You are on page 1of 225

İlkçağ Felsefesi

Editörler

Doç.Dr. Mustafa ALTUNOĞLU


Dr.Öğr.Üyesi Fatih TAŞTAN

Yazarlar

BÖLÜM 1 Prof.Dr. Cengiz ÇAKMAK

BÖLÜM 2
Doç.Dr. Ahu TUNÇEL ÖNKAL

BÖLÜM 3, 7, 8
Dr.Öğr.Üyesi Fatih TAŞTAN

BÖLÜM 4
Doç.Dr. Mustafa ALTUNOĞLU

BÖLÜM 5
Doç.Dr. Coşkun TAŞTAN

BÖLÜM 6
Mahmuthan ARSLAN
Genel Koordinatör
Doç.Dr. Murat Akyıldız

Grafik Tasarım Koordinatörü


Doç.Dr. Halit Turgay Ünalan

Kitap Basım ve Dağıtım Koordinatörü


Dr.Öğr.Üyesi Murat Doğan Şahin T.C.
ANADOLU
Kapak Düzeni ÜNİVERSİTESİ
Doç.Dr. Halit Turgay Ünalan YAYINI NO: 3550

Dizgi ve Yayıma Hazırlama AÇIKÖĞRETİM


Mehmet Emin Yüksel FAKÜLTESİ
Arzu Ercanlar YAYINI NO: 2384
Seçil Kenan
Orgül Kıraç İLKÇAĞ FELSEFESİ
Burcu Vurucu
Handan Bağ E-ISBN: 978-975-06-2345-5

Bu
kitabın
basım, yayım
ve satış hakları
Anadolu Üniversitesine
aittir.

“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak


hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri
mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka
şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 2017 by Anadolu University


All rights reserved
No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system,
or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic,
photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission
in writing from the University.

Bu kitabın tüm hakları Anadolu Üniversitesi’ne aittir.

ESKİŞEHİR, Ağustos 2018

2986-0-0-0-1709-V01
İçindekiler

Antik Yunan Pre-Sokratikler:


BÖLÜM 1 BÖLÜM 2
Mitolojisi ve Felsefe Natüralist Dönem

Giriş ................................................................. 3 Giriş ................................................................. 21
Felsefe Sözcüğünün Anlamı ......................... 3 Miletos Okulu ................................................ 21
Thales (MÖ 640-550)  .......................... 22
Mitolojik Düşüncenin Ana Hatları ............... 5
Anaksimandros (MÖ 610-545)  ............ 24
Yunan Mitosunun Genel Bir Anaksimenes (MÖ 585-525)  ................ 27
Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlişkisi .......... 11 Pythagoras (Mö 570-495) ve Ardılları ......... 30
Pythagorasçı Felsefede Bilgelik ve
Ruh Anlayışı ........................................... 31
Pythagorasçıların Sayılar Öğretisi
(Varlık Anlayışı)  ................................... 32
Pythagorasçıların Evren Tablosu ......... 34
Değişim ve Hareket Sorunu .......................... 35
Herakleitos (MÖ 535-457)  ................... 36
Herakleitos’un Evrenin Ana-Maddesi
Üzerine Düşünceleri  ............................ 36
Herakleitos’un Değişim Üzerine
Düşünceleri ............................................ 37
Herakleitos’un Logos Öğretisi  ............ 38
Herakleitos’un Bilgi Kuramı ve
Ruh Öğretisi ........................................... 39
Elea Okulu ...................................................... 40
Parmenides (MÖ 515-460)  .................. 40
Zenon (MÖ 490-430)  .......................... 42
Ksenophanes (MÖ 570-480)  ............... 44

Plüralist ve Sokrates ve
BÖLÜM 3 BÖLÜM 4
Antropolojik Dönem Sokratesçi Okullar

Giriş ................................................................. 57 Giriş ................................................................. 83
Plüralist Dönem ............................................. 57 Sokrates’in Hayatı ve Bilgi Anlayışı ............. 83
Empedokles ........................................... 57 Sokrates’in Hayatı ................................. 83
Anaksagoras .......................................... 61 Sokrates’in Bilgi Anlayışı  ..................... 85
Demokritos ............................................ 64 Sokrates’in Ahlak Anlayışı ............................. 88
Sokrates’in Bilgi-Ahlak İlişkisi
Antropolojik Dönem ..................................... 69
Hakkındaki Görüşleri ............................ 90
Sofistler .................................................. 69
Sokratesçi Okullar ......................................... 92
Megara Okulu ve Elis-Eretria ............... 92
Kinikler Okulu  ....................................... 93
Kirene Okulu .......................................... 95

iii
Sistematik Dönem I: Sistematik Dönem
BÖLÜM 5 BÖLÜM 6
Platon II: Aristoteles

Giriş ................................................................. 107 Giriş ................................................................. 135


Platon’un Hayatı ve Eserleri ......................... 107 Aristoteles’in Hayatı ve Eserleri ................... 135
Hayatı ..................................................... 107 Aristoteles’in Hayatı ............................. 135
Eserleri ................................................... 109 Aristoteles’in Eserleri ............................ 136
Platon’un Varlık Anlayışı  .............................. 112 Aristoteles’in Mantık Anlayışı ...................... 137
Platon’un Bilgi Anlayışı ................................. 113 Aristoteles’in Bilgi ve Ruh Anlayışı .............. 139
Platon’un Ruh Anlayışı .................................. 115 Aristoteles’in Bilgi Anlayışı ................... 139
Platon’un Ahlâk Anlayışı ............................... 117 Aristoteles’in Ruh Anlayışı ................... 141
Platon’un Estetik ile İlgili Görüşleri ............. 120 Aristoteles’in Ahlak ve Siyaset Anlayışı ....... 142
Platon’un Siyaset Hakkındaki Görüşleri ...... 122 Aristoteles’in Ahlak Anlayışı ................ 142
Aristoteles’in Siyaset Anlayışı .............. 143
Aristoteles’in Estetik Anlayışı ....................... 145

Helenistik Felsefe:
Helenistik Felsefe:
BÖLÜM 7 BÖLÜM 8 Yeni-Platonculuk
Ahlaki Dönem
(Dinî Dönem)

Giriş ................................................................. 155 Giriş ................................................................. 189


Stoacılık .......................................................... 155 Yeni-Platonculuğun Genel Çerçevesi ........... 189
Eski Stoa ................................................. 156 Plotinus’un Hayatı ve Eserleri ...................... 192
Orta Stoa ................................................ 166 Plotinus’un Düşüncesinde Varlık Hiyerarşisi. 193
Yeni Stoa (Roma Stoası) ....................... 167 Tanrı ....................................................... 193
Epiküros ve Epikürosçuluk ........................... 171 Nous ....................................................... 196
Epikürosçu Felsefenin Kısımları ........... 171 Ruh ......................................................... 197
Şüphecilik  ...................................................... 176 Madde  ................................................... 199
Pyrrhon ve Pyrrhonculuk ..................... 176 Plotinus’un Bilgi Anlayışı .............................. 202
Plotinus’un Ahlak Anlayışı ............................ 202
Plotinus’un Estetik Anlayışı .......................... 204

iv
Önsöz

Sevgili öğrenciler,
Aristoteles’in Metafizik adlı eseri şu cümleyle Bu nedenle, onların her birine ayrı bir bölüm
başlar: “Bütün insanlar doğal olarak bilmek is- tahsis edilmiş ve düşünceleri mümkün oldu-
terler.” ğunca ayrıntılı bir şekilde takdim edilmeye ça-
lışılmıştır.
Felsefe tarihi, insanın bilme arzusunun bir
hikâyesi olarak görülebilir. Bu kitap 8 ünite Yedinci bölümde Helenistik felsefenin üç ah-
dâhilinde söz konusu serüvenin ilk kısmını, ilk- laki ekolüne yer verilmektedir. Bunlar Stoacı-
çağ felsefesi adı altında irdelemektedir. lık, Epikürosçuluk ve Şüpheciliktir. Bu üç ekol
Yunan felsefesinin özgün kaynaklarına bir geri
Felsefe tarihi kaynakları ilkçağ felsefesini ge-
dönüşü de temsil etmeleri hasebiyle özel bir
nellikle Thales ile başlatıp Yeni-Platonculuk ile
dikkati hak etmektedir.
sonlandırmaktadır. Elinizdeki kitap da benzer
bir yaklaşımı takip etmiştir. Hiç şüphesiz mi- Sekizinci bölüm ise ilkçağ felsefesinin son bü-
lattan önceki altıncı yüzyıldan milattan sonraki yük düşünsel ekolü olan Yeni-Platonculuğu ele
dördüncü yüzyıla kadar üretilen felsefî düşün- almaktadır. Plotinus tarafından geliştirilmiş bir
celer koleksiyonunu giriş mahiyetindeki bir öğreti olan Yeni-Platonculuk ilkçağ felsefesi-
kitapta tüm ayrıntıları ile ele almak mümkün nin büründüğü dinî formu temsil etmektedir.
değildir. Bu nedenle, okuyucuların kitapta yer Yeni-Platonculuk Helenistik felsefenin dinî dö-
verilen bilgileri ilkçağ felsefesine dair daha ileri nem olarak nitelendirilen kısmında karşımıza
okumalar için bir hareket noktası olarak gör- çıkmaktadır.
mesinde fayda vardır.
Ayrıca, kitabın sonunda, kitapta geçen başlıca
Felsefe sözcüğünün ortaya çıkışı hakkındaki kavramlardan müteşekkil bir sözlüğe yer veril-
bir incelemeyle başlayan ilk ünite Homeros ve miştir. Bu sözlüğün okuyucular açısından fay-
Hesiodos’tan hareketle antik Yunan mitolojisi dalı olacağı kanaatindeyiz.
ve felsefe arasındaki ilişkinin ayrıntılı bir irde-
Özverili bir gayretin sonucunda ortaya çıkan
lemesini gerçekleştirmektedir.
bu kitap, hem Anadolu Üniversitesi Açıköğ-
İkinci bölüm natüralist dönem filozoflarını retim Fakültesi öğrencileri için hem de ilkçağ
ele almaktadır. Bu kapsamda sırasıyla Tha- felsefesine ilgi duyan herkes için kılavuz ni-
les, Anaksimandros, Anaksimenes, Pytha- teliğindedir. Kitabın hazırlanmasında katkısı
goras, Herakleitos, Parmenides, Zenon ve geçen herkese müteşekkiriz. Özellikle bölüm
Ksenophanes’in doğa felsefeleri yer yer muka- yazarlarımızın emekleri olmasaydı çalışmanın
yeseli bir şekilde incelenmektedir. ortaya çıkması mümkün olmazdı. Ayrıca, ver-
dikleri destekten ötürü Anadolu Üniversitesi
Empedokles, Anaksagoras ve Demokritos gibi
personeline de teşekkür etmek isteriz.
plüralist filozoflarla Sofistlerin belli başlı dü-
şüncelerinin tartışıldığı üçüncü bölümü, Sokra-
tes ve Sokratesçi Okulları konu edinen dördün-
cü bölüm takip etmektedir.
Beşinci bölüm Platon, altıncı bölüm ise Aristo-
teles hakkındadır. Platon Sokrates’in, Aristo- Editörler
teles ise Platon’un öğrencisidir. Sokrates, Pla-
Doç.Dr. Mustafa ALTUNOĞLU
ton ve Aristoteles hem kendi dönemlerindeki
hem de kendilerinden sonraki felsefî literatüre Dr.Öğr.Üyesi Fatih TAŞTAN
damgasını vurmuş olan üç büyük filozoftur.

v
Bölüm 1
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
öğrenme çıktıları

1 2
Felsefe Sözcüğünün Anlamı Mitolojik Düşüncenin Ana Hatları
1 Felsefe sözcüğünün anlamını ifade 2 Mitolojik düşünceyi ana hatları itibariyle
edebilme tartışabilme

Yunan Mitosunun Genel Bir


Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlişkisi

3
3 Mitolojik düşünme biçimiyle felsefi
düşünme biçimini karşılaştırmalı olarak
değerlendirme

Anahtar Sözcükler: • Mitos • Felsefe • Kaos • Kozmos • Sophos • Arethe • Mysterie


• Dionyosçuluk • Orphizm

2
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ Bugün dilimize felsefe olarak yerleşmiş olan söz-


İnsanın dünya üzerindeki serüveninin ne zaman cüğün Antik Yunancadaki tam karşılığı philosophos
başladığını tam olarak bilmiyoruz. Bilimsel çalış- idi. Sevgi anlamına gelen philo sözcüğü ile bilgelik
malara dayalı tahminleri dikkate alacak olursak, anlamına gelen sophos sözcüğünün terkibinden olu-
insana dair ilk belirtiler için milyonlarca yıl önce- şan bu bileşik sözcüğün dilimizdeki tam karşılığı bil-
sine gitmemiz gerekiyor. Aynı belirsizlik sistematik gelik ya da bilgi sevgisidir. Sözcük, birkaç yüzyıllık
bir düşünsel disiplin olarak felsefenin ilk defa ne bir süre içinde başlı başına bir düşünce disiplinini
zaman ve nerede ortaya çıktığı sorularına verile- ifade etmekte kullanılacak şekilde evrilmiş, böylece
cek cevaplar açısından da geçerlidir. Kimileri için Yunanlılar felsefenin hem isim babaları hem de keli-
felsefenin kökeninde Mısır uygarlığı yer almakta- menin tam anlamıyla kurucuları olmuşlardır.
dır. Kimileri için ise ilk felsefi çabalar Ortadoğu Felsefenin neden başka coğrafyalarda değil de An-
uygarlıklarında görülmüştür. Hâkim ve yaygın tik Yunan dünyasında ortaya çıktığı çokça sorulmuş,
görüşü dikkate aldığımızda ise, Antik Yunan’a git- hatta kimilerince felsefenin Antik Yunan’a özgü bir
mek gerekir. Örneğin, Aristoteles’e kulak verecek etkinlik olduğu savunulmuştur. Burada felsefe Antik
olursak, Thales ilk filozoftur. Dolayısıyla felsefe ilk Yunan’a özgü bir etkinlik midir sorusu tartışılmaya-
defa Antik Yunan’da ortaya çıkmıştır. Bu ünitede, caktır. Elbette felsefe ne sadece Eski Yunan dünyasına
söz konusu hâkim ve yaygın görüşü referans alarak, özgü bir etkinliktir ne de felsefe dediğimiz düşünsel
öncelikle felsefe sözcüğünün nerede ve nasıl ortaya disiplinin tüm içeriği Antik Yunan düşüncesine in-
çıktığı sorusuna cevap verilmektedir. Bu ünitenin dirgenebilir. Fakat sonuçta belli dönemde ortaya
ikinci ana hedefi ise, mitolojik düşünce ile Antik çıkmış bir düşünsel tutumlar bütününe Antik Yunan
Yunan’daki felsefi etkinlikler arasında gözlenen sü- Felsefesi denmektedir ve her ne kadar felsefe Antik
reklilikleri ortaya koymaktır. Yunan dünyasının düşünsel etkinliklerine indirgene-
mese de felsefenin Antik Yunan dünyasında başladı-
ğını tartışmaksızın kabul etmek gerekir.
FELSEFE SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI
Felsefe yapma etkinliği MÖ 600 dolaylarında bir
Felsefe sözcüğünün Antik Yunan insanı için taşı- İyonya kenti olan Milet’te (Miletos) yaşayan Thales ile
dığı önemi tartışmak, felsefe disiplininin, en azından başlamıştır. Elbette o dönemde söz konusu düşünsel
Antik Yunan özel bağlamında nasıl bir anlama sahip etkinliğe felsefe denilmemekteydi. Çünkü philosophos
olduğunu tayin etmek adına iyi bir başlangıç olabilir. sözcüğü sonraki dönemlerde ortaya çıkmış ve muh-
Çünkü felsefenin tüm temel kavramları gibi felsefe temelen ilk kez Pythagorasçılar tarafından kullanıl-
sözcüğü de taşıdığı anlamların önemli bir kısmını, mıştır. İlk filozoflar olarak kabul edilen Milet Oku-
onu ilk kez kullanan ve dünya dillerine kazandıran lu düşünürlerinin, yani Thales, Anaksimandros ve
Antik Yunan insanının düşünce biçimlerine borçlu- Anaksimenes’in düşünsel etkinlikleri genellikle doğa
dur. Bu düşünce biçimlerinin felsefe sözcüğünü nasıl araştırması olarak anılmakta, kendilerine de doğa araş-
yoğurduğunu, anlamsal bakımdan nasıl bir içerikle tırmacıları yani physikoi denmekteydi. Yukarıda felse-
donattığını izlemek yararlı bir çabadır. fenin bilgiyi ya da bilgeliği sevmek anlamına geldiği
söylenmiş, sözcüğün bizzat Antik Yunan düşünürleri
tarafından nasıl anlamlandırıldığını tartışmanın ya-
Felsefe terimi ilk kez Thales’ten yüz yıl rarlı olacağı belirtilmişti. O hâlde tam bu noktada
kadar sonra ortaya çıkan Pythagorasçılar sözcüğün kökü üzerinde biraz daha durmakta yarar
tarafından kullanılmıştır. İlk filozoflar, vardır. Sözcüğün kökünü oluşturan iki sözcükten biri
daha çok doğa araştırmacısı (physikoi) olan sophia, dinî bilgelik, hikmet anlamlarına gelmek-
olarak anılmaktaydılar. Bugün kullan- tedir. Eski Yunan dünyasında sophosun birinci anlamı
makta olduğumuz felsefe sözcüğü, dilimi- ustalaşmak, maharet ve beceri sahibi olmaktı. Bir kişi,
ze Arapça’daki felasife sözcüğünden geç- mesleğinde çalışarak tecrübe kazanır. Bir konuda usta-
miştir. Araplar da bu sözcüğü, Yunancada laşmak için kişinin tecrübesinin gelişmesi gerekmek-
bilgelik (sophia) sevgisi (philo) anlamına tedir. Eski Yunan dünyasında ustalık ya da kabiliyet,
gelen philosophia sözcüğünden uyarla- arete (erdem) kelimesiyle ifade edilmekteydi. Arete ile
mışlardı. Terim gerçek anlamını Platon ve benzer kullanıma sahip olan sophos kelimesine MÖ
Aristoteles’te bulmuştur. 800-700 arasında etkinlik göstermiş olan Homeros’un

3
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

eserlerinde de rastlanmaktadır. Homeros’ta sophos keli-


mesi, bir insanın yetişmesinden dolayı kazandığı tek-
Bilgelik, geniş bir hayat tecrübesi içinde
nik beceri, kabiliyet anlamına gelir ve pratik bir değer
gezmeyi gerektirir. Theorianın, yani te-
taşır. Sophos, yiğitlik, savaşçılık, kahramanlık, teknik
fekkürün ikinci anlamı, bununla ilişkili
beceri, sözünü bilerek konuşmak, oturmasını ve kalk-
olarak, gezmektir. Eski Yunan dünyasında
masını bilmek anlamlarına gelir. Homeros’un destan-
bu işin piri, Ksenophanes’ti. Ahlaki ustalı-
larında sophosun ve yiğitliğin savaşçıların iki özelliği ol-
ğın olabilmesi için toplumun ve kendi içi-
duğunu görürüz. İki türlü sophos vardır: Savaşmaktaki
mizin gözlenmesi gerekir. Sophos olmak,
yiğitlik ve konuşmadaki ustalık. Sophos kelimesinin
uzun yaşamakla değil, tecrübe zenginliğiy-
içindeki ‘sözünü bilmek’ tabiri, haddini bilmek anla-
le gerçekleşebilir.
mındadır. Eski Yunan dünyasında bu, hep temel bir
düşünce olarak kalmıştır.

araştırmalarla
ilişkilendir
FELSEFE İLK KEZ YUNAN’DA MI ORTAYA fenin, içine az çok mistik bir teolojiyi, hatta çilecilik
ÇlKMlŞTlR? (ascetisme) türlerini alan bir terim olarak kullanıl-
Antik adıyla İonya bölgesi, yani Batı maya başlaması bu tezi savunmayı mümkün kılan
Anadolu’nun İzmir’le Gökova körfezi arasında ka- en önemli bir hareket noktası olmuştur. Geçen yüz-
lan kıyı bölgesi felsefenin başlangıçları bakımından yılda ise Gladisch Yunan teolojisiyle Doğu teolojisi
özel bir önem taşır. Çünkü geleneksel olarak kabul arasındaki bazı benzerliklerden kalkarak bu görüşü
edilen görüş felsefenin İÖ. 6. yüzyılın başlarında savunmuştur. Buna göre Yunan teolojisi erken bir
bu bölgede başladığıdır. Hatta bu başlangıçla ilgili tarihten itibaren Doğu’nun etkisine uğramıştır ve
olarak belli bir yer, bugün Balat adını taşıyan Milet bu etki aracılığıyla da Yunan felsefesinin kendisi
zikredilir. Nitekim ilk büyük felsefe tarihçisi Aris- Doğu’nun etkisine maruz kalmıştır. Zamanımızda
toteles de felsefenin başlatıcısı olarak bu kentte ya- ise Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları üzerine ya-
şamış birini, Thales’i anar. Felsefenin Yunan, daha pılan araştırmalar sonucunda elde edilen çok daha
doğrusu İonya kaynağına ilişkin bu görüş, genel ola- geniş bir bilgi yığını üzerine dayanılarak ve radikal
rak kabul edilen bir görüş olmakla birlikte rakipsiz diye nitelendirebileceğimiz bir bakış açısından ha-
değildir. Bizzat Antikçağ’da bazıları, örneğin daha reketle bu görüş savunulmak istenmektedir. Bu
İskenderiye döneminde Mısırlı rahiplerle içlerinde bağlamda olmak üzere Sümerlilerin sadece dinleri,
ünlü Yahudi filozofu Philon’un bulunduğu bir grup mitolojileri, kozmogonileri, bilimsel buluşları bakı-
insan, buna karşı çıkmış ve onun kaynağını daha mından değil, genel olarak hayat felsefeleri, dünya
geriye, Mısır’a, Babil’e, Yahudi ulusuna geri götür- görüşleri, bunların temelinde bulunan temel değer-
meye çalışmışlardır. Bu görüşü en çarpıcı bir dille leri ve kavramları, örneğin hukuk düzeni ve anlayış-
ifade eden Yeni-Pythagorasçı Numenius olmuştur. ları bakımından önce Yunan, daha sonra bugünkü
O, Platon’un “Yunanca konuşan bir Musa” olup ol- uygarlığımızın temelinde bulundukları söylenmek-
madığını sormuştur. İlk Hristiyan düşünürlerinden tedir. Sümerlilerin -ve Mısırlıların- çeşitli bakım-
yine İskenderiyeli Clemens ile Eusebius da bu görüş lardan bugünkü uygarlığımızın, Batı uygarlığının
tarzını savunmuşlar ve Brehier’nin ayrıntılı olarak temelinde bulundukları şüphesizdir. Onların bir
üzerinde durduğu gibi Rönesans döneminde de dünya görüşleri, hayat anlayışları, daha özel olarak
birçok insan bu görüşe katılmıştır. Felsefenin Doğu mitolojileri, kozmogonileri, teolojileri vb. olduğu da
kaynağına ilişkin bu görüş geçen yüzyılda özellikle tartışma konusu değildir. Yalnız onların tanıdığımız
Almanya’da Röth ve Gladisch’te yeni temsilcilerini şekildeki hayat anlayışlarına veya dünya görüşlerine,
bulmuştur. Zamanımızda ise bu soru yalnız Yu- kolektif ve mitolojik-dinsel dünya tasavvurlarına
nan felsefesinin Mısır, Babil gibi eski Orta Doğu felsefe adının verilmesinin ne ölçüde uygun olduğu
uygarlıkları ile ilişkisi bakımından sorulmamakta, tartışmalıdır ve biz de bu tartışmada bu dünya gö-
aynı zamanda onun Hint ve Çin felsefesiyle ilişki- rüşlerine, dünya tasavvurlarına felsefe adının veril-
leri de soruşturma konusu yapılmaktadır. Felsefenin mesini uygun bulmayanlar arasında yer almaktayız.
Yunan öncesi veya dışı kaynağıyla ilgili olarak ileri […]
sürülen görüşlerde kendilerinden kalkılan hareket
noktaları, içlerine yerleşilen bakış açıları, dayanılan Kaynak: Arslan, A. (2006). İlk Çağ Felsefe Tari-
kanıtlar çok çeşitlidir ve zaman içinde değişiklikler hi Sofistlerden Platona. İstanbul: İstanbul Bilgi
göstermiştir. Örneğin İskenderiye döneminde felse- Üniversitesi Yayınları.

4
İlkçağ Felsefesi

Sophos’un ikinci anlamı ise ahlaki ustalık, yaşama ustalığıdır. Yani oturup kalkmasını, insanlara nasıl dav-
ranılması gerektiğini bilmektir. Bunun gerçekleşebilmesi için nefsi terbiye etmek gerekir. Biz, canlı varlıklar
olarak maddi bir zemine dayanmak zorundayız. Bilgeliğin ahlaki yönünde bedenin denetimi ve dengelenmesi
önemlidir. Zaten, Eski Yunan dünyasında denge önemlidir. Bedensel olanın ölçülü biçimde yaşanmasının an-
lamı, hayata bir derinlik katmaktır. Bilge insanlar, açlık gibi durumlara tahammül ederler ve bu da ancak uzun
egzersizler ve çile süreçleri sonunda mümkün olabilir. Burada tecrübe çok önemlidir. Tecrübe, insanlara taham-
mül etmeyi, yani olanı taşımayı öğretir. Bilgelik, sizin gibi olmayanı, size yabancı olanı taşımaktır. Eski Yunan
dünyasında MÖ 800’lerden MÖ 500’lere gelirken bazı büyük dönüşmeler ortaya çıkmıştır. Bu dönüşmeler
özellikle toplumsal, ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi hayatta görülmüştür. Bu yıllarda Eski Yunan dün-
yasındaki düşünme ufku mitolojik düşünme tarafından çevrelenmişti ve felsefe her şeyden önce mitolojik bir
düşünce biçimiyle çevrelenmiş bir ortamda gelişti. Bu durumda mitolojiden etkilenmemesi ve doğanın mitolo-
jik tasarımlarıyla bir şekilde hesaplaşmaması mümkün değildi. Üstelik mitolojik düşüncenin de kendine özgü
akli bir yönü vardı ve bu da ilk Yunan filozoflarını mitolojik kavramlara akılcı bir şekilde yönelmeye sevk etti.
Öğrenme Çıktısı

1 Felsefe sözcüğünün anlamını ifade edebilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

İlkçağ Yunan felsefesi dışın-


da, farklı kültürlerin felsefî
geleneklerine dair ayrıntılı
Antik Yunan medeniyeti bilgi elde etmek için örneğin Yunanca sophos kavramı ne
dışında, felsefî düşünceye Hiriyana, M. (2011). Hint anlama gelmektedir ve bu
yaptığı katkılar münasebe- Felsefesi Tarihi. Çev. Fuat kavramın bilgi ile nasıl bir
tiyle literatürde ismine yer Aydın, İstanbul: Bilgi Üni- ilişkisi vardır? Düşünceleri-
verilen başka hangi medeni- versitesi Yayınları ve Suzuki, nizi arkadaşlarınızla payla-
yetler vardır? Araştırınız. D. T. (2012). Çin Felsefesi. şınız.
Çev. Ahmet Aydoğan, İstan-
bul: Say Yayınları adlı eserle-
ri inceleyebilirsiniz.

MİTOLOJİK DÜŞÜNCENİN ANA


HATLARI Mitolojik düşünmede tabiatla konuşulur,
Mitoslar, o mitoslara inanan insan bireylerine diyalog kurulur, ona saygı duyulur. Fakat
ve topluluklarına evrenle, insanla, toplumla ilgili modern düşünmede ‘ben-sen bağı’ yok-
birtakım teorik çözümler önerir. Mythos (mitos), tur, ‘ben-o bağı’ vardır. O, cansız olarak
bir yaşama ve düşünme tarzı, dünyayı anlama biçi- görülür ve benim irademin üzerinde iş gö-
midir. Çünkü mitolojik düşünme, her şeyden önce receği malzeme olarak değerlendirilir.
insanın, “Neredeyim? Evren nedir? Bu dünya nasıl
meydana geldi?” gibi sorularına cevap verir. Mito- Mitolojik düşünme elbette evren olayları, yani
lojik düşünme, köken sorunlarına, yani evrenin, evrendeki durumlar, ögeler, dönüşüm ve değişimler
insanın, canlılığın kökenleri sorununa da birtakım arasında birtakım bağlar kurmak durumundadır.
çözümler sunmuştur. Bu yönüyle mitolojik düşün- Fakat mitolojide bu bağlar genellikle çok gevşek bi-
me, insan aklının, çözümsüzlüklerden dolayı oluşa- çimde kurulmuştur. Bu yüzden bilimsel düşünme
bilecek çıkmazlarını engeller. biçiminde iyice alışmış olduğumuz sıkı nedensellik

5
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

bağlarına mitolojik düşüncede rastlamak çok güç- Her ne kadar mitolojik esaslı düşünme her dü-
tür. Bunun yanı sıra mitoslar, evrendeki her şeyi ki- şünme gibi bize varlık, hayat, ahlak, doğa, ölüm,
şileşmiş ve canlı olarak görürler. Onların gözünde din gibi konularda cevaplar verse de, yani mitoloji-
evrendeki her şey, her obje ya da varlık bir “sen”dir. de de düşünme dediğimiz etkinlik rol oynasa da bu
Mitolojik düşünmede ögeler arasında kurulan bağ temel sorularla ilgili olarak mitoloji “Varlık nedir?
bir “ben” ve “sen” bağına indirgenebilir. Bu bağ, Hayatın anlamı nedir? Ölüm nedir?” diye sormaz.
birbirini bağlayan iki varlıktır. Bunların cevapları mitolojiler için çok açıktır ve
Mitolojik düşünmenin özü, içinde yaşanılan bu yanıtların sorgulanması da beklenmez. Bu özel-
evrene, doğaya, çevreye saygılı olmaktır. Bu da likleriyle mitoloji uzun süre gücünü ve etkinliğini
her şeyden önce, bu evrenin dayandığı kuralları korumuşsa da MÖ 8.-5. yüzyıllar arasında eski gü-
bilmeye ve onlara saygı duymaya dayanır. Bu dü- cünü giderek yitirmiş, âdeta çöküş sürecine girmiş-
şünmede, nedenler fazla söz konusu edilmez. Daha tir. Bu yüzyıllarda artık insanları tatmin edecek bir
çok, içinde bulunulan toplumun teorik-varlıksal düşünme çerçevesi kalmamıştır. Buna paralel ola-
sorunlarına cevap verilir. Onlara, bir evren tablosu rak, Eski Yunan şehir devletlerinde yeni bir gelişme
sunulur. Bu evren tablosunun yanı sıra insanlara, ortaya çıkmıştır.
kendilerinin ne olduğunu da söyler, onlara dünya- Mitolojik düşünme sabit bir zeminde ilerlemek-
daki anlamlarının ne olduğunu gösterir. İnsanların teydi ve Eski Yunan dünyasında mitolojik düşün-
toplumsal ilişkilerde nasıl davranması gerektiği, ele meyi benimseyen gruplar, genellikle toprak sahibi
alınan konulardan bir diğeridir. aristokratlardı. Bunların şairi, Homeros’tu. Toprak
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde mitos, bir zamanla temel zenginlik ölçütü olmaktan çıkmış
yaşama tarzıdır. Nerede mitolojik düşünme varsa ve onun yerini para almıştı. Bu gelişmelere paralel
orada bir hayat vardır. Mitoslar, toplumdaki her tür- biçimde yeni bir düşünme tarzı ortaya çıkmıştır.
lü duruma ve olası probleme başlangıçtan çözüm bu- Eski yaşama tarzı artık yeni problemlerin çözümü
lur. O hâlde mitoslar da düşünen ve evren hakkında için yetmez olmuştur. Artık insanlar, Homeros’un
sorular soran insan aklının ürünleridirler ve bu aklı görüşleri ile tatmin olmamaya başlamış ve bu dü-
ikna ettikleri sürece etkinliklerini korumuşlardır. Ne şünsel gelişme süreci aristokrat sınıfın güç kaybettiği
zaman ki mitoslar insanın sorgulayıcı aklının ürünü sosyal ve siyasal olaylarla paralel ilerlemiştir. O güne
olan sorulara ikna edici yanıtlar veremez olmuştur, o dek yönetimde hiçbir hakları olmayan işçiler önce
zaman Yunan insanı bu soruları başka araçlarla yanıt- zanaatkârlık yapmış, bu yolla para ve mal biriktirmiş
lama yoluna gitmiştir. İşte felsefe, mitosların yetersiz ve gemicilik yapmışlardır. Felsefenin ortaya çıkışı,
kaldığı, evren olaylarını, insanın değişen toplumsal topraktan metaya (para) geçilen bu sürecin bir izdü-
gereksinimlerini karşılayamaz olduğu bu noktada, şümü gibidir ve felsefe tarihinde, topraktan metaya
belli bir zorunluluktan dolayı ortaya çıkmıştır. geçişin tarihini izlemek mümkündür.

dikkat
Yüklendikleri işlevi yerine getiremez oldukla-
rında mitoslar yerlerini felsefeye bırakmışlardır.
Bir başka biçimde söylenirse, mitosların insanın
gündelik hayatında karşılaştığı sorunlara çözüm
üretmekten uzaklaşması ile felsefenin ortaya çık-
ması eş zamanlıdır. Öte yandan, felsefenin ortaya
çıkışı mitosların tümüyle ortadan kalkması ile so-
nuçlanmamıştır. Bir başka deyişle, felsefe içinde
mitoslar etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Şöyle ki,
mitoslardan yakınan filozoflar (Platon bu filozof-
lardan biridir) başları her sıkıştığında ya da bir Resim 1.1 Antik Yunan Şairi Homeros
eğretileme kullanmaları gerektiğinde hemen mi-
toslara sığınmışlardır (Güçlü vd., 2003, s. 1020).

6
İlkçağ Felsefesi

Bu gelişmelerle paralel olarak ortaya çıkan gemi- ortaya çıkmadan önce bu sorulara cevap vermiş olan
cilik, felsefenin başlangıcında önemli noktalardan mitolojik düşünceler vardır. Eski Yunan felsefesinin
biri olmuştur. Gemicilik, farklı ülkelere ve kültürle- temel problemleri de bu mitolojik düşünmelerden
re seyahati temsil eder. Böylece değişik medeniyetler ortaya çıkacaktır. Bu konuda Eski Yunan dünyası-
sorgulanmış, onların inanışları ve evren anlayışlarıyla nın iki temel kişisi vardır: Homeros ve Hesiodos.
Antik Yunan dünyasınınkiler arasında bir karşılaştır- Homeros’un, aşağı yukarı MÖ 800’lerde yaşadığı
ma yapmak imkânı doğmuştur. O dönemin gemici- söylenir. Destanlarında, MÖ 1200’lü, 1100’lü yıl-
leri tüccarlardır. Gemicinin tüccarlık yapmasının yanı ları anlatır. Bunlar, bir toplumun efkârından çıkmış
sıra bir diğer işi, rüzgârları ve gökyüzünü kollamak, açıklama biçimleridir. Anlatılan öyküler, Eski Yunan
yani doğa hakkında pratik bilgilere sahip olmaktı. dünyasının belkemiğini oluşturuyor. Homeros’un
Her kültürün, toplumun kendine özgü bir dünya eserlerine yakından baktığımızda, bütün bu sorulara
görüşü vardır. Bunun da anlamı, o toplumun doğayı, cevap verdiğini görürüz. Homeros belli bir anlamda
toplumu, insanı, dinî ve tanrısal konuları, öte dün- Eski Yunan dilinin temsilcisidir.
yayı, hayatı anlamlandırmasıdır. Toplumu meydana Eski Yunan dünyasında tek tanrılı dinlerde gö-
getiren insanların bu konulara ilişkin birtakım fikir- rüldüğü anlamıyla vahye dayanan bir din anlayışı
lerinin olması gerekir. İnsanlık tarihi açısından ba- yoktur. Homeros’un eserlerinde çok saygı duyul-
kınca karşımıza çıkan ilk bütüncül düşünme biçimi, masına rağmen dine kutsal bir değer atfedilmez. Bu
mitolojik düşünmedir. Mitolojik düşünme ilk bakış- bakımlardan ele alındığında, Eski Yunan dünyasın-
ta çocuksu ve saçma gibi görünür. Ama gerçekten ha- da, kurumlaşmış bir din de yoktur. Esas yapılanma,
yatı kendi yaşama koşulları içinde anlamlandıran bir sosyal ve toplumsal kurumlar üzerinden gerçekleşti-
düşüncedir. Mitolojik düşüncede neden bulma (eti- rilmiştir. Eski Yunan dünyasında farklı türlerde din
olojik açıklama) denen bir tutum vardır. Mitolojiler, kavrayışları vardır. Bunlardan biri, halkın yaşadığı
insan düşüncelerinin hayata ilişkin ince kıvrımlarını dindir. Burada her evin, klanın kendine özgü bir
yakalarlar. Mitolojik düşünme insan, tanrılar, hayat, tanrısı vardır. Bu bakımdan, Eski Yunan dünyasın-
doğa vb. konularda sorular sorar ve cevaplar üretir. da vahiy bilgisi yok, bol miktarda mantike (esinlen-
Bu tarz düşünmede, başlangıçta her zaman için belli me) var. Bunu daha sonraları en çok Sokrates’te gö-
maddeler ya da varlıklar vardır. Yani ezelî ile ebedî rürüz. Esinlenmenin Sokrates’te ortaya çıkış biçimi,
bir şey vardır. Bunların nasıl yaratıldığı ise sorulmaz. formel bir vahiy olarak değil, esinlenme biçiminde
tek kişinin kalbine ilham etme şeklindedir.
Eski Yunan dünyasında bir de mysterie denen ta-
Mitolojik düşünmede ezelî ebedî madde rikat yapısında dinler ortaya çıkmıştır. Özel, kapalı
vardır. Bu ezelî ebedî madde yaratılma- bir biçimde yapılan ibadetler içeren bu anlayışların
mıştır. Yani yoktan var etme yoktur. Bü- başında, daha çok öbür dünya ve din konusunda
tün bunların arkasında başka bir varlık uzmanlaşmış olan Demeter dini gelir. Daha sonra,
olabilir mi diye düşünülmez. Bu madde, bu dine Dionyosçu gelenek eklenmiştir. Çeşitli bi-
bugünkü maddeye benzemez. Bu madde çimlerde görünüşe çıkan bu dinler, orta sınıfın ve alt
canlı, ruhlu ve tutsaktır. Bu maddeyle bir- tabakanın ilgisini çekmiştir. Eski Yunan dünyasının
likte mevcut olan bir irade, akıl, bu mad- felsefesi ortaya çıkarken temel taşlarına bakarsak bu
deyi harekete geçirir; düzenlenmesinde temel taşlarının din parçalı olduğu görülebilir.
etkili olur. Bu madde, bu akıl gücü tara-
fından şekillendirilip planlanır. Yani, evre-
nin rastgele meydana geldiği düşünülmez. Mysterie, iman edenlere günahlardan arın-
Khaostan kosmos meydana geliyor. Eski ma, öte dünyada mutluluk içinde yaşama
Yunan tanrıları kosmosu düzenlemezler. sağlayan gizli kült(din)lere verilen isimdir.
Kosmosun içinde yer alırlar. Mysterie mensupları, törenlerini gizli tut-
mayı kutsal bir vazife sayarlardı. Dionyos-
Mitolojik düşünme, kültürlere göre farklılıklar çuluk, bu tür en önemli kültler arasında yer
gösterse de ortak bir yapıya sahiptir. Yani, içerik ba- almaktadır. Bu kültün kurucusu olarak ka-
kımından evrensel değil, sadece yapıca evrenseldir. bul edilen, Dionyos (Dionysos) bağ, şarap
Bu farklılıklar da felsefeyi ortaya çıkaracaktır. Felsefe ve mistik vecd tanrısı olarak bilinmektedir.

7
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

herkes, tanrı da dâhil, cezalandırılır. Mitolojik dü-


şünmenin özelliklerinden biri insanların içinde bu-
dikkat lunduğu toplumsal ilişkileri doğaya yansıtmalarıdır.
Eski Yunan’da vahiy bilgisine dayalı ku-
rumsallaşmış bir din yoktur. Bunun yerine
bolca esinlenme vardır. Esinlenme, tek bir
kişinin kalbine yönelmiş ilhamlar biçimin- dikkat
Mitolojik düşünce, doğal olaylar arasındaki
de ortaya çıkar.
ilişkiyi nedensellik açısından değil, mitolojik
olarak açıklamaktadır. Doğadaki her varlığın
Eski Yunan düşüncesinin temel kabulleri şun- nedeni doğal olmayan bir güçtür. Ayrıca, mi-
lardır: Başlangıçta hep ezelî ve ebedî bir madde tolojik düşünce, insanların içinde bulunduğu
vardır. Bu başlangıç maddesi, belli bir zamanda, toplumsal ilişkileri doğaya yansıtmaktadır.
bildiğimiz anlamda düzenli evren olan kosmosa dö-
nüşmüştür. Bu madde canlıdır. Bu maddenin canı
var. Eski Yunan dünyasında can kelimesinin adı
psykhedir. Bu ruh, ilahi bir ruh değil, bir meteordur. Mitos temelli dünyadaki en temel erdem-
Homeros’ta temel madde okeanostur ve bu su da lerden biri, haddini bilmektir. Çünkü bu
hareket hâlindedir. Yani hareketin kaynağı aranma- dünyaya göre herkesin belirli erdemleri
maktadır. Hesiodos’ta ise temel madde, khaostur vardır. Bu erdemin anlamı herkesin belirli
ve hareket etme görevi erosa yüklenir. Homeros, alışkanlık ve yetileri olduğudur. Kralın er-
sudan kosmosa geçişi anlatamıyor ama bize evrenin demi, iyi yönetici olmaktır. Bu dünyadaki
yapılışını bildiriyor. diğer bir erdem, sözünü bilerek konuşmak-
Bir düşünce tutumu olarak Eski Yunan felsefesi- tır. Erkekler açısından savaşçılığı, oturup
nin arka planında, Eski Yunan mitoloji tarihi vardır. kalkmasını ve konuşmasını bilmek önemli-
O yüzden mitolojik düşünceyi de bilmek gerekir. dir. Bu kültür dünyasının iki temel sophia-
Felsefi düşünce, içinde doğup geliştiği dünya ile sı, iyi savaşmak ve güzel konuşmaktır.
çatışmışsa da bu çatışmaya bir kavga demek doğru
olmaz. Üzerinde kavga edilen meseleler arasında mi- Mitolojik düşünmede khaostan kosmosa geçiş sü-
tolojik düşüncenin temel kabulleri yer almamakta- recinin nasıl olduğuna ilişkin herhangi bir belirgin
dır. Bu görüşler örtüşmüştür. Tanrıların varlığı söz bilgi verilmez. Bu sürecin nasıl gerçekleştiği bilinmez
konusu yapılmaz. Felsefe, içinden çıktığı dünyayı bir şey gibi bırakılmaktadır. Daha doğrusu Yunan
eleştiri konusu yapar, oradaki temel kabulleri deşer. mitolojisi, bu dönüşümün nasıl gerçekleştiğini hiç
Eski Yunan mitoslarına, özellikle evrenin yaratılı- sormamıştır. Eski Yunan felsefesinin önünde Eski
şı ve doğa anlayışı bakımından yaklaşıldığında, kar- Yunan mitolojik dünya görüşü vardır. Homeros’un
şımıza çıkan tablo şöyledir: Evreni meydana getiren dünyasında toplumsal hayat, hiyerarşik bir yapı gös-
temel bir malzeme vardır. Buradaki madde, cansız terir. Toplumun yöneticileri soylu ailelerden gelir ve
değil, canlı ve kutsal bir maddedir. Bu madde baş- soyları tanrılara bağlıdır. Bu dünyadaki en büyük
langıçta bir kargaşa ve karışıklık içinde (khaos) bu- sophos, yiğitlik, savaşçılık ve cesarettir. Öte yandan,
lunan, belirsiz, sınırsız ve niteliksiz bir maddedir. Bu Homeros’un dünyası karamsar bir dünyadır. İnsan-
madde belirli bir zaman içinde kosmosa, yani düzen- lar, sürekli tanrıların keyfî davranışlarından şikâyet
li, belirli, sınırlı evren hâline dönüşmüştür. Çünkü ederler. Çünkü insanın kaderini tanrılar belirler. Ho-
bu madde canlıdır. Kendiliğinden bir devinmeyle meros, burada, beylerin adaletsizliğini gösterir. Öbür
evren hâline gelmiştir. Bu, Eski Yunan mitolojisinin dünyada olduğu düşünülen bir cennet tasavvurla-
yaradılış konusundaki temel kabulüdür. Bu evren- rı yoktur. Yalnızca birkaç tane insan ezelî ve ebedî
deki her şey, canlı ve bilinçlidir. Doğal olaylar ara- hayatı tadabilir. En büyük ceza, yer altı dünyasına
sındaki ilişkiyi nedensellik açısından değil, mitolojik girmektir. Onun için, güneşin ışıklarından mahrum
olarak açıklamaktadır. Doğadaki her varlığın nedeni olmamak da bir erdemdir. Ama ölümden korkmaz-
doğal olmayan bir güçtür. Yalnız, doğadaki olayların lar. Ölümü kabullenmişlerdir fakat yalnızca oraya
bir düzeni, ilahi bir düzeni vardır. Bu düzeni aşan mümkün olduğunca geç gitmek istemektedirler.

8
İlkçağ Felsefesi

Homeros’un destanlarının yanı sıra Hesiodos’un


eserleri de Eski Yunan dünyasının arka planını an-
Homeros’un destanlarında geçen Tanrı
lamamızdaki ana kılavuzlardan biridir. Hesiodos,
anlayışı, insan biçimlidir (antropomor-
aşağı yukarı MÖ 750-650 yılları arasında yaşamış-
fik). Yani tanrılar, insan şeklinde tasavvur
tır. Hesiodos’un döneminde Eski Yunan dünyasın-
edilmektedir. Ama onlar ölümsüz, biz ise
da toprakta çalışan insanlar, şehirlere gelmişlerdir.
ölümlüyüz. Yalnız, tanrıların yiyecekleri
Çünkü toprak artık verimli olmaktan çıkmış, ta-
özel yiyeceklerdir. Tanrılar insan biçimli ol-
rımda yetersizlikler baş göstermiştir. Toprak sahip-
makla kalmıyor, insanların bütün inançları
leri elde edilen üründen daha çok pay istemişler,
onlarda da var, insanlar arasındaki savaşlara
onun için de tarım alanında çalışanlar şehre gelmiş-
da katılıyor, taraf tutuyorlar.
tir. Üç yüz sene kadar devam eden bir kavganın var-
lığı söz konusudur. Eski Yunan dünyasında zengin-
Homeros’un destanlarında belli bir bilgi anla- lik, toprak miktarı ile ölçülüyordu. Bu yeni kesim
yışının varlığından söz edilebilir. Bu destanlarda zenginleşince iktidar kavgası başlamış ve toprak el
iki temel bilgi türü vardır: İlahi ve tanrısal bilgi ile değiştirmiştir; büyük kavgalar, gürültüler çıkmıştır.
insan bilgisi. İlahi ve tanrısal bilgi, her şeyin; olan Belli süreçler sonucunda demokrasiye geçilmiştir
bitenin, olmuşun ve olacağın bilgisidir. İnsan bil- (eşitlikçi yönetim). Süregelen hiyerarşik yapı yıkıl-
gisi ise sınırlı bir bilgidir. Asla hakikatin kendisini mış, tüm bu gelişmelere paralel olarak eski dinsel
bilemez. Bu Aristoteles’e kadar böyle sürüp gide- görüşler de eski inandırıcılıklarını yitirmişlerdir.
cek. Ancak, insan bilgisi ikiye ayrılır: Kulaktan İşte böyle bir dönemde bu yeni toplumun bir üyesi
duymanın sağladığı bilgi ve doğrudan görmenin olan Hesiodos ortaya çıkmıştır.
sağladığı bilgi. Doğrudan görmenin bilgisi, bir
olaya doğrudan doğruya şahit olmak, yani empi-
rik olarak görmenin, deneylemenin bilgisidir. Bu
nedenle Eski Yunan dünyasında bu, temel bilgidir. dikkat
Doğrudan doğruya görmediklerinin, algılamadık- Hesiodos’un yaşadığı dönemde Eski Yunan
larının bilgisine itibar etmemektedirler. Kulaktan dünyası üzerine Persler hep siyasi ve aske-
duyma bilgi, araştırılmadan, başkalarından duyu- ri basınç yapıyorlardı. Gerçekleşen siyasal ve
lan bilgidir. Eski Yunanlar, bu bilgiye pek itibar toplumsal değişme sonucunda toplumun bir
etmezler. Ancak, bir de bunun dışında başka türlü kesimi şehirde zanaat öğrenmeye ve ticaret-
bir bilgi var: Dinsel ya da tanrısal kaynaklı bilgi (bir le uğraşmaya başlamıştır. Gemiler yapılmış,
tür vahiy bilgisi). Nitekim Homeros doğru ya da Doğu Akdeniz’de Fenikeliler ve Mısırlılarla
yanlış ne söylüyorsam bunları Musalardan öğren- alışveriş yapılmıştır. Bunun sonucunda yeni
dim, demektedir. Bütün şairler, vahiy bilgisinden kültürlerle tanışılınca düşünme ve algılama
pay aldıklarını söylemişlerdir. ufukları genişlemiş, ticaret ve gemicilikle zen-
Evrende olup biten her şey bir doğa içinde ginlik artmaya başlamıştır.
gerçekleşmektedir. Homeros’un destanlarında söz
konusu edilen doğa anlayışında her şeyin temeli,
başlangıcı Okyanus’tur, uçsuz bucaksız sudur. Bu,
okyanus ve onun üzerinde duran bir kubbeyle bir-
likte düşünülen bir evrendir. Homeros’un evren internet
anlayışı üç katlıdır: Yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü. Hesiodos’un hayatı ve eserleri hakkında
Bu basit gibi görünen ama kendi bağlamı içinde bilgi almak için http://www.filozof.net/
oldukça önemli olan unsurlar ya da açıklamalar, Turkce/edebiyat/edebi-sahsiyetler-kisilikler-
son kertede hep birlikte ele alındıklarında Yunan biyografileri/21448-hesiodos-kimdir-hayati-
insanına bir süre için bütünlüklü bir evren resmi eserleri-hakkinda-bilgi.html linkini incele-
sunmuşlardır. yebilirsiniz.

9
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

Ana hatlarıyla ele alındıklarında Hesiodos da Ho-


meros gibi karamsar biridir. Onun kurguladığı dün-
yada hep kavga ve eşitsizlik vardır. Ancak Hesiodos’ta
erdemler değişmiştir. Önceden savaşçılık erdemken,
artık çalışkanlık, düzenlilik ve yasaya uymak erdem
olmuştur. Hesiodos’la beraber, daha önce görülme-
yen bir tarih bilinci ortaya çıkar. Hesiodos’a göre,
insanlık tarihi her şeyin mükemmel ve huzurlu ol-
duğu bir altın çağla başlamıştır. Bu başlangıçtan
sonra, insanlık giderek yozlaşmış ve demir çağına
doğru tersine bir evrim geçirmiştir. Hesiodos’a göre,
insanlar başlangıçta hiçbir zahmete girmeksizin iste-
dikleri her türlü nimetten faydalanıyordu ve insanlar
mutlu bir şekilde yaşayıp ölüyorlardı. Fakat insanlar,
yaptıkları hatalardan ve bu yüzden tanrılarla arala-
rında çıkan problemlerden dolayı bütün bu avantajlı Resim 1.2 Yunan Mitolojisinde Sık Sık Geçen Tanrılar
durumlarını yitirmişlerdir. Hesiodos’ta tüm bu ko- Arası Savaşı Resmeden Bir Çizim
nuların etrafında toplandığı bir problem vardır: Pro-
metheus problemi. Metheus akıl demektir. Pro ön-eki
ile birlikte, prometheus, ‘akılca önde gelen’dir. Eski Gerek Hesiodos’un gerekse Homeros’un fikir-
Yunan dünyasında tanrılarla insanlar sürekli ilişki leri Eski Yunan felsefesine şu temel kabulleri sağ-
içindeler ve tanrılar çoğu zaman daha baştan itibaren lamıştır:
kandırılabilir olarak gözükür. Bu sebeple filozofların 1. Homeros’un doğuştan erdem fikri.
önünde engel teşkil etmemişlerdir. Bunun yanı sıra, 2. Hesiodos’un kötümser tarih anlayışı.
insanlarla tanrılar arasında sürekli bir kavga da mev- 3. İnsan bilgisi ile tanrısal bilgi ayırımı.
cuttur. Bunun anlamı Batı dünyası açısından din
dışı kurumlara doğru gidiştir. Prometheus, pek çok 4. Doğada bir düzenlilik olduğu fikri.
kişi tarafından felsefe tarihinin piri olarak görülür. 5. Kulaktan duyma bilgilerle doğrudan gör-
İdeal dünya ile reel dünyayı birbirinden ayırmıştır. menin bilgisi arasında ayrım yapılması.
Prometheus, insanlara bilgeliği, tekniği ve insan ol- 6. Evrenin temel maddesinin ezelî ve ebedî ol-
mayı öğreten tanrıdır. Ama bu tanrının özelliğinde duğu fikri.
ikiyüzlülük ve kandırma yatar. 7. Bu maddenin belli bir zaman içinde, olu-
Hesiodos’un eserlerinden hareketle, belli bir bilgi şum ve dönüşümlerle, kosmos hâline geldi-
anlayışı olduğu söylenebilir. Hesiodos’ta tanrısal bir ği fikri.
bilgi vardır. Vahiy konusunda Homeros’u eleştirir. 8. Ana maddenin canlı olarak tasavvur edil-
Çünkü Homeros, yalan yanlış ne biliyorsam her şeyi mesi, böylece onun dönüşüm nedeninin ne
tanrılardan öğrendim, diyordu. Hesiodos ise ben de olduğuna ilişkin sorunun belli bir biçimde
her şeyi tanrılardan öğrendim ama bana onlar yal- cevaplanmasının sağlanması.
nızca doğruyu ve hakikati söylemeyi öğrettiler, diyor.
Hesiodos’ta insan biçimli tanrı fikri vardır. Hemen 9. Başlangıçta var olduğu kabul edilen belirsiz,
hemen bütün ilkçağ filozoflarında tanrısal esin var ve sınırsız, şekilsiz maddenin belirli, sınırlı, şe-
her biri doğruyu söylediklerini savunmuştur. killi kosmos hâline dönüşmüş olduğu fikri.
Eski Yunan düşüncesi ya da felsefesi, bu kabul-
lerin işlenmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Ama
Hesiodos’un doğa anlayışında düzen ve yasa Eski Yunan felsefesi, bu kabullerin çoğunu değiştir-
hâkimdir. Özellikle gökyüzündeki yasa, sar- meden kabul etmiş, yaptığı değişiklikler, kabullerin
sılmaz bir yasadır. Hesiodos’un kozmoloji ve kuruluş biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu kuruluş bi-
doğa anlayışında temel kavram, khaostur. Bun- çiminde mitik kullanım yerine rasyonel kullanım
dan diğer maddeler zaman içinde çıkarak dü- tarzına geçilmiştir.
zenli ve güzel evren, kosmos meydana gelmiştir.

10
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı

2 Mitolojik düşünceyi ana hatları itibariyle tartışabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Eski Yunan’da felsefi dü-


şüncenin nasıl ortaya çık-
Eski Yunan dünyasında ku- tığına dair daha ayrıntılı
Antik Yunan mitolojisi ile
rumlaşmış bir vahiy dininin bilgi edinmek için Arslan,
felsefenin gelişimi arasında
ortaya çıkmamış olmasının A. (2006). İlk Çağ Felsefe
nasıl bir ilişki kurulabilece-
nedenleri neler olabilir? Tarihi Sofistlerden Platona.
ğini anlatınız.
Araştırınız. İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları adlı eserden yarar-
lanabilirsiniz.

YUNAN MİTOSUNUN GENEL BİR


DEĞERLENDİRMESİ VE FELSEFE Yunan mitolojisinde, insanın bünyesinde tita-
İLE İLİŞKİSİ nik, kötü güçler olduğuna dair bir yan vardır.
Mitolojik düşünme biçiminde ortaya konan Bu kötü yan hemen tüm kültürlerde bedeni
kabuller pek az sorgulanırken felsefede farkında aşağılama biçiminde kendisini gösterir. Fa-
kat insanın içinde tanrı Dionysos, yani ilahi,
olunmadan, en ufak şeyin bile soruşturması yapılır.
ölümsüz bir yön vardır. O hâlde insan bir yö-
Fakat felsefenin de temel birtakım kabulleri vardır. nüyle maddi, bir yönüyle tanrısaldır. Bu dü-
Bu kabuller, bireylerin dayandığı rastgele kabuller şünce Yunan insanına, tanrısal adaleti insan
değil, içinde yaşadıkları toplumdan çıkarılan ka- âlemine taşımakta yardımcı olmuştur.
bullerdir. Eski Yunan düşüncesi başlamadan önce,
yaradılış ve doğa gibi belli temel konularda yoğun-
Belli bir silsile ile meydana gelen düzenli ev-
laşan bu kabullerin başında, evrenin ana maddesiy-
rende yasasızlık ve kaos bulunmaz. Orada hüküm
le ilgili olanlar gelir. Madde ezelî ve ebedîdir. Yani,
süren bir yasa vardır. Bu da doğadaki düzenliliği
yoktan var etme anlayışı, kabul görmez. Var olan sağlayan, kimsenin aşamayacağı ilahi bir yasadır.
bir maddenin yok olacağı anlayışı da benimsen- Ancak, daha sonra doğadaki olayların nedenini
mez. Başlangıçta bir karışıklık içinde olduğu tasav- başka bir güçle, yani bize göre doğal olmayan güç-
vur edilen bu maddenin, bir süreç içinde düzenli lerle açıklıyorlar. Evrenin yapısını çıplak gözle ba-
bir yapı (kosmos) hâline dönüşmüş olduğu düşü- kınca üç kısma ayırmaktadırlar: Gökyüzü, yeryüzü
nülür. Bu madde aynı zamanda kutsal ve canlı bir ve sular. Ancak gökyüzü ile yeryüzü arasında, bir
maddedir. Aynı zamanda bu madde, evrendeki bü- hava olayı vardır. Yani sıradan, yalınkat bir insanın
tün varlıkların malzemesini ve kütlesini oluşturur. dikkatini çeken dört temel konu vardır. Gökyüzü-
Yani gördüğümüz dünyada ne varsa başlangıçtaki ne çıplak gözle bakınca, onu bir kubbe biçiminde
malzemeden yapılmıştır. görürüz. Bu insanlar onu bu biçimde görmüşler.

11
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

Demek ki birinci konu gökyüzüdür. Orada mey- bilgi yok. Hesiodos’ta ise eskiden var olan bir soy-
dana gelen olaylar onlar için önemliydi. Gökyü- dan, Altın Çağ’dan bahsedilir. Bunu Kronos yarat-
zündeki yıldızların dönme hızına göre takvim oluş- mış. Bu soy, cennette yaşamış bir soydur. Bir tek
turmuşlardır. Takvim gerek ibadet gerekse tarımın ipucu budur. Kronos, bir malzemeden insanı şekil-
düzenlenmesi için gerekli bir unsurdur. Hemen lendirdi, denmektedir.
hemen bütün kültürlerde gökyüzü incelenmiş ve Eski Yunan dünyasında, daha sonraki kaynak-
takvimin yıldızlara bağlanması bu bakımdan çok larda, insanın yaratılışının iki türlü öyküsü var:
belirleyici olmuştur. Daha sonra insanların ilgisini Bir tanesi, insanın kendiliğinden meydana gelmiş
yeryüzü çekmiştir. Çoğunlukla insanlar yeryüzünü, olduğunu ve verimli, nemli, balçıklı bir topraktan
kendi bulundukları yeri merkeze alarak incelemiş- çıktığını söylüyor. İkincisi, Dionysos denen bir
ler ve kendi bulundukları yeri evrenin merkezine tanrı ile ilgilidir. Bu tanrı neşenin, sevincin, çıl-
koymuşlardır. Evrenin taşıyıcısı da mitolojilerden gınlığın ve şarabın tanrısıdır. Bu tanrıyı titanlar,
anladığımız kadarıyla çoğu zaman sular olmuştur. yani doğadaki acımasız ve kaba güçler, bir gün yu-
Taşıyıcı değişebilir, onlar evrenin yapısını gökyüzü, tuyorlar. Zeus da bunun üzerine hepsini yakıyor.
sular ve yeryüzü biçiminde canlandırmışlar ve bu Onların yanmasıyla, bir kül yığını ortaya çıkıyor.
tablo, felsefeye miras kalmıştır. Evrenin yapısı ve O külü daha sonra su ile karıştırıyor ve insanı ya-
işleyişinin yanı sıra, insanın ortaya çıkışına ilişkin ratıyor. Başlangıçta, Homeros ve Hesiodos’ta ceza
de Eski Yunan düşüncesinde birtakım ön kabuller ve ödül bu dünyada veriliyordu. Bu dünyada öç
vardır. Bu konuların tipik özelliği, en kök sorunlar- alma vardı. Burada temel bir nokta çıkıyor: ölüm-
la uğraşmalarıdır. Şu an bile bunların cevaplarını den sonraki hayat fikri. Homeros ve Hesiodos’ta
veremeyiz ve bu soruları hep soracağız. Buna ben- çok silik başlayan bu anlayış, Eski Yunan felsefe-
zer sorular insan hakkında da olmuştur: İnsan nasıl sinde, insan ruhunun yaptıklarından sorumlu ol-
ortaya çıkmıştır? duğu fikri olarak ortaya çıkıyor. Bu fikir Mısır’dan
gelmiştir. Bu fikirler, insanın dünyadaki hayatına
dikkat etmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunun
sonucunda Eski Yunan dünyasında arınma, ah-
lakta temiz olma anlayışı ortaya çıkacak ve böyle-
ce, bu dünya ve öbür dünya fikirlerinin yanı sıra
çifte bir ruh anlayışı da gelişecektir. Bunlardan bi-
risi, ruh göçüyle ilgilidir. Ruh göçü, Hint’ten ge-
len bir anlayıştır. Ruh göçünde, insanın bu dün-
yada yaşadığı hayatın tam anlamıyla simetrik bir
hâlinin diğer hayatında başına geleceğine dair bir
inanç vardır. Yani, hayatını ‘köpek’ gibi yaşayan
biri, sonraki hayatında dünyaya bir köpek olarak
gelecektir. Ölümden sonraki ceza ve ödül fikri, bu
anlayışların bir diğeridir. Eski Yunan dünyasında-
Resim 1.3 Yunan Didaktik Şiirinin Babası Olarak Kabul ki mitolojilerden anlaşıldığı kadarıyla insanların
Edilen Hesiodos
başlangıçta diğer canlı varlıklar gibi olduğu, za-
manla bu kötü konumdan evrimleşip kültür var-
Eski Yunan dünyasında maddenin ortaya çık- lığına dönüştüğü düşünülüyordu. Diğer bir grup
masında tanrıların bir etkisi yoktur. Ama yine de ise insanın zamanla, ilk başta bulunduğu üstün
onların doğadaki olaylara müdahaleleri vardır. durumdan giderek aşağılaştığını düşünüyordu.
Homeros’ta insanın nasıl yaratıldığına ilişkin bir Felsefe, bu anlayışla beraber başlamıştır.

12
İlkçağ Felsefesi

araştırmalarla
ilişkilendir
ORPHİK vücuda geldi, insan soyunda Titan’ların kötü,
Bir din hareketi olan Orphik; şarkıcı, yutulmuş Dionysos çocuğun tanrısal iyi huy-
kâhin, büyücü Orpheus’a bağlanır: Orpheus, ları birleşti. Athena, parçalanan çocuğun yüre-
orphik dinin kurucusu sayılır. Thrakia’da doğan ğini kurtarmıştı, Zeus bu yüreği yedi, sonra da
bu hareket, oradan altıncı yüzyılda Yunanistan’a Dionyses Lyseus (kurtarıcı)u yarattı. — İnsan-
ve aşağı İtalya’ya geçti. Orphik, dionysik-mis- daki tanrısal ruh, bedende (soma) bir mezarda
tik bir kurtuluş dinidir. Homeros’taki tanrıların (sema) gibi hapistir, öte dünyaya kavuşmaya
dindiremedikleri bir ruh ihtiyacını karşılar, gi- çabalar. Dionysik taraf, titanik unsurlardan te-
derir. Ophik dinin mitosu şöyledir: Başlangıç- mizlenmek ister. Bunun içinde ruh, günahından
ta Khronos (zaman) evreni yarattı. Evrenden temizlenmek üzere, birçok vücutlarda dolaşır.
tanrı Phanes doğdu. Hem erkek, hem dişi olan Arınma, dürüst bir yaşayış, canlıların verdikle-
Phanes, Nyks (gece)’i doğurdu: onunla birle- ri besinlerden ( et, yumurta ) el çekiş sayesinde
şerek Gaia (toprak), Uranos (gök) ve Kronos’u olacaktır. İyileri mutlu bir öte dünya bekler, kö-
dünyaya getirdi. Kronos’un oğlu Zeus, Phanes’i tüler ise ölüler hâkiminin karşısına çıkacaklar,
yutarak dünya egemenliğini ele geçirdi. Zeus, Tartaros bataklığına götürüleceklerdir. — Orp-
kızı Persephone Demeter ile birleşip Dionysos hik’çilerin öğretileri, filozof Pythagoras (MÖ
Zagreus’u yarattı. Dionysos Zagreus, Titan’lar VI. yüzyıl)’ın felsefesine derin bir etki yaptı.
tarafından parçalandı, yutuldu. Bunun üzeri-
Kaynak: Necatigil, B. (1988). 100 Soruda Mito-
ne Zeus, yıldırımlarının alevleriyle Titan’ları
logya. İstanbul: Gerçek Yayınaevi.
mahvetti. Ama Titan’ların külünden insan soyu

Öğrenme Çıktısı

3 Mitolojik düşünme biçimiyle felsefi düşünme biçimini karşılaştırmalı olarak değerlendirme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Yunan mitolojisine dair ay-


Eski Yunan toplumunda Homeros ve Hesiodos’un
rıntılı bir çalışma için Bux-
hiyerarşik yapının yerini hangi temel düşünceleri Yu-
ton, R. (2016). Yunan Mi-
demokrasiye bırakmasında nan felsefesinin ortaya çıkışı
tolojisi, çev. A. F. Yıldırım,
ekonomik ve siyasal geliş- için önemli bir basamak iş-
İstanbul: Alfa Yayınları adlı
melerin etkisini tartışınız. levi üstlenmiştir? Anlatınız.
eseri inceleyiniz.

13
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

1 Felsefe sözcüğünün anlamını


ifade edebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Felsefe Sözcüğünün Anlamı

Felsefe sözcüğünün eski Yunancadaki karşılığı philo-sophostur. Sophosun temel anlamları, kişinin
üzerinde çalıştığı konu veya konularda bilgili ve maharetli olmasıdır. Çeşitli mesleklerde bilgili ve ma-
haretli olmak, daha sonra, felsefe konularında bilgili ve maharetli olmak anlamında da kullanılmaya
başlanmıştır. Bugün dilimize felsefe olarak yerleşmiş olan sözcüğün Antik Yunancadaki tam karşılığı
philosophos idi. Sevgi anlamına gelen philo sözcüğü ile bilgelik anlamına gelen sophos sözcüğünün
terkibinden oluşan bu bileşik sözcüğün dilimizdeki tam karşılığı bilgelik ya da bilgi sevgisidir. Sözcük,
birkaç yüzyıllık bir süre içinde başlı başına bir düşünce disiplinini ifade etmekte kullanılacak şekilde
evrilmiş, böylece Yunanlılar felsefenin hem ilk isim babaları hem de kelimenin tam anlamıyla kurucu-
ları olmuşlardır.

2 Mitolojik düşünceyi ana hatları


itibariyle tartışabilme

Mitolojik Düşüncenin Ana


Hatları

Mitoslar, o mitoslara inanan insan bireylerine ve topluluklarına evrenle, insanla, toplumla ilgili birta-
kım teorik çözümler önerir. Mitolojik düşünmenin özü, evrenin dayandığı kuralları bilmeye ve onlara
saygı duymaya dayanır. Mitos, bir yaşam tarzıdır. Nerede mitolojik düşünme varsa orada bir hayat
vardır. Mitoslar da düşünen ve evren hakkında sorular soran insan aklının ürünleridirler ve bu aklı
ikna ettikleri sürece etkinliklerini korumuş, MÖ 8.-5. yüzyıllar arasında giderek inandırıcılığını yitir-
mişlerdir. Eski Yunan dünyasında mitolojik düşünmeyi benimseyen gruplar, genellikle toprak sahibi
aristokratlardı. Bunların şairi, Homeros’tu. Toprak zamanla temel zenginlik ölçütü olmaktan çıkmış ve
onun yerini para almıştı. Bu gelişmelere paralel biçimde yeni bir düşünme tarzı ortaya çıkmış, Hesio-
dos yükselen yeni sınıflara uygun mitoslar üretmiştir. Eski Yunan dünyasında bir de mysterie denen ta-
rikat yapısında dinler ortaya çıkmıştır. Özel, kapalı bir biçimde yapılan ibadetler içeren bu anlayışların
başında daha çok öbür dünya ve din konusunda uzmanlaşmış olan Demeter dini gelir. Daha sonra bu
dine Dionysosçu gelenek de eklenmiştir. Eski Yunan düşüncesinin temel kabulleri şunlardır: Başlan-
gıçta hep ezelî ve ebedî bir madde vardır. Bu başlangıç maddesi, belli bir zamanda, bildiğimiz anlamda
düzenli evren olan kosmosa dönüşmüştür. Bu madde canlıdır. Homeros’ta bu temel madde okeanostur
ve bu su da hareket hâlindedir. Yani hareketin kaynağı aranmamaktadır. Hesiodos’ta ise temel madde
khaostur ve hareket etme görevi erosa yüklenir. Mitolojik düşünmede khaostan kosmosa geçiş sürecinin
nasıl olduğuna ilişkin herhangi bir belirgin bilgi verilmez. Yunan mitosu bu dönüşümün nasıl gerçek-
leştiğini sormamıştır. Gerek Hesiodos gerekse Homeros’un fikirleri Eski Yunan felsefesine şu temel
kabulleri sağlamıştır: Homeros’un doğuştan erdem fikri, Hesiodos’un kötümser tarih anlayışı, insan
bilgisi ile tanrısal bilgi ayırımı, doğada bir düzenlilik olduğu fikri, kulaktan duyma bilgilerle doğrudan
görmenin bilgisi arasında ayrım yapılması, evrenin temel maddesinin ezelî ve ebedî olduğu fikri, bu
maddenin belli bir zaman içinde, oluşum ve dönüşümlerle, kosmos hâline geldiği fikri, ana maddenin
canlı olarak tasavvur edilmesi, böylece onun dönüşüm nedeninin ne olduğuna ilişkin sorunun belli bir
biçimde cevaplanması, başlangıçta var olduğu kabul edilen belirsiz, sınırsız, şekilsiz maddenin belirli,
sınırlı, şekilli kosmos hâline dönüşmüş olduğu fikri.

14
İlkçağ Felsefesi

Mitolojik düşünme biçimiyle felsefi


3 düşünme biçimini karşılaştırmalı
olarak değerlendirme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Yunan Mitosunun Genel Bir Mitolojik düşünme biçiminde ortaya konan kabuller pek az
Değerlendirmesi ve Felsefe ile sorgulanırken felsefede farkında olunmadan, en ufak şeyin bile
İlişkisi
soruşturması yapılır. Fakat felsefenin de temel birtakım kabul-
leri vardır. Bu kabuller, bireylerin dayandığı rastgele kabuller
değil, içinde yaşadıkları toplumdan çıkarılan kabullerdir. Bun-
lardan ilki evrende hüküm süren bir yasa olduğu kabulüdür. Bu
da doğadaki düzenliliği sağlayan, kimsenin aşamayacağı ilahi
bir yasadır. Eski Yunan dünyasında maddenin ortaya çıkma-
sında tanrıların bir etkisi yoktur. Ama yine de doğadaki olay-
lara müdahaleleri vardır. Homeros’ta insanın nasıl yaratıldığına
ilişkin bir bilgi yok. Hesiodos’ta ise eskiden var olan bir soy-
dan, Altın Çağ’dan bahsedilir. Bunu Kronos yaratmış. Bu soy,
cennette yaşamış bir soydur. Bir tek ipucu budur. Kronos, bir
malzemeden insanı şekillendirdi, diyor Hesiodos. Eski Yunan
dünyasında arınma, ahlakta temiz olma anlayışı ortaya çıkacak
ve böylece, bir bu dünyaya diğeri ise öbür dünyaya has çifte
bir ruh anlayışı gelişecektir. Ruh göçünde, insanın bu dünya-
da yaşadığı hayatın tam anlamıyla simetrik bir hâlinin diğer
hayatında başına geleceğine dair bir inanç vardır. Eski Yunan
dünyasındaki mitolojilerden anlaşıldığı kadarıyla insanların
başlangıçta diğer canlı varlıklar gibi olduğu, zamanla bu kötü
konumdan evrimleşip kültür varlığına dönüştüğü düşünülü-
yordu. Diğer bir grup ise insanın zamanla, ilk başta bulunduğu
üstün durumdan giderek aşağı hâle geldiğini düşünüyor. Felse-
fe, bu anlayışla beraber başlamıştır.

15
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

1 Philosophos sözcüğünün ilk kez aşağıdakiler- 7 İlk filozofların amacı yalnızca doğanın anlaşı-
den hangisi tarafından kullanıldığı söylenir? lıp açıklanmasına yönelik çalışmalar yapmak değil,
aynı zamanda erdemli ve iyi bir yaşamın gerçekleş-
A. Pythagorasçılar B. Thales
neler öğrendik?

tirilme yollarını da bulmaktı.


C. Milet Okulu D. Homeros
E. Hesiodos Yukarıdaki bilgiden aşağıdakilerden hangisi çıka-
rılabilir?
2 Homeros’un evren anlayışıyla ilgili aşağıda A. Felsefe yalnızca doğa olaylarıyla ilgilidir.
verilen bilgilerden hangisi doğru değildir? B. Cevaplardan çok sorularla ilgilenilmelidir.
C. Evrensel nitelikli konularla ilgilenmelidir.
A. Soyluların dünya anlayışını esas almıştır. D. İnsan ve evren bütünlüklü bir tutumla kavran-
B. Kaostan kozmosa nasıl geçildiğini detaylı ola- malıdır.
rak açıklar. E. Evrenin anlaşılması insanın anlaşılmasından
C. Genelde karamsar bir görünüm sergiler. geçer.
D. Evrenin temel maddesinin okeanos olduğu gö-
rüşüne dayanır.
E. Yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü olmak üzere üç kat-
8 Homeros ile Hesiodos arasında yapılan aşağı-
lı bir evren düzeni varsayar. daki karşılaştırmalardan hangisi doğru değildir?
A. Hesiodos da Homeros gibi karamsar bir evren
tablosu çizmiştir.
3 Aşağıdakilerden hangisi Antik Yunan dünya- B. Homeros’ta başlıca erdem savaşçılıkken
sında sophos sözcüğünün yüklendiği anlamlardan
biri değildir? Hesiodos’ta çalışkanlık olmuştur.
C. Her iki isim de soylu, aristokrat sınıfların kay-
A. Yiğitlik B. Teknik beceri gılarına yanıt vermeye çalışmıştır.
C. Sözünü bilmek D. Konuşma ustalığı D. Hesiodos’ta Homeros’ta olmayan belirgin bir
E. Zanaatkarlık tarih bilinci ortaya çıkmıştır.
E. Her iki isim de evrende bir düzen olduğu görü-
4 Yunan mitolojisinin etiolojik olması, onun şündedirler.
hangi özelliğine işaret eder?
A. Evrendeki tüm unsurları kaostan türetmesi
9 Aşağıdakilerden hangisi Homeros ve
Hesiodos’tan Yunan düşüncesine miras kalan dü-
B. Evrendeki olaylara ve durumlara nedenler bul- şünceler arasında gösterilemez?
mak kaygısında olması
C. Evreni tanrısal esaslarla açıklama yolunu seçmesi A. İnsan bilgisi ile tanrısal bilgi ayrımı
D. Sunduğu açıklamaların sınanabilir ve denetle- B. Doğada bir düzenlilik olduğu düşüncesi
nebilir nitelikte olması C. Evrenin temel maddesinin ezelî ve ebedî oldu-
E. Kuşkuculuk içermemesi ğu fikri
D. Kaostan kozmosa geçiş düşüncesi
E. Evrenin ana maddesinin cansız olduğu düşün-
5 Felsefede Sophia ne anlama gelmektedir? cesi
A. Mutluluğa yönelme
B. Güç kullanımında adalet 10 Hesiodos’un mitoslarında önemli bir yeri
C. Erk paylaşımı ve eşitlik olan Prometheus hakkında aşağıda verilen bilgiler-
D. Hikmet arayışı den hangisi doğru değildir?
E. Erdeme yönelme A. İkiyüzlülüğe ve yalana isyanın öncüsü olarak
görülür.
6 Aşağıdakilerden hangisi Antik Yunan dünya- B. İnsanlarla tanrılar arasındaki kavganın temsilidir.
sındaki mysterie inanışlarıyla ilişkilendirilebilir? C. Bazılarınca felsefe tarihinin piri kabul edilir.
A. Homeros B. Anaksimandros D. Sözcük anlamı olarak akılca önde gelen demektir.
C. Thales D. Anaksimenes E. İdeal dünya ile reel dünyayı birbirinden ayırdı-
E. Dionysos ğı düşünülür.

16
İlkçağ Felsefesi

Yanıtınız yanlış ise “Yunan Mitosunun Ge-


1. A Yanıtınız yanlış ise “Felsefe Sözcüğünün An- 6. E
nel Bir Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlişki-
lamı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
si” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Mitolojik Düşüncenin
2. B 7. D Yanıtınız yanlış ise ünitenin tamamını yeni-
Ana Hatları” konusunu yeniden gözden ge-
den gözden geçiriniz.
çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Mitolojik Düşüncenin


3. E Yanıtınız yanlış ise “Felsefe Sözcüğünün An- 8. C
Ana Hatları” konusunu yeniden gözden ge-
lamı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
çiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Mitolojik Düşüncenin Yanıtınız yanlış ise “Yunan Mitosunun Ge-
4. B 9. E
Ana Hatları” konusunu yeniden gözden ge- nel Bir Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlişki-
çiriniz. si” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Felsefe Sözcüğünün An- Yanıtınız yanlış ise “Mitolojik Düşüncenin
5. D 10. A
lamı ve Mitolojik Düşünmenin Ana Hatları” Ana Hatları” konusunu yeniden gözden ge-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. çiriniz.

Araştır Yanıt
1 Anahtarı

Pythagoras kendisini filozof olarak nitelendirmiş ve takipçilerini de bilgeliği


seven kişiler olarak tanımlamıştır. Yunanca philosophos (bilgelik-sevgisi) kav-
ramından türeyen “felsefe” tabirinin serüveni söz konusu olduğunda felsefe
tarihi kaynaklarının yer verdiği rivayetlerden biri budur. Bu, hiç şüphesiz, ta-
rihsel açıdan geçerli bir rivayettir. Yine de, tabirin ortaya çıkışını konu edinen
bu veri, felsefî düşünce veya felsefe tarihi ile ilk defa tanışacak olan kişilerde
yanlış bir izlenim uyandırmamalıdır. Felsefe, “insan”ın “bilme” tutkusu neti-
cesinde ortaya çıkmış bir disiplindir. İnsan doğasının kaçınılmaz bir ürünü
olarak felsefeyi her insanın katkıda bulunabildiği bir kültürel miras olarak gör-
Araştır 1 mek mümkündür. Onu tek bir millete mal etmek yanlış ve haksız kimi değer-
lendirmelere yol açabilir. Her ne kadar antik Yunan medeniyeti ve onun yetiş-
tirdiği filozoflar bugün felsefe tarihinin kurucu figürleri olarak kabul ediliyor
ise de, farklı kültür ve medeniyetlerin de söz konusu mirasın oluşumuna katkı
sağladığı unutulmamalıdır. Örneğin Hint, Çin, Mısır ve İran medeniyetleri
yetiştirdikleri bilge kişiler vasıtasıyla felsefî literatüre dikkate değer katkılar-
da bulunmuşlardır. Hint medeniyetinin yetiştirdiği Buda, Çin medeniyetine
mensup Konfüçyüs ve Lao-Tzu, İran medeniyetinin yüksek düşünsel ürünle-
rini ortaya koyan Zerdüşt gibi isimleri bu kapsamda zikretmek mümkündür.
Ayrıca, bir Afrika felsefesinin mevcudiyetinden dahi bahsedilmektedir.

Bir düşünce tutumu olarak Eski Yunan felsefesinin arka planında, Eski Yunan
mitoloji tarihi vardır. Temel kabullere, örneğin başlangıçta hep ezelî ve ebedî bir
Araştır 2 maddenin var olduğu fikrine dayanan bu evren anlayışı oldukça güçlü ve özellikle
orta sınıfça benimsenmiş olan Orphik ve Dionysosçu dinsel akımlarla birleştiğin-
de sadece dinsel inanışı değil topyekûn Eski Yunan felsefesini şekillendirmiştir.

17
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe

Araştır Yanıt
1 Anahtarı

Eski Yunan dünyasında belli bir dönemde toprakta çalışan insanlar toprak sa-
hiplerinin elde edilen üründen daha çok pay istemeleri ve tarımdaki verimsizlik
gibi nedenlerle şehirlere gelmişlerdir. Bu dönemde Eski Yunan dünyası üzerinde
Perslerin de baskısıyla önemli siyasal ve toplumsal değişmeler gerçekleşmiştir. Bu
durumun en belirgin sonucu toplumun bir kesiminin şehirde zanaat öğrenme-
ye ve ticaretle uğraşmaya yönelmiş olmasıdır. Böylelikle Doğu Akdeniz ticareti
Araştır 3 canlanmış, Fenikeliler ve Mısırlılarla alışveriş yapan ve yeni kültürlerle tanışan
Yunanlıların düşünme ve algılama ufukları genişlemiştir. Ticaretle ve gemicilik-
le yeni bir tür zenginlik ortaya çıkmıştır. Ancak bu yeni durumda zenginleşen
zümreler arasında iktidar kavgası başlamıştır. Bu siyasal kavgaları sürdürülebilir
bir yönetim biçimine evirmek, süregelen hiyerarşik yapıyı yıkmakla ve demok-
rasiyle mümkün olabilmiştir. Tüm bu gelişmelere paralel olarak kaçınılmaz bir
biçimde artık yaygın dinî görüşlere de itibar edilmemeye başlanmıştır.

Kaynakça
Aristoteles. (1996). Metafizik. Çeviren: Ahmet Arslan, Kranz, W. (1984). Antik Felsefe. Çeviren: Suad Y.
Sosyal Yayınlar: İstanbul. Baydur, İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Armstrong, A. H. (1957). An Introduction to Ancient Laertius, D. (2004). Ünlü Filozofların Yaşamları ve
Philosophy. Westminster-Maryland: The Newman Öğretileri. Çeviren: Candan Şentuna, Yapı Kredi
Press. Yayınları: İstanbul.
Arslan, A. (2006). İlkçağ Felsefesi Tarihi: Sokrates Luce, J. V. (1994). An Introduction to Greek Philosophy.
Öncesi Yunan Felsefesi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi New York: Thames and Hudson Inc.
Yayınları.
Peters, F. E. (2004). Antik Yunan Felsefesi Terimleri
Barnes, J. (1982). The Presocratic Philosophers. Sözlüğü. Çeviren: Hakkı Hünler, Paradigma Yay:
Roudledge & Kegan Paul: Londra. İstanbul.
Copleston, F. (1990). Ön Sokratikler ve Sokrates. Russell, B. (1994). Batı Felsefesi Tarihi I: İlkçağ.
Çeviren: Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi. Çeviren: Muammer Sencer, İstanbul: Say
Yayınları.
Cornford, F. M. (1957). From Religion to Philosophy.
Harper & Brothers Publ: New York. Windelband, W. (1956). History of Ancient Philosophy.
Çeviren: Herbert Ernest Cushman, Dover: Dover
Erhat, A. (1989). Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi:
Publications.
İstanbul.
Zeller, E. (1980). Outline of the History of Greek
Homeros. (2004). İlyada. Çeviren: Azra Erhat ve A.
Philosophy. Çeviren: L. R. Palmer, Dover
Kadir, Can Yayınları: İstanbul.
Publishing: New York.
Güçlü, A., Uzun, E., Uzun, S., Yolsal, Ü. H. (2002).
Felsefe Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları: Ankara.

18
Bölüm 2
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Miletos Okulu
Pythagoras ve Ardılları
öğrenme çıktıları

1 Miletos okuluna mensup filozofların arkhe


anlayışlarını açıklayabilme 3 Pythagoras ve ardıllarının arkhe

1 2
2 Miletos okuluna mensup filozofların anlayışlarını açıklayabilme
“hylozoizm” fikrini benimsemesinin 4 Pythagorasçıların “bilimsel” düşünceye
nedenini ifade edebilme yaptığı katkıları sıralayabilme

Değişim ve Hareket Sorunu


5 Herakleitos’un arkhe anlayışını Elea Okulu

3 4
açıklayabilme 7 Parmenides ve Herakleitos’un
6 Herakleitos’un logos öğretisini ana hareket sorunu hakkındaki fikirlerini
hatlarıyla irdeleyebilme kıyaslayabilme

Anahtar Sözcükler: • Arkhe • Miletos Okulu • Natüralist Felsefe • Elea Okulu • Hareket • Diyalektik
• Ruh • Bilgi

20
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ ği ana ilke”nin, yani arkhenin ne olduğu sorusuna


Pre-Sokratik filozoflar, yani Sokrates öncesi filo- yanıt arayışlarıdır. Daha sonraları bu soruya “olu-
zoflar ile eski mitoloji ozanlarını birbirinden ayıran şun ilkesi”nin ne olduğu sorusu da eklenir. Pre-
çeşitli farklar vardır. Bunların en dikkat çekici olanı, Sokratik filozoflar bu sorularına yanıt arayışlarını
Pre-Sokratik filozofların doğadaki düzeni, yani koz- kontrolsüz bir gözlemle sürdürmüş, açıklamalarını
mosu doğa dışı varlıklara dayandırmak yerine, onu akla duydukları sonsuz güvenle deneye başvurmak-
doğanın kendisinden, doğaya içkin nedenlerden sızın yapmışlardır. Dolayısıyla bilim ve felsefenin iç
hareketle açıklamaya çalışmalarıdır. Mitologların içe geçen başlangıçlarının bu aşaması büyük ölçüde
tanrılara dayandırarak açıkladıkları doğadaki dü- spekülasyona dayalıdır.
zenlilik, Pre-Sokratik filozofların görüşleri eşliğinde Bu ünitede Pre-Sokratik düşünürlerin görüşle-
doğaya içkin maddelerin ya da süreçlerin bir ürünü ri, ele aldıkları sorunlarla bağlantılı olarak irdele-
olarak görülmeye başlanır. Aristoteles, mitologların necektir. Ana-maddenin mahiyeti üzerinde duran
doğanın işleyişine ilişkin ele aldıkları görüşleri akıl Miletos Okulu; formun oluşumunu açıklayan
yürütmeler eşliğinde temellendiremedikleri için fi- Pythagoras ve ardılları; değişim ve oluş sorununa
lozoflardan ayrıldıklarını öne sürerken (Aristoteles, odaklanan Herakleitos ve Elea Okulu bu bölümde
1996, 1000 a 5) felsefi düşünüşün yöntemsel ayra- tartışılacak ana başlıklardır.
cını da belirlemiş olur: felsefi düşünüş tutarlı akıl
yürütmeler eşliğinde belirir. Buna göre, mitologlar-
la ilk filozofların farkı, ele aldıkları ilgi ve kaygılar- MİLETOS OKULU
la değil, konularına yaklaşımlarında kullandıkları Aristoteles ünlü Metafizik kitabının başında
yöntemlerle belirlenir (Jeager, 1947, s. 27). Böylece ilk filozof olarak Thales’i işaret eder (Aristoteles,
mitostan logosa ya da theogoniadan kozmogoniye in- 1996, 983b 20). Thales, öğrencisi Anaksimandros
san düşüncesinin serüveni, doğayı salt akılcı yön- ve Anaksimenes’in ortaya attığı fikirler felsefe ta-
temle inceleyen Pre-Sokratik filozoflarla başlar. rihinin ilk ekolünü teşkil etmektedir ki söz konu-
su ekol Miletos Okulu ya da İyonya Okulu olarak
anılmaktadır.
Yunanca theos (tanrı) ve goneia (oluş) ke- Miletos Okulunun felsefe tarihinin ilk ekolü
limelerinden türeyen theogonia “tanrıların olarak değerlendirilmesinin temel nedeni, Thales,
doğuşu” ya da “tanrıların oluşumu” anla- Anaksimandros ve Anaksimenes’in görüşlerinin
mına gelmektedir. Hesiodos’un meşhur mitostan logosa geçişi temsil etmesidir. Evrenin
bir şiirinin adıdır. Yunanca kosmos ve go- düzenini anlama ve açıklama çabalarında Mile-
neia kelimelerinden türeyen kozmogoni ise tos Okulu düşünürlerinin gerekçelendirmelerini
evrendeki düzenliliği, ya da bizzat evrenin doğaüstü varlıklara başvurmaksızın doğal neden-
kökenini araştırmaya yönelik düşünsel fa- lere dayandırmaları, onları yalnızca ilk filozoflar
aliyetlere atfen kullanılır. yapmaz, aynı zamanda ilk doğa bilimciler olarak
anılmalarını da sağ-
Aynı açıklama bu dönem filozoflarının natüra- lar. Diğer bir deyişle
list filozoflar olarak adlandırılmasının nedeni ola- Miletos Okulunun
rak da sunulabilir. Tıpkı kendilerinden önce gelen düşünürleri doğa- dikkat
mitologlar gibi ilk Pre-Sokratik filozofların ilgisi yı yine doğada var Miletos Okulunun dü-
de doğanın kendi- olan nedenlerle şünürleri doğayı yine do-
sine yöneliktir. Bu açıklama yoluna gi- ğada var olan nedenlerle
dönemin felsefe- derek bilimsel yön- açıklama yoluna giderek
dikkat temin gelişmesine bilimsel yöntemin geliş-
sinin temel motifi
Natüralist felsefe doğa ile hizmet ederlerken, mesine hizmet ettikleri
doğadaki çokluğun
alakalı mevzuları bizzat aynı zamanda ilk gibi ilk filozof unvanını
ardında yer alan ve
doğadan hareketle açıkla- filozof unvanını da da kazanmışlardır.
“her şeyin kendisin-
maya çalışır. kazanırlar.
den meydana geldi-

21
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Söz konusu yöntemsel değişiklikle beraber bil- zof olarak gösterilerek en azından bugün bildiğimiz
gilenmenin amacı da değişikliğe uğrar. Mitolojile- anlamdaki felsefenin başlatıcısı kabul edilir. Thales,
rin evreni açıklama çabalarına eşlik eden tanrıların görece olarak mitolojik düşünüşten ayrılan yaklaşı-
onayını alma arzusu, Miletos Okulunda yerini mıyla hem bilimsel hem de felsefi düşüncenin ön-
yalnızca bilgi isteğine bırakır. Böylece inanç teke- cüsü unvanını alır.
linden kurtulan bilgi, pratik bir fayda için değil, Thales hakkında günümüze ulaşan bilgi-
yalnızca bilgilenme amacıyla istenir hale gelir. ler oldukça sınırlıdır ve güvenilir olmayan kay-
Miletoslu filozofların araştırmalarının merke- naklara dayanmaktadır. Aristoteles’in öğrencisi
zindeki soru evrendeki çokluğun ardında yatan olan Eudemos’un hazırladığı matematik tarihine
birliğin ne olduğu, yani arkheyi neyin teşkil ettiği göre, Thales Mısır’a seyahat etmiş ve geometriyi
sorusudur. Her üç Miletoslu da arkheyi farklı mad- Mısır’dan Eski Yunan topraklarına taşımıştır. Ge-
delerle tanımlamakla birlikte arkhenin bir madde ometrik bilgi İyonya topraklarına taşınmasından
olduğu konusunda birleşirler. Her şeyin temelinde çok daha önce Mısır’da ekim dikim işlerinin za-
bulunan ve var olan bütün şeylerin kendisinden manlamasını ayarlamak üzere Nil nehrinin taşma
meydana geldiği arkheyi bir maddeyle tanımlıyor hareketinin hesaplanmasında kullanılmıştır. Diğer
oluşları nedeniyle Aristoteles, bu filozofların, do- bir deyişle, geometrik bilgi Mısır’da pratik bir fay-
ğayı nedensel bir açıklamayla kavramak için gerek- da amacıyla kullanılmış olmakla birlikte teorik bir
li olan maddi neden, fail neden, formel neden ve zemine oturtulmamıştır. Thales, Mısırlılardan al-
ereksel nedenden yalnızca maddi nedene odaklan- dığı bu bilgiyi empirik ve maddi kaynaklarından
dıklarını ileri sürer (Aristoteles, 1996, 983b 10). ayırarak, bütünüyle soyut ve teorik bir bilgiye dö-
Bu bakımdan, Miletoslu filozofların arkhe anlayışı, nüştürür. Thales’i ilk filozof ve yüzyıllardır bilin-
dönemin hiçbir şeyin yoktan var, vardan yok ola- diği biçimiyle geometrinin kurucusu yapan da bu
mayacağına ilişkin genel düşünme eğilimiyle para- teorileştirme işidir. Thales’in bilgilenmedeki amacı,
lellik gösterir. pratik fayda elde etmek değil, yalnızca insanlığın
Hem arkheyi tek bir madde olarak belirlemeleri zihnini kurcalayan soruların yanıtlarını bilme iste-
hem de yalnızca maddi nedenle uğraşıyor oluşları ğidir. Bu açıdan ileride Pythagorasçıların insanları
Miletoslu filozofların görüşlerine monizmin damga sınıflamasında “yalnızca bilme isteği duyan insan-
vurmasına neden olur. Ancak arkheyi tek bir madde lar” olarak tanımladığı “filozof ” (philosophos) kav-
olarak kabul ediş, evrendeki çeşitliliği kavramada ramı, Thales’in bilme uğraşında somutlaşır.
basit ancak işlevsel bir açıklama sunsa da, özellikle
değişim ve hareketin olanağını açıklamakta yetersiz
kalır. Bir ana-maddenin diğer maddelere değişim
ve dönüşümünü açıklayamayan Miletos Okulu dü- dikkat
Thales ilk filozof ve geometrinin kurucusu ola-
şünürleri, bu sorunu maddeyi canlı kabul etmekle
rak kabul edilir. Onun geometri alanındaki en
çözümlemeye girişirler. Bu nedenle Miletos Okulu
meşhur başarısı ikizkenar üçgenin taban açı-
düşünürlerinin görüşlerine canlı maddecilik (hylo-
larının eşit olduğunu göstermesidir. Dairenin
zoizm) anlayışı hâkimdir.
çapla iki eşit bölüme ayrıldığını, birbirlerini
kesen iki doğruda ters açıların birbirlerine eşit
olduğunu söyleyen de yine Thales’tir. Thales
Monizm, diğer adıyla bircilik, var olan her geometri bilgisiyle piramitlerin yüksekliklerini
şeyin tek bir gerçeklikten oluştuğunu, ger- gölgelerinden hareketle ölçmüştür.
çekliğin tek bir ilkeden türetilebileceğini
ya da bu ilkeye indirgenebileceğini iddia
eden felsefi görüştür.
Thales geometrinin yanı sıra fizik ve astrono-
miyle de ilgilenmiştir. Heredotos’un anlattığına
göre, Lydia kralı Alyattes ve Media hükümdarı ara-
Thales (MÖ 640-550) sındaki savaşta, MÖ 585 yılındaki güneş tutulma-
Miletos’ta (bugünkü İzmir’in güneyinde Söke- sını önceden bilmiştir. Astronomi çalışmalarında
Milas yolunun batısında, Balat Köyü yakınlarında) Babillilerin güneş tutulmasıyla ilgili gözlemlerine
yaşamış olan Thales, Aristoteles tarafından ilk filo- ve kayıtlarına dayandığı kabul edilen Thales, gü-

22
İlkçağ Felsefesi

neş ve ayın büyüklüklerini hesaplamış, yıl içinde- Ayrıca Thales’in doğada hareket eden her şe-
ki mevsimleri bulmuş, ayın son gününe otuzuncu yin ardında bir düzenlilik olduğu ve bu düzenli-
gün adını takmıştır. Denizcilere kuzey yönünü bul- liğin ancak bir yöntem eşliğinde keşfedilebileceği
mak için Küçük Ayıyı izlemelerini öğütleyen yine düşüncesi, onun mitolojik ön kabullerden sıyrılan
Thales’tir. bilgiler ortaya koymasının yolunu açar. Aleksan-
Tüm bu bilimsel çabalar, Thales’in felsefesinin der İvonoviç Herzen Thales’in bilimsel yanının
yolunu aydınlatacak olan yönteminin de arka pla- yepyeni bir dünya tasarımına yol açtığını vurgu-
nını oluştururlar. Özellikle astronomi çalışmaları- lar: “Thales’in doğaya başvurduğu andan itibaren
nın sonucundan hareketle ortaya koyduğu doğaya Olympos’un kaderi çizildi; Thales, doğada gerçe-
düzenliliğin hâkim olduğu bilgisi, “gözlem”in do- ği arayarak ve puta tapıcı tanımlamalarını hesaba
ğayı kavramada bir yöntem olarak bilimsel çalış- katmaksızın kendi anlayışını açıkladı. İyonyalıların
malara dâhil edilmesi sonucunu doğurur. Böylece içinde yaşadıkları atmosfer Eleusis’in esrarlarının
Thales ile birlikte doğanın yöntemli bir biçimde ve diğer puta tapıcı esrarların ölümünü filiz ha-
izlenmesi başlar. Bu noktada özne sadece pasif bir linde içinde taşıyordu. İyonyalıları, şeylerin temel
gözlemci olsa da Thales ile birlikte bilimsel çalışma- unsuru olarak empirik bir eleman seçmeleriyle or-
nın ilk basamağı keşfedilmiş olur. taya çıkan, düşün alanındaki yetersiz kavrayışları
Sonuçta Thales’in felsefesini oluşturduğu gö- yüzünden kınayacak kimse haklı olurdu; öte yan-
rüş ve sorular bir yana bırakıldığında ilk filozof dan Yunanlıların, ilkelerini doğanın dışında değil,
sayılması için gereken bazı ipuçları, onun bilimsel içinde aramaya, sonsuzu sonlu olanda, düşünceyi
kimliğine bağlı olarak yakalanabilir: her şeyden varlıkta, ölümsüzü ölümlüde aramaya sevk eden
önce, Thales bilgiyi pratik fayda adına değil, ken- salt gerçekçi dirayeti en doğru biçimde değerlen-
dinde bir amaç olarak araştırır. Böylece felsefenin dirmek de önemlidir. Onlar bilimsel bir alana el
yüzyıllar boyunca süregelecek teorileştirme etkin- atmışlardı” (Herzen, 2004, s. 57).
liği, Thales felsefesinin bilimden aldığı ilhamla Thales’in doğadaki gözlemlerinden elde ettiği
başlar. ilk önemli sonuç, doğada sürekli bir değişimin var
olduğudur; diğer bir deyişle şeyler varlığa gelir ve
bir süre sonra yok olurlar. Ancak bu değişimlerin
yanı sıra evrende bir düzenlilik de söz konusudur.
dikkat O halde evrendeki düzenin hâkimiyeti için sürekli
Thales’in sadece “bilmek için bilmek” ilke- değişen şeylerin arkalarında, değişen şeylere rağ-
siyle hareket ederek bilgiyi pratik fayda adına men var olmaya devam eden bir şeylerin bulunma-
araştırmamasının çağdaşları tarafından eleş- sı gerekir. Böylece Thales var olan her şeyin ken-
tirilmesine yol açtığı söylenir. Aristoteles’in disinden meydana geldiği ve yok olarak sonunda
Politeia’da anlattığı hikâyeye göre felsefenin kendisine döndüğü bir maddenin varlığını kabul
bir işe yaramadığı eleştirilerine yanıt vermek etmeye yönelerek, görünüş-gerçeklik, çokluk-birlik
isteyen Thales, yıldızları gözlemleyerek gele- ayrımlarına ulaşır.
cek yaza zeytin ürününün bol olacağını bil-
miş ve daha kıştan elindeki az parayla Chios
Thales “her şeyin ilk temeli”, “kendisinden
ve Miletos’taki zeytin preslerini yaz boyunca
meydana geldiği şey”in “su” olduğunu ileri sürer
kullanmak üzere oldukça ucuz fiyattan kira-
(Kranz, 1984, s. 29). Su her şeyin kendisinden
lamıştır. Zeytin toplama zamanı geldiğinde
meydana geldiği ilk ilke, ana-madde, arkhedir;
ise ürünün bolluğu karşısında pres bulama-
diğer bir deyişle su, tüm var olanların nedenidir.
yan hemşerileri Thales’in kapısını çalmak ve
Thales’in tüm var olanların ardında yatan neden
preslerin kullanımına karşılık istediği fiyatı
olarak bir maddeyi seçmiş olması, döneminin “hiç-
vermek zorunda kalmışlardır. Böylece Thales
bir şeyin yoktan var olamayacağı” görüşünün bir
filozofların istediklerinde kolayca para kaza-
sonucudur. Ancak bu maddenin neden “su” oldu-
nabileceklerini, ancak tutkuları bambaşka ol-
ğu sorusu, Thales’i arkhe olarak “su”yu seçmeye yö-
duğu için para kazandırıcı eylemleri tercih et-
nelten düşünce zincirini takip edebileceğimiz her-
mediklerini göstermiştir (Russell, t.y., s. 129).
hangi bir çalışmasının günümüze kalmamış olması
nedeniyle sadece tahmin edilerek yanıtlanabilir.

23
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Thales’in arkheyi “su” olarak saptamasına yöne- leri oluşturan hareketin kaynağı nedir? Aristote-
lik modern yorumcular arasında en sık rastlanan les Metafizik’te Thales’i yalnızca “maddi neden”e
açıklama, “(…) suyun kendisini duyulara, o zaman odaklandığı için oluş ve bozuluş anlamındaki ha-
için hiçbir biçimde olanaklı olmayan herhangi bir reketi kavrayamamakla eleştirir. Aristoteles’e göre
bilimsel deney aracı olmaksızın, buz, su ve buhar” Thales’in açmazı, doğayı açıklamak için yine do-
halleriyle sergilemesinden kaynaklandığı yolunda- ğadan olan bir maddeden hareket ediyor olmasıdır
dır (Guthrie, 1999, s. 32). Aristoteles ise Thales’in (Aristoteles, 1996, 984a 23).
“su”yu arkhe olarak seçmesinin gerekçesini “bütün Thales ilk maddenin hareketini maddenin ruh-
nesnelerin tohumlarının yaradılışlarının nemli ol- larla, tanrılarla dolu olduğu iddiasıyla açıklamaya
ması”, böylece tüm yaşamın kaynağının “su”dan çalışır. Thales’e göre su, “mıknatıs taşındaki çek-
gelmesi olarak sunar (Aristoteles, 1996, 983b). me kuvveti gibi bir hayat gücü” barındırır (Kranz,
Thales’in kozmolojisi de her şeyin “su”dan mey- 1984, s. 27). Thales’in bu argümanı, onun madde-
dana geldiğini iddia ettiği ontolojisiyle paralellik yi canlı olarak kavrama eğiliminde olduğuna işaret
gösterir. Thales’e göre, yeryüzü suyun üzerinde eder. Canlı madde anlayışı (hylozoizm), mitolojik
duran bir tepsi gi- bir açıklama biçimine yaklaşıyor görünse de, Aris-
bidir. Bu türden bir toteles, Thales’in önceki mitoloji yazarlarından
anlayış hem döne- ayırt edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Aristoteles’e
dikkat min coğrafya hem göre Thales’i ozanlardan farklı kılan özelliği, doğa-
Thales’ten günümüze kalan de mitoloji bilgi- daki canlılığın tan-
yazılı bir eser olmadığı için siyle uyum içerisin- rılardan değil, do-
onun arkhe olarak niçin dedir. Akdeniz’in ğanın kendisinden
suyu seçtiğini kestirmek Atlas Okyanusuna kaynaklandığını ka- dikkat
imkânsızdır. Fakat bu ko- bağlandığı boğaz,
nuda bazı tahminler vardır.
bul ediyor oluşudur. Thales arkhenin ilk hare-
dönemin bilinen Bu açıdan Thales’in
Örneğin Aristoteles’e göre, ketini her şeyin ruhlarla,
dünyasının sonu- canlı ve cansız ayrı-
Thales bütün nesnelerin tanrılarla dolu olduğu dü-
nu oluşturur (Er- mını ortadan kaldı-
tohumlarının nemli oldu- şüncesiyle temellendirme-
hat, 1989, s. 72). ran bakış açısı ilkel
ğu gerçeğinden hareketle ye çalışır.
Bu açıdan Thales’in animizme yaklaşır.
bu sonuca ulaşmıştır. gözlem ufku, su ile
sınırlıdır denilebilir.
Gerçekte Thales’in kozmoloji görüşü orijinal Anaksimandros (MÖ 610-545)
bir görüş olmayıp, kendisinden önce gelen mitoloji Miletos Okulunun ikinci temsilcisi olan Anak-
yazarlarınca da dile getirilmiştir. Homeros İlyada simandros hocası Thales gibi bir bilim insanıdır.
Destanında yeryüzünün tanrısal bir su olan okea- Özellikle coğrafya alanında önemli çalışmalara
nos üzerinde yüzdüğünü yazar. Hem Thales’i hem imza atmış olan Anaksimandros, Karadeniz’e gi-
de Homeros’u etkileyen, kuşkusuz ki yaşadıkları den denizciler için bir harita hazırlamanın yanı
coğrafyanın su kenarı olması ve yaşamsal üretimin, sıra dünya ve gökyüzünün haritalarını yapma giri-
ticaretin suyla bağlantısıdır. Thales’in deniz ticareti şiminde de bulunmuştur. Dünyanın büyüklüğünü
yapılan İyonya topraklarında yaşıyor oluşu, Mısır ölçmeye çalışmış, yer ile gök arasındaki mesafeyi
yolculuğundaysa suyun tarımsal üretim için hayati hesaplamayı denemiş olan Anaksimandros, ayrıca
değerini gözlemleyişi, büyük olasılıkla onun arkhe dünyanın ekliptik eğriliğini keşfederek bu eğilim
olarak suyu seçmesinde önemli etkenlerdir. Dolayı- sonucunda mevsimlere göre güneşin doğuş ve ba-
sıyla, Thales’in suyu arkhe olarak seçmesi hem mi- tışındaki değişimleri açıklamıştır. Güneşin hareket-
tolojik, hem pratik hem de akılcı gerekçeler içerir. lerini gözlemlemesi, Anaksimandros’a gronom adı
Thales her ne kadar arkhe seçimi konusunda verilen güneş saatinin yapımında yol gösterici olur.
akılcı argümanlar ortaya koymuş olsa da, hala ya- Tıpkı Thales gibi doğunun astronomi bilgilerini
nıtlanmadan kalan bir soru bulunmaktadır. Evren- kendisine temel alan Anaksimandros’u Babilliler-
deki çokluğun oluşması için arkhenin aldığı itkinin den öteye taşıyan şey onun astronomi hakkında ya-
kaynağı nedir? Diğer bir deyişle çokluğun ardın- pılan tüm gözlemlerden ve hesaplardan evrene dair
daki tekliği, çokluğa dönüştüren ve çeşitli madde- teorik bilgi çıkartmasıdır.

24
İlkçağ Felsefesi

Anaksimandros, Thales’in arkheye ilişkin sapta- rülmez bir biçimde ya da gizil (potansiyel) olarak
malarından hem etkilenmiştir hem de hocasının en içeren, içinde birbirlerine düşman öğelerin ya da
büyük eleştirmeni olmuştur. Thales arkheyi su ola- özelliklerin henüz ayrı olmadığı ya da ayrışmadığı,
rak belirlerken, çevresinde gördüğü denizin uçsuz olağanüstü büyüklükteki, farklılaşmamış bir kütle
bucaksızlığından, sınırsızlığından ilham almış, ana- olarak tasarlamıştır” (Guthrie, 1999, s. 33).
maddenin çeşitliliği meydana getirebilecek sınırsız Anaksimandros’a göre, her şeyin iç içe geçtiği ve
bir şey olması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Anak- kendisinden türediği başlangıçtaki bu kütle apeiron-
simandros da Thales’in akıl yürütmesine katılarak dur. Apeiron sonsuz, sınırsız ve belirsiz bir ana-mad-
arkhenin evrendeki çeşitliliği meydana getirebilecek dedir. Tüm var olanların kendisinden meydana gel-
denli sonsuz ve sınırsız bir şey olması gerektiğini dü- diği apeiron, aynı zamanda var olan her şeyin tekrar
şünür. Anaksimandros her ne kadar arkhenin özel- kendisine döneceği şeydir. Zıtlıkları bir arada barın-
likleri konusunda Thales ile benzer bir düşünceyi dırması apeironu tüm var olanların kaynağı yaptığı
paylaşsa da suyun niteliksel ve niceliksel olarak sı- gibi tüm yok olanların da gideceği yer yapar.
nırlı oluşundan dolayı arkhe olamayacağı sonucuna Varoluş ve yok oluş sürecinin başlangıcında ve
varır. Arkhe Anaksimandros’a göre her şeyin başında sonunda yer alan apeiron, aynı zamanda bu devi-
ve sonunda bulunması gereken hem niteliksel hem nimin düzeninin de kaynağıdır. Anaksimandros’un
de niceliksel olarak çeşitliliği sağlayabilecek sonsuz deyişiyle var olanlar nelerden meydana gelmişlerse
ve sınırsız bir şey olmalıdır. Su gibi belirli bir madde zorunlu olarak yok olup ona dönerler; zira onlar
daima karşıtıyla, örneğin toprakla sınırlı olacağın- birbirlerine zamanın düzenleyişine göre haksız-
dan arkhenin sahip olması gereken sınırsızlık ve son- lıklarının cezasını ve kefaretini öderler. –Apeiron
suzluk niteliklerini sağlamakta yetersiz kalacaktır. kocamaz, ölmez, yok olmaz (Kranz, 1984, s. 32).
Diğer bir deyişle maddenin belirli bir niteliği arkhe Böylece apeiron doğmamış, doğurulmamış, sınır-
olarak belirlendiğinde, karşıtının varoluşunu açık- sız, kökensiz, sonsuz, belirsiz olandır, var olan her
lamak olanaksız hale gelecek, arkhe tüm karşıtların tür nitelik ve bu niteliklerin karşıtları apeiron için-
kaynağını oluşturamayacaktır. Belirli maddelerin de bir arada bulunmaktadır. Diğer bir deyişle apei-
ancak karşıtlarıyla birlikte var olduğu görüşünden ron her şeyin tükenmez, sonsuz kaynağıdır.
hareket eden Anaksimandros, bu durumda tüm
karşıtların kendisinden kaynaklandığı arkhenin ni- Aristoteles, “sonsuz” kavramını ilk kez
teliğinin belirsiz olması gerektiğini ileri sürer. Ancak Anaksimandros’un kullandığını ifade ederken,
bu noktada Anaksimandros’un madde ile niteliği “sonsuz”un doğa bilimleri için kaçınılmaz bir baş-
arasında bir ayrım gözetmediğinin de belirtilmesi langıç olduğunu da kabul eder (Aristoteles, 1997,
gerekmektedir. Bu açıdan Anaksimandros’un kastet- 202b a20). Her ne kadar doğa bilimleri için sonsuz
tiği, düşünce tarihinde çok daha sonraları belirecek kavramı üzerine düşünmenin zorunluluğundan söz
olan madde-nitelik etse de Aristoteles sonsuzdan sonlu olanların meyda-
ayrımı değil, mad- na gelemeyeceğini ileri sürerek Anaksimandros’un
denin sınırsızlığıdır. arkhe seçiminin hatalı bir başlangıç olduğunu iddia
“Anaksimandros’a eder (Aristoteles, 1996, 1014b).
dikkat
Anaksimandros Thales’in göre, (…) her şey
öğrencisi olduğu gibi Thales’in düşündüğü
gibi, başlangıçta ‘su’ Yunanca a öneki, eklendiği sözcüğe olum-
onun en büyük eleş-
ya da ‘nem’ olmuş suz anlam katar. Peiron sözcüğünün köke-
tirmenlerinden biridir.
olsaydı, ısı ya da ateş nine ilişkin ise iki farklı görüş söz konusu-
Anaksimandros’a göre, be-
hiçbir zaman var ol- dur. Bazı yorumcular peiron sözcüğünün
lirli bir maddeyi, örneğin peras sözcüğünden türediğini ileri sürer-
“su”yu, arkhe olarak kabul
mayacaktı, çünkü su
ateş doğurmaz, an- ler. Peras, “sınır” anlamına gelir. Böylece
etmek, sonsuzluğa yayılan apeiron sınırsız anlamını taşır. Öte yandan
cak tam tersine ateşi
evreni açıklamak bakımın- bazı başka yorumculara göre peiron söz-
ortadan kaldırır. Bu
dan yetersizdir. Evren tıpkı cüğünün kökeninde pereos sözcüğü bu-
nedenle, o özdeğin
kendisi gibi sonsuz olan lunur ki, pereos “geçirgen” anlamındadır.
ilk halini, onları, her
bir unsurla açıklanabilir. Böylece bu yorumcular apeiron sözcüğünü
şeyin tam anlamıy-
Bu nedenle arkhenin son- la iç içe girdiği bir geçirgen olmayan, kendisinden başka bir
suz olması gerekir. karışımda, gözle gö- şeye dönüşmeyen olarak yorumlarlar.

25
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Anaksimandros apeironu tüm karşıtların için- Ancak apeiron “girdap hareketiyle birlikte mi hare-
den doğabileceği biçimde kurgular. Böylece tek tek ket eder?” yoksa “bu hareketten bağımsız bir kütle
şeylerin meydana gelişi sırasında apeiron, oluşan midir?” soruları Anaksimandros’un kendi felsefe-
belirli maddeyi karşıtıyla birlikte var eder. Dikkat sinden hareketle açıklanamaz. Girdap hareketiyle
edilirse Anaksimandros apeironu tüm karşıtların soğuk ve yaş olanlar evrenin merkezine çökerek
birliği olarak tanımsız bırakır. Apeironun bu ta- toprak ve suyu oluştururken, sıcak ve kuru olanlar
nımsızlığı, var olanların tüm niteliklerini içinde yükselerek hava ve ateşi oluştururlar. Ancak bu tür-
barındırabilmesini sağlar. Bu açıdan, apeirondan den bir hareket kaynağının varlığı apeironla birlikte
ayrılarak var olmak aslında görünüşler alanında bir düşünüldüğünde bir ikilem yaratır. Hareket belirli
görünüş olmaktır. Gerçek ise her şeyin kendisinden bir zamanda etkin hale geldiyse, hareketi doğuran
meydana geldiği ve yine ona döneceği apeirondur. fail bir neden gerekir. Ancak girdap hareketi de
Karşıtlara bölünme sırasında apeirondan ilk apeiron gibi doğmamış ve sonsuz ise o zaman da
olarak karanlık ve soğuk olanlar, aydınlık ve sıcak arkhe kendi kendine yeterli olmayan şey anlamına
olanlardan ayrılmışlardır. Toprak karanlık ve so- gelecektir. Görüldüğü üzere Anaksimandros’un fel-
ğuk, hava aydınlık ve sıcaktır. Toprak, hava, su ve sefesi bir devinimden söz etmekle birlikte hareketin
kaynağını açıklamakta hala yetersiz kalmaktadır.
ateş ise belirli oranlarda birleşerek diğer var olanları
Ancak hareketin nasıl başladığı sorunu bir yana
meydana getirirler. Böylece evrende bildiklerimiz
bırakıldığında salt
ve bilmediklerimiz apeiron ile kuşatılmışlardır.
apeiron gibi görü-
Anaksimandros aperionu bir yandan bildik- nüşte olmayan bir
lerimizi ve bilmediklerimizi kuşatan, belirsiz ve şeyi düşünmek bile, dikkat
sonsuz bir kaynak olarak betimler. Öte yandan Anaksimandros’un Anaksimandros arkhe
çağının genel eğilimlerine uyarak aperionun bir soyut düşünceye tartışmalarını soyut bir
kütlesi olduğunu ileri sürmesi, onun felsefesinde yönelik atılan adım- zeminde yürütmesi bakı-
bir açmaza yol açar. “Aperionun kütlesi varsa ve larının başlangıcını mından önemli bir filo-
sonsuzsa, bu sonsuz kütle nerede bulunur?” sorusu oluşturması açı- zoftur.
yanıtsız kalır. Gözlemlenen dünyada toprak, hava, sından son derece
su ve ateş ile bunlardan meydana gelen nesneler önemlidir.
bulunur. Nesnelerin yanı sıra aperionun kütlesi Anaksimandros’un soyut düşünceye adım atı-
olduğunu iddia etmekle Anaksimandros gözlem- şı yalnızca arkhenin neliğine yönelik açıklamala-
lenen dünyanın dışında da bir şeyin var olduğunu rında değil, kozmolojisinde de kendisini gösterir.
öne sürmüş olur. Her ne kadar bir açmaz içerse de, Thales’in arkhe olarak saptadığı suyun üzerinde bir
Anaksimandros’un tepsi gibi duran dünyayı betimlediği evren tablo-
gerçekliği algıyı aşan suna karşın, Anaksimandros dünyayı eni boyun-
bir biçimde betim- dan büyük olan bir silindir biçiminde düşünür. Bu
dikkat
Anaksimandros apeironun lemesi ve bilinen ile silindir hava boşluğunda hiçbir şeye dayanmadan
bir kütlesinin var olduğu bilinmeyenin aynı durmaktadır. Bu silindirin düşmeden havada du-
iddiasını gündeme getir- mekânda var oldu- ruyor olmasının nedeni, küresel bir evrenin merke-
mektedir. Sonsuz bir şeyin ğunu kabul etmesi, zinde ve dolayısıyla tüm noktalardan eşit uzaklıkta
bir kütleye sahip olduğu Miletos Okuluna bulunduğu için doğrultusunu değiştirmesine ne-
yönündeki bu düşünce, damgasını vuran den olacak herhangi bir etki altında olmamasıdır.
hiç şüphesiz, bir çelişki monist düşüncenin “Yeryüzü iki ayrı saman yığınının her birinden eşit
doğurmaktadır. zedelenişinin bir uzaklığa yerleştirilmiş olan ve hangi yöne gideceği-
ifadesidir. ne karar veremediği için açlıktan ölen eşeğin du-
rumunda bulunmaktadır” (Guthrie, 1999, s. 35).
Apeirondan diğer var olanların nasıl meydana
Silindir biçimindeki evrenin üzeri dokuz kat
geldiği sorusunun yanıtı, Anaksimandros’un fel-
boyunca içi ateş dolu dairelerle kaplıdır. Bu daire-
sefesinin yorumlara açık yanlarından biridir. Bir
lerde oluşan delikler ya da çatlaklar güneşin, ayın,
yoruma göre, apeirondan diğer madde ve nesne-
gezegenlerin ve samanyolunun görünmesini sağlar.
lerin oluşumu bir girdap hareketiyle birliktedir.
Dünyayı kaplayan katmanlar düzenli bir şekilde,

26
İlkçağ Felsefesi

ancak farklı hızlarla döndüklerinden güneş ve ay he öne sürerken, Anaksimenes bir anlamda Thales’in
farklı zamanlarda görünür hale gelirler. Ayrıca bu var olanları bütünüyle tek bir bilinen maddeye da-
deliklerin ya da çatlakların açılıp kapanması güneş yandırma çabasına geri dönüşün temsilcisidir. Di-
ve ay tutulmalarının da nedenini oluşturur. ğer bir deyişle, Anaksimenes, Anaksimandros’un
Bir silindir olan ve hiçbir şeye dayanmadan temel maddenin algılanabilir bütün özelliklerden
duran dünya, ilk ayrım başladığında önce sularla bağımsız olması gerektiği ve dünyanın algılanabilir
kaplanır. Buradan hareketle Anaksimandros, var olmayan, tam bilmediğimiz bir maddeden meyda-
olan tüm canlıların suda yaşayan canlıların zaman na geldiği düşüncesine karşı çıkarak, maddeci mo-
içinde aşama aşama evrilmesiyle meydana geldikle- nizmin bir versiyonunu daha oluşturur.
ri sonucuna ulaşır. Diğer bir deyişle tıpkı Thales’te Anaksimenes’e göre, görünenlerin çokluğunun
olduğu gibi “nemlilik”, Anaksimandros için de arkasındaki birlik, kozmosta var olan her şeyin
yaşamın başlangıcında ve temelinde yer alır. İnsa- kendisinden türediği töz, “hava”dır (aer). Anaksi-
nın sudaki canlılardan evrilerek meydana geldiği- menes arkhe olarak havayı seçerken, iki gerekçeye
ne ilişkin bu çağının oldukça ilerisindeki görüşler, dayanır. İlk olarak Anaksimenes arkheyi belirli ola-
Anaksimandros’u evrimci düşüncenin öncüsü kılar rak kabul etmekle birlikte, onun sonsuz olduğunu
(Kranz, 1984, s. 40). Başlangıçta suda yaşayan bu da düşünür. Hocası Anaksimandros’un, Thales’in
canlılar, suların çekilmesiyle karada yaşayan canlı- seçtiği arkheye yönelik eleştirilerini dinleyen
ların kökenini oluşturmak üzere başkalaşım geçi- Anaksimenes’e göre, havanın sudan farkı, kapladı-
rirler. Bu başkalaşımın en son aşamasındaysa insan ğı alanın çok daha geniş olmasından kaynaklanır.
belirir. Mitolojik düşünüşten bütünüyle arınmış Anaksimenes’i arkhe olarak havayı seçmeye yönel-
bu görüşler, haklı bir biçimde bilimsel düşünce tirken, onu Thales’ten çok daha keskin bir biçimde
olarak tanımlanabilirler. Bilimci bakış açısı ve do- ayırt eden ikinci gerekçeyse, Yunan düşünce dün-
ğayı bilimsel yöntemlerle açıklama çabası, Miletos yasında havanın (aer) aynı zamanda soluk anla-
Okulunun son temsilcisi Anaksimenes’in de felse- mına gelmesidir. Soluk ise canlılık, yaşam ve ruh-
fesinin yolunu belirler. tur. Tüm canlılarda ruhun olduğunu kabul eden
Anaksimenes, böylece felsefe tarihinde canlı-cansız
ayrımını yapan ilk filozof olur (von Aster, 1999,
Anaksimenes (MÖ 585-525) s. 27). Ona göre, canlıları ayakta tutan ruhları-
Miletos Okulunun son temsilcisi Anaksimenes, dır. Ancak yine de Anaksimenes’in sözünü ettiği
Aristoteles’in aktardığına göre, hocası Anaksimand- ruh, soyut bir kav-
ros yerine Thales’e daha yakın görüşlere sahiptir. ram değil, solunan
Anaksimandros arkheyi bilinmeyen, sonsuz ve sı- havadır, nefestir.
nırsız bir madde seçerek, bir yandan Thales’in mo- Ölümde son nefesle dikkat
nist görüşüne önemli bir darbe indirmiş öte yandan beraber ruh da be- Anaksimenes canlı-cansız
soyut düşünceye geçişin ilk kıpırdanmalarını sergi- deni terk eder. Bu ayırımını açıklarken “ruh”
lemiştir. Ancak Anaksimandros’un bu ileri görüşlü- açıdan, canlı ve can- kavramına müracaat eder.
lüğü öğrencisi Anak- sız her şey havadan Fakat ruh, onun düşünce-
simenes tarafından meydana gelir ve sinde, somut bir şey olarak
aynı radikal tutum yine dağılarak hava- kullanılır.
dikkat içinde sürdürülmez
Anaksimenes Anaksiman- ya dönerler (Kranz,
ve çağın temel ni- 1984, s. 35).
dros’un öğrencisidir. Fa-
teliği olan monizm
kat düşünceleri itibariyle Anaksimenes, her ne kadar belirli bir mad-
Anaksimenes’te yine
hocasından çok Thales’in deyi arkhe olarak seçerek felsefe tarihi açısından
ağırlıklı bir biçimde
düşüncelerine yakındır. Bu Anaksimandros’un görüşlerinden bir gerilemeye
belirir. Bu neden-
yakınlığın en belirgin işare- yol açmakla suçlansa da, Anaksimandros’un oluş
le Anaksimandros
ti onun maddî bir unsuru sorununa ilişkin bıraktığı boşlukları tamamlar.
evrendeki çokluğu
arkhe olarak belirlemesidir. Anaksimandros var olanların tüm karşıt nitelikle-
açıklamak üzere do-
Anaksimandros’ta ise arkhe rinin aperionda içerildiğine dikkat çekmiş, ancak
ğası itibariyle belirsiz
soyuttur. “nasıl olup da apeirondan tüm var olanlar meyda-
bir töz, soyut bir ark-
na geliyor?” sorusunu yanıtsız bırakmıştır. Diğer

27
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

bir deyişle Anaksimandros’un görüşlerinde oluşun Anaksimenes’in görüşleri ilkçağda son derece
kaynağına ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. etkili olan görüşlerdir ve felsefesinin izleri çok sayı-
Oysa Anaksimenes’in ilgilendiği başlıca konulardan da düşünür tarafından sürdürülür. Anaksimenes’in
biri “oluş”tur. Anaksimenes, arkhede ortaya çıka- görüşlerinin bu denli etkili olması öğrencilerinin
cak değişmeler sayesinde oluşu yani “(…) çokluk Miletos’un Persler tarafından işgali sonrasında tüm
ve çeşitlilik arz eden dünyamızın varlığa gelişinin dünyaya dağılmış olmasından kaynaklanır. Ancak
tasarlanabileceği bir doğal süreç” bulmayı amaçlar aynı işgal Aristoteles’in fizikçiler olarak adlandırdı-
(Guthrie, 1999, s. 36). Anaksimenes oluşu hava- ğı doğa filozoflarının da sonunu gösterir. Miletos
nın seyrelmesi ve sıkılaşmasıyla ilişkili olarak açık- Okulunun arkheyi anlamaya yönelen felsefeleri
lar. Ona göre, hava seyreldikçe önce yukarı doğru önemini yitirirken, yerini felsefesinin araştırma
yükselir ve ateşi oluşturur. Havanın sıkılaşmasıyla konusunu maddeden forma evrilten Pythagorasçı
ise önce buhar, sonra bulutlar, ardından da yağmur Okula bırakır.
ve sular oluşur. Suyun daha da sıkılaşması toprağı ve
taşı oluşturur. Bu açıdan ateş, su ve toprak, havanın
oluş içinde kazandığı çeşitli hallerdir. Böylece Anak- Miletos Okulunun Genel
simenes değişimi ve dönüşümü havanın niceliksel Değerlendirmesi
olarak değişimiyle bir tutar; başka bir biçimde ifade Felsefenin doğumunu müjdeleyen Miletos
edilirse değişik tözler arasındaki ayrılıklar niceliksel Okulu, Aristoteles tarafından fizikçiler olarak anı-
bir farklılaşmanın sonucudur (Russell, t.y., s. 131). lan ve felsefelerini bilimle kuran düşünürlerden
Anaksimenes’in canlı ve cansız her şeyin ha- oluşur. Ancak yine de Miletos Okulunun üyeleri-
vadan meydana geldiğine ilişkin iddiaları, ileride nin görüşleri bugün kavradığımız biçimiyle bilim-
Pythagorasçı felsefe tarafından bambaşka bir bi- sel değildir. Miletos Okulunu bilimsel gelişmele-
çimde değerlendirilerek bilgi felsefesinin doğuşun- rin başlangıcı olarak saymamızın nedeni ham bir
da ilk basamak olarak kullanılacaktır. Pythagoras- rasyonalizme yönelmiş olmalarından kaynaklanır.
çıların makro kozmos ile mikro kozmos arasındaki Dahası her ne kadar fizik dünyaya ilişkin açıkla-
benzerlikten yola çıkarak benzerlerin birbirlerini malarında mitolojik öykülere ve tanrılara yer ver-
bilebileceklerine ilişkin düşüncelerinin zemininde memiş olsalar da Miletos Okulunun üyelerinin
Anaksimenes’in insan ve evren arasında bir bağ ku- düşünceleri dinsellik ve mitolojiden büsbütün
ran görüşleri yatar. arınmış da sayılamaz. Miletos Okulu düşünürleri-
Anaksimenes’e ününü kazandıran özellikle ast- nin kendilerinden önceki ozanlardan farkı, düşü-
ronomi alanında yaptığı çalışmalardır. Öncüleri nüş kalıplarında felsefi düşünceye geçişin izlerini
gibi fizik dünyayı inceleyen Anaksimenes, sabit taşımalarıdır. Genel hatlarıyla bu dönemde:
yıldızlar ve gezegenler arasında ayrım yapan ilk dü- 1. Bilimsellik adına en önemli uğraş gözlem-
şünürdür. Anaksimenes sabit yıldızlar için “kristal dir. Ancak bu gözlem modern bilimin yön-
kürelere çakılı çiviler” tanımını yaparken gezegen- temi olan kontrollü deney değildir.
lerin dünyanın etrafında hareket ettiklerini söyler 2. Rasyonalizm düşünüş tarzının genel ka-
(Kranz, 1984, s. 34). Ayrıca güneş, ay ve yıldızlar rakteridir. Okulun üyeleri doğayı gözlem-
arasında da ayrım yapan Anaksimenes tek ger- leyerek süzdükleri bilgileri büsbütün akla
çek ışık kaynağının uygun bir şekilde açıklamaya girişirler.
güneş olduğunu Dolayısıyla, bu düşünürler akla duydukları
ileri sürerek bu- sonsuz güven nedeniyle aklın ulaştığı so-
dikkat günün astronomi
Bilginin imkânını ben- nuçları kontrol etmeyi düşünmezler.
bilgisine dönemin-
zerler arasındaki yakın- 3. Miletos Okulu filozoflarının merkezi ilgi-
de erişir. Ancak
lığa/ilişkiye dayandıran leri arkhenin, yani her şeyin kendisinden
Anaksimenes’in en
Pythagorasçı düşüncenin meydana geldiği ana-maddenin mahiyetine
önemli bilimsel
temelinde Anaksimenes’in yöneliktir. Miletoslu filozoflar farklı farklı
keşfi güneş ve ay
insan-evren bağlantısına tutulmalarını doğru arkhelerden söz etmiş olsalar da arkhenin
dair fikirleri vardır. Evreni biçimde açıklamış ilahi, ölümsüz, ebedi ve ezeli olduğu ko-
biliriz çünkü aynı kökten olmasıdır (Cevizci, nusunda hemfikirdirler. Dolayısıyla da Mi-
gelmekteyiz. 2014, s. 38). letos filozoflarının arkhe tanımları tanrısal

28
İlkçağ Felsefesi

nitelikler taşır. Diğer bir deyişle mitolojiyle üzerine görüşlerini teorileştirerek felsefenin
bağlarını kopartmaya başlamış olsalar da zeminini oluştururlar. Sürtünme, doğum,
Miletosluların mitolojik düşüncenin etki- yoğunlaşma, sıkılaşma, soğuma ve ısınma
sinden büsbütün kurtuldukları söylenemez. gibi doğal olayların organik ve fizik temelleri
4. Hareketin nasıl oluştuğu konusuyla doğru- evrenin açıklanmasının modelini oluşturur.
dan ilgilenmeyen Miletoslu düşünürler, var 6. Miletos Okulunun arkheye yönelen karak-
olanların meydana gelişinin nedenini ark- teristik düşünme tarzı monist (tekçi) açık-
henin canlılık özelliğine bağlarlar. Böylece lamaları içerir. Anaksimandros’un apeiron
hareketin başlatıcısı bir fail neden Miletos- görüşü her ne kadar monist düşünceye in-
luların felsefelerinde söz konusu edilmez. dirilen bir darbe olarak düşünülse de, bu
Ancak yine de bu düşünürlerin felsefeleri- darbenin etkileri özellikle öğrencisi Anaksi-
ne evrimci bir görüş hâkimdir. Başlangıçta menes tarafından derhal yok edilir.
bugün gördüğümüz biçime sahip olmayan Miletos’un Persler tarafından işgaliyle son bulan
evrende, zaman içerisinde canlı olan ana- Miletos Okulu’nun ardından felsefe çalışmalarının
maddenin evrilmesiyle var olanlar sırasıyla yoğunluğu Güney İtalya’daki Yunan kentlerine ta-
meydana gelirler. şınır. Burada özellikle Pythagoras ve ardıllarının ça-
5. Bu dönemde saf felsefi düşünceden söz lışmalarıyla yükselişe geçen felsefe bilimsel olmak-
edilemez, filozoflar daha çok doğal olaylar tan çok ahlaki konulara ağırlık verir.

Öğrenme Çıktısı
1 Miletos okuluna mensup filozofların arkhe anlayışlarını açıklayabilme
2 Miletos okuluna mensup filozofların “hylozoizm” fikrini benimsemesinin nedenini ifade
edebilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Miletoslu filozofların
düşüncelerinin ayrıntı-
lı bir şekilde irdelendiği
“Anadolu’da Felsefeye Yol-
culuk-III: Miletoslu Filo- Miletoslu filozofların dü-
Thales ve Anaksimandros’un
zoflar: Thales, Anaksimand- şüncesinde “evrim” fikri
arkheye dair görüşleri ara-
ros ve Anaksimenes” başlıklı nasıl bir yere sahiptir? Fi-
sında ne tür farklılıklar var-
sempozyumun bildirilerini kirlerinizi arkadaşlarınızla
dır? Araştırınız.
Miletli Filozoflar: Thales, paylaşınız.
Anaksimandros ve Anak-
simenes. Ankara: Türkiye
Felsefe Kurumu Yayınları
adlı eserde bulabilirsiniz.

29
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

PYTHAGORAS (MÖ 570-495) VE Pythagorasçı okulun aktif siyasi yaşamı ve ta-


ARDILLARI rikatı andıran örgütlenme biçimi, İyonya’da baş-
Pythagoras Anaksimenes’in çağdaşıdır. O, do- layan felsefenin seyrini büyük ölçüde değişikliğe
ğum yeri olan Samos’tan (Sisam Adası) MÖ 529 uğratır. İyonyalı filozofların doğa felsefesine yöne-
yılında İtalya’nın güneyindeki Yunan kolonilerine len bilimci bir bakış açısını paylaşmalarına karşın,
göç etmiştir. Samos’taki zorba hükümdardan ka- Pythagorasçıların paylaşımları bir yaşam biçimini
çarak Kroton’a yerleşen Pythagoras, burada tarikat gösterir. Diğer bir deyişle İyonyalı filozofların fi-
benzeri dini ve politik bir birlik oluşturmuştur. Bir- zik bilgisine adanan salt teorik kaygıları, Pytha-
liğin amacı takipçileri arasında politik erdemlerin gorasçı gelenekte pratik kaygılarla da iç içe geçer.
geliştirilmesi ve uygulanmasıdır. Pythagoras’a göre, Pythagorasçılarda felsefeyle ilgilenmenin amacı,
politik erdemlerin geliştirilebilmesi ideali ahlaksal anlamak, öğrenmekten çok arınmak, bilgi yoluyla
bir eğitimi zorunlu kılar. İnsanlar ruhlarıyla uyum saflaşmak, evrenin ruhuyla birleşmektir. Bu açıdan
içinde olabilmek için arzularını denetim altında Pythagorasçılık bir yaşam tarzıdır ve amaç insanları
tutmayı, tutkularına gem vurmayı, devlet otori- bilgilendirmekten çok, insan ruhunu kurtarmaktır.
tesine ve büyüklerine saygı göstermeyi öğrenmek Pythagorasçıların pratiğe yönelen kaygıları, onları
zorundadır. Bu ne- ileride Parmenides’in ve Platon’un düşüncelerin-
denle Pythagorasçı de de takip edilebileceği gibi gizemli bir felsefenin
kardeşlik bağları, yaratıcıları, metafizik düşünme biçiminin öncüle-
dikkat yurttaşlık erdemleri- ri kılar. Bu türden bir felsefeye en şiddetli tepkiy-
Pythagoras’ın öğretilerin- nin gelişmesi amacı- se, bilimsel felsefenin geleceğini tehlikede gören
de dinî ve mistik unsurlar nı taşıyan ahlaki bir Herakleitos’tan ge-
ağır basmaktadır. eğitim okulu olarak lir. Böylece eski Yu-
da görülebilir. nanda felsefenin iki
Pythagoras, ahlaki öğretisini takip edenlerle tarzda geliştiği öne dikkat
sürülebilir: biri bi- Pythagorasçılar felsefeyi te-
birlikte siyasal bir nüfuz da kazanır. Pythagoras’ın
limsel felsefe, diğeri orik zeminden pratik zemi-
öğretilerinin ardılı olan pek çok okul, dönemin
İtalya’sının farklı bölgelerinde siyasal açıdan etkili mistik eğilimleri öne ne aktarmışlardır. Felsefe,
hale gelir. Ancak öğretisinin hem dönemin yöne- çıkartan metafizik. onlar açısından bir “yaşam
ticilerini hem de yönetimde etkili olan halkı ra- Bilimsel felsefenin biçimi” halini almıştır. Bu
hatsız edecek biçimde aristokratik öğeler içermesi, kurucuları Miletos- yaşamın merkezinde de ah-
Pythagoras’ın kazandığı siyasal gücün tepkiyle kar- lular, gizemli felse- laki bir çaba olarak “arın-
şılanmasına neden olur ve Pythagoras gelen bu tep- fenin başlatıcılarıysa ma” yer almakadır.
kiler karşısında Kroton’u terk etmek zorunda kalır. Pythagorasçılardır.
Pythagorasçı düşünüşü, Miletos Okulu filo-
zoflarının düşüncelerinden ayırt eden bir diğer
belirgin değişim ise, Pythagorasçı felsefede madde
yerine formun, nitelik yerine niceliğin, fizik yeri-
ne de matematiğin ön plana çıkmasıdır (Cevizci,
2014, s. 42). Buna göre, Pythagorasçılar bir şeyin
kendisinden doğdu-
ğu ana-maddenin
bilinmesiyle değil,
şeyin maddi yapısı- dikkat
Miletos Okulu ile Pytha-
nın, yerine getirdiği
gorasçılar aralarındaki
işlevinin, yöneldiği
fark, Miletos Okulunun
amacının araştırıla-
“maddi neden”e, Pytha-
rak bilinebileceğini
gorasçıların ise “formel
ileri sürerler. Dolayı-
neden”e yönelmiş olmala-
sıyla Miletos Okulu
Resim 2.1 Mö 570-495 Yılları Arasında Yaşayan İlkçağ rından kaynaklanır.
ile Pythagorasçılar
Filozoflarından Pythagoras’ın Büstü

30
İlkçağ Felsefesi

arasındaki fark, Aristotelesçi kavramlarla söylene-


cek olursa, Miletos Okulunun “maddi neden”e,
Pythagorasçıların ise “formel neden”e yönelmiş ol- Pythagorasçılar “düalist”tirler. Düalizm
malarından kaynaklanır (Aristoteles, 1996, 987a). ikicilik anlamına gelmektedir. Pythago-
rasçı düalizm insanın ruh ve beden olmak
üzere iki unsurdan meydana geldiği dü-
Pythagorasçı Felsefede Bilgelik ve şüncesine dayanmaktadır.
Ruh Anlayışı
Pythagorasçı felsefenin insana bakış açısını be-
lirleyen formel neden “ruh” (psûkhe) kavramıdır. Ruhun doğru eyleme yöneltilmesi düşüncesi
“Ruh” kavramı daha önce Homeros tarafından peşi sıra bireyselliği getirirken, bireysel eylemle-
da kullanılmıştır. Ruh Homeros’ta ince bir hava- rin sorumluluğuna ilişkin ahlaki tartışmanın ze-
dır, yani cisimseldir (bkz. Homeros, 1984; Jeager, minini de hazırlar. Diğer bir deyişle, ileride önce
1947). Benzer şekilde Anaksimenes ruhu incelmiş Herakleitos’ta ve Sokrates’te, modern dönemdeyse
bir hava ya da nefes olarak açıklar. Anaksimenes’te özellikle Varoluşçu filozoflarda görüleceği üzere
Homeros’takine oranla ussal bir biçimde sunu- insanın eylemlerinden sorumlu olduğu düşünce-
lan ruhun havayla özdeşliğine ilişkin yaygın kanı, si, Pythagorasçı “ruh” anlayışının eşliğinde belirir.
Pythagorasçı düşüncede dini inanışlarla iç içe ge- Buna göre, insan eylemlerinden sorumludur ve in-
çerek kendisini gösterir. Pythagorasçılar evrenin, sanı insan yapan da eylemleri üzerine düşünmek-
bütününe yayılan ve yaşamın kaynağını oluşturan tir. Diğer bir deyişle teorik çalışmalar yapan insan,
nicelikçe sınırsız bir havayla kuşatıldığını ileri sü- yaşam kurallarını da belirler. İnsanı, çok sonraları
rerler. Pythagorasçılara göre insanın nefesi ya da Nietzsche’nin işaret ettiği sürü insanından ayıran
yaşamı ile sonsuz ve tanrısal olan evrenin nefesi ya şey, var olan ahlaki yargıları sorgulamaksızın kabul
da yaşamı özce bir ve aynıdır. Evrenin bir, ebedi etmek yerine yaşamı sorgulaması, eylem dünyası-
ve tanrısal oluşuna karşın insanlar çok, bölünmüş nın koşullarını belirleme gücüne sahip olmasıdır.
ve ölümlüdürler. Her yerde var olan ölümsüz ruh, Pythagorasçılara göre, ancak bu türden bir yaşam
insanda ölümlü bir bedene hapsolmuştur (Dio- bilgece, felsefi bir yaşamdır.
genes, 2003, VIII 28); oysa insanın özsel parçası Filozof sözcüğünü ilk kez kullanan Pythagoras-
olan ruhu ise tanrısal kıvılcımdan pay aldığından çılar, felsefe etkinliğini de insani etkinliklerin en
ölümsüzdür (Guthrie, 1999, s. 41). Bu ölümsüz üstünü, doğru yaşama götüren yol olarak tanım-
ruh bedenden bedene girebilir. İleride Platon’u de- larlar. “Bu yaşantıda üç tür insan var, Olimpiyat
rinden etkileyecek ruh göçü düşüncesine (orphik oyunlarına gelen üç tür insan olduğu gibi: En aşağı
düşünceye) göre, ruh bedenden bedene, insandan sınıf alıp satmak için gelenler sınıfıdır. Bu sınıfın
hayvana sürekli dönüşür; diğer bir deyişle ruh tıpkı üstünde yarışmak için gelenler sınıfı yer alır. On-
ana-madde gibi yok olmaz. ların en iyisi yalnız seyretmek için gelmiş olanlar
Böylece Pythagorasçılarla birlikte ilk kez mad- sınıfıdır. Bu nedenle en önemli arınma tarafsız bil-
deden ayrılabilen bir “ruh” kavramından söz edi- gidir. Kendini ona adayan gerçek filozoftur. Ger-
lebilir hale gelir. İnsanın beden ve ruhtan oluşan çek filozof kendisini doğuş çarkından kurtarmıştır”
bileşik bir varlık olduğu düşüncesi Pythagorasçıları (Burnet, 1920, s. 72). Felsefe kişinin kendisini ve
düalist bir insan doğası anlayışına ulaştırır. Bu bile- olan her şeyi yalnızca seyrederek edindiği tarafsız
şimde temel bileşen ruhtur ve ruh bedenle ilişkisin- bir bilgiyle sorgulamasının ve yetiştirmesinin baş-
de bozulur, özünü kirletir. Pythagorasçıların ama- lıca aracıdır. Dolayısıyla, Pythagorasçılarda felsefe
cı, “(…) insanın kendisini, beden ve ruh göçüne pratik bir işleve sahiptir. İnsan, bir yaşam biçimi
köle olmaktan kurtarmaktır. İnsan ne denli kötü ve olan felsefe yoluyla kendi eylemleri üzerine bir sor-
günahkâr bir yaşam sürerse, öldükten sonra ruhu- gulama yapar ve bilgilenerek ruhunu kirlilikten,
nun aşağılayıcı bir hayvan bedenine girme olasılığı kötülükten kurtarabilir.
o denli yüksek olur” (von Aster, 1999, s. 34). Bu Pythagoras’ın ruhun ölümsüzlüğü ve ruh gö-
nedenle Pythagorasçı okulun üyeleri bedenin bozu- çüne ilişkin düşüncesinin yol açtığı ikinci önemli
cu etkilerinden arınmak, tanrısal olanla birleşmeyi sonuç ise ruhun insandan hayvana geçebileceğine
sağlamak için tutkuları sınırlayan bir özdenetimi dair sunduğu savda belirginleşir. Buna göre, do-
geliştirmeyi amaçlayan doğru eylemlere yönelirler. ğadaki tüm varlıklar bir akrabalık zincirinin çeşit-

31
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

li üyeleridirler. Pythagorasçıların tanımlamasıyla ya da kısalığının ses


ruh, tüm canlılarda ortak olan nefestir, soluktur, üzerindeki etkisini
havadır. Soluk ya da hava doğadaki tüm canlıları inceleyen Pythago- dikkat
saran ve onlara yaşam veren tek kaynaktır. Böyle- rasçılar, teli uzatıp Müzikteki sayısal uyum,
ce, Pythagorasçılara göre, insanı tanımlayan mikro kısaltarak sesin çe- tüm evrenin sayılarla ifa-
kozmos ve evreni tanımlayan makro kozmos aynı ya- şitli perdelerini ya- de edilebileceği konusun-
pıya sahiptirler. kalamışlar, böylece da Pythagorasçılara ilham
Mikro kozmos ile makro kozmosun aynı yapı- gamın da mucidi kaynağı olmuştur.
dan oluşu, bilgiyi de olanaklı kılar. Pythagorasçılar olmuşlardır.
maddeden ayrı bir ruh saptamasıyla bireyselleşme Pythagorasçılar uyumlu seslerle sayısal oranlar
ilkesini keşfetmiş ve bireysel ruhun da felsefi bilgi arasındaki bağlantıdan hareketle, uyumu sağlaya-
edinerek kirlenmeden, kötülükten korunabilece- nın sayı olduğu ve bu nedenle evrendeki düzenin
ğini ileri sürmüşlerdir. Böylece, Pythagorasçılar, ardında yatan arkhenin de sayı olduğu görüşüne
kendilerine kadar gelen felsefe geleneğinde varlı- ulaşırlar. Miletos Okulu üyelerinin arkhe olarak
ğa yönelen felsefi ilginin alanına “bilgi” sorununu su, hava gibi somut maddeleri seçmelerine karşın
eklemişlerdir. Bilgi edinen/edinmesi gereken bir Pythagorasçılar sayıyı arkhe seçerek soyut düşünüşe
özne anlayışı, ilk kez süje-obje ayrımının Pytha- doğru önemli bir adım atmış olurlar. Pythagorasçı-
gorasçılar tarafından yapıldığını gösterir. Artık lara göre, sayılar evrendeki düzeni sağlarken, sayıla-
bir yanda mikro kozmos (bilen özne), öbür yanda rın yokluğunda var olan ilişkili yapılar, düzen ya da
makro kozmos (anlaşılmayı bekleyen evren) vardır. yasa ortadan kalkar. Bu nedenle Pythagorasçıların
Mikro kozmos ile makro kozmosun karşı karşıya gel- seçtiği arkhe Miletos Okulu üyelerinin ortaya koy-
mesiyle “bilgi” oluşur. Diğer bir deyişle bilgi so- dukları gibi maddeyi ya da özdek duyumunu değil,
rusunun temel nedeni, bu iki kozmosun özce aynı formel ya da ilişkisel bir yapıyı gösterir. Miletos
yapıda olmalarıdır. Okulunun üyeleri evrendeki çoğulluğu oluşturan
Mikro ve makro kozmosun yapılarının aynı oluşu, şeyin karşıtların karışımı olduğunu öne sürmüşler
yani her ikisinin de bir tür havadan, soluktan mey- ve bununla da yetinmişlerdir. Pythagorasçılar ise
dana geliyor oluşu, bilgiyi olanaklı kılar. Böylece, buna düzen, oran, orantı düşüncelerini ekleyerek,
var olanlar arasındaki niceliksel farklılıklara yönel-
Pythagorasçı görüşte, bilen ve bilinenin yapısının
mişlerdir. Diğer bir deyişle her bir ayrı şey, karışıma
aynılığı, yani insanın mantıksal yapısıyla dünyanın
dâhil olan öğelerin farklılığından dolayı değil, bu
mantıksal yapısının (logic) benzerliği “bilgi”nin ne-
öğelerin karışım oranlarından dolayı her ne ise o
denidir. Pythagorasçı bilgi anlayışı “benzer, benzer
olmuştur. O halde, şeylerin yapısını bilmek demek,
olanı kavrar” biçiminde özetlenebilir.
onu oluşturan öğelerin arasındaki oranın yasasını
Makro kozmosu yöneten yasalara, ancak akıl bilmek demektir. Tam da bu nedenle Pythagorasçı
yoluyla ulaşılabilir. Böylece, Pythagorasçılara göre, felsefe madde yerine forma yöneliktir ve arkhenin
ahlaki açıdan arınmayı ve kurtuluşu sağlayan fel- sayı olarak seçilmesi şeyleri oluşturan öğelerin ya-
sefe, aynı zamanda evreni anlamanın da yoludur. sasını bulma amacını taşır. Biraz aşırı bir yorumla
Özellikle sayı teorisi, geometri, müzik ve astrono- Pythagorasçıların bugünkü doğa yasalarının olu-
mi makro kozmosun düzenini ve onu yöneten il- şumuna benzer olarak sayıların varlığını ortaya
keleri kavramak için öğrenilmesi gereken başlıca koydukları da ileri sürülebilir. Kozmosu bilinebilir
bilgilerdir. kılan da onun mantıksal düzenini oluşturan sayı-
lardır. Ancak Pythagorasçı öğretinin temele aldığı
Pythagorasçıların Sayılar Öğretisi sayılar bugün kullandığımız ideal sayılardan fark-
(Varlık Anlayışı) lı bir şekilde, nesnelerin kopyaları ya da taklitleri
Hem ahlaki öğretilerinde hem de evreni anlama olarak geometrik yapıya işaret ederler. Dolayısıyla
çabalarına yön veren itkide Pythagorasçı felsefeye metafiziğin Platon ve Aristoteles dizgelerinde mer-
kezi bir argümanı olan madde-form ayrımı, Pytha-
hâkim olan temel motif “uyum”dur (harmonia).
gorasçılarda sayılar ve nesneler arasında yapılır.
Pythagorasçılar uyuma ilişkin görüşlerini büyük
Pythagorasçılara göre, tüm nesneler sayıların farklı
ölçüde müzik teorisine ilişkin çalışmalarından ha-
biçimlerde örgütlenmesinin sonucu oluşmuşlardır.
reketle ortaya koyarlar. Telli sazlarda telin uzunluğu

32
İlkçağ Felsefesi

İlk dört sayı, yani 1, 2, 3, 4 sayıları nesneler düzeni- tematiğe “sonsuz küçük” kavramını sokmuşlardır.
nin kurucu unsurudurlar. Başlangıçta nokta bulu- Karenin köşegenlerini ve kenarlarını sonsuz sayıda
nur ve nokta 1 sayısını ifade eder. İki noktanın yan bölerek nihayetinde bir tam sayıya ulaşmayı amaç-
yana gelişiyle doğru; üç noktanın dizilimiyle ise üç- layan Pythagorasçılar, felsefenin başka bir zorluk
gen oluşur. Dört nokta hacimli cismin oluşmasını yaratan kavram çiftini daha keşfetmiş olurlar:
sağlar. Böylece Pythagorasçılar sayı bilgisinden ha- “Sonsuz küçük” ve “sonsuz büyük”. Bu kavram çif-
reketle somut cisimlerin düzenini keşfe yönelirler. tinde gözlemlenen güçlükler ileride Zenon’un fel-
Modern geometri- sefesinde uğraştığı antinomilerden (çatışkılardan)
nin giderek mate- birini oluşturur.
matikleştirilmesine, Pythagoras’a göre, cisimsel dünyanın temelini
dikkat matematiksel eşit- oluşturan sayılar da cisimseldir. Her şeyin teme-
Pythagorasçılar arkhenin liklerle kavranma li olan, Aristoteles’in deyişiyle “bir” (Aristoteles,
sayı olduğu kanaatindedir. çabasına karşın, 1996, 986a) olan, iki temel öğenin birleşmesinden
Onlara göre, sayılar, evren- Pythagorasçılar ma- oluşur. Bu öğelerden biri Anaksimandros’un kul-
deki uyumun, orantılılığın tematiği somut bir landığı anlamda sınırsız, yani apeirondur. Sınırsız
kaynağıdır ve şeylerin ne geometriye dönüş- olan öğe yani madde, ancak ona form verecek,
iseler o olmalarını sağla- türme çabası gös- onu tanımlı hale getirecek bir sınırlı (peras) ile
maktadır. terirler (von Aster, birleştiğinde bir oluşur. Diğer bir deyişle, sonsuz
1999, s. 39). bir madde sınırsız olmakla birlikte ancak bir form
Henüz soyut düşüncenin gelişmediği Yunan aldığında, yani sınırları belirli hale geldiğinde bili-
dünyası için pek de şaşırtıcı olmayan bu çabanın nebilir olur. Pythagoras sınırsız olan havayı cisme
karşısındaki en büyük güçlük irrasyonel sayıları dönüştürenin ateş olduğunu ileri sürer. Böylece
kavrama konusundadır. Okulun üyeleri tarafından Pythagorasçı bakış açısından bir hava ile ateşin bir-
geliştirilen Pythagoras teoremine göre bir dik üç- leşimidir. Diğer bir deyişle Anaksimandros’un son-
gende hipotenüsün uzunluğunun karesi iki kenarın suz maddesi, Herakleitos’un evrene yasa veren ya
uzunluklarının karelerinin toplamına eşittir. Ancak da evrenin formunu oluşturan ateş ile birleştiğinde
eşit kenarlardan her biri 1 birim olarak kabul edil- Pythagoras’a göre cisimlerin temeli oluşur. Böylece
diğinde, hipotenüs bilinmez, biçimsiz olan sınırsız madde, ona sınır
√2 olarak bulunur çeken, oran katan, onu tanımlı hale getiren sınırlı
ki, bu durum evreni formla birleştiğinde cisimler meydana gelir.
dikkat tam sayılarla açık- Bir evrendeki her şeyin temeli olduğundan,
Üçgenin kenarlarından bi- layan ve evrendeki sınırlı ve sınırsız çifti de tüm evrene saçılmıştır.
rinin ölçülemediği bir du- uyumu tam sayıla- Pythagorasçılar aynı zamanda evrendeki uyumu
rumda, evrenin matema- rın ilişkisine bağ- sağlayan on karşıt çift saptarlar: Sınırlı/sınırsız, tek/
tiksel bir oranlılık üzerine layan Pythagorasçı çift, bir/çok, sağ/sol, erkek/dişi, sükûnette olan/
kurulduğu iddiası çıkmaza metafizik için kabul harekette olan, doğru/eğri, aydınlık/karanlık, iyi/
giren Pythagorasçılar, ön- edilemez bir sonu- kötü, kare/dikdörtgen (Aristoteles, 1996, 986a).
celeri bu bilginin bir sır ca işaret eder. Bu- Bu kavram çiftlerinden ilk olarak anılanlar Pytha-
olarak kalması gerektiğini günün matematik gorasçılara göre yetkinliği ve düzeni; ikinci olarak
düşünmüşlerdir. Anlatılan- bilgisi dâhilinde √2 sözü edilenler ise eksikliği ve düzensizliği ifade
lara göre bu sırrı saklaya- irrasyonel bir sayıdır ederler. Bir nasıl ki hem tek hem de çifttir, yani bir
mayan ve onu tarikat üyesi ve tam sayı ile ifade uyumdur; evren de bu karşıtlar arasındaki uyumu
olmayan insanlara açıkla- edilemeyen, kesir gösterir. Her ne kadar kozmosun temeline bir olanı
yan Hippasos’u ölümle ce- sistemiyle ise yal- yerleştirmiş olmakla monist bir görünüm sergilese-
zalandırmışlardır (Cevizci, nızca yaklaşık olarak ler de, Pythagorasçılar karşıtlıkları kozmostaki uyu-
2014, s. 49) değer biçilebilen bir mun ilkesi olarak saymakla düalist bir görüşe ula-
niceliği gösterir. şırlar. Kozmos tüm karşıtları bir yoluyla içine alan
Pythagorasçılar tüm kenarları 1 birim olan ka- bir sayılar uyumudur. Dolayısıyla Pythagorasçılar
renin köşegenlerine oranının bir tam sayıyla ifade nesneler düzenini bir sayılar sistemi olarak temel-
edilememesine ilişkin bu güçlüğü aşmak üzere ma- lendirmeye uğraşırlar. Bu arada sayı mistisizmine

33
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

kaymışlarsa da asıl göz önünde bulundurdukları müzikal tonu bulunur. Böylece kürelerin merkez
şey nesnelerin kalıcı, kavramsal düzenini bilme ateş etrafındaki düzenli dönüşü uyumlu seslerin
denemesidir ve bu düzenin temelinde matematik birlikteliği olan bir müzik yaratır. Pythagorasçıların
orantılar bulunur. evrenin müzikal uyumuna dayandırdıkları mistik
düzen anlayışı, Pythagorasçı felsefede bilimsellikle
dinselliğin iç içe geçtiğinin en açık göstergesidir.
Pythagorasçıların Evren Tablosu
Pythagorasçıların evren anlayışı Miletoslu dü-
Pythagorasçı kuramda nesneler düzeninin ku-
şünürlerin görüşleriyle karşılaştırıldığında büyük
rucusu olan ilk dört sayının (1, 2, 3, 4) toplamını
bir ilerleme olarak görülebilir. Pythagorasçılarla
veren 10 sayısı, sayıların bütün doğasını içinde ba-
birlikte dünya evrenin merkezi olmaktan çıkmış,
rındıran mükemmel sayı olarak kabul edilir (Aris-
bir gezegen olarak tanımlanmıştır. Ayrıca dünyayı
toteles, 1996, 986a). Ancak bu kabul Pythagorasçı
küre halinde ve merkezin etrafında döner biçimde
evren anlayışında bir açmaza da neden olur. Dö-
ilk kez tanımlayanlar da yine Pythagorasçılardır.
nemin bilinen beş yıldızı (Satürn, Jüpiter, Mars,
Gezegenlerin, dünya, güneş ve ayın evrenin merke-
Merkür ve Venüs), güneş, dünya, ay ve sabit yıl-
zinden uzaklığını hesaplayan Pythagorasçılar mev-
dızlar kümesi gökyüzünün birer parçası olarak sa-
simlerin oluşumunu da günümüze kadar gelebile-
yıldıklarında, gök cisimleri mükemmellikten uzak
cek bir öngörüşlülükle açıklamayı başarmışlardır.
kalmaktadır. Sistemin tutarlı ve mükemmel olabil-
mesi için 10 adet gökcisminin bulunması gerekti-
ğini düşünen Pythagorasçılar, bir de Karşı-Yer’i icat Pythagorasçı Felsefenin Genel
ederler. Değerlendirmesi
Pythagorasçılar, daha sonra Kopernikus’a ilham Mistik felsefenin önünü açan Pythagorasçılar,
olacak biçimde, tüm gökcisimlerinin merkezde bu- siyasetten matematiğe, astronomiden müziğe geniş
lunan ve sınırlıyla sınırsızın birleşmesinden doğan ilgi alanlarını içeren çalışmalarıyla felsefe tarihin-
merkez ateşe bir yay de derin izler bırakmışlardır. Matematikle teolo-
ile bağlı olduğunu jiyi birleştirme çabaları ortaçağ düşünürlerinden
ve onun etrafında Kant’a değin pek çok filozof üzerinde etkisini gös-
dikkat döndüğünü iddia terirken, orphik görüşleri başta Platon olmak üzere
Pythagorasçıların “merkez ederler. Pythagoras- pek çok düşünür tarafından tekrar tekrar tartışılır.
ateş” adını verdiği ve ev- çıların bu evren tab- Kişilerin eylemlerinde sorumluluk sahibi oldukla-
rendeki tüm cisimlerin et- losu, ileride merkez rına ve bilgilenerek kötülüklerden arınacaklarına
rafında döndüğünü iddia ateş yerine güneşin ilişkin etik yaklaşımları antik dönemden modern
ettiği şey Kopernikus’un koyulmasıyla güneş döneme değin ahlak felsefelerinde başlıca tema
güneş merkezli anlayışı merkezli evren açık- olarak işlenir. Pythagorasçıların matematik üzerine
için bir ilham kaynağıdır. lamasının yolunu başarılarıysa tartışmasız bir önem taşır. Bertrand
açacaktır. Russell Batı Felsefe Tarihi adlı eserinde “düşünce
Pythagorasçı evren tablosunda dünyanın ısı ve alanına bu denli etki yapmış bir adam tanımıyo-
ışık kaynağı güneş, ışığını merkez ateşten alarak rum” diyerek (Russell, t.y., s. 141) Pythagoras’ın
yansıtır. Güneşin merkez ateş etrafındaki dönüşü düşüncelerinin felsefe tarihindeki ağırlığını ortaya
bir yılda tamamlanır. Dünyanın merkez ateşi değil koyar. Genel bir değerlendirmeyle Pythagoras ve
de yalnızca güneşi görmesinin nedeni tüm gökci- ardıllarının başarıları şöyle sıralanabilir:
simleriyle birlikte dünyanın merkez ateş etrafında 1. Pythagoras ve ardılları bir yandan mistik di-
dönüşü sırasında Karşı-Yer’in merkez ateş ile dünya ğer yandan ise bilimsel gelişmenin zeminini
arasına girmesinden dolayıdır. Böylece Karşı-Yer, hazırlamışlardır. Fizik ile matematiğin bir-
dünyayı merkez ateşin ışınlarından da korumuş likteliğini kurarak modern fizik biliminin
olur. temelini atan yine Pythagoras’tır.
Pythagorasçı evren tasarımında tüm gök cisim- 2. Matematik alanında özgün kuramlar geliş-
leri küre biçimindedirler. Kürelerin devinimi bir tiren Pythagorasçılar, aynı zamanda mate-
oktavı ve dolayısıyla da uyumu temsil eder. Her matiği bir yöntem haline getirerek bilimin
kürenin kendi ağırlığına ve dönme hızına göre bir temeline yerleştirirler.

34
İlkçağ Felsefesi

3. Doğadaki uyumun, matematiksel oranlılı- 6. Özellikle ruh göçü düşüncesiyle birlikte


ğın, ölçünün, dengenin kâşifi olan Pytha- Pythagorasçılar bedenden ayrı bir ruhun
goras ve ardılları, evrenin matematiksel olduğunu kabul ederler ve bu yoldan felse-
olarak ifade edilebilecek bir düzeni içerdiği fe tarihinde yüzyıllarca sürecek bir tartışma
yolundaki modern anlayışın da temelini ha- alanını armağan etmiş olurlar. Bedenden
zırlamış olurlar. ayrılabilir bir ruhun var olduğu görüşü
4. Pythagorasçılar düalist anlayışlarıyla Mile- felsefe tarihinde iki farklı sonuç doğurur.
tos Okulunun monist bakış açısının sonu- Bunlardan ilki Platon’un yorumudur. Pla-
nu getirirler. ton ve ardıllarına göre, tek gerçeklik ruh-
tur; beden ise insanı gerçeklikten koparan,
5. Pythagorasçılarla birlikte, bilinçli bir tanı-
maddi dünyaya bağlayan bir hapishanedir
ma hâlâ kavuşturulmamış olsa bile, “bilen
(Platon, 1997, 250c). Diğer bir yorum ise,
özne” düşüncesi felsefe tarihindeki yerini
Descartes’te belireceği üzere, beden ve ru-
alır. “Bilen özne” ile “bilinen evren”in ya-
hun birbirlerinden yapıca farklı iki ayrı töz
pıları arasındaki benzerlik bilgiyi olanaklı
olduğu düşüncesidir (bkz. Descartes, 1994).
kılmakla kalmaz, aynı zamanda bilgi so-
rununun da felsefenin bir parçası haline 7. Pythagorasçılarla birlikte görünür hale
gelmesinin önünü açar. Bu türden bir bilgi gelen ruh kavrayışı, özellikle Sokrates ve
anlayışında bilgi yoluyla arınmaya duyulan Platon çizgisindeki yorumuyla modern
inanç, ahlak sorunlarının da belirginleşme- dünyaya taşınacak olan etik sorumluluk
sini sağlar. düşüncesinin de temelini oluşturur.

Öğrenme Çıktısı
3 Pythagoras ve ardıllarının arkhe anlayışlarını açıklayabilme
4 Pythagorasçıların “bilimsel” düşünceye yaptığı katkıları sıralayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Pythagoras ve Pythagorasçı
Anaksimenes’in arkhe hak-
düşünce hakkındaki ayrın-
kındaki görüşleri vasıtasıyla Pythagorasçıların bilgi an-
tılı bir inceleme için Bayla-
Pythagorasçıların fikriyatı layışı hakkında öğrendikle-
dı, D. (2008). Pythagoras:
üzerinde bir etkide bulun- rinizi arkadaşlarınızla pay-
Bir Gizem Peygamberi.
duğu söylenebilir mi? Araş- laşınız.
İstanbul: Say Yayınları adı
tırınız.
eseri okuyabilirsiniz.

DEĞİŞİM VE HAREKET SORUNU


Miletos Okulu ve Pythagorasçılar ana-maddenin mahiyetini sorgularken, “tekten çoğulluk nasıl mey-
dana gelir?” sorusunu genellikle ihmal ederler. Bu açıdan, hem Miletos Okulunda hem de Pythagorasçı
felsefede değişimin ve hareketin nasıl meydana geldiği sorusu yanıtsız kalır. Her ne kadar birbirlerinden
çok farklı görüşler ortaya koysalar da Herakleitos ve Elea Okulu, değişim ve hareketin olanağına dair ortak
bir ilgiyi içeren çalışmalarıyla İlkçağ felsefesinin daha önce hesabı verilmemiş bir sorusunu gündeme getir-
miş olurlar. Böylece İlkçağ düşünce dünyasında materyalist Miletos Okulu ve formalist Pythagorasçıların
ardından hareket ve değişim sorununa odaklanan üçüncü bir düşünce geleneği baş gösterir.

35
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Bu düşünce geleneğine damgasını vuran tartış- Yaşamını “çoklar”dan kaçarak geçiren He-
ma, oluşu evrenin temeline yerleştiren Herakleitos rakleitos, Diogenes Laertios’un anlattığına göre,
ile hareketin imkânsızlığını mantığın olanakla- kendisine siyasete katılmasını teklif eden yurttaş-
rı dâhilinde kanıtlama uğraşı veren Parmenides larına birlikte devlet yönetmektense çocuklarla aşık
arasındadır. Birbirini dışlayan düşünceler ortaya oynamanın daha iyi olduğu yanıtını verir. Yine
koysalar da bu iki filozofun düşüncesini bir arada Laertios’un anlattığına göre, insanlardan kaçmak
incelemeyi mümkün kılan da hareket ve değişim için çıktığı dağlarda vücudu ödem yaparak hastala-
sorununa yönelik bu ortak ilgileridir. nan Herakleitos, siteye giderek hekime şaşırtmacalı
bir biçimde yağmurlu bir havayı kurağa çevirip çe-
viremeyeceklerini sorar. Hekimler Herakleitos’un
Herakleitos (MÖ 535-457) sorusunu anlamayınca da, Herakleitos kendisini
İyonya felsefesinin sonuncu filozofu olan He- gübreliğe gömerek vücudundaki ödemi ısıyla ku-
rakleitos MÖ 540-480 yılları arasında yaşamış rutmaya çalışır. Ancak çabası sonuç vermez ve He-
ve tüm yaşamını Epeshos’ta (Efes) geçirmiştir. rakleitos hayatını kaybeder.
Soylu ve köklü bir aileden geldiği bilgisi dışında Herakleitos’un “çoklar”a duyduğu güvensizlik,
Herakleitos’un yaşamına dair bilinen her şey birer onu düşüncelerini çokların anlamayacağı bir üslup-
söylentiden ibarettir. la yazmaya iter. Bu nedenle MÖ 3. yüzyılda yaşa-
İleride Sokrates ve Platon’un düşüncelerinde de yan Phliuslu Timon, Herakleitos’a “muammacı” sı-
açığa çıkacağı gibi çağının demokrasisine yönelik fatını yakıştırır. Cicero ise Herakleitos’u “karanlık”
eleştirel tutumu Herakleitos’u yalnızlığa sürük- (obscure) olarak tanıtır. Herakleitos, Diogenes’in
lemiş, sıklıkla “ruh ve düşünce aristokratı” olarak bildirdiği üzere, kitabı Doğa Üzerine’yi “çokluk”tan
tanımlanmasına neden olmuştur. Kendi ifadesiy- uzak tutmak, yalnızca onu anlayabilecek olanların
okumasını sağlamak için Artemis Tapınağına bı-
le, “‘en iyiler’ bir şeyi bütün şeylere yeğ tutarlar:
rakır. Böylece kitaba yalnızca tapınağa girme hak-
ölümlü şeylerin verdiği sonsuz ünü; çokluk (çok-
kına sahip tek sınıf olan aristokratların erişmesini
lar) ise sığır gibi toktur. –Bir kişi benim için on bin
istemiştir. Evren,
kişi, mükemmel ise. –Nedir ki onların aklı yahut
siyaset ve teoloji kı-
düşünmesi; halk şarkıcılarına kanıyorlar ve yığını sımları olmak üzere
öğretmen ediniyorlar ‘çokların kötü, azların iyi’ üç bölümden oluşan dikkat
olduğunu bilmeyerek” (Kranz, 1984, s. 69 -B 29. kitap, o denli ünlen- Herakleitos’un yazım üs-
49. 104). Daha sonra Nietzsche tarafından “pek miştir ki, ilerleyen lubu son derece ağır ve zor
çoklar” ve “sürü insanı” olarak tanımlanacak olan zamanlarda Herak- anlaşılır bir nitelik arz et-
“çoklar”, Herakleitos’a göre, düşünemeyen, aklını leitosçular türemiş mektedir. Bu nedenle kimi
kullanmak, sorgulamak yerine kendilerine verilen- ve Herakleitos’un filozoflar, örneğin Cicero,
lerle yetinen insanlardır. öğretisini büyük ona “karanlık Herakleitos”
ölçüde zedeleyerek adını verirler.
kulaktan kulağa
yaymışlardır.

Herakleitos’un Evrenin Ana-Maddesi


Üzerine Düşünceleri
Herakleitos’un başlangıçtaki ilgisi, Miletos
Okulu geleneğinde görüldüğü gibi arkheyi aramaya
yöneliktir. Ancak Herakleitos durağan bir maddeyi
arkhe olarak seçmenin doğadaki değişim ve devi-
nimi açıklayamayacağını düşündüğünden, bildiği
en hareketli özdeği, “ateş”i arkhe olarak seçer. Ateş,
Resim 2.2 Herakleitos’un Bütün Hayatını Geçirdiği Herakleitos’a göre, tüm var olanların ilk gerçeğidir,
Epeshos (Efes) tüm karşıtların içinde eridiği birliktir. Herakleitos

36
İlkçağ Felsefesi

ateşi bazen buhar, bazen de nefes olarak adlandırır. –Ateş gelip bütün şeyleri yargılayıp yakalayacaktır”
Nitekim ardıllarından bir kısmı bu nedenlerle ateşi (Kranz, 1984, s. 64, B. 64. 30. 31. 66). Dolayısıyla
organizmadaki ilk ilke olarak tanımlayacaklardır. bütün dünya düzeni bir yanda sönerken, diğer yan-
Bazı yorumculara göre, ateş ilkesi sürekli eyle- da yanan bir ateş olarak tanımlanabilir. Fragman-
min yalnızca somut, fiziksel bir simgesidir ve bu dan da anlaşılacağı üzere değişim daima bir ilkeye,
nedenle ateşi kendinde bir töz olarak değil, oluşun ölçüye göre sürüp gider.
kendisi olarak tanımlamak daha doğru bir yorum-
dur. Herakleitos’a göre, ateş her şeyin niteliksel Herakleitos’un Değişim Üzerine
olarak değişimine yol açan bir ilkedir. Bu neden-
Düşünceleri
le, Herakleitos’un seçtiği arkhe Miletos Okulunun
üyelerinin seçtiği, sabit kalan arkhelerden farklı Miletli filozofların gerçek physis saydığı arkheyi
olarak sürekli değişkendir ve sürekli değişimin ilke- değişimi açıklamakta yetersiz kaldığı için eleştiren
sidir. Ateş, bir mum ışığı gibi, bir süre için sabit ve Herakleitos’a göre evren “boyuna akan bir süreç”,
değişmez görünebilse de, malzemesini sabit bir bi- başı sonu olmayan bir değişimdir. Bu değişim
çimde değiştirebilmektedir (Guthrie, 1999, s. 51). içinde aynı kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur.
Başka bir deyişle, ateş, hem maddenin arkhetipik Herakleitos’a göre, tüm gerçeklik hiç durmadan
bir formudur hem de oluşun düzenidir. akıp giden bir ırmak gibidir. Her ne kadar fizik
dünya görünürde devinimsizmiş gibi kabul edilse
Herakleitos’a göre, dünya hiç sönmeyen bir
de gerçekte her şey akışa, değişime tabidir. Kısacası
ateştir. Bu ateşin bir bölümü her zaman öteki
sadece değişenlerden oluşan fizik dünyada değiş-
maddeler olan toprağı, suları ve havayı oluşturur.
meyen tek şey değişimin ilkesidir. Değişim hiç dur-
Oluş daima bir düzen içerisindedir. Diğer bir de-
madan devam ettiği için nesneyi oluşturan madde,
yişle ateş, toprak, su ve hava arasındaki değişimi,
gerçekte zamanın birbirini izleyen iki anında aynı
birbirlerini daima dengeler biçimde düzenler. Bu
olamaz. “-Olduğu yerde kalan hiçbir şey yoktur.
açıdan saf ateşin yönetsel bir kapasitesi olduğu ileri
–Aynı ırmaklara girenlerin üzerine hep başka su-
sürülebilir. Herakleitos ateşi kozmik güçlerin itici
lar akar gelir. –Aynı
ilkesi olarak ele alır. Ateş suların buharlaşmasına,
ırmaklara giriyoruz
buharın yükselmesine ve bulut olmasına, bulutun
hem girmiyoruz,
soğuyarak yağmura dönüşmesine, toprağın kuru- dikkat
hem biziz hem deği-
masına neden olan ilkedir. Bu açıdan ateş katı, sıvı Herakleitos’un görüşünü
liz” (Kranz, 1984, s.
ve gazların “değişim ilkesi”dir. kabaca özetlemek üzere
64, B 52. A 6. C 5.
Bu üç kütle arasındaki değişimler eşzamanlı kullanılan panta-rhei (her
B 12. 49a). Evrenin
olduğundan birinin azaldığı yerde diğeri çoğalır, şey akar) ifadesi, gerçekte
sürekli dönüşümlü
böylece bütün hep aynı kalır. “Bütün şeyleri (ev- Herakleitos tarafından de-
bir süreç oluşunu
reni) şimşek (ateş demek) yönetir. –Bütün kişiler ğil, ardılları tarafından dile
Herakleitos, panta-
(ve şeyler) için aynı olan bu bizim kozmosumuzu getirilmiştir.
rhei düşüncesiyle
ne bir insan ne de bir Tanrı yaratmıştır, o daima açıklar.
hep yaşayan bir ateş-
Buna göre, hiçbir şey aynı kalmaz ve her an her
ti, ve olacaktır, ölçü-
şey değişir. Ancak bu değişim kuralsız da değildir.
lere göre parlayan ve
Tüm değişenlerin ardından bir düzen, ölçü bulu-
dikkat ölçülere göre sönen.
nur ki bu da bir düzenin, bir kozmosun olduğunu
Herakleitos, Anaksiman- (…) Ateşin dönüp-
gösterir. Herakleitos tüm değişenlerin oranlı bir bi-
dros’un evrenin basit bir değişmeleri: önce
çimde değiştiği düzene logos adını verir.
halden evrim geçirerek deniz, denizin yarı-
oluştuğu iddiasına, evrenin sıyla toprak, yarısıy-
geçmişte de gelecekte de la da aither; fakat ye- Logos Yunancada akıl, düşünce, ölçüt gibi
aynı kalacağını ifade eden niden toprak, deniz anlamlara gelmektedir. Herakleitos ise bu
“(…) o daima hep yaşayan olarak dağılıp akar kelimeyi içerisindeki her şeyin oranlı bir
bir ateşti, ve olacaktır” söz- ve toprak olmadan biçimde değiştiği düzen anlamında kul-
leriyle karşı çıkar. önceki aynı orana lanmaktadır.
(logos’a) göre ölçülür.

37
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Herakleitos’un Logos Öğretisi iki yarısını oluştu-


Her şeyin değiştiği düşüncesi üzerine temelle- rurlar. Bu nedenle,
nen Herakleitosçu öğretide yine de değişmeden ka- “(…) doğru ve eğri dikkat
lan iki şey bulunur. Bunlardan ilki, arkhe olan ate- yolu bir ve aynıdır – Diyalektik düşünce ileri-
şin geçirdiği tüm dönüşümler boyunca aynı kalan İnen ve çıkan yol bir de öncelikle Hegel, daha
miktarıdır. Örneğin bir yerde değişim sonucu top- ve aynıdır. –İyi ve sonra ise Hegel’den aldığı
rak azalıyorsa, bu başka bir yerde toprağın çoğaldı- kötü bir ve aynı şey” ilhamla Marks tarafından
ğı anlamına gelir. Genel anlamda arkhenin miktarı (Kranz, 1984, s. 64, kullanılacaktır. Ancak He-
hep sabittir. Evrendeki sürekli değişime karşın her B 59. 60. 58). Ev- rakleitos diyalektiği onto-
şeyin sabit görülmesinin nedeni de bu oranlılıktır. rendeki oluş halinin lojik açıdan değerlendirir-
nedeni de karşıtlar ken, Hegel’in diyalektiği
Herakleitos’a göre, tüm değişimleri oranlı, dü- epistemolojik bir bağlama
zenli ve ölçülü kılan bir yasa bulunur. Her şeyin arasındaki süregiden
oturur.
değişmesine karşın evrende değişmeden kalan ikin- savaş durumudur.
ci şey ise işte bu yasa ya da logostur. Logos evren-
de egemen olan yasadır, düzendir ve akıldır. Logos
Yunan dünyasında akıl, ölçü, oran, tasvir, önerme, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA)
cümle, söz anlamlarını içerir. Kısacası Herakleitos’a Türkçe Bilim Terimleri Sözlüğü diyalek-
göre, logos, evrendeki her şeyi düzene sokan yasa, tik kavramını şu şekilde tanımlamaktadır:
“oluş”un “logic”i, “(…) presokratik düşüncenin “Doğa, toplum ve düşüncenin, içlerinde
diliyle, her şeyi yöneten güçtür” (Cevizci, 2014, var olan çelişkilerin doğal sonucu olarak,
s. 74). Diğer bir deyişle, logos evreni yöneten il- karşıtlıklar arasındaki çatışmalardan, sav
kedir. Öte yandan logos bir başka yorumla insanın ile karşısavdan doğan yeni bireşimler ve
aklî yanıyla da açıklanabilir. Logos kendisiyle, “her çember değil de sarmallar biçiminde ger-
şeyin her şey aracılığıyla yönlendirildiği düşünce çekleşen sürekli devinim ve sürekli deği-
(gnome)” ile özdeştir (Guthrie, 1999, s. 51). Tıp- şim ilke ve yöntemi, eytişim”.
kı Pythagorasçıların bilen özne ile bilinen evrenin
mantıklarının aynılığı gibi, Herakleitos’a göre de
logos evrenin düzeniyle insanın düşüncesinin ortak Savaş durumu her nesnenin karşıtların toplamı
yanıdır. olduğunu ifade eder. Bu açıdan, Herakleitos’a göre,
Böylece Herakleitos hem evrenin hem de aklın bir nesne “hem vardır, hem yoktur” (Aristoteles,
yönetici ilkesi olan logosa tanrılık niteliğini yükle- 1996, 1005b 25). Herakleitos’un değişimi ve nesne-
miş olur. Logos dünyadaki çoğulluğun ardındaki de süregiden savaş durumunu anlatmak üzere kul-
birliktir. Bu nedenle, Herakleitos’a göre, dünya landığı bu düşünce, felsefe tarihinde çokça tartışılan
aynı zamanda hem birlik hem çokluktur. “Bir”in bir konuya başlangıç oluşturur. Özellikle Aristote-
çoğunluk içinde farklılaşması ve çoğunluğun “bir” les Herakleitos’un değişimi anlatmaya yönelen bu
ile bütünleşmesi hem sonsuz, hem eş zamanlıdır. düşüncesini, çelişmezlik ilkesini zedelediği gerekçe-
Karşıtların birliği evrene bir “gizli uyum” verir. Do- siyle hatalı bulur. Oysaki Herakleitos nesnede var
layısıyla evrende karşıtlar, logosun sağladığı uyum olan zıtların aynı anda belirdiğine değil, nesnenin
içinde sürekli birbirlerine dönüşürler. Her karşıt potansiyel olarak karşıtlardan her birine dönüşebil-
çift, birbirleriyle savaş içinde bulunan bir birliktir. diğine dikkat çekmeyi hedefler. Söz konusu zıtlar
Karşıtlar arasındaki savaşı düzenleyerek karşıtların arasındaki savaşı düzenleyen ise logosun kendisidir.
oranlı bir şekilde birbirlerine dönüşmesini sağla- Sonraki dönemlerde, kendi felsefelerini temel-
yansa logostur. lendirmek amacıyla Herakleitos’un görüşlerini
Karşıtlar arasındaki savaş, aynı zamanda karşıt- çarpıtarak kullanan Sofistler, logosu unutmuş, tüm
lar arasındaki birliği de ortaya koyar. Her bir tek, evrene salt değişimin hâkim olduğunu ve bu ne-
karşıtı var olduğu için vardır ve her bir tek karşıtı- denle de bilgiye ulaşmanın imkânsız olduğunu id-
nı sınırlarken, aynı zamanda var olmasının koşu- dia etmişlerdir. Sofistlerin bu çabalarıyla Platon’un
lunu ortaya koyar. Bu düşünme biçimi diyalektik eleştiri oklarına hedef olduğunu hatırlatmak ge-
düşüncenin ilk basamağını oluşturur. Soğuk-sıcak, rekmektedir. Buna karşın, Herakleitos’un görüşü
gün-gece, hastalık-sağlık gibi karşıtlar bir bütünün mutlak göreliliği değil, logosun değişmez yasasını

38
İlkçağ Felsefesi

temel alır. Logosun yasası insan yapısı değildir. İn- şiler logosu kavrayamaz ve kendi düşünceleri varmış
san yapısı olan ve olmayan tüm yasalar logostan pay gibi yaşarlar: “Demek ki izlemeli ortak olanı –Ortak
alırlar. Logosun nesnelliğini göz ardı eden Sofistler olsa da Logos –çoğunluk yaşar kendine özgü düşün-
ise insanlar tarafından üretilen yasaları doğanın ya- cesi varmış gibi” (Herakleitos, 2012, s. 22).
salarından bütünüyle koparırlar. Kozmik akılla insan aklı arasındaki yapısal ben-
zerlik gerçekliği anlamak, kozmik akılla insan aklı
Herakleitos’un Bilgi Kuramı ve Ruh arasındaki benzerliği kavramak ise insanın kendisi-
Öğretisi ne bakma gereğini doğurur.
Hem insan doğasına hem de fizik doğaya dü-
zen katan logos bilginin olanağını da teşkil eder.
Herakleitos’a göre, algı dünyası değişmezmiş gibi
görünür, fakat bu görünüş aldatıcıdır. Görünenle- dikkat
rin ardındaki düzen akılla kavranabilir. Diğer bir Pythagorasçıların makro kozmos ve mikro
deyişle, gerçeğin bilgisini duyular değil, sadece akıl kozmos arasında kurmuş oldukları benzerlik,
verebilir. Logosun sesini duyamayanlar için ise du- Herakleitos’un düşüncesinde evreni yöneten
yular aldatıcıdır. tanrısal akıl ile insandaki akıl arasında ku-
Herakleitos’ta akıl, kozmik aklın yani logosun in- rulur. Ancak, Herakleitos’ta, Pythagoras’tan
sandaki karşılığıdır. İnsanı beden ve ruhtan oluşan farklı olarak, tanrısal akıl ile insan aklı arasın-
ikili bir yapı biçiminde tanımlayan Herakleitos için daki ortak düzeni ifade eden logos bir madde-
evrendeki kozmik ateş, insanın ruhunda varlığını dir, yani ateştir.
sürdürür. İnsan her nefeste kozmik ateşi içine çeker
ve böylece akıl sahibi haline gelir. Buradan hareketle
Herakleitos’un tanrısal olan logosu ortak akılla te- Nitekim Herakleitos “kendimi araştırdım”
mellendirdiği, çünkü logosun ancak herkeste ortak (Kranz, 1984, s. 65, B 101) derken, gerçeğin ya da
olan akılla kavranabileceği ileri sürülebilir (Capelle, logosun araştırmasına yöneldiğini dile getirmiş olur.
1995, s. 131). Ancak, Herakleitos’un aristokratik Bu araştırma bir yandan fizik dünya düzenini ifade
tavrı aklı herkeste ortak olarak tanımlamakla bir- eden varlığın diğer yandan da logosa uygun, bilgece
likte, herkesin aklını kullandığını kabul etmez. Ona yaşamın mahiyetinin araştırması olarak ahlakın ala-
göre, “çokluk” pay aldığı aklı kullanmaz ve duyu- nını oluşturur. Dolayısıyla Herakleitos’un düşünce-
larla kavradıklarını gerçek zanneder: “Ruhları ham sinde, varlıkla akıl arasında dolaysız bir bağ kuru-
olan insanlar için, gözler ve kulaklar kötü tanıktır” lur. Ancak bu bağ özellikle modern özne tanımının
(Kranz, 1984, s. 66, B 107). Ruhları ham olan ki- mucidi Descartes ile tamamen kopartılacaktır.

Öğrenme Çıktısı
5 Herakleitos’un arkhe anlayışını açıklayabilme
6 Herakleitos’un logos öğretisini ana hatlarıyla irdeleyebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Herakleitos’un fikirlerini
kendi satırlarından okumak
Herakleitos “her şeyin de-
için Herakleitos. (2016). Herakleitos’un arkhe ve ruh
ğiştiği bir evrende bilgiye
Fragmanlar: Testimonia-
ulaşmak mümkün müdür?” anlayışları arasında nasıl bir
Fragmenta-Imitationes. Çev.
sorusuna ne cevap verirdi? ilişki olduğunu anlatınız.
Güvenç Şar ve Erdal Yıldız.
Araştırınız.
İstanbul: Dergah Yayınları
adlı eseri okuyabilirsiniz.

39
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

ELEA OKULU Duyduğu içsel ses Parmenides’e, doğruyu yalnızca


Elea Okulu güney İtalya’nın Elea kentinde Par- aklın verebileceğini söylerken, aklın, Herakleitos’un
menides tarafından kurulmuştur. Okulun genel felsefesinin temeline yerleştirdiği değişimi, hareketi
düşünme biçimindeki metafizik ağırlık, temsilcileri tutarsızlığa düşmeden kavrayamayacağını açıklar.
arasında bir yöntem birliği sağlar. Elea Okulunun Çünkü hareket “(…) yani var olan bir şeyin (daha)
var-olmayan bir şey haline” geçmesidir. Bu nedenle
üyeleri duyu tecrübesini hakikati gösterememesi
akıl tutarsızlığa düş-
nedeniyle reddederlerken, felsefelerini deneyden
meden kavrayama-
bağımsız bir biçimde akıl yürütmelere dayandırır-
yacağı var-olmayanı
lar. Böylece okuldaki genel düşünme biçimi, ileride
düpedüz yadsıma- dikkat
Platon’un aralarındaki uçurumu kapatmaya çalışa-
lıdır (Kranz, 1984, Parmenides’e göre, hareket
cağı “görünüşler dünyası” ile “kavramlar dünyası”nı
s. 75). Duyum ve var olan bir şeyin var ol-
birbirinden büsbütün ayırt ederek ilerler. Hakikati
algıları büsbütün mayan bir şeye dönüşmesi
kavramlar dünya-
dışlayan böylesi bir anlamına gelir. Dolayısıy-
sında bulan Elealı- felsefenin olanağı, la, hareketi çelişkiye düş-
lar için doğal olarak ancak Parmenides’in meksizin tasavvur etmek
dikkat yöntem akıl yürüt- “var olan”dan ne an- imkansızdır.
Elea Okuluna mensup fi- medir ve bu akıl yü- ladığıyla bağlantılı
lozoflar duyu tecrübesini rütmede geçen ar- olarak kavranabilir.
güvenilir bulmazlar. Onlar gümanlar arasındaki
Parmenides gerçekliğin nihai doğası olarak Bir
bilgiyi akıldan türetmeye “açıklık” ile “kesin-
olanın kalıcı, mutlak birliğinden ve gerçekliğinden
çalışırlar. lik” Elealıların başlı-
söz eder. Bunu da özdeşlik ilkesinden hareketle dile
ca çalışma konuları-
getirir: “Varlık vardır.” Gerçekte Parmenides “var-
nı oluşturur.
lık” kavramını bulmuş olsa da kendisi bu kavramı
kullanmaz. O Yunancada “vardır” anlamına gelen
Parmenides (MÖ 515-460) “esti” terimini kullanır. Parmenides’in çıkış nok-
Özellikle değişim konusunda Herakleitos ile tasındaki soru basitçe “ne olan vardır?” sorusudur.
bütünüyle karşıt görüşlere sahip Parmenides’in Bir masa hakkında konuştuğumuzu varsayarsak;
yaşamı da söz konusu farklılığın sadece felsefe “Masa dikdörtgenler prizmasıdır”,
dünyasıyla sınırlı kalmadığının bir göstergesidir. “Masa kahverengidir”,
Herakleitos’un insanlardan kaçışının aksine Parme- “Masa vardır” diyebiliriz.
nides yurdunda bir yasa koyucu ve saygı gören bir
yurttaştır. Sokrates gençliğinde Parmenides’in öğre- “Masa vardır” önermesi “varlık önerme-
tisini dinlemiş ve kendisinden oldukça etkilenmiş- si”, “masa kahverengidir” önermesi “yüklemsel
önerme”dir. Masanın kahverengi oluşu ya da dik-
tir. Platon’nun felsefesinde ise açıkça Parmenides’in
dörtgenler prizması oluşu, özellikleri değiştirilerek
izleri bulunur.
masadan alınabilir; ancak masanın “var” oluşu de-
Parmenides, Herakleitos için de araştırmanın ğiştirilemez. Başka bir ifadeyle “var-olmayan masa”
doğal çıkış noktası olan duyuların asla doğrulu- düşünülemez. O halde masayı kavrayışımızın du-
ğun kaynağı olamayacağını düşünür. Diğer bir yular yoluyla değil de, açıkça akıl yoluyla olduğunu
deyişle, Parmenides için gözlemle araştırma ve ileri sürebiliriz. Parmenides’e göre, bir şeyin varlı-
deney, hakikate ulaşmada kullanılabilecek birer ğını kavramak, yani varlığı araştırmak ancak akıl
yöntem olamazlar. Görme ya da işitmeyi dışlayan yoluyla mümkündür. Böylece Parmenides ile bir-
Parmenides’in felsefesine sadece “logic”e (mantık) likte felsefe fizikten metafiziğe geçer, zira Parmeni-
dayalı çıkarımlar yön verir. des görünüşler dünyasının arkasında bir “hakikat”
Parmenides düşünce yolculuğuna, duyduğu iç- kabul eder. Sonuçta Anaksimandros ile başlayan
sel bir sesi takip ederek başlar. Daha sonra bu sesin görünüş-hakikat ayrımı, Parmenides’in felsefesiyle
söylediklerini şiir tarzıyla yazıya döken Parmenides, iyice belirgin bir düşünce çizgisi haline ulaşır. Buna
bu içsel sese “Doğruluk Tanrıçası” adını verir. Böy- göre, bir yanda boş ve aldatıcı görünüşler dünya-
lece Pythagoras’ta yavaş yavaş uyanan gizemli felse- sı, diğer yanda ise “hakikat” bulunur. Görünüşler
fe Parmenides’te tam olarak ortaya çıkar ve giderek dünyası duyuların, sanıların (doksa) alanıyken, ha-
kendi içinde tutarlı bir metafizik sisteme dönüşür. kikat (aletheia) “varlık” alanıdır.

40
İlkçağ Felsefesi

Hakikatin varlık alanında belirmesi, Böylece Parmenides’in felsefesine temel oluştu-


Parmenides’in felsefesini üzerine kurduğu “varlık ran iki postulat belirir:
vardır” önermesinin, aklın zorunlulukla kabul et- a. Var-olan vardır; yokluk yoktur.
tiği bir önerme olmasından kaynaklanır. “Varlık
b. Var-olma ile düşünme aynı şeydir.
vardır” önermesi “A, A’dır” demektir. Bu durumda
“varlık yoktur” demek, “A, A değildir” anlamına
gelecektir ki, açıkça bir tutarsızlık belirmiş olur.
Öte yandan bir de Herakleitosçu düşünmede ol- Postulat (koyut), kuramsal olarak kanıt-
duğu gibi “varlık hem vardır hem de yoktur” diyen lanamayan, ama düşünce gidişinde var-
görüşler bulunur ki, bu görüşler Parmenides açısın- sayım olarak zorunlulukla geçerli sayılan
dan ancak doksalar dünyasında dile getirilebilece- önerme (Akarsu, 1988, s. 119) demektir.
ğinden hakikat olamazlar. “Varlık hem vardır hem
de yoktur” demek,
“A hem A’dır hem A Varlığın bu biçimde tanımlanmasının zorun-
değildir” anlamına lu sonucu, değişim, hareket ve yer değiştirmenin
dikkat geldiğinden, bu tür imkânsız hale gelmesidir. Parmenides’e göre, dü-
Parmenides için “varlık bir önerme kabul şünme daima bir şey üzerine olduğundan, bir ad
vardır” önermesi, hiçbir edildiğinde akıl ken- kullanıldığında, o adın daima bir şeyin adı olması
araştırmaya gerek duyul- disini yine bir tutar- gerekir. Böylece düşünce ve dil daima kendileri dı-
madan kabul edilmesi ge- sızlık içinde bulur şında bir nesneye karşılık gelirler. Herhangi bir za-
reken tek önermedir. (Cevizci, 2014, s. manda, o an bulunmayan ya da başka bir zamanda
57). üzerine düşünülüp konuşulmuş bir şeyden söz ede-
biliyorsak, üzerine düşünülen ve konuşulan o şey
“Varlık vardır” önermesi apaçıktır ve kesindir,
hala var olmalıdır (Russell, t.y., s. 160). Sonuçta
çünkü akla uygundur. Ancak akıl, yokluğun varlı-
bir değişim mümkün değildir, çünkü değişim belli
ğını hiçbir çelişkiye düşmeden kabul edemez. Yok-
niteliksel ve niceliksel özelliklere sahip olan şeyin,
luk hiçliktir, o halde varlık olamaz. Bu durumda
bir süre sonra başka nitelik ya da nicelik özellikle-
Parmenides’in ulaştığı ilk önerme “var olan vardır,
rine sahip olması demektir. Diğer bir deyişle, de-
yok olan yoktur” önermesidir.
ğişim bir zaman var olanın belli bir zaman sonra
Parmenides’in “varlık” dediği şey “var-olma” yokluğunu ifade eder ki, bu türden bir çıkarım
kavramının mantıksal olarak içermediği her şeyi Parmenides’in felsefesiyle baştan sona tutarsızdır.
yadsır; onlar yoklar kategorisinin unsurlarıdır,
Değişimi ve hareketi reddeden Parmenides’e
hiçliktir. Hakikat olan doğru, biricik bilgi salt dü-
göre, varlık, yani Bir olan, değişmez, bölünmez,
şünceden, mantığın ilkelerinden türetilmiş olan
hareket etmez, doğmamıştır ve ölmeyecektir. Par-
bilgidir. Bu biricik bilgiyi elde etmenin tek yolu ise
menides varlığın tüm bu özelliklerini duyusal bir
“varlık” kavramının içeriğinin mantıksal analizidir.
deney alanından değil, tümüyle akla dayalı man-
Şu halde, varlığı kavramak duyu bilgisiyle değil,
tıksal çıkarımdan türetir. Diğer bir deyişle varlık,
doğrudan düşünmeyle olanaklıdır. Varlığın dü-
“duyular bakımından” çokluk olsa da, “akıl ve ger-
şünmeyle bilinebileceğini ileri süren Parmenides,
çeklik bakımından” Birdir (Aristoteles, 1996, s.
çok daha sonraları Kant’ta gerçek ifadesini bulacağı
105, 5. dipnot).
üzere, gerçekte evreni mantığın ilkelerine göre ye-
niden kurmuş, yani düşünceyle evreni özdeşleştir- • Varlık doğmamıştır: Varlığın doğduğunu
miş olur. Var olma ile düşünmeyi özdeş kılan Par- kabul edersek, varlığın doğmadan önce yok
menides, böylece, nesnel, maddi varlığın tüm yasa olduğunu da kabul etmemiz gerekirdi ki,
ve ilkelerinin yerine düşünmenin, mantığın ana eski Yunan düşüncesine göre hiçlikten bir
ilkesini “çelişmezlik ilkesini” koyar: “Aynı şeydir şey meydana gelmez.
düşünmekle var-olma düşüncesi –Çünkü içinde • Varlık birdir: Varlık parçalardan oluşsaydı,
söylenmiş olarak bulduğu var-olansız –Bulamaz- her bir parça da varlık olmak bakımından
sın düşünmeyi. Değildir ve olmayacaktır çünkü” bütünle aynı olacağından varlığın kendisi
(Kranz, 1984, s. 84, B7). olacaktı.

41
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

• Varlık bölünmez: Bölünmek için boşluğa, etmez olduğu görüşünü, yarattığı paradokslarla sa-
boş uzaya ihtiyaç duyulur. Boş ise hiçtir, hiç vunan Zenon, bu savunusunu karşısındakinin gö-
ise var değildir. Bu nedenle varlığın bölün- rüşünü saçmaya düşürecek biçimde bir diyalektik
mez olduğunu da kabul etmek zorundayız. yöntem geliştirerek yapar. Zenon’un yarattığı para-
• Varlık hareket etmez: Hareket bir an için var dokslar, özellikle değişimin ve çokluğun olanaksız-
olanın bir zaman sonra yokluğunu gösterir lığını ortaya koymaya yönelir.
ki, bu durumda varlığın yokluğu gibi çelişik
bir düşünceyi kabul etmemiz gerekecektir.
Böylece, Parmenides’e göre, duyular dünya- Yunanca paradoksos (karşıt, çelişen) sözcü-
sında çokluk olarak kavradığımız şeylerin ardında ğünün modern dildeki karşılığı olan para-
bir Birlik bulunur. Parmenides’in varlığı Bir olarak doks, doğru görünmekle birlikte gerçekte
tanımlayışı, ileride Platon tarafından Parmenides çelişki barındıran ya da sezgiye aykırı so-
adlı diyalogda şiddetle eleştirilecektir. Platon’un nuçlara yol açan ifade ya da ifadeler toplu-
Parmenides’e yönelik başlıca eleştirileri şöyle özet- luğu anlamına gelmektedir.
lenebilir:
• Varlık hem var hem de bir ise, varlığı kavra-
Değişimin ve çokluğun olanaksızlığına yönel-
yan özne nerededir?
mesi, Zenon’u özellikle Pythagorasçıların en önem-
• Hayali objeler de vardır. Örneğin tek boy- li eleştirmeni kılar. Nesnelerin Yaradılışı eserinde
nuzlu attan söz edebiliyorsak, Parmenides’in Zenon, çelişkiye oldukça yatkın bir kavram olan
düşüncesine göre bunun nesnesinin de ol- “sonsuz” kavramını araştırır. “Sonsuz” kavramı
ması gerekirdi. ilk kez Anaksimandros’ta apeironun temel niteliği
• Var olmayan diye bir şey dile getirilebili- olarak belirmişti. Daha sonra Pythagorasçılar doğ-
yorsa ve dil ile düşünme bir ise, düşünme runun ya da düzlemin sonsuz sayıda bölünebilen
varlıkla özdeş olacağından var olmayanın noktacıktan meydana geldiğini ileri sürerken, son-
varlığını kabul etmemiz gerekirdi. suz kavramını bir kez daha felsefenin konusu haline
Platon’un soruları yanıtsız kalıyor olmakla bir- getirmişlerdi. Parmenides’in varlığın Bir ve bütün
likte Parmenides’in bıraktığı en köklü iz kuşkusuz olduğuna ilişkin görüşüyle doğrudan bir karşıtlık
felsefe tarihinde varlığı niteliksiz olarak düşünen içinde olan varlığın sonsuz sayıda küçük parçacığa
ilk filozof olmasından kaynaklanır. Tüm nitelikler bölünebileceğine dair Pythagorasçı görüş, özellikle
görünüş alanının birer ürünüdürler. Görünüşlerin Zenon tarafından çürütülmeye çalışılır.
ardındaki gerçek ise varlığın değişmez, dönüşmez, Zenon sonsuz küçüklük kavramının paradok-
ezeli-ebedi Bir oluşudur. Böylece, Herakleitos ve sunu gösteren akıl yürütmesine bir cismin parça-
Parmenides yüzyıllar boyunca metafiziğin başlıca lardan oluştuğu ve bu parçaların da daha küçük
konusu haline gelecek olan görünüş-gerçek ayrımı- başka parçalara bölünebildiği varsayımıyla başlar.
nı felsefe tarihine armağan ederler. Bu varsayım uzayda yer kaplayan her cismin son-
suz sayıda bölünebildiğine işaret eder. Her cismin
Zenon (MÖ 490-430) sonsuz sayıda parçaya bölünmesi halinde iki olası-
lık karşımıza çıkar:
Zenon, Elea Okulunun ikinci temsilcisi ve Elea
Okulu üyeleri arasında Parmenides’in gerçekten a. Sonsuza kadar bölünebilen bu küçük parça-
öğrencisi olan tek filozoftur. Çağımıza hiçbir ya- lar uzayda yer kaplar;
pıtı tam olarak kalmamış olan Zenon hakkındaki b. Sonsuza kadar bölünen bu küçük parçalar
en önemli bilgi kaynakları Platon’un Parmenides uzayda yer kaplamaz.
diyalogu ve Aristoteles’in Fizik kitabıdır. Zenon’un İlk koşulda, yani sonsuz parçaların her biri-
ünlü paradokslarını çözmek için büyük uğraşlar nin uzayda yer kapladığı durumda sonsuz bü-
veren Aristoteles, diyalektiği Zenon’un keşfettiğini yüklükten söz etmek gerekir ki, bu durum açıkça
ileri sürer. saçmadır. Sonsuz sayıdaki parçanın uzayda yer
Parmenides’in pek çok kereler kabul edilmesi kaplamadığı ikinci koşulda ise büyüklük hiçbir
güç görünen varlığın Bir, bütün, değişmez, hareket zaman olmayacaktır, çünkü büyüklüğü olmayan

42
İlkçağ Felsefesi

şeylerin toplamının da büyüklüğü yoktur. O hal-


de, Pythagorasçıların ya da plüralistlerin var olan
tüm cisimlerin sonsuz parçacıktan meydana geldiği dikkat
görüşü, Zenon’a göre, saçmaya düşmeden kavrana- Ortaya konulmasının üzerinden 2500 yıla
bilecek bir argüman değildir. yakın zaman geçmiş olsa bile Zenon’un pa-
Zenon’un mekân paradoksundan çok daha radoksları hala filozofların ilgisini çekmekte
ünlü olan dört ayrı hareket paradoksu bulunur ve pek çok filozof tarafından tartışılmaktadır.
(Aristoteles, 1997, 239b). Hareket paradoksları Bertrand Russell, Henri Bergson ve Alfred
içerisinde en iyi bilineni Aşil paradoksudur. Zenon, North Whitehead Zenon’un paradokslarıyla
varsayımsal argümanında çok hızlı koşmasıyla tanı- uğraşmış filozoflardan bazılarıdır. Özellikle
nan yarı-tanrı Aşil ile yavaşlığıyla bilinen kaplum- ok paradoksuyla ilgilenen Bergson, paradoks
bağayı yarıştırır. İki yarışçı arasındaki hız farkı çok yanlış bir başlangıç noktasından yola çıkılarak
büyük olduğundan Aşil kaplumbağaya avans verir dile getirildiği için hareketin olanaksızlığı so-
ve kaplumbağa yarışa Aşil’den önce başlar. Zenon, nucuna ulaşıldığını ileri sürer. Bergson’a göre,
aradaki avans olarak verilen bu farkın asla kapana- hareketten söz etmek için bir başlangıç ve bir
mayacağını, Aşil’in kaplumbağayı geçmesinin ola- sona ihtiyaç vardır. Başlangıcı ve sonu değişti-
naksız olduğunu ileri sürer. Aşil’in kaplumbağaya rerek, hareketin izleyeceği rotayı ikiye bölmek
yetişmesi için belli bir zamana gereksinimi vardır. olanaklı olsa da, okun hareketi ikiye bölüne-
Ancak Aşil’in kaplumbağaya yetişmek için geçirdi- mez (Bergson, 1998).
ği zamanda, kaplumbağa da ilerlemiş olacağından,
Aşil’in yeniden kaplumbağaya yetişmek için belli Zenon’un hareketin olanaksızlığına ilişkin üçün-
bir zamana daha ihtiyacı doğacaktır. Dolayısıyla, cü paradoksu stadyum paradoksudur. Zenon’a göre,
Zenon’a göre, Aşil’in kaplumbağayı geçebileceği- belirli bir uzunluğa sahip bir stadyumda belirli bir
ni kabul etmek mantığa aykırıdır. Böylece Zenon zamanda bu uzunluğu kat etmek isteyen bir koşu-
uzam kadar zamanın da sonsuz bölünebileceği tezi- cu, Pythagorasçılara göre sonsuz sayıda noktadan
ni çürütmüş olur. geçmelidir, fakat belirli bir zamanda sonsuz sayıyı
Elbette ki Zenon gerçek yaşamda Aşil’in kap- geçmek olanaklı değildir. Zenon’a göre, Pythago-
lumbağayı geçebileceğini bilmektedir. Bu para- rasçı öğreti kabul edildiğinde, koşucunun stadyumu
doksların amacı, görünür dünyada var olduğunu tamamlayamayacağını da kabul etmek zorunludur.
düşündüğümüz değişim, hareket ve çokluğun çe- Zenon’un hareket üzerine dördüncü paradok-
lişkiye düşmeksizin kavranamayacağıdır. Dolayı- su yalnızca Aristoteles tarafından anılan ancak tam
sıyla duyu bilgisinin yanıltıcılığı karşısında ancak olarak açıklanmamış bir paradokstur. Bu nedenle
aklın çelişkiye düşmeden kavradığı şeyi kabul et- çeşitli yorumlara neden olan paradoksta Zenon,
aynı hızda ve aynı yöne hareket eden şeylerin asla
mek gerekir.
karşılaşamayacaklarını, bu nedenle asla karşılaşa-
Zenon’un hareketin olanaksızlığını anlatmaya cakları bir nokta bulunamayacağını, dolayısıyla da
yönelik bir diğer paradoksu ise ok paradoksudur. hareketin varlığıyla yokluğunun aynı sonucu verdi-
Zenon’a göre, hareket gibi görünen şey gerçekte ğini ileri sürer.
zamanın bir anında bir yerdeki durgun cisimler Zenon paradokslarının tek amacı, hareketi ka-
toplamıdır. Zenon hareketin bir durgunluk oldu- bul etmenin yol açtığı mantık hatalarını göstererek
ğunu ortaya koymak üzere uçan bir okun gözlem- Parmenides’in çelişkisiz, açık/seçik ve kesin kav-
lendiğini varsayar (Diogenes, 2003, s. 72). Okun ramlara ulaşmak üzere takip edilecek yolu göste-
çizdiği rota takip edildiğinde aslında her an bir ren öğretisini doğrulamaktır. Elea okulunun etkisi,
noktada durduğu görülecektir. Bu anlarda ok, uza- metafiziği yaratmada başvurulacak görüşlere zemin
yın belli bir noktasında olan, ancak diğer nokta- hazırlamak yoluyla özellikle Ortaçağda büyük olsa
larında olmayan sabit konumdadır. Hareketinin da, Yunan dünyasında hâkim görüşün dışında kal-
belli anlarında durgun olan ok, aslında hareketinin maktadır. Elea Okulunun hemen ardından Yunan
her anında belli bir noktada durgundur. O halde, dünyası Milet Okulunun kaldığı yerden devam
duyuların hareket halinde kavradığı ok aslında ha- ederek doğa felsefesine yönelmiş, özellikle Plüralist
reket etmemektedir. düşünürler fiziğin yolunu aydınlatmıştır.

43
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Ksenophanes (MÖ 570-480) Oysa insani dünya ve tanrılar dünyası iki ayrı ve
Elea Okulunun var olanların arkasındaki bir- farklı gerçeklik oluşturur: “(…) insanların tanrıları
liğe ilişkin metafiziğin önünü açan düşünceleri, kendi imgelerine göre düşünmeleri, kendi imgeleri-
Ksenophanes’te teoloji alanına uygulanmış biçi- ni nesneleştirmeleri, kaçınılmaz olarak ilahi gerçek-
miyle belirir. Ksenophanes’in, çağının Tanrı anla- liğin çarpıtılmasıyla sonuçlanır” (Cevizci, 2014, s.
yışının yol açtığı spekülasyonlara ilişkin iki temel 67). Diğer bir deyişle, insan gözlemlerinden hare-
eleştirisi bulunur. Bu eleştirilerden ilki antropo- ketle edindiği izlenimleri bilgi saydığı sürece, gerçe-
morfik (insan biçimci) Tanrı anlayışına, ikincisi ise ğin ya da hakikatin deneyim alanında olduğu sanı-
çoktanrıcılığa yöneliktir. Dönemin din anlayışına sına kapılır. Söz konusu sanının sonucunda insanlar
yönelik bu türden eleştiriler, mitostan logosa geçişi ancak belli mekâna göre tanrılar türetmişlerdir.
işaret eden felsefenin, dinin eğilimlerini eleştirel bir Ksenophanes’e göre, insanın deneyim alanın-
gözle okuyabilecek kadar olgunluğa eriştiğinin de dan hareketle Tanrı’yı araması, Tanrı’yı türe özgü
en açık göstergesi- bir algıyla oluşturma yanılgısına yol açar. Ksenop-
dir. Ksenophanes’in hanes, olanaklı olsaydı hayvanların da kendileri-
eleştirileri aynı za- ne benzer Tanrı figürleri çizeceklerini söyleyerek,
dikkat manda Miletos’tan tanrıları insan biçimli düşünmenin yanlışlığını
Ksenophanes yaşadığı dö- bu yana etkili olan Zenon’un diyalektik yönteminde olduğu gibi saç-
nemde yaygın bir kabul varlığa ilişkin soru- maya indirgemek yoluyla ispata yönelir:
gören insanbiçimci tanrı ların yerini bilginin
anlayışını ve çoktanrıcılığı ölçüsüne ve değeri- “Elleri olsaydı öküzlerin, atların ve aslanların
eleştirmektedir. ne ilişkin sorulara Yahut resim ve iş yapabilselerdi elle insan gibi
bıraktığının da bir Atlar atlara, öküzler öküzlere benzer
ifadesidir. Tanrı tasvirleri çizerler ve vücutlar yaparlardı
Ksenophanes’in ilk eleştirisi Yunan tanrılarına Her biri kendinin şekli nasıl ise ona göre (B 15)”
ilişkin açıklamalarıyla çağın ahlaki eğilimlerini be- (Kranz, 1984, s. 53).
lirleyen Homeros ve Hesiodos’un görüşlerine yö-
neliktir. Ksenophanes’e göre, Homeros ve Hesio- Böylece Ksenophanes çağın antropomorfik
dos insanların her türden eksiklikleri ve kusurları Tanrı kavrayışını eleştirirken, Elea Okulunun diğer
dâhil olmak üzere tüm özelliklerini tanrılara yük- temsilcilerinin algının doğru bilgi vermeyeceği ko-
lerler: “Hepsini Tanrılara yüklediler Homeros ile nusundaki görüşlerini paylaşır.
Hesiodos –Ne kadar ayıp ve kusur varsa insanlar Ksenophanes’in antropomorfik anlayışı yıkan
yanında: -Çalma, zina etme ve birbirini kandır- düşünceleri, mitolojik bilgi kadar insanların bil-
ma (B 11) –Fakat ölümlüler doğduğunu sanıyor diklerini sandığı şeyleri de bir eleştiri süzgecinden
Tanrıların. –Ve kendileri gibi giyimleri, sesleri ve geçirmesini sağlar. Şu halde insanın izlenimler yo-
şekilleri olduğunu (B 14)” (Kranz, 1984, s. 53). luyla elde ettiği bilgi güvenilmez olduğu için, Ho-
Ksenophanes’e göre Homeros ve Hesiodos Yunan meros ve Hesiodos’un anlattıkları “kulaktan dolma
dünyasının tanrılarını insan biçimli göstererek, bilgiler”dir. Eleştiri süzgecinden geçmemiş olan bu
gerçekte deneyimle elde ettikleri bilgiyi tanrılarla bilgi, daha sonra Platon’un isimlendirdiği üzere
ilişkilendirmiş olurlar. Diğer bir deyişle, Home- doksadır (sanı), inançtır. Ksenophanes’e göre, sağ-
ros ve Hesiodos’un ortaya koydukları Tanrı figürü lam bilgi insan bilgisinde bulanamaz. Ancak her ne
gözlemle elde edilmiş bir Tanrı’dır. Oysa gözlem kadar insan bilgisi sağlam bilgi değilse de, insanlar
yoluyla Tanrı’yı bilmek, öncelikle mekâna göre araştırma yoluyla zaman içinde sağlam bilgiye yak-
değişen bir Tanrı anlayışına sahip olmak anlamına laşabilirler:
gelecektir:
“Doğru Tanrılar en baştan göstermediler her şeyi
“Habeşler kendi Tanrılarının basık burunlu insanlara.
ve kara, Thrakialılar da gök gözlü ve kızıl saçlı
olduklarını sanmakta (B 16)” (Kranz, 1984, s. Ancak onlar araştırarak keşfedecekler daha iyisini
53-54). zamanla (B 18)” (Kranz, 1994, s. 54).

44
İlkçağ Felsefesi

Ksenophanes’in insanın bilgi edinme olanağı ol- Ksenophanes’e göre, Tanrı’dır. Tanrı’nın bilgisinin
duğuna dikkat çekişine karşın, Homeros’un metin- tam oluşu, onun ne duyu ne de düşünme bakımın-
lerinde insanların bilgilerini duyduklarıyla edinebi- dan insana benzemez oluşundan kaynaklanır:
leceklerine ilişkin sanı ağırlıklıdır; insanların sadece
duyduklarını bilmesine karşın tanrılar her şeyi bi- “Tek bir Tanrı, tanrılar ve insanlar arasında en
lirler. Ksenophanes ile Homeros’un bilgi anlayışları ulu,
arasındaki en önemli fark, Homeros’un sözünü et- Ne kılıkça insanlara benzeyen ne de düşünmece,
tiği insanın yalnızca duyma yoluyla, kısacası ikin-
Hep göz, hep düşünme, hep kulaktır o. (B 23)”
ci el bilgiyle donanmasına karşın, Ksenophanes’in
(Kranz, 1994, s. 53).
aktif bir biçimde araştıran, keşfeden insandan söz
ediyor oluşudur. Diğer bir deyişle insan araştırdık-
Böylece Homeros ya da Hesiodos’un mitolojile-
ça duyularının ötesindekini bilebilir hale gelecek-
rinde belirdiği gibi, bilmek için mekân değiştirmesi
tir. Bu açıdan Ksenophanes’in bilme yetisi olarak
gereken, zaman zaman aldatılabilen bir Tanrı’dan
tanımladığının duyular olmadığı açıktır. Tıpkı Elea
farklı olarak Ksenophanes’in işaret ettiği Tanrı hem
Okulunun diğer üyeleri gibi Ksenophanes de bil-
duyular hem de akıl bakımından sınırlandırılma-
giyi keşfin duyularla değil, akıl yoluyla olacağına
mış bir bilmedir.
işaret eder.
İnsanın bilgisi, Ksenophanes’e göre, Tanrı’nın “Hep aynı yerde kalır hiç kımıldamadan,
bilgisi yanında daima sınırlı kalacaktır. Böylece
Yakışmaz ona bir oraya bir buraya gitmek.
Ksenophanes insan bilgisi ve Tanrı bilgisinin arası-
na da sınır çeker ve insanın hakikati asla tam olarak Yorulmadan sarsar ruhun düşünüşüyle bütün
bilemeyeceğini öne sürer: dünyayı (B 26)” (Kranz, 1984, s. 53).

“Açık seçik olanı olmadı gören, olmayacak da Ksenophanes’in Tanrı’sı bir, hareket etmeyen,
düşünce gücüyle her şeyi yapabilen bir Tanrı’dır.
Görüp bilen Tanrıları ve burada bütün söyledik-
Bu türden bir Tanrı düşüncesi, Ksenophanes’in
lerimi;
çağının Tanrı anlayışına yönelik ikinci eleştirisini
Biri pek başarı gösterip mükemmel bir şey söylese oluşturur. Yunan dünyasının tanrılarının çoğul-
bile luğuna itiraz eden Ksenophanes, Elea Okulunun
Kendisi bilmiyordur yine, gibi-geliş bağlıdır hep- varlığın Bir olduğuna ilişkin görüşü üzerine te-
sine (B 34). mellenen bir Tanrı anlayışına ulaşır. Tanrı’nın Bir
Bunlar benzer şeyler sanılsınlar gerçek olanlara, oluşunun mantıksal sonucu, onun en yetkin var-
lık olmasıdır. Bu yetkin varlığın yalnızca düşünce
(Fakat gerçek değildirler yine de) (B 35)” (Kranz,
gücüyle tüm var olanları idare edişi, ileride Aristo-
1984, s. 55). teles tarafından ele alınıp tamamlanarak yüzyıllar
boyunca hüküm süren bir metafiziğin doğmasına
Dikkat edilirse Ksenophanes şiirinde sanış olan yol açar. Kendisi hareket etmese de evrendeki ha-
iki tür bilgiden söz eder. Bu bilgilerden ilki insanın reketin kaynağı olan bu varlık, Ksenophanes’in tek
bilmesine bütünüyle kapalı olan tanrıların bilgi- Tanrı düşüncesine ulaştığını işaret eder.
si, yani teoloji alanıdır. İkincisi ise varlık üzerine Ancak yine de Ksenophanes özellikle kozmolo-
söylediği savlardır. Ksenophanes bu iki alan hak- jisinde, cisimsiz düşünme biçimine henüz ulaşma-
kında hakikatleri bilemeyeceğimizi ve hakikatle mış olan Yunan anlayışına uyarak, Tanrı’yı küre ile
ilişkili şeyleri dile getiremeyeceğimizi ileri sürer. O özdeşleştirir. Laertios, Ksenophanes’ten aktardığı
halde Tanrı ya da varlık hakkında söylenen her şey fragmanlardan birinde “Tanrı’nın özü küre biçimli-
kanaattir, sanıştır. Bu durumda ister duyu isterse dir” der (Laertios, 2003, s. 428). Buradan hareketle
akıl yoluyla elde edilmiş olsun insan bilgisi daima Ksenophanes’in Tanrı anlayışının günümüz tek tan-
kanaatler alanında kalır. Diğer bir deyişle, duyular rılı dinlerinin Tanrı anlayışından farklı olduğu ile-
bilgi vermez, akıl ise her ne kadar araştırarak bazı ri sürülebilir. Tanrı’nın evreninin sonsuz bir varlık
şeyleri bilebiliyorsa da, varlık ve Tanrı konularında nedeni olduğunu düşünen Ksenophanes için Tanrı,
duyularla aynı kaderi paylaşarak kanılar alanında her şeyi içinde barındıran Bir ve Bütündür. Diğer
kalır. Varlık hakkında sağlam bilginin tek kaynağı, bir deyişle, Ksenophanes’e göre, Tanrı dünyadır.

45
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Herakleitos ve Parmenides
Tartışmasının Genel Değerlendirmesi
dikkat 1. Hem Herakleitos hem de Parmenides “bir
Ksenophanes’in Tanrı anlayışı monoteist dü- olan”ın “çokluğa” nasıl dönüştüğü sorunu
şünceyle önemli benzerlikler taşımaktadır. üzerine tartışır. Bu sorun karşısında Herak-
Bununla birlikte, onun tek bir tanrı olduğu leitos arkhe olarak tek bir madde seçildiği
şeklindeki düşüncesi ile günümüzdeki tek sürece “dünyanın çokluğunun” kavranama-
tanrıcı anlayış arasında bazı önemli farklar yacağını düşünür. O, Thales ile ardından
vardır. Örneğin Ksenophanes Tanrı’nın küre gelen filozofların görüşlerinde etkisini his-
biçiminde olduğunu düşünmektedir. Oy- settiren ve belirli bir maddeyi arkhe olarak
saki bu düşünce monoteist düşünceyle uz- kabul eden tüm yaklaşımları reddeder. Bu
laştırılamaz. Zira monoteist inanç Tanrı’nın türden klasik arkhe anlayışlarına karşı He-
herhangi bir şekle sahip olduğu düşüncesini rakleitos, evrenin temeline “oluş” sürecini
dışlamaktadır. ve “düzenli değişimi” koyar. Parmenides
ise Thales’in arkheye ilişkin formülünün
değişimi kavramakta sorun yarattığını fark
Ksenophanes’in panteizminde Tanrı değil, etmekle birlikte, Herakleitos’un tam tersi
dünya fikri vurgulanır. Ksenophanes doğayı va- bir yol takip eder ve hareketi reddeden bir
roluş nedeni olarak kavrayarak, erken dönem Yu- varlık anlayışını savunur.
nanların canlı maddeciliğini (hylozoizm) kabulle- 2. Her iki filozof da kendilerinden önceki dü-
nir. Ksenophanes’le birlikte Tanrı artık dünyanın şünme biçimlerinin görünüş ile gerçek ara-
meydana geldiği bir yüceliğe dönüşse de Tanrı ve sında yaptığı ontolojik ayrımı epistemolojik
dünyayı özdeş kılan görüşün bütünüyle tutarlı bir bağlama taşırlar. Herakleitos ve Parme-
olduğu iddia edilemez. Çünkü Tanrı’nın “sadece nides ile ardlarından gelen Elealı Zenon ve
düşünce gücüyle dünyayı nasıl hareket ettirdiği” Ksenophanes, duyuların sağladığı empirik
sorusu halen yanıtsız kalmaktadır. Başka bir ifa- bilgiyle (doxa) aklın ürettiği rasyonel bilgiyi
deyle, Tanrı küre biçiminde bir cisim ise O’nun (episteme) ayırt ederken, bu iki bilgiden akıl
evrenle özdeş olduğu düşünülebilir. Fakat O sadece bilgisine üstünlük tanırlar. Böylece episte-
moloji bu iki filozofun görüşleri eşliğinde
düşünce gücüyle hareket veren bir varlık ise, ev-
felsefe tarihindeki yerini alır.
renden ayrı olarak var olmalıdır. Bu sorunun ya-
nıtı Ksenophanes’in en azından modern dünyaya 3. Değişim sorununu ele alan filozofların tar-
ulaşan fragmanlarında açıkça bulunamamaktadır. tışmalarında yol gösterici kavram diyalek-
tiktir. Filozoflar tarafından farklı anlamlar
Kısacası, Ksenophanes’e göre, Tanrı hem küresel
yüklenmiş olmakla birlikte diyalektik kav-
ve cisimseldir hem de zihin gücü, bilgi, yetenek ve
ramı ileride kaba bir bölümlemeyle mater-
fizik kapasite olarak insandan çok farklıdır. Aslın- yalist ve idealist felsefelere zemin oluştu-
da Ksenophanes’te Tanrı düşüncesi yarı somut, yarı racak biçimde hem Elea Okulunun hem
soyut bir düşüncedir. de Herakleitos’un ilgi alanına girer. Elea
Ksenophanes’in görüşlerinde bir tutarsızlık gö- Okulu, özellikle Zenon’un görüşleri, diya-
rünüyor olsa da, çağının egemen Tanrı anlayışına lektiği bir düşünme yöntemi olarak kullan-
yönelik eleştirileri ve bilginin ölçütüne dair fikir- maktadır. Herakleitos ise diyalektiği evren-
leri, bilgi olan ve olmayanı ayırt etme konusunda de hüküm süren ve kendisinden dolayı var
felsefenin önünü açar. Platon ve Aristoteles gibi olan her şeyin karşıtına dönüştüğü değişim,
Ksenophanes’ten sonraki sistem filozofları, büyük yani karşıtların birliğiyle ilişkilendirir. Do-
ölçüde onun açtığı yolun takipçileri sayılabilirler. layısıyla, diyalektik kavramını Elea Okulu
epistemolojik, Herakleitos ise ontolojik bir
açılımla değerlendirir.

46
İlkçağ Felsefesi

yaşamla ilişkilendir

“Barnes (…), Sokrates öncesi felsefe dönemi- T. Gomperz’in Antik felsefe tarihine ayır-
ni tanımlarken, bu döneme ait filozofların akılcı mış olduğu (…) eserinin de Yunan Düşünürleri
özellikleri üzerinde ısrar etmektedir. Ona göre adını taşıması bir rastlantı değildir. Gomperz de
akılcı insanların doğaüstünü reddetmeleri gerek- yukarıda sözünü ettiğimiz diğerleri gibi Yunan
mez. İlk Yunan filozoflarında teoloji yerini bili- düşüncesinin en önemli özelliğinin ‘zihni’ keşfet-
me, tanrılar doğa güçlerine terk etmiş değillerdir. mesinde, insan aklını yaratmasında veya tarihte
Kanıtlanmamış masallar (unargued fables) yer- ilk defa akılsal kanıtlamalara dayanan görüşler
lerini kanıtlanmış kuramlara (argued theories), ortaya atmasında bulunduğunu düşünmektedir.
dogmalar yerlerini akla bırakmışlardır. Çünkü Guthrie de, ‘Yunanlılarla birlikte Avrupa’da
teoloji ve doğa-üstü de dogmatik veya akılcı bir akılsal düşüncenin başlangıçlarında bulundu-
tarzda incelenebilir. Yunanlı filozoflar dindarlık ğumuzu’ kabul etmektedir. Yunan düşüncesin-
(piety) ve şiirin (poetry) iddialarını reddetmişler- de, hatta düşüncemizin dayandığı soyut kav-
dir, ama bu bütün tanrısal şeylerin ve doğa-üstü- ramların çoğunu kendisine borçlu olduğumuz
nün reddini gerektirmemiştir. Aristoteles’te insanı şaşkınlığa düşüren birtakım
Barnes ayrıca akılsal olanın her zaman doğru sabit fikirlerle karşılaştığımız (örneğin gök cisim-
olan anlamına gelmediğini de hatırlatmaktadır. lerinin canlı oldukları, daire veya küre şeklinin
Ona göre akla dayanan inançlar da yanlış olabi- mükemmel olduğu, üç sayısının önceliği gibi...)
lirler ve çoğu zaman da öyledirler. Gerçekten çok görüşünde olan Guthrie, Yunan felsefesinin
az Sokrates-öncesi görüş doğrudur; daha azı ise başlangıç döneminde akıl-öncesi, bilim-önce-
iyi temellendirilmiştir. Ama gene de bu görüşler si, mitik ve antropomorfik tasavvurlarla akılsal
önemli ölçüde akılsaldırlar, çünkü kanıtlarla des- ve bilimsel tasavvurlar arasında keskin bir ayrı-
teklenmişlerdir veya kanıtlara dayanmaktadırlar. mın olduğunu kabul etmemekle birlikte, gene
Sonuç olarak Barnes, Sokrates öncesi dönem de bunların ilk kez bu dönemde birbirlerinden
filozofları tarafından ileri sürülen kuramların ayrılmaya doğru gittiğini söylemekte ve sonuç
müminin inanması, dinsizin bilmemesi gereken olarak Thales’i ilk filozof olarak gören geleneğe
önermeler olarak ortaya atılmadıklarını, tersine karşı çıkmak için hiçbir nedenin olmadığını be-
onların akıl sahibi insanların ele alıp inceleyebile- lirtip onunla birlikte akla dayanan açıklama veya
cekleri ve tartışabilecekleri akla dayanan önerme- bilimsel gözlemin bilimöncesi çağdan yavaş yavaş
ler, kanıtlama sonucu olan şeyler olarak takdim ayrılmaya başladığını savunmaktadır.
edildiklerini, bunun ise az şey olmadığını, tersine (…) biz de genel olarak (…) Yunan dönemi-
‘herkesin kanısı olduğu halde ancak bazı insanla- nin felsefesinin (…) tarihte ilk kez Yunan dün-
rın düşünceleri olduğu’nu vurgulamaktadır. yasında başladığını düşünüyor ve onun düşünce
(…) Lange’nin Materyalizmin Tarihi’nde de- tarihinde bir devrim teşkil eden yanını da bir-
diği gibi ‘Yunan kültürünün gerçek bağımsızlığı çokları ile birlikte şu kavramlarla ifade etmenin
başlangıçlarında değil mükemmelliğinde bulu- mümkün ve doğru olacağına inanıyoruz: Akılsal-
nur’. Buna bağlı olarak Berr şunları söylemekte- lık, doğallık ve pozitiflik.
dir: ‘Yunanistan, insan aklını yaratmıştır. Doğu- Ancak bu özellikler de, birbirlerine bağlı
lularda bilen, tanrısal sırların sahibidir. O rahip, olan ve ancak birlikte, birbirleriyle bağlantılı ola-
peygamber, büyücü, keramet sahibidir. Düşünür, rak belli bir anlam ifade eden şeylerdir. Çünkü
yani kendi gücüyle düşündüğünü ileri süren kişi, Barnes ve Guthrie’nin haklı olarak işaret ettikleri
tarihte yeni bir olaydır.’ gibi, herhangi dinsel, mitolojik sistem veya açık-

47
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

lamada temel aldığı unsurlar, kavramlar arasında Onun pozitifliğinden kastımız ise şüphesiz
düzenli, tutarlı, birliği olan bir ilişkiler bütünü önermelerini çağdaş anlamda sistemli bir gözlem-
oluşturması açısından veya bu anlamda akla uy- ler bütününe veya deneyler toplamına dayandıra-
gun, rasyonel olabilir. Nitekim sadece Yunan’da rak oluşturması veya sonuçlarının doğruluğunu
değil, başka toplumlarda da felsefe öncesi mitolo- sınamak için karmaşık doğrulama yöntemlerine
jik-dinsel düşüncenin bu anlamda hayli ileri bir başvurmak istemesi anlamında bir pozitiflik de-
akılsallığa sahip olduğunu kabul edebiliriz. Hatta ğildir; verilmiş olandan kalkarak dünyayı anla-
çağımızın büyük ideolojik-metafizik sistemleri- mak ve tasvir etmek, insani ve tanrısal olan da
nin bir yandan büyük ölçüde efsane olma özellik- içinde olmak üzere her şeyi doğal olanla açıkla-
lerini kaybetmeksizin, son derece ileri bir akılsal- mak ve değerlendirmek çabasıdır.”
lığa sahip olduklarını söylememiz mümkündür.
Yunan felsefi düşüncesinin akılsallığını oluşturan Kaynak: Ahmet Arslan (2006). İlkçağ Felsefe Ta-
şeyin onun bu akılsallığı büyük ölçüde dünyayı rihi –Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, İstanbul: İs-
doğal kavramlarla tasvir etmeye çalışan bir bakış tanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss. 40-43.
açısına dayandırmak istemesinde yattığını söyle-
mek makul görünmektedir.

Öğrenme Çıktısı

7 Parmenides ve Herakleitos’un hareket sorunu hakkındaki fikirlerini kıyaslayabilme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Herakleitos ve Parmeni-
des’in düşüncelerinin ay-
rıntılı bir mukayesesi için “Zenon paradoksları” hangi
Ksenophanes’e göre kaç tür Meral Işıldak’ın “Heraklei- açılardan eleştirilebilir? Fi-
bilgi vardır? Araştırınız. tos ve Parmenides`te varlık kirlerinizi arkadaşlarınızla
ve oluş sorunlarının ince- paylaşınız.
lenmesi” adlı doktora tezini
inceleyebilirsiniz.

48
İlkçağ Felsefesi

1 Miletos okuluna mensup filozofların


arkhe anlayışlarını açıklayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Miletos okuluna mensup filozofların
2 “hylozoizm” fikrini benimsemesinin
nedenini ifade edebilme

Miletos Okulu

1 İlkçağ filozoflarının araştırmalarının merkezindeki soru evrendeki çokluğun ardında yatan birliğin,
yani arkhenin ne olduğudur. Miletos Okulu düşünürleri arkheyi farklı maddelerle tanımlamakla bir-
likte onun bir “madde” olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu düşünürler evrendeki çeşitliliğin ardında
bir birlik yattığı düşüncesinden hareketle arkheyi tek bir maddeyle açıklama çabasındadırlar. Sonuçta
Miletos Okulu düşünürlerinin arkhe seçimine damgasını vuran eğilim monizmdir. Thales arkheyi “su”,
Anaksimandros “apeiron”, Anaksimenes ise “hava” olarak tanımlar. Aristoteles, Miletos Okulu düşü-
nürlerinin doğayı nedensel bir açıklamayla kavramak için gerekli olan maddi neden, fail neden, formel
neden ve ereksel nedenden yalnızca maddi nedene odaklandıklarını ileri sürer.

2 Miletos okuluna mensup filozoflar bir yandan arkheyi tek bir madde olarak belirlemeleri, diğer
yandan ise salt maddi bir takım meselelerle uğraşmaları hasebiyle monist bir yaklaşımı benimsemiş-
lerdir. Monizm, yani tek bir arkhenin mevcut olduğu yönündeki felsefî düşünce evrendeki çeşitliliği
kavramada basit ancak işlevsel bir açıklama sunmakla birlikte özellikle değişim ve hareketin olanağını
açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Madem tek bir arkhe vardır ve madem bütün varlık ondan türe-
mektedir, o halde hareket ve değişim, bunca farklılık o tek unsurdan nasıl türeyebilmektedir? Bir ana-
maddenin diğer maddelere nasıl olup da dönüştüğünü açıklayamayan Miletos Okulu düşünürleri, bu
sorunu maddeyi canlı kabul ederek çözmeye çalışmışlardır. Bu nedenle Miletos Okulu düşünürlerinin
görüşlerine canlı maddecilik (hylozoizm) anlayışı hâkimdir. Buna göre, madde hareketi bizzat kendi
özünden türetmektedir.

49
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

3 Pythagoras ve ardıllarının arkhe


anlayışlarını açıklayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Pythagorasçıların “bilimsel”
4 düşünceye yaptığı katkıları
sıralayabilme

Pythagoras ve Ardılları

3 Miletos Okulu düşünürlerinin maddi nedene odaklanan bakış açılarına karşın Pythagorasçılar
formel nedeni öne çıkarırlar. Pythagorasçılar bir şeyi oluşturan maddenin bilinmesinden çok, şeyin
maddi yapısının yerine getirdiği işlevin, yöneldiği amacın araştırılarak bilinebileceğini ileri sürerler.
Pythagorasçı felsefeye göre, evrende bir düzenlilik ve uyum bulunur. Özellikle müzik üzerine çalışmalar
yapan Pythagorasçılar, müzikteki uyumu sağlayanın sayılar olduğunu keşfetmişlerdir. Müzikteki sayısal
uyum, Pythagorasçılara tüm evrenin matematik sayılarla ifade edilebileceği konusunda ilham kaynağı
olmuştur. Böylece Pythagoras ve takipçileri evrenin düzeninin ardında yatan arkhenin de “sayı” olduğu
görüşüne ulaşmışlardır. Miletos Okulu üyelerinin arkhe olarak su, hava gibi somut maddeleri seçmele-
rine karşın Pythagorasçılar sayının arkhe olduğunu söyleyerek soyut düşünüşe doğru önemli bir adım
atmışlardır. Pythagorasçılara göre, evrendeki düzeni sayılar sağlamakta, onların yokluğunda ise var olan
ilişkili yapılar, düzen ya da yasa ortadan kalkmaktadır.

4 Pythagorasçı düşünce büyük oranda mistik ve dinî bir nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte,
onların düşüncesinde bilimin önemli bir yer tuttuğu da inkâr edilemez. Ayrıca, din ve bilim arasında
yapılan ayrımın modern bir yaklaşım olduğu, başka bir deyişle günümüzde anlaşıldığı biçimiyle din-
bilim ayrımının Pythagorasçılık açısından geçerli olamayacağı hatırda tutulmalıdır. Onlar ruh için nihai
kurtuluşu temin etme çabalarını kendi genel teorileriyle uyumlu bir bilimsel etkinlik olarak yürüt-
müşlerdir. Pythagorasçılar fizik ile matematik arasında oluşturdukları birlik dolayısıyla modern fiziğin
temelini atmış sayılabilirler. Onlar matematik alanında özgün kuramlar geliştirmişlerdir. Pythagoras ve
takipçileri evrendeki uyumu açıklayabilmek için matematiğe başvurmuşlardır. Bu, matematiğin Pytha-
gorasçılar tarafından bir yöntem haline getirildiğini gösterir ve modern bilim açısından fevkalade önem-
li bir adımdır. Zira modern düşüncede, en azından Galileo’dan beri, evren matematiksel bir vakıa ola-
rak görülür ve onu anlamak için matematiğe müracaat edilmesi gerektiği vurgulanır. Pythagorasçıların
modern bilime yaptığı söylenebilecek bir diğer önemli katkı, “bilen özne” ile “bilinen evren” arasında
gözettikleri ayrımdır. Bu ayrım bilgiyi mümkün kıldığı gibi bilgi sorununun felsefenin bir parçası haline
gelmesini de sağlamaktadır.

50
İlkçağ Felsefesi

5 Herakleitos’un arkhe anlayışını


açıklayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


6 Herakleitos’un logos öğretisini ana
hatlarıyla irdeleyebilme

Değişim ve Hareket Sorunu

5 Tıpkı Miletos ve Elea okulu filozofları gibi Herakleitos da başlangıçta arkhenin ne olduğuna dair
spekülatif fikirler üretmiştir. Ancak, Miletoslular gibi belirli bir durağan maddeyi arkhe olarak seçme-
nin doğadaki değişim ve hareketi açıklayamayacağını düşündüğünden, hareketli bir madde olan “ateş”i
arkhe olarak seçmiştir. Ateş, Herakleitos’a göre, tüm var olanların ilk gerçeğidir. Ateş, tüm karşıtların
içinde eridiği birliktir. Hareketin nasıl olanaklı olduğunu açıklamaya çalışan Herakleitos’a göre, ateş
her şeyin niteliksel değişimine yol açan bir ilkedir. Diğer bir deyişle, Herakleitos’un gözünde ateş hem
bir madde hem de değişimin ilkesidir. Bu bakımdan, onun arkhe anlayışı Elealılardan da ayrılmaktadır.
Zira Elea okulunun başlıca temsilcisi olan Parmenides’e göre arkhe olarak kabul edilmesi gereken un-
surun bir, kendi kendisiyle özdeş ve hareketsiz olması gerekmektedir. Herakleitos’un arkhesi ise diğer
niteliklerine ilaveten hareketi de ortaya koymaktadır. Onun tabiriyle, her şey akmaktadır. Ayrıca, bir
kişinin aynı nehirde iki defa yıkanması imkânsızdır. Bu nedenle evreni sabit bir kütle olarak tasavvur
etmek imkânsızdır. Herakleitos’un arkhe hakkındaki kanaatlerini Zenon’un yaklaşımıyla uzlaştırmak da
mümkün olmayacaktır. Çünkü Elealı Zenon da ortaya koyduğu paradokslarla hareketin ve çokluğun
imkânsızlığını göstermeye çalışmıştır. Herakleitos dünyayı hiç sönmeyen bir ateş olarak nitelendirmek-
tedir. Bu ateşin bir bölümü her zaman öteki maddeleri, yani toprak, su ve havayı oluşturmaktadır.
Herakleitos tarafından hem maddenin arkhetipik bir formu hem de oluşun düzeni diye nitelendirilen
ateş diğer maddeler arasındaki değişimi, birbirlerini daima dengeleyecek şekilde düzenlemektedir. Bu
nedenle, Herakleitos’un saf ateşe yönetsel bir kapasite atfettiği de söylenebilir. O, ateşi kozmik güçlerin
itici ilkesi olarak ele alır. Ateş suların buharlaşmasına, buharın yükselmesine ve bulut olmasına, bulutun
soğuyarak yağmura dönüşmesine, toprağın kurumasına neden olan ilkedir. Bu açıdan ateş katı, sıvı ve
gazların “değişim ilkesi”dir.

6 Her ne kadar Herakleitos’un felsefesini değişim olgusuna yaptığı vurgu temsil ediyor ise de onun
düşüncesinde değişmeyen en az iki unsurun mevcut olduğunu belirtmek gerekmektedir. Söz konusu
unsurlardan ilki, arkhenin, yani ateşin geçirdiği tüm dönüşümler boyunca aynı kalan miktarıdır. Ör-
neğin herhangi bir yerdeki bir değişimin neticesi olarak toprak azalıyorsa, bu, başka bir yerde toprağın
arttığı anlamına gelmektedir. Bir ilke olarak arkhenin miktarı daima sabittir. Esasen bu düşünceyi ilkçağ
filozoflarının ortak bir kanaatine dayandırmak mümkün gözükmektedir: yoktan hiçbir şey var olmaz,
var olan hiçbir şey yok olmaz. Bu düşüncenin ikinci kısmı, var olan bir şeyin yok olmadığı şeklindeki
iddia Herakletios’un miktardaki sabitliğe dair yaptığı tartışmayı destekliyor gözükmektedir. Evrende de-
ğişmeden, sabit kalan ikinci unsur ise, Herakleitos’a göre, logostur. Logos tüm değişimleri oranlı, düzenli
ve ölçülü kılan yasadır. Logos Yunancada akıl, ölçü, oran, tasvir, önerme ve cümle gibi anlamlara gel-
mektedir. Evrendeki her şeyi düzene sokan yasa olarak logos, Herakleitos’a göre, evreni yöneten ilkedir.

51
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

Parmenides ve Herakleitos’un
7 hareket sorunu hakkındaki
fikirlerini kıyaslayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Miletos Okulu düşünürleri olan Thales, Anaksimandros ve


Elea Okulu
Anaksimenes, var olanların meydana gelişinin nedenini ark-
henin canlılık özelliğine bağladıklarından, değişim ve hareket
sorunu üzerine düşünmemişlerdir. Bu nedenle Miletos Oku-
lu düşünürleri belirli maddeleri arkhe olarak seçmişlerdir.
Aristoteles’in deyişiyle Miletos Okulu filozofları maddi nedene
odaklanmışlar, harekete itki veren fail nedeni araştırmamış-
lardır. Durağan ve belirli bir maddeyi arkhe olarak seçmenin
değişimi ve hareketi anlamada yetersiz bir açıklama olduğunu
ilk fark eden Herakleitos’tur. Herakleitos değişim ve hareketi
açıklamak için arkhenin hareketli bir madde olması gerektiği-
ni düşünmüş ve bu nedenle “ateş”i arkhe olarak seçmiştir. Ateş
yalnızca bir töz değildir; aynı zamanda sürekli eylemin somut,
fiziksel bir simgesi, oluşun kendisi olarak da tanımlanabil-
mektedir. Başka bir deyişle, Herakleitos’a göre, ateş bir madde
olmaktan çok, her şeyin niteliksel olarak değişimine yol açan
bir ilkedir. Herakleitos sürekli değişim içindeki dünyayı hiç
sönmeyen bir ateş olarak tanımlamaktadır. Bu ateşin bir bö-
lümü her zaman öteki maddeler olan toprağı, suyu ve havayı
oluşturur. Oluş daima bir düzen içerisindedir. Oluşa düzenini
veren ise logostur. Herakleitos logosu tüm değişimleri oranlı, dü-
zenli ve ölçülü kılan yasa olarak tanımlamaktadır. Evrendeki
tüm karşıtların oranlı bir biçimde birbirlerine dönüşerek uyum
içinde var olması, logosa uygun olmasından kaynaklanmaktadır.
Parmenides ise Herakleitosçu felsefenin tam tersi bir yol alarak
değişimi reddetmektedir. Parmenides’e göre, “varlık” ile değişi-
min bir arada düşünülmesi açıkça tutarsızdır, çünkü hareket ya
da değişim var olan bir şeyin bir süre sonra yok olmasıdır. Bu
durum ise bir şeyin hem “var” hem de “yok” olduğunu kabul
etmek anlamına gelir ki, bir şeyin hem “var” hem de “yok” ol-
duğu tutarsızlık içerdiğinden akıl tarafından kavranamaz. Bu
nedenle, Parmenides, var olanın hep var olması gerektiğini öne
sürerek, hareket ya da değişimin yalnızca duyuların bir yanılsa-
masından ibaret olduğunu düşünmektedir.

52
İlkçağ Felsefesi

1 Aşağıdakilerden hangisi Thales’e ilk filozof 5 Herakleitos’un evrendeki değişimin temeline


denilmesinin nedenlerinden biri olamaz? yerleştirdiği “logos” sözcüğü aşağıdaki hangi anla-
mı içermez?

neler öğrendik?
A. Bilgiyi yalnızca bilgilenmek için istemesi A. Yasa B. Akıl C. Duyum
B. Gözlem yöntemiyle doğaya yaklaşması D. Orantı E. Mantık
C. Maddenin canlı olduğunu söylemesi
D. Doğa olaylarının ardında bir düzenlilik olduğu- 6 Thales’in canlı-cansız madde ayrımı yapma-
nu ileri sürmesi ması, aşağıdaki sonuçlardan hangisine yol açmaz?
E. Arkhe olarak “su”yu seçerken, gözlemlere da- A. Mıknatısın canlı kabul edilmesine
yanması B. Hareket sorununun fark edilmemesine
C. “Fail neden”den söz edilmemesine
D. Maddenin tanrılarla dolu olduğunun düşünül-
2 Aşağıdakilerden hangisi Anaksimandros’un mesine
Thales’ten ayrılan görüşlerinden biri değildir? E. Gözlem yoluyla doğanın incelenmesine
A. Arkheyi belirsiz bir madde olarak saptaması
B. Canlılığın kaynağına “nemlilik” niteliğini yer- 7 Aşağıdaki ifadelerden hangisi Parmenides’e
göre hatalıdır?
leştirmesi
C. Evrenin boşlukta durduğu iddiası A. Değişimin yasası ancak akılla kavranabilir.
B. Varlık ile düşünce aynıdır.
D. Belirsiz bir kütlenin varlığından söz edişi
C. Var olmayan var olamaz.
E. Arkhenin sonsuz niteliğe sahip olması gerekti- D. Duyular hakikati kavrayamaz.
ğini düşünmesi E. Dile getirilebilen ancak bir var olandır.

3 Aşağıdakilerden hangisi Miletos Okulunun 8 Aşağıdakilerden hangisi Ksenophanes’in görüş-


tüm düşünürlerince paylaşılan bir görüş değildir? leriyle ilişkili olarak varılması olanaklı bir yargıdır?
A. Ksenophanes’e göre, evrendeki düzen akıl ve
A. Miletos Okulu düşünürleri kontrollü deneye duyuların ortak çalışmasıyla bilinebilir.
önem verirler. B. Ksenophanes ile birlikte bilginin eleştirisi başlar.
B. Miletos Okulu düşünürlerinin düşüncelerine C. Ksenophanes, insan dünyasının tanrıların dün-
fizik dünya yol gösterir. yasına benzer biçimde düzenlenmesi gerektiği-
C. Miletos Okulu düşünürleri canlı madde anlayı- ni söyler.
şını benimserler. D. Ksenophanes’e göre, bilgi insanlara tanrılar ta-
rafından sunulur.
D. Miletos Okulu düşünürlerine doğa filozofları E. Ksenophanes, insanın bilgisinin tanrıların bil-
da denilebilir. gisinin yerini alması gerektiğini düşünür.
E. Arkhenin araştırılması, Miletoslu düşünürlerin
temel sorunudur. 9 Aşağıdakilerden hangisi Parmenides ve He-
rakleitos felsefeleri bakımından varılabilecek ortak
bir yargıdır?
4 Pythagorasçılar üzerine söylenebilecek aşağı-
daki yargılardan hangisi yanlıştır? A. Evrenin temelinde “değişim” ve “oluş” bulunur.
B. Birden çok meydana gelmez.
A. “Bilen özne” kavrayışı ilk kez açıkça Pythago- C. “Logos” hakikati tanımlar.
rasçı felsefede görülür. D. Akıl bilgisi, deneysel bilgiden üstündür.
B. Formalist bir felsefe yaparlar. E. “Diyalektik” bilgiye ulaşmada en önemli yön-
C. Evrenin temeline uyum, ölçü ve oran kavramla- temdir.
rını yerleştirirler.
D. İdeal sayı düşüncesi ilk kez Pythagorasçılarda 10 Aşağıdakilerden hangisi belirli ve somut bir
belirir. maddeyi arkhe olarak saptayan monist bir filozoftur?
E. Özneye ahlaki sorumluluk yüklerler. A. Pythagoras B. Parmenides
C. Anaksagoras D. Anaksimandros
E. Anaksimenes

53
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem

1. C Yanıtınız yanlış ise “Thales” konusunu yeni- 6. E Yanıtınız yanlış ise “Thales” konusunu yeni-
den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı

2. B Yanıtınız yanlış ise “Anaksimandros” konu- 7. A Yanıtınız yanlış ise “Parmenides” konusunu
sunu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

3. A Yanıtınız yanlış ise “Miletos Okulu” konusu- 8. B Yanıtınız yanlış ise “Ksenophanes” konusu-
nu yeniden gözden geçiriniz. nu yeniden gözden geçiriniz.

4. D Yanıtınız yanlış ise “Pythagoras ve Ardılları” 9. D Yanıtınız yanlış ise “Değişim ve Hareket So-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. runu” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. C Yanıtınız yanlış ise “Herakleitos” konusunu 10. E Yanıtınız yanlış ise “Anaksimenes” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
2 Anahtarı

Thales’in öğrencisi olan Anaksimandros, hocasının arkheye ilişkin saptama-


larından etkilenmekle birlikte bunların eleştirisini de yapmaktadır. Thales
arkhe olarak “su”yu seçerken, “su”yun sınırsızlığından ilham almıştır. Anak-
simandros, Thales gibi, arkhenin sonsuz ve sınırsız bir şey olması gerektiğini
düşünmekle birlikte “su”yun belirli ve sınırlı bir madde oluşundan dolayı ark-
he olamayacağını ileri sürer. Anaksimandros’a göre, arkhe evrendeki çeşitliliği
Araştır 1 sağlayabilecek biçimde sonsuz ve sınırsız olmalıdır. “Su” ise belirli bir madde
olduğundan karşıtıyla sınırlanacak ve bu durumda da evrendeki sonsuz ve
sınırsız çeşitliliği sağlamakta, karşıtların evrende bir arada bulunmasını açıkla-
makta yetersiz kalacaktır. Belirli maddelerin ancak karşıtlarıyla birlikte var ol-
duğu görüşünden hareket eden Anaksimandros, bu durumda tüm karşıtların
kendisinden kaynaklandığı arkhenin niteliğinin belirsiz olması gerektiğini ileri
sürer. Anaksimandros bu belirsiz, sınırsız arkheye apeiron adını verir.

Anaksimenes’e göre, arkhe “hava”dır. Anaksimenes canlı ve cansız evrende var


olan her şeyin “hava”nın niceliksel olarak farklılaşmış biçimi olduğunu ile-
ri sürer. Anaksimenes’in canlı ve cansızlar arasında varsaydığı bu benzerlik,
Araştır 2 Pythagorasçılar tarafından bilginin olanağını oluşturmak amacıyla kullanılır.
Pythagorasçıların makro kozmos ile mikro kozmos arasındaki benzerlikten yola
çıkarak benzerlerin birbirlerini bilebileceklerine ilişkin düşüncelerinin zemi-
ninde Anaksimenes’in insan ve evren arasında “hava” aracılığıyla kurduğu
benzerlik bulunur.

54
İlkçağ Felsefesi

Araştır Yanıt
2 Anahtarı

Pythagoras ve takipçileri “bilen özne” ile “bilinen evren”in aynı mantıksal ya-
pıya sahip olduğunu iddia etmektedirler. Herakleitos benzer bir ortak yapının
logos ile insan düşüncesi arasında mevcut olduğu kanaatindedir. Her şey sürek-
li değişmektedir. Evrende arkhenin miktarı ve logos dışında sabit kalan hiçbir
şey yoktur. Fakat bu değişim insanın bilme becerisini ortadan kaldırmamak-
tadır. Başka bir deyişle, Herakleitos bilginin mümkün olduğu kanaatindedir.
Nesne (evren) ve özne (insan) hiç durmadan değişir. Fakat, özne nesnedeki
Araştır 3 düzeni ve uyumu var eden yasa ile aynı niteliğe sahip olduğu için onu kav-
rayabilmektedir. Eğer bilgi yalnız ve sadece duyulara dayanıyor olsaydı onun
imkânı ve değeri tartışma konusu edilebilirdi. Fakat Herakleitos’un bilgi adını
verdiği şey duyu algılarından türetilen malumat değildir. Çünkü değişen şey
hakkındaki algılar yanıltıcıdır. Asıl olan, bu değişimin arkasındaki yapıyı akıl
ile kavrayabilmektir. Dolayısıyla, Herakleitos düşüncesinde, bilgi ancak aklî
bir zeminde türetildiği oranda meşru kabul edilmektedir.

Ksenophanes üç tür bilgiden söz eder. İlk bilgi, tüm Elea Okulu üyelerince de
eleştirildiği üzere güvenilmez olan “duyu bilgisi”dir. Duyu bilgisi insanların
izlenimler yoluyla elde ettikleri, değişkenlik gösteren bir bilgidir. Yine Elea
Okulunun genel görüşüne uygun bir biçimde Ksenophanes insanın güvenilir
bilgi kaynağı olarak “akıl bilgisi”nden söz eder. Ksenophanes’e göre, akıl, insa-
nın araştırıp keşfederek bilgi sahibi olabileceği tek yetisidir. Diğer bir deyişle
Araştır 4 insan araştırdıkça duyularının ötesindekini bilebilir hale gelecektir. Duyuların
ötesindeki gerçekleri bilme çabasında insanın kılavuzu akıldır. Ancak, akıl in-
sana duyu bilgisinin ötesine geçme gücü veriyor olmakla birlikte sınırlı bilgi
sağlar. İnsan ve Tanrı bilgisini karşılaştıran Ksenophanes insanın hakikati asla
tam olarak bilemeyeceğini öne sürer. Böylece Ksenophanes’in felsefesinde be-
liren üçüncü tür bilgi “Tanrı bilgisi”dir. Tanrı bilgisi ne duyular ne de akıl
tarafından sınırlandırılmamış bir bilgi olduğundan en üst bilmedir.

Kaynakça
Akarsu, B. (1988). Felsefe Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Guthrie, W.K.C. (1999). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Çev.
İnkılâp Kitabevi. Ahmet Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Aristoteles. (1993). Fizik. İstanbul: Yapı Kredi Herakleitos. (2012). Kırık Taşlar. İstanbul: Can
Yayınları. Yayınları.
Aristoteles. (1996). Metafizik. İstanbul: Soysal Herzen, A. (2004). Letters on Study of Nature. Hawaii:
University Press of the Pacific.
Yayınlar.
Homeros. (1984). Odysseia. İstanbul: Can Yayınları.
Von Aster, E. (1999). İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi.
İstanbul: İm Yayın Tasarım. Jeager, W. (1947). The Theology of the Early Greek
Philosophers. Oregon: Wipf & Stock Publishers.
Bergson, H. (1998). Creative Evolution. New York:
Dover Pub. Inc. Kranz, W. (1984). Antik Felsefe. İstanbul: Sosyal
Yayınlar.
Burnet, J. (1920). Early Greek Philosophy. London: Laertios, D. (2003). Ünlü Filozofların Yaşamları ve
A&C Black Ltd. Öğretileri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Capelle, W. (1995). Sokrates’ten Önce Felsefe II. Platon. (1989). “Kratylos”. Diyaloglar 1 içinde.
İstanbul: Kabalcı Yayıncılık. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Cevizci, A. (2014). Felsefe Tarihi 1 –İlkçağ Felsefesi. Platon. (1989). Parmenides. İstanbul: Ara Yayıncılık.
İstanbul: Say Yayınları. Platon. (1997). Phaidros. İstanbul: M.E.B. Yayınları.
Descartes, R. (1994). Metod Üzerine Konuşma. Russell, B. (t.y.). Batı Felsefesi Tarihi –İlkçağ. İstanbul:
İstanbul: Sosyal Yayınlar. Say Yayınları.
55
Bölüm 3
Plüralist ve Antropolojik Dönem
öğrenme çıktıları

Plüralist Dönem
1 Monizm ve plüralizm kavramlarını Antropolojik Dönem
tanımlayabilme 4 Sofistlerin ortaya çıkışı ile yaşadıkları
2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana dönemin tarihsel şartlarını

1 2
hatlarıyla ifade edebilme ilişkilendirebilme
3 Demokritos’un ahlak anlayışını 5 Sofistlerin temel düşüncelerini
açıklayabilme sıralayabilme

Anahtar Sözcükler: • Plüralizm • Reenkarnasyon • Teleoloji • Hylozoizm • Atomculuk


• Antropolojik Dönem • Sofist • Rölativizm

56
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ PLÜRALİST DÖNEM


Bir önceki bölümde doğa felsefesinin temel
problemlerinden bahsedilmişti. Bu problemler çer- Empedokles
çevesinde görmüştük ki, Thales’ten başlamak üzere,
Plüralist dönemin ilk düşünürü olarak kabul
filozoflar gerek bir bütün olarak evreni gerekse tek
edilen Empedokles (MÖ 495 – 435), evrenin
tek nesneleri meydana getiren temel öğenin (ark-
temelinde dört unsurun mevcut olduğu kanaa-
henin, başka bir deyişle cevherin ya da tözün) ne
tindedir. Ona göre, hava, ateş, toprak ve su gör-
olduğu sorusu üzerinde durmuşlardır.
düğümüz bütün nesnel gerçekliği ortaya çıkaran
İlkçağ doğa filozoflarından bir kısmı, her şeyin aslî unsurlardır. Onun gündeme getirdiği bu dört
tek bir öğeden meydana geldiğini düşünmektedir. unsur teorisi kendisinden sonra da uzun bir süre
Örneğin Thales bu öğenin su olduğu kanaatinde- benimsenmiştir. Örneğin Aristoteles’in kalitatif fi-
dir. Şeyleri meydana getiren öğenin tek olduğunu ziği açısından da eşyanın mevcudiyeti açıklanmaya
düşünen filozoflar “monizm” fikrinin takipçisidir- çalışılırken başvurulması gereken unsurlar bunlar-
ler. Yani bircidirler. Onlara göre, tek bir öğe vardır dır. Sonraki dönemlerde İbn Sina gibi bazı İslam
ve şeyler bu öğenin biçim değiştirmesi neticesinde filozofları da Aristoteles üzerinden Empedokles’in
meydana gelmektedir. bu düşüncesini benimsemişlerdir.
Empedokles’ten itibaren, doğa felsefesi ile ilgili
tartışmalar “plüralist” (çokçu) bir karakter arz etme-
ye başlamıştır. Doğa felsefesinin bu nihai dönemi, Empedokles’in Dört Unsur Teorisi
şeyleri meydana getiren öğenin birden fazla oldu- Empedokles kendisinden önce yaşamış fi-
ğu düşüncesi üzerine kurulmuştur. Empedokles, lozofların, örneğin Pythagoras, Herakleitos ve
Anaksagoras, Demokritos ve Leukippos plüralist Parmenides’in çeşitli fikirlerini kendi sistemine
dönemin başlıca temsilcileridir. uyarlamıştır. Bu bakımdan onun eklektik bir dü-
şünceye sahip olduğu söylenebilir. Böyle olmakla
birlikte, Empedokles, önceki düşünürlerin belli
Arkhe kavramı ilkçağ doğa felsefesinin en başlı fikirlerine dayanarak daha ziyade bir sentez
temel kavramlarından biridir. Bu kavram yaratma yoluna gitmiştir. Onun Herakleitosçu
“ilk ilke”, “ilk neden”, “başlangıç” gibi an- değişim ve Parmenidesçi sabitlik fikirleri arasında
lamlara gelmektedir. Doğa filozofları bu gerçekleştirmeye çalıştığı uzlaşı tam da böyle bir
kavramla eşyanın ortaya çıkmasını müm- sentezi ortaya koymaktadır.
kün kılan unsuru kastederler. Bir yandan Antik Yunan düşünürlerinin ta-
mamının kabul ettiği hiçten ancak hiçin çıkacağı
fikrini benimseyen Empedokles, diğer yandan ise
nesnelerde meydana gelen değişimi gözlemlemek-
tedir. Dolayısıyla, o hem Parmenides ve Zenon ta-
dikkat
rafından teorileştirildiği biçimiyle değişimin, hare-
Arkhenin doğal bir unsur olduğu hatırda tu-
ketin ve çokluğun olmadığı bir varlık tasavvurunu
tulmalıdır. Arkhe olarak kabul edilen su, ateş,
benimsemekte hem de gözlemlediği değişimle bu
toprak, hava gibi unsurların tamamı doğada
tasavvur arasında bir uzlaşı inşa etmeye çalışmak-
mevcuttur. Sonsuzluk gibi bazı arkheler de
tadır.
mevcut olmakla birlikte bunların da doğaya
geri götürülmesi mümkündür. Doğa filozof- Empedokles’e göre, insanların varlık dedikleri
larına göre evren sonsuz olduğuna göre son- şey dört temel unsurun birbiriyle belirli bir oran
suzluk kavramının da doğadan türetildiği söy- dâhilinde karışması, yokluk dedikleri şey ise bu
lenebilir. karışımın ortadan kalkmasıdır. Mutlak anlamda
ne meydana gelişten ne de yok oluştan bahsedi-
lebilir. Zira olmayan bir şey var olamaz, var olan
bir şey de yokluğa karışıp sonsuza dek ortadan
kalkamaz. Başka bir deyişle, dört unsur ezelî ve
ebedîdir. Onlar belirli bir oran dâhilinde bir ara-

57
Plüralist ve Antropolojik Dönem

ya geldiğinde bize şeyler var olmaya başlıyormuş, gereken bir nokta vardır ki o da mutlak bir oluş
ayrıldıklarında ise yok oluyormuş gibi görünmek- ve bozuluşun değil, arızî bir oluş ve bozuluşun ol-
tedir. Oysaki, diye düşünmektedir Empedokles, duğunu düşünmek gerektiğidir. Zira, antik Yunan
Parmenides’in işaret ettiği üzere varlık vardır, var düşüncesinde, mutlak bir varlık ve yokluktan bah-
olmayan ise yoktur. sedilemez. Hava, ateş, toprak ve suyun evrendeki
Empedokles dört unsuru tanrısal varlıklar ola- miktarı asla artmaz ve eksilmez. Mutlak bir oluş ve
rak görmektedir. Ona göre hava Hades, ateş Zeus, bozuluştan bahsedilebilseydi o zaman bu dört un-
toprak Hera, su ise Nestis ile özdeştir (Kranz, 2014, surun miktarında da bir artış ve eksilme meydana
s. 133). Bu açıdan bakıldığında, onun, yaşadığı dö- gelirdi. Bu ise mümkün değildir.
nemdeki dinî düşünceden etkilendiği anlaşılmak- Empedokles’e göre, dört unsur maddî niteliğe
tadır. Şüphesiz bu Empedokles düşüncesindeki tek sahiptirler ve aynı zamanda ezelî ve ebedîdirler.
dinî öğe değildir. Pythagorasçı gelenekten aldığı ve Buna karşın Sevgi ve Nefret ise maddî olmadıkları
ünite kapsamında yeri geldikçe temas edilecek olan gibi ezelî ve ebedî de değildirler. Onların mevcu-
başka bazı dinî düşünceleri de mevcuttur. diyetleri birbirini takip eden dönemlerle sınırlı-
İlk doğa filozofları, örneğin Thales ve Anaxime- dır. Ayrıca, dört unsur bileşik nesne ya da tözle-
nes hylozoisttirler. Onlara göre, nesnelerin ortaya rin oluşumunu sağlayan temel bileşenler olmaları
çıkışını canlı maddenin, arkhenin bizzat kendisine anlamında basit birer cevherdir. Bileşik maddeler
dayalı olarak açıklamak gerekmektedir. Örneğin bu basit öğelere ayrıştırılabilir. Fakat basit cevher-
Thales, tüm cisimlerin sudaki değişimlerden mey- ler başka herhangi bir şeye bölünemez ve indirge-
dana geldiğini ve mevcudiyetlerini sürdürebilmek nemez. Böylece, basit cevherlerle bileşik nesneler
bakımından ihtiyaç duydukları şeyleri sudan aldık- arasında ayırım yapan Empedokles dört unsurun,
ları iddiasındadır (Weber, 2014, s. 21). Empedok- en azından evrendeki her şeyin kendilerinden mey-
les ise dört unsuru evrenin temeline yerleştirmekle dana gelmesi anlamında basit oldukları sonucuna
birlikte, onların kendiliğinden harekete geçtiğini ulaşmaktadır (Cevizci, 2000, s. 53).
düşünmez. Bu bakımdan, o, hylozoist düşüncenin Sevgi tarafından bir araya getirilen dört unsur-
dışına çıkar (Guthrie, 1999, s. 57). dan türeyen varlıklar belirli bir hiyerarşi dâhilinde
ortaya çıkmaktadır. Önce ilkel, sonra gelişmiş can-
lılar; önce bitkiler ve hayvanlar, sonra insanlar;
Hylozoizm, Yunanca hyle (madde) ve önce hem erkek hem dişi olan canlılar, sonra ise
zoon (canlı) kavramlarından türemekte erkek ve dişi diye ayrılan canlılar (Störig, 2015, s.
olup “canlı-maddecilik” anlamına gel- 189) meydana gelmektedir.
mektedir. Hylozoist filozoflar hareket ve
Empedokles canlı varlıkların bedensel oluşu-
değişimi maddenin bizzat kendisinden
munu da son derece ilginç bir şekilde açıklamak-
kaynaklanan bir husus olarak değerlendi-
tadır. Ona göre, ilk önce canlı varlıkların kafa, el,
rirler.
ayak gibi organları ortaya çıkmıştır. Sonra bunlar
tamamen tesadüf neticesinde bir araya gelmiştir.
Dört unsur kendiliğinden hareket etmiyor ise, Böylece, hayatta kalmalarını sağlayacak şekilde
başka bir deyişle onların bir araya gelmesi bizzat birbiriyle birleşenler canlı varlıklara dönüşmüş-
ürettikleri bir hareketin sonucu değil ise, evrende lerdir. Bunların hayatta kalması birbirlerinin ih-
gözlemlediğimiz oluş ve bozuluşu nasıl açıklama- tiyacını karşılamalarıyla mümkün olmuştur. Ör-
mız gerekir? neğin dişler yiyeceği kesmiş ve parçalamış, mide
Empedokles’e göre bu sorunun cevabını vere- onu hazmetmiş, karaciğer kana dönüştürmüştür.
bilmek için evrendeki maddî gerçekliği mümkün İnsan kafası insan vücuduyla buluştuğu zaman
hale getiren iki etkin nedene müracaat etmek ge- vücudun tamamı hayatta kalmayı başarmış, fakat
rekmektedir: Sevgi (ya da Sempati) ve Nefret (ya örneğin bir sığırın vücuduyla buluştuğu zaman ise
da Antipati) (Kranz, 2014, s. 120). Oluş dediğimiz onunla uyum sağlayamamış ve ortadan kalkmıştır
şey, dört unsurun Sevgi tarafından bir araya getiril- (Kranz, 2014, s. 130).
mesi, bozuluş ise bu unsurların Nefret tarafından İnsanın bedensel oluşumu da dört unsurun çe-
birbirinden ayrılmasıdır. Yalnız, dikkat edilmesi şitli oranlarda karışmasının bir sonucudur. Onun

58
İlkçağ Felsefesi

katı yönünü teşkil eden et ve kemik topraktan oluş- Empedokles Herakleitos’un değişim konusun-
maktadır. İnsanın sıvı yönü ise kandır. Bu nedenle daki fikrine katılmaktadır. Duyularımız bize evren-
insanın bedensel teşekkülünde suyun önemli bir de sürekli bir değişim ve hareketin olduğunu söy-
yeri vardır. Solunum yoluyla insanın oluşumuna ler. Bunu duyuların eksikliğine atfetmek mümkün
hava da katılır. Ayrıca bedenimizdeki sıcaklık, olu- olmakla birlikte akıl da duyular gibi bilgiye ulaşma
şumumuzda ateşin de bulunduğunu gösterir. Sevgi hususunda eksiktir (Kranz, 2014, s. 116-17). Öte
bu unsurları oranlı bir şekilde bir araya getirmekte- yandan Parmenides de haklıdır. Evrenin özünü teş-
dir. Sağlık dediğimiz şey aslında bunlar arasındaki kil eden dört unsur, bizzat değişmezdirler. Bunlar
uyumdur. Hastalık ise bedensel oluşumumuzu teş- ezelî ve ebedî, basit cevherler olmaları hasebiyle
kil eden unsurlar arasındaki uyumsuzluğun bir so- daima kendi kendileriyle aynı kalırlar. Değişimin
nucu olarak görülmelidir (Von Aster, 2015, s. 75). ve aynılığın birlikte tasdik edildiği Empedokles
Empedokles’e göre, Sevgi ve Nefret evrende düşüncesinde bilgiye ulaşmak için bir yolun da
dönüşümlü olarak hüküm sürmektedir. O, birbi- bulunması gerekmektedir. O, evren hakkında-
rini sonsuza dek takip eden dört dönemin var ol- ki hakikate, bilgiye ulaşmanın en makul yolunun
duğunu düşünmektedir. İlk dönemde Sevgi evrene duyuları ve aklı bir arada kullanmaktan geçtiğini
bütünüyle hâkimdir. Sevgi, unsurları bir araya ge- düşünür (Waterfield, 2000, s. 134). Herakleitos ve
tirdiği için oluşu da mümkün kılmaktadır. İkinci Parmenides’in birbirini nakzeden düşünceleri ara-
dönemde Nefret evrende kendisine yer açmak için sında oluşturulan bu uzlaşı Empedokles’in sentez-
harekete geçmektedir. Bu dönemi Nefretin evren ciliğinin bir diğer örneğini teşkil etmektedir.
üzerinde mutlak bir egemenlik kurduğu dönem ta- Cisimlerin nasıl olup da birbirini etkilediği so-
kip eder. Dördüncü dönemde ise Sevgi evrene tek- rusu Empedokles’in cevaplamaya çalıştığı başlıca
rar girmeye çalışmaktadır (Gökberk, 2016, s. 33). sorulardan biridir. Bu soru esasen hareketin nasıl
Sevginin hakim olduğu dönem kozmos, Nefretin mümkün olduğunu da açıklamak bakımından
hakim olduğu dönem ise kaos halidir. işlevseldir. Onun verdiği cevap, yukarıda işaret
edilen sentezi daha anlamlı hale getirecektir. Zira
hareket Elea Okulu tarafından reddedilmektedir.
Empedokles’in Bilgi Anlayışı Nitekim Elealı Zenon’un meşhur paradoksları bu
Empedokles’in bilgi anlayışı da, Herakleitos ve düşünceyi reddetmek üzere üretilmiştir.
Parmenides’in fikirlerine dayanarak oluşturmaya
Empedokles’e göre cisimlerin birbirini etkile-
çalıştığı bir sentezin ifadesidir.
mesi şu şekilde açıklanabilir: Nasıl ki güneşten ışık
Herakleitos’un evrende daimi bir değişimin mev- yayılıyorsa, cisimlerden de ışınlar yayılmaktadır.
cut olduğu yönündeki iddiasına karşılık Parmenides Ancak, cisimlerin ışın yayabilmesi, insan bedenin-
hiçbir şeyin değişmediği düşüncesindedir. Herakleitos de olduğu gibi, bazı gözeneklerin mevcudiyetini
(2016, B. 55, s. 163) eşya hakkındaki bilgileri, ancak gerektirir. Bir cismin başka bir cismi etkileyebilme-
duyulardan devşirebileceğimizi söylerken Parmeni- si, bu iki cismin gözeneklerinin birbiriyle uyumlu
des açısından bilginin kaynağı ancak akıl olabilir. Bu olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle, bir cisimden
bakımdan, iki filozof birbirine zıt iki epistemolojik çıkan ışınlar diğer cismin gözeneklerine girebilecek
düşüncenin takipçisi olarak görülebilir ki birincisi konumda bulunmalıdır (Von Aster, 2015, s. 78).
çağdaş düşüncedeki empirizmi (Barnes, 2005, s. 115) Örneğin görmek için, cisimlerden çıkan ışınların
diğeri ise rasyonalizmi hatırlatmaktadır. gözde yer alan gözeneklerden içeri girmesi, aynı şe-
kilde gözden çıkan ışınların da cisimlere girebilme-
si gerekir (Gökberk, 2016, s. 33).
Empirizm bilginin kaynağının duyu ve- Duyu algısının gerçekleşebilmesi ışın-gözenek
rileri olduğu düşüncesine verilen isimdir. uyumuna, başka bir deyişle, kaynak ile hedefin
Rasyonalizm ise bilgiyi akıldan türetmek aynı özden geliyor olmasına bağlıdır. Eğer kaynak
ya da akla dayandırmak gerektiğini iddia ile hedef aynı özden ise algı gerçekleşir ve biz bil-
eder. Bu iki akım felsefe tarihinin en eski giye ulaşabiliriz. Son kertede, evren hakkında bilgi
rakip teorileri arasında yer almaktadır. sahibi olabilmemiz tamamen evrenle aynı özden
geliyor oluşumuzun bir sonucudur (Kranz, 2014,
s. 127-28). Biz de tıpkı evrendeki diğer cisimler

59
Plüralist ve Antropolojik Dönem

gibi dört unsurdan teşekkül etmiş bulunuyoruz. Reenkarnasyon teorisine göre, maddî dünyanın
Bilgiyi mümkün kılan şey bu vakıadır. üzerinde ikinci ve daha yüksek bir ruhlar dünyası
O, düşünme gücünün kana ait olduğunu söyle- vardır. Ruhlar ölümsüzdür. Ruhların bir kısmı işle-
yerek ilginç bir fikir ortaya atmaktadır. Kan, insani dikleri günah nedeniyle kirlenmiş kabul edilmekte
varoluşun esas taşıyıcısı ve düşüncenin merkezidir. ve dünyaya sürgüne gönderilmektedir. Bunlar, bir
İnsanın bütün yetenekleri dört unsurun kandaki bedene girerek, Empedokles’in deyişiyle etten ya-
karışımının olgunluğuna göre artmakta veya azal- bancı gömleklere bürünerek, yaşamak zorundadır.
maktadır. Kanda bütün unsurlar yer aldığı için, Sürgün boyunca çeşitli biçimlere giren ruhlar kimi
her şeyi bilebiliriz (Gökberk, 2016, s. 33). İnsanın zaman bitki, kimi zaman balık, kimi zaman hay-
düşüncesi, yüreği dolaşan kanda temerküz etmek- van, kimi zaman ise insan olmaktadır. Empedokles
tedir (Kranz, 2014, s. 128). Düşünce gücünü be- bitkiler arasında
yin dışında farklı bir organa veya bedenin farklı bir defne, hayvanlar
kısmına atfetmek yalnızca Epmedokles’in yaptığı arasında aslan,
dikkat
bir şey değildir. Bunun başka örnekleri de vardır. insanlar arasında
Reenkarnasyon inancına pek
Örneğin Epiküros düşünme gücünün göğüste bu- ise bilge, ozan ve
çok kültürde rastlamak müm-
lunduğunu, buraya yerleştiğini iddia etmektedir. hekim bedeninin
kündür. Örneğin antik Mısır,
girilebilecek en
Empedokles’in Doğa Üzerine ve Arınmalar adlı Hint ve Çin medeniyetlerinde
iyi biçimler ol-
iki kitap yazdığı bilinmektedir. Doğa filozofları- de reenkarnasyon inancı vardır.
duğunu iddia et-
nın çoğunda rastladığımız bir durum Empedokles
mektedir (Kranz,
açısından da geçerlidir. Yazdığı eserler günümüze
2014, s. 112).
bütünlüklü bir şekilde aktarılamamıştır. Bununla
birlikte, eserlerinden geniş bir bölümün fragmanlar Reenkarnasyonun ne kadar devam edeceği, yani
halinde mevcut olması önemlidir. Empedokles’in bir ruhun kaç bedene girmesi gerektiği konusunda
felsefî düşüncesi bağlamında yazılanların hemen herhangi bir sınır çizilemez. Bu bütünüyle ruhun
tamamı bu fragmanlara dayanmaktadır. arınmadaki başarısına bağlıdır. Daha da önemlisi,
ruhlar önceki yaşamlarında hangi bedenlere girdik-
lerini ve başlarından neler geçtiğini, ne tür hayat-
Platon ve Aristoteles gibi filozoflar hariç lar yaşadıklarını hatırlayamazlar. Fakat bunun iki
olmak üzere ilkçağ düşünürlerinin eserle- istisnası vardır. Empedokles, büyük saygı duyduğu
ri günümüze aktarılamamıştır. Kiminden anlaşılan Pythagoras’ın ve bizzat kendisinin önceki
birer ikişer cümle kiminden ise çok sayıda yaşamlarını hatırladığını iddia etmektedir (Kranz,
paragraf günümüzde mevcudiyetini ko- 2014, s. 111, 113).
rumaktadır. İlkçağ filozoflarından kalan Reenkarnasyon inancına sahip olan diğer gele-
bu metinlere “fragman” adı verilmektedir. neklerde de gözlendiği üzere, Empedokles takipçi-
Söz konusu filozofların genel düşüncesi lerinin bazı şeyleri yemesini yasaklamıştır. Örneğin
hakkında fikir edinebilmek için fevkalade fasulye, defne dalları ve hayvanlar yenilmesi yasak
önemli olan bu parçalar Walther Kranz’ın olan şeyler arasında yer almaktadır. Bunun gerek-
Antik Felsefe adlı eserinde yer almaktadır. çesi, yenilen şeyin reenkarnasyon sürecindeki baş-
ka biri olma ihtimalidir. “Oğullarını yiyen baba-
lar, annelerini yiyen çocuklar” (Kranz, 2014, 115)
Empedokles’in Düşüncesinde Din ve onun yeme alışkanlığındaki sınırsızlığı eleştirmek
Reenkarnasyon amacıyla verdiği örneklerdir. Kişi bilmeden kendi
Empedokles’in iki kitabı da sahip olduğu dinî babasını, annesini, çocuğunu vs. yemek istemiyor-
inancın ifadeleri ile doludur. Arınmalar adlı ese- sa bu kısıtlamaya riayet etmelidir.
rinden günümüze kalan kısımlar onun Orphik ve Ruhun sürgünü otuz bin yıl devam eder (Kranz,
Pythagorasçı düşüncelerin, bilhassa dinî/mistik bir 2014, s. 110) ve ruhun kendini arındırması netice-
mahiyete sahip reenkarnasyon (yeniden-doğuş) te- sinde sona erer. Arınan ruhlar, Empedokles’e göre,
orisinin etkisinde kaldığını göstermektedir. Aynı tanrısallığa yükselirler. Diğer ölümsüzlerin sofra ar-
eser, Pythagoras’a yönelik övücü ifadeleri de içer- kadaşı olan bu ruhlar artık acıdan ve kederden kur-
mektedir. tulmuşlardır (Kranz, 2014, 112). Bu bakımdan,

60
İlkçağ Felsefesi

Empedokles’in baştan sona kötümser bir yaşam Anaksagoras


anlayışına sahip olmadığı, bir kurtuluş inancını da Anaksagoras (MÖ 500 – 428) plüralist döne-
benimsediği anlaşılmaktadır. min bir diğer temsilcisidir. O da kendisinden önce-
Pythagorasçılığın Empedokles üzerinde yarat- ki doğa filozofları gibi arkhe sorunu üzerinde kafa
tığı etki yalnızca reenkarnasyon ile sınırlı değildir. yormuştur.
Empedokles tıpkı Pythagoras gibi öğretilerini öğ- Anaksagoras evreni meydana getiren temel un-
rencilerine bir gizlilik yemini dâhilinde aktarmak- surun maddî niteliğe sahip olduğu hususunda diğer
tadır. Öğrencilerinden, susmalarını ve kendisinden doğa filozoflarıyla fikir birliği içerisindedir. Fakat
öğrendiklerini yüreklerinde saklamalarını istemek- söz konusu unsurun temel niteliği ve bu nitelikler
tedir (Kranz, 2014, s. 117). ile evrenin oluşumu arasında nasıl bir ilişki bulun-
Empedokles’in dinî düşünceleri bağlamında duğu mevzuunda benimsediği açıklama onlardan
işaret edilebilecek bir diğer husus, onun Ksenop- büyük oranda farklıdır.
hanes’inkine benzer bir Tanrı anlayışını benimsiyor
gözüktüğüdür. Buna göre, Empedokles, tıpkı Kse-
nophanes gibi antropomorfizme karşı çıkmaktadır. Anaksagoras’ın Arkhe Anlayışı
Ksenophanes, insanların tanrıları kendilerine ben- Plüralist bir filozof olması itibariyle
zettiğini söylemekte ve bunu eleştirmektedir. Bu Anaksagoras’ın monist doğa konsepsiyonundan
eleştirinin aslında monoteizme doğru atılmış önemli uzak durması anlaşılır bir durumdur. Bununla bir-
bir adım (Gökberk, 2016, s. 26) olduğu iddia edil- likte, o, Empedokles’in arkhe hakkındaki kanaat-
mektedir. Empedokles Tanrı’nın başının, ayakla- lerine de katılmamaktadır. Anaksagoras, evrenin,
rının veya dizlerinin olmadığını, yalnızca kutlu ve Empedokles’in iddia ettiği üzere, dört unsur (hava,
anlatılmaz bir zekâsının bulunduğunu ve hızlı dü- ateş, toprak ve su) tarafından çeşitli oranlarda ka-
şünceleriyle evreni dolaştığını söylemektedir (Kranz, rışmak suretiyle meydana getirildiğini düşünmez.
2014, s. 114). Bu bakımdan, onun da antropomor- Ona göre, evreni oluşturan unsurların sayısı son-
fizme karşı olduğu pekâlâ iddia edilebilir. suzdur.
Anaksagoras evrenin maddî yapısını açıklamak
üzere müracaat ettiği bu unsurlara sperma (tohum)
adını vermektedir (Preus, 2015, s. 363). Sperma
dikkat (çoğulu spermata) yaratılmamıştır, yok edilemez ve
Antropomorfizm “insanbiçimcilik” demektir.
sahip olduğu temel nitelikler bakımından sonsuza
İnsanî nitelikleri diğer canlılara atfetmek üzere
dek aynı kalır (Weber, 2014, s. 41).
kullanılan antropomorfizmin felsefe tarihinde-
ki özel kullanımı Tanrı ya da tanrılara özgüdür.
Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, antro-
pomorfizm Tanrı’yı veya tanrıları insan biçiminde dikkat
düşünmek anlamına gelmektedir. Antik Yunan Plüralist filozoflardan Empedokles’e göre, ark-
dinî düşüncesi antropomorfik öğeler ile doludur. henin sayısı belirlidir. Toprak, hava, ateş ve su
Örneğin tanrıların tıpkı insanlar gibi yalan söy- sonlu/sınırlı arkheler olarak Empedokles’in
lediğine, hırsızlık yaptığına, birbirini aldattığına varlık tasavvurunu şekillendirir. Anaxagoras
inanılmaktadır. Bu inanca göre, tanrıların da birer ise sonsuz sayıdaki bir arkhe çokluğundan
bedeni ve cinsiyeti vardır. O dönemden günümü- bahsetmektedir. Şu halde, monist filozoflar
ze kalan tanrı/tanrıça heykelleri bu inancın en so- arkhenin birden fazla olduğu kanaatini pay-
mut yansımasını teşkil etmektedir. İlkçağ filozof- laşmakla birlikte sayısı konusunda ayrılmak-
larının, içinde yaşadıkları toplumun dinî inancını tadırlar.
tamamen olmasa bile büyük oranda benimsedik-
leri söylenebilir. Fakat antropomorfik düşünce-
yi benimsemeyen ve bunu eleştiren filozoflar da Hylozoist monizm anlayışına sahip filozoflar
vardır. Ksenophanes ve Empedokles bu filozoflar arkheye, dolayısıyla da maddeye, canlılık atfettik-
arasında yer almaktadır. leri için hareketi bizzat arkhenin kendisinden tü-
retmekteydiler. Empedokles ise arkheyi teşkil eden

61
Plüralist ve Antropolojik Dönem

dört unsurun kendiliğinden hareket edemeyeceğini


düşündüğü için monistlerden ayrılmaktaydı. Ona
Nous akıl, zihin, bilinç gibi anlamlara
göre, evrendeki hareketi açıklamak için başvurul-
gelmektedir. Kavram ilkçağ felsefesinde
ması gereken iki kuvvet vardı: Sevgi ve Nefret.
yaygın bir kullanıma sahiptir. Aynı kav-
Anaksagoras arkhenin cansız olduğunu düşünmek-
ram vasıtasıyla gönderme yapılan “kurucu
te ve onun kendi kendine harekete geçemeyece-
güç” söz gelimi Platon ve Plotinus’un dü-
ğini kabul etmektedir. Arkhe cansız ise hareketin
şüncesinde de yer almaktadır.
ve evrendeki değişimin kaynağı olamaz demektir.
Bu durumda, hareketi ve değişimi açıklamak için
Nous ve madde arasındaki bir diğer fark bun-
kuvvet ve zekâ sahibi bir unsura ihtiyaç duyulacak-
lardan ilkinin mutlak anlamda basit ve yalın, ikin-
tır. Anaksagoras cansız maddeyi harekete geçiren,
cinin ise bütünüyle bileşik olmasında yatmaktadır.
kaosu kozmosa dönüştüren bu unsura Nous (Akıl)
Nous hiçbir şeyle karışmaz, kendi başına bulunur,
adını vermektedir.
bütün her şeyin en güzeli ve en safı olduğu halde,
madde Nous tarafından işlenmeden önce yalnızca
Kozmosun Rasyonel İlkesi Olarak bir yığın olarak vardır (Zeller, 2008, s. 93).
Nous Anaksagoras’a göre, her şey her şeyden pay al-
Anaksagoras Doğa Üzerine adlı eserinde, evrenin maktadır. Başka bir deyişle, her şeyde her şeyden
oluşumunu ayrıntılı bir şekilde tasvir etmektedir. biraz vardır. Bu, evrenin yapı taşlarının, sonsuz
Buna göre, başlangıçta unsurların birbirine geçmiş sayıdaki spermatanın bir imkân olarak her şeyi
halde bulunması dolayısıyla evren kaos durumun- kendi bünyelerinde barındırdığı anlamına gelmek-
dadır. Sonra bu unsurların bir araya gelmesiyle tedir. Bununla birlikte, her şey ancak bir şey olarak
kaotik durumdan çıkıp kozmosa dönüşmüştür. mevcuttur. Başka bir deyişle, etin et, altının altın,
Anaksagoras evrenin kaostan kozmosa doğru gös- ağacın ağaç olarak var olması, onları teşkil eden
terdiği gelişimi kör ve kendiliğinden hareket eden et, altın ve ağaç spermalarının et, altın ve ağacı bir
güçlere atfetmenin imkânsız olduğu kanaatindedir imkân olarak diğer şeylerden daha fazla barındır-
(Von Aster, 2015, s. 82). Bir çamur parçasının ken- masının bir sonucudur. Bu, nesnelerin birbirine
diliğinden heykele dönüşmesi, bir kaya parçasının dönüşemeyeceği anlamına gelmektedir. Nitekim
kendiliğinden bir ev halini alması nasıl mümkün Anaksagoras’a göre, bir şey ne ise odur, onun başka
değilse, birbirine bütünüyle karışmış spermaların bir şeye dönüştüğünü çelişkiye düşmeksizin iddia
da kendiliğinden kozmosu meydana getirmesi, etmek mümkün değildir. Eğer bir şeyin başka bir
yani evrene bir düzenlilik bahşetmesi mümkün şeye dönüştüğünü düşünüyorsak, bunun tek açık-
değildir. Çamur parçasının güzel bir heykel, kaya laması o şeye temel niteliğini veren spermaların sa-
yığınının güzel bir ev halini alması için heykeltıraşa yısındaki ve oranındaki değişiklik olabilir.
veya mimara ihtiyaç duyulduğu gibi kaos halindeki
evrenin kozmos halini alabilmesi için de bir güce Teleoloji ve Deizm
ve zekaya ihtiyaç vardır (Elmalı ve Özden, 2013, s.
Anaxgoras’ın Nous’a atfettiği temel nitelikler,
73). İşte bu gücün Anaksagoras’ın dilindeki karşı-
bilhassa onu belirli bir amaç doğrultusunda düzen-
lığı Nous’tur.
leyen ve biçimlendiren bir kuvvet olarak tasavvur
Nous yaratan, madde ise yaratılandır (Kranz, etmesi, teleolojik açıklama biçiminin felsefî litera-
2014, 155). Fakat “yaratmak” ve “yaratılmak” kav- türe yerleşmesine katkıda bulunmuştur. Nitekim
ramları sırasıyla “yoktan var etmek” ve “yoktan Platon ve Aristoteles evrenin mevcudiyetini belirli
var edilmek” şeklinde anlaşılmamalıdır. Bir şeyin bir telos (amaç) doğrultusunda açıklama başarısını
“yaratılmış” olduğu söyleniyorsa, bu, onu var eden gösterdiği için Anaksagoras’ı övmektedirler. Bu-
unsurların bir araya getirildiği veya o şeye “biçim nunla birlikte, Anaksagoras’ın bu düşünceyi yeter-
verildiği” şeklinde yorumlanmalıdır. Bir şeyin yok- li düzeyde geliştirmediği gerekçesiyle aynı isimler
tan var edilebileceği fikri ilkçağın dinî ve felsefî an- tarafından eleştirildiğini (Bunnin ve Yu, 2004,
layışına tamamen yabancıdır. s. 31) de hatırlatmak gerekmektedir. Evreni bir
telos doğrultusunda açıklama başarısı, deist dü-
şünce ile birleştiğinde, kendisinden sonra gelen

62
İlkçağ Felsefesi

Yunan filozofları üzerinde yarattığı etki itibariyle göstermektedir. Anaksagoras ise “saf kontemplatif
Anaksagoras’ı dikkat çekici kılmaktadır. Telos fikri düşünür tipinin ilk örneği” (Zeller, 2008, s. 91)
ve teleolojik açıklama biçimi sonraki dönemlerde, olarak kabul edilebilir. Anaksagoras eserlerini dinî
örneğin Aristoteles’in fikriyatı üzerinde önemli iz- bir düşünceye dayandırmadığı gibi, dönemin dinî
ler bırakacaktır. geleneğine olan eleştirel yaklaşımı dolayısıyla ciddî
sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Örneğin yaşadığı
dönemde Yunan toplumu güneşi bir tanrı olarak
Teleoloji erek-bilim olarak tercüme edile- kabul etmektedir. Anaksagoras ise güneşin kızgın
bilir. Yunanca telos (amaç, erek) ve logos bir taş kütlesi olduğunu iddia etmiştir. Onun bu
(bilim) kavramlarından türetilmiştir. Ka- sonuca bir gök taşı parçası üzerinde yaptığı göz-
baca, herhangi bir nesnede veya evrenin lem neticesinde ulaştığı rivayet edilmektedir. Bu
tamamında gözlenen bir değişim veya iddiası, Anaksagoras’ın toplumdan ciddi bir tepki
hareketin belirli bir amaç doğrultusunda görmesine ve hatta ölüm cezası talebiyle yargılan-
gerçekleştiğine dair düşünceyi ifade et- masına neden olmuştur. Anaksagoras, fikirlerinden
mektedir. Bir diğer açıdan, teleoloji, her- dolayı yargılanan ve ölüm cezasına çarptırılan ilk
hangi bir niteliğin veya gözlemlenen bir filozoftur. Sokrates’ten farklı olarak, o, yaşadığı yer
değişimin ve hareketin belirli bir amaçla olan Atina’dan kaçarak bu cezadan kurtulmuştur.
bağlantılı olarak açıklanması gerektiği yö-
nündeki felsefî bir iddiadır.
“Kontemplatif ” kavramı “dikkatli ve de-
Anaksagoras’ın yaratma kavramına yüklediği rin düşünceye sahip kişi” anlamına gelen
anlam, onun teleolojik düşüncesiyle bir araya geti- “contemplative” kavramının Türkçeleş-
rildiğinde bir diğer merkezî fikrin, deistik düşünce- tirilmiş halidir. Anaxagoras, mistik değil
nin izleri de ortaya çıkmaktadır. Buna göre, tanrı- rasyonel bir yönteme sahiptir ve bu itibar-
sal bir mahiyeti haiz olan Nous hâlihazırda mevcut la kontemplatif bir düşünür olarak nite-
olan unsurları belirli bir amaç doğrultusunda bir lendirilmektedir.
araya getirerek evreni kozmos haline ulaştırmıştır.
Fakat Nous’un müdahalesi bununla sınırlıdır. O,
evreni belirli kurallar çerçevesinde, kendi kendi- Duyu Algısı ve Bilgi
ni idare edecek biçimde tasarlamış ve onu kendi
Anaksagoras her nesnede Nous’tan başka her
haline bırakmıştır. Bu, deist düşüncenin klasik
şeyden bir parçanın yer aldığını, bazı nesnelerde
ifadelerinden biridir. Deizme göre Tanrı evrenin
(organik varlıklarda) Nous’un da bulunduğunu
hammaddesini hazır bulmuş, ona biçim ve hareket
(Kranz, 2014, s. 156) iddia etmektedir. O, insa-
vermiş, sonra da onu kendi haline bırakmıştır. Bu
nın Nous’tan pay aldığı ve doğadaki en akıllı varlık
aşamadan sonra Tanrı’nın evrenle tekrar bir ilişki-
olduğu kanaatindedir. Bu düşüncesini desteklemek
ye girmesi ve ona zaman zaman (veya kesintisiz bir
üzere ilginç bir yorumda bulunmaktadır. Ona göre,
şekilde) müdahale etmesi düşünülemez. Evrende
insan, ellere sahip olduğu için bütün hayvanların
bütünüyle mekanik bir işleyiş vardır. Buna karşın,
en akıllısıdır. El alettir ve doğa, akıllı bir insan gibi,
Tanrının evrene müdahale ettiği fikri ise yoktan var
verdiği şeyleri ancak akıllıca kullanabilecek olanlara
etme fikrinde olduğu gibi monoteist dinler tarafın-
vermektedir (Kranz, 2014, s. 155). İnsanın elleri,
dan ortaya atılmıştır. Fakat antik Yunan düşüncesi
doğadan aldığı şeyleri kullanmasını mümkün kıl-
açısından bu fikir de alışıldık çerçevenin dışında
maktadır. Bu imkânı yaratan ise insanın Nous’tan
kalmaktadır.
aldığı pay, yani akıldır.
Anaksagoras Nousa tanrısal bazı nitelikler atfe-
Anaksagoras’ın cevaplamaya çalıştığı sorulardan
diyor olmakla birlikte felsefesini Empedokles gibi
biri de, duyu algısının ne şekilde açıklanabileceği,
dinî ve mistik öğeler üzerine inşa etmiş değildir.
başka bir deyişle, nasıl olup da algılayabildiğimizdir.
Aksine, Anaksagoras’ın felsefesi salt bilimsel bir ni-
Ona göre, algılamak demek, seçmek ve ayırmak de-
teliğe sahiptir. Empedokles reenkarnasyona inan-
mektir. Nesneler özneden tamamen ayrı oldukları
maktadır ve eserlerinden kalan parçalar onun faz-
için algılanabilirler. Biz, bizden tamamen farklı olan
lasıyla mistik bir düşünsel çerçeveyi benimsediğini

63
Plüralist ve Antropolojik Dönem

şeyleri algılarız (Von Aster, 2015, s. 8). Duyu algı- Zorunluluk fikri Demokritos ile önceki plüra-
sının meydana gelmesi benzerliğin değil karşıtlığın listler, Empedokles ve Anaksagoras arasındaki en
mevcudiyetini zorunlu kılmaktadır (Zeller, 2008, temel farklardan biridir. Empedokles ve Anaksa-
95). Başka bir deyişle, bilgi benzerler arası bir iliş- goras nesneleri meydana getiren dört unsur veya
kinin değil, karşıtlar arası bir çelişkinin neticesidir. spermaların hareketi bizzat kendilerinden devşir-
mediği, başka bir deyişle, harekete geçmek için
haricî bir (veya daha fazla) unsura ihtiyaç duyduk-
Demokritos ları kanaatindedirler. Empedokles iki haricî unsur
Plüralist dönemde karşımıza çıkan bir diğer kabul etmekte ve bunları Sevgi ve Nefret olarak
önemli şahsiyet Demokritos’tur. Demokritos Ab- isimlendirmekte, Anaksagoras ise buna Nous adını
dera şehrinde doğmuş ve milattan önce 460 ile 371 vermektedir. Anaksagoras Nous’un evrendeki bü-
yılları arasında yaşamıştır. Leukippos’un öğrenci- tün hareketi bir amaç (telos) doğrultusunda başlat-
sidir. Leukippos atom teorisinin kurucusu olarak tığını iddia etmektedir. Her ne kadar ilk hareketi
kabul edilmekledir. Onun hakkında çok fazla bilgi ya da biçimlendirmeyi müteakiben Nous evrene
yoktur. Milattan önce beşinci yüzyılda yaşadığı, as- müdahale etmeyi bırakmış ve mekanik bir işleyişi
len Milet’li olduğu ve Abdera’da bir okul kurduğu var etmiş ise de, bu, Anaksagoras’ın teleolojik bir
bilinmektedir. Kendisinden günümüze yalnız bir- açıklama biçimini takip ettiği gerçeğini değiştirme-
kaç fragman kalmıştır. mektedir. Demokritos’un atomist teorisi ise evre-
Atom öğretisini asıl geliştiren ve bir ekol olarak nin işleyişini bir amaca bağlamamaktadır. Evreni
yerleştiren kişi Demokritos’tur. O, kendisinden ön- belirli bir amaç doğrultusunda çekip çevirecek bir
ceki plüralistlerden, Empedokles ve Anaksagoras’tan unsurun mevcudiyeti ona göre tasavvur edilemez.
farklı bir cevher anlayışına sahiptir. Tasavvur edilebilecek tek şey, istisna kabul etmeyen
bir zorunluluktur.
Arkhe Olarak Atom
Demokritos, evreni oluşturan temel unsurun
sonsuz sayıdaki atomlar olduğu kanaatindedir. dikkat
Ona göre, her cisim kendisinden geriye gidilmesi Plüralistlerin her konuda aynı şeyi düşünme-
mümkün olmayan küçük parçalara dek bölüne- diğinin bir diğer göstergesi onların evrende bir
bilir. Artık bölünemeyecek olan nihai unsura De- mekanizmanın olup olmadığı sorusuna ver-
mokritos atom (bölünemeyen) adını vermektedir. dikleri yanıtta gizlidir. Anxagoras teleolojik bir
açıklamayı benimserken Demokritos mekanist
Atomlar yaratılmamıştır, ezelî ve ebedîdir. Bun-
ve determinist bir açıklamayı benimsemektedir.
lar sonsuz sayıdadır. Daimi bir hareket halinde bu-
Demokritos’a göre, evrende meydana gelen her
lunan atomlar, hareketlerini mekanik bir zorunlu-
şey bir zorunluluğun eseridir.
luktan almaktadır.

Bu zorunluluk iki unsurun mevcudiyetini ka-


bul etmektedir. Bunlar atomlar ve atomların içeri-
sinde hareket ettiği boş uzaydır.
Esasen önceki plüralistlerde olduğu üzere
Demokritos’un atom öğretisi de Parmenides’in
varlık anlayışıyla hesaplaşma amacını gütmektedir.
Empedokles Parmenides ve Herakleitos’un hareket
ve değişim hakkındaki zıt fikirlerini uzlaştırmaya
çalışmış ve kendisi değişmeyen bir varlıkta duyular
aracılığıyla gözlenen bir değişimin mevcudiyetini
kabul etmiştir. Demokritos ise Parmenides’in “yal-
nız var olan vardır ve düşünülebilir, var olmayan
Resim 3.1 Atomu Simgeleyen Bir Örnek Çizim yoktur ve düşünülemez de” önermesinin ilk kısmı-
nı benimsemektedir. Ona göre, var olan şey atom-

64
İlkçağ Felsefesi

lardır. Fakat önermenin ikinci kısmı, “var olmayan birbirlerinden farklıdır (Waterfield, 2000, s. 166).
yoktur” yargısı hatalıdır. Zira Demokritos’un de- Demokritos’a göre, farklı şekillerdeki atomların
yişiyle, “bir şey kadar hiçbir şey de vardır” (Kranz, mevcudiyeti bir vakıadır. Kimi atomlar yuvarlak
2014, s. 178). Onun “bir şey” ile kastettiği “atom”, iken kimi sivri, kimi ise çengellidir.
“hiçbir şey” ile kastettiği ise “boş uzay”dır. Boş uzay Evrenin ortaya çıkmasına neden olan şey benzer
ona göre “hiçbir şey” olarak vardır ve hiçbir şey yani atomların bir araya toplanmasıdır. Başlangıçta bir
yokluk da bu durumda var olmaktadır. Hiç şüphe- kasırga, yarattığı etki ile ağır atomların aşağı, hafif
siz boş uzayın “varlığı” kelimenin alışıldık anlamıy- atomların ise yukarı doğru hareket etmesine neden
la bir varlık değildir. Maddî tözler olarak atomlar olmuştur. Benzer atomların bir araya toplanması
tek gerçek töz olunca, boş uzayın aynı anlamda var neticesinde cisimler meydana gelmiştir. Oluş de-
ve gerçek olması imkânsızdır. Demokritos biraz diğimiz şey atomların bir araya toplanmasından,
da “aynı anlamda gerçek olmamak” deyişini orta- bozuluş veya yok oluş olarak nitelendirdiğimiz şey
ya atmayı mümkün kılacak bir dilin imkânından ise atomların dağılmasından ibarettir.
yararlanmak istemiş fakat neticede yalnızca bir
paradoksa dayanmak zorunda kalmıştır (Guthrie,
1999, s. 65). Atomlar bu paradoksal varlığın, yani
boşluğun, boş uzayın içerisinde hareket etmekte- dikkat
dir. Boş uzay Demokritos’un materyalist teorisi Demokritos mutlak bir oluş veya bozuluşun
açısından en temel bileşenlerden biridir. Boş uzay, olmadığı kanaatindedir. Atomlar ezelî ve ebedî
atomların birbirlerinden ayırt edilebilmelerinin, olduğu için, evrendeki oluş ve bozuluş da ancak
gerçek anlamda var olmalarının önkoşuludur. Boş- arızî bir niteliğe sahip olabilir. Genel ilke hiçbir
luk atomların mevcudiyet kazanabilmesi için zo- şeyin yok iken var olamayacağını, var iken de
runludur ve hareketin ortaya çıkışında önemli bir yokluğa karışıp gidemeyeceğini söylemektedir.
rol oynamaktadır (Weber, 2014, s. 46). Ayrıca, De-
mokritos, hareketi atomun sahip olduğu ezelî bir
nitelik olarak görmesi hasebiyle de Parmenides’in Demokritos’un materyalizmi kendi içinde tu-
hareketsizlik kuramına karşı çıkmaktadır. Hareket tarlı bir düşünsel çizgiyi temsil etmektedir. İnsan
varsa, hareketin meydana gelmesini mümkün kıla- zihninin açıklama ihtiyacı duyduğu her şey atomist
cak bir boşluğun da olması gerekmektedir. Atom- teori çerçevesinde açıklanabilir. Örneğin ruh, çoğu
ların hareketi bu boş uzay içerisinde meydana gelen insan tarafından gayrı-maddî bir unsurmuş gibi
baskı ve çarpma ile açıklanmak durumundadır. telakki edilmekle birlikte, Demokritos tarafından
yine atomist öğretiyle açıklanmaktadır. Buna göre,
Atomların bizzat sahip oldukları nitelikler ile
ruh, metafiziksel sistemlerde kabul edildiği üzere,
duyulara temas ederek ortaya çıkardıkları nite-
bedenden bağımsız, kendi başına var olan, ezelî ve
likleri Demokritos birbirinden ayırmaktadır. Bu,
ebedî bir cevher olmayıp ancak atomların bir araya
John Locke’un birincil ve ikincil nitelikler arasında
gelmesi neticesinde ortaya çıkan ve onların dağıl-
yaptığı ayrım ile örtüşmektedir. Birincil nitelikler
ması ile de ortadan kalkan bileşik bir öğedir.
ağırlık, yoğunluk ve sertliktir. Bunlar nesnel nite-
liklerdir ve bütün atomlarda ortak bir şekilde bu-
lunurlar. İkincil nitelikler ise ses, sıcaklık, renk gibi
niteliklerdir. İkincil nitelikler eşyanın aslında bu- dikkat
lunmadıkları ve gerçek olmadıkları, belki de ato- Demokritos’un felsefî öğretisi kendisinden son-
mun hareketi ve duyu organlarımızın tabiatından ra gelen pek çok düşünürü etkilemiştir. Örne-
doğan birer izlenim oldukları (Weber, 2014, s. 47) ğin Epiküros’un atom ve ahlak anlayışı büyük
için bütünüyle sübjektiftir. oranda Demokritos’un etkisi altında gelişmiştir.
Atomlar boş uzay içerisinde hareket ettikleri gibi Şüphecilerden Timon’un öğretisinde önemli
yine boş uzay içerisinde yer kaplarlar. Yer kaplama- bir yer verdiği “ataraxia” kavramını ilk olarak
yan bir şey kelimenin gerçek anlamıyla var değildir Demokritos’un kullandığına şahit olunmakta-
ve bir “şey” olamaz. Bu bakımdan, atomlar yer kap- dır. Demokritos’un görünüş ve gerçeklik arasın-
lamaktadır. Bunlar bölünmesi mümkün olmayan da yaptığı ayırım ünlü sofist Protagoras tarafın-
unsurlardır ve yalnızca büyüklük ve şekil itibariyle dan benimsenmiştir.

65
Plüralist ve Antropolojik Dönem

Ruh şeffaf ve ince atomların bir araya gelmesi ratmaya çok yatkın iken diğer bazıları (dokunma)
neticesinde oluşmaktadır. Bu atomlardan bir kısmı atomların aslî özelliğine (sertliğine) uygun veriler
bedenden ayrıldığında “uyku” adını verdiğimiz şey sunabilmektedir. Fakat akıl olmaksızın, duyula-
ortaya çıkmakta, bedenden ayrılan ruh atomlarının rın sunduğu bu veriler hep karanlıkta kalacaktır
sayısı biraz daha artınca “bayılma” hadisesi vuku (Kranz, 2014, s. 178). Genel olarak bakıldığında,
bulmakta, ruhu oluşturan atomlar bedenden bütü- bilgi duyuların bize ulaştırdığı suretlerden hareket-
nüyle ayrılınca da ölüm gerçekleşmektedir (Elmalı le ortaya çıkıyor olmakla birlikte, onun tekemmül
ve Özden, 2013, s. 79). etmesi ancak aklın devreye girmesi ile mümkün-
dür. Ancak, şurası da hatırda tutulmalıdır ki, De-
mokritos duyuları bilginin imkânı açısından önce-
Duyu Algısı ve Bilgi likli kaynak olarak görmekte, fakat bunların bize
Demokritos’un algı ve bilgi teorisi de atom te- eşyanın yalnızca görünüşünü aktarabileceğini, on-
orisinden türetilmiştir. Algı, Demokritos’a göre, ların özünü ise asla tam olarak kavrayamayacağını
şeylerden ileri gelen ve duyu organlarımız aracılı- düşünmektedir.
ğıyla bize ulaşan akıntı veya cereyanların ruhumuz-
Böylece, atomist bir düşünür olarak
da meydana getirdiği değişikliktir (Zeller, 2008,
Demokritos’un, duyular tarafından algılanan görü-
s. 100). Algı hakkındaki bu tanım önemlidir, zira
nüş ile duyuların ulaşamayacağı bir mahiyete sahip
algının ancak atomlardaki hareketler neticesinde, o
olan gerçeklik arasında bir ayırım yaptığı (Water-
hareketin duyu organlarımıza ulaşmasıyla birlikte
field, 2000, s. 165) ortaya çıkmaktadır. Görünüş
ortaya çıktığını göstermektedir. Örneğin algıla-
ve gerçeklik arasında ayırım yapan bu yaklaşım ön-
dığımız sıcaklık atomun kendisinde bulunan bir
celikle sofist Protagoras tarafından kabul edilecek,
nitelik olmayıp ancak onun hareketi neticesinde
sonrasında bu kabul metafiziğin inkârında kullanı-
duyularımızda oluşan bir etkidir. Sıcaklık, soğuk-
lacak ve en nihayet şüpheciliğin, kritisizmin, po-
luk, renk ve ses atomların kendileriyle nitel bir
zitivizmin ve agnostisizmin temel düsturu haline
bağlantıya sahip değildir. Bunlar ancak atomların
gelecektir (Weber, 2014, s. 47).
duyulara bir şekilde etkide bulunması neticesinde
var olabilirler (Von Aster, 2015, s. 89). Bizim katı Demokritos’un kendisi için belirlediği en
olarak hissettiğimiz cisimlerde atomlar yoğun bir önemli misyon doğadaki nedensellik ilişkilerini
şekilde sıkışmıştır. Yumuşak şeyler atomları seyrek keşfetmektir. O kadar ki, evrende mevcut olan bir
ve aralıklı olan cisimlerdir. Tat alma duyusunda, neden sonuç ilişkisini keşfetmeyi Pers kralı olmaya
tatlı olan şeyler düz atomlardan yapılmışlardır. tercih edeceğini (Kranz, 2014, s. 171) söylemek-
Acılığa, dil üzerinde gözlenemeyecek kadar küçük tedir. Nedensellik, Demokritos açısından, evrende
sıyrıklar meydana getiren ve sahip oldukları yapıyı egemen olan zorunluluğun bir ifadesidir. Evrende
tat alma duyusuna aktaran çengelli ya da sivri uçlu cereyan eden her şey bir zorunluluğun neticesidir.
atomlar neden olmaktadır (Guthrie, 1999, s. 63). Bu zorunluluk, yukarıda işaret edildiği üzere, telos
fikrini dışarıda bıraktığı gibi, tesadüfe de imkân ta-
Bilgimiz ise duyular ve aklın işbirliğiyle mey-
nımamaktadır.
dana gelmektedir. Duyular eşyanın sadece hayalini
yansıtmaktadır. Demokritos’un bu bilgi teorisini İnsanlar hadiseler arasındaki nedensellik iliş-
göz üzerinde gerçekleştirdiği bir gözleme dayana- kisini çözemedikleri zaman, yani tamamen bilgi-
rak geliştirdiği söylenmektedir. İddiaya göre, gözün sizliğin bir neticesi olarak, tesadüften bahsederler.
dış tabakası nesnelerin sadece yüzeysel biçimlerini Oysaki evrende tesadüf değil baştanbaşa bir zorun-
yansıtmaktadır. Dolayısıyla onların hayali suretleri luluk hüküm sürmektedir (Weber, 2014, s. 46).
görme duyusu tarafından kavranmakta fakat özü
kavranamamaktadır. Üstelik nesneden belirli bir Ahlak
mesafeyi kat ederek göze ulaşan maddî suret yol
Demokritos bir doğa filozofu olduğu kadar
boyunca çarpıtılabilmekte veya bozulabilmektedir
bir ahlak filozofudur. Onun ahlak anlayışı akla
(Guthrie, 1999, s. 63). Gözle kıyaslandığında do-
dayalıdır. Ahlakın amacı, ona göre, insanı “ruh
kunma duyusu daha özsel bir nitelik arz etmektedir
dinginliği”ne ulaştırmaktır. Ruh dinginliğini euth-
(Von Aster, 2015, s. 90). Bu bakımdan, duyu or-
ymia olarak isimlendirmektedir. Bu kavram “şen-
ganlarının bir kısmı (görme ve işitme) yanılgı ya-
lik” (şen oluş) anlamına gelmektedir. Demokritos

66
İlkçağ Felsefesi

insanın mutluluğunu ahlakın merkezine yerleştir-


mesi itibariyle eudaimonizm (mutçuluk) anlayışı-
Hedonizm Yunanca hedon (haz) kav-
nın kurucusu (Gökberk, 2016, s. 37) kabul edil-
ramından türemiş bir isimdir. Türk Dil
mektedir.
Kurumu’nın Güncel Türkçe Sözlüğüne
Demokritos ahlakın amacı olarak belirlediği göre hazcılık “zevki insan hayatının tek
ruh dinginliğini tanımlamak amacıyla çeşitli kav- değer ve amacı sayan, haz veren her şe-
ramlar kullanır. Eusteô (esenlik), athambia veya yin iyi olduğunu kabul eden öğreti”dir.
athaumastia (hayranlığın olmayışı), ataraxia (din- Felsefe tarihinde pek çok hedonist filozof
ginlik), harmonia (uyum), summetria (simetri), ve akım vardır. Aristippos ve Epiküros en
eudaemonia (mutluluk) bunlardan bazılarıdır (Bar- meşhur hedonist filozoflar arasında yer al-
nes, 2005, s. 422). Ruh dinginliğine ulaşılabilmek maktadır.
için, arzu edilmesi ve uzak durulması gereken şeyler
arasında ayırım yapabilmek gerekmektedir. Başka
bir deyişle, kişi mutlu olmak istiyorsa “görece” ve Mutlu olmak, kaygılardan kurtulmayı da gerek-
“mutlak” iyi arasında ayırım yapmalıdır. Görece iyi tirir. Demokritos’a göre, davranışlarından bazıları-
insanın dışında, kimi zaman ulaşamayacağı fakat nın kötü olduğunu bilen insanlar, öldükten sonra
gerektiğinde uzak durabileceği şeylerdir. Mutlak bu kötü davranışlar dolayısıyla cezalandırılacakları-
iyi ise insanın elinde olan şeylerdir. Ruh euthymia nı düşünürler ve bu onlarda bir ürküntü, dolayısıy-
durumunda olunca insan iyi olandan sevinç duyar, la da bir mutsuzluk meydana getirir. İnsanın mutlu
kötüyü ise arzulamaz. Bunun için yapılması gere- olması için bu kuruntulardan kurtulması şarttır.
ken ise iyinin ne olduğunu bilmektir (Gökberk, Bu kurtuluşu sağlayacak tek anahtar akıldır. Akıl
2016, s. 37-38). Bu nedenle, Demokritos’un ahlak vasıtasıyla doğruyu yanlıştan ayırt edebilir, tutku-
anlayışının entelektüalist bir eğilime sahip olduğu- ların esiri olmaktan kurtulabilir, ölçülü yaşayabilir,
na da işaret etmek gerekmektedir. elimizdekilerle yetinmeyi öğrenebilir, yani mutlu
Demokritos’tan kalan fragmanlarda pek çok olabiliriz.
ahlaki ilke sıralanmaktadır. Örneğin keskin görüş- Onun ahlak hakkındaki düşünceleri, sonraki
lülük, ölçülülük, eylemleri gerçekleştirirken beden- filozoflar üzerinde de etkili olmuş gözükmektedir.
den ziyade ruhu düşünmek, eldekilerle yetinmek, Örneğin “ataraxia” kavramı Epiküros ve Timon
ölçüsüz hazzı yenmek (Kranz, 2014, s. 181-183) tarafından da kullanılmıştır. Ayrıca, mutlu olmak
bunlardan bazılarıdır. için başta ölüm korkusu olmak üzere boş korku ve
Demokritos hazzı kategorik olarak reddetme- kuruntulardan kurtulmak gerektiği yönündeki dü-
mektedir. Hatta hazza ahlak teorisinde yer veren şüncesi hem Epiküros hem de Stoacılar tarafından
ilk filozof olduğu dahi söylenebilir. Bununla bir- benimsenmiştir.
likte, onun örneğin Sokratesçi bir okul olan Kire- Demokritos’un duyusal haz yerine acının yok-
ne okulunun benimsediğine benzer bir hedonizm luğunu ve entelektüel hazzı yerleştirmesinin çeşitli
(hazcılık) taraftarı olduğunu söylemek zordur. Zira nedenleri olduğu söylenebilir. Bunların muhteme-
hazzı ararken bedenden çok ruhu düşünmek ge- len en önemlisi duyusal (bedensel) hazzın insanda
rektiğini söylemektedir. Ona göre, insan bedenden bireycilik (individualizm) anlayışını körüklemesi-
çok ruha hitap eden entelektüel hazları elde etmeye dir. Oysaki Demokritos genelin menfaatini gözeten
çalışmalıdır. İnsan için en iyi olan, hayatı mümkün (utilitarianist) bir yaklaşım sergilemektedir (Elmalı
olduğunca neşeli ve ve Özden, 2013, s. 79). Şüphesiz herkesin çıkarını
mümkün olduğunca aynı oranda temin etmek imkânsızdır, bu nedenle
sıkıntıdan uzak yaşa- olabildiğince çok sayıda kişinin mutluluğunu he-
masıdır. Bu ise elde dikkat
Demokritos, hazzı reddet- deflemek öncelikli olmalıdır ki bu da utilitarianist
etmeye çalıştığımız bir ahlak anlayışına tekabül etmektedir.
memekle birlikte bir hazcı
hazzı ölümlü olma-
değildir. En nihayet, Demokritos’a göre, ruhtaki din-
yan şeylerden türet-
ginliği yaratan üç unsurdan bahsedilebilir. Bunlar
meye bağlıdır. Nite-
“doğru düşünmek”, “doğru konuşmak” ve “doğru
kim ona göre, hazzı kendi içinden almaya alışmış
davranmak”tır. Üçünün de temelinde doğruluğa
olan ruh mutludur (Kranz, 2014, s. 181).

67
Plüralist ve Antropolojik Dönem

dair bir bilincin olduğu not edilmelidir (Elma- deki işleyiş bakımından istisnai durumların mevcu-
lı ve Özden, 2013, s. 79). Doğruluğa dair bilinç, diyetini asla kabul etmemektedir. Zorunluluk ilke-
aklı ve bilgiyi gündeme getirecektir ki bu unsurlar si bütün varlıkları bağlamaktadır. Bu nesneler için
Demokritos’un entelektüalist ahlakının zorunlu olduğu kadar insanlar ve hatta tanrılar açısından da
unsurlarıdır. geçerlidir. Tanrılar, tıpkı insanlar gibi, atomlardan
meydana gelmişlerdir. Onların ölümsüzlüğü insan-
lara kıyasla daha uzun süre yaşıyor olmalarından
Din ibarettir. Mutlak bir ölümsüzlük yoktur. Tanrılar
Demokritos’un atom öğretisi tutarlı bir mater- insanlardan daha güçlü ve daha akıllıdırlar, bu ne-
yalizm şeklinde ilerlemektedir. Evrende yer alan her denle saygıyı hak etmektedirler. Fakat ölüm kor-
şey atomlarla bağlantılı olarak açıklanacaksa din kusunun temelsiz olması gibi tanrılar karşısında
mevzuu bunun dışında bırakılamaz. Demokritos’un duyulan korku ve endişenin de herhangi bir makul
tanrıların varlığına gerçekten inanıp inanmadığı gerekçesi yoktur. Tanrılar ne kadar güçlü olurlarsa
açıklığa kavuşturulması zor bir mevzu olmakla bir- olsunlar onların da boyun eğdiği bir kural vardır.
likte, o, var olmaları halinde tanrıların evrenin işle- Bu kural zorunluluktur (Weber, 2014, s. 2. 47). Bu
yişine herhangi bir şekilde müdahil olabileceklerini itibarla, Demokritos’un din ve tanrı anlayışının da
düşünmez (Bailey, 1964, 175). Esasen bu, onun bütünüyle materyalist bir mahiyete sahip olduğu
zorunluluk doktrinin de mantıkî bir sonucu olarak görülmektedir.
görülebilir. Zira Demokritos’un atomizmi, evren-

yaşamla ilişkilendir

Demokritos’un Fragmanlarından ranan erkekçe ve doğru düşünceli bir kimse ola-


“Doğa ve eğitim benzer şeylerdir: çünkü eği- caktır. Kötülerle sürekli olarak bir arada bulunma
tim insanı başka kılığa sokarsa da, başka kılığa kötülüğe yeteneği artırır. Eğitilmişlerin ümitleri
sokarak doğa yaratır. Daha çokları doğadan çok hiçbir şey öğrenmemişlerin zenginliğinden daha
alıştırmayla iyi olurlar. Gençliğin eğitiminde en kuvvetlidir. Gençlerde akıllılık, yaşlılarda akılsız-
kötü şey çılgınlıktır; çünkü kendilerinden işe ya- lık bulunduğu olur; düşünceliliği öğreten zaman
ramazlığın çıktığı hazları doğuran odur. Çalıştı- değil, zamanındaki eğitim ve yaratılıştır. Kuvvet
rılmayan çocuklar ne okumak yazmak, ne musi- ve güzellik gençliğin malları; ihtiyarlığın çiçeği
ki, ne idman yarışı, ne de erdemi içinde saklayan ölçülülük. İhtiyar gençlikten geçmiştir; gencin
utanma ve saygıyı öğrenirler. Eğitim mutlular ihtiyarlığa ulaşabileceği belli değildir. İmdi ta-
için süs, mutsuzlar için sığınaktır. Erdem yolun- mamlanmış mal, gelecekteki ve şüpheli olandan
da kuvvetli bir eğitimci olarak görünecek olan daha ağır basar. İhtiyarlık hiçbir şey eksilmeden
kimse, doğru yolu gösterme ve sözle inandırma vücudun organlarının kesilmesi demektir: her şey
yolunu tutandır, kanun ve zor yolunu değil. vardır, hepsi muhtaçtır.”
Çünkü kendini haksızlıktan kanunun alıkoydu-
ğu kimse olasılıkla gizlice yanlış yol tutacaktır, Kaynak: Kranz, W. (2014). Antik Felsefe. Çev.
ödeve inandırma tarafından götürülenden ise ne Suad Y. Baydur. İstanbul: Cinius-Sosyal Yayınlar.
gizlice, ne de açıkça yanlış bir şey yapması bek- s. 184-85.
lenmez. Bunun için anlayış ve bilgiyle doğru dav-

68
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı
1 Monizm ve plüralizm kavramlarını tanımlayabilme
2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana hatlarıyla ifade edebilme
3 Demokritos’un ahlak anlayışını açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Atom düşüncesinin çağ-


daş meselelerle olan ilgisini
Antik-Yunan düşüncesinin
ve arkhe fikrinin gelişimi-
yerleşik kabullerinden biri- Anaxagoras’ın benimsediği
ni ayrıntılı olarak ele alan
ne göre, hiç bir şey yoktan yaratma anlayışı ile mono-
bir çalışma için Musta-
var olamaz ve var olan hiç- teist düşüncenin benimse-
fa Çakıroğlu’nun “Arkhe
bir şey yok olmaz. Plüralist- diği yaratma fikri arasında
problemi bağlamında atom
ler bu ilkeye dayanarak ne gözlemlediğiniz benzerlik
düşüncesinin tarihsel geli-
tür epistemolojik sonuçlar veya farklılıkları açıklayınız.
şimi ve CERN deneyi” adlı
türetmiş olabilirler?
yüksek lisans tezini incele-
yebilirsiniz.

ANTROPOLOJİK DÖNEM Sofistler


Antik Yunan düşüncesinin Thales ile Demok- Hiçbir felsefi düşünce bir anda, sebepsiz bir
ritos arasında kalan bölümü bir doğa felsefesidir. şekilde ortaya çıkmaz ve ansızın ortadan kalkmaz.
Filozoflar evrenin ortaya çıkışı, onun temel yapısı, Söz gelimi plüralist filozoflar monist yaklaşımların
nesneler arasındaki ilişkiler, değişim ve hareket gibi etkisini şu veya bu oranda taşımaktadırlar. Benzer
hususları büyük oranda maddeci bir bakış açısıyla şekilde sofistler de doğa filozoflarının ortaya attığı
ele almışlardır. Demokritos doğa felsefesinin son bazı fikirlerden belirli ölçülerde etkilenmişlerdir.
aşamasını temsil etmektedir. Demokritos’u takip Örneğin Herakleitos’un evrende sürekli bir deği-
eden dönemde ilkçağ filozofları doğa felsefesinin şim olduğu yönündeki düşüncesi kimi sofistlerin
tartışmalarını bir tarafa bırakarak doğrudan insanı rölativist bir bakış açısı geliştirmesindeki en önemli
merkeze almışlardır. Artık felsefenin başlıca tartış- etkenlerden biri olarak kabul edilebilir.
ma konusunu insan ve insan ile ilgili meseleler teş- Felsefe tarihi kaynaklarında, antropolojik döne-
kil etmektedir. Bu döneme “antropolojik dönem” min ilk temsilcisinin, başka bir deyişle ilk “insan
adı verilmektedir. Antropolojik dönemin ilk tem- felsefecisi”nin Sokrates olduğuna dair genel bir ka-
silcileri sofistlerdir. bul vardır. İddiaya göre, Sokrates, felsefeyi gökten
yere indiren, yaşam ve ahlak üzerinde düşünmeyi
zorunlu kılan ilk filozoftur (Cicero, 1886, s. 257).
Antropoloji kavramı Yunanca anthropos Böylelikle felsefe, Sokrates ile birlikte, doğayı konu
(insan) ve logos (bilim) kavramlarından edinen bir tasavvur olmaktan uzaklaşmış doğru-
türetilmiş olup “insan-bilimi” anlamına dan insanla ilgili meseleleri ele almaya başlamıştır.
gelmektedir. Felsefe tarihi açısından ise Fakat bu iddiaya ihtiyatlı bir şekilde yaklaşmakta
antropoloji, insan ile ilgili mevzuları felse- fayda vardır. Zira Sokrates’ten önce felsefeyi insan
fenin gündemine alan yaklaşımları tanım- mevzuu üzerine bina etmeye çalışan başkalarının
lamak için kullanılmaktadır. mevcut olduğu da tarihsel bir vakıadır. Bunların en
meşhuru sofistlerdir. Her ne kadar sofistlerin birer
filozof olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalar
yürütülmüş ise de onların insan felsefesinin te-

69
Plüralist ve Antropolojik Dönem

mel meseleleri ile ilgili son derece önemli iddiaları Tartışmalı birer figür olarak sofistlerin ortaya
gündeme getirdiklerine ve bu bakımdan felsefeye çıkışına zemin hazırlayan bir dizi tarihsel ve kül-
önemli katkılarda bulunduklarına işaret etmekte türel gerekçeden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi
fayda vardır. sofistlerden önce ortaya konan felsefî mükteseba-
tın niteliği ile alakalıdır. Sofistlerin ortaya çıktığı
döneme kadar filozofların üzerinde fikir birliğine
Sofistlerin Ortaya Çıkışı vardığı hemen hiçbir konu yoktur. Doğa filozof-
Sofist kavramı ilkçağda genellikle şairleri ve fi- ları arasındaki farklar bunun en canlı örneğidir.
lozofları tanımlamak için kullanılmıştır. Felsefe ta- Monistler ve plüralistler tamamen farklı iddiala-
rihinde ise milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış rın peşindedirler. Onların bir kısmı hylozoisttir
bir düşünürler grubunu tanımlamak üzere kulla- (maddeye canlılık atfetmektedir), diğer bir kısmı
nılmaktadır (Von Aster, 2015, s. 100). Sofist kav- ise canlılığı farklı unsurlara dayanarak açıklamaya
ramı, Yunanca sophistai kavramından türemiştir ve çalışmaktadır. Plüralistler de kendi içlerinde yekpa-
bilgelik öğreten kişi anlamına gelmektedir (Störig, re değildir. Empedokles ile Anaksagoras’ın, Anak-
2015, s. 198). Bu açıdan bakıldığında, sofistliğin sagoras ile Demokritos’un üzerinde fikir birliğine
olumlu bir duruma işaret ettiği düşünülebilir. Zira varabileceği noktalar yok denecek kadar azdır (Von
bilgeliği öğretmenin kötü bir yönü olamaz. Ne var Aster, 2015, s. 103). Dolayısıyla, sofistlerin mevcut
ki felsefe tarihi açısından sofist kavramı önemli felsefî “statüko”ya karşı bir tepkinin ürünü olduk-
tartışmalara neden olmuştur ve çoğunlukla negatif ları söylenebilir. Bunun bir sonucu olarak, sofistler
bir anlamda kullanılmaktadır. Söz konusu negatif evrensel, objektif, hepimizin fikrini çepeçevre ku-
anlamın en önemli gerekçesi sofistlerin bilgeliği şatacak bir düşünsel zeminin mevcut olduğu fikri-
para karşılığında öğretmeleridir. Onlar şehir şehir ne karşı çıkmaktadır. Protagoras’ın “insan her şeyin
dolaşan ve insanlara verdikleri dersler karşılığında ölçüsüdür” sözü bunun en açık ifadesidir.
yüklü miktarda para kazanan şahsiyetlerdir. Hal
Sofistlerin ortaya çıkışına yol açan bir diğer
böyle olunca, bir sofistin yaptığı iş dönemin bilhas-
neden ise dönemin toplumsal hayatında gözlenen
sa entelektüel çevreleri tarafından ciddi bir tepki ile
köklü değişikliklerdir. İranlılarla girişilen savaşlar-
karşılanmıştır.
dan sonra Atina devleti hem ekonomik yönden
kalkınmış hem de demokratik standartlar bakı-
mından gelişmiş ve daha katılımcı hale gelmiştir.
Gitgide zenginleşen Atina devletinde bununla
dikkat koşut olarak eğitime duyulan ihtiyaç da artmıştır
İlkçağda sofist denince akla bilgeler ve filozoflar (Gökberk, 2016, s. 39). İnsanlar devletin hem zen-
gelmektedir. Örneğin Yedi Bilge (Thales, Pit- ginliğinden hem de bürokratik işleyişinin ürettiği
takos, Bias, Solon, Kleobulos, Myson ve Chi- siyasi güçten daha fazla faydalanabilmenin yollarını
lon) sofist olarak isimlendirilmektedir. Bununla aramaya başlamışlardır. Profesyonel birer eğitimci
birlikte, kavram zaman içerisinde olumsuz bir olarak ortaya çıkan sofistler insanların bu ihtiyacını
içeriğe sahip olmuştur. Bunun başlıca nedeni so-
karşılama iddiasındadırlar. Onların sunmayı teklif
fistlerin ortaya koydukları düşüncelerdir. Onlar
ettiği eğitim insanların ulaşmak istedikleri hedef-
bir yandan rölativist bir bakış açısıyla bilginin
lerle uyumludur. Sofistlerin ortaya çıktığı dönem-
imkânsız olduğu yönünde bir fikri öne sürmüş-
de eğitim, çoğu zaman olduğu üzere, pragmatik
ler, diğer yandan ise yerleşik toplumsal düzen
değeri dolayısıyla önemsenmektedir. İyi eğitim al-
açısından tehlikeli addedilen çeşitli fikirler orta-
mış bir Atinalı parlamentoda, mahkemede, çarşıda,
ya atmışlardır. Kendilerine felsefe tarihinde yük-
pazarda kendi fikirlerini daha etkili ve ikna edici
lenen olumsuz imajın yanı sıra sofistlerin felsefî
bir şekilde dile getirebilecektir. Siyasetin büyük
müktesebata sağladığı katkıyı da göz önünde
oranda söze dayalı olduğu da göz önünde bulun-
bulundurmak gerekir.
durulursa, gerek toplum nezdinde gerekse devlet
kademelerinde yükselmek ancak iyi bir eğitim al-
makla mümkün olacaktır. Sofistlerin insanlara sun-

70
İlkçağ Felsefesi

duğu hizmet bu nedenle oldukça cazip görünmüştür. Nitekim sofistler gittikleri tüm şehirlerde kalabalık
kitlelere hitap etme imkânına kavuşmuşlar ve bu imkânı hem para kazanmak hem de fikirlerini toplumun
büyük kısmına aracısız bir şekilde ulaştırabilmek bakımından etkili bir şekilde kullanmışlardır.

Resim 3.2 İranlılar ile Atinalılar Arasında Gerçekleşen Savaşlardan Birine (Maraton Savaşı) Ait Çizim

Sofistlerin Etkili Silahı: Retorik


Sofistler profesyonel birer eğitimcidirler ve onların en belirgin
özelliklerinden biri de retorik alanındaki ustalıklarıdır. Onlar konuş- Retorik iyi ve etkili konuşmak,
ma sanatının inceliklerine vakıftırlar ve çok iyi birer konuşmacıdırlar. güzel söz söylemek, belagat sa-
Sofistlerin insanlara para karşılığında kazandırmayı vaat ettikleri en hibi olmak gibi anlamlara gel-
önemli nitelik de budur. Onlardan ders alanlar iyi birer konuşmacı mektedir.
olacak ve insanları etkileyebileceklerdir.
Retorik neden bu kadar rağbet görmektedir?
Bu sorunun cevabını da dönemin toplumsal, kültürel ve siyasal koşullarında aramak gerekmektedir.
Dönemin Atina’sında iyi bir konuşmacı olmak kişiye büyük bir saygınlık kazandırmaktadır. Devlet iş-
lerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı politik mecralarda retoriğin etkisi büyüktür. İyi bir konuşmacı
politik süreci istediği yönde etkileyebilmektedir. Ayrıca retorik adlî mevzularda da etkili bir araçtır. Davacı
ile davalının hâkim karşısında yaptıkları konuşma, çıkacak kararların niteliğini etkilemektedir (Von Aster,
2015, s. 102). Daha açık bir ifadeyle, kim iddiasını daha etkili bir şekilde savunursa dava onun lehine
sonuçlanmaktadır. Bu nedenle insanlar retorikte ustalık kazanabilmenin yollarını aramışlar ve sofistlerden
cazip bir öneri almışlardır.
Sofistler halk nezdinde rağbet görmüşler fakat entelektüellerin direnci ile karşılaşmışlardır. Entelektüel
çevrelerden aldıkları tepkinin ve sofist kavramına negatif bir anlam yüklenmesinin çeşitli nedenleri vardır
şüphesiz. Her şeyden önce, sofistler gezici öğretmenlerdir. Onlar şehir şehir dolaşarak insanlara verdikleri
eğitim karşılığında hiç de küçümsenemeyecek miktarda para kazanmaktadırlar. Bu, dönemin aristokrat ve
entelektüel kesimi açısından bir eleştiri nedenidir. Söz konusu eleştiri bilgiyi para karşılığında satmanın dı-
şında ikinci bir gerekçeye de dayanmaktadır. O dönemde, beden gücü ile çalışmak küçümsenmesi gereken
bir davranış kabul edilmektedir. Örneğin, daha sonra yaşamış olmakla birlikte, Aristoteles köleliği tam da
bu nedenle meşrulaştırmaktadır. Köle beden gücü gerektiren işlerde çalışmalıdır ki efendilerin düşünsel
mevzulara ayıracak zamanı olsun. Öte yandan, mesleğiyle geçinen zanaatkarların da söz konusu toplum
nezdinde herhangi bir saygınlığı yoktur. Sofistlerin ders vermeyi bir meslek haline getirmeleri ve dersleri-

71
Plüralist ve Antropolojik Dönem

ni para karşılığında vermeleri o dönemin toplumu İlk sofist yaklaşık olarak milattan önce 490 ile
tarafından hoş karşılanmamış (Von Aster, 2015, 420 yılları arasında yaşamış olan Protagoras’tır.
s. 101) ve sofist kavramı bu nedenle olumsuz bir Protagoras bir rölativisttir. Ona göre, “insan her şe-
anlam kazanmıştır. Esasen, bu kendi içinde başka yin ölçüsüdür”. Yani, insan neye doğru ve iyi derse
bir eleştiriyi de kapsamaktadır. Sofistlerin bir kısmı o şey doğru ve iyi, neye yanlış ve kötü derse o şey
köleliğin doğal bir kurum olmadığı kanaatindedir- yanlış ve kötüdür. Neyi nasıl nitelendireceğimiz
ler. Bu kanaat eşitlikçi bir fikirle yan yana getiril- ise ancak elde edeceğimiz faydayla açıklanabilir.
diğinde sofistlere niçin olumsuz bir gözle bakıldığı Pragmatik bir niteliğe sahip olan bu yaklaşım, yar-
daha anlaşılır hale gelmektedir. Kölelik kurumu gılarımızda dayanabileceğimiz evrensel bir ilkenin
dönemin toplumsal hayatında önemli bir yere sa- olamayacağı anlamına gelmektedir. Bu itibarla,
hiptir. Sofistler şüpheciliklerini toplumsal bir norm Protagoras şüpheciliğe doğru önemli bir adım at-
olarak kabul edilen köleliğe de teşmil edince insan- mış olmaktadır.
ların eleştirilerine hedef olmuşlardır. Bu, sofistlere Protagoras’ın rölativizmi bağlamında iki husu-
yönelik tepkinin yalnızca entelektüel kaygılardan sun özellikle ayırt edilmesi mümkündür. Birinci-
türetilmediği anlamına gelmektedir. Eleştirilerde si, bütün insanları kapsayan evrensel bir doğruluk
sosyal ve siyasal gerekçelerin payı bulunduğuna işa- yoktur. Birinin doğru dediğine başka biri pekâlâ
ret etmek uygun olacaktır. yanlış diyebilir. İkincisi, bireyin bizzat kendisi
açısından, bütün eylemlerini dayandırabileceği
herhangi bir nesnel ilkenin mevcudiyetinden bah-
sedilemez. Şu an iyi dediğim şeye bir sonraki an
dikkat
Sofistlerden günümüze yazılı bir eser kalmamıştır. kötü diyebilirim. Protagoras bu düşünceyi ortaya
Walther Kranz’ın Antik Felsefe adlı eserinde onlar- atarken Herakleitos’un evrende sürekli bir deği-
dan kalan bazı pasajlar yer almaktadır. Bununla şimin olduğu fikrinden yararlanmış gözükmek-
birlikte, başta Protagoras ve Gorgias adlı diyalogları tedir. Onun rölativizminin dayandığı en önemli
olmak üzere Platon’un çok sayıdaki eseri sofistle- unsur her şeyin sürekli değişiyor olmasıdır. Her
rin fikirlerinin ayrıntılı bir tasvir ve tartışmasını şey sürekli değiştiği için, diye düşünüyor gözük-
içermektedir. Ayrıntılı bilgi elde etmek için söz mektedir Protagoras, bir şeye “bu şudur” demek,
konusu diyaloglara başvurulabilir. yani bir yargıda bulunmak imkânsızdır. Fakat onu
Herakleitos’tan ayıran önemli bir noktadan bahset-
mek gerekmektedir. Herakleitos, değişimle birlikte
bilginin mevcudiyetine de kanidir. Başka bir deyiş-
Başlıca Sofistler le, Herakleitos evrende gözlemlediği değişimden,
Felsefe tarihinde pek çok sofistin ismi geçmek- akıştan hareketle bilginin imkânsız olduğu sonu-
tedir. Bunlar arasında bazıları diğerlerine nazaran cuna ulaşmamıştır. İnsan değişime ayak uydurabil-
daha fazla ön plandadırlar. Örneğin Protagoras diği, başka bir deyişle, değişime uygun bir zihinsel
(MÖ 481 – 411) ve Gorgias (MÖ 483 – 375) donanıma sahip olduğu için bilgiyi elde edebil-
bunlar arasında en meşhurlarıdır. Prodikos (MÖ mektedir. Oysaki Protagoras değişim hakkındaki
465 – 399), Antiphon, Thrasymachus (MÖ 459 gözlemlerinden şüpheci bir sonuç çıkarmıştır. Ne-
– 400), Kallikles, Kritias (MÖ 460 – 403) ve Hip- yin ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olamayaca-
pias (MÖ 460 – 399) da meşhur sofistler arasında ğımız için düşünen beni ve bütün insanları kapsa-
yer almaktadır. yan evrensel bir doğruluktan bahsedemeyiz. Bilgiye
Sofistlerin ortaya koyduğu düşünceler göz ulaşmak bu bakımdan imkânsızdır.
önünde bulundurulduğunda, ortak bir felsefî çer- Protagoras’ın şüpheciliğine vurgu yapan bir
çeveden bahsetmek zordur. Onlar başta bilgi ve diğer meşhur önermesi Tanrıların mevcudiyeti
ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi hakkındadır. O, tanrıların var olup olmadıkları
alanlarda kimi zaman birbirinden farklı fikirleri sorusuna cevap verme hususunda çaresiz olduğu-
benimsemişlerdir. Fakat gündeme getirdikleri iddi- nu söylemektedir. Protagoras’a göre, bu çaresizli-
alar ile önemli felsefî tartışmalara yol açtıkları bir ğin iki nedeni vardır. Birincisi, tanrıların duyularla
vakıadır. algılanamaması, ikincisi ise insan hayatının kısa
olmasıdır (Kranz, 2014, s. 202). Tanrıları algıla-

72
İlkçağ Felsefesi

yabilseydik bile, bu, Protagoras’ın ulaştığı sonucu gerekçelerinden biri de duyuların bize sunduğu
değiştirmeyecektir. Zira duyular temin ettikleri veri verilerin güvenilemez oluşudur. Protagoras, duyu
bakımından güvenilmezdirler. verilerinin bu güvenilmezliğine de dayanarak, şüp-
Öte yandan, Protagoras, her şey üzerine bir- he unsurunu düşünce dünyasının merkezine yer-
birine zıt iki söz söylenebileceği ve bu iki sözün leştirmiştir.
kuvvet bakımından birbirine denk olacağı iddiası
ile de şüpheciliğini derinleştirmektedir. Helenistik Sofistlerin Belli Başlı Düşünceleri
dönemdeki şüpheciler, bilhassa Phyrrhon ve öğren-
Sofistlerin yekpare bir düşünsel çerçeveye sahip
cileri de Protagoras’ın bu gerekçelerini kendi öğre-
olmadıklarına yukarıda işaret edilmişti. Onların
tileri açısından bir dayanak olarak kullanacaklardır.
birbirlerine en fazla bilgi hakkında yürüttükleri
İnsanların retoriğe ihtiyaç duymasının bir diğer tartışmalar vesilesiyle yaklaştığı söylenebilir. Ör-
gerekçesi Protagoras’ın bu son iddiasına dayalı ola- neğin bilginin imkânsızlığı hususunda Protagoras
rak tespit edilebilir. Her şey üzerine bir birbirine zıt ve Gorgias ortak bir kanaate sahiptir. Bununla
iki şey söylenebilir ise ve söz konusu iki zıt şey kuv- birlikte, bu iki isim, bilginin imkânını reddeder-
vet bakımından birbirine denk ise, bu, doğrunun ken tamamen farklı gerekçelere dayanmaktadırlar.
yanlıştan ayırt edilemeyeceği, hatta giderek doğru Protagoras’ın bilgiyi inkâr etmesine neden olan şey
ve yanlış diye iki farklı kategoriden bahsedilemeye- doğru ile yanlışı birbirinden ayırmamızı sağlayacak
ceği anlamına gelecektir. Doğruluk ve yanlışlık gibi bir ölçütün bulunmayışıdır. Oysaki Gorgias ni-
haklılık ve haksızlık da birbirinden ayırt edileme- hilist bir yaklaşımla varlığı yadsıdığı için bilginin
yecektir. Haklı ve haksız yok ise, başka bir deyiş- imkânsız olduğunu düşünmektedir. Gorgias’ın
le haklıyı haksızdan ayırt etmemiz mümkün değil meşhur önermeleri ile ifade etmek gerekirse: hiçbir
ise, o zaman kimin haklı olduğundan ziyade kimin şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkaları-
haklı görüldüğü üzerinde durmak gerekecektir. na aktaramazdık (Sprague, 1972, s. 42). Bu öner-
Haklı görülen kişi, kendi görüşünü en güzel ve en melere şöyle bir ilavede bulunmak da mümkün
inandırıcı şekilde dile getiren, fikirlerini başarılı gözükmektedir: Bildiklerimizi başkasına aktarabil-
bir şekilde savunan ve insanları ikna eden kişidir seydik bile, aktardığımız kişinin bizimle aynı fikre
(Störig, 2015, s. 199). Bunu yapabilecek olanlar ise sahip olduğundan asla emin olamazdık.
ancak kendilerini retorik alanında geliştirmiş ve bu
Devlet ve hukuk meselesinde sofistler arasın-
alanın ustalarından ders almış kişiler olabilir. Bu
daki makas daha da açılmaktadır. Protagoras ve
aynı zamanda sofistlerin felsefeye yüklediği işlevdir.
Antiphon bugün “toplum sözleşmesi” olarak isim-
lendirilen bir fikri benimsiyor ve insanların eşitliği-
ne vurgu yapıyorken sonraki sofistlerden bazıları,
dikkat örneğin Kallikles, toplumsal hayattaki çatışmaya,
Sofistlerin felsefe tarihinde olum- bireyler arasındaki güç mücadelesine daha fazla
suz bir imaja sahip olmalarının en yer ayırmaktadır. Thrasymachus’a göre, huku-
önemli nedenlerinden biri felsefeyi kun en temel nosyonu olarak kabul edilen adalet
hakikate ulaşmanın değil, insanları yasalara uymaktan ibarettir. Yasa ise hâkimlerin
ikna etmenin (kandırmanın) bir yargıladıkları kişilere kendi iradelerini zorla kabul
yolu olarak görmeleri ve kullanma- ettirmelerinin bir ifadesidir. Başka bir deyişle, yasa,
larıdır. iktidarın güç ve iradesinin tecessüm etmiş halidir.
Bu nedenle, devlet ancak bir güç kavgasına dayalı
olarak açıklanabilir. Protagoras’ın benimsediğine
Protagoras’ın rölativizmi Herakleitos’tan esin- benzer bir toplumsal sözleşme fikrinin herhangi bir
lenmiştir. Onun şüpheciliğinin de Demokritos’un geçerliliği yoktur. Öte yandan, Kallikles de tıpkı
etkisini taşıdığı iddia edilebilir. Hatırlanacağı üze- Thrasymachus gibi düşünmektedir. Ona göre, in-
re, Demokritos görünüş ve gerçeklik arasında bir sanları adaletli olanlar ve adaletli olmayanlar diye
ayırım yapmaktadır. Bu ayırım sonraki dönemler- ikiye ayırmak yerine, zekiler ve aptallar olarak ikiye
de şüpheciliğin doğuşu açısından bir dayanak teş- ayırmak gerekir. Zekiler kendi iradelerini aptallara
kil etmiştir. Protagoras’ın şüpheciliğinin en önemli dayatmanın çok kurnazca yollarını bulurlar (Von

73
Plüralist ve Antropolojik Dönem

Aster, 2015, s. 104). Bu yol kimi zaman ahlak, kimi physisten yana kullanmaktadır. Ona göre, kanun-
zaman ise din şeklinde tecelli etmektedir. Ahlak, ları toplumun çoğunluğunu teşkil eden zayıflar
zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan koymaktadır. Onların kanun yaparken göz önünde
alıkoymak için ürettikleri bir kavramdır. Güçlüler bulundurdukları temel ölçüt aslında bizzat kendi
ancak aptal olduklarında bu kavramın etkisi altın- çıkarlarıdır. Zayıflar, güçlü olanların daha fazla
da kalır ve güçlerini kullanmaktan vazgeçerler. güce sahip olmasını engellemek için, fazla olanı
Sofistlerin felsefe tarihine kazandırdıkları en istemeyi kötü diye nitelendirmekte ve başkaların-
önemli tartışmalardan biri de nomos (kanun) ve dan daha fazla şeye sahip olma arzusunu insanın
physis (doğa) arasındaki ayırıma dayanmaktadır. en kötü yanı olarak görmektedirler. Fakat, diye
düşünmektedir Kallikles, yeteneklinin yeteneksiz-
İnsanlar din, ahlak, hukuk gibi alanları doğaya
den daha fazla şeye sahip olması bizzat doğanın
dayanarak mı inşa etmektedirler yoksa bunlar ta-
belirlediği bir kuraldır. Dolayısıyla, bir şeylere sa-
mamen insanlar arası bir uzlaşıdan mı türetilmek-
hip olan birinin, daha fazlasına sahip olmayı arzu
tedir?
etmesi doğaldır, tıpkı bunlara fiilen sahip olması
Bu soruya hemen her sofist kendince cevap ver- gibi. Başka bir deyişle, doğa azla yetinmeyi değil,
miştir. Antiphon’un bu kapsamda söyledikleri ol- daha fazlasına sahip olmayı gerektirir. Bu nedenle,
dukça dikkat çekicidir. Ona göre, toplum içerisin- güçlünün zayıfa hükmetmesi ve ondan daha fazla
de insanlar belirli uzlaşımlara dayalı olarak üretilen şeye sahip olması meşru bir durumdur. Bunun ah-
kanunlara tabidirler ve doğru olan bu kanunlara lak dışı, çirkin, kötü olarak nitelendirilmesi tama-
uymak ve insanların uymasını sağlamaktır. Fakat men zayıfların kendi konumlarını güçlendirmek
yine de doğanın kendisini öncelemek gerekmek- üzere başvurdukları bir yanıltmacadır. Daha faz-
tedir. Kanunların buyrukları keyfî bir şekilde be- laya ulaşmak yerine, azla yetinmeyi tavsiye etmek
lirlenmektedir, doğanın buyrukları ise zorunludur aslında doğaya karşı çıkmaktır. Asıl olan hırsları-
(Kranz, 2014, s 207). Uzlaşı bir noktada şu anlama mızı gemlemek değil, onları alabildiğine tatmin et-
gelir: Zorunluluk olmadığı için, kanunların hayata mektir. Hırsların peşinde olduğu şeyleri elde etmek
aktarılmasında istisna kabul edilebilir. Kimsenin doğanın bir gerekliliğidir. Toplumun çoğunluğunu
görmediği bir anda, yapılmaması gerektiği husu- oluşturan, kendi beceriksizlikleri dolayısıyla elde
sunda üzerinde bir uzlaşı sağlanmış herhangi bir edemedikleri şeylere bakan ve bunlara ulaşama-
eylemi gerçekleştiren biri ceza almaktan kurtulabi- manın verdiği hayal kırıklığını yaşayan güçsüzler,
lir. Fakat doğanın yasakladığı herhangi bir eylemi bu hayal kırıklığını hiç kimsenin o şeylere sahip
gerçekleştiren biri, kendisini birilerinin görüp gör- olamadığını görerek gidermeye çalışırlar. Kendi ar-
memesinden bağımsız olarak, bizzat hakikatle yüz zularını tatmin edemeyecek, haz elde edemeyecek
yüze olduğu için kötü bir şey yapmış kabul edilir. konumda bulundukları için ölçülü olmayı ahlaki
Antiphon toplumun iyi kabul ettiği şeylerin ço- bir kural olarak belirlerler. Oysaki olması gereken,
ğunlukla doğaya aykırı olduğunu düşünmektedir. hazzın ve arzunun gemlenmemesi, insanın arzu-
Örneğin toplum içerisinde saygınlık soyla birlikte ladığı şeyleri elde etmesidir. Kendimizi şeylerden
düşünülür. Soylu olanlara saygı duyulur. Soylu ol- mahrum bırakarak değil, bolluk içinde yaşayarak,
mayanların ise aynı saygı duygusunu uyandırdığını dilediğimizi yaparak, kayıtlardan kurtularak, yani
söylemek zordur. Oysaki doğaya bakıldığında bü- özgürleşerek erdemli ve mutlu olabiliriz (Kranz s.
tün canlıların eşit olduğu görülür. Doğada soyluluk 209-212). Bu yaklaşım, sofist kavramına neden
diye bir şey yoktur. Bu bakımdan kimse kimseye negatif bir anlam yüklendiğinin bir diğer kısmî
üstün değildir (Kranz, 2014, s. 207). açıklamasını sunmaktadır. Sofistler nomos-physis
Hippias açısından da aynı şey geçerlidir. Ona arasında bir ayırım gözettikleri ve physisi öncele-
göre, kanun doğada olmayan pek çok şeyi, doğa- dikleri için müesses toplumsal nizama bir tehdit
ya rağmen, zorla yaptırır (Kranz, 2014, 209). Bu teşkil etmeye başlamışlardır.
nedenle, insanların vatandaşlığı, eşitliği gibi top- Onların din hakkındaki yaklaşımlarında da
lumsal unsurları uzlaşıdan değil doğadan türetmek nomos-physis ayırımının izlerini görmek müm-
gerekir. kündür. Örneğin Prodikos, insanların kendilerine
Kallikles ise nomos ve physis arasındaki karşıt- yararı dokunan şeyleri tanrılaştırdıklarını düşün-
lığı daha açık ifadelerle teşhis etmekte ve tercihini mektedir. Ona göre, şaraba Dionysos, suya Pose-

74
İlkçağ Felsefesi

idon, ateşe Hephaistos adının verilmesi tamamen 212). Kritias’a göre de, Tanrı karşısında hissedilen
bu gerekçeye dayanmaktadır. Dua ve ibadetin or- korku, tamamen bir kurnazlığın ürünüdür. Bir
taya çıkışını da bu şekilde açıklamak gerekir. Bun- kurnaz zekâ, insanların eylemlerinin korku ilke-
lar, insanlar arası uzlaşının birer sonucudur. Daha si doğrultusunda biçimlendirilebileceğini keşfet-
açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, suyun, ate- miş, onları Tanrı korkusu ile yönlendirmeyi arzu
şin ya da şarabın tanrısal nitelikleri yoktur. Bunlar etmiş (Kranz, 2014, s. 213) ve bunu başarmıştır.
doğal unsurlardır. Ve doğanın kendisinde tanrısal- Protagoras’ın tanrıların varlığı hakkındaki şüphe-
lık mevcut değildir. Suya, şaraba, ateşe tanrısallık ciliği de hatırlanacak olursa, sofistlerin din anlayı-
atfetmek, insanların bunlardan elde ettiği faydaya şının agnostisizm ve ateizm arasında gidip geldiği
dayalı olarak yaptıkları bir şeydir (Kranz, 2014, s. iddia edilebilir.

Öğrenme Çıktısı
4 Sofistlerin ortaya çıkışı ile yaşadıkları dönemin tarihsel şartlarını ilişkilendirebilme
5 Sofistlerin temel düşüncelerini sıralayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Sofistlerin genel felsefî dü-


şünceleri için Serpil Satı’nın
Protagoras ve Gorgias “bil-
“Sofistlerin bilgi ve varlık Sofistlerin nomos ve physis
gi mümkün müdür?” so-
anlayışı: Epistemolojik ve arasında yaptığı ayırımı ana
rusuna ne cevap verirlerdi?
ontolojik bir inceleme” baş- hatları ile anlatınız.
Açıklayınız.
lıklı yüksek lisans tezini in-
celeyebilirsiniz.

75
Plüralist ve Antropolojik Dönem

Monizm ve plüralizm
1 kavramlarını
tanımlayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Plüralist filozofların arkhe


2 anlayışlarını ana hatlarıyla
ifade edebilme

3 Demokritos’un ahlak
anlayışını açıklayabilme

Plüralist Dönem

1 Monizm “bircilik”, plüralizm “çokçuluk” demektir. Felsefî literatürde bu kavramların çeşitli anlamlarda kullanıl-
dığını söylemek mümkündür. Arkhe tartışmaları açısından bakıldığına monizm şeylerin var olmasını sağlayan tek bir
unsurdan bahsedilebileceği düşüncesine işaret etmektedir. Plüralizm ise gerçekliği kendisine dayandırabileceğimiz
birden fazla unsurun mevcudiyetini benimseyen yaklaşımları tanımlar. Doğa filozofları arkhenin mahiyeti hakkında
ayrıntılı tartışmalar gerçekleştirmişlerdir. O kadar ki, doğa felsefesinin başlıca probleminin bu olduğu dahi iddia
edilebilir. Örneğin Thales söz konusu unsurun su, Anaximenes ise hava olduğu kanaatindedir. Tek bir unsura işaret
ettikleri için bu filozoflar monisttirler. Empedokles, Anaxagoras ve Demokritos gibi sonraki dönem doğa filozoflarını
ise plüralist olarak nitelendirmek gerekmektedir. Zira bunlara göre, şeyleri var eden unsurlar sayıca birden fazladır.

2 Empedokles, Anaxagoras ve Demokritos plüralisttirler. Empedokles’e göre, arkhe hava, ateş, toprak ve sudur. Bu
dört unsur kendiliğinden hareket edemez. Bunları harekete geçiren iki farklı unsur vardır: sevgi ve nefret. Sevgi unsurla-
rı bir araya getirir, nefret ise onları birbirinden ayırır. Sevgi ve nefret evrende sırasıyla egemen olurlar. Anaxagoras’a göre
sonsuz sayıda arkhe vardır. Bu unsurlar başlangıçta birbirinin içine geçmişken, Nous (Akıl) tarafından birbirinden ayırıl-
mıştır. Nous, Anaxagoras’ın evreni belirli bir amaç doğrultusunda düzenleyen ilkeye verdiği isimdir. Anaxagoras’a göre,
sonsuz sayıdaki arkhe kendi başına bir araya gelerek nesnel gerçekliği ortaya çıkaramaz. Onları bir amaç (telos) doğ-
rultusunda bir araya getiren, evrene gözlemlediğimiz düzeni sağlayan bir üst ilke vardır. Bu ilke Nous’tur. Demokritos
ise arkhe olarak atomlardan bahsetmektedir. Ona göre de atomların sayısı sonsuzdur. Demokritos atomların zorunlu
olarak bir araya geldiklerini düşünür. Onun materyalizmi istisnalara imkân tanımaz. Evrende her ne varsa aynı kural-
lara tabidir. Maddî olmadığı düşünülen Tanrı ve ruh da atomlardan oluşur. Bu, Tanrı’nın ve ruhun da ölümlü olduğu
anlamına gelir. Zira atomlardan meydana gelen şeyler, atomların birbirinden ayrılması neticesinde ortadan kalkarlar.

3 Demokritos mutçu (eudaimonist) bir ahlak anlayışına sahiptir. Ahlakın amacı kişiyi ruh dinginliğine (ataraxia)
ulaştırmaktır. Böylesi bir dinginlik ancak bilinç vasıtasıyla elde edilebilir. Demokritos hazzı kategorik olarak reddet-
mez. Fakat mutluluğun kaynağının haz olduğunu da söylemez. O entelektüalist bir yaklaşım sergiler. Ruhtaki din-
ginliği bilinç ve onun doğru kullanımı ile bağlantılı üç unsur temin eder. Bunlar “doğru düşünmek”, “doğru konuş-
mak” ve “doğru davranmak”tır. İnsan mutlu olmak istiyorsa elindekilerle yetinmesini bilmelidir. Bu, arzu edilmesi
ve uzak durulması gereken şeyler arasında ayırım yapabilmeye bağlıdır. İnsanlar “görece” ve “mutlak” iyiyi tefrik
edebilmelidirler. Görece iyi insanın dışında bulunan ve kimi zaman ulaşamayacağı fakat gerektiğinde uzak durabi-
leceği şeylerdir. Mutlak iyi ise insanın elinde olan şeylerdir. Demokritos kendisinden önceki doğa filozoflarında çok
sık karşılaşılmayacak bir şekilde ahlak mevzuunun ayrıntılı bir tartışmasını yürütmüştür. Walter Kranz’ın bir araya
getirdiği fragmanlarından öğrendiğimiz kadarıyla Demokritos’un Pythagoras, Bilgenin Ruh Durumu, Ölümden
Sonraki Hayat, Yetkinlik Yahut Erdem ve Gönül Rahatlığı adlı çok sayıda ahlak eseri vardır. Ne yazık ki bunlardan
hiçbiri günümüze aktarılamamıştır. Demokritos’tan sonra antropolojik dönem başlamaktadır. Bu dönemde insan
ile ilgili meselelerin bir parçası olarak ahlak hakkında çok daha ayrıntılı tartışmalar yürütülmüştür. Demokritos’un
ahlaka dair tartışmaları antropolojik dönem açısından bir hazırlık olarak da değerlendirilebilir.

76
İlkçağ Felsefesi

Sofistlerin ortaya çıkışı ile


4 yaşadıkları dönemin tarihsel
şartlarını ilişkilendirebilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


5 Sofistlerin temel düşüncelerini
sıralayabilme

Antropolojik Dönem

4 İlkçağda sofist denilince şairler ve filozoflar anlaşılırdı. Milattan önce beşinci yüzyıldan itibaren ise sofist kav-
ramı gezici öğretmenlik yapan bir grup düşünürü tanımlamak üzere kullanılmaya başlanmıştır. Sofistlerin ortaya
çıkışını sağlayan çeşitli tarihsel ve kültürel nedenler vardır. Atina devleti ile Persler arasında cereyan eden savaşlardan
sonra Atina devleti ekonomik ve demokratik standartlar bakımından oldukça gelişmiştir. Vatandaşlar devletin geli-
şiminin yarattığı imkânlardan yararlanmak için iyi bir eğitim almanın zorunluluğunu fark etmişlerdir. Eğitime du-
yulan ihtiyaç, kendilerini “bilgelik öğretmeni” olarak tanımlayan sofistler için uygun bir zemin yaratmıştır. Sofistler
eğitim işini para karşılığında yapmaktadırlar. Onların toplum nezdinde rağbet görmesinin en önemli nedeni retorik
konusundaki ustalıklarıdır. Sofistler iyi birer konuşmacıdırlar. Dönemin Atina toplumu açısından da konuşma
sanatı oldukça önemlidir. İyi bir konuşmacı karar alma mekanizmalarını etkileyebilmekte, dolayısıyla siyasi bir güç
elde edebilmektedir. Retorikteki beceri adlî mevzularda da etkili bir araçtır. Davalı ve davacıdan hangisi mahkeme
heyeti karşısında daha etkili bir konuşma yaparsa sonuç onun arzusu istikametinde çıkmaktadır. İnsanlar iyi birer
konuşmacı olmanın püf noktalarını öğrenmek için de sofistlere rağbet göstermişlerdir.

5 Sofistler başta bilgi ve ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi alanlarda pek çok iddia ortaya
atmışlardır. Yekpare bir sofistik düşünceden bahsetmek mümkün değil ise de onların fevkalade önemli felsefî
tartışmalara yol açtıkları tarihsel bir vakıadır. Protagoras bir rölativisttir. O, görünüş ve gerçeklik arasında De-
mokritos tarafından yapılan ayırımı daha da derinleştirmiştir. Açıktır ki bu şüpheciliğe giden bir yoldur. Ayrıca
Protagoras Herakleitos’un evrende sürekli bir değişim olduğu iddiasını da bir ilke olarak benimsemiş gözükmek-
tedir. Her şey sürekli değişiyorsa ve biz bir şeye “bu şudur” diyemiyorsak yapılması gereken en makul iş yargıdan
kaçınmak olacaktır. Nitekim Helenistik dönemde ortaya çıkan şüphecilerin (Pyrrhon ve öğrencisi Timon’un)
büyük oranda bu ilkeyi takip ettiklerine şahit olunmaktadır. Bu şüpheci yaklaşım Protagoras’ı agnostisizme yak-
laştırmıştır. Nitekim o, tanrıların var olup olmadığının bilinemeyeceğini söylemektedir. Benzer şekilde, o, her
iddianın karşısına aynı güçte başka bir iddianın çıkarılabileceğini, bu iki iddianın kuvvet bakımından birbirine
denk olacağını vurgulamaktadır. Bu vurgu da şüpheciler tarafından kullanılmıştır. Gorgias nihilisttir. Başka bir
deyişle, o, varlığı yadsımaktadır. Ona göre, “hiçbir şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkalarına aktara-
mazdık.” Antiphon ve Kallikles daha çok toplum hayatı ile ilgili meseleler üzerinde kafa yormuştur. Antiphon
“toplum sözleşmesi”ne benzer bir düşünceyi kabul etmekte ve insanların doğuştan birbirine eşit olduğu fikrini
gündeme getirmektedir. Kallikles ise toplumsal yaşamdaki çatışmalara ve bireylerin giriştiği güç mücadelesine
vurguda bulunmaktadır. Öte yandan, Thrasymachus, “yasa” adı verilen şeyi hâkimlerin yargıladıkları kişilere
kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerinden ibaret görmektedir. Hiç şüphesiz, bu yaklaşımda, hukuk iktidarın
güç ve iradesinin tecessüm etmiş hali olarak telakki edilmektedir. Sofistlerin nomos ve physis arasında yaptıkları
ayırım, toplumsal bazı normların ortaya çıkışını insanlar arası ilişkileri doğuran sübjektif yaklaşımlara bağlamak-
tadır. Örneğin, Kallikles’e göre, ahlak esasen zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan alıkoymak için
ürettikleri bir kavramdır. Prodikos ise benzer bir yaklaşımı Tanrı karşısında hissedilen korkuya atfetmektedir.
Ona göre, kurnaz biri, insani eylemlerin korku ilkesi doğrultusunda biçimlendirilebileceğini keşfetmiş ve onları
Tanrı korkusu ile yönlendirmeyi arzu etmiştir. Bu ve benzeri düşünceler dolayısıyla, sofistler yaşadıkları dönem-
de müesses toplumsal nizama bir tehdit olarak kabul edilmişlerdir. Onlara yüklenen olumsuz imajı bu hususlar
eşliğinde düşünmek faydalı olacaktır.

77
Plüralist ve Antropolojik Dönem

1 Reenkarnasyon düşüncesi Empedokles’ten 5 Aşağıdakilerden hangisi Anaxagoras hakkın-


önce aşağıdaki isimlerden hangisi tarafından be- da kurulabilecek doğru cümlelerden biri değildir?
nimsenmiştir? A. Saf kontemplatif düşünür tipinin ilk örneğidir.
neler öğrendik?

A. Pythagoras B. Hareketi açıklamak üzere teleolojik düşünceye


B. Herakleitos başvurur.
C. Ksenophanes C. Evrende bir mekanizmin bulunduğu fikrini be-
D. Thales nimser.
E. Anaximandros D. Duyu algısını açıklarken benzerliğe değil farklı-
lığa vurgu yapar.
2 Aşağıdakilerden hangisi plüralist bir filozof E. Nous’u mistik bir unsur olarak kabul eder.
olarak isimlendirilebilir?
A. Parmenides 6 Aşağıdakilerden hangisi Demokritos’un
B. Herakleitos felsefî öğretisine uygun bir ifade değildir?
C. Anaxagoras A. Nesnel gerçeklik atomların bir araya gelmesi
D. Ksenophanes neticesinde oluşur.
E. Anaximenes B. Tanrılar da atomlardan oluşurlar ve ölümsüz
değildirler.
3 Aşağıdaki düşüncelerden hangisi Tanrı’nın ya C. Maddî bir niteliğe sahip olmadığı için boş
da tanrıların insan biçiminde olduğu inancına ve- uzaydan bahsedilemez.
rilen isimdir? D. Ahlakın amacı insanı mutluluğa ulaştırmaktır.
A. Plüralizm E. Evrende tesadüf yoktur, her şey zorunlu bir şe-
B. Monizm kilde gerçekleşir.
C. Hylozoizm
D. Antropomorfizm 7 Aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?
E. Monoteizm
A. Demokritos evrende zorunluluğun hüküm sür-
düğünü düşünür.
4 Aşağıdakilerden hangisi Anaxagoras’ın yarat- B. Demokritos evreni teleolojik bir şekilde açıkla-
ma anlayışını ifade etmek üzere kullanılabilecek bir maya çalışır.
kavramdır?
C. Demokritos atomların tanrısal özellikleri oldu-
A. Teizm ğunu kabul eder.
B. Deizm D. Demokritos yalnızca insana dair meseleler ile
C. Ateizm ilgilenir.
D. Panteizm E. Demokritos reenkarnasyon düşüncesini be-
E. Politeizm nimser.

78
İlkçağ Felsefesi

8 Aşağıdakilerden hangisi yanlıştır? 10 Aşağıdakilerden hangisi sofistlerin üzerinde


durduğu sorulardan biri değildir?
A. Protagoras’ın rölativizmi Herakleitos’tan ilham

neler öğrendik?
alır. A. Dini inançta insani beklentilerin yeri var mı-
B. Gorgias’ın şüpheciliği nihilist bir karakter arz dır?
eder. B. Evreni meydana getiren şey (arkhe) nedir?
C. Prodikos, insanların kendilerine yararı doku- C. Bir şeyi ahlaki bulmamızın sebebi nedir?
nan şeyleri tanrılaştırdıklarını düşünür. D. İnsanın bilgi sahibi olması mümkün müdür?
D. Hippias vatandaşlık, eşitlik gibi toplumsal un- E. Hukukta doğal unsurların var olduğu söylene-
surları uzlaşıdan türetmek gerektiğini söyler. bilir mi?
E. Thrasymachus’a göre, devleti var eden şey bi-
reyler arasındaki güç kavgasıdır.

9 Aşağıdaki filozoflardan hangisi nomos/physis


ayrımını benimsemektedir?
A. Demokritos
B. Leukippos
C. Anaxagoras
D. Empedokles
E. Kallikles

79
Plüralist ve Antropolojik Dönem

1. A Yanıtınız yanlış ise “Empedokles” konusunu 6. C Yanıtınız yanlış ise “Demokritos” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı

Yanıtınız yanlış ise “Plüralist Dönem” ve


2. C 7. A Yanıtınız yanlış ise “Demokritos” konusunu
“Anaxagoras” konularını yeniden gözden ge-
yeniden gözden geçiriniz.
çiriniz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Empedokles” konusunu 8. D Yanıtınız yanlış ise “Sofistler” konusunu ye-
yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

4. B Yanıtınız yanlış ise “Anaxagoras” konusunu 9. E Yanıtınız yanlış ise “Sofistler” konusunu ye-
yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Antropolojik Dönem” ve


5. E Yanıtınız yanlış ise “Anaxagoras” konusunu 10. B
“Sofistler” konularını yeniden gözden geçi-
yeniden gözden geçiriniz.
riniz.

Araştır Yanıt
3 Anahtarı

Plüralistler, örneğin Empedokles, hiçbir şeyin yoktan var olamayacağı ve var


olan hiçbir şeyin de yok olamayacağı düşüncesini kabul etmektedir. Onlar,
bu düşüncenin bir devamı olarak hareketi, değişimi ve çokluğu reddeden Par-
menidesçi teoriyi de benimsemektedir. Böyle olmakla birlikte, plüralistler bir
uzlaşı noktası yakalamaya çalışmaktadır. Buna göre, bilgi yalnızca değişmeyen
Araştır 1 şey hakkında olabilir. Fakat değişimin imkânsızlığı apriori bir ilke olarak be-
nimsenirse, o zaman felsefe yapma imkânının kalmayacağının da farkında-
dırlar. Bu nedenle, duyuları da devreye sokmak gerekmektedir. Epistemolojik
açıdan bunun anlamı, bilgiye akıl ve duyuların birlikte kullanılması suretiyle
ulaşılabileceğidir.

Protagoras ve Gorgias bu soruya “hayır, mümkün değildir” cevabını verir-


lerdi. Protagoras’ın gerekçesi kökleri Herakleitos’a kadar geri götürülebilecek
olan bir düşünceye dayanmaktadır. Ona göre, evren sürekli bir akış içerisinde-
dir. Bu akışta hiçbir şey aynı kalmaz. Her şey değişir ve dönüşür. Dolayısıyla
bir şey için “bu şudur” demek, yani o şey hakkında bir yargıda bulunmak
Araştır 2 imkânsızdır. İnsanların tamamını bağlayacak nesnel bir dayanaktan yoksu-
nuzdur. İnsanın bizzat kendisi açısından dahi böyle bir dayanak mevcut değil-
dir. Bu nedenle, evrensel, zorunlu ve geçerli bir bilgiden bahsedilemez. Aksi-
ne, insan her şeyin ölçüsüdür. O neye doğru derse doğru olan odur. Gorgias
ise nihilist bir yaklaşımdan hareketle bilginin imkânını reddetmektedir. Ona
göre, hiçbir şey yoktur. Bir şey olsaydı da bunu bilemezdik. Bilseydik bile bir
başkasına aktaramazdık.

80
İlkçağ Felsefesi

Kaynakça
Bailey, C. (1964). The Greek Atomists and Epicurus. Kranz, W. (2014). Antik Felsefe. Çev. Suad Y. Baydur.
New York: Russell&Russell. İstanbul: Cinius-Sosyal Yayınlar.
Barnes, J. (2005). The Presocratic Philosophers. New Preus, A. (2015). Historical Dictionary of Ancient Greek
York: Routledge. Philosophy. New York: Rowman&Littlefield.
Bunnin, N., ve Yu, J. (2004). The Blackwell Dictionary Sprague, R. K. (1972). The Older Sophists. Indianapolis:
of Western Philosophy. Malden: Blackwell Hacket Publishing Company, Inc.
Publishing.
Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. Çev. Ö. C.
Cevizci, A. (2000). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Bursa: Say Güngör, İstanbul: Yol Yayıncılık.
Yayınları.
Von Aster, E. (2015). Felsefe Tarihi: İlkçağ ve Ortaçağ.
Cicero. (1886). Tusculan Disputations. Çev. Andrew P. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Peabody, Boston: Liddle, Brown&Co.
Waterfield, R. (2000). The First Philosophers. New
Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi York: Oxford University Press.
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi.
Weber, A. (2014). Felsefe Tarihi. Çev. H. V. Eralp,
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Kitabevi.
Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Guthrie, W. K. C. (1999). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Çev. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
A. Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Herakleitos. (2016). Fragmanlar Testimonia
Fragmenta-İmitationes. Çev. G. Şar ve E. Yıldız,
İstanbul: Dergah Yayınları.

81
Bölüm 4
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

Sokrates’in Hayatı ve Bilgi Anlayışı


öğrenme çıktıları

1 Sokrates’in hayatının önemli evrelerini Sokrates’in Ahlak Anlayışı

1 2
öğrenebilme 3 Sokrates’in ahlak anlayışını ifade edebilme
2 Sokrates’in ne tür bir bilgi anlayışına sahip 4 Sokrates’in bilgi anlayışı ile ahlak anlayışı
olduğunu gözler önüne serebilme arasında ilişki kurabilme

Sokratesçi Okullar
5 Megara ve Elis-Eretria Okulu’nun temel
görüşlerini özetleyebilme
6 Kinik Okulu’nun Sokrates ile bağını

3
kurabilme
7 Kirene Okulu’nun bireyciliğinin esaslarının
neler olduğunu fark edebilme

Anahtar Sözcükler: • Erdem • Bilgi • İroni • Diyalog • Kinikler • Haz • Kirene Okulu

82
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ başka bir sorun ile karşı karşıya olduğumuza dikkat


Sokrates, düşünce tarihinin en önemli isimle- etmek gerekir: Platon’un eserlerinde Sokrates’in dü-
rinden biridir. Bu önem, her şeyden önce onun şünceleri ile Platon’unkiler çoğu zaman birbirinden
çağdaşları içinde benzersiz bir konuma sahip ol- ayırt edilmesi çok güç olacak biçimde iç içe geçmiş-
ması ile ilgilidir. Kendisinden önceki bütün filo- tir. Öyle ki, Platon’un pek çok yerde aslında kendi-
zofların “pre-Sokratikler”, yani Sokrates öncesi ne ait olan düşünceleri Sokrates’e mal ederek dile
dönemin filozofları olarak adlandırılmaları bu ben- getirdiği kabul edilmektedir.
zersiz konumun en büyük işaretidir (Solomon ve Sokrates’in hiçbir yazılı eser bırakmamış olma-
Higgins, 2013, s. 71). Ayrıca, Sokrates’in ölümü sı ve hayatına dair bazı ayrıntıları ve düşüncelerini
sonrasında takipçileri kurdukları okullar ile onun ancak başkalarının eserlerinden öğrenebilmemiz,
ismini ve düşüncelerini yaşatmaya devam etmişler- düşünce tarihi içinde “Sokrates problemi” olarak
dir. Sokrates’in düşünce tarihindeki önemi ikinci adlandırılmaktadır. “Sokrates problemi” dendiğin-
olarak geliştirdiği yöntem ile ve yeni bir hakikat de, esas itibariyle, tarihçilerin bir tarihî figür ola-
arayışı idealini temsil etmesi ile ilgilidir. Son ola- rak Sokrates’in doktrinlerini su yüzüne çıkarmaya
rak, belki bu sıralananlardan daha çok düşünceleri çalıştıkları zaman karşılaştıkları engeller akla gel-
ve idealleri için ölmeyi göze alan bir insan olması mektedir (Dorion, 2011, s. 1). Bu problem bütün
Sokrates’in düşünce tarihi içindeki öneminin arka çabalara rağmen halen çözülebilmiş değildir. Yani
planını oluşturmaktadır. ne tam olarak Sokrates’in kendisine ait düşünceler
Düşünceleri ve ölümü ile Antik Yunan düşünce- su yüzüne çıkarılabilmiş ve ne de hayatının ardın-
sini radikal bir biçimde dönüştüren Sokrates hayatı daki sis perdesi tamamen ortadan kaldırılabilmiştir.
boyunca ne bir okul kurmuş ne de yazılı bir eser Sokrates’e dair bütün söylenenleri okurken ve ana-
bırakmıştır. Birçokları onun yazılı bir eser bırakma- liz ederken öncelikle bu hususu göz önünde bulun-
masının bilinçli bir tercihin ürünü olduğunu dü- durmak gerekir.
şünmektedirler. Çünkü, Sokrates, yazıda kullanılan Düşünce tarihinin en önemli isimleri arasında
harflerin, ruhumuz aracılığı ile kazandıklarımızın yer alan Sokrates’e ayırdığımız bu ünitede öncelik-
çoğunu yok edeceğine inanıyordu (Öçal, 2015). le Sokrates’in hayatını ve temel düşüncelerini ele
Hiçbir yazılı metin bırakmaması sebebi ile onun ha- alacağız. Sonrasında ise Sokrates’ten etkilenen isim-
yatı ve düşünceleri hakkındaki bilgilerimizi tümüy- lerin kurdukları belli başlı okullara değineceğiz.
le başkalarına borçluyuz. Bunların kimi Sokrates’in Megara, Elis-Eretria, Kinik ve Kirene Okularının
dostları ve öğrencileridir. Kimileri ise düşmanları temel bakış açılarını yansıtmaya çalışacağız.
ve ondan pek de hoşlanmayanlardır. Platon, Kse-
nophanes ve Aristoteles onun hayatı ve düşünce- SOKRATES’İN HAYATI VE BİLGİ
leri hakkında bilgi edinebildiğimiz dostları ya da ANLAYIŞI
öğrencileri grubuna giren isimlerdir. Aristophanes
ve Eupolisos gibi
komedi yazarlarının Sokrates’in Hayatı
karikatürleştirdikleri Sokrates milattan önce beşinci yüzyılda doğ-
dikkat ve Sokrates’in kendi- muştur. Kesin olmamak ile birlikte kaynaklar ge-
Platon’un Apologia, Kriton, si ile hiçbir ilgisi ol- nellikle onun doğum tarihini MÖ 470 olarak belir-
Küçük Hippias, İon, Lak- mayan bir tipi tasvir lemektedirler. Babası bir heykeltıraştır. Annesi ise
hes, Euthyphron, Kharmi- eden yazılar (Birand, ebedir. Yetmiş yıl süren hayatı boyunca Sokrates’in
des, Protagoras ve Devlet’in 1988, s. 36) ile kar- en çok zaman harcadığı eylem sokak sokak dolaş-
birinci kitabı ile Trasymak- şılaştırıldığında özel- maktır. Ne evi ile ne de ailesi ile pek ilgili olmadığı
hos gibi Sokratik diya- likle Platon’un eser- söylenmektedir. Baba mesleği de pek ilgisini çek-
logların yer aldığı eserleri leri, Sokrates ile ilgili memiş gibidir. Aslında heykeltıraşlığı öğrenmiştir.
Sokrates’in kişiliğine dair daha sahici bilgile- Hatta bir süre baba mesleği ile meşgul olduğu bile
ayrıntıları ve düşüncelerini re ulaşabildiğimiz rivayet edilmektedir. Ama dolaşmak ve tanıdığı
öğrenebileceğimiz başlıca yegâne kaynak ola- kimselerle konuşmak ona her zaman daha cazip
kaynaklar arasındadır. rak kabul edilmekte- gelmiştir. Felsefe adına gerçekleştirdiği etkinlikle-
dir. Fakat burada da rin tümünü bu konuşmalarına ya da diyaloglarına

83
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

borçludur. Atina’nın kamuya açık alanlarında ba- itaat etmeyi reddedişi başına büyük işler açılma-
zen dönemin önde gelen düşünürleri ile ya da siya- sına sebep olmuştur. Öyle ki, devletin inandığı
sal önderleriyle bazense konuşma sanatında şöhret tanrılara inanmamakla ve başka bir takım tanrılar
kazanmış Sofist retorikçilerle; ama en çok da fel- getirmekle, dahası gençlerin ahlakını bozmakla
sefeye yatkın gençlerle (Güçlü vd., 2003, s. 1316) suçlanmıştır (Ksenophon, 1994, s. 12). Kendisini
diyalogunu sürekli muhafaza etmeye çalışmıştır. bir “at sineği”ne benzettiği savunmasındaki boyun
eğmeyen tavrı onu ölüme götürmüştür. Belki de
sadece ona bir ders vermek isteyen düşmanlarını
ölüm kararını imzalamak zorunda bırakmıştır. As-
lında hayatı ve düşünceleri ile uyumsuz bir itaati
veya nedamet getirmeyi tercih etmektense, Sokra-
tes ölümü bizzat kendisi yeğlemiştir. Ne susmak ve
Atina’yı terk etmek ne de kaçmak ona göre değil-
dir. Sonuçta, neyse o olur. Sokrates olarak kalmayı
seçer. Kendisine sadık kalır. Dingin ve korkusuzca
ölmeyi tercih eder (Hackforth, 1933, s. 272). Bu
ölüm düşünce tarihi içinde çokça konuşulmuştur.
Her seferinde, düşünce ile eylemin uyumluluğu-
nun en çarpıcı örnekleri arasında gösterilmiştir.
Resim 4.1 Büyük Düşünür Sokrates’in Heykeli

Dolaşmak ve konuşmak onun için önemlidir. Sokrates, MÖ 404 yılında Atina’da oligark-
Çünkü Sokrates’in bir gayesi vardır: insanları dü- lar iktidarı ele geçirip Otuzlar Tiranlığını
şüncesizlikten uyandırmak ve onları hayatın anlamı kurduklarında soyluların adaletsiz ve haksız
ile kendileri için en iyi olan üzerine düşünmeye sevk davranışlarına direnmekte tereddüt etme-
etmek (Zeller, 2008, s. 166). Şöyle de söyleyebiliriz, yen cesur bir şahsiyettir. Kendisini suçlarına
Sokrates yaşanan hayatın doğruluğuna dair huzur- ortak etmeye çalışan Otuzların öldürmek
suz edici bir sorgulayıcıdır. Dikbaşlıdır, sözünü sa- istedikleri Leon adlı bir kişiyi Salamin’den
kınmaz. Aklına uymayan buyruklara boyun eğmeyi getirmesi için verilen buyruğa karşı gelir.
reddeder. Belki de bütün bunlardan daha önem- Bu buyruğun gereğini yerine getirmez.
lisi gençlerle iyi bir diyalog içindedir (Yalçınkaya,
2015). Çevresinde genellikle bu özellikleri ile bilin-
miştir. Ayrıca farklı kaynaklarda onun giyimine çok Sokrates düşünce ve eylem uyumunun sıradan
fazla özenmediği, mal ve mülk edinmek gibi dün- bir örneğini sunmaz bize. O, inandığı gibi yaşayan
yevi dertlerden kendini özgürleştirdiği dile getiril- ve inançları uğruna ölen ilk büyük filozoftur. As-
mektedir. Sokrates, vücudunun tutkularını da gem- lında, bu durum, onun düşünce ve inançlarının
lemesini bilen bir şahsiyet olarak öne çıkmaktadır. yapısı ile doğrudan ilgilidir. Şöyle düşünelim, eğer
Baba mesleği ile ilişkisini kısa sürede keser Sok- Sokrates doğa ile ilgili kendisinden önce gelen ya
rates. Ancak anne mesleği, yani ebelik ile bir biçim- da kendisi ile aynı çağda yaşayan düşünürlerin öne
de hayatı boyunca temas halindedir. Elbette keli- sürdükleri iddiaları dile getiren bir filozof olsa idi,
menin yaygın ve bilinen anlamı ile ebelik değildir muhtemelen söz konusu iddiaları için ölmesi ge-
mesleği. Ama onun benimsediği yöntem önemli rekmezdi. Bunun sebebi basitçe, doğa ile ilgili gö-
oranda “doğurtucu”dur. Yani bir ebe gibi insanın rüşlerin doğru veya yanlış olduğunun kanıtlanması
içindekini dışa vurmasına aracılık eder. Bütün ha- için gerekli doğrulama yöntemi ile ahlakla ilgili gö-
yatını adadığı dolaşmaları ve konuşmaları esas iti- rüşlerin doğru veya yanlış olduğunun kanıtlanması
bariyle daha çok ebeliği andırır. Ancak ebelere gös- için gerekli doğrulama yöntemlerinin birbirinden
terilen saygının onun payına düşen kısmı pek azdır. farklı olmasıdır. Örneğin, dünyanın bir gezegen
Sokrates özellikleri sebebi ile saygı görmek bir olup olmadığını anlamak için bir takım fizikî ya
yana düşmanlarını çoğaltmıştır. Dikbaşlılığı, sö- da astronomik kanıtlara başvurmak yeterlidir. Oysa
zünü sakınmazlığı ve aklına uymayan buyruklara cesaretin, yardımseverliğin ya da adil olmanın en

84
İlkçağ Felsefesi

büyük ahlaki erdemler olduğunu iddia eden bir Felsefeyi gökten insan hayatına ve kente indirir-
düşünürün, iddialarını ispat edebilmesi için bir bi- ken Sokrates ve Sofistlerin ortak bir amaç güttük-
çimde kendi hayatında cesur, yardımsever ve adil lerini söyleyebiliriz. Sofistler insanı ıslah etmek ve
eylemler ile birlikte anılması gerekecektir (Arslan, eğitmek, insanî yetkinliği (erdemi) belirleyip geliş-
2006, s. 74). Aksi takdirde Sokrates’in, Savun- tirmek, insana yaşama sanatı kazandırmak arzusun-
ma’sında bizatihi kendisinin de vurguladığı gibi, da idiler. Sokrates’in istediği ise kesinlikle bundan
inandırıcılığı kalmazdı. daha fazlası değildi (Versenyi, 1988, s. 104-105).
Diyaloga dayalı yöntemleri ve gezginlikleri de, So-
fistlerin Sokrates ile ilişkilendirilmesini mümkün
Sokrates’in Bilgi Anlayışı kılan diğer unsurlar olarak not edilmelidir. Son ola-
Sokrates’in doğduğu yıllarda Atina refah düzeyi rak, belli bir noktaya kadar şüphecilikte de ortakla-
oldukça yüksek bir merkezdi. Bir imparatorluğun şırlar. Sokrates de, belirtilmelidir ki, en az Sofistler
başkenti idi. Dahası, dönemin düşünce hayatında kadar retorik sahibidir. En az onlar kadar sorgula-
da ayırıcı bir yere sahipti. Öyle ki, Anaxagoras ve yıcıdır (Küçükalp ve Cevizci, 2010, s. 54). Fakat
Protagoras gibi Yunan dünyasının başka bölgele- Sofistlerin şüpheciliği herkes için geçerli olacak bir
rinden düşünürler, Atina’da yaşamayı tercih eder doğru bilgi idealini tümüyle ortadan kaldırırken,
olmuşlardı. Fakat, Atina milattan önce 431 yılında Sokrates, gerçek bir bilgiye ulaşma idealine lâyık
uzun ve dehşetli bir savaşa girdi. Spartalılar ile Ati- olduğu değeri yeniden kazandıracaktır (Birand,
nalılar arasında gerçekleşen ve Peloponnes Savaş- 1988). Bir bakıma evrensel bir bilginin peşinde
ları olarak bilinen bu deneyimin sonrasında Atina koşmayı tercih etmekle mutlak surette Sofistler ile
büyük bir tarihsel yenilgi ile tanıştı. Bir kent dev- yolunu ayıracaktır.
leti olarak varlığını devam ettirse de, Spartalıların
Sofistler için gerçek yoktur. Bilgiye ulaşmak
egemenliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Atina,
mümkün değildir. Çünkü insanlar farklı farklıdır,
yenilgi ile ayrıldığı bu savaşın hemen ardından bir
bir düşünce başka bir düşüncenin karşısına çıka-
başka felaket ile daha mücadele etmiş ve halkın üçte
bilmektedir ve bir düşünce pekâlâ diğeri kadar iyi
birinin ölümü ile sonuçlanan veba salgını Atina’da-
ki yaşamı oldukça güçleştirmiştir. Artık Atina in- olabilmektedir. Meşhur Sofist önermeyi hatırlaya-
san yaşamına ilişkin sorunların kendilerini giderek lım: “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” Her şeyin ölçü-
artan ölçülerde duyurduğu bir yer haline gelmiştir sünün insan olması demek, herkes için geçerliliği
(Guthrie, 1999, s. 70). Eski cazibesini yitirmiş ve olan genel bir hakikatin mevcut olmaması demek-
şaşaalı günlerini arar olmuştur. Bir bakıma mevzii- tir (Birand, 1958, s. 31). Sokrates için ise böylesi
ni yitirmiş, gerilemiştir. Bu gerileme ise, bir değer- bir yaklaşım tehlikelidir. İnsanlar arasında düşünce
ler bunalımını ve politik bir organizasyon olan site farklılıkları olduğunu reddetmez Sokrates. Fakat
devletinin dayandığı hukukî, ahlakî ve dinî temel- ona göre bizim görevimiz fikirlerin çarpışmasıyla
lere karşı inançsızlığı doğurmuştur (Cevizci, 1988, temel uzlaşma noktalarının bulunup bulunmadığı-
s. 9). Bir başka biçimde söylenirse, Atina, gelenek- nı araştırmaktır. Sokrates şunu sorar: Her şeyde var
sel değerlerin çözülmesi biçiminde açığa çıkan bir olan bazı ilkelerle ortak bir zemin tesis etmek müm-
bunalımla yüzleşmek zorunda kalmıştır. kün müdür? (Thilly, 2000, s. 89). Bu soruyu sor-
makla Sokrates aslında evrensel yargılara ulaşmak
İşte bu zor zamanların içinde karşımıza Sok-
ister. Dahası evrensel bir bilginin peşinde koşar.
rates ve Sokrates’in çağdaşı olan Sofistler çıkar.
Kimilerinin Aristoteles’e kimilerinin ise Cicero’ya Sokrates’in bilgi anlayışının temeli demek ki,
atfen dile getirdikleri üzere, felsefe Sokrates eli ile öncelikle, evrensel bir bilgi ya da hakikat arayışı
gökten yere inmiştir. Elbette aynı tespit Sofistler ile atılmaktadır. Bu noktada şu sorunun sorulması
için de geçerlidir. Hem Sokrates hem de Sofistler yerinde olacaktır: Eğer bilgiye ulaşmak olanaklı ise
kendilerinden önceki doğa felsefelerinin dünya bunu hangi yöntem ile gerçekleştirmelidir?
görüşlerini yerle yeksan eden yeni bir paradigma Sokrates’in yönteminde bilgiye ulaşmaya kapı
sunmuşlardır. Gözler artık doğada değildir. Dü- aralayacak başlangıç eşiği “bilgisizlik bilinci”dir.
şüncenin nesnesi insan haline gelmiştir. İnsan ile “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” derken,
ve insan toplulukları ile uğraşmak, Atina’nın içine Sokrates, bilgisizlik bilincini bilgiye ulaşmanın ilk
düştüğü zor zamanlar içinde yol bulmaya çalışma- eşiği olarak belirler. Onun için bilgisizlik bilinci
nın yegâne aracı halini almıştır. bilgiye erişmeyi amaçlayan araştırmanın başlangı-

85
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

cıdır (Versenyi, 1988, s. 157). Çünkü, bilgiye zaten meye ulaşmak için diyalogu esas alır. Diyalektik
sahip olduğunu düşünen bir kimse herhangi bir olarak da adlandırılan bu diyaloga dayalı yöntem
konuda bilgi edinecek bir çaba içerisine girmeye- sayesinde, Sokrates, insanın ruhunda saklı doğ-
cektir (Guthrie, 1999, s. 79). Kişiyi bilgi edinmeye ruların, bilgilerin gün yüzüne çıkarılmasına katkı
yönelik bir araştırma sürecine dâhil edecek şey, bil- sağlamış olur (Ağaoğulları, 1994, s. 130). İkinci
gisizliğine dair bir bilince sahip olmasıdır. Sokrates, olarak, Sokrates’in bilgi yönteminin temel hede-
diyaloglarında, her şeyden önce, konuştuğu kişilere fi kişileri kendileri üzerinde düşünmeye sevk et-
bilgisizliklerini göstermek ister. Şöyle de söyleyebi- mektir. Kişinin kendine hesap vermesidir. Çünkü,
liriz: Bir konuya dair konuşurken, Sokrates, mu- Sokrates için kendisi hakkında bilgi sahibi olmak
hatabının konu hakkındaki hâlihazırda var olan ancak insana ait bir özelliktir (Weischedel, 1997,
bilgilerine dair şüpheler uyandırır. Bu bilgilerin s. 37). Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz:
doğruluğunu sorgulayıcı sorular sorar. Aslında her- Sokrates her konuda bildiklerini Sofistler gibi baş-
kesten daha iyi bildiği durumlarda bile konuyu an- kalarına öğretmeye çalışan, dolayısı ile muhatabını
lamadığını öne sürerek bir tür kafa karışıklığı yarat- nesneleştiren bir aktör değildir. Tam tersine bilgiye
maya çalışır. Sokrates’in yöntemindeki bu ilk aşama ulaşmak için bizatihi muhatabının bir çaba göster-
“ironi” olarak adlandırılır. Onun yönteminin ikinci mesini bekler. Çünkü bilmek ya da bilgiyi kişinin
aşaması ise “ebelik” ya da “doğurtma”dır. Bir tür tü- kendisine mal etmesi süreci yalnızca kişinin kendi
mevarımsal akıl yürütme ile bu aşamada Sokrates araştırması ile mümkündür. Sürekli entelektüel
tikel tanımlardan genel bir tanıma ulaşmaya çalışır mücadele ve öz-eleştiriye dayalı düşünce pahası-
(Yalçınkaya, 2015). Şöyle de söylenebilir: Bilgiden
na elde edilebilecek son derece kişisel bir başarıdır
söz edilebilmesi için evrensel tanımların, yani tümel
(Tarnas, 2011, s. 70). Özetle, Sokrates’in yöntemi-
kavramların ortaya konulması gereklidir. Zira bilgi-
nin temel özelliklerinden birisi, diyalog sırasında
nin nesnesi durağan, değişmez olandır. Bu niteliğe
muhataplarının “kendini bil” çağrısına kulak ve-
sahip olan ise tikel değildir. Tümeldir. Tikel tümele
rerek kendileri hakkında bilgi sahibi olmaları için
bağlıdır. Tikelin bilgisinden söz edebilmekse ancak
çaba göstermesine katkı sağlamaktır.
tikelin değişmeyen tümel yönünü, yani özünü or-
taya koymakla mümkün hale gelebilecektir (Ağao- Sokrates’in bilgi edinme yönteminin bir baş-
ğulları, 1994, s. 128-129). Demek ki, Sokrates bir ka özelliği “aporetik” olmasıdır. Yani kuşku ya da
bilgisizlik bilinci ile başladığı bilgi edinme işine tü- kararsızlık göstermeye dayalı olmasıdır. Sokrates,
mevarımsal bir akıl yürütme ile devam ediyor. Son muhatabının kendisi hakkındaki bilgilerini sına-
olarak, bu tümevarımsal akıl yürütme aynı anda yabilmesi için daha önceden sahip olduğu bilgilere
hem ironiktir hem de doğurtucudur. saldırır. Onları olumsuzlar ve eleştirir. Böylelikle
muhatabının kendisine zarar verebilecek, kendi-
si hakkında doğru bir biçimde düşünebilmesinin
İroni, Türk Dil Kurumu’nun Güncel
önüne geçebilecek özgüvenini dağıtır. Onu şaşır-
Türkçe Sözlük’ünde “söylenen sözün ter-
tır. Ne yapacağını bilemez hale getirir. Bu apore-
sini kastederek kişiyle veya olayla alay
tik yöntem ile Sokrates, aslında muhatabına, daha
etme” ve “gülmece” biçiminde tanımla-
önce söylendiği üzere, bilgisizlik bilinci aşılar.
nıyor. Felsefe dilinde ise Sokrates’e refe-
Sokrates’in yönteminin bununla ilişkili bir başka
ransla kişinin hiçbir şey bilmediğini ileri
sürerek karşısındakilerin bilgisizliklerini
özelliği ise “çürütücü” olmasıdır. Sokrates, kabul
alaya almasını dile getiren Yueironeia de-
edilmiş sınırları sorgular, mevcut inançları eleştirir,
yiminin karşılığı olarak kullanılmaktadır dogmaları yadsır, her bir aşamada ulaşılan bilgileri
(Hançerlioğlu, 2000). sınamadan geçirir, bilgisizlik karşısında suçlama
yöneltir. Kısaca, onun için doğru bir bilgi edinme
süreci çürütücüdür. Böylelikle yanlış ve temelsiz
Sokrates’in bilgiye ulaşmak için benimsediği bir kendinden memnun olma hali rahatlıkla da-
yöntemin içinde yukarıda sıraladığımız iki aşama- ğıtılabilmekte ve diyalog sırasında karşısında yer
nın ötesinde pek çok unsur gizlidir. Bunların en alan muhatabını yeniden öğrenmeye başlayabile-
azından bir kısmı üzerinde durmak gerekir. Her ceği bir kuşku haline (Versenyi, 1988, s. 159-160)
şeyden önce, Sokrates gerçek bilgiye ya da episte- sevk edebilmektedir.

86
İlkçağ Felsefesi

Sokrates’in yöntemi, çürütücü ve kuşku uyandırıcı (aporetik) olsa da, yıkıcı değildir. Yapıcıdır. Bu
yönüyle, Sokrates, bilgiye ulaşmanın imkansızlığını öne süren Sofistlerden kendisini ayırt etmeye özen
gösterir. Onun yönteminde bilgi bulunmaktan çok hep aranması gereken bir şey olarak görülür. Bir baş-
ka biçimde söylenirse, Sokrates, bilgi ya da kavramların gerçek doğalarının
nihai anlamda bilinebilir şeyler olmadıklarını söylemektedir. Önemli olan
sorulacak yeni sorularla ve gerçekleştirilen yeni türden soruşturmalarla hep
peşinde koşulacak ideal kendiliklerdir (Güçlü vd., 2003, s. 1320). Nitekim dikkat
ele aldığı hiçbir kavramı nihai bir anlam yükü ile donatmaz. Yani o sabit Sokrates’in yöntemi di-
anlamların peşinde değildir. Önem verdiği şey daha önce de vurgulandığı yalektik, diyaloga dayalı,
üzere insanın kendisi hakkında düşünmesine katkı sağlamak ve kendisi için doğurtucu, çürütücü, apo-
iyi olan bilgiye kendi çabaları ile ulaşmasını mümkün kılacak bir yöntemi retik, ironik ve alaycıdır.
öğretebilmektir.

yaşamla ilişkilendir

Sokrates kâhinin ve kâhine bu sözleri söyle-


ten Tanrı’nın, yani Apollon’un bununla ne de-
mek istediğini kendi kendisine sorar ve bunun
için etrafında bilge diye kabul edilen veya ken-
dilerinin bilge olduklarını iddia eden kimselerin
gerçekten bilge olup olmadıklarını, kendisinin
neden, hangi özellikleri ile onlardan daha bilge
olduğunun Tanrı tarafından bildirilmiş olduğunu
araştırır. Araştırması sonucunda şu ortaya çıkar
ki, devlet adamı olsun, şair, tragedya yazarı olsun
kendilerinin bilge olduklarını ileri süren bu kişi-
Resim 4.2 Delphi’deki Apollon Tapınağı ler gerçekte hiçbir şey bilmemektedirler. Aslında
kendisi de bir şey bilmemektedir. Ancak onların
“Eğer tek bir şey biliyorsam, o da hiçbir şey bir şey bilmediklerini de bilmemelerine, bilgisizlik-
bilmediğimdir.” Bu söz, Delphi kâhininin ken- lerinin farkında olmamalarına, bundan dolayı da
disi hakkında yaptığı ileri sürülen bir kehanetle böbürlenmelerine karşılık kendisi onlardan farklı
ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Platon’un ve olarak hiç olmazsa bir şeyi bilmekte; bilmediğini
Ksenophon’un aynı adı taşıyan Sokrates’in Savun- bilmektedir. Kimsenin bir şey bilmediği bir du-
ması adlı kitaplarında sözünü ettikleri bu keha- rumda bilmediğini bilmek ise bilinçtir, bilgeliktir
net olayı şudur: Sokrates’in uzun zamandan beri veya en azından bilgeliğin başlangıcıdır.
dostu olan ve herhalde yaşayışı ve düşüncelerin-
den çok etkilenen Khairephon bir gün Delphi’ye Kaynak: Arslan, A. (2006). İlk Çağ Felsefe Tarihi
gitmiş ve orada bulunan Apollon tapınağının Sofistlerden Platona. İstanbul: İstanbul Bilgi Üni-
kâhinine insanlar arasında Sokrates’ten daha bil- versitesi Yayınları.
ge birinin bulunup bulunmadığını sormuş, bu
soruya kâhinin cevabı “Hayır” olmuştur.

87
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

Öğrenme Çıktısı
1 Sokrates’in hayatının önemli evrelerini öğrenebilme
2 Sokrates’in ne tür bir bilgi anlayışına sahip olduğunu gözler önüne serebilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Sokrates’in yargılanmasına
ve ölümüne sebep olan suç-
lamalara yönelik savunma-
Sokrates’in bilgi anlayışı ile
sı hakkında daha ayrıntılı Sokrates ile Sofistler arasın-
Descartes arasında bir bağ
bilgi edinmek için Eflatun daki temel farklılıklardan
kurmaya çalışsak, neler söy-
(2016), Sokrates’in Savun- birini anlatın.
leyebiliriz?
ması, Çev. Teoman Aktüel,
Remzi Kitabevi: İstanbul
adlı kitabı okuyabilirsiniz.

SOKRATES’İN AHLAK ANLAYIŞI isteklerimiz doğrultusunda inşa etmeye çalışmaktır


Sokrates’in felsefeyi insan hayatına ve kente (Conford, 2003, s. 39). Tam da bu düşünüldüğün-
dair bir uğraşı kılma çabası içinde olduğunu daha de, doğa felsefelerinin neden yararsız oldukları ko-
önce söylemiştik. Doğa ile ilgilenmeyi Sokrates iki laylıkla anlaşılabilir.
temel sebeple reddetmiştir. Bunlardan ilki doğa Sokrates, doğa felsefelerinin dogmatikliği ve ya-
üzerine yürütülen spekülasyonların dogmatik rarsızlığını dikkate alarak tıpkı Sofistler gibi insana
olmalarıdır. Sokrates’ten önceki doğa filozofları ve onun hayatına yönelir. Fakat bu ortaklık ancak
kendileri tanıklık etmiş gibi bir takım kesinlikler belli bir noktaya kadardır. Ahlak felsefeleri bakım-
üzerinden doğanın kökenini araştırma konusu dan iki bakış açısı arasında derin farklılıklar söz
etmişlerdir. Bu filozoflardan bir kısmı, nesnelerin konusudur. Sofistler, faydacıdırlar, bireysel yararı
tümüyle dört ana özelliğe sahip dört elementten merkeze alırlar. Maddi yaşamdaki başarı onlar için
oluştuğundan kendilerinden emin bir biçimde en büyük iyiliktir. Oysa Sokrates tümüyle bir ah-
bahsetmişlerdir. Bir kısmı için ise nesnelerin hiç- lakçıdır. Amacı, insanları ruhlarına özen gösterme-
bir nitelik farkı olmayan sayısız atomdan oluşması leri hususunda uyarmak ve onları ahlaki bakımdan
şüphe duyulmayacak bir hakikattir. Oysa nesnele- yetkin, erdemli kılmak olan (Ağaoğulları, 1994, s.
rin doğasına dair bu açıklama çabaları hiçbir bi- 132) bir ahlakçıdır.
çimde akıl yoluyla kavranabilir bir gerçekliğe sahip Eğer doğa felsefeleri hayatın amacına ve ge-
değildir. Bu tür iddialar kanıtlanmaları imkânsız lecekte alması gereken biçimine dair bize bir şey
apriori spekülasyonlardır. söylemiyorlarsa, o zaman Sokrates’in hayatın ama-
Sokrates için doğa felsefeleri ile uğraşmayı red- cının ne olduğu sorusuna bir cevap vermesi gere-
detmenin ikinci gerekçesi ise söz konusu felsefe- kecektir. İnsanın geleceğini düşünen Sokrates’in
lerin yararsız olmalarıdır. Burada yararsızlık insan verdiği cevap ‘mutluluk’tur. Ona göre insanın ere-
hayatı için, insanın gelecekteki yaşamı için doğa ği mutluluktur. Mutluluk, yani iyi olma halinin
felsefelerinin hiçbir öneri sunmamaları ile ilgilidir. mümkün yolunu belirlemeye çalışırken Sokrates
Oysa insan bir kez kendi hayatı üzerine düşünmeye Sofistler’den farklı bir yol üzerinden gidecektir.
başladı mı, düşünceleri artık geçmişe değil geleceğe Sofistler mutluluğun mümkün mertebe güçlü ol-
yönelik olacaktır. Çünkü insanın geçmişi değiştir- makla ya da ihtiyaçların kandırılması ile elde edi-
mesi mümkün değildir. En doğrusu geçmişe sırtı- lebileceğini iddia etmişlerdir. Sokrates ise insanın
mızı dönerek geleceği arzu ettiğimiz istikamette, mutlu olabilmesi için her şeyden önce kendi ken-

88
İlkçağ Felsefesi

disi ile uyumlu olması gerektiğini söyler. Gerçek- mayacaksınız yargıçlar” (Eflatun, 2016). Dürtmek,
ten mutlu olmak istiyorsa, insan kendisiyle uyum uyarmak ve azarlamak, Sokrates’in ruhun yetkin-
içinde olmalıdır. İnsanın yanılması da mutluluğu leştirilmesi adına ölümü dahi göze alarak vazgeçe-
yanlış bir yolda araması neticesinde ortaya çıkar mediği sorumlulukları idi. Ruhun yetkinleştirilme-
(Birand, 1958, s. 39). Sokrates, insanın bile bile si için gösterdiği çabanın işaretleriydi.
mutsuz olamayacağını düşünür. Bunun için ‘kimse
bile bile yanlış yapmaz’ der. Bir şeyin kendisi için
kötü olacağını bilen ve gören hiç kimse aksi yönde Sokrates, ruhun yetkinleştirilmesi adına
davranamaz, Sokrates’e göre. Zaten kötü bildikleri- üstlendiği ve bütün hayatı boyunca taşıdığı
ni iyi bildiklerine üstün tutması insan tabiatına ay- sorumlulukların bir görev olarak kendisine
kırıdır (Akarsu, 1962, s. 62). Eğer kişi bir yanlışın tevdi edildiğini düşünmektedir. İnsanları
içine düşmüş ise, bu o kişinin iyi olanı görememesi bir at sineği gibi uyararak erdemin ve mut-
ve iyi görünen bir haz tarafından yanıltılması ile luluğun peşinde koşmaya teşvik etmek gö-
ilgilidir (Conford, 2003, s. 57). Böylesi yanılmış revi Sokrates’e daimon tarafından verilmiş-
ya da kötülüğe meyletmiş bir ruha sahip insan için tir. Daimon, ahlaki olarak yol gösterici ve
yapılacak en iyi şey, Sokrates’e göre, aydınlatmak kılavuz rolünü oynayan tanrısal bir varlık-
ve bilgisizlikten kurtarmaktır (Birand, 1958, s. 38). tır. Kimileri ise, daimon’u vicdan ile özdeş-
Ancak böylelikle kişi tekrar iyi olanın çizgisine gir- leştirmişlerdir. Kuşkusuz bu ikincisi daha
miş olacaktır. seküler bir Sokrates yorumu sunmaktadır.
Sokrates, ‘mutluluk’, ‘iyi olma hali’ ve ‘bilgi’yi
birbirine kopmaz bir biçimde bağlıyor. Bunu ya-
parken temel bir amacı var: İçinde yaşadığı toplu- Sokrates’teki ruhun yetkinleştirilmesi çağrısı
mun içine düştüğü değer bunalımına çare üretmek. basitçe insanların yaşadıkları hayatı sorgulamaları
Bu kapsamda Sokrates ruhun yetkinleştirilmesini ile ilgilidir. ‘Sorgulanmamış bir hayat yaşanma-
öneriyor. Mutluluk, onun için ancak ve ancak ru- ya değer olmayan bir hayattır’ derken insanların
hun yetkinleştirilmesi ile mümkündür. Yani kişinin benliklerine ya da manevi boyutlarına özen gös-
ruhunu olabildiğince iyileştirmesi gerekmektedir. termeleri gereğinin altını çizmeye çalışmaktadır.
Ruhun yetkinleştirilmesinin yolu ise eğitimden Sorgulanmamış bir hayat, Sokrates için, geleneğin
geçer. Gerçek mutluluğun ne olduğunu insanlara kendilerine sunduğu değerler hakkında bir an bile
eğitim yoluyla öğretmek suretiyle kötülüğün önü- düşünmeden sosyal çevreden gelen baskıyla bede-
ne geçmek her zaman mümkündür. Sokrates’in nin arzuları doğrultusunda sürüklenmektir. Sorgu-
mutluluğun öğretilebilir ve kötülüğün önüne geçi- lanmamış bir yaşam
lebilir olduğunu iddia etmesinde kuşkusuz iyimser süren insanların ha-
bir taraf vardır (Birand, 1958, s. 39). Belki de bu yatları kendi ellerin-
dikkat
sebeple, mutluluğun kötülük karşısında bir üstün- de değildir; onlar bir
lük elde edebilmesi için ya da ruhun yetkinleşti- başka güç tarafından Sokrates için “sorgulanma-
rilebilmesi için bitmez tükenmez bir biçimde bir denetlenmektedirler. mış bir hayat yaşanmaya
uyarıcı rolü üstlenir. Bu ise tam tamına değer olmayan bir hayattır”.
Sokrates’in neredeyse tüm hayatını ruhun yet- mutsuzluktan başka
kinleştirilmesine adadığını söylersek, abartmış ol- bir şey değildir (Ce-
mayız. Savunma’sında kendisini bir ‘at sineği’ne vizci, 2009).
benzetirken bu adanmışlığa belki de son bir kez ve Sokrates, insanın bedeni ve ruhunu birbirinden
açık bir biçimde değinmeyi istemişti. Şöyle diyordu ayırt etmektedir. Ruhu beden karşısında özen gös-
kendisini yargılayanlara: “Yavaş olan ve dürtülmesi terilmesi gereken asıl unsur olarak belirlemektedir.
gereken bir atı andıran devleti yerinden oynatmak İnsanın mutluluğu ya da özgürlüğü bedeninden
için Tanrının tebelleş ettiği benim gibi bir at sine- ya da dünyevi hazlardan uzaklaşmasında gizlidir.
ğini kolay kolay bulamazsınız. Ben Tanrının devle- Çünkü beden duygulanımları ve tutkuları ile çoğu
tin başına tebelleş ettiği bir at sineğiyim: her gün zaman ruhun ve aklın gerçeklerini kapatmakta-
her yerde dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum, ardınızı dır. Gerçeklerin görülmesinin önüne geçmektedir.
bırakmıyorum. Benim gibi birini kolay kolay bula- Fakat burada Sokrates’in ruha özen göstermeye

89
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

verdiği önemi yanlış anlamamak gerekir. O asla bellidir. Çünkü herhangi bir sanata, alana ya da
bedensel ihtiyaçların ve duyusal hazların düşmanı konuya ilişkin bilgi, insanı zorunlu olarak mutlu-
değildir. Çileci bir hayat yaşamadığı gerçeğini dik- luğa götürmez. Sadece insana özgü yetkinlik ya da
kate alırsak zaten söz konusu ihtiyaçlara ve hazlara erdem olan bilgi insanı kendisini gerçekleştirmeye
düşman olmadığını söylemek kendiliğinden müm- ve mutluluğa götürür. Bir insan düşünelim, bu in-
kün hale gelecektir. Yani Sokrates beden ve ruhu san usta bir ayakkabıcı, başarılı bir doktor ya da
birbirinin düşmanı olarak görmez. Beden ile ruh iyi bir akademisyen olabilir. Ancak bu sıfatlarına
arasındaki ilişki birinin diğerini yok etmesi gereken rağmen yine de mutlu olmayabilir. Böyle biri ken-
düşmanlar arasındaki bir ilişki değildir. Fakat son di özel mesleği ya da statüsünün gereği olan her
kertede ruha özen göstermenin ya da ruhun yet- türlü bilgiye sahip olabilir; ancak yine de sürdürdü-
kinleştirilmesinin önemine değinirken, ruha daha ğü hayatın mutsuzluklarla dolu olma ihtimali söz
fazla önem verdiği de açıktır (Arslan, 2006, s. 123). konusudur. İşte bu noktada, erdem olan bilgi iyi
Ruha özen göstermek ya da ruhun yetkinleş- olmalıdır. Bizi iyi kılmalıdır. Yaşamlarımızı iyi bi-
tirilmesi, Yunanlıların kullandığı biçimi ile ifade rer yaşam haline getirmelidir. Bu arada hiçbir özel
edilirse, iyilik ya da aretedir. Arete’yi erdem kelime- uğraşı alanı zorunlu olarak bunu yapamaz. Bunu
si ile karşılayabiliriz. Sokrates için erdem, aslında akıldan çıkarmamak gerekir. Demek ki, kişiyi mut-
çok basit, aynı zamanda çok derindir. Türkçedeki luluğa eriştirecek tek bilgi iyi ve kötüye ya da neyin
“fazilet” kelimesinin etimolojisinin de işaret ettiği iyi ve neyin kötü olduğuna ilişkin bilgidir (Versen-
gibi, erdem, bir fazlalıktır; gereksizlik, fuzulilik an- yi, 1998, s. 118-119). Burada Sokrates erdemi tüm
lamında bir fazlalık değil de üstünlük ya da mü- erdemler çoğulluğu içinde aslında teke indiriyor.
kemmellik anlamında bir fazlalıktır (Arslan, 2006, Bütün meslekler ve hayatlar içinde erdem, iyi ve
s. 127). Bir başka biçimde söylenirse, erdem, her kötüyü birbirinden ayırt etmeye yarayan bilgi ola-
ne ya da kim olursa olsun, kendine uygun olan rak kodlanıyor. Son olarak, Sokrates, erdem ve bil-
işi yapma, kendisine özgü işlevi yerine getirmedir. gi arasında kurduğu özdeşlik ile aslında bize teori
Kendisine uygun, gerçek ereğine erişene ise erdemli ve pratik arasındaki ilişkiye dair de önemli şeyler
ya da yetkin kimse deriz (Versenyi, 1988, s. 117). söylemiş oluyor. Teori ve pratiği birbiri ile bütün-
Demek ki, Sokrates, mutluluğu erekbilimsel (tele- leştiriyor. Sokrates’in tüm hayatı bu bütünlüğün
olojik) bir biçimde, yani daha önce de söylendiği işaretleri ile doludur. Ölümü de dâhil olmak üzere
üzere geleceğe yönelik olarak tanımlamaktadır. Sokrates’in düşünceleri ile uyumlu bir hayat sürme
çabası içinde olduğu açıktır.
Sokrates’in erdemi ele alırken kullandığı çok ba-
sit bir formül vardır: ‘Bilgi erdemdir’. Bu cümlenin
üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Bir geminin Sokrates’in Bilgi-Ahlak İlişkisi
kaptanını ele alalım ya da bir devletin başkanını. Hakkındaki Görüşleri
Bir gemiyi doğru bir biçimde hedefine ulaştırmak Sokrates’in bilgi teorisi ile ahlak teorisi arasın-
ya da bir devleti yönetmek özel bir bilgi türünü da kopmaz bir bağ söz konusudur. Öyle ki, aslında
gerektirir. Aynı şekilde kişi erdemin ne olduğunu ne bilgi teorisi ne de ahlak teorisi birbirinden ayrı
bilmiyorsa, özdenetimin, mertliğin, doğruluğun bir biçimde ele alınamaz. Sokrates’in düşünceleri
ve inançlılığın ne anlama geldiğini bilemeyecektir. içinden birini çekip almak diğerini de hükümsüz
Tüm bu sıralananların karşıtlarının da anlamını kılmak anlamına gelir. Şöyle de söylenebilir: Sok-
bilemeyecektir. O halde, bilgi erdem için hem bir rates için bilgi esas itibariyle ahlak alanında müm-
gereklilik hem de yeterliliktir. Bilgisiz erdem imkân kündür ve bu erdemin bilgisinden öte bir şey de-
dâhilinde değildir. Bilginin yokluğunda erdemli bir ğildir (Küçükalp ve Cevizci, 2010, s. 50). Demek
davranışın gerçekleşmesi mümkün değildir (Thilly, ki, Sokrates ruhun yetkinleştirilmesini kendisi için
2000, s. 106). Bu noktada bir soru akla gelebilir: temel hedef olarak belirlerken, ahlaki bir zemine
Her türlü bilgi ile erdemi eşitleyebilir miyiz? Soru- yaslanmakta ve bunu da ancak ve ancak bilgi ile
yu şöyle de formüle edebiliriz. Eğer erdem bilgi ise erişilebilir bir hedef olarak görmektedir.
bu bilgi ne tür bir bilgidir? Sokrates, erdem ile bilgiyi özdeş kılarken, bir
Soruya cevap vermek için önce şunu vurgula- yönüyle bilgiye ahlaki bir değer yüklemektedir.
mak gerekir: Her tür bilginin erdem olmadığı çok Öte yandan ise ahlakı entelektüel bir çerçeve içi-

90
İlkçağ Felsefesi

ne oturtmaktadır. Sokrates’in bilgi ve ahlak an- bilginleri ayırt etmeye izin vermemesi sebebi ile,
layışlarını kopmazcasına birbirine bağlayışının demokrasi yanlısı bir tutum içine girmez. Daha
bir başka işareti eğitim aracılığı ile kötülüklerle doğrusu Atina demokrasisini çok da makul bir re-
mücadele edilebileceğine dair iyimser görüşünde jim olarak görmez. Çünkü ona göre, düşünceleri
karşımıza çıkar. Bilgi ve erdemi bir kez birbirine ile son derece uyumlu bir biçimde, yönetim işinde
iliştirdiğinde, Sokrates için erdem öğretilebilir bir sorumluluk üstlenenler de bilge kişiler olmalıdır.
bilgi haline gelmiştir artık. Öğretmek, Sokrates Çünkü her sanat ve zanaat gibi siyaset de bilgiye
için kişinin aklını kullanmasına yardımcı olarak ve uzmanlığa ihtiyaç duyar. Bir doktorun işini bir
erdemli olmasına kapı aralamak anlamı taşır. Bir gemiciye yaptıramazsınız. Bir gemicinin işini, bu
kölenin bile bilgiye kavuşabileceğini kabul etmesi, işin hakkını vererek bir terzi asla yerine getiremez.
aslında herkesin erdemli olabileceğine dair açık bir Oysa, Sokrates’e göre, devlet işlerinde bu hakikate
kanıttır (Ağaoğulları, 1994, s. 134). Özetle, Sok- riayet edilmemektedir. Bilgili olup olmadıklarına
rates düşüncesinde bilgi, erdem ve ahlak arasında bakılmaksızın, Atina’da kura ile kimin karar mer-
bir bakıma döngüsel bir ilişki olduğu söylenebilir. cilerinde yer alacağı belirlenmektedir. Bu ise polis
Tıpkı bir zincirin halkaları gibi her biri birbirine için kötü sonuçların doğması demektir. Nitekim
sıkı bir biçimde bağlıdırlar. Biri olmaksızın, diğeri Atina’da benimsenen demokrasinin bir tür yozlaş-
hiçbir anlam ifade etmez. Her biri, Sokrates’in ana maya kapı araladığı görülmektedir. Burada şöylesi
ereği için, yani ruhun yetkinleştirilmesi için birer bir yanlış anlamaya düşmemek gerekir: Sokrates,
zorunlu uğraktır. dönemin siyasal çatışmaları içinde taraf olarak seç-
Sokrates’in bilgi, erdem ve ahlakı kopmaz bir kinci bir tavır içinde değildir. Onun için iktidarda
biçimde birbirine bağlayışı siyasal düşüncelerine bir azınlığın mı yoksa çoğunluğun mu olduğunun
de ziyadesiyle yansımıştır. Erdem ve ahlakı epis- bir önemi yoktur. Önemli olan şey, iktidarda kim
temolojik bir zeminde ele alan Sokrates için bilgi bulunursa bulunsun gerçekte bilginin, adaletin,
ya da entelektüalizm tartışılmaz bir önemi haizdir. erdemin ve doğruluğun hüküm sürmesidir (Ağa-
Öyle ki, iş devlet yönetiminde kimlerin yer alacağı- oğulları, 1994, s. 139-141). Bunu sağlamanın
nı konuşmaya geldiğinde, Sokrates, demokrasinin yolu ise, tekraren söylenirse, işi uzmanına havale
bilgi sahibi olanlar ile olmayanları, sıradan halk ile etmekten geçmektedir.

Öğrenme Çıktısı
3 Sokrates’in ahlak anlayışını ifade edebilme
4 Sokrates’in bilgi anlayışı ile ahlak anlayışı arasında ilişki kurabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Sokrates’in ahlak ve erde-


me ilişkin düşüncelerini
Sokrates’in ahlak anlayışı Platon’un (2014), Prota-
Sokrates’in “erdem bilgidir”
ile yasalara her koşulda itaat goras, çev. Ahmet Cevizci,
cümlesi ile ne söylemek is-
etmesi arasında bir bağ ku- Say Yayınları: İstanbul adlı
tediğini anlatınız.
rulabilir mi? Araştırınız. eserini okuyarak daha ay-
rıntılı bir biçimde öğrene-
bilirsiniz.

91
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

SOKRATESÇİ OKULLAR Okulu diğer iki okula göre daha kısa bir süre etkili
Sokrates, yaşadığı dönemin en meşhur şahsi- olmuşlardır. Kinikler Okulu ve Kirene Okulu ise
yetlerinden biriydi. Yazılı bir eseri yoktur. Bir okul daha kalıcı bir etki doğurmayı başarmışlardır.
kurma çabası içinde de olmamıştır. Hayatını sür-
dürme biçimi düşmanlarını artırmış ve hayatına Megara Okulu ve Elis-Eretria
mal olmuştur. Buna karşılık hayatını sürdürürken Megara okulunun kurucusu Eukleides’tir. MÖ
çevresinde hep bir takipçi ve hayran kitlesi vardır. 450-374 tarihleri arasında yaşayan Eukleides Me-
Özellikle gençler ile Sokrates’in arası iyidir. garalıdır. Okul adını Eukleides’in Megaralı olu-
Sokrates’in dostları ve öğrencileri arasında en şundan almaktadır. Rivayet edilir ki, Sokrates
önemlilerinden dördü Atinalıdır. Bunlar Antist- baldıran zehri içirilmek suretiyle idam edildiğinde
henes, Aeschines, Platon ve Ksenophon’dur. Buna Eukleides de oradadır. Hüküm infaz edildikten
karşılık Euclides Megaralıdır, Aristippos Kirenelidir. sonra Sokrates’in korku içindeki sevenleri ve öğ-
Phaidon ise Elis’dendir. Sıralanan isimlerin tümü bir rencileri bir süre Eukleides’in yanına sığınmışlar-
yazılı eser bırakmıştır. Bu eserlerden sadece Platon dır. Eukleides’in Sokrates ile yakınlaşmadan önce
ve Ksenophon’a ait olanlar günümüze ulaşabilmiştir. Elea felsefesinin etkisi altında kalmış olma ihtima-
Ayrıca, Sokrates’in Aristippos dışındaki tüm halefle- li yüksektir. Düşünceleri bu kanaati pekiştirecek
ri eserlerini diyaloglar biçiminde kaleme almışlardır özelliklere sahiptir. Örneğin Eleacı okulun birlik
(Döring, 2011, s. 24). Esasen, Sokratesçi okullar düşüncesine sahip çıkmaktadır. ‘Bir olan iyidir’
ağırlıklı olarak sıralanan isimlerin oluşturdukları biçiminde özetleyebileceğimiz bu düşüncede erde-
geleneklerin ve söz konusu geleneklerin hem kendi me de birlik nazarı ile bakılmaktadır. Onun için
içindeki hem de kendi aralarındaki tartışmalarının tek varlık, Tanrı, Akıl ve İdrak ile özdeş olan İyi’dir
bir yansıması olarak ortaya çıkmışlardır. Bu okullar- (Zeller, 2008, 177). Kısaca bu düşüncelerde Eleacı
birlik düşüncesinin Sokratesçi bir dile tercümesi ile
dan Platon ve Aristoteles’in kurdukları, Büyük Sok-
karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Böylesi bir
ratik Okullar olarak adlandırılır. Kitabımızın beşinci
birlik düşüncesi, esasen olumlu bir felsefe sistemi-
ve altıncı ünitelerinde önce Platon’un takibinde ise
nin gelişmesi için uygun bir zemin sunmaz. Tam da
Aristoteles’in görüşleri ayrıntılı bir biçimde ele alına-
bu sebeple Eukleides’in düşüncelerinin uzun erimli
cağından burada bu iki okula değinmeyeceğiz. Ge-
bir etki doğurmadığı görülmektedir. Düşünce tari-
çerken sadece şunu belirtelim: Aristoteles, Sokrates
hi içinde Megara Okulu esas etkisini eristik sanatını
ile doğrudan bir temas kurmamıştır. Sokrates öldük- geliştirmesi ile doğurmuştur. Eubilides’in Yalancı
ten sonra MÖ 384’te dünyaya gelmiştir. Diğer tüm adlı eseri bu sanatın tipik işaretlerini sunması açı-
okul kurucuları ise daha önce vurgulandığı üzere ya sından dikkate değer bir örnektir. Eristik sanatta
Sokrates’in dostudur ya da öğrencisidir. konuşma ve tartışma bir araç değil amaçtır; diya-
Okumakta olduğunuz kısım Küçük Sokratik loglar zekice fakat hiçbir kıymeti olmayan safsata-
Okullara ayrılmıştır. Megara Okulu, Elis-Eret- lar uydurmaktan zevk alan kısır bir didişme içinde
ria Okulu, Kinikler Okulu ve Kirene Okulu bu sürdürülür. Eristik sanat için verilebilecek en ünlü
kapsamda üzerinde duracağımız dört temel okulu örnekler, Giritli, Kel, Boynuzlu diye bilinen eristik
temsil etmektedir. Sıralanan okullara Küçük Sok- akıl yürütmelerdir. Bir fikir vermek üzere sadece
ratik Okullar denmesinin asıl nedeni, bu okulların sonuncusunu burada zikredelim: “Kaybetmediği-
kurucularının temel düşünceleri ile Sokrates’inki- miz şeye sahibiz. Boynuzlarımızı kaybetmedik. O
ler arasındaki bağın görece gevşek olmasıdır. Ni- halde boynuzlarımız vardır” (Arslan, 2006, s. 156).
tekim bu okullar Sokrates’in düşüncelerinin daha Elis-Eretria Okulu bir diğer Sokratesçi okuldur.
çok ayrıntıda kalan ya da önemsiz addedilebilecek Kurucusu Elisli Phaidon’dur. Phaidon, Sokrates’in
yönlerini benimsemişlerdir (Güçlü vd., 2003, s. en çok sevdiği öğrencileri arasındadır. Sefil bir kö-
1325). Dahası, kendi aralarında da ortak bir felse- lelik hayatından sonra Sokrates tarafından satın
fi düşünce zemini oluşturmayı başaramamışlardır. alınarak özgürlüğünü elde etmiş birisidir. Diyalog-
Bunun temel sebebi Sokrates’in öğretisinin dogma- larından kalan yetersiz fragmanlar felsefeyi ruhsal
tik bir karakter taşımamasıdır (Ağaoğlulları, 1994, hastalıklara karşı bir ilaç ve hakiki özgürlük için bir
s. 151). Bu okullar ile ilgili olarak bir diğer önem- kılavuz olarak gördüğüne işaret etmektedir (Zeller,
li nokta ise şudur: Megara Okulu ve Elis-Eretria 2008, s. 178).

92
İlkçağ Felsefesi

Bu okul da Megara Okulu’nunkine benzer bir Kiniklerin Sokrates’in düşüncelerinden daha


erdem öğretisi geliştirmiştir. Sokrates’in izinden çok hayat tarzından etkilendikleri açıktır. Yine de
giden tüm okullar gibi ahlak felsefesini başköşeye düşüncelerinin temelinde Sokrates’in erdem anla-
yerleştirmiştir. Bu okul, aynı zamanda, Sokrates’in yışının yattığını söyleyebiliriz. Onlar için hayatın
soylu hayatını ve bu hayattan alınacak dersleri ve doğru sayılabilecek yegâne anlam ve amacı erdem-
insan hayatında felsefenin yerini vurgulamak amacı dir. Erdem ise, Kiniklere göre, insanın içten içe tam
ile kurulmuştur (Sarı, 2016, s. 127). Özetle, hakla- bağımsızlığına, kendini belirlemede mutlak suret-
rında düşünce tarihçilerinin çok fazla bilgiye sahip te özgür olmasına; yani her türlü gereksinime ba-
olamadıkları bu iki okul, Sokrates’in takipçisi ola- ğımlılıktan azade olmaya karşılık gelir. Elbette, bu
rak nitelenebilecek ve pek fazla etki doğurmamış idealler karşılığını vaktiyle Sokrates’in hayatında
okullar olarak bilinmektedir. fazlası ile bulmuştu (Gökberk, 1993, s. 53). Gös-
teriş, şan ve şöhret, mal ve mülk, her türlü makam
Kinikler Okulu ve mevki, liste çoğaltılabilir, bütün bunlar insanı
Kinikler Okulu’nun kurucusu Atinalı bağımlı kılan, özgürlüğünü elinden alan dünyevi
Antisthenes’tir. MÖ 444-368 tarihleri arasında unsurlardır. Bunları reddetmek, yani erdemli bir
yaşamış olan Antisthenes’in annesi Trakyalı bir kö- hayat yaşamak, Kinikler için, dolayısıyla, her türlü
ledir. Babası ise yoksul bir Atinalıdır. Antisthenes toplumsal belirlenmişliğe direnmek anlamına gelir.
önce Sofist Gorgias’ın öğrencisi olmuştur. Daha Tıpkı Sokrates gibi, aslında Kinikler de, insanın
sonra ise Sokrates’in dostluğunu kazanmıştır. Ki- mutluluğa nasıl ulaşabileceği meselesi ile ilgilidir-
nikler Okulu’nun adını nereden aldığına dair iki ler. Hayatın hedefi, Antisthenes için mutluluktur
farklı rivayet vardır. İlkine göre Kinik adı, okulun ve mutluluğa ancak erdem yoluyla erişilebilir. Er-
kurulduğu yerden, yani Kynosargos’tan gelmek- dem onun için bir bilgidir. Bu öğretilebilir olan
tedir. İkinci yoruma göre ise, Kinik adı, eski Yu- bilgi, neyin istenilmesi ve neden kaçınılması gerek-
nanca’daki kyondan, Türkçe karşılığı ile köpekten tiğinin bilgisidir. Ancak erdem sahipleri mutludur-
gelmektedir. Bunun gerekçesi ise okulun önde ge- lar. Yani neden korkması ve kaçınması gerektiğini
lenlerinin, özellikle Diogenes’in köpekçe bir yaşam bilen ile neden korkmaması gerektiğini bilen ve
sürmesidir. Tıpkı bir köpek gibi çevrelerindeki in- tabii ki bu bilgiyi hayatına uyarlayabilen kişi ya da
sanlara karşı hırçın ve saldırgan bir tutum içinde ol- kişiler mutluluğa erişebilirler. Burada söz konusu
maları sebebi ile bu okulun temsilcilerine Kinikler ettiğimiz mutluluk bireyin mutluluğudur. Kinikler
denilmiştir. Dahası, Kinikler hiçbir töreye, hiçbir bu bakımdan bireycidirler.
nezaket ve edep kuralına saygılı değillerdir. Müm- Bilge kişi, Kiniklere göre, aşırı istek ve içgüdü-
kün mertebe yoksul bir hayat sürmeyi tercih eder- lerine tam bir biçimde hâkim olması, gerek zevk
ler. Bütün uygarlık değerlerine saldırırlar. Neticede gerek ise acı ve kaygı karşısında tam bir kayıtsız-
sıralanan bu tipik özellikleri ile bir köpeği andırıyor lık içinde bulunabilmesi sebebi ile mutludur. Bilge
olmaları, onlara Kinikler denilmesine yol açmıştır. kişi başkalarının kendisi hakkındaki düşünceleri-
ne önem vermez. Bir bakıma, her türlü toplum-
sal kuralın dışında tabii bir hayat sürer. Kendi asli
saflığı ve gücü ile birlikte yaşayan bir tabiat ada-
mıdır. Bir başka biçimde söylenirse, hiçbir dünya
nimetine gereğinden fazla önem vermez. Ne güzel
giyinmeyi önemser ne de çocuk sahibi olmayı. Bir
Kinik, ailesiz, akrabasız, çocuksuz; yani bir başına
yaşar. Elindekileri de, eğer varsa, dağıtmak esastır.
Onun için bütün insanlar sınıf, din, cinsiyet farkı
gözetmeksizin eşittir (Birand, 1958, s. 42). Kinik,
bu açıdan bir dünya vatandaşıdır. İdeal devlet an-
layışı ise, bütün insanların bir sürü gibi bir arada
yaşadıkları tabii bir yaşamdı. Yani Kinikler için bir
tür komünal hayat esastır denilebilir. Onlar, dav-
Resim 4.3 Kinik Diogenes’i Elinde Lambası ve Etrafında ranışları ile geleneğe ve toplum tarafından saygı
Köpekler ile Gösteren Bir İllüstrasyon gösterilen şeylere aldırmazlardı. Halkın kanaatleri-
93
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

ne karşı kayıtsızlık göstermişlerdir. Bir doğal utanç Bununla da ilişkili olarak, ismi asırları aşarak günü-
hissine hiçbir biçimde sahip değillerdir. Dahası, ta- müze kadar ulaşmış Diogenes’in asıl etkisi düşün-
pınaklar, dualar, kurbanlar, yeminler ve kehanetler celerinden çok hayat tarzından kaynaklanmaktadır.
onlar için sorgusuz sualsiz mahkûm edilmesi gere- Bir fıçı ya da küp içinde sürdürdüğü hayatıyla, kar-
ken sıradan insanlara ait unsurlardı (Zeller, 2008, şılaştığı Büyük İskender’e “gölge etme başka ihsan
s. 181). Bütün bu sıralanan özellikleri ile Kinikler etmem” deyişiyle, “hey insanlar” diye bağırdığında
toplumsal hayatın dışında kalmayı öncelikli değer yanına yaklaşanlara “ben insanları çağırdım pislik-
olarak benimsemişlerdir. Bireyci tutumları ile top- leri değil” diye mukabelede bulunuşu ile Diogenes
lumun hem değerler düzeyinde hem de mekânsal hayat tarzını ve eylemlerini insanlara bir örnek ola-
anlamda olabildiğince dışında durmayı daha doğru rak sunmuştur (Ağaoğulları, 1994, s. 160). Çileci
bir ahlaki ilke olarak görmüşlerdir. Çünkü toplum bir hayatı vardır. Bir dünya vatandaşıdır. Toplum-
ve toplumsal değerler onlar için çoğunlukla çürü- sal değer ve kurallar ile uyumsuzdur. Diğer Kinik-
müşlüğü, özgürlük yitimini ve belirlenmişliği tem- ler gibi tabii bir hayatı öne çıkarır. Kitlelere karşı
sil etmektedir. pek hoşgörülü olduğu söylenemez. Bir tür seçkinci
Erdem, bilgi ve mutluluk arasında kurdukla- olduğu bile söylenebilir.
rı bağ Kiniklerde derin bir Sokrates etkisi tespit
edilmesini mümkün kılmaktadır. Öte yandan, Ki-
nikler, Antisthenes’in ilk öğretmeni Gorgias’ın da Kitleleri hor görmeleri ve ancak küçük bir
etkisi altında kalmışlardır. Gorgias’ın birlik öğre- azınlığın bilgeliğe ulaşabileceğini söylemele-
tisi, yani “var olan birdir” anlayışının bir benzeri ri bakımında Kinikler seçkinci bir anlayışın
Antisthenes’te de karşımıza çıkar. Şöyle ki, Antist- izlerini taşırlar. Küçük bir azınlığın dışında
henes, “ilk varlık”; yani arkhe için bir tanım olama- kalanlar, onlara göre, hangi sınıftan olurlarsa
yacağını iddia eder. İlk varlık dışındaki tüm diğer olsunlar ve ne yaparlarsa yapsınlar cahillik-
varlıklar hep bileşik şeylerdir. Her ne kadar bu bi- ten kurtulamayacaklardır. Dile getirdikleri
leşik şeylerin bir tanımı yapılabilse de, bu tanım- bu türden düşüncelerde bilgeler ve cahiller
lar ancak parçaların sayılmasından ibaret olacaktır. arasında yüksek bir duvar örerler. Bilgelere
Bunun da pek bir değeri yoktur. Bir başka deyişle, atfettikleri ayrıcalığa rağmen, Kinikler, poli-
ilk varlık dışındakilerin sadece adını söyleyebiliriz; si seçkin bir grubun yönetmesi gerektiği gibi
onlara bir ad takmaktan ileri gidemeyiz. Demek bir iddianın sahibi değildir. Onların derdi
ki, Antisthenes için bilmek parçalamak anlamına toplumu yönetmek değildir. Ondan tümüy-
gelmektedir (Gökberk, 1993, s. 53). Bu durumda, le kurtulmak isterler. Dahası, sadece kendi-
Antisthenes için gerçek bilgi, artık kendi içinde lerine özgü bir toplum ideali çizerler. Kinik
daha fazla parçalanamayan nesneler hakkındaki bilgelerin bu toplumu, insanları yoksullukta
bilgidir. Birçok parçadan meydana gelmiş olan ve eşitleyen, her şeyin ortak olduğu, evliliğin ve
bu parçaların kendi aralarında ne ölçüde birleşmiş yönetimin bulunmadığı bir tür komünü an-
oldukları hakkında hiçbir şey bilmediğimiz nesne- dırır (Ağaoğulları, 1994, s. 162).
ler hakkında kesin bir bilgi elde etmek mümkün
değildir. Bundan dolayı, yanılma, nesnelerin parça-
larının birbirinin içine geçmesinden, açık ve seçik Kiniklerin çileci, toplumsal değerlerle kavgalı
olmayışından meydana gelir (Birand, 1958, s. 43). ve bireyci tutumları bir yönüyle özgürleştirici bir
Kiniklerin, yukarıda görüşlerini kısaca açık- stratejiyi yansıtır. Bireyin sınırlanmasına, belir-
lamaya çalıştığımız Antisthenes dışında bir başka lenmesine yol açan her türlü değer ve nesnenin
önde gelen ismi daha vardır: Diogenes. Bir ban- dışlanması bireysel bir özgürlük vesilesi olarak dü-
ker çocuğu ve ülkesini terk etmek zorunda kalmış şünülebilir. Fakat bu türden bir düşüncenin ya da
bir sürgün olarak hayatının çoğunu Atina’da ge- pratiğin mevcut statükoyu, örneğin yoksul ile zen-
çirmiştir. Diogenes, kendisini bir “köpek” olarak gin arasındaki sınıfsal eşitsizliği yeniden üreten bir
adlandırmıştır. Geçerli tüm toplumsal değerleri boyutu da olduğuna dikkat etmek gerekir. Kinikler
aşındırmayı kendisine asli ilke edinmiş bir köpek. bir toplumsal kurtuluş reçetesi önermezler. Top-
Diogenes, hayvanların hayatını insanlara örnek lumsal bir iyinin peşinde değillerdir. Bu anlamda
göstermeye çok düşkündür (Zeller, 2008, s. 182). kurulu düzeni değiştirmek gibi bir dertleri yoktur.

94
İlkçağ Felsefesi

Bunun yerine bireyi özgürleştirmek ile yetinirler. iradesinin ulaşmak istediği biricik hedef hazdır. Bu
Bu bireyci özgürlük ise en nihayetinde hiçbir za- durumda, haz, ona göre iyinin bizatihi kendisidir.
man kolektif bir yararı gözetmediği için kurulu Hazzı sağlayan şey iyidir. Öte yandan acı veren şey
düzenin sürekliliğinin bir tür garantörü olarak kal- ise kötüdür. Bu ikisi dışında kalan hiçbir şeye aldır-
maya mahkûmdur. mamak gerekir.
Aristippos, hazzı iyi ile özdeşleştiriyor. Oysa
Kirene Okulu selefi Sokrates, hatırlanırsa, iyinin içeriğini kesin
Kirene Okulu, Aristippos tarafından kurulmuş- olarak belirlemekten kaçınmıştı. İyi ile hazzı aynı
tur. Aristippos, MÖ 435-335 tarihleri arasında şey olarak belirlemekle, Aristippos, hedonizmin ya
yaşamış ve kimi Sofistlerden ders aldıktan sonra da hazcılığın kurucusu olmuştur. Onun için yaşa-
Sokrates’in çevresindeki yerini almıştır. Sokrates öl- mın asli hedefi hazzın peşinde koşarak mutluluğa
dükten sonra ise, Aristippos, bir Sofist yani ücretli erişmektir. Burada Sokrates bir kez daha karşımıza
öğretmen olarak hayatını sürdürmüş ve Kirene’de, çıkar. Ama Aristippos hocasının mutluluğu nihai
Kirene Okulu’nu ya da diğer adıyla Hedonist hedef olarak belirleyen görüşü ile uyumlu bir bakış
Okul’u kurmuştur. açısına sahipse de, son kertede hazzı mutluluğun
Kiniklerin öncüsü Antisthenes gibi Aristippos yegâne ve asli kaynağı olarak kabul etmesi itibariyle
da, bilginin değerini salt pratik kullanışlılığı esasın- ondan farklılaşacaktır. Sokrates için mutluluk ru-
da değerlendirmiştir. Onun için neyin yararlı neyin hun esenliği ve sağlığıdır. Oysa Aristippos haz de-
zararlı olduğunu söylemediğinden ötürü matema- yince, belli bir sürekliliğe sahip bir ruhsal durumu
tik işe yarayan bir uğraşı değildir. Benzer bir biçim- ima etmez. Onun için haz anlıktır. Hazzın nereden
de fizik ile iştigal etmek de amaçsız ya da değersiz- geldiğinin ve türünün bir önemi yoktur. Bütün
dir. Aristippos’u sadece etik sistemini inşa edeceği hazlar, Aristippos’a göre, haz olmaları bakımından
bir temel sundukları nispette epistemolojik mese- eşit değerdedir. Yani nitelikleri bakımından arala-
leler ilgilendirmiştir. Aristippos, Protagoras’ı takip rında bir fark söz konusu değildir. Bununla birlik-
ederek algılarımızın ancak bize duyumlarımıza dair te hazlar arasındaki esas farklılık şiddet dereceleri
bilgi verdiğini; fakat ne şeylerin doğasına ne de baş- bakımından ortaya çıkar. Ayrıca Aristippos, maddi
ka insanların duyumlarına dair bir şey söylemedi- hazları manevi hazlara göre daha üstün bulur. Çün-
ğini iddia etmiştir. Çünkü, ona göre, algılarımız, kü maddi hazlar doğrudan doğruyadırlar. Manevi
algılanan nesne ve algılayan öznenin birbirini izle- hazlar ise anlık değildir; bir sürekliliğe sahiptir.
yen hareketlerinin çatışmasının anlık neticesinden
başka bir şey olamazlar. Bu düşünce ise, davranış
kurallarının tek başına öznel duyumdan çıkarılma- Hedonizm (Hazcılık)
sının meşruiyetini temin etmektedir. Aristippos’a Zevki, insan hayatının tek değer ve amacı
göre, her türlü duyum devinim yani hareketten sayan, haz veren her şeyin iyi olduğunu
ibarettir; bu devinim nazik ve zarif bir şey ise bir kabul eden öğretidir.
haz hissi doğurur, kaba yahut şiddetli ise acı duya-
rız, lakin algılanamaz veya hiçbir devinim meydana
getirmemiş ise ne haz ne de acı duyarız. Bu üç du- Aristippos’un iyi ile hazzı özdeşleştirdiğini yu-
rumdan, Aristippos karıda söylemiştik. Hazları şiddetleri bakımından
için sadece haz arzu- farklılaştırmasını dikkate alarak, tekraren altını
lanabilirdir (Zeller, çizmek gerekirse, iyi, onun için mümkün mertebe
dikkat 2008, s. 183-184). şiddetli olan anlık bir hazdan ibarettir. Bu türden
Aristippos’a göre haz, iyi- Bir başka biçimde bir hazzı elde etmenin yolu bilgiden geçmektedir.
nin bizatihi kendisidir. söylenirse, hazzı is- Buradaki bilgi kavramı, Aristippos’un haz anlayı-
Hazzı sağlayan şey iyidir. temek, aramak insan şındaki Sokratesçi ögeyi gözler önüne serer (Gök-
Öte yandan acı veren şey ve hayvan için son berk, 1993, s. 55-56). Aristippos’a göre bilgi iyi-
ise kötüdür. Bu ikisi dışın- derece doğal bir duy- dir; çünkü, bilgi insanı önyargılardan, dinsel boş
da kalan hiçbir şeye aldır- gudur. Demek ki, inançlardan, gereksiz korkulardan kurtarır. İnsana
mamak gerekir. Aristippos için insan hayatın nimetlerinden rasyonel bir biçimde yarar-

95
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

lanmayı öğretir. Bilgi sahibi kişinin çevresine ve okul selefleri Sokrates’in toplumculuğu ve kolektif
ilişkilerine hâkim olmasını mümkün kılar. Ayrıca iyiye ulaşmayı arzulayan bakış açısı ile açık bir bi-
bilgi, insanın rasyonel bir biçimde hesap yapma- çimde farklılaşmaktadırlar. Polise özgü değerlerin
sını, fiillerini ölçüp biçmesini, neyin haz ve neyin çözüldüğü bir evrede Sokrates ruhlarını aydınlattığı
acı vereceğini belirleyebilmesini, en nihayetinde de insanları doğru düşünmeye ve bilgiye yöneltmeye
acıyı değil hazzı tercih edebilmesini sağlar. Bu tür- çalışmıştı. Böylelikle insanlar birer bilgin değilse de,
den bir bilgi öyle umut edilir ki, bireyi bağımsız gerçek anlamda bir insan, yani yurttaş haline gelebi-
ve kendine yeter kılacaktır. Bireyin bağımsızlığına leceklerdi. Çünkü, en nihayetinde, Sokrates için bi-
ve kendine yeter kılınmasına yönelik bu vurguda, reysel mutluluk ile toplumsal mutluluk arasında bir
Kinikler ile uyumlu bir düşüncenin ortaya serildi- farklılık söz konusu edilemezdi. Tam da bu sebeple,
ği söylenebilir. Kinikler de en nihayetinde bireyin birey her şeyden önce bir parçası olduğu bütünün
toplumsal değerler tarafından belirlenmesinin önü- mutluluğunu hedeflemeliydi ve polisine özen gös-
ne geçmeyi hedeflemişlerdir. termeliydi (Ağaoğulları, 1994, s. 135). Özetle ki-
Aristippos’u kendisine referans alan bir hazcı- şisel çıkarı toplumsal çıkardan hiçbir biçimde ayrı
lığın bireyin kendi kendisini inkâr ederek içinde düşünmemişti Sokrates. Oysa halefleri olan Kinik-
yaşadığı hayattan kaçmasına ve hatta intiharı doğ- ler ve Kirene Okulu’nun mensupları için birey top-
ru bir eylem olarak görmesine yol açabilme ihti- luma nazaran daha önceliklidir. Bireyin mutluluğu
mali yüksektir. Nitekim Kirene Okulu’na mensup toplumsal mutlulukla karşılaştırıldığında daha de-
olan Hegesias hazcılıktan yola çıkarak son derece ğerlidir. Hatta ve hatta ne toplumun ne de devletin
kötümser bir dünya görüşü geliştirmiş ve öğrenci- herhangi bir biçimde dikkate alınmasına, değere
lerine intihar etmelerini önermiştir. Bu türden bir layık görülmesine gerek yoktur. Bireyin mutluluğu
öneriyi dile getirirken çıkış noktası ise şu şekilde- topluma ve devlete
dir: Haz en yüksek iyidir. Fakat insanların çoğu özgü değerlerin yad-
yoksulluk, hastalık ve çeşitli hayat meşakkatleri sınmasındadır. Söz
konusu değerlerden dikkat
sebebi ile hazza erişemezler. Yani mutlu olamazlar.
özgürleşmek her tür- Bireycilik, Kinik Okulu ve
Bu durumda hayatın yegane gayesine ulaşamayan
lü belirlenmeye di- Kirene Okulu’nun ortak
insan için en makul seçenek, Hegesias için intihar-
renmek mutluluğun özellikleri arasında yer alır.
dır. Aslında Hegesias’ta bulduğumuz bu düşünceler
aşırı bir hazcılığın ne türden kötü sonuçlar üretebi- yegâne yoludur.
leceğini göstermesi bakımından manidardır. Tabii Kinikler ve Kirene Okulu’nun mensupları top-
bunu dikkate alarak her türlü hazcılığı kınamak luma ve devlete özgü değerleri reddederler. Fakat
da bir başka aşırı yorum olurdu (Arslan, 2006, s. bu reddediş onların toplum ve devletle kurdukları
169-170). Tıpkı, Kirene Okulu’nun doktrinlerine bağın sadece bir yönünü yansıtır. Öte yandan her
sahip çıkıp, bu doktrinlerle ilişkili hipotezleri fü- iki okul mensuplarının toplum ve devlet hayatında
tursuz bir mantıkla götürülebilecek son noktaya herhangi bir sorumluluk üstlenmekten kaçındık-
kadar götüren ve her türlü Tanrı inancını reddeden larını görürüz. Bu özellikleri bireysel mutluluğun
Theodoros gibi. peşinde koşmaları ile çok ilgilidir. Örneğin Kirene
Okulu’nun kurucusu Aristippos’un Sokrates ile
bir diyaloğuna Sokrates’ten Anılar adlı eserinde yer
Kirene Okulu’nun Aristippos’dan son- veren Ksenophon’un anlattıklarını dikkate alırsak,
raki bilinen simaları arasında Hegesi- Aristippos yönetici sınıfı içinde yer almaya ya da
as ve Theodoros dışında Annikeris ve devlet yönetimi ile ilgili herhangi bir sorumluluk
Euhemeros’un da adları zikredilmektedir. üstlenmeye kesinlikle karşıdır. Bu yöndeki düşün-
celerini bize şöyle aktarır: “Kendi gereksinimleri-
mi karşılamak zaten büyük bir uğraşken, bununla
Kirene Okulu ile ilgili olarak bütün yukarıda yetinmeyip başka yurttaşların gereksinimlerini
altı çizilenlerden hareketle öncelikle şunu söylemek karşılama işini de yüklenmek bana çok aptalca
mümkündür: Kirene Okulu bireycidir. Bu bakım- görünüyor; insanın daha kendi istediği şeyler ek-
dan Kinikler ile ortaklık taşır. Buna karşılık her iki sikken, devletin başına geçip, hele bir de devletin

96
İlkçağ Felsefesi

ondan beklediklerini yerine getirmezse, bunun ce- Kirene Okulu ve Kinikler’in mutluluk anla-
zasını çekmesi, büyük aptallık değil de nedir? […] yışlarında bir yönüyle Sokratesçi izlere rastlanır.
ama kendimi en kolay ve zevkli yoldan yaşamak Fakat bir başka açıdan Sokrates ile söz konusu iki
isteyenlerin sınıfına sokuyorum” (Ksenophon, okulun mutluluk anlayışları arasında derin bir me-
1994, s. 37). Bu alıntıda açık bir biçimde görü- safe söz konusudur. Önce buluşma ya da kesişme
lebileceği üzere Kirene Okuluna mensup olanlar, noktasından bahsedelim. Her iki okul bilgiye de-
devlet işleri ile meşgul olmayı hiçbir biçimde arzu ğer vermek bakımından Sokrates ile kesişir. Bilgi,
etmezler. Devlete özgü sorumluluklar üstlenmek- Kiniklerde erdem ve mutlulukla yakından bağlan-
tense en kolay ve en zevkli yol içinde hayatlarını tılıdır. Hatta bunların tümü ayrılmaz bir bütünü
sürdürmeye çalışırlar. oluştururlar (Ağaoğulları, 1994, s. 158). Benzer
Tıpkı Kirene Okulu gibi Kinikler de devleti bir biçimde Kirene Okulu için de, bilgi, erdem
yadsırlar. Fakat bu yadsıma çok daha radikal bir ve mutluluk arasında kopmaz bir bağ vardır. Acı
kaçışı temsil eder. Toplumsal yaşamdan ve elbette karşısında hazzı yani erdemi ve pek tabii ki mut-
polisten tümüyle çekilmeyi ve içine kapanmayı içe- luluğu tercih edebilmenin yolu bilgi edinmekten
rir. Öyle ki, George Sabine’nin ifadesiyle söylenir- geçmektedir.
se, Kinikler, diğer okulların hepsinden daha açıkça Bilgiye verdikleri değer bakımından Kirene
şehir devletine ve onun temelindeki toplum sınıf- Okulu mensupları ve Kinikler, ustaları Sokrates
larına karşı bir itirazı dile getirmişlerdir. Hayattan ile görece uyumlu bir tutuma sahiplerse de, insan
çekilmeleri de genel olarak hayatın iyi tarafları hayatının nihai ereği olan mutluluğa erişme yolları
saydıkları şeyleri yadsımak, bütün sosyal ayrım- bakımından hem kendi içlerinde hem de Sokrates
ları eşitlemek ve toplumsal kabullerin hoş tarafla- ile derin bir farklılığa sahiptirler. Kendi içlerinde
rından, mesela edeplilikten vazgeçmektir (aktaran nasıl farklı mutluluk anlayışlarına sahip oldukları-
Ağaoğulları, 1994, s. 159). Bu vazgeçiş, Kinik öğ- nı yukarıda vurguladık. Kirene Okulu hazza özel
retide, herhangi bir ülkeye bağlanmamak, herhangi bir önem verir. Hazzı mutluluğun kaynağı olarak
bir ülkenin kurumlarına gerek duymamak; yani bir görür. Buna karşılık Kinikler neredeyse bütün dün-
tür kozmopolit yurttaş olarak hayatını sürdürme yevi hazlara sırt çevirmişlerdir. Sokrates ise, bu iki
çabasında karşılığını bulacaktır. uç tutumun bir tür buluşma noktasında yer alır.
Son bir noktanın daha altını çizerek bitirelim: Ne aşırı çileci bir hayat önerir ne de bütün haya-
Kinik Okulu ve Kirene Okulu bireycilikleri esasın- tını hazzın peşinde koşmakla geçirir. Sokrates bir
da ortaklaşırlar. Buna karşılık birey için önerdikle- aziz ve keşiş değildir. Çağdaşları gibi dünya nimet-
ri mutluluk yolu farklıdır. Hatırlayalım, Kinikler lerinden zevk almasını, yemesini ve içmesini bilir.
toplum için değerli olan her türlü nesne ve norma İki kez evlendiği ve üç çocuk sahibi olduğu rivayet
sırtlarını dönerler. Bir tür yoksulluğa ve çileci ha- edilmektedir. Bunun yanında, dünya nimetlerine
yata yönelmenin özgürleşmeye kapı aralayacağını ve duyusal zevklere aşırı düşkünlüğe bütünüyle
düşünürler. Buna karşılık Kirene Okulu için haz hoşgörü ile yaklaştığı da düşünülmemelidir. Aksi-
merkezi değerdir. Yani toplumsal değerleri ve top- ne, Sokrates, bu açıdan tam bir ılımlılık, ölçülü-
lumun koyduğu sınırları hiçbir biçimde dikkate lük timsalidir (Arslan, 2006, s. 87-88). Nefsine
almadan hazzın peşinde koşmanın özgürleşmeyi hâkimiyet hususundaki başarısı bilinen en tipik
mümkün kılacağını düşünürler. özellikleri arasındadır.

97
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

Öğrenme Çıktısı
5 Megara ve Elis-Eretria Okulu’nun temel görüşlerini özetleyebilme
6 Kinik Okulu’nun Sokrates ile bağını kurabilme
7 Kirene Okulu’nun bireyciliğinin esaslarının neler olduğunu fark edebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

İçlerinde hem Antik Çağ


filozoflarının hem de İslam
filozoflarının yer aldığı pek
çok ismin haz ve elem anla-
Sofist Protagoras ile
yışlarının karşılaştırmalı ola-
Aristippos’un düşünceleri Diogenes’in çileciliğinin
rak ele alındığı bir çalışma
arasında bir ortaklık söz ko- ana hatlarını anlatınız.
için Cahid Şenel’in “İslam
nusu mudur? Araştırınız.
Filozoflarının Haz ve Elem
Anlayışlarının Karşılaştırıl-
ması” adlı Yüksek Lisans te-
zini inceleyebilirsiniz.

98
İlkçağ Felsefesi

1 Sokrates’in hayatının önemli


evrelerini öğrenebilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Sokrates’in ne tür bir bilgi
2 anlayışına sahip olduğunu gözler
önüne serebilme

Sokrates’in Hayatı ve Bilgi


Anlayışı

1 Sokrates, heykeltıraş bir babanın ve ebe bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Hayatı boyun-
ca gezmiştir. Ailevi sorumluluklarını yerine getiren bir eş ya da baba olmak yerine karşılaştığı insanlarla
kurduğu diyaloglarla onları uyarmaya çalışmıştır. Dik başlıdır. Boyun eğmek yerine ölümü göze alacak
denli düşüncelerine sadık bir eylem adamı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim, yargılanıp idam
edilmesine yol açan mahkeme sürecinde, kendisine ilk teklif edilen şeylerden biri Atina’yı terk etmesi
karşılığında özgürlüğünü elde etmektir. Buna direnmiş ve düşünceleri için ölmeyi tercih etmiştir.

2 Sokrates’in bilgi anlayışının temelinde “bilgisizlik bilgisi yer alır”. Sokrates “bildiğim tek şey hiçbir
şey bilmediğimdir” diyerek, bilgi anlayışını bize özetlemektedir. O, bitmez tükenmez diyaloglarında,
karşısına geçen her sözde bilgili kişiye nasıl da hiçbir şey bilmediğini göstermeye çalışır. Bir bakıma
herkesi sarsar. Kendine getirmeye çalışır. Bu bakımdan, en azından hiçbir şey bilmediğini biliyor ol-
ması sebebi ile diğerlerine nazaran daha avantajlıdır. Sokrates, herkes için geçerli bir bilginin mümkün
olduğuna inanması ile Sofistlerden ayrılır. “İnsan her şeyin ölçütüdür” diyen Sofistler, göreci bir bilgi
anlayışına sahiptirler ve evrenselleştirilebilir bir bilginin imkânsızlığının altını çizerler. Oysa Sokrates
farklı düşünür bu konuda. Ayrıca, Sokrates’in diyalogları esas alan bilgiye ulaşma çabası ironik, çürü-
tücü, aporetik ve yapıcıdır.

99
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

3 Sokrates’in ahlak anlayışını ifade


edebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

4 Sokrates’in bilgi anlayışı ile ahlak


anlayışı arasında ilişki kurabilme

Sokrates’in Ahlak Anlayışı

3 Sokrates, insanın temel ereği ya da hedefinin mutluluk olduğunu iddia eder. Mutluluk ise an-
cak ahlaklı olmakla, erdem sahibi bir insan olmakla mümkündür. “Kimse bile bile kötülük yapmaz”
derken ise, erdemin kökenine bilgiyi yerleştirir. Bilgili insanın kötülük yapmayacağını, ahlak dairesi
içinde kalacağını iddia eder. Ruhun yetkinleştirilmesi de, bir başka biçimde söylenirse, bilgi ile müm-
kündür. Sokrates’in ahlak felsefesi her şeyden önce ruhun yetkinleştirilmesine adanmıştır. Ruhun yet-
kinleştirilmesi ne tümüyle bedensel hazların peşinde koşmak ne de söz konusu hazları terk etmekle
elde edilebilir. Bu bakımdan bir denge halidir. Yani bedenin ihtiyaçları gerektiğince giderilir. Ama
onların esareti altına da girilmez. Sahip olduğu bilgi ile erdemli olabilen insan, hayatın temel hedefine
de ulaşabilir. Yani mutlu olabilir.

4 Sokrates, bilgi ve ahlakı kopmaz bir biçimde birbirine bağlar. Ahlakın kökenine bilgiyi yerleştirir.
Bilgi olmaksızın hayatın hedefine ulaşmak mümkün değildir, ona göre. Bu bakımdan erdem ya da ah-
laklı bir hayatın neden ibaret olduğu öğrenilebilmektedir. İnsanlar, eğer kendilerine dönerlerse, “kendi-
ni bil!” ilkesine uyarlı bir hayat sürme çabası içine girerlerse, mutlu olmamaları için hiçbir sebep yoktur.
Sokrates, mutluluğun yolunu insanları nesneleştirerek göstermez. Aksine, bireye önemli bir işlev yükler.
Bireyler kendi ruhlarını yetkinleştirme çabaları içinde, kendilerini neyin mutlu edeceğine de kendileri
karar vereceklerdir. Burada tekrar başa dönülür: Hiçbir şey bilmediğini kabul ederek yola çıkmak gere-
kir. Demek ki, bilgisizlik bilinci edinmek erdemli bir birey olmanın ilk basamağıdır.

100
İlkçağ Felsefesi

5 Megara ve Elis-Eretria Okulu’nun


temel görüşlerini özetleyebilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


6 Kinik Okulu’nun Sokrates ile
bağını kurabilme

Kirene Okulu’nun bireyciliğinin


7 esaslarının neler olduğunu fark
edebilme

Sokratesçi Okullar

5 Megara Okulu “bir olan iyidir” biçiminde özetlenebilecek temel düşüncesi ile Eleacı birlik dü-
şüncesini Sokratesçi bir dile tercüme etmiştir. İkinci olarak, bu okulun esas önemi, eristik sanatı
geliştirmesinden kaynaklanmaktadır. Yani konuşma ve tartışmayı gerçeğe ulaşmanın bir yolu olarak
görmek yerine amaç haline getirmek, bu okulun bir diğer temel özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Elis-Eretria Okulu ise, Sokrates’in izinden giden diğer okullar gibi geliştirdiği ahlak felsefesi ile öne
çıkmaktadır. Temel özelliği, Sokrates’in hayatının örnek alınması sureti ile bir ahlak felsefesi geliştir-
menin mümkün yollarını arayan bir okul olmasıdır.

6 Diogenes’in kendisini bir köpek olarak adlandırması, bu okulun temel felsefesini gözler önüne
sermesi bakımından dikkate değerdir. Çileci, dünyevi arzu ve hazlara önem vermeyen bir hayat yaşa-
mayı ahlakın temel unsuru olarak görürler. Sokrates’in bir iş sahibi ya da evlat sahibi olmaya önem
vermeyişi, kıyafetlerinin pejmürdeliği bu okul için temel referans kaynaklarıdır. Dünyadan el etek
çekme olarak adlandırabileceğimiz bir tutumu, özetle, ahlakın merkezine yerleştirirler.

7 Haz ve mutluluk arasında kopmaz bir bağ kuran bu okul için, ahlakın kaynağında haz yer alır. İyi
olmak, bedenin taleplerine gereken duyarlılığı göstermekle mümkündür. Hazzın peşinde koşarak,
insan mutlu olabilir. Bu temel felsefesi ile Kirene Okulu’nda bireyci bir bakış açısı karşımıza çıkar.
Kirene Okulu’nun hazcılığında Sokrates’in bilgi anlayışının da bir tür yansıması ile karşılaşırız. Bu
okulun mensupları, bir cümle ile, insanın kendisine yönelerek, kendi bedenini keşfederek ve ruhu-
nun beklentilerini fark ederek kendisini mutlu edecek hazzın peşinde koşması gerektiğinin altını
çizmektedir.

101
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

1 Sokrates için aşağıdakilerden hangisi söyle-


6 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates’in ahlakla
ilgili düşünceleri arasında yer almaz?
nemez?
A. Mutlu olabilmek için bütün bedensel ihtiyaç-
neler öğrendik?

A. En bilinen eseri Devlet’tir.


lardan vazgeçmek gerekir.
B. Düşünceleri için ölümü göze alan bir isimdir.
B. Ruhun yetkinleştirilmesinin yolu eğitimden
C. Hayatı boyunca en çok zaman harcadığı eylem geçer.
dolaşmaktır.
C. İnsan hayatının amacı mutluluktur.
D. Vücudunun tutkularının önüne geçmesini bi-
D. Mutlu olabilmek için insanın kendi kendisi ile
len bir şahsiyettir.
uyumunu sağlaması gerekir.
E. İnsanın içindekileri dışa vurmasına tıpkı bir ebe
E. Bilginin yokluğunda erdemli bir davranış ger-
gibi aracılık etmiştir.
çekleştirilemez.
2 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates ile Sofistler 7 Sokrates’in bilgi ve ahlak felsefelerini ilişkilen-
arasındaki benzerlikler arasında yer alır?
direcek olursak, aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
A. Evrensel bir bilginin peşinde koşmak.
A. Erdem öğretilemez.
B. İnsanı her şeyin ölçüsü kılmak.
B. Herkes erdemli olamaz.
C. Felsefeyi gökten yere indirmek.
C. Sıradan insanlar yönetici olmamalıdır.
D. Bireysel yararı merkeze almak.
D. Ruhun yetkinleştirilmesi için hazzın peşinde
E. Mutluluğun güçlü olmakla elde edilebileceğine koşmak yeterlidir.
inanmak.
E. İnsanlar bile bile kötülük yaparlar.
3 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates’in yönte-
minde bilgiye ulaşmayı mümkün kılacak başlangıç 8 Aşağıdakilerden hangisi Büyük Sokratik
eşiğidir? Okullar ile ilişkili bir isimdir?
A. Gençlerle sohbet etmek A. Diogenes
B. Ölümü göze almak B. Eukleides
C. Hazzın peşinde koşmak C. Antisthenes
D. İnsan hayatına yönelmek D. Aristoteles
E. Bilgisizlik bilinci E. Aristippos

4 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates’in bilgi 9 İyilik ve hazzı özdeşleştirmesi ile öne çıkan
edinme yöntemleri için doğru bir değerlendirme Sokratesçi Okul aşağıdakilerden hangisidir?
değildir? A. Elis-Eretria Okulu
A. Çürütücüdür B. Yıkıcıdır B. Megara Okulu
C. Şüphecidir D. Aporetiktir C. Kinik Okulu
E. Diyaloga dayalıdır D. Kirene Okulu
E. Platon Okulu
5 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates’in ahlak dü-
şüncesini yansıtan önermelerinden biridir? 10 Aşağıdakilerden hangisi Megara okulunun
A. Yanlış hayat doğru yaşanmaz. kurucusudur?
B. Deha çalışmaktır. A. Eukleides
C. Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değer ol- B. Aristoteles
mayan bir hayattır. C. Antisthenes
D. İnsan her şeyin ölçüsüdür. D. Aristippos
E. Haz en yüksek iyidir. E. Diogenes

102
İlkçağ Felsefesi

1. A Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Hayatı” ko- 6. A Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Ahlak Anla-
nusunu yeniden gözden geçiriniz. yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Bilgi-Ahlak
2. C Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Bilgi Anlayı- 7. C
İlişkisi Hakkındaki Görüşleri” konusunu ye-
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
niden gözden geçiriniz.

3. E Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Bilgi Anlayı- 8. D Yanıtınız yanlış ise “Sokratesçi Okullar” ko-
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. B Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Bilgi Anlayı- 9. D Yanıtınız yanlış ise “Sokratesçi Okullar” ko-
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. C Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Ahlak Anla- 10. A Yanıtınız yanlış ise “Sokratesçi Okullar” ko-
yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
4 Anahtarı

Descartes’in bilgi anlayışı ile Sokrates’inki arasında temel bir ortaklık var: Fel-
sefe tarihinin birbirlerinden çok farklı zamanlarda yaşamış olan bu iki ünlü
ismi, kendilerinden önceki felsefi bilgi birikimini güçlü bir biçimde sorgula-
Araştır 1 mışlardır. Yeni bir felsefe ortaya koymuşlardır. Sokrates, bildiğim tek şey hiçbir
şey bilmediğimdir derken aslında kendisinden önceki bütün felsefelerin tahtı-
nı sarsmaktadır. Aynı şekilde Descartes da kendi dönemine kadar bilgi olarak
kabul edilen her şeyi kenara iterek yeni bir felsefe inşa etmeye çalışmaktadır.

İnsanın temel amacı olan mutluluk, Sokrates’e göre, toplumsal-siyasal birliğin


ifadesi olan Polis içinde ve Polis tarafından sağlanabilir. Polis, mutluluğun
Araştır 2 sağlanabilmesi için gerekli çerçeveyi çizen aktördür. İşte bu noktada, yasa, bu
çerçeveyi çizen birliğin iradesinden başka bir anlam ifade etmez. Tam da bu
sebeple, mutlu olmak isteyen insanların yapması gereken şeylerin başında ya-
salara itaat etmeleri gelir. Yasalara itaat ile birlikte insan mutlu olabilecektir.

Protagoras her şeyin ölçüsü insandır derken, evreni bilmek için bireysel du-
yumlarımızın ötesinde bir şeye sahip olmadığımızı ve her bireysel duyumun
doğruluk talebinde bulunabileceğini dile getirmişti. Aristippos, basitçe, bu
görüşü ahlak ve eylem alanına transfer etmiştir. Ona göre ahlaki iyi, bireysel
Araştır 3 haz duygusundan başka bir şey değildir. Dahası, her bireysel hazzın aynı ölçü-
de iyi olma iddiasında bulunabileceğini dile getirmiştir. Şöyle de söylenebilir,
Protagoras için doğru bilginin ölçütü bireysel duyumlardır. Aristippos için de,
benzer bir biçimde, bireysel duyumlar ahlakın ölçütüdür.

103
Sokrates ve Sokratesçi Okullar

Kaynakça
Ağaoğulları, M. A. (1994). Kent Devletinden Hançerlioğlu, O. (2000). Felsefe Ansiklopedisi
İmparatorluğa. Ankara: İmge Yayınları. Kavramlar ve Akımlar. Yedi Cilt. İstanbul: Remzi
Kitabevi Yayınları.
Akarsu, B. (1962). Sokrates’te Erdem Düşüncesi.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi. Sayı 13, Ksenophon. (1994). Sokrates’ten Anılar. Çev. Candan
ss. 57-73. Şentuna, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Arslan, A. (2006). İlk Çağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Küçükalp, K. ve Cevizci, A. (2010). Batı Düşüncesi
Platona. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefi Temeller. İstanbul: İsam Yayınları.
Yayınları. Öçal, Ş. (2015). Sofistler ve Sokrates. Doğudan
Birand, K. (1958). İlk Çağ Felsefesi Tarihi. Ankara: Batıya Düşüncenin Serüveni Cilt 2 Antikçağ
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları. Yunan Düşüncesi ve Ortaçağ Düşüncesi içinde. Ed.
Bayram Ali Çetinkaya, İstanbul: İnsan Yayınları.
Cevizci, A. (2009). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say
Yayınları. Sarı, E. (2016). İlk Çağ (Antik Çağ) Felsefesi Tarihi.
Antalya: Nokta E-Book Publishing.
Conford, F. M. (2003). Sokrates’ten Önce Ve Sonra.
Çev. Ufuk Can Akın, Ankara: Ayraç Yayınevi. Solomon, R. C. ve Higgins, K. M. (2013). Felsefenin
Kısa Tarihi. Çev. Mustafa Topal, İstanbul: İletişim
Dorioni L-A. (2011). The Rise and Fall of Socratic Yayınları.
Problem in Socrates. Ed. Donald R. Morrison,
New York: Cambridge University Press. Tarnas, R. (2011). Batı Düşüncesi Tarihi. Çev. Yusuf
Kaplan, İstanbul: Külliyat Yayınları.
Döring, K. (2011). The Students of Socrates in
Socrates. Ed. Donald R. Morrison, New York: Thilly, F. (2000). Felsefenin Öyküsü I. Cilt-Yunan ve
Cambridge University Press. Ortaçağ Felsefesi. Çev. İbrahim Şener, İstanbul:
İzdüşüm Yayınları.
Eflatun. (2016). Sokrates’in Savunması. Çev. Teoman
Aktüel, İstanbul: Remzi Kitabevi. Versenyi, L. (1988). Sokrates ve İnsan Sevgisi. Çev.
Ahmet Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Gökberk, M. (1993). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi
Kitabevi. Weischedel, W. (1997). Felsefenin Arka Merdiveni.
Çev. Sedat Umran, İstanbul: İz Yayınları.
Guthrie, E. K. C. (1999). İlk Çağ Felsefesi Tarihi. Çev.
Ahmet Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları. Yalçınkaya, A. (2015). Ahlak Olarak Siyaset, Siyaset
Olarak Ahlak: Sokrates. Sokrates’ten Jakobenlere
Güçlü, A., Uzun, E., Uzun, S., Yolsal, Ü. H. (2002). Batı’da Siyasal Düşünceler içinde. Der. M. A.
Felsefe Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Ağaoğulları, İstanbul: İletişim Yayınları.
Hackforth, R. (1933). Great Thinkers (I) Sokrates. Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. Ahmet
The Journal of the British Institute ve Philosophy. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
Vol. 8, no. 31, pp. 259-272.

104
Bölüm 5
Sistematik Dönem I: Platon

1 2
Platon’un Hayatı ve Eserleri Platon’un Varlık Anlayışı
öğrenme çıktıları

1 Platon’un yaşamı hakkında bilgi sahibi 2 Platon’un varlık ve varoluş hakkındaki


olma ve eserlerini tanıma düşüncelerini öğrenme

Platon’un Bilgi Anlayışı

3 4
3 Platon’un bilgi tanımlamasını ayırt etme Platon’un Ruh Anlayışı
ve insan zihni ile bilgi arasında kurduğu 4 Platon felsefesinde ruh kavramının nasıl
ilişkiye dair görüşlerini öğrenme tanımlandığını öğrenme

Platon’un Estetik ile İlgili Görüşleri

5 6
Platon’un Ahlâk Anlayışı 6 Platon’a özgü sanat, ölçüm, taklit ve
5 Platon’un ahlâkı nasıl tanımladığını ve zanaat kavramları aracılığıyla onun sanat
ahlâka ne tür işlevler yüklediğini öğrenme ve estetik yaklaşımını öğrenme

7
Platon’un Siyaset Hakkındaki Görüşleri
7 Platon’un ideal devlet, yönetim ve
toplumsal sınıf kavramlarını öğrenme

Anahtar Sözcükler: • Platon • Varlık • Bilgi • Ruh • Ahlâk • Esetik • Siyaset

106
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ PLATON’UN HAYATI VE ESERLERİ


Platon, en önemli ilk çağ felsefecilerinden biri- Bu bölümde Platon’un hayatı ile ilgii genel bil-
dir. Sokrates gibi önemli bir düşünürün öğrencisi, giler ortaya konmaktadır. Platon’un doğduğu ve öl-
Aristoteles gibi bir başka büyük düşünürün ise öğ- düğü yer, aile yapısı, düşüncesinin şekillenmesinde
retmeni olması itibariyle, ilk çağ felsefesinde önem- etkili olan; tarihsel ve sosyolojik bakımdan önem
li bir yere sahiptir. Doğduğu şehir olan Atina’nın arz eden olaylardan söz edilmektedir.
dışına çıkarak Kuzey Afrika, Mısır ve İtalya gibi ül-
kelerde bulunduğu için, düşünceleri yerel sınırların
ve küçük toplum etkilerinin dışına çıkabilmiş, ken-
Hayatı
di zamanının düşünceleri ve felsefecileri kadar ken- Platon (Türkçe diğer adıyla Eflâtun), milattan
disinden önceki düşünceleri ve felsefecileri tanıma önce 427 yılında doğdu ve milattan önce 347 yı-
fırsatı bulmuştur. Tarihteki ilk akademik kurum lında öldü. Kimi kaynaklar doğum yerini Atina
olan Akademi’yi kurduğu için felsefi düşünceleri olarak, kimileriyse (mesela Grote 1888, s. 247),
kurumsal bir şekilde yeni nesillere öğretilmiştir. Aegina adası olarak belirtir. Babasının adı Aris-
ton (Aristoteles ile karıştırılmamalıdır), annesinin
Büyük bir kısmının Platon tarafından yazıldığı
adı Perictione’dur. Platon’un, Ariston’dan olan ve
neredeyse kesin olarak bilinen ve günümüzden yak-
kendisinden büyük iki erkek kardeşi ve kendisin-
laşık 2500 yıl öncesine ait olan 30’dan fazla eserin
den küçük bir kızkardeşi vardı. Erkek kardeşlerinin
tamamı bugüne kadar ulaşmıştır. Bu yönüyle de
adları Glaucon ve Adeimantus idi. Kız kardeşi-
Platon düşünce ve felsefe tarihinde oldukça nadir
nin adı ise Potone idi. Babası (Ariston) öldükten
ve önemli bir yere sahiptir. Platon eserlerini “diya-
sonra annesi Pyrilampes adında biri ile evlendi.
loglar” şeklinde yazmıştır. Diyalog biçimindeki an-
Pyrilampes’ten Antiphon adında bir erkek kardeşi
latım, birden çok karakterin karşılıklı konuşmalar,
daha oldu. Ayrıca Pyrialmpes’in de önceki evlili-
soru ve cevaplar şeklinde düşüncelerini ortaya koy-
ğinden olan, Demos adında bir erkek çocuğu vardı.
duğu, birbirinin düşüncesine itiraz ettiği ve itiraz-
Böylece Platon’un (üveyler dâhil) 6 kardeş olduğu-
lara mantık ve hitabet kuralları çerçevesinde cevap-
nu öğreniyoruz (Preus, 2007, s. 206). Bazı kaynak-
ların verildiği, oldukça etkili bir yazım yöntemidir.
larda, Platon’un gerçek adının “Aristocles” olduğu
Anlaşılır ve sade bir düşünce biçimine sahip olduğu
nakledilir. Bu, Platon’un dedesinin adıdır. “Platon”
için Platon’un eserleri her dönemde rağbet görmüş-
adı, güreş yaptığı günlerden kalan bir takma addır
tür. Eserlerinin ve düşüncesinin etkisi, başta Avru-
ve “geniş” anlamına gelir.
pa, Amerika, Afrika ve Orta Doğu ülkeleri olmak
üzere her coğrafyada ve her dönemde kendisini gös-
termiştir. Kant, Hegel, Marks gibi filozof ve düşü-
nürlerin eserlerinde Platon’a olumlu ya da olumsuz,
gizli ya da açık göndermelerin sayısı azımsanamaya-
cak kadardır. Kendisinden yüzyıllar sonra yaşamış
olan bu düşünürler üzerindeki etkisi, Platon’un ne
kadar önemli bir felsefeci olduğunun bir başka gös-
tergesidir. Platon’un Yahudi ve Hıristiyan düşünür-
ler kadar Müslüman düşünürler üzerinde de önemli
etkisi olmuştur. Örneğin Farabi’nin “Erdemli Şe-
hir” olarak Türkçe’ye tercüme edilen Kitâbu Ârâ-i
Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla adlı eseri, Platon’un Devlet
adlı eserinin çok açık izlerini taşır.
Bu nedenlerle Platon’un hayatı ve eserleri hak-
Resim 5.1 MÖ 427 Yılında Doğup MÖ 347 Yılında Ölen
kında genel bilgi sahibi olmak; onun varlık, bilgi,
Platon’un Atina’da Sergilenen Bir Heykeli
estetik, etik, ruh ve politika hakkındaki düşüncele-
rine genel hatlarıyla aşina olmak, yalnızca Platon’u
öğrenmek için değil, ondan yüzyıllar sonra yaşamış Platon, önemli ilk çağ filozoflarının öğren-
pek çok önemli düşünürün fikirlerini anlamak ba- cisi oldu: Genç yaşlarındayken ilk hocalarından
kımından da büyük önem arz eder. biri Kratylos (Cratylus) idi. Kratylos, Herakleitos

107
Sistematik Dönem I: Platon

ekolünden gelen bir felsefecidir. Platon’un ayrıca bir kez daha hapse atıldı. Platon hapisten kaçarak
Parmenides’in, Anaksagoras’ın ve Hermogenes’in Atina’ya döndü ve kurduğu Akademi’de yazmaya
de etkisinde kaldığını söyleyebiliriz. Ancak hiç şüp- kendisini adadı (Preus, 2007, s. 206-207).
he yok ki Platon’u en fazla etkileyen, yirmi yaşında Yaşadığı ülkenin siyasal sorunları ile ilgilenen
öğrencisi olduğu Sokrates’dir. Sokrates’in Platon Platon, hocası Sokrates’in idamından sonra pratik
üzerindeki etkisinin açık işaretlerinden biri, tüm siyasetle olan bağını tamamen kopardı. Siyaset-
diyaloglarında Sokrates’e verdiği önemli roldür. le ilişkisi teorik düzeyle sınırlı olarak kaldı. Buna
Platon’un diyaloglarında Sokrates, başat figür ola- rağmen onun “ideal devlet” görüşü, siyasal düşün-
rak yer alır. celer tarihinde önemli bir yaklaşım olarak bugün
Platon, 30’lu yaşlarının başında ülkesinin dışına bile yerini korumaktadır. İdeal devlet görüşü, İs-
çıkarak Kuzey Afrika’yı, Mısır’ı ve İtalya’yı gezdi. Bu lam dünyasında da karşılık bulmuştur. Örneğin
ülkelerde gördüğü şeyler, onu değişim, durağanlık, Farabi’nin Kitâbu Ârâ-i Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla
tarım, ticaret, zenginlik ve yüksek kültür gibi ko- adlı eseri, önemli ölçüde Platon’un “Devlet” adlı
nularda düşünmeye sevketti. Yazdığı diyaloglar ona eserinin etkisi altında yazılmıştır. Felsefî düşünceyi
şöhret getirdi. 384 yılında I. Dionysius tarafından siyaset, ahlak, estetik, varlık ve bilgi felsefesi gibi
Syracuse’a davet edildi. Ne var ki I. Dionysius tara- alanlarda temellendiren Platon, kurduğu Akademi
fından esir edilerek köle pazarında 20 minas karşı- adlı kurumla bu düşüncelerin sistematik olarak de-
lığında satıldı. Cyrene’li Anniceris tarafından satın rinleştirilmesini ve öğretilmesini sağladı. Platon’un
alınan Plato, bu varlıklı adam sayesinde meşhur kurduğu Akademi adlı okul, felsefî düşüncenin
Akademi’yi kurdu. I. Dionysius’un ölmesiyle Pla- yüksek düzeyde eğitim veren bir okulda kurumlaş-
ton yeniden Syracuse’a gitti; ilerleyen zamanlarda masının bilinen ilk örneğini meydana getirmiştir.

Resim. 5.2 Atina Akademilerinden Birinin Günümüze Ulaşan Kalıntıları

Platon’un Akademi’si, tarihteki ilk üniversite olarak kabul edilir. Platon, siyasetle olan ilişkisini sınır-
landırdıktan sonra düşünmeye ve yazmaya daha çok zaman ayırmıştır. Akademi’nin tam olarak hangi yılda
kurulduğu bilinmemekle birlikte, MÖ 388-387 yıllarında kurulduğu çeşitli yazarlar tarafından dile getiril-
mektedir (Runes, 1942, s. 237; Taylor, 1956, s. 6). Platon’dan önce de yüksek düzeyde düşünce ve kültür
dersleri veren ekoller vardı. Örneğin Sofistler de bugün adına “yükseköğretim” diyebileceğimiz (günümü-
zün üniversitelerine karşılık gelen) bir düzeyde dersler veriyordu. Ancak Sofistler’in belirli bir mekânı ve

108
İlkçağ Felsefesi

kurumları yoktu. Onlar gezilerle gittikleri yerler- Eserleri


de öğretim faaliyetlerini gerçekleştiriyordu. Oysa Akademi’yi kurduktan sonra Platon, zamanının
Platon’un Akademi’si, sabit binaları, mekânı ve önemli bir kısmını yazı yazmaya adamıştır. Ken-
dolayısıyla kurumsal yapısı olan bir öğretim aktö- disinden önceki pek çok yazarın aksine Platon’un
rüydü. Akademi’de felsefe, matematik, diyalektik eserlerinin hemen hemen tamamı bugüne kadar
ve müzik dersleri verilirdi. Akademi’nin tek hocası ulaşmıştır. Bugün Platon’a atfedilen 30’dan fazla
Platon değildi. Tüm bunları bir arada düşündüğü- diyalog söz konusudur ve bu diyalogların 25’inin
müzde Akademi’yi önemli kılan özelliklerini şöyle Platon’un eliyle kaleme alındığı kesin olarak bilin-
sıralayabiliriz: İlk olarak, Akademi Platon’un kişisel mektedir. Taylor (1956, s. 10), Platon’a atfedilen
gayretleri ile kurulmuş bir kurumdu. İkinci olarak 36 diyalog olduğunu tespit eder (Bazı kaynaklarda
Akademi, Platon’un ölümünden sonra da faali- Platon’a ait olan diyalogların sayısının 34 olduğu
yetlerine devam etmiş, dolayısıyla bir tarihsel de- öne sürülür. Örneğin bkz. Proudfoot ve Lacey,
vamlılık arz etmişti. Üçüncü olarak Akademi, sabit 2010, s. 305).
bir kurumsal mekân özelliği gösterdiği için bir tür
Platon eserlerini diyalog biçiminde yazmıştır.
yükseköğretim kurumu niteliği kazanmıştı. Gü-
Diyalog biçimindeki eser, tiyatro senaryolarına
nümüzde yükseköğretim kurumlarının tarihinden
benzer biçimde karakterler arasındaki tartışmaların
söz edilirken Platon’un Akademisinden öyle veya
sırayla, konuşma formatında ifade edilmesine da-
böyle söz edilmektedir. Akademi, pek çok önemli
yanır. Böylece felsefî olduğu kadar edebî niteliklere
öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar arasında en çok bili-
de sahip eserler çıkar ortaya. Platon’a ait olan ve
neni Aristoteles’dir.
orijinalleri bugüne kadar gelen eserlerinin isimleri
şöyledir (Preus, 2007, s. 207): Ion, Charmides, Hip-
pias I ve II, Laches, Lysis, Euthyphro, Euthydemus,
Platon’un kurduğu Akademi adlı eğitim Gorgias, Protagoras, Apology (bu eser Sokrates’in Sa-
kurumu, günümüz üniversitelerinin bili- vunması olarak da bilinir ve yazı tekniği açısından
nen en eski atasıdır. tam anlamıyla bir diyalog sayılmaz), Crito, Phaedo,
Menexenus, Meno, Symposium, Phaedrus, Devlet,
Theaetetus, Cratylus, Timaeus, Critias, Sofist, Politi-
Platon, maddeci felsefeye karşı idealist felse- cus, Philebus, Parmenides, Yasalar ve Epinomis. Bu
feyi savunmuş ve idealizmin temellerini atmıştır. eserlerin çoğu (Dev-
Sokrates’in öğrencisi, Aristoteles’in ise hocası ol- let, Yasalar, Symposi-
ması itibariyle, kuşaklar arasında felsefi düşünce- um ve Apology gibile-
nin aktarılmasında önemli yere sahiptir. Etkisi gü- ri hariç) adlarını eser dikkat
nümüze kadar gelen görüşleri, diyalog biçiminde içerisindeki diyalog- Platon’un eserlerinin tama-
yazılmış 30’dan fazla eserinde anlatılmıştır. larda konuşan karak- mına yakını günümüze ka-
terlerden aldığı için dar gelmiştir.
bu isimler Türkçeye
dikkat
tercüme edilmez.
Maddeci (materyalist) felsefeye karşı olan idealist Platon’un yukarıda adı geçen eserlerini gelişim
felsefenin kökenleri, Platon’a kadar gider. “İdea- evrelerine ve Platon’un kişisel yaşamındaki dönem-
list” kavramıyla ifade edilen düşünce, günümüz lere göre iki genel kategoriye ayıran yazarlar vardır
Türkçesindeki “hedefleri olan, mevcut durumdan (örn. Audi, 1999, s. 710-711): a. Erken ve orta
rahatsız olarak değişim isteyen” anlamlarından dönem diyaloglar, b. Geç dönem diyaloglar. Bu
farklıdır. Platon düşüncesinde idealar dünyasın- dönemlerdeki diyalogların genel özelliklerine biraz
daki varlıklar duyularımıza konu olmayan gerçek yakından bakmak, Platon’un eserlerini tanımak ba-
varlıklardır. kımından yararlı olacaktır.

109
Sistematik Dönem I: Platon

Erken dönem diyaloglarında Platon, Sokrates (biçimler) kavramıdır. Phaedo adlı eserinde Pla-
ile diğer konuşmacılar arasında geçen diyaloglar ton ilk defa “formlar” düşüncesini ortaya koymuş-
vasıtasıyla, bilginin ve inancın doğası, ahlakın ve tur. Bu eserdeki karakterlerden biri olan Phaedo,
erdemin kaynakları üzerine sorular ortaya atar. Sokrates’in öğrencilerindendir ve ölüm cezasının
Ne var ki bu diyaloglarda örneğin “erdem nedir?” infaz edildiği âna kadar Sokrates’in yanında olmuş-
gibi kısa ve öz sorulara açık ve kesin yanıtlar veril- tur. Aynı zamanda esere adını da veren karakter
mez. Bu diyaloglar genelde sorgulama ve düşün- (Phaedo), Sokrates’in zehri akşama kadar içmedi-
me çabalarının örnekleri olarak karşımızda du- ğini, tüm gün felsefî tartışmalar yaptığını anlatır.
rur. Platon’un erken dönem eserlerinden Apology Phaedo’nun ağzıyla Platon, ruhun ölümsüzlüğü ve
(Sokrates’in Savunması), Crito, Phaedo, Charmides, maddi yaşam dışındaki var oluşun nitelikleri hak-
Laches, Lysis, Euthyphro, Menexenus, Hippias I ve kında fikirlerini ortaya koyar. Sokrates’in Cebes ka-
II, Ion ve Gorgias bunun örnekleriyle doludur. Öte rakteri ile karşılıklı konuşturulduğu bu diyalogda
yandan Platon’un erken dönem eserlerinden olan ruhun, bilginin, zihnin, hatta kavramların, maddi
Meno, bir geçiş dönemi eseri olarak görülür. Bu dünyanın ötesinde ve insan düşüncesinden bağım-
eserle birlikte Platon, hocası Sokrates başta olmak sız bir şekilde, soyut nesneler hâlinde var oldukları
üzere başka felsefecilerin görüşlerini aktarmak ye- iddia edilir. Platon, bu soyut nesnelere eski Yunan-
rine, kendi düşüncelerini anlatmaya başlar. Meno, ca “eidos” ve “idea” adını verir. Phaedo’daki diya-
Sokrates ile diyaloglar halinde tartışan bir karakte- loglarda Platon, Sokrates’in ağzıyla “bilmek, hatır-
rin adıdır. Bu eserde Platon, “erdem nedir?” sorusu lamaktır” sözünü sıkça kullanır. Böylece Platon’un
etrafında diyaloglar geliştirir. Diyalogların hemen “idealar dünyası” hakkındaki düşünceleri ortaya
başında Meno adlı karakter Sokrates’e şunu sorar: çıkar: İdealar, maddi varlıktan ve insan düşünce-
“Sokrates, söyler misin, erdem öğretilebilir bir şey sinden bağımsız bir şekilde var olan nesnelerdir. Bu
midir? Yoksa ne eğitimle ne de eylemle kazandırı- dünyadaki ve insan zihnindeki görünümler, yalnız-
labilen, doğal bir şey şey mi?” (Diyalogu aktaran ca ideaların gölgeleri gibidir. Bu düşünceler, erken
Huntington ve Cairns, 1988, s. 354). Sokrates’in dönem eserlerde Sokrates’in ağzıyla dile getirildik-
uzun cevabının son cümlesi şöyledir: “Erdemin öğ- ten sonra ilerleyen yıllarda Platon’un kendi görüş-
retilip öğretilmeyeceği bir yana, onun ne olduğunu leri olarak ve daha da temellenmiş, yer yer değişmiş
dahi bilmiyorum”. Bu tür diyaloglarda Sokrates’in olarak karşımıza çıkar.
ağzından Platon, felsefi sorgulamanın başlangıcına Platon’un eserlerinin tamamı göz önüne alın-
işaret eder: Felsefi sorgulama, nesneler kadar kav- dığında şöyle bir genelleme yapmak mümkündür:
ramların da temel nitelikleri hakkında düşünmek- Erken dönem eserlerde diyalogların baş aktörü
le başlar. Platon Meno’da böylece ilk kez yöntem Sokrates’tir. Bu diyaloglarda ortaya atılan düşün-
konusunu ortaya atar. Buna göre, bilgiye sahip ol- celerin Sokrates’e mi ait olduğu yoksa Platon ta-
mayan biri, uygun bir yöntem kullandığında ona rafından Sokrates karakteri aracılığıyla mı dile ge-
erişebilir. tirildiği, yalnızca diyaloglara bakılarak kolaylıkla
karar verilebilecek bir konu değildir. Diğer yandan,
Platon’un, orta dönem (Meno, Phaedo, Symposium
Platon’un eserlerinin tamamına yakını di-
ve Devlet gibi) diyaloglarından itibaren kendisine
yaloglar şeklinde yazılmıştır. Diyalog, bir-
ait görüşleri dile getirmeye başladığını söyleyebili-
den fazla karakterin, karşılıklı konuşmalar
riz. Bu nedenle Platon’un erken dönem fikirlerin-
şeklinde düşüncelerini ortaya koyduğu
den söz ederken, sıkça Sokrates’den söz etmek ka-
etkili bir yazım türüdür.
çınılmazdır. Ancak erken dönem yapıtlarına bu tür
göndermeler yapıldığında tarihsel bir figür olarak
Platon, ilerleyen zamanlarda (geç dönem diya- Sokrates’e mal edilen görüşlerin gündeme getiril-
loglarında) bilgi, varlık, etik, estetik gibi konularda diğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte, orta ve geç
düşüncelerini ortaya koyarken, erken dönemde ge- dönem eserlerinde, Sokrates dâhil hangi karakter
liştirdiği yaklaşımlara ve özgün kavramlarına yas- konuşturulursa konuşturulsun, Platon’un kendi
lanmıştır. Platon’un erken dönem diyaloglarında görüşlerine doğru bir geçiş olduğu da söylenebilir
ortaya attığı önemli kavramlardan biri “formlar” (Dancy, 2006, s. 70).

110
İlkçağ Felsefesi

Platon’un düşüncesinin ayrıntılarına geçmeden önce, felsefesinin oluşmasında rol oynayan etkenlerden
burada kısaca söz etmek yararlı olacaktır. Platon, politik olarak güçlü, seçkin bir ailede dünyaya gelmiş-
tir. Bu nedenle felsefesinde politikanın önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan
özellikle gençlik yıllarında düşüncelerinin şekillenmesinde, hocası Sokrates’in önemli etkisi olduğunu
söyleyebiliriz. Platon İtalya taraflarına yaptığı seyahatte Pythagoras’ın (Pisagor) öğrencileriyle karşılaşmış-
tır. Pythagorasçıların matematik alanındaki merakları ve çalışmaları, Platon’u etkilemiştir. Aynı şekilde,
Herakleitos’un öğrencileri ile olan karşılaşması da, varlığın akışkanlığı ve hareketliliği konusundaki düşün-
celerini şekillendirmiştir.

dikkat
Platon, erken dönem eserlerinde “Sokrates” karakterine çokça yer vermiştir. Bu eserlerdeki diyaloglarda Sokrates’in
düşüncelerinin mi dile getirildiği yoksa Platon’un (hocası) Sokrates’i kurmaca bir karakter olarak konuşturmak
suretiyle kendi görüşlerini mi dile getirdiği, tartışmalı bir konu olarak literatürde yer edinmiştir. Güçlü olan iddia
şudur: Meno adlı eserinden sonra Platon, kendi düşüncelerini anlatmaya başlamıştır.

Öğrenme Çıktısı

1 Platon’un yaşamı hakkında bilgi sahibi olma ve eserlerini tanıma

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Başta 19. Yüzyılda hâkim


olan “evrimci görüş”ün sa-
vunucuları olmak üzere
kimi düşünürler, insan dü-
şüncesinin tarih içerisinde
Platon’un hayatı ve eser-
geliştiğini, “basit” ve “yan-
lerine dair bazı ayrıntıları
lışlarla dolu” düşünce sis-
İlk çağda insanlar yazı yaz- Arslan, A. (2006). İlkçağ
temlerinden, daha gelişmiş
mak için hangi malzemeleri Felsefe Tarihi 2 Sofistlerden
ve isabetli düşünce sistem-
kullanırlardı? Platon’a. İstanbul: Bilgi
lerine doğru gidildiğini öne
Üniversitesi yayınları adlı
sürerler. Günümüzden yak-
eserden öğrenebilirsiniz.
laşık 2500 yıl önce yaşamış
olan Platon’un düşünceleri-
ni bu evrimci görüş açısın-
dan ele alarak “düşüncelerin
evrimi” görüşünü tartışınız.

111
Sistematik Dönem I: Platon

PLATON’UN VARLIK ANLAYIŞI Söz konusu diyalogda, Platon’un varlık anlayışı,


Platon’un varlık hakkındaki düşüncelerini an- “formlar” ve “teklik-çokluk” kavramları ile birlikte
lamak için onun Türkçe’ye “biçim” veya “form” ortaya çıkar. Bu diyalogda Zenon, varlığın çokluk
olarak çevirebileceğimiz “idea” veya “eidos” kavra- arz edemeyeceği konusunda bazı argümanlar or-
mına bakmamız gerek. Platon, eski Yunanca olan taya atar: Eğer varlık çok ise, şeyler hem benzer
“idea” ve “eidos” kelimelerini birbirinin yerine kul- hem de farklı olurdu. Bir şey aynı anda zıddı ola-
lanır. Her iki kelime de eski Yunanca’da “görmek” macağına göre, varlığın [özü itibariyle] çok olması
anlamına gelen “idein” kelimesinden türetilmiştir imkânsızdır. Diyalogdaki başat karakter (Sokrates)
(Preus, 2007, s. 145). Platon’a atfedilen “idealar kitabın okunmasını dinledikten sonra Zenon’un
dünyası” tabiri, bazen “idea” sözcüğünün İngiliz- argümanını özetler ve Parmenides’e dönerek, ona
ce’deki karşılığı (fikir, düşünce) ile karıştırılarak “fi- şu anlama gelecek sözlerle hitap eder: “Zenon ile
kirler dünyası” olarak Türkçeleştirilmektedir. Türk- sen (Parmenides) aslında aynı şeyi söylüyorsunuz:
çedeki bu kullanım yanlıştır. Doğrusu, “biçimler Sen (Parmenides) varlığın teklik olduğunu söylü-
dünyası” veya “şekiller dünyası”dır. Hatta “formlar yorsun; Zenon ise varlığın çokluk olamayacağını
dünyası” tabiri de kullanımdadır ve bu kullanım söylüyor. Sonuçta söyledikleriniz aynı kapıya çı-
da doğrudur. Kelimenin kökenleri bir yana, Platon kar”. Bunun ardından Sokrates, Zenon’un ortaya
“biçim” veya “şekil” (idea, eidos) kavramıyla han- attığı bu paradoksu kendince şöyle çözer: Bir şey
gi düşünceyi anlatmaktadır? Phaedo ve Devlet adlı aynı anda iki zıt sıfatı taşıyabilir. Başka bir deyiş-
eserlerinde Platon, “formların” algıya konu olan le, iki zıt özellik bir araya gelerek bir bütünlük
nesnelerden farklı olduğunu ileri sürer. Başka türlü oluşturabilir. Örneğin ben bir kişi olarak sizlerden
söylersek, formlar (idealar), algıya konu olmayan farklıyım. Ben, kendim, bir bütünüm ama kendi
(aşağıda Platon’un bilgi hakkındaki görüşlerinde bedenim de sağ-sol; alt-üst gibi birbirinin zıddı
daha ayrıntılı olarak bahsedileceği gibi) en yük- olan parçalardan oluşuyor. Demek ki zıtlar bir ara-
sek aklî çabalarla kavranabilen varlıklardır. Bu iki ya gelerek bir bütün oluşturabiliyor (Platon, 1997,
eserde Platon formlardan söz ediyor olsa da, bu s. 6-7). Bu fikir (diyalektik, yani zıtların bir araya
kavrama tam olarak bir tanım vermek yerine, onu gelerek bütün oluşturması düşüncesi) Platon onto-
diyaloglarda geçen tartışmalarda bir araç olarak lojisinde önemli bir yer tutar.
kullanır. Platon’un formlarla ilgili olarak esaslı bir Platon düşüncesinde “gerçek varlık” ile “oluş”
teori geliştirdiği eseri Parmenides’tir (Gill, 2006, s. (yahut maddi varlık) birbirinden farklıdır. Bu iki-
184). Parmenides adlı diyalogun girişinde, Zenon si arasındaki farkı anlamak için Platon’un temel
ile Sokrates arasında geçen bir diyaloga yer verilir. düşüncelerinden birini hatırlamak gerek: Platon’a
Diyalogda Zenon, Atina’ya ilk gez getirdiği bir ki- göre, duyularımıza konu olan şeylerle formlar
tabını seslice okumaktadır. Kitap okuma etkinliği dünyasındaki şeyler birbirinden mahiyet itibariy-
bittikten sonra, kitapta geçen tespitlerle ilgili ola- le farklıdır. Formlar dünyasındaki şeyler bilgiye
rak Sokrates ile Zenon arasında diyalog başlar. (episteme) konu olurken, fenomenler (phainomena)
dünyasındaki şeyler kanaatlere (doxa) konu olurlar.
Platon’un epistemolojik düşüncesindeki bu ayrım,
Platon düşüncesinde önemli bir yeri olan ontoloji anlayışında da benzer bir şekilde yer alır:
“form” (idea) kavramı, algılarımıza konu Formlar dünyasındaki varlıklar gerçek varlıklardır.
olmaksızın varlığa temel teşkil eden soyut Oysa fenomenler dünyasındaki varlıklar, formlar
varlıklar olarak anlaşılmalıdır. Örneğin dünyasındaki gerçek varlıkların duyularımıza konu
“masa” kavramı bir form olarak zihnimiz- olan basit yansımalarıdır. Nasıl ki “bilgi” (episteme)
de yer alır ama bu form “şu an üzerinde “kanaat” (doxa) karşısında üstünlüğe sahipse, “ger-
yemek yediğim ahşap masa” gibi müşah- çek varlık” (to ontos on) da “maddi varlıktan” (ousia)
has bir nesne olarak anlaşılmamalıdır. veya “oluştan” üstündür (Preus, 2007, s. 67-68).

112
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı

2 Platon’un varlık ve varoluş hakkındaki düşüncelerini öğrenme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Platon’un varlık anlayı-


şını Çakmak, C. (2012).
Platon’da Gerçekliği Tasvir Platon’un “idea” (form)
Platon felsefesindeki “di- Eden Önermelerin Yapısı kavramı ile modern Batı
yalektik” kavramı ile Çin Hakkında Bir Çalışma. İs- dillerindeki “idea” (fikir,
felsefesindeki “Yin ve Yang” tanbul Üniversitesi Felsefe düşünce) kavramı birbirin-
kavramlarını karşılaştırınız. Arkivi Dergisi, sayı 30 adlı den farklıdır. İkisi arasında-
makaleyi okuyarak daha ay- ki farkı tartışınız.
rıntılı bir biçimde öğrenebi-
lirsiniz.

PLATON’UN BİLGİ ANLAYIŞI tekleyen bir ilişki olduğunu, dolayısıyla canlıların


Platon’un bilgi anlayışı, özellikle de “hatırlama” da ölümden geldiğini, ölülerin ruhunun varlığını
nosyonu, kendisinden yüzyıllar sonra yaşamış olan sürdürdüğünü söyler. Bu döngü içerisinde bilginin
Descartes, Leibniz hatta Kant gibi büyük felsefeci- formlar halinde bir yerlerde korunduğunu (ya da
lerin düşüncelerinde iz bırakacak kadar etkilidir. var olmaya devam ettiğini) söyler. Tabii burada
Platon’un bilgi anlayışı, onun diğer görüşlerinden, Platon’un neyi “bilgi” olarak kabul ettiğini de or-
özellikle de gerçeklik hakkındaki felsefesinden ayrı taya koymamız gerek. Platon’un verdiği bir örneği
ele alınamaz. Bu noktada onun “formlar” (biçim- ele alalım: Phaedo’da Platon (yine Sokrates’in ağzıy-
ler) ve “idealar” kavramlarını hatırlamakta yarar var la) iki cismin boyunun eşit olduğuna dair bilginin
(bu konu, “Platon’un Varlık Anlayışı” başlıklı bö- zihnimizde nasıl oluştuğunu tartışır. Farklı iki ci-
lümde ele alınmıştır). Başka bir deyişle, Platon’un sim eğer aynı uzunluktaysa, bu bilginin zihnimizde
epistemolojik düşüncesini anlamak için onun var- yansıması için bizim “eşit uzunluk” fikrine sahip
lık ile ilgili düşüncesine yeniden bakmak gerek. olmamız gerekir. Platon, iki cismin eşit uzunluk-
Platon’a göre, içerisinde yaşadığımız dünyanın öte- ta olduğuna dair bilginin, bu iki cisim tarafından
sinde bir dünya var. Bu dünyaya onun tabiriyle kı- “uzunluk” ve “eşitlik” kavramlarının zihnimizde
saca “formlar dünyası” diyebiliriz. Platon, bilginin bir “hatırlama”ya yol
ortaya çıkması için, ona zemin teşkil eden formla- açmasıyla mümkün
rın varlığının elzem olduğunu öne sürer. Platon’un olduğunu söyler. İşte
bilgi anlayışı ile ilgili önemli bir noktayı, onun bu noktada dikkatli dikkat
Phaedo adlı eserindeki şu sözü özetlemektedir: olarak bir ayrıntının Platon’un bilgi anlayışı,
“Bilmek, hatırlamaktır”. Bu sözden açıkça anlaşı- altını çizmemiz ge- onun varlık anlayışından ba-
lan, bilginin belirli formlar halinde zaten var oldu- rek: Platon her bir ğımsız olarak tanımlanamaz.
ğu, insanın belirli yöntemler izleyerek bilgi sahibi eşya, varlık ve olayla
olmasının ise yalnızca bu bilgileri hatırlamaktan ilgili özel niteliklerin
ibaret olduğudur. Platon’un “hatırlama” ile ilgili insan beyninde zaten yer aldığını ve “bilme”nin bu
düşünceleri onun Meno, Phaedo ve Phaedrus adlı nitelik ve nicelikleri hatırlamak olduğunu söylemez.
diyaloglarında önemli bir yere sahiptir. Phaedo adlı O, formlar şeklinde insan zihninde muhafaza edi-
diyalogda, Sokrates ile Cebes arasındaki tartışmada len bilginin, eşya ve varlıkla her karşılaştığında on-
Sokrates, her şeyin zıddı ile var olduğunu anlattık- lar aracılığıyla beyinde yeniden canlandığını söyler.
tan sonra, yaşam ile ölüm arasında da birbirini des- Yani “hatırlamanın” konusunun eşya hakkındaki

113
Sistematik Dönem I: Platon

çok özel bilgiler değil, formlar olduğunu söylersek olduğunu söyler (Platon, 2005). Platon, ilerleyen
Platon’u daha iyi anlamış oluruz. zamanlarda, bilgi ve kanaat arasındaki farkı biraz
Platon, algılarımıza konu olan dünya ile form- daha netleştirir ve bilginin ortaya çıktığı yeri akıl
lar dünyasını birbirinden ayırır. Algılarımıza konu (nous), kanaatin ortaya çıktığı yeri ise duyular ola-
olan dünyadan damıtılan bilgiye işaret etmek için rak gösterir. Platon, gerçek anlamda bilgi sahibi
Platon doxa kavramını kullanır. Buna karşılık form- olmak için (yani formları akla konu edinebilmek
lar dünyasından (yani eideden) elde edilen bilgiyi için) sarf edilen en üst düzeyde zihinsel çaba ile
ise episteme ve gnosis kavramları ile anlatır. Doxa daha düşük düzeydeki aklî çabalar (yani öncüllere
kavramının sözlük anlamı “kanaat, beklenti”dir. dayanarak matematiksel çıkarımlar yapma) arasın-
Bu kavram ile episteme (ve gnosis) kavramı arasında- da, yani “sanat” ve “zanaat” (techne) arasında, fark
ki ıstılahî farkı anlamak için Platon’un tecrübe etti- gözetir. En üst düzeydeki aklî işlemler diyalektiğe
ğimiz maddî dünya ile formlar dünyası arasında bir dayanırken, aşağı düzeydeki aklî işlemler mantıksal
fark gözettiğini hatırlamamız gerekir. Formlar, bi- çıkarımlara dayanır (Kahn, 2006, s. 128).
zim tecrübelerimize, yani duyularımıza konu değil-
dir. Platon, Meno’da, bilginin (episteme) ayırt edici
özelliğini tarif ederken, “neden (sebep)” kavramına
özel önem atfeder. Bilgi, sebepleri içeren bir açık-
lamaya dayanır. Platon bilgi (episteme) ile kanaati
(doxa) birbirinden ayırırken, bu ikisinin nesneleri-
nin de farklı olduğuna vurgu yapar (Kahn, 2006, s.
127). Devlet adlı eserinde Platon, bilginin nesnesi-
nin sonsuz Varlık yani “formlar” olduğunu, buna
karşılık doxa’nın nesnesinin ise duyulara konu olan
varlıklar ve değişim olduğunu söyler. Başka türlü
söylersek bilginin (episteme) konusu Varlık, kana-
atin konusu ise varoluş (yahut ‘oluş’)tur. Böylece
Meno’da epistemolojik bir karşıtlıkla ortaya atılan
bilgi ve kanaat, Devlet’te ontolojik bir zemine ta-
şınır. Platon’un Devlet adlı yapıtının 7. Bölümün-
deki meşhur “mağara benzetmesi”, onun hem bilgi
hem de varlık konusundaki düşüncelerini bir arada
özetler. Söz konusu eserde Platon (Sokrates’in di-
liyle), eğitilmiş insan ile eğitilmemiş insan arasın-
daki farkı anlatırken, meşhur mağara benzetmesini
geliştirir. Platon bu noktada, doğduğu andan iti-
baren bir mağaranın duvarına yüzü dönük şekilde
zincirlenmiş insanları kafamızda canlandırmamı-
zı ister. Bu insanlar, arkadan gelen ışığın etkisiyle
duvardaki gölgelerden başka bir şey görememek- Resim 5.3 Platon, “Mağara Benzetmesi” ile Bilgi ve
tedir. Işık kaynağı ile bu insanlar arasında hareket Varlık Konusundaki Düşüncelerini Özetler
eden nesnelerin de gölgesi doğal olarak bu duvara
yansımaktadır. Doğduğu andan itibaren çok uzun
yıllar bu şekilde nesneleri algılayan bir insanın, gü-
nün birinde zincirden kurtularak gölgelerin sahibi dikkat
“Bilmek, hatırlamaktır” sözüyle Platon, her bir
olan gerçek nesnelerle karşılaşması durumunda bu
nesne hakkındaki ayrıntıları zaten bildiğimizi
nesneleri algılamasının çok zor olacağını söyledik-
söylemez; nesnelerin genel özelliklerinin farklı bir
ten sonra, bizim algıladığımız dünyadan uzak bir
varlık türü (form) olarak zihnimizde yer aldığını
yerde, formlar dünyasının bulunduğunu ve zih-
öne sürer. Form kavramı yukarıda, “Platon’un
nimizin bu basit algı dünyasının ötesine geçerek
varlık anlayışı” başlıklı bölümde açıklanmıştır.
formları akla konu etmesinin de aynı derecede zor

114
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı
3 Platon’un bilgi tanımlamasını ayırt etme ve insan zihni ile bilgi arasında kurduğu ilişkiye
dair görüşlerini öğrenme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Platon’un “bilmek, hatır-


lamaktır” sözünü, eğitim
Platon’un bilgi anlayışı
yöntemlerindeki “ezber”,
“Bilgi sahibi olmadan ka- ile ilgili daha ayrıntılı bil-
“hafıza” ve “yaratıcılık” kav-
naat sahibi olmak, cahille- gi edinmek için Güzel, C.
ramları ile birlikte tartışınız;
rin işidir” sözündeki “bilgi” (2012). Platon’un Bilgi
onun bu sözü ile kastettiği
ve “kanaat” kavramlarını, Görüşü. Hacettepe Ün. Ede-
düşüncenin “ezber”, “hafı-
Platon’un bilgi ve kanaat biyat F. Dergisi, cilt 20, sayı
za” ve “yaratıcılık” kavram-
kavramları ile karşılaştırınız. 2 adlı makaleyi okuyabilir-
ları ile ifade edilenlerden
siniz.
hangi yönde farklılaştığını
vurgulayınız.

PLATON’UN RUH ANLAYIŞI iseler aralarında nasıl bir ilişki vardır? Ruh bütün-
Ruh denen bir varlık mevcut mudur? Platon’un cül ve tek bir varlık mıdır yoksa onun da parçaları
ruh ile ilgili yaptığı tartışmalara baktığımızda, ru- var mıdır? Ruhun da beden gibi bir başlangıcı ve
hun varlığına ilişkin güçlü deliller öne sürmek ye- sonu (ömrü) var mıdır?
rine, ruhun mahiyeti ve işlevleri, bedenle ilişkisi Platon’un ruh anlayışı, felsefî literatüre önemli
üzerinde durduğunu görüyoruz. Platon, genel ola- bir kavram olarak girmiş olan “Platonik düalizm”
rak yapıtlarında kavramlara kesin ve belirli tanım- (Platonik ikilik) düşüncesine dayanır. Bu düalizme
lar getirmek yerine, belirli tartışmalar, diyaloglar göre ruh ve beden birbirinden mâhiyet itibariyle
ve akıl yürütmeler vasıtasıyla kavramları bağlam farklı iki varlıktır (Miller, 2006, s. 278). Platon’un
içerisine oturtur. Böylece okuyucu dağınık şekil- metinlerinde “ruh” tabirine karşılık kullanılan ori-
de verilen tanımlamaları önünde bulur ancak eğer jinal kelime “psuche”dir (okunuşu: psühe). Bu kav-
derli toplu tanımlamalara ihtiyaç duyarsa kendi ram, zaman içerisinde Avrupa dillerine “psyche”
kelimelerine başvurmak zorunda kalır. Platon’un olarak geçmiştir. Psyche sözcüğü modern sözlükler-
ruh hakkındaki görüşlerini dolaylı argümanlarla de “ruh” olarak tanımlanmaktadır. “Psikoloji” (ruh
ortaya koyduğu metinlerden biri Phaedrus’dur. Bu bilimi) sözcüğü de bu kökten türetilmiştir. Diğer
diyalogda Platon’un ruh ile ilgili temel görüşlerini, yandan Platon’un eserlerinde geçen “psuche” sözcü-
formlar dünyasının varlığını ispat etmeye çalışırken ğünün Batı dillerinde çoğunlukla “akıl” anlamına
ortaya koyduğunu görüyoruz. Demek ki Platon’a gelecek şekilde tercüme edildiğini de hatırımızda
göre ruh, yalnızca bedenle ilişkisi bağlamında de- tutmalıyız. Bu çevirinin ne ölçüde sağlıklı olduğu
ğil, formlar dünyası ile ilişkileri bağlamında da tartışılmaktadır (Miller, 2006, s. 278). Ortaçağ ve
ele alınmalıdır. Biraz dikkatli bakıldığında Pla- sonrasında daha çok dini paradigmalar içerisinde
ton düşüncesinde kilit öneme sahip olan “formlar tarif edilen “ruh” kavramına çok benziyor olsa da,
dünyası”nın, “ruh” veya benzeri bir varlık biçimi Platon’un “psuche” kavramına Türkçe en uygun an-
olmadan temellendirilemeyeceği görülmektedir. lamsal karşılığın “akıl” ve “can” kavramlarının karı-
Felsefe tarihinde, ruhla ilgili tartışmalar genel- şımı olduğu düşünülebilir. Zira Platon felsefesinde
likle birkaç konu etrafında şekillenmiştir: Ruh ve “psuche”, yalnızca insanların değil, bitki ve hayvan-
beden farklı iki varlık mıdır? Eğer farklı varlıklar ların da sahip olduğu bir şeydir.

115
Sistematik Dönem I: Platon

Platon’a göre ruh, her ne kadar bütüncül bir


şekilde görünüyorsa da, parçalı bir yapıya sahip-
Platon’un “psuche” kavramı, her ne kadar
tir. Başka bir deyişle, işleyiş itibariyle bakıldığında
modern Avrupa dillerinin çoğuna “ruh”
ruhun kendi içerisinde parçalardan oluştuğu görü-
anlamında geçmiş ise de, “psuche” kavra-
lecektir. Bu parçalar Platon’a göre üç tanedir: Sağ-
mını “can”, “akıl” ve “ruh” kavramlarının
duyu (reason), öz (spirit) ve iştah (appetite) (Preus,
kesişimi olarak düşünmek daha isabetli
2007, s. 227). Bu parçaların her biri ruhun farklı
olacaktır.
şekillerde işlemesini sağlar. İlerleyen yüzyıllarda
akıl, mantık, vicdan ve sağduyu gibi kavramlarla
Platon’un düalizmi, ister istemez onu şu soru- ruhun çok daha çeşitli ve farklı parçalara sahip ol-
ya da yanıt vermeye zorlamaktadır: Ruh ve beden duğunun iddia edildiğini, hatta Sigmund Freud ve
farklı iki varlıksa, bu ikisi arasında nasıl bir ilişki Jacques Lacan gibi psikanalistlerin eserlerinde bu
söz konusudur? Başka türlü sorarsak: Ruh ve be- parçaların birbiriyle çatıştığının iddia edildiğini
den birbirini etkileyebilir mi? Platon’a göre ruh ve görüyoruz. Burada, ruhun parçalı bir mahiyet arz
beden birbirini etkiler. Bedenin ruhu etkilediği id- ettiği görüşünün Platon’a gidecek kadar eski oldu-
diasına en kolay gözlemlerle ulaşılabilir. Bu neden- ğunu tespit etmek önemlidir.
le Platon felsefesinde bedenin ruh üzerinde etkili
olduğuna dair iddiayla karşılaşmak, beklenen bir
durumdur. Ancak Platon düşüncesini çarpıcı kı-
lan, ruhun beden üzerinde etkili olduğunu iddia dikkat
etmesidir. Platon’a göre ruh, beden üzerinde etkiye “Platonik düalizm”, birbirinin zıttı olan özellikle-
sahiptir. Platon’un bu düşüncesini modern bilimin rin bir araya gelerek bir bütünlük oluşturabilece-
verileri ışığında şöyle örneklendirebiliriz: Âşık ol- ğini iddia eden “diyalektik” kavramı ile yakından
duğumuz insanı gördüğümüzde heyecanlanırız. ilişkilidir.
Heyecan anında vücudumuzda adrenalin salgılanır.
Böylece ruh halimizdeki bir değişiklik (heyecanlan-
ma), bedenimiz üzerinde bir değişikliğe (kandaki Ruhun ölümsüz olduğu ve bir bedenden başka
adrenalin miktarında artışa) yol açmış olur. Böyle- bir bedene geçtiği düşüncesini Pythagoras ortaya at-
ce Platon düşüncesinde ruhun bedenden mahiyet mıştır. Platon bu düşünceyi daha ileri götürmüş ve
itibariyle farklı, bağımsız bir varlık olmakla kalma- kimlik, hayatta kalma, dirilme ve ruhun bedenden
yıp, bedeni etkisi altına alabilen bir varlık olduğu ayrılması fikirlerini geliştirmiştir. Hatta Platon’a
iddiası ortaya çıkmaktadır. göre ruh, bir bedenden ayrıldıktan sonra insan be-
denlerine yerleşebileceği gibi, insan harici bedenlere
de yerleşebilir. Platon’un Gorgias, Phaedo, Devlet ve
Phaedrus eserlerinde bahsettiği mitolojik anlatılara
dikkat bakıldığında, insan ruhunun belirli bedenlerde var
Platon düşüncesinde vurgulanmış olan ve modern olmasının öncesinde ve o bedenler yok olduktan
psikoloji ve psikanaliz tarafından da iddia edilen sonra da varlığını koruduğunu görüyoruz. Dola-
konulardan biri, ruhun beden üzerinde etkili ol- yısıyla Platon’un ruh ile ilgili düşüncesinde örtülü
duğu görüşüdür. Yani ruhla beden arasındaki iliş- bir şekilde şu varsayım hâkimdir: Ruhun belirli bir
ki tek yönlü değildir: Beden ruhu etkilediği kadar zamanda belirli bir bedende yerleşik olması, onun
ruh da bedeni etkiler. bu bedenden önce ve sonra da var olmayı sürdürdü-
ğünü düşünmemize engel olmamalıdır.

116
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı

4 Platon felsefesinde ruh kavramının nasıl tanımlandığını öğrenme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Modern bilim, ruhu beynin


ve vücudun fonksiyonları-
nın bileşkesi olarak görür.
Buna göre beyin ve vücut
Platon’un Phaedrus adlı di- Ruhun maddi veya manevi
olmadan ruh hakkında göz-
yalogunu okumak onun bir varlık olarak tanımlan-
lemler yapamayız. Platon
ruh kuramını anlamak için masının psikoloji bilimi
düşüncesinde tanımlanan
iyi bir başlangıç yapmanıza açısından önemi nedir?
ruhun, modern bilim tara-
katkı sağlayabilir. Tartışınız.
fından tanımlanan bu ruh
tanımlamasıyla hangi ana
noktalarda benzeştiğini ve
ayrıştığını irdeleyiniz.

PLATON’UN AHLÂK ANLAYIŞI Meselâ içerisinde öldürme olan veya bir başka in-
Platon’un ahlâk anlayışı, onun bir dizi kavra- sana zarar verecek olan bir eylemin, yalnızca eylem
ma nasıl başvurduğuna ve bu kavramları birbiri ile şekli nedeniyle kötü olduğunu söyleyemeyiz. Eyle-
nasıl ilişkilendirdiğine bakarak anlaşılabilir. Bun- min iyi ya da kötü olduğunu ayırt etmenin yolu,
lar, erdem, hedonizm (hazcılık), mutluluk, iyi-kötü eylemle amaçlanan şeyin erdem olup olmadığına
ve eylem kavramlarıdır. Şimdi bu kavramların her bakmaktan geçer (Vasiliou, 2008, s. 22-27). Bu
birinin Platon’un eserlerinde nasıl yer aldığına ba- şekilde Platon, erdeme eylemler üstü bir konum
karak, onun ahlâk anlayışını bütüncül bir şekilde verir. Laches adlı diyalogda Platon (yine Sokrates
anlamaya çalışalım. vasıtasıyla), cesaretin göstergesi olarak salt eylem-
lere bakmamak gerektiğini, cesaretin eylemlerin
ötesinde konumlandığını söylerken de bu görüşüy-
le tutarlıdır. Örneğin, cepheden kaçmanın cesaret-
Platon felsefesinde erdemin farklı görü-
sizlik göstergesi olduğuna doğrudan hükmetmek
nümleri vardır: Cesaret, ölçülülük, bilge-
için bir neden olmadığını; eğer savaş taktiği gereği
lik, dindarlık ve adalet.
bu yapıldıysa, savaşı kazanmayı amaçlayan kişinin,
bu amaca ulaşmak için cepheyi terk etmiş olması
halinde, cesaret biçiminde kendisini gösteren er-
İlkin “erdem” kavramı ile başlayalım. Platon, demin başka bir yerde aranması gerektiğini söyler
Sokratik diyaloglarında erdemin bir kaç farklı çe- (bu diyalog, Cairns’in derlemesinden alınmıştır
şidinden söz eder: Cesaret, ölçülülük, dindarlık, (1980, s. 123-144)). Aynı diyaloglarda, cesaretin
bilgelik ve adalet. Platon’un diyaloglarında bu er- bir tür bilgelik de olduğu açıkça dile getirilir. Diğer
demler farklı yerlerde karşımıza çıkar. Örneğin yandan, bilgeliğin iyi ya da kötü insan olma ko-
Laches’te cesaret ve bilgelik, Charmides’te ölçülülük nusunda ayırt edici bir vasıf olarak tanımlandığı-
ve bilgelik, Euthyphro’da dindarlık ve adalet kav- nı da Laches’te görebiliyoruz. Platon’un erdemlilik
ramları ile ilgili tanımlamalar ve argümanlar yer göstergesi olarak tanımladığı bir diğer özelliğin öl-
alır (Irwin, 1995, s. 31). Platon’a göre, erdem tüm çülülük olduğunu yukarıda belirtmiştik. Platon’un
eylemlerin yegâne amacı olmalıdır. Başka türlü ölçülülük ile ilgili felsefesini en açık haliyle Char-
söylersek erdem, eylemin kendisine içkin değildir.

117
Sistematik Dönem I: Platon

mides adlı diyalogunda görürüz. Bu eserde Sokrates rol oynar. Hazzın peşinden giden ruh, bu nedenle
ile Charmides arasında bir diyalog söz konusudur. bedene bağlıdır. Bu düşünceyi şöyle açıklayabiliriz:
Sokrates Charmides’e, eylemlerin niteliklerinden Hazzın nihaî olarak gerçekleştiği yer ruhtur ancak
bağımsız bir ölçülülük tarifi yapar (bu diyalog için hazzın ortaya çıkabilmesi için maddi koşullar ge-
bkz. Cairns, 1980, s. 99-122)). Örneğin hızlı ol- reklidir. Beden (soma), bu maddi koşulları sağlayan
mak ya da yavaş davranmak, sesli ya da sessiz ol- yerdir ve bu nedenle ruh, haz için bedene bağlıdır.
mak başlı başına bir ölçülülük göstergesi değildir. Öte yandan akıl (nous), haz isteği ile bir tür çatışma
Ölçülülük, eylemlerin bağlama uygunluğunu sağ- yaşar (Preus, 2007, s. 130). Platon’un hedonist ol-
layan ve eylemlerden bağımsız bir özelliktir. Bu şe- duğunu (yani tüm eylem ve ahlâki ilkelerin ardın-
kilde bakıldığında Platon’un ölçülü olmak ile ilgili da bir tür haz arayışı vardır dediğini) iddia etmek
söyledikleri, genel olarak erdemli olmak ile ilgili doğru olmaz. Platon genel olarak hazzın önemli
söylediklerine benzer. Platon’un erdemlilik göster- bir motivasyon aracı olduğunu kabul etmektedir.
gesi olarak ortaya koyduğu diğer iki kavram din- Fakat hazzın her zaman ve her yerde yegâne veya
darlık ve adalettir. Bu iki kavram, Euthyphro adlı en büyük motivasyon kaynağı olduğu/olması ge-
diyalogda tartışılır (bu diyalog için de bkz. Cairns, rektiği yönündeki bir iddiayı Platon’un diyalogla-
1980, s. 169-185). Bu diyalogda Euthyphro adlı rında bulamayız. Platon, hazzı bir varlık veya olay
figür, babasını mahkemeye şikâyet etmiştir. Zira olmaktan ziyade bir tür “süreç” olarak görür. Öte
babası, tarlalarında çalışan bir işçiyi öldürmüştür. yandan Philebus adlı eserinde Platon, iyi şeyler ara-
Burada Sokrates ile Euthyphro arasındaki diyalog- sında hiyerarşik bir sıralama yaparken hazza en son
da, “kutsal” kavramı bir form olarak tanımlanır. sırayı verir. Bu hiyerarşik şemaya göre ilk sırada öl-
Bu form, kutsal olanla kutsal olamayanı birbirin- çülülük, ikinci sırada güzellik, üçüncü sırada akıl,
den ayırt eder. Buradaki erdem, “adalet” ve “kutsal” dördüncü sırada bilgi ve beşinci sırada haz gelir.
formlarında gizlidir. Dolayısıyla, yine Platon’un
genel felsefesine uygun bir şekilde, bu diyalogda
Euthyphro’nun babasını mahkemeye şikâyet etme İnsan eylemlerinin nihai amacı nedir?
eylemi değil, bu şikâyet eyleminin ötesinde tanımlı İnsan neden eyler? Bu sorulara “insan
ve mevcut olan “kutsal” ve “adalet” kavramları er- eninde sonunda, haz duymak için eyler”
demli olmanın alameti olarak gösterilir. diye cevap verenler, “hedonist” olarak ta-
nımlanırlar. Platon, akıl ile (haz isteyen)
ruh arasında zaman zaman çatışmalar
Platon’a göre erdemli olmanın ölçütü yaşanabileceğini söyler. Bu düşüncesine,
yalnızca ve başlı başına eylemler olamaz. Platon’un hazza ikincil konumu verdiği
Eylemlerin arkasındaki kişisel veya top- gerçeğini de eklersek, Platon’un bir “he-
lumsal sâikler, o eylemlerin erdemli olup donist” olduğunu iddia etmek zordur.
olmadığını belirler.

Platon’un ahlâk anlayışı ile ilgili tespitler ya-


Platon’un ahlâk anlayışını ortaya koymak için parken üzerinde durmamız gereken bir diğer konu
söz edilmesi gereken bir başka kavram “hedonizm” “iyi ve kötü” kavramlarıdır. Platon’un iyi ve kötü
ve onunla ilişki içerisinde olan “mutluluk” kavram- ile ilgili düşüncelerinin (özellikle “iyi” hakkındaki
larıdır. Öncelikle hedonizm kavramının genel ka- düşüncelerinin) en açık biçimde görüldüğü eseri
bul görmüş anlamını ortaya koyalım. Hedonizm, Devlet’tir. Her ne kadar Devlet adlı eserinde ada-
eylemlerin nihaî amacının haz duymak olduğunu let kavramını işlemeyi vadediyor olsa da, Platon’a
söyler. Bu haz, doğrudan eylemin kendisinden göre, adalet kavramı başta olmak üzere hemen tüm
kaynaklanabileceği gibi, eylemle birlikte belirli bir kavramları anlamak için öncelikle “iyi” kavramını
amaca ulaşma neticesinde de hâsıl olabilir (Pro- anlamak şarttır (White, 2006, s. 356). Bu yalnızca
udfoot ve Lacey, 2010, s. 163). Philebus adlı di- kuramsal bir beklenti değildir çünkü Platon’a göre
yalogunda Platon, Sokrates karakteri aracılığıyla şu devleti yönetenlerin tam anlamıyla liyâkat sahibi
düşünceyi savunur: Haz isteği, ruh (psuche), beden olması için “iyi” kavramını tam anlamıyla öğren-
(soma) ve akıl (nous) arasındaki ilişkide önemli bir miş ve içselleştirmiş olmaları gerekir.

118
İlkçağ Felsefesi

Platon, genel olarak kavramlara bir sözlük dünyasına göre eksikliklerle dolu ise de, temelde
veya ansiklopedi maddesi yazıyormuş gibi tanım- varlıklar formlara yaklaştıkları ölçüde iyilik sıfatı-
lar vermek yerine, kavramları çeşitli açılardan ele na sahip olacaklardır (White, 2006, s. 364).
alan tartışmalar yapar ve okuyucunun zihninde Platon’un iyilik anlayışını ortaya koyduktan
bir tanım oluşmasını sağlar. Onun bu tarzının iyi- sonra, onun kötülük ile ilgili düşüncelerini anla-
lik ve kötülük kavramları için de geçerli olduğunu mak kolaylaşır. Zira onun kötülük anlayışı, iyilik
söyleyebiliriz. Burada, onun Devlet adlı eserinde anlayışına benzer bir felsefi yaklaşımla tanımına
yaptığı tartışmalara bakarak iyilik ve kötülük kav- kavuşur. Platon düşüncesinde kötülük (kakia),
ramlarını nasıl tanımladığını görebiliriz. Platon “iyiliğin olmaması” veya eksik olması ile tanımla-
Devlet adlı eserinde “ideal” bir devleti tanımla- nır. Diğer yandan Platon’un “formlar” nazariyesi
maya koyulur. İdeal bir devlet, iyi bir devlettir. açısından baktığımızda, kötülüğün yalnızca bir
Haliyle, devleti yönetenler de iyi insanlardır. Peki, eksiklik veya “nâmevcudiyet” (var olmama hali)
“iyi devlet” ve dolayısıyla “iyi insan” ne demek- olarak tanımlanması doğru mudur? Zira her şeyin
tir? Platon’a göre, iyi bir devlet şu dört vasıfla ku- olduğu gibi kötülüğün de bir formu olmalıdır. Yani
rulmuştur: Bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet. idealar dünyasında “kötü” de tanımlı olmalıdır. Bu
Tıpkı ideal devlet gibi, onu yöneten insanlar da konu, Platon üzerine çalışan felsefeciler arasında
bu dört vasfı taşır ve bu nedenle “iyi” olarak ta- tartışmalıdır. Hatırlayalım: Formlar (idealar), algı-
nımlanırlar. Platon, bu dört sıfatın yanı sıra iyiliğe larımıza konu olan dünyadan bağımsız ve o dünya-
bir takım işlevsel özellikler de atfeder: İyi bir dev- nın ötesinde varlıklardır. Dolayısıyla bir nevi nes-
let istikrarlı, tutarlı ve bütüncül olmalıdır. Yine nel varlıklardır. Bu durumda Platon düşüncesinde
iyi bir devlet, ihtiyaçları karşılama yeterliliğine kötülüğün bir form olarak yer almasını bekleyebi-
sahip olmalıdır. Platon, devlete yüklediği bu iş- liriz. Oysa bu şekilde doğrudan bir kötülük tanımı
levsel iyilikleri, insanların iyi olmasının da koşulu Platon’un eserlerinde karşımıza çıkmaz. Yani Pla-
olarak aynen öne sürer. Yani iyi insanlar da istik- ton, kötülüğü bir form (idea) olarak tartışmaların-
rarlı, tutarlı ve bütüncül olmalı, ihtiyaçları kar- da veya diyaloglarında ele almaz. Her ne kadar bazı
şılama yeterliliğine sahip olmalıdır. Platon’un bu eserlerinde kötülüğe dair “nesnel” algılamaların
işlevsel iyilik tanımı, onun kötülük tanımının da olduğundan söz etse de (White, 2006, s. 366), kö-
ipuçlarını vermektedir aslında: Site devletini bir tülük son kertede Platon felsefesinde iyiliğin olma-
arada tutmak yerine onu parçalara ayıran, böylece ması veya eksik olması olarak tanım kazanır.
işlevlerini bozan bir şeyden daha kötü ne olabi-
lir? (White, 2006, s. 360-361). Devlet’te Platon,
Sokrates ile Glaukon adlı karakterler arasında bir
diyalog kurar. Diyalogun bir kısmında Glaukon dikkat
Sokrates’e “iyi”nin ne olduğunu sorar. Sokrates Platon’un “iyi” ve “kötü” kavramlarını en iyi şe-
cevaben, güneş benzetmesine başvurur: “Görü- kilde ortaya koyan eseri Devlet’tir. Aslında Devlet
nen dünyada, göz ve görünen nesneler için güneş adlı eseri “adalet” kavramını ele alır fakat Platon’a
neyse, kavranan dünyada da iyi, düşünce ve düşü- göre, adalet kavramı da eninde sonunda “iyi” kav-
nülen şeyler için odur” (Eflâtun [Platon], 1975, s. ramı ile ilişkilidir.
195). Nasıl ki güneş olmadan gören göz ve görü-
len eşya birbirine kavuşamaz ise, aynı şekilde bir
Son olarak Platon felsefesinde “iyilik” kavramı-
form şeklindeki “iyi” olmadan da iyi eylemler ve
nı anlamaya çalışırken onun “mutluluk” ve “eylem”
iyi olma vasfı ortaya çıkmaz. Platon, bir form ola-
kavramlarına atfettiği öneme de kısaca değinmek
rak iyiliği bu şekilde tanımlar ama onu işlevsel bir
yerinde olur. Platon’a göre, iyilik, eninde sonunda
çerçeveye de yerleştirir. Bu tanımlama, onun diğer
insana mutluluk getirir. Bu tespiti anlamaya çalışır-
eserlerinde ve farklı bağlamlarda da karşımıza çı-
ken Platon’un hedonizme (yani eylemlerin nihai he-
kar. Örneğin Timaeus adlı eserinde fiziksel dün-
definin haz olduğu düşüncesine) yakın olduğunu
yanın nedensellik içerisinde var olduğunu, dola-
söylemediğimizi burada bir kez daha hatırlamamız
yısıyla bu dünyanın iyiliklerini görebilmek için
gerek. Platon düşüncesinde iyilik, soyut ve yaşamın
nedensellikleri anlamaya çalışmanın gerekli oldu-
dışında bir şey değil, tam tersine hayatın içerisinde
ğunu söyler. Her ne kadar fiziksel dünya formlar
yer alan ve insan eylemleriyle birlikte açığa çıkan

119
Sistematik Dönem I: Platon

bir şeydir. Böylece oldukça sosyal bir iyilik tanımlaması ile


karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Örneğin yönetici-
lerin iyilikleri, kendi mutluluklarını doğuracağı gibi şehrin dikkat
(devletin) de mutluluğunu doğurur. Ancak, Platon’a göre, Platon’un “iyilik” kavramı, soyut ve kendi
eğer yöneticinin mutluluğu ile devletin mutluluğu arasında içerisinde bir “iyilik” tanımından uzaktır.
bir çatışma söz konusu ise, devletin mutluluğuna öncelik ve- İyilik, eylemlerle ve sosyal ilişkiler içerisin-
rilmesi gerekir. Kısacası, eyleme dönüşmemiş (yani sosyal bir de açığa çıkar.
zemine ulaşmamış), yalnızca felsefi tartışmalar içerisine sıkış-
mış bir iyilik tanımlamasının, Platon felsefesinde yeri yoktur.

Öğrenme Çıktısı

5 Platon’un ahlâkı nasıl tanımladığını ve ahlâka ne tür işlevler yüklediğini öğrenme

Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Platon’un iyilik hakkındaki


“Ameller niyetlere göredir” görüşleri ile ilgili daha ay- Sizce bir insanın, toplumsal
hadisi ile Platon’un iyi- rıntılı bilgi edinmek istiyor- işbölümünde üstlendiği gö-
kötü ve eylem kavramları sanız Türkçe’de farklı yayı- revleri yerine getirirken haz
arasında kurduğu ilişkiyi nevleri tarafından çevrilmiş alması bir tür “hedonizm”
karşılaştırınız. olan Platon’un Devlet adlı olarak kabul edilebilir mi?
eserini inceleyebilirsiniz.

PLATON’UN ESTETİK İLE İLGİLİ Platon’a göre, ölçü, iyiliğin ve güzelliğin temeli-
GÖRÜŞLERİ dir. İyi ya da güzel bir şey yapmak isteyen zanaatkâr,
daha en baştan neyi nasıl, hangi ölçülere ve hangi
Platon’un estetik ile ilgili görüşlerini derli top-
oranlara göre yapacağına karar verir. Zanaat ürü-
lu bir şekilde ifade eden yegâne eseri yoktur. Başka
nü olan şey ortaya çıktığında, zanaatkâr en baştan
bir deyişle onun estetik hakkındaki görüşleri, eser-
koyduğu ölçülere ne derecede uyduğuna bakar,
leri arasında dağınık halde bulunur. Yine de, onu
böylece hedefine ne kadar ulaştığına karar verir. Bu
“felsefî estetik görüşünün büyük kurucusu” ola-
ilke, edebî ürünler (şiir, resim…) kadar el sanatları
rak gösterenler için bu önemli bir sorun sayılmaz.
ürünleri için de geçerlidir. Burada sanatsal olan şey,
Özellikle şu eserlerinde Platon’un estetik hakkında-
ölçüleri tutturabilmek, daha doğrusu uygun ölçüle-
ki görüşlerinin özünü bulmak mümkün: Politicus,
ri uygulayabilmektir.
Devlet, Sofist, Yasalar, Ion, Phaedrus ve Symposium.
Bu eserlerinde Platon’un estetik ile ilgili felsefesi, şu
esaslar üzerinde ve temalar etrafında şekillenir:
• Temelinde “ölçü” (veya “ölçüm”) olan zana- dikkat
at (techne), Platon felsefesinde “ölçü” çok önemli bir yere sa-
• Taklide dayalı olan sanat (mimesis), hiptir. Nasıl ki “erdemli” bir insan “ölçülü” insan
• Şiirsel yaratıcılığın temel şartı olarak görü- demekse; ve nasıl ki “adil yönetici” ölçülü bir in-
len coşku, san ise, zanaatkâr kişiler de ölçülerle çalışan, ölçü-
leri uygulayan insanlardır.
• Erotik delilik ve bunun güzellikle ilişkisi
(Hofstadter ve Kuhns, 1976, s. 3).

120
İlkçağ Felsefesi

Platon felsefesinde, taklide dayalı sanat (mime- kurar. Böylece şair, duyulara konu olan dünyanın
sis) için de ölçü son derece önemli bir ilkedir. Yalnız içerisinden yazıyor olmakla birlikte bu dünyanın
burada Platon’un taklit (mimesis) kavramını çok ötesine geçerek, bir tür meczupluk hâli içerisinde,
geniş anlamda kullandığını bilmeliyiz. Ona göre, kutsal alandan ilham alarak şiirini yazar. Platon’a
en yüksek düzeyde sanatsal icra, kutsal icracı (De- göre, şiir yalnızca biçimsel ölçüleri yerine getirerek
miurgos) tarafından ortaya konandır. Zira kutsal bir zanaat icra etmek şeklinde görülemez. İçerisin-
sanat icracısı, evreni ve tüm varlığı, “ideaların” veya de kutsal alana ait şeyler de barındırdığı için bu
“değişmez formların” taklidi olarak meydana getir- sanat şekli techneden farklıdır. Şiirsel delilik, ne
miştir. Görüldüğü gibi burada da Platon, idealara basitçe kelime ve gramer üzerindeki ustalık, ne
(formlara) yüce bir yer ayırmaktadır. Platon, esasen de bunun ötesinde ilahî yaratıcılıktır. Her ikisinin
buradaki düşünce yolunu, diğer tasarlama ve uy- arasında bir yerde bulunmaktadır (Hofstadter ve
gulama biçimleri için de kullanır. Örneğin devlet Kuhns, 1976, s. 4).
adamı, toplumu adalet, iyilik, cesaret, ölçülülük Platon, şiirsel deliliğin dört farklı delilikten
ve güzellikle oluşturmaya bakar. Bu ilkelere sahip yalnızca biri olduğunu söyler. Diğer üçü kehânet,
olduğu ölçüde, bir tür mimesis icra eder, yani form- meczubiyet ve erotik deliliktir. Şiirsel delilik insa-
ların toplumsal yaşamda görünür olmasına katkıda nı tanrılarla ilişki içerisine sokar. Âşık, sevgilisine
bulunmuş olur. Devlet adamı, insanî yaratıcılığın kavuşma arzusu ile yanıp tutuştuğunda, bu durum
en yüce olanına sahip olduğu için, onun taklide onu bir hâl içerisine sokar ki bu hâl, tanrıların bu-
dayalı sanatı da diğer sanatçı insanlardan daha yü- lunduğu alanın güzelliğiyle bezenmiştir. Platon, her
cedir. Devlet adamı, Platon felsefesinde toplumun hâlükârda yaratıcılığın ardında bir taklit olduğunu
kurulmasını, yasa koyarak ve bir tür sistem gelişti- söyler. Ancak tanrıların ve formların (ideaların) işin
rerek, erdem, adalet, ölçülülük ve güzellik gibi de- içerisine karıştığı durumlarda bu taklitlerin estetik
ğerleri görünür kılan kişidir (Hofstadter ve Kuhns, değerinin daha yüksek olduğunu söyler.
1976, s. 3-6). Platon’a göre, tüm tasarlayıcı ve ya-
ratıcı eylemler sanatsaldır ancak kutsal sanatçı (De-
miurgos) haricindeki yaratıcılar, yani plastik sanat
icracıları, taklit ettikleri şeyin (formların) gerçek dikkat
mahiyetini bilmeyebilir. Platon, edebî sanatların Platon, sanatı özerk ve bağımsız bir alan olarak
ideaların görünür kılınmasına benzer bir yaratıcı görmez. Sanatı değerli kılan şey, yarattığı nesne-
eyleme dönüşmesi konusunda eğitici filozoflara lerdir. Platon, işe yaramayan, yeni nesilleri sağlıklı
(öğretmenlere) önemli bir rol biçer. ve düzgün bireyler olarak yetiştirmeyen bir sanatı
olumlamaz.

Demiurgos, Platon felsefesinde “tanrı” Platon, modern zamanlardakinin aksine, sanatı


benzeri bir valıktır. Ancak, bu kavramın, özerk ve bağımsız bir alan olarak görmez (Janaway,
örneğin İslam’ın veya Hıristiyanlığın tanrı 2006, s.388). Ona göre, sanat, bir şeyler (temsil-
anlayışı ile büyük farklılıklar gösterdiğini ler) oluşturmanın bir aracıdır ve kendi içerisinde
unutmamalıyız. İslam ve Hıristiyanlıktaki bir değer taşımaktan çok, oluşturduğu şeylerin
tanrı anlayışının aksine Demiurgos, evre- değeriyle ölçülür. Platon’a göre, yaratıcı ve üreti-
ni yoktan var eden biri değildir: Zaten var ci sanat, bir site devletinde yeni nesilleri sağlıklı,
olan varlığı ölçülülük içerisinde bir düze- uyumlu ve akla uygun biçimde yaşamaya teşvik
ne oturtandır Demiurgos. etmenin yollarını aramalıdır. Buradan anlaşılaca-
ğı gibi Platon sanata açıkça eğitsel bir işlev yük-
lemektedir. Sanatın bu eğitsel işlevi, gerek içerik
Platon her ne kadar insanî yaratıcılığın en gerekse biçim bakımından bazı (yasal) düzenleme-
yüksek düzeyini devlet adamının tasarım ve uy- leri de beraberinde getirir. Düzenlemeler olmadan
gulamalarında görse de, techne’den farklı olan sanat, insan ruhuna, akla ve iyiliğe uyumlu bir
bir yaratıcılık türünden daha söz eder. Bu, yine nitelik gösteremez. Platon’un sanata verdiği bu iş-
insana özgü olan, şairane yaratıcılıktır. Şair, sıra- levsel pozisyonu, onun mimesis hakkındaki şu gö-
dan bilginin ötesine geçerek kutsal şeylerle temas rüşleriyle birlikte ele almak gerekir: Platon’a göre,

121
Sistematik Dönem I: Platon

phantastike, bir şeyin hakiki varlığının değil görünümünün temsilini üretmektir. Örneğin bir yatak resmi
çizen biri gerçek yatağı değil yatağın belirli bir görünümünü taklitle üretmiş olur. Buradan hareketle
mimesis vasıtasıyla üretim (taklit) yapmayı, formlar ile şu şekilde irtibatlandırdığını görebiliriz: Taklit
yoluyla üretilen nesne (yani mimesisin nesnesi), Platon’un
nesneler arasında öngördüğü hiyerarşik düzende en alt-
Platon, varlık türlerini bir tür ontolojik ta yer alır. Yatak örneğini ele alırsak: Bu hiyerarşide en
basamak üzerine yerleştirdikten sonra, bu üstte “yatak formu”, ikinci sırada “yatak” ve üçüncü sıra-
türlerin yaratıcıları arasında da bir hiye- da “yatak resmi” yer alır (Janawaay, 2006, s.392). Buna
rarşi kurar: En üstte formlar ve formların uygun olarak Platon, bu üçünün var edicisi arasında da
yaratıcıları; ortada duyularımıza konu bir hiyerarşi öngörür: En üst düzeyde “yatak formunun
olan nesneler ve onların var edicileri; en
var edicisi”, ikinci düzeyde “yatağın var edicisi” ve üçüncü
altta ise nesnelerin imajları ve bu imajların
düzeyde “yatak resminin var edicisi” yer alır.
var edicileri yer alır.

Öğrenme Çıktısı
6 Platon’a özgü sanat, ölçüm, taklit ve zanaat kavramları aracılığıyla onun sanat ve estetik
yaklaşımını öğrenme

Araştır 6 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Yeni üretilecek bir oto- Platon’un sanata dair görüş-


mobilin dış görünümünü lerini farklı isimler ile karşı-
tasarlayan bir endüstri mü- laştırmalı olarak ele alan bir
Platon’un “techne” kavra-
hendisi ve bir kütüphane- çalışma için Soykan, Ö. N.
mı ile bugünkü “teknoloji”
nin önüne konacak olan bir (2012). Sanatın Neliği – Sa-
kavramı arasında nasıl bir
büstü yapan bir heykeltıraş natçının Kimliği Sorunu.
ilişki kurulabilir? Anlatınız.
düşünün. Bu ikisinin “este- İstanbul Üniversitesi Felsefe
tik” ile olan ilişkileri hangi Arkivi Dergisi, sayı 30 adlı
noktada farklılaşır? makaleye bakınız.

PLATON’UN SİYASET HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ


Platon’un siyaset ile ilgili görüşlerini ihtiva eden başlıca üç eseri vardır: Devlet (ideal devlet), Devlet Ada-
mı (Politicus) ve Yasalar (Nomoi). Bu üç eserde serdettiği siyaset felsefesinin ayrıntılarına geçmeden önce,
Platon’un siyasetle ilgisinin kaynağından ve onun siyaset felsefesinin ardındaki ideal toplum tahayyülün-
den söz etmek yararlı olacaktır: Platon, Atina Aristokrasisi içerisinde önemli bir yere sahiptir. Temelde
siyaset ile ilgili görüşleri, sorunsuz işleyen, adil ve erdemli
bir toplumun kurulmasına dairdir. Platon, Aristokratik yö-
netimin hâkim olduğu bir toplumu savunur. Böyle bir top- Platon’un siyaset ile ilgili görüşlerinin
lum, ideal düzeyde “felsefeciler” tarafından yönetilir. Yani önemli bir kısmı onun şu üç eserinde or-
“filozof-kral”, Platon’un ideal toplumunun hem kurulma- taya konmaktadır: Devlet, Devlet Adamı
sında hem de yönetilmesinde önemli bir figürdür. Böyle bir (Politicus) ve Yasalar (Nomoi).
devlet, koruyucu sınıf tarafından korunur ve zanaatkârlar,
yani özgür yurttaşlar bu hiyerarşinin altında yer alır (Frolov,
386).

122
İlkçağ Felsefesi

Platon’un siyaset felsefesini, devletin ve toplu- lar arasında çizdiği ayrım keskin çizgilere dayanır
mun kuruluşu ile ilgili olarak öne sürdüğü ilkeler- ve hiçbir sınıf diğerinin işine karışmaz. Diğer yan-
de aramak doğru olacaktır. İdeal devletin kuruluş dan Platon’un siyasi görüşlerinde, savunma sınıfı
ilkeleri hakkındaki görüşleri, Platon’un Devlet adlı yalnızca savaşma, savunma, öldürme gibi işlerle
eserinde yer alır. Aşağıda ayrıntıları verilen diğer uğraşmaz; entelektüel yönlerini de geliştirir ve bu
görüşleri ise büyük oranda Devlet Adamı ve Yasa- yönleriyle de toplumun kuruluşuna destek olurlar.
lar adlı eserlerinde serdedilmiştir. Her şeyden önce, Platon’un bu işbölümü bir tür kast sistemi olarak
devlet ve toplum kurmak, siyasi olduğu kadar etik anlaşılmamalıdır. Tam tersine Platon, örneğin asker
bir konudur da. Dolayısıyla, idealist felsefenin de sınıfından birilerinin, uygun özellikler taşımak ve
gereği olarak siyaset Platon düşüncesinde etikten belirli eğitimlerden geçmek kaydıyla, otuz yaşından
bağımsız olamaz. İyi tasarlanmış ve düzenlenmiş sonra yönetici sınıfına geçebileceğini (hatta geçmesi
bir devletin başında, erdem ve bilgelik sahibi bir gerektiğini) söyler (Ritter, 1933, s.324-325).
yönetici bulunur. Bu yönetici, sıradışı bilgeliği sa- Platon, kendi tanımladığı ideal devlet ve top-
yesinde, toplumun yararına olan şeyleri herkesten lum sistemini ortaya koyarken pek tabii ki bunun
daha fazla bilir. Elbette, bilgelik ve erdem konu- ideal bir sistem olduğunun farkındandır. Haliyle,
sunda onunla aynı seviyede olan başka kişiler de kendi zamanında var olan gerçek devlet ve toplum
olabilir. Ahlâk sahibi bu filozof-yöneticinin en sistemlerini de göz önünde bulundurur. Hatta ken-
büyük klavuzu, kendi özgür ve olgun vicdanıdır, di zamanının devlet sistemlerini inceleyerek, o dev-
ancak gerek duyduğunda, kendisi kadar erdemli let türlerindeki olumsuzlukları içermeyen bir ideal
ve bilge olan diğer kişilerle de görüş alış verişinde devlet biçimi tasarladığını da güvenle varsayabiliriz.
bulunabilir. Platon, devleti yönetmeye aday olabi- Zira Platon kendi zamanının devlet türlerini de in-
lecek diğer kişilerin de her zaman eğitimden geçiri- celeyerek, büyük eksiklikler ve yanlışlar içeren dört
lerek böyle bir görev için hazır hale getirilmelerinin farklı devlet türünü tanımlamıştır: Timokrasi, plü-
gerekliliğini vurgular. Bu eğitimin amacı, kişinin tokrasi, demokrasi ve tiranlık. Bu rejimlerin her bi-
kendisine olduğu kadar topluma da yararlı olacak rinde akıl, erdem, ahlâk, ölçülülük ve bilgelik gibi
bilginin, becerilerin ve erdemlerin aşılanmasıdır. ilkelerin yerine farklı ilkeler yönetim şeklini ve sü-
Böylece iyilik, siyasetin nihai amaçlarından biri recini belirler. Timokrasi, şeref ve görev ilkelerine
olarak tanımlanmış olur (Ritter, 1933, s.319-324). göre yönetilen devletlere işaret eder. Cömertlik ve
bol ikram sahibi olma gibi ilkelere sahip askeri yö-
netimler, bu türden devlet biçimine karşılık gelir.
Sparta, Platon zamanında bu timokrasi biçimindeki
dikkat yönetimin tipik örneğidir. Bir tür oligarşik yönetim
Platon’a göre devlet ve toplum kurmak, siyasi
çeşidi olan plütokrasi, ekonomik güce dayalı ayrıca-
olduğu kadar etik konulardır. İyi tasarlanmış bir
lıkları elinde bulunduran sınıfın yönetimde olduğu
devletin başında, “filozof-kral” yer alır. Filozof-
sistemlere işaret eder. Demokrasi özgürlük ve eşitlik
kralın liyakatini belirleyen en önemli şey ise aldığı
ilkeleri ile halkın oy kullanarak yönetime dâhil ol-
eğitimdir.
duğu, kuralların belirlenmesinde yer aldığı sistemdir
(Platon’un zamanındaki demokrasi ile büyük fark-
Devlet bu şekilde kurulduktan sonra, yönetim lılıklar gösterse de bugün en gelişmiş ve arzu edilen
önem kazanır. Platon’a göre, yönetebilmek için, politik sistem demokrasidir ancak Platon, eşitlik ve
öncelikle devletin yurttaşları belirli açılardan sınıf- özgürlük fikirlerini aydınlanmacı ve modern politik
landırması gerekir. En alt düzeydeki sınıf, el emeği felsefenin aksine kusur olarak kabul eder). Tiranlık,
ile üretimde bulunan ve belirli fiziksel ihtiyaçlara Platon’a göre, demokrasinin sonucunda toplumda
bu şekilde cevap veren insanlardır. Bu insan grubu, bozulma ve çürümenin meydana gelmesi; demok-
hacim itibariyle toplumun en geniş tabanını mey- ratik yönetimdeki özgürlüklerin bir tür yozlaşmaya
dana getirir. Bunun bir üzerinde koruyucu sınıf yer neden olması ile oluşan sistemdir. Toplumda kaos ve
alır. Bu sınıf, ideal toplumu-devleti korumakla ve kuralsızlık başgösterince, gücü bir şekilde eline geçi-
barışı egemen kılmakla görevlidir. Platon’un sınıf- ren tiran, büyük kötülükler işlemek zorunda kalır.

123
Sistematik Dönem I: Platon

Bu kötülüklerin neticesinde de mutla-


ka bir gün yok edilir. Platon, “Aristok-
“Platon’un beş devlet tanımlaması” şunları içerir: Timokrasi,
ratik” olarak isimlendirebileceğimiz ve
plütokrasi, demokrasi, tiranlık ve Aristokrasi. Platon, (demokra-
kendisi tarafından tanımlanan “ideal
si dâhil) diğer türlerin her birinin zayıf ve kötü yönlerini ortaya
devlet”i bu sistemlerin tamamının üze- koyarak iyi eğitim almış üst sınıf insanların yönetimini (Aristok-
rinde bir yere koyar. Aristokraside iyi rasiyi) ön plana çıkarır.
eğitilmiş, vasıflı insanların yönetimi
söz konusudur.

yaşamla ilişkilendir

Platon’un Devlet adlı eserinde, Sokrates ile - Binicilik yoluyle bir biniciyi ata binemez
Polemarkhos arasında, “kötülük”, “doğruluk” ve hale getirebilir miyiz?
“iyilik” ile ilgili diyalogdan bir bölüm: - Getiremeyiz.
- [Sokrates] Peki, atlara kötülük edersek, daha - Peki, doğrulukla da, doğru bir adamı doğ-
mı iyi olurlar, daha mı kötü? ruluktan ayıramayız, değil mi? Kötüleri de
- [Polemarkhos] Daha kötü. kötülük yoluyle iyi edebilir miyiz?
- At oldukları için mi kötü olurlar, yoksa kö- - Yoo, edemeyiz.
pek de olsalar farketmez mi? - Öyle ya, soğutmak sıcaklığın değil, soğuklu-
- At oldukları için. ğun işidir değil mi?
- Köpeklere edeceğimiz kötülük de, onları kö- - Evet.
pek olarak daha kötü eder, at olarak değil. - Islatmak da, kurunun değil, yaşın işidir?
- Öyle ya. - Şüphesiz.
- İnsanlara gelince dostum, onlara da kötülük - Kötülük etmek de, iyinin değil, kötünün işi
edilince, insanlık değerleri bakımından daha olabilir?
kötü olurlar diyebilir miyiz?
- Öyle.
- Şüphesiz.
- Ama, doğru olan adam iyidir değil mi?
- Peki, doğruluk insana özgü bir değer değil
- İyidir.
midir?
- Demek ki, Polemarkhos, ne dostuna, ne de
- Öyledir.
bir başkasına kötülük etmek, doğru adamın
- Öyleyse dostum, insanlara yapılan kötülük işi değildir, kötü adamın işidir.
onları doğruluktan uzaklaştırır.
- Her halde. Kaynak: Platon (2005). Devlet. Çev: Saraçoğlu,
- Peki, bir çalgıcıyı, müzik yoluyle, çalgıdan C. ve Atayman, V. İstanbul: Bordo Siyah Klasik
anlamaz bir hale getirebilir miyiz? Yayınları, sayfa 26.
- Hayır.

124
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı

7 Platon’un ideal devlet, yönetim ve toplumsal sınıf kavramlarını öğrenme

Araştır 7 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Platon’a göre ideal bir top-


lumda yurttaşlar arasında
işbölümü vardır. Yönetici Günümüzde siyaset ile etik
sınıfı, koruyucu sınıf ve üre- Platon’un demokrasiye arasında nasıl bir ilişki söz
tici sınıf, birbirinin işine ka- dair görüşlerini bir son- konusudur? Modern, de-
rışmaksızın, kendi görevle- raki bölümde yer verilen mokratik yönetim sistemle-
rini yerine getirir. Platon’un Aristoteles’in görüşleri ile rine sahip ülkelerde yöneti-
bu toplumsal sınıf anlayışı ilişkilendirmeye çalışarak cilerin halk tarafından iyi ya
ile, örneğin Hindistan’da daha iyi anlayabilirsiniz. da kötü olarak nitelendiril-
uygulanan “kast sistemi” mesinde neler etkilidir?
arasında temelde nasıl bir
fark vardır?

125
Sistematik Dönem I: Platon

1 Platon’un yaşamı hakkında bilgi


sahibi olma ve eserlerini tanıma
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Platon’un Hayatı ve Eserleri

Atina’da doğan Platon, milattan önce 427-347 yılları arasında yaşadı. Babası Ariston, annesi
Perictione’dur. Babası öldükten sonra annesi Pyrilampes adında biri ile evlendi. Üvey kardeşleri ve
kendisi dâhil Platon 6 çocuklu bir ailenin üyesiydi. Soylu bir aileye mensup olan Platon, Atina’nın
dışına çıkarak Mısır, İtalya ve Kuzey Afrika’yı dolaştı. Bu seyahatleri, felsefî düşüncelerinin şekillen-
mesinde etkili oldu.
Platon, Sokrates’in öğrencisi, Aristoteles’in ise öğretmenidir. Platon’un kurduğu Akademi adlı okul,
bilinen ilk yükseköğretim kurumudur. Matematik, felsefe, müzik ve diyalektik derslerinin verildiği
bu okulda pek çok öğrenci yetişmiştir. Akademi öğrencilerinin bugün en çok tanınanı Aristoteles’dir.
Platon’un yazdığı eserlerin tamamına yakını günümüze kadar ulaşmıştır. Kendisine atfedilen 30’dan
fazla eser vardır. Bu eserlerin de tamamına yakını diyaloglar şeklinde kaleme alınmıştır. En çok bilinen
eserleri Devlet, Yasalar ve Sokrates’in Savunması (Apology). Platon’un, hem Batı dünyasında hem de batı
dışı toplumlarda düşünce tarihi bakımından etkisi büyüktür. Platon’un eserlerinin önemli bir kısmı,
Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana Türkçe’ye de tercüme edilmiştir.

Platon’un varlık ve varoluş


2 hakkındaki düşüncelerini
öğrenme

Platon’un Varlık Anlayışı

Platon’un varlık anlayışının kavranabilmesi için “formlar” (idealar) kavramının anlaşılması elzemdir.
Form kavramı Platon’un eserlerinde “idea” ve “eidos” kavramlarının karşılığıdır. Platon’un birbiriyle
aynı anlamda kullandığı idea ve eidos kavramları, Yunanca “görmek” anlamına gelen “idein” kavramın-
dan türetilmiştir. Her ne kadar “görme” duyusu ile ilişkili bir kökene sahipse de Platon felsefesinde
“idea” (form), varlığın görülmeyen biçimine işaret eder. Başka türlü söylersek, “idealar” duyularımıza
konu olmayan ama yine de haklarında “bilgi” sahibi olabildiğimiz varlıklardır. Örneğin “ağaç” dendi-
ğinde, belirli bir ağaç kastediliyorsa bu duyularımıza konu olan bir varlıktır. Ancak, “ağaç” kavramını
diğer varlık türlerinden ayıran özellikleri, yani bir şeyi ağaç yapan temel özellikler, “formlar” dünyasın-
daki ağaca işaret eder. Böylece, Platon’a göre, her bir tekil varlığı kuşatan bir form mutlaka vardır ama
formlarla duyulara konu varlıklar aynı şey değildir.
Platon’un varlık anlayışında altı çizilmesi gereken konulardan biri varlığın tekliği-çokluğu konusudur.
Platon, o dönem felsefe paradigmasında önemli yer tutan ve Parmenides ve Zenon gibi felsefeciler ta-
rafından vurgulanan “varlığın tekil olamayacağı” konusunda düşüncelerini ortaya koymuştur. Platon’a
göre, varlık, parçaların diyalektik biçimde bir araya gelmesiyle oluşmuş bir bütünlüktür. Platon diyalek-
tiğe dayalı bu düşüncesini, Parmenides’in “varlık tektir” görüşü ile Zenon’un “varlık çok olsaydı, bir şe-
yin hem kendisi hem de başka bir şey olması gerekirdi” biçimindeki paradoksuna cevaben geliştirmiştir.
Platon’un ontolojik düşüncesinde önemli olan bir başka konu, “varlık” ile “var oluş” arasında gözet-
tiği ayrımdır. Platon’a göre maddi varlık, gerçek varlık değildir; “gerçek varlık” (to ontos on) formlar
dünyasındaki varlıklardır. Maddi varlıklar (ousia) ise görme, koklama, dokunma, tatma gibi araçlarla
temas kurduğumuz varlıklardır. Platon’a göre, “gerçek varlık”, maddi varlıktan (veya oluştan) ontolojik
olarak üstündür.

126
İlkçağ Felsefesi

Platon’un bilgi tanımlamasını ayırt etme


3 ve insan zihni ile bilgi arasında kurduğu
ilişkiye dair görüşlerini öğrenme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Platon’un epistemolojik görüşleri, onun ontolojik görüşleriyle
Platon’un Bilgi Anlayışı
yakından ilişkilidir. Platon “idealar dünyası” (yani gerçek var-
lıklar dünyası) hakkında öğrendiklerimize “bilgi” (episteme),
maddi dünya (ya da oluş) hakkında öğrendiklerimize “kanaat”
(doxa) adını verir. Platon’a göre, gerçek bilgi, yani episteme,
formlar dünyasına dair edindiğimiz bilgidir. Bu bilgi, en üst
düzey zihinsel faaliyetlerin ürünüdür. Duyularla hiçbir ilgisi
yoktur. Formlara dair bilgi (episteme) insan tarafından yoğru-
lamaz, eğilip bükülemez ve çarpıtılamaz. Zira bunlar verili bil-
gilerdir. Yani formlara dair bilgilerin oluşumunda insanın aktif
rolü yoktur. İnsan, formlara dair bilgileri üretememekle birlikte
o bilgileri kavrayabilir.
Öte yandan kanaatler (doxa), duyular vasıtasıyla, maddi dünya-
dan aldığımız uyarıların sonucunda oluşan bilgilerdir. Aslında
doxa, tam anlamıyla bilgi de sayılmaz. “Doxa insanın, maddi
dünya ile duyular aracılığıyla kurduğu ilişki çerçevesinde olu-
şan zihinsel beklentilerdir” dersek, Platon’un bu kavram ile işa-
ret ettiği düşünceye daha çok yaklaşmış oluruz.
Platon’un bilgi anlayışı ile ilgili önemli noktalardan biri, onun
şu sözünde özetlenmektedir: “Bilmek, hatırlamaktır”. Burada
Platon’un “hatırlama”dan neyi kastettiğine yakından bakmak
gerek. Platon’un bu düşüncesi onun “formlar” (idealar) kavra-
mı ile ilişkilidir. İnsan her yeni bir şey öğrendiğinde, öğrendiği
şeyin formuna (ideasına) dair bilgiyi de tekrar etmiş olur. Örne-
ğin bir masanın yüksekliğini ölçtüğümüzde, burada üretilen ve
dolayısıyla öğrenilen “bilgi”, bu masaya özgü uzunlukları bil-
diren sayılar değildir. Platon’un fikirlerini ve kavramlarını esas
alarak şunu söyleyebiliriz: Bu ölçümle birlikte “hatırlanan” şey
“masa” ve “yükseklik” formlarıdır. Duyularımıza hitap eden ve
sayılarla ifade edilen ölçüm sonuçları ise “doxa” (kanaat) kavra-
mı ile anlatılır. Platon’a özgü bilgi felsefesi ile onun varlık fel-
sefesi arasındaki ilişki, “mağara benzetmesinde” en açık şekilde
görülür. Devlet adlı kitabının 7. bölümünde Platon, doğuştan
yüzü bir mağaranın duvarına dönük biçimde elleri zincirlenmiş
olan bir insanın, arkasından geçen nesnelerin gölgeleri dışın-
da hiçbir şeyi göremediğini ve bu şekilde bir ömür geçirdiğini
varsaymamızı ister. Gölgeler elbette arkadaki cisimler hakkında
bize belirli fikirler verecektir ancak bir gün yüzümüzü duvardan
ayırma imkânı bularak gerçek cisimlere döndüğümüzde onları
tanımanın imkânsız olacağını fark ederiz. Platon bu farazî ama
çarpıcı örnekle, insan duyularının maddi dünyadaki varlıkla-
ra göre işlediğini, bu nedenle formlar dünyasını duyularımızla
kavrayamadığımızı söyler. Platon’a göre, bilginin ortaya çıktı-
ğı yer “akıl” (nous), “kanaatlerin” (doxa) ortaya çıktığı yer ise
duyulardır. Platon, bilginin kullanımı açısından da bir ayrıma
gider ve sanatın zanaattan farklı olduğunu öne sürer. Sanat en
üst düzeydeki aklî çabalara işaret ederken zanaat (techne) ma-
tematiksel çıkarımlara ve duyuların getirdiği verilere dayanır.

127
Sistematik Dönem I: Platon

Platon felsefesinde ruh


4 kavramının nasıl tanımlandığını
öğrenme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Platon’un Ruh Anlayışı

Platon, eserlerinde ruhun varlığını kanıtlamak veya ruhun var olup olmadığını tartışmak yerine, ruhun ma-
hiyeti ve fonksiyonları ile ilgili düşüncelere yer verir. Ruh hakkında görüşlerine en geniş haliyle Phaedrus adlı
eserinde yer vermiştir. Bu eserinde Platon, formlar (idealar) hakkında düşüncelerini ortaya koyarken ruh ile
ilgili konulara da değinir. Platon, şu önemli sorulara yanıt arar: Ruh ve beden birbirinden bağımsız mıdır?
Ruh dediğimiz varlık, kendi içerisinde bütünlük arz eden yekpare bir varlık mıdır? Ruh ölümsüz müdür
yoksa tıpkı beden gibi onun da belirli bir ömrü mü vardır?
Platon’un bu sorulara verdiği yanıtlar, felsefe literatürüne “Platonik düalizm” adıyla yerleşen bir ikilik içerir:
Ruh ve beden farklı iki varlık türüdür. Başka bir deyişle, ruh bedenle aynı şey değildir. Platon’un eserlerinde
“ruh” tabirine karşılık kullanılan orijinal kelime “psuche”dir. Platon’un bu kavramının bugün en iyi anlam-
sal karşılığı, “can”, “akıl” ve “ruh” kavramlarının karışımıdır. Ayrıca Platon düşüncesinde “psuche” yalnızca
insanın değil, diğer canlıların da sahip olduğu bir şeydir.
Platon’a göre, ruh ve beden farklı iki varlık türüdür ama bu iki varlık türü birbirleri üzerinde etkiye sahiptir.
Bu noktada altı çizilmesi gereken şey, ruhun beden üzerinde etkili olduğuna dair görüşüdür. Platon’un bu
düşüncesi, modern çağlarda ortaya atılan görüşlere (örneğin Sigmund Freud’un psikanaliz kuramındaki
görüşlerine) ilke olarak benzemektedir.
Platon, tıpkı beden gibi ruhun da yekpare bir varlık olmadığını öne sürer. Başka bir deyişle beden gibi ruhun
da belirli alt parçalardan oluştuğunu düşünür. Platon’a göre, ruh, başlıca üç bölümden oluşur: Akıl, öz ve
iştah. Platon, bu üç bölümün zaman zaman birbiriyle çatıştığını tespit eder. Öte yandan, her ne kadar bu
şekilde bir çatışma varsa da ruhun bu bölümleri nihayette uyumlu bir biçimde çalışarak bütünlük meydana
getirir. Platon, bu şekilde tasvir ettiği ruhun ölümsüz olduğunu; yani bedenin yok olmasıyla ruhun da yok
olmadığını düşünür. Beden yok olduğunda ruh başka bedenlere taşınır. Bu beden örneğin insan bedeni
olabileceği gibi başka canlı türlerinin bedeni de olabilir.

Platon’un ahlâkı nasıl


5 tanımladığını ve ahlâka ne tür
işlevler yüklediğini öğrenme

Platon’un Ahlâk Anlayışı

Platon’un ahlâk anlayışı, onun erdem, hedonizm (hazcılık), mutluluk, iyi, kötü ve eylem kavramlarıyla birlik-
te ortaya çıkmaktadır. Erdemin belirli görünümleri vardır: Cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık ve adalet.
Platon’a göre, erdemli bir insan veya erdemli bir eylem bunların en az birini mutlaka bünyesinde barındırır.
Bir eylemin erdemli olup olmadığına bakarken, eylemin ardındaki motivasyon kaynaklarıyla birlikte düşün-
mezsek yanılabiliriz. Örneğin cepheden kaçan bir asker, bunu başka bir erdem için yapıyor olabilir. Ya da
sevdiği birini ihbar eden biri, başka bir erdem uğruna bunu yapıyor olabilir.
Platon, eylemlerin arkasında iyilik gibi bir motivasyon varsa o eylemlerin erdemli olabileceğini öne sürer. O,
insanın eylemleriyle mutlu olmayı, iyi olmayı hedeflediği kanaatindedir. Diğer yandan, her eylemin mutlaka
“haz duymak” gibi bir motivasyona sahip olmayabileceğini de ekler. Böylece Platon, her eylemin ardında haz
arayan hedonistlerden ayrılır. Platon’a göre, başta adalet kavramı olmak üzere tüm erdemlerin içselleştirile-
bilmesi için “iyi” kavramının içselleştirilmesi gerekir. Örneğin adil bir yönetici, aslında iyi bir yönetimin ve
iyi yöneticiliğin ne olduğunu öğrenmiş ve içselleştirmiş olan yöneticidir. Platon felsefesinde “bir form olarak
iyilik” tanımlıdır. Yani onun “formlar dünyasında” (idealar dünyasında) iyilik bir form olarak mevcuttur.
Öte yandan, aynı şeyi kötülük için söyleyemeyiz: Platon düşüncesinde başlı başına bir kötülük tanımlaması
yoktur. Onun felsefesinde “kötülüğün formu” (veya idealar dünyasında kötülüğün karşılığı) olup olmadığı
tartışma konusudur. Ancak tartışmasız olan şudur: Platon düşüncesinde kötülük, iyiliğin olmaması halidir.
Yani iyilik olmadığında zaten o boşluk kötülük tarafından doldurulmaktadır.

128
İlkçağ Felsefesi

Platon’a özgü sanat, ölçüm, taklit ve


6 zanaat kavramları aracılığıyla onun
sanat ve estetik yaklaşımını öğrenme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Platon’un Estetik ile İlgili Platon sanatı özerk bir alan olarak görmez, ona eğitsel bir iş-
Görüşleri lev yükler. Yeni ve sağlıklı nesillerin yetişmesi için eğitsel sanat
gereklidir. Platon’un estetik anlayışını anlamakta kilit öneme
sahip olan bir kavram, “ölçülülük”tür. Platon ölçülülüğü yal-
nızca sanatın ve zanaatın değil, ahlakın, erdemin ve iyiliğin de
vazgeçilmez bir unsuru olarak görür. İyi ya da güzel bir şey yap-
mak isteyen zanaatkâr, daha en baştan hangi ölçülere göre ese-
rini şekillendireceğini bilir. Eser ortaya çıktığında, zanaatkârın
bu ölçülere ne derecede uyduğu da görülür. Bu ilke yalnızca
marangozluk veya heykeltıraşlık gibi zanaatlar için değil, şiir ve
resim gibi alanlar için de geçerlidir.
Platon’a göre, “ölçü” (veya ölçüm) ve taklit, sanatın önemli iki
kavramıdır. Ölçü temelli olan sanata işaret etmek için techne
tabirini, taklide dayalı olan sanata işaret etmek için ise taklit
(mimesis) kavramını kullanır. Platon’un düşüncesinde, mimesis
(taklit) yoluyla üretilen nesne, en alt tabakada yer alır. En üst-
te formlar, ikinci sırada formların hatırlatıcısı olan ve duyulara
konu olan nesneler, en altta ise bu nesnelerin imajları yer alır.

7 Platon’un ideal devlet, yönetim ve


toplumsal sınıf kavramlarını öğrenme

Platon’un Siyaset Hakkındaki


Görüşleri

Platon’un siyaset ile ilgili görüşleri onun şu üç önemli eserinde görülmektedir: Devlet (ideal devlet),
Devlet Adamı ve Yasalar. Platon’un siyaset ile ilgili en kuvvetli ve en çok bilinen görüşü onun ideal
devlet yaklaşımıdır. Platon’a göre, devlet ve toplum kurmak, siyasi olduğu kadar etik bir konudur. Bu
nedenle ideal devlet, iyi eğitim almış, iyiliğin ne olduğunu bilen ve gerçekten iyi olan yöneticiler tara-
fından yönetilen devlettir. Toplumun yararına olan şeyleri ayırt etme yeteneğine sahip olan ve bilgelik,
cesaret, adalet gibi iyi vasıflarla donatılmış olan filozof-kralın en büyük kılavuzu kendi vicdanıdır.
Platon’un siyaset felsefesinde ideal devletin devamında, iyi bir iş bölümüne sahip olan ve başlıca üç
tabakaya ayrılmış olan toplum gelir. En alt tabakada, üretici kesim vardır. Bu kesim, köleleri de içeri-
sine alan en geniş tabakadır. İkinci tabakada koruyucu tabaka yer almaktadır. Bu tabaka, adından da
anlaşılacağı gibi savunma ve koruma işlerini üstlenir. Bu sınıf yalnızca savaş, koruma gibi işlerle meşgul
olmaz, aynı zamanda entelektüel faaliyetler içerisinde de bulunur. En üstte ise yönetici tabaka bulunur.
Platon’un idealize ettiği bu sistemdeki sosyal sınıflar bir tür kast sistemi gibi anlaşılmamalıdır. Zira kast
sisteminin aksine bu sınıflar arasında bir geçişkenlik söz konusudur.
Platon kendi tasarladığı ideal sistemi (Aristokratik yönetim) ortaya koyarken, kendi döneminde hâkim
olan diğer sistemleri de eleştirir. Eleştirdiği sistemler timokrasi (şeref ve görev ilkelerinin hâkim olduğu
yönetim), plütokrasi (zenginlerin yönetimde olduğu sistem), demokrasi (Atina demokrasisi: Herkesin
yönetime gelebildiği, yöneticilerin alfabetik sıraya göre seçildiği sistem) ve tiranlık (zorba ve zalim
yöneticilerin hâkim olduğu yönetim).

129
Sistematik Dönem I: Platon

1 Platon hangi tarihler arasında yaşamıştır? 6 Platon’un “bilmek, hatırlamaktır” sözü ile
aşağıdakilerden hangisi kastedilmektedir?
A. MS 427-347 yılları arasında
A. İnsan bilgisi, kişisel geçmişinin derinliklerinde
neler öğrendik?

B. MÖ 350-270 yılları arasında


C. MS 747-680 yılları arasında gizlidir.
D. MS 330-270 yılları arasında B. İnsan bilgisine konu olmayacak hiçbir şey yoktur.
E. MÖ 427-347 yılları arasında C. İnsan doğduğu anda her şeyi bilir.
D. Her öğrenme, idealar dünyasından bir formun
zihinde şekillenmesini içerir.
2 Platon tarafından kurulan ve bugünkü üniversi- E. Bilginin kökeninde kişisel hatıralar vardır.
telere benzer bir eğitimin verildiği kurum hangisidir?
A. Platon Enstitüsü B. Akademi 7 Platon’un ruh anlayışı ile ilgili olarak aşağıda-
C. Üniversite D. Studium Generale kilerden hangisi yanlıştır?
E. Bologna Üniversitesi
A. Platon’a göre, ruh bedeni etkileyebilir.
B. Platon’a göre, insanlar kadar diğer varlıkların
3 Platon’un eserleri ile ilgili olarak aşağıdakiler- da ruhu vardır.
den hangisi söylenemez? C. Platon felsefesinde ruh gibi soyut varlıkların
A. Eserlerinin büyük bir kısmı günümüze kadar yeri yoktur.
ulaşmıştır. D. Platon’a göre, ruh ölümden sonra başka canlı-
B. 30’dan fazla diyalog halinde yazılmış eseri vardır. lara geçer.
C. Eserleri genellikle ansiklopedi ve sözlük şeklin- E. Platon’un ruh anlayışında ruh çeşitli bölümler-
de tasarlanmıştır. den oluşur.
D. Özellikle erken dönem eserlerinde Sokrates ba-
şat karakter olarak diyaloglarda yer alır. 8 Platon’un ahlâk anlayışı ile ilgili olarak aşağı-
E. Kavramların açık ve net tanımlarını vermek ye- dakilerden hangisi yanlıştır?
rine onları diyaloglarda sergilemeyi tercih eder.
A. Erdem eylemlerin ardındaki niyetlerde gizli
olabilir.
4 Platon’un “idealar dünyası” tabiri ile ilgili B. Erdemli insan cesaret, bilgelik ve ölçülülük gibi
olarak aşağıdakilerden hangisi doğrudur? vasıflara sahiptir.
A. İdealar dünyası, nesnelerin imajlarının yer aldı- C. Platon iyi şeyler arasında hiyerarşi kurarken
ğı dünyadır. hazza en son sırayı verir.
B. İdealar dünyasında, insan duyuları tarafından D. Ahlak ilkeleri tamamen haz odaklıdır.
algılanamayan varlıklar bulunur. E. Bir form olarak “iyi” var olmasaydı hiçbir şey
C. İdealar dünyası, sanatsal taklitlerle oluşturul- iyi olamazdı.
muş sahte bir dünyadır.
D. İdealar dünyası, somut ve maddi varlıkların 9 Platon felsefesinde, temelinde “ölçü” (veya
dünyasıdır. ölçüm) olan yaratıcı eylem aşağıdaki tabirlerden
E. İdealar dünyası, filozof-kralın hakim olduğu hangisiyle ifade edilir?
ideal devlettir.
A. Eidos B. Mimesis C. Coşku
D. Form E. Techne
5 Aşağıdakilerden hangisi Platon’un varlıkla il-
gili görüşlerine aykırıdır?
A. Varlık tektir.
10 Platon’un ideal devletinde yönetim biçimi
aşağıdakilerden hangisidir?
B. Formlar, duyularımıza konu olmaksızın var
olan şeylerdir. A. Aristokrasi B. Demokrasi
C. “Gerçek varlık” ile “oluş” birbirinden farklıdır. C. Timokrasi D. Tiranlık
D. Varlık, diyalektik karşıtlıklar içerir. E. Plütokrasi
E. Gerçek varlık, maddi varlıktan ontolojik olarak
üstündür.

130
İlkçağ Felsefesi

1. E Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Hayatı ve Eser- 6. D Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Bilgi Anlayışı”
leri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


2. B Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Hayatı ve Eser- 7. C Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Ruh Anlayışı”
leri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.

3. C Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Hayatı ve Eser- 8. D Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Ahlâk Anlayı-
leri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Estetik ile


4. B Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Varlık Anlayı- 9. E
İlgili Görüşleri” konusunu yeniden gözden
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Siyaset Hak-


5. A Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Varlık Anlayı- 10. A
kındaki Görüşleri” konusunu yeniden göz-
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
den geçiriniz.

Araştır Yanıt
5 Anahtarı

İlk çağlarda insanlar yazı yazmak için taş, ahşap, çömlek tablet (ostraka), bal-
mumu, parşömen ve papirüs kullanırlardı. İlk çağ filozoflarından günümüze
Araştır 1 kalan yazıların önemli bir kısmı papirüslerin ve parşömenlerin üzerine yazıl-
mış olan yazılardır.

Platon felsefesinde “diyalektik” yani zıtların bir araya gelerek bir bütün oluş-
turması fikri önemlidir. Hatta Platon’un kurduğu Akademi’de felsefe, geomet-
ri ve müzik derslerinin yanı sıra diyalektik dersleri de verilirdi. Platon’a göre,
birbirinin zıddı olan sıfatlar ve özellikler bir araya gelerek anlamlı bir bütün
Araştır 2 oluştururlar. Örneğin vücudumuzun sağ ve sol yanları birbirinin tersidir ama
vücudumuzun bir bütünlük oluşturmasında önemlidirler. Çin felsefesindeki
Yin ve Yang düşüncesi de Platon’un bu düşüncesine çok benzemektedir. Buna
göre, gece ve gündüz, soğuk ve sıcak gibi karşıtlıklar bir bütünlüğün yansıma-
larıdır. Çin felsefesindeki bu karşıtlık, bilim ve tıp gibi alanlarda da önemli bir
ilke olarak kullanılmıştır.

Platon düşüncesinde “bilgi” (episteme), zihnin “formlara” dair faaliyetleriyle elde


edilir. Bu bakımdan “bilgi”, zihnin en üst düzeydeki faaliyetlerinin konusudur.
Bilginin konusu formlar (idealar)dır. Oysa “kanaat” (doxa), duyularımızla elde
edilir. Bu nedenle, Platon’a göre, kanaat (doxa) görünene ve maddi dünyaya
Araştır 3 dairdir. Öte yandan, “bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmak” sözünde geçen
bilgi ve kanaat kavramları, Platon’un bu kavramlarıyla hiçbir şekilde benzerlik
göstermez. Bu deyişteki “bilgi”, Platon’un “kanaat” kavramı ile kastettiğine ben-
zerlik gösterir. Bu kullanımda “bilgi”, olaylar, insanlar ve şeyler ile ilgili olarak
duyular vasıtasıyla üretilen “enformasyon”; “kanaat” ise olaylar, eşya ve insanlara
dair bakış açılarını ifade eder. Görüldüğü gibi Platon’un “bilgi” ve “kanaat” kav-
ramları ile bu kullanım arasında büyük farklılıklar söz konusudur.

131
Sistematik Dönem I: Platon

Araştır Yanıt
5 Anahtarı

Özellikle sinir sistemi ve beyin ile ilgili yapılan çalışmalar, modern bilimin
“ruh” hakkındaki görüşlerini maddeci bir temele taşımıştır. Buna göre, bede-
nin olmadığı bir yerde ruhtan da söz edilemez. Çünkü ruh, bedenin hayatî
işlevlerinin bir bileşkesidir. Beyin, sinir sistemi ve hormonlar, ruhun gözlem-
Araştır 4 lenebilir bir varlık olarak tanımlanmasını mümkün kılar. Platon düşüncesinde
ise ruh, bugün “can”, “akıl” ve (geleneksel/dînî paradigmadaki) “ruh” kav-
ramlarının karışımı gibidir. Platon düşüncesinde ruh ve beden, her ne kadar
birbiri ile etkileşim içerisinde olsalar da, temelde iki farklı varlıktır. Platon’a
göre, beden yok olduktan sonra ruh başka bedenlerde varlığını sürdürebilir.

Platon’a göre, bir eylemin iyi ya da kötü olduğunu anlamak için o eylemin salt
gerçekleşme biçimine bakmak yeterli değildir. Platon’un kendi verdiği örneğe
bakalım: Babasını mahkemeye şikâyet eden birinin, sırf bu hareketi nedeniyle
kötülük yaptığını söyleyemeyiz. Eylemin ardına baktığımızda, şikâyet edilen
Araştır 5 kişinin haksız yere adam öldürdüğü görüldüğünde, kendisini mahkemeye
şikâyet eden oğlunun kötülük değil, adalet duygusu nedeniyle iyilik yaptığını
düşünürüz. “Ameller niyetlere göredir” hadisi de buna çok benzer bir düşün-
ceyi içerir: Bir eylemin ahlâkî açıdan değerlendirilmesi yapılırken o eylemin
ardındaki niyetlere de bakmak gerekir.

Otomobil tasarlayan endüstri mühendisi, iki şeyi aynı anda gözetmek zorun-
dadır: Birincisi tasarladığı otomobilin kullanım değerinin de yüksek olması.
İkincisi, bu otomobilin görünüş itibariyle insanların genel geçer görsel zevk-
lerine hitap etmesi. Heykeltıraş için görsel beğeni, tematik uygunluk ve ya-
ratıcılık, kullanım değerinden daha önemlidir. Her ikisi de sanatlarını belirli
Araştır 6 estetik kaygılarla icra eder, ancak mühendisin tasarımında pratik kullanım
kaygılarının, örneğimizdeki heykeltıraştan çok daha ileri olduğunu kolaylıkla
söyleyebiliriz. Heykeltıraşın eserinde de belli ölçüde bir kullanım değeri elbet-
te söz konusudur ancak onun eserinin kullanım değeri toplumsal, endüstri
mühendisininki ise “son kullanıcı” odaklıdır.

Platon’un sistemi, işlevsel bir iş bölümüne dayanır. Sınıflar birbirinin işine


karışmaz ama sınıflar arasında geçiş söz konusudur. Örneğin asker sınıfın-
Araştır 7 dan biri, uygun şartlar oluştuğunda yönetici sınıfına geçebilir. Dolayısıyla
Platon’un ideal toplumunda sosyal sınıflar “inşa edilen” ve geçişken tabakalar-
dan oluşur. Oysa kast sisteminde sınıfların adeta “tanrı vergisi” olduğu kabul
edilir ve sınıfsal pozisyonlar aile bağlarıyla, doğuştan oluşur. Kast sisteminde
tabakalar arasında geçiş mümkün değildir.

132
İlkçağ Felsefesi

Kaynakça
Audi, R. (gen. ed.) (1999). The cambridge dictionary of Janaway, C. (2006). Plato and the arts. Benson,
philosophy, second edition. Cambridge: Cambridge H.H. (2006). A companion to Plato. New York:
University Press. Blackwell Publishing içinde, ss. 388-400.
Benson, H.H. (2006). A companion to Plato. New Kahn, C. (2006). Plato on recollection. Benson,
York: Blackwell Publishing. H.H. (2006). A Companion to Plato. New York:
Blackwell Publishing içinde, ss. 119-132.
Dancy, R.M. (2006). Platonic definitions and forms.
Benson, H.H. (2006) A Companion to Plato. New Miller, F.D. Jr. (2006). The Platonic soul. Benson,
York: Blackwell Publishing içinde, ss. 70-84. H.H. (2006). A companion to Plato. New York:
Blackwell Publishing içinde, ss. 278-293.
Eflâtun [Platon] (1975). Devlet. Çev. Eyüboğlu, S. Ve
Cimcoz, M.A. İstanbul: Remzi Kitabevi. Plato (1997). The dialogues of Plato: Parmenides. New
Haven: Yale University Press.
Frolov, I. (1991). Felsefe sözlüğü. Türçesi Aziz Çalışlar.
Platon (2005). Devlet. Çev: Saraçoğlu, C. ve Atayman,
İstanbul: Cem Yayınevi.
V. İstanbul: Bordo Siyah Klasik Yayınları.
Gill, M.L. (2006). Problems for forms. Benson,
Preus, A. (ed.) (2007). Historical dictionary of ancient
H.H. (2006) A Companion to Plato. New York: Greek philosophy. Toronto: The Scarecrow Press, Inc.
Blackwell Publishing içinde, ss. 184-198.
Proudfoot, M. ve Lacey, A.R. (eds.) (2010). The
Guthrie, W.K.C. (1999) İlkçağ felsefesi tarihi. Çev. Routledge dictionary of philosophy. 4th edition.
Ahmet Cevizci. Ankara: Gündoğan Yayınları. London and New York: Routledge.
Heidegger, M. (2008). Varlık ve zaman. Çev. Ökten, Ritter, C. (1933). The essence of Plato’s philosophy.
K.H. İstanbul: Agora Kitaplığı. Trasnlated by Adam Alles. New York: The Dial Press.
Hofstadter, A. ve Kuhns, R. (der.) (1976). Philosphies Runes, D.D. (ed.) (1942). The dictionary of philosophy.
of art&beauty. Selected readings in aesthetics from New York: Philosophical Library.
Plato to Heidegger. Chiago: The University of
Taylor, A.E. (1956). Plato: The man and his work. New
Chicago press.
York: Meridian Books.
Huntington, E. ve Cairns, H. (1988). The collected
Vasiliou, I. (2008). Aiming at virtue in Plato.
dialogues of Plato, including letters. New Jersey:
Cambridge: Cambridge University Press.
Princeton University Press.
White, N. (2006). Plato’s concept of goodness.
Irwin, T. (1995). Plato’s ethics. Oxford: Oxford Benson, H.H. (2006). A companion to Plato. New
University Press. York: Blackwell Publishing içinde, ss. 356-372.

133
Bölüm 6
Sistematik Dönem II: Aristoteles

Aristoteles’in Hayatı ve Eserleri


öğrenme çıktıları

1
1 Aristoteles’in hayatı hakkındaki genel

2
bilgileri kavrayabilme Aristoteles’in Mantık Anlayışı
2 Aristoteles’e ait olduğu kabul edilen 3 Aristoteles’in mantık ilmine dair ilkelerini
eserleri tanıyabilme sıralama

Aristoteles’in Bilgi ve Ruh Anlayışı


4 Aristoteles’in bilgi anlayışını ana hatlarıyla

3 4
irdeleyebilme Aristoteles’in Ahlak ve Siyaset Anlayışı
5 Aristoteles ve Platon’un ruh anlayışlarının 6 Aristoteles’in ahlak anlayışı ile siyasi
farklı yönlerini tespit edebilme düşüncesi arasında ilişki kurabilme

5
Aristoteles’in Estetik Anlayışı
7 Aristoteles’in estetik anlayışını
açıklayabilme

Anahtar Sözcükler: • Mantık • Bilgi • Kategoriler • Önerme • Amaçsallık • Eudaimonia • Mimesis

134
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ
Aristoteles, selefleri olan Sokrates ve Platon ile
birlikte batı düşüncesinin kurucu figürleri arasın-
da yer almaktadır. O, batı felsefesinin temellerini
döşeyen sistem sahibi ilkçağ filozoflarının da so-
nuncusudur. Aristoteles’in felsefesi yalnızca Batı
düşüncesini etkilemekle kalmamış, İslam düşün-
cesinde de derin izler bırakmıştır. Kurucusu ol-
duğu mantık disiplini yüzyıllar boyunca medrese
müfredatının vazgeçilmez dersleri arasında yer
almıştır. İslam filozofları Aristoteles’e Muallim-i
Evvel (ilk öğretmen) unvanını layık görmüşlerdir. Resim 6.1 Mö 384-322 Tarihleri Arasında Yaşayan
Aristoteles’in düşünce tarihi açısından sahip oldu- Aristoteles’i Simgeleyen Bir Heykel
ğu önem yalnızca görkemli felsefi sisteminden ya
da kurduğu mantık ilminden kaynaklanmaz. O,
aralarında biyolojinin de bulunduğu çeşitli bilim Stagira’daki 17 yılın ardından MÖ 367’de Aris-
dallarının gelişimine sağladığı katkılar dolayısıyla toteles Atina’ya gelerek Platon’un Akademi’sine
da fevkalade önemli bir düşünürdür. Aristoteles, katıldı ve Platon’un ölümüne dek -19 yıl- bura-
engin merakı ve bilgi edinmeyi insan yaşamının ga- da kaldı. Diogenes Laertius’un aktardığına göre
yesi sayan ahlaki tutumu ile felsefe tarihinin vazge- Platon’un en özgün talebesi olan Aristoteles şüp-
çilmez düşünürlerinden biridir. Bu ünitede önce- hesiz Akademi’deki yılları boyunca Platonizm’in
likle Aristoteles’in hayatının ana çizgileri ve eserleri temel prensiplerini kabul etmiş bir talebeydi ve
hakkında genel bilgi verilecektir. Akabinde, onun erken dönem eserlerinde gerek seçtiği konuları ve
felsefi düşüncesinin detaylarına göz atmak suretiyle gerekse üslubu bakımından Platon’un etkisi altın-
daydı. Felsefî araştırma yöntemi olarak ustası gibi
seleflerinden ayrılan ve benzeşen düşüncelerine nü-
diyalogları kullanan Aristoteles’in bunda oldukça
fuz edilmeye çalışılacaktır.
başarılı olduğu aktarılmaktadır.
Aristoteles’in Akademi’yi henüz Platon hayat-
ARİSTOTELES’İN HAYATI VE tayken terk ettiğini söyleyen Diogenes Laertius’a
ESERLERİ karşın bugün pek çok araştırmacı Aristoteles’in
Platon’un ölümünden sonra Akademi’yi terk et-
tiğini kabul etmektedir. Akademi’den ayrılmasına
Aristoteles’in Hayatı gerekçe olarak gösterilen sebeplerden birisi Atina’da
Kadim Yunan felsefesinin Sokrates ve Platon Makedonya karşıtı duyguların yükselmesi, diğeri
ile birlikte 3 büyük düşünüründen biri olarak ka- de Platon’un Akademi’nin başına geçmesi için to-
bul edilen Aristoteles MÖ 384’te Batı Trakya’daki runu Speusippus’u vasiyet etmesi olsa da bunların
Halkidiki yarımadasının doğu sahilinde bulunan tutarlılığı tartışmalıdır. Platon öldüğünde Assos ve
Stagira’da doğmuştur. Babası Nichomachos, Asc- Aterneus kentlerinin (Çanakkale ilimizin güneyin-
lepiadae tıp locasına mensup olan ve Makedonya deki yerleşimler) kralı olan Hermias Aristoteles’i
kralı Amyntas’ın hizmetinde bulunan bir doktordu. davet etti ve Aristoteles burada üç yıl kalarak çalış-
Annesi Phaistis de doktorluk yapan bir aileden ge- malarını sürdürdü. MÖ 342’de Makedonya Kralı
liyordu. Çocukluğunun bir kısmını Pella’daki Ma- Philip oğlu İskender’in eğitimi için Aristoteles’i
kedon sarayında geçirmiş olması muhtemel olan Pella’ya davet etti. Makedon sarayında bulunduğu
Aristoteles’in burada Makedon Hanedanlığı ile sürenin ve Büyük İskender ile olan münasebetle-
ömrü boyunca sürdürdüğü münasebetleri başlattığı rinin ufkunu genişlettiği ve önemli imkânlar sağ-
söylenir. Daha çocuk yaşta iken anne ve babasını ladığı kabul edilmekle birlikte Büyük İskender ile
kaybeden Aristoteles’in bakımını akrabaları üstlen- zannedildiği kadar yakın düşünceler içinde olma-
di. Aristoteles’in fen bilimlerine ve bilhassa biyo- dığı anlaşılmaktadır. Aristoteles Büyük İskender’in
lojiye olan ilgisinin arkasında doktorluk yapan bir imparatorluk hülyalarına karşın şehir devletinin en
aileden gelmesinin etkisi olduğu düşünülmektedir. uygun yönetim biçimi olduğunu düşünüyordu.

135
Sistematik Dönem II: Aristoteles

Aristoteles MÖ 335-323 yılları arasında ikin- 2. Tabiat bilimlerine dair eserleri:


ci kez Atina’da bulundu ve burada ünlü okulu a. Nazariyat ve kozmoloji ile alaka-
Lykeion’u (Latincesi: Lyceum) kurdu. Ders verir- lı Physica (Fizik), De Caelo (Gökyüzü
ken yukarı aşağı yürümesi sebebiyle Peripatos ya Üzerine), De Generatione et Corruptio-
da peripatetikler olarak anılan okulunda büyük ne (Oluş ve Bozuluş Üzerine), Meteoro-
bir kütüphane ve fen bilimlerinin gerektirdiği bazı logica (Meteoroloji),
temel araçlar da bulunuyordu. Bu kütüphane İs- b. Psikoloji ile alakalı De Anima (Ruh Üze-
kenderiye ve Bergama’daki kütüphanelere örnek- rine) ve Parva Naturalia (Küçük Doğal
lik etmişti. Şeyler) ve
Yurttaşı olmadığı Atina’da Aristoteles siya- c. Biyoloji ile alakalı Historia Animalium
si gerginliklerden çabuk etkileniyordu. Büyük (Hayvanların Tarihi), De Partibus Ani-
İskender’in ölümü üzerine Atina’da yükselen Ma- malium (Hayvanların Kısımları Üzeri-
kedonya karşıtlığı Aristoteles’i töhmet altında bı- ne), De Motu Animalium (Hayvanların
rakmış ve kendi deyimiyle “felsefeye karşı ikinci Hareketi Üzerine), De Incessu Animali-
bir cürüm işletmemek için” Atina’yı terk etmek um (Hayvanların Gelişimi Üzerine) ve
zorunda kalmıştı (ilk cürüm Sokrates’in idamıdır). De Generatione Animalium (Hayvan-
Atina’dan ayrıldıktan sonra Eğriboz’a giden Aristo- ların Türeyişi Üzerine) adlı kitaplardan
teles burada annesinden kalan bir mülke yerleşti. oluşmaktadır.
Yaklaşık bir yıl sonra MÖ 322 yılında 62 yaşında 3. Metafizik ile ilgili eseri Metaphysica’dır.
hastalık sebebiyle öldü. Bu eser Türkçeye Metafizik adıyla tercüme
edilmiştir.
Aristoteles’in Eserleri 4. Ahlak ve siyaset ile ilgili eserleri Ethica Nico-
Aristoteles’e atfedilen eserlerin tamamının ona machea (Nikomakhos’a Etik), Magna Mora-
ait olup olmadığı, metinlerin özgün yapılarını ko- lia (Büyük Etik), Ethica Eudemia (Eudemos’a
ruyup korumadıkları gibi meseleler tartışılmakla Etik), Politica (Politika), Oeconomica (Eko-
birlikte genel olarak modern Aristoteles çalış- nomi) adlı risaleleridir. Bunlardan Magna
malarının temelini oluşturan külliyat Immanuel Moralia ile Oeconomica’nın özgünlükleri
Bekker’in derlediği Corpus Aristotelicum’dur. Bu- tartışmalıdır.
rada derlenen eserleri aşağıdaki gibi kümelemek 5. Şiir ve belagate dair eserleri ise Ars Rhetori-
mümkündür: ca (Konuşma Sanatı) ve Poetica (Şiir Sanatı
1. Mantık ve münazaraya dair eserleri, Orga- Üzerine) adını taşımaktadır.
non adlı eserinde yer alan Categoriae (Kate-
goriler), De Interpretatione (Yorum Üzerine),
Analytica Priora (Birinci Analitikler), Analy-
dikkat
tica Posteriora (İkinci Analitikler), Topica
Burada yer alan eserlerin isimlerinin La-
(Topikler) ve Sophistici Elenchi (Sofistik Çü- tince olduğuna dikkat ediniz. Oysa Aris-
rütmeler) risalelerinden oluşmaktadır. toteles Yunanca konuşup yazmıştır.

136
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı
1 Aristoteles’in hayatı hakkındaki genel bilgileri kavrayabilme
2 Aristoteles’e ait olduğu kabul edilen eserleri tanıyabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Aristoteles’in eserlerini ya-


Aristoteles’e İslam dün- Aristoteles’e pek çok eserin
kından tanımak için Kaan
yasında ‘muallim-i evvel’ atfedildiğini öğrendiniz. Bu
H. Ökten’in derlediği Aris-
dendiğini öğrendiniz. Peki eserlerin ona ait olup olma-
toteles Fikir Mimarları 13,
‘muallim-i sani-ikinci öğ- dığı sizce nasıl teyit edilebi-
İstanbul: Say Yayınları adlı
retmen’ kimdir? Araştırınız. lir? Düşüncenizi paylaşınız.
çalışmayı okuyabilirsiniz.

ARİSTOTELES’İN MANTIK
ANLAYIŞI ‘Mantık’ kelimesi Arapçada ‘konuşmak’
Aristoteles mantık biliminin kurucusudur. anlamına gelen ‘nutk’ kelimesinden türe-
Aristotelesçi mantık düşüncenin biçimsel tarafını tilmiştir. Yine Batı dillerinde mantık an-
analiz ettiğinden (yani analitik olduğundan) çoğu lamına gelen ‘logic’ kelimesi de benzer bir
zaman formel mantık olarak anılır. Bununla birlik- biçimde ‘söz, kelime’ anlamındaki Yunan-
te Aristoteles’in mantık ilmini dış gerçeklikten ta- ca ‘logos’ kelimesinden türetilmiştir.
mamen bağımsız olarak tasavvur ettiğini düşünmek
hata olur. O, bilimsel bir ispatın neticesinin gerçeğe
ilişkin bir bilgi sunduğunu kabul etmektedir. Bunu Aristoteles’in kurduğu mantık ilmi iki bin yıl
Aristoteles’in kategoriler teorisinden anlayabiliriz. boyunca önce Yunan felsefesinde, sonra İslam dün-
Düşüncenin kategorileri dil ile ifade edildiği üze- yasında, oradan da
re dışsal gerçekliğin nesnel kategorileridir, Kant’ın Ortaçağ Avrupa’sına
transandantal mantığı gibi yalnızca zihinsel değil- taşınarak okullarda
dir. Yani kategoriler varlıkları tüm halleriyle ifade temel bir bilim ola- dikkat
etmemizi sağlayan şekillerdir. Bu kategoriler cevher rak okutulmuş ve an- Aristoteles’in kurduğu
(töz), nitelik (keyfiyet), nicelik (kemiyet), görelik (iza- cak XIX. yüzyıldaki mantık bilimi yaklaşık iki
fet-ilişki-nispet), mekân, zaman, durum (vaziyet), çalışmalarla eksik ta- bin yıl boyunca etkisini
iyelik (mülkiyet), etki (fiil) ve edilgi (infial) olmak rafları ve yetersizliği muhafaza edebilmiştir.
üzere ona ayrılmıştır. Bu kategorilerin ilki kabul gösterilebilmiştir.
edilen cevher bir varlık biçimidir; sonraki dokuz ka- Aristoteles’in kurduğu mantık disiplininin üç
tegori ancak cevherin vasfı olarak var olabilen araz- temel ilkesi vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
lardır. Kategorilerin ne olduğunu şu cümle ile daha 1. Bir şey kendisi ile aynıdır. Örneğin A=A
iyi anlayabiliriz: “Farabi (cevher), MS 870 yılında ifadesi bu duruma işaret etmektedir. Buna
(zaman) Fârâb şehrinde (mekân) Muhammed’in özdeşlik ilkesi denir.
oğlu olarak (ilişki) doğmuş (edilgi), kısa boylu (ni-
2. Bir şey aynı şartlar altında ve aynı anda hem
celik), kumral (nitelik), üstün zekâya sahip (iyelik),
kendisi hem de kendisinden başka bir şey
birçok öğrenci yetiştiren (etki) ve Bağdat’ta Dicle
olamaz. Buna çelişmezlik ilkesi denir.
kenarında gezinerek (durum) felsefe meselelerini
tartışmayı seven bir filozoftu.” (Kaya, 2003, s. 461). 3. Bir şey ya kendisidir ya da kendisinden baş-
Görüldüğü gibi arazlar (ilinekler) cevher olan Fa- ka bir şeydir. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
rabi ile ilişkileri sayesinde anlam kazanmaktadırlar. Buna üçüncü halin imkânsızlığı ilkesi denir.

137
Sistematik Dönem II: Aristoteles

Aristoteles mantığı bir önermeler mantığıdır. Aristoteles neticesini veya sonucunu esaslı bir fark-
Önerme, bir iddiayı kanıtlamaya çalışan bir ifade lılıkla kanıtlamaya çalışan iki tür önerme gösterir.
bütünü ya da eşya hakkında verilen kısa hüküm Bunların ilki tümdengelim yöntemini teşkil eder.
olarak tanımlanabilir. Her önermede bir süje (özne) Tümdengelimde netice zorunlu olarak öncüller-
ve bir yüklem vardır. Önerme süje ile yüklem ara- den çıkarsanır. Tümdengelimsel önermelere geçerli
sındaki bir bağı ifade ettiği için bu bağı oluşturacak önermeler denir. Tümdengelime bir örnek verelim:
bir unsura ihtiyaç vardır. Bu bağa “kopula” (bağ) adı
verilmektedir. Kopula diye tabir edilen şey Türkçe Tüm insanlar ölümlüdür.
ifadelerin sonunda yer alan ve hüküm belirten “… Sokrates bir insandır.
dir/dır” koşacıdır. Kopula olmaksızın önermelerin O halde Sokrates de ölümlüdür.
anlamlı bir hüküm teşkil etmesi mümkün değildir.
Örnek olarak “Jüpiter” ve “gezegen” kelimelerini Diğer önerme biçimi tümevarım yöntemini
ele alalım. Bu iki kelime birbirinden bağımsızdır ve oluşturur. Bu önermelerde tek tek hadiselerden ge-
bu halleriyle bir hüküm ifade etmezler. Anlamlı bir nel ilkelere ulaşılmak istenir. Şu önerme biçimini
önerme oluşturabilmek için bunları bir kopula ile tümevarıma örnek olarak gösterebiliriz:
bağlamamız gerekir. Bunu yaptığımızda “Jüpiter bir
gezegendir” ifadesi ortaya çıkar ki, bu, Aristoteles’in Sokrates’in iki ayağı vardır.
mantığını teşkil eden en küçük birim olan önerme- Platon’un iki ayağı vardır.
nin bir örneğini teşkil edecektir.
Aristoteles’in iki ayağı vardır.
Demek ki, tüm insanların iki ayağı vardır.

internet
Tümevarıma dayalı akıl yürütmeleri çürütmek
için öncüller arasına uygun bir karşı öncül bulmak
Aristoteles’in mantık anlayışının İslam düşünce
yeterlidir. Örneğin “Monosceles insandır ve tek
dünyasına etkilerini anlamak için http://www.isla- ayağı vardır” gibi bir öncül bulunacak olursa tüm
mansiklopedisi.info/ linkini tıklayarak İslam Ansik- insanların iki ayaklı olduğu önermesi geçersiz kı-
lopedisi’ndeki ‘Mantık’ maddesini inceleyebilirsiniz. lınmış olur.
Gottlob Frege ve çağdaşlarının mantık alanın-
Bir önermede kanıtlanmaya çalışılan ifadeye daki çalışmaları ile klasik mantığın eksiklikleri ve
netice veya sonuç diyecek olursak bu neticeye götü- yetersizlikleri açığa çıkarılmış ve bulanık mantık
ren kanıtlayıcı nitelikteki ifadelere de öncül denir. gibi bu sahada farklı anlayışlara yönelinmiştir.

Öğrenme Çıktısı

3 Aristoteles’in mantık ilmine dair ilkelerini sıralama

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Aristoteles’in mantık anlayı-


şı ile ilgili ayrıntılı bir değer-
Mantık biliminin ‘Çeliş-
Aristoteles’in Kategoriler lendirme için Çiçekdağı, C.
mezlik ilkesi’ni dikkate al-
tanımı ile Kant’ın ‘katego- (2016). Aristoteles’te Man-
mayan biri ‘Devekuşu’nun
riler’ anlayışı arasındaki far- tık Kavramı ve Temel Akıl
ne olduğunu anlatmaya
kı izah etmek istersek neler Yürütme Çeşitleri, MSKU
çalışırken ne gibi hatalara
söyleyebiliriz? Eğitim Fakültesi Dergisi, cilt
düşebilir? Deneyin.
3, sayı ÖS, ss. 55-63 adlı
makaleyi okuyabilirsiniz.

138
İlkçağ Felsefesi

ARİSTOTELES’İN BİLGİ VE RUH Onun biyoloji alanında söylediklerinden bir


ANLAYIŞI örnekle konuyu açıklamaya çalışalım: “Neden
ineklerin boynuzları vardır?” diye sorulacak olur-
sa buna dişlerinin eksikliğini sebep olarak göstere-
Aristoteles’in Bilgi Anlayışı biliriz. (Yani diş oluşturacak maddeler diş yerine
Aristoteles’e göre, akla dayalı tüm öğretim ve boynuz oluşturmuştur). “Neden dişleri eksiktir?”
öğrenim (bilgi diyelim) önceden mevcut olan bir sorusunun cevabı dört bölümlü midelerinin olma-
bilgiden doğar. Aristoteles’in bu anlayışı aslında sıdır deriz. Yani çok çiğnemeye ihtiyaç duymadan
mantık anlayışını da izah etmektedir. Mantık anla- sindirebilirler. “Neden dört mideleri vardır?” diye
yışını ele aldığımız bölümde onun bazı doğruluğu sorulacak olursa buna çünkü inekler geviş getiren
kabul edilen öncüllerden hareketle bir sonuca var- hayvanlardır diye cevap veririz. “Peki, inekler ne-
dığını görmüştük. Gerek tümevarımda gerek tüm- den geviş getiren hayvanlardır?” sorusunun cevabı
dengelimde gerekse kıyaslamada önceden doğru- artık bir son noktasıdır; zira inekler inek olduğu
luğu kabul edilmiş bir bilgiden yola çıkılmaktadır. için geviş getiren hayvanlardır. Yani artık burada
Yine Aristoteles’e göre, bir şeyi bilmenin iki boyutu kendi kendini izah eden bir noktaya geliriz: inekler
vardır: evvela sebebini bilmek sonra neden başka geviş getirirler çünkü inektirler. Burada kendi ken-
türlü olamayacağını bilmek. dini izah eden noktaya varınca bir tanıma ulaşmış
Eğer (kanıtlanabilir) bilgi daha önce mevcut oluruz. Bu tanımlar, Aristoteles’e göre, bir şeyin
olan bir bilgiden doğmaktaysa bu durumda önce- neliğini açıklar. (Yani inek olmak belli bir tür geviş
den var olan bilginin 1- doğru, 2- ilksel-aslî-iptidaî, getiren hayvan olmak demektir.) Aristotelesçi bilim
3- dolaysız olması, elde edeceğimiz bilginin 4- sebe- anlayışı nesnelerin ne olduğundan başlayarak iler-
bi ve 5- öncülü olması ve de 6- elde edeceğimiz bil- leyecek, diğer özelliklerini bununla izah edecektir.
giden daha bilinir olması gerekir. Aristoteles’in “sis- Örneğin hayvan biyolojisi hayvanların özelliklerini
temli olarak yapılandırılmış bilgi” anlamında bilim tespit edecek, aksiyomlardan teoremler oluşturacak
anlayışının temelini bu ilkeler oluşturmaktadır. ve bu özelliklerin hayvanların öz niteliklerine (neli-
Bu önceden var olan bilgilere aksiyom diyelim. ğine) bağlı olduğunu gösterecektir.
Bunların;
1. Doğru (aksi halde herhangi bir bilgiye te-
mel olamazlar),
2. Daha aslî,
3. Dolaysız olmaları gerekir (aksi halde bunla-
rın da arkasında mevcut bir başka bilginin
varlığını var saymak gerekir ki bu durumda
bunları aksiyom olarak kabule gerek kal-
maz), ayrıca bunların,
4. Daha genel olmaları beklenir.
Bunları kabul edince aksiyomların neden bilgi-
nin “sebebi” ve “öncülü” oldukları da kavranabilir.
Çünkü bizi bilgiye götüren akıl yürütme yöntemi
bu aksiyomlardan hareketle bilgiye ulaşmaktadır. Resim 6.2 Rafael’in Ünlü ‘Atina Okulu’ Tablosu. Ortada
Aristoteles ve Onun Sağında Platon Birlikteler
Aksiyomların aslî ve iptidaî olmaları gerekir de-
miştik. Bunu şöyle izah edebiliriz: Eğer X’in sebebi
Y ise ve Y’nin sebebi nedir diye sorulacak olursa Yukarıda getirdiğimiz açıklamalar bir bilginin
burada içinden çıkılmaz bir kısırdöngüye (ad in- nedeni ile ilgili açıklamalardır. Buna nedensellik di-
finitum) düşeriz. Ancak Aristoteles’e göre, her şeyi yelim. Aristoteles için “bilmek demek bir şeyin ne-
sonsuza dek geri götürmek, başka bir deyişle bir denini bilmek ve neden başka türlü olamayacağını
bilginin sebebini sonsuza dek takip etmek gerek- bilmek demektir” demiştik. Şimdi bu başka türlü
mez zira bazı şeyler kendi kendinin sebebidir. olamama noktasına dair yorumları derleyelim. Baş-

139
Sistematik Dönem II: Aristoteles

ka türlü olamamak için gereklilik ilkesi diyebiliriz. Yani, bir şeyin olduğu gibi olması gerekliliği. Aristoteles
için bir şey olması gerektiği gibidir. Bu ilkenin tek tek hadiseler ve şeyler için geçerli olduğunu söyleyeme-
yiz, zira tek tek nesneler ve hadiseler birbirinden farklı biçimlerde tezahür edebilmektedir. Aristoteles’in
bu gereklilik ilkesini ancak evrensel ilkelerin karşılayabildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Aristoteles için
fani şeylerle ilgili bir asli bilgiden söz edemeyiz. Burada bir paradoksla karşı karşıyayız: Söz gelimi inekler
fani varlıklar olduğu için onlara dair bir bilgiden söz edilemez mi? Aristoteles’in kendisi biyoloji üzerine
araştırmalar yapmışken bunu söylemek bir çelişki doğurmaktadır. Ancak burada vurgulanmak istenen
Aristoteles’in bilim anlayışının genel ilkeleri aradığı, tek tek hadiseleri ve nesneleri daha genel bir bütünün
içinde değerlendirdiği olmalıdır.
Aristoteles’in düşüncesinin ve bilim anlayışının dikkate değer bir yönü tabiatta bir amaçsallık olduğuna
inanmasıdır. İnsan ediminin belli amaçlar gütmesi gibi tabiat da edimlerinde bir gayeyi hedefler. Tabiat
olaylarını anlamaya çalışırken bu hadiselerin “ne için” cereyan ettiğini sormalıyız. Çünkü bu hadiselerin,
bu tabiat olaylarının bir telosu, bir gayesi vardır. Bunu bir örnekle izah edelim:
Su kuşlarının ayaklarının perdeli olduğu malumdur. Bunun bir gayesi olmalıdır, o da yüzmektir; yani
ördeklerin perdeli ayakları yüzmelerini sağlamak içindir. Demek ki perdeli ayaklar ördekler için iyidir ya
da münasiptir diyelim. Doğal fenomenlerin gayesini anlamak önemlidir, zira bu nihai gayeler bu feno-
menlerin ne olduklarıyla doğrudan ilgilidir. Örneğimizden yola çıkacak olursak bir ördeğin ne olduğu
sorulduğunda onun yüzen bir su kuşu olduğuna atıfta bulunmak gerekecektir. Tabiatta bir nihai gaye
aramak teorinin gereği olarak değil, gözlemlerin dayattığı
bir şeydir Aristoteles’e göre. Aristoteles tabii olayları bir
nihai gaye ile ya da başka bir ifade ile söyleyecek olursak Teleoloji kelimesi ‘amaç, gaye’ gibi an-
ereksellik ile izah etmekle birlikte bunun illa her şeyde ol- lamları olan Yunanca ‘telos’ kelimesinden
duğunu da iddia etmez: “Karaciğerdeki safra bir kalıntıdır türetilmiştir. Nedensellik karşıtı olarak da
ve bir şey için değildir –midede ve bağırsaklardaki kalıntı anlaşılmaktadır. Nedensellik bir şeyin var-
gibi. Tabiat bazen kalıntıları da bir amaçla kullanır; ama lığının arkasında bir sebep olduğunu ve
bu her şeyde bir nihai gaye aramak için sebep değildir”. bunun o şeyin varlığını izah ettiğini söyler.
Tabiatta bir gaye olduğu savı kimi zaman Aristoteles’in Ama teleolojik yaklaşımda bir şeyin var-
tabiata bir bilinç atfettiği şeklinde de yorumlanmıştır. lığını izah ederken onun yöneldiği hedef
Ancak doğru yorum Aristoteles’in tabiatta bir işlevsellik dikkate alınır. Bu farkı kabaca şöyle ifade
gördüğü şeklinde olmalıdır. Doğal olayların veya nesne- edebiliriz: Nedensellik soruyu ‘neden?’ diye
lerin anlaşılmasında işlevlerinin ne olduğunu sorgulamak sorarken teleoloji/erekbilim ya da amaçsal-
bilim adamının kaçınamayacağı bir tavır olagelmiştir. Do- lık/ereksellik soruyu ‘ne için?’ diye yöneltir.
layısıyla Aristoteles’in teleolojik bakış açısını da bu açıdan
anlamak gerekir.

yaşamla ilişkilendir

Aristoteles’in insanların neden elleri olduğu büyük ve yüce olana daha azı verir, az olana büyük
ile ilgili açıklamalarını okuyalım: ve yüce olanı vermez. Dolayısıyla eğer doğrusu buy-
Anaxagoras elleri olduğu için insanın en zeki sa ve eğer tabiat şartların elverdiği en iyi şeyi yapı-
varlık olduğunu söyler; ama makul olan insanın en yorsa, insan elleri olduğu için en zeki varlık değildir
zeki varlık olduğu için elleri olduğunu düşünmek- aksine en zeki hayvan olduğu için elleri vardır.
tir. Zira eller araçtır, ve tabiat, zeki bir adam gibi,
her zaman bir şeyi onu kullanabilecek olana verir Kaynak: Barnes, J.(2000). Aristotle A Very Short
(bir flütü flüt çalabilen birine vermek flütü olan bir Introduction, Oxford: Oxford University Press
adama flüt çalma kabiliyeti vermekten iyidir); zira s.117.

140
İlkçağ Felsefesi

Aristoteles’in Ruh Anlayışı şeyler için varlık hayattır. Dolayısıyla bir varlığa su-
De Anima (Ruh Üzerine) adlı eserinde ruh ve nulan hayat o varlığa verilen ruhun nasıl olduğuna
beden arasındaki münasebetleri araştıran Aristote- göredir. Düşünebilen bir ruh bir insan bedenine
les ruhun bedenden ayrı düşünülemeyeceği kanaa- edim kazandırır, böylece uygun bir bedeni insan
tindedir. Ruh bedenden ayrılamayacağı için beden bedeni yapar. Burada ruh ve beden aynı şey olma-
öldüğünde ruh da varlığına devam edemez. Burada makla birlikte birbirlerine bağlıdırlar; ruh olmadan
ruhun varlığı konusunda hemfikir olduğu hocası beden ancak bir ceset olur, beden olmadan da ruh-
Platon’dan farklı olarak Aristoteles ruhun ölümsüz tan söz edilemez.
olduğu ve bedenden ayrı olarak var olabildiği kana- Aristoteles’in ruha dair buraya kadar söyledik-
atinde değildir. lerinden ruhun çeşitli biçimleri olduğu sonucunu
Aristoteles’in ruha dair görüşleri hylomorfizm çıkarmak mümkündür; zira yaşayan türlü türlü
kavramı ile ifade edilmektedir: Ruh bedenin bi- varlıklar vardır, bitkiler, hayvanlar çeşit çeşittir. De-
çimi (morphē) ve beden de ruhun maddesidir mek ki ruhun da çeşitli biçimleri olduğu sonucu-
(hylē). Aristoteles ruhu canlılığın sebebi ve alameti nu çıkarabiliriz. Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla
saydığından ona göre tüm canlıların ruhu vardır; Aristoteles bunlar arasında bir hiyerarşi ya da ba-
ruhu olmak ile canlı olmak bir yerde aynı anlama sitten karmaşığa bir sıralama olduğunu düşünmek-
gelmektedir, yalnızca canlı varlıkların ruhu vardır. tedir. Ona göre, bitkilerde beslenme melekesi olan
Ruhu olan, olmayandan yaşaması bakımından ay- bir ruhun varlığından söz edilebilirken hayvanlarda
rılır. Yaşamak ise türlü türlüdür; bir amip ile bir buna ilave olarak algılama melekesi olan bir ruh,
öküzün yaşaması farklıdır. insanda ise bunlara ilave olarak düşünme melekesi
Ruh bedenin bütünlüğünü ve bir aradalığını de olan bir ruh vardır. Yani düşünme melekesi olan
temin eder. Ancak belli bedenlerin ruhu olabilir. ruh diğer tüm melekelere de sahiptir.
Aristoteles’e göre, ancak organik bedenlerin ruhu Demek ki Aristoteles ruhu yaşayan nesnelerin
olabilir. Burada organik kelimesini gündelik anla- yaşam formu olarak düşünmekte, canlı varlıkların
yıştan uzak olarak açıklamamız gerekiyor. Organon hayatiyetlerini ve bedensel bütünlüklerini temin
kelimesi araç, alet anlamına geliyor; yani beden bir eden ve bedene edimsellik kazandıran bir şey ola-
yerde ruhun aletidir Aristoteles’e göre. Bedenin rak tasavvur etmektedir. Ona göre, bedenden ayrı
formu, biçimi olarak ruh bir cevherdir (ousia) ve bir ruh düşünülemez. Yani bedenin yok olmasıyla
bedenin edimselliğidir (energeia); ama burada form ruh da yok olur. Beden ruh için bir araç, bir alettir.
derken bedenin şeklini anlamıyoruz. Ruh olmadan Bedene edimsellik, eylemsellik kazandıran ruhun
gövdenin bir yaşayan kendisidir. Demek ki Aristoteles ruhu edilgen bir
nesnenin bedeni ol- şey olarak tasavvur etmiyor. Ona göre, ruh ve be-
ması mümkün değil- deni ayrı olarak düşünemeyiz, ruhun ayrılmasıyla
dikkat bedenin hayatiyeti son bulur -ruhun da varlığı sona
dir; ölü bir bedenin
Aristoteles ruhun ölümlü
de şekli vardır. Form erer. Yine görüyoruz ki Aristoteles kendisinden ön-
olduğunu söylemekle ken-
olarak ruh yaşayan ceki Sokrates ve Platon’un düşündüklerinin aksine
disinden önceki Sokrates
insanın varlık biçi- ruhu ebedi olarak görmemekte, bedenin ölümüyle
ve Platon’dan ayrılır.
midir. Zira yaşayan birlikte son bulduğunu savunmaktadır.

141
Sistematik Dönem II: Aristoteles

Öğrenme Çıktısı
4 Aristoteles’in bilgi anlayışını ana hatlarıyla irdeleyebilme
5 Aristoteles ve Platon’un ruh anlayışlarının farklı yönlerini tespit edebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Aristoteles’in ruh hakkın-


daki görüşlerinin İslam Ruh hakkında siz kendi-
Aristoteles’in ruh hakkın-
düşünce dünyasındaki et- nizi Sokrates, Platon ve
daki görüşleri onun biyoloji
kilerini görmek için İslam Aristoteles’ten hangisine ya-
alanındaki çalışmalarından
Ansiklopedisi’nde ‘ruh’ ve kın buluyorsunuz? Düşün-
nasıl etkilenmiş olabilir?
‘İlmü’n-Nefs’ maddelerini cenizi paylaşınız.
inceleyebilirsiniz.

ARİSTOTELES’İN AHLAK VE mak bir takım faaliyetleri mükemmel olarak ya da


SİYASET ANLAYIŞI çok iyi icra etmek demektir. Bir kimse insanoğluna
has ayırt edici melekelerini yeterince iyi düzeyde
faaliyete sokmadıkça o kimsenin inkişaf ettiğini,
Aristoteles’in Ahlak Anlayışı başarılı olduğunu söyleyemeyiz.
Aristoteles’in ahlak üzerine yazdığı kitaplarının İnsan olarak iyi seviyede faaliyete geçirilmesi ge-
ikisi ‘ethika’ başlığını taşımaktadır. Türkçede de reken ayırt edici melekeler nelerdir diye sorulacak
ahlaki konulara atfen kullanılan etik kelimesi kö- olursa burada bir ayrıma gidilebilir. Aristoteles zih-
keninde karaktere dair meseleleri işaret eder. Yine ni melekeler ile karakter melekeleri arasında ayrım
Aristoteles’in kullandığı ve çoğunlukla mutluluk yapar. Karakter melekeleri ya da davranış olgun-
diye tercüme edilen eudaimonia kelimesi serpil- lukları diyebileceğimiz cesaret, cömertlik, adil olma
mek, inkişaf etmek, gelişmek, muvaffak olmak an- gibi hususların yanında doğru bir özgüven, makul
lamlarını barındırır ve mutluluk kelimesi ile dolaylı kabul edilebilecek bir gösterişlilik ya da caka ve kur-
ilgisi vardır. Yine erdem diye tercüme edilen ‘aretê’ naz bir zekâyı da sayar. Zihni melekeler ise bilgi, iyi
kelimesi ‘mükemmellik’ ve ‘iyi olmak’ anlamları muhakeme ve erdemdir.
taşır. Aristoteles’in pratik felsefesini yani hayat an-
İnsanoğlu diğer varlıklardan aklı ve düşünme
layışını anlamak için bu kelimeleri doğru anlamak
gücü ile ayrılır. Aristoteles’e göre, insanoğlunun
önemlidir.
zihni, onun içindeki ilahi şeydir. İnsan diğer var-
Eudaimonia yaşamımızın gayesidir. Demek ki lıklardan aklı sebebiyle ayrıldığına göre en iyi bir
kişi serpilmek, inkişaf etmek, insan olarak tekem- biçimde icra ederek inkişaf edeceği, serpileceği, te-
mül etmek emeli taşır. Aristoteles’in ahlak felsefe- kemmül edeceği husus da aklı ya da bir diğer ifa-
sini şu soru başlatır: Eudaimonia nasıl elde edilir? deyle zihinsel melekeleri olmalıdır. ‘Eudaimonia’
Başka türlü ifade etmek gerekirse şöyle de sorabi- ya da başarı zihinsel
liriz: Başarılı, olgun, mükemmel bir insan hayatı olgunluklarla elde
nasıl yaşanır? Görüldüğü üzere burada aranan şey edilebilir. Demek ki
mutluluğun elde edilmesinden çok yaşamı bir ba- Aristoteles’in temel dikkat
şarıya dönüştürmektir. tezi şöyle ifade edi- Aristoteles’e göre mükem-
Eudaimonia, Aristoteles’e göre, ruhun mükem- lebilir: Mükemmel mel zihinsel faaliyet berabe-
mellik ile uyumlu faaliyetidir. Onun tanımından zihinsel faaliyet ba- rinde başarı getirir. İnsanın
şunu anlayabiliriz: Başarı, inkişaf, serpilme, tekem- şarı getirir ve insanın tekemmül etmesi ve geliş-
mül etme bir hal değil bir faaliyet ya da faaliyetler tekemmül etmesini, mesi de yine mükemmel zi-
dizisidir. Dolayısıyla tekemmül etmek, başarılı ol- gelişmesini sağlar. hinsel faaliyet sayesindedir.

142
İlkçağ Felsefesi

Aristoteles’in Siyaset Anlayışı Aristoteles’in devletinde görüldüğü üzere tüm


Bugün ahlak ve siyaset alanları birbirinden bir yurttaşlar tüm devlet faaliyetlerine iştirak etmekte-
ölçüde de olsa ayrılabilir alanlar olarak anlaşılıyor. dirler. Bu gibi bir devletin çok büyük sayıda yurt-
Ama Aristoteles için bu ikisi birbirini tamamlayan taştan oluşmasının imkânsız olduğu açıktır. Aris-
ya da birbirinin uzantısı olan sahalardır. Gerçekten toteles “on kişiden devlet olmaz -100.000 kişiden
de Aristoteles siyaseti ayrı bir alan olarak düşünme- fazlası da artık devlet değildir” demektedir. Demek
miş, bunu etik başlığı altında incelemiştir. Onun ki bir şehir devleti için yurttaşların sayısının bir
Politika adını taşıyan risaleleri Nikomakhos’a Etik sınırı olması gerekmektedir. Ancak bilindiği üzere
kitabının devamı mahiyetindedir. kadınların ve kölelerin yurttaşlığından söz etmek
Ahlak anlayışını incelerken Aristoteles’in bu eski Yunan’da söz konusu değildi. Yurttaş dediği-
konuyu hayatın nasıl yaşanması gerektiği sorusu mizde belli bir zenginliği olan veya köle olmayan
etrafında incelediğini görmüştük. İnsan hayatını erkeklerden söz ediyoruz.
bir keşişin hayatı gibi inziva içinde düşünmenin, Bir yurttaşın ne kadar bir siyasi güce sahip ola-
toplumsal boyutunu görmezden gelmenin bir ek- cağı devletin anayasasına bağlı olacaktır. Aristoteles
siklik olarak kalacağı kuşkusuzdur. Aristoteles in- anayasaları inceler ve üç gruba ayırır. Bunlar yöne-
sanın tabiatı gereği sosyal bir varlık olduğunu sa- tim biçimi olarak monarşi, aristokrasi ve demokra-
vunmaktadır. Yalnız yaşayan, kendi kendine yeten
siyi benimseyen anayasalardır. Aristoteles bir kişi-
bir insan, Aristoteles’e göre, ya tanrıdır ya da hay-
nin ya da bir hanedanın olgunluk, mükemmellik
van. Arılar, karıncalar gibi insanoğlu da biyolojisi
anlamında herkesten üstün olduğu bir toplumda
gereği toplum içinde yaşar; aile, toplum ve devlet
o kişi ya da hanedanın tek başına yönetmesinin
insanın tabiatının tezahürleridir. Toplum farklı bi-
çimlerde tezahür edebilir. Nitekim Aristoteles’in ve tüm meselelerde hüküm sahibi olmasının adil
zamanında Büyük İskender neredeyse bilinen tüm olduğu görüşündedir. Bununla birlikte Aristoteles
dünyaya hâkim bir imparatorluk kurmuştu. Ama böyle bir kişiyi bulmanın her zaman mümkün ola-
Aristoteles insan doğasına uygun olan düzenin Yu- mayacağının da farkındadır. Bu sebeple aristokrasi
nanların şehir devleti olduğu yönündeki inancını ve demokrasiye de bir alan tanımıştır: Ona göre, bir
korumuştur. Burada dikkat edilmesi gereken bir kaç iyi adama nazaran bir çoğunluğun egemenliği
husus Aristoteles’in Platon’un aksine aileyi de insan de belki doğru olabilir. Bu çoğunluğun her ferdi
doğasının tabii tezahürü olan bir topluluk olarak iyi olmasa da bir araya geldiklerinde toplu olarak
görmesi ve ailesiz bir toplum hayal eden Platon’un daha iyi olabilirler. Tıpkı tek bir kişinin üstlendiği
ütopyasını reddetmesidir. Aileler kendi kendilerine yemeklere nazaran müşterek yemeklerin daha iyi
yetemediklerinden bir araya gelip köyler kurarlar. olması gibi (Barnes, 2000, s.128).
Köyler de tüm ihtiyaçlarını karşılayamazlar ve şe- Devlet toplumun zarar görmesini engellemek
hirler oluştururlar. Artık şehirler insan toplumları ve ticaret yapmak gayesiyle paylaşılan bir mekân
için ideal bir ölçek oluştururlar Aristoteles’e göre.
olmanın ötesinde iyi bir yaşamın paylaşılmasıdır.
Aristoteles için devlet bir yurttaşlar toplulu- Buradan hareketle Aristoteles kendi ideal devleti-
ğudur; devletin faaliyetleri doğrudan yurttaşla- ni tasavvur eder. Ancak görülüyor ki Aristoteles’in
rı tarafından yürütülür. Anlaşılıyor ki yurttaşlık ideal devleti oldukça müdahaleci bir anlayışa sa-
Aristoteles için yargısal faaliyetlere ve kamu hiz- hiptir. Ona göre, devlet daha doğumdan önce
metlerine iştirak etmek anlamı taşımaktadır. Her
bireye müdahaleye başlar. Sağlıklı nesiller için
yurttaş o toplumun yasama meclisinin üyesidir ve
devlet kimlerin bir biriyle evlenebileceğini belir-
tüm kamu görevlerine atanma salahiyetini haizdir.
lemelidir. Yine genç nesillere verilecek eğitimin
Aynı zamanda yurttaşlar yargı meclisinin de üyesi-
ortak ve kamusal nitelikte olması gerekir, zira
dir. Burada bir açıklama ihtiyacı doğmaktadır. Eski
Yunan’da yargı meclisi bir tür jüri gibi tüm yurttaş- tüm şehir aynı ortak amacı paylaşmaktadır. Dev-
ların üye olduğu bir mahkemeydi; jüriden ayrı bir let tüm alanları düzenler çünkü yurttaşlar devlete
yargıca gerek görülmüyordu. aittir, kendilerine değil.

143
Sistematik Dönem II: Aristoteles

araştırmalarla
ilişkilendir
Kanun koyucuların göz önünde tutacağı en mızda böyle yapılmıyor; herkes kendi çocuklarını
önemli işin, gençliğin eğitimi olduğundan kimse kendi kendine ve ayrı olarak terbiye ediyor; ken-
şüphe edemez, zira bunu ihmal eden bir devlet en dince en iyi olan ayrı şeyler öğretiyor.
büyük hatayı işlemiş olur. Her vatandaş, içinde Halbuki, herkesin ilgilendiği şeyler üzerinde
yaşadığı hükümet şekline uyacak tarzda yetişti- öğretim bütün vatandaşlar için bir olmalıdır.
rilmelidir. Çünkü her hükümetin, kendine has
Hiçbir vatandaşın kendi kendine ait oldu-
olan, kendi temelini teşkil eden ve kendisini yaşa-
tan bir karakteri vardır. Demokrasinin karakteri ğunu sanmamalıyız; bütün vatandaşlar devlete
demokrasiyi, oligarşinin karakteri oligarşiyi yara- aittir. Her vatandaş, devletin bir parçasıdır. Her
tır. Bu karakter ne kadar iyi olursa, hükümet de parçanın bakımı, bütünün bakımından ayrı ola-
o kadar iyi olur. rak düşünülemez. Bu noktada Lakedaimonlular
en çok övülmeye değer; çünkü onlar çocukları-
Her meleke ve sanatın yapılabilmesi, önce- nın eğitimine çok önem verirler, bunu devletin
den alışma ve yetişmeye bağlıdır. Fazilet için de bir meselesi sayarlar.
bunun böyle olduğu meydandadır. Her devletin
tek gayesi olduğuna göre, eğitimin de herkes için Kaynak: Aristoteles Fikir Mimarları 13, İstanbul:
tek ve aynı olması, fert için değil umum için ol- Say Yayınları
ması gerektiğine şüphe yoktur. Halbuki zamanı-

Aristoteles’in ideal devlet düzeni diye tasavvur ettiği yapının totaliter olduğu yönünde güçlü eleştiriler
yapılmaktadır. Ancak yukarıda yönetim biçimi olarak Aristoteles’in monarşiye taraftar olduğunu görmüş-
tük. Aristoteles ahlak ve siyaset anlayışını insanın ve toplumun en olgun, en başarılı bir biçimde yaşadığı
bir hayatın nasıl bir hayat olması gerektiği sorusu etrafında şekillendirmiştir. Dolayısıyla insan doğasının
malûl olduğu kusurlara ve eksiklere bir alan tanıyan özgürlük anlayışına pek sıcak bakmadığı söylenebilir.

Öğrenme Çıktısı

6 Aristoteles’in ahlak anlayışı ile siyasi düşüncesi arasında ilişki kurabilme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Sokrates Atinalıydı, Atina’da


yaşadı ve Atinalılarca idama
Aristoteles’in ahlak üze- mahkûm edildi; kaçmayı red-
rine temel eseri olan detti ve kendi eliyle baldıran
Nikomakhos’a Etik farklı ya- zehrini içerek öldü. Aristote-
Aristoteles ile Sokrates’in
yınevleri tarafından Türk- les Makedonyalıydı ve Atina
ahlak anlayışlarını Ereksel-
çeye kazandırılmıştır. Bu yurttaşı değildi, Atina’da ya-
lik/Teleoloji kavramını mer-
eseri okuyarak onun ahlak şamının tehlikede olduğunu
keze alarak karşılaştırınız.
üzerine görüşlerini daha öngörerek kaçtı ve hayatını
ayrıntılı bir biçimde öğre- kurtardı. Bu iki büyük düşü-
nebilirsiniz. nürün bu tutumlarını ahlak
ve siyaset görüşleri ile nasıl
izah edersiniz? Anlatınız.

144
İlkçağ Felsefesi

ARİSTOTELES’İN ESTETİK bir olaya şahitlik esnasında uyanacak olan duygu-


ANLAYIŞI lar bizde mimesis ile uyandırılmaktadır. Yani, tra-
gedya, mimesis sayesinde duygulanmaya yol açacak
Nikomakhos’a Etik kitabının başında Aristo-
şekilde yaşama benzemektedir.
teles “her sanat ve her araştırmanın, aynı şekilde
her eylem ve tercihin de bir iyiyi arzuladığı dü- Tragedyanın acıma ve korku duyguları uyandı-
şünülür” demektedir (Aristoteles, 1997, s. 1). rarak bir duygusal arınma sağladığını yukarıda be-
Aristoteles’in şiir ve genel olarak şimdilerde ede- lirttik. Burada duygusal arınma diye kullandığımız
biyat dediğimiz saha üzerine yazdığı Poetika’sı bu- kavramın Yunancası olan katharsis kelimesinin an-
gün sadece yarısı mevcut olan kısa bir kitaptır. Bu lamı üzerine de pek çok yorum getirilmiştir. Antik
eserde Aristoteles’in tragedya üzerine yazdıkları Yunan’da tıp alanında (sindirim yollarının arınma-
Aristoteles araştırmacılarının üzerinde en çok dur- sı) ve dini pratikte (saliklerin geçirmeleri gereken
dukları konudur. arınma merhaleleri olarak) kullanılan bu kelimeyi
Şiirin amacı kalondur (güzel olmak ya da mü- Aristoteles’in ne anlamda kullandığı üzerine getiri-
kemmellik); tragedya kalonu belli bir mimesis (tak- len yorumları şöyle tasnif edebiliriz:
lit) biçimi ile hedefler. Sanat insan hayatını bilhassa • Didaktik. Yani tragedya bize kötü örnekleri
insan edimlerini taklit eder; insan edimleri de farklı göstermek suretiyle aşırı duygulanmaların
farklıdır. İnsan edimlerinin kötü olanlarını komedi, yol açtığı eylemlerin sonuçları hakkında ah-
iyi olanlarını ise tragedya taklit ediyor Aristoteles’e laki bir ders vermektedir.
göre. Tragedya vakur ve tam, bir azameti olan • Etik. Yani sahnede tragedya izlemek iyi bir
edimlerin mimesisidir. Peki, tragedya bu mimesis ahlaki karakter oluşturmamıza yol açacak
(taklit ya da temsil diyelim) ile neyi hedeflemekte- duygusal davranışlara sebep olur.
dir? Tragedya acıma ve korku vasıtası ile duygular- • Terapötik. Yani tragedya sağlıklı bir biçimde
da bir arınmaya yol açar. Bunun nasıl gerçekleştiği duygusal boşalmalara imkân tanır. Görül-
hususunda farklı yorumlar olmakla birlikte genel düğü üzere bu izah tamamen tıbbi bir yo-
olarak şunları söyleyebiliriz: Taklit, Aristoteles’e rumdan oluşmaktadır.
göre, insan doğasında var olan bir öğrenme biçi-
midir. Benzerlik insanların hoşuna gider ve taklit • Entelektüel. Yani tragedya temsil edilen hadi-
yoluyla öğreniriz. Zira sadece filozoflar değil tüm senin izleyici tarafından sağlıklı bir biçimde
insanlar meraklı tabiatları gereği bilgiyi severler ve anlaşılmasına imkân tanır. Bu yorumcular
öğrenmekten hoşlanırlar. Demek ki mimesis haz katharsis ile entelektüel arınmanın kastedil-
veriyor ve de anlamamızı sağlıyor. O halde, traged- diği görüşündedirler.
ya, mimesis ile izleyicide bir haz uyandırmakta ve • Dramatik. Yani tragedya temsil ettiği hadi-
de izleyicinin bir anlayış edinmesini sağlamakta- seleri öyle bir biçimde düzenler ki bu olay-
dır. Bunu nasıl yaptığı sorusunun cevabı acıma ve ların lanetli ya da başka bir biçimde söyle-
korku duyguları uyandırarak bir duygusal arınma yecek olursak ahlaken iğrenç olduğuna dair
sağlamak şeklinde olacaktır. izleyicide var olan duyguları gidermek sure-
Mimesis kelimesinin nasıl anlaşılması gerekti- tiyle arınma sağlar.
ği üzerine farklı yorumlar getirilmiştir. En genel Genel hatlarıyla bakıldığında Aristoteles’in
manada mimesisin tabii süreçlere bir müdahale ol- temel prensipleri onun estetik anlayışına da
duğu anlayışı kabul görmektedir. Yani mimesisin hâkimdir: Öğrenmenin verdiği haz, mutluluğun
doğanın bir taklidi ya da doğanın taklit edilmesi ya da başarının sebebi olan bilme edimi, bilgilen-
olduğu söylenebilir. Bunu şöyle bir örnekle açık- me yoluyla insanın yücelmesi. Aristoteles’in sanat
lamak mümkündür. Bizi tabiat sağlıklı kılmakta- ve estetik anlayışını da bunların belirlediğini görü-
dır. Ancak hastalandığımızda bir hekim de tabiatı yoruz. Elimizde mevcut olduğu kadarıyla Poetika
taklit ile bizi sağlığımıza kavuşturabilir. Yani bir kitabı, bilhassa tragedya üzerine söyledikleri, bil-
biçimde hekim bedenimizde doğal sürecin bir gilenmenin verdiği haz ve anlayış ile bunun getir-
benzerini, bir taklidini oluşturarak sanatını icra diği duygusal arınmanın sanatın hedefi olduğunu
eder. Demek ki, tragedya izlerken, aslında gerçek vazetmektedir.

145
Sistematik Dönem II: Aristoteles

Öğrenme Çıktısı

7 Aristoteles’in estetik anlayışını açıklayabilme

Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Aristoteles’in Poetika adlı


Mimesis kavramına yak- eseri farklı yayınevleri tara- Taklit, öğrenmenin bir yolu
laşımları açısından Platon fından Türkçeye kazandı- olabilir mi? Bilhassa erken
ile Aristoteles’in görüşlerini rılmıştır. Sanat ve estetikle yaştaki insan davranışlarını
karşılaştırın. ilgili görüşlerini bu kitaptan merkeze alarak tartışınız.
daha detaylı öğrenebilirsiniz.

146
İlkçağ Felsefesi

1 Aristoteles’in hayatı hakkındaki


genel bilgileri kavrayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


2 Aristoteles’e ait olduğu kabul
edilen eserleri tanıyabilme

Aristoteles’in Hayatı ve Eserleri

1 Aristoteles tabip bir ailenin çocuğu olarak Makedonya sarayında büyümüş ve öğrenimi için Atina’ya
gelerek ünlü düşünür Platon’un okulunda eğitim görmüştür. Platon’un ölümünün ardından özgün
düşüncelerini şekillendirmiş ve Atina’da Lykeion (Latincesi: Lyceum) adlı okulunu ve Peripatos ola-
rak bilinen düşünce ekolünü kurmuştur. Felsefesi bütün batı düşünce geleneğini derinden etkilemiştir.
Atina’da bir yabancı olduğu için bilhassa Atina ile Makedonya arasındaki siyasi gelişmelerden etkilenmiş
ve hayatının sonuna doğru Atina’dan ayrılmak zorunda kalmıştır.

2 Aristoteles’e atfedilen kitaplar arasında Metaphysica (Metafizik) ile Ethica Nicomachea


(Nikomakhos’a Etik) adlı eserlerin ünlü olduğunu söyleyebiliriz.

3 Aristoteles’in mantık ilmine dair


ilkelerini sıralama

Aristoteles’in Mantık Anlayışı

3 Aristoteles mantığının üç temel ilkesini ‘özdeşlik ilkesi’, ‘çelişmezlik ilkesi’ ve ‘üçüncü halin imkansızlığı
ilkesi’ olarak sayabiliriz. Özdeşlik ilkesi, bir şey kendisi ile aynıdır önermesi ile özetlenebilir. Örneğin A=A
ifadesi bu duruma işaret eder. Çelişmezlik ilkesine göre ise, bir şey aynı şartlar altında aynı anda hem kendisi
hem de kendisinden başka bir şey olamaz. Son olarak üçüncü halin imkânsızlığı ilkesinin temel önermesi
şöyledir: bir şey ya kendisidir ya da kendisinden başka bir şeydir. Üçüncü bir ihtimal yoktur.

147
Sistematik Dönem II: Aristoteles

4 Aristoteles’in bilgi anlayışını ana


hatlarıyla irdeleyebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Aristoteles ve Platon’un ruh


5 anlayışlarının farklı yönlerini
tespit edebilme

Aristoteles’in Bilgi ve Ruh


Anlayışı

4 Aristoteles’e göre bilgi ancak daha önce var olan başka bir bilgiden doğabilir. Bilmek demek bir şeyin
nedenini bilmek ve neden başka türlü olamayacağını bilmek demektir. Aristoteles’in bilgi kuramında
bir diğer önemli ilke ereksellik/teleoloji prensibidir. Yani bir şeyin gayesinin ne olduğunu bilmek bilgi-
nin önemli bir unsurudur.

5 Platon ve ondan önceki Sokrates’in ruhu ölümsüz olarak gören düşüncelerine karşı Aristoteles ruhu
bedene hayatiyet sağlayan bir form olarak tasvir etmiş ve bedenin ölümüyle birlikte ruhun ortadan
kalktığını söylemiştir.

Aristoteles’in ahlak anlayışı ile


6 siyasi düşüncesi arasında ilişki
kurabilme

Aristoteles’in Ahlak ve Siyaset


Anlayışı

6 Eski Yunan düşünürlerinin ahlak ve siyaset alanında bugünkü gibi ayrımlar yapmadıkları söylenebilir.
İnsanın ayırt edici vasıflarından birinin de sosyal bir varlık olmak olduğunu öne süren Aristoteles’e göre şehir
en ideal toplumsal örgütlenme biçimidir. Demek ki başarılı bir insan topluluğu şehir düzeni içinde yaşama-
lıdır. Bu şehirde daha olgun, daha başarılı bir veya birkaç kişinin (monarşi veya aristokrasi) yönetimi elinde
bulundurması Aristoteles’e göre adil olacaktır.

7 Aristoteles’in estetik anlayışını


açıklayabilme

Aristoteles’in Estetik Anlayışı

7 Aristoteles’in estetik anlayışının da Platon’un yaklaşımına göre olumlu olduğunu söyleyebiliriz. Ona göre
sanat mimesis yoluyla doğayı taklit eder ve izleyenlerin sağlıklı bir biçimde duygulanmalarına ve arınmalarına
imkân tanır. Aristoteles’in düşüncesinde sanat bilgilenme ve öğrenme için önemli bir unsurdur. Ona göre, sa-
nat mimesis yoluyla insanda bir arınma imkânı doğurmaktadır. Didaktik, etik, terapötik, entelektüel ve dramatik
boyutlarıyla bilhassa tragedya insanoğlunun eudaimoniayı elde etmesi yolunda önemli imkânlar sunmaktadır.

148
İlkçağ Felsefesi

1 Aristoteles için aşağıdakilerden hangisi söyle- 5 Aristoteles’in ahlak ilkeleri arasında aşağıda-
nemez? kilerden hangisi bulunmaz?

neler öğrendik?
A. Makedonyalı olup Stagira’da doğmuştur. A. Yaşamın gayesi serpilmek, inkişaf etmek, te-
B. Büyük Yunan filozofu Platon’un öğrencisidir. kemmül etmek manasındaki eudaimoniadır.
C. Düşünceleri sebebiyle idama mahkûm edilmiştir. B. Karakter melekelerinde başarılı olmak zihinsel
D. Mantık biliminin kurucusudur. melekelerde başarılı olmaktan önce gelmelidir.
E. Ekolü ‘yürüyenler’ anlamında peripatos ya da C. İnsana has melekelerde başarılı olmadan yaşa-
peripatetikler olarak da anılır. mın gayesine erilemez.
D. İnsan diğer varlıklardan aklı ile ayrıldığına göre
2 Aristoteles’in mantık anlayışı için aşağıdaki- aklını kullanmada mükemmelleşmekle başarı-
lerden hangisi söylenemez? ya ulaşır.
E. İnsana özgü melekeleri zihinsel melekeler ve
A. Mantık biliminin üç temel ilkesi vardır. karakter melekeleri olarak ayırabiliriz.
B. Özdeşlik ilkesi bir şeyin kendisinin aynısı oldu-
ğu ilkesidir ve A=A ile gösterilir.
C. Kategoriler cevher ve arazlardan oluşur ve varlı- 6 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in siyasi
ğı tüm halleriyle ifade edebilmemizi sağlarlar. görüşleri arasında yer almaz?
D. Bilgi edinmenin bir yöntemi tümdengelimdir. A. İnsan sosyal bir varlıktır ve yalnız yaşayamaz.
E. Aristoteles’in kurduğu mantık bilimine formel B. İnsan yaşamının bir amacı olduğu gibi toplum
veya bulanık mantık da denir. yaşamının da bir amacı vardır.
C. Aile hayatı da fert ve toplum hayatı gibi doğal
3 Aristoteles’in ruh anlayışı için aşağıdakilerden bir yapıdır.
hangisi söylenemez? D. Şehir köy toplumunun bir ileri biçimi, impara-
torluk da şehir devletinin bir ileri biçimidir.
A. Aristoteles’e göre ruhun ölümsüzlüğünden söz
edilemez. E. Şehir devleti için yurttaşların sayısının bir sınırı
olmalıdır.
B. Ruh bedenin formudur.
C. Aristoteles’in ruh hakkındaki görüşleri için
hylomorfizm kavramını kullanabiliriz. 7 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in estetik
anlayışı için söylenemez?
D. Aristoteles’in ruh hakkındaki görüşleri hocası
Platon’un görüşlerine paraleldir. A. Her sanat belli bir iyiyi hedeflemektedir.
E. Canlı varlıklar farklı farklı olduklarına göre B. Sanat insan hayatını taklit eder; buna mimesis
ruhlar da farklı farklı olmalıdır. denir.
C. İnsan hayatının kötü edimlerini komedi, iyi
4 Aristoteles’in bilgi anlayışı için aşağıdakiler- edimlerini tragedya taklit eder.
den hangisi söylenemez? D. Tragedya acıma ve korku yolu ile duygularda
arınmaya yol açar, buna katharsis denir.
A. Elleri olduğu için en zeki varlık insandır.
E. Katharsis kelimesinin didaktik, etik, terapötik,
B. Bilgi ancak daha önce var olan başka bir bilgi-
entelektüel ve romantik yorumları yapılmıştır.
den doğar.
C. Bilmek iki boyutludur.
D. Fani şeylerle ilgili asli bir bilgiden söz edilemez.
E. Tabiat olaylarını anlamaya çalışırken amaçsallık
ilkesinden faydalanmalıyız.

149
Sistematik Dönem II: Aristoteles

8 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in


10 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in tercih
Platon’dan ayrıldığı konulardan biridir? edeceği yönetim biçimidir?
neler öğrendik?

A. Ruhun ölümsüzlüğüne inanmak A. Zenginlerin yönetimi


B. Bazı eserleri diyalog yöntemiyle yazmak B. Nitelikli azınlığın yönetimi
C. Felsefesinde ahlak düşüncesine önemli yer ver- C. Kadınların yönetimi
mek D. Zorbaların yönetimi
D. Ruhun varlığına inanmak E. Çoğunluğun yönetimi
E. Eğitim kurumu tesis etmek

9 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles ile Sokra-


tes arasındaki düşünce farklarından birisidir?
A. Ruhun varlığına inanmak
B. Felsefesinde ahlak düşüncesine önem vermek
C. Doğa bilimlerine önem vermek
D. İnsan yaşamının bir gayesi olduğuna inanmak
E. Sofistlerden farklı olarak evrensel bilginin varlı-
ğına inanmak

150
İlkçağ Felsefesi

1. C Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Hayatı” 6. D Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Siyaset An-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

neler öğrendik yanıt anahtarı


Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Mantık
2. E 7. E Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Estetik An-
Anlayışı” konusunu yeniden gözden geçiri-
layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
niz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Ruh Anla- 8. A Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Ruh Anla-
yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. A Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Bilgi An- 9. C Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Bilgi An-
layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. B Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Ahlak An- 10. B Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Siyaset An-
layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
6 Anahtarı

Aristoteles İslam dünyasında ilk öğretmen anlamında ‘Muallim-i evvel’


Araştır 1 diye anılırken ondan etkilenmiş olan Farabi de ikinci öğretmen manasında
‘Muallim-i sani’ olarak anılır.

Aristoteles’in mantığında kategoriler nesneleri betimlerken, onları ifade eder-


ken veya tanımlarken başvurmak zorunda olduğumuz varlık kipleridir. Yani
bunlar düşüncenin kavramları olduğu kadar var olan nesnelere de ait olan
Araştır 2 hususiyetlerdir. Şu halde, kategorilerin zihnin dışında bir gerçeklikleri de
vardır. Kant’ın transandantal mantığında ise kategoriler bütünüyle zihinsel
kavramlardır. Yani Kant’ın kategorileri nasıl düşündüğümüzle, Aristoteles’in
kategorileri neyi düşündüğümüzle alakalıdır.

Aristoteles’in gözleme belli bir önem atfettiğini bilhassa biyoloji sahasında-


ki çalışmalarından anlayabiliyoruz. Onun Platon’dan farklı olarak canlıları
gözlemlerken ruhu cansız varlıkların zıddına canlı bedenlere hayatiyet veren
Araştır 3 ve hareket kazandıran bir form olarak düşünmüş olması mümkündür. Yine
ölümle birlikte canlı bedenlerin cansız maddeler gibi hareketsiz kalması onun
ruh hakkındaki görüşlerini belirlemiş olabilir.

151
Sistematik Dönem II: Aristoteles

Araştır Yanıt
6 Anahtarı

Aslında ahlak anlayışları bakımından bu iki düşünür büyük benzerlikler gös-


terir. Her ikisi de ahlak düşüncelerini “yaşamın gayesi nedir?” sorusu etrafında
Araştır 4 şekillendirmektedir. İnsan yaşamının bir gayesi olmalıdır. Bu da mutluluktur.
Bu iki düşünürün ahlak anlayışları mutluluğun ne olduğu ve nasıl elde edile-
ceği soruları ile farklılaşmaya başlar.

Aristoteles için mimesisin olumsuz bir anlamı olmadığını söyleyebiliriz. Aksi-


ne mimesis yoluyla sanat insanoğlunun tekemmül etmesine, olumsuz duygu-
lardan arınmasına bir imkân sağlar. Platon’a gelince, onun varlık anlayışında
bu dünyada karşılaştığımız şeyler ideaların bir yansıması, bir taklidi olan nes-
Araştır 5
nelerdir, yani gerçeğin bir kopyasıdır. Mimesis ile sanatçı zaten kendisi kop-
ya olan bir şeyi taklit etmekte, kopyanın kopyasını sunmaktadır; dolayısıyla
gerçeğe ilişkin bir şey sunması mümkün değildir. O halde bu kopyacıların
Platon’un ‘Devlet’inde yerleri yoktur.

Kaynakça
Anagnostopoulos, G. (ed). (2009). A Companion to Barnes, J. (ed). (1995). The Cambridge Companion to
Aristotle. West Sussex: Wiley-Blackwell. Aristotle. Cambridge: Cambridge University Press.
Aristoteles. (1997). Nikomakhos’a Etik. Çev. Saffet Kaya, M. (2003). “Makūlât”. İslam Ansiklopedisi, Cilt
Babür, Ankara: Ayraç Yayınevi. 27, s. 460-461.
Aristoteles. (2005). Poietika şiir sanatı üzerine. Çev. N. Rapp, C. ve Corcilius K. (2011). Aristoteles Hanbuch
Kalaycı, Ankara: Pharmakon. Leben-Werk-Wirkung. Stuttgart: J.B.Metzler.
Barnes, J. (2000). Aristotle A Very Short Introduction. www.islamansiklopedisi.info
Oxford: Oxford University Press.

152
Bölüm 7
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
öğrenme çıktıları

Stoacılık
1 Stoa düşüncesinin bölümlerini ve önemli Epiküros ve Epikürosçuluk
temsilcilerinin isimlerini yazabilme 3 Epiküros’un hazcılığını ana hatları ile

1 2
2 Stoacıların kader anlayışları ile açıklayabilme
özgürlük düşünceleri arasındaki ilişkiyi 4 Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki
açıklayabilme benzer ve farklı yönleri ifade edebilme

3
Şüphecilik
5 Pyrrhonculuğun bilgi ve ahlak teorilerini
ilişkilendirebilme

Anahtar Sözcükler: • Stoacılık • Panteizm • Epikürosçuluk • Negatif Hazcılık • Şüphecilik • Epokhe

154
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ
Helenistik felsefe “ahlaki” ve “dinî” dönem
olarak kendi içinde kabaca iki döneme ayrılmak- dikkat
tadır. Ahlaki dönemde Platon’un Akademisi ve Elealı Zenon ve Kıbrıslı Zenon dışında Zenon adı-
Aristoteles’in Lisesine ilaveten adından söz ettiren nı taşıyan başka filozoflar da vardır. İskenderiyeli
üç düşünce akımı göze çarpmaktadır. Bunlar Stoa- Zenon, Pergamumlu Zenon, Genç Zenon, Sidon-
cılık, Epikürosçuluk ve Şüpheciliktir. Dini dönem- lu Zenon ve Tarsuslu Zenon bunlardan bazılarıdır.
de ise, bir sonraki ünitede ele alınacak olan “Yeni-
Platonculuk” etkilidir.
Ahlaki dönem ekollerinden Epikürosçuluk bü- Kıbrıslı Zenon aslında bir tüccardır. Onun felse-
yük oranda tek bir doğrultuda ilerlemişken diğer feyle tanışması ise, sonraki dönemlerde düşüncesine
iki ekol kendi içinde farklı kısımlara ayrılmıştır. Bu ana rengini verecek olan “kader”in bir cilvesi olarak
nedenle, baştan sona aynı fikirleri savunmak anla- görülebilir. Zira mallarını yüklediği gemi Yunanis-
mında örneğin Stoacılık diye yekpare bir öğreti- tan yakınlarında batmış ve bunun neticesinde Ze-
den bahsetmek güçtür. Büyük oranda merkezî bazı non iflas etmiştir. O, talihsiz kazadan sonra Atina’ya
temalar, örneğin bir kaderin var olduğu yönünde- gelmiş ve tesadüfen Kinik okuluna mensup Crates
ki inanç ve panteistik Tanrı tasavvuru Stoa ekolü- ile tanışmıştır. Crates ile olan münasebeti Zenon’un
ne mensup düşünürler tarafından hemen hemen geliştirdiği felsefî yaklaşım üzerinde belirgin izler
istisnasız bir şekilde benimsenmiş olmakla birlikte bırakmıştır. Crates haricinde Zenon’un birlikte ça-
yer yer birbirinden farklı düşüncelerin ortaya çık- lıştığı isimler arasında bir süre Platon’un Akademi-
tığı da hatırda tutulmalıdır. Esasen bunu doğal asının başkanlığını yapmış olan Polemo ile Megara
kabul etmek gerekmektedir. Zira Stoa düşüncesi okulundan Stilpo da yer almaktadır.
milattan önceki dördüncü yüzyılın sonlarından Kıbrıslı Zenon milattan önce yaklaşık 300 yı-
milattan sonraki ikinci yüzyılın sonlarına kadar, lında kendi okulunu kurmuştur. Zenon’un öğretisi
yaklaşık beş yüz yıl boyunca etkinliğini sürdürmüş başlangıçta Zenonculuk olarak isimlendirilmiş ve
bir öğretiyi taşımıştır. Böylesine uzun bir süre içe- öğrencilerine de Zenoncular adı verilmiştir. Fakat
risinde, sayısız düşünürün aynı fikirleri hiç farklı ekol, zamanla, Zenoncuların toplandığı mekâna
yönlere sapmaksızın benimsemesi zordur. Etkileşi- atfen kullanılan bir tabirle Stoacılık olarak tanın-
me girilen kültürler, dönemin yarattığı yeni prob- mıştır. Zenon’un öğrencileri Atina’nın merkezî yer-
lemler veya bunların da ötesinde kişisel farklılıklar lerinden birinde, rengârenk boyanmış bir galeride
elbette ki meselelerin ele alınış ve fikirlerin üretiliş toplanarak felsefî meseleler üzerinde tartışmışlar-
tarzını dönüştürecektir. Bu bakımdan, ünite kap- dır. Okul bu nedenle Stoacılık olarak bilinmiştir.
samında gündeme gelecek olan öğretileri, örneğin
eski, orta ve yeni Stoa arasındaki farklılıkları bu
düşünceyi göz önünde bulundurarak irdelemekte Stoa Yunancada yüksek sütunlu galeri,
fayda vardır. sundurma anlamına gelmektedir. Stoacı-
lık tabiri buradan gelmektedir.
STOACILIK
Stoacılık Kıbrıslı Zenon (MÖ 334-262) tara- Kıbrıslı Zenon’un öğretisi felsefe tarihinin en
fından kurulan okula verilmiş bir isimdir. Felse- ilgi çekici ekollerinden birini teşkil etmektedir.
fe tarihinde Zenon adlı çok sayıda filozof vardır. Aşağıda bunun çeşitli nedenlerine işaret edilecektir.
Bunlardan özellikle ikisi oldukça meşhurdur. İlki Fakat yeri gelmişken belirtmek gerekir ki Stoacılık
paradoksları ile tanınan Elealı Zenon’dur. Stoa salt bir felsefî ekol olmanın ötesinde son derece katı
ekolünün kurucusu olan Zenon’a, Parmenides’in ahlaki kuralların biçimlendirdiği bir yaşam biçimi-
öğrencisi olan Zenon ile karıştırılmaması için, dir. Bu bakımdan, Zenon’un öğretisini uygulamalı
Kıbrıs’ın Kition kentinde doğmuş olması münase- bir felsefe olarak isimlendirmek mümkündür. Hiç
betiyle “Kıbrıslı” önadı verilmiştir. şüphesiz bu durum Zenon’un öğretisine has değil-

155
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

dir. Sokratesçi Kinikler ile Helenistik dönemin bir Stoacılığın ikinci evresi “orta Stoa” olarak isim-
diğer ekolü olan Epikürosçuluk da felsefelerini bir lendirilmektedir. Orta Stoa’nın başlıca iki tem-
yaşam biçimi olacak şekilde tasarlamışlardır (Sel- silcisi vardır. Bunlar Panaitios (MÖ 180-110) ve
lars, 2014, s. 2). Böyle olmakla birlikte, Stoacılık Poseidonios’tur (MÖ 135-51).
yarattığı etki bakımından felsefe tarihinde çok Üçüncü evre Stoa düşüncesi ise “yeni Stoa” veya
daha kalıcı izler bırakmıştır. Onun bilhassa çileci “Roma Stoası” olarak adlandırılmaktadır. Stoacılığın
Hıristiyan ahlakı üzerinde yarattığı derin etki dik- bu son döneminin en ünlü simaları arasında özellik-
kat çekmektedir. le üç isim öne çıkmaktadır. Bunlar Seneca (MÖ 4 –
Stoacılık kendisinden sonra gelen düşünceleri MS 65), Epiktetos (55-135) ve Marcus Aurelius’tur
etkilediği gibi, kendisinden önceki bazı öğretile- (121-180). Bu dönem, Stoa düşüncesinin en dikkat
rin de etkisi altında kalmıştır. Bu kapsamda, Sto- çekici yönlerinden
acıların felsefesini biçimlendirdiği söylenebilecek birini de yansıtmak-
çok sayıda kaynağa işaret etmek mümkündür. tadır. Stoacı yaşam
dikkat
Bunlar Herakleitos, Sokrates ve Kinik okuludur. öğretisi toplumun her
Stoa ekolüne mensup fi-
Demokritos’un da Stoacılığın oluşumu üzerinde katmanından insanı
lozoflardan Epiktetos bir
etkisi olduğu iddia edilebilir. cezbetmiştir. O kadar
köle, Marcus Aurelius ise
Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu ki bir köle ile bir im-
bir imparatordur.
milattan önceki 300 yılından, son temsilcisi Mar- parator aynı düşünce-
cus Aurelius’un ölümüne (yaklaşık olarak milattan ye bağlanabilmiştir.
sonra 180 yılına) kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Stoacılığın üç dönemi birbirini kesintisiz bir
Felsefe tarihinde bu evreler kabaca üç başlık altında şekilde takip etmiş değildir. Bununla birlikte, söz
toplanmaktadır. Her üç evre de çok önemli isimleri konusu üç evre, Stoacılığın eksiksiz bir tasvirini
içermektedir. Söz konusu evreler için verilen tarih- yapabilmek amacıyla ünite kapsamında art arda
lerin yaklaşık tarihler olduğu unutulmamalıdır. sıralanmıştır.
Stoacılığın birinci evresi genellikle “eski Stoa”
ya da “eski Stoacılık” olarak anılmaktadır. Eski Sto- Eski Stoa
acıların en ünlüsü şüphesiz okulun kurucusu olan
Helenistik felsefenin üç okulu, yani Stoacılık,
Kıbrıslı Zenon’dur. Kıbrıslı Zenon dışında eski
Epikürosçuluk ve Şüphecilik Yunan düşüncesinin
Stoacılığı şekillendirdiği söylenebilecek olan pek
kendi köklerine geri dönüşünün ifadeleri olarak ka-
çok isim vardır. Bunlar arasında Kleanthes (MÖ
bul edilmektedir (Von Aster, 2015). Her üç okul da
331-232) ve Khrysippos (MÖ 280-206) isimleri-
bilhassa Platon’dan önce ortaya konulan çeşitli fikir-
nin özellikle zikredilmesi gerekir.
leri benimsemiş ve bu fikirleri kendi kavramsal çer-
çeveleri dâhilinde yeniden üretmiş gözükmektedir.
Düşünceleriyle Stoacılığın oluşumuna katkı-
da bulunduğu söylenebilecek pek çok isim vardır.
Herakleitos’un bunlardan biri olduğuna daha önce
işaret edilmişti. Onun Stoacılık üzerindeki etkisi
okulun her üç evresinde de gücünü korumuştur.
Kiniklerin Stoacılık üzerindeki etkisi ise za-
manla kaybolmuş gözükmektedir. Stoacıların özel-
likle “doğaya uygun yaşam” olarak özetlenebilecek
ahlaki öğretileri büyük oranda Kinik okulunun
etkisi altında biçimlenmiştir. Fakat Zenon Kinik
öğretilerini aynen benimsemiş değildir. Kinikler
erdemin doğal bir yaşam sürdürmeyi gerektirdiği
iddiasına dayanarak toplumdan uzak durmayı sa-
lık vermişlerdir. Stoacılık ise doğaya uygun yaşam
Resim 7.1 Stoacılığın Kurucu İsimlerinden Khrysippos fikrini benimsemekle birlikte toplumsal hayattan
uzak durmayı zorunlu görmemiştir. Bu itibarla,

156
İlkçağ Felsefesi

Stoacılık, eski Kiniklerin öğretisini geniş kitlelerin diğimiz için neyin niçin gerçekleştiğini tam olarak
yadırgamayacağı bir biçime sokmuştur. Onlar bil- bilemeyiz. Her şey Tanrı tarafından, bir amaç ve
giye ve bilgili olmaya büyük önem vermiştir. Hem bilgi doğrultusunda belirlenmiştir. Bize düşen, sahip
Kiniklere benzeme hem de onları aşma çabası daha olmadığımız için hadiseleri anlamakta ve açıklamak-
en başta Kıbrıslı Zenon’un yetişmesi ve gelişmesi ta zorlandığımız bu Tanrısal bilgiye teslim olmaktır.
sırasında beliren bir eğilim (Störig, 2015, s. 275)
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Materyalizm maddecilik demektir. Ma-
teryalistlere göre, evrendeki tek gerçeklik
maddedir.
dikkat
Herakleitos, Demokritos, Sokrates ve Sokratesçi
bir ekol olan Kinik düşüncesi Stoacı öğretinin ge-
lişimi bakımından birer kaynak işlevi görmüştür.
dikkat
Belirli kavramlar dâhilinde sınıflandırılan filozof-
lar her konuda aynı şeyi düşünmezler. Örneğin
Stoacılar tıpkı Kinikler gibi insanın özgürlü- materyalist olduğu bilinen filozoflar bazı konular-
ğünü, onun erdemliliği ile özdeşleştirmektedirler. da birbirinden farklı yaklaşımlar sergileyebilirler.
Yalnız şu kadarını eklemek gerekir ki Stoacılar Ki- Nitekim Demokritos ve Stoacılar materyalisttir.
niklerde olduğu gibi bütün uygarlık unsurlarını Fakat Demokritos evrende bir zorunluluğun oldu-
katı bir şekilde reddetme taraftarı değildirler. Öz- ğunu ve zorunluluğun olduğu yerde amaçtan bah-
gür insan erdemli insandır ve onlara göre özgür- sedilemeyeceğini düşünürken Stoacılar evrendeki
lük kayıtsızlığı gerektirir. Özgürlük duygulardan, zorunluluğu Tanrısal bir amaç eşliğinde açıklama-
arzulardan bağımsız olmak, bunlara karşı kayıtsız ya çalışırlar.
kalabilmek demektir. Bununla birlikte, Stoacıların
özgürlüğe atfettiği anlama dikkat etmekte fayda
vardır. Onlar kadercidirler. Kader, sonsuza değin Eski Stoacıların Mantık ve Bilgi
kendi kendini tekrar eden kozmik bir döngünün Anlayışı
ifadesidir. İnsan değiştiremeyeceği kadere itaat ede-
rek, en azından onun karşısında kayıtsız kalarak Stoacılar, Kıbrıslı Zenon’u takip ederek, felse-
özgürlüğe, dolayısıyla da mutluluğa ulaşabilir. feyi üç başlık altında incelemiştir: mantık, fizik ve
ahlak. Mantık, doğru bilgiye ulaşmanın aracı ola-
Stoacılar materyalisttirler. Materyalizmi benim- rak tasarlanmıştır ve “doğru bilgiye ulaşmanın yön-
semiş olmaları Demokritos’un etkisine işaret etmek- temi nedir?”, “bilgimizin kaynağı ve sınırları neler-
tedir. Bununla birlikte, onların Demokritos’tan ay- dir?” gibi soruları ele alır. Fizik, evrenin yapısı ve
rıldıkları önemli noktalar var. Örneğin Demokritos’a temel yasaları ile ilgili sorunları çözüme kavuştur-
göre evrendeki tüm hadiseler zorunluluğun bir so- ma çabasındadır. Ahlak ise insanı mutluluğa götü-
nucudur ve zorunluluk evrende bir amacın (telos) recek olan yolu bulmaya çalışmaktadır (Von Aster,
olmadığını göstermektedir. Bu nedenle Demokritos 2015). Bu üç alan birbirinden farklı gibi görün-
evrenin teleolojik bir yöntem dâhilinde açıklanma- se de birbiriyle bağlantılıdır. Stoacılara göre, bilgi
sına karşıdır. Stoacılar ise zorunluluğu kabul etmek- olmadan evreni kavramak, evreni kavramadan da
le birlikte ona kader adını vermektedirler. Bunu, ahlaklı bir yaşam sürdürmek, dolayısıyla da mutlu
şüphesiz, zorunluluğun bir amaç doğrultusunda olmak imkânsızdır.
mevcut olduğu şeklinde yorumlamak gerekecektir.
Buna göre, Tanrı her şeyi önceden belirlemiştir. O Zenon’un bu üçlü ayırımına sonraki dönemde
tümel akıldır ve her şeyin gerekçesi O’nun bilgisinde öğrencisi Kleanthes tarafından bazı ilaveler yapıl-
mevcuttur. Hiçbir şey keyfi ve rastlantısal bir şekil- mıştır. Örneğin Kleanthes mantık alanına retoriği,
de ortaya çıkmaz. Stoacıları kadere rıza göstermeye fizik alanına teolojiyi, ahlak alanına ise politikayı
iten şey, belki de, bu bilginin mevcudiyetine olan eklemiştir. Bununla birlikte eski Stoanın üç düşü-
inançlarıdır. Duyular bize çok dar bir bilgi alanı sun- nürü (Zenon, Kleanthes ve Khrysippos) açısından
maktadır ve biz şeylerin nihai sebeplerini keşfedeme- yukarıdaki ayırım geçerlidir (Zeller, 2008).

157
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

Stoacılar katışıksız bir empirizmden ziyade


uzlaşmacı empirizm olarak nitelendirilebilecek
bir yaklaşımı temsil etmektedirler. Onlar bilginin
dikkat
hammaddesinin duyular yoluyla dış dünyadan
Stoacılar mantık, fizik ve ahlak adıyla üçe ayırdık-
devşirildiğini düşünmekle birlikte, bu hammadde-
ları felsefenin merkezini ahlak olarak belirlemekte-
nin ancak akıl tarafından işlendikten sonra bilgiye
dirler. Diğer iki alan ancak ahlaka giriş olarak bir
dönüşeceğini düşünürler. Eski Stoa ekolüne göre,
anlama sahiptir.
düşünme ve konuşma doğuştan getirilmiş şeyler
değildir. Bu yetenekler insanın doğumundan itiba-
Kleanthes’in ilave ettiği retorik ile inceleme alanı ren uzun bir süre içerisinde gelişirler. Ruh, başlan-
genişleyen mantığın diğer kısmı diyalektiktir. Reto- gıçta tabula rasa (boş levha) gibidir. Bu iddia John
rik cümle yapısı, dilbilgisi, müzik ve şiir teorilerini Locke’un empirist teorisinin bir öncüsü olarak da
araştırır. Diyalektik ise felsefî açıdan daha önemli kabul edilebilir. Buna göre, etrafta bulunan nesne-
olup psikolojik temele dayandırılan bir tür bilgi ler ilk önce duyularımızı etkiler ve zihnimizde bir
teorisidir (Störig, 2015). Diğer bir açıdan bakıldı- izlenim oluşturur. Bu izlenimler dışarıdaki bir nes-
ğında, diyalektik kanıtlayıcı bir bilimdir ve şeyle- neden kaynaklandıklarına dair bir bilinci doğurup
rin gerçek yapısını konu edinmektedir. Retorik ise zihnin onayını sağlar ve aynı zamanda zihinde bazı
pratik bir disiplindir ve temel araçlarını dil ve akıl izler bırakarak kalıcı imajlara dönüşürlerse algı ve
yürütme oluşturmaktadır (Cevizci, 2015). Retorik tecrübeyi oluştururlar. Bu izlenimlerin tekrarı ve
ve diyalektik birlikte bilginin imkânını da ortaya zihinde meydana getirdikleri imajlar ve bunların
koymaktadır. Bilgiye ulaşmanın aracı olan mantı- kayıtları da genel kavramların doğmasını sağlar.
ğa evrene dair doğruları tespit etme becerisini veren Genel kavramlar deneye dayalı olmakla birlikte
şey zihin ile dünya arasındaki yapısal uyumdur. aynı zamanda bazı zihinsel işlemlerle oluşturulur-
lar. Zaman, mekân, benzerlik, karşılaştırma yapma
Kıbrıslı Zenon bilginin ilk maddesinin duyu
ve bir araya getirme gibi zihinsel işlemlerden her
verileri olduğunu düşünmektedir. Bu, onun em-
birini zihin doğuştan getirmiştir. Başka bir deyişle,
pirist (deneyci) bir bilgi anlayışına sahip olduğu
zihnin genel kavramlar oluşturma kapasitesi doğuş-
anlamına gelmektedir. Zenon’a göre, bütün ilk
tandır. Ancak, bu kapasitenin işler hale gelmesi için
tasavvurlarımızın kaynağı “dış etkiler” yüzünden
dış dünyaya ve tecrübeye ihtiyaç vardır (Cevizci,
ruhta meydana gelen izlenimlerdir. Bu anlayışı
2015). Bu bakımdan, bilgi için hem salt akli bir
Zenon’un doğru ve yanlış tasavvurları birbirinden
muhakemenin hem de olgusal gerçekliğin mevcu-
ayırt edecek bir ölçüt bulmasını gerektirmiştir. O,
diyeti zaruridir. Bu fikrin Stoacılar tarafından ge-
söz konusu ölçütü ilk önce katalepsis kavramın-
liştirilmiş özgün bir yaklaşım olduğunu söylemek
da bulduğunu düşünmüştür. Zenon’un katalepsis
zordur. Bilginin duyu verileri ve akıl tarafından
(kavrama) adını verdiği şey, episteme (gerçek bilgi)
ortaklaşa üretildiği yönündeki iddia Stoacılardan
ve doxa (zan) arasında bulunan ortalama bir şey-
önce, örneğin Empedokles ve Aristoteles tarafın-
dir ve bu, aptallarda bile mevcuttur. Episteme ise
dan da gündeme getirilmiştir.
yalnızca bilge kişilerde bulunmaktadır. Dolayısıyla,
doğruluğun ölçütü yalnızca bilge kişilerde bulunan
episteme olabilir (Gökberk, 2016, s. 93). Bu açıdan
bakıldığında, katalepsis ancak sıradan insanlar açı-
dikkat
sından bir işleve sahip olabilir ki bu durum onu
Stoacılar deneyci ve duyumcudurlar. Onlara göre
felsefî bir ölçüt olmaktan uzaklaştırmaktadır.
insan doğuştan herhangi bir bilgiye sahip değildir.
İnsan zihni doğuşta boş bir levhadan (tabula rasa)
ibarettir.
Katalepsis Yunanca bir kelimedir ve “kav-
ramak” anlamına gelmektedir. Zenon’un
bilgi teorisi açısından ise objesini aslına
Zenon’u takip eden Kleanthes bilgi sürecini bir
uygun bir şekilde, tahrif etmeden yansıtan
mührün balmumu üzerinde iz bırakmasına benze-
bir düşüncedir.
tir. Nasıl ki mühür balmumu üzerinde bir takım

158
İlkçağ Felsefesi

izler yaratırsa duyu algıları da zihnimizde buna


benzer izler yaratmaktadır. Khrysippos daha ilginç
Stoacıların deneyciliği onları nominalist
bir yaklaşım sergilemekte ve bilgi sürecinde ruhun
bir yaklaşıma sevk etmiştir. Nominalizm
değişime uğradığını iddia etmektedir. Ona göre,
“adcılık” demek olup yalnız tikellerin ger-
algılama bütün fikirlerimizin ortak kaynağıdır. Bir
çek olduğuna, tümellerin ise birer isimden
fikrin doğruluğu onun açıklığıyla ölçülmelidir. Ze-
ibaret bulunduğuna yönelik düşünceye
non ise bilgideki kesinliği dört dereceye ayırmak-
verilen isimdir.
tadır: hayal etmek, inanmak, bilmek ve açıklamak
(Weber, 2014, s. 106). Kişi, bildiğini düşündüğü
şeyi aynı zamanda açıklayabilmelidir. Bu son ayı- Stoa düşüncesinde insan bilgi sahibi olmak
rım, bilgiyi mekanik bir olgu olmanın ötesine taşı- suretiyle kendisini taşıyan doğanın yapısına ka-
dığı için önem arz etmektedir. tılma imkânını yakalar. İnsan, böyle bir katılım
Stoacıların empirizmi, bilgi felsefesi açısından eylemiyle, belirli bir biçimde Tanrı’nın kendisiyle
önemli bir karşıtlığı da akla getirmektedir. Tarihsel de uyumlu olmayı başarır. Çünkü akıl tanrısal ru-
olarak sürekli empirist bilgi teorisiyle rekabet ha- hun insanların bedenine gömülmüş bir parçasıdır
linde bulunan bazı teoriler vardır. Bunlar arasın- (Brun, s. 47). Bu açıdan bakıldığında, “niçin bilgi-
da en fazla sözü edilen rasyonalizmdir (akılcılık). ye ihtiyaç duyuyoruz?” ya da “insan niçin bilmek
Rasyonalizmin en etkili temsilcileri Sokrates ve ister?” sorusunun salt bir merak sâikiyle açıklana-
Platon’dur. Onlar herkesin doğuştan bilgiye sahip mayacağı ortaya çıkmaktadır. Stoacıların bilgiden
olduğu kanaatindedirler. Sokrates bu düşüncesi bekledikleri pratik bazı sonuçlar da vardır. Hatta
ile uyumlu olarak kendisini “ebe” diye isimlendir- bilginin esasen bu pratik değer üretim gücü dolayı-
mekte, yöntemini ise “doğurtma” olarak tanım- sıyla elde edilmeye çalışıldığı dahi iddia olunabilir.
lamaktadır. Ona göre, filozofun görevi insanların
hâlihazırda sahip oldukları bilgiyi ortaya çıkarmak-
tır. Platon da hocası ile benzer bir kanaate sahiptir. Eski Stoacıların Fizik ve Metafizik
Platon’a göre, bilmek hatırlamaktır. Ruh ve bede- Anlayışı
nin birleşmesi unutma adını verdiğimiz hadiseyi Stoacıların fizik anlayışları materyalizme dayan-
ortaya çıkarır. Felsefe sahip olduğumuz fakat unut- maktadır. Onlar, tıpkı Demokritos gibi, evrendeki
tuğumuz bu bilgiyi ortaya çıkarma faaliyetidir. tek gerçekliğin madde olduğu kanaatindedirler.
Stoacıların empirizmi onları yalnız tikellerin Fakat materyalist olmalarına karşın amacı dışlayan,
mevcudiyetini kabul etmeye yöneltmiştir. Felse- mekanikçi bir doğa görüşünden uzak durmaya
fe tarihinde nominalizm olarak isimlendirilen bu çalışmaları, muhtemelen, panteizmi benimsemiş
yaklaşım tümel kavramların birer isim olmanın olmalarından kaynaklanmaktadır. Panteizm Tanrı
ötesine geçemeyeceğini iddia etmektedir. Stoacıla- ile evreni (doğayı/fiziği) bir ve aynı gören dinî dü-
ra göre de, var olduğunu söyleyebileceğimiz tek şey şüncedir. Stoacılar doğa ile Tanrı’yı özdeş kabul et-
tikellerdir. Yalnızca tikelin kabulü Kinik öğretinin, mektedirler. Tanrı, bu düşüncede, evrenin dışında
bilhassa Antisthenes’in Stoacılar üzerindeki etkisini bulunan, aşkın bir varlık değildir. O evrene nüfuz
göstermektedir. Zira Antisthenes yalnızca tikel şey- etmiş, içkin bir varlıktır. Stoacılar Tanrı’yı madde-
lerin gerçekliğini kabul etmektedir. Stoacılar, buna ye şekil verme konusunda usta bir zanaatkâra ben-
dayanarak, her türlü bilginin aslında tikel şeyler zetirler. Onlara göre, Tanrı, büyük bir organizma
üzerindeki tecrübelerden ve duyu algılarından olan evrenin çeşitli parçalarını amaçlı ve mükem-
kaynaklandığı sonucuna ulaşmıştır (Zeller, 2008). mel bir şekilde düzenlemiştir. Bu nedenle, evren
Stoacıların nominalizmi ve empirizmi uyarınca, her bir parçası diğerine organik olarak bağlı bu-
bilgi “şu” diye gösterebileceğimiz duyusal varlıklara lunan canlı bir bütündür (Cevizci, 2015, s 135).
dair tecrübe ve bu tecrübelerin sonucu olan kavram Özünü Tanrı’nın teşkil ettiği böyle bir bütünün
ve genel fikirlere dayanır. Bu bilgi anlayışında, bir cansız ve atıl bir madde yığını olarak görülmesi ve
imge, nesnesinin tam ve gerçek bir kopyası oldu- onun salt bir zorunluluğun neticesi olarak ortaya
ğu, bir kavram benzeri şeylerin ortak nitelikleriyle çıkması Stoacılar açısından kabul edilebilir bir fikir
uyuştuğu zaman doğrudur (Cevizci, 2015, s. 134). değildir.

159
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

oluş arasında geçen süreç tamamen aynı içerikten


oluşmaktadır. Bunun anlamı evrende cereyan eden
Panteizm Tanrı ile evreni bir ve aynı gören
her hadisenin önceden belirlenmiş olduğudur. Yani
dinî düşünceye verilen isimdir.
evrende sıkı sıkıya belirlenmiş bir kader hüküm
sürmektedir. Kader hem kozmik gerçekliğin her
Nesnel gerçeklik, yeryüzü ve yıldızlar olarak bir defasında yeniden üretildiği hem de onun içeri-
bütünlük içinde, planlı ve üstün bir düzenin yan- sinde cereyan eden hadiselerin tamamı tamamına
sımasını teşkil etmektedir. Böyle üstün bir düzen öncekilerin aynısı olduğu anlamına gelmektedir.
yalnızca belirli bir amaca göre düzenleme yapan Stoacılığı felsefe tarihinde dikkat çekici kılan fi-
Tanrı’nın eseri olabilir. Evren, dünya ruhu ile iç içe, kirlerin başında bu kader anlayışı gelmektedir. Hiç
uyumlu ve güzel olan tanrısal bir bütündür. Stoa- şüphesiz bu önemli bir iddiadır zira aşağıda ahlak
cıların evrene atfettikleri bu düzen, ancak evren ile mevzuu tartışılırken işaret edileceği üzere, onların
Tanrı arasındaki bir özdeşlikle açıklanabilir. Tan- özgürlük ve kader arasındaki çelişkiyi bir şekilde
rı evrenin en yüksek prensibidir. Materyalizm ve ortadan kaldırmaları gerekecektir. Bunu teminen
Tanrı-evren özdeşliğinden çıkarılan monizm Stoa başvurdukları yöntemin ne derece tatminkâr oldu-
fizik ve metafiziğinin yekpare yapısını teşkil eden ğu ise ayrı bir tartışma konusudur.
en önemli unsurlardır.
Stoa fiziği ve metafiziğinin asıl inşa edici unsu-
ru Herakleitos’un fikirleridir. Herakleitos’un evreni
ateşten türeten anlayışı Stoacılar tarafından da be- dikkat
nimsenmiştir. Onlara göre de evrenin özünü ateş Kozmik-döngü, Stoa düşüncesinin ayırt edici fi-
teşkil etmektedir. Fakat bu ateş yakan ve yok eden kirlerinden biri olup evrenin yaratıcı bir ateş olan
bir ateş olmaktan ziyade üreten ve yaratan bir ateştir. Tanrı’dan geldiği ve her defasında ona geri dön-
Bu bakımdan rasyonel bir ilke olarak kabul edilmek düğü inancını temsil etmektedir. Kozmik-döngü
durumundadır. Zenon’a göre, yalnız maddi olan inancına göre, evren sürekli bir oluş ve bozuluş
varlık bir şey yapmaya ve kendisiyle bir şey yapılma- içerisindedir. Oluş ve bozuluş arasında cereyan
ya elverişlidir. Bundan dolayı evrenin ilkesinin mad- eden süreç (örneğin insanların yaşamı, yıldızların
di bir şey olarak anlaşılması gerekir. Bu maddi ilkede hareketleri vs.) bir önceki süreçle birebir aynıdır.
biri etkin, diğeri edilgin iki unsur vardır. Etkin unsur
“hareket ettirmekte”dir. Edilgin unsur ise ilk mad-
dedir ve “hareket ettirilmekte”dir. İlk madde nicelik Stoacıların iddia ettiği gibi her şey belirlen-
itibariyle değişmezdir ve hiçbir niteliğe sahip değil- mişse, evrendeki kötülüğü onu belirleyen iradeye
dir. Hareket ettiren unsur (aiton) ise Herakleitos’un bağlamak, yani kötülüğün bizzat Tanrı tarafından
Logos’unu ve Anaxagoras’ın Nous’unu andırmakta- var edildiğini söylemek gerekmez mi? Bu, din fel-
dır. Bu bakımdan, o, evrene düzenlilik kazandıran sefesinde “kötülük problemi” olarak nitelendirilen
rasyonel ilkedir. Bu maddi ilkeye Zenon Tanrı veya sorundur.
Doğa adını vermektedir. Tanrı’nın, doğanın özü Stoacılar kötülüğün mevcudiyetinin farkında-
ateştir (Gökberk, 2016, s. 93). dırlar ve kötülük mevzuunu tartışırken kabaca iki
Stoa fiziğinin ana ilkelerinden biri, evrenin ken- cevap vermektedirler. İlk olarak onlar kötülüğün
disini var eden ateşe sürekli olarak geri döndüğünü varlığını inkâr ederler. Dünya iyi ve yetkindir ve
ve yeniden kurulduğunu ifade etmek üzere kulla- bizim kötü olarak adlandırdığımız şeyler yalnızca
nılan kozmik-döngü fikrine dayanmaktadır. Buna göreli olarak kötüdür. Bir resimdeki gölgeler ya
göre, doğa nasıl ki ateşten (dolayısıyla Tanrı’dan) da müzikteki bir ahenksizlik gibi evrende gözlem-
türemişse, yine ona dönmektedir. Yalnız bu döngü lediğimiz kötülükler de bütünün güzelliğine ve
sonsuz bir şekilde cereyan etmektedir. İlginç olan, yetkinliğine katkıda bulunmaktadır. Bu bakımdan
ateşten gelen ve ateşe dönen evrenin her defasında kötülüğün mutlak mevcudiyetinden bahsedilemez.
yeniden ortaya çıkışının yeni (farklı) bir kozmik Mutlak bir kötülük yoktur. İkinci olarak ise Stoa-
gerçeklik üretmeyişidir. Başka bir deyişle, Stoacılar, cılar kötülüğün mevcudiyetini kabul ederler. Fakat
evrenin sonsuz bir şekilde yeniden ortaya çıktığı ve bu yaklaşımda kötülük iyinin gerekli ve kaçınılmaz
yok olduğu kanaatindedirler. Bu ortaya çıkış ve yok bir sonucu olarak ya da iyinin gerçekleşmesinin zo-

160
İlkçağ Felsefesi

runlu bir koşulu olarak takdim edilir (Thilly, 2000, dıklarına işaret edilmelidir (Inwood ve Gerson,
s. 201). Çağdaş din felsefesi tartışmalarında sıkça 2008). Bu bakımdan, onlar Aristoteles’i bütünüyle
gündeme getirilen bu cevaplar Stoacıların felsefî takip etmiş değildirler. Bütün doğa, onlara göre,
miraslarından biri olarak da kabul edilebilir. dört parçaya bölünmüştür. Yaratıcı pneuma (nefes)
Eğer her şey belirlenmişse ve her şey bu daire- inorganik şeyler-
sel hareket içerisinde sürekli kendi kendini tekrar de salt olarak, bit-
ediyorsa, mevcut olanı iyileştirmenin imkânsızlığı kilerde doğanın
tebarüz eder. Bu, yapabileceğimiz en iyi şeyin onu oluşturucu gücü dikkat
mevcut haliyle sürdürmek olduğu anlamına gele- olarak, hayvanlar- Stoacılar açısından, kader ne-
cektir. Başka bir deyişle, evrensel kader karşısında da arzu eden ruh densiz ve keyfî bir süreç değil-
yapabileceğimiz tek şey, payımıza düşeni kabul ve insanlarda aklî dir, o amaçlı ve planlı-prog-
etmek, ödevimizi eksiksiz yerine getirmek, olana ruh olarak faaldir ramlı bir gerçekliktir.
ağırbaşlılıkla ve sebat içerisinde rıza göstermektir (Zeller, 2008).
(Skirbekk ve Gilje, 2014, s. 134). Nitekim Stoa-
cılar ahlak anlayışlarını tamamen bu fikir üzerine Eski Stoacıların Ruh Anlayışı
inşa etmişlerdir. Madem müdahale edemiyoruz,
Stoacılar evrendeki tek gerçekliğin madde oldu-
madem hadiselerin akışını değiştiremiyoruz, o hal-
ğunu söylerken hiçbir istisnaya yer vermezler. Bu
de rasyonel varlıklar olarak makul bir tercihte bu-
nedenle, ruh ve Tanrı da maddî bir yapıya sahiptir.
lunmalı ve olana rıza göstermeliyiz.
Ne Platon’un idealarından ne de maddî olmayan
bir Tanrı’dan veya ruhtan bahsedilebilir. Tanrı ve
ruh vardır fakat bunlar tamamen maddî bir tabi-
ata sahiptir (Brennan, 2014, s. 106). İnsan ruhu
dikkat çok ince ve görünmez olan Logos’tan bir parçadır.
Stoacılara göre, evrende cereyan eden her şey Tanrı Logos saydam ve görünmez bir maddedir. Ruh
tarafından önceden sıkı bir şekilde belirlenmiştir. ateşten gelerek bir nefes gibi vücudun bütününe
Yani bir kader vardır. İnsanın hadiselerin akışına karışmış ve yayılmıştır. Ruh bedenden ayrılınca be-
müdahale etmesi, başka bir deyişle kaderi değiş- den yaşama kuvvetini kaybeder ve ölür. Fakat ruh
tirmesi mümkün değildir. O halde kadere rıza bedenin ölümünü müteakip bir süre canlı kalır ve
göstermekten başka çıkar yol yoktur. Bir özgürlük sonra ateşe döner (Elmalı ve Özden, 2013, s. 180).
varsa, bu, ancak kadere teslimiyet şeklinde tecelli Zenon Tanrı ile evren arasındaki ilişkinin insan
edebilir. açısından ruh ile beden arasındaki ilişkiyle özdeş
olduğunu düşünmektedir. Nasıl ki Tanrı evrenin
ortaya çıkmasını ve hareketini sağlayan rasyonel
Esasen evrenin oluş ve bozuluşu Tanrı’nın ne-
ilke ise, ruh da insanın davranışlarını belirleyen
fes alış-verişine benzetilebilir. Tanrı nefes verirken
ilkedir. Ruh bedene tamamen egemendir. O sıcak
evren ortaya çıkmakta, O’nun nefes aldığı anda ise
bir nefestir (pneuma) ve bedeni bir arada tutmak-
evren kaynağına, Tanrı’ya geri dönmektedir. Bu
tadır. Pneuma, Zenon’un düşüncesinde, Tanrısal
sonsuza kadar böyle devam eder. Evrenin Tanrı’ya
zihnin evrene içkinliğinin maddî temelidir (Preus,
geri dönüşünün rasyonel gerekçesi, arınmadır (kat-
s. 311). Bu, panteist bir Tanrı anlayışının ifadesidir.
harsis). Nesneler, her defasında bu sürece tabi ola-
Tanrı evrenin dışında, ondan ayrı bir varlık olarak
rak arınırlar. Bu, Stoacı kader anlayışının belirli bir
değil, evrene içkin bir varlık olarak mevcuttur. O,
rasyonalitesinin bulunduğu anlamına gelmektedir.
tıpkı bir nefes gibi evrenin özüne sinmiştir.
Stoacıların fizik anlayışları Aristoteles’in kısmî
etkisini taşımaktadır. Onlar Aristoteles’in dört un-
sur teorisini benimsemişlerdir. Aslında bu teori, Pneuma Yunanca bir kelimedir ve nefes
hatırlanacağı üzere, Aristoteles’ten de önce, Em- anlamına gelmektedir. Zenon’un düşün-
pedokles tarafından gündeme getirilmiştir. Evren cesine göre, ruh bir nefes gibi bedene
hava, ateş, toprak ve sudan oluşmaktadır. Bununla yayılmıştır. Tanrı da tıpkı ruh gibi evrene
birlikte, Stoacıların Aristoteles’in beşinci bir unsur yayılmış bir sıcak nefestir.
olarak ilave ettiği “esîr”in mevcudiyetine inanma-

161
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

bunları bir arada tutma görevini hegemonikon yerine


getirmektedir (Gökberk, 2016, s. 94). Hegemonikon
dikkat kalpte yerleşmiştir ve tüm ruhsal işlevleri o hayata
Stoacıların materyalizmi herhangi bir istisnaya yer aktarmaktadır (Thilly, 2000, s. 201). Düşünme gü-
vermez. Tek gerçekliğin madde olduğu yönündeki cünün kalbe atfedilmesi ilginç bir yaklaşım olmakla
temel ilkeleri Tanrı’yı ve ruhu da kapsar. Tanrı ve birlikte materyalist bakış açısının doğal bir sonucu
ruh da maddî yapıdadır. Doğa ile olan özdeşliği de olarak görülebilir. Her şeyin maddeye irca edildiği
Tanrı’nın maddî bir unsur olduğunu göstermektedir. bir yaklaşım olarak materyalizm, gördüğümüz her
gerçekliği maddî bir temelde açıklayabilmeyi zo-
runlu kılmaktadır. Bu bakımdan, düşünmenin de
Stoacılar için var olmak cisim olmak demektir. maddî bir biçimde açıklanabilmesi gerekir. Onu
Bu nedenle, ruh da kaba bir cisimle örtülmüş ince beyne atfetmekle, beyindeki kimyasal tepkimelerin
bir cisimdir. Eğer başka türlü olsaydı, ruh ile beden bir sonucu olarak görmekle kalbe atfetmek arasın-
arasındaki karşılıklı ilişki gerçekleşemezdi. Çünkü da bu açıdan niteliksel bir fark olduğunu söylemek
cisim olmayan şey cisim üzerinde etkide bulunamaz. zordur.
Böyle olmakla birlikte, ruh ile beden arasında bazı
farklılıkların olduğu da aşikârdır. Örneğin beden Eski Stoacıların Ahlak Anlayışı
çürüyüp bozulur fakat ruh çürüyüp bozulmaz, yani
yok olmaz. Bu, en azından, bilgelerin ruhu için ge- Zenon eudaimonisttir. Başka bir deyişle, o, ah-
çerli bir durumdur. Bilgelerin ruhu ölümü müteakip lakın amacının mutluluk olduğunu düşünmek-
bir süre daha mevcudiyetini korur. Fakat ölümsüzlük tedir. Stoacıların tamamı tarafından benimsenen
yalnızca Tanrı için geçerlidir (Weber, 2014). Bilge- bu anlayışın iki kaynağı olduğu söylenebilir. İlki
nin ruhu da bir süre sonra kendi kaynağına, Tanrı’ya Demokritos’tur. Demokritos ahlakın amacını mut-
dönecek ve bireysel mevcudiyetini kaybedecektir. Bu luluk olarak belirlemektedir. Stoacıların ahlak an-
bakımdan, ruh mutlak anlamda yok oluyor değildir. layışlarının diğer kaynağı ise Sokrates’tir. Esasen
Bununla birlikte, ruhun bireysel bir mevcudiyete sa- Sokrates’in etkisi daha ağır basmaktadır denilebilir.
hip olarak sonsuza dek var olduğunu da söylemek Bunda Zenon’un Sokratesçi Kinik öğretisi ile olan
mümkün değildir. tanışıklığının da rolü vardır.
Her ne kadar, o, son- Stoacılar tıpkı Sokrates gibi entelektüalist bir
suz kozmik-döngü ahlak anlayışına sahiptirler. Yani, onlara göre er-
dikkat dâhilinde tekrar tek- dem ile bilgi özdeştir. Erdem ruhun aklî bünyesine
Ruh, Stoacıların büyük bir dayanır. Onu elde etmenin ilk şartı, yapılması ve
rar var oluyor ise de,
kısmına göre, bireysel mev- uzak durulması gereken şeyler hakkında doğru bir
onun bu varoluş bi-
cudiyetini sonsuza kadar görüşe sahip olmaktır. Bu nedenle, erdem, Stoa dü-
çimi dışında, ölüm-
devam ettirmek anlamında şüncesinde, bilgi ile kaimdir. Erdem bilgi, kötülük
den sonra kendi
ölümsüz değildir. ise cehalet olarak tanımlanmalıdır (Zeller, 2008, s.
başına var olduğunu
söylemek zordur. 307). Erdeme ancak bilgeler sahip olabilir. Bilgelik
Kleanthes ruhun ölümsüzlüğü fikrini benim- doğa kanunlarını tanımak, fizik hakkında gerekli
seyen istisnai bir Stoacı figürdür. O, bütün ruhla- bilgiye sahip olmak, doğa içerisindeki yerini kavra-
rın ölümsüz olduğuna inanmakla birlikte onların mak ve buna rıza göstermek anlamlarına gelmekte-
ölümden sonraki zamanda bu dünyada sahip ol- dir. Bilge kişi doğayı
dukları özellikleri koruyacaklarını düşünmektedir tanımakla kalmaz,
(Erkızan ve Çüçen, 2013, s. 166). aynı zamanda onun-
la uyumlu bir yaşamı dikkat
Stoacılara göre, ruhta 8 bölüm vardır. Bunlar sürdürür. Başka bir Stoacılara göre, erdem hak-
akıl, beş duyu, konuşma yetisi ve üreme gücüdür. deyişle ahlak doğa- kındaki bilgiye sahip olmak-
Bunların hepsi ruhun birliğinin (hegemonikon) çeşit- ya uygun bir yaşamı la onu hayata aktarmak ara-
li görünüşleridir. Hegemonikon ruhun bütünü üze- gerektirir ve bunu sında zorunlu bir bağlantı
rindeki egemen güçtür. O, hem tek tek organların gerçekleştirebilecek vardır. Başka bir deyişle, bil-
işleyişini hem de düşünme etkinliğini kontrol et- olanlar yalnızca bil- mek uygulamak demektir.
mektedir. Bedendeki tüm işlemlerin kontrolünü ve

162
İlkçağ Felsefesi

gelerdir. Bilgelik için çizilen çerçeve, bilgi ile bağ- içgüdülerin üstlenmesidir. Doğal olan ise aklın
lantılı yaşam biçiminin zorunluluğu ve bu tür bir egemenliği eline almasıdır. Doğal olan akla uygun
hayatın çetinliği mutluluğun genel bir amaç olarak olandır. Dolayısıyla ahlak akla uygun bir yaşam,
hayata geçirilmesini güçleştirmektedir. erdem ise akla uygun yaşam hakkındaki bilgi ve
“Doğayla uyumlu hayat” Stoacı düşünürlerin bunun hayata aktarılmış halinden ibarettir.
her üç dönemde de tutarlı bir şekilde benimse- Kıbrıslı Zenon, eylemleri ahlaki bakımdan üç
dikleri bir idealdir. Ahlakla ilgili bütün Stoacı id- kategoriye ayırmaktadır. Doğru veya yanlış ey-
dialar bu idealle uyumlu biçimde yorumlanmak- lemler, ödeve uygun veya ödeve aykırı eylemler ve
tadır. İnsan rasyonel bir varlık olarak evrendeki ilgisiz kalınacak eylemler. Doğru eylemler, ruhun
rasyonel ilkeye uymalı ve onun koyduğu kuralları birliğinin doğru durumundan çıkmış olan eylem-
benimsemelidir. Evrenin rasyonel ilkesi Tanrı’dır, lerdir. Yanlış olan eylemler ise, bunun tam aksi-
dolayısıyla O’nun iradesi her şeyi belirlemektedir. ne, hegemonikonun ruhun bütünlüğü üzerindeki
Bize düşen, bu iradeye rıza göstermeyi tercih etmek- birleştirici gücünü kaybetmesinin bir sonucudur.
tir. İnsan kendisi dışında cereyan eden hadiselere Bu eylemlerde akıl değil duygular ağır basmakta-
odaklanır ve bunlar üzerinden bir mutluluk devşir- dır. Ödeve uygun eylem akıldan değil, varlığımızı
meye çalışırsa mutlu olamaz. Koşulları değiştirmek koruma içgüdüsünden doğar. Bunlar ahlak bakı-
yerine bunları kabullenirsek veya bunlar karşısında mından aldırılış edilebilir bir nitelikte değildirler
kayıtsız kalırsak ancak mutluluğa ulaşabiliriz. fakat akıl karşısında haklı çıkarılabilirler. Ödeve
Hiç şüphesiz bu yaklaşım önemli bazı tartışma- aykırı eylemleri ise ahlaki açıdan haklı çıkarmak
lara gebedir. Örneğin hem mutluluğu ahlakın nihai mümkün değildir (Gökberk, 2016, s. 96). Zenon
amacı olarak belirlemek hem de insanı üstesinden bir eylemin ahlakiliğini bizzat o eyleme neden olan
gelemeyeceği bir kader ile baş başa bırakmak mutlu- düşünceden türetmektedir. Bu esasen Immanu-
luğa ulaşmayı zor hatta imkânsız hale getirmektedir. el Kant’ın ahlak anlayışı ile çok yakın bir ilişkiyi
En azından kişinin iradesini kullanmasını anlamsız göstermektedir. Kant’ın ahlak anlayışı gerek ödev
kılan bir tercihle karşı karşıya kaldığı ortadadır. Böyle kavramına yüklediği anlam, gerek eylemleri ayırma
olmakla birlikte, Stoacılar insanın özgür olduğu fik- biçimi (ödeve uygun, ödeve aykırı, sırf ödev bilin-
rindedirler. İnsan en azından kayıtsız kalmayı tercih ciyle gerçekleştirilen eylemler), gerekse eylemlerin
etme özgürlüğüne sahiptir. Ayrıca, doğaya ve doğada ahlaki değerini doğrudan onları ortaya koyduran
cereyan eden hadiselere (kadere) boyun eğmenin bir niyette arıyor olması bakımından Stoik bir karakter
rasyonalitesi de vardır şüphesiz. Örneğin Kleanthes arz etmektedir.
kadere rıza göstermenin ahlakiliğini Tanrı’nın yetkin- Stoacılara göre, en yüksek iyi, kendi kendisi
liğine dayandırmaktadır. Tanrı yetkin olduğuna göre, için yapılan erdem, ödev olduğu için yerine geti-
O’ndan hiçbir kötü- rilen ödevdir. Yalnız erdem bizi mutlu eder ve bu-
lük sâdır olamaz. Bu nun menfaatle herhangi bir ilişkisi olamaz. Fakat
nedenle, bilge kişi unutmamak gerekir ki bir insan ya erdemli ya er-
dikkat Tanrı’nın iradesine demsizdir. Onun bazen erdemli olması bazen ise
Stoacılar insanı içinde yaşa-
ve o iradenin göster- erdemsiz bir yaşam sürdürmesi mümkün değildir.
dığı koşulların değil, bun-
gesi olan kadere gö- Erdem kısmî zamanlı olarak sahip olunabilecek bir
lar karşısındaki tutumunun
nül huzuruyla teslim unsur değildir. Ana erdemlerin (bilgelik, cesaret,
mutlu veya mutsuz ettiğini
olabilir. Zira bu tesli- ölçülülük ve adalet) birine sahip olmak demek, on-
düşünür.
miyetten bir kötülük ların hepsine sahip olmak anlamına gelmektedir.
doğmayacağını bilir. Tıpkı bunlardan birine sahip olmamanın diğerle-
Stoacıların ahlak tartışmalarına sağladıkları en rine de sahip olmamak anlamına geldiği gibi. Bu
önemli katkılardan biri, onların “doğal olan” ile nedenle, Stoacılar insanları ikiye ayrılırlar: iyiler
“doğaya aykırı olan” arasında yaptıkları ayırım ve ve kötüler (Weber, 2014, s. 109), başka bir deyişle
“doğal olan”a dayalı olarak gündeme getirdikleri temel erdemlerin tamamına sahip olanlar ve sahip
“ödev” kavramıdır. Doğal olan ile doğaya aykı- olmayanlar. Bu sınıflandırma, Stoa ahlakının katı-
rı olan arasında bir karşıtlık vardır. Doğaya aykı- lığını ve çetinliğini göstermesi bakımından dikkat
rı olan şey, insanın eylemlerini belirleme görevini çekicidir.

163
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

birlikte, hazzı ahlakın amacı olarak görmezler. Ak-


sine, haz, kişinin gözlerini bağlama gücü dolayısıy-
dikkat la ahlakın karşısındaki en önemli risklerden biridir.
Stoa ahlakının ödev kavramına yüklediği anlam dik- Kişi bu riske karşı daima tetikte bulunmalıdır.
kat çekicidir. Onlara göre bir eylemi ahlaki yapan
şey, o eylemin dayandığı düşüncedir. Eylemin do-
ğurması muhtemel olan sonuca değil, onun hayata
dikkat
aktarılmasını sağlayan düşünceye ve niyete bakmak
Stoa öğretisi bazı ahlaki teorilerin sonucu, bazıla-
gerekir. Niyet ödev ile uyumlu değilse o eylem, so-
rının ise kaynağı konumundadır. Örneğin Kant’ın
nucu ne olursa olsun, ahlaki olarak kabul edilemez.
ahlak anlayışı bazı önemli noktalarda Stoacılarla
büyük benzerlikler göstermektedir. Öte yandan
Ahlaki açıdan insanın başlıca görevi kendi ken- Hıristiyanlığın dayandığı kimi ahlaki unsurlar da
dine karşı bir savaş vermek, yani nefis mücadelesi Stoa düşüncesinin etkisini akla getirmektedir.
yürütmektir. En yüksek iyiye ancak kendi nefsini
körelten, ruhunu her türlü tutkudan, arzudan ta-
mamen temizleyenler erişebilir. Bu duruma Sto-
acılar apatheia adını vermektedirler. Apatheia du- Eski Stoacıların Din Anlayışı
rumuna yalnız bilgeler erişebilir (Störig, 2015, s. Stoacılar din anlayışları bakımından Yunan halk
279). Apatheia tutkuları yalnız etkisiz kılmak değil- dinine yakın durmakta, en azından halk dininin bazı
dir, aslında onlardan tamamen kurtulmak, onları unsurlarını benimsemektedirler. Örneğin kehanet
bütünüyle ortadan kaldırmak gerekmektedir (Zel- ve astroloji Stoacılara göre de kendilerinden bekle-
ler, 2008, s. 307). nen sonucu vermesi muhtemel olan birer araçtır.
Başta Zenon olmak üzere bütün Stoacı düşü-
nürler Tanrı’nın mevcudiyetinin açık ve seçik bir
Apatheia haz, acı ya da korku gibi duygu- hakikat olduğu fikrindedirler. Onlara göre, insan-
lardan uzak olmak anlamına gelmektedir. ların eskiden beri Tanrı’nın mevcut olduğu inan-
cında mutabık kalmaları bu inancı rasyonel bir ze-
mine oturtmaktadır. Üstelik bu mutabakat bütün
Stoacılar başta Herakleitos ve Kinikler olmak insanlarda doğuştan var olan bir bilgiye dayalı ola-
üzere çeşitli kaynaklardan beslenmişlerdir. Fakat rak gerçekleşmiştir (Brennan, 2014, s. 114). İnsan-
kendilerinin de sonraki dönemler açısından bir lar Tanrı’nın var olduğunu hem deneysel hem de
ilham kaynağı teşkil ettiğini hatırlatmakta fayda sezgisel bir şekilde bilebilirler. Hiç şüphesiz Tanrı
vardır. Örneğin Hıristiyanlık dayandığı pek çok hakkındaki bilgiyi doğuştan getirdiğimiz yönünde-
unsuru Stoacı düşünceye borçludur. Stoacılık azla ki bu iddiayı Stoacıların empirist yaklaşımları ile
yetinmeyi salık vermekte, dünya nimetlerinin pe- uzlaştırmak zordur. Bununla birlikte, söz konusu
şinde koşmamayı öğütlemekte, nefis mücadelesine iddianın din felsefesi kapsamındaki tartışmalarda
büyük bir önem atfetmekte, Kleanthes Zeus’a İlahi sıklıkla gündeme gelen “ontolojik delil” ile olan
adlı eserinde Tanrı’ya “baba” diye seslenmekte, ülke benzerliği dikkat çekicidir. Ontolojik delil ünlü
sınırlarını aşan bir “insan sevgisi”ne vurgu yapmak- Hıristiyan düşünür Aziz Anselm’in formüle ettiği
tadır (Störig, 2015, s. 282). Tüm bu unsurlar Hı- ve ilk ifadesini Stoacılarda bulduğu anlaşılan bir
ristiyanlığın bilhassa Katolik yorumunun da ayırt düşünceye, Tanrı fikrinin bütün insanlarda doğuş-
edici vasıflarıdır. Dolayısıyla Hıristiyanlığın tarihi tan mevcut olduğu fikrine dayanmaktadır. Böylece
kaynaklarından birinin de Stoa düşüncesi olduğu Stoacıların sonraki dönem üzerinde yarattıkları bir
söylenebilir. etki daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ahlak anlayışları bakımından işaret edilmesi ge- Stoacılara göre, Tanrı’nın varlığını yalnızca sez-
reken hususlardan biri de Stoacıların hazza karşı ta- gisel şekilde biliyor değiliz. O’nun mevcudiyetini
kındıkları olumsuz tutumdur. Haz eylemin ancak gözlemlerimize dayanmak suretiyle de temellendi-
sonucu olabilir, asla onun nedeni olamaz (Zeller, rebiliriz. Örneğin Zenon şöyle bir akıl yürütmede
2008). Onlar hazzın gerçekliğini inkâr etmemekle bulunmaktadır: Akıl ve ruh sahibi olmayan bir şey

164
İlkçağ Felsefesi

akıl ve ruh sahibi olan bir şeye sebep olamaz. Dün- (doğa) bütün insanlara aynı yasayı, aynı hakları
yada akıl ve ruh sahibi varlıkların mevcut olduğu vermiştir. Bu nedenle Stoacıların sosyal ideali bir
bir gerçektir. O halde, bu, dünyanın (doğanın) akıl “dünya yurttaşlığı” olarak isimlendirilebilir.
ve ruh sahibi olduğunu göstermektedir (Brennan,
2014). Doğa ile Tanrı arasında kurulan özdeşliği
hatırlayacak olursak, doğadaki akıl ve ruhun varlı-
ğını ispatlamak üzere başvurulan bu muhakemenin dikkat
Tanrı’nın mevcudiyetini ispatlama amacını taşıdığı Stoacılar bireyin kendi kendine yetmesi gerektiği-
ortaya çıkacaktır. ni düşünürler. Fakat Kinikler gibi toplumsal haya-
Stoacılar dindarlığın tanrılara tapınma ve on- tı dışlamazlar.
ları yüceltme bilgisi olduğuna inanmaktadırlar.
Fakat özü itibariyle din, tanrılar hakkındaki doğru
görüşlere, onların iradelerine itaat etmeye, mü- Stoacıların ulus devlet fikrine uzak durarak bir
kemmeliyetlerini taklide, kalp ve irade saflığına, dünya devleti fikrini desteklemelerinin nedeni on-
tek kelimeyle bilgelik ve erdeme dayanır (Zeller, ların sahip oldukları bütünlüklü evren anlayışın-
2008, s. 313). dan çıkarsanabilir. Stoacılara göre, insana ve evrene
aynı akıl hâkimdir. İnsan, tabiatı gereği, akla uygun
davranmak zorunda olduğu için akla dayalı kanun-
Eski Stoacıların Devlet ve Toplum larla işleyen bir dünya düzeni kurulabilir. Örneğin
Anlayışı aklın ortaya koyabileceği temel bir yasa, aynı akla
Stoacılığın Kiniklerden ayrıldığı söylenebilecek sahip olan bütün insanlar tarafından kabul göre-
en belirgin etki onların devlet ve toplum hakkın- cek ve geçerli olacaktır (Elmalı ve Özden, 2013, s.
daki kanaatlerinde gözlenmektedir. Hatırlanacağı 182). Bu nedenle ulusların sürekli rekabet etme-
üzere Kinikler erdemli bir hayat karşısında risk sine neden olacak ulus devletler yerine, herkesin
teşkil ettiğini düşündükleri, insanın özgürlüğü- hakça eşit olduğu bir yapı olarak dünya devleti fikri
nü elinden alması ve dolayısıyla da onu erdem- onlara daha makul görünmüştür.
sizleştirmesi muhtemel bulunan şeylerden uzak Eşitlik ideali üzerine kurulan bu devlet ve top-
durmayı salık vermektedir. Bu kapsamda evlilik, lum anlayışı Stoacılığın sonuna kadar mevcudiye-
adabımuaşeret kuralları gibi toplumsal hayatın ve tini korumuştur. Kökleri sofistlerde olan ve doğal
uygarlığın çeşitli görünümlerini reddetmekte ve hukuk anlayışına yol açan bu düşünceler sonraki
bireyci bir yaşam sürdürmeyi tercih etmektedirler. dönemde Roma hukukuna da temel teşkil etmiştir
Bireycilik toplumsal yaşamın ve giderek devletin (Gökberk, 2016, s. 97). Stoacıların devlet ve top-
kayıtsız kalınması gereken unsurlar olduğu yargı- lum anlayışları bu olumlu niteliklerine ek olarak
sını üretmektedir. Stoacılar kendi kendine yeten bugünkü devlet ve toplum anlayışları bakımından
birey idealini korumakla birlikte, Kiniklerin top- tuhaf bulunması kaçınılmaz olan bazı unsurları
lum ve devlet karşısındaki kayıtsızlıklarına iştirak da içermektedir. Örneğin Kıbrıslı Zenon toplum
etmezler. Onların da bireyci bir tutumları vardır içinde kadının ortak olması gerektiğini düşünmek-
şüphesiz fakat en azından bilgeler arasındaki bir tedir. Ona göre, kadınlar ve erkekler aynı şeyleri
toplumsallıktan, bilgelerin kendi aralarında inşa giymelidirler. Para ortadan kalkmalı, mahkemeler
edecekleri bir toplumsal ilişkiler ağından bahset- lağvedilmeli, evlilik yasaklanmalı, geleneksel eğiti-
mekte ve bunu desteklemektedirler. Öte yandan me son verilmelidir (Sellars, 2014, s. 6).
onlar bir “dünya devleti” anlayışını da ısrarla sa-
vunmuşlardır. Zenon insanın toplum içinde yaşa-
masını doğal ve akla uygun bir içgüdünün sonucu
olarak görmektedir. Bireyler arasındaki dostluk
dikkat
ilişkisi dışında, siyaset ve devlet teorisi bakımın-
Stoacıların “dünya devleti” fikri onların ortak bir
dan Zenon bir arada oluşa anlam yüklemez. O
insan doğasının mevcut olduğuna yönelik inançla-
millet ve ulus gibi kavramlara yabancıdır. Ona
rına dayanmaktadır.
göre bütün tarihsel, ulusal ayrılıklar aklın yasası
karşısında ortadan kalkar (Gökberk, 2016). Akıl

165
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

yaşamla ilişkilendir

“Kral Antinogos filozof Zenon’u selamlar. sürece, sendeki bu öğrenme aşkını beğeniyorum.
Talih ve ün bakımından senin yaşamının Felsefeye karşı büyük heves duyan ve birtakım
önünde olduğumu düşünüyorum, ama akıl ve eği- gençlerin ruhunu gevşeten o herkesin övdüğü
tim bakımından, sanırım, senin kazandığın eksik- zevkten uzak duran kişi, belli ki, yalnızca yaratı-
siz mutluluğun gerisindeyim. Bu yüzden, isteğimi lışça değil, kendi seçimiyle de soyluluğa eğilimli
geri çevirmeyeceğine inanarak, seni yanıma çağır- bir insandır. Soylu bir yaratılışın ılımlı bir çalış-
maya karar verdim. Sen de ne olursa olsun bir tek manın yanında seve seve öğreten bir hoca ile er-
benim değil, toplu olarak bütün Makedonyalıların deme tam anlamıyla ulaşması kolay olur.
eğiticisi olacağını göz önünde tutarak, elinden ge- Bana gelince, yaşlılık yüzünden bedence za-
leni yap. Çünkü Makedonya’nın yöneticisini eği- yıf düştüm; nitekim seksen yaşındayım; bu yüz-
tip erdeme yönelten kişinin uyruklara adam olma- den senin yanına gelemem. Ama sana kendi ça-
yı öğreteceği ortadadır. Nitekim, yönetici nasılsa, lışma arkadaşlarımdan bazılarını gönderiyorum:
uyruklar da çoğunlukla öyle olurlar. Bunlar benden ruhça aşağı değiller, ama bedence
Zenon da şöyle yanıt verdi: üstünler; onlarla birlikte olursan, eksiksiz mutlu-
luğu yakalayanların üstünde yükseleceksin.”
Zenon kral Antigonos’u esenler.
Töreleri bozacak türden avam bir eğitimle Kaynak: Diogenes Laertios (2002), s. 304-305
değil de, gerçek ve yararlı eğitimle ilgili olduğun

Orta Stoa Eski Stoa evreni belirli aralıklarla yok olup yeni-
Orta Stoanın en önemli temsilcileri Panaitios ve den ortaya çıkan bir niteliğe sahipmiş gibi tasavvur
Poseidonios’tur. etmektedir. Panaitios ise bunu kabul etmez. Ona
göre, evren sonsuz (kesintisiz) bir yapıya sahiptir.
Eski Stoacılar Pythagorasçılığın da etkisiyle ruh ve
Panaitios bedeni birbirinden ayrı iki unsur olarak kabul et-
Stoacı düşüncenin üç evresinde aynı fikirlerin mektedir. Onlara göre, beden ölünce ruh ölmez ve
birebir benimsenmediğine önceki kısımlarda temas tümel ruha geri döner. Panaitios ise ruh ve bedenin
edilmişti. Panaitios bu durumun somut örneklerini Tanrı tarafından bütünleşik bir formda, bir arada
bizlere sunmaktadır. yaratıldığını, bu ikisinin birbirinden ayrı olmadı-
ğını düşünmektedir. Beden ölünce ruh da ölmüş
Panaitios eski Stoa’ya çeşitli açılardan karşı çık- olur. Bu, ruhun bedenden önce var olmadığı gibi,
maktadır. Eski Stoacılar ideal bir insan tipleme- ondan sonra da mevcut olamayacağı anlamına gel-
sinden bahsetmektedirler. Onlara göre, insan ya mektedir. Dolayısıyla, Panaitios ruh-beden ilişkisi
zeki ya da aptaldır. Panaitios ise insanları tek bir konusunda monist bir yaklaşımı benimsiyor gö-
tipe göre tanımlamanın doğru olmadığı, evrensel zükmektedir (Elmalı ve Özden, 2013).
(ideal) bir insan tipinin olamayacağı kanaatindedir.
Panaitios’un eski Stoacılardan ayrıldığı bir diğer
Onun eski Stoacılara karşı çıktığı ikinci husus ise nokta ise halk dinine yönelik tutumudur. Eski Sto-
onların benimsediği “dünya devleti” anlayışıdır. acılar halk dinine yakın durmakta ve ondaki çeşitli
Panaitios ulus devletlerin ve milletlerin mevcudi- unsurları benimsemektedirler. Panaitios ise halk
yetini anlamlı ve gerekli bulması bakımından eski dini karşısında daha özgür bir yaklaşım benimser.
Stoa okulundan ayrılmaktadır. Nasıl ki her birey Ona göre, biri şairlerin ve filozofların, diğeri ise
kendi kişiliğinde taşıdığı ideali gerçekleştiriyorsa, devlet adamlarının olmak üzere iki din vardır. Ken-
her millet de kendi tarihsel sınırları dâhilinde, ken- disi ikincisini tercih etmektedir (Gökberk, 2016).
dine has idealleri hayata geçirir ve görevleri yapar Bu açıdan bakıldığında, Panaitios’un gözünde di-
(Von Aster, 2015). nin politik değer ve işlevi doğrultusunda irdelen-
mesi gereken bir unsur olduğu iddia edilebilir.

166
İlkçağ Felsefesi

olup tekrar var olacağını, bu süreçte ruhun kaybol-


mayacağını, dünyanın yok olmasından sonra bir
dikkat temizlik sürecinden geçip Tanrısal olana yükselerek
burada her şeyin tam bilgisini öğreneceğini ve son-
Panaitios eski Stoacılardan pek çok noktada ayrılır.
suza dek mutlu bir şekilde yaşayacağını savunmak-
tadır (Gökberk, 2016).

Poseidonios Yeni Stoa (Roma Stoası)


Poseidonios bir fizikçi, coğrafyacı, astronom ve
Roma Stoasının başlıca üç temsilcisi vardır.
tarihçidir. Çok yönlü bir filozoftur. Bu alanlarda
Bunlar Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur.
önemli çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Örneğin
Epiktetos bir köle, Marcus Aurelius ise Roma’nın
dünyanın büyüklüğünü ilk defa Poseidonios’un
muzaffer bir imparatordur.
ölçmeye çalıştığı rivayet edilmektedir. Fakat o, bu
ölçüm neticesinde dünyayı olduğundan daha kü- Bu üç ismin ortak ve farklı pek çok yönlerinden
çük hesaplamıştır. Böyle olmakla birlikte, yaptığı bahsedilebilir. Ortak yönleri üçünün de birer ahlak
ölçüm de bilimsel ve tarihsel bir değere sahiptir. filozofu olmasıdır. Onlar eski Stoacılara kıyasla man-
Zira Kristof Kolomb Poseidonios’un bu ölçümüne tık ve fizik meselelerine az zaman ayırmışlardır. Her
dayalı olarak dünyayı küçük bir gemiyle dolaşabi- üçünün de başlıca ilgi alanını ahlak teşkil etmektedir.
leceğini düşünmüş ve bu vesileyle Amerika’yı keş-
fetmiştir (Von Aster, 2015).
Poseidonios’un felsefî düşüncesini dayandırdığı dikkat
kanıtlar rasyonel olmaktan ziyade empirik bir ka- Yeni Stoacılık Roma Stoacılığı olarak da isimlen-
rakter arz etmektedir. Bu, Poseidonios’un felsefeyi dirilir. Roma Stoası eski Stoanın yeniden canlandı-
bilimlerle sıkı bir bağlantı haline getirmek, felsefeyi ğı bir döneme işaret etmektedir. Bu bakımdan orta
pozitif bir bilgiye dayandırmak (Gökberk, 2016, s. Stoacılardan ayrılmaktadır.
104) istediğini göstermesi bakımından önemlidir.
Poseidonios’a göre, insan ile Tanrı arasında bir
boşluk yoktur. Boşluk zannettiğimiz yer aslında in- Seneca
sanüstü yaratıklarla, “daimon”larla doludur (Von Seneca ahlak konusunda tipik bir Stoacıdır.
Aster, 2015). Daimonlar Tanrı ile insan arasındaki Entelektüalist ve eudaimonist bir ahlak anlayışını
ruhani varlıklar olup insanın Tanrı’yla olan bağını benimsemiştir. Ona göre, erdem bilge kişinin do-
sağlarlar (Elmalı ve Özden, 2013). Böylece, onun ğaya uygun bilgisidir. Ayrıca kişinin bu bilgi doğ-
bir bilimci olduğu kadar, mistik eğilimlere sahip rultusunda doğayla uyumlu bir yaşam sürdürmesi
bir düşünür olduğu da anlaşılmaktadır. gerekmektedir (Seneca, 1969, s. 37). Bu, bilgi ile
Poseidonios’un ahlak anlayışı onun ruh anlayı- eylem arasında eski Stoacıların benimsediği zo-
şına dayanmaktadır. Ona göre, ruhun biri tanrısal runlu ilişkinin Stoa düşüncesinin son döneminde
diğeri duyusal (hayvani) olmak üzere iki yönü var- de etkili olduğunu göstermektedir. Ana erdemler
dır ve bu ikisi arasında sürekli bir mücadele cereyan (ölçülülük, cesaret, ileri görüşlülük ve adalet) hak-
etmektedir. Beden, insanın ahlaki ödevi göz önün- kında bilgiye sahip olmak, yani teorik erdemi elde
de bulundurulduğunda, değersizdir. Aslında beden etmek yeterli değildir, onu pratik erdeme dönüş-
ruh için bir hapishane gibidir. Ruh için asıl olan türmek de gerekmektedir. Bu bilgi, insan ruhunda
Tanrısal olana yaklaşmaktır. Bunun için de, söz ko- yer alan tutkulara karşı sağlam bir direnç oluştur-
nusu mücadelede Tanrısal yönü, aklı üstün kılacak mayı gerektirir. Erdemin amacı kişiyi mutluluğa
bir yaklaşım sergilemesi gerekir. Bedensel arzula- ulaştırmaktır. Erdem hakkında gerçek bilgiye sahip
rından bağımsız olan insan, kendi özüne, doğasına, olmayan, tutkuların gerçek mahiyetini kavrayama-
Tanrısal niteliğine yaklaşmış ve ahlaklanmış olur. mış kişilerin mutluluğa ulaşması mümkün değildir.
Seneca da tıpkı eski ve orta Stoacılar gibi yalnızca
O, ruhun bedene bağlı olmadığını, sonradan
bilge kişilerin erdem hakkındaki bilgiye ulaşabile-
bedene girdiğini, bedenin ölümünden sonra da
ceğini düşünmektedir. Bu nedenle, yalnızca bilge-
yaşamaya devam edeceğini düşünmektedir. Ruh
ler mutluluğa ulaşabilirler.
ezelî ve ebedîdir. Ayrıca, Poseidonios dünyanın yok

167
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

sında kurdukları özdeşliğin bir ifadesidir. Duyular


vasıtasıyla anlaşılabilen doğa olayları, bu nedenle,
yalnız birer görüntüden ibarettir. Görünüşün ar-
kasında Tanrı’nın bulunduğu unutulmamalıdır.
Yalnız, Tanrı’nın olaylar üzerindeki etkisi tümeldir.
Başka bir deyişle, Tanrı genel nitelikleri verir, bu
genel nitelikler bireyler tarafından hayata geçirilir.
Örneğin Tanrı tüm kuşlara uçma becerisi vermiştir
fakat kuşların her birinin tek tek kanat çırpmasını
değil, genel olarak uçma becerisini mümkün kıl-
maktadır. Bu bakımdan, O, evrendeki tümel neden
olarak görülmelidir. Tanrı hakkında kurulabilecek
en makul cümle, O’nun evrensel doğa yasasının
bizzat kendisi olduğudur. Her obje ve her oluş bu
yasaya bağlıdır. Bu yasa Tanrı tarafından belirlen-
miş olan kaderdir. İnsan kaderin getirdiklerine ha-
zırlıksız yakalanmamalı ve kendisini onun ellerine
gönüllü bir şekilde bırakmalıdır (Seneca, 1969, s.
200). Kadere, dolayısıyla da onu belirleyen Tanrı’ya
bağlılığın en güçlü aracı sevgidir. Sevgi doğaya ege-
men olan Tanrısal yasayı kavramayı, bütün olayla-
rın arkasında Tanrısal erkin bulunduğunu görmeyi
sağlar (Elmalı ve Özden, 2013).
Resim 7.2 Yeni Stoacılığın Önde Gelen İsimlerinden
Seneca

Seneca “iyi” ile “faydalı” olanı birbirinden ayır- dikkat


maktadır. Ona göre, iyi olan şey faydalı olanla öz- Seneca, doğada gözlemlediğimiz hadiselerin as-
deş değildir. Fayda belirli bir gayeyi takip etmekte- lında Tanrı’nın varlığının birer işareti olduğunu
dir. Belirli bir gaye için iyi olan geçici olarak iyidir. düşünmektedir. Tanrı, ona göre, doğadaki evren-
En yüksek iyi, kendi kendisi için iyi olandır. Salt sel yasadır. O, hadiseler üzerinde tümel bir etki
iyidir. Salt iyi Tanrı’dan geldiği için faydayı dü- yaratır.
şünmez. (Elmalı ve Özden, 2013). Mutluluk için
bilgeliğin gerekmesi tam da bu nedenledir. Böylesi
bir ayrımı, Seneca’ya göre, yalnızca bilge kişiler ya- Seneca eski Stoacılardan kalan felsefî mirasa
pabilir. Bilge olmayanlar farklı yollara başvurur ve büyük oranda sahip çıkmış ve onları devam ettir-
örneğin Tanrı’ya yakararak iyiye ulaşmaya çalışırlar. miştir. Örneğin ona göre de ruh soyut bir varlık
Her ne kadar Tanrı olmaksızın bizim iyiye ulaşma- olmayıp maddî bir niteliğe sahiptir. Ruh atomlar-
mız mümkün değil ise de insanın iradesini bir tara- dan meydana gelmektedir. Bu, Stoacılığın materya-
fa atması doğru değildir. Tanrı dışarıda, bizden ayrı lizmiyle uyumlu bir yaklaşımdır. Zira Stoa öğretisi
bir varlık olarak değil, yanımızda, bizimle birlikte, evrendeki her şeyin maddeye geri götürülebileceği-
içimizde vardır (Seneca, 1969, s. 86). Tanrı ile olan ni, başka bir deyişle, tek gerçekliğin madde oldu-
ilişki yakarmayla sınırlı olmamalıdır. İyiliğin nihai ğunu öne sürmektedir. Ayrıca, Seneca’ya göre, er-
ilkesi olarak Tanrı ile uyumlu bir irade inşa edilme- demli bir yaşam sürdürebilmek için kuruntulardan
lidir. Bunun yolu da doğa ile uyumlu bilgiye sahip kurtulmak gerekmektedir. Ölüm korkusu tam da
olmak ve disiplinli bir ahlaki yaşam sürdürmektir. böyle bir kuruntudur (Seneca, 1969). Erdemli bir
Seneca’nın felsefesi doğa ve Tanrı anlayışının ay- yaşam için ölüm korkusunun aşılması gerektiği yö-
rıntılı bir irdelemesini de sunmaktadır. Ona göre, nündeki fikir Zenon’dan beri Stoacılar tarafından
doğada cereyan eden hadiselerin kaynağında Tanrı benimsenmiştir. Seneca’nın bedenin ruh için geçi-
vardır. Esasen bu eski Stoacıların doğa ile Tanrı ara- ci bir konak olduğu ve vakti geldiğinde onu terk

168
İlkçağ Felsefesi

etmek gerektiği yö- ka bir deyişle bilgiye ulaşmamızı mümkün kılan şey
nündeki tavsiyesi de bizdeki aklın Tanrısal akıldan bir parça olmasıdır
dikkat bu fikrin bir uzanımı (Epictetus, 1956, s. 9). İnsan aklı tümel akıldan
Stoa düşünürlerinden Ze- olarak kabul edilebi- alınmış bir paydır.
non, Kleanthes ve Seneca lir. Önde gelen Stoa- İnsan kaderin getirdiklerine razı olmalıdır. Tanrı
intihar etmiştir. cıların intihar ederek her şeyi verdiği gibi onları geri de alabilir. Sebepsiz
ölmeleri belki de bu yere sahip olduğumuz şeyleri sevinçle karşılarken,
düşüncenin fiili bir bunları kaybetmeyi niçin bir üzüntü ve keder sebe-
uygulaması olarak tasarlanmıştır. Zenon ve Kleant- bi olarak görelim? Böyle bir durumda suçlamanın
hes intihar ederek yaşamlarına son vermişlerdir. Se- herhangi bir rasyonalitesi olamaz (Epictetus, 1952,
neca da intihar etmiştir fakat onun intiharı impara- s. 279). İnsan her iki durumu da olgunlukla karşı-
tor Neron’un direktifi neticesinde gerçekleşmiştir. lamalıdır. Sahip olunan şeyler de kaybedilen şeyler
de insandaki metaneti ortadan kaldırmamalıdır.
Takip edilmesi gereken yol, kadere boyun eğmek
Epiktetos ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürdürmektir.
Epiktetos Roma Stoacılığının temsilcileri ara- Bilgelik doğaya uygun yaşam için gereken ente-
sında özel bir yere sahiptir. Seneca Roma impara- lektüel donanıma sahip olmak demektir. Bilge kişi
torluğunun yönetim kademesine yakın biri olarak davranışlarının doğayla uyumu oranında mutlu
yaşamış ve Neron’a hocalık yapmıştır. Epiktetos’tan olacağını kavrayan kişidir. Bilge, evrende değiştir-
sonraki isim olan Marcus Aurielius Roma impara- meye güç yetiremeyeceği egemen bir Tanrısal ya-
torlarından biridir. Epiktetos ise bir köle olarak doğ- sanın, kaderin mevcudiyetine şahitlik eder. Bunu
muş, sonrasında sahibi tarafından azat edilmiştir. değiştirmeye çalışmak yerine ona uyum sağlamak
Epiktetos tıpkı Seneca gibi Stoanın felsefî mira- gerekmektedir. Kendimiz dışındaki hiçbir şeyi
sına büyük oranda sadık kalmıştır. Örneğin o, akıl değiştiremeyeceğimiz gibi kontrol de edemeyiz.
sahibi varlıklar olarak insanların kendilerinde tanrı- Kontrol edebileceğimiz tek şey hadiseler karşısın-
sal bir öz taşıdıklarına inanmaktadır. Bu öz, insan- daki tutum ve davranışlarımızdır. Kabullenmek,
ların yaşamlarını nasıl sürdürmeleri gerektiğini be- kayıtsız kalmak ve tevekkül göstermek erdemli ve
lirlemektedir. İnsanlar yaşamlarını Tanrı’nın iradesi dolayısıyla mutlu bir yaşamın zorunlu unsurlarıdır.
doğrultusunda sürdürmelidirler. Epiktetos’a göre, Mutlu olmak için kişi elindekiyle yetinmeyi de
Tanrı’nın iradesi doğrultusundaki bir hayat ancak bilmelidir. Başkalarıyla kendimizi kıyasladığımızda
doğa ile uyumlu bir hayat olabilir. Zira tipik bir Sto- sahip olmayı arzulamamıza rağmen sahip olamadı-
acı olarak, o, doğa ile Tanrı’yı özdeş görmektedir. ğımız şeyleri görür ve kıskançlık hissederiz. Duygu
Epiktetos Tanrı, tanrılar ve Zeus kavramlarını ve tutkular karşısındaki sarsılmazlık erdemin en bü-
eşanlamlı olarak kullanmaktadır (Seddon, s. 20). yük göstergelerinden biridir. Kıskançlık esasen Tan-
O, Tanrı’nın varlığını göstermesi bakımından ev- rıya yönelik bir şikâyet anlamına da gelmektedir.
rendeki düzene işaret etmektedir. Evrende gözlem- Kişi kıskanmak yerine şükretmelidir. Kıskançlık gibi
lediğimiz düzenlilik ve uyum, akıl sahibi bir varlı- erdemsiz hallerden kurtulmak için tutkularımıza
ğın mevcudiyetini ortaya koymaktadır (Epictetus, hâkim olmak zorunludur. Tutkulara hâkim olmak
1956, s. 93). Bunun tek tanrıcı bir fikir olmaktan onlardan bağımsız düşünebilmek ve davranabilmek
uzak, eski Yunan halk dinine uygun bir anlayış ol- demektir. Bunu başaran kişi bilge kişidir. Erdem ve
duğunu hatırda tutmakta fayda vardır. bilgelik bu nedenle birbiriyle bağlantılıdır.
Epiktetos empi-
rist bir yaklaşımla,
bilginin duyu algıları
dikkat vasıtasıyla zihnimiz- dikkat
Epiktetos’a göre, insanın de oluşan izlenimlere Epiktetos, ahlakın amacını mutluluk olarak belir-
bir şeyleri biliyor olması, geri götürülebilece- ler. Mutluluk bilgiye sahip olmayı gerektirir. Bilgi
onun tanrısal akıldan aldı- ğini düşünmektedir. salt entelektüel bir unsur değildir, onun hayata
ğı pay sayesinde mümkün Ona göre, izlenim- aktarılması da gerekir. Örneğin kıskançlığın kötü
olmaktadır. lerin doğru kullanıl- olduğunu bilmek yetmez, kişinin kıskançlığa karşı
masını sağlayan, baş- direnebilmesi ve onu aşabilmesi gerekir.

169
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

Marcus Aurelius
Marcus Aurelius hem bir filozof hem de bir im- Daimon kişinin içinde duyduğu, tanrısal
paratordur. O MS 161-180 yılları arasında Roma kabul edilen ses anlamına gelmektedir.
imparatorluğu yapmıştır. Bu itibarla, Marcus Bu kavramı Sokrates çokça kullanmıştır.
Aurelius’un Platon’un tasvir ettiği “filozof kral” tip- Daimon özellikle bir eylemin ahlaki olup
lemesine uygun bir profil çizdiği söylenebilir. Ha- olmadığını belirlerken dikkate alınan bir
tırlanacağı üzere, Platon bir devleti ancak bir filozof unsurdur.
(bilge) kral yönettiğinde toplumun dirlik içerisinde
yaşayabileceğini iddia etmektedir. Marcus Aurelius
Platoncu bu ideali ete kemiğe büründürmüştür.
Marcus Aurelius, ve kendisinden önce Epikte-
dikkat
tos, eski Stoa düşüncesini yeniden canlandırmıştır.
Marcus Aurelius hem bir filozof hem de imparator
Orta Stoacıların farklı filozofları Stoa düşüncesiy-
olması hasebiyle Platon’un “bilge kral” idealinin
le uzlaştırma çabası Marcus Aurelius’ta görülmez.
ete kemiğe bürünmüş hali olarak nitelendirilebilir.
Orta Stoacılar örneğin Panaitios ve Poseidonios
Stoa öğretisini Platon ve Aristoteles’in çeşitli gö-
rüşleriyle uzlaştırmaya girişmişlerdir. Epiktetos ve Ona göre, insan dünyaya aktif bir yaşam sür-
Marcus Aurielius ise bu tür çabalardan uzak dur- dürmek için gelmiştir. Bu bakımdan, o, insanın
muşlardır (Von Aster, 2015). varoluş amacını devlet içinde hizmette bulunmak
olarak tanımlar. Bu düşüncede onun bir asker ol-
masının da etkisi vardır elbette.
Tanrı’nın bir kader dâhilinde belirlediği şeyleri
arzulayan kişi asla hayal kırıklığına uğramaz, zira
Tanrı’nın sonsuz gücü, bilgeliği ve iyiliği hadisele-
rin oluşumuna eşlik etmektedir. Kişi Tanrı’ya karşı
duyduğu sevgiyi tek tek hadiselerin cereyanına göre
değil, hadiselerin tamamının teşkil ettiği bütüne
bakarak diri tutmalıdır.
Epiktetos ve Marcus Aurelius için bireyin var
oluş amacı devlet içerisinde bir hizmette bulun-
maktır. Marcus Aurelius, muhtemelen bir impa-
rator (ve asker) oluşunun etkisiyle, bir askerin ko-
mutanı ve ondan aldığı emir karşısındaki tutumu
(görev bilinci) ile ahlaki görev arasında bağlantı
kurmaktadır. Ona göre, her birey, aldığı emri ye-
rine getirmeye çalışan bir asker gibi tasavvur edil-
melidir. Bir asker, aldığı emri ne pahasına olursa
olsun yerine getirmeye çalışmalı, emri asla sorgula-
mamalıdır. Aynı şekilde, insan da doğadan ve dev-
Resim 7.3 Hem Bir Filozof Hem de Bir İmparator Olan letten aldığı görevleri bihakkın yerine getirmelidir
Marcus Aurelius’un Bir Heykeli (Von Aster, 2015, s. 228). Böylece, görev kavramı
ahlaki bir unsur olarak önemli bir işlev yüklenmiş
Marcus Aurelius insanın kendi iç dünyasına olmaktadır. Aslında bu ifadeler, kişinin kader kar-
dönmesini ve kendi daimonu ile konuşmasını öner- şısındaki konumunun farklı kelimelerle bir ifadesi
mektedir. Beden ile ruh arasında kesin bir ayırım ya- gibidir. Bir asker nasıl ki sorgulamadan itaat eder-
pan Marcus Aurelius ruhun bedenden ayrılacağı anı se, insanın da kaderine sorgulamadan itaat etmesi
özlemle beklediğini söylemektedir. Fakat bu düşün- gerekir. Değiştiremeyeceği şeyler karşısında insanın
cenin onda hayattan el çekilmesi gerektiği yönünde takınması gereken en doğru tavır budur ve bu Sto-
bir fikir uyandırdığı söylenemez (Gökberk, 2016). acıların ortak kanaatidir.

170
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı
1 Stoa düşüncesinin bölümlerini ve önemli temsilcilerinin isimlerini yazabilme
2 Stoacıların kader anlayışları ile özgürlük düşünceleri arasındaki ilişkiyi açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Stoacıların mantık anlayışı


Orta ve Yeni Stoa ekollerin-
hakkındaki ayrıntılı bir ça-
den hangisi Eski Stoa eko-
Stoacılık yekpare bir dü- lışma için İbrahim Çapak
lüne düşünsel açıdan daha
şünce olarak görülebilir mi? (2011), Stoa Mantığı ve
yakındır? Bu konudaki fik-
Araştırınız. Farabî’ye Etkisi, Ankara:
rinizi arkadaşlarınızla pay-
Araştırma Yayınları adlı ese-
laşınız.
ri inceleyebilirsiniz.

EPİKÜROS VE EPİKÜROSÇULUK Demokritos’un kullanımı mantık ve dil felsefe-


Helenistik felsefenin ikinci büyük düşünce eko- sine münhasırdır (Preus, 2015, s. 216). Kanonik
lü Epiküros (MÖ 341-271) tarafından geliştirilen önermelerin hangi koşullar altında doğru olacağı-
nı araştırmakta ve mantığa yüklenen işlevi yerine
fikirlere dayanmaktadır. Epiküros Helenistik döne-
getirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Stoacılarla
min tipik bir düşünürüdür. O bir taraftan Yunan
Epikürosçular arasındaki benzerlik dikkat çekici-
felsefesinin kurucu unsurlarına geri dönüşü temsil
dir. Hatırlanacağı üzere, Kıbrıslı Zenon da felsefeyi
etmekte ve örneğin Demokritos’un atomcu düşün-
mantık, fizik ve ahlak olarak üçe ayırmaktadır.
cesini yeniden canlandırmakta, diğer taraftan ise
teorik mevzulardan ziyade pratik mevzulara eğil-
mektedir. Bu nedenle ahlaki tartışmalar Epiküros-
Kanonik Epikürosçuların mantığa verdiği
çuluğun belkemiğini teşkil etmektedir.
isimdir.
Metrodorus (MÖ 331-278), Hermarkhos
(MÖ 325-250) ve Polyaenus (MÖ 340-285)
Epiküros’un öğretilerini devam ettirmiş olan dü- Bu alanlar birbirine bağlıdır ve yapılan ayırım
şünürlerden bazılarıdır. rasyonel bir gerekçe taşımaktadır. Stoacılarda ol-
Epiküros derslerini Atina civarındaki bir bahçe- duğu gibi Epikürosçularda da asıl istikamet ahla-
de vermiştir. Bu nedenle Epikürosçulara “bahçe filo- ki alandır. Başka bir deyişle, Epiküros bu ayırımı
zofları” adı da verilmektedir. Söz konusu bahçenin ahlak öğretisini temellendirebilmek amacıyla yap-
müdavimleri arasında, diğer ekollerde rastlanmaya- mıştır. Kanonik ve fizik ahlak için bir giriş kapısı
cak bir şekilde, köleler ve kadınlar da yer almaktadır. işlevi görmektedir. Epiküros’un entelektüalist eği-
Themista (MÖ 342-271) ve Leontion Epiküros’un limi göz önünde bulundurulduğunda kanonik ve
öğretisini benimsemiş olan iki kadın filozoftur. fizikten beklenen, bize epistemolojik bir temel sun-
malarıdır. Bu bakımdan, ilk önce varlık hakkında
doğru bilgiye ulaşmamızı sağlayacak bir doğruluk
Epikürosçu Felsefenin Kısımları kriterine ihtiyacımız vardır. Kanonik bize bu kri-
Epiküros felsefeyi üç kısma ayırmaktadır. Bun- teri temin eder. Akabinde, eşyanın ve hadiselerin
lar kanonik, fizik ve ahlaktır. Epiküros’un kanonik doğal nedenlerini anlayabilmemiz gerekecektir. Fi-
adını verdiği alan doğruluğun ilkelerini arayan ziğin mevcudiyeti bu nedene dayanır. Son olarak,
bilim olarak tanımlanabilir. Kanon Yunancada öl- mutluluğa ulaşabilmek için neyin arzu edilmesi ve
çüt, kriter anlamlarına gelmektedir. Onu felsefî bir neden uzak durulması gerektiğini öğrenmeye ihti-
kavram olarak ilk defa Demokritos kullanmıştır. yacımız vardır. Ahlak da bunu yapar.

171
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

Epiküros genel olarak felsefeyi, özel olarak ise


bilgiyi mutluluğa ulaşmanın bir aracı olarak gör-
dikkat mektedir. Bu aracın kendisinden beklenen işi yap-
Epiküros felsefeyi Stoacılarda gördüğümüze ben- tığını, yani bizi hakikate ulaştırdığını bize iki kriter
zer bir şekilde tasnif etmektedir. Ona göre, felsefe göstermektedir. Teorik düzeydeki kriter duyu algısı
kanonik, fizik ve ahlak alanlarından oluşmaktadır. ve bunun ruhumuzda yarattığı genel tasavvurlar,
Fizik ve kanonik ahlaka giriş olarak kabul edilebilir. pratik düzeydeki kriter ise haz ve acı duygularıdır.

Epiküros felsefî kariyeri boyunca teorik mese- Epiküros’un Fizik Anlayışı


lelerle zorunlu olmadıkça ilgilenmemiş ve bütün Epiküros Demokritos’un geliştirdiği atomcu
mesaisini pratik mevzulara hasretmiştir. Söz gelişi öğretiyi benimsemiştir. Ona göre de tek gerçeklik
fiziğin Epikürosçu öğretide bir yer bulmasının ne- maddedir ve madde kendisinden geriye gidilmesi
deni boş kuruntulardan, örneğin tanrılar ve ölüm mümkün olmayan küçük parçalara kadar bölüne-
karşısında hissettiğimiz korkulardan kurtulabilmek bilir. Ayrıca, hareketin ve çokluğun açıklanabilmesi
için şeylerin doğal nedenleri hakkındaki bilgiye için atomların içerisinde serbestçe hareket ettikleri
muhtaç olmamızdır. Fizik doğal nedenler hakkın- boş bir uzayın varlığının da kabul edilmesi gerek-
da vereceği bilgi vasıtasıyla gündelik hayatımızda mektedir. Varlık (oluş) atomların bir araya gelme-
bir yere sahip olmaktadır. Başka bir deyişle, fiziği siyle teşekkül eder. Yokluk (bozuluş) ise atomların
felsefenin tamamlayıcı bir parçası haline getiren şey birbirinden ayrılmasıdır.
onun ürettiği pratik değerdir. Böyle olmakla birlikte, Demokritos’un atomist
teorisi ile Epiküros’un atomculuğu arasında bazı
farkların olduğuna işaret etmek gerekmektedir. Ör-
Epiküros’un Bilgi Anlayışı neğin Demokritos atomların mekanik bir zorunlu-
Epiküros’un bilgi anlayışı empirist bir karakter luk neticesinde bir araya toplandığını veya dağıl-
arz etmektedir. Ayrıca Epiküros bir materyalisttir. dığını düşünmektedir. Dolayısıyla, Demokritos’a
Onun materyalist zemine dayanan empirizmi katı göre, evrende cereyan eden hadiselerde tesadüfün
bir nominalizm halini almıştır. Bu, Epiküros’un herhangi bir rolü yoktur. Epiküros ise atomların
tıpkı Stoacılar gibi yalnızca tikellerin bir gerçekli- hareketlerinde rastlantıya, şansa yer vermektedir.
ğe sahip olduğuna inandığı anlamına gelmektedir. Atomlar ağırlıklarıyla orantılı olarak yukarıdan aşa-
Ona göre, duyular ve tek tek nesneler hakkındaki ğıya doğru hareket etmektedirler ki Epiküros bu ha-
duyu algıları bilgi sürecinin en önemli yapıtaşları- reketi “atom yağmuru” olarak isimlendirir. Sonsuz
dır. Maddî gerçekliğe dair verileri duyularımız vası- büyüklükteki uzay içerisinde hareket eden sonsuz
tasıyla yine maddî bir niteliğe sahip olan ruhumuza sayıdaki atomun bir kısmı hareket ettikleri rotayı
aktarırız ve bunlar genel tasavvurlar biçimini alarak tamamen tesadüfi bir şekilde değiştirirler. Bu deği-
bilgiyi oluştururlar. Söz konusu tasavvurların olu- şiklik atomların çarpışmasına, çarpışan atomların
şumu için öznenin duyular vasıtasıyla elde ettiği bir araya gelmesine ve gözlemlediğimiz bu düzen-
verileri tutarlı bir düzen içerisinde birleştirmesine li evrenin ortaya çıkmasına yol açar. Epiküros her
ihtiyaç vardır. Fakat şurasını vurgulamak gerekir ne kadar bir tesadüften bahsediyor ise de bu tesa-
ki Epiküros algıların doğru ya da yanlış olacağını düfün de bir rasyonaliteye dayandığını düşünüyor
düşünmez. Epiküros algıların daima doğru olduğu gözükmektedir. Buna göre, atomlar sürekli yağmur
kanaatindedir. Öte biçiminde, düzenli olarak yukarıdan aşağıya doğru
yandan, yanlışlığın hareket edecek olsalardı birbirleriyle asla temas ede-
mevcudiyeti bir va- mezlerdi. Oysaki oluştan bahsetmek için atomların
dikkat kıadır. Yanlışlık algı- birbirleriyle temas etmesi, yani bir araya gelmesi
Epiküros’a göre, algılar da- lardan değil, bizim gerekmektedir. Bu nedenle, rastlantının bizzat ken-
ima doğrudur. Yanlış olan algılara yüklediğimiz disinin nihai bir açıklaması yapılamasa da ona niçin
bizim algılara dayalı olarak anlamlardan, algılara ihtiyaç duyulduğu açıklanabilir. Nitekim aşağıda da
ürettiğimiz yargılardır. dayalı olarak türet- işaret edileceği üzere, Epiküros irade özgürlüğünü
tiğimiz yargılardan atomların rutin hareketlerinde meydana gelen bu
kaynaklanmaktadır. rastlantısal sapmaya dayandırmaktadır.

172
İlkçağ Felsefesi

İnsanın kuruntu ve korkulardan kurtulması an-


cak açıklamalarında bizzat doğaya dayanması ve bu
dikkat açıklamalardan türetilmiş (doğayla uyumlu) bir ha-
Epiküros Helenistik felsefenin genel karakteri- yat sürdürmesi ile mümkündür. Doğaya dayalı bir
ne uygun olarak Yunan düşüncesinin kurucu açıklama biçimi bize ölümün sıradan ve doğal bir
öğelerine bir dönüşü de temsil etmektedir. O, hadise olduğunu göstermektedir. Nasıl ki yaşam-
Demokritos’un atomcu anlayışını benimsemekte
dan ürkmüyorsak ölümden de ürkmememiz gere-
ve materyalist bir yaklaşım sergilemektedir.
kir. Zira, Epiküros’un meşhur deyişiyle, biz varken
ölüm yoktur, ölüm varken de biz yokuz.
Ölümden ürkmemizin tek nedeni olabilir:
Epiküros, dünyamızın ve onun dâhil olduğu fi- ölüm sonrası hayatta yaşamamız muhtemel olan
ziğin evrende atomların çarpışmasından doğan son- şeyler. Eğer ruh bedeni terk ettikten sonra yaşama-
suz sayıdaki dünya ve fiziğin sadece biri olduğunu ya devam edecekse ve biz bu hayatın niteliği hak-
düşünmektedir. Sonsuz sayıda dünyalar vardır. Söz kında fikir sahibi olamıyorsak o zaman ürkmemiz
konusu dünyalardan bir kısmı bizim dünyamıza doğaldır. Fakat Epiküros Demokritos’tan miras al-
benzemekte, bir kısmı ise tamamen farklı nitelikler dığı materyalist bakış açısıyla ruhun bedenden ay-
arz etmektedir (Erkızan ve Çüçen,, 2013, s. 160). rılmasını müteakip yaşanması muhtemel olan bir
hayatı kabul etmez. Ona göre, ruh da tıpkı beden
gibi atomlardan oluşur ve ölüm aslında bu atomla-
Epiküros’un Ahlak Anlayışı rın dağılmasından ibarettir. Ruh, tıpkı beden gibi,
Epiküros entelektüalist ve eudaimonist bir ah- kendisini var eden atomların bir araya gelmesi ile
lak anlayışına sahiptir. O, tıpkı Sokrates gibi, er- kaimse, bu, atomlar ayrıldıktan sonra ruhun nite-
dem ve bilgiyi özdeşleştirir. Ahlakın amacının da liklerini eksiksiz bir şekilde koruyarak var olmaya
mutluluk olduğunu düşünür. devam edemeyeceğini gösterir. Dolayısıyla, ölüm-
Epiküros’a göre, bilgi bizi boş ve temelsiz inanç- den sonra tecrübe edeceğimiz bir şey olmadığına
lardan, kuruntulardan kurtarır. İnsanın mutluluğa göre, ölümden korkmamıza gerek yoktur.
ancak felsefe ile ulaşabilmesinin nedeni budur. Fel- Tanrılarla ilgili korkular da, Epiküros’a göre, te-
sefe insanları kuruntulardan kurtarır ve böylece on- melsizdir. Onlar sonsuz mutluluk içinde oldukları
ların mutlu olmasını sağlar. Epiküros’un kuruntu için dünyamızla ve bizimle ilgilenmezler. Tanrıların
olarak nitelendirdiği şey bilhassa ölüm ve tanrılar dünya işlerine müdahil oldukları yönündeki fikir-
karşısında hissedilen korkudur. Bu iki korku in- ler boş birer kuruntudan ibarettir. Korku, mutlu-
sanın doğru ile yanlışı ayırt etmesini engelleyecek luğun alternatifi ve düşmanıdır. Korku mutluluğu
şekilde bilgi ve erdemli yaşam sürecine müdahale kemirir ve tüketir. Bu nedenle ondan kurtulmak
ederler. Epiküros bu korku ve kuruntuların temel- bilgece (mutlu) bir yaşam için zorunludur.
siz olduğunu göstermek için büyük çaba harcamış- Epiküros tanrıların varlığını inkâr ediyor değil-
tır. Ona göre, ölüm ve tanrılar karşısında hissetti- dir. Ona göre, tanrılar intermundiadadırlar, yani
ğimiz korku bütünüyle yanlış tasavvurlardır. Bilgi sonsuz sayıdaki dünyalar arasında bir yerleri vardır.
unsuru olmadıkları için de bunlara dayalı bir hayat Onlar insan biçimindedirler fakat insanlardan daha
baştan sona yanlışlarla dolu olacaktır. Bir yaşam güzeldirler. İki cinsiyetlidirler. Yeme-içme ihtiyacı
rehberi olarak felsefenin görevi bizi bu yanlışlardan duyarlar. Bir dilleri vardır ve Yunanca konuşur-
kurtarmaktır. lar. İnsanların yaşantısına ilgisizdirler. Dünyanın
gidişatına hiçbir şekilde karışmazlar. Barış dolu,
kutsanmış bir yaşam sürerler. Kaygı ve sıkıntıdan
uzaktırlar (Thilly, 2000, s. 186). Tanrıların varlığı,
dikkat Epikürosçu öğretide, bütün ulusların bu fikir üze-
Epiküros’a göre, insanın mutluluğunu sağlamanın rinde mutabık kaldıkları gerçeğinden çıkarsanmak-
tek yolu felsefedir. Çünkü yalnızca felsefe insanları tadır. Bu yaklaşım Kıbrıslı Zenon ve diğer Stoacılar
boş kuruntulardan kurtarabilir. tarafından da hemen hemen aynen benimsenmiş-
tir. Epiküros, tanrılara saygı duymayı salık vermek-
le birlikte bu saygıyı yerleşik dinlerde gözlenen
ibadet biçiminde göstermeyi değil, sonsuz bir haz

173
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

içerisinde bulunan sonsuz yetkinlikteki varlıklara Epiküros ve Epikürosçuların haz anlayışını şu


duyulan hayranlık olarak tasarlamayı önermekte- iki maddede özetleyebiliriz: 1) Var olan tek “iyi”
dir (Gökberk, 2016, s. 89). Esasen tanrılar karşı- hazdır, 2) mümkün olan en fazla hazzı elde ede-
sında duyulan korkunun anlamsızlığı, Epiküros’a bilmek için yalnızca kontrol edebileceğimiz hazları
göre, tam da onların içinde bulundukları bu sonsuz temin etmeliyiz (Skirbekk ve Gilje, 2014, s. 127).
hazdan çıkarsanabilir. Yaşadığımız hayat, ölümden Bu, Epiküros’un hazzı yaşam koşullarımızdan ve
sonra başka bir hayat olmayacağı anlamında, tek doğurması muhtemel olan sonuçlardan bağımsız,
hayattır. Bu, tanrıların eğer bir müdahalesi olacak- salt bir ilke olarak benimsemediği anlamına gel-
sa ancak bu dünya üzerindeki hayatımıza yönelik mektedir. Eylemin sonuçlarını da düşünmeli ve
olabileceği anlamına gelmektedir. Tanrılar sonsuz rasyonel bir tercihte bulunmalıyız. Elde ettiğimiz
bir haz halini bırakıp dünyadaki her türden kötülü- haz daha sonra bize acı olarak dönecekse bundan
ğe, örneğin açlığa, hastalıklara, savaşlara, ölümlere uzak durmamız gerekir. Bunun ayırımını yapabile-
müdahil olmazlar. Dolayısıyla onlar karşısında his- cek olanlar da yalnızca bilgelerdir. Bilge kişi hazları
sedilen korku anlamsızdır. sonuçları bakımından değerlendirerek doğru olan
Epiküros erdem ile bilgiyi özdeşleştirir. Fakat sonuca ulaşabilir, yani hangi hazzı tercih edip han-
erdemi “en yüksek iyi” olarak görmez. Erdem en gisinden uzak durmak gerektiğini isabetli bir şekil-
yüksek iyiye ulaşma yolunda ancak bir araç olabi- de tespit edebilir.
lir. Dünya üzerinde iyi olduğu söylenebilecek tek İnsanın mutlu olabilmesi için ihtiyaçlarının
şey haz, kötü olduğu iddia edilebilecek tek şey ise karşılanması bir zorunluluktur. İhtiyaç içerisin-
acıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Epiküros deki bir insanın gerçek anlamıyla mutlu olması
eudaimonizmini entelektüalist bir formda ortaya imkânsızdır. Fakat, diye düşünmektedir Epiküros,
koymakla birlikte, mutluluğu Kirenelilerin haz- her ihtiyaç makul ve karşılanması gereken bir ma-
cılık anlayışı ile desteklemeye çalışmaktadır. Haz, hiyete sahip değildir. Bu bakımdan, ihtiyaçları ka-
Epiküros’a göre de, organizmaların eylemlerinin tegorize etmek ve bunlar arasında bir seçim yapmak
başlıca motivasyon kaynağıdır. Dolayısıyla hazzın gerekmektedir. Ona göre, insanların ihtiyaçları üç
ahlaki bir rolü ve işlevi olduğunu kabul etmek ge- gruba ayrılabilir. Birinci grup hem doğal hem de
rekir. Bununla birlikte, o, Kirenelilerin teorisini zorunlu olan ihtiyaçlardır. Örneğin beslenme hem
aynen benimsiyor değildir. Epiküros’un hazcılığı doğal hem de zorunlu bir ihtiyaçtır. Beslenmeyen
genellikle “negatif hazcılık” olarak isimlendirilmek- bir organizma mevcudiyetini koruyamaz. İkinci
tedir. O, hazzı “acının yokluğu” olarak tanımla- grup doğal olmakla birlikte zorunlu olmayan ih-
maktadır. Acının yokluğu, ruhun kendisini rahat- tiyaçlardır. Örneğin beslenme doğal ve zorunlu bir
sız eden, huzursuzluk duymasına yol açan her türlü ihtiyaç olmakla birlikte, damak zevkine dayalı ola-
unsur karşısındaki bağımsızlığının bir işaretidir. cak şekilde besin arayışına girmek ne doğal ne de
İnsanlar yaşamlarını mümkün olan en fazla mut- zorunludur. Zira asıl olan organizmanın mevcudi-
luluğu elde edecek, acıdan da mümkün olduğunca yetini korumasıdır. Üçüncü grup ise ne doğal ne de
uzak durabilecek şekilde planlamalıdırlar. Kireneli- zorunlu olan ihtiyaçlardır. Örneğin siyasi iktidarı
ler fiilî ve bedensel hazları önceler ve bunların süre elde etmek ne doğal ne de zorunlu bir vakıadır.
bakımından daha uzun olanını tercih etmek gerek-
Epiküros doğal bir yaşamı tavsiye ettiği için, bu
tiğini söylerken, Epiküros acının yokluğunu önce-
gruplardan yalnızca birincisini yeterli bulmaktadır.
lemekte ve bizi acı durumundan kurtaran şeyleri de
İnsanlar kendilerini doğal ve zorunlu olan ihtiyaç-
haz olarak isimlendirmektedir. Ayrıca, o, bedensel
larını karşılayacak şekilde motive ederlerse mutlu
hazlarla entelektüel hazlar arasında bir ayırım yap-
olurlar. Zaten doğa, Epiküros’a göre, doğal ve zo-
makta ve bunlardan ikincisini tercih etmektedir.
runlu olan şeylere ulaşmayı kolaylaştırmış, doğal ve
zorunlu olmayan şeylere ulaşmayı ise zorlaştırmış-
tır. Bizim takip etmemiz gereken yol da doğanın
çizdiği yoldur. Doğal ve mevcudiyetimizi devam
dikkat
ettirmemiz bakımından zorunlu olan şeyleri talep
Epiküros’un hazcılığı “negatif hazcılık” olarak ni-
etmeli, diğerlerine ulaşmak için gereksiz bir çaba-
telendirilebilir. Ona göre, haz acının yokluğudur.
nın içine girmemeliyiz. Doğaya aykırı bir yaklaşım
Dünya üzerinde iyi olduğu söylenebilecek tek şey
olması hasebiyle böyle bir çabanın bizi mutsuz et-
haz, kötü olduğu iddia edilebilecek tek şey ise acıdır.
mesi kaçınılmazdır.

174
İlkçağ Felsefesi

Epiküros’un bu Epiküros’un Devlet ve Toplum


yaklaşımı açıktır ki Anlayışı
insanın özgür bir ter- Epiküros bireyci bir yaklaşıma sahiptir. Bu yak-
dikkat
cihte bulunabileceği laşım onun devlet ve toplum anlayışına da sirayet
Epiküros insani ihtiyaçları
varsayımına dayan- etmiştir. O, Aristoteles gibi insanları toplumsal
“doğal ve zorunlu olan”, “do-
maktadır. Nitekim varlıklar olarak tasavvur etmemektedir. Ona göre,
ğal fakat zorunlu olmayan”
o, Demokritos’un insanların bir arada bulunmaları, toplum halinde
ve “ne doğal ne de zorunlu
mekanik determi- yaşamaları, sırf onların bunun böyle olmasını is-
olan” diye üç gruba ayırır.
nizm anlayışına temelerinin bir sonucudur. Onlar kendilerini gü-
Mutlu olmak için insanlar
karşı, ılımlı bir inde- vende tutmak, korunma ihtiyaçlarını karşılamak
kendilerini “doğal ve zorunlu
terminizmi benim- amacıyla toplumsal bir sözleşmeyi, devleti ortaya çı-
olan”larla sınırlandırmalıdır.
semekte ve insanın karmaktadır. Bireyin dışındaki yapma varlıklar, yani
kendi eylemlerini devlet ve toplum, yalnızca bireyin mutlu olmasını
kendi özgür iradesi ile belirleyebileceğini düşünmek- temin etmesi beklenen araçlardır. Toplumsal, siyasi
tedir. Bu düşünce hem Demokritos’un hem de Stoacı- ve hukuki bir sistem yalnızca azami bireysel hazzı
ların benimsediği yaklaşımdan uzaktır. Demokritos’un hedeflediği ve bunu temin ettiği oranda “iyi” olabi-
tarif ettiği bir evren tasarımının geçerli olması halinde lir. Bunların, temin ettikleri bireysel hazlar dışında
özgürlükten bahsetmek mümkün olmaz. Zira her şey herhangi bir anlam ve önemlerinin olduğu söylene-
mutlak bir zorunluluğun neticesi olarak gerçekleşe- mez. Epiküros, Kinikleri andırır biçimde, takipçile-
cektir. Epiküros, muhtemelen bu zorluğu fark ederek, rine evlenmemelerini tavsiye etmektedir. Zira evlilik
Demokritos’un fizik ve evren teorisinde bazı değişiklik- hayatı insanları erdemli bir yaşamdan uzaklaştırma-
ler yapma ihtiyacı hissetmiş görünmektedir. Ona göre, sı muhtemel olan bazı zorluklarla karşı karşıya bı-
evren atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar ağırlık- rakmaktadır. Şurası muhakkaktır ki toplumsal bazı
larına göre, yukarıdan aşağıya doğru, hareket etmek- uygulamalara olan karşıtlığı Epiküros’un her türlü
tedir. Fakat bu hareket hesap edilmesi zor olan küçük insani ilişkiyi hor gördüğü anlamına gelmemekte-
ve rastlantısal bazı sapmalar göstermektedir. Varlık bu dir. İnsanlar arasında cereyan eden ve Epiküros’un
sapmaların bir neticesidir. Dolayısıyla, Demokritos’un toplum teorisi açısından önemli bir role sahip olan
iddiasının aksine, evrende mutlak bir zorunluluk ege- bir husustan bahsedilebilir: dostluk. Epiküros dost-
men değildir. İnsan davranışları mutlak zorunluluğun luğu bilgeler arasındaki hasbî (karşılık beklemeyen)
devreden çıkmasıyla kişiselleşir, anlam kazanır. Felsefe- bir beraberlik olarak görmektedir. Sıradan insanlar
nin görevi insanı mutluluğa ulaştırmak olduğuna göre, arasındaki ilişkilerin Epikürosçu teorideki “dostluk”
onu bir zorunluluk fikriyle karşı karşıya bırakmak standartlarını karşılaması imkânsızdır. Dostluk,
makul olamaz. Zorunluluk insanın mutlu olmasını Epikürosçu bir toplum ideali olarak, yalnızca bil-
imkânsızlaştıran pek çok engeli ortaya koyabilir ve in- ge kişiler tarafından hayata geçirilebilir (Gökberk,
san, yine o zorunluluğun bir sonucu olarak, söz konu- 2016, s. 91). Epiküros takipçilerine siyasi meselele-
su engelleri aşamayabilir. Böyle bir durumda felsefenin re dâhil olmamalarını salık vermektedir. Bu da yine
kendisine biçilen rolü gerçekleştirmesi imkânsızdır. Bu Epiküros’un mutluluğa ulaşmak amacıyla sürekli
nedenle, insan davranışları zorunluluğun değil, iradi göz önünde bulundurduğu kar-zarar dengesinden
tercihlerin birer sonucu olarak kabul edilmelidir. Epi- çıkardığı bir sonuçtur. Siyasetin kişilere yarar sağ-
küros bu yaklaşımıyla irade özgürlüğü fikrini ilk defa ladığı muhakkaktır. Yönetici pozisyonunda olmak,
merkezî bir tema olarak ele almıştır. güce sahip olmak bireyi ruhen tatmin edebileceği
gibi ona maddî pek çok imkân da sağlayabilir. Do-
layısıyla siyasetin potansiyel bir haz evreni olduğu
Determinizm belirlenimcilik demektir. söylenebilir. Fakat onun doğurması muhtemel olan
Evrende cereyan eden şeylerin, insan dav- problemler ve neden olacağı acılar göz önünde bu-
ranışları da dâhil olmak üzere, belirli se- lundurulduğunda vereceği zararın daha fazla olma-
bepler tarafından önceden, sıkı bir şekilde sı kaçınılmazdır. Örneğin siyasi rekabetler, bunun
belirlendiği anlamına gelmektedir. Buna doğuracağı düşmanlıklar, mücadeleler ve savaşlar
karşın indeterminizm ise böyle bir belir- siyasetin acıya gebe yönüne işaret etmektedir. Siyasi
lenmişliğin mevcudiyetini reddetmektir. meselelerde kar-zarar dengesinde ağırlık zarardan
yanadır.

175
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

Öğrenme Çıktısı
3 Epiküros’un hazcılığını ana hatları ile açıklayabilme
4 Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki benzer ve farklı yönleri ifade edebilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Epiküros’un felsefesi hak-


Epiküros felsefeyi kanonik, kında daha ayrıntılı bilgi al- Aristippos’un hazcılığı ile
fizik ve ahlak diye üç alana mak için Epiküros (2014). Epiküros’un hazcılığı ara-
ayırmaktadır. Ona göre bu Özdeyişler, Mektuplar, Afo- sında karşılaştırma yapınız
alanlar arasında nasıl bir rizmalar, Çev. Genim Re- ve ulaştığınız sonuçları ar-
ilişki vardır? Araştırınız. nas, İstanbul: Arya Yayıncı- kadaşlarınızla paylaşınız.
lık adlı eseri okuyabilirsiniz.

ŞÜPHECİLİK etmiş olmakla birlikte meseleyi ahlaki bir mecrada


Helenistik dönemin üçüncü ve son okulu şüphe- yürütmüştür. Bu nedenle, Pyrrhon’un düşüncesi
ciliktir. Şüphecilik ekolüne septisizm, skeptisizm ya de felsefe tarihi kaynaklarında Helenistik felsefenin
da kuşkuculuk kavramları ile de işaret edilmektedir. ahlaki dönemi dâhilinde ele alınmaktadır.
Şüpheciliğin kökleri Demokritos’a ve sofistlere
kadar geri götürülebilir. Felsefe tarihinde pek çok
şüpheci teori vardır. Bu kısımda ele alınan şüphe-
dikkat
cilik Helenistik felsefenin ahlaki dönemindeki şüp- Pyrrhon yürüttüğü epistemolojik tartışmadan ol-
heciliktir. Pyrrhon (MÖ 365 – 275) bu şüphecili- dukça esaslı bir takım ahlaki sonuçlar türetmiştir.
ğin teorisyeni ve ilk temsilcisidir. Bu nedenle şüphecilik Helenistik felsefenin ahlak
ekollerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Pyrrhon ve Pyrrhonculuk
Pyrrhon’dan geriye yazılı hiçbir eser kalmamış-
tır. Bunun nedeni, muhtemelen, fikirleri yazıya Genel olarak şüphecilerin ortak kanaati bizim
dökmenin bilgi sahibi olarak yorumlanabileceği eşyanın gerçek yapısını bilemeyeceğimiz istika-
endişesi, başka bir deyişle tutarlı olma kaygısıdır. metindedir. Duyularımız bize yalnızca onların
Pyrrhon, öğretisi ile çelişeceğini düşündüğü için görünüşleri hakkında bilgi vermektedir. Onların
fikirlerini birer yargı olarak yazıya aktarmak iste- gerçekte ne oldukları hakkında asla bilgi sahibi
memiştir. Şüphecilikle ilgili ilk yazılı dokümanları olamayız. Örneğin Pyrrhon’a göre, doğruyu yan-
öğrencisi Timon (MÖ 320-230) hazırlamıştır. lıştan ayırt etmemizi sağlayacak bir ölçüte sahip
Pyrrhon’un yaşadığı dönem, ilkçağ felsefesinin değilizdir. Epikürosçular doğruluğun ölçütü ola-
özellikle ahlak ile ilgilenen akımlarının çok güç- rak her algıyı kabul etmektedirler. Stoacılar ise
lü olduğu dönemdir. Stoacılık ve Epikürosçuluk yalnızca aklın onayladığı algıları ön plana çıkar-
bu dönemin başlıca iki akımını teşkil etmektedir. maktadırlar. Ancak bu ölçütlerin hiçbiri güveni-
Pyrrhon da dönemin genel felsefî yapısına uygun lir değildir. Algı sürekli olarak bizi yanıltır. Bu
olacak şekilde ahlak ile ilgili mevzuları irdelemiş- nedenle algı doğruya ulaşmak için yeterli değildir
tir. O, Stoacılar ve Epikürosçulardan farklı olarak (Thilly, 2000, 210-211). Sokrates, Platon, Aristo-
ahlakı bilginin imkânsızlığı fikri üzerine bina et- teles, Stoacılar ve Epikürosçular şu görüşte birleşi-
meye çalışmıştır. Yani, Pyrrhon epistemolojik bir yorlardı: erdem bilgisiz olamaz. Başka bir deyişle,
mevzu olarak bilginin imkânını tartışma konusu varlık hakkında doğru bilgi elde edilmeden erdem-

176
İlkçağ Felsefesi

li olunamaz. Mutluluk erdemli olmaya bağlı oldu- Pyrrhon’un Bilgi ve Ahlak Anlayışları
ğu için bilgi olmadan mutlu da olunamaz. Felsefe Pyrrhon’a göre ahlakın amacı mutluluktur.
pratik bir bilgelik öğretisi olmaya doğru gittikçe Bu bakımdan o da selefleri gibi eudaimonisttir.
mutlu bir hayatın kaçınılmaz konusu olan bilgi ile Demokritos’a benzer şekilde Pyrrhon da mutlu-
daha yakından ilgilenmek gerekmiştir. Şüphecile-
luğu dirlik ve gönül şenliği (euthymia) içinde ge-
rin yaptığı da tam olarak budur (Gökberk, 2016,
çen bir yaşamda bulmaktadır. Buna erişmek için
s. 85). Onlar da mutluluğa giden yolu bulmak ve
de felsefeye dayanmak gerekmektedir. Felsefenin
mutlulukla bilgi arasındaki ilişkiyi irdelemek is-
ödevi, hayatı, son amacı olan mutluluğa göre dü-
temişlerdir. Fakat onlar, görüleceği üzere, bilgi ile
zenleyebilmektir. Bu amaçla, ilkin, bilginin bu
mutluluk arasında negatif bir ilişki kurmuşlardır.
Bilgi sahibi olmaya çalışmak bizi mutlu etmez, ak- işi görüp göremeyeceğini anlamak gerekmektedir
sine mutsuzluğumuzun en önemli kaynaklarından (Gökberk, 2016). Pyrrhon’a göre, ne duyular ne
birisini teşkil eder. Zaten eşya hakkında gerçek de akıl bize gerçeği tanıtamaz, zira bunlar eşyayı
bir bilgiye ulaşmamız imkânsızdır. Bu nedenle, olduğu gibi aktaramaz. Duyular ve akıl eşyayı an-
imkânsızın peşine düşmekten ve kendimizi gerek- cak göründükleri gibi gösterebilir. Bu, şüphecili-
siz bir yükün altına sokmaktan vazgeçmeliyiz. ğin ilk dayanağıdır.
Burada özenle vurgulanması gereken bir hu- İkinci dayanak, her konuda birbirine tamamen
sus vardır. O da Pyrrhon ya da takipçilerinin her zıt olan iki görüşün öne sürülebilmesidir. Örne-
şeyden mutlak anlamda şüphe etmediğidir. Onlar ğin evrenin tümüyle maddi olduğunu savunmak
şeylerin mevcudiyetini tamamen reddediyor de- mümkün olduğu gibi onun bütünüyle ideal bir
ğildirler. Örneğin onlar görünüş ya da fenomen- varlığa sahip olduğu da aynı güçle savunulabilir.
lerin mevcudiyetini kabul etmektedirler. Nitekim Benzer şekilde, Tanrı’nın var olduğunu iddia et-
Pyrrhon’un en meşhur öğrencilerinden biri olan mek mümkün olduğu gibi var olmadığını da iddia
Timon “biz yalnızca fenomenlerin gerisindeki bi- etmek pekâlâ mümkündür. Bu iddialardan han-
linemez tözü kabul etmeye karşı çıkıyoruz” (Ceviz- gisinin doğru olduğunu belirlememizi mümkün
ci, 2015, s. 142) demektedir. Şüpheciler yalnızca kılacak bir ölçüt yoktur (Von Aster, 2015). Bu ne-
görünüş ve gerçeklik arasında yapılan ayırımdan denle, takınılması gereken en doğru tutum yargıyı
hareketle, gerçeklikten asla tam bir kesinlikle bah- askıya almaktır (epokhe).
sedilemeyeceğini düşünmektedirler.
Şüpheciler kesin onaylamaktan olduğu gibi
mutlak inkârdan da çekinmektedirler. Onlar, böy- Epokhe “yargıyı askıya almak” ya da “yar-
lelikle, hem bilginin varlığını iddia eden dogmatik- gıdan kaçınmak” gibi anlamlara gelmek-
lerden hem de bunun imkânsızlığına kanaat getiren tedir. Pyrrhon ve takipçilerine göre, her
sofistlerden ayrılmaktadırlar (Weber, 2014, s. 111). iddiaya aynı güçte başka bir iddiayla cevap
verilebilir. Bu iki iddiadan hangisinin ni-
çin doğru olduğunu belirleyecek bir ölçüt
yoktur. O halde, yapılacak en doğru şey
dikkat yargıdan kaçınmaktır.
Şüpheciler şeylerin mevcudiyetini mutlak bir şe-
kilde reddediyor ya da şüphe konusu ediyor de-
ğildirler. Onlar görünüş ile gerçeklik arasında bir Epokhe sadece gerçek varlıkla ilgili her türlü yar-
ayırım yaparak fenomenlerin, nesnelerin görünen
gıdan kaçınmak değildir, özellikle her türlü mutlak
kısımlarının varlığını kabul etmektedirler. Şüphe-
nitelikteki değerlendirmeden de kaçınmak, dolayı-
cilerin şüphe konusu ettikleri şey nesnelerin ken-
sıyla “nesnenin kendisi”ne yönelmiş her türlü istek
dinde halleridir.
ve duygudan uzak durmak demektir (Gökberk,

177
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

2016). Epokhe, aynı zamanda, her türlü şeye karşı


hazırlıklı olmak demektir. Epokheyi kullanan bir ki-
şiyi dünyada hiçbir şey sarsamaz, çünkü o her şeye dikkat
hazırlıklıdır ve razıdır (Von Aster, 2015). Böylece Pyrrhonculara göre, yargıyı askıya alan kişi her
şüpheci bir tutum olarak epokhe hem epistemolojik türlü mutlak nitelikteki değerlendirmeden ka-
hem de ahlaki bir unsur halini almaktadır. Epokhe çınmış, dolayısıyla nesnenin kendisine yönelen
vasıtasıyla ulaşmaya çalıştığımız ruhsal dinginlik ya her türlü istek ve duygudan da uzak durmuş olan
da şenlik durumuna Pyrrhon ataraxia adını ver- kişidir. Bu nedenle, epokhe salt epistemolojik bir
mektedir. Pyrrhon’un şüpheciliğinde amaç epokhe tutum değildir. O aynı zamanda ahlaki bir araçtır.
değil, ataraxiadır. Ataraxia şüpheciler için euda-
imoniadır, yani en yüksek mutluluktur. Bunu da
ancak bilgisizliğimizi kabullenerek elde edebiliriz. Timon, hocası Pyrrhon’un yolundan giderek,
Bu açıdan bakıldığında şüphecilerin mutluluğu ne- insanın mutlu olmak için cevaplaması gereken üç
gatif bir epistemoloji ile temellendirmeye çalıştık- soru olduğunu düşünmektedir. Birincisi, şeylerin
mahiyeti nedir? İkincisi, bunlara karşı alınması ge-
ları söylenebilir. Pyrrhon’da şüphe bir amaç değil
reken tavır ne olmalıdır? Üçüncüsü, bu tavır bize
de ölçülülük, bilgelik ve mutluluğun aracıdır. Bu
nasıl fayda sağlayabilir? İlk iki soruyla ilgili verebi-
nedenle, mutluluğun imkânı şüphe konusu değil-
leceğimiz tek cevap, Timon’a göre, şeylerin mahiye-
dir. İnsan pekâlâ mutlu olabilir. Bunu da ancak bil-
tinin bizim için bütünüyle meçhul olduğudur. Algı
gisizliğini kabul etmekle başarabilir.
bize onları oldukları gibi değil, ancak bize görün-
Şeylere dair her türlü bilgi ihtimalinden yüz çe- dükleri gibi göstermektedir. Bu nedenle, kanaatle-
viren kişinin bir şeye diğerinden daha büyük değer rimiz bütünüyle özneldir. Hiçbir surette herhangi
atfetmesi mümkün değildir. Böylelikle o, herhangi bir kestirimde bulunamayız. Asla “bu böyledir,
bir şeyin bizatihi kendisi itibariyle iyi veya kötü ol- veya “bu şudur” dememeli, daima “bu bana şöy-
duğuna inanmayacak, tersine bu düşünceleri yasa le görünüyor” demeliyiz (Zeller, 2008, s. 331). Bu
yahut geleneğe bağlayacaktır (Zeller, 2008, s. 331). bakımdan, Timon eşya karşısında takınılabilecek
Pyrrhon’un negatif epistemoloji ile ahlak arasında tek doğru tavrın epokhe olduğu hususunda hocası
kurmaya çalıştığı ilişki tam da burada yatmaktadır. Pyrrhonla aynı kanaattedir. Yine ona göre de şeyle-
Ahlak bizi mutlu etmeye çalışır fakat biz mutsuz- rin gerçek mahiyeti karşısında takınacağımız tavır,
lukla baş başa kalırız. Çünkü eşyaya olmayan nite- yani epokhenin bize sağlayacağı fayda ataraxiadır.
likler atfeder ve olmayan bu niteliklerin arkasından Pyrrhonculuk şüpheciliğin tek versiyonu değil-
koşarız. Örneğin ne güzel ne de iyi olduğunu asla dir. Pyrrhon’dan sonra şüphecilik ilk önce Platon’un
bilemeyeceğimiz şeylere güzel ve iyi sıfatlarını atfe- akademisine yerleşerek “akademi şüpheciliği” biçi-
deriz, sonra da bunları elde etmek isteriz. Oysaki minde mevcudiyetini korumuştur. Bu dönem ka-
doğru olan, şeylerin kendinde güzel ya da çirkin, baca milattan önce üçüncü yüzyılın sonları ile yine
iyi ya da kötü olmadığını kabul etmektir. Bu sıfat- milattan önce ikinci yüzyıl arasındaki dönemdir.
lar bizim tarafımızdan onlara atfedilmektedir. Gü- Akademi şüpheciliğinin başlıca temsilcileri Arke-
zel dediğimiz şey pekâlâ çirkin, iyi dediğimiz şey ise silaos (MÖ 316-241) ve Karneades’tir (MÖ 214-
pekâlâ kötü olabilir. Onlara bu sıfatlardan herhangi 129). Şüpheciliğin son merhalesini milattan önce
birini mutlak anlamda yüklememizi mümkün kı- birinci yüzyıl ile milattan sonra üçüncü yüzyıl
lacak bir ölçütten ilelebet yoksunuzdur. Bunu fark arasında etkili olmuş olan ve en önemli ifadesini
etmek bizzat ürettiğimiz bu girdaptan kurtulma- Sextus Empirikus’ta (MS 160-210) bulan dönem
mızın tek yoludur. oluşturmaktadır. Bu dönemin önde gelen bir diğer
figürü ise Aenesidemus’tur (MS 1. yy.)

178
İlkçağ Felsefesi

Öğrenme Çıktısı

5 Pyrrhonculuğun bilgi ve ahlak teorilerini ilişkilendirebilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Helenistik dönem şüp-


hecilerinden Pyrrhon ve
Pyrrhoncular hakkında
bu ünitede okuduklarınızı
farklı şüpheci yaklaşımlarla
Pyrrhonculuğun Demok- mukayese etmek ve şüphe-
Pyrrhoncuların Epokhe
ritos ve Protagoras’tan al- ciliğe dair genel bir bilgi
kavramına atfettiği işlevi ar-
dığı söylenebilecek fikirleri elde edebilmek için Alan
kadaşlarınıza anlatınız.
hangileridir? Musgrave (2013), Sağdu-
yu, Bilim ve Şüphecilik:
Bilgi Kuramına Tarihsel Bir
Giriş, Çev. Nur Küçük, İs-
tanbul: İthaki Yayınları adlı
eseri inceleyebilirsiniz.

179
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

1 Stoa düşüncesinin bölümlerini ve önemli


temsilcilerinin isimlerini yazabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Stoacıların kader anlayışları ile


2 özgürlük düşünceleri arasındaki ilişkiyi
açıklayabilme

Stoacılık

1 Stoacılık milattan önce dördüncü yüzyılın sonu ile milattan sonra ikinci yüzyılın sonuna kadar
mevcudiyetini korumuş olan bir ekoldür. Kıbrıslı Zenon tarafından oluşturulan bu ekol kabaca üç
bölüm halinde ele alınmaktadır: Eski Stoa, Orta Stoa ve Yeni Stoa. Yeni Stoa Roma Stoacılığı olarak da
isimlendirilmektedir. Eski Stoacılığın başlıca temsilcileri Kıbrıslı Zenon, Kleanthes ve Khrysippos’tur.
Orta Stoacılığın temsilcileri Panaitios ve Poseidonios’tur. Yeni Stoacılığın önde gelen düşünürleri ise
Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur.

2 Stoacılara göre evrende cereyan eden her şey Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Hadisele-
rin cereyan ediş biçimleri üzerinde herhangi bir etkide bulunmamız, yani olayları yönlendirmemiz
mümkün değildir. Bu insan açısından olumsuz bir durum gibi gözükmekle birlikte kötümser olmayı
gerektirmez. Zira Tanrı evrendeki rasyonel ilkedir ve O’ndan asla kötülük sadır olmaz. İnsanın kader
karşısında takınması gereken tutum gönüllü bir boyun eğiş ve kayıtsızlıktır. İnsan hadiselerin cereyan
ediş biçimi üzerinde etkide bulunamaz belki fakat onların karşısında takınacağı tutumu belirleyebilir.
İnsan kayıtsız kalmayı tercih etmek anlamında özgürdür.

180
İlkçağ Felsefesi

3 Epiküros’un hazcılığını ana hatları ile


açıklayabilme

4 Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


benzer ve farklı yönleri ifade edebilme

Epiküros ve Epikürosçuluk

3 Epiküros bir hazcıdır. Ona göre, dünya üzerinde iyi olduğu söylenebilecek tek şey haz, kötü olduğu iddia edi-
lebilecek tek şey ise acıdır. Epiküros eudaimonizmini entelektüalist bir formda ortaya koymakla birlikte, mutluluğu
Kirenelilerin hazcılık anlayışı ile desteklemeye çalışmıştır. Haz, Epiküros’a göre, bütün canlı varlıkların eylemlerinin
başlıca motivasyon kaynağıdır. Dolayısıyla hazzın ahlaki bir rolü ve işlevi olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bununla
birlikte, Epiküros, Kirenelilerin teorisini aynen benimsiyor değildir. Onun hazcılığı genellikle “negatif hazcılık” olarak
isimlendirilmektedir. O, hazzı “acının yokluğu” olarak da tanımlamaktadır. Acının yokluğu, ruhun kendisini rahatsız
eden, huzursuzluk duymasına yol açan her türlü unsur karşısındaki bağımsızlığının bir işaretidir. İnsanlar yaşamlarını
mümkün olan en fazla mutluluğu elde edecek, acıdan da mümkün olduğunca uzak durabilecek şekilde planlamalıdırlar.
Kireneliler fiilî ve bedensel hazları önceler ve bunların süre bakımından daha uzun olanını tercih etmek gerektiğini söy-
lerken, Epiküros acının yokluğunu öncelemekte ve bizi acı durumundan kurtaran şeyleri de haz olarak isimlendirmekte-
dir. Ayrıca, o, bedensel hazlarla entelektüel hazlar arasında bir ayırım yapmakta ve bunlardan ikincisini tercih etmektedir.
Epiküros hazların sonuçlarını göz önünde bulundurması itibariyle de diğer hazcılardan ayrılmaktadır. O, hazzı yaşam
koşullarımızdan ve doğurması muhtemel olan sonuçlardan bağımsız, salt bir ilke olarak benimsememektedir.

4 Stoacı ve Epikürosçu öğretiler arasında önemi benzerlikler vardır. Örneğin Stoacılar felsefeyi mantık, fizik
ve ahlak diye üç kısma ayırırlar. Epiküros’a göre de felsefe kanonik, fizik ve ahlak alanlarından oluşur. Stoacıların
mantığa atfettiği rol ile Epiküros’un kanoniğe atfettiği rol büyük oranda örtüşmektedir. Her iki alan da doğrulu-
ğun ölçütünü elde etmek üzere tasarlanmıştır. Epiküros insanın mutluluğa ulaşması için kuruntulardan, örneğin
ölüm ve Tanrı karşısındaki korkulardan kurtulması gerektiğini düşünmektedir. Stoacılar da aynı kanaate sahiptirler.
Yalnız, Stoacılarla Epiküros’un bu korkuyu aşmak gerektiği fikrini gerekçelendirme biçimleri farklıdır. Epiküros
tanrıları sonsuz bir haz ve mutluluk içinde bulunan ve insanlarla ilgilenmeyen varlıklar olarak düşünür. Dolayısıyla
onlardan korkmaya gerek yoktur. Tanrılar sonsuz haz durumunu bırakıp insan hayatındaki hastalıklarla, ölümlerle
vs. ilgilenmez. Stoacılar ise Tanrı’yı evrenin rasyonel ilkesi olarak nitelendirmektedirler. Tanrı’dan kötülük asla sâdır
olmayacağına göre O’ndan korkmaya gerek de yoktur. Epiküros Sokratik bir şekilde bilgi ile erdemi özdeşleştirmek-
tedir. Stoacılar da benzer şekilde entelektüalisttirler. Bununla birlikte Stoacılar ile Epiküros’un ayrıldığı önemli bazı
noktalar vardır. Örneğin Stoacılar panteisttirler. Bu, Epiküros’ta görülen bir fikir değildir. Stoacılarda görülen kader
anlayışına da Epiküros’un öğretisinde yer verilmemektedir. Stoacılar fizik anlayışlarında Herakleitos’a dayanmakta-
dırlar. Örneğin varlığın özünü ateşin teşkil ettiği şeklindeki Herakleitosçu görüş Stoacılar tarafından aynen benim-
senmiştir. Epiküros’un fizik ve evren anlayışı ise Demokritos’a dayanmaktadır. Epiküros’a göre gerçeklik atomlar-
dan ve boş uzaydan meydana gelmektedir. Sonsuz büyüklükteki boş uzay içerisinde hareket eden sonsuz sayıdaki
atomlar ağırlıklarına göre yukarıdan aşağıya hareket ederler. İki ekol arasındaki bir diğer fark, Epiküros’un mutlak
anlamda bir irade özgürlüğünden bahsetmesine karşılık Stoacıların irade özgürlüğünü son derece dar bir anlamda
yorumlamalarıdır. Stoa düşüncesinde irade ancak kadere rıza göstermek ya da hadiseler karşısında kayıtsız kalmayı
tercih etmek anlamında mevcut olabilir. Ayrıca, haz Stoacılara göre bir eylemin gerekçesini teşkil edemez. Epiküros
ise bütün eylemlerimizi haz beklentisinin ve arayışının ifadeleri olarak görmektedir. Epiküros’a göre, tek iyi vardır
o da hazdır. O, bedensel ve kinetik hazları değil, ruhsal ve entelektüel hazları kastetmektedir. Stoacılar kendi ken-
dine yeten bireyi idealleştirmektedirler. Bu nedenle bireyci bir yaklaşımı benimsedikleri izlenimini vermektedirler.
Geniş bir açıdan bakıldığında ise onların insanı evrensel bir sistemin parçası olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Stoacıların salt bireyci bir yaklaşım sergilediklerini söylemek zordur. Epiküros ise hazzı merkeze alması
bakımından bireyci olarak nitelendirilebilir. Ayrıca, o, toplumsal ve siyasal yaşamı uzak durulması gereken unsurlar
olarak görmekte ve örneğin evlenmemeyi salık vermektedir. Bu bakımdan Epiküros’ta bireyci yönün ağır bastığı
iddia olunabilir. İki ekol arasındaki dikkat çekici farklardan biri de halk dini karşısında takındıkları tutumdan doğ-
maktadır. Stoacılar eski Yunan halk dinin bazı öğelerini benimsemişlerdir. Epiküros ise başta ibadet olmak üzere,
halk dininin bütün unsurlarını boş ve batıl birer inanç olarak kabul etmektedir.

181
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

5 Pyrrhonculuğun bilgi ve ahlak


teorilerini ilişkilendirebilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Şüphecilik 5 Pyrrhon ve öğrencileri, Yunan düşüncesindeki baskın bir


yaklaşımı, mutlu olmak için erdem hakkındaki bilgiye sahip
olmak gerektiği düşüncesini reddetmektedirler. Onlar erdemin
bilgisine sahip olma çabasının mutluluk değil mutsuzluk doğu-
racağı kanaatindedirler. Pyrrhoncu öğretinin bu iddiası çeşitli
gerekçelere dayandırılabilir. Bunlar arasında en dikkat çekici
olanı, onların görünüş ile gerçeklik arasında yaptıkları ayrım-
dır. Pyrrhonculara göre, nesnelerin bize görünen yönleri ile ger-
çek yönleri birbirinden farklıdır. Biz nesnelerin görünen yön-
leri hakkında fikir sahibi olabiliriz fakat onların gerçekte nasıl
olduklarını asla bilemeyiz. Bu teorik olarak bütün bilgi alanları
için geçerlidir. Ayrıca doğru ile yanlış yargıları birbirinden ayır-
mamızı mümkün kılacak bir ölçüte de sahip değiliz. Bu neden-
le bilgiye ulaştığımızdan asla emin olamayız. Eğer mutluluğu
ulaşılması imkânsız olan bu unsura, bilgiye bağlayacak olursak
insanlar hiçbir zaman mutlu olamazlar. Bu nedenle, bilgiye asla
ulaşamayacağımızı kabul etmeli ve yargıda bulunmaktan kaçın-
malıyız. Pyrrhoncular yargıda bulunmaktan kaçınmaya epokhe
adını vermektedir. Epokhe salt epistemolojik bir tutum değildir.
O, yargıdan kaçınmak olduğu kadar her türlü mutlak nitelik-
teki değerlendirmeden de sakınmak, başka bir deyişle nesnenin
kendisine yönelmiş her türlü istek ve duygudan uzak durmak
anlamına da gelmektedir. Bilginin imkânsızlığının zorunlu bir
sonucu olarak üretilen tutum, yani epokhe ahlakın amacına yani
ruhsal dinginlik haline, ataraxiaya ulaşmayı da böylece müm-
kün kılmaktadır. Bu bakımdan, bilgi hakkındaki tartışmalar
aynı zamanda ahlak hakkındaki tartışmalar olarak görülmelidir.

182
İlkçağ Felsefesi

1 Aşağıdakilerden hangisi Orta Stoa düşünürle- 7 Aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?


rinden biridir?
A. Stoacılar entelektüalist bir ahlak anlayışına sa-

neler öğrendik?
A. Poseidonios B. Seneca C. Khrysippos hiptirler.
D. Kleanthes E. Epiktetos B. Stoacılar eudaimonisttirler.
C. Stoacılar erdemi doğaya uygun bilgi olarak ni-
2 Aşağıdaki kavramlardan hangisi Stoacıların telendirirler.
Tanrı anlayışını tanımlamak üzere kullanılmaktadır? D. Stoacılar bilgi eylem birliğini gereksiz bulurlar.
E. Stoacılar erdemi ruhtaki aklî unsura dayandırırlar.
A. Teizm B. Deizm C. Panteizm
D. Ateizm E. Politeizm
8 Aşağıdakilerden hangisi Epiküros’un doğru
kabul edeceği bir ifade değildir?
3 Aşağıdakilerden hangisi hem Stoacılar hem
de Epikürosçular açısından doğru bir ifadedir? A. Tanrılara ibadet etmek ahlakın zorunlu bir
parçasıdır.
A. Toplumla birlikte yaşamak zorunludur.
B. İnsan eylemlerini özgür bir şekilde gerçekleştirir.
B. Evrende egemen olan bir kader vardır.
C. Atomlar ve boş uzay gerçekliği oluşturan un-
C. Tanrılar Yunanca konuşmaktadır. surlardır.
D. Haz en yüksek iyidir. D. Siyasi ve toplumsal meselelerden uzak durul-
E. Tek gerçeklik maddedir. malıdır.
E. İyi olan tek şey haz, kötü olan tek şey ise acıdır.
4 Aşağıdaki ifadelerden hangisi Kıbrıslı Zenon
açısından yanlıştır? 9 Aşağıdakilerden hangisi Pyrrhoncuları ta-
A. İnsanın özgürlüğü ve erdemliliği iki özdeş nımlarken kullanılabilecek yanlış bir ifadedir?
unsurdur. A. Görünüş ve gerçeklik arasında ayrım yaparlar.
B. Bilgi her yönden ve yalnızca duyulara dayan- B. Mutlu olmak için yargıdan kaçınmak gerekti-
maktadır. ğini düşünürler.
C. Erdem hakkındaki bilgi zorunlu olarak eyleme C. Her şeyden mutlak anlamda şüphe ederler.
aktarılmalıdır.
D. Epokheyi hem epistemolojik hem ahlaki bir ilke
D. Kişi yaşamın getirdiklerine kayıtsız kaldığı olarak görürler.
oranda mutlu olur.
E. Mutlak tasdikten olduğu kadar mutlak
E. Doğuştan getirdiğimiz hiçbir bilgi yoktur. inkârdan da kaçınırlar.

5 Aşağıdakilerden hangisinin Pyrrhonculara 10 Aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?


göre anlamsız ve boş bir kavram olduğu söylenebilir?
A. Epiküros toplumla uyumlu bir yaşam sürdür-
A. Ataraxia B. Epokhe C. Euthymia meyi önerir.
D. Arkhe E. Eudaimonia B. Epiküros bütün algıların doğru olduğunu dü-
şünür.
6 Aşağıdakilerden hangisi şüpheci filozoflardan C. Epiküros pratik meselelerden çok teorik mese-
biri değildir? lelere önem verir.
A. Timon B. Karneades C. Arkesilaos D. Epiküros ruhun ölümsüz bir cevher olduğu fik-
rini benimser.
D. Pyrrhon E. Kleanthes
E. Epiküros hazzı sonuçlarından bağımsız bir ilke
olarak kabul eder.

183
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

1. A Yanıtınız yanlış ise “Orta Stoa” konusunu ye- 6. E Yanıtınız yanlış ise “Şüphecilik” konusunu
niden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı

2. C Yanıtınız yanlış ise “Eski Stoa” konusunu ye- 7. D Yanıtınız yanlış ise “Stoacılık” konusunu ye-
niden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.

Yanıtınız yanlış ise “Stoacılık” ve “Epiküros


3. E 8. A Yanıtınız yanlış ise “Epiküros ve Epiküros-
ve Epikürosçuluk” konusunu yeniden göz-
çuluk” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
den geçiriniz.

4. B Yanıtınız yanlış ise “Kıbrıslı Zenon” konusu- 9. C Yanıtınız yanlış ise “Pyrrhon ve Pyrrhoncu-
nu yeniden gözden geçiriniz. luk” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. D Yanıtınız yanlış ise “Pyrrhon ve Pyrrhoncu- 10. B Yanıtınız yanlış ise “Epiküros ve Epiküros-
luk” konusunu yeniden gözden geçiriniz. çuluk” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

184
İlkçağ Felsefesi

Araştır Yanıt
7 Anahtarı

Stoa düşüncesi eski, orta ve yeni Stoacılık olarak kabaca üç döneme ayrılmak-
tadır. Bu üç dönemin düşünürleri tarafından paylaşılan pek çok fikir mevcut-
tur. Fakat söz konusu düşünürlerin yaklaşımları arasında önemli bazı farklı-
lıkların olduğunu da söylemek gerekmektedir. Bu nedenle, Stoacılığın yekpare
bir düşünsel öğreti olduğu söylenemez. Esasen bu doğal bir durumdur. Çün-
kü milattan önceki dördüncü yüzyıl ile milattan sonraki ikinci yüzyıl arasında
kalan süre zarfında düşünürlerin farklı kaynaklardan beslenmeleri, yeni prob-
lemler üzerinde yoğunlaşmaları, ortaya çıkan düşünsel etkileşim neticesinde
bazı eski kabullerden vazgeçmeleri doğaldır. Stoacılığın üç dönemi evrenin
materyalist terimlerle açıklanması gerektiği fikrinde mutabıktır. Üç dönemin
filozofları gerçekliği teşkil eden şeyin madde olduğu kanaatindedirler. Onların
hepsinde sıkı bir kader anlayışı vardır. Doğa ve Tanrı arasında kurulan özdeş-
lik Stoacıların baştan sona tutarlı bir şekilde korudukları bir fikir olmuştur.
Empirizm onların bilgi konusunda takındıkları ortak tutumu yansıtmaktadır.
Ayrıca üç dönem de ahlaki öğreti olma vasfını özenle korumuştur. Eski, orta
ve yeni Stoacılar entelektüalist ve eudaimonisttirler. Bu benzerliklerin yanı sıra
üç dönem arasında belli bazı farklılıklar da vardır. Farklılıklar daha çok orta
Stoa ile eski Stoa arasında gözlenmektedir. Orta Stoa düşünürlerinden Pana-
itios bu farklılıkları çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yeni Stoa, başka
bir deyişle Roma Stoası, özellikle Epiktetos vasıtasıyla eski Stoa düşüncesinin
yeniden canlandırıldığı bir dönemdir. Epiktetos Stoa öğretisinin başta Aris-
toteles ve Platon olmak üzere farklı düşünürlerin fikriyatı ile birleştirilmesini
düşünsel bir sapkınlık olarak görmekte ve buna karşı çıkmaktadır. Orta Sto-
anın, özellikle Panaitios’un, eski Stoa ile farklı yönlerinden bazıları şunlardır:
Araştır 1 Eski Stoacılar ideal bir insan tiplemesine sahiptirler. Onlara göre, insan ya zeki
ya da aptaldır. Zeki olanlar doğa ile uyumlu bir yaşamı benimser ve erdemin
bilgisini ondan türetirler. Zeki insanlar bilgeliğe giden yolu keşfedebilir ve bu
doğrultuda bir yaşam sürdürerek mutlu olabilirler. Panaitios ise insanları tek
bir tipe göre tanımlamanın doğru olmadığı kanaatindedir. Ona göre, evrensel
(ideal) bir insan tipinden bahsedilemez. Panaitios eski Stoacıların “dünya dev-
leti” anlayışına karşı çıkmaktadır. Eski Stoacılar “dostluk” dışında insanların
bir arada yaşamalarına bir anlam yüklememektedir. Toplum ve devlet hayatı,
eski Stoacılara göre, kayıtsız kalınması gereken unsurlardır. Ayrıca doğa ev-
rensel akıl olarak bütün insanlara aynı hakları vermiştir. Bu nedenle sosyal bir
idealden bahsedilecekse bu ancak insanların hakça birbirine eşit olduğu bir
“dünya devleti” olabilir. Bu bakımdan, ulus devlet anlayışının eski Stoa dü-
şüncesinde yeri yoktur. Panaitios eski Stoacıların kozmopolitizmine karşı çık-
makta ve ulus devletlerin mevcudiyetini gerekli bulmaktadır. Öte yandan, eski
Stoacılık sonsuz bir kozmik döngüden bahsetmektedir. Onlara göre, evren
sürekli bir şekilde ateşten gelmekte ve ona dönmektedir. Sonsuz döngünün
her bir aşaması kendisinden önceki aşamanın birebir aynısıdır. Panaitios ise
kozmik döngü fikrine karşıdır. Ona göre evren tek ve kesintisiz bir yapı arz et-
mektedir. Eski Stoacılar, Pythagorasçılığın etkisi altında kalarak, ruh ve bede-
nin birbirinden ayrı iki unsur olduğunu düşünmektedirler. Bu nedenle, bede-
nin ölümü ruhun ölümü anlamına gelmemektedir. Ruh, bedenin ölümünden
sonra tümel ruh olan Tanrı’ya geri dönmektedir. Buna karşın, Panaitios ruh ve
bedenin Tanrı tarafından bütünleşik bir formda var edildiğini düşünmektedir.
Ona göre, beden ölünce ruh da ölmüş olmaktadır. Ruh bedenden önce var
olmadığı gibi beden öldükten sonra da var olmaya devam edemez.

185
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem

Araştır Yanıt
7 Anahtarı

Epiküros kanonik, fizik ve ahlak arasında bir bağlantı olduğu kanaatindedir.


Felsefe açısından asıl işlevsel alan ahlak olmakla birlikte kanonik ve fizik ahlak
açısından bir giriş rolü görmektedir. Epiküros’un entelektüalist eğilimi göz
önünde bulundurulduğunda kanonik ve fiziğin bize epistemolojik bir temel
sağlaması gerekmektedir. Bu noktada, her şeyden önce, bilgiye ulaştığımız-
Araştır 2 dan emin olmamızı sağlayacak bir kritere ihtiyacımız vardır. Kanonik bize bir
doğruluk kriterini temin etmekte ve böylece bilginin mevcudiyetini tasdik
etmektedir. Akabinde, eşyanın ve hadiselerin doğal nedenlerini anlayabilme-
miz gerekecektir. Epiküros’un öğretisinde fiziğin mevcudiyeti tam da bu ne-
dene dayandırılmaktadır. Son olarak, mutluluğa ulaşabilmek için neyin arzu
edilmesi ve neden uzak durulması gerektiğini öğrenmeye ihtiyacımız vardır.
Ahlak da bunu yapar.

Şüpheciliğin oluşumunda pek çok düşünürün etkisi vardır. Bu kapsamda,


bir şüpheci teori olarak Pyrrhonculuk Demokritos ve sofistlerin, bilhassa
Protagoras’ın ortaya attığı iddiaları kendi iddialarını desteklemek üzere kul-
lanmış gözükmektedirler. Şüpheciler bilgiye ulaşmanın imkânsızlığı fikrini
Demokritos’un gündeme getirdiği “görünüş-gerçeklik ayırımı”na dayandırır-
lar. Buna göre, eşyanın bir “görünen” bir de “gerçek” yönü vardır. Bizler eşya-
nın görünen yönünü bilebiliriz, fakat gerçek yönünü asla bilemeyiz. Timon’un
verdiği örneği kullanacak olursak, “bal bana tatlı görünüyor” diyebiliriz, fakat
“bal tatlıdır” iddiasında bulunamayız. Çünkü, birinci önermede balın bize
“görünen” kısmı hakkında bir bildirimde bulunurken ikinci önermede onun
Araştır 3 “gerçek” niteliği hakkında bir yargıda bulunmuş oluyoruz. Balın bize nasıl
göründüğü hakkında bir bildirimde bulunabiliriz, çünkü onu bizzat kendimiz
tecrübe etmekteyiz; fakat balın bütün insanlara bize göründüğü gibi görün-
düğünden asla emin olamayız. Bu nedenle evrensel bir yargıda bulunmaktan
kaçınmamız gerekir. Öte yandan Protagoras her iddiaya aynı epistemolojik
güçte karşıt bir iddia ile cevap verilebileceğini, bu iki iddiadan hangisinin ge-
çerli olduğunu belirleyecek bir ölçüte sahip olmadığımız için ikisinin de doğru
kabul edilebileceğini söylemektedir. Bu düşünce de Pyrrhoncular tarafından
aynen benimsenmiş görünmektedir. Onlar, doğruluğu kendisine dayanarak
belirleyebileceğimiz bir ölçütün bulunmadığı düşüncesini, yargıda bulun-
maktan kaçınmak gerektiği sonucuna bağlamışlardır. Yargıda bulunmaktan
kaçınmak, ya da yargıyı askıya almak fikrini ifade etmek için kullandıkları
kavram ise “epokhe”dir.

186
İlkçağ Felsefesi

Kaynakça
Brennan, T. (2014). “The Stoics”. Ancient Philosophy Moore, J., ve Silverthorne, M. (ed.) (2008) The
of Religion içinde (Ed. Graham Oppy ve N. N. Meditations of the Imperor Marcus Aurelius
Trakakis), s. 105-117. New York: Routledge. Antoninus. Indianapolis: Liberty Fund, Inc.
Brun, J. (2014). Stoa Felsefesi. Çev. M. Atıcı, İstanbul: Preus, A. (2015). Historical Dictionary of Ancient Greek
İletişim Yayınları. Philosophy. New York: Rowman&Littlefield.

Cevizci, A. (2015). Felsefe Tarihi: Thales’ten Seddon, K. (2006). Epictetus’ Handbook and Tablet of
Cebes: Guides to Stoic Living. New York: Routledge.
Baudrillard’a. İstanbul: Say Yayınları.
Sellars, J. (2014). Stoicism. New York: Routledge.
Diogenes Laertios. (2002). Ünlü Filozofların Yaşamları
ve Öğretileri. Çev. Candan Şentuna. İstanbul: Seneca. (1969). Letters from a Stoic. New York:
Yapı-Kredi Yayınları. Penguin Books.

Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi Skirbekk, G., ve Gilje, N. (2014). Antik Yunan’dan
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi. Modern Döneme Felsefe Tarihi. Çev. E. Akbaş ve Ş.
Mutlu, İstanbul: Kesit Yayınları.
Epictetus. (1952). Discourses: Vol. II. Londra: William
Heinemann Ltd. Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. Çev. Ö. C.
Güngören, İstanbul: Yol Yayıncılık.
Epictetus. (1956). Discourses: Vol. I. Londra: William
Thilly, F. (2000). Felsefenin Öyküsü: Yunan ve Ortaçağ
Heinemann Ltd.
Felsefesi. Çev. İ. Şener, İstanbul: İzdüşüm Yayınları.
Erkızan, H. N., ve Çüçen, A. (2013). Felsefe Tarihi
Thorsrud, H. (2014). Ancient Scepticism. New York:
I: Antik Çağ ve Orta Çağ Felsefe Tarihi. Ankara: Routledge.
Sentez Yayıncılık.
Von Aster, E. (2015). Felsefe Tarihi: İlkçağ ve Ortaçağ.
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Kitabevi.
Weber, A. (2014). Felsefe Tarihi. Çev. H. V. Eralp,
Inwood, B., ve Gerson, L. P. (2008). The Stoics İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Reader. Cambridge: Hackett Publishing
Company, Inc. Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.

187
Bölüm 8
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
öğrenme çıktıları

1 2
Yeni Platonculuğun Genel Çerçevesi Plotinus’un Hayatı ve Eserleri
1 Yeni-Platonculuğun ortaya çıktığı tarihsel 2 Plotinus’un hayatını ve felsefî düşüncesinin
şartları açıklayabilme dayandığı temel kaynakları açıklayabilme

Plotinus’un Düşüncesinde Varlık


Hiyerarşisi Plotinus’un Bilgi Anlayışı

3 4
3 Plotinus’un belirlediği varlık hiyerarşisinde 4 Plotinus’un bilgi anlayışı ile varlık
yer alan unsurları temel nitelikleriyle birlikte hiyerarşisi arasındaki ilişkiyi
sıralayabilme betimleyebilme

5 6
Plotinus’un Ahlak Anlayışı Plotinus’un Estetik Anlayışı
5 Plotinus’un ahlak anlayışı ile onun kurtuluş 6 Plotinus ve Platon estetikleri arasındaki
teorisi arasındaki bağlantıyı açıklayabilme benzerlikleri irdeleyebilme

Anahtar Sözcükler: • Plotinus • Yeni-Platonculuk • Enneadlar • Nous • Ruh • Sudur Teorisi


• Negatif Teoloji

188
İlkçağ Felsefesi

GİRİŞ YENİ-PLATONCULUĞUN GENEL


İlkçağ felsefesinin son ve büyük akımı Yeni- ÇERÇEVESİ
Platonculuktur. Yeni-Platonculuğun kurucusu Yeni-Platonculuk felsefî olduğu kadar dinî bir
Plotinus’tur (d. 204 – ö. 270). Plotinus’un takipçi- yapıya sahiptir. Yeni-Platonculuktaki dinî karakteri
leri, örneğin Porphyry (d. 234 – ö. 305) ve Iamb- doğrudan ve yalnızca onu temellendiren düşünür-
lichus (d. 250 – ö. 325) da Yeni-Platonculuğun lerin kişisel yaklaşımlarına dayandırmak eksik bir
sistematik bir düşünce olarak yerleşmesine katkı- çaba olur. Onun dinî karakterini dönemin sosyo-
da bulunmuşlardır. Yeni-Platonculuk felsefe tarihi kültürel şartlarında aramak da gerekmektedir. Bu
kaynaklarında Yeni-Eflatunculuk veya Neo-Plato- noktada karşımıza çıkan en önemli etken Hıristi-
nizm gibi isimlerle de anılmaktadır. yanlık olacaktır.
Adından da anlaşılacağı üzere bu akım Platon’un Yeni-Platonculuğun kendisini Hıristiyanlığa
düşüncelerinden etkilenmiştir. Böyle olmakla bir- karşı bir rakip olarak konumlandırdığı dahi söy-
likte, Yeni-Platonculuğun oluşumunda rol sahibi lenebilir (Copleston, 1993, s. 472). Yeni-Platon-
olan felsefî kaynakların geniş bir yelpazeye yayıl- culuk hızlı bir şekilde yayılan Hıristiyanlığa karşı
dığını söylemek mümkündür. Pythagorasçılık, verilmiş dinî ve felsefî bir cevaptır.
Aristoteles, Stoacılık, Hint ve İran dinî ve mistik
düşünceleri de Platon ile birlikte Plotinus’un dü- İlkçağ felsefesinin genel itibariyle dinî inanca
şüncesi üzerinde önemli etkiler yaratmıştır. yabancı olduğu hiçbir şekilde iddia edilemez. He-
men hemen bütün ilkçağ filozoflarının şu veya bu
Yeni-Platoncular etkilendikleri kaynakları bire- şekilde dinî bir inanca sahip oldukları söylenebilir.
bir tekrar etmek yerine, bunları özgün bir sistema- O kadar ki, en tutarlı materyalist filozoflardan biri
tik yapı dâhilinde yoğurmuştur. Daha da önemlisi, olan Demokritos’un düşüncesinde bile dinî bir ta-
söz konusu kaynakların pek çok fikrini ya yeniden
kım referansların mevcudiyetine şahit olunmakta-
yorumlamışlar ya da bütünüyle reddetmişlerdir. Ör-
dır. Hatta ilkçağ düşünürlerinin hem filozof hem
neğin Yeni-Platoncu ekolde Stoacılıktan kimi izler
de teolog oldukları iddia edilmektedir (Drozdek,
gözlenmekle birlikte iki ekol arasındaki farklılıklar
2007). Buna karşın, Hıristiyanlık ilkçağ felsefesi
yadsınamaz boyuttadır. Stoacılar materyalisttir. Ye-
için tamamen yabancı bir unsurdur. Her şeyden
ni-Platonculuk ise anti-materyalist (madde karşıtı)
önce, Hıristiyanlık monoteist bir dinî geleneği
bir yaklaşıma sahiptirler. Yeni-Platoncuların en faz-
temsil etmektedir. Monoteizm, dönemin yerleşik
la bağlılık gösterdiği Platon’un düşünceleri dahi bu
çok tanrıcı inanç biçimleri açısından bir risk teşkil
dinî ve mistik sistemin gerekleri doğrultusunda yeni-
etmektedir. Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu
den yorumlanabilmiştir. Örneğin Platon’un toplum-
sal yapı karşısında ikinci plana ittiği birey Yeni-Pla- tarafından resmi din olarak kabul edilmesini müte-
tonculukta merkezî bir rol üstlenmiş gözükmektedir. akip paganist inançlara karşı verdiği kanlı mücadele
göz önünde bulundurulduğunda bu riskin ne denli
Farklı kültürlerle temas halindeki bir düşünce- hayati olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
nin baştan sona özgün bir kimlik dahilinde varlı-
ğını sürdüremeyeceği ortadadır. İlkçağ felsefesinin
bu son evresinde filozofların ve ekollerin ele aldığı
Monoteizm kavramı Yunanca mono (tek)
mevzular farklılıkları son derece canlı bir şekilde
ve theos (tanrı) kavramlarından türemiş
yansıtmaktadır. Paganizm ve monoteizm arasında-
olup “tek tanrıcılık” anlamına gelmekte-
ki karşılaşma bu farklılığın başlıca kaynaklarından
dir. İlk monoteist (tek tanrıcı) din Yahu-
birini teşkil etmektedir. Hem antik felsefe açısın-
diliktir. Hıristiyanlık ve İslam monoteist
dan bir toparlanma hamlesi hem de diğer kültürel dinî geleneğin devamıdır.
yapılara mensup, örneğin Hıristiyan ve Müslüman
filozoflar üzerinde yarattığı etki bakımından Yeni-
Platoncuların felsefe tarihi açısından önemli bir Esasen monoteist gelenek Yahudilerle birlikte
yere sahip olduklarından şüphe duyulamaz. ortaya çıkmıştır. Yahudilerin başlıca dinî metinle-
Bu ünite kapsamında Yeni-Platoncu geleneğin ri Septuagint adıyla milattan önce üçüncü yüzyılda
temel düşünceleri bilhassa monoteist gelenekler- Yunancaya tercüme edilmiş, böylece ilkçağ filozof-
le mümkün olduğunca mukayeseli bir şekilde ele ları Yahudi dinî inancıyla erken denebilecek bir
alınmaya çalışılmaktadır. dönemde tanışmışlardır. Fakat monoteizmin bir

189
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

tehdit olarak görülmesi Hıristiyanlığın yükselişin- Yeni-Platonculuk, bir yandan Hıristiyanlığa felsefî
den sonraki döneme rastlamaktadır. Muhtemelen bir cevap verme niyetinde, diğer yandan ise Hıris-
bunun en önemli nedeni Yahudiliğin kendi içine tiyanlığın revaç bulmasına da yol açan dinî inanç
kapalı bir yapıya sahip olmasıdır. Yahudiliğin ev- ihtiyacını bizzat giderme çabasındadır.
rensellik iddiası yoktur. Başka bir deyişle Yahudilik,
ırk temelli bir din olduğu için yayılmacı değildir.
Bu bakımdan, Yahudi düşüncesi, büyük oranda pa-
ganist bir nitelik arz eden yerleşik ilkçağ dinî inanç- dikkat
ları açısından bir risk teşkil etmemiştir. Hıristiyan- İslam filozofları arasında özellikle Farabi’nin
lık ise yayılmacı bir karaktere sahiptir. Bu yayılmacı Yeni-Platoncu doktrinin bazı unsurlarını, ör-
yeni dinî inanca karşı gerek kitlelerin gerekse dü- neğin sudur teorisini, İslam inancıyla uzlaştır-
şünürlerin endişelerini giderecek bir cevaba ihtiyaç ma girişimi, etkileri yüzlerce yıl devam eden
duyulmuştur ki Yeni-Platonculuk tam da böyle bir bir tartışma doğurmuştur. İslam düşünürlerin-
cevap olarak ortaya çıkmış gözükmektedir. Bu du- den Gazali sudur teorisini yaratma düşüncesi-
rum, Yeni-Platonculuğun felsefî olduğu kadar dinî ne aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirmektedir.
bir karaktere sahip olmasının temel gerekçelerin- Gazali’ye göre, sudur teorisinde iddia edildiği
den birini teşkil etmektedir. üzere, şeylerin Tanrı’dan zorunlu olarak türe-
diğini söylemek Tanrı’nın zorunlu değil iradi
Yeni-Platonculuktaki baskın dinî karakter dik-
bir şekilde eylemde bulunduğu gerçeğine ay-
kat çekici olmakla birlikte, Plotinus’un tıpkı Platon
kırıdır. Yine Gazali’ye göre, böyle bir düşünce
ve Aristoteles’in yaptığına benzer şekilde sistematik
Tanrı’nın yaratıcı kudret ve sonsuz bilgi sahibi
bir felsefî külliyat ortaya koyduğunu (Zeller, 2008,
olduğu inançlarıyla uzlaştırılamaz.
s. 385) belirtmekte fayda vardır.
Yeni-Platonculuğun gelişimi ile Hıristiyanlığın
yükselişi arasındaki dönemsel paralellik hem dü- İşaret edilmesi gereken hususlardan biri de şu-
şünsel bir çatışmanın hem de uzlaşmanın izlerini dur: Plotinus ve takipçileri Yeni-Platonculuğun
taşımaktadır. Yeni-Platoncular Hıristiyanlığa kar- teorik temellerini inşa ederken eskinin paganist
şı oldukça sert eleştiriler yöneltmişlerdir. Bunlar kültür ve inançlarına sık sık başvurmuşlardır. O
arasında bilhassa Porphyry’nin itiraz ve eleştirileri kadar ki Yeni-Platonculuk Hıristiyanlığa karşı
dikkat çekmektedir (Porphyry, 1994; Simmons, paganizmin başlıca mevzii haline gelmiştir (Gök-
2015). Öte yandan, Hıristiyan düşüncenin, aşağı- berk, 2016, s. 117). Nitekim Yeni-Platoncu sis-
da yeri geldikçe işaret edileceği üzere, Yeni-Platon- tem dâhilinde, mutlak anlamda Tanrı ile birlikte,
cu düşünceden çeşitli şekillerde etkilendiğini akılda kısmen görünür kısmen görünmez tanrılar olarak
tutmakta fayda vardır. Ayrıca, Yeni-Platonculuğun kabul edilmesi gereken bir yüksek varlıklar çoklu-
etkileri yalnızca Hıristiyan düşünürler üzerinde de- ğu mevcuttur. Plotinus söz konusu varlıkların hak
ğil, Farabi ve İbn-i Sina gibi kimi Müslüman düşü- ettiği hürmet ve tazimi onlardan esirgeyenleri, ör-
nürler aracılığıyla İslam felsefesi üzerinde de ciddi neğin Hıristiyanları, kınamaktadır (Zeller, 2008, s.
bazı etkiler uyandırmıştır (Fakhry, 2002). Farabi, 393). Benzer şekilde, Plotinus Enneadların ikinci
Plotinus’un sudur (emanation) teorisini İslam dü- cildinde, Hıristiyan Gnostiklerin doğaya duyduk-
şüncesi ile uzlaştırmaya gayret göstermiştir. ları küçümsemeyi reddetmektedir. O, tanrılar adı-
Yeni-Platonculuk salt Hıristiyanlığa yönelik bir na dünya için bilinçli, istenmiş, ayrıntıya yönelmiş
tepki olmaktan ibaret değildir. Yeni-Platonculuk herhangi bir endişeye mahal olmadığı kanaatinde-
hakkında yapılacak değerlendirmeler dönemin di- dir (Zeller, 2008, s. 390). Plotinus çoktanrıcılığı
ğer sosyo-kültürel koşullarını da göz önünde bu- reddetmemekte, onların göksel görünümler oldu-
lundurmak durumundadır. Hıristiyanlık ile ilgili ğu kanaatini taşımaktadır. O, ayrıca dünyevî din-
endişeler bu koşulların önemli bir kısmını teşkil lerdeki iyi ve üstün cinlerin varlığına inanmakta-
etmektedir şüphesiz. Bununla birlikte, felsefe ta- dır. Bir uzaklık içindeki fiziksel eylemin mümkün
rihi kaynakları, Yeni-Platonculuğun neşvünema olduğunu düşünmektedir. Takipçilerinin çoğu, boş
bulduğu dönemde genel bir dinî ihtiyacın da ken- inançları abartmış ve popüler çoktanrıcılığı savun-
dini hissettirdiği görüşündedir (Skirbekk ve Gilje, muşlar, Hıristiyanlık dinine saldırmışlardır (Thilly,
2014; Störig, 2015; Thilly 2000). Başka bir deyişle, 2000, s. 229).

190
İlkçağ Felsefesi

Bu ve benzeri tarihsel kayıtlar Yeni-Platonculuk ele alınacak mevzular, Yeni-Platonculuk ile Platon
ile Hıristiyanlık arasında doktriner bir farklılığın düşüncesi arasındaki paralellikleri göstereceği gibi,
mevcudiyetine işaret etmesi bakımından önemli- Platon’dan çok daha farklı bir kavrayışın izlerini
dir. Bununla birlikte, Hıristiyanlık ile Yeni-Platon- takip etme imkânını da sunmaktadır. Bu durum
culuğu uzlaştırmaya yönelik çabaların olduğunu da yalnızca Platon’un fikirleri açısından geçerli değil-
hatırda tutmakta fayda vardır. Dinî inancı felsefî dir. Yeni-Platonculuk üzerinde etkisi bulunan diğer
bir surette temellendirmeyi amaçlayan Ortaçağ fi- düşünceler de Plotinus ve takipçileri tarafından ay-
lozoflarının Aristoteles’i keşfedinceye kadar önce- nen benimsenmiş değildir. Örneğin Stoa düşüncesi
likle Plotinus’un felsefesine başvurmaları (Cevizci, Yeni-Platonculuk üzerinde etkide bulunmuştur.
2015, s. 144) bu tür uzlaştırma çabalarının mevcu- Bununla birlikte, Plotinus Stoacılarda görülen ka-
diyetine işaret etmektedir. Hıristiyan filozoflar açı- dercilik yerine irade özgürlüğünün mevcudiyetini
sından bakıldığında, özellikle Aziz Augustinus’un savunmaktadır. Benzer şekilde, Plotinus “şeylerin
(d. 354 – ö. 430) Yeni-Platoncu öğretiden fazla- birbiriyle duygudaşlığı” (sympatheia) doktrininde
sıyla etkilendiği gözlemlenmektedir (Blumenthal de Stoacıların, bilhassa Poseidonios’un yaklaşımını
ve Markus, 1981; Camus, 2007; Iozzia, 2015). Ye- benimsemiştir. Fakat Stoacılar sympatheia ile sade-
ni-Platoncu öğretiyi benimseyen diğer Hıristiyan ce nedensel bağlantıyı kastediyorken Plotinus bu
düşünürler arasında Proclus (d. 412 – ö. 485) ve dünyanın evrensel canlılığıyla onun parçalarından
Boethius (yaklaşık olarak d. 475 – ö. 526) isimleri birini etkileyen her şeyin diğer bütün parçalar tara-
de sayılabilir. fından hissedilmesine dayanan uzaktan bir etkinli-
Plotinus ve diğer belli başlı Yeni-Platoncular ği kastetmektedir (Zeller, 2008, s. 390-391).
kendilerini yeni bir sistemin kurucusu olarak değil Yeni-Platonculukla birlikte felsefe yalnızca
Platon’un sadık takipçileri, Platoncu düşüncenin mantık, kozmoloji, psikoloji, metafizik ve ahlakı
çarpıtma amacı taşımayan, en doğru ve gerçek yo- değil fakat bir din teorisi ve mistisizmi de içermeye
rumcuları olarak değerlendirmektedirler. Gerçekte başlamıştır. Plotinus’un felsefesi bir tür din ya da
ise onların yeni bir sistem yarattıklarını kabul et- bir kurtuluş felsefesi halini almıştır (Cevizci, 2015,
mek gerekmektedir (Störig, 2015, s. 291). Aşağıda s. 145).

Öğrenme Çıktısı

1 Yeni-Platonculuğun ortaya çıktığı tarihsel şartları açıklayabilme

Araştır 1 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Plotinus’un kimi Müslü-


man filozoflar üzerindeki Felsefî bir düşünce toplum-
Yeni-Platonculuk diğer dinî etkisine dair bir incele- sal şartlardan bağımsız bir
geleneklere mensup filozof- me için Mehmet Murat şekilde, salt entelektüel bir
lar üzerinde ne tür etkilerde Karakaya’nın “Plotinus’un çaba olarak ortaya çıkabilir
bulunmuştur? Esûlûciya üzerinden Fârâbî’ mi? Gerekçelerinizi arka-
ye etkisi” adlı doktora tezini daşlarınızla paylaşınız.
okuyabilirsiniz.

191
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

PLOTİNUS’UN HAYATI VE açısından da duyulara konu edilen bu dünya ide-


ESERLERİ alar dünyasının bir gölgesinden ibarettir ve bu ba-
kımdan etik, epistemolojik veya ontolojik açıdan
Plotinus’un hayatı ve kişiliği hakkındaki ay-
herhangi bir değere sahip değildir.
rıntılı bilgilere onun öğrencisi olan Porphyry’nin
Plotinus’un Hayatı Üzerine (On the Life of Ploti- Plotinus’un düşünsel müktesebatını oluşturur-
nus) adlı eseri vasıtasıyla ulaşmak mümkündür ken etkisi altında kaldığı söylenebilecek en önemli
(Porphyry, 1989). Porphyry, Plotinus’un kendi isimlerden biri de Ammonius Sakkas’tır. Bir hamal
kişisel geçmişi hakkında konuşmaktan çok hoşlan- (Sakkas) olan Ammonius bir süre Hıristiyan inan-
madığını, bu nedenle tam olarak ne zaman doğ- cını benimsemiş, fakat daha sonra Hıristiyanlığı
duğunu söylemenin zor olduğunu belirtmektedir. terk etmiştir. Plotinus on yılı aşkın bir süre Ammo-
Bununla birlikte, Porphyry, Plotinus’tan bizzat nius Sakkas’ın yanında felsefe öğrenimi görmüştür.
işittiği bazı ipuçlarını kullanarak onun 204 yılında Bu bakımdan, Yeni-Platonculuğun Ammonius
doğduğu sonucuna ulaşmaktadır. Sakkas’ın etkisini taşıdığı sonucuna tabii olarak
ulaşılabilir. Fakat, Ammonius Sakkas hakkında
günümüze aktarılan bilginin kısıtlılığı göz önünde
bulundurulacak olursa, Plotinus’un öğretilerinde
ne dereceye kadar Ammonius Sakkas’ın etkisi alın-
da kaldığını tam olarak kestirmek mümkün olma-
yacaktır. Ammonius Sakkas’ın biyografisi hakkında
söylenebilecek şeyler onun MS 175 ile 242 yılları
arasında yaşadığı ve arkasında yazılı bir eser bırak-
madığı ile sınırlıdır.
Plotinus, maddî yaşama dair ilgisizliğine karşın,
insani ilişkilerde son derece nezaketli biri olarak ta-
nınmıştır. Diğerkâmlığı, dürüstlüğü, asil karakteri
ve ahlaki temizliği nedeniyle çok yaygın bir saygı
görmüştür. Kendisine büyük saygı besleyen kişiler
Resim 8.1 MS 204-270 Yılları Arasında Yaşayan ve Yeni- arasında İmparator Gallienus ve eşi Salonina da yer
Platonculuğun Kurucusu Olarak Kabul Edilen Plotinus almaktadır. İmparator, belki de bu saygının bir işa-
Kaynak: http://www.iep.utm.edu/plotinus/. reti olarak, Campania’da Platonopolis ismini taşı-
yacak bir “filozoflar şehri” kurmayı dahi planlamış-
Plotinus’un doğum yeri Mısır’ın Lykopolis şeh- tır (Zeller, 2008, s. 385). Fakat bu planın hayata
ridir. O, 270 yılında İtalya’nın Campania şehrinde geçirilemediği anlaşılmaktadır.
ölmüştür. Ölüm nedeni difteridir. Plotinus’tan geriye Yeni-Platoncu düşüncenin
Plotinus son derece sade ve dünyevî kaygı- belkemiğini teşkil eden 6 ciltlik bir eser kalmıştır.
lardan uzak bir yaşam sürdürmeye çalışmıştır. Eser, Plotinus’un ölümünü müteakip Porphyry ta-
Porphyry’nin aktardığına göre, bir beden içeri- rafından bir araya getirilmiş yazılardan oluşmakta-
sinde bulunmaktan utanç duyarmış. Bu hissiyat, dır. Porphyry, Plotinus’un kaleme aldığı 54 bölü-
Plotinus’un ileriki sayfalarda ele alınacak olan mad- mü, her biri dokuz bölümden oluşacak şekilde altı
deye yönelik negatif yaklaşımı ile beraber düşünül- ciltte toplamıştır. Eser, Türkçede Enneadlar olarak
düğünde daha bir anlamlı olacaktır şüphesiz. O, bilinmektedir.
resmini veya heykelini yapmak isteyen sanatçıları
sürekli reddetmiş ve şu cevabı vermiştir: “Tabiatın
bizi hapsettiği bu kopyayı taşıyor olmak yeterli de- Ennead Yunanca dokuz anlamına gelmek-
ğil midir? Ardımda bu kopyanın bir kopyasını bı- tedir. Şu halde, Türkçeye “Dokuzlar” ola-
rakmam gerektiğine gerçekten inanıyor musunuz?” rak tercüme edilebilir. Bu şekilde anılma-
Plotinus’un kendi bedenini bir kopya olarak sının nedeni, eserin her bir cildinin dokuz
görmesi esasen Platon’un ideal ve duyulur dünya bölümden oluşmasıdır.
arasında yaptığı ayırıma dayandırılabilir. Platon

192
İlkçağ Felsefesi

Enneadların birinci cildi ahlak hakkındaki me-


selelere hasredilmiştir. İkinci cildinde evren mevzuu
dikkat ele alınmaktadır. Örneğin gök cisimlerinin dairesel
Plotinus’un başyapıtı olan Enneadlar onun hareketleri, yıldızların hareketlerinin neden-sonuç
ölümünü müteakiben öğrencisi Porphyry ta- ilişkisi dâhilinde açıklanıp açıklanamayacağı, imkân
rafından bir araya getirilmiştir. Plotinus’un ha- ve gerçeklik gibi hususlar bu cildin başlıca tartışma
yatta iken bir eser yayımlamamış olması onun konularını oluşturmaktadır. Üçüncü cilt kader, aşk,
dünya yaşamına karşı olan mesafeli tutumuna sonsuzluk ve zaman gibi konuları irdelemektedir.
bağlanabilir. Nasıl ki bir resminin ve heykeli- Dördüncü ciltte ele alınan meseleler daha ziyade
nin yapılmasını istememişse eserler bırakmayı ruh mevzuu üzerine odaklanmaktadır. Ruhun özü,
da tercih etmemiştir. Enneadları teşkil eden ruh ile ilgili sorular, duyumsama ve hafıza, ruhun
yazılarını ise Porphyry’nin teşvik ve ısrarları ölümsüzlüğü, tüm ruhların aynı olup olmadığı gibi
neticesinde kaleme aldığı bilinmektedir. hususlar bu bölümde ayrıntılı olarak tartışılmakta-
dır. Beşinci cilt idealar mevzuunu ele alırken altıncı
cildin konusunu varlık türleri, sayılar, özgür irade ve
iyilik gibi hususlar teşkil etmektedir.
Öğrenme Çıktısı

2 Plotinus’un hayatını ve felsefî düşüncesinin dayandığı temel kaynakları açıklayabilme

Araştır 2 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Plotinus’un Enneadlar adlı


Plotinus İmparator Gallienus’
eseri Türkçeye kısmen ter- Plotinus’un kişisel özellikle-
un İran seferine katılmıştır.
cüme edilmiştir. Bu kap- ri ile felsefesi arasında ne tür
Bu seferlere katılmış olması
samda Dokuzlar, Çev. Zeki bağlantılar olduğu söylene-
onun düşünceleri üzerinde
Özcan, Ankara: Birleşik bilir? Ulaşacağınız sonuçları
nasıl etkiler uyandırmış ola-
Dağıtım Kitabevi adlı eseri akranlarınızla paylaşınız.
bilir? Araştırınız.
inceleyebilirsiniz.

PLOTİNUS’UN DÜŞÜNCESİNDE VARLIK HİYERARŞİSİ


Yeni-Platonculuk, temelde varlıklar arasında gözetilen hiyerarşik bir sıralamaya dayanmaktadır deni-
lebilir. Bu hiyerarşi, bir ucunda Tanrı’nın, diğer ucunda maddenin bulunduğu bir mükemmelliyet skalası
üretmiştir. Tanrı, ya da Plotinus’un kullandığı tabirle “Bir”, mükemmeliyetin pozitif tarafını teşkil etmek-
tedir. Tanrı evrenin tek ve gerçek nedenidir. Madde ise “yokluk”tur. Madde hiçbir niteliğe sahip değildir.
Dolayısıyla ondan bahsederken aslında yokluktan bahsedilmiş olmaktadır. Tanrı ve madde arasında ise
yukarıdan aşağıya doğru Nous, Evren Ruhu ve bireysel ruhlar yer almaktadır. İnsan ruhu için nihai hedef,
maddeden uzaklaşmak, Tanrı ile bütünleşmektir. Yeni-Platonculuk bu varlık katmanlarının temel nitelik-
lerine dair yoğun bir tartışma yürütmüştür.

Tanrı
Plotinus’un Tanrı’yı tanımlarken en sık kullandığı kavram “Bir”dir. Tanrı hem nesnelerin ilk ve tek
nedeni olduğu hem de kendisine benzer başka herhangi bir varlık bulunmadığı için Bir’dir. “Tanrı eşyanın
ilk ve tek nedenidir” şeklindeki bir önerme muhtemelen Plotinus’un Tanrı’ya dair kullanabileceği istisnai
olumlu önermelerden birini teşkil etmektedir. Zira, Plotinus’a göre, Tanrı hakkında, O’nun ne olduğunu

193
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

belirten önermeler kurulamaz. Tanrı’nın ne olduğu Plotinus’un negatif teolojisinin bir diğer daya-
değil, ne olmadığı söylenebilir. Başka bir deyişle, nağı ise Tanrı’nın aşkın bir varlık olduğu düşün-
Plotinus negatif bir teoloji anlayışına sahiptir. cesidir. Tanrı neden olduğu evrenden tamamıyla
farklıdır ve onu bütünüyle aşmaktadır. Onun bir
parçası değildir. Ona varlık bahşetmekte, fakat
Tanrı’nın ne olduğundan çok ne olmadı- bunu yaparken kendisinden bir şey kaybetme-
ğı üzerinde duran söylem apofatik teoloji mektedir. Her şey O’na muhtaçtır ve O’na dayan-
olarak nitelendirilmektedir. Tanrı’nın ni- maktadır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O salt
teliklerinin olduğu ve bunlar hakkında varlıktır ve basittir. Bu nedenle parçalarının oldu-
konuşulabileceği düşüncesine ise katafatik ğu söylenemez. Eğer parçalardan teşekkül etseydi,
teoloji denilmektedir. Apofatik teoloji nega- mevcudiyeti için bu parçalara ihtiyaç duyardı, oy-
tif, katafatik teoloji ise pozitif birer söylem saki böyle bir durum söz konusu değildir. Şu halde,
olarak nitelendirilebilir. parçalar hakkında kullanılan nitelemelerin Tanrı
hakkında kullanılması mümkün değildir.
Tanrı hakkında yalnızca negatif bir dilin kullanıl-
Plotinus Tanrı’yı her şeyin ilk nedeni olarak ması gerektiği yönündeki bir iddia beraberinde çeşit-
görürken aslında Platon’un yürüttüğü bir muhake- li problemleri getirecektir elbette. Hakkında olumlu
meyi kullanmaktadır. O da tıpkı Platon gibi maddi ifadeler kullanamadığımız bir varlığın, pozitif bir
dünyanın sürekli bir değişim halinde bulunduğu, yargıda bulunarak, söz gelimi “var” olduğunu nasıl
dolayısıyla da bir gerçekliğe sahip olmadığı kanaa- iddia edebiliriz? Plotinus Tanrı’nın mevcudiyetini
tindedir. Sürekli değişen bir şeyin gerçek anlamda değil O’nun hakkında kurulabilecek pozitif öner-
var olduğu söylenemez. Bu nedenle, değişmeyen melerin mahiyetini tartışma konusu ettiğine göre,
gerçekliğin maddi dünyadan farklı ve ayrı bir ger- bu soruya makul bir cevap vermek durumundadır.
çeklik olarak mevcut olması gerekir. Bu da Tanrı’dır Görülebildiği kadarıyla, Yeni-Platoncu düşünce açı-
(Cevizci, 2015, s. 146). Peki, her şeyin ilk ve tek sından en makul cevap, dinî tecrübeye başvurmak-
nedeni olan Tanrı hakkında olumlu ifadeler kul- tır. Kişi Tanrı hakkında bilgi edinecekse, bedeninin
lanılamıyor oluşunun nedeni ne olabilir? Plotinus sınırlarını aşan bir düzeye yükselmeli ve aşkın bir
negatif teolojisini hangi gerekçeye dayandırmak- varlık olan Bir’i mistik bir şekilde tecrübe etmelidir.
tadır? Bu soru, genellikle din felsefesinin önemli Hemen belirtmek gerekir ki, Bir’in ancak mistik
mevzularından biri olan “din dili” başlığı altında bir şekilde tecrübe edilebileceğine dair bir iddia, yu-
tartışılmaktadır. Negatif teolojiye dair tartışmalar karıda temas edilen meselenin halli bakımından ye-
oldukça eskidir. Bu tartışmaları Plotinus’tan önce terli değildir. Üstelik bunun bir cevap olduğu dahi
de yürüten filozoflar olmuştur. Örneğin Platon, tartışmalıdır. Zira mistik/dinî tecrübeden türetilen
Timaeus adlı diyalogunda, Tanrı’yı bilmek müm- bilgi gündelik, teknik, estetik ya da bilimsel bilgiden
kün olsa da O’nun hakkında bilgi aktarımında bu- tamamen farklıdır. Vecd halindeki bir bilginin objesi-
lunmanın imkânsızlığından bahsetmektedir (Pla- ni tanımlamak, buna dair kanaatleri veya izlenimleri
ton, 2008, s. 17). dile getirmek mümkün değildir. Bu bakımdan, böyle
Yukarıdaki soruya verilen cevaplar büyük bir tecrübenin sübjektivizm ithamlarından kurtula-
oranda sonsuz ve sonlu varlık arasındaki farka bilmesi zor gözükmektedir. Ayrıca, Bir’in sonsuzluğu
vurgu yapmaktadır. İnsanlar sonlu varlıklar ola- yalnızca O’nun hakkında olumlu bir dil kullanıldı-
rak sonsuz varlığı, yani Tanrı’yı nasıl kavrayabilir ğında ihlal ediliyor değildir. Negatif bir teolojinin
ve O’nu sonsuzluğuna halel getirmeyecek şekilde Tanrı’nın sonsuzluğunu sonlu bir dil dâhilinde ak-
nasıl tasvir edebilirler? Sonsuz varlık hakkındaki tarmaya çalıştığı pekâlâ söylenebilir. Bu açıdan bakıl-
olumlu nitelemeler, örneğin O’nun “iyi” veya dığında, negatif teolojinin, kısmen de olsa, olumlu
“güzel” olduğu şeklindeki önermeler en nihayet önermelere dayanmak durumunda kalacağı ortada-
O’nu sınırlandırmak demek değil midir? (Thilly, dır. Zira, bütünüyle negatif önermeler yığınından
2000, s. 224). Şu halde, Tanrı hakkında O’nun oluşan bir teolojinin Tanrı’nın var olduğunu iddia
temel niteliklerini sayıp dökmeyi mümkün kıla- etmesi mümkün olmayacak ve agnostisizm kaçınıl-
cak şekilde olumlu ifadeler kullanmamak gerek- maz olacaktır. Plotinus’un negatif teolojisinin agnos-
mektedir. tisizmi doğurduğunu söylemek ise zordur.

194
İlkçağ Felsefesi

ğunda varlığın dahi bir nitelik olduğu söylenemez.


Zira Tanrı’nın herhangi bir niteliği yoktur. Tıpkı bir
Agnostisizm “bilinemezcilik” demektir.
iradesi, bilinci ve düşüncesi olmadığı gibi. “Düşün-
Teoloji tartışmalarında çok sık karşılaşılan
ce”, düşünen ile düşünülen arasında bir ayırımı ge-
bu kavram Tanrı’nın var olup olmadığını,
rektirir. İnsan için eylem düşüncenin bir sonucudur
varsa O’nun hangi sıfatlara sahip oldu-
ve normal şartlar altında bir ihtiyacın neticesi olarak
ğunu söylemenin mümkün olmadığını
ortaya çıkar. Oysaki Bir açısından herhangi bir ihti-
belirtir. Agnostisizme göre, Tanrı’nın var-
yaç yoktur. Dolayısıyla onun düşüncesi ile düşünce
lığına ya da sıfatlarına dair yargıda bulun-
nesnesi arasında bir ayırım olamaz. Tanrı açısından
mayı mümkün kılacak verilere ulaşmak
bakıldığında her şey zorunlu bir şekilde meydana
imkânsızdır. Bu nedenle, bu hususlarda
gelmektedir. İradi değil, zecrî bir süreç vardır.
bildirimde bulunmak yerine, yargıyı askı-
ya almak gerekmektedir. Peki, eşyanın mevcudiyetini nasıl açıklamak ge-
rekir? Evrenin kaynağı Bir’in yaratma eylemi değil
midir? Mademki Bir her şeyin kaynağıdır ve ilk ne-
Plotinus Tanrı’nın niteliksiz olduğu kanaatin-
denidir, bu durumda O’nun her şeyi kendi irade-
dedir. Aslında O’nun hakkında pozitif yargılarda
si ile var etmiş olması gerekmez mi? Bir’in iradesi
bulunmanın imkânsızlığı bir noktada bu niteliksiz
yoktur iddiası nasıl dile getirilebilir?
oluş ile de alakalıdır. Nitelik, değişen dönüşen şey-
lerde bulunur. Tanrı ise kendi kendisiyle özdeştir ve Hiç şüphesiz bu sorular monoteist dinler söz
O’nda asla bir değişim vuku bulmaz. Bu bakımdan konusu olduğunda bir anlama sahiptir. Yaratma
Plotinus Parmenides’in izinden gidiyor gözükmek- monoteizmin tasavvur ettiği Tanrı’nın en temel
tedir (Carabine, 1995, s. 111). Parmenides de Bir niteliklerinden biridir. Monoteist dinler, Tanrı’nın
olarak nitelendirdiği varlığın niteliksiz olduğu ka- her şeyi iradi bir şekilde var ettiği iddiasındadır.
naatindedir. Ona göre de nitelik görünüşler dün- Tanrı bir şeyi arzu ettiğinde ona “ol” demekte, o da
yasının bir ürünüdür. Plotinus teolojik düşüncele- “oluvermekte”dir. Monoteist yaratma doktrininin
rinde yalnızca Parmenides’ten değil, antik dönem özü budur. Fakat Plotinus’un öğretisinde bir yarat-
düşünürlerinin pek çoğundan ve bu arada özellik- ma doktrini yoktur. Ona göre, her şey Tanrı’dan
le Pythagoras ve Epmedokles’ten de etkilenmiştir zorunlu olarak “taşmış”tır. Tanrı eşyanın var olma-
(Stamatellos, 2007, s. 37-38). sını istemiş ve eşya bu isteğin neticesinde var olmuş
değildir. Eşya, Tanrı’dan, O’nun iradesi olmaksızın
(çünkü bir iradesi yoktur) türemiştir.
Bu teoriye “türüm” ya da “sudur” (emanation)
dikkat teorisi denilmektedir. Plotinus Tanrı’yı bir güneşe,
Plotinus tıpkı Parmenides gibi Tanrı’yı Bir eşyayı ise o güneşten yayılan ışığa benzetir. Nasıl
olarak isimlendirmektedir. İki ismin Bir’e dair ki güneşin ışıkları güneşin iradesi neticesinde de-
düşüncelerini karşılaştırmak faydalı olacaktır. ğil, zorunlu olarak güneşten yayılıyor ise, evren de
Bunun için kitabın ikinci bölümündeki Par- Tanrı’nın bir iradesi neticesinde değil zorunlu ola-
menides kısmı tekrar incelenebilir. rak O’ndan yayılmaktadır.
Plotinus yaratma doktrinine olduğu gibi pan-
Tanrı salt ve mutlak varlıktır. Zamanın ve teizmin benimsediği Tanrı anlayışına da karşı çık-
mekânın ötesindedir, kendi kendisiyle daima özdeş- maktadır. Tanrı’nın eşyayı yoktan var etmesine,
tir ve basit bir ilke olarak vardır. “Tanrı vardır” öner- bunun Tanrı’da bir değişmeye yol açacağı, Tanrı’nın
mesi ile “insanlar vardır” önermesi, uzanımları bakı- sükûnetini ve kendi kendine yetme halini bozacağı
mından birbirinden tamamen farklıdır. Biri zorunlu gerekçesiyle karşı çıkan Plotinus, Tanrı’nın kendisini
ve mutlak anlamda vardır, diğeri ise arızi ve müm- bölerek, bireysel yaratıklara aktardığı düşüncesini de
kün bir varlık olarak mevcuttur. Tanrı varlığın ve kabul etmemektedir (Cevizci, 2015, s. 148). Pante-
iyiliğin ötesindedir. Bu, Yeni-Platonculukta Tanrı’ya izm karşıtı bu yaklaşımı göz önünde bulundurul-
atfedilen varlık ile evrene ve onun içerdiği şeylere duğunda, Plotinus’un Stoacı düşünceyle bir diğer
atfedilen varlığın aynı niteliğe tekabül etmediği an- noktada da ayrıldığı tebarüz edecektir, zira Stoa dü-
lamına gelmektedir. Hatta, Tanrı söz konusu oldu- şüncesi sıkı bir panteizm anlayışını yansıtmaktadır.

195
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

Yeni-Platoncu öğreti Tanrı’dan taşan şeylerin O’na yakın veya uzak oluşlarına göre bir değere sahip ol-
duklarını iddia etmektedir. O’na yakın olan varlık değerli, ondan uzak olan ise değersizdir. Işık kaynağı olan
güneşten ne kadar uzaklaşılırsa karanlığa (maddeye) o denli yaklaşılmış olur. Varlık hiyerarşisinde ne denli
aşağıya inilirse, o denli yetkin olmayana, çoğulculuğa, değişime ve ayırıma ulaşılır. Daha sonraki her evre,
bir önce gelenin gerekli etkisidir – onun kopyası, gölgesi ve ilineğidir. Ancak sonraki her evre, daha yüksek
seviyeye ulaşma çabası içindedir, kaynağa geriye doğru dönüş çabası yaşanmaktadır (Thilly, 2000, s. 225).
Plotinus evreni tasvir etmekle yetinmemiştir. Evrenin kaynağı, insanın bu evrendeki yeri, insanların
karşı karşıya bulundukları ahlaki ve manevi güçlüklerin üstesinden nasıl gelecekleri gibi hususlara dair de
açıklamalar sunmuştur (Cevizci, 2015, s. 145). Başka bir deyişle, Yeni-Platonculuk Bir’i hem felsefî bir ilke
hem de dinî tecrübenin nihai objesi olarak tasavvur etmiştir. Bir sadece eşyanın nedeni olarak var değildir;
o aynı zamanda dönüş yeridir. İnsanın nihai hedefi Tanrı ile bir olmaktır. Ruhun dünya üzerinde geçirdiği
her macera aslında Tanrı’ya dönüşün bir adımıdır.

yaşamla ilişkilendir

“Felsefe tarihçileri Plotinus’un gelişiminde biydiler; kendilerini de babalarını da bilmiyorlardı.


üç dönem belirlemişlerse de öğretisinin özünü, Ne kendilerini ne de O’nu tanıyamadıkları, nereden
beşinci Ennead’ın giriş bölümündeki şu sözlerin- geldiklerini anlayamadıkları için alçaldılar. Bir ya-
de buluyoruz. “Neydi ruhlara Tanrı’yı, babalarını bancıya tapındılar, bir başkasını kendilerinden üs-
unutturan? Ondan gelmişlerdi, Onundular, öyleyse tün görerek, şaşkın şaşkın saygıyla yücelterek kendi-
niçin artık Onu ve kendilerini tanıyamıyorlardı? lerini aşağıladılar, sırt çevirdikleri kendi özlerinden
Kendilerini bir şey sanmaları, bir şey olmaya çalış- tiksindiler. Bunun için bu acınacak durumdakilere
maları kopuşun başlangıcıydı; araya ilk ayrılık gir- bir çift sözümüz olacak. Bunun üzerine onlar yine
mişti, çünkü kendi başlarına var olmak istemişlerdi. ters yöne dönerek doğru yola girebilecekler mi? Gel-
Ve yalnızca kendilerini düşünerek ve bir başlarına dikleri yöne doğru ilerleyebilecekler mi, En Yüce, İlk
güçlü olmak isteyerek ters yolda gitmişler ve gitgide ve Tek olana dek yücelebilecekler mi?”
O’ndan uzaklaşmışlardı, O’ndan gelmiş olduklarını
artık iyice unutmuşlardı. Küçük yaşta babalarından Kaynak: Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. İs-
koparılarak alınan ve uzakta büyütülen çocuklar gi- tanbul: Yol Yayıncılık.

Nous olmayan, fakat o eşyanın ortaya çıkışını mümkün


Plotinus sudur sürecinin üç aşamalı olarak ger- kılandır. Bu itibarla, gündelik dildeki anlamı ile
çekleştiği kanaatindedir. İlk aşamada, Tanrı’dan “var olan” ilk “şey”in Yeni-Platoncu literatürdeki
Nous türemektedir. Bu bir yaratma değildir el- karşılığı Nous’tur.
bette. Zorunlu olarak Tanrı’dan ortaya çıkan ilk
varlıktır Nous. Nous’un Tanrı’dan sudur etmesiyle
Nous
birlikte, birlik çokluğa dönüşmeye başlar. Tanrı’nın
Yunanca bir kelimedir ve “akıl”, “zihin”, “dü-
mutlak birliği olduğu gibi durmaktadır şüphesiz.
şünce” ya da “sezgi” anlamlarına gelmektedir.
Fakat, Tanrı dışında, onun mükemmeliyetinden
zorunlu olarak taşmış ilk varlık olarak Nous var-
lıklar âleminin başlangıcına da işaret etmektedir. Plotinus’a göre, Nous, duyusal ya da fenomenal
Plotinus Tanrı’yı varlığın ve iyiliğin ötesinde gör- dünyada ne kadar şey varsa bunların tamamının ayrı
düğü için, Tanrı’nın varlıklar skalasında yer aldı- ideasını barındırmaktadır (Cevizci, 2015, s. 148-
ğını söylemesi imkânsızdır. Bir, kendisi “şey” ol- 149). O aynı zamanda kendisinden sonra var olacak
mayan, başka bir deyişle, evrendeki “eşya”ya dâhil şeyler açısından da bir kaynak teşkil etmektedir.

196
İlkçağ Felsefesi

Ruh Nous’un bilmesi bir “görü’dür (theoria). Nous, the-


Sudur sürecinin ikinci aşamasını Ruh teşkil et- oria vasıtasıyla ideaları görür. Nous’un görme yetisi
mektedir. Cisimsel olmayan ve bölünemez bir var- düşünce nesnelerini kavrayacak bir keskinliktedir.
lık olarak ruh, manevi gerçeklikle maddi gerçeklik Ruhunki ise kopyaları, yansımaları görmekten iba-
arasında bir köprü, duyular üstü dünya ile duyu- rettir (Gökberk, 2016, s. 119). Bu nedenle, ruh
sal dünyayı birbirine bağlayan halka görevi görür. gölgeyi bilirken Nous salt doğruyu bilmekte ve
Nous’tan daha az yetkin bir varlık, Nous’un bir kavramaktadır. Ruhun bilgisi olmasa idi evrende
sureti olan ruh, düşünce gücüne sahiptir. Bununla ne “oluş”tan ne de hareketten bahsedilebilirdi.
birlikte O’nun düşüncesi, Nous gibi saf ve sezgisel Nous’un kendisinden başka bir şey türetmesi
olmayıp, algı ve belleği aşsa da diskürsiftir. Ruh, bizzat Nous’un kusursuzluğundan kaynaklanmak-
üzerinde eylemde bulunacağı bir şey ya da mad- tadır. Meydana gelen bu şey ruhtur. Ruh duyular-
de olmadığı sürece eylemde bulunma isteğini ger- üstü bir tabiata sahiptir ve bu bakımdan tanrısal
çekleştiremez. O, bu durumun bir sonucu olarak dünyaya aittir. O, kendisinde ideaları barındırmak-
maddeyi yaratır (Cevizci, 2015, s. 148-149). Fakat tadır. Plotinus’a göre, ruhun bizzat kendisi sayı ve
bu yaratma, Yeni-Platoncu teoride, iradi bir eylem ideadır. Hayat ve etkinlik ruhun bir açılımı olarak
olarak değil, ruhun tabiaten sahip bulunduğu nite- vardır ve tıpkı Nous gibi o da ezelî ve ebedî, za-
liklerin zorunlu bir sonucu olarak tasarlanmakta- mansız bir hayat sürmektedir. Kendinde bölünmez
dır. Demek ki yaratma kavramı yalnızca Tanrı için ve gayrı maddi olan ruh yine de bölünebilir (zira
değil, varlık hiyerarşisindeki diğer unsurlar (nous tek bir ruh yoktur, en azından birden fazla birey-
ve ruh) için de monoteizmdekinden farklı anlamda sel ruh vardır) ve maddi olana bir eğilim duyar.
kullanılmaktadır. Ruh, bizzat doğası gereği maddî olanı arzu eder ve
Nous’tan kaynaklanan etkileri maddeye iletir. Bu
nedenle, ruh Nous kadar nevi şahsına münhasır
değildir (Zeller, 2008, s. 388-389). Plotinus açısın-
dikkat dan bakıldığında, ruh kendiliğinden varlık, birlik
Monoteizmin iddia ettiği biçimiyle “yaratma” ve değer sahibi olmanın son basamağı değildir. Zira
fiili Plotinus’un tasarladığı sisteme aykırıdır, tek tek ruhların yanı sıra bir de Evren Ruhu vardır.
bu nedenle Yeni-Platonculukta yaratma dokt- Plotinus ruhun iki ayrı yönü olduğu kanaatindedir.
rinine rastlanmaz. Fakat bu Yeni-Platonculuğa Ona göre, ruh, bir yönüyle Nous’a yönelir, saf dü-
has bir durum değildir. Esasen Antik Yunan şünce olarak ortaya çıkıp saf ideaları temaşa eder.
düşüncesi bütünüyle “yoktan var etme” anla- Öte yandan, aynı ruh duyusal dünyaya yönelir ve
mındaki “yaratma” fikrine yabancıdır. Antik maddeye düzen getirir, başka bir deyişle harici ger-
Yunan düşünürleri hiçten ancak hiçin çıkaca- çekliği örgütler. Bunlardan birincisi, yani ruhun saf
ğı, başka bir deyişle bir şeyin yoktan var edile- düşünce olarak ortaya çıktığı ve ideaları temaşa et-
meyeceği kanaatine sahiptirler. Bu bakımdan tiği yön Plotinus’un Evren Ruhu adını verdiği yön-
Plotinus geleneğe uygun bir yorumda bulun- dür; ikincisi ise phusis, yani doğa adını almaktadır
muş olmaktadır. (Cevizci, 2015, s. 149).
Plotinus tek tek insan ruhlarını evren ruhundan
Ruh, özü gereği, evrendeki haricî gerçekliği ayrılmış birer hayat gücü olarak kabul etmektedir.
örgütlemektedir. Başka bir deyişle, ruh, nesnele- Ona göre, ruh ne bir cisim ne de bir kuvvettir. O,
rin mevcudiyetini ve bunlar arasındaki ilişkiyi var varlığını Tanrı’dan alan özel bir cevher ve tözdür.
etmektedir. Ruh, nesnelere yönelmekte ve onları Ruhun maddeye şekil kazandırma gücünün de
canlı, düzenli bir hale getirmektedir. O, dış dün- bulunduğunu kabul eden Plotinus insanın ruh ve
yanın gerçekliğini örgütlerken ihtiyaç duyduğu bedenden meydana gelmiş bir varlık olduğunu, ru-
zihinsel desteği idealardan devşirmektedir. Ruhun hun bedeni bir araç olarak kullandığını kabul et-
bu işlevini mümkün kılan ideaların da bir kayna- mektedir. Beden sürekli bir akış ve değişim içinde
ğının olması gerekir. İdeaların kaynağı, Plotinus’a olan bileşik bir yapıya sahipken ruh bölünmez bir
göre, Nous’tur. Ruh, harici gerçekliği bilir fakat birlik ve kendi kendisiyle özdeş bir varlıktır (Elmalı
bu bir noktada empirik bir bilgidir. Buna karşın, ve Özden, 2013, s. 225).

197
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

Plotinus’un genel sistemini mistik bir karakte- Plotinus insanı ruh ve bedenden müteşekkil bir
re büründüren en önemli unsurlardan biri de hiç varlık olarak kabul etmektedir. Fakat onun sistemi
şüphesiz onun ruha atfettiği niteliklerdir. Ruh, bütünüyle “anti-materyalist” bir nitelik arz ettiği
Platonius’a göre, reenkarnasyon sürecine dâhildir. için, ruhu daima maddeden üstün görmekte ve re-
Bu, insanların ölümü müteakip dünyaya yeniden, enkarnasyon sürecini de ruhun maddeyle olan zo-
farklı bedenler içerisinde döndüğü anlamına gel- runlu ilişkisinden türetmektedir. Ruh, bedeni daima
mektedir. Plotinus insanların yalnızca insan olarak bir araç olarak kullanır. Yeni-Platoncu düşüncede
dünyaya geleceği inancında değildir. O, reenkar- ruh-beden gerilimi baştan sona mevcudiyetini koru-
nasyon düşüncesini, bitki dünyasını da içerecek muştur. Ete-kemiğe zorunlu bir şekilde bürünmüş
şekilde geniş tutmuş ve ruhun göreceği cezayı en olan ruh, kurtuluşa erişmek için etten ve kemikten
küçük ayrıntısına kadar tekrarlanan bir kefarete azade bir hale gelmek durumundadır. Bu öyle bir
dönüştürmüştür (Zeller, 2008, s. 392). Plotinus’un niteliktir ki düşüncenin dahi ötesindedir. Tipik mis-
reenkarnasyon düşüncesini Pythagorasçılardan te- tik bir durum olarak gündelik dilin kavramları ile
varüs ettiğini söylemek mümkün ise de tek kayna- tanımlanması imkânsızdır. Esasen mistik bir tecrübe
ğın bu olduğu iddia edilemez. Aynı düşünce Hint olarak vecd halinin ve bu hal üzere iken yaşanan tec-
mistisizminde de mevcuttur ve Hint mistisizmi rübenin tanımlanamaz olmasının nedeni Tanrı’nın
Yeni-Platoncu teorinin gelişimine ön ayak olmuş tanımlanamaz oluşudur. Bu da Yeni-Platonculukta-
başlıca düşünceler arasında yer almaktadır. ki negatif teolojinin bir uzantısıdır.
Kaynağı her ne olursa olsun, reenkarnasyon fikri Plotinus ve takipçileri varlığın tamamına teşmil
Plotinus tarafından tutarlı bir şekilde benimsenmiş- edilebilecek teorik bilginin imkânından şüphe etmiş-
tir. O kadar ki, Yeni-Platoncuların benimsediği ru- lerdir. Onlar, evrensel teorik bilginin noksanlığı kar-
hun ölümsüzlüğü doktrini reenkarnasyon düşünce- şısında hissedilmesi muhtemel olan eksikliği mistik
sinin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Ölümsüz tecrübeden türettikleri ilhamla gidermeye çalışmış
olan insan ruhunun kaderi, bir önceki yaşayışındaki görünmektedirler. Bu durum Platoncu bir kaygının
tutumuna bağlıdır. Ruh, zorunlu olarak kendisine eseri olarak not edilebilir. Platon’un da takip ettiği
uygun düşen bir bedene doğru, aşağılara çekilir. Bu düşünsel gelenekte madde bir yokluk olarak tanım-
nedenle, kendisini duyusal yönüne kaptırmış olan landığı için maddeye dair malumatın bilgi (episteme)
ruh, bundan sonraki varlığında bir hayvan kalıbına adını alması imkânsızdır. Bu durumda, asıl olana,
yerleşir. Plotinus’a göre, ruhun bir bedene bağlan- Bir’e yönelik bilginin başka bir kaynaktan türetilme-
maktan kurtulması, yani reenkarnasyon çembe- sine ihtiyaç vardır. Mistik tecrübenin görünür biçimi
rinden sıyrılıp duyular-üstü dünyaya dönmesi de olarak vecd hali tam da Yeni-Platoncuların ihtiyaç
mümkündür. Bunun gerçekleşebilmesi ruhun du- duyacağı böylesi bir kaynağa tekabül etmektedir.
yulur dünyadan tamamıyla uzaklaşıp “düşünülür” Yeni-Platoncular her ne kadar kendilerini
dünyaya yönelmesine bağlıdır. Ruhun bu dünyada Platon’un sadık birer takipçisi olarak görmüş iseler
ulaşabileceği en son yükseklik, Bir ile mistik bir kay- de onların bilhassa vecd vakıasına atfettikleri an-
naşmadır (Gökberk, 2016, s. 121). Bu kaynaşma, lamın Platoncu sistem üzerinde esaslı bir tadilata
Yeni-Platoncu teoride vecd hali olarak tasvir edil- işaret ettiği söylenebilir. Zira Platon, genel düşünce
mektedir. Vecd haline, düşüncenin en yüksek biçimi sistematiği içerisinde, bireyi toplumsal ve siyasal
tarafından dahi erişilemez. O, yalnızca bir esrime fikirlere kurban etmiş görünmektedir. Platon’un
(ecstasy) durumu içinde olmaktadır. Vecd halinde toplumu önceleyen bu tavrı Yeni-Platonculukta
ruh, kendi düşüncesini aşmaktadır. Ruh, bu hal yerini bireyci bir anlayışa bırakmıştır. Felsefî dü-
üzere iken, Tanrı’nın ruhu içinde kendisini kaybet- şüncenin çekirdeğini teşkil ettiği söylenebilecek şey
mekte, Tanrı ile bir olmaktadır. Şu halde, vecd hali, artık nesne ve söz gelimi onun hakkındaki kavram-
Tanrı’ya mistik bir geriye dönüş (Thilly, 2000, s. sal bilgiden ibaret değildir. Bundan böyle riyazet ve
228) olarak nitelendirilebilir. Ruhun aynı zamanda vecd yolu ile en yüksek sükûnete, Tanrı ile bir oluş
reenkarnasyon sürecinden kurtuluşunu temsil eden mertebesine yükselmiş olan süjenin ruh durumu
vecd hali, Bir’den yayılan ışığın kuvvetleriyle ruhun ön plandadır (Zeller, 2008, s. 383).
birlik oluşturmasıdır. Bu birliğin önermeler şeklinde Plotinus ruhun üç kısma ayrıldığı kanaatinde-
ifade edilmesi imkânsızdır. O, tarif edilemez bir bir- dir. Bunlardan birincisi Nous’u temaşa etmeye yö-
lik, unio mysticadır (Skirbekk ve Gilje, 2014, s. 136). nelmekte, ikincisi bedenle ilişkiye girmekte, üçün-

198
İlkçağ Felsefesi

cüsü ise ikisi arasında aracı rolünü üstlenmektedir. tekabül etmektedir. Madde “iyi”nin tam karşıtıdır.
Ruhun ilk kısmı yukarıya yönelmiştir ve tinselliğe İdealara göre biçimlenmiş olan cisimlerde “iyi” yan-
işaret etmektedir. Bu dünyadaki şeylerle ilişkili olan sıyabiliyorken salt maddeye Bir’deki “iyi”den hiçbir
ikinci kısım irrasyonelliğe, ikisi arasındaki ara ze- ışın düşmez. Onun için madde Bir’in her bakımdan
mine yerleşmiş olan kısım ise rasyonaliteye karşılık tam karşıtıdır (Gökberk, 2016, s. 120). Tanrı’ya,
gelmektedir. Plotinus’a göre, ruhun bu üç kısmına yani varlığı bir güneş gibi aydınlatan nihai kayna-
bağlı olarak, rasyonel ya da irrasyonel insan türün- ğa uzak olması maddenin karanlığa gömülmesine
den, farklı yapı ya da karakterde insanlar ortaya yol açmaktadır. Bu bakımdan madde aynı zamanda
çıkmaktadır. Bazı insanlar en aşağı düzey vasıtasıyla kötü olarak nitelendirilmektedir. Madde Tanrı’dan
eylemde bulunurken bazıları ikinciden, bazıları ise en uzak şey olduğu için kötüdür. Maddi evren yani
birinciden pay almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, dünya Tanrı’dan pay aldığı nispette iyi ve düzenlidir.
insanın kendisini bizzat kendi etkinlik türü ya da Maddeden aldığı pay nispetinde ise kötü olmakta-
ilkesiyle belirlediği söylenebilir. İnsan duyulara da- dır (Elmalı ve Özden, 2013, s. 226). Ruh ile beden
yalı, maddeye düşkünlük gösteren, bedensel hazlar- arasındaki ilişkide kötülüğü doğuran şey de maddî
la belirlenen bir yaşam sürdürebildiği gibi, aklıyla bir unsur olarak bedendir. Plotinus’un bir beden
uyum içinde de yaşayabilir; nihayet, insan saf dü- içerisinde olmaktan utanıyor oluşunun nedenini de
şünce faaliyeti içinde, Nous’un hayatını da sürdüre- bedenin maddî niteliğinde aramak gerekmektedir.
bilir (Cevizci, 2015, s. 151). Bireysel ruh açısından
çileli bir sürece işaret eden reenkarnasyon sürecinin
nihayete ermesi insanın bu üç seçenek arasından
hangisini tercih edeceği ile bağlantılıdır. Doğru bir dikkat
tercih onun kurtuluşunu mümkün kılacaktır. Plotinus’un düşüncesinde madde ile cisim
Tanrı, Nous ve Ruh Plotinus felsefesinde hipos- arasında bir ayırım yapılmaktadır. Maddenin
taz, başka bir deyişle “gerçek varlık” ya da varlığın yokluğu evrendeki cisimlerin yokluğu anlamı-
temel dayanağı olarak isimlendirilmektedirler (Cor- na gelmemektedir. Maddenin yokluk olduğu
rigan, 2005, s. 23). Tanrı, ya da Bir, Plotinus tarafın- şeklindeki düşünce ilkçağ filozoflarınca genel
dan varlığın ötesinde konumlandırıldığı için hiye- olarak benimsenmektedir. Plotinus’a göre,
rarşiyi Nous ile başlatmak gerekmektedir. Nous’un madde herhangi bir niteliğe sahip değildir.
ardı sıra varlık hiyerarşisinin ikinci aşaması ruhtur. Maddenin bir nitelik edinmiş hali ise cisim-
Madde ise mutlak yokluktur. Fakat ruhun cisimlere dir. Bu açıdan bakıldığında, her cisim zorun-
bir mevcudiyet sağlayabilmesi için de madde zorun- lu olarak maddîdir. Fakat bunun tersi geçerli
ludur. Bu bakımdan, madde varlık hiyerarşisine an- değildir. Maddenin mutlak anlamda cisimsel
cak cisimleştikten sonra girebilir. Bu durumda bile olması gibi bir durum söz konusu değildir.
o ancak hiyerarşinin son basamağını teşkil edebilir.
Plotinus’un maddeye yönelik tutumu Yeni-Pla-
Madde tonculuğu “anti-materyalist” bir yaklaşım olarak
tescillemiştir. Madde ve cisim arasında bir ayırım
Plotinus’un varlık hiyerarşisi içerisinde en aşa-
olduğu muhakkaktır. Maddeye ruhta bulunan logoi
ğı tabakayı madde teşkil etmektedir. Salt madde,
spermatikoi, akıl tohumları ya da özler, ideaların su-
antik Yunan düşüncesinin genelinde olduğu gibi
ret ya da yansımaları yüklenir. Böylece şekilsiz, form-
Yeni-Platoncu düşüncede de yokluk olarak kabul
dan yoksun maddeye şekil verilir, form kazandırılır.
edilmektedir. O mutlak yokluk ve karanlıktır. Mad-
Plotinus’a göre, duyusal ya da fenomenal dünyadaki
denin mutlak yokluk olması onun herhangi bir
bireysel varlıklar ruhun bu faaliyeti sonucunda orta-
niteliğe sahip olmamasından kaynaklanmaktadır.
ya çıkmaktadır (Cevizci, 2015, s. 149). Hiç şüphesiz,
Karanlık olmasının nedeni ise Tanrı’ya uzak olma-
madde ile cisim arasında ayırım gözetiliyor olması ci-
sıdır. Tanrı’nın Plotinus tarafından bir güneşe ben-
sim lehine pozitif bir yorum olarak kabul edilemez.
zetildiği hatırda tutulacak olursa maddeye atfedilen
Zira Plotinus’un madde karşıtlığı nesneler dünya-
bu nitelikleri anlamak daha kolay olacaktır. Madde
sının tamamına yönelmiş durumdadır. O tipik bir
varlık hiyerarşisi içerisinde en aşağı tabakayı meyda-
Platoncu olarak görünüş ve gerçeklik arasında bir
na getirdiği gibi Tanrı’ya en uzak olan kategoriye de
ayırım yapmaktadır. İçinde yaşadığımız evren görü-

199
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

nüşler evrenidir. Görünüşler evreni asıl gerçekliğin, tiyan ve Yeni-Platoncu formları dâhilindeki düşüş
ideaların birer yansıması ve kopyası durumundadır. ve kurtuluş öğretilerinin birbiriyle rekabet içerisin-
Bununla beraber, görünüşler evrenini hâsıl eden ve de olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir.
kendi orijinal özelliklerini ona benimseten şey biz- Hıristiyanların düşüş öğretisine göre, Hz. Adem ve
zat ruhtur. Bu nedenle görünür evrendeki her şey Hz. Havva Tanrı tarafından yaratıldıktan sonra cen-
sayılara ve idealara göre tertip edilmiştir ve eşyanın nete yerleştirilmiş ve kendilerinden belirli bir ağacın
doğası olan yaratıcı idealar tarafından oluşturulmuş- meyvesini yememeleri istenmiştir. Buna karşın Hz.
tur (Zeller, 2008, s. 390). Görünüş daima değişir. Bu Adem ve Hz. Havva yasak ağacın meyvesini yemiş
nedenledir ki Yeni-Platoncular açısından görünüşün ve ilk günahı işlemişlerdir. Tanrı bu günah karşısın-
kendinde herhangi bir değeri yoktur. Onun değeri da Hz. Adem ve Hz. Havva’yı cennetten kovmuştur.
ancak ve ancak kendisini örgütleyen ruhun parıltı- Bu inancın, en azından buraya kadar olan haliyle,
sını yansıttığı kadardır. Ona atfedilecek güzellik için diğer monoteist dinler (Musevilik ve İslam) tarafın-
göz önünde bulundurulması gereken ölçüt de budur. dan da benimsendiğini belirtmek gerekir. Ne var
Yeni-Platonculuğun Hıristiyanlığa karşı sert eleş- ki Hıristiyanlık Hz. Adem ve Hz. Havva’nın hem
tiriler yönelttiğine ve bu iki sistem arasındaki dokt- Tanrı’nın gözünden hem de cennetten düşüş kıssası-
riner farkların en azından düşünsel çatışmalara yol na önemli bir akide ilave etmektedir: aslî günah. Bu
açtığına daha önce temas edilmişti. Böyle olmakla akideyi ilk defa dillendiren kişi Aziz Augustinus’tur.
birlikte, söz konusu iki sistem arasında ortak bazı İlk Hırstiyan filozoflardan olan Aziz Augustinus
noktalar bulunduğuna işaret etmekte de fayda vardır. bütün insanların günahkâr bir şekilde doğduklarını
iddia etmektedir. Bunun nedeni ise insanların atası
Tıpkı Yeni-Platoncular gibi Hıristiyanlar da
olan Hz. Adem ve Hz. Havva’nın işlediği ilk günah-
madde karşıtı bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Za-
tır. Üstelik insanlar bu günahtan kendi çabaları ile
man içerisinde bu yaklaşımın çeşitli biçimlerde de-
kurtulamazlar. Asli günahtan kurtulmanın tek yolu
ğiştiği ortada ise de ilk ortaya çıktığı dönemlerde
ilahi bir inayettir (gratia). Augustinus’un inayet fik-
Hıristiyanlık daha ziyade bir “züht hareketi” nite-
ri düşüş ve kurtuluş teorilerini birbirine bağlayan
liğine sahiptir. Başka bir deyişle, ilk Hıristiyanlar
noktadır. Hıristiyanların inancına göre, Tanrı, ken-
dünya yaşamı ile aralarına mümkün olduğunca bü-
di oğlu olan İsa’yı dünyaya göndermiş, onu bütün
yük bir mesafe koyma çabasında olmuşlardır. On-
insanların kurtuluşunu mümkün kılmak üzere feda
lar daha ziyade ruhsal bir arınma ve aşağıda temas
etmiştir. Şimdi insanlara düşen belirli sakramentler
edileceği üzere kurtuluşa erme özlemi içerisindedir-
vasıtasıyla İsa ile birleşmek ve kurtuluşu kuvveden
ler. Özellikle Katolik inancında bedene atfedilen
fiile çıkarmaktır. Başlıca sakramentler arasına İsa’nın
negatif imajın kökleri dünyaya, dolayısıyla madde-
kanı ve eti ile özdeşleştirilen şarap ve ekmek ayinini
ye yönelik çekincenin yansımalarını taşımaktadır.
gerçekleştirmek yer almaktadır. İçilen şarap ve yeni-
Hiç şüphesiz ilk Hıristiyanların böylesi bir tutum
len ekmek insanların İsa ile birleşmelerini ve böylece
takınmasına yol açan toplumsal bazı şartların mev-
kurtuluşa ermelerini mümkün kılmaktadır.
cudiyeti inkâr edilemez. Örneğin takibe uğrayan,
baskı altına alınan, işkenceye uğrayan Hıristiyanla-
rın kendi mevcudiyetlerini korumak için yer altına
çekilmeleri, onların dünya ile olan ilişkilerini nega-
tif bir zeminde kurmalarına yol açmış olabilir. Fakat
bunun salt sosyolojik bir tutum olmanın ötesinde
itikadî bir arka plana sahip olduğunu düşünmemi-
zi gerektirecek veriler mevcuttur. Nitekim Katolik
mezhebine mensup Hıristiyanlar dünyaya karşı bu-
gün dahi benzer çekinceleri sergilemektedirler.
Söz konusu çekincenin izlerini taşıyan, birbi-
riyle bağlantılı iki temel Hıristiyan öğretisi mev-
cuttur. Bunlar “düşüş” ve “kurtuluş” öğretileridir. Resim 8.2 Hıristiyanlıkta Şarap ve Ekmek Ayininin
Yeni-Platonculuğun da kendi sistematiği içerisinde Gerçekleştirilmesi Kurtuluş İçin Oldukça Önemli Bir
geliştirdiği düşüş ve kurtuluş öğretileri vardır. Hıris- Ritüeldir.

200
İlkçağ Felsefesi

Yeni-Platonculuğun ortaya attığı düşüş ve kur- Ünitenin amaçları bakımından dikkat edilme-
tuluş teorileri ise daha genel bir çerçeveye sahiptir. si gereken husus, birbiriyle mücadele halindeki iki
Düşüş ve kurtuluş daha ziyade reenkarnasyon vakıası sistem olarak Hıristiyanlık ve Yeni-Platonculuğun
eşliğinde ele alınmış görünmektedir. Evren ruhunun düşüş ve kurtuluş teorilerine sahip olmalarıdır. Her
bir parçası olan ruhun bir bedene girmesi, Yeni-Pla- iki sistem açısından da insanın “düşmesine” neden
tonculuğa göre, aslında bir cezalandırmadır. Ruh be- olan şey maddî bir unsur olarak bedendir. Gerek
dene girerek aslında düşmektedir. Ancak sudurun bir Hıristiyanlık gerekse Yeni-Platonculuk açısından
tabakası olan maddi evrenin oluşabilmesi için de bi- beden, yani madde insanı aşağıya çekmekte, onu
reysel ruhların maddi evrene “düşmesi” de zorunlu- düşürmektedir. Bu iki sistem arasındaki ilişkide
dur. Süreci ruh açısından çileli bir niteliğe büründü- hangisinin baskın olduğu mevzuu ayrı bir tartışma
ren, bu düşüşün uzun soluklu olmasıdır, zira ruh her konusudur. Bununla birlikte, Hıristiyanlığın yer
ölümü müteakip yeni bir beden dâhilinde dünyaya yer paganist unsurlar içerdiği göz önünde bulun-
dönmektedir. Bundan kurtulabilmesi mümkündür. durulacak olursa Yeni-Platoncu düşüncenin baskın
Başka bir deyişle, Yeni-Platonculuk kötümser bir ba- karaktere sahip olduğu sonucu çıkarsanabilir. Yeni-
kışla yalnızca düşüşten bahsetmez. O aynı zamanda Platoncu düşünce paganist niteliğinden hiçbir za-
bir kurtuluş öğretisini içerir. Hatta, Yeni-Platonculu- man taviz vermemiştir. Antik pagan felsefenin son
ğun bireysel kurtuluş özlemine verilmiş yarı dinsel, nefesi, adeta son çırpınışı olan Yeni-Platonculuk
yarı entelektüel bir cevap olduğu dahi iddia edilebi- Aziz Augustinus ile birlikte Hıristiyan felsefesinin
lir (Copleston, 1993, s. 472). Yeni-Platoncu teoride ilk basamağı halini almıştır (Copleston, 1993, s.
kurtuluş ancak ruhun kendisini arındırması (kathar- 506). Bu açıdan bakıldığında, iki sistem arasında
sis) ve Tanrı ile birleşmesi neticesinde olanaklıdır. bir etkileşimde baskın rolün büyük oranda Yeni-
Platoncu gelenekte olduğu söylenebilir.

dikkat
Yeni-Platoncu ve Hıristiyan kurtuluş teorileri dikkat
arasında önemli farklar vardır. Örneğin Yeni-Pla- Hz. Adem ve Hz. Havva’nın cennetten kovul-
tonculuk ruhun kendi çabaları vasıtasıyla arınabi- masına yol açan eylemleri İslam tarafından da
leceği ve böylece kurtuluşa ulaşabileceği düşünce- çeşitli biçimlerde tasvir edilerek kötülenir. Fa-
sine sahiptir. Hıristiyanlık ise, kurtuluş ümidinin kat İslam Hıristiyanlık gibi bu ilk günaha dayalı
belirebilmesi için bir kurtarıcıya ihtiyaç olduğu olarak bir asli günah teorisi geliştirmez. İslam’a
kanaatindedir. Bu kurtarıcı da Hz. İsa’dır. göre, herkes kendi yaptıklarından sorumludur.

Öğrenme Çıktısı
3 Plotinus’un belerlediği varlık hiyerarşisinde yer alan unsurları temel nitelikleriyle birlikte
sıralayabilme

Araştır 3 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Plotinus’un yaklaşımı dâhil


olmak üzere negatif teolo-
Plotinus’un sudur teorisi ile ji hakkında ayrıntılı bilgi
monoteist dinlerin yaratma edinmek için Feyza Şule Plotinus’un bir agnostik ol-
teorisi arasında ne tür fark- Güngör’ün Gelenekselden duğu söylenebilir mi?
lılıklar vardır? Araştırınız. Yapısöküme Negatif Teoloji
başlıklı doktora tezini ince-
leyebilirsiniz.

201
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

PLOTİNUS’UN BİLGİ ANLAYIŞI


Plotinus belirlediği bu varlık hiyerarşisine uygun olacak şekilde birbirinden farklı bilgi yolları öngör-
mektedir. Ona göre, cisimler dünyasını bilmenin yolu duyulardır. Ruhu bilmek insanın kendi özü vası-
tasıyla mümkündür. İnsan ruhu varlık hiyerarşisinde merkezi öneme sahip evren ruhunun bir parçasıdır.
Dolayısıyla onu bilmek insan açısından ancak kendi ruhu aracılığıyla mümkündür. Onun Tanrı’yı bilmesi
ise, vecd yolu ile olmaktadır (Elmalı ve Özden, 2013, s. 227). Yukarıda ayrıntılı olarak ele alındığı üzere,
Tanrı’yı evrendeki herhangi bir nesne gibi bilmek imkânsızdır. Çünkü Tanrı varlığın ötesindedir. O’nun
hiçbir niteliği yoktur. Kendisi niteliksiz olmakla birlikte her şeye kaynaklık teşkil eden Bir’in klasik bilgi
vasıtalarıyla bilinmesi bu bakımdan mümkün değildir. Onu, doğasına uygun düşecek şekilde, ancak mistik
bir tecrübe vasıtasıyla bilmek mümkündür. Bilgi araçları da tıpkı varlık mertebeleri gibi belirli bir hiyerarşi
içerisinde yükselmekte ve Tanrı hakkındaki bilgi ile sonlanmaktadır.

Öğrenme Çıktısı

4 Plotinus’un bilgi anlayışı ile varlık hiyerarşi arasındaki ilişkiyi betimleyebilme

Araştır 4 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Plotinus’un bilgi anlayışı ile


birlikte onun özellikle varlık,
Plotinus’un epistemolojik aşk, erdem, benliğin düzey-
açıdan en değerli buldu- leri gibi konulara dair fikir- Fenomenal dünyanın Yeni-
ğu bilgi türü vecddir. Vecd lerinin derli toplu bir irdele- Platoncu bilgi teorisindeki
sübjektif bir bilgi türü ola- mesi için Hadot, P. (2016). değeri nedir? Düşüncelerini-
rak nitelendirilebilir mi? Plotinus ya da Bakışın Saflığı, zi arkadaşlarınızla paylaşınız.
Araştırınız. Çev. Özcan Doğan, İstan-
bul: Doğu Batı Yayınları adlı
eseri okuyabilirsiniz.

PLOTİNUS’UN AHLAK ANLAYIŞI bir dünyada yaşamak olabilir. Bunun için de ruhun
Yeni-Platoncu kurtuluş öğretisinin aynı zaman- duyumsal dünyaya duyduğu eğilimden kendisini
da başlı başına bir ahlak teorisi olduğuna işaret et- kurtarması gerekmektedir. Ahlakın nihai hedefi
mek gerekmektedir. Plotinus’a göre, kendisini arın- olan mutluluk mükemmel hayata, o da düşünceye
dıran ruh artık başka bir bedenle dünyaya dönmez dayanır. Dolayısıyla, mutluluğun ilk şartı bedenden
ve tümel ruha, yani Tanrı’ya kavuşup çileli süreci azade kalmak ve onunla bağlantılı şeylerden kendi-
geride bırakır. Başka bir deyişle, ahlaki bir prob- mizi arındırmaktır (Zeller, 2008, s. 392).
lem olarak ortaya çıkan reenkarnasyon süreci ancak Yukarıdaki ifadeler Plotinus’un ahlak anlayışı-
ahlaki bir adımla son bulabilir. Ahlak kurtuluşun nın genel hatlarını belirtmektedir. Onun ahlak hak-
zorunlu bir unsurudur zira ruhun yükselişi kişinin kındaki fikirlerine daha yakından bakabilmek için
ahlaki ve entelektüel erdemler geliştirmesini gerekli sorulabilecek çeşitli sorular vardır. Örneğin “ahla-
kılmaktadır. Burada önemli olan, duyusal dünyada- kın amacı nedir?”, “bu amaca nasıl ulaşılabilir?”
ki şeylerin ve bedenin, ruhun daha yüksek amaç- Hemen belirtmek gerekir ki Plotinus eudaimo-
larını gerçekleştirmesine engel olmasını önlemektir nisttir. Başka bir deyişle, o, ahlakı mutlulukla öz-
(Cevizci, 2015, s. 15). Ruh, sahip olduğu doğanın deşleştirmekte ve ahlakın amacını insanın mutlulu-
zorunlu bir sonucu olarak, daha yüksek bir dün- ğa ulaşması olarak belirlemektedir. Peki, mutluluk
yaya aittir ve onun en yüksek hedefi ancak böyle nedir? Enneadlar’ın 1. cildinde, Plotinus mutluluk

202
İlkçağ Felsefesi

ile kastettiği şeyi açıklarken kendisi ile Aristoteles, benimsediği erdemlerin (basiret, adalet, cesaret ve
Epiküros ve Stoacılar arasındaki belirgin farklılık- ölçülülük) gittikçe daha rafine bir hal alan biçim-
lara işaret etmektedir. Ona göre, Aristoteles, Stoik lerinden ibarettir. Bunlar ahlakın nihai amacı olan
düşünürler ve Epikürosçu filozofların benimsediği “Tanrı gibi olmak” veya “Tanrı’ya benzemek” hedefi
mutluluk tanımları eleştiriye açıktır. Zira, mutlu- doğrultusunda bir üst aşamaya geçtikçe asıl anlam-
luğun ön koşulu olan “iyi yaşam”ın, Aristoteles ve larına kavuşmaktadırlar. Plotinus’a göre Tanrı’nın
takipçilerinin iddia ettiği gibi “kendi özel amacını kendisi erdeme sahip değildir. Bu nedenle Tanrı’ya
gerçekleştirme”ye, Stoacıların iddia ettiği üzere “do- medenî erdemler atfedemeyiz. Fakat bu erdemlere
ğaya uygun bir yaşam sürdürmeye” veya Epiküros- sahip olmak yine de bizi Tanrı ile birleşme hedefine
çulukta benimsendiği biçimiyle “huzurlu olma”ya ulaştırabilecek yegâne araçlardır (Plotinus, 1989, s.
ve “sarsılmazlığa” (ataraxia) bağlı olması, mutluluğu 127-147). Ruh ancak erdemler vasıtasıyla arınabilir
yalnızca insanla ilgili bir ilke olmaktan çıkaracak ve nihai amacına ulaşabilir.
ve bütün canlıları kapsayan bir hale sokacaktır. Bu Plotinus’un mistik karakterdeki düşünce siste-
son durumda, söz gelimi bitkilerin de “iyi yaşam” matiği göz önünde bulundurulduğunda “haz” un-
sürdürdüğü iddia edilebilecektir (Plotinus, 1989, s. surunu ahlak alanının tamamen dışında bıraktığını
171). Böylesi bir iddia bitkilerin de pekâlâ mutlu söylemek gerekecektir. Plotinus’a göre, bedensel haz
olabileceği anlamına gelecektir. Oysaki bu pek de ahlak açısından hiçbir şekilde bir ölçüt olamaz. Be-
makul bir iddia değildir. Plotinus’a göre, mutluluk densel hazlardan kurtulmuş olan bilgenin düşünce
canlı varlıkların ulaşmak istediği bir şeydir. Fakat faaliyetiyle duyduğu mutluluk en yüksek mutluluk-
onu tüm canlı varlıkların nihai amacı olarak belir- tur. Daha yüksek bir aşama ise, bütün duygulanım-
lemek doğru olmaz. Mutluluk yetkin ve gerçek bir lardan uzaklaşıp ilahi varlığı aracısız düşünme ve
yaşama bağlıdır. Bu yaşam ise ancak aklın uygun algılamadır (Elmalı ve Özden, 2013, s. 227-228).
bulacağı bir yaşam olabilir. Bu nedenle canlı var- İnsanın en yüce amacı ve mutluluğu, Tanrı’dan çık-
lıklar içerisinde mutluluğu kendisine amaç edindiği mış olan ruhunun yeniden Tanrı’sına kavuşmasıdır.
söylenebilecek tek varlık insandır. Tanrı’ya götüren yol insanın kendi içinde yaşadığı
Bütün insanların amacı mutluluktur, fakat onla- bir yoldur. Bu yol dışa değil içe, bir kişinin özüne,
rın hepsinin buna ulaştığını söylemek de akla uygun derinliklerine yönelmiştir. Tanrı’ya ulaşma yolunda
değildir. Mutluluk ancak akıllı ruha özgü bir imtiyaz en iyi yöntem insanın kendi içine dalması, kendi
olarak nitelendirilebilir. Yukarıda Plotinus’un ruh özüne yani içindeki Tanrı’ya yönelmesidir. Bu içe
anlayışından bahsedilirken onun ruhu üç parçadan dalış, bütün düşünceleri aşarak ve yırtarak, bilinç
müteşekkil gördüğü belirtilmişti. Plotinus’a göre, ötesi bir duruma sokarak, vecd halinde Tanrı’yla bir-
ruhun irrasyonelliğe, rasyonelliğe ve tinselliğe yakın leşmeyi mümkün kılmaktadır (Störig, 2015, s. 294).
üç kısmı vardı. O, bu ayırıma uygun düştüğü söy- Görüldüğü üzere, “Tanrı’ya benzemek” ya da
lenebilecek üç insan tipolojisinden bahsetmektedir. “Tanrı gibi olmak” Plotinus’un ahlaka biçtiği temel
Bazı insanlar gerçekliği duyusal evrene, dolayısıy- işlevdir. Fakat bunun problemli bir iddia olduğuna
la maddeye atfederler. Şu halde, onların akla özgü işaret etmek gerekmektedir. Zira Tanrı, Yeni-Pla-
bir imtiyaz olarak mutluluktan pay almaları müm- toncu düşünceye göre, hiçbir niteliğe sahip değildir.
kün değildir. İkinci türdeki insanlar ara bir kategori O, belirlenemeyecek kadar aşkın bir varlıktır. Hat-
olarak rasyonelliğe yakındırlar. Onlar sıradan duyu ta Tanrı varlığın ve iyiliğin ötesindedir. Peki, insan
nesnelerinin üzerine yükselebilirler. Fakat bunla- “Tanrı gibi olduğunu” nasıl iddia edebilecektir? Bun-
rın tekrar maddî olanın çekiciliğine kapılmaları da dan emin olmanın bir yolu var mıdır? Plotinus’un
mümkündür. Üçüncü türdeki insanlar ise tinselliğe negatif teolojisi akılda bulundurulduğunda bunun
yakın olanlardır. Bu insanlar ahlakın nihai amacına, imkânsız olduğu söylenebilir. Yeni-Platonculuğun
Tanrı gibi olmaya en yakın türü teşkil etmektedirler. buna vereceği cevap muhtemelen yine mistik tec-
Ahlak erdemi gerektirir. Erdemler ise dörde ayrı- rübeye gönderme yapacaktır. İnsan ruhu arındıkça,
lır. İlk kısım erdemler “medenî” (civic) erdemlerdir. kendisini dünyevî, dolayısıyla da maddî olan şey-
İkinci kısım erdemler “arınmayı sağlayan” erdemler- lerden bütünüyle temizledikçe Tanrısallaşır. Bunun
dir. Üçüncü kısım erdemlerin Plotinus’un termino- tecrübesi de ancak vecd halinde mümkündür. Başka
lojisindeki karşılığı “arınmış ruhun erdemleri”dir. bir deyişle, Plotinus’un ahlak anlayışı, genel sistemi-
Dördüncü kısım erdemlere ise o “ibretlik erdemler” ne uygun bir şekilde, apriori bir ilkenin sübjektif bir
adını vermektedir. Bu dört grup erdem Platon’un şekilde temellendirilebileceği fikrini üretmektedir.

203
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

Öğrenme Çıktısı

5 Plotinus’un ahlak anlayışı ile onun kurtuluş teorisi arasındaki bağlantıyı açıklayabilme

Araştır 5 İlişkilendir Anlat/Paylaş

Plotinus’un ahlak anlayışı


ile Platon’un ahlak anlayı- Yeni-Platonculukta gözle-
Yeni-Platonculukta bilgi ve şı arasında mukayese yap- nen mistisizm, ahlakı akıl
ahlak bağlantısı nasıl kuru- mak için Murat Güven’in alanından uzaklaştırır mı?
labilir? “Platon’un İdealist Ahlakı” Düşüncelerinizi arkadaşla-
adlı yüksek lisans tezini in- rınızla paylaşınız.
celeyebilirsiniz.

PLOTİNUS’UN ESTETİK ANLAYIŞI oranda güzelleşir. Haricî gerçekliği örgütleyen güç


Yeni-Platoncular maddeyi yokluk olarak ka- ve bizzat bir idea olarak ruhun etkinliği olmaksızın
bul etmekte ve bununla bağlantılı olarak nesnel güzelliği açıklamak imkânsızdır.
gerçekliği de görünüşten ibaret görmekte ve kü- Güzellik nesnenin özünden kaynaklanıyor ol-
çümsemektedirler. Bununla birlikte, fenomenler saydı onda hiçbir zaman çirkinleşme temayülünün
evreninin Yeni-Platonculuk açısından işe yarar ol- bulunmaması gerekirdi. Oysaki tecrübelerimiz bize
duğu söylenebilecek en az bir işlevi vardır. Bu işlev bunun tam tersini söylemektedir. Bir nesne güzel
bilhassa Plotinus’un estetik anlayışında kendisini iken pekâlâ çirkin olabilmektedir. Güzel duygusu-
göstermektedir. nun temeli, ruhun güzeli görünce onunla kendisi
Plotinus, tıpkı Platon gibi, insanların evrende arasında bir yakınlığın mevcudiyetini tecrübe et-
gözlemledikleri güzellik vasıtasıyla duyu-üstü dün- mesidir. Çirkinlik ise bunun tam tersi bir durum
yaya ulaşabileceği kanaatindedir. Bu kanaat, Platon- olarak nitelendirilebilir. Bu hiç şüphesiz Platon’un
cu bir fikir olan “pay alma” anlayışına dayanmak- eros hakkındaki yorumlarını akla getirmektedir.
tadır. Plotinus’un ahlak teorisi ile kıyaslandığında Güzel karşısında hissettiğimiz cazibe bizlerin, özce,
onun estetik teorisi maddî olana yönelik tutum ba- güzel olanla aynı mertebeden, aynı dünyadan ge-
kımından belirgin bir farklılık sergilemektedir. Ah- liyor oluşumuza delâlet etmektedir. Bu bakımdan,
laki yaşam için beden bir risktir. Zira, o, maddî bir Plotinus’un Platon’u en azından estetik anlayışı iti-
unsur olarak insanı daima aşağı çekmektedir. Fakat bariyle sıkı sıkıya takip ettiği söylenebilir. Platon’un
estetik açısından bakıldığında insanlar maddî bir Yeni-Platoncu estetik anlayışı üzerindeki bir diğer
unsur olarak fenomenal varlıklar vasıtasıyla bir yük- etkisi mimesis (taklit) kavramı vasıtasıyla takip edi-
seliş yaşayabilmektedir. Elbette ki, bu, Plotinus’un lebilir. Ana hatlarıyla belirtmek gerekirse, Platon
anti-materyalist teorisinde özsel bir değişiklik ola- görünüşler evrenindeki estetik nesnelerin güzel ide-
rak görülemez. Estetik tecrübe vasıtasıyla ideal olan asının ancak taklitleri olabileceğini düşünmektedir.
hakkındaki bilgiye ulaşmanın kendisidir teşvik Plotinus da benzer bir kanaate sahiptir. Bu, nesne-
edilen, fenomenlerin bizzat kendisi değil. Güzellik nin özce güzel olmadığı, onun güzelliğinin ancak
cisme içkin değildir. Başka bir deyişle cisim özü iti- temsilî olduğu düşüncesini tamamlamaktadır. Nes-
bariyle güzel değildir. Plotinus’un Platoncu bu yak- ne ancak güzel ideasını temsil ve taklit ettiği kada-
laşımından çıkarsanabilecek sonuçlardan biri nes- rıyla estetik bir nesne olarak değerlendirilebilir.
nedeki güzelliğin “temsilî” olduğudur. Güzel olan Plotinus’un ahlak ve estetik anlayışları arasında
nesneler bizi etkiler, fakat bu etkinin nedeni nes- bir bağlantı olduğuna da işaret etmek yerinde olur.
nenin bizzat kendisi değil, onun arkasında bulunan Ona göre, güzel ya da çirkin olan şey yalnızca nesne
şey, yani güzel ideasıdır. Nesne o ideadan pay aldığı değildir. Güzellik veya çirkinlik nitelemelerini hak

204
İlkçağ Felsefesi

eden başka bir unsur daha vardır. Bu, Plotinus’a Plotinus güzelliğin özünü formun maddeye
göre, ruhtur. Çirkin ruh, kendisini maddeye kap- hâkim olmasından ibaret görmektedir. Şu halde,
tırmış, tiksinti duyduğumuz ruhtur. Ruhu güzel akılla anlaşılabilir gerçekliğin bir yansıması ya da
yapan, cisimden uzak durması; akla, ruhsal olana kopyası olarak Tanrı’dan, Bir’den, İyi’den yayılan
yönelmesidir, erdemlerdir. Cisim güzel ideasından ışığı, aydınlığı alan duyusal dünyanın bir bütün
pay almak suretiyle güzelleşirken ruh kendisini mad- olarak iyi olduğunu söylemek gerekir. Mutlak kötü
deden arındırmak suretiyle güzel olmaktadır (Gök- olan, maddedir, nesneler ve onların bir toplamı
berk, 2016, s. 118). Şimdi, açıktır ki ruhun güzelliği olan evren değil. Fenomenal evren kendisinden
veya çirkinliği onun sürdürdüğü yaşama göre teba- türediği varlık kaynağı kadar olmasa bile, kökenin-
rüz etmektedir. Başka bir deyişle nesnedeki güzellik den dolayı kutsaldır, iyidir ve güzeldir. Başka bir
estetik, ruhtaki güzellik ise etik bir mahiyet arz et- deyişle, duyusal dünya form kazandıran, biçim ve-
mektedir. Bu demektir ki etik ve estetik birbirinden ren ilkesinden, ruhtan dolayı güzel ve Tanrısal ama
bağımsız alanlar olarak değil, insanın nihai kurtulu- öte yandan tözünden, yani maddeden dolayı kötü-
şunu mümkün kılan güzergahın zorunlu bileşenleri dür (Cevizci, 2015, s. 150).
olarak Yeni-Platoncu teorideki yerini almıştır.

Öğrenme Çıktısı

6 Plotinus ve Platon estetikleri arasındaki benzerlikleri irdeleyebilme

Araştır 6 İlişkilendir Anlat/Paylaş

“Mimesis” kavramının Pla-


ton, Aristoteles ve Plotinus
düşüncelerindeki kulla-
Yeni-Platonculuktaki “anti-
nımlarının mukayeseli bir
materyalist” yaklaşım dik- Plotinus’un estetik anlayı-
incelemesi için Muharrem
kate alındığında nesnelere şında “katharsis”in rolünü
Hafız, “Platon, Aristoteles
estetik bir değer atfedilmesi anlatınız.
ve Plotinus’ta Mimesis Te-
bir tutarsızlık doğurur mu?
orisi”, İslami Araştırmalar,
2016 (1), 45 – 52 adlı ma-
kaleyi okuyabilirsiniz.

205
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

1 Yeni-Platonculuğun ortaya çıktığı


tarihsel şartları açıklayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Felsefî düşünceler salt birer entelektüel fantezinin ürünü ola-


Yeni Platonculuğun Genel
Çerçevesi rak ortaya çıkmaz. Onlar insan doğasının en temel niteliği olan
“bilme isteği”nin doğal bir sonucudurlar. Bu istek yaşam es-
nasında karşılaşılan problem ve ihtiyaçlara cevap verme ihti-
yacıyla bir araya geldiğinde son derece üretken olmaktadır. Ye-
ni-Platonculuk da bu üretkenliğin bir sonucudur. Plotinus’un
öğretileri ilkçağ felsefesinin son döneminde ortaya çıkmış olan
bu akıma hayat vermiştir. Yeni-Platonculuğun popüler bir teori
olarak felsefe tarihindeki yerini alması doğduğu dönemin sos-
yo-kültürel şartlarının bir neticesi olarak da görülebilir. Onun
özellikle dinî karakteri dönem açısından fevkalade işlevseldir.
Helenistik dönemde toplumsal bir ihtiyaç halini alan dinî
inanç farklı kaynaklarla beslenmiştir. Paganist ve çok tanrıcı
gelenek, dinî özlemi giderme hususunda başat bir rol oynamış-
tır. Bununla birlikte Yeni-Platonculuğun esas yükselişe geçtiği
dönem, Hıristiyan inancının Avrupa halkları arasında hızlı bir
şekilde yayılmaya başladığı dönemle çakışmaktadır. Felsefe ta-
rihi kaynakları Yeni-Platonculuğun sahip olduğu dinî karakteri
onun Hıristiyanlığa yönelik felsefe cenahından verilmiş bir ce-
vap olarak tasarlanmasına dayandırmaktadır. Yeni-Platonculuk
ilkçağ felsefesinin son nefesidir. Rakip bir sistem olarak müca-
dele ettiği Hıristiyanlık tarafından kimi yönleri itibariyle de be-
nimsenmiştir. Bu bakımdan ortaçağlar boyunca egemen olmuş
Hıristiyan felsefesinin ilk adımı olduğu da söylenebilir.

Plotinus’un hayatını ve felsefî


2 düşüncesinin dayandığı temel
kaynakları açıklayabilme

Plotinus 204 yılında Mısır’ın Lykopolis şehrinde dünyaya gel-


Plotinus’un Hayatı ve Eserleri miş, 270 yılında İtalya’nın Campania kentinde hayata veda
etmiştir. Son derece sade bir yaşam sürdüren Plotinus hayatı-
nın büyük bir kısmını Roma’da geçirmiştir. Roma İmparatoru
Gallienus ve eşi Salonina’nın yakın ilgisine mazhar olmuş ve
İmparator ile birlikte İran seferine katılmıştır. Bu seferdeki göz-
lemlerinin teorisindeki mistik öğelere hayat verdiği söylenebilir.
İran ve Hint mistisizminin yanı sıra Plotinus’un öğretileri üze-
rinde etkisi bulunduğu söylenebilecek pek çok kaynak vardır.
Parmenides, Pythagoras, Empedokles, Platon, Aristoteles gibi
isimler ve Stoacılık gibi ekollerin Plotinus’un fikriyatı üzerinde
ciddi tesirleri vardır. Fakat şuna dikkat etmek gerekmektedir ki
Plotinus söz konusu kaynakları birebir tekrar etmiş değildir. O,
burada ismi geçen düşünür ve akımların kimi fikirlerini aynen
benimsemiş kimi fikirlerini reddetmiş, kimilerini de kısmen ya
da tamamen gözden geçirerek kendi teorisi ile uyumlu bir hale
getirmiştir.

206
İlkçağ Felsefesi

Plotinus’un belirlediği varlık


3 hiyerarşisinde yer alan unsurları temel
nitelikleriyle birlikte sıralayabilme

öğrenme çıktıları ve bölüm özeti


Plotinus’un varlık teorisi şu unsurları içermektedir: Tanrı, Nous,
Plotinus’un Düşüncesinde Varlık
Hiyerarşisi Evren Ruhu, bireysel ruhlar ve madde. Tanrı her şeyin ilk nedenidir.
Kendisi varlığın ve iyiliğin ötesindedir. Dolayısıyla varlık hiyerarşisi-
ne dâhil olmadığını söylemek daha doğru olacaktır. Tanrı’nın hiçbir
niteliği yoktur. O kendi kendisiyle özdeştir. Bu durum, Yeni-Platon-
culara göre, Tanrı’nın irade ve bilgi dâhil olmak üzere hiçbir niteliğe
sahip olmamasını gerekli kılar. Zira irade ve bilgi, değişim halin-
deki unsurlar için geçerlidir. Tanrı kendi kendisiyle özdeş ise onun
bir iradesinin ve düşüncesinin olduğu iddia edilemez. Tanrı’nın
hiçbir niteliğe sahip olmaması O’nun hakkında katafatik bir dil
kullanmayı imkânsız kılmaktadır. Tanrı hakkında ancak apofatik
bir söylem takip edilebilir. Başka bir deyişle, Tanrı’nın ne olduğu
değil, ne olmadığı söylenebilir. Nous Tanrı’dan sudur eden ilk var-
lıktır. Nous akıl, zihin, düşünce ve sezgi gibi anlamlara gelmektedir.
Nous da tıpkı Tanrı gibi tektir. Çünkü, Plotinus’a göre, Bir’den,
yani Tanrı’dan ancak bir sudur eder. Nous evrendeki her şeyin idea-
sını barındırmaktadır. Nous’un yarattığı ilk varlık Evren Ruhu’dur.
Evren Ruhu’ndan ise bireysel ruhlar türemektedir. Ruh, evrendeki
nesnel gerçekliği örgütlemektedir. Bu örgütlemeyi gerçekleştirirken
Nous’taki ideaları örnek almaktadır. Ruh duyular üstü dünyaya
ait olmakla birlikte bedene girmeye meyillidir ve bu onun için bir
ceza işlevi görmektedir. Ruhun bedene girmesi aynı zamanda reen-
karnasyon sürecinin de başlangıcına işaret etmektedir. Girdiği bir
beden öldüğünde ruh başka bir bedenle tekrar dünyaya gelmek-
tedir. Ruh maddî unsurlardan ve isteklerden bütünüyle arınıncaya
kadar bu süreç devam edecektir. Ahlaken tekâmül eden, arınan ruh
reenkarnasyon sürecinden kurtulur. Madde Plotinus’un varlık hi-
yerarşisindeki son unsurdur. Esasen onun bir varlık olduğu dahi
söylenemez. Zira Yeni-Platonculuk maddeyi mutlak yokluk olarak
tasarlamaktadır. Madde hiçbir niteliğe sahip olmadığı ve Tanrı’dan
gelen ışıktan bütünüyle uzak kaldığı için karanlık ve kötüdür. Ru-
hun bir etkinliği olarak madde nitelik kazanır ve cisimleşir. Fakat
cisimleşen maddenin de Yeni-Platonculukta bir değeri yoktur. Bu
bakımdan Yeni-Platonculuk tam bir anti-materyalizmdir.

Plotinus’un bilgi anlayışı ile varlık


4 hiyerarşisi arasındaki ilişkiyi
betimleyebilme

Plotinus varlık hiyerarşisine uygun bir bilgi anlayışı geliştirmiştir.


Plotinus’un Bilgi Anlayışı Her varlık düzeyini bilmek için farklı bir kaynağa ihtiyaç duyul-
maktadır. Varlık türü yükseldikçe bilginin değeri de artmaktadır.
Varlık hiyerarşisinin en altında bulunan ve maddî bir unsur olan
cisimler ve onların bir toplamı olan fenomenal evren duyular va-
sıtasıyla bilinir. Maddenin değersizliği ona dair bilginin de episte-
molojik değerini düşürmektedir. Ruhu bilmek insanın kendi özü
vasıtasıyla mümkündür. Nous akıl ile bilinir. Tanrı’ya dair bilgi ise
ancak vecd halinde mümkün olmaktadır. Bu bilgiye ulaşabilmek
için insanın kendisini maddeden bütünüyle arındırması şarttır.

207
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

Plotinus’un ahlak anlayışı ile


5 onun kurtuluş teorisi arasındaki
bağlantıyı açıklayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti

Plotinus reenkarnasyon inancına sahiptir. Ruh, Pythagorasçılar


Plotinus’un Ahlak Anlayışı ve Hint mistiklerinin benimsediği gibi, bedenin ölümünü mü-
teakip dünyaya farklı bir beden dâhilinde yeniden gelmektedir.
Bu şüphesiz çileli bir süreçtir ve bir cezalandırmaya işaret et-
mektedir. Ruhun bedenden kurtulması için arınması gerekmek-
tedir. Arınma, ruhun madde ile olan bütün ilişkisini kesmesi
neticesinde mümkün olabilir. Arınmayan ruh reenkarnasyon
döngüsünden kurtulamaz. Arınmış ruh ise Tanrı ile birleşir ve
kurtuluşa erer. Arınmak ahlaki bir tekâmülün sonucudur. Bi-
reysel ruh, doğru eylemleri seçmeli ve bu doğrultuda bir yaşam
sürdürmelidir. Ancak bu şekilde “Tanrı gibi” olur ve kurtulur.

Plotinus ve Platon estetikleri


6 arasındaki benzerlikleri
irdeleyebilme

Platon’un idealist yaklaşımında iki evren vardır. Bunlar idealar


Plotinus’un Estetik Anlayışı evreni ve görünüşler evrenidir. Asıl olan, elbette ki, idealar ev-
renidir. Varlık, ahlak, bilgi, estetik açısından insanın bir ölçüt
olarak kabul etmesi gereken evren budur. Nesneler evreni ise
ancak geçici bir görüntü, ideaların bir kopyası olabilir. Nesne
görünüşler dünyasına aittir. Estetik açısından bakıldığında,
görünüşler dünyasının kendinde bir değeri yoktur. Ondaki
güzellik ancak güzel ideasını yansıttığı ve güzel ideasını taklit
ettiği oranda mevcuttur. Nesnelerdeki güzellik ancak temsilî bir
güzellik olabilir. Başka bir deyişle, güzellik nesnenin özünden
gelmemektedir. O güzel ideasını temsil ettiği, ondan pay aldı-
ğı oranda güzeldir. Bu fikirler Plotinus’un estetik anlayışında
hemen hemen bütünüyle benimsenmiştir. Ona göre de nesne-
nin güzelliği veya çirkinliği bizim ona duyduğumuz yakınlıkla
alakalıdır. Bir nesneye kendimizi yakın bulmamız onunla aynı
düzleme ait olduğumuz içindir. Nesne güzel ideasını yansıtırsa,
ondan pay almışsa güzeldir ve bizi kendine çeker. Nesnedeki
güzellik bizi idealar evrenine yaklaştırır. Bu, nesnenin maddî
bir unsur olarak hiçbir değerinin olmadığı anlamına gelmekte-
dir. Ona atfedilen değer temsil kabiliyeti ile doğru orantılıdır.

208
İlkçağ Felsefesi

1 Plotinus’un eserlerini Enneadlar adıyla bir 6 Aşağıdaki ifadelerden hangisinin Yeni-Pla-


araya getiren öğrencisi aşağıdakilerden hangisidir? tonculuk açısından yanlış olduğu söylenebilir?

neler öğrendik?
A. Iamblichus A. Ruh bizzat bir sayı ve ideadır.
B. Ammonius B. Ruh dilerse bedeni sonsuza dek terk eder.
C. Porphyry C. Ruhu meydana getiren Nous’tur.
D. Boethius D. Ruh, doğası gereği, maddî olanı arzular.
E. Proclus E. Ruh zamandan bağımsız bir yaşam sürer.

2 Aşağıdaki Yeni-Platoncu düşüncelerden han- 7 Aşağıdaki isimlerden hangisi Yeni-Platoncu


gisinin kaynağı Stoa okuludur? geleneğin dışında yer almaktadır?
A. Şeyler arasında bir duygudaşlık (sympatheia) A. Aziz Augustinus
vardır. B. Farabi
B. Ruhun bedene girmesi bir cezadır. C. Boethius
C. Harici gerçeklik ruh tarafından organize edil- D. Gazali
mektedir. E. İbn-i Sina
D. Maddenin hiçbir niteliği yoktur.
E. Tanrı hakkında ancak negatif bir dil kullanılabilir.
8 Aşağıdakilerden hangisi doğrudur?
A. Yeni-Platonculuk felsefî olduğu kadar dinî bir
3 Yeni-Platonculuğun mistik karakteri aşağıda-
karaktere sahiptir.
ki akımlardan hangisine dayandırılabilir?
B. Yeni-Platonculuğun kurucusu Plotinus’un ho-
A. Stoa okulu cası olan Porphyry’dir.
B. Pythagoras C. Yeni-Platoncular monoteist (tektanrıcı) bir
C. Aristoteles inanca sahiptirler.
D. Hint Felsefesi D. Yeni-Platoncular hazzı ahlaki bir ilke olarak be-
E. Parmenides nimserler.
E. Yeni-Platoncular irade özgürlüğünü reddederler.
4 Aşağıdaki ifadelerden hangisi Yeni-Platoncu-
lar hakkında kullanılamaz? 9 Plotinus’a göre, aşağıdakilerden hangisi
Tanrı’dan sudur eden ilk varlıktır?
A. Negatif teoloji anlayışını benimserler.
A. Ruh
B. Tanrı’nın niteliklerini akılla kavramayı öğütlerler.
B. Evren ruhu
C. Tanrı’yı varlığın ötesinde görürler.
C. Madde
D. Bir’den türeyen ilk varlığı Nous olarak adlandı-
rırlar. D. Eros
E. Maddeyi mutlak yokluk olarak kabul ederler. E. Nous

5 Aşağıdakilerden hangisi Plotinus’un negatif 10 Aşağıdaki düşüncelerden hangisi Yeni-Pla-


teolojisi açısından geçerli bir önerme olamaz? toncuların estetik anlayışında yer almaz?

A. Tanrı tanımlanamaz A. Formun maddeye hâkim olması güzelliği do-


ğurur.
B. Tanrı niteliksizdir
B. Güzellik, güzel ideasından alınan bir paydır.
C. Tanrı’nın bir iradesi yoktur
C. Güzellik nesnenin kendi özünden türer.
D. Tanrı’nın bilgi sahibi olduğu söylenemez
D. Nesnedeki güzellik temsilîdir.
E. Tanrı asla bilinemez
E. Nesneler gibi ruh da güzel veya çirkindir.

209
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

1. C Yanıtınız yanlış ise “Plotinus’un Hayatı ve 6. B Yanıtınız yanlış ise “Ruh” konusunu yeniden
Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı

2. A Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni- 7. D Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni-
den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.

3. D Yanıtınız yanlış ise “Ruh” konusunu yeniden 8. A Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni-
gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.

4. B Yanıtınız yanlış ise “Tanrı” konusunu yeni- 9. E Yanıtınız yanlış ise “Nous” konusunu yeni-
den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.

5. E Yanıtınız yanlış ise “Tanrı” konusunu yeni- 10. C Yanıtınız yanlış ise Plotinus’un Estetik An-
den gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Araştır Yanıt
8 Anahtarı

Yeni-Platonculuk farklı düşünsel geleneklerin bir uzlaşısı olarak görülebilir.


Onda Pythagoras, Parmenides, Empedokles, Platon, Aristoteles, Stoa ve Hint
düşüncelerinin önemli etkileri vardır. Pek çok düşünsel etkiyi bünyesinde barın-
dıran Yeni-Platonculuk ileriki dönemlerde başka dinî ve felsefî gelenekler üze-
rinde etki uyandırmıştır. Başka bir deyişle, o, hem etkilenen hem etkileyen bir
felsefî öğretidir. Yeni-Platonculuğun Hıristiyan ve Müslüman filozoflar üzerinde
ciddi tesirleri olduğu bilinmektedir. Örneğin Hıristiyanlığın kurucu babaların-
dan biri olarak kabul edilen Aziz Augustinus Plotinus’un öğretilerini Hıristiyan-
Araştır 1 lıkla uzlaştırmayı denemiştir. Aziz Augustinus “kötülük problemi”ni çözmeye
çalışırken Plotinus’un maddeye atfettiği yokluk fikrinden yararlanmıştır. Ona
göre, kötülük aslında bir yokluktan ibarettir. Plotinus kimi Müslüman filozof-
lar üzerinde de benzer bir etki yaratmıştır. Örneğin Farabi, Plotinus’un sudur
teorisini İslam düşüncesiyle uzlaştırmaya gayret göstermiştir. Ona göre de evren
Tanrı’dan zorunlu olarak taşmıştır. Bu bakımdan evrenin ezeli olduğu söylenebi-
lir. Yeni-Platonculuk filozoflar vasıtasıyla farklı dinî gelenekleri etkilemiştir fakat
bu bütünüyle olumlu bir yankı bulmuş değildir. Söz konusu etkiler ciddi tartış-
maların doğmasına da yol açmıştır. Örneğin Müslüman düşünürlerden Gazali,
Farabi’nin sudur teorisini İslam inancıyla uzlaştırma girişimini eleştirmiştir.

Felsefe kendi içine kapalı bir düşünsel disiplin değildir. Filozoflar düşünsel
açıdan kendilerini beslemek amacıyla merak ve öğrenme güdüsünü daima ön
planda tutarlar. Bu bakımdan, bir filozofun farklı düşünsel geleneklerden et-
kilenmesi ve bu etkilere kendi felsefî yaklaşımında yer vermesi doğaldır. Plo-
tinus, imparator Gallienus’un İran seferine katılmış ve muhtemelen bu sefer
esnasında İran ve Hint düşüncelerine dair yeni şeyler öğrenmiştir. Felsefe tari-
Araştır 2 hi kaynakları Plotinus’un düşüncesinde gözlemlenen mistisizmi bu sefer esna-
sında yaptığı gözlemlere dayandırmaktadırlar. İran seferi Plotinus’u mistik bir
düşünceye yönlendirmiş gözükmektedir. Antik Yunan düşüncesi akıl merkezli
bir niteliğe sahiptir ve rasyonel bilgiyi elde etmeye çalışır. Mistisizmin da-
yandığı bilgi ise vecd halinde gözlenir ve sezgiye dayalıdır. Bu haliyle mistik
bilginin Yunan düşüncesine yabancı olduğu söylenebilir. Yeni-Platonculuğun
merkezi unsurlarından birini teşkil eden mistisizm Plotinus’un İran seferi mü-
nasebetiyle tanıştığı Hint düşüncesinden aldığı etkiyi yansıtmaktadır.

210
İlkçağ Felsefesi

Araştır Yanıt
8 Anahtarı

Plotinus’un sudur teorisi monoteist dinlerin, yani Yahudilik, Hıristiyanlık ve


İslam’ın benimsediği yaratma doktrinini bütünüyle dışarıda bırakmaktadır.
Monoteist dinlere göre, Tanrı evreni sonradan var etmiştir. Mekân gibi zaman
da Tanrı’nın bir yaratımıdır. Evren bu zaman ve mekân içerisinde Tanrı tara-
fından sonradan var edilmiştir. Yok olan bir şey var kılınmıştır. Tanrı hem bilgi
hem de irade sahibidir. Evreni bu bilgiye dayalı olarak kendi iradesi neticesin-
de yaratmıştır. Tanrı açısından herhangi bir zorunluluktan bahsedilemez. Bü-
Araştır 3 tün zorunlulukların kaynağı O’dur, fakat O’nun için asla bir zorunluluk söz
konusu edilemez. Oysaki Yeni-Platonculuğun benimsediği sudur anlayışında,
evren Tanrı’dan zorunlu olarak taşmaktadır. Evrenin Tanrı tarafından yaratıl-
dığı söylenemez, çünkü yaratma eylemi bir irade gerektirir. Oysa, Plotinus’a
göre, Tanrı’nın bir iradesi yoktur. İrade değişen ve dönüşen varlıklarda bulu-
nabilir. Tanrı ise daima kendi kendisiyle özdeştir ve O’nda bir değişim vuku
bulmaz. Bu bakımdan sudur ve yaratma teorileri birbirini tamamen dışarıda
bırakmaktadır.

Evet, vecd subjektif bir bilgi türü olarak nitelendirilebilir. Mistik bir tecrübe
olarak vecd halini yaşayan biri tecrübesini dile dökemez. Çünkü bu tecrübe
bireysel aklın alanını dahi aşmaktadır. Ayrıca söz konusu tecrübenin konusu
Araştır 4 Tanrı’dır ve Tanrı, Yeni-Platoncu öğretiye göre, asla tanımlanamaz. Tanımla-
namayan bir şey hakkındaki tecrübeden türetilen bilgi ister istemez kişisel,
yani sübjektif bir içeriğe sahip olacaktır. Bunun ise diğer insanlar açısından
evrensel bir epistemolojik değerinin olduğunu iddia etmek güçtür.

Yeni-Platoncu teoride bilgi ile ahlak arasında zorunlu bir bağlantı vardır. Hat-
ta bilgi ahlakın ön şartı olarak kabul edilir. Bir eylemin ahlaki bir nitelik kaza-
nabilmesi için onun bilinçli bir şekilde gerçekleştirilebilmesi gerekir. Bu ise o
Araştır 5 eylemin ancak bir bilgiye istinaden hayata aktarılabileceği anlamına gelmek-
tedir. Kurtuluş tesadüfi bir şekilde gerçekleştirilen sıradan eylemlerle değil, ne
için tercih edildiği ve hangi sonuçlara yol açacağı bilinen eylemlerle mümkün-
dür. Bilgi ve ahlak arasındaki bağlantı Yeni-Platonculuğun ontolojik, episte-
molojik ve etik unsurlardan örülü bir sistem olduğunu göstermektedir.

Yeni-platonculukta nesneye atfedilen estetik değer nesnenin bizzat kendisine


değil, temsil ettiği şeye yöneliktir. Başka bir deyişle, yansıtan değil yansıtılan-
dır güzel olan. Nesnenin kendisi özce güzel değildir. O ancak güzel ideasından
pay aldığı ve onu temsil ettiği için güzel kabul edilmektedir. Bu bakımdan,
Araştır 6 nesneye estetik bir değer atfetmek Yeni-Platonculuk açısından bir çelişki ola-
rak kabul edilemez. Ayrıca, nesnedeki güzellik yalnızca insanın kurtuluşa doğ-
ru yükselmesini mümkün kıldığı ölçüde değerlidir. Kendinde güzel olmayan
şeyin kendinde amaç olarak belirlenmesi Yeni-Platonculuk açısından geçerli
bir düşünce teşkil etmemektedir.

211
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)

Kaynakça
Blumenthal, H. J., ve Markus, R. A. (Ed.) (1981). Plato. (2008). Timaeus. Timaeus and Critias içinde.
Neoplatonism and Early Christian Thought: Essays Çev. Robin Waterfield. Oxford: Oxford University
in Honour of A. H. Armstrong. London: Variorum Press.
Publications Ltd.
Plotinus. (1989). Enneads I. İngilizceye Çeviren A. H.
Camus, A. (2007). Christian Metaphysics and Armstrong. Cambridge: Harvard University Press.
Neoplatonism. İngilizceye Çev. Ronald D. Srigley.
Porphyry. (1989). “On the Life of Plotinus and the
Columbia and London: University of Missouri
Order of His Books.” Enneads I içinde, ss. 3-87.
Press.
Çeviren A. H. Armstrong. Cambridge: Harvard
Carabine, D. (1995). The Unknown God. Negative University Press.
Theology in the Platonic Tradition: Plato to
Porphyry. (1994). Against the Christians. Ed. R. Joseph
Eriugena. Louvain: Peeters Press.
Hoffman. New York: Prometheus Books.
Cevizci, A. (2015). Felsefe Tarihi: Thales’ten
Simmons, M. B. (2015). Universal Salvation in Late
Baudrillard’a. İstanbul: Say Yayınları.
Antiquity. Porphyry of Tyre and the Pagan-Christian
Copleston, F. (1993). A History of Philosophy. Volume Debate. New York: Oxford University Press.
I. Greece and Rome. New York: Image Books.
Skirbekk, G., ve Gilje, N. (2014). Antik Yunan’dan
Corrigan, K. (2005). Reading Plotinus: A Practical Modern Döneme Felsefe Tarihi. Çev. E. Akbaş ve Ş.
Introduction to Neoplatonism. Indiana: Purdue Mutlu, İstanbul: Kesit Yayınları.
University Press.
Stamatellos, G. (2007). Plotinus and the Presocratics:
Drozdek, A. (2007). Greek Philosophers as Theologians. A Philosophical Study of Presocratic Influences on
Hampshire: Ashgate. Plotinus’ Enneads. Albany: State University of New
York Press.
Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi. Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. İstanbul: Yol
Yayıncılık.
Fakhry, M. (2002). Al-Farabi, Founder of Islamic
Neoplatonism: His Life, Works and Influence. Thilly, F. (2000). Felsefenin Öyküsü: Yunan ve Ortaçağ
Oxford: Oneworld Publications. Felsefesi. Çev. İ. Şener, İstanbul: İzdüşüm Yayınları.
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Kitabevi. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
Iozzia, D. (2015). Aesthetic Themes in Pagan and
Christian Neoplatonism: From Plotinus to Gregory
of Nyssa. New York: Bloomsbury Academic.

212
İlkçağ Felsefesi

sözlük

A Arete: Eski Yunan felsefesinde genellikle “erdem”, yer


yer “mükemmellik” ya da “yetkinlik” anlamında
Adeimantus: Platon’un erkek kardeşlerinden birinin kullanılan terim.
adı.
Aristippos: MÖ 435-MÖ 386 yılları arasında ya-
Agnostik: Bilinemezcilik fikrini benimseyen kişi. şamış olan Yunan düşünür. Sokrates’in öğrencisi
Agnostisizm: Bilinemezcilik. Teoloji tartışmaların- olan Aristippos, Kirene Okulu’nun kurucusu ola-
da çok sık karşılaşılan bu kavram Tanrı’nın var rak bilinir.
olup olmadığını, varsa onun hangi sıfatlara sahip Ariston: Platon’un babası.
olduğunu söylemenin mümkün olmadığını belir-
tir. Agnostisizme göre, Tanrı’nın varlığına ya da Aristophanes: MÖ 450-MÖ 388 tarihleri arasında
sıfatlarına dair yargıda bulunmayı mümkün kıla- yaşamış, Eski Yunan’daki komedi yazarlığının en
cak verilere ulaşmak imkânsızdır. Bu nedenle, bu büyük temsilcilerinden biridir.
hususlarda bildirimde bulunmak yerine, yargıyı Aristoteles: MÖ 384-322 yılları arasında yaşamış
askıya almak gerekmektedir. olan ilkçağ filozofu. Platon’un öğrencisi olan Aris-
Akademi: Platon tarafından Atina’da MÖ 388-387 toteles ilkçağın sistem sahibi filozoflarından biri-
yılları arasında kurulan, dünyanın bilinen en eski dir.
yükseköğretim kurumudur. Aristo dâhil pek çok Arkhe: Cevher, töz. Varlığın ortaya çıkışını sağlayan
ilk çağ filozofu bu okulda yetişmiştir. temel unsur. İlk ilke, ilk neden.
Ammonius Sakkas: MS 175 ile 242 yılları arasın- Ataraxia: Ruh dinginliği. Demokritos’a göre ahlakın
da yaşamış olan bir filozoftur. On yıldan fazla bir amacı.
süre Plotinus’un öğretmenliğini yapmıştır. Atom: Demokritos’a göre, maddenin kendisinden
Anaksimandros: Miletos okulunun bir filozofu. MÖ geriye gidilmesi mümkün olmayan en küçük par-
610-545 yılları arasında yaşamıştır. çası. Varlığın yapıtaşı.
Anaksimenes: MÖ 585-525 yılları arasında yaşamış Atomizm: Varlığın atomlardan oluştuğunu kabul
olan bir filozof. eden felsefî görüş.
Anaxagoras: MÖ 500-428 yılları arasında yaşamış
olan ilkçağ filozofu. B
Antiphon: Platon’un üvey erkek kardeşi. Bir: Plotinus’un Tanrı’ya verdiği isim. Bir varlığın ve
Antisthenes: MÖ 444-368 yılları arasında yaşamış iyiliğin ötesindedir.
olan bir filozof. Kinikler Okulu’nun kurucusu.
Antropolojik Dönem: İlkçağ felsefesinin insan ile
ilgili meseleleri (din, bilgi, ahlak, estetik vs.) ele
C-Ç
alan ve genellikle Sofistlerle başlatılan dönemi. Charmides: Platon’un erken dönem eserlerinden.
Apatheia: Stoacıların haz, acı ya da korku gibi duy- Cratylus: Platon’un eserlerinden.
gulardan uzak olma durumuna verdikleri isim. Critias: Platon’un tamamlanmamış eseri.
Apeiron: Yunanca “sonsuzluk” anlamına gelmekte- Crito: Platon’un erken dönem eserlerinden. Diyalog
dir. Anaksimandros’a göre arkhe apeirondur. biçimindeki eserdeki başat karakterler Sokrates ve
Apofatik Teoloji: Tanrı hakkında, onun nitelikleri- Crito’dur.
nin ne olduğunu belirten bir söylemin dile geti- Cyrene’li Anniceris: Platon I. Dionysius tarafından
rilemeyeceğini iddia eden yaklaşım. Bu yaklaşıma esir edilerek köle pazarında satıldığında onu satın
göre, Tanrı’nın ne olduğu değil ne olmadığı söy- alarak özgürleştiren varlıklı adam.
lenebilir. Çelişmezlik İlkesi: Aristoteles mantığının temel il-
Apology: Platon’un erken dönem eserlerinden. Bu kelerinden biri. Bu ilkeye göre, bir şey aynı şartlar
eser Sokrates’in Savunması olarak da bilinir ve altında aynı ve anda hem kendisi hem de kendi-
yazı tekniği açısından tam anlamıyla bir diyalog sinden başka bir şey olamaz.
sayılmaz.

213
Sözlük

D Doxa: Platon felsefesinde duyular yoluyla elde edilen


bilgidir. “Kanaat, beklenti” anlamları da taşır. Pla-
Daimon: Kişinin içinde duyduğu, tanrısal kabul edi- ton doxayı hakiki bilgiden (episteme) ayrı olarak
len ses. Bu kavramı Sokrates çokça kullanmıştır. tanımlar. (bkz. episteme).
Özellikle bir eylemin ahlaki olup olmadığını be-
lirlerken dikkate alınan bir unsurdur. Düalizm: İkicilik.
De Anima: Aristoteles’in psikoloji ile ilgili kitapların-
dan biri. Ruh Üzerine anlamına gelmektedir. E
Deist: Deizm görüşünü benimseyen kişi. Eidos: Bkz. “idealar dünyası”.
Deizm: Kelime olarak “yaradancılık” anlamına gel- Elealı Zenon: MÖ 490-430 yılları arasında yaşamış
mektedir. Din felsefesi tartışmalarında Tanrı’nın olan bir filozoftur. Parmenides’in öğrencisidir.
evreni yarattıktan ya da biçimlendirdikten sonra Elea okuluna mensup olan Zenon felsefe tarihine
onu kendi haline bıraktığını kabul eden görüş. “Zenon paradoksları” ile geçmiştir. O, söz konusu
Dinî hakikatlerin kavranabilmesi için aklın yeterli paradokslar vasıtasıyla değişimin, çokluğun ve ha-
olduğu, vahye gerek bulunmadığı inancı. reketin imkânsız olduğunu gösterme iddiasındadır.
Demiurgos (Demiurge): İlk çağ Yunan felsefesinde, Empedokles: MÖ 495-435 yılları arasında yaşamış
fiziksel dünyayı belirli bir düzen içerisinde yara- ilkçağ filozofu. Doğa Üzerine ve Arınmalar adlı
tan ve öyle kalmasını sağlayan güç. Tek tanrılı din- eserlerinin olduğu bilinmektedir.
lerdeki Tanrı anlayışı ile karıştırılmamalıdır, zira Enneadlar: Plotinus’un ölümünü müteakip, öğrenci-
Demiurgos’un kendisi de başka şeyler tarafından si Porphyry tarafından 6 cilt halinde düzenlenen
meydana getirilmiştir. yazıları. Ennead Yunanca “dokuz” anlamına gel-
Demokritos: MÖ 460-371 yılları arasında yaşamış mektedir. 6 cildin her biri 9’ar bölümden müte-
ilkçağ filozofu. şekkil olup toplamda 54 bölümdür.
Demos: Platon’un üvey erkek kardeşi. Epiktetos: 55-135 yılları arasında yaşamış olan bir fi-
Descartes: 1596-1650 yılları arasında yaşamış olan lozoftur. Yeni Stoa ekolüne mensuptur.
Fransız felsefeci. Aristo merkezli Skolastik felsefe- Epiküros: MÖ 341-271 yılları arasında yaşamış olan
ye meydan okuyan Descartes, modern felsefenin hazcı ve materyalist filozof.
kurucusu olarak bilinir. “Düşünüyorum, o halde Epinomis: Platon’un eserlerinden. Bu eserin Platon’a
varım” cümlesi, onun şüpheci yönteminin özeti ait olduğu tartışmalı olsa da eser Platon’un Yasalar
mahiyetindedir. adlı eserindeki tartışmaların devamını ihtiva eder.
Determinizm: Belirlenimcilik. Evrende cereyan eden Episteme: Platon’a göre “gerçek bilgi”. Platon, idealar
şeylerin, insan davranışları da dâhil olmak üzere, dünyasına ait bilgi ile maddi-fiziksel dünyaya ait
belirli sebepler tarafından önceden, sıkı bir şekilde bilgi arasında bir ayrım yapar. Maddi dünyaya ait
belirlendiği düşüncesi. bilgiler kanaatler-beklentilerdir. Duyularda oluşan
Devlet: Platon’un önemli eserlerinden biridir. bu bilgi türüne Platon “doxa” adını verir. Diğer
Diogenes: MÖ 412-323 yılları arasında yaşamış yandan, idealar dünyasına ait bilgi en üst düzey
olan, Kinik felsefesinin öncüsü ünlü filozof. aklî çabalarla ortaya çıkar ki Platon buna “episte-
Dionyosçuluk: Antik Yunan’daki en önemli kültler- me” kavramıyla işaret eder.
den biri. Epokhe: Yargıyı askıya almak. Yargıdan kaçınmak.
Diyalektik: İlk çağ Yunan felsefe geleneğinde (dinle- Eristik: Cedel, didişme. Sofistlerin tartışma esnasında
yiciler karşısında) karşıt fikirleri belirli bir düzen karşılarındaki kişiyi ne pahasına olursa olsun sus-
içerisinde ve kurallar dâhilinde öne sürerek kar- turmak amacıyla kullandıkları yöntem.
şısındakinin sözlerini geçersiz kılıp, hem seyirciyi Eros: Arzu, aşk ya da sevgi anlamında kullanılan kelime.
hem de rakibini ikna etme etkinliği. Son derece Yunan söylenbiliminde “aşk tanrısı”na karşılık gelir.
yüksek bir entelektüel çaba gerektiren diyalektik, Eudaimonizm: Mutçuluk. Ahlakın amacının insanın
ilerleyen yıllarda (Marksizm dâhil) pek çok düşün- mutluluğa ulaşmasını sağlamak olduğunu savu-
ce akımına da yöntemsel ilham vermiştir. Platon nan felsefî görüş. Mutluluğun ne olduğu konu-
felsefesinde diyalektik, zıtların bir araya gelerek sunda eudaimonist akımlar arasında farklar vardır.
anlamlı bir bütün oluşturmasıdır. Bu hâliyle kav- Örneğin Aristototeles’e göre, mutluluk rasyonel
ram, Alman felsefeci F. W. Hegel’e (1770-1831) eylemde bulunmak iken Kirene okuluna mensup
de ilham vermiştir. filozoflar için mutluluk hazza ulaşmaktır.

214
İlkçağ Felsefesi

Eudemos’a Etik: Aristoteles’in ahlak hakkındaki Homeros: Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozan. Batı
eserlerinden biri. edebiyatının ilk büyük eserleri kabul edilen İlyada
Eupolisos: Eski Yunan’daki komedi yazarlarından bi- ve Odysseia destanlarının yazarı veya derleyicisi
ridir. Bilinen en ünlü oyunu Demes’tir. olduğu kabul edilmektedir.
Euthydemus: Platon’un eserlerinden birinin adı. Hylomorfizm: Kabaca “madde-biçimcilik” anlamına
gelmekte olup Aristoteles’in ruh anlayışını tanım-
Euthyphro: Platon’un erken dönem eserlerinden. lamak üzere kullanılır. Aristoteles’e göre, ruh be-
denin biçimi (morphē), beden de ruhun maddesi-
F dir (hylē).
Fenomen: Duyu organlarına konu edilebilen şey, Hylozoizm: Canlı-maddecilik. Maddenin hareket
nesne. ve değişimi bizzat kendi özünden türettiğine dair
düşünce.
Filozof: Yunanca iki sözcüğün birleşiminden oluşur:
Philo ve sophos. Philo sevgi, sophos ise bilgi anlamı-
na gelmektedir. Dolayısıyla, philosophos sözcüğü- I-İ
nün tam karşılığı “bilgisever” insandır. Iamblichus: Porphyry’den sonra Yeni-Platonculuğun
Form: Bkz. “İdealar dünyası” en etkili temsilcisi. 250-325 yılları arasında yaşa-
mıştır. Pythagorasçı Yaşam adlı bir eseri vardır.
Fragman: Kısım, parça. İlkçağ filozoflarından günü-
müze kalan ve onların felsefesi hakkında fikir sahi- Ion: Platon’un erken dönem eserlerinden.
bi olunmasını sağlayan cümleler ya da paragraflar. İdea: Bkz. “idealar dünyası”.
İdealar Dünyası: (“Formlar dünyası” olarak da bili-
nir). Platon felsefesinde, duyulara konu olmayan
G yüksek aklî faaliyetlere konu olabilen varlıkların
Gallienus: 253-268 yılları arasında hüküm sürmüş yer aldığı bir ontolojik zemin. Bu dünyada yer
olan Roma İmparatorudur. Plotinus’un yakın bir alan varlıklara Platon eidos veya idea adını verir.
arkadaşıdır. İndeterminizm: Determinizmin zıddı. (bkz. Deter-
Glaucon: İlk çağ filozoflarından Platon’un erkek kar- minizm.)
deşlerinden birinin adıdır. İroni: Söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya
Gorgias: MÖ 483-375 yılları arasında yaşamış olan olayla alay etme.
nihilist bir sofist. “Hiçbir şey yoktur”, “olsa da
bilemezdik”, “bilsek de başkasına aktaramazdık”
önermelerinin sahibi. Platon erken dönem eserle-
J
Jacques Lacan: (1901-1981) Fransız psikanalist.
rinden birine Gorgias’ın adını vermiştir.
Sigmund Freud’un psikanalitik teorisini kendi
düşünceleriyle harmanlayarak, kendine özgü psi-
H kanalitik teoriyi oluşturmuştur.
Hedonizm: İnsan eylemlerinin nihai hedefinin haz
duymak olduğunu iddia eden görüş. K
Herakleitos (Heraklit): MÖ 535-457 yılları arasın- Kakia: Eski Yunanca’da “kötülük”, “fenalık”.
da yaşamış olan bir filozoftur. Arkheyi ateş olarak Kalon: Yunanca “güzellik” ya da “mükemmellik” an-
kabul etmiştir. Evrende sürekli bir değişimin var lamına gelmektedir. Aristoteles’e göre şiirin amacı
olduğu fikri felsefesinin temel iddiaları arasında kalondur.
yer almaktadır. Kanonik: Epikürosçuların mantığa verdiği isim. On-
Hermarkhos: MÖ 325-250 yılları arasında yaşamış lara göre felsefenin kanonik, fizik ve ahlak diye üç
olan Epikürosçu filozof. bölümü vardır.
Hesiodos: Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinir. Kant: (Immanuel Kant, 1724-1804) Alman felsefeci.
Hippias I ve II: Platon’un erken dönem eserlerinden. Modern felsefe tarihinde büyük etkiye sahiptir.
Eleştirel felsefe geleneğinde çok önemli bir yere
Hippias: MÖ 460-399 yılları arasında yaşamış olan
sahiptir. Fenomenler dünyası ve numenler dünyası
sofist.
arasında yaptığı ayrım, Platon’un idealar dünyası
ve fiziksel dünya arasında yaptığı ayrıma benzer.

215
Sözlük

Katafatik Teoloji: Tanrı hakkında, onun nitelikleri- Logos: Yunancada akıl, düşünce, ölçüt gibi anlamlara
nin neler olduğunu belirten olumlu bir söylemin gelmektedir. Herakleitos’un düşüncesinde ise bu
dile getirilebileceğini söyleyen yaklaşım. Tanrı’nın kelime içerisinde her şeyin oranlı bir biçimde de-
nitelikleri vardır ve bunlar hakkında konuşulabi- ğiştiği düzeni tanımlamak üzere kullanılmaktadır.
lir. Örneğin Tanrı’nın bilgi sahibi, iradeli, gören, Lykeion: Aristoteles’in kurduğu okul. Latince adı
işiten bir varlık olduğunu söylemek katafatik bir Lyceumdur. Platon’un Akademisinden sonra ilk-
teoloji yapmak demektir. çağın en etkili eğitim-öğretim kurumudur. Aris-
Katalepsis: Yunanca “kavramak” anlamına gelmek- toteles derslerini ayakta ve yürüyerek yaptığı için
tedir. Kıbrıslı Zenon’un bilgi teorisinde objesini okuluna Peripatos adı da verilmiştir. Peripatetizm
aslına uygun olarak, tahrif etmeden yansıtan dü- tabiri bu okulun mensuplarının benimsediği dü-
şünceyi tarif etmektedir. şünceye işaret etmektedir. Peripatetikler denildi-
ğinde ise Aristoteles’in öğretilerini benimseyen
Katharsis: Arınma. Pek çok filozof tarafından kul- kişiler anlaşılmaktadır. İslam düşünce tarihinde
lanılan bir kavramdır. Örneğin Yeni-Platoncular Peripatetiklere “meşşâiyyûn” (yürüyenler) adı ve-
ruhun reenkarnasyon sürecinden kurtulması için rilmektedir.
arınması gerektiği kanaatindedirler. Aksi takdirde,
Lysis: Platon’un erken dönem eserlerinden.
ruh, sonsuza kadar bir bedenden diğerine girecek
ve sürekli bir çile halini tecrübe edecektir.
Khrysippos: MÖ 280-206 yılları arasında yaşamış M
olan filozof. Eski Stoa ekolüne mensuptur. Mantık: Arapçada ‘konuşmak’ anlamına gelen ‘nutk’
Kıbrıslı Zenon: MÖ 334-262 yılları arasında yaşa- kelimesinden türetilmiştir. Batı dillerinde mantık
mış olan filozof. Stoacılığın kurucusudur. anlamına gelen ‘logic’ kelimesi de benzer bir bi-
çimde ‘söz, kelime’ demek olan Yunanca ‘logos’
Kitâbu Ârâ-i Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla: İslam düşü-
kelimesinden türetilmiştir.
nürü Farabi’nin (872-950) önemli eserlerinden
biridir. Türkçe’ye “Erdemli Şehir” ve “İdeal Dev- Marcus Aurelius: 121-180 yılları arasında yaşamış
let” olarak tercüme edilmiştir. olan bir filozoftur. Aynı zamanda Roma İmpara-
torlarından biridir.
Kleanthes: MÖ 331-232 yılları arasında yaşamış
olan bir filozoftur. Eski Stoa ekolüne mensuptur. Materyalizm: Evrendeki tek gerçekliğin maddeden
ibaret olduğunu iddia eden felsefî görüş.
Kozmogoni: Yunanca kosmos ve goneia kelimelerin-
Menexenus: Platon’un erken dönem eserlerinden.
den türemiş olup evrendeki düzenliliği, ya da biz-
zat evrenin kökenini araştırmaya yönelik düşünsel Meno: Platon’un erken dönem “Sokratik
faaliyetlere atfen kullanılmaktadır. diyalog”larından biri. Platon’un kendi özgün dü-
şüncelerine geçiş eseri olarak görülmektedir.
Kratylos: Platon’un erken dönem hocalarından biridir.
Meteor: Eski Yunanca’da gökte veya yüksekte olan şey.
Kritias: MÖ 460-403 yılları arasında yaşamış olan
sofist. Metrodorus: MÖ 331-278 yılları arasında yaşamış
olan Epikürosçu filozof.
Ksenophanes: Sokrates’in öğrencisi. Platon ve Aristo-
Miletos Okulu: Natüralist dönemin en meşhur ekol-
teles gibi kimi filozoflar tarafından Permenides’in
lerinden birine verilen ad. Thales, Anaksimandros
başını çektiği Elea Okulu’nun kurucusu gösterilen
ve Anaksimenes bu okula mensuptur. İyonya oku-
Eski Yunanlı ozan ve düşünür.
lu olarak da isimlendirilir.
Mimesis: Taklidcilik, taklid, öykünme, sanat.
L Monizm: Bircilik. Doğa felsefesi tartışmalarında
Laches: Platon’un erken dönem eserlerinden. yalnızca bir arkhenin mevcudiyetini kabul eden
Leibniz: (Gottfried Wilhelm Leibniz, 1646-1726). görüş.
Alman felsefeci ve matematikçi. Diferansiyel ve Monoteizm: Tek-tanrıcılık. Yahudilik, Hıristiyanlık
integral hesaplamalarını (Newton’dan ayrı olarak) ve İslam’ın benimsediği, tek bir Tanrı’nın mevcut
bulmuştur. 17. yüzyılın rasyonalizmi savunan dü- olduğu şeklindeki dinî inanç.
şünürlerindendir. Evrendeki her varlığın nihai en Muallim-i Evvel: Arapça “ilk öğretmen” anlamına
küçük temeli olarak tanımladığı monadlar hak- gelmektedir. İslam filozoflarının Aristoteles’e ver-
kındaki görüşleri ile ön plana çıkmıştır. dikleri isimdir.

216
İlkçağ Felsefesi

Mysterie: İman edenlere günahlardan arınma, öte Önerme: Nesneler hakkında verilen, doğru veya yan-
dünyada mutluluk içinde yaşama sağlayan gizli lış olabilen kısa hüküm. Örneğin “Jüpiter bir ge-
kült, din. zegendir” ifadesi bir önermedir. Önermelerde bir
Mythos: İlkçağ Yunan felsefesinde “söylen” ya da süje ve bir yüklem bulunur. Süje ve yüklemin bir
“mit” anlamında kullanılan sözcük; çağları aşıp birine bağlanması önermeyi meydana getirir. Süje
kulaktan kulağa yayılan söylenmiş ya da duyul- ile obje arasında bir bağ kurulmayan ifade anlamlı
muş söz. bir hüküm belirtmeyeceği için bir önerme olamaz.
Özdeşlik İlkesi: Aristoteles mantığının temel ilkele-
rinden biridir. Bu ilke, bir şeyin kendi kendisi ile
N aynı olduğunu belirtir (A=A gibi).
Negatif Hazcılık: Epiküros’un hazcılığına verilen isim.
Negatif hazcılığa göre, haz acının yokluğudur.
Negatif Teoloji: Tanrı hakkında olumlu sıfatlar kul-
P
lanılamayacağı düşüncesi üzerinde üretilen dinî/ Pagan ya da Paganist: Çok tanrıcı. Paganizme men-
felsefî yaklaşım. Negatif teolojiyi benimseyenler sup kişi.
hakkındaki tanımlarla Tanrı’nın sınırlandırılaca- Paganizm: Çok tanrıcılık. Doğadaki çeşitli hadiseleri
ğına inanmaktadırlar. Tanrı sonsuz olduğuna göre veya güçleri birer tanrısal varlık olarak benimse-
onu sınırlandırıcı ifadeler kullanmamak gerekir. yen dinî inanç.
Dolayısıyla, Tanrı’nın “ne olduğu” değil, “ne olma- Panaitios: MÖ 180-110 yılları arasında yaşamış olan
dığı” söylenmelidir (Ayrıca bkz. Apofatik Teoloji). bir filozoftur. Orta Stoa ekolüne mensuptur.
Nikomakhos’a Etik: Aristoteles’in ahlak hakkındaki Panteizm: Tanrı ile evren arasındaki farkı ortadan
başlıca eserlerinden birine verdiği isim. kaldıran teolojik düşünce. Antik dönemde Stoacı-
Nominalizm: Adcılık. Yalnız tikellerin (tek tek nes- lar, modern dönemde ise Spinoza bu düşüncenin
nelerin) gerçek olduğuna, tümellerin ise birer en meşhur temsilcileridir.
isimden ibaret bulunduğuna yönelik düşünce. Paradoks: Yunanca paradoksos (karşıt, çelişen) söz-
Nous: Akıl, zihin. Plotinus’a göre, Tanrı’dan ilk su- cüğünün modern dildeki karşılığıdır. Doğru gö-
dur eden varlık. Benzer bir yorumla, Anaxagoras’a rünmekle birlikte gerçekte çelişki barındıran ya
göre, başlangıçta evrene egemen olan kaosu koz- da sezgiye aykırı sonuçlara yol açan ifade ya da
mosa dönüştüren güç. Evrenin mimarı. Platon ifadeler topluluğu anlamına gelmektedir.
felsefesinde bilginin (episteme) ortaya çıktığı yer.
Parmenides: MÖ 515-460 yılları arasında yaşamış
olan ilk çağ filozofu. Elea Okulunun en önemli
O-Ö temsilcisi olarak kabul edilir. Platon dâhil, pek
Okeanos: Okyanus ya da dünyanın çevresini saran çok ilk çağ filozofunu düşünceleriyle etkilemiştir.
sınırsız deniz. Perictione: Platon’un annesi
Organon: Yunanca “araç” anlamına gelmekte olup Phaedo: Platon’un erken dönem eserlerinden.
Aristoteles’in mantık alanındaki düşüncelerini Phaedrus: Platon’un eserlerinden.
içeren eserdir. Eser Kategoriler, Yorum Üzerine, Phainomena: Platon felsefesinde duyulara konu olan
Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler ve varlıklar. Fenomenler. Kant’ın “fenomenler” dü-
Sofistik Çürütmeler adını taşıyan 6 bölümden
şüncesi bu kavramın etkisiyle oluşmuştur.
oluşmaktadır.
Phantastike: Platon felsefesinde, bir şeyin hakikisini
Orphizm: Orpheus tarafından kurulduğu varsayılan
değil sahtesini üretmeye dayalı taklit (mimesis).
mistik bir kurtuluş dini.
Philebus: Platon’un diyalog biçimindeki eserlerinden.
Otuzlar Tiranlığı: Atina ve Sparta arasında MÖ
404’te gerçekleşen Peloponnes Savaşı sonrasında Platonik Düalizm: Platon’un ruh ve bedeni iki fark-
Atina demokrasisine son vererek kurulan dikta lı varlık olarak gören düşüncesi felsefe tarihine
rejimi. “Platonik düalizm” olarak geçmiştir. Ruh ve be-
denin birbirinden farklı iki varlık olduğuna dair
Ousia: “Maddi varlık”. Platon felsefesinde, idealar
dünyasının dışında bulunan ve duyularımızla kav- bu düalizm (ikilik), ilerleyen yüzyıllarda çok farklı
rayabildiğimiz varlıklara işaret etmek için bu tabir düşünürler tarafından da farklı şekillerde formüle
kullanılmıştır. edilmiştir.

217
Sözlük

Platonopolis: İmparator Gallienus’un Plotinus’a


olan yakın ilgisi neticesinde kurmayı planladığı
R
“filozoflar şehri”. Ne yazık ki İmparator bu fikrini Reenkarnasyon: Yeniden doğuş. Bu düşünceye göre,
gerçekleştirememiştir. ruh, bedenin ölümünden sonra, başka bedenle-
re girerek yeniden dünyaya gelir. Reenkarnasyon
Plüralizm: Çokçuluk. Doğa felsefesi tartışmalarında
pek çok kültürde görülen bir düşüncedir. İlkçağ
birden çok arkhenin mevcudiyetini kabul eden
filozoflarından Pythagoras ve Empedokles reen-
görüş.
karnasyon fikrini benimsemişlerdir. Aynı şey Plo-
Plütokrasi: Zenginlerin yönetimine dayalı bir tür tinus için de geçerlidir.
oligarşik yönetim biçimi. Platon bu yönetim biçi-
mini eleştirmektedir. Retorik: İyi, güzel ve etkili konuşma sanatı. Belagat.
Pneuma: Nefes. Kıbrıslı Zenon tarafından Tanrı’nın
evrene içkinliğini açıklamak için kullanılan kav- S-Ş
ram. Buna göre, Tanrı bir nefes gibi evrene yayıl- Salonina: Roma İmparatoru Gallienus’un eşi. Saloni-
mıştır. na da tıpkı İmparator Gallienus gibi Plotinus’un
Poetika: Aristoteles’in şiir hakkında yazdığı eser. yakın bir arkadaşıdır.
Politicus: Platon’un eserlerinden. Seneca: MÖ 4-MS 65 yılları arasında yaşamış olan
Polyaenus: MÖ 340-285 yılları arasında yaşamış filozof. Yeni Stoa ekolüne mensuptur.
olan Epikürosçu filozof. Septuagint: Yahdilerin temel dinî metinlerinin Yu-
Porphyry: Plotinus’un öğrencisi. 234-305 yılları ara- nanca tercümesine verilen isim. Latince “yetmiş”
sında yaşamıştır. Enneadları bir araya getirmiştir. anlamına gelmekte olup tercümeyi yapan 70 Ya-
Plotinus’un hayatı hakkındaki en ayrıntılı bilgile- hudi bilgine işaret etmektedir.
re onun “Plotinus’un Hayatı Üzerine” adlı eserin- Sigmund Freud: (1856-1939) Viyanalı psikana-
den öğrenmek mümkündür. list. Psikanalizin kurucusudur. Rüyalar, cinsellik
Poseidonios: MÖ 135-51 yılları arasında yaşamış ve şiddet ile ilgili düşünceleri rağbet görmüştür.
olan bir filozoftur. Orta Stoa ekolüne mensuptur. Ruhun farklı bölümleri olduğunu ve bu bölüm-
Potone: Platon’un kız kardeşi. lerin birbiriyle etkileşim hâlinde olduğunu öne
sürmüştür.
Pre-Sokratik Dönem: Sokrates’ten önceki filozofla-
rın yaşadığı dönemi tanımlamak için kullanılan Sofist: Yunanca sophistai kavramından türemiş olup
ifade. bilgelik öğreten kişi anlamına gelmektedir. Sofist-
Prodikos: MÖ 465-399 yılları arasında yaşamış olan ler MÖ 5. yüzyılda Yunanistan’da ortaya çıkmış,
sofist. gezici öğretmenlerdir. Felsefe tarihinde genellikle
olumsuz bir imaja sahiptirler. Bu imajın bir par-
Protagoras: MÖ 481-411 yılları arasında yaşayan ve çası olarak çoğunlukla mugalatacı olarak kabul
“insan her şeyin ölçüsüdür” önermesinin sahibi
edilirler.
olan sofist.
Sokrates: MÖ 470-399 yılları arasında yaşamış olan
Psuche: Platon’un yazılarında “ruh” kavramı yerine
ilkçağ filozofu. Platon’un ve Ksenophon’un hoca-
kullanılan kelime. Esasen “can”, “ruh” ve “akıl”
sı. Politik eleştirilerinden dolayı zehirlenerek idam
gibi kavramların bileşkesidir. Batı dillerinde “psi-
edilmiştir.
koloji” (psychology: ruh bilimi) sözcüğünün kö-
kenleri, “psuche” ile yakından ilişkilidir. Soma: Eski Yunancada beden, vücut.
Pyrilampes: Platon’un babası Ariston öldükten sonra Sperma (Çoğulu Spermata): Tohum. Anaxagoras’ın
annesi Pyrilampes ile evlenmiştir. Başka bir deyiş- arkheye verdiği isim.
le Pyrilampes, Platon’un üvey babasıdır. Stoa: Yunanca bir kelimedir ve yüksek sütunlu ga-
Pythagoras (Pisagor): MÖ 570-495 yılları arasında leri, sundurma anlamına gelmektedir. Kıbrıslı
yaşamış olan ilk çağ filozofu. Pisagor teoremi ola- Zenon derslerini böyle bir galeride yaptığı için
rak da bilinen matematiksel teoremin kurucusu. okuluna Stoacılık, öğrencilerine de Stoacılar de-
Düşüncelerinde mistik öğeler ağır basmaktadır. nilmiştir.

218
İlkçağ Felsefesi

Sudur (Emanation): Türüm, türeyiş. Plotinus’a Theogonia: Yunanca theos (tanrı) ve goneia (oluş)
göre, varlığın Tanrı’dan ortaya çıkışını açıklamak kelimelerinden türemiştir. “Tanrıların doğuşu”
için başvurulabilecek temel kavram. Plotinus var- ya da “tanrıların oluşumu” anlamına gelmektedir.
lıkların Tanrı’dan “sudur” ettiğini, yani taştığını Hesiodos’un meşhur bir şiirinin adıdır.
iddia etmektedir. Sudur anlayışı ile yaratma fikri Thrasymachus: MÖ 459-400 yılları arasında yaşa-
arasında büyük bir farklılık vardır. Sudur teorisi mış olan sofist.
Tanrı’nın bir iradesi olduğu fikrini dışarıda bıra-
Timaeus: Platon’un eserlerinden.
kırken yaratma teorisi Tanrı’nın evreni kendi ira-
desiyle yoktan var ettiği kanaatine dayanmaktadır. Timokrasi: Antik çağda, başta Yunan site şehirleri
olmak üzere farklı yerlerde görülen şeref ve görev
Sübjektivizm: Öznelcilik. Özneyi her türlü düşünsel
ilkelerine dayalı yönetim.
etkinliğin merkezine alan yaklaşım. Söz konusu
etkinlik vasıtasıyla elde edilecek sonuçlar, özneye Tiranlık: Kötü ve gaddar yöneticinin başta olduğu
bağlı olduğu için, tartışmadan uzak kabul edil- yönetim biçimi. Platon’a göre, demokrasi bir süre
mektedir. Örneğin epistemolojik bir sübjektivizm sonra eşitlik ve özgürlük ilkelerinin kötüye kul-
açısından, öznenin doğru bulduğu bir yargı her lanılması nedeniyle toplumda kargaşaya ve kural-
halükarda doğrudur. Benzer şey estetik, etik vb. sızlığa yol açar. Bunun hemen ardından, toplumu
alanlar için de geçerlidir. yeniden bir güç ile yönetecek tiranlık gelir.
Symposium: Platon’un eserlerinden. To Ontos on: “Gerçek varlık”. Platon düşüncesinde
idealar dünyasındaki varlıklara işaret etmek için
Syracuse: İtalya’nın güneyinde, bugün Sicilya olarak
kullanılır.
bilinen yerdeki antik Yunan devleti.
Şüphecilik: Özellikle doğaötesi konularda olumlu
veya olumsuz yargıda bulunmaktan çekinme te- Ü
meline dayanan öğreti. Üçüncü Halin İmkânsızlığı İlkesi: Aristoteles man-
tığının temel ilkelerinden biridir. Bu ilkeye göre,
bir şey ya kendisidir ya da kendisinden başka bir
T şeydir. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
Teleoloji: Yunanca telos (amaç, erek) ve logos (bilim)
kavramlarından türetilmiştir. “Erek-bilim” anla-
mına gelmektedir. Evrenin mevcudiyetini belirli
V
bir amaçla ilişkilendiren açıklama biçimi. Vecd: Öznenin kendi içine yoğunlaşarak maddî olan
şeylerden zihnen bütünüyle uzaklaşması. Yeni-
Telos: Amaç. Anaxagoras’a göre, Nous’un evreni dü-
Platoncu teori vecd halini Tanrı’yı tecrübe etme-
zenlerken göz önünde bulundurduğu şey, erek.
nin tek yolu olarak kabul etmektedir. Tanrı hak-
Thales: MÖ 640-550 yılları arasında yaşamış olan kındaki bilgiye ulaşmanın yolu vecddir.
doğa filozofu. Felsefe tarihi kaynaklarında genelde
ilk filozof olarak anılmaktadır. Arhkenin “su” ol-
duğunu düşünür. Y
Theaetetus: Platon’un eserlerinden. Yasalar: Platon’un eserlerinden.

219

You might also like