Professional Documents
Culture Documents
Editörler
Yazarlar
BÖLÜM 2
Doç.Dr. Ahu TUNÇEL ÖNKAL
BÖLÜM 3, 7, 8
Dr.Öğr.Üyesi Fatih TAŞTAN
BÖLÜM 4
Doç.Dr. Mustafa ALTUNOĞLU
BÖLÜM 5
Doç.Dr. Coşkun TAŞTAN
BÖLÜM 6
Mahmuthan ARSLAN
Genel Koordinatör
Doç.Dr. Murat Akyıldız
Bu
kitabın
basım, yayım
ve satış hakları
Anadolu Üniversitesine
aittir.
2986-0-0-0-1709-V01
İçindekiler
Giriş ................................................................. 3 Giriş ................................................................. 21
Felsefe Sözcüğünün Anlamı ......................... 3 Miletos Okulu ................................................ 21
Thales (MÖ 640-550) .......................... 22
Mitolojik Düşüncenin Ana Hatları ............... 5
Anaksimandros (MÖ 610-545) ............ 24
Yunan Mitosunun Genel Bir Anaksimenes (MÖ 585-525) ................ 27
Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlişkisi .......... 11 Pythagoras (Mö 570-495) ve Ardılları ......... 30
Pythagorasçı Felsefede Bilgelik ve
Ruh Anlayışı ........................................... 31
Pythagorasçıların Sayılar Öğretisi
(Varlık Anlayışı) ................................... 32
Pythagorasçıların Evren Tablosu ......... 34
Değişim ve Hareket Sorunu .......................... 35
Herakleitos (MÖ 535-457) ................... 36
Herakleitos’un Evrenin Ana-Maddesi
Üzerine Düşünceleri ............................ 36
Herakleitos’un Değişim Üzerine
Düşünceleri ............................................ 37
Herakleitos’un Logos Öğretisi ............ 38
Herakleitos’un Bilgi Kuramı ve
Ruh Öğretisi ........................................... 39
Elea Okulu ...................................................... 40
Parmenides (MÖ 515-460) .................. 40
Zenon (MÖ 490-430) .......................... 42
Ksenophanes (MÖ 570-480) ............... 44
Plüralist ve Sokrates ve
BÖLÜM 3 BÖLÜM 4
Antropolojik Dönem Sokratesçi Okullar
Giriş ................................................................. 57 Giriş ................................................................. 83
Plüralist Dönem ............................................. 57 Sokrates’in Hayatı ve Bilgi Anlayışı ............. 83
Empedokles ........................................... 57 Sokrates’in Hayatı ................................. 83
Anaksagoras .......................................... 61 Sokrates’in Bilgi Anlayışı ..................... 85
Demokritos ............................................ 64 Sokrates’in Ahlak Anlayışı ............................. 88
Sokrates’in Bilgi-Ahlak İlişkisi
Antropolojik Dönem ..................................... 69
Hakkındaki Görüşleri ............................ 90
Sofistler .................................................. 69
Sokratesçi Okullar ......................................... 92
Megara Okulu ve Elis-Eretria ............... 92
Kinikler Okulu ....................................... 93
Kirene Okulu .......................................... 95
iii
Sistematik Dönem I: Sistematik Dönem
BÖLÜM 5 BÖLÜM 6
Platon II: Aristoteles
Helenistik Felsefe:
Helenistik Felsefe:
BÖLÜM 7 BÖLÜM 8 Yeni-Platonculuk
Ahlaki Dönem
(Dinî Dönem)
iv
Önsöz
Sevgili öğrenciler,
Aristoteles’in Metafizik adlı eseri şu cümleyle Bu nedenle, onların her birine ayrı bir bölüm
başlar: “Bütün insanlar doğal olarak bilmek is- tahsis edilmiş ve düşünceleri mümkün oldu-
terler.” ğunca ayrıntılı bir şekilde takdim edilmeye ça-
lışılmıştır.
Felsefe tarihi, insanın bilme arzusunun bir
hikâyesi olarak görülebilir. Bu kitap 8 ünite Yedinci bölümde Helenistik felsefenin üç ah-
dâhilinde söz konusu serüvenin ilk kısmını, ilk- laki ekolüne yer verilmektedir. Bunlar Stoacı-
çağ felsefesi adı altında irdelemektedir. lık, Epikürosçuluk ve Şüpheciliktir. Bu üç ekol
Yunan felsefesinin özgün kaynaklarına bir geri
Felsefe tarihi kaynakları ilkçağ felsefesini ge-
dönüşü de temsil etmeleri hasebiyle özel bir
nellikle Thales ile başlatıp Yeni-Platonculuk ile
dikkati hak etmektedir.
sonlandırmaktadır. Elinizdeki kitap da benzer
bir yaklaşımı takip etmiştir. Hiç şüphesiz mi- Sekizinci bölüm ise ilkçağ felsefesinin son bü-
lattan önceki altıncı yüzyıldan milattan sonraki yük düşünsel ekolü olan Yeni-Platonculuğu ele
dördüncü yüzyıla kadar üretilen felsefî düşün- almaktadır. Plotinus tarafından geliştirilmiş bir
celer koleksiyonunu giriş mahiyetindeki bir öğreti olan Yeni-Platonculuk ilkçağ felsefesi-
kitapta tüm ayrıntıları ile ele almak mümkün nin büründüğü dinî formu temsil etmektedir.
değildir. Bu nedenle, okuyucuların kitapta yer Yeni-Platonculuk Helenistik felsefenin dinî dö-
verilen bilgileri ilkçağ felsefesine dair daha ileri nem olarak nitelendirilen kısmında karşımıza
okumalar için bir hareket noktası olarak gör- çıkmaktadır.
mesinde fayda vardır.
Ayrıca, kitabın sonunda, kitapta geçen başlıca
Felsefe sözcüğünün ortaya çıkışı hakkındaki kavramlardan müteşekkil bir sözlüğe yer veril-
bir incelemeyle başlayan ilk ünite Homeros ve miştir. Bu sözlüğün okuyucular açısından fay-
Hesiodos’tan hareketle antik Yunan mitolojisi dalı olacağı kanaatindeyiz.
ve felsefe arasındaki ilişkinin ayrıntılı bir irde-
Özverili bir gayretin sonucunda ortaya çıkan
lemesini gerçekleştirmektedir.
bu kitap, hem Anadolu Üniversitesi Açıköğ-
İkinci bölüm natüralist dönem filozoflarını retim Fakültesi öğrencileri için hem de ilkçağ
ele almaktadır. Bu kapsamda sırasıyla Tha- felsefesine ilgi duyan herkes için kılavuz ni-
les, Anaksimandros, Anaksimenes, Pytha- teliğindedir. Kitabın hazırlanmasında katkısı
goras, Herakleitos, Parmenides, Zenon ve geçen herkese müteşekkiriz. Özellikle bölüm
Ksenophanes’in doğa felsefeleri yer yer muka- yazarlarımızın emekleri olmasaydı çalışmanın
yeseli bir şekilde incelenmektedir. ortaya çıkması mümkün olmazdı. Ayrıca, ver-
dikleri destekten ötürü Anadolu Üniversitesi
Empedokles, Anaksagoras ve Demokritos gibi
personeline de teşekkür etmek isteriz.
plüralist filozoflarla Sofistlerin belli başlı dü-
şüncelerinin tartışıldığı üçüncü bölümü, Sokra-
tes ve Sokratesçi Okulları konu edinen dördün-
cü bölüm takip etmektedir.
Beşinci bölüm Platon, altıncı bölüm ise Aristo-
teles hakkındadır. Platon Sokrates’in, Aristo- Editörler
teles ise Platon’un öğrencisidir. Sokrates, Pla-
Doç.Dr. Mustafa ALTUNOĞLU
ton ve Aristoteles hem kendi dönemlerindeki
hem de kendilerinden sonraki felsefî literatüre Dr.Öğr.Üyesi Fatih TAŞTAN
damgasını vurmuş olan üç büyük filozoftur.
v
Bölüm 1
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
öğrenme çıktıları
1 2
Felsefe Sözcüğünün Anlamı Mitolojik Düşüncenin Ana Hatları
1 Felsefe sözcüğünün anlamını ifade 2 Mitolojik düşünceyi ana hatları itibariyle
edebilme tartışabilme
3
3 Mitolojik düşünme biçimiyle felsefi
düşünme biçimini karşılaştırmalı olarak
değerlendirme
2
İlkçağ Felsefesi
3
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
araştırmalarla
ilişkilendir
FELSEFE İLK KEZ YUNAN’DA MI ORTAYA fenin, içine az çok mistik bir teolojiyi, hatta çilecilik
ÇlKMlŞTlR? (ascetisme) türlerini alan bir terim olarak kullanıl-
Antik adıyla İonya bölgesi, yani Batı maya başlaması bu tezi savunmayı mümkün kılan
Anadolu’nun İzmir’le Gökova körfezi arasında ka- en önemli bir hareket noktası olmuştur. Geçen yüz-
lan kıyı bölgesi felsefenin başlangıçları bakımından yılda ise Gladisch Yunan teolojisiyle Doğu teolojisi
özel bir önem taşır. Çünkü geleneksel olarak kabul arasındaki bazı benzerliklerden kalkarak bu görüşü
edilen görüş felsefenin İÖ. 6. yüzyılın başlarında savunmuştur. Buna göre Yunan teolojisi erken bir
bu bölgede başladığıdır. Hatta bu başlangıçla ilgili tarihten itibaren Doğu’nun etkisine uğramıştır ve
olarak belli bir yer, bugün Balat adını taşıyan Milet bu etki aracılığıyla da Yunan felsefesinin kendisi
zikredilir. Nitekim ilk büyük felsefe tarihçisi Aris- Doğu’nun etkisine maruz kalmıştır. Zamanımızda
toteles de felsefenin başlatıcısı olarak bu kentte ya- ise Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları üzerine ya-
şamış birini, Thales’i anar. Felsefenin Yunan, daha pılan araştırmalar sonucunda elde edilen çok daha
doğrusu İonya kaynağına ilişkin bu görüş, genel ola- geniş bir bilgi yığını üzerine dayanılarak ve radikal
rak kabul edilen bir görüş olmakla birlikte rakipsiz diye nitelendirebileceğimiz bir bakış açısından ha-
değildir. Bizzat Antikçağ’da bazıları, örneğin daha reketle bu görüş savunulmak istenmektedir. Bu
İskenderiye döneminde Mısırlı rahiplerle içlerinde bağlamda olmak üzere Sümerlilerin sadece dinleri,
ünlü Yahudi filozofu Philon’un bulunduğu bir grup mitolojileri, kozmogonileri, bilimsel buluşları bakı-
insan, buna karşı çıkmış ve onun kaynağını daha mından değil, genel olarak hayat felsefeleri, dünya
geriye, Mısır’a, Babil’e, Yahudi ulusuna geri götür- görüşleri, bunların temelinde bulunan temel değer-
meye çalışmışlardır. Bu görüşü en çarpıcı bir dille leri ve kavramları, örneğin hukuk düzeni ve anlayış-
ifade eden Yeni-Pythagorasçı Numenius olmuştur. ları bakımından önce Yunan, daha sonra bugünkü
O, Platon’un “Yunanca konuşan bir Musa” olup ol- uygarlığımızın temelinde bulundukları söylenmek-
madığını sormuştur. İlk Hristiyan düşünürlerinden tedir. Sümerlilerin -ve Mısırlıların- çeşitli bakım-
yine İskenderiyeli Clemens ile Eusebius da bu görüş lardan bugünkü uygarlığımızın, Batı uygarlığının
tarzını savunmuşlar ve Brehier’nin ayrıntılı olarak temelinde bulundukları şüphesizdir. Onların bir
üzerinde durduğu gibi Rönesans döneminde de dünya görüşleri, hayat anlayışları, daha özel olarak
birçok insan bu görüşe katılmıştır. Felsefenin Doğu mitolojileri, kozmogonileri, teolojileri vb. olduğu da
kaynağına ilişkin bu görüş geçen yüzyılda özellikle tartışma konusu değildir. Yalnız onların tanıdığımız
Almanya’da Röth ve Gladisch’te yeni temsilcilerini şekildeki hayat anlayışlarına veya dünya görüşlerine,
bulmuştur. Zamanımızda ise bu soru yalnız Yu- kolektif ve mitolojik-dinsel dünya tasavvurlarına
nan felsefesinin Mısır, Babil gibi eski Orta Doğu felsefe adının verilmesinin ne ölçüde uygun olduğu
uygarlıkları ile ilişkisi bakımından sorulmamakta, tartışmalıdır ve biz de bu tartışmada bu dünya gö-
aynı zamanda onun Hint ve Çin felsefesiyle ilişki- rüşlerine, dünya tasavvurlarına felsefe adının veril-
leri de soruşturma konusu yapılmaktadır. Felsefenin mesini uygun bulmayanlar arasında yer almaktayız.
Yunan öncesi veya dışı kaynağıyla ilgili olarak ileri […]
sürülen görüşlerde kendilerinden kalkılan hareket
noktaları, içlerine yerleşilen bakış açıları, dayanılan Kaynak: Arslan, A. (2006). İlk Çağ Felsefe Tari-
kanıtlar çok çeşitlidir ve zaman içinde değişiklikler hi Sofistlerden Platona. İstanbul: İstanbul Bilgi
göstermiştir. Örneğin İskenderiye döneminde felse- Üniversitesi Yayınları.
4
İlkçağ Felsefesi
Sophos’un ikinci anlamı ise ahlaki ustalık, yaşama ustalığıdır. Yani oturup kalkmasını, insanlara nasıl dav-
ranılması gerektiğini bilmektir. Bunun gerçekleşebilmesi için nefsi terbiye etmek gerekir. Biz, canlı varlıklar
olarak maddi bir zemine dayanmak zorundayız. Bilgeliğin ahlaki yönünde bedenin denetimi ve dengelenmesi
önemlidir. Zaten, Eski Yunan dünyasında denge önemlidir. Bedensel olanın ölçülü biçimde yaşanmasının an-
lamı, hayata bir derinlik katmaktır. Bilge insanlar, açlık gibi durumlara tahammül ederler ve bu da ancak uzun
egzersizler ve çile süreçleri sonunda mümkün olabilir. Burada tecrübe çok önemlidir. Tecrübe, insanlara taham-
mül etmeyi, yani olanı taşımayı öğretir. Bilgelik, sizin gibi olmayanı, size yabancı olanı taşımaktır. Eski Yunan
dünyasında MÖ 800’lerden MÖ 500’lere gelirken bazı büyük dönüşmeler ortaya çıkmıştır. Bu dönüşmeler
özellikle toplumsal, ekonomik ve buna bağlı olarak siyasi hayatta görülmüştür. Bu yıllarda Eski Yunan dün-
yasındaki düşünme ufku mitolojik düşünme tarafından çevrelenmişti ve felsefe her şeyden önce mitolojik bir
düşünce biçimiyle çevrelenmiş bir ortamda gelişti. Bu durumda mitolojiden etkilenmemesi ve doğanın mitolo-
jik tasarımlarıyla bir şekilde hesaplaşmaması mümkün değildi. Üstelik mitolojik düşüncenin de kendine özgü
akli bir yönü vardı ve bu da ilk Yunan filozoflarını mitolojik kavramlara akılcı bir şekilde yönelmeye sevk etti.
Öğrenme Çıktısı
5
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
bağlarına mitolojik düşüncede rastlamak çok güç- Her ne kadar mitolojik esaslı düşünme her dü-
tür. Bunun yanı sıra mitoslar, evrendeki her şeyi ki- şünme gibi bize varlık, hayat, ahlak, doğa, ölüm,
şileşmiş ve canlı olarak görürler. Onların gözünde din gibi konularda cevaplar verse de, yani mitoloji-
evrendeki her şey, her obje ya da varlık bir “sen”dir. de de düşünme dediğimiz etkinlik rol oynasa da bu
Mitolojik düşünmede ögeler arasında kurulan bağ temel sorularla ilgili olarak mitoloji “Varlık nedir?
bir “ben” ve “sen” bağına indirgenebilir. Bu bağ, Hayatın anlamı nedir? Ölüm nedir?” diye sormaz.
birbirini bağlayan iki varlıktır. Bunların cevapları mitolojiler için çok açıktır ve
Mitolojik düşünmenin özü, içinde yaşanılan bu yanıtların sorgulanması da beklenmez. Bu özel-
evrene, doğaya, çevreye saygılı olmaktır. Bu da likleriyle mitoloji uzun süre gücünü ve etkinliğini
her şeyden önce, bu evrenin dayandığı kuralları korumuşsa da MÖ 8.-5. yüzyıllar arasında eski gü-
bilmeye ve onlara saygı duymaya dayanır. Bu dü- cünü giderek yitirmiş, âdeta çöküş sürecine girmiş-
şünmede, nedenler fazla söz konusu edilmez. Daha tir. Bu yüzyıllarda artık insanları tatmin edecek bir
çok, içinde bulunulan toplumun teorik-varlıksal düşünme çerçevesi kalmamıştır. Buna paralel ola-
sorunlarına cevap verilir. Onlara, bir evren tablosu rak, Eski Yunan şehir devletlerinde yeni bir gelişme
sunulur. Bu evren tablosunun yanı sıra insanlara, ortaya çıkmıştır.
kendilerinin ne olduğunu da söyler, onlara dünya- Mitolojik düşünme sabit bir zeminde ilerlemek-
daki anlamlarının ne olduğunu gösterir. İnsanların teydi ve Eski Yunan dünyasında mitolojik düşün-
toplumsal ilişkilerde nasıl davranması gerektiği, ele meyi benimseyen gruplar, genellikle toprak sahibi
alınan konulardan bir diğeridir. aristokratlardı. Bunların şairi, Homeros’tu. Toprak
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde mitos, bir zamanla temel zenginlik ölçütü olmaktan çıkmış
yaşama tarzıdır. Nerede mitolojik düşünme varsa ve onun yerini para almıştı. Bu gelişmelere paralel
orada bir hayat vardır. Mitoslar, toplumdaki her tür- biçimde yeni bir düşünme tarzı ortaya çıkmıştır.
lü duruma ve olası probleme başlangıçtan çözüm bu- Eski yaşama tarzı artık yeni problemlerin çözümü
lur. O hâlde mitoslar da düşünen ve evren hakkında için yetmez olmuştur. Artık insanlar, Homeros’un
sorular soran insan aklının ürünleridirler ve bu aklı görüşleri ile tatmin olmamaya başlamış ve bu dü-
ikna ettikleri sürece etkinliklerini korumuşlardır. Ne şünsel gelişme süreci aristokrat sınıfın güç kaybettiği
zaman ki mitoslar insanın sorgulayıcı aklının ürünü sosyal ve siyasal olaylarla paralel ilerlemiştir. O güne
olan sorulara ikna edici yanıtlar veremez olmuştur, o dek yönetimde hiçbir hakları olmayan işçiler önce
zaman Yunan insanı bu soruları başka araçlarla yanıt- zanaatkârlık yapmış, bu yolla para ve mal biriktirmiş
lama yoluna gitmiştir. İşte felsefe, mitosların yetersiz ve gemicilik yapmışlardır. Felsefenin ortaya çıkışı,
kaldığı, evren olaylarını, insanın değişen toplumsal topraktan metaya (para) geçilen bu sürecin bir izdü-
gereksinimlerini karşılayamaz olduğu bu noktada, şümü gibidir ve felsefe tarihinde, topraktan metaya
belli bir zorunluluktan dolayı ortaya çıkmıştır. geçişin tarihini izlemek mümkündür.
dikkat
Yüklendikleri işlevi yerine getiremez oldukla-
rında mitoslar yerlerini felsefeye bırakmışlardır.
Bir başka biçimde söylenirse, mitosların insanın
gündelik hayatında karşılaştığı sorunlara çözüm
üretmekten uzaklaşması ile felsefenin ortaya çık-
ması eş zamanlıdır. Öte yandan, felsefenin ortaya
çıkışı mitosların tümüyle ortadan kalkması ile so-
nuçlanmamıştır. Bir başka deyişle, felsefe içinde
mitoslar etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Şöyle ki,
mitoslardan yakınan filozoflar (Platon bu filozof-
lardan biridir) başları her sıkıştığında ya da bir Resim 1.1 Antik Yunan Şairi Homeros
eğretileme kullanmaları gerektiğinde hemen mi-
toslara sığınmışlardır (Güçlü vd., 2003, s. 1020).
6
İlkçağ Felsefesi
Bu gelişmelerle paralel olarak ortaya çıkan gemi- ortaya çıkmadan önce bu sorulara cevap vermiş olan
cilik, felsefenin başlangıcında önemli noktalardan mitolojik düşünceler vardır. Eski Yunan felsefesinin
biri olmuştur. Gemicilik, farklı ülkelere ve kültürle- temel problemleri de bu mitolojik düşünmelerden
re seyahati temsil eder. Böylece değişik medeniyetler ortaya çıkacaktır. Bu konuda Eski Yunan dünyası-
sorgulanmış, onların inanışları ve evren anlayışlarıyla nın iki temel kişisi vardır: Homeros ve Hesiodos.
Antik Yunan dünyasınınkiler arasında bir karşılaştır- Homeros’un, aşağı yukarı MÖ 800’lerde yaşadığı
ma yapmak imkânı doğmuştur. O dönemin gemici- söylenir. Destanlarında, MÖ 1200’lü, 1100’lü yıl-
leri tüccarlardır. Gemicinin tüccarlık yapmasının yanı ları anlatır. Bunlar, bir toplumun efkârından çıkmış
sıra bir diğer işi, rüzgârları ve gökyüzünü kollamak, açıklama biçimleridir. Anlatılan öyküler, Eski Yunan
yani doğa hakkında pratik bilgilere sahip olmaktı. dünyasının belkemiğini oluşturuyor. Homeros’un
Her kültürün, toplumun kendine özgü bir dünya eserlerine yakından baktığımızda, bütün bu sorulara
görüşü vardır. Bunun da anlamı, o toplumun doğayı, cevap verdiğini görürüz. Homeros belli bir anlamda
toplumu, insanı, dinî ve tanrısal konuları, öte dün- Eski Yunan dilinin temsilcisidir.
yayı, hayatı anlamlandırmasıdır. Toplumu meydana Eski Yunan dünyasında tek tanrılı dinlerde gö-
getiren insanların bu konulara ilişkin birtakım fikir- rüldüğü anlamıyla vahye dayanan bir din anlayışı
lerinin olması gerekir. İnsanlık tarihi açısından ba- yoktur. Homeros’un eserlerinde çok saygı duyul-
kınca karşımıza çıkan ilk bütüncül düşünme biçimi, masına rağmen dine kutsal bir değer atfedilmez. Bu
mitolojik düşünmedir. Mitolojik düşünme ilk bakış- bakımlardan ele alındığında, Eski Yunan dünyasın-
ta çocuksu ve saçma gibi görünür. Ama gerçekten ha- da, kurumlaşmış bir din de yoktur. Esas yapılanma,
yatı kendi yaşama koşulları içinde anlamlandıran bir sosyal ve toplumsal kurumlar üzerinden gerçekleşti-
düşüncedir. Mitolojik düşüncede neden bulma (eti- rilmiştir. Eski Yunan dünyasında farklı türlerde din
olojik açıklama) denen bir tutum vardır. Mitolojiler, kavrayışları vardır. Bunlardan biri, halkın yaşadığı
insan düşüncelerinin hayata ilişkin ince kıvrımlarını dindir. Burada her evin, klanın kendine özgü bir
yakalarlar. Mitolojik düşünme insan, tanrılar, hayat, tanrısı vardır. Bu bakımdan, Eski Yunan dünyasın-
doğa vb. konularda sorular sorar ve cevaplar üretir. da vahiy bilgisi yok, bol miktarda mantike (esinlen-
Bu tarz düşünmede, başlangıçta her zaman için belli me) var. Bunu daha sonraları en çok Sokrates’te gö-
maddeler ya da varlıklar vardır. Yani ezelî ile ebedî rürüz. Esinlenmenin Sokrates’te ortaya çıkış biçimi,
bir şey vardır. Bunların nasıl yaratıldığı ise sorulmaz. formel bir vahiy olarak değil, esinlenme biçiminde
tek kişinin kalbine ilham etme şeklindedir.
Eski Yunan dünyasında bir de mysterie denen ta-
Mitolojik düşünmede ezelî ebedî madde rikat yapısında dinler ortaya çıkmıştır. Özel, kapalı
vardır. Bu ezelî ebedî madde yaratılma- bir biçimde yapılan ibadetler içeren bu anlayışların
mıştır. Yani yoktan var etme yoktur. Bü- başında, daha çok öbür dünya ve din konusunda
tün bunların arkasında başka bir varlık uzmanlaşmış olan Demeter dini gelir. Daha sonra,
olabilir mi diye düşünülmez. Bu madde, bu dine Dionyosçu gelenek eklenmiştir. Çeşitli bi-
bugünkü maddeye benzemez. Bu madde çimlerde görünüşe çıkan bu dinler, orta sınıfın ve alt
canlı, ruhlu ve tutsaktır. Bu maddeyle bir- tabakanın ilgisini çekmiştir. Eski Yunan dünyasının
likte mevcut olan bir irade, akıl, bu mad- felsefesi ortaya çıkarken temel taşlarına bakarsak bu
deyi harekete geçirir; düzenlenmesinde temel taşlarının din parçalı olduğu görülebilir.
etkili olur. Bu madde, bu akıl gücü tara-
fından şekillendirilip planlanır. Yani, evre-
nin rastgele meydana geldiği düşünülmez. Mysterie, iman edenlere günahlardan arın-
Khaostan kosmos meydana geliyor. Eski ma, öte dünyada mutluluk içinde yaşama
Yunan tanrıları kosmosu düzenlemezler. sağlayan gizli kült(din)lere verilen isimdir.
Kosmosun içinde yer alırlar. Mysterie mensupları, törenlerini gizli tut-
mayı kutsal bir vazife sayarlardı. Dionyos-
Mitolojik düşünme, kültürlere göre farklılıklar çuluk, bu tür en önemli kültler arasında yer
gösterse de ortak bir yapıya sahiptir. Yani, içerik ba- almaktadır. Bu kültün kurucusu olarak ka-
kımından evrensel değil, sadece yapıca evrenseldir. bul edilen, Dionyos (Dionysos) bağ, şarap
Bu farklılıklar da felsefeyi ortaya çıkaracaktır. Felsefe ve mistik vecd tanrısı olarak bilinmektedir.
7
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
8
İlkçağ Felsefesi
9
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
10
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
11
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
Demek ki birinci konu gökyüzüdür. Orada mey- bilgi yok. Hesiodos’ta ise eskiden var olan bir soy-
dana gelen olaylar onlar için önemliydi. Gökyü- dan, Altın Çağ’dan bahsedilir. Bunu Kronos yarat-
zündeki yıldızların dönme hızına göre takvim oluş- mış. Bu soy, cennette yaşamış bir soydur. Bir tek
turmuşlardır. Takvim gerek ibadet gerekse tarımın ipucu budur. Kronos, bir malzemeden insanı şekil-
düzenlenmesi için gerekli bir unsurdur. Hemen lendirdi, denmektedir.
hemen bütün kültürlerde gökyüzü incelenmiş ve Eski Yunan dünyasında, daha sonraki kaynak-
takvimin yıldızlara bağlanması bu bakımdan çok larda, insanın yaratılışının iki türlü öyküsü var:
belirleyici olmuştur. Daha sonra insanların ilgisini Bir tanesi, insanın kendiliğinden meydana gelmiş
yeryüzü çekmiştir. Çoğunlukla insanlar yeryüzünü, olduğunu ve verimli, nemli, balçıklı bir topraktan
kendi bulundukları yeri merkeze alarak incelemiş- çıktığını söylüyor. İkincisi, Dionysos denen bir
ler ve kendi bulundukları yeri evrenin merkezine tanrı ile ilgilidir. Bu tanrı neşenin, sevincin, çıl-
koymuşlardır. Evrenin taşıyıcısı da mitolojilerden gınlığın ve şarabın tanrısıdır. Bu tanrıyı titanlar,
anladığımız kadarıyla çoğu zaman sular olmuştur. yani doğadaki acımasız ve kaba güçler, bir gün yu-
Taşıyıcı değişebilir, onlar evrenin yapısını gökyüzü, tuyorlar. Zeus da bunun üzerine hepsini yakıyor.
sular ve yeryüzü biçiminde canlandırmışlar ve bu Onların yanmasıyla, bir kül yığını ortaya çıkıyor.
tablo, felsefeye miras kalmıştır. Evrenin yapısı ve O külü daha sonra su ile karıştırıyor ve insanı ya-
işleyişinin yanı sıra, insanın ortaya çıkışına ilişkin ratıyor. Başlangıçta, Homeros ve Hesiodos’ta ceza
de Eski Yunan düşüncesinde birtakım ön kabuller ve ödül bu dünyada veriliyordu. Bu dünyada öç
vardır. Bu konuların tipik özelliği, en kök sorunlar- alma vardı. Burada temel bir nokta çıkıyor: ölüm-
la uğraşmalarıdır. Şu an bile bunların cevaplarını den sonraki hayat fikri. Homeros ve Hesiodos’ta
veremeyiz ve bu soruları hep soracağız. Buna ben- çok silik başlayan bu anlayış, Eski Yunan felsefe-
zer sorular insan hakkında da olmuştur: İnsan nasıl sinde, insan ruhunun yaptıklarından sorumlu ol-
ortaya çıkmıştır? duğu fikri olarak ortaya çıkıyor. Bu fikir Mısır’dan
gelmiştir. Bu fikirler, insanın dünyadaki hayatına
dikkat etmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunun
sonucunda Eski Yunan dünyasında arınma, ah-
lakta temiz olma anlayışı ortaya çıkacak ve böyle-
ce, bu dünya ve öbür dünya fikirlerinin yanı sıra
çifte bir ruh anlayışı da gelişecektir. Bunlardan bi-
risi, ruh göçüyle ilgilidir. Ruh göçü, Hint’ten ge-
len bir anlayıştır. Ruh göçünde, insanın bu dün-
yada yaşadığı hayatın tam anlamıyla simetrik bir
hâlinin diğer hayatında başına geleceğine dair bir
inanç vardır. Yani, hayatını ‘köpek’ gibi yaşayan
biri, sonraki hayatında dünyaya bir köpek olarak
gelecektir. Ölümden sonraki ceza ve ödül fikri, bu
anlayışların bir diğeridir. Eski Yunan dünyasında-
Resim 1.3 Yunan Didaktik Şiirinin Babası Olarak Kabul ki mitolojilerden anlaşıldığı kadarıyla insanların
Edilen Hesiodos
başlangıçta diğer canlı varlıklar gibi olduğu, za-
manla bu kötü konumdan evrimleşip kültür var-
Eski Yunan dünyasında maddenin ortaya çık- lığına dönüştüğü düşünülüyordu. Diğer bir grup
masında tanrıların bir etkisi yoktur. Ama yine de ise insanın zamanla, ilk başta bulunduğu üstün
onların doğadaki olaylara müdahaleleri vardır. durumdan giderek aşağılaştığını düşünüyordu.
Homeros’ta insanın nasıl yaratıldığına ilişkin bir Felsefe, bu anlayışla beraber başlamıştır.
12
İlkçağ Felsefesi
araştırmalarla
ilişkilendir
ORPHİK vücuda geldi, insan soyunda Titan’ların kötü,
Bir din hareketi olan Orphik; şarkıcı, yutulmuş Dionysos çocuğun tanrısal iyi huy-
kâhin, büyücü Orpheus’a bağlanır: Orpheus, ları birleşti. Athena, parçalanan çocuğun yüre-
orphik dinin kurucusu sayılır. Thrakia’da doğan ğini kurtarmıştı, Zeus bu yüreği yedi, sonra da
bu hareket, oradan altıncı yüzyılda Yunanistan’a Dionyses Lyseus (kurtarıcı)u yarattı. — İnsan-
ve aşağı İtalya’ya geçti. Orphik, dionysik-mis- daki tanrısal ruh, bedende (soma) bir mezarda
tik bir kurtuluş dinidir. Homeros’taki tanrıların (sema) gibi hapistir, öte dünyaya kavuşmaya
dindiremedikleri bir ruh ihtiyacını karşılar, gi- çabalar. Dionysik taraf, titanik unsurlardan te-
derir. Ophik dinin mitosu şöyledir: Başlangıç- mizlenmek ister. Bunun içinde ruh, günahından
ta Khronos (zaman) evreni yarattı. Evrenden temizlenmek üzere, birçok vücutlarda dolaşır.
tanrı Phanes doğdu. Hem erkek, hem dişi olan Arınma, dürüst bir yaşayış, canlıların verdikle-
Phanes, Nyks (gece)’i doğurdu: onunla birle- ri besinlerden ( et, yumurta ) el çekiş sayesinde
şerek Gaia (toprak), Uranos (gök) ve Kronos’u olacaktır. İyileri mutlu bir öte dünya bekler, kö-
dünyaya getirdi. Kronos’un oğlu Zeus, Phanes’i tüler ise ölüler hâkiminin karşısına çıkacaklar,
yutarak dünya egemenliğini ele geçirdi. Zeus, Tartaros bataklığına götürüleceklerdir. — Orp-
kızı Persephone Demeter ile birleşip Dionysos hik’çilerin öğretileri, filozof Pythagoras (MÖ
Zagreus’u yarattı. Dionysos Zagreus, Titan’lar VI. yüzyıl)’ın felsefesine derin bir etki yaptı.
tarafından parçalandı, yutuldu. Bunun üzeri-
Kaynak: Necatigil, B. (1988). 100 Soruda Mito-
ne Zeus, yıldırımlarının alevleriyle Titan’ları
logya. İstanbul: Gerçek Yayınaevi.
mahvetti. Ama Titan’ların külünden insan soyu
Öğrenme Çıktısı
13
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
Felsefe sözcüğünün eski Yunancadaki karşılığı philo-sophostur. Sophosun temel anlamları, kişinin
üzerinde çalıştığı konu veya konularda bilgili ve maharetli olmasıdır. Çeşitli mesleklerde bilgili ve ma-
haretli olmak, daha sonra, felsefe konularında bilgili ve maharetli olmak anlamında da kullanılmaya
başlanmıştır. Bugün dilimize felsefe olarak yerleşmiş olan sözcüğün Antik Yunancadaki tam karşılığı
philosophos idi. Sevgi anlamına gelen philo sözcüğü ile bilgelik anlamına gelen sophos sözcüğünün
terkibinden oluşan bu bileşik sözcüğün dilimizdeki tam karşılığı bilgelik ya da bilgi sevgisidir. Sözcük,
birkaç yüzyıllık bir süre içinde başlı başına bir düşünce disiplinini ifade etmekte kullanılacak şekilde
evrilmiş, böylece Yunanlılar felsefenin hem ilk isim babaları hem de kelimenin tam anlamıyla kurucu-
ları olmuşlardır.
Mitoslar, o mitoslara inanan insan bireylerine ve topluluklarına evrenle, insanla, toplumla ilgili birta-
kım teorik çözümler önerir. Mitolojik düşünmenin özü, evrenin dayandığı kuralları bilmeye ve onlara
saygı duymaya dayanır. Mitos, bir yaşam tarzıdır. Nerede mitolojik düşünme varsa orada bir hayat
vardır. Mitoslar da düşünen ve evren hakkında sorular soran insan aklının ürünleridirler ve bu aklı
ikna ettikleri sürece etkinliklerini korumuş, MÖ 8.-5. yüzyıllar arasında giderek inandırıcılığını yitir-
mişlerdir. Eski Yunan dünyasında mitolojik düşünmeyi benimseyen gruplar, genellikle toprak sahibi
aristokratlardı. Bunların şairi, Homeros’tu. Toprak zamanla temel zenginlik ölçütü olmaktan çıkmış ve
onun yerini para almıştı. Bu gelişmelere paralel biçimde yeni bir düşünme tarzı ortaya çıkmış, Hesio-
dos yükselen yeni sınıflara uygun mitoslar üretmiştir. Eski Yunan dünyasında bir de mysterie denen ta-
rikat yapısında dinler ortaya çıkmıştır. Özel, kapalı bir biçimde yapılan ibadetler içeren bu anlayışların
başında daha çok öbür dünya ve din konusunda uzmanlaşmış olan Demeter dini gelir. Daha sonra bu
dine Dionysosçu gelenek de eklenmiştir. Eski Yunan düşüncesinin temel kabulleri şunlardır: Başlan-
gıçta hep ezelî ve ebedî bir madde vardır. Bu başlangıç maddesi, belli bir zamanda, bildiğimiz anlamda
düzenli evren olan kosmosa dönüşmüştür. Bu madde canlıdır. Homeros’ta bu temel madde okeanostur
ve bu su da hareket hâlindedir. Yani hareketin kaynağı aranmamaktadır. Hesiodos’ta ise temel madde
khaostur ve hareket etme görevi erosa yüklenir. Mitolojik düşünmede khaostan kosmosa geçiş sürecinin
nasıl olduğuna ilişkin herhangi bir belirgin bilgi verilmez. Yunan mitosu bu dönüşümün nasıl gerçek-
leştiğini sormamıştır. Gerek Hesiodos gerekse Homeros’un fikirleri Eski Yunan felsefesine şu temel
kabulleri sağlamıştır: Homeros’un doğuştan erdem fikri, Hesiodos’un kötümser tarih anlayışı, insan
bilgisi ile tanrısal bilgi ayırımı, doğada bir düzenlilik olduğu fikri, kulaktan duyma bilgilerle doğrudan
görmenin bilgisi arasında ayrım yapılması, evrenin temel maddesinin ezelî ve ebedî olduğu fikri, bu
maddenin belli bir zaman içinde, oluşum ve dönüşümlerle, kosmos hâline geldiği fikri, ana maddenin
canlı olarak tasavvur edilmesi, böylece onun dönüşüm nedeninin ne olduğuna ilişkin sorunun belli bir
biçimde cevaplanması, başlangıçta var olduğu kabul edilen belirsiz, sınırsız, şekilsiz maddenin belirli,
sınırlı, şekilli kosmos hâline dönüşmüş olduğu fikri.
14
İlkçağ Felsefesi
15
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
1 Philosophos sözcüğünün ilk kez aşağıdakiler- 7 İlk filozofların amacı yalnızca doğanın anlaşı-
den hangisi tarafından kullanıldığı söylenir? lıp açıklanmasına yönelik çalışmalar yapmak değil,
aynı zamanda erdemli ve iyi bir yaşamın gerçekleş-
A. Pythagorasçılar B. Thales
neler öğrendik?
16
İlkçağ Felsefesi
Yanıtınız yanlış ise “Mitolojik Düşüncenin Yanıtınız yanlış ise “Yunan Mitosunun Ge-
4. B 9. E
Ana Hatları” konusunu yeniden gözden ge- nel Bir Değerlendirmesi ve Felsefe ile İlişki-
çiriniz. si” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
Yanıtınız yanlış ise “Felsefe Sözcüğünün An- Yanıtınız yanlış ise “Mitolojik Düşüncenin
5. D 10. A
lamı ve Mitolojik Düşünmenin Ana Hatları” Ana Hatları” konusunu yeniden gözden ge-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. çiriniz.
Araştır Yanıt
1 Anahtarı
Bir düşünce tutumu olarak Eski Yunan felsefesinin arka planında, Eski Yunan
mitoloji tarihi vardır. Temel kabullere, örneğin başlangıçta hep ezelî ve ebedî bir
Araştır 2 maddenin var olduğu fikrine dayanan bu evren anlayışı oldukça güçlü ve özellikle
orta sınıfça benimsenmiş olan Orphik ve Dionysosçu dinsel akımlarla birleştiğin-
de sadece dinsel inanışı değil topyekûn Eski Yunan felsefesini şekillendirmiştir.
17
Antik Yunan Mitolojisi ve Felsefe
Araştır Yanıt
1 Anahtarı
Eski Yunan dünyasında belli bir dönemde toprakta çalışan insanlar toprak sa-
hiplerinin elde edilen üründen daha çok pay istemeleri ve tarımdaki verimsizlik
gibi nedenlerle şehirlere gelmişlerdir. Bu dönemde Eski Yunan dünyası üzerinde
Perslerin de baskısıyla önemli siyasal ve toplumsal değişmeler gerçekleşmiştir. Bu
durumun en belirgin sonucu toplumun bir kesiminin şehirde zanaat öğrenme-
ye ve ticaretle uğraşmaya yönelmiş olmasıdır. Böylelikle Doğu Akdeniz ticareti
Araştır 3 canlanmış, Fenikeliler ve Mısırlılarla alışveriş yapan ve yeni kültürlerle tanışan
Yunanlıların düşünme ve algılama ufukları genişlemiştir. Ticaretle ve gemicilik-
le yeni bir tür zenginlik ortaya çıkmıştır. Ancak bu yeni durumda zenginleşen
zümreler arasında iktidar kavgası başlamıştır. Bu siyasal kavgaları sürdürülebilir
bir yönetim biçimine evirmek, süregelen hiyerarşik yapıyı yıkmakla ve demok-
rasiyle mümkün olabilmiştir. Tüm bu gelişmelere paralel olarak kaçınılmaz bir
biçimde artık yaygın dinî görüşlere de itibar edilmemeye başlanmıştır.
Kaynakça
Aristoteles. (1996). Metafizik. Çeviren: Ahmet Arslan, Kranz, W. (1984). Antik Felsefe. Çeviren: Suad Y.
Sosyal Yayınlar: İstanbul. Baydur, İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Armstrong, A. H. (1957). An Introduction to Ancient Laertius, D. (2004). Ünlü Filozofların Yaşamları ve
Philosophy. Westminster-Maryland: The Newman Öğretileri. Çeviren: Candan Şentuna, Yapı Kredi
Press. Yayınları: İstanbul.
Arslan, A. (2006). İlkçağ Felsefesi Tarihi: Sokrates Luce, J. V. (1994). An Introduction to Greek Philosophy.
Öncesi Yunan Felsefesi. İstanbul: Bilgi Üniversitesi New York: Thames and Hudson Inc.
Yayınları.
Peters, F. E. (2004). Antik Yunan Felsefesi Terimleri
Barnes, J. (1982). The Presocratic Philosophers. Sözlüğü. Çeviren: Hakkı Hünler, Paradigma Yay:
Roudledge & Kegan Paul: Londra. İstanbul.
Copleston, F. (1990). Ön Sokratikler ve Sokrates. Russell, B. (1994). Batı Felsefesi Tarihi I: İlkçağ.
Çeviren: Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi. Çeviren: Muammer Sencer, İstanbul: Say
Yayınları.
Cornford, F. M. (1957). From Religion to Philosophy.
Harper & Brothers Publ: New York. Windelband, W. (1956). History of Ancient Philosophy.
Çeviren: Herbert Ernest Cushman, Dover: Dover
Erhat, A. (1989). Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi:
Publications.
İstanbul.
Zeller, E. (1980). Outline of the History of Greek
Homeros. (2004). İlyada. Çeviren: Azra Erhat ve A.
Philosophy. Çeviren: L. R. Palmer, Dover
Kadir, Can Yayınları: İstanbul.
Publishing: New York.
Güçlü, A., Uzun, E., Uzun, S., Yolsal, Ü. H. (2002).
Felsefe Sözlüğü. Bilim ve Sanat Yayınları: Ankara.
18
Bölüm 2
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Miletos Okulu
Pythagoras ve Ardılları
öğrenme çıktıları
1 2
2 Miletos okuluna mensup filozofların anlayışlarını açıklayabilme
“hylozoizm” fikrini benimsemesinin 4 Pythagorasçıların “bilimsel” düşünceye
nedenini ifade edebilme yaptığı katkıları sıralayabilme
3 4
açıklayabilme 7 Parmenides ve Herakleitos’un
6 Herakleitos’un logos öğretisini ana hareket sorunu hakkındaki fikirlerini
hatlarıyla irdeleyebilme kıyaslayabilme
Anahtar Sözcükler: • Arkhe • Miletos Okulu • Natüralist Felsefe • Elea Okulu • Hareket • Diyalektik
• Ruh • Bilgi
20
İlkçağ Felsefesi
21
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Söz konusu yöntemsel değişiklikle beraber bil- zof olarak gösterilerek en azından bugün bildiğimiz
gilenmenin amacı da değişikliğe uğrar. Mitolojile- anlamdaki felsefenin başlatıcısı kabul edilir. Thales,
rin evreni açıklama çabalarına eşlik eden tanrıların görece olarak mitolojik düşünüşten ayrılan yaklaşı-
onayını alma arzusu, Miletos Okulunda yerini mıyla hem bilimsel hem de felsefi düşüncenin ön-
yalnızca bilgi isteğine bırakır. Böylece inanç teke- cüsü unvanını alır.
linden kurtulan bilgi, pratik bir fayda için değil, Thales hakkında günümüze ulaşan bilgi-
yalnızca bilgilenme amacıyla istenir hale gelir. ler oldukça sınırlıdır ve güvenilir olmayan kay-
Miletoslu filozofların araştırmalarının merke- naklara dayanmaktadır. Aristoteles’in öğrencisi
zindeki soru evrendeki çokluğun ardında yatan olan Eudemos’un hazırladığı matematik tarihine
birliğin ne olduğu, yani arkheyi neyin teşkil ettiği göre, Thales Mısır’a seyahat etmiş ve geometriyi
sorusudur. Her üç Miletoslu da arkheyi farklı mad- Mısır’dan Eski Yunan topraklarına taşımıştır. Ge-
delerle tanımlamakla birlikte arkhenin bir madde ometrik bilgi İyonya topraklarına taşınmasından
olduğu konusunda birleşirler. Her şeyin temelinde çok daha önce Mısır’da ekim dikim işlerinin za-
bulunan ve var olan bütün şeylerin kendisinden manlamasını ayarlamak üzere Nil nehrinin taşma
meydana geldiği arkheyi bir maddeyle tanımlıyor hareketinin hesaplanmasında kullanılmıştır. Diğer
oluşları nedeniyle Aristoteles, bu filozofların, do- bir deyişle, geometrik bilgi Mısır’da pratik bir fay-
ğayı nedensel bir açıklamayla kavramak için gerek- da amacıyla kullanılmış olmakla birlikte teorik bir
li olan maddi neden, fail neden, formel neden ve zemine oturtulmamıştır. Thales, Mısırlılardan al-
ereksel nedenden yalnızca maddi nedene odaklan- dığı bu bilgiyi empirik ve maddi kaynaklarından
dıklarını ileri sürer (Aristoteles, 1996, 983b 10). ayırarak, bütünüyle soyut ve teorik bir bilgiye dö-
Bu bakımdan, Miletoslu filozofların arkhe anlayışı, nüştürür. Thales’i ilk filozof ve yüzyıllardır bilin-
dönemin hiçbir şeyin yoktan var, vardan yok ola- diği biçimiyle geometrinin kurucusu yapan da bu
mayacağına ilişkin genel düşünme eğilimiyle para- teorileştirme işidir. Thales’in bilgilenmedeki amacı,
lellik gösterir. pratik fayda elde etmek değil, yalnızca insanlığın
Hem arkheyi tek bir madde olarak belirlemeleri zihnini kurcalayan soruların yanıtlarını bilme iste-
hem de yalnızca maddi nedenle uğraşıyor oluşları ğidir. Bu açıdan ileride Pythagorasçıların insanları
Miletoslu filozofların görüşlerine monizmin damga sınıflamasında “yalnızca bilme isteği duyan insan-
vurmasına neden olur. Ancak arkheyi tek bir madde lar” olarak tanımladığı “filozof ” (philosophos) kav-
olarak kabul ediş, evrendeki çeşitliliği kavramada ramı, Thales’in bilme uğraşında somutlaşır.
basit ancak işlevsel bir açıklama sunsa da, özellikle
değişim ve hareketin olanağını açıklamakta yetersiz
kalır. Bir ana-maddenin diğer maddelere değişim
ve dönüşümünü açıklayamayan Miletos Okulu dü- dikkat
Thales ilk filozof ve geometrinin kurucusu ola-
şünürleri, bu sorunu maddeyi canlı kabul etmekle
rak kabul edilir. Onun geometri alanındaki en
çözümlemeye girişirler. Bu nedenle Miletos Okulu
meşhur başarısı ikizkenar üçgenin taban açı-
düşünürlerinin görüşlerine canlı maddecilik (hylo-
larının eşit olduğunu göstermesidir. Dairenin
zoizm) anlayışı hâkimdir.
çapla iki eşit bölüme ayrıldığını, birbirlerini
kesen iki doğruda ters açıların birbirlerine eşit
olduğunu söyleyen de yine Thales’tir. Thales
Monizm, diğer adıyla bircilik, var olan her geometri bilgisiyle piramitlerin yüksekliklerini
şeyin tek bir gerçeklikten oluştuğunu, ger- gölgelerinden hareketle ölçmüştür.
çekliğin tek bir ilkeden türetilebileceğini
ya da bu ilkeye indirgenebileceğini iddia
eden felsefi görüştür.
Thales geometrinin yanı sıra fizik ve astrono-
miyle de ilgilenmiştir. Heredotos’un anlattığına
göre, Lydia kralı Alyattes ve Media hükümdarı ara-
Thales (MÖ 640-550) sındaki savaşta, MÖ 585 yılındaki güneş tutulma-
Miletos’ta (bugünkü İzmir’in güneyinde Söke- sını önceden bilmiştir. Astronomi çalışmalarında
Milas yolunun batısında, Balat Köyü yakınlarında) Babillilerin güneş tutulmasıyla ilgili gözlemlerine
yaşamış olan Thales, Aristoteles tarafından ilk filo- ve kayıtlarına dayandığı kabul edilen Thales, gü-
22
İlkçağ Felsefesi
neş ve ayın büyüklüklerini hesaplamış, yıl içinde- Ayrıca Thales’in doğada hareket eden her şe-
ki mevsimleri bulmuş, ayın son gününe otuzuncu yin ardında bir düzenlilik olduğu ve bu düzenli-
gün adını takmıştır. Denizcilere kuzey yönünü bul- liğin ancak bir yöntem eşliğinde keşfedilebileceği
mak için Küçük Ayıyı izlemelerini öğütleyen yine düşüncesi, onun mitolojik ön kabullerden sıyrılan
Thales’tir. bilgiler ortaya koymasının yolunu açar. Aleksan-
Tüm bu bilimsel çabalar, Thales’in felsefesinin der İvonoviç Herzen Thales’in bilimsel yanının
yolunu aydınlatacak olan yönteminin de arka pla- yepyeni bir dünya tasarımına yol açtığını vurgu-
nını oluştururlar. Özellikle astronomi çalışmaları- lar: “Thales’in doğaya başvurduğu andan itibaren
nın sonucundan hareketle ortaya koyduğu doğaya Olympos’un kaderi çizildi; Thales, doğada gerçe-
düzenliliğin hâkim olduğu bilgisi, “gözlem”in do- ği arayarak ve puta tapıcı tanımlamalarını hesaba
ğayı kavramada bir yöntem olarak bilimsel çalış- katmaksızın kendi anlayışını açıkladı. İyonyalıların
malara dâhil edilmesi sonucunu doğurur. Böylece içinde yaşadıkları atmosfer Eleusis’in esrarlarının
Thales ile birlikte doğanın yöntemli bir biçimde ve diğer puta tapıcı esrarların ölümünü filiz ha-
izlenmesi başlar. Bu noktada özne sadece pasif bir linde içinde taşıyordu. İyonyalıları, şeylerin temel
gözlemci olsa da Thales ile birlikte bilimsel çalışma- unsuru olarak empirik bir eleman seçmeleriyle or-
nın ilk basamağı keşfedilmiş olur. taya çıkan, düşün alanındaki yetersiz kavrayışları
Sonuçta Thales’in felsefesini oluşturduğu gö- yüzünden kınayacak kimse haklı olurdu; öte yan-
rüş ve sorular bir yana bırakıldığında ilk filozof dan Yunanlıların, ilkelerini doğanın dışında değil,
sayılması için gereken bazı ipuçları, onun bilimsel içinde aramaya, sonsuzu sonlu olanda, düşünceyi
kimliğine bağlı olarak yakalanabilir: her şeyden varlıkta, ölümsüzü ölümlüde aramaya sevk eden
önce, Thales bilgiyi pratik fayda adına değil, ken- salt gerçekçi dirayeti en doğru biçimde değerlen-
dinde bir amaç olarak araştırır. Böylece felsefenin dirmek de önemlidir. Onlar bilimsel bir alana el
yüzyıllar boyunca süregelecek teorileştirme etkin- atmışlardı” (Herzen, 2004, s. 57).
liği, Thales felsefesinin bilimden aldığı ilhamla Thales’in doğadaki gözlemlerinden elde ettiği
başlar. ilk önemli sonuç, doğada sürekli bir değişimin var
olduğudur; diğer bir deyişle şeyler varlığa gelir ve
bir süre sonra yok olurlar. Ancak bu değişimlerin
yanı sıra evrende bir düzenlilik de söz konusudur.
dikkat O halde evrendeki düzenin hâkimiyeti için sürekli
Thales’in sadece “bilmek için bilmek” ilke- değişen şeylerin arkalarında, değişen şeylere rağ-
siyle hareket ederek bilgiyi pratik fayda adına men var olmaya devam eden bir şeylerin bulunma-
araştırmamasının çağdaşları tarafından eleş- sı gerekir. Böylece Thales var olan her şeyin ken-
tirilmesine yol açtığı söylenir. Aristoteles’in disinden meydana geldiği ve yok olarak sonunda
Politeia’da anlattığı hikâyeye göre felsefenin kendisine döndüğü bir maddenin varlığını kabul
bir işe yaramadığı eleştirilerine yanıt vermek etmeye yönelerek, görünüş-gerçeklik, çokluk-birlik
isteyen Thales, yıldızları gözlemleyerek gele- ayrımlarına ulaşır.
cek yaza zeytin ürününün bol olacağını bil-
miş ve daha kıştan elindeki az parayla Chios
Thales “her şeyin ilk temeli”, “kendisinden
ve Miletos’taki zeytin preslerini yaz boyunca
meydana geldiği şey”in “su” olduğunu ileri sürer
kullanmak üzere oldukça ucuz fiyattan kira-
(Kranz, 1984, s. 29). Su her şeyin kendisinden
lamıştır. Zeytin toplama zamanı geldiğinde
meydana geldiği ilk ilke, ana-madde, arkhedir;
ise ürünün bolluğu karşısında pres bulama-
diğer bir deyişle su, tüm var olanların nedenidir.
yan hemşerileri Thales’in kapısını çalmak ve
Thales’in tüm var olanların ardında yatan neden
preslerin kullanımına karşılık istediği fiyatı
olarak bir maddeyi seçmiş olması, döneminin “hiç-
vermek zorunda kalmışlardır. Böylece Thales
bir şeyin yoktan var olamayacağı” görüşünün bir
filozofların istediklerinde kolayca para kaza-
sonucudur. Ancak bu maddenin neden “su” oldu-
nabileceklerini, ancak tutkuları bambaşka ol-
ğu sorusu, Thales’i arkhe olarak “su”yu seçmeye yö-
duğu için para kazandırıcı eylemleri tercih et-
nelten düşünce zincirini takip edebileceğimiz her-
mediklerini göstermiştir (Russell, t.y., s. 129).
hangi bir çalışmasının günümüze kalmamış olması
nedeniyle sadece tahmin edilerek yanıtlanabilir.
23
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Thales’in arkheyi “su” olarak saptamasına yöne- leri oluşturan hareketin kaynağı nedir? Aristote-
lik modern yorumcular arasında en sık rastlanan les Metafizik’te Thales’i yalnızca “maddi neden”e
açıklama, “(…) suyun kendisini duyulara, o zaman odaklandığı için oluş ve bozuluş anlamındaki ha-
için hiçbir biçimde olanaklı olmayan herhangi bir reketi kavrayamamakla eleştirir. Aristoteles’e göre
bilimsel deney aracı olmaksızın, buz, su ve buhar” Thales’in açmazı, doğayı açıklamak için yine do-
halleriyle sergilemesinden kaynaklandığı yolunda- ğadan olan bir maddeden hareket ediyor olmasıdır
dır (Guthrie, 1999, s. 32). Aristoteles ise Thales’in (Aristoteles, 1996, 984a 23).
“su”yu arkhe olarak seçmesinin gerekçesini “bütün Thales ilk maddenin hareketini maddenin ruh-
nesnelerin tohumlarının yaradılışlarının nemli ol- larla, tanrılarla dolu olduğu iddiasıyla açıklamaya
ması”, böylece tüm yaşamın kaynağının “su”dan çalışır. Thales’e göre su, “mıknatıs taşındaki çek-
gelmesi olarak sunar (Aristoteles, 1996, 983b). me kuvveti gibi bir hayat gücü” barındırır (Kranz,
Thales’in kozmolojisi de her şeyin “su”dan mey- 1984, s. 27). Thales’in bu argümanı, onun madde-
dana geldiğini iddia ettiği ontolojisiyle paralellik yi canlı olarak kavrama eğiliminde olduğuna işaret
gösterir. Thales’e göre, yeryüzü suyun üzerinde eder. Canlı madde anlayışı (hylozoizm), mitolojik
duran bir tepsi gi- bir açıklama biçimine yaklaşıyor görünse de, Aris-
bidir. Bu türden bir toteles, Thales’in önceki mitoloji yazarlarından
anlayış hem döne- ayırt edilmesi gerektiğine dikkat çeker. Aristoteles’e
dikkat min coğrafya hem göre Thales’i ozanlardan farklı kılan özelliği, doğa-
Thales’ten günümüze kalan de mitoloji bilgi- daki canlılığın tan-
yazılı bir eser olmadığı için siyle uyum içerisin- rılardan değil, do-
onun arkhe olarak niçin dedir. Akdeniz’in ğanın kendisinden
suyu seçtiğini kestirmek Atlas Okyanusuna kaynaklandığını ka- dikkat
imkânsızdır. Fakat bu ko- bağlandığı boğaz,
nuda bazı tahminler vardır.
bul ediyor oluşudur. Thales arkhenin ilk hare-
dönemin bilinen Bu açıdan Thales’in
Örneğin Aristoteles’e göre, ketini her şeyin ruhlarla,
dünyasının sonu- canlı ve cansız ayrı-
Thales bütün nesnelerin tanrılarla dolu olduğu dü-
nu oluşturur (Er- mını ortadan kaldı-
tohumlarının nemli oldu- şüncesiyle temellendirme-
hat, 1989, s. 72). ran bakış açısı ilkel
ğu gerçeğinden hareketle ye çalışır.
Bu açıdan Thales’in animizme yaklaşır.
bu sonuca ulaşmıştır. gözlem ufku, su ile
sınırlıdır denilebilir.
Gerçekte Thales’in kozmoloji görüşü orijinal Anaksimandros (MÖ 610-545)
bir görüş olmayıp, kendisinden önce gelen mitoloji Miletos Okulunun ikinci temsilcisi olan Anak-
yazarlarınca da dile getirilmiştir. Homeros İlyada simandros hocası Thales gibi bir bilim insanıdır.
Destanında yeryüzünün tanrısal bir su olan okea- Özellikle coğrafya alanında önemli çalışmalara
nos üzerinde yüzdüğünü yazar. Hem Thales’i hem imza atmış olan Anaksimandros, Karadeniz’e gi-
de Homeros’u etkileyen, kuşkusuz ki yaşadıkları den denizciler için bir harita hazırlamanın yanı
coğrafyanın su kenarı olması ve yaşamsal üretimin, sıra dünya ve gökyüzünün haritalarını yapma giri-
ticaretin suyla bağlantısıdır. Thales’in deniz ticareti şiminde de bulunmuştur. Dünyanın büyüklüğünü
yapılan İyonya topraklarında yaşıyor oluşu, Mısır ölçmeye çalışmış, yer ile gök arasındaki mesafeyi
yolculuğundaysa suyun tarımsal üretim için hayati hesaplamayı denemiş olan Anaksimandros, ayrıca
değerini gözlemleyişi, büyük olasılıkla onun arkhe dünyanın ekliptik eğriliğini keşfederek bu eğilim
olarak suyu seçmesinde önemli etkenlerdir. Dolayı- sonucunda mevsimlere göre güneşin doğuş ve ba-
sıyla, Thales’in suyu arkhe olarak seçmesi hem mi- tışındaki değişimleri açıklamıştır. Güneşin hareket-
tolojik, hem pratik hem de akılcı gerekçeler içerir. lerini gözlemlemesi, Anaksimandros’a gronom adı
Thales her ne kadar arkhe seçimi konusunda verilen güneş saatinin yapımında yol gösterici olur.
akılcı argümanlar ortaya koymuş olsa da, hala ya- Tıpkı Thales gibi doğunun astronomi bilgilerini
nıtlanmadan kalan bir soru bulunmaktadır. Evren- kendisine temel alan Anaksimandros’u Babilliler-
deki çokluğun oluşması için arkhenin aldığı itkinin den öteye taşıyan şey onun astronomi hakkında ya-
kaynağı nedir? Diğer bir deyişle çokluğun ardın- pılan tüm gözlemlerden ve hesaplardan evrene dair
daki tekliği, çokluğa dönüştüren ve çeşitli madde- teorik bilgi çıkartmasıdır.
24
İlkçağ Felsefesi
Anaksimandros, Thales’in arkheye ilişkin sapta- rülmez bir biçimde ya da gizil (potansiyel) olarak
malarından hem etkilenmiştir hem de hocasının en içeren, içinde birbirlerine düşman öğelerin ya da
büyük eleştirmeni olmuştur. Thales arkheyi su ola- özelliklerin henüz ayrı olmadığı ya da ayrışmadığı,
rak belirlerken, çevresinde gördüğü denizin uçsuz olağanüstü büyüklükteki, farklılaşmamış bir kütle
bucaksızlığından, sınırsızlığından ilham almış, ana- olarak tasarlamıştır” (Guthrie, 1999, s. 33).
maddenin çeşitliliği meydana getirebilecek sınırsız Anaksimandros’a göre, her şeyin iç içe geçtiği ve
bir şey olması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Anak- kendisinden türediği başlangıçtaki bu kütle apeiron-
simandros da Thales’in akıl yürütmesine katılarak dur. Apeiron sonsuz, sınırsız ve belirsiz bir ana-mad-
arkhenin evrendeki çeşitliliği meydana getirebilecek dedir. Tüm var olanların kendisinden meydana gel-
denli sonsuz ve sınırsız bir şey olması gerektiğini dü- diği apeiron, aynı zamanda var olan her şeyin tekrar
şünür. Anaksimandros her ne kadar arkhenin özel- kendisine döneceği şeydir. Zıtlıkları bir arada barın-
likleri konusunda Thales ile benzer bir düşünceyi dırması apeironu tüm var olanların kaynağı yaptığı
paylaşsa da suyun niteliksel ve niceliksel olarak sı- gibi tüm yok olanların da gideceği yer yapar.
nırlı oluşundan dolayı arkhe olamayacağı sonucuna Varoluş ve yok oluş sürecinin başlangıcında ve
varır. Arkhe Anaksimandros’a göre her şeyin başında sonunda yer alan apeiron, aynı zamanda bu devi-
ve sonunda bulunması gereken hem niteliksel hem nimin düzeninin de kaynağıdır. Anaksimandros’un
de niceliksel olarak çeşitliliği sağlayabilecek sonsuz deyişiyle var olanlar nelerden meydana gelmişlerse
ve sınırsız bir şey olmalıdır. Su gibi belirli bir madde zorunlu olarak yok olup ona dönerler; zira onlar
daima karşıtıyla, örneğin toprakla sınırlı olacağın- birbirlerine zamanın düzenleyişine göre haksız-
dan arkhenin sahip olması gereken sınırsızlık ve son- lıklarının cezasını ve kefaretini öderler. –Apeiron
suzluk niteliklerini sağlamakta yetersiz kalacaktır. kocamaz, ölmez, yok olmaz (Kranz, 1984, s. 32).
Diğer bir deyişle maddenin belirli bir niteliği arkhe Böylece apeiron doğmamış, doğurulmamış, sınır-
olarak belirlendiğinde, karşıtının varoluşunu açık- sız, kökensiz, sonsuz, belirsiz olandır, var olan her
lamak olanaksız hale gelecek, arkhe tüm karşıtların tür nitelik ve bu niteliklerin karşıtları apeiron için-
kaynağını oluşturamayacaktır. Belirli maddelerin de bir arada bulunmaktadır. Diğer bir deyişle apei-
ancak karşıtlarıyla birlikte var olduğu görüşünden ron her şeyin tükenmez, sonsuz kaynağıdır.
hareket eden Anaksimandros, bu durumda tüm
karşıtların kendisinden kaynaklandığı arkhenin ni- Aristoteles, “sonsuz” kavramını ilk kez
teliğinin belirsiz olması gerektiğini ileri sürer. Ancak Anaksimandros’un kullandığını ifade ederken,
bu noktada Anaksimandros’un madde ile niteliği “sonsuz”un doğa bilimleri için kaçınılmaz bir baş-
arasında bir ayrım gözetmediğinin de belirtilmesi langıç olduğunu da kabul eder (Aristoteles, 1997,
gerekmektedir. Bu açıdan Anaksimandros’un kastet- 202b a20). Her ne kadar doğa bilimleri için sonsuz
tiği, düşünce tarihinde çok daha sonraları belirecek kavramı üzerine düşünmenin zorunluluğundan söz
olan madde-nitelik etse de Aristoteles sonsuzdan sonlu olanların meyda-
ayrımı değil, mad- na gelemeyeceğini ileri sürerek Anaksimandros’un
denin sınırsızlığıdır. arkhe seçiminin hatalı bir başlangıç olduğunu iddia
“Anaksimandros’a eder (Aristoteles, 1996, 1014b).
dikkat
Anaksimandros Thales’in göre, (…) her şey
öğrencisi olduğu gibi Thales’in düşündüğü
gibi, başlangıçta ‘su’ Yunanca a öneki, eklendiği sözcüğe olum-
onun en büyük eleş-
ya da ‘nem’ olmuş suz anlam katar. Peiron sözcüğünün köke-
tirmenlerinden biridir.
olsaydı, ısı ya da ateş nine ilişkin ise iki farklı görüş söz konusu-
Anaksimandros’a göre, be-
hiçbir zaman var ol- dur. Bazı yorumcular peiron sözcüğünün
lirli bir maddeyi, örneğin peras sözcüğünden türediğini ileri sürer-
“su”yu, arkhe olarak kabul
mayacaktı, çünkü su
ateş doğurmaz, an- ler. Peras, “sınır” anlamına gelir. Böylece
etmek, sonsuzluğa yayılan apeiron sınırsız anlamını taşır. Öte yandan
cak tam tersine ateşi
evreni açıklamak bakımın- bazı başka yorumculara göre peiron söz-
ortadan kaldırır. Bu
dan yetersizdir. Evren tıpkı cüğünün kökeninde pereos sözcüğü bu-
nedenle, o özdeğin
kendisi gibi sonsuz olan lunur ki, pereos “geçirgen” anlamındadır.
ilk halini, onları, her
bir unsurla açıklanabilir. Böylece bu yorumcular apeiron sözcüğünü
şeyin tam anlamıy-
Bu nedenle arkhenin son- la iç içe girdiği bir geçirgen olmayan, kendisinden başka bir
suz olması gerekir. karışımda, gözle gö- şeye dönüşmeyen olarak yorumlarlar.
25
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Anaksimandros apeironu tüm karşıtların için- Ancak apeiron “girdap hareketiyle birlikte mi hare-
den doğabileceği biçimde kurgular. Böylece tek tek ket eder?” yoksa “bu hareketten bağımsız bir kütle
şeylerin meydana gelişi sırasında apeiron, oluşan midir?” soruları Anaksimandros’un kendi felsefe-
belirli maddeyi karşıtıyla birlikte var eder. Dikkat sinden hareketle açıklanamaz. Girdap hareketiyle
edilirse Anaksimandros apeironu tüm karşıtların soğuk ve yaş olanlar evrenin merkezine çökerek
birliği olarak tanımsız bırakır. Apeironun bu ta- toprak ve suyu oluştururken, sıcak ve kuru olanlar
nımsızlığı, var olanların tüm niteliklerini içinde yükselerek hava ve ateşi oluştururlar. Ancak bu tür-
barındırabilmesini sağlar. Bu açıdan, apeirondan den bir hareket kaynağının varlığı apeironla birlikte
ayrılarak var olmak aslında görünüşler alanında bir düşünüldüğünde bir ikilem yaratır. Hareket belirli
görünüş olmaktır. Gerçek ise her şeyin kendisinden bir zamanda etkin hale geldiyse, hareketi doğuran
meydana geldiği ve yine ona döneceği apeirondur. fail bir neden gerekir. Ancak girdap hareketi de
Karşıtlara bölünme sırasında apeirondan ilk apeiron gibi doğmamış ve sonsuz ise o zaman da
olarak karanlık ve soğuk olanlar, aydınlık ve sıcak arkhe kendi kendine yeterli olmayan şey anlamına
olanlardan ayrılmışlardır. Toprak karanlık ve so- gelecektir. Görüldüğü üzere Anaksimandros’un fel-
ğuk, hava aydınlık ve sıcaktır. Toprak, hava, su ve sefesi bir devinimden söz etmekle birlikte hareketin
kaynağını açıklamakta hala yetersiz kalmaktadır.
ateş ise belirli oranlarda birleşerek diğer var olanları
Ancak hareketin nasıl başladığı sorunu bir yana
meydana getirirler. Böylece evrende bildiklerimiz
bırakıldığında salt
ve bilmediklerimiz apeiron ile kuşatılmışlardır.
apeiron gibi görü-
Anaksimandros aperionu bir yandan bildik- nüşte olmayan bir
lerimizi ve bilmediklerimizi kuşatan, belirsiz ve şeyi düşünmek bile, dikkat
sonsuz bir kaynak olarak betimler. Öte yandan Anaksimandros’un Anaksimandros arkhe
çağının genel eğilimlerine uyarak aperionun bir soyut düşünceye tartışmalarını soyut bir
kütlesi olduğunu ileri sürmesi, onun felsefesinde yönelik atılan adım- zeminde yürütmesi bakı-
bir açmaza yol açar. “Aperionun kütlesi varsa ve larının başlangıcını mından önemli bir filo-
sonsuzsa, bu sonsuz kütle nerede bulunur?” sorusu oluşturması açı- zoftur.
yanıtsız kalır. Gözlemlenen dünyada toprak, hava, sından son derece
su ve ateş ile bunlardan meydana gelen nesneler önemlidir.
bulunur. Nesnelerin yanı sıra aperionun kütlesi Anaksimandros’un soyut düşünceye adım atı-
olduğunu iddia etmekle Anaksimandros gözlem- şı yalnızca arkhenin neliğine yönelik açıklamala-
lenen dünyanın dışında da bir şeyin var olduğunu rında değil, kozmolojisinde de kendisini gösterir.
öne sürmüş olur. Her ne kadar bir açmaz içerse de, Thales’in arkhe olarak saptadığı suyun üzerinde bir
Anaksimandros’un tepsi gibi duran dünyayı betimlediği evren tablo-
gerçekliği algıyı aşan suna karşın, Anaksimandros dünyayı eni boyun-
bir biçimde betim- dan büyük olan bir silindir biçiminde düşünür. Bu
dikkat
Anaksimandros apeironun lemesi ve bilinen ile silindir hava boşluğunda hiçbir şeye dayanmadan
bir kütlesinin var olduğu bilinmeyenin aynı durmaktadır. Bu silindirin düşmeden havada du-
iddiasını gündeme getir- mekânda var oldu- ruyor olmasının nedeni, küresel bir evrenin merke-
mektedir. Sonsuz bir şeyin ğunu kabul etmesi, zinde ve dolayısıyla tüm noktalardan eşit uzaklıkta
bir kütleye sahip olduğu Miletos Okuluna bulunduğu için doğrultusunu değiştirmesine ne-
yönündeki bu düşünce, damgasını vuran den olacak herhangi bir etki altında olmamasıdır.
hiç şüphesiz, bir çelişki monist düşüncenin “Yeryüzü iki ayrı saman yığınının her birinden eşit
doğurmaktadır. zedelenişinin bir uzaklığa yerleştirilmiş olan ve hangi yöne gideceği-
ifadesidir. ne karar veremediği için açlıktan ölen eşeğin du-
rumunda bulunmaktadır” (Guthrie, 1999, s. 35).
Apeirondan diğer var olanların nasıl meydana
Silindir biçimindeki evrenin üzeri dokuz kat
geldiği sorusunun yanıtı, Anaksimandros’un fel-
boyunca içi ateş dolu dairelerle kaplıdır. Bu daire-
sefesinin yorumlara açık yanlarından biridir. Bir
lerde oluşan delikler ya da çatlaklar güneşin, ayın,
yoruma göre, apeirondan diğer madde ve nesne-
gezegenlerin ve samanyolunun görünmesini sağlar.
lerin oluşumu bir girdap hareketiyle birliktedir.
Dünyayı kaplayan katmanlar düzenli bir şekilde,
26
İlkçağ Felsefesi
ancak farklı hızlarla döndüklerinden güneş ve ay he öne sürerken, Anaksimenes bir anlamda Thales’in
farklı zamanlarda görünür hale gelirler. Ayrıca bu var olanları bütünüyle tek bir bilinen maddeye da-
deliklerin ya da çatlakların açılıp kapanması güneş yandırma çabasına geri dönüşün temsilcisidir. Di-
ve ay tutulmalarının da nedenini oluşturur. ğer bir deyişle, Anaksimenes, Anaksimandros’un
Bir silindir olan ve hiçbir şeye dayanmadan temel maddenin algılanabilir bütün özelliklerden
duran dünya, ilk ayrım başladığında önce sularla bağımsız olması gerektiği ve dünyanın algılanabilir
kaplanır. Buradan hareketle Anaksimandros, var olmayan, tam bilmediğimiz bir maddeden meyda-
olan tüm canlıların suda yaşayan canlıların zaman na geldiği düşüncesine karşı çıkarak, maddeci mo-
içinde aşama aşama evrilmesiyle meydana geldikle- nizmin bir versiyonunu daha oluşturur.
ri sonucuna ulaşır. Diğer bir deyişle tıpkı Thales’te Anaksimenes’e göre, görünenlerin çokluğunun
olduğu gibi “nemlilik”, Anaksimandros için de arkasındaki birlik, kozmosta var olan her şeyin
yaşamın başlangıcında ve temelinde yer alır. İnsa- kendisinden türediği töz, “hava”dır (aer). Anaksi-
nın sudaki canlılardan evrilerek meydana geldiği- menes arkhe olarak havayı seçerken, iki gerekçeye
ne ilişkin bu çağının oldukça ilerisindeki görüşler, dayanır. İlk olarak Anaksimenes arkheyi belirli ola-
Anaksimandros’u evrimci düşüncenin öncüsü kılar rak kabul etmekle birlikte, onun sonsuz olduğunu
(Kranz, 1984, s. 40). Başlangıçta suda yaşayan bu da düşünür. Hocası Anaksimandros’un, Thales’in
canlılar, suların çekilmesiyle karada yaşayan canlı- seçtiği arkheye yönelik eleştirilerini dinleyen
ların kökenini oluşturmak üzere başkalaşım geçi- Anaksimenes’e göre, havanın sudan farkı, kapladı-
rirler. Bu başkalaşımın en son aşamasındaysa insan ğı alanın çok daha geniş olmasından kaynaklanır.
belirir. Mitolojik düşünüşten bütünüyle arınmış Anaksimenes’i arkhe olarak havayı seçmeye yönel-
bu görüşler, haklı bir biçimde bilimsel düşünce tirken, onu Thales’ten çok daha keskin bir biçimde
olarak tanımlanabilirler. Bilimci bakış açısı ve do- ayırt eden ikinci gerekçeyse, Yunan düşünce dün-
ğayı bilimsel yöntemlerle açıklama çabası, Miletos yasında havanın (aer) aynı zamanda soluk anla-
Okulunun son temsilcisi Anaksimenes’in de felse- mına gelmesidir. Soluk ise canlılık, yaşam ve ruh-
fesinin yolunu belirler. tur. Tüm canlılarda ruhun olduğunu kabul eden
Anaksimenes, böylece felsefe tarihinde canlı-cansız
ayrımını yapan ilk filozof olur (von Aster, 1999,
Anaksimenes (MÖ 585-525) s. 27). Ona göre, canlıları ayakta tutan ruhları-
Miletos Okulunun son temsilcisi Anaksimenes, dır. Ancak yine de Anaksimenes’in sözünü ettiği
Aristoteles’in aktardığına göre, hocası Anaksimand- ruh, soyut bir kav-
ros yerine Thales’e daha yakın görüşlere sahiptir. ram değil, solunan
Anaksimandros arkheyi bilinmeyen, sonsuz ve sı- havadır, nefestir.
nırsız bir madde seçerek, bir yandan Thales’in mo- Ölümde son nefesle dikkat
nist görüşüne önemli bir darbe indirmiş öte yandan beraber ruh da be- Anaksimenes canlı-cansız
soyut düşünceye geçişin ilk kıpırdanmalarını sergi- deni terk eder. Bu ayırımını açıklarken “ruh”
lemiştir. Ancak Anaksimandros’un bu ileri görüşlü- açıdan, canlı ve can- kavramına müracaat eder.
lüğü öğrencisi Anak- sız her şey havadan Fakat ruh, onun düşünce-
simenes tarafından meydana gelir ve sinde, somut bir şey olarak
aynı radikal tutum yine dağılarak hava- kullanılır.
dikkat içinde sürdürülmez
Anaksimenes Anaksiman- ya dönerler (Kranz,
ve çağın temel ni- 1984, s. 35).
dros’un öğrencisidir. Fa-
teliği olan monizm
kat düşünceleri itibariyle Anaksimenes, her ne kadar belirli bir mad-
Anaksimenes’te yine
hocasından çok Thales’in deyi arkhe olarak seçerek felsefe tarihi açısından
ağırlıklı bir biçimde
düşüncelerine yakındır. Bu Anaksimandros’un görüşlerinden bir gerilemeye
belirir. Bu neden-
yakınlığın en belirgin işare- yol açmakla suçlansa da, Anaksimandros’un oluş
le Anaksimandros
ti onun maddî bir unsuru sorununa ilişkin bıraktığı boşlukları tamamlar.
evrendeki çokluğu
arkhe olarak belirlemesidir. Anaksimandros var olanların tüm karşıt nitelikle-
açıklamak üzere do-
Anaksimandros’ta ise arkhe rinin aperionda içerildiğine dikkat çekmiş, ancak
ğası itibariyle belirsiz
soyuttur. “nasıl olup da apeirondan tüm var olanlar meyda-
bir töz, soyut bir ark-
na geliyor?” sorusunu yanıtsız bırakmıştır. Diğer
27
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
bir deyişle Anaksimandros’un görüşlerinde oluşun Anaksimenes’in görüşleri ilkçağda son derece
kaynağına ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. etkili olan görüşlerdir ve felsefesinin izleri çok sayı-
Oysa Anaksimenes’in ilgilendiği başlıca konulardan da düşünür tarafından sürdürülür. Anaksimenes’in
biri “oluş”tur. Anaksimenes, arkhede ortaya çıka- görüşlerinin bu denli etkili olması öğrencilerinin
cak değişmeler sayesinde oluşu yani “(…) çokluk Miletos’un Persler tarafından işgali sonrasında tüm
ve çeşitlilik arz eden dünyamızın varlığa gelişinin dünyaya dağılmış olmasından kaynaklanır. Ancak
tasarlanabileceği bir doğal süreç” bulmayı amaçlar aynı işgal Aristoteles’in fizikçiler olarak adlandırdı-
(Guthrie, 1999, s. 36). Anaksimenes oluşu hava- ğı doğa filozoflarının da sonunu gösterir. Miletos
nın seyrelmesi ve sıkılaşmasıyla ilişkili olarak açık- Okulunun arkheyi anlamaya yönelen felsefeleri
lar. Ona göre, hava seyreldikçe önce yukarı doğru önemini yitirirken, yerini felsefesinin araştırma
yükselir ve ateşi oluşturur. Havanın sıkılaşmasıyla konusunu maddeden forma evrilten Pythagorasçı
ise önce buhar, sonra bulutlar, ardından da yağmur Okula bırakır.
ve sular oluşur. Suyun daha da sıkılaşması toprağı ve
taşı oluşturur. Bu açıdan ateş, su ve toprak, havanın
oluş içinde kazandığı çeşitli hallerdir. Böylece Anak- Miletos Okulunun Genel
simenes değişimi ve dönüşümü havanın niceliksel Değerlendirmesi
olarak değişimiyle bir tutar; başka bir biçimde ifade Felsefenin doğumunu müjdeleyen Miletos
edilirse değişik tözler arasındaki ayrılıklar niceliksel Okulu, Aristoteles tarafından fizikçiler olarak anı-
bir farklılaşmanın sonucudur (Russell, t.y., s. 131). lan ve felsefelerini bilimle kuran düşünürlerden
Anaksimenes’in canlı ve cansız her şeyin ha- oluşur. Ancak yine de Miletos Okulunun üyeleri-
vadan meydana geldiğine ilişkin iddiaları, ileride nin görüşleri bugün kavradığımız biçimiyle bilim-
Pythagorasçı felsefe tarafından bambaşka bir bi- sel değildir. Miletos Okulunu bilimsel gelişmele-
çimde değerlendirilerek bilgi felsefesinin doğuşun- rin başlangıcı olarak saymamızın nedeni ham bir
da ilk basamak olarak kullanılacaktır. Pythagoras- rasyonalizme yönelmiş olmalarından kaynaklanır.
çıların makro kozmos ile mikro kozmos arasındaki Dahası her ne kadar fizik dünyaya ilişkin açıkla-
benzerlikten yola çıkarak benzerlerin birbirlerini malarında mitolojik öykülere ve tanrılara yer ver-
bilebileceklerine ilişkin düşüncelerinin zemininde memiş olsalar da Miletos Okulunun üyelerinin
Anaksimenes’in insan ve evren arasında bir bağ ku- düşünceleri dinsellik ve mitolojiden büsbütün
ran görüşleri yatar. arınmış da sayılamaz. Miletos Okulu düşünürleri-
Anaksimenes’e ününü kazandıran özellikle ast- nin kendilerinden önceki ozanlardan farkı, düşü-
ronomi alanında yaptığı çalışmalardır. Öncüleri nüş kalıplarında felsefi düşünceye geçişin izlerini
gibi fizik dünyayı inceleyen Anaksimenes, sabit taşımalarıdır. Genel hatlarıyla bu dönemde:
yıldızlar ve gezegenler arasında ayrım yapan ilk dü- 1. Bilimsellik adına en önemli uğraş gözlem-
şünürdür. Anaksimenes sabit yıldızlar için “kristal dir. Ancak bu gözlem modern bilimin yön-
kürelere çakılı çiviler” tanımını yaparken gezegen- temi olan kontrollü deney değildir.
lerin dünyanın etrafında hareket ettiklerini söyler 2. Rasyonalizm düşünüş tarzının genel ka-
(Kranz, 1984, s. 34). Ayrıca güneş, ay ve yıldızlar rakteridir. Okulun üyeleri doğayı gözlem-
arasında da ayrım yapan Anaksimenes tek ger- leyerek süzdükleri bilgileri büsbütün akla
çek ışık kaynağının uygun bir şekilde açıklamaya girişirler.
güneş olduğunu Dolayısıyla, bu düşünürler akla duydukları
ileri sürerek bu- sonsuz güven nedeniyle aklın ulaştığı so-
dikkat günün astronomi
Bilginin imkânını ben- nuçları kontrol etmeyi düşünmezler.
bilgisine dönemin-
zerler arasındaki yakın- 3. Miletos Okulu filozoflarının merkezi ilgi-
de erişir. Ancak
lığa/ilişkiye dayandıran leri arkhenin, yani her şeyin kendisinden
Anaksimenes’in en
Pythagorasçı düşüncenin meydana geldiği ana-maddenin mahiyetine
önemli bilimsel
temelinde Anaksimenes’in yöneliktir. Miletoslu filozoflar farklı farklı
keşfi güneş ve ay
insan-evren bağlantısına tutulmalarını doğru arkhelerden söz etmiş olsalar da arkhenin
dair fikirleri vardır. Evreni biçimde açıklamış ilahi, ölümsüz, ebedi ve ezeli olduğu ko-
biliriz çünkü aynı kökten olmasıdır (Cevizci, nusunda hemfikirdirler. Dolayısıyla da Mi-
gelmekteyiz. 2014, s. 38). letos filozoflarının arkhe tanımları tanrısal
28
İlkçağ Felsefesi
nitelikler taşır. Diğer bir deyişle mitolojiyle üzerine görüşlerini teorileştirerek felsefenin
bağlarını kopartmaya başlamış olsalar da zeminini oluştururlar. Sürtünme, doğum,
Miletosluların mitolojik düşüncenin etki- yoğunlaşma, sıkılaşma, soğuma ve ısınma
sinden büsbütün kurtuldukları söylenemez. gibi doğal olayların organik ve fizik temelleri
4. Hareketin nasıl oluştuğu konusuyla doğru- evrenin açıklanmasının modelini oluşturur.
dan ilgilenmeyen Miletoslu düşünürler, var 6. Miletos Okulunun arkheye yönelen karak-
olanların meydana gelişinin nedenini ark- teristik düşünme tarzı monist (tekçi) açık-
henin canlılık özelliğine bağlarlar. Böylece lamaları içerir. Anaksimandros’un apeiron
hareketin başlatıcısı bir fail neden Miletos- görüşü her ne kadar monist düşünceye in-
luların felsefelerinde söz konusu edilmez. dirilen bir darbe olarak düşünülse de, bu
Ancak yine de bu düşünürlerin felsefeleri- darbenin etkileri özellikle öğrencisi Anaksi-
ne evrimci bir görüş hâkimdir. Başlangıçta menes tarafından derhal yok edilir.
bugün gördüğümüz biçime sahip olmayan Miletos’un Persler tarafından işgaliyle son bulan
evrende, zaman içerisinde canlı olan ana- Miletos Okulu’nun ardından felsefe çalışmalarının
maddenin evrilmesiyle var olanlar sırasıyla yoğunluğu Güney İtalya’daki Yunan kentlerine ta-
meydana gelirler. şınır. Burada özellikle Pythagoras ve ardıllarının ça-
5. Bu dönemde saf felsefi düşünceden söz lışmalarıyla yükselişe geçen felsefe bilimsel olmak-
edilemez, filozoflar daha çok doğal olaylar tan çok ahlaki konulara ağırlık verir.
Öğrenme Çıktısı
1 Miletos okuluna mensup filozofların arkhe anlayışlarını açıklayabilme
2 Miletos okuluna mensup filozofların “hylozoizm” fikrini benimsemesinin nedenini ifade
edebilme
Miletoslu filozofların
düşüncelerinin ayrıntı-
lı bir şekilde irdelendiği
“Anadolu’da Felsefeye Yol-
culuk-III: Miletoslu Filo- Miletoslu filozofların dü-
Thales ve Anaksimandros’un
zoflar: Thales, Anaksimand- şüncesinde “evrim” fikri
arkheye dair görüşleri ara-
ros ve Anaksimenes” başlıklı nasıl bir yere sahiptir? Fi-
sında ne tür farklılıklar var-
sempozyumun bildirilerini kirlerinizi arkadaşlarınızla
dır? Araştırınız.
Miletli Filozoflar: Thales, paylaşınız.
Anaksimandros ve Anak-
simenes. Ankara: Türkiye
Felsefe Kurumu Yayınları
adlı eserde bulabilirsiniz.
29
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
30
İlkçağ Felsefesi
31
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
32
İlkçağ Felsefesi
İlk dört sayı, yani 1, 2, 3, 4 sayıları nesneler düzeni- tematiğe “sonsuz küçük” kavramını sokmuşlardır.
nin kurucu unsurudurlar. Başlangıçta nokta bulu- Karenin köşegenlerini ve kenarlarını sonsuz sayıda
nur ve nokta 1 sayısını ifade eder. İki noktanın yan bölerek nihayetinde bir tam sayıya ulaşmayı amaç-
yana gelişiyle doğru; üç noktanın dizilimiyle ise üç- layan Pythagorasçılar, felsefenin başka bir zorluk
gen oluşur. Dört nokta hacimli cismin oluşmasını yaratan kavram çiftini daha keşfetmiş olurlar:
sağlar. Böylece Pythagorasçılar sayı bilgisinden ha- “Sonsuz küçük” ve “sonsuz büyük”. Bu kavram çif-
reketle somut cisimlerin düzenini keşfe yönelirler. tinde gözlemlenen güçlükler ileride Zenon’un fel-
Modern geometri- sefesinde uğraştığı antinomilerden (çatışkılardan)
nin giderek mate- birini oluşturur.
matikleştirilmesine, Pythagoras’a göre, cisimsel dünyanın temelini
dikkat matematiksel eşit- oluşturan sayılar da cisimseldir. Her şeyin teme-
Pythagorasçılar arkhenin liklerle kavranma li olan, Aristoteles’in deyişiyle “bir” (Aristoteles,
sayı olduğu kanaatindedir. çabasına karşın, 1996, 986a) olan, iki temel öğenin birleşmesinden
Onlara göre, sayılar, evren- Pythagorasçılar ma- oluşur. Bu öğelerden biri Anaksimandros’un kul-
deki uyumun, orantılılığın tematiği somut bir landığı anlamda sınırsız, yani apeirondur. Sınırsız
kaynağıdır ve şeylerin ne geometriye dönüş- olan öğe yani madde, ancak ona form verecek,
iseler o olmalarını sağla- türme çabası gös- onu tanımlı hale getirecek bir sınırlı (peras) ile
maktadır. terirler (von Aster, birleştiğinde bir oluşur. Diğer bir deyişle, sonsuz
1999, s. 39). bir madde sınırsız olmakla birlikte ancak bir form
Henüz soyut düşüncenin gelişmediği Yunan aldığında, yani sınırları belirli hale geldiğinde bili-
dünyası için pek de şaşırtıcı olmayan bu çabanın nebilir olur. Pythagoras sınırsız olan havayı cisme
karşısındaki en büyük güçlük irrasyonel sayıları dönüştürenin ateş olduğunu ileri sürer. Böylece
kavrama konusundadır. Okulun üyeleri tarafından Pythagorasçı bakış açısından bir hava ile ateşin bir-
geliştirilen Pythagoras teoremine göre bir dik üç- leşimidir. Diğer bir deyişle Anaksimandros’un son-
gende hipotenüsün uzunluğunun karesi iki kenarın suz maddesi, Herakleitos’un evrene yasa veren ya
uzunluklarının karelerinin toplamına eşittir. Ancak da evrenin formunu oluşturan ateş ile birleştiğinde
eşit kenarlardan her biri 1 birim olarak kabul edil- Pythagoras’a göre cisimlerin temeli oluşur. Böylece
diğinde, hipotenüs bilinmez, biçimsiz olan sınırsız madde, ona sınır
√2 olarak bulunur çeken, oran katan, onu tanımlı hale getiren sınırlı
ki, bu durum evreni formla birleştiğinde cisimler meydana gelir.
dikkat tam sayılarla açık- Bir evrendeki her şeyin temeli olduğundan,
Üçgenin kenarlarından bi- layan ve evrendeki sınırlı ve sınırsız çifti de tüm evrene saçılmıştır.
rinin ölçülemediği bir du- uyumu tam sayıla- Pythagorasçılar aynı zamanda evrendeki uyumu
rumda, evrenin matema- rın ilişkisine bağ- sağlayan on karşıt çift saptarlar: Sınırlı/sınırsız, tek/
tiksel bir oranlılık üzerine layan Pythagorasçı çift, bir/çok, sağ/sol, erkek/dişi, sükûnette olan/
kurulduğu iddiası çıkmaza metafizik için kabul harekette olan, doğru/eğri, aydınlık/karanlık, iyi/
giren Pythagorasçılar, ön- edilemez bir sonu- kötü, kare/dikdörtgen (Aristoteles, 1996, 986a).
celeri bu bilginin bir sır ca işaret eder. Bu- Bu kavram çiftlerinden ilk olarak anılanlar Pytha-
olarak kalması gerektiğini günün matematik gorasçılara göre yetkinliği ve düzeni; ikinci olarak
düşünmüşlerdir. Anlatılan- bilgisi dâhilinde √2 sözü edilenler ise eksikliği ve düzensizliği ifade
lara göre bu sırrı saklaya- irrasyonel bir sayıdır ederler. Bir nasıl ki hem tek hem de çifttir, yani bir
mayan ve onu tarikat üyesi ve tam sayı ile ifade uyumdur; evren de bu karşıtlar arasındaki uyumu
olmayan insanlara açıkla- edilemeyen, kesir gösterir. Her ne kadar kozmosun temeline bir olanı
yan Hippasos’u ölümle ce- sistemiyle ise yal- yerleştirmiş olmakla monist bir görünüm sergilese-
zalandırmışlardır (Cevizci, nızca yaklaşık olarak ler de, Pythagorasçılar karşıtlıkları kozmostaki uyu-
2014, s. 49) değer biçilebilen bir mun ilkesi olarak saymakla düalist bir görüşe ula-
niceliği gösterir. şırlar. Kozmos tüm karşıtları bir yoluyla içine alan
Pythagorasçılar tüm kenarları 1 birim olan ka- bir sayılar uyumudur. Dolayısıyla Pythagorasçılar
renin köşegenlerine oranının bir tam sayıyla ifade nesneler düzenini bir sayılar sistemi olarak temel-
edilememesine ilişkin bu güçlüğü aşmak üzere ma- lendirmeye uğraşırlar. Bu arada sayı mistisizmine
33
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
kaymışlarsa da asıl göz önünde bulundurdukları müzikal tonu bulunur. Böylece kürelerin merkez
şey nesnelerin kalıcı, kavramsal düzenini bilme ateş etrafındaki düzenli dönüşü uyumlu seslerin
denemesidir ve bu düzenin temelinde matematik birlikteliği olan bir müzik yaratır. Pythagorasçıların
orantılar bulunur. evrenin müzikal uyumuna dayandırdıkları mistik
düzen anlayışı, Pythagorasçı felsefede bilimsellikle
dinselliğin iç içe geçtiğinin en açık göstergesidir.
Pythagorasçıların Evren Tablosu
Pythagorasçıların evren anlayışı Miletoslu dü-
Pythagorasçı kuramda nesneler düzeninin ku-
şünürlerin görüşleriyle karşılaştırıldığında büyük
rucusu olan ilk dört sayının (1, 2, 3, 4) toplamını
bir ilerleme olarak görülebilir. Pythagorasçılarla
veren 10 sayısı, sayıların bütün doğasını içinde ba-
birlikte dünya evrenin merkezi olmaktan çıkmış,
rındıran mükemmel sayı olarak kabul edilir (Aris-
bir gezegen olarak tanımlanmıştır. Ayrıca dünyayı
toteles, 1996, 986a). Ancak bu kabul Pythagorasçı
küre halinde ve merkezin etrafında döner biçimde
evren anlayışında bir açmaza da neden olur. Dö-
ilk kez tanımlayanlar da yine Pythagorasçılardır.
nemin bilinen beş yıldızı (Satürn, Jüpiter, Mars,
Gezegenlerin, dünya, güneş ve ayın evrenin merke-
Merkür ve Venüs), güneş, dünya, ay ve sabit yıl-
zinden uzaklığını hesaplayan Pythagorasçılar mev-
dızlar kümesi gökyüzünün birer parçası olarak sa-
simlerin oluşumunu da günümüze kadar gelebile-
yıldıklarında, gök cisimleri mükemmellikten uzak
cek bir öngörüşlülükle açıklamayı başarmışlardır.
kalmaktadır. Sistemin tutarlı ve mükemmel olabil-
mesi için 10 adet gökcisminin bulunması gerekti-
ğini düşünen Pythagorasçılar, bir de Karşı-Yer’i icat Pythagorasçı Felsefenin Genel
ederler. Değerlendirmesi
Pythagorasçılar, daha sonra Kopernikus’a ilham Mistik felsefenin önünü açan Pythagorasçılar,
olacak biçimde, tüm gökcisimlerinin merkezde bu- siyasetten matematiğe, astronomiden müziğe geniş
lunan ve sınırlıyla sınırsızın birleşmesinden doğan ilgi alanlarını içeren çalışmalarıyla felsefe tarihin-
merkez ateşe bir yay de derin izler bırakmışlardır. Matematikle teolo-
ile bağlı olduğunu jiyi birleştirme çabaları ortaçağ düşünürlerinden
ve onun etrafında Kant’a değin pek çok filozof üzerinde etkisini gös-
dikkat döndüğünü iddia terirken, orphik görüşleri başta Platon olmak üzere
Pythagorasçıların “merkez ederler. Pythagoras- pek çok düşünür tarafından tekrar tekrar tartışılır.
ateş” adını verdiği ve ev- çıların bu evren tab- Kişilerin eylemlerinde sorumluluk sahibi oldukla-
rendeki tüm cisimlerin et- losu, ileride merkez rına ve bilgilenerek kötülüklerden arınacaklarına
rafında döndüğünü iddia ateş yerine güneşin ilişkin etik yaklaşımları antik dönemden modern
ettiği şey Kopernikus’un koyulmasıyla güneş döneme değin ahlak felsefelerinde başlıca tema
güneş merkezli anlayışı merkezli evren açık- olarak işlenir. Pythagorasçıların matematik üzerine
için bir ilham kaynağıdır. lamasının yolunu başarılarıysa tartışmasız bir önem taşır. Bertrand
açacaktır. Russell Batı Felsefe Tarihi adlı eserinde “düşünce
Pythagorasçı evren tablosunda dünyanın ısı ve alanına bu denli etki yapmış bir adam tanımıyo-
ışık kaynağı güneş, ışığını merkez ateşten alarak rum” diyerek (Russell, t.y., s. 141) Pythagoras’ın
yansıtır. Güneşin merkez ateş etrafındaki dönüşü düşüncelerinin felsefe tarihindeki ağırlığını ortaya
bir yılda tamamlanır. Dünyanın merkez ateşi değil koyar. Genel bir değerlendirmeyle Pythagoras ve
de yalnızca güneşi görmesinin nedeni tüm gökci- ardıllarının başarıları şöyle sıralanabilir:
simleriyle birlikte dünyanın merkez ateş etrafında 1. Pythagoras ve ardılları bir yandan mistik di-
dönüşü sırasında Karşı-Yer’in merkez ateş ile dünya ğer yandan ise bilimsel gelişmenin zeminini
arasına girmesinden dolayıdır. Böylece Karşı-Yer, hazırlamışlardır. Fizik ile matematiğin bir-
dünyayı merkez ateşin ışınlarından da korumuş likteliğini kurarak modern fizik biliminin
olur. temelini atan yine Pythagoras’tır.
Pythagorasçı evren tasarımında tüm gök cisim- 2. Matematik alanında özgün kuramlar geliş-
leri küre biçimindedirler. Kürelerin devinimi bir tiren Pythagorasçılar, aynı zamanda mate-
oktavı ve dolayısıyla da uyumu temsil eder. Her matiği bir yöntem haline getirerek bilimin
kürenin kendi ağırlığına ve dönme hızına göre bir temeline yerleştirirler.
34
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
3 Pythagoras ve ardıllarının arkhe anlayışlarını açıklayabilme
4 Pythagorasçıların “bilimsel” düşünceye yaptığı katkıları sıralayabilme
Pythagoras ve Pythagorasçı
Anaksimenes’in arkhe hak-
düşünce hakkındaki ayrın-
kındaki görüşleri vasıtasıyla Pythagorasçıların bilgi an-
tılı bir inceleme için Bayla-
Pythagorasçıların fikriyatı layışı hakkında öğrendikle-
dı, D. (2008). Pythagoras:
üzerinde bir etkide bulun- rinizi arkadaşlarınızla pay-
Bir Gizem Peygamberi.
duğu söylenebilir mi? Araş- laşınız.
İstanbul: Say Yayınları adı
tırınız.
eseri okuyabilirsiniz.
35
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Bu düşünce geleneğine damgasını vuran tartış- Yaşamını “çoklar”dan kaçarak geçiren He-
ma, oluşu evrenin temeline yerleştiren Herakleitos rakleitos, Diogenes Laertios’un anlattığına göre,
ile hareketin imkânsızlığını mantığın olanakla- kendisine siyasete katılmasını teklif eden yurttaş-
rı dâhilinde kanıtlama uğraşı veren Parmenides larına birlikte devlet yönetmektense çocuklarla aşık
arasındadır. Birbirini dışlayan düşünceler ortaya oynamanın daha iyi olduğu yanıtını verir. Yine
koysalar da bu iki filozofun düşüncesini bir arada Laertios’un anlattığına göre, insanlardan kaçmak
incelemeyi mümkün kılan da hareket ve değişim için çıktığı dağlarda vücudu ödem yaparak hastala-
sorununa yönelik bu ortak ilgileridir. nan Herakleitos, siteye giderek hekime şaşırtmacalı
bir biçimde yağmurlu bir havayı kurağa çevirip çe-
viremeyeceklerini sorar. Hekimler Herakleitos’un
Herakleitos (MÖ 535-457) sorusunu anlamayınca da, Herakleitos kendisini
İyonya felsefesinin sonuncu filozofu olan He- gübreliğe gömerek vücudundaki ödemi ısıyla ku-
rakleitos MÖ 540-480 yılları arasında yaşamış rutmaya çalışır. Ancak çabası sonuç vermez ve He-
ve tüm yaşamını Epeshos’ta (Efes) geçirmiştir. rakleitos hayatını kaybeder.
Soylu ve köklü bir aileden geldiği bilgisi dışında Herakleitos’un “çoklar”a duyduğu güvensizlik,
Herakleitos’un yaşamına dair bilinen her şey birer onu düşüncelerini çokların anlamayacağı bir üslup-
söylentiden ibarettir. la yazmaya iter. Bu nedenle MÖ 3. yüzyılda yaşa-
İleride Sokrates ve Platon’un düşüncelerinde de yan Phliuslu Timon, Herakleitos’a “muammacı” sı-
açığa çıkacağı gibi çağının demokrasisine yönelik fatını yakıştırır. Cicero ise Herakleitos’u “karanlık”
eleştirel tutumu Herakleitos’u yalnızlığa sürük- (obscure) olarak tanıtır. Herakleitos, Diogenes’in
lemiş, sıklıkla “ruh ve düşünce aristokratı” olarak bildirdiği üzere, kitabı Doğa Üzerine’yi “çokluk”tan
tanımlanmasına neden olmuştur. Kendi ifadesiy- uzak tutmak, yalnızca onu anlayabilecek olanların
okumasını sağlamak için Artemis Tapınağına bı-
le, “‘en iyiler’ bir şeyi bütün şeylere yeğ tutarlar:
rakır. Böylece kitaba yalnızca tapınağa girme hak-
ölümlü şeylerin verdiği sonsuz ünü; çokluk (çok-
kına sahip tek sınıf olan aristokratların erişmesini
lar) ise sığır gibi toktur. –Bir kişi benim için on bin
istemiştir. Evren,
kişi, mükemmel ise. –Nedir ki onların aklı yahut
siyaset ve teoloji kı-
düşünmesi; halk şarkıcılarına kanıyorlar ve yığını sımları olmak üzere
öğretmen ediniyorlar ‘çokların kötü, azların iyi’ üç bölümden oluşan dikkat
olduğunu bilmeyerek” (Kranz, 1984, s. 69 -B 29. kitap, o denli ünlen- Herakleitos’un yazım üs-
49. 104). Daha sonra Nietzsche tarafından “pek miştir ki, ilerleyen lubu son derece ağır ve zor
çoklar” ve “sürü insanı” olarak tanımlanacak olan zamanlarda Herak- anlaşılır bir nitelik arz et-
“çoklar”, Herakleitos’a göre, düşünemeyen, aklını leitosçular türemiş mektedir. Bu nedenle kimi
kullanmak, sorgulamak yerine kendilerine verilen- ve Herakleitos’un filozoflar, örneğin Cicero,
lerle yetinen insanlardır. öğretisini büyük ona “karanlık Herakleitos”
ölçüde zedeleyerek adını verirler.
kulaktan kulağa
yaymışlardır.
36
İlkçağ Felsefesi
ateşi bazen buhar, bazen de nefes olarak adlandırır. –Ateş gelip bütün şeyleri yargılayıp yakalayacaktır”
Nitekim ardıllarından bir kısmı bu nedenlerle ateşi (Kranz, 1984, s. 64, B. 64. 30. 31. 66). Dolayısıyla
organizmadaki ilk ilke olarak tanımlayacaklardır. bütün dünya düzeni bir yanda sönerken, diğer yan-
Bazı yorumculara göre, ateş ilkesi sürekli eyle- da yanan bir ateş olarak tanımlanabilir. Fragman-
min yalnızca somut, fiziksel bir simgesidir ve bu dan da anlaşılacağı üzere değişim daima bir ilkeye,
nedenle ateşi kendinde bir töz olarak değil, oluşun ölçüye göre sürüp gider.
kendisi olarak tanımlamak daha doğru bir yorum-
dur. Herakleitos’a göre, ateş her şeyin niteliksel Herakleitos’un Değişim Üzerine
olarak değişimine yol açan bir ilkedir. Bu neden-
Düşünceleri
le, Herakleitos’un seçtiği arkhe Miletos Okulunun
üyelerinin seçtiği, sabit kalan arkhelerden farklı Miletli filozofların gerçek physis saydığı arkheyi
olarak sürekli değişkendir ve sürekli değişimin ilke- değişimi açıklamakta yetersiz kaldığı için eleştiren
sidir. Ateş, bir mum ışığı gibi, bir süre için sabit ve Herakleitos’a göre evren “boyuna akan bir süreç”,
değişmez görünebilse de, malzemesini sabit bir bi- başı sonu olmayan bir değişimdir. Bu değişim
çimde değiştirebilmektedir (Guthrie, 1999, s. 51). içinde aynı kalan, sürüp giden hiçbir şey yoktur.
Başka bir deyişle, ateş, hem maddenin arkhetipik Herakleitos’a göre, tüm gerçeklik hiç durmadan
bir formudur hem de oluşun düzenidir. akıp giden bir ırmak gibidir. Her ne kadar fizik
dünya görünürde devinimsizmiş gibi kabul edilse
Herakleitos’a göre, dünya hiç sönmeyen bir
de gerçekte her şey akışa, değişime tabidir. Kısacası
ateştir. Bu ateşin bir bölümü her zaman öteki
sadece değişenlerden oluşan fizik dünyada değiş-
maddeler olan toprağı, suları ve havayı oluşturur.
meyen tek şey değişimin ilkesidir. Değişim hiç dur-
Oluş daima bir düzen içerisindedir. Diğer bir de-
madan devam ettiği için nesneyi oluşturan madde,
yişle ateş, toprak, su ve hava arasındaki değişimi,
gerçekte zamanın birbirini izleyen iki anında aynı
birbirlerini daima dengeler biçimde düzenler. Bu
olamaz. “-Olduğu yerde kalan hiçbir şey yoktur.
açıdan saf ateşin yönetsel bir kapasitesi olduğu ileri
–Aynı ırmaklara girenlerin üzerine hep başka su-
sürülebilir. Herakleitos ateşi kozmik güçlerin itici
lar akar gelir. –Aynı
ilkesi olarak ele alır. Ateş suların buharlaşmasına,
ırmaklara giriyoruz
buharın yükselmesine ve bulut olmasına, bulutun
hem girmiyoruz,
soğuyarak yağmura dönüşmesine, toprağın kuru- dikkat
hem biziz hem deği-
masına neden olan ilkedir. Bu açıdan ateş katı, sıvı Herakleitos’un görüşünü
liz” (Kranz, 1984, s.
ve gazların “değişim ilkesi”dir. kabaca özetlemek üzere
64, B 52. A 6. C 5.
Bu üç kütle arasındaki değişimler eşzamanlı kullanılan panta-rhei (her
B 12. 49a). Evrenin
olduğundan birinin azaldığı yerde diğeri çoğalır, şey akar) ifadesi, gerçekte
sürekli dönüşümlü
böylece bütün hep aynı kalır. “Bütün şeyleri (ev- Herakleitos tarafından de-
bir süreç oluşunu
reni) şimşek (ateş demek) yönetir. –Bütün kişiler ğil, ardılları tarafından dile
Herakleitos, panta-
(ve şeyler) için aynı olan bu bizim kozmosumuzu getirilmiştir.
rhei düşüncesiyle
ne bir insan ne de bir Tanrı yaratmıştır, o daima açıklar.
hep yaşayan bir ateş-
Buna göre, hiçbir şey aynı kalmaz ve her an her
ti, ve olacaktır, ölçü-
şey değişir. Ancak bu değişim kuralsız da değildir.
lere göre parlayan ve
Tüm değişenlerin ardından bir düzen, ölçü bulu-
dikkat ölçülere göre sönen.
nur ki bu da bir düzenin, bir kozmosun olduğunu
Herakleitos, Anaksiman- (…) Ateşin dönüp-
gösterir. Herakleitos tüm değişenlerin oranlı bir bi-
dros’un evrenin basit bir değişmeleri: önce
çimde değiştiği düzene logos adını verir.
halden evrim geçirerek deniz, denizin yarı-
oluştuğu iddiasına, evrenin sıyla toprak, yarısıy-
geçmişte de gelecekte de la da aither; fakat ye- Logos Yunancada akıl, düşünce, ölçüt gibi
aynı kalacağını ifade eden niden toprak, deniz anlamlara gelmektedir. Herakleitos ise bu
“(…) o daima hep yaşayan olarak dağılıp akar kelimeyi içerisindeki her şeyin oranlı bir
bir ateşti, ve olacaktır” söz- ve toprak olmadan biçimde değiştiği düzen anlamında kul-
leriyle karşı çıkar. önceki aynı orana lanmaktadır.
(logos’a) göre ölçülür.
37
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
38
İlkçağ Felsefesi
temel alır. Logosun yasası insan yapısı değildir. İn- şiler logosu kavrayamaz ve kendi düşünceleri varmış
san yapısı olan ve olmayan tüm yasalar logostan pay gibi yaşarlar: “Demek ki izlemeli ortak olanı –Ortak
alırlar. Logosun nesnelliğini göz ardı eden Sofistler olsa da Logos –çoğunluk yaşar kendine özgü düşün-
ise insanlar tarafından üretilen yasaları doğanın ya- cesi varmış gibi” (Herakleitos, 2012, s. 22).
salarından bütünüyle koparırlar. Kozmik akılla insan aklı arasındaki yapısal ben-
zerlik gerçekliği anlamak, kozmik akılla insan aklı
Herakleitos’un Bilgi Kuramı ve Ruh arasındaki benzerliği kavramak ise insanın kendisi-
Öğretisi ne bakma gereğini doğurur.
Hem insan doğasına hem de fizik doğaya dü-
zen katan logos bilginin olanağını da teşkil eder.
Herakleitos’a göre, algı dünyası değişmezmiş gibi
görünür, fakat bu görünüş aldatıcıdır. Görünenle- dikkat
rin ardındaki düzen akılla kavranabilir. Diğer bir Pythagorasçıların makro kozmos ve mikro
deyişle, gerçeğin bilgisini duyular değil, sadece akıl kozmos arasında kurmuş oldukları benzerlik,
verebilir. Logosun sesini duyamayanlar için ise du- Herakleitos’un düşüncesinde evreni yöneten
yular aldatıcıdır. tanrısal akıl ile insandaki akıl arasında ku-
Herakleitos’ta akıl, kozmik aklın yani logosun in- rulur. Ancak, Herakleitos’ta, Pythagoras’tan
sandaki karşılığıdır. İnsanı beden ve ruhtan oluşan farklı olarak, tanrısal akıl ile insan aklı arasın-
ikili bir yapı biçiminde tanımlayan Herakleitos için daki ortak düzeni ifade eden logos bir madde-
evrendeki kozmik ateş, insanın ruhunda varlığını dir, yani ateştir.
sürdürür. İnsan her nefeste kozmik ateşi içine çeker
ve böylece akıl sahibi haline gelir. Buradan hareketle
Herakleitos’un tanrısal olan logosu ortak akılla te- Nitekim Herakleitos “kendimi araştırdım”
mellendirdiği, çünkü logosun ancak herkeste ortak (Kranz, 1984, s. 65, B 101) derken, gerçeğin ya da
olan akılla kavranabileceği ileri sürülebilir (Capelle, logosun araştırmasına yöneldiğini dile getirmiş olur.
1995, s. 131). Ancak, Herakleitos’un aristokratik Bu araştırma bir yandan fizik dünya düzenini ifade
tavrı aklı herkeste ortak olarak tanımlamakla bir- eden varlığın diğer yandan da logosa uygun, bilgece
likte, herkesin aklını kullandığını kabul etmez. Ona yaşamın mahiyetinin araştırması olarak ahlakın ala-
göre, “çokluk” pay aldığı aklı kullanmaz ve duyu- nını oluşturur. Dolayısıyla Herakleitos’un düşünce-
larla kavradıklarını gerçek zanneder: “Ruhları ham sinde, varlıkla akıl arasında dolaysız bir bağ kuru-
olan insanlar için, gözler ve kulaklar kötü tanıktır” lur. Ancak bu bağ özellikle modern özne tanımının
(Kranz, 1984, s. 66, B 107). Ruhları ham olan ki- mucidi Descartes ile tamamen kopartılacaktır.
Öğrenme Çıktısı
5 Herakleitos’un arkhe anlayışını açıklayabilme
6 Herakleitos’un logos öğretisini ana hatlarıyla irdeleyebilme
Herakleitos’un fikirlerini
kendi satırlarından okumak
Herakleitos “her şeyin de-
için Herakleitos. (2016). Herakleitos’un arkhe ve ruh
ğiştiği bir evrende bilgiye
Fragmanlar: Testimonia-
ulaşmak mümkün müdür?” anlayışları arasında nasıl bir
Fragmenta-Imitationes. Çev.
sorusuna ne cevap verirdi? ilişki olduğunu anlatınız.
Güvenç Şar ve Erdal Yıldız.
Araştırınız.
İstanbul: Dergah Yayınları
adlı eseri okuyabilirsiniz.
39
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
40
İlkçağ Felsefesi
41
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
• Varlık bölünmez: Bölünmek için boşluğa, etmez olduğu görüşünü, yarattığı paradokslarla sa-
boş uzaya ihtiyaç duyulur. Boş ise hiçtir, hiç vunan Zenon, bu savunusunu karşısındakinin gö-
ise var değildir. Bu nedenle varlığın bölün- rüşünü saçmaya düşürecek biçimde bir diyalektik
mez olduğunu da kabul etmek zorundayız. yöntem geliştirerek yapar. Zenon’un yarattığı para-
• Varlık hareket etmez: Hareket bir an için var dokslar, özellikle değişimin ve çokluğun olanaksız-
olanın bir zaman sonra yokluğunu gösterir lığını ortaya koymaya yönelir.
ki, bu durumda varlığın yokluğu gibi çelişik
bir düşünceyi kabul etmemiz gerekecektir.
Böylece, Parmenides’e göre, duyular dünya- Yunanca paradoksos (karşıt, çelişen) sözcü-
sında çokluk olarak kavradığımız şeylerin ardında ğünün modern dildeki karşılığı olan para-
bir Birlik bulunur. Parmenides’in varlığı Bir olarak doks, doğru görünmekle birlikte gerçekte
tanımlayışı, ileride Platon tarafından Parmenides çelişki barındıran ya da sezgiye aykırı so-
adlı diyalogda şiddetle eleştirilecektir. Platon’un nuçlara yol açan ifade ya da ifadeler toplu-
Parmenides’e yönelik başlıca eleştirileri şöyle özet- luğu anlamına gelmektedir.
lenebilir:
• Varlık hem var hem de bir ise, varlığı kavra-
Değişimin ve çokluğun olanaksızlığına yönel-
yan özne nerededir?
mesi, Zenon’u özellikle Pythagorasçıların en önem-
• Hayali objeler de vardır. Örneğin tek boy- li eleştirmeni kılar. Nesnelerin Yaradılışı eserinde
nuzlu attan söz edebiliyorsak, Parmenides’in Zenon, çelişkiye oldukça yatkın bir kavram olan
düşüncesine göre bunun nesnesinin de ol- “sonsuz” kavramını araştırır. “Sonsuz” kavramı
ması gerekirdi. ilk kez Anaksimandros’ta apeironun temel niteliği
• Var olmayan diye bir şey dile getirilebili- olarak belirmişti. Daha sonra Pythagorasçılar doğ-
yorsa ve dil ile düşünme bir ise, düşünme runun ya da düzlemin sonsuz sayıda bölünebilen
varlıkla özdeş olacağından var olmayanın noktacıktan meydana geldiğini ileri sürerken, son-
varlığını kabul etmemiz gerekirdi. suz kavramını bir kez daha felsefenin konusu haline
Platon’un soruları yanıtsız kalıyor olmakla bir- getirmişlerdi. Parmenides’in varlığın Bir ve bütün
likte Parmenides’in bıraktığı en köklü iz kuşkusuz olduğuna ilişkin görüşüyle doğrudan bir karşıtlık
felsefe tarihinde varlığı niteliksiz olarak düşünen içinde olan varlığın sonsuz sayıda küçük parçacığa
ilk filozof olmasından kaynaklanır. Tüm nitelikler bölünebileceğine dair Pythagorasçı görüş, özellikle
görünüş alanının birer ürünüdürler. Görünüşlerin Zenon tarafından çürütülmeye çalışılır.
ardındaki gerçek ise varlığın değişmez, dönüşmez, Zenon sonsuz küçüklük kavramının paradok-
ezeli-ebedi Bir oluşudur. Böylece, Herakleitos ve sunu gösteren akıl yürütmesine bir cismin parça-
Parmenides yüzyıllar boyunca metafiziğin başlıca lardan oluştuğu ve bu parçaların da daha küçük
konusu haline gelecek olan görünüş-gerçek ayrımı- başka parçalara bölünebildiği varsayımıyla başlar.
nı felsefe tarihine armağan ederler. Bu varsayım uzayda yer kaplayan her cismin son-
suz sayıda bölünebildiğine işaret eder. Her cismin
Zenon (MÖ 490-430) sonsuz sayıda parçaya bölünmesi halinde iki olası-
lık karşımıza çıkar:
Zenon, Elea Okulunun ikinci temsilcisi ve Elea
Okulu üyeleri arasında Parmenides’in gerçekten a. Sonsuza kadar bölünebilen bu küçük parça-
öğrencisi olan tek filozoftur. Çağımıza hiçbir ya- lar uzayda yer kaplar;
pıtı tam olarak kalmamış olan Zenon hakkındaki b. Sonsuza kadar bölünen bu küçük parçalar
en önemli bilgi kaynakları Platon’un Parmenides uzayda yer kaplamaz.
diyalogu ve Aristoteles’in Fizik kitabıdır. Zenon’un İlk koşulda, yani sonsuz parçaların her biri-
ünlü paradokslarını çözmek için büyük uğraşlar nin uzayda yer kapladığı durumda sonsuz bü-
veren Aristoteles, diyalektiği Zenon’un keşfettiğini yüklükten söz etmek gerekir ki, bu durum açıkça
ileri sürer. saçmadır. Sonsuz sayıdaki parçanın uzayda yer
Parmenides’in pek çok kereler kabul edilmesi kaplamadığı ikinci koşulda ise büyüklük hiçbir
güç görünen varlığın Bir, bütün, değişmez, hareket zaman olmayacaktır, çünkü büyüklüğü olmayan
42
İlkçağ Felsefesi
43
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Ksenophanes (MÖ 570-480) Oysa insani dünya ve tanrılar dünyası iki ayrı ve
Elea Okulunun var olanların arkasındaki bir- farklı gerçeklik oluşturur: “(…) insanların tanrıları
liğe ilişkin metafiziğin önünü açan düşünceleri, kendi imgelerine göre düşünmeleri, kendi imgeleri-
Ksenophanes’te teoloji alanına uygulanmış biçi- ni nesneleştirmeleri, kaçınılmaz olarak ilahi gerçek-
miyle belirir. Ksenophanes’in, çağının Tanrı anla- liğin çarpıtılmasıyla sonuçlanır” (Cevizci, 2014, s.
yışının yol açtığı spekülasyonlara ilişkin iki temel 67). Diğer bir deyişle, insan gözlemlerinden hare-
eleştirisi bulunur. Bu eleştirilerden ilki antropo- ketle edindiği izlenimleri bilgi saydığı sürece, gerçe-
morfik (insan biçimci) Tanrı anlayışına, ikincisi ise ğin ya da hakikatin deneyim alanında olduğu sanı-
çoktanrıcılığa yöneliktir. Dönemin din anlayışına sına kapılır. Söz konusu sanının sonucunda insanlar
yönelik bu türden eleştiriler, mitostan logosa geçişi ancak belli mekâna göre tanrılar türetmişlerdir.
işaret eden felsefenin, dinin eğilimlerini eleştirel bir Ksenophanes’e göre, insanın deneyim alanın-
gözle okuyabilecek kadar olgunluğa eriştiğinin de dan hareketle Tanrı’yı araması, Tanrı’yı türe özgü
en açık göstergesi- bir algıyla oluşturma yanılgısına yol açar. Ksenop-
dir. Ksenophanes’in hanes, olanaklı olsaydı hayvanların da kendileri-
eleştirileri aynı za- ne benzer Tanrı figürleri çizeceklerini söyleyerek,
dikkat manda Miletos’tan tanrıları insan biçimli düşünmenin yanlışlığını
Ksenophanes yaşadığı dö- bu yana etkili olan Zenon’un diyalektik yönteminde olduğu gibi saç-
nemde yaygın bir kabul varlığa ilişkin soru- maya indirgemek yoluyla ispata yönelir:
gören insanbiçimci tanrı ların yerini bilginin
anlayışını ve çoktanrıcılığı ölçüsüne ve değeri- “Elleri olsaydı öküzlerin, atların ve aslanların
eleştirmektedir. ne ilişkin sorulara Yahut resim ve iş yapabilselerdi elle insan gibi
bıraktığının da bir Atlar atlara, öküzler öküzlere benzer
ifadesidir. Tanrı tasvirleri çizerler ve vücutlar yaparlardı
Ksenophanes’in ilk eleştirisi Yunan tanrılarına Her biri kendinin şekli nasıl ise ona göre (B 15)”
ilişkin açıklamalarıyla çağın ahlaki eğilimlerini be- (Kranz, 1984, s. 53).
lirleyen Homeros ve Hesiodos’un görüşlerine yö-
neliktir. Ksenophanes’e göre, Homeros ve Hesio- Böylece Ksenophanes çağın antropomorfik
dos insanların her türden eksiklikleri ve kusurları Tanrı kavrayışını eleştirirken, Elea Okulunun diğer
dâhil olmak üzere tüm özelliklerini tanrılara yük- temsilcilerinin algının doğru bilgi vermeyeceği ko-
lerler: “Hepsini Tanrılara yüklediler Homeros ile nusundaki görüşlerini paylaşır.
Hesiodos –Ne kadar ayıp ve kusur varsa insanlar Ksenophanes’in antropomorfik anlayışı yıkan
yanında: -Çalma, zina etme ve birbirini kandır- düşünceleri, mitolojik bilgi kadar insanların bil-
ma (B 11) –Fakat ölümlüler doğduğunu sanıyor diklerini sandığı şeyleri de bir eleştiri süzgecinden
Tanrıların. –Ve kendileri gibi giyimleri, sesleri ve geçirmesini sağlar. Şu halde insanın izlenimler yo-
şekilleri olduğunu (B 14)” (Kranz, 1984, s. 53). luyla elde ettiği bilgi güvenilmez olduğu için, Ho-
Ksenophanes’e göre Homeros ve Hesiodos Yunan meros ve Hesiodos’un anlattıkları “kulaktan dolma
dünyasının tanrılarını insan biçimli göstererek, bilgiler”dir. Eleştiri süzgecinden geçmemiş olan bu
gerçekte deneyimle elde ettikleri bilgiyi tanrılarla bilgi, daha sonra Platon’un isimlendirdiği üzere
ilişkilendirmiş olurlar. Diğer bir deyişle, Home- doksadır (sanı), inançtır. Ksenophanes’e göre, sağ-
ros ve Hesiodos’un ortaya koydukları Tanrı figürü lam bilgi insan bilgisinde bulanamaz. Ancak her ne
gözlemle elde edilmiş bir Tanrı’dır. Oysa gözlem kadar insan bilgisi sağlam bilgi değilse de, insanlar
yoluyla Tanrı’yı bilmek, öncelikle mekâna göre araştırma yoluyla zaman içinde sağlam bilgiye yak-
değişen bir Tanrı anlayışına sahip olmak anlamına laşabilirler:
gelecektir:
“Doğru Tanrılar en baştan göstermediler her şeyi
“Habeşler kendi Tanrılarının basık burunlu insanlara.
ve kara, Thrakialılar da gök gözlü ve kızıl saçlı
olduklarını sanmakta (B 16)” (Kranz, 1984, s. Ancak onlar araştırarak keşfedecekler daha iyisini
53-54). zamanla (B 18)” (Kranz, 1994, s. 54).
44
İlkçağ Felsefesi
Ksenophanes’in insanın bilgi edinme olanağı ol- Ksenophanes’e göre, Tanrı’dır. Tanrı’nın bilgisinin
duğuna dikkat çekişine karşın, Homeros’un metin- tam oluşu, onun ne duyu ne de düşünme bakımın-
lerinde insanların bilgilerini duyduklarıyla edinebi- dan insana benzemez oluşundan kaynaklanır:
leceklerine ilişkin sanı ağırlıklıdır; insanların sadece
duyduklarını bilmesine karşın tanrılar her şeyi bi- “Tek bir Tanrı, tanrılar ve insanlar arasında en
lirler. Ksenophanes ile Homeros’un bilgi anlayışları ulu,
arasındaki en önemli fark, Homeros’un sözünü et- Ne kılıkça insanlara benzeyen ne de düşünmece,
tiği insanın yalnızca duyma yoluyla, kısacası ikin-
Hep göz, hep düşünme, hep kulaktır o. (B 23)”
ci el bilgiyle donanmasına karşın, Ksenophanes’in
(Kranz, 1994, s. 53).
aktif bir biçimde araştıran, keşfeden insandan söz
ediyor oluşudur. Diğer bir deyişle insan araştırdık-
Böylece Homeros ya da Hesiodos’un mitolojile-
ça duyularının ötesindekini bilebilir hale gelecek-
rinde belirdiği gibi, bilmek için mekân değiştirmesi
tir. Bu açıdan Ksenophanes’in bilme yetisi olarak
gereken, zaman zaman aldatılabilen bir Tanrı’dan
tanımladığının duyular olmadığı açıktır. Tıpkı Elea
farklı olarak Ksenophanes’in işaret ettiği Tanrı hem
Okulunun diğer üyeleri gibi Ksenophanes de bil-
duyular hem de akıl bakımından sınırlandırılma-
giyi keşfin duyularla değil, akıl yoluyla olacağına
mış bir bilmedir.
işaret eder.
İnsanın bilgisi, Ksenophanes’e göre, Tanrı’nın “Hep aynı yerde kalır hiç kımıldamadan,
bilgisi yanında daima sınırlı kalacaktır. Böylece
Yakışmaz ona bir oraya bir buraya gitmek.
Ksenophanes insan bilgisi ve Tanrı bilgisinin arası-
na da sınır çeker ve insanın hakikati asla tam olarak Yorulmadan sarsar ruhun düşünüşüyle bütün
bilemeyeceğini öne sürer: dünyayı (B 26)” (Kranz, 1984, s. 53).
“Açık seçik olanı olmadı gören, olmayacak da Ksenophanes’in Tanrı’sı bir, hareket etmeyen,
düşünce gücüyle her şeyi yapabilen bir Tanrı’dır.
Görüp bilen Tanrıları ve burada bütün söyledik-
Bu türden bir Tanrı düşüncesi, Ksenophanes’in
lerimi;
çağının Tanrı anlayışına yönelik ikinci eleştirisini
Biri pek başarı gösterip mükemmel bir şey söylese oluşturur. Yunan dünyasının tanrılarının çoğul-
bile luğuna itiraz eden Ksenophanes, Elea Okulunun
Kendisi bilmiyordur yine, gibi-geliş bağlıdır hep- varlığın Bir olduğuna ilişkin görüşü üzerine te-
sine (B 34). mellenen bir Tanrı anlayışına ulaşır. Tanrı’nın Bir
Bunlar benzer şeyler sanılsınlar gerçek olanlara, oluşunun mantıksal sonucu, onun en yetkin var-
lık olmasıdır. Bu yetkin varlığın yalnızca düşünce
(Fakat gerçek değildirler yine de) (B 35)” (Kranz,
gücüyle tüm var olanları idare edişi, ileride Aristo-
1984, s. 55). teles tarafından ele alınıp tamamlanarak yüzyıllar
boyunca hüküm süren bir metafiziğin doğmasına
Dikkat edilirse Ksenophanes şiirinde sanış olan yol açar. Kendisi hareket etmese de evrendeki ha-
iki tür bilgiden söz eder. Bu bilgilerden ilki insanın reketin kaynağı olan bu varlık, Ksenophanes’in tek
bilmesine bütünüyle kapalı olan tanrıların bilgi- Tanrı düşüncesine ulaştığını işaret eder.
si, yani teoloji alanıdır. İkincisi ise varlık üzerine Ancak yine de Ksenophanes özellikle kozmolo-
söylediği savlardır. Ksenophanes bu iki alan hak- jisinde, cisimsiz düşünme biçimine henüz ulaşma-
kında hakikatleri bilemeyeceğimizi ve hakikatle mış olan Yunan anlayışına uyarak, Tanrı’yı küre ile
ilişkili şeyleri dile getiremeyeceğimizi ileri sürer. O özdeşleştirir. Laertios, Ksenophanes’ten aktardığı
halde Tanrı ya da varlık hakkında söylenen her şey fragmanlardan birinde “Tanrı’nın özü küre biçimli-
kanaattir, sanıştır. Bu durumda ister duyu isterse dir” der (Laertios, 2003, s. 428). Buradan hareketle
akıl yoluyla elde edilmiş olsun insan bilgisi daima Ksenophanes’in Tanrı anlayışının günümüz tek tan-
kanaatler alanında kalır. Diğer bir deyişle, duyular rılı dinlerinin Tanrı anlayışından farklı olduğu ile-
bilgi vermez, akıl ise her ne kadar araştırarak bazı ri sürülebilir. Tanrı’nın evreninin sonsuz bir varlık
şeyleri bilebiliyorsa da, varlık ve Tanrı konularında nedeni olduğunu düşünen Ksenophanes için Tanrı,
duyularla aynı kaderi paylaşarak kanılar alanında her şeyi içinde barındıran Bir ve Bütündür. Diğer
kalır. Varlık hakkında sağlam bilginin tek kaynağı, bir deyişle, Ksenophanes’e göre, Tanrı dünyadır.
45
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Herakleitos ve Parmenides
Tartışmasının Genel Değerlendirmesi
dikkat 1. Hem Herakleitos hem de Parmenides “bir
Ksenophanes’in Tanrı anlayışı monoteist dü- olan”ın “çokluğa” nasıl dönüştüğü sorunu
şünceyle önemli benzerlikler taşımaktadır. üzerine tartışır. Bu sorun karşısında Herak-
Bununla birlikte, onun tek bir tanrı olduğu leitos arkhe olarak tek bir madde seçildiği
şeklindeki düşüncesi ile günümüzdeki tek sürece “dünyanın çokluğunun” kavranama-
tanrıcı anlayış arasında bazı önemli farklar yacağını düşünür. O, Thales ile ardından
vardır. Örneğin Ksenophanes Tanrı’nın küre gelen filozofların görüşlerinde etkisini his-
biçiminde olduğunu düşünmektedir. Oy- settiren ve belirli bir maddeyi arkhe olarak
saki bu düşünce monoteist düşünceyle uz- kabul eden tüm yaklaşımları reddeder. Bu
laştırılamaz. Zira monoteist inanç Tanrı’nın türden klasik arkhe anlayışlarına karşı He-
herhangi bir şekle sahip olduğu düşüncesini rakleitos, evrenin temeline “oluş” sürecini
dışlamaktadır. ve “düzenli değişimi” koyar. Parmenides
ise Thales’in arkheye ilişkin formülünün
değişimi kavramakta sorun yarattığını fark
Ksenophanes’in panteizminde Tanrı değil, etmekle birlikte, Herakleitos’un tam tersi
dünya fikri vurgulanır. Ksenophanes doğayı va- bir yol takip eder ve hareketi reddeden bir
roluş nedeni olarak kavrayarak, erken dönem Yu- varlık anlayışını savunur.
nanların canlı maddeciliğini (hylozoizm) kabulle- 2. Her iki filozof da kendilerinden önceki dü-
nir. Ksenophanes’le birlikte Tanrı artık dünyanın şünme biçimlerinin görünüş ile gerçek ara-
meydana geldiği bir yüceliğe dönüşse de Tanrı ve sında yaptığı ontolojik ayrımı epistemolojik
dünyayı özdeş kılan görüşün bütünüyle tutarlı bir bağlama taşırlar. Herakleitos ve Parme-
olduğu iddia edilemez. Çünkü Tanrı’nın “sadece nides ile ardlarından gelen Elealı Zenon ve
düşünce gücüyle dünyayı nasıl hareket ettirdiği” Ksenophanes, duyuların sağladığı empirik
sorusu halen yanıtsız kalmaktadır. Başka bir ifa- bilgiyle (doxa) aklın ürettiği rasyonel bilgiyi
deyle, Tanrı küre biçiminde bir cisim ise O’nun (episteme) ayırt ederken, bu iki bilgiden akıl
evrenle özdeş olduğu düşünülebilir. Fakat O sadece bilgisine üstünlük tanırlar. Böylece episte-
moloji bu iki filozofun görüşleri eşliğinde
düşünce gücüyle hareket veren bir varlık ise, ev-
felsefe tarihindeki yerini alır.
renden ayrı olarak var olmalıdır. Bu sorunun ya-
nıtı Ksenophanes’in en azından modern dünyaya 3. Değişim sorununu ele alan filozofların tar-
ulaşan fragmanlarında açıkça bulunamamaktadır. tışmalarında yol gösterici kavram diyalek-
tiktir. Filozoflar tarafından farklı anlamlar
Kısacası, Ksenophanes’e göre, Tanrı hem küresel
yüklenmiş olmakla birlikte diyalektik kav-
ve cisimseldir hem de zihin gücü, bilgi, yetenek ve
ramı ileride kaba bir bölümlemeyle mater-
fizik kapasite olarak insandan çok farklıdır. Aslın- yalist ve idealist felsefelere zemin oluştu-
da Ksenophanes’te Tanrı düşüncesi yarı somut, yarı racak biçimde hem Elea Okulunun hem
soyut bir düşüncedir. de Herakleitos’un ilgi alanına girer. Elea
Ksenophanes’in görüşlerinde bir tutarsızlık gö- Okulu, özellikle Zenon’un görüşleri, diya-
rünüyor olsa da, çağının egemen Tanrı anlayışına lektiği bir düşünme yöntemi olarak kullan-
yönelik eleştirileri ve bilginin ölçütüne dair fikir- maktadır. Herakleitos ise diyalektiği evren-
leri, bilgi olan ve olmayanı ayırt etme konusunda de hüküm süren ve kendisinden dolayı var
felsefenin önünü açar. Platon ve Aristoteles gibi olan her şeyin karşıtına dönüştüğü değişim,
Ksenophanes’ten sonraki sistem filozofları, büyük yani karşıtların birliğiyle ilişkilendirir. Do-
ölçüde onun açtığı yolun takipçileri sayılabilirler. layısıyla, diyalektik kavramını Elea Okulu
epistemolojik, Herakleitos ise ontolojik bir
açılımla değerlendirir.
46
İlkçağ Felsefesi
yaşamla ilişkilendir
“Barnes (…), Sokrates öncesi felsefe dönemi- T. Gomperz’in Antik felsefe tarihine ayır-
ni tanımlarken, bu döneme ait filozofların akılcı mış olduğu (…) eserinin de Yunan Düşünürleri
özellikleri üzerinde ısrar etmektedir. Ona göre adını taşıması bir rastlantı değildir. Gomperz de
akılcı insanların doğaüstünü reddetmeleri gerek- yukarıda sözünü ettiğimiz diğerleri gibi Yunan
mez. İlk Yunan filozoflarında teoloji yerini bili- düşüncesinin en önemli özelliğinin ‘zihni’ keşfet-
me, tanrılar doğa güçlerine terk etmiş değillerdir. mesinde, insan aklını yaratmasında veya tarihte
Kanıtlanmamış masallar (unargued fables) yer- ilk defa akılsal kanıtlamalara dayanan görüşler
lerini kanıtlanmış kuramlara (argued theories), ortaya atmasında bulunduğunu düşünmektedir.
dogmalar yerlerini akla bırakmışlardır. Çünkü Guthrie de, ‘Yunanlılarla birlikte Avrupa’da
teoloji ve doğa-üstü de dogmatik veya akılcı bir akılsal düşüncenin başlangıçlarında bulundu-
tarzda incelenebilir. Yunanlı filozoflar dindarlık ğumuzu’ kabul etmektedir. Yunan düşüncesin-
(piety) ve şiirin (poetry) iddialarını reddetmişler- de, hatta düşüncemizin dayandığı soyut kav-
dir, ama bu bütün tanrısal şeylerin ve doğa-üstü- ramların çoğunu kendisine borçlu olduğumuz
nün reddini gerektirmemiştir. Aristoteles’te insanı şaşkınlığa düşüren birtakım
Barnes ayrıca akılsal olanın her zaman doğru sabit fikirlerle karşılaştığımız (örneğin gök cisim-
olan anlamına gelmediğini de hatırlatmaktadır. lerinin canlı oldukları, daire veya küre şeklinin
Ona göre akla dayanan inançlar da yanlış olabi- mükemmel olduğu, üç sayısının önceliği gibi...)
lirler ve çoğu zaman da öyledirler. Gerçekten çok görüşünde olan Guthrie, Yunan felsefesinin
az Sokrates-öncesi görüş doğrudur; daha azı ise başlangıç döneminde akıl-öncesi, bilim-önce-
iyi temellendirilmiştir. Ama gene de bu görüşler si, mitik ve antropomorfik tasavvurlarla akılsal
önemli ölçüde akılsaldırlar, çünkü kanıtlarla des- ve bilimsel tasavvurlar arasında keskin bir ayrı-
teklenmişlerdir veya kanıtlara dayanmaktadırlar. mın olduğunu kabul etmemekle birlikte, gene
Sonuç olarak Barnes, Sokrates öncesi dönem de bunların ilk kez bu dönemde birbirlerinden
filozofları tarafından ileri sürülen kuramların ayrılmaya doğru gittiğini söylemekte ve sonuç
müminin inanması, dinsizin bilmemesi gereken olarak Thales’i ilk filozof olarak gören geleneğe
önermeler olarak ortaya atılmadıklarını, tersine karşı çıkmak için hiçbir nedenin olmadığını be-
onların akıl sahibi insanların ele alıp inceleyebile- lirtip onunla birlikte akla dayanan açıklama veya
cekleri ve tartışabilecekleri akla dayanan önerme- bilimsel gözlemin bilimöncesi çağdan yavaş yavaş
ler, kanıtlama sonucu olan şeyler olarak takdim ayrılmaya başladığını savunmaktadır.
edildiklerini, bunun ise az şey olmadığını, tersine (…) biz de genel olarak (…) Yunan dönemi-
‘herkesin kanısı olduğu halde ancak bazı insanla- nin felsefesinin (…) tarihte ilk kez Yunan dün-
rın düşünceleri olduğu’nu vurgulamaktadır. yasında başladığını düşünüyor ve onun düşünce
(…) Lange’nin Materyalizmin Tarihi’nde de- tarihinde bir devrim teşkil eden yanını da bir-
diği gibi ‘Yunan kültürünün gerçek bağımsızlığı çokları ile birlikte şu kavramlarla ifade etmenin
başlangıçlarında değil mükemmelliğinde bulu- mümkün ve doğru olacağına inanıyoruz: Akılsal-
nur’. Buna bağlı olarak Berr şunları söylemekte- lık, doğallık ve pozitiflik.
dir: ‘Yunanistan, insan aklını yaratmıştır. Doğu- Ancak bu özellikler de, birbirlerine bağlı
lularda bilen, tanrısal sırların sahibidir. O rahip, olan ve ancak birlikte, birbirleriyle bağlantılı ola-
peygamber, büyücü, keramet sahibidir. Düşünür, rak belli bir anlam ifade eden şeylerdir. Çünkü
yani kendi gücüyle düşündüğünü ileri süren kişi, Barnes ve Guthrie’nin haklı olarak işaret ettikleri
tarihte yeni bir olaydır.’ gibi, herhangi dinsel, mitolojik sistem veya açık-
47
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
lamada temel aldığı unsurlar, kavramlar arasında Onun pozitifliğinden kastımız ise şüphesiz
düzenli, tutarlı, birliği olan bir ilişkiler bütünü önermelerini çağdaş anlamda sistemli bir gözlem-
oluşturması açısından veya bu anlamda akla uy- ler bütününe veya deneyler toplamına dayandıra-
gun, rasyonel olabilir. Nitekim sadece Yunan’da rak oluşturması veya sonuçlarının doğruluğunu
değil, başka toplumlarda da felsefe öncesi mitolo- sınamak için karmaşık doğrulama yöntemlerine
jik-dinsel düşüncenin bu anlamda hayli ileri bir başvurmak istemesi anlamında bir pozitiflik de-
akılsallığa sahip olduğunu kabul edebiliriz. Hatta ğildir; verilmiş olandan kalkarak dünyayı anla-
çağımızın büyük ideolojik-metafizik sistemleri- mak ve tasvir etmek, insani ve tanrısal olan da
nin bir yandan büyük ölçüde efsane olma özellik- içinde olmak üzere her şeyi doğal olanla açıkla-
lerini kaybetmeksizin, son derece ileri bir akılsal- mak ve değerlendirmek çabasıdır.”
lığa sahip olduklarını söylememiz mümkündür.
Yunan felsefi düşüncesinin akılsallığını oluşturan Kaynak: Ahmet Arslan (2006). İlkçağ Felsefe Ta-
şeyin onun bu akılsallığı büyük ölçüde dünyayı rihi –Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, İstanbul: İs-
doğal kavramlarla tasvir etmeye çalışan bir bakış tanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss. 40-43.
açısına dayandırmak istemesinde yattığını söyle-
mek makul görünmektedir.
Öğrenme Çıktısı
Herakleitos ve Parmeni-
des’in düşüncelerinin ay-
rıntılı bir mukayesesi için “Zenon paradoksları” hangi
Ksenophanes’e göre kaç tür Meral Işıldak’ın “Heraklei- açılardan eleştirilebilir? Fi-
bilgi vardır? Araştırınız. tos ve Parmenides`te varlık kirlerinizi arkadaşlarınızla
ve oluş sorunlarının ince- paylaşınız.
lenmesi” adlı doktora tezini
inceleyebilirsiniz.
48
İlkçağ Felsefesi
Miletos Okulu
1 İlkçağ filozoflarının araştırmalarının merkezindeki soru evrendeki çokluğun ardında yatan birliğin,
yani arkhenin ne olduğudur. Miletos Okulu düşünürleri arkheyi farklı maddelerle tanımlamakla bir-
likte onun bir “madde” olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu düşünürler evrendeki çeşitliliğin ardında
bir birlik yattığı düşüncesinden hareketle arkheyi tek bir maddeyle açıklama çabasındadırlar. Sonuçta
Miletos Okulu düşünürlerinin arkhe seçimine damgasını vuran eğilim monizmdir. Thales arkheyi “su”,
Anaksimandros “apeiron”, Anaksimenes ise “hava” olarak tanımlar. Aristoteles, Miletos Okulu düşü-
nürlerinin doğayı nedensel bir açıklamayla kavramak için gerekli olan maddi neden, fail neden, formel
neden ve ereksel nedenden yalnızca maddi nedene odaklandıklarını ileri sürer.
2 Miletos okuluna mensup filozoflar bir yandan arkheyi tek bir madde olarak belirlemeleri, diğer
yandan ise salt maddi bir takım meselelerle uğraşmaları hasebiyle monist bir yaklaşımı benimsemiş-
lerdir. Monizm, yani tek bir arkhenin mevcut olduğu yönündeki felsefî düşünce evrendeki çeşitliliği
kavramada basit ancak işlevsel bir açıklama sunmakla birlikte özellikle değişim ve hareketin olanağını
açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Madem tek bir arkhe vardır ve madem bütün varlık ondan türe-
mektedir, o halde hareket ve değişim, bunca farklılık o tek unsurdan nasıl türeyebilmektedir? Bir ana-
maddenin diğer maddelere nasıl olup da dönüştüğünü açıklayamayan Miletos Okulu düşünürleri, bu
sorunu maddeyi canlı kabul ederek çözmeye çalışmışlardır. Bu nedenle Miletos Okulu düşünürlerinin
görüşlerine canlı maddecilik (hylozoizm) anlayışı hâkimdir. Buna göre, madde hareketi bizzat kendi
özünden türetmektedir.
49
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Pythagorasçıların “bilimsel”
4 düşünceye yaptığı katkıları
sıralayabilme
Pythagoras ve Ardılları
3 Miletos Okulu düşünürlerinin maddi nedene odaklanan bakış açılarına karşın Pythagorasçılar
formel nedeni öne çıkarırlar. Pythagorasçılar bir şeyi oluşturan maddenin bilinmesinden çok, şeyin
maddi yapısının yerine getirdiği işlevin, yöneldiği amacın araştırılarak bilinebileceğini ileri sürerler.
Pythagorasçı felsefeye göre, evrende bir düzenlilik ve uyum bulunur. Özellikle müzik üzerine çalışmalar
yapan Pythagorasçılar, müzikteki uyumu sağlayanın sayılar olduğunu keşfetmişlerdir. Müzikteki sayısal
uyum, Pythagorasçılara tüm evrenin matematik sayılarla ifade edilebileceği konusunda ilham kaynağı
olmuştur. Böylece Pythagoras ve takipçileri evrenin düzeninin ardında yatan arkhenin de “sayı” olduğu
görüşüne ulaşmışlardır. Miletos Okulu üyelerinin arkhe olarak su, hava gibi somut maddeleri seçmele-
rine karşın Pythagorasçılar sayının arkhe olduğunu söyleyerek soyut düşünüşe doğru önemli bir adım
atmışlardır. Pythagorasçılara göre, evrendeki düzeni sayılar sağlamakta, onların yokluğunda ise var olan
ilişkili yapılar, düzen ya da yasa ortadan kalkmaktadır.
4 Pythagorasçı düşünce büyük oranda mistik ve dinî bir nitelik taşımaktadır. Bununla birlikte,
onların düşüncesinde bilimin önemli bir yer tuttuğu da inkâr edilemez. Ayrıca, din ve bilim arasında
yapılan ayrımın modern bir yaklaşım olduğu, başka bir deyişle günümüzde anlaşıldığı biçimiyle din-
bilim ayrımının Pythagorasçılık açısından geçerli olamayacağı hatırda tutulmalıdır. Onlar ruh için nihai
kurtuluşu temin etme çabalarını kendi genel teorileriyle uyumlu bir bilimsel etkinlik olarak yürüt-
müşlerdir. Pythagorasçılar fizik ile matematik arasında oluşturdukları birlik dolayısıyla modern fiziğin
temelini atmış sayılabilirler. Onlar matematik alanında özgün kuramlar geliştirmişlerdir. Pythagoras ve
takipçileri evrendeki uyumu açıklayabilmek için matematiğe başvurmuşlardır. Bu, matematiğin Pytha-
gorasçılar tarafından bir yöntem haline getirildiğini gösterir ve modern bilim açısından fevkalade önem-
li bir adımdır. Zira modern düşüncede, en azından Galileo’dan beri, evren matematiksel bir vakıa ola-
rak görülür ve onu anlamak için matematiğe müracaat edilmesi gerektiği vurgulanır. Pythagorasçıların
modern bilime yaptığı söylenebilecek bir diğer önemli katkı, “bilen özne” ile “bilinen evren” arasında
gözettikleri ayrımdır. Bu ayrım bilgiyi mümkün kıldığı gibi bilgi sorununun felsefenin bir parçası haline
gelmesini de sağlamaktadır.
50
İlkçağ Felsefesi
5 Tıpkı Miletos ve Elea okulu filozofları gibi Herakleitos da başlangıçta arkhenin ne olduğuna dair
spekülatif fikirler üretmiştir. Ancak, Miletoslular gibi belirli bir durağan maddeyi arkhe olarak seçme-
nin doğadaki değişim ve hareketi açıklayamayacağını düşündüğünden, hareketli bir madde olan “ateş”i
arkhe olarak seçmiştir. Ateş, Herakleitos’a göre, tüm var olanların ilk gerçeğidir. Ateş, tüm karşıtların
içinde eridiği birliktir. Hareketin nasıl olanaklı olduğunu açıklamaya çalışan Herakleitos’a göre, ateş
her şeyin niteliksel değişimine yol açan bir ilkedir. Diğer bir deyişle, Herakleitos’un gözünde ateş hem
bir madde hem de değişimin ilkesidir. Bu bakımdan, onun arkhe anlayışı Elealılardan da ayrılmaktadır.
Zira Elea okulunun başlıca temsilcisi olan Parmenides’e göre arkhe olarak kabul edilmesi gereken un-
surun bir, kendi kendisiyle özdeş ve hareketsiz olması gerekmektedir. Herakleitos’un arkhesi ise diğer
niteliklerine ilaveten hareketi de ortaya koymaktadır. Onun tabiriyle, her şey akmaktadır. Ayrıca, bir
kişinin aynı nehirde iki defa yıkanması imkânsızdır. Bu nedenle evreni sabit bir kütle olarak tasavvur
etmek imkânsızdır. Herakleitos’un arkhe hakkındaki kanaatlerini Zenon’un yaklaşımıyla uzlaştırmak da
mümkün olmayacaktır. Çünkü Elealı Zenon da ortaya koyduğu paradokslarla hareketin ve çokluğun
imkânsızlığını göstermeye çalışmıştır. Herakleitos dünyayı hiç sönmeyen bir ateş olarak nitelendirmek-
tedir. Bu ateşin bir bölümü her zaman öteki maddeleri, yani toprak, su ve havayı oluşturmaktadır.
Herakleitos tarafından hem maddenin arkhetipik bir formu hem de oluşun düzeni diye nitelendirilen
ateş diğer maddeler arasındaki değişimi, birbirlerini daima dengeleyecek şekilde düzenlemektedir. Bu
nedenle, Herakleitos’un saf ateşe yönetsel bir kapasite atfettiği de söylenebilir. O, ateşi kozmik güçlerin
itici ilkesi olarak ele alır. Ateş suların buharlaşmasına, buharın yükselmesine ve bulut olmasına, bulutun
soğuyarak yağmura dönüşmesine, toprağın kurumasına neden olan ilkedir. Bu açıdan ateş katı, sıvı ve
gazların “değişim ilkesi”dir.
6 Her ne kadar Herakleitos’un felsefesini değişim olgusuna yaptığı vurgu temsil ediyor ise de onun
düşüncesinde değişmeyen en az iki unsurun mevcut olduğunu belirtmek gerekmektedir. Söz konusu
unsurlardan ilki, arkhenin, yani ateşin geçirdiği tüm dönüşümler boyunca aynı kalan miktarıdır. Ör-
neğin herhangi bir yerdeki bir değişimin neticesi olarak toprak azalıyorsa, bu, başka bir yerde toprağın
arttığı anlamına gelmektedir. Bir ilke olarak arkhenin miktarı daima sabittir. Esasen bu düşünceyi ilkçağ
filozoflarının ortak bir kanaatine dayandırmak mümkün gözükmektedir: yoktan hiçbir şey var olmaz,
var olan hiçbir şey yok olmaz. Bu düşüncenin ikinci kısmı, var olan bir şeyin yok olmadığı şeklindeki
iddia Herakletios’un miktardaki sabitliğe dair yaptığı tartışmayı destekliyor gözükmektedir. Evrende de-
ğişmeden, sabit kalan ikinci unsur ise, Herakleitos’a göre, logostur. Logos tüm değişimleri oranlı, düzenli
ve ölçülü kılan yasadır. Logos Yunancada akıl, ölçü, oran, tasvir, önerme ve cümle gibi anlamlara gel-
mektedir. Evrendeki her şeyi düzene sokan yasa olarak logos, Herakleitos’a göre, evreni yöneten ilkedir.
51
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
Parmenides ve Herakleitos’un
7 hareket sorunu hakkındaki
fikirlerini kıyaslayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti
52
İlkçağ Felsefesi
neler öğrendik?
A. Bilgiyi yalnızca bilgilenmek için istemesi A. Yasa B. Akıl C. Duyum
B. Gözlem yöntemiyle doğaya yaklaşması D. Orantı E. Mantık
C. Maddenin canlı olduğunu söylemesi
D. Doğa olaylarının ardında bir düzenlilik olduğu- 6 Thales’in canlı-cansız madde ayrımı yapma-
nu ileri sürmesi ması, aşağıdaki sonuçlardan hangisine yol açmaz?
E. Arkhe olarak “su”yu seçerken, gözlemlere da- A. Mıknatısın canlı kabul edilmesine
yanması B. Hareket sorununun fark edilmemesine
C. “Fail neden”den söz edilmemesine
D. Maddenin tanrılarla dolu olduğunun düşünül-
2 Aşağıdakilerden hangisi Anaksimandros’un mesine
Thales’ten ayrılan görüşlerinden biri değildir? E. Gözlem yoluyla doğanın incelenmesine
A. Arkheyi belirsiz bir madde olarak saptaması
B. Canlılığın kaynağına “nemlilik” niteliğini yer- 7 Aşağıdaki ifadelerden hangisi Parmenides’e
göre hatalıdır?
leştirmesi
C. Evrenin boşlukta durduğu iddiası A. Değişimin yasası ancak akılla kavranabilir.
B. Varlık ile düşünce aynıdır.
D. Belirsiz bir kütlenin varlığından söz edişi
C. Var olmayan var olamaz.
E. Arkhenin sonsuz niteliğe sahip olması gerekti- D. Duyular hakikati kavrayamaz.
ğini düşünmesi E. Dile getirilebilen ancak bir var olandır.
53
Pre-Sokratikler: Natüralist Dönem
1. C Yanıtınız yanlış ise “Thales” konusunu yeni- 6. E Yanıtınız yanlış ise “Thales” konusunu yeni-
den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı
2. B Yanıtınız yanlış ise “Anaksimandros” konu- 7. A Yanıtınız yanlış ise “Parmenides” konusunu
sunu yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
3. A Yanıtınız yanlış ise “Miletos Okulu” konusu- 8. B Yanıtınız yanlış ise “Ksenophanes” konusu-
nu yeniden gözden geçiriniz. nu yeniden gözden geçiriniz.
4. D Yanıtınız yanlış ise “Pythagoras ve Ardılları” 9. D Yanıtınız yanlış ise “Değişim ve Hareket So-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. runu” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
5. C Yanıtınız yanlış ise “Herakleitos” konusunu 10. E Yanıtınız yanlış ise “Anaksimenes” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
2 Anahtarı
54
İlkçağ Felsefesi
Araştır Yanıt
2 Anahtarı
Pythagoras ve takipçileri “bilen özne” ile “bilinen evren”in aynı mantıksal ya-
pıya sahip olduğunu iddia etmektedirler. Herakleitos benzer bir ortak yapının
logos ile insan düşüncesi arasında mevcut olduğu kanaatindedir. Her şey sürek-
li değişmektedir. Evrende arkhenin miktarı ve logos dışında sabit kalan hiçbir
şey yoktur. Fakat bu değişim insanın bilme becerisini ortadan kaldırmamak-
tadır. Başka bir deyişle, Herakleitos bilginin mümkün olduğu kanaatindedir.
Nesne (evren) ve özne (insan) hiç durmadan değişir. Fakat, özne nesnedeki
Araştır 3 düzeni ve uyumu var eden yasa ile aynı niteliğe sahip olduğu için onu kav-
rayabilmektedir. Eğer bilgi yalnız ve sadece duyulara dayanıyor olsaydı onun
imkânı ve değeri tartışma konusu edilebilirdi. Fakat Herakleitos’un bilgi adını
verdiği şey duyu algılarından türetilen malumat değildir. Çünkü değişen şey
hakkındaki algılar yanıltıcıdır. Asıl olan, bu değişimin arkasındaki yapıyı akıl
ile kavrayabilmektir. Dolayısıyla, Herakleitos düşüncesinde, bilgi ancak aklî
bir zeminde türetildiği oranda meşru kabul edilmektedir.
Ksenophanes üç tür bilgiden söz eder. İlk bilgi, tüm Elea Okulu üyelerince de
eleştirildiği üzere güvenilmez olan “duyu bilgisi”dir. Duyu bilgisi insanların
izlenimler yoluyla elde ettikleri, değişkenlik gösteren bir bilgidir. Yine Elea
Okulunun genel görüşüne uygun bir biçimde Ksenophanes insanın güvenilir
bilgi kaynağı olarak “akıl bilgisi”nden söz eder. Ksenophanes’e göre, akıl, insa-
nın araştırıp keşfederek bilgi sahibi olabileceği tek yetisidir. Diğer bir deyişle
Araştır 4 insan araştırdıkça duyularının ötesindekini bilebilir hale gelecektir. Duyuların
ötesindeki gerçekleri bilme çabasında insanın kılavuzu akıldır. Ancak, akıl in-
sana duyu bilgisinin ötesine geçme gücü veriyor olmakla birlikte sınırlı bilgi
sağlar. İnsan ve Tanrı bilgisini karşılaştıran Ksenophanes insanın hakikati asla
tam olarak bilemeyeceğini öne sürer. Böylece Ksenophanes’in felsefesinde be-
liren üçüncü tür bilgi “Tanrı bilgisi”dir. Tanrı bilgisi ne duyular ne de akıl
tarafından sınırlandırılmamış bir bilgi olduğundan en üst bilmedir.
Kaynakça
Akarsu, B. (1988). Felsefe Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Guthrie, W.K.C. (1999). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Çev.
İnkılâp Kitabevi. Ahmet Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Aristoteles. (1993). Fizik. İstanbul: Yapı Kredi Herakleitos. (2012). Kırık Taşlar. İstanbul: Can
Yayınları. Yayınları.
Aristoteles. (1996). Metafizik. İstanbul: Soysal Herzen, A. (2004). Letters on Study of Nature. Hawaii:
University Press of the Pacific.
Yayınlar.
Homeros. (1984). Odysseia. İstanbul: Can Yayınları.
Von Aster, E. (1999). İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi.
İstanbul: İm Yayın Tasarım. Jeager, W. (1947). The Theology of the Early Greek
Philosophers. Oregon: Wipf & Stock Publishers.
Bergson, H. (1998). Creative Evolution. New York:
Dover Pub. Inc. Kranz, W. (1984). Antik Felsefe. İstanbul: Sosyal
Yayınlar.
Burnet, J. (1920). Early Greek Philosophy. London: Laertios, D. (2003). Ünlü Filozofların Yaşamları ve
A&C Black Ltd. Öğretileri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Capelle, W. (1995). Sokrates’ten Önce Felsefe II. Platon. (1989). “Kratylos”. Diyaloglar 1 içinde.
İstanbul: Kabalcı Yayıncılık. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Cevizci, A. (2014). Felsefe Tarihi 1 –İlkçağ Felsefesi. Platon. (1989). Parmenides. İstanbul: Ara Yayıncılık.
İstanbul: Say Yayınları. Platon. (1997). Phaidros. İstanbul: M.E.B. Yayınları.
Descartes, R. (1994). Metod Üzerine Konuşma. Russell, B. (t.y.). Batı Felsefesi Tarihi –İlkçağ. İstanbul:
İstanbul: Sosyal Yayınlar. Say Yayınları.
55
Bölüm 3
Plüralist ve Antropolojik Dönem
öğrenme çıktıları
Plüralist Dönem
1 Monizm ve plüralizm kavramlarını Antropolojik Dönem
tanımlayabilme 4 Sofistlerin ortaya çıkışı ile yaşadıkları
2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana dönemin tarihsel şartlarını
1 2
hatlarıyla ifade edebilme ilişkilendirebilme
3 Demokritos’un ahlak anlayışını 5 Sofistlerin temel düşüncelerini
açıklayabilme sıralayabilme
56
İlkçağ Felsefesi
57
Plüralist ve Antropolojik Dönem
ya geldiğinde bize şeyler var olmaya başlıyormuş, gereken bir nokta vardır ki o da mutlak bir oluş
ayrıldıklarında ise yok oluyormuş gibi görünmek- ve bozuluşun değil, arızî bir oluş ve bozuluşun ol-
tedir. Oysaki, diye düşünmektedir Empedokles, duğunu düşünmek gerektiğidir. Zira, antik Yunan
Parmenides’in işaret ettiği üzere varlık vardır, var düşüncesinde, mutlak bir varlık ve yokluktan bah-
olmayan ise yoktur. sedilemez. Hava, ateş, toprak ve suyun evrendeki
Empedokles dört unsuru tanrısal varlıklar ola- miktarı asla artmaz ve eksilmez. Mutlak bir oluş ve
rak görmektedir. Ona göre hava Hades, ateş Zeus, bozuluştan bahsedilebilseydi o zaman bu dört un-
toprak Hera, su ise Nestis ile özdeştir (Kranz, 2014, surun miktarında da bir artış ve eksilme meydana
s. 133). Bu açıdan bakıldığında, onun, yaşadığı dö- gelirdi. Bu ise mümkün değildir.
nemdeki dinî düşünceden etkilendiği anlaşılmak- Empedokles’e göre, dört unsur maddî niteliğe
tadır. Şüphesiz bu Empedokles düşüncesindeki tek sahiptirler ve aynı zamanda ezelî ve ebedîdirler.
dinî öğe değildir. Pythagorasçı gelenekten aldığı ve Buna karşın Sevgi ve Nefret ise maddî olmadıkları
ünite kapsamında yeri geldikçe temas edilecek olan gibi ezelî ve ebedî de değildirler. Onların mevcu-
başka bazı dinî düşünceleri de mevcuttur. diyetleri birbirini takip eden dönemlerle sınırlı-
İlk doğa filozofları, örneğin Thales ve Anaxime- dır. Ayrıca, dört unsur bileşik nesne ya da tözle-
nes hylozoisttirler. Onlara göre, nesnelerin ortaya rin oluşumunu sağlayan temel bileşenler olmaları
çıkışını canlı maddenin, arkhenin bizzat kendisine anlamında basit birer cevherdir. Bileşik maddeler
dayalı olarak açıklamak gerekmektedir. Örneğin bu basit öğelere ayrıştırılabilir. Fakat basit cevher-
Thales, tüm cisimlerin sudaki değişimlerden mey- ler başka herhangi bir şeye bölünemez ve indirge-
dana geldiğini ve mevcudiyetlerini sürdürebilmek nemez. Böylece, basit cevherlerle bileşik nesneler
bakımından ihtiyaç duydukları şeyleri sudan aldık- arasında ayırım yapan Empedokles dört unsurun,
ları iddiasındadır (Weber, 2014, s. 21). Empedok- en azından evrendeki her şeyin kendilerinden mey-
les ise dört unsuru evrenin temeline yerleştirmekle dana gelmesi anlamında basit oldukları sonucuna
birlikte, onların kendiliğinden harekete geçtiğini ulaşmaktadır (Cevizci, 2000, s. 53).
düşünmez. Bu bakımdan, o, hylozoist düşüncenin Sevgi tarafından bir araya getirilen dört unsur-
dışına çıkar (Guthrie, 1999, s. 57). dan türeyen varlıklar belirli bir hiyerarşi dâhilinde
ortaya çıkmaktadır. Önce ilkel, sonra gelişmiş can-
lılar; önce bitkiler ve hayvanlar, sonra insanlar;
Hylozoizm, Yunanca hyle (madde) ve önce hem erkek hem dişi olan canlılar, sonra ise
zoon (canlı) kavramlarından türemekte erkek ve dişi diye ayrılan canlılar (Störig, 2015, s.
olup “canlı-maddecilik” anlamına gel- 189) meydana gelmektedir.
mektedir. Hylozoist filozoflar hareket ve
Empedokles canlı varlıkların bedensel oluşu-
değişimi maddenin bizzat kendisinden
munu da son derece ilginç bir şekilde açıklamak-
kaynaklanan bir husus olarak değerlendi-
tadır. Ona göre, ilk önce canlı varlıkların kafa, el,
rirler.
ayak gibi organları ortaya çıkmıştır. Sonra bunlar
tamamen tesadüf neticesinde bir araya gelmiştir.
Dört unsur kendiliğinden hareket etmiyor ise, Böylece, hayatta kalmalarını sağlayacak şekilde
başka bir deyişle onların bir araya gelmesi bizzat birbiriyle birleşenler canlı varlıklara dönüşmüş-
ürettikleri bir hareketin sonucu değil ise, evrende lerdir. Bunların hayatta kalması birbirlerinin ih-
gözlemlediğimiz oluş ve bozuluşu nasıl açıklama- tiyacını karşılamalarıyla mümkün olmuştur. Ör-
mız gerekir? neğin dişler yiyeceği kesmiş ve parçalamış, mide
Empedokles’e göre bu sorunun cevabını vere- onu hazmetmiş, karaciğer kana dönüştürmüştür.
bilmek için evrendeki maddî gerçekliği mümkün İnsan kafası insan vücuduyla buluştuğu zaman
hale getiren iki etkin nedene müracaat etmek ge- vücudun tamamı hayatta kalmayı başarmış, fakat
rekmektedir: Sevgi (ya da Sempati) ve Nefret (ya örneğin bir sığırın vücuduyla buluştuğu zaman ise
da Antipati) (Kranz, 2014, s. 120). Oluş dediğimiz onunla uyum sağlayamamış ve ortadan kalkmıştır
şey, dört unsurun Sevgi tarafından bir araya getiril- (Kranz, 2014, s. 130).
mesi, bozuluş ise bu unsurların Nefret tarafından İnsanın bedensel oluşumu da dört unsurun çe-
birbirinden ayrılmasıdır. Yalnız, dikkat edilmesi şitli oranlarda karışmasının bir sonucudur. Onun
58
İlkçağ Felsefesi
katı yönünü teşkil eden et ve kemik topraktan oluş- Empedokles Herakleitos’un değişim konusun-
maktadır. İnsanın sıvı yönü ise kandır. Bu nedenle daki fikrine katılmaktadır. Duyularımız bize evren-
insanın bedensel teşekkülünde suyun önemli bir de sürekli bir değişim ve hareketin olduğunu söy-
yeri vardır. Solunum yoluyla insanın oluşumuna ler. Bunu duyuların eksikliğine atfetmek mümkün
hava da katılır. Ayrıca bedenimizdeki sıcaklık, olu- olmakla birlikte akıl da duyular gibi bilgiye ulaşma
şumumuzda ateşin de bulunduğunu gösterir. Sevgi hususunda eksiktir (Kranz, 2014, s. 116-17). Öte
bu unsurları oranlı bir şekilde bir araya getirmekte- yandan Parmenides de haklıdır. Evrenin özünü teş-
dir. Sağlık dediğimiz şey aslında bunlar arasındaki kil eden dört unsur, bizzat değişmezdirler. Bunlar
uyumdur. Hastalık ise bedensel oluşumumuzu teş- ezelî ve ebedî, basit cevherler olmaları hasebiyle
kil eden unsurlar arasındaki uyumsuzluğun bir so- daima kendi kendileriyle aynı kalırlar. Değişimin
nucu olarak görülmelidir (Von Aster, 2015, s. 75). ve aynılığın birlikte tasdik edildiği Empedokles
Empedokles’e göre, Sevgi ve Nefret evrende düşüncesinde bilgiye ulaşmak için bir yolun da
dönüşümlü olarak hüküm sürmektedir. O, birbi- bulunması gerekmektedir. O, evren hakkında-
rini sonsuza dek takip eden dört dönemin var ol- ki hakikate, bilgiye ulaşmanın en makul yolunun
duğunu düşünmektedir. İlk dönemde Sevgi evrene duyuları ve aklı bir arada kullanmaktan geçtiğini
bütünüyle hâkimdir. Sevgi, unsurları bir araya ge- düşünür (Waterfield, 2000, s. 134). Herakleitos ve
tirdiği için oluşu da mümkün kılmaktadır. İkinci Parmenides’in birbirini nakzeden düşünceleri ara-
dönemde Nefret evrende kendisine yer açmak için sında oluşturulan bu uzlaşı Empedokles’in sentez-
harekete geçmektedir. Bu dönemi Nefretin evren ciliğinin bir diğer örneğini teşkil etmektedir.
üzerinde mutlak bir egemenlik kurduğu dönem ta- Cisimlerin nasıl olup da birbirini etkilediği so-
kip eder. Dördüncü dönemde ise Sevgi evrene tek- rusu Empedokles’in cevaplamaya çalıştığı başlıca
rar girmeye çalışmaktadır (Gökberk, 2016, s. 33). sorulardan biridir. Bu soru esasen hareketin nasıl
Sevginin hakim olduğu dönem kozmos, Nefretin mümkün olduğunu da açıklamak bakımından
hakim olduğu dönem ise kaos halidir. işlevseldir. Onun verdiği cevap, yukarıda işaret
edilen sentezi daha anlamlı hale getirecektir. Zira
hareket Elea Okulu tarafından reddedilmektedir.
Empedokles’in Bilgi Anlayışı Nitekim Elealı Zenon’un meşhur paradoksları bu
Empedokles’in bilgi anlayışı da, Herakleitos ve düşünceyi reddetmek üzere üretilmiştir.
Parmenides’in fikirlerine dayanarak oluşturmaya
Empedokles’e göre cisimlerin birbirini etkile-
çalıştığı bir sentezin ifadesidir.
mesi şu şekilde açıklanabilir: Nasıl ki güneşten ışık
Herakleitos’un evrende daimi bir değişimin mev- yayılıyorsa, cisimlerden de ışınlar yayılmaktadır.
cut olduğu yönündeki iddiasına karşılık Parmenides Ancak, cisimlerin ışın yayabilmesi, insan bedenin-
hiçbir şeyin değişmediği düşüncesindedir. Herakleitos de olduğu gibi, bazı gözeneklerin mevcudiyetini
(2016, B. 55, s. 163) eşya hakkındaki bilgileri, ancak gerektirir. Bir cismin başka bir cismi etkileyebilme-
duyulardan devşirebileceğimizi söylerken Parmeni- si, bu iki cismin gözeneklerinin birbiriyle uyumlu
des açısından bilginin kaynağı ancak akıl olabilir. Bu olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle, bir cisimden
bakımdan, iki filozof birbirine zıt iki epistemolojik çıkan ışınlar diğer cismin gözeneklerine girebilecek
düşüncenin takipçisi olarak görülebilir ki birincisi konumda bulunmalıdır (Von Aster, 2015, s. 78).
çağdaş düşüncedeki empirizmi (Barnes, 2005, s. 115) Örneğin görmek için, cisimlerden çıkan ışınların
diğeri ise rasyonalizmi hatırlatmaktadır. gözde yer alan gözeneklerden içeri girmesi, aynı şe-
kilde gözden çıkan ışınların da cisimlere girebilme-
si gerekir (Gökberk, 2016, s. 33).
Empirizm bilginin kaynağının duyu ve- Duyu algısının gerçekleşebilmesi ışın-gözenek
rileri olduğu düşüncesine verilen isimdir. uyumuna, başka bir deyişle, kaynak ile hedefin
Rasyonalizm ise bilgiyi akıldan türetmek aynı özden geliyor olmasına bağlıdır. Eğer kaynak
ya da akla dayandırmak gerektiğini iddia ile hedef aynı özden ise algı gerçekleşir ve biz bil-
eder. Bu iki akım felsefe tarihinin en eski giye ulaşabiliriz. Son kertede, evren hakkında bilgi
rakip teorileri arasında yer almaktadır. sahibi olabilmemiz tamamen evrenle aynı özden
geliyor oluşumuzun bir sonucudur (Kranz, 2014,
s. 127-28). Biz de tıpkı evrendeki diğer cisimler
59
Plüralist ve Antropolojik Dönem
gibi dört unsurdan teşekkül etmiş bulunuyoruz. Reenkarnasyon teorisine göre, maddî dünyanın
Bilgiyi mümkün kılan şey bu vakıadır. üzerinde ikinci ve daha yüksek bir ruhlar dünyası
O, düşünme gücünün kana ait olduğunu söyle- vardır. Ruhlar ölümsüzdür. Ruhların bir kısmı işle-
yerek ilginç bir fikir ortaya atmaktadır. Kan, insani dikleri günah nedeniyle kirlenmiş kabul edilmekte
varoluşun esas taşıyıcısı ve düşüncenin merkezidir. ve dünyaya sürgüne gönderilmektedir. Bunlar, bir
İnsanın bütün yetenekleri dört unsurun kandaki bedene girerek, Empedokles’in deyişiyle etten ya-
karışımının olgunluğuna göre artmakta veya azal- bancı gömleklere bürünerek, yaşamak zorundadır.
maktadır. Kanda bütün unsurlar yer aldığı için, Sürgün boyunca çeşitli biçimlere giren ruhlar kimi
her şeyi bilebiliriz (Gökberk, 2016, s. 33). İnsanın zaman bitki, kimi zaman balık, kimi zaman hay-
düşüncesi, yüreği dolaşan kanda temerküz etmek- van, kimi zaman ise insan olmaktadır. Empedokles
tedir (Kranz, 2014, s. 128). Düşünce gücünü be- bitkiler arasında
yin dışında farklı bir organa veya bedenin farklı bir defne, hayvanlar
kısmına atfetmek yalnızca Epmedokles’in yaptığı arasında aslan,
dikkat
bir şey değildir. Bunun başka örnekleri de vardır. insanlar arasında
Reenkarnasyon inancına pek
Örneğin Epiküros düşünme gücünün göğüste bu- ise bilge, ozan ve
çok kültürde rastlamak müm-
lunduğunu, buraya yerleştiğini iddia etmektedir. hekim bedeninin
kündür. Örneğin antik Mısır,
girilebilecek en
Empedokles’in Doğa Üzerine ve Arınmalar adlı Hint ve Çin medeniyetlerinde
iyi biçimler ol-
iki kitap yazdığı bilinmektedir. Doğa filozofları- de reenkarnasyon inancı vardır.
duğunu iddia et-
nın çoğunda rastladığımız bir durum Empedokles
mektedir (Kranz,
açısından da geçerlidir. Yazdığı eserler günümüze
2014, s. 112).
bütünlüklü bir şekilde aktarılamamıştır. Bununla
birlikte, eserlerinden geniş bir bölümün fragmanlar Reenkarnasyonun ne kadar devam edeceği, yani
halinde mevcut olması önemlidir. Empedokles’in bir ruhun kaç bedene girmesi gerektiği konusunda
felsefî düşüncesi bağlamında yazılanların hemen herhangi bir sınır çizilemez. Bu bütünüyle ruhun
tamamı bu fragmanlara dayanmaktadır. arınmadaki başarısına bağlıdır. Daha da önemlisi,
ruhlar önceki yaşamlarında hangi bedenlere girdik-
lerini ve başlarından neler geçtiğini, ne tür hayat-
Platon ve Aristoteles gibi filozoflar hariç lar yaşadıklarını hatırlayamazlar. Fakat bunun iki
olmak üzere ilkçağ düşünürlerinin eserle- istisnası vardır. Empedokles, büyük saygı duyduğu
ri günümüze aktarılamamıştır. Kiminden anlaşılan Pythagoras’ın ve bizzat kendisinin önceki
birer ikişer cümle kiminden ise çok sayıda yaşamlarını hatırladığını iddia etmektedir (Kranz,
paragraf günümüzde mevcudiyetini ko- 2014, s. 111, 113).
rumaktadır. İlkçağ filozoflarından kalan Reenkarnasyon inancına sahip olan diğer gele-
bu metinlere “fragman” adı verilmektedir. neklerde de gözlendiği üzere, Empedokles takipçi-
Söz konusu filozofların genel düşüncesi lerinin bazı şeyleri yemesini yasaklamıştır. Örneğin
hakkında fikir edinebilmek için fevkalade fasulye, defne dalları ve hayvanlar yenilmesi yasak
önemli olan bu parçalar Walther Kranz’ın olan şeyler arasında yer almaktadır. Bunun gerek-
Antik Felsefe adlı eserinde yer almaktadır. çesi, yenilen şeyin reenkarnasyon sürecindeki baş-
ka biri olma ihtimalidir. “Oğullarını yiyen baba-
lar, annelerini yiyen çocuklar” (Kranz, 2014, 115)
Empedokles’in Düşüncesinde Din ve onun yeme alışkanlığındaki sınırsızlığı eleştirmek
Reenkarnasyon amacıyla verdiği örneklerdir. Kişi bilmeden kendi
Empedokles’in iki kitabı da sahip olduğu dinî babasını, annesini, çocuğunu vs. yemek istemiyor-
inancın ifadeleri ile doludur. Arınmalar adlı ese- sa bu kısıtlamaya riayet etmelidir.
rinden günümüze kalan kısımlar onun Orphik ve Ruhun sürgünü otuz bin yıl devam eder (Kranz,
Pythagorasçı düşüncelerin, bilhassa dinî/mistik bir 2014, s. 110) ve ruhun kendini arındırması netice-
mahiyete sahip reenkarnasyon (yeniden-doğuş) te- sinde sona erer. Arınan ruhlar, Empedokles’e göre,
orisinin etkisinde kaldığını göstermektedir. Aynı tanrısallığa yükselirler. Diğer ölümsüzlerin sofra ar-
eser, Pythagoras’a yönelik övücü ifadeleri de içer- kadaşı olan bu ruhlar artık acıdan ve kederden kur-
mektedir. tulmuşlardır (Kranz, 2014, 112). Bu bakımdan,
60
İlkçağ Felsefesi
61
Plüralist ve Antropolojik Dönem
62
İlkçağ Felsefesi
Yunan filozofları üzerinde yarattığı etki itibariyle göstermektedir. Anaksagoras ise “saf kontemplatif
Anaksagoras’ı dikkat çekici kılmaktadır. Telos fikri düşünür tipinin ilk örneği” (Zeller, 2008, s. 91)
ve teleolojik açıklama biçimi sonraki dönemlerde, olarak kabul edilebilir. Anaksagoras eserlerini dinî
örneğin Aristoteles’in fikriyatı üzerinde önemli iz- bir düşünceye dayandırmadığı gibi, dönemin dinî
ler bırakacaktır. geleneğine olan eleştirel yaklaşımı dolayısıyla ciddî
sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Örneğin yaşadığı
dönemde Yunan toplumu güneşi bir tanrı olarak
Teleoloji erek-bilim olarak tercüme edile- kabul etmektedir. Anaksagoras ise güneşin kızgın
bilir. Yunanca telos (amaç, erek) ve logos bir taş kütlesi olduğunu iddia etmiştir. Onun bu
(bilim) kavramlarından türetilmiştir. Ka- sonuca bir gök taşı parçası üzerinde yaptığı göz-
baca, herhangi bir nesnede veya evrenin lem neticesinde ulaştığı rivayet edilmektedir. Bu
tamamında gözlenen bir değişim veya iddiası, Anaksagoras’ın toplumdan ciddi bir tepki
hareketin belirli bir amaç doğrultusunda görmesine ve hatta ölüm cezası talebiyle yargılan-
gerçekleştiğine dair düşünceyi ifade et- masına neden olmuştur. Anaksagoras, fikirlerinden
mektedir. Bir diğer açıdan, teleoloji, her- dolayı yargılanan ve ölüm cezasına çarptırılan ilk
hangi bir niteliğin veya gözlemlenen bir filozoftur. Sokrates’ten farklı olarak, o, yaşadığı yer
değişimin ve hareketin belirli bir amaçla olan Atina’dan kaçarak bu cezadan kurtulmuştur.
bağlantılı olarak açıklanması gerektiği yö-
nündeki felsefî bir iddiadır.
“Kontemplatif ” kavramı “dikkatli ve de-
Anaksagoras’ın yaratma kavramına yüklediği rin düşünceye sahip kişi” anlamına gelen
anlam, onun teleolojik düşüncesiyle bir araya geti- “contemplative” kavramının Türkçeleş-
rildiğinde bir diğer merkezî fikrin, deistik düşünce- tirilmiş halidir. Anaxagoras, mistik değil
nin izleri de ortaya çıkmaktadır. Buna göre, tanrı- rasyonel bir yönteme sahiptir ve bu itibar-
sal bir mahiyeti haiz olan Nous hâlihazırda mevcut la kontemplatif bir düşünür olarak nite-
olan unsurları belirli bir amaç doğrultusunda bir lendirilmektedir.
araya getirerek evreni kozmos haline ulaştırmıştır.
Fakat Nous’un müdahalesi bununla sınırlıdır. O,
evreni belirli kurallar çerçevesinde, kendi kendi- Duyu Algısı ve Bilgi
ni idare edecek biçimde tasarlamış ve onu kendi
Anaksagoras her nesnede Nous’tan başka her
haline bırakmıştır. Bu, deist düşüncenin klasik
şeyden bir parçanın yer aldığını, bazı nesnelerde
ifadelerinden biridir. Deizme göre Tanrı evrenin
(organik varlıklarda) Nous’un da bulunduğunu
hammaddesini hazır bulmuş, ona biçim ve hareket
(Kranz, 2014, s. 156) iddia etmektedir. O, insa-
vermiş, sonra da onu kendi haline bırakmıştır. Bu
nın Nous’tan pay aldığı ve doğadaki en akıllı varlık
aşamadan sonra Tanrı’nın evrenle tekrar bir ilişki-
olduğu kanaatindedir. Bu düşüncesini desteklemek
ye girmesi ve ona zaman zaman (veya kesintisiz bir
üzere ilginç bir yorumda bulunmaktadır. Ona göre,
şekilde) müdahale etmesi düşünülemez. Evrende
insan, ellere sahip olduğu için bütün hayvanların
bütünüyle mekanik bir işleyiş vardır. Buna karşın,
en akıllısıdır. El alettir ve doğa, akıllı bir insan gibi,
Tanrının evrene müdahale ettiği fikri ise yoktan var
verdiği şeyleri ancak akıllıca kullanabilecek olanlara
etme fikrinde olduğu gibi monoteist dinler tarafın-
vermektedir (Kranz, 2014, s. 155). İnsanın elleri,
dan ortaya atılmıştır. Fakat antik Yunan düşüncesi
doğadan aldığı şeyleri kullanmasını mümkün kıl-
açısından bu fikir de alışıldık çerçevenin dışında
maktadır. Bu imkânı yaratan ise insanın Nous’tan
kalmaktadır.
aldığı pay, yani akıldır.
Anaksagoras Nousa tanrısal bazı nitelikler atfe-
Anaksagoras’ın cevaplamaya çalıştığı sorulardan
diyor olmakla birlikte felsefesini Empedokles gibi
biri de, duyu algısının ne şekilde açıklanabileceği,
dinî ve mistik öğeler üzerine inşa etmiş değildir.
başka bir deyişle, nasıl olup da algılayabildiğimizdir.
Aksine, Anaksagoras’ın felsefesi salt bilimsel bir ni-
Ona göre, algılamak demek, seçmek ve ayırmak de-
teliğe sahiptir. Empedokles reenkarnasyona inan-
mektir. Nesneler özneden tamamen ayrı oldukları
maktadır ve eserlerinden kalan parçalar onun faz-
için algılanabilirler. Biz, bizden tamamen farklı olan
lasıyla mistik bir düşünsel çerçeveyi benimsediğini
63
Plüralist ve Antropolojik Dönem
şeyleri algılarız (Von Aster, 2015, s. 8). Duyu algı- Zorunluluk fikri Demokritos ile önceki plüra-
sının meydana gelmesi benzerliğin değil karşıtlığın listler, Empedokles ve Anaksagoras arasındaki en
mevcudiyetini zorunlu kılmaktadır (Zeller, 2008, temel farklardan biridir. Empedokles ve Anaksa-
95). Başka bir deyişle, bilgi benzerler arası bir iliş- goras nesneleri meydana getiren dört unsur veya
kinin değil, karşıtlar arası bir çelişkinin neticesidir. spermaların hareketi bizzat kendilerinden devşir-
mediği, başka bir deyişle, harekete geçmek için
haricî bir (veya daha fazla) unsura ihtiyaç duyduk-
Demokritos ları kanaatindedirler. Empedokles iki haricî unsur
Plüralist dönemde karşımıza çıkan bir diğer kabul etmekte ve bunları Sevgi ve Nefret olarak
önemli şahsiyet Demokritos’tur. Demokritos Ab- isimlendirmekte, Anaksagoras ise buna Nous adını
dera şehrinde doğmuş ve milattan önce 460 ile 371 vermektedir. Anaksagoras Nous’un evrendeki bü-
yılları arasında yaşamıştır. Leukippos’un öğrenci- tün hareketi bir amaç (telos) doğrultusunda başlat-
sidir. Leukippos atom teorisinin kurucusu olarak tığını iddia etmektedir. Her ne kadar ilk hareketi
kabul edilmekledir. Onun hakkında çok fazla bilgi ya da biçimlendirmeyi müteakiben Nous evrene
yoktur. Milattan önce beşinci yüzyılda yaşadığı, as- müdahale etmeyi bırakmış ve mekanik bir işleyişi
len Milet’li olduğu ve Abdera’da bir okul kurduğu var etmiş ise de, bu, Anaksagoras’ın teleolojik bir
bilinmektedir. Kendisinden günümüze yalnız bir- açıklama biçimini takip ettiği gerçeğini değiştirme-
kaç fragman kalmıştır. mektedir. Demokritos’un atomist teorisi ise evre-
Atom öğretisini asıl geliştiren ve bir ekol olarak nin işleyişini bir amaca bağlamamaktadır. Evreni
yerleştiren kişi Demokritos’tur. O, kendisinden ön- belirli bir amaç doğrultusunda çekip çevirecek bir
ceki plüralistlerden, Empedokles ve Anaksagoras’tan unsurun mevcudiyeti ona göre tasavvur edilemez.
farklı bir cevher anlayışına sahiptir. Tasavvur edilebilecek tek şey, istisna kabul etmeyen
bir zorunluluktur.
Arkhe Olarak Atom
Demokritos, evreni oluşturan temel unsurun
sonsuz sayıdaki atomlar olduğu kanaatindedir. dikkat
Ona göre, her cisim kendisinden geriye gidilmesi Plüralistlerin her konuda aynı şeyi düşünme-
mümkün olmayan küçük parçalara dek bölüne- diğinin bir diğer göstergesi onların evrende bir
bilir. Artık bölünemeyecek olan nihai unsura De- mekanizmanın olup olmadığı sorusuna ver-
mokritos atom (bölünemeyen) adını vermektedir. dikleri yanıtta gizlidir. Anxagoras teleolojik bir
açıklamayı benimserken Demokritos mekanist
Atomlar yaratılmamıştır, ezelî ve ebedîdir. Bun-
ve determinist bir açıklamayı benimsemektedir.
lar sonsuz sayıdadır. Daimi bir hareket halinde bu-
Demokritos’a göre, evrende meydana gelen her
lunan atomlar, hareketlerini mekanik bir zorunlu-
şey bir zorunluluğun eseridir.
luktan almaktadır.
64
İlkçağ Felsefesi
lardır. Fakat önermenin ikinci kısmı, “var olmayan birbirlerinden farklıdır (Waterfield, 2000, s. 166).
yoktur” yargısı hatalıdır. Zira Demokritos’un de- Demokritos’a göre, farklı şekillerdeki atomların
yişiyle, “bir şey kadar hiçbir şey de vardır” (Kranz, mevcudiyeti bir vakıadır. Kimi atomlar yuvarlak
2014, s. 178). Onun “bir şey” ile kastettiği “atom”, iken kimi sivri, kimi ise çengellidir.
“hiçbir şey” ile kastettiği ise “boş uzay”dır. Boş uzay Evrenin ortaya çıkmasına neden olan şey benzer
ona göre “hiçbir şey” olarak vardır ve hiçbir şey yani atomların bir araya toplanmasıdır. Başlangıçta bir
yokluk da bu durumda var olmaktadır. Hiç şüphe- kasırga, yarattığı etki ile ağır atomların aşağı, hafif
siz boş uzayın “varlığı” kelimenin alışıldık anlamıy- atomların ise yukarı doğru hareket etmesine neden
la bir varlık değildir. Maddî tözler olarak atomlar olmuştur. Benzer atomların bir araya toplanması
tek gerçek töz olunca, boş uzayın aynı anlamda var neticesinde cisimler meydana gelmiştir. Oluş de-
ve gerçek olması imkânsızdır. Demokritos biraz diğimiz şey atomların bir araya toplanmasından,
da “aynı anlamda gerçek olmamak” deyişini orta- bozuluş veya yok oluş olarak nitelendirdiğimiz şey
ya atmayı mümkün kılacak bir dilin imkânından ise atomların dağılmasından ibarettir.
yararlanmak istemiş fakat neticede yalnızca bir
paradoksa dayanmak zorunda kalmıştır (Guthrie,
1999, s. 65). Atomlar bu paradoksal varlığın, yani
boşluğun, boş uzayın içerisinde hareket etmekte- dikkat
dir. Boş uzay Demokritos’un materyalist teorisi Demokritos mutlak bir oluş veya bozuluşun
açısından en temel bileşenlerden biridir. Boş uzay, olmadığı kanaatindedir. Atomlar ezelî ve ebedî
atomların birbirlerinden ayırt edilebilmelerinin, olduğu için, evrendeki oluş ve bozuluş da ancak
gerçek anlamda var olmalarının önkoşuludur. Boş- arızî bir niteliğe sahip olabilir. Genel ilke hiçbir
luk atomların mevcudiyet kazanabilmesi için zo- şeyin yok iken var olamayacağını, var iken de
runludur ve hareketin ortaya çıkışında önemli bir yokluğa karışıp gidemeyeceğini söylemektedir.
rol oynamaktadır (Weber, 2014, s. 46). Ayrıca, De-
mokritos, hareketi atomun sahip olduğu ezelî bir
nitelik olarak görmesi hasebiyle de Parmenides’in Demokritos’un materyalizmi kendi içinde tu-
hareketsizlik kuramına karşı çıkmaktadır. Hareket tarlı bir düşünsel çizgiyi temsil etmektedir. İnsan
varsa, hareketin meydana gelmesini mümkün kıla- zihninin açıklama ihtiyacı duyduğu her şey atomist
cak bir boşluğun da olması gerekmektedir. Atom- teori çerçevesinde açıklanabilir. Örneğin ruh, çoğu
ların hareketi bu boş uzay içerisinde meydana gelen insan tarafından gayrı-maddî bir unsurmuş gibi
baskı ve çarpma ile açıklanmak durumundadır. telakki edilmekle birlikte, Demokritos tarafından
yine atomist öğretiyle açıklanmaktadır. Buna göre,
Atomların bizzat sahip oldukları nitelikler ile
ruh, metafiziksel sistemlerde kabul edildiği üzere,
duyulara temas ederek ortaya çıkardıkları nite-
bedenden bağımsız, kendi başına var olan, ezelî ve
likleri Demokritos birbirinden ayırmaktadır. Bu,
ebedî bir cevher olmayıp ancak atomların bir araya
John Locke’un birincil ve ikincil nitelikler arasında
gelmesi neticesinde ortaya çıkan ve onların dağıl-
yaptığı ayrım ile örtüşmektedir. Birincil nitelikler
ması ile de ortadan kalkan bileşik bir öğedir.
ağırlık, yoğunluk ve sertliktir. Bunlar nesnel nite-
liklerdir ve bütün atomlarda ortak bir şekilde bu-
lunurlar. İkincil nitelikler ise ses, sıcaklık, renk gibi
niteliklerdir. İkincil nitelikler eşyanın aslında bu- dikkat
lunmadıkları ve gerçek olmadıkları, belki de ato- Demokritos’un felsefî öğretisi kendisinden son-
mun hareketi ve duyu organlarımızın tabiatından ra gelen pek çok düşünürü etkilemiştir. Örne-
doğan birer izlenim oldukları (Weber, 2014, s. 47) ğin Epiküros’un atom ve ahlak anlayışı büyük
için bütünüyle sübjektiftir. oranda Demokritos’un etkisi altında gelişmiştir.
Atomlar boş uzay içerisinde hareket ettikleri gibi Şüphecilerden Timon’un öğretisinde önemli
yine boş uzay içerisinde yer kaplarlar. Yer kaplama- bir yer verdiği “ataraxia” kavramını ilk olarak
yan bir şey kelimenin gerçek anlamıyla var değildir Demokritos’un kullandığına şahit olunmakta-
ve bir “şey” olamaz. Bu bakımdan, atomlar yer kap- dır. Demokritos’un görünüş ve gerçeklik arasın-
lamaktadır. Bunlar bölünmesi mümkün olmayan da yaptığı ayırım ünlü sofist Protagoras tarafın-
unsurlardır ve yalnızca büyüklük ve şekil itibariyle dan benimsenmiştir.
65
Plüralist ve Antropolojik Dönem
Ruh şeffaf ve ince atomların bir araya gelmesi ratmaya çok yatkın iken diğer bazıları (dokunma)
neticesinde oluşmaktadır. Bu atomlardan bir kısmı atomların aslî özelliğine (sertliğine) uygun veriler
bedenden ayrıldığında “uyku” adını verdiğimiz şey sunabilmektedir. Fakat akıl olmaksızın, duyula-
ortaya çıkmakta, bedenden ayrılan ruh atomlarının rın sunduğu bu veriler hep karanlıkta kalacaktır
sayısı biraz daha artınca “bayılma” hadisesi vuku (Kranz, 2014, s. 178). Genel olarak bakıldığında,
bulmakta, ruhu oluşturan atomlar bedenden bütü- bilgi duyuların bize ulaştırdığı suretlerden hareket-
nüyle ayrılınca da ölüm gerçekleşmektedir (Elmalı le ortaya çıkıyor olmakla birlikte, onun tekemmül
ve Özden, 2013, s. 79). etmesi ancak aklın devreye girmesi ile mümkün-
dür. Ancak, şurası da hatırda tutulmalıdır ki, De-
mokritos duyuları bilginin imkânı açısından önce-
Duyu Algısı ve Bilgi likli kaynak olarak görmekte, fakat bunların bize
Demokritos’un algı ve bilgi teorisi de atom te- eşyanın yalnızca görünüşünü aktarabileceğini, on-
orisinden türetilmiştir. Algı, Demokritos’a göre, ların özünü ise asla tam olarak kavrayamayacağını
şeylerden ileri gelen ve duyu organlarımız aracılı- düşünmektedir.
ğıyla bize ulaşan akıntı veya cereyanların ruhumuz-
Böylece, atomist bir düşünür olarak
da meydana getirdiği değişikliktir (Zeller, 2008,
Demokritos’un, duyular tarafından algılanan görü-
s. 100). Algı hakkındaki bu tanım önemlidir, zira
nüş ile duyuların ulaşamayacağı bir mahiyete sahip
algının ancak atomlardaki hareketler neticesinde, o
olan gerçeklik arasında bir ayırım yaptığı (Water-
hareketin duyu organlarımıza ulaşmasıyla birlikte
field, 2000, s. 165) ortaya çıkmaktadır. Görünüş
ortaya çıktığını göstermektedir. Örneğin algıla-
ve gerçeklik arasında ayırım yapan bu yaklaşım ön-
dığımız sıcaklık atomun kendisinde bulunan bir
celikle sofist Protagoras tarafından kabul edilecek,
nitelik olmayıp ancak onun hareketi neticesinde
sonrasında bu kabul metafiziğin inkârında kullanı-
duyularımızda oluşan bir etkidir. Sıcaklık, soğuk-
lacak ve en nihayet şüpheciliğin, kritisizmin, po-
luk, renk ve ses atomların kendileriyle nitel bir
zitivizmin ve agnostisizmin temel düsturu haline
bağlantıya sahip değildir. Bunlar ancak atomların
gelecektir (Weber, 2014, s. 47).
duyulara bir şekilde etkide bulunması neticesinde
var olabilirler (Von Aster, 2015, s. 89). Bizim katı Demokritos’un kendisi için belirlediği en
olarak hissettiğimiz cisimlerde atomlar yoğun bir önemli misyon doğadaki nedensellik ilişkilerini
şekilde sıkışmıştır. Yumuşak şeyler atomları seyrek keşfetmektir. O kadar ki, evrende mevcut olan bir
ve aralıklı olan cisimlerdir. Tat alma duyusunda, neden sonuç ilişkisini keşfetmeyi Pers kralı olmaya
tatlı olan şeyler düz atomlardan yapılmışlardır. tercih edeceğini (Kranz, 2014, s. 171) söylemek-
Acılığa, dil üzerinde gözlenemeyecek kadar küçük tedir. Nedensellik, Demokritos açısından, evrende
sıyrıklar meydana getiren ve sahip oldukları yapıyı egemen olan zorunluluğun bir ifadesidir. Evrende
tat alma duyusuna aktaran çengelli ya da sivri uçlu cereyan eden her şey bir zorunluluğun neticesidir.
atomlar neden olmaktadır (Guthrie, 1999, s. 63). Bu zorunluluk, yukarıda işaret edildiği üzere, telos
fikrini dışarıda bıraktığı gibi, tesadüfe de imkân ta-
Bilgimiz ise duyular ve aklın işbirliğiyle mey-
nımamaktadır.
dana gelmektedir. Duyular eşyanın sadece hayalini
yansıtmaktadır. Demokritos’un bu bilgi teorisini İnsanlar hadiseler arasındaki nedensellik iliş-
göz üzerinde gerçekleştirdiği bir gözleme dayana- kisini çözemedikleri zaman, yani tamamen bilgi-
rak geliştirdiği söylenmektedir. İddiaya göre, gözün sizliğin bir neticesi olarak, tesadüften bahsederler.
dış tabakası nesnelerin sadece yüzeysel biçimlerini Oysaki evrende tesadüf değil baştanbaşa bir zorun-
yansıtmaktadır. Dolayısıyla onların hayali suretleri luluk hüküm sürmektedir (Weber, 2014, s. 46).
görme duyusu tarafından kavranmakta fakat özü
kavranamamaktadır. Üstelik nesneden belirli bir Ahlak
mesafeyi kat ederek göze ulaşan maddî suret yol
Demokritos bir doğa filozofu olduğu kadar
boyunca çarpıtılabilmekte veya bozulabilmektedir
bir ahlak filozofudur. Onun ahlak anlayışı akla
(Guthrie, 1999, s. 63). Gözle kıyaslandığında do-
dayalıdır. Ahlakın amacı, ona göre, insanı “ruh
kunma duyusu daha özsel bir nitelik arz etmektedir
dinginliği”ne ulaştırmaktır. Ruh dinginliğini euth-
(Von Aster, 2015, s. 90). Bu bakımdan, duyu or-
ymia olarak isimlendirmektedir. Bu kavram “şen-
ganlarının bir kısmı (görme ve işitme) yanılgı ya-
lik” (şen oluş) anlamına gelmektedir. Demokritos
66
İlkçağ Felsefesi
67
Plüralist ve Antropolojik Dönem
dair bir bilincin olduğu not edilmelidir (Elma- deki işleyiş bakımından istisnai durumların mevcu-
lı ve Özden, 2013, s. 79). Doğruluğa dair bilinç, diyetini asla kabul etmemektedir. Zorunluluk ilke-
aklı ve bilgiyi gündeme getirecektir ki bu unsurlar si bütün varlıkları bağlamaktadır. Bu nesneler için
Demokritos’un entelektüalist ahlakının zorunlu olduğu kadar insanlar ve hatta tanrılar açısından da
unsurlarıdır. geçerlidir. Tanrılar, tıpkı insanlar gibi, atomlardan
meydana gelmişlerdir. Onların ölümsüzlüğü insan-
lara kıyasla daha uzun süre yaşıyor olmalarından
Din ibarettir. Mutlak bir ölümsüzlük yoktur. Tanrılar
Demokritos’un atom öğretisi tutarlı bir mater- insanlardan daha güçlü ve daha akıllıdırlar, bu ne-
yalizm şeklinde ilerlemektedir. Evrende yer alan her denle saygıyı hak etmektedirler. Fakat ölüm kor-
şey atomlarla bağlantılı olarak açıklanacaksa din kusunun temelsiz olması gibi tanrılar karşısında
mevzuu bunun dışında bırakılamaz. Demokritos’un duyulan korku ve endişenin de herhangi bir makul
tanrıların varlığına gerçekten inanıp inanmadığı gerekçesi yoktur. Tanrılar ne kadar güçlü olurlarsa
açıklığa kavuşturulması zor bir mevzu olmakla bir- olsunlar onların da boyun eğdiği bir kural vardır.
likte, o, var olmaları halinde tanrıların evrenin işle- Bu kural zorunluluktur (Weber, 2014, s. 2. 47). Bu
yişine herhangi bir şekilde müdahil olabileceklerini itibarla, Demokritos’un din ve tanrı anlayışının da
düşünmez (Bailey, 1964, 175). Esasen bu, onun bütünüyle materyalist bir mahiyete sahip olduğu
zorunluluk doktrinin de mantıkî bir sonucu olarak görülmektedir.
görülebilir. Zira Demokritos’un atomizmi, evren-
yaşamla ilişkilendir
68
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
1 Monizm ve plüralizm kavramlarını tanımlayabilme
2 Plüralist filozofların arkhe anlayışlarını ana hatlarıyla ifade edebilme
3 Demokritos’un ahlak anlayışını açıklayabilme
69
Plüralist ve Antropolojik Dönem
mel meseleleri ile ilgili son derece önemli iddiaları Tartışmalı birer figür olarak sofistlerin ortaya
gündeme getirdiklerine ve bu bakımdan felsefeye çıkışına zemin hazırlayan bir dizi tarihsel ve kül-
önemli katkılarda bulunduklarına işaret etmekte türel gerekçeden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi
fayda vardır. sofistlerden önce ortaya konan felsefî mükteseba-
tın niteliği ile alakalıdır. Sofistlerin ortaya çıktığı
döneme kadar filozofların üzerinde fikir birliğine
Sofistlerin Ortaya Çıkışı vardığı hemen hiçbir konu yoktur. Doğa filozof-
Sofist kavramı ilkçağda genellikle şairleri ve fi- ları arasındaki farklar bunun en canlı örneğidir.
lozofları tanımlamak için kullanılmıştır. Felsefe ta- Monistler ve plüralistler tamamen farklı iddiala-
rihinde ise milattan önce beşinci yüzyılda yaşamış rın peşindedirler. Onların bir kısmı hylozoisttir
bir düşünürler grubunu tanımlamak üzere kulla- (maddeye canlılık atfetmektedir), diğer bir kısmı
nılmaktadır (Von Aster, 2015, s. 100). Sofist kav- ise canlılığı farklı unsurlara dayanarak açıklamaya
ramı, Yunanca sophistai kavramından türemiştir ve çalışmaktadır. Plüralistler de kendi içlerinde yekpa-
bilgelik öğreten kişi anlamına gelmektedir (Störig, re değildir. Empedokles ile Anaksagoras’ın, Anak-
2015, s. 198). Bu açıdan bakıldığında, sofistliğin sagoras ile Demokritos’un üzerinde fikir birliğine
olumlu bir duruma işaret ettiği düşünülebilir. Zira varabileceği noktalar yok denecek kadar azdır (Von
bilgeliği öğretmenin kötü bir yönü olamaz. Ne var Aster, 2015, s. 103). Dolayısıyla, sofistlerin mevcut
ki felsefe tarihi açısından sofist kavramı önemli felsefî “statüko”ya karşı bir tepkinin ürünü olduk-
tartışmalara neden olmuştur ve çoğunlukla negatif ları söylenebilir. Bunun bir sonucu olarak, sofistler
bir anlamda kullanılmaktadır. Söz konusu negatif evrensel, objektif, hepimizin fikrini çepeçevre ku-
anlamın en önemli gerekçesi sofistlerin bilgeliği şatacak bir düşünsel zeminin mevcut olduğu fikri-
para karşılığında öğretmeleridir. Onlar şehir şehir ne karşı çıkmaktadır. Protagoras’ın “insan her şeyin
dolaşan ve insanlara verdikleri dersler karşılığında ölçüsüdür” sözü bunun en açık ifadesidir.
yüklü miktarda para kazanan şahsiyetlerdir. Hal
Sofistlerin ortaya çıkışına yol açan bir diğer
böyle olunca, bir sofistin yaptığı iş dönemin bilhas-
neden ise dönemin toplumsal hayatında gözlenen
sa entelektüel çevreleri tarafından ciddi bir tepki ile
köklü değişikliklerdir. İranlılarla girişilen savaşlar-
karşılanmıştır.
dan sonra Atina devleti hem ekonomik yönden
kalkınmış hem de demokratik standartlar bakı-
mından gelişmiş ve daha katılımcı hale gelmiştir.
Gitgide zenginleşen Atina devletinde bununla
dikkat koşut olarak eğitime duyulan ihtiyaç da artmıştır
İlkçağda sofist denince akla bilgeler ve filozoflar (Gökberk, 2016, s. 39). İnsanlar devletin hem zen-
gelmektedir. Örneğin Yedi Bilge (Thales, Pit- ginliğinden hem de bürokratik işleyişinin ürettiği
takos, Bias, Solon, Kleobulos, Myson ve Chi- siyasi güçten daha fazla faydalanabilmenin yollarını
lon) sofist olarak isimlendirilmektedir. Bununla aramaya başlamışlardır. Profesyonel birer eğitimci
birlikte, kavram zaman içerisinde olumsuz bir olarak ortaya çıkan sofistler insanların bu ihtiyacını
içeriğe sahip olmuştur. Bunun başlıca nedeni so-
karşılama iddiasındadırlar. Onların sunmayı teklif
fistlerin ortaya koydukları düşüncelerdir. Onlar
ettiği eğitim insanların ulaşmak istedikleri hedef-
bir yandan rölativist bir bakış açısıyla bilginin
lerle uyumludur. Sofistlerin ortaya çıktığı dönem-
imkânsız olduğu yönünde bir fikri öne sürmüş-
de eğitim, çoğu zaman olduğu üzere, pragmatik
ler, diğer yandan ise yerleşik toplumsal düzen
değeri dolayısıyla önemsenmektedir. İyi eğitim al-
açısından tehlikeli addedilen çeşitli fikirler orta-
mış bir Atinalı parlamentoda, mahkemede, çarşıda,
ya atmışlardır. Kendilerine felsefe tarihinde yük-
pazarda kendi fikirlerini daha etkili ve ikna edici
lenen olumsuz imajın yanı sıra sofistlerin felsefî
bir şekilde dile getirebilecektir. Siyasetin büyük
müktesebata sağladığı katkıyı da göz önünde
oranda söze dayalı olduğu da göz önünde bulun-
bulundurmak gerekir.
durulursa, gerek toplum nezdinde gerekse devlet
kademelerinde yükselmek ancak iyi bir eğitim al-
makla mümkün olacaktır. Sofistlerin insanlara sun-
70
İlkçağ Felsefesi
duğu hizmet bu nedenle oldukça cazip görünmüştür. Nitekim sofistler gittikleri tüm şehirlerde kalabalık
kitlelere hitap etme imkânına kavuşmuşlar ve bu imkânı hem para kazanmak hem de fikirlerini toplumun
büyük kısmına aracısız bir şekilde ulaştırabilmek bakımından etkili bir şekilde kullanmışlardır.
Resim 3.2 İranlılar ile Atinalılar Arasında Gerçekleşen Savaşlardan Birine (Maraton Savaşı) Ait Çizim
71
Plüralist ve Antropolojik Dönem
ni para karşılığında vermeleri o dönemin toplumu İlk sofist yaklaşık olarak milattan önce 490 ile
tarafından hoş karşılanmamış (Von Aster, 2015, 420 yılları arasında yaşamış olan Protagoras’tır.
s. 101) ve sofist kavramı bu nedenle olumsuz bir Protagoras bir rölativisttir. Ona göre, “insan her şe-
anlam kazanmıştır. Esasen, bu kendi içinde başka yin ölçüsüdür”. Yani, insan neye doğru ve iyi derse
bir eleştiriyi de kapsamaktadır. Sofistlerin bir kısmı o şey doğru ve iyi, neye yanlış ve kötü derse o şey
köleliğin doğal bir kurum olmadığı kanaatindedir- yanlış ve kötüdür. Neyi nasıl nitelendireceğimiz
ler. Bu kanaat eşitlikçi bir fikirle yan yana getiril- ise ancak elde edeceğimiz faydayla açıklanabilir.
diğinde sofistlere niçin olumsuz bir gözle bakıldığı Pragmatik bir niteliğe sahip olan bu yaklaşım, yar-
daha anlaşılır hale gelmektedir. Kölelik kurumu gılarımızda dayanabileceğimiz evrensel bir ilkenin
dönemin toplumsal hayatında önemli bir yere sa- olamayacağı anlamına gelmektedir. Bu itibarla,
hiptir. Sofistler şüpheciliklerini toplumsal bir norm Protagoras şüpheciliğe doğru önemli bir adım at-
olarak kabul edilen köleliğe de teşmil edince insan- mış olmaktadır.
ların eleştirilerine hedef olmuşlardır. Bu, sofistlere Protagoras’ın rölativizmi bağlamında iki husu-
yönelik tepkinin yalnızca entelektüel kaygılardan sun özellikle ayırt edilmesi mümkündür. Birinci-
türetilmediği anlamına gelmektedir. Eleştirilerde si, bütün insanları kapsayan evrensel bir doğruluk
sosyal ve siyasal gerekçelerin payı bulunduğuna işa- yoktur. Birinin doğru dediğine başka biri pekâlâ
ret etmek uygun olacaktır. yanlış diyebilir. İkincisi, bireyin bizzat kendisi
açısından, bütün eylemlerini dayandırabileceği
herhangi bir nesnel ilkenin mevcudiyetinden bah-
sedilemez. Şu an iyi dediğim şeye bir sonraki an
dikkat
Sofistlerden günümüze yazılı bir eser kalmamıştır. kötü diyebilirim. Protagoras bu düşünceyi ortaya
Walther Kranz’ın Antik Felsefe adlı eserinde onlar- atarken Herakleitos’un evrende sürekli bir deği-
dan kalan bazı pasajlar yer almaktadır. Bununla şimin olduğu fikrinden yararlanmış gözükmek-
birlikte, başta Protagoras ve Gorgias adlı diyalogları tedir. Onun rölativizminin dayandığı en önemli
olmak üzere Platon’un çok sayıdaki eseri sofistle- unsur her şeyin sürekli değişiyor olmasıdır. Her
rin fikirlerinin ayrıntılı bir tasvir ve tartışmasını şey sürekli değiştiği için, diye düşünüyor gözük-
içermektedir. Ayrıntılı bilgi elde etmek için söz mektedir Protagoras, bir şeye “bu şudur” demek,
konusu diyaloglara başvurulabilir. yani bir yargıda bulunmak imkânsızdır. Fakat onu
Herakleitos’tan ayıran önemli bir noktadan bahset-
mek gerekmektedir. Herakleitos, değişimle birlikte
bilginin mevcudiyetine de kanidir. Başka bir deyiş-
Başlıca Sofistler le, Herakleitos evrende gözlemlediği değişimden,
Felsefe tarihinde pek çok sofistin ismi geçmek- akıştan hareketle bilginin imkânsız olduğu sonu-
tedir. Bunlar arasında bazıları diğerlerine nazaran cuna ulaşmamıştır. İnsan değişime ayak uydurabil-
daha fazla ön plandadırlar. Örneğin Protagoras diği, başka bir deyişle, değişime uygun bir zihinsel
(MÖ 481 – 411) ve Gorgias (MÖ 483 – 375) donanıma sahip olduğu için bilgiyi elde edebil-
bunlar arasında en meşhurlarıdır. Prodikos (MÖ mektedir. Oysaki Protagoras değişim hakkındaki
465 – 399), Antiphon, Thrasymachus (MÖ 459 gözlemlerinden şüpheci bir sonuç çıkarmıştır. Ne-
– 400), Kallikles, Kritias (MÖ 460 – 403) ve Hip- yin ne olduğu hakkında bir fikir sahibi olamayaca-
pias (MÖ 460 – 399) da meşhur sofistler arasında ğımız için düşünen beni ve bütün insanları kapsa-
yer almaktadır. yan evrensel bir doğruluktan bahsedemeyiz. Bilgiye
Sofistlerin ortaya koyduğu düşünceler göz ulaşmak bu bakımdan imkânsızdır.
önünde bulundurulduğunda, ortak bir felsefî çer- Protagoras’ın şüpheciliğine vurgu yapan bir
çeveden bahsetmek zordur. Onlar başta bilgi ve diğer meşhur önermesi Tanrıların mevcudiyeti
ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi hakkındadır. O, tanrıların var olup olmadıkları
alanlarda kimi zaman birbirinden farklı fikirleri sorusuna cevap verme hususunda çaresiz olduğu-
benimsemişlerdir. Fakat gündeme getirdikleri iddi- nu söylemektedir. Protagoras’a göre, bu çaresizli-
alar ile önemli felsefî tartışmalara yol açtıkları bir ğin iki nedeni vardır. Birincisi, tanrıların duyularla
vakıadır. algılanamaması, ikincisi ise insan hayatının kısa
olmasıdır (Kranz, 2014, s. 202). Tanrıları algıla-
72
İlkçağ Felsefesi
yabilseydik bile, bu, Protagoras’ın ulaştığı sonucu gerekçelerinden biri de duyuların bize sunduğu
değiştirmeyecektir. Zira duyular temin ettikleri veri verilerin güvenilemez oluşudur. Protagoras, duyu
bakımından güvenilmezdirler. verilerinin bu güvenilmezliğine de dayanarak, şüp-
Öte yandan, Protagoras, her şey üzerine bir- he unsurunu düşünce dünyasının merkezine yer-
birine zıt iki söz söylenebileceği ve bu iki sözün leştirmiştir.
kuvvet bakımından birbirine denk olacağı iddiası
ile de şüpheciliğini derinleştirmektedir. Helenistik Sofistlerin Belli Başlı Düşünceleri
dönemdeki şüpheciler, bilhassa Phyrrhon ve öğren-
Sofistlerin yekpare bir düşünsel çerçeveye sahip
cileri de Protagoras’ın bu gerekçelerini kendi öğre-
olmadıklarına yukarıda işaret edilmişti. Onların
tileri açısından bir dayanak olarak kullanacaklardır.
birbirlerine en fazla bilgi hakkında yürüttükleri
İnsanların retoriğe ihtiyaç duymasının bir diğer tartışmalar vesilesiyle yaklaştığı söylenebilir. Ör-
gerekçesi Protagoras’ın bu son iddiasına dayalı ola- neğin bilginin imkânsızlığı hususunda Protagoras
rak tespit edilebilir. Her şey üzerine bir birbirine zıt ve Gorgias ortak bir kanaate sahiptir. Bununla
iki şey söylenebilir ise ve söz konusu iki zıt şey kuv- birlikte, bu iki isim, bilginin imkânını reddeder-
vet bakımından birbirine denk ise, bu, doğrunun ken tamamen farklı gerekçelere dayanmaktadırlar.
yanlıştan ayırt edilemeyeceği, hatta giderek doğru Protagoras’ın bilgiyi inkâr etmesine neden olan şey
ve yanlış diye iki farklı kategoriden bahsedilemeye- doğru ile yanlışı birbirinden ayırmamızı sağlayacak
ceği anlamına gelecektir. Doğruluk ve yanlışlık gibi bir ölçütün bulunmayışıdır. Oysaki Gorgias ni-
haklılık ve haksızlık da birbirinden ayırt edileme- hilist bir yaklaşımla varlığı yadsıdığı için bilginin
yecektir. Haklı ve haksız yok ise, başka bir deyiş- imkânsız olduğunu düşünmektedir. Gorgias’ın
le haklıyı haksızdan ayırt etmemiz mümkün değil meşhur önermeleri ile ifade etmek gerekirse: hiçbir
ise, o zaman kimin haklı olduğundan ziyade kimin şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkaları-
haklı görüldüğü üzerinde durmak gerekecektir. na aktaramazdık (Sprague, 1972, s. 42). Bu öner-
Haklı görülen kişi, kendi görüşünü en güzel ve en melere şöyle bir ilavede bulunmak da mümkün
inandırıcı şekilde dile getiren, fikirlerini başarılı gözükmektedir: Bildiklerimizi başkasına aktarabil-
bir şekilde savunan ve insanları ikna eden kişidir seydik bile, aktardığımız kişinin bizimle aynı fikre
(Störig, 2015, s. 199). Bunu yapabilecek olanlar ise sahip olduğundan asla emin olamazdık.
ancak kendilerini retorik alanında geliştirmiş ve bu
Devlet ve hukuk meselesinde sofistler arasın-
alanın ustalarından ders almış kişiler olabilir. Bu
daki makas daha da açılmaktadır. Protagoras ve
aynı zamanda sofistlerin felsefeye yüklediği işlevdir.
Antiphon bugün “toplum sözleşmesi” olarak isim-
lendirilen bir fikri benimsiyor ve insanların eşitliği-
ne vurgu yapıyorken sonraki sofistlerden bazıları,
dikkat örneğin Kallikles, toplumsal hayattaki çatışmaya,
Sofistlerin felsefe tarihinde olum- bireyler arasındaki güç mücadelesine daha fazla
suz bir imaja sahip olmalarının en yer ayırmaktadır. Thrasymachus’a göre, huku-
önemli nedenlerinden biri felsefeyi kun en temel nosyonu olarak kabul edilen adalet
hakikate ulaşmanın değil, insanları yasalara uymaktan ibarettir. Yasa ise hâkimlerin
ikna etmenin (kandırmanın) bir yargıladıkları kişilere kendi iradelerini zorla kabul
yolu olarak görmeleri ve kullanma- ettirmelerinin bir ifadesidir. Başka bir deyişle, yasa,
larıdır. iktidarın güç ve iradesinin tecessüm etmiş halidir.
Bu nedenle, devlet ancak bir güç kavgasına dayalı
olarak açıklanabilir. Protagoras’ın benimsediğine
Protagoras’ın rölativizmi Herakleitos’tan esin- benzer bir toplumsal sözleşme fikrinin herhangi bir
lenmiştir. Onun şüpheciliğinin de Demokritos’un geçerliliği yoktur. Öte yandan, Kallikles de tıpkı
etkisini taşıdığı iddia edilebilir. Hatırlanacağı üze- Thrasymachus gibi düşünmektedir. Ona göre, in-
re, Demokritos görünüş ve gerçeklik arasında bir sanları adaletli olanlar ve adaletli olmayanlar diye
ayırım yapmaktadır. Bu ayırım sonraki dönemler- ikiye ayırmak yerine, zekiler ve aptallar olarak ikiye
de şüpheciliğin doğuşu açısından bir dayanak teş- ayırmak gerekir. Zekiler kendi iradelerini aptallara
kil etmiştir. Protagoras’ın şüpheciliğinin en önemli dayatmanın çok kurnazca yollarını bulurlar (Von
73
Plüralist ve Antropolojik Dönem
Aster, 2015, s. 104). Bu yol kimi zaman ahlak, kimi physisten yana kullanmaktadır. Ona göre, kanun-
zaman ise din şeklinde tecelli etmektedir. Ahlak, ları toplumun çoğunluğunu teşkil eden zayıflar
zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan koymaktadır. Onların kanun yaparken göz önünde
alıkoymak için ürettikleri bir kavramdır. Güçlüler bulundurdukları temel ölçüt aslında bizzat kendi
ancak aptal olduklarında bu kavramın etkisi altın- çıkarlarıdır. Zayıflar, güçlü olanların daha fazla
da kalır ve güçlerini kullanmaktan vazgeçerler. güce sahip olmasını engellemek için, fazla olanı
Sofistlerin felsefe tarihine kazandırdıkları en istemeyi kötü diye nitelendirmekte ve başkaların-
önemli tartışmalardan biri de nomos (kanun) ve dan daha fazla şeye sahip olma arzusunu insanın
physis (doğa) arasındaki ayırıma dayanmaktadır. en kötü yanı olarak görmektedirler. Fakat, diye
düşünmektedir Kallikles, yeteneklinin yeteneksiz-
İnsanlar din, ahlak, hukuk gibi alanları doğaya
den daha fazla şeye sahip olması bizzat doğanın
dayanarak mı inşa etmektedirler yoksa bunlar ta-
belirlediği bir kuraldır. Dolayısıyla, bir şeylere sa-
mamen insanlar arası bir uzlaşıdan mı türetilmek-
hip olan birinin, daha fazlasına sahip olmayı arzu
tedir?
etmesi doğaldır, tıpkı bunlara fiilen sahip olması
Bu soruya hemen her sofist kendince cevap ver- gibi. Başka bir deyişle, doğa azla yetinmeyi değil,
miştir. Antiphon’un bu kapsamda söyledikleri ol- daha fazlasına sahip olmayı gerektirir. Bu nedenle,
dukça dikkat çekicidir. Ona göre, toplum içerisin- güçlünün zayıfa hükmetmesi ve ondan daha fazla
de insanlar belirli uzlaşımlara dayalı olarak üretilen şeye sahip olması meşru bir durumdur. Bunun ah-
kanunlara tabidirler ve doğru olan bu kanunlara lak dışı, çirkin, kötü olarak nitelendirilmesi tama-
uymak ve insanların uymasını sağlamaktır. Fakat men zayıfların kendi konumlarını güçlendirmek
yine de doğanın kendisini öncelemek gerekmek- üzere başvurdukları bir yanıltmacadır. Daha faz-
tedir. Kanunların buyrukları keyfî bir şekilde be- laya ulaşmak yerine, azla yetinmeyi tavsiye etmek
lirlenmektedir, doğanın buyrukları ise zorunludur aslında doğaya karşı çıkmaktır. Asıl olan hırsları-
(Kranz, 2014, s 207). Uzlaşı bir noktada şu anlama mızı gemlemek değil, onları alabildiğine tatmin et-
gelir: Zorunluluk olmadığı için, kanunların hayata mektir. Hırsların peşinde olduğu şeyleri elde etmek
aktarılmasında istisna kabul edilebilir. Kimsenin doğanın bir gerekliliğidir. Toplumun çoğunluğunu
görmediği bir anda, yapılmaması gerektiği husu- oluşturan, kendi beceriksizlikleri dolayısıyla elde
sunda üzerinde bir uzlaşı sağlanmış herhangi bir edemedikleri şeylere bakan ve bunlara ulaşama-
eylemi gerçekleştiren biri ceza almaktan kurtulabi- manın verdiği hayal kırıklığını yaşayan güçsüzler,
lir. Fakat doğanın yasakladığı herhangi bir eylemi bu hayal kırıklığını hiç kimsenin o şeylere sahip
gerçekleştiren biri, kendisini birilerinin görüp gör- olamadığını görerek gidermeye çalışırlar. Kendi ar-
memesinden bağımsız olarak, bizzat hakikatle yüz zularını tatmin edemeyecek, haz elde edemeyecek
yüze olduğu için kötü bir şey yapmış kabul edilir. konumda bulundukları için ölçülü olmayı ahlaki
Antiphon toplumun iyi kabul ettiği şeylerin ço- bir kural olarak belirlerler. Oysaki olması gereken,
ğunlukla doğaya aykırı olduğunu düşünmektedir. hazzın ve arzunun gemlenmemesi, insanın arzu-
Örneğin toplum içerisinde saygınlık soyla birlikte ladığı şeyleri elde etmesidir. Kendimizi şeylerden
düşünülür. Soylu olanlara saygı duyulur. Soylu ol- mahrum bırakarak değil, bolluk içinde yaşayarak,
mayanların ise aynı saygı duygusunu uyandırdığını dilediğimizi yaparak, kayıtlardan kurtularak, yani
söylemek zordur. Oysaki doğaya bakıldığında bü- özgürleşerek erdemli ve mutlu olabiliriz (Kranz s.
tün canlıların eşit olduğu görülür. Doğada soyluluk 209-212). Bu yaklaşım, sofist kavramına neden
diye bir şey yoktur. Bu bakımdan kimse kimseye negatif bir anlam yüklendiğinin bir diğer kısmî
üstün değildir (Kranz, 2014, s. 207). açıklamasını sunmaktadır. Sofistler nomos-physis
Hippias açısından da aynı şey geçerlidir. Ona arasında bir ayırım gözettikleri ve physisi öncele-
göre, kanun doğada olmayan pek çok şeyi, doğa- dikleri için müesses toplumsal nizama bir tehdit
ya rağmen, zorla yaptırır (Kranz, 2014, 209). Bu teşkil etmeye başlamışlardır.
nedenle, insanların vatandaşlığı, eşitliği gibi top- Onların din hakkındaki yaklaşımlarında da
lumsal unsurları uzlaşıdan değil doğadan türetmek nomos-physis ayırımının izlerini görmek müm-
gerekir. kündür. Örneğin Prodikos, insanların kendilerine
Kallikles ise nomos ve physis arasındaki karşıt- yararı dokunan şeyleri tanrılaştırdıklarını düşün-
lığı daha açık ifadelerle teşhis etmekte ve tercihini mektedir. Ona göre, şaraba Dionysos, suya Pose-
74
İlkçağ Felsefesi
idon, ateşe Hephaistos adının verilmesi tamamen 212). Kritias’a göre de, Tanrı karşısında hissedilen
bu gerekçeye dayanmaktadır. Dua ve ibadetin or- korku, tamamen bir kurnazlığın ürünüdür. Bir
taya çıkışını da bu şekilde açıklamak gerekir. Bun- kurnaz zekâ, insanların eylemlerinin korku ilke-
lar, insanlar arası uzlaşının birer sonucudur. Daha si doğrultusunda biçimlendirilebileceğini keşfet-
açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, suyun, ate- miş, onları Tanrı korkusu ile yönlendirmeyi arzu
şin ya da şarabın tanrısal nitelikleri yoktur. Bunlar etmiş (Kranz, 2014, s. 213) ve bunu başarmıştır.
doğal unsurlardır. Ve doğanın kendisinde tanrısal- Protagoras’ın tanrıların varlığı hakkındaki şüphe-
lık mevcut değildir. Suya, şaraba, ateşe tanrısallık ciliği de hatırlanacak olursa, sofistlerin din anlayı-
atfetmek, insanların bunlardan elde ettiği faydaya şının agnostisizm ve ateizm arasında gidip geldiği
dayalı olarak yaptıkları bir şeydir (Kranz, 2014, s. iddia edilebilir.
Öğrenme Çıktısı
4 Sofistlerin ortaya çıkışı ile yaşadıkları dönemin tarihsel şartlarını ilişkilendirebilme
5 Sofistlerin temel düşüncelerini sıralayabilme
75
Plüralist ve Antropolojik Dönem
Monizm ve plüralizm
1 kavramlarını
tanımlayabilme
öğrenme çıktıları ve bölüm özeti
3 Demokritos’un ahlak
anlayışını açıklayabilme
Plüralist Dönem
1 Monizm “bircilik”, plüralizm “çokçuluk” demektir. Felsefî literatürde bu kavramların çeşitli anlamlarda kullanıl-
dığını söylemek mümkündür. Arkhe tartışmaları açısından bakıldığına monizm şeylerin var olmasını sağlayan tek bir
unsurdan bahsedilebileceği düşüncesine işaret etmektedir. Plüralizm ise gerçekliği kendisine dayandırabileceğimiz
birden fazla unsurun mevcudiyetini benimseyen yaklaşımları tanımlar. Doğa filozofları arkhenin mahiyeti hakkında
ayrıntılı tartışmalar gerçekleştirmişlerdir. O kadar ki, doğa felsefesinin başlıca probleminin bu olduğu dahi iddia
edilebilir. Örneğin Thales söz konusu unsurun su, Anaximenes ise hava olduğu kanaatindedir. Tek bir unsura işaret
ettikleri için bu filozoflar monisttirler. Empedokles, Anaxagoras ve Demokritos gibi sonraki dönem doğa filozoflarını
ise plüralist olarak nitelendirmek gerekmektedir. Zira bunlara göre, şeyleri var eden unsurlar sayıca birden fazladır.
2 Empedokles, Anaxagoras ve Demokritos plüralisttirler. Empedokles’e göre, arkhe hava, ateş, toprak ve sudur. Bu
dört unsur kendiliğinden hareket edemez. Bunları harekete geçiren iki farklı unsur vardır: sevgi ve nefret. Sevgi unsurla-
rı bir araya getirir, nefret ise onları birbirinden ayırır. Sevgi ve nefret evrende sırasıyla egemen olurlar. Anaxagoras’a göre
sonsuz sayıda arkhe vardır. Bu unsurlar başlangıçta birbirinin içine geçmişken, Nous (Akıl) tarafından birbirinden ayırıl-
mıştır. Nous, Anaxagoras’ın evreni belirli bir amaç doğrultusunda düzenleyen ilkeye verdiği isimdir. Anaxagoras’a göre,
sonsuz sayıdaki arkhe kendi başına bir araya gelerek nesnel gerçekliği ortaya çıkaramaz. Onları bir amaç (telos) doğ-
rultusunda bir araya getiren, evrene gözlemlediğimiz düzeni sağlayan bir üst ilke vardır. Bu ilke Nous’tur. Demokritos
ise arkhe olarak atomlardan bahsetmektedir. Ona göre de atomların sayısı sonsuzdur. Demokritos atomların zorunlu
olarak bir araya geldiklerini düşünür. Onun materyalizmi istisnalara imkân tanımaz. Evrende her ne varsa aynı kural-
lara tabidir. Maddî olmadığı düşünülen Tanrı ve ruh da atomlardan oluşur. Bu, Tanrı’nın ve ruhun da ölümlü olduğu
anlamına gelir. Zira atomlardan meydana gelen şeyler, atomların birbirinden ayrılması neticesinde ortadan kalkarlar.
3 Demokritos mutçu (eudaimonist) bir ahlak anlayışına sahiptir. Ahlakın amacı kişiyi ruh dinginliğine (ataraxia)
ulaştırmaktır. Böylesi bir dinginlik ancak bilinç vasıtasıyla elde edilebilir. Demokritos hazzı kategorik olarak reddet-
mez. Fakat mutluluğun kaynağının haz olduğunu da söylemez. O entelektüalist bir yaklaşım sergiler. Ruhtaki din-
ginliği bilinç ve onun doğru kullanımı ile bağlantılı üç unsur temin eder. Bunlar “doğru düşünmek”, “doğru konuş-
mak” ve “doğru davranmak”tır. İnsan mutlu olmak istiyorsa elindekilerle yetinmesini bilmelidir. Bu, arzu edilmesi
ve uzak durulması gereken şeyler arasında ayırım yapabilmeye bağlıdır. İnsanlar “görece” ve “mutlak” iyiyi tefrik
edebilmelidirler. Görece iyi insanın dışında bulunan ve kimi zaman ulaşamayacağı fakat gerektiğinde uzak durabi-
leceği şeylerdir. Mutlak iyi ise insanın elinde olan şeylerdir. Demokritos kendisinden önceki doğa filozoflarında çok
sık karşılaşılmayacak bir şekilde ahlak mevzuunun ayrıntılı bir tartışmasını yürütmüştür. Walter Kranz’ın bir araya
getirdiği fragmanlarından öğrendiğimiz kadarıyla Demokritos’un Pythagoras, Bilgenin Ruh Durumu, Ölümden
Sonraki Hayat, Yetkinlik Yahut Erdem ve Gönül Rahatlığı adlı çok sayıda ahlak eseri vardır. Ne yazık ki bunlardan
hiçbiri günümüze aktarılamamıştır. Demokritos’tan sonra antropolojik dönem başlamaktadır. Bu dönemde insan
ile ilgili meselelerin bir parçası olarak ahlak hakkında çok daha ayrıntılı tartışmalar yürütülmüştür. Demokritos’un
ahlaka dair tartışmaları antropolojik dönem açısından bir hazırlık olarak da değerlendirilebilir.
76
İlkçağ Felsefesi
Antropolojik Dönem
4 İlkçağda sofist denilince şairler ve filozoflar anlaşılırdı. Milattan önce beşinci yüzyıldan itibaren ise sofist kav-
ramı gezici öğretmenlik yapan bir grup düşünürü tanımlamak üzere kullanılmaya başlanmıştır. Sofistlerin ortaya
çıkışını sağlayan çeşitli tarihsel ve kültürel nedenler vardır. Atina devleti ile Persler arasında cereyan eden savaşlardan
sonra Atina devleti ekonomik ve demokratik standartlar bakımından oldukça gelişmiştir. Vatandaşlar devletin geli-
şiminin yarattığı imkânlardan yararlanmak için iyi bir eğitim almanın zorunluluğunu fark etmişlerdir. Eğitime du-
yulan ihtiyaç, kendilerini “bilgelik öğretmeni” olarak tanımlayan sofistler için uygun bir zemin yaratmıştır. Sofistler
eğitim işini para karşılığında yapmaktadırlar. Onların toplum nezdinde rağbet görmesinin en önemli nedeni retorik
konusundaki ustalıklarıdır. Sofistler iyi birer konuşmacıdırlar. Dönemin Atina toplumu açısından da konuşma
sanatı oldukça önemlidir. İyi bir konuşmacı karar alma mekanizmalarını etkileyebilmekte, dolayısıyla siyasi bir güç
elde edebilmektedir. Retorikteki beceri adlî mevzularda da etkili bir araçtır. Davalı ve davacıdan hangisi mahkeme
heyeti karşısında daha etkili bir konuşma yaparsa sonuç onun arzusu istikametinde çıkmaktadır. İnsanlar iyi birer
konuşmacı olmanın püf noktalarını öğrenmek için de sofistlere rağbet göstermişlerdir.
5 Sofistler başta bilgi ve ahlak olmak üzere eğitim, din, siyaset, hukuk gibi alanlarda pek çok iddia ortaya
atmışlardır. Yekpare bir sofistik düşünceden bahsetmek mümkün değil ise de onların fevkalade önemli felsefî
tartışmalara yol açtıkları tarihsel bir vakıadır. Protagoras bir rölativisttir. O, görünüş ve gerçeklik arasında De-
mokritos tarafından yapılan ayırımı daha da derinleştirmiştir. Açıktır ki bu şüpheciliğe giden bir yoldur. Ayrıca
Protagoras Herakleitos’un evrende sürekli bir değişim olduğu iddiasını da bir ilke olarak benimsemiş gözükmek-
tedir. Her şey sürekli değişiyorsa ve biz bir şeye “bu şudur” diyemiyorsak yapılması gereken en makul iş yargıdan
kaçınmak olacaktır. Nitekim Helenistik dönemde ortaya çıkan şüphecilerin (Pyrrhon ve öğrencisi Timon’un)
büyük oranda bu ilkeyi takip ettiklerine şahit olunmaktadır. Bu şüpheci yaklaşım Protagoras’ı agnostisizme yak-
laştırmıştır. Nitekim o, tanrıların var olup olmadığının bilinemeyeceğini söylemektedir. Benzer şekilde, o, her
iddianın karşısına aynı güçte başka bir iddianın çıkarılabileceğini, bu iki iddianın kuvvet bakımından birbirine
denk olacağını vurgulamaktadır. Bu vurgu da şüpheciler tarafından kullanılmıştır. Gorgias nihilisttir. Başka bir
deyişle, o, varlığı yadsımaktadır. Ona göre, “hiçbir şey yoktur, olsa da bilemezdik, bilsek de başkalarına aktara-
mazdık.” Antiphon ve Kallikles daha çok toplum hayatı ile ilgili meseleler üzerinde kafa yormuştur. Antiphon
“toplum sözleşmesi”ne benzer bir düşünceyi kabul etmekte ve insanların doğuştan birbirine eşit olduğu fikrini
gündeme getirmektedir. Kallikles ise toplumsal yaşamdaki çatışmalara ve bireylerin giriştiği güç mücadelesine
vurguda bulunmaktadır. Öte yandan, Thrasymachus, “yasa” adı verilen şeyi hâkimlerin yargıladıkları kişilere
kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerinden ibaret görmektedir. Hiç şüphesiz, bu yaklaşımda, hukuk iktidarın
güç ve iradesinin tecessüm etmiş hali olarak telakki edilmektedir. Sofistlerin nomos ve physis arasında yaptıkları
ayırım, toplumsal bazı normların ortaya çıkışını insanlar arası ilişkileri doğuran sübjektif yaklaşımlara bağlamak-
tadır. Örneğin, Kallikles’e göre, ahlak esasen zayıfların güçlüleri ellerindeki gücü kullanmaktan alıkoymak için
ürettikleri bir kavramdır. Prodikos ise benzer bir yaklaşımı Tanrı karşısında hissedilen korkuya atfetmektedir.
Ona göre, kurnaz biri, insani eylemlerin korku ilkesi doğrultusunda biçimlendirilebileceğini keşfetmiş ve onları
Tanrı korkusu ile yönlendirmeyi arzu etmiştir. Bu ve benzeri düşünceler dolayısıyla, sofistler yaşadıkları dönem-
de müesses toplumsal nizama bir tehdit olarak kabul edilmişlerdir. Onlara yüklenen olumsuz imajı bu hususlar
eşliğinde düşünmek faydalı olacaktır.
77
Plüralist ve Antropolojik Dönem
78
İlkçağ Felsefesi
neler öğrendik?
alır. A. Dini inançta insani beklentilerin yeri var mı-
B. Gorgias’ın şüpheciliği nihilist bir karakter arz dır?
eder. B. Evreni meydana getiren şey (arkhe) nedir?
C. Prodikos, insanların kendilerine yararı doku- C. Bir şeyi ahlaki bulmamızın sebebi nedir?
nan şeyleri tanrılaştırdıklarını düşünür. D. İnsanın bilgi sahibi olması mümkün müdür?
D. Hippias vatandaşlık, eşitlik gibi toplumsal un- E. Hukukta doğal unsurların var olduğu söylene-
surları uzlaşıdan türetmek gerektiğini söyler. bilir mi?
E. Thrasymachus’a göre, devleti var eden şey bi-
reyler arasındaki güç kavgasıdır.
79
Plüralist ve Antropolojik Dönem
1. A Yanıtınız yanlış ise “Empedokles” konusunu 6. C Yanıtınız yanlış ise “Demokritos” konusunu
yeniden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı
3. D Yanıtınız yanlış ise “Empedokles” konusunu 8. D Yanıtınız yanlış ise “Sofistler” konusunu ye-
yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.
4. B Yanıtınız yanlış ise “Anaxagoras” konusunu 9. E Yanıtınız yanlış ise “Sofistler” konusunu ye-
yeniden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
3 Anahtarı
80
İlkçağ Felsefesi
Kaynakça
Bailey, C. (1964). The Greek Atomists and Epicurus. Kranz, W. (2014). Antik Felsefe. Çev. Suad Y. Baydur.
New York: Russell&Russell. İstanbul: Cinius-Sosyal Yayınlar.
Barnes, J. (2005). The Presocratic Philosophers. New Preus, A. (2015). Historical Dictionary of Ancient Greek
York: Routledge. Philosophy. New York: Rowman&Littlefield.
Bunnin, N., ve Yu, J. (2004). The Blackwell Dictionary Sprague, R. K. (1972). The Older Sophists. Indianapolis:
of Western Philosophy. Malden: Blackwell Hacket Publishing Company, Inc.
Publishing.
Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. Çev. Ö. C.
Cevizci, A. (2000). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Bursa: Say Güngör, İstanbul: Yol Yayıncılık.
Yayınları.
Von Aster, E. (2015). Felsefe Tarihi: İlkçağ ve Ortaçağ.
Cicero. (1886). Tusculan Disputations. Çev. Andrew P. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Peabody, Boston: Liddle, Brown&Co.
Waterfield, R. (2000). The First Philosophers. New
Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi York: Oxford University Press.
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi.
Weber, A. (2014). Felsefe Tarihi. Çev. H. V. Eralp,
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Kitabevi.
Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Guthrie, W. K. C. (1999). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Çev. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
A. Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Herakleitos. (2016). Fragmanlar Testimonia
Fragmenta-İmitationes. Çev. G. Şar ve E. Yıldız,
İstanbul: Dergah Yayınları.
81
Bölüm 4
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
1 2
öğrenebilme 3 Sokrates’in ahlak anlayışını ifade edebilme
2 Sokrates’in ne tür bir bilgi anlayışına sahip 4 Sokrates’in bilgi anlayışı ile ahlak anlayışı
olduğunu gözler önüne serebilme arasında ilişki kurabilme
Sokratesçi Okullar
5 Megara ve Elis-Eretria Okulu’nun temel
görüşlerini özetleyebilme
6 Kinik Okulu’nun Sokrates ile bağını
3
kurabilme
7 Kirene Okulu’nun bireyciliğinin esaslarının
neler olduğunu fark edebilme
Anahtar Sözcükler: • Erdem • Bilgi • İroni • Diyalog • Kinikler • Haz • Kirene Okulu
82
İlkçağ Felsefesi
83
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
borçludur. Atina’nın kamuya açık alanlarında ba- itaat etmeyi reddedişi başına büyük işler açılma-
zen dönemin önde gelen düşünürleri ile ya da siya- sına sebep olmuştur. Öyle ki, devletin inandığı
sal önderleriyle bazense konuşma sanatında şöhret tanrılara inanmamakla ve başka bir takım tanrılar
kazanmış Sofist retorikçilerle; ama en çok da fel- getirmekle, dahası gençlerin ahlakını bozmakla
sefeye yatkın gençlerle (Güçlü vd., 2003, s. 1316) suçlanmıştır (Ksenophon, 1994, s. 12). Kendisini
diyalogunu sürekli muhafaza etmeye çalışmıştır. bir “at sineği”ne benzettiği savunmasındaki boyun
eğmeyen tavrı onu ölüme götürmüştür. Belki de
sadece ona bir ders vermek isteyen düşmanlarını
ölüm kararını imzalamak zorunda bırakmıştır. As-
lında hayatı ve düşünceleri ile uyumsuz bir itaati
veya nedamet getirmeyi tercih etmektense, Sokra-
tes ölümü bizzat kendisi yeğlemiştir. Ne susmak ve
Atina’yı terk etmek ne de kaçmak ona göre değil-
dir. Sonuçta, neyse o olur. Sokrates olarak kalmayı
seçer. Kendisine sadık kalır. Dingin ve korkusuzca
ölmeyi tercih eder (Hackforth, 1933, s. 272). Bu
ölüm düşünce tarihi içinde çokça konuşulmuştur.
Her seferinde, düşünce ile eylemin uyumluluğu-
nun en çarpıcı örnekleri arasında gösterilmiştir.
Resim 4.1 Büyük Düşünür Sokrates’in Heykeli
Dolaşmak ve konuşmak onun için önemlidir. Sokrates, MÖ 404 yılında Atina’da oligark-
Çünkü Sokrates’in bir gayesi vardır: insanları dü- lar iktidarı ele geçirip Otuzlar Tiranlığını
şüncesizlikten uyandırmak ve onları hayatın anlamı kurduklarında soyluların adaletsiz ve haksız
ile kendileri için en iyi olan üzerine düşünmeye sevk davranışlarına direnmekte tereddüt etme-
etmek (Zeller, 2008, s. 166). Şöyle de söyleyebiliriz, yen cesur bir şahsiyettir. Kendisini suçlarına
Sokrates yaşanan hayatın doğruluğuna dair huzur- ortak etmeye çalışan Otuzların öldürmek
suz edici bir sorgulayıcıdır. Dikbaşlıdır, sözünü sa- istedikleri Leon adlı bir kişiyi Salamin’den
kınmaz. Aklına uymayan buyruklara boyun eğmeyi getirmesi için verilen buyruğa karşı gelir.
reddeder. Belki de bütün bunlardan daha önem- Bu buyruğun gereğini yerine getirmez.
lisi gençlerle iyi bir diyalog içindedir (Yalçınkaya,
2015). Çevresinde genellikle bu özellikleri ile bilin-
miştir. Ayrıca farklı kaynaklarda onun giyimine çok Sokrates düşünce ve eylem uyumunun sıradan
fazla özenmediği, mal ve mülk edinmek gibi dün- bir örneğini sunmaz bize. O, inandığı gibi yaşayan
yevi dertlerden kendini özgürleştirdiği dile getiril- ve inançları uğruna ölen ilk büyük filozoftur. As-
mektedir. Sokrates, vücudunun tutkularını da gem- lında, bu durum, onun düşünce ve inançlarının
lemesini bilen bir şahsiyet olarak öne çıkmaktadır. yapısı ile doğrudan ilgilidir. Şöyle düşünelim, eğer
Baba mesleği ile ilişkisini kısa sürede keser Sok- Sokrates doğa ile ilgili kendisinden önce gelen ya
rates. Ancak anne mesleği, yani ebelik ile bir biçim- da kendisi ile aynı çağda yaşayan düşünürlerin öne
de hayatı boyunca temas halindedir. Elbette keli- sürdükleri iddiaları dile getiren bir filozof olsa idi,
menin yaygın ve bilinen anlamı ile ebelik değildir muhtemelen söz konusu iddiaları için ölmesi ge-
mesleği. Ama onun benimsediği yöntem önemli rekmezdi. Bunun sebebi basitçe, doğa ile ilgili gö-
oranda “doğurtucu”dur. Yani bir ebe gibi insanın rüşlerin doğru veya yanlış olduğunun kanıtlanması
içindekini dışa vurmasına aracılık eder. Bütün ha- için gerekli doğrulama yöntemi ile ahlakla ilgili gö-
yatını adadığı dolaşmaları ve konuşmaları esas iti- rüşlerin doğru veya yanlış olduğunun kanıtlanması
bariyle daha çok ebeliği andırır. Ancak ebelere gös- için gerekli doğrulama yöntemlerinin birbirinden
terilen saygının onun payına düşen kısmı pek azdır. farklı olmasıdır. Örneğin, dünyanın bir gezegen
Sokrates özellikleri sebebi ile saygı görmek bir olup olmadığını anlamak için bir takım fizikî ya
yana düşmanlarını çoğaltmıştır. Dikbaşlılığı, sö- da astronomik kanıtlara başvurmak yeterlidir. Oysa
zünü sakınmazlığı ve aklına uymayan buyruklara cesaretin, yardımseverliğin ya da adil olmanın en
84
İlkçağ Felsefesi
büyük ahlaki erdemler olduğunu iddia eden bir Felsefeyi gökten insan hayatına ve kente indirir-
düşünürün, iddialarını ispat edebilmesi için bir bi- ken Sokrates ve Sofistlerin ortak bir amaç güttük-
çimde kendi hayatında cesur, yardımsever ve adil lerini söyleyebiliriz. Sofistler insanı ıslah etmek ve
eylemler ile birlikte anılması gerekecektir (Arslan, eğitmek, insanî yetkinliği (erdemi) belirleyip geliş-
2006, s. 74). Aksi takdirde Sokrates’in, Savun- tirmek, insana yaşama sanatı kazandırmak arzusun-
ma’sında bizatihi kendisinin de vurguladığı gibi, da idiler. Sokrates’in istediği ise kesinlikle bundan
inandırıcılığı kalmazdı. daha fazlası değildi (Versenyi, 1988, s. 104-105).
Diyaloga dayalı yöntemleri ve gezginlikleri de, So-
fistlerin Sokrates ile ilişkilendirilmesini mümkün
Sokrates’in Bilgi Anlayışı kılan diğer unsurlar olarak not edilmelidir. Son ola-
Sokrates’in doğduğu yıllarda Atina refah düzeyi rak, belli bir noktaya kadar şüphecilikte de ortakla-
oldukça yüksek bir merkezdi. Bir imparatorluğun şırlar. Sokrates de, belirtilmelidir ki, en az Sofistler
başkenti idi. Dahası, dönemin düşünce hayatında kadar retorik sahibidir. En az onlar kadar sorgula-
da ayırıcı bir yere sahipti. Öyle ki, Anaxagoras ve yıcıdır (Küçükalp ve Cevizci, 2010, s. 54). Fakat
Protagoras gibi Yunan dünyasının başka bölgele- Sofistlerin şüpheciliği herkes için geçerli olacak bir
rinden düşünürler, Atina’da yaşamayı tercih eder doğru bilgi idealini tümüyle ortadan kaldırırken,
olmuşlardı. Fakat, Atina milattan önce 431 yılında Sokrates, gerçek bir bilgiye ulaşma idealine lâyık
uzun ve dehşetli bir savaşa girdi. Spartalılar ile Ati- olduğu değeri yeniden kazandıracaktır (Birand,
nalılar arasında gerçekleşen ve Peloponnes Savaş- 1988). Bir bakıma evrensel bir bilginin peşinde
ları olarak bilinen bu deneyimin sonrasında Atina koşmayı tercih etmekle mutlak surette Sofistler ile
büyük bir tarihsel yenilgi ile tanıştı. Bir kent dev- yolunu ayıracaktır.
leti olarak varlığını devam ettirse de, Spartalıların
Sofistler için gerçek yoktur. Bilgiye ulaşmak
egemenliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Atina,
mümkün değildir. Çünkü insanlar farklı farklıdır,
yenilgi ile ayrıldığı bu savaşın hemen ardından bir
bir düşünce başka bir düşüncenin karşısına çıka-
başka felaket ile daha mücadele etmiş ve halkın üçte
bilmektedir ve bir düşünce pekâlâ diğeri kadar iyi
birinin ölümü ile sonuçlanan veba salgını Atina’da-
ki yaşamı oldukça güçleştirmiştir. Artık Atina in- olabilmektedir. Meşhur Sofist önermeyi hatırlaya-
san yaşamına ilişkin sorunların kendilerini giderek lım: “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” Her şeyin ölçü-
artan ölçülerde duyurduğu bir yer haline gelmiştir sünün insan olması demek, herkes için geçerliliği
(Guthrie, 1999, s. 70). Eski cazibesini yitirmiş ve olan genel bir hakikatin mevcut olmaması demek-
şaşaalı günlerini arar olmuştur. Bir bakıma mevzii- tir (Birand, 1958, s. 31). Sokrates için ise böylesi
ni yitirmiş, gerilemiştir. Bu gerileme ise, bir değer- bir yaklaşım tehlikelidir. İnsanlar arasında düşünce
ler bunalımını ve politik bir organizasyon olan site farklılıkları olduğunu reddetmez Sokrates. Fakat
devletinin dayandığı hukukî, ahlakî ve dinî temel- ona göre bizim görevimiz fikirlerin çarpışmasıyla
lere karşı inançsızlığı doğurmuştur (Cevizci, 1988, temel uzlaşma noktalarının bulunup bulunmadığı-
s. 9). Bir başka biçimde söylenirse, Atina, gelenek- nı araştırmaktır. Sokrates şunu sorar: Her şeyde var
sel değerlerin çözülmesi biçiminde açığa çıkan bir olan bazı ilkelerle ortak bir zemin tesis etmek müm-
bunalımla yüzleşmek zorunda kalmıştır. kün müdür? (Thilly, 2000, s. 89). Bu soruyu sor-
makla Sokrates aslında evrensel yargılara ulaşmak
İşte bu zor zamanların içinde karşımıza Sok-
ister. Dahası evrensel bir bilginin peşinde koşar.
rates ve Sokrates’in çağdaşı olan Sofistler çıkar.
Kimilerinin Aristoteles’e kimilerinin ise Cicero’ya Sokrates’in bilgi anlayışının temeli demek ki,
atfen dile getirdikleri üzere, felsefe Sokrates eli ile öncelikle, evrensel bir bilgi ya da hakikat arayışı
gökten yere inmiştir. Elbette aynı tespit Sofistler ile atılmaktadır. Bu noktada şu sorunun sorulması
için de geçerlidir. Hem Sokrates hem de Sofistler yerinde olacaktır: Eğer bilgiye ulaşmak olanaklı ise
kendilerinden önceki doğa felsefelerinin dünya bunu hangi yöntem ile gerçekleştirmelidir?
görüşlerini yerle yeksan eden yeni bir paradigma Sokrates’in yönteminde bilgiye ulaşmaya kapı
sunmuşlardır. Gözler artık doğada değildir. Dü- aralayacak başlangıç eşiği “bilgisizlik bilinci”dir.
şüncenin nesnesi insan haline gelmiştir. İnsan ile “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” derken,
ve insan toplulukları ile uğraşmak, Atina’nın içine Sokrates, bilgisizlik bilincini bilgiye ulaşmanın ilk
düştüğü zor zamanlar içinde yol bulmaya çalışma- eşiği olarak belirler. Onun için bilgisizlik bilinci
nın yegâne aracı halini almıştır. bilgiye erişmeyi amaçlayan araştırmanın başlangı-
85
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
cıdır (Versenyi, 1988, s. 157). Çünkü, bilgiye zaten meye ulaşmak için diyalogu esas alır. Diyalektik
sahip olduğunu düşünen bir kimse herhangi bir olarak da adlandırılan bu diyaloga dayalı yöntem
konuda bilgi edinecek bir çaba içerisine girmeye- sayesinde, Sokrates, insanın ruhunda saklı doğ-
cektir (Guthrie, 1999, s. 79). Kişiyi bilgi edinmeye ruların, bilgilerin gün yüzüne çıkarılmasına katkı
yönelik bir araştırma sürecine dâhil edecek şey, bil- sağlamış olur (Ağaoğulları, 1994, s. 130). İkinci
gisizliğine dair bir bilince sahip olmasıdır. Sokrates, olarak, Sokrates’in bilgi yönteminin temel hede-
diyaloglarında, her şeyden önce, konuştuğu kişilere fi kişileri kendileri üzerinde düşünmeye sevk et-
bilgisizliklerini göstermek ister. Şöyle de söyleyebi- mektir. Kişinin kendine hesap vermesidir. Çünkü,
liriz: Bir konuya dair konuşurken, Sokrates, mu- Sokrates için kendisi hakkında bilgi sahibi olmak
hatabının konu hakkındaki hâlihazırda var olan ancak insana ait bir özelliktir (Weischedel, 1997,
bilgilerine dair şüpheler uyandırır. Bu bilgilerin s. 37). Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz:
doğruluğunu sorgulayıcı sorular sorar. Aslında her- Sokrates her konuda bildiklerini Sofistler gibi baş-
kesten daha iyi bildiği durumlarda bile konuyu an- kalarına öğretmeye çalışan, dolayısı ile muhatabını
lamadığını öne sürerek bir tür kafa karışıklığı yarat- nesneleştiren bir aktör değildir. Tam tersine bilgiye
maya çalışır. Sokrates’in yöntemindeki bu ilk aşama ulaşmak için bizatihi muhatabının bir çaba göster-
“ironi” olarak adlandırılır. Onun yönteminin ikinci mesini bekler. Çünkü bilmek ya da bilgiyi kişinin
aşaması ise “ebelik” ya da “doğurtma”dır. Bir tür tü- kendisine mal etmesi süreci yalnızca kişinin kendi
mevarımsal akıl yürütme ile bu aşamada Sokrates araştırması ile mümkündür. Sürekli entelektüel
tikel tanımlardan genel bir tanıma ulaşmaya çalışır mücadele ve öz-eleştiriye dayalı düşünce pahası-
(Yalçınkaya, 2015). Şöyle de söylenebilir: Bilgiden
na elde edilebilecek son derece kişisel bir başarıdır
söz edilebilmesi için evrensel tanımların, yani tümel
(Tarnas, 2011, s. 70). Özetle, Sokrates’in yöntemi-
kavramların ortaya konulması gereklidir. Zira bilgi-
nin temel özelliklerinden birisi, diyalog sırasında
nin nesnesi durağan, değişmez olandır. Bu niteliğe
muhataplarının “kendini bil” çağrısına kulak ve-
sahip olan ise tikel değildir. Tümeldir. Tikel tümele
rerek kendileri hakkında bilgi sahibi olmaları için
bağlıdır. Tikelin bilgisinden söz edebilmekse ancak
çaba göstermesine katkı sağlamaktır.
tikelin değişmeyen tümel yönünü, yani özünü or-
taya koymakla mümkün hale gelebilecektir (Ağao- Sokrates’in bilgi edinme yönteminin bir baş-
ğulları, 1994, s. 128-129). Demek ki, Sokrates bir ka özelliği “aporetik” olmasıdır. Yani kuşku ya da
bilgisizlik bilinci ile başladığı bilgi edinme işine tü- kararsızlık göstermeye dayalı olmasıdır. Sokrates,
mevarımsal bir akıl yürütme ile devam ediyor. Son muhatabının kendisi hakkındaki bilgilerini sına-
olarak, bu tümevarımsal akıl yürütme aynı anda yabilmesi için daha önceden sahip olduğu bilgilere
hem ironiktir hem de doğurtucudur. saldırır. Onları olumsuzlar ve eleştirir. Böylelikle
muhatabının kendisine zarar verebilecek, kendi-
si hakkında doğru bir biçimde düşünebilmesinin
İroni, Türk Dil Kurumu’nun Güncel
önüne geçebilecek özgüvenini dağıtır. Onu şaşır-
Türkçe Sözlük’ünde “söylenen sözün ter-
tır. Ne yapacağını bilemez hale getirir. Bu apore-
sini kastederek kişiyle veya olayla alay
tik yöntem ile Sokrates, aslında muhatabına, daha
etme” ve “gülmece” biçiminde tanımla-
önce söylendiği üzere, bilgisizlik bilinci aşılar.
nıyor. Felsefe dilinde ise Sokrates’e refe-
Sokrates’in yönteminin bununla ilişkili bir başka
ransla kişinin hiçbir şey bilmediğini ileri
sürerek karşısındakilerin bilgisizliklerini
özelliği ise “çürütücü” olmasıdır. Sokrates, kabul
alaya almasını dile getiren Yueironeia de-
edilmiş sınırları sorgular, mevcut inançları eleştirir,
yiminin karşılığı olarak kullanılmaktadır dogmaları yadsır, her bir aşamada ulaşılan bilgileri
(Hançerlioğlu, 2000). sınamadan geçirir, bilgisizlik karşısında suçlama
yöneltir. Kısaca, onun için doğru bir bilgi edinme
süreci çürütücüdür. Böylelikle yanlış ve temelsiz
Sokrates’in bilgiye ulaşmak için benimsediği bir kendinden memnun olma hali rahatlıkla da-
yöntemin içinde yukarıda sıraladığımız iki aşama- ğıtılabilmekte ve diyalog sırasında karşısında yer
nın ötesinde pek çok unsur gizlidir. Bunların en alan muhatabını yeniden öğrenmeye başlayabile-
azından bir kısmı üzerinde durmak gerekir. Her ceği bir kuşku haline (Versenyi, 1988, s. 159-160)
şeyden önce, Sokrates gerçek bilgiye ya da episte- sevk edebilmektedir.
86
İlkçağ Felsefesi
Sokrates’in yöntemi, çürütücü ve kuşku uyandırıcı (aporetik) olsa da, yıkıcı değildir. Yapıcıdır. Bu
yönüyle, Sokrates, bilgiye ulaşmanın imkansızlığını öne süren Sofistlerden kendisini ayırt etmeye özen
gösterir. Onun yönteminde bilgi bulunmaktan çok hep aranması gereken bir şey olarak görülür. Bir baş-
ka biçimde söylenirse, Sokrates, bilgi ya da kavramların gerçek doğalarının
nihai anlamda bilinebilir şeyler olmadıklarını söylemektedir. Önemli olan
sorulacak yeni sorularla ve gerçekleştirilen yeni türden soruşturmalarla hep
peşinde koşulacak ideal kendiliklerdir (Güçlü vd., 2003, s. 1320). Nitekim dikkat
ele aldığı hiçbir kavramı nihai bir anlam yükü ile donatmaz. Yani o sabit Sokrates’in yöntemi di-
anlamların peşinde değildir. Önem verdiği şey daha önce de vurgulandığı yalektik, diyaloga dayalı,
üzere insanın kendisi hakkında düşünmesine katkı sağlamak ve kendisi için doğurtucu, çürütücü, apo-
iyi olan bilgiye kendi çabaları ile ulaşmasını mümkün kılacak bir yöntemi retik, ironik ve alaycıdır.
öğretebilmektir.
yaşamla ilişkilendir
87
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
Öğrenme Çıktısı
1 Sokrates’in hayatının önemli evrelerini öğrenebilme
2 Sokrates’in ne tür bir bilgi anlayışına sahip olduğunu gözler önüne serebilme
Sokrates’in yargılanmasına
ve ölümüne sebep olan suç-
lamalara yönelik savunma-
Sokrates’in bilgi anlayışı ile
sı hakkında daha ayrıntılı Sokrates ile Sofistler arasın-
Descartes arasında bir bağ
bilgi edinmek için Eflatun daki temel farklılıklardan
kurmaya çalışsak, neler söy-
(2016), Sokrates’in Savun- birini anlatın.
leyebiliriz?
ması, Çev. Teoman Aktüel,
Remzi Kitabevi: İstanbul
adlı kitabı okuyabilirsiniz.
88
İlkçağ Felsefesi
disi ile uyumlu olması gerektiğini söyler. Gerçek- mayacaksınız yargıçlar” (Eflatun, 2016). Dürtmek,
ten mutlu olmak istiyorsa, insan kendisiyle uyum uyarmak ve azarlamak, Sokrates’in ruhun yetkin-
içinde olmalıdır. İnsanın yanılması da mutluluğu leştirilmesi adına ölümü dahi göze alarak vazgeçe-
yanlış bir yolda araması neticesinde ortaya çıkar mediği sorumlulukları idi. Ruhun yetkinleştirilme-
(Birand, 1958, s. 39). Sokrates, insanın bile bile si için gösterdiği çabanın işaretleriydi.
mutsuz olamayacağını düşünür. Bunun için ‘kimse
bile bile yanlış yapmaz’ der. Bir şeyin kendisi için
kötü olacağını bilen ve gören hiç kimse aksi yönde Sokrates, ruhun yetkinleştirilmesi adına
davranamaz, Sokrates’e göre. Zaten kötü bildikleri- üstlendiği ve bütün hayatı boyunca taşıdığı
ni iyi bildiklerine üstün tutması insan tabiatına ay- sorumlulukların bir görev olarak kendisine
kırıdır (Akarsu, 1962, s. 62). Eğer kişi bir yanlışın tevdi edildiğini düşünmektedir. İnsanları
içine düşmüş ise, bu o kişinin iyi olanı görememesi bir at sineği gibi uyararak erdemin ve mut-
ve iyi görünen bir haz tarafından yanıltılması ile luluğun peşinde koşmaya teşvik etmek gö-
ilgilidir (Conford, 2003, s. 57). Böylesi yanılmış revi Sokrates’e daimon tarafından verilmiş-
ya da kötülüğe meyletmiş bir ruha sahip insan için tir. Daimon, ahlaki olarak yol gösterici ve
yapılacak en iyi şey, Sokrates’e göre, aydınlatmak kılavuz rolünü oynayan tanrısal bir varlık-
ve bilgisizlikten kurtarmaktır (Birand, 1958, s. 38). tır. Kimileri ise, daimon’u vicdan ile özdeş-
Ancak böylelikle kişi tekrar iyi olanın çizgisine gir- leştirmişlerdir. Kuşkusuz bu ikincisi daha
miş olacaktır. seküler bir Sokrates yorumu sunmaktadır.
Sokrates, ‘mutluluk’, ‘iyi olma hali’ ve ‘bilgi’yi
birbirine kopmaz bir biçimde bağlıyor. Bunu ya-
parken temel bir amacı var: İçinde yaşadığı toplu- Sokrates’teki ruhun yetkinleştirilmesi çağrısı
mun içine düştüğü değer bunalımına çare üretmek. basitçe insanların yaşadıkları hayatı sorgulamaları
Bu kapsamda Sokrates ruhun yetkinleştirilmesini ile ilgilidir. ‘Sorgulanmamış bir hayat yaşanma-
öneriyor. Mutluluk, onun için ancak ve ancak ru- ya değer olmayan bir hayattır’ derken insanların
hun yetkinleştirilmesi ile mümkündür. Yani kişinin benliklerine ya da manevi boyutlarına özen gös-
ruhunu olabildiğince iyileştirmesi gerekmektedir. termeleri gereğinin altını çizmeye çalışmaktadır.
Ruhun yetkinleştirilmesinin yolu ise eğitimden Sorgulanmamış bir hayat, Sokrates için, geleneğin
geçer. Gerçek mutluluğun ne olduğunu insanlara kendilerine sunduğu değerler hakkında bir an bile
eğitim yoluyla öğretmek suretiyle kötülüğün önü- düşünmeden sosyal çevreden gelen baskıyla bede-
ne geçmek her zaman mümkündür. Sokrates’in nin arzuları doğrultusunda sürüklenmektir. Sorgu-
mutluluğun öğretilebilir ve kötülüğün önüne geçi- lanmamış bir yaşam
lebilir olduğunu iddia etmesinde kuşkusuz iyimser süren insanların ha-
bir taraf vardır (Birand, 1958, s. 39). Belki de bu yatları kendi ellerin-
dikkat
sebeple, mutluluğun kötülük karşısında bir üstün- de değildir; onlar bir
lük elde edebilmesi için ya da ruhun yetkinleşti- başka güç tarafından Sokrates için “sorgulanma-
rilebilmesi için bitmez tükenmez bir biçimde bir denetlenmektedirler. mış bir hayat yaşanmaya
uyarıcı rolü üstlenir. Bu ise tam tamına değer olmayan bir hayattır”.
Sokrates’in neredeyse tüm hayatını ruhun yet- mutsuzluktan başka
kinleştirilmesine adadığını söylersek, abartmış ol- bir şey değildir (Ce-
mayız. Savunma’sında kendisini bir ‘at sineği’ne vizci, 2009).
benzetirken bu adanmışlığa belki de son bir kez ve Sokrates, insanın bedeni ve ruhunu birbirinden
açık bir biçimde değinmeyi istemişti. Şöyle diyordu ayırt etmektedir. Ruhu beden karşısında özen gös-
kendisini yargılayanlara: “Yavaş olan ve dürtülmesi terilmesi gereken asıl unsur olarak belirlemektedir.
gereken bir atı andıran devleti yerinden oynatmak İnsanın mutluluğu ya da özgürlüğü bedeninden
için Tanrının tebelleş ettiği benim gibi bir at sine- ya da dünyevi hazlardan uzaklaşmasında gizlidir.
ğini kolay kolay bulamazsınız. Ben Tanrının devle- Çünkü beden duygulanımları ve tutkuları ile çoğu
tin başına tebelleş ettiği bir at sineğiyim: her gün zaman ruhun ve aklın gerçeklerini kapatmakta-
her yerde dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum, ardınızı dır. Gerçeklerin görülmesinin önüne geçmektedir.
bırakmıyorum. Benim gibi birini kolay kolay bula- Fakat burada Sokrates’in ruha özen göstermeye
89
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
verdiği önemi yanlış anlamamak gerekir. O asla bellidir. Çünkü herhangi bir sanata, alana ya da
bedensel ihtiyaçların ve duyusal hazların düşmanı konuya ilişkin bilgi, insanı zorunlu olarak mutlu-
değildir. Çileci bir hayat yaşamadığı gerçeğini dik- luğa götürmez. Sadece insana özgü yetkinlik ya da
kate alırsak zaten söz konusu ihtiyaçlara ve hazlara erdem olan bilgi insanı kendisini gerçekleştirmeye
düşman olmadığını söylemek kendiliğinden müm- ve mutluluğa götürür. Bir insan düşünelim, bu in-
kün hale gelecektir. Yani Sokrates beden ve ruhu san usta bir ayakkabıcı, başarılı bir doktor ya da
birbirinin düşmanı olarak görmez. Beden ile ruh iyi bir akademisyen olabilir. Ancak bu sıfatlarına
arasındaki ilişki birinin diğerini yok etmesi gereken rağmen yine de mutlu olmayabilir. Böyle biri ken-
düşmanlar arasındaki bir ilişki değildir. Fakat son di özel mesleği ya da statüsünün gereği olan her
kertede ruha özen göstermenin ya da ruhun yet- türlü bilgiye sahip olabilir; ancak yine de sürdürdü-
kinleştirilmesinin önemine değinirken, ruha daha ğü hayatın mutsuzluklarla dolu olma ihtimali söz
fazla önem verdiği de açıktır (Arslan, 2006, s. 123). konusudur. İşte bu noktada, erdem olan bilgi iyi
Ruha özen göstermek ya da ruhun yetkinleş- olmalıdır. Bizi iyi kılmalıdır. Yaşamlarımızı iyi bi-
tirilmesi, Yunanlıların kullandığı biçimi ile ifade rer yaşam haline getirmelidir. Bu arada hiçbir özel
edilirse, iyilik ya da aretedir. Arete’yi erdem kelime- uğraşı alanı zorunlu olarak bunu yapamaz. Bunu
si ile karşılayabiliriz. Sokrates için erdem, aslında akıldan çıkarmamak gerekir. Demek ki, kişiyi mut-
çok basit, aynı zamanda çok derindir. Türkçedeki luluğa eriştirecek tek bilgi iyi ve kötüye ya da neyin
“fazilet” kelimesinin etimolojisinin de işaret ettiği iyi ve neyin kötü olduğuna ilişkin bilgidir (Versen-
gibi, erdem, bir fazlalıktır; gereksizlik, fuzulilik an- yi, 1998, s. 118-119). Burada Sokrates erdemi tüm
lamında bir fazlalık değil de üstünlük ya da mü- erdemler çoğulluğu içinde aslında teke indiriyor.
kemmellik anlamında bir fazlalıktır (Arslan, 2006, Bütün meslekler ve hayatlar içinde erdem, iyi ve
s. 127). Bir başka biçimde söylenirse, erdem, her kötüyü birbirinden ayırt etmeye yarayan bilgi ola-
ne ya da kim olursa olsun, kendine uygun olan rak kodlanıyor. Son olarak, Sokrates, erdem ve bil-
işi yapma, kendisine özgü işlevi yerine getirmedir. gi arasında kurduğu özdeşlik ile aslında bize teori
Kendisine uygun, gerçek ereğine erişene ise erdemli ve pratik arasındaki ilişkiye dair de önemli şeyler
ya da yetkin kimse deriz (Versenyi, 1988, s. 117). söylemiş oluyor. Teori ve pratiği birbiri ile bütün-
Demek ki, Sokrates, mutluluğu erekbilimsel (tele- leştiriyor. Sokrates’in tüm hayatı bu bütünlüğün
olojik) bir biçimde, yani daha önce de söylendiği işaretleri ile doludur. Ölümü de dâhil olmak üzere
üzere geleceğe yönelik olarak tanımlamaktadır. Sokrates’in düşünceleri ile uyumlu bir hayat sürme
çabası içinde olduğu açıktır.
Sokrates’in erdemi ele alırken kullandığı çok ba-
sit bir formül vardır: ‘Bilgi erdemdir’. Bu cümlenin
üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Bir geminin Sokrates’in Bilgi-Ahlak İlişkisi
kaptanını ele alalım ya da bir devletin başkanını. Hakkındaki Görüşleri
Bir gemiyi doğru bir biçimde hedefine ulaştırmak Sokrates’in bilgi teorisi ile ahlak teorisi arasın-
ya da bir devleti yönetmek özel bir bilgi türünü da kopmaz bir bağ söz konusudur. Öyle ki, aslında
gerektirir. Aynı şekilde kişi erdemin ne olduğunu ne bilgi teorisi ne de ahlak teorisi birbirinden ayrı
bilmiyorsa, özdenetimin, mertliğin, doğruluğun bir biçimde ele alınamaz. Sokrates’in düşünceleri
ve inançlılığın ne anlama geldiğini bilemeyecektir. içinden birini çekip almak diğerini de hükümsüz
Tüm bu sıralananların karşıtlarının da anlamını kılmak anlamına gelir. Şöyle de söylenebilir: Sok-
bilemeyecektir. O halde, bilgi erdem için hem bir rates için bilgi esas itibariyle ahlak alanında müm-
gereklilik hem de yeterliliktir. Bilgisiz erdem imkân kündür ve bu erdemin bilgisinden öte bir şey de-
dâhilinde değildir. Bilginin yokluğunda erdemli bir ğildir (Küçükalp ve Cevizci, 2010, s. 50). Demek
davranışın gerçekleşmesi mümkün değildir (Thilly, ki, Sokrates ruhun yetkinleştirilmesini kendisi için
2000, s. 106). Bu noktada bir soru akla gelebilir: temel hedef olarak belirlerken, ahlaki bir zemine
Her türlü bilgi ile erdemi eşitleyebilir miyiz? Soru- yaslanmakta ve bunu da ancak ve ancak bilgi ile
yu şöyle de formüle edebiliriz. Eğer erdem bilgi ise erişilebilir bir hedef olarak görmektedir.
bu bilgi ne tür bir bilgidir? Sokrates, erdem ile bilgiyi özdeş kılarken, bir
Soruya cevap vermek için önce şunu vurgula- yönüyle bilgiye ahlaki bir değer yüklemektedir.
mak gerekir: Her tür bilginin erdem olmadığı çok Öte yandan ise ahlakı entelektüel bir çerçeve içi-
90
İlkçağ Felsefesi
ne oturtmaktadır. Sokrates’in bilgi ve ahlak an- bilginleri ayırt etmeye izin vermemesi sebebi ile,
layışlarını kopmazcasına birbirine bağlayışının demokrasi yanlısı bir tutum içine girmez. Daha
bir başka işareti eğitim aracılığı ile kötülüklerle doğrusu Atina demokrasisini çok da makul bir re-
mücadele edilebileceğine dair iyimser görüşünde jim olarak görmez. Çünkü ona göre, düşünceleri
karşımıza çıkar. Bilgi ve erdemi bir kez birbirine ile son derece uyumlu bir biçimde, yönetim işinde
iliştirdiğinde, Sokrates için erdem öğretilebilir bir sorumluluk üstlenenler de bilge kişiler olmalıdır.
bilgi haline gelmiştir artık. Öğretmek, Sokrates Çünkü her sanat ve zanaat gibi siyaset de bilgiye
için kişinin aklını kullanmasına yardımcı olarak ve uzmanlığa ihtiyaç duyar. Bir doktorun işini bir
erdemli olmasına kapı aralamak anlamı taşır. Bir gemiciye yaptıramazsınız. Bir gemicinin işini, bu
kölenin bile bilgiye kavuşabileceğini kabul etmesi, işin hakkını vererek bir terzi asla yerine getiremez.
aslında herkesin erdemli olabileceğine dair açık bir Oysa, Sokrates’e göre, devlet işlerinde bu hakikate
kanıttır (Ağaoğulları, 1994, s. 134). Özetle, Sok- riayet edilmemektedir. Bilgili olup olmadıklarına
rates düşüncesinde bilgi, erdem ve ahlak arasında bakılmaksızın, Atina’da kura ile kimin karar mer-
bir bakıma döngüsel bir ilişki olduğu söylenebilir. cilerinde yer alacağı belirlenmektedir. Bu ise polis
Tıpkı bir zincirin halkaları gibi her biri birbirine için kötü sonuçların doğması demektir. Nitekim
sıkı bir biçimde bağlıdırlar. Biri olmaksızın, diğeri Atina’da benimsenen demokrasinin bir tür yozlaş-
hiçbir anlam ifade etmez. Her biri, Sokrates’in ana maya kapı araladığı görülmektedir. Burada şöylesi
ereği için, yani ruhun yetkinleştirilmesi için birer bir yanlış anlamaya düşmemek gerekir: Sokrates,
zorunlu uğraktır. dönemin siyasal çatışmaları içinde taraf olarak seç-
Sokrates’in bilgi, erdem ve ahlakı kopmaz bir kinci bir tavır içinde değildir. Onun için iktidarda
biçimde birbirine bağlayışı siyasal düşüncelerine bir azınlığın mı yoksa çoğunluğun mu olduğunun
de ziyadesiyle yansımıştır. Erdem ve ahlakı epis- bir önemi yoktur. Önemli olan şey, iktidarda kim
temolojik bir zeminde ele alan Sokrates için bilgi bulunursa bulunsun gerçekte bilginin, adaletin,
ya da entelektüalizm tartışılmaz bir önemi haizdir. erdemin ve doğruluğun hüküm sürmesidir (Ağa-
Öyle ki, iş devlet yönetiminde kimlerin yer alacağı- oğulları, 1994, s. 139-141). Bunu sağlamanın
nı konuşmaya geldiğinde, Sokrates, demokrasinin yolu ise, tekraren söylenirse, işi uzmanına havale
bilgi sahibi olanlar ile olmayanları, sıradan halk ile etmekten geçmektedir.
Öğrenme Çıktısı
3 Sokrates’in ahlak anlayışını ifade edebilme
4 Sokrates’in bilgi anlayışı ile ahlak anlayışı arasında ilişki kurabilme
91
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
SOKRATESÇİ OKULLAR Okulu diğer iki okula göre daha kısa bir süre etkili
Sokrates, yaşadığı dönemin en meşhur şahsi- olmuşlardır. Kinikler Okulu ve Kirene Okulu ise
yetlerinden biriydi. Yazılı bir eseri yoktur. Bir okul daha kalıcı bir etki doğurmayı başarmışlardır.
kurma çabası içinde de olmamıştır. Hayatını sür-
dürme biçimi düşmanlarını artırmış ve hayatına Megara Okulu ve Elis-Eretria
mal olmuştur. Buna karşılık hayatını sürdürürken Megara okulunun kurucusu Eukleides’tir. MÖ
çevresinde hep bir takipçi ve hayran kitlesi vardır. 450-374 tarihleri arasında yaşayan Eukleides Me-
Özellikle gençler ile Sokrates’in arası iyidir. garalıdır. Okul adını Eukleides’in Megaralı olu-
Sokrates’in dostları ve öğrencileri arasında en şundan almaktadır. Rivayet edilir ki, Sokrates
önemlilerinden dördü Atinalıdır. Bunlar Antist- baldıran zehri içirilmek suretiyle idam edildiğinde
henes, Aeschines, Platon ve Ksenophon’dur. Buna Eukleides de oradadır. Hüküm infaz edildikten
karşılık Euclides Megaralıdır, Aristippos Kirenelidir. sonra Sokrates’in korku içindeki sevenleri ve öğ-
Phaidon ise Elis’dendir. Sıralanan isimlerin tümü bir rencileri bir süre Eukleides’in yanına sığınmışlar-
yazılı eser bırakmıştır. Bu eserlerden sadece Platon dır. Eukleides’in Sokrates ile yakınlaşmadan önce
ve Ksenophon’a ait olanlar günümüze ulaşabilmiştir. Elea felsefesinin etkisi altında kalmış olma ihtima-
Ayrıca, Sokrates’in Aristippos dışındaki tüm halefle- li yüksektir. Düşünceleri bu kanaati pekiştirecek
ri eserlerini diyaloglar biçiminde kaleme almışlardır özelliklere sahiptir. Örneğin Eleacı okulun birlik
(Döring, 2011, s. 24). Esasen, Sokratesçi okullar düşüncesine sahip çıkmaktadır. ‘Bir olan iyidir’
ağırlıklı olarak sıralanan isimlerin oluşturdukları biçiminde özetleyebileceğimiz bu düşüncede erde-
geleneklerin ve söz konusu geleneklerin hem kendi me de birlik nazarı ile bakılmaktadır. Onun için
içindeki hem de kendi aralarındaki tartışmalarının tek varlık, Tanrı, Akıl ve İdrak ile özdeş olan İyi’dir
bir yansıması olarak ortaya çıkmışlardır. Bu okullar- (Zeller, 2008, 177). Kısaca bu düşüncelerde Eleacı
birlik düşüncesinin Sokratesçi bir dile tercümesi ile
dan Platon ve Aristoteles’in kurdukları, Büyük Sok-
karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Böylesi bir
ratik Okullar olarak adlandırılır. Kitabımızın beşinci
birlik düşüncesi, esasen olumlu bir felsefe sistemi-
ve altıncı ünitelerinde önce Platon’un takibinde ise
nin gelişmesi için uygun bir zemin sunmaz. Tam da
Aristoteles’in görüşleri ayrıntılı bir biçimde ele alına-
bu sebeple Eukleides’in düşüncelerinin uzun erimli
cağından burada bu iki okula değinmeyeceğiz. Ge-
bir etki doğurmadığı görülmektedir. Düşünce tari-
çerken sadece şunu belirtelim: Aristoteles, Sokrates
hi içinde Megara Okulu esas etkisini eristik sanatını
ile doğrudan bir temas kurmamıştır. Sokrates öldük- geliştirmesi ile doğurmuştur. Eubilides’in Yalancı
ten sonra MÖ 384’te dünyaya gelmiştir. Diğer tüm adlı eseri bu sanatın tipik işaretlerini sunması açı-
okul kurucuları ise daha önce vurgulandığı üzere ya sından dikkate değer bir örnektir. Eristik sanatta
Sokrates’in dostudur ya da öğrencisidir. konuşma ve tartışma bir araç değil amaçtır; diya-
Okumakta olduğunuz kısım Küçük Sokratik loglar zekice fakat hiçbir kıymeti olmayan safsata-
Okullara ayrılmıştır. Megara Okulu, Elis-Eret- lar uydurmaktan zevk alan kısır bir didişme içinde
ria Okulu, Kinikler Okulu ve Kirene Okulu bu sürdürülür. Eristik sanat için verilebilecek en ünlü
kapsamda üzerinde duracağımız dört temel okulu örnekler, Giritli, Kel, Boynuzlu diye bilinen eristik
temsil etmektedir. Sıralanan okullara Küçük Sok- akıl yürütmelerdir. Bir fikir vermek üzere sadece
ratik Okullar denmesinin asıl nedeni, bu okulların sonuncusunu burada zikredelim: “Kaybetmediği-
kurucularının temel düşünceleri ile Sokrates’inki- miz şeye sahibiz. Boynuzlarımızı kaybetmedik. O
ler arasındaki bağın görece gevşek olmasıdır. Ni- halde boynuzlarımız vardır” (Arslan, 2006, s. 156).
tekim bu okullar Sokrates’in düşüncelerinin daha Elis-Eretria Okulu bir diğer Sokratesçi okuldur.
çok ayrıntıda kalan ya da önemsiz addedilebilecek Kurucusu Elisli Phaidon’dur. Phaidon, Sokrates’in
yönlerini benimsemişlerdir (Güçlü vd., 2003, s. en çok sevdiği öğrencileri arasındadır. Sefil bir kö-
1325). Dahası, kendi aralarında da ortak bir felse- lelik hayatından sonra Sokrates tarafından satın
fi düşünce zemini oluşturmayı başaramamışlardır. alınarak özgürlüğünü elde etmiş birisidir. Diyalog-
Bunun temel sebebi Sokrates’in öğretisinin dogma- larından kalan yetersiz fragmanlar felsefeyi ruhsal
tik bir karakter taşımamasıdır (Ağaoğlulları, 1994, hastalıklara karşı bir ilaç ve hakiki özgürlük için bir
s. 151). Bu okullar ile ilgili olarak bir diğer önem- kılavuz olarak gördüğüne işaret etmektedir (Zeller,
li nokta ise şudur: Megara Okulu ve Elis-Eretria 2008, s. 178).
92
İlkçağ Felsefesi
ne karşı kayıtsızlık göstermişlerdir. Bir doğal utanç Bununla da ilişkili olarak, ismi asırları aşarak günü-
hissine hiçbir biçimde sahip değillerdir. Dahası, ta- müze kadar ulaşmış Diogenes’in asıl etkisi düşün-
pınaklar, dualar, kurbanlar, yeminler ve kehanetler celerinden çok hayat tarzından kaynaklanmaktadır.
onlar için sorgusuz sualsiz mahkûm edilmesi gere- Bir fıçı ya da küp içinde sürdürdüğü hayatıyla, kar-
ken sıradan insanlara ait unsurlardı (Zeller, 2008, şılaştığı Büyük İskender’e “gölge etme başka ihsan
s. 181). Bütün bu sıralanan özellikleri ile Kinikler etmem” deyişiyle, “hey insanlar” diye bağırdığında
toplumsal hayatın dışında kalmayı öncelikli değer yanına yaklaşanlara “ben insanları çağırdım pislik-
olarak benimsemişlerdir. Bireyci tutumları ile top- leri değil” diye mukabelede bulunuşu ile Diogenes
lumun hem değerler düzeyinde hem de mekânsal hayat tarzını ve eylemlerini insanlara bir örnek ola-
anlamda olabildiğince dışında durmayı daha doğru rak sunmuştur (Ağaoğulları, 1994, s. 160). Çileci
bir ahlaki ilke olarak görmüşlerdir. Çünkü toplum bir hayatı vardır. Bir dünya vatandaşıdır. Toplum-
ve toplumsal değerler onlar için çoğunlukla çürü- sal değer ve kurallar ile uyumsuzdur. Diğer Kinik-
müşlüğü, özgürlük yitimini ve belirlenmişliği tem- ler gibi tabii bir hayatı öne çıkarır. Kitlelere karşı
sil etmektedir. pek hoşgörülü olduğu söylenemez. Bir tür seçkinci
Erdem, bilgi ve mutluluk arasında kurdukla- olduğu bile söylenebilir.
rı bağ Kiniklerde derin bir Sokrates etkisi tespit
edilmesini mümkün kılmaktadır. Öte yandan, Ki-
nikler, Antisthenes’in ilk öğretmeni Gorgias’ın da Kitleleri hor görmeleri ve ancak küçük bir
etkisi altında kalmışlardır. Gorgias’ın birlik öğre- azınlığın bilgeliğe ulaşabileceğini söylemele-
tisi, yani “var olan birdir” anlayışının bir benzeri ri bakımında Kinikler seçkinci bir anlayışın
Antisthenes’te de karşımıza çıkar. Şöyle ki, Antist- izlerini taşırlar. Küçük bir azınlığın dışında
henes, “ilk varlık”; yani arkhe için bir tanım olama- kalanlar, onlara göre, hangi sınıftan olurlarsa
yacağını iddia eder. İlk varlık dışındaki tüm diğer olsunlar ve ne yaparlarsa yapsınlar cahillik-
varlıklar hep bileşik şeylerdir. Her ne kadar bu bi- ten kurtulamayacaklardır. Dile getirdikleri
leşik şeylerin bir tanımı yapılabilse de, bu tanım- bu türden düşüncelerde bilgeler ve cahiller
lar ancak parçaların sayılmasından ibaret olacaktır. arasında yüksek bir duvar örerler. Bilgelere
Bunun da pek bir değeri yoktur. Bir başka deyişle, atfettikleri ayrıcalığa rağmen, Kinikler, poli-
ilk varlık dışındakilerin sadece adını söyleyebiliriz; si seçkin bir grubun yönetmesi gerektiği gibi
onlara bir ad takmaktan ileri gidemeyiz. Demek bir iddianın sahibi değildir. Onların derdi
ki, Antisthenes için bilmek parçalamak anlamına toplumu yönetmek değildir. Ondan tümüy-
gelmektedir (Gökberk, 1993, s. 53). Bu durumda, le kurtulmak isterler. Dahası, sadece kendi-
Antisthenes için gerçek bilgi, artık kendi içinde lerine özgü bir toplum ideali çizerler. Kinik
daha fazla parçalanamayan nesneler hakkındaki bilgelerin bu toplumu, insanları yoksullukta
bilgidir. Birçok parçadan meydana gelmiş olan ve eşitleyen, her şeyin ortak olduğu, evliliğin ve
bu parçaların kendi aralarında ne ölçüde birleşmiş yönetimin bulunmadığı bir tür komünü an-
oldukları hakkında hiçbir şey bilmediğimiz nesne- dırır (Ağaoğulları, 1994, s. 162).
ler hakkında kesin bir bilgi elde etmek mümkün
değildir. Bundan dolayı, yanılma, nesnelerin parça-
larının birbirinin içine geçmesinden, açık ve seçik Kiniklerin çileci, toplumsal değerlerle kavgalı
olmayışından meydana gelir (Birand, 1958, s. 43). ve bireyci tutumları bir yönüyle özgürleştirici bir
Kiniklerin, yukarıda görüşlerini kısaca açık- stratejiyi yansıtır. Bireyin sınırlanmasına, belir-
lamaya çalıştığımız Antisthenes dışında bir başka lenmesine yol açan her türlü değer ve nesnenin
önde gelen ismi daha vardır: Diogenes. Bir ban- dışlanması bireysel bir özgürlük vesilesi olarak dü-
ker çocuğu ve ülkesini terk etmek zorunda kalmış şünülebilir. Fakat bu türden bir düşüncenin ya da
bir sürgün olarak hayatının çoğunu Atina’da ge- pratiğin mevcut statükoyu, örneğin yoksul ile zen-
çirmiştir. Diogenes, kendisini bir “köpek” olarak gin arasındaki sınıfsal eşitsizliği yeniden üreten bir
adlandırmıştır. Geçerli tüm toplumsal değerleri boyutu da olduğuna dikkat etmek gerekir. Kinikler
aşındırmayı kendisine asli ilke edinmiş bir köpek. bir toplumsal kurtuluş reçetesi önermezler. Top-
Diogenes, hayvanların hayatını insanlara örnek lumsal bir iyinin peşinde değillerdir. Bu anlamda
göstermeye çok düşkündür (Zeller, 2008, s. 182). kurulu düzeni değiştirmek gibi bir dertleri yoktur.
94
İlkçağ Felsefesi
Bunun yerine bireyi özgürleştirmek ile yetinirler. iradesinin ulaşmak istediği biricik hedef hazdır. Bu
Bu bireyci özgürlük ise en nihayetinde hiçbir za- durumda, haz, ona göre iyinin bizatihi kendisidir.
man kolektif bir yararı gözetmediği için kurulu Hazzı sağlayan şey iyidir. Öte yandan acı veren şey
düzenin sürekliliğinin bir tür garantörü olarak kal- ise kötüdür. Bu ikisi dışında kalan hiçbir şeye aldır-
maya mahkûmdur. mamak gerekir.
Aristippos, hazzı iyi ile özdeşleştiriyor. Oysa
Kirene Okulu selefi Sokrates, hatırlanırsa, iyinin içeriğini kesin
Kirene Okulu, Aristippos tarafından kurulmuş- olarak belirlemekten kaçınmıştı. İyi ile hazzı aynı
tur. Aristippos, MÖ 435-335 tarihleri arasında şey olarak belirlemekle, Aristippos, hedonizmin ya
yaşamış ve kimi Sofistlerden ders aldıktan sonra da hazcılığın kurucusu olmuştur. Onun için yaşa-
Sokrates’in çevresindeki yerini almıştır. Sokrates öl- mın asli hedefi hazzın peşinde koşarak mutluluğa
dükten sonra ise, Aristippos, bir Sofist yani ücretli erişmektir. Burada Sokrates bir kez daha karşımıza
öğretmen olarak hayatını sürdürmüş ve Kirene’de, çıkar. Ama Aristippos hocasının mutluluğu nihai
Kirene Okulu’nu ya da diğer adıyla Hedonist hedef olarak belirleyen görüşü ile uyumlu bir bakış
Okul’u kurmuştur. açısına sahipse de, son kertede hazzı mutluluğun
Kiniklerin öncüsü Antisthenes gibi Aristippos yegâne ve asli kaynağı olarak kabul etmesi itibariyle
da, bilginin değerini salt pratik kullanışlılığı esasın- ondan farklılaşacaktır. Sokrates için mutluluk ru-
da değerlendirmiştir. Onun için neyin yararlı neyin hun esenliği ve sağlığıdır. Oysa Aristippos haz de-
zararlı olduğunu söylemediğinden ötürü matema- yince, belli bir sürekliliğe sahip bir ruhsal durumu
tik işe yarayan bir uğraşı değildir. Benzer bir biçim- ima etmez. Onun için haz anlıktır. Hazzın nereden
de fizik ile iştigal etmek de amaçsız ya da değersiz- geldiğinin ve türünün bir önemi yoktur. Bütün
dir. Aristippos’u sadece etik sistemini inşa edeceği hazlar, Aristippos’a göre, haz olmaları bakımından
bir temel sundukları nispette epistemolojik mese- eşit değerdedir. Yani nitelikleri bakımından arala-
leler ilgilendirmiştir. Aristippos, Protagoras’ı takip rında bir fark söz konusu değildir. Bununla birlik-
ederek algılarımızın ancak bize duyumlarımıza dair te hazlar arasındaki esas farklılık şiddet dereceleri
bilgi verdiğini; fakat ne şeylerin doğasına ne de baş- bakımından ortaya çıkar. Ayrıca Aristippos, maddi
ka insanların duyumlarına dair bir şey söylemedi- hazları manevi hazlara göre daha üstün bulur. Çün-
ğini iddia etmiştir. Çünkü, ona göre, algılarımız, kü maddi hazlar doğrudan doğruyadırlar. Manevi
algılanan nesne ve algılayan öznenin birbirini izle- hazlar ise anlık değildir; bir sürekliliğe sahiptir.
yen hareketlerinin çatışmasının anlık neticesinden
başka bir şey olamazlar. Bu düşünce ise, davranış
kurallarının tek başına öznel duyumdan çıkarılma- Hedonizm (Hazcılık)
sının meşruiyetini temin etmektedir. Aristippos’a Zevki, insan hayatının tek değer ve amacı
göre, her türlü duyum devinim yani hareketten sayan, haz veren her şeyin iyi olduğunu
ibarettir; bu devinim nazik ve zarif bir şey ise bir kabul eden öğretidir.
haz hissi doğurur, kaba yahut şiddetli ise acı duya-
rız, lakin algılanamaz veya hiçbir devinim meydana
getirmemiş ise ne haz ne de acı duyarız. Bu üç du- Aristippos’un iyi ile hazzı özdeşleştirdiğini yu-
rumdan, Aristippos karıda söylemiştik. Hazları şiddetleri bakımından
için sadece haz arzu- farklılaştırmasını dikkate alarak, tekraren altını
lanabilirdir (Zeller, çizmek gerekirse, iyi, onun için mümkün mertebe
dikkat 2008, s. 183-184). şiddetli olan anlık bir hazdan ibarettir. Bu türden
Aristippos’a göre haz, iyi- Bir başka biçimde bir hazzı elde etmenin yolu bilgiden geçmektedir.
nin bizatihi kendisidir. söylenirse, hazzı is- Buradaki bilgi kavramı, Aristippos’un haz anlayı-
Hazzı sağlayan şey iyidir. temek, aramak insan şındaki Sokratesçi ögeyi gözler önüne serer (Gök-
Öte yandan acı veren şey ve hayvan için son berk, 1993, s. 55-56). Aristippos’a göre bilgi iyi-
ise kötüdür. Bu ikisi dışın- derece doğal bir duy- dir; çünkü, bilgi insanı önyargılardan, dinsel boş
da kalan hiçbir şeye aldır- gudur. Demek ki, inançlardan, gereksiz korkulardan kurtarır. İnsana
mamak gerekir. Aristippos için insan hayatın nimetlerinden rasyonel bir biçimde yarar-
95
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
lanmayı öğretir. Bilgi sahibi kişinin çevresine ve okul selefleri Sokrates’in toplumculuğu ve kolektif
ilişkilerine hâkim olmasını mümkün kılar. Ayrıca iyiye ulaşmayı arzulayan bakış açısı ile açık bir bi-
bilgi, insanın rasyonel bir biçimde hesap yapma- çimde farklılaşmaktadırlar. Polise özgü değerlerin
sını, fiillerini ölçüp biçmesini, neyin haz ve neyin çözüldüğü bir evrede Sokrates ruhlarını aydınlattığı
acı vereceğini belirleyebilmesini, en nihayetinde de insanları doğru düşünmeye ve bilgiye yöneltmeye
acıyı değil hazzı tercih edebilmesini sağlar. Bu tür- çalışmıştı. Böylelikle insanlar birer bilgin değilse de,
den bir bilgi öyle umut edilir ki, bireyi bağımsız gerçek anlamda bir insan, yani yurttaş haline gelebi-
ve kendine yeter kılacaktır. Bireyin bağımsızlığına leceklerdi. Çünkü, en nihayetinde, Sokrates için bi-
ve kendine yeter kılınmasına yönelik bu vurguda, reysel mutluluk ile toplumsal mutluluk arasında bir
Kinikler ile uyumlu bir düşüncenin ortaya serildi- farklılık söz konusu edilemezdi. Tam da bu sebeple,
ği söylenebilir. Kinikler de en nihayetinde bireyin birey her şeyden önce bir parçası olduğu bütünün
toplumsal değerler tarafından belirlenmesinin önü- mutluluğunu hedeflemeliydi ve polisine özen gös-
ne geçmeyi hedeflemişlerdir. termeliydi (Ağaoğulları, 1994, s. 135). Özetle ki-
Aristippos’u kendisine referans alan bir hazcı- şisel çıkarı toplumsal çıkardan hiçbir biçimde ayrı
lığın bireyin kendi kendisini inkâr ederek içinde düşünmemişti Sokrates. Oysa halefleri olan Kinik-
yaşadığı hayattan kaçmasına ve hatta intiharı doğ- ler ve Kirene Okulu’nun mensupları için birey top-
ru bir eylem olarak görmesine yol açabilme ihti- luma nazaran daha önceliklidir. Bireyin mutluluğu
mali yüksektir. Nitekim Kirene Okulu’na mensup toplumsal mutlulukla karşılaştırıldığında daha de-
olan Hegesias hazcılıktan yola çıkarak son derece ğerlidir. Hatta ve hatta ne toplumun ne de devletin
kötümser bir dünya görüşü geliştirmiş ve öğrenci- herhangi bir biçimde dikkate alınmasına, değere
lerine intihar etmelerini önermiştir. Bu türden bir layık görülmesine gerek yoktur. Bireyin mutluluğu
öneriyi dile getirirken çıkış noktası ise şu şekilde- topluma ve devlete
dir: Haz en yüksek iyidir. Fakat insanların çoğu özgü değerlerin yad-
yoksulluk, hastalık ve çeşitli hayat meşakkatleri sınmasındadır. Söz
konusu değerlerden dikkat
sebebi ile hazza erişemezler. Yani mutlu olamazlar.
özgürleşmek her tür- Bireycilik, Kinik Okulu ve
Bu durumda hayatın yegane gayesine ulaşamayan
lü belirlenmeye di- Kirene Okulu’nun ortak
insan için en makul seçenek, Hegesias için intihar-
renmek mutluluğun özellikleri arasında yer alır.
dır. Aslında Hegesias’ta bulduğumuz bu düşünceler
aşırı bir hazcılığın ne türden kötü sonuçlar üretebi- yegâne yoludur.
leceğini göstermesi bakımından manidardır. Tabii Kinikler ve Kirene Okulu’nun mensupları top-
bunu dikkate alarak her türlü hazcılığı kınamak luma ve devlete özgü değerleri reddederler. Fakat
da bir başka aşırı yorum olurdu (Arslan, 2006, s. bu reddediş onların toplum ve devletle kurdukları
169-170). Tıpkı, Kirene Okulu’nun doktrinlerine bağın sadece bir yönünü yansıtır. Öte yandan her
sahip çıkıp, bu doktrinlerle ilişkili hipotezleri fü- iki okul mensuplarının toplum ve devlet hayatında
tursuz bir mantıkla götürülebilecek son noktaya herhangi bir sorumluluk üstlenmekten kaçındık-
kadar götüren ve her türlü Tanrı inancını reddeden larını görürüz. Bu özellikleri bireysel mutluluğun
Theodoros gibi. peşinde koşmaları ile çok ilgilidir. Örneğin Kirene
Okulu’nun kurucusu Aristippos’un Sokrates ile
bir diyaloğuna Sokrates’ten Anılar adlı eserinde yer
Kirene Okulu’nun Aristippos’dan son- veren Ksenophon’un anlattıklarını dikkate alırsak,
raki bilinen simaları arasında Hegesi- Aristippos yönetici sınıfı içinde yer almaya ya da
as ve Theodoros dışında Annikeris ve devlet yönetimi ile ilgili herhangi bir sorumluluk
Euhemeros’un da adları zikredilmektedir. üstlenmeye kesinlikle karşıdır. Bu yöndeki düşün-
celerini bize şöyle aktarır: “Kendi gereksinimleri-
mi karşılamak zaten büyük bir uğraşken, bununla
Kirene Okulu ile ilgili olarak bütün yukarıda yetinmeyip başka yurttaşların gereksinimlerini
altı çizilenlerden hareketle öncelikle şunu söylemek karşılama işini de yüklenmek bana çok aptalca
mümkündür: Kirene Okulu bireycidir. Bu bakım- görünüyor; insanın daha kendi istediği şeyler ek-
dan Kinikler ile ortaklık taşır. Buna karşılık her iki sikken, devletin başına geçip, hele bir de devletin
96
İlkçağ Felsefesi
ondan beklediklerini yerine getirmezse, bunun ce- Kirene Okulu ve Kinikler’in mutluluk anla-
zasını çekmesi, büyük aptallık değil de nedir? […] yışlarında bir yönüyle Sokratesçi izlere rastlanır.
ama kendimi en kolay ve zevkli yoldan yaşamak Fakat bir başka açıdan Sokrates ile söz konusu iki
isteyenlerin sınıfına sokuyorum” (Ksenophon, okulun mutluluk anlayışları arasında derin bir me-
1994, s. 37). Bu alıntıda açık bir biçimde görü- safe söz konusudur. Önce buluşma ya da kesişme
lebileceği üzere Kirene Okuluna mensup olanlar, noktasından bahsedelim. Her iki okul bilgiye de-
devlet işleri ile meşgul olmayı hiçbir biçimde arzu ğer vermek bakımından Sokrates ile kesişir. Bilgi,
etmezler. Devlete özgü sorumluluklar üstlenmek- Kiniklerde erdem ve mutlulukla yakından bağlan-
tense en kolay ve en zevkli yol içinde hayatlarını tılıdır. Hatta bunların tümü ayrılmaz bir bütünü
sürdürmeye çalışırlar. oluştururlar (Ağaoğulları, 1994, s. 158). Benzer
Tıpkı Kirene Okulu gibi Kinikler de devleti bir biçimde Kirene Okulu için de, bilgi, erdem
yadsırlar. Fakat bu yadsıma çok daha radikal bir ve mutluluk arasında kopmaz bir bağ vardır. Acı
kaçışı temsil eder. Toplumsal yaşamdan ve elbette karşısında hazzı yani erdemi ve pek tabii ki mut-
polisten tümüyle çekilmeyi ve içine kapanmayı içe- luluğu tercih edebilmenin yolu bilgi edinmekten
rir. Öyle ki, George Sabine’nin ifadesiyle söylenir- geçmektedir.
se, Kinikler, diğer okulların hepsinden daha açıkça Bilgiye verdikleri değer bakımından Kirene
şehir devletine ve onun temelindeki toplum sınıf- Okulu mensupları ve Kinikler, ustaları Sokrates
larına karşı bir itirazı dile getirmişlerdir. Hayattan ile görece uyumlu bir tutuma sahiplerse de, insan
çekilmeleri de genel olarak hayatın iyi tarafları hayatının nihai ereği olan mutluluğa erişme yolları
saydıkları şeyleri yadsımak, bütün sosyal ayrım- bakımından hem kendi içlerinde hem de Sokrates
ları eşitlemek ve toplumsal kabullerin hoş tarafla- ile derin bir farklılığa sahiptirler. Kendi içlerinde
rından, mesela edeplilikten vazgeçmektir (aktaran nasıl farklı mutluluk anlayışlarına sahip oldukları-
Ağaoğulları, 1994, s. 159). Bu vazgeçiş, Kinik öğ- nı yukarıda vurguladık. Kirene Okulu hazza özel
retide, herhangi bir ülkeye bağlanmamak, herhangi bir önem verir. Hazzı mutluluğun kaynağı olarak
bir ülkenin kurumlarına gerek duymamak; yani bir görür. Buna karşılık Kinikler neredeyse bütün dün-
tür kozmopolit yurttaş olarak hayatını sürdürme yevi hazlara sırt çevirmişlerdir. Sokrates ise, bu iki
çabasında karşılığını bulacaktır. uç tutumun bir tür buluşma noktasında yer alır.
Son bir noktanın daha altını çizerek bitirelim: Ne aşırı çileci bir hayat önerir ne de bütün haya-
Kinik Okulu ve Kirene Okulu bireycilikleri esasın- tını hazzın peşinde koşmakla geçirir. Sokrates bir
da ortaklaşırlar. Buna karşılık birey için önerdikle- aziz ve keşiş değildir. Çağdaşları gibi dünya nimet-
ri mutluluk yolu farklıdır. Hatırlayalım, Kinikler lerinden zevk almasını, yemesini ve içmesini bilir.
toplum için değerli olan her türlü nesne ve norma İki kez evlendiği ve üç çocuk sahibi olduğu rivayet
sırtlarını dönerler. Bir tür yoksulluğa ve çileci ha- edilmektedir. Bunun yanında, dünya nimetlerine
yata yönelmenin özgürleşmeye kapı aralayacağını ve duyusal zevklere aşırı düşkünlüğe bütünüyle
düşünürler. Buna karşılık Kirene Okulu için haz hoşgörü ile yaklaştığı da düşünülmemelidir. Aksi-
merkezi değerdir. Yani toplumsal değerleri ve top- ne, Sokrates, bu açıdan tam bir ılımlılık, ölçülü-
lumun koyduğu sınırları hiçbir biçimde dikkate lük timsalidir (Arslan, 2006, s. 87-88). Nefsine
almadan hazzın peşinde koşmanın özgürleşmeyi hâkimiyet hususundaki başarısı bilinen en tipik
mümkün kılacağını düşünürler. özellikleri arasındadır.
97
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
Öğrenme Çıktısı
5 Megara ve Elis-Eretria Okulu’nun temel görüşlerini özetleyebilme
6 Kinik Okulu’nun Sokrates ile bağını kurabilme
7 Kirene Okulu’nun bireyciliğinin esaslarının neler olduğunu fark edebilme
98
İlkçağ Felsefesi
1 Sokrates, heykeltıraş bir babanın ve ebe bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Hayatı boyun-
ca gezmiştir. Ailevi sorumluluklarını yerine getiren bir eş ya da baba olmak yerine karşılaştığı insanlarla
kurduğu diyaloglarla onları uyarmaya çalışmıştır. Dik başlıdır. Boyun eğmek yerine ölümü göze alacak
denli düşüncelerine sadık bir eylem adamı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Nitekim, yargılanıp idam
edilmesine yol açan mahkeme sürecinde, kendisine ilk teklif edilen şeylerden biri Atina’yı terk etmesi
karşılığında özgürlüğünü elde etmektir. Buna direnmiş ve düşünceleri için ölmeyi tercih etmiştir.
2 Sokrates’in bilgi anlayışının temelinde “bilgisizlik bilgisi yer alır”. Sokrates “bildiğim tek şey hiçbir
şey bilmediğimdir” diyerek, bilgi anlayışını bize özetlemektedir. O, bitmez tükenmez diyaloglarında,
karşısına geçen her sözde bilgili kişiye nasıl da hiçbir şey bilmediğini göstermeye çalışır. Bir bakıma
herkesi sarsar. Kendine getirmeye çalışır. Bu bakımdan, en azından hiçbir şey bilmediğini biliyor ol-
ması sebebi ile diğerlerine nazaran daha avantajlıdır. Sokrates, herkes için geçerli bir bilginin mümkün
olduğuna inanması ile Sofistlerden ayrılır. “İnsan her şeyin ölçütüdür” diyen Sofistler, göreci bir bilgi
anlayışına sahiptirler ve evrenselleştirilebilir bir bilginin imkânsızlığının altını çizerler. Oysa Sokrates
farklı düşünür bu konuda. Ayrıca, Sokrates’in diyalogları esas alan bilgiye ulaşma çabası ironik, çürü-
tücü, aporetik ve yapıcıdır.
99
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
3 Sokrates, insanın temel ereği ya da hedefinin mutluluk olduğunu iddia eder. Mutluluk ise an-
cak ahlaklı olmakla, erdem sahibi bir insan olmakla mümkündür. “Kimse bile bile kötülük yapmaz”
derken ise, erdemin kökenine bilgiyi yerleştirir. Bilgili insanın kötülük yapmayacağını, ahlak dairesi
içinde kalacağını iddia eder. Ruhun yetkinleştirilmesi de, bir başka biçimde söylenirse, bilgi ile müm-
kündür. Sokrates’in ahlak felsefesi her şeyden önce ruhun yetkinleştirilmesine adanmıştır. Ruhun yet-
kinleştirilmesi ne tümüyle bedensel hazların peşinde koşmak ne de söz konusu hazları terk etmekle
elde edilebilir. Bu bakımdan bir denge halidir. Yani bedenin ihtiyaçları gerektiğince giderilir. Ama
onların esareti altına da girilmez. Sahip olduğu bilgi ile erdemli olabilen insan, hayatın temel hedefine
de ulaşabilir. Yani mutlu olabilir.
4 Sokrates, bilgi ve ahlakı kopmaz bir biçimde birbirine bağlar. Ahlakın kökenine bilgiyi yerleştirir.
Bilgi olmaksızın hayatın hedefine ulaşmak mümkün değildir, ona göre. Bu bakımdan erdem ya da ah-
laklı bir hayatın neden ibaret olduğu öğrenilebilmektedir. İnsanlar, eğer kendilerine dönerlerse, “kendi-
ni bil!” ilkesine uyarlı bir hayat sürme çabası içine girerlerse, mutlu olmamaları için hiçbir sebep yoktur.
Sokrates, mutluluğun yolunu insanları nesneleştirerek göstermez. Aksine, bireye önemli bir işlev yükler.
Bireyler kendi ruhlarını yetkinleştirme çabaları içinde, kendilerini neyin mutlu edeceğine de kendileri
karar vereceklerdir. Burada tekrar başa dönülür: Hiçbir şey bilmediğini kabul ederek yola çıkmak gere-
kir. Demek ki, bilgisizlik bilinci edinmek erdemli bir birey olmanın ilk basamağıdır.
100
İlkçağ Felsefesi
Sokratesçi Okullar
5 Megara Okulu “bir olan iyidir” biçiminde özetlenebilecek temel düşüncesi ile Eleacı birlik dü-
şüncesini Sokratesçi bir dile tercüme etmiştir. İkinci olarak, bu okulun esas önemi, eristik sanatı
geliştirmesinden kaynaklanmaktadır. Yani konuşma ve tartışmayı gerçeğe ulaşmanın bir yolu olarak
görmek yerine amaç haline getirmek, bu okulun bir diğer temel özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Elis-Eretria Okulu ise, Sokrates’in izinden giden diğer okullar gibi geliştirdiği ahlak felsefesi ile öne
çıkmaktadır. Temel özelliği, Sokrates’in hayatının örnek alınması sureti ile bir ahlak felsefesi geliştir-
menin mümkün yollarını arayan bir okul olmasıdır.
6 Diogenes’in kendisini bir köpek olarak adlandırması, bu okulun temel felsefesini gözler önüne
sermesi bakımından dikkate değerdir. Çileci, dünyevi arzu ve hazlara önem vermeyen bir hayat yaşa-
mayı ahlakın temel unsuru olarak görürler. Sokrates’in bir iş sahibi ya da evlat sahibi olmaya önem
vermeyişi, kıyafetlerinin pejmürdeliği bu okul için temel referans kaynaklarıdır. Dünyadan el etek
çekme olarak adlandırabileceğimiz bir tutumu, özetle, ahlakın merkezine yerleştirirler.
7 Haz ve mutluluk arasında kopmaz bir bağ kuran bu okul için, ahlakın kaynağında haz yer alır. İyi
olmak, bedenin taleplerine gereken duyarlılığı göstermekle mümkündür. Hazzın peşinde koşarak,
insan mutlu olabilir. Bu temel felsefesi ile Kirene Okulu’nda bireyci bir bakış açısı karşımıza çıkar.
Kirene Okulu’nun hazcılığında Sokrates’in bilgi anlayışının da bir tür yansıması ile karşılaşırız. Bu
okulun mensupları, bir cümle ile, insanın kendisine yönelerek, kendi bedenini keşfederek ve ruhu-
nun beklentilerini fark ederek kendisini mutlu edecek hazzın peşinde koşması gerektiğinin altını
çizmektedir.
101
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
4 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates’in bilgi 9 İyilik ve hazzı özdeşleştirmesi ile öne çıkan
edinme yöntemleri için doğru bir değerlendirme Sokratesçi Okul aşağıdakilerden hangisidir?
değildir? A. Elis-Eretria Okulu
A. Çürütücüdür B. Yıkıcıdır B. Megara Okulu
C. Şüphecidir D. Aporetiktir C. Kinik Okulu
E. Diyaloga dayalıdır D. Kirene Okulu
E. Platon Okulu
5 Aşağıdakilerden hangisi Sokrates’in ahlak dü-
şüncesini yansıtan önermelerinden biridir? 10 Aşağıdakilerden hangisi Megara okulunun
A. Yanlış hayat doğru yaşanmaz. kurucusudur?
B. Deha çalışmaktır. A. Eukleides
C. Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değer ol- B. Aristoteles
mayan bir hayattır. C. Antisthenes
D. İnsan her şeyin ölçüsüdür. D. Aristippos
E. Haz en yüksek iyidir. E. Diogenes
102
İlkçağ Felsefesi
1. A Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Hayatı” ko- 6. A Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Ahlak Anla-
nusunu yeniden gözden geçiriniz. yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
3. E Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Bilgi Anlayı- 8. D Yanıtınız yanlış ise “Sokratesçi Okullar” ko-
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.
4. B Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Bilgi Anlayı- 9. D Yanıtınız yanlış ise “Sokratesçi Okullar” ko-
şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.
5. C Yanıtınız yanlış ise “Sokrates’in Ahlak Anla- 10. A Yanıtınız yanlış ise “Sokratesçi Okullar” ko-
yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. nusunu yeniden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
4 Anahtarı
Descartes’in bilgi anlayışı ile Sokrates’inki arasında temel bir ortaklık var: Fel-
sefe tarihinin birbirlerinden çok farklı zamanlarda yaşamış olan bu iki ünlü
ismi, kendilerinden önceki felsefi bilgi birikimini güçlü bir biçimde sorgula-
Araştır 1 mışlardır. Yeni bir felsefe ortaya koymuşlardır. Sokrates, bildiğim tek şey hiçbir
şey bilmediğimdir derken aslında kendisinden önceki bütün felsefelerin tahtı-
nı sarsmaktadır. Aynı şekilde Descartes da kendi dönemine kadar bilgi olarak
kabul edilen her şeyi kenara iterek yeni bir felsefe inşa etmeye çalışmaktadır.
Protagoras her şeyin ölçüsü insandır derken, evreni bilmek için bireysel du-
yumlarımızın ötesinde bir şeye sahip olmadığımızı ve her bireysel duyumun
doğruluk talebinde bulunabileceğini dile getirmişti. Aristippos, basitçe, bu
görüşü ahlak ve eylem alanına transfer etmiştir. Ona göre ahlaki iyi, bireysel
Araştır 3 haz duygusundan başka bir şey değildir. Dahası, her bireysel hazzın aynı ölçü-
de iyi olma iddiasında bulunabileceğini dile getirmiştir. Şöyle de söylenebilir,
Protagoras için doğru bilginin ölçütü bireysel duyumlardır. Aristippos için de,
benzer bir biçimde, bireysel duyumlar ahlakın ölçütüdür.
103
Sokrates ve Sokratesçi Okullar
Kaynakça
Ağaoğulları, M. A. (1994). Kent Devletinden Hançerlioğlu, O. (2000). Felsefe Ansiklopedisi
İmparatorluğa. Ankara: İmge Yayınları. Kavramlar ve Akımlar. Yedi Cilt. İstanbul: Remzi
Kitabevi Yayınları.
Akarsu, B. (1962). Sokrates’te Erdem Düşüncesi.
İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi. Sayı 13, Ksenophon. (1994). Sokrates’ten Anılar. Çev. Candan
ss. 57-73. Şentuna, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Arslan, A. (2006). İlk Çağ Felsefe Tarihi Sofistlerden Küçükalp, K. ve Cevizci, A. (2010). Batı Düşüncesi
Platona. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefi Temeller. İstanbul: İsam Yayınları.
Yayınları. Öçal, Ş. (2015). Sofistler ve Sokrates. Doğudan
Birand, K. (1958). İlk Çağ Felsefesi Tarihi. Ankara: Batıya Düşüncenin Serüveni Cilt 2 Antikçağ
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları. Yunan Düşüncesi ve Ortaçağ Düşüncesi içinde. Ed.
Bayram Ali Çetinkaya, İstanbul: İnsan Yayınları.
Cevizci, A. (2009). Felsefe Tarihi. İstanbul: Say
Yayınları. Sarı, E. (2016). İlk Çağ (Antik Çağ) Felsefesi Tarihi.
Antalya: Nokta E-Book Publishing.
Conford, F. M. (2003). Sokrates’ten Önce Ve Sonra.
Çev. Ufuk Can Akın, Ankara: Ayraç Yayınevi. Solomon, R. C. ve Higgins, K. M. (2013). Felsefenin
Kısa Tarihi. Çev. Mustafa Topal, İstanbul: İletişim
Dorioni L-A. (2011). The Rise and Fall of Socratic Yayınları.
Problem in Socrates. Ed. Donald R. Morrison,
New York: Cambridge University Press. Tarnas, R. (2011). Batı Düşüncesi Tarihi. Çev. Yusuf
Kaplan, İstanbul: Külliyat Yayınları.
Döring, K. (2011). The Students of Socrates in
Socrates. Ed. Donald R. Morrison, New York: Thilly, F. (2000). Felsefenin Öyküsü I. Cilt-Yunan ve
Cambridge University Press. Ortaçağ Felsefesi. Çev. İbrahim Şener, İstanbul:
İzdüşüm Yayınları.
Eflatun. (2016). Sokrates’in Savunması. Çev. Teoman
Aktüel, İstanbul: Remzi Kitabevi. Versenyi, L. (1988). Sokrates ve İnsan Sevgisi. Çev.
Ahmet Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları.
Gökberk, M. (1993). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi
Kitabevi. Weischedel, W. (1997). Felsefenin Arka Merdiveni.
Çev. Sedat Umran, İstanbul: İz Yayınları.
Guthrie, E. K. C. (1999). İlk Çağ Felsefesi Tarihi. Çev.
Ahmet Cevizci, Ankara: Gündoğan Yayınları. Yalçınkaya, A. (2015). Ahlak Olarak Siyaset, Siyaset
Olarak Ahlak: Sokrates. Sokrates’ten Jakobenlere
Güçlü, A., Uzun, E., Uzun, S., Yolsal, Ü. H. (2002). Batı’da Siyasal Düşünceler içinde. Der. M. A.
Felsefe Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Ağaoğulları, İstanbul: İletişim Yayınları.
Hackforth, R. (1933). Great Thinkers (I) Sokrates. Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. Ahmet
The Journal of the British Institute ve Philosophy. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
Vol. 8, no. 31, pp. 259-272.
104
Bölüm 5
Sistematik Dönem I: Platon
1 2
Platon’un Hayatı ve Eserleri Platon’un Varlık Anlayışı
öğrenme çıktıları
3 4
3 Platon’un bilgi tanımlamasını ayırt etme Platon’un Ruh Anlayışı
ve insan zihni ile bilgi arasında kurduğu 4 Platon felsefesinde ruh kavramının nasıl
ilişkiye dair görüşlerini öğrenme tanımlandığını öğrenme
5 6
Platon’un Ahlâk Anlayışı 6 Platon’a özgü sanat, ölçüm, taklit ve
5 Platon’un ahlâkı nasıl tanımladığını ve zanaat kavramları aracılığıyla onun sanat
ahlâka ne tür işlevler yüklediğini öğrenme ve estetik yaklaşımını öğrenme
7
Platon’un Siyaset Hakkındaki Görüşleri
7 Platon’un ideal devlet, yönetim ve
toplumsal sınıf kavramlarını öğrenme
106
İlkçağ Felsefesi
107
Sistematik Dönem I: Platon
ekolünden gelen bir felsefecidir. Platon’un ayrıca bir kez daha hapse atıldı. Platon hapisten kaçarak
Parmenides’in, Anaksagoras’ın ve Hermogenes’in Atina’ya döndü ve kurduğu Akademi’de yazmaya
de etkisinde kaldığını söyleyebiliriz. Ancak hiç şüp- kendisini adadı (Preus, 2007, s. 206-207).
he yok ki Platon’u en fazla etkileyen, yirmi yaşında Yaşadığı ülkenin siyasal sorunları ile ilgilenen
öğrencisi olduğu Sokrates’dir. Sokrates’in Platon Platon, hocası Sokrates’in idamından sonra pratik
üzerindeki etkisinin açık işaretlerinden biri, tüm siyasetle olan bağını tamamen kopardı. Siyaset-
diyaloglarında Sokrates’e verdiği önemli roldür. le ilişkisi teorik düzeyle sınırlı olarak kaldı. Buna
Platon’un diyaloglarında Sokrates, başat figür ola- rağmen onun “ideal devlet” görüşü, siyasal düşün-
rak yer alır. celer tarihinde önemli bir yaklaşım olarak bugün
Platon, 30’lu yaşlarının başında ülkesinin dışına bile yerini korumaktadır. İdeal devlet görüşü, İs-
çıkarak Kuzey Afrika’yı, Mısır’ı ve İtalya’yı gezdi. Bu lam dünyasında da karşılık bulmuştur. Örneğin
ülkelerde gördüğü şeyler, onu değişim, durağanlık, Farabi’nin Kitâbu Ârâ-i Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla
tarım, ticaret, zenginlik ve yüksek kültür gibi ko- adlı eseri, önemli ölçüde Platon’un “Devlet” adlı
nularda düşünmeye sevketti. Yazdığı diyaloglar ona eserinin etkisi altında yazılmıştır. Felsefî düşünceyi
şöhret getirdi. 384 yılında I. Dionysius tarafından siyaset, ahlak, estetik, varlık ve bilgi felsefesi gibi
Syracuse’a davet edildi. Ne var ki I. Dionysius tara- alanlarda temellendiren Platon, kurduğu Akademi
fından esir edilerek köle pazarında 20 minas karşı- adlı kurumla bu düşüncelerin sistematik olarak de-
lığında satıldı. Cyrene’li Anniceris tarafından satın rinleştirilmesini ve öğretilmesini sağladı. Platon’un
alınan Plato, bu varlıklı adam sayesinde meşhur kurduğu Akademi adlı okul, felsefî düşüncenin
Akademi’yi kurdu. I. Dionysius’un ölmesiyle Pla- yüksek düzeyde eğitim veren bir okulda kurumlaş-
ton yeniden Syracuse’a gitti; ilerleyen zamanlarda masının bilinen ilk örneğini meydana getirmiştir.
Platon’un Akademi’si, tarihteki ilk üniversite olarak kabul edilir. Platon, siyasetle olan ilişkisini sınır-
landırdıktan sonra düşünmeye ve yazmaya daha çok zaman ayırmıştır. Akademi’nin tam olarak hangi yılda
kurulduğu bilinmemekle birlikte, MÖ 388-387 yıllarında kurulduğu çeşitli yazarlar tarafından dile getiril-
mektedir (Runes, 1942, s. 237; Taylor, 1956, s. 6). Platon’dan önce de yüksek düzeyde düşünce ve kültür
dersleri veren ekoller vardı. Örneğin Sofistler de bugün adına “yükseköğretim” diyebileceğimiz (günümü-
zün üniversitelerine karşılık gelen) bir düzeyde dersler veriyordu. Ancak Sofistler’in belirli bir mekânı ve
108
İlkçağ Felsefesi
109
Sistematik Dönem I: Platon
Erken dönem diyaloglarında Platon, Sokrates (biçimler) kavramıdır. Phaedo adlı eserinde Pla-
ile diğer konuşmacılar arasında geçen diyaloglar ton ilk defa “formlar” düşüncesini ortaya koymuş-
vasıtasıyla, bilginin ve inancın doğası, ahlakın ve tur. Bu eserdeki karakterlerden biri olan Phaedo,
erdemin kaynakları üzerine sorular ortaya atar. Sokrates’in öğrencilerindendir ve ölüm cezasının
Ne var ki bu diyaloglarda örneğin “erdem nedir?” infaz edildiği âna kadar Sokrates’in yanında olmuş-
gibi kısa ve öz sorulara açık ve kesin yanıtlar veril- tur. Aynı zamanda esere adını da veren karakter
mez. Bu diyaloglar genelde sorgulama ve düşün- (Phaedo), Sokrates’in zehri akşama kadar içmedi-
me çabalarının örnekleri olarak karşımızda du- ğini, tüm gün felsefî tartışmalar yaptığını anlatır.
rur. Platon’un erken dönem eserlerinden Apology Phaedo’nun ağzıyla Platon, ruhun ölümsüzlüğü ve
(Sokrates’in Savunması), Crito, Phaedo, Charmides, maddi yaşam dışındaki var oluşun nitelikleri hak-
Laches, Lysis, Euthyphro, Menexenus, Hippias I ve kında fikirlerini ortaya koyar. Sokrates’in Cebes ka-
II, Ion ve Gorgias bunun örnekleriyle doludur. Öte rakteri ile karşılıklı konuşturulduğu bu diyalogda
yandan Platon’un erken dönem eserlerinden olan ruhun, bilginin, zihnin, hatta kavramların, maddi
Meno, bir geçiş dönemi eseri olarak görülür. Bu dünyanın ötesinde ve insan düşüncesinden bağım-
eserle birlikte Platon, hocası Sokrates başta olmak sız bir şekilde, soyut nesneler hâlinde var oldukları
üzere başka felsefecilerin görüşlerini aktarmak ye- iddia edilir. Platon, bu soyut nesnelere eski Yunan-
rine, kendi düşüncelerini anlatmaya başlar. Meno, ca “eidos” ve “idea” adını verir. Phaedo’daki diya-
Sokrates ile diyaloglar halinde tartışan bir karakte- loglarda Platon, Sokrates’in ağzıyla “bilmek, hatır-
rin adıdır. Bu eserde Platon, “erdem nedir?” sorusu lamaktır” sözünü sıkça kullanır. Böylece Platon’un
etrafında diyaloglar geliştirir. Diyalogların hemen “idealar dünyası” hakkındaki düşünceleri ortaya
başında Meno adlı karakter Sokrates’e şunu sorar: çıkar: İdealar, maddi varlıktan ve insan düşünce-
“Sokrates, söyler misin, erdem öğretilebilir bir şey sinden bağımsız bir şekilde var olan nesnelerdir. Bu
midir? Yoksa ne eğitimle ne de eylemle kazandırı- dünyadaki ve insan zihnindeki görünümler, yalnız-
labilen, doğal bir şey şey mi?” (Diyalogu aktaran ca ideaların gölgeleri gibidir. Bu düşünceler, erken
Huntington ve Cairns, 1988, s. 354). Sokrates’in dönem eserlerde Sokrates’in ağzıyla dile getirildik-
uzun cevabının son cümlesi şöyledir: “Erdemin öğ- ten sonra ilerleyen yıllarda Platon’un kendi görüş-
retilip öğretilmeyeceği bir yana, onun ne olduğunu leri olarak ve daha da temellenmiş, yer yer değişmiş
dahi bilmiyorum”. Bu tür diyaloglarda Sokrates’in olarak karşımıza çıkar.
ağzından Platon, felsefi sorgulamanın başlangıcına Platon’un eserlerinin tamamı göz önüne alın-
işaret eder: Felsefi sorgulama, nesneler kadar kav- dığında şöyle bir genelleme yapmak mümkündür:
ramların da temel nitelikleri hakkında düşünmek- Erken dönem eserlerde diyalogların baş aktörü
le başlar. Platon Meno’da böylece ilk kez yöntem Sokrates’tir. Bu diyaloglarda ortaya atılan düşün-
konusunu ortaya atar. Buna göre, bilgiye sahip ol- celerin Sokrates’e mi ait olduğu yoksa Platon ta-
mayan biri, uygun bir yöntem kullandığında ona rafından Sokrates karakteri aracılığıyla mı dile ge-
erişebilir. tirildiği, yalnızca diyaloglara bakılarak kolaylıkla
karar verilebilecek bir konu değildir. Diğer yandan,
Platon’un, orta dönem (Meno, Phaedo, Symposium
Platon’un eserlerinin tamamına yakını di-
ve Devlet gibi) diyaloglarından itibaren kendisine
yaloglar şeklinde yazılmıştır. Diyalog, bir-
ait görüşleri dile getirmeye başladığını söyleyebili-
den fazla karakterin, karşılıklı konuşmalar
riz. Bu nedenle Platon’un erken dönem fikirlerin-
şeklinde düşüncelerini ortaya koyduğu
den söz ederken, sıkça Sokrates’den söz etmek ka-
etkili bir yazım türüdür.
çınılmazdır. Ancak erken dönem yapıtlarına bu tür
göndermeler yapıldığında tarihsel bir figür olarak
Platon, ilerleyen zamanlarda (geç dönem diya- Sokrates’e mal edilen görüşlerin gündeme getiril-
loglarında) bilgi, varlık, etik, estetik gibi konularda diğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte, orta ve geç
düşüncelerini ortaya koyarken, erken dönemde ge- dönem eserlerinde, Sokrates dâhil hangi karakter
liştirdiği yaklaşımlara ve özgün kavramlarına yas- konuşturulursa konuşturulsun, Platon’un kendi
lanmıştır. Platon’un erken dönem diyaloglarında görüşlerine doğru bir geçiş olduğu da söylenebilir
ortaya attığı önemli kavramlardan biri “formlar” (Dancy, 2006, s. 70).
110
İlkçağ Felsefesi
Platon’un düşüncesinin ayrıntılarına geçmeden önce, felsefesinin oluşmasında rol oynayan etkenlerden
burada kısaca söz etmek yararlı olacaktır. Platon, politik olarak güçlü, seçkin bir ailede dünyaya gelmiş-
tir. Bu nedenle felsefesinde politikanın önemli bir yeri olduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan
özellikle gençlik yıllarında düşüncelerinin şekillenmesinde, hocası Sokrates’in önemli etkisi olduğunu
söyleyebiliriz. Platon İtalya taraflarına yaptığı seyahatte Pythagoras’ın (Pisagor) öğrencileriyle karşılaşmış-
tır. Pythagorasçıların matematik alanındaki merakları ve çalışmaları, Platon’u etkilemiştir. Aynı şekilde,
Herakleitos’un öğrencileri ile olan karşılaşması da, varlığın akışkanlığı ve hareketliliği konusundaki düşün-
celerini şekillendirmiştir.
dikkat
Platon, erken dönem eserlerinde “Sokrates” karakterine çokça yer vermiştir. Bu eserlerdeki diyaloglarda Sokrates’in
düşüncelerinin mi dile getirildiği yoksa Platon’un (hocası) Sokrates’i kurmaca bir karakter olarak konuşturmak
suretiyle kendi görüşlerini mi dile getirdiği, tartışmalı bir konu olarak literatürde yer edinmiştir. Güçlü olan iddia
şudur: Meno adlı eserinden sonra Platon, kendi düşüncelerini anlatmaya başlamıştır.
Öğrenme Çıktısı
111
Sistematik Dönem I: Platon
112
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
113
Sistematik Dönem I: Platon
çok özel bilgiler değil, formlar olduğunu söylersek olduğunu söyler (Platon, 2005). Platon, ilerleyen
Platon’u daha iyi anlamış oluruz. zamanlarda, bilgi ve kanaat arasındaki farkı biraz
Platon, algılarımıza konu olan dünya ile form- daha netleştirir ve bilginin ortaya çıktığı yeri akıl
lar dünyasını birbirinden ayırır. Algılarımıza konu (nous), kanaatin ortaya çıktığı yeri ise duyular ola-
olan dünyadan damıtılan bilgiye işaret etmek için rak gösterir. Platon, gerçek anlamda bilgi sahibi
Platon doxa kavramını kullanır. Buna karşılık form- olmak için (yani formları akla konu edinebilmek
lar dünyasından (yani eideden) elde edilen bilgiyi için) sarf edilen en üst düzeyde zihinsel çaba ile
ise episteme ve gnosis kavramları ile anlatır. Doxa daha düşük düzeydeki aklî çabalar (yani öncüllere
kavramının sözlük anlamı “kanaat, beklenti”dir. dayanarak matematiksel çıkarımlar yapma) arasın-
Bu kavram ile episteme (ve gnosis) kavramı arasında- da, yani “sanat” ve “zanaat” (techne) arasında, fark
ki ıstılahî farkı anlamak için Platon’un tecrübe etti- gözetir. En üst düzeydeki aklî işlemler diyalektiğe
ğimiz maddî dünya ile formlar dünyası arasında bir dayanırken, aşağı düzeydeki aklî işlemler mantıksal
fark gözettiğini hatırlamamız gerekir. Formlar, bi- çıkarımlara dayanır (Kahn, 2006, s. 128).
zim tecrübelerimize, yani duyularımıza konu değil-
dir. Platon, Meno’da, bilginin (episteme) ayırt edici
özelliğini tarif ederken, “neden (sebep)” kavramına
özel önem atfeder. Bilgi, sebepleri içeren bir açık-
lamaya dayanır. Platon bilgi (episteme) ile kanaati
(doxa) birbirinden ayırırken, bu ikisinin nesneleri-
nin de farklı olduğuna vurgu yapar (Kahn, 2006, s.
127). Devlet adlı eserinde Platon, bilginin nesnesi-
nin sonsuz Varlık yani “formlar” olduğunu, buna
karşılık doxa’nın nesnesinin ise duyulara konu olan
varlıklar ve değişim olduğunu söyler. Başka türlü
söylersek bilginin (episteme) konusu Varlık, kana-
atin konusu ise varoluş (yahut ‘oluş’)tur. Böylece
Meno’da epistemolojik bir karşıtlıkla ortaya atılan
bilgi ve kanaat, Devlet’te ontolojik bir zemine ta-
şınır. Platon’un Devlet adlı yapıtının 7. Bölümün-
deki meşhur “mağara benzetmesi”, onun hem bilgi
hem de varlık konusundaki düşüncelerini bir arada
özetler. Söz konusu eserde Platon (Sokrates’in di-
liyle), eğitilmiş insan ile eğitilmemiş insan arasın-
daki farkı anlatırken, meşhur mağara benzetmesini
geliştirir. Platon bu noktada, doğduğu andan iti-
baren bir mağaranın duvarına yüzü dönük şekilde
zincirlenmiş insanları kafamızda canlandırmamı-
zı ister. Bu insanlar, arkadan gelen ışığın etkisiyle
duvardaki gölgelerden başka bir şey görememek- Resim 5.3 Platon, “Mağara Benzetmesi” ile Bilgi ve
tedir. Işık kaynağı ile bu insanlar arasında hareket Varlık Konusundaki Düşüncelerini Özetler
eden nesnelerin de gölgesi doğal olarak bu duvara
yansımaktadır. Doğduğu andan itibaren çok uzun
yıllar bu şekilde nesneleri algılayan bir insanın, gü-
nün birinde zincirden kurtularak gölgelerin sahibi dikkat
“Bilmek, hatırlamaktır” sözüyle Platon, her bir
olan gerçek nesnelerle karşılaşması durumunda bu
nesne hakkındaki ayrıntıları zaten bildiğimizi
nesneleri algılamasının çok zor olacağını söyledik-
söylemez; nesnelerin genel özelliklerinin farklı bir
ten sonra, bizim algıladığımız dünyadan uzak bir
varlık türü (form) olarak zihnimizde yer aldığını
yerde, formlar dünyasının bulunduğunu ve zih-
öne sürer. Form kavramı yukarıda, “Platon’un
nimizin bu basit algı dünyasının ötesine geçerek
varlık anlayışı” başlıklı bölümde açıklanmıştır.
formları akla konu etmesinin de aynı derecede zor
114
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
3 Platon’un bilgi tanımlamasını ayırt etme ve insan zihni ile bilgi arasında kurduğu ilişkiye
dair görüşlerini öğrenme
PLATON’UN RUH ANLAYIŞI iseler aralarında nasıl bir ilişki vardır? Ruh bütün-
Ruh denen bir varlık mevcut mudur? Platon’un cül ve tek bir varlık mıdır yoksa onun da parçaları
ruh ile ilgili yaptığı tartışmalara baktığımızda, ru- var mıdır? Ruhun da beden gibi bir başlangıcı ve
hun varlığına ilişkin güçlü deliller öne sürmek ye- sonu (ömrü) var mıdır?
rine, ruhun mahiyeti ve işlevleri, bedenle ilişkisi Platon’un ruh anlayışı, felsefî literatüre önemli
üzerinde durduğunu görüyoruz. Platon, genel ola- bir kavram olarak girmiş olan “Platonik düalizm”
rak yapıtlarında kavramlara kesin ve belirli tanım- (Platonik ikilik) düşüncesine dayanır. Bu düalizme
lar getirmek yerine, belirli tartışmalar, diyaloglar göre ruh ve beden birbirinden mâhiyet itibariyle
ve akıl yürütmeler vasıtasıyla kavramları bağlam farklı iki varlıktır (Miller, 2006, s. 278). Platon’un
içerisine oturtur. Böylece okuyucu dağınık şekil- metinlerinde “ruh” tabirine karşılık kullanılan ori-
de verilen tanımlamaları önünde bulur ancak eğer jinal kelime “psuche”dir (okunuşu: psühe). Bu kav-
derli toplu tanımlamalara ihtiyaç duyarsa kendi ram, zaman içerisinde Avrupa dillerine “psyche”
kelimelerine başvurmak zorunda kalır. Platon’un olarak geçmiştir. Psyche sözcüğü modern sözlükler-
ruh hakkındaki görüşlerini dolaylı argümanlarla de “ruh” olarak tanımlanmaktadır. “Psikoloji” (ruh
ortaya koyduğu metinlerden biri Phaedrus’dur. Bu bilimi) sözcüğü de bu kökten türetilmiştir. Diğer
diyalogda Platon’un ruh ile ilgili temel görüşlerini, yandan Platon’un eserlerinde geçen “psuche” sözcü-
formlar dünyasının varlığını ispat etmeye çalışırken ğünün Batı dillerinde çoğunlukla “akıl” anlamına
ortaya koyduğunu görüyoruz. Demek ki Platon’a gelecek şekilde tercüme edildiğini de hatırımızda
göre ruh, yalnızca bedenle ilişkisi bağlamında de- tutmalıyız. Bu çevirinin ne ölçüde sağlıklı olduğu
ğil, formlar dünyası ile ilişkileri bağlamında da tartışılmaktadır (Miller, 2006, s. 278). Ortaçağ ve
ele alınmalıdır. Biraz dikkatli bakıldığında Pla- sonrasında daha çok dini paradigmalar içerisinde
ton düşüncesinde kilit öneme sahip olan “formlar tarif edilen “ruh” kavramına çok benziyor olsa da,
dünyası”nın, “ruh” veya benzeri bir varlık biçimi Platon’un “psuche” kavramına Türkçe en uygun an-
olmadan temellendirilemeyeceği görülmektedir. lamsal karşılığın “akıl” ve “can” kavramlarının karı-
Felsefe tarihinde, ruhla ilgili tartışmalar genel- şımı olduğu düşünülebilir. Zira Platon felsefesinde
likle birkaç konu etrafında şekillenmiştir: Ruh ve “psuche”, yalnızca insanların değil, bitki ve hayvan-
beden farklı iki varlık mıdır? Eğer farklı varlıklar ların da sahip olduğu bir şeydir.
115
Sistematik Dönem I: Platon
116
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
PLATON’UN AHLÂK ANLAYIŞI Meselâ içerisinde öldürme olan veya bir başka in-
Platon’un ahlâk anlayışı, onun bir dizi kavra- sana zarar verecek olan bir eylemin, yalnızca eylem
ma nasıl başvurduğuna ve bu kavramları birbiri ile şekli nedeniyle kötü olduğunu söyleyemeyiz. Eyle-
nasıl ilişkilendirdiğine bakarak anlaşılabilir. Bun- min iyi ya da kötü olduğunu ayırt etmenin yolu,
lar, erdem, hedonizm (hazcılık), mutluluk, iyi-kötü eylemle amaçlanan şeyin erdem olup olmadığına
ve eylem kavramlarıdır. Şimdi bu kavramların her bakmaktan geçer (Vasiliou, 2008, s. 22-27). Bu
birinin Platon’un eserlerinde nasıl yer aldığına ba- şekilde Platon, erdeme eylemler üstü bir konum
karak, onun ahlâk anlayışını bütüncül bir şekilde verir. Laches adlı diyalogda Platon (yine Sokrates
anlamaya çalışalım. vasıtasıyla), cesaretin göstergesi olarak salt eylem-
lere bakmamak gerektiğini, cesaretin eylemlerin
ötesinde konumlandığını söylerken de bu görüşüy-
le tutarlıdır. Örneğin, cepheden kaçmanın cesaret-
Platon felsefesinde erdemin farklı görü-
sizlik göstergesi olduğuna doğrudan hükmetmek
nümleri vardır: Cesaret, ölçülülük, bilge-
için bir neden olmadığını; eğer savaş taktiği gereği
lik, dindarlık ve adalet.
bu yapıldıysa, savaşı kazanmayı amaçlayan kişinin,
bu amaca ulaşmak için cepheyi terk etmiş olması
halinde, cesaret biçiminde kendisini gösteren er-
İlkin “erdem” kavramı ile başlayalım. Platon, demin başka bir yerde aranması gerektiğini söyler
Sokratik diyaloglarında erdemin bir kaç farklı çe- (bu diyalog, Cairns’in derlemesinden alınmıştır
şidinden söz eder: Cesaret, ölçülülük, dindarlık, (1980, s. 123-144)). Aynı diyaloglarda, cesaretin
bilgelik ve adalet. Platon’un diyaloglarında bu er- bir tür bilgelik de olduğu açıkça dile getirilir. Diğer
demler farklı yerlerde karşımıza çıkar. Örneğin yandan, bilgeliğin iyi ya da kötü insan olma ko-
Laches’te cesaret ve bilgelik, Charmides’te ölçülülük nusunda ayırt edici bir vasıf olarak tanımlandığı-
ve bilgelik, Euthyphro’da dindarlık ve adalet kav- nı da Laches’te görebiliyoruz. Platon’un erdemlilik
ramları ile ilgili tanımlamalar ve argümanlar yer göstergesi olarak tanımladığı bir diğer özelliğin öl-
alır (Irwin, 1995, s. 31). Platon’a göre, erdem tüm çülülük olduğunu yukarıda belirtmiştik. Platon’un
eylemlerin yegâne amacı olmalıdır. Başka türlü ölçülülük ile ilgili felsefesini en açık haliyle Char-
söylersek erdem, eylemin kendisine içkin değildir.
117
Sistematik Dönem I: Platon
mides adlı diyalogunda görürüz. Bu eserde Sokrates rol oynar. Hazzın peşinden giden ruh, bu nedenle
ile Charmides arasında bir diyalog söz konusudur. bedene bağlıdır. Bu düşünceyi şöyle açıklayabiliriz:
Sokrates Charmides’e, eylemlerin niteliklerinden Hazzın nihaî olarak gerçekleştiği yer ruhtur ancak
bağımsız bir ölçülülük tarifi yapar (bu diyalog için hazzın ortaya çıkabilmesi için maddi koşullar ge-
bkz. Cairns, 1980, s. 99-122)). Örneğin hızlı ol- reklidir. Beden (soma), bu maddi koşulları sağlayan
mak ya da yavaş davranmak, sesli ya da sessiz ol- yerdir ve bu nedenle ruh, haz için bedene bağlıdır.
mak başlı başına bir ölçülülük göstergesi değildir. Öte yandan akıl (nous), haz isteği ile bir tür çatışma
Ölçülülük, eylemlerin bağlama uygunluğunu sağ- yaşar (Preus, 2007, s. 130). Platon’un hedonist ol-
layan ve eylemlerden bağımsız bir özelliktir. Bu şe- duğunu (yani tüm eylem ve ahlâki ilkelerin ardın-
kilde bakıldığında Platon’un ölçülü olmak ile ilgili da bir tür haz arayışı vardır dediğini) iddia etmek
söyledikleri, genel olarak erdemli olmak ile ilgili doğru olmaz. Platon genel olarak hazzın önemli
söylediklerine benzer. Platon’un erdemlilik göster- bir motivasyon aracı olduğunu kabul etmektedir.
gesi olarak ortaya koyduğu diğer iki kavram din- Fakat hazzın her zaman ve her yerde yegâne veya
darlık ve adalettir. Bu iki kavram, Euthyphro adlı en büyük motivasyon kaynağı olduğu/olması ge-
diyalogda tartışılır (bu diyalog için de bkz. Cairns, rektiği yönündeki bir iddiayı Platon’un diyalogla-
1980, s. 169-185). Bu diyalogda Euthyphro adlı rında bulamayız. Platon, hazzı bir varlık veya olay
figür, babasını mahkemeye şikâyet etmiştir. Zira olmaktan ziyade bir tür “süreç” olarak görür. Öte
babası, tarlalarında çalışan bir işçiyi öldürmüştür. yandan Philebus adlı eserinde Platon, iyi şeyler ara-
Burada Sokrates ile Euthyphro arasındaki diyalog- sında hiyerarşik bir sıralama yaparken hazza en son
da, “kutsal” kavramı bir form olarak tanımlanır. sırayı verir. Bu hiyerarşik şemaya göre ilk sırada öl-
Bu form, kutsal olanla kutsal olamayanı birbirin- çülülük, ikinci sırada güzellik, üçüncü sırada akıl,
den ayırt eder. Buradaki erdem, “adalet” ve “kutsal” dördüncü sırada bilgi ve beşinci sırada haz gelir.
formlarında gizlidir. Dolayısıyla, yine Platon’un
genel felsefesine uygun bir şekilde, bu diyalogda
Euthyphro’nun babasını mahkemeye şikâyet etme İnsan eylemlerinin nihai amacı nedir?
eylemi değil, bu şikâyet eyleminin ötesinde tanımlı İnsan neden eyler? Bu sorulara “insan
ve mevcut olan “kutsal” ve “adalet” kavramları er- eninde sonunda, haz duymak için eyler”
demli olmanın alameti olarak gösterilir. diye cevap verenler, “hedonist” olarak ta-
nımlanırlar. Platon, akıl ile (haz isteyen)
ruh arasında zaman zaman çatışmalar
Platon’a göre erdemli olmanın ölçütü yaşanabileceğini söyler. Bu düşüncesine,
yalnızca ve başlı başına eylemler olamaz. Platon’un hazza ikincil konumu verdiği
Eylemlerin arkasındaki kişisel veya top- gerçeğini de eklersek, Platon’un bir “he-
lumsal sâikler, o eylemlerin erdemli olup donist” olduğunu iddia etmek zordur.
olmadığını belirler.
118
İlkçağ Felsefesi
Platon, genel olarak kavramlara bir sözlük dünyasına göre eksikliklerle dolu ise de, temelde
veya ansiklopedi maddesi yazıyormuş gibi tanım- varlıklar formlara yaklaştıkları ölçüde iyilik sıfatı-
lar vermek yerine, kavramları çeşitli açılardan ele na sahip olacaklardır (White, 2006, s. 364).
alan tartışmalar yapar ve okuyucunun zihninde Platon’un iyilik anlayışını ortaya koyduktan
bir tanım oluşmasını sağlar. Onun bu tarzının iyi- sonra, onun kötülük ile ilgili düşüncelerini anla-
lik ve kötülük kavramları için de geçerli olduğunu mak kolaylaşır. Zira onun kötülük anlayışı, iyilik
söyleyebiliriz. Burada, onun Devlet adlı eserinde anlayışına benzer bir felsefi yaklaşımla tanımına
yaptığı tartışmalara bakarak iyilik ve kötülük kav- kavuşur. Platon düşüncesinde kötülük (kakia),
ramlarını nasıl tanımladığını görebiliriz. Platon “iyiliğin olmaması” veya eksik olması ile tanımla-
Devlet adlı eserinde “ideal” bir devleti tanımla- nır. Diğer yandan Platon’un “formlar” nazariyesi
maya koyulur. İdeal bir devlet, iyi bir devlettir. açısından baktığımızda, kötülüğün yalnızca bir
Haliyle, devleti yönetenler de iyi insanlardır. Peki, eksiklik veya “nâmevcudiyet” (var olmama hali)
“iyi devlet” ve dolayısıyla “iyi insan” ne demek- olarak tanımlanması doğru mudur? Zira her şeyin
tir? Platon’a göre, iyi bir devlet şu dört vasıfla ku- olduğu gibi kötülüğün de bir formu olmalıdır. Yani
rulmuştur: Bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalet. idealar dünyasında “kötü” de tanımlı olmalıdır. Bu
Tıpkı ideal devlet gibi, onu yöneten insanlar da konu, Platon üzerine çalışan felsefeciler arasında
bu dört vasfı taşır ve bu nedenle “iyi” olarak ta- tartışmalıdır. Hatırlayalım: Formlar (idealar), algı-
nımlanırlar. Platon, bu dört sıfatın yanı sıra iyiliğe larımıza konu olan dünyadan bağımsız ve o dünya-
bir takım işlevsel özellikler de atfeder: İyi bir dev- nın ötesinde varlıklardır. Dolayısıyla bir nevi nes-
let istikrarlı, tutarlı ve bütüncül olmalıdır. Yine nel varlıklardır. Bu durumda Platon düşüncesinde
iyi bir devlet, ihtiyaçları karşılama yeterliliğine kötülüğün bir form olarak yer almasını bekleyebi-
sahip olmalıdır. Platon, devlete yüklediği bu iş- liriz. Oysa bu şekilde doğrudan bir kötülük tanımı
levsel iyilikleri, insanların iyi olmasının da koşulu Platon’un eserlerinde karşımıza çıkmaz. Yani Pla-
olarak aynen öne sürer. Yani iyi insanlar da istik- ton, kötülüğü bir form (idea) olarak tartışmaların-
rarlı, tutarlı ve bütüncül olmalı, ihtiyaçları kar- da veya diyaloglarında ele almaz. Her ne kadar bazı
şılama yeterliliğine sahip olmalıdır. Platon’un bu eserlerinde kötülüğe dair “nesnel” algılamaların
işlevsel iyilik tanımı, onun kötülük tanımının da olduğundan söz etse de (White, 2006, s. 366), kö-
ipuçlarını vermektedir aslında: Site devletini bir tülük son kertede Platon felsefesinde iyiliğin olma-
arada tutmak yerine onu parçalara ayıran, böylece ması veya eksik olması olarak tanım kazanır.
işlevlerini bozan bir şeyden daha kötü ne olabi-
lir? (White, 2006, s. 360-361). Devlet’te Platon,
Sokrates ile Glaukon adlı karakterler arasında bir
diyalog kurar. Diyalogun bir kısmında Glaukon dikkat
Sokrates’e “iyi”nin ne olduğunu sorar. Sokrates Platon’un “iyi” ve “kötü” kavramlarını en iyi şe-
cevaben, güneş benzetmesine başvurur: “Görü- kilde ortaya koyan eseri Devlet’tir. Aslında Devlet
nen dünyada, göz ve görünen nesneler için güneş adlı eseri “adalet” kavramını ele alır fakat Platon’a
neyse, kavranan dünyada da iyi, düşünce ve düşü- göre, adalet kavramı da eninde sonunda “iyi” kav-
nülen şeyler için odur” (Eflâtun [Platon], 1975, s. ramı ile ilişkilidir.
195). Nasıl ki güneş olmadan gören göz ve görü-
len eşya birbirine kavuşamaz ise, aynı şekilde bir
Son olarak Platon felsefesinde “iyilik” kavramı-
form şeklindeki “iyi” olmadan da iyi eylemler ve
nı anlamaya çalışırken onun “mutluluk” ve “eylem”
iyi olma vasfı ortaya çıkmaz. Platon, bir form ola-
kavramlarına atfettiği öneme de kısaca değinmek
rak iyiliği bu şekilde tanımlar ama onu işlevsel bir
yerinde olur. Platon’a göre, iyilik, eninde sonunda
çerçeveye de yerleştirir. Bu tanımlama, onun diğer
insana mutluluk getirir. Bu tespiti anlamaya çalışır-
eserlerinde ve farklı bağlamlarda da karşımıza çı-
ken Platon’un hedonizme (yani eylemlerin nihai he-
kar. Örneğin Timaeus adlı eserinde fiziksel dün-
definin haz olduğu düşüncesine) yakın olduğunu
yanın nedensellik içerisinde var olduğunu, dola-
söylemediğimizi burada bir kez daha hatırlamamız
yısıyla bu dünyanın iyiliklerini görebilmek için
gerek. Platon düşüncesinde iyilik, soyut ve yaşamın
nedensellikleri anlamaya çalışmanın gerekli oldu-
dışında bir şey değil, tam tersine hayatın içerisinde
ğunu söyler. Her ne kadar fiziksel dünya formlar
yer alan ve insan eylemleriyle birlikte açığa çıkan
119
Sistematik Dönem I: Platon
Öğrenme Çıktısı
PLATON’UN ESTETİK İLE İLGİLİ Platon’a göre, ölçü, iyiliğin ve güzelliğin temeli-
GÖRÜŞLERİ dir. İyi ya da güzel bir şey yapmak isteyen zanaatkâr,
daha en baştan neyi nasıl, hangi ölçülere ve hangi
Platon’un estetik ile ilgili görüşlerini derli top-
oranlara göre yapacağına karar verir. Zanaat ürü-
lu bir şekilde ifade eden yegâne eseri yoktur. Başka
nü olan şey ortaya çıktığında, zanaatkâr en baştan
bir deyişle onun estetik hakkındaki görüşleri, eser-
koyduğu ölçülere ne derecede uyduğuna bakar,
leri arasında dağınık halde bulunur. Yine de, onu
böylece hedefine ne kadar ulaştığına karar verir. Bu
“felsefî estetik görüşünün büyük kurucusu” ola-
ilke, edebî ürünler (şiir, resim…) kadar el sanatları
rak gösterenler için bu önemli bir sorun sayılmaz.
ürünleri için de geçerlidir. Burada sanatsal olan şey,
Özellikle şu eserlerinde Platon’un estetik hakkında-
ölçüleri tutturabilmek, daha doğrusu uygun ölçüle-
ki görüşlerinin özünü bulmak mümkün: Politicus,
ri uygulayabilmektir.
Devlet, Sofist, Yasalar, Ion, Phaedrus ve Symposium.
Bu eserlerinde Platon’un estetik ile ilgili felsefesi, şu
esaslar üzerinde ve temalar etrafında şekillenir:
• Temelinde “ölçü” (veya “ölçüm”) olan zana- dikkat
at (techne), Platon felsefesinde “ölçü” çok önemli bir yere sa-
• Taklide dayalı olan sanat (mimesis), hiptir. Nasıl ki “erdemli” bir insan “ölçülü” insan
• Şiirsel yaratıcılığın temel şartı olarak görü- demekse; ve nasıl ki “adil yönetici” ölçülü bir in-
len coşku, san ise, zanaatkâr kişiler de ölçülerle çalışan, ölçü-
leri uygulayan insanlardır.
• Erotik delilik ve bunun güzellikle ilişkisi
(Hofstadter ve Kuhns, 1976, s. 3).
120
İlkçağ Felsefesi
Platon felsefesinde, taklide dayalı sanat (mime- kurar. Böylece şair, duyulara konu olan dünyanın
sis) için de ölçü son derece önemli bir ilkedir. Yalnız içerisinden yazıyor olmakla birlikte bu dünyanın
burada Platon’un taklit (mimesis) kavramını çok ötesine geçerek, bir tür meczupluk hâli içerisinde,
geniş anlamda kullandığını bilmeliyiz. Ona göre, kutsal alandan ilham alarak şiirini yazar. Platon’a
en yüksek düzeyde sanatsal icra, kutsal icracı (De- göre, şiir yalnızca biçimsel ölçüleri yerine getirerek
miurgos) tarafından ortaya konandır. Zira kutsal bir zanaat icra etmek şeklinde görülemez. İçerisin-
sanat icracısı, evreni ve tüm varlığı, “ideaların” veya de kutsal alana ait şeyler de barındırdığı için bu
“değişmez formların” taklidi olarak meydana getir- sanat şekli techneden farklıdır. Şiirsel delilik, ne
miştir. Görüldüğü gibi burada da Platon, idealara basitçe kelime ve gramer üzerindeki ustalık, ne
(formlara) yüce bir yer ayırmaktadır. Platon, esasen de bunun ötesinde ilahî yaratıcılıktır. Her ikisinin
buradaki düşünce yolunu, diğer tasarlama ve uy- arasında bir yerde bulunmaktadır (Hofstadter ve
gulama biçimleri için de kullanır. Örneğin devlet Kuhns, 1976, s. 4).
adamı, toplumu adalet, iyilik, cesaret, ölçülülük Platon, şiirsel deliliğin dört farklı delilikten
ve güzellikle oluşturmaya bakar. Bu ilkelere sahip yalnızca biri olduğunu söyler. Diğer üçü kehânet,
olduğu ölçüde, bir tür mimesis icra eder, yani form- meczubiyet ve erotik deliliktir. Şiirsel delilik insa-
ların toplumsal yaşamda görünür olmasına katkıda nı tanrılarla ilişki içerisine sokar. Âşık, sevgilisine
bulunmuş olur. Devlet adamı, insanî yaratıcılığın kavuşma arzusu ile yanıp tutuştuğunda, bu durum
en yüce olanına sahip olduğu için, onun taklide onu bir hâl içerisine sokar ki bu hâl, tanrıların bu-
dayalı sanatı da diğer sanatçı insanlardan daha yü- lunduğu alanın güzelliğiyle bezenmiştir. Platon, her
cedir. Devlet adamı, Platon felsefesinde toplumun hâlükârda yaratıcılığın ardında bir taklit olduğunu
kurulmasını, yasa koyarak ve bir tür sistem gelişti- söyler. Ancak tanrıların ve formların (ideaların) işin
rerek, erdem, adalet, ölçülülük ve güzellik gibi de- içerisine karıştığı durumlarda bu taklitlerin estetik
ğerleri görünür kılan kişidir (Hofstadter ve Kuhns, değerinin daha yüksek olduğunu söyler.
1976, s. 3-6). Platon’a göre, tüm tasarlayıcı ve ya-
ratıcı eylemler sanatsaldır ancak kutsal sanatçı (De-
miurgos) haricindeki yaratıcılar, yani plastik sanat
icracıları, taklit ettikleri şeyin (formların) gerçek dikkat
mahiyetini bilmeyebilir. Platon, edebî sanatların Platon, sanatı özerk ve bağımsız bir alan olarak
ideaların görünür kılınmasına benzer bir yaratıcı görmez. Sanatı değerli kılan şey, yarattığı nesne-
eyleme dönüşmesi konusunda eğitici filozoflara lerdir. Platon, işe yaramayan, yeni nesilleri sağlıklı
(öğretmenlere) önemli bir rol biçer. ve düzgün bireyler olarak yetiştirmeyen bir sanatı
olumlamaz.
121
Sistematik Dönem I: Platon
phantastike, bir şeyin hakiki varlığının değil görünümünün temsilini üretmektir. Örneğin bir yatak resmi
çizen biri gerçek yatağı değil yatağın belirli bir görünümünü taklitle üretmiş olur. Buradan hareketle
mimesis vasıtasıyla üretim (taklit) yapmayı, formlar ile şu şekilde irtibatlandırdığını görebiliriz: Taklit
yoluyla üretilen nesne (yani mimesisin nesnesi), Platon’un
nesneler arasında öngördüğü hiyerarşik düzende en alt-
Platon, varlık türlerini bir tür ontolojik ta yer alır. Yatak örneğini ele alırsak: Bu hiyerarşide en
basamak üzerine yerleştirdikten sonra, bu üstte “yatak formu”, ikinci sırada “yatak” ve üçüncü sıra-
türlerin yaratıcıları arasında da bir hiye- da “yatak resmi” yer alır (Janawaay, 2006, s.392). Buna
rarşi kurar: En üstte formlar ve formların uygun olarak Platon, bu üçünün var edicisi arasında da
yaratıcıları; ortada duyularımıza konu bir hiyerarşi öngörür: En üst düzeyde “yatak formunun
olan nesneler ve onların var edicileri; en
var edicisi”, ikinci düzeyde “yatağın var edicisi” ve üçüncü
altta ise nesnelerin imajları ve bu imajların
düzeyde “yatak resminin var edicisi” yer alır.
var edicileri yer alır.
Öğrenme Çıktısı
6 Platon’a özgü sanat, ölçüm, taklit ve zanaat kavramları aracılığıyla onun sanat ve estetik
yaklaşımını öğrenme
122
İlkçağ Felsefesi
Platon’un siyaset felsefesini, devletin ve toplu- lar arasında çizdiği ayrım keskin çizgilere dayanır
mun kuruluşu ile ilgili olarak öne sürdüğü ilkeler- ve hiçbir sınıf diğerinin işine karışmaz. Diğer yan-
de aramak doğru olacaktır. İdeal devletin kuruluş dan Platon’un siyasi görüşlerinde, savunma sınıfı
ilkeleri hakkındaki görüşleri, Platon’un Devlet adlı yalnızca savaşma, savunma, öldürme gibi işlerle
eserinde yer alır. Aşağıda ayrıntıları verilen diğer uğraşmaz; entelektüel yönlerini de geliştirir ve bu
görüşleri ise büyük oranda Devlet Adamı ve Yasa- yönleriyle de toplumun kuruluşuna destek olurlar.
lar adlı eserlerinde serdedilmiştir. Her şeyden önce, Platon’un bu işbölümü bir tür kast sistemi olarak
devlet ve toplum kurmak, siyasi olduğu kadar etik anlaşılmamalıdır. Tam tersine Platon, örneğin asker
bir konudur da. Dolayısıyla, idealist felsefenin de sınıfından birilerinin, uygun özellikler taşımak ve
gereği olarak siyaset Platon düşüncesinde etikten belirli eğitimlerden geçmek kaydıyla, otuz yaşından
bağımsız olamaz. İyi tasarlanmış ve düzenlenmiş sonra yönetici sınıfına geçebileceğini (hatta geçmesi
bir devletin başında, erdem ve bilgelik sahibi bir gerektiğini) söyler (Ritter, 1933, s.324-325).
yönetici bulunur. Bu yönetici, sıradışı bilgeliği sa- Platon, kendi tanımladığı ideal devlet ve top-
yesinde, toplumun yararına olan şeyleri herkesten lum sistemini ortaya koyarken pek tabii ki bunun
daha fazla bilir. Elbette, bilgelik ve erdem konu- ideal bir sistem olduğunun farkındandır. Haliyle,
sunda onunla aynı seviyede olan başka kişiler de kendi zamanında var olan gerçek devlet ve toplum
olabilir. Ahlâk sahibi bu filozof-yöneticinin en sistemlerini de göz önünde bulundurur. Hatta ken-
büyük klavuzu, kendi özgür ve olgun vicdanıdır, di zamanının devlet sistemlerini inceleyerek, o dev-
ancak gerek duyduğunda, kendisi kadar erdemli let türlerindeki olumsuzlukları içermeyen bir ideal
ve bilge olan diğer kişilerle de görüş alış verişinde devlet biçimi tasarladığını da güvenle varsayabiliriz.
bulunabilir. Platon, devleti yönetmeye aday olabi- Zira Platon kendi zamanının devlet türlerini de in-
lecek diğer kişilerin de her zaman eğitimden geçiri- celeyerek, büyük eksiklikler ve yanlışlar içeren dört
lerek böyle bir görev için hazır hale getirilmelerinin farklı devlet türünü tanımlamıştır: Timokrasi, plü-
gerekliliğini vurgular. Bu eğitimin amacı, kişinin tokrasi, demokrasi ve tiranlık. Bu rejimlerin her bi-
kendisine olduğu kadar topluma da yararlı olacak rinde akıl, erdem, ahlâk, ölçülülük ve bilgelik gibi
bilginin, becerilerin ve erdemlerin aşılanmasıdır. ilkelerin yerine farklı ilkeler yönetim şeklini ve sü-
Böylece iyilik, siyasetin nihai amaçlarından biri recini belirler. Timokrasi, şeref ve görev ilkelerine
olarak tanımlanmış olur (Ritter, 1933, s.319-324). göre yönetilen devletlere işaret eder. Cömertlik ve
bol ikram sahibi olma gibi ilkelere sahip askeri yö-
netimler, bu türden devlet biçimine karşılık gelir.
Sparta, Platon zamanında bu timokrasi biçimindeki
dikkat yönetimin tipik örneğidir. Bir tür oligarşik yönetim
Platon’a göre devlet ve toplum kurmak, siyasi
çeşidi olan plütokrasi, ekonomik güce dayalı ayrıca-
olduğu kadar etik konulardır. İyi tasarlanmış bir
lıkları elinde bulunduran sınıfın yönetimde olduğu
devletin başında, “filozof-kral” yer alır. Filozof-
sistemlere işaret eder. Demokrasi özgürlük ve eşitlik
kralın liyakatini belirleyen en önemli şey ise aldığı
ilkeleri ile halkın oy kullanarak yönetime dâhil ol-
eğitimdir.
duğu, kuralların belirlenmesinde yer aldığı sistemdir
(Platon’un zamanındaki demokrasi ile büyük fark-
Devlet bu şekilde kurulduktan sonra, yönetim lılıklar gösterse de bugün en gelişmiş ve arzu edilen
önem kazanır. Platon’a göre, yönetebilmek için, politik sistem demokrasidir ancak Platon, eşitlik ve
öncelikle devletin yurttaşları belirli açılardan sınıf- özgürlük fikirlerini aydınlanmacı ve modern politik
landırması gerekir. En alt düzeydeki sınıf, el emeği felsefenin aksine kusur olarak kabul eder). Tiranlık,
ile üretimde bulunan ve belirli fiziksel ihtiyaçlara Platon’a göre, demokrasinin sonucunda toplumda
bu şekilde cevap veren insanlardır. Bu insan grubu, bozulma ve çürümenin meydana gelmesi; demok-
hacim itibariyle toplumun en geniş tabanını mey- ratik yönetimdeki özgürlüklerin bir tür yozlaşmaya
dana getirir. Bunun bir üzerinde koruyucu sınıf yer neden olması ile oluşan sistemdir. Toplumda kaos ve
alır. Bu sınıf, ideal toplumu-devleti korumakla ve kuralsızlık başgösterince, gücü bir şekilde eline geçi-
barışı egemen kılmakla görevlidir. Platon’un sınıf- ren tiran, büyük kötülükler işlemek zorunda kalır.
123
Sistematik Dönem I: Platon
yaşamla ilişkilendir
Platon’un Devlet adlı eserinde, Sokrates ile - Binicilik yoluyle bir biniciyi ata binemez
Polemarkhos arasında, “kötülük”, “doğruluk” ve hale getirebilir miyiz?
“iyilik” ile ilgili diyalogdan bir bölüm: - Getiremeyiz.
- [Sokrates] Peki, atlara kötülük edersek, daha - Peki, doğrulukla da, doğru bir adamı doğ-
mı iyi olurlar, daha mı kötü? ruluktan ayıramayız, değil mi? Kötüleri de
- [Polemarkhos] Daha kötü. kötülük yoluyle iyi edebilir miyiz?
- At oldukları için mi kötü olurlar, yoksa kö- - Yoo, edemeyiz.
pek de olsalar farketmez mi? - Öyle ya, soğutmak sıcaklığın değil, soğuklu-
- At oldukları için. ğun işidir değil mi?
- Köpeklere edeceğimiz kötülük de, onları kö- - Evet.
pek olarak daha kötü eder, at olarak değil. - Islatmak da, kurunun değil, yaşın işidir?
- Öyle ya. - Şüphesiz.
- İnsanlara gelince dostum, onlara da kötülük - Kötülük etmek de, iyinin değil, kötünün işi
edilince, insanlık değerleri bakımından daha olabilir?
kötü olurlar diyebilir miyiz?
- Öyle.
- Şüphesiz.
- Ama, doğru olan adam iyidir değil mi?
- Peki, doğruluk insana özgü bir değer değil
- İyidir.
midir?
- Demek ki, Polemarkhos, ne dostuna, ne de
- Öyledir.
bir başkasına kötülük etmek, doğru adamın
- Öyleyse dostum, insanlara yapılan kötülük işi değildir, kötü adamın işidir.
onları doğruluktan uzaklaştırır.
- Her halde. Kaynak: Platon (2005). Devlet. Çev: Saraçoğlu,
- Peki, bir çalgıcıyı, müzik yoluyle, çalgıdan C. ve Atayman, V. İstanbul: Bordo Siyah Klasik
anlamaz bir hale getirebilir miyiz? Yayınları, sayfa 26.
- Hayır.
124
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
125
Sistematik Dönem I: Platon
Atina’da doğan Platon, milattan önce 427-347 yılları arasında yaşadı. Babası Ariston, annesi
Perictione’dur. Babası öldükten sonra annesi Pyrilampes adında biri ile evlendi. Üvey kardeşleri ve
kendisi dâhil Platon 6 çocuklu bir ailenin üyesiydi. Soylu bir aileye mensup olan Platon, Atina’nın
dışına çıkarak Mısır, İtalya ve Kuzey Afrika’yı dolaştı. Bu seyahatleri, felsefî düşüncelerinin şekillen-
mesinde etkili oldu.
Platon, Sokrates’in öğrencisi, Aristoteles’in ise öğretmenidir. Platon’un kurduğu Akademi adlı okul,
bilinen ilk yükseköğretim kurumudur. Matematik, felsefe, müzik ve diyalektik derslerinin verildiği
bu okulda pek çok öğrenci yetişmiştir. Akademi öğrencilerinin bugün en çok tanınanı Aristoteles’dir.
Platon’un yazdığı eserlerin tamamına yakını günümüze kadar ulaşmıştır. Kendisine atfedilen 30’dan
fazla eser vardır. Bu eserlerin de tamamına yakını diyaloglar şeklinde kaleme alınmıştır. En çok bilinen
eserleri Devlet, Yasalar ve Sokrates’in Savunması (Apology). Platon’un, hem Batı dünyasında hem de batı
dışı toplumlarda düşünce tarihi bakımından etkisi büyüktür. Platon’un eserlerinin önemli bir kısmı,
Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana Türkçe’ye de tercüme edilmiştir.
Platon’un varlık anlayışının kavranabilmesi için “formlar” (idealar) kavramının anlaşılması elzemdir.
Form kavramı Platon’un eserlerinde “idea” ve “eidos” kavramlarının karşılığıdır. Platon’un birbiriyle
aynı anlamda kullandığı idea ve eidos kavramları, Yunanca “görmek” anlamına gelen “idein” kavramın-
dan türetilmiştir. Her ne kadar “görme” duyusu ile ilişkili bir kökene sahipse de Platon felsefesinde
“idea” (form), varlığın görülmeyen biçimine işaret eder. Başka türlü söylersek, “idealar” duyularımıza
konu olmayan ama yine de haklarında “bilgi” sahibi olabildiğimiz varlıklardır. Örneğin “ağaç” dendi-
ğinde, belirli bir ağaç kastediliyorsa bu duyularımıza konu olan bir varlıktır. Ancak, “ağaç” kavramını
diğer varlık türlerinden ayıran özellikleri, yani bir şeyi ağaç yapan temel özellikler, “formlar” dünyasın-
daki ağaca işaret eder. Böylece, Platon’a göre, her bir tekil varlığı kuşatan bir form mutlaka vardır ama
formlarla duyulara konu varlıklar aynı şey değildir.
Platon’un varlık anlayışında altı çizilmesi gereken konulardan biri varlığın tekliği-çokluğu konusudur.
Platon, o dönem felsefe paradigmasında önemli yer tutan ve Parmenides ve Zenon gibi felsefeciler ta-
rafından vurgulanan “varlığın tekil olamayacağı” konusunda düşüncelerini ortaya koymuştur. Platon’a
göre, varlık, parçaların diyalektik biçimde bir araya gelmesiyle oluşmuş bir bütünlüktür. Platon diyalek-
tiğe dayalı bu düşüncesini, Parmenides’in “varlık tektir” görüşü ile Zenon’un “varlık çok olsaydı, bir şe-
yin hem kendisi hem de başka bir şey olması gerekirdi” biçimindeki paradoksuna cevaben geliştirmiştir.
Platon’un ontolojik düşüncesinde önemli olan bir başka konu, “varlık” ile “var oluş” arasında gözet-
tiği ayrımdır. Platon’a göre maddi varlık, gerçek varlık değildir; “gerçek varlık” (to ontos on) formlar
dünyasındaki varlıklardır. Maddi varlıklar (ousia) ise görme, koklama, dokunma, tatma gibi araçlarla
temas kurduğumuz varlıklardır. Platon’a göre, “gerçek varlık”, maddi varlıktan (veya oluştan) ontolojik
olarak üstündür.
126
İlkçağ Felsefesi
127
Sistematik Dönem I: Platon
Platon, eserlerinde ruhun varlığını kanıtlamak veya ruhun var olup olmadığını tartışmak yerine, ruhun ma-
hiyeti ve fonksiyonları ile ilgili düşüncelere yer verir. Ruh hakkında görüşlerine en geniş haliyle Phaedrus adlı
eserinde yer vermiştir. Bu eserinde Platon, formlar (idealar) hakkında düşüncelerini ortaya koyarken ruh ile
ilgili konulara da değinir. Platon, şu önemli sorulara yanıt arar: Ruh ve beden birbirinden bağımsız mıdır?
Ruh dediğimiz varlık, kendi içerisinde bütünlük arz eden yekpare bir varlık mıdır? Ruh ölümsüz müdür
yoksa tıpkı beden gibi onun da belirli bir ömrü mü vardır?
Platon’un bu sorulara verdiği yanıtlar, felsefe literatürüne “Platonik düalizm” adıyla yerleşen bir ikilik içerir:
Ruh ve beden farklı iki varlık türüdür. Başka bir deyişle, ruh bedenle aynı şey değildir. Platon’un eserlerinde
“ruh” tabirine karşılık kullanılan orijinal kelime “psuche”dir. Platon’un bu kavramının bugün en iyi anlam-
sal karşılığı, “can”, “akıl” ve “ruh” kavramlarının karışımıdır. Ayrıca Platon düşüncesinde “psuche” yalnızca
insanın değil, diğer canlıların da sahip olduğu bir şeydir.
Platon’a göre, ruh ve beden farklı iki varlık türüdür ama bu iki varlık türü birbirleri üzerinde etkiye sahiptir.
Bu noktada altı çizilmesi gereken şey, ruhun beden üzerinde etkili olduğuna dair görüşüdür. Platon’un bu
düşüncesi, modern çağlarda ortaya atılan görüşlere (örneğin Sigmund Freud’un psikanaliz kuramındaki
görüşlerine) ilke olarak benzemektedir.
Platon, tıpkı beden gibi ruhun da yekpare bir varlık olmadığını öne sürer. Başka bir deyişle beden gibi ruhun
da belirli alt parçalardan oluştuğunu düşünür. Platon’a göre, ruh, başlıca üç bölümden oluşur: Akıl, öz ve
iştah. Platon, bu üç bölümün zaman zaman birbiriyle çatıştığını tespit eder. Öte yandan, her ne kadar bu
şekilde bir çatışma varsa da ruhun bu bölümleri nihayette uyumlu bir biçimde çalışarak bütünlük meydana
getirir. Platon, bu şekilde tasvir ettiği ruhun ölümsüz olduğunu; yani bedenin yok olmasıyla ruhun da yok
olmadığını düşünür. Beden yok olduğunda ruh başka bedenlere taşınır. Bu beden örneğin insan bedeni
olabileceği gibi başka canlı türlerinin bedeni de olabilir.
Platon’un ahlâk anlayışı, onun erdem, hedonizm (hazcılık), mutluluk, iyi, kötü ve eylem kavramlarıyla birlik-
te ortaya çıkmaktadır. Erdemin belirli görünümleri vardır: Cesaret, ölçülülük, bilgelik, dindarlık ve adalet.
Platon’a göre, erdemli bir insan veya erdemli bir eylem bunların en az birini mutlaka bünyesinde barındırır.
Bir eylemin erdemli olup olmadığına bakarken, eylemin ardındaki motivasyon kaynaklarıyla birlikte düşün-
mezsek yanılabiliriz. Örneğin cepheden kaçan bir asker, bunu başka bir erdem için yapıyor olabilir. Ya da
sevdiği birini ihbar eden biri, başka bir erdem uğruna bunu yapıyor olabilir.
Platon, eylemlerin arkasında iyilik gibi bir motivasyon varsa o eylemlerin erdemli olabileceğini öne sürer. O,
insanın eylemleriyle mutlu olmayı, iyi olmayı hedeflediği kanaatindedir. Diğer yandan, her eylemin mutlaka
“haz duymak” gibi bir motivasyona sahip olmayabileceğini de ekler. Böylece Platon, her eylemin ardında haz
arayan hedonistlerden ayrılır. Platon’a göre, başta adalet kavramı olmak üzere tüm erdemlerin içselleştirile-
bilmesi için “iyi” kavramının içselleştirilmesi gerekir. Örneğin adil bir yönetici, aslında iyi bir yönetimin ve
iyi yöneticiliğin ne olduğunu öğrenmiş ve içselleştirmiş olan yöneticidir. Platon felsefesinde “bir form olarak
iyilik” tanımlıdır. Yani onun “formlar dünyasında” (idealar dünyasında) iyilik bir form olarak mevcuttur.
Öte yandan, aynı şeyi kötülük için söyleyemeyiz: Platon düşüncesinde başlı başına bir kötülük tanımlaması
yoktur. Onun felsefesinde “kötülüğün formu” (veya idealar dünyasında kötülüğün karşılığı) olup olmadığı
tartışma konusudur. Ancak tartışmasız olan şudur: Platon düşüncesinde kötülük, iyiliğin olmaması halidir.
Yani iyilik olmadığında zaten o boşluk kötülük tarafından doldurulmaktadır.
128
İlkçağ Felsefesi
Platon’un siyaset ile ilgili görüşleri onun şu üç önemli eserinde görülmektedir: Devlet (ideal devlet),
Devlet Adamı ve Yasalar. Platon’un siyaset ile ilgili en kuvvetli ve en çok bilinen görüşü onun ideal
devlet yaklaşımıdır. Platon’a göre, devlet ve toplum kurmak, siyasi olduğu kadar etik bir konudur. Bu
nedenle ideal devlet, iyi eğitim almış, iyiliğin ne olduğunu bilen ve gerçekten iyi olan yöneticiler tara-
fından yönetilen devlettir. Toplumun yararına olan şeyleri ayırt etme yeteneğine sahip olan ve bilgelik,
cesaret, adalet gibi iyi vasıflarla donatılmış olan filozof-kralın en büyük kılavuzu kendi vicdanıdır.
Platon’un siyaset felsefesinde ideal devletin devamında, iyi bir iş bölümüne sahip olan ve başlıca üç
tabakaya ayrılmış olan toplum gelir. En alt tabakada, üretici kesim vardır. Bu kesim, köleleri de içeri-
sine alan en geniş tabakadır. İkinci tabakada koruyucu tabaka yer almaktadır. Bu tabaka, adından da
anlaşılacağı gibi savunma ve koruma işlerini üstlenir. Bu sınıf yalnızca savaş, koruma gibi işlerle meşgul
olmaz, aynı zamanda entelektüel faaliyetler içerisinde de bulunur. En üstte ise yönetici tabaka bulunur.
Platon’un idealize ettiği bu sistemdeki sosyal sınıflar bir tür kast sistemi gibi anlaşılmamalıdır. Zira kast
sisteminin aksine bu sınıflar arasında bir geçişkenlik söz konusudur.
Platon kendi tasarladığı ideal sistemi (Aristokratik yönetim) ortaya koyarken, kendi döneminde hâkim
olan diğer sistemleri de eleştirir. Eleştirdiği sistemler timokrasi (şeref ve görev ilkelerinin hâkim olduğu
yönetim), plütokrasi (zenginlerin yönetimde olduğu sistem), demokrasi (Atina demokrasisi: Herkesin
yönetime gelebildiği, yöneticilerin alfabetik sıraya göre seçildiği sistem) ve tiranlık (zorba ve zalim
yöneticilerin hâkim olduğu yönetim).
129
Sistematik Dönem I: Platon
1 Platon hangi tarihler arasında yaşamıştır? 6 Platon’un “bilmek, hatırlamaktır” sözü ile
aşağıdakilerden hangisi kastedilmektedir?
A. MS 427-347 yılları arasında
A. İnsan bilgisi, kişisel geçmişinin derinliklerinde
neler öğrendik?
130
İlkçağ Felsefesi
1. E Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Hayatı ve Eser- 6. D Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Bilgi Anlayışı”
leri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. konusunu yeniden gözden geçiriniz.
3. C Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Hayatı ve Eser- 8. D Yanıtınız yanlış ise “Platon’un Ahlâk Anlayı-
leri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. şı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
5 Anahtarı
İlk çağlarda insanlar yazı yazmak için taş, ahşap, çömlek tablet (ostraka), bal-
mumu, parşömen ve papirüs kullanırlardı. İlk çağ filozoflarından günümüze
Araştır 1 kalan yazıların önemli bir kısmı papirüslerin ve parşömenlerin üzerine yazıl-
mış olan yazılardır.
Platon felsefesinde “diyalektik” yani zıtların bir araya gelerek bir bütün oluş-
turması fikri önemlidir. Hatta Platon’un kurduğu Akademi’de felsefe, geomet-
ri ve müzik derslerinin yanı sıra diyalektik dersleri de verilirdi. Platon’a göre,
birbirinin zıddı olan sıfatlar ve özellikler bir araya gelerek anlamlı bir bütün
Araştır 2 oluştururlar. Örneğin vücudumuzun sağ ve sol yanları birbirinin tersidir ama
vücudumuzun bir bütünlük oluşturmasında önemlidirler. Çin felsefesindeki
Yin ve Yang düşüncesi de Platon’un bu düşüncesine çok benzemektedir. Buna
göre, gece ve gündüz, soğuk ve sıcak gibi karşıtlıklar bir bütünlüğün yansıma-
larıdır. Çin felsefesindeki bu karşıtlık, bilim ve tıp gibi alanlarda da önemli bir
ilke olarak kullanılmıştır.
131
Sistematik Dönem I: Platon
Araştır Yanıt
5 Anahtarı
Özellikle sinir sistemi ve beyin ile ilgili yapılan çalışmalar, modern bilimin
“ruh” hakkındaki görüşlerini maddeci bir temele taşımıştır. Buna göre, bede-
nin olmadığı bir yerde ruhtan da söz edilemez. Çünkü ruh, bedenin hayatî
işlevlerinin bir bileşkesidir. Beyin, sinir sistemi ve hormonlar, ruhun gözlem-
Araştır 4 lenebilir bir varlık olarak tanımlanmasını mümkün kılar. Platon düşüncesinde
ise ruh, bugün “can”, “akıl” ve (geleneksel/dînî paradigmadaki) “ruh” kav-
ramlarının karışımı gibidir. Platon düşüncesinde ruh ve beden, her ne kadar
birbiri ile etkileşim içerisinde olsalar da, temelde iki farklı varlıktır. Platon’a
göre, beden yok olduktan sonra ruh başka bedenlerde varlığını sürdürebilir.
Platon’a göre, bir eylemin iyi ya da kötü olduğunu anlamak için o eylemin salt
gerçekleşme biçimine bakmak yeterli değildir. Platon’un kendi verdiği örneğe
bakalım: Babasını mahkemeye şikâyet eden birinin, sırf bu hareketi nedeniyle
kötülük yaptığını söyleyemeyiz. Eylemin ardına baktığımızda, şikâyet edilen
Araştır 5 kişinin haksız yere adam öldürdüğü görüldüğünde, kendisini mahkemeye
şikâyet eden oğlunun kötülük değil, adalet duygusu nedeniyle iyilik yaptığını
düşünürüz. “Ameller niyetlere göredir” hadisi de buna çok benzer bir düşün-
ceyi içerir: Bir eylemin ahlâkî açıdan değerlendirilmesi yapılırken o eylemin
ardındaki niyetlere de bakmak gerekir.
Otomobil tasarlayan endüstri mühendisi, iki şeyi aynı anda gözetmek zorun-
dadır: Birincisi tasarladığı otomobilin kullanım değerinin de yüksek olması.
İkincisi, bu otomobilin görünüş itibariyle insanların genel geçer görsel zevk-
lerine hitap etmesi. Heykeltıraş için görsel beğeni, tematik uygunluk ve ya-
ratıcılık, kullanım değerinden daha önemlidir. Her ikisi de sanatlarını belirli
Araştır 6 estetik kaygılarla icra eder, ancak mühendisin tasarımında pratik kullanım
kaygılarının, örneğimizdeki heykeltıraştan çok daha ileri olduğunu kolaylıkla
söyleyebiliriz. Heykeltıraşın eserinde de belli ölçüde bir kullanım değeri elbet-
te söz konusudur ancak onun eserinin kullanım değeri toplumsal, endüstri
mühendisininki ise “son kullanıcı” odaklıdır.
132
İlkçağ Felsefesi
Kaynakça
Audi, R. (gen. ed.) (1999). The cambridge dictionary of Janaway, C. (2006). Plato and the arts. Benson,
philosophy, second edition. Cambridge: Cambridge H.H. (2006). A companion to Plato. New York:
University Press. Blackwell Publishing içinde, ss. 388-400.
Benson, H.H. (2006). A companion to Plato. New Kahn, C. (2006). Plato on recollection. Benson,
York: Blackwell Publishing. H.H. (2006). A Companion to Plato. New York:
Blackwell Publishing içinde, ss. 119-132.
Dancy, R.M. (2006). Platonic definitions and forms.
Benson, H.H. (2006) A Companion to Plato. New Miller, F.D. Jr. (2006). The Platonic soul. Benson,
York: Blackwell Publishing içinde, ss. 70-84. H.H. (2006). A companion to Plato. New York:
Blackwell Publishing içinde, ss. 278-293.
Eflâtun [Platon] (1975). Devlet. Çev. Eyüboğlu, S. Ve
Cimcoz, M.A. İstanbul: Remzi Kitabevi. Plato (1997). The dialogues of Plato: Parmenides. New
Haven: Yale University Press.
Frolov, I. (1991). Felsefe sözlüğü. Türçesi Aziz Çalışlar.
Platon (2005). Devlet. Çev: Saraçoğlu, C. ve Atayman,
İstanbul: Cem Yayınevi.
V. İstanbul: Bordo Siyah Klasik Yayınları.
Gill, M.L. (2006). Problems for forms. Benson,
Preus, A. (ed.) (2007). Historical dictionary of ancient
H.H. (2006) A Companion to Plato. New York: Greek philosophy. Toronto: The Scarecrow Press, Inc.
Blackwell Publishing içinde, ss. 184-198.
Proudfoot, M. ve Lacey, A.R. (eds.) (2010). The
Guthrie, W.K.C. (1999) İlkçağ felsefesi tarihi. Çev. Routledge dictionary of philosophy. 4th edition.
Ahmet Cevizci. Ankara: Gündoğan Yayınları. London and New York: Routledge.
Heidegger, M. (2008). Varlık ve zaman. Çev. Ökten, Ritter, C. (1933). The essence of Plato’s philosophy.
K.H. İstanbul: Agora Kitaplığı. Trasnlated by Adam Alles. New York: The Dial Press.
Hofstadter, A. ve Kuhns, R. (der.) (1976). Philosphies Runes, D.D. (ed.) (1942). The dictionary of philosophy.
of art&beauty. Selected readings in aesthetics from New York: Philosophical Library.
Plato to Heidegger. Chiago: The University of
Taylor, A.E. (1956). Plato: The man and his work. New
Chicago press.
York: Meridian Books.
Huntington, E. ve Cairns, H. (1988). The collected
Vasiliou, I. (2008). Aiming at virtue in Plato.
dialogues of Plato, including letters. New Jersey:
Cambridge: Cambridge University Press.
Princeton University Press.
White, N. (2006). Plato’s concept of goodness.
Irwin, T. (1995). Plato’s ethics. Oxford: Oxford Benson, H.H. (2006). A companion to Plato. New
University Press. York: Blackwell Publishing içinde, ss. 356-372.
133
Bölüm 6
Sistematik Dönem II: Aristoteles
1
1 Aristoteles’in hayatı hakkındaki genel
2
bilgileri kavrayabilme Aristoteles’in Mantık Anlayışı
2 Aristoteles’e ait olduğu kabul edilen 3 Aristoteles’in mantık ilmine dair ilkelerini
eserleri tanıyabilme sıralama
3 4
irdeleyebilme Aristoteles’in Ahlak ve Siyaset Anlayışı
5 Aristoteles ve Platon’un ruh anlayışlarının 6 Aristoteles’in ahlak anlayışı ile siyasi
farklı yönlerini tespit edebilme düşüncesi arasında ilişki kurabilme
5
Aristoteles’in Estetik Anlayışı
7 Aristoteles’in estetik anlayışını
açıklayabilme
134
İlkçağ Felsefesi
GİRİŞ
Aristoteles, selefleri olan Sokrates ve Platon ile
birlikte batı düşüncesinin kurucu figürleri arasın-
da yer almaktadır. O, batı felsefesinin temellerini
döşeyen sistem sahibi ilkçağ filozoflarının da so-
nuncusudur. Aristoteles’in felsefesi yalnızca Batı
düşüncesini etkilemekle kalmamış, İslam düşün-
cesinde de derin izler bırakmıştır. Kurucusu ol-
duğu mantık disiplini yüzyıllar boyunca medrese
müfredatının vazgeçilmez dersleri arasında yer
almıştır. İslam filozofları Aristoteles’e Muallim-i
Evvel (ilk öğretmen) unvanını layık görmüşlerdir. Resim 6.1 Mö 384-322 Tarihleri Arasında Yaşayan
Aristoteles’in düşünce tarihi açısından sahip oldu- Aristoteles’i Simgeleyen Bir Heykel
ğu önem yalnızca görkemli felsefi sisteminden ya
da kurduğu mantık ilminden kaynaklanmaz. O,
aralarında biyolojinin de bulunduğu çeşitli bilim Stagira’daki 17 yılın ardından MÖ 367’de Aris-
dallarının gelişimine sağladığı katkılar dolayısıyla toteles Atina’ya gelerek Platon’un Akademi’sine
da fevkalade önemli bir düşünürdür. Aristoteles, katıldı ve Platon’un ölümüne dek -19 yıl- bura-
engin merakı ve bilgi edinmeyi insan yaşamının ga- da kaldı. Diogenes Laertius’un aktardığına göre
yesi sayan ahlaki tutumu ile felsefe tarihinin vazge- Platon’un en özgün talebesi olan Aristoteles şüp-
çilmez düşünürlerinden biridir. Bu ünitede önce- hesiz Akademi’deki yılları boyunca Platonizm’in
likle Aristoteles’in hayatının ana çizgileri ve eserleri temel prensiplerini kabul etmiş bir talebeydi ve
hakkında genel bilgi verilecektir. Akabinde, onun erken dönem eserlerinde gerek seçtiği konuları ve
felsefi düşüncesinin detaylarına göz atmak suretiyle gerekse üslubu bakımından Platon’un etkisi altın-
daydı. Felsefî araştırma yöntemi olarak ustası gibi
seleflerinden ayrılan ve benzeşen düşüncelerine nü-
diyalogları kullanan Aristoteles’in bunda oldukça
fuz edilmeye çalışılacaktır.
başarılı olduğu aktarılmaktadır.
Aristoteles’in Akademi’yi henüz Platon hayat-
ARİSTOTELES’İN HAYATI VE tayken terk ettiğini söyleyen Diogenes Laertius’a
ESERLERİ karşın bugün pek çok araştırmacı Aristoteles’in
Platon’un ölümünden sonra Akademi’yi terk et-
tiğini kabul etmektedir. Akademi’den ayrılmasına
Aristoteles’in Hayatı gerekçe olarak gösterilen sebeplerden birisi Atina’da
Kadim Yunan felsefesinin Sokrates ve Platon Makedonya karşıtı duyguların yükselmesi, diğeri
ile birlikte 3 büyük düşünüründen biri olarak ka- de Platon’un Akademi’nin başına geçmesi için to-
bul edilen Aristoteles MÖ 384’te Batı Trakya’daki runu Speusippus’u vasiyet etmesi olsa da bunların
Halkidiki yarımadasının doğu sahilinde bulunan tutarlılığı tartışmalıdır. Platon öldüğünde Assos ve
Stagira’da doğmuştur. Babası Nichomachos, Asc- Aterneus kentlerinin (Çanakkale ilimizin güneyin-
lepiadae tıp locasına mensup olan ve Makedonya deki yerleşimler) kralı olan Hermias Aristoteles’i
kralı Amyntas’ın hizmetinde bulunan bir doktordu. davet etti ve Aristoteles burada üç yıl kalarak çalış-
Annesi Phaistis de doktorluk yapan bir aileden ge- malarını sürdürdü. MÖ 342’de Makedonya Kralı
liyordu. Çocukluğunun bir kısmını Pella’daki Ma- Philip oğlu İskender’in eğitimi için Aristoteles’i
kedon sarayında geçirmiş olması muhtemel olan Pella’ya davet etti. Makedon sarayında bulunduğu
Aristoteles’in burada Makedon Hanedanlığı ile sürenin ve Büyük İskender ile olan münasebetle-
ömrü boyunca sürdürdüğü münasebetleri başlattığı rinin ufkunu genişlettiği ve önemli imkânlar sağ-
söylenir. Daha çocuk yaşta iken anne ve babasını ladığı kabul edilmekle birlikte Büyük İskender ile
kaybeden Aristoteles’in bakımını akrabaları üstlen- zannedildiği kadar yakın düşünceler içinde olma-
di. Aristoteles’in fen bilimlerine ve bilhassa biyo- dığı anlaşılmaktadır. Aristoteles Büyük İskender’in
lojiye olan ilgisinin arkasında doktorluk yapan bir imparatorluk hülyalarına karşın şehir devletinin en
aileden gelmesinin etkisi olduğu düşünülmektedir. uygun yönetim biçimi olduğunu düşünüyordu.
135
Sistematik Dönem II: Aristoteles
136
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
1 Aristoteles’in hayatı hakkındaki genel bilgileri kavrayabilme
2 Aristoteles’e ait olduğu kabul edilen eserleri tanıyabilme
ARİSTOTELES’İN MANTIK
ANLAYIŞI ‘Mantık’ kelimesi Arapçada ‘konuşmak’
Aristoteles mantık biliminin kurucusudur. anlamına gelen ‘nutk’ kelimesinden türe-
Aristotelesçi mantık düşüncenin biçimsel tarafını tilmiştir. Yine Batı dillerinde mantık an-
analiz ettiğinden (yani analitik olduğundan) çoğu lamına gelen ‘logic’ kelimesi de benzer bir
zaman formel mantık olarak anılır. Bununla birlik- biçimde ‘söz, kelime’ anlamındaki Yunan-
te Aristoteles’in mantık ilmini dış gerçeklikten ta- ca ‘logos’ kelimesinden türetilmiştir.
mamen bağımsız olarak tasavvur ettiğini düşünmek
hata olur. O, bilimsel bir ispatın neticesinin gerçeğe
ilişkin bir bilgi sunduğunu kabul etmektedir. Bunu Aristoteles’in kurduğu mantık ilmi iki bin yıl
Aristoteles’in kategoriler teorisinden anlayabiliriz. boyunca önce Yunan felsefesinde, sonra İslam dün-
Düşüncenin kategorileri dil ile ifade edildiği üze- yasında, oradan da
re dışsal gerçekliğin nesnel kategorileridir, Kant’ın Ortaçağ Avrupa’sına
transandantal mantığı gibi yalnızca zihinsel değil- taşınarak okullarda
dir. Yani kategoriler varlıkları tüm halleriyle ifade temel bir bilim ola- dikkat
etmemizi sağlayan şekillerdir. Bu kategoriler cevher rak okutulmuş ve an- Aristoteles’in kurduğu
(töz), nitelik (keyfiyet), nicelik (kemiyet), görelik (iza- cak XIX. yüzyıldaki mantık bilimi yaklaşık iki
fet-ilişki-nispet), mekân, zaman, durum (vaziyet), çalışmalarla eksik ta- bin yıl boyunca etkisini
iyelik (mülkiyet), etki (fiil) ve edilgi (infial) olmak rafları ve yetersizliği muhafaza edebilmiştir.
üzere ona ayrılmıştır. Bu kategorilerin ilki kabul gösterilebilmiştir.
edilen cevher bir varlık biçimidir; sonraki dokuz ka- Aristoteles’in kurduğu mantık disiplininin üç
tegori ancak cevherin vasfı olarak var olabilen araz- temel ilkesi vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
lardır. Kategorilerin ne olduğunu şu cümle ile daha 1. Bir şey kendisi ile aynıdır. Örneğin A=A
iyi anlayabiliriz: “Farabi (cevher), MS 870 yılında ifadesi bu duruma işaret etmektedir. Buna
(zaman) Fârâb şehrinde (mekân) Muhammed’in özdeşlik ilkesi denir.
oğlu olarak (ilişki) doğmuş (edilgi), kısa boylu (ni-
2. Bir şey aynı şartlar altında ve aynı anda hem
celik), kumral (nitelik), üstün zekâya sahip (iyelik),
kendisi hem de kendisinden başka bir şey
birçok öğrenci yetiştiren (etki) ve Bağdat’ta Dicle
olamaz. Buna çelişmezlik ilkesi denir.
kenarında gezinerek (durum) felsefe meselelerini
tartışmayı seven bir filozoftu.” (Kaya, 2003, s. 461). 3. Bir şey ya kendisidir ya da kendisinden baş-
Görüldüğü gibi arazlar (ilinekler) cevher olan Fa- ka bir şeydir. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
rabi ile ilişkileri sayesinde anlam kazanmaktadırlar. Buna üçüncü halin imkânsızlığı ilkesi denir.
137
Sistematik Dönem II: Aristoteles
Aristoteles mantığı bir önermeler mantığıdır. Aristoteles neticesini veya sonucunu esaslı bir fark-
Önerme, bir iddiayı kanıtlamaya çalışan bir ifade lılıkla kanıtlamaya çalışan iki tür önerme gösterir.
bütünü ya da eşya hakkında verilen kısa hüküm Bunların ilki tümdengelim yöntemini teşkil eder.
olarak tanımlanabilir. Her önermede bir süje (özne) Tümdengelimde netice zorunlu olarak öncüller-
ve bir yüklem vardır. Önerme süje ile yüklem ara- den çıkarsanır. Tümdengelimsel önermelere geçerli
sındaki bir bağı ifade ettiği için bu bağı oluşturacak önermeler denir. Tümdengelime bir örnek verelim:
bir unsura ihtiyaç vardır. Bu bağa “kopula” (bağ) adı
verilmektedir. Kopula diye tabir edilen şey Türkçe Tüm insanlar ölümlüdür.
ifadelerin sonunda yer alan ve hüküm belirten “… Sokrates bir insandır.
dir/dır” koşacıdır. Kopula olmaksızın önermelerin O halde Sokrates de ölümlüdür.
anlamlı bir hüküm teşkil etmesi mümkün değildir.
Örnek olarak “Jüpiter” ve “gezegen” kelimelerini Diğer önerme biçimi tümevarım yöntemini
ele alalım. Bu iki kelime birbirinden bağımsızdır ve oluşturur. Bu önermelerde tek tek hadiselerden ge-
bu halleriyle bir hüküm ifade etmezler. Anlamlı bir nel ilkelere ulaşılmak istenir. Şu önerme biçimini
önerme oluşturabilmek için bunları bir kopula ile tümevarıma örnek olarak gösterebiliriz:
bağlamamız gerekir. Bunu yaptığımızda “Jüpiter bir
gezegendir” ifadesi ortaya çıkar ki, bu, Aristoteles’in Sokrates’in iki ayağı vardır.
mantığını teşkil eden en küçük birim olan önerme- Platon’un iki ayağı vardır.
nin bir örneğini teşkil edecektir.
Aristoteles’in iki ayağı vardır.
Demek ki, tüm insanların iki ayağı vardır.
internet
Tümevarıma dayalı akıl yürütmeleri çürütmek
için öncüller arasına uygun bir karşı öncül bulmak
Aristoteles’in mantık anlayışının İslam düşünce
yeterlidir. Örneğin “Monosceles insandır ve tek
dünyasına etkilerini anlamak için http://www.isla- ayağı vardır” gibi bir öncül bulunacak olursa tüm
mansiklopedisi.info/ linkini tıklayarak İslam Ansik- insanların iki ayaklı olduğu önermesi geçersiz kı-
lopedisi’ndeki ‘Mantık’ maddesini inceleyebilirsiniz. lınmış olur.
Gottlob Frege ve çağdaşlarının mantık alanın-
Bir önermede kanıtlanmaya çalışılan ifadeye daki çalışmaları ile klasik mantığın eksiklikleri ve
netice veya sonuç diyecek olursak bu neticeye götü- yetersizlikleri açığa çıkarılmış ve bulanık mantık
ren kanıtlayıcı nitelikteki ifadelere de öncül denir. gibi bu sahada farklı anlayışlara yönelinmiştir.
Öğrenme Çıktısı
138
İlkçağ Felsefesi
139
Sistematik Dönem II: Aristoteles
ka türlü olamamak için gereklilik ilkesi diyebiliriz. Yani, bir şeyin olduğu gibi olması gerekliliği. Aristoteles
için bir şey olması gerektiği gibidir. Bu ilkenin tek tek hadiseler ve şeyler için geçerli olduğunu söyleyeme-
yiz, zira tek tek nesneler ve hadiseler birbirinden farklı biçimlerde tezahür edebilmektedir. Aristoteles’in
bu gereklilik ilkesini ancak evrensel ilkelerin karşılayabildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla Aristoteles için
fani şeylerle ilgili bir asli bilgiden söz edemeyiz. Burada bir paradoksla karşı karşıyayız: Söz gelimi inekler
fani varlıklar olduğu için onlara dair bir bilgiden söz edilemez mi? Aristoteles’in kendisi biyoloji üzerine
araştırmalar yapmışken bunu söylemek bir çelişki doğurmaktadır. Ancak burada vurgulanmak istenen
Aristoteles’in bilim anlayışının genel ilkeleri aradığı, tek tek hadiseleri ve nesneleri daha genel bir bütünün
içinde değerlendirdiği olmalıdır.
Aristoteles’in düşüncesinin ve bilim anlayışının dikkate değer bir yönü tabiatta bir amaçsallık olduğuna
inanmasıdır. İnsan ediminin belli amaçlar gütmesi gibi tabiat da edimlerinde bir gayeyi hedefler. Tabiat
olaylarını anlamaya çalışırken bu hadiselerin “ne için” cereyan ettiğini sormalıyız. Çünkü bu hadiselerin,
bu tabiat olaylarının bir telosu, bir gayesi vardır. Bunu bir örnekle izah edelim:
Su kuşlarının ayaklarının perdeli olduğu malumdur. Bunun bir gayesi olmalıdır, o da yüzmektir; yani
ördeklerin perdeli ayakları yüzmelerini sağlamak içindir. Demek ki perdeli ayaklar ördekler için iyidir ya
da münasiptir diyelim. Doğal fenomenlerin gayesini anlamak önemlidir, zira bu nihai gayeler bu feno-
menlerin ne olduklarıyla doğrudan ilgilidir. Örneğimizden yola çıkacak olursak bir ördeğin ne olduğu
sorulduğunda onun yüzen bir su kuşu olduğuna atıfta bulunmak gerekecektir. Tabiatta bir nihai gaye
aramak teorinin gereği olarak değil, gözlemlerin dayattığı
bir şeydir Aristoteles’e göre. Aristoteles tabii olayları bir
nihai gaye ile ya da başka bir ifade ile söyleyecek olursak Teleoloji kelimesi ‘amaç, gaye’ gibi an-
ereksellik ile izah etmekle birlikte bunun illa her şeyde ol- lamları olan Yunanca ‘telos’ kelimesinden
duğunu da iddia etmez: “Karaciğerdeki safra bir kalıntıdır türetilmiştir. Nedensellik karşıtı olarak da
ve bir şey için değildir –midede ve bağırsaklardaki kalıntı anlaşılmaktadır. Nedensellik bir şeyin var-
gibi. Tabiat bazen kalıntıları da bir amaçla kullanır; ama lığının arkasında bir sebep olduğunu ve
bu her şeyde bir nihai gaye aramak için sebep değildir”. bunun o şeyin varlığını izah ettiğini söyler.
Tabiatta bir gaye olduğu savı kimi zaman Aristoteles’in Ama teleolojik yaklaşımda bir şeyin var-
tabiata bir bilinç atfettiği şeklinde de yorumlanmıştır. lığını izah ederken onun yöneldiği hedef
Ancak doğru yorum Aristoteles’in tabiatta bir işlevsellik dikkate alınır. Bu farkı kabaca şöyle ifade
gördüğü şeklinde olmalıdır. Doğal olayların veya nesne- edebiliriz: Nedensellik soruyu ‘neden?’ diye
lerin anlaşılmasında işlevlerinin ne olduğunu sorgulamak sorarken teleoloji/erekbilim ya da amaçsal-
bilim adamının kaçınamayacağı bir tavır olagelmiştir. Do- lık/ereksellik soruyu ‘ne için?’ diye yöneltir.
layısıyla Aristoteles’in teleolojik bakış açısını da bu açıdan
anlamak gerekir.
yaşamla ilişkilendir
Aristoteles’in insanların neden elleri olduğu büyük ve yüce olana daha azı verir, az olana büyük
ile ilgili açıklamalarını okuyalım: ve yüce olanı vermez. Dolayısıyla eğer doğrusu buy-
Anaxagoras elleri olduğu için insanın en zeki sa ve eğer tabiat şartların elverdiği en iyi şeyi yapı-
varlık olduğunu söyler; ama makul olan insanın en yorsa, insan elleri olduğu için en zeki varlık değildir
zeki varlık olduğu için elleri olduğunu düşünmek- aksine en zeki hayvan olduğu için elleri vardır.
tir. Zira eller araçtır, ve tabiat, zeki bir adam gibi,
her zaman bir şeyi onu kullanabilecek olana verir Kaynak: Barnes, J.(2000). Aristotle A Very Short
(bir flütü flüt çalabilen birine vermek flütü olan bir Introduction, Oxford: Oxford University Press
adama flüt çalma kabiliyeti vermekten iyidir); zira s.117.
140
İlkçağ Felsefesi
Aristoteles’in Ruh Anlayışı şeyler için varlık hayattır. Dolayısıyla bir varlığa su-
De Anima (Ruh Üzerine) adlı eserinde ruh ve nulan hayat o varlığa verilen ruhun nasıl olduğuna
beden arasındaki münasebetleri araştıran Aristote- göredir. Düşünebilen bir ruh bir insan bedenine
les ruhun bedenden ayrı düşünülemeyeceği kanaa- edim kazandırır, böylece uygun bir bedeni insan
tindedir. Ruh bedenden ayrılamayacağı için beden bedeni yapar. Burada ruh ve beden aynı şey olma-
öldüğünde ruh da varlığına devam edemez. Burada makla birlikte birbirlerine bağlıdırlar; ruh olmadan
ruhun varlığı konusunda hemfikir olduğu hocası beden ancak bir ceset olur, beden olmadan da ruh-
Platon’dan farklı olarak Aristoteles ruhun ölümsüz tan söz edilemez.
olduğu ve bedenden ayrı olarak var olabildiği kana- Aristoteles’in ruha dair buraya kadar söyledik-
atinde değildir. lerinden ruhun çeşitli biçimleri olduğu sonucunu
Aristoteles’in ruha dair görüşleri hylomorfizm çıkarmak mümkündür; zira yaşayan türlü türlü
kavramı ile ifade edilmektedir: Ruh bedenin bi- varlıklar vardır, bitkiler, hayvanlar çeşit çeşittir. De-
çimi (morphē) ve beden de ruhun maddesidir mek ki ruhun da çeşitli biçimleri olduğu sonucu-
(hylē). Aristoteles ruhu canlılığın sebebi ve alameti nu çıkarabiliriz. Eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla
saydığından ona göre tüm canlıların ruhu vardır; Aristoteles bunlar arasında bir hiyerarşi ya da ba-
ruhu olmak ile canlı olmak bir yerde aynı anlama sitten karmaşığa bir sıralama olduğunu düşünmek-
gelmektedir, yalnızca canlı varlıkların ruhu vardır. tedir. Ona göre, bitkilerde beslenme melekesi olan
Ruhu olan, olmayandan yaşaması bakımından ay- bir ruhun varlığından söz edilebilirken hayvanlarda
rılır. Yaşamak ise türlü türlüdür; bir amip ile bir buna ilave olarak algılama melekesi olan bir ruh,
öküzün yaşaması farklıdır. insanda ise bunlara ilave olarak düşünme melekesi
Ruh bedenin bütünlüğünü ve bir aradalığını de olan bir ruh vardır. Yani düşünme melekesi olan
temin eder. Ancak belli bedenlerin ruhu olabilir. ruh diğer tüm melekelere de sahiptir.
Aristoteles’e göre, ancak organik bedenlerin ruhu Demek ki Aristoteles ruhu yaşayan nesnelerin
olabilir. Burada organik kelimesini gündelik anla- yaşam formu olarak düşünmekte, canlı varlıkların
yıştan uzak olarak açıklamamız gerekiyor. Organon hayatiyetlerini ve bedensel bütünlüklerini temin
kelimesi araç, alet anlamına geliyor; yani beden bir eden ve bedene edimsellik kazandıran bir şey ola-
yerde ruhun aletidir Aristoteles’e göre. Bedenin rak tasavvur etmektedir. Ona göre, bedenden ayrı
formu, biçimi olarak ruh bir cevherdir (ousia) ve bir ruh düşünülemez. Yani bedenin yok olmasıyla
bedenin edimselliğidir (energeia); ama burada form ruh da yok olur. Beden ruh için bir araç, bir alettir.
derken bedenin şeklini anlamıyoruz. Ruh olmadan Bedene edimsellik, eylemsellik kazandıran ruhun
gövdenin bir yaşayan kendisidir. Demek ki Aristoteles ruhu edilgen bir
nesnenin bedeni ol- şey olarak tasavvur etmiyor. Ona göre, ruh ve be-
ması mümkün değil- deni ayrı olarak düşünemeyiz, ruhun ayrılmasıyla
dikkat bedenin hayatiyeti son bulur -ruhun da varlığı sona
dir; ölü bir bedenin
Aristoteles ruhun ölümlü
de şekli vardır. Form erer. Yine görüyoruz ki Aristoteles kendisinden ön-
olduğunu söylemekle ken-
olarak ruh yaşayan ceki Sokrates ve Platon’un düşündüklerinin aksine
disinden önceki Sokrates
insanın varlık biçi- ruhu ebedi olarak görmemekte, bedenin ölümüyle
ve Platon’dan ayrılır.
midir. Zira yaşayan birlikte son bulduğunu savunmaktadır.
141
Sistematik Dönem II: Aristoteles
Öğrenme Çıktısı
4 Aristoteles’in bilgi anlayışını ana hatlarıyla irdeleyebilme
5 Aristoteles ve Platon’un ruh anlayışlarının farklı yönlerini tespit edebilme
142
İlkçağ Felsefesi
143
Sistematik Dönem II: Aristoteles
araştırmalarla
ilişkilendir
Kanun koyucuların göz önünde tutacağı en mızda böyle yapılmıyor; herkes kendi çocuklarını
önemli işin, gençliğin eğitimi olduğundan kimse kendi kendine ve ayrı olarak terbiye ediyor; ken-
şüphe edemez, zira bunu ihmal eden bir devlet en dince en iyi olan ayrı şeyler öğretiyor.
büyük hatayı işlemiş olur. Her vatandaş, içinde Halbuki, herkesin ilgilendiği şeyler üzerinde
yaşadığı hükümet şekline uyacak tarzda yetişti- öğretim bütün vatandaşlar için bir olmalıdır.
rilmelidir. Çünkü her hükümetin, kendine has
Hiçbir vatandaşın kendi kendine ait oldu-
olan, kendi temelini teşkil eden ve kendisini yaşa-
tan bir karakteri vardır. Demokrasinin karakteri ğunu sanmamalıyız; bütün vatandaşlar devlete
demokrasiyi, oligarşinin karakteri oligarşiyi yara- aittir. Her vatandaş, devletin bir parçasıdır. Her
tır. Bu karakter ne kadar iyi olursa, hükümet de parçanın bakımı, bütünün bakımından ayrı ola-
o kadar iyi olur. rak düşünülemez. Bu noktada Lakedaimonlular
en çok övülmeye değer; çünkü onlar çocukları-
Her meleke ve sanatın yapılabilmesi, önce- nın eğitimine çok önem verirler, bunu devletin
den alışma ve yetişmeye bağlıdır. Fazilet için de bir meselesi sayarlar.
bunun böyle olduğu meydandadır. Her devletin
tek gayesi olduğuna göre, eğitimin de herkes için Kaynak: Aristoteles Fikir Mimarları 13, İstanbul:
tek ve aynı olması, fert için değil umum için ol- Say Yayınları
ması gerektiğine şüphe yoktur. Halbuki zamanı-
Aristoteles’in ideal devlet düzeni diye tasavvur ettiği yapının totaliter olduğu yönünde güçlü eleştiriler
yapılmaktadır. Ancak yukarıda yönetim biçimi olarak Aristoteles’in monarşiye taraftar olduğunu görmüş-
tük. Aristoteles ahlak ve siyaset anlayışını insanın ve toplumun en olgun, en başarılı bir biçimde yaşadığı
bir hayatın nasıl bir hayat olması gerektiği sorusu etrafında şekillendirmiştir. Dolayısıyla insan doğasının
malûl olduğu kusurlara ve eksiklere bir alan tanıyan özgürlük anlayışına pek sıcak bakmadığı söylenebilir.
Öğrenme Çıktısı
144
İlkçağ Felsefesi
145
Sistematik Dönem II: Aristoteles
Öğrenme Çıktısı
146
İlkçağ Felsefesi
1 Aristoteles tabip bir ailenin çocuğu olarak Makedonya sarayında büyümüş ve öğrenimi için Atina’ya
gelerek ünlü düşünür Platon’un okulunda eğitim görmüştür. Platon’un ölümünün ardından özgün
düşüncelerini şekillendirmiş ve Atina’da Lykeion (Latincesi: Lyceum) adlı okulunu ve Peripatos ola-
rak bilinen düşünce ekolünü kurmuştur. Felsefesi bütün batı düşünce geleneğini derinden etkilemiştir.
Atina’da bir yabancı olduğu için bilhassa Atina ile Makedonya arasındaki siyasi gelişmelerden etkilenmiş
ve hayatının sonuna doğru Atina’dan ayrılmak zorunda kalmıştır.
3 Aristoteles mantığının üç temel ilkesini ‘özdeşlik ilkesi’, ‘çelişmezlik ilkesi’ ve ‘üçüncü halin imkansızlığı
ilkesi’ olarak sayabiliriz. Özdeşlik ilkesi, bir şey kendisi ile aynıdır önermesi ile özetlenebilir. Örneğin A=A
ifadesi bu duruma işaret eder. Çelişmezlik ilkesine göre ise, bir şey aynı şartlar altında aynı anda hem kendisi
hem de kendisinden başka bir şey olamaz. Son olarak üçüncü halin imkânsızlığı ilkesinin temel önermesi
şöyledir: bir şey ya kendisidir ya da kendisinden başka bir şeydir. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
147
Sistematik Dönem II: Aristoteles
4 Aristoteles’e göre bilgi ancak daha önce var olan başka bir bilgiden doğabilir. Bilmek demek bir şeyin
nedenini bilmek ve neden başka türlü olamayacağını bilmek demektir. Aristoteles’in bilgi kuramında
bir diğer önemli ilke ereksellik/teleoloji prensibidir. Yani bir şeyin gayesinin ne olduğunu bilmek bilgi-
nin önemli bir unsurudur.
5 Platon ve ondan önceki Sokrates’in ruhu ölümsüz olarak gören düşüncelerine karşı Aristoteles ruhu
bedene hayatiyet sağlayan bir form olarak tasvir etmiş ve bedenin ölümüyle birlikte ruhun ortadan
kalktığını söylemiştir.
6 Eski Yunan düşünürlerinin ahlak ve siyaset alanında bugünkü gibi ayrımlar yapmadıkları söylenebilir.
İnsanın ayırt edici vasıflarından birinin de sosyal bir varlık olmak olduğunu öne süren Aristoteles’e göre şehir
en ideal toplumsal örgütlenme biçimidir. Demek ki başarılı bir insan topluluğu şehir düzeni içinde yaşama-
lıdır. Bu şehirde daha olgun, daha başarılı bir veya birkaç kişinin (monarşi veya aristokrasi) yönetimi elinde
bulundurması Aristoteles’e göre adil olacaktır.
7 Aristoteles’in estetik anlayışının da Platon’un yaklaşımına göre olumlu olduğunu söyleyebiliriz. Ona göre
sanat mimesis yoluyla doğayı taklit eder ve izleyenlerin sağlıklı bir biçimde duygulanmalarına ve arınmalarına
imkân tanır. Aristoteles’in düşüncesinde sanat bilgilenme ve öğrenme için önemli bir unsurdur. Ona göre, sa-
nat mimesis yoluyla insanda bir arınma imkânı doğurmaktadır. Didaktik, etik, terapötik, entelektüel ve dramatik
boyutlarıyla bilhassa tragedya insanoğlunun eudaimoniayı elde etmesi yolunda önemli imkânlar sunmaktadır.
148
İlkçağ Felsefesi
1 Aristoteles için aşağıdakilerden hangisi söyle- 5 Aristoteles’in ahlak ilkeleri arasında aşağıda-
nemez? kilerden hangisi bulunmaz?
neler öğrendik?
A. Makedonyalı olup Stagira’da doğmuştur. A. Yaşamın gayesi serpilmek, inkişaf etmek, te-
B. Büyük Yunan filozofu Platon’un öğrencisidir. kemmül etmek manasındaki eudaimoniadır.
C. Düşünceleri sebebiyle idama mahkûm edilmiştir. B. Karakter melekelerinde başarılı olmak zihinsel
D. Mantık biliminin kurucusudur. melekelerde başarılı olmaktan önce gelmelidir.
E. Ekolü ‘yürüyenler’ anlamında peripatos ya da C. İnsana has melekelerde başarılı olmadan yaşa-
peripatetikler olarak da anılır. mın gayesine erilemez.
D. İnsan diğer varlıklardan aklı ile ayrıldığına göre
2 Aristoteles’in mantık anlayışı için aşağıdaki- aklını kullanmada mükemmelleşmekle başarı-
lerden hangisi söylenemez? ya ulaşır.
E. İnsana özgü melekeleri zihinsel melekeler ve
A. Mantık biliminin üç temel ilkesi vardır. karakter melekeleri olarak ayırabiliriz.
B. Özdeşlik ilkesi bir şeyin kendisinin aynısı oldu-
ğu ilkesidir ve A=A ile gösterilir.
C. Kategoriler cevher ve arazlardan oluşur ve varlı- 6 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in siyasi
ğı tüm halleriyle ifade edebilmemizi sağlarlar. görüşleri arasında yer almaz?
D. Bilgi edinmenin bir yöntemi tümdengelimdir. A. İnsan sosyal bir varlıktır ve yalnız yaşayamaz.
E. Aristoteles’in kurduğu mantık bilimine formel B. İnsan yaşamının bir amacı olduğu gibi toplum
veya bulanık mantık da denir. yaşamının da bir amacı vardır.
C. Aile hayatı da fert ve toplum hayatı gibi doğal
3 Aristoteles’in ruh anlayışı için aşağıdakilerden bir yapıdır.
hangisi söylenemez? D. Şehir köy toplumunun bir ileri biçimi, impara-
torluk da şehir devletinin bir ileri biçimidir.
A. Aristoteles’e göre ruhun ölümsüzlüğünden söz
edilemez. E. Şehir devleti için yurttaşların sayısının bir sınırı
olmalıdır.
B. Ruh bedenin formudur.
C. Aristoteles’in ruh hakkındaki görüşleri için
hylomorfizm kavramını kullanabiliriz. 7 Aşağıdakilerden hangisi Aristoteles’in estetik
anlayışı için söylenemez?
D. Aristoteles’in ruh hakkındaki görüşleri hocası
Platon’un görüşlerine paraleldir. A. Her sanat belli bir iyiyi hedeflemektedir.
E. Canlı varlıklar farklı farklı olduklarına göre B. Sanat insan hayatını taklit eder; buna mimesis
ruhlar da farklı farklı olmalıdır. denir.
C. İnsan hayatının kötü edimlerini komedi, iyi
4 Aristoteles’in bilgi anlayışı için aşağıdakiler- edimlerini tragedya taklit eder.
den hangisi söylenemez? D. Tragedya acıma ve korku yolu ile duygularda
arınmaya yol açar, buna katharsis denir.
A. Elleri olduğu için en zeki varlık insandır.
E. Katharsis kelimesinin didaktik, etik, terapötik,
B. Bilgi ancak daha önce var olan başka bir bilgi-
entelektüel ve romantik yorumları yapılmıştır.
den doğar.
C. Bilmek iki boyutludur.
D. Fani şeylerle ilgili asli bir bilgiden söz edilemez.
E. Tabiat olaylarını anlamaya çalışırken amaçsallık
ilkesinden faydalanmalıyız.
149
Sistematik Dönem II: Aristoteles
150
İlkçağ Felsefesi
1. C Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Hayatı” 6. D Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Siyaset An-
konusunu yeniden gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
3. D Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Ruh Anla- 8. A Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Ruh Anla-
yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. yışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
4. A Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Bilgi An- 9. C Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Bilgi An-
layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
5. B Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Ahlak An- 10. B Yanıtınız yanlış ise “Aristoteles’in Siyaset An-
layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
6 Anahtarı
151
Sistematik Dönem II: Aristoteles
Araştır Yanıt
6 Anahtarı
Kaynakça
Anagnostopoulos, G. (ed). (2009). A Companion to Barnes, J. (ed). (1995). The Cambridge Companion to
Aristotle. West Sussex: Wiley-Blackwell. Aristotle. Cambridge: Cambridge University Press.
Aristoteles. (1997). Nikomakhos’a Etik. Çev. Saffet Kaya, M. (2003). “Makūlât”. İslam Ansiklopedisi, Cilt
Babür, Ankara: Ayraç Yayınevi. 27, s. 460-461.
Aristoteles. (2005). Poietika şiir sanatı üzerine. Çev. N. Rapp, C. ve Corcilius K. (2011). Aristoteles Hanbuch
Kalaycı, Ankara: Pharmakon. Leben-Werk-Wirkung. Stuttgart: J.B.Metzler.
Barnes, J. (2000). Aristotle A Very Short Introduction. www.islamansiklopedisi.info
Oxford: Oxford University Press.
152
Bölüm 7
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
öğrenme çıktıları
Stoacılık
1 Stoa düşüncesinin bölümlerini ve önemli Epiküros ve Epikürosçuluk
temsilcilerinin isimlerini yazabilme 3 Epiküros’un hazcılığını ana hatları ile
1 2
2 Stoacıların kader anlayışları ile açıklayabilme
özgürlük düşünceleri arasındaki ilişkiyi 4 Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki
açıklayabilme benzer ve farklı yönleri ifade edebilme
3
Şüphecilik
5 Pyrrhonculuğun bilgi ve ahlak teorilerini
ilişkilendirebilme
154
İlkçağ Felsefesi
GİRİŞ
Helenistik felsefe “ahlaki” ve “dinî” dönem
olarak kendi içinde kabaca iki döneme ayrılmak- dikkat
tadır. Ahlaki dönemde Platon’un Akademisi ve Elealı Zenon ve Kıbrıslı Zenon dışında Zenon adı-
Aristoteles’in Lisesine ilaveten adından söz ettiren nı taşıyan başka filozoflar da vardır. İskenderiyeli
üç düşünce akımı göze çarpmaktadır. Bunlar Stoa- Zenon, Pergamumlu Zenon, Genç Zenon, Sidon-
cılık, Epikürosçuluk ve Şüpheciliktir. Dini dönem- lu Zenon ve Tarsuslu Zenon bunlardan bazılarıdır.
de ise, bir sonraki ünitede ele alınacak olan “Yeni-
Platonculuk” etkilidir.
Ahlaki dönem ekollerinden Epikürosçuluk bü- Kıbrıslı Zenon aslında bir tüccardır. Onun felse-
yük oranda tek bir doğrultuda ilerlemişken diğer feyle tanışması ise, sonraki dönemlerde düşüncesine
iki ekol kendi içinde farklı kısımlara ayrılmıştır. Bu ana rengini verecek olan “kader”in bir cilvesi olarak
nedenle, baştan sona aynı fikirleri savunmak anla- görülebilir. Zira mallarını yüklediği gemi Yunanis-
mında örneğin Stoacılık diye yekpare bir öğreti- tan yakınlarında batmış ve bunun neticesinde Ze-
den bahsetmek güçtür. Büyük oranda merkezî bazı non iflas etmiştir. O, talihsiz kazadan sonra Atina’ya
temalar, örneğin bir kaderin var olduğu yönünde- gelmiş ve tesadüfen Kinik okuluna mensup Crates
ki inanç ve panteistik Tanrı tasavvuru Stoa ekolü- ile tanışmıştır. Crates ile olan münasebeti Zenon’un
ne mensup düşünürler tarafından hemen hemen geliştirdiği felsefî yaklaşım üzerinde belirgin izler
istisnasız bir şekilde benimsenmiş olmakla birlikte bırakmıştır. Crates haricinde Zenon’un birlikte ça-
yer yer birbirinden farklı düşüncelerin ortaya çık- lıştığı isimler arasında bir süre Platon’un Akademi-
tığı da hatırda tutulmalıdır. Esasen bunu doğal asının başkanlığını yapmış olan Polemo ile Megara
kabul etmek gerekmektedir. Zira Stoa düşüncesi okulundan Stilpo da yer almaktadır.
milattan önceki dördüncü yüzyılın sonlarından Kıbrıslı Zenon milattan önce yaklaşık 300 yı-
milattan sonraki ikinci yüzyılın sonlarına kadar, lında kendi okulunu kurmuştur. Zenon’un öğretisi
yaklaşık beş yüz yıl boyunca etkinliğini sürdürmüş başlangıçta Zenonculuk olarak isimlendirilmiş ve
bir öğretiyi taşımıştır. Böylesine uzun bir süre içe- öğrencilerine de Zenoncular adı verilmiştir. Fakat
risinde, sayısız düşünürün aynı fikirleri hiç farklı ekol, zamanla, Zenoncuların toplandığı mekâna
yönlere sapmaksızın benimsemesi zordur. Etkileşi- atfen kullanılan bir tabirle Stoacılık olarak tanın-
me girilen kültürler, dönemin yarattığı yeni prob- mıştır. Zenon’un öğrencileri Atina’nın merkezî yer-
lemler veya bunların da ötesinde kişisel farklılıklar lerinden birinde, rengârenk boyanmış bir galeride
elbette ki meselelerin ele alınış ve fikirlerin üretiliş toplanarak felsefî meseleler üzerinde tartışmışlar-
tarzını dönüştürecektir. Bu bakımdan, ünite kap- dır. Okul bu nedenle Stoacılık olarak bilinmiştir.
samında gündeme gelecek olan öğretileri, örneğin
eski, orta ve yeni Stoa arasındaki farklılıkları bu
düşünceyi göz önünde bulundurarak irdelemekte Stoa Yunancada yüksek sütunlu galeri,
fayda vardır. sundurma anlamına gelmektedir. Stoacı-
lık tabiri buradan gelmektedir.
STOACILIK
Stoacılık Kıbrıslı Zenon (MÖ 334-262) tara- Kıbrıslı Zenon’un öğretisi felsefe tarihinin en
fından kurulan okula verilmiş bir isimdir. Felse- ilgi çekici ekollerinden birini teşkil etmektedir.
fe tarihinde Zenon adlı çok sayıda filozof vardır. Aşağıda bunun çeşitli nedenlerine işaret edilecektir.
Bunlardan özellikle ikisi oldukça meşhurdur. İlki Fakat yeri gelmişken belirtmek gerekir ki Stoacılık
paradoksları ile tanınan Elealı Zenon’dur. Stoa salt bir felsefî ekol olmanın ötesinde son derece katı
ekolünün kurucusu olan Zenon’a, Parmenides’in ahlaki kuralların biçimlendirdiği bir yaşam biçimi-
öğrencisi olan Zenon ile karıştırılmaması için, dir. Bu bakımdan, Zenon’un öğretisini uygulamalı
Kıbrıs’ın Kition kentinde doğmuş olması münase- bir felsefe olarak isimlendirmek mümkündür. Hiç
betiyle “Kıbrıslı” önadı verilmiştir. şüphesiz bu durum Zenon’un öğretisine has değil-
155
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
dir. Sokratesçi Kinikler ile Helenistik dönemin bir Stoacılığın ikinci evresi “orta Stoa” olarak isim-
diğer ekolü olan Epikürosçuluk da felsefelerini bir lendirilmektedir. Orta Stoa’nın başlıca iki tem-
yaşam biçimi olacak şekilde tasarlamışlardır (Sel- silcisi vardır. Bunlar Panaitios (MÖ 180-110) ve
lars, 2014, s. 2). Böyle olmakla birlikte, Stoacılık Poseidonios’tur (MÖ 135-51).
yarattığı etki bakımından felsefe tarihinde çok Üçüncü evre Stoa düşüncesi ise “yeni Stoa” veya
daha kalıcı izler bırakmıştır. Onun bilhassa çileci “Roma Stoası” olarak adlandırılmaktadır. Stoacılığın
Hıristiyan ahlakı üzerinde yarattığı derin etki dik- bu son döneminin en ünlü simaları arasında özellik-
kat çekmektedir. le üç isim öne çıkmaktadır. Bunlar Seneca (MÖ 4 –
Stoacılık kendisinden sonra gelen düşünceleri MS 65), Epiktetos (55-135) ve Marcus Aurelius’tur
etkilediği gibi, kendisinden önceki bazı öğretile- (121-180). Bu dönem, Stoa düşüncesinin en dikkat
rin de etkisi altında kalmıştır. Bu kapsamda, Sto- çekici yönlerinden
acıların felsefesini biçimlendirdiği söylenebilecek birini de yansıtmak-
çok sayıda kaynağa işaret etmek mümkündür. tadır. Stoacı yaşam
dikkat
Bunlar Herakleitos, Sokrates ve Kinik okuludur. öğretisi toplumun her
Stoa ekolüne mensup fi-
Demokritos’un da Stoacılığın oluşumu üzerinde katmanından insanı
lozoflardan Epiktetos bir
etkisi olduğu iddia edilebilir. cezbetmiştir. O kadar
köle, Marcus Aurelius ise
Stoacılık, Kıbrıslı Zenon tarafından kurulduğu ki bir köle ile bir im-
bir imparatordur.
milattan önceki 300 yılından, son temsilcisi Mar- parator aynı düşünce-
cus Aurelius’un ölümüne (yaklaşık olarak milattan ye bağlanabilmiştir.
sonra 180 yılına) kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Stoacılığın üç dönemi birbirini kesintisiz bir
Felsefe tarihinde bu evreler kabaca üç başlık altında şekilde takip etmiş değildir. Bununla birlikte, söz
toplanmaktadır. Her üç evre de çok önemli isimleri konusu üç evre, Stoacılığın eksiksiz bir tasvirini
içermektedir. Söz konusu evreler için verilen tarih- yapabilmek amacıyla ünite kapsamında art arda
lerin yaklaşık tarihler olduğu unutulmamalıdır. sıralanmıştır.
Stoacılığın birinci evresi genellikle “eski Stoa”
ya da “eski Stoacılık” olarak anılmaktadır. Eski Sto- Eski Stoa
acıların en ünlüsü şüphesiz okulun kurucusu olan
Helenistik felsefenin üç okulu, yani Stoacılık,
Kıbrıslı Zenon’dur. Kıbrıslı Zenon dışında eski
Epikürosçuluk ve Şüphecilik Yunan düşüncesinin
Stoacılığı şekillendirdiği söylenebilecek olan pek
kendi köklerine geri dönüşünün ifadeleri olarak ka-
çok isim vardır. Bunlar arasında Kleanthes (MÖ
bul edilmektedir (Von Aster, 2015). Her üç okul da
331-232) ve Khrysippos (MÖ 280-206) isimleri-
bilhassa Platon’dan önce ortaya konulan çeşitli fikir-
nin özellikle zikredilmesi gerekir.
leri benimsemiş ve bu fikirleri kendi kavramsal çer-
çeveleri dâhilinde yeniden üretmiş gözükmektedir.
Düşünceleriyle Stoacılığın oluşumuna katkı-
da bulunduğu söylenebilecek pek çok isim vardır.
Herakleitos’un bunlardan biri olduğuna daha önce
işaret edilmişti. Onun Stoacılık üzerindeki etkisi
okulun her üç evresinde de gücünü korumuştur.
Kiniklerin Stoacılık üzerindeki etkisi ise za-
manla kaybolmuş gözükmektedir. Stoacıların özel-
likle “doğaya uygun yaşam” olarak özetlenebilecek
ahlaki öğretileri büyük oranda Kinik okulunun
etkisi altında biçimlenmiştir. Fakat Zenon Kinik
öğretilerini aynen benimsemiş değildir. Kinikler
erdemin doğal bir yaşam sürdürmeyi gerektirdiği
iddiasına dayanarak toplumdan uzak durmayı sa-
lık vermişlerdir. Stoacılık ise doğaya uygun yaşam
Resim 7.1 Stoacılığın Kurucu İsimlerinden Khrysippos fikrini benimsemekle birlikte toplumsal hayattan
uzak durmayı zorunlu görmemiştir. Bu itibarla,
156
İlkçağ Felsefesi
Stoacılık, eski Kiniklerin öğretisini geniş kitlelerin diğimiz için neyin niçin gerçekleştiğini tam olarak
yadırgamayacağı bir biçime sokmuştur. Onlar bil- bilemeyiz. Her şey Tanrı tarafından, bir amaç ve
giye ve bilgili olmaya büyük önem vermiştir. Hem bilgi doğrultusunda belirlenmiştir. Bize düşen, sahip
Kiniklere benzeme hem de onları aşma çabası daha olmadığımız için hadiseleri anlamakta ve açıklamak-
en başta Kıbrıslı Zenon’un yetişmesi ve gelişmesi ta zorlandığımız bu Tanrısal bilgiye teslim olmaktır.
sırasında beliren bir eğilim (Störig, 2015, s. 275)
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Materyalizm maddecilik demektir. Ma-
teryalistlere göre, evrendeki tek gerçeklik
maddedir.
dikkat
Herakleitos, Demokritos, Sokrates ve Sokratesçi
bir ekol olan Kinik düşüncesi Stoacı öğretinin ge-
lişimi bakımından birer kaynak işlevi görmüştür.
dikkat
Belirli kavramlar dâhilinde sınıflandırılan filozof-
lar her konuda aynı şeyi düşünmezler. Örneğin
Stoacılar tıpkı Kinikler gibi insanın özgürlü- materyalist olduğu bilinen filozoflar bazı konular-
ğünü, onun erdemliliği ile özdeşleştirmektedirler. da birbirinden farklı yaklaşımlar sergileyebilirler.
Yalnız şu kadarını eklemek gerekir ki Stoacılar Ki- Nitekim Demokritos ve Stoacılar materyalisttir.
niklerde olduğu gibi bütün uygarlık unsurlarını Fakat Demokritos evrende bir zorunluluğun oldu-
katı bir şekilde reddetme taraftarı değildirler. Öz- ğunu ve zorunluluğun olduğu yerde amaçtan bah-
gür insan erdemli insandır ve onlara göre özgür- sedilemeyeceğini düşünürken Stoacılar evrendeki
lük kayıtsızlığı gerektirir. Özgürlük duygulardan, zorunluluğu Tanrısal bir amaç eşliğinde açıklama-
arzulardan bağımsız olmak, bunlara karşı kayıtsız ya çalışırlar.
kalabilmek demektir. Bununla birlikte, Stoacıların
özgürlüğe atfettiği anlama dikkat etmekte fayda
vardır. Onlar kadercidirler. Kader, sonsuza değin Eski Stoacıların Mantık ve Bilgi
kendi kendini tekrar eden kozmik bir döngünün Anlayışı
ifadesidir. İnsan değiştiremeyeceği kadere itaat ede-
rek, en azından onun karşısında kayıtsız kalarak Stoacılar, Kıbrıslı Zenon’u takip ederek, felse-
özgürlüğe, dolayısıyla da mutluluğa ulaşabilir. feyi üç başlık altında incelemiştir: mantık, fizik ve
ahlak. Mantık, doğru bilgiye ulaşmanın aracı ola-
Stoacılar materyalisttirler. Materyalizmi benim- rak tasarlanmıştır ve “doğru bilgiye ulaşmanın yön-
semiş olmaları Demokritos’un etkisine işaret etmek- temi nedir?”, “bilgimizin kaynağı ve sınırları neler-
tedir. Bununla birlikte, onların Demokritos’tan ay- dir?” gibi soruları ele alır. Fizik, evrenin yapısı ve
rıldıkları önemli noktalar var. Örneğin Demokritos’a temel yasaları ile ilgili sorunları çözüme kavuştur-
göre evrendeki tüm hadiseler zorunluluğun bir so- ma çabasındadır. Ahlak ise insanı mutluluğa götü-
nucudur ve zorunluluk evrende bir amacın (telos) recek olan yolu bulmaya çalışmaktadır (Von Aster,
olmadığını göstermektedir. Bu nedenle Demokritos 2015). Bu üç alan birbirinden farklı gibi görün-
evrenin teleolojik bir yöntem dâhilinde açıklanma- se de birbiriyle bağlantılıdır. Stoacılara göre, bilgi
sına karşıdır. Stoacılar ise zorunluluğu kabul etmek- olmadan evreni kavramak, evreni kavramadan da
le birlikte ona kader adını vermektedirler. Bunu, ahlaklı bir yaşam sürdürmek, dolayısıyla da mutlu
şüphesiz, zorunluluğun bir amaç doğrultusunda olmak imkânsızdır.
mevcut olduğu şeklinde yorumlamak gerekecektir.
Buna göre, Tanrı her şeyi önceden belirlemiştir. O Zenon’un bu üçlü ayırımına sonraki dönemde
tümel akıldır ve her şeyin gerekçesi O’nun bilgisinde öğrencisi Kleanthes tarafından bazı ilaveler yapıl-
mevcuttur. Hiçbir şey keyfi ve rastlantısal bir şekil- mıştır. Örneğin Kleanthes mantık alanına retoriği,
de ortaya çıkmaz. Stoacıları kadere rıza göstermeye fizik alanına teolojiyi, ahlak alanına ise politikayı
iten şey, belki de, bu bilginin mevcudiyetine olan eklemiştir. Bununla birlikte eski Stoanın üç düşü-
inançlarıdır. Duyular bize çok dar bir bilgi alanı sun- nürü (Zenon, Kleanthes ve Khrysippos) açısından
maktadır ve biz şeylerin nihai sebeplerini keşfedeme- yukarıdaki ayırım geçerlidir (Zeller, 2008).
157
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
158
İlkçağ Felsefesi
159
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
160
İlkçağ Felsefesi
runlu bir koşulu olarak takdim edilir (Thilly, 2000, dıklarına işaret edilmelidir (Inwood ve Gerson,
s. 201). Çağdaş din felsefesi tartışmalarında sıkça 2008). Bu bakımdan, onlar Aristoteles’i bütünüyle
gündeme getirilen bu cevaplar Stoacıların felsefî takip etmiş değildirler. Bütün doğa, onlara göre,
miraslarından biri olarak da kabul edilebilir. dört parçaya bölünmüştür. Yaratıcı pneuma (nefes)
Eğer her şey belirlenmişse ve her şey bu daire- inorganik şeyler-
sel hareket içerisinde sürekli kendi kendini tekrar de salt olarak, bit-
ediyorsa, mevcut olanı iyileştirmenin imkânsızlığı kilerde doğanın
tebarüz eder. Bu, yapabileceğimiz en iyi şeyin onu oluşturucu gücü dikkat
mevcut haliyle sürdürmek olduğu anlamına gele- olarak, hayvanlar- Stoacılar açısından, kader ne-
cektir. Başka bir deyişle, evrensel kader karşısında da arzu eden ruh densiz ve keyfî bir süreç değil-
yapabileceğimiz tek şey, payımıza düşeni kabul ve insanlarda aklî dir, o amaçlı ve planlı-prog-
etmek, ödevimizi eksiksiz yerine getirmek, olana ruh olarak faaldir ramlı bir gerçekliktir.
ağırbaşlılıkla ve sebat içerisinde rıza göstermektir (Zeller, 2008).
(Skirbekk ve Gilje, 2014, s. 134). Nitekim Stoa-
cılar ahlak anlayışlarını tamamen bu fikir üzerine Eski Stoacıların Ruh Anlayışı
inşa etmişlerdir. Madem müdahale edemiyoruz,
Stoacılar evrendeki tek gerçekliğin madde oldu-
madem hadiselerin akışını değiştiremiyoruz, o hal-
ğunu söylerken hiçbir istisnaya yer vermezler. Bu
de rasyonel varlıklar olarak makul bir tercihte bu-
nedenle, ruh ve Tanrı da maddî bir yapıya sahiptir.
lunmalı ve olana rıza göstermeliyiz.
Ne Platon’un idealarından ne de maddî olmayan
bir Tanrı’dan veya ruhtan bahsedilebilir. Tanrı ve
ruh vardır fakat bunlar tamamen maddî bir tabi-
ata sahiptir (Brennan, 2014, s. 106). İnsan ruhu
dikkat çok ince ve görünmez olan Logos’tan bir parçadır.
Stoacılara göre, evrende cereyan eden her şey Tanrı Logos saydam ve görünmez bir maddedir. Ruh
tarafından önceden sıkı bir şekilde belirlenmiştir. ateşten gelerek bir nefes gibi vücudun bütününe
Yani bir kader vardır. İnsanın hadiselerin akışına karışmış ve yayılmıştır. Ruh bedenden ayrılınca be-
müdahale etmesi, başka bir deyişle kaderi değiş- den yaşama kuvvetini kaybeder ve ölür. Fakat ruh
tirmesi mümkün değildir. O halde kadere rıza bedenin ölümünü müteakip bir süre canlı kalır ve
göstermekten başka çıkar yol yoktur. Bir özgürlük sonra ateşe döner (Elmalı ve Özden, 2013, s. 180).
varsa, bu, ancak kadere teslimiyet şeklinde tecelli Zenon Tanrı ile evren arasındaki ilişkinin insan
edebilir. açısından ruh ile beden arasındaki ilişkiyle özdeş
olduğunu düşünmektedir. Nasıl ki Tanrı evrenin
ortaya çıkmasını ve hareketini sağlayan rasyonel
Esasen evrenin oluş ve bozuluşu Tanrı’nın ne-
ilke ise, ruh da insanın davranışlarını belirleyen
fes alış-verişine benzetilebilir. Tanrı nefes verirken
ilkedir. Ruh bedene tamamen egemendir. O sıcak
evren ortaya çıkmakta, O’nun nefes aldığı anda ise
bir nefestir (pneuma) ve bedeni bir arada tutmak-
evren kaynağına, Tanrı’ya geri dönmektedir. Bu
tadır. Pneuma, Zenon’un düşüncesinde, Tanrısal
sonsuza kadar böyle devam eder. Evrenin Tanrı’ya
zihnin evrene içkinliğinin maddî temelidir (Preus,
geri dönüşünün rasyonel gerekçesi, arınmadır (kat-
s. 311). Bu, panteist bir Tanrı anlayışının ifadesidir.
harsis). Nesneler, her defasında bu sürece tabi ola-
Tanrı evrenin dışında, ondan ayrı bir varlık olarak
rak arınırlar. Bu, Stoacı kader anlayışının belirli bir
değil, evrene içkin bir varlık olarak mevcuttur. O,
rasyonalitesinin bulunduğu anlamına gelmektedir.
tıpkı bir nefes gibi evrenin özüne sinmiştir.
Stoacıların fizik anlayışları Aristoteles’in kısmî
etkisini taşımaktadır. Onlar Aristoteles’in dört un-
sur teorisini benimsemişlerdir. Aslında bu teori, Pneuma Yunanca bir kelimedir ve nefes
hatırlanacağı üzere, Aristoteles’ten de önce, Em- anlamına gelmektedir. Zenon’un düşün-
pedokles tarafından gündeme getirilmiştir. Evren cesine göre, ruh bir nefes gibi bedene
hava, ateş, toprak ve sudan oluşmaktadır. Bununla yayılmıştır. Tanrı da tıpkı ruh gibi evrene
birlikte, Stoacıların Aristoteles’in beşinci bir unsur yayılmış bir sıcak nefestir.
olarak ilave ettiği “esîr”in mevcudiyetine inanma-
161
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
162
İlkçağ Felsefesi
gelerdir. Bilgelik için çizilen çerçeve, bilgi ile bağ- içgüdülerin üstlenmesidir. Doğal olan ise aklın
lantılı yaşam biçiminin zorunluluğu ve bu tür bir egemenliği eline almasıdır. Doğal olan akla uygun
hayatın çetinliği mutluluğun genel bir amaç olarak olandır. Dolayısıyla ahlak akla uygun bir yaşam,
hayata geçirilmesini güçleştirmektedir. erdem ise akla uygun yaşam hakkındaki bilgi ve
“Doğayla uyumlu hayat” Stoacı düşünürlerin bunun hayata aktarılmış halinden ibarettir.
her üç dönemde de tutarlı bir şekilde benimse- Kıbrıslı Zenon, eylemleri ahlaki bakımdan üç
dikleri bir idealdir. Ahlakla ilgili bütün Stoacı id- kategoriye ayırmaktadır. Doğru veya yanlış ey-
dialar bu idealle uyumlu biçimde yorumlanmak- lemler, ödeve uygun veya ödeve aykırı eylemler ve
tadır. İnsan rasyonel bir varlık olarak evrendeki ilgisiz kalınacak eylemler. Doğru eylemler, ruhun
rasyonel ilkeye uymalı ve onun koyduğu kuralları birliğinin doğru durumundan çıkmış olan eylem-
benimsemelidir. Evrenin rasyonel ilkesi Tanrı’dır, lerdir. Yanlış olan eylemler ise, bunun tam aksi-
dolayısıyla O’nun iradesi her şeyi belirlemektedir. ne, hegemonikonun ruhun bütünlüğü üzerindeki
Bize düşen, bu iradeye rıza göstermeyi tercih etmek- birleştirici gücünü kaybetmesinin bir sonucudur.
tir. İnsan kendisi dışında cereyan eden hadiselere Bu eylemlerde akıl değil duygular ağır basmakta-
odaklanır ve bunlar üzerinden bir mutluluk devşir- dır. Ödeve uygun eylem akıldan değil, varlığımızı
meye çalışırsa mutlu olamaz. Koşulları değiştirmek koruma içgüdüsünden doğar. Bunlar ahlak bakı-
yerine bunları kabullenirsek veya bunlar karşısında mından aldırılış edilebilir bir nitelikte değildirler
kayıtsız kalırsak ancak mutluluğa ulaşabiliriz. fakat akıl karşısında haklı çıkarılabilirler. Ödeve
Hiç şüphesiz bu yaklaşım önemli bazı tartışma- aykırı eylemleri ise ahlaki açıdan haklı çıkarmak
lara gebedir. Örneğin hem mutluluğu ahlakın nihai mümkün değildir (Gökberk, 2016, s. 96). Zenon
amacı olarak belirlemek hem de insanı üstesinden bir eylemin ahlakiliğini bizzat o eyleme neden olan
gelemeyeceği bir kader ile baş başa bırakmak mutlu- düşünceden türetmektedir. Bu esasen Immanu-
luğa ulaşmayı zor hatta imkânsız hale getirmektedir. el Kant’ın ahlak anlayışı ile çok yakın bir ilişkiyi
En azından kişinin iradesini kullanmasını anlamsız göstermektedir. Kant’ın ahlak anlayışı gerek ödev
kılan bir tercihle karşı karşıya kaldığı ortadadır. Böyle kavramına yüklediği anlam, gerek eylemleri ayırma
olmakla birlikte, Stoacılar insanın özgür olduğu fik- biçimi (ödeve uygun, ödeve aykırı, sırf ödev bilin-
rindedirler. İnsan en azından kayıtsız kalmayı tercih ciyle gerçekleştirilen eylemler), gerekse eylemlerin
etme özgürlüğüne sahiptir. Ayrıca, doğaya ve doğada ahlaki değerini doğrudan onları ortaya koyduran
cereyan eden hadiselere (kadere) boyun eğmenin bir niyette arıyor olması bakımından Stoik bir karakter
rasyonalitesi de vardır şüphesiz. Örneğin Kleanthes arz etmektedir.
kadere rıza göstermenin ahlakiliğini Tanrı’nın yetkin- Stoacılara göre, en yüksek iyi, kendi kendisi
liğine dayandırmaktadır. Tanrı yetkin olduğuna göre, için yapılan erdem, ödev olduğu için yerine geti-
O’ndan hiçbir kötü- rilen ödevdir. Yalnız erdem bizi mutlu eder ve bu-
lük sâdır olamaz. Bu nun menfaatle herhangi bir ilişkisi olamaz. Fakat
nedenle, bilge kişi unutmamak gerekir ki bir insan ya erdemli ya er-
dikkat Tanrı’nın iradesine demsizdir. Onun bazen erdemli olması bazen ise
Stoacılar insanı içinde yaşa-
ve o iradenin göster- erdemsiz bir yaşam sürdürmesi mümkün değildir.
dığı koşulların değil, bun-
gesi olan kadere gö- Erdem kısmî zamanlı olarak sahip olunabilecek bir
lar karşısındaki tutumunun
nül huzuruyla teslim unsur değildir. Ana erdemlerin (bilgelik, cesaret,
mutlu veya mutsuz ettiğini
olabilir. Zira bu tesli- ölçülülük ve adalet) birine sahip olmak demek, on-
düşünür.
miyetten bir kötülük ların hepsine sahip olmak anlamına gelmektedir.
doğmayacağını bilir. Tıpkı bunlardan birine sahip olmamanın diğerle-
Stoacıların ahlak tartışmalarına sağladıkları en rine de sahip olmamak anlamına geldiği gibi. Bu
önemli katkılardan biri, onların “doğal olan” ile nedenle, Stoacılar insanları ikiye ayrılırlar: iyiler
“doğaya aykırı olan” arasında yaptıkları ayırım ve ve kötüler (Weber, 2014, s. 109), başka bir deyişle
“doğal olan”a dayalı olarak gündeme getirdikleri temel erdemlerin tamamına sahip olanlar ve sahip
“ödev” kavramıdır. Doğal olan ile doğaya aykı- olmayanlar. Bu sınıflandırma, Stoa ahlakının katı-
rı olan arasında bir karşıtlık vardır. Doğaya aykı- lığını ve çetinliğini göstermesi bakımından dikkat
rı olan şey, insanın eylemlerini belirleme görevini çekicidir.
163
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
164
İlkçağ Felsefesi
akıl ve ruh sahibi olan bir şeye sebep olamaz. Dün- (doğa) bütün insanlara aynı yasayı, aynı hakları
yada akıl ve ruh sahibi varlıkların mevcut olduğu vermiştir. Bu nedenle Stoacıların sosyal ideali bir
bir gerçektir. O halde, bu, dünyanın (doğanın) akıl “dünya yurttaşlığı” olarak isimlendirilebilir.
ve ruh sahibi olduğunu göstermektedir (Brennan,
2014). Doğa ile Tanrı arasında kurulan özdeşliği
hatırlayacak olursak, doğadaki akıl ve ruhun varlı-
ğını ispatlamak üzere başvurulan bu muhakemenin dikkat
Tanrı’nın mevcudiyetini ispatlama amacını taşıdığı Stoacılar bireyin kendi kendine yetmesi gerektiği-
ortaya çıkacaktır. ni düşünürler. Fakat Kinikler gibi toplumsal haya-
Stoacılar dindarlığın tanrılara tapınma ve on- tı dışlamazlar.
ları yüceltme bilgisi olduğuna inanmaktadırlar.
Fakat özü itibariyle din, tanrılar hakkındaki doğru
görüşlere, onların iradelerine itaat etmeye, mü- Stoacıların ulus devlet fikrine uzak durarak bir
kemmeliyetlerini taklide, kalp ve irade saflığına, dünya devleti fikrini desteklemelerinin nedeni on-
tek kelimeyle bilgelik ve erdeme dayanır (Zeller, ların sahip oldukları bütünlüklü evren anlayışın-
2008, s. 313). dan çıkarsanabilir. Stoacılara göre, insana ve evrene
aynı akıl hâkimdir. İnsan, tabiatı gereği, akla uygun
davranmak zorunda olduğu için akla dayalı kanun-
Eski Stoacıların Devlet ve Toplum larla işleyen bir dünya düzeni kurulabilir. Örneğin
Anlayışı aklın ortaya koyabileceği temel bir yasa, aynı akla
Stoacılığın Kiniklerden ayrıldığı söylenebilecek sahip olan bütün insanlar tarafından kabul göre-
en belirgin etki onların devlet ve toplum hakkın- cek ve geçerli olacaktır (Elmalı ve Özden, 2013, s.
daki kanaatlerinde gözlenmektedir. Hatırlanacağı 182). Bu nedenle ulusların sürekli rekabet etme-
üzere Kinikler erdemli bir hayat karşısında risk sine neden olacak ulus devletler yerine, herkesin
teşkil ettiğini düşündükleri, insanın özgürlüğü- hakça eşit olduğu bir yapı olarak dünya devleti fikri
nü elinden alması ve dolayısıyla da onu erdem- onlara daha makul görünmüştür.
sizleştirmesi muhtemel bulunan şeylerden uzak Eşitlik ideali üzerine kurulan bu devlet ve top-
durmayı salık vermektedir. Bu kapsamda evlilik, lum anlayışı Stoacılığın sonuna kadar mevcudiye-
adabımuaşeret kuralları gibi toplumsal hayatın ve tini korumuştur. Kökleri sofistlerde olan ve doğal
uygarlığın çeşitli görünümlerini reddetmekte ve hukuk anlayışına yol açan bu düşünceler sonraki
bireyci bir yaşam sürdürmeyi tercih etmektedirler. dönemde Roma hukukuna da temel teşkil etmiştir
Bireycilik toplumsal yaşamın ve giderek devletin (Gökberk, 2016, s. 97). Stoacıların devlet ve top-
kayıtsız kalınması gereken unsurlar olduğu yargı- lum anlayışları bu olumlu niteliklerine ek olarak
sını üretmektedir. Stoacılar kendi kendine yeten bugünkü devlet ve toplum anlayışları bakımından
birey idealini korumakla birlikte, Kiniklerin top- tuhaf bulunması kaçınılmaz olan bazı unsurları
lum ve devlet karşısındaki kayıtsızlıklarına iştirak da içermektedir. Örneğin Kıbrıslı Zenon toplum
etmezler. Onların da bireyci bir tutumları vardır içinde kadının ortak olması gerektiğini düşünmek-
şüphesiz fakat en azından bilgeler arasındaki bir tedir. Ona göre, kadınlar ve erkekler aynı şeyleri
toplumsallıktan, bilgelerin kendi aralarında inşa giymelidirler. Para ortadan kalkmalı, mahkemeler
edecekleri bir toplumsal ilişkiler ağından bahset- lağvedilmeli, evlilik yasaklanmalı, geleneksel eğiti-
mekte ve bunu desteklemektedirler. Öte yandan me son verilmelidir (Sellars, 2014, s. 6).
onlar bir “dünya devleti” anlayışını da ısrarla sa-
vunmuşlardır. Zenon insanın toplum içinde yaşa-
masını doğal ve akla uygun bir içgüdünün sonucu
olarak görmektedir. Bireyler arasındaki dostluk
dikkat
ilişkisi dışında, siyaset ve devlet teorisi bakımın-
Stoacıların “dünya devleti” fikri onların ortak bir
dan Zenon bir arada oluşa anlam yüklemez. O
insan doğasının mevcut olduğuna yönelik inançla-
millet ve ulus gibi kavramlara yabancıdır. Ona
rına dayanmaktadır.
göre bütün tarihsel, ulusal ayrılıklar aklın yasası
karşısında ortadan kalkar (Gökberk, 2016). Akıl
165
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
yaşamla ilişkilendir
“Kral Antinogos filozof Zenon’u selamlar. sürece, sendeki bu öğrenme aşkını beğeniyorum.
Talih ve ün bakımından senin yaşamının Felsefeye karşı büyük heves duyan ve birtakım
önünde olduğumu düşünüyorum, ama akıl ve eği- gençlerin ruhunu gevşeten o herkesin övdüğü
tim bakımından, sanırım, senin kazandığın eksik- zevkten uzak duran kişi, belli ki, yalnızca yaratı-
siz mutluluğun gerisindeyim. Bu yüzden, isteğimi lışça değil, kendi seçimiyle de soyluluğa eğilimli
geri çevirmeyeceğine inanarak, seni yanıma çağır- bir insandır. Soylu bir yaratılışın ılımlı bir çalış-
maya karar verdim. Sen de ne olursa olsun bir tek manın yanında seve seve öğreten bir hoca ile er-
benim değil, toplu olarak bütün Makedonyalıların deme tam anlamıyla ulaşması kolay olur.
eğiticisi olacağını göz önünde tutarak, elinden ge- Bana gelince, yaşlılık yüzünden bedence za-
leni yap. Çünkü Makedonya’nın yöneticisini eği- yıf düştüm; nitekim seksen yaşındayım; bu yüz-
tip erdeme yönelten kişinin uyruklara adam olma- den senin yanına gelemem. Ama sana kendi ça-
yı öğreteceği ortadadır. Nitekim, yönetici nasılsa, lışma arkadaşlarımdan bazılarını gönderiyorum:
uyruklar da çoğunlukla öyle olurlar. Bunlar benden ruhça aşağı değiller, ama bedence
Zenon da şöyle yanıt verdi: üstünler; onlarla birlikte olursan, eksiksiz mutlu-
luğu yakalayanların üstünde yükseleceksin.”
Zenon kral Antigonos’u esenler.
Töreleri bozacak türden avam bir eğitimle Kaynak: Diogenes Laertios (2002), s. 304-305
değil de, gerçek ve yararlı eğitimle ilgili olduğun
Orta Stoa Eski Stoa evreni belirli aralıklarla yok olup yeni-
Orta Stoanın en önemli temsilcileri Panaitios ve den ortaya çıkan bir niteliğe sahipmiş gibi tasavvur
Poseidonios’tur. etmektedir. Panaitios ise bunu kabul etmez. Ona
göre, evren sonsuz (kesintisiz) bir yapıya sahiptir.
Eski Stoacılar Pythagorasçılığın da etkisiyle ruh ve
Panaitios bedeni birbirinden ayrı iki unsur olarak kabul et-
Stoacı düşüncenin üç evresinde aynı fikirlerin mektedir. Onlara göre, beden ölünce ruh ölmez ve
birebir benimsenmediğine önceki kısımlarda temas tümel ruha geri döner. Panaitios ise ruh ve bedenin
edilmişti. Panaitios bu durumun somut örneklerini Tanrı tarafından bütünleşik bir formda, bir arada
bizlere sunmaktadır. yaratıldığını, bu ikisinin birbirinden ayrı olmadı-
ğını düşünmektedir. Beden ölünce ruh da ölmüş
Panaitios eski Stoa’ya çeşitli açılardan karşı çık- olur. Bu, ruhun bedenden önce var olmadığı gibi,
maktadır. Eski Stoacılar ideal bir insan tipleme- ondan sonra da mevcut olamayacağı anlamına gel-
sinden bahsetmektedirler. Onlara göre, insan ya mektedir. Dolayısıyla, Panaitios ruh-beden ilişkisi
zeki ya da aptaldır. Panaitios ise insanları tek bir konusunda monist bir yaklaşımı benimsiyor gö-
tipe göre tanımlamanın doğru olmadığı, evrensel zükmektedir (Elmalı ve Özden, 2013).
(ideal) bir insan tipinin olamayacağı kanaatindedir.
Panaitios’un eski Stoacılardan ayrıldığı bir diğer
Onun eski Stoacılara karşı çıktığı ikinci husus ise nokta ise halk dinine yönelik tutumudur. Eski Sto-
onların benimsediği “dünya devleti” anlayışıdır. acılar halk dinine yakın durmakta ve ondaki çeşitli
Panaitios ulus devletlerin ve milletlerin mevcudi- unsurları benimsemektedirler. Panaitios ise halk
yetini anlamlı ve gerekli bulması bakımından eski dini karşısında daha özgür bir yaklaşım benimser.
Stoa okulundan ayrılmaktadır. Nasıl ki her birey Ona göre, biri şairlerin ve filozofların, diğeri ise
kendi kişiliğinde taşıdığı ideali gerçekleştiriyorsa, devlet adamlarının olmak üzere iki din vardır. Ken-
her millet de kendi tarihsel sınırları dâhilinde, ken- disi ikincisini tercih etmektedir (Gökberk, 2016).
dine has idealleri hayata geçirir ve görevleri yapar Bu açıdan bakıldığında, Panaitios’un gözünde di-
(Von Aster, 2015). nin politik değer ve işlevi doğrultusunda irdelen-
mesi gereken bir unsur olduğu iddia edilebilir.
166
İlkçağ Felsefesi
167
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
168
İlkçağ Felsefesi
etmek gerektiği yö- ka bir deyişle bilgiye ulaşmamızı mümkün kılan şey
nündeki tavsiyesi de bizdeki aklın Tanrısal akıldan bir parça olmasıdır
dikkat bu fikrin bir uzanımı (Epictetus, 1956, s. 9). İnsan aklı tümel akıldan
Stoa düşünürlerinden Ze- olarak kabul edilebi- alınmış bir paydır.
non, Kleanthes ve Seneca lir. Önde gelen Stoa- İnsan kaderin getirdiklerine razı olmalıdır. Tanrı
intihar etmiştir. cıların intihar ederek her şeyi verdiği gibi onları geri de alabilir. Sebepsiz
ölmeleri belki de bu yere sahip olduğumuz şeyleri sevinçle karşılarken,
düşüncenin fiili bir bunları kaybetmeyi niçin bir üzüntü ve keder sebe-
uygulaması olarak tasarlanmıştır. Zenon ve Kleant- bi olarak görelim? Böyle bir durumda suçlamanın
hes intihar ederek yaşamlarına son vermişlerdir. Se- herhangi bir rasyonalitesi olamaz (Epictetus, 1952,
neca da intihar etmiştir fakat onun intiharı impara- s. 279). İnsan her iki durumu da olgunlukla karşı-
tor Neron’un direktifi neticesinde gerçekleşmiştir. lamalıdır. Sahip olunan şeyler de kaybedilen şeyler
de insandaki metaneti ortadan kaldırmamalıdır.
Takip edilmesi gereken yol, kadere boyun eğmek
Epiktetos ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürdürmektir.
Epiktetos Roma Stoacılığının temsilcileri ara- Bilgelik doğaya uygun yaşam için gereken ente-
sında özel bir yere sahiptir. Seneca Roma impara- lektüel donanıma sahip olmak demektir. Bilge kişi
torluğunun yönetim kademesine yakın biri olarak davranışlarının doğayla uyumu oranında mutlu
yaşamış ve Neron’a hocalık yapmıştır. Epiktetos’tan olacağını kavrayan kişidir. Bilge, evrende değiştir-
sonraki isim olan Marcus Aurielius Roma impara- meye güç yetiremeyeceği egemen bir Tanrısal ya-
torlarından biridir. Epiktetos ise bir köle olarak doğ- sanın, kaderin mevcudiyetine şahitlik eder. Bunu
muş, sonrasında sahibi tarafından azat edilmiştir. değiştirmeye çalışmak yerine ona uyum sağlamak
Epiktetos tıpkı Seneca gibi Stoanın felsefî mira- gerekmektedir. Kendimiz dışındaki hiçbir şeyi
sına büyük oranda sadık kalmıştır. Örneğin o, akıl değiştiremeyeceğimiz gibi kontrol de edemeyiz.
sahibi varlıklar olarak insanların kendilerinde tanrı- Kontrol edebileceğimiz tek şey hadiseler karşısın-
sal bir öz taşıdıklarına inanmaktadır. Bu öz, insan- daki tutum ve davranışlarımızdır. Kabullenmek,
ların yaşamlarını nasıl sürdürmeleri gerektiğini be- kayıtsız kalmak ve tevekkül göstermek erdemli ve
lirlemektedir. İnsanlar yaşamlarını Tanrı’nın iradesi dolayısıyla mutlu bir yaşamın zorunlu unsurlarıdır.
doğrultusunda sürdürmelidirler. Epiktetos’a göre, Mutlu olmak için kişi elindekiyle yetinmeyi de
Tanrı’nın iradesi doğrultusundaki bir hayat ancak bilmelidir. Başkalarıyla kendimizi kıyasladığımızda
doğa ile uyumlu bir hayat olabilir. Zira tipik bir Sto- sahip olmayı arzulamamıza rağmen sahip olamadı-
acı olarak, o, doğa ile Tanrı’yı özdeş görmektedir. ğımız şeyleri görür ve kıskançlık hissederiz. Duygu
Epiktetos Tanrı, tanrılar ve Zeus kavramlarını ve tutkular karşısındaki sarsılmazlık erdemin en bü-
eşanlamlı olarak kullanmaktadır (Seddon, s. 20). yük göstergelerinden biridir. Kıskançlık esasen Tan-
O, Tanrı’nın varlığını göstermesi bakımından ev- rıya yönelik bir şikâyet anlamına da gelmektedir.
rendeki düzene işaret etmektedir. Evrende gözlem- Kişi kıskanmak yerine şükretmelidir. Kıskançlık gibi
lediğimiz düzenlilik ve uyum, akıl sahibi bir varlı- erdemsiz hallerden kurtulmak için tutkularımıza
ğın mevcudiyetini ortaya koymaktadır (Epictetus, hâkim olmak zorunludur. Tutkulara hâkim olmak
1956, s. 93). Bunun tek tanrıcı bir fikir olmaktan onlardan bağımsız düşünebilmek ve davranabilmek
uzak, eski Yunan halk dinine uygun bir anlayış ol- demektir. Bunu başaran kişi bilge kişidir. Erdem ve
duğunu hatırda tutmakta fayda vardır. bilgelik bu nedenle birbiriyle bağlantılıdır.
Epiktetos empi-
rist bir yaklaşımla,
bilginin duyu algıları
dikkat vasıtasıyla zihnimiz- dikkat
Epiktetos’a göre, insanın de oluşan izlenimlere Epiktetos, ahlakın amacını mutluluk olarak belir-
bir şeyleri biliyor olması, geri götürülebilece- ler. Mutluluk bilgiye sahip olmayı gerektirir. Bilgi
onun tanrısal akıldan aldı- ğini düşünmektedir. salt entelektüel bir unsur değildir, onun hayata
ğı pay sayesinde mümkün Ona göre, izlenim- aktarılması da gerekir. Örneğin kıskançlığın kötü
olmaktadır. lerin doğru kullanıl- olduğunu bilmek yetmez, kişinin kıskançlığa karşı
masını sağlayan, baş- direnebilmesi ve onu aşabilmesi gerekir.
169
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
Marcus Aurelius
Marcus Aurelius hem bir filozof hem de bir im- Daimon kişinin içinde duyduğu, tanrısal
paratordur. O MS 161-180 yılları arasında Roma kabul edilen ses anlamına gelmektedir.
imparatorluğu yapmıştır. Bu itibarla, Marcus Bu kavramı Sokrates çokça kullanmıştır.
Aurelius’un Platon’un tasvir ettiği “filozof kral” tip- Daimon özellikle bir eylemin ahlaki olup
lemesine uygun bir profil çizdiği söylenebilir. Ha- olmadığını belirlerken dikkate alınan bir
tırlanacağı üzere, Platon bir devleti ancak bir filozof unsurdur.
(bilge) kral yönettiğinde toplumun dirlik içerisinde
yaşayabileceğini iddia etmektedir. Marcus Aurelius
Platoncu bu ideali ete kemiğe büründürmüştür.
Marcus Aurelius, ve kendisinden önce Epikte-
dikkat
tos, eski Stoa düşüncesini yeniden canlandırmıştır.
Marcus Aurelius hem bir filozof hem de imparator
Orta Stoacıların farklı filozofları Stoa düşüncesiy-
olması hasebiyle Platon’un “bilge kral” idealinin
le uzlaştırma çabası Marcus Aurelius’ta görülmez.
ete kemiğe bürünmüş hali olarak nitelendirilebilir.
Orta Stoacılar örneğin Panaitios ve Poseidonios
Stoa öğretisini Platon ve Aristoteles’in çeşitli gö-
rüşleriyle uzlaştırmaya girişmişlerdir. Epiktetos ve Ona göre, insan dünyaya aktif bir yaşam sür-
Marcus Aurielius ise bu tür çabalardan uzak dur- dürmek için gelmiştir. Bu bakımdan, o, insanın
muşlardır (Von Aster, 2015). varoluş amacını devlet içinde hizmette bulunmak
olarak tanımlar. Bu düşüncede onun bir asker ol-
masının da etkisi vardır elbette.
Tanrı’nın bir kader dâhilinde belirlediği şeyleri
arzulayan kişi asla hayal kırıklığına uğramaz, zira
Tanrı’nın sonsuz gücü, bilgeliği ve iyiliği hadisele-
rin oluşumuna eşlik etmektedir. Kişi Tanrı’ya karşı
duyduğu sevgiyi tek tek hadiselerin cereyanına göre
değil, hadiselerin tamamının teşkil ettiği bütüne
bakarak diri tutmalıdır.
Epiktetos ve Marcus Aurelius için bireyin var
oluş amacı devlet içerisinde bir hizmette bulun-
maktır. Marcus Aurelius, muhtemelen bir impa-
rator (ve asker) oluşunun etkisiyle, bir askerin ko-
mutanı ve ondan aldığı emir karşısındaki tutumu
(görev bilinci) ile ahlaki görev arasında bağlantı
kurmaktadır. Ona göre, her birey, aldığı emri ye-
rine getirmeye çalışan bir asker gibi tasavvur edil-
melidir. Bir asker, aldığı emri ne pahasına olursa
olsun yerine getirmeye çalışmalı, emri asla sorgula-
mamalıdır. Aynı şekilde, insan da doğadan ve dev-
Resim 7.3 Hem Bir Filozof Hem de Bir İmparator Olan letten aldığı görevleri bihakkın yerine getirmelidir
Marcus Aurelius’un Bir Heykeli (Von Aster, 2015, s. 228). Böylece, görev kavramı
ahlaki bir unsur olarak önemli bir işlev yüklenmiş
Marcus Aurelius insanın kendi iç dünyasına olmaktadır. Aslında bu ifadeler, kişinin kader kar-
dönmesini ve kendi daimonu ile konuşmasını öner- şısındaki konumunun farklı kelimelerle bir ifadesi
mektedir. Beden ile ruh arasında kesin bir ayırım ya- gibidir. Bir asker nasıl ki sorgulamadan itaat eder-
pan Marcus Aurelius ruhun bedenden ayrılacağı anı se, insanın da kaderine sorgulamadan itaat etmesi
özlemle beklediğini söylemektedir. Fakat bu düşün- gerekir. Değiştiremeyeceği şeyler karşısında insanın
cenin onda hayattan el çekilmesi gerektiği yönünde takınması gereken en doğru tavır budur ve bu Sto-
bir fikir uyandırdığı söylenemez (Gökberk, 2016). acıların ortak kanaatidir.
170
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
1 Stoa düşüncesinin bölümlerini ve önemli temsilcilerinin isimlerini yazabilme
2 Stoacıların kader anlayışları ile özgürlük düşünceleri arasındaki ilişkiyi açıklayabilme
171
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
172
İlkçağ Felsefesi
173
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
174
İlkçağ Felsefesi
175
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
Öğrenme Çıktısı
3 Epiküros’un hazcılığını ana hatları ile açıklayabilme
4 Stoacılar ile Epikürosçular arasındaki benzer ve farklı yönleri ifade edebilme
176
İlkçağ Felsefesi
li olunamaz. Mutluluk erdemli olmaya bağlı oldu- Pyrrhon’un Bilgi ve Ahlak Anlayışları
ğu için bilgi olmadan mutlu da olunamaz. Felsefe Pyrrhon’a göre ahlakın amacı mutluluktur.
pratik bir bilgelik öğretisi olmaya doğru gittikçe Bu bakımdan o da selefleri gibi eudaimonisttir.
mutlu bir hayatın kaçınılmaz konusu olan bilgi ile Demokritos’a benzer şekilde Pyrrhon da mutlu-
daha yakından ilgilenmek gerekmiştir. Şüphecile-
luğu dirlik ve gönül şenliği (euthymia) içinde ge-
rin yaptığı da tam olarak budur (Gökberk, 2016,
çen bir yaşamda bulmaktadır. Buna erişmek için
s. 85). Onlar da mutluluğa giden yolu bulmak ve
de felsefeye dayanmak gerekmektedir. Felsefenin
mutlulukla bilgi arasındaki ilişkiyi irdelemek is-
ödevi, hayatı, son amacı olan mutluluğa göre dü-
temişlerdir. Fakat onlar, görüleceği üzere, bilgi ile
zenleyebilmektir. Bu amaçla, ilkin, bilginin bu
mutluluk arasında negatif bir ilişki kurmuşlardır.
Bilgi sahibi olmaya çalışmak bizi mutlu etmez, ak- işi görüp göremeyeceğini anlamak gerekmektedir
sine mutsuzluğumuzun en önemli kaynaklarından (Gökberk, 2016). Pyrrhon’a göre, ne duyular ne
birisini teşkil eder. Zaten eşya hakkında gerçek de akıl bize gerçeği tanıtamaz, zira bunlar eşyayı
bir bilgiye ulaşmamız imkânsızdır. Bu nedenle, olduğu gibi aktaramaz. Duyular ve akıl eşyayı an-
imkânsızın peşine düşmekten ve kendimizi gerek- cak göründükleri gibi gösterebilir. Bu, şüphecili-
siz bir yükün altına sokmaktan vazgeçmeliyiz. ğin ilk dayanağıdır.
Burada özenle vurgulanması gereken bir hu- İkinci dayanak, her konuda birbirine tamamen
sus vardır. O da Pyrrhon ya da takipçilerinin her zıt olan iki görüşün öne sürülebilmesidir. Örne-
şeyden mutlak anlamda şüphe etmediğidir. Onlar ğin evrenin tümüyle maddi olduğunu savunmak
şeylerin mevcudiyetini tamamen reddediyor de- mümkün olduğu gibi onun bütünüyle ideal bir
ğildirler. Örneğin onlar görünüş ya da fenomen- varlığa sahip olduğu da aynı güçle savunulabilir.
lerin mevcudiyetini kabul etmektedirler. Nitekim Benzer şekilde, Tanrı’nın var olduğunu iddia et-
Pyrrhon’un en meşhur öğrencilerinden biri olan mek mümkün olduğu gibi var olmadığını da iddia
Timon “biz yalnızca fenomenlerin gerisindeki bi- etmek pekâlâ mümkündür. Bu iddialardan han-
linemez tözü kabul etmeye karşı çıkıyoruz” (Ceviz- gisinin doğru olduğunu belirlememizi mümkün
ci, 2015, s. 142) demektedir. Şüpheciler yalnızca kılacak bir ölçüt yoktur (Von Aster, 2015). Bu ne-
görünüş ve gerçeklik arasında yapılan ayırımdan denle, takınılması gereken en doğru tutum yargıyı
hareketle, gerçeklikten asla tam bir kesinlikle bah- askıya almaktır (epokhe).
sedilemeyeceğini düşünmektedirler.
Şüpheciler kesin onaylamaktan olduğu gibi
mutlak inkârdan da çekinmektedirler. Onlar, böy- Epokhe “yargıyı askıya almak” ya da “yar-
lelikle, hem bilginin varlığını iddia eden dogmatik- gıdan kaçınmak” gibi anlamlara gelmek-
lerden hem de bunun imkânsızlığına kanaat getiren tedir. Pyrrhon ve takipçilerine göre, her
sofistlerden ayrılmaktadırlar (Weber, 2014, s. 111). iddiaya aynı güçte başka bir iddiayla cevap
verilebilir. Bu iki iddiadan hangisinin ni-
çin doğru olduğunu belirleyecek bir ölçüt
yoktur. O halde, yapılacak en doğru şey
dikkat yargıdan kaçınmaktır.
Şüpheciler şeylerin mevcudiyetini mutlak bir şe-
kilde reddediyor ya da şüphe konusu ediyor de-
ğildirler. Onlar görünüş ile gerçeklik arasında bir Epokhe sadece gerçek varlıkla ilgili her türlü yar-
ayırım yaparak fenomenlerin, nesnelerin görünen
gıdan kaçınmak değildir, özellikle her türlü mutlak
kısımlarının varlığını kabul etmektedirler. Şüphe-
nitelikteki değerlendirmeden de kaçınmak, dolayı-
cilerin şüphe konusu ettikleri şey nesnelerin ken-
sıyla “nesnenin kendisi”ne yönelmiş her türlü istek
dinde halleridir.
ve duygudan uzak durmak demektir (Gökberk,
177
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
178
İlkçağ Felsefesi
Öğrenme Çıktısı
179
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
Stoacılık
1 Stoacılık milattan önce dördüncü yüzyılın sonu ile milattan sonra ikinci yüzyılın sonuna kadar
mevcudiyetini korumuş olan bir ekoldür. Kıbrıslı Zenon tarafından oluşturulan bu ekol kabaca üç
bölüm halinde ele alınmaktadır: Eski Stoa, Orta Stoa ve Yeni Stoa. Yeni Stoa Roma Stoacılığı olarak da
isimlendirilmektedir. Eski Stoacılığın başlıca temsilcileri Kıbrıslı Zenon, Kleanthes ve Khrysippos’tur.
Orta Stoacılığın temsilcileri Panaitios ve Poseidonios’tur. Yeni Stoacılığın önde gelen düşünürleri ise
Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur.
2 Stoacılara göre evrende cereyan eden her şey Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir. Hadisele-
rin cereyan ediş biçimleri üzerinde herhangi bir etkide bulunmamız, yani olayları yönlendirmemiz
mümkün değildir. Bu insan açısından olumsuz bir durum gibi gözükmekle birlikte kötümser olmayı
gerektirmez. Zira Tanrı evrendeki rasyonel ilkedir ve O’ndan asla kötülük sadır olmaz. İnsanın kader
karşısında takınması gereken tutum gönüllü bir boyun eğiş ve kayıtsızlıktır. İnsan hadiselerin cereyan
ediş biçimi üzerinde etkide bulunamaz belki fakat onların karşısında takınacağı tutumu belirleyebilir.
İnsan kayıtsız kalmayı tercih etmek anlamında özgürdür.
180
İlkçağ Felsefesi
Epiküros ve Epikürosçuluk
3 Epiküros bir hazcıdır. Ona göre, dünya üzerinde iyi olduğu söylenebilecek tek şey haz, kötü olduğu iddia edi-
lebilecek tek şey ise acıdır. Epiküros eudaimonizmini entelektüalist bir formda ortaya koymakla birlikte, mutluluğu
Kirenelilerin hazcılık anlayışı ile desteklemeye çalışmıştır. Haz, Epiküros’a göre, bütün canlı varlıkların eylemlerinin
başlıca motivasyon kaynağıdır. Dolayısıyla hazzın ahlaki bir rolü ve işlevi olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bununla
birlikte, Epiküros, Kirenelilerin teorisini aynen benimsiyor değildir. Onun hazcılığı genellikle “negatif hazcılık” olarak
isimlendirilmektedir. O, hazzı “acının yokluğu” olarak da tanımlamaktadır. Acının yokluğu, ruhun kendisini rahatsız
eden, huzursuzluk duymasına yol açan her türlü unsur karşısındaki bağımsızlığının bir işaretidir. İnsanlar yaşamlarını
mümkün olan en fazla mutluluğu elde edecek, acıdan da mümkün olduğunca uzak durabilecek şekilde planlamalıdırlar.
Kireneliler fiilî ve bedensel hazları önceler ve bunların süre bakımından daha uzun olanını tercih etmek gerektiğini söy-
lerken, Epiküros acının yokluğunu öncelemekte ve bizi acı durumundan kurtaran şeyleri de haz olarak isimlendirmekte-
dir. Ayrıca, o, bedensel hazlarla entelektüel hazlar arasında bir ayırım yapmakta ve bunlardan ikincisini tercih etmektedir.
Epiküros hazların sonuçlarını göz önünde bulundurması itibariyle de diğer hazcılardan ayrılmaktadır. O, hazzı yaşam
koşullarımızdan ve doğurması muhtemel olan sonuçlardan bağımsız, salt bir ilke olarak benimsememektedir.
4 Stoacı ve Epikürosçu öğretiler arasında önemi benzerlikler vardır. Örneğin Stoacılar felsefeyi mantık, fizik
ve ahlak diye üç kısma ayırırlar. Epiküros’a göre de felsefe kanonik, fizik ve ahlak alanlarından oluşur. Stoacıların
mantığa atfettiği rol ile Epiküros’un kanoniğe atfettiği rol büyük oranda örtüşmektedir. Her iki alan da doğrulu-
ğun ölçütünü elde etmek üzere tasarlanmıştır. Epiküros insanın mutluluğa ulaşması için kuruntulardan, örneğin
ölüm ve Tanrı karşısındaki korkulardan kurtulması gerektiğini düşünmektedir. Stoacılar da aynı kanaate sahiptirler.
Yalnız, Stoacılarla Epiküros’un bu korkuyu aşmak gerektiği fikrini gerekçelendirme biçimleri farklıdır. Epiküros
tanrıları sonsuz bir haz ve mutluluk içinde bulunan ve insanlarla ilgilenmeyen varlıklar olarak düşünür. Dolayısıyla
onlardan korkmaya gerek yoktur. Tanrılar sonsuz haz durumunu bırakıp insan hayatındaki hastalıklarla, ölümlerle
vs. ilgilenmez. Stoacılar ise Tanrı’yı evrenin rasyonel ilkesi olarak nitelendirmektedirler. Tanrı’dan kötülük asla sâdır
olmayacağına göre O’ndan korkmaya gerek de yoktur. Epiküros Sokratik bir şekilde bilgi ile erdemi özdeşleştirmek-
tedir. Stoacılar da benzer şekilde entelektüalisttirler. Bununla birlikte Stoacılar ile Epiküros’un ayrıldığı önemli bazı
noktalar vardır. Örneğin Stoacılar panteisttirler. Bu, Epiküros’ta görülen bir fikir değildir. Stoacılarda görülen kader
anlayışına da Epiküros’un öğretisinde yer verilmemektedir. Stoacılar fizik anlayışlarında Herakleitos’a dayanmakta-
dırlar. Örneğin varlığın özünü ateşin teşkil ettiği şeklindeki Herakleitosçu görüş Stoacılar tarafından aynen benim-
senmiştir. Epiküros’un fizik ve evren anlayışı ise Demokritos’a dayanmaktadır. Epiküros’a göre gerçeklik atomlar-
dan ve boş uzaydan meydana gelmektedir. Sonsuz büyüklükteki boş uzay içerisinde hareket eden sonsuz sayıdaki
atomlar ağırlıklarına göre yukarıdan aşağıya hareket ederler. İki ekol arasındaki bir diğer fark, Epiküros’un mutlak
anlamda bir irade özgürlüğünden bahsetmesine karşılık Stoacıların irade özgürlüğünü son derece dar bir anlamda
yorumlamalarıdır. Stoa düşüncesinde irade ancak kadere rıza göstermek ya da hadiseler karşısında kayıtsız kalmayı
tercih etmek anlamında mevcut olabilir. Ayrıca, haz Stoacılara göre bir eylemin gerekçesini teşkil edemez. Epiküros
ise bütün eylemlerimizi haz beklentisinin ve arayışının ifadeleri olarak görmektedir. Epiküros’a göre, tek iyi vardır
o da hazdır. O, bedensel ve kinetik hazları değil, ruhsal ve entelektüel hazları kastetmektedir. Stoacılar kendi ken-
dine yeten bireyi idealleştirmektedirler. Bu nedenle bireyci bir yaklaşımı benimsedikleri izlenimini vermektedirler.
Geniş bir açıdan bakıldığında ise onların insanı evrensel bir sistemin parçası olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Stoacıların salt bireyci bir yaklaşım sergilediklerini söylemek zordur. Epiküros ise hazzı merkeze alması
bakımından bireyci olarak nitelendirilebilir. Ayrıca, o, toplumsal ve siyasal yaşamı uzak durulması gereken unsurlar
olarak görmekte ve örneğin evlenmemeyi salık vermektedir. Bu bakımdan Epiküros’ta bireyci yönün ağır bastığı
iddia olunabilir. İki ekol arasındaki dikkat çekici farklardan biri de halk dini karşısında takındıkları tutumdan doğ-
maktadır. Stoacılar eski Yunan halk dinin bazı öğelerini benimsemişlerdir. Epiküros ise başta ibadet olmak üzere,
halk dininin bütün unsurlarını boş ve batıl birer inanç olarak kabul etmektedir.
181
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
182
İlkçağ Felsefesi
neler öğrendik?
A. Poseidonios B. Seneca C. Khrysippos hiptirler.
D. Kleanthes E. Epiktetos B. Stoacılar eudaimonisttirler.
C. Stoacılar erdemi doğaya uygun bilgi olarak ni-
2 Aşağıdaki kavramlardan hangisi Stoacıların telendirirler.
Tanrı anlayışını tanımlamak üzere kullanılmaktadır? D. Stoacılar bilgi eylem birliğini gereksiz bulurlar.
E. Stoacılar erdemi ruhtaki aklî unsura dayandırırlar.
A. Teizm B. Deizm C. Panteizm
D. Ateizm E. Politeizm
8 Aşağıdakilerden hangisi Epiküros’un doğru
kabul edeceği bir ifade değildir?
3 Aşağıdakilerden hangisi hem Stoacılar hem
de Epikürosçular açısından doğru bir ifadedir? A. Tanrılara ibadet etmek ahlakın zorunlu bir
parçasıdır.
A. Toplumla birlikte yaşamak zorunludur.
B. İnsan eylemlerini özgür bir şekilde gerçekleştirir.
B. Evrende egemen olan bir kader vardır.
C. Atomlar ve boş uzay gerçekliği oluşturan un-
C. Tanrılar Yunanca konuşmaktadır. surlardır.
D. Haz en yüksek iyidir. D. Siyasi ve toplumsal meselelerden uzak durul-
E. Tek gerçeklik maddedir. malıdır.
E. İyi olan tek şey haz, kötü olan tek şey ise acıdır.
4 Aşağıdaki ifadelerden hangisi Kıbrıslı Zenon
açısından yanlıştır? 9 Aşağıdakilerden hangisi Pyrrhoncuları ta-
A. İnsanın özgürlüğü ve erdemliliği iki özdeş nımlarken kullanılabilecek yanlış bir ifadedir?
unsurdur. A. Görünüş ve gerçeklik arasında ayrım yaparlar.
B. Bilgi her yönden ve yalnızca duyulara dayan- B. Mutlu olmak için yargıdan kaçınmak gerekti-
maktadır. ğini düşünürler.
C. Erdem hakkındaki bilgi zorunlu olarak eyleme C. Her şeyden mutlak anlamda şüphe ederler.
aktarılmalıdır.
D. Epokheyi hem epistemolojik hem ahlaki bir ilke
D. Kişi yaşamın getirdiklerine kayıtsız kaldığı olarak görürler.
oranda mutlu olur.
E. Mutlak tasdikten olduğu kadar mutlak
E. Doğuştan getirdiğimiz hiçbir bilgi yoktur. inkârdan da kaçınırlar.
183
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
1. A Yanıtınız yanlış ise “Orta Stoa” konusunu ye- 6. E Yanıtınız yanlış ise “Şüphecilik” konusunu
niden gözden geçiriniz. yeniden gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı
2. C Yanıtınız yanlış ise “Eski Stoa” konusunu ye- 7. D Yanıtınız yanlış ise “Stoacılık” konusunu ye-
niden gözden geçiriniz. niden gözden geçiriniz.
4. B Yanıtınız yanlış ise “Kıbrıslı Zenon” konusu- 9. C Yanıtınız yanlış ise “Pyrrhon ve Pyrrhoncu-
nu yeniden gözden geçiriniz. luk” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
5. D Yanıtınız yanlış ise “Pyrrhon ve Pyrrhoncu- 10. B Yanıtınız yanlış ise “Epiküros ve Epiküros-
luk” konusunu yeniden gözden geçiriniz. çuluk” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
184
İlkçağ Felsefesi
Araştır Yanıt
7 Anahtarı
Stoa düşüncesi eski, orta ve yeni Stoacılık olarak kabaca üç döneme ayrılmak-
tadır. Bu üç dönemin düşünürleri tarafından paylaşılan pek çok fikir mevcut-
tur. Fakat söz konusu düşünürlerin yaklaşımları arasında önemli bazı farklı-
lıkların olduğunu da söylemek gerekmektedir. Bu nedenle, Stoacılığın yekpare
bir düşünsel öğreti olduğu söylenemez. Esasen bu doğal bir durumdur. Çün-
kü milattan önceki dördüncü yüzyıl ile milattan sonraki ikinci yüzyıl arasında
kalan süre zarfında düşünürlerin farklı kaynaklardan beslenmeleri, yeni prob-
lemler üzerinde yoğunlaşmaları, ortaya çıkan düşünsel etkileşim neticesinde
bazı eski kabullerden vazgeçmeleri doğaldır. Stoacılığın üç dönemi evrenin
materyalist terimlerle açıklanması gerektiği fikrinde mutabıktır. Üç dönemin
filozofları gerçekliği teşkil eden şeyin madde olduğu kanaatindedirler. Onların
hepsinde sıkı bir kader anlayışı vardır. Doğa ve Tanrı arasında kurulan özdeş-
lik Stoacıların baştan sona tutarlı bir şekilde korudukları bir fikir olmuştur.
Empirizm onların bilgi konusunda takındıkları ortak tutumu yansıtmaktadır.
Ayrıca üç dönem de ahlaki öğreti olma vasfını özenle korumuştur. Eski, orta
ve yeni Stoacılar entelektüalist ve eudaimonisttirler. Bu benzerliklerin yanı sıra
üç dönem arasında belli bazı farklılıklar da vardır. Farklılıklar daha çok orta
Stoa ile eski Stoa arasında gözlenmektedir. Orta Stoa düşünürlerinden Pana-
itios bu farklılıkları çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yeni Stoa, başka
bir deyişle Roma Stoası, özellikle Epiktetos vasıtasıyla eski Stoa düşüncesinin
yeniden canlandırıldığı bir dönemdir. Epiktetos Stoa öğretisinin başta Aris-
toteles ve Platon olmak üzere farklı düşünürlerin fikriyatı ile birleştirilmesini
düşünsel bir sapkınlık olarak görmekte ve buna karşı çıkmaktadır. Orta Sto-
anın, özellikle Panaitios’un, eski Stoa ile farklı yönlerinden bazıları şunlardır:
Araştır 1 Eski Stoacılar ideal bir insan tiplemesine sahiptirler. Onlara göre, insan ya zeki
ya da aptaldır. Zeki olanlar doğa ile uyumlu bir yaşamı benimser ve erdemin
bilgisini ondan türetirler. Zeki insanlar bilgeliğe giden yolu keşfedebilir ve bu
doğrultuda bir yaşam sürdürerek mutlu olabilirler. Panaitios ise insanları tek
bir tipe göre tanımlamanın doğru olmadığı kanaatindedir. Ona göre, evrensel
(ideal) bir insan tipinden bahsedilemez. Panaitios eski Stoacıların “dünya dev-
leti” anlayışına karşı çıkmaktadır. Eski Stoacılar “dostluk” dışında insanların
bir arada yaşamalarına bir anlam yüklememektedir. Toplum ve devlet hayatı,
eski Stoacılara göre, kayıtsız kalınması gereken unsurlardır. Ayrıca doğa ev-
rensel akıl olarak bütün insanlara aynı hakları vermiştir. Bu nedenle sosyal bir
idealden bahsedilecekse bu ancak insanların hakça birbirine eşit olduğu bir
“dünya devleti” olabilir. Bu bakımdan, ulus devlet anlayışının eski Stoa dü-
şüncesinde yeri yoktur. Panaitios eski Stoacıların kozmopolitizmine karşı çık-
makta ve ulus devletlerin mevcudiyetini gerekli bulmaktadır. Öte yandan, eski
Stoacılık sonsuz bir kozmik döngüden bahsetmektedir. Onlara göre, evren
sürekli bir şekilde ateşten gelmekte ve ona dönmektedir. Sonsuz döngünün
her bir aşaması kendisinden önceki aşamanın birebir aynısıdır. Panaitios ise
kozmik döngü fikrine karşıdır. Ona göre evren tek ve kesintisiz bir yapı arz et-
mektedir. Eski Stoacılar, Pythagorasçılığın etkisi altında kalarak, ruh ve bede-
nin birbirinden ayrı iki unsur olduğunu düşünmektedirler. Bu nedenle, bede-
nin ölümü ruhun ölümü anlamına gelmemektedir. Ruh, bedenin ölümünden
sonra tümel ruh olan Tanrı’ya geri dönmektedir. Buna karşın, Panaitios ruh ve
bedenin Tanrı tarafından bütünleşik bir formda var edildiğini düşünmektedir.
Ona göre, beden ölünce ruh da ölmüş olmaktadır. Ruh bedenden önce var
olmadığı gibi beden öldükten sonra da var olmaya devam edemez.
185
Helenistik Felsefe: Ahlaki Dönem
Araştır Yanıt
7 Anahtarı
186
İlkçağ Felsefesi
Kaynakça
Brennan, T. (2014). “The Stoics”. Ancient Philosophy Moore, J., ve Silverthorne, M. (ed.) (2008) The
of Religion içinde (Ed. Graham Oppy ve N. N. Meditations of the Imperor Marcus Aurelius
Trakakis), s. 105-117. New York: Routledge. Antoninus. Indianapolis: Liberty Fund, Inc.
Brun, J. (2014). Stoa Felsefesi. Çev. M. Atıcı, İstanbul: Preus, A. (2015). Historical Dictionary of Ancient Greek
İletişim Yayınları. Philosophy. New York: Rowman&Littlefield.
Cevizci, A. (2015). Felsefe Tarihi: Thales’ten Seddon, K. (2006). Epictetus’ Handbook and Tablet of
Cebes: Guides to Stoic Living. New York: Routledge.
Baudrillard’a. İstanbul: Say Yayınları.
Sellars, J. (2014). Stoicism. New York: Routledge.
Diogenes Laertios. (2002). Ünlü Filozofların Yaşamları
ve Öğretileri. Çev. Candan Şentuna. İstanbul: Seneca. (1969). Letters from a Stoic. New York:
Yapı-Kredi Yayınları. Penguin Books.
Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi Skirbekk, G., ve Gilje, N. (2014). Antik Yunan’dan
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi. Modern Döneme Felsefe Tarihi. Çev. E. Akbaş ve Ş.
Mutlu, İstanbul: Kesit Yayınları.
Epictetus. (1952). Discourses: Vol. II. Londra: William
Heinemann Ltd. Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. Çev. Ö. C.
Güngören, İstanbul: Yol Yayıncılık.
Epictetus. (1956). Discourses: Vol. I. Londra: William
Thilly, F. (2000). Felsefenin Öyküsü: Yunan ve Ortaçağ
Heinemann Ltd.
Felsefesi. Çev. İ. Şener, İstanbul: İzdüşüm Yayınları.
Erkızan, H. N., ve Çüçen, A. (2013). Felsefe Tarihi
Thorsrud, H. (2014). Ancient Scepticism. New York:
I: Antik Çağ ve Orta Çağ Felsefe Tarihi. Ankara: Routledge.
Sentez Yayıncılık.
Von Aster, E. (2015). Felsefe Tarihi: İlkçağ ve Ortaçağ.
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Kitabevi.
Weber, A. (2014). Felsefe Tarihi. Çev. H. V. Eralp,
Inwood, B., ve Gerson, L. P. (2008). The Stoics İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Reader. Cambridge: Hackett Publishing
Company, Inc. Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
187
Bölüm 8
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
öğrenme çıktıları
1 2
Yeni Platonculuğun Genel Çerçevesi Plotinus’un Hayatı ve Eserleri
1 Yeni-Platonculuğun ortaya çıktığı tarihsel 2 Plotinus’un hayatını ve felsefî düşüncesinin
şartları açıklayabilme dayandığı temel kaynakları açıklayabilme
3 4
3 Plotinus’un belirlediği varlık hiyerarşisinde 4 Plotinus’un bilgi anlayışı ile varlık
yer alan unsurları temel nitelikleriyle birlikte hiyerarşisi arasındaki ilişkiyi
sıralayabilme betimleyebilme
5 6
Plotinus’un Ahlak Anlayışı Plotinus’un Estetik Anlayışı
5 Plotinus’un ahlak anlayışı ile onun kurtuluş 6 Plotinus ve Platon estetikleri arasındaki
teorisi arasındaki bağlantıyı açıklayabilme benzerlikleri irdeleyebilme
188
İlkçağ Felsefesi
189
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
tehdit olarak görülmesi Hıristiyanlığın yükselişin- Yeni-Platonculuk, bir yandan Hıristiyanlığa felsefî
den sonraki döneme rastlamaktadır. Muhtemelen bir cevap verme niyetinde, diğer yandan ise Hıris-
bunun en önemli nedeni Yahudiliğin kendi içine tiyanlığın revaç bulmasına da yol açan dinî inanç
kapalı bir yapıya sahip olmasıdır. Yahudiliğin ev- ihtiyacını bizzat giderme çabasındadır.
rensellik iddiası yoktur. Başka bir deyişle Yahudilik,
ırk temelli bir din olduğu için yayılmacı değildir.
Bu bakımdan, Yahudi düşüncesi, büyük oranda pa-
ganist bir nitelik arz eden yerleşik ilkçağ dinî inanç- dikkat
ları açısından bir risk teşkil etmemiştir. Hıristiyan- İslam filozofları arasında özellikle Farabi’nin
lık ise yayılmacı bir karaktere sahiptir. Bu yayılmacı Yeni-Platoncu doktrinin bazı unsurlarını, ör-
yeni dinî inanca karşı gerek kitlelerin gerekse dü- neğin sudur teorisini, İslam inancıyla uzlaştır-
şünürlerin endişelerini giderecek bir cevaba ihtiyaç ma girişimi, etkileri yüzlerce yıl devam eden
duyulmuştur ki Yeni-Platonculuk tam da böyle bir bir tartışma doğurmuştur. İslam düşünürlerin-
cevap olarak ortaya çıkmış gözükmektedir. Bu du- den Gazali sudur teorisini yaratma düşüncesi-
rum, Yeni-Platonculuğun felsefî olduğu kadar dinî ne aykırı olduğu gerekçesiyle eleştirmektedir.
bir karaktere sahip olmasının temel gerekçelerin- Gazali’ye göre, sudur teorisinde iddia edildiği
den birini teşkil etmektedir. üzere, şeylerin Tanrı’dan zorunlu olarak türe-
diğini söylemek Tanrı’nın zorunlu değil iradi
Yeni-Platonculuktaki baskın dinî karakter dik-
bir şekilde eylemde bulunduğu gerçeğine ay-
kat çekici olmakla birlikte, Plotinus’un tıpkı Platon
kırıdır. Yine Gazali’ye göre, böyle bir düşünce
ve Aristoteles’in yaptığına benzer şekilde sistematik
Tanrı’nın yaratıcı kudret ve sonsuz bilgi sahibi
bir felsefî külliyat ortaya koyduğunu (Zeller, 2008,
olduğu inançlarıyla uzlaştırılamaz.
s. 385) belirtmekte fayda vardır.
Yeni-Platonculuğun gelişimi ile Hıristiyanlığın
yükselişi arasındaki dönemsel paralellik hem dü- İşaret edilmesi gereken hususlardan biri de şu-
şünsel bir çatışmanın hem de uzlaşmanın izlerini dur: Plotinus ve takipçileri Yeni-Platonculuğun
taşımaktadır. Yeni-Platoncular Hıristiyanlığa kar- teorik temellerini inşa ederken eskinin paganist
şı oldukça sert eleştiriler yöneltmişlerdir. Bunlar kültür ve inançlarına sık sık başvurmuşlardır. O
arasında bilhassa Porphyry’nin itiraz ve eleştirileri kadar ki Yeni-Platonculuk Hıristiyanlığa karşı
dikkat çekmektedir (Porphyry, 1994; Simmons, paganizmin başlıca mevzii haline gelmiştir (Gök-
2015). Öte yandan, Hıristiyan düşüncenin, aşağı- berk, 2016, s. 117). Nitekim Yeni-Platoncu sis-
da yeri geldikçe işaret edileceği üzere, Yeni-Platon- tem dâhilinde, mutlak anlamda Tanrı ile birlikte,
cu düşünceden çeşitli şekillerde etkilendiğini akılda kısmen görünür kısmen görünmez tanrılar olarak
tutmakta fayda vardır. Ayrıca, Yeni-Platonculuğun kabul edilmesi gereken bir yüksek varlıklar çoklu-
etkileri yalnızca Hıristiyan düşünürler üzerinde de- ğu mevcuttur. Plotinus söz konusu varlıkların hak
ğil, Farabi ve İbn-i Sina gibi kimi Müslüman düşü- ettiği hürmet ve tazimi onlardan esirgeyenleri, ör-
nürler aracılığıyla İslam felsefesi üzerinde de ciddi neğin Hıristiyanları, kınamaktadır (Zeller, 2008, s.
bazı etkiler uyandırmıştır (Fakhry, 2002). Farabi, 393). Benzer şekilde, Plotinus Enneadların ikinci
Plotinus’un sudur (emanation) teorisini İslam dü- cildinde, Hıristiyan Gnostiklerin doğaya duyduk-
şüncesi ile uzlaştırmaya gayret göstermiştir. ları küçümsemeyi reddetmektedir. O, tanrılar adı-
Yeni-Platonculuk salt Hıristiyanlığa yönelik bir na dünya için bilinçli, istenmiş, ayrıntıya yönelmiş
tepki olmaktan ibaret değildir. Yeni-Platonculuk herhangi bir endişeye mahal olmadığı kanaatinde-
hakkında yapılacak değerlendirmeler dönemin di- dir (Zeller, 2008, s. 390). Plotinus çoktanrıcılığı
ğer sosyo-kültürel koşullarını da göz önünde bu- reddetmemekte, onların göksel görünümler oldu-
lundurmak durumundadır. Hıristiyanlık ile ilgili ğu kanaatini taşımaktadır. O, ayrıca dünyevî din-
endişeler bu koşulların önemli bir kısmını teşkil lerdeki iyi ve üstün cinlerin varlığına inanmakta-
etmektedir şüphesiz. Bununla birlikte, felsefe ta- dır. Bir uzaklık içindeki fiziksel eylemin mümkün
rihi kaynakları, Yeni-Platonculuğun neşvünema olduğunu düşünmektedir. Takipçilerinin çoğu, boş
bulduğu dönemde genel bir dinî ihtiyacın da ken- inançları abartmış ve popüler çoktanrıcılığı savun-
dini hissettirdiği görüşündedir (Skirbekk ve Gilje, muşlar, Hıristiyanlık dinine saldırmışlardır (Thilly,
2014; Störig, 2015; Thilly 2000). Başka bir deyişle, 2000, s. 229).
190
İlkçağ Felsefesi
Bu ve benzeri tarihsel kayıtlar Yeni-Platonculuk ele alınacak mevzular, Yeni-Platonculuk ile Platon
ile Hıristiyanlık arasında doktriner bir farklılığın düşüncesi arasındaki paralellikleri göstereceği gibi,
mevcudiyetine işaret etmesi bakımından önemli- Platon’dan çok daha farklı bir kavrayışın izlerini
dir. Bununla birlikte, Hıristiyanlık ile Yeni-Platon- takip etme imkânını da sunmaktadır. Bu durum
culuğu uzlaştırmaya yönelik çabaların olduğunu da yalnızca Platon’un fikirleri açısından geçerli değil-
hatırda tutmakta fayda vardır. Dinî inancı felsefî dir. Yeni-Platonculuk üzerinde etkisi bulunan diğer
bir surette temellendirmeyi amaçlayan Ortaçağ fi- düşünceler de Plotinus ve takipçileri tarafından ay-
lozoflarının Aristoteles’i keşfedinceye kadar önce- nen benimsenmiş değildir. Örneğin Stoa düşüncesi
likle Plotinus’un felsefesine başvurmaları (Cevizci, Yeni-Platonculuk üzerinde etkide bulunmuştur.
2015, s. 144) bu tür uzlaştırma çabalarının mevcu- Bununla birlikte, Plotinus Stoacılarda görülen ka-
diyetine işaret etmektedir. Hıristiyan filozoflar açı- dercilik yerine irade özgürlüğünün mevcudiyetini
sından bakıldığında, özellikle Aziz Augustinus’un savunmaktadır. Benzer şekilde, Plotinus “şeylerin
(d. 354 – ö. 430) Yeni-Platoncu öğretiden fazla- birbiriyle duygudaşlığı” (sympatheia) doktrininde
sıyla etkilendiği gözlemlenmektedir (Blumenthal de Stoacıların, bilhassa Poseidonios’un yaklaşımını
ve Markus, 1981; Camus, 2007; Iozzia, 2015). Ye- benimsemiştir. Fakat Stoacılar sympatheia ile sade-
ni-Platoncu öğretiyi benimseyen diğer Hıristiyan ce nedensel bağlantıyı kastediyorken Plotinus bu
düşünürler arasında Proclus (d. 412 – ö. 485) ve dünyanın evrensel canlılığıyla onun parçalarından
Boethius (yaklaşık olarak d. 475 – ö. 526) isimleri birini etkileyen her şeyin diğer bütün parçalar tara-
de sayılabilir. fından hissedilmesine dayanan uzaktan bir etkinli-
Plotinus ve diğer belli başlı Yeni-Platoncular ği kastetmektedir (Zeller, 2008, s. 390-391).
kendilerini yeni bir sistemin kurucusu olarak değil Yeni-Platonculukla birlikte felsefe yalnızca
Platon’un sadık takipçileri, Platoncu düşüncenin mantık, kozmoloji, psikoloji, metafizik ve ahlakı
çarpıtma amacı taşımayan, en doğru ve gerçek yo- değil fakat bir din teorisi ve mistisizmi de içermeye
rumcuları olarak değerlendirmektedirler. Gerçekte başlamıştır. Plotinus’un felsefesi bir tür din ya da
ise onların yeni bir sistem yarattıklarını kabul et- bir kurtuluş felsefesi halini almıştır (Cevizci, 2015,
mek gerekmektedir (Störig, 2015, s. 291). Aşağıda s. 145).
Öğrenme Çıktısı
191
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
192
İlkçağ Felsefesi
Tanrı
Plotinus’un Tanrı’yı tanımlarken en sık kullandığı kavram “Bir”dir. Tanrı hem nesnelerin ilk ve tek
nedeni olduğu hem de kendisine benzer başka herhangi bir varlık bulunmadığı için Bir’dir. “Tanrı eşyanın
ilk ve tek nedenidir” şeklindeki bir önerme muhtemelen Plotinus’un Tanrı’ya dair kullanabileceği istisnai
olumlu önermelerden birini teşkil etmektedir. Zira, Plotinus’a göre, Tanrı hakkında, O’nun ne olduğunu
193
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
belirten önermeler kurulamaz. Tanrı’nın ne olduğu Plotinus’un negatif teolojisinin bir diğer daya-
değil, ne olmadığı söylenebilir. Başka bir deyişle, nağı ise Tanrı’nın aşkın bir varlık olduğu düşün-
Plotinus negatif bir teoloji anlayışına sahiptir. cesidir. Tanrı neden olduğu evrenden tamamıyla
farklıdır ve onu bütünüyle aşmaktadır. Onun bir
parçası değildir. Ona varlık bahşetmekte, fakat
Tanrı’nın ne olduğundan çok ne olmadı- bunu yaparken kendisinden bir şey kaybetme-
ğı üzerinde duran söylem apofatik teoloji mektedir. Her şey O’na muhtaçtır ve O’na dayan-
olarak nitelendirilmektedir. Tanrı’nın ni- maktadır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O salt
teliklerinin olduğu ve bunlar hakkında varlıktır ve basittir. Bu nedenle parçalarının oldu-
konuşulabileceği düşüncesine ise katafatik ğu söylenemez. Eğer parçalardan teşekkül etseydi,
teoloji denilmektedir. Apofatik teoloji nega- mevcudiyeti için bu parçalara ihtiyaç duyardı, oy-
tif, katafatik teoloji ise pozitif birer söylem saki böyle bir durum söz konusu değildir. Şu halde,
olarak nitelendirilebilir. parçalar hakkında kullanılan nitelemelerin Tanrı
hakkında kullanılması mümkün değildir.
Tanrı hakkında yalnızca negatif bir dilin kullanıl-
Plotinus Tanrı’yı her şeyin ilk nedeni olarak ması gerektiği yönündeki bir iddia beraberinde çeşit-
görürken aslında Platon’un yürüttüğü bir muhake- li problemleri getirecektir elbette. Hakkında olumlu
meyi kullanmaktadır. O da tıpkı Platon gibi maddi ifadeler kullanamadığımız bir varlığın, pozitif bir
dünyanın sürekli bir değişim halinde bulunduğu, yargıda bulunarak, söz gelimi “var” olduğunu nasıl
dolayısıyla da bir gerçekliğe sahip olmadığı kanaa- iddia edebiliriz? Plotinus Tanrı’nın mevcudiyetini
tindedir. Sürekli değişen bir şeyin gerçek anlamda değil O’nun hakkında kurulabilecek pozitif öner-
var olduğu söylenemez. Bu nedenle, değişmeyen melerin mahiyetini tartışma konusu ettiğine göre,
gerçekliğin maddi dünyadan farklı ve ayrı bir ger- bu soruya makul bir cevap vermek durumundadır.
çeklik olarak mevcut olması gerekir. Bu da Tanrı’dır Görülebildiği kadarıyla, Yeni-Platoncu düşünce açı-
(Cevizci, 2015, s. 146). Peki, her şeyin ilk ve tek sından en makul cevap, dinî tecrübeye başvurmak-
nedeni olan Tanrı hakkında olumlu ifadeler kul- tır. Kişi Tanrı hakkında bilgi edinecekse, bedeninin
lanılamıyor oluşunun nedeni ne olabilir? Plotinus sınırlarını aşan bir düzeye yükselmeli ve aşkın bir
negatif teolojisini hangi gerekçeye dayandırmak- varlık olan Bir’i mistik bir şekilde tecrübe etmelidir.
tadır? Bu soru, genellikle din felsefesinin önemli Hemen belirtmek gerekir ki, Bir’in ancak mistik
mevzularından biri olan “din dili” başlığı altında bir şekilde tecrübe edilebileceğine dair bir iddia, yu-
tartışılmaktadır. Negatif teolojiye dair tartışmalar karıda temas edilen meselenin halli bakımından ye-
oldukça eskidir. Bu tartışmaları Plotinus’tan önce terli değildir. Üstelik bunun bir cevap olduğu dahi
de yürüten filozoflar olmuştur. Örneğin Platon, tartışmalıdır. Zira mistik/dinî tecrübeden türetilen
Timaeus adlı diyalogunda, Tanrı’yı bilmek müm- bilgi gündelik, teknik, estetik ya da bilimsel bilgiden
kün olsa da O’nun hakkında bilgi aktarımında bu- tamamen farklıdır. Vecd halindeki bir bilginin objesi-
lunmanın imkânsızlığından bahsetmektedir (Pla- ni tanımlamak, buna dair kanaatleri veya izlenimleri
ton, 2008, s. 17). dile getirmek mümkün değildir. Bu bakımdan, böyle
Yukarıdaki soruya verilen cevaplar büyük bir tecrübenin sübjektivizm ithamlarından kurtula-
oranda sonsuz ve sonlu varlık arasındaki farka bilmesi zor gözükmektedir. Ayrıca, Bir’in sonsuzluğu
vurgu yapmaktadır. İnsanlar sonlu varlıklar ola- yalnızca O’nun hakkında olumlu bir dil kullanıldı-
rak sonsuz varlığı, yani Tanrı’yı nasıl kavrayabilir ğında ihlal ediliyor değildir. Negatif bir teolojinin
ve O’nu sonsuzluğuna halel getirmeyecek şekilde Tanrı’nın sonsuzluğunu sonlu bir dil dâhilinde ak-
nasıl tasvir edebilirler? Sonsuz varlık hakkındaki tarmaya çalıştığı pekâlâ söylenebilir. Bu açıdan bakıl-
olumlu nitelemeler, örneğin O’nun “iyi” veya dığında, negatif teolojinin, kısmen de olsa, olumlu
“güzel” olduğu şeklindeki önermeler en nihayet önermelere dayanmak durumunda kalacağı ortada-
O’nu sınırlandırmak demek değil midir? (Thilly, dır. Zira, bütünüyle negatif önermeler yığınından
2000, s. 224). Şu halde, Tanrı hakkında O’nun oluşan bir teolojinin Tanrı’nın var olduğunu iddia
temel niteliklerini sayıp dökmeyi mümkün kıla- etmesi mümkün olmayacak ve agnostisizm kaçınıl-
cak şekilde olumlu ifadeler kullanmamak gerek- maz olacaktır. Plotinus’un negatif teolojisinin agnos-
mektedir. tisizmi doğurduğunu söylemek ise zordur.
194
İlkçağ Felsefesi
195
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
Yeni-Platoncu öğreti Tanrı’dan taşan şeylerin O’na yakın veya uzak oluşlarına göre bir değere sahip ol-
duklarını iddia etmektedir. O’na yakın olan varlık değerli, ondan uzak olan ise değersizdir. Işık kaynağı olan
güneşten ne kadar uzaklaşılırsa karanlığa (maddeye) o denli yaklaşılmış olur. Varlık hiyerarşisinde ne denli
aşağıya inilirse, o denli yetkin olmayana, çoğulculuğa, değişime ve ayırıma ulaşılır. Daha sonraki her evre,
bir önce gelenin gerekli etkisidir – onun kopyası, gölgesi ve ilineğidir. Ancak sonraki her evre, daha yüksek
seviyeye ulaşma çabası içindedir, kaynağa geriye doğru dönüş çabası yaşanmaktadır (Thilly, 2000, s. 225).
Plotinus evreni tasvir etmekle yetinmemiştir. Evrenin kaynağı, insanın bu evrendeki yeri, insanların
karşı karşıya bulundukları ahlaki ve manevi güçlüklerin üstesinden nasıl gelecekleri gibi hususlara dair de
açıklamalar sunmuştur (Cevizci, 2015, s. 145). Başka bir deyişle, Yeni-Platonculuk Bir’i hem felsefî bir ilke
hem de dinî tecrübenin nihai objesi olarak tasavvur etmiştir. Bir sadece eşyanın nedeni olarak var değildir;
o aynı zamanda dönüş yeridir. İnsanın nihai hedefi Tanrı ile bir olmaktır. Ruhun dünya üzerinde geçirdiği
her macera aslında Tanrı’ya dönüşün bir adımıdır.
yaşamla ilişkilendir
196
İlkçağ Felsefesi
197
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
Plotinus’un genel sistemini mistik bir karakte- Plotinus insanı ruh ve bedenden müteşekkil bir
re büründüren en önemli unsurlardan biri de hiç varlık olarak kabul etmektedir. Fakat onun sistemi
şüphesiz onun ruha atfettiği niteliklerdir. Ruh, bütünüyle “anti-materyalist” bir nitelik arz ettiği
Platonius’a göre, reenkarnasyon sürecine dâhildir. için, ruhu daima maddeden üstün görmekte ve re-
Bu, insanların ölümü müteakip dünyaya yeniden, enkarnasyon sürecini de ruhun maddeyle olan zo-
farklı bedenler içerisinde döndüğü anlamına gel- runlu ilişkisinden türetmektedir. Ruh, bedeni daima
mektedir. Plotinus insanların yalnızca insan olarak bir araç olarak kullanır. Yeni-Platoncu düşüncede
dünyaya geleceği inancında değildir. O, reenkar- ruh-beden gerilimi baştan sona mevcudiyetini koru-
nasyon düşüncesini, bitki dünyasını da içerecek muştur. Ete-kemiğe zorunlu bir şekilde bürünmüş
şekilde geniş tutmuş ve ruhun göreceği cezayı en olan ruh, kurtuluşa erişmek için etten ve kemikten
küçük ayrıntısına kadar tekrarlanan bir kefarete azade bir hale gelmek durumundadır. Bu öyle bir
dönüştürmüştür (Zeller, 2008, s. 392). Plotinus’un niteliktir ki düşüncenin dahi ötesindedir. Tipik mis-
reenkarnasyon düşüncesini Pythagorasçılardan te- tik bir durum olarak gündelik dilin kavramları ile
varüs ettiğini söylemek mümkün ise de tek kayna- tanımlanması imkânsızdır. Esasen mistik bir tecrübe
ğın bu olduğu iddia edilemez. Aynı düşünce Hint olarak vecd halinin ve bu hal üzere iken yaşanan tec-
mistisizminde de mevcuttur ve Hint mistisizmi rübenin tanımlanamaz olmasının nedeni Tanrı’nın
Yeni-Platoncu teorinin gelişimine ön ayak olmuş tanımlanamaz oluşudur. Bu da Yeni-Platonculukta-
başlıca düşünceler arasında yer almaktadır. ki negatif teolojinin bir uzantısıdır.
Kaynağı her ne olursa olsun, reenkarnasyon fikri Plotinus ve takipçileri varlığın tamamına teşmil
Plotinus tarafından tutarlı bir şekilde benimsenmiş- edilebilecek teorik bilginin imkânından şüphe etmiş-
tir. O kadar ki, Yeni-Platoncuların benimsediği ru- lerdir. Onlar, evrensel teorik bilginin noksanlığı kar-
hun ölümsüzlüğü doktrini reenkarnasyon düşünce- şısında hissedilmesi muhtemel olan eksikliği mistik
sinin bir yansıması olarak kabul edilebilir. Ölümsüz tecrübeden türettikleri ilhamla gidermeye çalışmış
olan insan ruhunun kaderi, bir önceki yaşayışındaki görünmektedirler. Bu durum Platoncu bir kaygının
tutumuna bağlıdır. Ruh, zorunlu olarak kendisine eseri olarak not edilebilir. Platon’un da takip ettiği
uygun düşen bir bedene doğru, aşağılara çekilir. Bu düşünsel gelenekte madde bir yokluk olarak tanım-
nedenle, kendisini duyusal yönüne kaptırmış olan landığı için maddeye dair malumatın bilgi (episteme)
ruh, bundan sonraki varlığında bir hayvan kalıbına adını alması imkânsızdır. Bu durumda, asıl olana,
yerleşir. Plotinus’a göre, ruhun bir bedene bağlan- Bir’e yönelik bilginin başka bir kaynaktan türetilme-
maktan kurtulması, yani reenkarnasyon çembe- sine ihtiyaç vardır. Mistik tecrübenin görünür biçimi
rinden sıyrılıp duyular-üstü dünyaya dönmesi de olarak vecd hali tam da Yeni-Platoncuların ihtiyaç
mümkündür. Bunun gerçekleşebilmesi ruhun du- duyacağı böylesi bir kaynağa tekabül etmektedir.
yulur dünyadan tamamıyla uzaklaşıp “düşünülür” Yeni-Platoncular her ne kadar kendilerini
dünyaya yönelmesine bağlıdır. Ruhun bu dünyada Platon’un sadık birer takipçisi olarak görmüş iseler
ulaşabileceği en son yükseklik, Bir ile mistik bir kay- de onların bilhassa vecd vakıasına atfettikleri an-
naşmadır (Gökberk, 2016, s. 121). Bu kaynaşma, lamın Platoncu sistem üzerinde esaslı bir tadilata
Yeni-Platoncu teoride vecd hali olarak tasvir edil- işaret ettiği söylenebilir. Zira Platon, genel düşünce
mektedir. Vecd haline, düşüncenin en yüksek biçimi sistematiği içerisinde, bireyi toplumsal ve siyasal
tarafından dahi erişilemez. O, yalnızca bir esrime fikirlere kurban etmiş görünmektedir. Platon’un
(ecstasy) durumu içinde olmaktadır. Vecd halinde toplumu önceleyen bu tavrı Yeni-Platonculukta
ruh, kendi düşüncesini aşmaktadır. Ruh, bu hal yerini bireyci bir anlayışa bırakmıştır. Felsefî dü-
üzere iken, Tanrı’nın ruhu içinde kendisini kaybet- şüncenin çekirdeğini teşkil ettiği söylenebilecek şey
mekte, Tanrı ile bir olmaktadır. Şu halde, vecd hali, artık nesne ve söz gelimi onun hakkındaki kavram-
Tanrı’ya mistik bir geriye dönüş (Thilly, 2000, s. sal bilgiden ibaret değildir. Bundan böyle riyazet ve
228) olarak nitelendirilebilir. Ruhun aynı zamanda vecd yolu ile en yüksek sükûnete, Tanrı ile bir oluş
reenkarnasyon sürecinden kurtuluşunu temsil eden mertebesine yükselmiş olan süjenin ruh durumu
vecd hali, Bir’den yayılan ışığın kuvvetleriyle ruhun ön plandadır (Zeller, 2008, s. 383).
birlik oluşturmasıdır. Bu birliğin önermeler şeklinde Plotinus ruhun üç kısma ayrıldığı kanaatinde-
ifade edilmesi imkânsızdır. O, tarif edilemez bir bir- dir. Bunlardan birincisi Nous’u temaşa etmeye yö-
lik, unio mysticadır (Skirbekk ve Gilje, 2014, s. 136). nelmekte, ikincisi bedenle ilişkiye girmekte, üçün-
198
İlkçağ Felsefesi
cüsü ise ikisi arasında aracı rolünü üstlenmektedir. tekabül etmektedir. Madde “iyi”nin tam karşıtıdır.
Ruhun ilk kısmı yukarıya yönelmiştir ve tinselliğe İdealara göre biçimlenmiş olan cisimlerde “iyi” yan-
işaret etmektedir. Bu dünyadaki şeylerle ilişkili olan sıyabiliyorken salt maddeye Bir’deki “iyi”den hiçbir
ikinci kısım irrasyonelliğe, ikisi arasındaki ara ze- ışın düşmez. Onun için madde Bir’in her bakımdan
mine yerleşmiş olan kısım ise rasyonaliteye karşılık tam karşıtıdır (Gökberk, 2016, s. 120). Tanrı’ya,
gelmektedir. Plotinus’a göre, ruhun bu üç kısmına yani varlığı bir güneş gibi aydınlatan nihai kayna-
bağlı olarak, rasyonel ya da irrasyonel insan türün- ğa uzak olması maddenin karanlığa gömülmesine
den, farklı yapı ya da karakterde insanlar ortaya yol açmaktadır. Bu bakımdan madde aynı zamanda
çıkmaktadır. Bazı insanlar en aşağı düzey vasıtasıyla kötü olarak nitelendirilmektedir. Madde Tanrı’dan
eylemde bulunurken bazıları ikinciden, bazıları ise en uzak şey olduğu için kötüdür. Maddi evren yani
birinciden pay almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, dünya Tanrı’dan pay aldığı nispette iyi ve düzenlidir.
insanın kendisini bizzat kendi etkinlik türü ya da Maddeden aldığı pay nispetinde ise kötü olmakta-
ilkesiyle belirlediği söylenebilir. İnsan duyulara da- dır (Elmalı ve Özden, 2013, s. 226). Ruh ile beden
yalı, maddeye düşkünlük gösteren, bedensel hazlar- arasındaki ilişkide kötülüğü doğuran şey de maddî
la belirlenen bir yaşam sürdürebildiği gibi, aklıyla bir unsur olarak bedendir. Plotinus’un bir beden
uyum içinde de yaşayabilir; nihayet, insan saf dü- içerisinde olmaktan utanıyor oluşunun nedenini de
şünce faaliyeti içinde, Nous’un hayatını da sürdüre- bedenin maddî niteliğinde aramak gerekmektedir.
bilir (Cevizci, 2015, s. 151). Bireysel ruh açısından
çileli bir sürece işaret eden reenkarnasyon sürecinin
nihayete ermesi insanın bu üç seçenek arasından
hangisini tercih edeceği ile bağlantılıdır. Doğru bir dikkat
tercih onun kurtuluşunu mümkün kılacaktır. Plotinus’un düşüncesinde madde ile cisim
Tanrı, Nous ve Ruh Plotinus felsefesinde hipos- arasında bir ayırım yapılmaktadır. Maddenin
taz, başka bir deyişle “gerçek varlık” ya da varlığın yokluğu evrendeki cisimlerin yokluğu anlamı-
temel dayanağı olarak isimlendirilmektedirler (Cor- na gelmemektedir. Maddenin yokluk olduğu
rigan, 2005, s. 23). Tanrı, ya da Bir, Plotinus tarafın- şeklindeki düşünce ilkçağ filozoflarınca genel
dan varlığın ötesinde konumlandırıldığı için hiye- olarak benimsenmektedir. Plotinus’a göre,
rarşiyi Nous ile başlatmak gerekmektedir. Nous’un madde herhangi bir niteliğe sahip değildir.
ardı sıra varlık hiyerarşisinin ikinci aşaması ruhtur. Maddenin bir nitelik edinmiş hali ise cisim-
Madde ise mutlak yokluktur. Fakat ruhun cisimlere dir. Bu açıdan bakıldığında, her cisim zorun-
bir mevcudiyet sağlayabilmesi için de madde zorun- lu olarak maddîdir. Fakat bunun tersi geçerli
ludur. Bu bakımdan, madde varlık hiyerarşisine an- değildir. Maddenin mutlak anlamda cisimsel
cak cisimleştikten sonra girebilir. Bu durumda bile olması gibi bir durum söz konusu değildir.
o ancak hiyerarşinin son basamağını teşkil edebilir.
Plotinus’un maddeye yönelik tutumu Yeni-Pla-
Madde tonculuğu “anti-materyalist” bir yaklaşım olarak
tescillemiştir. Madde ve cisim arasında bir ayırım
Plotinus’un varlık hiyerarşisi içerisinde en aşa-
olduğu muhakkaktır. Maddeye ruhta bulunan logoi
ğı tabakayı madde teşkil etmektedir. Salt madde,
spermatikoi, akıl tohumları ya da özler, ideaların su-
antik Yunan düşüncesinin genelinde olduğu gibi
ret ya da yansımaları yüklenir. Böylece şekilsiz, form-
Yeni-Platoncu düşüncede de yokluk olarak kabul
dan yoksun maddeye şekil verilir, form kazandırılır.
edilmektedir. O mutlak yokluk ve karanlıktır. Mad-
Plotinus’a göre, duyusal ya da fenomenal dünyadaki
denin mutlak yokluk olması onun herhangi bir
bireysel varlıklar ruhun bu faaliyeti sonucunda orta-
niteliğe sahip olmamasından kaynaklanmaktadır.
ya çıkmaktadır (Cevizci, 2015, s. 149). Hiç şüphesiz,
Karanlık olmasının nedeni ise Tanrı’ya uzak olma-
madde ile cisim arasında ayırım gözetiliyor olması ci-
sıdır. Tanrı’nın Plotinus tarafından bir güneşe ben-
sim lehine pozitif bir yorum olarak kabul edilemez.
zetildiği hatırda tutulacak olursa maddeye atfedilen
Zira Plotinus’un madde karşıtlığı nesneler dünya-
bu nitelikleri anlamak daha kolay olacaktır. Madde
sının tamamına yönelmiş durumdadır. O tipik bir
varlık hiyerarşisi içerisinde en aşağı tabakayı meyda-
Platoncu olarak görünüş ve gerçeklik arasında bir
na getirdiği gibi Tanrı’ya en uzak olan kategoriye de
ayırım yapmaktadır. İçinde yaşadığımız evren görü-
199
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
nüşler evrenidir. Görünüşler evreni asıl gerçekliğin, tiyan ve Yeni-Platoncu formları dâhilindeki düşüş
ideaların birer yansıması ve kopyası durumundadır. ve kurtuluş öğretilerinin birbiriyle rekabet içerisin-
Bununla beraber, görünüşler evrenini hâsıl eden ve de olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir.
kendi orijinal özelliklerini ona benimseten şey biz- Hıristiyanların düşüş öğretisine göre, Hz. Adem ve
zat ruhtur. Bu nedenle görünür evrendeki her şey Hz. Havva Tanrı tarafından yaratıldıktan sonra cen-
sayılara ve idealara göre tertip edilmiştir ve eşyanın nete yerleştirilmiş ve kendilerinden belirli bir ağacın
doğası olan yaratıcı idealar tarafından oluşturulmuş- meyvesini yememeleri istenmiştir. Buna karşın Hz.
tur (Zeller, 2008, s. 390). Görünüş daima değişir. Bu Adem ve Hz. Havva yasak ağacın meyvesini yemiş
nedenledir ki Yeni-Platoncular açısından görünüşün ve ilk günahı işlemişlerdir. Tanrı bu günah karşısın-
kendinde herhangi bir değeri yoktur. Onun değeri da Hz. Adem ve Hz. Havva’yı cennetten kovmuştur.
ancak ve ancak kendisini örgütleyen ruhun parıltı- Bu inancın, en azından buraya kadar olan haliyle,
sını yansıttığı kadardır. Ona atfedilecek güzellik için diğer monoteist dinler (Musevilik ve İslam) tarafın-
göz önünde bulundurulması gereken ölçüt de budur. dan da benimsendiğini belirtmek gerekir. Ne var
Yeni-Platonculuğun Hıristiyanlığa karşı sert eleş- ki Hıristiyanlık Hz. Adem ve Hz. Havva’nın hem
tiriler yönelttiğine ve bu iki sistem arasındaki dokt- Tanrı’nın gözünden hem de cennetten düşüş kıssası-
riner farkların en azından düşünsel çatışmalara yol na önemli bir akide ilave etmektedir: aslî günah. Bu
açtığına daha önce temas edilmişti. Böyle olmakla akideyi ilk defa dillendiren kişi Aziz Augustinus’tur.
birlikte, söz konusu iki sistem arasında ortak bazı İlk Hırstiyan filozoflardan olan Aziz Augustinus
noktalar bulunduğuna işaret etmekte de fayda vardır. bütün insanların günahkâr bir şekilde doğduklarını
iddia etmektedir. Bunun nedeni ise insanların atası
Tıpkı Yeni-Platoncular gibi Hıristiyanlar da
olan Hz. Adem ve Hz. Havva’nın işlediği ilk günah-
madde karşıtı bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Za-
tır. Üstelik insanlar bu günahtan kendi çabaları ile
man içerisinde bu yaklaşımın çeşitli biçimlerde de-
kurtulamazlar. Asli günahtan kurtulmanın tek yolu
ğiştiği ortada ise de ilk ortaya çıktığı dönemlerde
ilahi bir inayettir (gratia). Augustinus’un inayet fik-
Hıristiyanlık daha ziyade bir “züht hareketi” nite-
ri düşüş ve kurtuluş teorilerini birbirine bağlayan
liğine sahiptir. Başka bir deyişle, ilk Hıristiyanlar
noktadır. Hıristiyanların inancına göre, Tanrı, ken-
dünya yaşamı ile aralarına mümkün olduğunca bü-
di oğlu olan İsa’yı dünyaya göndermiş, onu bütün
yük bir mesafe koyma çabasında olmuşlardır. On-
insanların kurtuluşunu mümkün kılmak üzere feda
lar daha ziyade ruhsal bir arınma ve aşağıda temas
etmiştir. Şimdi insanlara düşen belirli sakramentler
edileceği üzere kurtuluşa erme özlemi içerisindedir-
vasıtasıyla İsa ile birleşmek ve kurtuluşu kuvveden
ler. Özellikle Katolik inancında bedene atfedilen
fiile çıkarmaktır. Başlıca sakramentler arasına İsa’nın
negatif imajın kökleri dünyaya, dolayısıyla madde-
kanı ve eti ile özdeşleştirilen şarap ve ekmek ayinini
ye yönelik çekincenin yansımalarını taşımaktadır.
gerçekleştirmek yer almaktadır. İçilen şarap ve yeni-
Hiç şüphesiz ilk Hıristiyanların böylesi bir tutum
len ekmek insanların İsa ile birleşmelerini ve böylece
takınmasına yol açan toplumsal bazı şartların mev-
kurtuluşa ermelerini mümkün kılmaktadır.
cudiyeti inkâr edilemez. Örneğin takibe uğrayan,
baskı altına alınan, işkenceye uğrayan Hıristiyanla-
rın kendi mevcudiyetlerini korumak için yer altına
çekilmeleri, onların dünya ile olan ilişkilerini nega-
tif bir zeminde kurmalarına yol açmış olabilir. Fakat
bunun salt sosyolojik bir tutum olmanın ötesinde
itikadî bir arka plana sahip olduğunu düşünmemi-
zi gerektirecek veriler mevcuttur. Nitekim Katolik
mezhebine mensup Hıristiyanlar dünyaya karşı bu-
gün dahi benzer çekinceleri sergilemektedirler.
Söz konusu çekincenin izlerini taşıyan, birbi-
riyle bağlantılı iki temel Hıristiyan öğretisi mev-
cuttur. Bunlar “düşüş” ve “kurtuluş” öğretileridir. Resim 8.2 Hıristiyanlıkta Şarap ve Ekmek Ayininin
Yeni-Platonculuğun da kendi sistematiği içerisinde Gerçekleştirilmesi Kurtuluş İçin Oldukça Önemli Bir
geliştirdiği düşüş ve kurtuluş öğretileri vardır. Hıris- Ritüeldir.
200
İlkçağ Felsefesi
Yeni-Platonculuğun ortaya attığı düşüş ve kur- Ünitenin amaçları bakımından dikkat edilme-
tuluş teorileri ise daha genel bir çerçeveye sahiptir. si gereken husus, birbiriyle mücadele halindeki iki
Düşüş ve kurtuluş daha ziyade reenkarnasyon vakıası sistem olarak Hıristiyanlık ve Yeni-Platonculuğun
eşliğinde ele alınmış görünmektedir. Evren ruhunun düşüş ve kurtuluş teorilerine sahip olmalarıdır. Her
bir parçası olan ruhun bir bedene girmesi, Yeni-Pla- iki sistem açısından da insanın “düşmesine” neden
tonculuğa göre, aslında bir cezalandırmadır. Ruh be- olan şey maddî bir unsur olarak bedendir. Gerek
dene girerek aslında düşmektedir. Ancak sudurun bir Hıristiyanlık gerekse Yeni-Platonculuk açısından
tabakası olan maddi evrenin oluşabilmesi için de bi- beden, yani madde insanı aşağıya çekmekte, onu
reysel ruhların maddi evrene “düşmesi” de zorunlu- düşürmektedir. Bu iki sistem arasındaki ilişkide
dur. Süreci ruh açısından çileli bir niteliğe büründü- hangisinin baskın olduğu mevzuu ayrı bir tartışma
ren, bu düşüşün uzun soluklu olmasıdır, zira ruh her konusudur. Bununla birlikte, Hıristiyanlığın yer
ölümü müteakip yeni bir beden dâhilinde dünyaya yer paganist unsurlar içerdiği göz önünde bulun-
dönmektedir. Bundan kurtulabilmesi mümkündür. durulacak olursa Yeni-Platoncu düşüncenin baskın
Başka bir deyişle, Yeni-Platonculuk kötümser bir ba- karaktere sahip olduğu sonucu çıkarsanabilir. Yeni-
kışla yalnızca düşüşten bahsetmez. O aynı zamanda Platoncu düşünce paganist niteliğinden hiçbir za-
bir kurtuluş öğretisini içerir. Hatta, Yeni-Platonculu- man taviz vermemiştir. Antik pagan felsefenin son
ğun bireysel kurtuluş özlemine verilmiş yarı dinsel, nefesi, adeta son çırpınışı olan Yeni-Platonculuk
yarı entelektüel bir cevap olduğu dahi iddia edilebi- Aziz Augustinus ile birlikte Hıristiyan felsefesinin
lir (Copleston, 1993, s. 472). Yeni-Platoncu teoride ilk basamağı halini almıştır (Copleston, 1993, s.
kurtuluş ancak ruhun kendisini arındırması (kathar- 506). Bu açıdan bakıldığında, iki sistem arasında
sis) ve Tanrı ile birleşmesi neticesinde olanaklıdır. bir etkileşimde baskın rolün büyük oranda Yeni-
Platoncu gelenekte olduğu söylenebilir.
dikkat
Yeni-Platoncu ve Hıristiyan kurtuluş teorileri dikkat
arasında önemli farklar vardır. Örneğin Yeni-Pla- Hz. Adem ve Hz. Havva’nın cennetten kovul-
tonculuk ruhun kendi çabaları vasıtasıyla arınabi- masına yol açan eylemleri İslam tarafından da
leceği ve böylece kurtuluşa ulaşabileceği düşünce- çeşitli biçimlerde tasvir edilerek kötülenir. Fa-
sine sahiptir. Hıristiyanlık ise, kurtuluş ümidinin kat İslam Hıristiyanlık gibi bu ilk günaha dayalı
belirebilmesi için bir kurtarıcıya ihtiyaç olduğu olarak bir asli günah teorisi geliştirmez. İslam’a
kanaatindedir. Bu kurtarıcı da Hz. İsa’dır. göre, herkes kendi yaptıklarından sorumludur.
Öğrenme Çıktısı
3 Plotinus’un belerlediği varlık hiyerarşisinde yer alan unsurları temel nitelikleriyle birlikte
sıralayabilme
201
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
Öğrenme Çıktısı
PLOTİNUS’UN AHLAK ANLAYIŞI bir dünyada yaşamak olabilir. Bunun için de ruhun
Yeni-Platoncu kurtuluş öğretisinin aynı zaman- duyumsal dünyaya duyduğu eğilimden kendisini
da başlı başına bir ahlak teorisi olduğuna işaret et- kurtarması gerekmektedir. Ahlakın nihai hedefi
mek gerekmektedir. Plotinus’a göre, kendisini arın- olan mutluluk mükemmel hayata, o da düşünceye
dıran ruh artık başka bir bedenle dünyaya dönmez dayanır. Dolayısıyla, mutluluğun ilk şartı bedenden
ve tümel ruha, yani Tanrı’ya kavuşup çileli süreci azade kalmak ve onunla bağlantılı şeylerden kendi-
geride bırakır. Başka bir deyişle, ahlaki bir prob- mizi arındırmaktır (Zeller, 2008, s. 392).
lem olarak ortaya çıkan reenkarnasyon süreci ancak Yukarıdaki ifadeler Plotinus’un ahlak anlayışı-
ahlaki bir adımla son bulabilir. Ahlak kurtuluşun nın genel hatlarını belirtmektedir. Onun ahlak hak-
zorunlu bir unsurudur zira ruhun yükselişi kişinin kındaki fikirlerine daha yakından bakabilmek için
ahlaki ve entelektüel erdemler geliştirmesini gerekli sorulabilecek çeşitli sorular vardır. Örneğin “ahla-
kılmaktadır. Burada önemli olan, duyusal dünyada- kın amacı nedir?”, “bu amaca nasıl ulaşılabilir?”
ki şeylerin ve bedenin, ruhun daha yüksek amaç- Hemen belirtmek gerekir ki Plotinus eudaimo-
larını gerçekleştirmesine engel olmasını önlemektir nisttir. Başka bir deyişle, o, ahlakı mutlulukla öz-
(Cevizci, 2015, s. 15). Ruh, sahip olduğu doğanın deşleştirmekte ve ahlakın amacını insanın mutlulu-
zorunlu bir sonucu olarak, daha yüksek bir dün- ğa ulaşması olarak belirlemektedir. Peki, mutluluk
yaya aittir ve onun en yüksek hedefi ancak böyle nedir? Enneadlar’ın 1. cildinde, Plotinus mutluluk
202
İlkçağ Felsefesi
ile kastettiği şeyi açıklarken kendisi ile Aristoteles, benimsediği erdemlerin (basiret, adalet, cesaret ve
Epiküros ve Stoacılar arasındaki belirgin farklılık- ölçülülük) gittikçe daha rafine bir hal alan biçim-
lara işaret etmektedir. Ona göre, Aristoteles, Stoik lerinden ibarettir. Bunlar ahlakın nihai amacı olan
düşünürler ve Epikürosçu filozofların benimsediği “Tanrı gibi olmak” veya “Tanrı’ya benzemek” hedefi
mutluluk tanımları eleştiriye açıktır. Zira, mutlu- doğrultusunda bir üst aşamaya geçtikçe asıl anlam-
luğun ön koşulu olan “iyi yaşam”ın, Aristoteles ve larına kavuşmaktadırlar. Plotinus’a göre Tanrı’nın
takipçilerinin iddia ettiği gibi “kendi özel amacını kendisi erdeme sahip değildir. Bu nedenle Tanrı’ya
gerçekleştirme”ye, Stoacıların iddia ettiği üzere “do- medenî erdemler atfedemeyiz. Fakat bu erdemlere
ğaya uygun bir yaşam sürdürmeye” veya Epiküros- sahip olmak yine de bizi Tanrı ile birleşme hedefine
çulukta benimsendiği biçimiyle “huzurlu olma”ya ulaştırabilecek yegâne araçlardır (Plotinus, 1989, s.
ve “sarsılmazlığa” (ataraxia) bağlı olması, mutluluğu 127-147). Ruh ancak erdemler vasıtasıyla arınabilir
yalnızca insanla ilgili bir ilke olmaktan çıkaracak ve nihai amacına ulaşabilir.
ve bütün canlıları kapsayan bir hale sokacaktır. Bu Plotinus’un mistik karakterdeki düşünce siste-
son durumda, söz gelimi bitkilerin de “iyi yaşam” matiği göz önünde bulundurulduğunda “haz” un-
sürdürdüğü iddia edilebilecektir (Plotinus, 1989, s. surunu ahlak alanının tamamen dışında bıraktığını
171). Böylesi bir iddia bitkilerin de pekâlâ mutlu söylemek gerekecektir. Plotinus’a göre, bedensel haz
olabileceği anlamına gelecektir. Oysaki bu pek de ahlak açısından hiçbir şekilde bir ölçüt olamaz. Be-
makul bir iddia değildir. Plotinus’a göre, mutluluk densel hazlardan kurtulmuş olan bilgenin düşünce
canlı varlıkların ulaşmak istediği bir şeydir. Fakat faaliyetiyle duyduğu mutluluk en yüksek mutluluk-
onu tüm canlı varlıkların nihai amacı olarak belir- tur. Daha yüksek bir aşama ise, bütün duygulanım-
lemek doğru olmaz. Mutluluk yetkin ve gerçek bir lardan uzaklaşıp ilahi varlığı aracısız düşünme ve
yaşama bağlıdır. Bu yaşam ise ancak aklın uygun algılamadır (Elmalı ve Özden, 2013, s. 227-228).
bulacağı bir yaşam olabilir. Bu nedenle canlı var- İnsanın en yüce amacı ve mutluluğu, Tanrı’dan çık-
lıklar içerisinde mutluluğu kendisine amaç edindiği mış olan ruhunun yeniden Tanrı’sına kavuşmasıdır.
söylenebilecek tek varlık insandır. Tanrı’ya götüren yol insanın kendi içinde yaşadığı
Bütün insanların amacı mutluluktur, fakat onla- bir yoldur. Bu yol dışa değil içe, bir kişinin özüne,
rın hepsinin buna ulaştığını söylemek de akla uygun derinliklerine yönelmiştir. Tanrı’ya ulaşma yolunda
değildir. Mutluluk ancak akıllı ruha özgü bir imtiyaz en iyi yöntem insanın kendi içine dalması, kendi
olarak nitelendirilebilir. Yukarıda Plotinus’un ruh özüne yani içindeki Tanrı’ya yönelmesidir. Bu içe
anlayışından bahsedilirken onun ruhu üç parçadan dalış, bütün düşünceleri aşarak ve yırtarak, bilinç
müteşekkil gördüğü belirtilmişti. Plotinus’a göre, ötesi bir duruma sokarak, vecd halinde Tanrı’yla bir-
ruhun irrasyonelliğe, rasyonelliğe ve tinselliğe yakın leşmeyi mümkün kılmaktadır (Störig, 2015, s. 294).
üç kısmı vardı. O, bu ayırıma uygun düştüğü söy- Görüldüğü üzere, “Tanrı’ya benzemek” ya da
lenebilecek üç insan tipolojisinden bahsetmektedir. “Tanrı gibi olmak” Plotinus’un ahlaka biçtiği temel
Bazı insanlar gerçekliği duyusal evrene, dolayısıy- işlevdir. Fakat bunun problemli bir iddia olduğuna
la maddeye atfederler. Şu halde, onların akla özgü işaret etmek gerekmektedir. Zira Tanrı, Yeni-Pla-
bir imtiyaz olarak mutluluktan pay almaları müm- toncu düşünceye göre, hiçbir niteliğe sahip değildir.
kün değildir. İkinci türdeki insanlar ara bir kategori O, belirlenemeyecek kadar aşkın bir varlıktır. Hat-
olarak rasyonelliğe yakındırlar. Onlar sıradan duyu ta Tanrı varlığın ve iyiliğin ötesindedir. Peki, insan
nesnelerinin üzerine yükselebilirler. Fakat bunla- “Tanrı gibi olduğunu” nasıl iddia edebilecektir? Bun-
rın tekrar maddî olanın çekiciliğine kapılmaları da dan emin olmanın bir yolu var mıdır? Plotinus’un
mümkündür. Üçüncü türdeki insanlar ise tinselliğe negatif teolojisi akılda bulundurulduğunda bunun
yakın olanlardır. Bu insanlar ahlakın nihai amacına, imkânsız olduğu söylenebilir. Yeni-Platonculuğun
Tanrı gibi olmaya en yakın türü teşkil etmektedirler. buna vereceği cevap muhtemelen yine mistik tec-
Ahlak erdemi gerektirir. Erdemler ise dörde ayrı- rübeye gönderme yapacaktır. İnsan ruhu arındıkça,
lır. İlk kısım erdemler “medenî” (civic) erdemlerdir. kendisini dünyevî, dolayısıyla da maddî olan şey-
İkinci kısım erdemler “arınmayı sağlayan” erdemler- lerden bütünüyle temizledikçe Tanrısallaşır. Bunun
dir. Üçüncü kısım erdemlerin Plotinus’un termino- tecrübesi de ancak vecd halinde mümkündür. Başka
lojisindeki karşılığı “arınmış ruhun erdemleri”dir. bir deyişle, Plotinus’un ahlak anlayışı, genel sistemi-
Dördüncü kısım erdemlere ise o “ibretlik erdemler” ne uygun bir şekilde, apriori bir ilkenin sübjektif bir
adını vermektedir. Bu dört grup erdem Platon’un şekilde temellendirilebileceği fikrini üretmektedir.
203
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
Öğrenme Çıktısı
5 Plotinus’un ahlak anlayışı ile onun kurtuluş teorisi arasındaki bağlantıyı açıklayabilme
204
İlkçağ Felsefesi
eden başka bir unsur daha vardır. Bu, Plotinus’a Plotinus güzelliğin özünü formun maddeye
göre, ruhtur. Çirkin ruh, kendisini maddeye kap- hâkim olmasından ibaret görmektedir. Şu halde,
tırmış, tiksinti duyduğumuz ruhtur. Ruhu güzel akılla anlaşılabilir gerçekliğin bir yansıması ya da
yapan, cisimden uzak durması; akla, ruhsal olana kopyası olarak Tanrı’dan, Bir’den, İyi’den yayılan
yönelmesidir, erdemlerdir. Cisim güzel ideasından ışığı, aydınlığı alan duyusal dünyanın bir bütün
pay almak suretiyle güzelleşirken ruh kendisini mad- olarak iyi olduğunu söylemek gerekir. Mutlak kötü
deden arındırmak suretiyle güzel olmaktadır (Gök- olan, maddedir, nesneler ve onların bir toplamı
berk, 2016, s. 118). Şimdi, açıktır ki ruhun güzelliği olan evren değil. Fenomenal evren kendisinden
veya çirkinliği onun sürdürdüğü yaşama göre teba- türediği varlık kaynağı kadar olmasa bile, kökenin-
rüz etmektedir. Başka bir deyişle nesnedeki güzellik den dolayı kutsaldır, iyidir ve güzeldir. Başka bir
estetik, ruhtaki güzellik ise etik bir mahiyet arz et- deyişle, duyusal dünya form kazandıran, biçim ve-
mektedir. Bu demektir ki etik ve estetik birbirinden ren ilkesinden, ruhtan dolayı güzel ve Tanrısal ama
bağımsız alanlar olarak değil, insanın nihai kurtulu- öte yandan tözünden, yani maddeden dolayı kötü-
şunu mümkün kılan güzergahın zorunlu bileşenleri dür (Cevizci, 2015, s. 150).
olarak Yeni-Platoncu teorideki yerini almıştır.
Öğrenme Çıktısı
205
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
206
İlkçağ Felsefesi
207
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
208
İlkçağ Felsefesi
neler öğrendik?
A. Iamblichus A. Ruh bizzat bir sayı ve ideadır.
B. Ammonius B. Ruh dilerse bedeni sonsuza dek terk eder.
C. Porphyry C. Ruhu meydana getiren Nous’tur.
D. Boethius D. Ruh, doğası gereği, maddî olanı arzular.
E. Proclus E. Ruh zamandan bağımsız bir yaşam sürer.
209
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
1. C Yanıtınız yanlış ise “Plotinus’un Hayatı ve 6. B Yanıtınız yanlış ise “Ruh” konusunu yeniden
Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. gözden geçiriniz.
neler öğrendik yanıt anahtarı
2. A Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni- 7. D Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni-
den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.
3. D Yanıtınız yanlış ise “Ruh” konusunu yeniden 8. A Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeni-
gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.
4. B Yanıtınız yanlış ise “Tanrı” konusunu yeni- 9. E Yanıtınız yanlış ise “Nous” konusunu yeni-
den gözden geçiriniz. den gözden geçiriniz.
5. E Yanıtınız yanlış ise “Tanrı” konusunu yeni- 10. C Yanıtınız yanlış ise Plotinus’un Estetik An-
den gözden geçiriniz. layışı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
Araştır Yanıt
8 Anahtarı
Felsefe kendi içine kapalı bir düşünsel disiplin değildir. Filozoflar düşünsel
açıdan kendilerini beslemek amacıyla merak ve öğrenme güdüsünü daima ön
planda tutarlar. Bu bakımdan, bir filozofun farklı düşünsel geleneklerden et-
kilenmesi ve bu etkilere kendi felsefî yaklaşımında yer vermesi doğaldır. Plo-
tinus, imparator Gallienus’un İran seferine katılmış ve muhtemelen bu sefer
esnasında İran ve Hint düşüncelerine dair yeni şeyler öğrenmiştir. Felsefe tari-
Araştır 2 hi kaynakları Plotinus’un düşüncesinde gözlemlenen mistisizmi bu sefer esna-
sında yaptığı gözlemlere dayandırmaktadırlar. İran seferi Plotinus’u mistik bir
düşünceye yönlendirmiş gözükmektedir. Antik Yunan düşüncesi akıl merkezli
bir niteliğe sahiptir ve rasyonel bilgiyi elde etmeye çalışır. Mistisizmin da-
yandığı bilgi ise vecd halinde gözlenir ve sezgiye dayalıdır. Bu haliyle mistik
bilginin Yunan düşüncesine yabancı olduğu söylenebilir. Yeni-Platonculuğun
merkezi unsurlarından birini teşkil eden mistisizm Plotinus’un İran seferi mü-
nasebetiyle tanıştığı Hint düşüncesinden aldığı etkiyi yansıtmaktadır.
210
İlkçağ Felsefesi
Araştır Yanıt
8 Anahtarı
Evet, vecd subjektif bir bilgi türü olarak nitelendirilebilir. Mistik bir tecrübe
olarak vecd halini yaşayan biri tecrübesini dile dökemez. Çünkü bu tecrübe
bireysel aklın alanını dahi aşmaktadır. Ayrıca söz konusu tecrübenin konusu
Araştır 4 Tanrı’dır ve Tanrı, Yeni-Platoncu öğretiye göre, asla tanımlanamaz. Tanımla-
namayan bir şey hakkındaki tecrübeden türetilen bilgi ister istemez kişisel,
yani sübjektif bir içeriğe sahip olacaktır. Bunun ise diğer insanlar açısından
evrensel bir epistemolojik değerinin olduğunu iddia etmek güçtür.
Yeni-Platoncu teoride bilgi ile ahlak arasında zorunlu bir bağlantı vardır. Hat-
ta bilgi ahlakın ön şartı olarak kabul edilir. Bir eylemin ahlaki bir nitelik kaza-
nabilmesi için onun bilinçli bir şekilde gerçekleştirilebilmesi gerekir. Bu ise o
Araştır 5 eylemin ancak bir bilgiye istinaden hayata aktarılabileceği anlamına gelmek-
tedir. Kurtuluş tesadüfi bir şekilde gerçekleştirilen sıradan eylemlerle değil, ne
için tercih edildiği ve hangi sonuçlara yol açacağı bilinen eylemlerle mümkün-
dür. Bilgi ve ahlak arasındaki bağlantı Yeni-Platonculuğun ontolojik, episte-
molojik ve etik unsurlardan örülü bir sistem olduğunu göstermektedir.
211
Helenistik Felsefe: Yeni-Platonculuk (Dinî Dönem)
Kaynakça
Blumenthal, H. J., ve Markus, R. A. (Ed.) (1981). Plato. (2008). Timaeus. Timaeus and Critias içinde.
Neoplatonism and Early Christian Thought: Essays Çev. Robin Waterfield. Oxford: Oxford University
in Honour of A. H. Armstrong. London: Variorum Press.
Publications Ltd.
Plotinus. (1989). Enneads I. İngilizceye Çeviren A. H.
Camus, A. (2007). Christian Metaphysics and Armstrong. Cambridge: Harvard University Press.
Neoplatonism. İngilizceye Çev. Ronald D. Srigley.
Porphyry. (1989). “On the Life of Plotinus and the
Columbia and London: University of Missouri
Order of His Books.” Enneads I içinde, ss. 3-87.
Press.
Çeviren A. H. Armstrong. Cambridge: Harvard
Carabine, D. (1995). The Unknown God. Negative University Press.
Theology in the Platonic Tradition: Plato to
Porphyry. (1994). Against the Christians. Ed. R. Joseph
Eriugena. Louvain: Peeters Press.
Hoffman. New York: Prometheus Books.
Cevizci, A. (2015). Felsefe Tarihi: Thales’ten
Simmons, M. B. (2015). Universal Salvation in Late
Baudrillard’a. İstanbul: Say Yayınları.
Antiquity. Porphyry of Tyre and the Pagan-Christian
Copleston, F. (1993). A History of Philosophy. Volume Debate. New York: Oxford University Press.
I. Greece and Rome. New York: Image Books.
Skirbekk, G., ve Gilje, N. (2014). Antik Yunan’dan
Corrigan, K. (2005). Reading Plotinus: A Practical Modern Döneme Felsefe Tarihi. Çev. E. Akbaş ve Ş.
Introduction to Neoplatonism. Indiana: Purdue Mutlu, İstanbul: Kesit Yayınları.
University Press.
Stamatellos, G. (2007). Plotinus and the Presocratics:
Drozdek, A. (2007). Greek Philosophers as Theologians. A Philosophical Study of Presocratic Influences on
Hampshire: Ashgate. Plotinus’ Enneads. Albany: State University of New
York Press.
Elmalı, O., ve Özden, H. Ö. (2013). İlkçağ Felsefesi
Tarihi. İstanbul: Arı Sanat Yayınevi. Störig, H. J. (2015). İlkçağ Felsefesi. İstanbul: Yol
Yayıncılık.
Fakhry, M. (2002). Al-Farabi, Founder of Islamic
Neoplatonism: His Life, Works and Influence. Thilly, F. (2000). Felsefenin Öyküsü: Yunan ve Ortaçağ
Oxford: Oneworld Publications. Felsefesi. Çev. İ. Şener, İstanbul: İzdüşüm Yayınları.
Gökberk, M. (2016). Felsefe Tarihi. İstanbul: Remzi Zeller, E. (2008). Grek Felsefesi Tarihi. Çev. A.
Kitabevi. Aydoğan, İstanbul: Say Yayınları.
Iozzia, D. (2015). Aesthetic Themes in Pagan and
Christian Neoplatonism: From Plotinus to Gregory
of Nyssa. New York: Bloomsbury Academic.
212
İlkçağ Felsefesi
sözlük
213
Sözlük
214
İlkçağ Felsefesi
Eudemos’a Etik: Aristoteles’in ahlak hakkındaki Homeros: Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozan. Batı
eserlerinden biri. edebiyatının ilk büyük eserleri kabul edilen İlyada
Eupolisos: Eski Yunan’daki komedi yazarlarından bi- ve Odysseia destanlarının yazarı veya derleyicisi
ridir. Bilinen en ünlü oyunu Demes’tir. olduğu kabul edilmektedir.
Euthydemus: Platon’un eserlerinden birinin adı. Hylomorfizm: Kabaca “madde-biçimcilik” anlamına
gelmekte olup Aristoteles’in ruh anlayışını tanım-
Euthyphro: Platon’un erken dönem eserlerinden. lamak üzere kullanılır. Aristoteles’e göre, ruh be-
denin biçimi (morphē), beden de ruhun maddesi-
F dir (hylē).
Fenomen: Duyu organlarına konu edilebilen şey, Hylozoizm: Canlı-maddecilik. Maddenin hareket
nesne. ve değişimi bizzat kendi özünden türettiğine dair
düşünce.
Filozof: Yunanca iki sözcüğün birleşiminden oluşur:
Philo ve sophos. Philo sevgi, sophos ise bilgi anlamı-
na gelmektedir. Dolayısıyla, philosophos sözcüğü- I-İ
nün tam karşılığı “bilgisever” insandır. Iamblichus: Porphyry’den sonra Yeni-Platonculuğun
Form: Bkz. “İdealar dünyası” en etkili temsilcisi. 250-325 yılları arasında yaşa-
mıştır. Pythagorasçı Yaşam adlı bir eseri vardır.
Fragman: Kısım, parça. İlkçağ filozoflarından günü-
müze kalan ve onların felsefesi hakkında fikir sahi- Ion: Platon’un erken dönem eserlerinden.
bi olunmasını sağlayan cümleler ya da paragraflar. İdea: Bkz. “idealar dünyası”.
İdealar Dünyası: (“Formlar dünyası” olarak da bili-
nir). Platon felsefesinde, duyulara konu olmayan
G yüksek aklî faaliyetlere konu olabilen varlıkların
Gallienus: 253-268 yılları arasında hüküm sürmüş yer aldığı bir ontolojik zemin. Bu dünyada yer
olan Roma İmparatorudur. Plotinus’un yakın bir alan varlıklara Platon eidos veya idea adını verir.
arkadaşıdır. İndeterminizm: Determinizmin zıddı. (bkz. Deter-
Glaucon: İlk çağ filozoflarından Platon’un erkek kar- minizm.)
deşlerinden birinin adıdır. İroni: Söylenen sözün tersini kastederek kişiyle veya
Gorgias: MÖ 483-375 yılları arasında yaşamış olan olayla alay etme.
nihilist bir sofist. “Hiçbir şey yoktur”, “olsa da
bilemezdik”, “bilsek de başkasına aktaramazdık”
önermelerinin sahibi. Platon erken dönem eserle-
J
Jacques Lacan: (1901-1981) Fransız psikanalist.
rinden birine Gorgias’ın adını vermiştir.
Sigmund Freud’un psikanalitik teorisini kendi
düşünceleriyle harmanlayarak, kendine özgü psi-
H kanalitik teoriyi oluşturmuştur.
Hedonizm: İnsan eylemlerinin nihai hedefinin haz
duymak olduğunu iddia eden görüş. K
Herakleitos (Heraklit): MÖ 535-457 yılları arasın- Kakia: Eski Yunanca’da “kötülük”, “fenalık”.
da yaşamış olan bir filozoftur. Arkheyi ateş olarak Kalon: Yunanca “güzellik” ya da “mükemmellik” an-
kabul etmiştir. Evrende sürekli bir değişimin var lamına gelmektedir. Aristoteles’e göre şiirin amacı
olduğu fikri felsefesinin temel iddiaları arasında kalondur.
yer almaktadır. Kanonik: Epikürosçuların mantığa verdiği isim. On-
Hermarkhos: MÖ 325-250 yılları arasında yaşamış lara göre felsefenin kanonik, fizik ve ahlak diye üç
olan Epikürosçu filozof. bölümü vardır.
Hesiodos: Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinir. Kant: (Immanuel Kant, 1724-1804) Alman felsefeci.
Hippias I ve II: Platon’un erken dönem eserlerinden. Modern felsefe tarihinde büyük etkiye sahiptir.
Eleştirel felsefe geleneğinde çok önemli bir yere
Hippias: MÖ 460-399 yılları arasında yaşamış olan
sahiptir. Fenomenler dünyası ve numenler dünyası
sofist.
arasında yaptığı ayrım, Platon’un idealar dünyası
ve fiziksel dünya arasında yaptığı ayrıma benzer.
215
Sözlük
Katafatik Teoloji: Tanrı hakkında, onun nitelikleri- Logos: Yunancada akıl, düşünce, ölçüt gibi anlamlara
nin neler olduğunu belirten olumlu bir söylemin gelmektedir. Herakleitos’un düşüncesinde ise bu
dile getirilebileceğini söyleyen yaklaşım. Tanrı’nın kelime içerisinde her şeyin oranlı bir biçimde de-
nitelikleri vardır ve bunlar hakkında konuşulabi- ğiştiği düzeni tanımlamak üzere kullanılmaktadır.
lir. Örneğin Tanrı’nın bilgi sahibi, iradeli, gören, Lykeion: Aristoteles’in kurduğu okul. Latince adı
işiten bir varlık olduğunu söylemek katafatik bir Lyceumdur. Platon’un Akademisinden sonra ilk-
teoloji yapmak demektir. çağın en etkili eğitim-öğretim kurumudur. Aris-
Katalepsis: Yunanca “kavramak” anlamına gelmek- toteles derslerini ayakta ve yürüyerek yaptığı için
tedir. Kıbrıslı Zenon’un bilgi teorisinde objesini okuluna Peripatos adı da verilmiştir. Peripatetizm
aslına uygun olarak, tahrif etmeden yansıtan dü- tabiri bu okulun mensuplarının benimsediği dü-
şünceyi tarif etmektedir. şünceye işaret etmektedir. Peripatetikler denildi-
ğinde ise Aristoteles’in öğretilerini benimseyen
Katharsis: Arınma. Pek çok filozof tarafından kul- kişiler anlaşılmaktadır. İslam düşünce tarihinde
lanılan bir kavramdır. Örneğin Yeni-Platoncular Peripatetiklere “meşşâiyyûn” (yürüyenler) adı ve-
ruhun reenkarnasyon sürecinden kurtulması için rilmektedir.
arınması gerektiği kanaatindedirler. Aksi takdirde,
Lysis: Platon’un erken dönem eserlerinden.
ruh, sonsuza kadar bir bedenden diğerine girecek
ve sürekli bir çile halini tecrübe edecektir.
Khrysippos: MÖ 280-206 yılları arasında yaşamış M
olan filozof. Eski Stoa ekolüne mensuptur. Mantık: Arapçada ‘konuşmak’ anlamına gelen ‘nutk’
Kıbrıslı Zenon: MÖ 334-262 yılları arasında yaşa- kelimesinden türetilmiştir. Batı dillerinde mantık
mış olan filozof. Stoacılığın kurucusudur. anlamına gelen ‘logic’ kelimesi de benzer bir bi-
çimde ‘söz, kelime’ demek olan Yunanca ‘logos’
Kitâbu Ârâ-i Ehli’l-Medîneti’l-Fâzıla: İslam düşü-
kelimesinden türetilmiştir.
nürü Farabi’nin (872-950) önemli eserlerinden
biridir. Türkçe’ye “Erdemli Şehir” ve “İdeal Dev- Marcus Aurelius: 121-180 yılları arasında yaşamış
let” olarak tercüme edilmiştir. olan bir filozoftur. Aynı zamanda Roma İmpara-
torlarından biridir.
Kleanthes: MÖ 331-232 yılları arasında yaşamış
olan bir filozoftur. Eski Stoa ekolüne mensuptur. Materyalizm: Evrendeki tek gerçekliğin maddeden
ibaret olduğunu iddia eden felsefî görüş.
Kozmogoni: Yunanca kosmos ve goneia kelimelerin-
Menexenus: Platon’un erken dönem eserlerinden.
den türemiş olup evrendeki düzenliliği, ya da biz-
zat evrenin kökenini araştırmaya yönelik düşünsel Meno: Platon’un erken dönem “Sokratik
faaliyetlere atfen kullanılmaktadır. diyalog”larından biri. Platon’un kendi özgün dü-
şüncelerine geçiş eseri olarak görülmektedir.
Kratylos: Platon’un erken dönem hocalarından biridir.
Meteor: Eski Yunanca’da gökte veya yüksekte olan şey.
Kritias: MÖ 460-403 yılları arasında yaşamış olan
sofist. Metrodorus: MÖ 331-278 yılları arasında yaşamış
olan Epikürosçu filozof.
Ksenophanes: Sokrates’in öğrencisi. Platon ve Aristo-
Miletos Okulu: Natüralist dönemin en meşhur ekol-
teles gibi kimi filozoflar tarafından Permenides’in
lerinden birine verilen ad. Thales, Anaksimandros
başını çektiği Elea Okulu’nun kurucusu gösterilen
ve Anaksimenes bu okula mensuptur. İyonya oku-
Eski Yunanlı ozan ve düşünür.
lu olarak da isimlendirilir.
Mimesis: Taklidcilik, taklid, öykünme, sanat.
L Monizm: Bircilik. Doğa felsefesi tartışmalarında
Laches: Platon’un erken dönem eserlerinden. yalnızca bir arkhenin mevcudiyetini kabul eden
Leibniz: (Gottfried Wilhelm Leibniz, 1646-1726). görüş.
Alman felsefeci ve matematikçi. Diferansiyel ve Monoteizm: Tek-tanrıcılık. Yahudilik, Hıristiyanlık
integral hesaplamalarını (Newton’dan ayrı olarak) ve İslam’ın benimsediği, tek bir Tanrı’nın mevcut
bulmuştur. 17. yüzyılın rasyonalizmi savunan dü- olduğu şeklindeki dinî inanç.
şünürlerindendir. Evrendeki her varlığın nihai en Muallim-i Evvel: Arapça “ilk öğretmen” anlamına
küçük temeli olarak tanımladığı monadlar hak- gelmektedir. İslam filozoflarının Aristoteles’e ver-
kındaki görüşleri ile ön plana çıkmıştır. dikleri isimdir.
216
İlkçağ Felsefesi
Mysterie: İman edenlere günahlardan arınma, öte Önerme: Nesneler hakkında verilen, doğru veya yan-
dünyada mutluluk içinde yaşama sağlayan gizli lış olabilen kısa hüküm. Örneğin “Jüpiter bir ge-
kült, din. zegendir” ifadesi bir önermedir. Önermelerde bir
Mythos: İlkçağ Yunan felsefesinde “söylen” ya da süje ve bir yüklem bulunur. Süje ve yüklemin bir
“mit” anlamında kullanılan sözcük; çağları aşıp birine bağlanması önermeyi meydana getirir. Süje
kulaktan kulağa yayılan söylenmiş ya da duyul- ile obje arasında bir bağ kurulmayan ifade anlamlı
muş söz. bir hüküm belirtmeyeceği için bir önerme olamaz.
Özdeşlik İlkesi: Aristoteles mantığının temel ilkele-
rinden biridir. Bu ilke, bir şeyin kendi kendisi ile
N aynı olduğunu belirtir (A=A gibi).
Negatif Hazcılık: Epiküros’un hazcılığına verilen isim.
Negatif hazcılığa göre, haz acının yokluğudur.
Negatif Teoloji: Tanrı hakkında olumlu sıfatlar kul-
P
lanılamayacağı düşüncesi üzerinde üretilen dinî/ Pagan ya da Paganist: Çok tanrıcı. Paganizme men-
felsefî yaklaşım. Negatif teolojiyi benimseyenler sup kişi.
hakkındaki tanımlarla Tanrı’nın sınırlandırılaca- Paganizm: Çok tanrıcılık. Doğadaki çeşitli hadiseleri
ğına inanmaktadırlar. Tanrı sonsuz olduğuna göre veya güçleri birer tanrısal varlık olarak benimse-
onu sınırlandırıcı ifadeler kullanmamak gerekir. yen dinî inanç.
Dolayısıyla, Tanrı’nın “ne olduğu” değil, “ne olma- Panaitios: MÖ 180-110 yılları arasında yaşamış olan
dığı” söylenmelidir (Ayrıca bkz. Apofatik Teoloji). bir filozoftur. Orta Stoa ekolüne mensuptur.
Nikomakhos’a Etik: Aristoteles’in ahlak hakkındaki Panteizm: Tanrı ile evren arasındaki farkı ortadan
başlıca eserlerinden birine verdiği isim. kaldıran teolojik düşünce. Antik dönemde Stoacı-
Nominalizm: Adcılık. Yalnız tikellerin (tek tek nes- lar, modern dönemde ise Spinoza bu düşüncenin
nelerin) gerçek olduğuna, tümellerin ise birer en meşhur temsilcileridir.
isimden ibaret bulunduğuna yönelik düşünce. Paradoks: Yunanca paradoksos (karşıt, çelişen) söz-
Nous: Akıl, zihin. Plotinus’a göre, Tanrı’dan ilk su- cüğünün modern dildeki karşılığıdır. Doğru gö-
dur eden varlık. Benzer bir yorumla, Anaxagoras’a rünmekle birlikte gerçekte çelişki barındıran ya
göre, başlangıçta evrene egemen olan kaosu koz- da sezgiye aykırı sonuçlara yol açan ifade ya da
mosa dönüştüren güç. Evrenin mimarı. Platon ifadeler topluluğu anlamına gelmektedir.
felsefesinde bilginin (episteme) ortaya çıktığı yer.
Parmenides: MÖ 515-460 yılları arasında yaşamış
olan ilk çağ filozofu. Elea Okulunun en önemli
O-Ö temsilcisi olarak kabul edilir. Platon dâhil, pek
Okeanos: Okyanus ya da dünyanın çevresini saran çok ilk çağ filozofunu düşünceleriyle etkilemiştir.
sınırsız deniz. Perictione: Platon’un annesi
Organon: Yunanca “araç” anlamına gelmekte olup Phaedo: Platon’un erken dönem eserlerinden.
Aristoteles’in mantık alanındaki düşüncelerini Phaedrus: Platon’un eserlerinden.
içeren eserdir. Eser Kategoriler, Yorum Üzerine, Phainomena: Platon felsefesinde duyulara konu olan
Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler ve varlıklar. Fenomenler. Kant’ın “fenomenler” dü-
Sofistik Çürütmeler adını taşıyan 6 bölümden
şüncesi bu kavramın etkisiyle oluşmuştur.
oluşmaktadır.
Phantastike: Platon felsefesinde, bir şeyin hakikisini
Orphizm: Orpheus tarafından kurulduğu varsayılan
değil sahtesini üretmeye dayalı taklit (mimesis).
mistik bir kurtuluş dini.
Philebus: Platon’un diyalog biçimindeki eserlerinden.
Otuzlar Tiranlığı: Atina ve Sparta arasında MÖ
404’te gerçekleşen Peloponnes Savaşı sonrasında Platonik Düalizm: Platon’un ruh ve bedeni iki fark-
Atina demokrasisine son vererek kurulan dikta lı varlık olarak gören düşüncesi felsefe tarihine
rejimi. “Platonik düalizm” olarak geçmiştir. Ruh ve be-
denin birbirinden farklı iki varlık olduğuna dair
Ousia: “Maddi varlık”. Platon felsefesinde, idealar
dünyasının dışında bulunan ve duyularımızla kav- bu düalizm (ikilik), ilerleyen yüzyıllarda çok farklı
rayabildiğimiz varlıklara işaret etmek için bu tabir düşünürler tarafından da farklı şekillerde formüle
kullanılmıştır. edilmiştir.
217
Sözlük
218
İlkçağ Felsefesi
Sudur (Emanation): Türüm, türeyiş. Plotinus’a Theogonia: Yunanca theos (tanrı) ve goneia (oluş)
göre, varlığın Tanrı’dan ortaya çıkışını açıklamak kelimelerinden türemiştir. “Tanrıların doğuşu”
için başvurulabilecek temel kavram. Plotinus var- ya da “tanrıların oluşumu” anlamına gelmektedir.
lıkların Tanrı’dan “sudur” ettiğini, yani taştığını Hesiodos’un meşhur bir şiirinin adıdır.
iddia etmektedir. Sudur anlayışı ile yaratma fikri Thrasymachus: MÖ 459-400 yılları arasında yaşa-
arasında büyük bir farklılık vardır. Sudur teorisi mış olan sofist.
Tanrı’nın bir iradesi olduğu fikrini dışarıda bıra-
Timaeus: Platon’un eserlerinden.
kırken yaratma teorisi Tanrı’nın evreni kendi ira-
desiyle yoktan var ettiği kanaatine dayanmaktadır. Timokrasi: Antik çağda, başta Yunan site şehirleri
olmak üzere farklı yerlerde görülen şeref ve görev
Sübjektivizm: Öznelcilik. Özneyi her türlü düşünsel
ilkelerine dayalı yönetim.
etkinliğin merkezine alan yaklaşım. Söz konusu
etkinlik vasıtasıyla elde edilecek sonuçlar, özneye Tiranlık: Kötü ve gaddar yöneticinin başta olduğu
bağlı olduğu için, tartışmadan uzak kabul edil- yönetim biçimi. Platon’a göre, demokrasi bir süre
mektedir. Örneğin epistemolojik bir sübjektivizm sonra eşitlik ve özgürlük ilkelerinin kötüye kul-
açısından, öznenin doğru bulduğu bir yargı her lanılması nedeniyle toplumda kargaşaya ve kural-
halükarda doğrudur. Benzer şey estetik, etik vb. sızlığa yol açar. Bunun hemen ardından, toplumu
alanlar için de geçerlidir. yeniden bir güç ile yönetecek tiranlık gelir.
Symposium: Platon’un eserlerinden. To Ontos on: “Gerçek varlık”. Platon düşüncesinde
idealar dünyasındaki varlıklara işaret etmek için
Syracuse: İtalya’nın güneyinde, bugün Sicilya olarak
kullanılır.
bilinen yerdeki antik Yunan devleti.
Şüphecilik: Özellikle doğaötesi konularda olumlu
veya olumsuz yargıda bulunmaktan çekinme te- Ü
meline dayanan öğreti. Üçüncü Halin İmkânsızlığı İlkesi: Aristoteles man-
tığının temel ilkelerinden biridir. Bu ilkeye göre,
bir şey ya kendisidir ya da kendisinden başka bir
T şeydir. Üçüncü bir ihtimal yoktur.
Teleoloji: Yunanca telos (amaç, erek) ve logos (bilim)
kavramlarından türetilmiştir. “Erek-bilim” anla-
mına gelmektedir. Evrenin mevcudiyetini belirli
V
bir amaçla ilişkilendiren açıklama biçimi. Vecd: Öznenin kendi içine yoğunlaşarak maddî olan
şeylerden zihnen bütünüyle uzaklaşması. Yeni-
Telos: Amaç. Anaxagoras’a göre, Nous’un evreni dü-
Platoncu teori vecd halini Tanrı’yı tecrübe etme-
zenlerken göz önünde bulundurduğu şey, erek.
nin tek yolu olarak kabul etmektedir. Tanrı hak-
Thales: MÖ 640-550 yılları arasında yaşamış olan kındaki bilgiye ulaşmanın yolu vecddir.
doğa filozofu. Felsefe tarihi kaynaklarında genelde
ilk filozof olarak anılmaktadır. Arhkenin “su” ol-
duğunu düşünür. Y
Theaetetus: Platon’un eserlerinden. Yasalar: Platon’un eserlerinden.
219