You are on page 1of 32

ÖMER NASUHİ BİLMEN DİNİ YÜKSEK İHTİSAS MERKEZİ

Fıkıh Usulü - II Özet

Hazırlayan: Abdullah ÇOLAK

Erzurum, 2018 - 2019


‫‪Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak‬‬

‫فهرس الموضوعات‬

‫‪3‬‬ ‫ف األدلة ر‬
‫الشعية‬ ‫ي‬

‫‪4‬‬ ‫الدليل األول ‪ :‬القرآن‬

‫‪8‬‬ ‫الثان ‪ :‬السنة‬


‫ي‬ ‫الدليل‬

‫‪21‬‬ ‫الدليل الثالث ‪:‬اإلجماع‬

‫‪24‬‬ ‫الدليل الرابع ‪ :‬القياس‬

‫‪14‬‬ ‫الدليل الخامس ‪ :‬االستحسان‬

‫‪12‬‬ ‫الدليل السادس ‪ :‬المصلحة المرسلة‬

‫‪12‬‬ ‫الدليل السابع ‪ :‬سد الذرائع‬

‫‪12‬‬ ‫الدليل الثامن ‪ :‬العرف‬

‫‪30‬‬ ‫الدليل التاسع ‪ :‬االستصحاب‬

‫‪32‬‬ ‫الدليل العا رش ‪ :‬رشع من قبلنا‬

‫‪31‬‬ ‫ان‬ ‫ر‬


‫الدليل الحادي عش ‪ :‬مذهب الصح ي‬

‫‪2‬‬
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫القسم األول‬

‫في األدلة الشرعية‬

Delil Nedir?

Lügatte: Hissi veya manevi, hayır veya şer herhangi bir şeye götüren nesnedir.

Istılahta: Mutlak olarak şer'i ameli bir hükmün elde edildiği şeydir. Yani bu delil ister kat'i
olsun isterse zannî olsun eşittir. Bundan dolayı delili delaleti zanni ve delaleti kat'i olmak
üzere iki kısma ayırmışlardır.

➲ Özetle, şer'i deliller Kur'an, Sünnet, İcma' ve Kıyas olmak üzere dörttür.1 Bu delillerden
faydalanmak da bu sıraya göredir.

Birinci delil: ( ِ‫ّللا‬ ‫ش ْيءٍ فَ ُردُّوهُ ِإلَى ه‬ َ ‫سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم َفإِن تَنَازَ ْعت ُ ْم فِي‬ َّ ْ‫ّللا َوأ َ ِطيعُوا‬
ُ ‫الر‬ َ ‫َيا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه‬
ْ ِ ‫اّللِ َو ْاليَ ْو ِم‬
َ ْ‫اآلخ ِر ذَلِكَ َخي ٌْر َوأَح‬
‫سنُ تَأ ِويلا‬ ‫سو ِل ِإن ُكنت ُ ْم تُؤْ ِمنُونَ ِب ه‬ ُ ‫الر‬
َّ ‫)و‬ َ Nisa, 4 / 59. ayettir. Buna göre:
1. Allah ve Resulü'ne itaat: Kur'an ve Sünnet'e uymaktır.
2. Ulu'l-emre itaat: Müçtehitlerin ittifak ettikleri hükme uymaktır (İcma').
3. Tartışılan meseleleri Allah ve Resulü'ne götürmeyi emretmek yukarıdaki delillerin
olmadığı yerlerde "Kıyas"a uyulmasını emretmektir.2

İkinci delil: Allah Resulü (sav)'nün Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndereceği zaman "Bir olay
karşısında nasıl hükmedersin?" şeklinde sormuş olduğu üç soruya "Kitap", "Sünnet" ve
"İçtihat" diye cevap vermesi de bunun delilidir. Aynı şekilde Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer,
hilafet zamanlarında bu sıralamayı bozmadan hükmetmişler ve sahabe-i kiramın büyükleri de
bu durumu onaylamışlardır.

➲ Bu dört delilden başka hakkında ihtilaf edilen en meşhur deliller ise şunlardır:

1. İstihsan
2. Maslahat-ı mürsele
3. İstishâb
4. Örf
5. Sahabe kavli
6. Şer'u men kablenâ

1
Alime göre şer'i delil kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Avama göre şer'i delil icma'dır. İmam Gazali Hazretleri.
2
Kıyas: Hakkında nass olmayan bir vakıayı hakkında nass bulunana ilhak etmektir.

3
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ القرآن‬: ‫الدليل األول‬

➲ Tanımı ve özellikleri: Hz. Cebrail'in Hz. Peygamber (sav)'e getirdiği, Fatiha suresi ile
başlayıp Nas suresi ile son bulan; hiçbir tahrif ve tebdile uğramaksızın nesilden nesile yazılı
ِ ‫ ) ِإنا نَحْ نُ نَز ْلنَا‬ayetini doğrulayarak tevatür
ُ ‫الذ ْك َر َو ِإنا لَهُ لَ َحا ِف‬
ve sözlü olarak Yüce Allah'ın ( َ‫ظون‬
yoluyla bize gelen, okunmasıyla ibadet edilen kitaptır.

Lafız ve manasının Allah katından olması, Arapça sözleriyle Hz. Peygamber (sav)'in kalbine
indirilmesi Kur'an'ın özelliklerindendir. Buradan aşağıdaki sonuçlar çıkar:

1. Manen Allah'a lafzen Hz. Peygamber (sav)'e ait olan sözler Kur'an değil hadistir.
2. Bir ayet veya sureyi tefsir ederken Kur'an lafzının delalet ettiği manaya delalet eden
ve ona eş manada kullanılan Arapça bir lafız Kur'an kelimesine ne kadar uyarsa uysun
Kur'an değildir. Çünkü Kur'an Allah'tan gelen özel lafızlardır.
3. Kur'an'ın herhangi bir ayetinin yabancı bir dile çevrilmesi gösterilen manayı karşılasa
da Kur'an değildir. Bu olsa olsa Kur'an'ın açıklaması ve Kur'an'ın getirdiğinin mercii
olabilir. Kur'an'ın hükümleri ona sabit olmaz, onunla namaz kılınmaz, okunması ile
ibadet edilmez.

➲ Hüccet oluşu: Kur'an-ı Kerim, Allah katından indirilen, kendisine tabi olmanın vacip
olduğu, sıhhatinde asla şüphe olmayan kat'i bir yolla nakledilen, insanların benzerini
getirmekten aciz kaldığı ilahi bir kitaptır.

➲ İcazın manası ve unsurları: İcaz, acizliği başkasına isnad etmektir. Bu, üç şart bir araya
geldiği zaman gerçekleşir:

1. Tehaddi (meydan okumak). Çekişme ve yarışmaya davet etmek.


2. Kendisine meydan okunan kimseyi çekişme ve yarışmaya sürükleyecek bir amilin
bulunması.
3. Bu karşılıklı mücadeleye mani olacak engellerin kaldırılması.

İşte Kur'an'ın meydan okumasında bu unsurlar bir araya gelmiştir. Şimdi bu unsurları açalım:

1. Kur'an ilk olarak bir çok ayet-i kerime ile meydan okumuştur.3 ( ْ‫أ َ ْم يَقُولُونَ ا ْفت ََراهُ قُ ْل َفأْتُوا‬
َ ‫ُون ّللاِ إِن ُكنت ُ ْم‬
َ‫صا ِدقِين‬ ِ ‫ط ْعتُم ِمن د‬ ٍ ‫س َو ٍر ِمثْ ِل ِه ُم ْفت ََريَا‬
َ َ‫ت َوا ْدعُواْ َم ِن ا ْست‬ ُ ‫ )بِعَ ْش ِر‬ayetinde olduğu gibi.
2. İkinci olarak müşrikleri bu çekişmeye sürükleyecek sebep belliydi. Hz. Peygamber'in
(sav) Allah'ın elçisi olması, İslam'ın putlara tapanları akılsızlıkla suçlayarak bütün bir
müşrik geleneği reddetmesi, Müşriklerin putlarına yardım etmek için mücadele yolunu
seçmelerine en mühim bir sebep oldu.
3. Üçüncü olarak Müşriklerin karşı koymalarına hiç bir engel yoktu. Çünkü Kur'an
Arapça iniyordu. Dönemin Mekkesinde ise fesahat ve belagat zirvedeydi. Kur'an şiir,
nesir ve münazarada üstün olan bu topluluğa yardımcılarını da çağırmalarını teklif etti.
Ayrıca Kur'an'ın 23 yıllık bir zaman diliminde inmesi onların zamanla ilgili
üretecekleri bahanelerin de önünü kesiyordu. Ayrı ayrı inen ayetlere karşı koymaya
çağrılan Müşrikler sonunda söze karşı gelmek yerine savaşa başvuracaklar, Hz.
3
Kasas, 49-50; İsra, 88; Hud, 13; Bakara, 23-24; Tur, 33-34.

4
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

Peygamber (sav)'i öldürmeye teşebbüs ederek Kur'an'ın meydan okumasına cevap


veremediklerini doğrudan itiraf etmiş olacaklardır.

➲ Kur'an'ın icazının yönleri: Kur'an insanları tek bir yönden aciz bırakmamıştır. Aklın
ulaşabildiği icazın yönlerinden bazıları şunlardır:

1. Manasının ve ibaresinin düzeni, hükümleri ve nazariyeleri: Hiç bir ayeti


diğerinden belagat ve fesahat bakımından üstün olmayan, birbirini nakzetmeyen bir
kitabın 23 yıllık bir sürede aynı minval üzere inmesi insan aklının alabileceği bir şey
değildir. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: ( ‫أَفَالَ يَت َ َدب ُرونَ ْالقُ ْرآنَ َولَ ْو َكانَ ِم ْن ِعن ِد َغي ِْر‬
ْ ‫)ّللاِ لَ َو َجدُواْ فِي ِه‬
ً ِ‫اختِالَفًا َكث‬
‫يرا‬

Bazı ayetler arasındaki üslup ihtilafının menşei belagat düzeyinde ayetlerin ihtilafı
değil ayetlerin konularının farklı olmasıdır. Örneğin zekat verilecek yerleri açıklayan
ayette tesir edici hitabi bir üslubun yeri yoktur. Ama konu, putperestlerin
beyinsizliğini ortaya koymak, Allah'ın kudretine delil getirmek olduğunda vicdanı
harekete geçirecek tesirli hitabi üsluba ihtiyaç vardır.

Bazı ayetlerin delalet ettiği mana ile başka ayetlerin delalet ettiği mana arasında
görünüşte bir çelişme bulunursa da, müfessirler bunun düşünmeyen kimseye öyle
göründüğünü, bir çatışma olmadığını açıklamışlardır. Örneğin ( ً‫َوإِذَا أ َ َر ْدنَا أَن نُّ ْهلِكَ قَ ْريَة‬
‫يرا‬ً ‫سقُواْ فِي َها فَ َحق َعلَ ْي َها ْالقَ ْو ُل فَ َدم ْرنَاهَا تَد ِْم‬
َ َ‫ )أ َ َم ْرنَا ُمتْ َرفِي َها فَف‬ayeti ile ( ‫ان َوإِيتَاء‬
ِ ‫س‬ ِ ‫إِن ّللاَ يَأ ْ ُم ُر بِ ْالعَ ْد ِل َو‬
َ ْ‫اإلح‬
ُ ‫ )ذِي ْالقُ ْربَى َويَ ْن َهى َع ِن ْالفَحْ شَاء َو ْال ُمنك َِر َو ْالبَ ْغي ِ يَ ِع‬ayeti arasında derin inceleme
َ‫ظ ُك ْم لَعَل ُك ْم تَذَك ُرون‬
yapıldığında çelişme olmasından çok bir insicam ve uzlaşma olduğu görülür.

2. Kur'an'ın ayetlerinin ilmin keşfettiği ilmi nazariyelere uygun olması: Kur'an'ın


gayesi Allah'ın varlığına delil, insanlar için rehber olmasıdır. Asıl gayesi insanlara
ilmi meseleleri anlatmak değildir. Kur'an'ın yer yer ilmi nazariyelerden bahsetmesi
Allah'ın varlığına delil getirmek ve insanlara verilen nimetleri hatırlatmak içindir.
Bilinmesi gereken şey, ilmi bir araştırma, varlık kanununu keşfettikçe Kur'an'dan bir
ayet bu kanuna işaret etmişse, Kur'an'ın Allah katından olduğuna yeni bir delil ortaya
çıkmış demektir. ( ‫ض كَانَت َا َرتْقًا فَفَتَ ْقنَا ُه َما َو َجعَ ْلنَا ِمنَ ْال َماء ُكل‬ ِ ‫أ َ َولَ ْم يَ َر الذِينَ َكفَ ُروا أَن الس َم َاوا‬
َ ‫ت َو ْاْل َ ْر‬
َ‫ش ْيءٍ َحي ٍ أَفَ َال يُؤْ ِمنُون‬
َ ) ayetinde olduğu gibi.

Alimlerden bazıları Kur'an ayetlerini ilmin ortaya koyduğu kanunlara göre


yönetmenin doğru olmadığı kanaatindedirler. Çünkü ayetlerin değişmeyen, yerleşik
delaletleri vardır, ilmi nazariyeler ise değişebilir. Müellif bu görüşte değildir. Müellife
göre ilmi nazariyenin değişmesi ayetin kendisinin yanlış olduğu anlamına
gelmeyecektir. Bilakis ayetin anlaşılmasının yanlış olduğu anlamına gelecektir.
Nitekim, bir ayetten bir hüküm anlaşılır sonra bu anlamanın yanlış olduğu, o yanlışı
gösteren bir delilin ortaya çıkması ile belli olur.

3. Allah'tan başkasının bilemeyeceği haberleri bildirmesi: Kur'an gelecekte kimsenin


َ ‫غلَ ِب ِه ْم‬
bilemeyeceği olaylardan bahsetmiştir. ( َ‫سيَ ْغ ِلبُون‬ ِ ‫الرو ُم فِي أ َ ْدنَى ْاْل َ ْر‬
َ ‫ض َوهُم ِمن بَ ْع ِد‬ ُّ ‫ت‬ ُ
ِ َ‫غ ِلب‬
‫ )الم‬ayetlerinde olduğu gibi. Yine Kur'an izleri kalmamış ve haberlerine dair bir

5
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

belgenin bulunmadığı kavimlerin kıssalarını anlatmıştır. Bütün bunlar Kur'an'ın


geçmiş, şimdi ve gelecekte kendisine gizli hiç bir şeyin bulunmadığı Allah katından
olduğunun delilidir.

4. Kur'an'ın sözlerinin fasih, ibarelerinin belagatlı ve tesirinin kuvvetli olması:


Kur'an'da kulağa hoş gelmeyen, bir öncesi ve sonrası ile uyuşmayan söz yoktur.
İbarelerinin durumların gereğine uygun olması en üstün belagat düzeyindedir. bunun
için en önemli delil, düşmanlarının bilginlerinin şahitliği ve hasımlarından belagat
sahiplerinin ifadeleridir. İslam düşmanı Velid b. Muğire şöyle demiştir: "Şüphesiz bir
tatlılığı, revnaklığı vardır. Aşağısı kök salar, yukarısı meyve verir, bunu insan
söyleyemez."

➲ Kur'an'ın hükümlerinin nevileri: Genel bir bakış:

İtikadi Hükümler Ahlaki Hükümler Ameli Hükümler

Muamelat Hükümleri İbadet Hükümleri

1. Ahval-i Şahsiyye Hukuku


2. Medeni Hukuk
3. Ceza Hukuku
4. Duruşma Hükümleri
5. Anayasa Hukuku
6. Devletler Hukuku
7. İktisat ve Mal Hukuku

1. İtikadî Hükümler: İnanç konuları ile ilgili mükellefin inanması gereken hükümler.

2. Ahlakî Hükümler: Mükellefin zinetleneceği faziletler ve sakınacağı kötülüklerle


ilgilidir.

3. Amelî Hükümler: Mükellefin söz, iş, akit yönetimlerinden meydana gelenlerle


ilgilidir. Bu Kur'an'ın fıkhıdır. Fıkıh usulü ile ulaşılmak istenen de budur. Bu
hükümler iki türdür:

a. İbadet Hükümleri: Namaz, oruç, zekat, yemin gibi ibadetler ki, bunlarla Rabbi ile
olan ilişkisini düzenler.

b. Muamele Hükümleri: İbadetin dışında kalan akitler, cezalar vesairedir. Bunlarla


mükelleflerin birbirleri ile olan ilişkilerini düzenlemek kastedilir. Bunlar konuya göre
aşağıdaki türlere ayrılırlar:

6
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

1. Ahval-i Şahsiye Hukuku4: Kur'an'da yetmiş kadar ayet buna aittir. Şahsın
durumları ile ilgili hükümler olup ailenin kurulması, karı - koca, akraba
ilişkilerini düzenler.
2. Medenî Hukuk5: Kur'an'da bu özellikte yetmi kadar ayet vardır. Fertler
arasındaki mali ilişkileri düzenlemeyi ve hak sahibi herkesi korumayı amaç
edinir.
3. Ceza Hukuku6: Kur'an'da bu konuda otuz ayet vardır. Suçlar ve cinayet
hükümlerinden bahsedip insanların haklarını korumayı gaye edinir.
4. Duruşma Hükümleri7: Hüküm, şahitlik ve yemin ile ilgili olup insanlar
arasında adaleti gerçekleştirmek için gerekli düzenlemeyi amaç edinir.
5. Anayasa Hukuku: İlgili ayet on tanedir. Bunlarla, yöneten ve yönetilen
ilişkisinin sınırlanması, fertlerin ve toplumların haklarının tespit edilmesi
kastedilir.
6. Devletler Hukuku8: İlgili ayetler yirmibeştir. İslam Devleti'nin diğer
devletler ile ve İslam Devleti topraklarında yaşayan gayr-i müslimlerle ilgili
hükümleri ihtiva eder.
7. İktisat ve Mal Hukuku9: İlgili ayetler on tanedir. Bunlarla zenginlerle
fakirler ve devlet ile fertler arasındaki mali ilişkileri düzenlemek kastedilir.

Not: Şahsi hukuk özellikle de miras bölümü teferruatlıdır. Çünkü bu hususta aklın yeri yoktur ve
bunlar toplumun değişmesi ile değişmezler. Diğer hükümler hakkında ise temel prensipler ortaya
konulmuştur. Çünkü bu hükümler toplumun ve maslahatların değişmesi ile değişebilmektedir.

➲ Kur'an ayetlerinin delaletinin kat'i ve zannî oluşu: Kur'an'ın bütün ifadeleri, Hz.
Peygamber (sav)'den bize kadar nakledilmesi, sabit olması ve gelişi bakımından kesindir. Bir
ayet indiği zaman Hz. Peygamber (sav) onu sahabeye bildirir, vahiy katipleri de ayetleri
yazardı. Kur'an namazlarda ve diğer vakitlerde okunarak ibadet edilen bir kitaptı. Sahabe onu
ezberliyordu. Malum süreç içerisinde (i'cam, teksir, tezyin) Kur'an, bugün ilk indiği andaki
gibi korunmuştur. Kur'an nassı ihtiva ettiği hükümlere delalet yönünden iki kısma ayrılır:

1. Hükme delaleti kat'i olan sözler: Anlaşılan belli bir manaya delalet edip yorum
ihtimali olmaz ve ondan başka bir mana anlaşılmasına da imkan bulunmaz. ( ‫َولَ ُك ْم‬
‫ف َما ت ََركَ أ َ ْز َوا ُج ُك ْم ِإن ل ْم يَ ُكن ل ُهن َولَد‬
ُ ‫ص‬
ْ ِ‫ )ن‬ayetinde olduğu gibi. Mirasta takdir edilmiş
hisseye veya cezada belli bir sınıra, ya da sınıra belli bir nisaba delalet eden her söz
böyledir.
2. Hükme delaleti zannî olan sözler: Bir manayı gösterip fakat yorumlanmaya, bu
manadan çevirip başka bir manaya kastetmeye müsait olan ifadelerdir. ( ُ‫طلقَات‬ َ ‫َو ْال ُم‬
ٍ‫ )يَت ََربصْنَ بِأَنفُ ِس ِهن ثَالَثَةَ قُ ُر َوء‬ayetindeki altı çizili ibarede olduğu gibi. Müşterek lafız,
mutlak lafız ve bunlara benzeyenlerin bulunduğu ayetlerin delaleti zannidir.

4
1. Özel Hukuk 2. Şahsın Hukuku 3. Aile Hukuku
5
1. Medenî Hukuk 2. Borçlar Hukuku
6
1. Ceza Hukuku 2. Usul Hukuku
7
1. Muhakeme Usulü 2. Muhakeme Kanunu
8
1. Uluslararası Hukuk 2. Vatandaşlık Hukuku
9
1. Ticaret Hukuku 2. Maliye Hukuku

7
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ السنة‬: ‫الدليل الثاني‬

➲ Sünnetin tarifi: Allah Resulü'nün sözü, fiili ve ikrarıdır.

 Kavli Sünnet: "Otlatılan hayvanlardan zekat verilir" hadisinde olduğu gibi.


 Fiili Sünnet: Şekil ve şartları ile beş vakit namazı eda etmesi gibi.
 Takriri Sünnet: Sahabenin bir kısmında meydana gelen söz ve fiillere sükut ederek
veya muvafakat ederek beğenmesidir. Bu muvafakat ve tasdik Hz. Peygamber (sav)'in
kendisinden çıkmış gibi kabul edilir.

➲ Sünnetin delil olması: Sünnetin delil oluşunun delilleri şunlardır:

1. Kur'an'ın nassları: Allah Teala Kur'an'da Hz. Peygamber (sav)'e itaati emretmiş,
elçisine yapılan itaati kendisine itaat saymıştır. Müslümanların aralarındaki ihtilaflarda
Allah ve Resulüne gitmeleri emredilmiş, verilen hüküm de Müminlere seçme hakkı
tanınmamıştır. ( ٍ‫ش ْيء‬ َ ‫سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم فَإِن تَنَازَ ْعت ُ ْم فِي‬ َّ ْ‫ّللا َوأ َ ِطيعُوا‬
ُ ‫الر‬ َ ‫يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه‬
‫سنُ تَأ ْ ِويلا‬
َ ْ‫اآلخ ِر ذَلِكَ َخي ٌْر َوأَح‬
ِ ‫اّللِ َو ْاليَ ْو ِم‬
‫سو ِل إِن ُكنت ُ ْم تُؤْ ِمنُونَ بِ ه‬ ُ ‫الر‬ ‫ )فَ ُردُّوهُ إِلَى ه‬ayetinde ifade
َّ ‫ّللاِ َو‬
buyrulduğu gibi.

2. Hz. Peygamber (sav)'in hayatında ve ölümünden sonra sahabe-i kiramın onun


sünnetine uymak gerektiğinde birleşmeleridir: Sahabe, tabiun ve tebeî tabiinin
herhangi bir meselede Kur'an'dan sonra başvuru kaynakları Sünnet olmuştur.

3. Allah'ın Kur'an'da açıklamadığı mücmel olan farzların anlaşılmasında Sünnet'in


rolü: (َ ‫الزكَاة‬ َّ ْ‫صلَة َ َوآتُوا‬ َّ ‫)وأَقِي ُمواْ ال‬
َ ayetlerinde emredilen ibadetlerin içeriğini Hz.
Peygamber (sav) söz ve fiilleri ile sahabeye öğretmiştir. Çünkü Allah Teala şu ayet ile
Hz. Peygamber (sav)'e bu açıklama salahiyetini vermişti: ( ‫اس َما‬ ِ َّ‫َوأَنزَ ْلنَا ِإلَيْكَ ال ِذه ْك َر ِلت ُ َب ِيهنَ ِللن‬
َ‫)نُ ِ هز َل ِإلَ ْي ِه ْم َولَ َعلَّ ُه ْم َيتَ َف َّك ُرون‬. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (sav)'den sadır olan sünnete
uymak gereklidir. İster Kur'an'da bulunan bir hükmü açıklasın ister Kur'an'ın
dokunmadığı bir hükmü vaz'etsin. Çünkü hepsinin kaynağı Allah'ın kendisine
açıklama ve şeriat koyma selahiyeti verdiği yanılmaz kimse Efendimiz (sav)'dir.

➲ Sünnetin Kur'an'a göre mertebesi: Sünnetin delil getirilmesi ve şer'i hükümlerin istinbatı
için kendisine başvurulması yönünden Kur'an'a nispeti ikinci derecededir. Ama sünnetin,
getirdiği hükümler yönünden Kur'an'a olan nispetine gelince, şu üç durumdan öteye geçmez.

a) Sünnet Kur'an'da bulunan bir hükmü destekler ve kuvvetlendirir. Böylece bir hükmün
iki delili, iki kaynağı olur. Namazın emredilmesi, yalancı şahitliğin yasaklanması
gibi.

b) Kur'an'da mücmel gelen bir hükmü tefsir eden veya onda mutlak geleni kayıtlayan ya
da âmm olan bir hükmü tahsis eden bir sünnet olur. Bütün bunlar Kur'an'da gelmiş
olandan maksadın ne olduğunu açıklamaktır. Emredilen namazın sünnet tarafından
tafsilatlı olarak anlatılması gibi.

8
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

c) Sünnet, Kur'an'ın söz konusu etmediği bir hükmü yeniden koyup ispat eder. Bu
hüküm sünnet ile sabit olur ve Kur'an'da hiç bir ifade ona delalet etmiş olmaz.
Erkeklerin altın ve ipekli elbise kullanmasının yasak olması, neseb ile haram olanın
süt ile de haram olması gibi. Sünnetin kaynağı ya Allah'ın elçisine ilhamı ya da
Resul-i Ekrem (sav)'in içtihadıdır.

➲ Sünnetin senedine göre kısımları: Sünnet Hz. Peygamber (sav)'den rivayetine göre
mütevatir, meşhur ve ahad olmak üzere üç kısımdır.

a) Mütevatir Sünnet: Her tabakada sayısı korunmuş, yalan üzere birleşmeleri mümkün
olmayan kalabalık bir grup tarafından, duyu organları ile ihtilafa düşmeden
alageldikleri ameli sünnetlerdir. İbadetlerin edası böyledir.

b) Meşhur Sünnet: Hz. Peygamber (sav)'den bir veya iki ya da tevatür derecesine
varmayan bir topluluk tarafından rivayet edilen sünnettir. Daha sonra bu tek veya bir
kaç kişiden tevatür derecesinde bir topluluk nakletmiştir. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir,
Abdullah b. Mes'ud'un rivayet ettiği sünnetler böyledir. "Ameller niyetlere göredir"
hadisi gibi.

Mütevatir ile meşhur sünnet arasındaki fark, mütevatir sünnetin her tabakasında
tevatür var iken meşhur sünnetin senedinin birinci halkasında tevatür yoktur.10

c) Ahad Sünnet: Hz. Peygamber'den bir kişi veya iki kişi ya da tevatür derecesinde
olmayan bir topluluk nakletmiştir. Ancak bir kişiden de gene bir kişi nakletmiş olup
bize kadar ulaşan senedindeki kişiler, hiç bir zaman tevatür topluluğu olmamıştır.

➲ Sünnetin kat'i ve zannî oluşu: Nakil açısından mütevatir sünnetin Hz. Peygamber'den
nakli kesindir. Meşhur sünnetin, Hz. Peygamber (sav)'den alan bir sahabe veya bir grup
sahabeden nakli kesindir. Zira onlardan mütevatir olarak nakledilmiştir. Ama Hz. Peygamber
(sav)'den nakli kesin değildir.11 Ahad sünnetin Hz. Peygamber'den gelişi zannîdir. Bu zan
ravilerde bulunan tercih şartları ile bilinir.12

➲ Hz. Peygamber'in söz ve fiillerinden şariat olması gerekmeyenler: Hz. Peygamber


(sav)'in sözleri ve fiillerinin Müslümanlara delil ve onlara uyulmasının gerekli olması,
Allah'ın elçisi sıfatı ile ondan çıkmış ve onlarla şeriat konması ve onlara uyulmasının
kastedilmesi şartıyladır.

1. Hz. Peygamber (sav)'in insanlık tabiatı gereği olan işleri (yeme, içme, oturma,
kalkma) şeriat değildir. Ancak ondan meydana gelen insani bir amele uyulması
hususunda bir delil varsa bu şeriattir.

10
Meşhurun hükmü icmanın hükmü gibidir. Mütevatiri inkar küfürdür. İşte bu mütevatir ile meşhur arasındaki
farktır. Çünkü mütevatir haberi inkar Hz. PEygamber (sav)'i tekzip etmektir. Meşhuru inkar ise bid'at ve
delalettir. (Zeki Koçak Fıkıh Usulü Dersleri)
11
Hanefilere göre meşhur sünnet mütevatir hükmünde olup âmmı tahsis, mutlakı mukayyed eder. Çünkü
sahabeden gelmiştir.
12
Ahad haber konusu Zekiyuddin Şa'ban'ın eserinden bu babın hemen akabinde işlenecektir.

9
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

2. Hz. Peygamber (sav)'in insanlık, tecrübe gibi dünya işleri (ticaret, ziraat, savaş
idaresi, ilaç tavsiyesi) şeriat değildir. Çünkü bunları Peygamberlik sıfatı ile
yapmamıştır. Zira bazı savaşlarda sahabe Hz. Peygamber (sav)'in uygulamalarının
kendi içtihadı mı vahiy mi olduğunu sormuş içtihat olduğunu öğrendiklerinde Hz.
Peygamber (sav)'e farklı tekliflerde bulunmuşlardır. Hurma aşılama meselesi debunun
gibidir.

3. Hz. Peygamber (sav)'in yaptığı bir iş, şer'i bir delil onun sırf kendisine ait olduğunu
gösterir ve o hususta örnek olmayacak ise, bu da şeriat sayılmaz. Hz. Peygamber
(sav)'in dörtten fazla kadınla evlenmesi, yalnızca Hz. Huzeyme'nin şahitliğini kabul
etmesi gibi.

➲ Sünnetin kaynaklığı ve ahad haber ile amel13:

1. Sahabenin ahad haberlerle amel konusunda takip ettiği metod: Sahabe, Hz.
Peygamber (sav)'in vefatından sonra rivayet edilen hadislerin Allah Resulü'ne ait
olduğundan emin olmadıkça kabul etmezlerdi.

Bazıları, bir hadis rivayet edildiğinde bu hadisi iki kişi işittiğini ifade ederse o zaman
kabul ediyorlardı. Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir'in davranışı böyle idi. Bazısı da raviye,
hadisi Hz. Peygamber (sav)'den işittiğine dair yemin ettiriyordu. Hz. Ali'nin yöntemi
bu idi. Bazen ise raviye güvenmedikleri için hadisi reddediyor ve onunla amel
etmiyorlardı. Sahabeden bazıları hadisin neshedilmiş olduğunu bildikleri için hadisi
reddediyorlardı. Rükuda "tatbik"14 yapmanın neshedilmiş olması buna örnektir.
Bazıları da kendi kanaatince daha kuvvetli olan delil ile çatıştığı için, rivayet edilen
hadisle amel etmiyordu. Hz. Ebu Hureyre'den rivayet edilen "Kim bir cenaze taşırsa
abdest alsın" hadisini İbn-i Abbas'ın kabul etmemesi gibi.

2. Ahad Sünnet'in kaynak değerine itiraz: Ahad sünnetin İslam hukukunun


kaynaklarından olduğu hususunda Sahabe, Tabiun ve daha sonra gelen İslam alimleri
ittifak etmişlerdir. Bu konuda sadece bir kısım Mu'tezile kelamcıları ile onları izleyen
bazı kimseler karşı görüş belirtmişlerdir. Hatta öyle ki Havaric, Şia ve Kaderiyye gibi
fırkalardan her biri kendi anlayışı çerçevesinde olmak üzere bu ilke üzerinden
yürümüşlerdir.

Mutezile'nin ahad haberle amel etmeyi reddetmelerinin delili olarak gösterdikleri


sahabenin tutumu haklı ve isabetli bir tutum değildir. Çünkü sahabeden gelen
rivayetlerde ahad haberle amel etmeme hususu, onların ahad haberleri hüccet
saymadıkları anlamına gelmez. Sahabe'nin bazı harici sebeplerle ahad haberi terk
etmeleri ve onunla amel etmede tevakkuf etmeleri caizdir.

3. Mezhep imamlarının ahad haberlerle ameldeki metotları: Tüm mezhep imamları


ahad haberin kabulü için ravinin "akıl - baliğ", "Müslüman", "adil", "zabt ehli" olması

13
Bu bölüm Zekiyuddin Şa'ban'ın eserinden özete geçirilmiştir.
14
Rükuda ellerin uyluklar arasına kıstırılmasıdır.

10
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

hususunda dört şartta ittifak halindedirler. İmamların bunların dışında kendi özel
şartları da vardır:

a) Hanefilerin metodu: Üç ek şart ileri sürmüşlerdir:

 Ravi, Hz. Peygamber (sav)'in rivayet ettiği hadisin aksine davranmış


veya bu rivayete aykırı fetva vermiş olmamalıdır. Eğer böyle yaptıysa
fetvası dikkate alınır rivayeti dikkate alınmaz.15
 Hadis, sık sık tekerrür eden ve her mükellefin hükmünü bilme
ihtiyacını hissettiği olaylar hakkında olmamalıdır. Usul kitaplarında
böyle durumlardan "umumu'l-belva" diye sözedilir.16
 Hadisi rivayet eden ravi, fıkıh bilgisi ve içtihat ehliyeti ile tanınmış bir
kimse değilse, hadis, kıyasa ve şer'i esaslara aykırı olmamalıdır.17

b) Malikilerin metodu: İki ek şart ileri sürmüşlerdir:

 Medine ahalisinin tatbikatına aykırı olmamalıdır. Bu, haberi vahidden


daha üstündür. Çünkü bu tatbikatı büyük bir topluluk
uygulayagelmiştir. Ahad haber ise tek kişi tarafından rivayet
edilmiştir.18
 Haber-i vahidin kesin olarak sabit şer'i esaslara aykırı olmaması. Çünkü
İslam'ın genel ilkeleri kat'i, haber-i vahid ise zannîdir. Zannî olan kat'i
olana uyması zorunludur.19

c) Şafiilerin metodu: İmam Şafii dört şarta ek olarak sadece hadisin senedinin
sahih ve muttasıl olmasını şart koşmuştur. Bundan dolayı mürsel hadis ile amel
etmemiştir.20

d) Hanbelilerin metodu: Ahmed b. Hanbel, İmam Şafii gibi dört şarta ek bir şart
ileri sürmüştür. Ancak İmam Şafii'den farklı olarak senedde ittsali şart
koşmamıştır. Bundan dolayı mürsel hadislerle amel etmiştir. Hanefi ve
Malikilerde olduğu gibi mürsel hadisi kıyasa tercih etmiştir.

15
"Hz. Aişe'nin "Velisinin izni olmadan evlenen kadının evliliği batıldır" hadisini rivayet etmesi fakat kendisinin
bu hadise aykırı hareket etmesi örneği.
16
Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen "Hz. Peygamber rükuya giderken ve başını rükudan kaldırdığında ellerini
kaldırırdı" anlamındaki hadis gibi.
17
Musarrah hadisi. Hayvanı suni olarak sütlü gösterip satma ameliyesini Hanefiler ayıplı mallar kategorisinde
görmemişler ve bunu muhayyerlikler kategorisinde değerlendirmemişlerdir.
18
Namazdan çıkarken iki tarafa selam vermek ile ilgili hadisi Malikiler kabul etmemişlerdir. Çünkü Medine halkı
tek bir selamla namazdan çıkmışlardır.
19
Bu ilkeye göre "Musarrah" hadisini kabul etmemişlerdir.
20
Said b. Müseyyeb'ten gelen mürsel hadisleri kabul etmiştir. Çünkü başka tariklerde senedin muttasıl olmasını
delil almıştır.

11
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ اإلمجما‬: ‫الدليل الثالث‬

➲ Tanımı: Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra herhangi bir asırda Müslüman
müçtehitlerinin bir olay hakkında şer'i bir hükmün üzerinde birleşmeleridir.

➲ Rükünleri: Tanımdan icmanın dört rüknü çıkmaktadır:

1. Olayın vuku bulduğu asırda bir kaç müçtehidin bulunması gerekir. Zira ittifak her biri
diğerine uyan bir kaç fikrin arasında olur. Tek bir müçtehidin bulunduğu zamanda
icma' şer'an tahakkuk etmez.

2. Bir olayda şer'i hüküm için memleketleri, ırkları, taifeleri nazarı itibara alınmadan
olayın vuku bulduğu anda tüm Müslüman müçtehitlerin birleşmeleridir. Bir olaydaki
şer'i hükmün üzerine örneğin sadece Medine müçtehitleri birleşse böyle özel bir
anlaşma ile icma' şer'an teşekkül etmez.

3. Olay hakkında müçtehitlerden her biri fikrini açıkça ortaya koyarak birleşmelidirler.

4. Bütün müçtehitlerin hükümde birleşmeleri gerekmektedir. Eğer çoğu birleşmiş olsa da


azı muhalif olsa, söz konusu çoğunlukla icma' gerçekleşmez. Çünkü ihtilaf devam
ettiği müddetçe bir tarafta yanlışlık ihtimali, diğer tarafta doğruluk ihtimali hep
mevcut olacaktır.

➲ Delil oluşu: İcma'nın dört unsuru gerçekleştikten sonra ortaya çıkan hüküm şer'i bir kanun
olup ona karşı çıkmak caiz değildir. Sonraki asırda bulunacak müçtehitler bu olayı tekrar
içtihat konusu yapamazlar. İcmanın delil olmasının delili ise şöyledir:

1. Allah Teala Kur'an'da, Müminlere, kendisine itaat ve elçisine itaatle emrettiği gibi
ulu'l-emre itaati de emretmiştir. (‫سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم‬ َّ ْ‫ّللاَ َوأَ ِطي ُعوا‬
ُ ‫الر‬ ‫) َيا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه‬
Emr lafzı şan manasında olup hem din hem dünya işine şamil olur. Dünya işlerine
sahip olanlar kumandanlar ve valilerdir. Din işlerine sahip olanlar ise müctehit ve
müftilerdir. İbn-i Abbas'ın başında bulunduğu müfessirler bu lafzı alimler olarak
anlamışlardır.

2. Müslüman milletlerin bütün müçtehitlerinin fikirlerinin birleştikleri bir hüküm,


müçtehitleri tarafından temsil edilen İslam ümmetinin hükmüdür. Bir çok hadis
ümmetin hatadan masum olduğunu göstermektedir. "Allah ümmetimi sapıklık
üzerinde birleştirmez" hadisinde olduğu gibi.

3. Şer'i bir hüküm üzerine icma' etmek için icmanın mutlaka şer'i bir dayanak üzerine
bina edilmesi şarttır. Olay hakkında nass varsa müçtehidin içtihadı nassı anlamaktır;
bir nass yoksa içtihat, onun hükmünü, nassı olan hükme kıyaslamak ya da diğer usul
kuralları ile bir hükme varmaktır.

12
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

➲ İcma'ın imkanı: Nazzam ve bir takım Şiiler, esasları bildirilen icmanın normal olarak
vukuunun imkansız olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre müçtehidin kim olduğu hususu
tartışmalıdır. Müçtehitlerin kim oldukları bilinse bile her birinin birbirinden uzak bölgelerde
olması bir hüküm hakkında birleşmelerini imkansız kılmaktadır.

Fakat alimlerin çoğu icmanın normal olarak vuku bulabileceğini savunmuşlardır. Çünkü icma
fiilen vuku bulmuş olup bunun imkansız olduğunu savunanlar sadece şüphe uyandırmak
istemektedirler. Örneğin, Hz. Ebubekir'in hilafeti, domuz yağının haram olması, ninelere 1/6
miras verilmesi gibi bir takım cüz'i ve külli hükümler de icma' hasıl olmuştur.

➲ İcma'ın fiilen vuku bulması: Hz. Peygamber (sav)'in vefatından sonra anlatılan manada
her hangi bir asırda bir icma olmuş mudur? Bunun cevabı "hayır"dır. Sahabeden meydana
gelen icma' ferdin fikri değil, ilim ve fikir sahiplerinin oluşturduğu "Şûra" cemaatinin
icma'ıdır. Hz. Ebubekir'e hasımlar başvurduğunda o önce Kur'an ve Sünnet'e bakar daha sonra
ise ilimde ileri gelenlere danışırdı. Eğer ileri gelenler fikirde birleşmişlerse işlerini ona göre
yürütürdü. Hz. Ömer'in usulü de böyleydi. Malumdur ki Hz. Ebubekir'in danıştığı ileri
gelenler ümmetin farklı şehirlerde bulunan tüm alimleri değil, çevresinde hazır bulunanlardı.
İşte fukahanın icma' dediği şey de budur. Bu cemaatin teşri'î olup ferdin teşri'î değildir. Böyle
bir cemaat Sahabe devrinde ve hicri ikinci asırda Endülüs'te şeriat hususunda danışılan
alimlerden bir cemaat meydana getirdikleri zaman bulunabilmişti. Bundan sonra başka yerler
de bu şekilde bir icma' olmamış cemaatten bir teşri' ortaya çıkmamıştır. Teşri' ferdi olarak bir
memleketteki bir müçtehidin içtihadı ile gerçekleşmiştir.

➲ İcma'ın türleri: Meydana gelişi iki türlüdür:

1. Sarih icma': Bir asrın bütün müçtehitlerinin, bir olayın hükmü üzerinde her birinin
fikrini fetva veya hüküm şeklinde açıklayarak birleşmelerinden ibarettir. Bu icma'
gerçek icma' olup çoğunluğun mezhebine göre şer'i bir hüccettir.

2. Sükutî icma': Bir asrın bazı müçtehitlerinin bir olay hakkında, fikirlerini fetva veya
bir hüküm ile açıkça ortaya koymaları ve geri kalanın, muvafık veya muhalif olarak
fikirlerini açıklamayıp susmalarıdır. Bu icma' itibari (hükmî) icma'dır. Çünkü susanın
muvafakat etmesi kesin değildir. Bundan dolayı delil alınmasında ihtilaf edilmiştir.
Çoğunluk delil olarak kabul etmezken, Hanefiler delil olarak kabul ederler. Hanefiler
susan müçtehide olayın anlatılması ve araştırma yapıp fikrini izhar edebilecek kadar
bir süre verilmesini şart koşarlar. Eğer buna rağmen müçtehit fikrini beyan etmiyor ve
sükuta devam ediyorsa bu sükut muvafakat anlamına gelmiş sayılır. Müellif
çoğunluğun görüşüne katılıp sükut edenin fikrinin olmadığı kanaatindedir.

 İcma'ın hükme delaletinin kesin ve zanni olmasına göre de iki türü vardır:

a) Delaleti kat'i olan icma': Delalet ettiği hüküm kesin olandır. Kendisinde
icma'ın vaki olduğu herhangi bir olayda artık icma' yapılamaz.
b) Delaleti zannî olan icma': Hükmü ağır basan bir zanna dayanmaktadır. Olay
hakkında içtihada imkan vardır. Çünkü bu hüküm cumhurun değil bir grup
müçtehidin fikrinden ibarettir.

13
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ القياس‬: ‫الدليل الرابع‬

➲ Tanımı: Hakkında hüküm bulunmayan bir olayı, hükmün nedeninde birleştikleri için,
hakkında hüküm bulunmayan bir olaya hükümde ilhak etmektir. Aşağıdaki misaller tarifi
açıklayacak şer'i ve beşeri kıyaslardır:

1. Şarap içmek, ( ُ‫ان فَاجْ تَنِبُوه‬ َ ‫ش ْي‬


ِ ‫ط‬ َّ ‫س ِ هم ْن َع َم ِل ال‬ َ ‫يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ إِنَّ َما ْال َخ ْم ُر َو ْال َم ْيس ُِر َواألَن‬
ٌ ْ‫صابُ َواأل َ ْزالَ ُم ِرج‬
َ‫ )لَعَلَّ ُك ْم ت ُ ْف ِلحُون‬ayetine göre haramdır. Buradaki illet sarhoş ediciliktir. Bu illetin
bulunduğu her içki şarapla eşittir ve içilmesi haramdır.

2. Varisin müverrisi öldürmesi açık nass ile hükmü sabit olan bir olaydır. Hz. Peygamber
(sav) "Katil varis olamaz" buyurmuşlardır. Buradaki illet öldürme fiilidir. Varis mirası
zamanından önce elde etmeye yönelmiştir. O halde öldürmenin maksadı aleyhine
döner ve mirastan yoksun bırakılarak cezalandırılır. Aynı illet vasiyet edilenin, vasiyet
edeni öldürmesinde bulunur. Aynı şekilde vasiyet edeni öldüren de kendisine yapılmış
olan vasiyetten mahrum olur.

3. Cuma günü ezan vaktinde alış-veriş yapmak, ( ‫ص َلةِ ِمن يَ ْو ِم ْال ُج ُمعَ ِة‬ َّ ‫يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُوا إِذَا نُودِي ِلل‬
َ‫ّللاِ َوذَ ُروا ْالبَ ْي َع ذَ ِل ُك ْم َخي ٌْر لَّ ُك ْم إِن ُكنت ُ ْم تَ ْعلَ ُمون‬
َّ ‫ )فَا ْسعَ ْوا إِلَى ِذ ْك ِر‬ayetine göre kerahettir. Bu hükmün
illeti insanın namazdan alıkoymasıdır. Aynı şekilde cuma günü ezan vaktinde yapılan
kiralama, rehin ve herhangi bir muamelede de bu neden bulunmaktadır.

4. Bir kağıdın üzerine imza atmak açık söz ile hükmü olan bir olaydır. Bunun hükmü
Medeni Kanunun açık ifadesine göre imza edeni göstermekte delil olmasıdır. Buradaki
illet imza edenin imzası onun şahsını gösterir. Parmak basılan kağıtta da aynı illet
bulunmaktadır.

5. Usul ile furu' ve karı ile koca arasında vuku bulan hırsızlığın mahkemesi ceza
kanunlarına göre malı çalınan istemedikçe yapılmaz. Mal dağıtmak, yankesicilik gibi
suçlar da akrabalık ve kocalık alakasından dolayı kıyas edilir.

Bütün bu örnekler, hükmün illetinde birleşmelerinden ötürü usulcülere göre kıyastır.


Örneklerde bir olay bir olaya eşitlenmiş olmaktadır.

➲ Delil oluşu: Cumhurun mezhebi, kıyasın amel hükümleri hususunda delil olmasıdır. Kıyas
şer'i hükümler dizisinde dördüncü sıradadır. Nazzamiye, Zahiriyye ve bazı Şii gruplar kıyası
delil olarak kabul etmezler. Kıyasın delil olduğunu kabul edenler onu şu delillerle ispat
ederler:

1. Kur'an ile ispat: Bu konuda en açık delil şu üç ayettir:

 Nisa, 59: ( ٍ‫ش ْيء‬ َ ‫سو َل َوأ ُ ْو ِلي األ َ ْم ِر ِمن ُك ْم َفإِن تَنَازَ ْعت ُ ْم فِي‬ َّ ْ‫ّللاَ َوأ َ ِطيعُوا‬
ُ ‫الر‬ ‫يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ أ َ ِطيعُواْ ه‬
‫سو ِل‬
ُ ‫الر‬ ‫)فَ ُردُّوهُ إِلَى ه‬
َّ ‫ّللاِ َو‬
 Haşr, 2: (‫ار‬ َ ‫ )فَا ْعت َ ِب ُروا يَا أُو ِلي ْاأل َ ْب‬İbret alın sözü ile istidlal şekli şöyledir: İnkar
ِ ‫ص‬
etmiş olan Nadiroğullarının yaptıklarını anlattıktan ve ummadıkları yerden

14
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

onları saranın ne olduğunu açıkladıktan sonra "Ey görebilenler ibret alın"


demiştir. Yani siz de kendinizi Nadiroğullarına kıyas edin demiştir.
 ٍ ‫شأَهَا أ َ َّو َل َم َّرةٍ َوه َُو ِب ُك ِهل خ َْل‬
Yasin, 78-79: (‫ق َع ِلي ٌم‬ َ ‫ِي قُ ْل يُحْ ِيي َها ا َّلذِي أَن‬
َ ‫ام َوه‬
َ ‫ظ‬َ ‫قَا َل َم ْن يُحْ ِيي ْال ِع‬
‫)ر ِمي ٌم‬
َ Bu ayetlerde Allah Teala haşri inkar edenlerin inkarına karşı kıyas ederek
delil getirmiştir.

2. Sünnet ile ispat: En açık delil iki tanedir:

 Yemen'e gidecek olan Muaz b. Cebel'in Sevgili Peygamberimiz (sav) ile


diyalogları.
 Sahih sünnetlerde Hz. Peygamber (sav)'e başvurulan bir çok olayların
bulunduğu ve bunlar hakkında kendisine vahiy gelmediği anda Hz.
Peygamber (sav)'in hüküm verdiği sabittir. İşte açık bir nassın bulunmadığı
durumlarda kıyas yapmak da Hz. Peygamber (sav)'in sünnetidir. Hz. Ömer'in
Hz. Peygamber (sav)'e oruçlu kimsenin inzal olmaksızın -eşini- öpmesinin
hükmünü sorması ve Hz. Peygamber (sav)'in oruçlu iken ağzını çalkalamak ile
bunu kıyas etmesi güzel bir örnektir.

3. Sahabe ile ispat: Sahabenin söz ve fiilleri de kıyasın delil olduğunu ispat eder.
Örneğin sahabe Hz. Ebubekir'in halifeliğine namaz imamlığına kıyaslayarak biat
ettiler. Aynı zamanda Hz. Peygamber (sav) sağlığında içtihat eden sahabesini
azarlamadı. Sahabe de içtihat ve kıyas etmekte birbirini paylamadı. Sahabenin
kıyasına örnek çoktur.

4. Akıl ile ispat: Üç açık delili vardır:

 Allah Teala maslahatsız bir esas koymamıştır. İnsanların yararları hüküm


koymada gözetlenen bir gayedir. Örneğin şarap içmenin haram olması ile
şarabın sarhoş etme özelliği kendinde bulunan başka bir içkinin mübah
kabul edilmesi akıl ile bağdaşmaz.
 Kur'an ve Sünnet sınırlı ve sonlu, insanların olayları ve hükümleri ise
sınırsız ve sonsuzdur. Kıyas, yeni meydana gelecek olaylarla yürüyecek ve
olacak hadiseler hakkında şeriatın hükmünü açıklayacak ve teşri ile
maslahatın arasını birleştirecek şeriat koyma kaynağıdır.
 Kıyas, insanın salim tabiatının ve doğru mantığın teyid ettiği bir delildir.
Başkasına haksızlığı vardır diye tasarruftan menedilen kimseye, başkasına
zulüm olan her tasarruf kıyaslanır.

➲ Kıyası reddedenlerin bazı şüpheleri: Bazıları şöyledir:

 Kıyas zan üzerine dayanır: Onun için zan üzerine kurulan da zandır. Oysa Yüce Allah
zanna uyanları kınamıştır. Buna göre kıyasla hükmedilemez.

15
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

Bu, zayıf bir şüphedir. Çünkü yasaklanan akide hakkındaki zandır. Ameli hükümlerin
ise delillerinin çoğu zannidir. Eğer bu şüphe itibara alınsaydı delaleti zanni olan
nasslarla iş görülmezdi.

 Kıyas, hükümlerin illetlerini bulmada muhtelif görüşlere dayanır. Oysa bu,


hükümlerin değişik ve çelişik olmasının kaynağıdır. Şeriatın ise hükümleri arasında
çelişiklik yoktur.

Bu şüphe daha zayıftır. Zira kıyasa dayanan ihtilaf, akide veya dinin asıllarından
birinde ihtilaf değil, cüz'i ameli hükümlerde ihtilaf olup bir fesada götürmez.

 Bir kısım sahabenin fikir ile hüküm vermenin yerildiğine dair nakledilen ifadeleridir.
Ancak bu nakillerin güvenilir olmaması yanında bunlardan maksat kıyası veya onu
delil getirmeyi inkar etmek değildir. Bundan maksatnassa dayanmayan fikirden
menetmektir.

➲ Kıyasın rükünleri: Dört rükünden meydana gelir:

1. Asıl: Hükmü hakkında açık nass bulunan nesnedir (şey). Buna kendisine kıyaslanan
(el-mekîs aleyh), kendisine yüklem olan (el-mahmul aleyh) ve kendisine benzetilen
(müşebbeh bih) denir.

2. Fer': Hükmü hakkında açık nass bulunmayan nesnedir. Hükümde asla eşit kılınması
arzu edilir. Buna kıyaslanan (el-mekîs), yüklem (el-mahmul) ve benzetilen
(müşebbeh) de denir.

3. Aslın Hükmü: Asıl hakkında nassın getirdiği şer'i hükümdür ve bu fer'in de hükmü
olması arzu edilir.

4. İllet: Aslın hükmünün üzerinde kurulduğu niteliktir. Bunun fer'de bulunmasından


ötürü fer', hükümde asla eşit kılınır. Aşağıdaki şema dört rüknü özetleyecektir:

Asıl (Şarap) İllet: Sarhoş edicilik Aslın Hükmü: Haramdır


Fer' (Hurma Birası) İllet: Sarhoş edicilik Fer'in Hükmü: Haramdır

 Altı nesne: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma, tuz, bunlar asıldır. Çünkü bunların
herhangi biri kendi cinsi ile satıldığı takdirde veresiye ve fazlalık halinde faizin haram
olduğu nass ile bildirilmiştir. Haram olmalarının nedeni ölçülebilen nesneler olmalarıdır.
Bundan dolayı miktarları ölçü veya tartı ile bilinerek cinslerinin birleşmesidir. Mısır, pirinç
ve bakla fer'idir. Çünkü bunların hükmü açıkça bildirilmemiştir. Bunlar ölçülebilen
olmakta açık söz ile hükümleri bildirilen şeylere eşittir. Bunun için cinsleri ile
değiştirildiklerinde öncekilerin hükmünde eşit kılınırlar.

Asıl ile Fer': bunlar, ya birer olay ya da birer durumdurlar. Birinin hükmüne dair açık nass
vardır diğerinde açık nass yoktur ve durumu bilinmek istemektedir ve hakkında icma' da
yoktur. Yine bu ikisinin hükümde birleşmelerine engel olacak bir fark da bulunmamaktadır.

16
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

Aslın Hükmü: Her hüküm kıyas yoluyla başka bir olaya geçmez. Bunun fer'e geçmesi için
bir takım şartları vardır.

 Birinci şart: Açık nass ile sabit olmuş şer'i ve ameli bir hüküm olmalıdır. Ama icma'
yolu ile sabit olmuş şer'i ve amelî bir hükmün kıyas yoluyla geçişli olması ve
olmaması hususunda hususunda iki görüş vardır. Müellif birinci görüşü tercih edip
icma' ile sabit olan hükme kıyas yapılamayacağını, Şevkani gibi bazı alimler ise ikinci
görüşü kabul etmişlerdir.21

 İkinci şart: Aslın hükmünün illeti akıl ile kavranabilmelidir. Eğer illet akıl ile
bilinemiyorsa, kıyas yoluyla geçişli kılınamaz. Bu şartın açıklanması şöyledir: Bütün
ameli şer'i hükümler insanların maslahatı için konulmuş ve bir takım illetler üzerine
bina edilmişlerdir. Ancak hükümler iki türlüdür:

a) Allah'ın illetlerini bildirmediği hükümler: Vakit namazlarının rekat sayıları


b) Allah'ın illetlerini bildirdiği hükümler: Allah Teala bu hükümlerle akla yol
göstermiştir. Bunlara manası kavranılan hükümler denir. İşte bu hükümler
kıyas yoluyla asıldan başkasına geçebilir. Bunlar genel hükümlerden hariç
tutulmamış olur. Örneğin şarap içmenin haram kılınmasına kıyasen sarhoş
edici her nesnenin haram kılınması gibi.

 Üçüncü şart: Aslın hükmü asla mahsus olmamalıdır. Eğer aslın hükmü kendisine
mahsus ise kıyas yoluyla başkasına geçişli kılınamaz. Bu iki durumda olur:

a) Hükmün illetinin asıldan başkasında var olduğu düşünülemez. Örneğin mest


üzerine mesh etmenin mubah olması, manası akıl ile bilinen bir hükümdür ki
bu da kolaylık gösterme ve sıkıntıyı kaldırmadır. Fakat bunun illeti mest
giymektir.
b) Aslın hükmünün kendisine tahsis edildiğini gösteren bir delil bulunduğu
zamandır. Sadece Hz. Peygamber (sav)'e mahsus olduğuna dair delil bulunan
hükümler gibi.

İllet: Bu, kıyasın nedenidir. Bu rükünlerin en önemlisidir. Zira kıyasın illeti kıyasın temelidir
ve bunun incelenmesi, kıyasın incelenmesi gereken en önemli konulardır. Bu çok olmasına
rağmen burada dört tanesi incelenecektir:

1. İlletin tarifi: İllet, hükmün üzerinde bina kılındığı asıl'da bulunan bir niteliktir. Bu
nitelik ile, bu hükmün fer'de bulunduğu anlaşılır. Sarhoş etme, şarabın haram
kılınmasının üzerinde bina kılındığı bir niteliktir. Bununla sarhoş eden her içkinin
haram olduğu bilinir. Usulcülere göre "illet hükmü tanıtan" şeydir. İllete hükmün
yörüngesi, sebebi ve belirtisi de denir.

21
İcma'ın senedi kitap ve sünnet olursa bu hükmün fer'e geçmesi normaldir. Ancak kitap ve sünnette olmayan,
icma' ile oluşan hükmün fer'e geçmesi ile ilgili iki görüş yukarıda zikredilmiştir.... Kıyas ile verilen hüküm (illeti
içtihatladır) başka bir fer'e makîsun aleyh olamaz. Zira bir fer' başka bir fer'e makisun aleyh olamaz. (Zeki Koca
Usul Dersleri)

17
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

İslam alimlerinin çoğunluğu, Allah ancak kullarının maslahatına hüküm koyduğunda


birleşmişlerdir. Bunun için herhangi bir şer'i hükmün teşri'i ya insanlara fayda verir
ya da onlardan bir zararı savar. Hüküm koymaya sürükleyen bu sebep, hüküm
koymakta güdülen gayeyi gösterir ve buna "hükmün hikmeti" denir. Örneğin
Ramazan'da hastanın oruç tutmamasına verilen cevazın hikmeti, ondan sıkıntının
savılmasıdır. Yine hırsızın elinin kesilmesinin hikmeti insanların mallarının
korunmasıdır.

Hükümlerin bir kısmını koyarken hikmet bazen kapalı olur. Yani dış duyulardan biri
ile kavranılmaz, var olup olmadığı tespit edilemez. Bunun için hüküm onun üzerine
bina kılınamaz, hükmün varlığı onun varlığına, yokluğu da onun yokluğuna
bağlanamaz. Örneğin, evlilik ile nesebin sübutu böyledir. Onun hikmeti kadının
yalnız kocasından hamile olmasına götüren cinsi birleşmedir. Bu, hiç kimsenin vakıf
olamadığı gizli bir iştir.

Hikmet bazen de takdiri olur. Hükmün onun üzerine bina edilmesi ve varlık yönünden
ona bağlanması bir kaide altına alınamaz. Örneğin, Ramazanda hastanın oruç
tutmamasına cevaz verilmesinin hikmeti zorluğu savmaktır. Ama, bu takdire bağlıdır,
insanların ve durumlarının değişik olmasına göre değişir.

Hükmün hikmeti ile illeti arasındaki fark: Hükmün hikmeti, o hükmün konmasına
sürükleyici sebep ve ondan güdülen gayedir. Hükmün illeti ise, hükmün üzerine
kurulduğu, hükmün varlığı onun varlığına, yokluğu onun yokluğuna bağlanan açık ve
belli bir niteliktir. Çünkü hükmün onun üzerine kurulması ve ona bağlanması,
hükmün konmasındaki hikmeti gerçekleştirir. Örneğin yolculukta namazın
kasredilmesinin hikmeti zorluğu savmaktır. Ancak bu hikmet takdiri bir şey
olduğundan hükmün onun üzerine bina edilmesi imkansızdır. Buradaki illet ise
yolculuktur. Çünkü bu açık bir niteliktir. Buna göre şer'i hükümler hikmetleri üzerine
değil illetleri üzerine bina edilirler. Bunun manası, şer'i hükmün illeti nerede varsa,
hikmeti bulunmasa da kendisi orada vardır. Hikmeti bulunsa da illeti olmayan yerde
hükmü de yoktur.

Bazı hükümlerde illet olduğu halde hüküm yoktur. Örneğin evlenme akdi
yapıldığından beri bir araya gelmedikleri sabit olan bir kadının çocuğunu, kocası
inkar ederse nesep davasına bakılmaz. Oysa evlenme evlenme (illet) bulunmuş ama
onun hükmü olan nesebin sabit olması bulunamamıştır. Aslında bununla yukarıdaki
hükümler arasında zıtlık yoktur. Buna göre evlilik akdinden beri bir araya gelmeyen
karı-kocanın evliliği, karının kocasından hamile kaldığı ihtimali kalmamış
olduğundan nesebin sübutu için artık illet olamaz. Yani zaten illet olmadığı için
hüküm oluşmamıştır.

İllet ile sebep arasındaki fark: Akılca anlaşılan nitelik illet ve sebeptir. Ancak akılla
kavranmazsa buna yalnız sebep denir. Örneğin, yolculuk, Kasr-ı salat için hem illet
hem sebeptir. Fakat güneşin batması akşam namazının farz kılınması içindir. İşte bu
sadece sebeptir. Bundan dolayı "her illet sebeptir fakat her sebep illet değildir" denir.

18
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

2. İlletin şartları: Usulcülerin ittifak ettiği illetin şartları dört tanedir: ( ‫ظاهر منضبط مناسب‬
‫)و غير قاصر‬

a) Açık bir nitelik olmalıdır: Bundan maksat dış duyularla kavranılan bir
nitelik olmalıdır. Örneğin şarapta duyu ile kavranılan sarhoş edicilik vasfı
vardır. Yine aklın olgunluğu buluğa ermenin delili olmayıp, aklın
olgunlaşmasının açık belgesi olan on beş yaşıdır veya daha önce buluğ
belirtilerinin meydana çıkmasıdır.

b) Mazbut bir nitelik olmalıdır: Fer'de tamam veya az farkla var olduğu tespit
edilebilecek belirli ve belli bir gerçekliği olmasıdır. Çünkü kıyasın aslı, asıl
fer'in aslın hükmünün illetinde birleşmeleridir. Bu eşit olma, illetin belli
mazbut olmasını gerektirir. Böylece iki olayın illette birleştiğine hükmedilmiş
olur. Örneğin varisin düşmanlıkla murisini öldürmesi mazbut bir hakikat
olup, bunun, kendisine vasiyet edilenin vasiye edeni öldürmesinde
gerçekleşmesi mümkündür.

c) Uygun bir nitelik olmalıdır: Bundan maksat, hükmün hizmetini


gerçekleştirebilecek ihtimal olmalıdır. Yani Şari'in hükmü koymadaki gayesi
bir faydayı temin veya bir zararı savmayı gerçekleştirmedir. Eğer niteliklere
uygun ve münasip değilse, hükmün illeti olamazlar. Örneğin, sarhoş edicilik
şarabın haram kılınmasına uygundur. Çünkü haramın onun üzerine
dayandırılmasında akılları muhafaza etmek vardır.

Bundan dolayı uygun olmayan nitelikleri illet kabul etmek doğru değildir.
Örneğin, şarabın rengi, adam öldürenin Mısırlı olması, Ramazan'da kasten
oruç yiyenin köylü olması, bunlar rastgele niteliklerdir.

d) Yalnız asılda olan bir nitelik olmamalıdır: Bundan maksat, asıldan


başkasında bulunacak ve bir çok fertlerde gerçekleşmesi mümkün olan bir
nitelik olmalıdır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (sav)'in özellikleri olan
hükümler, Hz. Peygamber (sav)'in kendisine ait olmakla illet oldukları
zaman, onlara kıyas yapılamaz.22

3. İlletin kısımları:

Şari'in illeti göz önünde bulundurup bulundurmamasına göre taksimi: Usulcüler


bunu dört kısma ayırmışlardır:

1. el-Münasibu'l-Müessir 2. el-Münasibu'l-Mülâim 3. el-Münasibu'l-Mürsele 4. el-Münasibu'l- Mülga

Usulcüler 1 ve 2'yi elverişli nitelik saymakta, 4'üncü maddenin de elverişli olmadığında


da ittifak etmişlerdir. Ancak 3'üncü maddede ihtilaf etmişlerdir.
22
Asla mahsus olan illet makîsun aleyh olamaz. Böyle bir kıyas "kıyas-ı maal farık" tır ()illetleri farklı olan kıyas).
(Zeki Koçak Fıkıh Usulü Dersleri)

19
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

1. el-Münasibu'l-Müessir (etkili uygun nitelik): Şari'in kendisine göre hüküm


koyduğu uygun bir nitelik olup bunun konduğu hükmün aynısına neden olduğu nass
veya icma' ile sabittir. Bunun misali şu ayettir: ( ْ‫يض قُ ْل ه َُو أَذاى فَا ْعت َِزلُوا‬ ِ ‫َويَ ْسأَلُونَكَ َع ِن ْال َم ِح‬
ْ َ‫ى ي‬
َ‫ط ُه ْرن‬ ِ ‫ساء فِي ْال َم ِح‬
َ َّ‫يض َوالَ ت َ ْق َربُوه َُّن َحت‬ َ ِ‫ )النه‬Bu ayet ile sabit olan hüküm, aybaşı halinde
kadınlara yaklaşılmamasının gerekli olmasıdır. Bu hüküm aybaşı halinin bir eza
olması üzerine dayandırılmıştır. Nassın ifadesi, ezanın bu hükmün illeti olmasında
açıktır. Eza, aybaşı halinde kadınlara yaklaşılmamasının gereği için müessir uygun
bir niteliktir.23

2. el-Münasibu'l-Mülâim (elverişli uygun nitelik): Şari'in, hükmü kendisine göre


düzenlediği uygun bir niteliktir. Ancak bu nitelik, nass veya icma' tarafından,
kendisine göre düzenlenen hükmün bizzat kendisinin illeti sayılmamıştır. Eğer uygun
nitelik aşağıda sayacağımız üç türden birine göre değerlendirilirse, bunun illet
sayılması Şari'in hüküm koymada ve illet bildirmedeki işlemlerine uygun olur.
Bundan dolayı buna Şari'in işlemine "elverişli uygun nitelik" denilmiştir. Fakihler
bununla kıyasın kurulmasında ittifak etmişlerdir:

a) Nass veya icma', bu niteliğin kendisine göre düzenlediği hükmün cinsine


illet kabul etmiştir: Örneğin, "küçüklük" babanın küçük kızını
evlendirmedeki velayetinin sübutu için delildir. Şöyle ki; Babanın küçük
bakire kızını evlendirme velayeti nass ile sabittir. Buradaki hüküm velayetin
sübutu kızlık ve küçüklük üzerine terettüp etmiştir. Oysa ne nass ne de icma'
bu velayetin sübutunun illetinin kızlık veya küçüklük olduğunu
göstermemiştir. Ama icma' ile küçüklüğün, küçük kızın malı üzerine
velayetin nedeni olduğu kabul edilmiştir. Evlendirme velayeti velayet olma
bakımından aynı cinstir. Küçük dul kız, deli bunak kızlar da buna kıyaslanır.

b) Belli bir hükme niteliğin cinsi illet kabul edilmiştir: Örneğin, yağmur iki
namazı bir vakitte kılmanın cevazına sebeptir. Şöyle ki; Yağmur yağarken iki
namazın birleştirilmesinin caiz olduğu nass ile sabittir. Hüküm yağmurlu
duruma uygun konulmuştur. Bu hükmün illetinin yağmur olduğunu ne nass
ne de icma' göstermemiştir. Fakat başka bir nass, namazın yolculukta
birleştirilmesine cevaz verildiğini göstermektedir. İcma' ile sabittir ki
yolculuk namazın ceminin cevazının illetidir. Yağmur ve yolculuk aynı
cinsten olup ikisinde de sıkıntı durumu vardır. Kar ve soğuk da buna kıyas
edilmelidir.

c) Hükmün cinsine niteliğin cinsi illet kabul edilmiştir: Örneğin, gece ve


gündüzde namaz vakitlerinin tekrar etmesi, aybaşılı kimseden namazın kaza
edilmesinin kalkmasının illetidir. Böyle bir durumda bulunan kadının orucu
kaza edip namazı kaza etmemesi nass ile sabittir. Ancak namazların kaza
edilmemesinin illeti nass ile gösterilmemiştir. Fakat namazın tekrar

23
İllet şu şekillerde gelebilir: Sarahaten: Aybaşının eza olması; İmaen: Hırsızlık; İcmâen: Yetimlerin malları ile
ilgili tasarrufta küçüklük gibi.

20
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

etmesinden dolayı kazanın zorluk olacağı ihtimali gözetilmiştir. Şari' bir


niteliği sıkıntı kaynağı olduğundan dolayı hafifletici bir hükmün illeti saydığı
takdirde sıkıntı verecek herhangi bir niteliği, hafifletici başka bir hükmün
illeti saymak doğru olur.

3. el-Münasibu'l-Mürsele (mutlak uygun illet): Şari'in kendisine göre bir hüküm


koymadığı niteliktir. Hiç bir şer'i delil de yukarıdaki türlerden hiç birinin nazarı
itibara alındığını veya lağvedildiğini göstermemiştir. Bu, bir maslahat
gerçekleştirdiği için uygundur. Fakat lağvedilmesini ve nazarı itibara alındığını
gösteren hiç bir delil olmamasından dolayı buna (mürsel) mutlak denilmiştir.
Usulcülere göre buna "maslahat-ı mürsele" denir. Örneğin, sahabenin zirai araziye
koyduğu vergi, para basılması, Kur'an'ın cem ve teksiri gibi hükümler kamu yararı
(maslahat) ilkesi üzerine kurulmuştur. Alimler bunun delil olup olmamasında ihtilaf
etmişler, bazısı delil olarak alırken bazısı almamıştır.

4. el-Münasibu'l- Mülga (lağvedilmiş uygun nitelik): Görünüşte üzerine hüküm


bina etmenin bir maslahatı gerçekleştireceği sanılan bir niteliktir. Oysa Şari' ona
uygun bir hüküm koymadığı gibi onun delil sayılmasını da lağvetmiştir. Örneğin, kız
ile oğulun yakınlıkta eşit olmaları, mirasta eşit olmalarını gerektirmez.

4. İlletin bilinme yöntemi: İlletin yollarından (mesalik) maksat, onun bilinmesine


götüren yollardır. Bunların en meşhuru üçtür:

 Birinci yol: Açık nass: Kur'an ve Hadis'te bir söz, bir niteliğin illet olduğunu
göstermişse, bu nitelik nass ile sabit olan bir illet olur. Buna "açıkça belirtilmiş illet"
denir. Buna yapılan kıyas nassın uygulanmasıdır. Örneğin, Allah Teala'nın
Peygamberler gönderme nedenini bildirirken ( ُ‫ّللا‬ ‫س ِل َو َكانَ ه‬ ُّ َ‫ّللاِ ُح َّجةٌ بَ ْعد‬
ُ ‫الر‬ ِ َّ‫ِلئَلَّ َي ُكونَ ِللن‬
‫اس َعلَى ه‬
‫ ) َع ِز ا‬buyurması açık ve kesin olur. Yine ganimetin beşte birinin fakir ve
‫يزا َح ِكي اما‬
yoksullar için alınmasına dair (‫ي َال َي ُكونَ د ُولَةا َبيْنَ ْاأل َ ْغ ِن َياء ِمن ُك ْم‬
ْ ) buyurması böyledir.

Nass'da illeti gösteren söz, illetten başka manaya da delalet delalet etme ihtimali
varsa, niteliğin illet olmasını gösteren nass ifadede bulunmakla beraber zannî olur.
Örneğin, Allah Teala'nın (‫ق اللَّ ْي ِل‬ ِ ‫س‬َ ‫ش ْم ِس إِلَى َغ‬ ِ ُ‫صلَة َ ِلدُل‬
َّ ‫وك ال‬ َّ ‫)أَقِ ِم ال‬, ( ‫ظ ْل ٍم ِ همنَ الَّذِينَ هَاد ُواْ َح َّر ْمنَا‬
ُ ‫فَ ِب‬
ْ ‫ى َي‬
َ ‫) َعلَ ْي ِه ْم‬, ( َ‫ط ُه ْرن‬
ٍ ‫ط ِيه َبا‬
‫ت‬ َ َّ‫يض َوالَ ت َ ْق َربُوه َُّن َحت‬ ِ ‫ساء فِي ْال َم ِح‬ َ ِ‫يض قُ ْل ه َُو أَذاى فَا ْعت َِزلُواْ النه‬ ِ ‫) َو َي ْسأَلُونَكَ َع ِن ْال َم ِح‬
gibi ayetlerindeki ifadelerinin illeti göstermesi zannîdir. Çünkü bu ifadelerde illet
gösteren harfler (‫)ل‬, (‫)ب‬, (‫ )ت‬harfleri olup bunlar illet yanında başka manalarda
bildirirler.

Ama bazen nassın, niteliğin illet olduğunu göstermesi belirti ve îmâ ile olur. Örneğin,
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır: "Hakim kızgınken hükmetmez", "Katil
varis olmaz", "Savaşan yaya ise bir hisse, atlı ise iki hisse alır." Delilin açık veya îmâ
halinde olması kesin ya da zannî olması dilin kullanılışına ve sözün gelişine bağlıdır.

21
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

 İkinci yol: İcma': Herhangi bir asırda müçtehitler bir niteliğin şer'i bir hükmün illeti
olduğunda birleşirlerse, bu niteliğin illet olması icma' ile sabit olmuş olur. Örneğin,
küçük kızın üzerine mali velayetinin illetinin "küçüklük" olmasında birleşmişlerdir.
Ancak bunun doğru sayılması kıyası kabul edenlere göredir.

 Üçüncü yol: Sebr ve Taksim: Sebr, denemek demektir. Taksim ise, illet olabilecek
nitelikleri asıl'da sınırlayıp hangisinin illet olacağının araştırılmasıdır.

Bir olay hakkında şer'i hükmü bildiren bir nass gelmişse, nass ve icma', bu hükmün
illetini göstermemişse, müçtehit bir hükmün illetini bulmak için sebr ve taksim
yoluna başvurur.

Yapılışı:

* Hükmün olayında bulunup ve bir tanesinin illet olabileceği nitelikleri tespit eder.

* İllette ve illet sayılacaklarda bulunması gereken şartların ışığında her bir niteliği
inceler.

* Bu sebr (deneme) ile illet olmayacak nitelikleri çıkarır ve illet olanı geri bırakır.

* Bu çıkarma ve geri bırakma ile bir niteliğin illet olmasını bulur.

Örneğimizi şema üzerinde gösterelim24:

Şarap Kokain

1. Akıcılık 1. Katılık
2. Renk 2. Renk
3. Koku 3. Koku
4. Tat 4. Tat
5. Sarhoş edicilik 5. Sarhoş edicilik

Bu metodun özeti şudur: Müçtehit, asılda bulunan bütün nitelikleri incelemelidir. Onlar
içinde illet olmayacakları bir tarafa bırakır. Kendi kanaatine göre hangisi illet olacaksa onu
alıkoyar. Bir yana bırakmak ve hesaba katmakta illetin şartlarının gerçekleşmesi rol oynar.
Tabi bu hususta müçtehitlerin zekası da rol oynar.

Tenkihu'l-Menat: Usul alimlerinden bazıları hükmün bağlantısının, bağlantı olmayanlardan


arıklanmasını illet bulma hususlarından saymışlardır. Bağlantının arıklanması, hükmünün
kendisine bağlandığı ve üzerine kurulduğu şeyin düzgünleştirilmesinden maksat hükmün
illetidir. Doğrusu tenkihu'l-menat, belli bir niteliği illet olarak tayin etmeden, nass, illeti
bildirdiği zaman olur. Bu hükmün illetini bulmaya götüren yol değildir. Çünkü hükmün illeti

24
Zeki Koçak Fıkıh Usulü Dersleri

22
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

nassdan anlaşılmaktadır. Arıklama ise hükmün illetini illet olmakta bir etkisi olmayan, ona
bitişik niteliklerden temizlemektir.

Örneğin, bir Bedevi Hz. Peygamber (sav)'e gelir ve ona "yok oldum" der. Hz. Peygamber
(sav) ona "ne yaptın"der, o, "Ramazan günü isteyerek eşimle birlikte oldum" der. Efendimiz
ona "kefaret ver" der.

Bu söz kefaret vermenin bedeviye gerekmesinin illetinin, ondan meydana gelen olay
(Ramazan günü isteyerek münasbet) olduğuna işaret ederek gösterir. Ancak onda meydana
gelen olay için bedevi olması, öz karısı olması, o senenin Ramazan günü vuku bulması gibi
niteliklerin bir etkisi yoktur.

Buna göre Şafiiler kefaretin " Ramazan günü isteyerek münasbet" ile mümkün olacağını ifade
etmişlerdir. Hanefiler ise, orucu bozan herkesin durumu, münasebette bulunan gibidir
demişlerdir. Buna göre Hanefilerce kefaretin gerekmesi, bağlantının (menat), arıklandıktan
sonra orucu isteyerek bozma olduğu anlaşılır. İllet ona bitişik olup illet olmada rolü olmayan
niteliklerden arıklanma bağlantısını açıklığa kavuşturmadır. Bundan da anlaşılır ki tenkihu'l-
menat sebr ve taksimden farklıdır. Çünkü tenkihu'l-menat, ancak hükmün bağlandığı yeri
nassın göstermesi ile olur. Ne var ki illet olmada etkisi olmayanlardan arıklanmamış bulunur.

Oysa sebr ve taksim yalnız, hükmün bağlandığı yeri gösteren bir nassın bulunmasıdır. Sebr ve
taksim ile illetin başka şeylerden arıklanmasına değil, bilinmesine gidilir.

Tahricu'l-Menat: (Bağlantıyı ortaya koyma): Sebr ve taksim yoluyla veya illeti bulma
yöntemlerinden herhangi birisi vasıtasıyla hakkında açık nass bulunmayan veya üzerine icma'
edilmemiş olan bir illet ortaya koymaya denir.

Bu, hakkında açık nass bulunan şer'i bir hükmün illetini arayıp çıkarmadır. Bu illet, hakkında
nass bulunmamış ve illet olduğuna icma' edilmemiş olacaktır. Ama, bağlantıyı incelemek,
açık nass veya icma' ya da herhangi bir yol ile tek bir olay hakkında sabit olan bir illetin,
hakkında açık nass bulunmayan bir olayda gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmektir. Nitekim
aybaşı halinde kadınlara yaklaşmamanın illetinin eza olduğuna dair açık nass vardır. O halde
ezanın lohusalıkta olup olmadığı incelenir. Aynı şekilde şarap içmenin haram olma illeti
sarhoş etme olduğuna göre başka bir meyve suyunda sarhoş edicilik vasfının bulunup
bulunmadığı incelenir.

23
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ االستحسان‬: ‫الدليل الخامس‬

➲ Tanımı: Lügatte istihsan güzel saymak ve bulmaktır. Usulcülerin terminolojisinde


müctehidin, zihnine çakılıp tercih ettiği bir delilden ötürü, açık kıyastan, kapalı kıyasa veya
genel hükümden bir hükmü dışarıda bırakmaya dönmesidir.

Hakkında açık söz bulunmayan bir olay meydana gelse, buna iki ayrı yönden bakılır. Biri
açık olup bir hüküm gerektirir, diğeri gizli olup başka bir hüküm gerektirir. Müctehidin
zihninde gizli görüşü tercih edecek bir delilin belirmesi ile açık görüşten vaz geçmesidir ki
buna şeriatta istihsan denir.

Aynı şekilde hüküm genel olursa müctehidin zihninde belirip bu genel hükümden tek bir
olayı istisna ederek ona başka bir hüküm vermek de şer'an istihsan olur.

➲ Çeşitleri: İki çeşittir:

1. Bir delile dayanarak gizli kıyası açık kıyasa tercih etme: Örnekleri şöyledir:

a) Hanefiler, vakfeden, ekilecek bir yeri vakfettiği zaman su yolu, içme ve


geçme hakkı da zikredilmeden istihsan delili ile vakfa tâbi olarak girer.

Burada açık kıyas, vakfı alış verişe katmaktır. Zira her biri, mülkiyeti mal
sahibinin mülkiyetinden çıkarmadır. Gizli kıyas ise, vakfı kiralamaya
katmadır. Çünkü her ikisinden maksat yararlanmadır. Nasıl ki sulama, içme
ve geçiş ekili yerlerin kiralanmasına anılmadıkları halde girerse, ekili
yerlerin vakfedilmesinde de anılmadıkları halde girerler.

b) Hanefiler, alan ile satan, mal ele alınmadan fiyatta ihtilaf etseler; satan fiyatın
yüz lira olduğunu, alan da doksan lira olduğunu iddia etse her ikisinin
istihsana dayanarak yemin etmelerini, söylemişlerdir.

Burada açık kıyas, bu olayı davacı ve davalı arasında olan her olaya
katmaktır ki böyle durumlarda davacıya (iddia edene) delil getirme ve
davalıya (inkar edene) yemin etme düşer. Gizli kıyas, bu olayı iki davacı
arasında olan her olaya katmaktır ki, her biri aynı anda hem davacı ve hem
davalı olur ve yeminleşirler.

c) Hanefiler, akbaba, karga atmaca, şahin, çaylak, kartal gibi yırtıcı kuşların
artıklarının istihsan deliline göre temiz, kıyasa göre pis olduklarını
söylemişlerdir.

Burada açık kıyas, yırtıcı kuşların etleri gibi artıklarının da haram olması
yönündedir. Gizli kıyas ise (istihsan yönü) yırtıcı kuşların her ne kadar etleri
haram ise de ancak, etinden meydana gelen salyası su artığına

24
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

karışmamaktadır. Çünkü gagasıyla içer, gagası temiz bir kemiktir Ama


yırtıcı hayvanlar, yırtıcı kuşlar gibi değillerdir; salyalarının bulaştığı dilleri
ile içerler. Bundan dolayı artıkları pis olur.

2. Bir delile dayanarak genel bir hükümden tek bir olayı istisna etmektir:
Örneklerden bazıları şöyledir:

a) Örneğin, Şâri, yok olanı satmayı ve yok üzerine sözleşmeyi yasaklamıştır.


Fakat selem'e, kiralama'ya yarıcılığ'a (muzaraa), bağ ve bahçe yarıcılığına
(Musaka), sanat işi yaptırmaya (istisna') izin vermiştir. Bunların hepsi akit
olup, akit zamanında üzerinde akit edilen nesne yoktur. İstihsan yönü
"insanların ihtiyacı ve aralarında örfün bulunmasıdır."

b) Fakihler, yanında emanet bulunan güvenilir kimse emaneti bildirmeden


ölürse, emaneti öder, çünkü "emaneti bildirmemesi bir çeşit emanete tecavüz"
sayılır. Ama babanın, dedenin ve vasinin bildirmeden ölmeleri halinde
istihsan deliline göre ödemezler. Bunun istihsan yönü şudur. Baba, dede ve
vasi'den herbiri küçüğe sarfeder ve ihtiyacını görür. Bildirmediği bu emaneti
yerine harcamıştır.

c) Fakihler, yanında emanet bırakılan güvenilir kimsenin ancak muhafazada


kusur ettiği veya tecavüz ettiği zaman emanet bırakılan nesneyi ödeyeceğini
açıkça bildirmişlerdir. Bu hükümden istihsan yolu ile herkese iş yapanlar
(ecir müşterek) müstesnadır. Yalnız, o yanında bulunan şeylerin, kendi
gücünü aşkın bir olay sonucu yok olması halinde ödemez, yoksa öder. Bunun
istihsan yönü ücretle çalışanların (Temin) emniyetle iş yapmalarım sağlamak
(sigorta)tır.

➲ İstihsanın delil oluşu: İstihsanın tarifinden ve iki çeşit olmasından gerçekte müstakil şer'i
bir kaynak olmadığı anlaşılır. İstihsam delil getirenlerin çoğu Hanefilerdir. Delilleri şudur:
İstihsamn delil getirilmesi aslında gizli kıyası açık kıyasa tercih etme ya da genel hükümden
cüz'i bir hükmü çıkarmağa mutlak fayda (maslahat mursele) ile delil getirmedir.

➲ İstihsana delil getirmeyenlerin şüpheleri: Bir kısım müctehitler istihsanı kabul etmemiş
ve onu heva ve heves ile şer'i hükümleri çıkarma saymışlardır. Bunların başında İmam Şafii
gelir, onun şöyle söylediği nakledilir "İstihsan yapan şeriat koymuştur."

Buna göre delil kabul edenlerin kasdettiği mana ile delil kabul etmeyenlerin kasdettiği mana
birbirinden farklıdır. Eğer mana da birleşme olsaydı onu delil getirmekte ayrılığa düşmezlerdi.
Aslında istihsan, vazgeçmeyi gerektiren bir delilden ötürü, açık delilden ve genel hükümden
vazgeçmedir, bu sırf heva ile verilen bir hüküm değildir. Bundan dolayı İmamı Şatibi el-
Muvafakat'ında şöyle dedi: "İstihsan yapan, sırf zevkine ve arzusuna göre hareket etmiş
değildir. Doğrusu, o, arzedilmiş olan nesnelerin misâllerinde biraz, şariin ne kasdettiğini
bilmesine göre hareket eder. Mesela kıyas bir hüküm gerektirir. Ancak, bu hüküm bir yönden
bir maslahatın kaybına veya aynı şekilde bir kötülüğün yapılmasına götürebilir."

25
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ المصلحة المرسلة‬: ‫الدليل السادس‬

➲ Tanımı: Usulcülere göre, Şari'in, gerçekleşmesi için bir hüküm koymadığı, şer'i bir delilin
de onun muteber sayıp saymadığını göstermediği nesnedir. Bunun örnekleri, kamu yararına
sahabenin hapishaneler yapılmasını, para basılmasını, fethettikleri ekili yerleri eski
sahiplerinin elinde bırakıp onlara haraç konması ve bunun gibi zaruretlerin, ihtiyaçların veya
güzelleştirmelerin gerektirdiği faydalardır. Bunların meşru sayılıp sayılmadığına dair şer'i bir
dayanak yoktur.

Şari'in, gerçekleşmeleri için hüküm koyduğu ve koyduğu hükmün nedenlerini değerlendirdiği


faydalar Usulcülerin tabirine göre, bunlar şari tarafından dikkate alınan "kamu yararları"dır.
Mesela, insanların hayatlarının muhafazası için Şari' bilerek öldürenin öldürülmesinin
gerektiğine hükmetmiştir. Bu, Şari'in dikkate aldığı bir niteliktir. Şari'in dikkate aldığı bu
uygun nitelik, dikkate aldığı türlere göre ya kolaylık sağlayan bir uygunluktur ya da elverişli
olan bir uygunluktur. Hükmün bunun üzerine kurulmasında ihtilaf yoktur.

➲ Şer'i delil kabul edenlerin delilleri: İslam alimlerinin çoğunluğu, "kamu yararı'' nın
hükümlerin üzerine kurulduğu şer'i bir delil olduğuna, ve bu kamu yararının alınması için
şeriattan bir şahit bulunmasının şart olmadığını savunmuşlardır. İki delil ortaya koymuşlardır:

1. İnsanların maslahatları günden güne yenilenmekte ve sonsuza doğru gitmektedir.


Eğer insanların yeni işlerine, gelişmelerinin gereğine göre hüküm konmazsa,
insanların gelişmesine ve işlerini takip etmelerine ayak uydurulamaz olur. Şeriat
koymanın asıl maksadı olan insanların maslahatlarının gerçekleşmesi engellenir.

2. Eğer, sahabenin, tabiunun ve müctehit imamlann, koyduğu hükümler teker teker ele
alınırsa, görülür ki, onlar dikkate alındığına hiç bir delil olmayan kamu yararına
birçok hükümler koymuşlardır. Örneğin, Hz. Ebubekir, Kur'an-ı Kerim'in yazılı
olduğu dağınık sayfaları topladı; Hz. Ömer bir söz ile söylenen üç boşamayı infaz
etti; Hz. Osman müslümanları tek kitap üzerine birleştirip, onu yaydı, öbürlerini
yaktı; Hanefiler sefih müftüyü, cahil tabibi, hilebaz müflisi işten menettiler;
Malikiler, töhmetlinin hapsedilmesini ve ikrar etmesini sağlamak için dayak vurmayı
caiz gördüler; Şafiiler, bir cemaat tek bir kişiyi öldürdüğü taktirde, onlara kısas
yapılmasını gerekli gördü.

➲ Maslahatı Mürsele'yi delil getirmenin şartları: "Kamu yararı" nı delil kabul edenler,
hevaya göre şeriat koymağa kapı açmasın diye onunla delil getirmek için ihtiyatlı
davranmışlardır. Bunun için üç şart ortaya koydular:

1. Gerçek bir yarar olmalıdır: Bundan maksat, bir olaya dair hüküm koyarken bir
fayda sağlamasının veya zararı savmasımn gerçekleşmesidir. Ancak şeriat koymanın,
meydana getireceği zarar hesaba katılmadan fayda sağlayacağı sırf kuruntu ise, bu
kuruntu bir yarar üzerine kurulmuş olur. Bu gibi yararın örneği kocadan karısını
boşama hakkını alıp bütün durumlarda boşama hakkını yalnız hakime vermeyi
tevehhüm etmektir.
26
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

2. Genel bir yarar olup şahsi bir yarar olmamasıdır: Bir olay için konacak hükümde
gerçekleşmesi sağlanacak fayda veya sayılacak zarar, büyük bir insan kitlesine şamil
olması, bir ferdin veya birkaç kişinin yararına olmamasıdır.

3. Konan hüküm, nass veya icma ile sabit olan bir ilkeye veya hükme karşı
olmamalıdır: Kız ile oğulun irste eşit olmasını gerektiren bir yararı dikkate almak
doğru değildir. Çünkü bu yarar Kur'an'ın açık sözüne karşı olduğundan lağvedilmiş
sayılır.

➲ Maslahatı Mürsele'yi delil kabul etmeyenlerin en açık şüpheleri: İki delilleri vardır:

1. Şeriat, insanların bütün yararlarını nass'larla ve yol verdiği kıyas ile gözetlemiştir.
Yararlı hiç bir iş yoktur ki, şâri'in onu dikkate almış olduğuna bir belirti bulunmasın.
Bunun için, şâri'in dikkate almadığı her hangi bir maslahat gerçekte yararlı değildir.

2. Mutlak yarar üzerine hüküm koymakta, valiler, kumandanlar ve fetva adamları içinde
heva ve hevese uyanlara heves kapısını açmak vardır. Yararlar (mesalih) görüş ve
çevrelerin değişmesine göre değişen takdire bağlı şeylerdir. Mutlak yararlık için
hüküm koymaya kapı açmak, kötülüğe kapı açmaktır.

25
‫ٍ سد الذرائع‬: ‫الدليل السابع‬

➲ Tanımı: Zerâi' vesileler demektir. "zerî'a" bir şeye götüren vesile ve yol manasınadır. Bu
şey mefsedet, maslahat, söz veya fiil olabilir. Fakat zerâi' çoğunlukla, mefsedetlere götürücü
mahiyetteki vesileler için kullanılmıştır. Eğer, "şu, seddu zerâi' cinsinden bir meseledir"
denirse, bunun manası, o şey mefsedetlere yol açıcı mahiyetteki vesilelerin önlenmesi
kabilindendir, demektir.

Mefsedetlere yol açan fiillerin kendileri ya bizzat fâsiddir; haram kılınmıştır, ya da mubahtır;
caiz ve helâldir:

 Birincisi: Tabiatları icabı, şerre, zarara, fesada yol açalar: Aklî dengeyi bozan
sarhoşluk verici maddeyi içmek, neseplerin karışmasına yol açan zina fiilleri gibi. Bu
fiillerin yasaklığı hususunda alimler arasında ihtilaf yoktur. Bu fiillerin kendileri
bizzat haram olduklarından, "Seddu Zerâi'" dairesine girmez.

 İkincisi: Mefsedetlere yol açan caiz, mübah fiiller: Üç nevidir:

1. Bunların mefsedete yol açışları az ve nadirdir. Onun için maslahat tarafı tercih
olunmuş, mefsedet tarafı tercih olunmamıştır. Erkeğin nişanlısına bakması,
kişinin üzümcülük yapması gibi. Bu fiiller, mefsedet doğurabilirler iddiasıyla
men olunamazlar.

25
Bu bölüm, Abdülkerim Zeydan'ın el-Veciz fî Usuli'l-Fıkh isimli eserinden özetlenmiştir. (Bkz. Müesse er-Risale,
s.231-236)

27
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

2. Bunların mefsedetleri maslahatlarından daha ağır basmaktadır: Memleketin iç


durumunun bozuk ve karışık olduğu zamanlarda silah satmak, kumarhane
işletmek gibi haram fiillere gayrı menkûlünü kiraya vermek, üzümden içki
yaptığı bilinen kimseye üzüm satmak gibi fiiller bunlardandır.

3. Bu fiiller ve vesileler mükellef tarafından, ne için var kılınmışlarsa onun


haricinde kullanılırlarsa mefsedete yol açarlar. Faiz muamelesinde bulunmak
için alış verişi vesile olarak kullanan kimse gibi. Satıcının bir malı 1000 liraya
belirli bir vade ile satıp daha sonra da sattığı kişiden aynı malı 900 lirayapeşin
para ile alması gibi.

➲ Seddu Zerai''nin delil olarak alınmasında alimlerin ihtilafları: Haklarında ihtilaf


bulunan fiiller ikinci ve üçüncü neviden olanlardır. Bu fiiller mefsedete yol açtıklarında acaba
men edilmeli mi, yoksa men edilmemeli midirler?

 Men edilmeli: Hanbeli ve Malikiler bu görüştedirler. Bu görüşün sahipleri fiillerin


maksatları, gayeleri ve neticelerini göz önünde bulundurarak men edilmeleri görüşünü
beyan etmişler, fiilin mubah oluşuna hiç değer vermemişlerdir.

 Men edilmemeli: Şâfiîler ve Zahirîler gibi diğerleri bu görüştedir. Bunlara göre bu


fiiller mubah fiillerdir. Bundan dolayı mefsedete yol açma ihtimali yüzünden memnû
olmazlar. Bu görüş sahipleri fiilin neticesine bakmaksızın fiilin mubah oluşuna itibar
ederek, men edilmemesi görüşünü benimsemişlerdir.

➲ Tercih edilen görüş: Şeriat Sahibinin bir şeyi haram kılması, vesileleri ve sebeplerini ise
mübah kılması yahut onları aslî mubahlık vasfıyla terk etmesi kabul olunabilecek bir şey
değildir. Şu halde bir şeyin mubah olması için, ağırlığı daha fazla olan bir mefsedete yol
açmaması şarttır. Belirli durumlar yahut hususi şartlar altında bir şey mefsedete yol açıyorsa o
şey men olunur ve yasaklanır. Mesela alış veriş mubahtır. Fakat cuma namazına çağrılma
vaktinde yasaktır. Müşriklerin ilahlarına sövmek mubahtır. Fakat bu fiil, Allahu Teâlâya
sövme mefsedetine yol açarsa yasaktır.

Bütün bunlardan, seddu zerâi'in hüküm delillerinden biri olduğunu benimsemek görüşü
tercihe şayan olarak kendini belli etmektedir. Çünkü Kitap ve Sünnet, seddu zerâi'in muteber
bir esas olduğuna şahitlik emektedir. Örneklerden bazıları aşağıdaki gibidir:

ُ ‫ ) َيا أ َ ُّي َها ا َّلذِينَ آ َمنُواْ الَ تَقُولُواْ َرا ِعنَا َوقُولُواْ ان‬ayeti ile Müminlerin niyetleri iyi olduğu halde
1. (‫ظ ْرنَا‬
(‫)را ِعنَا‬
َ demelerini, bu söz ile Hz. Peygamber (sav)'e hakaret etmek isteyen Yahudilere
benzeme vesilesini ortadan kaldırmak için, yasaklamıştır.

2. " Sarhoşluk verenin azı da çoğu da haramdır" hadisindeki illet ağız dolusu içkiye yol
açmaması için bir damlacık içkinin bile haram kılınmasıdır.

3. Yasak olan bir davranışa yol açmaması için yabancı bir kadınla halvetin haramlığı.

4. Kadının iddetinde nikah akdinin haram kılınması.

5. Faize vesile olmasın diye, alış verişte "malı bilâhare teslim almak üzere parayı peşin
ödeme muâmelesi" nin birleştirilmesinin yasaklanması.

28
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

6. Makam sahiplerinin kişilerden hediye almalarının men edilmesi.

7. Boşamanın mirastan mahrumiyetine vesile kılınamaması için, mirastan mahrum


bırakılması kastıyla kocanın boşadığı zevceye miras hakkının aynen verilmesi.

Seddu zerâi'i teşrî'î delili saymayanlar, başka bir asla (esasa) yahut kaideye dahil oluşu
itibariyle, bazı içtihatlarında onun icabına göre hüküm vermişlerdir:

Örneğin Zahiriler; canları teminat altında bulunanlara tecâvüz edeceği kesin olana silah
satmanın ve üzümü, suyunu çıkarıp içki yapacağı kesinleşmiş olana satmanın batıl olduğu
görüşündedirler. Benzer şekilde Hanefîlere göre, mirastan mahrum bırakılmak kastıyla
boşanmış olan zevceye miras hakkı aynen verilir.

Şu halde söylenildiği gibi sadece Malikiler bu esası benimsemiş değillerdir. Malikilerin


yaptığı şey bu esası diğerlerinden daha fazla kullanmış olmalarıdır.

➲ Maslahat-ı Mürsele ile Seddu Zera'i: Seddu zerâi' esası, maslahatlar esasını tekit edip,
ona destek sağlayıp kuvvetlendirmektedir. Şu halde bu, maslahat-ı mürselenin
tamamlayıcısıdır.

Hatta bazı Seddu zerâi' şekilleri, maslahat-ı mürsele şekillerinden sayılabilir, bundan dolayıdır
bu görüşü savunanlar, bir mefsedete yol açtığında vesilenin kapatılması, maslahat tarafı daha
ağır basan bir vesilenin kendisi haram bile olsa, kendisine mani olunmaması görüşünü kabul
etmişlerdir. Örneğin İslâm devleti zayıfsa ve düşman devletinin şerrinden korkuyorsa, düşman
devletine mal (vergi) vermesini caiz görmüşlerdir...

‫ العرف‬: ‫الدليل الثامن‬

➲ Tanımı: İnsanların anlaştığı ve ona göre davrandıkları söz, iş veya terk etme olup buna
adet (alışkanlık) denir. Kanun koyuculara göre örf ile adet arasında fark yoktur. Amelî örf,
insanların "sattım ve aldım" sözlerini söylemeden malı ve parayı vermek sureti ile alış veriş
etmeleridir. Sözlü örf, "veled" = doğan" sözünü kıza değil, erkeğe söylemekte insanların
örfleşmeleridir.

Örf, insanların, bütün üst ve alt tabakalarının anlaştığı, birleştiği nesnedir. İcma, yalnız
müçtehitlerin birleşmelerinden meydana gelir. Halkın icma'ın meydana gelişinde bir etkisi
yoktur.

➲ Çeşitleri: Örf iki çeşittir:

1. Sahih örf: örf, İnsanların anlaştığı şer'i bir delile aykırı olmayan, haramı helal
yapmayan, vacibi iptal etmeyen şeylerdir. Örneğin, insanların sanatçıya iş yaptırırken
alışa geldikleri şekilde akit yapmaları, gelinin kocasından mehrin bir kısmını
almadıkça kocasına teslim edilmemesi gibi.

29
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

2. Fâsid örf: İnsanların anlaştıkları nesne şeriata aykırı olup haramı helal yapan, vacibi
iptal eden örftür. Örneğin, insanların mevlitlerde, ölüm törenlerinde birçok yasak
şeylere alışmış olmaları, faiz yemeleri ve kumar akitlerinde bulunmalarıdır.

➲ Hükmü: Sahih örfe şer'an riayet edilmesi, mahkemede önem verilmesi; müçtehidin
hüküm koyarken ona dikkat etmesi, hakimin hükmederken ona riayet etmesi şeriata aykırı
olmadıkça riayet edilmesi gereken şeylerdendir.

Bundan dolayı alimler "âdet hakem kılınmış bir şeriattır" demişlerdir. Şeriat örfü muteber
sayar. İmam Malik, hükümlerinin çoğunu Medine halkının örfüne dayandırmıştır. Ebû
Hanife ve talebeleri örflerinin değişmesinden ötürü hükümlerde ihtilaf etmişlerdir. Şafi'i
Mısır'a gidince, Bağdat'ta iken verdiği hükümlerin bir kısmını, örf değiştiğinden dolayı,
değiştirmiştir. Bunun için onun eski ve yeni diye iki mezhebi vardır.

Fasid örfe gelince, ona riayet etmemek gerekir. Çünkü ona riayet etmekte şer'i bir delile karşı
gelme veya şer'i bir hükmü iptal vardır. Zaruri olan meselelerin istisnaları bulunmaktadır.

Örfe dayanan hükümler zaman ve mekan bakımından örfün değişmesiyle değişirler. Bunun
için fakihler bu gibi değişmeler hakkında derler ki, bu, asır ve zamanın değişmesidir. Yoksa
delil ve burhanın değişmesi değildir. İncelendiğinde örfün, müstakil şer'i bir delil olmadığı
görülür. O, genellikle "kamu yararına riayet etmekten ibarettir...

‫ االستصحاب‬: ‫الدليل التاسع‬


➲ Tanımı: İstishab dilde, beraber bulunma ve beraberliği dikkate almadır. Usülcülere göre,
bir nesnenin daha önce bulunduğu durum değişmedikçe, o durumun olduğu gibi baki
kalmasına hükmetmektir. Yahut geçmişte sabit olan bir hükmü, değiştiğine delil olmadıkça, o
hal üzere bırakmaktır.

Müçtehide yapılmış bir akit veya bir tasarrufun hükmünden sorulduğu zaman, müçtehit de
Kuran'da, Sünnet'te bunun hükmünü gösteren şer'i bir delile rastlamamışsa "eşyada asıl olan
mubah olmak" ilkesine dayanarak bu akdin ve bu tasarrufun mübah olduğuna hükmedilebilir.

Bu ve buna benzer ayet-i kerimeleri bu kaideye delil olarak getirmişlerdir: ( ‫ه َُو الَّذِي َخلَقَ لَ ُكم َّما فِي‬
ِ ‫)األ َ ْر‬
‫ض َج ِميعا ا‬

➲ Delil oluşu: İstishab, önüne gelen olayın hükmünü bilmek için müçtehidin başvuracağı son
şer'i delildir. Bunun için Usulcüler şöyle demişlerdir. "Bu, fetvanın son dönüm yeridir.
Değiştiren bir delil bulunmadıkça bir şeye sabit olan nesne ile hükmetmektir."

İstishab'a göre aşağıdaki şer'i ilkeler kurulmuştur: "Bir şeyin, değiştireni bulunmadıkça,
bulunduğu durumda kalması asıldır." "Eşyada asıl olan mubahlıktır". "Şek ile yakın zail
olmaz". "İnsanda asıl olan beraettir" 26

İstishabı bizzat hükme delil saymak, müsamahalıdır. Hanefi âlimleri, istishabı ispat eden bir
delil olmayıp onu defeden bir delil olduğunu ileri sürmüşlerdir...
26
Mecelle, 5-4-8. maddeler.

30
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫ شر من قبلنا‬: ‫الدليل العاشر‬

Kur'an'ı Kerim veya sahih sünnet, Allah'ın bizden önceki milletler için onların dilleri ile
koyduğu şer'i hükümlerden birini anlatmışsa ve onlara farz olduğu gibi bize de farz olduğunu
ifade etmişse, bunun bizim için de şeriatımızın itirafına göre uyulması gerekli bir kanun ve
şer'i bir hüküm olduğunda ihtilaf yoktur. (‫ب َعلَى الَّذِينَ ِمن قَ ْب ِل ُك ْم‬ َ ِ‫)يَا أَيُّ َها الَّذِينَ آ َمنُواْ ُكت‬
‫ب َعلَ ْي ُك ُم ال ِ ه‬
َ ِ‫صيَا ُم َك َما ُكت‬
ayetinde olduğu gibi.

Kur'an'ı Kerim veya sahih sünnet, bu gibi hükümlerden birini anlatsa ve şer'i bir delil onun
neshedildiğine delil olsa, o nesheden delil ile onun bizim için şer'i bir hüküm olmadığında da
ihtilaf yoktur.

Örneğin, Mûsa'nın şeriatında günahkarın günahını telafi etmesi için ancak, kendini
öldürmekle kefaret verebilirdi, elbiseye bir pislik dokunursa, o yeri kesmekten başka şekilde
temizlenemezdi.

İhtilaf edilen kısım Allah Tealâ'nın veya elçisinin bize anlattıkları geçmiş şeriatların
hükümlerinin onlara yazıldığı gibi bize de yazıldığına veya bizden kalkmış olduğuna,
şeriatımızda bir delil olmayan hükümlerdir.

Örneğin, (‫اس َج ِميعاا‬ َ َّ‫ض فَ َكأَنَّ َما قَتَ َل الن‬


ِ ‫سا ٍد فِي األ َ ْر‬
َ َ‫سا بِغَي ِْر نَ ْف ٍس أ َ ْو ف‬‫) ِم ْن أَجْ ِل ذَلِكَ َكت َ ْبنَا َعلَى بَنِي إِس َْرائِي َل أَنَّهُ َمن قَت َ َل نَ ْف ا‬
ile (‫س هِِن‬ ‫نف َواألُذُنَ بِاألُذ ُ ِن َوال ه‬
‫س َِّن بِال ه‬ َ َ ‫س بِالنَّ ْف ِس َو ْالعَيْنَ بِ ْالعَي ِْن َواأل‬
ِ َ ‫نف بِاأل‬ َ ‫ ) َو َكت َ ْبنَا َعلَ ْي ِه ْم فِي َها أ َ َّن النَّ ْف‬ayetlerinde verilen
hükümleri Hanefilerin çoğunluğu Malikiler ve Şafiileri bir kısmı, bunun bizim için bir şeriat
olduğunu ve bize ona uymamız ve onu uygulamamız gerektiğini söylemişlerdir. Bize
anlatılmış ve şeriatımızda onu nesheden bir şey bulunmamıştır.

Alimlerin bir kısmı, "şeriatımızın kabul etmediği geçmiş şeriatlar bize şeriat olmaz, çünkü
şeriatımız onu kaldırmıştır" demiştir.

Müellife göre de birinci görüş tercihe şayandır.

31
Fıkıh Usulü, Abdullah Çolak

‫مذهب الصحابي‬: ‫الدليل الحادي عشر‬

Hz. Peygamber'in ölümünden sonra fıkıh ilmiyle meşgul olup Peygamberle uzun süre
bulunmaları sebebiyle, Kur'an'ı ve hükümlerini anlamakla tanınmış olan sahabeden bir
cemaat, Müslümanlara fetva verip hüküm koymağa kendilerini verdiler. Değişik olaylara
müteaddit fetvalar vermişlerdir.

Tabiinden daha sonra gelen ravilerin bir kısmı bu fetvaları nakletmeğe ve toplamağa önem
vermişlerdir. Bir kısmı onları Peygamberin sünnetleri ile beraber topluyordu.

Bu hususta sözün özü, akıl ve fikirle anlaşılmayan hususlarda sahabenin sözünün


Müslümanlara delil olduğunda ihtilaf yoktur. Mutlaka onu Peygamberden işitip söylemiş
sayılırlar.

Sahabeden muhalif olanın bilinmediği, sahabenin sözünün Müslümanlara delil olduğunda da


ihtilaf yoktur. Çünkü Peygamber'e yakın olmaları, hüküm koymanın inceliklerini bilmeleri ve
birçok olayda ihtilaf etmelerine rağmen bir olayın hükmünde birleşmeleri kesin bir delile
dayandıklarının delilidir.

İhtilaf ancak, sahabenin fikir ve içtihadı ile söylemiş olduğu söz hakkındadır ki sahabenin
sözleri de bunda birleşmiş değildir. Ebu Hanife ve ona uyanlar demişlerdir ki, "Allah'ın
kitabında ve elçisinin sünnetinde bulamazsam istediğim sahabenin sözünü alırım, istediğimi
bırakırım. Ancak, onların sözlerinin dışına çıkmam."

Sahabenin fetvası olan olayda kıyasa gitmez. O hususta onlardan birinin sözünü alır. Belki
görüşü şudur. Bir olayda sahabenin iki fikri varsa üçüncüsü olmadığına icma, üç fikir varsa,
dördüncüsü olmadığına icma var demek olur. Hepsinin sözlerinden çıkmak icmalarından
çıkmak olur.

Sahabenin sahabeye muhalif olmasının câiz olması gibi, onlardan sonra gelen müçtehitlerin
de onlara muhalefet etmesi caizdir. Bunun için Şafii "Hüküm ve fetva vermek, ancak
gerektiren bir haber yönünden olur, bu da Kitap veya sünnet ya da ihtilaf etmeden ilim
ehlinin söylediği yahut da bunların bir kısmına kıyas etmedir." demiştir.27

"Ve'l-hamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn... Fıkıh Ulemamızın ve cümle ehl-i imanın ruhu için el-Fatiha...

Abdullah Çolak
Dadaşkent / 27 Cemaziye'l-Evvel 1440

27
Özet çalışmamız, müelliflerimiz Şa'ban, Hallaf ve Zeydan'ın eserlerinin orijinali ile malum tercümelerinden
istifade edilerek meydana getirilmiştir.

32

You might also like