You are on page 1of 37

Anadolu’da neler oldu?

Prof.Dr.Sait Yılmaz
26 Haziran 2019

“Ferman Padişahınsa,
Dağlar Bizimdir.”
Dadaloğlu, (1865).

GİRİŞ
Türk tarihi savaş, göç ve kültür tarihidir. Türkler coğrafyaya ve zamana meydan
okuyan bir millettir; zamanın bilinen bütün coğrafyalarında savaştılar, devletler kurarak
yaşadılar1. Göçler; genellikle kaybedilen bir savaştan sonra başlamış, gidilen yerde sahibi ile
savaşmak zorunda kalınmıştır. Bunun bir sonucu olarak, aradan bin yıl geçse de coğrafyanın
sahibi olduklarını söyleyenler Türkleri geri gönderme amaçlarını korumuştur. Bugün Anadolu
topraklarına yerleşmiş Türkiye Cumhuriyeti‟nin yaşadığı iç ve dış sorunların temelinde bu
yatmaktadır; Anadolu‟ya geç bir zamanda gelmiş olmamız ve komşu devletlerin hala
gözlerinin topraklarımızda olması.
Türk tarihinin jeopolitik eksenini özetlersek, karşımıza çıkan manzara şudur; ilk bin
yılda Türk tarihinin ana ekseni Asya‟dan Batıya dönmüş, ikinci bin yılda Selçuklu sonrası
Osmanlı ile üç kıtaya yayılmasına rağmen, jeopolitik yayılmanın sıklet merkezini Avrupa
oluşturmuştur. Osmanlı, Anadolu‟ya gereken değeri vermemiş ve bu sebeple kendi özü, pek
çok ayaklanma ve isyan ile birlikte onu en çok uğraştıran sorunlardan biri olmuştur. Anadolu
coğrafyası üzerinde ancak güçlü, üniter, ulus-devletler yaşayabilir. Bu yüzden, Anadolu‟da
son bin yılda neler olduğunun sağlıklı ve doğru bir muhasebesini çıkarmak, kimliğimizin
kaynaklarını hatırlamak zorundayız. Böyle bir analizi son bin yılımızda Anadolu‟daki Türk
kimliğine şekil veren aşağıdaki parametreler üzerinden yapacağız;
- Selçuklu‟nun mirası ve Türklerin Anadolu‟ya yerleşmesi,
- Osmanlı‟nın devlet düzeni, Türklüğe ve Anadolu Türklerine bakışı,
- Karındaş katliamı ve Oğuz boyları liderlerinin yok edilmesi,
- Anadolu‟da din anlayışı ve Aleviliğin kökleri,
- Anadolu‟da yaşanan ayaklanma ve isyanlar,
- Anadolu‟ya yapılan göçler ve nihayet,
- Osmanlı‟nın mirası üzerinden yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nin kurulması.
Böylece, bugün geldiğiniz noktada yaşadığımız toplumsal sorunları anlamamıza temel
teşkil edecek sonuçlara ulaşmaya çalışacağız.
TÜRKLERİN ANADOLU’YA GİRİŞİ VE ANADOLU’NUN TÜRKLEŞMESİ
Selçuklu’nun mirası..
Oğuz Yabgu Devleti‟nin halefi olan Selçuklular, Türkleri Yakın Doğu‟ya, açık kıtaya,
Akdeniz‟e çıkarır ve Türklerin ikinci anayurdu olan Anadolu‟yu fetheder. Selçukluların halefi

1
Suat İlhan, Türk Olmak Zordur, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2010), 14.

1
olan Osmanlı ile Batı Türk Dünyasının atayurdu artık Anadolu yani Türkiye‟dir. Elbette bu
akışın dışında kalan bir Türk tarihi de vardır ve Türklüğün ana nehrinden ayrılan kollar da
bulundukları coğrafyanın tarihine çok önemli katkılar yapmışlardır.
Doğu‟daki İran Seddi olan Sasani İmparatorluğu‟nun Araplar tarafından yıkılması ile
“Orta Yol” açılmış oldu2. Orta Yolu kullanarak Ortadoğu, İslam ülkelerine hâkim olan ve
Anadolu‟yu yurt edinen Türk boyları hem siyasi olarak Anadolu ve Ön Asya‟yı kaplayan
devletler kurmuşlar, hem de kimliklerini muhafaza etmişlerdir.
Büyük Selçuklu Devleti‟nin, İran‟da hâkimiyet kurmasından sonra başlayan Fars
kültürünün ve yerli halkın etkisiyle kendi geleneklerini göz ardı eden yöneticiler, yönetimde
Türkmenlere (Oğuzlar) söz hakkı tanımamaya başlayınca idarecilerle halk arasında
güvensizlik oluştu. Kültür değişimi sonucunda ortaya çıkan bu yabancılaşma duygusuyla
Türkmen halkı kendisini yalnız hissetti.
Büyük Selçuklu Devleti‟nin kuruluşu sırasında başlıca rol oynayan Türkmenler,
zamanla yavaş yavaş ordudan tasfiye edilerek, yerleri “Gulam 3” sistemine göre yetişmiş
toplama askerler (çoğunluğu yabancı gruplar) ile doldurulmaya başlanmıştır. Selçukluların
diğer İslam devletlerinden farkı, ordularını hemen hemen tamamıyla Gulam Türkmenlerinden
teşkil edilmesiydi. Ordunun esası, hür Türkmenler ile gulam Türkmenlerinden oluşmaktaydı.
Selçuklu ve Osmanlı‟da kullanılan İkta‟nın4 kaynağı Orta Asya geleneğidir. Anadolu
Selçukluları siyasi parçalanmaya yol açan büyük iktaların ailelere geçmesine asla göz
yummadılar. Bu yüzden, Anadolu‟da vilayetlerin ve askerlerin başında bulunan sübaşı
(serleşkeler), üzerinde bulundukları iktaların sahibi değil, o bölgede yaşayan askerlerin
komutanı idiler. Bu merkeziyetçi duruma doğru gidiş özellikle II. Kılıç Arslan‟dan sonra daha
dikkatli bir şekilde uygulanmaya başlandı.
Aslında Selçuklu göçü, çok küçük bir kitle hareketidir. Selçuklu hareketi kuzey ve orta
yoldaki göç hareketi arasında yer alır5. Selçuklu hükümdarları yönetimde söz sahibi
olabilecek beyleri uçlara sevk ederek bir yandan bunları merkezden uzak tutarken diğer
yandan bu beylerin fetihleri ile topraklarını genişletmiştir. Böylece Azerbaycan ve
Anadolu‟nun Türkleşmesi hızlanmıştır6.
Tarihte birçok medeniyete beşiklik etmiş olan Anadolu‟ya ilk Türk girişi M.S. 395-
398 yılları arasında Basık ve Kursık komutasındaki Hun Türkleri tarafından
gerçekleştirilmiştir7. Bizans hâkimiyetinde bulunan Anadolu‟ya ikinci Türk akını, Sabarlar
tarafından yapılmıştır. Hun ve Sabarlardan sonra üçüncü Türk girişi ise, 8. yüzyıldan itibaren
Abbasiler devrinde Türkistan ve Horasan‟dan getirilen savaşçı Müslüman Türkler ile
meydana gelmiştir.
Özetle, Türkler Anadolu‟ya 4. yüzyıldan başlayarak fasılalarla 11. yüzyıla kadar
sürecek akınlarda bulunmuşlardı. 1071 Malazgirt Savaşı‟na kadar aralıklarla devam edecek
olan bu akınlar neticeleri itibariyle, fetih amacı ön plânda tutulmayan akın ve keşif hareketleri
olarak nitelenebilir.

2
Hüseyin Tekinoğlu, Selçuklu Tarihi, Kamer Yayınları, (İstanbul, 2015), 16.
3
Gulam sistemi, esir veya köle olarak hizmete alınan kimselerin eğitim neticesinde orduya alınmasıdır.
4
İkta, devlete ait toprakların vergilerinin ve gelirlerinin asker veya sivil erkana hizmet ve maaşlarına karşılık
verilmesidir.
5
Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu, (Ankara, 1963), 12.
6
Umay Türkeş Günay, Türklerin Tarihi, Akçağ Yayınları, (Ankara, 2007), 203.
7
Türklerin Anadolu‟ya gelişini M.Ö. 3250‟ye kadar geri götüren, Sümer ve Eti uygarlıklarını yarattığını öne
süren çalışmalar vardır. Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, Çev.: M.İ. Çığ, TTK Basımevi, (Ankara,
1990) ve M. Şemsettin Günaltay: Yakın Şark, TTK Yayını, (Ankara, 1937).

2
Oğuzların Anadolu’ya girişi
Oğuzlar, İslam dinine geçmeden önce 10. ve 11. yüzyıllarda genel hatlarıyla
Maveraünnehir‟in kuzeyinde Hazar Denizi ile Aral Gölü arasındaki geniş bozkırlarda
yaşamaktaydılar. Oğuz Yabgu Devleti kuzeyde ve batıda Hazarlar ve Kıpçaklar, güneyde ve
doğuda ise Karahanlılar, Gazneliler ve Samani Devleti ile çevrilmişti. Oğuzlar, 10. yüzyılın
başlarından itibaren Oğuz elinde kümeler halinde yayılmaya başladılar.
Harita 1: Oğuzların At Oynattığı Güzergâhlar

Kaynak: M.A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Cilt I, Güven Matbaası, (Ankara, 1979), s.163-
167. Aktaran; Sencer Divitçioğlu, Oğuz‟dan Selçuklu‟ya Boy, Konat ve Devlet, YKY Yayınları, (İstanbul,
1994), 99.

Bu kümelerden ilki Hazar Denizi kıyısındaki yarımadayı yurt tutmuş ve buraya


Mankışlak adını vermişlerdi. İkinci küme ise Selçuklu oğullarının idaresinde Anadolu‟ya
kadar gelmişlerdir. Üçüncü küme ise aynı yıllarda Karadeniz‟in kuzeyinden Balkanlara indi.
Ayrıca Oğuzlardan kalabalık bir grup da Seyhun‟un orta bölgelerindeki şehirlere
yerleşmişlerdi8.
1071‟deki Malazgirt Zaferi sonrası nüfusu çok az olan Anadolu‟nun kapıları açılmış
ve 8-10 yıl içinde Oğuz kümeleri dolmaya başlamıştı. Seyhun ötesindeki kalabalık Türkmen
(Oğuz) kitleleri, Selçuklular tarafından Anadolu‟ya sevk edilmekteydi. Yerli nüfusun âdeta
terk ettiği Anadolu toprakları, tarım ve hayvancılığa elverişliydi. Bu sebeple Türkmenler,
aileleri, hayvanları ile birlikte Anadolu yaylalarına yerleştiler.
Türkmen kümeleri Fırat‟ın doğusundan başlayarak Bizans sınırlarına kadar geniş bir
bölgeye yerleştiler9. Selçuklu beyi İbrahim Yınal, büyük Oğuz kitlelerine, onlar yüzünden
memleketin sıkıntıya uğrayacağını ileri sürerek, Rum gazasına gitmelerini, ganimet elde
etmelerini söylemiş, kendisinin de arkalarından geleceğini ilave etmiştir.

8
Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) & Tarihleri - Boy Teşkilatı – Destanları, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, (İstanbul, 1980), 222.
9
Orhan Sakin, Anadolu’da Türkmenler ve Yörükler, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, (İstanbul, 2006), 39.

3
Bunun üzerine kitleler halinde Anadolu‟ya giren ve Malazgirt, Erzurum ve Trabzon
bölgelerini yağma eden Oğuzlar, 100 bin esir ve 10 bin araba yükü ganimet elde ettiler.
Böylece Anadolu Türkleşti ve yeni bir Türk vatanı meydana geldi 10.
Selçuklular, 1068-1069 yılında Çukurova-İstanbul istikametinde Anadolu içlerine
akmaya başladı ve başta Karaman ve Konya olmak üzere birçok ili aldılar.
Bizans İmparatoru Roman Diogenes‟in Alp Arslan üzerine yürümesi üzerine 1071‟de
yapılan Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu‟da şu Türk devletleri kuruldu;
- Yukarı Fırat‟ta Erzurum merkez olmak üzere Saltuklular (1072-1202),
- Aşağı Fırat‟ta Erzincan ile Şebinkarahisar arasında Mengücükler (1080-1228),
- Sivas başşehir olmak üzere Orta Anadolu‟da Danişmendliler (1080-1178),
- Bitlis ve Erzen‟de Dilmaçoğulları (1084-1393),
- Van Gölü havzasında Sökmenliler (Ahlatşahlar) (1100-1207),
- Diyarbakır‟da Yınaloğulları (1098-1183),
- Harput‟ta Çubukoğulları (1085-1113) ve Hasankeyf, Mardin ve
- Harput merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu‟da Artuklular (1102-1409).
Türkler; 11. yüzyılda Moğolların, 12. yüzyılda Kara-Moğollar‟ın Orta Asya ve İran‟ı
işgal edip katliamlar yapması sonucu Anadolu‟yu doldurmuştur. Moğol akınları henüz
bitmemişti. 13. yüzyılın birinci yarılarına doğru en şiddetli ve dehşetli istila Kara-Hıtay
Cengiz Moğolları Orta Asya‟yı alt üst etti ve onların önünden kaçan göçebeler başta Anadolu
olmak üzere İslam ülkelerine sığındı11. Böylece Anadolu‟nun Türkleşmesi tamamlanmış oldu.
Türklerin Anadolu‟ya göçleri esnasında, İran‟dan küçümsenmeyecek sayı da Farslar
da gelmişti12. Fars göçmenler zamanla kentlere damga vurmaya başladı ve Türkler üzerinde
İranlılaşmaya hatta Türklükten uzaklaştırmaya varan etkileri oldu.
Sonuç olarak, 11.-14. yüzyıl arasında yaşanan yoğun göçler neticesi Anadolu‟nun
büyük kısmı Oğuz (Türkmen) vasfı aldı. Oğuzlar, Anadolu‟ya gelirken dillerini, geleneklerini,
destanlarını, bir ölçüde İslam‟a nüksetmiş Şaman adetlerini de Anadolu‟ya getirdiler. Türkçe,
İstanbul‟da öğrenilmedi, Türkistan‟da iken Türk lehçelerinin en incesi ve en zarifi
kullanılıyordu.
Anadolu’da Ermeniler, Rumlar ve diğer yerli halk..
Bizans İmparatorluğu‟nun 1000 yıllık tarihinde Batı ve Orta Anadolu ile Suriye‟nin
Akdeniz kıyıları, Yunanlıların asimilasyonuna uğrayarak Rumlaştırılmıştır. Kısaca yerli
Anadolu halkları Türkler değil, Bizans tarafından asimile edilmiş ve Rumca‟dan başka dil
kullanan halk kalmamıştı.
Bizans idaresinde yaşayan halk yönetimden memnun değildi. Çünkü Bizans özellikle
köylülere ağır vergiler yüklüyor ve Ortodoks mezhebinden olmayanlara baskı uyguluyordu.
Ayrıca aralıklarla süren İran, Arap ve Türk akınları halkın daha Batıya göç etmesine yol
açmıştı. Kısacası savaşlar, yönetimin baskısı ve salgın hastalıklar nedeniyle nüfus oldukça
azalmıştı.

10
M. Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu, (Ankara 1982), 23.
11
İbrahim Kafesoğlu, Türk Tarihi-Giriş, Türk Dünyası El Kitabı, Türk Tarih Kurumu Araştırma Enstitüsü,
(Ankara, 1992), 103-111.
12
İsmail Arabacı, Türklerin ve Türkiye’nin Toplum Yapısı, B Yayını, (İstanbul, 2009), 732.

4
Ermeniler de Rumları sevmiyor ve fırsat buldukça asilik yapıyorlardı. Bu durum,
Türklerin fetihlerini kolaylaştırmış, Ermeniler Rumların yanında savaşmamış, topraklarını
korumamışlardır.
Bizanslılar, Doğu Anadolu‟daki yoğun Ermeni nüfusunu dağıtmak için Ermenileri
başta Kapadokya olmak üzere yoğun olarak Anadolu‟nun dört bir yanına sürmüşlerdir. Bunun
sebebi, Rum ve Ermeni kiliselerinin ayrı olması nedeni ile onları kendi kiliselerine tabi
kılmak için baskı yapmaktır.
Bizans politikaları sonucu bugünkü Kapadokya Ermenileşmişti. Bizanslılar, Doğu ve
Orta Anadolu‟dan batıya ve Balkanlara doğru çekilirken, Ermeniler de Türkmen kitleleri
önünde Fırat boylarına, karşı Toros Dağlarına, Orta ve Güney Anadolu‟ya, Kilikya ve Suriye
taraflarına sığınıyorlardı. Birinci Haçlı Seferi‟nden sonra, Türkler sahillerden İç Anadolu‟ya
çekilince Kilikya‟da (Çukurova) Ermeni Prensliği kurulmuştu.
Rumlar ve Helenlemiş halklar, bütün kıyı bölgelerinde ve Yozgat-Tokat
topraklarından geçerek Trabzon ve gerisindeki topraklara, Kastamonu ve Ankara‟da, Ege ve
Marmara Denizine dökülen ırmakların kuzey bölgelerinde ve hatta Antalya bölgesinde
yaşamakta idiler. Kapadokya ve Anadolu yaylasının tarıma elverişli bölgelerinde ve
kentlerinde çok sayıda Rum kalmıştı.
Anadolu‟da Rum ve Ermeni bölgeleri vardı ama Türkler her yere yayılmıştı. Fetihler
döneminde topraklarını korumak, iyi iş sahibi olabilmek vb. nedenlerle bazı soylu Ermeni,
Gürcüler, sonra da Rumlar İslamiyet‟i kabul etmişti. Bu onların neslinin zamanla kültürel ve
etnik açıdan Türkleşmesini doğurmuştur13.
Tarihi anlamda Ermeni ülkesi içinde Erzincan, Tunceli, Bingöl, Muş, Bitlis, Erzurum,
Erciş ve Ağrı olsa da Ermeniler, en yoğun olarak Erzincan ve Erzurum‟da yaşıyorlardı. Batı
Ermenistan olarak adlandırılan bu bölgenin güneyinde Kürtler yaşıyordu.
Kürt, kelimesi bir etnik grup için değil, o bölgede yaşayan konar-göçer ve dağlı
halklar için kullanılmaktaydı. Kürtler, esas olarak Güneydoğu Toros Dağlarının eteklerinde ve
Hakkâri Dağlarında yaşıyorlardı. 1197-1198‟de Türkmenler, bölgede Kürt denilen dağlı
göçebe topluluklar ile kavgaya girer, Doğu ve Güneydoğu Anadolu‟da Kürt kalmaz.
Yavuz Sultan Selim, 1514‟de Şah İsmail‟i yendikten sonra Türkmenler ile ilişkisini
kesmek istedi. İran sınırı boyunca sızmaları önlemek için özellikle Musul ve çevresinde
yerleşmiş olan Kürtleri, Kars-Digor‟dan Hakkâri ve oradan Afrin‟e kadar olan sınır hattında
Türkmenlerden boşalan köy ve yerleşim bölgelerine getirdi. Böylece, sınır güvenliğini sağladı
ama kökleri bugüne kadar gelen sorunların temeli de atıldı.
İdris-i Bitlisi ile yapılan anlaşmaya göre Kürtler kendi aralarında alıştıkları biçimde
yaşayacaklar, Beyler öldüğü zaman kimin bey olacağına Osmanlı Devleti karar verecek,
belirli bir vergi verecekler ve savaşta Osmanlı ordusuna asker olarak katılacaklardı. Bu
anlaşma 19. yüzyıl başlarına kadar işledi14.
II. Mahmut, Kürt bölgelerini merkezin denetimine alınca aşiretler arası çatışmalar
çoğaldı, eşkıyalık ve yağma gibi olaylar arttı. Kürt emirlerinin yerini kendiliğinden şeyhler
almaya başladı ve bu durum Kürtlerin İslam dinine daha çok sarılmasına neden oldu. Bu
durum, daha sonra II. Abdülhamit‟in işini kolaylaştırdı.
II. Abdülhamit döneminde Alevilikle suçlanan aşiretler, kendilerini korumak için Kürt
bölgelerine sığındıklarından ve Kürtçe öğrendiklerinden zamanla Kürt gibi görülmeye

13
Arabacı, a.g.e., (2009), 733.
14
İsmet Bozdağ, Kürt isyanları, Truva Yayınları, (İstanbul, 2009), 18.

5
başlandı. Fatih döneminden itibaren Ekrad (Konar-Göçer) olarak kaydedilen nüfus daha sonra
Rus bilim adamları tarafından Kürt diye tercüme edilerek, buradan uydurma bir Kürt tarihi
yaratılmaya çalışılmıştır15.
Osmanlının devlet kültürü ve sosyal yapısının kökleşmediği Arabistan gibi yerlerde
ortak kimlik oluşmamıştır.
M.Ö. 298‟de İskender İmparatorluğu‟nun parçalanması sonrası ortaya çıkan
devletlerden biri olan Pontus Krallığı daha sonra Roma İmparatorluğu‟nca ele geçirilmişti.
Trabzon Devleti yıkılmadan önce bölgeye gelen yoğun göçlerle Türkleşmiş ve 1461‟de
Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Karadeniz bölgesinin gerek siyasi tarih, gerekse sosyal yapı
açısından Greklerle ciddi bir ilişkisi olmamıştır16.
Ancak, Pontus Krallığı ile M.S. 1203‟de kurulan Trabzon Komnen Krallığı‟nı
birbirine karıştıran Yunanlılar, ortaya hayali bir Pontus-Rum Devleti çıkarmış ve buna
dayanarak 19. yüzyıldan itibaren Karadeniz bölgesine yönelik yoğun bir faaliyet içerisine
girmişlerdir17.
Pontus meselesinin ortaya çıkışı, 1814‟de Odesa‟da Filik-i Eterya Örgütü‟nün ortaya
çıkışı ile ilgilidir18. Örgütün amaçlarından bir tanesi, Karadeniz‟in Anadolu kıyılarında bir
Rum Devleti‟nin kurulmasıdır.
Anadolu‟nun Türkleşmesi etnik olarak Türkmen nüfus yoğunluğu ile olmuş, Ermeni
ve Rumların zorla Müslümanlaştırılması veya Türkleştirilmesi diye bir olgu olmamıştır.
Moğollar, 1277 yılında Türkiye‟nin idaresini fiilen Selçuklulardan almışlardı. Şehirlerde 13.
yüzyılın ilk yarısında epeyce Hıristiyan vardı ama gittikçe önemlerini kaybettiler ve 14.
yüzyılın ilk yarısında azınlık durumuna düştüler.
Anadolu‟da 18. yüzyılın ortasından önce Rum nüfusu oldukça düşüktü. 1830 yılında
İzmir nüfusunun 80 bin Türk ve 20 bin Rum‟dan oluştuğu tahmin ediliyordu. Ancak 1839 ve
1856 Fermanları ile iş bulmakta güçlük çeken Ege Adalarındaki Hıristiyan nüfus Batı
Anadolu‟ya göç edince 1860 yılında İzmir nüfusu 75 bin Rum ve 41 bin Türk olarak değişti.
Rum akını ile Ayvalık nüfusu 40 bine ulaştı ve limanlarında 2 bin gemi barınan bir
Rum sanayi merkezi haline geldi. Rumlar aynı zamanda Manisa, Akşehir ve Aydın gibi iç
kesimlere yerleşerek ekonomik gelişimden yararlanmak istediler.
Rum göçmen tüccarlarının Müslümanların yerini alması bütün köy ve kasabaların
etnik bileşimini değiştirdi. 19. yüzyılda Çeşme, Urla ve Seferihisar gibi yerlerde Türk nüfus
azınlığa düştü.
Bu göçler, yaklaşık 35 yıl sonraki Yunan işgalinin habercisi idi. Rum nüfus en çok
Yanya, Ege Adaları, Edirne, Selanik, Manastır, Trabzon ve İstanbul vilayetlerinde yaşıyordu.
1914‟e gelindiğinde kabaca 1.729.657 yani Osmanlı nüfusunun %9‟u civarında Rum vardı.
Osmanlı‟nın çöküş döneminde, Bulgarlar İngiliz himayesini tercih eden Rumlardan
farklı olarak Rus Çarına ve Slavcılığa umut bağlamışlardı. İstanbul kapılarına dayanan Rus
askerleri, Bulgar çeteleri ile birlikte korkunç katliamlar yaparak, 200-300 bin Türkü öldürmüş
ve Tuna‟dan İstanbul‟a kadar olan bölgede bir milyondan fazla insanı yerinden etmişlerdi.

15
Sait Yılmaz, Osman Akagündüz, Kürtler Neden Devlet Kuramaz, Milenyum Yayıncılık, (İstanbul, 2010), 23.
16
Mehmet Okur, Pontus Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Karadeniz Bölgesindeki Pontusçu Faaliyetler, Karadeniz
Araştırmaları Dergisi, Sayı 14, (Yaz 2007), 4.
17
Yusuf Sarınay, Pontus Meselesi ve Yunanistan’ın Politikası, Atatürk Araştırma Merkezi, (Ankara, 1999), 4.
18
M. Murat Hatipoğlu, Türk-Yunan İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yayınları, (Ankara, 1988), 8.

6
Bulgar hükümeti rakamlarına göre 1888 yılında kendi topraklarında yaşayan etnik
Bulgar sayısı 2.130.000 civarındadır. Bununla beraber, Osmanlı sayımına göre 1881-1893
arasında Osmanlı içinde hala 962.288 Bulgar yaşamaktadır.
Osmanlı Devleti‟nde 1804-1829‟daki Yunan isyanları dolayısı ile Ermeniler en
güvenilir Hıristiyan topluluk olarak görülmeye başlanmıştı. Çoğunlukla Erzurum, Sivas, Van,
Elazığ, Diyarbakır ve Bitlis‟te yaşıyorlardı. İngilizler, bu altı vilayetin sorumluluğunu almayı
ve Berlin Kongresi sonrası buralarda reform yapılmasını istediler.
1881-1893 Osmanlı sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı
1.076.908, altı Doğu vilayetindeki Ermeni sayısı ise 566.267 idi. Aynı dönemde Ermeniler
dışında bu altı vilayette 2.509.048 Müslüman, 47.239 Rum ve 24.605 Süryani yaşıyordu19.
Birinci Dünya Savaşı‟nda Kürtler, Doğu Anadolu‟yu Ermenistan toprakları olarak
gören Ermeni örgütlerine karşı korumaya çalıştı. Aslında kendilerini korumak isterken,
devleti de korumuş oldular.
Zazalar, muhtemelen 16. yüzyılda Osmanlı idaresine isyan eden ve sığındığı Kürt
beylerinin topraklarında onların Fars kökenli dilini öğrenmiş olan Türk (Kızılbaş) Alevi
aşiretleri soyundan gelmektedir.
Zazaların Kürt asıllı olduğu iddiaları doğru değildir çünkü Kürt-Alevi yoktur. Doğu ve
Güneydoğu‟da pek çok Alevi aşireti, çevre köylere göç edenlerin konuştuğu ve baskın bir dil
olan Kürtçe konuşmaya başlayan ve zamanla kendini Kürt zanneden Türkmen aşiretleridir.
Anadolu’ya yerleşme ve Türkleşme..
Malazgirt‟ten önce Türkler genellikle Azerbaycan yolu ile Anadolu‟ya girerken
savaştan sonra ikinci bir kapı açılmıştır. Bu da Ahlat üzerinden Irak, Suriye (Halep) yoludur.
Kafkasya‟dan giren Türk akıncılarının Anadolu‟da takip ettikleri yol Yeşilırmak ve
Kızılırmak vadilerinin tabii geçitleri olmuştur.
Türkler geldiğinde Anadolu büyük ölçüde boş ve harap durumda idi, yerli halk ile
Türk göçebeler arasında kayda değer bir didişme ve çatışma olmadı. Malazgirt Savaşı‟ndan
sonra Sultan Alp Arslan bir takım Türk beylerini Anadolu‟nun fethine memur etti. Malazgirt
Savaşı‟nda Bizans ordusunun mukavemeti kırıldığından Türkmenler her tarafı işgal ve iskâna
başladılar.
Anadolu‟nun kuzey taraflarına Bozok, güney taraflarına Üçok boyları yerleştirildi20.
Bu yerleştirmelerde Oğuz aşiretlerini parçalama siyaseti güdüldü. Göçebelerden başka, Batı-
Türkistan‟da ziraat ile uğraşan köylü ve kasabalı halk da Anadolu‟ya eski Orta-Asya
kültürünü getirerek, Orta-Asya‟daki köy ve kasaba adlarını verdikleri yerleşimler kurdular.
Yaklaşık 150 yıllık bir süreç içinde yüz binlerce göçebe Türk Anadolu‟yu baştanbaşa
doldurdu.
Yapılan fetihler iki zümre tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bunlardan birisi düzenli
ordular tarafından fetihlerdir ki irsi Türkmen beyleri, Selçuklu komutanları ile prensler
tarafından gerçekleştiriliyordu. Bu fetihler esnasında Anadolu‟da Türkler ilk siyasi yapılarını
kurmaya başardılar. Saltuklular, Mengücükler, Danişmentliler gibi büyük beyliklerin yanında
Anadolu Selçuklu Devleti de bu zümredendir.
Bir de bağımsız ve yarı bağımsız hareket eden Türkmen zümrelerinin fetihleri var ki,
bunlar da adı geçen devlet ve beylikler tarafından uçlara yerleştirilip, yurt edinmek gayesi ile

19
Arabacı, a.g.e., (2009), 783.
20
Erol Göka, Türklerin Psikolojisi, Timaş Yayınları, (İstanbul, 2008), 79.

7
Bizans hudutlarında yaptırılan fetihlerdir21. Anadolu‟nun Türkler tarafından fethinin birçok
unsur tarafından gerçekleştirilmesi, Anadolu Türk Tarihi‟nin özellikle başlangıç kısmının
birçok yerinin karanlık kalmasına sebep olmuştur.
Anadolu‟ya gelen Türkler Orta Anadolu üzerinden Adalar (Ege) Denizi‟ne kadar
uzanan geniş ve otlağı bol ovalara yerleşirken, bir kol Canik ve Ilgaz Dağlarını aşarak
Karadeniz‟e, diğer bir kol ise Torosları aşarak Çukurova ve Akdeniz kıyılarına yerleşmişti.
Anadolu‟nun ortası ve doğusu çoğu zaman birbiri ile savaşan ama bazen Bizans‟a ve
Haçlılara karşı işbirliği yapabilen Selçuklular, Danişmentliler, Mengücekler, Saltuklular,
Artuklular tarafından Türkleştiriliyordu.
Harita 2: Oğuzların İzlediği Yollar

Daha 1085 yılında Avrupa‟da Anadolu‟ya Turquie denildiği görülür. Anadolu‟da


bugün de var olan pek çok bölge, yöre, ilçe, bucak, köy, ova, dağ, tepe, ırmak, çay ve dere
adları Türklerce verilmiş adları ile o zamandan bugünlere gelmiştir. Bu husus tahrir
defterlerinde görülmektedir.
1176‟da Eğirdir gölü civarında cereyan eden Miryokefalon Savaşı Anadolu‟nun
Türkleşme tarihinde dönüm noktası sayılır22. Artık Gediz, Menderes, Sakarya civarındaki tüm
topraklar göçebelerin yaylakları ve kışlakları olmuştu. 1300 yılına kadar Akdeniz, Karadeniz
ve Ege kıyıları dâhil tüm batı eyaletleri, İzmir ve Trabzon dışında, Türkmenler tarafından
tamamen alınacaktı.
1284-1291 yıllarında Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmenleri de Orta Asya‟dan
gelerek Doğu Anadolu‟ya yerleştiler. Anadolu‟da Türk, Türkmen, Manav, Yörük, Çepni,
Tahtacı, Alevi, Kızıl-baş adları ile anılan topluluklar arasında hiçbir kavmi fark olmayıp,
hepsi Oğuz elinden gelmişlerdir.

21
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Neşriyat, (İstanbul, 2018), 156.
22
İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, (Ankara, 2008), 102.

8
Cengiz Han‟ın Moğol istilası sonucunda Müslüman Türkmenler Anadolu‟ya, Gö
Tanrı‟ya inanan Uzlar, Peçenekler ve Kıpçaklar Balkanlara dolmaya başladı. Şaman Türkler,
güçlü bir din ve Türklük bilincinden yoksun oldukları için Balkanlarda Hıristiyanlar arasında
eriyip yok olmuşlardır.
Anadolu‟nun fethi; Türkiye Selçukluları ve Beyliklerin yerleşmesi, sonrasında tüm
Anadolu‟ya hâkim olan Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet‟in İstanbul‟u alması (1453) ve
Trabzon Rum-Pontus Devleti‟nin ortadan kaldırılması (1461) ile tamamlanmıştır.
Moğol istilasının en önemli sonuçlarından birisi Orta Asya Türk etnografyasını
değiştirmiş olmasıdır. Uygur, Karluk, Kıpçak ve diğer bazı Türk kavimleri, bu istilası sonucu
çözülerek geniş ölçüde kavmi hüviyetlerini kaybettiler. Bunlar ile Moğol oymaklarının
karışmasından yeni kavimler meydana geldi ki Timur bunun bir örneğidir.
Anadolu nüfusunun büyük bir bölümü İslamlaşma yolu ile Türk kimliği kazanmış
birçok etnik gruptan yerli halklardır23. Göçebelerden başka, Batı-Türkistan‟da ziraat ile
uğraşan köylü ve kasabalı halk da Anadolu‟ya eski Orta-Asya kültürünü getirerek, Orta-
Asya‟daki köy ve kasaba adlarını verdikleri yerleşimler kurdular.
Selçuklu sultanları Moğollara baş eğerken, Türkmenler devlete karşı olduğu gibi
Moğollara karşı da direnmeye devam ettiler. 13. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklu devletinin
zayıflaması üzerine Anadolu‟da beylikler kurulmaya başlandı.
1241‟de Moğollar, Babai isyanı nedeni ile Selçukluların zayıf düşmesini fırsat bildi.
1243‟deki Erzincan yöresindeki Kösedağ‟da Selçuklu ordusunu yendiler ve Türkiye Selçuklu
Devleti hâkimiyetini kaybetti.
Sonuç olarak, "Türkleşme" hareketi dört ana safhaya ayrılmaktadır24;
- Selçuklularla birlikte 11. yüzyıl sonlarında başlayan yerleşme,
- Moğol akınları ile birlikte özellikle 13. yüzyılda Anadolu'ya yeni Türk unsurlarının
gelmesi ve yerleşmesi,
- Osmanlı hâkimiyeti dönemindeki yerleşmeler,
- Osmanlı‟nın çöküş dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde Anadolu‟ya yapılan
göçler.
Bu safhaların ilk ikisinde Anadolu'nun Türkleşmesi tamamlanmış ve 14. yüzyıldan
itibaren Osmanlı Devleti, bu Türkleşmenin sonucunda tarih sahnesine çıkmıştır. 19. yüzyılda
yaşanan yoğun savaşlar ve özellikle Balkanlar ve Kafkasya‟dan yapılan göçler ise bugünkü
Türkiye Cumhuriyeti‟nin nüfusunun oluşmasında önemli etki yapmıştır.
Göçebelerden başka, Batı-Türkistan‟da ziraat ile uğraşan köylü ve kasabalı halk da
Anadolu‟ya eski Orta-Asya kültürünü getirerek, Orta-Asya‟daki köy ve kasaba adlarını
verdikleri yerleşimler kurdular
ANADOLU’DA OSMANLI DÖNEMİ ÖNEMLİ OLAYLARI
Osmanlı’nın ilk dönemi..

23
Halil İnalcık, İkinci Binde Türkler, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, (Ankara, 2005), 331.
24
Mehmed Fuat Köprülü, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, (İstanbul, 1981), 46. M. Abdulhaluk Çay,
Anadolu'nun Türkleşmesi I., Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 239, (Mart 1983), 183-188. M. Abdulhaluk Çay,
Anadolu'nun Türkleşmesi II., Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 241, (Mayıs 1983), 270-279.

9
Osman Bey, Bizans‟a karşı genişleme politikasını uygulayarak; İnegöl, Karacahisar ve
Yarhisar‟ı ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik‟i alarak, burayı
beyliğin merkezi yaptı (1299). Bu tarih devletin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.
Osman Gazi, Türkmenlerin bu gaza enerjisinin açığa çıkarılmasında önder rol oynar.
Türkmenlerin Rum birikimlerini talan ederek zenginleşmeleri, devletin ağır vergiler
uygulamaya başladığı ve mülksüzleştirmenin esas olduğu toprak düzenine geçene kadar
devam eder ve bundan sonra hep yoksuldurlar.
Tablo 1: Anadolu’da Neler Oldu?
Dönem Tarih Olay
4-11. Yüzyıl Anadolu‟ya İlk Türk Girişleri, Akınlar
11-14. Yüzyıl Anadolu‟nun Oğuz (Türkmen) özelliği alması
1077-1308 Anadolu Selçuklu Devleti
Anadolu 1071 Malazgirt Meydan Savaşı; Anadolu‟nun kapılarının açılması
Selçuklu Dönemi 1072-1409 İlk Türk Devletlerinin Kuruluşu (Saltuklular, Mengücükler vd.)
1176 Eğridir civarında Miryakefalon Savaşı, Anadolu‟nun Batı kapısının
açılması
1241 Babai isyanı, Anadolu Beyliklerinin (Karamanoğulları, Karesi,
Menteşoğulları vd.) Kuruluşu
1241-1244 Cengiz Han‟ın Moğol İstilası ve Kösedağ Savaşı (1243)
Anadolu Beylikleri Dönemi
1299 Osmanlı Devleti‟nin kuruluşu
1402 Ankara Savaşı ve sonrasında 10 yıl sürecek Fetret Devri
Osmanlı Devleti 1451 Şeyh Bedrettin‟in Katledilmesi
(Balkan Devleti) 1451 Karındaş Katli Kanunu
1453 İstanbul‟un alınması
1453 Çandarlı Ailesinin yok edilmesi
14.-15. Yüzyıl Anadolu Beyliklerin ortadan kaldırılması ve direnişler
Osmanlı 15.-16. Yüzyıl Oğuz Boyları liderlerinin katledilmesi ve 24 Boyun dağıtılması;
İmparatorluğu Bozulus ve Karaulus
(Anadolu’nun 1461 Rum Pontus Devleti‟nin ortadan kaldırılması ile Anadolu‟nun fethinin
hedef alınması) tamamlanması
15.-17. Yüzyıl Ayaklanmalar ve İsyanlar
1683 Viyana Bozgunu ve Osmanlı‟nın Türk köklerini hatırlamaya başlaması
18.-19. Yüzyıl Yenilgiler, Göçler, Toprak Düzenin Bozulması, Direnişler
Bozgun Dönemi 1820 Bağımsızlık Hareketlerinin başlaması
1826 Yeniçeri Ocağı‟nın kaldırılması
1834 Harp Okulu‟nun Kurulması
Türklüğü 1839 Tanzimat Fermanı; Gayri Müslüman ayırımına son verilmesi
Yeniden 1856 Islahat Fermanı; Müslüman olmayanların haklarının genişletilmesi
Keşfetmek
1908 Jön Türk Devrimi
1909 31 Mart (Gerici) isyanı
1913 Bab-ı Ali Baskını (İttihat ve Terakki‟nin Askeri Darbesi)
Söz konusu olan Orta Asya‟dan gelenlerin devletleşmesinden ziyade Anadolu‟da
yaşayanların, buradaki ilişki ve çelişkiler üzerinden devletleşme sürecidir. Ortadaki talancı bir
anlayış hâkim olduğundan durumundan memnuniyetsiz Rumlar ve esir düşenler de gönüllü

10
katılımcı olurlar. Hıristiyan kökenli Rum prenslerine Mihaloğlu, Malkoçoğlu, Evrenosoğlu
gibi unvanlar ve sancakbeylikleri verilecektir25.
Özetle, bütün devlet bürokrasisinin Türkmenlere kapatılarak devşirmeye verileceği ve
aynı şekilde bütün padişah annelerinin Gayri Müslim kökenli olacağı döneme geçmeden
önceki Osmanlı kurumlaşması ve gelişiminde ciddi bir Rum/Hıristiyan katkısı vardır.
Osmanlının diğer beyliklerden farklı olarak gazi ve dervişlerin toplanma merkezi
olması, kutsal bir dava ya da ideolojiden çok ganimet gelirlerinden kaynaklanmıştır. Osman
Bey dâhil akıncı beylerinin asıl sorunu din değil, ganimettir nitekim Hıristiyanlarla birlikte
gaza yapmaktadırlar. Dinin misyonu bu ahlaken problemli duruma meşruiyet sağlamaktan
ibarettir.
Osmanlı düzeninin sınıfsal yapısını genel olarak ikiye ayrılmaktadır; yönetenler/askeri
sınıf ve yönetilenler/reaya. Yönetenler, kulların oluşturduğu bir „aristokrasi‟dir. Reaya ise
üretici köylü ve esnafın yanı sıra tüccarlardan oluşuyordu. Osmanlı sisteminde askeriye ve
ilmiye tabakalarına üye olmayanların tümü, ister kırda ister kentte yaşasınlar, reaya
sayılmaktadır26.
II. Murat kendisinin üç helal lokmasının (geliri) olduğunu, bunların gümüş madenleri,
haraç gelirleri ve gazalarda elde edilen ganimetlerden elde edilen gelirler olduğunu ifade
ediyordu27.
Özellikle Beylikler döneminde bir kardeşlik teşkilatı olarak bilinen Ahilik,
dünyevileşmiş heterodoks inancın şehirli örgütleriydiler. Ortaya çıkan iç ve ekonomik
sorunları kendilerine ait bir yargı sistemiyle çözen Ahi örgütlenmesi, Osmanlının
devletleşmesine bağlı olarak bu niteliklerini yitirecekti.
Devletleşmenin getireceği kurumlaşma ve yöneten yönetilen ayrışması, iktidar
sahiplerini kendini halktan, savaşa katılım karşısında paylaşma ve söz hakkı beklentilerinin
ayrıştırmasına neden oldu. Bu durum, gazilerin din algılarından (ideolojilerinden) ayrışmayı,
onu ötekileştirmeyi, halkın boyun eğen tebaalar haline getirebilmesi için Sünnileştirilmelerini
(veya Sünniliğin halkın tebaalaştırılması için kullanılmasını) gerektirecekti.
Osmanlı Devleti‟nin yerleşip serpilmesinde tayin edici unsur yani ana dinamik
Türkmen damarıdır. Osmanlı, ağırlıkla Selçuklu ve Türkmen beyliklerinin birikimi ve
kadrolarıyla kurulmuştur. Ancak, Osmanlı sonraki dönemlerdeki kurumlaşması ile kültürel ve
siyasal olarak Türkmenlere iyice yabancılaşır. Bunun sonucu olarak, Türkmen beyliklerinin
ve ardından Alevi ayaklanmalarının ezilmesine başvurulacak ve bu süreçte sarayın ve
ideolojik uzantılarının ürettiği aşağılayıcı bir literatür ortaya çıkacaktır.
Bu durum, 19. yüzyıla dek sürecek, diğer ulusların Osmanlıyı reddi sonucunda
Türklüğün kimlik olarak belirlenmesine sarılınacaktır. Milli kimliklerin yükselmeye başladığı
bu dönemde bazen asimilasyon bazen de sürgünlerle, devlete milli bir toplumsal taban
yaratarak, egemenliğin garanti altına alma endişesi giderilecektir.
Osmanlı Dönemi önemli olayları..
Osmanlı, 14. yüzyılda Balkan İmparatorluğu olarak ortaya çıktı. Ankara Savaşı ile
yaşanan Fetret Devrini müteakip büyük bir imparatorluğa dönüştü.
I. Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeşlerini bertaraf etmekle işe
başladı ve bu arada elden çıkan Ankara‟yı yeniden aldı. Bir taraftan Sırp Hükümdarı Düşan‟ın

25
Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Anka Yayınları, (İstanbul, 2006), 99.
26
Mehmet Ali Kılıçbay, Doğu’nun Devleti, Batı’nın Cumhuriyeti, İmge Kitabevi, (İstanbul, 2001), 19.
27
Turgut Akpınar, Türk Tarihinde İslamiyet, İletişim Yayınları, (İstanbul, 1999), 63.

11
ölümü ile Sırplar arasında iç mücadeleler şiddetlenmiş, öte yandan Macar Kralı Layoş,
Balkanlarda Ortodokslara olan baskıları artırmıştı.
Evrenos ve Hacı İl Bey komutasındaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak
Keşan‟dan Dimetoka‟ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmişlerdi.
I. Murat döneminde hala gazi çekim merkezi olan devletin yapısında artık ciddi bir
değişim gerekmektedir. Gaziler, özgürlükleri ellerinden alınarak „emir kulu‟ haline
getirilecek, gaza beylerinin ortak aygıtı olan devlet artık „hanedan devleti‟ olacaktır. I.
Murat‟ın önce beylerbeyi daha sonra sultan ilan edilmesine karşı çıkanlar sindirilir.
Osmanlının kuruluş önderlerinden ve ilhak edilen Karesi Beyliği‟nin gazisi Hacı
İlbeyi, 1371‟de Sırpları bozguna uğratıp, Balkanlarda Osmanlı‟nın önünü açan kişi olmasına
rağmen öldürülür. Diğerleri duruma boyun boyun eğerek, sınır beyi (uç beyi) rolünü
kabullenmek zorunda kalırlar28.
Evrenos ve Turahan Bey, merkezden uzak yerlere gönderilerek karar
mekanizmasından uzaklaştırılırlar. Bu beylerin uca sürülmesinden sonra Türk-Müslüman olan
Çandarlı aristokrasisi de elimine edilerek padişah dışındaki tüm ikinci güç odaklarına son
verilir29. Artık eski yoldaşlar „kul‟ statüsündedir.
Fatih'le beraber iktidara geçen devşirme zümresi, 17. yüzyılın ikinci yarısına kadar
devlete hâkim oldu. Yüzyılın sonlarına doğru ise önemini kaybetti. Bu tarihten itibaren
devletin başında Türk asıllı vezir-i azamlar da görülmeğe başlandı.
Balkanların ele geçirilmesi ile artık Osmanlı‟nın bir „Rum Devleti‟ olarak başlayan
hayatı Balkan devletine dönüşecek, devşirmelerin ya da bir devşirme devleti olmanın yeni
kaynağı Balkanlar olacaktır. Kısaca, Osmanlı, başta Sırplar olmak üzere Balkanlardan
beslenmiş, profesyonel ordusunu ve yüksek bürokrasisini buranın insanlarından kurmuş,
Türk-Müslüman aristokrasisini bunlara dayanarak tasfiye etmiştir.
I. Murat, zaten iktidara geçer geçmez işe iki kardeşi Halil ve İbrahim‟i öldürterek
başlamıştı. Kosova‟da savaş meydanında 1389‟da ölen I. Murat‟ın bıraktığı yerden oğlu I.
Beyazıt, kardeş katline ve Anadolu beyliklerine boyun eğdirmeye devam edecektir.
I. Murat‟ın şehit edilmesinin ardından oğlu I. Beyazıt‟ın Niğbolu Zaferi‟nden (1396)
sonra “sultan” unvanını kullanmaya başlaması ile birlikte Osmanlının yönelimi, artık bir gaza
devleti olmayı kenara bırakıp, imparatorluk kurumlaşmasına geçmekti. Bu ise hem diğer
Türkmen beyliklerinin bağımsız olma arayışlarının hem de içinden çıktığı halkın yönetime
katılma arzularının tümden ezilmesini gerektiriyordu.
Birinci amaca, dinin “tevhit (teklik)” anlayışı çerçevesinde kılıç gücüyle ulaşılırken,
halkın itaatkâr kılınması için gerekli referans daha Nizamü‟l Mülk döneminde Gazali
aracılığıyla Eş‟arilikten aktarıldı30.
Artık Osmanlı Devleti büyüdükçe birçok Sünni âlimi merkezine çekecek ve Türkmen
göçerleri Şii-Alevi ideolojisine itilecektir31. Bu gerilme daha sonra Osmanlı-Safevi
zıtlaşmasının temelini oluşturacaktır.
Artık, Anadolu Türkmenleri için Osmanlı‟nın başarıları prestij konusu değil, korku ve
endişe ile izlenmekte ve sıranın kendilerine gelmesi beklenmektedir. Nitekim Karamanoğlu

28
Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Türk İş Bankası Kültür Yayınları, Çev.:S.Tanilli, (İstanbul,
2019), 49.
29
Erdoğan Aydın, Fatih ve Fetih, Literatür Yayıncılık, (İstanbul, 2013), 77.
30
Aktaş, a.g.e., (2009), 100.
31
Aktaş, a.g.e., (2009), 110.

12
Beyliği‟nden sonra sıra diğerlerine gelir. Ancak, Osmanlıya övgü düzmek isteyenler bu
dönemi „Anadolu‟nun siyasi birliğinin‟ ya da „Müslümanların birliğinin‟ sağlanması olarak
açıklarlar.
Yıldırım Bayezid, Fırat boylarına kadar topraklarını genişlettiği sırada, Timur da İran,
Azerbaycan ve Irak‟ı ele geçirmişti. Timur, Beyazıt‟ın kâfirlerden aldıkları ile yetinmesini,
Asya‟da huzursuzluk çıkarmamasını istiyordu32. Moğollara göre Osmanlı; “Hıristiyan
hanedanlarıyla kurduğu bağlar yüzündeki kanındaki Türklüğü yitirip yozlaşmış (…) oğulları,
vezirleri ve kadılarıyla kokuşmuş ve günahkârlar” olarak görülmekte ve savaşın gerekçesi
şeriatın çiğnenmesine karşı olmaktır33.
28 Temmuz 1402‟de Ankara Çubuk Ovası‟nda yapılan savaş esnasında Osmanlı
ordusu içindeki Saruhan, Menteşe, Karaman, Aydın, Germiyan, Teke, Karaman vb.
beyliklerden Türkmenler yanında Kara Tatarların da Timur tarafına geçmesi savaşın kaderini
belirlemiştir. Son ana kadar Beyazıt‟ın yanında sadece Sırp kuvvetleri kalır ve sonunda onlar
da çekilir.
Şeyh Bedrettin’in katledilmesi..
Ankara Savaşı‟nı müteakip, dağılan hanedanın dört varisinin (Süleyman, İsa, Musa ve
Mehmet) iktidar kavgası başlar. Musa, 1410‟da Rumeli beylerinin desteği ile tahta geçer.
Musa kadıasker makamına, halkçı bir kimliğe sahip olan ve ekseni Balkanlara kaymış
bir Osmanlının dinsel tercihlerinde Hıristiyan İslam entegrasyonu (veya eşitliğine) yatkın bir
Batıniyi, Şeyh Bedrettin‟i atamıştı. Şeyh Bedrettin‟in şahsında Musa, aristokrasiye karşı Rum
ve Müslüman aşağı tabakadan insanları bir araya getiren halkçı bir politika seçmişti34.
Ancak, Osmanlı şehzadeleri tahtın sahibi olabilmek için kıyasıya birbirleriyle
mücadele etmeye başladılar. Bu mücadele Çelebi Mehmet‟in tek başına devlet idaresine
hâkim oluşuna kadar devam etti (1413).
Türk bilgini ve mutasavvıfı olan Şeyh Bedrettin (1359-1420) sosyalist fikirleri ile öne
çıkan, hatta halkı ayaklandıran, bunun neticesinde asılan ilk Türk düşünürdür. Şeyh
Bedrettin‟e göre; kıyamet olmayacaktır, cennet ve cehennem dünyadadır, bütün dünya malları
insanların ortaklaşa faydalanması içindir.
Tahttan feragat etmiş olan II. Murat, yerine küçük yaştaki oğlu II. Mehmet‟i seçmişti.
İkinci kez tahta çıkan II. Murat, Çandaroğlu İsfendiyar Bey‟i itaat altına aldı. Şeyh Bedreddin
ve adamları yakalanarak idam edildi. II. Murat 48 yaşında ölünce II. Mehmet yeniden
Osmanlı tahtına oturdu (1451).
Halkın Şeyh Bedrettin ve müritlerinde bulduğu şey, saltanat çıkarı için davranmayan
önderleri etrafında Osmanlı despotizmine son verme umuduydu. Bu önderliğin yenilmesi,
Osmanlının fetret devrinin tecrübeleriyle birlikte halkın kayıtsız şartsız tebaalığa rıza
göstermesini sağlayacak bir kapalı sistem kurmasının yolunu açtı35.
Sonuçta savaş beyleri taraf değiştirirken, Osmanlının yeni düzeni Sünni ulema ve
Osmanlı aristokratları yanı sıra Bizans ve Sırp devletlerinin Mehmet‟e desteği sayesinde
kurulacaktı.

32
Ernst Werner, Büyük Bir Devletin Doğuşu (1300-1481), C.II, Çev.:Y.Öner, Yordam Kitap, (İstanbul, 2014),
242-243.
33
Werner, a.g.e., (2014), 243.
34
Irene Beldiceanu, Code de lois coutımıieres de Melınıed ll, Robert Mantran, a.g.e., (2009), 67.
35
Erdoğan Aydın, Osmanlı Gerçeği, Literatür Yayınları, (İstanbul, 2018), 152.

13
Beyliklerin yok edilmesi..
Yaklaşık on yıl süren mücadelede, Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere
Anadolu‟dan mütemadiyen Türk nüfus kaydırılarak bölgede demografik dengeler Osmanlılar
lehine değiştirilmeye başlanmıştı.
II. Mehmet döneminin en önemli gelişmesi Anadolu‟dan Balkanlara halk
ayaklanmalarının bastırılmasıdır. Bu herhangi bir şehzade desteğinden ziyade ağırlaştırılan
vergiler karşısında halkın ne denli bir çaresizliğe sürüklendiğinin göstergesi idi.
Batıda istikrar sağlayan Mehmet, Anadolu‟da Moğolların çekilmesi ile desteksiz kalan
Türkmenlerin ezilmesine yönelir.
Anadolu Türk Beylikleri, büyük ölçüde Türk Selçukluları ile Osmanlılar arasındaki
dönemde şekillenmiş ve etkili olmuş, yaklaşık 20 beyliktir. Yaklaşık olarak 13. yüzyılın ikinci
yarısı içinde Karamanoğulları ile başlamış, 17. yüzyılda Ramazanoğulları‟nın da Osmanlı
topraklarına ilhakı ile 1608‟de son bulmuştur.
Osmanlı‟nın Beylikler ile mücadelesi sonucu; Karamanoğulları ve Afşarlar gibi bazı
gruplar baskı karşısında İran‟a geri döndü. Karamanoğlu, Afşar boyundandır. Karamanoğlu,
Türkçe‟den başka dil kullanılmasını yasaklamıştır.
Türk tarihinde devlet ve imparatorluk sayısının çokluğu hanedan değişimi ile ilgilidir.
Anadolu'yu Türk oymakları fethettiler. Buradaki yerleşik Türk halkını onlar meydana
getirdiler. Osmanlı hâkimiyeti, Türk oymaklarının siyasi rollerine son verdi. Ancak onlar,
siyasi bir kuvvet olarak ehemmiyetlerini tamamıyla kaybetmediler.
Nitekim imparatorluğun çöküntü devrinde Anadolu'da zuhur eden Kara-Osman
oğulları, Çapan oğulları, Kozan-oğulları, Küçük Ali oğulları, Melemenci oğulları, Maraş'tan
Bayezit oğulları ve diğer birçok aileleri onlar çıkardılar.
Ancak, Türk oymaklarının Osmanlı devrinde asıl oynadıkları mühim rol,
İmparatorluğun ağır yükünü üzerinde taşıyarak pek yıpranmış, bitkin bir duruma düşmüş
bulunan Anadolu'daki yerleşik Türk halkını daima maddeten ve manen takviye etmek
suretiyle onun daha fazla zaafa uğramasını ve hatta kendi yurdunda dahi varlığının tehlikeli
bir duruma düşmesini önlemiş olmasıdır.
Eğer Osmanlı devleti yok olsa idi, Anadolu'ya, oymaklardan çıkan bu aileler sahip
çıkabilirlerdi. Tıpkı Selçuklu devletinin zayıflaması sonucunda ortaya çıkan ve Beylikler
Devrini yaratan hanedanlar gibi.
Çandarlı ailesinin yok edilmesi..
Çandarlılar, asıl devleti kuran, İrani yüksek bürokrasiyi getiren ailedir. İran‟dan gelen
tahrir sistemi gibi kurumları Çandarlı Ali Paşa kurmuştur. Devlet yönetimine medresenin
hakim olması Çandarlılar ile mümkün olur. Defter usulü, kâtip sistemini getirir. Ancak, Ali
Paşa‟nın getirdiği düzen diğerlerini özellikle serbest hayatı olan gazileri rahatsız eder.
Fatih, Osmanlının kurucularından Çandarlı ailesini yok ettiğinde yönetimde de Türk
aile kalmamış oldu. Mehmet Çelebi‟nin iktidarı Türkmen beyliklerinin ezilmesi yanında,
kuruluştan gelen savaş beyliklerine karşı kapıkulunun güçlendirilmesini getirdi.
Bu iki eğilim, II. Mehmet‟in İstanbul‟u ele geçirmesi sonrası hem son kalan beylikleri
hem de güçlü Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa‟nın şahsında feodal güçlerin tasfiyesi
hedefine ulaşacaktı.

14
Karındaş katliamı..
Türk hanedanlarında hükümdarlığın ancak Tanrı tarafından verildiği inancı egemendi.
Tahta kimin geçeceği hakkında insanların yaptığı bir kanun veya vasiyet geçerli sayılmazdı.
Tanrı iradesinin bir kurultayda seçim yahut savaşta zafer kazanma biçiminde gerçekleştiğine
inanılırdı. Bu inanç, Osmanlılarda 16. yüzyıl sonuna kadar kuvvetle yaşadı.
Bir padişah öldüğünde şehzadelerden her birinin taht üzerinde hakkı vardı. Bu
nedenle, tahtı ve devlet merkezini kim ele geçirebilirse herkese o meşru sultan sayılırdı36.
1300-1603 arası dönemde şehzadeler arasında rekabet ve savaş eksik olmamıştır. Bu ise
devletin bir kargaşaya düşmesine, düşmanın ülkeye saldırmasına fırsat veriyordu.
Fatih, iki kanunname çıkarmıştır; birincisi devlet örgütleri ve hiyerarşiyi, ikincisi
cezalar ve tebaanın statüsünü düzenleyen reaya kanunnamesidir. İç kargaşayı önlemek için
Fatih kanunnamesi ile kardeş katli bazı durumlarda caiz görülmüştür.
III. Mehmet‟ten (1574-1593) sonra padişah oğullarının sancağa vali gönderilmesi âdeti
ortadan kaldırılmış, şehzadeler sarayda mahpus tutulmuştur. Böylece babaları öldüğünde taht
için savaş imkânı ortadan kalkmıştır.
Oğuz boyları liderlerinin yok edilmesi..
Moğol baskısı yüzünden 13. yüzyılın ikinci yarısında Güney Anadolu ve Suriye
bölgesine göçüp yerleşen Oğuzlardan Bozoklar, Kuzey Suriye, Maraş ve Sivas‟a kadar
uzanan bölgeleri, Üçoklar ise Çukurova bölgesini yurt tutmuşlardır. Her biri gücü nispetinde
bağımsızlığını devam ettirdi ama ortak bir liderleri yoktu.
Fatih Kararnamesi ile sadece beylikler dağıtılmadı, 24 Oğuz boyu lideri de katledildi.
Fatih Kararnamesi “her kim ki taht ona müesser ola nizam-ı alem için” sözü ile karındaş
katlini vacip görüyordu. Sözde böylece milletleşmenin önü açılıyordu.
Başsız kalan Oğuz boyları Bozulus ve Karaulus adı altında toplandı. Her boy beyinde
“Kut” kavramı, tek adam olma düşüncesi vardı. Fatih Sultan Mehmet, boy beylerinin bu
ümidini yok etmek istedi.
Akkoyunlu dönemine kadar 24 Oğuz Boyu devam etmişti. Akkoyunlu, Karakoyunlu
Devletini ortadan kaldırır, onu da Fatih yok eder. Akkoyunlu yıkılınca kalanların büyük
bölümü Azerbaycan‟a göç eder ve burada biriken Türk boylarından Şah İsmail ve Safevi
Devleti37 doğar38.
Akkoyunluların diğer bölümü Anadolu içinde kaynaşır. Akkoyunlu, Erzurum ve
Erzincan bölgesindedir ve bunlardan Boz Ulus (Bozoklardan) çıkar. Diyarbakır-Tebriz-Aras
arasında yaşayan Karakoyunlu boylarına ise Kara Ulus denir. Karakoyunlu yıkılınca 15
boydan oluşan Kara Ulus üç parçaya ayrılır.
- Bir boy Hindistan‟a gidip orada Karakoyunlu egemenliği kurar.
- Bir boy Mısır‟a kadar uzanır.
- Kalanlar İran ve Anadolu arasında dağılır.
Bu dönemin önemli sonuçlarından birisi aşiret isimlerinin atılması ve yeni durumda
isimlendirmelerin liderin adı, yer ismi veya bir olaya dayanarak yapılmasıdır.

36
Halil İnalcık, Osmanlı Para ve Ekonomi Tarihine Toplu Bir Bakış, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı
Yayınları, 2. Baskı, (Ankara, 2005), 187.
37
Bu devleti 1700‟lerde başka bir Türk Nadir Şah yıkar ancak 1924 yılında İngilizlerin adamı Rıza Şah‟ın
iktidara gelmesi ile İran acemleşir.
38
Johns Woods, Akkoyunlular, Milliyet Yayınları, (1993), 132..

15
Özetle, 15. ve 16. yüzyıldan itibaren Oğuzların 24 boylu sistemi sona erdi ve yerine
ikili sistem başladı. Anadolu‟da Oğuz boyları Bozulus ve Karaulus diye iki grubun altında
toplandı. 24 boy bu iki aşiretin altında birleşti.
I. Ahmet (1603-1617), kardeş çocuklarının katline son verdiğinde Anadolu‟da
beyliklerden ve boylardan iz kalmamış, kökleri kazınmıştı. Cemaatlerin birbirine karışması ile
24 boy dayanan Oğuz boyları sistemi darmadağın oldu.
Bu tarihten sonrası için boy-cemaat izlerini sürmek hemen hemen imkânsız hale geldi.
Bugünkü aşiretlerin adı ile anılan yeni adlar ile aşiretler ortaya çıktı. Bu adlar bazen
liderinden, bazen yer adından bazen bir olaydan kaynaklandı.
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemi..
Akkoyunluların yerini alan Safevi Devleti‟nin lideri Şah İsmail, Akkoyunlu‟nun lideri
Uzun Hasan‟ın torunudur. Kızılbaşlar, Hz.Ali‟den gelen imametin Safevi ailesinden gelen
birinde yeniden tecelli edeceğine inanmışlardı. Bunu da Şah İsmail‟de görerek ona destek
oldular. Ancak, Akkoyunlu, Sünni‟dir.
Safevi devleti kurulma süreci içinde 1500 yılında Erzincan‟a gelen İsmail, müritlerini
yanına gelmeye davet etmişti. Bu davet üzerine köylü ve göçebe Türkler, her yerden bölük
bölük gelmeye başlarlar39.
Safevi devleti böylesi bir coşku ile kurulurken; Yavuz Sultan Selim (1512-1520),
Çaldıran Savaşı‟na kadar olan kısa sürede Ceyhun‟dan Fırat‟a kadar olan çok geniş topraklara
katliam ve sürgünler yapar. Asıl tehdidin doğuda olduğunu düşünen Yavuz, Safevi Devleti
üzerine bir sefer düzenleme kararı aldı.
Sonuçta Şah İsmail, 1514‟te Çaldıran‟da Osmanlıya yenilmiştir ama halk
ayaklanmalarının önü alınmamıştır çünkü sorun mezhep çekişmesinden öte Osmanlı
düzeninin kendisindedir.
Yavuz döneminde çıkarılan fetva ile deftere yazılmış 40 binden fazla Alevinin katli
reva görülür. Bu koşullarda Anadolu halkı peş peşe ayaklanmaya başlar. 1510-1530 arasında
Şahkulu (1511), Nur Halife (1512), Şeyh Celal (1519), Baba Zünnun (1525), Kalender Çelebi
(1526) ayaklanmaları bunların büyük olanlarıdır.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), 1526‟da Mohaç‟ta yeni topraklar ele geçirirken
de Anadolu‟da kan gövdeyi götürmektedir. Kalender Çelebi ayaklanmasının bastırılmasından
sonra 30 yıl kadar ciddi bir ayaklanma olmaz.
Halk, Osmanlı düzenini değiştirememiş, katliamlarla iyice örselenmiştir. Yüzbinlerce
insanın katli ve çok daha fazlasının Mora ve Balkanlar dâhil dört bir yana sürülmesiyle
Osmanlı, halkı iyice güçsüz bırakmıştır.
1560‟lara gelirken Osmanlı‟da iki yeni eğilim gelişmektedir. Kanuni henüz sağ
olmasına rağmen Osmanlı sarayında kıran kırana bir iktidar kavgası yürümektedir. Öte
yandan ezilen ve öldürülen şehzadelerin ardından Anadolu halk ayaklanmaları zirve
yapacaktır.
Osmanlının Türk köklerini hatırlamaya başlaması..
Kanuni Sultan Süleyman, 1566‟da öldüğünde imparatorluk sınırları içerisinde 20 ayrı
ırktan 15 milyon insan yaşıyordu. Viyana bozgunundan sonra Osmanlının yenilebilir
olduğunu görmek Balkan halklarının ulusçu örgütlenmesini teşvik etmiş ve 17. yüzyılın
sonunda Osmanlı Rumelisi çok farklı bir dinamizme girmiştir.

39
Sümer, a.g.e., (1980), 152.

16
Bu yüzyıldan itibaren devşirmenin terk edilmiş olması ile Osmanlı yönetimi ve
egemen Osmanlı kültüründe Anadolu Türklüğünün öne geçtiği görülmektedir. II. Viyana
kuşatmasında (1683) ağır kayıplara uğrayan devlet, bu kayıpları telafi etmek için
Anadolu‟daki aşiretlerden istifade etmeye karar vermişti. Osmanlı Türk kökenlerini
hatırlamaya başlamıştı.
18. yüzyıldan itibaren Yörükler ve Türkmenler devlet katında itibar kazanmaya
başladı. Ancak, Türklük objektif olarak hâkim ama bilinçli olarak arka planda idi. Osmanlı
idaresinde Şii Türkmenlere karşı, Sünni Kürtler desteklenmiştir40.
Devletin asıl gücü Rumeli‟de toplanmış, buranın çöküşü ile sonu gelmiştir.
Balkanlarda Sırplar, Rumlar, Bulgarlar gibi reaya olarak bilinen Ortodoks Hıristiyan gruplar,
kurmak istedikleri etnik ve dini birleşime dayalı yeni devletlerinin siyasi kimliği için
Müslümanları söküp atmayı ülkede çoğunluğu sağlamanın ve siyasi güvenceleri için baş koşul
olarak görmüşlerdir.
Osmanlı’nın çökme sürecinde yaşananlar...
3 Kasım 1839‟da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile birlikte Osmanlı Devleti,
Müslüman-Gayri Müslüman ayırımına son vererek, Osmanlı sınırlarında yaşayan herkesi
„Osmanlı‟ yani ümmeti kabul etti.
Osmanlı‟da ticaret erbabı, özellikle dış ticarette yoğunlaşmış bulunan burjuvazi
ağırlıklı olarak gayrimüslim (Rum, Ermeni, Musevi, Levanten) unsurlardan oluşuyordu.
Genellikle iç ticarette yer alan, çoğunlukla esnaf niteliği taşıyan Müslüman-Türk burjuvazi ise
hayli etkisizdi ve esasen birinci gruba bağımlıydı41.
Tanzimat Fermanı (1839), Müslüman ve Gayrimüslim tebaanın kanun önünde
eşitliğinin sağlanmasını hedefliyordu. Islahat Fermanı (1856) ise Müslüman olmayanların
haklarını genişletiyordu.
Avrupa, Islahat Fermanı‟nı Osmanlı‟nın iç işlerine müdahale hakkı olarak görüyordu.
Azınlık kiliseleri arasında bir yandan rekabet sürerken, Amerikan misyonerleri de 1820‟lerden
başlayarak Protestanlığı yaymaya başladılar.
1871 yılında tüm imparatorlukta uygulanmaya başlayan nizamnameye göre
Osmanlılık düşüncesi esası ile idare meclislerinde dini grupların eşit temsili getirildi.
Tablo 2: Osmanlı Meclislerinde Çeşitli Toplulukların Temsilci Oranları

Kaynak: Feroz Ahmed, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yayınları, (İstanbul, 2016), 215.

İngiliz Meclis sistemi (Avam ve Lordlar Kamarası) örnek alınarak Osmanlı Meclis-i
Mebusan (halk tarafından seçilen) ve Ayan Meclisi (hükümdarın seçtikleri) kurulmuştu.
Meclis-i Mebusan‟dakilerin %40‟ı Türk, %60‟ı (%40 Arap ve Kürt gibi Müslüman, %20
Müslüman olmayan Rum ve Ermeni) meydana geliyordu.

40
Halil İnalcık, Kültür Etkileşimi ve Küreselleşme, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, (Ankara, 2005),
311.
41
Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, 1908-2002, İmge Kitabevi Yayınları, (Ankara, 2003), 23-24.

17
OSMANLI DÖNEMİ’NDE AYAKLANMA VE İSYANLAR..
Babai İsyanı..
Osmanlı tarihi yazılırken genellikle bu ayaklanmaların arkasındaki ekonomik nedenler
gizlenerek ideolojik-dinsel neden öne çıkarılmak sureti ile bir çarpıtma yapılır ve sık olarak
hatalı bir şekilde Alevilik ve Şiilik birbirine karıştırılır.
Türkmenler beraberlerinde şeyh ve dervişlerini de getirmişlerdi. Bunların
Müslümanlığı sathi olup, eski Türk dini inançlarını kuvvetle yaşıyorlardı. Bunlardan biri olan
Baba İshak, devrin hükümdarı II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Türkmenleri
ayaklandırmış ve isyan zor bastırılmıştı.
1230-1240 yıllarında Sünni İslam‟a dâhil olmayan göçebelerin Selçuklu‟ya karşı
giriştiği Babai isyanı, Aleviliğin tarihsel altyapısını oluşturmaktadır42. Sorun göçebe Türklerin
yerleşikliğe, merkezin iskân politikalarına ve Sünni İslam‟dan yana tavır almasına duyulan
tepki idi.
Baba İshak, Şeyh Bedrettin gibi halk kahramanlarının savaşı ve yoldaşlığı,
başkalarının birikimlerine el koyan haksız egemene karşı koymaktı.
Anadolu‟daki Türkmen halkı, göçebe ortaklaşacı yaşam koşullarında, egemenlerine
dayatmalarına karşı kendi çıkarlarını savunmak arayışındadır ve Batıni-Kızılbaş inanç
çevresinde ısrar etmektedir. Baba İshak‟ın müritleri onun Batıni inançlarını devam ettirdiler.
Horasanlı Hacı Bektaş bunların en önemlilerinden biri idi.
Timur‟un 1402 zaferi göçmenlere soluk alma şansı verse de daha sonra devam eden
düzenlemeler gittikçe Türkmenlerin bu mesele yüzünden yönetim ile yabancılaşmasına yol
açtı. Göçebeler giderek büyük bir sorun haline geldiler ve bazı Yörük-Türkmen boyları
Sultanlarını terk ederek Şah‟a doğru göçe koyuldular.
Osmanlı dönemi ayaklanmaları..
Osmanlı tarihinde üç büyük iç direniş dalgası ile karşılaşacaktır43;
- Bunlardan ilki Fatih dönemi de dâhil kuruluştan imparatorlaşmaya geçen yüzyıllarda
gerçekleşen Babai İsyanı, Şeyh Bedrettin isyan dalgası ve ilhak edilen Türk-Müslüman
beyliklerinin direnişleridir.
- İkincisi; 16. ve 17. yüzyıl imparatorluk dönemine damgasını vuracak olan ve önce
Kızılbaş sonra da Celali ağırlıklı halk ayaklanmalarıdır.
- Üçüncü dalga ise Hıristiyan ve diğer bağlı halkların 19. yüzyıldaki bağımsızlık
mücadeleleridir.
Osmanlının her yaptığını doğru görme alışkanlığındaki bazı yazarlar, Anadolu
halkının kendi devletine ve padişahına karşı isyan etmesinin olanaksız olduğu savı ile bu
karışıklıkları genellikle Kızılbaş ayaklanması olarak kaydederler44.
Gerçekte bu ayaklanmalar genellikle çiftçi-köylü hareketleri idi45. Bunlara daha ziyade
padişahların büyük seferlerinin gerektirdiği vergi artırmaları ve haksız tahrirler (kayıtlar)
neden olmuştur. Özetle, ayaklanmaların nedeni esas olarak ekonomikti.

42
Göka, a.g.e., (2008), 81.
43
Aydın, a.g.e., (2018), 189.
44
Taner Timur, Osmanlı Toplumsal Düzeni, İmge Kitabevi, (İstanbul, 1994), 165.
45
Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası/Celali İsyanları, Cem Yayınları, (Ankara, 1995),
88.

18
Halil İnalcık‟a göre; “Orta Anadolu bozkırları, Toros Dağları ve Tokat ile Sivas arası
yaylalardaki güçlü Türkmen toplulukları, Osmanlı yönetiminin merkezileştirme eğilimine
karşıydılar. Yerleşik nüfusu korumak ve tarım gelirlerini elde tutmak çabasıyla yönetim, bu
aşiretleri denetim altına almak istiyordu. Bu nedenle, onları tahrir defterlerine geçiriyor,
düzenli vergiye tabi tutuyordu. Bu durum, Osmanlı göçebe ekonomisi ve göçebelerin töre
hukuku ile bağdaşmıyordu.”
Tablo 3: Osmanlı Dönemi Ayaklanma ve İsyanları
Dönem Ayaklanma/İsyan
Kuruluş’tan - Babai İsyanı (1240),
İmparatorlaşmaya - Şeyh Bedrettin isyan dalgası (1451)
- İlhak edilen Türk-Müslüman beyliklerinin direnişleri
- Kızılbaş Ayaklanmaları
* Şahkulu (1511),
16.-17. Yüzyıl * Nur Halife (1512),
* Şeyh Celal (1519),
* Baba Zünnun (1525),
* Kalender Çelebi (1526)
- Suhte ve Levend ayaklanmaları (1558-1595)
- Celali ağırlıklı isyanlar (1593-1610)
* Taşrada çıkan Celalî İsyanları,
* Eyalet isyanları ve
* İstanbul merkezli kapıkulu isyanları
** 1618-1622 Yeniçeri İsyanı
18. - 19. Yüzyıl - Lale Devri; Patrona Halil Ayaklanması (1730)
- Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı (1831-1833)
- Hıristiyan ve diğer bağlı halkların bağımsızlık mücadeleleri
- Zorla yer değiştirmelere yönelik direnişler
Kendi Türkmen geleneğine yabancılaşan Osmanlı egemenliğine karşı halk tepkisi,
beylikler ezildikten sonra artık beylerin öncülüğünde değil, doğrudan halkın kendi içinde
çıkaracağı önderlerin etrafında toplanarak direnmek olacaktır. Bu direnişin de ezilmesinden
ardından iyice derinleşen çaresizlik, Celali ayaklanmalarında kitlesel bir eşkıyalık biçimini
alacaktır.
Yoksulluğa ve dışlanmaya başkaldırı şeklinde ortak nedenlerle başlayan ve birbirinin
devamı olan Kızılbaş ve Celali ayaklanmaları arasında belirgin bir fark vardır. Birinciler
doğrudan başka bir düzen arayışına yönelen sosyal ayaklanmalardır. İkinciler, çaresizleşmiş
bir halkın kör şiddeti ve durumdan faydalanmak isteyen yerel egemenlerin çürüme ve
yabancılaşma içinde önüne gelen her şeye saldırmasıdır.
Sonrasında ekonomik dengelerin bozulmasına bağlı yükselen pahalılık ve keyfilikler
halkı bir kez daha ayaklanma noktasına getirecektir. Sınıfsal bir karaktere bürünen bu
isyanların gerçek nedenleri tarihçiler tarafından gizlenmeye çalışılacaktır. Kimisi bu isyanları
„sapkınlık‟, „Rafızilik‟ diye açıklarken, kimisi de Safevi Devleti‟nin Osmanlıyı içten çökertme
planları diye çarpıtacak ve böylece hem düzenin kendisinden kaynaklandığı gizlenecek hem
de bastırılmaları meşru kılınmaya çalışılacaktır.
Ayaklanmalar özellikle Beyazıt döneminde belirginleşir ve “en parlak dönem” denilen
Yavuz ve Kanuni dönemlerinde Anadolu halkı ardı arkası gelmez bir şekilde ayaklanmaya
devam eder.

19
Hak arayışlarını bastırmaya yönelik katliamlar sürecinde halk, Osmanlı padişahına
iyice yabancılaşırken, ayakta kalan Safevi Türkmen şahlarında umut üretmeye başlayacaktır.
Artık ayaklanmalar, Osmanlı yönetiminin baskı ve zulmü ile birleşene yoksulluktan çıkmış,
muhalif bir dinsel kimliğe bürünmüştür.
Osmanlı ordusundan dışlanan Türkmenler..
Türkmen gazileri, Yeniçeri ocağı kuruluncaya kadar Osmanlı Beyliğinin askeri
gücünü oluşturmaktadır. Yeniçeri ocağı kurulunca bu iki asker arasında devamlı rekabet
ortaya çıktı. 15. ve 16. yüzyılda kapıkulu askeri asıl profesyonel maaşlı asker haline gelince,
yayalar bir çeşit yardımcı asker olarak kullanıldı ve 16. yüzyılın sonunda tamamen kaldırıldı.
Osmanlı askeri gücü, yükseliş devirlerinde başlıca timar sistemi ile devşirme ocağına
dayanmakta idi. Bu sebeple oymaklar, bu devirlerde raiyyet yani vergi veren halktan
sayılmışlardır. Bilhassa Haleb Türkmenleri, Boz-Ulus, Yeni-İl tamamen bu vasfı taşırlar.
Safevi devleti ise tam aksine, askeri bakımdan tamamiyle Türk oymaklarına
dayanıyordu. Türkiye'de vergi veren bir Türk İran'a gidince kolayca askeri hizmete alınıyor,
şayet oymak beyi veya sipahi ise, devletin en yüksek askeri mevkilerine çıkabiliyordu.
Bu husus göçebe, köylü ve sair Türkler'in 16. ve hatta 17. yüzyılda Anadolu'dan İran'a
gitmelerinin başlıca sebeplerinden biridir.
16. yüzyılda Çorum-Sivas arasındaki Yörük (Kızılbaş) kıyımı yaşandı. Yavuz Sultan
Selim ile Şah İsmail arasındaki çekişme aslında bir mezhep kavgası değildi.
Osmanlı devleti, yukarıda zikredilen üç topluluktan (yani Haleb Türkmenleri, Boz-
Ulus ve Yeni-İl) askerlik hususunda ancak, devşirme ocağı ehemmiyetini kaybettiği ve asker
sıkıntısı çekilmeye başlandığı zamandan itibaren faydalanmak yoluna gitmiştir.
Suhte ve Levendler..
Celali isyanları, Kızılbaş ve Bedrettin ayaklanmalarından farklı yapan köylü isyanı
olmasıdır. Bu yüzden, halk ayaklanması eşkıyalığa dönüşecektir. Celali isyanları önce Suhte
(medrese öğrencileri) ayaklanmaları olarak başlayacaktı. Suhteler, 1575‟ten başlayarak
çekirge sürüleri gibi köylere saldırmaya, köylüden zorla vergi toplamaya başlamışlardır.
16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu‟da başlıca iki unsur huzursuzluk
yaratıyordu; medrese talebeleri (Suhte) ve levendler. Medrese talebeleri bu yüzyılda
görülmemiş şekilde çoğalmış ancak kendilerine uygun iş bulamadıkları için medreselere
yakın bölgelerde cer, nezir ve kurban adlarıyla para toplayarak geçiniyorlardı. Nefret ettikleri
Yeniçeriler ve hükümet memurları ile mücadeleleri ekonomik sıkıntı ve baskı altındaki halk
içinde de destek görmeye başlamıştı.
İdarecilerin sık sık baskılarına maruz kalmaları yüzünden Anadolu Türk köylüsüne
mensup gençlerin, birçokları medreselere giderken bir kısmı da toprağını bırakıp bulundukları
yerlerden ayrılıyorlardı. Çift-bozan denilen bu gençlerin birçokları bir iş tutmak için şehirlere
gittikleri gibi, birçokları da sancak beyi ve beylerbeyinin hizmetine giriyorlar ve onların kapı
halkını teşkil ediyorlardı. Bu çift bozanların bir kısmı ise iş bulamadıklarından çeteler teşkil
edip soygunculuk yapmakta idiler. Bunlara levend (cemi; çoğulu levendat) adı veriliyordu.
Medrese talebeleri bilhassa Amasya, Çorum, Kastamonu, Kütahya, Afyon, Manisa,
Balıkesir, Isparta, Alaiyye ve İç İl bölgelerinde etkindiler. Medrese gitmeyen ve toprağını
bırakıp şehirlere giden gençler sancak beyi ve beylerbeyinin hizmetine giriyor, onların kapı
halkını teşkil ediyorlardı. Bunlardan iş bulamadığı için çeteciliğe başlayanlara levend (cemi
levendat) deniliyordu. Gerede ve Bolu arasında haydutluk yapan Köroğlu da bunlardan
biriydi.

20
16. yüzyıl başlarından itibaren Avusturya ve İran‟la girilen uzun savaşlar, ehliyetsiz
idareciler, liyakatin yerini iltimas ve rüşvetin alması, buna bağlı olarak devletin askerî ve
iktisadî düzeninin temelini oluşturan timar sisteminin bozulmaya başlaması, devletin güç ve
otoritesini, halkın huzur ve asayişini güvenliğini sarsmıştır.
17. yüzyıla girilirken bu olumsuz şartlar, anarşinin artmasına sebep olmuştur. Merkez
ve taşra teşkilâtında görülen bozulmalar, pek çok isyanın çıkmasını ve dolayısıyla devlet
nizamının sarsılmasını beraberinde getirmiştir.
Bu isyanları üç grupta toplamak mümkündür;
- Taşrada çıkan Celalî İsyanları,
- Eyalet isyanları ve
- İstanbul merkezli kapıkulu isyanları.
Celali isyanı..
Tarihimizde 1593-1610 yılları arasında Anadolu‟da yaşanan Celali isyanı aslında işsiz
kalmış Anadolu Türkü askeriyle kapıkulu arasındaki mücadeleyi ifade eder46.
1577'de başlayan İran Savaşı 12 yıl sürmüş ve bu savaşın sonunda imparatorluğun
sınırı Hazar Denizine dayanmışsa da, pek çok insan ve para sarfına mal olmuş ve halk daha
fazla bir sıkıntı içine düşmüştü. Bu savaşın yorgunluğu geçmeden, 1593‟de başlayan
Avusturya seferinin de uzaması ekonomik sıkıntılar nedeni ile büyük Celali ayaklanmalarını
doğurmuştu.
Celalî isyanlarının en önemli sebepleri, devletin uzayan savaşlara bağlı olarak azalan
gelirlerini karşılayabilmek için vergileri artırması, timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün
artan vergilere karşı huzursuzlukları idi. Halkın devlete olan güveninin sarsılması, isyancıların
gücünü daha da artırıyordu.
Sonuçta yaşaya geldiği topraklarda insan yerine konmayan, eziyet gören reaya çiftini
davarını yok pahasına elden çıkarıp, değer göreceği yere kaçma yoluna gidecektir.
Ayaklanmaların nedeni dinsel görülse de daha çok ekonomiktir. Gelir kaynakları, tımarları
kesilen, ellerinden alınıp başkalarına satılan köylü kendi tımarı satılarak haraca
bağlanmaktadır47.
İsyanların aktörleri..
Halk öylesine çaresiz, umutsuz ve sefalet içindedir ki her türden başkaldırı ve yağma
olanağı peşine binlerce köylüyü takacaktır. Adeta bir arı kovanından boşanan halk, siyasi
krizler sona erse de bir daha yerlerine oturmayacaklardır48.
Sarayın ihtiyaçları ganimet savaşları ile karşılanamayınca keyfi vergi tahsilâtı
başlamış, sosyal isyancıların yerine artık dağlarda eşkıyalar dolaşmaktadır. Yeni dönemi
belirleyecek bu eşkıyalık dalgası Tablo 4‟de görüldüğü gibi üç kategorik biçimde kendini
gösterecektir.
İlk büyük Celali hareketini Kara-Yazıcı lakaplı Abdül Halim çıkardı. 1603‟den 1607
yılına kadar Anadolu'nun birçok bölgesi Kara-Yazıcı'dan daha tehlikeli, yeni Celali reislerinin
hükmü altında bulunuyordu. Bunlardan en kuvvetlisi Kuzey-Suriye'ye hâkim olan Can-Pulad
oğlu Ali Paşa idi. Can-Pulad oğlu Ali Paşadan sonra Kalender-Oğlu Mehmed geliyordu.

46
Halil İnalcık, Osmanlı Tarihi Üzerinde Kamuoyunu İlgilendiren Bazı Sorunlar, Doğu Batı Makaleler I, Doğu
Batı Yayınları, (Ankara, 2005), 204.
47
Zeki Coşkun, Öteki Sivas, İletişim Yayınları, (İstanbul, 1995), 78.
48
Akdağ, a.g.e., (1995), 108-109.

21
Meşhur Boz-Kırlı boybeyi ailesinden olan Musli Çavuş ise, İç-İl ve Larende
(Karaman) taraflarının idaresini eline geçirmişti. Bunlardan başka Adana bölgesi Cemşid'in,
Sara-Han sancağı Yusuf Paşanın, Tarablus-Şam, Dulkadırlı Türkmenlerinden Seyf-Oğlu
Yusuf, Sivas taraflarında meşhur Tavil Ahmedin kardeşi Meymun'un tegallübü altında idi.
Tablo 4: İsyanların Aktörleri
Toplum Kesimi Aktörler
Adalet dağıtıcı Köroğlu, Kiziroğlu, Demircioğlu,
direnişçiler Kulaksız Yusuf, Aydın Yazıcı vd.
Örgütsüz bir şekilde lükle sağa sola saldıran,
Çaresizlik
çalan, sonra daha güçlü olanların “adamı” haline
içindekiler
gelen sıradan köylüler, suhteler, askerler
Yerel güç Kargaşa ortamında devlete karşı devlete dönüşen
odakları odaklar; Çapanoğulları, Dadaloğlu vd.
Kaynak: Erdoğan Aydın, Osmanlı Gerçeği, Literatür Yayınları, (İstanbul, 2018), 231.
İşte, Kör-Oğlu, Ispartalı Nesli-Oğlu Mehmed Çavuş, Kizir-Oğlu Mustafa ve diğer
Celalilerin ortaya çıkarak uzun yıllar soygunculuk yapabilmeleri de, bu savaşın uzun bir
zaman sürüp gitmesi ile ilgilidir.
Meşhur Köroğlu, Bolu ile Gerede arasında 1581‟den itibaren 200 kişilik grubu ile
soygunculuğa başlayan Köroğlu Ruşen‟dir. Önce servet sahiplerine, kadılara, ve yöneticilere
isyana başlayan destan kahramanıdır49. Bu tarihte Celali olarak vasıflandırılan Kör-Oğlu'nun
1584 tarihinde de faaliyetine devam ettiği, askeri memur ve kadıların korkularından onun
yaptıklarını gizledikleri biliniyor.
Celali hareketlerinin yol açtığı olaylar ve göçler Anadolu‟da gerek nüfus gerekse arazi
bakımından büyük boşluklar meydana getirdi. Orta Anadolu boşalırken, onun yerini Erzurum-
Erzincan arasında yaylalarda yaşayan Akkoyunlu Eli kalanı Bozulus aşiretleri geldi (1613).
1691 yılında devlet tarafından beş bölgede iskân hareketine girişildi50. Bütün bu
yerleştirmelere rağmen eşkıyalık ve göçler devam etti.
Gerek savaşlarda, gerek sonradan yakalanıp öldürülen Celalilerin sayısı 30.000 kişinin
üstünde idi. Celalilik Anadolu'da telafisi kabil olmayan derin yaralar açmıştı. Yağma ve
tahriplerden ve onun meydana getirdiği açlıktan köylüler yerlerini bırakıp gittiler. Açlıktan ve
soğuktan çok insan öldü.
Celali hareketleri Anadolu'da gerek nüfusça, gerek arazice büyük boşluklar meydana
getirdi. Bu arada her yerde eski büyük Türk ailelerinin de pek çoğu yok olup gitti.
Celali hareketleri, 16. yüzyıldan itibaren Anadolu‟daki toplumsal düzeni büyük ölçüde
ortadan kaldırmıştır. Müteakip yüzyıllarda imparatorluğun asıl dayanağı olan Anadolu‟da
kıtlıklar ve salgın hastalıklar devam etmiş, uzun süren savaşların açtığı yaralar kapanmamıştır.
Özetle, 1596-1609 yılları arasında en yıkıcı dönemi yaşanan Büyük Celali Fetreti;
Anadolu, Sivas, Halep, Şam, Urfa, Diyarbakır, Erzurum, Van ve Musul eyaletlerini harap
ederken51 Kuyucu Murat Paşa‟nın görülmemiş vahşilikteki kıyımları ile halk ezilir. Örneğin
49
Akdağ, a.g.e., (1995), 298.
50
Orta Anadolu‟ya gelmiş Bozulus, dört kümeye ayrılmıştı. Bunlar Ankara-Bala, Kırşehir, Akşehir-Ilgın ve
Aydın Sancağına dağıtıldılar. Danişmendli adlı büyük Türkmen oluşumu ise Aydın, Balıkesir, Afyon, Isparta ve
Denizli vilayetlerine yerleştirildi. Dulkadırlı oymaklarından 20 kadarı Çukurova bölgesine yerleştirildi. Maraş
İlbeylileri, Halep‟in kuzeydoğusunda Menbiç‟e yerleştirildi. Bunlar dışında başta Beydili olmak üzere pek çok
Türkmen oymağı Harran ile Rakka arasındaki bölgeye yerleştirildi.
51
Yusuf Hallaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi,
Türk Tarih Kurumu, (Ankara, 2006), 37.

22
1707‟de Oruç Ovası‟nda Canbulatoğlu Ali Bey‟i yenen Kuyucu Murat Paşa, bununla
yetinmez, ele geçirdiği 26 bin kişinin başlarını tek tek kestirir ve bunlardan bir tepe yaptırır.
Celali isyanları sonrası Türkmenler..
16. yüzyılda yaşanan Celali ayaklanmaları Anadolu Türklerine karşı bir katliam ve
kalıcı sonuçlar bıraktı. Alevilik bu dönemde şekillenmeye başladı. Esas itibarı ile konar-göçer
yaşamın getirmiş olduğu, merkezi otoriteye sarsan eşkıyalığın ortadan kaldırılmasına
yönelikti. Orta Anadolu‟da yaşayan Türkmenler, 19. yüzyıla kadar güneye, Halep bölgesine
kaçmaya devam ettiler.
IV. Murad zamanında, Eskişehir‟in köylerinde, Mehdi olduğu iddiasıyla ortaya çıkan,
Sakarya Şeyhi Ahmet (İsar Ruhullah), 100 bin kişi ile ayaklanır. IV. Murat seferi esnasında,
bununla uğraşmak zorunda kalır. Bunun üzerine padişah Anadolu‟da ne kadar Şeyh varsa
hepsinin seceresini çıkartır. Seceresi belli olmayanlar öldürülürler.
Şeyhülislam tarikatlar üzerine bir inceleme başlatır. Din ile ne kadar alakalı
olduklarına bakılır ve ihaneti olanların kafaları vurulur. Bugün de Tarikatlar ile ilgili bir
çalışma yapılması lazım.
Celali isyanlarında yaşanan otorite boşluğu nedeniyle, Erzurum ve Sivas gibi yerlerin
valileri ile Yemen, Bağdat, Eflâk, Boğdan gibi bağlı eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan
etmişlerdi. İstanbul‟daki yeniçerilerin ulûfelerini zamanında alamamalarını bahane ederek
çıkardıkları isyanlar doğrudan sarayı hedef almıştır.
Fesat yuvası hâline gelen Yeniçeri Ocağı‟nı düzenlemek isteyen II. Osman (1618-
1622) yeniçerilerin hışmına uğramış, isyancılar sarayı basmıştır. Yeniçeriler, Genç Osman‟ı
tahttan indirerek yerine, III. Mehmet‟in kardeşi I.Mustafa‟yı getirmişler ve bununla da
kalmayarak Genç Osman‟ı Yedikule Zindanlarında katletmişlerdir. Bu olay yeniçerilerin bir
padişahı tahttan düşürüp, katletmelerinin ilk örneği olması açısından dikkat çekicidir.
Lale Devri‟nde III. Ahmet ve saray çevresinin şaşalı eğlenceleri ve harcamaları
huzursuzluğu artırmaktaydı. Patrona Halil Ayaklanması‟nın patlak vermesiyle bu dönem sona
eriyordu. Damat İbrahim Paşa ve yakınlarıyla Sultan III. Ahmet asiler tarafından katledildiler
(1730).
Ünlü halk ozanı „Dadaloğlu‟ konar-göçer bir (Avşar) boydan geldiği için bütün
Torosları ve Orta Anadolu'yu gezer. Akdeniz bölgesindeki Avşar Türkleri, 1865 civarında
bölgede etkilerinin artması sebebiyle İstanbul'dan gelen fermanla değişik bölgelere göç
ettirilmek istenmiştir. Dadaloğlu (1785 -1868) çok yiğit bir isyan hikâyesini anlatır; "ferman
padişahınsa dağlar bizimdir". Avşarlar pek çok çatışmadan sonra yenilir.
Osmanlı o zamanlar zaten çok zor bir durumda olmanın da verdiği gözü karalıkla pek
çok dalavere çevirmiştir. Bunlardan biri Avşar atlarını ahırlarında yakmak olmuştur;
"dövüşerek ölmedi birimiz" sözünün çıkış noktası da burasıdır. Çapanoğulları göç kararının
alınmasında Derviş Paşaya destek vermiş olduğundan, „her taşın altından bir Çapanoğlu çıkar‟
sözü de bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Osmanlı (ve Selçuklu) dönemi boyunca ayaklananlar hep Türkmenler oldu. Diğer
hakların ayaklanmaları, ilk boyun eğdirilme dönemlerindeki direnişler hariç milliyetçilik
dönemi başlaması sonrasıdır.
Bu dönemlerin diğer bir mirası da Kara Kaplı Defter deyimidir. Bir Osmanlı geleneği
olarak Kara Kaplı Defter, her vali ve kaymakamın dönem için ne yaptığı, ne sonuçlar olduğu,
meydana gelen önemli olaylar ile ilgili halefi olan yöneticiye verdiği defterdir. Bunlar

23
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri‟nde saklanmaktadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti‟nde de bazı
resmi kurumlar bu geleneği devam ettirmektedir.
Kara Kaplı Defter deyimi Ruslara da geçmiştir. Bir Rus atasözü; “Osmanlı it
defterinde kaydın yok” ifadesi ile “it olamayacak kadar ciğeri beş para etmez” adam
manasında kullanılmakta idi.
OSMANLI’NIN TÜRKMENLERE BAKIŞI, DİN VE TARİKAT ANLAYIŞI..
Osmanlı ve Türklük..
Eski Türklerde Kağan‟ın yetkileri sınırlı idi. Başarısız görüldüğünde kardeşi ya da
oğlu yerine geçirilirdi. Kurultay‟da Kağan‟dan hesap sorulur, sıkıştırılırdı. Osmanlı padişahı,
15. yüzyıldan sonra Oğuz boylarının başkanlığından çok, bir Roma kayzeri olmayı
benimsemiştir52. Osmanlı ile birlikte Hakan‟ın yerini alan Padişah denetlemezdi.
Osmanlı rejimi, tepesinde kadir-i mutlak bir hükümdarın yer aldığı ve onun dışındaki
herkesin “kul” addedildiği, hak ve özgürlük tanımayan bir hukukun geçerli olduğu, temel
ordu biriminin zorla alınan Hıristiyan çocuklardan kurulu bir lejyon ordusu olduğu, Gayri
Müslimlerin ve ikinci sınıf resmi mezhepten farklı inanca sahip Müslümanların “zındık
(dinsiz)” ilan edilip katledilmelerine ferman çıkarıldığı bir düzendir53.
Selçuklu veya Osmanlı diye bir ırk yoktur ancak devlete kendi aile ismini
vermişlerdir. Çünkü kendilerini Türk olarak tarif etmiyorlardı.
Çok milletli Osmanlı İmparatorluğu‟nda bazı devlet adamları tarafından, „Türk‟ olmak
pek itibar gören bir kelime değildi. Daha çok „geri kalmış‟ ya da „göçebe‟ anlamında
kullanılıyordu. Osmanlılar “Türk” sözcüğünü kabalık, hödüklük ile eş anlamlı
kullanmışlardır. Çünkü Türklük, Türkmenlikle, daha geneli göçebelikle özdeşleştiriliyordu54.
Türk milletinin asıl kitlesi Osmanlılık vasfını üzerine almamıştır. Anadolu halkı, her
zaman sarayla onun etrafındaki zümreye “Osmanlı” demiş ve kendini daima onun dışında
tutmuştur. Aynı şekilde Osmanlı da Türklüğü sadece geçmişi olarak anmış ama kendini asla
Türklükle özdeşleştirmemiş, Türklüğü dışlamış ve küçümsemiştir.
Osmanlı için Türkler reayadır (sürüdür), yönetilen, vergiye bağlanan ve savaşa Tımar
askeri olarak çağrılandır. Ama yönetim mekanizmasından ve hassa ordusundan ısrarla ve
sistematik olarak uzak tutulandır55. İmparatorluğun Müslüman tebaası içindeki Türk unsur
ancak bozgunun hızlandırdığı idari değişimler dolayısıyla devlet hayatında daha fazla söz
sahibi olmuştur.
Osmanlı, akılcılık ve bilim..
Türkler için yeni bir dine geçiş sancılı olmuş ve uzun süren bir süreç yaşanmıştır. Yeni
dinin buyrukları ile Türk töresi ve kültürü arasında uyum ihtiyacı mezhep ve tarikatların
doğuşunu hazırlamıştır. İslamiyet ile birlikte Göktanrı inancı kaybolmuş, Şamanizm ise
özellikle tarikatlarda izler bırakmıştır.
Türklerin İslamiyet‟i kabulün hemen sonrasında ortaya çıkan Maturidilik, Türk
dünyasını toplayan ve geleceğini etkileyen bir mezhep olmuştu. Maturidilik ile iç içe geçmiş
olan Hanefilik, Türk bölgesinde yaygın ve Türklere özgü bir mezhep şeklinde gelişmiştir

52
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, 27. Baskı, (İstanbul, 2008), 203.
53
Aydın, a.g.e., (2018), 41.
54
Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Cem Yayınları, (İstanbul, 1991), Aktaran; Salin Özbaran, Bir Osmanlı Kimliği,
Kitap Yayınevi, (2004), 20.
55
Aydın, a.g.e., (2018), 33.

24
Türk düşünürü Maturidi (Öl. 944), aklı ve bilgiyi öne çıkarmıştı ve ona göre dine
bağlanmanın ve onun bilgisine ulaşmanın yolu Akıl idi. Maturidi‟nin akılcılık ve hoşgörü
anlayışını izleyen Maturidi (Öl. 944), Hoca Ahmet Yesevi, (Öl. 1166), Hacı Bektaşı Veli
(1210-1271), Mevlana (1207-1273), Yunus Emre (1238-1320), Sarı Saltuk ve Gül Baba
ondan çok şey almıştı.
Halifelerin Mutezile çizgisinden uzaklaşmaları Gazzali (1058-1111) ile başladı.
Gazzali, akla başvurmanın ve akıl yürütmenin kişiyi dinden çıkartabileceği kaygısıyla dini
akıl denetimden çıkarıp, aklı dinin denetimine sokmayı savunuyordu. Gazzali‟nin düşünceleri
akıl ve bilim karşıtı gericileri güçlendirmiş ve Gazzali‟den iki kuşak sonra Müslüman
toplumlar gerici akımlara sürüklenmiştir.
Böylece gözünü dahi kırpmadan kendini ölüme atacak Müslümanların yetiştirildiği
tasavvufçu, tarikatçı bir devlet anlayışı ortaya çıkmıştır56. Gazzali sadece akla ve bilime karşı
çıkmakla kalmamış, Tanrı‟ya ulaşmak için dönerek sema yapılmasını ve zikr ayinlerine
katılanların kendilerinden geçerek elbiselerini parçalamasını savunmuştu.
Selçuklu Sultanı I. Gıyasettin Keyhüsrev‟in kanatları altında Gazzali‟nin gerici, akıl
karşıtı, sufi Müslümanlık anlayışının Anadolu‟da yayılmasında etkili olmuştur. Anadolu‟nun
Malatya, Konya, Aksaray ve Sivas gibi yörelerinde bulunarak Müslümanlara sufiliği,
Gazzaciliği aşılamış ve Konya‟yı daha 1210‟lu yıllarda Gazzaliciliğin otağı durumuna
getirmiştir.
Osmanlı döneminde Gazali‟nin sufilikle ile ilgili eserleri Maturidi kimliğinin
zayıflanmasında etkili oldu. Osmanlı medreselerinde bir süre sonra Maturidi yerine aklı ikinci
planda kabul eden Eşari ilm-i kelamı okutulmaya başlandı; kaderci, itaatkâr anlayış insanları
tembelliğe sürükledi57.
15. ve 16. yüzyıllara kadar Osmanlı medreseleri ve ilmiye mensupları dünyanın en
ileri seviyesindeydi. Ancak, zamanla medrese programlarından pozitif bilimler yavaş yavaş
çıkarıldı ve 17. yüzyıldan itibaren medreseler sadece dini eğitim veren kurumlar haline geldi.
Osmanlı ve Sünnilik..
Osmanlı Devleti kurucusu Osman Gazi, şeriatçı bir gaza anlayışının tam tersine,
Hıristiyanlara düşmanlık ve güvensizlik duymamaktadır. Ayrıca, İslamiyet bilgisi de son
derece yüzeyseldir58. Yapılan saldırı ve işgallerin gayesi dini değil, ekonomik ve yerleşim
amacına yöneliktir.
13. yüzyılda Anadolu Türkmen aşiretleri genellikle Müslüman olmakla birlikte,
taassuptan uzak, dinin kendileri için muğlak vecibelerini icradan ziyade eski kavmi
geleneklerin zahiri bir Müslüman cilasına boyandığı, eski Türk şaman inancına mensup
olanların haricen İslamlaşmış devamından başka bir şey olmayan müfrit Alevi ve heterodoks
Türkmen babalarının manevi nüfuzu altında idiler59.
Kurumsallaşmasını müteakip, Osmanlı aristokrasisi, tıpkı Selçuklu Devleti‟nin yaptığı
gibi; yerleşik hayat, katı hiyerarşi, toplumun kontrolü, asker ve vergi düzeninin güvencesi
açısından Sünni Ortodoksinin Hanefi ekolünü devletin resmi mezhebi haline getirdi; dahası
Osmanlı, Sünni/Hanefi mezhebi kendi halkına dayatacak, dolayısıyla kendi geçmişine
yabancılaşma (Araplaşma) yoluna gidecektir60.

56
Cengiz Özakıncı, İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü, Otopsi Yayınları, 12. Basım, (İstanbul, 2008), 367.
57
Günay, a.g.e., (2007), 159.
58
Aydın, a.g.e., (2018), 46-47.
59
Köprülü, a.g.e., (2001), 47.
60
Aydın, a.g.e., (2018), 59.

25
Osmanlının Sünniliği, Hikmet-i Hükümet icabı, yani imparatorluğun egemenlik
çıkarına toplumsal bir kontrol aracıdır. Sünni olmak, birbirinden katı olarak ayrılmış olan
yönetenler/reaya/tebaa kategorisinden yönetenler kategorisine atlayabilmek için en küçük bir
olanak sağlamıyordu.
Sünniliğin bir ideoloji olarak yönetenler için anlamı, onunla toplumun “kaderine” daha
rahat razı edilebilmesinden ibarettir. Yoksa sarayın içindeki ahlakın da, kültürün de, yaşam
tarzının da Sünnilik veya başka bir din kurallar dizgesiyle alakası yoktu. Hikmet-i Hükümet,
yöneten zevata sınırsız bir keyfiyet sağlıyordu.
Sünni Ortodoksinin topluma dayatılması ve toplumun ideolojik yapılandırılmasına
artan bir önem verildi. Bu yeni yapılanma yüzyıllara yayılacak, özellikle 16. yüzyılda Kızılbaş
ayaklanmalarının ezilmesi sonrasına uzanacak bir süreç oldu.
Saray, Sünni Ortodoksiyi kendi yaşam ve karar süreçlerini belirleyen bir unsur olarak
kullanmayacak ama halka inanç ve davranış kalıbı olarak dayatacaktır. I. Mehmet ile birlikte
özellikle Batıni toplulukların asimilasyonu, ötekileştirilmesi ve sürgünü örneklerine çok fazla
rastlanacaktır. “Felaket dönemi” diye adlandırılan fetret, gerçekte sarayın ve egemenliğinin
fetretiydi.
Bu ikinci kurumlaşmada Osmanlı, Selçuklunun ideolojik ve siyasal yapılandırıcı veziri
Nizamü‟l Mülk‟ün ve onun ideolojik gerekçelendiricisi Gazzali‟nin yoluna sabitlenecektir. Bu
politika, Osmanlının iyice güçlendiği II. Mehmet zamanında fiziken yok edilen Bizans‟ın, bu
kez “Osmanlı” ismi ve İslam şemsiyesi altında sonraki yüzyıllara taşınmasına dönüşecekti.
Osmanlının Sünnileşmesinde asıl neden, devletin sömürü ve egemenliğini yayma
eksenli kurumsallaşma çıkarlarında görülmelidir. Osmanlının kurucularının da ideolojisi olan
Batıni inancın, devletleşmenin ihtiyaçlarına uygun olmamasına karşın Sünnilik; Emevi,
Abbasi, Selçuklu gibi çok ciddi bir egemenlik geleneğinden süzülüp gelmektedir. Bu durum,
Osmanlı‟nın ideolojik tercihlerini de kaçınılmaz şekilde bu anlayışa yönlendirir.
Ortodoks Sünni ideoloji, egemenlerin otoritesi karşısında halkın mutlak tabiiyetini
dayatır; halkı değil onların emirini, onun fütuhat keyfiyetini, vergilendirme tekelini ve
eşitsizliğin hukukunu düzenler, hatta bunu en ince ayrıntılara kadar kurallara bağlar61.
Osmanlı ve Batınilik..
Kur‟an‟ın dış yüzü (zahiri) olduğu gibi iç yüzü de (Batıni) vardır. Kur‟an‟ın ve
buyruklarla yapılmaması emredilen şeylerin batınını bilen, bu anlayış seviyesine ulaşan
kişiden zahirine riayet lüzumu kalkar; artık ona, ibadetin lüzumu yoktur kanaatini gütmek ve
buna inanmak, Bâtıniliktir62.
Bâtınilik, genel bir tabirdir; bu inancı benimseyen kişilere, hangi mezhepten olurlarsa
olsunlar Batıni, yollarına Batınilik (Batıniyye) denir. 8. yüzyıldan itibaren Batıniliği,
İsmailiyye temsil etmeye başladı; bir yandan da Mehdi inancı yeni Batıni fırkaların ortaya
çıkmasına neden oldu.
11. yüzyılda ortaya çıkan Dürzilik, hala Adana, Antakya ve Hatay‟da bulunan
Nusayrilik, Hz. Ali‟yi tanrı tanıyan Ali-Allahiler, Babalılar, Kalenderilerin çoğu, Hayderiler,
Bektaşiler ve Rumeli Alevileri arasında hala mevcut olan Bedrettin sofuları da Batıni
zümreleridir.
13. yüzyılda ise Moğol istilasıyla Akkoyunlu ve Karakoyunlu Oğuzları da Anadolu
içlerine geldiler. Selçuklular medreseleri ülke çapında yaygınlaştırarak halkı Sünnileştirmek

61
Aydın, a.g.e., (2018), 192.
62
Abdülbaki Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, İnkılap Kitabevi, (İstanbul, 1997), 116.

26
istiyorlardı. Ancak, Türkmenlere karşı izlenen dostça olmayan politikalar, Eski Türk
Dini‟ndeki kolaylaştırıcı unsurların da etkisiyle, özellikle kırsal kesimde Şii yanlısı Batıni
hareketler Haçlı seferleri ve Moğol istilası döneminde daha da çoğaldı.
Sünni literatüre göre; Batınilik Hareketleri ile Mısır‟daki Şiî Fatımîler, Selçuklu
Devleti‟ni zayıflatmak ve kendi propagandalarını yapmak için adamlar yetiştiriyordu. Bu
kişiler, Sünni anlayışa ters düşen inanışlar taşıdıklarından Batıni adıyla anılmışlardır. Batınilik
hareketi 18. yüzyıl ortalarına kadar faaliyetine devam etmiştir.
Göçebe demokrasisi içinde, daha sonraları Kızılbaş adı altında toplanacak olan
Batınilik, bu dönem Anadolu‟sunda en yaygın inanç durumundadır. Bu ise gazanın, Türkmen
topluluklarının yerleşim ve geçim olanakları elde etmeye yönelik arayışları temelinde
biçimlenmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti de, dinsel düşmanlık temelinden kopuk
böylesi bir gaza anlayışı üzerinden kurulma zemini elde edecektir.
Yunus Emre, Taptuk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, Barak Baba, Baba İlyas ve İshak
gibi büyük Türkmen şeyhlerinin (baba) anladığı ve telkin ettiği İslamiyet, Türk Şamanizm‟i
ve sair menşelerden gelen inanışların, halka kadar inmiş, geniş tasavvufi fikirlerle
kaynaşmasından oluşmuş olup, medrese mensuplarının dar şeriat kurallarına karşı ilgisiz bir
kapsamda idi.
Bu Türkmen şeyhlerini bir kısmı yalnız doğrudan doğruya kendilerine mensup Şii-
Şamani hayat ve kurallarına bağlı Türkmenlerin değil, Sünni Türklerin ve hatta Hıristiyanların
bile, bilhassa ölümlerinden sonra, velileri haline gelmişlerdi63. 14. yüzyılın başlarına
gelindiğinde Babai dervişleri „Rum Abdalları‟ olarak anılmaya başlandı.
Heterodoks halk İslamı, büyük din bilginlerinin İslamiyeti değil, gezgin dervişlerin,
kültür seviyedeki farklı düzeydeki satıcıların ve askerlerin İslamiyeti idi ve katıksız dogmadan
çok, çeşitli ibadet biçimleri ve dualardan meydana gelmişlerdi64.
Halk kendi kimliğini Osman‟ın, Ede Bali‟nin ve kurucu gazilerin de dâhil olduğu
heteredoks dinde ve hatta onun biraz daha halklaşmış yorumu olan Kızılbaşlık‟ta bulurken,
Osmanlı egemen anlayışı ise kendini Sünni ulemanın kurumlaştırdığı ve otoriteye itirazın
kendisini suç-fitne-küfür ilan eden Ortodoks anlayışında buluyordu. Biri Tanrı‟nın adalet
imgesine vurgu yapıyordu, diğeri otoriteye.
Batıni inanç dalgası, Sünnilik kadar Şiilikten de uzak, İslamiyet‟e oranla dünyevi ve
kural dışıdır; göçebe ilişkiler üzerinden şekillendiğinden eşitlikçidir. Şiilikle paylaştığı tek öğe
Ali ve 12 imam kültürüdür ki, bunlara yüklediği anlam da farklıdır65.
Anadolu‟daki halk çoğunluğunun inanç kimliği Kızılbaşlık, etnik kimliği de ağırlıkla
Türkmen‟dir. 13. yüzyıl ortasındaki Babai hareketinde olduğu gibi bu süreçte de Anadolu‟nun
eski yerleşik halkının, Rumilerin belirli bir kısmı, kendi doğallığında bu Batıni-Türkmen
kimliğine entegre olacaktır. Türkçe, Anadolu‟nun hâkim iletişim ve inanç dili haline
gelecektir. Ancak, Osmanlı Türkmenleri de Türkçeyi de aşağılamıştır.
Büyük Selçuklu, Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyet‟inin yönettiği Anadolu
halkı hep Türkçe konuştu. Selçuklu yönetimi Farsça, Osmanlı ise Osmanlıca konuşurdu, halk
onları anlamaz, dilini konuşmaz, kendinden görmezdi.

63
Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, Ötüken Yayınları, (İstanbul, 2018), 58. Nejat Birdoğan, Anadolu
Aleviliğinde Yol Ayrımı, Mozaik Yayınları, (İstanbul, 1995), 599.
64
Stefanos Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, C.1, Belge Yayınları, (İstanbul, 1998), 98.
65
Erdoğan Aydın, Kimlik Mücadelesinde Alevilik, Kırmızı Yayınları, (İstanbul, 2008), 97.

27
Osmanlı’nın dine bakışı..
Osmanlının kuruluşundaki temel motivasyon „gaza‟ olmakla birlikte, bu klasik bir din
yayma eylemi, yani bir İslamcı refleks değildi. Türkmenlerin yaymak uğruna böylesine bir
denli kristalize olmuş bir İslami algıları yoktu. Buna karşılık onları gaza ile bütünleştirecek
çok somut maddi gereksinimleri ve buna uygun bir kültürleri vardı66. Sonuç olarak gaza,
saldırmanın ve bu saldırılar sonrası ganimet toplamanın kutsiyete bürünmüş ideolojik
gerekçesini oluşturuyordu.
Osmanlının derdi Türkleştirmek değil, Ortodoks-Hıristiyan Kilise ve diğer kurumlar
üzerinden vergi denetimi altında tuttuğu gayrimüslimler hariç, halkın bütününü Sünni
İslamlaştırmaktı67. Bu dayatmadaki amaç, halkı tebaalaştırmak, yönetimin her türden savaş,
vergi, iskân gibi keyfiliklerine kayıtsız şartsız boyun eğmesini sağlamak, onların ruhlarını
teslim almaktır. 16. Yüzyılda bu henüz tamamlanmamıştı ve Yavuz, halkın mutlaka
tebaalaştırılması ve İslam coğrafyasının fethi misyonu ile padişah olmuştu.
Osmanlı yönetimi Sünni Ortodoksluk davasına sarılırken, aşiretler, göçebe töresi ve
Şaman inançlarıyla derin değişikliğe uğramış bir İslam biçimini savunan derviş tarikatlarına
bağlanıyorlardı. Aşiretler, Osmanlı karşıtı politik ve toplumsal özlemlerini heterodoks din
giysilerine bürüyor, giydikleri kırmızı başlıktan dolayı “Kızılbaş” diye biliniyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu‟nun düzeni şeriat değildi. 17. yüzyılda Resül Küttab yani
Dışişleri Bakanı Ragıp Efendi, kendisini ziyaret eden İngiliz Dışişleri Bakanı‟na ile devlet
gelirlerinin artırılması üzerine bir sohbete girer.
İngiliz Dışişleri Bakanı, “İngiltere‟de pul çıkarmaya başladıklarını ve böylece yapılan
devlet işlemlerinden ilave vergi aldıklarını ancak, Osmanlı‟nın Kuranda yeri olmadığı için
bunu yapamayacağını” söyler.
Ragıp Efendi şöyle cevap verir; “Eğer yeni bir şey söz konusu olduğunda millet ve
devlet yararına bir şey bulursak ona mutlaka Kuran‟da da bir yer buluruz.”
Halifelik..
1516‟da Mısır Seferine çıkan Yavuz, Mercidabık ve Ridaniye Savaşları sonucu
Memluk Devletine son vermiş; Suriye, Filistin, Lübnan ve Mısır gibi verimli topraklara sahip
yerler Osmanlı Devletine geçmiştir. Hicaz da Osmanlı egemenliğine girdi. Kahire ve
Mekke‟de bulunan Mukaddes Emanetler, İstanbul Topkapı Sarayı‟na getirildi.
Abbasi halifesi esrarkeş olduğu için Kahire‟den İstanbul‟a getirilip, hapsedilmişti.
Kanuni, 1528‟de affedince tekrar Kahire‟ye döner. Osmanlı, halifeliği resmen almaz, böyle
bir niyeti de yoktur.
Ancak, 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması‟nda yer alan “Çarlık Rusyası Osmanlı
topraklarında yaşayan Hıristiyan halkın hamisidir” maddesine karşılık Osmanlı Hükümdarı da
“Çarlık Rusyas‟ında yaşayan Müslümanların hamisidir” maddesini koydurmuştu. Bu durum,
Avrupa tarafından zamanla Osmanlı‟nın tüm Müslümanların hamisi ve padişahın Halife gibi
kabul edilmesine yol açtı.
Halifelik, ilk defa II. Abdülhamit zamanında gündeme getirildi ve bu unvana
dayanarak İngiliz emperyalizmine karşı bir politika çerçevesinde 1877‟de „Halifelik‟ ilan
edildi.

66
Aydın, a.g.e., (2018), 44.
67
Aydın, a.g.e., (2018), 195.

28
Alevi-Sünni çekişmesinin kökleri..
Türklerin Müslümanlaşmaya başladığı dönemde İslam dünyasında da Sünni-Şii
ayırımı keskinleşmeye başlamıştı. Türkler Samanoğulları egemenliğinde iken hem Sünni hem
de Şii koldan daha ziyade İranlılardan İslamiyet‟i öğrendiler68.
10. yüzyılda İslamiyet‟in kabul edilişi ile birlikte Türkler arasında Alevilik, İslam
öncesi eski Türk inançlarından ilkeler de alarak yayıldı. Anadolu ve Rumeli‟nde Bektaşi
babaları, şeyhleri, dedeleri, abdalları; Hacı Bektaş Veli‟den başlayarak Aleviliği yayıp
örgütlediler.
10. yüzyılda İslamiyet‟in kabul edilişi ile birlikte Türkler arasında Alevilik, İslam
öncesi eski Türk inançlarından ilkeler de alarak yayıldı. Anadolu ve Rumeli‟nde Bektaşi
babaları, şeyhleri, dedeleri, abdalları; Hacı Bektaş Veli‟den başlayarak Aleviliği yayıp
örgütlediler.
10. ve 11. yüzyıldan itibaren Orta Asya‟dan batıya göç eden Türk boylarından
Müslüman olanlar „Türkmen‟ adını alıyordu. İslam medeniyeti içine girenler, diğer yollardan
gidenlere göre sayıca az olmalarına rağmen sonra benlikleri korusa da Araplaşma ve
Acemleşme arasında kalmışlardır.
Yerleşik hayata geçen Türkler büyük çoğunlukla fıkıhta İmam-ı Azam Ebu Hanefi‟nin
mezhebinde karar kılarken, itikatta Maturidiliği seçmişlerdi. Bu arada göçebe Türkler
arasında da çok sayıda Şii taraftarı vardı.
Bu dönemde, Sünni ve Şii Türkler arasında, Eski Türk Dini‟nin etkisiyle „veliler kültü‟
adı verilen bir halk dindarlığı oluştu. Eski dinin birçok unsuru, bu arada Türk destanları bile
İslami kılıklara bürünüyordu.
Sünniliği benimsemiş olan Selçuklular gelen Türk boyları üzerinde egemenlik kurarak
bunları batı sınırlarına doğru yerleştiriyorlardı. Böylece Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, İran,
Anadolu, Irak ve Halep Türkleşti.
Bir yanda „resmi Sünni medrese Müslümanlığı‟ diğer yanda göçebe ve köylü unsurlar
arasında ve şehirlerin alt tabakalarında yaygın olan eski inançların ve Batıniliğin ciddi
etkilerinin görüldüğü „halk dindarlığı‟ vardı.
Şamani ve Şii akideleri, mehdi inancıyla birleştiren Babaların halkı isyana çağırdığı
„Babai Kıyamı‟ bu zeminde ortaya çıktı. Böylece Anadolu‟da halk arasında, çok yaygın bir
Hz. Ali ve Ehlibeyt-i Nebevi sevgisi ortaya çıktı. Bu özellikler sadece Şii eğilimlerde değil
tüm halkta görülüyordu.
İran coğrafyasında 16. yüzyılın ortalarına kadar halkın büyük bir bölümü Sünni‟dir.
Şah İsmail sonrası şah Tahmasb ve diğer Safevi hükümdarları On İki İmam Şiiliğini İran‟ın
resmi dini haline getirdiler.
Yavuz, Çaldıran seferine gidilmeden önce Anadolu‟da 45.000 kişi Alevilik yüzünden
kılıçtan geçirilmiş, ordunun arkasındaki tehlikenin önü alınmıştı69. Çaldıran‟dan sonra
İran‟daki Türklük giderek Farisi-İslami kültürün etkisi altına girerken, Doğu Anadolu
topraklarındaki kargaşa ve tüm ülkeyi saran Alevi-Sünni çekişmesi Türk coğrafyasına yayıldı.
Alevilik kavramı, Şia‟dan daha geniş kapsamlıdır. Aleviliğin içine sadece Şii
mezhepleri değil, bütün Bâtıni mezhep ve tarikatlar girer70. Arap Aleviliği‟nin (Nusayrilik) de

68
Göka, a.g.e., (2008), 210.
69
Gölpınarlı a.g.e., (1997), 258.
70
Server Tanilli, Din ve Politika, Cumhuriyet Kitapları, (İstanbul, 2008), 191.

29
Anadolu Aleviliği ile alakası yoktur. Osmanlı, Alevilik deyince susmuştu. Balkanlar‟da da
Anadolu kadar Alevilik vardı.
Osmanlı uleması nezdinde Hıristiyanlık ve Yahudilik, tabi olmak koşuluyla da olsa
kitap nezdinde belli bir meşruiyete sahip olduğu halde Alevilik, düzeltilmesi veya imha
edilmesi gereken „sapkın (Rafızi, mülhid)‟ bir inanç olarak meşruiyetten yoksundur.
Osmanlı, Bâtıni/Alevi inancın ne kadar ciddi bir direniş ve dayanışma ideolojisi
olduğunu görmüş, Batıniliği Anadolu‟dan tasfiye etmek için her türlü yola başvurmaya karar
vermiştir. Alevi önderlerini tasfiye etmek için düzmece iddialara dayalı fermanlarla yok
etmeler başlar71.
Aleviler, kasten Rafızilik suçlamasına tabi tutulur. Kendi yönetim anlayışına uygun
bazı Anadolu beyleri ile uzlaşma yoluna gidilir. Buna karşılık, II. Selim ve III. Murat
döneminde de Yavuz dönemini aratmayacak bir dizi Kızılbaş kırımı gerçekleştirilir.
Eyaletlere, sancaklara padişah fermanları gönderilerek, Rafızilerin saptanması istenir, özel
defterler düzenlenmeye devam edilir72.
Özetle Türkler İslamiyet‟i seçti ama soya-sopa dayalı toplum yapımızdaki gerilimler
ve çatışmalar İslami bir kılığa bürünüp Alevi-Sünni kavgası adını alarak günümüze kadar
geldi.
Osmanlıda din ve tarikatlar..
Anadolu‟ya gelen Türkmen aşiretleri Panteist, Alevi ve Şamandır. Mevlevi seması,
Budist geleneğidir. Anadolu Türkmen Aleviliğinin, Şia ve İsmaililik ile alakası yoktur.
Kendine özgü yorumları ve çeşitliliği olan bir inançtır. İran Batı bölümlerinde Ehl-i hak ile
çok sınırlıdır.
Türkmenler aşiret halinde Anadolu‟yu istila ettiklerinde Ahmet Yesevi, yüksek
tasavvuf Yunus Emre Tasavvuf ile İslam‟ın bir şeklini benimsediler. İlk Osmanlılar Yesevi
Bektaşi Kızılbaşlardı. Yeseviliğin Türkiye‟deki devamı Alevilik Bektaşiliktir73.
Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre, Ahmet Yesevi Ekolü‟dür. Cem Evi, sohbet için köy
evi idi74. Cem, toplanmak demektir. Yesevilikte vahdeti vücut esastır, vücut birliği.
Nakşibendilik‟te ise vahdeti şuud ile gelişmiştir. Yesevilik ve Bektaşilik‟te esas olan Aşk‟dır.
Amaç Allah‟a ulaşmaktır. (Yunus Emre, bana seni gerek seni, cennet değil).
Nakşibendiliğin, Yesevilikten geldiği de doğru değildir. Nakşibendilik, Semrkand-
Buhara çıkışlı bir tarikat olup, ilk defa orada yasaklanmıştır. Hıristiyanlığın Cizvit tarikatının
İslam dini içindeki versiyonu olup, Gazayı (din adına savaşı) esas alır.
Bektaşilik her tarikat gibi Batınidir. Batına ait birtakım tasavvufi gizlere sahiptir.
Bektaşilik aslında pek çok tarikat ve mezhebin sentez halidir. Yeniçerilerin büyük çoğunluğu
devşirme olduğundan, toplumla kaynaştırmak için Bektaşi tarikatlarına alınmıştır. Bektaşilik,
başlangıçta Sünni akidelerle kuruluşmuş sonra Aleviler sahip çıkmıştır.
Osmanlı Devleti, imparatorluk yolunda yol aldıkça, tarikatlar, Ahilik ve Bektaşiliğin
coşkulu dini heyecanı ile kurulmuş olmasına rağmen giderek Sünniliğe yönelim gösterdi ve
merkeziyetçi, kendine özgü din-devlet ilişkisi öngören bir yapıda karar kılındı75.

71
Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, Say Yayınları, (İstanbul, 1994), 116-137.
72
Coşkun, a.g.e., (1998), 94.
73
Mehmet Eröz, Türkiye'de Alevîlik ve Bektaşîlik, Kültür Bakanlığı, (Ankara, 1990), 201-202.
74
Mehmet Fuat Köprülü, Türk Edebiyatındaki İlk Mutassavvıflar, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2006), 175.
75
Göka, a.g.e., (2008), 210-212.

30
Tarikat ve Tasavvuf..
Müslümanlıkta 8. yüzyılın sonlarına kadar tarikat ve tasavvuf adlı herhangi bir kurum
yoktu. Dinin gelişip yaygınlaşmasıyla birlikte, çeşitli iç ve dış etkenlere bağlı olarak bazı
sahabe ve tabii‟lerin önderliğinde Tanrı‟ya bağlılık, ahret korkusu, ibadete düşkünlük, mal ve
gelecek tutkusunu yenme, dünya ve dünya nimetlerine sırt çevirme gibi dinsel ve ahlaksal
ilkelere dayanan özel bir yaşam biçimi belirdi. Buna 8. yüzyılın sonu ya da 9. yüzyılın
başlarında „tasavvuf‟ denildi.
10. yüzyıldan sonra tasavvufta giderek yerleşmiş İslam hükümlerine ek olarak, bir dizi
özel kurallar gelişti; önceleri sufinin isteğine, dinsel ve tasavvuf alanındaki erdemine göre
değişen gönüllü ibadet, evrad ve zikirler artık biçimsel ve sayısal bakımdan belirlenip
kurallara bağlanmaya, bunun sonucu olarak tasavvufta şeyh, mürşit, rehber gibi adlarla anılan
manevi makamlar ve işlevleri yüce sayılan gruplar oluşmaya başladı ve böylece tarikatlar
belirginleşti.
13. yüzyıldan sonra tarikat ve tekkeye bağlı müritlere ihvan (ahiler, kardeşler)
denilmeye başlandı. Bunların ortak yanları geceleri uyumamak, namaz kılmak, oruç tutmak,
virdler okumak (örneğin yüz ya da bin kez „Ya Latif‟ demek), özellikle kandillerde zikir
törenleri düzenlemek gibi dinsel ve tasavvufi uğraşlar oldu.
İslam dünyasında sayıları yüzleri bulan ve çoğu çeşitli kollara ayrılmış tarikatların
sayısı belirsizdir ve her zaman yeni bir tarikat ortaya çıkabilir. Esma yolu 76 olan süfi
tarikatleri arasında on iki temel tarikat vardır77; Kadiri, Rıfai, Bedevi, Desükıy, Sa‟di, Şaazili,
Halveti, Mevlevi, Bektaşi, Bayrami, Celveti, Nakşibendi.
Tasavvufun, Tanrıya dayanmak, dünyadan vazgeçmek, yokluğu amaç edinmek gibi
inançları, insanlara bir huzur ve sükun veriyordu. Ancak, dünyayı ahret saymak, her mazharda
Tanrı zuhurunu görmek, sonunda her şeyin mubah olduğunu kabul etmek Batıniliği getirdi.
Tasavvufu benimseyenlerin içinde düşünce sınırlarını medresenin dışına taşırmaya
çalışan, sanata, şiire, müziğe önem veren ileri fikirliler de vardı. Ancak, medrese ve tekke
yobazlığı şahlanarak tarikata girmeyenleri Müslüman saymamaya kadar işi ileri götürdü.
Tasavvufun Anadolu‟ya yayılması Selçukluların gerileme, Moğol akınlarına ve sonra
küçük beyliklerin kurulma dönemine rastlamıştı. Babalar isyanı gibi kurulu bozuk düzene
karşı yapılan ayaklanma sonradan çeşitli vesilelerle Akkoyunlu/Safevi adına ve diğer önemsiz
nedenlerle ayaklanmalara döndü.
Tasavvuf ehlinin halktan ayrılışı, melâmet erenlerini meydana getirmiş, bilhassa ikinci
devre Melamileri (Bayrami Melamileri Hamzaviler) ve fütüvvet erbabı tasavvufçulara karşı
cephe almıştı. Devlete karşı duruş ve Safevi‟ye bağlılık şeklinde tezahür eden bu cephe
Osmanlı Devleti‟nin şiddet kullanması ile sonuçlandı.
Osmanlı‟da tanınmayan ve tasdik edilmeyen tarikatlar veya buna mensup olanların
tekke kurumları devletçe yasak edilir, dergâh ve tekkeleri kapatılırdı. Tanzimat dönemi
bürokratları II. Mahmut devrinin aksine Bektaşilik ve Melamilikle uğraşmak yerine zamanla
bu tarikatların rehabilitasyonunu sağladılar. Genelde bütün tarikatlar üzerinde gözetleme,
denetim ve sınırlayıcı bir mekanizma geliştirdiler78.

76
Esma yolu: Tekke, ayrı giyim-kuşam, tören, vakıftan geçim gibi şeyleri, halktan, bunlarla ayrılmayı kabul
edenler; Tanrıya, az yemek, az içmek, az uyumak, boyuna ibadet etmekle ve zikirle, yani Tanrı adlarını muayyen
sayıda veya sayısız anmakla ulaşılacağına inanlar. Diğer yol olan müsemma yolu ise; halktan hiçbir şekilde
ayrılmamayı kabul eden, vakıfla geçimi reddeden, Tanrıya aşk ve cezbeyle ulaşılacağına inananlardır.
77
Gölpınarlı, a.g.e., (1997), 187-203.
78
İlber Ortaylı vd., Türkler ve İslamiyet, Yakamoz Yayınları, (İstanbul, 2008), 67.

31
18. yüzyıldaki Islahat hareketlerinde, hatta İstiklal Savaşı‟nda bile tarikatlar bazı
ayaklanmalara giriştiler. Mustafa Kemal Atatürk, 2 Eylül 1923‟de tarikatları kaldırdı, tekke ve
zaviyeleri kapattı. Ancak böylece tarikatlar sadece görünüşte son buldu.
Tarikatlar tarihe intikal etmiş olmasına ve bugün de yasak olmasına rağmen gericilik,
sömürme, nüfuz sağlama aracı olarak halkın bir kesimini kendine bağlamak, bir sınıf haline
getirip bağnazlaştırmak arayışlarına devam etmektedirler79.
Özetle Türkler İslamiyet‟i seçti ama soya-sopa dayalı toplum yapımızdaki gerilimler
ve çatışmalar İslami bir kılığa bürünüp Alevi-Sünni çekişmesi adını alarak günümüze kadar
geldi.
OSMANLI’DA GÖÇLER..
Türklerde göçebelik..
Anadolu‟ya ilk geldiklerinde Türklerin büyük çoğunluğu göçebeydi. Osmanlı‟nın
çöküşünden birkaç nesil önce bile Osmanlı sınırları içinde göçebe Türkler önemli bir oranda
idi. Göçebelik Türklerin yaşantısında her zaman izlerini sürdürdü, zihniyet işleyişlerini ve
psikolojilerini belirleyerek Türk grup davranışının önemli bir bileşeni oldu80.
Yurtlaştırdığımız bu topraklara, büyük çoğunlukla göçebe-hayvancı-savaşçı bir
topluluk olarak geldik ve süreç giderek yerleşme-kentleşme-uygarlık arayışı içinde olma ve
nihayetinde kendine özgü bir biçimde İslamlaşma ve modernleşme yolunda devam
etmektedir81.
Kızılırmak‟ın doğusunda Türkmen, batısında Yörük denilen Türk boylarının;
İslamlaşma sürecinde hala Eski Türk dini unsurlarını en çok canlı tutan Alevi-Bektaşi
topluluklarının bu değişim sürecine direnç gösterdiklerini ve Orta Asya köklerimize en
benzeyen özelliklere sahip olduklarını ortaya koyuyor.
Yörük, Türkmen ve Alevi-Bektaşi toplulukların hemen tüm iktidarların değiştirme
gayretlerine rağmen hala önemli ölçüde ayakta olmaları, en eski Türk inanç ve geleneklerinin
gücünü, direncini göstermektedir. Göçebelik ruh hali, hala Türk grup davranışının ana
belirleyenlerinden birisidir.
Moğollar (İlhanlı), Anadolu‟ya İran ve Kafkasya üzerinden çeşitli gruplardan 2-3
milyon Türk getirdi. Anadolu‟da Moğol nüfus karışımı çok azdır. Moğolların rolü, Türkleri
Batıya sürmek oldu.
Anadolu‟nun kuzeydoğu bölümü, 19. yüzyılın ikinci yarısında büyük çaplı bir etnik
değişimden geçti. Çeşitli Kafkas toplulukları, 1853 yılından sonra kara yolu ile Anadolu‟ya
göçe başladılar.
1878 yılında Ardahan, Batum ve Kars gibi kuzey vilayetlerinin Rusya‟ya
verilmesinden sonra Dağıstanlılar, Çeçenler, Gürcüler, Lazlar ve bir kısım Türk kökenli ancak
çoğu Kafkas soyundan gelen pek çok Müslüman topluluk yerleşmek üzere Doğu Anadolu‟ya
geldi.
Bu arada çoğunluğunu Bulgaristanlı ve Doğu Rumelili Türklerin ve Çerkezlerin
oluşturduğu Balkanlardan gelen büyük Müslüman göçmen toplulukları boydan boya Batı,
Orta ve Güney Anadolu‟da yaşamaya elverişli olan yerlere yerleştiler.

79
Gölpınarlı, a.g.e., (1997), 289.
80
Göka, a.g.e., (2008), 71.
81
Göka, a.g.e., (2008), 73.

32
Daha sonra Boşnaklar, Pomaklar ve daha az sayıdaki Türk olmayan Müslümanlar da
Anadolu‟ya gelerek yoğunluklu olarak batı bölgelerine yerleştiler. Girit‟in Yunanistan
tarafından işgal edilmesinden sonra buradaki Müslümanlar –çoğunlukla Türkler ve aynı
zamanda Rumca konuşan bazı Müslüman topluluklar da göç ederek Anadolu‟nun güney
kıyılarına yerleştiler.
Osmanlı Dönemi göçleri..
Osmanlı Devleti‟nin ilk 400 yılında ortaya çıkan göçlerin ana nedenleri ekonomiktir.
Bunun yanında idari sebepler ve emniyet nedeni ile yaptırılan göçlere de sık sık rastlanır.
Siyasi-dini göçler 1783‟te Kırım‟ın Rusya‟ya ilhakı ile başlamış ve günümüze kadar
bazen hızlanarak bazen yavaşlayarak devam etmiştir. Bu göçleri ana başlıklar halinde şu
şekilde sıralayabiliriz82;
- 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Kafkas, Kırım ve Balkanlarda yaşayan
Müslümanların Anadolu ve Rumeli‟ye göç etmeleri.
- Kırım Savaşı (1853-1856) süresince Dobruca‟dan, kuzeydoğu Bulgaristan‟dan ve
bilhassa Kırım‟dan gelen göçler.
- Şeyh Şamil‟in Rus işgaline direnişinin 1859‟da sona ermesinden sonra 1862-1865
arasında yaşanan yoğun göçler, aralıklı olarak Birinci Dünya Savaşı‟na kadar devam etmiştir.
- 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Bulgaristan ve Sırbistan‟da 300 bin
kadarının öldürülmesinden sonra bir milyondan fazla Müslümanın, bilhassa Türk asıllıların
göçleri.
- 1878‟de Bosna‟nın Avusturya tarafından işgali; Bosna, Karadağ ve Sancak‟tan
göçlere neden olmuştur.
- Teselya ve Girit‟in Yunanistan tarafından işgali ile başlayan göçler.
- Balkan Savaşları (1912-1913) sırasında Makedonya, Kosova, Trakya ve
Dobruca‟dan gelen göçler.
- Birinci Dünya Savaşı esnasında Balkanlardan gelen göçler; Batı Akdeniz kıyılarına
yerleşmiş Rumlarla Trakya bölgesinde yaşayan bazı Türk-Müslüman grupları değiştirilmesi
ile ilgili mübadele anlaşmaları gereği yapılan göçler.
18 ve 19. yüzyılda Kafkasya ve Rumeli‟den karayolu ile gelen, akrabalarının yanında
barınan ve herhangi bir giriş kaydı tutulmayan göçmenlerin sayısını bilmek mümkün değildir.
Göçmenlerin toplam sayısı, daha 15. yüzyılda Orta ve Batı Anadolu‟ya küçük
topluluklar halinde yerleşmeye başlamış olan Kırım Müslümanlarının kesintisiz akınıyla
birlikte sürekli olarak arttı.
Kırımlıların ya da Tatarların kendi vatanlarından göç etmeleri, Osmanlı‟ya ilk
Müslüman göçleri arasında idi. 1861-1864 arasında Kırım göçü yoğunluk kazandı ve toplam
göçmen sayısı 227.607 idi.
1783-1922 arasında Osmanlı topraklarına göç eden Tatarların toplam sayısı 1.8 milyon
civarındadır. Çeşitli tahminlere göre Anadolu‟da Tatar soyundan gelen nüfus 1-3 milyon
arasındadır.
Çok sayıda Tatar, 1877-1878 yıllarında Dobruca ve Bulgaristan‟dan ayrılarak
Anadolu‟ya yerleşti. Bir bölümü doğrudan Anadolu‟nun kırsal kesimlerine, diğerleri ise

82
Arabacı, a.g.e., (2009), 754-755.

33
İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlere ya da İzmit, Bandırma, İnegöl ve Eskişehir gibi küçük
kasaba ve şehirlere yerleştirildiler. Eskişehir‟de Tatarlar hala şehrin büyük bir yüzdesini
oluşturmaktadır.
Çerkezlerin 1862/1863 yılı başlarında Kafkaslardan Osmanlı topraklarına göçü önemli
bir nüfus hareketiydi. Kabartaylar ve Abazalar gibi bazı Çerkez toplulukları 16. yüzyıldan
itibaren İslamiyet‟i kabule başladılar. Bu göçlerin 700 bin ile 1 milyon kişi arasında olduğu
değerlendirilmektedir.
1877-1878 ve 1880-1908 arasında da yoğunluk kazanan bu göç, 1920‟li yıllarda
duruldu. Çerkez göçmenlerin yaklaşık yarısı Balkanlara dağıtılmış, Anadolu‟da ise
Diyarbakır, Mardin, Halep ve Şam vilayetleri ile Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı,
Bursa ve Eskişehir‟e yerleşmişlerdi.
Osmanlı siyasi kültürü içinde Türkler, Çerkezler, Boşnaklar, Pomaklar, Araplar ve
diğerleri gibi dilsel ve etnik bakımdan karışık bir nüfus yeni bir siyasi birlik içinde birleşen bir
bağ oluşturdular. Bu toplumsal ve kültürel bir dönüşümdü.
Çerkezler, 1878 yılından sonra Anadolu‟daki yeni toplumsal ve ekonomik hayata
uyum sağladılar. Batı Anadolu‟da Adapazarı, Hendek ve Bolu arasına yerleşmiş büyük grup
geleneksel sığır besiciliğiyle uğraşmaya başladı. Kırımlılar, büyük şehirlere yerleşmişlerdi ve
başarılı ticari işletmeler kurdular, Orta Anadolu‟da tahıl yetiştiriciliğinde öne çıktılar.
Balkanlardan göçenlerin yazgısı Çerkezistan ve Kırım‟dan gelenlerden farklı oldu. Bir
kısmı Anadolu‟da demiryolu inşa eden şirketler tarafından işçi olarak tutuldu, bir kısmı da
hiçbir programa ya da düzenlemeye bağlı olmaksızın Anadolu‟nun çeşitli yerlerine
yerleştirildi. En iyi toprakların büyük kısmı çoktan dağıtılmıştı.
Ancak, bazı Balkan göçmenleri Bursa, Balıkesir, Bandırma ve Ege kıyıları civarındaki
verimli topraklara yerleştirilme şansına sahip oldu. Onlar kısa sürede zengin olurken, Orta
Anadolu ve Doğu‟nun çorak topraklarına yerleşmiş olanlar hastalık ve kötü beslenme
yüzünden güçten düştüler. Göçmenlerin yeni ürünler ve yeni ekim yöntemleri getirdiği
durumlar da oldu83.
Göç eden topluluklarda iyi eğitimli, varlıklı ailelerden gelenler ve Avrupa‟daki
topraklarda yüzyıllar boyu liderlik konumunda bulunmuş olan soyluların torunları da vardı.
Bunların pek çoğu daha sonra Osmanlı medreselerinde (üniversitelerinde), diğer kurumlarda
ve entelektüel yaşantıda öncü konumlara geldiler.
Türk milliyetçiliğinin ve modernizminin yükselişiyle özdeşleştirilen Hüseyinzade Ali
Bey Turan, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu ve daha pek çok kişi ya göçmen ya da göçmen
çocuklarıydı.
Aynı şey Jön Türkler ve Cumhuriyetiler için de söylenebilir. Ailesi Dağıstanlı olan
Mehmet Murat (Mizancı) 1895-1910 arasında Jön Türk hareketlerinde önemli rol oynamıştı.
Enver Paşa, muhtemelen Rusya‟dan göç etmiş Türk gruplarından (Gagavuz kökenli) birinin
torunuydu.
Mustafa Kemal Atatürk, Selanik‟te doğmuştu. İsmet İnönü‟nün annesi bir göçmendi.
Celal Bayar‟ın anne ve babası Bulgaristan‟dan göç etmişti. Göçmen ailelerin İslamcılık,
milliyetçilik ve Turancılığın gelişmesinde önemli katkıları oldu.
Buna karşılık, Türkiye‟den Yunanistan ve Rusya‟ya göç edenlerin sayısı iki milyon
civarındadır. Bugünkü Ermenistan‟ın büyük çoğunluğu 1917-1922 arasında Doğu
Anadolu‟dan göç etmiştir.
83
Arabacı, a.g.e., (2009), 816.

34
Osmanlı Devleti‟nin tarihi göçlerle başlamış ve 1878-1908 ve 1912-1914 tarihinde
Rumeli‟den Anadolu‟ya göçler ile son bulmuştur. Bugün Türkiye‟de yaşayan her üç kişiden
birinin ya kendisi, ya anası babası, ya da yakın ataları göçmendir84.
Osmanlı nüfusu 1875 yılında 19.8 milyon iken, 1885 yılında 24.5 milyona ve 1895
yılında 27.2 milyona yükselmişti. Bu %40 artışın esas olarak nedeni göç ve aşiretlerin yerleşik
hayata geçmesi idi85.
Bu önemli toplumsal ve siyasal dönüşüm, eskiye ilişkin bütün sadakat ve örgütlenme
biçimlerinin yerini almış ve halkı yeni bir siyasi kimlik benimsemeye hazırlamıştı. Sonunda
bu süreç, 1923 yılında ulusal Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıyla sonuçlandı.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde göçler..
Göçmenlerin Osmanlı ile bütünleşmesi, Anadolu‟nun geleneksel toplum yapısını
kökten değiştirmiş ve ulus-devlete yol açan yeni toplumsal ve siyasal örgütlenmesinin
oluşmasına zemin hazırlamıştı.
Yeni oluşan ulusal Türk devletinin kurucuları, Avrupa‟nın 1897‟den 1922‟ye kadar
kesintisiz süren saldırılarına karşı koymak ve sonunda yeni uluslarının kimliğini kanıtlamak
için gerekli insan gücünü bu topluluklardan sağladılar.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte 1923 yılı sonrası yaşanan göçleri şu şekilde
sıralayabiliriz;
- 1926 ve 1930 yılında Yunanistan ile yapılan nüfus mübadelesi anlaşmaları gereği
Batı Trakya‟dan gelen göçler.
- 1930-1937 döneminde Balkan ülkeleri ile yapılan anlaşmalar gereği gelen göçler.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nin ekonomik ve askeri gücünü artırma amacı taşıyordu. Osmanlı,
1912-1922 arasındaki savaşlar sonunda 20-40 yaşları arasındaki erkek nüfusunun %40‟ını
kaybetmiş durumda idi.
- İkinci Dünya Savaşı‟ndan sonra Yugoslavya ve Bulgaristan‟dan gelen göçler. 1856
ve 1990 arasında kitleler ve büyük gruplar arasında Türkiye‟ye göç eden nüfus 9 milyon
civarında olup, bunun iki milyona yakını 1930-1990 arasında gelmiştir86.
Cumhuriyet döneminde aşiretlerin iskânı; Anadolu‟ya sığınan Osmanlı bakiyesi
yurttaşlar, Çin‟den iltica eden Doğu Türkistanlıların yerleştirilmesi ve Lozan Antlaşması‟nın
sonucunda gerçekleştirilen mübadele ile bir arada yürütülmeye çalışıldı.
Anadolu‟da yerleşik düzene geçen Türk göçebeleri bugün de eski alışkanlıklarını
tümüyle bırakmamış, kentlerde oturdukları halde yaz ve kış aylarında mekan değiştirmeyi
sürdürmüşlerdir. En gelişmiş kentlerde yaşayanlar bile yazları yaylalara çıkmayı ya da
bayramlarda köylerine gitmeyi sürdürmektedir87.
Sonuç..
Osmanlı Devleti, Balkanlara ve İstanbul‟a yerleşip çokuluslu bir imparatorluk
olduktan sonra Türklük ve Türkçülük duygularına hemen hiç önem vermemiştir. Devletin
bağı, Osmanlı hanedanı ve İslam dini idi. İslami ideoloji, Ortaçağ boyunca Türklerin sosyal,

84
Halil İnalcık, Türkiye Cumhuriyeti ve Osmanlı, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, (Ankara, 2005),
397.
85
Kemal Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, (Ankara, 2003), 211.
86
Arabacı, a.g.e., (2009), 756.
87
Göka, a.g.e, (2008), 96-97.

35
politik, hukuk ve eğitim kavramlarını etkilemiş ve Osmanlı Devleti‟nin İslami yapısı Türklük
bilincini ikinci plana itmiştir.
Anadolu'yu fethetmelerine, yerleşik Türk halkını onlar meydana getirmelerine rağmen
Osmanlı yönetimi Türk oymaklarının siyasi rollerine son verdi. Osmanlı‟da devlet gücünün
zayıfladığı zamanlarda ortaya çıkan ailelerin çoğu devlet tarafından önce fesatçı ve eşkıya
(şaki) olarak adlandırılmış, sonraları ise bölgenin ayan ve eşrafı sayılarak kendilerine itibar
edilmiştir.
16. ve 17. yüzyıldaki Celali hareketleri, 14. yüzyıldan beri sürüp gelmekte olan
Anadolu'daki toplumsal düzeni ortadan kaldırdı. Bu hareketlerden sonra Anadolu‟da durum
korkunç bir manzara arz ediyordu; devlet de eski gücünü kaybetti ve bunu bir daha elde
edemedi.
Müteakip yüzyıllarda imparatorluğun asıl dayanağı ve anavatanı olan Anadolu‟da bir
taraftan kıtlıklar ve salgın hastalıklar, diğer taraftan da uzun süren savaşlar yüzünden açılmış
olan yaralar bir türlü kapanmadı.
Osmanlı, Anadolu'nun insanını ve servetini görülmemiş bir israfla tüketti. Neticede
Türk milleti maddeten telafisi imkânsız kayıplar verdi; manevi hasletleri zayıfladı, yani töresi
zaafa uğradı.
Edirne ve Manastır‟da olmak üzere, Rum-İlinde iki, Şam ve Bağdat'ta birer askeri
idadi olmasına karşılık Sivas'tan İzmir'e kadar koskoca Anadolu bölgesinde bir tek askeri okul
yoktu.
1834 yılında Harp Okulu‟nun kurulması ile Anadolu Türk gençleri askeri okullara
alınmaya başlayacak ve zamanla ordunun tamamına hâkim olacaklardır. Böylece
Türkçülüğün ve Türk milliyetçiliğinin mimarı olan Süleyman (Uslu) Paşa ve modern Türkiye
Cumhuriyeti‟ni kuracak Mustafa Kemal Atatürk gibi devlet adamları buradan yetişecektir.
1880‟lerden itibaren, bir Osmanlı toplumu yaratmak ideali ile her vilayette pozitif
bilimleri öğreten idadilerin (lise) açılması, aydın batıcı bir kuşak yetişmesini sağladı.
Atatürk‟ün nesli, bu temelde kurulan yeni askeri mekteplerde yetişti. Batılılaşma, 1908 Jön
Türk Devrimi ile Kurtuluş Savaşı sırasında, seçkin zümre arasında kökleşmiş bir gelenek,
vazgeçilmez bir ideal, bir kurtuluş simgesi halini aldı88.
Eğer Türkiye, kendi kimliği ve milli kültürünü geliştirerek modern dünyada bağımsız
bir milli devlet olarak ortaya çıktıysa, bu başlıca eğitim, gazete ve bu kuşak içinde sivrilen
aydın liderlerin çabaları sayesinde olmuştur.
Osmanlı Devleti‟nde ülke, fetihle alınmış çeşitli milletlerin oturduğu geniş bir
coğrafyadır. Bu milletler üzerinde egemenlik, fetih hakkına ve Osmanlı hanedanına bağlılık
esasına dayanır. Türkiye Cumhuriyeti ise, Türk milletinin serbest iradesi ile Misak-ı Milli
sınırları içerisinde birlikte yaşamaya karar vermiş vatandaşların oturduğu Türk yurdudur.
Osmanlı Devleti bir imparatorluk, Türkiye ise bir ulus-devlettir. Ulus-devlette
egemenliğin kaynağı, milletin hür ve serbest iradesidir. Bu irade milletin serbestçe seçtiği
milletvekillerinin oluşturduğu TBMM‟nde kendini gösterir; egemenlik, kayıtsız şartsız
milletindir.
Nitekim Prof.Dr. Halil İnalcık şu uyarıyı yapmaktadır89 “Türkiye Cumhuriyeti, milli
bir devlet olarak kurulmuştur. Osmanlı, içinde birden çok millet ve din barındıran bir

88
Halil İnalcık: İkinci Binde Türkler, Doğu Batı Makaleler I, Doğu Batı Yayınları, (Ankara, 2005), 338.
89
Fikret Bila, Halil İnalcık’ın Uyarısı, Milliyet Gazetesi (19 Kasım 2009).

36
imparatorluktu. Türkiye Cumhuriyeti ise bir imparatorluk değildir. Bu nedenle, sorunların
çözümünde Osmanlı dönemine özenmek gerçekçi değildir.”
Osmanlı Devleti‟nde egemenlik, Osmanlı hanedanının tekelindedir, babadan oğula bir
mülk gibi algılanır. Osmanlı Devleti‟nde bireyler tebaadır, kuldur; Türkiye Cumhuriyeti‟nde
ise bireyler eşit hakka sahip vatandaştır.
Özetle, Osmanlı Devleti ve onun dayandığı prensipler Türkiye Cumhuriyeti‟nin
kuruluşu ile birlikte tarihe mal olmuştur90. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı‟nın mirası üzerine
kurulsa da, borçlarını üstlense de Osmanlı Devleti‟nin devamı değildir.
Türkiye, Osmanlıdan devraldığı, 10 milyonluk, fakir, hastalıklı, bitap düşmüş ulusu,
82 milyonluk genç, sağlıklı, dinamik bir nüfusa ulaştırmayı başarmıştır. Anadolu Türklerinin
sayısı 90 yılda yüzde 800 artmıştır. Dünya Türklüğü‟nün büyük bir bölümü de bağımsızlığa
kavuşmuştur. Sorumluluğumuz sadece Türkiye Cumhuriyeti‟ne karşı değil 350 milyonluk
tüm Türk dünyasına karşıdır.

90
Halil İnalcık, Osmanlı Tarihi Üzerinde Kamuoyunu İlgilendiren Bazı Sorunlar, Doğu Batı Makaleler I, Doğu
Batı Yayınları, (Ankara, 2005), 208-209.

37

You might also like