Professional Documents
Culture Documents
فهرس الموضوعات
3 ف األدلة ر
الشعية ي
2
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
القسم األول
Delil Nedir?
Lügatte: Hissi veya manevi, hayır veya şer herhangi bir şeye götüren nesnedir.
Istılahta: Mutlak olarak şer'i ameli bir hükmün elde edildiği şeydir. Yani bu delil ister kat'i
olsun isterse zannî olsun eşittir. Bundan dolayı delili delaleti zanni ve delaleti kat'i olmak
üzere iki kısma ayırmışlardır.
➲ Özetle, şer'i deliller Kur'an, Sünnet, İcma' ve Kıyas olmak üzere dörttür.1 Bu delillerden
faydalanmak da bu sıraya göredir.
Birinci delil: ( ِّللا ش ْيءٍ فَ ُردُّوهُ ِإلَى ه َ سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم َفإِن تَنَازَ ْعت ُ ْم فِي َّ ّْللا َوأ َ ِطيعُوا
ُ الر َ َيا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه
ْ ِ اّللِ َو ْاليَ ْو ِم
َ ْاآلخ ِر ذَلِكَ َخي ٌْر َوأَح
سنُ تَأ ِويلا سو ِل ِإن ُكنت ُ ْم تُؤْ ِمنُونَ ِب ه ُ الر
َّ )و َ Nisa, 4 / 59. ayettir. Buna göre:
1. Allah ve Resulü'ne itaat: Kur'an ve Sünnet'e uymaktır.
2. Ulu'l-emre itaat: Müçtehitlerin ittifak ettikleri hükme uymaktır (İcma').
3. Tartışılan meseleleri Allah ve Resulü'ne götürmeyi emretmek yukarıdaki delillerin
olmadığı yerlerde "Kıyas"a uyulmasını emretmektir.2
İkinci delil: Allah Resulü (sav)'nün Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndereceği zaman "Bir olay
karşısında nasıl hükmedersin?" şeklinde sormuş olduğu üç soruya "Kitap", "Sünnet" ve
"İçtihat" diye cevap vermesi de bunun delilidir. Aynı şekilde Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer,
hilafet zamanlarında bu sıralamayı bozmadan hükmetmişler ve sahabe-i kiramın büyükleri de
bu durumu onaylamışlardır.
➲ Bu dört delilden başka hakkında ihtilaf edilen en meşhur deliller ise şunlardır:
1. İstihsan
2. Maslahat-ı mürsele
3. İstishâb
4. Örf
5. Sahabe kavli
6. Şer'u men kablenâ
1
Alime göre şer'i delil kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Avama göre şer'i delil icma'dır. İmam Gazali Hazretleri.
2
Kıyas: Hakkında nass olmayan bir vakıayı hakkında nass bulunana ilhak etmektir.
3
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ Tanımı ve özellikleri: Hz. Cebrail'in Hz. Peygamber (sav)'e getirdiği, Fatiha suresi ile
başlayıp Nas suresi ile son bulan; hiçbir tahrif ve tebdile uğramaksızın nesilden nesile yazılı
ِ ) ِإنا نَحْ نُ نَز ْلنَاayetini doğrulayarak tevatür
ُ الذ ْك َر َو ِإنا لَهُ لَ َحا ِف
ve sözlü olarak Yüce Allah'ın ( َظون
yoluyla bize gelen, okunmasıyla ibadet edilen kitaptır.
Lafız ve manasının Allah katından olması, Arapça sözleriyle Hz. Peygamber (sav)'in kalbine
indirilmesi Kur'an'ın özelliklerindendir. Buradan aşağıdaki sonuçlar çıkar:
1. Manen Allah'a lafzen Hz. Peygamber (sav)'e ait olan sözler Kur'an değil hadistir.
2. Bir ayet veya sureyi tefsir ederken Kur'an lafzının delalet ettiği manaya delalet eden
ve ona eş manada kullanılan Arapça bir lafız Kur'an kelimesine ne kadar uyarsa uysun
Kur'an değildir. Çünkü Kur'an Allah'tan gelen özel lafızlardır.
3. Kur'an'ın herhangi bir ayetinin yabancı bir dile çevrilmesi gösterilen manayı karşılasa
da Kur'an değildir. Bu olsa olsa Kur'an'ın açıklaması ve Kur'an'ın getirdiğinin mercii
olabilir. Kur'an'ın hükümleri ona sabit olmaz, onunla namaz kılınmaz, okunması ile
ibadet edilmez.
➲ Hüccet oluşu: Kur'an-ı Kerim, Allah katından indirilen, kendisine tabi olmanın vacip
olduğu, sıhhatinde asla şüphe olmayan kat'i bir yolla nakledilen, insanların benzerini
getirmekten aciz kaldığı ilahi bir kitaptır.
➲ İcazın manası ve unsurları: İcaz, acizliği başkasına isnad etmektir. Bu, üç şart bir araya
geldiği zaman gerçekleşir:
İşte Kur'an'ın meydan okumasında bu unsurlar bir araya gelmiştir. Şimdi bu unsurları açalım:
1. Kur'an ilk olarak bir çok ayet-i kerime ile meydan okumuştur.3 ( ْأ َ ْم يَقُولُونَ ا ْفت ََراهُ قُ ْل َفأْتُوا
َ ُون ّللاِ إِن ُكنت ُ ْم
َصا ِدقِين ِ ط ْعتُم ِمن د ٍ س َو ٍر ِمثْ ِل ِه ُم ْفت ََريَا
َ َت َوا ْدعُواْ َم ِن ا ْست ُ )بِعَ ْش ِرayetinde olduğu gibi.
2. İkinci olarak müşrikleri bu çekişmeye sürükleyecek sebep belliydi. Hz. Peygamber'in
(sav) Allah'ın elçisi olması, İslam'ın putlara tapanları akılsızlıkla suçlayarak bütün bir
müşrik geleneği reddetmesi, Müşriklerin putlarına yardım etmek için mücadele yolunu
seçmelerine en mühim bir sebep oldu.
3. Üçüncü olarak Müşriklerin karşı koymalarına hiç bir engel yoktu. Çünkü Kur'an
Arapça iniyordu. Dönemin Mekkesinde ise fesahat ve belagat zirvedeydi. Kur'an şiir,
nesir ve münazarada üstün olan bu topluluğa yardımcılarını da çağırmalarını teklif etti.
Ayrıca Kur'an'ın 23 yıllık bir zaman diliminde inmesi onların zamanla ilgili
üretecekleri bahanelerin de önünü kesiyordu. Ayrı ayrı inen ayetlere karşı koymaya
çağrılan Müşrikler sonunda söze karşı gelmek yerine savaşa başvuracaklar, Hz.
3
Kasas, 49-50; İsra, 88; Hud, 13; Bakara, 23-24; Tur, 33-34.
4
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ Kur'an'ın icazının yönleri: Kur'an insanları tek bir yönden aciz bırakmamıştır. Aklın
ulaşabildiği icazın yönlerinden bazıları şunlardır:
Bazı ayetler arasındaki üslup ihtilafının menşei belagat düzeyinde ayetlerin ihtilafı
değil ayetlerin konularının farklı olmasıdır. Örneğin zekat verilecek yerleri açıklayan
ayette tesir edici hitabi bir üslubun yeri yoktur. Ama konu, putperestlerin
beyinsizliğini ortaya koymak, Allah'ın kudretine delil getirmek olduğunda vicdanı
harekete geçirecek tesirli hitabi üsluba ihtiyaç vardır.
Bazı ayetlerin delalet ettiği mana ile başka ayetlerin delalet ettiği mana arasında
görünüşte bir çelişme bulunursa da, müfessirler bunun düşünmeyen kimseye öyle
göründüğünü, bir çatışma olmadığını açıklamışlardır. Örneğin ( ًَوإِذَا أ َ َر ْدنَا أَن نُّ ْهلِكَ قَ ْريَة
يراً سقُواْ فِي َها فَ َحق َعلَ ْي َها ْالقَ ْو ُل فَ َدم ْرنَاهَا تَد ِْم
َ َ )أ َ َم ْرنَا ُمتْ َرفِي َها فَفayeti ile ( ان َوإِيتَاء
ِ س ِ إِن ّللاَ يَأ ْ ُم ُر بِ ْالعَ ْد ِل َو
َ ْاإلح
ُ )ذِي ْالقُ ْربَى َويَ ْن َهى َع ِن ْالفَحْ شَاء َو ْال ُمنك َِر َو ْالبَ ْغي ِ يَ ِعayeti arasında derin inceleme
َظ ُك ْم لَعَل ُك ْم تَذَك ُرون
yapıldığında çelişme olmasından çok bir insicam ve uzlaşma olduğu görülür.
5
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
1. İtikadî Hükümler: İnanç konuları ile ilgili mükellefin inanması gereken hükümler.
a. İbadet Hükümleri: Namaz, oruç, zekat, yemin gibi ibadetler ki, bunlarla Rabbi ile
olan ilişkisini düzenler.
6
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
1. Ahval-i Şahsiye Hukuku4: Kur'an'da yetmiş kadar ayet buna aittir. Şahsın
durumları ile ilgili hükümler olup ailenin kurulması, karı - koca, akraba
ilişkilerini düzenler.
2. Medenî Hukuk5: Kur'an'da bu özellikte yetmi kadar ayet vardır. Fertler
arasındaki mali ilişkileri düzenlemeyi ve hak sahibi herkesi korumayı amaç
edinir.
3. Ceza Hukuku6: Kur'an'da bu konuda otuz ayet vardır. Suçlar ve cinayet
hükümlerinden bahsedip insanların haklarını korumayı gaye edinir.
4. Duruşma Hükümleri7: Hüküm, şahitlik ve yemin ile ilgili olup insanlar
arasında adaleti gerçekleştirmek için gerekli düzenlemeyi amaç edinir.
5. Anayasa Hukuku: İlgili ayet on tanedir. Bunlarla, yöneten ve yönetilen
ilişkisinin sınırlanması, fertlerin ve toplumların haklarının tespit edilmesi
kastedilir.
6. Devletler Hukuku8: İlgili ayetler yirmibeştir. İslam Devleti'nin diğer
devletler ile ve İslam Devleti topraklarında yaşayan gayr-i müslimlerle ilgili
hükümleri ihtiva eder.
7. İktisat ve Mal Hukuku9: İlgili ayetler on tanedir. Bunlarla zenginlerle
fakirler ve devlet ile fertler arasındaki mali ilişkileri düzenlemek kastedilir.
Not: Şahsi hukuk özellikle de miras bölümü teferruatlıdır. Çünkü bu hususta aklın yeri yoktur ve
bunlar toplumun değişmesi ile değişmezler. Diğer hükümler hakkında ise temel prensipler ortaya
konulmuştur. Çünkü bu hükümler toplumun ve maslahatların değişmesi ile değişebilmektedir.
➲ Kur'an ayetlerinin delaletinin kat'i ve zannî oluşu: Kur'an'ın bütün ifadeleri, Hz.
Peygamber (sav)'den bize kadar nakledilmesi, sabit olması ve gelişi bakımından kesindir. Bir
ayet indiği zaman Hz. Peygamber (sav) onu sahabeye bildirir, vahiy katipleri de ayetleri
yazardı. Kur'an namazlarda ve diğer vakitlerde okunarak ibadet edilen bir kitaptı. Sahabe onu
ezberliyordu. Malum süreç içerisinde (i'cam, teksir, tezyin) Kur'an, bugün ilk indiği andaki
gibi korunmuştur. Kur'an nassı ihtiva ettiği hükümlere delalet yönünden iki kısma ayrılır:
1. Hükme delaleti kat'i olan sözler: Anlaşılan belli bir manaya delalet edip yorum
ihtimali olmaz ve ondan başka bir mana anlaşılmasına da imkan bulunmaz. ( َولَ ُك ْم
ف َما ت ََركَ أ َ ْز َوا ُج ُك ْم ِإن ل ْم يَ ُكن ل ُهن َولَد
ُ ص
ْ ِ )نayetinde olduğu gibi. Mirasta takdir edilmiş
hisseye veya cezada belli bir sınıra, ya da sınıra belli bir nisaba delalet eden her söz
böyledir.
2. Hükme delaleti zannî olan sözler: Bir manayı gösterip fakat yorumlanmaya, bu
manadan çevirip başka bir manaya kastetmeye müsait olan ifadelerdir. ( ُطلقَات َ َو ْال ُم
ٍ )يَت ََربصْنَ بِأَنفُ ِس ِهن ثَالَثَةَ قُ ُر َوءayetindeki altı çizili ibarede olduğu gibi. Müşterek lafız,
mutlak lafız ve bunlara benzeyenlerin bulunduğu ayetlerin delaleti zannidir.
4
1. Özel Hukuk 2. Şahsın Hukuku 3. Aile Hukuku
5
1. Medenî Hukuk 2. Borçlar Hukuku
6
1. Ceza Hukuku 2. Usul Hukuku
7
1. Muhakeme Usulü 2. Muhakeme Kanunu
8
1. Uluslararası Hukuk 2. Vatandaşlık Hukuku
9
1. Ticaret Hukuku 2. Maliye Hukuku
7
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
1. Kur'an'ın nassları: Allah Teala Kur'an'da Hz. Peygamber (sav)'e itaati emretmiş,
elçisine yapılan itaati kendisine itaat saymıştır. Müslümanların aralarındaki ihtilaflarda
Allah ve Resulüne gitmeleri emredilmiş, verilen hüküm de Müminlere seçme hakkı
tanınmamıştır. ( ٍش ْيء َ سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم فَإِن تَنَازَ ْعت ُ ْم فِي َّ ّْللا َوأ َ ِطيعُوا
ُ الر َ يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه
سنُ تَأ ْ ِويلا
َ ْاآلخ ِر ذَلِكَ َخي ٌْر َوأَح
ِ اّللِ َو ْاليَ ْو ِم
سو ِل إِن ُكنت ُ ْم تُؤْ ِمنُونَ بِ ه ُ الر )فَ ُردُّوهُ إِلَى هayetinde ifade
َّ ّللاِ َو
buyrulduğu gibi.
➲ Sünnetin Kur'an'a göre mertebesi: Sünnetin delil getirilmesi ve şer'i hükümlerin istinbatı
için kendisine başvurulması yönünden Kur'an'a nispeti ikinci derecededir. Ama sünnetin,
getirdiği hükümler yönünden Kur'an'a olan nispetine gelince, şu üç durumdan öteye geçmez.
a) Sünnet Kur'an'da bulunan bir hükmü destekler ve kuvvetlendirir. Böylece bir hükmün
iki delili, iki kaynağı olur. Namazın emredilmesi, yalancı şahitliğin yasaklanması
gibi.
b) Kur'an'da mücmel gelen bir hükmü tefsir eden veya onda mutlak geleni kayıtlayan ya
da âmm olan bir hükmü tahsis eden bir sünnet olur. Bütün bunlar Kur'an'da gelmiş
olandan maksadın ne olduğunu açıklamaktır. Emredilen namazın sünnet tarafından
tafsilatlı olarak anlatılması gibi.
8
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
c) Sünnet, Kur'an'ın söz konusu etmediği bir hükmü yeniden koyup ispat eder. Bu
hüküm sünnet ile sabit olur ve Kur'an'da hiç bir ifade ona delalet etmiş olmaz.
Erkeklerin altın ve ipekli elbise kullanmasının yasak olması, neseb ile haram olanın
süt ile de haram olması gibi. Sünnetin kaynağı ya Allah'ın elçisine ilhamı ya da
Resul-i Ekrem (sav)'in içtihadıdır.
➲ Sünnetin senedine göre kısımları: Sünnet Hz. Peygamber (sav)'den rivayetine göre
mütevatir, meşhur ve ahad olmak üzere üç kısımdır.
a) Mütevatir Sünnet: Her tabakada sayısı korunmuş, yalan üzere birleşmeleri mümkün
olmayan kalabalık bir grup tarafından, duyu organları ile ihtilafa düşmeden
alageldikleri ameli sünnetlerdir. İbadetlerin edası böyledir.
b) Meşhur Sünnet: Hz. Peygamber (sav)'den bir veya iki ya da tevatür derecesine
varmayan bir topluluk tarafından rivayet edilen sünnettir. Daha sonra bu tek veya bir
kaç kişiden tevatür derecesinde bir topluluk nakletmiştir. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir,
Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği sünnetler böyledir. "Ameller niyetlere göredir"
hadisi gibi.
Mütevatir ile meşhur sünnet arasındaki fark, mütevatir sünnetin her tabakasında
tevatür var iken meşhur sünnetin senedinin birinci halkasında tevatür yoktur.10
c) Ahad Sünnet: Hz. Peygamber'den bir kişi veya iki kişi ya da tevatür derecesinde
olmayan bir topluluk nakletmiştir. Ancak bir kişiden de gene bir kişi nakletmiş olup
bize kadar ulaşan senedindeki kişiler, hiç bir zaman tevatür topluluğu olmamıştır.
➲ Sünnetin kat'i ve zannî oluşu: Nakil açısından mütevatir sünnetin Hz. Peygamber'den
nakli kesindir. Meşhur sünnetin, Hz. Peygamber (sav)'den alan bir sahabe veya bir grup
sahabeden nakli kesindir. Zira onlardan mütevatir olarak nakledilmiştir. Ama Hz. Peygamber
(sav)'den nakli kesin değildir.11 Ahad sünnetin Hz. Peygamber'den gelişi zannîdir. Bu zan
ravilerde bulunan tercih şartları ile bilinir.12
1. Hz. Peygamber (sav)'in insanlık tabiatı gereği olan işleri (yeme, içme, oturma,
kalkma) şeriat değildir. Ancak ondan meydana gelen insani bir amele uyulması
hususunda bir delil varsa bu şeriattir.
10
Meşhurun hükmü icmanın hükmü gibidir. Mütevatiri inkar küfürdür. İşte bu mütevatir ile meşhur arasındaki
farktır. Çünkü mütevatir haberi inkar Hz. PEygamber (sav)'i tekzip etmektir. Meşhuru inkar ise bid'at ve
delalettir. (Zeki Koçak Fıkıh Usulü Dersleri)
11
Hanefilere göre meşhur sünnet mütevatir hükmünde olup âmmı tahsis, mutlakı mukayyed eder. Çünkü
sahabeden gelmiştir.
12
Ahad haber konusu Zekiyuddin Şa'ban'ın eserinden bu babın hemen akabinde işlenecektir.
9
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
2. Hz. Peygamber (sav)'in insanlık, tecrübe gibi dünya işleri (ticaret, ziraat, savaş
idaresi, ilaç tavsiyesi) şeriat değildir. Çünkü bunları Peygamberlik sıfatı ile
yapmamıştır. Zira bazı savaşlarda sahabe Hz. Peygamber (sav)'in uygulamalarının
kendi içtihadı mı vahiy mi olduğunu sormuş içtihat olduğunu öğrendiklerinde Hz.
Peygamber (sav)'e farklı tekliflerde bulunmuşlardır. Hurma aşılama meselesi debunun
gibidir.
3. Hz. Peygamber (sav)'in yaptığı bir iş, şer'i bir delil onun sırf kendisine ait olduğunu
gösterir ve o hususta örnek olmayacak ise, bu da şeriat sayılmaz. Hz. Peygamber
(sav)'in dörtten fazla kadınla evlenmesi, yalnızca Hz. Huzeyme'nin şahitliğini kabul
etmesi gibi.
1. Sahabenin ahad haberlerle amel konusunda takip ettiği metod: Sahabe, Hz.
Peygamber (sav)'in vefatından sonra rivayet edilen hadislerin Allah Resulü'ne ait
olduğundan emin olmadıkça kabul etmezlerdi.
Bazıları, bir hadis rivayet edildiğinde bu hadisi iki kişi işittiğini ifade ederse o zaman
kabul ediyorlardı. Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir'in davranışı böyle idi. Bazısı da raviye,
hadisi Hz. Peygamber (sav)'den işittiğine dair yemin ettiriyordu. Hz. Ali'nin yöntemi
bu idi. Bazen ise raviye güvenmedikleri için hadisi reddediyor ve onunla amel
etmiyorlardı. Sahabeden bazıları hadisin neshedilmiş olduğunu bildikleri için hadisi
reddediyorlardı. Rükuda "tatbik"14 yapmanın neshedilmiş olması buna örnektir.
Bazıları da kendi kanaatince daha kuvvetli olan delil ile çatıştığı için, rivayet edilen
hadisle amel etmiyordu. Hz. Ebu Hureyre'den rivayet edilen "Kim bir cenaze taşırsa
abdest alsın" hadisini İbn-i Abbas'ın kabul etmemesi gibi.
13
Bu bölüm Zekiyuddin Şa'ban'ın eserinden özete geçirilmiştir.
14
Rükuda ellerin uyluklar arasına kıstırılmasıdır.
10
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
hususunda dört şartta ittifak halindedirler. İmamların bunların dışında kendi özel
şartları da vardır:
c) Şafiilerin metodu: İmam Şafii dört şarta ek olarak sadece hadisin senedinin
sahih ve muttasıl olmasını şart koşmuştur. Bundan dolayı mürsel hadis ile amel
etmemiştir.20
d) Hanbelilerin metodu: Ahmed b. Hanbel, İmam Şafii gibi dört şarta ek bir şart
ileri sürmüştür. Ancak İmam Şafii'den farklı olarak senedde ittsali şart
koşmamıştır. Bundan dolayı mürsel hadislerle amel etmiştir. Hanefi ve
Malikilerde olduğu gibi mürsel hadisi kıyasa tercih etmiştir.
15
"Hz. Aişe'nin "Velisinin izni olmadan evlenen kadının evliliği batıldır" hadisini rivayet etmesi fakat kendisinin
bu hadise aykırı hareket etmesi örneği.
16
Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen "Hz. Peygamber rükuya giderken ve başını rükudan kaldırdığında ellerini
kaldırırdı" anlamındaki hadis gibi.
17
Musarrah hadisi. Hayvanı suni olarak sütlü gösterip satma ameliyesini Hanefiler ayıplı mallar kategorisinde
görmemişler ve bunu muhayyerlikler kategorisinde değerlendirmemişlerdir.
18
Namazdan çıkarken iki tarafa selam vermek ile ilgili hadisi Malikiler kabul etmemişlerdir. Çünkü Medine halkı
tek bir selamla namazdan çıkmışlardır.
19
Bu ilkeye göre "Musarrah" hadisini kabul etmemişlerdir.
20
Said b. Müseyyeb'ten gelen mürsel hadisleri kabul etmiştir. Çünkü başka tariklerde senedin muttasıl olmasını
delil almıştır.
11
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ Tanımı: Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra herhangi bir asırda Müslüman
müçtehitlerinin bir olay hakkında şer'i bir hükmün üzerinde birleşmeleridir.
1. Olayın vuku bulduğu asırda bir kaç müçtehidin bulunması gerekir. Zira ittifak her biri
diğerine uyan bir kaç fikrin arasında olur. Tek bir müçtehidin bulunduğu zamanda
icma' şer'an tahakkuk etmez.
2. Bir olayda şer'i hüküm için memleketleri, ırkları, taifeleri nazarı itibara alınmadan
olayın vuku bulduğu anda tüm Müslüman müçtehitlerin birleşmeleridir. Bir olaydaki
şer'i hükmün üzerine örneğin sadece Medine müçtehitleri birleşse böyle özel bir
anlaşma ile icma' şer'an teşekkül etmez.
3. Olay hakkında müçtehitlerden her biri fikrini açıkça ortaya koyarak birleşmelidirler.
➲ Delil oluşu: İcma'nın dört unsuru gerçekleştikten sonra ortaya çıkan hüküm şer'i bir kanun
olup ona karşı çıkmak caiz değildir. Sonraki asırda bulunacak müçtehitler bu olayı tekrar
içtihat konusu yapamazlar. İcmanın delil olmasının delili ise şöyledir:
1. Allah Teala Kur'an'da, Müminlere, kendisine itaat ve elçisine itaatle emrettiği gibi
ulu'l-emre itaati de emretmiştir. (سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم َّ ّْللاَ َوأَ ِطي ُعوا
ُ الر ) َيا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه
Emr lafzı şan manasında olup hem din hem dünya işine şamil olur. Dünya işlerine
sahip olanlar kumandanlar ve valilerdir. Din işlerine sahip olanlar ise müctehit ve
müftilerdir. İbn-i Abbas'ın başında bulunduğu müfessirler bu lafzı alimler olarak
anlamışlardır.
3. Şer'i bir hüküm üzerine icma' etmek için icmanın mutlaka şer'i bir dayanak üzerine
bina edilmesi şarttır. Olay hakkında nass varsa müçtehidin içtihadı nassı anlamaktır;
bir nass yoksa içtihat, onun hükmünü, nassı olan hükme kıyaslamak ya da diğer usul
kuralları ile bir hükme varmaktır.
12
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ İcma'ın imkanı: Nazzam ve bir takım Şiiler, esasları bildirilen icmanın normal olarak
vukuunun imkansız olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre müçtehidin kim olduğu hususu
tartışmalıdır. Müçtehitlerin kim oldukları bilinse bile her birinin birbirinden uzak bölgelerde
olması bir hüküm hakkında birleşmelerini imkansız kılmaktadır.
Fakat alimlerin çoğu icmanın normal olarak vuku bulabileceğini savunmuşlardır. Çünkü icma
fiilen vuku bulmuş olup bunun imkansız olduğunu savunanlar sadece şüphe uyandırmak
istemektedirler. Örneğin, Hz. Ebubekir'in hilafeti, domuz yağının haram olması, ninelere 1/6
miras verilmesi gibi bir takım cüz'i ve külli hükümler de icma' hasıl olmuştur.
➲ İcma'ın fiilen vuku bulması: Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra anlatılan manada
her hangi bir asırda bir icma olmuş mudur? Bunun cevabı "hayır"dır. Sahabeden meydana
gelen icma' ferdin fikri değil, ilim ve fikir sahiplerinin oluşturduğu "Şûra" cemaatinin
icma'ıdır. Hz. Ebubekir'e hasımlar başvurduğunda o önce Kur'an ve Sünnet'e bakar daha sonra
ise ilimde ileri gelenlere danışırdı. Eğer ileri gelenler fikirde birleşmişlerse işlerini ona göre
yürütürdü. Hz. Ömer'in usulü de böyleydi. Malumdur ki Hz. Ebubekir'in danıştığı ileri
gelenler ümmetin farklı şehirlerde bulunan tüm alimleri değil, çevresinde hazır bulunanlardı.
İşte fukahanın icma' dediği şey de budur. Bu cemaatin teşri'î olup ferdin teşri'î değildir. Böyle
bir cemaat Sahabe devrinde ve hicri ikinci asırda Endülüs'te şeriat hususunda danışılan
alimlerden bir cemaat meydana getirdikleri zaman bulunabilmişti. Bundan sonra başka yerler
de bu şekilde bir icma' olmamış cemaatten bir teşri' ortaya çıkmamıştır. Teşri' ferdi olarak bir
memleketteki bir müçtehidin içtihadı ile gerçekleşmiştir.
1. Sarih icma': Bir asrın bütün müçtehitlerinin, bir olayın hükmü üzerinde her birinin
fikrini fetva veya hüküm şeklinde açıklayarak birleşmelerinden ibarettir. Bu icma'
gerçek icma' olup çoğunluğun mezhebine göre şer'i bir hüccettir.
2. Sükutî icma': Bir asrın bazı müçtehitlerinin bir olay hakkında, fikirlerini fetva veya
bir hüküm ile açıkça ortaya koymaları ve geri kalanın, muvafık veya muhalif olarak
fikirlerini açıklamayıp susmalarıdır. Bu icma' itibari (hükmî) icma'dır. Çünkü susanın
muvafakat etmesi kesin değildir. Bundan dolayı delil alınmasında ihtilaf edilmiştir.
Çoğunluk delil olarak kabul etmezken, Hanefiler delil olarak kabul ederler. Hanefiler
susan müçtehide olayın anlatılması ve araştırma yapıp fikrini izhar edebilecek kadar
bir süre verilmesini şart koşarlar. Eğer buna rağmen müçtehit fikrini beyan etmiyor ve
sükuta devam ediyorsa bu sükut muvafakat anlamına gelmiş sayılır. Müellif
çoğunluğun görüşüne katılıp sükut edenin fikrinin olmadığı kanaatindedir.
İcma'ın hükme delaletinin kesin ve zanni olmasına göre de iki türü vardır:
a) Delaleti kat'i olan icma': Delalet ettiği hüküm kesin olandır. Kendisinde
icma'ın vaki olduğu herhangi bir olayda artık icma' yapılamaz.
b) Delaleti zannî olan icma': Hükmü ağır basan bir zanna dayanmaktadır. Olay
hakkında içtihada imkan vardır. Çünkü bu hüküm cumhurun değil bir grup
müçtehidin fikrinden ibarettir.
13
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ Tanımı: Hakkında hüküm bulunmayan bir olayı, hükmün nedeninde birleştikleri için,
hakkında hüküm bulunmayan bir olaya hükümde ilhak etmektir. Aşağıdaki misaller tarifi
açıklayacak şer'i ve beşeri kıyaslardır:
2. Varisin müverrisi öldürmesi açık nass ile hükmü sabit olan bir olaydır. Hz. Peygamber
(sav) "Katil varis olamaz" buyurmuşlardır. Buradaki illet öldürme fiilidir. Varis mirası
zamanından önce elde etmeye yönelmiştir. O halde öldürmenin maksadı aleyhine
döner ve mirastan yoksun bırakılarak cezalandırılır. Aynı illet vasiyet edilenin, vasiyet
edeni öldürmesinde bulunur. Aynı şekilde vasiyet edeni öldüren de kendisine yapılmış
olan vasiyetten mahrum olur.
3. Cuma günü ezan vaktinde alış-veriş yapmak, ( ص َلةِ ِمن يَ ْو ِم ْال ُج ُمعَ ِة َّ يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُوا إِذَا نُودِي ِلل
َّللاِ َوذَ ُروا ْالبَ ْي َع ذَ ِل ُك ْم َخي ٌْر لَّ ُك ْم إِن ُكنت ُ ْم تَ ْعلَ ُمون
َّ )فَا ْسعَ ْوا إِلَى ِذ ْك ِرayetine göre kerahettir. Bu hükmün
illeti insanın namazdan alıkoymasıdır. Aynı şekilde cuma günü ezan vaktinde yapılan
kiralama, rehin ve herhangi bir muamelede de bu neden bulunmaktadır.
4. Bir kağıdın üzerine imza atmak açık söz ile hükmü olan bir olaydır. Bunun hükmü
Medeni Kanunun açık ifadesine göre imza edeni göstermekte delil olmasıdır. Buradaki
illet imza edenin imzası onun şahsını gösterir. Parmak basılan kağıtta da aynı illet
bulunmaktadır.
5. Usul ile furu' ve karı ile koca arasında vuku bulan hırsızlığın mahkemesi ceza
kanunlarına göre malı çalınan istemedikçe yapılmaz. Mal dağıtmak, yankesicilik gibi
suçlar da akrabalık ve kocalık alakasından dolayı kıyas edilir.
➲ Delil oluşu: Cumhurun mezhebi, kıyasın amel hükümleri hususunda delil olmasıdır. Kıyas
şer'i hükümler dizisinde dördüncü sıradadır. Nazzamiye, Zahiriyye ve bazı Şii gruplar kıyası
delil olarak kabul etmezler. Kıyasın delil olduğunu kabul edenler onu şu delillerle ispat
ederler:
Nisa, 59: ( ٍش ْيء َ سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم َفإِن تَنَازَ ْعت ُ ْم فِي َّ ّْللاَ َوأ َ ِطيعُوا
ُ الر يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه
سو ِل
ُ الر )فَ ُردُّوهُ إِلَى ه
َّ ّللاِ َو
Haşr, 2: (ار َ )فَا ْعت َ ِب ُروا يَا أُو ِلي ْاأل َ ْبİbret alın sözü ile istidlal şekli şöyledir: İnkar
ِ ص
etmiş olan Nadiroğullarının yaptıklarını anlattıktan ve ummadıkları yerden
14
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
3. Sahabe ile ispat: Sahabenin söz ve fiilleri de kıyasın delil olduğunu ispat eder.
Örneğin sahabe Hz. Ebubekir'in halifeliğine namaz imamlığına kıyaslayarak biat
ettiler. Aynı zamanda Hz. Peygamber (sav) sağlığında içtihat eden sahabesini
azarlamadı. Sahabe de içtihat ve kıyas etmekte birbirini paylamadı. Sahabenin
kıyasına örnek çoktur.
Kıyas zan üzerine dayanır: Onun için zan üzerine kurulan da zandır. Oysa Yüce Allah
zanna uyanları kınamıştır. Buna göre kıyasla hükmedilemez.
15
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Bu, zayıf bir şüphedir. Çünkü yasaklanan akide hakkındaki zandır. Ameli hükümlerin
ise delillerinin çoğu zannidir. Eğer bu şüphe itibara alınsaydı delaleti zanni olan
nasslarla iş görülmezdi.
Bu şüphe daha zayıftır. Zira kıyasa dayanan ihtilaf, akide veya dinin asıllarından
birinde ihtilaf değil, cüz'i ameli hükümlerde ihtilaf olup bir fesada götürmez.
Bir kısım sahabenin fikir ile hüküm vermenin yerildiğine dair nakledilen ifadeleridir.
Ancak bu nakillerin güvenilir olmaması yanında bunlardan maksat kıyası veya onu
delil getirmeyi inkar etmek değildir. Bundan maksatnassa dayanmayan fikirden
menetmektir.
1. Asıl: Hükmü hakkında açık nass bulunan nesnedir (şey). Buna kendisine kıyaslanan
(el-mekîs aleyh), kendisine yüklem olan (el-mahmul aleyh) ve kendisine benzetilen
(müşebbeh bih) denir.
2. Fer': Hükmü hakkında açık nass bulunmayan nesnedir. Hükümde asla eşit kılınması
arzu edilir. Buna kıyaslanan (el-mekîs), yüklem (el-mahmul) ve benzetilen
(müşebbeh) de denir.
3. Aslın Hükmü: Asıl hakkında nassın getirdiği şer'i hükümdür ve bu fer'in de hükmü
olması arzu edilir.
Altı nesne: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz, bunlar asıldır. Çünkü bunların
herhangi biri kendi cinsi ile satıldığı takdirde veresiye ve fazlalık halinde faizin haram
olduğu nass ile bildirilmiştir. Haram olmalarının nedeni ölçülebilen nesneler olmalarıdır.
Bundan dolayı miktarları ölçü veya tartı ile bilinerek cinslerinin birleşmesidir. Mısır, pirinç
ve bakla fer'idir. Çünkü bunların hükmü açıkça bildirilmemiştir. Bunlar ölçülebilen
olmakta açık söz ile hükümleri bildirilen şeylere eşittir. Bunun için cinsleri ile
değiştirildiklerinde öncekilerin hükmünde eşit kılınırlar.
Asıl ile Fer': bunlar, ya birer olay ya da birer durumdurlar. Birinin hükmüne dair açık nass
vardır diğerinde açık nass yoktur ve durumu bilinmek istemektedir ve hakkında icma' da
yoktur. Yine bu ikisinin hükümde birleşmelerine engel olacak bir fark da bulunmamaktadır.
16
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Aslın Hükmü: Her hüküm kıyas yoluyla başka bir olaya geçmez. Bunun fer'e geçmesi için
bir takım şartları vardır.
Birinci şart: Açık nass ile sabit olmuş şer'i ve ameli bir hüküm olmalıdır. Ama icma'
yolu ile sabit olmuş şer'i ve amelî bir hükmün kıyas yoluyla geçişli olması ve
olmaması hususunda hususunda iki görüş vardır. Müellif birinci görüşü tercih edip
icma' ile sabit olan hükme kıyas yapılamayacağını, Şevkani gibi bazı alimler ise ikinci
görüşü kabul etmişlerdir.21
İkinci şart: Aslın hükmünün illeti akıl ile kavranabilmelidir. Eğer illet akıl ile
bilinemiyorsa, kıyas yoluyla geçişli kılınamaz. Bu şartın açıklanması şöyledir: Bütün
ameli şer'i hükümler insanların maslahatı için konulmuş ve bir takım illetler üzerine
bina edilmişlerdir. Ancak hükümler iki türlüdür:
Üçüncü şart: Aslın hükmü asla mahsus olmamalıdır. Eğer aslın hükmü kendisine
mahsus ise kıyas yoluyla başkasına geçişli kılınamaz. Bu iki durumda olur:
İllet: Bu, kıyasın nedenidir. Bu rükünlerin en önemlisidir. Zira kıyasın illeti kıyasın temelidir
ve bunun incelenmesi, kıyasın incelenmesi gereken en önemli konulardır. Bu çok olmasına
rağmen burada dört tanesi incelenecektir:
1. İlletin tarifi: İllet, hükmün üzerinde bina kılındığı asıl'da bulunan bir niteliktir. Bu
nitelik ile, bu hükmün fer'de bulunduğu anlaşılır. Sarhoş etme, şarabın haram
kılınmasının üzerinde bina kılındığı bir niteliktir. Bununla sarhoş eden her içkinin
haram olduğu bilinir. Usulcülere göre "illet hükmü tanıtan" şeydir. İllete hükmün
yörüngesi, sebebi ve belirtisi de denir.
21
İcma'ın senedi kitap ve sünnet olursa bu hükmün fer'e geçmesi normaldir. Ancak kitap ve sünnette olmayan,
icma' ile oluşan hükmün fer'e geçmesi ile ilgili iki görüş yukarıda zikredilmiştir.... Kıyas ile verilen hüküm (illeti
içtihatladır) başka bir fer'e makîsun aleyh olamaz. Zira bir fer' başka bir fer'e makisun aleyh olamaz. (Zeki Koca
Usul Dersleri)
17
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Hükümlerin bir kısmını koyarken hikmet bazen kapalı olur. Yani dış duyulardan biri
ile kavranılmaz, var olup olmadığı tespit edilemez. Bunun için hüküm onun üzerine
bina kılınamaz, hükmün varlığı onun varlığına, yokluğu da onun yokluğuna
bağlanamaz. Örneğin, evlilik ile nesebin sübutu böyledir. Onun hikmeti kadının
yalnız kocasından hamile olmasına götüren cinsi birleşmedir. Bu, hiç kimsenin vakıf
olamadığı gizli bir iştir.
Hikmet bazen de takdiri olur. Hükmün onun üzerine bina edilmesi ve varlık yönünden
ona bağlanması bir kaide altına alınamaz. Örneğin, Ramazanda hastanın oruç
tutmamasına cevaz verilmesinin hikmeti zorluğu savmaktır. Ama, bu takdire bağlıdır,
insanların ve durumlarının değişik olmasına göre değişir.
Hükmün hikmeti ile illeti arasındaki fark: Hükmün hikmeti, o hükmün konmasına
sürükleyici sebep ve ondan güdülen gayedir. Hükmün illeti ise, hükmün üzerine
kurulduğu, hükmün varlığı onun varlığına, yokluğu onun yokluğuna bağlanan açık ve
belli bir niteliktir. Çünkü hükmün onun üzerine kurulması ve ona bağlanması,
hükmün konmasındaki hikmeti gerçekleştirir. Örneğin yolculukta namazın
kasredilmesinin hikmeti zorluğu savmaktır. Ancak bu hikmet takdiri bir şey
olduğundan hükmün onun üzerine bina edilmesi imkansızdır. Buradaki illet ise
yolculuktur. Çünkü bu açık bir niteliktir. Buna göre şer'i hükümler hikmetleri üzerine
değil illetleri üzerine bina edilirler. Bunun manası, şer'i hükmün illeti nerede varsa,
hikmeti bulunmasa da kendisi orada vardır. Hikmeti bulunsa da illeti olmayan yerde
hükmü de yoktur.
Bazı hükümlerde illet olduğu halde hüküm yoktur. Örneğin evlenme akdi
yapıldığından beri bir araya gelmedikleri sabit olan bir kadının çocuğunu, kocası
inkar ederse nesep davasına bakılmaz. Oysa evlenme evlenme (illet) bulunmuş ama
onun hükmü olan nesebin sabit olması bulunamamıştır. Aslında bununla yukarıdaki
hükümler arasında zıtlık yoktur. Buna göre evlilik akdinden beri bir araya gelmeyen
karı-kocanın evliliği, karının kocasından hamile kaldığı ihtimali kalmamış
olduğundan nesebin sübutu için artık illet olamaz. Yani zaten illet olmadığı için
hüküm oluşmamıştır.
İllet ile sebep arasındaki fark: Akılca anlaşılan nitelik illet ve sebeptir. Ancak akılla
kavranmazsa buna yalnız sebep denir. Örneğin, yolculuk, Kasr-ı salat için hem illet
hem sebeptir. Fakat güneşin batması akşam namazının farz kılınması içindir. İşte bu
sadece sebeptir. Bundan dolayı "her illet sebeptir fakat her sebep illet değildir" denir.
18
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
2. İlletin şartları: Usulcülerin ittifak ettiği illetin şartları dört tanedir: ( ظاهر منضبط مناسب
)و غير قاصر
a) Açık bir nitelik olmalıdır: Bundan maksat dış duyularla kavranılan bir
nitelik olmalıdır. Örneğin şarapta duyu ile kavranılan sarhoş edicilik vasfı
vardır. Yine aklın olgunluğu buluğa ermenin delili olmayıp, aklın
olgunlaşmasının açık belgesi olan on beş yaşıdır veya daha önce buluğ
belirtilerinin meydana çıkmasıdır.
b) Mazbut bir nitelik olmalıdır: Fer'de tamam veya az farkla var olduğu tespit
edilebilecek belirli ve belli bir gerçekliği olmasıdır. Çünkü kıyasın aslı, asıl
fer'in aslın hükmünün illetinde birleşmeleridir. Bu eşit olma, illetin belli
mazbut olmasını gerektirir. Böylece iki olayın illette birleştiğine hükmedilmiş
olur. Örneğin varisin düşmanlıkla murisini öldürmesi mazbut bir hakikat
olup, bunun, kendisine vasiyet edilenin vasiye edeni öldürmesinde
gerçekleşmesi mümkündür.
Bundan dolayı uygun olmayan nitelikleri illet kabul etmek doğru değildir.
Örneğin, şarabın rengi, adam öldürenin Mısırlı olması, Ramazan'da kasten
oruç yiyenin köylü olması, bunlar rastgele niteliklerdir.
3. İlletin kısımları:
19
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
b) Belli bir hükme niteliğin cinsi illet kabul edilmiştir: Örneğin, yağmur iki
namazı bir vakitte kılmanın cevazına sebeptir. Şöyle ki; Yağmur yağarken iki
namazın birleştirilmesinin caiz olduğu nass ile sabittir. Hüküm yağmurlu
duruma uygun konulmuştur. Bu hükmün illetinin yağmur olduğunu ne nass
ne de icma' göstermemiştir. Fakat başka bir nass, namazın yolculukta
birleştirilmesine cevaz verildiğini göstermektedir. İcma' ile sabittir ki
yolculuk namazın ceminin cevazının illetidir. Yağmur ve yolculuk aynı
cinsten olup ikisinde de sıkıntı durumu vardır. Kar ve soğuk da buna kıyas
edilmelidir.
23
İllet şu şekillerde gelebilir: Sarahaten: Aybaşının eza olması; İmaen: Hırsızlık; İcmâen: Yetimlerin malları ile
ilgili tasarrufta küçüklük gibi.
20
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Birinci yol: Açık nass: Kur'an ve Hadis'te bir söz, bir niteliğin illet olduğunu
göstermişse, bu nitelik nass ile sabit olan bir illet olur. Buna "açıkça belirtilmiş illet"
denir. Buna yapılan kıyas nassın uygulanmasıdır. Örneğin, Allah Teala'nın
Peygamberler gönderme nedenini bildirirken ( ُّللا س ِل َو َكانَ ه ُّ َّللاِ ُح َّجةٌ بَ ْعد
ُ الر ِ َِّلئَلَّ َي ُكونَ ِللن
اس َعلَى ه
) َع ِز اbuyurması açık ve kesin olur. Yine ganimetin beşte birinin fakir ve
يزا َح ِكي اما
yoksullar için alınmasına dair (ي َال َي ُكونَ د ُولَةا َبيْنَ ْاأل َ ْغ ِن َياء ِمن ُك ْم
ْ ) buyurması böyledir.
Nass'da illeti gösteren söz, illetten başka manaya da delalet delalet etme ihtimali
varsa, niteliğin illet olmasını gösteren nass ifadede bulunmakla beraber zannî olur.
Örneğin, Allah Teala'nın (ق اللَّ ْي ِل ِ سَ ش ْم ِس إِلَى َغ ِ ُصلَة َ ِلدُل
َّ وك ال َّ )أَقِ ِم ال, ( ظ ْل ٍم ِ همنَ الَّذِينَ هَاد ُواْ َح َّر ْمنَا
ُ فَ ِب
ْ ى َي
َ ) َعلَ ْي ِه ْم, ( َط ُه ْرن
ٍ ط ِيه َبا
ت َ َّيض َوالَ ت َ ْق َربُوه َُّن َحت ِ ساء فِي ْال َم ِح َ ِيض قُ ْل ه َُو أَذاى فَا ْعت َِزلُواْ النه ِ ) َو َي ْسأَلُونَكَ َع ِن ْال َم ِح
gibi ayetlerindeki ifadelerinin illeti göstermesi zannîdir. Çünkü bu ifadelerde illet
gösteren harfler ()ل, ()ب, ( )تharfleri olup bunlar illet yanında başka manalarda
bildirirler.
Ama bazen nassın, niteliğin illet olduğunu göstermesi belirti ve îmâ ile olur. Örneğin,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Hakim kızgınken hükmetmez", "Katil
varis olmaz", "Savaşan yaya ise bir hisse, atlı ise iki hisse alır." Delilin açık veya îmâ
halinde olması kesin ya da zannî olması dilin kullanılışına ve sözün gelişine bağlıdır.
21
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
İkinci yol: İcma': Herhangi bir asırda müçtehitler bir niteliğin şer'i bir hükmün illeti
olduğunda birleşirlerse, bu niteliğin illet olması icma' ile sabit olmuş olur. Örneğin,
küçük kızın üzerine mali velayetinin illetinin "küçüklük" olmasında birleşmişlerdir.
Ancak bunun doğru sayılması kıyası kabul edenlere göredir.
Üçüncü yol: Sebr ve Taksim: Sebr, denemek demektir. Taksim ise, illet olabilecek
nitelikleri asıl'da sınırlayıp hangisinin illet olacağının araştırılmasıdır.
Bir olay hakkında şer'i hükmü bildiren bir nass gelmişse, nass ve icma', bu hükmün
illetini göstermemişse, müçtehit bir hükmün illetini bulmak için sebr ve taksim
yoluna başvurur.
Yapılışı:
* Hükmün olayında bulunup ve bir tanesinin illet olabileceği nitelikleri tespit eder.
* İllette ve illet sayılacaklarda bulunması gereken şartların ışığında her bir niteliği
inceler.
* Bu sebr (deneme) ile illet olmayacak nitelikleri çıkarır ve illet olanı geri bırakır.
Şarap Kokain
1. Akıcılık 1. Katılık
2. Renk 2. Renk
3. Koku 3. Koku
4. Tat 4. Tat
5. Sarhoş edicilik 5. Sarhoş edicilik
Bu metodun özeti şudur: Müçtehit, asılda bulunan bütün nitelikleri incelemelidir. Onlar
içinde illet olmayacakları bir tarafa bırakır. Kendi kanaatine göre hangisi illet olacaksa onu
alıkoyar. Bir yana bırakmak ve hesaba katmakta illetin şartlarının gerçekleşmesi rol oynar.
Tabi bu hususta müçtehitlerin zekası da rol oynar.
24
Zeki Koçak Fıkıh Usulü Dersleri
22
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
nassdan anlaşılmaktadır. Arıklama ise hükmün illetini illet olmakta bir etkisi olmayan, ona
bitişik niteliklerden temizlemektir.
Örneğin, bir Bedevi Hz. Peygamber (sav)'e gelir ve ona "yok oldum" der. Hz. Peygamber
(sav) ona "ne yaptın"der, o, "Ramazan günü isteyerek eşimle birlikte oldum" der. Efendimiz
ona "kefaret ver" der.
Bu söz kefaret vermenin bedeviye gerekmesinin illetinin, ondan meydana gelen olay
(Ramazan günü isteyerek münasbet) olduğuna işaret ederek gösterir. Ancak onda meydana
gelen olay için bedevi olması, öz karısı olması, o senenin Ramazan günü vuku bulması gibi
niteliklerin bir etkisi yoktur.
Buna göre Şafiiler kefaretin " Ramazan günü isteyerek münasbet" ile mümkün olacağını ifade
etmişlerdir. Hanefiler ise, orucu bozan herkesin durumu, münasebette bulunan gibidir
demişlerdir. Buna göre Hanefilerce kefaretin gerekmesi, bağlantının (menat), arıklandıktan
sonra orucu isteyerek bozma olduğu anlaşılır. İllet ona bitişik olup illet olmada rolü olmayan
niteliklerden arıklanma bağlantısını açıklığa kavuşturmadır. Bundan da anlaşılır ki tenkihu'l-
menat sebr ve taksimden farklıdır. Çünkü tenkihu'l-menat, ancak hükmün bağlandığı yeri
nassın göstermesi ile olur. Ne var ki illet olmada etkisi olmayanlardan arıklanmamış bulunur.
Oysa sebr ve taksim yalnız, hükmün bağlandığı yeri gösteren bir nassın bulunmasıdır. Sebr ve
taksim ile illetin başka şeylerden arıklanmasına değil, bilinmesine gidilir.
Tahricu'l-Menat: (Bağlantıyı ortaya koyma): Sebr ve taksim yoluyla veya illeti bulma
yöntemlerinden herhangi birisi vasıtasıyla hakkında açık nass bulunmayan veya üzerine icma'
edilmemiş olan bir illet ortaya koymaya denir.
Bu, hakkında açık nass bulunan şer'i bir hükmün illetini arayıp çıkarmadır. Bu illet, hakkında
nass bulunmamış ve illet olduğuna icma' edilmemiş olacaktır. Ama, bağlantıyı incelemek,
açık nass veya icma' ya da herhangi bir yol ile tek bir olay hakkında sabit olan bir illetin,
hakkında açık nass bulunmayan bir olayda gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmektir. Nitekim
aybaşı halinde kadınlara yaklaşmamanın illetinin eza olduğuna dair açık nass vardır. O halde
ezanın lohusalıkta olup olmadığı incelenir. Aynı şekilde şarap içmenin haram olma illeti
sarhoş etme olduğuna göre başka bir meyve suyunda sarhoş edicilik vasfının bulunup
bulunmadığı incelenir.
23
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Hakkında açık söz bulunmayan bir olay meydana gelse, buna iki ayrı yönden bakılır. Biri
açık olup bir hüküm gerektirir, diğeri gizli olup başka bir hüküm gerektirir. Müctehidin
zihninde gizli görüşü tercih edecek bir delilin belirmesi ile açık görüşten vaz geçmesidir ki
buna şeriatta istihsan denir.
Aynı şekilde hüküm genel olursa müctehidin zihninde belirip bu genel hükümden tek bir
olayı istisna ederek ona başka bir hüküm vermek de şer'an istihsan olur.
1. Bir delile dayanarak gizli kıyası açık kıyasa tercih etme: Örnekleri şöyledir:
Burada açık kıyas, vakfı alış verişe katmaktır. Zira her biri, mülkiyeti mal
sahibinin mülkiyetinden çıkarmadır. Gizli kıyas ise, vakfı kiralamaya
katmadır. Çünkü her ikisinden maksat yararlanmadır. Nasıl ki sulama, içme
ve geçiş ekili yerlerin kiralanmasına anılmadıkları halde girerse, ekili
yerlerin vakfedilmesinde de anılmadıkları halde girerler.
b) Hanefiler, alan ile satan, mal ele alınmadan fiyatta ihtilaf etseler; satan fiyatın
yüz lira olduğunu, alan da doksan lira olduğunu iddia etse her ikisinin
istihsana dayanarak yemin etmelerini, söylemişlerdir.
Burada açık kıyas, bu olayı davacı ve davalı arasında olan her olaya
katmaktır ki böyle durumlarda davacıya (iddia edene) delil getirme ve
davalıya (inkar edene) yemin etme düşer. Gizli kıyas, bu olayı iki davacı
arasında olan her olaya katmaktır ki, her biri aynı anda hem davacı ve hem
davalı olur ve yeminleşirler.
c) Hanefiler, akbaba, karga atmaca, şahin, çaylak, kartal gibi yırtıcı kuşların
artıklarının istihsan deliline göre temiz, kıyasa göre pis olduklarını
söylemişlerdir.
Burada açık kıyas, yırtıcı kuşların etleri gibi artıklarının da haram olması
yönündedir. Gizli kıyas ise (istihsan yönü) yırtıcı kuşların her ne kadar etleri
haram ise de ancak, etinden meydana gelen salyası su artığına
24
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
2. Bir delile dayanarak genel bir hükümden tek bir olayı istisna etmektir:
Örneklerden bazıları şöyledir:
➲ İstihsanın delil oluşu: İstihsanın tarifinden ve iki çeşit olmasından gerçekte müstakil şer'i
bir kaynak olmadığı anlaşılır. İstihsam delil getirenlerin çoğu Hanefilerdir. Delilleri şudur:
İstihsamn delil getirilmesi aslında gizli kıyası açık kıyasa tercih etme ya da genel hükümden
cüz'i bir hükmü çıkarmağa mutlak fayda (maslahat mursele) ile delil getirmedir.
➲ İstihsana delil getirmeyenlerin şüpheleri: Bir kısım müctehitler istihsanı kabul etmemiş
ve onu heva ve heves ile şer'i hükümleri çıkarma saymışlardır. Bunların başında İmam Şafii
gelir, onun şöyle söylediği nakledilir "İstihsan yapan şeriat koymuştur."
Buna göre delil kabul edenlerin kasdettiği mana ile delil kabul etmeyenlerin kasdettiği mana
birbirinden farklıdır. Eğer mana da birleşme olsaydı onu delil getirmekte ayrılığa düşmezlerdi.
Aslında istihsan, vazgeçmeyi gerektiren bir delilden ötürü, açık delilden ve genel hükümden
vazgeçmedir, bu sırf heva ile verilen bir hüküm değildir. Bundan dolayı İmamı Şatibi el-
Muvafakat'ında şöyle dedi: "İstihsan yapan, sırf zevkine ve arzusuna göre hareket etmiş
değildir. Doğrusu, o, arzedilmiş olan nesnelerin misâllerinde biraz, şariin ne kasdettiğini
bilmesine göre hareket eder. Mesela kıyas bir hüküm gerektirir. Ancak, bu hüküm bir yönden
bir maslahatın kaybına veya aynı şekilde bir kötülüğün yapılmasına götürebilir."
25
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ Tanımı: Usulcülere göre, Şari'in, gerçekleşmesi için bir hüküm koymadığı, şer'i bir delilin
de onun muteber sayıp saymadığını göstermediği nesnedir. Bunun örnekleri, kamu yararına
sahabenin hapishaneler yapılmasını, para basılmasını, fethettikleri ekili yerleri eski
sahiplerinin elinde bırakıp onlara haraç konması ve bunun gibi zaruretlerin, ihtiyaçların veya
güzelleştirmelerin gerektirdiği faydalardır. Bunların meşru sayılıp sayılmadığına dair şer'i bir
dayanak yoktur.
➲ Şer'i delil kabul edenlerin delilleri: İslam alimlerinin çoğunluğu, "kamu yararı'' nın
hükümlerin üzerine kurulduğu şer'i bir delil olduğuna, ve bu kamu yararının alınması için
şeriattan bir şahit bulunmasının şart olmadığını savunmuşlardır. İki delil ortaya koymuşlardır:
2. Eğer, sahabenin, tabiunun ve müctehit imamlann, koyduğu hükümler teker teker ele
alınırsa, görülür ki, onlar dikkate alındığına hiç bir delil olmayan kamu yararına
birçok hükümler koymuşlardır. Örneğin, Hz. Ebubekir, Kur'an-ı Kerim'in yazılı
olduğu dağınık sayfaları topladı; Hz. Ömer bir söz ile söylenen üç boşamayı infaz
etti; Hz. Osman müslümanları tek kitap üzerine birleştirip, onu yaydı, öbürlerini
yaktı; Hanefiler sefih müftüyü, cahil tabibi, hilebaz müflisi işten menettiler;
Malikiler, töhmetlinin hapsedilmesini ve ikrar etmesini sağlamak için dayak vurmayı
caiz gördüler; Şafiiler, bir cemaat tek bir kişiyi öldürdüğü taktirde, onlara kısas
yapılmasını gerekli gördü.
➲ Maslahatı Mürsele'yi delil getirmenin şartları: "Kamu yararı" nı delil kabul edenler,
hevaya göre şeriat koymağa kapı açmasın diye onunla delil getirmek için ihtiyatlı
davranmışlardır. Bunun için üç şart ortaya koydular:
1. Gerçek bir yarar olmalıdır: Bundan maksat, bir olaya dair hüküm koyarken bir
fayda sağlamasının veya zararı savmasımn gerçekleşmesidir. Ancak şeriat koymanın,
meydana getireceği zarar hesaba katılmadan fayda sağlayacağı sırf kuruntu ise, bu
kuruntu bir yarar üzerine kurulmuş olur. Bu gibi yararın örneği kocadan karısını
boşama hakkını alıp bütün durumlarda boşama hakkını yalnız hakime vermeyi
tevehhüm etmektir.
26
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
2. Genel bir yarar olup şahsi bir yarar olmamasıdır: Bir olay için konacak hükümde
gerçekleşmesi sağlanacak fayda veya sayılacak zarar, büyük bir insan kitlesine şamil
olması, bir ferdin veya birkaç kişinin yararına olmamasıdır.
3. Konan hüküm, nass veya icma ile sabit olan bir ilkeye veya hükme karşı
olmamalıdır: Kız ile oğulun irste eşit olmasını gerektiren bir yararı dikkate almak
doğru değildir. Çünkü bu yarar Kur'an'ın açık sözüne karşı olduğundan lağvedilmiş
sayılır.
➲ Maslahatı Mürsele'yi delil kabul etmeyenlerin en açık şüpheleri: İki delilleri vardır:
1. Şeriat, insanların bütün yararlarını nass'larla ve yol verdiği kıyas ile gözetlemiştir.
Yararlı hiç bir iş yoktur ki, şâri'in onu dikkate almış olduğuna bir belirti bulunmasın.
Bunun için, şâri'in dikkate almadığı her hangi bir maslahat gerçekte yararlı değildir.
2. Mutlak yarar üzerine hüküm koymakta, valiler, kumandanlar ve fetva adamları içinde
heva ve hevese uyanlara heves kapısını açmak vardır. Yararlar (mesalih) görüş ve
çevrelerin değişmesine göre değişen takdire bağlı şeylerdir. Mutlak yararlık için
hüküm koymaya kapı açmak, kötülüğe kapı açmaktır.
25
ٍ سد الذرائع: الدليل السابع
➲ Tanımı: Zerâi' vesileler demektir. "zerî'a" bir şeye götüren vesile ve yol manasınadır. Bu
şey mefsedet, maslahat, söz veya fiil olabilir. Fakat zerâi' çoğunlukla, mefsedetlere götürücü
mahiyetteki vesileler için kullanılmıştır. Eğer, "şu, seddu zerâi' cinsinden bir meseledir"
denirse, bunun manası, o şey mefsedetlere yol açıcı mahiyetteki vesilelerin önlenmesi
kabilindendir, demektir.
Mefsedetlere yol açan fiillerin kendileri ya bizzat fâsiddir; haram kılınmıştır, ya da mubahtır;
caiz ve helâldir:
Birincisi: Tabiatları icabı, şerre, zarara, fesada yol açalar: Aklî dengeyi bozan
sarhoşluk verici maddeyi içmek, neseplerin karışmasına yol açan zina fiilleri gibi. Bu
fiillerin yasaklığı hususunda alimler arasında ihtilaf yoktur. Bu fiillerin kendileri
bizzat haram olduklarından, "Seddu Zerâi'" dairesine girmez.
1. Bunların mefsedete yol açışları az ve nadirdir. Onun için maslahat tarafı tercih
olunmuş, mefsedet tarafı tercih olunmamıştır. Erkeğin nişanlısına bakması,
kişinin üzümcülük yapması gibi. Bu fiiller, mefsedet doğurabilirler iddiasıyla
men olunamazlar.
25
Bu bölüm, Abdülkerim Zeydan'ın el-Veciz fî Usuli'l-Fıkh isimli eserinden özetlenmiştir. (Bkz. Müesse er-Risale,
s.231-236)
27
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
➲ Tercih edilen görüş: Şeriat Sahibinin bir şeyi haram kılması, vesileleri ve sebeplerini ise
mübah kılması yahut onları aslî mubahlık vasfıyla terk etmesi kabul olunabilecek bir şey
değildir. Şu halde bir şeyin mubah olması için, ağırlığı daha fazla olan bir mefsedete yol
açmaması şarttır. Belirli durumlar yahut hususi şartlar altında bir şey mefsedete yol açıyorsa o
şey men olunur ve yasaklanır. Mesela alış veriş mubahtır. Fakat cuma namazına çağrılma
vaktinde yasaktır. Müşriklerin ilahlarına sövmek mubahtır. Fakat bu fiil, Allahu Teâlâya
sövme mefsedetine yol açarsa yasaktır.
Bütün bunlardan, seddu zerâi'in hüküm delillerinden biri olduğunu benimsemek görüşü
tercihe şayan olarak kendini belli etmektedir. Çünkü Kitap ve Sünnet, seddu zerâi'in muteber
bir esas olduğuna şahitlik emektedir. Örneklerden bazıları aşağıdaki gibidir:
ُ ) َيا أ َ ُّي َها ا َّلذِينَ آ َمنُواْ الَ تَقُولُواْ َرا ِعنَا َوقُولُواْ انayeti ile Müminlerin niyetleri iyi olduğu halde
1. (ظ ْرنَا
()را ِعنَا
َ demelerini, bu söz ile Hz. Peygamber (sav)'e hakaret etmek isteyen Yahudilere
benzeme vesilesini ortadan kaldırmak için, yasaklamıştır.
2. " Sarhoşluk verenin azı da çoğu da haramdır" hadisindeki illet ağız dolusu içkiye yol
açmaması için bir damlacık içkinin bile haram kılınmasıdır.
3. Yasak olan bir davranışa yol açmaması için yabancı bir kadınla halvetin haramlığı.
5. Faize vesile olmasın diye, alış verişte "malı bilâhare teslim almak üzere parayı peşin
ödeme muâmelesi" nin birleştirilmesinin yasaklanması.
28
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Seddu zerâi'i teşrî'î delili saymayanlar, başka bir asla (esasa) yahut kaideye dahil oluşu
itibariyle, bazı içtihatlarında onun icabına göre hüküm vermişlerdir:
Örneğin Zahiriler; canları teminat altında bulunanlara tecâvüz edeceği kesin olana silah
satmanın ve üzümü, suyunu çıkarıp içki yapacağı kesinleşmiş olana satmanın batıl olduğu
görüşündedirler. Benzer şekilde Hanefîlere göre, mirastan mahrum bırakılmak kastıyla
boşanmış olan zevceye miras hakkı aynen verilir.
➲ Maslahat-ı Mürsele ile Seddu Zera'i: Seddu zerâi' esası, maslahatlar esasını tekit edip,
ona destek sağlayıp kuvvetlendirmektedir. Şu halde bu, maslahat-ı mürselenin
tamamlayıcısıdır.
Hatta bazı Seddu zerâi' şekilleri, maslahat-ı mürsele şekillerinden sayılabilir, bundan dolayıdır
bu görüşü savunanlar, bir mefsedete yol açtığında vesilenin kapatılması, maslahat tarafı daha
ağır basan bir vesilenin kendisi haram bile olsa, kendisine mani olunmaması görüşünü kabul
etmişlerdir. Örneğin İslâm devleti zayıfsa ve düşman devletinin şerrinden korkuyorsa, düşman
devletine mal (vergi) vermesini caiz görmüşlerdir...
➲ Tanımı: İnsanların anlaştığı ve ona göre davrandıkları söz, iş veya terk etme olup buna
adet (alışkanlık) denir. Kanun koyuculara göre örf ile adet arasında fark yoktur. Amelî örf,
insanların "sattım ve aldım" sözlerini söylemeden malı ve parayı vermek sureti ile alış veriş
etmeleridir. Sözlü örf, "veled" = doğan" sözünü kıza değil, erkeğe söylemekte insanların
örfleşmeleridir.
Örf, insanların, bütün üst ve alt tabakalarının anlaştığı, birleştiği nesnedir. İcma, yalnız
müçtehitlerin birleşmelerinden meydana gelir. Halkın icma'ın meydana gelişinde bir etkisi
yoktur.
1. Sahih örf: örf, İnsanların anlaştığı şer'i bir delile aykırı olmayan, haramı helal
yapmayan, vacibi iptal etmeyen şeylerdir. Örneğin, insanların sanatçıya iş yaptırırken
alışa geldikleri şekilde akit yapmaları, gelinin kocasından mehrin bir kısmını
almadıkça kocasına teslim edilmemesi gibi.
29
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
2. Fâsid örf: İnsanların anlaştıkları nesne şeriata aykırı olup haramı helal yapan, vacibi
iptal eden örftür. Örneğin, insanların mevlitlerde, ölüm törenlerinde birçok yasak
şeylere alışmış olmaları, faiz yemeleri ve kumar akitlerinde bulunmalarıdır.
➲ Hükmü: Sahih örfe şer'an riayet edilmesi, mahkemede önem verilmesi; müçtehidin
hüküm koyarken ona dikkat etmesi, hakimin hükmederken ona riayet etmesi şeriata aykırı
olmadıkça riayet edilmesi gereken şeylerdendir.
Bundan dolayı alimler "âdet hakem kılınmış bir şeriattır" demişlerdir. Şeriat örfü muteber
sayar. İmam Malik, hükümlerinin çoğunu Medine halkının örfüne dayandırmıştır. Ebû
Hanife ve talebeleri örflerinin değişmesinden ötürü hükümlerde ihtilaf etmişlerdir. Şafi'i
Mısır'a gidince, Bağdat'ta iken verdiği hükümlerin bir kısmını, örf değiştiğinden dolayı,
değiştirmiştir. Bunun için onun eski ve yeni diye iki mezhebi vardır.
Fasid örfe gelince, ona riayet etmemek gerekir. Çünkü ona riayet etmekte şer'i bir delile karşı
gelme veya şer'i bir hükmü iptal vardır. Zaruri olan meselelerin istisnaları bulunmaktadır.
Örfe dayanan hükümler zaman ve mekan bakımından örfün değişmesiyle değişirler. Bunun
için fakihler bu gibi değişmeler hakkında derler ki, bu, asır ve zamanın değişmesidir. Yoksa
delil ve burhanın değişmesi değildir. İncelendiğinde örfün, müstakil şer'i bir delil olmadığı
görülür. O, genellikle "kamu yararına riayet etmekten ibarettir...
Müçtehide yapılmış bir akit veya bir tasarrufun hükmünden sorulduğu zaman, müçtehit de
Kuran'da, Sünnet'te bunun hükmünü gösteren şer'i bir delile rastlamamışsa "eşyada asıl olan
mubah olmak" ilkesine dayanarak bu akdin ve bu tasarrufun mübah olduğuna hükmedilebilir.
Bu ve buna benzer ayet-i kerimeleri bu kaideye delil olarak getirmişlerdir: ( ه َُو الَّذِي َخلَقَ لَ ُكم َّما فِي
ِ )األ َ ْر
ض َج ِميعا ا
➲ Delil oluşu: İstishab, önüne gelen olayın hükmünü bilmek için müçtehidin başvuracağı son
şer'i delildir. Bunun için Usulcüler şöyle demişlerdir. "Bu, fetvanın son dönüm yeridir.
Değiştiren bir delil bulunmadıkça bir şeye sabit olan nesne ile hükmetmektir."
İstishab'a göre aşağıdaki şer'i ilkeler kurulmuştur: "Bir şeyin, değiştireni bulunmadıkça,
bulunduğu durumda kalması asıldır." "Eşyada asıl olan mubahlıktır". "Şek ile yakın zail
olmaz". "İnsanda asıl olan beraettir" 26
İstishabı bizzat hükme delil saymak, müsamahalıdır. Hanefi âlimleri, istishabı ispat eden bir
delil olmayıp onu defeden bir delil olduğunu ileri sürmüşlerdir...
26
Mecelle, 5-4-8. maddeler.
30
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Kur'an'ı Kerim veya sahih sünnet, Allah'ın bizden önceki milletler için onların dilleri ile
koyduğu şer'i hükümlerden birini anlatmışsa ve onlara farz olduğu gibi bize de farz olduğunu
ifade etmişse, bunun bizim için de şeriatımızın itirafına göre uyulması gerekli bir kanun ve
şer'i bir hüküm olduğunda ihtilaf yoktur. (ب َعلَى الَّذِينَ ِمن قَ ْب ِل ُك ْم َ ِ)يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ ُكت
ب َعلَ ْي ُك ُم ال ِ ه
َ ِصيَا ُم َك َما ُكت
ayetinde olduğu gibi.
Kur'an'ı Kerim veya sahih sünnet, bu gibi hükümlerden birini anlatsa ve şer'i bir delil onun
neshedildiğine delil olsa, o nesheden delil ile onun bizim için şer'i bir hüküm olmadığında da
ihtilaf yoktur.
Örneğin, Mûsa'nın şeriatında günahkarın günahını telafi etmesi için ancak, kendini
öldürmekle kefaret verebilirdi, elbiseye bir pislik dokunursa, o yeri kesmekten başka şekilde
temizlenemezdi.
İhtilaf edilen kısım Allah Tealâ'nın veya elçisinin bize anlattıkları geçmiş şeriatların
hükümlerinin onlara yazıldığı gibi bize de yazıldığına veya bizden kalkmış olduğuna,
şeriatımızda bir delil olmayan hükümlerdir.
Alimlerin bir kısmı, "şeriatımızın kabul etmediği geçmiş şeriatlar bize şeriat olmaz, çünkü
şeriatımız onu kaldırmıştır" demiştir.
31
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak
Hz. Peygamber'in ölümünden sonra fıkıh ilmiyle meşgul olup Peygamberle uzun süre
bulunmaları sebebiyle, Kur'an'ı ve hükümlerini anlamakla tanınmış olan sahabeden bir
cemaat, Müslümanlara fetva verip hüküm koymağa kendilerini verdiler. Değişik olaylara
müteaddit fetvalar vermişlerdir.
Tabiinden daha sonra gelen ravilerin bir kısmı bu fetvaları nakletmeğe ve toplamağa önem
vermişlerdir. Bir kısmı onları Peygamberin sünnetleri ile beraber topluyordu.
İhtilaf ancak, sahabenin fikir ve içtihadı ile söylemiş olduğu söz hakkındadır ki sahabenin
sözleri de bunda birleşmiş değildir. Ebu Hanife ve ona uyanlar demişlerdir ki, "Allah'ın
kitabında ve elçisinin sünnetinde bulamazsam istediğim sahabenin sözünü alırım, istediğimi
bırakırım. Ancak, onların sözlerinin dışına çıkmam."
Sahabenin fetvası olan olayda kıyasa gitmez. O hususta onlardan birinin sözünü alır. Belki
görüşü şudur. Bir olayda sahabenin iki fikri varsa üçüncüsü olmadığına icma, üç fikir varsa,
dördüncüsü olmadığına icma var demek olur. Hepsinin sözlerinden çıkmak icmalarından
çıkmak olur.
Sahabenin sahabeye muhalif olmasının câiz olması gibi, onlardan sonra gelen müçtehitlerin
de onlara muhalefet etmesi caizdir. Bunun için Şafii "Hüküm ve fetva vermek, ancak
gerektiren bir haber yönünden olur, bu da Kitap veya sünnet ya da ihtilaf etmeden ilim
ehlinin söylediği yahut da bunların bir kısmına kıyas etmedir." demiştir.27
"Ve'l-hamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn... Fıkıh Ulemamızın ve cümle ehl-i imanın ruhu için el-Fatiha...
Abdullah Çolak
Dadaşkent / 27 Cemaziye'l-Evvel 1440
27
Özet çalışmamız, müelliflerimiz Şa'ban, Hallaf ve Zeydan'ın eserlerinin orijinali ile malum tercümelerinden
istifade edilerek meydana getirilmiştir.
32