118’de başa geçen Sencer önceleri ülkeyi bir
Bu savaştan sonra Selçuklular H arezm ve ölçüde birleştirmeyi başardı. A m a giderek
H orasan’da tek güç durum una geldiler. Hızla ağırlaşan iç ve dış sorunlar karşısında fazla
batıya yönelen Tuğrul Bey bütün İran ’ı ele etkili olamadı. Göçebe Oğuzlar’ın 1153’teki
geçirdi. Selçuklular artık batıda Bizans İm pa­ ayaklanmaları sırasında tutsak düştü ve 1157’
ratorluğu, güneybatıda Büveyhiler, kuzeyba­ de öldü. Ölümünden sonra Selçuklu topraklan
tıda Gürcü Krallığı ile sınır komşusu olmuş­ büyük ölçüde Harezmşahlar’ın denetimine gir­
lardı. 1048’de Erzurum yakınlarındaki Pasin­ di. Yalnızca Anadolu Selçukluları varlıklarını
ler Ovası’nda birleşik Bizans-Gürcü ordusunu bir yüzyıl daha parlak biçimde sürdürdüler.
yenen Selçuklular bundan sonra da Doğu
A nadolu’ya birçok akın düzenlediler. İslam Devlet Yapısı
dünyasının dinsel önderi durum undaki A bba­ Büyük Selçuklular devlet örgütlenmesinde
si halifeleri bu dönem de Bağdat’ı ele geçirmiş daha önceki İslam devletlerini örnek aldılar.
olan Büveyhiler’in siyasal baskısı altındaydı. A m a bu örgütlenm ede H int-İran devlet gele­
Tuğrul Bey, Halife Kâim ’in çağrısı üzerine neğinin yanı sıra, eski Türk devlet anlayışının
1055’te Bağdat’a girdi ve onu Büveyhiler’in da belirgin etkisi vardır. Örneğin eski Türk
elinden kurtardı. Bu olay Selçuklular’ın İslam devlet anlayışına göre ülke hanedan ailesinin
dünyası içindeki konum unu daha da güçlen­ ortak malıdır. Selçuklular da buna uyarak
dirdi. ülke topraklarını eyaletlere ayırdılar. Eyalet­
lerin başına da “m elik” sanıyla hanedan
Alp Arslan ve Melikşah Dönemleri ailesinden bir üyeyi getirdiler. Tuğrul Bey’e
Tuğrul Bey’in 1063’te ölümü üzerine yerine kadar hüküm dara Oğuz töresine göre “yab­
kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan geçti gu” denirken daha sonra İslam geleneğine
(bak. A l p A r s l a n ) . Onun dönem inde Selçuk­ uyularak “sultan” unvanı kullanılmaya baş­
lular doğuda ve batıda genişlemelerini sürdür­ landı. Başkentte oturan sultan devlet gücü­
düler. Am a asıl önemlisi, Alp Arslan 1071’de nün tek hâkimiydi. Bütün önemli görevlere
Malazgirt Savaşı’nda Bizans İm paratoru R o­ atanm a ve toprak dağıtımı onun buyruğuyla
men D iyojen’i büyük bir yenilgiye uğratarak olurdu. Ayrıca yüksek yargı kurullarına da
A nadolu’yu T ürkler’e açtı (bak. A n a d o l u başkanlık ederdi. Yanında “danışm an” denen
S e l ç u k l u D e v l e t î ; M a l a z g î r t S a v a ş i ) . Alp yardımcılar bulunurdu. Alp A rslan dönem in­
Arslan 1072’de ölünce tahta oğlu Melikşah de bu göreve getirilen Nizamülmülk bu unva­
geçti. M elikşah’ın hüküm sürdüğü yıllar nı “vezir” olarak değiştirdiği gibi devletin
(1072-92) Selçuklular’ın en parlak dönemi yapısında da köklü yenilikler yaptı. Önemli
oldu. Suriye, Filistin, Hicaz, Yem en ve A ra­ devlet işlerinin “Saltanat Divanı” adı verilen
bistan Y arım adası’nın doğu kıyıları bu bir kurulda görüşülmesi ilkesini getirdi. A yrı­
dönem de Selçuklu topraklarına katıldı. ca maliye, askerlik ve adalet işleriyle uğraşan
Doğuda da Karahanlılar ve Gazneliler gerile­ başka divanlar oluşturdu. Eyaletler de bu
tildi. örneğe göre örgütlendi.
94 BÜYÜK TUZ GÖLÜ

Toprak Yönetimi ve Ordu bağladılar. İlk Selçuklu medresesi Tuğrul Bey


Selçuklular’da tarım yapılan topraklar “ikta” zam anında Nişabur’da kuruldu. Nizamül­
denen bölümlere ayrılmıştı. İktalar da has, mülk’ün Bağdat’ta yaptırdığı ünlü Nizamiye
ikta ve haraci olarak üçe ayrılırdı. Has toprak­ M edresesi 1067’de açıldı. D aha sonra Isfa­
ların geliri sultan ailesine aitti. İkta sahipleri han, Rey, M erv, Belh, H erat, Basra, Musul
elde ettikleri gelir karşılığında belli sayıda atlı ve başka birçok kentte m edreseler kuruldu.
asker yetiştirmek zorundaydılar. Haraci top­ Bağdat’taki Nizamiye M edresesi’ni örnek
rakların geliri ise doğrudan devlet hâzinesine alan bu m edreselere Nizamiye medreseleri
giderdi. dendi. Din konularının yanı sıra m atem atik,
Alp Arslan dönemine kadar beylere bağlı felsefe, dil ve edebiyat gibi derslerin de veril­
göçebe Türkm en birliklerinden oluşan ordu diği m edreselerde zengin kitaplıklar bulunur­
Nizamülmülk’ün getirdiği değişikliklerle yeni­ du. Ülkede m edreseler dışında da birçok ki­
den örgütlendi. Nizamülmülk önce aylıklı taplık kurulm uştu. Kervansaraylarda bile ki­
askerlerden oluşan sürekli bir ordu kurdu. taplıklar vardı. Melikşah döneminde önce İs­
“G ulam ” adı verilen bu askerlerin temel fahan’da, sonra Bağdat’ta birer gözlemevi ku­
görevi hüküm darı korumaktı. Asıl ordu ise ruldu.
ikta sahiplerinin savaş sırasında göndermek Büyük Selçuklular dönem inde yeni kentler
zorunda oldukları atlı askerlerden oluşuyor­ kuruldu, eskileri onarıldı, geliştirildi. Ülkede
du. Ayrıca bağlı devletlerden de yardımcı büyük bir bayındırlık çalışmasına girişildi.
kuvvetler gelirdi. M elikşah döneminde ordu­ Cami, m edrese, kervansaray, hastane, köprü,
daki atlı asker sayısı 50 bine yaklaşmıştı. çeşme, im aret, han, ham am , türbe ve küm bet
gibi mimari yapılar ülkenin her yanına yayıl­
Toplumsal ve Ekonomik Yaşam dı. Bu yapıların pek çoğu özellikle Moğol
Büyük Selçuklu D evleti’nde Oğuzlar ve başka istilası sırasında yok olmuştur.
bazı kavimler göçebe bir yaşam sürerlerdi. Büyük Selçuklular camilerde yüksek ve
Başlarındaki bey ailesine bağlı olan göçebe ince minare yaparak İslam sanatına yeni bir
topluluklar hayvan sürüleri beslerler ve otlak anlayış getirdiler. Bunlardan en eski örnek
bulmak için mevsimlere göre konar göçerler­ İsfahan’daki Mescid-i Cum a’dır. Büyük Sel­
di. Göçebeler devlete otlak vergisi verirlerdi. çukluların anıtmezarları olan küm betler içten
Köy ve kentlerde yaşayanlar çiftçilik, zanaatçı­ kubbe, dıştan ise piram it ya da konik bir çatı
lık ve ticaretle geçimlerini sağlıyorlardı. Kent­ ile örtülen yapılardır. Duvarları dört köşeli,
lerdeki tüccar ve esnaf işkollarına göre loncalar çok köşeli ya da yuvarlak olan küm betler
biçiminde örgütlenmişlerdi. Ayrıca devletten genellikle iki katlıdır. A lt kat m ezar, üst kat
maaş alan asker ve sivil memurlar vardı. ise mescittir.
Büyük Selçuklular ticaretin gelişmesi için Büyük Selçuklu sanatında mimari gelişme
kervan yollarının güvenliğini sağlamaya çok ile birlikte hat (yazı), m inyatür, ahşap ve taş
önem verdiler. Bunun sonucunda Uzakdoğu’ oymacılığı, çinicilik, m aden işleme, cilt ve
dan Avrupa’ya kadar uzanan İpek ve Baharat çeşitli süsleme sanatları da gelişmişti,
yollan bu dönemde çok işlek duruma geldi. Büyük Selçuklular A rapça’yı din ve bilim,
Tanm ın gelişmesi için sulama kanallan açıldı. Farsça’yı edebiyat ve devlet kurum lanndaki
Yün, pamuk, ipek dokumacılığı çok gelişti. yazışmalarda, Türkçe’yi ise saray ve orduda
Öğrencilerin, yolcuların ve yoksul halkın günlük konuşma dili olarak kullandılar. Bu
doyurulduğu sosyal yardım kurum u olan im a­ dönem de Fars dili ve edebiyatı çok gelişti.
rethaneler açıldı. Devletin yönetici-memur
kadrölannı yetiştirmek için Nizamiye m edre­ BÜYÜK TUZ GÖLÜ, A B D ’nin U tah eyaleti­
seleri kuruldu. nin kuzeyinde yer alır. Batı yarıküresindeki
en büyük tuzlu su gölüdür. Kayalık D ağlar’da
Bilim ve Sanat W asatch dağ sırasının batısındaki yüksek bir
Büyük Selçuklular kendilerinden önce var yaylada bulunan göl deniz düzeyinden yakla­
olan m edrese öğretimini belli bir program a şık 1.300 m etre yüksektedir.
BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK 95

yüzeyi sert ve düm düzdür. Bu nedenle oto­


mobil yarışlarında, dünya hız rekoru denem e­
leri için pist olarak kullanılır.
Göl çanağındaki birikintinin büyük bölümü
sodyum klorürdür. Ayrıca sülfat, magnezyum
ve potasyum da içerir. Göl zengin bir mineral
kaynağı olmanın yanı sıra, son zam anlarda su
sporları ve yabanıl yaşamı korum a merkezi
olarak da önem kazandı.
Gölde az sayıda canlı yaşar. Suyu çok tuzlu
olduğu için, tuzlu su karideslerinin yaşaması­
na elverişlidir. Ayrıca deniz yosununa da
rastlanır. Küçük adalarda yuva yapan m artı­
lar ile çok sayıda pelikan, balıkçıl, karabatak
gibi su kuşları karadaki böceklerle beslenir.
Bölgeye yerleşen ilk göçmenler 1848’de buğ­
daylarını biçmek üzereyken, çekirge sürüleri­
nin saldırısına uğradılar. Am a tam o sırada
yetişen m artılar çekirgelerin tüm ünü yedi. Bu
nedenle m artı, M orm on dinine bağlı yöre
halkının geleneklerinde ayrıcalıklı bir yer
United States Information Service
U ta h 'ta ki Büyük Tuz G ö lü 'n ü çevreleyen tuz
kazandı. Güney Pasifik Demiryolu 43 km
dü zlü kleri, tuz elde etm ek am acıyla ekin ta rla la rı g ib i uzunluğundaki bir toprak set üzerinde gölü
sü rü lü r. aşar. Gölün derinliği 5 m etrenin altındadır.
Çok tuzlu olduğu için gölde yüzen bir kişi
Çok az yağmur yağdığı için, göl suyunun suya batmaz.
çoğu sularını göle boşaltan üç küçük ırm ak­
tan gelir. Uzun sıcak yaz mevsimi süresince BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK, insan ve doğa
gölün suları büyük ölçüde buharlaşır ve geriye olaylarını, gizemli dış güçleri harekete geçir­
tuz kalır (bak. B u h a r l a ş m a ) . B u nedenle her meye çalışarak etkilem ek ve yönlendirmek
geçen yıl gölün tuz oranı artm aktadır. İsra­ için yapılan eylemlerdir. Bu eylemler çoğun­
il’deki Lût Gölü de benzer özelliktedir (bak. luk törensel bir hava taşır. Büyüye çok eski
L ût GÖLÜ). Göl suyunun ağırlığının dörtte biri zam anlardan beri başvurulmaktadır. İnsanlar
tuzdur. Tuz oranı, deniz suyundakinden yedi doğa olaylarından gelecek tehlikelere karşı
kat fazladır. Göl suyunun sığ havuzlara pom ­ koyabilmek, ürünlerinin iyi olması, emekleri-
palanıp güneş altında buharlaştırılmasıyla el­ B & C Alexander
de edilen tuz kimyasal m adde üretiminde .kul­
lanılır.
Büyük Tuz G ölü, aslında Bonneville Gölü
adlı daha büyük, eski bir gölün kalıntısıdır.
Bu gölün eski kıyı çizgisi doğu yönündeki
dağların yamaçlarında, bir zamanlar dalgala­
rın kıyıya çarparak oluşturduğu sıra sıra
taraçalar biçimindedir. Son yıllarda ırmak
sularının bir bölümü vadiyi sulamak amacıyla
kullanıldığı için göl küçülmüştür. Gölün gü­
neybatısı çöldür. Bu çölün Bonneville Tuz
Düzlükleri adıyla bilinen bir bölümü bir
m etreden daha kalın saf bir tuz tabakasıyla M a li'd e ki D o g o n la r salyangoz kabuklarıyla geleceği
kaplıdır. İlkbahar dışındaki zam anlarda tuzun g ö re b ile ce kle rin e inanırlar.
96 BYRD

nin boşa gitmemesi, hastalarının iyileşmesi ve dabra sihirbazların da kullandığı bir söz­
akıllarının ermediği olası kötülüklerden ko­ cüktür.
runm ak için büyü yaparlar. Bu türden büyüle­ “Pam uk Prenses ve Yedi Cüceler” , “Alaed-
re yaratıcı büyü denir. D oğrudan başkalarına din ve Sihirli Lam bası” , “Grimm K ardeşler’in
zarar vermeyi amaçlayan yıkıcı büyü ise kara M asalları” gibi pek çok eski öykü insanlar
büyüdür. Korkulan kişinin ortadan kaldırıl­ üzerinde iyi ya da kötü etkileri olan büyücü ve
masına, başarısının engellenmesine yöne­ cadıların çevresinde gelişir. Bu büyücü ve
liktir. cadılar kimi zaman iyilik, kimi zaman da
B & C Alexander
kötülük ederler (bak. C a d i l i k ) .
Özel bitki kökleri ve okunup üflenmiş
bakla, kıl, kemik, tahta parçaları gibi nesnele­
rin, büyü törenlerinin başarılı sonuç vermesi
bakım ından önemli olduğu düşünülürdü. Bü­
yüde kullanılan bu gibi nesnelerin koruyu­
cu olduğuna inanılır; bunlar boyna asılır, üst­
te taşınır ya da evin belli bir yerine konur­
du.
“Büyü” sözcüğü aynı zam anda sihirbaz ve
hokkabazların izleyicileri eğlendirm ek am a­
cıyla yaptıkları hileler için de kullanılır (bak.
GÖZBAĞCILIK).

Dogon d in adam ları to p lu lu ğ u n g ü v e n liğ i için çeşitli


BYRD, Richard Evelyn (1888-1957). A B D ’li
büyü tö re n le ri düzenler.
kutup kâşifi Amiral Richard Evelyn Bryd, Ku­
zey ve Güney kutupları üzerinde uçan ve A t­
Büyü yapılırken önceden belirlenmiş birta­ las Okyanusu’nu da uçarak aşan ilk insandır.
kım kuralların uygulanmasına özen gösterilir. Byrd Virginia’da doğdu. D ört yıl deniz
İS 1.-4. yüzyıllardan kalm a Mısır ve Yunan kuvvetlerinde görev yaptı; ayağından aldığı
papirüslerinde, büyü için yapılacak tören bir yara yüzünden emekliye ayrılmak zorunda
hazırlıklarının, büyünün etkisini artırm ak için kaldı. Özel bir izinle, Florida’daki ABD
uyulması gereken koşulların ayrıntılı betim le­ Deniz Kuvvetleri’nde pilotluk eğitimi gördü.
meleri vardır. Eski R om a’da ise kara büyüye 1918’de, Deniz Kuvvetleri pilotu olarak uçuş
ve bu büyünün etkisini ortadan kaldıracak belgesi aldı ve A B D ’nin K anada’daki Deniz
karşı büyüye önem verilmiştir. Kuvvetleri’ne bağlı iki hava üssüne kum an­
Büyü yaparken kimi gizemli sözcükler ya dan olarak atandı. A B D Deniz Kuvvetleri’nin
da cümleler söylenir. Bunlar kuşaktan kuşağa 1919’da gerçekleştirdiği ilk okyanus aşırı uçu­
aktarılır; doğru ve eksiksiz söylenmelerine şun hazırlık çalışmalarına katıldı.
önem verilir. Bazı toplum larda büyünün etkili Byrd’ün önemli becerilerinden biri de, in­
olması, bu büyülü sözcüklerin tekrarlanm ası­ sanları tehlikeli girişimlerde peşinden sürük-
na bağlanır. Büyünün başarısızlığı ise, Mela- leyebilme yeteneğiydi. Bu nedenle, Deniz
nezya ve Polinezya topluluklarında olduğu Kuvvetleri yetkilileri onu, 1925’te Grönland’a
gibi, büyülü sözcüklerin yanlış söylenmiş ol­ düzenlenen MacMillan araştırm a gezisinde
masına yüklenir. uçuş kom utanı olarak görevlendirdiler. Byrd,
“Ali Baba ve Kırk H aram iler” öyküsünde Floyd B ennett’in yardımcı pilot olarak görev
Ali B aba’nın kardeşi kapının açılmasını sağ­ aldığı bu uçuşta Grönland buzullarının üze­
layan büyülü “Açıl Susam A çıl” cümlesini rinden geçti. Böylece Kuzey K utbu’na hava-
unuttuğu için haram ilerin mağarasından çıka­ yoluyla ulaşılabileceğine inandı. 1926’da Ku­
maz. H erhalde en iyi bilinen büyülü sözcük zey K utbu’nun çevresini uçağıyla üç kez
aslında Latince’den gelen ve ateşli hastalıkları dolaştı ve buraya A BD bayrağını dikti. Bu,
iyileştirdiği sanılan abrakadabra'd ır. A braka- Kuzey K utbu’na yapılan ilk* uçuştu.
CABOT 97

Byrd bundan sonra Atlas Okyanusu’nu m alar tam am lanm adan, 1957’de A B D ’de bu­
batıdan doğuya kesintisiz bir uçuşla aşmayı lunduğu sırada öldü.
tasarladı. Denem e uçuşları sırasındaki kaza
onu bir süre durdurduysa da, 1927 Hazi- BYRON, George Gordon bak. L o r d B y r o n .
ran ’ında üç arkadaşıyla ilk resmi okyanus aşırı
posta uçağıyla havalandı. Sis yüzünden Pa­
ris’e inemeyince, Fransa kıyılarına yönelerek
sığ sulara zorunlu iniş yaptı. Bu uçuş 42 saat 6
dakika sürmüştü.
1928’de A ntarktika’ya düzenlenen bir araş­
tırm a gezisinin sorumluluğunu üstlenen Byrd,
burada Küçük Am erika adını verdiği bir üs
c
kurarak, ayrıntılı bilimsel incelem eler yaptı CABOT, John (1450-1499) ve Sebastian
ve keşfedilmemiş topraklar üzerinde uçtu. (1476-1557). Cenova’da doğduğu sanılan ve
Sonraki yıl, üç arkadaşıyla birlikte üç m otor­ asıl adı Giovanni Caboto olan John Cabot,
lu bir uçakla yeniden Güney K utbu’na gitti. İngiltere adına keşif gezilerine çıkarak Kuzey
Küçük Am erika üssünden Güney Kutup nok­ A m erika kıyılarını keşfetti. Üç oğlundan biri
tasına uçarak geri döndü. olan Sebastian Cabot da haritacı ve kâşif ola­
1933’te A ntarktika’da bilimsel çalışmalarını rak ün kazanmıştır.
sürdüren Byrd 1934 kışında, birliğinin kaldığı John Cabot yaklaşık 1484’te İngiltere’ye
kamp yerinin 196 km güneyinde, buzların yerleşti. Kristof Kolom b’un Batı Hint Adala-
altında gömülü Bolling İleri Hava Üssü adlı rı’m keşfinden dört yıl sonra, 1496’da, İngilte­
m eteoroloji istasyonundaki bir kulübede, re Kralı VII. Henry, Cabot ve oğullarına o
—50° ile —60° soğuğa dayanarak, beş ay tek zam ana kadar Hıristiyan dünyasına yabancı
başına yaşadı; bilimsel gözlemlerde bulundu. kalmış, dinsizlerin barındığı varsayılan ada,
1938’de yayımlanan Alone (“Tek Başına”) ülke, bölge ve illeri bulma hakkı tanıyan yazılı
adlı kitabında deneyimlerini anlattı. 1939’da, bir belge verdi. Buldukları yerlere İngiltere
ABD hüküm etince A ntarktika’ya düzenlenen Krallığı adına sahip çıktıkları sürece, Cabot
iîk resmi keşif gezisini gerçekleştiren Byrd ailesinden başka kimseye bu bölgelerde tica­
ABD A ntarktika Birliği komutanlığına geti­ ret yapma izni verilmeyeceğine ilişkin söz ve­
rildi. Bu gezi sırasında yaptığı dört uçuşta rildi.
yeni sıradağlar, beş yeni ada, İngiltere ve John Cabot V enedik’te yaşadığı sıralarda,
Kuzey İrlanda topraklarından daha büyük bir kâşif M arko Polo’dan aktarılan, eski Çin ve
alanı içine alan yeni topraklar ve A ntarktika Mansell Collection
kıyılarının 1.100 kilometreyi aşan bir bölüm ü­
nü keşfetti. Kıtadaki m adenlere ilişkin bilgi
verdi.
Byrd 1946’da, havadan çekilecek fotoğraf­
larla kıtanın haritasını çizmek ve yeni teknik
donanımı denemek amacı ile düzenlenen, çok
sayıda gemi ve uçağın, 4.000’in üstünde insa­
nın görev aldığı A ntarktika keşif gezisinin
komutanlığını üstlendi.
Byrd çağdaş keşif yöntemlerinin köpekler,
kızaklar ve sürücüler gibi geleneksel keşif
araçlarıyla tamamlanması gerektiğine inanı­
yordu. A raştırm alarında, bu karm a yöntemle
aldığı sonuçların bilimsel değeri yüksek oldu. J o h n C abot İn g ilte re 'd e n batıya d o ğ ru Ç in'in
z e n g in lik le rin i a ra ştırm ak am acıyla yelken açtı;
1955’te A ntarktika’da, üç yıl süreli bir keşif N evvfo un dla nd 'd an başka, bol bol m o rin a balığı
ve araştırm a programını yönetti. Am a çalış­ bu ld u.
98 CABOVERDE ADALARI

Asya im paratorluklarına ilişkin öyküleri duy­ yeniden kralın hizmetine girmesine izin veril­
muştu. Tıpkı Kristof Kolomb gibi, John Ca­ di. 1548’de L ondra’ya gitti ve burada A vrupa’
bot da hep batıya doğru giderek bu toprakla­ yı kuzeydoğudan A sya’ya bağlayacak bir geçit
ra ulaşılacağını sanıyordu. bulmak amacıyla sefer düzenleyen Serüvenci
2 Mayıs 1497’de, Cabot 18 gemiciyle Atlas Tacirler adlı grubun yöneticisi oldu.
Okyanusu’nu geçmek üzere Bristol’dan yola
çıktı. Yedi hafta sonra, büyük bir olasılıkla CABO VERDE ADALARI. Yeşil Burun anla­
New foundland’da L abrador’a ya da St. Law- mındaki Cabo Verde A frika’nın en batı
rence Koyu’ndaki Cape Breton A dası’na ucudur. Yaklaşık 1460’ta Portekizliler’in keş­
ayak bastı, ama Çin kıyılarına vardığını sandı. fettiği adalardan oluşan bu bölge Sene-
İngiltere kralı adına bu topraklara el koydu. gal’in batısından 620 km açıkta yer alır. 10
Yiyeceğin tükenm eye başlaması onu geri ada ile beş adacık 4.033 km2’lik bir alanı kap­
dönm ek zorunda bıraktı. D önüşte m orina ba­ lar. Cabo V erde Adaları kayalık ve dağlık
lıklarının bol olduğu Nevvfoundland kıyılarını Rüzgârüstü Adaları (Barlavento/W indward)
izledi. M orinalar sepetle bile yakalanacak ile düzlüklerden oluşan Rüzgâraltı Adaları
çokluktaydı. İngiltere’de gittiği yerleri öven (Sotavento/Leeward) olmak üzere iki gruba
Cabot daha batıya giderek baharat ve değerli ayrılmaktadır. Hepsi başlangıçta volkanik
taşların bulunduğu Japonya’ya varılabileceği­ olan adalardan Fogo A dası’nda, en son
ni ileri sürdü. C abot’un ilk gezisinde keşfettiği 1951’de patlayan etkin bir yanardağ vardır.
yerlerin, bugünkü adlarıyla Cape N orth (Ku­ Cabo V erde A daları’nın başlıcaları Sâo Tia-
zey Burnu), St. Paul Adası, Ray Burnu, St. go, Boa Vista, Sâo Vicente, Santo A ntâo,
Pierre ve M iquelon ile Race Burnu olduğu Brava ve Fogo’dur.
sanılmaktadır. Portekizliler bu adaları ticaret amacıyla
1498 baharında yeni bir yetki belgesi alan geliştirdi ve sömürgeleri Brezilya’ya gidip ge­
Cabot beş gemi ve 200 adamla yola çıktı. G e­ lirken elverişli bir depo olarak kullandı. G ü­
minin Ç in’e ulaşamaması ve kazançlı yeni bir nümüzde nüfusun üçte ikisi Avrupalı be­
ticaret yolu açılmasının sağlanamaması dışın­ yazlar ile A frikalılar’ın evlenmesi sonucu do­
da, bu yolculuğa ilişkin pek bilgi yoktur. Ca­ ğan m elezlerden (Kreol) oluşur. Geri kalanı
bot ve adamlarının kuzeye, G rönland’a ve ise AvrupalIlar ve Afrikalı Siyahlar’dır. 20.
Am erika kıyıları boyunca, bugün New yüzyılda birkaç kez kıtlıkla karşılaşan Cabo
Y ork’un bulunduğu yerin oldukça ötelerine V erde halkının bir bölümü öbür Afrika ülke­
gittikleri sanılmaktadır. Bu, İngiltere’den K u­ lerine, Brezilya’ya ve A B D ’ye göç etti. Bu­
zey A m erika kıyılarını keşfetmek amacıyla gün ülke nüfusunun iki katı yabancı ülkelerde
yapılan ilk seferdi. yaşarken, hüküm et onları Cabo V erde’ye
Bu iki yolculuğa John C abot’un, o zam an­ dönmeye özendirmek için çalışmaktadır.
lar İngiltere Kralı VIII. H enry’nin haritacısı 1975’e kadar Portekiz’in sömürgesi olan Cabo
olan, ama daha sonra İspanya kralının hizme­
tine giren oğlu Sebastian C abot’un da katılmış
olduğu sanılmaktadır. 1525’te A sya’nın, Batı
A m erika’nın batısından çok daha uzaklarda
olduğunun anlaşılmasından sonra, Sebastian
C abot’a Büyük O kyanus’ta M acellan’ın rota­
sını izleyerek doğu ticaret yolunu açma görevi
verildi.
Yolculuğu sırasında Güney A m erika’daki
Rio de la Plata’ya dökülen akarsularda gümüş
cevheri bulunduğuna ilişkin söylentiler duy­
du. Doğuya gitmekten cayarak orada birkaç
yıl geçirdi. Beklenen hâzineyle geri dönm e­
yince İspanya’dan sürüldü, ama daha sonra
CADILIK 99

Verde Adaları bu tarihte bağımsız bir cumhu­


riyet oldu. Toprakların büyük bölümünün ka­
yalık, yağışların da düzensiz olması tarımı
güçleştirmiş, ekime elverişli toprakların işlen­
memesi ise adaları yoksullaştırmıştır. Elde
edilen ürünler arasında hindistancevizi, muz,
fındık, şekerkamışı, fasulye, bakla ve patates
sayılabilir. Başlıca dış ticaret ürünleri konser­
ve balık, kahve, fındık ve çimento yapımın­
da kullanılan volkanik bir taştır. A dalar bü­
yük ölçüde dış yardımla ayakta durabilm ekte­
dir.

CABO VERDE'YE İLİŞKİN BİLGİLER

YÜZÖLÇÜMÜ: 4.033 km2.


NÜFUS: 350.000(1987).
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek partili cumhuriyet.
BAŞKENT: Sâo Tiago Adası'ndaki Praia.
COĞRAFİ ÖZELLİKLER: Rüzgârüstü Adaları kayalık ve
dağlıktır. Rüzgâraltı Adaları düzlüktür. Adaların en
yüksek noktası 2.829 metre ile Fogo Adası'ndadır.
BAŞLICA İHRACAT ÜRÜNÜ: Balık.
ÖNEMLİ KENTLER: Praia, Mindelo. Michael Holford
EĞİTİM: 7-14yaş için zorunlu ve parasızdır. L o nd ra'da bu lu n a n B e lla rm in e Cadı Ş ise si'n in içinde
çiv ile rle d e lin m iş bezden b ir yü re k vardır.

Batı Afrika kıyılarındaki Las Palmas ve


D akar limanlarının rekabetine karşın, gemi­ anlamı epeyce değişti. O sırada A vrupa, nü­
ler Sâo V icente’deki Mindelo limanına da uğ­ fusun dörtte birinin ölümüne neden olan kor­
rar. Sal Adası’nda bir havaalanı vardır. Ülke­ kunç Kara Ö lüm ’ün (veba) sarsıntısı içindey­
nin başkenti, Sâo Tiago A dası’nda yer alan di. Dehşete kapılan insanlar Kutsal K itap’ta
Praia’dır ve nüfusu 49.500’dür (1985). (Tevrat-İncil) sözü edilen kıyamet gününün
yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve
CADIÇEKİRGESİ bak. DEĞNEKÇEGİRGESİ. soyluların baskısından kurtularak, Hıristiyan­
lık ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak ye­
CADILIK. Cadıların doğaüstü güçlerden ya­ ni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı.
rarlanarak insanlara ya da mala mülke zarar Devletlerin ve kilisenin bu girişimlere karşı
verdiğine inanılır. Oysa, cadı olarak adlandı­ tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen
rılan kimseler, eski zam anlarda doğal bitkiler ya da kendilerinden farklı düşünenleri yakala­
ve kökler kullanarak hastalıkları iyileştirmede yarak işkenceyle öldürdüler. Bu kişilere “kâ­
başarılı, özel bilgi sahibi olan insanlardı. Bu, fir” dendi.
çağdaş tıp biliminin ve tedavi edici ilaçların
yaygın olarak kullanılmasından çok daha ön­ Cadı Avcılığı
ceydi. Çoğunluk kadın olan cadılar gizli bilgi­ Kâfir olarak adlandırılan insanlar ortadan
leri, genellikle anadan kıza olmak üzere, ku­ kaldırıldıktan sonra, kilise ve devlet gizli bilgi
şaktan kuşağa aktarırlardı. D ünyada bugün sahibi olduklarını varsaydığı cadıları baş düş­
de, binlerce yıllık bilgi birikiminden yararla­ man ilan etti. Cadılarla birlikte tüm kâfirleri
narak hasta insan ve hayvanları iyileştirmede ortadan kaldırmak amacıyla, Engizisyon adı
“hünerli” kimseler vardır. verilen, kiliseye bağlı bir m ahkem e kuruldu
Ortaçağın ikinci yarısında, 14. yüzyılın son­ (bak. ENGİZİSYON). Dönem in en bilgili kişileri
larına doğru A vrupa’da “cadı” sözcüğünün sayılan bazı rahip ve din adamları cadıların
100 CADILIK

yıda insan cadılar ve cadılığa ilişkin olarak yu­


karıdakilere benzer görüşlere sahiptir. Bu gö­
rüşler antropologlarca incelenmiştir (bak. A N ­
TROPOLOJİ). Bir İngiliz antropolog olan Sir
Edward Evans-Pritchard 1930’larda, O rta
A frika’daki A zandeler’le birlikte yaşaya­
rak onların cadılığa ilişkin inançlarını incele­
di. Azandeler Evans-Pritchard’a bazı kişile­
rin çift kişiliğe sahip olduklarını, geceleri uyu­
yan insanlara, görünmeyen bu ikinci kişinin
saldırdığını anlattılar. Evans-Pritchard bu ki­
Michael Holford
şileri cadı olarak niteledi, çünkü bunlar sü­
18. yüzyıl yaşam ını yeren T h o m a s R ovvlandson'un pürgeye binip uçarak düşmanlarının hastala­
S a m a n lıkta ki C adılar adlı oym abaskısı. nıp ölmesine neden olan cadılarla ilgili eski
öyküleri anımsatıyordu. Ayrıca A zandeler’in,
işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç cadılarla savaşmakta ustalık kazanmış, çoğun­
bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şey­ luğu erkek olan “uzmanları” vardı. Evans-
tanla anlaşma yaparak ruhlarını satmak paha­ Pritchard bunlara “büyücü doktor” adını
sına doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın verdi.
törenlerine katılm ak için süpürgelerine binip O rta A frika’da yaşayan Pigmeler gibi bazı
uçtukları; şeytanın buyruğuyla bebekleri çiğ toplum larda ise bu türden inançlara rastlan-
çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer
alıyordu. Hutchison Library

Y akalanan cadılara acımasızca işkence ya­


pılıyordu. Hepsi de kadın olan bu cadıların,
din adamlarının ileri sürdüğü tüm kötülükleri
üstlenmelerine ve şeytanla işbirliği içinde ol­
duklarını itiraf etm elerine şaşmamak gerekir;
çünkü itiraf acı çekmekten kurtulm anın tek
yoluydu.
Cadıların yok edilmesi Rom a Katolik Kili-
sesi’nce yönetilen bölgelerden A vrupa’nın
orta ve kuzeybatısındaki Protestan ülkelere
ve daha sonra A m erika kıtasına da yayıldı.
İngiltere’de cadı avcılığı 17. yüzyılın ortaların­
da iyice yoğunlaştı. Bu dönemde Oliver
Cromwell, M atthew Hopkins adında bir ge­
nerali cadıları yakalamakla görevlendirdi.
Yüzlerce talihsiz kadın cadılıkla suçlanarak
öldürüldü. Cadıların yakalanıp öldürülmesi
18. yüzyıl ortalarına kadar İskoçya’da da sür­
dü. A B D ’de de 1692’de, Massachussetts eya­
letindeki Salem’de birçok kişi cadılık suçuyla
yargılanarak asıldı.
Bu cadı avlama çılgınlığı zamanla azaldı.
Bunun bir nedeni insanların cadılığa ilişkin
inançlarını yıkan çağdaş bilimin gelişmesiydi.

Batı Dünyası Dışında Cadılık Botsvanalı b ir "b ü y ü c ü d o k to r" hastalığın büyü


D ünyada batı ülkeleri dışında yaşayan çok sa- yüzü nd en o lu p olm a d ığ ın ı anla m aya çalışıyor.
CADIMAKİ 101

dik ağaçlara hızla tırm anabilen ve büyük bir


sıçrayışla ağaçtan ağaca atlayan çok çevik hay­
vanlardır. Tarsiidae adıyla ayrı bir familya
oluşturan bu hayvanların parm ak uçlarındaki
vantuz gibi emici yastıkçıklar dallara sıkıca tu ­
tunm alarını, uzun ve püsküllü kuyrukları ise
daldan dala sıçrarken dengelerini yitirm eme­
lerini sağlar.
Cadimaki, ağaçlarda yaşamasını kolaylaştı­
ran bu özelliklerinden başka, iyi bir avcı ol­
masını sağlayan başka özelliklerle de donatıl­
mıştır. Örneğin top gibi yusyuvarlak olan ba­
şını 180° döndürebilir. Kocaman ve patlak
gözlerinden de anlaşılacağı gibi bir gece hay­
vanıdır; böceklerle beslenir ve hem başının
geniş dönme açısı, hem de keskin görüşlü göz­
leriyle karanlıkta bile avını kolay kolay ka­
çırmaz.
Cadımakilerin üç türü vardır. Bunların en
küçüğü 9 cm, en irisi yaklaşık 16 cm uzunlu-

ARDEA

Hutchison Library
Z a ire 'd e b ir "b ü y ü c ü d o k to r". İlaçlarınd an bazıları
b ü yüye karşı in san ları koru m ak am acıyla kullan ıldığı
g ib i, bazıları da insanlara zarar v e rm e k için
k u lla n ıla b iliy o r.

maz. A ntropologlar bunun nedenini, küçük


küm eler halinde ve sürekli göçebe olarak ya­
şayan Pigmeler’in, içinde bulundukları gru­
bun üyeleriyle anlaşamamaları durum unda o
gruptan ayrılarak başka bir gruba katılabilm e­
lerine bağlam aktadırlar. Yerleşik bir düzen
kurmuş olan insanlar ise komşularını sevme­
seler bile onlara dostça davranm ak zorunda­
dırlar. Böylelikle içten içe nefret ettikleri
komşularını kolaylıkla cadı olarak düşünebi­
lirler.
A ntropologların çoğu A frika ve başka ül­
kelerdeki cadı öykülerini hayal ürünü olarak
kabul eder. Öte yandan bazıları da bu yaygın
söylentilerin incelenmesi gerektiğini savun­
m aktadır.
Ayrıca bak. BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK.
C adim aki ayaklarındaki e m ici yastıkçıklarla dallara
CADIMAKİ. Endonezya ve Filipinler’deki or­ sıkıca tu tu n u r ve iri gö zle riyle geceleri b ile böcekleri
manlarda yaşayan bu küçük maymunlar, dim­ kolayca g ö re b ilir.
102 CAESAR

ğundadır. Am a kuyruklarının uzunluğu boy­ doğu özelliği taşıyan evler kente karmaşık bir
larının iki katını bulur. Rengi gri ile kahve­ mimari özellik verir. M odern alışveriş m er­
rengi arasında değişen ince, ipeksi tüyleri ka­ kezlerinin hem en yanında renk renk açık ha­
lın ve kabarık bir post oluşturur. va pazarları görülür.
Cadimakilerin dişisi altı ay kadar süren bir Yeni kent içinde hüküm et binaları, 110
gebelikten sonra tek bir yavru doğurur. D oğ­ m etre yüksekliğiyle kentin en görkemli yapı­
duğunda kürklü, gözleri açık ve oldukça geliş­ larından olan Ulusal A nıt, bir öğretm en oku­
miş olan bu yavru annesinin kürküne tutuna­ lu, Ulusal Üniversite ve iki büyük müze var­
rak dolaşabildiği gibi, kendi başına dallara da dır. Geniş çevre yolları kentin bu bölümünde
tırmanabilir. kesişir. Betjaks denilen üç tekerlekli ve m o­
torlu taksiler de içlerinde olmak üzere her
CAESAR, Gaius Julius bak. J ü lS e z a r türlü araçla tıkanan trafik kenti bunaltır.
Koruyucu bir dalgakıranı olan Tancungpe-
CAKARTA, Endonezya’nın başkenti, en bü­ riyuk limanı 12 m etre derinliğe gereksinim
yük kenti ve başlıca limanıdır. Cava A dası’nın duyan gemileri barındırabilir. Endonezya
kuzeybatısında, Çi Liwung Irm ağı’nın ağzın­ adalarının çay, kauçuk, kahve, baharat, kuru­
da yer alır. Su baskınlarına açık, düz ve alçak tulmuş hindistancevizi ve palmiye yağı gibi
bir ovada kurulmuş olan kentin iklimi tropik ürünleri gemilerle başka ülkelere gönderilm e­
ve çok nemlidir. den önce buradaki depolara getirilir. Kentin
Kent, üç bölümden oluşur: Irm ak ağzı bo­ havaalanı limanla eski kent arasında yer alır.
yunca uzanan eski kent, daha yüksekçe olan
güneydeki yeni kent ve 10 km doğudaki Tan- Tarih
cungperiyuk limanı. Eski kentte demir döküm- İS 5. yüzyılda Portekizlileri yenerek C akar­
evleri, tabakhaneler, basımevleri, doğrama, ta ’nın bulunduğu yere yerleşen Banten sultanı
dokum a ve kimya fabrikaları gibi birçok sana­ buraya, “Görkemli Kale” demek olan Caya-
yi kuruluşu vardır. Cakarta Endonezya’nın kerta adını vermişti. 1619’da HollandalI tüc­
bankacılık ve ticaret merkezidir. Cavalılar, car Jan Pieterszoon Coen, Cakarta kentinin
Çinliler ve A raplar kentin aşırı kalabalık m a­ hemen yanma Batavia adlı kaleyi yaptırdı.
hallelerinde yaşarlar. Hollanda sömürge dö­ Sonraki yıl kenti ele geçirerek yakıp yıkan
neminin yapıları ve m odern gökdelenler ile HollandalIlar aynı yerde, Batavia adını ver­
dikleri bir kent kurdular. 300 yıl boyunca kent
ZEFA
bu adı taşıdı ve Doğu Hint A daları, Çin ve
Avustralya ile sömürge ticareti yapan A vru­
palIlar’ın uğradığı önemli bir liman oldu. H ol­
landalIlar burayı, büyük alanları ve üç şeritli
geniş caddeleri ile güzel bir kent haline getir­
diler. Bugün müze olan, sömürge döneminin
eski belediye binası gibi tarihi Hollanda yapı­
ları ve kanallar eski kentte Hollanda havasını
yaşatır. Endonezya 1949’da bağımsızlığını ka­
zanınca C akarta yeniden eski adına kavuştu.
H em en hemen tüm Hollandalılar’ın terk etti­
ği kentin nüfusu 7.829.000’dir (1985).

CALİFORNİA, A B D ’nin Alaska ve Texas’tan


sonra üçüncü büyük eyaletidir. Büyük O kya­
nus kıyısında yer alan California ülkenin
öbür eyaletlerinden çok farklıdır ve “gelece­
ğin ülkesi” , “yeniliğin yurdu” olarak nitelen-
Cakarta E ndonezya'nın en b ü yü k ken tidir. dirilegelmiştir. 1849’da yaşanan “altına hü­
CALİFORNİA 103

cum”dan (bak. A l t i n a H Ü C U M ) sonra nüfusu yük bölüm ünün yer aldığı “Silikon Vadisi” de
sürekli olarak artan ve 1964’te New Y ork’u California’dadır.
geçen California, 26.981.000 (1986) nüfusuy­
la A B D ’nin. en kalabalık eyaletidir. Doğal Yapı
Büyük O kyanus’a 1.352 km uzunluğunda kı­
CALIFORNIA'YA İLİŞKİN BİLGİLER yısı olan California’nın doğu-batı doğrultu­
sunda en geniş yeri 587 kilom etredir. A B D ’
YÜZÖLÇÜMÜ: 411.047 km2.
NÜFUS: 26.981.000 (1986).
nin en yüksek ve en alçak noktalan California’
DAĞLAR: Amargosa, Panamint, San Gabriel, Klamath,
dadır: 4.418 m etre yükseklikteki Whitney
Kıyı Sıradağları, Sierra Nevada, Inyo ve Diablo. En Dağı, deniz düzeyinden 86 m etre aşağıda
yüksek doruk: W hitney Dağı (4.418 metre). Öbür bulunan Ölüm Vadisi’nden yalnızca 112 km
doruklar: VVilliamson (4.381 metre); VVhite (4.342
metre); Kuzey Palisade (4.341 metre); Shasta (4.317 uzaklıktadır.
metre). California’nın doğal yapısı dört ana bölge­
IRMAKLAR: Feather, Sacramento, San Joaquin, ye ayrılabilir: Kıyıdaki sıradağlar; kuzey-
Tuolum ne, Colorado, Salinas, Russian, Klamath ve
American. güney doğrultusunda 690 km boyunca uzanan
KENTLER: (1986) Los Angeles (3.259.300; m etropoliten Sierra Nevada Sıradağları; San Joaquin ve
alan 8.295.900), San Diego (1.015.190), San Sacramento ırm aklarının geçtiği, 724 km
Francisco (749.000), San Jose (712.080), Long Beach
(396.280), Oakland (356.960), Sacramento (eyalet uzunluğunda ve ortalam a 80 km genişliğinde­
başkenti; 323.550), Fresno (284.660), Anaheim ki Büyük Vadi; güneydoğudaki, M ojave
(240.730), Santa Ana (236.780).
Çölü’nü de kapsayan havza ve otlak böl­
gesi.
California, zengin doğal kaynaklara ve Doğal yapının bu çeşitliliğine paralel olarak
doğal güzelliklere sahiptir. Eğer bağımsız bir iklim de bölgeler arasında büyük değişiklik
devlet olsaydı, 99 ülkeden daha büyük, 100 gösterir. Kuzey kıyısında, San Francisco çev­
ülkeden daha kalabalık olur, ulusal geliri de resinde yazlar serin, kışlar ılımandır. Güney
dünya devletleri arasında sekizinci sırada yer kıyısında, Los Angeles çevresinde yıl boyun­
alırdı. Sinema ve televizyon sanayisinin m er­ ca genellikle yumuşaktır. Dağlık yörelerde so­
kezi Hollywood ve bilgisayar sanayisinin bü­ ğuk kışlar ve kısa yazlar görülür. Isının

Ewing Galloway

C a lifo rn ia 'n ın Kaskad D a ğla rı'n da ola ğ a n ü stü gü zellikteki Shasta Tepesi 4.317 m e tre yü kse kliğ in d e sö n m ü ş
b ir yan ard ağd ır.
104 CALİFORNİA

54°C’ye kadar çıktığı Ölüm Vadisi’nde 5 mm nia’dan elde edilir. Hayvancılık da çok geliş­
olan yıllık yağış, kuzey kıyılarında 279 mili­ miştir.
m etreye ulaşır. California’da sanayi üretimi II. Dünya Sa­
vaşı ile büyük hız kazandı. Başta uçak ve uzay
Nüfus sanayisi ile silah sanayisi olmak üzere, otom o­
AvrupalIlar gelmeden önce California yöre­ bil montaj sanayisi, gemi yapımı, petrol çıkar­
sinde Pom olar, Çum aşlar, M ivoklar gibi Yerli ma ve işleme, kimya, petrokim ya, çim ento,
kabileler yaşardı. 18. yüzyılda bölgeye M eksi­ elektrik aygıtları, makine üretimi, basım sa­
kalIlar ve İspanyollar geldi. California 1848’de nayisi, dokum a ve besin sanayisi en önemli
ABD egemenliğine girdiği sırada İspanyol­ sanayi kollarıdır.
ca konuşan 15 bin kişiyi barındırıyordu. Eyalette petrol ve doğal gazın yanı sıra
Günümüzde California nüfusunun yüzde 91’i platin, bor, magnezyum, iyot, cıva, tungsten
kentlerde yaşar. Nüfusun dörtte üçünden gibi doğal kaynaklar da vardır. Turizm de
fazlası Los Angeles, Long Beach, Anah,eim, önemli bir gelir kaynağıdır. Çok gelişmiş bir
San Francisco, O akland, San Jose ve San ulaşım ağı bulunan California’da en çok
Diego’dadır. Eyaletin başkenti Sacramen- otomobil ve uçak kullanılır. 1980’lerde trafik­
to ’dur. teki taşıt sayısı 18 milyondu.
California’da devlet desteği gören çok yay­
Ekonomi gın bir eğitim sistemi kurulm uştur. California,
Çeşitli ve zengin doğal kaynakları olan Cali­ Stanford, San Francisco ve Golden G ate
fornia ekonomisi çok üretkendir. Eyaletteki üniversitelerinin yanı sıra, dünyaca ünlü bi­
3.850.000 hektar ekili alanın hemen hemen limsel araştırm a enstitüleri vardır. Wilson ve
tümü sulanır. Özellikle Büyük V adi’nin sula­ Palomar dağlarındaki astronomi enstitüleri ve
nan toprakları A B D ’nin en büyük tarımsal San Diego’daki Scripps Okyanus A raştırm a­
üretim alanı durum undadır. California ları Enstitüsü bunlar arasındadır.
A B D ’nin tarımsal üretiminde 1947’den bu
yana birinci sıradadır. Çok çeşitlilik gösteren Tarih
tarımsal ürünlerden başlıcaları: Üzüm, tu ­ California’da beyazların tarihi, 1542’de İs­
runçgiller, zeytin, erik, şeftali, patates, ceviz, panyol Juan Rodriguez Cabrillo’nun gemisini
kayısı, domates, mısır, şekerpancarı, çilek, kuş­ San Diego’ya demirlemesi ve burayı İspanyol
konmaz, kereviz, fasulye, avokado, enginar, toprağı olarak ilan etmesiyle başladı. 1579’da
kavun, buğday, şerbetçiotu, arpa ve pam uk­ İngiliz kaptan Sir Francis D rake gemisiyle
tur. A B D şarap üretiminin yüzde 90’ı Califor- California kıyılarına geldi ve bu toprakların
Union Pacific Railroad United Airlines

Solda: 10 ş e ritli çevre y o lu Los A n g eles'ı ikiye bö le r. Kent küçük yerleşm e b irim le rin in b ir araya g e lm e siyle
o lu ş m u ş tu r. Sağda: S acra m en to Irm ağı üzerinde kuru la n Shasta Barajı sulam a için çok ge rekli olan suyu n
b ü yü k b ö lü m ü n ü sağlar.
CALVIN 105

sonraki dengesiz davranışları kimilerince bu


hastalığa bağlanm aktadır.
İm paratorluğunun son üç yılında çok kan
döktü. Halkın kendisine tanrı gibi tapmasını
isteyen Caligula im paratorluk sınırları için­
deki tüm tapm aklara heykellerini koydurdu.
Hâzineyi savurganca kullanarak tüketti; yeni
vergiler koydu. Caligula’nın hastalık sonrası
dönemine ilişkin bilgilerin çoğu kuşkuludur.
Zalimliği ve zorba yönetimi ile halkın nefreti­
ni üstüne çeken Caligula muhafız alayı ko­
m utanı tarafından öldürüldü; yerine amcası
Claudius geçti.

CALVIN, Jean (1509-1564). 16. yüzyılda


National Park Service
C a lifo rn ia 'd a ki Josh ua Ağacı U lusal Anıtı.
A vrupa’da gelişen Reform hareketinin en
önemli önderlerinden olan Jean Calvin, Kal­
İngiltere’nin olduğuna ilişkin bir pirinç levha vencilik mezhebinin kurucusudur (bak. RE­
bıraktıysa da, bu ancak 1936’da bulunabildi. FORM).
D aha sonra yüzyıllarca ilgi çekmeyen bölgeye Calvin, Fransa’da Noyon Picardie’de doğ­
1769’da İspanyol din adamları geldi; bunu du. İş adamı ve aynı zam anda Noyon pisko­
başkaları izledi ve onların çevresinde yerleşim posluğunda görevli olan babasının etkisiyle
alanları ortaya çıkmaya başladı. küçük yaşta dinsel konularla ilgilenmeye baş­
1821’de M eksika’nın öbür bölgeleri ile bir­ ladı. 1523’te Paris’e giderek, felsefe, mantık
likte İspanyol egemenliğinden kurtulan Cali-
Mansell Collection
fornia’ya A B D ’den göçler başladı. 1846’da
göçmenler ayaklanarak bağımsız bir cumhuri­
yet ilan ettiler. Aynı yıl ABD M eksika’ya
savaş açtı. Savaşın sonunda 1848’de Califor­
nia A B D ’ye katıldı ve 1850’de A B D ’nin 31.
eyaleti oldu.

CALIGULA (İS 12-41). Asıl adı Gaius Caesar


Augustus Germanicus olan Rom a im paratoru
Caligula, Romalı general Germanicus ile Ag-
rippina’nın oğluydu. Çocukluğunda asker­
ler gibi çizme giydiğinden askerler ona “çiz-
mecik” anlamına gelen Caligula adını verdi­
ler.
Caligula İS 37’de, amcası Tiberius’un ölü­
münden sonra 25 yaşında im parator oldu.
Egemenliğinin ilk aylarında halkın hak ve
özgürlüklerini gözeten düzenlemelerle toplu­
mun geniş kesiminin sevgi ve desteğini kazan­
- M m a n lu tn u n A ' j r f a . fi' ! i
dı. Tiberius’un sürgüne gönderdiği kişileri ' W toluly M »
W *7M+rhj.
---- ---- — ' ' ğ_
"T-"'1

R om a’ya geri çağırdı. H alka ağır gelen vergi­ 7 ^ İ v , ' ^ r J * ı l'J ı !M, , T r n T T R T î m n t y i ! n ı » , " ( R ) n m i j f î n n f f }f y i t{ n

Talîıu. nün alio tanhim Jc Jfİatnine


lerin bir bölümünü kaldırdı. Tiberius döne­ J c cdio Mlit- Scotta, %>aic 1
minde baskıcı yöntem ler uygulayan savcıları
sürgüne yolladı. Ne var ki, tahta çıktıktan Jean Calvin C enevre'yi g e liş tird iğ i d in ilkele rin e
yedi ay sonra ağır bir hastalık geçirdi. Daha gö re y ö n e tti.
106 CAMİ

ve hukuk öğrenimi gördü. Bu dönemde


L uther’in görüşlerini inceleyen Calvin Pro-
testanlık’a yakınlık duymaya başladı {bak.
L u t h e r , M a r t i n ) . Katolik inançların egemen
ı
olduğu Fransa’da yaşamı tehlikeye girince
İsviçre’ye kaçtı. 1536’da, başyapıtı Christia-
nae Religionis Institutio (“Hıristiyan Dininin
K urum lan”) adlı kitabını yayımladı. Calvin’in
inanışına göre din yöneticilerin ve kurumla-
rın elinde bir baskı ya da çıkar aracı olm am a­
lıdır. Din yalnızca insan ile Tanrı arasında bir
inanç sorunudur. İnsan dini kilise ya da
öğretim kurum lan aracılığıyla değil, doğru­
dan Kutsal K itap’a (Tevrat-İncil) başvurarak
öğrenmelidir. Tanrı ile insan arasında İsa’
dan başka bir aracı söz konusu olamaz.
Calvin ulus yönetiminin ve toplum düzeni­
nin Hıristiyanlık’ın özüne uygun olması görü­
şünü savunuyordu. Cenevre’de bu düşüncele­
rini yaşama geçirme olanağı buldu. Sınavla
seçilen papazların oluşturduğu örnek bir kili­
se kurdu. Din öğreniminin ilkelerini saptadı,
din okullarının sayısını artırdı. Calvin’in öğre­
tilerini yaymak amacıyla, Cenevre hükümeti
1559’da yeni bir akadem i kurarak, bugünkü Cephas Picture Library/Mick Rock

Cenevre Üniversitesi’nin temelini attı. Böyle- Bugün K a h ire 'n in ba nliyösü olan ve Nil Irm a ğ ı'n ın
batı kıyısında bu lu n a n G ize'de 961'de y a p ılm ış b ir
ce Cenevre, Protestan din bilginlerinin top­ cam i.
landığı büyük bir öğrenim merkezi durum una
geldi. ve hadislerde de cami sözcüğü değil, mescit
Calvin Cenevre’de bulunduğu sırada, bir sözcüğü geçer. Bayram, cuma, teravih ve
yandan kentin yönetim ve eğitim sorunlarıyla cenaze namazları camilerde topluca kılınır.
ilgilenirken, öte yandan görüşlerine ve öğreti­ Ö bür namazlar için böyle bir zorunluluk
sine karşı çıkanlarla da uğraşmak zorunda yoktur. Osmanlılar cuma namazının kılınma-
kaldı. Calvin’e karşı çıkanlardan biri de İs­ dığı minbersiz yapıya mescit, cuma namazı
panyol din bilgini Miguel Serveto’ydu. Serve- kılınan minberli yapıya ise “mescidü’l-cami”
to 1553’te tutuklandı, daha sonra kazığa demişlerdir. Zam anla mescit sözcüğünün düş­
bağlanarak yakıldı. mesiyle cami sözcüğü tek başına kullanılmaya
Düşünceleri ölümünden sonra izini sürdü- başlanmıştır. Ülkemizde daha çok mahalle ya
renlerce geliştirildi (bak. PROTESTAN K İL İS E S İ). da köylerdeki küçük camiler için mescit söz­
cüğü kullanılır. Kentlerdeki büyük ve önemli
CAMI, M üslüm anların içinde ibadet ettikleri camilere “ulucami”, padişahların, sultanların
kutsal bir yapıdır. Camiler topluca namaz yaptırdığı camilere ise “sultanlar camisi” anla­
kılmak amacıyla yapılmış olmalarına karşılık mına gelen “selatin camisi” denir.
buralarda tek tek ibadet edilebilir, Kuran ve Cami yapımında mimarlık açısından İslam
mevlit de okunur. Arapça “toplama”, “yığma” dininden kaynaklanan birtakım kurallara
anlamına gelen “cem ” sözcüğünden türemiş uyulur. Bu nedenle cami, yapı olarak bazı
olan cami sözcüğü, Türkiye dışındaki Müslü­ belirgin özellikler gösterir. Namaz sırasında
man ülkelerde pek kullanılmaz. Bu ülkelerde kıble yönüne dönüldüğü için cami de yapısı
“secde edilecek, namaz kılınacak yer” anla­ bakımından bir bütün olarak aynı yöne dö­
mına gelen mescit sözcüğü kullanılır. Kuran nüktür. H er camide kıble yönündeki (Türki­
CAMİ 107

ye’de güney) duvarın ortasında, namaz sıra­ parlörler aracılığıyla ezan duyurulm aktadır.
sında cem aatin (topluluğun) önünde bulunan Ram azan, kandil, bayram gecelerinde ve
imamın durduğu mihrap yer alır. Genellikle önemli günlerin gecelerinde m inarelerde kan­
duvarın içinde, üstü kem er biçiminde bir diller yanar; şerefeler ışıklandırılır. Ayrıca
girinti olarak yapılan m ihrabın sağında, cuma böyle gecelerde iki minare arasına gerilen
günlerinde hutbe okum ak ya da topluluğa ipler ya da teller üzerine kandil ya da elektrik
konuşma yapmak için merdivenle çıkılan yük­ ampulleriyle yazılar yazılır, şekiller çizilir.
sek bir kürsü olan m inber vardır. Birkaç M ahya denen bu ışıklı gösterinin Osmanlı
basamakla çıkılan vaaz yeri ise mihrabın Devleti dönem inde ortaya çıktığı bilinmek­
sağında kalır. tedir.
Camilerde topluluğun namaz kıldığı büyük Camilerin üzeri genellikle kubbe biçiminde
bölüme şahın adı verilir. Kadınlar için kadın­ süslü ve güzel çatılarla örtülüdür. H er cami­
lar mahfili denilen ayrı bir bölüm vardır. nin hemen dışında ya da çok yakınında,
Osmanlı İmparatorluğu zamanında büyük ca­ namaz kılmaya gelenlerin aptes aldıkları çeş­
milerde hüküm dar için hünkâr mahfili adı m eler bulunur. Bu bölüme de şadırvan denir.
verilen ayrı bir bölüm bulunurdu. G ene bü­ Cami avlusunda cenaze namazının kılındığı
yük camilerde müezzin mahfilleri vardır. musalla denilen yer, tabutun üzerine konduğu
Namaz kılınırken topluluğun aynı anda hare­ musalla taşı, helalar, imam ve müezzinlerin
ket etmesini sağlamak amacıyla müezzinler kaldığı oda ya da evler vardır.
burada hazır bulunarak imamın tekbirini yi­ İlk camiler yalnızca namaz kılınan yerler
nelerler. Gecikenlerin ya da içerisi dolduğu değildi. Aynı zam anda M üslüm anların bulu­
zaman dışarıda kalanların namaz kıldığı ve şup toplumsal sorunları tartıştığı, önemli ka­
caminin giriş cephesi boyunca uzanan bölüm rarlar alman, m ahkem e olarak kullanılan
ise “son cem aat” yeri adını alır. Burada da
içerdeki imamın tekbirini yineleyen müezzin­ Anadolu Yayıncılık Arşivi

ler için m ükebbire denilen balkon biçiminde


bölümler vardır.
M üslümanlar “Allahın evi” olarak kabul
ettikleri camiye aptessiz girmezler. Ayrıca
camiye özenli ve temiz giyinerek gitmeyi,
gidildiğinde iki rekât saygı namazı kılmayı,
din dışı konular konuşmamayı, belli bir dü­
zende oturmayı gelenekleştirmişlerdir. Cami­
nin içinde genellikle fazla eşya yoktur. Zem i­
ni çoğunlukla taş, taşın üzeri halı, hasır ve
kilimlerle örtülüdür. Ayrıca şamdanlar, kan­
diller, kuran rahleleri, ayakkabı konulan “pa­
buçluklar” başlıca cami eşyalarıdır.
Camilerin dış görünüş bakımından özellik­
leri de birbiriyle benzerlikler gösterir. Hem en
her camide bir ya da daha fazla minare
bulunur. Gökyüzüne doğru uzanan, genellik­
le silindir biçiminde yapılan m inarelerde,
ezan okum ak için yapılan daire biçimindeki,
korkuluklu çıkıntılara şerefe denir. Bir mina­
rede birden fazla şerefe bulunabilir. Müezzin
minarenin içinde kıvrılarak yükselen m erdi­
venle şerefeye çıkar ve dört bir yana duyur­
mak için dolanarak ezan okur. Günüm üzde 18. yüzyılda Barok üslup ta yap ılan Laleli C a rhisi'n in
ise m inarenin uygun yerine yerleştirilen ho­ içi.
108 CAM VE CAMCILIK

yerlerdi. Ayrıca camilerde eğitim yapılır, önemli örnekleri Bursa’da O rhan, M uradiye,
konuklar barındırılırdı. D aha sonra bu tür Yıldırım ve Yeşil camileridir. E dirne’deki, II.
işleri gören kurum lar ortaya çıkınca, camiler M urad dönem inden kalma Üç Şerefeli Cami
yalnızca namaz kılınan, ibadet edilen yerler cami mimarlığında yeni aşam alara ilk örnek
oldu. Am a bu yeni kurumlarm yapılarının oldu. Bir yandan anıtsal bir yapı olan Üç Şe­
cami çevresinde toplanması uygun görüldü. refeli Cam i’nin mimari özellikleri, öte yandan
Sıbyan m ektepleri (küçük çocuk okulları), mimarlık açısından esin kaynağı olan Aya-
m edreseler, yoksullara yemek dağıtılan ima­ sofya’nın özellikleri cami yapımını etkiledi.
ret, hamam , hastane gibi çeşitli toplumsal Böylece günümüzde de hayranlık uyandıran,
yardım ve eğitim kurulularından oluşan bu her biri olağanüstü güzel camiler ortaya çıktı.
yapı topluluğuna da külliye denildi. İstanbul’daki Fatih, Bayezid, Süleymaniye
İlk cami Hicret sırasında Hz. M uham m ed’ camileri, E dirne’deki Selimiye Camisi bunlar­
in M edine yakınlarındaki K üba’da yaptırdığı dandır.
Kuba Mescidi’dir. Daha sonra Hz. Muham- 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa mimarisinin
med M edine’de Mescid-i Nebi adı verilen ca­ etkisiyle cami yapımında değişiklikler oldu ve
miyi yaptırmıştır. G erek Hz. M uhamm ed, ge­ yeni biçimde camiler yapıldı. İstanbul’daki
rek D ört Halife döneminde her türlü gösteriş Nusretiye Camisi, Beylerbeyi, O rtaköy ve
ve harcam adan kaçınma düşüncesiyle büyük, Dolmabahçe camileri bu türün en güzel ör­
görkemli camiler yapılmamıştır. Am a halifeli­ nekleridir.
ğin Em eviler’e geçmesi ve başkentin M edine’ 20. yüzyılda yapılan camiler, geleneksel
den Şam’a taşınmasıyla büyük bir değişim ya­ özellikler taşımakla birlikte çağdaş teknoloji­
şandı. Yeni başkentte kiliseler ve eskiçağ ta­ nin olanaklarından da yararlanarak yapılmış­
pınakları yanında sönük kalmayacak camile­ tır. İstanbul’daki Şişli Camisi ve A nkara’daki
rin yapımına girişildi. Kocatepe Camisi bu tür camilerdendir.
Çoğu Em eviler dönem inde yapılan ilk bü­ Ayrıca bak. İSLAM SANATI.
yük camiler geniş bir alanı kaplamaktaydı.
Eski camiler zamanımıza kadar ulaşamadığın­ CAM VE CAMCILIK. Saydam, sert ve çok
dan ya da özgün biçimleri değişmiş olduğun­ kırılgan bir m adde olan camın günlük yaşantı­
dan, İslam sanatının ilk cami örneği olarak mızdaki varlığına öylesine alışmışızdır ki,
Şam’daki Emeviye (Ümeyye) Camisi kabul bizim için ne kadar önemli ve yararlı olduğu­
edilir. Bu dönemde K udüs’te yapılan Mes- nu çoğu kez düşünmeyiz bile. Am a insanlar
cid-i A ksa da günümüze kadar ulaşan önemli ilk kez kum ve külü birlikte ısıttıklarında,
yapılardandır. İslamiyet’i benimseyen her ortaya çıkan bu yeni ve değişik maddenin çok
ulus, öteki İslam ülkelerindeki camileri örnek değerli bir gereç olduğunu fark etm ekte
alarak kendi mimarlık anlayışına uygun cami­ gecikmediler. O çağlardan bu yana insanlar
ler yapmıştır. Bu da mimarlık yönünden ca­ cam yapımı konusunda pek çok şey öğrendi­
miye zenginlik kazandırmıştır. ler ve cama değişik biçimler vererek çok
Cami mimarlığı A nadolu’da da özellikler kullanışlı, birbirinden güzel cam eşya yapm a­
kazanarak gelişti. 11. ve 12. yüzyıldan kalma nın yollarını buldular. Bu m addede önce
çok ayaklı cami yapılarının en önemlileri gü­ camcılığın çağlar boyunca izlediği gelişme ve
nümüze de ulaşmıştır. Sivas, Kayseri ulucami- cam sanatının başlıca ürünleri anlatılacak,
leri, Konya Alaeddin Camisi bunlardandır. sonra cam yapımının teknik açıklaması ve
12. yüzyılda yapılmış, özgün mimari özelliği günümüzde uygulanan yöntem ler ele alına­
olan camilerden biri de Divriği Ulucamisi’dir. caktır.
Bu camide mihrap önünde kubbeli bir bölüm Eskiçağlarda cam altın kadar değerli bir
vardır. Kubbeli bölümün tepesi içeriye ışık maddeydi ve cam eşyayı yalnızca krallar ile
girmesi için açık bırakılmıştır (bak. A n a d o l u soylular kullanabiliyordu. İÖ 2000 yıllarından
Se l ç u k l u D e v l e t î) . kaldığı anlaşılan ilk cam nesneler, kötülüğe
Kubbeli camiler Osmanlı dönem inde de karşı bir tılsım olarak kullanılan boncuk,
yeni özellikler kazanmıştır. Bu türün ilk nazarlık gibi küçük şeylerdir. O çağlarda
CAM VE CAMCILIK 109

züm rüt, yakut gibi değerli taşlardan biri karşılık parfüm şişelerinde çok daha zengin
olarak görülen camın işlenmesi ve günlük bir biçim çeşitliliği görülür. Pencere camı ise
yaşamda kullanılacak bir eşyaya dönüşmesi yalnızca zenginlerin evlerine özgü bir lükstü.
için aradan uzun zaman geçmesi gerekti. İÖ Çünkü cam ham urundaki istenmeyen katışkı-
1500’lerde önce M ezopotamyalılar, çok kısa ları, daha doğrusu kum un içindeki mineralleri
bir süre sonra da Eski Mısırlılar mavi, yeşil, gidermek için gereken özel işlemler nedeniyle
sarı, beyaz ya da kırmızı camdan küçük renksiz ve saydam camın maliyeti çok yüksek­
kaplar yapmayı başardılar. ti. Bu yüzden günlük kullanım eşyası genellik­
Eski Mısırlılar değerli doğal taş görünü­ le mavi, yeşil ya da kahverengi tonlarında
münde cam yapma geleneğini İÖ 4. yüzyıla renkli camlardan yapılırdı.
kadar sürdürdüler. Bunun için camı renk renk Romalı cam ustaları, bugün bilinen yön­
boyayıp tel gibi inceltiyor sonra bu cam telleri tem lerin çoğunu ve artık tarihe karışmış olan
yan yana getirerek cam çubuklar yapıyor ve bazı eski teknikleri uygulayarak çok süslü
bu çubukları dilim dilim keserek hepsi aynı cam eşya örnekleri yarattılar. Örneğin altın
desende olan yuvarlak cam halkaları elde varakların (dövülerek çok ince katm an haline
ediyorlardı. D aha sonra bu cam dilimleri yan getirilmiş altın yaprakların) üzerine desenler
yana dizilip ısıtıldığında eriyerek kaynaşmış kazır, sonra bu desenleri iki cam levhanın
bir kütleye dönüşüyordu. Bu yöntemle elde arasına yerleştirerek sıkıştırırlardı. Ayrıca biri
edilen ve renk renk damarlı doğal taşları Victoria and Albert Museum

andıran kalın camları ya duvarları süslemek


için kullanır ya da ısıtıp kalıba dökerek kâse
yaparlardı. “Mozaik cam ” denen bu cam
işçiliğinin eskiçağdaki en büyük merkezi İs­
kenderiye idi. Bazen renkli cam çubukların
içindeki desenlere çiçek biçimi verilir, bu
mozaik camdan yapılan kâselere de binçiçek
(-millefiori) denirdi.
Camcılık tarihinin en büyük dönüm noktası
İÖ 1. yüzyılın ortalarında, büyük olasılıkla
Suriyeliler’in “cam üflem e” tekniğini bulması­
dır. İleride ayrıntılarıyla anlatılacak olan bu
yöntem le, erimiş sıcak cama istenen her biçim
verilebiliyordu. Yumuşak camı işlemekte çok
usta olan Suriyeliler yaptıkları cam kapları
genellikle dam ar gibi ince çizgiler ve benek­
lerle süslerlerdi:

Roma Cam İşçiliği


İS yaklaşık 200 yıllarında, cam yapımındaki
değişik yöntem ve üslupların kaynaştığı Rom a
İm paratorluğum un her yerinde tek tip cam
yapımına başlandı. Dünyanın birçok yerinde
büyük camcılık merkezlerinin kurulduğu o
dönem de cam kullanımı öylesine yaygınlaştı
ki, cam eşyanın egemenliği ancak 19. yüzyılda
Ü stte solda: A ltın varak üzerine a sitli kazı (afort)
yeniden bu noktaya ulaşabilecekti. Rom alılar te k n iğ iy le y a p ılm ış ve iki cam levha arasına
zamanında yağ, şarap gibi sıvıları koymak için sıkıştırılm ış bu Rom alı p o rtre s in in İÖ 2. ya da 3.
en çok şişe üretiliyor ve taşınırken yan yana yüzyılda yap ıldığı san ılıyor. A ltta solda: İS 13. ya da
14.yü z y ıld a n kalm a, altın yaldız ve m in e işiyle
dizildiğinde fazla yer kaplamaması için şişeler bezenm iş b ir S uriye süra hisi. Sağda: 17. yüzyıl
genellikle kare biçiminde yapılıyordu. Buna V en ed ik üslu b u n d a b ir şarap bardağı.
110 CAM VE CAMCILIK

renkli (genellikle koyu mavi), öbürü beyaz iki yapımcılarına soylulara tanınan bütün ayrıca­
ayrı camdan çift katlı kaplar yapar ve üstteki lıklar tanınmış, ama V enedik’ten ayrılmaları
beyaz camı istedikleri desene göre kesip kesinlikle yasaklanmıştı.
tıraşlayarak alttaki koyu renkli camın görün­ Venedik camı renksiz, duru, saydam ve son
düğü güzel bezem eler elde ederlerdi. Bugün derece pahalıydı. Bu camdan üretilen eşyanın
L ondra’daki British M useum ’da bulunan üstü de genellikle renkli boyalardan desenler­
Portland Vazosu bu cam işçiliğinin en ünlü le bezeniyordu. Bunun için, öğütülerek toz
örneklerinden biridir. Rom alılar’ın kesme haline getirilmiş cama boya karıştırılıp ısıtı­
camdan yaptıkları kadehler de büyük bir lıyor, böylece eriyen renkli karışım kabın yü­
ustalık ürünüydü. Bu kadehlerin üzerinde, zeyine yapışıyordu. Genellikle altın yaldızlı
yalnızca bir ya da iki yerinden cama tutturul­ bir fon üzerine uygulanan bu “mine işi” ya da
muş, tümüyle kadehin dışına taşan çok zengin emaye boyalar üstelik kolay kolay dökül­
bezem eler bulunurdu. müyordu. Venedikli ustalar ayrıca renkli cam
Roma İm paratorluğu’nun son dönem lerin­ yapmayı da biliyor, zümrüt yeşili ya da
de Alm anya’da da ilk cam atölyeleri kurulm a­ erguvan rengindeki bu zarif camları mine
ya başladı. Am a bu atölyelerde üretilen cam işiyle süslüyorlardı. 15. ve 16. yüzyılda V ene­
eşya Rom alılar’ınkinden çok değişik, oldukça dikli ustaların elinden çıkan en değerli cam
basit biçimli ve cam ham urunun içindeki eşya arasında kadehler, kâseler ve büyük
demir oksitler nedeniyle yeşil renkliydi. sürahiler ağırlıktadır.
İS 5. yüzyılda Rom a İm paratorluğu yıkılın­ Venedik camının belki de en büyük üstün­
ca, cam ustaları da yıkılan imparatorluğun lüğü, çok çabuk sertleşmesine karşılık kolay­
hem en her yanma dağıldı. O dönem de Yakın­ ca biçimlendirilebilmesiydi. 16. yüzyılın usta­
doğu’da cam işçiliği gelişirken, A vrupa’da ları da Venedik camının bu özelliğinden
bütün ortaçağ boyunca yalnızca küçük cam yararlanarak çok ince ve zarif yapıtlar üretti­
atölyeleri bu sanatı sürdürdüler. Bu atölyele­ ler. Saydam camın içine bazen mat beyaz,
rin çoğu, eritm e fırınları için gerekli odunu bazen renkli, incecik cam çubukları gömerek
sağlayabilmek kaygısıyla genellikle büyük or­ dantel görünüm ünde damarlı desenler yap­
manların içinde kurulmuştu. 10. yüzyıldan mayı başardılar.
başlayarak kilise pencerelerini süsleyen renk Ne var ki, bu ustalar cezalandırılma tehli­
renk vitraylar da ilk kez bu küçük atölyeler­ kesini göze alarak zamanla A vrupa’nın her
deki cam ustalarının elinden çıktı (bak. yanma dağıldılar ve bütün birikimlerini gittik­
V İT R A Y ). leri yerlere götürdüler. Böylece 17. yüzyıldan
Hafif yeşilimsi camdan, kaba içki kadehle­ başlayarak A vrupa’nın birçok yerinde, özel­
rinin yapımı yerel çeşitliliklerle 15. ve 16. likle Norm andiya, İspanya, Bohemya, An-
yüzyıllara kadar sürüp giderken, o yüzyıllarda vers ve Liege çevresinde Venedik camı üreti­
V enedik’te üretilen yeni bir cam. türü yavaş mine geçildi ve sonunda Venedik kenti bir
yavaş bütün A vrupa’ya yayılmaya başlıyordu. camcılık merkezi olarak eski önemini yitirm e­
ye başladı.
Venedik Camı
Renksiz cam yapmanın sırrı Avrupalı cam Kesme ve Kristal Cam
ustalarına kadar ulaşamadan unutulup gitmiş­ 17. yüzyılın sonlarına doğru ince ve kırılgan
ti. 13. yüzyıla doğru bu tekniği yeniden Venedik camı yavaş yavaş alıcıların gözünden
keşfeden Venedikli cam ustaları oldu. Böyle- düşmeye başlamış, İngiltere, Almanya ve
ce bu İtalyan kentinde giderek büyüyen bir Bohem ya’da üretilen sağlam ve kalın camlar
cam sanayisi doğdu. Renksiz camlar bütün daha çok aranır olmuştu. Özellikle Bohemya-
A vrupa’da öylesine değer kazanmıştı ki, so­ lı ustaların yaptığı saydam ve kalın camlar
nunda İtalyanlar hem tekniklerini gizli tu t­ çarkla keserek bezemeye çok elverişliydi. Bu
mak, hem de yangın tehlikesini azaltmak için teknikte, hızla dönen metal bir çarkın keskin
bu cam yapımevlerini Venedik yakınındaki kenarı camın yüzeyine sürtülerek istenen
M urano A dası’na taşıdılar. O yıllarda cam kesme desenler cama işlenebiliyordu. Oysa
CAM VE CAMCILIK 111

çok sayıda küçük düz yüzey (faseta) oluşacak


biçimde kesilir; böylece üzerine ışık vurduğu
zaman kesme cam doğal bir mineral kristali
gibi ışıltılar saçar. G ünüm üzde, kesme ve
oyma işçiliğiyle bezenmiş çok değişik nitelik­
teki parlak, renksiz bütün cam eşyaya kristal
denirse de, gerçek ve en değerli kristal eşya
Ravenscroft’un geliştirdiği kurşun camından
yapılanıdır. 18. yüzyılın ikinci yarısında İngil­
tere ile İrlanda’da çok yaygınlaşan ve A vru­
p a ’da geniş bir alıcı kitlesi bulan kesme kristal
cam, 19. yüzyılın ortalarına doğru çağın genel
beğenisine uyarak yerini başka yöntemlerle
bezenmiş yeni camlara bıraktı.
19. yüzyılda çok tutulan iki yeni cam
işçiliği j bu alanda henüz bir yüzyıllık geçmişi
olan A B D ’de doğdu. Bunlardan biri, 1825’te
M assachusetts’teki Sandwich’te bir cam atöl­
yesi kuran Deming Jarves’in geliştirdiği presle
kalıplanmış cam tekniğiydi. İkincisi de, A rt
Nouveau (Yeni Sanat) A kım ı’nın A B D ’deki
öncülerinden Louis Com fort Tiffany’nin
1880’lerde yaptığı, m etal parlaklığındaki
British Museum
renkli camlardı. “Favrile” adıyla bilinen ve
Büyük olasılıkla B oh e m ya 'd a (bugünkü A rt Nouveau üslubundaki kıvrak, dalgalı çiz­
Ç ekoslavakya'da) cam yap ım ın ı gö steren b ir 15. gilerle bezenmiş olan bu parlak yüzeyli cam
yüzyıl m in ya tü rü . özellikle abajur ve vazo yapımında kullanıldı.
New York eyaletindeki Corning’de kurulan
Steuben Glassworks’un son derece katışıksız
böyle bir çarkta işlenemeyecek kadar kırılgan ham m addeden ürettiği çok duru cam eşya ise,
olan ince Venedik camlarındaki oyma desen­ A B D ’deki camcılığın 20. yüzyıldaki en iyi ör­
ler ancak elmas uçlu kalemlerle yapılabili­ neklerindendir.
yordu.
İngiltere’de George Ravenscroft adında bir Türk Cam İşçiliği
cam yapımcısı, uzun denem elerden sonra A nadolu’nun çeşitli bölgelerinde yapılan ka­
1676’da sağlam bir cam üretm eyi başardı. zılarda ortaya çıkarılan ve Türk dönemine
Kurşun camı adıyla bilinen bu çok ağır ve tarihlendirilen en eski cam işleri A rtuklu ve
parlak cam Venedik camından daha duru, Selçuklu camlarıdır. D iyarbakır’daki A rtuklu
kesilmesi de daha kolaydı. İlk yıllarda bu Sarayı’nda birinin üzerine ejder figürü işlen­
camdan kalın ayaklı, ağır ve hantal kadehler miş mozaik cam küpler bulunm uştur. Kon­
yapıldı. Am a sonradan cam eşyayı ağırlığına ya’daki Kubadâbad Sarayı kazılarında da
göre vergilendirme yasası konulunca kadehler A nadolu Selçuklularından kalma, “filgözü”
giderek hafifledi. Kurşun camından yapılan denen bombeli ve yuvarlak pencere camları
bu görece hafif kadehlerin üstü altın yaldızla, ile kadeh, tabak gibi renkli cam eşya çıkarıl­
mine işiyle ya da oyma yöntemiyle bezenir, mıştır. Üfleme yöntemiyle yapılmış olan bu
bazen ayaklarında hava kabarcıklarından ya cam eşyanın üstü altın yaldız ve mine işi
da mat camdan oluşan sarmal dam arlar bulu­ desenlerle bezelidir.
nurdu. Gene de bu parlak İngiliz camı için en Osmanlı döneminde de gelişmiş bir cam
uygun bezeme kesme yöntemiydi. Bu teknik­ sanayisinin var olduğu çeşitli belgelerden ve
te camın dış yüzü tıpkı bir elması tıraşlar gibi elyazması kitaplardaki m inyatürlerden anla-
112 CAM VE CAMCILIK

(Üstte solda ve sağda) Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ'nirı izniyle; (altta) A B C Ajansı

O sm anlı cam sanatı 19. yüzyıld a Beykoz a tö ly e le rin in ku ru lm asın dan sonra d o ru ğ u n a ulaşarak en güzel
ü rü n le rin i verd i. Yukarıdaki ö rn e kle rin hepsi o yüzyıld an kalm a Beykoz işid ir. Ü stte solda: Opal cam dan
g ü lsu yu ib riğ i ve iki da ld ırm a . Ü stte sağda: M aydanoz desenli saydam cam şişe. A ltta solda: Pembe
süra hi. A ltta ortada: K ulplu m avi g ü la bda n. A ltta sağda: Kulpsuz m avi gü la bda n.
CAM VE CAMCILIK 113

renksiz ya da opal camdan üfleme tekniğiyle


yapılmış, kesme, yaldızlama ve mine işiyle
bezenmişti. Bu atölyelerin en güzel ürünleri
arasında, gene renksiz, renkli ve opal cam
karışımından yapılan çizgili desenli çeşmibül-
büller sayılabilir. Farsça’da “bülbül gözü”
anlamına gelen çeşmibülbül adının nereden
kaynaklandığı tam olarak bilinmiyor. Belki
camın içindeki çizgiler bülbülün gözündeki
harelere benzetilmişti, belki de atölyenin
bulunduğu mahallenin adı çeşmibülbüldü. Bu
yapım tekniğinde renkli ve beyaz opal çubuk­
lar saydam cama gömülür, böylece düz ya da
sarmal çizgili çok zarif desenler elde edilirdi.
Çeşmibülbül yapımında, üfleme piposu denen
ve içi oyuk olan ince bir çubuk önce erimiş
haldeki renksiz cama daldırılır ve çevrilerek
ucunda yeterince cam toplanır. Potadan çıka­
rılan bu sıcak cam dışarıda biçimlendirilir ve
içinde renkli cam çubukların dizili olduğu
kalıba batırılıp üflenerek çubukların sıcak
cama yapışması sağlanır. D aha sonra pipo
Anadolu Yayıncılık Arşivi
yeniden potaya daldırılıp renkli çubukların
K ristal cam eşyanın çarkta kesilerek bezenm esi çok üzerine renksiz cam sarılır ve pipo döndürüle­
beceri ve özen ge rektire n b ir iştir. rek yeniden üflenir. Böylece renkli çubuklar
saydam ve renksiz iki cam katmanı arasında
kalmış olur.
şılmaktadır. Topkapı Sarayı’nda bulunan ve
Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ'nin izniyle
III. M urad dönemine ait olan Surname-i
H üm ayun’daki minyatürlerde cam üfleyen
ustaların geçişi resmedilmiştir.
Osmanlı İm paratorluğu’nda devlet eliyle
desteklenen cam işçiliğinin merkezi İstanbul’
du ve bu atölyeler Eğrikapı, Tekfur Sarayı
gibi belirli yerlerde toplanmıştı. 18: yüzyılda,
III. M ustafa zamanında bütün şişe ve cam
atölyeleri Tekfur Sarayı içine alındı. Bu atöl­
yelerde kullanılan beyaz kumun Yedikule
yakınlarındaki Kumboğazı’ndan getirildiği sa­
nılmaktadır.
Osmanlı cam işçiliği 19. yüzyılda büyük bir
canlanma göstererek en parlak dönem lerin­
den birini yaşadı. Bu gelişmenin başlıca odağı
Beykoz atölyelerinin kuruluşudur. Bu atölye­
lerden ilkini, Venedik’te opal cam yapım
tekniğini öğrenerek İstanbul’a dönen Mevlevi
dervişi M ehmed D ede’nin III. Selim zam a­
nında açtığı sanılıyor. Beykoz atölyelerinde
üretilen gülabdan, ibrik, laledan, şekerlik, 19. yüzyıld a Beykoz a tö ly e le rin d e y a p ılm ış
kâse, tabak, sürahi gibi cam eşya renkli, çe şm ib ü lb ü l vazo.
114 CAM VE CAMCILIK

(Üstte solda ve altta sağda) British Museum; (üstte sağda ve altta solda) Victoria and Albert Museum

Üstte solda: 1. yüzyıl Roma cam işçiliğinin en güzel örneklerinden biri sayılan Portland Vazosu. Üstte
sağda: 1. yüzyıl Roma dönemine ait geniş ağızlı bardak. Altta solda: Kalıba dökülerek biçim lendirilm iş bir
Roma kâsesi (1. yüzyıl). Altta sağda: A ltın yaldız ve mine işiyle bezenmiş, yeşil camdan bir Venedik kadehi
(16. yüzyıl).
CAM VE CAMCILIK 115

Osmanlı cam sanayisindeki son girişim Saul değişmeyen temel maddesi silisli, yani silis­
M odiano adlı bir Musevi’nin 1899’da Paşa- yum dioksitli kumdur. Bu kuma katılan öbür
bahçe’de bir cam fabrikası kurmasıdır. A vru­ m addelerin niteliğine göre soda camı, potas
pa’dan ithal edilen camların rekabeti karşısın­ camı ya da kurşun camı diye adlandırılan de­
da uzun süre dayanam ayarak kapatılan bu ğişik cam türleri yapılabilir. Günüm üzde üre­
fabrikayı, 1935’te gene Paşabahçe’de kuru­ tilen camların çoğu kum, soda (sodyum kar­
lan, Cum huriyet döneminin ilk cam fabrikası bonat) ve kireçtaşından<(kalsiyum karbonat)
izledi. Üretim inde çağdaş modellerin yanı sıra oluşan soda camıdır. El yapımı zarif kristal
çeşmibülbül gibi eski cam işçiliğinden örnek­ eşya ve sofra takım larının, m ercek, prizma gi­
lere de yer veren bu fabrikanın ürünleri bi optik camların yapımında ise kum, kurşun
Türkiye için önemli bir döviz kaynağıdır. oksit ve potastan (potasyum karbonat) oluşan
Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları AŞ ayrıca kurşun camı kullanılır. M utfak ve laboratu-
1961 ’de Çayırova, 1969’da Topkapı, 1-980’de varlarda kullanılan, payreks ticari adıyla tanı­
Sinop, 1981’de Trakya, 1984’te Kırıkkale cam dığımız ateşe dayanıklı borosilikat camları da
fabrikalarını kurarak üretimini çeşitlendir- kum, soda ve borakstan üretilir.
miştir. Cam yapımında ilk adım, hamm adde karı­
şımını içindeki bütün m addeler eriyip birbi-
Cam Nasıl Yapılır riyle kaynaşıncaya kadar ısıtmaktır. Eskiçağ­
M ezopotamyalılar ile Eski Mısırlılar kum ve larda bu eritm e işi, odun ocaklarının üzerine
kül karışımının birlikte ısıtıldığında sert, say­ oturtulan kil kaplarda yapılırdı. Oysa bugün
dam ve kırılgan bir maddeye dönüştüğünü genellikle m azot, gaz ya da elektrikle ısıtılan
fark etmişlerdi. Bu yöntemle camın oluşabil­ özel eritme fırınları kullanılır. H am m addele­
mesi için, kuma karıştırdıkları külde çok bol rin oranına göre 1300°C ile 1500°C arasında
m iktarda soda (sodyum karbonat) ya da potas
(potasyum karbonat) bulunması gerekir; bu
külleri büyük olasılıkla bazı deniz bitkilerini
yakarak elde etmişlerdi. Tarihin bu ilk “cam
yapımcıları” çok geçmeden, camın sıcakken
kolayca biçimlendirilebilecek kadar yumuşak
ve akıcı bir m adde olduğunu, soğuduğunda
ise toz halinde öğütülebilecek kadar sertleşti­
ğini anladılar. İÖ 1500’lerde, sıcak camı ip
gibi incelterek çamurdan bir kalıbın çevresine
dolamayı ve birbirine kaynaşan cam ipler
sertleşince bu kalıbı kırıp çıkararak değişik bi­
çimlerde kaplar'yapm ayı öğrendiler. Suriyeli
cam ustalarının bulduğu üfleme tekniği ise
camcılık tarihinde çok ileri bir adımdı. Bu us­
talar, çamurdan bir kalıbın çevresine camı ip
gibi sarm aktansa, içi boş bir dem ir çubuğun
ucunu sıcak cam kütlesine batırıyor ve delik­
ten üfleyerek camı balon gibi şişirebiliyor­
lardı.
Yüzlerce yıl önce cam yapımında kullanılan
temel ham m addeler neyse bugün de hemen
hemen aynıdır. Yalnız bugün, eklenen her
maddenin cama ne gibi özellikler kazandıra­
cağı biliniyor ve hamm addelerin türünde ya
da oranında küçük değişiklikler yapılarak çok Bir cam ustası üfleme yöntem iyle yaptığı sürahiye
değişik nitelikte camlar üretilebiliyor. Camın kulp takıyor.
116 CAM VE CAMCILIK

ısıtılan karışım eridiği zaman macun kıvamın­ va uygulandığında cam kolayca kalıbın biçi­
da bir cam ham uruna dönüşür. Bu sıcak ha­ mini alır. Aynı yöntem cam boruların, su, şa­
m ura istenen biçim verildikten sonra, camın rap ve çay bardaklarının yapımında da kulla­
soğurken gerilerek kopmasını ya da kırılması­ nılır. Bugün dakikada 1.000 elektrik ampulü
nı önlem ek için yavaş yavaş soğutulması, yani üretebilecek kadar hızlı çalışan m akineler
tavlanması gerekir. Tavlama fırını uzun bir vardır.
tünel biçimindedir; cam eşya bu tünelden ge­ Tabak, kâse, fırın tepsisi gibi geniş ağızlı
çirilirken sıcaklık derece derece, öylesine ya­ cam mutfak kapları ise genellikle presleme
vaş düşürülür ki, camın soğuması açık havada yöntemiyle biçimlendirilir. Bu makinelerde
kendi kendine soğumasından çok daha uzun biri kabın dışını, öbürü içini biçimlendirecek
bir süre alır. olan iki ayrı kalıp vardır. Bazı kapların iki
19. yüzyılın sonlarına kadar hem en her çe­ yarısı ayrı ayrı kalıplanır, sonra sıcakken bir­
şit cam eşya el işçiliğiyle üretilirdi. Oysa bu­ leştirilir.
gün, bazı özel parçalar dışında, bütün cam iş­
leri çok hızlı m akinelerde seri üretimle yapı­ Düz Cam
lır. Am a her iki yöntemde de model tasarımı Düz cam ya da pencere camı eskiden elle ya­
çok önemlidir. El işçiliğinde cam ustası m ode­ pılır ve iki ayrı yöntem uygulanırdı. Bunlar­
li önceden tasarlamış olsa bile yapım sırasında dan ilki, 3-4 kilogramlık erimiş bir cam kütle­
değiştirebilir. M akine üretim inde ise model sini bir çubuğun ucuna takıp, yaklaşık 1,5
tasarımı m utlaka önceden yapılır ve üretim m etre çapında yuvarlak bir “tepsi” haline ge­
sırasında değiştirme şansı yoktur. linceye kadar hızla döndürmeye dayanıyordu.
Crown yöntemi denen bu teknik gerçekten
Biçim Verme ve Bezeme büyük bir dayanıklılık ve beceri gerektiriyor­
Camı üfleme yöntemiyle biçimlendirmede, du. Çünkü ustanın eli kayşa ya da döndürme
üfleme ustası dem irden yapılmış ince uzun ve hızı bir an için bile değişse cam düzgün bir
içi boş bir boru olan üfleme piposunu ya da yuvarlak olm aktan çıkıyordu. Böyle bir aksi­
çubuğunu potadaki sıcak cama daldırarak, pi­ lik olmazsa, dairesel cam levha soğuduktan ve
ponun ucuyla gerektiği kadar erimiş cam alır. ortasındaki demir çubuk çıkarıldıktan sonra
Bu camı önce dem irden bir masanın üzerinde istenen boyutlarda kesiliyordu. Am a camın
yuvarlayarak küre biçimine getirir. Sonra bir tam ortasında, çubuğun bıraktığı yuvarlak bir
yandan ağız deliğinden üflerken bir yandan iz her zaman kalıyordu.
da pipoyu kendi ekseni çevresinde döndüre­ Bu yöntemle üretilen cam sertleşm eden ön­
rek, ucunda şişen cam balona istediği biçimi ce hiçbir yüzeye değmediği için çok pürüzsüz
verir. oluyordu; ama dairesel levhadan ancak küçük
Bu yöntemle yapılan cam eşya tavlandıktan boyutlarda düz cam kesilebiliyor, üstelik orta­
sonra, genellikle, üzerine aşındırıcı toz kap­ daki çubuk izi kalın ve mat olduğu için kesip
lanmış metal bir çarka tutularak kesme tekni­ çıkarmak gerekiyordu. Bu yüzden, nitelikli
ğiyle bezenir. Bazen de kum püskürterek, asit crown camı özellikle m ercek, prizma gibi op­
banyosuna daldırarak ya da çok sert ve sivri tik camların yapımında kullanıldı.
uçlu bir kalemle oyarak üzerine istenen de­ Silindir yöntemi denen öbür geleneksel
senler işlenir. yöntem daha büyük, en az 1 m2,lik düz cam
Erim iş camı, istenen biçim ve büyüklükteki üretm eye elverişliydi. Bu yöntem de, cam üf­
bir kalıbın içine üflemenin çok daha kolay bir lenerek önce bir balon oluşturulur, sonra yas-
yöntem olduğu Rom alılar zamanından beri sıltılarak büyük bir silindire dönüştürülür.
biliniyordu. 19. yüzyılın ortalarından başlaya­ Uçları kesilip ayrılan silindir soğumaya bıra­
rak şişe ve kavanoz yapımını daha da kolay­ kılır; sonra yan kenarı boylamasına kesilip
laştırmak için birçok makine tasarımı gelişti­ açılarak özel bir fırında yeniden ısıtılır ve pü­
rildi. Günüm üzde hemen hemen bütün şişe ve rüzsüz bir yüzeye yayılarak iyice düzleştirilir.
kavanozlar otom atik m akinelerde üretilir. Bir Bu yöntem in 1930’larda makinelerle uygulan­
kalıbın içine akıtılan erimiş cama basınçlı ha­ maya başlaması 450 kg ağırlığında ve 12 m etre
CAM VE CAMCILIK 117

İngiltere'deki bir cam fabrikasında yüzdürm e yöntem iyle yapılan cam üretim hattından çıkmak üzere.

uzunluğunda silindirlerin yapılmasına olanak istendiği kadar inceltilip tavlandıktan sonra


verdi. Silindir yöntemiyle üretilen levha kesme bölümüne gider ve istenen boyutlarda
cam''ların yüzeyi çok pürüzsüzdür; ama genel­ kesilir. Bu yöntemle elde edilen düz cam pü­
likle lunaparklardaki devaynaları gibi görün­ rüzsüzdür, ama genellikle görüntüyü çarpıtır.
tüyü biraz çarpıtır. Haddelem e yöntem inde ise sıcak cam önce
19. yüzyıldan başlayarak, hem görüntüyü eğimli bir tablaya dökülür, sonra m erdanele­
çarpıtmayan hem yüzeyi pürüzsüz olan büyük rin arasından geçirilerek istenen kalınlığa ge­
boyutlarda düz cam üretm ek için çok çeşitli tirilir. Am a sıcakken tablaya ve m erdanelere
yöntem ler denendi. Bunlardan özellikle ikisi, sürtündüğü için yüzeyi oldukça pürüzlüdür.
düşey çekme yöntemi ile haddeleme yöntemi, Bu nedenle üretimin son aşamasında taşlanıp
yerlerini yeni bir üretim tekniğine bırakıncaya perdahlanm ası gerekir. Bu yöntemle üretilen
kadar çok uzun yıllar uygulanmıştır. cam lara, bir tablaya döküldüğü için dökme
Düşey çekme yöntem inde, dem irden bir cam, m erdanelerin arasından geçirildiği için
çubuk erimiş cam havuzuna daldırılarak yukarı de haddelenmiş cam denir. Banyo penceresi
çekilirken, çubuğa yapışmış olan cam eriyiği ya da duş kabini camları gibi saydam olması
süzülerek aşağıya doğru akar. Bu arada soğu­ gerekm eyen, hatta yüzeyinin özellikle pürüz­
yarak sertleştiği için düşey bir cam katmanı lü ya da desenli olması istenen camların yapı­
oluşur. Tavlama kulesine doğru çekilerek dö­ mında haddeleme yöntemi bugün de sık sık
ner m erdanelerin arasına giren cam katm anı, uygulanır. Camın yüzeyine özel bir desen ver­
118 CANALETTO

Pilkington Brothers Ltd.


Yüzdürme yöntem iyle cam üretim inde önce hamm adde fırına yüklenir (1), sonra erim iş cam yüzdürm e
havuzuna aktarılır (2). Denetim li bir atm osferde (3) kesintisiz bir şerit halinde akan cam (4) erim iş kalayın (5)
üstünde yüzer ve dümdüz, pürüzsüz bir levhaya dönüşür. Daha sonra, istenen boyutlarda otom atik olarak
kesilmek üzere merdanelerin ( 6 ) üzerinden geçirilir.

mek istendiğinde, bu deseni m erdanelerden tif elem entlerle bile kimyasal tepkimeye gir­
birinin üstüne oymak yeterlidir. Ayrıca, ara­ meyen özel camlar, gözleri güneş ışınlarının
larına ince bir tel örgü yerleştirilmiş iki cam zararlı etkilerinden koruyan polaroit gözlük
levhayı m erdanelerden aynı anda geçirerek camları cam teknolojisinin sunduğu yeni ola­
telli güvenlik camları da yapılabilir. naklardan yalnızca birkaçıdır.
1950’lerde İngiltere’de geliştirilen “yüzdür­
me cam yöntem i” bütün bu yöntem lerin sa­ CANALETTO (1697-1768), döneminin V ene­
kıncalarını giderdiği için son yıllarda öbür dik yaşantısını belgeleyen, genellikle Venedik
üretim tekniklerinin yerini almıştır. Çünkü bu ve Londra görünümleri ile İngiltere’nin kır
teknikle üretilen cam hem görüntüyü çarpıt­ evlerini resimleyen Venedikli bir ressamdır.
maz, hem de yüzeyi levha cam kadar pürüz­ Tiyatro dekoru yapan bir ressam olan Bernar-
süz olduğu için ayrıca taşlama ve perdahlam a do Canal’ın oğludur.
gerektirmez. Canaletto çalışma yaşamına babasının ya­
Yüzdürme tekniğine bu üstünlüğü sağlayan nında, sahne dekorları hazırlamakla başladı.
erimiş kalay banyosudur. Çok yüksek sıcak­ R om a’da da kısa bir süre kalarak Scarlatti’nin
lıkta eritilen cam ham uru bu kalay banyosuna operalarının dekorlarını yaptı. Bu iş, yaptığı
akıtılır. Bu banyonun yüzeyinde sürekli bir peyzaj (manzara resmi) çalışmaları için iyi bir
şerit halinde akarak yüzerken, camın içindeki eğitim oldu. Venedik evlerini, alanları, kanal­
katışkılardan kaynaklanan bütün pürüzler de ları ve yollardaki insanları ayrıntılı bir biçim­
eriyerek yok olur. Eriyik halindeki kalayın de gösteren resimleri bir fotoğraf kadar net ve
yüzeyi son derece düzgün olduğu için, yüzen kusursuzdu. Canaletto o dönem için alışılma­
cam da çok düzgün bir katm an oluşturur. Bu mış bir biçimde açık havada çalışıyor; doğayı
arada banyonun sıcaklığı yavaş yavaş düşürü­ gördüğü gibi resimliyordu. C analetto’nun
lür ve cam iyice soğuduktan sonra tavlanarak yaptığı Venedik resimlerinde, güneş ışığını ve
istenen boyutlarda kesilir. Özellikle vitrin, gölgeleri algılayışı, ışığın yapılara yansıması
pencere ve ayna camı gibi çok büyük boyutlu ve bulutların etkisi düşsel bir görüntü yaratır.
cam levhaların ve görüntüyü çarpıtmaması Bu ilk dönemin önemli Venedik resimlerin­
gereken bütün özel camların yapımında en den birisi, 1720’lerin sonlarında yaptığı ve
ekonomik yol yüzdürme yöntemidir. L ondra’da Ulusal G aleri’de bulunan Taş Us­
20. yüzyılda yalnızca sanayi ve bilim alanın­ tasının A vlusu’d u r.
da değil günlük yaşamda da cam kullanımı C analetto’nun resimlerinin alıcıları çoğun­
çok büyük ölçüde arttığı için çok değişik lukla yabancılardı. D aha sonra V enedik’te
amaçlara yönelik yeni cam türleri geliştiril­ İngiliz başkonsolosu olan Joseph Smith adın­
miştir. Darbeye dayanıklı kırılmaz camlar, da bir İngiliz tüccarla 30 yıl süren bir iş ilişkisi
çok yüksek sıcaklıklarda bile erimeyen ateşe oldu. Smith aracılığıyla İngiltere’de geniş bir
dayanıklı camlar, cıva ve sodyum gibi çok ak­ çevre edindi. Bu çevrenin istekleri doğrultu­
CANBERRA 119

The Wallace Collection, Londra


Canaletto'nun Rıhtım ve Santa Maria deli Salute K ilise si tablosu (yaklaşık 1740-45) Londra'da VVallace
Koleksiyonu'nda bulunm aktadır.

sunda resim konularını saptadı. Kentin yoksul mosferinin V enedik’ten çok değişik olmasına
bölgelerinin resimlerini yapmak yerine, ku­ bağlı olabilir.
sursuz ayrıntılarla dolu çarpıcı Venedik görü­
nümlerini yeğledi. Bu dönem den iki örnek, CANBERRA Avustralya’nın başkentidir. Bü­
Boston Güzel Sanatlar Müzesi’ndeki M ey­ yük O kyanus’tan 124 km uzakta, 2.360
dandan Kuzeybatıya Bakış ve W ashington’da k n r ’lik Avustralya Federal Başkent T oprak­
Ulusal Sanat G alerisindeki Venedik’ten G ö­ larının kuzey kesiminde, Avustralya Alpleri’
rünümüdür. nin uzantısında geniş bir ovada kurulmuştur.
1740’ta başlayan Avusturya Veraset Savaş­ M urrumbidgee Irmağı ve onun bir kolu olan
ları V enedik’e gelen gezginlerin sayısını azal­ Molonglo bu bölgeden geçer. Bölge güneye,
tınca, C analetto’nun işleri bozuldu ve kurdu­ Karlı D ağlar’a doğru yükselir.
ğu ilişkileri sürdürebilm ek için 1746-55 arasın­ C anberra’nın bulunduğu yerin, 1913 tarihi­
da İngiltere’de yaşadı. Şaşırtıcı bir kusursuz­ ni taşıyan bir resm inde, uçsuz bucaksız bir
lukla işlenmiş Tham es Irmağı, köprüler, ovanın ortasında akan bir ırm ak, tek tük
W hitehall gibi Londra görünümlerinin yanı ağaçlar arasında otlayan koyunlar ve geride
sıra, birkaç köy evi ve şato resmi yaptı. Bu ormanlık tepeler görülür. Resimde St. John
dönem den dikkate değer bir örnek, Green- Baptist kilisesinden başka tek bir yapı yoktur.
wich’te Ulusal Denizcilik Müzesi’nde bulunan Bu görünüm bugün tüm den değişmiştir.
Greenwich Hastanesi’nin Thames’in Kuzey Yeni başkentin yapımı içi» dünya çapında
Kıyısından Görünüşü tablosudur. C analetto’ bir proje yarışması düzenlendi. Yarışmayı
nun son dönem İngiltere çalışmaları, ilk A B D ’li peyzaj mimarı W alter Burley Griffin
dönem Venedik çalışmalarına göre kuru ve (1876-1937) kazandı. Projeye göre kent iki
soğuktur. Bunun nedeni ise L ondra’nın at­ halka çevresinde oluşacaktı. H alkalardan biri
120 CANDAROĞULLARI

Australian News and Information Bureau


Avustralya'nın başkenti Canberra'daki hükümet merkezi ve yapay Burley G riffin Gölü'nün uçaktan
görünüm ü.

hüküm et, öbürü ise ticaret merkezi olarak soğuk ama bol güneşli kışları ile sağlıklı bir
tasarlanmıştı. Kentin bugünkü durumu ilk iklimi vardır.
projeden çok farklıdır. Yapımına 1913’te Avustralya’nın yedinci büyük yerleşim
başlanan kente parlam ento ancak 1927’de merkezi olan kentin nüfusu 285.800’dür
Federal M eclis'binası açılınca taşındı. Avus­ (1986).
tralya Uluslar Topluluğu Meclisi daha önce
M elbourne’daydı. Bugün kentin iki bölümü CANDAROĞULLARI ba k. A n a d o l u B e y li k ­
M olonglo’nun yatağı üzerinde kurulmuş B ur­ le ri.
ley Griffin Gölü ile ayrılır.
Kentin ticaret m erkezinde üniversite, araş­ CANGIL ba k. Y ağ m u r O rm a n la ri.
tırma kurum lan, kiliseler, dükkânlar, bürolar
ve Olimpiyat yüzme havuzu vardır. Ainslie CANKURTARAN ba k. A m b u la n s .
Dağı eteklerinde görkemli Avustralya Savaş
Anıtı, Krallık Askeri Koleji ve havaalanı yer CANLILAR. Doğadaki bütün varlıklar canlı­
alır. Başlangıçtan beri bir park ve bahçeler lar ve cansızlar olarak iki büyük gruba ayrılır.
kenti olarak tasarlanan C anberra’da Avus­ İnsanlar, kedi ve köpekler, böcekler, balık­
tralya okaliptüsleri ve akasyaları yanında de­ lar, çiçekler, eğreltiotları ve ağaçlar, durgun
ğişik ülkelerin ağaçları da yetişir. sularda yaşayan ve mikroskopsuz görülem e­
C anberra’nın ılık ve kuru geçen yazları, yecek kadar küçük olan yaratıklar, hatta
CANLILAR 121

OOS6

Bütün canlılar çevrelerindeki değişikliklere tepki gösterir; büyür ve ürerler.

bunlardan da küçük olan hastalık yapıcı mik­ değişiktir. Örneğin bir solucana yüksek sesle
ropların hepsi birer canlıdır. Binlerce deği­ bağırıp sıçramasını beklem ek boşunadır, çün­
şik türü olan bütün bu canlıların taş, toprak, kü solucanın kulağı yoktur. Am a ona doku­
hava, su gibi doğal m addelerden insanın nursanız ya da karanlıkta üzerine ışık tutarsa­
yaptığı en karmaşık m akinelere kadar bütün nız hemen büzülür.
cansız varlıklardan ayırt edilmelerini sağlayan Bitkilerin tepkileri genellikle çok daha ya­
bazı ortak özellikleri vardır. Canlılar doğar, vaştır. Hem en her bitkinin kökü aşağıya,
büyür, çevrelerindeki değişikliklere tepki gös­ toprağın derinliklerindeki suya doğru, dalları
terir, ürer ve ölür. İşte canlılar ile cansızlar ve sürgünleri ise yukarıya, yani ışığa doğru
arasındaki temel fark budur. uzanır. Çiçeklerin çoğu geceleri bütün taçyap-
raklarım kapatır. Bezelyenin ya da üzüm
Çevreye Tepki Gösterme asmasının sülük denen sarılıcı uzantıları yakı­
Canlıların çevrelerindeki bütün olaylara ve nındaki bir dala ya da sırığa değdiğinde bu
değişikliklere tepki göstermelerinde en büyük desteğe dolanarak sarılır. Bataklıklarda yeti­
rolü duyuları oynar. İnsan, köpek, fil gibi şen güneşgülünün yapraklarındaki yapışkan
m emelilerde beş temel duyu vardır; bunlar tüycüklere bir böcek değdiği anda, bu tüycük-
görme, koklam a, dokunm a, tatm a ve işitme ler hemen üstüne kapanarak böceği hapseder.
duyularıdır. Örneğin bir köpek adını işittiğin­ Oysa cansız bir varlık, örneğin bir taş
de dönüp bakar ya da kuyruğunu sallar. Bir parçası dokunm a, ışık ya da ses gibi dış
bebek acı bir ilacın tadını aldığında yüzünü etkilere hiçbir tepki göstermez. Bir çekiç
buruşturur. Hayvanat bahçesindeki bir fil vuruşuyla taşı parçalayıp biçimini değiştirebi­
elinizdeki çöreği görünce hortum unu uzatır. lirsiniz; ama taş bu vuruşun ardından, canlıla­
Parlak ışıkta gözbebeğinin büzülmesi, bacak rın yaptığı gibi, dışarıdan gelecek yeni bir
bacak üstüne atmış bir insanın dizinin hemen etkiyle yeniden değişmek üzere bir daha eski
altına vurulduğunda ayağının birdenbire ileri biçimine dönemez.
fırlaması da duyuların birer tepkisidir. Cansız varlıkla*- arasında, canlıların göster­
Daha basit yapılı canlıların duyuları bu diği tepkilere çok benzer şeyler yapabilen tek
kadar gelişmiş olmadığı için tepkileri de daha örnek belki de m akinelerdir. Örneğin bir
122 CANLILAR

otomobilin marşına basıldığında m otoru çalı­


şır ve debriyaj pedalı ile vites kolu devreye
sokulduğunda otomobil harekete geçer. Bazı
m akineler bir fabrikanın işleyişini otom atik
olarak denetleyebilir; bir bilgisayar kendisine
sunulan herhangi bir sorunu inceleyerek en
uygun çözümü bulabilir. Bu açıdan bakıldı­
ğında, bütün canlıların ortak özelliği olan
tepki verme yetisi canlı ve cansız varlıkları
birbirinden kesin olarak ayırmaya yeterli de­
ğildir. Canlıların öbür yaşamsal etkinliklerini
de göz önünde bulundurm ak gerekir.

Büyüme ve Üreme
Bütün canlılar büyür, yani yaşama ilk başladı­
Biophoto Associates
ğı andakinden daha büyük boyutlara ulaşır.
Elektron mikroskobuyla çekilen bu fotoğrafta,
Büyümenin yolu, canlının dışarıdan bazı m ad­ arpada külleme hastalığına yol açan mantarların
deleri alıp, bunları kendi dokularının bir spor zincirleri görülebiliyor.
parçası haline getirmesidir. Hayvanlar büyü­
melerini sağlayan besin maddelerini yedikleri ana babasına benzeyerek büyür. Bakteriler ve
öbür hayvanların ya da bitkilerin dokuların­ öbür tekhücreli canlılarda ürem e olayı çok
dan karşılarlar. Bitkiler ise havadan karbon daha basittir. Bunların çoğu belli bir boyuta
dioksit, topraktan su ve çeşitli mineralleri alıp erişinceye kadar büyüdükten sonra ikiye bö­
fotosentez denen bir süreçle kendi dokularını lünür; yeni hücreler de yeterince büyüyünce
oluşturabilirler. yeniden bölünür. Tekhücrelilerin çok az bir
Bazı canlılarda, örneğin memelilerde genç­ bölümü ile çokhücrelilerden bazı hayvanlar,
lik döneminin belirli bir aşamasında büyüme özellikle m ercanlar, denizanaları ve hidralar
durur. Am a saç, tırnak gibi bazı dokuların tomurcuklanmayla ürer. Bu hayvanlarda vü­
büyümesi ve bir kazada zarar gören vücut cudun bir yerinden, tıpkı bir bitkinin tom ur­
bölümlerinin kendi kendini onararak yenile­ cuk vermesi gibi bir hücre yumrusu büyür ve
me yeteneği yaşam boyu sürer. Örneğin bu tom urcuktan yeni bir birey gelişir. (Ayrıca
derideki bir yara kapanır, kırılan kemikler bak. ÜREME.)
yeniden birbirine kaynar. Buna karşılık yen­
geç ve istiridye gibi bazı hayvanlar yaşadıkları Canlıların Sınıflandırılması
sürece yavaş yavaş büyürler; bitkilerde ise Yeryüzünde henüz varlığı bilinmeyen birçok
büyüme hiçbir zaman durmaz. Birçok Jbitki de küçük canlının yaşadığı kesindir. Bazı canlılar
kışın yalnızca kökünü toprakta bırakarak da daha yeryüzünde insanın belirmesinden
ölür; ama baharda yeni gövde ve yapraklarla çok önceki çağlarda yaşamış, bazen hiçbir iz-
donanır. (fosil) bırakm adan soyu tükenerek yok olup
Canlıları cansızlardan ayıran en önemli gitmiştir. Am a bugün için bilinen bütün canlı­
özelliklerden biri de ürem edir. H er canlı lar bilim adamlarınca adlandırılıp sınıflandı­
kendisine benzeyen yeni ve ayrı bireylerin rılmıştır. Milyonlarca türün ortak özellikleri­
dünyaya gelmesini sağlayabilir. Oysa cansız ne ve akrabalık ilişkilerine göre sınıflandırıl­
varlıklar hiçbir zaman üreyemez ve hiçbir ması, birçok bilim adamını yüzyıllarca uğraş­
canlı cansız bir varlıktan türeyemez. tıran çok güç bir çalışmadır. Bu çalışmaların
Birçok bitki, toprağa düştüğü zaman koşul­ başlangıcından bu yana birçok canlı türü
lar elverişliyse yeni bir bitki halinde gelişebi­ keşfedilmiş ya da türlerin sınıflandırmadaki
len tohum larla ürer. M antar gibi bazı canlılar yerini değiştiren yeni özellikleri açığa çıkmış,
ise spor denen üreme hücreleriyle çoğalır. bu nedenle ilk sınıflandırmalardan bugüne
Hayvanların çoğu bir yum urtadan gelişir ve çok şey değişmiştir. Günüm üzde bile bütün
CANLILAR 123

bilim adamları tek bir sınıflandırma üzerinde â le m , c a n lıla rın s ın ıfla n d ırılm a sın d a e n ta rtışm a lı
görüş birliğine varmış değildir. Gene de, g ru p la rd a n b irid ir. Ö rn e ğ in b u g ru p ta k i su y o su n la -
başlıca canlı gruplarını ve her gruptan birkaç rın ı, m a n ta rla rı v e lik e n le ri b irç o k u z m a n b itk i
o la ra k k a b u l e d e r. B azı sın ıfla n d ırm a la rd a ise , ço k
örneği veren aşağıdaki sınıflandırma en be­
k a rm a ş ık b ir g ru p o la n m a n ta rla rın ç o k h ü c re li ve
nimsenmiş sistemlerden biri sayılır. g elişm iş ö rn e k le ri ay rı b ir â le m d e to p la n ır ; te k h ü c ­
Biophoto Associates re li ve ilk e l tü r le ri ise Protista â le m i iç in d e a y rı b ir
a ltâ le m o la ra k sın ıfla n d ırılır.
S u y o su n la rı y a d a ö b ü r a d ıy la a lg le r, b itk ile r gibi
fo to s e n te z y a p a b ile n , a m a b itk ile r gibi g e rç e k k ö k ,
g ö v d e ve y a p ra k la rı o lm a y a n , h ü c re b ö lü n m e siy le
y a d a s p o rla rla ç o ğ a la n c a n lıla rd ır. T a tlı v e tu z lu
s u la rd a , ağ a ç la rın g ö v d e le rin d e , n e m li v e k u ra k
to p r a k la r d a y a şa y a b ile n b u c a n lıla rın ç o ğ u te k h ü c ­
reli ve a n c a k m ik ro s k o p la g ö rü le b ile c e k k a d a r
k ü ç ü k tü r. O y sa b a z ıla rı, ö z e llik le d e n iz le rd e y a ş a ­
y an tü r le ri 100 m e tre y e k a d a r b o y la n a b ilir ve
y a p ra k b iç im in d e k i g ö rü n ü m le riy le b itk ile re ç o k
b e n z e r. Ö k a ry o tik su y o s u n la rın ın , re n k le rin e g ö re
y eşil, e s m e r, k ırm ız ı, sarı-y e şil ve a ltın su y o s u n la rı
o la ra k a d la n d ırıla n b irç o k g ru b u v a rd ır (bak.
Sudan ya da topraktan alınan bir örnek mikroskopla
incelendiğinde, basil denen çomak biçimindeki Y osunlar ).
binlerce bakteri böyle görülür. M a n ta rla r d a e n az su y o s u n la rı k a d a r ç eşitlilik
g ö s te re n ço k k a rm a şık b ir g ru p tu r. B u c a n lıla rın
biçim ve b o y u tla rı, ç ıp la k g ö z le g ö rü le m e y e c e k
Y e ry ü z ü n d e k i b ü tü n c a n lıla r d ö rt b ü y ü k â le m e k a d a r k ü ç ü k , ilk e l m a n ta rla rd a n o rm a n ve ç a y ır­
a y rıla b ilir: Monera, Protista, Bitkiler ve H ay­ la rd a y e tişe n b ild iğ im iz ş a p k a lım a n ta rla ra k a d a r
vanlar. d eğ işir. K lo ro fili o lm a y a n ve g e n e llik le a sa la k ya
1. Monera âlem i b a k te rile ri ve m av i-y eşil su y o su n - d a ç ü rü k ç ü l y a şa y a n m a n ta rla rın b ir b ö lü m ü b itk i­
la rın ı iç e rir. B a k te rile r g e n e llik le k ü re , ç o m a k ya le rd e p a s, y a n ık lık , s ü rm e , k ü lle m e ve m ild iy ö gibi
d a sp iral b iç im in d e o la n te k h ü c re li c a n lıla rd ır. P e k çeşitli h a s ta lık la ra , in s a n la rın asa lağ ı o la n tü rle ri
ço ğ u h ü c re b ö lü n m e siy le , b ir b ö lü m ü d e to m u r ­ ise p a m u k ç u k v e sa ç k ıra n h a sta lığ ın a y ol a ç a r.
c u k la n m a y la ya d a s p o rla rla ço ğ a lır. B azı tü rle ri B u n a k a rşılık şa p k a lım a n ta rla rın z e h irsiz tü rle ri
v e re m , d ifte ri, b o ğ m a c a , z a tü r re e ve m e n e n jit gibi ç o k se v ile n b ir y iy e c e k tir. A y rıc a b a y a tla m ış e k ­
b u laşıcı h a s ta lık la ra yol a ç a r (bak. B a kteri ). M avi- m e k ve p e y n irle rin ya d a ö b ü r y iy e c e k le rin ü z e rin ­
yeşil su y o s u n la rı b itk ile r gibi fo to s e n te z y a p a b ilir, d e ç o ğ a la ra k sa rım sı y eşil b ir k ü f k a tm a n ı o lu ş tu ­
a m a fo to s e n te z için g e re k li o la n k lo ro fil p ig m e n ti ra n k ü f m a n ta rla rı ile b ira ve e k m e k m a y a sı d a b u
b itk ile rd e y a d a ö b ü r su y o s u n la rın d a o ld u ğ u gibi g ru p ta n d ır (bak. M a ntarlar : M aya ).
k lo ro p la s t d e n e n ö zel b ir o rg a n c ığ ın iç in d e d e ğ il­ L ik e n le r m ik ro sk o b ik su y o s u n la rı ile m a n ta rla rın
d ir. Ç ü n k ü b u c a n lıla rd a d a , b a k te r ile rd e de b irle şm e sin d e n o lu ş a n o rta k y a ş a r c a n lıla rd ır.
h ü c re n in için d e o rg a n e l d e n e n ö zel işlevli o rg a n - Ö z e llik le n e m li o rm a n la r d a to p ra ğ ın ü s tü n ü , a ğ a ç ­
c ık la r ve z a rla çev rili g e rç e k b ir ç e k ird e k b u lu n ­ la rın g ö v d e sin i, k a y a la rın ve ta ş la rın y ü ze y in i b ir
m az. B u y ü z d e n b a k te r ile r ile m av i-y eşil su y o su n - ö rtü g ib i k a p la y a n lik e n le r, b u işb irliğ in in v e rd iğ i
la rı, d a h a d o ğ ru s u b u e n b a sit c a n lıla rı iç e re n g ü ç le , k u ra k ç ö lle rd e n k u tu p la rın b u z lu to p r a k la r ı­
Monera â le m i b ü tü n ö b ü r c a n lıla rd a n a y rıla ra k n a k a d a r h e r y e rd e y a şa m ın ı s ü rd ü re b ilir (bak.
p ro k a r y a t (Prokaryotae) d e n e n ay rı b ir ü stâ le m d e L iken ).
to p la n m ış tır. Z a rla çev rili b ir ç e k ird e ğ i ve o rg a n e l- T e k h ü c re li h a y v a n la r ( Protozoa ), b itk ile rle o r ta k
leri o la n d a h a gelişm iş te k h ü c re lile r ile b ü tü n ö z e llik le ri o la n s u y o s u n la rı, m a n ta rla r ve lik e n le re
ç o k h ü c re li c a n lıla r ise, ö b ü r üç â le m i k a p sa y a n k a rş ılık , Protista â le m in in h a y v a n la ra y a k ın o la n
ö k a ry o t (Eukaryotae) ü s tâ le m in d e n d ir. te k g ru b u d u r . Ü s tü n y ap ılı g e rç e k h a y v a n la rd a n
2. Protista âlem i m avi-yeşil su y o s u n la rı d ışın d a k i a y rılıp b u â le m in ü y e le ri a ra s ın a k a tılm a la rı o ld u k ­
b ü tü n s u y o s u n la rın ı, m a n ta rla rı, lik e n le ri ve te k ­ ça esk i ta r ih le re ra s tla d ığ ı h a ld e , b u b a sit y ap ılı
h ü c re li h a y v a n la rı iç e rir. Y a ln ız y a d a k o lo n ile r c a n lıla r b u g ü n b ile te k h ü c re li h a y v a n la r a d ıy la
h a lin d e , bağ ım sız ya d a a sa la k y a şa y a n ö k a ry o tik a n ılır v e b a z ı sın ıfla n d ırm a la rd a h â lâ h a y v a n la r
te k h ü c re lile rd e n b a şlay ıp b itk i ve h a y v a n la ra b e n ­ â le m in d e g ö ste rilir. G e n e llik le d u rg u n , ta tlı su
z ey e n e n ilkel ç o k h ü c re lile re k a d a r u z a n a n bu b irik in tile rin d e y a şa y a n b u k ü ç ü k c a n lıla rın e n
124 CANLILAR

b ilin e n ö rn e k le ri a m ip , te rlik si h a y v a n , k am çılı b u g ru p ta n d ır (bak. D en İzanasl D en İzşakayiği).


h a y v a n ve sıtm a a s a la ğ ıd ır (bak. T ekhücrel İ H ay ­ ■ Yassısolucanlar. B u b ö lü m , te n y a la r ( ş e rit­
vanlar ). le r) ve k a ra c iğ e r k e le b e k le ri gibi h a sta lık y a p ı­
3. Bitkiler. A s a la k y a şay a n b ir-ik i ö rn e k d ış ın d a , cı a sa la k so lu c a n la r ile a k a rs u y a ta k la rın d a k i
b ü tü n b itk ile rd e k lo ro fil d e n e n y eşil b ir p ig m e n t ta ş la rın a ltın d a y a şa y a n z a ra rsız k ü ç ü k so lu ­
b u lu n u r. B u p ig m e n tin ve g ü n e ş ışığ ın ın y a rd ım ıy ­ c a n la rı içerir.
la b itk ile r k a rb o n d io k s it, su ve m in e ra lle ri fo to ­ ■ İpliksolucanlar. B u h a y v a n la rın b ir b ö lü m ü
se n te z le b esin m a d d e le rin e d ö n ü ş tü re b ilirle r (bak. to p rağ ın a ltın d a , b ir b ö lü m ü de g en ellik le h a y ­
B İT K İ ) . B itk ile r â le m in in b a şlıc a g ru p la rı ş u n la rd ır: v a n la rın , b a z e n in s a n la rın b a ğ ırsa ğ ın d a asa la k
□ K a ra y o s u n la rı, g e rç e k b itk ile rin e n b a sit y a şa r.
ü y e le ri o la n c iğ e ry o su n la rı ile y a p ra k y o s u n la rı- ■ Halkalısolucanlar . B u g ru b u n en ta n ın m ış
nı iç e rir (bak. Y osunlar ). ü y e le ri y e rs o lu c a n la rı, d e n iz s o lu c a n la rı v e sü ­
□ A t k u y r u k l a r ı , k i b r it o t la r ı v e e ğ r e l ti o t la r ı g ö ­ lü k le rd ir (bak. Solucan ; Sülük ).
r e c e d a h a g e liş m iş b i tk i l e r d i r a m a b u n l a r d a ■ Eklembacaklılar. H a y v a n la r â le m in in b u en
k a r a y o s u n l a r ı g ib i s p o r d e n e n ü r e m e h ü c r e l e ­ k a la b a lık g ru b u y e n g e ç , k a rid e s , ıs ta k o z gibi
r iy le e ş e y s iz o l a r a k ç o ğ a lır (bak. A tk uyruğu : su h a y v a n la rı ile te s p ih b ö c e ğ i gib i b azı k a ra
E ğ r elt İot U: Kİbr İto tu ) . B u g r u p t a k i b i tk i l e r d e n h a y v a n la rın ı iç e re n k a b u k lu la r; b ö c e k le r;,
ç o ğ u n u n s o y u e s k i j e o l o j i k ç a ğ la r d a t ü k e n d iğ i ö rü m c e k , k e n e , a k a r ve a k re p gibi ö rü m c e ­
iç in , g ü n ü m ü z e k a d a r u la ş a m a m ış o la n t ü r l e r ğ im sile r; k ırk a y a k ve çıy an gib i ç o k a y a k lıla r
y a ln ız fo s ille r iy le t a n ı n ı r (bak. FOSİL). s ın ıfla rın a a y rılır (bak. E K L E M B A C A K L IL A R ).
□ T o h u m lu b itk ile r eşey li ü re m e y le ç o ğ a la n , ■ Yumuşakçalar. B u b ö lü m d e k i h a y v a n la rın
e n gelişm iş b itk i g ru b u d u r . B u b itk ile rd e e rk e k b ir b ö lü m ü n d e , ö rn e ğ in sa ly a n g o z , istirid y e ve
ve d iş io rg a n la rın ü re m e h ü c re le rin in b irle ş m e ­ m id y e le rd e , y u m u şa k ve sa v u n m a sız g ö v d e le ­
siyle o lu şa n to h u m , g elişm e si için elv erişli rin i k o ru y a n b ir k a b u k v a rd ır. O y sa a h ta p o t,
to p r a k , n e m ve sıcak lık k o şu lla rın a k a v u ştu ğ u m ü re k k e p b a lığ ı ve k a la m a r gib i y u m u şa k ç a -
a n d a ç im le n e re k y e n i b ir b itk iy e d ö n ü ş ü r. la rd a b ö y le b ir k a b u k b u lu n m a z (bak. Y umu ­
Ç a m , a rd ıç , k ö k n a r gibi iğ n e y a p ra k lıla rın to h u ­ şakçalar ).
m u m e y v e n in (k o z a la k la rın ) için d e gizli d e ğ il­ ■ Derisidikenliler. G ö v d e le ri s e rt ve d ik e n li
d ir; b u y ü z d e n b u b itk ile re a ç ık to h u m lu la r b ir k a b u k la ö rtü lü o la n bu h a y v a n la rın e n ta ­
d e n ir. K a p a lıto h u m lu la rd a ise m e y v e n in etli n ın m ış ü y e le ri d e n iz k e s ta n e le ri ile d en izy ıld ız-
b ö lü m ü to h u m u y a d a to h u m la rı iç in d e b a rın d ı­ la rıd ır (bak. D er İsîd İkenl İler ).
rır; b ü tü n m ey v e a ğ a ç la rın ı ve b a h ç e le rd e k i süs ■ Omurgalılar. B u ra y a k a d a r sa y ıla n h a y v a n ­
b itk ile rin i iç e re n b u g ru b u n b ir ad ı d a çiçek li la rın h ep si o m u rg a sız d ır. O m u rg a lı h a y v a n la r
b itk ile rd ir (bak. A çiktohum lular ; ÇİÇEK; M ey v e ; ise b a lık la rı, a m fib y u m la rı ( k a r a ve su k u r b a ­
T ohu m ). ğ a la rı, sire n le r, s e m e n d e rle r), s ü rü n g e n le ri
4. Hayvanlar b itk ile r gibi k e n d i b e sin le rin i ü re te - (k e le rle r, k e rte n k e le le r, tim s a h la r, y ıla n la r,
m e d ik le ri için b a ş k a ca n lıla rı y iy e re k b e sle n m e k k a p lu m b a ğ a la r), k u şla rı ve m e m e lile ri k a p sa r.
z o ru n d a o la n , b u n a k a rşılık b itk ile rd e n fa rk lı F a re le r, k e d ile r, k ö p e k le r , fille r ve in sa n m e ­
o la ra k h a r e k e t e d e b ile n c a n lıla rd ır; b ü tü n h a y v a n ­ m e lile r g ru b u n d a n d ır.
la r â le m i için d e y aln ızca s ü n g e rle r v e m e rc a n la r □ Virüsler b a zı b ilim a d a m la rın c a b a k te r ile r ve
b itk ile r gibi b ir y e re b a ğ lı o la r a k y a şa r (bak. m av i-y eşil su y o s u n la rıy la b irlik te p ro k a ry o tla r-
H ayvan ). T e k h ü c re lİ h a y v a n la rı b u g ru p ta n sa y m a ­ d a n say ılırsa d a , u z m a n la rın b irç o ğ u b u c a n lıla ­
y an h e m e n h e m e n b ü tü n sın ıfla n d ırm a la rd a h a y ­ rın sın ıfla n d ırm a d a k i h iç b ir g ru b a u y m ay ac ağ ı
v a n la r âlem i ya d a ü stü n y apılı h a y v a n la r iki k a n ıs ın d a d ır. S o n d e re c e k ü ç ü k o la n ve a n c a k
a ltâ le m e ay rılır: e le k tro n m ik ro sk o b u y la g ö rü le b ile n v irü sle r,
□ Parazoa a ltâ le m i y a ln ız c a sü n g e rle ri, y an i h a y v a n la rın , b itk ile rin ya d a b a k te rile rin h ü c re ­
ç o k h ü c re li h a y v a n la rın e n b a sit y ap ılı ü y e le rin i le rin e g irip y e rle şm e d ik ç e y aşam ın ı s ü rd ü re m e z
iç e rir (bak. S ü nger ). ve ü re y e m e z . B a zı v irü sle r in s a n d a k ız a m ık ,
□ Metazoa a ltâ le m i ise g eri k a la n b ü tü n ü stü n g rip , k a b a k u la k , ç o c u k felci ve k u d u z , k ö p e k ­
y apılı h a y v a n la rı iç e re n ç o k k a la b a lık b ir g ru p ­ le rd e g e n çlik h a sta lığ ı, s ığ ırla rd a d a şap h a s ta lı­
tu r . A ş a ğ ıd a , b u g ru b u n y aln ız c a ço k b ilin en ğı gibi b u laşıcı ve ağ ır h a s ta lık la ra yol a ç a r.
b a şlıca b ö lü m le ri a lın m ıştır: (Ayrıca bak. V İR Ü SL E R V E V İR Ü S H A S T A L IK L A R I.)
■ Knitliler y a d a selentereler. G e n e llik le y a k ı­
cı k a p sü lle ri o la n v e y a şa m la rın ın hiç d eğ ilse Yaşam Nasıl Başladı?
b ir b ö lü m ü n ü b ir y e re b ağlı o la r a k g e çire n Başlangıçta yeryüzü bugünkünden çok fark­
m e rc a n la r, d e n iz a n a la rı ve d e n iz ş a k a y ık la rı lıydı. 4,5 milyar yıl önce D ünya’mız uzay boş-
CANLILAR 125

Yaşamın özü olan bu m addelerin karşılaş­


ması yalnızca şansa kalmış bir rastlantıydı.
Belki de o ana kadar milyonlarca yıl boyunca,
bu başlangıcın anahtarı olmayan sayısız m ad­
de birbiriyle karşılaşmıştı. Am a sonunda öyle
bir an geldi ki, bir nükleik asit zinciri aynı
yapıdaki başka bir zincire eklendi ve ikisinin
birleşmesinden çok daha kararlı bir yapı doğ­
du. Am inoasitler de bu zincirlerin çevresini
kuşatarak, nükleik asitleri sıvıdaki öbür kim ­
yasal m addelerin etkisinden korudu. En so­
nunda iki zincir birbirinden ayrıldığında, her
zincir çevrede yüzen başka bir nükleik aside
eklenerek yeni bir zincir oluşturdu. Böylece
Biophoto Associates bir nükleik asit çiftinden iki yeni çift ortaya
Toprakta yaşayan bir amibin büyütülm üş çıktı; sonra bu yeni çiftler de ayrıldığında her
görüntüsü. Bu tekhücreli canlının bütün yaşamsal
etkinliklerini, hücrenin sağında büyük bir daire
birinden ikişer çift oluştu. Am inoasitler her
biçim inde görülen çekirdek yönlendirir. seferinde yeni çiftlerin çevresini sardı ve yal­
nızca yeni nükleik asitlere geçit verip öbür kim­
luğunda bir kaya ve toz bulutu halinde döner­ yasal m addeleri uzaklaştırdı. Bu arada fos-
ken neler olup bittiğini tam bilemiyoruz, ama folipit denen kimyasal m addeler suda kabar­
büyük olasılıkla yeryüzünde yaşam şöyle baş­ cıklar halinde yüzerken, gene bir rastlantı so­
ladı: nucunda, nükleik asitler ile aminoasitlerin
Binlerce yıl korkunç fırtınalar patladı, yağ­ çevresini bir “zar” gibi kapladı. Böylece ilk
murlar yağdı, sürekli şimşekler çaktı ve ya­ “canlı” doğmuş ve üremeye başlamıştı.
nardağlardan çıkan zehirli gazlar atmosferde Bu oluşum sürüp giderken yer yer bazı de­
yoğunlaştı. Bu koşullar altında D ünya’da her­ ğişiklikler oluyordu. Bazen fazla gelen am ino­
hangi bir canlının yaşaması olanaksızdı. asitler üst üste biniyor, bazen de zincire deği­
Zam anla D ünya’nm yüzeyi soğuyup katıla­ şik bir nükleik asit katılıyordu. Sonunda ya­
şınca,' biriken yağmur suları yeryüzündeki çu­ şam farklılaşmaya başlamıştı. Binlerce, 10
kurlarda toplanarak ilk denizleri oluşturdu. binlerce yıl sonra bu ilk okyanusların ılık sula­
Havanın ve kayaların bileşiminde bulunan ya rında ilk canlılar türedi, üreyerek çoğaldı ve
da çakan şimşeklerle havadaki gazların etkile­ evrim geçirerek yeni canlılara dönüştü.
şiminden doğan çeşitli kimyasal m addeler de­
nizlere karıştı. Am a o zamanlar D ünya’nm at­ Canlıların Yaşam Süresi
mosferi bugünkü gibi oksijen ve azottan de­ En uzun ömürlü canlılardan biri kıyı sekoya­
ğil, m etan, amonyak, karbon dioksit gibi ze­ larıdır. A B D ’nin California eyaletindeki bu
hirli gazlardan oluşuyordu. dev ağaçlardan bazıları 4.000 yaşındadır. B u­
Zam an geçtikçe denizlerdeki kimyasal na karşılık bakterilerin çoğu yaşamaya başla­
m addeler giderek yoğunlaştı ve “ilk çorba” dığı andan 20 ya da 40 dakika sonra döl ver­
denen bir pelteye dönüştü. Bu karışım ılık su­ meye başlar.
da çalkalandıkça peltedeki bazı kimyasal Bütün öbür canlıların yaşam süresi bu iki uç
m addeler, büyük olasılıkla da şimşek enerjisi­ nokta arasında yer alır. Örneğin bahçe bitki­
nin etkisiyle havadaki gazların tepkimesinden lerinin çoğu ilkbahardan sonbahara, yani beş
doğan aminoasitler ile nükleik asitler bir rast­ ya da sekiz ay kadar yaşar. Çalıların ömrü
lantı sonucunda bir araya geldi. Bu m addeler, genellikle 10-12 yıl kadardır.
yaşamın ve canlı hücrenin temel molekülleri Balıklar arasında en uzun öm ürlülerinden
olan proteinler ile D N A ’nın (deoksiribonük- biri 70 yıl kadar yaşayabilen turnabalığıdır;
leik asit) yapıtaşlarıdır {bak. K a l it im v e G e - sazanın ömrü de 15-20 yılı bulur. Canlıların
n e t îk ). yaşam süresi ile boyutları arasında bir bağlan-
126 CANUTE

I Karasinek (10 gün)


Ev faresi
Sincap
Kara bakal BAZI CANLILARIN
Kümes hayvanları O R TA LA M A ÖM RÜ
Evcil köpek
Evcil kedi
Çıngıraklıysan
Hecin devesi
Evcil at
Hindistan gergedanı
Amerika alligatoru
Afrika fili
mr Denizşakayığı

İnsan
Dev Kıyı sekoyası
Kakadu
kaplum Porsukağacı $

350 Y IL » f$
* ıcnnYiı
ıii:,-LUi[iııı 11IIj 1111| 11II [1jil.jj II Ijl II111111 1111111 ı.ıy^j ı y 1111111n [111111111
YIL 10 20 30 40 50 60 70 80 90 100 110 120 130 140 YIL

Bir c a n l ı n ı n o r t a l a m a ö m r ü n ü b u l m a k iç in , o c a n l ı y a d o ğ r u u z a n a n k a l ı n s i y a h ç i z g i n i n yıl c e t v e l i
ü z e rin d e k i karşılığını b u lu n .

tı olduğu söylenemez. Örneğin bazı kaplum ­ kadınlarda genellikle erkeklere oranla daha
bağalar 100 yıl kadar yaşarken dev gibi bali­ uzundur.
nalar doğduktan 12 yıl sonra erişkin boyutla­ Hastalıklardan korunm a ve tedavi yöntem ­
rına ulaşır; fillerin ise 60 yıldan çok yaşadığı lerinin gelişmesinden önceki çağlarda ortala­
ender görülür. Buna karşılık insan, yalnızca ma insan öm rü oldukça kısaydı. Örneğin
birkaç örneği olsa bile, 100 yıldan çok yaşadı­ 1891-1900 yılları arasında çeşitli Avrupa ülke­
ğı bilinen tek memelidir. lerinde doğan erkek bebekler için öngörülen
ortalam a öm ür 44, kızlar için 48 yıldı. O rtala­
İnsan Ömrü manın bu kadar düşmesinde en büyük etken
H er canlı türünün aşağı yukarı belirli bir ya­ bebek ve çocuk ölümleri oranının çok yüksek
şam süresi vardır. Örneğin hiçbir sağlık soru­ olmasıydı. 1930-32 yıllarında erkek bebekler
nu olmayan bir insan 100 yıl, hatta daha fazla için öngörülen ortalam a öm ür 58 yıla, kızlar­
yaşayabilir. Am a bu yaşa ulaşabilen insanla­ da 63 yıla yükseldi. Bugün bu beklenti erkek
rın sayısı pek azdır. Bir bölümü hastalık ya da bebeklerde 70, kızlarda 76 yılın üstündedir.
kaza nedeniyle genç yaşta ölürken, birçoğu da Bir ülkede yaşayanların ortalam a öm rü, o ül­
80 yaşını aştığında bazı önemli organları, kedeki sağlık, beslenme ve konut sorunlarının
özellikle kalbi aksamaya başladığı için 100 ya­ ne dereceye kadar çözülmüş olduğunun gös­
şma ulaşamaz. tergelerinden biridir.
Yeryüzündeki ya da belirli bir ülkedeki bü­
tün ölümlerin hangi yaşlarda olduğunu sapta­ CANUTE (995-1035) ya da Knud 1017’de,
yarak insanlar için bir ortalama ömür ya da daha 22 yaşındayken tüm Ingiltere’nin kra­
ortalama yaşam süresi hesaplanabilir. Bu süre lı oldu. Babası Danim arka Kralı Svend’di.
CAPE TOWN 127

Bir Viking olan Svend, 1013’te oğluyla birlik­ genelde barışçı ve akılcı bir siyaset izledi.
te İngiltere’yi işgal etti, ama sonraki yıl C anute, aynı zam anda, D anim arka’nın Baltık
ölünce Canute geri çekilmek zorunda kaldı. Denizi çevresindeki topraklarının büyük bir
Güçlü bir D anim arka donanmasıyla İngiltere’ bölümünün, bir süre de Norveç’in bir bölü­
ye yeniden saldırdı ve zayıf bir Anglosakson münün kralı oldu. A m a İngiltere’yi, im para­
kralı olan II. Ethelred ile oğlu Edm und torluğun bir parçası olarak değil de, ayrı bir
Ironside’ın ölümünden sonra İngiltere tahtına krallık olarak yönetti. Kiliseyi destekleyen
geçti. D aha sonra Ethelred’in dul eşi Nor- Canute 1026’da R om a’ya uzun bir hac yolcu­
mandiyalı Emma ile evlendi. luğu yaptı. Tarihe, kıvrak bir zekâsı olan
C anute’un İngiltere’yi dört ayrı düklük aydın ve bilge bir yönetici olarak geçti.
(N orthum bria, M ercia, Doğu Anglia ve Wes-
sex) olarak yönetme girişimi kısa öm ürlü CAPE TOWN Afrika kıyılarının en güney­
oldu. Northum bria dükünün zamansız ölümü deki limanıdır. Ümit B urnu’nun yaklaşık 48
üzerine İskoçlar kuzey sınırlarını zorlamaya km kuzeyinde yer alır. K ap’ın başkenti ve
başladılarsa da, Canute bir kuzey seferi dü­ Güney A frika Cum huriyeti’nin üç başkentin­
zenleyerek yeniden egemenlik sağladı. M er­ den biridir. Güney A frika parlam entosu bu­
cia dükü bir cinayete kurban gitti, Doğu rada toplanır, ama devlet kurum lan ülkenin
Anglia dükü ise C anute’un oğlu H ardicanute’ kuzey bölümündeki P retoria’dadır. Yüksek
un velisi olarak D anim arka’ya gönderildi. Ca­ m ahkem e de Oranj Bağımsız Devleti’ndeki
nute’un yakın adamlarından Kont God- Bloem fontein’dedir. Çoğu kimse yanlış ola­
win’in başkaldırışı da W essex’de krallık yöne­ rak Cape Tow n’un False Koyu’nda {bak.
timini zayıflattı. ÜMİT B u r n u ) yer aldığını ve limanın ağzının
Bütün bu sorunlara karşın, Canute bazı güneye açıldığını sanır. Aslında, Cape Town
eski Anglosakson yasalarına bağlı kalarak, Masadağı Koyu’ndadır ve liman kuzey yönü­
ülkeye daha fazla ticaret olanağı sağlayan, ne açılır. Cape Town açığındaki deniz kaba
Satour

Düz tepeli Masadağı ve çevresindeki yaylalar Cape Tovvn'a etkileyici bir görünüm verir.
128 CARACAS

dalgaları ve şiddetli fırtınalarıyla ünlü oldu­ onarım ı önemli bir sanayi dalını oluşturur.
ğundan, gemilere güvenli bir barınak sağla­ Ayrıca petrol arıtm a, kimyasal m addeler,
mak için dalgakıran yapmak gerekmiştir. gübre, çim ento, otomobil montaj sanayileri
Cape Town konumu dolayısıyla dünyanın ile şarapçılık, plastik, giyim ve deri gibi sanayi
en güzel görünümlü kentlerinden biridir. işletmeleri vardır.
Kentin aşağısında Masadağı Koyu yer alır; Nüfusun beşte ikisi Avrupa asıllıdır; İngiliz­
arkasında doğuda Şeytan D oruğu ve batıda ce ya da A frikaner dili konuşur. Geriye
Aslan Başı ile düz tepeli M asadağı vardır. En kalanlar ise B antular, Hintliler ve M alaylar’
yüksek noktası 1.086 m etre olan Maclears dır. İlk HollandalI sömürgecilerin köle ola­
Beacon’a teleferikle çıkılabilir. rak getirdiği M alaylar’ın etkisiyle kentte çok
Cape Tow n’un önemli bir akarsu kaynağı güzel bir mimari gelişmiştir. Beyaz badanalı,
olmadığı için su gereksinimi göletlerden sağ­ oymalı yüzleri ve kıvrımlı bacaları olan bu
lanır. Akdeniz iklimine benzeyen ılıman bir evlerden birkaçı korunm aktadır.
iklimi vardır. Bunu güneybatı Afrika kıyısı Nüfusu 1.911.521’dir (1985).
açıklarından geçen Benguela Akıntısı sağlar.
Yazlar kurak geçer ve daha çok kış aylarında CARACAS. Bir Güney Am erika ülkesi olan
yağmur yağar. Cape Town güney yarıkürede V enezuela’nm en büyük kenti Caracas ay­
olduğu için yaz ekim ve m art aylarına rastlar. nı zamanda başkenttir (bak. V e n e z u e l a ) .
Çiçek türleri açısından çok zengindir. Bunlar Kent Karayib Denizi kıyısından 10 km uzak­
arasında orkide çeşitleri de vardır. lıkta, yüksek dağlar arasında kalan geniş bir
Kentin başlıca caddesi olan Adderley Cad­ vadide kuruludur. Tropik bölgede yer alması­
desi yakın zam anda büyük ölçüde genişletil­ na karşın, denizden 1.000 m etre yüksekte ol­
miş olan doklara uzanır. Cape Town Avrupa duğu için iklimi oldukça serindir.
ile Doğu Asya ülkeleri arasında çalışan gemi­ Deniz düzeyindeki havaalanını kente, dün­
ler için bir “yarı yol uğrağı” idi. A m a 1869’da, yanın en güzel karayollarından biri bağlar. Bu
Akdeniz üzerinden Kızıldeniz’e geçişi sağla­ yolda 16 km boyunca dağların içinden geçen
yan Süveyş Kanalı açılınca Cape Town bu tünellerden, derin derelerin üzerindeki koca­
önemini yitirdi. Liman dünyanın en büyük man köprülerden geçilerek kentin bulunduğu
gemi havuzlarından birine sahiptir ve gemi yamaca ulaşılır.
The Ministry o f Development, Tourist Department, Caracas, Venezuela

Caracas kenti 1.000 metre yükseklikteki bir vadide kurulmuştur.


CARAVAGGIO 129

Caracas’ı 1567’de İspanyol sömürgeciler pılmıştır. Kentin banliyölerindeki fabrikalar­


kurm uştur. V enezuela’nm ulusal kahramanı da dokum a, ayakkabı, araba lastiği, kâğıt,
Simön Bolıvar 1783’te burada doğdu. Güney cam eşya, şeker ve bira üretilir.
A m erika’nın kuzey bölgelerini İspanyol ege­
menliğinden kurtaran ordulara kom uta eden CARAVAGGIO, Michelangelo Merisi Da
Simön Bolıvar’ın mezarı da bu kenttedir (1573-1610). Çağdaşlarının, “yeteneklerini kö­
( b a k . B o liv a r . S im ön). tüye kullanan bir dahi” olarak gördüğü, coş­
Kemerli kapıları ve kiremitli çatılarıyla, İs­ kulu ve karam sar bir sanatçı olan İtalyan res­
panyol sömürge dönemi yapılarından pek azı sam Caravaggio 17. yüzyılın en yenilikçi res­
bugüne kalmıştır. Bu yapılar, genellikle yük­ samlarından biri sayılır. Işıkla gölgeyi karşıt­
sek ağaçların gölgelediği, mozaik kaldırımlı lık oluşturacak biçimde kullanışı, özgün kom ­
Bolıvar Alanı çevresinde görülm ektedir. pozisyonları ve konularını ele alış biçiminden
Petrol sanayisinin sağladığı zenginlik, C ara­ dolayı gelenekçi ressamlardan ayrılır.
cas’ı 2.530.026 (1987; m etropoliten alan) nü­ Caravaggio Kuzey İtalya’nın Lombardiya
fuslu zengin bir kente dönüştürm üş, kent için­ bölgesindeki Caravaggio kentinden, yaklaşık
de yeni, geniş bulvarlar açılmıştır. Bürolar, 1590’da Rom a’ya geldi. Burada ressam Caval-
lokantalar ve dükkânlardan oluşan m odern ve iere d’A rpino’nun yanında çalıştı. R om a’da
çarpıcı Simön Bolıvar Merkezi kentin en işlek seçkin ressamların yapıtlarını inceleme olana­
yerindedir. Caracas Güney Am erika kentleri­ ğı buldu. Resimleriyle Kardinal Francesco del
nin en gelişkinidir. Çevredeki tepelerde yer M onte’nin dikkatini çeken Caravaggio kardi­
alan yoksul bölgelerde, işçilerin derm e çatma nalin koruması altında çalışmalarını sürdür­
kulübeleri yıkılmış ve çok büyük bloklar ya­ dü. Yaşam biçimi göreneklere çok ters düşen
Trustees o f the National Gallery, Londra

Caravaggio'nun 1596-1602 arasında gerçekleştirdiği, Londra'da Ulusal Galeri'deki Em m aust'ta Yem ek


tablosu.
130 CARROLL

sanatçının başı durm adan derde girer, kafası sanatçı tarafından tekrarlandı. Caravaggio’
kızınca gözü bir şey görmezdi. Bir askeri ya­ nun H ollanda’da R em brandt ve V erm eer’i,
ralam ak, Romalı muhafızları taşlamak gibi Fransa’da La T our’u etkileyen biçemini Ku­
suçlardan tutuklandı. Serbest bırakıldıktan zey A vrupa’ya bu sanatçılar tanıtmıştır.
sonra birini bıçakladı ve R om a’dan kaçmak
zorunda kaldı. Napoli’ye, oradan da M alta ve CARROLL, Levvis (1832-1898). Alis Harika­
Sicilya’ya kaçtı. Bir süre sonra, hâlâ cinayet­ lar Diyarında adlı ünlü kitabın yazarı Lewis
ten aranırken, Porto E rcole’de hastalanarak C arrol’un gerçek adı Charles Lutvvidge Dodg-
öldü. Öldüğünde 37 yaşını doldurmamıştı. son’du. Kitaplarında Levvis Carroll takma adı­
Caravaggio’nun resimlerinde gözlenen ka­ nı kullandı. Babası İngiltere’deki Cheshire’de
rarlı ve etkili anlatım ın yanı sıra, sıradan kişi­ din görevlisi olan Charles 11 çocuklu bir aile­
ler arasından seçtiği m odellerinin etten ke­ nin en büyük oğluydu. Oxford Üniversitesi’n-
mikten, bu dünyanın insanları oluşu zamanın deki Christ Church’de m atem atik öğrenimi
kilise yetkilileri abasında tedirginlik yarattı. gördü. 1855’te aynı kurum da m atem atik öğ­
Resimleri “gerçekçi"’ olduğu gerekçesiyle ki­ retmenliğine başladı. Hiç evlenmeyen Dodg-
mi zaman kilise yetkililerince geri çevrildi. son yaşamının büyük bir bölümünü Christ
1606’da yaptığı Bakire M eryem ’in Ölümü adlı Church’deki odasında m atem atik öğreterek,
yapıtında model olarak ırm akta boğulmuş ve m atem atik kitapları yazarak sessiz bir çalış­
şişmeye yüz tutm uş bir kadının cesedini kul­ mayla geçirdi. Dodgson aynı zamanda başa­
lanması tepkilere yol açtı. Caravaggio gele­ rılı bir portre fotoğrafçısıydı.
neksel güzellik anlayışından ayrılarak insan Çocukluğundan beri yazı yazmaktan hoşla­
ve doğayı ölçü almış, resimlerindeki dinsel ki­ nan Charles Dodgson'un komik şiirleri
şileri göksel yaratıklar olm aktan çıkarmıştır. 1856’da Londra dergilerinde yayımlandı.
Örneğin San Agostino Kilisesi’ndeki Madon- Bundan dokuz yıl sonra, onu tüm dünyada
na Hacılarla Birlikte tablosunda, Meryem üne kavuşturacak olan Alis Harikalar Diya­
A na’nın önünde diz çökmüş köylüleri kirli rında (Alice’s Adventures in W onderland;
ayakları, kararmış tırnaklarıyla canlandırdı. 1865) adlı yapıtını tamamladı. Çocukları çok
M ilano’da Anibrosius Resim Galerisi’ndeki severdi. Küçük arkadaşları arasında Christ
Meyve Sepeti tablosunda ise elmalar kurtlu ve Church’ün başrahibi D r. Liddell’in üç kızı da
çürüktür. bulunuyordu. 4 Temmuz 1862’de, Lorina,
Caravaggio, öbür ressamlardan farklı ola­ Alice ve Edith adlarındaki bu üç küçük kız
rak, hiçbir zaman tablolarının taslaklarını çiz­ Dodgson’la Oxford yakınlarında bir ırm akta
medi; onun yerine modeli doğrudan doğruya kayıkla gezerken, Dodgson onlara Alice adın­
tuvaline geçirdi. da bir kızın serüvenlerini anlatmaya başladı.
Caravaggio’nun tabloları coşkulu ve canlı­ Eve döndüklerinde, o zamanlar 10 yaşında
dır. D ehşet, acı-, kayıtsızlık, gerilim yüklüdür. olan Alice Liddell, Dodgson’dan Alice’in se­
R om a’dan kaçmak zorunda bırakıldığı sırada rüvenlerini kendisi için yazmasını istedi. D a­
yaptığı resimler en önemli yapıtları arasında ha sonra bu dileği, Dodgson’un güzel elyazısı
sayılır. Bunlar, Tespihli Madonna, M erhame­ ile yazılmış ve resimlerle bezenmiş bir Noel
tin Yedi Biçimi, A zize Lucia’nın Gömülüşü, armağanı olarak gerçekleşti. O zamanki adı
Lazarus’un D irilişidir. Tablolarında çoğu kez A lice’s Adventures Underground (“Alis’in
yalın ve koyu renkler kullanarak, vurgulamak Yeraltındaki Serüvenleri”) idi.
istediği olayı bir ışık demetiyle aydınlatmış, John Tenniel’in resimlediği Alis Harikalar
doğal olmayan bu ışıkla büyülü ve etkileyici Diyarında, beyaz bir tavşanı izleyerek bir de­
karşıtlıklar yaratmıştır. likten dünyanın derinliklerine doğru dalan
Caravaggio hiçbir öğrenci yetiştirmediyse Alice’in başına gelenleri anlatır. Alice yeral­
de, sanatının kendinden sonraki sanatçılar tında V ankara Kedisi, M art Tavşanı, Çılgın
üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Işık ile göl­ Şapkacı ve Uykucu Fare gibi birçok ilginç ya­
geyi kullanma tekniği ve insanlar ile nesneleri ratıkla karşılaşır. İskambil kâğıdından kral,
olduğu gibi yansıtışı günümüze kadar birçok vale ve “Kafasını uçurun” çığlıklarıyla gezen
CARTVVRIGHT 131

Sir John TennielIMacmillan & Co.

Üstte: Alice parm aklarının ucunda yükselerek


m antarın kenarından bakarken kocaman mavi tırtılla
göz göze geldi.
Üstte sağda: Çılgın çay partisi. "Şapkacının gözleri
faltaşı gibi açıldı ve yalnızca, 'Neden kuzgun bir yazı
masasına benzer?' dedi."
Sağda: Alice Tıp'la A y'ı ancak yakalarındaki yazıdan
ayırt edebildi.

kraliçe, Alice’in harikalar ülkesinde karşılaş­ CARTVVRIGHT, Edmund (1743-1823). Ed-


tığı tuhaf insanlar arasındadır. mund Cartwright, su gücüyle çalışan ilk doku­
Bu kitabın getirdiği başarıdan yüreklenen ma tezgâhını icat etmiştir. İngiltere’de, Not-
Dodgson, 1871’de gene baş kişisi Alice olan tingham shire’deki M arnham ’da doğdu. Özel
Tılsımlı A yna (Through the Looking-Glass W akefield Lisesi’nde ve Oxford Üniversite-
and What Alice Found There) adlı bir kitap si’nde öğrenim gördü.
daha yazdı. Meslek yaşamına din adamı olarak başladı.
1883’te yayımlanan The Hunting o f the Bir süre papazlık yaptıktan sonra bir rastlan­
Snark (“Snark’ın Avı”) adlı yapıtındaki saç­ tıyla Richard A rkw right’ın Derbyshire’deki
malıklara çocuklardan çok büyükler güldü. iplik fabrikasını gezdi (bak. ARKWRIGHT. SIR
Sylvie and Bruno (1889; “Sylvie ile Bruno”), R ic h a r d ). Arkwright bir iplik eğirme m aki­
hiçbir zaman Alice’in ününe erişemediyse de, nesi icat etmişti. Bu yolla kısa zamanda bol
içerdiği düşsel olaylar çocuklar için neşe kay­ iplik elde ediliyordu. Ne var ki, bu iplikler el
nağı oldu. tezgâhlarında aynı hızla dokunamıyordu.
Dodgson öldüğünde, Alice İngiltere’nin en Cartwright bu sorunu çözecek bir dokum a
sevilen çocuk kitabı olmuştu. Kitap bugün de makinesinin geliştirilmesi gerektiğini düşüne­
dünyada çocukların ve büyüklerin en çok rek, parasını ve boş zamanını bu uğraşa ayırdı
okuduğu kitaplar arasındadır ve birkaç kez de ve sonunda su ’gücüyle çalışan m ekanik bir
sinemaya uyarlanmıştır. tezgâh yapmayı başardı. Böylece 1785’te ilk
132 CASTRO

dokum a makinesinin patentine sahip oldu


(bak. P a t e n t ) . Bu makine iki kişiyle çalıştırılı­
yordu. D okunan kumaşlar oldukça kabaydı.
Bu yüzden Cartwright ikinci bir makine geliş­
tirdi ve bu makine çok geçmeden yaygınlaştı.
Cartwright, başlangıçta tezgâhı kullanmayı
reddeden dokumacılara bunun değerini kanıt­
lamak için bir dokum a fabrikası kurdu. El do­
kumacıları, bu buluşun çok geçmeden kendi­
lerini işsiz bırakacağını düşünerek, tezgâhları
yeni kurulmuş olan fabrikayı yaktılar. Bu olay
Cartw right’ın iflas etmesine neden oldu. Cart-
wright yün taram a ve halat yapma makineleri
gibi daha başka icatlarda da bulundu. Ne var
ki, kendisi bunlardan hiçbir zaman para kaza­
namadı. Öte yandan, buluşları pamuklu ve

A B C Ajansı!CP Londra
Küba Devlet Başkanı Fidel Castro.

arkadaşları tutuklandı. Yargılanması sırasın­


Cartvvright'ın buhar gücüyle çalışan dokuma
tezgâhı. da “Tarih beni aklayacaktır,” cümlesiyle bi­
ten ünlü savunmasını yaptı. Yargılanma sonu­
yünlü dokum a sanayilerinin gelişmesine yar­ cunda 16 yıla hüküm giydi. Am a iki yıl sonra
dım etti. Kraliyet Derneği (Royal Society) serbest bırakıldı ve M eksika'ya geçti. Burada
üyeliğine seçildi. 1809’da İngiliz hükümeti 26 Temmuz H areketi adında bir örgüt kuran
ona, ölene kadar geçimini sağlayacak 10 bin Castro arkadaşlarıyla birlikte ayaklanma ha­
sterlinlik bir ödül verdi. zırlıklarına başladı.
26 Temmuz H areketi üyeleri 1956’da Kü­
CASTRO, Fidel (doğumu 1926). K üba’nın ba’ya Granma yatıyla çıkarma yaptılar ve
devrimci önderi Fidel Castro Oriente ilinde, başarısızlığa uğradılar. Yalnızca, aralarında
M ayari’de doğdu. Babası şekerkamışı ve sığır A rjantinli ünlü devrimci Che Guevara ve
yetiştiren orta halli bir çiftçiydi. Fidel Havana C astro’nun kardeşi R aül’un da bulunduğu 12
Üniversitesi’nin hukuk bölümünü bitirdi. kişi dağlardaki karargâha ulaşabildi. Oriente
1950-52 arasında avukatlık yaparak yoksulla­ ilindeki bu dağlarda iki yıl boyunca gerilla
rın haklarını savunmaya başladı. 1952’de G e­ savaşı yürüten ve çevredeki halktan destek
neral Fulgencio Batista bir darbeyle K üba’da gören Castro zamanla gücünü artırdı.
yönetimi ele geçirdi. Castro 1953’te Batista 1959’da diktatör B atista’nın ülkeden kaçması­
yönetimini yıkmak amacıyla bir örgüt kurdu. nın ardından ordusuyla H avana’ya girdi ve
26 Temmuz 1953’te 125 arkadaşıyla birlikte yeni kurulan hüküm ette başbakan oldu. Yö­
askeri bir kışlaya baskın düzenledi. Ne var ki netime gelince geniş çaplı ekonomik ve
eylem başarısızlıkla sonuçlandı. Castro ve sosyal reform lar başlattı. Bunlardan en önem ­
CASUSLUK 133

lisi köklü bir toprak reform unun gerçekleşti­ yakaladığı zaman şiddetle cezalandırır. Ba­
rilmesiydi. zen de başka ülkelerde yakalanan kendi ca­
Bu toprak reform undan bazı şirketlerinin suslarıyla değiştirir.
zarar gördüğü gerekçesiyle A B D , K üba’ya Silahlara ve silahlı kuvvetlere ilişkin bilgi
ekonomik ambargo uygulamaya başladı. toplam akla görevlendirilen casuslar silahların
A B D ’ye satamadığı şekerini SSCB’ye satan niteliğini, sayısını, silahlı kuvvetlerin eğitim
K üba’nın bu ülkeyle ilişkileri gelişti. Ocak düzeyini ve savaş yeteneğini öğrenm eye çalı­
1961’de A B D , Küba ile diplomatik ilişkisini şırlar. Bunun yanı sıra hüküm etler başka ülke
kestiğini açıkladı. Aynı yıl A B D ’de eğitilen halklarının yöneticilerini sevip sevmediği, yö­
ve silahlandırılan rejim karşıtı Kübalı sığın­ neticilerin geleceğe yönelik planları gibi ko­
macıların Dom uzlar Körfezi Çıkarması başa­ nularda da bilgi toplanmasını isteyebilir.
rısızlıkla sonuçlandı. Çıkarm a girişiminin ar­ İÖ 12. yüzyılda Hz. M usa’nın Kenan ülke­
dından Castro ünlü Havana Bildirisi’ni yayım­ sine gönderdiği casuslar tarihteki ilk casuslar
layarak Küba’nın sosyalist bir ülke olduğunu olarak bilinir. Çinliler de iyi haber almanın
açıkladı. önemini kavramışlardı. Bunu casusluk konu­
1962’de SSCB’nin K üba’ya yerleştirdiği sunda yazdıkları kitaplardan öğreniyoruz. Bu
nükleer füzeler A B D ’nin büyük tepkisini çe­ türden ilk metin Çin filozofu Sun Z i’nin İÖ
kince SSCB füzeleri kaldırdı. Bu olay Küba 510’da yazdığı Bing Fa'dır (“Savaş İlkeleri”).
ile SSCB’nin arasının açılmasına yol açtı. İngiltere Kralı Büyük A lfred’in ülkesi adına
Castro 1963’te Birleşmiş Sosyalist Devrim casusluk yapm aktan çekinmediği, halk ozanı
Partisi’nin başına getirildi. K üba’nın SSCB ile kılığında DanimarkalI düşmanlarının kam pı­
ilişkilerinde, 1968’den başlayarak, yeniden na girdiği ve konuşulanları dinlediği söylenir.
bir yakınlaşma oldu. M oğollar da düşmanlarının güçlü ve zayıf
1970’lerde ve 1980’lerde Castro önderliğin­ yanlarını önceden öğrenm ek için çaba göste­
deki K üba, başta Angola ve Etiyopya olmak rirlerdi.
üzere dünyanın çeşitli yerlerindeki bağımsız­ 16. yüzyılda İngiltere’de Kraliçe I. Eliza-
lık hareketlerini destekledi. Güney Am erika beth’in bakanlarından Sir Francis Walsing-
devletleri ile olan ilişkilerini geliştirdi.
Rex Features
1976’da Devlet Başkanı, Devlet Konseyi ve
Bakanlar Kurulu Başkanlığı’na getirilen
Castro ülkesi için çok şeyler başarmış bir
devlet adamıdır. C astro’nun dilimize çevril­
miş birçok kitabı vardır. Bunların en ünlüsü
Türkiye’de 1977’de basılan Castro’nun Tarihi
Savunması'dır (La Historia M e Absoluerâ;
1953).

CASUSLUK. H üküm etler ülke çıkarlarını


korum ak, ulusal güvenlik açısından gerekli
önlemleri alabilmek için başka ülkelerde
olup bitenleri öğrenm ek ister. Bunun yolla­
rından biri “haber alm a” , yani casusların özel­
likle askeri konularda gizlice bilgi toplaması­
dır. Buna casusluk da denir. Ayrıca, hükü­
m etler bazı konuları gizli tutm ak ve bunların
başka ülkelerin haber alma örgütlerince öğre­
nilmesini önlem ek için, görevleri başka ülke­
lerin casuslarını bulmak ve yakalamak olan,
“karşı-haber alm a” casusları kullanır. H er ül­
ke kendi çıkarlarına karşı casusluk yapanları Bu küçük aygıt gizli dinleme aygıtlarını ortaya çıkarır.
134 CAVA

yecanlı serüvenler yaşar. John le C arre’nin


rom anları ise casuslar dünyasının daha ger­
çekçi bir tablosunu çizer. Bu tür öykülerde sık
sık çekici kadın casuslara rastlanır. Gerçek
yaşamdaki en ünlü kadın casuslardan biri M a­
ta H ari’dir. M ata H ari, Alm an casusu olduğu
savıyla 1917’de Fransa’da yargılanarak kurşu­
na dizildi.
En iyi casuslar gözü pek, akıllı ve casuslu­
ğunu üstlendiği ülkenin çıkarlarına ve am açla­
rına bağlı olanlardır. Bir ülke için çalışıyor
görünürken, aslında ülkenin düşmanları için
de casusluk yapan, iki yanlı ajanlar da vardır.
Bu, en tehlikeli casusluk biçimidir.
Casuslar çoğunlukla bilgiyi ülke dışına çı­
karm aya çalışırken yakalanır. Kimliği ortaya
çıkarılan casus her zaman tutuklanm az; öteki
casusların da yakalanabilmesi için izlenir ya
da yanıltıcı bilgiler alması sağlanarak, bir yan­
Rex Features dan düşmana yanlış bilgiler ulaştırılırken, bir
Bu aygıt, telefon konuşmalarını dışarıdan yandan da düşmanın casusluk örgütünde kar­
dinleyenler için anlaşılmaz hale getirerek gaşa yaratılır.
telefonların gizlice dinlenm esini engeller.
İngiltere’de karşı haber alma görevini İngi­
liz Güvenlik Servisi (MI-5), başka ülkelere
ham kodlu m esajlar gönderen bir casus örgü­ ilişkin haber almayı ise İngiliz Gizli H aber Al­
tü kurm uştu (bak. KOD VE ŞİFRE). İm parator ma Servisi (MI-6) yürütür. Bu alanda A B D ’
Napolyon iyi saptanmış bir yere yerleştirilen de 1947’den beri M erkezi H aber Alma Ö rgü­
yetenekli bir casusun 20 bin askere bedel ol­ tü (CIA ); SSCB’de Devlet Güvenlik Kom ite­
duğunu söylemiştir. Napolyon’un casusu Kari si (KGB); Türkiye’de Milli İstihbarat Teşkila­
Schulmeister düşman genelkurmayında yer tı (MİT) çalışır.
almayı başararak, düşmanın planlannı Napol- Çağdaş casuslukta çok gelişmiş elektronik
yon’a aktarırken düşman generallerine de uy­ araçlar kullanılır. Kolay gizlenebilen küçük
durm a bilgiler vermiştir. m ikrofon, teyp ve fotoğraf makinesi gibi ay­
Alm anya, I. Dünya Savaşı’ndan (1914-18) gıtların yanı sıra uçak, uydu ve elektronik din­
önce İngiltere’de bir “yeraltı” casus şebekesi leme istasyonlarıyla gizli bilgilere ulaşılır.
kurm uştu ama İ'ngilizler bunu ortaya çıkardı. Çok geliştirilmiş aygıtlarla uçak ve uydular­
I I . Dünya Savaşı (1939-45) sırasında İngilte­ dan çekilen fotoğraflar, fabrikalar, askeri bir­
re’nin Özel Operasyon D airesi’ne (SOE) ve likler ve silahlarla ilgili en küçük ayrıntıları
A B D ’nin Stratejik Hizmetler D airesi’ne gösterir. Elektronik dinleme istasyonları her
(OSS) bağlı casus ve sabotajcılar, yerel dire­ tür telsiz konuşmasını dinleyebilir.
niş güçleriyle birlikte çalışmak üzere, düşman
işgali altındaki topraklara paraşütle indirildi. CAVA bak. E ndonezya.
Casusların kılık değiştirip kendilerini gizle­
dikleri pek geçerli değildir. Bunların çoğu, CAVOUR (Kontu), Camillo Benso (1810-
kimsenin dikkatini çekmeyecek sıradan insan­ 1861). Camillo Benso Cavour İtalyan Birliği’
lardır ve göreve çağrılacakları zam ana kadar, nin gerçekleşmesi için canla başla çalışmış
kimi zaman yıllarca, olağan bir yaşam sü­ önemli bir devlet adamıdır. Torino’da doğdu;
rerler. bu bölge o dönemde Sardinya Krallığı’na bağ­
Casus öykülerinin çoğunda gizli ajanlar (ör­ lıydı. İtalya’da birbiriyle çatışan küçük kral­
neğin, lan Fleming’in James B ond’u) he­ lıklar vardı. Bunların çoğu, özellikle kuzeyde
CAYROSKOP 135

Avusturya olmak üzere, dış güçlerin egem en­ askı çemberine bağlıdır ve bu mil çevresinde
liği altındaydı. Cavour İtalya’da ulusal birli­ dönebilir. Düşey askı çemberi de çevresinde
ğin ancak A vusturya’nın yenilgisiyle gerçekle­ dönebileceği Z Z mili üzerine yerleştirilmiştir.
şebileceğine inanıyordu. Böylece, her yöne dönebilecek biçimde bir
10 yaşındayken Torino Askeri A kadem isi’araya getirilmiş olan çem berlerin ortasındaki
ne giren Cavour 1826’da istihkâm subayı ola­ teker dönüş doğrultusunu kolayca değiştire­
rak okulu bitirdi. Ulusal birlikten ve bağım­ bilir.
sızlıktan yana düşünceleri ordudaki yetkilileri Teker dönerken, cayroskop altındaki sap­
tedirgin etti. Bu yüzden askerlikten ayrıldı. tan tutularak kaldırılıp bir yöne eğilirse ya da
İtalya, Avusturya ile savaşa girdiğinde yeni­ sağa sola çevrilirse tekerin dönme ekseninin
den orduya yazılıp savaşa katıldı. Savaşın so­ doğrultusunun değişmediği görülür. Ekseni
nuna doğru, 1848’de Piem ont Millet Meclisi’ üzerinde hızla dönen bütün cisimlerde dönme
ne girdi. Tarım ve sanayi bakanı, daha sonra ekseninin doğrultusu değişmemek eğiliminde­
maliye bakanı oldu. Devletin m odernleştiril­ dir. Örneğin, bir madeni para ya da bir topaç
mesi yolunda çalışmalar yaptı. D ört yıl sonra hızla dönerken yana devrilmez. D ünya’nın
Piemont tahtına II. Vittorio Em anuele çıkın­ kendisi de kutuplarından geçtiği düşünülen
ca başbakan oldu. bir eksen çevresinde hızla döner. Bu eksenin
Cavour İtalyan Birliği için çalışmaya başla­ Kuzey K utbu’ndaki ucu her zaman Kutup
dı. Piem ont’tan Kırım Savaşı’na asker gönde­ Yıldızı’na yöneliktir. Sir Isaac N ew ton’un bi­
rerek, savaşı izleyen uluslararası barış konfe­ rinci hareket yasası eksen doğrultusunun de­
ransında ülkesinin durum unu güçlendirmeyi ğişmeme nedenini açıklar (bak. K u v v e t v e H a ­
başardı. Avusturya A vrupa’da yalnız bir dev­ r e k e t ) . Bu yasaya göre, hareket eden bir ci­
let konum una düştü (bak. K i Ri m S a v a ş i ). Am a sim dıştan gelen bir etki olmadığı sürece yap­
Cavour İtalya’yı birleştirm ek için bir dış gü­ m akta olduğu hareketi sürdürür.
cün askeri yardımına gereksinim duyu­ Cayroskopun çok ilginç ikinci bir özelliği
yordu. Bu yardımı III. Napolyon’dan sağladı vardır. Cayroskopun tekeri dönerken, XX
ve Avusturya sınırını Tirol’a kadar geriletti. ekseninin sol ucunu aşağı doğru itecek biçim­
Sonra büyük devrimci önder Giuseppe Gari- de, yatay askı çemberine (şekilde okla göste-
baldi’nin (bak. G a r ib a l d i , G iu s e p p e ) yardımıy­
la İki Sicilya’yı (Napoli ve Sicilya) elinde tu­
tan İspanyol Bourbon hanedanının egemenli­
ğine son verdi. Cavour bu yolla tüm İtalya’yı
anayasaya dayanan bir hüküm et altında bir­
leştirdi.
İlk İtalyan parlam entosu 18 Şubat 1861’de
T orino’da toplandı. II. Vittorio Em anuele
İtalya kralı ilan edildi.

CAYROSKOP, gemiler, uçaklar, güdümlü si­


lahlar ve uzay araçlarında yön belirleyici ve
denetleyici olarak kullanılan bir aygıttır. Bir
eksen çevresinde hızla dönebilen ağır bir te ­
ker ile bu tekeri taşıyan, iç içe geçmiş çem ber­
lerden oluşur. Askı ya da dengeleme çemberi
adı verilen bu çem berler, tekerin dönme ek­
seninin kolayca değişebilmesine olanak vere­
cek biçimde birbirine takılmıştır. Şekilde gö­
rüldüğü gibi, cayroskopun tekeri' yatay askı Cayroskop, tekeri dönerken resimde gösterilen
biçim de parmakla aşağı doğru bastırılırsa, bir bütün
çemberine bağlı olan XX ekseni üzerinde dö­ olarak ZZ m ili üzerinde "P " oku yönünde döner.
ner. Yatay askı çemberi, YY mili ile düşey Buna "yalpalam a" denir.
136 CAZ

rilen yönde) parm akla bastırılırsa, bütün sis­ gisini çekti ki, keşif gezisinden vazgeçti.
tem Z Z mili üzerinde P oku yönünde döner 1907’de yaptığı ilk cayropusula denem eleri,
ve ekseni aşağı doğru iten baskı sürdükçe bu çabasını sürdürm ek için onu yüreklendirdiği
dönüş de sürer. Ö te yandan, eğer düşey askı gibi, A B D ’de Elm er Sperry’yi ve İngiltere’de
çemberi P oku yönünde döndürülürse, yatay de S. G. Brow n’u aynı konuda çalışmaya yö­
askı çemberi XX ekseninin sağ ucu yukarı neltti. Cayropusulada, cayroskopun tekeri bir
doğru kalkacak biçimde hareket eder. Cay- elektrik m otoruyla döndürülür. D ünya’
roskopun yalpalama adı verilen bu özelliğini mn dönmesi sonucunda, yer yüzeyi ile teke­
günlük yaşamda, örneğin bisiklete binerken rin, doğrultusunu korumaya çalışan dönme
görebiliriz. Bisikletin tekerleğini cayroskopun ekseni arasındaki açı değişir; eksen yer yüze­
tekeri gibi düşünürsek, bisikletin dengesini yine göre aşağı ya da yukarı doğru eğilir. Bu
sağlamak için yalpalama özelliğinden yararla­ eğilme U biçiminde bir boruya konulmuş cı­
nıldığı görülür. Bisikletin sağa doğru yattığını vanın karşı ağırlığı ile giderilirken, “yalpala­
gören binici devrilmemek için gidonu, teker­ m a” özelliği etkisiyle tekerin ekseni gerçek
leği sağa çevirecek biçimde döndürür. O za­ kuzey-güney doğrultusuna yönelir. Cayropu-
man bisikletin kadrosu yalpalama özelliği ne­ sulanın magnetik pusulaya oranla daha kar­
deniyle sola doğru yatar ve daha önce sağa maşık bir yapısı vardır. Bulunulan enleme ve
yatarak dengesi bozulmuş olan bisiklet denge­ geminin hızına göre ayarlanmayı gerektirir,
ye gelir. Bu olay ancak tekerlek dönerken ya­ ama doğruluğuna güvenildiği için büyük ge­
ni bisiklet hareket halindeyken gerçekleşir. milerde bu tür pusula kullanılır.
Cayroskop ilkelerinden, başta yön belirle­
mek olmak üzere, çeşitli alanlarda yararlanıl­ Cayroskopun Başka Kullanım Alanları
mıştır. Cayroskop kullanılarak, kötü havalarda dal­
gaların yol açtığı yalpalama azaltılıp gemi yol­
Cayropusula culuğu daha rahat hale getirilebilir. G em iler­
M agnetik pusulanın iğnesi Kuzey K utbu’nu de cayroskop yardımıyla sallantının gideril­
değil, ondan yaklaşık 1.600 km uzaklıkta bu­ mesi için ilk girişim 1875’te, Manş Denizi’nde
lunan ve m agnetik kutup adı verilen noktayı çalışan “Bessem er” adlı buharlı gemide yapıl­
gösterir. Bu nedenle m agnetik pusula kulla­ dı, ama sonuç başarısız oldu. Günüm üzde ge­
nan denizciler yollarını belirlerken bu farkı m ilerde, geminin dibinden dışa doğru uzanan
göz önünde tutm ak zorundadırlar. Ancak bu kanatçıkların oluşturduğu dengeleyiciler var­
fark hem geminin bulunduğu yere göre, hem dır. Cayroskopla denetlenen m akineler bu
de m agnetik kutuplar zamanla yer değiştirdiği dengeleyicileri geminin yalpalamasını azalta­
için yıldan yıla değişir. Ayrıca, m agnetik pu­ cak yönde hareket ettirir.
sula geminin kendi m agnetik alanından da et­ Uçakların bulut ya da sis içinde yaptığı “kör
kilenir (bak. P u s u l a ) . M agnetik pusulanın uçuşlar”da da cayroskoptan yararlanılır.
başka bir sakıncası, magnetik kutupların yakı­ Uçaklarda cayropusula gibi çalışan ve belli bir
nında pusula iğnesinin kuzeye yönelm ekten doğrultu ve belli bir düzeyde uçuşu sağlayan
çok aşağı yukarı oynamasıdır. Bu sakıncaları­ otomatik pilot vardır. Cayroskop ayrıca gü­
na karşın, ucuz ve basit olduğu için küçük tek­ dümlü silahlarda ve uzay araçlarının deneti­
nelerde genellikle m agnetik pusula kullanılır. minde de kullanılır.
20. yüzyılın başlarında bir Alm an, D r. Her-
mann Anschutz-Kaempfe denizaltı gemisiyle CAZ, A frika’dan getirilen kölelerin A B D ’
Kuzey K utbu’na bir keşif gezisi düzenledi. O nin güneyindeki pam uk tarlalarında ve de­
zam anlar Kuzey K anada’nın Boothia Yarım- miryollarında çalışırken söylediği şarkılardan
adası’nda bulunan magnetik kutup yakınların­ doğdu. Çalışırken söylenen bu şarkılar bir
da pusulasının hemen hemen hiç bir işe yara­ yandan çok kötü koşullarda yaşamak ve
madığını gördü. Bu nedenle, gerçek kuzeyi çalışmak zorunda bırakılan kölelerin duygula­
gösterecek bir pusula yapabilmek için bir cay- rını dile getirirken, öte yandan da belirli bir
roskopla çalışmaya başladı. Konu öylesine il­ çalışma tem posu sağlıyordu. Batı kültürüne
CAZ 137

bütünüyle yabancı bu şarkılar, insan sesinin klarnetten oluşuyordu. Bazen melodinin ritim
tüm esnekliğinin ve çeşitliliğinin kullanıldığı bölümünü sağlayan ilk üç çalgıya tuba ekleni­
blues müziği geleneğinin doğmasına yol açtı. yordu. D aha sonraları, tuba yerine kontrbas,
Caz 1900’lerin ilk yarısında Siyahlar ile banço yerine de gitar çalınmaya başlandı.
beyazların bir arada yaşadığı New O rleans’ta Melodinin ritmini cazın ana öğesi olan temel
gelişti. Siyahlar arasında müziğin çok önemli vuruş oluşturuyordu. Öteki çalgıcılar da, be­
bir yeri vardı. Doğum, cenaze törenleri, lirli bir tem a ya da melodi çerçevesinde,
düğünler ve her türlü kutlam a, basit ama müziği yorumlayarak doğaçtan çalıyorlardı.
güçlü bir müzik eşliğinde yapılıyordu. Bu H enüz solo geleneğinin yerleşmediği bu dö­
müziği yapan topluluklar önceleri yalnızca nem de, melodiyi kuran trom petçi, trom boncu
trom bon, trom pet ve klarnet çalarken, daha ve klarnetçi hem birbirleriyle ilişkili, hem de
sonraları kapalı yerlerde, lokantalarda, dans bağımsız olarak doğaçtan, serbest bir biçimde
salonlarında müzik yapmaya ve değişik çalgı­ çalarlardı. Günüm üzün büyük caz toplulukla­
lar kullanmaya başladılar. Dönem in ilk caz rının çoğunda, melodiyi kuran bölüm en çok
müziği örnekleri, senkop denilen aksak rit­ 14 çalgıdan oluşur; doğaçlama ise yalnızca
miyle bilinen ragtime; hüzünlü ve ağır tem po­ soloyla sınırlandırılmıştır.
lu blues\ Siyahlar’ca kilise ayinlerinde söyle­
nen ilahilerdir. Caz Üsluplarının Gelişimi
Bu topluluklar genellikle davul, piyano, New O rleans’ın çok çeşitli müzik türlerinin
banço, trom pet (ya da kornet), trom bon ve birbiriyle kaynaşması sonucunda “New
Melody Maker

Louis A rm strong'un müzik topluluğunda görüldüğü gibi cazın dört temel çalgısı trom bon, trompet, klarnet
ve kontrbastır. Trompet çalan Arm strong cazın yaygınlaşıp sevilmesini sağlamıştır.
138 CAZ

O rleans Ü slubu” denilen müzik ortaya çıktı. yandan da piyanist A rt Tatum (1910-56),
Beyazların daha düzgün arm oniler ve melodi­ trom petçi Roy Eldridge (doğumu 1911) ve
lerle bu üslubu taklit ederek geliştirdikleri tenor saksofoncu Lester Young (1909-59) caz
müzik ise dixieland olarak tanınırdı. Am a müziğine solo doğaçlamanın yerleşmesini sağ­
dixieland Siyahlar’ın müziğindeki yaratıcılık ladılar.
ve canlılıktan yoksundu. Piyanist Jelly Roll 1930’lar ve 1940’larda üne kavuşan öteki
M orton (1885-1941) ve kornet ustası Joseph müzikçiler, vibrafoncu Lionel H am pton (do­
King Oliver (1885-1938) New Orleans üslu­ ğumu 1913), saksofoncu Johnny Hodges
bunun ilk öncüleriydi. O dönem de kurulan (1906-70) ve Coleman Haw kins’di (1904-69).
topluluklar çoğunlukla piyanist Scott Joplin’ 1940’larda, dans etmek yerine yalnızca dinle­
in (1868-1917) bestelerinden oluşan ragtime’ mek üzere yeni bir caz türü geliştirildi.
lardan başka, blues ve m arşlar da çalıyorlar­ M odern caz hareketinin ilk öncülerinden olan
dı. Bebop ya da kısaca B o p , saksofoncu Charlie
Bu ilk topluluklar kendi aralarında doğaç­ Parker (1920-55) ve trom petçi Dizzy Gillespie
lama yapan bazı müzikçilerce oluşturulm uştu. (doğumu 1917) ile başladı. Bebop son derece
Caz tarihinin en büyük trom pet ustası Louis hızlı çalman ve gereksiz notalardan arındırıl­
A rm strong (1900-71) caz müziğinde solo mış m elodilerden oluşuyordu. Bebop sonrası
geleneğinin yerleşmesini sağladı. Klasik Ne w caz müziğinde yoğun bir arayış dönemine
O rleans üslubunun katı grup geleneğini kıran girildi. Trompetçi Miles Davis (doğumu
A rm strong, yetkin sololarıyla yeni renkler 1926), saksofoncu Stan Getz (doğumu 1927)
kattığı caz müziğini, uluslararası bir dile piyanist Thelonious M onk (1917-82) ye Dave
dönüştürdü. Piyanist Earl Hines (1905-83), Brubeck (doğumu 1920) öncülüğünde cool
saksofoncu Sidney Becfiet (1897-1959) ve ja zz üslubu gelişti. Cool ja z z ’da daha önceki
trom boncu Jack Teargarden (1905-64) caz Valerie Wilmer
müziğinin solo ustaları olarak ün kazandılar.
1920’lerde kornetçi Bix Biederbecke, klar­
netçi Benny Goodm an ve 1934-39 yılları
arasında caz müziğini A vrupa’ya tanıtan ilk
m üzikçilerden tenor saksofoncu Coleman
Hawkins caz tarihini etkileyen önemli sanat­
çılardı. 1920’lerin başında kurulan New
Orleans Rhythm Kings, King Oliver, Jelly
Roll M orton, piyanist Fletcher H enderson ve
Paul W hitem an’ın kurduğu büyük caz toplu­
lukları yazılı nota kullanmaya başladılar. Bu
topluluklar daha sonraları swing olarak bili­
nen üslubu geliştirdiler.
Swing’de belirli bir kompozisyon temel
alınarak, bölümler kontrpuanla birbirlerine
karşı çalınarak bir tür “müzikli sohbet” kuru­
ABD'li alto saksofoncu Ornette Coleman 1950'lerde
luyordu. Swing 1930’larda Benny Goodm an olağanüstü bir dörtlü yönetiyordu. Orkestrada
(1909-86), Count Basie (1904-84), Artie Shaw piyano yoktu, ama tenor saksofon, davul ve
(doğumu 1910) ve caz tarihinin en önemli kontrbas yer alıyordu.
müzikçilerinden Duke Ellington (1899-1974)
tarafından doruğa ulaştırıldı. Caz o dönemde coşkulu, hızlı ve sert tonlar, “soğuk” denebi­
dans salonlarının başlıca müziğiydi. Ne var ki, lecek ölçüde dingin ve ağır bir biçime dönüş­
cazın 1930’ların sonunda ticari yanı ağır tü. 1959-60 yıllarında alto saksofoncu O rnette
basan bir müziğe dönüştürülmesi swing dö­ Colem an (doğumu 1930) ve John Coltrane
neminin sonu oldu. Swing dönem inde bir (1926-67) arm oni, ölçü ve ton kurallarını
yandan büyük orkestralar yaygınlaşırken, öte reddederek, tümüyle kuralsız doğaçlamaya
CEBELİTARIK 139

dayalı free ja zz (özgür caz) akımını başlat­ başrolde Al Jolson’un (1886-1950) oynadığı
tılar. The Jazz Singer’’dır (“Caz Şarkıcısı”). Caz
1950-60 yılları arasında yoğunlaşan arayış şarkıcılarının çoğu kadındır. 1920-30 yılları
dönemindeki öbür gelişmeler M odern Caz arasında “blues kraliçesi” olarak ünlenen
D örtlüsü, Bili Evans (1929-80) ve Gil Bessie Smith (1898-1937) ses ve yorumuyla
Evans’ın (1912-88) katkılarıyla gerçekleşti. caz tarihinin unutulm az adları arasına girmiş­
1970’lerde caz müziği elektronik aletlere tir. 1930’larda ve 1940’larda sesinin olağanüs­
yönelmeye başladı. Aynı dönem de Chick tü anlatım gücüyle ünlenen Billie Holiday
Corea (doğumu 1941) synthesizer, akustik ve (1915-59) ve Sarah Vaughan (doğumu 1924)
elektrikli piyanoyla çaldığı parçalarda ola­ öbür önemli şarkıcılardır. Ella Fitzgerald
ğanüstü tekniğiyle ün kazandı. Piyanist Keith (doğumu 1918) sesinin az rastlanır yumuşaklı­
Jarret (doğumu 1945) caz müziğini senfonik ğı ve yetkin tekniğiyle dünya çapında ün
müziğe yaklaştıran doğaçlamalarıyla birçok kazanmıştır.
caz piyanisti üzerinde etkili oldu. Ülkemizde ise, 1953’te profesyonel olarak
Caz müzikçilerinin çoğunun A BD kökenli caz müziği çalmaya başlayan davulcu Erol
olmasına karşılık, caz müziği tüm dünyada Pekcan, ilk caz şarkıcısı Sevinç Tevs, besteci
yaygınlık kazanmıştır. Fransa’dan kemancı A rif M ardin caz müziğinin tanınmasını ve
Stephane Grappelli ve gitarist Django Rein- yaygınlık kazanmasını sağlayan öncülerdir.
hardt Avrupa ülkelerinin yetiştirdiği önemli
caz müzikçileri arasındadır. İngiltere’den Ken CEBELİTARIK, A kdeniz’in batı ucunda yer
Collier, Kenny Ball, Chris B arber, Monty alan bir İngiliz kolonisidir. A kdeniz’i Atlas
Sunshine ve John D ankw orth, İsveç’ten Jan Okyanusu’na bağlayan Cebelitarık Boğazı,
G arbarek önde gelen caz müzikçileridir. A vrupa’yı A frika’dan ayırır. En dar yeri 15
km olan boğazda yüzey akıntısı doğuya,
Caz Şarkıcıları A kdeniz’e doğrudur. Bir kireçtaşı dağı olan
Cazda müzik aletleri kadar insan sesi de Cebelitarık Kayalığı, İspanya’ya alçak ve
önemlidir. İlk sesli film 1927’de çekilen, kumlu bir kıstakla bağlı olan yarımadaya
adını verir. Yarım adanın 5 km uzunluğundaki
Topham güney bölümü koloniyi oluşturur ve Kuzey
Cephesi^olarak adlandırılır. Yarım ada kuzey-
güney doğrultusunda uzanarak Cebelitarık
Körfezi’nin doğu kıyısını oluşturur.
Cebelitarık Kayalığı Kuzey C ephe’den di­
key olarak 426 m etreye yükselir. Bu kayalık
güneyde basam ak basamak denize doğru ine­
rek iki küçük yayla oluşturur. Doğu yüzü
oldukça sarp olan kayalığın batısı deniz
düzeyinden 120 m etre yüksekliğe ulaşır; son­
ra, üzerinde Cebelitarık kentinin kurulduğu
hafif bir eğime dönüşür.
Cebelitarık’ta kışlar yumuşak, yazlar sıcak
ve neredeyse yağışsız geçer. Hiçbir ırmak ya
da su kaynağı yoktur. Yarım adanın doğusun­
daki yağmur suyu toplam a havzasında biriken
sular kayalığın içine oyulmuş olan büyük
depolara gönderilir. Sarnıç adı verilen bu
depolarda toplanan su arıtılarak içilir. Suyun
bir bölümü de deniz suyunun damıtılmasıyla
20. yüzyılın en büyük caz şarkıcılarından Ella elde edilir (bak. D a m it m a ).
Fitzgerald 1983'te Roma'da şarkı söylerken. Kayalıkta büyük ağaçlar yetişmez, ama
140 CEBİR

tanı Tarık bin Ziyad’ın adından gelir. A raplar


ile İspanyollar arasında uzun savaşlara sahne
olan Cebelitarık 1462’de İspanyollar’a geçti.
1704’te İspanya Veraset Savaşı sırasında İn­
giltere C ebelitarık’ı aldıktan sonra, 1713’teki
Utrecht Antlaşması ile İspanya buranın İngi-
lizler’e ait olduğunu kabul etti. Bununla
birlikte, İspanya sonraki 70 yıl boyunca Cebe-
litarık’a yeniden sahip olmaya çalıştı. 1779’da
Fransızlar’ın yardımıyla başlatılan başarısız
bir kuşatm a, 1783’te İngiliz egemenliğinin
onaylandığı bir antlaşma ile sona erdi.
Cebelitarık 1830’da resmen bir koloni oldu.
nssocıaıea rress
1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması burayı
İspanya'nın güney ucundaki Cebelitarık lim anının
Hindistan ve Uzakdoğu yolunun savunulma­
havadan görünüm ü. sında çok önemli bir konum a getirdi. Dünya
savaşları boyunca Cebelitarık oldukça işlek
500’den fazla çiçekli küçük bitki türü vardır. bir deniz üssü durumundaydı.
Bunlardan biri olan Cebelitarık Iberisi A vru­ II. Dünya Savaşı’ndan sonra İspanya Ce-
p a’nın başka hiçbir yerinde yetişmez. Kaya­ belitarık’ı geri almak için baskısını sürdürdü,
lık, A vrupa-A frika arasında göçen kuşlar için sınır boyunca mal ve araç geçişini engellem e­
bir konaklam a yeridir (bak. H a y v a n G ö ç ü ). ye başladı. 1985 Şubat’ında İspanya tüm
A vrupa’da bulunan tek yabanıl maymun türü sınırlamaları kaldırarak, Cebelitarık’ın siyasal
olan kuyruksuz ve afacan Berberi şebekleri, geleceğini görüşmeler yoluyla belirlemek ko­
kayalığın üst kesimlerinde yaşarlar. nusunda İngiltere ile anlaştı.
Cebelitarıklılar’ın pek azı İspanyol kökenli­ Cebelitarık’ın başlıca gelir kaynakları tu­
dir. Hem en hem en tümü Katolik olan halkın rizm ve ticarettir. G elir kaynaklarının en
büyük çoğunluğunun ataları İngiliz, İtalyan, önemlisi limanı ziyaret eden gemilere satılan
M altalı, Faslı ya da Portekizli’dir. Resmi dil yakıttan elde edilen gelirdir.
İngilizce’dir. Cebelitarık’ın nüfusu 30.000’dir
(1984). CEBİR, matematiğin en temel dalıdır; çünkü
Cebelitarık, içinde gemi onarım havuzları en basit aritm etik işlemlerden, en karmaşık
ve bir yat limanı olan büyük, yapay bir limana diferansiyel ve integral hesaplarına kadar
sahiptir. Eski savunma kaleleri, kayaya oyu­ matematiğin bütün öteki dallarında uygula­
larak yapılan ve II. Dünya Savaşı sırasında nan genel kuralların belirlenmesinde cebir
genişletilerek 16 kilometreye ulaşan bir tünel kullanılır (bak. MATEMATİK). Klasik cebir,
ağıyla birleştirilmiştir. Yeraltındaki bu tesis­ aritmetik yöntemleri simgelerle gösterilen de­
lerde bir hastane, elektrik üretim birimleri, ğişik niceliklere uygulayarak genelleştirir ve
atölyeler ve petrol depoları vardır. Kayalığın genişletir. Klasik cebrin yanı sıra, soyut m ate­
oyulması sırasında çıkan kayalar, Cebelitarık matiksel yapıları konu alan modern cebir
Körfezi içine doğru uzanan uçak pistinin vardır. Klasik cebrin aksiyomlarından farklı
yapımında kullanılmıştır. aksiyomları temel alan yeni cebir türleri de
Cebelitarık bir İngiliz kolonisidir, ama sa­ oluşturulabilir.
vunma dışındaki her konuda özerktir. İngilte­ Klasik cebir aritm etik yöntem lerden hare­
re ’nin atadığı vali yürütm enin başıdır. Tem ­ ket eder; onları genelleştirir ve genişletir.
silciler meclisi dört yılda bir seçilir. Başbakan Örneğin iki sayının çarpımının, çarpanların
ve bakanlar, temsilciler meclisinin çoğunluğu yerleri değiştiğinde aynı kaldığını hepimiz
içinden vali tarafından atanır. biliriz.
Arapça “Tank Dağı” anlamındaki Cebelita­
rık adı, İS 711’de burayı ele geçiren Arap komu­ 3x4=4x3
CEBİR 141

Sayılar yerine harf kullanarak da bu çarpımı çeşitli yollardan bulabiliriz; ama hangi yoldan
yazabiliriz. Sayılardan biri yerine a , öbürü olursa olsun bulunan sonuç
yerine de b kullanırsak:
n = 51
axb= bxa
olacaktır. Dem ek ki, 101 sayısı 51. tek sa­
olur. Bu eşitlik, “herhangi bir sayının başka yıdır.
herhangi bir sayı ile çarpımı, çarpanlar yer
değiştirdiği zaman da hep aynı sonucu verir” Formüller ve Denklemler
kuralının kısa yoldan yazılmasıdır. Aslında Yukarıdaki 2n—1 = 101 örneği basit bir denk­
bunu daha kısa, lemdir. Denklem iki niceliğin eşitliğini göste­
ren m atematiksel bir anlatımdır.
ab=ba
Formül adı verilen genel bir denklem de
olarak da yazabiliriz. bütün nicelikler yerine onları temsil eden
Sayılar yerine harf kullanıldığı zaman ge­ harfler kullanılır. Örneğin bir dikdörtgenin
nellikle çarpm a işareti kullanılmaz. Benzer alanını bulmak için uzunluğuyla (a) genişliği­
biçimde, 2 x c yerine 2c yazarız. nin (6), daha açık bir anlatımla uzunluğunda­
H arflerin sayıları temsil edecek biçimde ki birim sayısıyla genişliğindeki birim sayısı­
kullanılmasında belirli kurallar geliştirilmiş­ nın çarpıldığını biliriz. Bu, bir dikdörtgenin
tir. Tek, çift ve doğal sayıları aşağıdaki alanını (^4) bulmaya yarayan form üldür (bak.
biçimde sırayla yazalım. A la n v e H a c îm ) . Bu formül kısaca

Doğal sayılar 1 2 3 4 5 6 1 ... A= ab


Çift sayılar 2 4 6 8 10 12 14 ...
olarak yazılır.
Tek sayılar 1 3 5 7 9 11 13 ...
Bir dikdörtgenin bazı büyüklüklerini bilir­
Bu çizelgeye bakınca ilk olarak, her çift sek geri kalanlarını bulmak için bu formülü
sayının, kendi karşılığı olan doğal sayının iki kullanabiliriz. Bir örnek verelim: Eğer bir
katı; ikinci olarak da, her tek sayının, karşılığı dikdörtgenin alanının 42 cm2 ve uzunluğunun
olan çift sayıdan bir eksik olduğu görülür. 7 cm olduğunu biliyorsak bu değerleri form ül­
“Herhangi bir doğal sayı”yı temsil etm ek için deki yerlerine koyarak,
n harfini kullanırsak, çizelgede o doğal sayı­
42=7 b
nın karşılığı olan çift sayıyı, onun iki katı
olduğu için 2n biçiminde yazabiliriz. Bu denklemini yazabiliriz. Bu denklemi çözerek
çift sayıya karşılık olan tek sayı da, onun b"nin değeri bulunur. Buna benzer basit
bir eksiği olduğu için 2n—1 biçiminde yazıla­ örneklerde denklem kolayca çözülür. Am a
bilir. daha karmaşık başka denklem leri çözmek
Doğal, tek ve çift sayılar arasındaki ilişkiyi daha zor olabilir.
harf kullanarak bu biçimde tanımlamış olm a­ İkinci dereceden bir denklemi ele alalım:
mız, Ai’inci tek ya da çift sayıyı kolayca
*2+7;c=25.
bulabilmemizi sağlar. Örneğin, 25. tek sayıyı
bilmek istersek, n yerine 25 yazarak sonucu “a:2” , “x’in karesi” , başka bir deyişle “x ’in
kolayca buluruz. temsil ettiği sayının kendisiyle çarpım ı” de­
m ektir. Öyleyse denklemimizin anlamı şudur:
2n—l = (2 x 2 5 ) —1=49
“Belirli bir sayıyı kendisiyle çarpıp buna aynı
Soruyu tersinden de sorabiliriz. Örneğin, sayının 7 katını eklersek elde edeceğimiz
101 sayısı tek sayılar sıralamasında kaçıncı sonuç 25 oluyor; acaba bu sayı kaçtır?”
sırada yer alır? Bunu yanıtlam ak için ri’in Bu denklemi çözmenin birkaç yolu vardır.
hangi değerinin Önce x ’in değerinin ne olabileceğini tahmin
etm eye çalışalım; x ’in yerine 3 koyalım:
2#—1 = 101
eşitliğini sağladığını bulmaya çalışırız. Bunu 32+ (7 x 5 )= 3 0
142 CEBİR

Sonuç 25’ten büyük çıktı. Öyleyse 2’yi dene­


y = 2x
yelim:
ii
/ /
I..
22+ (7 x 2 ) = 18.
Bu kez sonuç 25’ten küçük çıktı. G örülüyor ki
2 ile 3 arasında bir sayıdır. Bu kez * yerine
d

o
W /
/
2.5 yazalım. z
/
2,52+ (7x2,5)= 23,75
sonuç 25’e oldukça yakın, ama hâlâ 25’in
/
0 1 s
-3 -

c\ı
I
altındadır. Bundan sonra deneyeceğimiz sayı
2.5 ile 3 arasında bir sayı olmalı. x yerine 2,6
yazarsak elde edeceğimiz sayı 24,96’dır. Bu l
25’e çok yakın.bir sayıdır. Öyleyse x aşağı
3
yukarı 2,6'ya eşittir.
Başka bir denklem türü iki bilinmeyenli
denklemdir. 2x+ y= 3 gibi iki bilinmeyenli bir
denklem de bilinmeyenlerden birinin alabile­
ceği her gerçek değer için öbür bilinmeye­
nin de bir gerçek değeri vardır. Bu İkili­ X
lerin oluşturduğu kümeye çözüm kümesi de­ i
I
nir. 8 ■ ■■
Başka bir denklem türü de denklem sistem­ l
/
leri’dır.
l

\
b
3x+ y= \
x -3 y = 7
\
D

gibi bir denklem sisteminde, iki bilinmeyenli A 1


iki ayrı denklemin birlikte çözümü gerekir.
Bu denklem sisteminin çözümü her iki denk­
\ 3
r "

lemin çözüm kümelerinin kesişimidir. /


Cebirde harfler yalnızca sayıları temsil et­
/
mez. M atem atikteki herhangi bir şey harflerle
gösterilebilir. Örneğin a \ e b iki vektör olsun: V / i- \
- 2 - 1
a+b=b+a l a n e ğri x
Y = X2 d e n k e m i r ıin ç Dzüm k ü m e s i o
e k s e n in in ü ş t ü r ı d e k b ö l ü m d e v e r £ lir. Ç ü n k ü y
eşitliği, toplam a işleminde, vektörlerin sırala­ yalnızca artı değerler alabilir.
rı değiştirildiğinde sonucun değişmeyeceğini
anlatır. Denklemlerde değişkenlerden birinin değeri değişince
öteki değişkenin değeri de değişir. Değişkenlerin
c=2a+b birbirine bağlı olarak aldıkları değerler grafik olarak
gösterilebilir.
ise, c vektörünün, a vektörünün iki katm a b
vektörünün eklenmesi sonucu elde edildiğini
gösterir. gerçekten çok ilgi çekicidir. Bunu açıklamak
için, farklı m atematiksel nesnelerle yapılan
Cebirsel Yapı belirli bir işlemin sonuçlarını gösteren bir
Cebrin, matematiğin öbür dallarına uygulanıp tablodan yararlanabiliriz. Örneğin, sayılar
farklı nesnelerin belirli durum larda tümüyle kendileriyle ve kendileri dışındaki öbür sayı­
aynı özellikleri gösterdiğini ortaya koyması larla çarpılarak bir tablo düzenlenebilir. Çar-
CEBİR 143

pim tablosu adı verilen bu tabloyu hepimiz Tabloya dikkat edersek ilginç bir sonuç
biliriz. Bu tablo şöyle başlar: görürüz. Elde ettiğimiz sonuçlar yalnızca
1,3,7 ve 9’dur. (Başka sayılar kullandığınızda
X 1 2 3 4
da aynı sonucu alacağınızı düşünüyorsanız, 1,
2, 3, 4 sayılarını kullanarak benzer bir tablo
1 1 2 3 4 düzenlemeyi deneyin.)
2 2 4 6 8
Bir başka örnek olarak, kare biçimindeki
3 3 6 9 12
bir masanın çevresinde dört kişinin oturduğu­
4 4 8 12 16
nu düşünelim. Harflerin cebirde her zaman
Bu tabloyu kullanarak, iki sayının, örneğin sayıları temsil etmediğini biliyoruz. Bu örnek­
3 ile 4’ün çarpımını bulabiliriz: 3’le başlayan te, söz konusu dört kişinin yer değiştirmeleri­
satırın, üzerinde 4 yazılı sütunla kesiştiği yere ni harflerle gösterelim ve harflere aşağıda be­
bakınca gördüğümüz 12 sayısı 3 ile 4’ün lirtilen anlamları verelim.
çarpımıdır. Bu tabloda çarpm aya ilişkin ilgi
çekici özellikler görülebilir. Örneğin, belirli a Herkes yerinde kalıyor,
bir sayının karesi olan 1, 4, 9, 16... gibi sayılar s H erkes bir sola kayıyor,
dışındaki bütün sayılar tabloda iki kez gözük­ t H erkes bir sağa kayıyor,
m ektedir. Bu, çarpm anın belirli bir özelliği­ k H erkes karşısındakiyle
yer değiştiriyor.
nin sonucudur. Konumuza,
Bu durum da st ne anlama gelir? Bu, s’yi
ab=ba
t ’nin izleyeceğini gösterir. Harflerin anlamını
yazarak başlamıştık. Bu eşitlik, iki sayının düşünürsek, herkes önce bir sola, sonra da bir
çarpımında, çarpanların yer değiştirmesinin sağa kayacak dem ektir. Bu durum da herkes
çarpımın sonucunu değiştirmeyeceğini anlatı­ başlangıçtaki yerine dönecek, demek ki aynı
yordu. Tabloda iki kez görülen aynı sayıdan yerde kalmış olacaktır. Öyleyse,
biri a x b 'yi öbürü b x a ’yı gösterir.
s t =a
Şimdi de değişik bir çarpm a yöntemini ele
alalım. Yapacağımız çarpm ada çıkacak sonu­ yazabiliriz. Bu örnekteki işlemin tablosunu
cun birler basamağında bulunan sayı dışında­ doldurm aya başlayalım.
ki bütün sayılarını atalım. Örneğin, 3 x 4 = 12
işleminde birler basamağındaki 2 sayısını alıp a s k t
kalanını atalım;
a
3x4=2 s a
k
olur. İşlemi aynı yöntem le sürdürürsek
t
3x7=1
7x9=3 Önce s satırında kalan boşlukları doldura­
3x9=7 lım. sa, herkes bir sola kayacak ve sonra aynı
yerde kalacak dem ektir. Bu ise, s’nin ifade
sonuçlarını elde ederiz. Sonra 1,3,7 ve 9 ettiği hareketle aynı sonucu verir. Sonraki
sayıları için, çarpım tablosuna benzer bir boşluğa geçelim: ss, herkes bir sola, sonra ye­
tablo düzenleyelim: niden bir sola kayacak demektir. Bu ise, her­
kesin karşısındakiyle yer değiştirmesiyle aynı
X 1 3 9 7 şeydir. Öyleyse ss’nin sonucu k ’nin aynıdır.
Gelelim sk’ye. Bu da, herkes bir sola kayacak
1 1 3 9 7 ve sonra karşısındakiyle yer değiştirecek de­
3 3 9 7 1 m ektir. Bundan çıkacak sonuç ise t’nin, yani
9 9 7 1 3 herkesin bir sağa kaymasının aynı olur. Elde
7 7 1 3 9 ettiğimiz sonuçları tabloya işleyelim:
144 CEBİR

a s k biçiminde özetleriz. Bu eşitlik, “bir sola kay­


mak ve sonra bir sağa kaymak aynı yerde kal­
maya eşdeğerdir” anlamını taşır, k kendi ken­
s k t dini etkisizleştirir; çünkü,
kk=a
dır. a da böyledir; çünkü,
Aynı biçimde öbür boşlukları da doldurun­
ca, tamamlanmış tablo şu görünüm ü ala­ aa=a
caktır:
a s k t olur.
Bu üç özellik, m atematikçilerin grup adını
a a s k t verdiği bir yapının belirgin özellikleridir. Şim­
s s k t a di, grup olmayan bir şeyin bu üç nokta çerçe­
k k t a s vesinde nasıl bir grup haline dönüştürülebile­
Tablo 2 1 t a s k ceğini görelim.
Yeniden doğal sayıları ele alalım ve bir top­
Şiyadi konunun ilgi çekici bölümüne geliyo­ lama tablosu düzenlemek için onları birbiriyle
ruz. Eğer, tablodaki her harfin yerine aşağı­ toplayalım:
daki gibi bir sayı koyarsak; + 1 2 3 4

a —> 1 2 3 4 5
s —> 3 3 4 5 6
k -> 9 4 5 6 7
t-+ 7 5 6 7 8
O zaman bu tablo, daha önce görmüş oldu­ Bu tablo sonsuza dek uzayabilir; çünkü,
ğumuz Tablo l ’e dönüşür. Bu iki tabloyu doğal sayılar sonsuza gider. Hepsini sınaya-
oluşturan iki işlem arasında gerçek hiçbir iliş­ masak bile, iki doğal sayıyı topladığımızda ge­
ki yoktur, ama bu iki sonuç kümesi tümüyle ne bir doğal sayıya ulaşacağımız açık bir ger­
aynı özellikleri gösterir. Bu durum da, bunlar çektir. Öyleyse tablo aradığımız birinci özelli­
aynı cebirsel yapıya sahiptir denir. ği taşıyor.
Bu yapıyla ilgili olarak üç önemli özelliği Bu toplam a tablosunda acaba ikinci özellik
belirtebiliriz: var mı? Bu tabloda, ötekilere eklendiğinde
(1) Tablodaki her öğe başlangıçta ele alman etkisi olmayan hiçbir doğal sayı yoktur. Ama
nesnelerden biridir. Örneğin Tablo l ’de, işle­ tablomuza sıfırı katarsak,
me 1,3,7 ve 9’la başladık ve tabloda bunlar
dışında hiçbir şey elde etmedik. 0 1 2 3 4
+ I
(2) Ötekilerle birleştiğinde onları etkilem e­
yen bir sayı ya da harf her zaman vardır. Buna 0 0 1 2 3 4
etkisiz öğe denir. Tablo l ’de, l ’in bu nitelikte 1 1 2 3 4 5
bir sayı olduğu açıkça görülüyor. 1 sayısı bil­
tablo ikinci özelliği de kazanır. Herhangi bir
diğimiz basit aritm etikteki çarpma işleminde
doğal sayıyı rı ile gösterirsek, rı+0=n olur.
de böyledir; l ’le çarpm ak hiçbir şeyi değiştir­
Üçüncü özellikte durum biraz daha karm a­
mez. Tablo 2’de ise etkisiz öğe a ’dır.
şıktır. Bir doğal sayıyı, örneğin 5’i ele alalım.
(3) H er sayı ya da harf için, onun etkisini
Tabloda, 5’in eklenmesinin etkisini ortadan
ortadan kaldıran, onun yaptığını tersine çevi­
kaldıracak başka bir doğal sayı yoktur. O ne­
ren bir öğe vardır. Örneğin Tablo 2’de, s (sola
denle,
kayma) t ’nin (sağa kayma) etkisini ortadan
kaldırır. Bunu *+5=0
st= a denklemini de çözemeyiz.
CELALİ AYAKLANMALARI 145

Yeni bir tür sayı tanım layarak bu güçlüğü Osmanlı D evleti’nin bu ticaretten elde ettiği
giderebiliriz: gelir azaldı. Kanuni Sultan Süleyman döne­
-5 + 5 = 0 . minde (1520-66) başlayan ekonomik gerileme
devlet gelirlerinin azalmasına, paranın değer
Bu denklem de kullandığımız yeni sayı “eksi yitirmesine, büyük bir işsiz kitlesinin ortaya
beş”tir. Böylece 5’e eklediğimiz zaman 0 elde çıkmasına yol açtı. Güçlenen Avrupa devlet­
edeceğimiz sayı —5 olur. leri karşısında fetihlerin durması devletin
H er doğal sayıya karşılık olan bir “eksi” sa­ savaş ganimetlerinin azalmasına ve savaş gi­
yı vardır. Hepsinin birlikte oluşturduğu kü­ derlerinin artm asına neden oluyordu. Devlet,
meye tamsayılar kümesi denir: gelirini çoğaltmak için vergileri artırdı. A rtan
vergileri ödeyemeyen köylüler işledikleri top­
- 5 ,- 4 ,- 3 ,- 2 ,- 1 ,0 ,1 ,2 ,3 ,4 ,5 , ...
rakları bırakm aya başladılar. Devlet paraya
Cebrin çok ilgi çekici birçok başka uğraş olan gereksinmesini giderm ek için vergi gelir­
alanı vardır. M atematiğin teorem adı verilen lerinin toplanması işini mültezim denilen kişi­
bazı genel yasalarını kanıtlam akta da cebir lere vermeye başladı. M ültezimler kanunun
kullanılır. emrettiğinden daha çok vergi toplamaya giri­
şince köylüler topraklarını terk ettiler. Topra­
CEHENNEM bak. C e n n e t v e C ehennem . ğını bırakıp işsiz kalan köylülere levent denil­
di. Leventler iş bulmak için kasaba ve köylere
CELALİ AYAKLANMALARI 16. ve 17. yüz­ akın ettiler. Geçim yolu bulam ayanlar ise
yıllarda, A nadolu’da toplumsal ve ekonomik eşkıyalığa başladılar.
yapının bozulmasından kaynaklanan ayaklan­ Köylülerin yoksullaşması daha önceden
malardır. köylü çocuklarının m edreselere dolmasına yol
Celali adı, 1519’da Yavuz Sultan Selim açmıştı. M edrese eğitimi sonunda iş bulmaları
dönem inde devlete başkaldıran Bozoklu güçleşen öğrenciler (suhte) de geçimlerini
(Yozgat) Şeyh Celal’in adından kaynaklan­ sağlamak için silahlanıp köyleri basıyorlardı.
mıştır. Dinsel görünümlü olan Şeyh Celal Osmanlı toprak düzeninin bozulması nede­
Ayaklanması önce Tokat yöresindeki Alevi- niyle Osmanlı eyalet ordusu, tımarlı sipahiler
Türkm en halk arasında başladı. Devletin yerine eyalet yöneticileri, beylerbeyi ve san-
vergi toplayan m em urlarının artan yolsuzluk­ cakbeylerinin hizmetinde çalışan ücretli as­
larına karşı doğan hoşnutsuzluk kısa sürede kerler olan sekbanlardan oluşturulm aya baş­
binlerce çiftçinin bu ayaklanmaya katılmasına lanmıştı. Savaş sırasında düzenli aylık alan
yol açtı. Köylerden kasaba ve kentlere yayı­ sekbanlar barış zamanında aylıksız kalınca
lan ayaklanma kanlı bir biçimde bastırıldı. eşkıyalığa başlıyorlardı.
Şeyh Celal Anadolu halkı arasında büyük ün A nadolu’da ilk büyük Celali hareketleri
kazandı. Bundan sonra A nadolu’da çıkan m edrese öğrencilerinin yani suhtelerin toplu
ayaklanm alara Celali Ayaklanması, ayaklan­ olarak yol kesip, köy basıp eşkıyalık yapm ala­
macılara da Celali dendi. Celali sözcüğü rıyla başladı. M edrese bitirm elerine karşın iş
zamanla bir Osmanlı tarih terimi niteliği bulamayan öğrenciler Bursa, Bolu ve Samsun
kazandı. En büyük Celali Ayaklanm aları 16. yörelerinde büyük ayaklanmalar başlattılar.
yüzyıl sonlarıyla 17. yüzyıl başlarında ortaya D aha sonra levent ve sekban ayaklanmaları
çıktı. yaygınlaştı. Bu arada Osmanlı D evleti’nin
yerel yöneticileri leventleri çevrelerinde top­
Celali Ayaklanmaları'nın Nedenleri layarak halktan yolsuz olarak vergi toplamaya
16. yüzyıl ortalarında Osmanlı D evleti’nde ve zulmetmeye başladılar. III. M urad
başlayan ekonomik ve toplum sal bunalım (1574-95), III M ehmed (1595-1603) ve I.
ayaklanmaların temel nedenidir. Büyük coğ­ A hm ed (1603-17) çıkardıkları adalet ferm an­
rafi keşifler sonucunda A nadolu ve Akdeniz ları ile köylünün soyguncu, yönetici ve me­
üzerinden geçen uluslararası ticaret yolları m urlara karşı silahla m ücadele etm elerini
eski önemini yitirdi. Buna bağlı olarak da istedi.
146 CELLINI

Anadolu'daki Önemli Celali Ayaklanmaları yol açan ayaklanm alar bastırıldı. 1622’de E r­
ve Önderleri zurum Valisi Abaza M ehmed Paşa yeni bir
İlk tanınmış Celali önderi Bolu ve Gerede ayaklanma başlattı. Bu ayaklanma yedi-sekiz
yöresinde 1581’de ortaya çıkan Köroğlu R u­ yıl sürdü ve güçlükle bastırılabildi.
şen’di. Önceleri bir yiğitbaşı olan Köroğlu Sultan Deli İbrahim dönem inde (1640-48)
Ruşen’in yaşamı ve yaptıkları halk arasında Sivas Valisi V ardar Ali Paşa ve İsparta
derin izler bırakmış, adına türküler yakılmış, yöresinde Kara Haydaroğlu ve Katırcıoğlu
destanlar söylenmiştir. Köroğlu destanı soy­ ayaklanmaları görüldü. Baş edilemeyen Ka-
guncu devlet yöneticilerine, beylere başkaldı- tırcıoğlu devlet görevi aldı ve Karaman Bey­
ran Celali önderi R uşen’in serüvenlerinden lerbeyliği’ne kadar yükseldi.
doğm uştur (bak. K Ö R O Ğ L U ). Köprülü M ehmed Paşa’nın sadrazamlığı
1598’e kadar yöresel hareketler biçiminde zamanında 1658’de ayaklanan Abaza Haşan
görülen Celali Ayaklanm aları Sivas ve M araş Paşa’ya da devlet görevi verildi. A nadolu’da
bölgesinde ortaya çıkan Karayazıcı A yaklan­ 17. yüzyıl ortalarından sonra görülen yerel
ması ile nitelik değiştirdi. Sekban bölükbaşısı Celali toplulukları da II. Viyana K uşatm asın­
olan Karayazıcı’ya, dirlikleri ellerinden alman dan sonra Avusturya ve m üttefiklerine karşı
sipahiler, çiftbozan köylüler, işsiz kalan sek­ sürdürülen savaşlarda askere gereksinim ol­
banlar, yönetim den hoşnut olmayan beyler, duğundan ordu hizmetine alındılar.
paşalar katıldılar. Önceki Celali toplulukları­
na göre çok kalabalık olan Karayazıcı ve Celali Ayaklanmalarının Sonuçları
yandaşları köylerle yetinmeyip, kasaba ve Osmanlı toprak düzeninde başlayan değişim
kentlere de saldırıp halkı soydular. Karayazıcı bu ayaklanmalar sonunda hızlanmıştır. Ağır
üzerine gelen Osmanlı ordusu karşısında T o­ vergileri ödeyemez durum a gelen ve “büyük
k at’a çekildi ve 1601’de Canik’te (Samsun) kaçgunluk”ta canını kurtarm ak için köylerini
öldü. Karayazıcı’nın ölüm ünden sonra ayak­ terk eden çiftçilerin toprakları mültezimlerin,
lanma kardeşi Deli H asan’ın önderliğinde yerel devlet yöneticilerinin eline geçti. Bu
gelişti. O rta A nadolu’ya egemen olan Deli dönem de vergilerini ödem ek için yüksek faiz­
H aşan üzerine gönderilen Osmanlı ordusunu le borçlanan köylüler de topraklarını işleme
K ütahya’da kuşattı ve güç durum a düşürdü. hakkını tefecilere devretm ek zorunda kaldı­
Devlet bu Celali önderinden ancak onu paşa lar. Osmanlı toprak düzeninin belkemiğini
yapıp Bosna Beylerbeyliği’ne atayarak kurtu- oluşturan tım arlı sipahilik önemini yitirdi.
labildi. Am a Celali A yaklanm alarının insan Ayaklanmaların yol açtığı güvensizlik ortamı
kaynağını oluşturan işsiz kitleler devletin bo­ kırsal bölgelerde yaşayan halkın kentlere göç
zulan düzeni yüzünden ortada kaldıklarından etm esine ya da yollardan uzak, ulaşılması güç
kargaşa dinmedi. Büyük Celali önderlerine yerlerde yeni köyler kurmasına yol açtı.
devlet görevleri verilerek ayaklanmaları ön­ Tarımsal üretim düştü, kıtlık ortaya çıktı.
leme siyaseti olayları alevlendirdi. 1603-07 Tarım ürünlerinin fiyatları yükseldi. Yüzbin-
arasında Celali Ayaklanmaları A nadolu’yu tü­ lerce insan canını, malını yitirdi. Birçok kent,
müyle kapladı. Bu dönemin en büyük Celali kasaba ve köy yıkıma uğradı.
önderleri Tavil A hm ed, Canbulatoğlu ve Ka-
lenderoğlu’dur. Bu yıllar A nadolu’da devlet CELLINI, Benvenuto (1500-1571). Kuyum­
otoritesinin ortadan kalktığı, köylülerin can­ cu olarak yetişen İtalyan Benvenuto Cellinî
larını kurtarm ak için ıssız yerlere, dağlara daha sonra heykelciliğe yöneldi. 1562’de kale­
çekildikleri “büyük kaçgunluk” denilen yıl­ me aldığı ve ilk kez 1728’de yayımlanan
lardır. özyaşamöyküsü yalnızca Rönesans dönem in­
1606’da Avusturya seferi bitince sadrazam de yaşamış büyük bir sanatçının yaptıklarıyla
Kuyucu M urad Paşa Celali A yaklanm alarını sınırlı değildir. Bu, insanların zayıf ve gülünç
bastırm ak üzere büyük bir orduyla A nadolu’ yanlarını göstermesini bilen, dönemin ahlak
ya geçti. 1610’a kadar yapılan savaşlarda pek anlayışını ve görgü kurallarını eleştiren bir
çok Celali öldürüldü ve “büyük kaçgunluğa” yapıttır. Cellini yer yer kendini övm ekten
CELLINI 147

Cellini'nin en önemli
yapıtlarından çoğu
kaybolmuştur. Resimde
önden ve arkadan
görülen, elinde
Medusa'nın başını tutan
Perseus heykeli 1554'te
tamamlandı. Yapımı
dokuz yıl süren bu yapıt,
Cellini'nin
özyaşamöyküsünde
ayrıntıyla anlattığı döküm
tekniklerinden
yararlanılarak
gerçekleştirilmiştir.

kaçınmaz ama anlatımı dürüsttür. Kitap. ğu yeğledi ve 15 yaşındayken bir ustanın


Goethe tarafından A lm anca’ya çevrilmiş, da­ yanında çalışmaya başladı. Bir yıl geçmeden
ha sönra Berlioz’un Benvenuto Cellini opera­ sokaklarda kavga çıkardığı için Floransa’dan
sına kaynaklık etmiştir. Cellini’nin altın ve kovulunca, Siena’ya giderek başka bir ku­
tunçtan döktüğü heykellerin çoğu kaybolmuş, yumcunun yanma girdi. Birkaç yıl sonra
değerli m adenlerden yaptığı pek çok işi de Floransa’ya dönmesine izin verildi. Cellini
sonradan eritilmiştir. Buna karşılık kitabı, Papa VII. Clemens’in koruması altına girdi.
kendi dönemini en iyi anlatan bir yapıt olarak Zam an zaman Floransa ve V enedik’e geziler
günümüze kadar gelmiştir. yaptı. 1523’te Floransa’da başka bir kavgaya
Cellini Floransalı bir müzisyen ve mimarın karışan Cellini’nin idamına karar verildi.
üçüncü oğludur. Babası oğlunun flüt çalmayı Rom a’ya kaçmayı başaran Cellini 1527’de
öğrenmesini istediyse de Cellini kuyumculu­ R om a’yı yağmalayan İspanyollar’a karşı kenti
148 CELSIUS

savunanlar arasında yer aldı ve papa tarafın­ Santigrat olarak da adlandırılan bu ölçek
dan ödüllendirildi. 1529’da kardeşinin katilini dünyanın her yanında, özellikle bilimsel öl­
öldürdüğü için R om a’dan kovuldu. Bundan çümlerde kullanılır. Daha önce kullanılan
sonraki 10 yılı İtalya’nın çeşitli yörelerine sıcaklık ölçeğini Danzigli (günümüzde Polon­
gezilerle geçti. Kavgalar ve çekişmeler de ya­ ya’daki G dansk) bir Alman fizikçi olan
şamından eksik olmadı. Daniel Fahrenheit (1686-1736) 1714’te geliş­
Cellini 1540’tan 1545’e kadar Fransa Kralı tirmişti. Çalışmalarını daha çok H ollanda’da
I. François’nm koruyuculuğu altında çalıştı ve yürüten Fahrenheit’ın adıyla anılan bu ölçek
altından döktüğü en yetkin yapıtlarından ba­ suyun donm a noktasını 32°F, kaynama nokta­
zılarını o dönem de gerçekleştirdi. Bunlar sını da 212°F olarak gösterir.
arasında, I. François için yaptığı mine ve altın Celsius 1742’de farklı bir sıcaklık ölçeği
kaplam a tuzluk da vardır. Rönesans kuyum­ geliştirdi. Sıcaklık ölçümüne temel olarak,
culuk sanatının özgün bir örneği olan bu suyun sıvı halde bulunduğu sıcaklık aralığını
tuzluk Viyana’daki Sanat M üzesi’ndedir. aldı ve bu aralığı, Fahrenheit’ın yaptığı gibi
Cellini’nin bu sırada yaptığı büyük heykeller­ 180 değil 100 eşit parçaya (dereceye) ayırdı.
den biri de Fontainebleau’daki sarayın girişi Aslında Celsius, buzun erime noktasını 100,
için hazırladığı Fontainebleau Perisi adlı tunç­ suyun kaynama noktasını 0 olarak kabul
tan yapıttır ve Paris’teki Louvre M üzesi’nde etmişti. Daha sonra 0 ile 100 yer değiştirdi.
sergilenm ektedir. Cellini daha sonra Paris’in
önde gelen kişileriyle çatıştı ve Floransa’ya
geri döndü. Heykeltıraşlıktaki ünü azalmaya
başlayınca yazmaya yöneldi. Özyaşamöykü­
sünün yanı sıra, kendisi ve sanatına ilişkin bir
başka ilginç biîgi kaynağı olan Due Trattati
deirOreficeria e della Scultura’yı (1565;
“Kuyumculuk ve Heykel Üzerine İki D ene­
m e”) yazdı.
Cellini’nin günümüze kalan başlıca heykeli
bugün I;loransa’da bulunan, elinde M edusa’
mn başını tutan tunçtan Perseus\\ıx. Bu hey­
kel gösterişli ve işçilik bakım ından kusursuz­
dur. New Y ork’taki M etropolitan Sanat M ü­
zesi’nde bulunan iki zarif kupayı da Cellini’
nin yaptığı sanılmaktadır.

CELSIUS, Anders (1701-1744). U ppsala’da


doğan ve çalışmalarını, bu kentte gerçekleşti­
ren İsveçli fizikçi ve astronom A nders Celsius
1730’da Uppsala Ü niversitesinde astronomi
profesörü oldu. Yapımı 1740’ta tam amlanan
Uppsala Gözlemevi’ni kurarak yaşamının son
dört yılında orada çalıştı. Biri D ünya’nın
G üneş’e üzaklığımn hesaplanm asına yarayan
yeni bir yöntem e, öbürü D ünya’nm biçimini
saptam aya yönelik gözlemlere ilişkin iki as­
tronom i kitabı yazdı. P ü n y a ’nm kutuplarda
hafifçe basık olduğunu gözlem yoluyla bulan
ilk bilim adamlarından biri oldu.
Günümüzde termometrelerde, Anders Celsius ve
Celsius günümüzde kendi adını taşıyan Daniel Fahrenheit'ın geliştirdikleri sıcaklık ölçekleri
sıcaklık ölçeğinin bulucusu olarak tanınır. kullanılır.
CEM 149

Başlangıçta bu ölçeğe, “yüz adım ” anlam ın­


daki Latince cerıtum gradus'tan gelen santi­
grat ölçeği denmişti. Am a 1948’de toplanan
uluslararası konferansta, bilim adamları Fah-
renheit ölçeğinde olduğu gibi bu ölçeğe de
bulucusunun adını verdiler. Günüm üzde bu
ölçek Celsius sıcaklık ölçeği olarak adlandırı­
lır. Ölçeğin bölümlerine Celsius derecesi de­
nir ve °C olarak yazılır.
Bilim adamları Celsius ölçeğinin Fahren-
heit ölçeğinden daha uygun olduğunu saptadı­
lar ve bu ölçek 0°C’den küçük ve 100°C’den
büyük sıcaklıkları da gösterecek biçimde ge­
nişletildi. Günüm üzde Fahrenheit ölçeği
A B D ’de ve K anada’da bilimsel olmayan sıra­
dan ölçüm lerde, Celsius ölçeği ise dünyanın Turgut Çeviker Arşivi

öteki ülkelerinde yaygın olarak kullanılm ak­ Feyhaman Duran'ın fırçasından Cemil Cem (1882-
1950).
tadır.
Celsius ölçeğiyle verilmiş bir sıcaklığı Fah­
renheit ölçeğine dönüştürm ek için, Celsius larla birlikte II. A bdülham id’in koyduğu kari­
derecesini 9’la çarpıp, 5’e bölmek ve 32 katür yasağı da kalkmıştı. Cem , 1908’de ya­
eklem ek gerekir. Fahrenheit derecesini Cel­ yımlanmaya başlayan ve Türkiye’nin ilk önem­
sius derecesine çevirmek içinse, Fahrenheit li mizah dergilerinden biri olan Kalem'e Av­
derecesinden 32 çıkarılır, sonuç 5’le çarpılıp rupa’dan karikatürler göndermeye başladı.
9’a bölünür. C em ’in çizdikleri o zamana kadar çizilenler-
den farklıydı. Karikatürleri yalnızca çizgiye
CEM, Cemil (1882-1950). Çağdaş Türk kari­ dayanmıyor altyazıya da önem veriyordu. Bu
katür sanatının ilk ustası sayılan Cemil Cem arada Türkiye’ye geldi ve tekrar görev alarak
İstanbul’da doğdu. Daha küçük yaşlardayken A vrupa’ya gitti. Cem ülkesindeki güncel
yapmaya başladığı resimler aile ve yakın siyasal gelişmeleri A vrupa’dan izleyemediğini
çevresindeki sanattan anlayan kişilerin dikka­ düşünerek 1910’da görevini bırakıp İstanbul’a
tini çekiyor, beğeniliyordu. O rtaöğrenim i­ döndü. Aynı yıl ünlü mizah dergisi Cem'i
ni İstanbul’da tam am ladıktan sonra gene çıkarmaya başladı. A rtık tek uğraşı karikatür
aynı kentte hukuk öğrenimi görmeye başla­ olmuştu. Derginin ilk sayısında “Biriki Söz”
dı. Bu sırada mem ur olarak hariciye başlığı altında yazdığı önsözde, karikatürün
nezaretine (dışişleri bakanlığı) girdi. 1903’te hem söz sanatı olarak edebiyata, hem de
yükseköğrenimini tamamlayınca kendisine çizgiye dayandığını; ince bir alay taşımadan
yurtdışında görev verilerek Fransa’ya gönde­ ve becerili bir çizgi sergilemeden karikatür
rildi. Görevini Fransa’nın çeşitli kentlerinde, olamayacağını vurguluyordu. G erçekten de,
daha sonra Paris’te sürdürdü. Bu arada Paris’ özellikle portre karikatürlerinde sanatının do­
te siyasal bilimler öğrenimi gördü. Resimle ruğuna ulaşıyordu. Devlet adamlarının portre
birlikte karikatürle de ilgilenen Cem karika­ karikatürlerinde kişiliklerinin ve dış görünüş­
türün bir sanat olduğunu Paris’te anladı. lerinin en belirgin yanlarını ustaca yansıtıyor­
Fransız karikatürcülerinin etkisiyle başladığı du. II. Balkan Savaşı sırasında cepheden ye­
karikatürleri ilgi gördü ve mizah dergilerinde nilgi haberi gelmeye başlayınca Cem 1912’de
yayımlandı. Am a bu dönem de, dostları ve dergiyi kapattı ve A vrupa’ya gitti. Kur­
kendisi için çizen bir karikatür sanatçısı ola­ tuluş Savaşı’nm başladığı yıllarda A vrupa’
rak kaldı. Bu arada Osmanlı D evleti’nde daydı. Savaş sürerken yurda döndü ve İs­
siyasal değişmeler oluyordu. 1908’de II. Meş­ tanbul Sanayi-i Nefise M ektebi’nde (bugün
rutiyet ilan edilmiş ve basın üzerindeki baskı­ Mimar Sinan Üniversitesi) m üdürlük yaptı.
150 CEMAL NADİR

1927’de dergisi Cerrii yeniden yayımlamaya


başladı. Vergilerin ağır olmasını eleştiren bir
karikatürü nedeniyle yargılanıp bir yıllık ha­
pis cezasına çarptırıldıysa da temyiz m ahke­
mesi Cem ’i akladı. Am a o dönemin bakanla­
rından Recep Peker’i konu alan bir karikatü­
rü nedeniyle dergisi 1928’de kapatıldı ve
karikatür yayımlaması yasaklandı. Bir süre
İstanbul Belediye Şehir Meclisi üyeliği yaptık­
tan sonra evine çekilen Cem zamanını resim
yapmaya ayırdı.
Cem karikatürlerinde genellikle Türkiye’
nin siyasal yaşamını konu alır. II. Abdülha-
mid’in baskıcı yönetimi, İttihat ve Terakki
döneminin yolsuzlukları ve içinde değişik
görüşte kişileri barındıran m uhalefetteki H ür­
riyet ve İtilaf Fırkası’nın tutum u, sözünü
sakınmayan sanatçının eleştirilerinden kurtu­
lamamıştır. Çizgilerindeki gerçekçilik ve ince
mizah anlayışı daha sonra birçok karikatür sa­
natçısını etkilemiştir. Cem’in 1909’da yayımla­
dığı adsız bir karikatür albümü vardır. Anadolu Yayıncılık Arşivi
Ayrıca Cem ’le ilgili, karikatürlerini de içeren
bazı inceleme ve araştırm a kitapları yayımlan­ Cemai Nadir ve yarattığı ünlü Amcabey tipi.
mıştır.
çisinin yanında çıraklık yaptı. İş dönüşü eve
CEMAL NADİR (1902-1947). Çocuklar için yorgun gelmesine karşın geceleri büyük bir
çizdiği “Dede ile T orun” tipiyle çocuklar tutkuyla resim yapıyor, bundan mutlulük
kadar yetişkinleri de güldüren ünlü Türk duyuyordu. A m a, aşırı yorgunluk ve bakım ­
karikatürcüsü Cemal N adir’in soyadının “G ü­ sızlık sağlığını bozmuştu. Bunun üzerine işin­
ler” olması ilginçtir. “N adir” sözcüğünün “az; den ayrılarak bir tabela atölyesi açtı ve tabela
ender” anlamına geldiğini düşünürsek, kari­ ressamlığına başladı. Bu arada ilkokullarda
katürleriyle herkesi güldüren Cemal N adir’in ücretli olarak resim öğretmenliği yapıyordu.
kendisini, bir kelime oyunuyla “az güler” diye İstanbul’da yayımlanan mizah dergilerine
nitelediği sanılabilir. Oysa Cemal N adir, fo­ gönderdiği karikatürlerin ilki 1920’de Diken
toğraflarından da anlaşıldığı kadarıyla gözle­ dergisinde yayımlandı. Bir süre İstanbul’da
rinin içi bile gülen bir insandı. çalışmayı denedi. Geçimini sağlayamayınca
Cemal Nadir aynı zam anda hattat (eski yazı tekrar Bursa’ya döndü. 1928’de A kşam gaze­
sanatçısı) olan küçük bir m em urun çocuğuy­ tesinden Cemal N adir’e, gazeteye her gün
du. İlkokulu doğduğu yer olan Bursa’da karikatür çizmesi önerilince tekrar İstanbul’a
okudu. O rtaokulu Bilecik’te bitirdikten sonra gitti ve uzun yıllar sürdüreceği günlük gazete
girdiği sınavda A lm anya’da mühendislik eğiti­ karikatürcülüğüne başlamış oldu. Günlük ka­
mi yapma hakkını kazanmıştı. A m a, babasın­ rikatürlerin yanı sıra, yarattığı “A m cabey” ,
dan da etkilenerek küçüklüğünden beri yazı “D alkavuk” , “Salom on” , “Yeni Zengin” ,
sanatıyla da uğraşan ve ressam olmak isteyen “İyimser ve K ötüm ser” gibi tipler çok sevil­
Cemal Nadir İstanbul Sanayi-i Nefise M ekte­ miş, ilgiyle izlenir olmuştu. Günlük gazete
b in in (bugün M imar Sinan Üniversitesi) sına­ karikatürlerini II. Dünya Savaşı yıllarında
vına girdiyse de kazanamadı. D ar gelirli Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü. 1941’de
ailesinin geçim yükünü hafifletmek için önce Vedat Günyol ile birlikte yayımladığı A rk a ­
bir kasnakçıda, daha sonra bir m akine tamir- daş adlı çocuk dergisinde çocuklara yönelik
CEMAL PAŞA 151

karikatürler çizdi. Bunlardan “D ede ile T o­ tenkelenin ağzında kurbağa, kurbağanınkin-


run” adlı karikatürlerinde kuşaklar arası çeliş­ de örüm cek, örümceğinkinde karasinek çize­
kiyi sergiliyordu. Haftalık ve aylık dergilerde rek güçlünün güçsüzü egemenliği altına alm a­
yayımlanan karikatürlerinin yanı sıra 1942-44 sını çarpıcı biçimde gösterdi.
arasında Am cabey adlı ünlü mizah dergisini Günlük gazete karikatürcülüğünü başlatan,
çıkardı. Çok yönlü bir sanatçı olan Cemal karikatürcüler üzerinde derin bir etkisi olan
Nadir birçok radyo skeci ve Yüzkarası (1949) Cemal N adir’in karikatürleri A m cabey’e Göre
adlı bir oyun da yazdı ve bu oyun sahnelendi. (1932), Karikatür A lbüm ü (1933), Karikatür
Çocukluğundan beri tutkuyla sürdürdüğü re­ A lbüm ü (1939), A k ’la Kara (1940), D alkavuk
sim çalışmalarına hiç ara vermedi. Öldüğü Karikatür A lbüm ü (1943), Seçme Karikatürler
zaman “Mizahın M atem i” diye yazılar yazıl­ A lbüm ü (1944), Harp Zenginleri Karikatür
mış, halk tarafından çok sevilen sanatçının A lbüm ü (1945), Siyasi Karikatürler A lbüm ü
cenazesine büyük bir kalabalık katılmıştı. (1946) ve Am cabey A lbüm ü (1946) gibi al­
Cemal N adir’in çizdiği Amcabey, tombul bümlerde derlenmiştir.
yanaklı, şişman, melon şapkalı, gülünce ya­
nakları şişen, burnunun üstünde kelebek göz­ CEMAL PAŞA (1872-1922). Asıl adı Ahm ed
lüğüyle çok şirin ve zeki bir tiptir. Amcabey, Cemal olan Cemal Paşa, Osmanlı D evleti’nin
sözünü sakınm adan söyleyen çağdaş bir Nas- son dönemlerinde siyasal yaşama damgasını
reddin Hoca gibidir. Toplumdaki bozuklukla­ vuran İttihat ve Terakki Cem iyeti’nin önder-
rı, gülünç durum ları, ikiyüzlü, çıkarcı tipleri lerindendir. 1908’de II. M eşrutiyet’in ilanın­
alaya alır. Cemal Nadir dalkavukluk yaparak dan I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1918’e
çıkarını kollayan kişiliksiz insanları “D alka­ kadar askeri ve devlet yönetimiyle ilgili
vuk” , sonradan görme zenginleri “Yeni Z en­ önemli görevlerde bulunan Cemal Paşa özel­
gin” , toplum daki eğitim . eksikliğini “A k ’la likle 1913-18 arasında Osmanlı D evleti’nin iç
K ara” tipleriyle sergiledi. Çocuklara çok ve dış siyasetini belirleyen kişilerden biriydi.
önem veren sanatçı, “Dede ile T orun” adlı Babası ^skeri eczacı olan Ahm ed Cem al,
karikatürlerinde yeni ile eskinin, bilgi ile Midilli A dası’nda doğdu. 1890’da Kuleli A s­
bilgisizliğin çelişkisini ustaca yansıttı. Torun keri Lisesi’ni, 1893’te H arp O kulu’nu, 1895’te
yeni ve çağdaş olanı, bilgiye dayalı bir yaşamı, de H arp Akadem isi’ni bitirerek kurmay yüz­
Dede ise eskiyi, bilgisizliği, geleneklere körü başı rütbesiyle orduya katıldı. Bu yıllar II.
körüne bağlı kalmayı simgeliyordu. Am a Abdülham id’in baskıcı yönetimine karşı Jön
D ede’yi T orun’dan çok şey öğrenen bir insan T ürkler’in meşrutiyeti yeniden kurm ak için
olarak çizdi. mücadele ettikleri ve örgütlendikleri yıllardı
Cemal Nadir, karikatürlerinde zor koşullar (bak. A BD ÜLHAM İD II; B İRİN Cİ VE İKİNCİ M E ŞR U T İ­
içinde yaşayan halkı yansıtmayı amaç edin­ YET; JÖ N T Ü R K L E R ). Kolağası (önyüzbaşı) Ce­
mişti. H ayat pahalılığı, işçi ve mem ur gibi dar mal Bey Selanik’te bulunan 3. Ordu redif
gelirli insanların geçim zorlukları, bunun kar­ (yedek) tümeni kurmay başkanlığı sırasında
şısında varlıklıların tüketici yaşamları karika­ İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi ve yaşa­
türlerinde çok sık rastlanan konular oldu. mının sonuna kadar da bu kuruluşa bağlı
Ö rneğin, arm utun halkın satın alma gücünü kaldı. O yıllarda çalışmalarını gizli yürüten
aşan bir fiyata yükselmesi üzerine. Cemal İttihat ve Terakki Cem iyeti’nin ordu içinde
Nadir in karikatürü, bir kilo arm ut satın almış örgütlenmesini üstlendi.
bir adamın çevresinde, ona ilgi, kıskançlık ve 1905’te binbaşı olan Cemal Bey bir yıl
hayranlıkla bakan kalabalığı gösteriyordu. sonra Rumeli demiryolları müfettişliğine
Cemal Nadir iç ve dış siyasetle ilgili olarak da atandı. Görevi gereği yolculuk ediyor, R u­
çok etkili karikatürler çizdi. Yoksul ülkelerin meli yöresini dolaşıyordu. Bu da cemiyet
zengin ülkelerce sömürülüşünü eleştirdi. adına rahatça çalışmasına, örgütlenmeyi sağ­
“Devletler H ukuku” adlı karıkütüründe asla­ lamasına olanak sağladı. Bu dönemde cemi­
nın ağzında tilki, tilkininkinde kartal, kartalın yetin bölük adı verilen yerel birimlerini örgüt­
ağzında fare, fareninkinde kertenkele, ker­ ledi.
152 CEMAL PAŞA

II. M eşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine Sela­ çekilmek zorunda kaldı. Ekimde miralaylığa
nik’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti genel (albay) yükseltilen Cemal Bey dağılan kuv­
m erkezinin İstanbul'a gönderdiği 10 delege­ vetlerini toplarken hastalanarak İstanbul’a
den oluşan temsil heyetinde yer aldı. A rdın­ döndü. Aralık 1912’de İstanbul menzil m üfet­
dan da cemiyetin genel merkez üyeliğine tişi ve ordu idare reisi oldu.
seçildi. Aynı yıl kaymakamlığa (yarbay) yük­ 23 Ocak 1913’te, hükümeti devirmek am a­
selen Cemal Bey meşrutiyetin getirdiği yeni­ cıyla düzenlenen ve Babıâli Baskını diye
likleri ve ortaya çıkan değişicileri devlet adlandırılan girişimin başarıya ulaşmasından
m em urlarına ve görevlilere anlatıp benim set­ sonra İttihatçıların başa geçmesi üzerine İs­
mek için kurulan Heyet-i İslahiye’nin bir tanbul Muhafızlığı’na getirildi. Bu görevi
İletişim Yayıncılık Arşivi
sırasında İttihat ve Terakki’ye karşı çıkanları
susturarak partiye destek olmaya çalıştı. Aynı
yıl mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltildi ve artık
Cemal Paşa diye anılmaya başlandı.
1914’te önce nafıa (bayındırlık), ardından
bahriye nazırı (donanm a bakanı) olarak hü­
küm ette görev aldı. Bu görevinde donanmayı
güçlendirmeye çalıştı. Fransız yanlısı olarak
bilinen Cemal Paşa Temmuz 1914’te Osmanlı
Devleti ile Fransa arasında işbirliği sağlamak
amacıyla Paris’e gitti. Olumlu bir sonuç elde
edemeyince 2 Ağustos 1914’te yapılan Os-
manlı-Alman İttifakı’m, Alman yanlısı olan
Enver ve Talat paşalarla birlikte istemeyerek
de olsa destekledi.
Cemal Paşa I. Dünya Savaşı başladığında
Enver ve Talat paşalarla birlikte İttihat ve
Terakki’nin ve Osmanlı D evleti’nin en güçlü
üç yöneticisinden biriydi. Talat Paşa’nın sad­
İttihat ve Terakki Cem iyeti'nin önderlerinden Cemal razam, Enver Paşa’nın harbiye nazırı, Cemal
Paşa (1872-1922). Paşa’nın bahriye nazırı olarak yer aldığı 1913-
18 arasındaki hüküm ete “Üç Paşalar İktidarı”
üyesi olarak A nadolu’ya gönderildi. Bu sıra­ da denir. Osmanlı D evleti’nin I. Dünya Sava-
da 31 M art Olayı’nın çakması üzerine İstan­ şı’na girmesi üzerine Cemal Paşa bahriye
bul’a dönerek, ayaklanmayı bastırm akla gö­ nazırlığının yanı sıra Filistin’deki 4. Ordu
revlendirilen H areket OrduSu’na katıldı. komutanlığı ve Suriye askeri valiliği görevleri­
Ayaklanmanın bastırılmasının ardından da Üs­ ni de üstlendi. 1915’te ferikliğe (korgeneral)
küdar Muhafızlığı’na atandı. Bu görevinde yükselen Cemal Paşa savaşın ilk yıllarında
kısa bir süre kalan Cemal Bey Çukurova’da Suriye’de büyük bir bayındırlık çalışmasına
çıkan karışıklıkları bastırm ak üzere Ağustos girişmiş ve .toplumsal hizmetlerin düzenli ola­
1909’da A dana valisi yapıldı. B ir,yıl sonra rak yürümesini sağlamaya çalışmıştır. Ne var
hastalanarak İstanbul’a döndüyse de bu kez ki, 1915 ve 1916’da Mısır’ı İnğilizler’den almak
1911 ortalarında A rap aşiretlerinin ayaklan­ üzere girişilen ve tarihe “Kanal H arekâtı”
malarını bastırm ak amacıyla vali olarak Bağ­ adıyla geçen savaşlarda kom uta ettiği O sm an­
d at’a gönderildi. lI ordusu ağır kayıplar verince geri çekilmek
Balkan Savaşı nın çıkması üzerine Bağdat’ zorunda kaldı. İngilizler’in Filistin ve Suriye’
taki görevinden ayrılarak İstanbul’a döndü. yi ele geçirmesinin sorumlusu olarak görülen
Konya redif tüm eni kom utanı olarak 1912 Ey- Cemal Paşa ordu komutanlığından ayrılarak
lül’ünde katıldığı Balkan Savaşı’nda Bulgarlar’ İstanbul’a döndü. Ardından bahriye nazırlı­
m karşısında Vize’den Çatalca’ya kadar geri ğından da alındı. I. Dünya Savaşı nin sonunda
CENAB ŞAHABEDDİN 153

Osmanlı Devleti yenik düşünce 2 Kasım


1918’de İstanbul’dan ayrılarak Enver ve Talat
paşalarla birlikte A lm anya’ya gitti.
A lm anya’dan SSCB’ye geçen Cemal Paşa
M oskova’da bulunduğu süre içinde A nadolu’
daki bağımsızlık hareketini destekleyerek
M ustafa Kemal ile ilişki kurdu. Daha sonra
İngilizler’e karşı bağımsızlık mücadelesi veren
A fganistan’a geçerek ordunun yetiştirilmesi
ve düzenlenmesi için çalışmalar yaptı. Eylül
1921’de SSCB yöneticileri ve Enver Paşa ile
görüşm eler yapmak üzere M oskova’ya dön­
dü. Enver Paşa’yı Ö zbekistan’da giriştiği ha­
reketlerden ve M ustafa Kem al’e karşı takın­
dığı tavırdan caydırmaya uğraştı (bak. E n v e r
P a ş a ). A fganistan’a dönerken uğradığı Tiflis’
te iki Ermeni komitacı tarafından 21 Temmuz
1922’de öldürüldü. Mezarı Kurtuluş Savaşı’n-
dan sonra Tiflis’ten Erzurum şehitliğine geti­
rildi.
Cemal Paşa uzun süre İttihat ve Terakki’
nin spor ve kültür alanlarındaki etkinliklerini
yönlendirmiş, Suriye’de bulunduğu sırada
edebiyatla ve kültür yaşamıyla da ilgilenmiş­
tir. Bölgedeki bilim adamlarını ve Ahm ed İletişim Yayıncılık Arşivi

Rasim, Falih Rıfkı (Atay) gibi gazeteci yazar­ Cenab Şahabeddin Edebiyat-ı Cedide A kım ı'nın ünlü
ları ordugâhına çağırdığı bilinmektedir. A yrı­ bir şairiydi.
ca bu yöredeki eski- anıtlar üzerine yaptığı
incelemeleri 1918’de Berlin’de A lte Derık-
maeler aus Syrien, Palastina und West-Arabien ması’nda şehit düşünce annesiyle birlikte İstan­
(“Suriye, Filistin ve Batı A rabistan’daki Eski bul’a geldi. Babası gibi asker olmak istediğin­
A nıtlar”) adıyla yayımladı. 1913-22 arasında­ den öğrenimini askeri okullarda sürdürerek
ki yaşamını içeren anıları ölümünden bir yıl 1880’de Gülhane Askeri Rüştiyesi’ni, 1889’da
sonra 1923’te Cemal Paşa Hatıratı 1913-1922 Askeri Tıbbiye’yi bitirdi ve hekim yüzbaşı
adıyla yayımlandı. D aha sonra oğlu Behçet oldu. Başarılı bir öğrenci olduğundan uzm an­
Cemal bu kitabr gözden geçirerek 1959 ve lık eğitimi için Paris’e gönderilerek burada
1977’de Hatıralar adıyla yeniden yayımladı. dört yıl deri hastalıkları konusunda çalışma
Cemal Paşa’nın ayrıca Plevne Müdafaası yapması sağlandı. Yurda dönüşünden sonra
(1898) adlı bir de araştırması vardır. Karantina İdaresi’nde, M ersin’de, R odos’ta
ve Cidde’de hekimlik yaptı. Am a Cenab
CEMİL, Mesut bak. M e s u t C e m il. Şahabeddin’in amacı, genç yaşlardan beri ilgi
duyduğu edebiyatla ve özellikle de şiirle
CEMİL BEY (Tanburi) bak. T a n b u r i C e m îl uğraşmaktı. Son görevi sıhhiye müfettişliğin­
B ey. den 1914’te kendi isteğiyle emekli oldu. Daha
sonraki yıllarda Darülfünun (İstanbul Ü niver­
CENAB ŞAHABEDDİN (1870-1934), Edebi- sitesi) Edebiyat Fakültesi’nde çeviri, batı ve
yat-ı Cedide A kım ı’nın Tevfik Fikret’ten son­ Osmanlı edebiyatı dersleri verdi. 1918’de
ra en ünlü şairidir (bak. E d e b İYAT-I CEDİDE). gazeteci yazar Süleyman Nazif ile birlikte
M anastır’da doğan Cenab Şahabeddin, babası Hadisat gazetesini çıkardı.
Binbaşı Osman Şahabeddin Bey Plevne Savun- Önceleri yenilik yanlısı olan Cenab Şaha-
154 CENAZE TÖRELERİ

beddin daha sonra dilde, edebiyatta eskiyi Cenab Şahabeddin gezdiği yerlerle ilgili
sürdüren bir tavır almış, siyasal alanda da izlenimlerini, Hac Yolunda (1909), A fak-ı
tutuculuğu benimsemişti. A nadolu’da başla­ Irak (1915), Avrupa Mektupları (1919), m a­
yan Kurtuluş Savaşı’na karşı olumsuz tutum u­ kalelerini Evrak-ı Eyyam (1915) adlı kitapla­
nu gösteren yazılarını Peyam-ı Sabah gazete­ rında topladı. Ayrıca şairin Yalan (1911’de
sinde yayımlıyordu. Öğrencileri bu tutum una yazıldı, 1913’te oynandı ama basılmadı), Kör-
tepki gösterince 1921’de okulu bırakm ak zo­ ebe (1917), Küçük Beyler veya Derse Devam
runda kaldı. Kurtuluş Savaşı başarıya ulaştık­ Edelim (daha sonra Züppeler adıyla operet
tan sonra tutum unu değiştirdiğini gösteren oldu) adlı oyunları, Vilyam Şekspiyer (1931)
yazılar yazdıysa da inandırıcı olamadı. B un­ adlı William Shakespeare üzerine bir incele­
dan sonra siyasetten uzak, yalnız bir yaşam mesi vardır.
sürdürdü. Fransızca, A rapça, Farsça bilen ve
yabancı dil öğrenmeyi bir tutku haline getiren CENAZE TÖRELERİ. İnsanlar toplu yaşam a­
Cenab Şahabeddin yaşamının bu döneminde ya başladığından beri ölüm önemli bir olay
Alm anca, İtalyanca ve İngilizce de öğrendi. olmuş ve ölü için çeşitli geleneklere ve
Türkçe sözlük hazırlığı beyin kanamasından törelere uyularak törenler yapılagelmiştir.
ölmesiyle yarıda kaldı. Toplumların dinsel ve kültürel özelliklerine
Cenab Şahabeddin’in şiire ilgisi tıp öğrenci- bağlı olarak bu törenler büyük bir çeşitlilik
siyken başlamıştı. O yıllarda şair Muallim gösterir. Ama, bu törenlerin tümü ölünün gö­
Naci ile tanışmış ve şiir sanatının, özellikle de mülecek, yakılacak ya da saklanacak bedeniyle
Divan şiirinin inceliklerini öğrenmeye koyul­ ilgilidir.
muştu. 15 yaşındayken şiirleri çeşitli dergiler­ D inler genel olarak ölümün bir son olmadı­
de yayımlandı. D aha 17 yaşındayken de ilk ve ğını, ruhun ölümden sonra da sonsuz olan
tek şiir kitabı olan T â m â fı çıkardı. Bu ilk öteki dünyada varlığını sürdüreceğini kabul
şiirlerinde olduğu gibi sonraki şiirlerinde de eder. Bazı toplum larda insanlar ölülerin ya­
Cenab Şahabeddin için ana tem a doğadır ve şayanları etkileme gücüne sahip olduğuna
doğadaki sesleri şiirlerinde yansıtmak gibi inanırlar. Bu nedenle ölüme ilişkin törenle­
ilginç bir amacın peşindedir. Cenab Şahabed­ rin kusursuz ve geleneğe uygun biçimde
din, Divan şairlerinden esinleniyordu ama, uygulanmasına özen gösterirler. Törenler ge­
aynı zam anda Fransız sembolist (simgeci) nellikle toplum un katılımına açık olarak yapı­
şiirin etkisindeydi (bak. SEMBOLİZM). Bütün şi­ lır. Ölen kişiye çeşitli nedenlerle yakınlığı
irlerini aruzla yazmasına karşılık^tek bir aruz bulunan insanları bir araya getiren bu tören­
kalıbına bağlı kalmıyor, her dizede başka ler, acılı bir günde “beraberlik” duygusu
kalıplar kullanıyordu. Serbest m üstezat deni­ yaratmaya yardım eder. Yaşam, ölünün kal­
len bu şiir biçiminin Tevfik Fikret’ten sonra dırılmasına ilişkin törelerin uygulanması ta­
başarılı bir uygulayıcısıydı. 1891’de yayımlan­ mam landıktan sonra olağan akışına yeniden
maya başlayan Servet-i Fünun dergisinin yö­ döner.
netimini 1895’te Tevfik Fikret aldıktan sonra Bazı kültürlerde ölü gömülür, bazılarında
Cenab Şahabeddin de bu derginin yazarların­ ise yakılır. Hindu dinine göre insan öldükten
dan biri oldu. sonra tez elden yakılmalıdır. Bu nedenle
Cenab Şahabeddin, içerik yönünden Türk H indu törenleri kısa sürede tam amlanır. Baş­
şiiri için yenilik sayılan tutum unu Edebiyat-ı ka bazı kültürlerde ise daha uzun sürer.
Cedide topluluğu içinde de sürdürdü ve yazı­ M üslüm anlar ve Hıristiyanlar ölülerini gö­
larıyla savundu. Ö te yandan hece veznini m erler. Toprağa verilmek anlam ında, göm­
küçümseyen, dilde yenileşmeye şiddetle karşı m ek için kimi işlemler uygulanır. M üslüm an­
çıkan yazılan da yayımlandı. lık la ölü yıkanarak arındırılır, kefen denen
Türk şiirinde ilk kez bir Fransız şiir biçimi bir beze sarılır. Kefenlenmiş, tabuta konmuş
olan sone’yi kullanan şair olarak da tanınan ölüye “cenaze” adı verilir. Ölünün namazının
Cenab Şahabeddin son şiirlerinde yalınlaş­ kılınması zorunlu bir görevdir. Tabut om uz­
maya özen gösterdi. larda taşınır, bu taşıma işinin hızla yapılması
CENEVRE 155

gerekir. Cenaze toprağa indirilip üstü örtül­ törenler uygulanır, böylece ölen kişinin yaşa­
dükten sonra Kuran okunur ve tören sona yanlara yardım etmeyi sürdüreceğine inanılır­
erer. Yahudiler de ölülerini vakit geçirmeden dı. Bazı toplum larda ölen aile reisi ailenin
gömmeye özen gösterirler. Am a mezar taşı­ etkili bir atasına dönüştürülürken, ölen ço­
nın konmasına kadar, bir yıl süreyle yas cuksa, çocuğun toplum daki yeri önemsiz ol­
tutarlar. Eski Mısırlılar ölen firavunlarını duğu için, kısa ve sade bir tören yapılırdı.
mumyalar ve görkemli anıtm ezarlara koyar­ Ölüm kime gelirse gelsin tedirgin edici bir
lardı (bak. M u m y a ) . Piramit adı verilen fira­ olaydır. Şiddet sonucu olan ya da doğal
vun mezarlarının en ünlülerinden üçü G ize’ olmayan ölümler ise daha da rahatsız edicidir.
dedir (bak. M ISIR P İR A M İT L E R İ). Eski M ısır’da Bu nedenle bazı toplum lar savaş, kaza, cina­
sıradan ölüler de mumyalanır ama onlar daha yet ya da intihar ölümlerinde çoğu zaman özel
gösterişsiz m ezarlara göm ülürdü. H er yıl be­ törenler uygular.
lirli günlerde ölünün akrabaları mezar başın­
da ölülerini anar, böylece cenaze töreleri CENEVRE kenti, İsviçre’nin en batısında,
kuşaklar boyunca sürerdi. Cenevre Gölü de denen yarım ay biçiminde­
İnsanlar değer verdikleri ölülerinin mezarı­ ki Leman G ölü’nün batı ucunda yer alır. Göl
na zaman zaman çiçek koyar; yakılması duru­ kıyısındaki 140 m etre yüksekliğe su fışkırtan
m unda, külleri özel bir kapta saklar ya da ünlü fıskiye kentin özelliklerinden biridir.
istenilen yere serper. Doğu ucundan göle giren Rhöne Irmağı
Ölünün değeri ve yaşayanları etkileme gü­ gölün içinde akışını sürdürür ve batıda gölden
cü toplum daki önemine ve ölüm biçimine çıkıp Fransa’ya yönelirken kenti ikiye böler.
bağlıdır. Japon, Çin ve bazı A frika topluluk­ Cenevre, İsviçre’nin Fransızca konuşulan bö­
larında ölen bir kral ya da şef için özel lüm ündedir ve aynı adlı kantonun yönetim
Barnaby's merkezidir.
Kent önemli bir uluslararası bankacılık
merkezidir. Birleşmiş M illetler’in A vrupa’da­
ki merkezi ve bu örgüte bağlı Dünya Sağlık
Örgütü (W H O ), Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO ) gibi kuruluşlar da Cenevre’dedir.
1536’da Jean Calvin C enevre’yi Reform
hareketinin merkezi yaptı ve öteki ülkelerden
birçok Protestan buraya akın etti (bak. C al­
v in , J e a n ; R e f o r m ). Calvin’in 1559’da kurduğu
Cenevre Üniversitesi dünyanın her yerinden
öğrenci çekti. Cenevre’de yaşamış olan ünlü­
ler arasında, görüşleriyle Fransız Devrim i’nin
önderlerini etkilemiş olan Jean-Jacques
Rousseau da vardır.
Cenevre 1798’de Fransızlar’ın eline geçin­
ceye kadar bağımsız bir kentti, ama 1815’te
N apolyon’un düşüşünden sonra İsviçre’nin
bir parçası oldu. 1859’da yapılan Solferino
Savaşı’nda yaralıların çektiği acılara tanık
olan Henri D unant, 1864’te Cenevre'de
Uluslararası Kızılhaç Ö rgütü’nü kurdu (bak.
K iz il h a ç ). Aynı günlerde, Cenevre’de dünya­
nın her ülkesinden gelen temsilciler savaşta
yaralananlara ve savaş tutsaklarına nasıl dav-
Endonezya'daki Bali'de ölü yakma alanına götürülen, ranılacağı konusunda bir anlaşmaya vardılar.
törelere uygun biçimde süslenmiş tabutlar. Cenevre I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan
156 CENGİZ HAN

yıkılan Moğol Devleti’nin son hükümdarı


K utula’nın yeğeniydi. Ünlü bir bey olan
babası Temuçin daha küçük yaşlarda iken
ölünce başkanı olduğu boy dağıldı. Bu yüzden
Tem uçin’in çocukluğu birçok yönden sıkıntı
içinde geçti. 20 yaşlarına gelince mücadeleye
girişerek önce bağlı olduğu boyu buyruğu
altına almayı başardı. Sonra başka boylar da
onun yönetimini kabullendiler. Bir bölük
Moğol boyu da Cam uka adlı beyin önderliği
Anadolu Yayıncılık Arşivi

Picturepoint
Cenevre kenti Cenevre Gölü'nün ya da öbür adıyla
Leman Gölü'nün bir ucunda, Rhöne Vadisi'nde yer
alır.

M illetler Cem iyeti’nin yönetim merkezi ola­


rak seçildi.
Cenevre birçok uluslararası antlaşmanın
imzalandığı ve konferansın toplandığı bir
kenttir. Bu konferanslar arasında, 1958’den
başlayarak, nükleer denem elere yasak koyan
bir dizi toplantı ve bunların uzantısı olarak
A BD ile SSCB arasında yapılan ve SALT I,
SALT II antlaşmalarıyla sonuçlanan Stratejik
Silahları Sınırlama Görüşmeleri sayılabilir.
Cenevre çikolata, m ücevher, müzik aletleri
ve saatleriyle ünlüdür. 1817’de kurulmuş olan
Cenevre Botanik Bahçesi’nde yaklaşık 15 bin
bitki türü yetiştirilmektedir. A vrupa’nın en
büyük kuru bitki koleksiyonu da buradadır. Cengiz Han 12.-13. yüzyıllarda güçlü bir M oğol
Nüfusu 159.895’tir (1986). İm paratorluğu kurm uştur. .

CENGİZ HAN (1167-1227), Moğol kabilele­ altında toplanınca Temuçin ile Cam uka karşı
rini buyruğu altında birleştirmiş, Asya’yı bir karşıya geldi. Uzun süren savaşlardan sonra
baştan bir başa fethederek güçlü bir im para­ Cam uka’yı ve onu destekleyenleri yenen T e­
torluk kurmuş Moğol kağanıdır. Tarihin tanı­ muçin M oğolistan’a tümüyle egemen oldu.
dığı en büyük fatihlerden biri olan Cengiz’in 1206’da bütün Moğol kabilelerinin temsilcile­
çocukları ve torunları da Çağatay Hanlığı, rinin bir araya geldikleri kurultay Tem uçin’i
Şeybaniler, A ltınordu, G ökordu, Kırım, Ka­ Cengiz adıyla “kağan” (hakan) ilan etti.
zan, Buhara ve A strahan hanlıkları ile İlhanlı Cengiz bundan sonra doğuda ve batıda
D evleti’nin kurucuları olmuşlardır. fetihlere girişti. Önce adım adım Kuzey Çin’i
Asıl adı Tem uçin’dir. Cengiz sanını kağan ele geçirdi. 1213’te Çin Seddi’ni aştı. 1215’te
olunca almıştır. Babası Yesügey 1160’larda Çin’in bütün önemli yerlerini aldı ve başkent
CENNETKUŞU 157

Pekin’e girdi. Çin’deki seferleri sürdürm ek


için komutanlarından Mukali’yi görevlendire­
rek kuzeye çekildi. Daha 1209’da başlayan batı
fetihleri sırasında Uygurlar’ı ve Karluklar’ı
kendisine bağlamıştı. Ardından Naymanlar’ı
da bozguna uğrattı ve Türkistan’a yönel­
di. Buralara egemen olan H arezm şahlar’a
1220’de kesin bir darbe indirerek Buhara,
Sem erkant gibi önemli kentleri, M averaünne-
hir’i ve H orasan’ı ele geçirdi. H arezm şahlar’ı
tarih sahnesinden sildikten sonra 1225’te M o­
ğolistan’a döndü. Çin Seddi’nin batısında
yaşayan ve uzun yıllardan beri M oğollar’a
karşı duran Tangutlar üzerine büyük bir
sefere girişti. Am a T angutlar’ın başkentinin
alındığını görem eden öldü.
G öçebe bir kavim olan M oğollar’ı tek bir
yönetim altında birleştiren Cengiz Han bu
başarısıyla tarihte büyük ün kazanmıştır.
Am a fetihler sırasında göçebe M oğollar’ın
yerleşik kavimlere karşı acımasız davranm ala­
rı, giriştikleri yağmacılık ve yıkım hareketleri
tarihte olumsuz izler bırakmıştır. Cengiz’in
çocukları ve torunları fetihleri sürdürm üşler,
Yeni Gine'de yaşayan büyük cennetkuşunun erkeği.
Çin Denizi’nden Akdeniz kıyılarına, O rta AvrupalI kâşiflerin gördüğü ilk cennetkuşu bu
Asya’dan Tuna boylarına kadar uzanan top­ türdendi.
raklarda egemenlik kurmuşlardır. Am a bu
egemenlikler uzun süreli olamamış, yalnız
Güney Rusya’daki A ltınordu Devleti 16. sergileyerek dişinin ilgisini çekmeye çalışırlar.
yüzyıla kadar varlığını koruyabilmiştir. Bu gösteri dansında önce kanatlarını ve kuy­
ruklarını iyice açar, sonra tüylerini kabarta­
CENNETKUŞU. Yeni G ine, Avustralya’nın rak bütün gövdelerini, titreşen bir renk seliyle
kuzeydoğusu ve yakın adalarda yaşayan, çok örtülünceye kadar titretirler. Buna karşılık
süslü tüylerle bezenmiş bazı kuşların eskiden dişi cennetkuşları tek renkli ve süssüzdür; bu
cennetteki çiylerle beslendiğine inanılırdı. da kendilerini ve yuvalarını düşmanlarından
Cennetkuşu adının bu eski inanıştan ya da bu korum alarına yardımcı olur.
kuşların parlak, canlı renklerinden, özellikle Cennetkuşlarının türleri genellikle erkeğin
erkeklerinin gösterişli süs tüylerinden kay­ tüylerinin düzenlenişine ve renklerin dağılı­
naklandığı sanılmaktadır. Sık orm anlarda ya­ mına göre birbirinden ayırt edilir. Kral cen-
şayan ve bugün ötücükuşlar (Passeriform.es) netkuşunun ( Cicirınurus regius) kanatları, sır­
takımı içinde ayrı bir familya oluşturan cen- tı ve kafası ateş kırmızısı rengindedir; boynu­
netkuşlarının irili ufaklı 40 kadar türü vardır. nun altında ve iki yanında yelpaze gibi açılan
3-5 yaşları arasında erişkinliğe ulaşan erkek süs tüyleri bulunur. Kuyruğunun ortasındaki
cennetkuşları kızıl, altın sarısı, yeşil ve başka incecik iki tüy neredeyse kuşun gövdesi kadar
renklerde çok göz alıcı tüylerle bezenmiştir. uzundur. Bu tüyler uçta kıvrılarak parlak
Bazılarının kuyrukları çok uzundur; bazıları­ yeşil renkli iki sarmal oluşturur. Mavi cennet­
nın başlarından, kuyruklarından ya da kanat­ kuşu (Paradisaea rudolphi) tüylerini sergile­
larının altından çıkan uzun süs tüyleri ya da m ek için dallara tüneyerek baş aşağı sarkar.
öbekler halinde göğüs tüyleri vardır. Ürem e Böylece mavi tüyleri titreşen bir çağlayan gibi
mevsiminde erkekler bu görkemli tüylerini üzerine dökülür.
158 CENNET VE CEHENNEM

Büyük cennetkuşu (Paradisaea apoda) en Cennetkuşları yuvalarını genellikle ağaç


gösterişli ve en tanınmış türlerden biridir. dallarında, yalnız bazı türler ağaç gövdelerin­
Sırtında uzun, sarımsı süs tüyleri, boynunda deki oyukların içinde yapar. Dişi kuş genellik­
ise züm rüt yeşili çok güzel tüyler vardır. Yeni le sütlü kahverengi üzerine kahverengi, gri ve
Gine ve yakınlarındaki A ru A daları’nm yerli­ eflatun benekli ya da çizgili iki yum urta
si olan bu kuş, Venezuela açıklarındaki Trini- yum urtlar. M eyveden salyangoza ve böcekle­
dad ve Tobago’daki Küçük Tobago A dası’na re kadar bulabildikleri hemen her şeyi yiyen
da götürülm üştür. Bu ada Avustralya ve Yeni cennetkuşları çardakkuşlarıyla yakın akraba­
Gine dışında cennetkuşlarının doğal yaşam dır (bak. Ç a r d a k k u ş u ).
ortam ında bulundukları tek yerdir. Ferdinand
M acellan ve gemisindeki öbür denizciler CENNET VE CEHENNEM. Tarihin başlan­
1522’de bütün dünyayı dolaşıp ülkelerine geri gıcından beri toplum lar dinsel inanışlarında,
döndüklerinde, içi boşaltılıp samanla doldu­ Tanrı ve ruhların yaşadığını varsaydıkları bir
rulmuş iki cennetkuşunu da yanlarında götür­ “öbür dünya”ya yer vermişlerdir. Öte yan­
müşlerdi. Am a buldukları kuşların ayakları dan, gerek eskiçağlarda, gerek günümüzde
Y erliler’ce kesilmiş olduğundan, yıllarca cen- yaygın olan çeşitli dinlerin cennet ve cehen­
netkuşlarının ayaksız olduğuna ve hiç yere nem görüşleri farklıdır.
konm adan uçtuklarına inanıldı. H atta dişisi­
nin yum urtalarını erkeğin sırtındaki bir oyuğa Eski İnançlar
yumurtladığı ve yavruların burada yum urta­ Eski Mısırlılar Güneş, Ay ve gökyüzünün
dan çıktıkları anlatıldı. Küçük cennetkuşu birer tanrı olduğuna, yaşayan tüm varlıkların
( Paradisaea minör) da büyük cennetkuşuna gökyüzünden geldiğine ve sonunda oraya
benzer; ama hem daha küçük yapılıdır, hem döneceğine, en büyük tanrı Osiris’in seçtiği
de renkleri onunki kadar gösterişli değildir. bazı kişileri öbür dünyada ölümsüz yaşamla
Avustralya ve Yeni G ine’de bulunan Ptilo- ödüllendirdiğine inanırlardı.
ris cinsinden üç tür cennetkuşuna tüfekkuşu Eski Yunanlılar’da, ölenlerin tanrı Hades
denir. Bu adın kaynağı büyük olasılıkla bu ve karısı Persephone’nin yönettiği yeraltı
kuşların siyah ve yeşil örtü tüylerinin eskiden dünyasına gittikleri inancı vardı. Hades adı
İngiliz piyadelerinin giydiği üniformalara ben­ verilen bu yeraltı dünyası tanrılara karşı
zetilmesidir. Ayrıca tüfekkuşlarından iki tü­ gelenlerin cezalandırıldığı cehennemdi. Efsa­
rün ötüşü merminin havada çıkardığı sese çok neye göre, Z eus’un oğlu olan Tantalos’un
benzer. bile, cennette öğrendiği sırları açıkladığı ve
Ü rem e mevsiminde erkek cennetkuşları tanrılara özgü ölümsüzlük veren yiyecekleri
küçük gruplar halinde bir ağaçta toplanır. çalarak insanlara sunduğu için, ceza olarak
Tüylerini dalgalandırarak dans ederken öyle­ H ades’te aç ve susuz bırakılmasına karar
sine kendilerinden geçerler ki, avcıların yak­ verilmişti (bak. H a d e s ).
laştığını bile görmezler. Nitekim, kadın şap­ E sk i İsk an d in avyalIlar sa v a şta ö le n a sk er­
kalarını süslemek için tüylerin gözde olduğu lerin g ö k y ü z ü n d e ö z e l bir y e r e g ittik lerin i,
zam anlarda avcılar cennetkuşlarım vurmak bu rad a g ü n d ü zlerin i tan rısal sa v a şla , g e c e le r i­
için ürem e mevsimini beklerlerdi. Bu amaçla ni d e şö le n v e şe n lik le r le g eçird ik lerin i sa n ı­
binlerce kuş vurulduğu için, 20. yüzyılın yorlard ı.
başlarında büyük ve küçük cennetkuşlarının Kuzey Am erika Yerlileri ise, kötülük etmiş
soyu neredeyse tükenm ek üzereydi. Sonra­ insanların ölünce çok büyük, karanlık bir
dan birçok ülke bu tüylerin sınırlarından içeri zindana atıldığına, yiyecek hiçbir şey olmadığı
girmesini yasakladı. Ayrıca kuşların anayurt­ için bu “ölüler”in saçlarını çiğneye çiğneye,
larında ve doğal yaşama alanlarında güvenlik bir kan gölünün içinde oturm ak zorunda
içinde yaşamalarını sağlayan yasalar çıkartıl­ bırakıldıklarına inanıyorlardı.
dı. Bugün birçok ülke hâlâ cennetkuşu tüyü Eski İbraniler’in ölümden sonraki yaşama
ithal etm ekle birlikte, bu güzel kuşlar artık ilişkin düşüncelerine göre, öbür dünyada
oldukça güvenlik altındadır. zengin ve yoksulun, iyi ve kötünün karanlıkta
CENOVA 159

birbirlerine sarılıp yattıkları, Şeol denen bir kötülerden ayrı tutulduğu bir durum olarak
yeraltı dünyası vardı. İbraniler’e göre cennet değerlendirdiler.
dağların üzerine kurulu olan gökyüzünün
çatısında bulunuyordu. Tanrı Yehova, İlyas CENOVA, İtalya’mn en büyük limanı ve
Peygamber gibi birkaç büyük peygamberle Liguria bölgesinin m erkezidir. A kdeniz’deki
cennette yaşıyordu. İnsanlar cennete ulaşmak Cenova Körfezi boyunca uzanan dar bir
için Babil Kulesi’ni yapmaya kalkınca büyük düzlük üzerinde kurulm uştur. Kuzeyinde
bir felakete uğradılar (bak. B a b İL KULESİ). A pennin Dağları yer alır. Yumuşak bir A kde­
niz iklimi vardır. Sokakları ve yüksek yapıla­
Müslümanlık rıyla eski kent liman kıyısındadır. 115 m etre
M üslümanlar için ise cennet A llah’a inananla­ yüksekliğindeki büyük deniz feneri Larıterna
rın, onun iradesiyle gidebileceği, bağlık bah­ dar sokaklara ve eski evlere tepeden bakar.
çelik bir mutluluk ve esenlik diyarıdır. İnanışa Cenova’nın en büyük özelliği ortaçağdan
göre, sıcaktan ve soğuktan etkilenm eyen, kalma bu eski evler ve kiliselerdir. Birçoğu
gölgelik ve güvenli bir yer olan cennetin m erm er olan bu yapıların siyah-beyaz çizgili
ırm aklarında su yerine bal ve şarap akar. H er yüzlerinde kentin koruyucusu San Gior-
türlü meyve ve yiyecek vardır. Olmayan ise gio’nun arması vardır. 1100’lerin başında ya­
yasaklardır. Cennetin sağladığı zevkler ve pılmış olan San Lorenzo K atedrali, Porta
güzellikler hem ruhsal, hem de fizikseldir. Soprana kuleleri ve eski kentin surlarının bir
Ruhsal doyumun doruğu, A llah’ın güzelliği­ bölümü bugün hâlâ ayaktadır. Kentte ortaçağ
nin algılanmasıdır. M üslümanlık’ta, insanın yapılarından başka görkemli Rönesans, Ba­
yapısı gereği kusurlu olduğuna inanıldığı için, rok ve Gotik mimarlık örnekleri de vardır.
tüm insanların cehennem den geçeceği varsa­ İtalyanca adı G enova olan kent, yıllardan beri
yılır. A lllah’ın bağışladıkları cennete gitmeye Genova la superba (Görkem li Cenova) olarak
hak kazanırken, bu bağışa erem eyenler bir anılır.
süre cehennem de kalır. K uran’da betimlenen Cenova, Kuzey İtalya’nın tarımsal üretim i­
cehennem ateşi simgeseldir. D ünyada işlenen nin satılmak üzere başka ülkelere gönderildiği
günahlardan, kötülüklerden ve çirkinlikler­ başlıca limandır. Kuzey İtalya’daki fabrikala­
den insanları arındırarak caydırmayı amaçlar. rın dışardan alınan yakıt ve ham m addeleri de
Cenova limanına gelir. Kentteki başlıca sana­
Hıristiyanlık yi dalı gemi yapımıdır. Bundan başka demir
Hıristiyanlar ölümden sonra dirilişin, yani ve çelik, dokum a, kâğıt, şeker, çim ento,
Hz. İsa’nın Paskalya Günü yeniden dünyaya
ZEFA
gelmesinin, insan ruhunun ölümle yok olam a­
yacağının kanıtı olduğuna inanırlar. Kutsal
K itap’ın İncil bölümünde cennet, Hz. İsa’ya
gerçekten inananların ve onu izleyenlerin
ölümden sonra gidecekleri yer olarak anlatı­
lır. Burada sonsuza kadar T anrı’nm yanında
kalma m utluluğuna kavuşacaklardır.
İncil’de cennet hoş bir müziğin yankılandığı
değerli taşlarla bezeli bir yer olarak anlatılır.
Cehennem ise alev alev yanan bir ateş gölü­
dür. Hıristiyan din adamlarının büyük bir
bölümü cehennem in, günahlarından pişman­
lık duymadan ölenlerin cezalandırıldığı bir
yer olduğunu söyler. Hıristiyanlık’ın çeşitli
dönem lerinde cehennem farklı biçimlerde yo­
rumlandı. Çağdaş din adamları, cehennem in İtalya'nın en işlek lim anı olan Cenova'da dem irlem iş
katı ve dar yorum una karşılık onu, iyilerin lüks yolcu gem ileri ve şilepler.
160 CENTİYAN

kimya, ağır makine sanayisi gibi sanayi kuru­


luşları vardır. Cenova İtalya’nın öteki kentle­
rine, Fransa ve İsviçre’ye karayolları ve de­
miryolları ile bağlıdır.
C enova’ya İÖ 3. yüzyılda Rom alılar yerleş­
miş, zaman içinde G erm enler’in ve A raplar’ın
saldırısına uğramış; 1861’de Birleşik İtalya
K rallığına katılıncaya kadar Fransa, Milano
ve A vusturya’nın egemenliği altına girmiştir.
Cenova çok eski ve önemli bir Rom a li­
manıydı. Buna karşılık deniz ticareti, deniz
gücü, yeni yerler bulma heyecanı ve bankacı­
lığın gelişmesi ortaçağda oldu. Cenova’nın
köklü bir denizcilik geleneği vardır. Ünlü
NHPA/Brian Havvkes
yolculuklarını İspanya’dan sağladığı para ve
gemilerle gerçekleştiren Kristof Kolomb İsviçre A lpleri'nde yetişen kısa yapraklı
centiyanlardan çiçeklenmiş b ir öbek.
(bak. K o l o m b , K r is t o f ) Cenovalı’ydı. Cenova’
mn ticari niteliğini vurgulayan, Genuensis,
ergo mercator (Cenovalı’ysa m utlaka tüccar­ Türkiye’de de 8-10 kadar centiyan türü
dır) sözü o dönem den kalmadır. Fransız vardır.
tarihçi Jules M ichelet (1798-1874) “Cenova A vrupa’daki Alp, Pirene ve Apennin dağ­
aslında kentten çok bir bankadır” demiştir. larında yaygın bir bitki olan sarı centiyan
Günüm üzde kullanılan m uhasebe kayıt siste­ ( Gentiana lutea) bir zamanlar Türkiye’deki
minin temelini (bak. M u h a s e b e ) ve denizcilik Uludağ ve Bozdağ’da da çok bol bulunurdu.
sigortası (bak. SİGORTA) uygulamasını Ceno- Am a halk hekimliğinde ilaç olarak kullanılan
valı tüccarların geliştirdiği kabul edilir. Tüm kökleri nedeniyle aşırı ölçüde toplandığından
A kdeniz’e yayılan Cenova kolonileri ve ticari giderek azalmıştır. Boyu 1 m etreye yaklaşan
yerleşim alanları, Karadeniz’e kadar uzanmış­ bu sarı çiçekli bitkinin kalın kökleri ateş
tı. Cenova bugün de büyük bir ticaret m erke­ düşürücü, uyarıcı ve iştah açıcıdır. Centiyan
zidir. Kolom b’un yanı sıra ünlü Cenovalılar kökünden bugün bile iştah şurupları yapıl­
arasında Am iral A ndrea D oria (1466-1560), m aktadır.
İtalyan yurtseveri Giuseppe Mazzini (bak. Değişik renkte çiçekler açan centiyan türle­
M a z z in i , G iu s e p p e ) , kemancı ve besteci Nicco- ri bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.
lo Paganini (1782-1840) sayılabilir. Nüfusu Genellikle mavi, bazen de sarı, beyaz, kırmı­
731.484’tür (1986). zı, leylâk rengi ya da mor olan çiçekler yazın
açar. Özellikle Alp Dağları’nda yetişen mavi
CENTİYAN. Dağlık ve tepelik yerlerde yeti­ centiyan ya da Alp centiyanı (Gentiana acau-
şen, genellikle çokyıllık 400 kadar bitki türü­ lis) yaz ortalarında çiçeklendiği zaman dağlar
ne centiyan denir. Bu bitkilerin oluşturduğu eşsiz bir görünüme bürünür. Çoğu türlerin
Gentiana cinsinin Latince adının, bugünkü göz alıcı çiçekleri arı ve kelebek gibi böcekleri
Yugoslavya’nın kıyı şeridinde çok eskiden çeker. Bu çekicilik özellikle çiçekleri uzunca
kurulmuş İllirya ülkesinin kralı G entius’tan bir boru biçiminde olan centiyan türleri için
geldiği söylenir. Bu konudaki bir efsaneye çok önemlidir; çünkü tozlaşmaları ancak uzun
göre kral hastalanmış; ona sarı renkli bir hortum lu kelebekler yardımıyla gerçekleşebi­
yaban çiçeğinin kökünü getirmişler. Kral bu lir. Türkiye’deki mavi çiçekli centiyan türle­
kökün acı suyunu içer içmez iyileşmiş. rinden olan sütlü centiyan (Gentiana asclepia-
A frika dışında bütün dünyaya dağılmış olan dea) daha çok Karadeniz Bölgesi’ndeki yük­
centiyan türleri ılıman bölgelerin dağlık yöre­ seltilerde yetişir.
lerinde, orm an diplerinde, çalıların altında,
fundalıklarda ve yüksek çayırlarda yetişir. CERES bak. D em eter.
CERRAHİ 161

CERRAHİ tıbbın en eski dallarından biridir.


İlaçla ya da başka tedavi yöntemleriyle iyileş­
tirilemeyen hastalıkların, yaralanm aların, vü­
cuttaki yapı bozukluklarının ameliyatla onarıl­
masına ya da hastalıklı organı kesip çıkararak
iyileştirilmesine dayanır. (En eski cerrahi yön­
temlerini TIP maddesinde bulabilirsiniz.)
İnsanlar tunç ve demiri kullanmaya başla­
dıktan sonra makas, iğne ve daha karmaşık
aletler yaparak, hastalıkları ameliyatla iyileş­
tirmenin yollarını aradılar. Am a kullandıkları
aletleri ne kadar geliştirseler de hastaların
çoğu ameliyat sonrasında ölüyordu. Ölüm
nedeni bazen hastanın ameliyat sırasında duy­
duğu ağrıya dayanam ayarak şoka girmesi,
bazen de yaraların yeterince temiz tutulam a-
m asından kaynaklanan kan zehirlenmesiydi.
D oktorlar ameliyat sırasında duyulan ağrıyı
azaltmak için, ameliyattan önce çeşitli bitki­
lerden elde edilen esrar, afyon gibi uyuşturu­
cu ilaçlar ya da alkol vererek hastaları uyuş­
turm aya çalıştılar. Am a bu önlem lerden hiç­
biri tam anlamıyla çare olmadı. İlaç verilince
hasta ağrı duyamayacak kadar derin bir uyku­ E. G. Malindine
ya dalsa bile, bu kez ilacın etkisiyle ölebili­
C e rrah lar, an estezi uzm an ları v e h e m ş ir e le r a m e liy a t
yordu. s ı r a s ı n d a m ik ro p la r ın açık d o k u l a r a b u l a ş m a s ı n ı
Pek çok cerrah, nedenini bilmeksizin, yara­ e n g e l l e m e k için s t e r i l g i y s i l e r , e l d i v e n v e m a s k e l e r
ları temiz tutm anın iyi sonuçlar verdiğini fark kullanırlar.

etti. Hayvanların çoğu bir yerleri yaralandı­


ğında dilleriyle yalayarak yarasını temizler.
Belki bu davranıştan esinlenerek yaraları Ne var ki, anesteziklerin bulunmasıyla has­
emip olabildiğince temiz bezlerle kapatmayı tanın ağrı duyması ve şoktan ölmesi önlenmiş,
denediler. Am a gözle görülemeyen ve varlığı ama ameliyat sonrası enfeksiyonlardan kay­
bilinmeyen bakterilerin ya da m ikropların yol naklanan ölüm oranı düşürülememişti. En
açtığı enfeksiyonlar hâlâ önlenememişti (bak. sonunda Fransız bilgin Louis Pasteur bakteri­
B a k t e r i, M îk r o p l a r ). leri keşfetti; İngiliz cerrah Joseph Lister da
yaralardaki iltihaplanm anın bu m ikroplardan
Anestezi ve Antiseptikler ileri geldiğini fark etti. Eğer bu m ikroplar
Çağdaş cerrahi yöntemleri 19. yüzyılda, anes­ öldürülür ya da yaralardan uzak tutulurlarsa
tezinin ve m ikropların keşfedilmesinden son­ hastanın iyileşme şansı daha yüksek olacaktı.
ra başladı. Hastanın eter ve kloroform buhar­ Lister mikropları öldürm ek için değişik anti­
ları ya da güldürücü gaz denen diazot monok- septikleri denedikten sonra en uygununun
sidi soluduğunda bilincini tümüyle yitirdiğini, fenol (karbolik asit) olduğunda karar kıldı.
sonra da hiçbir zarar görmeden uyandığını Başlangıçta Lister’ın bu düşüncesi benimsen-
gören cerrahlar 1840’lardan sonra bu m adde­ mediyse de, 1860’larda, hastalarından çoğu­
leri ameliyattan önce hastalara uygulamaya nun ameliyattan sonra iyileştiği görülünce
başladılar. Böylece hastanın üzerinde daha öbür doktorlar da bu yöntemleri benimsedi­
uzun süre ve daha özenle çalışıp değişik ler. Böylece cerrahinin altın çağı başlamış
yöntem leri deneyebildiler (bak. ANESTEZİ; A N ­ oldu. (Ayrıca bak. L i s t e r . JOSEPH; P a s t e u r ,
TİSEPTİK). L O U İS .)
162 CERRAHİ

Çağdaş Cerrahi Bir ameliyat ekibi, ameliyatı yürütecek


Günüm üzde, m ikropların yaraya yerleştikten olan cerrah ile aletlerin verilmesinde ve öbür
sonra öldürülmesi yerine, ameliyat salonu ve işlerde ona yardımcı olan asistan cerrahlar ve
kullanılacak bütün gereçler önceden uygula­ hem şirelerden oluşur. Anestezi uzmanı am e­
nan asepsi yöntemleriyle m ikroptan arındırı­ liyat süresince hastayı yakından izleyerek
lır, yani steril durum a getirilir. Çağdaş bir kalp atışlarını, solunumu ve bilinç yitimini
ameliyat salonunda, bütün yüzeyler en kü­ denetler.
çük bir kiri bile gösteren ve kolayca temizle- C errah, ameliyatın yapılacağı organa ya da
nebilen sert, beyaz m addelerden yapılmıştır. bölgeye ulaşıncaya kadar, neşter denen küçük
Salonun duvarları, ameliyat masası ve öbür ve keskin bir bıçakla deriyi keser. Bu arada
mobilyalar genellikle fayanstan, camdan, kesilen kan dam arlarının açık uçlarını kıskaç­
krom ya da paslanmaz çelik gibi m etallerden larla tutturarak kanamayı engeller ve gerekli
yapılır ya da emaye kaplanır. Kullanmadan cerrahi işlemleri yapar. Ameliyat bitince,
önce bütün aletler kaynatılarak, morötesi neşterle açtığı yarayı penslerle düzgün biçim­
ışınlara tutularak ya da kimyasal m addelerle de birleştirip iğne iplikle diker. Bunun için
yıkanarak m ikroptan arındırılır. Cerrahlar genellikle katgüt denen özel bir iplik kullanı­
ellerini ve kollarını önce su ve sabunla, sonra lır. Bu iplik hayvan bağırsaklarından yapıl­
hafif antiseptiklerle yıkarlar. Ameliyat ekibi mıştır; adı da “kedi bağırsağı” anlamındaki
yaraya m ikrop bulaştırmam ak için steril giysi­ İngilizce catgut terim inden dilimize geçmiştir.
ler, kep ve maske kullanır. Kesik kan damarları da uç uca getirilip
Bu sırada hastanın ameliyat yerindeki kıllar dikildikten sonra hasta odasına götürülür;
tem izlenir, o bölüm yıkanır ve ameliyat masa­ burada anestezinin etkisinden kurtularak ayı­
sına alınmadan önce sakinleştirici ve uyutucu lır ve yeterince iyileşinceye kadar hastanede
ilaçlar verilerek hasta ameliyata hazırlanır. bakım altında tutulur.
D aha sonra hastanın bilincini yitirerek hiç Vücudun bütün bölümleri ve organları ke­
ağrı duymaması için solunum yoluyla eter ya silip çıkarılamaz, ama hepsi ameliyatla iyileş­
da etilen gibi anestezik gazlar verilir. Kalan tirilebilir. Bağırsakların yalnızca bir bölümü,
mikropları öldürm ek için ameliyat yeri anti­ sindirimi engellemeyecek biçimde kesilip çı­
septik m addelerle temizlenir ve vücudun öbür karılabilir ve uçları birleştirilerek dikilir. Ka­
bölümleri steril örtülerle kapatılır. lınbağırsağa bağlı olan apandis ve karaciğere
ZEFA bağlı olan safra kesesi genellikle bütünüyle
çıkarılıp alınır. M idenin yaklaşık üçte birinin
çıkarılması da yaşamı tehlikeye atmaz.
Ö bür ameliyat türleriyle karşılaştırıldığın­
da, deri, kas ve kemik cerrahisinde çok daha
rahat çalışma olanağı vardır. Derinin büyük
bölümü yandığında ya da yaralandığında,
vücudun başka bölümlerinden alman sağlam
deri parçaları örselenmiş bölüme aşılanabilir.
Buna deri aşılama ya da deri nakli denir (bak.
D ERİ).
Kafatasının açılması cerrahinin ilk uygula­
m alarından biridir, ama beyin ameliyatlarının
başlangıcı oldukça yakın zamanlara rastlar.
Beyin, omurilik ve bütün sinir sistemiyle ilgili
cerrahi dalma nöroşirurji ya da sinir cerrahisi
denir. Cerrahlar kafatasını açarak beynin bazı
bölümlerini kesebilir, ur ya da metal parçalar
gibi yabancı maddeleri çıkarabilirler.
Günümüzde kullanılan cerrahi aletlerinin bir bölümü. Bugün kalp cerrahisiyle çok iyi sonuçlar
CERRAHİ 163

alınıyor. Özellikle doğuştan olma yapı bozuk­


luklarının bebeklik ve erken çocukluk çağın­
da onarılması ya da yetişkinlerde uygulanan
açık kalp ameliyatları kalp-akciğer m akinesi­
nin bulunmasından sonra gerçekleştirilebil­
miştir. Am eliyat sırasında kalp durduğu za­
man kan dolaşımı bu makine aracılığıyla
sağlanır. Böylece kalp cerrahları hasta kalp
kapakçıklarını değiştirebilir, hasta atardam ar­
ların yerine sağlam dam ar parçaları aşılayabi­
lir. H atta gerektiğinde yeni ölmüş birinden
aldıkları organı “naklederek” hastalıklı kalbi
tümüyle değiştirebilirler (bak. DOKU VE ORGAN
N a k l î ; K a l p ).

Yeni Yöntemler ve Teknikler


H er gün yeni cerrahi teknikleri geliştiriliyor.
Laser cerrahisinde, istenen yere odaklanan,
yüksek enerjili, ince bir laser demeti kullanı­
lır. Bu ışınlar yumuşak dokuları çok keskin
bir bıçak gibi keserek ilerlerken, bir yandan
da kesilen kan dam arlarını ısıyla kaynaştırdığı
için çok az kanam a olur. Laser ışınları özellik­
le göz gibi çok hassas organların ameliyat
edilmesinde kullanılır.
M ikrocerrahide özel büyüteçler ya da iki
ZEFA
gözle bakılabilen m ikroskoplar cerrahm do­
Açık kalp am eliyatlarında kullanılan oksijen tüpleri,
kuları en ince ayrıntılarıyla görmesini sağlar. kanı sürekli oksijenle besleyerek temizler.
El titremesini önleyerek cerrahm kusursuz
çalışabilmesi için bıçaklar, kıskaçlar emici
borular ve öbür aletler kaldıraçlara ya da takm a kol ve bacaklara sinir iletilerini alabi­
küçük dişli çarklara tutturulur. M ikrocerrahi, len elektronik alıcılar eklenir; bu alıcılar da
vücudun kopan parçalarının yeniden yerine uyarıları küçük bir elektrik m otoruna aktara­
yerleştirilmesine, kopan kan dam arlarının ve rak kol ya da bacağın beyinle eşgüdümlü
sinirlerin birbirine eklenmesine olanak verir. olarak hareket etmesini sağlar.
C errahlar bazen yaralanan ya da iş görem e­ Bugün cerrahinin en büyük gelişmelerin­
yecek durum da olan organların yerine genel­ den biri, vücudu kesip açmadan iç organların
likle çeşitli m etallerden ve plastikten yapılan görülebilmesini sağlayan çeşitli aygıtlardır.
yapay organlar takarlar. Bu yapay organların U zun, esnek bir boru olan endoskop, sindirim
tasarımlanması ve geliştirilmesi biyomühen- boşluğuna ve öbür vücut boşluklarına girebi­
disliğin konusudur (bak. B İ y o m ü HENDİ s l İ k ) . len ve dönem eçlerde yönünü değiştirebilen
Kalp atışlarının düzenli olmasını sağlayan bir teleskop gibidir. U cunda içeriyi görmek
elektronik uyarıcılar (kalp pilleri), yapay kan için bir ışık ve m ercek, ilaç ya da başka bir
damarları ve kalp kapakçıkları; yapay kalp­ m adde akıtmak için bir boru ve doku örnekle­
ler; yapay soluk borusu ve akciğerler; göz ri almak için küçük bir kıskaç olabilir. Bir
mercekleri; kırılan kemikleri birleştirm ek ve başka aygıt, kasıktaki bir toplardam ardan
desteklem ek için takılan metal iğneler; diz, sokularak kalbe kadar uzatılabilen ince,
dirsek, bilek ve parm ak eklemleri; takm a uzun, esnek bir borudur. Kateter ya da sonda
dişler, takm a kol ve bacak biyomühendisliğin denen bu aygıt yardımıyla, kan basıncı ölçüle­
sağladığı olanaklardan bir bölümüdür. Bazı bilir, kan ve doku örnekleri alınabilir ve X
164 CERVANTES SAAVEDRA

ışınlarına tutulduğunda kan dam arlarını gös­ 1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlı-
teren özel boyalar verilebilir. X ya da röntgen lar’a karşı savaşırken sol elini kaybetti ve göğ­
ışınları iç organların radyografi ve tomografi sünden yaralandı. 1575’te İspanya’ya döner­
gibi ileri tekniklerle incelenmesine, sesüstü ken Cezayir’deki Türk korsanlarının eline
(ültrason) dalgalar da iç organların hareketli düştü ve köle olarak Kuzey A frika’ya götürül­
görüntüsünü bir ekran üzerine yansıtan ültra- dü. O rada beş yıl kaldı. Ailesinin istenen fid­
sonografi yöntem ine olanak sağlayarak cerra­ yeyi sağlaması üzerine serbest bırakıldı.
hinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır Saraydan görev alamayınca düş kırıklığına
(bak. S e s ü s t ü D a l g a l a r ; X I ş in l a r i ). uğrayan Cervantes edebiyata yöneldi ve
1584’te La Galatea adlı romanını yayımladı.
CERVANTES SAAVEDRA, Miguel de Aynı yıl evlendi ve ailesini geçindirmek için
(1547-1616). Miguel de Cervantes, çağdaş ro­ am bar ve vergi memurluğu yaptı. Hesaplarda
m anın babası olarak bilinir. M adrid yakınla­ açığı çıkınca bir süre hapse atıldı. Bu yıllarda
rında gezgin bir eczacı-cerrahın yedi çocuğun­ çok az yazdı. 1605’te yayımladığı Don Kişot
dan dördüncüsü olarak dünyaya geldi. D ü­ (D on Quijote) ile birden büyük bir başarı sağ­
zenli bir eğitim görmemesine karşın, sonra­ ladı. Don Kişot, şövalyelerin kahram anlık öy­
dan başkent olan M adrid’de kendi kendini külerini okuya okuya hafiften aklını kaçırmış
yetiştirme olanağı buldu. Bir kavgadan ötürü yaşlıca bir adamdır. Okuduğu öykülerin ger­
hüküm giyince İtalya’ya kaçtı. Bu sırada Papa çek olduğunu sanarak, kendi de şövalye ol­
V. Pius Osm anlılar’a karşı bir Haçlı seferi dü­ maya ve kahram anlıklar yapmaya karar verir.
zenliyordu. Cervantes Haçlı ordusuna yazıldı. Cervantes bu rom anında şövalye kahram an­
lık öyküleriyle alay eder. Don Kişot hanları
British Museum
şato, yel değirmenlerini dev sanır; kurtarıl­
mak istemeyen genç kızları kurtarır; olmayan
tehlikeleri sezer ve atıldığı serüvenlerden düş
kırıklığına uğrayarak üzüntü ve utanç içinde
geri döner. C ervantes’in Don Kişot’ta insan
doğasını çok derinden kavradığı görülür.
Cervantes ünlü bir yazardı, ama zengin de­
ğildi. Yaşamının sonlarına doğru, edebiyatçı­
lara yakınlığıyla tanınan bir kont C ervantes’e,
yazı yazmasına olanak veren maddi desteği
sağladı.
Cervantes’in öbür yapıtları arasında Viaje
del Parnaso (1614; “Parnassus’a Yolculuk”)
başlıklı uzun bir şiir ile Entremeses Nuevos
(1615; “Yeni A raoyunlar”) vardır.
Yazıldığı tarihten başlayarak birçok dile
çevrilen Don K işot, Cervantes’in adını kısa
zam anda İspanya’dan başka İngiltere, Fransa
ve İtalya’da da duyurdu. Don Kişot çeşitli
zam anlarda Türkçe’ye de çevrilmiştir.

CEVDET PAŞA (1823-1895), Tanzimat dö­


neminin önde gelen tarihçi ve devlet adamla-
rındandır. Lofça (bugün Bulgaristan sınırları
içindedir) kentinde doğan Cevdet Paşa İstan­
bul’da Fatih’teki Papasoğlu M edresesi’nde
Ressam George Cruikshank'tan Don Kişot ve uşağı eğitim görürken döneminin ünlü bilim adam ­
Sanço Panza. larından çeşitli konularda özel dersler aldı.
CEVDET PAŞA 165

M edrese eğitimini bitirdikten sonra kısa bir


süre kadılık yaptı. 1845’te müderris (profe­
sör) oldu. 1846’da Sadrazam M ustafa Reşid
Paşa’nın yanında göreve başladı. Bu tarihten
sonra önemli devlet görevleri üstlenen Cevdet
Paşa ülkede m edreseler dışında yeni öğretim
kurum lan olarak açılacak ilk, orta ve yük­
sekokulların program larını belirleyen Meclis-i
Maarif; bilimsel araştırm a ve çalışmalar yap­
mak için kurulan, Osmanlı bilim akademisi ni­
teliğindeki Encümen-i Daniş gibi bilimsel ku-
rumların kurucuları arasında yer aldı ve bu
kurum larda üye olarak çalıştı. 1855’te, zama­
nın olaylarını saptayıp yazmakla görevli, dev­
letin resmi tarihçisi dem ek olan vakanüvisliğe
atandı. Darülmuallimin (öğretmen okulu) mü­
dürlüğü, çeşitli illerde valilik, m aarif (eğitim),
ticaret, adliye, evkaf (vakıflar), içişleri bakan­
lığı gibi devlet görevlerinde bulundu. Cevdet
Paşa yöneticiliğini üstlendiği devlet kum rula­
rında yalnızca bir uygulayıcı olmayıp bir ör­ İletişim Yayıncılık Arşivi
gütçü olarak da buraları yenileştirmek, yasal Cevdet Paşa Tanzimat dönem inin önde gelen
tem eller üzerine oturtm ak için çalışmalar tarihçisi ve devlet adamıdır.
yaptı.
Cevdet Paşa Osmanlı D evleti’nin yüksek geleneğine uyarak, “seci”ye (düzyazıda uyak­
yargı kurulu olarak 1868’de kurulan Divan-ı lı anlatım) başvurmasına karşılık, yapıt genel
Ahkâm-ı Adliye başkanlığına getirildi. Bir olarak açık ve yalın sayılabilecek bir dille ya­
yandan adalet örgütünü yeniden düzenleme­ zılmıştır. Yazar anlattığı olaylardan bir ders
ye çalışırken öte yandan da bu kuruldan M e­ çıkarılmasını istem ektedir. Yapıtın dili döne­
celle' nin (Osmanlı D evleti’nde yürürlükte mine göre oldukça yalındır. Cevdet Paşa’nm
olan ve 1926’ya kadar yürürlükte kalan m ede­ vakanüvisliği sırasında yazdığı, 1839-72 yıllan-
ni yasa) yazılma kararını çıkardı ve yasanın nı kapsayan ve 40 bölümden oluşan Tezakir
hazırlanmasında çalıştı. ile beş bölümlük M aruzat öbür tarih yapıtları­
dır. 1839-76 arasındaki önemli siyasal olayla­
Bilimsel Çalışmaları rın yorum unu içeren M aruzat'ı II. Abdülha-
Cevdet Paşa’nm önemli yanlarından biri de m id’in isteği üzerine kaleme almıştır. Cevdet
tarihçiliğidir. Encümen-i Daniş üyeliği sıra­ Paşa ayrıca halk için Kısas-ı Enbiya ve Teva-
sında Osmanlı Devleti’nin 1774’ten sonraki rih-i Hulefa (1874-89; “Peygamberlerin Öy­
tarihini yazmakla görevlendirildi. Tarih-i küleri ve Halifeler Tarihi”) adlı kitapları da
Cevdet (1855-84) adı verilen 12 ciltlik bu yapı­ yazmıştır.
tını, çeşitli resmi görevlerinin dışında kalan Cevdet Paşa tarih dışında dille de ilgilen­
zamanda yazabildiği için, uzun sürede tamam­ miş, Fuad Paşa ile birlikte daha çok öğretime
layabildi. Yapıt, 1774 Küçük Kaynarca Antlaş- yönelik Kavaid-i Osmaniye (1864; “OsmanlI­
ması’ndan 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldınl- ca Dilbilgisi K uralları”) adlı bir dilbilgisi kita­
masına kadar geçen süre içinde ortaya çıkan bı hazırlamıştır. Uzun yıllar tüm dilbilgisi ki­
çeşitli toplumsal ve siyasal olayları anlatır. tapları için örnek alman bu yapıt Osm anlıca’
Am a bunlardan en önemlileri seçilerek, ara­ nin üç ayrı dilin birleşmesiyle oluştuğunu ilk
larında bağlantılar kurulmuş, kaynaklar taraf­ kez belirtmesi bakımından önem taşır. Kitap
sız bir gözle karşılaştırılarak sonuçlara varıl­ A rapça, Farsça ve T ürkçe’den oluşan Osman-
mıştır. Kimi cümlelerinde, Osmanlı tarihçilik lıca’nın kurallarını öğretmeyi amaçlamıştır.
166 CEVİZ

Tanzim at yanlılarının her alanda batıyı ör­ ceviz çağlası olarak adlandırılan beyaz renkli,
nek alm ak gerektiği yolundaki düşüncelerine yağlı tohum bulunur. D ört parçadan oluşan
karşı, gelenekten ayrılmadan da reform lar ya­ ceviz içinin dışında ince ve sağlam bir zar
pılabileceğini savunan Cevdet Paşa bu görü­ vardır. Taze meyvede sarı olan bu zar, kuru­
şünü özellikle hukuk alanında kabul ettir­ muş cevizlerde kahverengiye döner. Ceviz içi
miştir. taze ya da kuru olarak yendiği gibi kurutulup
öğütülerek çeşitli yiyeceklerde, cevizden çıka­
CEVİZ denince, uzun sırıklarla silkelenip rılan yağ ise, özellikle Fransa’da salatalarda
düşürülen meyvelerinin içini zevkle yediğimiz ve çeşitli yemeklerde kullanılır.
bir ağaç akla gelir. Bilimsel adı Juglans regia 20 yaşma kadar tek tük ve ara sıra meyve
olan adi ceviz, anayurtları Kuzey ve Güney veren ceviz ağacı bu yaştan sonra üretken
A m erika, Güney A vrupa, Asya ve Batı Hint olmaya başlar; toprak ve iklim koşulları
Adaları olan 20’ye yakın ceviz türünden uygun olursa 100 yaşma kadar meyve verebi­
yalnızca biri ve en tanınmışıdır. lir. Dünya ceviz üretiminde California, Fran­
Ceviz ağaçları oldukça ılık iklimleri, besin sa, İtalya, Çin ve Türkiye ilk sıraları alır.
m addelerince zengin toprakları sever. Güçlü Türkiye’de kış mevsiminin pek sert geçme­
kökleri çevreye uzanır ve toprağın derinlikle­ diği her yörede ceviz yetiştirilir; hatta kendili­
rine kadar iner. Anayurdunun İran olduğu ğinden yetişenler de vardır. A ncak en yüksek
nitelikli ve bol ceviz üreten iller Kastamonu
ve Zonguldak’tır. Türkiye’de, sayıları üç
milyonu aşan ceviz ağaçlarından yılda 120-130
bin ton dolayında ceviz elde edilm ektedir.
Ceviz ağacından meyvesi dışında başka
amaçlarla da yararlanılır. Odunu sert, sık ve
karmaşık damarlı, dayanıklı, kesiti güzel gö­
rünüm lüdür. Cevizin kerestesinden yapılan
mobilyalar çok iyi cila tuttuğu için kolay kolay
bozulmaz ve zararlı böceklere karşı dayanıklı­
dır. Bu nedenle mobilya yapımında ve ince
oymacılık işlerinde aranan bir kerestedir.
Yaprakları, meyvesinin yeşil dış kabuğu, dal,
gövde ve kök kabukları bol tanen içerdiğin­
sanılan adi cevizin boyu çoğu zaman 30 den kâbız yapıcı, iştah açıcı, kanam a kesici
m etreye yaklaşır. Yanlara uzanan dalları ve etkisi vardır. Meyvesinin yeşil dış kabuğu
geniş tepesi ile ceviz ağacının görkemli bir halı, kilim ve dokum a için iplikleri kahveren­
görünüşü vardır-. Gençken ince, açık boz ve giye boyam ada kullanılır. Kan şekerini düşür­
düzgün olan gövde kabuğu ağaç yaşlandıkça düğü. için kuru ceviz yapraklarının şeker
kalınlaşır ve üzeri derin çatlaklarla dolar. hastalığına iyi geldiği bilinmektedir.
Cevizin kara renkli tomurcuklarının üzeri Am erika ve Japonya’da kara ceviz (Juglans
ince ve kısa tüylerle kaplıdır. Kışın dökülen nigra) ve boz ceviz (Juglans cinerea) gibi
yapraklar beş-dokuz oval yaprakçıktan olu­ başka tür cevizler de yetiştirilir. Türkiye’de
şur. En uçtaki tek yaprak öbürlerinden daha bulunmayan bu türlerden kara cevizin keres­
büyüktür. Tırtıl ya da kedicik denen erkek tesi çok değerlidir; yenmeyen meyvelerinin
çiçekler yeşil renkli, kalınca ve tırtıl görünüm ­ kabuğundan boyarm adde elde edilir. Boz
lü; dişi çiçekler ise ufak ve yuvarlaktır. cevizin meyve kabukları boyamada, kök ka­
Çiçekler sürgünlerin ucunda açar. Cevizin buklarından elde edilen bazı m addeler ise ilaç
meyvesi botanikçilerin “eriksi meyve” adını yapımında kullanılır.
verdiği türdendir. Meyvenin en dışında koyu Ceviz eskiçağlardan beri din, mitoloji ve
yeşil renkte etli bir bölüm, onun içinde de iki boş inançlarda önemli bir yer tutm uştur. Bu
parçalı sert bir kabukla kaplı, ceviz içi ya da ağacı Eski Yunanlılar A rtem is’e, Eski R om a­
CEZA 167

lılar da Jüpiter’e adamıştı. Hz. Süleyman’ın renkli iki şerit bulunur. Ceylanın kuyruğu
ceviz ağaçları yetiştirdiği söylenir. Türkiye’ kısa ve püsküllü uçludur. A nadolu’dan M oğo­
nin bazı yörelerinde hâlâ incir ağacı gibi ceviz listan’a kadar uzanan bölgede yaşayan İran
ağacının da “tekin” olmadığına, bu ağacın ceylanı (Gazella subgutturosa) dışındaki tür­
altında uyumanın uğursuzluk getirdiğine ina­ lerde hem erkekte hem de dişide, genellikle
nılır. İtalya’nın kırsal yörelerinde ceviz ağacı geriye doğru kıvrık bir çift boynuz bulunur.
“cadıların ağacı” olarak bilinir ve altında İran ceylanının dişisi ise ya güdük boynuzlu­
uyunmaz. dur ya da hiç boynuzu yoktur.
Ceviz adı verilen öteki meyvelerden pekan- Ceylan sürüleri sürekli hareket halindedir.
cevizi ( Carya illionensis) cevizlerle aynı fa­ Koruyucu renklenm elerinin yardımıyla dik­
milyada yer alır. Hindistancevizi (Cocos rıuci- kat çekm eden sürekli dolaşırlar. Ü rem e dö­
fera) ise ceviz türlerinden bütünüyle ayrı bir neminde erkekler dişileri için kavga ederler.
familyadandır. Beş-altı ay süren bir gebelik döneminden
sonra dişi ceylan tek bir yavru doğurur. Yavru
CEYLAN. Z arif ve alımlı gövdesi, çevikliği, ceylan bir yıl boyunca anasıyla birlikte gezer.
güzel gözleri ve yüksek hızıyla tanınan ceyla­ Ceylana eskiden gazal (ya da gazel) ve ahu
nın oldukça geniş bir yaşama alanı vardır. gibi adlar da verilirdi. Gazella cinsinin adı da
A frika’nın Atlas Okyanusu kıyılarından ve ceylan anlam ındaki A rapça gazal sözcüğün­
tropik kesimlerinden başlayıp A sya’da Moğo­ den gelir. Genellikle sanıldığı kadar korkak
listan’ın batısına kadar uzanan bölgelerdeki ve çekingen olmayan ceylanlar saatte 90
kilom etreye varan bir hızla koşabilir. Ceylan­
lar iri, parlak ve doğuştan “sürm eli” gözleriy­
le özellikle A rap, İran ve Türk folklor ve
edebiyatlarında göz güzelliğinin simgesi ol­
muştur.
14 ceylan türünden Tibet ceylanı (Procapra
picticaudata) Tibet ve çevresinde, Moğol cey­
lanı (Procapra gutturosa) M oğolistan’da ya­
şar. Bu ikisi ile İran ceylanı dışında kalan
türler A frika’nın çeşitli bölgelerinde bulunur.
Ceylan ince, Özellikle eti ve derisi için yoğun biçimde
zarif gövdesi avlandıklarından ceylanların bazı alttürleri
ve çevikliğiyle
ünlüdür. çok azalmıştır; hatta bazılarının tümüyle tü ­
kendiği sanılmaktadır. Örneğin, Pelzeln cey­
açık alanlarda 14 tür ceylan yaşar. Çifttoynak- lanı ( Gazella pelzelni) ile ince boynuzlu ceyla­
lı ve gevişgetiren bir otçul memeli olan nın (Gazella leptoceros) soyları tükenm ek
ceylan, antilop ve sığırlarla aynı familya üzeredir. Türkiye’de ceren ve ceylan adlanyla
( Bovidae) içinde sınıflandırılır. tanınan İran ceylanı eskiden Adana-M ardin
Ceylan türlerinin 12’si Gazella, ikisi ise arasındaki düzlüklerde yaşardı. Günümüzdey­
Procapra cinsinde yer alır. Bozkırlarda ve se yalnızca U rfa’nın güneydoğusunda çok az
yarı çöllerde, genellikle beş-on tanesi ya da sayıda İran ceylanı kalmıştır.
yüzlercesi bir arada sürüler oluşturarak dola­
şan, ceylanlar küçük yapılı hayvanlardır. CEZA. Cezanın amacı suçluyu eğitip toplum a
Omuz yükseklikleri türe göre 60-90 cm ara­ yeniden kazandırm aktır. Ne var ki, yeryüzün­
sında değişir. Gövdesi aslında tombulca ol­ de bu anlayışa varılması kolay olmamış,
m akla birlikte, bacaklarımın ince ve yüksek insanlar işledikleri suçları kimi zaman yaşam­
oluşu yüzünden ceylan ince ve zarif görünür. larıyla ödemiştir. Ceza hâlâ pek çok ülkede
Postu genellikle kahverengi olan ceylanın geçerli olan tanımıyla, suç işleyen kişiye acı
butlan ve karnı beyazdır; çoğu türde gövde­ çektirilmesi ya da bir şeyden yoksun bırakıl­
nin iki yanında boylu boyunca uzanan koyu masıdır. Suçlu, suçunun niteliğine ve ağırlığı­
168 CEZA

na göre, ceza olarak yaşamını (ölüm cezası),


bedeninin bir parçasını (elinin kesilmesi gibi),
özgürlüğünü (hapis cezası, sürgün ya da
gözetim) ya da parasını (para cezası) yitire­
bilir.
İlkel toplum larda, suçtan zarar gören kişi
suçluyu bireysel olarak uygun gördüğü biçim­
de cezalandırabilirdi. Zam anla cezanın işle­
nen suçla orantılı olması gerektiği düşüncesi
gelişti. D aha sonra hukukun gelişmesiyle
birlikte, cezalandırma işini adalet mekaniz­
masını denetim inde tutan devlet üstlendi.
Peter Newark’s Historical Pictures
Bugün ceza vermeye kalkışan bir kişi suç
Eskiden İngiltere'de bazı suçlular resimde görüldüğü
işlemiş olur. gibi, boyun ve kolların geçeceği delikleri olan bir
İlk cezalandırma yöntemleri suçludan öç tahtaya bağlanır, toplanan halkın fırla ttığ ı çöplerle
almak, yaptığını ödetm ek düşüncesine daya­ cezalandırılırdı.
nıyordu. Oysa çağdaş uygulamalar daha çok,
suçluları bir daha suç işlememeleri için eğit­ dıracağı düşüncesi, o suçu işlemeye eğilimi
meye ve suç işlemekten caydırmaya dayanır. olan bir kişinin, mantıklı davranarak acı ve
18. yüzyılda Jerem y Bentham gibi düşünürle­ yoksunluktan kaçınmak için, suç işlemeyeceği
rin cezalandırmanın arkasındaki amacı araş­ varsayımına dayanır. Cezanın caydırıcı olabil­
tırmaya başlaması bu değişikliğin yolunu mesi için, kişinin geçmişteki deneyimleri
açtı. Düşüncelerini İtalyan yazar Cesare Bec- anımsayabilmesi ve davranışının sonuçlarını
caria’nın çalışmalarına dayandıran Bentham , kavrayabilmesi de gereklidir. Geçen yüzyıla
cezanın suçu önlem ekten öteye geçmemesi kadar, suçluların halk önünde asılması ya da
gerektiğini belirtmiştir. Bentham ortaçağlar­ kafasının kesilmesinin başlıca nedeni caydırı­
daki ağır cezaların, “bir kuzu çalıp asılmak- cılıktı. Cezanın halk önünde uygulanması,
tansa, bir koyun çalıp asılmak yeğdir” düşün­ cezanın haklılığını halka onaylatmak ve dev­
cesiyle, suç işlemeye özendirdiğini öne sür­ letin gücünü kanıtlam ak içindir. Eğer suçlula­
müştür. rın çoğu zaman yakalanmadığı görülürse,
cezanın caydırıcılık etkisi azalabilir.
Cezanın Amacı Ceza ya da “ödetm e”. Hırsızlık gibi kimi
Caydırma ya da önleme Bir kişiye verilen suçlarda çalman şeyin ödetilmesi sağlanabilir.
cezanın başkalarını aynı suçu işlemekten cay- Am a saldırı türünden çeşitli suçlarda bu
uygulanamaz. Kimi durum larda da suçlu
Photo Co-op
tedavisi gereken bir akıl hastası olabilir. O
zaman ödetici cezalar suçun yinelenmesini
önleyemez.
Yola getirme ya da kişinin davranışını değiş­
tirtme. Yola getirme ya da davranışını düzelt­
me amacıyla, verilen ceza özünde, “bir kişinin
aklını başına getirm ek” için uygulanır. Bu,
bazen “ani, kısa, şiddetli ve sarsıcı” bir
uygulamadır. İlk kez suç işleyen genç insanla­
rın böylesine şiddetli bir cezayla davranışla­
rının yanlışlığını kavrayacakları düşünülerek
uygulanır.
D aha çağdaş yöntem ler suçluyu birey ola­
Bazı genç suçlulara cezanın bir parçası olarak yararlı rak ele alır ve suça uygun ceza yerine, her
işler yaptırılır. Bu gençler dökülmüş yaprakları yakıyor. suçlunun kişiliğine uygun bir ceza uygulamayı
CEZAEVİ 169

amaçlar. İşlenen suçun nedenini bulup ortaya da cezanın uygulanmasında görevli organları
çıkarmak ve suçluya, yaşam biçimini değiştir­ desteklem ekten ve işbirliğinden kaçınacaktır.
mesi için gerekli yardımı yapmak başarılı bir Ayrıca ceza adaletli olarak uygulanmalı,
sonuç almak için gereklidir. Çağdaş yöntem ­ ayrım gözetm eden herkese aynı koşullarda
ler, tıbbi ya da psikolojik tedavi ve eğitimin aynı ceza verilmelidir.
yanı sıra, suçluya yeni bir yaşama başlaması Suçun kanıtlanmasıyla cezanın yerine geti­
için belirli yardımları da içerir. rilmesi arasındaki zaman uzarsa, suç ile ceza
Toplumun korunması. Bazı suçlular tehli­ arasındaki bağlantı gözden kaçar; ceza caydı­
kelidir; bu nedenle, tehlikeli oldukları sürece rıcı ve yola getirici özelliğini kaybeder. Ne var
onları kilit altında tutm ak, başkalarını koru­ ki, ölüm cezalarında bu uzama yeni kanıtların
manın tek yolu olabilir. A m a burada da suçun bulunması ve hatta tutuklunun aklanmasına
nedenini bulup ortaya çıkarmak ve suçun varacak bir zaman kazanm adır. Ölüm cezası­
yinelenmesini önlemek için suçlunun davra­ nın hâlâ yürürlükte olduğu ülkelerde, böylesi-
nışlarını değiştirmeye çalışmak önem ta ­ ne dönüşü olmayan bir cezanın haklılığı gün­
şır. cel bir tartışm a konusudur.
Günüm üzde hâlâ “düşünce”nin yargılandı­
Cezanın Etkisi ğı ve cezalandırıldığı ülkeler vardır. D üşünce­
Cezanın, uygulandığı toplum un kabul edebi­ nin toplum düzenini sarsıcı bir eylem olduğu­
leceği nitelikte olması gerekir. Eğer toplum da nun kabul edildiği bu gibi ülkelerde, “yasak”
çoğunluk cezanın acımasız ve haksız olduğu­ konan kitapları yayımlayanlar, okuyanlar,
nu düşünürse, suçlunun adalete tesliminde ya “yasak” sayılan düşünceleri dile getirenler
acımasızca cezalandırılır ve düşünce suçu
Peter Newark’s Historical Pictures işledikleri için on yıllarca özgürlüklerinden
yoksun bırakılırlar.
Ç a ğ d a ş ceza la r h a p is v e p ara c e za sın a
d ayan ır. Y a p ıla n a raştırm alar, p ara c e za la rı­
nın v e g ö z e tim in (bak. G özetim ) y a ln ızc a ilk
k e z işle n e n su çla rd a u y g u la n d ığ ın d a etk ili
o ld u ğ u n u g ö ste r iy o r . Ayrıca bak. CEZAEVİ;
Çocuk S uçlari ; S u ç .

CEZAEVİ, yargılama sonucu suçlu oldukları


kanıtlanan kimselerin cezalandırılmak am a­
cıyla hapsedildikleri kurum dur. Cezaevinde
geçirilen süre suçun ağırlığına göre değişir.
Çok ağır suçlarda suçlu öm ür boyu hapsedi­
lebilir. Hapis cezasının ilk aşaması olarak da
uygulanan gözetimde sanık cezaevine kon­
maz, ama özgürlüğünü kısıtlayan bir sürece
girer (bak. CEZA; GÖZETİM). Kimi kez ağır bir
suçtan yargılanan sanığın yargılama süresin­
ce özgür olması sakınca yaratabilir. Bu du­
rum da sanık tutuklanır ve cezaevine gönde­
rilir.
Yaşı küçük olan suçlulara normal olarak
hapis cezası verilmez. Küçük suçluların ge­
rektiğinde konuldukları kurum lara “ıslah­
evi” denir. Islahevi ya ayrı bir kurum ya da
18. yüzyılda Londra'da Thames Irmağı yakınında cezaevinin bir bölüm ü olarak düzenlenir
asılarak idam edilen bir korsan. (bak. Ç ocuk Suçlari ).
170 CEZAEVİ

1870'lerde İngiltere'de bir


cezaevinde kimi
tutuktular çalışırken,
kim ileri havalandırmada
dolaşıyorlar.

Hulton Picture Library

Eski Cezaevleri olarak davranılmasmın, koşullu salıverme sis­


Batı dünyasında 19. yüzyılın ortalarından tem lerinin başlangıcıydı. 1900’lere gelindiğin­
önce birçok suçun, hatta para çalmanın bile de hücre cezası artık yalnızca bir disiplin
cezası ölümdü. Bazı suçlular da sömürgeler­ önlemi olarak kullanılmaya başlandı.
deki ceza kamplarına gönderiliyordu. Ceza­ G ünüm üzde cezaevlerinin tutukluları in­
evleri yargılanmayı, ceza kam plarına gönde­ sanca koşullarda barındırması ve dışarı çıktık­
rilmeyi ya da ölümü bekleyen suçlular için larında dürüst bir yaşam sürmek için hazırla­
kullanılıyordu. îlk cezaevleri genellikle kale ması amaçlanır. Ne var ki, bu amaca her
burçlarıydı. zaman ulaşılamaz.
Cezaevine kapatılm ak zamanla, asıl ceza­
nın beklendiği süredeki bir uygulama olm ak­ Günümüzde Cezaevleri
tan çıktı ve kendisi bir cezaya dönüştü. Eski T utuklulann durum larına ve cezalarına uy­
cezaevleri suçluların korkunç koşullar altın­ gun çeşitli cezaevi tipleri geliştirilmiştir. Ağır
da bir.araya dolduruldukları yerlerdi ve ceza­ suç işlemiş kişiler çok sıkı güvenlik önlem leri­
evi humması denen bir tür tifüs hastalığı her nin bulunduğu cezaevlerine gönderilir.
yıl buralara kapatılan binlerce insanın ölüm ü­ Akli durum u cezalandırılmasına uygun ol­
ne yol açıyordu. mayan ya da ceza verildikten sonra özel
A vrupa’da ilk cezaevi 16. yüzyılda Hollan­ tedavi görmesi gereken suçlular ya bir psiki­
d a’da açıldı; 18. ve 19. yüzyıllarda cezaevi yatri kliniğine ya da sıkı güvenlikli özel bir
yapımı yaygınlaştı ve yeni düzenlem eler geliş­ hastaneye gönderilir.
tirildi. Bazı cezaevlerinde tutuklular sürekli Yargılanmayı bekleyen sanıklar henüz hü­
olarak birbirinden ayrı tutuluyordu. Hücrede küm giymemiş olduklarından, onlara öbür
tek başına yaşayan tutuklu, ancak ziyaretçi­ tutuklulara uygulanan yönetm elikler uygu­
siyle ve cezaevi görevlileriyle görüşebiliyor­ lanmaz.
du. Başka cezaevlerinde tutuklulann birlikte Açık cezaevleri tutuklulara aşırı kısıtlama
çalışmalarına izin veriliyor, ama konuşmaları getirmeyen cezaevleridir. Bu tür cezaevleri,
yasaklanıyor ve geceleri ayrı hücrelerde yatı­ kaçmayacağına güvenilen ve hapisten çıktık­
rmıyorlardı. Bazı ülkelerde tutuklulann olum ­ tan sonraki yaşama hazırlayıcı bir eğitim ya da
lu ve olumsuz davranışlarına puan veriliyor ve tedaviden yararlanabilecek durum daki tutuk­
saptanan belirli bir puana ulaşınca salıverili­ lular içindir.
yorlardı. Bu uygulama suçlulara birer birey Kimi cezaevlerinde tutuklulann belirli be­
CEZAEVİ 171

Illinois State Perıitentiary


ABD'de m odern bir cezaevi. Merkez kuledeki gardiyanlar her hücreyi denetleyebilir.

ceriler kazanacağı atölyeler, eğitim olanağı kıntı ve dehşet verici hapishane” anlamına
sağlayan kütüphaneler vardır. Ne var ki, gelen “zindan” denirdi. Cezaevleri olarak
gerek cezaevlerindeki tutuklu sayısının çoklu­ kullanılan kale burçları karanlık, havasız ve
ğu, gerek çağdaş ceza anlayışının yeterince nemliydi. Burada ceza çeken, kişilerin gereksi­
benimsenmemiş olması nedeniyle, birçok ce­ nimleri genellikle iyiliksever kimselerce karşı­
zaevinde bu tür olanaklardan yararlanılamaz. lanırdı. Bu durum 183l ’e kadar böyle sürdü.
Günüm üz cezaevi yönetm eliklerinde ko­ İlk kez 1831’de Sultanahm et’te Hapishane-i
şullu salıverme ve cezanın belli oranda indiril­ Umumi (genel cezaevi) adında bir cezaevi
mesi vardır. Koşullu salıverme tutuklunun iyi kuruldu. 1858’de yürürlüğe giren yeni bir
davranışı nedeniyle cezanın bir bölümünün yasayla da suçlar ve cezalar sınıflandırıldı.
uygulanmaması anlam ına gelir. Böylece, iyi Bu yasada özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak iki
davranış gösteren bir tutuklu, örneğin üç yıl ağır ceza, kürek cezası ve kalebentlik cezalan
hüküm giymiş olsa bile cezası belli oranda vardı. K ürek cezası eskiden, gemilerde (kal­
indirilerek, yalnızca iki yıl hapis yatarak yonlarda) kürek çekme yoluyla uygulanan bir
çıkabilir. Koşullu salıverme cezanın son dö­ cezaydı. D aha sonra yalnızca “ağır ceza”
neminde uygulanır. Tutuklu düzenli aralarla anlam ında kullanıldı. Kalebentlik ise, hap­
bir gözetimciye rapor verm ek ve bazı koşulla­ sedilen kişinin kalenin dışına çıkmadan çektiği
ra uym ak kaydıyla erken salıverilir. Bu koşul­ cezaydı. Hafif cezalarda ise, hüküm giyilen
lara uymayan tutuklu yeniden cezaevine ko­ süre norm al cezaevlerinde geçiriliyordu.
nacağı gibi ek ceza da alabilir. 1926’da çıkan yeni Türk Ceza Kanunu
suçları ikiye ayırdı: Cürüm lüler ve kabahatli­
Türkiye'de Cezaevleri ler. Cürüm lüler ağır suçlular, kabahatliler ise
Osmanlı İm paratorluğu’nda cezaevlerine “sı­ hafif suç işleyenlerdi. 1929’da cezaevleri A da­
172 CEZANNE

let Bakanlığı’na bağlandı. Resmi verilere göre Cezanne 1872’de İzlenimci A kım ’ın öncü­
günümüzde yaklaşık 640 cezaevinde 46 bin lerinden Camille Pissarro ile tanıştı (bak.
(1985) hüküm lü bulunm aktadır. Çocuk ıs­ İZLENİMCİLİK). Pissarro, Cezanne’a doğaya da­
lahevi sayısı ise beştir. ha yakından bakmayı, ışığın ve rengin incelik­
lerini öğretti. O dönem de doğayı ve nesneleri
CEZANNE, Paul (1839-1906). Çağdaş res­ izlenimci bir anlaşıyla tuvale geçiren Cezan­
min en büyük ustalarından biri olan Paul ne Avrupa resim sanatını önemli ölçüde
Cezanne, Aix-en-Provence’da, zengin bir etkileyecek olan yapıtlar verdi. Resim lerinde­
bankerin oğlu olarak doğdu. 1858’de, banker ki yalınlık, kullandığı renklerin yoğunluğu ve
olmasını isteyen babasının baskısıyla Hukuk kompozisyona verdiği önem resmini yaptığı
Fakültesi’ne girdi. Am a iki yıl sonra annesi­ nesnelerin temelini oluşturan yapıyı öne çı­
nin desteğiyle, resim öğrenimi görmek üzere kardı. Tarlalar, yollar, köy evleri gibi m anza­
Paris’e gitti. O rada Delacroix, Rubens ve ra öğelerini kendine özgü bir üslupla, fotoğ­
Tintoretto gibi ustaların yapıtlarını inceledi. raf kopyacılığına kaçmadan, kendisinde uya­
Sanatçının o dönem de yaptığı resimlere ege­ nan duyguları yansıtacak biçimde yapmanın
men olan koyu renkler ve güçlü fırça darbele­ yollarını aradı. Cezanne özgün üslubunu
ri klasik geleneğin etkilerini yansıtıyordu. yaşamının sonuna kadar yaptığı tüm resimle­
Başlangıçta Cezanne’ın alışılmamış üslubunu rinde korudu.
anlam akta güçlük çeken izleyiciler ve sanat 1878’de yaşamının geri kalan bölümünü
eleştirmenleri onun resimleriyle alay ettiler. geçirdiği Aix-en-Provence’a dönen sanatçı
Am a o, uğradığı ağır eleştiri ve suçlamalara belirli aralıklarla Paris’e gitmeyi sürdürdü.
karşın, resimlerini bildiği gibi yapmayı sür­ Cezanne o dönem de perspektifi, yani resimle­
dürdü. rindeki görsel derinliği yalnız renkle vermeye
A rt Institute o f Chicago!Richard J. Brittain

Cezanne, Marsilya Körfezi'nin L'Estaque'dan Görünüşü adlı bu yapıtında uzaklık duygusunu renklerle
yaratm ıştır.
CEZAYİR 173

başladı. Portre, natürm ort (ölüdoğa) ve pey­ yağmur alır. Sağanakların günlerce sürdüğü
zajlarını (m anzara resmi) canlı bir renk uyu­ yağmur mevsimi dışında sıcak ve yağışsızdır.
mu ve yalın bir gerçekçilikle betimledi. Tropik iklimin görüldüğü güney bölgesinde
1895’te ilk kişisel sergisini açtığında, resimleri yaz ayları çok sıcak geçer. Tel A tlaslan’nda
genç sanatçılar ile bazı sanatseverlerin dışın­ yaprak dökm eyen, kalın kabuklu meşe ağaç­
da halkın ilgisini çekmedi. Am a Cezanne larından oluşan güzel orm anlar vardır. Bir çöl
yapıtlarıyla 20. yüzyılın birçok sanatçısını bitkisi olan alfa ve başka ot türleriyle kaplı
etkiledi. Kompozisyondaki ustalığı ve kullan­ yüksek ovalarda sürüler otlatılır.
dığı renklerin yoğunluğu resimde anıtsal
görüntüler yaratmasını sağladı. Yaşamının
CEZAYİR'E İLİŞKİN BİLGİLER
sonuna doğru yapıtları aranm aya ve ilgi topla­ YÜZÖLÇÜMÜ: 2.381.741 km2.
maya başladı. 1906 sonbaharında kırlarda NÜFUS: 23.849.000 (1988).
çalışırken soğuk aldı, hastalanarak birkaç gün BAŞKENT: Cezayir.
içinde öldü. Bir yıl sonra Paris’te açılan sergisi YÖNETİM BİÇİMİ: Cumhuriyet.
büyük ilgi gördü. DOĞAL YAPI: V erim li kıyı bölgesini çevreleyen yüksek
dağlar, orm anlar, boş alanlar ve çöller.
Yıkananlar (Philadelphia Sanat Müzesi),
BAŞLICA ÜRÜNLER: Buğday, arpa, tütün, şarap, mey­
Kendi Portresi (Ulusal Galeri, Londra), Se­ ve, şişemantarı, dem ir, çinko, kurşun filizi, apatit
petli Ölüdoğa (Musee d ’Orsay Paris), İskam ­ taşı, çim ento, pik, doğal gaz ve petrol.
bil Oynayanlar (Louvre Müzesi, Paris), Kır­ BAŞLICA KENTLER: Cezayir, Oran, Konstantin, Annaba,
Sidi-bel-Abbes, Telemsen, Skikda.
mızı Yelekli Delikanlı (Mellon Koleksiyonu, EĞİTİM : 6-14 yaş arası çocukların yüzde 60'ı okula
A B D ) sanatçının en önemli yapıtlarıdır. gitm ektedir.

CEZAYİR, A frika’nın kuzeydoğusunda, A k­


deniz kıyısında kurulmuş bağımsız bir cumhu­ Cezayir’de panter, çakal, sırtlan, yabando-
riyettir. Doğusunda Tunus ve Libya, güney­ muzu gibi yabanıl hayvanlar ile çeşitli ceylan
doğusunda N ijer, güneybatısında Mali ve türleri bulunur. Sahra Çölü’nde boynuzlu
M oritanya, kuzeybatısında Fas yer alır. Batı engerek yılanları ve akrepler oldukça boldur.
Sahra ile batıda dar bir sınırı vardır. Az sayıda Nüfusun yüzde 80’ini A raplar oluşturur. En
doğal limanı olan Cezayir’in Akdeniz kıyıla­ büyük azınlık olan Berberiler Cezayir’in en
rındaki toprakları verimlidir. Hem en bu top­ eski halkıdır. G erek A raplar, gerek B erberi­
rakların arkasında Atlas Dağları’nın bir kolu ler M üslüm an’dır. Nüfusun küçük bir bölü­
olan Tel Atlasları uzanır. Daha iç bölgelerde münü de Fransızlar, İspanyollar ve İtalyanlar
ise, göller ve bataklıklarla birbirinden ayrılan oluşturur. E n yoğun yerleşim kıyı düzlükle­
yüksek ovalar bulunur. Güneye doğru gittik­ rinde ve Tel A tlaslan’ndadır. Sulak olan bu
çe Atlas Dağları’nın bir başka kolu olan Sahra
A tlasları, Sahra Çölü’nün kuzey sınırını çizer.
Cezayir topraklarının üçte ikisini Sahra Çölü
kaplar. Güneydeki bu geniş çorak bölge,
1956’da büyük petrol yatakları bulununcaya
kadar boş ve değersizdi. Gelişen petrol ve
doğal gaz sanayisi Sahra’yla birlikte tüm
ülkeyi büyük ölçüde değiştirdi (bak. S a h r a
Ç ö l ü ).
Cezayir’de taşımacılığa ve ulaşıma elverişli
olmayan akarsulardan, daha çok sulamada
yararlanılır. Şelif Irmağı ülkenin öbür ırm ak­
ları gibi yüksek ovalardan doğar ve Tel
Atlasları arasından geçerek denize ulaşır.
Cezayir genelde kurak bir ülkedir. Akdeniz’
in nemli rüzgârlarına açık olan kıyı şeridi
174 CEZAYİR

The Hutchison Library


Çorak Cezayir to p ra kla rın d a ki bu vaha yö re d e su yu n va rlığ ın ı gö ste rm e kte d ir.

bölgelerde bahçecilik ve tahıl tarım ı oldukça olan başkent Cezayir, O ran ve A nnaba liman­
gelişmiştir. Birçok insanın geçimini hâlâ çift­ ları üzerinden yapılır. Başlıca ihraç ürünü
çilikle sağlamasına karşın, kentlere doğru olan petrol borularla Arzev, Bejaia, Skikda
yavaş am a sürekli bir göç vardır. Daha ve Tunus’taki Skhira limanlarına ulaştırılır.
güneyde, Sahra Çölü’ndeki vahalarda göçebe Doğal gaz ise Arzev, O ran, Skikda ve Ceza­
kabilelere rastlanır. Avrupalılar’ın büyük bir yir’e pom palanır. Demiryolları Fas sınırın­
bölümü, Cezayir 1962’de bağımsızlığını ka­ dan Tunus’a kadar uzanır.
zandıktan sonra, ülkeden ayrıldı. Resmi dilin
Arapça olduğu Cezayir’de Fransızca da ko­ Tarih
nuşulmaktadır. Fenikeli tüccarlar İÖ 1200’de Cezayir’in A k­
Cezayir’in başlıca ürünleri buğday, arpa, deniz kıyılarına yerleştiler. Bugün Tunus sı­
yulaf gibi tahıllar ile tütün, üzüm ve zeytindir. nırları içinde kalan Kartaca Fenikeliler’in en
Devlet çiftliklerinde şarapçılık yapılır ve zey­ önemli kentiydi; daha sonra K artaca İmpara-
tinyağı üretilir. Ayrıca incir, portakal ve torluğu’nun başkenti oldu. K artaca’yı ele
kayısı gibi meyve türleri de vardır. geçiren Romalılar Cezayir’i denetimleri altına
Fosfat, cıva, demir, çinko ve kurşun ülke­ aldılar. Roma İm paratorluğu 5. yüzyılda çö­
nin başlıca m adenleridir. Bunlardan başka künce, Vandallar ve Bizanslılar bölgeyi ele
zengin petrol ve doğal gaz yatakları bulunur. geçirdi. Böylece Kuzey A frika’nın bu kesimi
Başta petrol ve doğal gaz olmak üzere, bazı Hıristiyanlık etkisine girdi. Ne var ki, İS 7.
m adenler ve şarap dış ülkelere satılır. Bunlara yüzyılda A raplar’ın gelmesiyle İslam dini
karşılık pamuklu ve yünlü dokum alar, de- yaygınlaştı. 16. yüzyılda Oruç Reis ve kardeşi
mir-çelik, köm ür ve işlenmiş ürünler alınır. Hızır Reis’in katkısıyla Osmanlı egemenliğine
Bu ticaretin çoğu m odern bir liman kenti giren Cezayir 300 yıl boyunca Osmanlı İm pa­
CEZAYİR 175

ratorluğu’nun bir eyaleti oldu. O yıllarda, General de Gaulle’e başbakanlığın, bir yıl
Cezayir kenti başta olmak üzere, kıyılar sonra da cumhurbaşkanlığının yolunu açtı. Sa­
Berberi korsanların egemenliğindeydi. B er­ vaşın sürmesini isteyen bazı Fransız generalle­
beri korsanlar özellikle 17. yüzyılda güçlene­ riyle göçmenlerinin kurduğu Gizli Ordu Ö r­
rek Cezayir’i bir köle ticareti merkezi duru­ gütü ülkede acımasız bir kıyıma girişti. De
m una getirdiler. Am a bunların gücü zamanla Gaulle Cezayir’e iki seçenek tanıdı: Bağım­
kırıldı. Cezayir 1830’da Fransızlar’ın eline sızlık ya da Fransa’ya bağlılık. 1962’de yapı­
geçti ve 1848’de Fransız toprağı ilan edildi. lan referandum da 6 milyon kişi bağımsızlık­
Fransızlar ile Cezayirli yurtseverler arasında tan yana, 16 bin kişi ise bağımsızlığa karşı oy
kanlı çatışmalar oldu. Yıllarca süren bu çatış­ verdi. Bundan sonra Fransa ile olan bağlantı­
malarda çok sayıda insan öldü, birçok Cezayir lar azaldı, am a iki ülke arasındaki ticaret
köyü yakılıp yıkıldı. Zam anla kıyı şeridinde ilişkileri bugün de sürm ektedir. Uzun yıllar
oturanların çoğunluğunu Avrupalı Hıristiyan- bağımsızlığı için savaşmış olan Cezayir, ba­
lar oluşturdu. Fransızlar yerli halk üzerinde ğımsızlıklarını yeni kazanan öbür Afrika ülke­
ekonom ik, siyasal ve toplumsal baskı kurdu­ leriyle yakın ilişkiler içindedir. Sömürge dö­
lar. Cezayir’in Fransız kültüründen etkilen­ neminde baskı altında tutulan A rap kültürü­
mesine ve Fransa ile kurulan sıkı bağlara nün canlandırılmasına, okum a yazma oranı­
karşın, 20. yüzyılın ortalarına doğru Cezayir nın çok düşük olduğu ülkede okuryazar
yurtsever hareketi hız kazandı. sayısının artırılmasına çalışılmaktadır.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954’te başladı. Cezayir’de bugüne kadar, tarım , sanayi ve
Fransız ordusuna karşı girişilen kanlı savaşlar­ sağlık hizmetlerini kapsayan büyük değişik­
da 150 bin kişi öldü. 1958’de Cezayir sorunu likler olmuştur. Devlet başkanı ile devrim
nedeniyle Fransa’da yaşanan siyasal bunalım, konseyi tarafından yönetilen bu ülkede sana­
yi kuruluşlarının büyük bir bölümü devletçe
The Hutchison Library
işletilmektedir.

Başkent: Cezayir
Cezayir’in başkenti ve en önemli limanı olan
aynı adlı kent, Cezayir Körfezi ile Sahel T e­
peleri arasındaki dar alanda kuruludur. Ceza­
yir limanından dış ülkelere şarap, portakal,
sebze, demir cevheri ve fosfat satılır. G üne­
yinde bulunan Hassi R ’M el’de dünyanın en
büyük doğal gaz yatakları vardır. Gaz bura­
dan bir boruhattı ile kente ulaştırılır.
A raplar ve B erberiler’den oluşan halkın
büyük çoğunluğu M üslüm an’dır. Cezayir ba­
ğımsızlığına kavuşmadan önce, Avrupalılar
kentin körfez boyunca uzanan m odern bölü­
münde yaşarlardı. Eski kent tepelerin etekle­
rinde kuruludur. İç içe geçmiş evleri, dar ve
dolambaçlı, taş döşeli sokakları vardır. 11.
yüzyıldan kalm a Maliki Camisi ile Fransız­
ların katedrale dönüştürdüğü, Osmanlı döne­
minden kalma Keçava Camisi ilgi çekicidir.
Fenikeliler’in A frika kıyılarında kurdukları
ilk kolonilerden biri olan Cezayir çeşitli isti­
lalar sonucu yıkıldıktan sonra, 10. yüzyılda
Cezayir ke n tin in eski ke sim ind e gö kyüzü ne yükselen Berberiler tarafından yeniden kuruldu.
b ir m in are. 1518’de T ürkler’in eline geçti. Sonraki 300 yıl
176 CEZAYİRMENEKŞESİ

boyunca ticaret gemilerini soyan korsanların yirmenekşesi ( Vinca rosea) öteki türlerin tersi­
ana üssü oldu. 1830’da Cezayir’i alan Fransız- ne sarılıcı ya da sürünücü değil, yukarı doğru
lar, kenti 1962’ye kadar ellerinde tuttular. büyüyen bir bitkidir. Genellikle 45 santim et­
Bağımsızlık savaşında Fransa’ya karşı giri­ reden kısa olan boyuyla küçük bir çalı görü­
şilen ayaklanmanın merkezi oluşu, Cezayir’in nüm ündedir. Yaz ve sonbahar boyunca bitki­
önemli çatışmalara sahne olmasına yol açtı. nin üzeri kırmızı, pembe ya da beyaz çiçekler­
Kentin nüfusu 1.483.000’dir (1987). le kaplıdır.
Cezayirmenekşesi gölgeli yerlerde iyi yeti­
CEZAYİRMENEKŞESİ zakkumgiller famil­ şir. Sürünücü türlerin gövdesi toprağa değdiği
yasından birkaç tür bitkinin ortak adıdır. yerlerde köklenir. Bu yeni gövdeler kesilip
Hepsi de Virıca cinsi içinde yer alan cezayir- toprağa daldırılarak bitki çoğaltılır. Bu yönte­
menekşesi türlerinden bazıları sürünücü ve me “daldırm a” denir. Biryıllık olan M adagas­
çokyıllıktır; bazıları ise yukarı doğru büyüyen kar cezayirmenekşesi ise tohum dan yetişti­
biryıllık bitkilerdir. En yaygın üç türden biri rilir.
olan küçük cezayirmenekşesinin ( Vinca m i­ Cezayirmenekşesinin bazı bölümleri lösemi
nör) anayurdu A vrupa’dır. Kısa saplı, oval ve ve yara tedavisinde, ayrıca ana sütünü kes­
parlak yeşil yaprakları kışın dökülmez. T op­ m ek ve akan kanı dindirmek için kullanılır.
rak üzerinde sürünen dalları birbirine girerek
hasır gibi bir görünüm oluşturan bu tür ilkba­ CEZZAR AHMED PAŞA (ölümü 1804), 25
har başlarında mavi çiçekler açar. Sürünücü yılı aşkın süre O rtadoğu’ya egemen olmuş,
özelliği ve güzel çiçekleri yüzünden küçük ce- Napolyon’a karşı A kkâ Kalesi’ni başarıyla sa­
zayirmenekşesi m ezarlann üzerini süslemekte vunmuş bir Osmanlı veziridir. Yaşamının son
kullanılır ve belki de çokyıllık oluşu yüzünden yıllarında A kkâ muhafızı, Sayda ve Şam vali­
sonsuz yaşamın simgesi sayılır. si, Hicaz seraskeri ve hac için M ekke’ye gidiş
Büyük cezayirmenekşesi ( Vinca majör) de ve dönüş güvenliğini sağlayan E m irü’l Hac
Avrupa kökenlidir. Oldukça uzayan bir sarılı­ olarak birçok görevi üstlenmiştir.
cı bitki olan bu türün çiçekleri m orumsu m a­ Yugoslavya’nın Bosna kentinde doğan Cez-
vi, yuvarlakça yaprakları çoğunlukla beyaz zar Ahm ed Paşa gençken geldiği İstanbul’da
kenarlıdır. Çiçekçiler bu türü pencere önü çi­ bir süre berberlik yaptı. Daha sonra Sadra­
çeklikleri için yetiştirirler. M adagaskar ceza- zam Hekimoğlu Ali Paşa’nm ordusuna katıla­
rak Mısır’a gitti. Hekimoğlu Ali Paşa’nm gö­
Vesile Buket revinden alınmasından sonra M ısır’da kalarak
Kölemen beyi Abdullah’ın hizmetine girdi.
Cidde yöresinde çöl A rapları’nın çıkardıkları
ayaklanmaların bastırılmasında görev aldı.
Bu ayaklanm ada Abdullah Bey’in öldürülm e­
sine misilleme olarak 70’e yakın A rap’ı öldür­
mesi üzerine kendisine “deve kasabı” anlam ı­
na gelen Cezzar adı takıldı.
Zekâsı, cesareti ve becerikliliği ile kısa sü­
rede ünlenen Cezzar A hm ed Paşa önce Bey­
rut ve Sayda’da, ardından da Şam’da görev
aldı. 1775’te çıkan bir ayaklanmayı bastırmakta
gösterdiği başarı nedeniyle önce beylerbeyi
rütbesiyle A kkâ muhafızlığına atandı, ardın­
dan vezirliğe yükseltilerek Sayda valiliğine
getirildi.
Böylece geniş yetkilere sahip olan Cezzar
Ç içekleri g e n e llikle m a vi o la n cezayirm enekşesi A hm ed Paşa aşiret reisleri ile derebeylerin
ba hçe lerd e süs bitkisi olara k y e tiş tirilir. güç kazanma mücadelelerinin Suriye’de ya­
CHAGALL 177

rattığı karışıklıkları kısa sürede bastırdı. Lüb­ Kraliyet Derneği (Royal Society) üyeliğine
nan, Filistin ve Suriye’deki karışıklıkları bas­ kabul edildi. 1932’de nötronun varlığını kanıt­
tırarak güvenliği sağlayınca gücü daha da ar­ ladı ve bilimsel araştırm a dalında Hughes M a­
tan Cezzar Ahm ed Paşa başına buyruk hare­ dalyası aldı. 1935’te Liverpool Üniversitesi’ne
ket etm ekteydi. H üküm et bazen bu davranış­ fizik profesörü olarak atandı. Aynı yıl fizik
larını görmezlikten geliyor, bazen de onurlan­ dalında Nobel Ö dülü’nü kazanan Chadvvick’e
dırıcı yazılarla destekliyordu. 1945’te “sir” unvanı verildi. Chadwick, Er-
1798’de Napolyon’un M ısır’ı işgal etmesi nest Rutherford ve Charles Ellis’le birlikte,
üzerine Osmanlı hüküm eti Cezzar Ahm ed ünlü Radiations fro m Radioactive Substarıces
Paşa’ya, yığınak yaparak hazır olması buyru­ (1930; “Radyoaktif M addelerin Işınımı”) ki­
ğunu verdi. Bu sırada Napolyon güçlü ordu­ tabını yazmıştır.
suyla el-Ariş, Gazze ve Yafa’yı işgal ederek
A kkâ önüne gelmişti. Saldırdığı her kaleyi kı­ CHAGALL, Marc (1887-1985). Marc Cha-
sa sürede alan Napolyon, Cezzar Ahm ed Pa- gall, 20. yüzyılın en özgün ve ünlü ressamla­
şa’nın savunduğu A kkâ Kalesi’ne birçok kez rından biridir. Yahudi asıllı bir ailenin çocuğu
saldırmasına karşın hiçbir sonuç elde edem e­ olarak Batı Rusya’da, V itebsk’te doğdu. Ç o­
di. İki aydan fazla süren kuşatm a sonunda ba­ cukluğunda bir süre Vitebsk’te bir resim ve
şarısızlığa uğrayınca, bir gece ağır silahlarını desen okulunda çalıştı. D aha sonra kısa bir
toprağa göm dürerek geri çekilmek zorunda süre St. Petersburg’daki (bugünkü Lenin­
kaldı. grad) Çarlık Güzel Sanatlar O kulu’nda oku­
Cezzar Ahm ed Paşa bu başarısından sonra du. 1909’da genç Rus sanatçıları arasında
Mısır, Suriye ve L übnan’da neredeyse O s­ önemli bir yeri olan tiyatro tasarımcısı Leon
manlI D evleti’nden bağımsız bir durum da Bakst ile çalışmaya başladı. Bu çalışmanın e t­
hüküm sürdü. Osmanlı Devleti o dönemde kisi kullandığı renklerde ve çizgisindeki deği­
B alkanlar’da Sırplar’ın, A rabistan’da Vehha- şimde kendini gösterdi. Koruması altına girdi­
biler’in ayaklanmalarıyla uğraşıyordu; Cezzar ği bir milletvekili, Chagall’ın 1911-14 yılları
A hm ed Paşa’ya söz geçirecek durum da değil­ arasında Berlin ve Paris’e gitmesini sağladı.
di. Vehhabi A yaklanm ası’m bastırm ak için Chagall, canlı bir sanat ve kültür merkezi olan
Cezzar Ahm ed Paşa’dan yardım istemek zo­ Paris’te dönemin önemli şair ve sanatçıları­
runda bile kaldı. Am a artık yaşlanmış olan nın arasına katıldı. Kübizm Akımı’nın öncüleri
Cezzar Ahm ed Paşa bir yandan da ağır bir olan Picasso ve Braque; kendilerini “yabanıl
hastalık geçiriyordu. 1804’te A kkâ’da verem ­ hayvanlar” (fauves) olarak tanımlayan fovist
den öldü. ressamlardan R obert ve Sonia Delaunay ve
20. yüzyılın en büyük resim ustalarından Hen-
CHADVVICK, Sir James (1891-1974), atom ri M atisse’in yapıtlarıyla tanıştı (bak. MATISSE,
ç e k ir d e ğ in d e k i p arçacık lard an n ö tr o n u k e ş fe ­ H e n r I; R e s İ m S a n a t i ) . Chagall, bu sanatçılar­
d en İn g iliz fizik çi v e eğ itim cid ir (bak. A tom ). dan etkilendiyse de, kendine özgü yepyeni bir
C h a d w ick ’in bu b u lu şu ç e k ird ek b ö lü n m e si­ üslup geliştirmeyi başardı. Sanatçı, Rus köy­
n in , a to m en er jisin d e n y ararlan m an ın , a to m lülerinin ve Musevi ailelerinin yaşamlarından
v e h id r o je n b o m b a la rın ın y ap ım ın ın y o lu n u alınmış ayrıntıları ilginç bir düş dünyası için­
açm ıştır. de canlandırdı.
Chadwick İngiltere’de M anchester’de doğ­ Chagall 1914’te V itebsk’e dönerek 1923’e
du. M anchester ve Cambridge üniversitele­ kadar orada kaldı. 1915’te Bella Rosenfeld ile
rinde, sonra da Berlin’de, radyasyon ölçme evlendi. 1917 Ekim Devrim i’nin ardından Vi-
aletini bulan Hans G eiger’in yanında eğitim tebsk yöresinin sanat sorumlusu olan Chagall
gördü. bu dönem deki yapıtlarında, birbirine sarıl­
1923’te Cam bridge’teki Cavendish Labora- mış sevgililer ve kucak dolusu çiçeklerle,
tuvarı’nda yardımcı araştırm a yönetmeni olan mutluluğunu ve yaşama sevincini dile getirdi.
Chadvvick 1927’de, İngiltere’de bilim adam la­ Vitebsk Üstünde (1914), Yeşil Kemancı (1918)
rınca kurulmuş en eski derneklerden olan adlı yapıtlar o dönemin ürünleridir. Chagall
178 CHAIN

sü) toplum sal kaygılarını, Sirk'te de (Beledi­


ye Müzesi, Am sterdam ) mizah anlayışını or­
taya koydu. Pek çok resminde insan ve hay­
vanlar yerçekimi yokmuş gibi havada uçar­
lar. Gerçeküstücü bir anlayışla yaptığı resim­
lerinde, figürleri mantığa aykırı olsa da, yaşa­
dığı dönemin gerçekliklerini yansıtmada ba­
şarılı oldu. Chagall’ın yarattığı düşsel dünya,
genç sanatçılar üzerinde büyük bir etki yarat­
tı. Gerçeküstücü A kım ’ın önemli ressam ların­
dan Salvador Dali ve Rene M agritte, Chagall’
den etkilenen sanatçılar arasındadır.

CHAIN, Ernst Boris bak. F le m in g , F lo r ey ve

C h a in .

CHANGJIANG bak. Y a n g t z e I r m a Gi .

Scalla/Art ResourcelVAGA, Nevv York, 1986 CHAPLIN, Charlie (1889-1977). Charles


M a rc C h a g a ll'ın Köylü Meryem a d l ı y apıtı. Spencer Chaplin L ondra’da doğdu. “Şarlo”
adıyla ünlenen Chaplin sinema tarihinde
1923’te karısı ve kızı Ida ile birlikte SSCB’den önemli bir film yapımcısı ve büyük bir güldü­
ayrılarak Paris’e döndü. rü ustasıdır. 80’den fazla filmin senaryosunu
1931’de Ma vie (“Yaşamım”) adlı kitabını yazdı, yönetti, yapımcılığını üstlendi ve bu
yayımladı. II. Dünya Savaşı çıkınca, ailesiyle filmlerde rol aldı. Üzerinden düşen pantalo-
birlikte Nevv Y ork’a taşındı. Karısı Bella’nın nu, melon şapkası ve kıvrık bastonuyla gülünç
New Y ork’ta ölmesi, Chagall’ın resimlerine ve sevimli bir karakter olan “Şarlo” insanları
yansıyan mutsuz bir dönemin başlangıcı ol­ güldüren, güldürürken düşündüren ölümsüz
du. Bu dönem de karısına ilişkin anıları konu bir kahram andır.
edindiği Onun Çevresinde (Ulusal M odern Annesi de babası da müzikhol oyuncuları
Sanat Müzesi, Paris) adlı büyük kompozisyo­ olan Chaplin, ilk kez beş yaşındayken sahne­
nu tam amladı. Chagall 1948’de Fransa’ya ye­ ye çıktı. Çocukluğu yatılı okullarda ve yetim ­
niden döndü; aynı yıl Vava Brodsky ile evlen­ hanelerde geçti. Bu arada gezgin tiyatrolarda
di. 1948’de Gogol’ün Ölü Canlar adlı yapıtını, geçici işler buldu. 1913’te bir İngiliz kum ­
1952’de La Fontaine’in M asallarım ve panyasıyla A B D turnesindeyken, Keystone
1956’da da Tevrat'ı resimleyerek yayımladı.
A B C Ajansı
D ört yıl sonra Vava ile birlikte Fransız Rivie-
rası’ndaki Saint-Vence’a yerleşti. Yaşamının
sonuna kadar burada çalışmalarını sürdüren
Chagall 98 yaşında öldü.
Chagall çok yönlü bir sanatçıydı. Resim ve
heykelin yanı sıra sahne dekorları, duvar resim­
leri, kitap resimleri, vitraylar yaptı. Maurice
Ravel’in Daphnis ve Chloe adlı operasının,
son yıllarında da Ne w York M etropolitan
O perası’nın dekor ve giysilerini hazırladı. Ya­
pıtlarında çok çeşitli konuları işleyen Chagall,
Buket ve Uçan Aşıklar (Tate Galerisi, Lon­
dra) adlı yapıtında tutkulu âşıkları, Beyaz
Çarmıha Geriliş'te (Chicago Sanat E nstitü­ Şarlo Diktatör C h a r l i e C h a p l i n ' i n ilk s e s l i f i l m i d i r .
CHARLES 179

filmlerinden ikisinde, bazı bölümleri sesli


olan Şehir Işıkları (City Lights; 1931) ve Asri
Zam anlar'da (M odern Times; 1936) da görün­
dü. Bir aşk öyküsü olan Şehir Işıkları hem
gülünç, hem de acıklı sahneleriyle büyük bir
başarı kazandı. Sesli film niteliğini daha çok
taşıyan A sri Zamanlar çağdaş sanayi toplu­
mu üzerine bir yergidir.
Chaplin’in Adolf H itler’i canlandırdığı, siya­
sal yergi niteliğindeki Şarlo Diktatör ( The
Great Dictator; 1940) gerçekleştirdiği ilk sesli
filmdi. A B D ’de bundan sonra, yalnızca Mon-
sieür Verdoux (1947) ve Sahne Işıkları (L im e-
light; 1952) adlı iki film yapabildi. Bu ülkede
yaşam Chaplin için giderek güçleşiyordu.
A B D uyruğuna geçmemiş olması, yüksek
vergi borçlarının olduğunun anlaşılması, siya­
sal görüşleri yüzünden A B D ’ye Karşı Etkin­
likleri Soruşturm a Komitesi’nce kom ünistlik­
le suçlanması bu ülkede artık barınamayaca-
ğını gösterdi. 1952’de eşi O ona ve dokuz
çocuğuyla İsviçre’ye göç etti. Bundan sonra
A B D ’ye yalnızca bir kez, 1972’de Sinema
Sanat ve Bilim A kadem isi’nin verdiği özel
ödülü almak için gitti. 1975’te, Chaplin’e
İngiltere’de “sir” unvanı verildi.

Hulton Picture Library


CHARLEMAGNE bak. Şa r l m a n .

" Ş a rlo " tip i, 51 yıl süren parlak sinem a yaşam ında
C harlie C h a p lin 'in u n u tu lm a y a n sim g esi o lm u ş tu r. CHARLES. 17. yüzyılda İngiltere ve İrlanda’
yı yöneten I. ve II. Charles, Stuart haneda­
nından gelen krallardır.
Kop film şirketinin yapımcısı Mack Sennett
onu Keystone stüdyolarıyla çalışmaya razı I. Charles (1600-1649)
etti. Chaplin bundan sonra bir daha sahneye İskoçya Kralı VI. Jam es’in ikinci oğlu olan I.
dönm edi. 1914’te Sennett için çevirdiği 35 Charles, 1603’te babası I. James İngiltere
filmden birinde “Şarlo” tipini ortaya çıkardı. kralı olunca, 12 yaşında tahtın vârisi durum u­
H er ülkeden insanı hırpani hali ve sarsak na geldi.
görünüşüyle etkileyen bu karakter öyle başa­ 1625’te tahta çıkan I. Charles, aynı yıl
rılı oldu ki, Chaplin kısa bir süre sonra Fransa’dan Prenses H enrietta Maria ile evlen­
filmlerini kendi yönetmeye başladı. Şarlo di. Krallık bu dönem de parasal sıkıntı için­
Serseri ( The Tram p; 1915), Şarlo Polis (Easy deydi. Yeni kral vergileri artırm ak isteyince
Street; 1917), Şarlo A sker (Shoulder Arm s; parlam ento yetkilerinin artırılması isteminde
1918) Yum urcak ( The K id; 1921) ve Altına bulundu; eğer yetkileri artırılmazsa, krala
H ücum ( The Gold R u sh; 1925) gibi panto­ daha fazla vergi toplam a hakkını tanımayaca­
mim ve mimiğe dayalı sessiz filmlerinde, ğını açıkladı. Charles bu istemi kabul etmedi
“Şarlo”yla evrensel bir karakter yarattı. G ül­ ve parlam entoyu dağıttı. Ardından yasadışı
dürü öğesini büyük bir başarıyla kullanarak, vergi ve cezalar toplayarak para sağlamaya
filmlerine insancıl bir içerik kazandırdı. çalıştı. Fransa ve İspanya ile savaşa girişmesi
“Şarlo” karakteri Chaplin’in en büyük halkın hoşnutsuzluğunun yoğunlaşmasına yol
180 CHARLES

Solda: I. C harles'ın A n th o n y van


Dyke ta ra fın d a n yap ılan b ir
resm i. Aşağıda: II. C harles'ın
J. M. VVright ta ra fın d a n ya p ılm ış
b ir p o rtre si.

National Gallery, Londra (solda)


National Portrait Gallery, Londra (aşağıda)

açtı. İngiliz ordusu Fransızlar’ın karşısında üst masını yasaklayan yasa tasarılarını kabul etti.
üste büyük başarısızlıklara uğradı ve 1627’de Charles daha sonra, inatçılığı ve gururu yü­
yenik düştü. Bu koşullarda Charles 1628’de zünden yitirdiklerini kurnazlık ve hileyle
parlam entoyu yeniden toplam ak ve parla­ yeniden kazanmaya girişti, ama başarılı ola­
m entonun sunduğu H aklar Dilekçesi’ni kabul madı.
etm ek zorunda kaldı. A m a Avam Kam arası’ 1642’de çıkan iç savaş I. Charles’ı destekle­
nin m uhalefetine kızarak parlam entoyu bir yenlerin yenilgiye uğramasıyla sona erdi. Sa­
kez daha dağıttı ve 11 yıl boyunca ülkeyi tek vaştan sonra kral vatana ihanetle suçlanarak
başına yönetti. yargılandı ve 30 Ocak 1649’da idam edildi. I.
1640’ta vergileri artırabilm ek için parla­ Charles İngiltere tarihinde idam edilen tek
mentoyu yeniden toplantıya çağıran I. Char­ kral oldu.
les İskoçya ile başlayan savaşın sürdürülmesi­
ne karşı çıkan parlam entoyu gene dağıttı. II. Charles (1630-1685)
İskoç ordusu tarafından yenilgiye uğratılan I. Charles’ın oğlu olan II. Charles L ondra’da
kral, yeni bir parlam ento toplayarak 1653’e doğdu. I. Charles tutuklanınca Fransa’ya
kadar sürecek olan Uzun Parlam ento döne­ kaçtı. Babasının idamını, parlam entonun iste­
mini ilan etm ek zorunda kaldı. Parlam ento diği her şeyi kabul ederek önlemeye çalıştı.
eline geçen fırsatı değerlendirerek, parlam en­ Charles’ın idamından hemen sonra Edinburgh’
tonun onayı olmadan kral tarafından kapatıl­ da kral ilan edildi ve 1 Ocak 1651’de taç
CHAUCER 181

giydi. 1650’de D unbar’da Cromwell’e yenildi. de yazdı. 8.239 dizelik bu şiir, Truva Savaşı
Ardından bir İskoçya ordusunun başına geçe­ sırasında yaşanan mutsuz bir aşk öyküsünü
rek İngiltere’ye girmeye çalıştı, ama Worces- anlatırken, insanların özgür istemlerini ve
ter’da kesin yenilgiye uğradı. Bir süre bir meşe kararlılıklarını dile getirir.
ağacının içinde saklanmayı bile denedikten C haucer’ın 1390’lardaki en önemli yapıtı
sonra Avrupa’ya kaçtı. General George ise The Canterbury Tales’dir (“Canterbury
M onk kendisini geri çağırmcaya kadar dokuz Ö yküleri”).
yıl boyunca A vrupa’da yaşadı. 1660’ta Lon­ Chaucer bu manzum yapıtını, Aziz Thomas
d ra’ya döndü ve 25 yıl boyunca tahtta kaldı. B ecket’in C anterbury’deki mezarını görmek
Krallığının ilk dönem inde ülke birçok yıkımla üzere L ondra’dan yola çıkan 30 kadar hacı­
karşılaştı. 1665’te Hollanda ile başlayan nın, yolda hoşça vakit geçirmek için birbirleri­
savaş 1667’de sona erdiğinde İngiltere’ye ne anlatacakları toplam 120 öyküden oluştur­
çok az şey kazandırmıştı. 1665’te L ondra’da mayı tasarladı. Ne var ki, büyük bir olasılıkla
büyük bir veba salgını baş gösterdi ve yaklaşık zaman bulamadığı için, bu tasarısını gerçekleş­
70 bin kişinin ölümüne yol açtı. Bir sonra­ tiremedi. Canterbury Tales’den günümüze
ki yıl, gene Londra’da 13 binden fazla yapı­ dört tanesi bitmemiş 24 öykü kalmıştır. Yapı­
nın yıkılmasına neden olan bir yangın ya­ tın giriş bölümünde hacılar tanıtılır. A raların­
şandı. da bir şövalye ile uşağı, avlanmayı seven bir
II. C harles’ın yönetimi dönem inde, ge­keşiş, rahibe, doktor ve kaptan gibi toplum un
niş kapsamlı bir yasa olan Habeas Corpus çeşitli kesim lerinden gelen kişiler vardır. Bu
1679’d.a yürürlüğe girdi. Böylece kişi özgürlü­ öykülerin en hoşları beş ‘ kocalı B ath’lı bir
ğü bir ölçüde güvence altına alındı. kadının anlattıklarıdır. C haucer’ın yarattığı
kişilere çağını aşan bir gerçekçilik, mizah ve
CHAUCER, Geoffrey (yaklaşık 1341-1400). hoşgörüyle yaklaştığı bu yapıt hem eğlendirici
Geoffrey Chaucer İngiltere’nin en büyük hem de eğitici niteliktedir.
şairlerindendir. İlk yıllardaki eğitimine ilişkin
bilgi yoktur. Fransızca’yı ve dönemine özgü
ortaçağ İngilizce’sini çok rahat konuştuğu,
okuyarak kendini geliştirdiği bilinmektedir.
Sarayla ilişkisinin erken yaşlarda başladığı
sanılan Chaucer 1359’da III. Edw ard’ın or­
dusuyla Fransa’ya gitti ve Reims kuşatmasına
katıldı. Savaşta tutsak düştü. 1360’ta Kral III.
Edw ard fidye ödeyerek Chaucer’ı kurtardı.
1367’de kralın hizmetine giren Chaucer
1368’de şövalye* adayı oldu. 1370’lerde diplo­
matik görevle Flandre, Fransa ve İtalya’ya
gitti. Bu dönem de işlerinin yoğunluğundan
yazı yazmaya pek zaman ayıramadığı anlaşı­
lıyor.
Chaucer ilk şiirlerini saray çevresinin beğe­
nileri doğrultusunda ve Fransız şiirinin etkisi
altında kalarak yazdıysa da, sonraları kendine
özgü bir üslup oluşturmayı başardı. Chaucer’
m ilk özgün yapıtı The B ook o f the Duchesse’
dir (yaklaşık 1370; “Düşesin K itabı”).
Kimi eleştirmenlerce en duygulu ve de­
rin yapıtı olarak değerlendirilen Troilus and
Criseyde’yı (“Troilos ve Khryseis”) Boccaccio’ G e o ffre y C haucer'ı C a n te rb u ry hacılarından
nun Filostrato’sundan esinlenerek 1380’ler- b iri olara k b e tim le y e n b ir resim .
182 CHİCAGO

C haucer’m başlıca özellikleri konularının çalıştığı büyük bir sanayi bölgesinin merkezi
değişkenliği, üslubu ve insan doğasının kar­ durum undadır.
maşıklığını yansıtmadaki ustalığıdır. G enel­ K entte yaşayanların yaklaşık yüzde 40’ını
likle Latince’nin kullanıldığı bir dönemde Siyahlar oluşturur. Siyah nüfusun giderek
Ortaçağ İngilizce’si ile yazması da önemli bir artması kentte ırk çatışmalarına yol açmış,
yeniliktir. Öykülerine sinen ince mizah yer 1960’larda Siyah önder M artin L uther King
yer güldürüye dönüşür. Ne var ki, çok temel J r .’ın da içinde bulunduğu güçlü bir hareket
ve önemli düşünsel sorunları da irdelem ekten sonucu, konut ve eğitim gibi sorunlara bazı
geri kalmaz. Bedensel aşkı konu edindiği gibi, çözümler getirilmiştir. Çok değişik kökenli
tanrısal aşkı da tutkulu bir biçimde dile azınlıklann yaşadığı Chicago’da yabancıların
getirir. 2.000 dizeyi aşan The House o f Fame oranı çeşitli dönem lerdeki göçlere bağlı ola­
(yaklaşık 1380; “Ü n Evi”) ile The Parliament rak değişir. 1980’lerde Latin Am erika ve
o f Fowls (yaklaşık 1380; “Kuşlar Meclisi”), Asya kökenlilerin sayısı artm ıştır; A B D ’deki
ünlü şiirleri arasındadır. en büyük Polonyalı topluluk da Chicago’da
Chaucer’m mezarı L ondra’da, devlet yaşar.
adamları ve şairlerin gömüldüğü W estminster Chicago hızlı gelişimini kentin coğrafi ko­
A bbey’dedir. num una borçludur. Mississippi Vadisi’nin
zengin çayırlarında ve bir göl kıyısında yer
CHİCAGO, New York ve Los Angeles’tan son­ alan Chicago göl gemiciliğinin ve demiryolla-
ra A B D ’nin üçüncü büyük kentidir. Illinois nnın doğal buluşma noktasıdır. Adını, “yaba­
eyaletinde, Chicago Irm ağı’nin ağzında kurul­ ni soğan” ya da “güçlü” anlamına geldiği
m uştur. Kent topraklan Michigan G ölü’ sanılan Yerli köyü Checagou’dan almıştır. 18.
nün güneybatı kıyısında 41 km boyunca uza­ yüzyıla kadar avcılık ve kürk ticareti yapanla-
nır. 19. yüzyıl başlarında D earborn Kalesi’nin n n uğrak yeri olan Chicago’ya ilk yerleşen
çevresinde ticaret yapmak amacıyla toplanmış Avrupalı, zengin bir Fransız tüccann oğlu
birkaç dükkân ve evden oluşan Chicago o olan Jean-Baptiste Point du Sable’dır. Sable
günden beri hızla gelişmiştir. 3.009.530 (1986) küçük bir alışveriş merkezi oluşturarak ticarete
kişinin yaşadığı Chicago, 7 milyon kişinin başladı. 20 yıl sonra Kanadalı John Kinzie
ZEFA

C hicago M ich ig a n G ö lü 'n ü n hem en kıyısında ye r alır. Solda g ö rü le n Sears Binası g ö ld e n 1,6 km içerdedir.
CHOPIN 183

burada ilk köyü kurdu. Bu yerleşim birimleri­ Rohe ve Louis Sullivan gibi ünlü mimarların
ni korum ak amacıyla A B D hüküm etince ya­ yaptığı yapılarıyla da tanınmıştır. 20. yüzyılın
pılan D earborn Kalesi 1812’de bir Yerli saldı­ sonlarında yapılan büyük gökdelenler Chica­
rısına uğradı ve yıkıldı. 1816’da ikinci bir kale go’nun görünüm ünü çarpıcı bir biçimde değiş­
yapıldı. Chicago 1833’te, 350 kişinin yaşadığı tirdi. Bunlar arasında dünyanın en yüksek
bir kasaba görünümündeydi. D ört yıl sonra işyeri binası olan 110 katlı Sears Binası ve 100
ise buraya “kent” denmeye başlandı. katlı John Hancock M erkezi sayılabilir. Chi­
Zam anla tarlalar ve sığır çiftlikleri batıya cago aynı zam anda, A B D ’nin önemli toplantı
doğru genişledi. Zenginleşen Chicago, top­ ve kongrelerinin yapıldığı bir m erkez duru­
raklarından elde edilen ürünlerin doğuya mundadır.
gönderildiği ve karşılığında işlenmiş malların Kentteki O ’H are Uluslararası Havalimanı
alındığı bir liman oldu. dünyanın en işlek havalimanıdır.
Chicago’nun kurulduğu yer su taşkınlarına
açık bir bataklıktı. Caddelerdeki çamur trafi­ CHOPIN, Frederic François (1810-1849).
ği engeller ve salgın hastalıklar kent halkının Polonya asıllı olan Frederic Chopin piyano
yaşamı için tehlike oluştururdu. 19. yüzyıl için bestelediği büyüleyici ve rom antik yapıt­
ortalarında bataklıklar doldurularak kent 3 larıyla ünlüdür. Piyano parçaları dışında çok
m etre yükseltildi. Birkaç yıl sonra mühendis­ az bestesi bulunan sanatçının, özgün üslubu
ler Chicago Irm ağı’nın akış yönünü değiştirdi­ ve piyano çalmaktaki hüneriyle, müzik ustala­
ler ve atık suların gölün ve kentin uzağına rı arasında apayrı bir yeri vardır. Chopin
taşınmasını sağladılar. Böylece içme suyu mutluluğunu, coşkusunu, umutsuzluğunu
arındırılmış oldu. Genişletilen Chicago Gemi vals, prelüd (bir müzik yapıtının ana bölümü-
Kanalı ve Illinois Irmağı, Büyük G öller’i Mansell Collection
Mississippi’ye bağlar. Atlas Okyanusu’ndan
gelen gemiler Chicago’ya, St. Lawrence Su­
yolu ve Büyük Göller üzerinden ulaşır.
Chicago’nun çevreyle bağlantısı 1848’de
yapılan ilk demiryolu ile kuruldu. Bugün
kent A B D ’deki demiryollarının kesişme
noktasıdır. 1871’de iki gün iki gece süren
korkunç yangın kentin büyük bölüm ünü yok
etti. Hem en ardından kent yeniden kuruldu.
Chicago’nun iş merkezini çevreleyen ve bir
ilmek biçiminde olduğu için “Loop” adı veri­
len yükseltilmiş demiryolu, kente ve çevreye
ulaşımı kolaylaştırır. Loop, aralarında Pablo
Picasso ve M arc Chagall’ın yapıtlarının da
bulunduğu heykelleriyle ünlüdür.
Chicago, A B D ’nin tahıl, mısır ve hayvancı­
lık kuşağının merkezinde yer aldığı için,
büyük bir hızla gelişti. Bir basım ve yayım
merkezi olan Chicago kültürel etkinlikleriyle
de önemli bir konum dadır. Chicago Üniversi­
tesi ülkenin en büyük üniversitelerinden
biridir. Dünyaca tanınan Chicago Senfoni
O rkestrası’nın yanı sıra kent, caz, blues ve
klasik müziğiyle de ünlüdür. Kentin parklar
ve plajlarla bezenmiş kilom etrelerce uzunlu­
ğundaki göl kıyısı çok güzeldir. Chicago, Frederic F rançois C h o p in 'in yaşa m ın ın son y ılla rın d a
Frank Lloyd W right, Ludwig Mies van der çe kilm iş b ir fo to ğ ra fı.
184 CHRISTIE

ne giriş parçası) ve noktürn (duygulu parça­ pek çok dile çevrilmiş olan dedektif romanları
lar) gibi kısa parçalarda dile getirdi. Besteci ve oyunlar yazdı.
yurdu Polonya’ya duyduğu sevgiyi ve özlemi İngiltere’de Devonshire’de doğdu. Okula
halk danslarından esinlenerek yazdığı polo- gönderilmediği için eğitimini annesi üstlendi.
nez ve m azurkalarında coşkulu bir biçimde I. Dünya Savaşı’nda (1914-18) hemşirelik
müziğe dönüştürdü. Chopin’in yapıtlarından yaptığı sırada dedektif öyküleri yazmaya baş­
Fa M inör Fantezi (1840-41), dört skertso ladı. 1914’te Archibald Christie ile evlendi.
(canlı ve parlak bir biçimde çalman müzik D aha sonra boşandıysa da Christie soyadı ile
parçası) ve her biri müzikle anlatılan bir öykü yazmayı sürdürdü.
izlenimi veren dört baladın yanı sıra, üç A gatha Christie’nin ünlü kahram anı Belçi­
piyano sonatı ve iki piyano konçertosu ola­ kalı dedektif Hercule Poirot ilk kez Katil
ğanüstü bir duyarlılığın ürünleridir. Beste­ Kim ( The Mysterious A ffair at Styles; 1920)
lediği valsler dans edilmek için değil, dinle­ adlı ilk rom anında ortaya çıktı. Bundan sonra
m ek üzere yazılmış çekici ve rom antik parça­ Christie’nin 25 rom anında daha yer aldı.
lardır. O kurlar A gatha Christie’nin ünlü dedektifle­
Chopin Varşova yakınlarında küçük bir rinden, evde kalmış yaşlı Miss Marple ile de
köyde doğdu. Annesi PolonyalI, babası Fran­ Murder at the Vicarage (1930; “Papaz Evinde
sız’dı. İlk konserini altı yaşındayken verdi ve Cinayet”) adlı rom anda tanıştılar.
erken yaşlarda küçük besteler yapmaya başla­ 1926’da yazdığı Roger A ckroyd Öldürüldü
dı. 19 yaşındayken halk önünde ve soyluların ( The Murder o f Roger A ckroyd) adlı yapıt
saraylarında kendi bestelerinden oluşan kon­ büyük başarı kazandı. Bu öykünün özelliği,
serler veriyordu. katilin kaleminden çıkmış gibi yazılmış olma­
Berlin’e ve Viyana’ya yaptığı kısa yolculuk­ sıydı.
lar dışında gençlik yıllarının büyük bir bölü­ A gatha Christie 1930’da arkeolog Max
mü Varşova’da geçti. D aha sonra Viyana ve Mallowan ile evlendi. Birlikte O rtadoğu’da
Paris’te şansını denemeye karar veren Chopin birçok geziye çıktılar. Bu yolculuklar NiVde
1830’da Varşova’dan ayrıldı ve bir daha Ölüm (Death on the N ile; 1937), Murder in
oraya dönmedi. Paris’te dönemin sanatçıları
Hulton Picture Library
ile yakınlık kurdu. Gittiği yerlerde büyük bir
ilgiyle karşılanan Chopin, Paris’in Zengin
evlerinde özel dersler verm enin yanı sıra
bestelerini yayımlayarak, ünlü salonlarda
konser ve resitaller vererek yaşamını kazandı'
1836’da, G eorge Sand takm a adıyla tanınan
kadın romancıyla tanıştı. George Sand özgür
bir kadındı. Onunla beraberliği Chopin’
in yaşamını derinden etkiledi ve 1841’e kadar
en verimli dönemini yaşadı.
Paris’teki renkli ama yorucu yaşantı sonu­
cunda sağlığı bozulan Chopin vereme yaka­
lanmıştı. H asta olmasına karşın, yaşamını
kazanabilm ek için ders ve konserlerini sürdü­
ren sanatçı, ölümünden kısa bir süre önce
İngiltere’ye giderek Londra, M anchester,
Glasgow ve Edinburgh’da konserler verdi.
1848’de hastalığı iyice ilerledi, bundan bir yıl
sonra da öldü.
Agatha Christie (solda), Fare Kapanı adlı oyu nu nu n
altı yıl boyunca aralıksız olarak sahnelenm esini
CHRISTIE, Dame Agatha (1890-1976) kutlam ak am acıyla düzenlenen bir toplantıda. O yun
A gatha Christie satışı 100 milyonu aşan ve 1987'de Londra'da hâlâ oynanıyordu.
CHURCHILL 185

Mesopotamia (1936; “M ezopotam ya’da Cina­


yet”) gibi rom anlara esin kaynağı oldu.
Agatha Christie aynı zam anda, çok beğeni­
len oyunlar da yazdı. Bunlardan Fare Kapanı
( The M ousetrap; 1952) adlı oyunu, altı yıl
aralıksız sahnelenerek bir rekor kırdı. Bir
başka oyunu, Witness fo r the Prosecution
(1953; “Savcının Tanığı”) daha başka rom an­
ları gibi başarıyla filme alındı.
D edektif öykülerinin yanı sıra, M ary West-
macott takm a adıyla rom antik konulu rom an­
lar da yazan A gatha Christie’nin 75’in üstün­
de yapıtı yayımlandı. Bunların pek çoğu
İngiltere ve A B D ’deki süreli yayınlarda dizi
biçiminde yayımlanmış, en çok satılan kitap­
lar arasına girmiştir.

CHURCHILL, S ir VVinston (1874-1965). Sir U SA rm y

W inston Leonard Spencer Churchill, II. D ün­ C h u rch ill 1945'te SSCB'ye g id e re k Y a lta 'd a ABD
D evlet Başkanı F ranklin D. R oosevelt ve SSCB ö n d e ri
ya Savaşı’nda Nazi A lm anya’sının yenilme­ Jo se f S talin ile görüştü.
sinde büyük rolü olan önemli bir İngiliz devlet
adamıdır. 1940’ta başbakanlık görevini üstle­
nen Churchill, ülkesine yönelen A lm an tehli­ Parti’den ayrıldı ve Liberal Parti’ye geçti.
kesi sırasında, güçlüklere boyun eğmedi ve 1906’da söm ürgelerden sorumlu devlet baka­
İngiliz halkını durm adan uyararak yüreklen­ nı yardımcısı olarak ilk kez kabineye giren
dirmeye çalıştı (bak. İKİNCİ D ü n y a S a v a ş i ) . Churchill, çeşitli resmi görevlerin ardından,
Churchill O xfordshire’de doğdu. Marl- 191 l ’de deniz kuvvetleri bakanlığına atandı.
borough dükünün torunu, M uhafazakâr Parti Churchill donanmayı güçlendirmek ve gü­
önderlerinden Lord Randolph Churchill’in ve nün koşullarına uydurm ak için büyük bir çaba
A B D ’li Jeanette Jerom e’un oğludur. Ailesi­ harcadı. Ağustos 1914’te savaş başladığında
nin ilgisizliği nedeniyle mutsuz bir çocukluk aynı görevde bulunuyordu. İngiltere’de ya­
geçirdi. İngiliz soylularının okulu olan Har- bancı ülkeler için yapılm akta olan tüm savaş
row ’da başarısız bir öğrenim deneyim inden gemilerine el koydurdu. Osmanlı İm parator-
sonra, Sandhurst’te Krallık Askeri O kulu’na luğu’na karşı, 1915’te Çanakkale Boğazı pro­
girdi. jesinin tasarlanm asında büyük ölçüde payı
1894’te bu okulu bitiren Churchill orduya oldu. Am aç Boğazlar’ı geçerek müttefik
katıldı. Küba, Hindistan ve Sudan’daki askerli­ Rusya’ya ulaşmak ve İstanbul’un düşmesiyle
ği sırasında gazete muhabirliği de yap­ Osm anlılar’ı kısa yoldan yenilgiye uğratm ak­
tı. 1899’da İngiltere ile G üney A frika arasın­ tı. Ne var ki, İngiliz ordusu başarısızlığa
da çıkan savaşı sivil m uhabir olarak izledi. uğradı. Churchill görevinden istifa ettikten
M orning Post gazetesine yazılar gönderdi, sonra, bir süre Fransa’da yarbay olarak gö­
Güney Afrikalı B oerler’in pusuya düşürdüğü revlendirildi. 1917’de Lloyd G eorge’un koalis­
bir zırhlı trenin kurtarılm asında yararlık gös­ yon hüküm etinde savaş gereçleri bakanlığı
terdi. D aha sonra B oerler’e tutsak düştü. yaptı. Bu arada, 1917 Ekim Devrim i’nden
Tutsak kam pından kaçmayı başardı ve İngil­ sonra baş gösteren İç Savaş’ta, Sovyet hükü­
tere ’ye bir kahram an olarak döndü. metine karşı savaşan Beyaz Ruslar’a ve Ukray­
Churchill 26 yaşındayken Oldham bölge­ n a’yı işgal eden PolonyalIlar’a askeri destek
sinden seçimlere katıldı. M uhafazakâr Parti’ sağladı. Bundan sonra 1919’da savaş bakanlı­
den milletvekili seçilerek parlam entoya girdi. ğı yaptı ve hava kuvvetlerinin sorumluluğunu
1904’te görüş ayrılığı yüzünden M uhafazakâr üstlendi.
186 CIRCIRBÖCEĞİ

1922 seçimlerinden yenik çıkan Churchill savaş sırasında gösterdiği yararlıklardan ötürü
1924’te E pping’den katıldığı seçimlerde kaza­ Churchill nişanlarla ödüllendirildi.
narak parlam entoya girdi. Yeniden M uhafa­ 1951 genel seçimi sonucu kurulan M uhafa­
zakâr Parti’ye geçen Churchill 1924-29 yılları zakâr hüküm etin başbakanı oldu; 1955’e ka­
arasında maliye bakanlığı yaptı. Bu dönem de dar bu görevde kaldı. 1953’te tarih ve biyog­
baş gösteren işçi eylemlerine karşı sert bir tu­ rafi konularındaki başarılı yapıtları nedeniyle
tum aldı ve 1926 genel grevinde baskıcı yön­ N obel Edebiyat Ö dülü’nü kazandı. ABD
tem ler uyguladı. 1929’da hüküm et düştüğün­ Kongresi’nce onursal ABD yurttaşı ilan
de Churchill de görevinden ayrıldı. edildi.
1930’larda Churchill hüküm ette hiçbir res­ Churchill, ülkesine yaptığı hizm etler ve
mi görev almadı. Siyaset çevrelerince çok güven veren kişiliği ile, 20. yüzyılın büyük
yetenekli ama güven duyulmaması gereken devlet adam larından biridir.
biri olarak görülüyordu. Ulusal ve uluslarara­ Yapıtlarından The W orld Crisis 1911-18
sı sorunlarla ilgili konularda parti başkanla- (1923-29; “D ünya Bunalımı 1911-18”) ve T ür­
nyla anlaşamıyordu. 1933’te A dolf H itler’in kiye’de Çörçil Anlatıyor adıyla yayımlanmış
A lm anya’da iktidara gelmesiyle birlikte hü­ olan The Second World W ar (1948-53) tüm
küm eti Alm an tehlikesine karşı uyarm ak için dünyada geniş yankılar uyandırmıştır.
büyük bir çaba gösterdi. Gizli yollardan elde
ettiği bilgilerin sürekli olarak doğru çıkmasına CIRCIRBÖCEĞİ çekirgeye çok benzediği için
karşın, hüküm et Churchill’in uyarılarını cid­ sık sık onunla karıştırılır. Çekirge gibi düzka-
diye almadı. Bu arada kamuoyu da Churchill’i natlılar takım ından olan cırcırböceğinin de
ulusun sözcüsü olarak tanım aya ve göreve arka bacakları sıçramaya uygun biçimde geliş­
gelmesi için baskı yapmaya başladı. Eylül miştir. Uzunluğu 3-50 mm arasında değişen
1939’da II. D ünya Savaşı’nın çıkmasıyla bir­ cırcırböceğinin, çekirgede olduğu gibi ince,
likte bir kez daha deniz kuvvetleri bakanlığı­ uzun baş duyargaları ve son karın bölütünde
na getirildi. Mayıs 1940’ta hüküm etin düşmesi kuyruk duyargaları vardır. Gryllidae familya­
üzerine istifa eden Neville Cham berlain’in sından 24 bin dolayında türü saptanan cırcır-
yerine başbakanlık görevini üstlendi. Belli böcekleri cırcır ve cırlak adlarıyla da anılır.
başlı bütün partileri bir araya toplayarak bir E n tanınmış cırcırböceği türü evlerde sık
koalisyon hüküm eti kurdu. Ağzında purosu, sık görülen ev cırcırıdır (Acheta domesticus).
eliyle zafer işareti yaparak savunma hatlarını, Çekirgeye çok benzediği için ocak çekirgesi
fabrikaları, bom balanan bölgeleri dolaştı. İn­ de denen ev cırcırı sıcak köşelerde saklanmayı
giliz halkını ve cephedeki askerleri yüreklen­ sever. Özellikle kırlık yerlerdeki evlerde soba
direrek, cesaretin ve inancın simgesi oldu. arkalarında ya da ocaktaki taşların arasında
1941-45 arasında Churchill İngiltere, ABD bu böceğe rastlanabilir. Ev cırcırı tehlikeden
ve SSCB’yi içine alacak, “büyük ittifak”ı
oluşturm aya girişti. A B D Devlet Başkanı
Franklin D. Roosevelt ve SSCB önderi Josef
Stalin ile görüşmek üzere W ashington ve
M oskova’ya gitti (bak. R o o s e v e l t , F r a n k l i n
D.; S t a l i n , J o s e f ) . Başkan Roosevelt ile kur­
duğu yakın arkadaşlık iki ülke arasında güçlü
bir askeri dayanışmanın başlamasını sağladı.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, İngiltere’de
yapılan genel seçimde İşçi Partisi M uhafaza­
kâr Parti’yi yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine
başbakanlık görevinden ayrılan Churchill
m uhalefet önderi olarak parlam entoda kaldı.
C ırcırböcekleri ince, uzun d u yarg ala rı ve güçlü arka
Y erine Clem ent Richard A ttlee başbakan bacakları olan bö ceklerdir. Solda: Ev cırcırı. Sağda:
oldu. II. Dünya Savaşı’ndan önce ve özellikle T arla cırcırı.
CIVA 187

uzak sığınağında, çoğunlukla geceleri bazen —39°C’de katılaşan, 357°C’de kaynayan cıva­
de gündüzleri, ön kanatlarından birinin üze­ nın özgül ağırlığı 13,5’tir. Yani 1 litre cıva
rindeki bir parçayı öteki ön kanadındaki 13,5 kg ağırlığındadır. Cıva -3 9 °C ’de donduğu
dişlere sürterek tekdüze bir “cır cır” sesi zaman kalay ya da kurşun görünüm ünde
çıkarır. Yalnızca erkek böceğin çıkardığı bu yumuşak bir m addeye dönüşür. Su ve yağ gibi
ses çoğunlukla dişiyi çiftleşmeye çağırmaya sıvılardan farklı olarak cıva bulunduğu kabın
yöneliktir. Dünyanın her yanında bulunan ev çeperlerine bulaşmaz.
cırcırı A B D ’de balık yemi olarak kullanılır. Cıva doğada genellikle, kırmızı renkli bir
Çürüyen m addelerin sıcaklık yaydığı, ayrıca cevher olan zincifre içinde cıva sülfür olarak
yemek için bol m iktarda hayvansal ve bitkisel bulunur. Ayrıca dam lalar, kimi zaman da
m adde bulunan çöplük ve benzeri yerlerde büyük sıvı kütleleri halinde bulunduğu da
bazen çok sayıda cırcırböceği de bulunabilir. olur. En çok İtalya, İspanya, Çin, SSCB,
Ev cırcırından daha iri ve hem en hem en kara M eksika, Türkiye gibi yanardağ etkinliğinin
renkte olan tarla cırcırının (Gryllus) ötüşü görülmüş olduğu ülkelerde vardır. Türkiye’de
sıcak günlerde ve gecelerde en çok duyulan cıva en çok Ege Bölgesi’nde bulunur. Başlıca
sestir. cıva yatakları Tire, K araburun, Ödem iş,
Çekirgelerden farklı olarak, cırcırböcekleri U şak, Kastam onu ve K onya’dadır. Zincifre­
genellikle otlarla kaplı güneşli bir yerde kü­ den cıva elde etm ek için, cevher hava akım ın­
çük bir oyuk kazar ve yaşamlarının büyük bir da 580°C’ye kadar ısıtılır. Buharlaşan cıva
bölüm ünü burada geçirirler. Dişi cırcırböceği sülfür havanın oksijeniyle tepkim eye girer,
ince ve uzun yum urta borusuyla, toprak kükürt dioksit ve cıva açığa çıkar. D aha sonra
yüzeyinin hem en altında açtığı bir deliğe buhar yoğunlaştırılarak sıvı cıva elde edilir.
yaklaşık 200 yum urta bırakır. Yavrular yu­ Çok eski zam anlardan bu yana bilinen
m urtadan çıktıklarında, kanatsız oluşları dı­ cıvanın alaşımları İÖ 1500’den kalma bir
şında ana babalarının küçük birer kopyasıdır; Mısır m ezarında bulunm uştur. Eskiçağlarda
kanatları tam erişkin bir böcek olmalarına zincifre kırmızı boya yapımında kullanılırdı.
yakın ortaya çıkar ve zamanla gelişir. İÖ 415’te cıvanın parlatm a, süsleme için ve
Ev ve tarla cırcırböceklerinin dışında, ağaç tıpta kullanıldığı bilinm ektedir. Ortaçağ sim­
ve çalılıklarda ya da otlar arasında yaşayan ve yacıları altın yapmaya çalışırken (bak. SÎMYA),
yaprakbitleriyle beslenen cırcırböcekleri de deneylerinde çoğu zaman cıva kullandılar ve
vardır. Genellikle beyaz ya da yeşil renkli, onun neredeyse sihirli bir m adde olduğunu
saydam kanatlı olan ağaç cırcırlarının bir türü düşündüler. Cıva başka m etallerin çoğuyla,
T ürkiye’de çok yaygındır. Yavruları pek çok amalgam olarak adlandırılan alaşımlar oluştu­
bitkinin yapraklarını yediğinden çiftçiler için rur (bak. A laşim ). Dem irle alaşım oluşturm a­
bir sorun kaynağıdır. dığı için cıva dem ir kaplarda saklanır. Alaşım
Cırcırböcekleri; ötüşleri sevildiği ve insan­ oluşturm a özelliği nedeniyle cıva değerli m e­
lara şans getirdiklerine inanıldığı için İtalya, tallerin arıtılmasında kullanılır. Isıtıldığı za­
Kuzey A frika ve Japonya’da küçük kafesler­ man çok genleştiği ve cama bulaşmadığı için,
de ev hayvanı olarak yetiştirilir. Çin’de de çok düşük sıcaklıkları ölçmeye yarayanlar
yüzlerce yıldır cırcırböceği dövüşleri düzen­ dışında, term om etrelerin yapımında kullanılır
lenmektedir. Birmanya’daki Mandalay yöre­ (bak. T ermometre ). Özgül ağırlığı büyük ol­
sinde ise iri, kahverengi cırcırböceği kızartması duğu için bazı barom etrelerde de cıva kullanı­
gezgin Budacı rahiplerin başlıca yiyeceğidir. lır (bak. B arometre ). Cıva elektrik akımı için
iyi bir iletkendir. B u nedenle, elektrik devre­
CIVA. G üm üş beyazlığında ve parlaklığında lerini açıp kapam ak için cıvalı anahtarlar
olan cıva olağan sıcaklıklarda sıvı halde bulu­ yapılır. B u anahtarlar, içinde cıva bulunan
nan tek m etaldir. Cıvanın kimyadaki simgesi kapalı bir kaba daldırılmış iki m etal çubuktan
olan H g, sıvı gümüş anlam ındaki Latince oluşur. Çubuklar bir elektrik devresine bağla­
hydrargyrum sözcüğünden gelir. Cıvanın nınca elektrik akımı cıvadan geçerek devre ta­
atom num arası 80, atom ağırlığı 200,59’dur; mamlanır. Eğer kap, m etal çubukların uçları
188 CİBUTİ

cıvanın dışında kalacak biçimde eğilirse cıva­


nın devreden çıkmasıyla artık akım geçemez.
Cıva ve buharı çok zehirli olmakla birlik­
te, bazı ilaçların yapımında çeşitli cıva
bileşikleri kullanılır (bak. KÎm y a s a l BİLEŞİK­
LER). Cıva fülm inat adlı cıva bileşiği ısıtıldı­
ğında ya da bir darbe ile patlar. Cıvanın nitrik
asitte çözülmesi ve buna alkol katılmasıyla
elde edilen bu m adde top mermilerinin ateşle­
me kapsüllerinde kullanılır (bak. PATLAYICI­
LAR). Cıva buharından elektrik geçirilirse cıva
flüonşıllık özelliği kazanır (bak. FLÜORIŞIMA)
ve m orötesi ışınım yayar. M orötesi ışınlar rrank Spooner
bakterileri yok ettiği için cıva buharlı lam ba­ A den Körfezi'ndeki C ibuti'd e Büyük Cami. Kent
lar hastanelerde ve hazır yemek sanayisinde nüfusunun yüzde 90'ından fazlası M üslüm an 'dır.
kullanılan araç ve gereçlerle yiyecek m adde­
lerinin sterilize edilmesinde kullanılır. Güneş sığır yetiştiren göçebelerdir. Ülkenin doğal
ışığı olmadan bronzlaşmak için de bu tür kaynakları yetersizdir. Dem ir, bakır ve göçük
lam balardan yararlanılır. göllerde tuz bulunm akla birlikte, bunların
pek azı işlenir. Kıyılarda köpekbalıkları avla­
CİBUTİ Cum huriyeti, Kızıldeniz’in girişinde, nır ve içlerinde inci bulunan istiridyeler çıka­
A frika’nın kuzeydoğu kıyısında yer alır. Ku­ rılır.
zey, batı ve güneybatıdan Etiyopya, güney­ Bir liman olan başkent Cibuti Tacura
den Somali ve doğudan A den Körfezi ile Körfezi’ndedir. Büyük limanı olmayan komşu
çevrelenmiştir. Etiyopya’nın dış ticareti Cibuti limanından
yapılır. Addis A baba’dan gelen demiryolu
Cibuti’de sona erer. Gezgin çöl kabilelerinin
CİBUTİ'YE İLİŞKİN BİLGİLER
sınırdan rahatça geçtiği iki ülke arasın­
YÜZÖLÇÜMÜ: 23.200 km2. da çok yakın ilişkiler vardır.
NÜFUS: 470.000 (1987). A frika Boynuzu olarak bilinen bölgenin
YÖNETİM ŞEKLİ: Cumhuriyet. tüm ü 19. yüzyılda Fransa’nın sömürgesi oldu.
BAŞKENT: Cibuti. (SOM ALİ başlıklı maddede dönemin tarihine
DOĞAL YAPI: Çöl iklim inin egemen olduğu Cibuti'de ilişkin daha ayrıntılı bilgi vardır.) Fransa,
çalılıklarla kaplı platolar, göçük göller ve kuzeyde
yüksekliği 2.000 metreye varan sıradağlar bulunur. 1883-87 arasında Cibuti’yi de sömürgeleri
BAŞLICA SANAYİLER: Besin maddeleri, hayvancılık. arasına katarak, ülkeye Fransa Somalisi adını
verdi. Cibuti kenti 1896’da sömürgenin baş­
kenti oldu. Ülkenin adı sonradan “A farlar ve
23.200 km2’lik bir alanı kaplayan ülke Issalar Toprakları” olarak değiştirildi.
oldukça küçüktür. Tacura Körfezi’nin iki 1960’larda başlayan bağımsızlık hareketini
kıyısında, hiçbir bitkinin yetişmediği kuru, Somali destekledi. Çoğunluğu oluşturan Afkr
volkanik yaylalar vardır. Burada, bazıları halkı, önceleri Fransa ile olan ilişkilerini
deniz düzeyinin altında olan göller bulunur. sürdürm ek istedi. Ülke 1977’de Cibuti adını
Ülkenin kuzeyinde yer alan sıradağların yük­ alarak bağımsız bir cumhuriyet oldu.
seklikleri 2.000 m etreye ulaşır. Çöl ikliminin
egemen olduğu Cibuti’de yılın büyük bir CICERO (İÖ 106-43), Romalı bir devlet
bölümü çok sıcak ve az yağışlıdır. En serin adamı ve ünlü bir avukattı. M ahkeme salonla­
aylar kasım-nisan arasındadır. rında ve Rom a Senatosu’ndaki özgürlük ve
Cibuti halkının çoğunu, Hami ırkından eşitlikten yana parlak konuşmalarıyla ünlen­
olan A f arlar ve Issalar oluşturur (bak. I r k ). di. Bunlardan kimi yazılı olarak günümüze
H alkın yaklaşık üçte biri keçi, koyun, deve ve kadar ulaşmıştır. Cicero R om a’da yaşamın
CİLTÇİLİK 189

örgütlenm e biçiminin ve cumhuriyet yasaları­


nın büyük bir savunucusuydu.
İtalya’da, A rpino’da doğan Cicero 26 ya­
şındayken, babasını öldürdüğü savıyla haksız
yere suçlanan Sextus Roscius’un savunmasını
üstlenince her yerde tanındı. D iktatör Sulla’
nın kölelerinden biri, efendisinin düşmanı
olan Sextus Roscius’u ortadan kaldırmak
amacıyla bu suçlamayı uydurmuştu ve Sulla’
nın korkusundan hiçbir avukat Sextus’u
savunmak istemiyordu. Cicero davayı üstlen­
di ve jüriye “suçsuz” kararı verdirmeyi ba­
şardı.
Cicero İÖ 75’te Rom a ile Sicilya arasındaki
tahıl ticaretinin düzenlenmesi için devlet gö­
revlisi olarak Sicilya’ya gönderildi. Burada
ticaret ilişkilerindeki dürüst ve sağduyulu
tutum uyla Sicilya halkının güvenini kazandı.
Beş yıl sonra, rüşvetçi vali V erres’e karşı açıla­
cak bir davada halk Cicero’dan yardım istedi.
Cicero’nun suçlamaları öyle etkili oldu ki, ken­
dini savunamayan vali kentten sürüldü.
İÖ 66’da Cicero praetor yani yüksek yöneti­
Mansell Collection
ci oldu. R om a’da ayrıcalıklı sınıfın üyeleri
C icero'nun, Rom a'daki C apitolino M üzesi'nde
patriciler, soylu olmadığı için Cicero’dan hoş­ bulunan m erm e r büstü.
lanmıyorlardı. A m a rakibi olan genç ve soylu
Catilina’yı tehlikeli bularak Cicero’nun 63’te yaptı. Bu konuşmaların ardından, Antonius
konsül seçilmesini desteklediler. R om a’dan ayrılmak zorunda kaldı. Cicero
Konsül olduğu yıl Catilina’nın önderliğinde cumhuriyeti korum ak amacıyla bir süre daha
çıkan ayaklanma Cicero’nun zeki ve soğuk­ çalışmalarını sürdürdü. Am a Sezar’ın vârisi
kanlı yönetimi sayesinde bastırıldı. Devleti Octavius ve Lepidus ile birleşen Antonius
kurtardığı için ona, “Ülkenin Babası” unvanı R om a’da egemenliği eline geçirdi. Üçler Mec-
verildi. Konsül olarak görevi sona erince, lisi’ni oluşturarak, Cicero’nun öldürülmesini
düşmanları tarafından, ayaklanmaya katılan istedi. Cicero kentten ayrılmaya çalışırken
Rom a yurttaşlarını yargılanmadan ölüm ceza­ öldürüldü. Başı ve elleri kesilerek Rom a
sına çarptırm akla suçlandı ve İÖ 58’de sürgü­ Forum u’nda, konuşmacılar için ayrılmış yer­
ne gönderildi. Ertesi yıl geri dönen Cicero, de sergilendi.
bugün Türkiye sınırları içinde yer alan eski Eski Yunan felsefesini daha sonraki kuşak­
Rom a eyaleti Kilikya’ya vali atandı. lara aktaran ve bir felsefe dili oluşturan
İÖ 49’da başlayan Pompeius ile Jül Sezar Cicero’nun yazılarından yapılmış bir derlem e,
arasındaki iç savaşta Cicero Pom peius’un 1967’de Seçmeler adıyla Türkçe olarak yayım­
yanında yer aldı. Barış zamanı R om a’ya geri lanmıştır.
dönmesine izin verildiyse de savaşı kazanmış
olan Sezar’ı hiç desteklem edi. Sezar’ın dikta­ CİĞERYOSUNLARI b a k. Yosunlar.
törlüğü boyunca ve ölümünden sonra kısa bir
süre toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti CİLTÇİLİK, bir kitabı yaprakları dağılmadan
ve kendini felsefeye verdi. ve yıpranm adan korum ak, bununla birlikte
İÖ 44’te Sezar’ın arkadaşı Marcus Antonius’ dış görünümüne de güzellik kazandırm ak
un yönetimi ele geçirmeye hazırlandığı sıra­ amacıyla yapılan işlemlerin tüm üdür. O lduk­
da Cicero A ntonius’a saldıran konuşmalar ça eski bir el sanatı olan ciltçilik, tekniğin
190 CİLTÇİLİK

ilerlemesi, kitap baskı sayısının artmasıyla yapıştırılarak kitap buralardan tutturulur.


günümüzde bir sanayi kolu durum una gelmiş­ Böylece kitabın iç görünüm ünün güzelliği de
tir. Baskı sayısı çok olan kitapların m akineler sağlanır.
aracılığıyla seri olarak ciltlenmesini bir yana G ünüm üzde kısa sürede hem daha fazla cilt
bırakırsak, ciltçiliğin bir el sanatı olma özelli­ yapabilmek hem de maliyeti düşürm ek am a­
ğini gene de koruduğunu görürüz. Bu arada cıyla kitapların ciltlenmesi çok basitleştiril­
yalnızca kitapların değil defterlerin de, ayrıca miştir. A rtık otom atik m akinelerde kırılıp,
kitap ya da defter benzeri (takvim, fatura, dikilen kitapların sırtlarına tutkal sürülm ekte
makbuz gibi) pek çok şeyin de ciltlendiğini ve hazırlanmış olan karton kapakların geçiril­
söylemek yerinde olur. mesiyle ciltleme işlemi bitm ektedir. Kimi
Ciltleme işleminde çeşitli aşam alar vardır. zaman form aların tutturulm ası için dikiş bile
Buna göre bir kitabın basılmış sayfalarının yapılmaz. Kitabın sırtı da tıraşlandıktan sonra
ciltlenmesinde sırasıyla katlam a (kırm a), har­ sayfalar sırta sürülen tutkalla yapıştırılır ve
m an, dikiş, tıraş, sırt yapm a, sırta bez geçir­ sırta kavis verilmez; ayrıca şiraze, yan kâğıdı
me, kanal açma işlemleri gerçekleştirilir. Ya­ gibi ayrıntılar bulunmaz. D efter ciltlemede
pılan cildin tipine ve ciltlenecek kitabın duru­ ise genel olarak tel dikiş (zımba) kullanılır.
m una göre bu işlemlerin bazıları uygulanm a­ Cilt yönünden bir özellik taşımayan, seri
yabilir ya da daha başka işlemlere gereksinim üretim yoluyla ciltlenmiş bir kitap, söz gelişi
duyulabilir. karton kapaklı ya da cildi yıpranmış bir kitap
Ciltlemede ilk adım olan kırm a, basımı isteğe göre yeniden ciltlenebilir. Böyle bir ki­
bitmiş olan kâğıt tabakalarının elle ya da özel tabın ciltlenmesinde doğal olarak katlama
m akinelerle forma (16 sayfa) adı verilen sayfa (kırma) ve harm anlam a aşamaları söz konusu
gruplarına ayrılarak katlanmasıdır. Bütün ba­ değildir. Bu tür cilt yapanlar günümüzde seri
sılı tabakalar katlandıktan sonra form a küm e­ üretim yapan ciltçilerin yanı sıra varlıklarını
leri sayfa ya da forma num aralarının sırasına sürdürm ekte ve ciltçiliğin el sanatı olma özel­
göre yan yana dizilerek harm anlam aya hazır liğini koruyarak geleneksel açıdan bu sanatı
durum a getirilir. Sırayla her küm eden bir yaşatm aktadırlar.
form a alınarak harm anlam a işlemi gerçekleş­
tirilir. Harmanlama sonunda üst üste, kitap Dünden Bugüne Ciltçilik
olmaya hazır durum a getirilen form a demeti İlkçağlarda papirüs (bir çeşit bitki), deri ya da
özel makinelerle kat yerinden dikilir ya da parşöm en (Bergam a derisi) üzerine yazılan
tutkalla yapıştırılır. Kitabın dikişli ya da m etinler ağaçtan yapılmış tahta bir çubuğa
tutkallı olan bu bölümüne sırt denir. A rdın­ sarılarak rulo yapılırdı. Bu tahta çubuğun her
dan kitabın yaprak boyutlarının düzgünlüğü­ iki ucuna takılan fildişi ya da m aden düğm ele­
nü sağlamak amacıyla alt, üst ve öndeki re kitabın adı yazılı bir fiş iliştirilir ve rulolar
serbest yanlar çok keskin özel bir kesme bir kılıfın içine konularak saklanırdı. Eski
aygıtıyla tıraşlanır (kesilir). A rtık kitap kapak Y unan, Mısır ve R om a’da uygulanan bu
geçirilme aşamasına gelmiştir. Dikişli ciltler­ yöntem yapıtın rahat okunmasını engellediği
de kitabın sırtına bir kâğıt ya da bez yapıştırı­ gibi taşınmasında da zorluklar çıkarıyordu.
larak sağlamlaştırıldıktan sonra kolay ve ra­ D aha sonra yapıtların dikdörtgen biçimde
hat açılmasını sağlamak için sırt hafif bir kavis kesilen parşöm en ya da papirüslere yazılmaya
verilerek kamburlaştırılır. Dağılmaları engel­ başlanmasıyla ortaya çıkan değişim yeni yol­
lemek amacıyla sırtın alt ve üst kenarlarına lara başvurmayı gerektirdi. Yapıtın yazıldığı
ince bir kurdele olan şiraze takılır. Bundan bu yaprakların, iplikle birbirlerine bağlanarak
sonra kapak geçirme işlemine sıra gelir. H a­ tahta, kemik ya da fildişinden yapılmış iki
zırlanmış olan kapak, kitabın ilk ve son kapağın arasına konmasıyla ilk ciltli kitaplar
sayfalarına yapıştırılarak ciltleme işlemi ta­ ortaya çıktı. Zam anla kapakta kullanılan sert
mamlanır. Am a genellikle ilk ve son sayfalar­ malzemelerin yerini esnekliğinden ötürü deri
dan sonra ön ve arka kapak içlerine yan aldı. G iderek tümüyle deri kaplı cilt kapakları
kâğıdı adı verilen desenli ya da renkli kâğıt yapıldığı gibi sırtı ve kapak köşeleri deri,
CİLTÇİLİK 191

BİR KİTABIN CİLTLENMESİ


Ana Yayıncılık Arşivi

F orm aların d ikilm e si C ilt bezi g e ç irilm e m iş kapağın de ne nm esi

Yan kâğıdının ya p ıştırılm ası C ilt bezinin kapak ka rton un a ya p ıştırılm ası

Ş irazenin ya p ıştırılm ası C ilt kapağına ya p ıla n son işle m le r

S ırt be zin in ya p ıştırılm ası B itm iş b ir kitap cild i


192 CİLTÇİLİK

19. yüzyılda gerçekleşen teknolojik atılım


ciltçilikte seri üretim sorununu gündeme ge­
tirdi. Baskı m akinelerindeki gelişmeler sonu­
cu kısa süre içinde eskisinden daha ucuz ve
daha fazla kitap basma olanağı doğdu. Kaçı­
nılmaz olarak ciltçilik de kitap üretimindeki
bu gelişmeye ayak uydurdu. 19. yüzyılın
ortalarına doğru ilk cilt atölyelerinin kurul­
masıyla ciltçilik de bir sanayi durum una geldi.
Bu atölyelerde cilt için özel dokunm uş kapak
bezlerini bezemede kullanılan presler bulunu­
yor, kitabın düzgün kesilmesi (tıraşlam a) için
özel bıçakları olan basit m akinelerden yarar­
lanılıyordu. Günüm üzde ise basım teknikle­
rinde ulaşılan düzey ciltçiliği de etkilemiş,
kitap ciltleme işi sayıca büyük boyutlara
ulaşan baskılara karşılık verecek durum a gel­
miştir. A rtık bir uçtan tabaka halinde kâğıtlar
Hayati Tezel Koleksiyonu
cilt makinesine verilm ekte, katlam a (kırm a),
dikiş ve yapıştırma işlemleri el değmeden
Eski b i r cilt ö r n e ğ i . m akinece gerçekleştirilerek öte uçtan kapağı
geçirilmiş, ciltlenmiş kitap çıkmaktadır.
kapaklarıysa kâğıt ya da kumaş olan ciltler de
yapılmaya başlandı. Türkiye'de Ciltçilik
4. yüzyıla kadar cilt kapaklarında hiçbir süs Önceleri bir emek ve özen ürünü olan yazma­
yoktu. Bu yüzyılın başlarında boya ve kabart­ ların korunması amacıyla başlanan ciltçilik
mayla bezenen cilt kapakları sonraları mine, İslam dininin benimsenmesinden sonra, din
altın ve gümüşle de süslenmeye başlandı. kitaplarına gösterilen saygı ve verilen önemle
9.-13. yüzyıllar arasında kiliselerde kullanılan birlikte bir sanat dalı durum una geldi. A na­
dinsel kitapların ciltlenmesine ve cilt kapakla­ dolu’ya egemen olan Selçuklularla birlikte bu
rının bezenmesine özen gösterildi. O döne­ topraklarda yaygınlaşan ciltçilik Orta Asya ge­
min kitap kapakları fildişi ve taş oymacılığı­ leneklerine bağlıydı. Osmanlılar 15. yüzyılın
nın, altın ve gümüş işlemeciliğinin ustalıkları­ ikinci yansı ile 16. yüzyıl boyunca ciltçiliğin en
nı sergiler. Cilt kapakları üzerine altın ve özgün örneklerini verdiler. Edirne ve İstanbul
değerli taşlarla dinsel bir konuyu anlatan cilt sanatının en önemli merkezleriydi.
kabartm alar yapılırdı. Türk ciltçiliği batı ciltçiliğinden farklı geliş­
18. yüzyıla gelindiğinde artık son derece m eler göstermiştir. Türk ciltçiliğinin en
gelişmiş ve incelmiş bir zevki yansıtan ciltler önemli özelliği batıdan çok daha önce deri
yapılabiliyordu. Çoğunlukla kullanılan koyun üzerine metal kalıpla baskı tekniğini geliştir­
ve dana derisinin yanında m arokenin de miş olmasıdır. Türk ciltleme sanatında İslam
(yumuşak keçi derisi) kullanıldığı bu dönemin sanatının önemli etkileri vardır. Bununla bir­
ciltlerinde yaldız ve ince işlemeler öne çıktı. likte, Türk ciltçileri A raplar’ın kullandıkları
Bu yıllarda cilt ustası kitap kapağını bezer­ geom etrik biçimlerin tersine, Türk çinilerinde
ken, yapıtın içeriğini de yansıtmaya çalışıyor­ ve halılarında da kullanılmış olan “hatayi” ve
du. Çok zaman alan ve büyük ölçüde el “rum i” bezemeyi benimsemişlerdir. Hatayi
emeğine dayanan bu tür ciltçilikte hem az bezem e, sümbül, lale, karanfil, şakayık gibi
sayıda cilt yapılabiliyor, hem de cilt pahalıya çiçeklerin yalınlaştırılmış motifleriyle süsleme
mal oluyordu. Bu durum ise kitapların çok sanatıdır. Rumi bezem e ise, yaprak motifleri­
sayıda okura ulaşması açısından bir engel ni andıran kıvrımlar biçiminde yapılan süsle­
oluşturuyordu. medir.
CİNSELLİK VE EŞEY 193

Türk ciltçiliğinde önemli bir özellik de kita­


bın sırtında yazı bulunmamasıydı. Şiraze bir
süsleme öğesi olarak da kullanılır ve cilt ka­
paklarının yanı sıra bazı önemli kitaplarda ka­
pak içleri de ayrıca süslenirdi. Ayrıca cilt
kapağının ağız bölümlerinin yıpranmaması
için özel koruyucular eklenirdi. Türk ciltçili­
ğindeki bu yöntem batıda hiç kullanılmamıştır
ve bu yüzden önemli bir farklılık gösterir.
G ene batı ciltçiliğinden farklı olarak ciltlen­
miş kitaplar için ayrıca koruyucu kutuların
yapıldığı da bilinmektedir. Genellikle koyun
ya da keçi derisinden yapılan açık kahverengi
cilt kapaklarını süslemek için ezilmiş altın
kullanılır ve bu altın fırça ile sürülerek işle­
nirdi.

CİNNAH, Muham m ed Ali (1876-1948), Popperfoto

Hindistanlı bir siyaset adamı olan M uham ­ M u h a m m e d A li Cinnah, 1947'de H indista n'da n
ayrıla rak kuru la n Pakistan'ın ilk de vle t başkam dir.
med Ali Cinnah, Pakistan’ın kurucusu ve ilk
genel valisidir. Hindistan Yarım adası’nın
Hindistan ve Pakistan olarak iki ayrı devlete
bölünmesinin İngiltere’ye kabul ettirilmesi karşısındaydı. Buna karşın yeni İslam devleti
hemen hemen tümüyle onun çabalarının so­ Pakistan 1947’de kuruldu ve Cinnah ilk devlet
nucudur. başkanı oldu. Keşmir konusunda Hindistan
Cinnah, K araçi’de varlıklı bir tüccarın oğlu ile çıkan sürtüşmede, var gücüyle Pakistan’ın
olarak dünyaya geldi. L ondra’da hukuk öğre­ görüşlerini savundu. Ayrıca bak. HİNDİSTAN;
nimi gördü. Bom bay’da 10 yıl avukatlık yap­ KEŞMİR; PAKİSTAN.
tıktan sonra siyasete atıldı. Önce Hindistan
Ulusal Kongresi’ni (INC/Kongre Partisi) des­ CİNSELLİK VE EŞEY. Gelişmiş canlılarda
tekledi, sonra Tüm Hint M üslümanları Birli- bütün bireyler, ürem e olayında birbirini ta ­
ği’ne katıldı. İngiliz egemenliğine son vermek mamlayan erkek ve dişi olarak iki karşıt
için H indular ile M üslüm anlar’ın siyasal birlik gruba ayrılır. İnsanda kadın ile erkeği, atlarda
kurmalarının gerekliliğini savundu. G andhi’ kısrak ile aygırı, sığırlarda inek ile boğayı ya
nin (bak. G a n d h İ, M o h a n d a s K a r a m ç a n d ) katı da bir küm esteki tavuklar ile horozları çoğu
H indu tutum una' karşı olmakla birlikte ve kez ilk bakışta birbirinden ayırt etmeye yara­
birçok dinsel çatışmaya karşın, iki tarafın yan belirgin fiziksel özellikler vardır. Am a
işbirliğini sağlama yolundaki çabalarını sür­ gelişmiş canlılarda, özellikle insanda bireyler
dürdü. Sonunda düş kırıklığına uğrayarak arasındaki bu ayrım fiziksel özelliklerle sınırlı
İngiltere’ye döndü ve 1930-35 arasında Lon­ kalmayıp ruhsal ve toplum sal birçok kavram
dra’da yaşadı. ve olguyu da beraberinde getirir. Konunun bu
Kongre Partisi 1937 seçimlerinde Müslü­ değişik boyutları nedeniyle, erkek-dişi ayrı­
man Birliği’ni ezici bir çoğunlukla yendi ve mından doğan bütün kavram ve olguları
M üslümanlar yerel yönetimlerin dışında bıra­ karşılamak üzere dilimizde iki ayrı terim
kıldı. Oyuna geldiğini düşünen Cinnah, M üs­ yerleşmiştir: B unlardan biri cinsiyet ya da
lüman milliyetçiliği hareketini başlattı. Onun biyologların önerdiği karşılığıyla eşey, öbürü
önderliğindeki M üslüman Birliği ayrı bir de cinsellik ya da batı dillerinden gelen daha
İslam devletinin kurulmasını istedi. Hindu geniş kapsamlı, ama çoğu kez eşanlamlı ola­
liderler Gandhi ve N ehru (bak. N e h r u , Cava- rak kullanılan karşılığıyla seks sözcükleridir.
HARLA L) gibi İngiliz hüküm eti de bölünmenin Cinsiyet ya da eşey dendiğinde, bir türün
194 CİNSELLİK VE EŞEY

bütün üyelerini erkek ve dişi bireyler olarak zomlar canlının ana babasından alacağı bütün
ayırt etm e olanağı veren kalıcı fiziksel özellik­ kalıtsal özellikleri, sözgelimi göz ve saç rengi­
ler anlaşılır. Cinsellik terim i ise, eşeyli canlı­ ni, boyunu, el ve ayak biçimini, kişilik yapısı­
larda ürem eye ve cinsel doyuma ulaşmaya nı belirleyen genleri taşır. Eşey kromozomları
yönelik bütün bedensel etkinlikler ile bıina üzerindeki genler de bebeğin erkek mi yoksa
bağlı bütün ruhsal ve toplum sal olguları içe­ kız mı olacağını belirler. (G enlere ve krom o­
rir. Bu m addede insanın cinselliği ve eşeysel zom lara ilişkin ayrıntılı bilgiyi KA LITIM VE
özellikleri anlatılacak, insandaki ve bütün G E N E T İK maddesinde bulabilirsiniz.)
öbür m em elilerdeki ürem e olayı ise ayrı bir Güçlü bir m ikroskopla bakıldığında insan­
m adde olarak Ü R E M E başlığı altında ele daki eşey krom ozom larından bazılarının X,
alınacaktır. bazılarının Y harfine benzediği görülür. Bu
20. yüzyıla gelinceye kadar insanın cinsel nedenle bilim adamları eşey kromozomlarını
davranışları konusunda pek az şey biliniyor­ biçimlerine göre X ve Y kromozomları olarak
du. Çünkü cinsellik, üzerinde konuşulması adlandırm ışlardır. İnsan vücudunun her hüc­
hoş görülm eyen, hatta “ayıp” sayılan çok özel resinde, bir çifti eşey kromozomu olmak
bir konuydu. Oysa bugün batı toplum larında üzere, 23 çift (46) kromozom bulunur. Dişi­
insanlar cinsellik konusunda çok daha rahat lerde bu eşey kromozom larının ikisi de X ’tir
ve açık davranabiliyor, hatta birçok ülkede (XX çifti). Erkekte ise eşey krom ozom ların­
okul çağındaki çocuklara cinsel eğitim verili­ dan birisi X, öbürü Y ’dir (XY çifti). Buna
yor. Bizim toplum um uzda bu konunun bir karşılık eşey ya da ürem e hücrelerinde, yani
“tab u ” olm aktan çıktığı öne sürülemezse de, dişinin yum urta hücresi ile erkeğin sperma
cinselliğin ve cinsellik konusundaki bilimsel hücresinde bulunan kromozom sayısı, vücu­
tartışm aların 50 yıl öncesine oranla çok dah? dun bütün öbür hücrelerinden farklı olarak
doğal karşılandığı söylenebilir. çiftten teke düşer. D em ek ki her eşey hücre­
sinde 46 yerine yalnızca 23 kromozom bulu­
Eşeyin Belirlenmesi nur: 22 kromozom çiftinin birer teki ve bir tek
Ailede yeni bir bebek beklendiği zaman eşey kromozom u. Dişide eşey kromozomları
çocuk kız mı, erkek mi olacak diye herkesin XX olduğu için, yum urta hücresindeki bu
nasıl m erak ettiğini çoğunuz kendi deneyim le­ kromozom ancak X olabilir. Oysa erkeğin
rinizden bilirsiniz. Doğacak bebeğin kız ya da eşey kromozom ları XY olduğuna göre, bir
erkek olmasını, daha doğrusu eşeyini belirle­ sperm a hücresinde öbür 22 kromozom a ek
yen özel bir kromozom çiftidir; bunlara eşey olarak bazen bir X, bazen bir Y kromozomu
krom ozom ları denir. Krom ozom lar hücre bulunabilir. Bu nedenle, dişinin yum urta hüc­
içinde bulunan ipliksi yapılardır. Bu krom o­ resi Y kromozomu taşıyan bir sperma hücresiy-

Yandaki çizim , y u m u rta


hü cresini dö lle yen
sperm a hü cresinin
taşıdığı eşey
kro m o zo m u n a bağlı
olara k bebeğin
c in s iy e tin in nasıl
b e lirle n d iğ in i g ö ste riyo r.
Üstte: Y krom o zom u
taşıyan b ir s perm anın
d ö lle d iğ i y u m u rta
hü cresinde n b ir erkek
bebek g e lişir. Altta:
Y u m u rta hücresini
d ö lle yen sperm a X
kro m o zo m u taşırsa bu
kez doğan bebek kız o lu r.
CİNSELLİK VE EŞEY 195

le döllendiğinde, XY eşey kromozomlarını karnın bacaklarla birleştiği yerde kıllar, yü­


taşıyan bu döllenmiş yum urtadan doğan be­ zünde de fark edilemeyecek kadar incecik ve
bek erkek olur. Am a yum urta hücresini yumuşak tüyler belirir.
dölleyen sperm a hücresi bir X kromozom u Erkek çocuklar da birtakım değişiklikler
taşıyorsa, döllenmiş yum urtada iki X krom o­ geçirerek erkekliğe ilk adımlarını atarlar.
zomu bulunacağından bebek kız olur. Böyle­ Kasları, omuzları ve göğüsleri genişler. G ırt­
ce, döllenme sonucunda dünyaya gelecek lakta âdemelması denen bir çıkıntı belirir, ses
dişilerin bütün vücut hücrelerinde iki X (XX), telleri kalınlaşır. Bu nedenle sesleri biraz
erkeklerinkinde ise bir X, bir Y kromozom u boğuk ya da “çatlak” çıkmaya başlar. Konu­
(XY) bulunur. şurken seslerini denetleyem ediklerinden gırt­
laklarından bir an tiz bir çocuk sesi, hemen
Cinsel Gelişme Evreleri ardından kalın bir erkek sesi çıkması o dö­
E rkekler ve kızlar doğuştan birbirinden deği­ nemde erkek çocuklar için bir sıkıntı ve utanç
şik fiziksel özellikler taşır. Erkeklerde erbez- kaynağı olur. Am a bu dönem kısa sürer ve ses
leri (testisler), kızlarda yum urtalıklar ve öbür norm al tınısını alır. Koltuk altlarında, ürem e
ürem e organları gibi birincil eşeysel özellikler organı bölgesinde, göğüste, hatta bazen
her iki cinste birbirinden farklıdır. G ene de om uzlarında kıllar belirir. Seyrek ve ince de
yaklaşık 10-12 yaşma kadar dış görünümleri olsa sakal ve bıyıklan çıkmaya başlar. Am a
birbirlerine öylesine benzer ki, aynı giysileri başlangıçta her gün tıraş olmaları gerekmez;
giyip, saçlarını aynı biçimde kestirdiklerinde haftada bir iki gün yeterlidir. Kamış (penis)
hangisinin kız, hangisinin erkek olduğunu ve erbezleri irileşir, sperm a üretimi başlar.
söylemek oldukça güçtür. Am a çocukluk İkincil eşeysel özelliklerin başlangıcı ve
çağından çıkıp cinsel yönden olgunlaşmaya bitişi için kesin bir yaş söylenemez. Kızlarda
başladıkları ergenlik döneminde ikincil eşey­ ergenlik genellikle 11-12 yaşlarında başlar ve
sel özellikler belirmeye başlayınca, kızlar ile 17 yaşında yapısal gelişim tam amlanır. E rkek­
erkekler arasında ayrım artık kolayca görüle­ ler kızlardan biraz daha geç, genellikle 12-14
bilir. yaşlarında ergenlik çağma girer ve 18 yaşma
İkin cil E şeysel Ö zellikler. Ergenlik dönem i­ geldiklerinde cinsel gelişmelerini tamamlamış
nin başlangıcında, beynin tabanındaki hipofiz olurlar. Am a bütün bu sınırlar kişiden kişiye
bezi ho rm o n denen bazı özel m addeler salgı­ büyük ölçüde değişir. Yaşıtlarından daha geç
lamaya başlar. Bu horm onlar kızlarda yum ur­ ya da daha erken gelişmeye başlayan bir
talıkları uyararak ilk âdet (aybaşı) kanam ala­ ergenin bunu sorun haline getirmemesi gere­
rının başlamasını, yum urta hücrelerinin ol­ kir. Çünkü kalıtım ve beslenme bu konuda
gunlaşmasını ve östrojen denen dişilik horm o­ belirleyici bir rol oynar.
nunun salgılanmasını sağlar. Erkeklerde ise Ne yazık ki, gençlerin çok duyarlı oldukları
erbezlerini uyararak sperm a üretimini ve tes­ ve dış görünüm lerine çok önem verdikleri bir
tosteron denen erkeklik horm onunun salgısını dönem de, ter ve yağ bezlerinin aşırı çalışması­
başlatır. Bu dönem de kızlar ve erkekler hızla, na bağlı olarak vücutta keskin bir ter kokusu,
ama genellikle çok orantısız biçimde büyür­ deride yağlanma ve ergenlik sivilceleri belirir
ler. Özellikle kolları ve bacakları öyle çabuk (bak. ERGENLİK SİVİLCESİ). Kızlar m emelerinin
uzar ki, aynı gövdenin bir parçası değilmiş dikkati çekecek kadar büyüm esinden utanır
sanılabilir. ya da istedikleri biçimde olmayacağını düşü­
Kızlarda m em eler gelişmeye ve uçları belir­ nerek üzülürler. H atta sağ ya da sol m em enin
ginleşmeye başlar. Hem deri altında yağ öbüründen biraz daha iri olması genç kızları
biriktiğinden, hem de doğum sırasında bebe­ kaygılandırırsa da bu son derece normaldir.
ğin kolayca geçebilmesi için (bak. D o ğ u m ) Ergenlik çağma giren genç kız ve erkekler
leğen kemiği genişlediğinden kalçalar dolgun­ vücutlanndaki bütün bu değişikliklere değişik
laşır. B ütün bu değişikliklerle genç kız çocuk­ tepkiler gösterirler. A na babalarının ve öğret­
luktan çıkıp kadınsı bir görünüm e bürünür. m enlerinin gençleri bu değişikliklere hazırla­
Sesi biraz kalınlaşır; koltuk altlarında ve maları çok önemlidir. Böylece gençler bu yeni
196 CİNSELLİK VE EŞEY

vücutlarına alışarak yetişkinliğe uyum içinde lak ölçütleri vardır. Bir toplum da yanlış ve
ilk adımlarını atar ve yeni coşkularının üste­ ahlak dışı olarak görülen cinsel davranış ya da
sinden kolayca gelebilirler. eğilimler bir başka toplum da hoşgörüyle kar­
şılanabilir. H atta çoğu kez aynı toplum un de­
Cinsel Uyanış ve Cinsel Davranışlar ğişik kesimlerindeki ahlak anlayışları birbirin­
İnsanın karşı cinsin farkında olması ve cinsel den çok farklıdır. Bu çelişkiler, ergenlik ça­
duygularının gelişmesi daha çocukluk döne­ ğındaki gencin hangi davranışın onaylanır,
minde başlar. Beş yaşma basmamış bir çocuk hangisinin yanlış olduğunu kavramasını güç­
bile kızlar ile erkekler arasındaki ayrımı leştirerek bocalamasına neden olur. Üstelik
kavrayabilir ve her iki cinsten arkadaşlarına toplum un kızlar ve erkekler için koyduğu ku­
farklı davranır. rallar, her iki cinsten beklenen davranış kalıp­
Yeni yetişen bir genç kızın ya da erkeğin ları da farklıdır. Genç bir erkeğin gece geç
karşı cinsten birinin cinsel çekiciliğine kapıl­ saatlere kadar arkadaşlarıyla gezmesi, hatta
ması, anlatılması güç birtakım fiziksel ve genç kızlarla flört etmesi “gelişme sürecinin
ruhsal tepkilerin karmaşasıdır. Bu duygu ba­ bir parçası” olarak anlayışla karşılanırken, bir
zen hafif bir ilgi ya da heyecandır; bazen de genç kızın aynı davranışları toplum un sert
gün boyunca kişinin aklını ve gece düşlerini tepkisine ve eleştirilerine yol açar.
dolduracak kadar güçlü olabilir. Gencin cin­ İnsanların cinsel özgürlüğü konusundaki
sel ilgisi yalnızca tanıdığı gerçek kişilere değil, görüşler yalnız toplum dan toplum a değil, za­
düşsel bir sevgiliye de yönelebilir. m ana bağlı olarak da değişir. Am a tarih bo­
Cinsel ilgi bütün insanlara özgü evrensel bir yunca bütün toplum larda geçerli olan cinsel
duygudur; ama cinsel davranış ve deneyim le­ tabuların başında, aynı ailenin bireyleri ara­
rin hoşgörü sınırı toplum dan toplum a çok de­ sındaki cinsel ilişki ya da toplumbilimlerdeki
ğişir. Bazı toplum larda yetişkinler cinsellik terimiyle ensest gelir. A na baba ile çocuklar
konusundaki bilgileri çocuklardan gizlemeye ya da kız ve erkek kardeşler arasındaki cinsel
çalışırken, bazılarında çocukların cinsellik ko­ ilişki, yalnız yasaların değil ahlak kurallarının
nusunda akıllarını kurcalayan her soruyu ya­ da kesinlikle bağışlamayacağı bir davranış
nıtlam ak çocuk eğitiminin bir parçası olarak olarak her zaman şiddetle kınanmış ve yasak­
görülür. Böylece çocuklar erken yaşlardan lanmıştır.
başlayarak, toplum un hangi cinsel davranışla­
rı hoş gördüğü, hangilerini kınadığı konusun­ Eşcinsellik
da ana babaları ve çevrelerindeki öbür büyük­ İnsanlar doğal olarak karşı cinsten birine ilgi
ler tarafından yönlendirilir. duyar, cinsel güdülerini ve duygularını öbür
Genç kızlar genellikle 17, delikanlılar ise 18 cinse yöneltirler. Am a bu genel davranış ka­
yaşında cinsel yönden tam olgunluğa erişirler. lıplarının dışına çıkarak kendi cinsinden olan­
Bazı toplum larda bu yaşa gelen gençlerin ev­ lara ruhsal ve bedensel ilgi duyan kişiler de
lenip yuva kurm aları beklenir. A m a çağımız­ vardır. Bunlara eşcinsel ya da batı dillerindeki
da gençlerin çoğu evlenip ana baba olmak için karşılığıyla homoseksüel denir. “Lezbiyen”
yalnızca cinsel olgunluğun yeterli olmadığı­ terimi ise yalnızca kadın eşcinseller için kulla­
nın, ruhsal ve ekonom ik açıdan kendilerini nılır. Toplum lar ayrı cinsten bireyler arasın­
bir aile kurm aya hazır hissetmeleri gerektiği­ daki cinsel ilişkiyi, yani heteroseksüel ilişkiyi
nin bilincindedir. O yaştaki bir gencin eğitimi­ doğal karşıladığı için eşcinseller genellikle
ni bitirmesi için önünde daha uzun yıllar var­ toplum dan soyutlanırlar ve eşcinsel ilişki bir­
dır. Bu yüzden ana baba olmanın sorum lulu­ çok ülkede yasadışı kabul edilir. Biseksüel de­
ğunu erkenden üstlenm ek istemezler. Cinsel nen kişiler ise her iki cinsle de, yani hem ka­
güdülerini ve deneyimlerini de, toplumun dınlarla, hem erkeklerle cinsel ilişki kurm a
koyduğu kurallara uyarak, duygusal kız-er- eğilimindedir.
kek arkadaşlığı ya da “flört” gibi saf ve tehli­
kesiz ilişkilerle sınırlı tutm aya çalışırlar. Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar
Kuşkusuz her toplum un kendine özgü ah­ Hastalıklı bir insanın soluğuyla, tükürüğüyle,
COĞRAFYA 197

vücuduna ya da eşyalarına dokunm akla bula­


şan birçok hastalık vardır. Am a bazı hastalık­
lar iki vücudun birbirine değmesiyle değil,
yalnızca cinsel birleşmeyle bulaşır. Bunlara,
Rom a mitolojisindeki aşk tanrıçası V enüs’ün
eski adı olan Z ü h re’den türetilmiş eski bir te­
rimle “zührevi” ya da yeni karşılığıyla “cinsel
yolla bulaşan” hastalıklar denir. Bu hastalık­
ların etkeni bakteri ya da virüs gibi m ikroplar,
tekhücreli hayvanlar ya da m antarlardır. Cin­
sel yolla bulaşan bazı hastalıklar, örneğin
frengi ve belsoğukluğu antibiyotiklerle ya da
başka ilaçlarla tedavi edilebilir. Am a virüsler­
den ileri gelen bu tür hastalıkların henüz teda­
visi bulunamamıştır. Cinsel yolla bulaşan vi­
rüs kökenli bazı hastalıklar, hastanın öm ür
boyu bu m ikrobu taşımasına ve başkalarına
bulaştırmasına karşın ölümcül değildir. Oysa
gene bir virüsten ileri gelen ve daha çok cinsel
yolla bulaşan A ID S hastalığı çoğu kez ölümle
sonuçlanır. U zm anlar A ID S hastalığını, 14.
yüzyılda bütün A vrupa’yı kasıp kavuran bü­
yük veba salgınından bu yana toplum sağlığını
tehdit eden en büyük felaket olarak görüyor­ Mansell Collection
lar (bak. Aids; V e b a ) . Roma İm p a ra to ru C laud iu s İS 43'te İn g ilte re 'y i istila
kararı aldı. Ö ld ü ğ ü zam an ta n rı ilan e d ild i.
CİRİT ATM A bak. ATLETİZM .
yı, Trakya ile A nadolu’da Likya’yı da ele
CLAUDIUS (İÖ 10-İS 54). İS 41 ve 54 yılları geçirdi. A lm anya’da bugün Köln olarak bili­
arasında Roma imparatoru olan Tiberius Clau- nen yörede yeni sömürgelerin kurulmasını
dius Nero Germanicus, Lugdunum ’da (bu­ sağladı.
günkü Lyon) doğdu. İm parator Tiberius’un Claudius’un özel yaşamı sorunlarla doluy­
yeğeniydi. Ailesince beceriksiz ve akılsız gö­ du. D ört kez evlendi. Üçüncü karısı Messali-
rülmesine karşın, aslında zeki ve bilgiliydi. na’yı, sevgilisiyle bir olup kendisini öldürm ek
Hepsi Eski Yunanca olmak üzere birçok tarih istediği için öldürttü. D ördüncü karısı Agrip-
kitabı yazdı. İm paratorluğa yükselişi büyük pina’nın Claudius’un üzerinde büyük etkisi
ölçüde rastlantıdır. Kendisinden önceki İm ­ vardı. Agrippina oğlu N eron’u (bak. N e r o n )
parator Caligula’nın öldürülmesinden sonra im parator yapabilmek için hazırlığa başladı.
(bak. C a l i g u l a ) , bir asker Claudius’u bir Claudius’un, öz oğlu Britannicus’u tahttan
perde arkasında korku içinde gizlenirken yoksun bırakarak, N eron’u evlat edinmesini
buldu. Claudius’u im parator ilan eden m uha­ sağladı. D aha sonra N eron’u, Claudius’un
fız alayına senato karşı koyamadı ve istem e­ öbür evliliğinden olan kızı Octavia ile evlen­
yerek bu durum u kabul etti. dirdi. Romalı tarihçilerin ortak kanısına göre
Roma İmparatorluğu’nun sınırlannı genişle­ sonunda Claudius’u m antarla zehirledi. Clau­
ten Claudius, özellikle adalet alanında çeşitli dius ölümünden sonra tanrı ilan edildi.
reformlar gerçekleştirdi; yetenekli ve haksever
bir yönetici olduğunu kanıtladı. Büyük bir ola­ COĞRAFYA, Dünya yüzeyinin görünümünü
sılıkla, durumunu güçlendirmek için İS 43’te tüm yönleriyle inceleyen bilim dalıdır. Coğ­
İngiltere’yi topraklarına katm aya karar verdi. rafya sözcüğü Yunanca “D ünya” anlamına
Claudius ayrıca, Kuzey A frika’da M oritanya’ gelen geo ve “yazmak” anlamına gelen grap-
198 COĞRAFYA

hein sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuş­ rak, haritalar çizerler. H arita bir yerin enlem i­
tur. Coğrafya ile ilgilenen uzmanlara coğraf­ ni, boylamını ve başka yerlerden ne kadar
yacı denir. Günümüzde, bu uzmanların çoğu uzaklıkta olduğunu gösterir. Fiziksel harita o
yalnızca D ünya’nm yüzeyi, fiziksel özellikleri, bölgenin dağlık, tepelik ya da düz olduğunu
iklimi, bitki örtüsü ve toprak türleri ile değil, belirtir. Araştırm a yapacak ya da bir yolculu­
aynı zam anda yeryüzünde yaşayan insanların ğa çıkacak olanlar ne gibi yüzey şekilleriyle
ne yaptıkları, ne ürettikleri ve nasıl yaşadıkla­ karşılaşacaklarını bu haritalardan öğrenirler.
rıyla da ilgilenmektedir. Çağdaş coğrafya Deniz düzeyinden yüksek yerleri göstermek
insanlığın evi olan D ünya’nm incelenmesidir. için özel kabartm a haritalar da vardır.
Bu da çok kapsamlı bir konu olduğundan Bir coğrafyacı aynı zam anda yeryüzündeki
fiziksel coğrafya, beşeri coğrafya ve bölgesel kayaç oluşum unu ve yapısını gösteren jeolo­
coğrafya gibi dallara ayrılır. jik haritalara da gereksinim duyar. Köm ür,
Fiziksel coğrafya Dünya yüzeyinin biçimi, demir cevheri ve petrol gibi birtakım doğal
tepeleri, vadileri, akarsuları, orm anları gibi kaynaklar yalnızca belirli kayaç tiplerinde
doğal özellikleriyle ilgilenir. Fiziksel coğraf­ bulunur. Bazı kayaçlar ufalanarak nitelikli
yanın okyanus ve denizleri inceleyen dalı topraklara dönüşür. Bazı bölgelerdeki top­
okyanusbilim (oşinografi) adını alır. raklar tarım yapılmaya daha elverişlidir (bak.
Beşeri coğrafya insanların yarattığı kent­ T oprak ).
ler, köyler, evler, yollar, demiryolları, ekili Başka bir harita türü de iklimi, yani yılın
alanlar, m aden ocakları ve fabrikalarla ilgile­ çeşitli zam anlarındaki sıcaklığı ve mevsimlere
nir. Beşeri coğrafya aynı zam anda insan göre ne kadar yağış düştüğünü gösterir. D o­
yaşamının çevre koşullarından nasıl etkilendi­ ğal bitki örtüsünün orm an, otlak, bataklık ya
ğini de inceler. da çöl olması büyük ölçüde toprağa ve iklime
Bu nedenle bir coğrafyacı ülkeler ve bölge­ bağlıdır. Bütün bunlar bazı hayvanların niçin
lerle ilgili bilgi edinm ek zorundadır ve bu belli bölgelerde yaşadığını ve değişik iklim
amaçla harita kullanır. Coğrafyacılar yüzey kuşaklarında yaşayan insanların hava koşulla­
şekillerini ve yanardağ etkinlikleri gibi süreç­ rına nasıl uyum sağladığını açıklar. Bitki,
leri inceler, yerölçümleri yaparlar (bak. hayvan ve insan gibi canlılar üzerinde iklim ve
Y er ÖLÇÜm O). Haritacılar bu bilgileri kullana- fiziksel koşulların etkilerini inceleyen fiziksel
coğrafya dalı biyocoğrafya olarak adlandırılır.
NASA/Scierıce Photo Library
İnsanlar değişik çevre koşullarına uyum
gösterebilir ve bir ölçüde çevreyi kendi gerek­
sinimlerine uyacak biçimde değiştirebilirler.
Dağların içinden tüneller açarak yollar, demir­
yolları, ırm aklar üzerinde köprüler yaparlar.
Böylelikle bir yerden başka bir yere kolaylık­
la gidebildikleri gibi, ürettikleri malları da
rahatlıkla taşıyabilirler. Gerçi okyanusların su
düzeylerini değiştiremez ya da dağlık bir
bölgeyi düzlüğe dönüştürem ezler, ama daha
çok ürün yetiştirecek topraklar elde etm ek
amacıyla bataklıkları kuruturlar, tepelerin
yamaçlarını teraslayarak ekime elverişli duru­
ma getirebilirler.
İnsanlar altın ya da bakırı yoktan var
edemezler, ama nitrat benzeri mineralleri güb­
re olarak kullanıp bereketsiz topraklardan
ürün almayı başarırlar. Kurak bölgelerde
Yukarıda g ö rü le n M ississip p i Irm ağı fo to ğ ra fı g ib i
kızılötesi uyd u fo to ğ ra fla rı, coğ rafya b ilg ile rim iz e toprağı sulayarak, kışın evlerini ısıtarak ve
y e n ile rin i ekler. hayvanlarını kapalı yerlerde barındırarak, bir
COĞRAFYA 199

ölçüye kadar, iklimin neden olduğu güçlükle­


rin üstesinden gelebilirler.
Ö te yandan, insanlar gereksinmeleri olan
ürünleri yetiştirmek için dünyanın önemli bir
bölüm ünde doğal bitki örtüsünü yok etm ek­
ten, yabanıl hayvanları ise öldürm ekten geri
kalmamış, oysa başka hayvanları evcilleştire­
rek süt, et ve derilerinden yararlanm ışlardır.
Bu arada sıtma hastalığına neden olan sivrisi­
nek gibi zararlılardan kurtulmayı da başar­
mışlardır.
Bütün bu konuları kapsayan beşeri coğ­
rafya, kendi içinde ekonomik coğrafya ve
siyasal coğrafya olmak üzere iki dala ayrılır.
Ekonom ik coğrafya ekonomi ve ticaret, yani
üretim ve pazarlam a konularını ele alır. Siya­
sal coğrafya, coğrafya koşullarının ulusal ve
uluslararası siyasal olaylar üzerindeki etkisini
inceler. Tarihsel coğrafya ise bölgelerin geç­
mişteki durumlarını ve zaman içinde ne gibi
değişikliklere uğradığını araştırır.
z* . r
Bölgesel coğrafya da belli bir bölgenin ; .V /

fiziksel ve beşeri coğrafyasını inceler. Bu


Ara Güler Arşivi
inceleme bütün bir kıtayı içine alabileceği
16. yüzyılın ilk yarısında yap ılan ve A tlas
gibi, örneğin Kongo Havzası gibi görece daha O kya n u su 'n u n çevre sin i gösteren Piri Reis'in
dar bir alanı kapsayabilir. Böylece coğrafyacı haritası ceylan d e risin d e n d ir.
herhangi bir bölgedeki fiziksel koşullar ile
orada yaşayan halkın uğraşları arasındaki kuran Eski Yunanlılar coğrafyaya çok önem
ilişkileri inceler. Kent coğrafyası kentleri, bu verdiler. Milet İÖ 600’de coğrafya araştırm a­
kentlerin nüfusunu ve nüfus dağılımını, üreti­ larının merkezi oldu. İÖ 500’de Miletli bilgin
len malları ve buna bağlı olarak insan ve mal H ekataios’un yazdığı kitap coğrafya konu­
hareketliliğini tüm yönleriyle ele alır. sundaki ilk yapıt olarak bilinir.
D ünya’nın küre biçiminde olduğu varsayı­
Coğrafyanın Doğuşu ve Gelişimi mı ise, İÖ 4. yüzyılda Yunanlı bilginler tara­
İÖ 2300 yılından kalma kil tabletlerden, Babil- fından benimsenmişti.
liler’in harita yaptıklarını öğrenmiş bulunuyo­ Coğrafyacılığın ve haritacılığın gelişimini
ruz. Am a bundan da önce göçebe topluluklar etkileyen en önemli bilgin ise Batlam yus’tur
yazlık ve kışlık otlaklarını, su kaynaklarını be­ (Ptolemaios). Sekiz ciltlik Geographike hyp-
lirlemek için ağaç kabuklarına ve hayvan deri­ hegesis (yaklaşık İS 150; “Coğrafya Kılavu­
lerine çevrelerine ilişkin bilgileri çizerek işa­ zu”) adlı yapıtında tem el haritacılık ilkelerine
retliyorlardı. ilişkin bilgiler vardı. Yeryüzündeki yaklaşık
A m erika Yerliîeri’nin yaşadıkları bölgele­ 8.000 bölgenin enlem ve'boylam larının veril­
ri ayrıntıyla betimleyen haritalar yaptıkları bi­ diği ve bir Dünya haritasının bulunduğu bu
liniyor. Çok eski zam anlarda gece yollarını yapıt coğrafya çalışmalarına çok önemli bir
bulmak için yıldız haritası kullanan topluluk­ katkıydı. Batlamyus Rom a dönem indeki coğ­
lar da vardı. Aztek İm paratoru M ontezum a’ rafyacıları da etkiledi. Rom alılar seferlerin­
nın ise İspanyol kâşiflerinden C ortes’e M eksi­ de kullanacakları haritalar yaptılar. Bu hari­
ka Körfezi’ni gösteren bir harita verdiği söy­ talarda Dünya daire biçiminde gösteriliyor­
lenir. du.
Denizaşırı ticaretle uğraşan ve koloniler Ortaçağın başlarında A vrupa’da kilisenin
200 COLORADO IRMAĞI

tutuculuğu yüzünden coğrafya ve haritacılık Seydî Ali Reis, Tunuslu Hacı M ehm ed, Ali
alanında önemli bir gelişme olamadı. M acar Reis bu dönem in, haritalarıyla ünlü
Denizciler kıyı kıyı gittikleri için haritaya coğrafyacılarıdır.
gereksinim duymuyorlardı. Pusula icat edil­ Coğrafya bilgini Kâtip Çelebi 1648’de yaz­
dikten sonra açık denizlere çıkabilmek için maya başladığı Cihannüma'da A vrupa, A s­
harita yapmaya başladılar. M üzelerde 13. ya, Afrika, A m erika, M accolonika (Avus­
yüzyıldan kalm a, günümüze kadar korunabil- tralya) ve kutup bölgelerinden söz ediyordu.
miş haritalar vardır. 13. yüzyılın sonunda Evliya Çelebi ise 10 ciltlik Seyahatname"sinde
M arko Polo’nun çıktığı seferler uzak ülkelere A nadolu, Azerbaycan ve O rta A vrupa’ya
olan ilgiyi artırdı ve haritalar seri halinde ya­ yaptığı gezilere yer verdi.
pılmaya başlandı. 18. yüzyıldan başlayarak A vrupa’da harita­
Aym dönemde Bizans’ta coğrafya çok geliş­ ları bilim adamları yapmaya başladı. Teles­
mişti; o dönemin belgelerinde tarımsal ürünler­ kop ve öbür yeni aygıtlar haritacılığın güveni­
den başka, kuraklık, deprem, sel gibi doğal afet­ lirliğini artırdı. Öte yandan, coğrafya giderek
lerle ilgili bilgiler de bulunmaktaydı. üniversitelerde okutulan bir ders oldu. Os-
A vrupa’da kilisenin baskısının en ağır oldu­ manlı D evleti’nde ise İbrahim M üteferri-
ğu sırada, coğrafya Çin’de ve İslam ülkelerin­ ka’nın basımevinin kuruluşundan sonra ilk at­
de büyük bir gelişme gösterdi. Çinliler bugün­ laslar yayımlandı. İstanbul’daki Hasköy Mü-
kü Çin topraklarının haritasını daha o zam an­ hendishanesi’nde uygulamalı coğrafya ve ha­
dan yapmışlardı. 12. yüzyılda Bağdat’ta rita dersleri 18. yüzyılın sonlarında başlatıldı.
A raplar pusula kullanıyor ve haritacılıkta ge­ 19. yüzyılda ise ülkeye çağrılan Fransız, İngi­
lişkin yöntem ler uyguluyorlardı. 14. yüzyılda liz ve Alm an bilginler askeri okullarda harita­
A rap bilgini İbn B attuta yazdığı seyahatna­ cılık ve coğrafya dersleri verdiler. A vrupa’
m ede, A nadolu’yu coğrafyası, gelenekleri ve da bu konuda yayımlanmış yapıtların birçoğu
ekonomisiyle birlikte ele aldı. Osm anlıca’ya çevrildi. Bugün ise Türkiye’de
Bizans’ın T ürkler’in eline geçmesinden birçok üniversitede coğrafya öğretimi vardır
sonra çok sayıda bilginin, Eski Yunan yazma­ ve ortaöğrenim kum rularında coğrafya zorun­
ları ile birlikte İtalya’ya sığınması ve basımcı­ lu dersler arasındadır.
lığın gelişmesi coğrafya çalışmalarının ve ha­
ritacılığın önünü açtı. Kolomb, Vasco da G a­ ANSİKLOPEDİNİN COĞRAFYA İLE İLGİLİ
ma, Vespucci, M acellan gibi kâşiflerin bul­ ÖBÜR MADDELERİ
dukları yeni yerlerin haritalarıyla Dünya yü­ ADA IKLIM
zeyine ilişkin bilgiler çoğaldı. 16. yüzyılda AKARKUM KEŞİFLER
ANAFOR KIYI
coğrafya alanında birçok kitap yazıldı. ANTARKTİKA KUTUPLARIN KEŞFİ
1570’te Anversli A braham Ortelius ilk BUZDAĞI KUZEY KUTUP BÖLGESİ
ÇAĞLAYAN MAGNETİK KUTUPLAR
Dünya atlasını yaptı. Osmanlı İmparatorluğu ÇAYIR MERCANADA
15. yüzyıla kadar coğrafyaya ilgi göstermedi. ÇÖL ORMAN
Fatih Sultan M ehm ed’in coğrafya ve haritala­ DELTA OVA
DENİZLER VE OKYANUSLAR TUNDRA
ra ilgi duyması bu alanda bir gelişmeye yol DÖNENCELER ULUSAL PARKLAR
açtı. Batıdaki yapıtlardan bazıları Osmanlı- EKVATOR VAHA
ENLEM VE BOYLAM YAĞMUR ORMANLARI
ca’ya çevrildi. GÖL YAYLA
16. ve 17. yüzyıllarda Atlas Okyanusu’ndan HARİTA VE HARİTACILIK
H int Okyanusu’na kadar uzanan Osmanlı de­
nizcilerinin en önem lilerinden Piri Reis, Kris- COLORADO IRMAĞI. A B D ’nin batısındaki
tof Kolom b’un 1489’da yaptığı haritanın bir bu büyük ırm ak, derin vadisi boyunca yer
kopyasını yapmış ve harita üzerinde çeşitli ül­ alan olağanüstü güzellikteki doğa görünüm le­
kelerin m adenleri ve hayvanları hakkında bil­ riyle ünlüdür. Kuzey Colorado’daki bol yağış
gi vermişti. Bu harita Topkapı Sarayı’nda bu­ alan Kayalık Dağlar’dan doğan Colorado Ir­
lunm aktadır. Gene Piri Reis’in Kitab-ı Bahri­ mağı batıya ve güneye doğru 2.333 km bo­
ye adlı bir denizcilik kitabı vardır. yunca akarak California Körfezi’ne dökülür.
CONRAD 201

U tah’ı güneydoğudan keserek, A rizona’ ker Barajı Colorado Irmağı üzerindeki öteki
nın kuzeyinden güneye doğru akar; A rizona’ dev barajlardır.
yı California’dan ayırır ve güneyde M eksika’
ya girer. Colorado Irmağı 632.000 km2genişli­ CONRAD, Joseph (1857-1924). Joseph
ğinde bir bölgeyi akaçlar. Conrad Polonya asıllı olmakla birlikte, yetkin
Colorado Irm ağı’mn Colorado Yaylası bo­ İngilizce’siyle önde gelen İngiliz romancıları
yunca toprağı derinlemesine oyarak oluştur­ arasında yer alır. Çarlık Rusya’sının egem en­
duğu kanyonun en derin yeri A rizona’nın ku­ liğinde bulunan Polonya U krayna’sında dün­
zeybatısındaki Büyük Kanyon’dur (bak. BÜ­ yaya geldi. Küçük yaşta anne ve babasını kay­
YÜK K a n y o n ). Colorado Irmağı, Büyük Kan- betti. Dayısı tarafından yetiştirildi. D aha çok
yon’un batısında kurak Büyük Havza’ya girip
National Portrait Gallery, Londra
güneye yönelir ve dağ sıralarını Siyah Kan-
yon’la keserek California Körfezi’ne doğru
akışını sürdürür. Colorado Irm ağı’nın yüzyıl­
lar boyunca yüksek dağ ve tepelerden sürük­
leyerek taşıdığı birikintilerden oluşan büyük
delta California’daki Imperial Vadisi’ni de­
nizden ayırır.
İspanyol denizci Francisco de Ulloa 1539’
da California Körfezi’ne büyük bir ırmağın
boşaldığına ilişkin belirtilere rastladı. Son­
raki yıl, H ernando de Alarcon ırmak boyunca
yukarıya doğru yelken açtıysa da, dört bir ya­
nında çölden başka bir şey göremedi. Aynı yıl
G a rd a Löpez de Cârdenas Büyük Kan-
yon’a ulaştı. 1869’da Binbaşı John Wesley Po-
well başkanlığındaki bir grup, teknelerle ır­
m akta akıntı yönünde giderek, bütün vadiyi
geçti. Irmağın hızlı akan bölümlerinde çok
tehlikeli olan bu yolculuk daha sonra birçok
kez yinelendi.
Im perial Vadisi ilk kez 1900’de Colorado « r ' i f
Irm ağı’ndan yararlanılarak sulandı. Böylece,
Yazar Jose ph C o nra d'ın W . T ittle ta ra fın d a n yap ılan
kıraç çöl bir tarım alanı oldu. Am a 1905’te, po rtre si.
sulama sistemindeki bir çatlak nedeniyle Colo­
rado Irmağı Imperial Vadisi’nde taşarak çiftlik­
leri ve Güney Pasifik Demiryolu’nu sular altın­ küçükken denizi tutkuyla seven Conrad bü­
da bıraktı. İki yıl süren onarım çalışmaları so­ yüyünce denizci olmayı düşlerdi. 17 yaşma ge­
nucunda ırmak yeniden kendi yatağına döndü­ lince, M arsilya’da bir Fransız gemisine bine­
rüldü. Sularla kaplı alanın Salton Gölü dışında­ rek yıllarca sürecek bir deniz yolculuğuna çık­
ki bölümü çok geçmeden kurudu. tı. 1878’de İngiltere’ye giderek İngiliz ticaret
Taşkınların denetlenm esi, sulama ve elek­ gemilerinde çalıştı. 1886’da İngiliz yurttaşı ol­
trik enerjisi üretimi amacıyla, A BD yönetimi duktan sonra kaptanlık belgesi aldı. Çoğun­
Siyah Kanyon’da Boulder B arajı’nı yaptı. lukla doğu denizlerine açılan gemilerde kap­
1936’da tam am lanan ve günümüzdeki adı Ho- tanlık yaptı. Bu yolculuklarda gördüğü yerler
oVer Barajı olan 221 m etre yükseklikte, 379 sonradan yazdığı birçok kitaba esin kaynağı
m etre boyundaki bu barajın arkasında oluşan oldu. 1894’te denizciliği bırakarak yazarlığa
M ead Gölü 185 km uzunluğundadır. B araj­ başladı.
dan elde edilen elektrik enerjisi Los Angeles’a 1895’te yayımlanan ilk romanı A lm ayer’s
kadar iletilir. Glen Kanyon Barajı ve Par- Folly (“A lm ayer’in Budalalığı”) ile A n Out-
202 CONSTABLE

castofîhe Island (1896; “Adalar Sürgünü”) do­ uzun bir süre ünlü ressamların yapıtlarını in­
ğuda geçer. Asıl ününü, Ölüm Seferi .(The celeyerek, resim tekniğini geliştirmeye çalıştı.
Nigger of the “Narcissus” ; 1898), Lord Jim 30 yaşlarındayken, İngiliz kır görüntülerini
(Lord J im ; 1900) ve Typhoon (1902; “Tay­ resimlemekteki üstün yeteneğiyle adını du­
fun”) adlı ilginç serüven romanlarıyla kazan­ yurdu.
dı. Bir gemide, yaşamdan yalıtılmış insanların 1824’te, önemli bir sergi salonu olan Paris
kişilik özelliklerinin ve sorunlarının daha açık Salon’da sergilenen Saman Arabası ile altın ma­
ve yalın biçimde ortaya çıktığını düşünen dalya kazandı. Aynı yıl Kraliyet Akademisi
Conrad, çoğunlukla rom an ve öykülerinin ar­ üyeliğine seçildi. Fransız ressam Delacroix,
ka planında denizi kullandı. Yaşama yenik C onstable’ı “İngiltere’nin yüzaklarından biri”
düşmüş insanları anlattı. En büyük romanı olarak nitelendirdi. Constable bugün bile,
Nostromo'da (N ostrom o; 1904) Güney A m e­ Fransız ressamları ve eleştirmenlerince F ran­
rika’daki bir devrimi el£ alırken, iyi niyetlerin sız m anzara resmini derinden etkilemiş bir sa­
bile insanları nasıl kötülüğe sürükleyebildiğini natçı olarak kabul edilir.
gösterir. Kongo’da tanık olduğu, A vrupa’nın Constable 1816’da Maria Bicknell ile evle­
Afrika'yı acımasızca sömürmesi karşısında nerek L ondra’ya yerleşti. Sanatçının bu evli­
duyduğu tepkiyi Karanlığın Yüreğinde likten yedi çocuğu oldu. 1828’de karısı ölünce
(Heart o f Darkness\ 1902) dile getirdi. Bir çocukların sorumluluğunu tek başına üstlen­
kaptanın serüvenlerini anlatan The Secreî mek zorunda kalan ressam yaşamı boyunca
Sharer (1912; “Gizli O rtakçı”) ise en güzel geçim sıkıntısı çekti. Genç yaşta yitirdiği karı­
öykülerindendir. sının acısını hiç unutam adı.
Geçimini yazarak sağlamak için Conrad bü­ Constable’ın en tanınmış ve yetkin yapıtları
yük bir mücadele verdi ve ilk kez ancak Beyaz A t (1819; Frick Koleksiyonu, New
1913’te, Chance (“Fırsat”) adlı romanı yayım­ Y ork), Mısır Tarlası (1826; Ulusal Galeri,
landığında tanındı. Londra), Dedham Ovası (1828; İskoçya Ulu-

CONSTABLE, John (1776-1837). John National Portrait Gallery, Londra


Constable İngiltere’nin 19. yüzyılda yetiştirdi­
ği en yaratıcı m anzara ressamıdır. Constable
birçok Avrupalı ressamın düşünce ve üslubu­
nu önemli ölçüde etkilemiş bir sanatçıydı.
Kendinden önceki Avrupalı sanatçıların, izle­
yiciye gerçeklik duygusu verm eyen manzara
resimlerinden farklı olarak, doğayı olduğu gi­
bi ve canlı bir biçimde yansıtan resimler yaptı.
Gökyüzünü, bulutların biçimlerini ve gölgele-
nişlerini kesik fırça vuruşları ve sıcak renkler
kullanarak büyük bir ustalıkla betimledi. Sa­
natçı çoğunlukla alçak tepeler, bulutlu bir gök­
yüzü, düz otlaklar, köy evleri gibi İngiltere’
nin kırsal kesiminden görüntüleri konu aldı.
Constable East B ergholt’ta, Suffolk ilçe­
sinde doğdu. Babası, değirmenleri olan var­
lıklı bir toprak sahibiydi. 17 yaşındayken ba­
basının değirm enlerinde çalışmaya başladı.
Küçük yaşlarda resim yapmaya başlayan
Constable resim öğrenimi görmek için 1795’
te Londra’ya gitti. Dört yıl sonra da Kraliyet
Akademisi O kullan’na öğrenci olarak girdi.
1802’de yağlıboyaya başlayan Constable, C o nstab le'ın ya p tığ ı kendi po rtre si.
CONSTANTINUS I 203

tiyanlar’ı işkence ederek öldürm ekten kaçın-


mazlardı. Babası 306’da Y ork’ta ölünce, ordu
C onstantinus’u Batı Rom a im paratoru ilan
etti.
Constantinus’un Batı Rom a im paratoru
olarak egemenliğini perçinleyebilmesi için
R om a’da im paratorluğunu ilan eden Maxen-
tius’u yenmesi gerekti. Bir söylentiye göre,
ordusuyla Rom a üzerine yürürken, bir öğlen
gökyüzünde parlayan ve üzerinde “Bununla
kazan” yazılı bir haç gördü. Bu düşten sonra
Constantinus Hıristiyanlık’ın kutsal simgesi
olan haçı askerlerinin kalkanlarına işledi.
M axentius’un ordusuyla Rom a yakınlarındaki
Milvian K öprüsü’nde karşılaşan im parator
büyük bir zafer kazanarak İS 312’de Batı
R om a’nın tek hakimi oldu. Bugün R om a’da
bulunan Constantinus Kemeri o savaşın anısı­
na yapılmıştı.
Gördüğü o düşten sonra Hıristiyan dininin
Anadolu Yayıncılık Arşivi koruyucusu ve savunucusu oldu. 313’te Doğu
J o h n C o nstab le'ın 1826'da yap tığ ı M ısır Tarlası adlı Rom a İm paratoru Licinius ile bir araya gele-
yapıtı L o n d ra 'd a ki U lusal G a le ri'd e d ir.

British School, Roma

sal Galerisi, Edinburgh) ve Hadleigh Şatosu’


dur (1829; Paul Mellon Koleksiyonu, Vir-
ginia).

CONSTANTİNUS I (280-337). Rom a nın en


büyük im paratorlarından biri olan I. Constan­
tinus akıllı ve katı bir yönetici olarak tanınır.
Ayrıca Hıristiyan dinini benimseyen ilk Roma
im paratoru olarak anılır.
D aha önceki İm parator Diocletianus im­
paratorluğun geniş topraklarını Doğu ve Batı
Rom a olarak ikiye ayırmış ve bu im parator­
lukları askeri önderlerin yönetimine bırak­
mıştı. H er birinin yönetiminde bir Augustus
ve bir Caesar (Sezar) bulunuyordu. Caesar
güçlü hüküm dar anlam ına gelen, Augustus ise
hüküm darı kutsal kişi katına yükselten eski
Rom a unvanlarıdır. C onstantinus’un babası
Romalı bir kom utandı ve bugün Fransa olan
Galya’yı ve İngiltere’yi içine alan Batı Rom a
İm paratorluğu’nun A ugustus'uydu. Bu dö­
nem de, Constantinus kabileler arasındaki
ayaklanmaların bastırılmasında babasına yar­
dım etti. H er ikisi de eski çoktanrılı dinlere C o n sta n tin u s'u n bu g ö rk e m li m e rm e r büstü
bağlıydı. Ö bür yöneticilerin yaptığı gibi Hıris- R om a'daki C a p ito lin o M ü ze si'nd edir.
204 COOK

R om a'daki C o nstan tinu s


Kem eri İS 312'de
C o n sta n tin u s'u n
M a xe n tiu s'a karşı
kazandığı zaferi
kutla m ak için
yap ılm ıştır.

A . F. Kersting

rek, Hıristiyanlar’a tapınm a özgürlüğünün COOK, James (1728-1779). Dünyanın en


tanınması ve yapılan her türlü işkenceye son büyük kâşif ve denizcilerden biri olan James
verilmesi kararını aldılar. Cook, İngiltere’nin Yorkshire kentinde bir
Daha sonra iki im parator arasında çıkan tarım işçisinin oğlu olarak dünyaya geldi. 13
anlaşmazlık 324’teki savaşta Licinius’un yenil­ yaşında bir mağazaya çırak olarak girdiyse de,
gisiyle sonuçlandı. Böylece Constantinus bü­ kısa bir süre sonra Kuzey Denizi’nde, köm ür
tün R om a’nın im paratoru oldu. Bir yıl sonra taşıyan gemilerde çalışmaya başladı. Daha
piskoposlardan oluşan Nikaia (İznik) Konsili’ sonra donanm aya katıldı. Kısa sürede kaptan
ni topladı. Burada Hıristiyan kilisesinin ger­
çek öğretilerinin ne olduğu; yanlışların ve The Australiarı Information Service, Londra
dine aykırı düşüncelerin yayılmasının önlen­
mesi konularında görüş birliğine varıldı. Bu
konsilde Hıristiyan inancının en önemli ve
eski bildirisi, İznik Am entüsü düzenlendi. Bu
bildiri O rtodoks, Katolik ve Anglikan kilise­
lerinde hâlâ geçerlidir ve Hıristiyan kilisesinin
öbür kollarının çoğunda da kabul edilir.
Constantinus 324’te, çok geniş bir alana
yayılmış olan imparatorluğun başkentini ül­
kenin m erkezine daha yakın bir yere taşımaya
karar verdi. R om a’nın yerine yeni başkent
olarak Bizans’ı (bugün İstanbul) seçti. Kentin
büyük bir bölüm ünü yeniden yaptırırken,
özellikle kiliselerin yapımıyla ilgilendi ve
330’da kentin adını Constantinus’un kenti
Cook'un Ölümü adlı bu ta b lo y u , C ook'un son g e m isi
anlam ına gelen Konstantinopolis olarak de­ The Resolution'da bu lu n a n ressam Jo h n VVebber
ğiştirdi. yap m ıştır.
COPLAND 205

oldu. K anada’daki St. Lawrence Irm ağı’ soğuk bölgelerde 120 bin km yol alarak
nın haritasını yaptı. D ünya’mn çevresini dolaştı. Güney Kutup
Nevvfoundland kıyılarının haritasını yap­ D airesi’nin güneyine geçti ve A ntarktika buz
m aktaki başarısı üzerine, 1768’de Büyük alanlarının ötesinde olamayacağı varsayımı ile
O kyanus’un güneyine yapılacak bilimsel güneyde bir kıta bulunmadığı kanısına vardı.
amaçlı bir gezide Cook’a kaptanlık görevi Cook bir yıl kadar ülkesinde kaldıktan
verildi. Gem ideki bilim adam ları, Tahiti Ada- sonra, Asya’ya kuzeyden ulaşacak bir denizyo­
sı’nda Venüs gezegeni ile ilgili gözlemlerde lu bulmakla görevlendirildi. Üm it B urnu’nu
bulunduktan sonra, D ünya’nın güneyinde var dolaşıp doğuya geçerek, bir kez daha Yeni
olduğuna inanılan efsanevi Terra Australis Z elanda’ya uğradı. D aha sonra, Büyük Ok-
kıtasını aram aya koyulacaklardı. Cook, 80 yanus’u geçip Kuzey A m erika kıyıları
tayfa ve üç bilim adamı ile birlikte Endeavour boyunca kuzeye giderek, Kuzey A m erika’nın
adlı gemiyle denize açıldı. Güney Am erika O regon’dan Kuzey Buz Denizi’ne kadar olan
The Australian Inforn^tion Service, Londra
batı kıyılarının haritasını çizdi. Bering Deni-
zi’nden geçerek Bering Boğazı’na girdi. Y olu­
nun buzlarla kaplı olduğunu görünce, kışı
geçirmek üzere, kuzeye giderken yolda keş­
fetmiş olduğu Hawaii A daları’na döndü. O ra­
da Yerliler ile çıkan bir çatışmada öldürüldü.
Kaptan C ook’un keşfettiği yerlerin çoğuna
onun adı verildi. Cook, uzun yolculuklarda
birçok denizcinin ölümüne yol açan iskorbüt
hastalığının önlenm esinde taze sebze ve li­
m onun yararını ortaya çıkarmış olmasıyla da
tanınır.

COPLAND, Aaron (doğumu 1900). A B D ’li


besteci A aron Copland yetkin bir orkestra
Cook, aşağıda akan ırm ağı incelem ek için şefi, eğitimci ve müzik yazarıdır. C opland’ın,
A v u s tra ly a 'd a û u e e n s la n d 'd a k i bu tep eye çıkm ıştı. ülkesinin halk müziği ve caz ritimleri ile kendi
C o oktow n kenti adını C ook'tan alm ıştır.
serbest üslubunun birleşmesinden doğan öz­
gün bir anlatımı vardır.
kıtasının güney ucundaki Horn B urnu’nu Rusya’dan A B D ’ye göç eden Yahudi kö­
dolaşarak, Büyük O kyanus’un ortasındaki, kenli bir aileden gelen Copland, New York’
Tahiti’nin de aralarında yer aldığı Cemiyet un Brooklyn semtinde, kendi deyimiyle
A daları’na ulaştı.* D aha sonra Yeni Zelanda “ancak batakhane olarak tanımlanabilecek
kıyılarını keşfedip haritasını çıkardı. Yeni bir sokakta” doğdu. Müzik eğitimine küçük
Zelanda’nın, iki büyük adası arasındaki boğa­ yaşlarda ablasından aldığı piyano dersleriyle
za sonradan Cook Boğazı adı verildi. Kaptan başladı. 13 yaşında ilk kez bir piyano resitali­
Cook batıya doğru yoluna devam ederek ne gittikten sonra piyanist, 15 yaşında da
Avustralya’ya ulaştı. Geçtiği yerlerin İngilte­ besteci olmaya karar verdi.
re’nin olduğunu ilan ederek, kıtanın doğu Copland 1921’de, A B D ’li çağdaş bestecile­
kıyıları boyunca kuzeye ilerledi. Yolculuğun rin birçoğunu yetiştirmiş olan Nadia Boulan-
başlangıcından tam üç yıl sonra, Doğu Hint ger ile birlikte çalışmak üzete Paris’e gitti.
Adalari ve Güney Afrika yolundan İı\giltere O rada B artök, Stravinski ve Şchönberg’in
ye döndü. 'müzikleriyle ilgilendi (bak. B a r t ö k , B e l a ;
Cook 1772’de, güney denizlerini gidilebile­ SCHÖNBERG, ARNOLD; STRAVİNSKİ İGOR). 1924’te
cek en uç noktaya kadar araştırm ak amacıyla A B D ’ye döndü ve bir otelde piyanist olarak
ikinci yolculuğuna çıktı. Güney A frika’daki çalışmaya başladı. Nadia B oulanger’nin isteği
Cape Tow n’dan kalkıp, 1.000 gün boyunca bu üzerine bestelediği Org ve Orkestra İçin
206 CORBUSIER

dan aldı. N erede yetiştiği ve nasıl eğitildiği


konusunda yeterli bilgi yoktur. Bununla bir­
likte, 1515’te yaptığı ilk resmi A z iz Francesco
M adonnası'nda Leonardo da Vinci’nin ve
A ndrea M antegna’nın etkisi sezilmektedir.
Correggio 1518’de Parm a’ya taşındı. Ke­
sin bilgi olmamakla birlikte, resimlerinde
Michelangelo ve Raffaello gibi resim ustaları­
nın etkilerinin görülmesinden dolayı, Rom a’da
bir süre kaldığı sanılmaktadır. Correggio
1530’a kadar Parm a’da yaşadı ve çok beğeni­
len mihrap resimleri ve küçük tablolar yaptı.
Ö m rünün son dört yılını Correggio’da geçir­
Ara Güler
di. Correggio’nun Parm a yılları sanat yaşa­
A B D 'li besteci A a ro n C opland çağdaş m ü ziğ in
mının en önemli ve coşkulu dönemidir. Fresk
g e lişm e sin e katkıda b u lu n m u ş tu r. biçiminde (bak. F r e s k ) pek çok duvar süsle­
mesi yaptı. Bu fresklerden en güzel ve yetkin
Senfoni'nin Carnegie H all’da seslendirilişiyle, olanı, Parm a Katedrali kubbesini süsleyen
özgün müziğini geniş bir çevreye duyurma M eryem’in Göğe Çıkışı'dır. Hafif ve yumuşak
olanağı buldu. renkler kullanarak, kilise kubbesini gök kub­
Tiyatro İçin M ü zik (1925) ve Piyano K on­ beyle özdeşleştirmeyi başardı. Başlarını kaldı­
çertosu (1926) adlı yapıtlarında caz ritimleri rıp kubbeye bakanlar azizlerin ve meleklerin
kullanan sanatçı, müzikte çağdaş bir anlatıma sonsuza doğru yükseldikleri sanısına kapı­
ulaşmak için çalıştı. lırlar.
Copland daha sonraları caz müziğinden Correggio’nun tavan ve kubbe resimleri
uzaklaştı. 1930’ların başlarında bestelediği kendinden sonra gelen sanatçıları, özellikle
yapıtlarında İgor Stravinski’nin soyut müziği­ de 17. yüzyıl ressamlarını etkiledi. Jüpiter’in
nin etkisi ağırlık kazandı. O yıllarda radyo ve Scala
sinema gibi iletişim araçlarıyla çağdaş müziğe
yatkın bir izleyici kitlesinin yaratıldığını fark
eden sanatçı, halk müziği tem alarını kullana­
rak daha sade bir anlatım a yöneldi. Billy the
Kid (1938), Rodeo (1942) ve Appalaş Dağla­
rı’nda Bahar (1944) adlı bale yapıtlarının yanı
sıra, Fareler ve İnsanlar (1939), B izim Şehir
(1940) ve A l Midilli (1948) adlı film müzikleri
dünyanın pek çok yerinde sevildi ve beğe­
nildi.
Müzik konusundaki düşüncelerini What to
Listen fo r in Music (1938; “Müzik Nasıl
D inlenir”) ve Music and the Imagination
(1952; “Müzik ve İmgelem ”) adlı yapıtlarında
dile getiren Copland çağdaş müziğin gelişme­
sine önemli katkılarda bulundu.

CORBUSIER, Le bak. L e C o r b u s ie r .

CORREGGIO (1494-1534). Antonio Allegri


olarak dünyaya gelen bu İtalyan ressam adını, C o rre g g io 'n u n en ye tkin ya p ıtla rın d a n Meryem
doğum yeri olan Kuzey İtalya’daki Correggio’ Göğe Çıkışı (1526-30; Parm a Katedrali).
COUSTEAU 207

D ört A şkı (1534; Sanat Müzesi, Viyana) gibi lar’a karşı direnişe geçmişti. M ontezum a,
konusunu Yunan m itolojisinden alan yapıtları halkını yatıştırmaya çalışırken öldürüldü.
18. yüzyıl Fransız R okoko sanatçılarına esin Cortes dost Y erliler’den Tlaxcalalılar’ın to p ­
kaynağı oldu. raklarına çekilmek zorunda kaldı ve Aztek
başkentine yeni bir saldırı için hazırlığa başla­
CORTES, Hernân (1485-1547). H ernân C or­ dı. 1521 ilkbaharında hazırlıklarını tam amladı
tes, Yenidünya’ya (A m erika) ayak basan ve üç ay süren şiddetli savaştan sonra, Tenoç-
İspanyol serüvencilerinin en önemlilerinden titlân düştü. Mızrak ve oklara karşı kullanılan
biridir. Estrem adura bölgesinde, Medellin barutlu silahlar, gürleyen toplar ve o güne
kasabasında doğdu. Ailesi avukat olmasını kadar görmedikleri atlar ile Y erliler’i şaşkına
istiyordu. Oysa H ernân, batıda yeni keşfedil­ çeviren Cortes kolay bir zafer kazandı.
diğini duyduğu dünyaya ilişkin düşler kuru­ Cortes son Aztek İm paratoru Cuauhtemoc’u
yordu. tutsak alarak kendini ülkenin yöneticisi
19 yaşındayken Batı H int A daları’ndaki ilan etti. Böylece A ztek İm paratorluğu yıkıl­
Santo Dom ingo’ya düzenlenen bir keşif sefe­ dı. M eksika İspanya’nın sömürgesi oldu. İs­
rine katıldı ve 151 l ’e kadar orada kaldı. D aha panya kralının güvenini kazanan Cortes,
sonra Genel Vali Diego Velâzquez onu, Küba 1522’de Yeni İspanya adı verilen M eksika’nın
A dası’m ele geçirmek için düzenlediği bir genel valisi ve genel kaptanı ilan edildi.
keşif gezisine katılmaya çağırdı. Ardından Cortes bundan sonra tüm bölgeyi İspanyol
Velâzquez daha önce iki sefer yapılmış olan egemenliği altına almaya girişti. Y erliler’in
Meksika kıyılarını keşfetmeye karar verdi ve güvenini ve bağlılığını kazanm ak için, kaptan­
1519’da K üba’dan yola çıkan 11 geminin larını onların ayağına gönderdi, başkenti ye­
komutanlığına C ortes’i atadı. C ortes’in em ­ niden yaptırdı ve yeni İspanyol yerleşimleri
rinde 508 asker ve subay, 100 denizci, 10 kurdu. Başarısı kıskançlıkları körükledi ve
bronz tüfek, 4 top, 13 av tüfeği ve en önemlisi İspanya Kralı I. Carlos’a şikayet edildi. C or­
16 at vardı. M eksika Körfezi’nin güney kıyısı tes iki kez İspanya’ya giderek kendini savun­
boyunca yol aldı. Karaya çıkınca ilk işi mak zorunda kaldı. Bu arada Güney California’
Veracruz kentini kurm ak oldu. Sonra askerle­ ya düzenlenen bir keşif seferine başkanlık
rini eğitimden geçirerek düzenli, birleşik bir etti ve orada yeni bir sömürge kurdu. D aha
güç durum una getirdi ve orada yerleşme sonra kendisine baş kaldıran kaptanlardan bi­
konusundaki kararlılığını göstermek için tüm rini dize getirmek için H onduras’a yürüyen
gemilerini yaktı. orduya kum anda etti. Bu, A vrupa’nın Yeni-
Aztek İm paratorluğu’nun güçlü ve zengin dünya’yı fethi sırasında girişilen en zorlu
başkenti Tenoçtitlân’a (bugünkü Meksiko yürüyüşlerden biriydi.
kenti) doğru ilerledi (bak. AZTEKLER). Tanrı­ C ortes’in gücünden korkan İspanya kralı,
sal gücü olduğuna inanılan İm parator M onte- onu geri çağırdı. Cortes Kuzey A frika’da
zuma 1519 Kasım’ında Tenoçtitlân’a giren Cezayir’de bir süre savaştıktan sonra İspanya’
CorteS ve ordusunu, dostça karşıladı; Cor- ya döndü. M eksika’daki yetkilerini kazan­
tes’e kentte bir kışla verdi. Cortes ise M onte- mak için uzun süre mücadele ettiyse de
zum a’yı tutsak etti ve 200 bin Yerli’nin başarılı olam adan İspanya’da, Sevilla yakınla­
yaşadığı büyük bir imparatorluğu egemenliği rında öldü.
altına aldı.
Bu arada C ortes’in başarısını ve gücünü COUSTEAU, Jacques-Yves (doğumu
çekem eyen Velâzquez, C ortes’in yetkilerini 1910). Jacques-Yves Cousteau sualtı araştır­
elinden almak için M eksika’ya başka bir keşif macılığının öncülerindendir. Bir Fransız deniz
grubu gönderdi. Cortes, keşif grubunu karşı­ subayı olan Cousteau, sualtı dalışlarında kul­
lamaya gitti; onları yenmekle kalm adı, adam ­ lanılan donanım ın geliştirilmesine önemli kat­
ların çoğunu kendi tarafına çekmeyi başara­ kılarda bulundu.
rak geri döndü. Başkente vardığında büyük Fransa’da Bordeaux yakınlarında doğdu.
bir kargaşayla karşılaştı. A ztekler İspanyol- Brest Deniz H arp Akadem isi’ni bitirdikten
208 CRICK

ma kullandı. Sualtında televizyon kullanımına


ilişkin yeni bir yöntem buldu. C ousteau’nun
bu çalışmaları sualtı fotoğrafçılığının gelişme­
sine öncülük etti. C ousteau’nun sualtı dünya­
sını konu alan belgesel filmleri çok çekicidir.
Araştırm a gezilerini anlattığı kitap ve m akale­
leriyle, deniz kirliliği ve sualtında bulunan
arkeolojik kalıntıların yağmalanması gibi
önemli konulara geniş kitlelerin ilgisini çek­
meyi başardı.

CRICK, Sir Francis bak. W a t so n v e C r ick

CROCKETT, Davy (1786-1836). Texas eyale­


tinin Bağımsızlık Savaşı’nda gösterdiği yarar­
lıklarla ünlenen Davy Crockett sınır kaleleri­
nin en yiğit savunucularındandı. Crockett
ülkesinde cesaretin simgesi olmuştu. Sınırları
koruyan bir öncü olarak halk türküleri ve
öykülerinde destanlaştı.
Bandphoto Davy A B D ’nin Tennessee eyaletinde, bu­
Sualtı ara ştırm acılığ ın ın ö n cü le rin d e n Kaptan günkü Rogersville yakınlarında, İrlandalı bir
Jacques-Yves Cousteau. göçmenin oğlu olarak dünyaya geldi. Küçük
Peter Newark’s Western Americana
sonra Fransız Deniz Kuvvetleri’ne katıldı.
1930’larda yalnızca deniz gözlüğü ve şnorkel
(dalgıcın soluk almasını sağlayan, boru biçi­
minde bir araç) yardımıyla gerçekleştirilen
dalışların daha uzun süreli olmasını sağlaya­
cak bir sualtı solunum aygıtı geliştirmek için
çalıştı.
II. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra
bir yandan sualtı dalış denemelerini sürdürür­
ken, öte yandan da Fransız Direniş Hareke-
ti’nde yer aldı. Cousteau 1942’de, Emile
Gagnan ile birlikte oksijen tüpüne bağlı sualtı
solunum aygıtını geliştirdi (bak. DALGIÇLIK).
Bu aygıt II. Dünya Savaşı sırasında balık­
adamların yaptığı tehlikeli dalışlarda çok ya­
rarlı oldu. İsviçreli bilim adamı Auguste
Piccard ile birlikte büyük derinliklere inebilen
“batiskaf” adındaki yüzer sualtı aracı üzerin­
de çalıştı. Bu türden sualtı istasyonlarında
uzun süre yaşayan insanların uyum sorunları
ile ilgili araştırm alar yaptı.
Kurduğu Sualtı A raştırm a G rubu’yla araş­
tırmalarını sürdüren Cousteau, 1950’de Ca-
lypso adlı araştırm a gemisiyle yaptığı araştır­
ma gezilerinde, sualtı canlılarının göz alıcı A B D 'n in efsa neleşm iş kah ram a nla rın da n Davy
renklerini gösterebilmek için yapay ışıklandır- C rockett, iki kez ABD K o n g re si'n e seçildi.
CROMPTON 209

yaşlarda hayvanlara ve orm anlardaki yaşama 1832’de yeniden kongreye girdiyse de, 1834’te
ilişkin geniş bir bilgisi olmasına karşılık, Jackson’un yandaşlarına karşı koyamayarak
okum a yazmayı ancak 18 yaşında öğrendi. 13 yenik düştü.
yaşında evinden kaçarak, üç yıl boyunca Texas M eksika’ya karşı Bağımsızlık Sava-
A B D ’nin çeşitli yerlerini cjolaştı. Evine dön­ şı’m başlattığında, Crockett “Betsy”yi alarak
düğünde, Polly Findlay ile evlenerek bir San A ntonio’ya gitti. O rada Jam es Bowie
çiftliğe yerleşti. ile William Travis’in kuvvetlerine katıldı.
Crockett zamanının çoğunu avlanarak ya 1836’da, M eksika ordusunun Alam o Kalesi’
da çevresindekilere ilginç öyküler anlatarak ne karşı giriştiği saldırı yaklaşık 12 gün sürdü.
geçiriyordu. Usta bir nişancıydı. 1813’te Krik Sonunda M eksikalIlar kaleye girdiler. Davy
Yerlileri’yle yapılan savaşta, gözcü olarak Crockett ve kaleyi savunanların tüm ü çarpışa­
G eneral A ndrew Jackson’un ordusuna katıl­ rak öldü; yalnızca kadınlar ile çocuklar kur­
dı. Yanına “Betsy” adını verdiği uzun nam lu­ tuldu.
lu tüfeğini de alan Crockett çarpışmalarda
gösterdiği yararlıklarla adını duyurdu. CROMPTON, Samuel (1753-1827). Samuel
1821’de katıldığı seçimlerde etkileyici konuş­ Crom pton m akineyle pam uk ipliği eğirmenin
maları ve ilginç öyküleriyle halkın sevgisini yeni yöntem lerini geliştirmiştir. İngiltere’de
kazanarak, Tennessee eyalet meclisine girme­ Lancashire’de doğan Crom pton, gençliğinde
yi başardı. 1823’te eyalet meclisine ikinci kez ailesi için pam uk eğirirken, o zaman bu iş için
seçildikten sonra, 1827’de A BD Temsilciler kullanılan ve sık sık iplik koparan m akinele­
Meclisi’ne girdi. C rockett, başından çıkarm a­ rin yetersizliğini gördü. Yıllarca, tüm boş
dığı rakun kürkünden şapkası, kolay ilişki zamanlarını ve parasını daha iyi bir makine
kurm a yeteneği ve inandırıcı konuşmalarıyla geliştirmeye harcadı. 1779’da daha iyi bir
W ashington’da kısa sürede adını duyurdu. pam uk eğirme makinesi yapmayı başardı. Bu
Andrew Jackson Tennessee’den senatörlüğe makine Richard Arkwright’ın, su gücüyle çalış­
adaylığını koyduğunda Crockett onunla ça­ tığı için su tezgâhı denen eğirme tezgâhı ile
tışmaya girdi. Jackson başkan seçildiğinde James Hargreaves’in çok iğli çıkrığının en iyi
gene C rockett’i karşısında buldu. Jackson yanlarını birleştiriyordu (bak. ARKWRIGHT, S ir
Y erliler’i Mississippi Irm ağı’nın batısındaki R ic h a r d ; H a r g r e a v e s , J a m e s ). Crom pton’un
verimsiz topraklara sürmek istiyordu. Jackson’ geliştirdiği eğirme makinesine eğirme “katın”
un Yerliler ile yapılan anlaşmaları çiğnedi­ da denir. Bunun nedeni belki de, katır at ile
ğini söyleyen C rockett, haklarını belgeleye­ eşeğin kırması olduğu gibi, bu m akinenin de
medikleri için topraklarını yitiren beyazlara daha önce geliştirilen iki makinenin belirli özel­
da yardımcı olmaya çalışıyordu. Crockett liklerini kendinde toplamasıdır.

Ann Ronan Picture Library

S a m u e l C ro m p to n 'u n
1779'da icat ettiği iplik
eğ irm e m akinesi.
210 CROMVVELL

Crom pton buluşunun çok önemli olduğu­ rine getirm ek için kendisini seçtiğine, bu
nu biliyordu, ama patentini alacak kadar nedenle var gücüyle bunları gerçekleştirmek
parası yoktu (bak. PATENT). Başka fabrikatör­ için çalışması gerektiğine inanıyordu. Öteki
ler buluşunu kullanmak için para önerdikleri Püritenler gibi kilise ve parlam entoda reform
zam an, öneriyi kabul edip buluşunun sırrını yapılması görüşünü destekledi.
onlara açıkladı. A m a, karşılığında aldığı 60 1642’de İngiliz İç Savaşı çıkınca bir asker
sterlin oldu. D aha sonra buluşu için parla­ olarak yetişmemiş olmasına karşın, Cromvvell
m entodan 5.000 sterlin ödül alan Crom pton İngiltere’nin doğusundaki kontluklarda parla­
bu parayla bir iplik eğirme fabrikası kurmaya m entoyu savunmak için savaşacak süvari bir­
girişti, ama başarısız oldu. likleri kurdu. 1644’te, kralın yeğeni Prens
R upert’in bozguna uğratıldığı M arston M oor
CROMVVELL, Oliver (1599-1658). İngiliz Savaşı’na korgeneral olarak katıldı ve yete­
tarihinin en önemli adlarından biri olan Oli­ nekli bir askeri önder olduğunu gösterdi.
ver Cromvvell, İç Savaş’ta Kral I. Charles’a Sonraki yıl kralın kuvvetleri Naseby’de yenil­
karşı ayaklanan parlam ento yanlılarının ön- diğinde, tüm parlam ento ordularının kom u­
derlerindendi (bak. İNGİLTERE). Kralın idam tan yardımcısı Crom well’di. Parlam entonun
edilmesinden sonra ülkenin en yetkili yöneti­ kurulmasını kararlaştırdığı “Yeni M odel O r­
cisi oldu. du’mu örgütlemeyi üstlenen Cromvvell, asker­
Cromvvell H untingdon’da doğdu ve Cam- lerin erdem li, dürüst, dindar olmaları ve
bridge Üniversitesi’nde okudu. Bir süre dayı­ uğruna savaştıkları davaya inanm aları gerek­
sından miras kalan toprakları yönetti. 1628’de tiğini savunuyordu. Savaşın son çarpışmasın­
H untingdon’d a n ,. 1640’ta da Cam bridge’den da İskoçlar’ı Preston’da bozguna uğratan
parlam ento üyeliğine seçildi. Dine bağlı olan orduya kom uta eden Cromvvell, bundan bir­
Cromvvell koyu bir Püriten’di (bak. HIRİSTİ­ kaç ay sonra I. Charles’ı yargılayan Yüksek
YANLIK). T anrı’nın, isteklerini yeryüzünde ye­ A dalet Divam ’mn 135 üyesi arasında yer aldı
Mansell Collection ve kendini savunmayı reddeden kralın ölüm
kararını imzaladı.
Cromvvell cumhuriyetin ilanından sonra
kurulan D evlet Konseyi’nin ilk başkanı oldu.
Cum huriyetin ilk yılları İrlanda ve İskoçya’
daki kral yanlılarıyla savaşarak geçti. Nisan
1649’dan başlayarak bir yıl boyunca başko­
m utan olarak İrlanda’da bulunan Cromvvell
bu süre içinde İrlandalılar’ı boyun eğmeye
zorladı. D rogheda ve W exford kentlerini
savunan İrlandalı askerlerin tüm ünü, teslim
olm alarına karşın öldürttü. 1650 Eylül’ünde
İskoçlar D unbar Savaşı’nda bozguna uğradı­
lar, ama İç Savaş ancak sonraki yılın eylül
ayında, krallık ordusunun W orcester’da ye­
nilgiye uğratılmasıyla kesin olarak son buldu.
Cromvvell yaşamının geri kalan bölüm ün­
de, tasarladığı toplumsal reformları barış için­
de gerçekleştirmeyi um uyordu. Ne var ki,
parlam entoya güvenmiyor, ilk kez kralsız
yönetilen İngiltere’de yeni siyasal çözümler
arıyordu. 1653’te parlam entoyu dağıttı. Ken­
disine danışmanlık yapacak bir meclis atadı,
İng iliz İç S avaşı'nda p a rla m e n to ya n lıla rın ın ön de ri ama bu meclisle de anlaşmazlığa düştü ve
olan O liv e r Cromvvell. ölümüne kadar beş yıl süreyle ülkeyi tek
CUMALI 211

başına yönetti. Dış ilişkileri ustalıkla ele aldı.


İngiliz ordusunu ve donanmasını geliştirdi.
Onun dönem inde İngiliz donanması H ollan­
da ve İspanya donanm aları karşısında üstün­
lük elde etti.
C rom w eirin kişiliğine ilişkin farklı görüşler
olmasına karşın, başarılı bir kum andan ve
üstün yetenekli bir yönetici olduğunda birleşi-
lir. Yalnızca Katolik Kilisesi’nin görüşlerini
yasakladı. Y ahudiler’in 200 yıllık bir yasakla­
madan sonra İngiltere’ye geri dönmesine ise
izin verdi.
3 Eylül 1658 günü ölen Cromvvell West-
minster Abbey’e gömüldü. Kral II. Charles
tahta çıktıktan sonra, I. Charles’ın idamının
yıldönümü olan 30 Ocak 1661’de, Crormvell’
in m ezardan çıkarılan cesedi suçluların idam
edildiği Tyburn’de darağacına asıldı.

CUMALI, Necati (doğumu 1921). Necati


Cumalı şiir, öykü, oyun ve rom an türünde
başarılı yapıtlar vermiş, oyunları en çok sah­
nelenen Türk yazarlarından biri olmuştur.
Balkan Savaşları’ndan sonra Y unanistan’ın
eline geçerek Osmanlı Devleti sınırları dışın­
İsa Çelik
da kalan Flörina kasabasında doğdu. Altı
Necati C um alı şiir, öykü , oyu n ve rom a n tü rü n d e
çocuklu bir çiftçi ailesinin ilk çocuğuydu. başarılı y a p ıtla r v e rm iş tir.
Ailesi 1923’te göç ederek İzmir’in Urla ilçesi­
ne yerleşmişti. Cumalı ilköğrenimini burada
tamamladı. İzmir A tatürk Lisesi’nde okudu­ anlattığı bu rom anda Zeliş’in sevgilisi Cemal
ğu yıllarda edebiyata ilgi duydu. Şiirler yazı­ ile kaçışı ve aralarındaki aşk duygulu, sev­
yor ve bunları U rla’daki bir dergide yayımlı­ gi dolu bir dille işlenmişti. Susuz Yaz
yordu. A nkara Hukuk Fakültesi'nde okudu­ (1962) başlığı altında topladığı öykülerinde,
ğu dönem de (1939-41) O rhan Veli, Nurullah Yağmurlar ve Topraklar (1973), A cı Tütün
Ataç gibi şair ve yazarlarla dostluk kurdu. Bu (1974) adlı rom anlarında E ge’nin yoksul tü­
çevreden, O rhan Veli’nin şiir anlayışından tün ekicilerinin uğradığı haksızlıkları, doğayla
etkilendi. Bu dönem şiirlerinde yaşama sevin­ giriştikleri zorlu mücadeleyi gerçekçi bir gözle
ci, gençlik özlemleri yalın ve duygulu bir dille anlattı.
anlatılır. Daha sonra avukatlık yaptığı İzmir 1957-59 yılları arasında Paris Basın Ataşeli-
ve Ü rla’da Ege Bölgesi’nin tütün işçilerinin, ği'nde, 1959-63 yılları arasında da İstanbul
köylülerin yaşamı, kadın-erkek ilişkileri ve Radyosu’nda çalışan Cumalı, 1965’ten sonra
yörenin gelenekleri konusunda, kişisel göz­ tümüyle yazarlıkla uğraşmaya başladı.
lemlerine dayanarak geniş bir konu birikimi Necati Cum alı’mn yayımlanan ilk yapıtı
sağladı. Bu gözlemlerinden öykü, oyun ve Kızılçullu Yolu (1943) adlı şiir kitabıdır. Bunu
rom anlarında ustalıkla yararlandı. Örneğin daha sonra Harbe Gidenin Şarkıları (1945),
1959’da Tütün Zam anı, 1971’de de Zeliş G üzel A ydınlık (1951), İmbatla Gelen( 1955),
adıyla yayımlanan romanının kahram anı Ze- Başaklar Gebe (1970), Bozkırda Bir Atlı
liş’i, bir dilekçe yazdırmak için bürosuna geldi­ (1981) ve Yarasın Beyler (1982) adlı şiir
ğinde tanımıştı. Tütün ekicilerinin yaşayışları­ kitapları izledi. Cumalı şiirlerinde toplum un
nı, yaşam koşullarını gözlemlerine dayanarak ve dünyanın sorunlarını, aşkı, ayrılığı, özlemi,
212 CUMHURBAŞKANI

acıyı konu alıyor; yalın*, anlaşılır bir dil Türkiye’de cum hurbaşkanı 1982 Anayasa-
kullanıyordu. Şiirlerinde kimi zaman yergi sı’na göre, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce
ağır basar. 1969 Türk Dil K urum u, 1984’te de 40 yaşını doldurm uş ve yükseköğrenim gör­
Y editepe şiir ödüllerini aldı. Cumalı öyküleri­ müş üyeleri arasından, üye tam sayısının üçte
ni Yalnız Kadın (1955), Değişik G özle (1956), iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye
A y Büyürken Uyuyamam (1969), M akedonya Büyük Millet Meclisi üyesi olmayanların da
1900 (1976), Dilâ Hanım (1978) ve A ylı Bıçak cum hurbaşkanı seçilebilme olanağı vardır. Bu
(1981) adlı kitaplarda topladı. Öyküleriyle durum da 40 yaşını doldurm uş ve yükseköğre­
1977 Sait Faik Hikâye A rm ağam ’m kazandı. nim görmüş olmanın yanı sıra milletvekili
Verimliliğini oyun yazarlığında da kanıtlayan seçilme yeterliliğine sahip olmak ve Türkiye
Cum alı’nın 19 oyunu vardır. Oyunlarının Büyük Millet Meclisi üyelerinin en az beşte
çoğu uzun yıllar çeşitli tiyatrolarda sahnelen­ birinin imzalı önerisi ile aday gösterilmek
di. Ege yöresindeki çiftçilerin sorunlarını gerekir. Cum hurbaşkanının görev süresi yedi
işleyen öyküsü Susuz Yaz (1969) ile konusunu yıldır. Bir kimse iki kez cum hurbaşkanı seçi­
bir halk öyküsünden alarak yazdığı Boş Beşik lemez.
(1969), A nadolu’daki küçük bir kasaba ve Cum hurbaşkanının görev süresinin dolm a­
küçük istasyonu çevresindeki olayları konu sından 30 gün önce ya da ölüm gibi bir
aldığı M ine (1977) adlı oyunları sinemaya da nedenle cumhurbaşkanlığı makamının boşal­
uyarlandı. Cumalı oyunlarıyla 1981’de Kültür masından 10 gün sonra cumhurbaşkanlığı
Bakanlığı Tiyatro Ö dülü’nü kazandı. seçimine başlanır. Seçim 30 gün içinde sonuç­
landırılır. Türkiye Büyük Millet Meclisi top­
CUMHURBAŞKANI. Cum huriyetle yöneti­ lantı halinde değilse cumhurbaşkanı seçimi
len ülkelerde göreve seçimle gelen devlet için hem en toplantıya çağrılır. İlk 10 günde
başkanlarına cumhurbaşkanı adı verilir (bak. adaylar meclis başkanlık divanına bildirilir.
CUMHURİYET; DEVLET BAŞKANI). Geri kalan 20 gün içinde ise seçimin sonuçlan­
Devlet biçimi olarak cumhuriyeti seçen ül­ dırılması gerekir. İlk iki oylamada meclisin
kelerin yönetim sistemlerinde farklılıklar var­ üye tam sayısının üçte ikisinin, son iki oyla­
dır. Bu nedenle cumhurbaşkanının yetki ve m ada ise, üye tam sayısının yarıdan bir fazlası
sorumlulukları ülkeden ülkeye değişir. Parla­ olan salt çoğunluğunun oyunu alan aday
m enter sistemlerde cumhurbaşkanının yetki­ cum hurbaşkanı seçilmiş olur. Oylamalar en
leri sınırlıdır. Yürütm e yetkisini başbakan az üçer gün ara ile yapılır. Dördüncü oylam a­
ve bakanlar kurulu üstlenir. Bu nedenle cum ­ da da cum hurbaşkanı seçilemezse milletvekili
hurbaşkanının siyasal sorumluluğu da yok­ seçimleri yenilenir. Cum hurbaşkanının taraf­
tur. sızlığını sağlamak amacıyla, eğer cumhurbaş­
kanı bir siyasal parti üyesiyse partisi ile
Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı ilişkisi kesilir; Türkiye Büyük Millet Meclisi
Osmanlı İm paratorluğu dönem inde egem en­ üyesiyse üyeliği sona erer.
lik Osmanlı ailesinin elindeydi. Kurtuluş Sa- Cum hurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti Dev-
vaşı’nın anayasası olan 1921 Teşkilat-ı Esasiye leti’ni temsil eder. Anayasanın uygulanması­
Kanunu ile egemenlik yetkisinin kayıtsız şart­ nı, devlet organlarının düzenli ve uyumlu
sız millete ait olduğu kabul edildi. Türkiye çalışmasını gözetir. Cum hurbaşkanının yürüt­
Büyük Millet Meclisi bu yasayla milletin tek m e, yasama ve yargı alanları ile ilgili olarak
ve gerçek temsilcisi sayıldı. Savaşın başarıyla yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler anaya­
sonuçlanmasını izleyen günlerde önce 1 Ka­ sada belirtilmiştir.
sım 1922’de saltanat kaldırıldı; ardından 29 Yasama ile ilgili olanlar: Türkiye Büyük
Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi Millet Meclisi’ni gerektiğinde toplantıya ça­
cumhuriyeti ilan etti. Aynı gün mecliste ğırmak; yasaları yayımlamak; yasaları yeni­
yapılan oylama sonucu M ustafa Kemal (A ta­ den görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet
türk) Türkiye Cum huriyeti’nin ilk cum hur­ Meclisi’ne geri gönderm ek; anayasa değişikli­
başkanı seçildi. ğine ilişkin yasaları gerekli görürse halkoyuna
CUMHURİYET 213

(referandum ) sunmak; anayasaya aykırı gör­ Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları


düğü yasalar için Anayasa M ahkem esi’nde
iptal davası açmak; belli koşulların gerçek­ Cumhurbaşkanı Dönemi

leşmesi durum unda Türkiye Büyük Millet M ustafa Kemal A tatürk 1923-1938
İsm et İnönü 1938-1950
Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar M ah m u t Celal Bayar 1950-1960
vermek. Cemal Gürsel 1961-1966
Cevdet Sunay 1966-1973
Y ürütm e ile ilgili olanlar : Başbakanı ve Fahri Korutürk 1973-1980
başbakanın önerdiği bakanları atam ak; ge­ Kenan Evren 1982
rekli gördüğünde bakanlar kuruluna başkan­
lık etm ek; yabancı devletlere elçi gönderm ek, CUMHURİYET, egemenliğin halka ait oldu­
onların elçilerini kabul etm ek; uluslararası ğu devlet biçimidir. R om a tarihinin genellikle
antlaşmaları onaylam ak ve yayımlamak; T ür­ en görkemli dönemi sayılan Rom a Cum huri­
kiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı yeti, Etrüsk Krallığı yıkıldıktan sonra, İÖ 6.
Kuvvetleri’nin başkomutanlığını temsil et­ yüzyılda kuruldu. Cum huriyet, devlet yöneti­
mek; bakanlar kurulunun önerdiği genelkur­ minin yalnızca krallara ait bir ayrıcalık olma­
may başkamın, atam ak; Milli Güvenlik Kuru- yıp, tüm yurttaşları ilgilendiren bir iş olduğu
lu’nu toplantıya çağırmak; başkanlığında top­ anlam ına gelen Latince’deki res publica söz­
lanan bakanlar kurulu kararıyla sıkıyönetim cüğünün karşılığıdır. Ne var ki, Eski R om a’da
ya da olağanüstü hal ilan etm ek ve kanun tam yurttaşlık hakkına sahip olan yalnızca
hükm ünde kararnam e çıkarmak, kararnam e­ ayrıcalıkları olan Particiler’di. Mecliste ve
leri imzalamak; ağır hasta, sakat ya da yaşlı devleti yönetm ede yalnız onların söz hakkı
kişilerin cezalarını azaltmak ya da kaldırmak; vardı. Patriciler’in dışında kalanlar ise, siyasal
Devlet D enetlem e K urulu’nun üyelerini ve hakları olmayan, bazı sınırlı haklara sahip
başkanım atam ak, kurula inceleme araştırm a olan P le b le f di. Plebler ne seçebiliyor ne de
ve denetlem e yaptırm ak; Yüksek Öğretim seçilebiliyorlardı. Rom a İm paratorluğu’nda
Kurumu (YÖK) üyelerini seçmek; üniversite cumhuriyet dönemi İÖ 30 yılına kadar sürdü.
rektörlerini seçmek. Eski Yunan’da İÖ 6. yüzyılda, aralarında
Yargı ile ilgili olanlar : Anayasa M ahkemesi A tina’nın da bulunduğu cumhuriyetler vardı.
üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Bu cumhuriyetlerde yönetenlerin seçimine
Yargıtay Cum huriyet Başsavcısı ve Başsavcı yalnızca özgür yurttaşlar katılabilirdi. Nüfu­
vekilini, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek sun büyük çoğunluğunu oluşturan kölelerin
İdare M ahkem esi, Hakim ler ve Savcılar Y ük­ ise hiçbir hakkı yoktu. Yunan filozofu Platon
sek Kurulu üyelerini seçmek. bundan 2.000 yılı aşkın bir süre önce, devlet
Cum hurbaşkanı göreviyle ilgili işlemlerin­ ve devletin nasıl yönetilmesi gerektiği üzerine
den dolayı sorumlu değildir. Ancak vatana görüşlerini D evlet adlı yapıtında ortaya koy­
ihanetten dolayı Türkiye Büyük Millet M ecli­ muştu (bak. P l a t o n ) . D aha sonra, gücünü ve
si üye tam sayısının en az üçte birinin önerisi yöneticilik hakkını T anrı’dan alan krallar ve
üzerine ve üye tam sayısının en az dörtte padişahlar egemenliği başladı.
üçünün suçlu olduğuna karar vermesi duru­ Cum huriyetler genellikle, halkın mutlak
m unda yüce divanda yargılanır. egemenliği elinde tutan bu gibi yöneticileri
Cum hurbaşkanının hastalık, yurtdışına çık­ devirdiği bir devrim ya da iç savaştan sonra
ma gibi geçici olarak görevinden ayrılması ya kurulur. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Fran-
da ölüm, çekilme gibi nedenlerle cum hurbaş­ sızlar kralları XVI. Louis’yi Fransız Devri-
kanlığı makamının boşalması durum unda ye­ mi’nden sonra 1793’te devirdiler. Çünkü yok­
nisi seçilinceye kadar Türkiye Büyük Millet sullar açlıktan ölürken, o açgözlü ve savurgan
Meclisi başkanı cum hurbaşkanının yerini bir yaşam sürüyordu. Fransız Devrimi cum hu­
alır. Cum hurbaşkanının yetkilerini kullanm a­ riyetçi düşüncelerin tüm A vrupa’ya yayılma­
sına ve görevlerini yerine getirmesine Cum ­ sına neden oldu (bak. DEVRİM; F r a n s i z DEVRİ­
hurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yardımcı Mİ). İngiltere’de de 1649-60 yılları arasında
olur. kısa süreli bir cumhuriyet kuruldu. A B D ,
214 CURA

kolonilerin 18. yüzyılda İngiltere’ye karşı teli “la” , üst teli “re” sesi veren iki telli
ayaklanmasının sonucunda ortaya çıktı. curalar da vardır. Tekne derinlikleri ile göğüs
Ne var ki, Güney A m erika’da kurulan genişlikleri 15 cm dolayında olan curaların
cum huriyetlerden bazıları, başta kral bulun­ sap uzunlukları 40 cm kadardır. Sapın ucunda
mamasına karşın, her türlü m uhalefeti bastı­ burgu denen akort anahtarları bulunur. Dört
racak kadar güçlenen bir kişinin iktidarı telli olanlarda üstteki tel ahenk telidir. Öbür
haline geldi. Güçlerini, eskiden olduğu gibi teller üstteki bu ahenk telinin sesine ayarla­
T anrı’dan değil, denetim lerinde tuttukları si­ nır. Sapları kısa olduğu için perde sayıları
lahlı güçlerden alan bu diktatörler, ülkelerini azdır.
yıkıma sürükleyerek, insanlığı acı ve yoksul­ Curanın gövdesi sukabağı biçimindedir.
luğa ittiler (bak. D İK T A T Ö R ). Bu durum , 1936- Gövde genellikle ardıç, söğüt ya da dut
39 İspanya İç Savaşı’ndan sonra General ağacından yapılır. Dut ağacından yapılan
Franco’nun iktidara geldiği İspanya’da, Mus- curalar daha iyi ses verm eleri, sağlamlıkları
solını’nin İtalya’sında ve Adolf H itler’in A l­ ve güzel görünümleri nedeniyle daha değerli­
m anya’sından başka, yakın tarihte Yunanis­ dir. Cura yapılacak ağaç uygun büyüklükte
tan, Şili ve Güney Kore gibi ülkelerde de ise sap ve gövde aynı ağaçtan, tek parça
görüldü. olarak yontulur.
Türkiye Cum huriyeti, I. Dünya Savaşı’nda Cura genellikle tek başına çalınmaz. Bağ­
Osmanlı İm paratorluğu’nun yenilgiye uğra­ lamanın bir oktav tizine ayarlanan sesiyle
ması sonucu başlatılan Kurtuluş Savaşı’ndan öbür sazların içinde belirginleşerek ezgiye
sonra kuruldu (bak. K u r t u l u ş S a v a ş i ) . II. hareket ve renk katar. Özellikle oyun havala­
Dünya Savaşı’ndan sonra ise Doğu A vrupa’ rının kıvrak ve hareketli çalmış biçimine
da Alm an Dem okratik Cum huriyeti, Bulga­ uygun bir çalgıdır. Mızrapla çalındığı gibi
ristan Halk Cum huriyeti, A sya’da ise Çin tellere parm akla vurularak da çalınır.
Halk Cum huriyeti gibi sosyalist cumhuriyet­ Curalar büyüklüklerine göre değişik adlar
ler kuruldu. alır. Curadan biraz büyük olanlara “cura
G ünüm üzde krallıkla yönetilen ülkelerin bağlam a” denir. Cura bağlamaların tekne
çoğu meşruti monarşi haline geldi; yani kral­ derinliği 19 santim etredir; sap uzunluğu 44
lar ülkelerini parlam ento ve bakanların öneri­ cm, göğüs uzunluğu 32 cm olmak üzere boyu
lerine göre, genellikle bir anayasaya bağlı 76 santim etreye ulaşır. Sesi curadan daha
olarak yönetmeye başladılar. İngiltere’de, kalın olan cura bağlama en yaygın kullanılan
H ollanda’da, Belçika’da ve İskandinav ülke­ cura türüdür.
lerinden Norveç, İsveç ve D anim arka’da hâlâ “Cura cura” ya da “cura zurna” adıyla
krallık sistemi yürürlükte olmakla birlikte, bu bilinen tür ise curadan daha küçüktür ve
ülkelerin halkları kendilerini yönetecek kişi­ sevimli görünüşü nedeniyle süs eşyası olarak
leri özgürce seçebilme hakkına sahiptir. Ne çokça kullanılır.
var ki, devlet başkanlığını yapan kişi kral
olduğundan bu ülkeler cumhuriyet sayılmaz. CURIE, Marie (1867-1934) ve Pierre (1859-
Cum huriyetlerin devlet başkanlarına genel­ 1906). Curie’ler, bir atom çekirdeğinin ışınım­
likle cum hurbaşkanı denir, ancak cum hurbaş­ lar yayarak kendiliğinden parçalanıp başka
kanlarının yetkileri ülkeden ülkeye farklılık­ bir elem entin atom una dönüşmesi olan radyo­
lar gösterir. aktiflik konusundaki ilk çalışmaları gerçekleş-
Ayrıca bak. C u m h u r b a ş k a n i; D e v l e t B aş- tirenler arasında seçkin bir yere sahiptir (bak.
KANI. RADYOAKTİFLİK).
Polonyalı bir fizik ve m atem atik profesörü­
CURA, Türk halk çalgılarından biridir ve nün kızı olan Marie Sklodowska Varşova’da
yapımı bakım ından bağlama ailesinin en kü­ doğdu. 1891’de Paris’e giderek Sorbonne
çüğüdür (bak. B a ğ l a m a A İ l e s İ). Boyu 55-60 Üniversitesi’nde fizik ve m atematik eğitimi
cm arasındadır. Curalar genellikle altı, beş, gördü. 1895’te Fransız fiziksel kimyacı Pierre
dört ya da üç telli olur. Bunlardan başka alt Curie ile evlendi. Pierre Curie 16 yaşındayken
CURIE 215

pekblend cevherinin uranyumdan daha rad­


yoaktif olduğunu görerek, bu cevher içinde
uranyum dan daha radyoaktif bir m adde ol­
ması gerektiği sonucuna vardı. CurieTer, uran­
yumu ayrılmış tonlarca pekblend artığı üze­
rinde araştırm a yaparak, bu çok radyoaktif
maddeyi cevherden ayırmak için çalışmaya
giriştiler. Eski bir barakada çok güç koşullar­
da yürüttükleri ve sık sık para sıkıntısıyla
engellenen çalışmalarında, birçok kez yinele­
dikleri kimyasal işlemler sonunda 1898’de
cevherdeki çok radyoaktif maddeyi ayırmayı
başardılar. Tonlarca pekblend kullanarak çok
az m iktarda elde edebildikleri ve radyoaktifli­
ği uranyuma oranla binlerce kez fazla olan bu
madde iki elem entten oluşuyordu (bak. K im ­
y a s a l E l e m e n t l e r ). Bunlardan birine, Madam
Curie’nin anavatanı Polonya’nın adını yücelt­
mek amacıyla polonyum adı verildi; öbürüyse
radyum olarak adlandırıldı. A m a, M adam
Curie saf radyum u ancak 1910’da elde edebil­
di (bak. R a d y u m ).
Bu çalışmanın yanı sıra, CurieTer radyum ­
dan yayılan radyasyonu incelediler; magnetiz-
Hulton Picture Library
manın radyasyon üzerindeki etkisini ve rad­
M arie ve Pierre Curie, gerekli do na nım ı alm ak için yasyonun ısıtma gücünü araştırdılar. C urie’le-
hem en hem en tü m paralarını harcayarak kurdukları rin çalışmaları daha sonraki nükleer fizik
la bo ratuvard a çalışıyorlar. araştırm alarının temelini oluşturdu.
Pierre Curie 1900’de Sorbonne’da öğretim
Sorbonne’a girmiş, iki yılda diploma alarak üyesi oldu. Marie Curie Recherches sur les
aynı üniversitede asistan olmuştu. Kristallerin substances radioactives (Radyoaktif M addeler
ısıyla elektriklenmesini (piroelektrik) araştı­ Üzerine Araştırm alar) adlı teziyle 1903’te
ran ve kristallerin basınçla elektriklenmesi doktora derecesi aldı. Aynı yıl, Pierre Curie
(piezoelektrik) olgusunu bulan Pierre Curie, ve Henri Becquerel ile birlikte Nobel Fizik
magnetizma konusundaki teziyle 1895’te dok­ Ö dülü’nü kazandı. Üç yıl sonra Pierre Curie
tora derecesini'alm ıştı. Pierre C urie’nin bazı bir yük arabasının çarpması sonucu Paris’te
kristallerin titreşince elektrik ürettiğini ve ölünce, Marie Curie kendini tümüyle araştır­
elektrik verilince titreştiğini bulması kristalle­ m alarına verdi. 1906’da, Pierre’in ölümüyle
rin radyolarda kullanılmasına yol açmıştır. boşalan Sorbonne Üniversitesi fizik kürsüsü­
Marie ve Pierre Curie evlendikten sonra ne atandı ve Sorbonne’da ders veren ilk kadın
bilimsel araştırmalarını birlikte sürdürdüler; oldu. 1908’de profesörlüğe yükseldi ve
Fransız fizikçi Henri B ecquerel’in 1896’da 1911’de Nobel Kimya Ö dülü’nü de alarak iki
uranyum elem entinde varlığını ortaya koydu­ kez Nobel Ödülü alan ilk kişi oldu (bak.
ğu ve sonradan radyoaktiflik olarak adlandırı­ NOBEL ÖDÜLLERİ). M arie Curie I. Dünya Sava­
lan olguyu incelemeye başladılar. Marie şı sırasında Fransız hastanelerinde radyoloji
Curie toryum un da uranyum gibi radyoaktif­ servisleri kurulması için çalıştı. Daha sonra,
lik özelliği gösterdiğini buldu; çeşitli m addele­ Paris Üniversitesi’nde kurulm asına öncülük
rin yaydığı radyasyonu karşılaştırmak için ettiği Radyum Enstitüsü’nün araştırm a bölü­
özel bir elektroskop geliştirdi (bak. ELEK­ mü başkanı oldu. 1922’de Tıp Akademisi
TRİK). Uranyum elde etm ekte kullanılan üyeliğine seçilen M adam Curie radyoaktif
216 CURTISS

m addelerin tıptaki kullanım olanakları konu­ çalışmalarıyla birçok önemli ödül kazandı.
sunu araştırmaya yöneldi. 1908’de, derneğin tasarımı olan June Bug adlı
Bilimle uğraşan çok az kişi C urie’lerden uçakla, 1 dakika 43 saniyede 1.800 metrelik bir
daha güç koşullar altında çalışmıştır. Paraları­uçuşu gerçekleştiren Curtiss Scientific Am eri­
nın çoğunu gerekli aygıt ve gereçleri almak can Magazine Amerikan Bilim Dergisi”) ku­
amacıyla harcadıkları için, yoksul m ahalleler­ pasını kazandı. 1909’da bu kez kendi
de yaşadılar; çoğu zaman yeterince yiyecek tasarımı olan bir uçakla, Reim s’de (Fransa)
bulam adılar; rüzgâra ve yağmura karşı yete­ bir kupa daha kazandı. A lbany’den New
rince korunmam ış bir barakayı laboratuvar Y ork’a 2 saat 51 dakikada uçarak, New
olarak kullandılar. O günlerde radyoaktif Y ork’ta çıkan World (“D ünya”) gazetesinin
maddelerin insan sağlığı için yarattığı tehlike­10 bin dolarlık ödülünü aldı.
ler hiç bilinmiyordu. M arie Curie radyum Curtiss 1910 da uçağıyla bir savaş gemisine
bileşikleri ile çalışırken oluşan yanıklar yü­ inerek yeniden havalanmayı başardı. 1911’de
zünden çok acı çekti ve radyoaktif ışınımın San Diego’da (California) ilk kez uçağıyla
neden olduğu kan kanserinden öldü. denize inmeyi ve denizden havalanmayı başa­
Bu iki büyük öncünün anısına, bir radyoak­ ran Curtiss’e bundan dolayı “Deniz Havacılı­
tiflik birimine “curie” adı verilmiştir. Büyük ğ ın ın Babası” denir.
kızları irene Joliot-Curie de radyoaktiflik Curtiss 1909-19 arasında birçok havacılık
konusunda araştırm alar yapmış ve Nobel okulunun açılmasına öncülük etti. Mayıs
Kimya Ö dülü’nü almıştır. 1919’da deniz kuvvetlerinin NC-4 adlı deniz
uçağıyla, Atlas Okyanusu üzerindeki ilk başa­
CURTISS, Glenn Hammond (1878-1930). rılı uçuşunu yaptı. Curtiss, A. M. H erring’in
ABD havacılığının öncülerinden Glenn H am ­ işbirliğiyle, ilk A BD uçak yapım şirketini
mond Curtiss New York eyaletindeki Ham- kurdu. Geliştirdiği eğitim uçağı I. Dünya
m ondsport’da doğdu. Savaşı sırasında yaygın olarak kullanıldı.
Aynı zam anda motosiklet yapımcısı ve ya­ Kayalık Dağlar üzerinden uçarak gerçekleş­
rışçısı olarak da tanınan Curtiss benzinle tirdiği ilk posta servisiyle de ün kazandı.
çalışan hafif m otor yapımında uzmanlaştı.
Curtiss, mucit A lexander G raham Bell’in CÜMLE, bir düşünceyi, duyguyu, dileği, ha­
1907’de kurduğu Havacılık Deneyleri Derne- beri ya da yargıyı tam olarak dile getirmek
ği’nin (A E A ) üyeliğine kabul edildi. Sonraki amacıyla belli bir kurala uygun olarak sırala­
üç yıl içinde uçaklar ve havacılık konusundaki nan sözcüklerden oluşur. Örneğin “Akşam

Imperial War Museum

1911'de deniz uçakları


tasarım ı yap m aya
başlayan G lenn H.
C u rtiss'in Curtiss NC-1
m o d e li uçağı.
CÜMLE 217

karanlığında köy yolunda” sözü, belirtilen yer cüğe ya da sözcük topluluğuna yüklem adı
ve zam anda ne olduğunu bize tam olarak verilir. Türkçe’de tüm sözcük çeşitleri belli
bildirmediğinden cümle değildir. Oysa “A k­ kurallar çerçevesinde yüklem görevini üst­
şam karanlığında köy yolunda A hm et’e rast­ lenir.
ladım ” sözü açık anlatımıyla bir cümledir. Yüklemi çekimli fiil olan cümlelere “fiil
Cümlenin ilk sözcüğü büyük harfle başlar ve cümlesi” denir: O rhan ödevlerini yapıyor.
sonunda cümlenin yapısına göre nokta, ün­ E k fiil almış isim ya da isim soylu sözcükle­
lem, iki nokta, üç nokta ya da soru işareti rin yüklem olduğu cümleler de “isim cümlesi”
konur. olarak adlandırılır: M ahallenin en ağırbaşlı
çocuğu Ali'dir.
Cümlenin Öğeleri Yüklemin kullanım sırasında ortaya çıkan
Türkçe’de cümle tek sözcüklü olabileceği gibi değişik türleri vardır. Kimi cümlelerde anlamı
birkaç ya da pek çok sözcükten de oluşabilir. güçlendirmek ve cümleye değişik bir anlatım
Cümleyi oluşturan bu sözcükler tek başlarına özelliği kazandırm ak için yan yana sıralanmış
ya da öbekler oluşturarak üstlendikleri göre­ iki yüklem bulunur: Adam sessizce yürüdü
ve göre “yüklem ”, “özne”, “tüm leç” gibi geçti.
adlar alırlar. Bunlara cümlenin öğeleri denir. Cümleyi etkili kılmak, cümlenin anlamına
T ürkçe’de cümleyi oluşturan öğeler genel güç katm ak için yüklemin yinelendiği de olur.
olarak şu sıralamaya uyar: Özne, tüm leç(ler), Yinelenen yüklemler arasına virgül konur:
yüklem. Bu sıralanışa uymayan ve yüklemi Çocuğun gözleri dalıyor, dalıyor, dalıyor­
sonda değil başta ya da ortada bulunan du.
cümlelere “devrik cümle” denir. Yüklem olan sözcüklerin arasına çeşitli
Cümle en az iki öğeden oluşur: Özne ve ekler, ünlem ler, bağlaçlar ve çeşitli kalıplaş­
yüklem. mış sözler ya da deyimler getirilerek anlamın
pekiştirildiği de olur: A rtık konuşur da ko­
Ali konuşuyor. nuşur.
(ö zn e) (y ü k le m ) Bir cümle çeşidi olan “sıralı cümle”de
(Ben) Anlatacağım. yüklem her cümle için ayrı ayrı yinelenmeyip
(ö z n e ) (y ü k le m ) cümleler ortak bir yüklemle de kurulabilir.
Burada cümleler arasında yargı ortaklığı söz
Düşündüklerimizi anlatm ak için tek ya da konusudur: Bahçelerin gölgeliklerine, deniz
iki sözcük kullanmak her zaman yeterli değil­ kıyılarının esintisine, dağ başlarının serinliği­
dir. Cümleye tamamlayıcı öğeler de katarak ne doyum olmaz.
söylemek istediklerimizi belirginleştirip ke­
sinleştirerek açık seçik bir durum a getiririz. Özne
“Çocuk ağlıyor.” cümlesi, bir eylemi ve bu Yüklemle bildirilen iş, oluş, hareketin gerçek­
eylemi yapanı belirten iki sözcükten oluşan leştiricisi olan ya da herhangi bir durumu
küçük bir cümledir. “Çekirdek cümle” diye gösteren cümle öğesine özne denir. Özne de
adlandırılan bu tür cümleler yardımcı öğe yüklemle birlikte cümlenin temel öğelerin-
olan tümleçle ya da tümleçlerle genişletile- dendir.
bilir: Özne, fiil cümlelerinde yüklemle bildirilen
eylemi yapan kişi ya da nesnedir: Anneler
Çocuk evde ağlıyor. çocuklarını çok severler.
Çocuk bugün evde ağlıyor. İsim cümlelerinde ise özne yüklemle bildiri­
Çocuk bugün evde hüngür hüngür ağ­ len yargıları üzerinde toplayan, o yargıyla
lıyor. ilgili olan varlık ya da nesnedir: O kul bizim
için sıcak bir yuvaydı.
Yüklem Özne her zaman isim, isimleşmiş sözcük ya
Cümlede eylem, oluş, durum , istek bildiren da sözcük öbeğinden oluşur ve yalın halde ol­
ve cümlenin yargısını üzerinde toplayan söz­ ması gerekir.
218 CÜMLE

Babam eve geliyor. Yardımcı Öğeler: Tümleç Çeşitleri


Kardeşimin kedisi hastalandı. Nesne ya da D üz Tümleç. Cümlede öznenin
yaptığı eylemden ya da belirttiği yargıdan et­
Özne ile yüklem arasında tekillik, çoğulluk kilenen varlığı gösteren cümle öğesine nesne
(nicelik) ve kişi bakımından uyum olmalıdır. ya da düz tümleç adı verilir. Nesne yalnız yük­
Saygı ve nezaket gereği karşımızdaki kişiye lemi geçişli fiil olan cümlelerde bulunur. İsim
“siz” diye seslenildiğinde yüklem de ikinci cümleleri genellikle nesne almaz. İsimler,
çoğul kişiye dönüşür. Aşırı saygı duyulan isim soylu sözcükler ve bunlardan kurulu söz­
üçüncü tekil kişiden söz edildiğinde yüklem cük öbekleriyle öteki sözcükler cümlede nes­
üçüncü çoğul kişi biçiminde söylenebilir: ne görevi görürler.
Nesneler yapılarına göre ikiye ayrılır: Belir­
Oyuncular sahaya çıkamadılar. tisiz nesne, belirtili nesne.
A li B ey, geç kaldınız. Belirtisiz nesne, cümlede yalın halde bulu­
M üdür Bey içeri giriyorlar. nan ve anlam bakımından belirsiz bir varlığı
gösteren nesnedir: Bu akşam fırından ekm ek
Türkçe’de değişik türde özneler vardır. alacağım.
Yüklemdeki yargıyı doğrudan doğruya belir­ Belirtili nesne ise -i hal eki alan ve anlam
ten özneye “gerçek özne” adı verilir. Gerçek bakımından belirli bir varlığı gösteren nesne­
özne, etken çatılı fiil cümleleri ile isim cümle­ dir: Kalemlerimi sana veriyorum.
lerinde bulunur: Nesneler anlam bakım ından da bazı özel­
likler gösterir. Bu özellikler ortak, açıklamalı
Ben bu işlere karışmayacağım. ve yinelenmiş nesne diye üçe ayrılmaktadır.
Sabah günün en verimli evresidir. O rtak nesne, sıralı cümlelerde cümlelerin
birinde bulunan ve ötekilerle de ilgili olan
Edilgen çatılı fiil cümleleriyle edilgen çatılı nesnedir. O rtak nesne genellikle ilk cümlede
fiilimsilerin yüklem olduğu isim cümlelerinde bulunur: Çocuk ütülenmiş gömleğini dikkatle
gerçek özne yoktur. Bu tür cümlelerde özne­ aradı, dolaptan çıkardı, özenle giyindi.
nin yerini tutan “nesne”ye “sözde özne” adı Asıl nesneyi daha belirgin bir duruma getir­
verilir. Öznelerin yalın halde bulunmaları mek için sıralanan söz öbeklerine açıklamalı
gerektiğinden yalnız “belirtisiz nesne”ler söz­ nesne denir. Bunlar nesneden ayrı düşünüle­
de özne olabilirler: İnsan, güçlüklerle uğraş­ mez, ikisi birden nesne öbeğini oluştururlar:
mak için yaratılmıştır. Çok sevdiğim varlığı, yavrum u göreceğim.
Yüklemi edilgen çatılı fiil cümlelerinde Nesnenin ya olduğu gibi ya da değişiklikler­
“tarafından, yüzünden, nedeniyle, ötü rü ” gibi le yinelenmesiyle oluşan nesneye yinelenmiş
sözcükler yardımıyla belirtilen özneye “örtülü nesne denir: Yalnızlığı, insanı anlamsız kılan
özne” denilir. ‘Ö rtülü öznenin bulunduğu yalnızlığı sevmiyorum.
cümlede sözde özne de bulunur. “Fırtına Dolaylı Tümleç. Fiil cümleleriyle bazı isim
nedeniyle vapurlar denize açılam adı.” cümle­ cümlelerinde yüklemin anlamını tamamlayan
sinde “fırtına” sözcüğü örtülü özne, “vapur­ -e, -de ve -den hal ekleri almış isimlere,
lar” sözde öznedir. isim soylu sözcüklere ya da sözcük öbeklerine
Sıralı cümlelerde genellikle ilk cümlede bu­ dolaylı tümleç denir. Dolaylı tümleçlerin
lunan ve öteki cümlelerin de öznesi olan öz­ cümlede bulunmaları zorunlu olmasa da yük­
neye “ortak özne” denir. O rtak öznenin öteki leme “yönelm e” (-e hali), “kalm a” (-de hali)
cümlelerin yüklemleriyle de uyum içinde ol­ ve “çıkm a” (-den hali) bakımından katkıda
ması zorunludur: Çocuk eve geldi, önlüğünü bulundukları için anlamın daha da belirginleş­
çıkardı, sokağa çıktı. mesini sağlarlar.
Bunlardan başka “seslenmeli özne” , “açık­ Dolaylı tümleçler genellikle yüklemi çe­
lamalı özne” , “yinelenmiş özne” , “pekiştiril­ kimli fiil olan cümlelerde (fiil cümlesi) bulu­
miş özne” , “kalıplaşmış özne” gibi özne çeşit­ nur: İstasyona erken gitmeliyim.
leri de vardır. Am a yüklemleri isim ya da isim soylu söz-
CÜMLE 219

eliklerden oluşan bazı cümleler de dolaylı m iktar, sayı, azlık-çokluk bakımından belirle­
tümleç alır: İçme suyu evlere çok gereklidir. yen tümleçlerdir:
Yönelme bildiren dolaylı tümleçler -e hal
eki alır ve genellikle eylemin neye, nereye, Bu yazı daha güzel olmamış mı?
kime yöneldiğini gösterir: Bizim köy buralara p ek uzaktır.
A radan otuz kırk yıl geçti.
İnsan her güzelliğe aldanmamalı.
Ankara'ya tren var mı? Yer zarfı tümleçleri eylemin geçtiği yeri ya
Haşan’a selam götür. da eylemin yönünü belirtir. Am a bazı sıfatlar
ile yer zarfları da bu görevi yüklenebilirler:
Kalma bildiren dolaylı tümleçler -de hal eki
alır ve genellikle eylemin yapıldığı, geçtiği ye­ Yaya kaldırım larında da arabadan uzak
ri ya da kimde oluştuğunu gösterir: Başım iş­ durunuz.
yerinde ağrımaya başladı. Anlayan beri gelsin.
Çıkma bildiren dolaylı tümleçler -den hal Adam dilekçesini masaya bıraktı ve dışa­
ekini alır ve eylemin çıkış ve başlangıç yerini rı çıktı.
gösterir: Sinemadan saat beşte çıkacağız.
Cümlede her zaman -e, -de ve -den hal eki Soru zarfı tümleçleri yüklemin anlamını so­
almış öğe dolaylı tümleç olmaz. Bunlar zarf ru yoluyla belirtir. Bu tür zarf tümleçleri soru
tümleci de olabilir. Bu durum da yüklemi tüm- anlamıyla birlikte nitelik, zaman, yer, neden,
leyişlerinin özelliğine bakmak gerekir. nicelik bakımından da yüklemi tümleme özel­
Bir cümlede ayrı yapıdaki dolaylı tümleçle­ liğine sahiptir.
rin sayısı genellikle ikidir: Kardeşim eve açık
kapıdan girdi. Bu insanlar burada ne arıyor?
Gerektiğinde ayrı yapıdaki dolaylı tümleç Evinde niye oturm uyorsun?
sayısı üçe de çıkabilir. Am a bu sayı hiçbir za­ Bu soğukta nasıl yürüyeceksin?
man üçü geçmez: Paketleri pazardan eve sır­
tımda taşıdım. Edat Tümleci. Yüklemle ilgisi olsun olmasın
Z a rf Tümleci. Yüklemin anlamını zaman, du­ cümleye araç, benzerlik, eşitlik, nedenlik, yö­
rum (hal), ölçü, nicelik, yer, yön, soru ve gös­ neliş, yer, cevap, seslenme, güçlendirme, gös­
term e gibi özellikler bakımından tamamlayan term e, yineleme, soru, amaç, onaylam a, yad­
öğelere zarf tümleci denir. Sözcük çeşidi olan sıma gibi anlam lar ve anlatım özellikleri katan
zarf ile cümle öğesi olan zarf tümlecini birbiri­ tümleçlere edat tümleci adı verilir. Edat tüm ­
ne karıştırmamak gerekir. Zarflar cümlede leçleri yalnız edatlarla kurulmaz. Öteki söz­
başka görevler de alarak yüklem, özne, nesne cük çeşitleri ya da değişik sözcüklerden kuru­
ve dolaylı tümleç olabilir. Bir cümlede zarf lan öbekler de bu görevi yerine getirebilir:
bulunması onun zarf tümleci olduğu anlamı­
na gelmez. Cümlede -e, -de ve -den hal ekleri­ Çalışmalarınız ancak bu işten anlayanları
ni alan bazı isimler ya da isim soylu sözcükler ilgilendiriyor.
de yüklemi zaman ve durum bakımından tüm- Y ok çok yorgunmuş, y o k iştahı yokmuş.
lediklerinde zarf tümleci olur. Edirne’den Ardahan’a kadar bizim değil
Zam an zarfı tümleci yüklemin anlamını za­ mi bu yurt?
man bakımından tam amlar: Yıllık iznini kışa Böyle dokunaklı konuştuğu için üzül­
rastlatacakmış. düm.
Durum (hal) zarfı tümleçleri yüklemin an­
lamını durum ve nitelik bakımından tam am ­ Yapı ve Anlam Bakımından Cümle Çeşit­
lar, eylemin nasıl yapıldığını, nasıl olduğunu leri
gösterir: Bu rüzgâr camları teker teker kı­ Bildirdikleri anlama göre olumlu ya da olum ­
racak. suz cümleler, soru, şart ya da ünlem cümleleri
Nicelik zarfı tümleçleri yüklemin anlamını vardır.
220 CÜZAM

Sözdizimi yönünden cümleler kurallı cümle uyan bağımsız cümlelerin, anlatıma hareket
ve devrik cümle olmak üzere ikiye ayrılır. kazandırm ak amacıyla birbirinden virgülle
Türkçe cümle yapısında yüklem cümlenin so­ ayrılıp peş peşe sıralanmasından oluşur. H er
nundadır (kurallı cümle) ve öbür öğeler anla­ biri birer bağımsız cümledir, ama aralarında
mın gereğine göre yer değiştirebilir. Örneğin: bağlaç değil, virgül kullanılır: “Ahm et bakka­
“Ben dün onu okulda gördüm ” cümlesinde la uğradı, ekm ek aldı, okula gitti.”
yüklemin yanında yer alan “okulda” tümleci
vurguludur ve bunun yerine öbür sözcükler­ CÜZAM, deride, kol, bacak ve yüz sinirlerin­
den hangisi vurgulanmak isteniyorsa, yükle­ de, burunda ve vücudun öbür bölümlerinde
min yanma o sözcük gelebilir. Ö te yandan, ağır doku bozukluklarına yol açan bir hasta­
konuşm alarda ve şiirlerde anlatıma canlılık lıktır. Lepra ya da Hansen hastalığı olarak da
kazandırm ak için kullanılan devrik cümle bilinen cüzamın etkeni Mycobacterium leprae
(yüklemi sonda yer almayan cümle) giderek denen, çomak biçiminde bir bakteri yani
bugünkü düzyazıda da yaygınlaşmaktadır. basildir. Bu hastalığa yakalananların derisin­
“Onu gördüm ” yerine kullanılan “Gördüm de şişkin yum rular oluştuğu için özellikle
onu” cümlesi devrik cümledir. yüzün görüntüsü çok bozulur. Hastalık sinir­
Cüm leler yapılarına göre de basit cümle ve leri de etkilediğinden, özellikle kol ve bacak­
bileşik cümle olmak üzere ikiye ayrılır. Basit lardaki duyu yitimi nedeniyle hastalar derile­
cümle bir tek düşünce, duygu ya da yargı bil­ rine sivri uçlu bir şey batırılsa ya da ateş
dirir: “Okuldan eve döndüm .” Bu tür cümle­ tutulsa bile hiç ağrı duymazlar. Kasları zayıf­
nin bir tek yüklemi vardır; başka bir cümleciği layıp güçsüz düştüğü için de hareket yetenek­
tamamlamadığı gibi, başka bir cümlecik de leri iyice azalır. G erek bu kas zayıflığından
onu tamamlamaz. Oysa birden çok duygu, doğan tembellik, gerek dış etkenlere tepki
düşünce ya da yargı bildiren bileşik cümle ayrı vermeyi engelleyen duyu yitimi nedeniyle
ayrı birer yargısı bulunan cümleciklerden olu­ cüzam eskiçağlarda “miskin hastalığı” olarak
şur: “Okula giderken, bakkala uğradım .” anılmıştır.
Böylece kendi başına tam bir yargı bildirm e­ Cüzam bir bakteriden ileri geldiği için
yen, cümlede başka yargılarla tamamlanan ya bulaşıcı bir hastalıktır. Am a öbür mikrobik
da başka yargıları tamamlayan cümle bölüm­ hastalıklar gibi dokunmayla ya da tükürük
lerine cümlecik denir. Asıl yargıyı bildiren, yoluyla kolay kolay bulaşmaz. Sağlıklı bir
yüklemi olan ve başka cümleciklerle tam am ­ insanın cüzama yakalanması için hastaların
lanan cümleciğe temel cüm lecik, temel cümle­ The Leprosy Mission
ciği tamamlayan bir yargıyı bildiren cümleciğe
de yan cümlecik denir. Örneğin, yukarıdaki
cümlede “okula giderken” yan cümleciği,
“bakkala uğradım ” temel cümleciğini tam am ­
lam aktadır. Cümlede olduğu gibi, cümlecikte
de özne, tümleç ve yüklem bulunursa da, yan
cümlecik yüklemleri çoğu zaman isim fiil (gel­
mek, geliş, gelme), bağ-fiil (gelip, eskidikçe)
ve sıfat-fiil (gelen, eskimiş) gibi fiilimsilerdir.
Bağlantılarına göre ise bağlı cümle ve sıra
cümle olmak üzere iki çeşit cümle vardır.
Bağlı cümle, tek başına cümle olmakla birlik­
te aralarında anlam ilgisi bulunduğundan, bir­
likte kullanılması gereken ve bu nedenle bağ­
laçlarla (ve, ya da, ama, çünkü, gerek... ge­
rek, vb) birbirine bağlanan cümlelerden olu­ Cüzama yakalanm ış 14 yaşınd a EndonezyalI b ir
çocu ğu n, 1979 M a rt'ın d a ilaç te d a visin e başlam adan
şur: “Onu aldım ama getirem edim .” Sıralı önceki (solda) ve te d a viye başladıktan üç yıl sonraki
cümle ise anlamları ve zamanları birbirine (sağda) d u ru m u .
ÇAD 221

arasında uzun yıllar yaşaması ve yakın tem as­ ve O rta A frika Cum huriyeti, doğusunda Su­
ta olması gerekir. dan vardır.
Hastalığın ağır ya da hafif geçmesi kişinin Ülkedeki en etkileyici doğal görünüm Ni­
cüzam m ikrobuna göstereceği dirence bağlı­ jerya sınırındaki Çad G ölü’dür. Sığ olan Çad
dır. Hastalığın hafif biçimi, deride beliren ve Gölü Şari İrm ağıyla beslenir. Sular yükseldi­
kendi kendine iyileşen yaralardan öteye geç­ ği zaman 25.900 km2 olan göl alanı, çekildi­
mez. Am a yeterince dirençli olmayan kişiler ğinde 10.360 km2 olur. Gölde balık boldur.
hastalığa yakalanır ve düzenli bir tedavi gör­
m ezlerse, zamanla kolları ve bacakları sertle­
ÇAD 'A İLİŞKİN BİLGİLER
şir, el ve ayakları pençe biçimini alabilir.
Ayrıca duyu yitimi nedeniyle hastanın hiç YÜZÖLÇÜMÜ: 1.284.000 km2.
farkına varm adan kendini yakması ya da bir NÜFUS: 5.265.000 (1987).
yerini kesmesi tehlikesi de vardır. Cüzamlılar­ YÖNETİM: Danışma meclisi olan tek partili cum huriyet.
da görülen biçim bozukluklarının çoğu da BAŞKENT: N'Djamena.
aslında bu tür kazalardan ileri gelir. DOĞAL YAPI: Dört yanı karalarla çevrili olan ülke,
güneydeki nem li ve tropik alanlardan, kuzeydeki
Cüzam çok ender olarak ölümle sonuçla­ kurak ve çorak çöle kadar uzanır. Batıdaki Çad
nan bir hastalıktır; ama tedavi edilmeyen G ölü'nün büyüklüğü mevsime göre büyük ölçüde
kronik hastalarda daha ağır ve ölümcül hasta­ değişir.
BAŞLICA ÜRÜNLER: Darı, şekerkamışı, manyok, et,
lıklara yakalanma olasılığını artırır. pamuk.
Bugün dünyada, büyük bölümü Batı ve BAŞLICA İHRAÇ ÜRÜNÜ: Pamuk.
O rta A frika, Güney Am erika ve Güneydoğu ÖNEMLİ KENTLER: N'Djamena, M undu, Sarh.
A sya’da olmak üzere 10-15 milyon kadar
cüzamlının olduğu sanılmaktadır.
Yüzyıllar boyunca insanlar cüzamı işledik­ Çad üç ana coğrafya bölgesine ayrılır. En
leri günahların cezası olarak gördükleri için çok yağış alan güney bölgesi fundalıklar,
en korkunç hastalıklardan biri saydılar. Bu yüksek otlar ve yaprak dökmeyen ağaçlarla
yüzden, hem cüzamlıları günâhkar kabul et­ kaplıdır. Burası ülkenin en zengin tarım
tikleri, hem de hastalığın bir kez dokunm akla bölgesidir. Kuzeye gidildikçe yağış azalır ve
bulaştığına inandıkları için cüzamlıları toplum otlaklar cılızlaşır. Bu bölgede fil, zürafa, aslan
dışına ittiler ve yaşamlarını dilenerek kazan­ ve çita gibi hayvanlarla zengin bir yabanıl
mak zorunda bıraktılar. yaşam vardır. Ç ad’ın kuzey bölümü çok az
G ünüm üzde cüzam ilaçla tedavi edilebilen yağış alır; 3.415 m etre yükseklikteki volkanik
bir hastalıktır. Am a tedavinin uzun sürmesi Tibesti D ağlan’mn kuzey yamaçları Sahra
ve ilaçların pahalı olması, dünyanın yoksul Çölü’ne kadar uzanır.
ülkelerinde hastalığın tümüyle önlenmesini Ç ad’da değişik din ve dilleri olan ve çok
geciktirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü bu çeşitlilik gösteren bir nüfus vardır. Nüfusun
hastalığa karşı savaş açarak çiçek hastalığı çoğunluğu daha verimli olan güneydedir.
gibi cüzamı da yeryüzünden silmek üzere bir Çölde ise göçebe A raplar yaşam aktadır.
kam panya başlatmayı planlamıştır. Ülkenin başlıca ürünleri pam uk, pirinç,
darı ve mısırdır. Sığır yetiştiriciliği önemlidir.
Bunun yanı sıra koyun ve keçi de beslenir.

ç
Çad çok yoksul bir ülkedir; kuraklık, açlık ve
hastalıklar halkı kırar geçirir. Sanayi gelişme­
miştir. Enerji kaynaklarının ve iletişim araçla­
rının yetersizliği ülkenin önünde önemli bir
engeldir. Başkent, Şari Irmağı üzerindeki
N ’D jam ena’dır.
ÇAD, O rta A frika’da, dört yanı karayla Çad 1900’lerde Fransız sömürgesi olana
kuşatılmış bir ülkedir. Kuzeyinde Libya, batı­ kadar Müslüman A raplar’m egemenliği altın­
sında N ijer ve Nijerya, güneyinde Kam erun daydı. 1910’da bugünkü O rta Afrika Cum-
222 ÇAĞATAY HANLIĞI

yaşadı. M oğollar’ın temel kanunu yasa'yı en


iyi bilen kişi olması dolayısıyla bütün Moğol
beylerinden büyük saygı gördü. Am a Çağa­
tay’ın 1241’de ölümünden sonra çocuklan ve
torunları Moğol büyük kağanlarıyla sürekli
mücadele içine girdiler. Çünkü Moğol büyük
kağanları da Çağatay’ın yönettiği topraklara
egemen olmak istiyorlardı. Sonunda Çağatay’
m torunu Algu rakiplerini 1261’de yenerek
egemenliğini herkese kabul ettirdi. Harezm ,
Batı Türkistan ve Afganistan’ı da ele geçiren
A lgu’dan sonra da taht kavgası sürdü. Duva
döneminde tam olarak bağımsızlığını kazanan
Çağatay Hanlığı Kebek döneminde (1318-
26) en güçlü çağını yaşadı. Kebek aynı zam an­
da kendi adına para basan ilk Çağatay hü­
küm darıdır. İslam dinini kabul eden ilk Çağa­
tay hüküm darı da Kebek'in 1326-34 yılları
arasında hüküm süren kardeşi Tarm aşirin’dir.
Çağatay hüküm darları daha önce Şaman di-
nindeydiler. Tarm aşirin’den sonra devlet do­
ZEFA ğu ve batı olarak ikiye bölünmüşse de 1359-70
Ç ad'ın başkenti N 'D ja m e n a 'd a sü v a rile r geçit yılları arasında hüküm süren son büyük Ça­
resm inde.
ğatay H üküm darı Tuğluk Timur batı böl­
huriyeti, Gabon ve Kongo’yu kapsayan gesini yeniden denetimi altına almayı ba­
Fransız Ekvator Afrikası’nın bir parçası olan şarmıştı. A m a oğlu Türkistan Valisi İlyas
Çad 1960’ta bağımsız bir cumhuriyet oldu. H oca’ya vezir ve danışman olarak atadığı
G üneydeki çoğu Fransızca konuşan Hıristi­ Timur kendisine baş kaldırarak 1370’te yöne­
yan halkın kuzeydeki M üslüm anlar üzerinde­ timi ele geçirdi (bak. TİMUR). H anedanın batı
ki egemenliği 1960’larda ve 1970’lerde iç kolu Timur İm paratorluğu’nun yıkılmasından
savaşa yol açtı. Fransa ve Libya’nın da karıştı­ sonra, 15. yüzyılda bir süre daha Maveraünne-
ğı iç savaş ülkenin durum unu daha da kötüleş­ hir’e egemen oldu. Doğu kolu ise Yedisu ve
tirdi. Tanm bölgesinde, sonralan da Turfan’da 17.
yüzyıl sonlanna kadar varlığını sürdürdü.
ÇAĞATAY HANLIĞI, Cengiz’in oğlu Çağa­ Çağatay Hanlığı hanedam bakımından bir
tay’ın (1185-1241) kurduğu, M averaünnehir’ Moğol devleti olmakla birlikte, yayıldığı geniş
den Doğu Türkistan’a kadar uzanan toprak­ alanda büyük ölçüde Türk nüfus barındırm ış­
larda 1227-1370 yılları arasında varlığını sür­ tı. Bu T ürkler’in konuştuğu dile de Çağatayca
dürmüş bir devlettir. Başlangıçta Moğol Bü­ ya da Çağatay Türkçesi denmiştir. Çağatay
yük Kağanlığı’na bağlı iken Algu (Aluğu) Hanlığı egemen olduğu topraklarda ekono­
dönem inde (1261-66) bağımsızlığını kazanm a­ mik bakım dan değişim ve canlılık yaratam a­
ya başlamış, Duva döneminde (1291-1306) mış, daha önce bu bölgede egemen olan
tam anlamıyla bağımsız bir devlet olmuştur. Karahanlılar dönem inde tarım da ve ticarette
Moğol devlet geleneğine göre Cengiz görülen gelişmeler bile göçebeliğe, dolayısıyla
fethettiği toprakları daha sağlığında oğulları hayvancılığa bağlılık yüzünden büyük ölçüde
arasında paylaştırmıştı. Çağatay da babasının yavaşlamıştır.
1227’de ölümünden sonra kendisine verilen
topraklan büyük kağan olan ağabeyi Ögedey’e ÇAĞLAYAN. Bir akarsu dik bir yamaçtan
bağlı olarak yönetti. Çağatay yeni fetihle­ aşağıya dökülürken, bir süre sonra bir çağla­
re girişmedi. Göçebe geleneklere bağlı olarak yan ya da daha büyük olan çavlana dönüşebi­
ÇAĞLAYAN 223

lir. Irm ak sert kayaçları aşındıramadığı za­


m an, bu sert katm anın kenarı raf gibi bir
çıkıntı oluşturur; su bu çıkıntıdan aşağıya
hızla akmaya başlar.
Bir “kasket” biçimini alan bu sert kayaç
çıkıntısının altındaki daha yumuşak katm an­
ların aşınması sürdükçe, altı oyulan bu çıkıntı
sonunda koparak düşer. Böylece çağlayan
yavaş yavaş akarsu kaynağı yönünde geriler.
ABD ile Kanada arasında, Niagara Irmağı
üzerindeki Niagara Çavlanı oluşum undan bu
yana 11 km geri kaymıştır.
Çağlayanların güzel ve görkemli bir görü­
nümü vardır. Ne var ki, gemi ve teknelerin
ulaşımına olanak vermezler. Çağlayan engeli­
ni aşmak için kanallardan yararlanılır. G em i­
lerin Niagara Irm ağı’nı kullanm adan Erie ve
O ntario gölleri arasında gidip gelmeleri için,
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Picturepoint
E rzu ru m 'd a ki T o rtu m Çağlayanı 50 m etre
yükse klikte n dö kü lü r.

1829’da ırmağın batısında 19 km uzunluğunda


W elland Kanalı açılmıştır.
Eğer su, çağlayandan döküleceğine, boru­
larla bir enerji santralına gönderilirse, elek­
trik üretimi için türbinlerin çalıştırılmasında
kullanılabilir (bak. Su ENERJİSİ; TÜRBİN). Çağ­
layana gelen suyun tüm ü bu yoldan türbinlere
taşınırsa, çağlayan gittikçe küçülerek ortadan
kalkar. İsviçre’deki Reichenbach Çağlaya­
n ın d a böyle olmuştur.
Niagara Çavlanı ile Zim babve’deki Victo­
ria Çağlayanı dışında dünyanın görülmeye
değer öbür çağlayanlarının çoğu uzak ve
ulaşımı zor bölgelerdedir. Bir çağlayanın gü­
zelliği, akan suyun m iktarından çok, yüksek­
liğine, genişliğine ve çevresindeki doğal
oluşum lara bağlıdır. Brezilya ile Paraguay
arasında, Parana Irm ağı üzerindeki G uaıra
Çağlayanı ile Laos’taki M ekong Irmağı üze­
rindeki Khone Çağlayam’ndan dökülen su
m iktarı belki de öbür çağlayanların tüm ünden
daha çoktur. Güneydoğu V enezuela’daki son
derece yüksek Auyân Tepuı Dağı’ndan dökü­
len Angel dünyanın en yüksek çavlanıdır,
ama buraya yalnızca uçakla ulaşıldığından ve
tepesi genellikle bulutlarla kaplı olduğundan
G a lle r'd e P istyll Rhaeadr Çağlayanı. 73 m etreden
tam yüksekliği bilinmez. (Ayrıca bak. IGUAÇU
düşen su kayayı oya rak ç ağlayanın d ib in d e do ğa l b ir ÇAĞLAYANLARI; NİAGARA ÇAVLANI.)
köprü o lu ş tu rm u ş tu r. Türkiye’de çok sayıda çağlayan vardır.
224 ÇAKAL

Bunlardan Erzurum ’un kuzeyindeki, Tortum


Çayı’nın 50 m etre yükseklikten dökülmesiyle
oluşan Tortum Çağlayanı, hidroelektrik san­
tralı kurulmazdan önce, Türkiye’nin en gür
çağlayanıydı. A ntalya’da 40 m etre yükseklik­
ten dökülen D üden, M anavgat Çayı üzerinde­
ki M anavgat, Tarsus Çayı üzerindeki Tarsus
ve Konya dolaylarındaki Y erköprü çağlayan­
ları Türkiye’nin en güzel çağlayanlarındandır.
DÜNYANIN EN BÜYÜK ÇAĞLAYANLARI
ADI YERİ YÜKSEKLİĞİ
(metre)
Afrika
Tugela Güney Afrika 948 The San Diego Zoo
(üç set) D o ğ u v e G ü n e y A f r i k a ' d a y a ş a y a n k a r a sırtlı ç a k a l
Kalambo Zambia-Tanzanya 427 k o y u r e n k t e k i sırtı v e k ı r m ı z ı m s ı b ö ğ r ü y l e a y ı r t e d ilir.
Victoria Zimbabve-Zambia 108
Asya
Gersoppa (Jog) Hindistan 253
Khone Laos 70 bölümünde ise beyaza yakın renktedir. Yan­
Avrupa ları pas kırmızısı tüylerle kaplı olan kara sırtlı
Mardalsfossen Norveç 517
422
çakal (Canis mesomelas) ve boz renkli postu­
Gavarnie Pireneler-Fransa
Avustralya nun iki yanında belli belirsiz çizgiler bulunan
Sutherland Yeni Zelanda 580 çizgili çakal (Canis adustus) A frika’nın doğu
VVollomombi Yeni Güney Galler 482
Güney Amerika
ve güney bölgelerinde yaşar.
Angel Venezuela 979 Çakallar gün boyunca inlerinde ya da sık
Kaieteur Guyana 251 çalılıklar arasında saklanır, geceleri ortaya
Guaıra Brezilya-Paraguay 114
Iguaçu Arjantin-Brezilya- çıkarlar. Havlamayla uluma arası garip ve
Paraguay 82 ürkütücü bir bağrışları vardır. Çakallar ge­
Kuzey Amerika
Yosemite California-ABD 739
nellikle sürüler halinde yaşar ve avlanırlar.
Takkalavv İngiliz Kolum biyası- Özellikle kışın yiyecek bulam adıklarında ka­
Kanada 503 saba ve köylerin dış m ahallelerine gelerek
Niagara Kanada-ABD 49
Türkiye yiyecek bulmak için çöpleri karıştırdıkları,
Tortum Erzurum 50 hatta kümes hayvanlarına saldırdıkları da
Düden Antalya 40
olur. Meyve, kuş yum urtaları ve küçük m e­
ÇAKAL köpekgiller familyasından bir etçil meliler çakalların başlıca yiyecekleridir. As­
memelidir. Kurda çok benzem ekle birlikte lan gibi yırtıcıların öldürdüğü hayvanların
ondan daha ufak yapılıdır. Boyu, 30-35 cm artıklarını da yerler. Sürü halinde dolaşan
uzunluğundaki tüylü kuyruğuyla birlikte en çakallar koyun ya da antilop gibi büyük
fazla 95 cm olan çakalın yüzü kurda göre daha hayvanlara saldırıp öldürebilir. Dişi çakal iki
uzun ve daha sivridir. Kulakları da uzun, sivri ay kadar süren bir gebelikten sonra iki ile yedi
ve diktir. Tilki gibi çakalın da kuyruğunun arasında yavru doğurur. Kurtlar gibi çakallar
dibinde çok güçlü ve pis kokulu salgısı olan da evcil köpeklerle çiftleştirilerek melez yav­
bir bez bulunur. rular elde edilebilir.
Çakalın üç türü, kurt ve köpek gibi, Canis
cinsinde yer alır. En yaygın tür olan bayağı ÇAKIL bak. KUMVEÇAKIL.
çakal ( Canis aureus) Doğu A vrupa, Güney
Asya ve Kuzey A frika arasındaki bütün böl­ ÇAKIR bak. A t m a c a v e Ç a k ir .
gelerde bulunur; Türkiye’de de kıyı bölgele­
rinde ve Güneydoğu A nadolu’nun alçak ke­ ÇAKMAK, Fevzi (1876-1950). Türkiye Cum ­
simlerinde yaşar. Bayağı çakalın kirli sarı huriyeti’nin ilk genelkurmay başkanı olan
kürkü sırtta daha da koyu bir renk alır; karın M areşal Fevzi Çakm ak İstanbul’da doğdu.
ÇALDIRAN SAVAŞI 225

ederek A nadolu’ya geçti. Birinci Türkiye


Büyük Millet Meclisi’ne Kozan milletvekili
olarak katıldı. Mayıs 1920’de M üdafaa-i Milli­
ye Vekilliği’ne (Milli Savunma Bakanlığı)
getirildi. Ocak 1921-Temmuz 1922 arasında
İcra Vekilleri Heyeti Reisliği (başbakanlık)
görevini de yürüttü. II. İnönü Savaşı’ndan
sonra Nisan 1921’de rütbesi birinci ferikliğe
(orgeneral) yükseltildi. Ağustos 1921’de G e­
nelkurm ay Başkanlığı’nı da üstlendi. Büyük
Taarruz’un başarıya ulaşmasının ardından
3 Eylül 1922’de mareşal oldu. Cum huriyet dö­
neminde bu rütbeyi taşımış tek askerdir. G e­
nelkurm ay Başkanlığı görevini Cum huri­
yet döneminde de aralıksız 23 yıl sürdürdükten
sonra 1944’te yaş haddinden ötürü emekliye
ayrıldı. Türkiye’de 1946’da çok partili siyasal
yaşam başlayınca Fevzi Çakm ak da siyasete
atıldı ve bağımsız aday olarak D em okrat
Parti’den İstanbul milletvekili seçildi. 1948’de
D em okrat Parti’den ayrılarak Millet Partisi’
Anadolu Yayıncılık Arşivi nin kurucuları arasında yer aldı ve ölümüne
Fevzi Çakm ak (1876-1950). kadar bu partinin onursal başkanı olarak
kaldı.
Babası da askerdi. O rtaokuldan başlayarak
askeri okullarda okudu. 1896’da Harbiye ÇALDIRAN SAVAŞI, 23 Ağustos 1514’te
M ektebi’ni (bugün Kara H arp O kulu), Osmanlı Devleti ile İran ’daki Safevi Devleti
1898’de Erkân-ı Harbiye M ektebi’ni (bugün arasında yapılan ve Doğu A nadolu’nun bütü­
Kara H arp Akademisi) bitirdi ve kurmay nüyle Osmanlı egemenliğine girmesiyle so­
yüzbaşı olarak orduya katıldı. D aha çok nuçlanan büyük meydan savaşıdır.
Osmanlı İm paratorluğu’nun Rum eli’deki top­ Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tahta
raklarında görev yaptı. Kısa sürede albaylığa geçtiği 1512’den beri Safevi D evleti’ne karşı
kadar yükseldi. 1912’de başlayan Balkan Sa- bir sefere girişmeyi düşünüyordu. Çünkü
vaşı’na G arp (Batı) Ordusu H arekât Şubesi Safeviler hem Osmanlı D evleti’nin doğu sını­
başkanı olarak katıldı. 1914’te mirliva (tuğge­ rını sürekli olarak tehdit ediyorlar, hem de
neral) oldu. I. Dünya Savaşı’nda 5. Kolordu A nadolu’da giriştikleri yoğun Şiilik propagan­
kom utanı olarak Çanakkale Savaşları’nda gö­ dasıyla ülkenin birliğini bozmaya çalışıyorlar­
rev aldı. 1916’da 2. Kafkas Kolordusu kom u­ dı. Yavuz Sultan Selim tahtını sağlamlaştır­
tanlığına getirildi. 1917’de Filistin C ep h esin ­ dıktan sonra bu sorunu çözmeye karar verdi
deki 7. O rdu’nun komutanlığına atandı. B a­ ve büyük bir orduyla M art 1514’te E dirne’den
şarıları nedeniyle aynı yıl ferikliğe (korgene­ hareket etti. Önce, A nadolu’da geçtiği yol
ral) yükseldi. 30 Ekim 1918’de M ondros boyunca Safevi yanlısı olduğu ileri sürülen
M ütarekesi’nin imzalanmasından sonra bir topluluklara karşı acımasızca bir kıyıma giriş­
süre Osmanlı Devleti’nin Erkân-ı Harbiye-i ti. Üç ay süren yorucu bir yolculuktan sonra
Umumiye Reisliği (Genelkurm ay Başkanlığı) Eleşkirt’e (Ağrı yakınlarında) ulaşan ama
ile Harbiye Nazırlığı (Savaş Bakanlığı) görev­ hâlâ düşmanla karşılaşmayan Osmanlı ordu­
lerini yürüttü. Bu dönem de M ustafa Kem al’in sunda ayaklanma belirtileri baş gösterdi. Y a­
A nadolu’da başlattığı bağımsızlık mücadelesi­ vuz Sultan Selim çeşitli önlem lerle askerleri
ne yakınlık göstermedi. Am a 16 M art 1920’de yatıştırdı. Yeniden ilerlemeye başlayan ordu
İstanbul’un işgali üzerine görevinden istifa İran topraklarına girdi. Şah İsmail kom utasın­
226 ÇALGILAR

daki Safevi ordusunun Hoy yakınlarındaki manlI ordusu 6 Eylül 1514’te Safeviler’in
Çaldıran Ovası’nda toplandığı öğrenilince, başkenti Tebriz’e girdi. Yavuz Sultan Selim
Osmanlı ordusu buraya yöneldi ve iki ordu 23 kışı bu yörede geçirmek düşüncesindeyken
Ağustos 1514’te karşı karşıya geldiler. erzakı azalan orduda huzursuzluk baş göste­
Osmanlı ordusunda sağ yana A nadolu Bey­ rince İstanbul’a doğru yola çıktı.
lerbeyi Sinan Paşa, sol yana Rumeli Beyler­ Çaldıran Savaşı’nın sonunda, en önemlisi
beyi Haşan Paşa kom uta ediyordu. Yavuz Dulkadıroğulları Beyliği olmak üzere Doğu
Sultan Selim ise 10 bin tüfekli yeniçeri, topçu ve Güneydoğu A nadolu’daki beyliklerin tü ­
ve kapıkulu süvarileriyle m erkezde bulunu­ mü Osmanlı egemenliği altına girdi. T ebriz’in
yordu. Osmanlı ordusu çok yorgun olmasına ve İran topraklarından bir bölüm ünün ele
karşın ateşli silahlar, özellikle de top bakım ın­ geçirilmesiyle Safeviler ile M ısır’daki M em ­
dan üstün durumdaydı. Safevi ordusu ise atlı lûklar arasındaki bağlantı kesildi.'B u durum
asker sayısı yönünden daha güçlüydü. H er iki Yavuz Sultan Selim’in daha sonra Memlûk-
ordunun da yaklaşık 120 bin askeri vardı. lar’ı yenmesinde önemli rol oynamıştır. Aynca
Süvarilerine çok güvenen Şah İsmail ilk anda Tebriz’den geçip A nadolu’ya ve Suriye’ye
Osmanlı ordusunun kanatlarına yüklenerek giden İpek Y olu’nun denetimi de bundan
çevirmek, sonra da merkezini çökertm ek böyle Osm anlılar’ın eline geçmiştir. Çaldıran
istiyordu. Bu amaçla giriştiği saldırı başlangıç­ Savaşı’nın bir başka özelliği de 200 yılı aşkın
ta başarılı oldu. Am a Osmanlı topçusunun bir süre devam edecek olan Osmanlı-İran
açtığı ateş karşısında süvariler dağılmaya baş­ savaşlarının başlangıcı olmasıdır.
ladı. M erkezdeki yeniçerilerin karşı saldırısıy­
la da Safevi ordusu tam bir bozguna uğradı. ÇALGILAR bak. MÜZİK ALETLERİ.
Yaralanan Şah İsmail savaş alanından güçlük­
le uzaklaşabildi. Eşi Taçlı Hanım ise Osmanlı- ÇALI. En fazla 5 m etre boya ulaşabilen,
lar’a tutsak düştü. Şah İsmail’i izleyen Os­ ağaçtan daha küçük odunsu bitkilere çalı adı
A - Z Collection

Yanda: Kışın yapraklarını


dö km eye n ve güzel çiçekleri
olan çalıların park ve bahçelerde
ö n e m li b ir y e ri vard ır. A ltta ki
çizim de ise çok yayg ın olan bazı
çalı tip i b itk ile r g ö s te rilm iş tir.
Cadıfındığı son ba ha r
so n la rın d a n kış ortalarına kadar
çiçek açar. Bazı tü rle ri ağaç
o lu ş u m u gösteren m an o lya n ın
iri ve güzel çiçekleri vardır.
Kelebekçalısı, kelebekleri çeken
çiçe klerind en do la yı bu adı_
a lm ıştır. O rta nca lar besince
zengin top ra kla rı ve güneş
gören y e rle ri sever.
ÇALIKUŞU 227

verilir. Çalıları ağaçlardan ayıran tem el özel­ Türkiye’de de bulunan iki türden biri olan
likler, ağaçların tersine ana gövdelerinin bir­ bayağı çalıkuşu (Regulus regulus) bir Avrasya
den fazla olması ve dallanmanın toprağa kuşudur. Türkiye’de başta Karadeniz yöresi
yakın düzeylerden başlamasıdır. Ayrıca çalı­ olmak üzere kıyı bölgelerindeki iğneyapraklı
larda, bitkinin tacını oluşturan ve yukarı orm anlarda yaşayan bu kuşun gövdesinin üst
doğru büyümesini sağlayan tepe sürgünü de bölümleri yeşilimsi, alt bölümleri ise beyaza
bulunmaz. Çokyıllık oldukları için çalıların yakın bir renktedir. Başının tepesinde çevresi
gövdeleri her yıl kuruyup çürümez. ince siyah şeritle çevrili sarı bir leke bulunur.
Bütün bu ayırt edici özelliklerine karşın çalı Erkekte sarı lekenin üzerinde kırmızı bir çizgi
ve ağaç ayrımı çok belirgin değildir. Koşullar
değiştiğinde ağaçlar çalılaşabileceği gibi, çalı­
lar da uygun koşullarda ağaç görünüm ü alabi­
lir. Bazı bitkilerin hem çalı hem de ağaç
biçimleri vardır. Örneğin, manolyanın bazı
türleri çalı, bazı türleri de ağaç özellikleri
gösterir.
Çalılar orm an ve korulardaki ağaçların
altında, çalı örtüsü denen bir bitki katmanı
oluştururlar. Çalı örtüsü yaban hayvanlarına
barınak ve besin sağladığı gibi, yeni yetişen Böcek y iy ic i b ir kuş o lan çalıkuşu özenle hazırladığı
ağaç fidanlarını da yaşamlarının ilk birkaç yuvasını çam g ib i kozalaklı ağaçların üzerine kurar.
yılında sert rüzgârlardan ve kötü hava koşul­
larından korur. Kurak yörelerdeki dağ ya­ vardır. Bayağı çalıkuşu çam ve ladin gibi
m açlarında ve yükseltilerde bitki örtüsünün sürekli yeşil kalan ağaçların bulunduğu or­
büyük bölümünü çalılar oluşturur. Akdeniz manlık yerlerde yaşar. “Ziit ziit” sesi çıkara­
çevresiyle yazları uzun ve kurak geçen benzer rak tiz bir şakımayla öter. Bütün çalıkuşları
yörelerin çalılık alanlarına maki denir (bak. gibi bayağı çalıkuşu da yuvasını örümcek
MAKİ). ağlarıyla birbirine bağladığı yosunlardan ya­
Ç alılar çiç e k le r i, m e y v e le r i v e yap rak ları pıp bir ağaç dalma asar. Yuvanın içini de
için park v e b a h ç e le r d e sü s b itk isi olarak tüylerle döşer. Dişi genellikle nisanda yuva­
k u lla n ılır. Ö z e llik le y e şil alan ların k ış m e v si­ ya, soluk renkli ve kahverengi benekli 5-10
m in d ek i çıp lak g ö rü n tü sü n e b iraz can lılık yum urta bırakır; mayıs ya da haziranda bir
k a tm aları a çısın d an çalılar ço k d eğ erlid ir. kez daha yumurtlar.
Ç alı tip i b itk ile r k o la y yetişir; an cak iyi so n u ç Türkiye’de kıyı bölgelerindeki orm anlarda
e ld e e d ile b ilm e si için d ik k a tle b u d an m aları, bulunan sürmeli çalıkuşu (Regulus ignicapil-
y en i sü rgü n g elişim in i g ü çle n d irm e k için y a ş­ lus) A vrupa’da ve Batı A sya’da yaşar. Bayağı
lan an g ö v d e le r in k e silm e si g erek ir. Ç alılar da çalıkuşuna çok benzem ekle birlikte gözlerinin
ö te k i b itk iler gib i b e sle n m e k zo rü n d a o ld u ­ hizasında uzanan sürme gibi ince ve kara
ğ u n d a n , ara sıra g ü b r e le m e y i d e u n u tm a m a lı­ çizgiyle ondan ayırt edilir. Sürmeli çalıkuşu
dır. (Ayrıca bak. BAHÇECİLİK VE BAHÇE MİMAR­ Türkiye’nin en küçük ve en güzel kuşları
LIĞI; B u d a m a .) arasındadır.
Çalıkuşlarınm Kuzey A m erika’da yaşayan
ÇALIKUŞU. Kuzey yarıküredeki iğneyaprak- iki türü ürem ek için A laska’ya göçer, kışı ise
lı orm anlarda yaşayan dört tür ötücükuşa güneydeki G uatem ala’da geçirirler. Altın te ­
çalıkuşu denir. Küçük ve yuvarlak gövdeli, peli çalıkuşu (Regulus satrapa) bayağı çalıku-
kısa gagalı olan çalıkuşları Regulus cinsini şuna çok benzer; bu yüzden bazı uzmanlarca
oluşturur. Boyları 9 santimetreyi geçmez; tüy bu iki kuş aynı türden kabul edilir. Yakut
renkleri genellikle yeşilimsi gridir. Çalıkuşla- tepeli çalıkuşu (Regulus calendula) ise öteki
rının en belirgin özellikleri tepelerindeki par­ türlerden biraz daha iricedir. Bu türün erkeği­
lak renkli şeritlerdir. nin başında küçük ve parlak kırmızı bir benek
228 ÇALIŞMA VE İŞGÜCÜ

bulunur. Bu beneğin üstü genellikle öteki


tüylerle örtülüdür.
Çalıkuşları çiftleşme dönemi dışında, ço­
ğunlukla baştankara ve tırmaşıkkuşlarıyla ka­
rışarak gruplar oluştururlar. Örüm cek, yap-
rakbiti, sinek ve başka böceklerin yanı sıra
böceklerin yum urta ve larvalarını da yerler.
Av peşinde daldan dala uçarken kolibriler
gibi havada asılı kalabilir ya da bir dala
tutunup yarasalar gibi baş aşağı sarkabilir­
ler.

ÇALIŞMA VE İŞGÜCÜ. İnsanların çoğu


yaşamlarını sürdürebilm ek için para karşılığı
çalışmak zorundadır. Çalışan ve çalışabilir
durum da olan insanlar bir ülkenin işgücünü
oluşturur. Bir işveren ya da bir kurum hesabı­
na çalışanlara ise işçi denir.
Hulton Picture Library
Sanayileşmiş bir dünyada çalışma, bir işve­
Büro o rta m ı, 1930'ların iyi a y d ın la tılm a m ış, dar
renin işyerinde pazartesiden cumaya kadar
çalışm a alanlarını ge rid e bırakarak b ü yü k b ir
günde sekiz saatlik bir süre için çalışmak d e ğ işim e uğram ıştır.
anlamına gelir; bazı işyerlerinde cumartesi
günleri de çalışılır. Öteki çalışma biçimleri, mi ile başlamıştır (bak. SANAYİ DEVRİMİ). Bun­
kişilerin kendi hesaplarına çalıştıkları serbest dan binlerce yıl önce insanlar avlanarak,
meslekleri ve lokantalarda olduğu gibi yarım doğadaki yiyecekleri toplayarak, giyecek ya­
gün ya da ara sıra çalışılan işleri içerir. pıp, yemek pişirip, çocuklara bakarak ve bir
Bazı işyerlerinde ise vardiya uygulanır. V ardi­ barınak kurarak, yalnızca yaşamda kalabil­
yalı bir işte çalışıyor olmak, genellikle 24 mek için çalışırlardı.
saatlik süre içinde, belirlenmiş saatlerde çalış­ İlk uygarlıkların ortaya çıkmasıyla birlikte
m ak demektir. Çoğu kez vardiyalı işçiler, insanların büyük bir bölümü kölelik adı veri­
otomobil fabrikalarında ya da günlük gazete len bir çalışma biçimine zorlandı (bak. KÖLE­
yayımında olduğu gibi geceleri de çalışır. LİK). Hiçbir hakları olmayan, yalnızca görev­
İşsizlik, bir kişinin çalışabilir durum da ve leri olan kölelere yaptıkları işe karşılık hiçbir
çalışmaya istekli olmasına karşın işsiz kalm a­ ödeme yapılmazdı. Eski Mısır ve Eski Yunan
sı, bir iş bulamaması demektir. gibi ilk uygarlıkların ekonomileri büyük ölçü­
Çalışma yaşamına m ühendis, pilot, doktor, de köle emeğine dayanırdı. D aha sonraki
hem şire, müzisyen ya da hoşunuza giden yüzyıllarda köleler, özellikle A vrupa’nın de­
başka bir meslek sahibi olarak başlamak nizaşırı kolonilerinin başlıca işgücü oldular.
isteyebilirsiniz. D oktorluk, avukatlık gibi Köleler efendilerinin buyruğu altında, her
m eslekler için yıllar süren özel bir eğitim türlü işte, düşüp ölene' kadar acımasızca
gerekir. Sanayide çalışan bir usta, teknisyen çalıştırılır; çalışma koşullarına karşı geldikle­
ya da nitelikli işçi olmak isteyenlerse özel bir rinde dövülürlerdi.
eğitim dönemi geçirirler. Mesleki becerilerini Ortaçağ A vrupa’sında ortaya çıkan bir baş­
kazandıkları bu dönem e çıraklık adı verilir ka çalışma biçimi serflikti. Toprakla birlikte
(bak. ÇIRAKLIK). alınıp satılan serfler efendilerinin hizmetini
görür, toprağını işler ve vergi verirlerdi. Bu
Çalışma Koşullarının Evrimi çalışmaları karşılığında, efendileri onlara ge­
Ü cret ya da maaş biçiminde ödenen para çimlerini karşılayacak, kendi hesaplarına sü­
karşılığında çalışma ya da çalıştırılma büyük rüp ekebilecekleri küçük bir toprak parçası
ölçüde İngiltere’de, 1760’larda Sanayi Devri- verirdi. Serfler istedikleri zaman efendilerinin
ÇALIŞMA VE İŞGÜCÜ 229

19. yüzyıld a ABD


Başkanı R u th e rfo rd B.
H ayes'in yapacağı
ziya ret için R ichm ond
sokakları kölelerce
te m izle n iyo r.

İletişim Yayıncılık Arşivi

topraklarım bırakıp, işlerini değiştiremezler­ saatten fazla çalışırlardı. 19. yüzyılda işçiler
di. Serflere de, kölelere olduğu gibi em ekleri­ çalışma koşullarını düzeltmek amacıyla birlik­
nin karşılığı olarak para ödenmezdi. ler ve sendikalar kurmaya başladılar. Örgütlü
Ortaçağ kentlerinde kendi hesabına çalışan bir topluluğa bağlı işçiler, ücretler ve çalışma
terziler, ayakkabıcılar, mücevherciler, halıcı­ koşullarına ilişkin olarak işverenlerle yapılan
lar, bıçakçılar gibi zanaatçılar çalışma koşulla­ pazarlıklarda daha güçlü bir konum a sahip
rını düzenlemek amacıyla meslek birlikleri ya oldular (bak. SENDİKA).
da loncalar kurmuşlardı {bak. L o n c a ). Z ana­ 19. yüzyılda düşük maliyetlerle, büyük
atçılar hizmetleri ya da ürettikleri malların m iktarda mal üreten fabrika sistemi kesin
karşılığında para alırlardı. olarak yerleşti. Torna tezgâhı gibi metal ya da
Sanayi Devrim i’yle birlikte çalışma koşulla­ tahta eşyaya biçim verip işleyen makinelerin
rı değişti. Atölyeler ve fabrikalar kuruldu, keşfinin bu gelişmedeki payı büyüktür. Sana­
köm ür ocakları açıldı; kırsal bölgelerdeki yinin gelişmesi ve fabrikaların yaygınlaşma­
topraksız ve yoksul köylüler kentlere göç sıyla birlikte işgücünün uzmanlaşması gerekti;
ederek, buralarda çalışmaya başladılar. G ü­ işçiler arasında, yaptıkları işin niteliğine göre,
nün belirli saatlerindeki çalışmalarının karşılı­ nitelikli ve niteliksiz işçi gibi ayrımlar ortaya
ğı olarak işçilere ücret ödenmeye başlandı. çıktı.
18. yüzyılda, Sanayi Devrimi sırasında ve 20. yüzyılda bilgisayarların ve yeni teknolo­
sonrasında çok düşük ücretlerle çalıştırılan jilerin üretim e katılmasıyla, bir zamanlar
işçilerin çalışma koşulları çok kötüydü. Pa­ insanların çalıştırıldığı işlerin bir bölümünü
muklu dokum a fabrikalarında küçük çocuklar m akineler, robotlar ve bilgisayarlar yapmaya
ve kadınlar çok düşük ücretler karşılığında 12 başladı. Sanayinin yanı sıra bankacılık, sigor­
tacılık, turizm, eğitim ve sağlık gibi hizmet
veren işyerlerinin önemi arttı.

Ücret
Ü cret ya da maaş işverenlerin çalışma karşılı­
ğında işçilerine yapmış olduğu ödemedir.
Ü cretler para olarak ödenir, ama bazen başka
biçimlerde ödendiği de olur. Örneğin, işve­
renler işçilere ucuz konut sağlarsa, bu bir tür
ek ücret olarak kabul edilir.
Ü cretler işçi sendikaları ile işveren kuruluş­
ları arasında yapılan pazarlıklar sonucu sapta­
nır. Bazı ülkelerde hüküm etler asgari ücretle­
ri saptar. Emeklilik ya da sağlık sigortası için
yapılan ödem eler ile gelir vergisi, işçiye öde­
me yapılmadan, toplam ücret üzerinden kesil­
Çağdaş te k n o lo ji yen i iş alanları yara tm ıştır. diği için, bir kişinin toplam geliri ile gerçekte
230 ÇALLI

aynı zam anda geleneksel yöntemlerle çalışan


sanayilerin gerilemesine ya da kapanmasına
yol açarak işsizliği de artırabilm ektedir (bak.
G azete ve G azetecîl İK; Y ayincilik ).
Ülkeler ekonomik durumlarının bir göster­
gesi olarak, yıllık işsizlik oranlarını saptar.
1985 için tahm in edilen işsizlik oranı, K anada’
da yüzde 11, A B D ’de yüzde 7, İngiltere’de
yüzde 13, Avustralya’da yüzde 8 ve Türkiye’
de yaklaşık yüzde 17’dir.

ÇALLI, İbrahim (1882-1960). Türk ressamla­


rının en ünlülerinden olan ve birçok büyük
ressamımızın yetişmesine katkısı bulunan İb­
rahim Çallı’nm doğum yeri Denizli’nin Çal
ilçesidir; bu nedenle Çallı İbrahim diye de
tanınır. Ç al’da başladığı ortaöğrenimini İz­
Networkl Katalin A r keli
m ir’de tamamladı. Çocuk yaşta resme duydu­
Boş işle r iş v e işçi b u lm a ku ru m la n aracılığıyla iş
ğu ilgiyi, bu yıllarda resim defterlerine karala­
arayanlara d u y u ru lu r.
m alar, resimler çizerek sürdürdü. Am a İzm ir’
eline geçen ücret arasında bir fark vardır de resim eğitimi için gerekli ortamı bulam a­
(bak. VERGİLER). yacağını düşünerek 17 yaşındayken babasın­
dan kalma tarlayı sattı ve İstanbul’a okumaya
İşsizlik gitti.
Çalışabilir durum da olup çalışmak isteyen İstanbul’a gelişinin ilk gününde kaldığı
ama iş bulamayan kimseye işsiz denir. Bunun otelde bütün parası çalınınca zor durum da
çok çeşitli nedenleri olabilir. Kişi aram akta kalan Çallı, İzmir’e geri dönm ektense bir
olduğu iş türü için uygun olmayabilir; eğitim kahvede çalışmayı yeğlemişti. Çok geçmeden
gördüğü meslek türü ya da sanayi, ekonomik bulduğu adliye kâtipliği görevi sırasında ünlü
bir sıkıntı içinde olabilir; bunun da ötesinde, ressam Şeker Ahm ed Paşa’nm oğlu ile tanış­
çalışabilir nüfusa göre açık iş sayısı çok az ması yaşamını etkileyen iyi bir rastlantı oldu.
olabilir. A rkadaş olduğu oğlunun aracılığıyla resimle­
İşsizlik düzeyi ülkenin ekonomik durumu rini Şeker Ahm ed Paşa’ya gösterebildi. Şeker
ile yakından ilgilidir. Eğer bir ülkeye başka A hm ed Paşa Çallı’daki yeteneği görünce, o
ülkelerden gelen mallar o ülkenin, o daldaki zamanki adı Sanayi-i Nefise M ektebi olan
üretimini geriletiyorsa ya da o alanda fabrika­ Güzel Sanatlar Akadem isi’ne (bugün M imar
ların kurulmasını engelliyorsa, bu durum iş­ Sinan Üniversitesi) girmesine yardımcı oldu.
sizlik yaratır. Bugün artık ülkelerin ekonom i­ Kâtipliğin yanı sıra resim öğrenimini de sür­
leri ve çalışma yaşamları birbirine bağımlı düren Çallı, 1906’da başladığı okulunu
olduğundan, bir ülkenin ekonomisindeki dar­ 1909’da bitirdi. 1910’da devletçe açılan bir
boğazlar da öbür ülkeleri etkileyebilir ve burs sınavını Çıplak A dam ve Harekât Ordu-
işsizliğe yol açabilir. su n u n M uhafız A la yın d a n M aksud Çavuş
Günüm üzde işbölümünün artması ve yeni adlı tablolarıyla kazandı.
teknolojilerin gelişmesiyle, yeni iş olanakları D aha sonra Paris’e giden Çallı’nın burada­
doğm akta ve geleneksel yöntem lerle üretim ki resim öğretm eni Fernand Corm on’du. Bu
büyük bir hızla yok olm aktadır. Örneğin, öğretmeninden çok şey öğrendi, ama daha çok
gazete sanayisinde bilgisayarlarla yazı dizmek İzlenimci ressamlara yakınlık duydu. İzlenim-
ve sayfa düzenlemek gibi yeni teknolojilerin ciler’in etkisinde kalmasına karşın, bu akıma
kullanılması daha önce hiç var olmayan bir­ da, daha sonra başka bir resim akımına da
çok yeni iş yaratmıştır. Am a yeni teknolojiler tam olarak bağlanmadı. Resimdeki her yeni-
ÇAM 231

ünlü Rus ressamı Aleksis Griçenko ile arka­


daş olan Çallı ondan çok etkilendi ve İzle­
nimcilik yerine soyutlama tekniği kullanarak
“M evleviler” adlı bir dizi resim yaptı. Bu
resimlerinde deseni öne çıkaran belirgin renk­
ler kullandı.
İbrahim Çallı’nm resimleri arasında Lük-
semburg Bahçesi (1911), Türk Topçularının
Mevzie Girişi (1917), Tefli Kız (1923), Nü
Anadolu Yayıncılık Arşivi

Ara Güler
Ressam İbrah im Çallı yen i b ir ressa m lar kuşağının
ye tişm e sin i sağlam ıştır.

likten bir şeyler öğrenm ek, esinlenmek için


Paris’te bolca sergi izledi. I. Dünya Savaşı İbrah im Ç allı'nın B ir Balo Gecesi adlı yapıtı.
başladığında İstanbul’a dönen Çallı, bitirdiği
okula öğretm en olarak atandı. Emekli olduğu
1947’ye kadar bu görevde kaldı. (1923), İstiklal Savaşında Zeybekler (1923),
Çallı öğretmenliği sırasında da A vrupa’dan Mevleviler (1927), Boğaz adlı tabloları ile
dönen ressamlardan bilgi alıyor, resim alanın­ A tatürk (1935), İnönü portreleri çok ünlüdür.
da batıdaki gelişmeleri yakından izlemeye Ressamlığının yanı sıra sevimli ve şakacı
çalışıyordu. Atölyesi öğrencilerin sık sık uğra­ kişiliğiyle birçok fıkra ve anıya konu olan
dığı, her tür resmin denendiği, resim konula­ Çallı, Şeref A kdik, Refik Epikm an, Saim
rının tartışıldığı bir okul gibiydi. Çallı özgür Ö zeren, Elif Naci, M ahmut Cüda, M uhittin
bir anlayışla, coşkulu kişiliğini dışa vuran Sebati, Ali Çelebi, Zeki Kocamemi gibi bir
renklerle resim yapıyordu. Resimlerinde de­ ressamlar kuşağının yetişmesini sağlamıştır.
sene pek önem vermese de renk uyumunu
önde tutuyordu. Parlak renkler kullanarak ÇAM ağaçları, püsküle benzer dem etler oluş­
rahat ve serbest fırça vuruşlarıyla görünüm ­ turan ve iki-üç yıl kadar yeşil kaldıktan sonra
ler, portreler, çıplaklar (nü), çiçekler ve kuruyup dökülen iğne gibi ince uzun yaprak­
meyveler çizdi. İstanbul’daki A dalar’da çam­ ları ve kozalaklarıyla tanınır. Çam (Pinus)
lar arasında gezinen kadınlar, İstanbul Boğazı türlerini de kapsayan bitkiler, iğneyapraklılar
görünümleri, kadın portreleri, Türk resminde ya da kozalaklılar denen ve çoğunluğu ağaç
ilk kez görülen çıplak kadın resimleri başlıca olan büyük bir bitki grubu içinde çamgiller
konuları arasındaydı. Çallı, yaptığı bu resim­ adıyla bir familya oluşturur.
lerde Türk resmine yepyeni ve canlı bir hava Çamın ve benzeri bitkilerin iğneyaprakları,
kazandırdı. İstanbul’a göçmen olarak gelen genellikle ikisi ya da üçü, bazen de daha çoğu
232 ÇAM

bir arada olmak üzere ağacın kısa sürgünleri­ Türkiye’deki orm anlarda en çok bulunan
nin ucunda oluşur. E nder olmakla birlikte tek çam türleri kara çam (Pinus nigra), sarı çam
yapraklı sürgünler de görülür. Ö teki kozalaklı ( Pinus sylvestris), kızıl çam (Pinus brutia),
bitkilerde olduğu gibi çamda da bitkinin H alep çamı (Pinus halepensis) ve fıstık çamı­
üremesini kozalaklar sağlar. Aynı ağaçta hem dır (Pinus pinea). Bu türlerin hepsinin kısa
erkek hem de dişi kozalaklar bulunur. Erkek sürgünleri iki yapraklıdır. Bir kara çam çeşidi
kozalaklar dişilere göre daha küçüktür. E r­ olan Toros kara çamı doğu ve güneydoğu
kek kozalağı oluşturan pulların her birinde dışında hemen her bölgede, genellikle başka
ikişer çiçektozu kesesi vardır. Dişi kozalaklar­ çam türleriyle karışık olarak bulunur. Batı
da ise her pulun altında ikişer tohumtaslağı A nadolu’nun dağlık bölgelerinde ise katışık­
bulunur. İlkbaharda ya da yaz başında kese­ sız orm anlar oluşturur. San çam özellikle
lerden çıkan çiçektozları rüzgârla çevreye Karadeniz Bölgesi’nde yaygındır. Kızıl çam
dağılır. Dişi kozalaklar açılarak çiçektozlarını ise Türkiye’de en geniş alanı kaplayan çam
alır. Asıl döllenme bir sçnraki ilkbaharda, türüdür. Gerçek yayılma alanı Akdeniz kıyı­
dişi kozalağın içinde gerçekleşir. Tohum ların ları olmakla birlikte Trakya ve Karadeniz’de
olgunlaşması ise iki ya da üç yıl sürer; de kendiliğinden yetişir. Halep çamı A dana
tohum lar olgunlaşırken dişi kozalaklar da yakınında çok küçük bir alanda kızıl çamlarla
odun gibi sertleşir. Sertleşip olgunlaşan koza­ karışık olarak bulunur. Fıstık çamı ise A kde­
niz çevresinde, Bergam a, Aydın ve M uğla’da
yaygındır. Ayrıca Karadeniz kıyılarında da
bulunur.
Çam ağacının değeri öncelikle, kullanışlı
kerestesinden ve kâğıt yapımında kullanılan
selülozun kaynağı oluşundan gelir. Kuzey
A m erika’ya özgü Veymut çamının (Pinus
strobus) kerestesi özellikle evlerin iç bölümle­
rinde ve mobilya yapımında kullanılır. Cali­
fornia kıyı şeridinin yerli bitkilerinden olan
M onterey çamı (Pinus radiata) A vustralya’da
ticari amaçla yetiştirilen çam türlerinin başın­
da gelir. Avustralya’da iğneyapraklı ağaçlarm
başka cins ve türleri bulunmakla birlikte,
kıtanın yerlisi olan çam türü yoktur. A vrupa’
nın en değerli kerestelik ağaçlarından biri
lakların pulları açılır ve bazı türlerde kanatlı olan sarı çam İskandinav ülkelerinde ve
olan tohum lar rüzgârın etkisi ile çevreye SSCB’de geniş çapta yetiştirilir. Bu türün
dağılır. Bazı türlerde ise kozalaklar çürüye­ kerestesi inşaat işlerinde kullanılır ve tele­
rek, yanarak ya da hayvanlarca açılır. fon direği yapılır. Ayrıca tren yollarının ah­
Çamların 100 kadar türü bilinmektedir. Bu şap bölümlerinde de bu çamın kerestesi kulla­
türler kuzey yarıkürenin serin bölgelerinin ve nılır.
tropik kuşağın kuzey kesimlerindeki dağların Çam ağaçlarının kabuklarından sızan reçi­
yerlisi olan herdemyeşil bitkilerdir. Aslında ne, çamın m antar hastalıklarından ve zararlı
bütün iğneyapraklılar gibi çamlar da solan böceklerin saldırısından korunm ak için üretti­
yapraklarını dökerek yeni yapraklar verir. ği, antiseptik etkili bir savunma aracıdır.
A ncak bu bitkilerin bütün yaprakları aynı Reçineden boya ve vernik gibi yararlı ürünler
anda dökülmediğinden tümüyle yapraksız elde edilir. A vrupa’da üretilen reçine ve
kalmazlar. Çok dayanıklı bir bitki olan çam terebentinin büyük bir bölümü uzun ve sert
besince fakir topraklarda, kışın şiddetli don, yaprakları, üç-dört tanesi bir arada ve her biri
yazın da kuraklık görülen yörelerde bile 15 cm kadar uzunlukta kozalakları olan sahil
yetişebilir. çamından (Pinus pinaster) çıkarılır. Ağacın
ÇAMAŞIR YIKAMA 233

kabuklarında açılan kesiklerden reçine yavaş Çamaşır Makineleri


yavaş sızar. D aha sonra kabuklar şeritler İlk çamaşır m akinelerinde sabunlu suyu ve
halinde kesilip çıkarılır; çıplak kalan yerlerin çamaşırı hareket ettiren bir “çalkalayıcı” var­
altına özel çömlekler bağlanarak ağaçtan sı­ dı. D urulam a için önce m akine boşaltılır,
zan reçine toplanır (bak. BOYA VE CİLA; R E ­ sonra yeniden temiz suyla doldurulurdu. D a­
ÇİNE). ha sonra çamaşırlar makinenin üst bölümüne
Bazı çamların iri ve tatlı tohumları hayvan­ yerleştirilmiş, merdane denilen iki silindir
lar tarafından yenirken çevreye dağılırlar; arasından geçirilerek sıkılırdı. M erdaneleri
böylece bitkinin üremesi sağlanır. Bu türlerin döndürm ek için makineye bağlı bir kolu
tohum ları insanlarca da toplanıp kullanılır. çevirmek gerekirdi.
Örneğin Akdeniz çevresine özgü fıstık çamı­ Çamaşır m akinelerinde ilk önemli gelişme
nın tohum ları “çamfıstığı” adıyla bildiğimiz ve elektrikle kendi kendine işleyen m erdaneler
yem eklerde, tatlılarda kullandığımız yağlı to ­ oldu. Çamaşır makinelerinin bu ilk m odelle­
humlardır. rindeki çalkalayıcı suyu ve çamaşırları tek
G erçek çamlar dışında, aynı familyalarda yönde çevirerek dönüyordu. Tek yönlü dönü­
yer alan bazı iğneyapraklılara da japonçamı, şün yarattığı m erkezkaç kuvveti çamaşırlarla
japonşemsiyeçamı gibi adlar verilir. birlikte kirlerin de kazan duvarına yapışması­
na neden oluyordu. 1863’te A B D ’li Ham ilton
ÇAM AŞIR Y IKAM A. Biriken kirli çamaşırlar E. Smith çift yönlü hareket edebilen döner
her evde sorun yaratır. Giysi, çarşaf ve örtü kazanlı çamaşır makinesini geliştirdi. Bu ma­
gibi şeylerin giyilmekten ve kullanılmaktan kine çamaşırları köpüklü suyla birlikte sürekli
ötürü m ikrop yuvası olmalarının önüne geç­ altüst ederek kirlerin kazan duvarına ya da
mek için temiz tutulm aları gerekir. Çamaşır çamaşırlara yapışmasını engelledi. D aha son­
makinesinin olmadığı dönemde çamaşırlar ya raki aşam ada kazanın hızla dönmesi, m erkez­
elde yıkanır ya da ücret karşılığında başkaları­ kaç kuvvetiyle kirli suyun dışarı atılmasını
na yıkatılırdı. sağladı. Günüm üzde kullanılan çamaşır maki­
Eskiden çamaşırların yıkanması bir ön ha­ neleri, çamaşırları kuru ve sıcak havadan
zırlık gerektirirdi. Çok kirli çamaşırlar gece­ geçirerek kurutm a işlemini de gerçekleştirir.
den ıslatılır, sabah ateş yakılarak kazanda su Çamaşırın türüne göre değişik yıkama prog­
kaynatılır, renkliler ile beyazlar ayrılır, sa­ ram larına ayarlanabilen otom atik çamaşır
bunla çitileyerek yıkanır, beyazlar sodalı suda makineleri yıkama işlemine büyük bir kolay­
kaynatıldıktan sonra bol suyla durulanır, sıkı­ lık getirmiştir.
lır ve kurumaları için açık havaya asılır ya da Avrupa ülkelerinde ve A B D ’de, makinesi
içerde ateşin başına serilirdi. Bu güç ve olmayanların çamaşırlarını yıkayabilmeleri
yorucu işlemden sonra kuruyan çamaşırlar, için çam aşırhaneler vardır.
içine kor konarak ısıtılan bir ütüyle ütülenir-
di. Yıkanmaya uygun olmayan giysiler ise Kuru Temizleme
fırçalanarak ya da dövülerek temizlenirdi. Kuru temizleme sanayisi 19. yüzyılda başladı.
Günüm üzde elektrikli çamaşır makineleriy­ Bir söylentiye göre bir Fransız denizci tere­
le yıkama işlemi daha az zaman ve enerji bentin fıçısına düşmüş ve daha sonra giysileri
harcayarak yapılmaktadır. Kimya sanayisinin kuruduğunda bütün kirlerin yok olduğunu
ürettiği temizleme tozları, beyazlatıcı çamaşır görmüştü. Bu olayla terebentinin leke çıkarıcı
suları, yumuşatıcılar ve parlatıcıların çoğu, özelliği keşfedilmiş ve bu madde temizlik
çevreye zararlı m addeler içermelerine karşın, amacıyla kullanılmaya başlanmıştı. D aha son­
yıkama işlemine büyük kolaylıklar sağlarlar. raları kuru temizleme için başka leke çözücü­
Ayrıca ütü yapmak da elektrikli ve buharlı ler geliştirildiyse de, bu maddelerin çoğunun
ütüler sayesinde eskisi kadar yorucu ve güç yanıcı ve dum anlarının zehirli oluşu çevre ve
bir iş olmaktan çıkmıştır. Öte yandan, kırışma­ insan sağlığı için zararlıdır.
yan kum aşlar ütülem e işlemini hem en hemen Çağdaş kuru temizleme işleminde genellik­
ortadan kaldırmıştır. le petrol türevleri ya da yapay kimyasal
234 ÇAMAŞIR YIKAMA

y m ^ -r'fc.—

Üstte: Eski Mısır'da çamaşır yıkama yöntem ini


gösteren bir resim. Altta: 19. yüzyılda kullanılan
tahta kazanlı ilkel çamaşır makinesi. Sağda: Orta
Amerika'daki Belize'de, ırmak kıyısındaki kayalarda
çamaşır yıkayan kadınlar.

(Üstte) American Institute o f Laundering; (altta) Bettman


Archive: (sağda) Paul Conklin/Pix from Publix

Electrolux-Wascator

Bir çamaşırhanede,
madeni parayla işleyen
otom atik çamaşır
yıkama (solda) ve
kurutma makineleri
(sağda).
ÇAN 235

çözücüler kullanılır. Petrollü çözücüler çam a­ çanların en temel ve yaygın olan kullanım
şır makinesi gibi açık bir m akinede kullanıla­ biçimi işaret verm edir. Saat başlarını belirt­
bilir; ama yapay çözücüler açık havada hızla me, yas ve şenlikleri duyurma, tapınmaya
buharlaştığından, olası tehlikelere karşı, ka­ çağırma, tehlikeyi haber verme amacıyla kul­
palı ve hava geçirmeyen m akinelerde kullanıl­ lanılırlar. Sahipleri izlerini bulsun diye hay­
malıdır. Temizlenecek parçalar kumaşlarına vanların boynuna asılan çanların yanı sıra,
ve renklerine göre ayrılır. Temizleme işlemi işaret verme amacıyla ulaşım araçlarında kul­
yıkama ve durulam a gibidir, ama su yerine lanılan çanlar da vardır. Gem ilerde çan, bir
yapay çözücü kullanılır. Çözücü çabuk buhar­ başka adıyla kam pana, saati ve nöbet değişik­
laştığı için bu yöntemle yapılan temizleme liklerini haber vermek için kullanılır.
işlemine “kuru tem izleme” adı verilmiştir. Kilise ve kızak çanlarında ses, çanın içinde­
Tem izlem eden sonra giysiler buharla ütü­ ki çan topuzunun çanın içine vurmasıyla elde
lenir. edilir. Çıngırak adı verilen küçük çanlarda,
çan topuzu yerine ufak metal parçaları ya da
ÇAMUKA bak. G ü m ü ş b a l i ğ i v e Ç a m u k a . saçma kullanılır. Çin’deki kimi çanlarda da,
çekiç ya da tokm akla çanın dış yüzeyine vuru­
ÇAN, genellikle m etalden, bazen de tahta, larak ses elde edilir. Çan yapımında çoğun­
boynuz, cam ve kilden yapılan, sallandığında lukla bakır, tunç, gümüş ya da demir gibi m e­
ya da kenarına vurulduğunda çınlayan içi boş taller kullanılır.
bir kaptır. Çanlara eskiçağlardan bu yana her Çanlar toparlak ya da yum urta biçiminde,
uygarlıkta rastlanır. Pek çok çeşidi bulunan kesiti ise yuvarlak, dikdörtgen ya da çokgen
çanlar değişik amaçlarla kullanılır ve kulla­ olabilir. Batıda yaygın olan, lale biçimindeki
nıldıkları amaca uygun biçimler alır. çanlardır. Çeşitli kültürlerde çanların süslen­
Eskiçağlarda çanların özel güçleri olduğu­ mesine özen gösterilmiş, çan süslerinde sim­
na, tanrılara seslenmeye, büyü yapmaya ve gesel öğelere yer verilmiştir.
bozmaya, kötü ruhları kovmaya, yağmur yağ­ Çanlar boyutlarına göre değişik sesler çı­
dırmaya yaradığına inanılırdı. Günüm üzde karır. En büyük çan en kalın sesi verir. Farklı

S. S. Sarna

Hindistan'da günlük
yaşamda çok çeşitli çanlar
kullanılır. Ust sıra, soldan
sağa: Deve çanı, sucu çanı,
kutsal inek çanı, Hindu
tapınağı çanı. Orta sıra:
Hint fakiri çanı, fil çanı, tek
atlı ya da iki tekerlekli
araba çanı. Alt sıra: Tatlıcı
çanı, düğün çanı, öküz
çanı.
236 ÇAN

>■«:{

Whitechapel Bell Foundry Ltd.

Çan yapımında, önce iç ve dış yüzeyler için birer


kalıp hazırlanır (sol üstte). Kalıplar arada boşluk
bırakılarak üst üste yerle ştirilir (üstte). Arada kalan
.boşluğa eriyik durum da bulunan metal alaşımı
boşaltılır (solcja).

sesler çıkaran çanlarla oluşturulmuş “çan Tunç Çağı’ndan bu yana döküm yöntemiyle
sistemi”nden elde edilen toplu çan sesi ile yapıldı. Çan döküm ü günümüzde de önemini
müzik yapılabilir. Bir çan sisteminde genellik­ korum aktadır. Döküm için çanın boyutlarına
le 5 ile 12 arasında değişen sayıda çan göre bir kalıp hazırlanır. Çanın alması istenen
bulunur. Çan sistemi ile müzik yapabilme biçime göre hazırlanan bu kalıbın dış yüzeyi
beceri gerektiren bir sanattır. kum ya da harçla kaplanır. Kalıbın çevresine,
Çan tokm aklarına bağlı tahta kaldıraçları çanın kalınlığını oluşturacak biçimde bir boş­
ve pedalları bulunan ve bir klavye aracılığı ile luk bırakarak kubbe biçiminde ikinci bir kalıp
çalman kariyon adlı çalgı en az 23 çandan yerleştirilir. Eriyik durumdaki metal alaşımı
oluşur. Genellikle bir kuleye yerleştirilen aradaki boşluğa dökülür. Çan döküm ünde
kanyonların en ünlülerinden biri Belçika’daki genellikle bir bakır ve kalay alaşımı olan tunç
Bruges’tedir. 17. yüzyılda Flaman çan dö­ kullanılır. Çanın çatlamasını önlemek için
kümcüleri kariyon sanatını doruk noktasına metalin soğuma süreci sürekli denetlenir.
ulaştırdılar. 74 çandan yapılmış 92 ton ağırlı­ Büyük boyutlu çanların soğuması iki hafta
ğındaki dünyanın en büyük kariyonu New sürebilir. Çan soğuduktan sonra kalıp kırıla­
Y ork’da Riverside Kilisesi’nde bulunan rak yüzeydeki ve içindeki pürüzler temizlenir;
Laura Spelman Rockefeller A nıtı’ndadır. döndüre döndüre iç yüzeyi kesici aletlerle in­
celtilerek çandan istenilen tını elde edilir. Çan
Çanlar Nasıl Yapılır? daha sonra cilalanır.
Müzik aletlerinin en eskilerinden biri olan İlk çanlar Tunç Çağı’nda yapılmıştı. T ari­
çanlar, yaklaşık 4.000 yıl öncesindeki hin en usta çan yapımcıları,* İÖ 1000’lerde
ÇANAK ÇÖMLEK 237

değişik renklerdeki çam urlarla yapılıyordu.


Önceleri kuruması için güneşe bırakılan çöm­
lekler, daha sonra ilkel fırınlarda pişirilmeye
başlandı. Yüksek ısıda pişirmek çömleklerin
sert ve suya dayanıklı olmasını sağlıyordu.
Çanak çömlek yapımındaki ilk önemli ge­
lişmelerden biri çömlekçi çarkıdır. Çömlekçi
"çarkının ilk kez ne zaman kullanıldığı bilin­
m em ektedir. Yapılan eşyanın biçimlendiril-
mesinde çok önemli bir araç olan çark
daire biçimli yatay bir tabla ile bunun m erke­
zinden geçirilen bir milden oluşur. Önceleri
elle çevrilen çark zamanla, milin alt ucuna
yerleştirilen ikinci bir tabla aracılığıyla ayakla
döndürülm eye başlandı. Böylece her iki elini
kullanabilen çömlekçi daha güzel biçimli
eşya yapmaya başladı. Günüm üzde elektrikle
çalışan çarklar kullanılmaktadır. Çark üzerin­
de biçimlendirilen çanak çömlek kurumaya
bırakılır. İlkel yöntem de pişirme işlemi ateşe
tutularak yapılırken, zamanla tuğla ocağı
olarak bilinen fırınlar kullanılmaya başlandı.
Günüm üzde kullanılan fırınlar gaz ve elek­
yaşamış olan Çinliler’dir. Rom a dönemi çan­ trikle çalışmaktadır. Eskiçağlarda çanak çöm­
ları perçinlenmiş dövme dem irden yapılırdı. lek fırınlansa da, gözenekleri yok olmadığın­
A vrupa’da sonraki birkaç yüzyıl boyunca dan içindeki sıvıyı uzun süre tutam ıyor ve
unutulan çan yapımı sanatı, İS 8. yüzyılda sızdırıyordu. Zam anla sırlama tekniği gelişti­
keşişler tarafından yeniden keşfedildi. A vru­ rildi. Sırlama, çanak çömleğin ince bir cam
pa’nın en usta- çan dökümcüleri, ses akordu­ katm anıyla kaplanm asıdır. Sırlama işleminde
nun inceliklerini ilk önce öğrenerek geliştiren ilk kullanılan m addelerden biri kurşun sülfür­
Belçikalılar ve HollandalIlar oldu. dür. İçine renk katılan sır çömleğin daha
Günüm üze kadar yapılmış olan çanların en çekici olmasını da sağlar.
büyüğü M oskova’daki Çar Çam ’dır. Boyu
5,8 m etre, ağırlığı ise 196 tondan fazladır. Çanak Çömlekçiliğin Gelişimi
Hâlâ kullanılm akta olan en büyük çan ise Bilinen en eski çanak çömlekler, A nadolu’da
Birmanya’da bulunan 90,6 ton ağırlığındaki Çatalhöyük’te bulunmuştur. Bunlar yaklaşık
Mingun Çanı’dır. 9.000 y ıl' öncesinden kalmadır. Buluntular
arasında pişmiş topraktan tanrı ve insan
ÇANAK ÇÖMLEK. Kilin suyla karıştırılmasıy­ heykelciklerinin yanı sıra, kilden yuvarlana­
la oluşan çamurdan yapılan süs ve kullanım rak yapılan bantların halka biçiminde üst
eşyasının, yüksek ısılı fırınlarda sertleştirilme- üste konmasıyla oluşmuş çömlekler de vardır
siyle çanak çömlek elde edilir. (bak. Ç a t a l h ü YÜ k ) . Eski Yunanlılar’dan gü­
İlk çanak çömlekler elle biçimlendirilirdi. nümüze kalan çanak çömleklerin üzerindeki
Çam ur avuç içinde yılan gibi upuzun yuvarla­ süslemeler çok güzeldir. Eski Yunanlılar ça­
nır; halkalar oluşturacak biçimde dolana do­ nak çömleklerini sır yerine özel bir çamur
lana üst üste konarak kaplar yapılırdı. Islak alaşımı ile kaplarlardı. Çanak çömlek çamu­
çamurun üstüne parm ak basılarak, daha son­ runda bulunan demir oksidin harlı ateşte
raları ip ve hasır bastırarak süslemeler yapılır­ kırmızıya, isli ateşte ise siyaha dönüşme
dı. En çok rastlanan bezem elerden biri de özelliğinden yararlanan Yunanlılar, vazoları­
kazıma ve kabartmaydı. Renklendirm e ise nı bu renklerle süslemişlerdir.
238 ÇANAK ÇÖMLEK

Victoria and Albert Museum Anadolu Yayıncılık Arşivi


Delft kentinde mine işi yapılm ış beyaz Japon
porseleni vazo, Hollanda; 1730.

17. yüzyıl İznik vazosu.

Anadolu Yayıncılık Arşivi Victoria ana A lb e rt M useum


İÖ 6. yüzyıl amforası (Çandarlı). Yaklaşık 1700'de yapılan Japon tabağı.
ÇANAK ÇÖMLEK 239

Victoria and A l bert Museum


Rockvvood vazosu, Ohio, ABD; 1900.
. . . . . . ■ w : . Hastings Museum
Av sahnelerinin yer aldığı Italyan majolika tabağı,
Modena; 1594.

Victoria and Albert Museum

Solda: Medici atölyelerinde


yapılmış porselen kap,
Floransa İtalya; 1580. Ü stte:
Thomas Toft'un yaptığı bir
tabak, İngiltere; 1685.

Anadolu Yayıncılık Arşivi

Üstte: İÖ 16.-15. yüzyıl Hitit çanak çömleği. Sağda:


Frig dönem inden kalma uzun emzikli kap. Anadolu Yayıncılık Arşivi
240 ÇANAK ÇÖMLEK

Eskiçağlarda M ezopotam ya, Suriye ve


İran ’da yaşayanlar çanak çömlek yapımında
oldukça ileriydiler. Sözgelimi, sırın kalay
oksit ile karıştırıldığında beyaza dönüşerek
saydamlığını yitirdiği; buna karşılık bakır ya
da gümüşle karıştırılarak ısıtıldığında metal
görünümü kazandığım biliyorlardı. Magripli-
ler bu bilgileri İS 8. yüzyılda İspanya yoluyla
A vrupa’ya ulaştırdılar (bak. MAGRİPLİLER).
İspanyol çömlekleri gemilerle İtalya’ya götü­
rüldü. Çömleklerin M ayorka A dası’ndan ge­
tirildiğini sanan İtalyan tüccarlar bunlara ma-
jolika (ya da maiolika) adını verdiler. 18. yüz­
yılda Faenza’da yapılan kalay sırlı sera­
mikler bütün dünyada ün saldı. Fransızlar bu
seram iklere fayans (faience) adını verdiler.
En ünlü sferamik çeşitlerinden bir başkası da
H ollanda’da yapılan Delft seramiğidir. Bu
seram ikler 1700’lerde İngiltere’ye götürüldü.
Çanak çömlek yapımında A vrupalılar’dan
çok daha önde olan Çinliler, ısıtıldığında
beyaza dönüşen bir çamur kullanıyorlardı. Bu
özel çamur kaolin ya da Çin çamuru adıyla
tanındı. Çinliler’in bulduğu, petuntse ya da
feldispat adıyla bilinen bir başka çamur türü, Wedgwood

düşük ısıda fırınlandığında, saydamlaşarak Bir çanak çömlek atölyesinde hamur, yapılacak
camsı bir görünüm alıyordu. Kaolin ve pe­ eşyanın büyüklüğüne göre, eşit parçalara ayrılır.
tuntse ile yapılan çanak çömleğe porselen adı Örneğin bir kâse yapılacaksa, kâsenin dış yüzeyine
göre b içim lendirilm iş olan kalıba bu parçalar birer
verildi. Çin porselenleri, yapıldıkları dönem ­
birer atılır. Profil adı verilen metal kol hızla dönmekte
de ülkeyi yöneten hanedanın adıyla anılırdı. olan kalıbın içine in d irilir. Bu işlem çamurun
Bunlardan en ünlüleri Tang, Sung ve Ming açılmasını ve kalıba göre biçim lenm esini sağlar.
porselenleridir. Daha sonra kurutma, pişirm e ve bezeme işlem lerine
geçilir.
Avrupa’ya ulaşan Çin porselenleri büyük hay­
ranlıkla karşılandı. Avrupalı çanak çömlek ya­ başlarında geliştirilen bir tür gözeneksiz sert
pımcıları Çin porselenini taklit etmeyi de­ seramik Chelsea, Bow W orcester, Coalport,
nediler. 1675’te -Fransız çanak çömlek yapım­ Lowestoft ve D erby’deki fabrikalarda üretil­
cıları bildikleri tek saydam malzeme olan meye başlandı.
cama kalay oksit katarak porselene benzeyen A vrupa’da günlük kullanım için üretilen
ama yeterince saydam olmayan kaplar yaptı­ testi, çanak ve bardakların renklendirilmesin-
lar. Bu yöntemle yapılan porselene yapay ya de daha çok yeşil, kahverengi ve gri gibi
da yumuşak porselen adı verilir. Bu türün en renkler kullanılıyordu. A lm anya’daki çanak
ünlüsü Sevr (Sevres) porselenleridir. 1710’da çömlek yapımcıları pişirme işlemi sırasında
Alm anya’da M eissen’de, yumuşak porselen fırına kürek dolusu tuz atarak yeni bir sırlama
ham uruna cam yerine feldispat katarak, Çin yöntemi keşfettiler. “Tuzlu sır” olarak bilinen
porselenine benzeyen sert porselen elde bu yöntem 17. yüzyılda İngiltere’de Stafford-
edildi. shire’de uygulanmaya başlandı. Çin porsele­
18. yüzyılda İngiltere’de, Çin’den gelen sert ninin kalitesine ulaşılamadıysa da, Stafford-
seram ikler kopya edilmeye başlandı. Josiah shire dünyanın en büyük çanak çömlek m er­
W edgwood adlı bir İngiliz siyah ve beyaz kezlerinden biri durum una geldi (bak. KA­
renkli seram ikler üretm eyi başardı. 19. yüzyıl OLİN).
ÇANAK ÇÖMLEK 241

mi için tabak gibi düz parçalar, çömlekçi çarkı


yerine, ona benzeyen bir makineyle biçimlen­
dirilir. H am ur yassıltılarak ters duran tabak
biçiminde hazırlanmış alçı kalıba bastırılır.
Sonra kalıp, döner tabla üzerine düz olarak
yerleştirilir; tablanın üzerinde bulunan ikinci
bir kalıp, tabla döndükçe tabağın alt tarafının
biçimlenmesini sağlar.
Bir başka yöntem de, Paris sıvası denilen
alçıdan yapılan kalıpların kullanıldığı kalıba
dökm e yöntemidir. Birkaç parçadan yapılmış
olan kalıp, fırınlamadan sonra çanak çömle­
ğin kalıptan ayrılabilmesini sağlar. Kalıp sıvı
çamurla doldurulur. Suyu sızdıran bir m adde
olan alçı, çamurun suyunu em erek katılaşm a­
sını sağlar. Katılaşan çamur kalıbın biçimini
alır. Kalıbın ortasına biriken su boşaltılarak,
çamurun yeterince sertleşmesi beklenir; sonra
da kalıptan ayrılır.
Çanak çömlekler biçimlendirme aşamasın­
dan sonra kurutm a odasında iyice kurutulur.
D aha sonra geniş ve derin küvetlere yerleşti­
rilerek fırına verilir. Isı ayarı çamurun türüne
göre yapılır. Ev eşyası olarak yapılan çanak
çömlek 1.000°C’de, dah^ sert ve su geçirmez
Çanak Çömlek Yapımının Aşamaları özelliği olanlar 1.400°C’de bir ile üç gün
Kilin suyla karıştırılmasından oluşan çamura arasında pişirilir. Yüksek ısıda çamur zerrele­
çanak çömlekçilikte ham ur adı verilir. Ça­ ri birbirleriyle kaynaşır; bu da ham urun sert­
m urlar kullanılan kilin yapısına ve pişirme leşmesini sağlar. Çöm lekler, fırın soğuyana
ısılarına karşı gösterdikleri tepkilere bağlı kadar içinde bekletilir.
olarak değişik özellikler taşır. Çanak çömlek Sırlama aşamasında önce sır eriyiği hazırla­
yapımında ilk basam ak, türü ne olursa olsun nır. Sır, çakmaktaşı, feldispat ve kurşun oksit
biçimlendirilecek çamurun çakıl ya da demir gibi camsı m addelerden yapılır. Toz gibi
oksit gibi yabancı m addelerden arındırılması­ inceltilen bu m addeler suyla karıştırılarak
dır. Çanak çömlek ham urunun ana malzemesi büyük teknelere boşaltılır. Pişirilmiş olan
kil, feldispat, kuvars, kum ve çakmaktaşıdır. çanak çömlek bu eriyiğin içine daldırılır.
Porselen ham uru ise kaolin, feldispat, çak­ Sırlama işleminde, püskürtm e, fırçalama ya
maktaşı ve kuvars karışımından elde edilir. da eriyiğin çanak çömleğin üzerine dökülerek
Daha camsı ve parlak görünüm ü olan ince yapıldığı kaplam a yöntemi de uygulanır. Sır­
porselen için bu karışıma kemik külü, beyaz­ lanan parça daha özel bir fırına yerleştirilir.
latıcı olarak da kobalt oksidi eklenir. Hazırla­ Sır bu fırında eriyerek ince, camsı bir tabaka­
nan sulu karışım sık gözenekli elekten geçiri­ ya dönüşür.
lerek kaba taneciklerden temizlenir. D aha Renklendirm e işlemi önceleri kilin doğal
sonra macun kıvamına gelene kadar yoğrula­ olarak içerdiği oksitlerle sınırlıyken, zamanla
rak sıkıştırılır. H am urun içine yaklaşık değişik yollarla yeni oksitler üretilmiş ya da
1.200°C’de camlaşan başka m addeler katıla­ aynı oksite değişik ısılar uygulanarak renklen­
rak fırınlanırsa, su sızdırmayan gözeneksiz dirme işlemi geliştirilmiştir. Örneğin bakır
seramik elde edilir (bak. SERAMİK). oksit, değişik ısılar altında mavi, yeşil, kırmızı
Biçimlendirme aşamasında değişik yöntem ­ ya da m or renge dönüşebilmektedir.
ler uygulanır. Çok sayıda çanak çömlek üreti­ Bezeme türleri çok çeşitlidir. Boya, çanak
242 ÇANAKKALE

çömleklerin bezenm esinde çok eski zam anlar­ rım adasının M arm ara Denizi, Çanakkale Bo­
dan beri kullanılagelmiştir. Boyam adan baş­ ğazı ve batıdaki Ege Denizi kıyıları oldukça
ka, kabartm a, m ine, kazıma, astar, oyma gibi düzlük ve ovalıktır. Güneyde Yunanistan
bezem eler vardır (bak. M İN E ). Bezeme sırlan­ sınırları içinde kalan Midilli Adası ile yarım­
mamış, sırlanmış ama fırınlanmamış ya da adayı birbirinden ayıran Müsellim Boğazı’na
sırlama ve fırınlama işlemi bitirilmiş çanak bakan Edrem it Körfezi kıyıları dik olduğun­
çömleğe uygulanabilir. Fırınlama sonrasında dan buradaki kıyı şeridi oldukça dardır. Kara
yapılırsa, üçüncü bir fırınlama işlemi daha M enderes ve Kocabaş çaylarının oluşturduk­
gerekir. R enkler, fırınlama işlemi sırasında ları delta ovaları ile Ezine-Bayramiç Ovası,
değişebildiklerinden özenle seçilmelidir. Çanakkale ilinin başlıca verimli tarım alanla­
rıdır.
ÇANAKKALE ili, boğaz oluşturacak biçimde
karşılıklı yer alan iki yarımadayı kaplayan ve ÇANAKKALE İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
iki denize kıyısı olan topraklarıyla konumu
bakım ından İstanbul iline benzer. İstanbul YÜZÖLÇÜMÜ: 9.737 km2.
gibi hem A vrupa, hem de Asya kıtasında NÜFUS: 417.121 (1985).
toprakları olan Çanakkale, coğrafya yönün­ İL TRAFİK NO: 17.
İLÇELER: Çanakkale (merkez), Ayvacık, Bayramiç( Biga,
den olduğu kadar tarih açısından da önemli Bozcaada, Çan, Eceabat, Ezine, Gelibolu, İmroz,
bir yerdir. Eskiçağların ünlü Truva Savaşı ve Lâpseki, Yenice.
20. yüzyılın başlarındaki Çanakkale Savaşları İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli
Parkı; Truva, Assos, Abydos, Ophrynion, Sigeion ve
bu topraklar üzerinde olmuştur (bak. Ç A N A K ­ Sestos kalıntıları; Çanakkale Arkeoloji Müzesi, Ça­
KALE SAVAŞLARI; T r u v a S a v a ş i ) . A sya’daki ya nakkale Askeri Müzesi, Çamyayla Atatürk Müzesi,
da Anadolu yakasındaki topraklarının büyük Çanakkale Şehitleri Anıtı ve Harp Hatıraları Müzesi,
Truva Müzesi, Avustralya, İngiliz, Yeni Zelanda
bölümü Biga Yarımadası, A vrupa’daki ya da anıtları ve şehitlikleri; Kestanbolu, Tepeköy, Külcü­
Rumeli yakasındaki topraklarının büyük bö­ ler, Çan kaplıcaları; Kirazlı ve Balaban madensuları;
Kale-i Sultaniye; Köprülü Mehmed Paşa, Sefer Şah,
lümü de Gelibolu Yarım adası’ndadır. G elibo­ Yazıcıoğlu, Bolayır Gazi Süleyman Paşa, Lâpseki
lu ve Biga yarım adalarını, M arm ara’yı Ege’ye Süleyman Paşa, Umurbey Hüdvendigâr camileri,
bağlayan Çanakkale Boğazı ayırır (bak. Ç A ­ Gelibolu Ulucamisi (Hüdavendigâr Camisi); Bolayır
Namık Kemal Mezarı.
NAKKALE B o ğ a z i ) . Türkiye’nin en büyük adası
olan G ökçeada (İmroz) Çanakkale ilinin sı­
nırları içinde yer alır. G ökçeada’daki Avlaka Çanakkale ilinin Trakya yakasındaki top­
Burnu ise Türkiye’nin en batı noktasıdır. raklarının kuzey bölümünü Koru Dağı enge­
belendirir. Gelibolu Yarım adası, kuzeybatı­
Doğal Yapı daki dağlık alandan ve Çanakkale Boğazı
İlin Anadolu yakasındaki topraklarını Biga yakınındaki küçük akarsu vadileriyle yarılmış
Dağları engebelendirir. Genellikle yayla gö­
rünüm ünde ve pek yüksek olmayan düzlük­
JEKIRDAl
lerden oluşan Biga Y anm adası’nın iç kesimin­ EDİRNE
MARMAHA
Semadırek Adası DENİZİ
de yer alan bu dağların başlıcaları Kayalı ve Saros Körfezi
Şap dağlarıdır. Güneyde Kaz Dağı’nın batıya
iELİBOLU
ve kuzeye doğru alçalıp dalgalı düzlüklere
Gökçeada
dönüşen uzantıları, yarımadanın güneybatı
ucundaki Baba B urnu’na ve ilin güney kesi­ ^ ------ — E C E A B
ÇANAKKALE
mine kadar uzanır. Biga Y anm adası’nın akar­
suları Kumkale yakınında Çanakkale Boğazı’ B O ZC AA D A
YENİCE
na dökülen ve Eski M enderes Çayı olarak da
bilinen Kara M enderes Çayı, il sınırlarının
EGE DENİZİ
dışına çıkarak M arm ara Denizi’ne dökülen AYVACIK

Gönen Çayı, Karabiga yakınında gene aynı B ALIK ESİR


Edremit Körfezi
denize dökülen Kocabaş Çayı’dır. Biga Ya­
ÇANAKKALE 243

yayla görünüm ündeki dalgalı düzlüklerden Tarih


oluşur. Bu dağlık alandaki başlıca doruklar Çanakkale ili birçok uygarlığa beşiklik etmiş,
Köm ürtepe ile Yeşiltepe’dir. Koru Dağı’nın yöreye yerleşmek için gelenler olduğu gibi
güneyindeki Kadıköy Ovası olarak da bilinen istila amacıyla gelenler de olmuştur. M itoloji­
Evreşe Ovası, bu kesimin başlıca tarım ala­ de Hellespontos adıyla anılan Çanakkale Bo-
nıdır. ğazı’nın kuzeybatısında yer alan Gelibolu
Çanakkale ili sınırları içindeki en önemli Yarımadası eskiden Khersonesos (Hersone-
adalar İmroz ilçesi toprakları içinde kalan sos), Biga Y arım adasındaki topraklar ise
Gökçeada ile Bozcaada’dır. Troas olarak bilinirdi. Yapılan kazı ve araştır­
m alar Çanakkale ilinin Troas bölüm ünde ilk
Anadolu Yayıncılık Arşivi
yerleşme yerlerinin İÖ 3500’de kurulduğunu
göstermiştir. İl toprakları üzerinde Truva,
D ardanos, Abydos, Assos, Sestos ve Gallipo-
lis gibi önemli ilkçağ kentleri kuruldu.
A kha, D or, Trak, Aiol, Frig ve Lidya
egemenliklerinden sonra Troas İÖ 6. yüzyılda
Persler’in eline geçti. Çanakkale yöresi bir
süre Spartalılar, Atm alılar ve Persler arasında
el değiştirdikten sonra İÖ 4. yüzyılda Büyük
Arkeoloji ve Sanat Dergisi Arşivi

Çok zengin bir tarih ve kültür geçmişi olan


Çanakkale'nin çevresinde pek çok eskiçağ kentinin
kalıntısı vardır.

Doğal göl bakımından pek zengin olmayan


ilde Karaçay üzerinde Atikhisar baraj gölü ile
Büyükdere üzerinde Gökçeada baraj gölü
vardır.
Genel olarak Akdeniz iklimi egemen ol­
makla birlikte ilin konum undan ötürü iklim
Ç anakkale’de geçiş bölgesi özellikleri göste­
rir. Denizden uzak ve yüksek yerler daha
fazla yağış alır. Ayrıca iç kesimlerde kışlar
kıyılara oranla daha sert geçer. Yazları olduk­
ça kurak geçen ilde en fazla yağış kış ayların­
da görülür.
İl alanının yarısını, değişik yükseklikteki
ağaçların oluşturduğu bozuk baltalık olan
orm anlar kaplar. A dalarda ve tüm kıyılarda
500-600 m etre yüksekliğe kadar makiler ve
zeytinlikler görülür. D aha yükseklerde meşe,
kestane, kayın, köknar, kızıl çam ve kara çam
gibi değişik ağaçlardan oluşan karışık orm an­
lar yer alır. Bayramiç ile Koru Dağı’nda Ayvacık ilçesine bağlı Gölpınar köyünde
bulunan Krissa kenti kalıntılarının en ünlüsü İÖ 2.
karacalar için korum a ve üretm e alanları yüzyıldan kalma A pollo Sm intheus Tapınağı
kurulmuştur. kalıntılarıdır.
244 ÇANAKKALE

Ayvacık'ta bulunan
Assos eskiçağ kenti İÖ
7. yüzyılda M id illi
Adası'ndan gelen
A io lle r tarafından
kurulm uştur.

Ara Güler

İskender’in egemenliğine girdi. Büyük İsken­ A ntlaşm asının imzalanmasından sonra sağ­
der Pers ordularını bu topraklar üzerinde eski landı.
adı Granikos olan Kocabaş (Biga) Çayı kıyı­
sında yapılan bir savaşta yenilgiye uğrattı. Ekonomi
Yöre Selevkos, Pontos ve Rom a egemenlikle­ Tarım Çanakkale ili halkının başlıca geçim
rinden sonra Bizans yönetimi dönem inde, İS kaynağıdır. Çok verimli toprakları olan ilde
5. yüzyılda H unlar’ın, 8. yüzyılda da Arap- zengin bir ürün çeşitliliği görülür. Am a il
lar’ın istilasına uğradı. D aha sonra, bir süre öteki Batı Anadolu illerine göre verim açısın­
Haçlılar’ın ve Venedikliler’in egemenliğinde dan gerilerde kalmıştır. Bu durum un en
kalan il toprakları 14. yüzyıl başlarında Kare- önemli nedeni Çanakkale’nin kıyı şeridinde
sioğulları’nın, aynı yüzyılın ikinci yarısında da zeytincilik ve bağcılıkla uğraşan R um lar’ın
Osmanlılar’ın eline geçti. Çanakkale Boğazı’ göç etm eleri ve yerlerine gelen Balkan göç­
mn sık sık batıdan gelen yabancı donanmalar m enlerin bu alana yabancı olmalarıdır. So­
tarafından tehdit edildiğini gören Fatih Sultan nuçta ilin tarımsal üretiminde önemli bir yeri
M ehmed, İstanbul’u aldıktan sonra denetimi olan zeytincilik ve bağcılık uzun süren bir
sağlama amacıyla boğaz kıyılarında kaleler duraklam a dönemi geçirmiştir. Bu yörede
yaptırdı. yüzyıllardan beri belli başlı tarımsal uğraş
D aha sonra Köprülü M ehmed Paşa’nın da olan bağcılık günümüzde de önemini koru­
bazı önlem ler almasına karşın Çanakkale m aktadır.
Boğazı Cumhuriyet dönemine kadar yabancı Çanakkale ilinde tahıl, baklagiller, ayçiçe­
donanm aların birçok kez saldırısına uğradı. ği, susam, tütün ile çeşitli sebze ve meyve
Bunlardan en önemlisi, I. Dünya Savaşı yetiştirilir. Tarım da başta buğday olmak üze­
sırasında İtilaf Devletleri donanm alarının sal­ re en ağırlıklı yeri tahıl üretimi tutar. Ayçiçeği
dırısıyla başlayan Çanakkale Savaşları’dır. ekimi de giderek yaygınlaşmaktadır.
ilin Biga yöresi 1920 Ocak sonlarında Kuva-yı Küçükbaş hayvancılıktan başka balıkçılık
Milliye’ye karşı çıkan birinci ve ikinci Anza- ve arıcılık da önemli bir geçim kaynağıdır.
vur ayaklanm alarına sahne oldu. 1920 ortala­ Hayvancılığın geliştirilmesi amacıyla kurulan
rında Yunan işgaline uğrayan Çanakkale ili tesislerden başka m andıralar ve balık konser­
toprakları 1922’de Büyük Taarruz’dan sonra veciliğiyle uğraşan işyerleri de vardır.
kurtarıldı. Tüm Çanakkale ili topraklarının Çanakkale ilinde tarım a dayalı olan sanayi
kurtuluşu 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış yörede yetiştirilen tarımsal ürünleri işler.
ÇANAKKALE 245

Ayrıca seramikçilik için gerekli hamm adde İl Merkezi: Çanakkale


olan kil, il topraklarında geniş yataklar halin­ K ent, Çanakkale Boğazı’nın A nadolu kıyısın­
de bulunduğundan, bu alandaki sanayi de daki en belirgin çıkıntıyı oluşturan Nara
gelişmiştir. İlde salça ve konserve fabrikaları­ B urnu’nun güneyinde kurulm uştur. Ç anakka­
nın yanı sıra, seram ik, çimento, un, şarap, le çok zengin bir tarih ve kültür mirasına
plastik, zeytinyağı ve ayçiçeğiyağı üreten iş­ sahiptir. K entte Truva, Abydos ve D ardanos
yerleri bulunur. eskiçağ kentlerinin kalıntıları bulunur. İstan­
Çanakkale Boğazı aracılığıyla Avrupa ve bul’u aldıktan sonra Çanakkale Boğazı’nın
A sya’yı birbirine bağlayan ve önemli bir önemini gören Fatih Sultan M ehmed, 15.
transit yolu olan E-24 Karayolu Çanakkale ili yüzyıl ortalarında boğazın Rumeli yakasında
topraklarından geçer. Çanakkale Boğazı’nın Kilitbahir Kalesi’ni, A nadolu yakasında da
iki yakası arasındaki ulaşım ise Çanakkale- bugün Çanakkale kenti içinde kalan Kale-i
Eceabat ve Lâpseki-Gelibolu arasında yapı­ Sultaniye’yi (Sultankale) yaptırdı. Kent adını,
lan feribot seferleriyle sağlanır. Ayrıca O dun­ daha sonraları Çanak Kalesi adıyla anılan bu
luk İskelesi ile Bozcaada, Çanakkale ile kaleden aldı. Kent çarşısındaki Fatih Camisi,
G ökçeada arasında da düzenli feribot seferle­ 1452’de Fatih Sultan M ehmed tarafından
ri yapılır. yaptırılmıştır.
Çanakkale ili başta Truva olmak üzere Eskiden önemli bir ticaret limanı olan
tarihsel kent ve yapı kalıntıları, kaplıcaları ve Çanakkale kenti, bugün sınırlı sanayi kuruluş­
kumsallarıyla güzel bir turizm yöresidir. larıyla yazın canlanan bir turizm ve konakla­
Yeraltı kaynakları bakım ından oldukça ma merkezidir. Çanakkale’de her yıl 18 M art’
zengin olan Çanakkale ili topraklarında, bazı­
Şemsi Güner
ları işletilen uranyum , altın, bakır, demir ve
linyit yatakları vardır.

Toplum ve Kültür
Tarih boyunca il topraklarında kurulan uygar­
lıklar Çanakkale ilinde çeşitlilik gösteren ve
renkli bir kültür yapısına yol açmıştır. Bölge,
Osmanlı dönem inde değişik halklardan olu­
şan nüfusuyla bu özelliğini önemli ölçüde
korum uştur. D aha sonra il topraklarına K ur­
tuluş Savaşı’ndan sonra Y unanistan’a gitmek
zorunda kalan Rum lar’ın yerine Trakya’dan
gelen göçmenler yerleşti. Ezine, Bayramiç ve
Ayvacık yörelerinde ise eskiden göçer durum ­
da olan ve Tahtacı olarak da adlandırılan
Türkm en Y örükler varlıklarını bugün de ko­
rum aktadır. Y örükler arasında halı dokum a­
cılığı yaygındır. Çoğunlukla kilim desenli ve
seccade büyüklüğünde olan bu halılarda ege­
men renk kırmızıdır.
İlde çanak çömlek yapımcılığı 18. yüzyıldan
beri sürdürülm ektedir. Burada yapılan çukur
tabak, küp, testi ve vazolar çok güzel bezem e­
lerle süslenmiştir. Özellikle çukur tabakların
tüm iç yüzeyini kaplayan bezem eler büyük bir
ustalık örneğidir. Bezemede kahverengi, kah­
verengiye çalan m or, turuncu, sarı ve lacivert
renkler kullanılmaktadır. Çanakkale kentindeki zarif saat kulesi.
246 ÇANAKKALE BOĞAZI

ta Çanakkale Zaferi kutlam aları yapılır. den gelen az tuzlu suların A kdeniz’e doğru
K entteki yükseköğretim kurum lan Trakya yönelmesinden kaynaklanır. Hızı değişken
Ü niversitesine bağlı Çanakkale Eğitim ile olan üst akıntının derinliği boğazın M arm ara
Çanakkale M eslek yüksekokullarıdır. girişinde 20 m etreye ulaşırken, Ege çıkışına
Kentin nüfusu 48.059’dur (1985). doğru 10 m etreye düşer. Alt akıntı ise A kde­
niz’in tuzlu ve ağır sularını M arm ara’ya taşır.
ÇANAKKALE BOĞAZI, Ege Denizi ile M ar­ Boğazın ortasında kuzeyden güneye 50 m etre
m ara Denizi’ni birbirine bağlarken gerçekte derinliğinde bir oluk uzanır. Bu oluk üzerinde
İstanbul Boğazı ile birlikte Akdeniz ile K ara­ yer yer elips biçimli derin çukurlar vardır.
deniz’i de birbirine bağlar. Bu iki boğaz Asya Derinlik Nara Burnu önünde 102 m etreye,
ile A vrupa’yı da birbirinden ayırır. Çanakkale Çanakkale ile Kilitbahir arasında ise 109
Boğazı günümüzden 2,5 milyon yıl önce akar­ m etreye ulaşır. Boğazın en dar yeri 1.375
suların açtığı geniş ve derin bir vadinin sular m etre ile Kilitbahir-Çim entabya arasıdır. En
altında kalmasıyla oluşmuştur. Uzunluğu R u­ geniş yeri ise 8.275 m etreyle Domuzderesi
meli yakasında 78 kilometreyi, Anadolu ya­ kıyıları ile Erenköy kıyıları arasıdır.
kasında 94 kilometreyi bulan boğazın kıyıları Çanakkale Boğazı çok çeşitli balıkların göç
İstanbul Boğazı’na oranla daha az girintili yoludur. Balıklar mevsimlere göre K arade­
çıkıntılıdır. Kıyılarda denizin yer yer aşındır­ niz’den Ege’ye, A kdeniz’e, oradan da K ara­
dığı kayalar dik yamaçlar oluşturur. Am a deniz’e gider gelirler. Boğazda balık türü hem
özellikle Anadolu yakasında akarsuların dö­ çok çeşitli, hem çok boldur. İstavrit, kefal,
küldüğü yerlerde küçük düzlükler ve kumsal­ camgöz, kolyoz, levrek, lüfer, orkinos, pala­
lar vardır. B uralarda akarsuların sürüklediği m ut gibi balıklar en çok avlananlardır. Boğaz
kum ve çakıllarla deniz sığlaşmıştır. Özellikle bu açıdan en verimli sularımızdan biridir.
Çardak ve N ara burunlarının sığ kıyıları, A m a son yıllarda hızla artan deniz kirlenmesi
görüş uzaklığının azaldığı sisli havalarda ge­ yüzünden balık türleri ve sayısının azalması en­
milerin karaya oturm asına neden olur. Boğa­ dişe verici boyuttadır.
zın akıntıları kum ve çakıl birikintilerini Çanakkale Boğazı birçok tarihsel olaya
sürüklediğinden bu sığlıklar fazla geniş de­ sahne olmuştur. Ayrıca Yunan mitolojisinde
ğildir. bu yöreyle ilgili birçok efsane vardır. Bu
Çanakkale Boğazı’nda üst ve alt olmak efsanelerden biri kral oğlu olan Leandros ile
üzere ikili akıntı vardır. Üst akıntı Karadeniz’ ilgilidir. Leandros, sevgilisi H ero ile buluş­

Anadolu Yayıncılık Arşivi

Çanakkale Boğazı'nın en
derin yerindeki K ilitbahir
Kalesi.
ÇANAKKALE SAVAŞLARI 247

mak için her gece boğazı yüzerek bir kıyıdan yitiren Osmanlı Devleti de savaş dışı kalmış
ötekine geçermiş. Çanakkale Boğazı’nın Y u­ olacaktı.
nan mitolojisindeki adı H ellespontos’tur. İngiliz-Fransız donanması Osmanlı Devleti
Helle Denizi anlamına gelen Hellespontos adı ile savaşa girdikleri Ağustos 1914’ten başlaya­
Tesalya Kralı A tham as’ın kızı H elle’den gelir. rak Çanakkale Boğazı’na giriş-çıkışı denetim ­
Söylenceye göre Helle kardeşi Phriksos ile leri altına almışlardı. Kasım-Aralık 1914’te
üvey annesinin zulm ünden, altın postlu ve boğazı savunan Türk tabyalarına karşı birkaç
kanatlı bir koçun sırtına binerek kaçarken da saldırı düzenlediler. Am a asıl deniz hare­
Çanakkale Boğazı’nda denize düşüp boğul­ kâtı 19 Şubat 1915’te başladı. 40 gemiden
muştur (bak. A ltin Post). oluşan İngiliz-Fransız filosunun saldırısını
Boğazın kıyısındaki Truva kenti, Home- Türk topçuları boğazın iki yakasından açtıkla­
ros’un İlyada’da anlattığı ünlü Truva Savaşı’ rı şiddetli ateşle geri püskürttüler. 25 Şubat
mn geçtiği yerdir (bak. T ruva Savaşi). Batıda 1915’teki ikinci büyük saldırılarında boğazı
Çanakkale Boğazı genel olarak D ardanelles savunan dış tabyaları susturmayı başardılarsa
(Dardanel) adıyla bilinir. Bu ad, Çanakkale’ da iç tabyaların direnmesi karşısında boğaza
nin 10 km güneyindeki antik D ardanos ken­ giremediler. Bu durum karşısında ellerindeki
tinden gelm ektedir. Kıyılarda ayrıca, eski bütün güçleri toplayarak kesin sonuç almak
dönem lerden kalma birçok hisar vardır. B u­ için bir harekât düzenlemeye karar verdiler.
radaki savaşların en ünlülerinden biri de İÖ Böyle bir gelişmeyi bekleyen Türkler de
480’de büyük Pers Kralı Kserkses’in Yunanlı­ boğazın iki yakasındaki savunma güçlerini
larca yaptığı savaştır. Kserkses gemilerin yan artırdılar. Boğazın sularına da çok m iktarda
yana dizilmesiyle oluşan bir köprüyle Çanak­ mayın döktüler. 18 M art 1915 günü başlayan
kale Boğazı’nı geçmiştir. Büyük İskender de büyük saldırının daha başlangıcında İngiliz-
İÖ 334’te aynı yöntemle boğazı geçmiş ve Fransız filosundan dört zırhlı m ayınlara çarp­
A sya’yı fethetm eye girişmiştir. I. Dünya Sa­ tı. Bunlardan ikisi battı, ikisi de hareketsiz
vaşı sırasında, 1915’te İngiliz ve Fransız deniz kaldı. Birkaç küçük gemi de kıyıdan açılan
kuvvetlerine geçit vermeyen Türk ordularının ateş sonucu savaş dışı kaldı. Bu gelişmeler
olağanüstü direnişi, boğazdaki son savaştır üzerine geri çekilmeye çalışan iki Fransız
(bak. Ç anakkale Savaşlari ). zırhlısı da mayına çarparak ağır yara aldı.
Uzun hazırlıklar sonunda giriştikleri saldırı­
ÇANAKKALE SAVAŞLARI, I. Dünya Sava- nın daha ilk gününde böylesi bir yenilgiye
şı’nda İngilizler ile Fransızlar’ın Çanakkale uğrayınca İngiliz-Fransız filosu Çanakkale
Boğazı’nı ele geçirmek amacıyla Osmanlı Boğazı’ndan çekilmek zorunda kaldı.
Devleti’ne karşı açtıkları savaşlardan oluşur.
1915 yılı boyunca denizde başlayıp karada Kara Savaşları
süren savaşlar boğazı geçemeyeceklerini anla­ Denizden boğazı geçemeyeceklerini anlayan
yan İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin geri çekil­ İngilizler ve Fransızlar bu kez karadan saldır­
meleriyle son bulmuştur. maya karar verdiler. Bu amaçla 25 Nisan’da
I. Dünya Savaşı’nda İngiltere ile Fransa Gelibolu Yarım adası’nda Seddülbahir ve Arı-
kendileriyle aynı safta yer alan Rusya’ya burnu’na asker çıkardılar. Çanakkale Savaş­
yardım etm ek istiyorlardı. Bu yardımı karada ların ın en kanlı dönemi bundan sonra başla­
Avrupa kıtasındaki güçlü Alm anya engelini dı. A rıburnu’nda karaya çıkan ve Conkbayırı’
aşam adıklarından, denizyoluyla gerçekleştir­ na doğru ilerleyen İngiliz birliklerini M ustafa
meye karar verdiler. Aşmaları gereken ilk Kem al’in kom uta ettiği 19. Tüm en karşıladı
engel ve ele geçirmeleri gereken ilk geçit ve bir karşı saldırıyla geri püskürttü. Am a
Çanakkale Boğazı’ydı. Bu boğazı aşarlarsa saldırıların ardı arkası kesilmedi. Mayıs, hazi­
İstanbul Boğazı da kolaylıkla ele geçirilebilir ran, tem muz aylan boyunca göğüs göğüse
düşüncesindeydiler. Böylelikle Akdeniz-Ka- çarpışmalar sürüp gitti. Ağustos ayı başların­
radeniz yolu İngiltere-Fransa ve Rusya’nın da savaş bir ara durakladıysa da Ç anakkale’yi
denetimine girecek, başkenti İstanbul’u bile kesinkes geçmeyi amaçlayan İngiltere hükü-
248 ÇANÇİÇEĞİ

I. Dünya Savaşı
sırasında,
Çanakkale Boğazı
açıklarında
demirlemiş
Ingiliz-Fransız
donanması.

İletişim Yayıncılık Arşivi

metinin baskısı sonucu yeni bir saldırı planı Canlı renkleri özellikle arıları bu çiçeklere
hazırlandı. Donanm anın koruması altında 70 çeker. Çançiçekleri kuzey yarıkürenin serince
bin kişilik bir -güç 9 Ağustos’ta A nafartalar yörelerinde, yaprak döken ağaçlı ormanların
yöresine büyük bir çıkarma yaptı. O sırada altında, çalılıklar arasında, yetişir. Göz alıcı
A nafartalar G rubu komutanlığına atanmış NHPA/G. J. Cambridge
olan M ustafa Kemal bu saldırıyı da püskürttü.
20 A ğustos’taki ikinci saldırı da İtilâf güçleri­
nin geri çekilmesiyle sonuçlandı. Çanakkale’
yi karadan da geçemeyeceklerini anlayan
İngilizler ve Fransızlar, bir-iki ay daha küçük
saldırılarla oyalandıktan sonra Kasım 1915’te
savaşı sona erdirmeyi kararlaştırdılar. Şubat
1916’ya gelindiğinde Gelibolu Yarım adası’n-
da bir tek İngiliz-Fransız askeri kalmamıştı.

Savaşın Sonuçları
Çanakkale Savaşları I. Dünya Savaşı’nm en
kanlı çarpışmalarından biri olarak tarihe geç­
miştir. H er iki taraf ölü ve yaralı olarak
toplam 500 bine yakın kayıp vermiştir. Bu
savaşlar siyasal bakım dan da önemli sonuçlar
getirmiş, İngiltere ve Fransa müttefikleri olan
Rusya’ya yapmayı düşündükleri yardımı ger­
çekleştirememişler, bu da Rusya’nın savaş
gücünü önemli ölçüde azaltmış ve 1917’de
Şubat ve Ekim devrimlerine yol açan etken­
lerden birini oluşturmuştur.

ÇANÇİÇEĞİ genellikle mavi, bazen de efla­


tun, pem be ya da beyaz çiçekli 300 kadar Çançıçegı dağlık yörelerdeki çayırlarda, akarsu
türden oluşan bir bitki cinsidir (Campanula). kıyılarında ve orm anlarda kendiliğinden yetişir.
ÇANDARLI AİLESİ 249

bir bitki olduğu için pek çok çeşidi yetiştiril­ Yenicesi’nde bulunduğu sırada hastalandı.
miştir. Nemli yerleri ve kireçli toprakları Serez’e (bugün Y unanistan’da) götürüldü ve
seven çançiçekleri biryıllık, ikiyıllık ya da burada öldü. D aha sonra İznik’teki türbesine
çokyıllık olabilir. gömülmüştür. Halil Hayreddin Paşa İznik,
Çançiçeğinin birçok türü Türkiye’de K ara­ Serez ve G elibolu’da birer cami yaptırmıştır.
deniz ve Akdeniz kıyı bölgelerinde doğal Çandarlı A li Paşa (ölümü 1406), Kara Halil
olarak yetişir. Maviş adıyla bilinen, İtalya Hayreddin Paşa’nm büyük oğludur. Kazas­
kökenli Campanula isophylla gibi pek çok kerlik görevindeyken babasının ölümü üzeri­
türü de parklarda, bahçelerde ve saksılarda ne vezirliğe getirildi. Önce Karam anlılar üze­
süs bitkisi olarak yetiştirilir. Çançiçekleri bir rine yapılan sefere katıldı. 1388’de 30 bin
kökten çok sayıda sap demeti verir. Sapların kişilik bir orduyla Tuna kıyılarına kadar
üst kısmında yer alan çan biçimindeki çiçekler akınlar yaptı. Yıldırım Bayezid dönem inde de
sıkça aralıklarla dizilidir ve çiçek açma mevsi­ (1389-1402) vezirlik görevini sürdüren Ali
minde çok güzel bir görünüm oluştururlar. Paşa, Timur A nadolu’ya girip 1400’de Sivas’ı
Büyük çançiçeklerinden biri olan Campa­ yakıp yıktığı zaman padişaha Tim ur’la bir
nula americana Kuzey A m erika’nın nemli meydan savaşma girişmemesini önerdi. Ali
orm anlarında yetişir. Bu türün çiçek salkımla­ Paşa Timur ordusunun Anadolu içlerine iler­
rı 2 m etre yüksekliğe erişebilir. Kuzey A frika ledikçe iyice yıpranacağı, zayıf düşen bu
ve Avrasya’da yetişen Campanula rapunculus orduyu yenmenin de daha kolay olacağı
Türkiye’de de bulunur. Kök ve yaprakların­ düşüncesindeydi. A m a Ali Paşa’nm önerisi
dan salata yapılır; yapraklarından kabızlık kabul edilmedi. Yıldırım Bayezid 1402’de
verici ve yara iyileştirici olarak da yararlanılır. A nkara Savaşı’nda T im ur’a yenildi ve tutsak
düştü. Bunun üzerine Ali Paşa ve öbür
ÇANDARLI AİLESİ, Osmanlı D evleti’nin kom utanlar Bursa’ya çekildiler. Tim ur, Bursa
kuruluş dönem inde bireyleri kuşaktan kuşağa üzerine de yürüyünce Ali Paşa hâzineyi ala­
kazaskerlik, beylerbeyliği, vezirlik gibi önem ­ rak E dirne’ye gitti. Dağılan güçleri topladık­
li görevler üstlenmiş bir ailedir. Ailenin bazı tan sonra Süleyman Çelebi’yle birlikte A na­
üyeleri devlet yönetiminde büyük güç kazan­ dolu’ya geçti ve A nkara’ya kadar olan yerleri
mıştır. A nkara’nın Nallıhan ilçesine bağlı yeniden Osmanlı yönetimine kattı. Bu sırada
Çandır (ya da Cendere) köyünden olan Çan- Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında kıyasıya
darlı Ailesi’nin en önemli kişileri şunlardır: bir iktidar savaşı başlamıştı. Ali Paşa bu
Kara Halil Hayreddin Paşa (ölümü 1387), kargaşa sürerken öldü. Ali Paşa’dan günüm ü­
Çandarlı Ailesi’nin kurucusudur. Asıl adı ze Bursa’da kendi adıyla anılan bir m ahalle,
Halil’dir. Osman Gazi’nin kayınbabası Ahi bir cami ve tekke kalmıştır.
Şeyhi E debalı’nın akrabasıydı. M edrese öğre­ Çandarlı İbrahim Paşa (ölümü 1429), Halil
nimi gördü. O rhan Gazi dönem inde (1324-61) Hayreddin Paşa’nm küçük oğludur. M edrese
Bilecik, İznik ve Bursa’da kadılık yaptı. I. öğrenimi gördü. B ursa’da kadılık yaptı. F et­
M urad’ın (Hüdavendigâr) tahta çıkmasından ret dönemi (1402-13) diye bilinen ve Osmanlı
sonra kazaskerliğe getirildi. Bu görevi sırasın­ devlet düzeninin bozulduğu dönem de önce
da Osmanlı ordusunun temeli olan Yeniçeri Musa Çelebi’nin yanında yer alarak E dirne’ye
ve Acemi ocaklarını kurdu. Ayrıca Karamanlı gitti. Daha sonra Çelebi M ehm ed’le (I. M eh­
bilgin Molla" Rüstem ile birlikte devlet hâzine­ med) işbirliğine girişti. Onun 1413’te tahtı tek
sinin kurulm asında büyük emeği geçti. başına ele geçirmesi üzerine kazaskerliğe
1364’te vezirliğe getirildi ve Halil Hayreddin getirildi. Sonra da vezir oldu. II. M urad’ın
Paşa adını aldı. Aynı zam anda beylerbeyi de 1421’de tahta çıkmasından kısa bir süre sonra
olan Hayreddin Paşa, Rum eli’de fetih hare­ Sadrazam Bayezid Paşa ölünce padişah, İbra­
ketlerine girişti. A rnavutluk içlerine kadar him Paşa’yı sadrazam yaptı. Ölüm üne kadar
akınlar yaptı. Kavala, D ram a, Serez, Selanik, bu görevde kalan ve savaşlara katılmayan
M anastır gibi kentleri Osmanlı Devleti top­ İbrahim Paşa daha çok devlet örgütünün
raklarına kattı. Ordusuyla birlikte V ardar düzenlenmesiyle uğraştı.
250 ÇAN KAY-ŞEK

Çandarlı Halil Paşa (ölümü 1453), İbrahim kazaskerlik, sancakbeyliği, valilik, beylerbey­
Paşa’nın oğludur. Babasının ölümü üzerine liği, vezirlik gibi görevlere getirilenler çıktıysa
1429’da sadrazam olan Halil Paşa medrese da bir daha kuruluş dönem indeki güçlerini el­
öğrenimi görmüş, çeşitli kadılıklarda ve de edemediler.
kazaskerlikte bulunmuştu. Sadrazamlığı dö­
neminde devlet yönetiminde büyük güç kaza­ ÇAN KAY-ŞEK (1887-1975), 1949’dan ölü­
nan Halil Paşa, II. M urad’ın 1444’te saltanatı m üne kadar Tayvan’daki Milliyetçi Çin Cum-
o sırada 14 yaşında olan oğlu II. M ehm ed’e huriyeti’nin başkanıydı. Çin’in Zhejiang eya­
(Fatih) bırakm asından sonra genç padişahın letinde, tüccar bir ailenin oğlu olarak doğdu.
deneyimsizliğinden kaynaklanan sorunları ba­ Çin ve Japonya’da askeri eğitim gördü. Japon­
şarıyla çözmüştü. Am a Osmanlı D evleti’nin ya’da harp okulu öğrencisiyken, Çin Cum hu­
başına çocuk yaşta bir padişahın geçmesini riyetinin kurucusu olan Sun Yat-sen önderli­
fırsat bilen Avrupa devletleri papanın da ğindeki devrimci partiye katıldı (bak. SUN
desteğiyle yeni bir Haçlı ordusu toplamaya Y a t -Se n ) . 1925’te Sun Y at-sen’in ölümünden
giriştiler. Tehlikeyi sezen Halil Paşa, padişa­ sonra Çin milliyetçilerinin önderi oldu.
ha yönetimi babasına bırakm asını, savaştan 1926-28 yılları arasında Çan Kay-Şek ko­
sonra yeniden tahta geçmesini önerdi. II. m utasında kuzeye doğru ilerleyen milliyetçi
M ehmed önce direndiyse de Halil Paşa’nın ordu, Çin’in denetimini ele geçirdi. Güçlü du­
baskısı sonucunda padişahlığı babasına bırak­ rum daki komünistleri yönetim den uzaklaştı­
mak zorunda kaldı. İkinci kez II. M urad rarak Nanking’de kendi başkanlığında yeni
1444’te V arna Savaşı’m kazandıktan sonra bir milliyetçi hüküm et kurdu.
tahttan gene çekilmek istedi ama Halil Paşa’ İktidarını sağlamlaştırmak amacıyla, Mao
nın ısrarlı tutum u karşısında padişahlığı bıra­ Çe-Tung önderliğindeki kom ünistlere karşı
kamadı. Bu durum Halil Paşa’yla II. Meh-
Hulton Picture Library
m ed’in arasının açılmasına neden oldu.
1451’de babasının ölümü üzerine tahta çıkan
II. M ehmed hemen İstanbul’u kuşatm a hazır­
lıklarına girişti. Bunu haber alan Bizans
im paratoru, padişahı bu niyetinden vazgeçir­
meye çalıştıysa da başarılı olamadı. Halil Paşa
da Edirne’de yapılan bir toplantıda İstanbul’
un kuşatılmasına karşı çıkmıştı. Bu yüzden
İstanbul’un fethinden sonra Bizanslılar’dan
rüşvet aldığı suçlamasıyla idam edildi. Halil
Paşa idam edilen ilk Osmanlı sadrazamıdır.
Çandarlı İbrahim Paşa (1429-1499), Çan-
darlı Halil Paşa’nın küçük oğludur. Edirne
kadısıyken babası idam edilince görevden
alındı. Bir süre sonra Fatih Sultan M ehmed
kendisini bağışladı ve yeniden aynı göreve
getirildi. Ardından kazaskerliğe yükseldi ve
1468’de Amasya Sancakbeyi Şehzade Baye-
zid’in eğitimiyle görevlendirildi. 1486’da vezir
oldu. 1498’de Hersekzade Ahm ed Paşa’nın
yerine sadrazamlığa getirilen İbrahim Paşa,
1499’da İnebahtı Seferi sırasında öldü. İbra­
him Paşa, Edirne, İstanbul, Kastam onu ve
İznik’te birçok vakıf eser bırakmıştır.
Bu tarihten sonra Çandarlı Ailesi’nin yıldızı Çan Kay-Şek II. Dünya Savaşı'nda Çin ordusunun
söndü. 16.-18. yüzyıllarda bu aileden kadılık, başkomutanıydı.
ÇANKIRI 251

başlattığı amansız savaşı sürdürdü (bak. Mao Çankırı ili nüfusunun üçte ikisi köylerde
Çe T u n g ) 1928’de Pekin’i ele geçirdi. 1931’de yaşar. İlin, nüfusu 10 binin üzerinde bir tek
Japonya M ançurya’yı işgal ettiğinde bile iç kenti vardır.
savaş sürm ekteydi. 1937’de kom ünistler ile
milliyetçiler, büyüyen Japon tehlikesine karşı ÇANKIRI İLİNE İLİŞKİN BİLGİLER
bir anlaşmaya vardıktan sonra Çan Kay-Şek YÜZÖLÇÜMÜ: 8.454 km2.
birleşik cephe ordusunun başkomutanı oldu. NÜFUS: 263.964 (1985).
Çin II. Dünya Savaşı’nda M üttefik Devlet- İL TRAFİK NO: 18.
ler’in yanında yer aldı. Japonya’nın 1945’te İLÇELER: Çankırı (merkez), Atkaracalar, Çerkeş, Eldivan,
Eskipazar, İlgaz, Kızılırmak, Kurşunlu, Orta, Ovacık,
teslim olmasından sonra bir koalisyon hükü­ Şabanözü, Yapraklı.
meti için çalışmalar yapıldıysa da başarı sağla­ İLGİ ÇEKİCİ YERLER: Kenbağ, Bülbül Pınarı, Derbent,
namadı. Yeniden iç savaş başladı. 1946’da iç Kırkpınar, Işık Dağı orman içi dinlenme yerleri,
Fesleğen Bahçeleri; Salman Höyük; Gerdek Boğazı,
savaşı kazanan ve ülkenin büyük bölümünde Kayadibi, Hisariçi, İnköyü, Delik kaya mezarları;
egemenlik sağlayan Çin Komünist Partisi, Samail Kaya Tünelleri; Cendere köyü mezar odası;
Çankırı ve Asar kaleleri; Çankırı Ulucamisi; Taş
1949’da başkent Pekin’de Çin Halk Cumhuri- Mescit (Şifahane); İmaret, Ali Bey, Yeni, Mirahor,
yeti’ni kurdu. Çan Kay-Şek Tayvan’a kaçarak Pazar camileri; Çerkeş, İlgaz, Kurşunlu hamamları;
Milliyetçi Çin Cumhuriyeti adı altında yöneti­ Çankırı Müzesi.
mini sürdürm eye çalışırken A B D ’den ekono­
mik ve askeri destek sağladı. Çan Kay-Şek Doğal Yapı
hüküm eti 1971’e kadar Çin’in resmi hüküm eti Topraklarının kuzey kesimi Karadeniz Bölge-
olarak Birleşmiş M illetler’deki üyeliğini koru­ si’nde güney kesimi ise İç A nadolu Bölgesi’n-
du. Ne var ki, aynı yıl Birleşmiş M illetler bir de yer alan Çankırı oldukça dağlık bir ildir.
oylama sonucunda Çin Halk Cum huriyeti’ni Anadolu Yayıncılık Arşivi
Çin’in resmi hüküm eti olarak kabul etti.

ÇANKIRI, İç Anadolu Bölgesi’nin kuzeyi ile


Karadeniz Bölgesi’nin batı kesimi arasında
bir geçiş alanı niteliği taşıyan ilimizdir. Bu
nedenle her iki bölgenin de doğa ve iklim
özellikleri bu ilde görülür. Kuzeyde İlgaz
Dağı’ndan güneyde İç Anadolu düzlüklerine
kadar uzanan Çankırı ili topraklarında değer­
lendirilmemiş şifalı birçok m adensuyu kayna­
ğı vardır. Zengin bir tarihsel geçmişi olan il
toprakları üzerinde Pontos Krallığı’nm tem el­
leri atılmış ve krallığın ilk başkenti Kimiatene Çankırı kenti Tatlıçay'ın iki yakasına yayılmıştır.
Çankırı’nın 40 km kuzeyinde kurulm uştur.

Kuzey kesimini doğu-batı doğrultusunda uza­


nan İlgaz Dağı engebelendirir. İlin orta
kesiminde gene doğu-batı doğrultusunda uza­
nan Köroğlu Dağları’nın güney yamaçları
Kızılırmak Vadisi’ne doğru alçalarak düzlük­
ler oluşturur. Aynı doğrultudaki bir çöküntü
alanında ters yönlere doğru akan Devrez Çayı
ile Çerkeş Suyu’nun vadileri bu dağları birbi­
rinden ayırır. İlin öbür akarsuları Acı, Term e,
Ulu ve Soğanlı çaylarıdır. Çankırı il sınırları
içine girmeden G erede Çayı adıyla anılan
Soğanlı Çayı Kastam onu iliyle sınır çizdikten
252 ÇANKIRI

sonra Filyos Çayı’na karışır. Çankırı ili top­


rakları üzerinde kışın su toplayıp yazın suları
çekilen birçok küçük göl bulunur.
Kuzey kesimi daha yağışlı olan Çankırı
ilinde genellikle karasal iklim egemendir.
Kışlar soğuk ve kar yağışlı, yazlar ise sıcak ve
kurak geçer; iklim kuzeyden güneye doğru
sertleşir. Çankırı ili doğal bitki örtüsü bakı­
m ından zengin sayılmaz. Köroğlu ve İlgaz
dağları iğne yapraklı ağaçlardan oluşan or­
m anlarla kaplıdır. İlin orta ve güney kesimi
bozkır görünüm ündedir.

Tarih
Salman Höyük ile öteki höyüklerde yapılan
kazı ve araştırm alar Çankırı yöresine Tunç
Çağı’nda yerleşikliğini gösterir. H ititler’e
bağlı olan yörede Kaşkalar yaşıyordu. İÖ
Anadolu Yayıncılık Arşivi
1200’lerde batıdan A nadolu’ya gelen kavim-
Çankırı Ulucamisi 1522-58 arasında Kanuni Sultan
lerden Paflagonlar buraya yerleşti. D aha son­ Süleyman tarafından yaptırılm ıştır.
ra Çankırı, Kastam onu ve Sinop’u içine alan
yöre, buralara yerleşen halkın adıyla Pafla- dolu’ya gelmeye başlayan Türkm enler’in ya­
gonya (Paphlagonia) olarak anıldı. Çobanlık­ yılma alanlarından biri olan Çankırı yöresini
la uğraştıkları için göçebe bir yaşam süren 1082’de Em ir K aratekin ele geçirdi. Haçlı
Paflagonlar, A nadolu’da yaşayan öteki ka- Seferleri sırasında izlenen yol üzerinde yer
vimlerin çekindiği savaşçı bir topluluktu. Y ö­ almadığından bu dönemde savaş alanı ol­
rede özerk bir yönetim kurarak yaşarlarken, mayan yöre, uzun bir süre BizanslIlar ile
batıdan gelen Bitinler ve doğudan gelen Danişm endliler arasında el değiştirdi. T rab­
Kimmerler ile bir süre çatıştıktan sonra Pers- zon’da kurulan Trabzon Rum İm paratorluğu’
ler’e bağlandılar. İÖ 3. yüzyılda yörenin İlgaz nun kısa bir süre için eline geçen il toprakla­
kesiminde Pontos Devleti kuruldu. İÖ 2. rı, A nadolu Selçukluları’nın, C andaroğullari
yüzyılın sonunda batı kesimi Bitinler’in eline nın ve Osm anlılar’ın yönetiminde kaldıktan
geçen Paflagonya, daha sonra Rom a ve Bi­ sonra M oğollar tarafından yağmalandı. Y öre­
zans egemenliğine girdi. deki Candaroğlu egemenliğine Trabzon Sefe-
1071’de Malazgirt Savaşı’ndan sonra Ana- ri’ne çıkan Fatih Sultan M ehmed 1461’de son
Şemsi Güner verdi ve Çankırı Osmanlı topraklarına katıldı.
Kurtuluş Savaşı sırasında İnebolu iskelesi­
ne getirilen silah ve cephane A nkara’ya Ç an­
kırı üzerinden ulaştırıldığı için bu dönemde
bu ilimizin önemli bir yeri vardır.

Ekonomi
Çankırı ilinde halkın büyük çoğunluğu geçi­
mini tarım dan sağlar. Buğday başta olmak
üzere tahıl çeşitleri, baklagiller, kavun, kar­
puz ve patates elde edilen başlıca ürünlerdir.
Hayvancılığın da önemli bir geçim kaynağı
olduğu ilde çok m iktarda koyun ve A nkara
Çankırı'nın İlgaz ilçesindeki İnköyü Mağaraları eski keçisi beslenir; arıcılık yapılır. Başlıca hay­
kaya mezarlardır. vansal ürünler tiftik, bal ve süttür. Sanayi
ÇARPAZ BULMACA 253

alanında fazla gelişmemiş olan Çankırı ilinde toplantılar aynı zam anda gençler için bir
kereste, yem, süt ürünleri, un, alçı, tuğla ve eğitim yeriydi.
askeri donatım fabrikalan gibi küçük sanayi
kuruluşları vardır. İl Merkezi: Çankırı
Çankırı ilinde en önemlileri linyit, perlit, Günüm üzde Tatlıçay’ın iki yakasına yayılmış
m agnezit ve kayatuzu olmak üzere pek çok olan Çankırı kentinin ilk yerleşim yerleri
m aden yatağı bulunur. Tatlıçay’ın doğusundaki yamaçlardadır. Paf-
Çankırı ilinden Irm ak-Zonguldak demiryo­ lagonya sınırları içinde bulunan kentin adı
lu geçer. “dişi keçi” anlam ına gelen G angra’ydı. Bu adı
kente keçilerin otlamasına elverişli orm an
Toplum ve Kültür bitkilerinin bolluğundan ötürü Paflagonyalı
Yerleşim yeri olarak çok eski bir tarihi olan çobanlar takmışlardı. Osmanlı İm paratorluğu
Çankırı kenti ile çevresinde elde edilen bulun­ döneminde Kangırı, Kengari biçiminde yazı­
tular burasının Rom a dönem inde önemli bir lan kentin adı halk arasında Çangırı olarak
tıp merkezi olduğunu gösterm ektedir. G ünü­ söylenirdi. Cum huriyet dönem inde kentin adı
müze yalnızca Taş Mescit bölümü ulaşmış Çankırı oldu.
olan Alaeddin Keykubad dönem inde yapılmış Kentin kuzeyinde K aratekin Tepesi’nde
Şifahane’deki yılan kabartm ası, hekimliğin yer alan Çankırı Kalesi Rom alılar döneminde
simgesi olarak bunun kanıtlarından biridir. yapılmıştır. Günüm üzde de yıkıntıları kalan
Çankırı ilinin köylerinde yalnızca aile ge­ kale tarih boyunca sağlamlığıyla ünlüydü.
reksinimlerini karşılamak amacıyla kökboyası Kurtuluş Savaşı sırasında yaralıların bakımı
ile boyanan yünlü ve pamuklu dokum alar için kentte bir hastane kurulm uştu. Bugün de
yapılmaktadır. Y örede yapılan keçe, kilim ve Devlet Hastanesi ile Doğumevi ve Çocuk
cicimler kendilerine özgü renk ve desenleriyle Bakımevi vardır. Eski yerleşme yerlerindeki
ilgi çekicidir. Çankırı yöresinde köklü bir halk evlerin korumaya alındığı kentin iki yakası,
edebiyatı, âşık geleneği vardır. Ahilik örgütü­ yedi köprüyle birbirine bağlanır. Kentteki tek
nün kuruluşundan sonra tüm A nadolu’da yükseköğretim kurum u, A nkara Üniversitesi’
yaygınlaşan “Yaren Toplantıları” Çankırı’da ne bağlı Çankırı Meslek Y üksekokulu’dur.
sohbet toplantıları adıyla yakın zam ana kadar Dem iryolunun yanı sıra K astam onu’yu A nka­
yapılmaktaydı. Kış aylarında haftada bir kez ra’ya bağlayan karayolunun da geçtiği kentte
yapılan bu toplantılarda öğüt verici türküler gelişmiş bir sanayi yoktur.
söylenir, töreye uygun söyleşiler yapılırdı. Kentin nüfusu 41.420’dir (1985).
Katılan büyüklerin baba, orta yaşlıların ağa­
bey, gençlerin kardeş sayıldığı bu toplantıla­ ÇAPRAZ BULM ACA, içi boş karelere yatay
rın belli bir düzeni ve kuralları vardı. Kardeş­ ve dikey olmak üzere iki yönde, sözcükler
lik duygusunu benimsetmeyi amaçlayan bu yazılarak çözülen bir bulmacadır. Bu bulmaca

1 2 3 4 5 6 7 ÇAPRAZ BULMACA ların ya da küreklerin hareketiyle


oluşan pırıltı. (4) Eski bir çalgı. (5)
SOLDAN SAĞA: (1) M arm ara De- Tüfeğin namlusu ucuna takılan bı­
nizi’nde, İstanbul iline bağlı bir ada. çak. (6) îsim - Tersi: Çok taneli bir
(2) Çocuğu olan kadın - Yetişkin er­ yemiş. (7) Dar ağızlı, şişkin karınlı
. kek. (3) Değiş tokuş - Kuzu sesi. (4) büyük şişe. (8) Hekim tarafından
Karışık renkli - Asya’da bir göl. (5) hastaya el ya da aletle yapılan tedavi.
Tersi: Bulgu. (6) Ayın yuvarlak hali.
(7) Satrançta şahtan sonra en önemli J. V v A 3
taş - Tersi: En kısa zaman parçası.
(8) Bir konut - Eksiği, üzüntüsü, \/ N ■ * 1 z- 3 A
acısı olmama hali. A V N n 1 0 c
1 D V JL H X
YUKARIDAN AŞAĞI: (1) Üzeri­ 1 V a V V 1 V
ne basınca çöken nemli ya da çamur 3 W S V >* V 1
haline gelmiş toprak - Bir bağlaç. WV a V V N V
(2) Bir erkek adı - Masallardaki iri- V <3 V X V A n 0
yan yaratık. (3) Gece denizde balık­
254 ÇAPRAZGAGA

çoğunlukla, küçük karelere bölünmüş bir ve kuyruğu karadır. Dişi ise kirli sarı ve koyu
büyük kare biçimindedir. Küçük karelerin bir yeşil renklidir. Türkiye’de Karadeniz, Batı
bölümü siyahtır ve bu siyah kareler bazen Anadolu ve Akdeniz bölgelerindeki iğneyap-
düzenli bir model oluşturur. Am aç, kalan raklı orm anların yerli kuşlarından olan bu
beyaz karelerin her birine yazılan harflerin, türün ürem e dönemi ocak-şubat ile haziran
soldan sağa, yukarıdan aşağıya doğru, kimi arasıdır. Yılın bütün aylarında ürediği de
zaman da tersinden okundüğunda, anlamlı görülen bayağı çaprazgaga ağaçlara yaptığı
sözcükler oluşturmasıdır. Bulmacayı çözen çanak biçimli yuvasına üç-dört yum urta bı­
kişinin doğru sözcükleri bulabilmesi için, bir rakır.
tanım ya da ipucu verilir. Bu ipuçları “soldan Öteki iki türden çizgili çaprazgaga (Loxia
sağa” ve “yukarıdan aşağıya” olmak üzere iki leucoptera), kanatlarındaki birer beyaz çizgi
grup olarak düzenlenmiştir. Ayrıca her grup dışında bayağı çaprazgaganın hemen hemen
kendi içinde, şekildeki num aralara karşılık aynısıdır. Yaşadığı bölgeler de aynıdır; ancak
gelecek biçimde, işaretlenmiştir. Yanıtlar ya Kuzey A frika’da çizgili çaprazgaga bulunmaz.
da çözümler yerli yerine konduğunda, pek En iri tür olan çam çaprazgagasımn (Loxia
çok harfin yatay ve dikey olarak kesişen pytyopsittacus) renkleri de bayağı çaprazgaga-
sözcüklerin ortak harfi olduğu görülür. Eğer ya benzer, ama bu türün gövdesi daha tıknaz­
yerleştirilen sözcüğün harfleri, kesişen sözcük ca, gagası da daha iridir. Adını, A vrupa ve
ya da sözcüklerle uyuşmuyorsa, o sözcük (ya Asya’nın kuzeyindeki taygalarda bulunan
da onu kesen sözcük) yanlış demektir. çam orm anlarında yaşamasından alır.
Gazete ve dergiler çok kolaydan çok zora
kadar değişen, çeşitli tipte bulmacalar yayım­ ÇARDAKKUŞU, adım kuru ya da yeşil kü­
larlar. Çoğunlukla da doğru çözümler için çük dallardan yaptığı, otlarla ve çeşitli cisim­
ödüller koyarlar. Kimi zaman ipuçları sözcük­ lerle bezediği güzel çardaktan alır. Erkek
ler yerine resim olarak verilir. Gazete ve kuşun dişisini çiftleşmeye çağırmak için yaptı­
dergi okurları arasında, yanıtları kolayca bu­ ğı bu çardak kuşun yuvası değildir. Dişinin
lunmayan bulmacaları çözmek için çaba gös­ yum urtlam ak için ağaç ve çalılar arasında
term ek yaygın bir uğraştır. hazırladığı çanak biçimli basit yuva çardağın
Çapraz bulmaca ilk kez 19. yüzyılda İngilte­ biraz ötesinde bulunur.
re ’de, çocuklar için hazırlanmış bulmaca ki­ Ötücükuşlar içinde bir familya oluşturan
taplarında yayımlanmıştır. çardakkuşları yalnızca Avustralya ve Yeni
Gine ile yakınlarındaki adalarda yaşar. Çar-
ÇAPRAZGAGA. Uçları çapraz olan güçlü dakkuşunun 17 türünün de kendilerine özgü
gagalarıyla iğneyapraklı ağaçların kozalakla­ yöntemlerle ve ayrı biçimlerde hazırladıkları
rını açıp tohumlarını yiyen üç tür kuşa çapraz- çardakları vardır. En iyi bilinen çardakkuşu
gaga denir. Çaprazgagalar iskete, florya, saka türü Avustralya’da Q ueensland’ın kuzeyin­
gibi çok tanınmış ötücükuşların da yer aldığı den Victoria’nın güneyine kadar olan kıyı
Fringillidae familyasmdandır. Uzunlukları tü­ bölgesinde yaygın olarak görülen Ptilonor-
re göre 14,5-17 cm arasında değişen çaprazga­ hynchus violaceus'tur. Erkekleri parlak mavi
galar iğneyapraklı ağaçların tohum ları dışında pırıltılı siyah, dişiler ise genellikle grimsi yeşil
hemen hemen hiçbir şey yemez. Yeterli besin renktedir. Erkeğin tüyleri birkaç yılda ta­
bulam adıklarında alışılmış ürem e bölgelerin­ mamlanır. Hem erkeğin hem de dişinin gözle­
den oldukça uzağa göç ettikleri olur. ri çok parlaktır. Erkek kuş kuracağı çardak
Çaprazgaganın kuzey yarıkürede yaşayan için önce ince dallardan yuvarlak ve hasır gibi
üç türü vardır. Loxia cinsini oluşturan bu bir taban hazırlar; sonra bu tabanın iki yanma
türlerin en iyi tanınanı bayağı çaprazgagadır diklemesine dallar yerleştirir. Bu dallar üst
(Loxia curvirostra). Avrasya, Kuzey ve O rta uçlarda hafifçe kıvrılarak neredeyse bir ke­
A m erika ile Kuzey A frika’da yaşayan bu kuş m er oluşturur. Kuş çardağının döşemesini
özellikle köknar ve ladin orm anlarında yuva­ taşlar, kemikler, tüyler, sarı, yeşil çiçekler ve
lanır. Erkeğin tüy rengi pembe kızıl, kanatları kurumuş yılan derisi parçalarıyla süsler. Çar-
ÇARKIFELEK 255

dişisinin ilgisini çekip çiftleşmeye çağırmak


için kullanır. Zam anının çoğunu çardağına
girip çıkarak ya da çevresinde dolanarak
geçiren kuş gerektikçe dalları yeniden düzen­
ler. Çiftleşme mevsiminde erkekler çardağın
üzerinde ya da içinde yüksek sesle şakıyıp
dolaşarak dişiyi çardağa çeker. Çiftleşme
sonrasında dişi yum urtalarını biraz ilerde
bulunan kendi yaptığı yuvaya bırakır.

ÇARKIFELEK, 400 kadar türü bulunan tropik


kökenli tırmanıcı bir bitki cinsidir (Passi-
flora). A B D ’nin güney ve batı bölgeleriyle
Asya ve A vustralya’nın sıcak ve tropik yöre­
lerinde doğal olarak yetişir. Çarkıfeleğin bir­
çok türü, ilginç ve özgün görünümlü çiçekleri
Graham Pizzey-Bruce Coleman Ltd. nedeniyle, süs bitkisi olarak dünyanın ılıman
Fotoğrafta çardakkuşlarından bir türün dişisi ve bölgelerine de yayılmıştır. Bazı türleri yenebi­
yanında erkeğin yaptığı kemerli çardak görülüyor. len üzümsü meyveleri için yetiştirilen çarkıfe­
lek fırıldakçiçeği adıyla da bilinir.
dağının süslenmesinde parlak renkli, özellikle Çarkıfelek çok çabuk büyür. Çiçeklerinin
mavi cisimleri çok kullanır. beş çanakyaprağı, beş taçyaprağı vardır.
A vustralya’nın doğusunda bulunan Sericu- Taçyaprakların üzerinde yer alan ve göz alıcı
lus chrysocephalus da çardağını benzer biçim­ parlak mavi ipçiklerden oluşan bir çemberin
de kurar; ancak bu tür için çardak o kadar (korona) ortasında beş erkekorgan bulunur.
önemli değildir. Çardağın yanlarındaki çu­ Dişiorganm üç tepeciği uzun boyuncuklar
buklar daha uzun ve düzdür, kem er oluştur­ üzerinde m erkezden yanlara doğru eşit açılar­
maz. Taban çeşitli renklerdeki kabuklarla ve la uzanır. Çarkıfelek, çiçeklerinin bu ilginç
yeni toplanmış yapraklarla kaplıdır. Erkek görünümü nedeniyle, Hz. İsa’nın son saatle­
kuş turuncu ve kadife gibi kara tüylü, dişi ise rinde çektiği acıların (Pasyon) simgesi sayıl­
benekli kahverengidir. mıştır. Çiçeğin bilimsel cins adı Passiflora
Yeni G ine’de yaşayan bir çardakkuşu türü buradan gelir. Bu inanışa göre korona, çarmı­
(Am blyornis inornatus) yaklaşık 60 cm yük­ ha gerilmeden önce İsa’nın başına geçirilen
sekliğinde ve kulübeye benzeyen bir çardak dikenli tacı simgeler. Dişiorganm üç boyuncu-
kurar. A na direk olarak bir ağaç gövdesini ğu çarmıhın çivilerinin, beş erkekorgan ise
kullanır; duvarları da orkide saplarından ya­ İsa’nın çivi yaralarının simgesi kabul edilir.
par. Kulübesinin bir yanını açık bırakarak Beş çanakyaprak ile beş taçyaprak da İsa’yı
buraya, canlı renkli çiçekler ve üzümlü mey­ ele veren Yahuda ile onu üç kez inkâr eden
velerle kapladığı bir ağaç yosunu yığınını Petrus dışındaki 10 havariyi simgeler.
yerleştirir. Solan çiçeklerin yerine yenilerini M or, kızıl, mavi ya da sarı renkli çarkıfelek
koyar. Yuvalarını yaparken yosun ve çiçek çiçekleri çok kısa öm ürlüdür. Sabah açan
kullandıkları için Am blyornis cinsinin dört çiçekler akşam a ölür. Ancak çiçek açma
türü bahçıvan çardakkuşu adıyla bilinir. mevsimi yaz başından güze kadar sürekli ve
Ptilonorhynchus ve Sericulus cinslerindeki çiçek tom urcukları bol olduğundan, bitki
türler bitki özü, köm ür tozu ve salyayla bir hem en hemen hiç çiçeksiz kalmaz.
boya yaparak çardaklarının içlerini boyarlar. Mavi çiçekli çarkıfelek (Passiflora caerulea)
Bazen bu boyayı sürmek için yeşil yaprakları T ürkiye’de, İstanbul gibi ılık iklimli kıyı
kullandıkları da olur. Bu^ bir kuşun araç kentlerinde çardak bitkisi olarak yetiştirilir.
kullanmasının ender örneklerindendir. O tsu gövdeli, çokyıllık bir tırmanıcı bitki olan
E rkek çardakkuşu yaptığı bu süslü yapıyı mavi çiçekli çarkıfelek asmanın filizlerine
256 ÇARPAN BALIKLAR

yaşayan en zehirli ve en bilinen örnekleri,


aynı familyanın ( Trachirıidae) üyeleri olan
trakonya, varsam ve çarpan balığıdır. Bu
balıkların solungaç kapaklarının üstünde çu­
valdızı andıran birer diken, birinci sırt yüzgeç­
lerindeki ilk üç ışının diplerinde de zehir
bezleri bulunur. Bu bezlerin salgıladığı zehir
birer kanal aracılığıyla dikenlerin ucuna ka­
dar ulaşır ve balık dikenini düşmanına batırdı­
ğı zaman ucundaki delikten akarak dokulara
girer. Varsam balığı trakonyadan daha küçük
yapılı olmasına karşılık zehri daha da etkili­
NHPA/James Carmichael dir. İnsanda bazen günlerce süren şiddetli
Çarkıfelek dünyanın birçok yöresinde bahçelerde sancı ve spazmlara yol açar. Bu balıklar dipte,
yetiştirilen tırmanıcı bir bitkidir. kumların arasına göm ülerek yaşadıkları için
benzer sarılgan sülükleri ile çevresindeki des­ özellikle açık kıyılardan çıplak ayakla denize
teklere asılarak tırmanır. Koyu yeşil yaprak­ girenlerin çok dikkatli olması gerekir. Ayrıca
ları, 5-6 cm çapındaki görkemli çiçekleri ile eti beyaz ve çok lezzetli olan trakonya ya da
gösterişli bir bitkidir. varsam avına çıkan balıkçılar için de, özellikle
Çarkıfeleğin meyveleri genellikle irice bir gece avında oltadan balığı çıkarırken zehirli
tavuk yumurtası büyüklüğündedir. Bir türde dikenleriyle yaralanm a tehlikesi söz konu­
ise meyvelerin ağırlığı 3 kg kadardır. Bazı sudur.
çarkıfelek türleri hoş kokulu, hafif keskin tatlı Türkiye çevresindeki denizlerde yaşayan
meyveleri için yetiştirilir. Bazı türlerinin çiçek çarpan balıkların ikinci önemli grubu Scorpae-
ve meyvelerinden elde edilen özütler ağrı nidae familyasından iskorpit ile lipsozdur.
kesici, sakinleştirici ve uyku verici olarak Bunlar sıcak ve ılıman denizlerin en sığ
kullanılır. Güney California’da yetiştirilen bir kesim lerinden yaklaşık 1.000 m etrelik derin­
çarkıfelek türünün yenebilen meyvelerinin et­ liklerine kadar inen dip balıklarıdır. Az çok
li bölüm ünden ve suyundan serinletici bir içki bitkiyle örtülü taşlık, çakıllık, kum luk, hatta
yapılır. çamurlu deniz diplerinde ağır hareketlerle
yüzen iskorpit ve lipsozun zehir keseleri
ÇARPAN BALIKLAR. Yaşamlarını sürdüre­ genellikle sırt yüzgeçlerinde bulunur. Bu yüz­
bilmek için saldırganlara karşı kendilerini geçlerin sert ışınları (dikenleri) deriye battığı
korum ak zorunda olan birçok hayvan gibi zaman çok acı veren ve kolayca iyileşmeyen
balıklar da çeşitli savunma yöntem leri geliştir­ yaralar açar.
miştir. Bir bölümü yaşadığı ortam ın renkleri­ Dasyatidae familyasından iğneli vatoz, rina,
ne bürünerek su bitkilerinin, yosunların ve tırpana ve kazıkkuyruk bizim denizlerimizde­
taşların arasında gizlenmekle yetinirken, bir ki çarpan balıkların en tehlikeli grubudur. Bu
bölümü vücudundaki özel bir organın ürettiği yassı balıkların yüzgeçsiz kuyruklarında, ke­
elektrik akımıyla düşmanlarını kaçırır (bak. narları testere dişini, ucu da ok ucunu andıran
ELEKTRİKLİ BALIKLAR). D aha çok sıcak ve iki tane uzun diken bulunur. Kuyruğun üze­
ılıman denizlerde yaşayan çarpan balıkların rinde de ince bir zarla örtülü, tek sıra halinde
en büyük silahı ise yüzgeçlerindeki, solungaç dizilmiş zehir hücreleri vardır. Çok derin
kapaklarındaki ya da kuyruklarındaki zehirli olmayan kumlu ve çamurlu diplerde yaşayan
dikenlerdir. Değişik familyalardan birçok ba­ bu balıklar aslında oldukça sakin ve ürkek
lıkta bu etkili savunma m ekanizm asına rastla­ yaradılışlıdır. Am a en küçük bir tehlike karşı­
nır ve içlerinden bazılarının zehri iri deniz sında birden çırpınarak harekete geçer ve çok
canlılarını, hatta insanı bile öldürebilecek kuvvetli olan kuyruklarını bir kamçı gibi sert
kadar güçlüdür. vuruşlarla düşm anlarına doğru savururlar.
Ç arpan balıkların bizim denizlerimizde de Zehirli dikenlerin battığı yerde çok ağrı veren
ÇARPAN BALIKLAR 257

rina

kulaklı folya

trakonya iskorpit

Zehirli dikenlerini batırdıklarında çok ağrı verici yaralar açan, hatta bazı türleri insanı öldürebilen çarpan
balıkların denizlerimizde yaşayan en tanınm ış örneklerinden birkaçı.

ve kısa sürede iyileşmeyen tehlikeli yaralar öbür örneklerinden üzgünbalığı ile kurbağa-
açılır. H atta bu dikenlerin karın gibi duyarlı balığı da sırt yüzgeçlerindeki zehirli dikenler­
bir bölgeye batm ası çoğu kez ölümle sonuç­ den tehlikeli olmayan, ama ağrı verici yaralar
lanır. Bazı ilkel toplum lar bugün bile bu ba­ açan oldukça hafif bir zehir salgılar.
lıkların zehrini ok ve zıpkınların ucuna sü­ Denizlerim izde bulunan bu balıkların dışın­
rerler. da, özellikle tropik denizlerde yaşayan daha
Myliobatidae familyasından folya ya da pek çok çarpan balık vardır; bunların bir
fulya balıklarının zehirli dikenleri de gene bir bölümü son derece zehirli ve öldürücüdür.
kamçıyı andıran kuyruklarının dibe yakın Örneğin H indistan, Çin, Filipinler ve A vus­
bölüm ünde bulunur. Folyanın zehri rina, tralya kıyılarında yaşayan taşbalıklarının ze­
tırpana, kazıkkuyrük ya da iğneli vatozunki hirli dikenleri insanı bir anda öldürebilecek
kadar tehlikeli ve öldürücü değilse de son kadar tehlikelidir. Üstelik taşlık kıyılarda
derece ağrı verici, ender olarak da öldürücü­ yaşayan bu balıklar biçimi ve rengiyle bir taş
dür. Zehirli dikenlerini kamçı gibi uzun kuy­ parçasını andırdığından, sığ sularda yürürken
ruklarında taşıyan, ama öbürleri kadar tehli­ insan taşbalıklarını görmeyip kolayca üstleri­
keli olmayan çarpan balıklar arasında Rhi- ne basabilir. Hızla kana karışan zehir hemen
nopteridae familyasından iğneli keler ile Mo- o anda em ilerek dışarı akıtılmazsa, zehirlenen
bulidae familyasından kulaklı folya sayılabilir. kişi büyük acılar içinde kıvranarak hem en
Çarpan balıkların denizlerimizde yaşayan ölür.
258 ÇARPMA

ÇARPMA aritmetiğin dört tem el işleminden


biridir. Doğal sayılarla yapılan çarpm a “yine­
lenen bir toplam a” işleminin kısaltılmış biçi­
mi olarak düşünülebilir. Bunu daha açık ola­
rak görebilmek için 3-1-3 toplamasıyla,
3 + 3 + 3 + 3 + 3 gibi “yinelenen” bir toplamayı
karşılaştıralım. İlk toplam ada üçer elemanlı
iki küm e, İkincisinde üçer elemanlı beş küme bu yalnızca “üçer elemanlı beş sıra” olarak
toplanacaktır. 3-1-3 işlemini grafik olarak şöy­ değil, “beşer elemanlı üç sütun” olarak da
le gösterebiliriz: görülebilir. Böylece, birbiriyle çarpılan her­
hangi bir sayı çifti, “bu kadarlık şu kadar sıra”
ve dolayısıyla “şu kadarlık bu kadar sütun”
olarak gösterilebilir. Örneğin 368x792 çarpı­
mı 792’lik 368 satır olarak gösterilebilir, ama
aynı zam anda 368’lik 792 sütun olarak da
kabul edilebilir. Küm eler bu biçimde düzen­
lendiği zam an, daha çarpımın sonucunu bil­
34-3+3+3-1-3 işlemi de şöyle gösterilebilir: m eden,

368x792=792x368

olduğu açıkça görülür.


Sıra ve sütunlar noktalar yerine kareler
biçiminde de düzenlenebilir. Örneğin 3 x 5 (ya
da 5 x 3 ) şöyle gösterilebilir:

ma işlemini kullanarak 5 x 3 ya da 3 x 5 biçi­


minde yazabiliriz. İkisinin aynı sonucu vere­
ceğini bildikten sonra, nasıl yazarsak yazalım
fark etm ez. Ü çer elemanlı beş küm e ile beşer
elemanlı üç küm edeki toplam elem an sayıları­
nın aynı olduğunu görmek için, beşer eleman-
lı üç kümeyi aşağıdaki gibi gösterebiliriz:

Eğer bu karelerin her biri birer santim etre


kare olursa, bu düzenleme bize bir kenarı
5 cm, öbürü 3 cm olan bir dikdörtgenin
alanını kolayca bulma olanağı da verir. Başka
Ancak, göstermek istediğimiz eşitlik grafikte bir deyişle, bu dikdörtgenin alanı 5 x 3 ya da
kolayca görülmez. Bu grafiği kullanarak top­ 15 santim etre karedir. Bu genellikle 15 cm2
lam elem an sayısını bulmak için bütün ele­ olarak yâzılır (bak. A lan ve H acîm ).
m anları tek tek saymak gerekir. Özellikle Bu yolla kesirleri de çarpabiliriz (bak.
büyük sayılar sözkonusu olduğu zaman bunun K E S İR L E R ). Ö rneğin, iVı ile 2 W y\ çarpm ak
zorluğu açıktır. Am a eğer üç elemanlı küm e­ istersek, lVı x 2Vfc’yi bir kenarı IV2 cm,
leri aşağıdaki gibi satırlar biçiminde göste­ öbürü 2Vı cm olan bir dikdörtgenin alanı
rirsek, olarak düşünebiliriz. Eğer bu dikdörtgeni,
ÇARPMA 259

kareli bir kâğıda çizersek, dikdörtgen içindeki leri sayarız. Karenin içindeki birbirine eşit 15
kareleri ve kare parçalarını sayarak alanın dikdörtgenden 8 tanesi bulduğumuz dikdört­
3 3A cm2 olduğunu kolayca buluruz. Öyleyse geni oluşturur. Küçük dikdörtgenlerin her bi­
1 Vz x 2 Vı = 3 3/4’tür. A m a bu yöntem de her rinin büyüklüğünün karenin toplam alanının
çarpm a için bir dikdörtgen çizmek zorunda 1/15’i olduğunu biliyoruz. Dikdörtgenimizin
kalırız. içinde bunlardan 8 tane olduğuna göre dik­
dörtgenin alanı 8/15 birim olur.

2 4 = 2 x 4 = _8_
3 5 3 x 5 15

Böylece iki kesri birbiriyle çarpm anın genel


kuralını bulmuş oluruz.
Bu kuralı uygulayarak biraz önce dikdört­
Varsayalım ki, 2/3’le 4/5’i çarpm ak istiyo­ gen çizimiyle hesapladığımız 1 x/2 X 2 V2 işlemi­
ruz. Bu kez kenarı bir birim olan bir kareyle nin sonucunu doğrulayabiliriz. 1 W nin 3
işe başlayıp, karenin içine kenarları 2/3 ve 4/5 yarım a, 2 V^’nin de 5 yarıma eşit olduğunu
birim olan bir dikdörtgen çizeriz. Bunu yap­ bildiğimize göre,
mak için kareyi bir yönde üç eşit parçaya,
IV2 x 2 V2 = 2 x 2

3x5
2x2
= 16
4

sonra da öteki yönde beş eşit parçaya böleriz. olur. Bu 15 tane lA dem ektir ve 33/4 olarak da
yazılabilir.
Aşağıdaki kısaltılmış çarpım tablosunda
gösterilen 36 çarpımın akılda tutulm ası, her
tür çarpm a işlemini yapm akta yararlıdır.

2x2 = 4 3x7 = 21 5x8 = 40


2x3 = 6 3x8 = 24 5x9 = 45
2x4 = 8 3x9 = 27 6x6 = 36
2x5 = 10 4x4 = 16 6x7 = 42
Sonra, 2/3 için üç eşit parçadan ikisini, 4/5 2x6 = 12 4x5 = 20 6x8 = 48
2x7 = 14 4x6 = 24 6x9 = 54
için de beş eşit parçadan dördünü alırız. Bu 2x8 = 16 4x7 = 28 7x7 = 49
iki büyüklüğün kesiştiği alanda oluşan dik­ 2x9 = 18 4x8 = 32 7x8 = 56
dörtgen bulmak istediğimiz çarpımı verir. 3x3 = 9 4x9 = 36 7x9 = 63
3x4 = 12 5x5 = 25 8x8 = 64
3x5 = 15 5x6 = 30 8x9 = 72
3x6 = 18 5x7 = 35 9x9 = 81

Ç arpm a işlemi, çarpılacak iki sayı arasına


konan ( x ) ya da (.) işaretiyle gösterilir.
Çarpılacak olan sayılara çarpan, işlemin sonu­
cuna da çarpım denir.
H erhangi bir sayının sıfırla çarpım ında so­
Bu dikdörtgenin büyüklüğünü gösteren nuç her zaman sıfır olur. Bu nedenle sıfır
kesri bulmak için, içindeki küçük dikdörtgen­ sayısına yutan çarpan (elem an) denir. 1 ile
260 ÇATALHÖYÜK

çarpılan herhangi bir sayı ise değişmez. Bu ğı, çevredeki göl ve ırm aklarda balıkçılık
nedenle de 1 sayısına etkisiz çarpan (eleman) yaygındı. Sulu tarımın yapıldığı Ç atalhöyük’
adı verilir. te ekm eklik buğday, baklagiller, burçak yetiş­
tirilmekteydi. Ardıç, şamfıstığı gibi bitkiler­
ÇATALHÖYÜK. Konya ilinin 52 km güney­ den yağ elde ediliyordu. Çatalhöyüklüler
doğusunda bulunan Çatalhöyük yalnız A na­ evcilleştirdikleri koyun, keçi ve sığırdan et
dolu’nun değil Batı A sya’nın da Cilalı Taş gereksinim lerinin büyük bölümünü elde et­
D evri’ndeki (Neolitik Çağ) en büyük yerleş­ m ekteydiler. Av hayvanları arasında ise eşek,
me yeridir. Çarşam ba Suyu’nun kollarının geyik, alageyik, karaca, yabandom uzu, ayı,
suladığı verimli bir ovada yer alan Çatalhö- tavşan, tilki gibi hayvanlar ağırlıktaydı. Ayrı­
yük’ün ilginç mimarisi, kazılarda elde edilen ca süt, tereyağı ve peynir yapmasını biliyor,
küçük buluntular ve duvar resimleri yardımıy­ sebze yetiştiriyorlardı. Ç atalhöyük’te yaşayan
la Cilalı Taş D evri’nin yaşama ve inanış halk bira ve şarap da yapabilmekteydi.
biçimleri konusunda önemli bilgiler elde edil­ Ç atalhöyüklüler’in ticaret yaşamları da ol­
miştir. dukça gelişkindi. Yakınlarındaki dağlardan
İngiliz James M ellaart tarafından bulunup bir tür parlak, siyah taş olan obsidyen madeni
araştırılan Doğu Çatalhöyük’te yapılan kazı­ çıkarırlar, bunun karşılığında deniz kabukları
larda 14 yapı katı saptanm ıştır. İÖ 6800-5700 ve çakmaktaşı alırlardı. Ayrıca Tuz G ölü’nün
batısındaki Ilıcapınar tuz yataklarından elde
edilen tuz da önemli bir gelir kaynağıydı. M a­
Nezih Başgelen Arşivi
dencilik, dokumacılık, ahşap oymacılığı, süs
eşyası yapımı gibi el zanaatlarını iyi bilen Ça­
talhöyük halkı, uygarlık tarihinin bilinen en
eski dokumacılarıydı.
Çatalhöyük’te nüfusun 15 bin kişiye kadar
çıktığı sanılmaktadır. A m a, ortalam a 5.000-
6.000 kişiden oluşan nüfus 1.000 kadar evde
barınm aktaydı. Kerpiçten yapılan bu evler
birbirine bitişikti. Tek katlı ve farklı yüksek­
likte olan evlerde kapı yoktu. İçeri girmek
için düz olan dam larına açılmış bir delikten
yararlanılırdı. Birbirinden avlularla ayrılan
evler bir mahalle oluştururdu; evlerin arala­
rında sokak olmadığı için birbirlerine geçiş
dam lardan olurdu. M ahalleler ortalarındaki
daha büyük avluları çevrelerdi. Çatalhö-
yük’ün bu yerleşme düzeni dışa kapalı bir
Çatalhöyük'te bulunan yaklaşık İÖ 6000'den kalma yaşamı gösterir. Dış tehlikelere karşı böylece
doğuran ana tanrıça heykeli, Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'ndedir. önlem alan halk sur ya da korum a duvarı
yapmamıştır.
D ikdörtgen biçiminde olan evler bir ana
yıllarına tarihlenen Cilalı Taş Devri Çatalhö­ oda ile bir ya da iki küçük odadan oluşurdu.
yük kültürü Konya Ovası’na egemen olmuş­ D uvarlardaki deliklerden geçilen küçük oda­
tur. İÖ 5700’den sonra Çatalhöyük terk edil­ lar kiler ya da depo olarak kullanılırdı.
miş ve burada bir başka yerleşme kurulm a­ Evlerde dam lardaki deliğin altına denk gelen
mıştır. Bakır Çağı’nda (Kalkolitik Çağ) Ça- yerde bir ocak ve yanında duvara bitişik bir
talhöyük’ün batısında kurulan yerleşme yeri­ fırın bulunurdu. Kimi evlerde biri yemek,
ne Batı Çatalhöyük adı verilir. öteki çanak çömlek yapımında kullanılan iki
Çatalhöyük halkının geçimi tarım ve hay­ fırın olurdu. O dalarda oturm ak için sekiler
vancılığa dayanmaktaydı. Ayrıca kara avcılı­ yapılmıştı. Bu sekilerin altı m ezar olarak
ÇATI 261

Çatalhöyük'teki kutsal
öküz kabartmalı duvar
bezemesi.

Ara Güler

kullanılırdı. Eğer gömülen erkekse yanma çatı üzerinde yığılıp kalarak çatıyı çökertm e­
çeşitli silahlar, kadınsa takı ve süs eşyaları mesi için, çok dik eğimli çatılar yapılır.
konurdu. İlk insanlar m ağaralar yerine, yaptıkları taş
Çatalhöyüklüler için güzel sanatlar, resim, barınaklarda yaşamaya başladıkları zam an,
heykel önemli bir uğraş alanıydı. Kimi yapı­ bu barınakların çatılarını, üzerini otlarla kap­
larda çok güzel renklerle çizilmiş resimler, ladıkları ağaç dallarından yaptılar. Bu çatılar,
kabartm a bezem eler, pişmiş toprak ve taştan su geçirmez bir maddeyle kaplı, ahşap bir
yapılan heykelcikler bulundu. Tapm ak oldu­ iskeletten oluşan ve günümüzde hâlâ kullanı­
ğu varsayılan bu evlerdeki resimlerin konuları lan çatıların başlangıcıdır.
da oldukça ilginçti. Avlanm a sahneleri, ölü İlk ahşap kulübelerde ise taş yapılardan
gömme törenleri, patlayan bir yanardağ, bö­ farklı olarak duvar yoktu. Yalnızca çatıdan
cek, çiçek, dans eden ya da akrobatik hare­ oluşan bu ahşap kulübeler şöyle yapılırdı:
ketler yapan insanlar ve bolca av hayvanı
Rural Industries Bııreau
resimleri çizilmişti. D uvarlarda ise çocuk do­
ğuran tanrıça, boğa, öküz ve koç başı kabart­
malarına rastlanm ıştır. Küçük heykelciklerde
de en çok genç kadın, doğuran ana ve yaşlı
kadın heykelleri, bulunm aktadır. Resim, ka­
bartm a ve heykellerden Çatalhöyük halkının
yaşamında kadının çok önemli bir konumu
olduğu anlaşılmaktadır.

ÇATI. Bir yapının çatısı, o yapı içinde yaşa­


yanları yağmur ve güneşten korur ve çatının
biçimi çoğu zaman bulunduğu bölgenin ikli­
mini yansıtır. Kuru iklimli bölgelerde çatılar
düzdür. Teras çatı denen bu tür çatılar,
güneşin etkisinin az olduğu zam anlarda, o tur­
ma alanı olarak da kullanılır. Yağışlı bölgeler­
de, yağmur suyunun çatı üzerinden kolayca
akıp gitmesi için çatılara eğim verilir. Kar
yağışının çok olduğu yerlerde, yağan karın Ot çatı yapılırken saçaklardaki samanlar kırpılır.
262 ÇATI

direk

dikm e

15. yüzyıl payandalı üst uste


binen
meşe çatı
^ kaplam alar
çatı kaplaması
Duvarsız kulübe

Yere dikilen bir direğin iki yanına, direğin ülkede birbirinden farklıdır. Ayrıca birçok
tepesinden yere kadar çapraz biçimde uzana­ yapı ustasının özgün yöntem leri vardır.
rak bir üçgen oluşturan iki direk bağlanırdı. Çatının yere kadar uzandığı duvarsız kulü­
Birkaç m etre ilerde ve aynı doğru çizgi belerde yaşayan insanlar zamanla bunun elve­
üzerinde gene üç direkle benzer bir yapı rişsizliğini gördüler ve yeni yöntem ler geliştir­
kurulur ve bu iki üçgenin üst köşeleri bir diler. Bu yeni yöntem de ev yaparken önce
başka ağaç direkle birleştirilirdi. (G ünüm ü­ karşılıklı duvarlar yapılır ve bunların arasına
zün çatılarında bu direğe mahya aşığı ya da belirli aralıklarla gergi denen büyük kirişler
çatı omurgası denir.) Yapıyı sağlamlaştırmak konulur. Eskiden kulübe yapımına başlanır­
için, üçgenin yan kenarlarını oluşturan çapraz ken kurulan ahşap üçgen yapı, bu kirişler
direklerin orta noktaları, m ahya aşığına ve üzerine oturtulur. Çatı makası denen bu
yere paralel olarak yerleştirilen bir direkle ahşap üçgenler üzerine, eski kulübelerde ol-
(aşık ya da çatı aşığı) birleştirilirdi. M ahya
Rural Industries Bureau
aşığı ile aşığı birleştirerek, yere kadar uzanan,
aralıklarla dizilmiş daha ince direklerle (m er­
tek) yapının iskeleti tam am lanırdı. Bu ahşap
iskeletin üzeri, birbirine sıkıca bağlanmış tahıl
sapı ya da kamış demetleriyle kaplanırdı. Su
geçirmesinin önünü almak için genellikle bu
saz örtünün üzerine kireç sürülürdü. Bu ilkel
kulübeler, günüm üzdeki eğimli çatıların ilk
örnekleridir.
Saman, kamış, saz gibi malzemeyle kaplı
çatılar günüm üzde de birçok ülkede kırsal
alanda görülür. Bu tür çatılarda kullanılan
saman, kamış gibi bitki saplarının içindeki
boşluklar çok iyi bir ısı ve ses yalıtımı sağlar.
Sıcak, soğuk ve ses geçirmez. İyi yapılmış bir
ot çatının dışardan bir kıvılcımla alev alması
söz konusu değildir. Bu tür çatılarda yanma
genellikle içerden başlar. Norveç, H ollanda,
İrlanda, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde de Buğday sapı ve kamışla kaplanan çatıda kullanılan
görülen bu. ot çatıların yapım yöntemi her samanın ezilmem iş olması, çatının öm rünü uzatır.
ÇAVDAR 263

duğu gibi mahya aşığı, aşıklar ve m ertekler Genellikle 1-2 m etre yüksekliğe ulaşan
konularak çatının iskeleti tam amlanır. çavdarın görünüm ü arpaya çok benzer. T ane­
Ortaçağda çatıların ahşap iskeleti, içerden leri buğdaya göre daha ince uzun, kavuzları
yapılan bir tavanla gizlenmez ve özenle süsle­ daha dar, kılçıkları da oldukça kısadır. D aha
nirdi. Yüksekliğin etkisini artırm ak için, pa­ çok ekmeklik un ve hayvan yemi olarak
yandalı çatılar yapıldı. Bu tür çatılarda gergi­ değerlendirilen çavdarın bileşiminde karbon­
lerin yerine, her iki duvarda ucu duvardan hidrat, protein, potasyum ve B vitamini bu­
dışarı uzanan kısa kirişler vardır ve aşıklar bu lunur.
kirişler üzerinde yükselen payandalara tu ttu ­ Çavdar unundan yapılan ekm ek de buğday
rulur. Bu çatıların en ünlüsü, 14. yüzyılın ekmeği gibi hafif olur. Buğday ve çavdar
sonunda L ondra’da yapılmış olan Westmins- ununda bulunan protein karışımları (glüten)
ter H all’ün çatısıdır.
Eğimli çatılarda kullanılan su geçirmez çatı
kaplam aları, kiremit ve arduvazın yanı sı£a,
çinko, bakır, kurşun gibi m etallerden yapıl­
mış levhalar, amyant çim ento karışımı levha­
lar ve cam olabilir. Kirem itler çatının eğimiy­
le akan suyu alta geçirmeden birbiri üzerin­
den akacak biçimde üst üste bindirilerek
dizilir. M etal çatı kaplam aları, metal levhalar
birbirine kenetlenerek yapılır. Düz çatılarda
ise, bitüm lü (bir tür zift) keçelerin üzerine su
geçirmez levhalar kaplanır. Bu tür çatılarda
da suyun akması için çok hafif bir eğim vardır.
Fabrika çatıları gibi büyük alanları örten
çatılarda, ahşap yerine çelik m akaslar yapılır.
Kaplama olarak da ucuz ve dayanıklı bir
Çavdar görünüm olarak arpaya benzeyen, dayanıklı
malzeme olan oluklu levhalar kullanılır. Az bir tahıldır.
eğimli çatılarda kurşun, çinko, bakır gibi
aşınma ve paslanm aya dayanıklı m alzem eler ham urun kabararak esnek ve yumuşak olm a­
kullanılır. Geniş, düz çatılar betonarm e ola­ sını sağlar. Bu yüzden, başka tahılların unun­
rak yapılır ve su geçirmeyen bir maddeyle dan ekm ek yapılırken ham ura buğday ya da
kaplanır. çavdar unu katılması gerekir.
D ünya genelinde, besin olarak kullanılan
ÇAVDAR. Buğdaygillerden bir tahıl bitkisi çavdar m iktarı bu amaçla kullanılan buğdayın
olan çavdarın (Secale cereale) ilk kez İÖ 6500 yarısı kadardır. Besin değeri yüksek olan
yıllarında A sya’nın güneybatısında yetiştiril­ çavdar başka tahıllarla karıştırılarak hayvan­
diği sanılm aktadır. Soğuğa en dayanıklı tahıl lara da yedirilir.
olan çavdar yüksek yerleri, kumlu ve gevşek Dünyanın çeşitli yörelerinde çavdardan vis­
toprakları sever. SSCB, İskandinav ülkeleri ki, cin, votka gibi alkollü içkiler ve kvas
gibi kışları çok sert geçen yörelerde bile denen Rus birası yapılır. İnce uzun, esnek ve
yetiştirilir ve sonbaharda ekilip ertesi yıl yaz sağlam olan çavdar sapları da çatı kaplam ası,
başlarında biçilir. Üstelik buğday, arpa, mısır şilte dolgusu, örm e şapka, kâğıt ve m ukavva
ve pirinç tarım ına elverişli olmayan en verim ­ yapımında kullanılır.
siz topraklarda bile öbür tahıllardan daha iyi Yılda 30 milyon ton dolayında olan dünya
ürün verir. Tahıllara büyük zarar veren külle­ çavdar üretiminin üçte birinden fazlasını
me ve pas hastalıkları ile zararlı böceklerden SSCB sağlar. Doğu A vrupa ülkelerinde ve
de pek fazla etkilenm eyen çavdarın-en Önemli Alm anya Federal Cum huriyeti’nde de geniş
Zararlısı çavdarmahm uzu hastalığına yol açan çapta çavdar üretim i yapılır. Türkiye’de 1960
bir asklımantardır. yılında 650 bin hektar olan çavdar ekim alanı
264 ÇAVUŞKUŞU

1987’de 242 bin hektara kadar düşm üştür. Bu rilen kamelya ile aynı cinste yer alan çayın
alandan elde edilen ürün 1987 verilerine göre doğal yetişme alanı A sya’nın güneydoğusun­
380 bin ton dolayındadır. 85 bin tonu geçen da Assam, Birm anya, Tayland, Vietnam ve
üretimiyle Kayseri ilk sırada yer alır. Niğde, Çin’i kapsar.
Sivas, Yozgat, Nevşehir ve Konya öteki Dünyanın en büyük çay üreticileri Hindis­
önemli çavdar üreticisi illerdir. tan, Çin Halk Cum huriyeti, Japonya, Tay­
van, G ürcistan, Türkiye, Sri Lanka ve İran’
ÇAVUŞKUŞU bak. İBİBİK. dır. Bazı A frika ve Güney A m erika ülkelerin­
de de çay tarım ı yapılır. Çay tarım ına elverişli
ÇAY A sya’nın güneydoğu bölgelerinde ken­ olmayan İngiltere ve A B D ’de satılan çayların
diliğinden yetişen ve doğal haline bırakıldı­ büyük bölümü ise Hindistan ve Sri L anka’dan
ğında küçük bir ağaç kadar boylanan bir gelir. Sri Lanka eskiden Seylan adıyla tanındı­
bitkidir. Am a bu bitkinin (Camellia sinensis ğı için bu ülkede üretilen çay hâlâ “Seylan
ya da Thea sinensis) yapraklarından hazırla­ çayı” olarak bilinir.
nan içecek 17. yüzyıldan sonra öylesine yay­ Çay bitkisinin Çin, Assam ve Kampuçya
gınlaşmıştır ki, bugün dünyanın hem en her çayı adlarında üç ana çeşidi vardır. Ayrıca bu
yerinde çay tarımı yapılır ve yaprakların kolay çeşitlerin melezlenmesiyle çok sayıda yeni
toplanm ası için bitki sürekli budanarak bir çeşit elde edilmiştir. Tarımı yapılan çeşitler­
çalı boyutunda tutulur. Çayın yeşil renkli, den biri olan Assam çayı budanmadığı zaman
derimsi ve kenarı dişli olan yaprakları dalların 18 m etreye erişebilen bir ağaçtır. Tek gövdeli
üzerinde almaşık dizilidir. Başlangıçta körpe olan bu çeşit dışında, 3 m etreye yakın yüksek­
defne yapraklarına benzeyen yapraklar kart- likteki çok gövdeli Çin çayının da tarımı
laştıkça daha da parlaklaşır, sertleşir ve el yapılır. Boyu 5 m etreye varan tek gövdeli
büyüklüğüne erişir. Genellikle yalnızca tepe Kampuçya çeşidinin ise tarımı yapılmaz. Bu
tomurcuğu ve onun altındaki iki körpe yaprak bitki öteki çeşitlerle doğal yolla çaprazlanarak
toplanır; çünkü kokulu ve iyi bir çay ancak bu yeni çeşitler oluşturm uştur. Uygulanan yoğun
yapraklardan demlenebilir. Tohum alınacak budam ayla çay bitkisinin boyu belli bir yük­
ağaçlar dışında, çayın çiçek açmasına izin seklikte, örneğin 1-3 m etre arasında tutulur.
verilmez. Oldukça küçük olan çay çiçekleri Böylece hem yapraklar kolay toplanır, hem
beyaz, parlak ve çok güzel kokuludur. Güzel de nitelikli çay yapraklan veren genç sürgün­
çiçeklerinden dolayı süs bitkisi olarak yetişti­ ler daha iyi gelişir.

ÇAY BİTKİSİ
Yalnızca "ikibuçukya pra k' Kıvırm a m akinesi M ayalandırm a tablaları
denen bu bolum toplanır.

M a k in e d e k ıv rılıp h ü c re le ri
p a rç a la n a n ça y y a p ra k la rı

Sıcak havayla Ayıklam adan sonra


Çayın toplanm ası Yaprakların
kurutm a çayın sınıflandırılırız
tavalarda soldurulm ası
ve am balajlanm ası
ÇAY 265

Hindistan'da taze
sürgünlerin yalnız uç
bölüm leri toplanır.

Çay fideleri tohum dan ya da genç sürgün­ için toprağın asitli, iklimin de nemli ve yağışlı
lerden kesilen parçalardan (çelikler) fidelik­ olması gerekir.
lerde üretilir, sonra asıl yetişecekleri yerlere Kuru çayın başlıca üç çeşidi vardır. Bunlar
aktarılır. Çay hasadı adı verilen yaprak topla­ işlenme yöntem lerine göre kara çay (m aya­
maya üçüncü yılda başlanır. H asatta genellik­ lanmış), yeşil çay (mayalanmamış) ve yarı
le, dalların tepe tomurcuğu ile onun altındaki mayalanmış çay adlarıyla bilinir. Türkiye’de
iki genç yaprak koparılır. Tam yetişkin bir çay de uygulanan kara çay üretim inde, taze yap­
bitkisinden 70 gram kadar kuru çay elde raklar yağışsız günde toplanır ve kurum adan
edilir. İyi bakıldığında çay bitkisinin üretken­ solmaları için raf biçiminde düzenlenmiş tava­
liği 40 yıl kadar sürebilir. lara serilir. Sonra ezme m akinelerinden geçi­
Çay genellikle kadınlar ve kızlar tarafından rilip kıvrılarak parçalanır ve parlak bakır
elle koparılır ya da makasla kesilir ve sepetle­ kırmızısı bir renk alıncaya kadar m ayalanm a­
re doldurulur. H indistan’da hasat mevsimi ya bırakılır (bak. M a y a l a n m a ) ; mayalanmış
ilkbaharda başlayıp aralık ayma kadar sürer. çay yaprakları sıcak havayla kurutulur. Bu
İklimin yazla kış arasında pek değişmediği Sri işlemler sonunda bildiğimiz kara rengi alan
Lanka’da ise bütün yıl çay hasadı yapılmak­ yapraklar elem e, ayırma ve sınıflandırma­
tadır. dan sonra paketlenm eye hazır durum a gelir.
En üstün nitelikli çaylar yüksekçe yerlerde­ India Tea Board
ki çay bahçelerinden elde edilir. Buralarda
hava daha serin olduğundan körpe yaprakla­
rın gelişmesi daha yavaş olur ve alçak kesim­
lerdeki sıcak bahçelerde olduğu gibi yaprak­
lar kartlaşıp sertleşmez. Sri L anka’nın önemli
çay bahçeleri ülkenin orta kesimindeki tepe­
lerde, H indistan’dakiler ise Him alaya Dağları
eteklerinde bulunan dağlık Darciling’dedir.
G ene de H indistan’ın çay üretiminin en bü­
yük bölümü hem tepelerde hem de vadilerde
çay yetiştirilen, kuzeydoğudaki Assam bölge­
sinde gerçekleştirilir. Yükseklik kadar hava
ve toprak koşulları da çayın niteliğini etkiler. Çalı biçim ini alacak ölçüde budanmış bir ağaç olan
Bitkinin veriminin istenen nitelikte olması çay, süs bitkisi kamelyanın yakın akrabasıdır.
266 ÇAY

Çin ve Japonya’da üretilen yeşil çay m ayalan­ tir.) C um huriyet’ten sonra çay tarımını dü­
ma evresinden geçirilmeden hazırlanır. G ü­ zenleyen ilk yasa 1924’te çıkarıldı; aynı yıl
ney Çin ve T ayland’da hazırlanan yarı m aya­ Rize’de Çay A raştırm a Enstitüsü kuruldu.
lanmış çaya, bazen de kara çaya özel bir tat ve 1930’ların sonundan başlayarak çay tarımı
koku verm ek için yasemin, bergam ot gibi gelişme gösterdi. 1985’e kadar devlet tekelin­
kokulu bitkilerin katıldığı da olur. de olan çay alımı, işlenmesi ve satımı o yıl
Değişik yörelerdeki bahçelerden yılın deği­ yerli ve yabancı firm alara açıldı.
şik zam anlarında toplanan çaylar birbirinden Çay 1940 yıllarına kadar küçük atölyelerde
az çok farklıdır. Paketlenm iş çayların aynı elle işleniyordu. 1941 ve 1942 yıllarında, yerli
lezzette olmasını sağlamak için bu değişik yapım yaprak kıvırma makineleriyle üretim
nitelikteki çayların karıştırılması gerekir. yapılan iki atölye kuruldu. 1947’de ise ilk çay
Harm anlam a adı verilen bu işlemde değişik fabrikası R ize’de üretim e geçti. 1930’ların
yörelerin çaylarından hazırlanan deneysel ka­ sonunda 150 hektar olan çay tarım alanı 1987
rışımlar tat ve koku gibi nitelikler açısından yılında 80 bin hektarı aşmıştı. Aynı yıl 661 bin
sınanır. İstenilen nitelikleri taşıyan çaylar ton yaş çay yaprağından elde edilen kuru çay
harm anlanır ve elde edilen karışım otom atik 138 bin tonun üzerindeydi. Yaş çay üretim in­
makinelerle paketlenir. D aha küçük parçalar de ilk sırayı alan Rize’yi Trabzon, Artvin,
ise poşet çay üretim inde kullanılır. Giresun ve Ordu illeri izler.

Türkiye'de Çay Çay Kullanımının Tarihi


Dünyanın önemli çay üreticileri arasında yer Çay bitkisinin yapraklarından bir içecek ha­
alan T ürkiye’de, toprak ve iklim koşullarının zırlamayı ilk düşünen Çinliler’dir. Bir efsane­
çay tarım ına uygun olduğu tek yöre K arade­ de Çinliler’in ilk kez İÖ 2700 yıllarında çay
niz Bölgesi’nin doğu bölüm üdür. İlk kez 19. yapraklarını suda haşlayarak içmeye başladık­
yüzyıl sonlarında Japonya’dan getirilen to­ larından söz edilir. Ama İÖ 4. yüzyılda yazılmış
hum larla B ursa’da başlayan çay tarımı başarı­ bir Çin sözlüğünde bu terim yer aldığına göre en
sız olmuştu. 1918’de B atum ’da yapılan çalış­ azından o zamandan beri çayın bilindiği kesin­
m alarda ise ilk başarılı sonuçlar elde edildi. dir. İS 6. yüzyıl sonlarında Japonya’ya da
(Batum yöresindeki bu çalışmalar daha sonra tanıtılan çay A vrupa’ya 17. yüzyılda getirildi.
da SSCB tarafından sürdürülmüş ve Batum Özellikle İngiltere’de çok tutuldu. O günden
ülkenin çay üretim merkezi durum una gelmiş­ bu yana İngilizler gelenekselleşen çay tutkula-

Turhan Baytop Koleksiyonu

Rize'de çay bahçesi.


ÇAYIR 267

bloklar halinde, çölleri ve dağ geçitlerini aşan


1.600 kilom etreden fazla bir yol üzerinden
T ibet’e de yollanır. Eskiden yılda bir kez
yapılan bu uzun yolculukta taşm an çayın
büyük bir bölüm ünü Çin hüküm etinin Ti­
b et’teki lama m anastırlarına arm ağan olarak
gönderdiği çaylar oluştururdu. Tibetliler bu
çayları çorba yapım ında kullanır. Bloklardan
koparılan parçalar şehriye ve tereyağıyla bir­
likte kaynatılıp kaşıkla içilir.
Japonya’da ise çay törensel bir içecektir.
Çay töreninde dört beş kişilik bir konuk
grubu özel bir çay odasında ağırlanır. K onuk­
lar ellerini yıkayıp ağızlarını suyla çalkaladık­
tan sonra, ancak diz üstü çökülerek geçilebi-
len alçak bir kapıdan bu odaya girerler. Tören
için özel kaplarda hazırlanan çaylar içilmeden
önce genellikle şekerlem e yenir. Eski bir
dinsel törenden kaynaklanan bu töre günü­
müzde de geleneksel düzeni içinde sürm ek­
tedir.

ÇAYIR. Çoğunlukla düzlük bölgelerde yarı


kurak bir ortam da küçük bitkilerden kalın bir
India Tea Board örtü oluşur. Bu bitki örtüsüne bağlı olarak var
Harmanlamaya girecek çayların seçimini yapan çay olan canlıları da kapsayan alana çayır denir.
tadımcıları.
Çayırlarda, yer yer ağaçlar ve çiçekli bitkiler­
rını yitirmediler. Çay A B D tarihinde de den oluşan karm a bir bitki örtüsü vardır.
önemli bir rol oynadı. İngilizler’in 1773 yılın­ İnsanlar henüz doğal çevrelerini bozmadan
da çıkardığı Çay Yasası, A m erikan Bağımsız­ önce, yeryüzünün yaklaşık yarısının çayırlarla
lık Savaşinı başlatan ve Boston Çay Partisi kaplı olduğu sanılmaktadır. D aha sonraları
olarak bilinen olaya yol açtı (bak. A M ER İK A çayırların azalmasıyla birlikte birçok bitki ve
BİRLEŞİK D E V L E T L E R İ). hayvan türü de yok olmuştur.
Çin çayının büyük bir bölümü SSCB’ye
satılır. Trans-Sibirya demiryolu yapılmadan İklim, Bitki Örtüsü ve Hayvan Varlığı
önce, Çin’de üretilen çay deve kervanlarıyla Çayırlarda bitki örtüsü iklim özelliklerine
uçsuz bucaksız Mançurya, Moğolistan ve Sibir­ bağlı olarak değişiklik gösterir. Yazlar ge­
ya topraklarından geçerek Rusya’ya gelirdi. nellikle sıcak geçer (40°C). Yağmur yazın
Bu uzun yolculuk için, ince toz haline getiri­ yağar. Yıllık ortalam a yağış 250-500 mm
len çay buharla nemlendirilir, tuğla gibi blok­ arasındadır. Yılda birkaç hafta ile birkaç ay
lar biçiminde sıkıştırılır ve taze hayvan derile­ arasında değişen kuraklık dönemleri görülür.
rine doldurulurdu. Yaş deri tulum kuruyup K uraklık ve zaman zaman görülen yüksek
daraldıkça çay sıkışıp sertleşerek deve sırtın­ sıcaklık, çayırlarda bulunan bitki ve hayvanla­
da kolayca taşınıyordu. G ünüm üzde bile rı olumsuz etkiler. Kışlar soğuktur ve sıcaklık
SSCB’nin çoğu yöresinde bu tür blok çay çok —34°C’ye kadar düşer.
tutulm aktadır. Levhalar halinde sıkıştırılmış Ilıman bölgelerdeki çayırlarda yıllık yağış
çay ise M ançurya’da, M oğolistan’da ve Si­ m iktarı 250-750 mm arasındadır. Tropik böl­
birya’nın bazı bölgelerinde para yerine de gelerde bu m iktar 600-1.500 milimetreye yük­
kullanılırdı. selir. Çayırlarda bitkilerin büyüme dönemi
Çin çayı gene aynı biçimde kalıplanmış sert yağmur mevsimince belirlenir. Ilıman bölge­
268 ÇAYKOVSKİ

lerdeki çayırlarda sıcaklık 5°-20°C arasında Peter İliç Çaykovski Rusya’da, Votkinsk
değişir. kasabasında doğdu. Babası, o yöredeki devlet
Çayırlarda başlıca bitki örtüsü tohumlu m adenlerinde işletme sorumlusuydu. Yedi
otsu bitkilerdir. Ayrıca odunsu bitkiler, cüce yaşında piyano çalmaya başlayan Çaykovski,
çalılar, bodur ağaçlar ve yaprakyosunları en kısa zam anda yeteneğini ortaya koyduysa da,
çok rastlanan çayır bitkileridir. aşırı duyarlı bir çocuk olduğu için ailesi
Çayırlardaki hayvan varlığı çok çeşitlidir. müzikle uğraşmasına izin vermedi.
En çok tanınan çayır hayvanları A frika çayır­ D aha sonra St. Petersburg’daki (bugünkü
larında rastlanan ceylan, zebra, zürafa, anti­ Leningrad) H ukuk O kulu’nun hazırlık bölü­
lop ve suaygırı; A sya’daki çayırlarda yaşayan müne yazıldı. Çaykovski annesine çok bağlı,
yabansığırı, sayga, geyik ve yabandom uzu; içine kapanık bir çocuktu. 1854’te annesi
Kuzey A m erika’daki çayırlarda yaşayan ve koleradan ölünce ağır bir ruhsal sarsıntı geçir­
soyu tükenm ekte olan bizon, kır kurdu, di; yaşamının sonuna kadar bu olayın etkisin­
vaşak; Güney Am erika pam palarında yaşa­ den kurtulam adı. O yıllarda izlediği operalar
yan lama ve devekuşu ile A vustralya’da yaşa­ müzik yaşam ında etkili oldu.
yan kangurudur (bak. Bozkir; Pampa). Çaykovski eğitimini tam am ladıktan sonra
St. Petersburg’da, A dalet Bakanlığı’nda gö­
ÇAYKOVSKİ, Peter İliç (1840-1893). 19. rev aldı. Oysa, müziğe olan ilgisi iyice alev­
yüzyılın en büyük Rus bestecilerinden olan lenmişti. Bu nedenle 23 yaşında görevinden
Peter İliç Çaykovski, anlatım gücü ve yapıtla­ ayrılarak St. Petersburg Konservatuvarı’na
rındaki duygu yoğunluğuyla dikkati çeken bir girdi. 1865’te öğretm eni Anton R ubinstein’ın
sanatçıdır. Yapıtları arasında senfoniler, bale yardımıyla M oskova K onservatuvarrnda ar­
müzikleri, uvertürler, operalar, oda müziği, moni dersleri vermeye başladı. Aynı yıllarda
konçertolar, vokal müzik ve şarkılar bulun­ ilk senfonisi olan Opus 13 Sol M inör Birinci
m aktadır. Senfoniyi (1866; Kış Hülyaları) besteleyen
Anadolu Yayıncılık Arşivi
Çaykovski, tutkulu ve yoğun bir çalışma
dönem inden sonra ruhsal bir bunalım geçirdi.
1868’de Rusya’daki ulusal müzik akımının
öncülerinden besteci Mili Balakirev’in önerisi
üzerine R om eo ve Jülyet fantezi uvertürünü
yazdı. Bu yapıt günüm üzde de çok sevilen
besteleri arasındadır. İlk opera yapıtı olan
Voyvoda ise 1869’da sahnelendi.
Çaykovski, Opus 36 Fa M inör Dördüncü
Senfoni (1877) ile ünlü operası Yevgeni One-
gin9i (1877-78), geçirdiği ağır bir bunalım
dönem inde besteledi. Aynı dönem de eski
öğrencilerinden biriyle evlendi. Besteciyi inti­
hara sürükleyen, eşinin de akıl hastanesine
düşmesine neden olan bu bunalımlı evlilik altı
hafta sürdü. O sırada Çaykovski’nin müziğine
hayranlık duyan N adejda von Meck adında
varlıklı, dul bir hanım sanatçıya para desteği
sağladı. Çaykovski’nin öğretmenliği bırakıp,
kendini bütünüyle müziğe vermesini sağlayan
bu anlaşma 1890’a kadar sürdü. Bundan
sonra da Çaykovski bestelerinden para kazan­
maya başladı.
1880’lerde turnelere çıkarak kendi bestele­
Peter İliç Çaykovski 19. yüzyılın en tanınm ış Rus
besteci lerindendir. rinin çalındığı konserleri yönetti. Çaykovski,
ÇAYLAK 269

İngiltere ve A B D turneleri dışında vaktini,


M oskova yakınlarındaki çiftlik evinde çalışa­
rak geçirdi.
Çaykovski en çok sevilen bestelerini
1877’den sonra yazdı. Kuğu Gölü (1877),
Uyuyan G üzel (1890) ve Fındıkkıran (1892)
baleleri; Maça Kızı (1890) operası; Re Majör
Keman Konçertosu (1878); Do M ajör Yaylı
Çalgılar Serenadı (1880) v e' 1812 Uvertürü
(1880) başyapıtlar olarak bugün de değerleri­
ni korum aktadırlar. En ünlü konçertosu Si
Bem ol M inör Birinci Piyano Konçertosu’dur
(1874-75).
Çaykovski’nin yazdığı yedi senfoniden yal­
nızca altı tanesi num aralanm ıştır. Patetik
adıyla da bilinen Si M inör Altıncı Senfoni
(1893) Çaykovski’nin en etkileyici yapıtların­
dan biridir. Sanatçının çok önem verdiği bu NH PA/M .K. veJ.M . Morcombe
yapıt, Ekim 1893’te St. Petersburg’daki ilk Avustralya'ya özgü bir çaylak ve yavrusu.
çalmışında beklediği ilgiyi görmedi. M elodile­
rindeki zenginlik ve orkestra düzenlem elerin­ dır. Türkiye’de yaşayan çaylaklar bu grup­
deki ustalığının yanı sıra, derin bir duyarlığa tandır.
sahip olan Çaykovski, özgün bir müzik yarat­ Çaylak türlerinin çoğu küçük kemiriciler,
mayı başarmıştır. böcek, kurbağa, yılan, kertenkele ve küçük
Sanatçının St. Petersburg’daki kolera salgı­ kuşlarla beslenir. Bazılarının beslenme davra­
nı sırasında, bilerek kaynatılmamış su içtiği nışları çok ilginçtir. Örneğin A vustralya’ya
için öldüğü söylentisi yaygınlık kazandıysa da, özgü kara göğüslü çaylağın (Hamirostra mela-
20. yüzyılın ikinci yarısında yapılan araştırm a­ nosternon) başlıca besini tavşan ve kertenke­
lar sonucunda, birtakım tatsız olayların geliş­ ledir; ama yüksekten kayaların üzerine atıp
mesini önlem ek amacıyla zehir içerek yaşamı­ kabuklarını kırdığı devekuşu yum urtalarını
na son verdiği kanısı güçlenmiştir. yediği de görülür. B rahm an çaylağı (Haliastur
indus) gibi bazı türler balık ve çöp yiyerek
ÇAYLAK atm aca, şahin ve kartalla aynı beslenir. G erçek çaylaklar içinde bir grup
familya (Accipitridae) içinde sınıflandırılan oluşturan salyangoz çaylakları ise Yenidünya’
yırtıcı bir kuştur. A tm acadan daha ince yapılı da yaşar ve yalnızca salyangoz yerler. O rak
olan çaylakların uzunluğu genellikle 45-61 cm biçimli dar ve kıvrık gagaları salyangozları
arasında değişir, ama bazıları çok daha iridir. kabuklarından çıkarmaya yarar.
A krabası olan öteki yırtıcı kuşlar gibi çayla­ Çaylakların renkleri soluk kırmızımsı kah­
ğın da gagası kancalı ve aşağıya doğru kıvrık­ verengiden karaya kadar değişir. Türlerin
tır. Uzun ve dar kanatları havada hızla çoğu beyaz, turuncu ve kara lekelerle süslü­
süzülerek avının üzerine atlam asına ya da dür. En iyi bilinen iki tür, Türkiye’de de
yavaş yavaş kanat çırparak uçmasına olanak yaşayan kara çaylak (M ilvus migrans) ile kızıl
verir. Çaylakların kuyruğu türlerin çoğunda çaylaktır (M ilvus milvus). Avrasya, A frika ve
uzun ve çatallıdır. Avlarını tutup yakalamaya A vustralya’da yaşayan kara çaylak Akdeniz
uyarlanmış pençelerinde sivri ve çengel biçi­ ve K aradeniz kıyıları dışında T ürkiye’nin
minde tırnakları vardır. hem en her yöresinde bulunur. 55-60 cm
Milvinae altfamilyasmı oluşturan çaylak uzunluğundaki bu kuşun gövdesi koyu kahve­
türleri gerçek çaylak olarak bilinir. Bu çay­ rengi, başı daha açık renklidir. Leş, küçük
lakların gagaları öbür türlerinkinden da­ mem eliler, kuş, sürüngen, böcek ve ölü balık
ha dar, üst bölüm ünün kenarı da tırtıklı­ yer. A vrupa, Kuzey A frika ve Batı A sya’da
270 ÇEÇE SİNEĞİ

bulunan 60-66 cm uzunluğundaki kızıl çayla­


ğın tüyleri kızıl kahverengidir. Başı ile kuyruk
ve kanat altları beyaza çalar. Doğu A nadolu’
da da az sayıda bulunan kızıl çaylağın beslen­
me ve ürem e davranışları kara çaylağa ben­
zer. Bu tür göç sırasında ve kışın daha çok
görülür.
O ldukça zarif görünüm lü olan kırlangıç
kuyruklu iki çaylak türünden biri Am erika
kıtasında, öteki A frika’da yaşar. Bu türler
uzun kanatları ve kırlangıç kuyruğuna çok
benzeyen uzun kuyruklarıyla dikkat çeker.
Çaylaklar yuvalarını yüksek ağaçlarda, ge­
nellikle gevşekçe üst üste konmuş kuru dal,
yosun ve başka bitki artıklarıyla yaparlar.
Türlerin çoğunda dişi, sayıları ikiden beşe
kadar değişebilen düz beyaz ya da benekli
yum urtalar bırakır. Yavrular dört hafta ya da
daha uzun bir süre sonra yum urtadan çıkar.
Çaylak türlerinden çoğunun sayısı gittikçe
azalmaktadır.

ÇEÇE SİNEĞİ ilk bakışta karasineğe benze­


yen, küçük ama çok zararlı bir sinektir. Uyku
hastalığını bulaştırmasıyla bilinen bu kan em i­ NHPA/Stephen D alton
ci sineğin, Glossina cinsini oluşturan yaklaşık Çeçe sineği insan kanı emmeden önce (üstte) ve
21 türü vardır. Türlerin çoğu A frika’da, Sahra em dikten sonra (altta). Kan dişinin karnındaki
yum urtaların gelişmesi için gereklidir.
Ç ölü’nün güneyinde yaşar.
6-16 mm uzunluğunda bir böcek olan çeçe tem lerden biri, ürem e yerleri olan tropik
sineği insanların, sığırların ve yabanıl hayvan­ orm anların tabanındaki bitki örtüsünü tem iz­
ların kanıyla beslenir. Bazı türleri kanını lem ektir.
emdiği canlının hastalanm asına, hatta çoğu Çeçe sineklerinin üremesi öbür sineklerden
zaman ölmesine yol açan bir hastalık yayar. farklıdır. Ö teki sineklerin larvaları dişinin
Bu hastalığın etkeni çeçe sineğinin taşıdığı dışarı bıraktığı yum urtalardan çıkar. Çeçe
tripanozom a adlı bir tekhücrelidir. Tripano- sineğinde ise larvaların yum urtadan çıkması
zoma yabanıl hayvanların kanında yaşar. Çe­ dişinin vücudunda gerçekleşir. Bu larvalar
çe sineği bu hayvanlardan birinin kanını toprakta yuvalanarak bir saatte pupa evresine
emdiğinde kanla birlikte birkaç tripanozom a girer, birkaç hafta sonra da erişkin birer
da çeçe sineğine geçebilir. Sineğin vücudunda sineğe dönüşür. Çeçe sineğinin yaşam süresi
başkalaşım geçiren tripanozom alar en sonun­ bir-üç ay arasında değişir.
da sineğin ısırdığı insanlara bulaşarak uyku Çeçe sineklerinde her türün kendine özgü
hastalığına, sığırlara bulaştığında da nagana bir yerleşim ve ürem e yeri vardır. Bundan
denen benzer bir hastalığa yol açar. İnsanları yararlanan bilim adamları larva ve pupaların
ısıran çeçe sineklerinin yüzde 80’den fazlası bulunduğu bazı yerleri çeçe sineklerinden
erkektir; dişiler genellikle iri yapılı hayvanla­ tem izleyerek güvenli bir biçimde sığır yetişti­
ra saldırır. rilmesine olanak sağlamışlardır.
Bu hastalıkları tedavi eden ilaçlar bulun­ Ayrıca bak. UYKU HASTALIĞI.
m akla birlikte, bilim adamları çeçe sineğinin
kökünü kazımaya çalışmaktadır. Çeçe sinek­ ÇEHOV, Anton Pavloviç (1860-1904). Öy­
lerinin üstesinden gelmek için kullanılan yön- küleri ve oyunlarıyla dünya edebiyatında çok
ÇEKİRGE 271

özgün bir yeri olan Rus yazarlarından A nton ne inanıyordu. Bir araştırm a tezi niteliğini
Pavloviç Çehov, Azak Denizi kıyısındaki taşıyan Sahalin A d a sı, hapishane koşullarında
Taganrog’da doğdu. Özgürlüğe kavuşmuş bir bazı iyileştirmeler yapılmasına yol açtı.
kölenin torunu ve bir taşra bakkalının oğlu­ 1891’de Avrupa gezisine çıkan yazar, Rusya’
dur. İlk ve ortaöğrenim ini doğduğu kentte ya döndükten sonra, en güçlü yapıtlarından 6
tam amladı. 1879’da tıp öğrenimi görm ek üze­ Numaralı Koğuş’ta (1892) özgürlükçü düşün­
re M oskova’ya gitti. Öğrenim yıllarında aile­ celeri savundu. Bu dönem de yazdığı oyunlar
sine destek olm ak amacıyla gazete ve dergile­ arasında başyapıtlarından Martı ise, ilk kez
re yazılar ve kısa mizah öyküleri yazdı. Çehov 1896’da St. Petersburg’da (bugünkü Lenin­
tıp öğrenimini bitirdiğinde yazılarıyla yaygın grad) sahnelendi. İzleyicinin alışık olmadığı
bir ün kazanmıştı. O yıllarda dönem in önde türden bir oyun olduğu için başarısızlığa
gelen dergilerinden Yeni Zam an’m yönetm e­ uğradı. Çehov 1894 M art’ında bir akciğer
niyle tanıştı ve takm a ad kullanm aktan vazge­ kanaması geçirdi. Sağlığının düzelmesi için
çerek, öykülerini kendi imzasıyla yayımlama­ K aradeniz kıyısındaki Y alta’ya yerleşti. B ura­
ya başladı. da onu görmeye gelen Tolstoy, G orki ve
Oyun yazarlığına tek perdelik oyunlarla Bunin gibi yazarlarla sık sık görüşme ve
başlayan Çehov’un sahnelenen ilk başarılı tartışm a olanağı buldu. 1898’de ünlü oyun
oyunu Ivanov’dur (1887). Çehov 1890’da bir yönetm eni Konstantin Stanislavski, M artı’yı
tutuklu ve sürgün yeri olan Sahalin A dası’na M oskova Sanat Tiyatrosu’nda yepyeni bir
gitti. O radan döndükten sonra izlenimlerini anlayışla sahneye koydu. Oyun bu kez büyük
Sahalin Adası (1893-94) adlı kitapta yayımla­ bir başarı kazandı. Bu oyunu Vanya Dayı
dı. Çehov, insanların içinde bulunduğu kötü (1899), Üç K ız Kardeş (1901) ve yazarın
koşulların değişebilmesi için herkesin sorum ­ ölüm ünden az önce tamamladığı Vişne Bahçe­
luluk duyması ve bir şeyler yapması gerektiği- si (1904) izledi. Bu yapıtların tüm ü de, insan
A B C Ajansı doğasının iç gerçekliğini yansıtan, insanın
zayıf yanlarını ve yalnızlığını dile getiren, bu
nedenle de tiyatro sanatında yeni bir çığır
açan yapıtlardı.
Ü nü çar tarafından da kabul edilen Çehov,
A kadem i üyeliğine seçilmişti. Ne var ki,
1900’de Tolstoy’un bu A kadem i’ye girmesini
çar onaylamayınca A kadem i’den ayrıldı.
Martı’nın ünlü oyuncusu Olga K nipper ile
evlenen Çehov, sağlığının giderek kötüleşm e­
sine karşın, Vişne Bahçesi’nin 1904’teki ilk
sahneye konuşunda bulundu ve aynı yıl Al­
m anya’daki sağlık m erkezlerinden biri olan
B adenw eiler’da verem den öldü.

ÇEKİÇ ATM A bak. A t le t î z m

ÇEKİRGE. Sıcak yaz günlerinde hiç durm a­


dan öten, ürkütüldüğünde uzun arka bacakla­
rı üzerinde yaylanarak birdenbire sıçrayan
çekirgeler kırların ve çayırların en alışılmış
konuklarıdır. A m a renkleri genellikle yeşil ya
da kahverengi olduğu için bu böcekler otların
arasında kolay kolay seçilemez; yalnızca gün
boyu süren “şarkıları” duyulur.
Öykü ve oyun yazarı Anton Pavloviç Çehov'un
dünya edebiyatında özgün b ir yeri vardır. Aslında bu vızıltılı sesi çıkarmak hem en
272 ÇEKİRGE

arka k a n a tla rı ö rte n Solda: Tipik bir çekirgenin


s e rt ö n k a n a tla r vücut yapısı. Altta: Çekirgenin
arka bacaklarının kalın uyluk
bölüm ünde diken gibi bir dizi
küçük çıkıntı vardır. Hayvan bu
çıkıntıları ön kanatlarının
pürüzlü ve damarlı yüzeyine
sürterek vızıltılı bir ses çıkarır.

karın

g e liş m iş
arka b a c a k la r

hem en yalnızca erkek çekirgelere özgüdür. da tarla çekirgesi denir. G erçekten de bu


Erkek çekirgeler arka bacaklarındaki diş gibi gruptaki çekirgeler daha çok yarı kurak böl­
çıkıntıları sert ve derimsi ön kanatlarına gelerdeki kırlarda yaşar ve içlerinden bazıları
sürterek çıkardıkları bu sesle genellikle dişile­ çok kalabalık sürüler halinde göç, ederek
ri çiftleşmeye çağırırlar. Çekirgeler olağanüs­ tarlaları yağmalar. Kır çekirgeleri arasında
tü sıçrama yeteneklerinin yanı sıra otların göç etm eyen ve zararlı olmayan türler de
arasında yürüyebilir, hatta türlerin çoğu kıta­ vardır. Am a milyonlarcası bir araya toplana­
ları aşacak kadar uzun m esafelere uçabilir. rak bir bulut halinde göç eden ve geçtikleri
Yakın akrabaları olan cırcırböcekleri etçil yerlerde bütün ekili alanları yağmalayan bazı
olduğu, yani böceklerle beslendiği halde çe­ göçmen çekirgeler çiftçilerin en korkulu rüya­
kirgeler yalnızca bitki yiyen otçul böceklerdir sıdır. Bu zararlı türlerin en tanınmışlarından
(bak. CIRCIRBÖCEĞİ). biri A frika’dan H indistan’a kadar uzanan
Sonbahar gelince dişi çekirgeler uzun ve kurak bölgelerde dağılmış olan çöl çekirgesi
esnek olan karın bölütlerindeki yum urta bo­ (Schistocerca gregaria), öbürü de A frika’dan
rusunu toprağa sokarak yum urtalarını yerde­ bütün Asya, Avustralya ve Yeni Z elanda’ya
ki bir deliğe bırakırlar. Bazı türlerin dişisi kadar geniş bir dağılım gösteren A frika göç­
yum urtaların sudan zarar görmemesi ve başka men çekirgesidir (Locusta migratoria). Sudan
böceklere yem olmaması için, yum urta topak­ çekirgesi olarak da bilinen çöl çekirgesi sürü­
larının üstünü zamk gibi yapışkan bir m ad­ leri zaman zaman Türkiye’ye de gelerek
deyle kaplar. Kışı toprağın altında geçirerek yalnız tahılları değil bütün bitki örtüsünü yok
ertesi ilkbaharda yum urtadan çıkan ve kanat­ edecek kadar zarar verir.
sız olmaları dışında ana babalarının küçük Göçm en çekirgelerin yaşam çevriminde
birer kopyası olan larvalar yaz sonunda eriş­ yalnız ve toplu olarak yaşadıkları iki ayrı evre
kin durum a gelir. Erişkinlerin uzunluğu bazı gözlenir. Yalnız yaşama evresindeki bir nemf,
tropik türlerde 11 santimetreyi aşar. yani henüz kanatları çıkmamış olan çekirge
Böceklerin düzkanatlılar (Orthoptera) takı­ yavrusu yaşadığı ortam a uyum sağlamak için
mından olan çekirgeler, başlarındaki duyar­ renk değiştirebilir, çok yavaş hareket eder ve
galarının uzunluğuna ve başka bazı özellikle­ türdeşleriyle bir araya toplanmaz. Toplu ya­
rine dayanarak iki ayrı familyada toplanır: şama dönem indeki nemfler ise kara, turuncu
Acrididae familyasını oluşturan kısa duyarga­ ve sarı renkleriyle kolayca ayırt edilebilir.
lı çekirgeler ve Tettigoniidae familyasından Üstelik bu evredeki bir nem f çevreye göre
uzun duyargalı çekirgeler. renk değiştiremez, çok hareketlidir ve kalaba­
Kısa duyargalı çekirgelere kır çekirgesi ya lık topluluklar halinde yaşamayı seçer. Toplu
ÇEKİRGEKUŞU 273

Solda: Göçmen ca gizlenebilir. Bu çekirgelerin işitme organ­


çekirgeler zaman ları ön bacaklarındadır; oysa kır çekirgeleri
zaman sürüler halinde
ekili alanlara karınlarının iki yanında bulunan ve kulak
dadanarak ürüne çok zarını andıran oval biçimli iki zarla sesleri
büyük zararlar verir. algılarlar.
A ltta: Kenya'da bir
ağaç gövdesini sarmış Çekirgeler bazı ülkelerde sevilen bir yiye­
çöl çekirgeleri. cektir. Ayrıca kuşların, kurbağaların ve yılan­
J. M. ConraderlNational ların da bu böcekleri yemesi, çekirgelerin
Audubon Society (solda); D .L.
GunnlAnti-Locust Research aşırı çoğalmasını bir ölçüde engeller.
Değnekçekirgesi adıyla bilinen böceklerin
bu adla anılmaları dışında gerçek çekirgelerle
hiçbir yakınlığı yoktur; bunlar ayrı bir takım ­
dandır. A yrıca, çekirgeye benzedikleri için
bazı uzm anlarca aynı takım da sınıflandırılan
peygam berdeveleri de aslında çekirgelerle
değil ham am böcekleriyle akrabadır (bak.
D EĞ N EK Ç EK İRG ESİ; P E Y G A M B E R D E V E Sİ).

ÇEKİRGEKUŞU. Bu ötücü kuşların A vrupa,


Asya, A frika ve Kuzey A m erika’ya dağılmış
70 kadar türü vardır. Türlerden çoğunun sırtı
boz ya da kahverengi, alt bölümleri beyazdır;
gözlerinin üstünde, kanatlarında ve kuyrukla­
rında kara tüyler bulunur. Bazı A frika türleri
mavi, kırmızı, turuncu, yeşil ve sarının çeşitli
yaşama evresindeki nemfler olgunlaşıp eriş­ tonlarında göz alıcı renklerle bezenmiştir.
kin çekirgelere dönüştüğünde hızla üreyip B ütün türlerin gagası kanca gibi hafifçe aşağı­
çoğalmaya başlar. Sonunda, bulundukları or­ ya kıvrıktır.
tam daki besin kaynakları giderek kalabalıkla­ Çekirgekuşu böcekler, örüm cekler, küçük
şan bu topluluğa yetmez olur. Böylece bütün kuşlar, sıçanlar ve sürüngenlerle beslenir.
çekirgeler kalabalık sürüler halinde uçarak Ö rüm cekkuşu olarak da bilinen çekirgekuşu-
kendilerine yeni bir yaşam alanı ve yeni besin nun ayakları çok küçük ve avını uzun süre
kaynakları bulmak üzere göç etm ek zorunda tutam ayacak kadar güçsüzdür. Bu yüzden,
kalır. G ünlerce yol alarak çok uzak yerlere tıpkı kasapların çengele et asması gibi, avını
kadar ulaşan çekirge sürüsü konakladığı yer­ gagasıyla tutup dikenlere ya da ince dallara
lerdeki bütün yeşil bitkileri yiyip bitirdikten asarak parçalar. Çekirgekuşuna bazen kasap-
sonra yeniden göç eder. Bu yüzden çekirge­ kuşu denmesinin nedeni budur.
ler en büyük tarım zararlılarından biridir. Bu Çekirgekuşlarının en yaygın türü olan kızıl
zararları azaltmak için sürülerin bıraktığı yu­ sırtlı çekirgekuşu ya da bayağı çekirgekuşu
m urtaları ve nemfleri yok etm ek, sürülere (Lanius collurio) yazın T ürkiye’nin bütün
uçakla ilaç sıkmak gibi önlem ler alm aktan yörelerindeki ağaçlıklı alanlarda, özellikle yol
başka çare yoktur. kenarındaki teller üzerinde görülür. Yaklaşık
Uzun duyargalı çekirgeler genellikle yeşil 17 cm uzunluğundaki bu türün sırtı pas kızılı,
renklidir ve daha çok çayırlarda, ağaçlık alt bölümleri krem rengidir. Oldukça uzun
yerlerde yaşamayı seçerler. Bu yüzden bu olan kuyruğu kızıl ya da karadır. E rkeklerde,
familyanın üyelerine yeşil çekirge ya da çayır gözlerin yakınından başın arkasına kadar uza­
çekirgesi denir. Bu gruptaki türlerden bazıları nan kara bir şerit bulunur. Sakar çekirgekuşu-
yalnız bitki değil, ara sıra böcekleri de yerler. nun (Lanius nubicus) alnında ise atların
Dam arlı ve yeşil kanatları yaprağı andırdığı alnındaki lekeye (sakara) benzeyen beyaz bir
için çayır çekirgeleri bitkilerin arasında kolay­ leke vardır. Yazın ürem ek için T ürkiye’ye
274 ÇEKOSLOVAKYA

ğ u , E l b e ’n i n k o l u V l t a v a I r m a ğ ı ö n e m l i a k a r ­
(bak. E l b e I r m a ö i ; T u n a I r m a ğ i ) .
s u la rd ır
Değişik iklimlere rastlanan Çekoslovakya’
nın batısındaki dağlarda iklim, ılıman ve
yağmurlu, düzlük bölgelerde ise oldukça ku­
raktır. Kışın dağlara çok fazla kar yağar.
Elbe, kimi zaman da T una, bir süre için
donar. Yazlar ise sıcak, çoğunlukla gökgürül-
tülü ve sağanak yağışlı geçer.
Slovakya, sık orm anların bulunduğu bir
bölgedir ve bu orm anlarda yabanıl hayvanlar
yaşar. Bu hayvanların büyük çoğunluğu ulu­
sal parklarda korum a altındadır. Boz ayılar,
yabandom uzları, yabankedileri, karacalar,
elik, sansar ve mink gibi hayvanlarla, sülün,
keklik, akbaba, puhu ve kaya kartalları bun­
lardan bazılarıdır. Ayrıca bazı orm anlar ve
Haris ReinhardlBruce Coleman
doğal görünümlerinin güzelliği ile ünlü yerler
Çalıya tünem iş erkek (sağda) ve dişi (solda) kızıl sırtlı de korum a altındadır.
çekirgekuşları.

gelen bu kuş Karadeniz dışındaki kıyı bölgele­ ÇEKOSLOVAKYA'YA İLİŞKİN BİLGİLER


rinde bulunan ağaçlık ve çalılıklarda yuva­
YÜZÖLÇÜMÜ: 127.896 km2.
lanır.
NÜFUS: 15.591.000 (1987).
Çekirgekuşları çalı çırpı ve ince dallardan YÖNETİM: İki meclisli federal sosyalist cumhuriyet.
yaptıkları yuvalarının içini bitki kökleri, yo­ BAŞKENT: Prag.
sun ve likenlerle döşerler. Dişi kuş bu yuvaya, DOĞAL YAPI: Ülke birbirinden farklı iki bölgeden
gri üstüne kahverengi benekli dört ile sekiz oluşur. Bohemya ve Moravya, sıradağlarla çevrili,
maden bakımından zengin ve birçok fabrikası olan,
arasında yum urta bırakır. tarımda son teknikleri kullanan ve nüfus yoğunluğu
Çekirgekuşlarının oluşturduğu Laniidae fa­ fazla bir bölgedir. Karpatlar'ın güney yamaçlarını
milyası serçe, ötleğen, bakal ve ardıçkuşlarını kaplayan Slovakya'nın ise daha geri birtarım ı vardır,
nüfus yoğunluğu azdır.
da kapsayan ötücükuşlar (Passeriformes) ta- BAŞLICA SANAYİ KOLLARI: Kömür, çelik, petrol, maki­
kımındandır. Bununla birlikte türlerden yal­ ne, otomotiv, askeri donanım, çimento, kereste,
nızca birkaçının ötüşü güzeldir. ayakkabı, cam, giyim, bira, besin.
ÖNEMLİ KENTLER: Prag, Brno, Bratislava, Ostrava,
Plzen (Pilsen), Kosice.
ÇEKOSLOVAKYA, O rta A vrupa’da, dört EĞİTİM: Çocukların 6-15 yaş arasında okula gitmeleri
yanı karayla çevrili bir ülkedir. Batıda Çek zorunludur.
toprakları, doğuda Slovakya olmak üzere iki
bölüm den oluşur. Kuzeybatısında Alm an D e­
m okratik Cum huriyeti, batısında Almanya Halklar ve Kentler
Federal Cum huriyeti, kuzeyinde Polonya, gü­ Günüm üzde Çekoslovakya’da yaşayanların
neyinde Avusturya ve M acaristan, doğusunda çoğu, Çekler ve Slovaklar’dır. H er iki halk da
SSCB vardır. A vrupa’nın küçük ülkelerinden Slav’dır. Bir zam anlar ülkede M acarlar, A l­
biri olan Çekoslovakya’nın, özellikle doğusu, m anlar ve UkraynalIlar da yaşardı. Am a çoğu
yani Slovakya dağlık bir bölgedir. Polonya ve sonradan ayrıldı ve bugün geriye yalnızca
Slovakya arasındaki sınırı çizen K arpatlar bu küçük azınlıklar kaldı. Bunların içinde Çinge­
bölgededir (bak. K a r p a t D a ğ l a r i ) . M acaris­ neler kalabalık bir topluluk oluştururlar. En
tan ’la sınırının bir bölüm ünü oluşturan Tuna, yaygın olarak konuşulan dil Çekçe’dir, Çek-
Çekoslovakya’dan A lm anya’ya geçen Elbe çe’ye benzeyen Slovakça ikinci önemli dildir.
Irmağı ve kıyısında başkent Prag’ın bulundu­ H er iki dil de Latin alfabesiyle yazılan Slav
ÇEKOSLOVAKYA 275

Çekoslovakya'nın, Orta
Avrupa'da altı ülkeyle
sınırı vardır. Batıdan
doğuya 750 km
boyunca uzanan
ülkenin, kuzeyden
güneye en geniş yeri
yalnızca 275
kilom etredir.

dilleridir. K atolikler’in nüfusun üçte ikisini Nişanlı operasının bestecisi Bedrich Sm etana
oluşturduğu sanılmaktadır. Halkın bir bölü­ olan birçok ünlü besteci yetiştirmişlerdir.
mü ise Protestan ve O rtodoks kiliselerine Ü lkede güçlü bir edebiyat geleneği de vardır.
bağlıdır. Kilise harcamalarını hüküm et karşı­ Dünyaca ünlü Aslan A sker Şvayk (1923)
lar. 1949’da kilise mülkleri kamulaştırılmış ve rom anının yazarı Jaroslav H asek, oyun yazarı
din görevlileri devlet m em uru sayılmıştır. Karel C apek, şair Vitezslav Nezval, Milan
Çekler müziğe düşkün insanlardır. Bütün K undera ve ünlü romancı Franz Kafka bunlar
büyük kentlerinde opera salonları ve koro arasından seçilmiş bazı adlardır. Çekoslovak
toplulukları bulunur. E n bilinenleri Antonin sanatçıların tiyatro ve sinema alanlarında
Dvorak (bak. D v o r a k . A n t o n i n ) ve Satılmış verdikleri yetkin ve çağdaş yapıtlar da ulus-
E. BicaniEastphoto

Çekoslovakya'nın ikinci büyük kenti Brno geleneksel m im arisini bugüne kadar korum uştur.
276 ÇEKOSLOVAKYA

çapta şekerpancarı, mısır, şerbetçiotu ve ke­


ten üretilir; elma ve arm ut bahçeleri bol
meyve Verir. Dağlık alanlarda patates, çavdar
ve yulaf tarım ı yapılır. Ülkenin özellikle
Slovakya’daki geniş orm anları kereste sanayi­
sini besler.
Çekoslovakya, köm ür, demir, kurşun, gü­
müş, bakır ve uranyum gibi m adenler yönün­
den çok zengindir. Çekoslovakya’da demir-
çelik sanayisi ve makine yapımı gelişkindir.
Şeker, kâğıt, ayakkabı, mobilya üretim i ile
pam uklu ve keten dokumacılığı da önemlidir.
Ülke öteden beri nitelikli dokum aları; kadeh,
kâse, kolye ve avize gibi renkli cam ürünleriy­
le tanınmıştır.

Çekoslovakya'nın Kuruluşu
1918’den önce Çekoslovakya’nın adına hiçbir
haritada rastlanm ıyordu. Bugünkü Çekoslo­
vakya topraklarında Bohem ya (bak. B o ­
h e m y a ) ve Slovakya ülkeleri ile M oravya ve

A lt-K arpatlar Rutenyası denen iki bölge var­


dı. Çeşitli ırklardan insanların toplandığı A v­
Keystone rupa’nın bu bölgesi, iki tarihsel olayın ardın­
Çekoslovakya'da zarif cam ürünleri yapılır. Erimiş, dan birleştirildi ve tek bir ülke oldu. Bu
sıcak cama biçim veren bir işçi.
olayların ilki, Avusturya-M acaristan İm para-
lararası düzeyde ilgi görm ektedir. 1984’te torluğu’nun çöküşü, İkincisi ise I. Dünya
Nobel Edebiyat Ö dülü’nü Çek şair Jaroslav Savaşı’dır. (İlk başlarda Avusturya İm parator­
Seifert kazanmıştır. luğu, daha sonra Avusturya-M acaristan İm ­
Çekoslovakya’nın başkenti Prag önemli bir paratorluğu olarak bilinen bu devletler toplu­
üniversite kentidir (bak. P r a g ) . Ö bür büyük luğuna ilişkin ayrıntılı bilgiyi A V U STU R Y A
kentler arasında M oravya’nın başkenti ve İM P A R A T O R L U Ğ U m addesinde bulabilir­
ülkenin yün ve dokum a sanayisinin merkezi siniz.)
olan B rno’yu; makine ticaretinin ve dünyaca Bugünkü Çekoslovakya topraklarının Bo­
ünlü Pilsener birasının yapıldığı büyük bir hemya olarak bilinen bölümü 1526’da Habs-
sanayi m erk e zi'o lan Plzen ya da Pilsen’i; burg hanedanının yönetimi altına girdi. B un­
Tuna üzerinde bulunan ve M acaristan, Y u­ dan bir süre sonra ise doğrudan Avusturya
goslavya, Rom anya, Bulgaristan ve öbür uzak İm paratorluğu’na bağlandı.
ülkelere satış yapılan bir liman kenti olan Özellikle, Bohem ya ve M oravya Çekleri
Bratislava’yı sayabiliriz. yalnızca A vusturyalılar’ın ve A lm anlar’ın bir
Çekoslovakya, ekonom ik açıdan daha çok uyruğu olarak değil; ayrı bir ulus olarak
SSCB ve öteki Doğu A vrupa’daki sosyalist tanınm ak istiyorlardı. Alm anlar ortaçağ bo­
ülkelerle ilişkidedir. Ü lkenin tarım ve sanayi yunca, B ohem ya’yı A lm anya’dan ayıran dağ­
ürünleri bu ülkelere satılır. Dağlık doğu ların eteklerine yerleştiler. Burada m adenci­
bölgelerinde yalnızca bir iki çeşit ürün yetişti­ lik ve başka önemli bazı sanayiler kurarak çok
rilebilir. H alk, bu yüksek bölgelerde koyun zengin oldular. Habsburg dönem inde B o­
yetiştiriciliği ile uğraşır. Verimli ovaların bu­ hem ya’da üst ve orta sınıftan insanların he­
lunduğu batı bölgesinde yetiştirilen ürünler m en tüm ü A lm an’dı.
çok çeşitlidir ve burada sığır besiciliği önemli B ütün bu dış etkiler Ç ekler’in bağımsız
uğraşlardandır. A karsu vadilerinde büyük olma kararlarını pekiştirdi. 19. yüzyıl boyun­
ÇEKOSLOVAKYA 277

ca Çek sanayisi hızla gelişti ve çoğunlukla “sokol” olarak adlandırılmışlardı. Yaptıkları


toprakla uğraşan soydaşları Slovaklar’dan da­ beden eğitimi gösterilerine bazen 20 binin
ha ileri gittiler. Slovaklar, UkraynalI ya da üzerinde insan katılırdı.
Rutenyalılar gibi, 1867’de A vusturya İm para­ M asaryk, hastalığının görevini sürdürm esi­
to rlu ğ u n a katılan M acaristan Krallığı’na bağ­ ne engel olduğu 1935’e kadar cum hurbaşkanı
lıydılar. olarak kaldı. Onun yerine, devletin kuruluş
D ah a Avusturya-M acaristan İm paratorlu­ aşam asında birlikte çalıştığı Edvard Benes
ğumun varlığı sürerken, Çekler ve Slovaklar geçti.
için bağımsız bir devlet kurulması gündeme
gelmişti. 1918’de I. D ünya Savaşı sonunda İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası
yenilen Avusturya-M acaristan İm paratorluğu 1938 Eylül’ünde Fransız ve İngiliz başbakan­
yıkıldı. Böylece Çekler ve Slovaklar’ın kendi ları, A lm anya’nın M ünih kentinde, Mussolini
devletlerini kurm aları önündeki engel o rta­ ve A dolf H itler ile görüştüler. Savaş tehdidini
dan kalktı. Çek siyasal önderlerinden Thomas geçiştirmek için de A lm anlar’ın yaşadığı Çek
G. M asaryk ve Edvard Benes I. Dünya topraklarının A lm anya’ya bırakılması konu­
Savaşı’nın hem en ardından yurtdışına çıkarak sunda anlaşmaya vardılar. Polonyalılar’ın ve
A B D , İngiltere ve Fransa’dan yardım istedi­ M acarlar’ın çoğunlukta olduğu bölgeler, Po­
ler. 28 Ekim 1918’de Çekoslovakya’nın kuru­ lonya ve M acaristan’a verildi. Böylece yeni
luş bildirgesi yayımlandı. kurulmuş olan devlet parçalandı ve Benes bu
Halkının “babası” ve “kurtarıcısı” olarak durum u onaylam aktansa cumhurbaşkanlığını
bilinen M asaryk, Çekoslovakya’nın ilk cum ­ bırakarak, yurtdışına gitmeyi seçti. 1939 M art’
hurbaşkanı oldu. Onun öncülüğünde, Çekler ında H itler, Bohem ya ve M oravya’ya girdi.
ülkelerini O rta ve Doğu A vrupa’nın en iyi M acaristan, R utenya’yı aldı ve Slovakya,
yönetilen ülkelerinden biri durum una getirdi­ bağımsız bir cumhuriyet olduğunu ilan etti.
ler. Özellikle de eğitim konusuna çok önem Savaş yılları toplu kıyımlara karşı direnişler,
verdiler ve iki Çek, bir Slovak üniversitesi toplam a kam plarında yaşanan acılar, gençle­
kurdular. Yeni yönetimle birlikte jimnastik rin çalışma kam plarına gönderilmesi türü n ­
okulları ülkenin her yerine yayıldı. Bu okullar den uygulamalarla geçti.
100 yıl önce B ohem ya’da kurulm uşlar ve 5 Mayıs 1945’te Çekoslovakya’yı işgalden

Çekoslovakya'nın
doğusundaki Tatra
Dağları engebeli
görünüm ü ile ilgi
çekici bir piknik
yeridir. Bölgede
çavdar ve patates
yetiştirilir.
278 ÇELİK

kurtaran SSCB oldu. Savaşın sonunda Çekos­ Eski Yunanlılar çeşmelerini genellikle su
lovakya önceki sınırlarına yeniden kavuştu. Di­ perilerine ve tanrıçalara adarlar ve bazen de
reniş eylemlerine katılmamış olan Almanlar, çeşme yakınında bir tapm ak yaparlardı. Ko-
ülkeden çıkarıldı ve Rutenya SSCB’ye bırakıldı. rinthos kentindeki bir çeşme, efsaneye göre,
1946’da yapılan genel seçimlerde Komünist ölen oğulları için akıttığı gözyaşlarından pı­
Parti oyların yaklaşık yüzde 39’unu aldı. narlar oluşan, Pirene adlı su perisine adan­
Önemli bakanlıklara kom ünistlerin getirildiği mıştı. Rom alılar’da da çeşmelerini adamak
bir koalisyon hüküm eti kuruldu. Bir toprak geleneği vardı ve yılın belli bir günü çeşme
reform u yapılarak bankalar, m adenler ve şenliği olarak kutlanırdı.
sanayi işletmelerinin bir bölümü k am u laştrıl­ Rom a kentlerinde, depolardan borularla
dı. 9 Mayıs 1948’de kabul edilen anayasa ile getirilen su yalnız ham am lara, saray ve büyük
Çekoslovakya bir halk demokrasisi oldu. Be- yapılara değil, yoksul insanların su aldığı halk
nes yeni anayasayı onaylamadığı için cum hur­ çeşmelerine de verilirdi. Genellikle sokak
başkanlığı görevinden ayrıldı. 1960’lara gelin­ köşelerinde bulunan bu çeşmelerin çoğu,
diğinde ekonom ik sorunlar ağırlaşmıştı. Ö zel­ ağızlarından su akan insan ya da hayvan başı
likle tarım alanında geçim düzeyinin düşüklü­ kabartm aları ile bezeliydi.
ğü ve yönetsel baskılar hoşnutsuzluğun art­ İtalya ve öteki Akdeniz ülkelerinde çeşm e­
masının tem el nedenleri oldu. A rtan tepkiler ler hâlâ su gereksinimini karşılam akta kulla­
başkan A ntonin Novotny’yi istifa etm ek zo­ nılır. Genellikle kabartm alarla süslü olan
runda bıraktı. 1968 O cak’ında A lexander çeşmeler, çoğu zaman kent ya da köy alanla­
D ubçek Komünist Partisi’nin birinci sekreter­ rında yer alır. İşlevsel çeşm elerden başka, bir
liğine seçildi. Dubçek kitle iletişim araçları de heykellerle bezeli, kat kat havuzları olan
üzerindeki denetimi azalttı; özgürlüklerinin çeşm eler vardır. Rönesans’la birlikte figürlü
geliştirilmesi, tarım ve sanayi alanlarında çeşmelerin yanı sıra, çeşitli su oyunlarının öne
reform lar yapılması konularında önemli çıktığı çeşm eler yapıldı. R om a’da B arok üs­
adım lar attı. Özgürlüklerin genişletilmesi, luptaki D ört Irm ak Çeşmesi (bak. BERN IN I,
toplum da hareketlenm eyi artırdı. Ne var ki, G i a n L o r e n z o ) ve Trevi Çeşmesi çok ünlüdür.
D ubçek yönetimi uzun sürmedi ve ülke 1968 Bu türden çeşmeler İtalya’dan öteki Avrupa
A ğustos’unda, SSCB ile öbür Varşova Paktı ülkelerine yayılmıştır.
üyeleri birliklerince işgal edildi. Köylerde su doldurm ak üzere testilerle
Çekoslovakya, 1969’da Çek ve Slovak gelinen çeşme başı, aynı zam anda köylülerin
Sosyalist C um huriyetlerinden oluşan federal buluşma yeridir.
bir devlet oldu. 1975’te Gustav H usak baş­ Anadolu Türk mimarlığında çeşmeler kent
kanlığa getirildi ve 17 A ralık 1987’ye kadar bu mimarlığının önemli öğeleri arasındadır. G ü­
görevde kaldı. H usak’tan boşalan yere Milos nümüzde hâlâ varlığını sürdüren birçok çeş-
Jakes geldi.
Hulton Picture Library

ÇELİK bak. D E M İR ve Ç e l ik .

ÇEŞME, bir depo ya da kaynaktan borularla


getirilen suyun kullanım amacıyla akıtıldığı
bir yapıdır. E n yalın biçimiyle çeşme, bir su
haznesi, suyun aktığı bir lüle ya da musluk ve
bir yalaktan oluşur. Çeşm eler, kimi zaman
görkemli bir mimarlık yapıtı özelliği taşır.
Suyun borularla evlere taşınmadığı eskiçağ­
larda, insanlar su gereksinimini kuyular, kay­
naklar ve çeşm elerden sağlardı. Köylerde
günlük yaşamda köy çeşmesinin önemli bir
yeri vardı. Türkiye’de günüm üzde de köy ve
Fransa Kralı XIV. Louis tarafından yaptırılan
mahalle çeşmeleri vardır. görkem li Versay (Versailles) çeşmeleri.
ÇEVREBİLİM 279

ÇEVREBİLİM ya da ekoloji, bitki ve hayvan­


İfeösjjttBr*-- 'i ü i f r  i n ;.-4î?■•• ■ - -w ların doğal çevreleri ile ilişkilerini inceleyen
bilim dalıdır. 20. yüzyılın sonlarına doğru
çevre kirliliği, D ünya’yı zararlı güneş ışınla­
rından koruyan ozon tabakasının delinmesi,
doğal kaynakların hızla yok edilmesi gibi
sorunlar çevrebilime olan ilgiyi artırm ıştır.
Çevrebilimin ilgi alanına giren konulardan
bir örnek verelim.
Yeşil bitkiler yeryüzünün tem el enerji kay­
nağı olan güneş ışığını soğurup kendi besinini
üretebilir, gövde ve yapraklarını geliştirebilir.
Bu enerji daha sonra bitkiyle beslenen hay­
vanlara, yani otçullara geçer. O tçullar bu
enerjinin bir bölüm ünü kendi gereksinimleri
için kullanır, kalanını yağ ve et olarak depo
eder. Etçiller, yani etle beslenen hayvanlar
E lif Erim
otçulları yediğinde enerjinin bir bölümü onla­
İstanbul'da Sultanahm et'teki 18. yüzyılda yapılan
III. Ahm ed Çeşmesi. ra aktarılmış olur. Ölü hayvan ve bitki kalıntı­
larının bakteri ve m antarların etkisiyle çürü­
m e, yapıldıkları dönemin mimarlık üslubunu yerek toprağa karışmasıyla da “beslenme ağı”
yansıtır. 13. yüzyıldan kalan az sayıda çeşme olarak tanım lanan çem ber tam amlanmış olur
arasında, K onya’da Sahipata Camisi, Sivas’ta (bak. B e s l e n m e AGi ).
G ök M edrese ve A fyonkarahisar’da Çay Belirli bir doğal çevrede yaşayan tüm canlı­
M edresesi çeşmeleri sayılabilir. Osm anlılar’ ların birbirleriyle ve çevreyle ilişkilerine
da, kent içi suyollarının yapıldığı Kanuni “ekosistem ” adı verilir. Çevrebilim uzmanları
Sultan Süleyman dönem inde çeşm eler çoğal­ bitki ve hayvanların doğal çevrelerinde nasıl
mıştır. yaşadıklarını araştırırlar. Canlılar arasındaki
Klasik Osmanlı mimarisinde sivri kemerli, ilişkiler, av-avcı ilişkisinde olduğu gibi öldür-
yalın bir görünüm ü olan çeşmeler, Lale Dev-
Mark Boulton-National Audubon Society Collection!Photo Researchers
ri’nde süslü yüzleriyle anıtsal bir görünüm
kazandı. Ayasofya’nın yanında ve Ü sküdar’
da III. Ahmed adına yapılmış olan çeşmeler ile
Tophane Çeşmesi, dört yüzü bezeli anıtsal çeş­
melerdir. Ü sküdar’daki Saadeddin Efendi
Çeşmesi Rokoko üslubun, Nuruosmaniye
Çeşmesi Barok üslubun özelliklerini taşır.
Sultanahm et’teki Çevri Kalfa Çeşmesi, Maç­
ka’daki Bezmialem Valide Sultan Çeşmesi ve
Talim hane’deki II. M ahmud Çeşmesi, A m pir
üslupta yapılmış çeşm elerdir. 1914’te yapılmış
olan Kısıklı Çeşm esi’nde, Klasik Osmanlı
üslubunun yeniden canlandığı görülür.
Sokak çeşmelerinin yanı sıra saray ve ko­
nakların içindeki çeşmeler de mimarlık ve
heykel sanatının çok özgün örneklerini oluş­
turur. Topkapı Sarayı’nda III. M urad Odası
ve I. A bdülham id’in yatak odasındaki çeşm e­
ler anılmaya ve görülmeye değer seçkin ör­ Afrika'daki sığır balıkçılları sığırların ürküttüğü
neklerdir. böceklerle beslenir.
280 ÇEVREBİLİM

me-yeme ya da birlikte yaşadığı canlının


enerjisinin bir bölüm ünü tüketen asalaklık
ilişkisi biçiminde olabilir (bak. A sa l a k VE
Ç ü r ü k ç ü l CANLILAR). Bazen de gergedan ve
kurtkıyan kuşu örneğinde olduğu gibi arala­
rında karşılıklı “yardım laşma” ilişkisi vardır.
B irzam anlar ABD 'nin batısında bizon ve antilop Kurtkıyan gergedanı tehlikelere karşı uyarır
sürülerinin dolaştığı m ilyonlarca dönüm çayır vardı.
Sığır çobanları bu çayırların sürüleri otlatm ak için ve üzerindeki böcekleri tem izler; bu yardım ­
çok elverişli olduğunu fark ettiler. larına karşılık da besinini gergedanın sırtın­
dan kolayca karşılamış olur.
Çevrebilim uzmanları doğal bir çevredeki
canlılar topluluğunun var olduktan sonra ge­
liştiğini, daha sonra da yok olduğunu sapta­
mışlardır. A m a doğal süreçler bozulmamışsa,
yok olan bu topluluğun yerini yeni bir toplu­
luk alır. Bu değişim sürecine “ekolojik ardıl­
lık” adı verilir. Ö rneğin, balıklar ile su bitkile­
Sürülerin sayısı hızla artınca çayırlar da hızla tükendi rinin yaşadığı küçük bir göl yavaş yavaş mil ve
ve kurudu. hum us ile dolduktan sonra bataklık bitkilerini
besleyebilecek durum a gelir. Yıllar sonra bu
bataklık kurur; bu kez çalı ve ağaçlar büyü­
meye başlar; kuru topraklarda yaşayan canlı­
lar görülür. Bu gelişimin her aşamasında
doğal çevre farklıdır.
Birbiri ardı sıra gelen doğal değişim süreç­
lerindeki iklim değişiklikleri hayvanları ve
Bu alanlarda tarım yapılmaya başlanınca toprağın bitkileri etkiler. Fırtınaların, sellerin ya da
sürülen verim li üst katmanları rüzgâr ve sularla kuraklığın yanı sıra insan etkinlikleri de canlı­
sürüklendi; toprak aşınması oldu. lar topluluğunun yaşamını etkiler.
Çevrebilim uzmanları canlılar topluluğunu
belirli özelliklere göre “biyom” adı verilen
gruplar içinde ele alırlar. Yeryüzünde ısı,
yağış, bitki örtüsü gibi fiziksel özelliklerine
göre sınıflandırılan yöreler şunlardır: Kuzey
ve Güney kutuplarına yakın soğuk, ağaçsız
tundralar; ekvatora yakın tropik yağmur or­
Çevrebilim çölleşen bu alanları yeşertmeye yardım manları; tropik savanlar; ılıman iklim otlakla­
etti. Eğim li topraklarda oluklar kazılarak su kaybı
önlenm eye çalışıldı; toprağın üst katmanlarının
rı; çöl; ılıman iklim orm anları; kuzey orm an­
savrulmasını önlem ek için yulaf, darı, buğday, ları. Geniş alanları kapsayan okyanuslar da
ekildi; ağaçlar dikildi. binlerce canlı topluluğunu barındırır.
Ayrıca bak. Ç A Y IR ; Ç Ö L ; D E N İZ CAN LILARI;
D Ö N E N C E LE R ; O V A ; PAM PA; T U N D R A ; Y A Ğ M U R O R ­
MANLARI.

Doğal Denge
Norm al koşullar altında canlılar doğal bir
çevrede doğar, ürer, beslenir ve başka canlıla­
ra yem olur. Bu çem ber ya da “doğa denge­
B iryıldan kısa bir süre içinde çölleşen alanlar
yeşerdi. Tohum lar ekilerek çayır ye tiştirild i ve bu si” , topluluğun dengeli bir biçimde yaşaması­
alanlar sığır sürülerine yeniden açıldı. nı sağlar. Bir hayvan türünün sayısı, yaşadığı
ÇEVRE KİRLİLİĞİ 281

doğal çevrenin besin kaynaklarıyla yetinem e­ yayılırdı. Kentlerin koşulları zam anla iyileşti­
yecek kadar artarsa, açlık, hastalık ya da rildi, ama Sanayi Devrimi’nden bu yana hızla
yırtıcı hayvan sayısındaki yükselişle doğal büyüyen sanayi üretim inin ortaya çıkardığı
denge yeniden sağlanır. atıklar çevre kirliliğine yeni boyutlar getirdi.
Doğal denge hepimizi ilgilendirir. Çiftçiler A rtan ve belirli kentsel alanlarda yoğunlaşan
iyi ürün almak için ne yapmaları gerektiğini, nüfusun çeşitli etkinlikleri sonunda ortaya
toprak aşınmasının önüne nasıl geçileceğini, çıkan atıkların yok edilmesi gittikçe daha
topraktaki değerli m ineralleri nasıl koruya­ karm aşık bir soruna dönüştü. A rtan enerji
caklarını bilmek zorundadırlar. Ayrıca hay­ gereksinimini karşılam ak için kullanılan ya­
van ve bitkilere dadanan zararlı böcek ve kıtların dum anı havayı, akarsu ve denizlere
asalaklarla nasıl savaşacaklarını da öğrenm e­ boşaltılan atıklar suları kirletti. Kısa sürede
leri gerekir. A m a zararlı böceklere karşı çürüyüp ayrışarak doğaya karışan organik
kullanılan zehirli sprey ve tozlar yararlı bö­ atıklara, uzun yıllar bozulm adan kalan plas­
cekleri de öldürebilir; öteki canlılara zarar tik, m etal, cam gibi sanayi atıkları eklendi.
verebilir. Bu nedenle, doğal topluluğun bir Ç öplükler geniş alanlara yayıldı. Zehirli
bölümünü yok ederken bütün doğal dengenin kimyasal ve radyoaktif m addelerden olu­
bozulmasını önleyecek önlem ler alınmalıdır. şan atıklar bütün canlı varlıklar için tehlike
H erhangi bir hayvan türünün aşırı artışı oluşturm aya başladı. Kirliliğin en yoğun oldu­
doğal dengeyi nasıl bozuyorsa, insan nüfusu­ ğu yerlerde insanlar ve hayvanlar ölmeye
nun hızla artması ya da doğal kaynakların başladı, bitkiler kurudu. Doğadaki dengelerin
tükenm esi de doğal dengeyi aynı biçimde bozulması yaşamı tehdit etm eye başlayınca,
tehlikeye atar. Bu yüzden bilim adamları daha çok sayıda insan çevre kirliliğinin tehli­
insan soyunun sürebilmesi için öncelikle besin kesini gördü ve bunun önlenmesini istemeye
kaynaklarını artırıcı yöntem ler, yeni ve gü­ başladı. Çevre kirliliğini önlem enin yolları
venli enerji kaynakları bulmaya çalışmalı; aranıp bulundu. A m a, kirliliği önleyecek bü­
dünyamızın doğal kaynakları ile güzellikleri­ tün önlem ler ek harcam alar gerektirdiği ve
nin korunm asına katkıda bulunmalıdırlar. sanayi üretimini daha pahalı hale getirdiği için
Ayrıca bak. Ç E V R E K İR L İL İĞ İ; D O Ğ A Y I K O R U ­ bunların her zaman istekle uygulandığı söyle­
MA; N ü f u s . nemez.
Çevre kirliliğini azaltmak için en iyi çözüm
ÇEVRE KİRLİLİĞİ. Çevrebilimciler çevreyi atıkların sanayinin ham m adde gereksinimini
canlı, cansız bütün doğal varlıkların ve doğa­ karşılam akta kullanılmasıdır. Ö rneğin, kulla­
daki insan yapısı öğelerin bütünü olarak nılmış şişe ve camlar, m etal, kâğıt ve plastik
tanım larlar. Bu çevre, çeşitli insan etkinlikleri atıklar bu m addelerin yeniden üretim inde
sonucunda oluşan atıklar, duman, zehirli kim­ ham m adde olarak kullanılabilir (bak. A t i k
yasal maddeler* ve öbür zararlı m addelerle D E Ğ E R L E N D İR M E ). Ö te yandan, denizlere bo­
sürekli kirlenm ektedir. T oprak, su ve hava şaltılan atıklar önceden arıtılarak zararlı m ad­
kirliliğinin yanı sıra gürültü ve radyoaktiflik delerden temizlenmeli, radyoaktif ve zehirli
gibi daha yeni öğeleri de kapsayan çevre kimyasal atıklar özel koruyucular içinde yer­
kirliliği günüm üzde tüm dünyada önemli bir altına gömülmelidir. A B D ’deki Love Canal
sorun haline gelmiştir. Özellikle büyük kent­ olayı bu tür atıkların tehlikelerini açıkça
lerde ve sanayi bölgelerinde insan sağlığını ortaya koymuştur. Ne w York eyaletinde,
tehdit eden ciddi boyutlara ulaşan ve N iagara Çavlanı yakınında plastik ve kimya­
1970’lerden başlayarak geniş kitlelerin ilgisini sal m addeler üreten bir fabrika, 1940’lardan
çeken çevre kirliliği aslında yeni bir sorun başlayarak atıklarını fabrika yakınındaki eski
değildir. Yeni ölan, bu kirliliğin tüm dünyada bir su kanalına boşaltmış, daha sonra doldu­
ulaştığı ciddi boyutlar ve insanların bu tehli­ rulan ve üzeri killi toprakla kapatılan kanalın
kenin bilincine varm aya başlamalarıdır. üstünde okullar, evler yapılmıştı. Ancak
O rtaçağda özellikle kentler çok pisti, su 197l ’de, zehirli kimyasal atıkların killi top­
kaynakları kirliydi ve salgın hastalıklar hızla raktan sızdığı ve bölgenin, bazıları kansere
282 ÇEVRE KİRLİLİĞİ

neden olan kimyasal m addelerle kirlendiği m utfak lavabolarına dökülür ve küçük bir
belirlendi. Sonunda Love Canal yöresi felaket elektrik m otoruyla çalışan öğütücüde öğütü­
bölgesi ilan edilerek boşaltıldı. Sızıntıyı önle­ lür. Böylece ince toz haline gelen çöpler suyla
m ek ve kirlenm enin zararlarını giderm ek için birlikte kanalizasyon borularına akar. Yalnız,
20 milyon dolardan fazla para harcandı. m etal ve plastik atıklar bu m akinelerde öğü-
tülemediği gibi çok iri kem ikler de sorun ya­
Çöp Sorunu ratabilir.
Büyük bir kentten bir günde toplanan çöpler T oplanan çöpler eskiden denize dökülürdü.
dağ gibi bir yığın oluşturur. Hastalık taşıyan A ncak denizlerin kirlenmesinin sonuçları or­
sinek, böcek ve farelerin üremesi için elverişli taya çıkınca birçok ülkede denize çöp dökül­
bir ortam oluşturan bu çöplerin kısa sürede mesi yasaklandı. Bugün en çok gömme ve
ortadan kaldırılması insan ve çevre sağlığı açı­ yakm a yöntem leri kullanılm aktadır. Çöplerin
sından zorunludur. Üstelik bu çöplerin artık kullanılmayan taşocaklarına ve benzeri çu­
eskisi gibi yalnızca organik atıklardan oluşma­ kurlara gömülmesini içeren gömme yönte­
ması sorunun boyutlarını gittikçe genişlet­ minde çöp katm anlar halinde yayıldıktan son­
m ektedir. Y enen sebze ve meyvelerin kabuk­ ra üstü toprakla kapatılır. D aha sonra toprak
ları, eti için kesilen hayvanların postları, boy­ yüzeyi düzenlenerek buraları park ve yeşil
nuzları, kem ikleri, bağırsakları ya da çöpe atı­ alan olarak değerlendirilebilir. Yakm a yönte­
lan ekm ek parçaları ile yemek artıkları za­ m inde ise çöpler yakılarak bir enerji kaynağı
m anla bileşenlerine ayrılarak doğaya karışa­ olarak değerlendirilir. Eski M ısır’da yüzyıllar
bilen atıklardır. Oysa doğada uzun yıllar hiç boyunca K ahire’deki ham am ların yakılan
bozulm adan kalan m etal, cam ve plastik eşya­ çöplerden sağlanan ısıyla ısıtıldığı bilinir. G ü­
lar çevre kirliliği yaratan etkenlerin başında nüm üzde özel fırınlarda yakılan çöpler önce
gelir. m agnetik' ayıklayıcıdan geçirilerek içindeki
Sokak ve caddelerde biriken çöpler yalnız m etal parçaları ayrılır. Çöp yakma fırınlarının
kentleri çirkinleştirm ekle kalmaz, insan sağlı­ hava kirliliğine neden olmaması için bacaları­
ğını tehdit eden birçok tehlikeyi de beraberin­ na filtre takılır.
de getirir. Örneğin sokağa atılan şişe kırıkları
ya da paslanmış m etal parçaları tehlikeli ke­ Su Kirliliği
sikler açabilir. Ayrıca çöplerdeki sebzeler ve H er yıl milyonlarca ton çöpün döküldüğü
hayvansal atıklar çok çabuk çürüdüğünden denizler zam anla birer çöplüğe dönüşmüş,
hem çevreye pis kokular yayar, hem de fare­ kuşkusuz bunun en büyük zararını deniz ve
lerin ve sineklerin ürem esini kolaylaştırarak okyanuslardaki canlılar görmüştü. Çok m ik­
hastalıkların yayılmasında etkili olur. Bu yüz­ tarda pislik arıtılm adan kanalizasyonlardan
den, çevreyi tem iz tutm ak ve sağlığı korum ak deniz, göl ve ırm aklara akıtıldığı zaman su bu
amacıyla çöplerin toplanmasını ve yok edilr kadar çok pisliği arıtam az. Sudaki tüm oksi­
meşini birçok ülkede belediyeler üstlenmiştir. jen tükendiği için, balıklar ve atıkları ayrıştı­
Çöp toplam a hizmetinin sıklığı belediye büt­ rarak zararsız m addelere dönüştüren bakteri­
çesinden bu işe ayrılan paraya, çöp kam yonla­ ler ölür. Sularda yalnızca oksijensiz yaşayabi­
rı ile temizlik işçilerinin sayısına ve iklime len, hastalık yapıcı bakteriler kalır. Özellikle
bağlıdır. Çöplerin daha çabuk çürüyüp kokuş­ sanayi bölgelerine yakın olan Akdeniz ve
tuğu sıcak ve nemli iklim kuşağındaki ülkeler­ Japon Denizi ile Kuzey A m erika’daki Büyük
de çöplerin daha sık toplanması gerekir. M o­ G öller’de görülen kirlilik bütün okyanusları
dern çöp kam yonlarında, çöpleri parçalayıp etkilem ektedir.
sıkıştırarak her kamyonun daha çok çöp top­ 1950’lerde Japonya’da görülen M inimata
lamasını sağlayan sıkıştırma düzenekleri var­ hastalığının denize dökülen cıvalı atıklardan
dır. Evlerdeki çöpleri kanalizasyon sistemine etkilenen ton balığının yenilmesinden kay­
bağlı çöp öğütme makineleriyle yok etm ek naklandığı belirlenmiştir. Fabrikaların denize
daha da sağlıklı bir yöntem dir. Bu düzeneğin döktüğü kimyasal atıkların içindeki ava önce kü­
bulunduğu evlerde çöpler hiç biriktirilm eden çük deniz canlılarının, sonra bunları yiyen daha
ÇEVRE KİRLİLİĞİ 283

azgelişmiş ülkelerdeki K alküta ve M eksiko gi­


bi kentlerde hava kirliliği gittikçe artm ak­
tadır.
Köm ür, petrol gibi yakıtların dum anındaki
kükürt dioksidin havadaki su buharı ile birle­
şerek oluşturduğu sülfürik asit, asit yağmuru
olarak yeryüzüne iner (bak. ASİT Y A Ğ M U R U ).
H ava akımlarıyla sürüklenen dum an yüzlerce
kilom etre uzakta bile asit yağmuruna yol aça­
bilir. Asit yağmuru suların asitlilik derecesini
artırarak canlılara zarar verir.
Hava kirlenmesinin bir başka tehlikeli so­
nucu atm osferin yüksek katm anlarında bir
karbon dioksit tabakasının oluşmasıdır. Kö­
m ür, odun, m azot gibi yakıtların yanmasıyla
açığa çıkan karbon dioksitin oluşturduğu bu
tabaka, yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarını
engelleyerek atm osferin ısınmasına yol açar.
ZEFA Sera etkisi denen bu olgu D ünya’nın sıcaklığı­
Denizler büyük bir çöplük gibi kullanılmaktadır. Bu nın artm asına neden olm aktadır. Eğer enerji
limanda olduğu gibi, su yüzeyini örten çöp ve üretim i için odun, köm ür ve petrol ürünleri­
mazotun balıklar ve öteki deniz canlıları üzerinde
öldürücü etkisi vardır.
nin yakılması bugünkü düzeyde sürerse, 50
yıl içinde dünyamızdaki ortalam a sıcaklığın
büyük balıkların vücudunda birikiyor ve en 3°-5°C yükseleceği sanılıyor. Bunun sonucun-
sonunda o balıkları yiyen insanlara zarar ZEFA
verecek düzeye ulaşıyordu. 1986’da Kuzey
D enizi’nde yapılan bir araştırm ada, incelenen
yassıbalıkların beşte ikisinden fazlasında kan­
ser hastalığına benzer belirtiler bulunm uştur.
Kuşkusuz, kirlenm e yalnızca insan sağlığını
değil öteki canlıları da etkilem ektedir.

Hava Kirliliği
Fabrika bacalarından çıkan dum an ve m otor­
lu taşıtlardan çıkan egzoz gazları hava kirlili­
ğinin tem el etkenleridir. Havaya karışan kü­
kürt dioksit gibi kimyasal m addeler havadaki
nemle birleşerek asitlere dönüşür. Havadaki
asit taş ve tuğlaları aşındırarak yapılara zarar
verir. Egzoz gazlarıyla havaya karışan karbon
m onoksit ve hidrokarbonlar da insan sağlığı­ Japonya'daki bu fabrikada görüldüğü gibi, baca
gazları hava kirliliğine neden olur. Kükürt dioksit
na zararlıdır. içeren dum anların oluşturduğu asit yağm uru hava
Güçlü güneş enerjisinin etkisiyle havadaki k irliliğ in in yalnızca bir türüdür. Havayı kirleten
yoğun dum an içinde oluşan kimyasal tepki­ gazların bütün etkileri hâlâ bilinm em ektedir.
m eler de boğucu bir sise yol açar. Özellikle
astımı ve akciğer hastalıkları olanlara çok da iklim özellikleri değişecek, bazı bölgeler
zararlı olan bu sis ağaçları ve öteki bitkileri çoraklaşacak, kutuplardaki buzlar eriyerek
de zehirleyebilir. Londra, Los Angeles ve deniz düzeyi 5 m etre kadar yükselecek, bir­
Tokyo gibi kentlerde hava kirliliğine bağlı sis çok liman ve H ollanda, Bengal gibi çok geniş
büyük ölçüde denetim altına alınmıştır. Am a alçak alanlar sularla kaplanacaktır.
284 ÇEVRE KİRLİLİĞİ

H ava kirliliğinin bir başka etkeni de aero- n n vücudunda, yoğunluğu artarak birikir. Böy­
sollerde ve soğutucularda kullanılan bazı gaz­ le balıklan yiyen insanlar tehlikeli miktarda
ların havaya karışmasıdır. A tm osferdeki ko­ D D T almış olurlar. Bunun sonucunda kanser
ruyucu ozon katm anına zarar veren bu kirlilik ve sakat bebek doğumları gibi olaylar ortaya
A E R O S O L m addesinde ayrıntılı olarak anla­ çıkabilir. Pek çok gelişmiş ülkede D D T kulla­
tılmıştır. Eğer gerekli önlem ler alınmazsa, bu nımı yasaklanmıştır. A m a, zararının pek iyi
olay sonucunda D ünya’da tüm canlılar G ü­ bilinmediği azgelişmiş ülkelere satm ak için
neş’ten gelen m orötesi ışınların zararlı etkileri gelişmiş ülkeler D D T üretimini sürdürm ek­
karşısında korumasız kalabilir. tedir.
Çevremizi kirleten çok çeşitli kimyasal
Kimyasal Kirlilik m addeler vardır. Bunlar arasında dioksin, di-
Tarım da kullanılan gübreler ve böcek öldürü­ eldrin ve öteki tarım ilaçları, hidrolik yağ ve
cü ilaçlar da çevre kirliliğine neden olur. plastik yapımında kullanılan poliklorodifenil
G übrelerdeki kimyasal m addeler topraktan (PCB) sayılabilir. Kadmiyum, kobalt, çinko,
akarsulara karışarak su kaynaklarında ve kurşun, nikel, cıva da aynı biçimde canlıların
denizlerde toplanır. Bunlar yosunların (bak. vücudunda birikerek insan ve hayvan sağlığını
Y o s u n l a r ) hızla büyüyerek sudaki tüm oksije­ olumsuz etkileyebilir.
ni kullanmasına yol açar ve sonuç olarak
sudaki yaşam sona erer. Zararlı böcekleri Radyoaktif Kirlilik
öldürm ek için kullanılan zehirli ilaçlar yararlı N ükleer enerjinin en büyük sakıncası, o rta­
canlıları da öldürm ekte, bu tür ilaçların kulla­ dan kaldırılması gereken radyoaktif atıkların
nıldığı tarlalardaki ürünleri yiyen hayvanlar ortaya çıkmasıdır. Bir başka temel sakınca da,
da zehirlenm ektedir. 1986’da SSCB’deki Ç ernobil’de olduğu gibi
Bu konuda çok bilinen bir örnek D D T ile kaza sonucu çok tehlikeli radyoaktif sızıntıla­
zehirlenm e olayıdır. Böcek öldürm ede kulla­ rın olabilmesidir (bak. NÜKLEER E n e r ji ) . Rad­
nılan bu zehirli kimyasal bileşik doğada kolay­ yoaktif kirlenme binlerce yıl sürebilir (bak.
ca yok olmaz. Sulara karışarak; önce küçük RADYOAKTİFLİK). Günüm üzde radyoaktif atık­
su canlılarının, sonra onları yiyen balıkların lar çok sağlam beton koruyucular içinde top­
vücuduna geçer. Beslenm e zinciri (bak. BES­ rağa ya da deniz dibine göm ülm ektedir; ama
LENME A ĞI) boyunca ilerledikçe D D T balıkla- bunu sonsuza dek sürdürm ek de olanaksızdır.
ZEFA
Sorunların Çözümü
Çevre kirliliği tüm dünyanın karşı karşıya ol­
duğu, acil çözüm gerektiren bir sorundur.
Çok sayıda insan bu konuyla uğraşm akla bir­
likte, birçok hüküm etin ve büyük şirketlerin
bu konuda yeterli duyarlığı gösterdiği söyle­
nemez. Çünkü kirliliğe karşı önerilen önlem ­
lerin maliyeti genellikle yüksektir ve şirketle­
rin kârlarını azaltır. Birçok kişi de kirliliğe
karşı önlem alınmasını ister, am a bunun için
yaşam biçimini ve alışkanlıklarını değiştirme­
ye yanaşmaz.
Çevre kirliliği geç kalınmadan denetim altı­
na alınmalı ve kirliliğin azaltılmasına çalışıl­
malıdır. Am a başarılı sonuçlar alabilmek için,
Bir kanalizasyon borusundan akan sanayi atıkları. Bu sanayicilerin bundan doğacak maliyet artışını
konudaki yasaklamalara karşın, zehirli kimyasal göze alması ve insanların yaşam biçimlerini
maddeler hâlâ çevreye yayılarak doğayı kirletiyor,
yabanıl hayvanları öld ürü yo r ve insan sağlığını değiştirmesi gerekir. Örneğin, elektrik santral-
te h d it ediyor. larının bacalarına filtre konularak zararlı du­
ÇIĞ 285

m anlar süzülüp asit yağmuru azaltılabilir, lan Çevre Kanunu ile çevrenin korunm asına
ama bu uygulama elektriğin fiyatını yükselte­ ve kirliliğin önlenm esine ilişkin ayrıntılı ön­
cektir. Ö te yandan insanların özel otomobil lem ve düzenlem eler getirildi. Bu alanlardaki
kullanm a alışkanlıklarından vaz geçmeleri de çalışmalar 1978’de kurulan Çevre G enel Mü-
çevre kirliliğinin önlenm esine önemli katkıda dürlüğü’nce yürütülm ektedir.
bulunacaktır.
Günüm üzde kirliliğe neden olan pek çok ÇEVRE KORUMA bak. D oğayi Korum a .
m adde vardır. Bilim adamları bunları kullan­
m aktan kaçınmak ya da zararlarını ortadan ÇIG, dağ yamacından aşağı doğru büyük bir
kaldırmak için yeni yollar bularak, insanın alt­ hızla kayarak, önüne gelen her şeyi ezen ve
üst ettiği doğal dengeyi yeniden kurmaya ça­ süpüren büyük bir kar kütlesidir. Dağların
lışm aktadırlar. (Ayrıca bak. ÇEV REBİLİM ; D O ­ eteklerine kurulm uş köy ve kasabalarda çığ
ĞAYI K o r u m a .) tehlikesine karşı çeşitli önlem ler alınır. Ne var
Çevre kirliliğinin önlenmesi için uluslarara­ ki, bu önlem lere karşın yoğun kar yağdığı
sı alanda çalışmalar yürütülm ektedir. 1972’de zaman oluşan çığ, bu bölgelerde yıkıcı felâ­
Stockholm ’da toplanan Birleşmiş M illetler İn­ ketlere neden olur. Saniyede 90 m etre (saatte
san Çevresi Konferansı’na 130’dan çok ülke­ 324 km) hızla hareket edebilen çığ, sürükledi­
den temsilciler katılarak çevre sorunlarını ve ği ağaçlar ve kaya molozlarıyla dar bir vadiyi
bu konuda alınması gerekli önlemleri görüş­ doldurarak, tabanının m etrelerce yükselmesi­
tüler. Konuya ilgiyi canlı tutm ak için konfe­ ne neden olabilir.
ransın toplandığı 5 Haziran günü her yıl Çığlar, yılın değişik zam anlarında değişik
Dünya Çevre G ünü olarak kutlanm aktadır. nedenlerle oluşur. Sözgelimi baharda havanın
Birçok ülkede çevre kirliliğini önlem ek ısınmasıyla eriyen kar, dağ yamaçlarında kay­
amacıyla yasal düzenlem elere gidilmiştir. gan bir yüzey oluşturur. Yüksek yerlerde bi­
Türkiye’de bu konu ilk kez 1971 tarihli Su rikmiş olan kar yığını artan ısıyla birlikte gev­
Ürünleri Kanunu’nda açıkça ele alındı. 1982 şemeye başlar. Kar yığınının çözülen dokusu
Anayasası’nın 56. m addesinde ise “çevre kir­ kendi ağırlığını taşıyamaz durum a geldiği için
lenmesini önlem ek devletin ve vatandaşların artan bir hızla aşağıya doğru kaymaya başlar.
görevidir” hükm ü yer alıyordu. 1983’te çıkarı­ Bu sırada oluşan sürtünm e, dağın yüzeyinde,

Frank Lane Picture Agency

ABD'nin Colorado
eyaletinde
helikopterden atılan
bir patlayıcı ile
harekete geçirilen
çığın görüntüsü.
286 ÇIKARMA

büyük bir aşınmaya yol açar. Çığlar, karla bir­ durum vardır. Bunlardan birinde bir kümeyle
likte kaya molozlarını da taşır. Bazı yerlerde, işe başlarız
küçük bir hareket ya da bir ses, gevşeyen kar
kütlesinin harekete geçmesine neden olabilir.
Dağcılar, kayakçılar ve yolcular çığ tehlikesi­
ne karşı sürekli uyarılırlar.
Y azlan ise artan ısının etkisiyle eriyip ko­
pan büyük buz kütleleri şiddetli bir gürültüyle
dağ yamaçlanndan aşağıya iner. Bu tür çığa,
İsviçre’deki Jungfrau Tepesi’nin dik yamaçla­ ve bu küm enin elem anlarından bir bölümünü
rında sık sık rastlanır. küm eden ayırırız.
Kuru çığ ise şiddetli kış rüzgârlarının, dağ-
lann tepesindeki karları yamaçlardan aşağı
savurm asından oluşur. Kuru çığ, içinde bolca
hava bulunduğundan, akışkan gibi hareket
eder. Ağaçları kökünden söküp sürükleyecek
kadar şiddetli olduğu gibi, çığın hareketlen­
mesinin doğurduğu rüzgâr da, çığdan daha
tehlikeli olabilir. Dağ yam açlarında kurulmuş Örneğimizdeki küm ede başlangıçta 7 eleman
yerleşim m erkezlerinde ağaçlandırma çığ teh­ vardır. Bunlardan 3’ünü- küm eden ayırdığı­
likesine karşı etkili bir önlem biçimidir. Çığı mızda geriye 4 elem an kalır. Bunu
önlem enin en yaygın yolu ise çığ kuşağının üst 7 -3 = 4
katm anlarında yapay patlam alar gerçekleşti­ biçiminde gösteririz.
rerek, çok büyük birikimler olmadan kar küt­ İkinci durum da, biri A , öbürü B olmak
lesinin dağılmasını sağlamaktır. üzere iki kümeyle işe başlarız

ÇIKARMA, dört tem el aritm etik işlemden


biridir. Toplamayla yakından bağlantılı olan
çıkarma birbirinden farklı çeşitli durum larda
kullanılır. Birkaç örnekle bunları görebiliriz.
1. Elimdeki 74 posta pulundan 16’sını
başkasına verirsem , geriye kaç pul kalır?
2. Benim 74, arkadaşım ın 16 posta pulu
var. Benim pullarım arkadaşım ınkilerden ne
kadar fazla?
3. Onun pulları benim kilerden ne kadar az?
4. Bugün 74 yaşındayım. 16 yıl önce kaç ve şu üç sorudan birinin yanıtını ararız:
yaşındaydım? 1. A küm esindekiler B küm esindekilerden
5. 16 yıl sonra 74 yaşında olacağıma göre, ne kadar çoktur?
bugün kaç yaşındayım? 2. B küm esindekiler A küm esindekilerden
Birbirinden oldukça farklı olan bütün bu ne kadar azdır?
durum larda soruyu yanıtlam ak için yapılacak 3. A küm esindeki elem anlarla B küm esin­
işlem aynıdır: deki elem anların sayıları arasındaki fark
7 4 -1 6 = 5 8 . nedir?
Öyleyse çıkarm a, geriye kalanı bulmak için Kuşkusuz bu soruların tüm ü aynı sonucu
büyük sayıdan küçük sayıyı düşmek dem ek­ verir. Sorulardan herhangi birini yanıtlamak
tir. Y atay, kısa bir çizgi olan eksi işareti ( —), için üç yoldan gidilebilir:
çıkarma işleminde, önüne konulduğu sayının 1) A kümesini B kümesiyle eşit yapmak için
düşülecek’ sayı olduğunu gösterir. A küm esinden kaç eleman ayırmak gerektiği
Çıkarm a işleminin kullanıldığı iki temel bulunur.
ÇIKARMA 287

lir: “7 elde etm ek için 3’e kaç eklemeliyim ya


da 3’le kaçı toplam alıyım ?” Bu soruyu
3+?=7
biçiminde yazabilir ve yanıtı daha önce oldu­
ğu gibi,
7 -3 = 4
işlemiyle bulabiliriz. G örüldüğü gibi aşağıda­
ki eşitlikler aynı şeyin farklı anlatım larıdır:
3+4=7
2) B kümesini A kümesiyle eşit yapmak için 4+3=7
B kümesine kaç elem an eklem ek gerektiği 7 -3 = 4
bulunur. 7 -4 = 3
Aşağıdaki şekilde bu açıkça görülür.

Bu dört eşitliğin birbirinin aynı olduğunu


bilmek önemlidir. Çünkü bu durum da, ör­
3) B küm esindeki her elem an A küm esin­ neğin
deki bir elem anla eşlenir ve geriye ne kaldığı 257+349=606^
bulunur. olduğunu biliyorsak, bununla aynı anlama
gelen aşağıdaki üç eşitliği de yazabiliriz:
349+257=606
606-257= 349
606-349= 257
Büyük sayıları birbirinden çıkarmak için
kullanılan basit yöntem ler ilkokulda öğretilir.
Günüm üzde tem el aritm etik işlemlerinin
hesap makinesiyle yapılması da yaygınlaşmış­
tır. Satıcılar alışverişte paranın üstünü doğru
verebilm ek için çoğu kez ilginç bir çıkarma
Hangi yoldan gidilirse gidilsin yapılan işle­ yöntemi uygularlar. Bir satıcı vereceği bozuk
min rakam larla gösterilişi birinci durumdaki- paraları tek tek, ödemeniz gereken m iktarın
nin aynı olur: üstüne ekleyerek sayar. Örneğin 675 liralık
7 -3 = 4 bir satışta 1.000 liranın üstünü verecekse,
Çıkarmayı toplamanın tersi olarak da düşü­ kasadan önce bir 25 liralık çıkarır 700 der,
nebiliriz. İşe 4 sayısıyla başlarsak, 7 elde sonra sırayla üç tane yüzer liralık çıkarır, 800,
etm ek için 4’e 3 ekleriz. Başka bir deyişle 4 ile 900, 1.000 der ve bu bozuk paraları müşteriye
3’ü toplarız. verir. Y ukarıda gösterilen ikinci yöntem in
+3 benzeri olan bu hesaplamayla satıcı, ayrıca
4 >7 hesaplamadığı ve ne kadar olduğunu önceden
İşe ters yönden bakarsak, işleme 7 ile bilmediği halde para üstünü doğru olarak
başlar ve 4 elde etm ek için 7’den 3’ü çıkarırız. verir. Günüm üzde yazar kasa kullanılan iş­
-3 yerlerinde ise bu elektronik aygıt alıcıya verile­
4 <------------ 7 cek para üstünü otom atik olarak hesaplar
Sorabileceğimiz bir başka soru da şu olabi­ (bak. H e s a p M a k î n e s î ) .
288 ÇINAR

ÇINAR. Büyük kentlerin çoğunda park ve


bahçeleri, m eydanları, cadde ve yol kenarları­
nı ulu çınar ağaçlan süsler. Çünkü kentlerin
isli, kükürtlü ve kirli havasına çınar kadar da­
yanıklı bir başka ağaç daha yoktur. Belki de
bunun nedeni hayvanların deri değiştirmesi
gibi çınann da gövde kabuğunu sürekli yenile­
mesidir. Ağacın dış kabuğu zehirli m addeleri
em erek karardığında parça parça dökülür ve
altından sağlıklı, yeni bir kabuk ortaya çıkar.
Gövdenin bu gri, yeşil ve sarı yamalı görünü­
mü yalnızca çınar ağaçlarına özgüdür.
Ç ınann bir başka özelliği de yaprak sapları­
nın dip bölüm ünün kış tom urcuklarını bir
külah gibi örterek onları soğuktan korum ası­
dır. Taze yapraklar tom urcuk halindeyken
üstleri esmer tüylerle kaplıdır; yaprak geliş­
tikçe bu tüyler dökülür. Çınarın yaprakları
geniş, el ayası biçiminde, kenarları derin par­
çalıdır ve sonbaharda dökülür.
Çınarda dişi ve erkek çiçekler ayrı ağaçlar­
da bulunur ve rüzgârla tozlaşır; yani bir
ağaçtaki sarı renkli erkek çiçeklerin ürettiği
çiçektozlannı rüzgâr başka bir ağaçtaki kızıl
renkli dişi çiçeklere taşıyarak döllenmelerini
Nuri Akbayar Arşivi
sağlar. Dişi çiçekler bir araya küm elenerek
Büyükdere'deki Yedikardeşler çınarının 1847'de J.
yuvarlak topçuklar halinde dallardan sarkar. Laurens tarafından oymabaskı tekniğiyle yapılmış
Dışı dikenli olan bu topların içinde bitkinin resmi.
üçgen biçimindeki meyveleri vardır.
Çınargiller familyasının (Platanaceae) çınar 10, hatta 15 metreyi bulur. A nayurdu A nado­
cinsini (Platanus) oluşturan bu ağaçların en lu olan doğu çınarı başlı başına orm an oluş­
yaygın iki türünden biri doğu çınarı ya da turm az; ama orm anların içinde, özellikle dere
Anadolu çınan (Platanus orientalis), öbürü de kenarlarındaki taşlı ve kumluk yerlerde kü­
batı çınan ya da A m erikan çınarıdır (Platanus m eler halinde görülebilir.
occidentalis) . Batı çınan 50 m etreye ulaşan Başta İstanbul ve Bursa olmak üzere Türkiye’
boyuyla türlerin en uzunudur. 30 m etreye nin birçok kentinde, ulu ve görkemli görünü­
kadar boylanan doğu çınarının gövde çapı ise mü, serin gölgesi için parklara, yol kenarlan-
na dikilmiş olan doğu ve batı çmarlanndan
bazılan “anıtsal ağaç” sayılacak kadar yaşlıdır.
Yedi parçalı gövdesi nedeniyle “Yedikardeşler
çınan” olarak anılan Büyükdere’deki ulu çınar
önce tepesine yıldınm düşerek yandığında,
1930’larda ise kesilerek tümüyle yok edildiğin­
de en az 1.000 yaşındaydı. Gene İstanbul’da
Bilezikçi Çiftliği’ndeki “Uyuyan çınar” da top­
rağa uzanıp yatmış gibi duran iri dallan ve
olağanüstü güzelliğiyle gerçek bir doğa anıtıdır.
Bazılarının yaşı 1.500 yılı aşan ulu İstanbul
çmarlanndan çoğu bulunduğu yerin ya da tanık
olduğu olayın adıyla tek tek bilinir.
ÇINGIRAKLI YILAN 289

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk başkenti


olan Bursa’daki ünlü çınarlardan biri de ilginç
bir söylenceye konu olan “Ulufe çınarı” dır. Bu
söylenceye göre Sultan I. M urad, erkek çocuk
doğurarak ordusuna asker kazandıran bütün
analara maaş bağlatmış. Bir gün padişahın
huzuruna çıkan bir kadın erkek çocuk doğura-
madığım, ama diktiği çınar ağacının da bir oğul
kadar değerli olduğunu söyleyince padişah bu
kadına da maaş bağlanmasını buyurmuş. Son­
radan, Bursa başkent olduğu sürece askerlerin
m aaşlan, yani ulufeleri hep bu çınarın altında
dağıtılmış. Ne w York Zoological Sociery
Boynuzlu çıngıraklı yılan, adını başının üzerindeki
boynuz gibi iki çıkıntıdan alır ve kumların üzerinde
ÇINGIRAKLI YILAN. Çıngıraklı yılanların J biçim inde bir iz bırakarak ilerler.
hepsi de Amerika kıtasında yaşayan yakla­
şık 30 türü vardır. Bu ilginç hayvanların adı Bütün çıngıraklı yılanlar zehirlidir; üstçene-
kuyruklarının ucundaki çıngıraktan kaynakla­ lerinde içinde zehir kanalı olan iki iri diş
nır. Yılan kuyruğunu yukarıya kaldırıp hızla bulunur. Bu zehir dişleri kullanılmayacağı
titreştirdiğinde, birbirine gevşekçe bağlanmış zaman geriye doğru yatabilir. Çıngıraklı yı­
bir dizi kuru, boynuzsu deri parçasından lanlar engereklerin de yer aldığı Viperidae
oluşan bu çıngırak 30 m etre uzaktan bile familyasındandır. Familya üyelerinin çoğu
duyulabilen tiz ve hışırtılı bir ses çıkarır. Bu gibi çıngıraklı yılanlar da ağır kanlıdır ve
organın görevi büyük olasılıkla çevredeki genellikle saldırm aktansa kaçmayı yeğlerler;
hayvanları uyararak yılanın üzerine basm ala­ yalnızca üzerlerine basıldığında ya da başka
rını engellem ektir. bir şekilde kızdırıldıklarmda ısırırlar (bak.
Çıngıraklı yılanların yavrularında çıngırak E n g e r e k ; Y il a n ).
yoktur. Bir süre sonra oluşmaya başlayan Çıngıraklı yılanların kafalarının iki yanın­
çıngırağa her deri değişiminde yeni bir parça da, göz ve burun delikleri arasında iki derin
eklenir. Bu parçalar çok gevrek ve kırılgan çukur vardır. Bu çukurlardaki ısı alıcı organ­
olduğundan, erişkin çıngıraklı yılanların çok lar hayvanın avını bulmasına yardımcı olur.
azında tamamlanmış bir çıngırak bulunur. Küçük çıngıraklı yılanlar kertenkele ve kur­
Çıngırağın parça sayısı erişkin hayvanlarda bağayla beslenir; iri türler ise başa çıkabildik­
genellikle sekiz ya da 10’dur. leri her şeyi, örneğin kertenkele, kurbağa,
fare ve sıçanları, hatta yavru tavşanları ve
John H. Gerard kuşları yerler.
Familya üyelerinin çoğu gibi çıngıraklı yı­
lanlarda da yum urtalar dişinin karnında çatlar
ve bir düzine kadar gelişmiş yavru doğar.
Yeni doğmuş yavruların da zehir dişleri var­
dır. Çıngıraklı yılanlar da bütün yılanlar gibi
çok sıcağa ve çok soğuğa dayanamaz. Sıcakta
barınaklarına sığınır, kışın da taşların arasın­
da, kaya yarıklarında hep birlikte kış uykusu­
na yatarlar.
A B D ’nin güney kesimlerinde bulunan Cro-
talus adamanteus 2 m etreyi aşan uzunluğu ve
15,5 kilograma varan ağırlığıyla zehirli yılan­
ABD'nin doğusunda yaşayan çizgili çıngıraklı yılan ların en irilerinden biridir. Zehri öldürecek
2 metreye yaklaşan uzunluğuyla iri türlerden biridir. kadar güçlü olan bu çıngıraklı yılanın zeytin
290 ÇIRAKLIK

yeşili ya da kahverengi gövdesinde, sırtından rı’nda çıraklıktan söz edilir. 13. yüzyılda
karnına kadar baklava dilimi biçiminde koyu A vrupa’daki meslek loncalarında çıraklık bü­
renk lekeler vardır. A B D ’nin güneybatısında­ yük önem taşırdı (bak. L o n c a ) . H er meslek
ki çöllük bölgelerde yaşayan boynuzlu çıngı­ dalında yapılan üretimin kalitesini ve yönte­
raklı yılanın (Crotalus cerastes) gözlerinin mini denetleyen bu loncalara girebilmek için
üzerindeki iri pullar boynuz gibi iki çıkıntı genellikle yedi yıl süreyle çıraklık yapmak
yapar. Uzunluğu 75 cm kadar olan bu yılanın gerekliydi. Çırak yedi yıl boyunca ustasının
koyu lekelerle süslü derisi soluk kahverengi evinde kalırdı. Bu süre sonunda zanaatı tü­
ya da sarıdır. Boynuzlu yılanın öbür türlerin- müyle öğrenen çırak kendi işyerini kurana
kine benzem eyen ilginç bir sürünme hareketi kadar kalfa, kendi işyerini kurduğu zaman da
vardır. Gövdesini önce çöreklenir gibi kıvırıp usta olurdu.
sonra açarak verevlem esine ilerlerken kum la­ Bir ailenin kuşaklar boyunca belirli bir
rın üzerinde J harfine benzeyen tipik bir iz meslek ya da zanaatla uğraşması çok rastla­
bırakır. Çizgili çıngıraklı yılan ( Crotalus hor- nan bir olaydı ve bu durum da çıraklar
ridus) A B D ’nin doğu ve orta bölgelerinde genellikle ustanın kendi oğulları olurdu.
bulunan bir türdür. En zehirli ve tehlikeli Çıraklık sistemi zamanla yaygınlığını yitir­
çıngıraklı yılanlar ise M eksika’daki Crotalus di. İngiltere'de Sanayi Devrimi ile birlikte
basiliscus ile Güney A m erika'nın tek çıngı­ yaygınlaşan makineli üretim de zanaatçıların
raklı yılanı olan Crotalus durissus türleridir. yerini düz işçiler aldı. Basım sanayisi gibi
birkaç sanayi dalı dışında çıraklık hemen
ÇIRAKLIK. Bir meslek ya da zanaat dalında hemen bütünüyle ortadan kalktı. II. Dünya
çalışabilmek için gerekli bilgi ve beceriyi Savaşı yıllarında çıraklık yeniden canlandı.
kazanm ak amacıyla, o alanda usta olan biri­ G ünüm üzde, ülkeden ülkeye farklılık gös­
nin yanında çalışarak geçirilen eğitim dönem i­ term ekle birlikte geleneksel çıraklık ilişkisi
ne çıraklık denir. Çıraklar mesleği öğrenirken daha çok özel bir beceri gerektiren işlerde
düşük bir ücret karşılığında çalışır, ustası da görülür. D aha az beceri gerektiren alanlarda,
ucuza sağlanmış bir yardımcıya sahip olur. çalışma süreci içinde işi öğrenm e yöntemi
Sanayi Devrimi öncesinde üretim büyük ölçü­ benimsenmiştir. Bazı fabrikalarda beceriye
de yerel tüketim e yönelikken, çıraklık günü­ göre işte ilerleme yöntemi uygulanır. Birçok
müzde olduğundan çok daha yaygındı. ülkede meslek eğitimi için teknik okullar
Çırakların çoğu, zorunlu temel eğitim son­ açılmıştır ve özel eğitim program ları uygula­
rasında okuldan ayrılınca çıraklığa başlar. maya konm uştur. Bazı sanayi ve ticaret firm a­
Çoğu zaman çocuğun velisi ya da vasisi ile larının kendi özel çıraklık program ları vardır.
yanında çalışacağı usta arasında, tarafların
British Museum
imzaladığı bir çıraklık anlaşması yapılır. İlgili
taraflar anlaşm ada verdikleri sözleri yerine
getirm ek zorundadır.
Çırak seçtiği zanaat üzerine tam bir eğitim
görür. Günümüzde batı ülkelerinin çoğunda
çıraklığın bir bölümü o zanaatla ilgili eğitim
veren okullarda geçer. Sözleşmede belirtilmiş
olan süre sonunda çırak o zanaatı bütünüyle
öğrenmiş ve o alanda bir usta olarak çalışabi­
lecek durum a gelir. Çıraklık süresinde genel­
likle kuramsal ve uygulamalı sınavlar yapılır.

Çıraklığın Evrimi
Çıraklıkla ilgili en eski bilgileri Eski Mısır ve
Babil uygarlıklarında buluyoruz. İÖ 18. yüz­ Çıraklar klişe yapma ve basım işlerini öğreniyor
yılda Babil’de yapılan H am m urabi Yasala­ (16. yüzyıl).
ÇITKUŞU 291

A B D ’de 1937’de çıkarılan Ulusal Çıraklık O rta ve Güney A m erika’da yaşar. U zunlukla­
Yasası çıraklığın koşullarını düzenler. Bugün rı 10-20 cm arasında değişen bu kuşların
A B D ’de 90 işkolunda 350’den fazla çıraklık yuvarlak uçlu kısa kanatları, tünem eye elve­
program ı uygulanır. İngiltere’de 1948’de çıka­ rişli uzunca bacakları, ince ve sivri gagalan,
rılan İstihdam ve Mesleki Eğitim Yasası her her zaman yukarıya kalkık duran küçük
sanayi dalında bir Çıraklık ve Mesleki Eğitim kuyrukları vardır. Genellikle kahverengi olan
Komisyonu kurulmasını öngörm üştür. H er tüylerinin üzerinde kara ya da beyaz benekler
daldaki eğitim o işin özelliklerine göre kuram ­ bulunur.
sal ve uygulamalı olarak düzenlenir. Çıraklık Çıtkuşları çalıların ve başka bitkilerin ara­
konusunda yapılan düzenlem eler günümüzde sında, toprağa yakın yerlerde sıçrayarak dola­
işgücü planlamasının bir bölümünü oluşturur. şan çok hareketli kuşlardır. O tların arasına
gizlendikleri için pek ortalıkta görünmezler.
Türkiye'de Çıraklık Am a adlarının kökeni olan “çıt-çıt-çıt” biçi­
13. yüzyıldan başlayarak A nadolu’da yaygın­ mindeki m elodik ve tekdüze ötüşleri kolayca
laşan Ahi örgütünde çıraklık vardı. Bir esnaf ayırt edilir. Çıtkuşu kaya çatlaklarını, ağaçla­
ve zanaatçı örgütlenmesi olan A hilik’te ya­ rın dallarını, kabuklarını ve yapraklarını ince­
m ak, çırak, kalfa ve usta kadem elerinin birin­ den inceye gözden geçirir; çünkü başlıca
den ötekine geçiş belirli kurallara bağlıydı ve yiyeceği olan böcekler ve örüm cekler buralar­
sınavla olurdu (bak. AHİLİK). 17. yüzyılda Ahi da yaşar. Rahatsız edildiğinde bir sarmaşık ya
birlikleri loncalara dönüştü. Gedik denen da çalılıktan ötekine geçen çıtkuşu aynı za­
işkolu tekelleri ortaya çıktı. 19. yüzyılda m anda çok da m eraklıdır. Bu yüzden kolayca
A vrupa mallarının rekabetiyle geleneksel sa­ kaçmaz; kuyruğunu iyice havaya dikip başını
nayi çökerken bu örgütlenm eler de güçlerini aşağı yukarı sallayarak, kendisini rahatsız
yitirdi. Tanzim at dönem inde, yeni gelişen edeni dikkatle izler. Bu arada azarlayıcı
sanayi dallarında eğitim veren sanayi okulları seslerle öter.
açıldı. Bazı çıtkuşları yuvalarını oyuklara, kaya
Cum huriyet dönem inde meslek eğitimi için çatlaklarına ve başka kuşların yuvalarına ya­
Milli Eğitim B akanlığına bağlı sanat okulları parlar. Bazıları da yosun, kuru ot, yaprak ve
ve akşam sanat okulları açıldı. 1938’de çıkarı­
lan bir yasayla sanayi kuruluşlarında meslek Alan D. CruickshanklNational Audubon Society
kursları açılması özendirildi ve bazı kamu
sanayi işletm elerinde çırak okulları açıldı.
1977’de çıkarılan Çırak, Kalfa ve Ustalık
Kanunu konuyu yeniden düzenledi. Çıraklık
yaşı 12’den başlatıldı ve çıraklık süresi üç-dört
yıl olarak belirlendi. 1986’da kabul edilen
Çıraklık ve M eslek Eğitimi Kanunu bütün
meslek kuruluşları ile mal ve hizmet üreten
kamu kuruluşlarında çalışan çırak, kalfa ve
ustaların mesleki eğitimini tümüyle Milli Eği­
tim B akanlığının görev ve yetki alanına aldı.
Bu yasaya göre çırak olabilmek için 13-19 yaş
arasında ve ilkokulu bitirmiş olmak gerekir.
Yasanın uygulanmasıyla birçok ilde çok sayı­
da çıraklık eğitim merkezi açılmıştır.

ÇIRÇIR bak. L a p İ n a v e ÇIRÇIR.

Kuzey Amerika'da yaşayan bu ev çıtkuşu yuvasını


ÇITKUŞU. Çıtkuşlarının yalnızca bir türü ağaca asılı oyuk bir sukabağının içini çalı çırpıyla
Avrupa ve A sya’da, geri kalan 58 türün hepsi döşeyerek yapmış.
292 ÇIYAN VE KIRKAYAK

başka bitki parçalarını kullanarak, bir yanın­ tır. Bu hayvanların oldukça yassı olan gövdesi
da girişi olan kubbeli güzel yuvalar kurarlar. birbirine eklemlenmiş çok sayıda bölütten
Dişi kuş yuvaya 2-10 yum urta bırakır ve yılcla oluşur ve her bölütte bir çift bacak bulunur.
üç-dört kez kuluçkaya yatabilir. Yavrular Türe ve bölütlerin sayısına bağlı olarak ba­
genellikle iki haftalık olduklarında yuvadan cakların sayısı da 28’den başlayarak 300’e
ayrılırlar. kadar çıkar. Çıyanların başında iki uzun
Familyanın Eskidünya’da da bulunan tek duyarga, baştan sonraki ilk bölütte de bir çift
türü bayağı çıtkuşudur ( Troglodytes troglo- zehirli kıskaç vardır. Küçük böceklerle besle­
dytes). Yaklaşık 10 cm uzunluğunda tombul nen hayvan avını bu zehirli kıskaçlarıyla
gövdeli bir kuş olan bu tür genellikle orm an öldürür; ama türlerden çoğunun zehri insana
altı bitki örtüsünce zengin olan ağaçlık bölge­ zarar vermeyecek kadar etkisizdir. Yalnız
lerde yaşar. Türkiye’nin yerli kuşlarındandır;
Karadeniz ve M arm ara bölgelerindeki or­
m anlarda çok yaygındır. Az olmakla birlikte
A kdeniz ve Ege bölgelerinde de görülür; İç
ve Doğu A nadolu’da ise çok seyrek olarak
rastlanır.
A B D ’de ve M eksika çöllerinde yaşayan
kaktüs çıtkuşu (Campylorhyrıchus brurıneica-
pillus) kaktüs dikenlerinin dibine ince dallar
ve otlardan para kesesi biçiminde bir yuva
yapar. Böylece tehlikelere karşı yavrularının Çıyanın (solda) zehirli kıskaçları ve gövdesinin her
güvenliğini sağlar. Kaktüs çıtkuşu 20 santi­ bölütünde bir çift bacağı vardır. Kırkayakların her
m etreyi bulan uzunluğuyla en iri türlerden bölütünden iki çift bacak çıktığı için bunların bacak
sayısı genellikle çıyanlarınkinden daha fazladır.
biridir. Ev çıtkuşu ( Troglodytes aedon) ise
yaklaşık 12 cm uzunluğundadır. Tüyleri bo­
zumsu kahverengi üstüne çizgili olan bu kuş D oğu Hint A daları’nda yaşayan ve uzunluğu
A m erika kıtasının hem en her bölgesinde bu­ 28 santimetreyi bulan dev çıyan (Scolopendra
lunur. gigantea) gibi bazı tropik türlerin ısırığı insan
İngiltere ve İrlanda’da, kuşların kralı ola­ için de tehlikeli olabilir.
bilmek için çıtkuşu ile kartalın yarıştığını Çıyanlar gündüzleri genellikle taşların ve
anlatan bir efsane vardır. Efsaneye göre iki kayaların altına saklanır, yalnızca geceleri
kuş, hangisi daha yükseğe uçarsa yarışı onun yiyecek bulmak için dışarı çıkarlar. Bazıları
kazanacağı konusunda anlaşmışlar. Kartal yumurtalarını toprağın altına göm er, bazıları
çok yükseklere uçmuş; ama tam yarışı kaza­ ise doğrudan toprağın üstüne bırakır ama
nacağı sırada, sırtında oturan çıtkuşu havala­ başında bekleyerek tehlikelere karşı korur.
narak kartalın başı üzerinde uçmaya başla­ Bazı türlerde yum urtadan çıkan yavruların
mış. Böylece yarışı kazanan çıtkuşu bütün bacak sayısı erişkinlerinkine eşittir; oysa bir
kuşların kralı olmuş. bölümünde larvaların eksik olan bacakları her
deri değişiminde eklenen bir çift bacakla
ÇIYAN VE KIRKAYAK. Böcekleri, örümcek tamamlanır.
ve akrep gibi örümceğimsileri, ıstakoz, kari­ Diplopoda sınıfını oluşturan ve 8 bin kadar
des ve yengeç gibi kabukluları da kapsayan türü olan kırkayaklar çıyanlara oldukça ben­
eklem bacaklılar içinde çıyan ve kırkayak ka­ zer. Yalnız gövdeleri yassı değil silindir gibi
dar çok bacağı olan bir başka grup daha yuvarlaktır ve gövdenin her bölütünde çıyan­
yoktur. Bu yüzden, eklembacaklıların iki ayrı lardaki bir çift bacağa karşılık iki çift bacak
sınıfından olan bu hayvanların hepsine birden bulunur. Kırkayaklar çok yavaş hareket eder­
çokbacaklılar ya da çokayaklilar denir. Y ak­ ler ve bir tehlike karşısında kendilerini savun­
laşık 2.800 türüyle Chilopoda sınıfını oluştu­ m ak için pis bir koku yayarlar. Bazı türlerin
ran çıyanlar yeryüzünün her yanma dağılmış­ savunma yöntemi de kalın ve kemerli gövde­
ÇİÇEK 293

lerini bükerek bir top gibi yusyuvarlak kıvrıl­ hepsinin görevi tohum üreterek bitkinin soyu­
maktır. Kırkayakların çoğu çürüyen bitki nu sürdürmesini sağlamaktır.
artıklarıyla, yalnız bazıları taze bitkilerle bes­
lenir. En irileri uzunluğu 30 santimetreyi Bir Çiçeğin Bölümleri
bulan tropik türlerdir. Çiçeklerin çoğu dıştan içe doğru sırasıyla
çanak, taç, erkekorganlar ve dişiorganlar
ÇİÇEK. Tohum lu bitkilerin ürem e organı denen dört tem el bölüm den oluşur. A m a bazı
olan çiçeğin görevi, aynı bitkinin bütün özel­ çiçeklerde taç bölümü yoktur; bazılarında da,
liklerini taşıyan yeni bitkilerin gelişeceği to ­ örneğin lalede taç ve çanak bölümleri ayırt
humları üretm ektir. Bu nedenle, çiçekleri edilemeyecek kadar biribirine benzer. Ayrıca
incelerken organın bu temel görevini hiçbir çiçeklerin bazısında erkekorganlar, bazısında
zaman unutm am ak gerekir. Nitekim bazı dişiorgan bulunmaz. Kısacası çiçekler yapı
bitkilerin, örneğin atatürkçiçeğinin çiçek san­
dığımız bölümleri bu anlam da gerçek birer
çiçek değildir; ortada kümelenmiş küçük sarı
çiçekleri çevreleyen parlak kırmızı renkli özel
yaprak
yapraklardır. Bürgü ya da brakte denen ve ilk
ÇİÇEK TOMURCUĞU
bakışta çiçeği andıran bu biçim değiştirmiş
yapraklara daha başka birçok bitkide rast­ çanak
lanır.
Bir botanikçi gözüyle çiçek, tohum üreti­ ÇİÇEK GONCASI
miyle ilgili bütün organları içeren karmaşık
bir yapıdır; dolayısıyla yalnızca tohum lu bitki­ çanakyaprak
taç (taçyaprakların
lerin çiçeği vardır. Nitekim bitkiler âlemi de birleşm esiyle oluşur)
kabaca çiçekli ve çiçeksiz bitkiler olarak iki
büyük gruba ayrılır. Açıktohum lu bitkilerin
çiçeği çok belirgin olmadığından ve bildiğimiz
çiçeklere pek benzem ediğinden, çiçekli bitki­
ler dendiğinde daha çok kapalıtohum lular çiçektozlarını
anlaşılır. Yaprakyosunları, ciğeryosunları, böcekler aracılığıyla
dağıtan başçık
kibritotları, atkuyrukları ve eğreltiotları ise
çiçeksiz bitkilerdir (bak. ÂÇIKTOHUMLULAR;
AÇILMIŞ ÇİÇEK
BİTKİ).
tohum taslakları
Çiçek dendiğinde hem en herkesin aklına
kırlarda, çayırlarda, orm anlarda kendiliğin­ dişiorgan
den yetişen alımlı kır çiçekleri ya da insan
eliyle yetiştirilen gösterişli bahçe ve saksı t T erkekorganlar
çiçekleri gelir. Oysa “çiçek” terimi yalnızca iri
ve renkli taçyaprakları, güzel kokularıyla
tanıdığımız süs çiçeklerini kapsamaz; ilk ba­
ÇİÇEK
kışta çiçeksizmiş gibi gözüken pek çok bitki­ to h u m la r
nin de çiçekleri vardır. Örneğin çayırları kuruyan boyuncuk
kaplayan yeşil otların çoğu ve tarlalarda MEYVE

yetiştirilen buğday, arpa gibi tahıllar da çiçek­


yaprak
li bitkilerdir. Hepsininki badem , kayısı, kiraz
gibi meyve ağaçlarınınki kadar alımlı olm a­
makla birlikte, bütün öbür ağaç ve çalılar da Yüksükotu çiçeklerinin tomurcuktan meyveye
dönüşünceye kadar geçirdiği çeşitli gelişme
çiçek açar. Meşe ağacının pek göze çarpma­
evreleri. Çiçeğe konan arılar çiçektozlarını çevredeki
yan küçük, yeşil tırtılları ya da akçaağaçlann öbür çiçeklere de taşıyarak bitkinin tozlaşmasını
minicik sarımsı salkımları birer çiçektir ve sağlar.
294 ÇİÇEK

çiçeğindeki gibi yarı yanya birleşmiş ya da


petunyanın huni biçimindeki çiçeklerinde ol­
duğu gibi tümüyle birleşmiş olabilir. Bazı
çiçeklerde taçyapraklarm sayısı yalnızca dört
ya da beş tane, bazılarında çok fazladır. Bir
çiçeğin bütün taçyaprakları aynı biçimde ola­
bileceği gibi, bazen de birkaçı birleşerek
bezelye çiçeklerinde, aslanağzmda ve orkide­
lerde görülen “kanat” , “dudak” ya da “kele­
bek” gibi özel biçimler alabilir.
Taçyapraklar genellikle bir çiçeğin en göze
çarpan, en renkli bölüm üdür ve birçok kişi
çiçekleri taçyapraklarm m sayısına, biçimine
ve rengine bakarak tanır. Oysa bazen bu
görünüm yanıltıcı olabilir; örneğin nergislerin
dıştaki sarı renkli “taçyaprakları” aslında
iyice irileşmiş, renkli çanakyapraklardır.
Tacın içinde sayıları iki ile birkaç yüz
arasında değişebilen erkekorganlar dizilidir.
Çiçektozlarını üreten bu organlar ipçik ya da
telcik denen ince bir sap ile bu sapın tepesin­
deki bir başçıktan, yani çiçektozu kesesinden
oluşur.
Çiçeğin en ortasında meyveyapraklarmdan
(karpellerden) oluşmuş tek ya da birkaç tane
dişiorgan bulunur. H er dişiorganm en üst
bölümünde bir tepecik, bunun altında tepeci­
ÇİÇEK ŞEM ASI ği taşıyan bir boyuncuk ve en dipte tohumtas-
Üstte: Bir çiçekli bitki. Ortada: Tek bir çiçeğin
boyuna kesiti. A ltta sağda: Bir çiçeğin başlıca
bölüm lerinin yerleşim ini gösteren şem a:
A Çanakyaprak, B Taçyaprak, C Yumurtalık,
D Tohumtaslakları, E Erkekorgan (başçık).

olarak birbirinden çok farklıdır. Gene de


düğünçiçeği ve yüksükotu gibi tipik bir çiçek­
te bu dört bölüm açıkça görülebilir.
En dışta, çanakyapraklann birleşmesiyle
oluşan ve gerçekten bir çanağı andıran çanak
bölümü bulunur. Çanakyapraklar genellikle
yeşil renklidir ve çiçek henüz tom urcuk duru­
mundayken içte katlanmış halde bulunan
taçyapraklarm çevresini sararak koruyucu bir
örtü oluşturur. Çanakyapraklar yüksükotun-
da olduğu gibi birleşerek kaynaşmış ya da
düğünçiçeğindeki gibi ayrı ayn olabilir. (D ü­
ğünçiçeği için ayrıca BİTKİ maddesindeki
çizime bakınız.)
Çanağın içinde taçyapraklarm oluşturduğu
taç bölüm ü yer alır. Taçyapraklar da düğünçi-
çeğinde olduğu gibi birbirinden ayn, domates Çok sık karşılaşılan dört değişik çiçek biçimi.
(Üstte ve altta solda). J. Horace MacFarlarıd, (altta sağda) Vesile Buket
Üstte: Altınçanağının altın sarısı çiçekleri ilkbaharın başlarında, henüz yapraklar belirm eden önce açılır.
A ltta solda: Oyaağacı Asya ve A vustralya'da çok yaygındır. A ltta sağda: T ürkiye'de hemen her bahçeyi
süsleyen leylak ağacı 1550'lerde Türkiye'den Avrupa'nın öbür bölüm lerine de yayılm ıştır.
Vesile Buket
Üstte: Çingülü iri kırmızı çiçekleriyle gösterişli bir
süs bitkisidir. Altta: Kamelya, anayurdu olan
Japonya'dan dünyanın birçok ülkesine dağılmıştır.
Shostal

(Üstte) Shostal, (altta) Vesile Buket

Üstte: Morsalkım Türk bahçelerinin en gözde


çiçeklerinden biridir. A ltta: Sevilen bir süs bitkisi
olan yıldızçiçeğinin yalın ya da katm erli, renk renk
pek çok çeşidi geliştirilm iştir.

Altta: Manolya ağacının beyaz ya da açık sarımsı


çiçekleri baygın bir koku yayar.
Shostal
J. Horace MacFarland
Üstte: Orkideler ilginç çiçekleriyle tanınan gösterişli Üstte: Hezarenin renk renk, uzun çiçek başakları.
süs bitkileridir. A ltta: Türk el sanatlarında yaygın bir A ltta: Kasımpatı sonbaharda açan gösterişli
süsleme öğesi olan lale, bir döneme adını verecek çiçekleriyle bahçeleri süsler.
kadar sevilen bir süs bitkisidir.

Vesile Buket J. Horace MacFarland


(Üstte) Vesile Buket, (altta) J. Horace MacFarland
Üstte: Zakkum pembe çiçekleriyle
Akdeniz Bölgesi'nin simgesi gibidir.
Altta: Kadifeçiçeği park ve bahçelerde çok
yetiştirilen bir bitkidir.

Three Lions, Inc.


Peygamberçiçeği (üstte) bileşikgiller familyasından,
aslanağzı (altta) ise yüksükotugillerdendir.

A ltta: Çayırpapatyaları baharda kırların ve


çayırların en tanıdık çiçeklerindendir.

Three Lions, Inc. Vesile Buket


ÇİÇEK 299

laklarını barındıran şişkince bir yumurtalık neğin buğdayın çiçektozları bir elma ağacının
vardır. Erkekorganlardan gelen çiçektozları, çiçeklerine taşınırsa ağaç elma vermez.
yüzeyi yapışkan bir sıvıyla kaplı olan tepeciğe Tohum lar gelişirken, bunları barındıran
konar, sonra boyuncuk kanalıyla dipteki yu­ yumurtalık da değişime uğrayarak bir meyve­
murtalığa ulaşır. Bu yapışkan sıvının çok ye dönüşür. Meyve çok çeşitli yöntem lerle
önemli bir işlevi vardır; çünkü çiçektozları tohum ların daha uzak bir alana yayılmasını
boyuncuğun altındaki yumurtalığa ulaşm adık­ sağlar; böylece bütün tohum lar anaç bitkinin
ça buradaki tohum taslaklarm ı dölleyemez. dibine düşerek onun besinini bölüşmemiş olur
A ncak bu dişi ve erkek ürem e hücreleri (bak. M e y v e ).
birleştiğinde tohumtaslağı tohum a dönüşür;
bu tohum toprağa düşerek çimlendiğinde de Çiçeklerin Sınıflandırılması
bitkinin küçük bir kopyası olan yeni bir bitki Botanikçiler çiçekli bitkileri çiçeklerinin özel­
gelişebilir (bak. ÇİMLENME). liklerine göre sınıflandırırlar. Birçenekliler ve
Çiçektozlarının erkekorgandan dişiorgana ikiçenekliler adıyla anılan iki tem el grup
taşınmasına tozlaşma denir. Çiçektozları rüz­ arasındaki farklılıklar TO H U M başlığı altın­
gârla, böceklerle, kuşlarla ya da başka hay­ da anlatılmıştır. Aynı türden birçok bitki çok
vanlarla, hatta bazı su bitkilerinde suyun değişik koşullar altında gelişmesini sürdürür­
akıntısına kapılarak bir çiçekten öbürüne se hepsinin gövde ve yaprakları değişik biçim­
taşınır. Bu konudaki ayrıntılı bilgiyi T O Z ­ ler alabilir; ama çiçeklerindeki tem el bölüm ­
LAŞM A maddesinde bulabilirsiniz. lerin düzenleniş biçimi hep aynı kalır.
Bitkilerin sınıflandırılarak familya, cins ve
Tohum Nasıl Oluşur türlere ayrılmasında çiçeğin yapısı, yani çeşitli
Çiçektozları tepeciğin üstüne konduktan son­ bölümlerinin nasıl bir düzen içinde yerleştiği
ra büyümeye başlar ve her çiçektozu taneciği, çok önemlidir. Oysa çiçeğin rengi ve büyüklü­
yani erkek ürem e hücresi kök gibi ince bir ğü iklime, toprağın bileşimine ve öbür çevre
borucuk geliştirerek dişiorganm boyuncuğun- koşullarına bağlı olarak değişebildiği için sı­
dan yum urtalığa doğru uzatır. Bu borucuklar- nıflandırmada fazla önem taşımaz. Bu yüzden
dan her birinin içinde iki tane çekirdek vardır. bitkilerin sınıflandırılmasında botanikçilere
Borucuk uzayarak yumurtalığa ulaştığında yardımcı olan en önemli ayrıntılar çanakyap-
kopar ve içindeki hücre çekirdekleri serbest rakların, taçyapraklarm , erkekorganların ve
kalır. Böylece çekirdeklerden biri yum urta­ dişiorganların sayısı ile düzenleniş biçimidir.
lıktaki bir tohumtaslağmın yum urta hücresiy­ Çiçeklerin çiçek sapı üzerindeki konum u da
le birleşerek tohum u, öbür çekirdek de aynı sınıflandırma açısından önemli özelliklerden
tohumtaslağmdaki başka bir hücreyle birleşe­ biridir; çünkü çiçeklerin yerleşme biçimi h e­
rek tohum un çimlenmesi için gerekli besin m en her bitkide değişir. Örneğin menekşe ve
deposunu oluşturur. Bu olaya döllenme de­ nergiste her sapın ucunda tek bir çiçek açar.
nir. Dem ek ki, erkek ve dişi eşey hücrelerinin Oysa elma ağacı ve hüsnüyusuf gibi bazı
birleşmesiyle oluşan her tohum da bir bitki bitkilerde çiçekler sapların tepesinde küm eler
embriyonu ve gelişecek yeni bitkinin kök halinde bulunur. “Çiçekdurum u” denen bu
salıncaya kadar beslenmesine yetecek ölçüde küm elenmenin değişik biçimleri vardır. Ö rne­
besin deposu vardır. Bu tohum un üstü fasulye ğin yüksükotu ve aslanağzı gibi bazı bitkilerin
tanesinde olduğu gibi ince bir zarla ya da çiçekleri kısa birer sapla ana eksene bağlana­
kiraz çekirdeğinde olduğu gibi odunsu ve sert rak salkımlar oluşturur. Buğdayda ana eksene
bir kabukla örtülüdür (bak. T o h u m ). sapsız bağlanan çiçekler başak denen sık bir
Tozlaşma konusunda unutulm am ası gere­ salkım biçimindedir. M aydanoz gibi bazı bit­
ken en önemli nokta, her bitkinin yalı\ız kilerde ise çiçekler sapın tepesinde şemsiye
kendi türünden bir bitkiyi dölleyebileceğidir. biçiminde kümelenir.
Eğer bir bitkinin çiçektozları başka türden bir Çok sayıda küçük çiçeğin bir araya gelerek
bitkinin tepeciğine konarsa yumurtalığa ulaş­ çiçek başı ya da kömeç denen özel bir yapı
mak üzere bir borucuk uzatmaz; sonuçta oluşturduğu papatya, yıldızpatı, kasımpatı,
döllenme olmadığından tohum gelişmez. Ö r­ ayçiçeği, devedikeni, hindiba gibi bitkiler
300 ÇİFTÇİLİK

bileşikgiller (Compositae) familyasında top­


lanmıştır. Bu bitkilerde tek bir çiçek gibi
görünen yapı, aynı çiçektablasınm üzerinde
özel bir düzene göre yerleşmiş yüzlerce küçük
çiçekten oluşan bir çiçekler topluluğudur. Bir
papatyayı yakından incelerseniz, çiçek başı­
nın ortasında sarı bir küm e, çevresinde de
taçyaprakları andıran beyaz yapraklar görür­
sünüz. Aslında ortadaki yoğun küm ede yüz­
lerce minicik sarı çiçek bir araya toplanmıştır;
bunlara tüpsü çiçek denir. Tüpsü çiçekleri
çevreleyen beyaz yapraklardan her biri de
birer dilsi çiçektir. Bileşikgillerdeki bu çiçek
yapısı tozlaşmayı çok kolaylaştırır. Bir arının
tam açılmış bir papatya çiçeği üzerinde dola­
şırken bu minicik çiçekçiklerden pek çoğunu
tozlaştırmaması hemen hem en olanaksızdır.

Çiçeklerin Yararları
Çağımızda fabrikalarda yapay olarak üretilen
kokular giderek doğal çiçek kokularının yeri­ J. Horace MacFarland Co.
ni almaktaysa da, çiçekler bugün bile parfüm İlkbaharın gelişiyle birlikte açan güzel renkli,
sanayisinin önemli hamm addeleridir. Lavan­ gösterişli çiçekleriyle kırları ve bahçeleri süsleyen
çiğdem ler baharın m üjdecisidir.
ta, kekik ve biberiye esansı ile gülyağı büyük
ölçüde bu bitkilerin çiçeklerinden elde edilir.
Haşhaştan elde edilen afyon tıpta kullanılan rinde yetişen 75 kadar türü vardır. Am a çok
güçlü bir uyuşturucudur. Safran çiçeklerinden sevilen bir süs bitkisi olduğu için bugün
sarı renkli bir boyarm adde elde edilir. B aha­ dünyanın hem en her yerindeki park ve bahçe­
rat olarak kullanılan tarçın da tropik bir lerde yaygın olarak yetiştirilir. Koyu sarı
ağacın çiçek tomurcuklarıdır. Çok değerli bir renkli bir boyarm adde elde edilen safran da
besin olan balı arılar çiçeklerin balözünden aynı cinsten bir bitkidir (bak. S a f r a n ).
yaparlar. Alımlı renkleri, görünümleri ve A ralarında hiçbir akrabalık olmadığı halde
kokularıyla doğayı güzelleştirmeleri bir yana, çiğdeme çok benzeyen başka bir bitkiye de,
eğer çiçekler olmasaydı insanın en önemli sonbahara doğru çiçek açtığı için güzçiğdemi
besin kaynaklarından olan meyve ve tohum ­ ya da zehirli olduğu için acıçiğdem (Colchi-
lar da olmazdı.' cum autumnale) denir. Oysa bu bitki çiğdem
gibi süsengillerden değil, zambakgillerdendir.
ÇİFTÇİLİK bak. TARIM VE HAYVANCILIK. Toprakaltında gömülü olan acıçiğdemin
soğanından yaz sonlarında açık m or renkli bir
ÇİĞDEM. İlkbaharda en erken çiçeklenen borucuk toprağı delerek çıkar. Yerden 15 cm
bitkilerden biri, kardelenden hem en sonra kadar yükseldikten sonra bu borunun tepesi
çiçek açan çiğdemdir. Soğanlı bitkilerden dar bir koni gibi açılarak gerçek çiğdeminkine
olan çiğdem süsenle aynı familyadandır. benzeyen, biraz daha irice bir çiçeğe dönüşür.
Uzun oval biçimdeki taçyaprakları uca doğru Acıçiğdemin zehirli tohumlarından, özellikle
sivrileşir. Yaprakları ince uzun şerit biçimin­ rom atizm a ağrılarına karşı etkili olan ağrı
dedir ve çoğu kez çiçekler açtıktan sonra kesici bir ilaç elde edilir.
çıkar. Çiçekleri parlak sarı, m or, beyaz ya da
çizgilidir. ÇİKLET, çiklet özü, şeker, glikoz ve baharat
Crocus cinsini oluşturan çiğdemlerin A vru­ katılarak yapılır. Çiklet özü çikletin uzun süre
pa, Kuzey Afrika ve A sya’nın serince yörele- çiğnenebilmesini sağlar. Balonlu çikletin,
ÇİKOLATA VE KAKAO 301

kopm adan esnemesi için, daha fazla çiklet bir içeceğin gizini getirdiler. Bu içecek, toz
özü kullanılır. haline getirilmiş kakao çekirdeklerini suyla
Çiklet üreten her şirketin kendine özgü, karıştırarak hazırlanıyordu. Adı da, A ztek
gizli tuttuğu bir çiklet formülü vardır. Bu dilinde “ekşi, acı içki” anlamında “çokolatl”
form üllerde çiklet hamm addesi, yapay sakız­ dı. Aztekler bu içkiyi soğuk olarak, içine
lar, balm umu ve reçine kullanılabilir. Çiklet biber ve başka baharat katarak içerlerdi.
özü fabrikada hazırlanır. Kullanılan m adde­ İspanyollar ise aynı şeyi biber yerine şeker
ler buharlı kazanlarda eritilir ve m ikroplardan koyarak denediler. Gizi yaklaşık 100 yıl bo­
arındırılır. Bir santrifüj m akinesinden geçiri­ yunca saklanan bu içecek 17. yüzyılda Fran­
lerek yüksek hızda döndürülür; böylece, ham sa’ya ve A vrupa’nın öteki ülkelerine yayıldı.
çiklette bulunan ağaç kabuğu parçaları ve Pahalı olduğu için yalnız zenginlerin alabildi­
kırıntılar ayrılır. ği, aranan bir içecek oldu. Tüm Avrupa
Arındırılmış ve eritilmiş çiklet özü şeker, kentlerinde yaygınlaşan “Çikolata Evleri” za­
glikoz ve baharatla karıştırılır. Genel karışım manla seçkin kulüplerine dönüştü. 1700’lerde
yüzde 20 çiklet özü, yüzde 63 şeker, yüzde 16 İngilizler süt katarak içeceğin tadını geliştir­
glikoz ve yüzde 1 kadar da koku verici diler.
baharattan oluşur. Koku ve tat için en çok Çikolatanın özel olarak yenmek ve tatlılar­
nane, karanfil ve tarçın kullanılır. Bu karışım da kullanılmak üzere satışa çıkması 19. yüzyıl
henüz ılıkken iki m erdane arasından geçirile­ ortalarına rastlar. 1876’da İsviçreliler süt ve
rek uzun, ince şeritler elde edilir.Karışımın şekeri çikolatayla karıştırarak bugün yediği­
m erdanelere yapışmaması için her iki yanma miz sütlü çikolatayı yapmayı başardılar. Çiko­
pudraşekeri sürülür. Son aşam ada, otom atik lata besin değeri yüksek, bedeni geliştiren ve
kesicilerle uygun uzunlukta kesilen çiklet enerji veren bir yiyecektir.
parçaları bir m akinede teker teker am balaj­
lanır ve sonra paketlenir. Çikolata Yapımı
Bugün kullanılan çiklet özlerinin çoğu ya­ Tropik kuşakta ve daha çok kıyılarda yetişen
paydır, bir bölümü ise ağaçlardan elde edilir. kakao ağacından elde edilen kakaoya tanrı
Çiklet hammaddesi olarak kullanılan çikle besini anlamına Theobromocacao denir. Baş­
M eksika ve G uatem ala’daki yağmur orm anla­ lıca üretim bölgeleri Batı A frika, Batı Hint
rında yetişen yabanıl sapodilla ağacından elde A daları ve Güney A m erika’dır. D ünyada
edilir. Çikle toplayıcıları bu ağacın gövdesini kakao çekirdeği üretimi ortalam a 2 milyon
çarpı biçiminde yararlar. Bu yarıktan sızan tondur. Yarısı Fildişi Kıyısı ve Brezilya’da,
süt gibi beyaz sıvı bir kaba toplanır, kaynatılır geri kalanı ise G ana, Kam erun ve N ijerya’da
ve çiklet fabrikasına gönderilmek üzere yak­ üretilir. Tohum dan yetiştirilen fidanlar büyü­
laşık 10 litrelik tenekelere doldurulur. me sırasında çok özen ister. Güçlü güneş
O rta A m erika halkı çikleyi ağaçtan olduğu ışınlarından ve rüzgârdan korunm aları gere­
gibi alıp çiğnerdi. A B D ’nin kuzeybatısına yer­ kir. Bu nedenle, aşırı rüzgâr ve güneşi kese­
leşen ilk İngiliz göçmenleri Y erliler’den ladin cek başka ağaçların altına ekilirler. Kakao
sakızı çiğnemeyi öğrendiler. Bu 1800’lerin ağaçları dört yaşından önce meyve vermez.
başında A B D ’de satışa çıkarılan ilk çiklet Boyları ise 4-10 m etre olur. Gövdeye ya da
oldu. Çikle ise, ilk kez 1860’larda kauçuk ana dallara yakın çıkan küçük pem be çiçekle­
yerine kullanılmak üzere dışardan alındı. ri kötü kokuludur. Meyve olgunlaştığında
1890’larda çiklet üretim inde kullanılmaya uzunluğu 35 santimetreyi bulur. Renkleri
başlanmasıyla çağdaş çiklet sanayisi doğdu. sarıdan m ora kadar değişen iri ve etli görü­
nümlü bu meyvelerin yüzeyleri dilimli olup,
ÇİKOLATA VE KAKAO. İspanyol kâşifler her birinin içinde yaklaşık 2,5 cm boyunda
Kristof Kolomb ve H ernân Cortes 16. yüzyıl­ 20-40 tohum , yani kakao çekirdeği vardır.
da O rta A m erika’ya yaptıkları gezilerden Ağaçlar yıl boyunca, birinde daha az olmak
döndüklerinde, İspanya’ya M ayalar ile Az- üzere, iki kez ürün verir. Toplayıcılar olgun­
tekler’in kakao çekirdeklerinden yaptıkları laşan meyveleri kesmek için keskin bıçaklar
302 ÇİLEK

kullanırlar. Y üksektekilere ulaşabilmek için dirler çikolata yumuşak ve pütürsüz oluncaya


bu bıçakları uzun sopalara bağlarlar. Etli, kadar günler boyunca bir ileri-bir geri hare­
olgun meyvelerin içinden çıkarılan çekirdek­ ket eder. Sonunda saf ve lezzetli bir sıvıya
ler birkaç gün mayalanmaya bırakılır (bak. dönüşen çikolata kalıplara dökülür ve soğu­
M a y a l a n m a ) , daha sonra güneş gören bir tulur. Katılaşan çikolatayı çıkarmak için kalıp
yerde kurutulur. Çekirdekler kuruduktan biraz ısıtılır.
sonra çikolata sanayisinde kullanılmak üzere Sütlü çikolata yapmak için içine inek
çuvallara doldurulur ve işleneceği ülkeye gön­ sütünden elde edilen süttozu karıştırılır, va­
derilir. Fabrikada temizlenir, kavrulur ve nilya ve başka tat ve koku vericiler eklenir.
m akineden geçirilerek öğütülür. Elde edilen Değişik çikolatalar yaparken, çikolatanın yu­
macun görünüm ündeki sıvı çikolata üreti­ muşak ve kolay işlenebilir olması için soyafa-
m inde kullanılır. Ayrıca preslenerek kakao ve sulyesinden elde edilen “lesitin” maddesi de
kakao yağı elde edilebilir. eklenir.
Çikolata üretim inde kavrulmuş kakao p ar­
çaları şekerle karıştırılır ve ağır silindirleri ÇİLEK kendine özgü hoş kokusu ve tadıyla en
olan bir kapta öğütülerek ham ur yapılır. Bu sevilen meyvelerden biridir. Oysa çileğin kır­
ham ur ince çikolata tabakalarına dönüştürü­ mızı renkli, etli ve sulu bölümü çiçekteki
lür ve ardından bu tabakalar yumuşamaları dişiorganm yumurtalığından gelişmediği için
için biraz kakao yağı katılarak dikdörtgen botanik açısından gerçek bir meyve sayılmaz.
olukları bulunan bir m akinenin içine dolduru­ Bu yuvarlakça kırmızı bölüm çiçek sapının
lur. Oluklardan her birinin içinde bir kolla ucundaki çiçektablasmın genişleyip etlenm e­
ileri-geri itilen granit silindirler vardır. Silin­ siyle oluşan bir “yalancı meyve”dir. Gerçek

M eyveler
çekirdekleri
çıkarılmak
Kakao üzere yarılır
ağacı
Kakao m eyveleri Ç ekirdeklerin kurutulm ası

Kakao çekirdekleri Kakao parçaları Ç ekirdeklerin ezilmesi

yy d ..'/

9 ~
kabuklar
Sıvı kakao y a ğ \
katı kalıp ^
kakao b içim i alır

KAKAO

Sütlü
çikolata elde etmek Çikolata silin dird e n )\
için süt g eçiriliyor____J J ‘-
eklenir
Çikolata
kalıbı

ÇİKOLATA
ÇİMENTO 303

meyveler ise bu yalancı meyvenin yüzeyindeki paylaşmak için birbirleriyle savaşmak zorun­
küçük, esmer sarı renkli çekirdekçiklerdir. dadır.
Fazla boylanmayan bu otsu bitkinin üç Sürgünlerinden çoğaltılan çilek bitkisi serin
parçalı yaprakları ve beyaz çiçekleri vardır. ve nemli iklimleri, hum usça (çürümüş bitki
Türlerden çoğunun gövde saplarından yere artıklarınca) zengin, iyi akaçlanmış toprakları
yatay olarak uzanan sürgünler çıkar; bunlar sever. Sürgünler genellikle 1 m etre aralıklı
sıralar halinde dikilir. Bitki çiçek açtıktan
(Üstte) John H. Gerard, (altta) John Markham
sonra, yağmur yağdığı zaman meyvelere ça­
m ur sıçramaması için yaprakların ve çiçek
kümelerinin altına saman serilir.
Gülgiller familyasının Fragaria cinsini oluş­
turan çileklerin en yaygın türlerinden biri
A vrupa, Asya ve Kuzey A m erika’da bulunan
orm an çileği ya da dağ çileğidir (Fragaria
vesca). Doğada kendiliğinden yetişen bu tür
ilk kez 14. yüzyılda Paris’teki Louvre bahçele­
rinde tarım a alınmış, sonradan pek çok çeşidi
geliştirilmiştir. Meyveleri küçük ve çok koku­
lu olan bu türden daha çok reçel yapılır.
Tarım ına daha sonraki çağlarda başlanan
frenk çileğinin (Fragaria moschata) meyveleri
orm an çileğinden daha iri ve daha tatlıdır.
Günüm üzde taze olarak en çok tüketilen
koyu kırmızı renkli ve çok iri meyveli çilek
çeşidi ise anayurdu A m erika olan iki yaban
çileğinin (Fragaria virginiarıa ile Fragaria
chiloensis) melezidir.

Üstte solda: Çileğin iri, kırmızı ve etli meyvesi ÇİMENTO suyla karıştırıldığında kısa sürede
aslında tek bir meyve değildir. Üzerindeki küçük, sertleşerek katı bir kütleye dönüşen toz halin­
esmer sarı renkli taneciklerden her biri, içinde tek bir
tohum bulunan ve aken denen gerçek birer de bir yapı gerecidir. D uvar örm ek için harç
meyvedir. Üstte sağda: Çilek meyvesinin boyuna ve sıva yapımında kullanıldığı gibi, kum,
kesiti. A ltta: Otsu ve sürüngen bir bitki olan çilek çakıl, kırma taş gibi dolgu maddeleriyle karış­
beyaz çiçekler açar.
tırılarak beton yapm akta da kullanılır (bak.
B e t o n ). Eskiçağlarda yapıların duvar taşlarını
toprağa değdikleri yerde köklenir ve yeni bir arada tutm ak için bağlayıcı m adde olarak
yavru bitkiler oluşturur. D aha sonra, anaç kil kullanılırdı. Çim entonun sertleşmesi kilde
bitkiyle bağlantıyı sağlayan bu sürgün kolu olduğu gibi sıradan bir kurum a olayı değildir.
kuruyup çürür ve köklenen her sürgün bağım­ Suyla kimyasal tepkimeye giren çimento yapı­
sız bir bitkiye dönüşür. Bitkinin bu yayılma sal değişikliğe uğrayarak katı bir kütleye
özelliği çilek tarımında verimi artıran etken­ dönüşür. Bir kez sertleştikten sonra da su
lerden biridir. Çilek bahçelerine dikilen bir katıldığında yeniden yumuşamaz.
tek anaç bitki çevreye uzattığı sürgünlerle 150 Çim ento çok çeşitli kullanım alanları olan
kadar yeni bitki üretebilir. Am a yabani çilek­ bir yapı gerecidir. B arajlar, köprüler, gökde­
lerde anaçtan gelişen yeni bitkilerin sayısı lenler, yollar ve havalimanı pistleri gibi her
genellikle beş-altıyı geçmez. Çünkü insan çeşit yapıda çimento kullanılır. Çim entodan
eliyle yetiştirilen çileklere hem yayılacak ka­ ayrıca yapı blokları, kiremit ve çatı kaplama
dar geniş bir alan verilir, hem de toprak özel levhaları da yapılabilir. Bugün dünyadaki
gübre ve m inerallerle zenginleştirilir. Oysa yıllık çimento tüketim i yüz milyonlarca tona
yabani çilekler doğada var olan besini ve yeri ulaşmıştır.
304 ÇİMENTO

KİL YA DAŞEYL

KİREÇTAŞI İLE KİL YA DA ŞEYL O C AK LA R D A N ÇIKARILIR, SONRA ÇAKIL BOYUTUNDA KIRILIR VE AYRI AYRI DEPOLANIR,

BU İKİ GEREÇ KU R U TU LU R , AĞIRLIKLARIYLA ORANTILI OLARAK KARIŞTIRILIR VE İNCE BİR TOZ HALİNE GELİNCEYE KADAR Ö Ğ Ü TÜ LÜ R .

KARIŞIM İYİCE H A R M A N L A N IR , YARI ERİMİŞ DU R U M A GELİNCEYE KADAR 1.500°C SICAKLIKTAKİ FIRIND A K AV R U LU R VE KLİNKER DENEN SERT,
CAMSI TOPAKLARA DÖNÜŞÜR.

ALÇ ITA Ş I EKLENİR VE SON Ö Ğ Ü T M E U Y G U LA N IR , BÖYLECE KLİNKER PORTLAND ÇİMENTOSUNA DÖNÜŞÜR... ÇİMENTO SİLOLARDA DEPOLANIR,
SONRA PAKETLENİR ve PAZAR A SÜ RÜ LÜR .
ÇİM HOKEYİ 305

Çimentoya benzer bir harcın binlerce yıldır da başka m addelerin etkisine dayanıklı çi­
kullanıldığını eskiçağlardan kalma yapılardan m entolar, beyaz, renkli ve sugeçirmez çim en­
biliyoruz. Eski Mısırlılar sönmüş kireç ve tolar bunlardan yalnızca birkaçıdır.
alçıtaşım birlikte ya da ayrı ayrı kullanarak,
Eski Yunanlılar ise sönmüş kireci deniz hay­ ÇİM HOKEYİ, dünyanın birçok bölgesinde
vanlarının kabuklarıyla karıştırarak harç ola­ oynanan bir açık alan oyunudur. Oyun, ka­
rak kullanıyorlardı. Rom alılar’ın genellikle dınlar, erkekler ya da karm a takım lar arasın­
sönmüş kireç ve yanardağ külleriyle yaptıkları da oynanır. Am aç, küçük sert bir topu ucu
harç ise eskiçağların en iyi yapı gereciydi. kıvrık bir sopayla sürerek karşı takımın kale­
Rom a İm paratorluğu’nun çöküşünden son­ sine sokmak ve gol atm aktır. En fazla gol atan
ra Batı A vrupa’da uzun süre unutulan çimen­ takım maçı kazanır. Oyun 25’er dakikalık iki
to yapımını 1756’da John Smeaton adında bir devreden oluşur.
İngiliz mühendis yeniden başlattı. Smeaton Ters tutulmuş bir bastona benzeyen hokey
D evon’un Plymouth kenti açıklarındaki bir sopası yaklaşık 1 m etre boyundadır. Bir ucu
deniz fenerinin yapımında bağlayıcı madde kıvrıktır. Sopanın bir yanı düzeltilmiş, öbür
olarak, içinde önemli oranda kil bulunan bazı yanı yuvarlak bırakılmıştır. Vuruşlar için yal­
kireçtaşlarını öğütüp kavurarak elde ettiği nızca düz yan kullanılır. Hokey topu beyzbol
çimentoyu kullanmıştı (bak. KİREÇ VE KİREÇ­ ya da kriket topuyla aynı büyüklükte ve
TAŞI). genellikle beyaz olur. Oyun, 91,4 m etre
Bunu izleyen 70 yıl boyunca, değişik oran­ boyunda, 55 m etre genişliğinde çoğu zaman
lardaki kireçtaşı ve kil karışımları yüksek çimle kaplı dikdörtgen bir alanda oynanır.
sıcaklıkta kavrularak çeşitli denem eler yapıl­ H er kalenin önünde yarım daire biçiminde bir
dı. En iyi sonucu 1824’te Joseph Aspdin aldı “şut alanı” bulunur. Gol olabilmesi için rakip
ve bir ölçü kil ile üç ölçü kireçtaşım kavurarak oyuncunun vuruşunu bu “şut alanı” içine
üstün nitelikli bir çimento elde etti. Aspdin girdikten sonra yapması gerekir.
bu karışımı öylesine yüksek sıcaklıklarda ka- Çim hokeyi tehlikesi az olan bir oyundur.
vurmuştu ki, içindeki m addeler neredeyse Bunun da nedeni, oyun kurallarının rakibin
tümüyle erimiş ve karışım soğuduğu zaman engellenmesini ve oyuncuların birbirlerine
küçük topaklar halinde katılaşmıştı. Klinker dokunmasını yasaklamasıdır. Top ancak ho­
denen bu topakları incecik bir toz haline key sopasıyla durdurulabilir ya da ilerletilebi-
gelinceye kadar öğütüp suyla karıştırdığında lir. Kaleci dışında hiçbir oyuncu topu elle ya
birkaç saat içinde son derece sertleştiğini da başka bir yolla durduram az ve ilerletemez.
gören Aspdin geliştirdiği bu çimentoya Port- Kalecinin, o da yalnızca kendi şut alanı
land çimentosu adını verdi. Çünkü sertleşen içindeyken topa ayağı ile vurmasına ya da
çim entonun görünüm ü, o zam anlar İngiltere’ atılan topları elle durdurm asına izin verilir.
deki yapılarda çok kullanılan ve beyaz bir Morley Pecker
kireçtaşı olan Portland taşm a çok benziyordu.
O günden bu yana Portland çim entosunun
üretim yöntem lerinde önemli gelişmeler ol­
duysa da kullanılan m addeler hemen hiç
değişmeden kaldı. Bugün dünyanın her yerin­
de üretilen Portland çimentosu, kimyasal
bileşimi çok dar sınırlar içinde değişen stan­
dart bir üründür. Gene de Portland çim ento­
sunun istenen sonucu vermediği bazı özel
uygulamalarda kullanmak üzere, üretim yön­
tem lerinde ve karışıma katılan m addelerde
bazı küçük değişiklikler yapılarak özel amaçlı
çeşitli çimento türleri üretilmiştir. Örneğin
çok çabuk sertleşen çim entolar, asitlerin ya Çim hokeyinde sopayı sıkıca tutm ak çok önem lidir.
306 ÇİMLENME

Federasyonu’nca yönetilen hokey am atör bir


spordur.

ÇİMLENME. Toprağa düşen bir tohum un


elverişli koşulları bulduğu anda filizlenerek
yeni bir bitkiye dönüşmek üzere geçirdiği
sürece çimlenme denir. Çimlenmeye başla­
m adan önce tohum bir dinlenme ya da uyku
halindedir. Bu “uykudan uyanarak” etkin
durum a geçmesi için belirli koşulların gerçek­
leşmesi, her şeyden önce de yeterince su
John H. Gerard
Morley Pecker
Çim hokeyinde kaleci topa uzanıyor.

H okey l l ’er kişilik iki takım arasında


oynanır. Geleneksel sistemde, her takımda
5 hücum, 5 savunma oyuncusu ve .l kaleci
bulunur. Am a takım lar bu düzeni taktiklerine
uygun olarak değiştirebilir. Çok hızlı bir oyun
olan hokeyde oyunun izlenebilmesi açısından
her iki alanda birer hakem bulunur. Ayrıca
salon hokeyi de giderek yaygınlaşan bir oyun­
dur. Tem el kuralları çim hokeyine benzem ek­
le birlikte takım lar altışar kişiden kurulu­
dur ve oyun 20’şer dakikalık iki devreden
oluşur.

Çim Hokeyinin Gelişimi


Yaklaşık İÖ 500’de Y unanistan’da, Eski İr­
landa Krallığı’nda ve ortaçağ boyunca A vru­
pa ve İngiltere’de hokeye benzer bir oyunun
oynandığına ilişkin bilgiler vardır. Oyun bu­
günkü biçimini İngiltere’de 19. yüzyıl ortala­
rında almaya başlamıştır.
1840-75 arasında L ondra’da erkekler için
bir dizi hokey kulübü kuruldu. 1886’da bun­
lardan birkaçı bir araya gelerek oyun kuralla­
rını belirlemek için Hokey Birliği’ni kurdu.
Alanın, kalenin ve sopanın boyutları küçül­
tüldü ve bugünkü m odern takım çalışmasının
temelini oluşturan yeni oyun yöntemleri geliş­
tirildi. 1890’larda hokey birlikleri öteki bazı
ülkelerde de kuruldu. Toprağa göm ülen bir fasulye tanesinden, yani
1971’de yapılan ilk Dünya Hokey Şampiyo­ tohum undan yeni bir bitkinin gelişmesi
çim lenm enin en güzel örneğidir. Önce beyaz bir
n asın d a birinciliği Pakistan aldı. 1975’te 21 sapçık (hipokotil) tohum kabuğunu delerek dışarı
ülkenin katıldığı ilk bayanlar dünya şampiyo­ çıkar ve toprakaltına doğru gelişerek yeni bitkinin
nasını ise İngiltere kazandı. Hokey İngiltere’ köklerini oluşturur. Bu arada tohum un çenekleri
(çimyaprakları) arasından çıkıp uzayan başka bir
de bayanlar arasındaki en yaygın açık alan sürgünden (epikotil) de bitkinin yaprakları ve
oyunudur. G ünüm üzde Uluslararası Hokey gövdesi gelişir.
ÇİNÇİLYA 307

emmesi gerekir. Çünkü meyvenin içinde ol­ kuşlarına borçlu olduğunu kanıtlayan güzel
gunlaşırken suyunun büyük bölüm ünü yitirdi­ bir örnektir.
ği için, ana bitkiden ayrıldığı anda tohum Bir tohum un uykudan uyanmak için bu
iyice kurum uştur. Bu nedenle çimlenmeyi kadar çok ve değişik etkene gerek duymasının
başlatan etkenlerin başında su gelir. nedeni, çimlenmeye en uygun zamanı kolla­
Bazı bitkilerin tohum u yeterince su emdiği ması, daha doğrusu yeni bir bitkiye dönüşe­
anda çimlenmeye başlar. Am a bazı tohum lar­ bilmesi için koşulların en elverişli olduğu anı
da suyun varlığı yeterli değildir ve tohum un beklemesidir.
uykudan uyanması için başka bazı etkenlerin Örneğin bitkilerden çoğunun gelişebilmesi
de bulunması gerekir. Örneğin bazı tohum lar için ışık gereklidir. Bir ağacın tohumları
hava çok soğuk olmadıkça ya da belirli dalga orm andaki sık bitki örtüsünün gölgesinde
boylarındaki güneş ışınlarını almadıkça çimle- kaldığı zaman ışık alamadığı için çimlenemez.
nemez. Bazen de çimlenmeyi geciktiren yal­ Ancak yaşlı bir ağaç kuruyup devrildiğinde
nızca dış etkenler değildir; tohum un yapısın­ tohum u uykusundan uyandıracak olan güneş
dan doğan bazı önleyici koşullar da uyku ışınları yaprakların arasından süzülüp girebi­
döneminin uzamasına yol açabilir. Örneğin lir; üstelik bu ağacın eksilmesiyle yeni yetişe­
tohum kabuğunun çok kalın ve sert olması cek genç fidanlara da yer açılmış olur. Bir
tohum un su emmesini engelleyebilir. Bu du­ tarla sürüldüğü zaman toprağın altından yüze­
rum da tohum un uyanması ancak kabuğun ye çıkan ot tohum ları güneş ışınlarını almaya
çizilmesine ya da çatlamasına bağlıdır. H atta başladığı anda çimlenme zamanının geldiğini
bu tür tohum lardan bazıları kabuğu yanma­ “anlar”. Oysa pulluğun yüzeyden alıp toprak-
dıkça uykusundan uyanamaz. A m a tohumları altına gömdüğü tohumlar karanlıkta kaldık­
uyandıran etkenlerin başında, kabuklarını ya­ ları için uyumaya devam eder..
vaş yavaş çürüten bakteriler ve mikroskobik Çimlenme terimi özellikle bitki tohum lan
m antarlar gelir. Kiraz gibi sert kabuklu bazı için kullanılırsa da, bazen sporlann ve çiçekto­
tohum larda da bu görevi kuşlar üstlenir. zu taneciklerinin uyanıp gelişmeye başlamasını
Kuşların yuttuğu bu tohum ların kabuğu, hay­ belirtmek için de bu terimin kullanıldığı olur.
vanın taşlık denen sindirim organındaki kü­
çük taş parçalarına sürtüne sürtüne aşınıp ÇİN bak. ÇİN H a l k C u m h u r îy e t İ.
dağılır. Kuşlar tohum ların çok geniş bir alana
yayılmasında da önemli rol oynar. Bir zam an­ ÇİNÇİLYA. Değerli kürküyle bütün dünyada
lar bilim adamları M auritius A dası’nda yeti­ tanınan çinçilya kemirici m em elilerdendir.
şen bir ağaç türünün, tohum ları hiçbir koşul Uzun kuyruklu ve kısa kulaklı bir tavşanı
altında çimlenemediği için yok olmak üzere andıran bu küçük ve sevimli hayvanlar Güney
olduğunu saptamışlar. Bu ağaçların adada A m erika’daki A nd D ağlan’mn Bolivya, Şili
bulunan örneklerinin hepsi 300 yıldan daha ve P eru’daki bölüm lerinde yaşarlar. Çinçilya-
yaşlıymış. Neden sonra araştırm acılardan bi­ ların ayrı bir cins (Chinchilla) oluşturan iki
ri, bu ağaçların yeni kuşaklar vermemeye türü vardır; bu türlerden birinin kuyruğu
başladığı yıllarla dodo adlı bir kuşun soyunun öbürününkinden daha kısadır:
tükenm eye başladığı yılların çakıştığını fark Çinçilyalar kurak ve kayalık dağların ya­
etmiş (bak. D o d o ) . B u kuşların taşlıklarının maçlarında küçük topluluklar halinde yaşar,
en sert besinleri bile öğütebilecek kadar güçlü yuvalarını kayaların arasındaki yarıklarda ya­
olduğunu bilen araştırmacı, bir deneme yap­ parlar. Günün büyük bölüm ünü bu oyuklarda
mak için, gene taşlıklarının çok sağlam olma­ geçiren hayvanlar geceleri yiyecek aram ak
sıyla tanınan hindilere ağacın tohum larından için dışarı çıkarlar. Fare kulağına benzeyen
yedirmiş. Hayvanın dışkısıyla toprağa karışan kocaman kulakları ve fırça gibi bıyıkları olan
bu tohum lar zamanı gelince çimlenmiş ve çinçilyaların gövde uzunlukları 25 cm kadar­
böylece en az 300 yıldır üremesi durmuş olan dır. Bol tüylü kuyruklarının uzunluğu da en
bu ağaç türü yeniden çoğalmaya başlamış. Bu az gövdelerinin yarısını bulur. A rka bacakları
deney, bu tohum ların çimlenmesini dodo ön bacaklarından oldukça uzundur.
308 ÇİN DENİZİ

oluşur: Sarı Deniz, Doğu Çin Denizi ve


Güney Çin Denizi. Sarı Deniz adını, rüzgârla­
rın ya da Kuzey Ç in’den gelen ırmakların
taşıdığı sarı renkli ince toz taneleri ve çam ur­
larla sarıya dönüşen suyunun renginden al­
mıştır.
Güney Çin Denizi’nin kuzeybatı ve batı­
sında Asya kıtası, güneyinde Borneo ve Ma-
lakka Yarımadası, doğusunda ve kuzeydoğu­
sunda Filipinler ve Tayvan vardır. Ortalama
derinliği 1.140 metreyi bulur.
Çin Denizi’nin sularının sığ ve çamurlu
olmasına karşın, Japon, Çinli ve Koreli balık­
çılar için oldukça zengin bir avlanma bölge­
sidir.
Ç in’in engebeli kıyıları boyunca uzanan
koylar gemiler için elverişli limanlar oluştu­
rur. Şanghay Doğu Çin Denizi’nin, Kanton ve
Uzun kuyruklu ve küçük kulaklı bir tavşanı andıran
çinçilyalar yalnızca bitkiyle beslenir. Hong Kong da Güney Çin Denizi’nin başlıca
limanlarıdır. Güneydeki limanlar ile Tayvan,
Dişi çinçilyalar genellikle her gebeliklerin­ Filipinler ve Doğu Hint Adaları arasında
de beş ya da altı yavru doğururlar. Doğdukla­ yüzyıllardan beri süren yoğun bir ticaret
rında fare büyüklüğünde olan yavrular çok ilişkisi vardır. Çin, Tayvan, Japonya ve K ore’
hızlı gelişir; öyle ki doğumdan birkaç saat de balıkçılık önemli bir sanayi koludur. Balık­
sonra koşabilir, birkaç gün sonra da süt çıların kullandığı küçük yelkenliler hantal
emmeyi bırakıp katı yiyecekleri kemirmeye görünüşlerine karşın denizcilik için çok elve­
başlarlar. Çinçilyaların başlıca besinleri bitki rişli teknelerdir. Çin Denizi’nde en çok bulu­
kökleri, otlar, tohum ve meyvelerdir. nan deniz hayvanları sardalye, uskum ru, orki­
Çinçilyaların daha koyu tonlarla gölgelenen nos (tonbalığı) ve karidestir.
açık boz renkli kürkü çok incecik tüylerden Çin Denizi önemli deniz yollarının kesişti­
oluştuğu için dünyanın en yumuşak kürküdür. ği bir bölgedir. Doğu Çin Denizi ise, Güney
Bir kürk m anto yapmak için çok sayıda Çin Denizi, Japonya ve Büyük O kyanus’un
çinçilya postu gerektiğinden, yüzyıllardır kı­ kuzeyi arasında başlıca ulaşım yoludur. Geç­
yasıya avlanan bu sevimli hayvanların soyu bir mişte korsan gemileri denizciler için büyük
zam anlar neredeyse tükenm ek üzereydi. B u­ bir tehlike oluşturuyordu. Günüm üzde ise
gün de doğada 'yabanıl yaşayan örneklerine şiddetli kasırgalar yalnızca gemilere zarar
çok seyrek rastlanm akla birlikte, özel çiftlik­ vermekle kalmayıp su baskınlarına neden
lerde yüz binlerce, hatta milyonlarca çinçilya olarak köyleri yıkıma uğratm aktadır.
yetiştirilir. Bu çiftliklerde beslenen hayvan­
lar, değerli kürklerinin toprağa değerek kir­ ÇİNGENELER, gerçek yurtları belli olmayan
lenmemesi için tabanı tel örgüyle kaplı özel esmer tenli göçebe topluluklardır. İlk olarak
kafeslerde tutulur. Ayrıca çinçilyalar kum 1505’te İrlanda’da, 1514’te de İngiltere’de
banyosu yapmayı çok sevdikleri için kafeslere nüfus kayıtlarına resmen girmişlerdir. Aynı
ince kum doldurulmuş derin kaplar yerleşti­ dönem de, A vrupa’nın birçok ülkesinde gez­
rilir. gin çalgıcı ve falcılardan oluşan kimi göçebe
toplulukların kayıtlarına rastlanır. Günüm üz­
ÇIN DENİZİ, A sya’nın güneydoğu kıyıları ile de dünyanın dört bir yanma yayılmış olan
Büyük O kyanus’un batı kesiminde yer alan Çingeneler’in büyük bölümü A vrupa’nın gü­
adalar arasındadır. Çin kıyıları boyunca ku­ ney kesiminde toplanmıştır. 19. yüzyılın son­
zeyden güneye doğru uzanan üç bölümden larına doğru Kuzey A m erika’ya da göç eden
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 309

Çingeneler yaşadıkları her ülkede değişik inançlarını benim serler. Ne var ki, kutsam a,
adlarla anılırlar. düğün ve ölü gömme törenlerinde kendi
Bazı Çingeneler kendilerine “R om ” derler, gelenek ve törelerini sürdürürler.
“R om ”, Çingenece’de (Rom ani dili) “erkek” Çingeneler eskiden göçebe yaşamlarına
ya da “koca” anlamına gelir. Eski bir Hint dili uygun işlerde çalışırlardı. Önsezilerinin güçlü
olan Sanskritçe’yle ilişkisi bulunduğu düşünü­ olduğuna inanıldığı için kadınlar falcılık ya­
len bu dilin sözcük dağarcığında Yunanca, par, dilenir ya da dans ederdi. Erkekler ise
Türkçe ve Farsça sözcükler de vardır. Buna çalgı çalar, kap kacak lehimciliği, hayvan
bağlı olarak, Çingeneler’in anayurtlarının ticareti, hayvan eğiticiliği gibi işlerle uğraşır,
Hindistan olduğu sanılmaktadır. Am a köken­ bir işten öbürüne kolaylıkla geçebilirlerdi.
leri hâlâ tartışm a konusudur. Çingeneler’in Göçleri sırasında, artık atlarla çekilen araba­
de kendi tarihleri ile ilgili hiçbir kayıtları lar yerine kamyon ya da karavanlar kullanm a­
yoktur. Çoğu yaşadıkları ülkenin dilini konu­ ya başladılar. Eski uğraşlarının yerini meyve
şur, öbürleri ise Çingenece ile yaşadıkları toplam a, asfalt dökm e, kullanılmış araba
yörede konuşulan dilin karışımı olan bir lehçe ticareti, sirklerde hayvan bakıcılığı ya da
kullanırlar. Örneğin, Fransa’dakilerin bir bö­ eğiticiliği, hurda m aden ve antika eşya alım
lümü ve A lm anya’daki Çingeneler Rom ani ve satımı gibi işler aldı. Birçok Çingene müzik
Almanca karışımı bir dil konuşurlar. İngiltere ve dans sanatını zenginleştirecek katkılarda
ve Fransa’dakilerin başka bir bölüm ünün ise bulundu. Bazı ünlü İspanyol gitaristleri ve
İspanyolca ile karışık bir lehçesi vardır. flam enko dansçıları Çingene ya da yarı Çinge­
Çingene sözcüğü yerleşik düzeni olmayan ne’dir. Çingeneler sepetçilik, porselen ya da
göçebe insanları çağrıştırır. Oysa günümüzde bakır işçiliği gibi el sanatlarında da çok
Çingeneler’in çok azı göçebe bir yaşam sürer. ustadırlar.
Bazıları kendi istekleriyle göçebeliği bırak­ Çingeneler’in göçebe yaşamları yerleşik
mış, oturdukları ülkenin yaşam biçimini tü­ toplum larınkinden çok farklı olduğu için,
müyle özümsemiş, hatta çingene olmayan yerel halk tarafından sık sık hırsızlık, büyücü­
insanlarla evlenmişlerdir. Bazıları ise yerleşik lük, çocuk kaçırma gibi eylemlerle suçlanmış­
bir yaşama geçmeye zorlanmışlardır. lar hatta cezalandırılmışlardır. 1554’te İngilte­
Çingeneler’in büyük bir bölümü gelenek, re’de Çingene olduğu söylenen herhangi bir
görenek ve topluluklarının yönetim biçimleri­ kişinin asılması işten bile değildi. Ne var ki,
ni korum uştur. İlk olarak 19. yüzyılda A vru­ birçok ülkeden sürülm elerine karşın, Çinge­
pa’da, sayıları 10-100 aile arasında değişen neler bir süre sonra bu ülkelere geri dönmeyi
Çingene toplulukları şefler seçmeye başladı. başarırlardı. Hem en hiçbir yerde istenmeyen
Çingeneler’in kendilerine özgü yasaları var­ bu insanlar II. Dünya Savaşı’nda Alm anlar
dır. Genellikle yaşadıkları toplum un dinsel tarafından büyük bir kıyıma uğratıldılar. Y ak­
Laleper A y tek laşık 500 bin Çingene, aşağı ırktan oldukları
gerekçesiyle M acaristan, Polonya ve Çekoslo­
vakya’daki Nazi kam plarında yok edildi.
Yarı göçebe, yarı yerleşik bir topluluğun
nüfus sayımının doğru bir biçimde yapılması
oldukça güçtür. Yapılan tahm inlere göre bu­
gün dünyadaki Çingeneler’in sayısı 2-3 milyon
dolayındadır.
Müzik ve dansa büyük katkıları olmasına
karşın, Çingenece’nin yazılı bir dil olmayışı
yüzünden edebiyat yapıtları yoktur.

ÇİN HALK CUMHURİYETİ, dünyanın en


İstanbul'da Bağlarbaşı-Üsküdar arasındaki Çingene kalabalık ülkesidir. Yüzölçümü bakımından
M ahallesi'nin çocukları. ise üçüncü gelir. D oğudan batıya yaklaşık
310 ÇİN HALK CUMHURİYETİ

5.000 km, kuzeyden güneye ise yaklaşık 5.500 sıradağları arasında bir zam anlar Çin Türkis-
km uzanır. Sınır komşuları Kuzey Kore, tanı olarak bilinen Xinjiang (Sinkiang) bölge­
SSCB, M oğolistan, Afganistan, Pakistan, N e­ si uzanır. Çin’in doğusunda da dağlar ve tepe­
pal, Bhutan, H indistan, Birmanya, Laos ve ler vardır, ama burası batı bölgesine göre da­
Vietnam ’dır. Çin Denizi (bak. ÇİN DENİZİ) ile ha düz bir alandır.
4.345 km kıyısı vardır. Çin 21 yönetim bölgesi
ile içlerinde Tibet, Xinjiang (Sinkiang) ve İç
M oğolistan’ın da bulunduğu beş özerk bölge­ ÇİN HALK CUMHURİYETİ'NE İLİŞKİN
ye aynlır. Kuzeydoğudaki yönetim bölgele­ BİLGİLER
riyle birlikte bu özerk bölgelere Dış Çin de
YÜZÖLÇÜMÜ: 9.572.900 km2.
denir. Bunlar, düşman saldırılarından korun­
NÜFUS: 1.064.135.000 (1987).
mak için 2.000 yılı aşkın bir süre önce yapılan BAŞKENT: Pekin (Beijing).
Çin Seddi’nin (bak. ÇİNSEDDİ) öte yanında yer YÖNETİM: Bağımsız halk cumhuriyeti.
alırlar. 1949’dan beri yönetimde Çin Kom ü­ DOĞAL YAPI: Çin üç ana bölgeye ayrılır. Güneybatısı
nist Partisi (ÇKP) bulunm aktadır. Bir zam an­ yüksek bir yayla, kuzeybatısı geniş havzaların yer al­
dığı dağlık bir bölgedir. Doğusu alçak ovalardan olu­
lar Formoza olarak bilinen Tayvan Adası şur. Doğudan batıya doğru akan Yangtze (Yang-çe)
doğu kıyısı açıklarındadır. Ayrı bir ülke olan Irmağı ülkeyi ikiye ayırır.
Tayvan’a Milliyetçi Çin de denir. Tayvan’ın BAŞLICA ÜRÜNLER: Tarım. Pirinç, buğday, mısır, mey­
ve, şekerkamışı, soyafasulyesi, domuz, koyun, keçi,
resmi adı Çin Cum huriyeti’dir. sığır, balık. M adenler: Çinko, bakır, kurşun, kalay,
tungsten, demir cevheri, nikel, boksit, altın.
SANAYİ: Çimento, çelik, yapay gübre, şeker, giyim, sa­
Ç in lile r in P in yin Yazı S is te m i at, bisiklet, dikiş makinesi, televizyon. Dış ülkelere
Ç inliler'in yazılarında geleneksel olarak kullandık­ satılan ön em li ürü n le r : Petrol ve petrol ürünleri, ta­
ları sim geler vardır; her simge bir sözcüğü ya da hıl kırması, dokuma, ipek, çay, işlenmiş besin mad­
düşünceyi dile getirir. Bu dili Latin alfabesini kul­ deleri.
lanarak yazmak için, Çin seslerinin özel harflerle ÖNEMLİ KENTLER: Şanghay, Pekin, Tianjin (Tiençin),
ya da harf bileşim leriyle verilm esi gereklidir. Bu­ Shenyang (Şenyang), VVuhan, Kanton (Guangzhou),
nun için çeşitli sistem ler üzerinde çalışılmış, ne Chongqing (Çungking), Harbin, Chengdu (Çengtu),
var ki hiçbirinde tam başarı elde edilem em iştir. Xi'an (Sian).
1956'dan beri Çin'de resmi Çin sistemi olarak Pin­ EĞİTİM: Bütün çocuklar altı yıllık temel eğitimden ge­
yin (Fonetik Çin Alfabesi) kullanılmaktadır. Bu sis­ çer; bunların ancak üçte biri ortaöğrenim görür.
tem şu anda Çin okullarında öğretilm ekte ve ülke­
nin dışında da yaygın biçim de kullanılmaktadır.
Tem el B rita n n ica 'da da Pinyin sistemi temel alın­
mıştır. Bu sisteme uygun olarak yazılmış sözcük­ Ç in’in ovalarını, dört ırmak ve kolları sular.
lerin Türkçe'de yaygın olarak kullanılan biçim leri Kuzeydoğuda, kuzeye doğru akan Songhua
ya da okunuşları parantez içinde verilm iştir. Yal­ (Sungari) Irmağı ile güneye doğru akan Liao
nız Pekin, Çu-Enlay, Mao Çe-Tung gibi dilimize
çok yerleşmiş özel adlar bu biçim leriyle yazılmış, H o (Liao Irmağı) dağlarla çevrili bir düzlük­
Pinyin sistemine uygun yazılışları ise parantez ten akarlar. H er ikisi de T ibet’ten doğan Sarı
içinde ita lik olarak verilm iştir. Irm ak (Huang He) ile dünyanın üçüncü bü­
yük ırmağı olan Yangtze (Yang-çe), Tianjin’
Doğal Yapı ve İklim den (Tiençin) güneyde Şanghay’a uzanan ge­
Kuzey, batı ve güneyindeki çöller ve yüksek niş bir ova oluştururlar.
dağlar Çin’in çevresinde doğal engeller oluş­ Doğu Çin’in kuzey ve güneyi birbirinden
turur. Doğusundaki Kuzey Çin Ovası ülke­ çok farklı iki bölgeye ayrılır. Doğudan batıya
nin en geniş düzlüğüdür. Batıda Tibet Yaylası uzanan ve Huang He ile Yangtze ırmaklarının
bulunur. Dünyanın en yüksek dağlarıyla çev­ havzalarını birbirinden ayıran Qinling (Çin-
rili olan bu yaylanın yüksekliği 4.000 metreyi Linğ) Dağları bu iki bölge arasındaki sınırı
aşar. T ibet’e “dünyanın dam ı” da denir (bak. çizer. Bu dağlar önemli bir iklim farklılığına
T İ b e t ) . G üneyde Himalaya Dağları, kuzeyba­ da neden olur.
tıda ise Karanlık Dağlar (Kunlun), Tanrı Kuzey Çin’de yazlar yağışlı, kışlar kurak
Dağları (Tien Şan) ve Altay Dağları yer alır. geçer. Kuzeydeki ovada kışlar, aynı enlem de
Dünyanın en yüksek noktası olan Everest T e­ bulunan dünyanın başka bölgelerine göre da­
pesi Çin-Nepal sınırındadır. Kunlun ile Altay ha soğuktur. Yılda en az bir ay boyunca sıcak-
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 311

“Chine, pays de charme et de beaute”

Çin'in doğal yapısı çeşitlilik gösterir. Üstte: Kuzeyde


Mançurya'daki eyaletlerden biri olan
Heilongjiang'da geniş düz otlaklar bulunur. Dağlar
hem sınırlarda doğal engeller oluşturur, hem de ülke
içindeki bölgeleri birbirinden ayırırlar. Altta solda:
Doğu Çin'deki dağların sivri tepeleri görülüyor. A ltta
sağda: Eski kervan yollarının izini sürerek
X injiang'daki (Sinkiang) Takla Makan Çölü'nü aşan
bir deve konvoyu görülüyor.
312 ÇİN HALK CUMHURİYETİ

lık donm a noktasının altında kalır. Güneye antilop olan takin gibi hayvanlara dünyanın
gidildikçe havalar ısınır. Yangtze Vadisi’nde başka hiçbir yöresinde rastlanmaz. En güzel
kışlar az yağışlı ve oldukça ılımandır. En gü­ sülünlerin bazıları Çin’in batı kesimlerinde
neyde ise havalar bütün yıl boyunca sıcaktır. yaşar. Ayrıca, tarihöncesi zam anlardan kalma
Haziran-eylül arasında güneyden güneydoğu­ küçük tim sahlar dünyada yalnızca Yangtze
ya esen yaz musonları {bak. M u s o n ) bol yağ­ Havzası’nda bulunur.
m ur getirir.
Yüksek dağları, düz ovaları, bataklık delta­ Nüfus ve Kentler
ları ve bomboş çölleriyle böylesine büyük bir Ç in’de 1 milyarın üzerinde insan yaşar; bu da
ülkede bitki örtüsü de bölgeden bölgeye çok dünya nüfusunun yaklaşık dörtte biridir. N ü­
değişir. G üneyde bam bular ve renk renk çi­ fusunun yüzde 94’ünü, aynı kültür ve dili pay­
çek açan bitkilerle bezenmiş astropikal or­ laşan H an Çinlileri oluşturur. Bunların çoğu
manlara rastlanır. Kuzeydeki dağlarda ise la­ doğudaki verimli alanlarda ve nüfusun yoğun
din ve çam yetişir. Doğal bitki örtüsü yoğun olduğu kentlerde yaşar. Nüfusun kalan yüzde
yerleşim bölgelerinde zaman içinde yok ol­ 6’sı, içlerinde Uygurlar, Moğollar, Tibetliler’
muştur. Dünyanın birçok yerinde anayurdu in de bulunduğu 50’ye yakın değişik halktan
Çin olan çeşitli çiçekler, bodur ağaçlar, ağaç­ oluşur. “Ulusal azınlıklar” olarak adlandırılan
lar ve süs bitkileri yetiştirilmektedir. bu halklar kendi dillerini konuşm akta ve kül­
Ayrıca, Çin’de hayvan varlığı da oldukça türlerini sürdürm ektedir. Han Çinlileri’nden
çeşitlidir. Güneyde kaplan, maymun ve se­ 20 milyon kadarı Çin dışında, dünyanın çeşitli
m enderler yaşar. G üneybatıda görülen dev ülkelerinde, özellikle de Güneydoğu A sya’da
panda, küçük panda ve keçiye benzer bir çeşit yaşar.

Harbin
MOĞOLİSTAN Ç a n g çu no

U rum çi Şenyang'
G OBİÇÖLÜ
KUZEY
KOFfe.
PEKİN
GÜNEY
KORE.
SARI
D E N İZ
DAĞLAR
L UN)
Nanking
\ _ L ^ an°ÇOU S ^ o ^ 'N G )0^
(Şanghay
LK^CUMHURİYETİ
TİBET VVuhan G Ü N E Y ÇİN
Hangaou
\ o Çengtu ------- < D E N İZİ

( Ç ungking «V

OÇangsa
BHUTAN

K unm ing
Kanton TAYVAN
Makao
HONG KONG

NflETNAM
G Ü N E Y Ç İN DENİZİ
LAOS /
Haynan
B EN GAL KÖRFEZİ TAYLAND
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 313

Keystone
Pekin'de Tienanm en Alanı'nda yer alan bu gibi törenlere yaklaşık 1 m ilyon insan katılır.

Çin’in en büyük kenti olan Şanghay, Yang- zem eler kullanılır. Çiftlik evleri, genellikle,
tze Irm ağı’nın ağzında kurulm uştur. Büyük kerpiçten yapılır, çatıları ise otla ya da kire­
gemiler Yangtze’yi izleyerek Nanjing (Nan- mitlerle örtülür. En güney bölgesinde birçok
king), W uhan ve Chongqing (Çungking) ev hasır ve bam bulardan yapılırken, kuzeyde­
kentlerine kadar ulaşabilir. Bu üç kentin nü­ ki kimi çiftçiler ise mağara evlerde yaşarlar.
fusu da 2 milyonun üzerindedir. Çin’in ikinci K entlerde, halk betondan çok katlı bloklarda­
en kalabalık kenti başkent Pekin’dir (Bei- ki küçük dairelerde yaşar. Konut sıkıntısı,
jing). Pekin Sarı Irm ak ovasının kuzey bölü­ çok kalabalık olan Çin’in başlıca sorunların­
münde kurulm uştur. Kentin güneybatısındaki dandır. Göl, ırmak ve limanlardaki koylarda
Tiençin ( Tianjin) liman kenti Hai Irmağı kıyı­ binlerce dibi düz kayık ve deniz evi, hasır ya
sında yer alır. Tiençin Çin’in en büyük üçün­ da çadır bezinden çatılarıyla, birçok Çinli için
cü kenti ve Sarı Irmak ovasının en önemli li­ barınak işlevi görür.
manıdır. Güney Çin’deki en önemli liman ise
Sikyang Irmaği deltasında bulunan Guang-
zhou’dur (Kanton).
Çin’in öteki büyük kentleri, yönetim bölge­
lerinin başkentleri ya da sanayi ve ticaret m er­
kezleri olarak önem kazanmışlardır. Kuzey­
doğuda Harbin ve Shenyang (Şenyang), Sich-
uan (Seçvan) eyaletindeki Chengdu (Çeng-
tu) ile Kunming bunlar arasındadır.
Çin halkının çoğunluğu tarım yapılan kü­
çük kasabalarda ya da köylerde yaşar. Birkaç
kilom etre arayla kurulmuş olan köyler birbir­
lerine patikalarla bağlanmıştır. Köyler genel­
likle çiftçilerin ürünlerini sattıkları pazarların
yer aldığı kasabaların çevresindedir. Pekin sokaklarında bisikletliler. Bisikletler bebek ve
Çin’deki evlerin yapımında çok çeşitli mal­ yolcudan, ev eşyasına kadar her şeyi taşır.
314 ÇİN HALK CUMHURİYETİ

Kuzey Çin’de kışın ısınmak her zaman bü­ bu dinde komşularla iyi geçinilmesi, ana ba­
yük bir sorundur. Köy evlerinde üzerlerine ya­ ba ve aile büyüklerine saygı gösterilmesi öğüt­
tak serilen tuğladan örülü kerevetler vardır. lenir. Ailenin önemi vurgulanır. Çin’de yay­
Bunların altında ateş yakılarak ısınılır. Birçok gın olan öbür önemli dinler Budacılık ve Tao-
yerde tezek ve saman yakıt olarak kullanılır. culuk’tur. Bu dinlere ilişkin ayrıntılı bilgileri
Çin’in bütün kentlerinde kirem it örtülü, B U D A V E B U D A C ILIK ; K O N FÜ Ç­
köşeleri yukarıya doğru kıvrık, narin çatıları YÜS V E K O N FÜ ÇY Ü SÇ Ü LÜ K ; TA O CU -
olan tapm ak ve pagodalara rastlanır. K entler­ LUK m addelerinde bulabilirsiniz.
de yayalarla bisikletliler sürekli bir akış için­
dedir. A na caddelerde otobüs, kamyon ve ar­ Aile Yaşamı
kalarında yük çeken bisikletler görülür. Konfüçyüs’ün öğretilerine uygun olarak Çin’
de geniş aile biçiminde yaşama geleneği vardı.
Dil ve Din Eskiden büyük dedelerden en küçük torunla­
Çin’de 50’den fazla dil konuşulur. En yaygın ra kadar bütün aile bir çatı altında yaşar ve
dil H an lehçesidir. Ne var ki, bir H anlı’nın geçimlerini birlikte sağlarlardı. Ailenin baş­
konuştuğu lehçe bir başka bölgede anlaşıla- kanı ve kesin yöneticisi ailedeki en yaşlı er­
mayabilir. Çinliler bölgeler arasındaki lehçe kek olurdu (bak. AİLE).
farklarını gidererek iletişimi kolaylaştırmak Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra geniş
aile yerini çekirdek aileye bırakmaya başladı.
Genç çiftlerin çoğu artık evliliklerinin ailelerin­
ce düzenlenmesini istemiyordu. Boşanma ve
e(ığı)
1 îr(ırğ) san(san)
yeniden evlenme olağan kabul edilmeye baş­
landı; kadınlar yasa önünde erkeklerle eşit sa­

m
si(sı) £
w o(vo)
yıldı.
Yem ek, Çin toplum u için yaşamın en bü­
yük zevklerinden biridir. Bıçak ve çatal icat
edilmeden önce yüzyıllar boyunca Çinliler
k yemeklerini çubuklarla yediler. Pekin ördeği,
ren(rın)
ERKEK, İNSAN iştah açıcı kokulu otlarla pişirilen domuz eti,
kuş yuvası ve köpekbalığı yüzgeci çorbaları
ünlü Çin yem eklerindendir. Am a Çinliler’in
ter çoğu pirinç ve sebzeli Çin m akarnası ile karnı­
nı doyurur. Yem eklerin çoğu uzun saplı, üstü
'k
yıng-guo
İNGİLTERE
A
m u-ren(m u-rın)
KADIN
K
zhong-guo-ren
(cung-guo-rın)
açık ve yuvarlak tavalarda, odun ya da mangal
kömürü ateşinde pişirilir.

Tarım ve Sanayi
ÇİN HALKI

Pinyin sistemine göre yazılmış bu örneklerde Türkçe Çinliler’in çoğunluğu çiftçilikle geçinir. Top­
okunuşlar parantez içinde verilm iştir. Çin yazısı, rakların ancak yüzde 15’i ekilebilir alanlardır.
"erkek, insan" sözcüğünde görüldüğü gibi küçük Ekim yapılabilecek alanları büyütmek için te­
resim lerle başlar. Daha sonra bunlar bir araya
getirilerek düşünceler anlatılır ya da seslerin yerine peler teraslandırılır. Güney Çin’de aynı tarla­
kullanılır. dan yılda* iki, kimi zaman da üç kez ürün
alınır.
amacıyla M ândarin dilini “ortak dil” olarak Tarım Ürünleri. Çin’deki en önemli tarım
kullanmaya başlamışlardır. M andarin dili Pe­ ürünleri pirinç ve buğdaydır. Pirinç için sıcak
kin yöresinde konuşulan Han lehçesidir. bir iklim ve sulak tarlalar, bu nedenle de bol
M andarin Çincesi aynı zam anda yazı dilidir. su gerekir. Güney Ç in’de bunların her ikisi de
2.000 yıldan uzun bir süredir Konfüçyüs’ün bulunur ve hemen hem en bütün düzlüklerde
öğretileri Çin’de en yaygın din olmuştur. İÖ pirinç ekilir. Pirinç su içinde yetiştiği için top­
6. yüzyılda Konfüçyüs tarafından geliştirilen raklar küçük havuzları andıran “çeltik tarlala-
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 315

China Photo Service


Geleneksel Çin ailesinde birkaç kuşak bir arada, aynı çatı altında yaşar.

n ” biçimindedir. Çinli çiftçiler yalınayak pirinç ve T ibet’teki geniş otlaklar hayvan besiciliği­
fidelerinin dikimini yaptıktan sonra, birkaç ne elverişlidir. Hem en hem en Çin’deki tüm
hafta süreyle tarlaları su altında bırakırlar. Pi­ koyun, sığır ve atlar bu bölgelerde yetiştirilir.
rinç tarlaları mandaların çektiği sabanlarla sü­ Çiftçilerin çoğu tavuk, ördek ve domuz bes­
rülür. lerler.
İklimin ılık olduğu güneyde pirincin yanı Kuraklık ve Seller. Çinli çiftçiler hızla artan
sıra çay ekimi de yapılır. Dışarı satılan ürün­ nüfusu besleyebilmek için bitm eyen bir savaş
ler arasında pam uk, şekerkamışı, tatlı pata­ verm ek zorundadırlar. Yağm urun azı kuraklı­
tes, meyve ve sebzeden başka çay da önemli ğa, fazlası ise su taşkınlarına neden olur ve
bir yer tutar. Güneydeki çiftçiler, düzlük her ikisi de sonunda büyük kıtlıkların yaşan­
alanları pirince ayırmak için, öbür ürünleri masına yol açar. Sarı Irm ak sık sık taşarak
dağ yamaçlarındaki teraslarda yetiştirirler. Çin’de görülen en kötü su baskınlarını yara­
Güney Çin’in özelliklerinden biri de dutluk­ tır. 4.800 km uzunluğunda olan bu ırmak ol­
lardır. D ut ağaçlarının yaprakları ile ipekbö- dukça sığdır ve denize bol bol tortu ve çamur
ceği beslenir. İpekçilik geleneksel Çin sanayi­ taşır. Suyun akış hızı yavaş olduğu için taşıdığı
lerinin en önemlilerindendir. tortuların çoğu ırmağın dibinde birikir; böyle­
Kuzeyde başlıca ürün buğdaydır. D arı, mı­ ce ırmak yatağı sürekli yükselir. Taşmasıni
sır, soyafasulyesi; meyve ve sebze Kuzey Çin’ önlem ek için Çinliler ırmak kıyılarına setler
in tarım ürünlerindendir. Bazı yerlerde pa­ yapmışlardır. Ne var ki, suyun gücüyle setler
muk ve yerfıstığı da yetiştirilir: zaman zaman yıkılır ve taşan sular çevreye
Çiftlik hayvanları. Sığıtlarin beslenebilmesi yayılır. Bu gibi durum larda milyonlarca köylü
için gerekli topraklar tarım için kullanıldığın­ topraklarını bırakarak yüzlerce kilometre
dan, Çinliler çok sığır beslemezler. Çiftçilikte uzağa kaçmak zorunda kalır. Bu nedenle Sarı
en çok, yararlanılan m anda ise yaygın olarak Irm ak “Çin’in K ederi” olarak anılır. Kuraklık
beslenir. İç M oğolistan, Xinjiang (Sinkiang) ve su taşkınlarının birlikte görüldüğü 1959-61
316 ÇIN HALK CUMHURİYETİ

Sanayideki ilerlemelere
karşın, tarım bugün de
Ç inliler'in başlıca geçim
kaynağıdır. Doğu Çin'de,
tepelerin teraslanmış
yamaçlarında yetiştirilen
çay Ç inliler'in en
hoşlandıkları içecekler
arasındadır (solda). A ltta
sağda: Resimde görülen
deneysel pirinç
çiftliklerinde daha fazla
ürün elde etmek için
çalışılmaktadır. A ltta
solda: Balıkçılık kıyı
bölgelerinde önem lidir.
Sığ su balıkçılığı bütün
kıyı boyunca uzanır.
Kanton (Guangzhou)
yakınlarında sepet ve
ağlarıyla balıkçılar
görülüyor.

R. C. Hunt/Encyclopaedia
Britannica, Inc.

arasındaki “Üç Acı Yıl”da çok sayıda insan ang’da ve Qinghai bölgesinde petrol bulun­
açlıktan öldü. Ç in’de sık sık deprem ler de gö­ muştur.
rülür. 1976’da Tânğshan (Tangşan) kentini yı­ Çin’deki her liman kenti aynı zam anda pa­
kan deprem de en az 650 bin kişinin öldüğü muk eğirme ve dokuma, ipekli giyim ve besin
sanılmaktadır. işleme gibi hafif sanayilerin merkezidir. Evler­
Sanayi. Çin yönetimi sanayinin gelişmesini, de hasır şapkalar, özenle cilalanmış ağaç eşya,
ülkenin yoksulluktan kurtulmasını sağlayacak işlemeler ve yelpazeler yapılır.
en önemli araçlardan biri olarak görmektedir. Tarım ve dokuma ürünleri ile tungsten gibi,
Ü lkede sanayi 1949’dan bu yana büyük bir çeliğin sertleştirilmesi için alaşıma katılan me­
gelişme göstermiştir. Ne var ki, batı ile karşı­ taller Çin’in başka ülkelere sattığı ürünler
laştırıldığında görece geridir. arasındadır. M akineler, bazı ham m addeler ve
Bazı m adenler bakımından zengin olan gübre ise dışarıdan satın alınır.
Çin’de her m aden yeterince bulunmaz. Ku­ E l Sanatları. Çin çanak çömlek, yeşim, al­
zeyde geniş köm ür yatakları ve çeşitli bölge­ tın, gümüş, mine işi, dokum a ve lake gibi el
lerde demir cevheri vardır. Kuzeydoğuda ve sanatı ürünleriyle tanınmıştır. Çin çamuru
ayrıca W uhan ile B aotou’da büyük demir ve olarak bilinen kaolini kullanarak seram ikten
çelik kuruluşları hızla gelişmektedir. Sinki- çok daha ince çanak çömlek üretimi İÖ 2.
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 317

yüzyılda, yani Avrupa ülkelerinden yaklaşık başarılarına ilişkin öyküler kuşaktan kuşağa
2.000 yıl önce Çin’de gerçekleştirilmiş ve adı­ geçmiştir. Örneğin., bir takvim yaptığı ve yazı­
na Çin porseleni denmiştir. Çin’in yüzyıllardır yı icat ettiği söylenen Fu Xi, ağaçtan saban
sürdürdüğü eski el sanatlarından biri de ipek yapan Shen Nong, halka ipekböceği beslem e­
dokumacılığıdır. yi ve dut ağacı yetiştirmeyi öğreten Sarı İm pa­
Ulaşım. Gelişme göstermekle birlikte, daha rator Huang Di bunlar arasındadır. Yine Sarı
çok ırm aklar ile karayollarına dayanan ulaşım Irm ak’ın taşarak tarlaları sular altında bırak­
yeterli değildir. Demiryoluyla kuzeybatı ve masını önleme yöntemlerini halka öğreten
güneybatı Çin’e ulaşmak için çalışmalar sür­ Büyük Yu da bu efsane dönemdendir.
m ektedir. Birçok tren hâlâ buharlı lokomotif­
le çalışır. SSCB’yi boydan boya geçen Trans- Shang ve Zhou Hanedanları
Sibirya Demiryolu’nun bir kolu İrkutsk’tan İÖ 1766’dan 1123’e kadar olan Shang (Şang)
aşağıya yönelerek Moğolistan üzerinden Pe- hanedanı dönem inde Çin yazısı gelişti. (H a­
kin’e kadar uzanır (bak. TRANS-SİBİRYA DE­ nedan aynı aileden gelen hüküm darlar kuşa­
MİRYOLU). Çin’in kendi ulusal havayolu var­ ğına denir.) Pek fazla değişmeden günümüze
dır. Uluslararası havalimanı Pekin’dedir. Köy­ kadar gelen Çin kültür ve geleneklerinin te-
lüler mallarını taşımak için deve, at arabası, Avery Brundage
yük hayvanı kullanırlar.
Çin’de kıyı taşımacılığı önemlidir. Sarı D e­
niz kıyılarında ve çoğu liman kentinde yapılan
ticaret hemen hemen tümüyle bu tür taşımacı­
lığa dayalıdır.
1930’larda Japonya ile savaş sırasında Çinli­
ler karayolu yapımına önem vermişlerdi.
Bunların en ünlüsü güneybatıya doğru, Çin’
deki Kunming’den Birmanya’daki Laşio ken­
tine uzanan Birmanya Y olu’dur (bak. BİR­
MANYA). Yönetim Çin sınırlarının ötesine,
güneydoğuda Vietnam ile Laos’a kadar uza­
nan karayolu ve demiryolu yapımına büyük
önem vermiştir.

Tarih
Çin uygarlığı, dünyada kesintisiz olarak süren Şang hanedanı dönem inden kalma, gergedan
biçim inde bir vazo.
en eski uygarlıklardan biridir. Yaklaşık 5.000
yıldır süren uzun tarihinin önemli bir özelliği
de öbür ülkelerden yalıtılmış coğrafi konumu­ meli Shang’ların yerini alan Zhou (Çoğ) im­
dur. Çin dört bir yanından, dış dünya ile paratorları dönem inde (İÖ 1122-256) atıldı.
ilişkisini sınırlayan doğal engellerle ya da ço­ Konfüçyüs, Mengzi ve Lao Ze gibi düşünürle­
rak topraklarla çevrilidir. Bunun bir sonucu rin yetiştiği bu dönemin son zamanları Çin
olarak Çinliler tarih boyunca ülkelerini, Çin­ felsefesinin Altın Çağı’dır. Konfüçyüs insan­
ce’de dünya kültürünün merkezi ya da “O rta ların barış ve uyum içinde nasıl bir arada yaşa­
Krallık” anlamına gelen, Zhongguo olarak yabileceklerine ilişkin öğütler veren bir kitap
kabul ettiler. Yaklaşık 2.000 yıl önce Çin yazmıştır.
dünyanın en ileri ülkelerinden biriydi. Çin uy­
garlığının beşiği San Irmak ile Wei Irmağı’ Qin Hanedanı
nın birleşme noktasıydı. İÖ 221’de Shi Huang Di rakiplerini yenilgiye
Çin’in İÖ 2953’te başlayan destanlaşmış bir uğratarak bütün ülkeyi birleştirdi ve Qin ha­
tarihi vardır. O zam andan bu yana, o döne­ nedanını kurdu. Ülkenin adı da bu hanedan­
min büyük hüküm darlarının adları ile onların dan gelir. Ülkeye herkes için geçerli olan bir
318 ÇIN HALK CUMHURİYETİ

yasa, para birimi, karayolu sistemi, ağırlık ve


uzunluk ölçüleri ile yazı dilini kazandıran Shi
Çin’i İÖ 221’den 210’a kadar yönetti. Çin
Şeddi onun zamanında tam amlandı. Halka
eski geleneklerini unutturabilm ek için, Kon-
füçyüsçü bilim adamlarınca yazılan bütün ki­
tapların yok edilmesini buyurdu. Bu zararlı
eylem tarihe “kitapların yakılması” olarak
geçti.
Shi Huang D i’nin mezarı dünyanın ilgi çe­
kici arkeolojik kalıntılarından biridir. A rkeo­
loglar 1974’te Shaanxi (Şensi) eyaletinin baş­
kenti Xi’an’ın (Sian) yaklaşık 40 km doğusun­
daki Li D ağı’nda yaptıkları kazılarda mezarı
korum akta olan bir ordu buldular. Pişmiş kil­
den gerçek boyutlarına uygun olarak yapılmış
bu orduda zırhlı piyade, okçu, mızrakçı, ara­
balı asker ve atlıların toplam sayısının 7.000
olduğu sanılm aktadır (bak. ARKEOLOJİ). Shi
Huang Di Çin’in ilk ve en etkin im paratorla­
rından biri olmakla birlikte hanedanı uzun
sürmedi. Oğlu, General Liu Bang’ın önderli­
ğindeki bir ayaklanm ada öldürüldü ve general
İÖ 206’da H an hanedanını kurdu. The Cleveland Museum o f Art, John L. Severance Fund
Çin resim lerinin çarpıcı bir özgünlüğü vardır. Kutsal
dağlar, çağlayanlar ve ırmaklar en çok işlenen
Han Hanedanı konulardır. Yukarıda görülen, çini ve boya ile yapılmış
400 yıl boyunca Çin’i yöneten H an hanedanı resim 18. yüzyıldan kalmadır.
sırasında Çin tarihinin en parlak dönemlerin­
den birini yaşadı. Bugün bile Çinliler kendileri­
ne “Han halkı” derler. İmparatorluk sınırlan, dönem yaşandı. Bir yandan generaller Çin’e
güneybatının ve M ançurya’nın bir bölüm ünü, egemen olmak için kendi aralarında savaşır­
kuzeyde ise günümüzde K ore’ye bağlı toprak­ larken, öbür yandan da H unlar, M oğollar ve
ların bir parçasını içine alacak biçimde geniş­ Türkler O rta Asya’dan Kuzey Çin Ovası’na
ledi. Çin orduları Batı A sya’ya bağlanan yol­ durm adan akınlar düzenliyorlardı. Bu saldırı­
ların denetimini ele geçirdi. Hazar D enizi’nin lar sonunda Çinliler’i Yangtze Irm ağı’nın gü­
kıyısında bulunan krallıklar Çin im paratoruna neyine sürmeyi başardılar ve kuzeyde kendi
bazı ayrıcalıklar tanıdı. Çin uygarlığı Hindis­ krallıklarını kurdular. Ne var ki, bu krallıkla-
tan’dan ve O rta A sya’dan gelen dinsel ve sa­ nn çoğu zaman içinde Çinlileşti ve İS 589’da
natsal etkilerle zenginleşti. Çin tümüyle tek bir hanedanın, Sui hane­
Çin toplum u, Han hanedanından başlaya­ danının yönetimi altında yeniden birleşti.
rak “bilge görevliler” ya da “m andarin”lerin
desteğindeki bir im parator tarafından yönetil­ Tang Hanedanı
di. Bu görevliler toprak sahipleri sınıfı içinden İS 618’de Li Shimin, Sui hanedanını devirdi.
seçilir, Konfüçyüs öğretisine ilişkin zorlu bir Li Shimin daha çok büyük Tang hanedanının
sınavdan geçirildikten sonra göreve alınır­ kurucusu İm parator Tai Zong olarak bilinir.
lardı. Çin imparatorlarının en ünlülerinden biridir.
Yaklaşık 300 yıl (İS 618-906) yönetimde kalan
Sui Hanedanı Tang hanedanı zamanında H an hanedanın­
İS 221’de H an hanedanının devrilmesinden dan bile daha parlak bir dönem yaşandı. Bu
sonra yaklaşık dört yüzyıl süren karışık bir dönem de im paratorluk toprakları genişletildi;
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 319

değişik ırk, kültür ve dinlerden halklarla iliş­


kiler kuruldu ve sonradan batılı toplumları
şaşkınlığa uğratacak bir yönetim sistemi ku­
ruldu.
Bu dönem, aynı zamanda, sanat ve edebi­
yatın doruğa ulaştığı, yaratıcı etkinliklerin ge­
liştiği bir dönem oldu. Birçok ülkeden impa­
ratorun Sian yakınlarında Changan’da bulu­
nan sarayına gelen bilim adamı, sanatçı, şair
ve müzisyenlerle Sian uygar dünyanın m er­
kezi durum una geldi. 2. yüzyılda Han hane­
danı dönem inde Ç in’e giren Buda öğretisinin
Çin sanatı ve düşüncesi üzerindeki etkileri gi­
derek arttı. Çin uygarlığı A sya’nın en uzak
köşelerine kadar ulaştı. Bu dönem de Japon-
lar Çin yazı karakterlerini kendi yazı dillerin­
de kullanmaya başladılar.
Çin’i yöneten en büyük im paratorlardan
bazıları Tang hanedanı içinden çıktı. Li Shi-
min’in yanı sıra, 712-756 arasında hüküm sü­
ren Ming Huang hem güçlü bir savaşçı, hem
de sanatı geliştiren bir im parator olarak çok
önemlidir. Ne var ki, ardından gelenler yeter­
siz ve yeteneksizdi. Ağır ilerleyen bir çöküş
döneminin sonunda, 906’da Tang hanedanı
yıkıldı.

Museum o f Fine Arts, Boston


Song Hanedanı
İm parator Nou-Zhou (582-589). Yan Liben'in yaptığı
Kısa süreli hanedanların birbirlerini izlediği sanılan ve 13 im paratoru gösteren parşömen
53 yıllık bir kargaşa döneminin ardından rulonun bir ayrıntısı (7. yüzyıl).
Song hanedanı kuruldu. Bu hanedan 960’tan
1279’a kadar yönetimde kaldı. Bu dönem sa­ Sarı Deniz’e kadar uzanıyordu. Torunu Kubi-
nat, felsefe ve edebiyattaki gelişmelerle ün­ lay H an Çin’in ilk Moğol im paratoru olarak
lendi. Ne var ki, siyasal açıdan ülkeye yönelik 1260’ta tahta çıktı. Çin’i bütünüyle ele geçire­
saldırıların ve toprak kayıplarının yaşandığı rek Yuan hanedanını kurdu (1280-1368). B u­
sorunlu bir dönem oldu. Kuzey Çin Ovası’nda günkü Pekin’in yakınlarında bulunan Shan-
Moğol krallıkları yeniden kuruldu. 1127’de tu ’yu (Şandu) başkent yaptı (bak. KUBİLAY
Song’lar güneye sürüldüler ve H angzhou’yu H a n ).
yeni başkent yaptılar. Kuşatılmış olmalarına Batıya Çin’e ilişkin ilk bilgileri veren A vru­
karşın, bu dönem de güzel kentler kurdular ve palI gezgin M arko Polo (bak. M arko Polo)
büyük bir deniz ticaret filosu geliştirdiler. Kubilay’ı gelmiş geçmiş en zengin ve güçlü
hüküm dar olarak tanım lar. Çin için Moğol
Moğol İmparatorluğu im paratorlarının yönetiminde geçen ilk 50 yıl
Moğol İm paratorluğu’nun yükselişi Song ha­ barış ve bolluk dönemi olmuştur. Bu yıllar
nedanının çökmesine yol açtı. Moğol H üküm ­ rahiplerin ve tüccarların Çin’den R om a’ya
darı Cengiz H an (bak. CENGİZ H a n ) geniş bir uzanan İpek Yolu’nda hiçbir engellemeyle
imparatorluğun kurulmasıyla sonuçlanan se­ karşılaşmaksızın, özgürce ve güvenlik içinde
ferlere girişti. 1212’de Çin topraklarına saldı­ yolculuk edebildikleri yıllardı.
rıya geçti. 15 yıl sonra öldüğünde, Moğol İm ­ O ndan sonra yavaş yavaş M oğollar’ın çö­
paratorluğu’nun sınırları Doğu A vrupa’dan küş dönemi başladı. B arutun icadıyla birlikte
320 ÇIN HALK CUMHURİYETİ

Çinliler’in yalnızca ok ve yay kullanan Moğol Mançu hanedanı yönetiminin ilk 150 yılın­
atlılarından korkuları kalmadı. Kubilay’ın da, geçmiş Tang hanedanının parlak dönemle­
ölüm ünden sonra ülkeyi yönetenler dürüst­ rini yeniden canlandırdı ve Çin’i önceki dö­
lükten ayrıldılar ve rüşvet almaya başladılar. nemlerden daha da güçlü ve zengin bir ülke yap­
Köylüler açlıktan ölürken, toprak ağaları ve tı. Bu hanedanın imparatorlarından Kangxi
devlet görevlileri zenginleştiler. Sarı Irm ak’ın (Kang Şi; 1661-1722) ile torunu Qian-long
taşmasını önleyen setlerin bakımı önem sen­ (Çien-long; 1736-96) Çin tarihindeki en ünlü
medi ve büyük su baskınları oldu; ardından im paratorlar arasındadır. Qian-long’un im pa­
ayaklanmalar çıktı. Eski bir Budacı rahip olan ratorluk döneminin sonuna doğru, sorunlar
Zhu Yuanzhang (Çu Yuan Çang) ayaklanma­ birikmeye başlamıştı. Bir kez daha gerileme
nın önderi olarak 1368’de Pekin’i ele geçirme­ dönem ine giren Çin’de bu gerileme 19. yüzyıl
yi başardı. M oğollar Gobi Çölü’ne kaçtılar. boyunca sürdü. Halk artan vergilerden, dü­
Zhu Yuanzhang son Çin hanedanı olan zenbaz ve çıkarcı m em urlardan bezmişti. T a­
M ingler’in ilk im paratoru oldu. rımla uğraşan köylüler işledikleri toprağı
toprak sahiplerinden çok yüksek bir kira öde­
Ming Hanedanı yerek kiralıyor ve ürün iyi olmasa bile aileleri­
Ming hanedanının yönetimi (1368-1644) gör­ ni aç bırakm ak pahasına bu kirayı ödemek
kemli başladı. M oğollar’ın askeri yönetim uy­ zorunda kalıyorlardı. Çin halkı için yaşam çe­
gulaması kaldırılarak, Çin bir kez daha bilge tin ve acımasızdı. Bu durum haydutların ve
görevlilerce yönetilmeye başladı. 1405’te İm ­ korsanların saldırılarıyla daha da ağırlaşıyor­
parator Yonglo başkenti Nanking’den Pe- du. 1850’de Taiping Ayaklanması olarak bili­
kin’e taşıdı. O rada Cennet Tapmağı ile im pa­ nen büyük bir iç savaş çıktı. Bu savaş 1864’e
ratorların yaşadığı Yasak K ent’te saraylar kadar sürdü ve ülkenin üçte ikisinin yıkımına
yaptırdı. Bu yapılar çağlar boyunca hayranlık yol açtı. Savaş sırasında 20 milyon kişinin ya­
uyandırdı. Sanat etkinlikleri gelişti. O pera ve şamını yitirdiği sanılmaktadır.
tiyatro oyunları yaygınlaştı. Coğrafya ve tarih A vrupa ülkeleri ile Japonya, bu gerileme
alanında yeni çalışmalar yapıldı. döneminde Çin’den sınırlarını yabancı tüccar­
Bu dönem de Asya ve Avrupa arasındaki lara ve misyonerlere açması yolunda istekler­
karayolu bağlantısı kesildi, ama Çin’den A fri­ de bulunmaya başladılar. 1514’te bir Portekiz
ka kıyılarına kadar uzanan 30’un üzerinde ül­ gemisinin G uangzhou’ya (Kanton) gitmesi
keye denizaşırı seferler düzenlendi. Çin’in Avrupa-Çin denizyolu ticaretinin başlangıcı
uluslararası konum u güçlendirildi. olmuştu. İlk dönem den başlayarak Çin ile ti­
caret yapan yabancı tüccarlar işlerini kendi
Mançular yasa ve geleneklerine göre yürüttükleri ayrı
15. yüzyılın sonlarında Çin, yeni bir çöküş dö­ topluluklar içinde yaşadılar. Örneğin, P orte­
nemine girdi. Kıyı halkı Çinli ve Japon kor­ kizlilerin M akao’da bu tür bir yerleşim birimi
sanların saldırılarından çok tedirgin oldu. Bu oluşturm alarına izin verildi; bugün hâlâ bir
yüzden hüküm et, halkı çiftliklerini ve evlerini Portekiz kenti olan M akao, Hong Kong’un 64
terk ederek iç kesimlerde güvenli yerler ara­ km batısında kuruldu. 18. yüzyılın başlarında
maları için zorlamak durum unda kaldı. Çin Doğu Hint Kumpanyası’nin K anton’da bir
Seddi’nin kuzeyinde göçebe kabileler bir ticaret bölgesi kurmasına izin verildi (bak. DO­
Mançu şefinin önderliğinde birleştiler. Bu şef ĞU HİNT KUMPANYASI) ve kısa sürede Çin’de­
Mançu hanedanını kurdu ve Shengyang’ı ki tüm dış ticaretin yaklaşık beşte dördü İngi­
(Şenyang) başkent ilan etti. 16. yüzyılın sonla­ liz tüccarların eline geçti.
rında Mançular Çinliler için giderek büyüyen 19. yüzyılın başlarında sanayileşmiş bulu­
bir tehlike olmaya başladılar. Bu sırada bir nan İngiliz ekonomisi fabrikalarının ürettik­
Çinli general M ançular’dan Çin’deki bir ayak­ leri mallar için yeni pazarlar aram aya koyul­
lanmanın bastırılması için yardım isteğinde bu­ muştu. İngilizler Çin’den çay ve ipek alıyorlar,
lununca, Mançu imparatoru ordusunu Pekin’e ama Çin hüküm eti dış ticareti sıkıca denetle­
soktu ve savaşmaksızm yönetimi ele geçirdi. diği için, Çin İngiltere’den fazla mal almıyor­
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 321

du. Böylece İngiliz tüccarlar aldıkları çay ve güçlerin askerleri ayaklanmayı bastırdılar ve
ipliğin bedelini gümüşle ödem ek zorunda ka­ Çin yönetimi ağır bir savaş tazm inatı ödemek
lıyorlardı. Ayrıca ticaretlerinin Kanton lima­ zorunda bırakıldı.
nının dışına çıkamayışı da bu tüccarları kızdı­ Bu süre içinde birçok Çinli’nin artık Man-
rıyordu. çular’ın ülkeyi çağdaşlaştıracağına, batılı ül­
Bu sırada, İngiliz tüccarlar Çin’e gizlice af­ keler ile Japonya’nın gelişmişlik düzeyine
yon sokmanın her bakım dan kazançlı olacağı­ yükseltebileceğine inancı kalmamıştı. Çin’de
nı keşfettiler (bak. AFYON). O dönem de bir M ançular’ı yönetimden uzaklaştırarak cum­
İngiliz sömürgesi olan H indistan’daki Bengal huriyeti kurmayı amaçlayan milliyetçi bir ha­
bölgesinde afyon üretiliyordu. Çinliler’in reket doğdu. Önderliğini doktor Sun Yat-
uyuşturucuya bağımlılığı arttıkça, tüccarlar sen’in yaptığı bu hareket 191 l ’de yönetimi ele
ülkeye daha da çok afyon soktular. Çin geçirdi (bak. Sun Y at -Sen ).
yönetimi afyon kaçakçılığını önlem eye çalış­ 1912’de Ulusal Halk Partisi ya da Kuomin-
tıysa da, İngiliz hüküm eti yardım etmeyi tang’ı kuran Sun Yat-sen Çin’i birleştirmeyi
reddetti. Bu olay iki önemli savaşa yol açtı: başaramadı. Savaş ağaları birbirleriyle savaş­
Birinci (1839-42) ve İkinci (1856-60) Afyon maya ve durumları zaten çok kötü olan köylü­
savaşları. H er iki savaş da Çin için yıkım oldu. lerin mallarını yağmalamaya başladılar. Çin
K anton’un yanı sıra, antlaşmalı limanlar deni­ artık m erkezi yönetimden tümüyle yoksun ve
len başka bazı lim anlarda da yabancı tüccarla­ her zam ankinden daha yoksuldu. Sun Yat-sen
rın yaşamasına ve ticaret yapmasına izin SSCB’de yeni kurulan Sovyet hüküm etinden
veren antlaşm alar imzalandı. Çinliler Hong yardım istedi.
Kong’u İngilizler’e bıraktılar (bak. HONG Sun Yat-sen 1925’te ölünce, Kuom intang’ın
KONG). M isyonerlerin Çin’in her yerinde din­ yönetimine Çan Kay-Şek (Chiang Kai-shek)
sel örgütler kurm alarına izin verildi. Afyon geçti (bak. Çan Kay -Şek) ve Çin kom ünistleri­
ticareti eskisi gibi sürdürüldü. nin yardımıyla savaş ağalarını yendi. Kom ü­
Çinliler “barbar” olarak niteledikleri Avru- nistlerin çok güçlendiğini düşünen Çan Kay-
palılar’ı yenebilmek için onların bilgilerinden Şek 1927 ilkbaharında gizli polis ve ordu ara­
yararlanm aları gerektiğini düşündüler ve ya­ cılığıyla önde gelen komünistleri ve sendika
bancı danışm anlar getirterek silah fabrikaları üyelerini tutuklattı. Kalan kom ünistler G ü­
ve tersaneler kurmaya başladılar. Çağdaş ney Çin’e, köylüler tarafından desteklene­
bilim ve tekniği öğrenm eleri için dış ülkelere ceklerini um dukları kırsal alanlara çekildiler.
öğrenciler gönderdiler. Ne var ki, Çin 1894’te
Japonya karşısında ağır bir yenilgiye uğrayın­ Uzun Yürüyüş
ca, güçlü Avrupa ülkeleri bu fırsattan yararla­ Bu dönem de Çin komünistlerinin başında
narak Çin topraklarında yeni liman ve deniz M ao Çe-Tung (Mao Zedung) bulunuyordu
üsleri elde ettiler. Ayrıca, demiryolları (bak. M ao Ç e-Tung ). M ao, Çin’in kurtuluşu­
yapma hakkı istediler ve Çin’i, her Avrupa nun, köylülerin birleşik gücüyle gerçekleştiri­
ülkesinin kendi ticaret haklarına sahip olacağı lecek bir devrime bağlı olduğuna inanıyordu.
bölgelere ayırmaya kalkıştılar. Çin, tarihi bo­ Güney Çin’de köylülerden askeri birlikler
yunca ilk kez bu denli onur kırıcı bir durumla oluşturdu. Bu birlikler toprak ağalarını kova­
karşılaşıyordu. Çinliler’in yabancıların içişle­ rak, SSCB’deki gibi yönetimine kendilerinin
rine karışmalarından doğan rahatsızlıkları gi­ geçtiği “Sovyet”ler kurdular.
derek arttı. Kuzey Çin’de köylüler arasında 1934’te Çan Kay-Şek’in birlikleri kom ünist­
“Boxer” (H ak ve Uyum Yum rukları) adlı giz­ lerin bulunduğu bölgeyi kuşattı. Mao ve yan­
li bir örgüt kuruldu. 1900’de Boxer Ayaklan­ daşları kuşatmayı yararak Kuzey Çin’deki
m asını başlatan örgüt “yabancı şeytanlar”ı Shaanxi (Şensi) yönetim bölgesine doğru yü­
ülkeden atm ak için eyleme geçti. M ançu İm- rüyüşe geçtiler. Bir yıldan fazla süren bu
paratoriçesi Cixi’nin desteğiyle Avrupalı mis­ “Uzun Yürüyüş” Çin tarihinin en dikkat çeki­
yonerler ve Hıristiyan Çinliler öldürüldü, ci olaylarından biridir. Mao ve arkadaşlarının
yabancı temsilcilikler kuşatıldı. Am a yabancı 100 bin kişiyle başladıkları 9.500 kilometrelik
322 ÇİN HALK CUMHURİYETİ

yürüyüş, S h aaım ’de 20 bin kişiyle son buldu. üretiminin dört kat artmasını sağladı. Böyle­
Burada komünist bir yönetim kurarak, hükü­ ce, Çin yarım yüzyıllık karm aşa döneminden
m ete karşı mücadele etm ek için uygun zamanı çıkmaya başladı.
kollamaya başladılar. Çin Halk Cumhuriyeti 1951’de Çin’in doğal
bir parçası olarak gördüğü Tibet’i aldı; Kore
Japonya ile Savaş Savaşı’nda (1950-53) Kuzey Kore’yi destekle­
19. yüzyılın sonlarında Japonya iyi donatıl­ di. Çin özellikle Afrika ve Güneydoğu Asya’
mış ordu ve donanmasıyla güçlü ve zengin bir daki bağımsızlık isteyen devrimci güçleri des­
ülke olmuştu. Asya kıtasına taşan bir im para­ tekledi ve yoksul ülkelere yardım etti. Ö rne­
torluk kurm ak isteyen Japonlar 1931’de ğin, Tanzanya’da Tan-Zam Demiryolu’nun ya­
Çin’in bir eyaleti olan M ançurya’yı işgal etti­ pımına Çinli mühendislerin katkısı oldu. Çinli
ler. Burada kendi denetim lerindeki Mançu- birlikler, 1962’de Hindistan, 1969’da ise SSCB
koku devletini kurdular. 1937’de Çin’e yeni­ ile sınır çatışmalarına girdi. Çin kendi nükleer
den saldırıp Pekin’i aldılar. Çan Kay-Şek, Ja­ silahlarını ve roketlerini geliştirdi.
ponlar ve komünistlerle aynı anda savaşmayı 1958’de Ç in’deki gelişmenin çok yavaş ol­
göze alamadığı için, M ao’nun Shaanxi’deki duğunu düşünen Mao “Büyük Atılım ”ı baş­
ordusuyla birleşmek zorunda kaldı. II. Dünya lattı. Sanayileşme amacından vazgeçilmemek-
Savaşı’nın başlamasıyla Çin-Japon Savaşı da le birlikte, ekonom ide ağırlık köylere kaydı­
bu büyük savaşın bir parçası oldu ve 1945’te rıldı. “Kom ün” denilen, değişik köylerden on
M üttefikler’in Japonya’yı yenmesine kadar binlerce köylünün bir araya toplandığı büyük
sürdü (bak. İKİNCİ DÜNYA Savaşi ). üretim birimleri kuruldu. Bu birimler tarım
ürünleri yetiştirmelerinin yanında kendi sana­
Çin Halk Cumhuriyeti yilerini kurmaları için de özendirildi. Bu m o­
II. Dünya Savaşı’nın sonunda Çin yıkılmış bir del ilk yıllarda karm aşa ve kaynak harcanm a­
ülkeydi. Köylüler 50 yıl boyunca ezilmişlerdi. sına neden oldu. Kuraklık ve sellerin yol açtı­
Yabancı ordular ürünlerini çiğnemiş, çiftlikle­ ğı üç yıl süren kötü hasat da bu karmaşaya
rini yağmalamıştı. M ao, zengin toprak ağala­ eklenince, açlık baş gösterdi ve ülke çapında
rının elinden toprakları alıp yoksul köylülere büyük zorluklar çekildi.
dağıtacağını söylüyordu. Milyonlarca köylü Mao 1966’da, kapitalist yola dönülmesini
M ao’ya inandı ve komünistlerle birleşti. önlem ek amacıyla “Kültür Devrim i”ni başlat­
1947’de M ao’nun Kızıl O rdu’su ile Kuomin- tı. Okullar ve üniversiteler kapatıldı; öğret­
tang arasında iç savaş patlak verdi. Kom ünist­ men ve öğrenciler üretim e katkıda bulunmak
ler çok geçmeden savaşı kazandı. Çan Kay- üzere köylere gönderildiler. Üretim le doğru­
Şek ile yandaşları Tayvan A dası’na çekilmek dan ilişkisi olmayan kafa emeğinin değersiz
zorunda kaldı. olduğu düşüncesi yaygınlaştı. “Kızıl M uhafız­
1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti ku­ lar” bu yeni görüşlerin zorbalıkla yaşama ge­
ruldu. İlk iş toprağın paylaştırılması oldu. çirilmesine aracı oldular. Bu karışıklık sanayi
Toprak ağalarının toprakları köylülere dağı­ ve tarım da gerilemeye neden oldu. Karşıt gö­
tıldı; kiracılarına kötü ve acımasızca davran­ rüşteki komünist gruplar arasındaki yönetim
mış olan ağalar cezalandırıldı. Yönetim köy­ mücadelesi Çin’in bazı kesimlerini iç savaşın
lüleri, kooperatiflerde birleşmelerinin yararlı eşiğine getirdi. 1968’de Kültür Devrim i’nin
olacağına inandırmaya çalıştı. Bu da, tarlala­ amacına ulaştığı açıklandı. İç barış sağlandık­
rını ve hayvanlarını birleştirm eleri, işleri de ça Çin’in dünyanın geri kalan bölümünden
ortaklaşa yürütm eleri anlamına geliyordu. yalıtılmışlığı da yavaş yavaş sona erdi ve
İkinci görev de sanayinin geliştirilmesi ve 1971’de Birleşmiş M illetler’e katılarak Genel
modernleştirilmesiydi. Büyük işyerlerine yö­ K urul’da ve Güvenlik Konseyi’nde Tayvan’ın
netim el koydu. 1952’de Beş Yıllık Plan yü­ (Milliyetçi Çin) yerini aldı. 1976’da Başbakan
rürlüğe girdi. Halk kara ve demiryollarının, Çu Enlay’ın (Zhou Erılai) ve Mao Çe-Tung’
fabrikaların, barajların yapımında elbirliğiyle un ölümleriyle birlikte eski önderlik anlayışı
çalıştı. Plan petrol üretiminin üç kat, çelik sona erdi (bak. Çu E nlay ).
ÇİNİCİLİK 323

Maocu dönemin sona ermesi büyük deği­ Çininin Kullanılması


şiklikler getirdi. En güçlüleri Deng Xiaoping Selçuklular, Anadolu Selçukluları ve Osman-
olan yeni önderler “sürekli devrim in” sona er­ lılar’ın ilk dönem lerinde yapıların dış yüzleri­
dirilmesini istediler. “Dörtly çete” olarak ad­ nin bezenmesinde dar ve uzun yüzü renkli
landırılan, M ao’nun dul eşi ile üç arkadaşı sırla kaplanmış tuğlalar kullanılmıştır. Bun­
iktidardan düşürüldü. Deng Xiaoping’in ön­ larla cami, m edrese, türbe, m inare gibi yapı­
derliğindeki Çin batıya açıldı; teknoloji, sana­ ların duvarlarına çok çeşitli desenler yapılmış­
yi, inşaat ve ulaştırma alanlarının geliştirilmesi tır. A m a yapıların çoğunlukla dış duvarlarının
için yardım istedi. Binlerce Çinli bilim ve bezenmesinde kullanılan bu tuğlalar çini ola­
teknik konularında çalışmak üzere batı ülkele­ rak kabul edilmez.
rine ve Japonya’ya gönderildi. Tüketim ve özel Yapılarda levha biçimindeki çinilerden da­
girişim konularında batılı ülkelerdeki bazı ör­ ha çok iç duvarların kaplanm asında yararlanı­
nekler benimsenmeye başlandı. 1989’a gelindi­ lır. Çiniler tek renkli olabildikleri gibi üzerle­
ğinde Çin’de yeniden toplumsal karışıklıkların rinde çok renkli desenler de bulunabilir.
başladığı görülmektedir. Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar değişik
renkteki çinileri birlikte kullanarak büyük
ÇİNİCİLİK. Yapıların özellikle duvarlarını yüzeylerde geom etrik şekiller oluşturm uşlar­
süsleyerek kaplamak amacıyla topraktan ya­ dır. Üzeri bezemeli ve çok renkli#çinilerde ise
pılarak pişirilen, geometrik biçimli ve küçük geometrik şekiller ya da kıvrık dal, çiçek,
boyutlu, bir yüzü bezemeli ve sırlı levhalara Ara Güler
çini; bu levhaları çeşitli tekniklerle hazırlama,
boyayıp bezeme sanatına da çinicilik denir.
Yapıların duvarları dışında tavan, taban ya da
başka yüzeyleri de çiniyle kaplanabilir.

Çini Yapımı
Çininin ana maddesi kildir. Ancak bu iş için
kili içindeki yabancı m addelerden arındırıp
katışıksız bir hale getirm ek gerekir. Bunun
için kil suyla karıştırılır ve havuzda bekletilip
süzdürülür. Böylece arı bir durum a getirilen
kilin içine yüzde 40 oranında kuvars, yüzde 20
oranında kireç katılarak yoğunlaştırılır ve
kalıplara dökülerek levha biçimi alması sağla­
nır. Sonra da bu levhalar özel fırınlarda
pişirilir. Pişirme ısısı 700°C ile 1.000°C arasın­
da değişir. Bu iş bittikten sonra çininin
renklendirilmesi için silkme yöntemiyle piş­
miş kilin üzerine desen çizilir ve boyanır.
Boyanın korunması, kalıcı olması için kilin
üzerinin sırlanması gerekir. Sıvı durum unda
olan sır canı türünden bir ciladır. D aldırm a,
sulama ya da püskürtm e yöntemleriyle sırla­
nan çini sırın sertleşmesini sağlamak amacıyla
yeniden fırınlanır. Çini tek renkli olacaksa
sırın renklendirilmesi gerekir. Bunun için
sırın içine çeşitli m aden oksitleri katılır. Kimi
zaman çininin boyanm adan önce sırlanıp pişi­
rildiği olur. Bu durum da boyama işlemi sırın Mimar Sinan'ın yaptığı, İstanbul'daki Rüstem Paşa
üzerine uygulanır. Camisi çinileriyle de ünlüdür.
324 ÇİNİCİLİK

yaprak gibi karmaşık m otifler kullanılmıştır. nem ler sırlı tuğlaların yanında mozaik çini
Bu çiniler yapıların duvarlarına tek başlarına uygulaması biçiminde gerçekleşmiştir. Gide­
ya da bir arada uyumlu bir biçimde yerleştiri­ rek bezeme malzemesi olarak yararlanılmaya
lirdi. Tek renkli çiniler genellikle üçgen, kare, başlanan A nadolu Selçuklu çinilerinin en
altıgen, sekiz köşeli yıldız ve uçları sivri haç güzel örnekleri Konya’daki Alaeddin Camisi,
biçiminde, desenli çiniler ise kare ve dikdört­ Sırçalı ve Karatay m edreselerinde kullanıl­
gen biçimindeydi. mıştır.
Selçuklular’da en yaygın çini tekniği m oza­ Osm anlılar dönem inde Bursa, İznik, Kü­
ik çiniydi. Bu tekniğin en basit biçimi tuğlalar tahya ve İstanbul önemli çinicilik merkezleri
arasındaki boşluklara çini parçalarının yerleş­ olarak sivrildi. Osmanlı çinilerinin en güzel ve
tirilmesidir. Gelişmiş biçimi ustalık gerektiren en eski örnekleri İznik’te yapılmıştır. Teknik
bu tekniğin görünümü çok zengindir. bakım ından Selçuklu geleneğini sürdüren İz­
nik çiniciliği renk kullanımına zenginlik getir­
Dünden Bugüne Çinicilik miştir. 15. yüzyılın ikinci yarısında büyük
Tarihte daha çok Asya, Ortadoğu ve Akdeniz gelişme gösteren Kütahya çiniciliği kendine
çevresinde üretilip kullanılan çiniyi Türkler özgü motifleriyle İznik’ten ayrılmıştır.
O rta Asya’da bulundukları dönem lerde de 16. yüzyıl Osmanlı çiniciliğinde geometrik
bilmekteydiler. Uygur tapm ak ve evlerinde desenlerin yerini çiçek ve yaprak motiflerinin
döşeme çinilerine rastlanması bunu kanıtlar. aldığı görülür. İznik’te yapılan çinilerde kulla­
Zengin bir çini geleneğine sahip Çinliler’in bu nılan renkler zenginleşmiş; zümrüt yeşili,
konuda büyük etkisi vardır. Bir süsleme parlak mavi ve kırmızının çeşitli 4onları temel
sanatı olan çinicilik T ürkler’in İslamiyet’i renkler olarak çinilerde görülmeye başlamış­
kabulünden sonra daha da yaygınlaşmıştır. tır. Bu çinilerle bezenen birçok yapının arasın­
İslam dinindeki tasvir (resim) yasağı onları da Mimar Sinan’ın yaptığı, İstanbul’daki Rüs-
duygu ve düşüncelerini aktarm ada bu tür tem Paşa Camisi’nin özel bir yeri vardır. Bu
süsleme sanatlarına yöneltmekteydi. O gün­ camide kullanılan, 41 çeşit lale motifi
lerden kalma çini örnekleri H orasan ve T ür­ taşıyan çiniler Osmanlı çiniciliğinin bu yüzyıl­
kistan’da bulunm aktadır. Bu örneklerde da ne kadar geliştiğini gösterir.
A rap çiniciliğinden esinlenme varsa da Türk İstanbul’daki Sultan A hm ed Camisi 17.
süsleme geleneğinin ağır bastığı göze çarp­ yüzyıl çiniciliğinin en güzel örneklerini sergi­
m aktadır. Anadolu Selçuklu çiniciliği ilk dö- lem ektedir. Ancak bir yüzyıl öncesinin özel­
Şemsi Güner
likle m ercan kırmızısı rengi, yerini tatlı yeşile
bırakmıştır. Gene bu yüzyılın çinilerinde servi
ağacı gibi yeni bir m otif ortaya çıkmıştır.
17. yüzyılda mimarlık alanındaki durgunluk
çiniciliğin de gerilemesine yol açtı. İznik ve
K ütahya’da kurulmuş bulunan çini atölyeleri­
nin üretimi azaldı, çinilerin niteliği bozuldu.
Bu durum 18. yüzyılın başlarında yapılmış
olan bazı çeşme ve camilerin solgun renkli,
bozuk sırlı çinilerinden de fark edilmektedir.
Bu yüzyılın başlarında İstanbul’da Edirnekapı
yakınlarındaki Tekfur Sarayı’nda kurulan çini
atölyesinin çiniciliğe büyük bir katkısı olm a­
mıştır. Çinicilikteki bu gerilemede çeşitli Av­
rupa ülkelerinden getirtilen yabancı çinilerin
rekabetinin de etkisi olmuştur.
Bu gerileme 19. yüzyılda da sürmüş, Haliç’
te kurulan çini fabrikasının üretimi buna
Kütahya'daki Çinili Çeşme. engel olamamıştır. Bu yüzyılın sonlarında
ÇİNKO 325

başlayan, mimaride eskiye dönme anlayışı çıkar ve elem ent halindeki çinko serbest kalır.
nedeniyle yapılarda kaplam a öğesi olarak Gaz halindeki bu katışıksız çinko yoğunlaştı­
yeniden çininin kullanılması çiniciliğe kısa rılarak önce sıvı hale getirilir; sonra da
süren bir canlılık getirmiştir. G ünüm üzde de kalıplara dökülüp soğutularak çinko külçeleri
çini sanatı eski renk ve desenleri yeniden ele halinde katılaştırılır. Elektrik enerjisinin bol
alm akta, bu yolda arayışlarını sürdürm ekte­ ve ucuz olduğu yerlerde elektroliz yöntemiyle
dir. Türkiye’de Kütahya çiniciliğin tek m erke­ de çinko elde edilebilir. Bunun için çinko
zidir. oksit sülfürik asit içinde çözülerek çinko
sülfat çözeltisi elde edilir; bu çözeltiden elek­
ÇİNKO, mavimsi beyaz renkte, yumuşak bir trik geçirildiğinde çinko sülfat ayrışır ve ele­
m etaldir. Kimyasal simgesi Zn, atom num ara­ m ent halindeki çinko elektrotlarda birikir
sı 30, atom ağırlığı 65,37 olan bu elem ent (bak. ELEKTROLİZ). Bugün bütün dünyadaki
dem irden biraz daha hafiftir. Buna karşılık çinko üretiminin yarısı elektroliz yöntemiyle
419°C olan erim e sıcaklığı demirinkinin üçte gerçekleştirilm ektedir.
birini bile bulmaz. Çinkonun kolayca ezilip Çinkodan sanayide en çok tel örgü, sac
toz haline getirilebilecek kadar gevrekleşmesi levha, kova gibi demir ve çelik ürünlerinin
için 200°C’ye kadar ısıtılması yeterlidir. A yrı­ galvanizlenmesinde (çinkoyla kaplanm asın­
ca kolayca haddelenerek ince bir levha haline da) yararlanılır. Galvanizlenecek ürünler sey-
getirilebilir ve nemli havada yüzeyi çok ince reltik bir asitle tem izlendikten sonra bir çinko
bir oksit katmanıyla kaplanır. Gri renkli bu banyosuna, yani erimiş çinkoya daldırılır;
katm an metali öyle iyi korur ki, çatı kaplam a­ böylece yüzeyleri ince bir çinko katmanıyla
sı olarak kullanılan ince çinko levhalar bozul­ kaplanır. Bu katm an demir ve çeliği paslan­
madan en az 300 yıl dayanabilir. Çinko maya (oksitlenmeye) karşı korur. Ayrıca gal­
sanayide kullanılan en önemli m etallerden vanizlenecek ürünün yüzeyine erimiş çinko
biridir; ayrıca canlılarda çok az m iktarda püskürtülerek, içinde bol çinko bulunan bir
mutlaka bulunması gerekir ve yaşamsal açı­ boyayla yüzeyi boyanarak ve elektroliz yoluy­
dan büyük önem taşır. İnsanın besinlerle la da çinko kaplam a yapılabilir.
yeterince çinko alamaması büyümeyi gecikti­ Sanayide üretilen çinkonun büyük bölümü
rir ve bir tür kansızlığa yol açar (bak. K a n ). de, bir bakır ve çinko alaşımı olan pirinç başta
Çinko öbür elem entlerle kolayca tepkim e­ olmak üzere çeşitli alaşımların yapımında
ye girdiği için doğada hiçbir zaman serbest kullanılır (bak. ALAŞIM; PİRİNÇ). Kuru pillerin
halde bulunmaz; her zaman başka elem ent­ dış kabı da genellikle çinkodandır. Basınçlı
lerle bileşikler halindedir. En önemli çinko döküm ler için kullanılan alaşımlarda da çinko
cevheri, çinko sülfür (çinko ve kükürt bileşi­ önemli bir yer tutar. M otorlu araçların karbü­
ği) yapısındaki çinko blendi ya da öbür adıyla ratörleri gibi, çok dayanıklı olması gerekme­
sfaleriftır. Bu cevheri önem sırasıyla çinko yen karmaşık biçimli metal parçalar basınçlı
karbonat bileşimindeki kalamin ya da smitso- döküm yöntemiyle üretilir. Erimiş metalin
nit ile bir çinko silikat olan hemimorfit izler. basınç altında çelik kalıplara döküldüğü bu
Bu üç m ineral de genellikle kurşun cevheriyle yöntem de tek kalıptan birkaç döküm elde
bir arada bulunduğu için çoğu kez aynı edilebilir (bak. D ö k ü m ).
ocaktan hem çinko, hem kurşun cevheri
çıkarılır. Çinko Bileşikleri
Dünyadaki en önemli çinko yatakları Çinko bileşiklerinden çoğunun günlük ya­
A B D , K anada, SSCB, Avustralya, Peru, şamda çeşitli kullanım alanları vardır. Çinko
Japonya ve M eksika’dadır. Cevherden metali beyazı ya da çinko üstübeci adıyla bilinen
ayırmak için önce çinko blendi havada kavru­ çinko oksit boyalarda pigment (renk verici
lur; böylece kükürt gazı uçar ve geride çinko m adde) olarak çok kullanılır; çinko sülfür ve
oksit kalır. D aha sonra çinko oksit karbonla çinko krom at da önemli pigmentlerdir. Çinko
birlikte ısıtılınca, karbon çinko oksidin oksije­ oksit ayrıca kibrit yapım ında, lastik sanayisin­
niyle birleşerek karbon dioksit halinde açığa de, m erhem ve kozmetiklerin yapımında kul­
326 ÇİN ŞEDDİ

lanılır. Az m iktarda bakır, m anganez, gümüş nan engebeli bir alan üzerinde yer alan duvar,
ya da arsenik katıldığında ışıma özelliği kaza­ dar boğazlar oluşturan vadilerin tüm üne ege­
nan çinko sülfürden de floresan ve katot ışınlı men bir konum dadır. Bu durum , yapıldığı
lambaların yapımında yararlanılır (bak. FLÜOR­ dönemde sık sık karşılaşılan düşman saldırıla­
IŞIMA). Çinko sülfat tarım koruma ilaçlarında, rına karşı savunma üstünlüğü sağlamıştır.
kumaşların boyanmasında ve tıpta, çinko klorür Özellikle 14. yüzyılda duvarın bazı bölümle­
ise ağaç eşyanın korunmasında ve lehim yapı­ rine eklem eler yapıldı; bazı bölümleri onarıldı
mında kullanılır (bak. LEHİMLEME). ya da ikinci bir duvarla güçlendirildi. 1933-37
arasındaki Japon saldırısı sırasında duvarın
ÇİN ŞEDDİ, Sarı Deniz kıyısındaki Şanhai- Sarı Deniz tarafındaki doğu ucu yıkıldı. Çin
kuan’dan Kansu eyaletine kadar, doğu-batı doğ­ Şeddi İÖ 214’te, var olan birçok savunma
rultusunda 1.900 km boyunca uzanan dünya­ duvarının gözetleme kuleleriyle birleştirilme­
nın en uzun duvarıdır. Dönemeçleriyle birlik­ siyle oluştu. Bu kuleler hem surları koruyor,
te 2.400 kilometreyi bulur. İÖ 3. yüzyılda hem de ateşle işaret vererek haberleşmeye
Çin’i tek bir im paratorluk altında birleştiren yarıyordu.
İm parator Shi Huang Di dönem inde yapımı­ Kuşbakışı görünüm ü, toprağın üzerinde
na başlandı (bak. ÇİN H alk C umhurîyet İ). kıvrılarak yol alan upuzun bir yılanı andırır.
Ülkeyi H unlar’ın saldırılarına karşı korumak Duvar yüksekliği 4 ile 9 m etre arasında
amacıyla yapıldı. Dağ etekleri boyunca uza­ değişir. Yaklaşık birkaç yüz metre arayla
Chirıe, pay s de charme el de beaule'

Çin Şeddi dünyanın en uzun yapısıdır. Kuzey Çin'deki İç Moğolistan sınırında 2.400 km boyunca uzanır. Büyük
bir mühendislik başarısı olan duvarın önemli bir bölümü İS 3. yüzyılda tamamlanmıştır.
327 ÇİTA

uzanan, 12 metre yükseklikteki kulelerde eski­


den uyan için ateşler yakılırdı. Bir bölümü taş,
bir bölümü toprak ve tuğladan oluşan duvarın
iç tarafında uzanan yaklaşık 3,5 m etre genişli­
ğindeki yol gözetleme ve işaret verme amacıyla
yapılmıştır.
Duvarın bazı bölümleri dışardan hendek­
lerle çevrilidir. Çin Şeddi, boyutlarına karşın,
bazı dönem lerde Moğol, Mançu ve Japon
saldırılarına karşı etkisiz kaldıysa da, insanoğ­
lunun gerçekleştirmiş olduğu en büyük yapı­
lardan biridir.

ÇITA, aslan, kaplan, pars gibi yırtıcı ve etçil


memelileri içeren kedigillerden bir hayvandır.
G örünüm ü parsa benzerse de çitanın gövdesi
daha ince, bacajdarı da daha uzundur. Postu
da parsınki gibi iri lekelerle değil, bütün
Zoological Sociery o f London
vücuduna serpiştirilmiş küçük kara benekler­
Çitanın uzun bacakları çok hızlı bir koşucu olmasını,
le bezelidir. Yüzünde, gözlerinin yanından kalın kuyruğu da hızlı ve keskin dönüşlerde dengesini
burnunun kenarına kadar inen iki kara şerit korumasını sağlar.
bulunur. Gövdesinin uzunluğu, 75-80 santi­
m etrelik kuyruğuyla birlikte 2 metreyi geçer. yaşarlar. Bir zam anlar A frika’nın büyük bölü­
Çita familyanın öbür üyeleri gibi tırnaklarını m ünde, A rabistan, O rtadoğu, Türkistan, Pa­
tümüyle içeri çekemez; ayrıca tırnaklarının kistan ve H indistan’ın kuzeyinde çok sayıda
koruyucu kılıfı da yoktur (bak. KEDİ). çita yaşıyordu. Hem değerli postu için avla­
Kısa mesafede dünyanın en hızlı hayvanı nan, hem de sığır yetiştiricileri tarafından
olan çita saatte 100 kilometreyi aşan bir hızla kendi doğal ortam larından sürülüp uzaklaştı­
koşabilir. İnce uzun yapısı, uzun bacakları ve rılan bu hayvanların sayısı günümüzde gittikçe
gelişmiş kalça kaslarıyla gövdesi koşmaya son azalmaktadır.
derece elverişlidir. En sevdiği av da, olanca Bugün çitaların en bol bulunduğu yerler
hızıyla kovalayıp yakaladığı küçük antilop­ Doğu A frika ile Nam ibia’dır. Yakındoğu’da
lardır. yaşayan çitaların ise soyu tükenm ek üzeredir.
Çitalar tek başlarına ya da küçük gruplar Çitaları korum a altına alarak üretm ek için
halinde yaşarlar. Bazen avlanma bölgesindeki sonradan çok büyük girişimlerde bulunuldu.
genç erkekler bir araya gelerek gruplar oluş­ Böylece, insan eliyle üretilen ilk çita yavrusu
turur. Bazen de bir dişi çita bir yaşındaki 1946’da R om a’daki bir hayvanat bahçesinde
yavrularıyla birlikte gezerek avlanır. Dişi çita dünyaya geldi. İngiltere’deki W hipsnade Par-
95 gün süren bir gebelikten sonra genellikle kı’nda da uzman bakıcılar birkaç kuşak çita
iki ile dört arasında yavru doğurur. Yeni yetiştirmeyi başardılar. Çitaların öldürülmesi­
doğan yavruların gövdesi uzun, kül rengi ni engellemek için bugün birçok ülkede çita
tüylerle kaplıdır. Sonradan bu tüylerin rengi derisi ithali yasaklanmıştır.
sarımsı kahverengiye döner ve üstü parm ak Çita değişik yaşam koşullarına kolayca
izi büyüklüğünde kara beneklerle kaplanır. uyum sağlayabilen bir hayvandır. Doğal or­
Postundaki benekler yer yer birleşerek şerit­ tam da yakalanan erişkin çitalar bile evcilleşti­
ler ve büyük lekeler oluşturan çitalara çok rilip eğitilmeye inanılmayacak kadar yatkın­
ender rastlanır. Bunlara göz alıcı görünüm le­ dır. Eğitilmiş çitalarla ceylan ve antilop avla­
rinden ötürü kral çita denir. mak yüzyıllar boyunca Hintli soyluların en
Çitalar genellikle açık otlaklarda avlanmayı gözde sporu olmuştur. Moğol İm paratoru
seçer, ama ağaçlık ve çölümsü bölgelerde de E kber’in antilop avında kullanmak üzere
328 ÇİVİT

1.000 kadar çita beslediği söylenir. Çitalar Çivitotu (Isatis tinctoria) ise daha çok A v­
tutsak edilip insan eliyle bakıldıklarında çok rupa ve A sya’da yetişen, turpgillerden otsu
zor ürediklerinden bu çitaların hepsi de doğal bir bitkidir. Köke yakın olan dip yaprakları
ortam da yakalanıp evcilleştirilmişti. Hint çita­ uzun, mızrak biçiminde, gövde yaprakları
larının sayısı 20. yüzyıl başlarında oldukça tüylü, küçük sarı çiçekleri de salkımlar halin­
azaldığı için, Hintli soylular A frika’dan getirt­ dedir. Çivit elde etm ek için bu bitkilerin taze
tikleri çitaları eğitip avda kullanmaya başla­ yaprakları kurutulduktan sonra suda bekleti­
dılar. lerek mayalanmaya bırakılırdı. Yapay çivit
üretiminin gerçekleştirilmesi ve bir sanayi
ÇIVIT çok eskiçağlardan beri kumaşların dalına dönüşmesiyle bitkilerden elde edilen
boyanmasında kullanılan koyu mavi renkli bir doğal çivit, dolayısıyla çivitağacı ve çivitotu
boyarmaddedir (bak. B oya ve Cİla ). 20. yüz­ tarımı önemini yitirdi.
yılın başlarına kadar çivitağacı ve çivitotu gibi İndigo adıyla da bilinen yapay çividi ilk kez
bitkilerden elde edilen bu boyarm adde bugün 1880’lerde Alman kimyacı Adolf von Baeyer
daha çok kimyasal bireşimle (sentezle) yapay laboratuvarda bireşim yoluyla elde etti.
olarak üretilm ektedir. 1897’de sanayi çapında üretimine başlanan ve
Baklagillerden olan çivitağacı gerçekte bir aynı yıl pazarlanan bu ürün 1907’den sonra
ağaç değil, 2 m etreye kadar boylanabilen bir hemen hemen tümüyle doğal bitkisel çividin
çalıdır. Bu bitkinin lndigofera adıyla ayrı bir yerini almıştı. Çünkü yapay çividin hem
cins oluşturan ve sıcak iklimlerde yetişen maliyeti daha düşüktü, hem de bu boyarmad-
birçok türü vardır. Küçük yaprakçıklara ayrıl­ deyle boyanan dokum alarda renk tonu deği­
mış bileşik yaprakları sapın iki yanında karşı­ şiklikleri olmuyordu.
lıklı olarak dizilidir. Salkımlar halinde açan
çiçeklerin rengi türlere göre pem be, kırmızı, ÇİVİ VE VİDA. Evlerimizdeki basit onarım
m or ya da sarımsı kahverengi arasında deği­ işlerinden m arangozluk, döşemecilik ve inşa­
şir. Çivitağacı tarımı bir zamanlar Hindistan’ at işlerine kadar pek çok alanda kullanılan
m Bengal bölgesinde önemli bir gelir kayna­ çivi ve vidaların yüzlerce değişik tipi vardır;
ğıydı ve bu bitkiden çıkarılan boyarmadde ama biçimleri ne kadar farklı olursa olsun
Hindistan sanayisinin en değerli ürünlerinden hepsinin kullanım amacı bir şeyi bir yere
biriydi. H indistan’daki kadar yoğun olm a­ tutturm ak ya da iki parçayı birbirine birleştir­
makla birlikte Çin’de, Cava’da, M eksika’da, mektir.
Brezilya’da ve O rta A m erika’da da çivitağacı
tarımı yapılırdı. Çiviler
Brian Carter
Çiviler genellikle demir, çelik, pirinç, bakır,
çinko gibi m etallerden ya da tahtadan yapılır;
kesitleri de yuvarlak, yassı, oval ya da kare
olabilir. Cam çivisi, lambri çivisi gibi başsız
birkaç özel örnek dışında, her çivinin bir başı
ve sivri bir ucu vardır. Yalnız “U ” biçiminde
bükülmüş olan çatal çivilerin iki ucu da
sivridir.
19. yüzyılın başlarına kadar çiviler elle
yapılıyordu. O tarihten sonra metal şeritleri
enlemesine keserek çivi yapabilen makineler
bulundu. Bu m akinelerle yapılan çivilerin
boyu kesilen şeridin enine eşit oluyordu; daha
doğrusu hangi boyda çivi yapılacaksa m akine­
ye o genişlikte metal şerit veriliyordu. Aynı
Baklagillerden bir çalı olan çivitağacı zarif yaprakları
ve çekici renkte çiçekleriyle güzel görünüm lü bir yüzyılın ortalarına doğru Fransızlar tel çivi
bitkidir. yapmaya başladılar. Makinede sürekli ilerle­
ÇİY, KIRAĞI VE DON 329

yen belirli kalınlıktaki bir telin istenen uzun­ üretim dört tem el aşam ada tamamlanır: Yapı­
lukta kesilmesiyle üretilen bu yuvarlak kesitli lacak vidanın çapına eşit kalınlıkta bir telin
çiviler kısa sürede bütün marangozluk işlerin­ istenen boyda kesilmesi; telin bir ucuna vida
de kullanılır oldu ve kesme çivilerin yerini başı yapılması; başın üzerinde tornavida ucu­
aldı. nun girebileceği bir yarık ya da yıldız biçimin­
Tel çivilerin uzunluğu milimetre (ya da inç) de bir yuva açılması; vidanın gövdesi boyunca
cinsinden ölçülür; kalınlıkları ise özel bir diş açılması. Eskiden bu dişler talaş kaldırma
numarayla belirtilir. Bu num aralar çivinin yöntemiyle, yani metali oyarak yapılırdı; ama
kalınlığıyla ters orantılıdır; çivi inceldikçe günümüzde diş açmak için haddelem e yönte­
num ara büyür. mi uygulanır. Plastik vidalar ise kalıba dökü­
Bazen paslanmayı önlem ek için çivilerin lerek biçimlendirilir.
üstü çinko ya da başka m etallerle kaplanır;
bazen de çiviler doğrudan doğruya paslanmaz ÇİY, KIRAĞI VE DON. Ilık ve durgun
m etalden yapılır. Örneğin gemi yapımında gecelerde ya da sabahın erken saatlerinde
kullanılan çiviler genellikle bakırdan, çatı havadaki su buharı toprağın, bitkilerin ve
kaplam alarında kullanılanlar bakır ya da çin­ açıktaki öbür nesnelerin üzerinde yoğunlaşa­
kodandır. Nal çivileri ise atın toynağının rak çiy ya da şebnem denen çok küçük su
yarılmaması için özel bir m etalden yapılır. damlacıkları oluşturur.
H avada her zaman bir m iktar su buharı, yani
Vida ve Cıvatalar nem vardır. Am a sıcak hava soğuk havadan
Gövdesi boyunca sarmal bir diş açılmış olan daha fazla nem taşıyabilir; çünkü hava soğu­
vida çok çeşitli gereçlerde kullanılabilir ve çivi duğunda bu buharın bir bölümü yoğunlaşarak
gibi çakılarak değil bir tornavidayla döndürü­ su damlacıklarına dönüşecektir.
lerek yerine takılır. Vida başı soldan sağa Geceleri toprak, bitkiler ve kayalar hızla ısı
doğru döndürülürken gövdesindeki keskin diş yitirdiği için havadan daha soğuktur. Nemle
de çevresindeki malzemeyi delerek ilerler ve yüklü ılık hava bu soğuk yüzeylere, örneğin
vida başının gelip dayandığı yere kadar gömü­ toprağa ya da otlara değdiği anda soğur ve
lür. Cıvata da ucuna bir “som un” takılarak taşıdığı su buharının bir bölümü yoğunlaşarak
sıkıştırılan bir tür vidadır. Daha çok metal toprakta ya da otların üzerinde su damlacıkla­
gibi sert malzemeleri birbirine tutturm ak için rı halinde birikir. Havadaki su buharının
kullanılan cıvatalarda sarmal dişin malzemeyi yoğunlaşarak çiy damlacıklarına dönüştüğü
delerek ilerlemesi söz konusu değildir; bunun bu sıcaklığa “çiy noktası” denir; çiy noktası
yerine, sarmal diş üzerinde ilerleyen somun havadaki su buharının m iktarına bağlıdır.
cıvata başına dayanarak cıvatanın sabitleşme­ ARDEA
sini sağlar. Vida ve cıvatalar genellikle çelik,
paslanmaz çelik, pirinç, alüminyum alaşımları
ve silisyum bronzundan, bazen de sert plastik­
ten yapılır.
Vidaların başı kullanım amacına göre deği­
şik biçimlerde olabilir ve üzerinde tornavida
ucunun oturacağı bir yarık ya da yuva bulu­
nur. Yuvarlak başlı vidalar yassı ya da yıldız
uçlu tornavidalarla, kare ya da altıgen başlı
vidalar ise aynı biçimde ağzı olan anahtarlarla
sıkıştırılır. Tıpkı çivilerde olduğu gibi vidala­
rın uzunlukları da milimetreyle (ya da inçle),
çapları da gene bir ölçü numarasıyla belirtilir.
Yalnız çivilerden farklı olarak, vida kalınlaş­
Hava sıcaklığı 0°C'nin altına düştüğünde,
tıkça bu num ara büyür. yaprakların üzerinde birikm iş olan çiy damlacıkları
Vidalar da çiviler gibi telden yapılır ve bu donarak kırağı denen ince buz kristallerine dönüşür.
330 ÇİZGİ FİLM

Rüzgârsız ve bulutsuz durgun geceler çiy


oluşum una daha elverişlidir. Çünkü rüzgâr
ılık havayı sürekli harekete geçirir ve soğuk
bir yüzeye uzun süre değerek çiy noktasına
düşmesini engeller. Bulutlu gecelerde de bu­
lutlar toprağın ve bitkilerin ısı kaybını azalttı­
ğı için çiy olasılığı daha azdır. Bir yılda oluşan
çiy miktarı iklime bağlı olarak 12,5 mm ile 75
mm arasında değişir.
Çiy noktası donma noktasının altına düşer­
se, yani yerin yüzeyi 0°C’nin altına kadar
soğursa, havadaki su buharı doğrudan buz
haline geçer ve ağaçların, otların, pencere
camlarının yüzeyini kırağı denen güzel, ince
bir don tabakası kaplar.
Bir yandan kar tanelerindeki küçük buz
kristallerinin oluşmasına yol açan etkenler
(bak. KAR), bir yandan hafif hava akımları ve Walt Disney Productions
havadaki toz parçacıkları nedeniyle, yüzeyler­ W alt Disney stüdyolarınca gerçekleştirilen P in okyo
de donup kalmış kırağının görünümü zarif çizgi film in d e n bir sahne.
eğreltiotlarını andırır.
Kuru ve soğuk havada, yani sıcaklık kolaydır. Uzun bir süre aynı kalacak fondaki
0°C’nin altına düştüğünde hava yeterince su dekor bir kez çizilerek, bunun üzerine uygula­
buharı yüklü değilse, bu kez kırağı değil don nan selüloite kahram anların çeşitli hareketleri
olayı görülür. Yalnızca yere yakın hava kat­ resmedilir. Filmdeki kare sayısı kadar resim
m anlarının değil, daha yüksekteki büyük bir çizildiğinde, gösterim sırasında ekrandan sa­
hava kütlesinin hızla soğuduğu bu don olayla­ niyede 24 resim geçer. Böylece ekranda
rı özellikle ilkbaharda tarım ürünleri için son hareket izlenimi sağlanır.
derece zararlıdır. Bitkilerin dokularındaki ve Çizgi filmin tarihçesi Eski Çin’deki gölge
topraktaki suyun donması ağaçların yarılarak oyunlarına kadar uzanırsa da, ancak 19.
çatlamasına, toprağın aşınmasına yol açar. yüzyılda, fotoğrafçılığın gelişmesiyle bugünkü
Don olasılığı büyük ölçüde bulunulan böl­ çizgi film tekniğine ulaşılabildi. Bir nesnenin
genin coğrafi konum una bağlıdır. Yüksek gözün ağtabakasına düşen görüntüsünün
yerlerde hava genellikle daha soğuk olduğu nesne ortadan kalktıktan sonra da bir süre
için buralarda don olasılığı daha fazladır. Öte kalması ilkesi dolayısıyla, görüş alanından
yandan, ılık havadan daha ağır olan soğuk hızla geçen resimler görsel bir hareket yanıl­
havanın dağların yamaçlarından vadilere ve samasına neden olur. 1830’larda bu ilkeye
çukur yerlere doğru alçaldığı da bir gerçektir. dayanan birtakım oyuncaklar geliştirildi.
Bu nedenle, dağların yamaçlarındaki ekili Bunlardan biri, üzerine resimler çizili döner
alanlarda tahıl, sebze ve meyve yetiştirenler bir disk olan fenakistiskop, öbürü ise içindeki
her zaman don tehlikesine karşı hazırlıklı resimler dış yüzündeki deliklerden bakılarak
bulunmak ve önlem almak zorundadırlar. izlenen döner bir silindir olan zootrope'tu.
1892’de bu buluşları daha da geliştirerek,
ÇİZGİ FİLM, ayrı ayrı yapılmış çok sayıda resimleri bu kez bir ekrana yansıtma yoluyla
resmin tek tek filme alınmasından sonra, bir “optik tiyatro” gösterisi düzenleyen Fran­
bunların bir hareket yanılsaması yaratm ak sız Emile Reynaud çizgi filmin öncüsü sayılır.
üzere ekranda birbiri ardı sıra gösterilmele­ Resimlerin birer birer filme alınması tekniğini
riyle gerçekleştirilir. Çizgi filmde kullanılacak bulan A B D ’li J. Stuart Blackton’un The
resimler genellikle selüloit yapraklar üzerine Haunted Hotel (1906; “Perili O tel”) ve tahta
çizilir. Selüloit saydam olduğu için çizimi üstüne tebeşirle çizdiği resimlerden filme
ÇİZİM 331

aldığı H um orous Phases o f Funny Faces D unning’in gerçekleştirdiği The Yellow Sub-
(1907; “Komik Yüzlerin Gülünç Evreleri”) marine (1968; “San Denizaltı”) bilimkurgu
adlı filmler ilk çizgi film örneklerindendir. türünde bir çizgi filmdi.
Sonraki yıl Fransız Emile Cohl küçük kibrit Doğu A vrupa’da, tıpkı çizgi filmdeki gibi
çöplerini siyah bir fon önünde dans ettirerek hareket yanılsamasına dayanan canlandırm a
Fantasmagorie adlı çizgi filmi gerçekleştirdi. sineması alanında, M acar George Pal ve Çek
Bunu izleyen yıllarda A B D ’de, gazetelerde Jiri Trnka gibi sanatçılar kuklaları kullanarak
yayımlanan birçok çizgi roman film haline başarılı filmler yaptılar.
getirildi. Yalnızca filme alma amacıyla resim­ G iderek ticari alana kaydırılan bu teknik,
ler çizen Winsor McCay’in Gertie the Dinosaur 1950’ler ve 60’larda reklam ve tanıtm a am a­
(1909; “Dinozor G ertie”) ve gerçekleştirilmesi cıyla kullanılmaya başlandı.
dokuz yıl süren ilk uzun metrajlı çizgi 1980’lerden başlayarak, çizgi film teknikleri
filmlerden olan The Sinking o f the Lusitania bilgisayar ve elektronik video araçlarından da
(1918; “Lusitania’nın Batışı”) bu alanda yararlanılarak daha da geliştirildi.
önemli aşamalardır. İlk çizgi film kahram an­
ları ise, AvustralyalI Pat Sullivan’ın Felix the ÇİZİM. Bir nesneyi bir yüzey üzerinde çizgi­
Çat'ı (1919; “Kedi Felix”) ile Max ve Dave lerle göstermeye çizim denir. Bir çizimde
Fleischer’in yarattığı K oko the Clown'dur biçim, çerçeve, yükseklik, genişlik, yuvarlak­
(“Soytarı Koko”). 1926’da Alm an Lotte Rei- lık, ağırlık, hafiflik, hareket, renk, doku ve
niger’in eski gölge oyunu tekniklerini uygula­ uzaklık gibi çok çeşitli öğeler yer alabilir.
yarak gerçekleştirdiği Die Abenteuer des Çizimde en basit işaret noktadır. Am a nokta­
Prinz A hm et (“Prens A hm et’in Serüvenleri”) ların bile kâğıt üzerinde düzenlenmesi çok
de gene ilk uzun m etrajlı çizgi filmlerdendi. değişik biçimler alabilir. Çeşitli boylardaki
Çizgi film alanında en ünlü kişi A B D ’li noktalar, çeşitli biçimlerde dizilebilir ya da
Walt Disney’dir (bak. DISNEY , W a l t ) . Sesli ve tümü bir noktadan çevreye dağılacak gibi
daha sonra renkli sinemaya geçişle birlikte, düzenlenebilir. Çizgiler de çok çeşitlilik gös­
ses ve rengi başarıyla kullanan W alt Disney’in terir; ince ya da kalın, uzun ya da kısa, düz ya
yarattığı, tıpkı insan gibi konuşup gülen hay­ da eğri, zikzaklı ya da kıvrımlı olabilir.
van kahram anlar kısa zamanda çocukların Çizgileri yan yana getirebileceğimiz gibi, bir­
gönlünü kazandı. Bunlar arasında en ünlü kaç çizgiyi tek bir noktada da birleştirebiliriz.
olanı Miki Fare’dir (Mickey M ouse). Tex Bir ok ucu ya da bir bisiklet tekerleğinin
Avery şiddet ve güldürü öğeleri taşıyan, telleri gibi düzenlenen çizgiler hareket izleni­
Stephen Bosustovv da çağdaş resim anlayışı ve mi verir.
gülmeceye dayanan çizgi filmler gerçekleştir­ Van Gogh’un Kaya adlı yapıtında, doğayı
diler. betimlemek için çizimin tüm biçimlerinden
Çizgi film alanında başka ülkelerde de yararlandığını görüyoruz. Önemli olan, deği­
çalışmalar yapılıyordu. SSCB’de Aleksandr şik çizgilerin bir arada kullanılışı değil, bunla­
Ptuşko’nun gerçekleştirdiği The New Gulli- rın anlatımı güçlendirecek bir biçimde kulla­
ver’da (1935; “Yeni Gulliver”) gerçek oyun­ nılmasıdır. Bu çizgiler, betim lenen nesnenin
cularla çizgi kahram anlar ekranda bir arada dokusunu duyumsamamızı, biçimini ve konu­
görünüyordu; PolonyalI Ladislav Stareviç, Le m unu algılamamızı sağlar. İri kayalar arasın­
Rom an de Renart (1928-39; “Tilkinin R om a­ dan kıvrılarak uzanan taşlı patikaya, kumlu
nı”) adlı uzun m etrajlı çizgi filmini 10 yılda bir toprakta yetiştiği anlaşılan kısa ot küm ele­
gerçekleştirdi. rine, resimde boydan boya uzanan sarp kaya­
II. Dünya Savaşı’ndan sonra çizgi film lara, zeytin ağaçlarının kıvrımlı dal ve yaprak­
alanında daha önemli gelişmeler oldu. Nor- larına dikkatle bakarsak, Van G ogh’un usta
man M cLaren K anada’da, doğrudan film çizgilerinden, bu doğa parçasını oldukça iyi
üzerine resim çizimi, üç boyutluluk izlenimi tanıyabiliriz. Resim yaparken her çizginin ne
yaratan teknikler ve hileli filmler yapmayı gibi bir işlevi olduğuna özellikle dikkat etm ek
denedi. M cLaren’ın öğrencilerinden G eorge gerekir.
332 ÇİZİM

HollandalI ünlü ressam


Vincent Van Gogh'un
Kaya adlı çalışması.

Gemeente Musea, Amsterdam

Bir çizginin iki ucunu birleştirirsek, kâğıt Dokuyu oluşturan çizgileri görebilmek için,
üzerinde belirli bir alanı kâğıdın öbür bölü­ doku kalıbı kâğıt üzerine çıkartılabilir. Bunun
m ünden ayırıp bir şekil çizmiş oluruz. Bu bir için, ilginç dokulu bir cisim üzerine ince bir
daire, kare ya da üçgen gibi basit bir şekil kâğıt koyup, yumuşak bir kurşun kalemin
olabileceği gibi, büyük bir m ürekkep lekesi ucunu bu kâğıda sürteriz. Böylece o cismin
gibi karmaşık bir şekil de olabilir. Bu şekli doku çizgileri kâğıda aktarılmış olur.
oluşturan çizgiye o şeklin dış çizgisi denir; Elektrik enerji hatlarını gösteren resme
şeklin içinde birçok başka çizgi de olabilir. bakarsak, bu resmin değişik bir teknikle
Örneğin, bir el resmi çizdiğimizi düşünelim. yapıldığını görürüz. Beyaz bir fon bütünüyle
Büyük bir olasılıkla önce parm akların kenar­
larını ve uçlarını gösterecek çizgileri çizeriz.
İşte bu, el resminin dış çizgisidir. Daha sonra
avuçtaki çizgiler ve eklem ler gibi, elin özellik­
lerini gösteren başka çizgiler çizilecektir. Sa­
banın tarlada açtığı oluklara benzeyen bu
kırışıklıkları çizmeye başlayınca, nesnenin do­
kusunu ve bu dokudaki hareketleri çizgilerle
anlatm aya başlamış oluruz.
Çevremizdeki birçok şeyin dokusu bu şekil­
de çizgilerle belirtilebilir. Ağaç gövdesi ve
ortadan kesilmiş lahana resimlerine bakalım.
Lahanadaki çizgilerin kıvrımlarının ve ağaç
gövdesindeki görece düzgün çatlakların gelişi­
güzel olmadığını; belirli noktalardan başlayan
çizgilerin belli bir uyumla birbirini izlediğini Doğal nesnelerin yapı ve kıvrımları: Bir ağaç gövdesi
görürüz. (dış görünüm ) ve bir lahana (kesit).
ÇİZİM 333

siyaha boyanıp, sonra bu fon üzerinde istenen şik tonlanndaki mumboyalar kullanılarak ya­
şekli ortaya çıkartm ak için siyah boya kazın­ pılabilir. Resimde ışık ve gölge mürekkeple
mıştır. Bu yöntem de fonu değişik renklerle de belirtilebilir. Sık ya da aralıklı çizgiler
kat kat boyayıp sonra şekilleri az ya da çok çizerek de şekillere değişik tonlar verilebilir.
derin kazıyarak, çeşitli renklerde şekiller yap­ Yan yana sık çizgiler çizildiği zaman, alttaki
mak da m üm kündür. Bu resimdeki çizgiler ve beyaz kâğıt daha az görünecek ve gölge
şekiller göz alıcıdır. Çizgilerin çeşitliliği, yön­ koyulaşacaktır. Fırçayla yapılan gölgelendir-
leri ve çizgilerin oluşturduğu şekiller çizimi m ede, fırçaya az ya da çok boya alınarak
böylesine ilginç hale getirmiştir. değişik tonlar elde edilir.
Bir çizime derinlik kazandırmak için gölge Aynı çizimde değişik çizim araçlarını dene­
kullanmak gerekir. Bunun için cisim üzerinde­ yerek, en iyi sonuçların hangilerinden ve nasıl
ki ışıklı ve gölgeli alanlar değişik tonlarla alındığını saptam aya çalışın. Kurşunkalem ,
belirtilir. Büyük ölçüde, çizimin neyle yapıldı­ tebeşir, mumboya ve dolmakalemin yanı sıra,
ğına bağlı olarak, birçok gölge yapma yöntemi tükenmezkalem, keçe uçlu kalem ve boya
vardır. Gölge, 2B, 3B ve 4B numaralı yumu­ kalemiyle de çizim yapılabilir. Beyaz kâğıda
şak kurşunkalemler ya da aynı rengin deği- çizmek yerine siyah ya da gri bir kâğıt kullan­
mak, gölgeleri olduğu gibi bırakarak aydınlık
Aspatria, Beacon Hill Okulu öğrencilerinin
çizimlerinden. O kul yöneticisinin izniyle basılmıştır. kısımları boyamak denenebilir. Bir resim kâğı­
dını karakalemle iyice boyadıktan sonra, par­
mağınızla ya da yumuşak bir silgiyle üzerine
şekiller yapabilirsiniz.
Van Gogh’un Kaya adlı yapıtı ya da enerji
hatlarını gösteren resim, kendi içlerinde ta­
mamlanmış, bütünlüğü olan çizimlerdir. Ama
çoğu zaman çizim, daha sonra yapılması
düşünülen resimlerin bir ön tasarımını oluştu­
rur. Çünkü çizim, boyalarla uğraşmaya, kuru­
m alarını beklemeye gerek kalm adan, şekilleri
kısa sürede kâğıda geçirme olanağı verir.
G örülen herhangi bir şeyin hemen kâğıda
aktarılmasına taslak denir. Yanınızda bir kur­
şunkalemle küçük bir karalam a defteri bulun­
durursanız çevrenizde gördüğünüz ilginç şey­
leri defterinize çizmeyi deneyebilirsiniz. Tas­
lak çizmek, ilerde yapılacak resimler için bilgi
toplamaya yaradığı gibi, çevreye daha dikkat­
li bakm ak ve eşyayı tanım ak için de yararlıdır.
Taslak yaparken cisimlerin boyutlarını çevre­
sindeki öteki şeylerle karşılaştırmak, çizgile­
rin yatay ve düşey doğrultulara göre durum u­
na dikkat etm ek, aydınlık ve gölge bölümleri
doğru belirlemek gerekir. Bu şekilde yapıla­
cak bir taslak çalışması resim yapma yeteneği­
ni geliştirecektir.
Bir arkadaşınızı beşer dakikalık kısa süre­
lerle karşınıza oturtarak, resmini çizmeyi
deneyin. Başlangıçta beş dakika içinde pek
bir şey yapamazsınız, ama giderek en önemli
Elektrik enerji hatlarının siyah fonu kazıyarak noktaları yakalamayı başardığınızı göreceksi­
yapılmış çizimi. niz. Ayrıca hızlı bir tem poyla çalışmakla,
334 ÇİZİM

dır. Yetişkin bir insanın gözleri, başının üstü


ile çene ucu arasındaki uzaklığın ortasına
düşer. Burun, gözler ile çenenin arasındaki
uzaklığın ortasına kadar uzanır. Burnun bitti­
ği yer ile çene ucu arasındaki uzaklığın
ortasında ağız vardır. Kulaklar genellikle
burun büyüklüğünde ve burun hizasındadır.
Çocuk yüzündeki organlar küçük ve birbirine
yakın, alın ise geniştir. Kuşkusuz, her insanın
yüz yapısı birbirinden değişiktir ve bu ölçüler
yalnızca bir genellemedir. Birbirinden değişik
yüzleri inceleyin. İnsan yüzleri arasındaki
farklılıkları abartarak karikatür çizmeyi dene­
yebilirsiniz (bak. Karikatür ).

Özel Çizimler
Teknik resim. Ev eşyası, makine ve ulaşım
aracı gibi ürünlerin; ev, fabrika ve köprü gibi
yapıların planlarının, tüm teknik özelliklerini
ve ölçülerini belirtecek biçimde çizimine tek­
nik resim denir. Teknik resim cetvel, gönye,
pergel gibi çizim araçları kullanılarak yapılır.
Süpürgeye dayanmış bir kız. Çabucak çizilm iş bu
taslak bedenin konum unu ve hareketini gösteriyor.
Ölçekli çizim. Gerçek boyutların belirli bir
oranda küçültülmesiyle yapılan çizimlere öl­
çizgileriniz özgürlük ve hareketlilik kazana­ çekli çizim, o orana da çizimin ölçeği denir.
caktır. Örneğin, bir harita çizilirken ülke ya da
Süpürgeye dayanmış duran kız resmine kentin gerçek boyutlarıyla çizilmesi olanak­
bakalım. Çabucak, silgi kullanmadan ve ay­ sızdır. Bu nedenle haritacılar çizimlerini be­
rıntıya önem verm eden çizilmiş bu taslakta, lirli bir ölçek kullanarak yaparlar. Haritadaki
kızın süpürgeye gerçekten de yaslandığını bir santim etrelik uzunluk gerçekteki kilo­
görüyoruz. metrelerce uzunluğu gösterir. Mimarlar ve iç
İnsan resmi çizerken genellikle çizime baş­ mimarlar da yapıları, odaları ve ev eşyalarını
tan başlanır ve birkaç çizgiyle vücudun ana belli bir oranda küçülterek ölçekli çizimler
çizgileri belirtilir. Beden çiziminde, başın yaparlar. Havacılıkla ilgili haritalar ve uçakla­
boyu bir ölçüt olarak kullanılır. Erkek bede­ rın uçuş çizelgeleri de ölçekli çizilir. Ölçekli
ninin boyu genellikle başının yedi ya da sekiz çizimde kullanılan ölçek çizimin bir köşesin­
katı, kadın bedeni ise başının altı buçuk ya de belirtilir (bak. HARİTA VE HARİTACILIK).
da yedi katı kadardır. Ayakların boyu genel­ Reklam çizimleri. B ir rek lam film in in y a da
likle başın boyu kadar olmalıdır. Bebeklerin ilan ın b itm iş ş e k lin e ilişk in , ö n c e d e n bir fikir
boyları ise, başlarının ancak üç ya da dört katı v e r m e k ü zer e h a zırla n a n ta sla k la ra rek la m
kadardır. Çocuk büyürken beden başa göre çizim leri d en ir (bak. REKLAMCILIK). R ek la m
daha fazla büyüyerek sonunda yetişkin insan çizim in d e sa n a tçı ü rü nü ta n ıtıcı yazı v e r e ­
boyutlarına ulaşır. sim leri ilgi ç e k ic i v e g ö z e h o ş g ö r ü n e c e k bir
Portre çizimine baş çizilerek başlanmalı­ d ü z e n le m e y le bir araya getirir.
Temel Britannica'mn
Aralık 1992 Baskısına
ek bilgiler.
flin'fiDİfifiBiiıH i m
BnıgDte&Ö £Wtl > . rn/
BULGARİSTAN 4.1

BREZİLYA başkanın istifasını istedi. 28 Ağustos’ta soruş­


turm a komitesinin suçlu bulması üzerine,
RESMİ ADI: Brezilya Federatif Cumhuriyeti. Collor’a görevden el çektirildi.
YÖNETİM BİÇİMİ: İki meclisli, çok partili federal cumhu­
riyet.
BRUNEİ
YÜZÖLÇÜMÜ: 8.511.996 km2.
NÜFUS (1991): 153.322.000. RESMİ ADI: Barışın Yurdu Brunei Devleti.
BAŞKENT: Brasılia. YÖNETİM BİÇİMİ: Sultanlık.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Sâo Paulo YÜZÖLÇÜMÜ: 5.765 km2.
(10.063.110), Rio de Janeiro (5.063.388), Belo Hori-
NÜFUS (1991): 264.000.
zonte (2.144.429), Salvador (1.804.438), Fortaleza
(1.582.414), Brasılia (1.567.709), Nova Iguaçu BAŞKENT: Bandar Seri Begavvan.
(1.319.491), Recife (1.287.623), Curitiba (1.279.205), BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI: Bandar Seri Bega­
Porto Alegre (1.272.121). vvan (52.300), Seria (23.511).

19. yüzyılda kurulduğundan beri sık sık askeri 1 Ocak 1984’te bağımsızlığına kavuşan Bru-
darbelere ve askeri yönetimlere sahne olan nei’de 1985’te sultanın öncülüğünde, ülkenin
Brezilya’da Ocak 1985’te yapılan seçimleri tek siyasal partisi Brunei Ulusal Dem okrasi
kazanan m uhalefetin adayı Tancredo de Al- Partisi kuruldu. Yurtdışında üslenen yasadışı
m eida Neves daha göreve başlayamadan Ni­ Brunei Halk Partisi Nisan 1990’da Sultan
san 1985’te öldü. Bu nedenle sivil yönetimin Hassanal Bolkiah’a bir m ektup göndererek,
ilk devlet başkanlığı görevini Neves’in yar­ ülkede demokrasiye geçilmesini istedi. İngi-
dımcısı Jose Sarney üstlendi. Sarney yönetimi lizler’in 27 yıl önce bastırdığı ayaklanmadan
ülke ekonomisini düzeltmek üzere bir önlem ­ bu yana hapiste tutulan rejim karşıtları aşa­
ler paketini uygulamaya koydu. Önceliği eko­ malı olarak serbest bırakıldı. Temmuz
nomik büyüme ile sosyal adalete veren ve enf­ 1990’da sultan, yasaların Islami kurallara göre
lasyonu önlemeyi amaçlayan bu program başa­ yeniden düzenleneceğini, ama ülkede yaşa­
rılı olmadı. 1986’da yapılan Ulusal Kongre se­ yan bütün etnik topluluklara adil davranılaca­
çimlerini iktidar partisi kazandıysa da, ekono­ ğını açıkladı. A rdından, hüküm etin içki satış­
mik bunalım yönetimi güç durumda bıraktı. larını yasaklaması ve bazı m ezheplerle öbür
Ekim 1988’de yeni anayasa kabul edildi. dinler üzerindeki baskıları sürdürmesi, sulta­
Kasım 1989’da yapılan başkanlık seçimlerini nın henüz demokratikleşm eye hazır olmadığı­
Fernando Collor de Mello kazandı. D e Mello nı ortaya koydu.
M art 1990’da görevi devraldıktan sonra, Col­
lor Planı olarak anılan yeni ekonom ik önlem ­ BULGARİSTAN_______________________
ler paketini uygulamaya koydu. A m a bu plan RESMİ ADI: Bulgaristan Cumhuriyeti.
da hayat pahalılığını önleyemediği gibi, eko­ YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet.
nomik durgunluğun şiddetlenmesine de yol YÜZÖLÇÜMÜ: 110.992 km2.
açtı. Bunun üzerine Collor II olarak bilinen NÜFUS (1991): 9.005.000.
yeni bir plan uygulamaya kondu. Parlam ento­ BAŞKENT: Sofya.
dan ve iş çevrelerinden yeterli desteği bula­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Sofya
mayan bu plan da başarısız oldu. Ülke içinde (1.217.024), Plovdiv (364.162), Varna (306.300).
yaşanan bu sıkıntılara karşın, dünyanın en
borçlu ülkelerinden biri olan Brezilya’ya, dış 1985 sonrasında Türk adlarının Slavlaştırılma-
borçlarını ödem ede bazı kolaylıklar sağlandı. sı, Türkçe’ye ve dinsel ibadete getirilen sınır­
Ekonomik planların başarısızlığına Collor’ lam alar Bulgaristan ile Türkiye arasındaki
un aile bireylerinin adlarının yolsuzluğa ka­ ilişkilerde gerginliğe yol açtı. Toplumsal çatış­
rışması eklenince, başkanın saygınlığı sarsıldı. m alara da neden olan bu baskıcı politikalar
Başkana karşı m uhalefet giderek yükseldi. Bulgaristan’dan kitlesel göçle sonuçlandı.
Parlam entoda oluşturulan soruşturm a kom i­ T ürkiye’nin Bulgaristan yurttaşlarına vize uy­
tesi Collor’u, rüşvet almaya göz yum mak, nü­ gulanmasını kaldırmasıyla göç hızlanarak
fuzu kötüye kullanmaya sessiz kalm ak gibi doğrudan Türkiye’ye yöneldi. Başlangıçta
“pasif yolsuzluk”larla suçladı. 26 Ağustos Türk hüküm etinin bütün sığınma başvuruları­
1992’de yüz binlerce kişi sokaklara dökülerek nı kabul etmesiyle, Ağustos 1989’da Türkiye’
4.2 BURDUR

deki sığınmacı sayısı 300 bini aştı. Bunun BAŞLICA YÜKSELTİLER: Kulübe Tepesi (2.328 metre),
üzerine yeniden vize zorunluluğu getirildi ve Akkaya Tepesi (2.268 metre).
SICAKLIK: Burdur kentinde en düşük -16,7°C
sığınmacı olarak kabul edilmek üzere bekle­ (5.1.1942), en yüksek 39,6°C (18.7.1932), ortalama
yen çok sayıda göçmen Bulgaristan’a döndü. 13°C.
Sovyet Sosyalist Cum huriyetleri Birliği YAĞIŞ MİKTARI! Burdur kentinde yıllık ortalama 423
(SSCB) ile Doğu A vrupa’daki gelişmelere ko­ mm.
şut olarak, 1989’da Bulgaristan’da da m uhale­
fet giderek güçlendi. Otuz beş yıldır iktidarda
olan Todor Jivkov Kasım 1989’da devlet baş­
kanlığından istifa etti. Y erine, dışişleri bakanı
Petar M ladenov getirildi. A ralık 1989’da Bul­
garistan Komünist Partisi ve hüküm et, Türk
düşmanı politikalardan vazgeçildiğini ve Müs­
lüman T ürkler’e bütün hak ve özgürlüklerin
tanınacağını açıkladı. 1990 başlarında B K P’
nin öncü rolüne son verildi ve Nisan 1990’
da partinin adı Bulgaristan Sosyalist Partisi
(BSP) olarak değiştirildi. Haziran 1990’da ise
40 yıllık aradan sonra ilk serbest genel seçim­
ler yapıldı. A rdından M ladenov istifa etti ve
yerine Jelyu Jelev geçti.
Tem muz 1991’de yeni bir anayasa kabul
edildi. Ekim de yapılan parlam ento seçimle­
rinden, 111 milletvekilliği kazanan D em okra­
tik Güçler Birliği (D G B ) birinci parti olarak BURKİNA FASO
çıktı. İkinci sırayı ise, 106 sandalye ile BSP
RESMİ ADI: Burkina Faso.
aldı. Çoğunluğunu T ürkler’in oluşturduğu
YÖNETİM BİÇİMİ: Bağımsız cumhuriyet.
Haklar ve Özgürlükler H areketi (H Ö H ) ka­ YÜZÖLÇÜMÜ: 274.200 km2.
zandığı 23 milletvekilliğiyle parlam entoda NÜFUS (1991): 9.261.000.
anahtar parti durum una geldi. BAŞKENT: Uagadugu.
Birleşmiş M illetler’in ambargo kararm a BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1985): Uagadugu
karşın M akedonya’ya silah satılması ve eko­ (441.514), Bobo Diulasso (228.668), Kudugu
nomik çöküşün önlenememesi nedeniyle hü­ (51.926), Uahiguya (38.902), Banfora (35.319).
küm ete yöneltilen eleştiriler yoğunlaştı. D ev­
let başkanı da eleştirilere hedef oldu ve D G B , Bağımsızlığım kazandığı 1960’tan bu yana beş
Jelev’in istifasını istedi. Devlet başkanı ile askeri darbenin gerçekleştirildiği Burkina Fa-
Başbakan Filip Dimitrov arasında sert tartış­ so’da demokrasiye geçişte sancılı bir süreç ya­
malar oldu. H Ö H hüküm etten desteğini çe­ şanıyor. 1982’deki darbenin ardından 1983’te
kerek başbakanın istifasını istedi. Siyasal bu­ başbakan olan Yüzbaşı Thomas Sankara aynı
nalım Ekim 1992’de Başbakan D im itrov’un yıl bir darbe yaparak Ulusal Devrim Konseyi’
istifasıyla doruğuna çıkmıştı. ni oluşturdu ve başkanlığını üstlendi. Sanka­
ra 1987’de, Yüzbaşı Blaise C om paorâ’nm ön­
BURDUR derlik ettiği bir darbeyle devrildi. 1989’da
Com paorâ’ya karşı girişilen başarısız darbe­
YÜZÖLÇÜMÜ: 6.887 km2.
den sonra yedi kişinin idam edilmesi uluslar­
NÜFUSU (1990): 254.899.
arası düzeyde tepkilerle karşılaştı. Compaorâ
İL MERKEZİ: Burdur.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (83.267),
çok partili seçimlerin 1991’de yapılacağını
Ağlasun (11.505), Altınyayla (12.251), Bucak açıklamak zorunda kaldı ve geçici bir hükü­
(54.427), Çavdır (16.205), Çeltikçi (10.266), Gölhisar m et kurulm asına izin verdi. Haziran 1991’de
(14.763), Karamanlı (8.832), Kemer (5.059), Tefenni
(13.667), Yeşilova (24.657).
yapılan halkoylamasından sonra 24 siyasal
BAŞLICA KENTLER VE> NÜFUSLARI (1990): Burdur parti yasallaştı. Com paorâ bir ulusal konfe­
(56.432), Bucak (27.407). rans toplanması talebini kabul etmediği için,
CABO VERDE ADALARI 4.3

aralıkta yapılan seçimleri m uhalefet büyük öl­ B urundi’de 1976’daki darbeyle Yüksek Dev­
çüde boykot etti. Olaylı geçen seçimleri, tek rim Konseyi kurulmuş ve tek partili bir devlet
aday olan Com paorâ kazandı. Seçimlerin ar­ yapısı oluşturulm uştu. 1977’de Jean-Baptiste
dından, boykotu yönlendiren iki m uhalefet Bagaza’nm devlet başkanı seçilmesiyle göre­
önderi öldürüldü. vini tam amlayan konsey dağıtıldı. 1984’te ye­
niden devlet başkanı seçilen Bagaza, Eylül
BURSA 1987’de bir darbeyle devrildi ve yerine darbe­
nin önderi Binbaşı Pierre Buyoya geçti.
YÜZÖLÇÜMÜ: 11.043 km2. Başlıca üç etnik topluluktan (Bahutular,
NÜFUSU (1990): 1.603.137. Batusiler ve B atualar) oluşan Burundi’de, sö­
İL MERKEZİ: Bursa.
mürge döneminde körüklenen etnik düşm an­
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Bursa Büyükşehir Bele­
d iy e s in e bağlı ilçele r : Nilüfer (65.799), Osmangazi lıklar nedeniyle pek çok iç savaş yaşandı.
(510.902), Yıldırım (325.159). Öbür ilçeler: Büyükor- 1988’de Batusiler’le Bahutular arasındaki et­
han (19.591), Gemlik (78.193), Gürsu (18.681), Har­ nik çatışmalar 5.000 kişinin ölümüyle sonuç­
mancık (12.149), İnegöl (126.214), İznik (41.942), Ka­
racabey (72.898), Keleş (21.675), Kestel (31.710), Mu­ landı. Ekim 1988’deki hüküm et değişikliğinin
danya (38.656), Mustafakemalpaşa (100.410), Or­ ardından Batusiler’le Bahutular arasındaki
haneli (30.015), Orhangazi (56.426), Yenişehir düşmanlığı giderme um utları güçlendi. Buyo-
(52.717).
KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Bursa (834.576), İne­
ya’nın bu konuda izlediği esnek politika sonu­
göl (71.120), Gemlik (50.237), Mustafakemalpaşa cunda, 1990’da Ulusal Birlik Sözleşmesi ha­
(37.938), Orhangazi (31.889), Karacabey (31.665). zırlandı. Sözleşme için Şubat 1991’de yapılan
BAŞLICA YÜKSELTİLER: Uludağ (2.543 metre), Tepel halkoylamasına seçmenlerin yüzde 96,2’si ka­
Tepesi (2.052 metre).
tıldı. Üç etnik gruba da eşit haklar tanıyan bu
SICAKLIK: Bursa kentinde en düşük -25,7°C (9.2.1929),
en yüksek 42,6°C (21.8.1945), ortalama 14,4°C. sözleşme, oy kullananların yüzde 89,2’sinin
YAĞIŞ MİKTARI: Bursa kentinde yıllık ortalama 705,8 oylarıyla kabul edilerek yürürlüğe girdi.
mm. 1980’lerin sonlarında Burundi ekonomisi
olumsuz gelişmelerin etkisi altında kaldı. D ün­
ya kahve fiyatlarının gerilemesi ihracat gelir­
lerini azaltırken, düzensiz yağışlar da gıda
üretim inde düşüşe yol açtı.

CABO VERDE ADALARI


RESMİ ADI: Cabo Verde Cumhuriyeti.
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, çok partili cumhuriyet.
YÜZÖLÇÜMÜ: 4.033 km2.
NÜFUS (1991): 341.000.
BAŞKENT: Sao Tiagı Adası'ndaki Praia.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Praia
(61.707), Mindelo (47.080).

Eylül 1990’da yapılan anayasa değişikliğiyle,


ülkenin tek partisi olan Cabo V erde’nin Ba­
ğımsızlığı İçin A frika Partisi’nin iktidar tekeli­
BURUNDİ
ne son verildi, devletle parti yönetimi birbi­
RESMİ ADI: Burundi Cumhuriyeti. rinden ayrıldı ve çok partili sisteme geçiş süre­
YÖNETİM BİÇİMİ: Ulusal İlerleme Birliği'nin başkanı ile ci başladı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri
merkez komitesinden oluşan geçici hükümet. cumhurbaşkanı olan Aristides Pereira seçim­
YÜZÖLÇÜMÜ: 27.834 km2. lere gidilebilmesi için istifa etti. Ocak 1991’de
NÜFUS (1991): 5.611.000. yapılan seçimlerde, yeni kurulan Dem okrasi
BAŞKENT: Bujumbura. H areketi Partisi ezici bir zafer kazandı. Şu­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI : Bujumbura (1990:
226.628), Kitega (1986: 95.300), Ngozi (1982: batta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini,
20 . 00 0 ). oyların yüzde 73’ünü alan A ntonio M ascaren-
has M onteiro kazandı.
4.4 CEZAYİR

CEZAYİR düğü baskılara karşın, güvenlik güçleriyle ra­


dikal İslamcı güçler arasındaki çatışmaların
RESMİ ADI: Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti. hızı 1992 sonlanna doğru hâlâ kesilmemişti.
YÖNETİM BİÇİMİ: Geçici yönetim.
YÜZÖLÇÜMÜ: 2.381.741 km2. CİBUTİ
NÜFUS (1991): 25.888.000.
BAŞKENT: Cezayir. RESMİ ADI: Cibuti Cumhuriyeti.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1987): Cezayir YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, tek partili cumhuriyet.
(1.507.241), Oran (628.558), Konstantin (440.842), YÜZÖLÇÜMÜ: 23.200 km2.
Annaba (305.526), Betna (181.601). NÜFUS (1991): 541.000.
BAŞKENT: Cibuti.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1982): Cibuti
Başkan H uari Bum edyen’in 1978’de ölmesin­ (1988: 290.000), Ali Sabih (4.000), Tacura (3.500), Di-
den sonra onun yerine geçen Şadli Bencedid hil (3.000).
1984’te yeniden başkan seçildi. Cezayir’in
ekonomik sorunlarına çözüm getirmek amacıy­ Cibuti nüfusunun büyük bölümünü oluşturan
la, yönetimdeki Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin A farlar ile Issalar arasındaki gerginlik
(FLN) kongresinde tarım a öncelik verilmesi 1980’lerin başlarında yeniden baş gösterdi.
kararı alındı. A m a, bir yandan Bencedid yö­ Ayrıca çevre ülkelerdeki savaş bölgelerinden
netiminin A raplaştırm a politikasına karşı gelen mülteciler de ülkede sorun oluşturmaya
B erberiler’in tepkisi, öte yandan İslami bir devam etti. Yönetim karşıtı iki grup 1990’da
düzen kurulmasını amaçlayan dinsel m uhale­ Brüksel’de yaptıkları toplantıda, Cum hurbaş­
fetin ciddi boyutlara ulaşması ülkedeki ger­ kanı Haşan Gulcd A ptidon’a karşı bir birleşik
ginliği artırdı. cephe oluşturm a kararı verdiler. Cepheye
1988’de m uhalefetin demokrasi talebiyle D em okratik H areketler Birliği adı verildi.
başlattığı gösteriler ülkede geniş destek bul­ Ocak 1991’de, bir A far olan Ali A rif B ur­
du. Bunun üzerine siyasal çoğulculuğa olanak han önderliğinde başarısız bir darbe girişimi
veren bir anayasa hazırlandı. Anayasanın Şu­ oldu. A rdından tutuklam alar birbirini izledi.
bat 1989’da bir halkoylamasıyla kabul edilme­ Tutuklu m uhalefet önderlerinin cezaevi ko­
sinden sonra ortaya çok sayıda yeni parti çık­ şullarının ağırlığı Uluslararası A f Ö rgütü’nün
tı. Şeriat düzeni kurmayı amaçlayan İslami incelem elerine konu oldu. A farlar’la hükü­
Selamet Cephesi (FIS) Haziran 1990’da yapı­ m et güçleri arasındaki olaylar yıl boyunca
lan yerel seçimlerde beklenm edik bir zafer sürdü.
kazandı. Bunun sonucunda FLN içinde ciddi
görüş ayrılıkları belirdi. F lS ’ın radikal kanadı COPLAND, Aaron. Ünlü A B D ’li besteci
ise kitlesel eylemlere yöneldi. A aron Copland 2 A ralık 1990’da, A B D ’nin
A ralık 1991’de yapılan seçimlerin ilk turun­ New York eyaletindeki N orth Tarrytown
da FIS ezici bir başarı kazandı, FLN ise düşük kentinde öldü. Caz ve halk müziğinden esin­
oranda oy alarak üçüncü sıraya düştü. Bu ge­ lenen özgün besteleriyle ün kazanan Cop­
lişmeler karşısında Bencedid seçimlerin ikinci land, 1964’te Başkanlık Özgürlük Madalyası’
turundan önce istifa etm ek zorunda kaldı. A r­ m , 1979’da da “yaşam boyu, güzel sanatlar
dından, Yüksek Güvenlik Konseyi seçimlerin alanında A m erikan kültürüne yaptığı büyük
ikinci turunu iptal ederek yönetime el koydu. katkılar” nedeniyle Kennedy M erkezi Ö dü­
Bu bir “anayasal darbe” olarak nitelendirildi. lü’nü almıştı.
FIS önderlerine karşı baskılar yoğunlaştırıldı.
Bağımsızlık hareketinin önderlerinden M u­ CUMHURBAŞKANI. Türkiye’nin 7. cum­
hammed Budiaf devlet başkanlığına getirildi. hurbaşkanı Kenan E vren’in görev süresi K a­
Budiaf’ın Haziran 1992’de bir suikast sonu­ sım 1989’da doldu. Ekim 1989’da Türkiye B ü­
cunda öldürülmesi üzerine ülkede siyasal bu­ yük Millet Meclisi’nde yapılan, muhalefetin
nalım daha da arttı. FIS içinde radikaller ile katılmadığı oylamaların üçüncü turunda T ur­
ılımlılar arasındaki görüş ayrılıkları sonunda gut Özal yedi yıllığına cumhurbaşkanı seçildi.
parti fiilen ikiye bölündü. Yönetim in radikal Türkiye’nin 8. cumhurbaşkanı Özal, 9 Ka-
dinci hareketin yok edilmesi amacıyla sürdür­ sım’da görevi E vren’den devraldı.
ÇANKIRI 4.5

ÇAD BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1990): Çanakkale


(53.995), Çan (23.855), Biga (20.753).
BAŞLICA YÜKSELTİ: Kocakatran Tepesi (1.111 metre).
RESMİ ADI: Çad Cumhuriyeti. SICAKLIK: Çanakkale kentinde en düşük —11°C
YÖNETİM BİÇİMİ: Danışma meclisi olan tek partili cum­ (25.1.1942), en yüksek 38,7°C (22.8.1952), ortalama
huriyet. 14,6°C.
YÜZÖLÇÜMÜ: 1.284.000 km2. YAĞIŞ MİKTARI: Çanakkale kentinde yıllık ortalama 625
NÜFUS (1991): 5.823.000. mm.
BAŞKENT: N'Djamena.
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1988): N'Djamena
(500.000), Mundu (100.000), Sarh (76.800).

Çad’daki iç savaş 1980’lerin sonlarına doğru


sona erdi. Hissen H abre önderliğindeki Ku­
zey Silahlı Kuvvetleri (FAN ) 1982’de Geçici
Ulusal Birlik H üküm eti’ni devirerek yönetimi
ele geçirmişti. A m a silahlı güçlerini koruyan
çeşitli gruplar arasındaki iktidar mücadelesi
sürdü. 1983-84’teki şiddetli çatışmaların ar­
dından, Fransızlar’ca desteklenen FA N ülke­
de denetimi sağladı. 1984’te Fransız birlikleri
ülkeden çekildi. Libya ise birliklerini çekmeyi
reddetti ve ülkenin içlerine saldırılar düzenle­
di. A m a A BD ve Fransa tarafından destekle­
nen hüküm et kuvvetlerince durduruldu. 1987
ÇANKIRI
başlarında ateşkes ilan edildi. 1989’da yeni bir
başarısız darbe girişimi oldu. Yurtdışına ka­ YÜZÖLÇÜMÜ: 8.44 km2.
çan darbecilerden G eneral İdris Deby em rin­ NÜFUSU (1990): 279.129.
deki birliklerle Kasım 1990’da Abeche kentini İL MERKEZİ: Çankırı.
ele geçirdi ve kendini devlet başkanı ilan etti. İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (67.620),
H abre ve yandaşları yurtdışına kaçtı. Atkaracalar (11.235), Bayramören (7.310), Çerkeş
(22.145), Eldivan (9.707), Eskipazar (22.686), İlgaz
Deby çok partili bir demokrasi kurulacağı (23.281), Kızılırmak (14.878), Korgun (7.233), Kurşun­
sözünü vermekle birlikte, yasama meclisini lu (25.145), Orta (26.457), Ovacı (7.099), Şabanözü
dağıttı ve anayasayı askıya aldı. Şubat 1991’de (11.779), Yapraklı (22.554).
yürürlüğe giren Temel Yasa da demokrasiye BAŞLICA KENT VE NÜFUSU (1990): Çankırı (45.496).
geçişi erteledi. Tem el Yasa 30 ay yürürlükte BAŞLICA YÜKSELTİ: Emirgazi Tepesi (2.404 metre).
SICAKLIK: Çankırı kentinde en düşük -25°C (25.1.1950),
kalacak ve bu arada hazırlanacak anayasa halk­ en yüksek 41,8°C (1.8.1954), ortalama 11,1°C.
oyuna sunulacaktı. Bazı m uhalefet grupları YAĞIŞ MİKTARI: Çankırı kentinde yıllık ortalama 384,9
D eby’nin Yurtsever Selamet H areketi’ne ka­ mm.
tılmaya karar verdi. Eylül 1991’de Çad ve
Libya arasında bir güvenlik anlaşması imza­
landı. Aralık 1991’de ise bir başarısız darbe
girişimi daha oldu.

ÇANAKKALE

YÜZÖLÇÜMÜ: 9.737 km2.


NÜFUSU (1990): 432.263.
İL MERKEZİ: Çanakkale.
İLÇELER VE NÜFUSLARI (1990): Merkez ilçe (81.435),
Ayvacık (30.534), Bayramiç (31.949), Biga (75.513),
Bozcaada (1.903), Çan (51.713), Eceabat (9.671), Ezi­
ne (34.234), Gelibolu (40.020), Gökçeada (7.948),
Lâpseki (24.545), Yenice (42.798).
4.6 ÇEKOSLOVAKYA

ÇEKOSLOVAKYA yapılan seçimlerde Y urttaşlar Forum u ile Slo-


vakya’daki benzer kuruluş olan Şiddete Karşı
RESMİ ADI: Çek ve Slovak Federal Cumhuriyeti. Kamuoyu hareketi Federal Meclis’teki en bü­
YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli federal cumhuriyet. yük grup haline geldiler. Öte yandan, ulusal
YÜZÖLÇÜMÜ: 127.896 km2.
sorun da su yüzüne çıkmaya başladı. Bağım­
NÜFUS (1991): 15.577.000.
BAŞKENT: Prag.
sızlık yanlısı Slovak Milliyetçi Partisi yıl sonu­
BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1991): Prag
na doğru Slovakya’nın en çok tutulan partisi
(1.212.010), Bratislava (441.453), Brno (387.986), Os- haline geldi. H avel’in ve Çek önderlerin çaba­
trava (327.553), Kosice (234.840). ları sonucunda Slovaklar arasındaki ayrılıkçı
eğilim yatıştırıldı. A ralıkta ise merkezi hükü­
Çekoslovakya 1980’lerin sonlarında, dem ok­ metle iki cumhuriyetin yetkilerini düzenleyen
rasi ve reform talepleriyle alanları dolduran yasa parlam entoda kabul edildi.
kitlelerin gösterilerine sahne olmaya başladı. Ekonom ik reform ların gerçekleştirilmesin­
17 Kasım 1989’da bir öğrenci gösterisine karşı de ise büyük güçlüklerle karşılaşıldı. Serbest
polisin şiddete başvurması toplum un geniş ke­ piyasa ekonomisine geçiş ve özelleştirmeler
simlerini harekete geçirdi. îki gün sonra konularında hüküm et içinde görüş ayrılıkları
Prag’da büyük bir gösteri düzenlendi. Y urt­ bulunuyordu. Öte yandan, hayat pahalılığının
taşlar Forum u (Sivil Forum) adıyla bir m uha­ önlenmesi en büyük sorunu oluşturuyordu.
lefet koalisyonu oluşturuldu. Y urttaşlar Foru­ Siyasal alandaki kararsızlık da gittikçe arttı.
mu yönetimin demokratikleşm esini, Kom ü­ Kasım 1990’da yapılan yerel seçimlerde Y urt­
nist Parti (KP) önderlerinin istifa etmesini, taşlar Forum u ile Şiddete Karşı Kamuoyu ha­
basın ve yayın özgürlüğünün tanınmasını ve reketi oy yitirirken, Kom ünistler güçlendi.
K P’nin öncü rolüne son verilmesini içeren bir Slovak Milliyetçi Partisi ise ciddi bir başarısız­
talepler listesi hazırladı. lığa uğradı. Çek ve Slovak halklarının ülkenin
Parti önce bu istekleri dikkate almadı. Am a geleceği konusundaki görüşleri önemli farklı­
kitle gösterilerinin büyümesi ve yaygınlaşması lıklar gösteriyordu. Slovaklar’ın çoğu tek dev­
karşısında bazı KP önderleri istifa etm ek zo­ letin korunmasını, ama Slovakya’ya daha faz­
runda kaldı. Son 20 yılın baskıcı politikaları­ la yetki devrini istiyordu. Çekler arasında ise
nın baş sorumlusu Gustav Husak da istifa etti. Slovaklar’dan ayrılma isteği güçleniyordu.
1968 Prag Baharı olarak anılan dem okratik­ Çek ve Slovak başbakanları Ağustos 1992
leşme döneminde KP birinci sekreteri olan sonunda, Çekoslovakya federasyonunun 1
A lexander Dubçek A ralık 1989’da oybirliğiy­ Ocak 1993’te ortadan kalkması ve iki devletin
le parlam ento başkanlığına seçildi. Ertesi gün varlıklarını ayrı ayrı sürdürmesi konusunda
de, m uhalefetin önderi konum unda olan ya­ anlaştılar. Am a Çekoslovakya Parlam entosu
zar Vaclav Havel geçici cumhurbaşkanı ilan ekim başında, bir Çek-Slovak Birliği oluştu­
edildi. Yeni hüküm etin açıkladığı reform p a­ rulması önerisini getirdi. Ardından da, Çek
ketinde K P’nin öncü rolüne son veriliyor, tu ­ ve Slovak cumhuriyetleri arasında bir gümrük
tucu parti yöneticilerinden 30’dan fazla kişi birliği antlaşması imzalandı.
partiden çıkartılıyor, çok partili sisteme geçiş
için bir çerçeve hazırlanıyor ve 1990’da ser­ ÇİN HALK CUMHURİYETİ
best seçimlere gidilmesi kararlaştırılıyordu. RESMİ ADI: Çin Halk Cumhuriyeti.
Bu dönüşüm gereksiniminin altında yatan YÖNETİM BİÇİMİ: Tek meclisli, tek partili halk cumhuri­
başlıca etken ekonomikti. KP ekonomik so­ yeti.
runları etkili bir biçimde çözmeye hazır değil­ YÜZÖLÇÜMÜ: 9.572.900 km2.
di. Kitleler reform istiyordu. Sovyet Sosyalist NÜFUS (1991): 1.149.667.000.
Cum huriyetleri Birliği de (SSCB) Çekoslovak BAŞKENT: Pekin.
yönetimini reform lar yapılması için zorluyor­ BAŞLICA KENTLER VE NÜFUSLARI (1989): Şanghay
(7.330.000), Pekin (6.800.000), Tianjin (5.620.000),
du. Bu ortam da Çekoslovak yönetiminin en Shenyang (4.440.000), Wuhan (3.640.000), Kanton
yakın müttefiki Doğu A lm anya’daki ani deği­ (3.490.000), Harbin (2.930.000), Chongqing
şiklikler de düzeni altüst etti. (2.750.000), Chengdu (2.740.000), Xi'an (2.650.000),
Nanjing (2.430.000), Dalian (2.330.000), Jinan
1990 yazında Havel iki yıllık bir dönem için (2.180.000), Changchun (2.020.000), Taiyuan
yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Haziranda (2.010.000), ûingdao (2.010.000), Zhengzhou
ÇİN HALK CUMHURİYETİ 4.7

(1.630.000), Kunming (1.480.000), Lanzhou


lar. Reform ları daha ileri götürm e yerine, or­
(1.450.000), Anshan (1.350.000), Qiqihar (1.350.000),
Hangzhou (1.310.000). taya çıkan sorunları idari önlem lerle çözmeye
çalıştılar. Ekonom ik büyüme hızı düştü, dış
Mao döneminin sona erm esinden sonra, içeri­ kaynaklı krediler ve yabancı yatırım lar azaldı.
deki reform ların ve dışa açılmanın getirdiği Turizmde büyük düşüş oldu. Ekonom ik sıkın­
toplum sal değişiklikler sonucunda, Çin Halk tılar arttı.
C um huriyetinde, özellikle gençler arasında 1989’da yaşanan büyük sarsıntılardan son­
demokrasiye yönelik bir hareket doğdu. Çin ra, 1990 boyunca ÇK P’nin birinci kuşak yaşlı
Komünist Partisi (ÇKP) bu gelişmeler karşı­ önderleri iktidar tekellerini korumaya çalışır­
sında sert önlem ler almaya başladı. Bu ise ül­ ken, inamlırlıklarım ve saygınlıklannı koru­
kede siyasal gerginliğin doğmasına yol açtı. m akta güçlük çektiler. G orbaçov’a karşı giri­
Parti içindeki çekişmeler de su yüzüne çıktı. şilen başarısız darbenin ardından SSCB’nin
Nisan 1989’da Tiananm en M eydam ’nda top­ dağılması da uyarıcı oldu. ÇKP ordu üzerin­
lanan öğrencilerin demokrasi isteğiyle yaptık­ deki denetimini artırm aya yöneldi.
ları gösteriler geniş bir kitle desteği kazandı. Tiananm en olayının olumsuz etkisini sil­
Göstericilere karşı ılımlı bir tutum u savunan m ekte Çin’in Körfez Bunalım ı’ndaki tutum u
Zhao Ziyang’ın parti içinde saf dışı edilmesin­ rol oynadı. Çin, Birleşmiş M illetler’in Irak ’ın
den sonra, Haziran 1989’da öğrenci direnişi Kuveyt’ten çekilmesini isteyen kararı lehinde
kanlı bir biçimde bastırıldı. Yaklaşık bin kişi oy kullandı ve barışçı çözüm için girişimlerde
öldürüldü. A rdından parti içinde ve devlet bulundu. Tiananm en olayı üzerine kesilen
yönetiminde sertlik yanlılarını güçlendiren krediler açıldı. Ekonom ik durum da iyileşme­
değişiklikler yapıldı. Yeni yönetim ekonomik ler görülmeye başladı. 1991’de SSCB dağılın­
reform larla birlikte, siyasal ve kültürel alanda ca ÇKP yararcı bir politika izleyerek bağım ­
sosyalist ideolojiye katı bir bağlılığı geliştir­ sızlığını ilk ilan eden ülkeler olan Letonya,
meye yöneldi. Estonya ve Litvanya’yı Eylül 1991’de hemen
SSCB Devlet Başkanı Mihail G orbaçov’un tanıdı. A rdından da öteki 12 eski Sovyet cum ­
Mayıs 1989’da Pekin’i ziyaretinden sonra huriyetini tanıdığını açıkladı. A BD-Çin ilişki­
SSCB ile ilişkiler normalleşmiş ve dünyada lerindeki bunalım sürüyordu, ama Batı A vru­
Çin’le ilgili olumlu bir görüş oluşmuştu. Am a pa ülkeleri ve Japonya ile ilişkiler düzeldi.
Tiananm en olayları bu olumlu havayı dağıttı. Çin’le Vietnam arasında uzun süredir devam
ABD-Çin ilişkileri bunalıma girdi. Doğu A v­ eden düşmanlık sona erdi.
rupa ülkelerinde dem okratikleşm e yolunda Ç K P’nin 70. kuruluş yıldönümünde parti
adımlar atılırken, Çin’de yaşananlar dünyada genel sekreteri Jiang Zem in yönetimin, Çin’in
büyük bir tepki yarattı. kendi özelliklerine uygun olarak, sosyalizmi
Çin’in reform yanlısı yaşlı önderi Deng Xia- kurm a amacına bağlılığını yineledi. Bununla
oping’in 1978’de uygulamaya koyduğu reform birlikte, Pekin yönetiminin ekonomik reform
program ı küçümsenmeyecek başarılar elde politikasından ayrılmayacağını ve dış dünyaya
etmişti, ama buna uygun siyasal reformları açılmayı sürdüreceğini de vurguladı. E kono­
yapmam anın doğuracağı sorunlar göz ardı mik büyüme 1991’de bir ölçüde hızlandı.
edilmişti. Ekonom ik reformların kaçınılmaz A m a Pekin gene de akılcı ve köklü reform lara
sonuçlan öğrenci kesiminde ve aydınlar ara­ girişmeye pek istekli görünmüyordu.
sında ortaya çıkan demokratikleşm e hareke­ Ekim 1992’de Çin Komünist Partisi’nin 14.
tiyle kendini açığa vurdu. Ö te yandan, hayat Kongresi toplandı. Jiang Zem in kongrede
pahalılığı ve işsizlik artıyor, suç işleme oranı okuduğu raporda Çin yönetiminin pazar eko­
yükseliyordu. Devlet hizm etlerinde görevi nomisine yönelişini resm en ilan ederken, Batı
kötüye kullanma ve rüşvet de alabildiğine art­ tipi çok partili bir sisteme geçilmeyeceğini
maktaydı. Parti içinde liberal reform culann açıkladı. Kongre, Deng Xiaoping’in pazar
geriletilmesinden sonra, tutucu parti lideri ekonomisine geçişi öngören reform larının za­
ekonom ide tasarrufu ve merkeziyetçiliğe dö­ feri ve kapitalizme doğru atılan tarihi bir adım
nüşü temel alan politikalar izlemeye başladı­ olarak değerlendirildi.

You might also like