You are on page 1of 17

TARIK BİN ZİYAD, ENDÜLÜS DEVLETİ’NİN

KURULUŞU ve ENDÜLÜS HAZAR YAHUDİLERİ

Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK

YAHUDİ HAZAR TÜRKLERİNDEN BİRİ: TARIK BİN ZİYAD

1
Tarık bin Ziyad, Hazar Türklerinden biriydi. Aslen Berberi değildi. Çünkü
Berberiler Araplardan sayılır ve onlara köle gözüyle bakılmaz. Tarık bin Ziyad’ın
efendisi Musa bin Nusayr Berberidir ve Emevi komutanlarından biridir. Oysa
Tarık bin Ziyad köleydi. O devirde ancak Türkler köle olarak Arap ülkelerine
getiriliyordu. Farisiler bile köle olarak görülmüyordular. Araplar Hazar kıyılarını
yakıp yıkıyor ve yağmalıyordu. Hazar Türkleri Yahudiydi. Bunların Hıristiyan
Bizans’a ve Müslüman Araplara karşı Yahudiliği kabul ettikleri söylenir. Bu ne
derece doğrudur, bilmem. Ancak Hazar Türklerinin Yahudiliği çok eskilere
dayanır gibi. Hazarlar Göktürklere tabiydiler. Göktürkler onları dini inançlarında
serbest bırakmıştı. Göktürkler ülkelerindeki Budistlere, Mecusilere, Mani dinine
mensup olanlara da karışmıyorlardı. Hazar Türkleri gibi onları da inançlarında
serbest bırakmıştılar. 630 yılında yıkılan Doğu Göktürk Kağanlığı, 680, daha
doğrusu 681 yılında yeniden kurulmuştu. 630 yılında Doğu Göktürk Kağanlığı’nın
yıkılışı ile Hazarlar bağımsızlığını ilan etmiştiler. 681 yılında Tarık bin Ziyad 10-
11 yaşlarında küçük yaşta bir çocuktu. Emevi halifesi Abdülmelik’in kardeşi
Muhammet bin Mervan komutasındaki Arap ordusu tarafından Hazarlarla yapılan
bir savaşta, 693 yılında esir edildi ve Şam’a gönderildi. Onun gibi 100’e yakın
Yahudi Hazar genci de esir edilmişti. Bunlar taş ocaklarına sevk edildiler.
Sabahtan akşama kadar çalıştırılıyorlardı. Güçlü ve kuvvetliydiler. Musa bin
Nusayr, Tarık bin Ziyad ve arkadaşlarını bu taş ocaklarında keşfetti ve para
ödeyerek her birini satın aldı. 698 yılında Kuzey Afrika valiliğine atanınca Tarık
bin Ziyad ve arkadaşlarını alıp, görev yerine vardı. O burada Hazar Türklerinden
bir askeri birlik kurdu. Zamanla Şam civarından başka Hazar gençlerini de getirtti.
Askeri birliğin sayısı 2000’e kadar çıktı. Tarık bin Ziyad’ı bunların başına komutan
olarak atadı. 709 yılında onun ordusunda 3000 kadar Yahudi Hazar genci vardı.
Musa bin Nusayr’dan emir almaktaydılar. O Tarık bin Ziyad’a her yönüyle
güveniyordu.

Bir gün İspanya’dan bir kervan geldi. Kervancıbaşıyla Tarık bin Ziyad tanıştı.
Bu kervancı Hazar Türkçesini biliyordu. Oturup sohbet ettiler. Kervancıbaşı
İspanya’da geniş bir Yahudi Hazar kitlesinin bulunduğunu, Vizgot kralı Witiza’nin
vefat ettiğini, onun yerine tahta geçen oğlu Aşil’in elinden krallığı
komutanlarından Rodric’in zorla aldığını, ülkenin kargaşa içinde kaldığını,

2
İspanya’ya yakın Kuzey Afrika kıyılarındaki Sebte valisi Julian’ın da Rodric’le
arasının iyi olmadığını, hatta kızı nedeniyle Sebte valisinin ve Rodric’in
birbirlerine düşman bulunduklarını söyledi. Halk Vizgotlardan çok rahatsızdı.
Eğer İspanya’ya gelmek isterlerse, devrik kral taraftarlarının, Septe valisinin ve
İspanya Yahudilerinin destek vereceklerini de söyledi. Tarık bin Ziyad bunu Musa
bin Nusayr ile konuştu. O da kabul etti. Kervancıbaşıya bir iki yıl içinde
geleceklerini, beklemelerini söyledi. Kervancıbaşı onların yanından ayrıldıktan
sonra güçlü bir ordu hazırlamaya başladılar. Musa bin Nusayr 500 kişilik bir öncü
kuvveti 710 yılının bahar mevsiminde Tarîf b. Mâlik komutasında İspanya’nın
güney kıyılarına yolladı. Bu keşif birliğinden olumlu haber geldi. Tarık, Afrika ile
Avrupa arasındaki boğazın güney kıyısında yer alan Tanca’ya yerleşmiş ve Musa
bin Nusayr tarafından şehre vali tayin edilmişti. O, Tanca’da bir yıl kadar valilik
yaptı. 27 Nisan 711’de Tarık, 7000 kişilik askeri kuvvetle İspanya’ya ayak bastı.

Tarık bin Ziyad’ın karaya çıkar çıkmaz gemileri yaktırdığı söylenir. Bu ne kadar
doğrudur, bilmiyorum. Ancak gemi o devirde, hele Araplar için çok kıymetli bir
taşıt aracıdır. Ayrıca gemiler Septe valisi Julian’ındı. Bu gemilerin yakılması
hikayesi sonradan uydurulmuş olabilir. Çünkü ileride Kuzey Afrika’dan 5000 kişilik
bir askeri kuvvet yardıma gelecektir. Gemilerin yakılma hikayesi Tarık bin Ziyad’ın
İspanya’ya çıkışından 300 yıl sonra yaşamış İdrisi’nin Nüzhetü’l-Müştâk adlı
coğrafya-tarih kitabında geçmektedir. O güne kadar da kimse tarafından söz
konusu edilmemiştir.

Tarık’ın gemide rüyasında Peygamber efendimizi gördüğü de anlatılır. Tabi ki


bunlar sonradan işin içine katılmış şeylerdir, gerçekle alakası yoktur. İspanya
Hazar Yahudileri onları karşılamıştı. Bu sırada Vizgotların kralı Rodrik’in kuzey
taraflarda, Meblûne adlı şehirde bir isyanı bastırmakla meşgul olduğu söylenir. O
Tarık bin Ziyad kuvvetlerinin İspanya’ya ayak bastıklarını öğrenince isyanın tedip
işini bırakıp, daha çok asker toplamaya başladı. 50-60 bin kadar asker Vizgotların
saflarında savaşa hazır hale geldi. Rodrik’in ordusunun 70 bin civarında olduğu
da söylenir. Onun bu kuvvetlerle güneye doğru ilerlediğini Yahudiler vasıtası ile
öğrenen Tarık, Musa bin Nusayr’dan 5000 kişilik bir yardımcı kuvvet istedi. Septe
valisinin gemileriyle söz konusu yardımcı kuvvetler de geldiler. Tarık bu arada
Elgeciras şehrini ve kalesini ele geçirmişti. Tarık’ın ordusu 12 bin kişi olmuştu.

3
İspanya Yahudilerinden de bir bu kadar asker toplanıp, orduya dahil edildi.
Böylece asker sayıları 24 bine çıktı. Nedense Yahudilerden pek söz edilmez. Bu
da Arapların XI. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren Murabıtlar’ın onlara karşı
düşmanca tutumundan ileri gelmektedir.

İki ordu Frontera ovasında karşılaştılar. Bu ova Elgeciras’ın kuzeybatısında,


Sevilla’nın güneyinde kalmakta, Sidonia ve Jerez şehirleri arasında yer
almaktaydı. 19 Temmuz 711’da savaş başladı. Tarık bu savaştan önce ordusunu
toplayıp onlara bir konuşma yaptı. Dedi ki:

“Askerlerim!

Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde düşmanlar ve kaçacak hiçbir


yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan başka yapacağınız bir şey de yok.
Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyeceği ve
teçhizatı da bol. Halbuki bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden
alacağımız yiyecekten başka erzakımız yok.

Şu durumumuz, hiçbir şey yapmadan birkaç gün devam etse kuvvetten


kesiliriz. Bizden korkan düşman da halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü
akıbete düşmekten kendinizi koruyarak düşmana karşı görevinizi gereğince
yapınız.

Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız


bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz
ki, bu savaşta ben de sizden daha fazla emniyette değilim. Yine biliniz ki, eğer şu
zorluklara biraz sabrederseniz daha müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz
malın can olduğu bu pazara sadece sizi sürmüyor, bilakis önce kendi canımdan
başlıyorum.

Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla bir
zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası
düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.

Müminlerin emiri, kahramanları içinden sizi seçti, çünkü sizin savaştan


korkmadığınıza ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza güveni sonsuzdur.
Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor.

4
Elde edeceğiniz ganimetin tamamı sizindir. Allah yardımcınız olsun. İki
cihanda da sizin bahadırlığınız anılacaktır. Biliniz ki, sizi dâvet ettiğim şeye ilk
icabet eden ben olacağım!”

Rio Barbate nehri ve Lekke vadisi yakınlardaydı. Tarık, Vizgot ordusunu o


taraflara çekti. Bu savaşın sekiz gün sürdüğü de söylenir. Ancak 3 gün sürmüştür.
Bir ara düşman saflarına var gücüyle dalan Tarık, bir anda karşısında Vizgot kralı
Rodric’i bulur. Ona saldırıp başını vücudundan ayırır. Böylece 21 Temmuz 711’de
zafer Tarık ve ordusunun olur. Sevilla, Kurtuba, Gırnata, Malaka, Tuleytula
şehirleri de 6 ay içinde Vizgotlardan fethedilir. 712 yılında Musa bin Nusayr, 18
bin kişilik ordusu ile İspanya’ya ayak basar, Sevilla şehrinde karargah kurar.
Carmona, Niebla ve Maride şehirlerini kuşatır. Bu şehirleri zor bela fethettikten
sonra, Tuleytula’ya gelir. Ancak Tarık halkın nazarında dilden düşmeyen bir
kahramandır. O bunun şöhretini kıskanır. Tarık’ı askerlerinin gözünden düşürmek
ister. Ona, savaş için değil, keşif için gönderildiğini, neden erken davranıp
savaştığını, neden beklemeyip de fetihlerde bulunduğunu söyler. Hatta bir ara,
“Ne zaman benim emrini tam anlamıyla dinleyeceksin köle” diyerek Tarık’ı
kırbaçlar. Tarık onun bu davranışına karşılık vermez.

5
713 yılında Tarık’ın savaşçılık dehası ile Galicia bölgesi, Leon, Larida,
Barcelona ve Saragusta da İslam fetihlerine dahil edilir. Böylece Müslümanlar
İspanya’ya tamamen hakim olmuşlardır. Bu fetihlerde Tarık, Musa bin
Nusayr’dan yine ön plana çıkmış, çoğu fetihleri ona danışmadan gerçekleştirmiş,
her seferinde de Musa bin Nusayr tarafından kırbaçlanmıştır. İkisi arasındaki
anlaşmazlık 714 yılında Halife Velid’in kulağına kadar gider. Her ikisi de Dımışk’a
çağırılır. Musa bin Nusayr, oğlu Abdülaziz’i yerine İspanya valisi olarak tayin edip,
Tarık’la birlikte halifenin yanına gelirler. Musa bin Nusayr, halifeye Tarık’ı şikayet
eder, emrini dinlemediğini, sürekli emrine karşı gelip, başına buyruk hareket
ettiğini, İspanya’daki Yahudilerle arasının çok iyi olduğunu, onları koruyup
kolladığını söyler. Halife Velid, Tarık’ı hapsettirir. Ancak çok geçmeden, 40 gün
sonra bu halife vefat eder, yerine 715 yılında Süleyman halife olur. Musa bin
Nusayr da Kuteybe bin Müslim gibi Süleyman’ın halife olmasına karşıydı, hatta o
da Velid’in oğlu Abdülaziz’in halife olmasını istemişti. Süleyman halife olur olmaz
Tarık’ı hapisten çıkarttı. Ondan İspanya fethini dinledi. Kırbaçlanma hikayesine
gelince, “Vay melun, vay” dedi. Bir yandan da Tarık’ın yanında oturan hasmına
baktı. “Sen yapmazsın, yapana engel olmaya çalışırsın, kalkıp bir de
hapsettirirsin” dedi

Musa bin Nusayr, Ağustos ayı başında halifeden hac farizasını yerine getirmek
için izin istedi. Halife ona bu izni verdi. Yalnız hac için Tarık bin Ziyad ona refakat
edecekti. Halife Süleyman Tarık’la anlaşmıştılar. Musa bin Nusayr herhangi bir
şekilde kaçma yahut İspanya’ya gitme gibi bir davranışta bulunursa Tarık
tarafından öldürülecekti. Hac bittikten sonra Musa bin Nusayr, Tarık’ı atlatıp
kaçmak istedi. O bunun farkına vardı ve Musa bin Nusayr’ı öldürdü. Tarık bin
Ziyad’ı Halife Süleyman’ın öldürttüğü kesin. Tabi ki Kuteybe’nin orduda geniş bir
taraftarı vardı. Bu öldürme olayı kolay kolay gerçekleşmez. İşin içine çok tanınmış
bir kişinin girmesi gerekir. İspanya’nın Tarık bin Ziyad tarafından fethi
Türkistan’daki Arap ordusuna ulaşmaması mümkün değil. Onları Kuteybe’ye
karşı harekete geçirecek bir kahraman gerekti. Bu da olsa olsa Tarık olabilirdi.
Çünkü o halifenin elinde çok güçlü ve akıllı bir silahtı. Ancak çok geçmeden
Kuteybe Fergane önünde askerleri tarafından öldürülmüş, kesik başının Şam’a
yola çıkarıldığı haberi gelmişti. Halife onu Sevilla şehrinde ikamet eden Musa’nın

6
oğlu Abdülaziz’i öldürmek için de görevlendirmiş, Tarık bunu 716 yılında
başarmış ve Dımışk’a dönmüş olabilir. Tarık’ın 720 yılında Dımışk’ta öldüğü
söylenir. Ölüm tarihi hariç 715-720 yıllarına ait ona dair bilgi yoktur. Ancak Tarık,
nasıl öldü, bilinmez. Sanırım o, Ömer bir Abdülaziz’den sonra halife olan Yezid
bin Abdülmelik tarafından öldürtülmüş olabilir. Çünkü bu halife korkunç bir Hazar
Yahudi düşmanıydı. Zaten Halife İkinci Yezid’in ölümü bizzat ordunun başında
sefer halinde bulunduğu Hazarların memleketinde, 723 yılında oldu.

ENDÜLÜS DEVLETİ’NİN KURULUŞU

Endülüs adı Arapça bir kelime değildir. Ancak İspanya Tarık bin Ziyad
tarafından fethedildikten sonra Araplar da bu yarımadaya Endülüs demeye
başlamışlardır. Yunanlılar ise İberya derlerdi. Vizgotlar gelmeden önce
İspanya’da İşban b. Tituş adlı bir kral vardı. Sanırım bu kral, Yahudilerin kralıydı.
Avrupa Hunları hükümdarı Uldız Han zamanında İşban bin Tituş, İspanya’ya
hakimdi. Avrupa’daki Türklerin önünden kaçan Vandallar 80 bin kişilik bir kuvvet

7
halinde bu ülkeye girdiler. Roma imparatoru Honorius, eniştesi Vizgot kralı
Ataulf’u İspanya’ya vali tayin etti. O sırada Suiler İspanya’nın Kuzeybatı kısmında
devlet kurmuştular. Vandallar çok vahşiydi. Her şeyi yakıp yıkıyordular. Suilere
onlara nazaran medeniydi. Türk Yahudileri İspanya’nın güneyine hakimdiler.

Güney İspanya, yani Batika’dan bahsedilirken buraya Çoban Yıldızı anlamına


gelen İşbariyye, yani Hesperia da derlerdi. Türklerde, Işbara adı vardır.
Göktürklerde Işbara Kağan vardır. Bulgar hanlarından Asparuh’ın bu adı da
Işbara’dır. Sanırım İşban adı da buradan gelmektedir. Yine sanırım, Tarık bin
Ziyad’ın Emevilere köle olmadan önceki adı İşbara’dır. Selçuklu hükümdarı
Alparslan’ın oğlunun adı Tutuş’tur. Sultan Tutuş, bir ara Suriye ve Irak’a hakim
olmuş, yeğeni Selçuklu hükümdarı Berkyaruk’la çarpışmıştır. Demek ki Endülüs
Yahudileri daha önceden burada bulunabilecekleri gibi, Avrupa Hunları
hükümdarı Balamir Han ile birlikte 374 yılında Hazar kıyılarından gelmiş, 395
yılında Güney İspanya’ya yerleşmiş de olabilirler.

Tarık bin Ziyad, İspanya’yı fethe başlarken bu yarımadada geniş bir nüfusa
sahip Yahudilerle işbirliği yapmış, onları Vizgotlara karşı kollamış ve savunmuştu.
Musa bin Nusayr’ın oğlu Abdülaziz’in Sevilla’da öldürülmesinden sonra, Halife
Ömer b. Abdülaziz (717-720) tarafından Semih b. Mâlik el-Havlânî vali olarak
atanmıştı. 718 yılında bu komutan Pireneler'i aşarak Galler, yani Galya bölgesine
girdi. Narbona'yı fethetti. Akitania'ya yürüdü. Toulouse (Tuluz) kentinde Dük
Eudes'in ordusuyla karşılaştı. Burada 721 yılında yapılan savaşta o öldürüldü.
Semih'in yerine tayin edilen Anbese b. Süheym el-Kelbî (721-726), fetih
hareketine devam etti. Rhon vadisinden geçerek Lyon'a, oradan da Sens kentine
ulaştı. Bu kent Paris’e 30 km. mesafededir. Anbese, Endülüs’e geri dönerken
Bask bölgesinde öldürüldü.

732 yılında Fransa içlerine 70 bin kişilik bir orduyla Vali Abrurrahman Gafiki
komutasında Kurtuba’dan bir sefer düzenlendi. Galler bölgesi merkezi
Bordeaux’ya kadar bu İslam ordusu ilerledi. Engel olmak isteyen Galler dükü
Eudes'in ordusu Dordonia nehri yakınlarında mağlup edildi. Bordeaux kenti ele
geçirildi. Abdurrahman Tours kentine yürüdü. Dük Eudes Frank hükümdarı
Charles Martel’den yardım istedi. O bu yardıma icabet etti. İki ordu Tours kenti

8
yakınlarında karşılaştı. Savaşta ilk anda İslam ordusu üstündü. Frank ordusunu
kuşatma altına almıştılar. Ancak zırhlı Frank askerleri İslam ordusunun bu
kuşatmasını yardı. Yine de üstünlük İslam ordusundaydı. Bir ara Abdurrahman
Gafiki’nin öldürüldüğü haberi duyuldu. İslam ordusu bozulmaya ve çekilmeye
başladı. Ancak Franklardan daha çok ölü vermiştiler. Mağlubiyet ağırdı. Savaş
meydanından çekilen ordunun kalan kısmı Kurtuba’ya vardı. Bundan sonra
Pireneler İslam ordusu için bir set teşkil etti. Zaman zaman Fransa içlerine akınlar
yapıldı ama, başarılı olamadılar. 750 yılında Emevilerin yıkılması ve Abbasilerin
hilafeti ele geçirmeleriyle, Halife Hişam’ın torunu Abdurrahman bin Muaviye,
emrindeki kuvvetlerle 755 yılında Endülüs’e geldi. Vali seçimleri nedeniyle
Endülüs karışmıştı. Yemenliler, Berberiler, Yahudiler ve Mevali Türklerden
müteşekkil muhalif kitlenin yardımıyla Abdurrahman, Kurtuba’ya girdi ve tahta
oturdu. Böylece 756 yılında Endülüs Devleti kurulmuş oldu.

ENDÜLÜS HAZAR YAHUDİLERİ

Yahudilerin Birinci Abdurrahman’dan başlayıp, ondan sonraki idareciler


arasında Endülüs’e hakim olan Murabıtlara kadar herhangi bir sorun meydana
gelmedi, onlara bilhassa Hıristiyanlar tarafından yasaklanan bütün haklar iade
edildi. Dr. Şevket Yıldız’ın Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nin 18.
cilt, 1. Sayısında yayınlanan “Endülüs Bilim Hayatında Yahudiler” adlı bilimsel
çalışmasında bu konuya değinilir. VII. Asrın başlarında Bizans imparatoru

9
Heraklius tarafından Yahudilik yasaklanmış, Vizgot krallarının da Katolikliği
benimsemesiyle Yahudilerin İspanya’daki durumu gittikçe kötüleşmeye
başlamıştır. 616-711 yılları arasında Yahudiliğin İspanya’da da yasaklanması ile
Vizgot kralları Yahudilere karşı sert uygulamalara girişmişti. Yahudiler dini
uygulamalardan mahrum bırakıldıkları gibi, ticaretten bile alıkonulmuşlardır. 711
yılında Tarık bin Ziyad’ın İspanya’ya çıkması ve Vizgotları mağlup edip,
İspanya’nın çoğu yerlerine hakim olması ile, Yahudiler serbestliğe kavuştukları
gibi, onlar için rahat bir dönem de başlamıştır. Zaten Yahudiler Tarık’ın bu fethine
her yönüyle destek vermişlerdi. Onların söz konusu destekleri ileride de devam
etmiş, Endülüs Devleti’nin 756 yılında Birinci Abdurrahman tarafından kurulması
ile, Yahudiler devlet yönetiminde de söz sahibi olmaya başlamışlardır. İslam
hukukunun bir gereği olarak dini inançlarında ve bu inancı yerine getirmelerinde
serbest bırakılmış, kölelikleri kaldırılarak hür telakki edilmişler, dini cemaat olarak
çalışmalarda bulunmalarına izin verilmiştir. Öyle ki Yahudiler Araplarla
yakınlaşmış, Yahudiliklerini muhafaza ettikleri halde Arap isimleri almaya, Arapça
konuşup yazmaya başlamışlardır.

Endülüs’te yaşamış Yahudi bilginlerin başında Hasday bin Şarput’un (915-


970) adı geçmektedir. Kurtuba sarayında doktorluk, tercümanlık ve gümrük
müfettişliği de yapan Hasday’a, çok iyi Latince de bilmesi nedeniyle ona yabancı
devletlerle de anlaşma yapma yetkisi verilmiş, Roma imparatoru Birinci Otto
tarafından gönderilen elçilerle müzakerede bulunmuştur. Üçüncü Abdurrahman
zamanında kurulan Telmut Akademisi Hasday’ın eseridir. Sura Akademisi’nin
seçkin bilginlerinden Moşe bin Honeh, yüklü para ödenerek, bu akademiye
kazandırılmıştır. Yine Hasday’ın gayretleriyle İbranice ilmi dil haline getirilmiş,
İslam a’limlerinden de ilim tahsil eden Yahudi a’lımleri yetişmeye başlamıştır.
Öyle ki bu çalışmalar sonucunda Endülüs’te Arapça ve İbranice yazılı kültürün
birleştiği bir düşünce ve uygulama formu kendini göstermiş, buna Judeo Arabic
Kültür denmiştir. Endülüs Yahudileri Üçüncü Abdurrahman’ın 912 yılında tahta
oturmasıyla devlet eşlerinde tam anlamıyla söz sahibi olmaya başlamışlardı.
Onlar bunu her yönüyle Hasday bin Şarput’a borçluydular. 961 yılında vefat eden
Üçüncü Abdurrahman’dan, hatta 970 yılında vefat eden Hasday’dan sonra da
Yahudilerin Endülüs’teki önemi devam etti. Menahem ben Saruq 920-970),

10
Dunaş ben Labrat (920-990), Samuel Ha-Nagid (993-1056), Musa ibn Ezra
(1060-1138), Solomon ibn Gabirol (1021-1058), Judah Halevi (1075-1141)
ve Musa ibn Meymun (1135-1204) gibi Yahudi a’lim, bilim adamı ve şairlerine
gereken önem verilmiştir. Endülüs Emevileri’nden sonra başlayan Mülûkü't-
Tavâif döneminde de Yahudilere önemli görevler tevdii edilmiştir. 1030-1090
yılları arasındaki bu beylikler döneminde Endülüs yöneticileri ne Hıristiyanlara ne
de Araplara güveniyordu. 30 Aralık 1066’da Gırnata sarayını basan bir Müslüman
kesim, Yahudi vezir Yosef ibn Naghrela’yı çarmıha gerdikleri gibi, Gırnata’da
bulunun 1500 Yahudi ailesinden 4000 kişiyi katletmişlerdir. III. Ali ve babası Yusuf
ibn Teşfin hükümdarlıkları hariç Murabıtlar döneminde de, Yahudilere karşı pek
çok katliam ve zulüm uygulandı. Bunu yapanlar ise halkın yobaz ve cahil
kesimiydi. Murabıtlar (1090-1146) ve Muvahhitler (1146-1248) dönemlerinde
Endülüs Yahudilerinden Ebu Eyyub Solomon ibn el-Muallim (1055-1106,
Abraham ibn Ezra (1093-1167), Ebu İzak ibn Muhajir ve Solomon ibn Farusal gibi
şair, a’lim ve hekim nitelikli kimseler vezirlik yapmışlardır. Solomon ibn Farusal
ise 2 Mayıs 1108’de çıkan bir isyan sonucu öldürülmüştür.

1066 yılına kadar Endülüs’te Yahudilere karşı İslam toplumunda herhangi bir
hareket olmazken, neden bu yılda söz konusu olaylar meydana gelmiştir, bunu
sorgulamak lazım. Murabıtlar ve Muvahhitlerin yönetim devirlerinde de
Yahudilere karşı zaman zaman olaylar çıkmıştır. Peki, bütün bunların sebebi
neydi? Günümüzde de bir asırdan çok zamandır Araplar tarafından Ortadoğu’da
Yahudilere karşı bir düşmanlık hissi geliştirilmiş, bu düşmanlık günümüzde de
körüklenmektedir. Türklerin Yahudilere karşı körüklenen düşmanlıkla herhangi bir
ilgileri yok, tarih boyunca da olmamıştır. Yahudi düşmanlığı Türk düşmanlığı ile
birlikte 1000 yıldır söz konusudur. Kuşeyri, Nizamülmülk, İmam Gazali ve
Abdülkadir Geylani Eşari zihniyetine mensup a’limlerdendirler. Bunların kimisi
Türk düşmanlığında, kimisi de Yahudi düşmanlığında çok ileri gitmişlerdir.
Eserlerinde söz konusu düşmanlıklardan izler görülmektedir. Büyük Selçuklu
veziri Nizamülmülk kadın düşmanları arasında en ateşli olanıdır. Jean Paul Roux,
“Orta Asya Tarih ve Uygarlık” adlı eserinde sözünü ettiği gibi, Türk kadınlarının
yaşantılarını İslamiyet açısından tehlike olarak gören ve onların kocaları
üzerindeki etkisinden de çekinen Nizamülmülk, vezirliği zamanında bunu ortadan

11
kaldırmak için çok çalışmış, hatta o eserinde, “İşin başarıyla sonuçlanmasını
istiyorsan kadınların dediğinin tersini yap” demiş olmasına rağmen o, Melikşah’ın
zevcesi Türkan Hatun’un devlette söz sahibi olmasını önleyememiştir. Halkı
ayaklandıran İmam Gazali, Samanoğulları sarayında bulunan İbni Sina’nın
kütüphanesini yaktırmış, İbni Sina bu yangından güçlükle kurtulmuştu. Oysa İbni
Sina Yahudi değil, Müslümandı. Ama Türktü. Türk olması İmam Gazali’nin
nazarında yakılmak için bir gerekçeydi. Yine Abdülkadir Geylani, daha sonraları
Beyrut’ta basılan “el-Gunye” adlı kitabında, Haluku’l Kuran bahsinde Hanefi
mezhebine mensup olanlar için, bunların katli gerekmektedir demektedir. O bu
fetvayı Türklerin % 70’i Hanefi olduğu için yapmaktadır.

Araplar günümüzde Yahudi düşmanı olabilir. Hatta Araplar söz konusu Yahudi
düşmanlığını zirveye kadar çıkarabilirler. Ancak Türk milleti tarihte bir an bile
Yahudi düşmanlığını yapmamış, günümüzde de Yahudi düşmanlığı yapmamış,
gelecekte de yapmayacaktır. Çünkü Türklerle Yahudiler arasında hiçbir sorun
yoktur. Bunu MHP’nin kurucusu ve ilk lideri Alparslan Türkeş söylemektedir. O,
12 Nisan 1994'te , "Tarih boyunca Araplar Türklerin başına bela oldu ama,
Yahudilerle Türklerin arasında pek sorun çıkmadı… Bugünkü şartlarda
Türkiye'nin İsrail ile dost olması gerekir” diyerek sarf etmiş olduğu sözle bunu çok
güzel izah etmiştir. Aslında konunun detayı bir az daha geniştir. Türkeş, "Türkler
ve Yahudiler tarih boyunca hiç karşı karşıya gelmemiş, asırlar boyunca alenen
bir düşmanlıkları olmamıştır. Bu yüzden tarih boyunca Türk ve Yahudi ilişkilerinin
iyi analiz edilmesi gerekir” demişti. Hatta, “dünya Yahudiliğinin % 92'sini sonradan
Musevi olan Hazar Türklerinin oluşturduğunu, Katolikliğe dönen Yahudi Benjamin
Harrison Freedman ilk kez bunu Ortadoğu ve Doğu Avrupa sorunlarının
tartışıldığı konferansta ABD'nin Genelkurmay Başkanlığı binası Pentagon'da” da
dile getirmişte Evet, bu doğrudur. Türkeş'in ve Harrison Freedman’ın da sözleri
doğrudur. İsrail’in fikir babalarından Theodore Herzl, bir Macar Yahudisidir ve
Budapeştelidir. O da, Arthur Köestler gibi ırken bir Türktür. İlk Yahudi Devletini
Hazar Türkleri kurmuştu. Türkeş bunu nasıl olmuşsa keşfetmiştir. Görülüyor ki
Türkeş, Atsız’ın eksik bıraktığı bir yönü, Yahudilerin Türklüğünü doldurmak
istemiş. Yani o, Atsız’ı bir kademe geçmiştir. Görülüyor ki, Türkeş Yahudi Türkler
hakkında çok geniş bir bilgiye sahiptir. Onun bu sözlerini anlamaktan aciz ve

12
Türklük şuurundan mahrum kimseler, varsın “Vay efendim, Türkeş Musa’nın
Bozkurtlarından söz ediyor” desinler. Onlar ancak kendi cahilliklerini ve
taassuplarını belli ederler. Hani Türkeş, İslamcıydı, dinci ve şeriatçıydı? O bir
seçim çalışmalarında bazı İslami söylemler kullanmış olabilir, bu onun Türkçü ve
Türk milliyetçisi olmasını gölgelemez. Atsız da Türkçü ve Türk milliyetçisidir. Ama
o, gençlik döneminde, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler bıyığı bırakmıştır.
Hitlerin bu savaş sırasında katlettiği beş altı milyon Yahudi Türkünü görmezlikten
gelmiş, bunlar hakkında bir makale bile yazmamıştır. Hatta Atsız, “Z Vitamini”
adlı kitabında, Ziya Gökalp ile birlikte çalışmış ve yine birlikte “Türkçülük” ve “Türk
Ruhu” adlı çalışmalara katkıda bulunmuş Moiz Kohen hakkında, “Kendisi her ne
kadar Turan adlı bir kitabın müellifi ise de bunun bir mürettip yanlışı olduğunu,
kitabın adı Tevrat olacakken eski harflerdeki karışıklık sebebiyle sondaki ‘te’
harfinin bir noktasının düştüğünü, böylece ‘nun’ haline geldiğini ve Turan
okunduğunu ispat etmiştir" demekle mutaassıplığını belli etmiştir. Onun, “Moiz
Kohen adlı bu Yahudi niçin Türkçülük ve milliyetçilik konusunda Müslüman
Türkleri İslâm dışı, İslâm'a zıt bir mecraya ve vadiye çekmek istemiştir?” diyen
Mehmet Şevket Eygi’den ne farkı var? “Bir Kimlik Arayışının Hikayesi” adlı
kitabında Yahudi asılı Liz Behmoaras de Moiz Kohen için 'Türkçülüğün
savunuculuğunu ve borazanlığını yaparken aslını inkar ediyor. Yahudi kültürü ve
milleti olduğunu kabul etmek istemiyor. Kraldan çok kralcı. Bu durum Yahudi
cemaatini şaşırtıyor. Aslında onu kınamaktan daha çok onunla dalga geçiyorlar.
Moiz Kohen hayatı boyunca ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranabildi” diyor. Murat
Belge, Radikal Gazetesi’nde yayınlanan bir yazısında, Moiz Kohen’in sözlerine
yer verip, "Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbalini yoktan var eden Mustafa
Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve
Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim. İyilikle fenalığın insanlardan
geldiğine, büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkii kazanacağına,
hamaset destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve
Gazi’nin Allah’ın sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulûsuyla şehadet ederim”
demiştir. Bu sözler Yahudi Moiz Kohen’e aittir. Ayrıca, ”Araplar bizi arkamızdan
vurdu” diyen Moiz Kohen’dir. Peki, Moiz Kohen yalan mı söylemiştir.

13
Yahudilerin tarihte bir devlet sahibi bile olmadıkları söylenir. İsrail İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da kurulmuştur. Bu devleti kurduran Batı’dır. Ancak
ilk Yahudi devleti tarihte Türkler tarafından Hazar Hanlığı olarak kurulmuştur.
X’ncu Yüzyıl ortalarında yaşamış Hazar Hanlığı hükümdarlarından Josef Kağan
da bir Yahudidir. Onun Endülüs devlet adamı ve Yahudi hahamı İshak oğlu
Hasday’la yazışması vardır. Bildiğimiz gibi Yahudilik ırk niteliğinden daha çok din
niteliğine sahiptir. Çünkü Türklerde Hazar kalıntılarından kalma pek çok Yahudi
vardı. Bunlar Karaim ve Kırımçak Türkleri olarak günümüzde bile anılmaktadır.
Beş altı milyona yakın Yahudi Türkü İkinci Dünya savaşı sırasında Almanlar
tarafından yok edilmiştir. Onlardan günümüze kala kalan 100 bin civarında bir
Yahudi kitlesi kalmıştır. Belki Batı ülkelerine sığınanlarla birlikte bu kitle 200-300
bin civarındadır.

Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir habere göre; ABD'de bulunan John


Hopkins Üniversitesi'nde görevli genbilim uzmanı Yahudi asıllı Eran Elhaik,
"Genome Biology and Evolution" adlı dergide yayınlanan, "Avrupa
Yahudilerinin Soyunun Kayıp Halkası: Ren ve Hazar Hipotezlerinin
Karşılaştırılması" adlı yazısında, 8’i Yahudi, 74'ü Yahudi olmayan gruplardan
1287 kişinin gen analizini coğrafi ve tarihsel göç yolları bakımından
değerlendirerek, Aşkenaz Yahudilerinin kökeninin Miladi tarihin başlangıç
yıllarına yakın bir dönemde Hazar bölgesine yerleşmiş Türk boyları olduğu
vurguladı. Elhaik'e göre, bu nüfusun önemli bir kısmı Hırıstiyanlar ve
Müslümanlar karşısında Yahudiliği kabul etmiş ve "Hazar Tezi"nde belirtildiği gibi
Avrupa kıtasına doğru ilerlemiştir.

Macarlarda da Yahudi Türkleri vardır. Arthur Köestler bunlardan biridir. Onun


“Onüçüncü Kabile” adlı kitabı dünya çapında meşhurdur. Arminius Vambrey bile
Macar Yahudilerindendir. “Gökbayrak” isimli romanın ve “Asya Tarihine Giriş:
Türkler ve Moğollar” adlı eserin yazarı Leon Cahun ve Babailer üzerine çok
güzel bir makalesi bulunan Claude Cahen Fransız vatandaşı Türk milliyetçisi
Yahudilerdendirler. ABD'li finans spekülatörü ve liberal girişimci George Soros
bile Macar asıllı Yahudilerindendir. Munis Tekinalp takma ismiyle yazılar yazan,
“Türk Ruhu’, “Türkün Amentüsü” “Turan” adlı kitapları bulunan Moiz Kohen de
Yahudi Türk milliyetçilerindendir. Hatta Osmanlının İspanya’dan getirip Türk

14
topraklarına yerleştirdiği Yahudilerin aslı bile Hazar Türklerine dayanır. Endülüs
a’limlerinden İbni Rüşd de Yahudidir ve soy olarak Hazar Türkleri’nden gelmedir.
Yahudi olmasına rağmen 1666 yılında Vani Mehmet Efendi’nin tesiriyle
Müslüman olan, 10 yıl boyunca, ölene kadar da Müslüman olarak kalan Sabatay
Sevi bile Endülüs Yahudi Türklerindendir. Vani Mehmet Efendi’yle 3 gün boyunca
sohbetlerinde Oğuz Han’ın kim olduğunu ona teferruatıyla öğreten de Sabatay
Sevi’dir. Vani Mehmet Efendi’nin Oğuz Han’a ait görüşleri meşhurdur, zaman
zaman kimi sohbetlerde dile getirilir. O, Sabatay Sevi’nin Müslüman olması
hususunda, "Bu adamın müslümanlığı kalbî hisler ve ihlâs ile kabûl ettiğine kâni
değilim. Fakat dînimiz şüpheyi reddeder ve kişinin îmânı üzerinde hüküm ancak
cenâb-ı Hakk'ındır. Bu îtibârla ihlâs ile müslüman olmasını niyâzdan başka bir
şey yapamam" demiştir.

Hazar hükümdarı Yusuf Kağan’ın Endülüslü Yahudi yöneticilerinden Yahudi


hahamı İshak oğlu Hasday’a yazmış olduğu cevabi mektupta Yusuf Kağan,
Endülüslü bu yöneticinin Yahudi olduğunu öğrendiğini, Endülüs’te bir Yahudi
kitlesinin bulunduğunu, bunların da Hazar kökenli olduklarını öğrendiğini, Hazar
Kağanlığı ile aralarında ilişki kurulmasını ve bu ilişkinin zamanla geliştirilmesini
istemektedir. Arthur Koestler söz konusu mektup üzerinde bir araştırma yaparken
hanımıyla birlikte 1 Mart 1983’te Londra’da, bir otel odasında ölü bulunmuştur.
Bu cinayet üzerinde şimdiye kadar kimse durmamıştır. İşin tuhafı, o Tarık Bin
Ziyad üzerine de eğilmişti. Meşhur gladyatör Spartacus’un yazarı da Arthur
Köstler’dir. Spartacus ile Tarık Bin Ziyad arasında çok benzerlikler vardır.

15
Peki, Alparslan Türkeş söz konusu bilgileri nereden edinmişti. O bir Harp Okulu
mezunu bir kurmay subaydı. 27 Mayıs 1960 darbesini yapmış, hatta en önde
gelen subaylardan olmasına rağmen, Kasım ayında albaylık rütbesiyle emekli
edilmişti. Türkeş, 1955-1957 yılları arasında ABD’de bulunmuş, hatta o Amerikan
Harp Akademisi’ni de bitirmişti. Ancak Türkeş boş biri değildi. Yalnız İngiliz
İstihbaratı’nın elinde bulunan o gizli bilgilere nasıl ulaşmıştı? Gerçekten bu
entrasan bir durum. Sanırım, İngiliz istihbaratı Yahudilerin Türklüğüne dair gizli
bilgileri Arthur Köestler’in ve hanımının ölü bulunduğu otel odasından ele
geçirmişti. İşin tuhafı, Türkeş bu bilgileri nasıl elde etmişti? İngiliz Kraliyet Arşivi
halen o bilgileri saklamakta ısrar ediyor. Yoksa Arthur Köestler, Türkeş’i Hazar
Türklerinin Yahudiliği konusunda çok önceden mi bilgilendirmişti. Veyahut Atsız
ile Türkeş arasını açan olaylardan biri de bu muydu? Aslında Atsız da bir Macar
hayranıdır. Ancak Atsız, neden Macar Yahudilerini göz ardı etmiştir? O bir
Tarihçiydi. Hatta tarih ve edebiyat araştırmacısıydı. Hazar Kağanlığı’nın bir
Yahudi Devleti olduğunu bilmemesi çok garip.

Biri bir internet sitesinde yorum yapmış, demiş ki, “Ayrıca Hazar Türkleri
Yahudi olsaydı, Atsız'ın vasiyetinde bulunan Yahudiler düşmanımız olarak
gösterilmezdi.” Gerçekten Atsız’ın bu vasiyeti doğru mudur, belli değil. Ancak
Atsız demek Türk tarihi demek değildir, bunun artık bilincine varalım. Atatürk Türk
tarihi demek olabilir, ancak Atsız değil. Atsız’ın bu konuda çok eksikleri var. Onun
Hunlar ve Göktürkler hakkındaki görüşleri doğrudur, itiraz edilmez. Ancak Atsız,
Selçukluya ve Osmanlıya da laf söyletmez. Selçuklular döneminde tamamen bir
Türkmen unsuru olan Babailer 1239-1240 yıllarında saraylarında Farsçadan
başka bir dil konuşmayan Konya Selçukluları tarafından kılıçtan geçirilmiş ve bir
soy kırımına tabi tutulmuştur. Bu Babai Türkmenler 1277 yılında Karamanoğlu
Mehmet Bey’le 1280 yılına kadar devlete hakim olmuşlardır. Ey, “Ben
Karamanoğlu Mehmet Bey’i kabul ederim ama, Babai Türkmenleri kabul etmem.”
Yahut “Ben Yavuz’u ve Kanuni’yi kabul ederim ama, Celali Türkmenlerini kabul
etmem.” Bu zihniyet Türkçü bir kişiye, hele ki lider konumundaki birine yakışır mı?

İsyancı olmak Türkmenleri Türklük niteliğinden çıkarmaz. Tuğrul Bey’e karşı


savaşan, hatta Abbasi halifesi Kaim Biemrullah’ı tahtından alaşağı eden Arslan
el-Besasiri Tuğrul Bey’den bin kat daha Türktü, bin kata daha Türkleri

16
düşünmüştü. Peki, İbrahim Yinal neden Tuğrul Bey’e kafa tuttu? Ama Hüseyin
Nihal Atsız için ne Arslan el-Besasiri’nin ne de İbrahim Yinal’ın önemi var, onun
için var da, yoksa da Tuğrul Bey. Oysa bu Tuğrul Bey, Nişabur fethinden sonra
Halife Kaim Biemrullah’a yazmış olduğu cevab-ı mektupta, “Kulunuz ve köleniz
Mikail oğlu Tuğrul” diyor. Hatta “Sen de cevab-ı mektup yaz, bir şeyler söylemiş
ol” dediğinde, Çağrı Bey “Ben halifenin ne kuluyum, ne kölesiyim” diyor ve mektup
yazmıyor. 1040 Dandenakan Meydan Muharebesi’nden sonra Çağrı Bey, neden
Tuğrul Bey’den ayrılıp da Serhas bölgesini çekilip, buranın valiliği ile yetindi?
Yahut 1040-Dandanakan ve 149-Pasinler gibi iki meydan muharebesine imza
atmış İbrahim Yinal, Selçukluların her şeyi demek iken, neden bu Yinal Başbuğ
Tuğrul Bey’i isyan bayrağını açıp, onunla savaştı? Burada haksız olan Yinal
Başbuğ değildi, Tuğrul Bey’di. Çağrı Bey’in abisinden ayrılmasının ve Yinal
Başbuğ’un Tuğrul Bey’e karşı gelmesinin tek nedeni, onun Arap halifesi Kaim
Biemrullah’ın kulu ve kölesi olacak kadar Müslümanlaşmasıydı. Hamaset
duyguları ile Türkçülük olmaz. Devlet ve hanedanlar tarihiyle de Türkçülük olmaz.
Oğuz kitlelerinin yaşayış tarzını ve Oğuz halk hareketlerini yansıtmayan, bunların
birinden bile bahsetmeyen tarih Türk tarihi değildir. Tarih yalnız zaferlerin tarihi
değil, yenilgilerin de tarihidir. Türklerin tarih boyunca zaferleri kadar
mağlubiyetleri de vardır. Artık kendimizi dev aynasında görmekten vazgeçelim,
tarihi diğer yönleriyle de kabul edelim.

2 Kasım 2014-İstanbul

17

You might also like