You are on page 1of 372

İSLAM HUKUK TARİHİNDE SELEFİ SÖYLEM

HANBELİ MEZHEBİ

Yazarı: Ferhat Koca


ÖNSÖZ..

GİRİŞ.

BAŞLANGICINDAN III./IX. ASRA KADAR İSLAM HUKUKUNUN TARİHİ


GELİŞİMİ 5

I. Peygamber Devri

II. Hulefâyi Râşidîn Devri

III. Emevîler Devri

IV. Abbasîler Devri

I. HANBELİ MEZHEBİNİN KURULUŞU VE TARİHÇESİ

I. Tarihî Arka Plan.

B) Tedvin Dönemi (241-334/855-945)

1. İlk Öğrenciler

2. Ebû Bekir el-HaUâl (ö. 311/923)

3. Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329/941)

4. Ebü'l-Kâsım el-Hırakî (ö. 334/945)

C) Gelişme Dönemi

1. Büveyhîler Devri (334-447/945-1055)

a) Ebû Bekir en-Neccâd (ö. 348/960)

b) Ebü'l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö. 360/971)

c) Ebû Bekir Abdülazîz b. Caîer (Gulâmüİ-Hallâl) (ö. 363/974)

d) Ebü'l-Hüseyin îbn Sem'ûn (ö. 387/997)

e) İbn Batkı el-Ukberî (ö. 387/997)


f) İbn Mende (ö. 395/1005)

g) Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066)

2. Bağdat Abbasî Halifeliğinin Son İki Yüzyılı (447-656/1055-1258)

a) Şerîf Ebû Ca'fer d-Hâşimî (ö. 470/1077-8)

b) Abdullah b. Muhammed el-Herevî (ö. 481/1089)

c) Ebü'l-Ferec Abdülvâhid b. Muhammed eş-Şîrâzî (ö. 486/1094)

d) Ebü'I-Hattâb el-Kelvezânî (ö. 510/1116)

e) Ebü'1-Vefâ İbn Akil (ö. 513/1119-20)

f) Ebü'l-Muzaffer Avnüddin İlin Hübeyre (ö. 560/1165)

g) Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1166)

h) Ebü'l-Ferec Îbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200)

ı) Abdülganî b. Abdülvâhid el-Cemmâilî (ö. 600/1203)

i) Muvaffakuddin İbn Kudâme (ö. 620/1223)

j) Fahreddîn Muhammed b. Teymiyye (Ö. 622/1225)

3- Memlükler Devri (648-922/1250-1517)

a) Takiyyüddin lbn Teymiyye (ö. 728/1327)

b) İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350)

c) Ebû Abdullah Şemseddİn b. Müflih (ö. 763/1361)

d) Ebü'l-Ferec Zeynüddîn îbn Receb (795/1392)

e) Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî (ö. 885/1480)

f) Ebü'1-Yümn Mücîrüddin el-Uleymî (ö. 928/1522)

4) Osmanlılar Devri (922-1342/1517-1923)

a) Şerefüddîn Musa b. Ahmed el-Haccâvî (ö. 968/1560)


b) Îbnü'n-Neccâr el-Fütûhî (ö. 972/1564)

c) Mansûr b. Yûnus el-Buhûtî (Behûtî) (ö. 1051/1641)

d) lbnü'1-İmâd el-Akerî (ö. 1089/1679)

e) Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792)

D) Yeni Dönem..

III. Mezhebin Coğrafyası

II. HANBELİ MEZHEBİNİN USULÜ VE GENEL KARAKTERİSTİĞİ

I. Usulü.

A) İslâm Hukukunun Kaynakları

1. Üzerinde İttifak Edilen Deliller

a) Kur'ân-ı Kerim..

b) Sünnet

c) İcmâ.

d) İstishâb.

2. Üzerinde İhtilâf Edilen Deliller

a) Sahâbî Kavli

b) Şer'u men kablenâ (Bizden Öncekilerin Şeriatları)

c) Kıyas.

d) İstihsan.

e) Maslahat-ı Mürsele.

f) Sedd-i Zerâİ'

g) Örf ve Âdet

B) Şer'î Delillerden Çıkarılan Hükümler


C) Kaynaklardan Hüküm Çıkarma Metotları

1. Tahsis.

2. Nesih.

3. Tearuz ve Tercih.

D) İctihad ve Taklit

II. Genel Karakteristiği

A) Selefflik.

B) Sübjektif İrade Taraftarlığı

C) İstishâbcilık.

D) Müdahelecilik.

III. HANBELİ MEZHEBİNİN LİTERATÜRÜ..

I. Mezhep Kitaplarında Geçen Bazı Kavramlar

A) Şer'î Hükümlerle İlgili Kavramlar

B) Tercihle İlgili Kavramlar

C) Mezhep Bilginlerini Tanımlayıcı Unvanlar

II. Literatür

A) Temel Metinler ve Şerhleri

1. el-Câmi'

2. el-Muhtasar

3. el-Hidâye.

4. el-'Umde.

5. el-Mukni'

6. el-Kâfî
7. el-Muharrer

8. Kitâbü'l-Fürû'

9. el-lknâ' H-tâlibİ'l-intifâ'

10. Vmdetü't-tâîib.

11. Delîlü't'tâlib.

B) Usul Kitapları

1. el-UddeJT usüli-fikb.

2. et-Temhîdfî'usûli'l-fıkh.

3. Ravzatü'n-nâzır

4. el-Müsevvedefî usûli'l-fıkb.

5. î'lâmü'l-muuakkı'în.

6. Tahrîrü 'l-tnenkûl

C) Kavâid Kitapları

1. el-Kavâ'idü'n-nûrâniyye.

2. el-Kavâ 'idfi'l-fıkbi'l-hlâmt

3. el-Kavâ'id ve'l-fevâidü'l-usûliyye.

4. Kitâbü'l-Kavâ'idi'l-küliiyye.

D) Furûk Kitapları

E) İlm-İ Hilaf Kitapları

1. el-İfsâb an me'âni'ssıbâb.

2. et-Tabkîkjı ehâdîsi'l-bilâf

3. Mugnîzevi'l-efhâm..

F) Cedel Kitapları
1. Kitâbü'l-Cedel 'alâ tarîkati'l-fukabâ.

2. Kitâbü İstihrâci'l-cidâl mine'l-Kıır'âni'l-Kerîm..

3. Alemü'l-cezelfî 'ilmi'l-cedel

G) el-Ahkâmü's-sultâniyye Kitapları

1. el-Ahkâmü's-sultâniyye.

2. es-Sİyâsetü'ş-şer'iyye.

3. et-Turuku'l-hükmiyye.

H) Hisbe Kitapları

I) Malî Hukukla İlgili Kitaplar

İ) Ferâİz Kitapları

J) Ahkâmla İlgili Kitapları

K) Biyografi Kitapları

1. Monografiler

a) Ahmed b. Hanbel Hakkında Yazılan Kitaplar

b) İbn Teymİyye Hakkında Yazılan Kitaplar

c) Muhammed b. Abdülvehhâb Hakkında Yazılan Kitaplar

2. Tabakât Kitapları

a) Tabakâtü'l-Hanâbile.

b) el-Maksadü 'l-erşed.

c) 'Ulemâ'ü Necd.

L) Mezhep Hakkında Yapılan Çalışmalar

Sonuç.

KAYNAKLAR
İSLAM HUKUK TARİHİNDE SELEFİ SÖYLEM HANBELİ MEZHEBİ

ÖNSÖZ

İnsanlar arasındaki çeşitli hayat münasebetlerini düzenleyen hukuk, kökeni


insanlığın başlangıcına kadar uzanan en eski toplumsal kurumlardan bindir.
Bu kurumun tarihî gelişim ve seyri, Umûmî Hukuk Tarihinin konusudur.
Ayrıca, her milletin uyguladığı kendi hukuk sistemlerinin tarihsel sürecini ise
milli hukuk tarihleri inceler. Ne var ki, doğuşu insanlık tarihi kadar eski olan
hukuk kurumunun tarihsel gelişimini konu edinen Hukuk Tarihi ilmi, Batı'da
ancak XVI. yüzyılda Roma Hukuk Tarihi, XVII. yüzyılda ise Almanya'da
Cermen Hukuk Tarihi'nin yazılmaya başlanma­sıyla bilimsel bir disiplin
haline gelebilmiştir.

İslâm'ın mîlâdî VII. yüzyılda Mekke'de doğmasından ve Hz. Muhammed'in


(s.a.v.) peygamberliğinin on ikinci yılında (622) Medine'ye hicre­tinden
sonra yeni bir devlet ortaya çıkmış ve bu devletin sınırları henüz Hz.
Peygamber hayatta iken Arap Yanmadası'nın tamamını içine almış ve onun
vefatını müteakip yaklaşık yarım yüzyıl içerisinde ise doğuda Hin­distan,
kuzeyde Anadolu ve Kafkasya, batıda Kuzey Afrika'ya ulaşmıştır. Bu devlet,
ferdî ve toplumsal hayatı düzenleyen hukukî faaliyetlerinde ge­nel olarak
Kur'an'ın hükümleri ile Hz. Peygamber'in yorumlarını esas al­mıştır. İşte bu
tarihî süreçte İslâm hukuku (fıkıh) bir ilim olarak doğmuş ve içerisinde
toplumsal hayatın yönelişlerine ve İslâm medeniyetinin gelece­ğine etki
edecek boyutta çeşitli hukuk ekolleri meydana gelmiştir.

İslâm tarihindeki bu hukukî oluşum, başta çeşitli hukukî meselelerin


incelendiği fürû-i fıkıh kitapları iie hukukçuların hayatlarının anlatıldığı
tabakâ kitaplarında, İbn Kuteybe'nin (ö. 276/889) el-Ma'ârif, İbnü'n-
Nedîm'in (ö. 385/ 995) el-Fihrist\ gibi genel kültür tarihi ağırlıklı eserlerle
ge­nel tarih, tabakât ve şehir tarihleri kitaplarında anlatılmaktadır.
Günümüz­de ise bu konu genel olarak "Târîhü't-teşrn'Mslâmî" veya
"Târîhü'l-fıkhİ'l-îslâmî" (İslâm Hukuk Târihi) adıyla hususi bir başlık altında
incelenmek­tedir.

Biz burada İslâm hukukunun uzun tarihî süreci içerisinde önemli


tar­tışmalara konu olan ve başlangıçta ehl-i re'y, ehl-i hadîs gibi çeşitli
isimler­le anılan ve daha sonra her biri hususi bir mezhep haline geien
hukuk ekollerinden Hanbelî mezhebini incelemeye çalışacağız. Bu mezhep,
III./IX. yüzyıldaki doğuş döneminde ve günümüze kadarki tarihî seyri
içe­risinde hemen hemen meydana geien bütün dînî tartışmalarda taraf
olmuş ve aşırı sayılabilecek bir şekilde kullandığı selefi (genel olarak sahabe,
tabiûn ve etbâu't-tâbiîn denilen İslam'ın ilk üç neslinin dini anlayış ve
uygulamalarına dönülmesini savunanlar) söylemiyle, rakiplerine karşı,
ba­zen ilmî tartışma sınırlarını aşacak tarzda, mücadele etmiştir. Biz, hem
önemli bîr hukuk ekolünün tarihî gelişimini ortaya koymak hem de
bu­günkü Müslümanların yaşadıkları selefîlik, muhafazakârlık ve
modernizm gibi çeşitli güncel tartışmalarda taraflardan biri olan
Hanbelîler'in temel yaklaşımlarını arılayabilmek için bu mezhebin tarihini ve
görüşlerini araş­tırmaya karar verdik. Ancak bu çalışma sırasında, selefi
söylemin temsilci­leri olan Hanbelî mezhebi mensuplarının diğer İslâm
hukukçu ve kelâm-cılanyla yaptıkları hukukî ve kelâmı tartışmalarında,
bilimsel tarafsızlık ve objektiflik sınırları içerisinde kalınmaya, lehte veya
aleyhte herhangi bir mezhep taassubuna düşülmemeye gayret edilmiştir.

Eserin giriş kısmında, tslâm hukukunun başlangıcından HanbeB


mez­hebinin kurucusu kabul edilen Ahmed b. Hanbel'in yaşadığı IİI./IX. asra
kadar geçen süre kısaca özetlenmiştir. Birinci bölümde Hanbelî mezhebi­nin
kuruluş ve tarihçesi çeşitli devirlere bölünerek incelenmiş, ikinci bö­lümde
mezhebin usulü ve genel karakteristiği, üçüncü bölümde ise litera­türü
ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Bu çalışma sırasında, Hanbelî mezhebinin kuruluş ve tarihçesi konu­sunda


genel tarih ve Hanbelî tabakât kitapları ile bazı bilginler hakkında yazılmış
hususî biyografi ve monografilerden yararlanılmış, mezhep içeri­sinde
gelişen ve özellikle de siyasî tarihi ilgilendiren bazı hareketler hak­kında
imkân nispetinde kaynakça verilmiş, mezhebin metodolojisine dair görüşler
ise onların temel usûl kitaplarından alınmıştır. Literatür kısmında Hanbelî
eserleri çeşitli branşlara ayrılmış ve neşredilenler baskı tarihleriy­le beraber
verilmeye çalışılmıştır. Ancak, elinizdeki eser bir Hanbelî ta­bakât kitabı
olmadığı İçin, tarihî süreç İçerisinde yetişen bütün fakih ve müelliflerin
ayrıntılı tercüme-İ hâlleri ve eserlerinin tamamı verilmeyip, sa­dece Hanbelî
tarihinde mezhebin gelişmesine görüş ve eserleri ile katkıda bulunan kişiler
ve onların Özellikle İslâm hukukuna dair eserlerine yer ve­rilmeye gayret
edilmiştir. Ayrıca, eserde adı geçen isimlerin tespit edebil­diğimiz kadarıyla
Ölüm talihleri hicrî ve milâdî olarak zikredilmiştir.

Bu eser ilk önce, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm AmiklopedüCne (DİÂ) "Hanbelî
Mezhebi" maddesi olarak yazılmış (DÎA, XV, 525-47), daha son­ra söz
konusu madde geliştirilerek, 1997 tarihinde müstakil bir kitap haline
getirilmiş ve doçentlik çalışması olarak takdim edilmiştir. Söz konusu
tarihte, eserin Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM)
tarafından yayımlanması planlanmış ve bu sebeple, adı geçen araştırma
merkezi kitabı hakeme göndermiş, hakemin teklifleri doğrultusunda,
kita­bın ilk planında oldukça geniş değişiklikler yapılmıştır. Kitap, üç yıla
ya­kın bir süre Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletme-
si'nde yayımlanmak için sırasını beklemiş, ancak bu süre içerisinde
ülke­mizde yaşanan ekonomik kriz sebebiyle, adı geçen kuruluş kitabı
yayım­lamaktan vazgeçmiştir. Hazırlanışından yaklaşık dört yıl sonra,
Ankara Okulu Yayınları tarafından kitabın basılmasına karar verildiği zaman,
eser­de önsöz dahil, birkaç cümle ve küçük birkaç paragraf dışında hiçbir
şey değiştirilmemiştir. Buna rağmen, son yıllarda İslâm dünyasında yaşanan
çeşitli dinî, siyasî ve kültürel olaylarda aktif rol alan selefi düşünceye sa­hip
birtakım kişi veya kuruluşların genel tavır ve yönelişlerinin daha ön­ceden
kitabımızda tespit edilmiş olması, tahlil ve değerlendirmelerimizin İsabet
derecesini göstermektedir. Öte yandan, kitabın neşrindeki bu ge­cikmeye
rağmen, şükrân-ı nimet olarak belirtmeliyim ki, bu eser ancak, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezinin (İSAM) kütüphane ve
dokümantasyon merkezinin yardım ve katkılarıyla telif edilebilmiştir. Böyle
bir araştırma merkezi olmasaydı, ülkemizin içerisinde bulunduğu kültürel ve
ekonomik şartlarda, elinizdeki çalışmada kullanılan kaynakla­rın tümüne
ulaşmak hemen hemen imkansız olurdu.
İSAM'da araştırmacı-müellif olarak görev yaptığım sırada, bu eserle ü-giü
olarak bana verimli bir çalışma ortamı sağlayan Türkiye Diyanet Vak-fı'na,
dönemin ÎSAM başkanı sayın Doç. Dr. Azmi Özcan ile merkezin baş­ta
kütüphane, dokümantasyon ve fotokopi servisi görevlileri olmak üzere,
bütün elemanlarına teşekkür borçluyum. Ayrıca, Hanbelî mezhebiyle ilgili
bazı kaynaklardan beni haberdar eden Prof. Dr. Ali Bardakoğlu'na, kıy­metli
vakitlerini ayırarak birlikte Henri Laoust'un Fransızca "Le Hanbalis-me sous
le caliphat de Bagdad (241-656/856-1258)" (REI, XXVII, 1959, 67-128) ve
"Le Hanbalisme sous les Mamlouks Bahrides" {REI, XXVIII, 1960, 1-71)
makalelerini okuduğumuz Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın'a, Ignaz Goldziher'in
(ö. 1339/1921) "Zur Geschichte der hanbalitisehen Bewegungen'
(Zeitscbrift der Deutschen Morgenlandischen Gesellschaft, Leipzig 1908, s.
1-28) adlı makalesini tercüme eden Dr. Tahsin Görgün'e bu lütufkâr
katkılarından dolayı şükranlarımı .sunarım. Yine, bibliyografya ve kaynaklar
hakkında çeşitli yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Ahmet Özel, Dr, M.
Kâmil Yaşaroglu ve Rıza Kurtuluş'a, imlasını düzelten Dr. İsa Kayaalp'e,
bibliyografyasını kontrol eden Dr. Recep Uslu'ya, sayfa düzeninde yardımcı
olan Ender Boztürk'e ve kitabın baskısında emeği geçen Ankara Okulu
Yayınları çalışanlarına müteşekkirim.

Son olarak, bu çalışma sırasında beni teşvikleriyle destekleyen ve bana


moral veren eşim F, Hatice Hanım'a ve biricik oğlum M. Hamîdullah'a da
teşekkür ederim.

Doç.Dr.Ferhat Koca 1998 Üsküdar 2002 Çorum [1]


GİRİŞ

BAŞLANGICINDAN III./IX. ASRA KADAR İSLAM HUKUKUNUN TARİHİ


GELİŞİMİ

İslâm hukuku (fıkıh), insanın kendi kendisiyle, diğer kişilerle ve Allah İle olan
ilişkilerini, hak ve sorumluluklarını düzenleyen ve kaynağı ilâhî olan bir
hukuk sistemidir. Hz. Muhammed'in risâletini tebliğ etmesi ile başlayıp
temel esaslarını Kur'an'dan ve Peygam-ber'İn yorum ve uygulamalarından
alan bu hukuk sistemi, çok kı­sa bir süre içerisinde ve fakat geniş bir
coğrafyada uygulama imkâ­nı bulmuş ve bu uygulama sürecinde Kur'an'm
hukukî hükümleri ile Hz Peygamber'in tefsir ve tatbikatı birçok hukukçu
tarafından geniş bir şekilde tartışılarak, zaman ve mekânın ihtiyaçlarına
göre, çeşitli ictihadiara konu olmuş ve böylece geniş bir hukuk müelle-fâtı
meydana gelmiştir.

islâm hukukçulannm Kur'an ve Sünnet'İ anlama ve yorumlama biçimleri,


kaynaklara verdikleri değer ve bu esnada kullandıkları farklı metotlar
sonunda çeşitli hukuk mezhep ve ekolleri doğmuş­tur, işte, elinizdeki
çalışmaya konu olan Hanbelî mezhebi de Ah-med b. Hanbel'in ve onun
görüşlerini benimseyen hukukçuların İslâm'ın temei kaynaklarını anlama ve
yorumlama tarzlarının sonu­cu olarak doğan ve bugüne kadar hayatiyetini
sürdüren bir ekol­dür.

Biz burada Hanbelî mezhebinin doğuş ve kuruluşunun daha iyi


anlaşılabilmesi için, kurucu imam olarak kabul edilen Ahmed b. Hanbel'in
(161 -241 /777-S55) yaşayıp şöhrete kavuştuğu özellikle III./IX. asrın ilk
yarısına kadar geçen dönemdeki İslâm hukukunun tarihî gelişimi ve bilhassa
îbn Hanbel'in İçerisinde yetiştiği hukukî ortamı kısaca özetlemek istiyoruz.

Genel olarak islâm hukuk tarihçileri, islâm hukukunun tarihî seyrini Hz.
Peygamber, sahabe, tâbiûn devri şeklinde nesillere göre veya doğuş,
gelişme, olgunluk, duraklama devri ... şeklinde canlı bir organizmaya ya da
Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler ve Abbasî­ler .., şeklinde siyasî iktidarlara göre
çeşitli devrelere ayırmışlardır. Buradaki amacımız bütün olarak islâm hukuk
tarihini incelemek değil, Hanbefi mezhebinin doğduğu cilamı ve doğuş
şartlarını an­layabilmek olduğu için, sadece mezhebin kurucusu Ahmed b.
Hanbel'in (161-241/777-855) yaşadığı devre kadarki dönemleri ta­nıtmak
istiyomz. Bu devre, tarih itibariyle İse tabiîler ve etbâu't-tâ-biînin yaşadığı
Abbâsîler'in ilk dönemine tesadüf etmektedir. Do­layısıyla burada İslâm
hukukunun gelişimi Hz. Peygamber, Hule-fâ-yi Râşidîn, Emevîler ve
Abbasîler devri kısaca incelenecektir. [2]

I. Peygamber Devri

Hz. Muhammed'in risâleti İle başlayıp onun vefatına kadar (610-632)


yaklaşık'yirmi üç yıl devam eden bu devir, İslâm huku­kunun doğuş ve
kuruluşunun tamamlandığı bir dönemdir.

Resûl-i Ekrem'in peygamberliği, içinde yaşadığı şehirlere nis-betle Mekke ve


Medine dönemi şeklinde İki devreye ayrılır Hicret­ten önce yaşadığı ve
peygamberliğinin İlk yıllarını (610-622) geçir­diği Mekke'de gelen âyetler
daha çok inanç, ibadet ve ahlâk konu­larıyla ilgili olup bir anlamda
Medine'de gerçekleştirilecek yeni devletin İnsan unsurunu yetiştirmeye ve
hukukun alt yapısını oluş­turmaya yönelikti. Medine'de gelen âyetler ise
Allah ile kul arasın­daki ilişkiler yanında aile, miras, anayasa, ceza,
muhakeme usulü ve devletler arası münasebetler gibi sosyal ve hukukî
hayatla da il­giliydi.[3]

Hz. Peygamber devrinde teşri kılınan hükümler öncelikle her­hangi bir


olayın meydana gelmesi veya söz konusu olay hakkında soru sorulması
üzerine bir ayetin nazil olması ya da hükmün Allah tarafından peygambere
bildirilip onun da kendi söz ve üslûbu (sünnet) ile açıklaması veya
uygulaması şeklinde vazediliyordu. Hatta bazan Hz. Peygamber söz konusu
olay hakkında Allah'ın ira­desiyle (makâstd-ı serîa) ilgili irfan ve tecrübesine
dayanarak (İctİ-had) bir uygulamada bulunuyor ve içtihadında hata ederse
Allah tarafından tashih ediliyordu. [4] Meselâ, Bedir Savaşı'nda ele
geçiri­len esirlerin fidye karşılığında salıverilmesi konusundaki İçtihadı
tashih edilmiş, [5] Tebük Seferi esnasında bazı münafıkların sefere
katılmamak için çeşitli mazeretler uydurarak Hz. Peygamber'den izin
almaları üzerine peygamber verdiği bu izinden dolayı uyarıl­mıştır.[6] Hz.
Peygamber'den bir problemin sorulması hususunda Kur'ân-ı Kerîm'de on
beş yerde "yes'elûneke" (Senden soruyorlar) ifadesi geçmekte olup
bunların sekizi hukukî konularla ilgilidir. [7] Ayrıca iki defa da
"yesteftûneke" (Senden dinî hükmü açıklamanı istiyorlar) İfadesi
kullanılmıştır. [8] Vahyin gelmesi ve dinî hükmün açıklanmasına sebep olan
bu tür olayların tesbiti konusunda İslâm tarihinde "esbâbü'nnüzûl" adında
geniş bir literatür meydana gel­miştir. [9] Hz. Peygamber devrinde yapılan
teşrîîn bir diğer yolu ise, herhangi bir olay veya soru beklenmeksizin, bir
hükmün ilâhî plandaki yeri ve zamanı geldiği an doğrudan bildirilmelidir.
Böy­lece islâm bir taraftan içerisinde doğduğu belli bir zaman ve mekâ­nın
tarihsel problemlerini çözüp onların ihtiyaçlarına cevap verir­ken, diğer
taraftan da evrensel hüküm ve değerlerini vazediyordu. [10]

Hz. Peygamber'İn dinî görevi yanında devletin teşri, icra ve ka­za


fonksiyonlarının da kendisinde toplandığı bu dönemde, huku­kî faaliyetlere
hâkim olan temel prensipler tedrîc, kolaylık ve nesih İlkeleridir. [11]

Zaman ve hükümler açısından uygulanan tedrîc ile, hükümle­rin zamana


yayılarak toplum tarafından özümsenmesi ve sonuçta parçaların bir araya
getirilerek teşriin tamamlanması amaçlanmış­tır. Namaz, zekât, içki ve faiz
yasağı ve cihadla ilgili hükümlerin ta­mamlanma süreçleri bu dönemde
takip edilen tedrîc prensibinin il­gi çekici örneklerini oluşturur. [12]

Kolaylık ise yasama ve uygulama sırasında insan tabiatını, psikolojsini,


maddî ve manevî özellik ve ihtiyaçlarını göz önüne ainak ve söz konusu yasa
veya uygulamayı istekle benimsemesi için gerekli elastikiyeti göstermektir,
ibadetlerin vakitlere dağıtılması,

insanın tabii İhtiyaçlarını karşılayan nesnelerin mubah kılınması, hastalık,


yolculuk, unutma ve hala gibi hallerin mazeret kabul edil­mesi ve
zaruretlerin haramları mubah hale getirmesi gibi teşri' ve tatbikat, Hz.
Peygamber'in "Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; sevdirin, nefret
ettirmeyin[13]sözüyle özetlediği kolaylaştırma prensibinin örnekleridir. [14]
Nesih de sonuç itibariyle tedriç ve kolaylaştırma ilkelerine uy­gun olarak,
sâri' tarafından konulmuş herhangi bir hükmün daha sonra yürürlükten
kaldırılması anlamına gelmektedir. [15]

Bu temel ilkeler ışığında, Hz. Peygamber döneminde insanların fıtratlarına


uygun, maslahat ve yararlarını gözetici ve aralarında adaleti gerçekleştirici
hükümler teşri' kılınmıştır.

Bu dönemde tsiâm hukukunun ilk iki kaynağı olan Kur'an ve Sünnet


tamamlanmış, kıyas ve re'yle İctihad gibi bazı hüküm çıkar­ma metotlarına
ise bazı atıflarda bulunulmuştur. [16] Meselâ Hz. Pey­gamber, Muâz b.
Cebel'i (Ö. 18/639) Yemen'e vali ve kadı olarak gönderirken hukukî
problemleri nasıl halledeceğini sormuş, onun Kur'an'la, onda bulamazsa Hz.
Peygamber'in sünneti ile, onda da bir hüküm bulamazsa kendi içtihadı ile
hüküm vereceğine dair ce­vabı Hz. Peygamberi sevindirmiştir. [17]

Hz. Peygamber'in henüz hayatta İken Ömer (ö. 23/644), Ali (ö. 40/661),
Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652), Übey b. Kâ'b (ö. 21/642), Zeyd b. Sabit (ö.
45/665) ve Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Ö. 44/665) gibi in­sanları kadı tayin etmesi,
kendisinden sonra hukukî faaliyetlerde tecrübeli elemanların yetişmesine
imkân vermiştir. [18]

Bu dönemde âyet ve hadîsler, ibadetler yanında hususi ve umu­mi hukukla


ilgili hazan ayrıntılı hazan ise genel prensip mahiyetinde çeşitli hükümler
vazetmiş ve böylece İslâm lesrîinin calisi Hz. Peygamber döneminde
tamamlanmıştır.

Bu arada, doğrudan doğruya hukukî bir hüküm getiren âyetle­rin sayısı


çeşitli bilginlere göre 150 ile 500 arasında değişirken, îb-nü'1-Arabî (ö.
543/1148) bazı istidlal yollan kullanılarak kendisin­den hukukî hüküm
çıkarılabildi 800 civarında ahkâm âyetini ince­lemiştir. [19]

İslâm hukukunun kaynağı olarak sünnet ise Kur'an'i yorumla­mış ve


Kur'an'da açık bir şekilde hüküm verilmeyen bazı konular­da da yine onun
genel çerçevesi içerisinde kalarak çeşitli hüküm­ler koymuştur. [20]
Kur'an'da genel hükümleri belirtilen namaz, oruç, hac ve zekât gibi temel
ibadetler sünnet tarafından geniş bir şekil­de açıklanmış ve uygulama
Örnekleri gösterilmiştir. Yine fıtır sada­kası, vitir namazı, bazı. cezalar,
kadının hala ve teyzesinin ikinci eş olarak alınmasının yasaklanması gibi
birçok hüküm sünnetle sabit olmuştur. [21] Ibn Kayyım el-Cevziyye (ö.
751/1350), fıkıh hükümle­rine esas teşkil eden hadîslerin sayısının farklı
veya mükerrer riva­yetler dışında 500 civarında olduğunu, bu temel
hükümleri açıkla­yan, onlann kayıt ve şartlarını bildiren hadîslerin ise
4000'e ulaştı­ğını söylemiştir. [22]

Hz. Peygamber'in asaletinin Mekke döneminde gusül, abdest, necasetten


taharet, namaz, cuma namazı gibi ibadetlerle ilgili hü­kümler teşri'
kılınmıştır. Medine döneminde ise sırasıyla birinci yı­lında hutbe, ezan,
nikâh, cıhad; ikinci yılında oruç, bayram namaz­ları, fıtır sadakası, kurban,
zekât, kıblenin değiştirilmesi, ganimet­ler ve taksimi; üçüncü yılında miras
hükümleri, boşanma; dördün­cü yılında yolculukta ve tehlikeli durumlarda
namaz, recm, toprak dağıtımı, teyemmüm, kazif cezası, hac ve umre;
beşinci yılında yağmur dua ve namazı, îiâ; altıncı yılında milletler arası
anlaşmalar, hac ve umre yolunda engellenmeyle ilgili hükümler, içki ve
kuma­rın yasaklanması, zıhâr, vakıf, isyan ve haydutluğun cesasi; yedin
yılında .çeşitti hayvanların etlerinin haram kılınması, zirai ortak­lık; sekizinci
yılında Mekke'nin kutsîliği ve dokunulmazlığı, kısas ve içki satışının
yasaklanması, hukuk karşısında insanların eşitliği; dokuzuncu yılında
Kabe'nin çıplak olarak tavaf edilmesinin yasak­lanması, mülâane; onuncu
yılında insan haklarının ilânı, vasiyet, nesep, nafaka ve borçlarla, ilgili bazı
hükümler ve faiz yasağı gibi hükümler gelmiştir.[23]

Sonuç olarak Hz. Peygamber geride tedvin edilmiş hususi bir fı­kıh kitabı
bırakmamakla beraber, yukarıda sayılan insanın Allah ile ve diğer insanlarla
olan münasebetlerini düzenleyen birçok huku­kî kural ve uygulama
yanında, kendisinden sonra kıyamete kadar meydana gelecek bütün hayat
hadiselerine cevap verebilecek ye­terlikte evrensel hukuk İlkelerine sahip
İlahî bir kitap (Kur'ân-i Ke­rîm) ve onu tefsir örnekleri (sünnet) bırakmıştır.
[24]
II. Hulefâyi Râşidîn Devri

İslâm hukuk tarihinin ikinci dönemini teşkil eden Hulefâ-yi Râ-şidîn devri,
Hz. Peygamber'in vefatı üzerine, Hz. Ebû Bekir'in 10 (632) yılında halife
seçilmesiyle başlar ve Hz. Hasan'm 41 (66Y) yı­lında hilâfeti Muâviye'ye
devretmesiyle sona erer.

Yaklaşık otuz küsur yıl süren Hulefâ-yi Râşidîn devrinde, Önce­likle İç isyan
ve irtidad hareketleri bastırılmış ve daha sonra fetih­lere başlanmıştır. Bu
arada, üçüncü halife Hz. Osman'ın şehâdeti üzerine halkın büyük bir kısmı
Hz. Ali'ye biat etmişse de Şam vali­si olan Muâviye, çeşitli sebeplerle ona
biat etmemiş ve bu sebeple müslümanlar arasında çeşitli iç savaşlar
çıkmıştır. Bu olaylar esna­sında, daha sonra itikadı ve fıkhı bir nitelik
kazanacak olan Şîa ve Havâric adında iki siyasî grup (mezhep) doğmuştur.
[25]

Adı geçen siyasî olaylar ve gruplaşmalar yanında, Hz. Peygam­ber'in vefatını


takip eden yaklaşık yarım yüzyıl İçerisinde İslâm devletinin sınırlarının
Roma, İran, Türk ve Berberî hukuklarının hâkim bulunduğu Suriye, Irak,
İran, Türkistan, Kuzey Hint, Mısır ve Kuzey Afrika -bölgelerine ulaşması
sonucu farklı dillerin, dinle­rin, kültür ve medeniyetlerin birbiriyle karşılıklı
etkileşimlere girmesi hukukî problemlerin nitelik ve niceliklerinde büyük
artışa se­bep olmuştur. [26]

islâm hukukunun tekâmül devri olan Hulefâ-yi Râşidîn döne­minde birinci


kaynak olan vahyin sona ermesi yanında sahabe de icühadlarını Peygamberi
arz ve onun tasvibini alma imkânından mahrum kalmışlardır. Böylece
hukuki faaliyetlerde Kitap ve Sün-net'in sınırlı sayıdaki naslarını kullanmak
veya bu naslara dayana­rak re'yle ietihadda bulunmak zorunda kalınmıştır.
Ancak bu de virde re'y, Kitap ve Sünnette hükmü açıklanmamış meseleleri
nas­lara dayanarak ve bunlar üzerinde düşünerek hükme bağlamak
anlamına gelmekteydi ve daha sonraları "istihsan, istısîah, örf, kı­yas" gibi
isim verilen çeşitli metotlar da bu dönemde "re'y" çerçe­vesi içinde
kullanılmaya başlanmış idi. [27]

Bu dönemde şûra ictİhadlan ferdî İctihadlardan daha kuvvetli ve bağlayıcı


telakkî edilmiş, ferdî ictihadlar ise yalnızca sahiplerini bağlamıştır. [28]
Yine aynı süre içerisinde sahabe arasında ietihad ve hüküm farklılıkları
görülmeye başlamıştır. Çeşitli sebeplerle Medine'den uzakta bulunan bazı
sahabenin dinî konular hakkındaki bilgi ek­siklikleri, Hz. Peygamber'den
alman bilgilerin farklı anlaşılması, yanılma, unutma veya hakkında nas
bulunmayan konularda tabii olarak muhtelif görüşlerin benimsenmiş olması
gibi hususlar bu farklılıkların kaynağını teşkil etmiştir. [29]

Öte yandan sahâbiler verdikleri fetva sayısı bakımından üç gru­ba ayrılabilir:


Fetvalarının sayısı birer büyük cilt teşkil edecek ka­dar çok olan sahabe Hz.
Ömer, Ali, İbn Mes'ûd, Ibn Ömer, îbn Ab-bas, Zeyd b. Sabit ve Hz. Âİşe'dir,
içlerinde Hz. Ebû Bekir, Osman, Talha (ö. 36/656), Zübeyr b. Avvâm (ö.
36/656), Ebû Mûsâ el-Eş'arî (Ö. 44/665) gibi isimlerin bulunduğu yirmi
kadar sahabenin verdik­leri fetvalar birer küçük kitabı dolduracak sayıdadır.
Üçüncü grupla yer alan 120 kadar sahabenin verdikleri fetvaların tamamı
bir cil­de sığacak miktardadır.[30]

Sahabe dönemindeki hukukî faaliyetlerde dikkati çeken husus bu donemde


rey içtihadının kapısının açılmış olmasıdır. [31] Hz. Ömer'in hüküm verme
usûl ve metotlarıyla ilgili olarak Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye gönderdiği mektup bu
konuda önemli bir belge niteli­ğindedir. [32] Ancak onlar re'yle ulaştıkları
bu hükümleri kesin görmeyerek onları Allah ve Resulü'ne ait açık
hükümlerden ayırmaya titizlik göstermişlerdir. [33]

Ayrıca, bu dönemde belli bir İllet veya hikmete bağlı bulundu­ğu bilinen
hükümler, söz konusu illet veya hikmetin değişmesiyle değiştirilmiş hatta
hak ve adaleti gerçekleştirmek ve zaruretleri gi­dermek amacıyla bazı
hükümlerin uygulanması askıya alınmıştır. Müellefe-i kulûba devletin zekât
gelirinden pay verilmemesi, bir defada söylenen üç talâkın cezaî bir tedbir
olarak üç talâk sayılma­sı, kıtlık sebebiyle hırsızlık yapanlann elinin
kesilmemesi gibi ko­nularda Hz. Ömer'in yaptığı uygulamalar bu yaklaşımın
örnekleridir. [34] Yine sahâbîler zekât vermeyenlere karşı savaş, Kur'ân-ı
Ke-rim'in bir mushafta toplanması gibi bazı olay ve ilişkileri "iyidir,
ha­yırlıdır, maslahattır" diyerek hükme bağlamışlardır. [35]

Hz. Peygamber'İn hicretinden itibaren islâm devletinin başşeh­ri olan


Medine'de çok sayıda sahabe yaşamaktaydı. Bunlar arasın­da Hz. Ebû Bekir,
Ömer, Osman, Ali (Kûfe'ye gidinceye kadar), Zeyd b. Sabit, Âişe,
Abdurrahman b. Avf (ö. 32/652), Talha b. Ubeydullah, Hafsa (ö. 45/665),
Ebû Hüreyre (ö. 59/679), Ümmü

Seleme (ö. 62/681), İbn Ömer (ö. 73/692) ve Übey b. Kâ'b gibi meşhur
sahabeler bulunmakladır. Diğer taraftan, bu dönemde Hz. Peygamber'İn
yakın arkadaşlarından tbn Mes'ûd İrak'a giderek Kû­fe'ye yerleşmiş ve
burada hoca, hâkim ve müftülük yapmış, Hu-zeyfe (ö. 36/656), Ammâr b.
Yâsir (ö. 37/657), Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Mugîre h. $ıfbe (ö. 50/670), linrân b.
Husayn (ö. 52/672), Sa'd b. Ebû Vakkâs (ö. 55/675) ve Enes b. Mâlik (ö.
93/712) gibi sahabe­ler de bu bölgeye gelerek çeşitli şekillerde Kur'an ve
Sünnetin eği­tim ve öğretimi faaliyetlerine katılmışlardır. Hz. Ali halife
olunca (35/656) hilâfet merkezini Medine'den Kûfe'ye taşımış ve onunla
beraber İbn Abbas (ö. 68/687) gibi bazı sahabeler de Irak'a gelmiş­tir. Yine
bu devrede Mısır'da Ebû Zer el-Gıfârî (ö. 32/652), Zübeyir b. Avvâm, Amr b.
Âs (ö. 43/664), Abdullah b. Amr (ö. 65/684); Şam'da Muâz b. Cebel (ö.
18/639), Ebu'd-Derdâ (ö. 32/652), Muâviye (ö. 60/680); Kuzey Afrika'da
Ukbe b. Âmir (ö. 58/678) gibi çeşitli sahabeler bulunuyordu.[36]

III. Emevîler Devri

Hz. Hasan'ın (ö. 50/670) 41 (661) yılında Muâvİye lehine hilâ­fetten


çekilmesiyle başlayıp 132 (750) yılına kadar süren Emevîler dönemi,
hilâfetin saltanata dönüşmesi sebebiyle islâm tarihinde önemü bir kırılmayı
ifade eder. [37] Bu dönemde, sahabe nesli yavaş yavaş âhirete intikal etmiş
ve onların yerini tabiîn nesli almıştır.

Hulefâyi Râşİdîn zamanında hukukî faaliyetlerdeki temel amaç adaletin


gerçekleştirilmesi olduğu halde, Emevîler devrinde bunun yerini siyasî
istikrar anlayışı atmış, daha önceden Kur'an'ın doğru bir şekilde öğrenilmesi
ve yabancı bir unsurun karışmaması İçin üzerinde sıkı davranılan hadîs
rivayeti, sahabenin Hz. Peygamber'den görüp işittiklerini gittikleri yeni
bölgelerde nakletmeleri sebebiyle yeniden başlamış ve bu arada çeşitli
maksatlarla hadîs uydurma olayları baş göstermiştir. [38]
Emevîler döneminde Medine'de islâm hukukunun kaynaklar; olan Kur'an ve
Sünnet'e dair bilgiler daha çok olduğu için Medineliler kendi bölgelerindeki
âlimlerden bir teyii almadıkça Küfe ve Şanı kaynaklı rivayetleri, bu
bölgelerde meydana gelmiş olan siya­sî olaylar sebebiyle, söz konusu
rivayetlere uydurma ilâveler yapıl­mış olabileceği endişesiyle kullanmıyorlar
ve bunları geçerli birer delil saymıyorlardı. Buna mukabil, diğer bölgelerde
bulunan saha­be ve öğrencileri de kendi bilgilerini, Medine'deki sahabe ve
öğ­rencilerinin bilgileriyle denk .sayarak bazan Medine'deki âlimlerin
görüşlerinden farklı sonuçlara varıyorlardı. Böylece değişik bölgelerdeki
.sahabe ve Öğrencilerinin hukukî problemlere verdikleri ce­vaplar gerek
Kitap ve Sünnet konusundaki bilgileri ve onları anla­ma dereceleri, gerekse
içerisinde yaşadıkları bölgelerin tarihî, coğ­rafî ve kültürel farklılıkları
sebebiyle gittikçe çeşitlenmeye ve birbi­rinden farklılaşmaya başlamıştı.

İslâm hukuk tarihi açısından bu gruplaşmaların en önemlisi İrak (Küfe) ile


Hicaz (Medine) fukahası arasında meydana gelmiş­tir. Emevîier döneminde
çevre ve üstat farklılığına dayalı olarak or­taya çıkan bu aynşma islâm hukuk
tarihinde. Hicazhlar (Hicâziy-yûn, Ehl-i Hicaz) ve Iraklılar (Irâkıyyûn, EhL-i
Irak) adıyla anılmış­tır. Bu dönemde Hicazlılar'ın İmamı büyük tabiîlerden
Said b. el-Müseyyeb (ö. 94/712), Iraklılar'ın İmamı ise ibrahim en-Nehâî (Ö.
96/714) idi.[39]

Emevîier döneminde çeşitli merkezlerde fıkıh ilmini temsil eden âlimlerden


bazıları şunlardır: Medine'de başta kendilerine

"Medine'nin yedi fakihi: el-fukahâü's-seb'a" adı verilen Saîd b. Müseyyeb,


Ebû Bekir b. Abdurrahman (Ö. 94/713), Urve b. Zübeyr (ö. 97/712),
Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe (ö. 98/716) Hârice b. Zeyd (ö. 100/718),
Kasım b. Muhammed (ö. 102/720), Süleyman b. Yesâr (ö. 107/725) ile Ebû
Ca'fer Muhammed b. Ali (ö. 117/735), Ebû Bekir b. Hazm (ö. 120/738),
Zührî (ö. 124/742), Rebîatürre'y (ö. 136/753); Mekke'de Mücâhid (ö.
100/718), Alâ b. Ebû Rebâh (ö. 115/713), İkrime (ö. 150/767), Süfyân b.
Uyeyne (ö. 198/813); Basra'da Hasan-ı Basrî (ö. 110/728), Muhammed
b. Şîrîn (ö. 110/728), Katâde (ö. 118/736); Kûfe'de Alkame b. Kays
(ö. 62/682), Mesrûk b. el-Ecda' (ö. 63/683), Şurayh b'. Harfe (ö. 78/679),
tbrâhim en-Nehâî (ö. 96/714), Hammâd b. Ebû Süleyman (ö. 120/738),
Abdurrahman b. Ebû Leylâ (ö. 148/765); Şam'da Ömer b. Abdülazîz (ö.
101/720), Mekhûl (ö. 116/734); Mısırda ise l.cys b. Nad (ö. 175/791)
bulunmakla idi.[40]

Bu arada, çevre (muhil) ve üstat (bilgi kaynağı) farklılığına da­yanan bu iki


okul arasında bazı usûl farkian da göze çarpmaktadır. Buna göre iki gaip da
Kitap, sünnet ve .sahabe icmâını şerî birer delil olarak kullanırken, Hicazhlar
Medine halkının Örfünü Hz. Peygamber'in yaşayan sünneti olarak
algılamışlar ve ona deliller hiyerarşisinde önemli bir yer vermişlerdir.
Iraklılar ise Medine ör­fünü diğer şehirlerin Örfü gibi telakki ederek ona
ilâve bir değer at-fetmemişlerdir. [41] Bu arada söz konusu iki okuldan
Hicazhlar, Hz. Peygamber'in bu bölgede yaşamasının tabii sonucu olarak
Sün-net'e dair daha fazla malzemeye sahip olmaları sebebiyle, meyda­na
gelen her hadîse için herhangi bir nas (Kitap ve Sünnet) bulabi­lirlerken,
Iraklılar, bölgenin Medine'ye olan coğrafî uzaklığı sebe­biyle daha az hadîs
malzemesine sahip olduklan gibi, üstelik bu bölgede meydana gelen çeşitli
siyasî olayların hadîs uydurma ha­reketine tesir etmesi sebebiyle de eldeki
mevcut sünnet malzeme­si üzerinde daha titiz duruyorlar ve kendilerine
göre zayıf olan ha­dîs yerine re'y içtihadına daha fazla yer veriyorlardı. [42]

Emevîier dönemini islâm hukuk tarihi açısından önemli kılan bir diğer husus
ise, bu dönemde konularına göre sistematik ilk fı­kıh kitaplarının yazılmaya
başlanmış olmasıdır. Zührî'nin verdiği fetvalar üç, Hasan-ı Basrî'nin konulara
göre düzenlenmiş fetvaları ise yedi cildi bulmaktadır. [43] Ayrıca bu
dönemden günümüze gelen kitaplar arasında Süleyman b. Kays el-Hilâlî'nîn
(ö. 95/714) fıkıh ki­tabı, Katâde b. Diâme'nin (ö. 118/736) el-Menâsik, Zeyd
b. Ali'nin (ö. 122/740) el-Mecmû' (Müsnedü'l-lmâm Zeyd) [44] isimli
eserleri bulunmaktadır. Bu dönemde yazıldığı halde bize kadar gelememiş
olan kitaplar ise geniş bir liste teşkil edecek kadar çoktur. [45]
IV. Abbasîler Devri

Abbasîler hilâfeti hakkı olana vermek ve 1 lulefâ-yi Râşidîn dev­rini ihya


etmek gibi çeşitli iddialarla 132 (749) yılında gerçekleşti­rilen bir ihtilâl ile
yönetimi ele geçirmişlerdir. Onların hâkimiyeti, bu tarihten Bağdat'ın
Moğollar tarafından İşgai ve tahrip edildiği 656 (1258) yılına kadar sürer.
Ancak burada, söz konusu bu uzun tarihî dönemin tamamı değil, sadece
132'den (749) yani II. (VIII.) asrın başlarından Hanbelî mezhebinin kurucusu
Ahmed b. Han-bel'in yaşadığı 164-241 (780-855) yıllarına tesadüf eden 111.
(IX.) as­rın İlk yansına kadar geçen dönemdeki fıkhı faaliyetlerden kısaca
bahsedilecektir.

İslâm hukukunun olgunluk çağı olan Abbasîler devrinde, hali­feler


görünüşte de olsa din ve dünya işlerinde Allah Resulü'nün ha­lifesi ve
müslümanların başkanı olarak davranıyorlardı. Bunun so­nucu olarak din
bilginlerinin fiil ve düşünceleriyle yakından İlgile­niyorlar ve özellikle de
kendi siyasetlerine ters düşmeyen âlimlere çeşitli ihsanlarda
bulunuyorlardı.[46] Onların bu tutumları İslâm hu­kukunun gelişmesine
katkıda bulunmuştur. Meselâ sulama düzeni, vergiler, kanallar ve çeşitli
divanlar gibi malî ve idarî bazı konular­daki düzenlemelerin islâm hukuku
esaslarına aykırı olmaması için kadı Ebû Yûsuf (Ö. 182/798) Kitâbü'l-
Hara[47] isimli eserini bu dö­nemde yazmıştır.

Ayrıca bu dönemde fıkhın gelişmesini sağlayan başka dinî, si­yasî ve tarihî


sebepler de bulunmaktadır. Öncelikle, fıkhın kayna­ğı olan Kur'an ve
Sünnet'e, bu dönemde sahabe ietihad ve uygula­maları ile tabiînin
ictihadları da eklenmiştir. Bu devirde nazarî ve farazî fıkıh çalışmaları
hızlanmış ve vuku ihtimali çok az olan me­seleler üzerinde durularak icühad
temrinleri yapılmıştır. Hukukçu­lar yeni ihtiyaçlara cevap ve çözüm ararken
İslâm ülkesinin geniş sınırları içerisinde yaşayan çeşitli kavimlerin
kültürlerini, örf ve âdetlerini gözden geçirmişler ve bunların bir kısmını
kabul diğer bir kısımını ise reddetmişlerdir. Ayrıca dönemin bilginleri hac, d-
had, ilim gibi çeşitli maksatlarla seyahatler yaparak birbirleriyle bilgi
alışverişinde: bulunmuşlardır. Meselâ Medineli Rebîatürre'y Irak'a;
Muhanımed h. Masan (ö. 189/805) Medine'ye. ,Sâfiî (ö. 20,4/820) Medine,
Irak ve Mısır'a gitmiştir.[48]
Bu dönemde ietihad kapısı sonuna kadar açık okluğu gibi ieti­had hürriyeti
de mevcut idi ve Enıevîler devrinde oluşan çevre ve üstat farklılığına dayalı
Hicaz ve Irak ekolleri "hüküm çıkarmada re'y ve hadîse verilecek yer ve
değer" konusuyla ilgili metodolojik bir farklılaşma noktasına gelmişti. Bu
ayrışmada Iraklılar re'yciiiği (Ehl-i re'y), Hicazlılar ise eser veya hadîsçüiği
(Ehl-i hadîs) temsil ediyorlardı. [49]

Ehl-i re'yirı liderliğini tabiîlerden İbrahim en-Nehâî'nin metot ve görüşlerini


benimseyen Hammâd b. Ebü Süleyman (ö. 120/738) vasıtasıyla Ebû Hanîfe
(ö. 150/767) yapıyordu.

Irak (Küfe) ekolünün ehl-i re'y olarak İsimlendirilmesi onların Kitap ve


Sünnet'i terkedip yalnızca re'y ile hüküm verdikleri anla­mına gelmez. Ehl-i
hadîs ile Ehl-i re'y arasında Kitap ve Sünnetin delil değeri konusunda
herhangi bir ihtiiâf yoktur. Taraflar arasın­daki farklılık sadece âyet ve
hadîslerin yorum metotları veya hadîs­lerin sıhhatini kabul şartlan
konusundadır. Nitekim yalnızca Kûfe-liler değil, hicrî I ve II. asırda Medine,
Basra, Mekke, Yemen, Şam, Bağdat gibi şehirlerdeki birçok fıkıhçı da nas
bulamadıkları zaman re'y ile fetva vermişlerdir. Mâlikin (ö. 179/795)
hocalarından Rebîa b. Abdurrahman'a re'yi çok kullandığı için
"Rebîatürre'y" adı veril­miştir. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının Ehl-i re'y olarak
adlandırılma­sının sebebi muhtemelen onların hüküm çıkarmada re'yi
maharet­le ve diğer fakihlere göre daha sıkça kullanmış olmalarıdır. Kû-
fe'nin farklı kültür ve medeniyetlerle yakın teması, içerisinde Arap, mevâlî,
köle, zimmî gibi çeşitli sosyal grupları ve birtakım siyasî hareketleri
barındırmış olması ve bu grupların birbirlerine olan düşmanlıkları sebebiyle
hadîs uydurma faaliyetlerinin anması, ya­şayan sünnet açısından Hicaz
ölçüsünde zengin olmadığı halde ce­vaplandırılması gereken problemlerinin
onlardan daha çok ve çe­şitli olması, Ebû Hanîfe ve arkadaşlarını re'y ile
hüküm vermeye ve hadîsleri kabulde ihtiyatlı davranmaya mecbur
ediyordu.

Öte yandan, onkınn ehl-i re'y olarak adlandırılmasında ve bu arada bazı


ithamlara mâruz kalmasında Ömer b. Abdülazîz devrin­de (99-101/717-720)
Hicaz'da başlayan hadîs toplama faaliyetinin teşvik edilmesinin ve
Medine'de .sadece hadîs toplayıp rivayet et­mekle meşgul muhaddisler
grubunun ortaya çıkmasının da önem­li etkisi olmalıdır. Bu kişiler İraklı
fakihlerin kendilerindeki hadîs­lere aykırı görünen fetvalarını duydukça,
onların sahih hadîsleri terkettikleri ve re'yi hadîsten üstün tuttukları
zehabına kapılıyorlar­dı. Meselâ Evzâî (ö. 157/774) "Biz Ebû Hanîfe'yi re'yi
kullandığı için kınamıyoruz, hepimiz re'yden istifade ederiz. Bizim onu
kına­mamız hadîse muhalefetindendir" demiştir.[50]

Yine ehl-i re'ye karşı özellikle Hicazlılar ve muhaddisler tarafın­dan takınılan


bu tavırda âlimler arasındaki ilmî rekabet ile o döne­min Önemli bîr
toplumsal problemi olan Arap-mevâlî ayırımının da tesiri olmalıdır. Zira her
bölge ve grup kendi hocalarının daha bil­gili olduğunu savunuyordu. Bu
arada Iraklı fakihlerin büyük ço­ğunluğu mevâlî denen Arap unsurunun
dışında kalan ve yeni müs-lüman olan kavimler içerisinden yetişmiş idi.
Nitekim Süfyân b. Uyeyne'den gelen bir rivayette re'yi İhdas edenlerin
Medine'de Rebîa, Basra'da Osman el-Bettî (ö. 143/760), Kufe'de Ebû Hanîfe
adındaki üç köle çocuğu olduğunu söylenmiştir. [51]

Bu dönemde tslâmî ilimlere damgasını vuran gruplardan biri ise, liderliğini


Mâlik b, Enes'in (ö. 179/795) yaptığı Ehl-i hadîs ve­ya ehl-i eserdir. Hicaz
bölgesi ve özellikle Medine'de tabii olarak çok sayıda sahabe
bulunmaktaydı. Medine'de henüz hayat sadeli­ğini koruduğu ve tslâmî Örf
ve gelenekler devam ettiği İçin yeni problemlerde kıyasa başvurma ihtiyacı
pek duyulmayıp meseleler genellikle maslahat ve Medine örfü gözetilerek
çözümleniyordu. Sahabe ve tabiîn büyüklerinin bu tavırları daha sonraki
nesilleri de etkilemiş ve burada yaşayan bilginler ellerindeki sünnet
malzeme­sinin diğer bölgelerdekinden daha çok ve daha güvenilir
olduğu­na İnanmışlar hatta Irak ve Şamlılar'ın ellerindeki hadîsleri başka
kaynaklardan teyit etmedikçe hüccet, saymamışlardır, imam Mâ-lik'in
"Iraklılar'm hadîslerini Ehl-İ kitabın sözü gibi kabul ediniz; onları ne tasdik,
ne de tekzip ediniz"[52] sözü onların bu konudaki yaklaşımını
göstermektedir, islâm hukukunun ikinci kaynağı olan sünnet hakkındaki bu
tavır, hukuk anlayışını doğrudan etkileyerek ietihad metotları hakkında açık
bir farklılığa sebep olmuştur.

Ancak, taraflar bu dönemin başlarında henüz kesin çizgilerle birbirinden


ayrılmadığı için onların hangi gruba mensup oldukla­rını tesbit konusunda
birtakım zorluklar bulunmaktadır, ibn Kutey­be (ö. 276/889), aralarında
Mâlik ve Evzâî'nin de bulunduğu bir­çok müetehidi ashâb-ı re'y, sadece
hadîs rivayetiyle meşgul olanİa-rı ise Ashâb-ı hadîs olarak zikretmiş ve
Ahmed b. Hanbel'i ise iki zümrenin de dışında tutmuştur.[53] Tirmizî İse (ö.
279/892) Şafiî'yi ashâb-ı hadîsten saymıştır. [54] Makdisî (ö. 380/990), bir
yerde Şâfi-îler'i ashâb-ı hadîsten, bir başka yerde ise Ebû Hanîfe ile birlikte
ehl-i re'yden kabul eder. [55] Şehristânî'ye (ö. 548/1153) göre müete-hidler
ashâb-ı hadîs ve ashâb-ı re'y şeklinde iki gruba ayrılır. As-hâb-ı hadîsi
Hicazlılar yani Mâlik, Şafiî, Süryân es-Sevrî, Ahmed b. Hanbel, Dâvüd b. Ali
ve bunların arkadaşları teşkil eder. Ashâb-ı re'y ise Irak ehli yani Ebû Hanîfe
ve arkadaşlarıdır. [56]ibn Kayyim el-Cevzİyye de Hanefi ekolü dışındaki üç
büyük fıkıh mektebini ehl-İ hadîs olarak gösterir. Ancak o, Ehl-İ hadîsin, Ehl-i
bid'at tabi­rinin karşıtı olarak yani Ehl-i sünnet anlamında kullanılması
halin­de Ebû Hanîfe ve arkadaşlarını da ehi-İ hadîsten saymıştır. [57]

Tarafların mensup olduğu grubu tesbitteki bu güçlükte onlar arasında


mutedil ve aşın unsurlann bulunmasının da etkisi vardır. Sünneti delil olarak
kabul etmekle beraber onun sıhhatini tespit hususunda titiz davranan
kimseler mûtedii reycilerdir ve onlar kı­yas, istihsan, maslahat gibi metotları
kullanmaktan çekinmemişler­dir. Osman el-Bettî (ö. 145/760), ibn Ebû Leylâ
(ö. 148/765), Ebû Hanîfe, Rebîatürre'y, Züfer (ö. 158/775), Süfyân es-Sevrî
(ö. 161/778), Evzâî (ö. 176/792), Mâlik (ö. 179/795), Ebû Yûsuf (ö. 182/798)
ve Muhammed b. Hasan (ö. 189/805) bu grup içinde yer almaktaydı.
Re'yciler arasında, sünneti delil ve hüküm kaynağı ola­rak kabul etmeyen ve
deli! olarak sadece Kur'an'a ve re'ye dayanün asın rey taraftarları da
bulunmakla idi. Basra Mu'tezilesi veya Haricîler içinden çıktığı tahmin edilen
hu grubun görüş ve delille­rini İmam Şafiî naklet mistir. [58]

Re'y ve kıyası reddetmemekle beraber nadiren veya zaruri hal­lerde onları


kullanmaktan kaçınmayan, hadîsler yanında .sahabe ve tabiîn fetvalarını da
kaynak kabul eden ve hiçbir re'yi hadîse lercih etmeyen kişiler ise mutedil
eserdlerdir. Genel olarak ehl-i hadîs veya ehl-i eser adı da verilen bu gruba
dahil kişiler arasında Ma'mer b. Râşid (ö. 153/770), Şu'be (ö. 160/777), Leys
b. Sa'd (ö. 165/781), Abdullah b. Mübarek (ö. 165/781), Ebû Avâne (ö.
170/786), îbn Lehîa (ö. 174/790), Hammâd b. Zeyd (ö. 179/795), Fudayl b.
tyâz (ö. 187/803), Vekî b. Cerrah (ö. 197/812), Süfyân b. Uyeyne (ö.
198/813), Yahya b. Said el-Kattân (ö. 198/813), Ebû Dâ-vûd et-Tayâlîsî (ö.
203/818), Abdürrezzâk (ö. 211/826), Ebû Bekir b. Ebû Şeyhe (ö. 230/844)
ve elinizdeki çalışmaya konu olan Han-belî mezhebinin kurucusu Ahmed b.
Hanbel (241/8557) ile meş­hur altı hadîs kitabının müellifleri
bulunmaktadır. [59] Öte yandan, re'y içtihadını ve bunun en Önemli kısmı
olan kıyası, sahabe ve ta­biîn fetvalarını delil olarak kabul etmeyenler ise
müfrit esercilerdir. Bazı Mu'tezîle imamlanna da nisbet edilen bu tutum
özellikle Zâhiriyye mezhebinin imamı Dâvûd b. Ali ve arkadaşlarında
görül­mektedir. [60]

Bu dönemde, daha önceki müctehidlerin aksine fıkhın bütün konularında


sistemli bir şekilde ictihadla hüküm üretme faaliyeti başlamış, ictihadlar
belli kitaplarda toplanmış, hadîs ve re'y okulla­rı arasında çeşitli münakaşa
ve münazaralar yapılmıştır. Hadîs dalın­da meşhur olan altı kitap (Kütüb-i
Sitte) telif edilmiş, fıkıhta ise Emevîler döneminde başlayan tedvin hareketi
nitelik ve nicelik ba­kımından büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemde
Abdullah b. Mübarek, Ebû Sevr, İbrahim en-Nehâî, Hammâd b. Ebû
Süleyman gibi fakihierin telif ettikleri fıkıh kitapları bize kadar ulaşamamışsa
da[61] İmam Mâlık'in hadîslerle beraber sahabe ve tabiîn fetvalarını ve
kendi ktihadlannı ihtiva eden ez-Ziyâdâtgibi söhrel yoluyla gelen zâ-hirü'r-
rivâye kitapları[62] ile ala ehli'l-Medin gibi âhâd yolla gelen yani nâdirü'r-
rivâye eserleri, Bbû Yûsuf'un cl- ve İmam .Şafiî'nin [63]günümüze kadar
ulaşmıştır.

İslâm hukuk tarihi açısından bu dönemdeki [64]en önemli faaliyet­lerden


biri ise şer'î hükümler ve onların kaynakları olan şer'î delil­lerle bu
delillerden hüküm [65]çıkarma metotlarının tartışıldığı fıkıh usulü (hukuk
metodolojisi) ilminin tedvin edilmiş olmasıdır. [66] Za­manımıza ulaşmış[67]
olan ilk usul kitabı İmam Şafiî'nin Kur'an ve onun yorum metotları, nâsih-
mensuh, haber-i vâhid, kıyas, İstih-san, sünnet ve Kur'an İle ilişkisi,
hadîslerin gizli kusurları (ilel), ic-mâ, ietihad ve ihtilâf konularını içeren ve
hukuk tarihi açısından da önemli bir belge niteliğinde olan er-Risâl[68] adlı
eseridir.

Bu devrede, hemen hemen bütün dinî ilimleri ve âlimleri oldu­ğu kadar,


Ahmed b. Hanbel'in hayatını ve Hanbelî mezhebi men-suplannı da en çok
meşgul eden konulardan biri de "ehl-i sünnet" kavramı olmuştur. Bu
sebeple söz konusu terimin doğuş ve geliş­mesine kısa bir atıfta bulunmak
istiyoruz.
Erken dönem kaynaklarında "Ehl-i sünnet" terimine rastlanma­makla
beraber, bu terkibi meydana getiren kelimelerin ayrı ayrı ya­ni "sünnet" ve
"cemaat" şeklinde çeşitli hadîs kitaplarında kullanıl­dığı görülmektedir. Bazı
hadîslerde, Allah'ın (rahmet) elinin cema­at üzerinde olduğu, cennete
girmek isteyenlerin topluluktan ayrılmamaları gerektiği, [69] cemaatten az
da olsa ayrılanların islâm'dan çıkmış sayılacakları ve câhiliye ölümüyle
ölecekleri belirtilmiştir. [70]

Yine Hz. Peygamber ihtilâf halinde ekseriyete uyulmasını emret­miş[71]


vefalından .sonra yaşayanların pek çok ayrılıkları görecekle­ri ve bunlara
ulaşanların kendi sünneti ile Hulefâ-yi Râşidîn'in sunnetine sarılmalarını
istemiştir. [72] Daha .sonraki dönem müelliflerin­den Şehristânî'nin yer
verdiği ve Kütüb-i Sitte'de yer almayan bir ri­vayette ise Hz. Peygamber
yetmiş üç fırkaya ayrılacak olan ümme­ti içinde bir fırkanın kurtuluşa
ereceğini, bunun da kendisinin ve ashabının yolunu izleyen Ehl-i sünnet
ve'1-cemâat olduğunu .söyle­miştin[73] Günümüze ulaşan kaynaklar içinde
bu terime yer veren en eski eser ise Ahmed b. Hanbel'in er-Red ale'z-
Zenâdıka ve'l-Cehmiyye'sidir. [74] Onu, Dârimî'nin Sünen'[75]ile Müslim'in
Sahtb'i[76] ve diğer eserler takip eder.

Aslında Ehl-i sünnet ve'1-cemâat'in oluşumu, Hz. Osman'ın hi­lâfeti


döneminde müsiümanlar arasında meydana gelen siyasî gö­rüş ayrılıklarına
kadar dayanmakla beraber, yukarıda verilen bilgi­lerden, Ehl-i sünnetin
itikadî bir mezhep olarak III. (IX.) yüzyılda teşekkül ettiği yani ehl-i bid'aün
çıkışından sonra muhafazakâr ço­ğunluğun bu isimle anılmaya başladığı
anlaşılmaktadır. [77]

Bu dönemdeki siyasî tartışmalara bakıldığı zaman "Ehl-i sünnet ve'1-


cemâat" teriminde yer alan "sünnet"in ashâb-ı kiramın yaygın telakkisi,
"cemaat"in ise çoğunluğun siyasî temayülü şeklinde yo­rumlandığı görülür.
Özellikle "cemâat" kavramının Muâvİye tara­fından ortaya konulduğu ve
Hz. Hasan'ın hilâfetten çekildiği (661) yılına "cemâat yılı" denildiği
nakledilir. [78] Ayrıca, Ömer b. Abdülazîz müslümanlan bid'atçı görüşlerden
sakındırarak her türlü hatadan uzak bulunan Hz. Peygamber'in sünnetine
davetle, itika­dî konularda tartışmalara girişmeyen ashabın yolunu tavsiye
etmiş ve kadere iman konusunda teslimiyet gösterilmesini istemiştir.
[79]Onun bu görüşleri Ehl-i sünnet akîdesine zemin hazırlamıştır.

Başlangıç dönemi Ehl-i sünnet sisteminin şekillenmesinde Emevî idaresini


tasvip etmemekle beraber mü.slümanların mevcut

yönetime İsyan etmelerini de doğru bulmayan ve ümmetin birliği­ni


korumaya önem veren Hasan-ı Basrînin etkisi büyüktür. [80] An­cak, Ehl-i
sünnet akaidinin oluşmasına hizmet eden âlimlerin en Önemlisi ise çeşilli
btd'al fsrkalanyia mücadele eden Ebû Hanî-fe'dir. Onun bazı kaynaklarda
Mürcie'den sayılmasının sebebi, o dönemde kullanılan terimlerin henüz
tam olarak oturmamış olma­sıdır. Daha sonra İmam Mâlik, sünneti ön plana
çıkarıp ta'tîi, teşbih ve teesîm görüşlerini reddetmiştir. [81]

III./IX. asırda ise Abbasî halîfelerinin siyasî desteklerini de ka­zanan


Mu'tezüe'nİn karşısında Ehl-i sünnet'in liderliğini Ahmed b. Hanbel
yapmıştır. [82] Onun Abbasî halifelerinin çeşitli zulüm ve bas­kılarına
salâbetle karşı çıkması, halk nazarında büyük bir şöhret ve saygınlık
kazanmasına sebep olmuş ve Mu'tezile'nin karşıtı olarak kullanılan "Ehl-i
sünnef'in yegâne temsilcileri olarak Ahmed b. Hanbel ve onun fıkıhta
mensup olduğu ehl-i hadîs grubu görülme­ye başlanmıştır. Ancak Ahmed b.
Hanbel ve arkadaşlarının fıkhî görüşleri ehl-i hadîsin bütününü
kapsayamamış ve yine ehl-İ hadîs adı altında kalmak üzere ve fakat imam
Mâlik ve Şafiî'den ayrı bir tonda müstakil bir mezhep olma sürecine
girmiştir.

îslâm hukuk tarihinin ilk üç asrıyla ilgili bu genel özetten son­ra, artık bir
tslâm hukuk mezhebi olarak Hanbelîliğin doğuş ve ku­ruluşuna
geçilebilir.[83]
I. HANBELİ MEZHEBİNİN KURULUŞU VE TARİHÇESİ

I. Tarihî Arka Plan

Hanbelî mezhebinin kurucusu olan Ahmed b. Hanbel, Merv kökenli olup bir
rivayete göre o, ailesinin Bağdat'a göçü esnasın­da 164 (780) yılında
Merv'de, diğer bir rivayetlere göre ise Bağ­dat'ta doğmuştur.[84] Her iki
halde de çocukluğunu Bağdat'ta geçiren Ahmed b. Hanbel'in hayatına yön
veren etkilerin ve fikrî yöneliş­lerinin daha iyi anlaşılabilmesi için, onun
dönemindeki Bağdat'ın ve islâm dünyasının tarihî olarak genel bir
çerçevesinin çizilmesin­de yarar vardır.

Ahmed b. Hanbel'in dünyaya gelişinden yaklaşık otuz yıl önce, Şam'da


bulunan Emevî Hilâfeti 132'de (750) Horasan'da (veya Do­ğu Iran) patlak
veren ve Ebû Müslim (ö. 137/755) adında bir ku­mandanın liderliğini yaptığı
bir ihtilâlle devrilmiş ve hilâfet Hz. Peygamberin amcası Abbas'ın (ö.
32/653) soyundan gelen Abbâ-sîler'e geçmişti, ihtilâlin başarılmasından
sonra Emevîler'e karşı katliama girişilerek bulunabilen bütün Emevî ailesi
fertleri öldürül­müş, Muâviye (60/680) ve Ömer b. Abdülazîz (101/720)
dışındaki diğer Emevî halifelerinin mezarları açılarak kemiklerinden bile öç
alma yoluna gidilmişti. [85]

Abbâsîler'in ilk yaptığı icraatlarından biri Halife Ebû Cafer el-Mansûr'un


(136-158/754-775) hilâfet merkezini Şam'dan Bağdat'a taşımak olmuştur.
Henüz Ahmed b. Hanbel doğmadan yaklaşık on beş yıl önce kumlan Bağdat
çeşitli kervan yollarının kesiştiği ve ekonomik hayat açısından çok canlı bir
merkez idi. Ayrıca Bağ­dat'ın inşasında çalışmak için dışarıdan gelen
100.000'e yakın isçi ve usta, şehirde inşaat ve ticarî faaliyetlerin, zenginlik
ve nüfusun hızla artmasına sebep olmuştu.[86]

Emevîler devrinde İslâm devleti geniş sınırlara ulaşmış olduğu için ilk
Abbasîler döneminde bu sınırlar fazla değişmemiş ve Abba­sî hanedanı,
sınırlan daha da genişletmek yerine ülke içinde refah seviyesini artırmaya
yönelmiştir. Bununla birlikte Halife Mansûr (136-158/754-775), Anadolu'ya
küçük çapta bazı akınlarda bulunmuş, Mehdî 166 (782) yılında istanbul'a
büyük bir sefer, Me'mun ise 215-218 (830-833) yıllarında Bizans'a karşı üç
sefer düzenlemiş­tir. Bizans'a düzenlenen seferlerin en büyüğünü 224 (838)
yılında Mu'tasım (218-227/833-842) yapmıştır. [87]

Abbâsîler'in Emevîler'e karşı giriştikleri katliamın izleri henüz silinmeden


Hârûnürreşîd'in ölümünden (193/809) sonra oğulları Emîn ile Me'mûn
arasında hilâfet mücadelesi başlamıştır. Bu müca­delede, anne ve baba
tarafından Abbasî ailesine mensup olan Emîn'i Araplar, annesi İranlı bir
câriye olan Me'mûn'u ise iranlılar desteklemişlerdi. Me'mûn'un halife
olmasıyla (198/813) Arap un­sur devlet idaresinden tamamen
uzaklaştırılmış ve bu durum Arap-lar'ın başta Türk ve Iran unsurlar olmak
üzere yabancılara karşı iç­lerinde daima bir kıskançlığın bulunmasına sebep
olmuştur. [88]

Emîn (193-198/809-813) ile Me'mûn (198-218/813-833) arasın­daki İktidar


mücadelesi ve on dört ay süren kuşatma sonunda yeni kurulan Bağdat
.şehri tahrip olmuş[89] ancak Me'mûn'un 204'ie (819) Merv'den Bağdat'a
dönüşüyle .şehir tekrar eski canlılığını ka­zanmıştı. Bu arada Me'mûn
halifeliğinin son yıllarına doğru Türk-ler'i askeri birliklerine almış ve bunu bir
devlet politikası haline ge­tirmiş, hatta kendisinden sonra kardeşi Mu'tasım
(218-227/833-842) ordudaki bu Türk unsur sayesinde hilâfete geyebilpıiş,
bu du­rum ise tabii olarak devlet idaresinde Türk nüfuzunu artırmış tır. [90]

Abbasîler hilâfete geldikten sonra Emevîler'İn temsil ettiği "mülk-devlet"


yerine, dîne dayalı devlet anlayışını benimsemişler ve böylece de halk
nazarında gerçek halifelik fikir ve idealini tem­sil eden kimseler olarak
karşılanmışlardır. Bu dönemde devlet teş­kilâtında bazı yeni kurumlar
ortaya çıkmıştır. Bunların başında Sâ-sânîler'den alınan vezirlik müessesesi
gelmektedir. Vezir, halifenin vekili ve İdarî teşkilâtın başı idi. Halifeden
sonra gelen en önemli icra organı olması dolayısıyla geniş yetkiye sahipti.
Büyük şehirler­de asayiş şurta teşkilâtı tarafından sağlanırdı. [91]

İdarî, malî ve kazâî işleri "dîvânü'1-ceyş" tarafından yürütülen Abbasî


ordusunun esasını, "mürtezika" (ücretli) denilen nizamî ve daimî statüdeki
muvazzaf askerler ile gerektiğinde cihad davetine uyarak kendi İstekleriyle
orduya katılan, zekât ve ganimetten pay alan "mutavvıa" (gönüllü) grubu
teşkil ediyordu.
Adliye teşkilâtı mahkeme, mezâlim mahkemeleri ve hisbe teş­kilâtlarından
meydana geliyordu. Abbasî halifeleri kazâî yetkilerini fakihler arasından
seçilen kadılar vasıtasıyla icra ediyorlardı. Hârû-nürreşîd devrinden (170-
193/786-809) itibaren kâdılkudâthk (bâş-kadılık) adıyla yeni bir kurum teşkil
edilerek bu göreve ilk olarak İmam Ebû Yûsuf (ö. 182/798) getirilmiş ve
kadılar kâdılkudât tara­fından tayin edilmeye başlanmıştır. [92]

Canlı bir bilim ve kültür merkezi olan Bağdat'ta camiler. Özel­likle Mansûr
Camii büyük bir Öğretim merkezi idi. Yalnızdı halife­ler değil, vezirler ve üst
düzey diğer görevliler de eğilim ve öğreti­me destek oluyorlardı. Bu
himayenin etkisiyle çok sayıda ilim ada­mı ve mütercim Bağdat'a akın
etmiş, Emevîler devrinden beri de­vam eden tercüme faaliyetleri bu
dönemde daha da sistemli bir ha­le gelmiş ve Bağdat henüz kuruluşunun
üzerinden bîr asır geçme­den Özellikle Hint ve Iran kaynaklarının tercüme
edildiği bir mer­kez olmuştu. Helenizm'in büyük merkezlerinden
Cündişâpûr Aka-demisi'ndeki Süryânîler, Hintliler, Harranhlar ve Nabatîler,
Halife Hârûnürreşîd ve Bermekîler'in teşvikiyle Bağdat'a gelerek burada­ki
tercüme faaliyetine katılmışlar ve bu arada Yunanca, Pehlevîce, Latince,
Sanskrİtçe, Nabatîce ve Süıyânîce birçok eser Arapça'ya çevrilmişti. Bu yeni
medenî çevrede gelişme ve yükselme imkânı bulan büyük âlim, filozof,
düşünür ve edipler arasında cebir ilmi­nin kumcusu kabul edilen
Muhammed b. Mûsâ el-Hârizmî (ö. 235/ 850), İslâm felsefesinin ilk
temsilcisi Kindî (ö. 252/ 866) gibi Önem­li isimler bulunmaktaydı. Halife
Hârûnürreşîd (170-193/786-809) tarafından temeli atılan ve Me'mûn'un
yakın alâkası ile gelişen Beytülhİkme, Abbasîler devrinde Bağdat'ın en
büyük kütüphane­sine sahipti. Ayrıca, halifelerin destek ve himayesiyle
kurulan saray kütüphaneleri zengin kitap koleksiyonlarına sahip
bulunuyordu ve 'Hizânetü'l-hikme" ya da "Hizânetü'l-kütüb" denilen
kütüpha­neler birer öğretim müessesesi olarak ilim hayatına büyük katkılar
sağlıyordu.[93]

İslâmî ilimlerden başta Kur'an tefsirinin sistemli bir şekilde ele alınışı hicri II.
yüzyılın başlarına rastlar. Mukâtil b. Süleyman'ın (Ö. 150/767)
Tcfsfri.[94]Yahya b. Seilânnn (o. 200/815) Tefsiri [95]vb Ab-dürrezzâk es-
San anînin (ö. 211/826-7) Tefsmi'l-Kur'an'i[96] bu dö­nemden bize ulaşan
ilk eserlerdir.

Hicri II. yüzyıla girerken Halife Ömer b. Abdülazîz (99-101/ 717-720)


tarafından resmen başlatılan hadîslerin tedvini hareketi Zührî'den (ö.
124/742) sonra gelişerek devam etmiş ve Abbâsî-ler'İn ilk yıllarından
itibaren tasnif faaliyetleri hız kazanmıştır. Bu faaliyetlerin günümüze ulaşan
en eski ürünü Medineli Mâlik b. Enes'in (179/795) el-Muvatta[97] adlı
eseridir.

Abbasîler devri, kelâm üminin sistemîeştiği bir dönemdir. Eme­vîler


devrinde ortaya çıkan Mu'tezile; Halife Me'mun, Mu'lasım ve Vâsık (227-
232/842-847) dönemlerinde en parlak devrini yaşamış­tır. Özellikle
Bağdat'ta Mu'tezilî Bişr b. Mu'temifin (ö. 210/825) et­kisiyle Sümâme b.
Eşres (ö. 213/828), Ebû Mûsâ el-Murdâr (ö. 226/ 841), Ca'fer b. Mübeşşir
(ö. 234/848), Ca'fer b. Harb (ö. 236/850), Ahmed b. Ebû Duâd (ö. 240/854)
ve Muhammed b. Abdullah el-îs-kâfî (ö. 240/854) gibi âlimlerin dahil olduğu
Bağdat Mu'tezile eko­lü meydana gelmiştir. Basra ekolüne nisbetle
felsefeden daha çok etkilenen Bağdat Mu'tezilesi halifeler nezdinde itibar
kazanmaya çalışarak kendi görüşlerini devletin resmî mezhebi haline
getirmiş­tir. [98]

Ayrıca, erken tarihlerden itibaren tasavvufun önemli merkezle­rinden biri


haline gelen Bağdat'ta tasavvuf ilminin gerçek kumcu­ları sayılan Ma'rûf-i
Kerhî (ö. 201/816), Haris el-Muhâsibî (ö. 243/ 857) ve Serî es-Sakatî (ö.
251/865) gibi âlimler yetişmişti.

Abbâsîler'in özellikle ilk yüzyılı İslâm hukuk mezheplerinin te­şekkül ettiği


bir dönemdir. Giriş kısmında belirtildiği gibi, önceki dönemlerde daha çok
çevre ve üstat ayrılığı ite fıkıh hükümlerinin ortaya konulmasında kullanılan
malzeme farklılığına dayanan Hi-câziyyûn-Irâkıyyûn ayırımı yerini, hadîs ve
re'yin İslâm hukuku­nun kaynakları arasında yer alıp almayacağı veya ne
ölçüde alaca­ğı tartışmalarına dayanan Ehl-İ hadîs ve Ehl-i re'y ayırımına
bırak­mıştı. Ülkenin sınırlarının genişlemesi ve ihtiyaçların çoğalması fık­hı
faaliyetleri artırmış ve fıkıh bir bütün olarak tedvin edilerek sis[99]
esinden haberdar olması sebebiyle, onun Şafiî'nin sade bir talebe­si olarak
nitelendirilmesi isabetli değildir. Zira onlar arasındaki iliş­ki, sıradan hoca-
ialebe ilişkisi olmayıp, aynı seviyedeki insanların karşılıklı bilgi alışverişi
şeklindeydi. Çünkü, Ahmed h. Üanbelin İmam Şafiî'nin usulünden
yararlandığı gibi, Şâfıî de onun zengin hadîs külliyatından İstifade etmiş ve
zaman zaman adını açıkça zik-retmese de "güvenilir kimse bana söyledi
(haddesenî es-sikâ)" di­yerek[100] ondan rivayetlerde bulunmuştur. Yine
Şafiî, Iraklılarla yaptığı bir münakaşa esnasında tartışılan konuda herhangi
bir ha­dîs hatırhyamadığını söyleyince, İbn Hanbel ona aynı konuda üç hadîs
okumuş, bunun üzerine Şâfıî, onun sahih hadîsleri kendisin­den daha iyi
bildiğini itiraf ederek kendi görüş ve fetvalarının ak­sine sahih bir hadîse
rastlaması halinde kendisine haber vermesini istemiştir. [101]

Netice olarak, Ahmed b. Hanbel'in hocalannmm listesine ve onların kendi


devirlerinde mevcut olan re'y ve eser tartışmaların­daki genel eğilimlerine
bakıldığı zaman, onun hukukî formasyo­nunun hadîs ve Hicaz ekolüne
dayandığı ve hocaları arasında bu­lunan re'y ekolünün önemli
temsilcilerinden Ebû Yûsufun (Ö. 182/798) etkisinde kalmadığı
anlaşılmaktadır.

Kırk yaşına kadar talebelik yaptıktan sonra hadîs okutmaya başlayan İbn
Hanbel'in etrafında çoğu zaman 500 kadarı bilfiil ha­dîs yazan olmak üzere,
büyük bir kısmı da onun ahlâk ve edebin­den istifade etmek üzere gelmiş
yaklaşık 5000 talebesi bulunmak­taydı. Bunlar arasında Müslim (ö.
261/875), Ebû Dâvûd (ö. 275/ 889) ile kendi akranlarından Yahya b. Maîn
(ö. 233/848), Ali b. Me-dînî (ö. 234849), Ebû Zür'a er-Râzî (ö. 264/878), Ebû
Hatim er-Râ-7Â (ö. 277/890) ve oğullan Salih İle Abdullah en meşhurlarıdır.
[102]

Bütün ömrünü hadîs toplama ve araştırmasına vakfeden Ah­med b.


Hanbel'in şahsî ve ilmî hayatının gelişmesinde "mihne ola-yı"nm önemli
etkisi olmuştur. [103] Abbasî Halîfesi Me'mûn (ö. 218/833) hilâfetinin
sonuna doğru Mu'tezİle imamlarından Bi.şr . Gıyâs d-Merîsî (o. 2 US/833)
ve baskadı Ahmed h. Hbû Duâd'ın (ö. 240/ 85ı) etkisiyle Kuranın mahlûk
olduğu iddiasını kabul etmeleri için bütün bilginleri zorlamaya başlamıştır.
Bu arada söz konusu iddiayı kabul etmeyen Ahmed b. Hanbel çeşitli
sorgulardan sonra Muhammed b. Nûh ile birlikte Tarsus'ta bulunan
Me'mûn'un huzu­runa zincire bağlı olarak götürülmüş, Rakka'da
Me'mûn'un ölüm haberi üzerine tekrar Bağdat'a gönderilmiş ve Yâsîriyye,
Dâru Umâre ve Dârü'l-Meysılî'de hapsedilmiştir[104] Mu'tasım'ın hilâfeti
sı­rasında da (218-227/833-842) devam eden iki yıllık zindan hayatın­dan
sonra bir köşeye çekilen ibn Hanbel hadîs dersi vermekten alı­konulmuş,
Vâsik'ın hilâfeti döneminde (227-232/842-847) ise bazı dersler vermekle
beraber yine de münzevi hayatına devam etmiş­tir. [105]

Mütevekkilin (232-247/847-861) Sünnîliğe eski itibarını verme­sinden sonra


eğitim ve öğretim faaliyetlerine tekrar başlayan Ah­med, Halîfe
Mütevekkil'İn kendisine karşı yumuşak tavırlarına ve çeşitli İhsanlarda
bulunma arzusuna rağmen o, idarecilerden uzak durmaya ve mütevazı
şartlar İçerisinde yaşamaya devam etmiştir.

Yaklaşık yetmiş beş yaşında 12 Rebîülevvel 241 Cuma günü (31 Temmuz
855) vefat ederek Bağdat'taki şehidler kabristanına (Me-kâbirü'ş-şühedâ)
gömülen ibn Hanbel'in şahsiyeti, kişiliği ve cena­zesine katılanların sayısı
hakkında anlatılan menkıbeler[106] halkın ona karşı olan samimi
duygularını ifade etmektedir. Özellikle daha sonra Hanbelî mezhebinin ayırt
edici bir vasfı haline gelen bid'at ve hurafeye ve bu arada kabirleri ziyaret
konusundaki hassasiyet­lerine rağmen, ateşli taraftarlarının onun kabrine
karşı gösterdikle­ri aşırı hürmet ve alâka sebebiyle burası bir ziyaretgâha
dönüşmüş ve daha sonra sivil otorite tarafından korumaya alınmış[107] ve
574 (1178-9) yılında Halife Müstadî (566-74/1171-9) tarafından kabrine
sünnetin en sadık müdafii olarak onu metheden bir kitabe kon­muş, [108]
ancak VIII. (XIV.) asırda Dicle nehrinin taşması sonucunda meydana gelen
selin tahribiyle kabir ortadan kaybolmuştur. [109]

Ahmed b. Hanbel, Kitap ve Sünnefin ışığından ayrılmamış, ha­yalını Hz.


Peygamber ve arkadaşlarının sözlerini toplamaya vakfet­miş ve onları
kendisi için rehber edinmiş, hilmi, sabrı ve güzel ah­lâkı, ile temayüz etmiş
bir şahsiyettir, lîzlei ve inzivayı seven Ah-med, döneminin idareci ve
halifelerinden daima uzakta durmaya çalışmıştır.[110]
Ahmed b. Hanbel ömrünü vakfettiği hadîs ilmine ayrı bir önem vermiştir.
Ebû Zür'a er-Râzî'nîn (ö. 264/878) birlikte yaptıkları mü­zakerelerde tesbit
ettiğine göre, Ahmed mükerrerleriyle beraber 700.000 (veya bir rivayete
göre 1 milyon) hadîsi ezbere biliyordu. Bu sebeple Ahmed'e göre, fakih
sayılabilmek için iyi bir muhaddis olmak, en az 400.000 rivayeti bilmek ve
sıhhatinden emin olunma­yan rivayetlerle fetva vermekten sakınmak
gerekir. Onun sahih ha­dîsleri İyi bilmesine rağmen, el-Müsned'inde bazı
zayıf hadîslerin bulunması, söz konusu bu eseri için malzeme toplarken
ortaya koyduğu kabul şartlarından kaynaklanmaktadır (el-Müsned el ilgi­li
olarak üçüncü bölümün literatür kısmına bk.). [111]

O, yalancı kişilerden hadîs almamakla beraber, dogaı sözlülü­ğü ve


dindarlığı ile bilinen kişilerin rivayetlerini almakta bir mah­zur görmemiştir.
Ayrıca onun helâl ve harama, sünnet ve ahkâma dair rivayet ederken son
derece titiz davrandığı, ancak faziletli amelleri teşvik eden ve Hz.
Peygamber'e isnad edilmeyen haber­lerde aynı titizliği göstermediği
söylenmektedir. [112] Bununla birlike, onun zamanında hadîsler sadece
"sahih" ve "zayıf olmak üzere İki kısma ayrılmakta ve zayıf terimi daha
sonra ortaya çıkan "hasen" terimiyle ifade edilen hadîsleri de içeriyordu.
Onun kıyasa tercih ettiği hadîsler de bu tür hasen hadîslerdir. Kaldı ki İbn
Sa'd (ö. 230/845), İdî (ö. 261/875), Ebû Hatim er-Râzî (ö. 277/890), Nesâî
(ö. 303/915) ve İbn Hibbân (ö. 354/9Ö5) gibi hadîs tenkitçilerinin, onu hadîs
tenkidinde otorite ve güvenilir kabul etmeleri de onun hadîsteki mevkiini
gösterir. Hadîs hafızı Salih Cezere'nin (ö. 293/ 906), kendilerine yetiştiği
muhaddisler içerisinde hadîslerin fıkhını en iyi bilenin Ahmed b. Hanbel
olduğunu söylemesi ve Ahmed'in hadîslerdeki illetleri inceleyen ve bu
sahanın ilk eseri sayılan Kitâbü'l-'İlel ve nıa'rıfeti'r-ricâl[113]adlı bir eser
yazması da hadîsteki yüksek derecesini gösteren delillerdendir. [114]

Öle yandan, onun mihne olayı sırasında insanlar hakkında edindiği tecrübe,
düşünce dünyası ve metodolojisi üzerinde özel­likle de cerh ve üı'dîl
konularındaki ölçülerine açık bir şekilde te­sir ettiği görülmektedir. O, bir
kimsenin mihne olayı karşısındaki tavrını cerh ve ta'dîlde ölçü almıştır.
Meselâ, kendisi zayıf bir râvi olmasına rağmen, mihne olayında İbn
Hanbel'in görüşlerini be­nimsemesinden dolayı Muhammed b. Humeyd er-
Râzî'nin rivaye­tini hasen kabul etmiş, [115] mihne olayında Mu'tezile'nin
baskılarına dayanamayarak onlara müsbet cevap verenlerden Yahya b.
Maîn (ö. 233/848), Ebû Nasr et-Temmâr ve Küreyb Muhammed b. Alâ el-
Hadramî gibi şahıslardan muhaddisler arasındaki mümtaz mevki­lerine ve
güvenirliliklerine rağmen hadîs yazılmasını hoş karşilamamıştır. [116]

Akaid konularına dair Ahmed b. Hanbel'in yazdığı risalelerden ve


Mu'tezile'ye karşı mücadelesinden, onun hadîsçiliği ve fıkıhçılıgı yanında,
aynı zamanda akaid konularında Selef-i sâlihînin aki­desini savunan ve Ehl-i
sünnet inancının yerleşmesine katkıda bu­lunan bir akaid bilgini olduğu
görülmektedir.

Ahmed b. Hanbel'e göre, "Din, Allah'ın kitabı, âsâr, sünen ve Allah'ın


Resulü, sahâbîleri, tâbiûn, tebe-İ tabiîn, onlardan sonra da örnek olarak
alınan, sünneti kabul eden, âsâri koruyan, sapıklığı tanımayan ve hatâ veya
ayrılmakla suçlanmayan kabul edilmiş imamlar ite son buluncaya kadar biri
diğerini teyid etmek suretiy­le, kabul edilmiş, sağlam ve meşru hadisler
(ahbâr) hakkında gü­venilir şahıslardan geîen sağlam rivayetlerdir. Onlar,
kıyas ve re'yi savunan kimseler değildir; çünkü kıyas, dinde değersiz ve re'y
de aynıdır ve kötüdür. Dinde re'y ve kıyas taraftarları, güvenilir selef
imamlarından herhangi bir eser bulunması dışında, sapıktır ve da­lâlettedir.
[117]

Sözlükte "önceden gelenler. Önceden yaşayanlar, yas ve lazilei bakımından


üstün olanlar" gibi ıvsiıli manalara gelen "selef keli­mesi; akftid, kelam ve
fıkıh tarihinde genel olarak, "Dinde mezhep­leri taklit edilen ve görüşlerine
uyulan kişiler" anlamında kullanıl­mıştır. Bu çerçevede, Ehû Hanîfe ve diğer
bütün mezhep imamla­rı, bizim "selef'lefimizi teşkil ederler.w Sahabe ve
tâbîler ise, söz konusu mezhep imamlarının selefleridir ve onlara "selef-i
sâlİhîn" denir. [118]Selefin görüş ve düşüncelerini kendilerine temel
hareket noktası kabul eden kişilere ise Selefiyye (Selefiyyûn, Selefîler,
Selefçi) adı verilir. Selefiyye, Özellikle akâidde, "nasta varit olanı -
müteşâbîhâtı ile birlikte- aynen kabul edip, teşbih ve teesîme düş­memekle
beraber, te'vîle de gitmeyen Ehl-i sünnet-i hâssayı ifade eder. [119]

Bu tanım çerçevesinde, akide (İnanç) konularında Hz. Peygam­ber ve onun


arkadaşlarının yolunu izleyen Selenlerin ilk halkasını tabiîler, meznep
imamları ve büyük hadis bilginleri (muhaddisler) teşkil eder İslâm'ın 1 (V1I-
VIII). yüzyılında, Müslümanlar arasında genel olarak Selefi akâid anlayış
hâkim olmuş, ancak özellikle II (IX). Yüzyıldan itibaren islâm dünyasında
yeni birtakım itikâd mezhepleri ortaya çıkmıştır. Bu yeni oluşumlar
çerçevesinde, Ehl-i sünnet içerisinde de Selefîlik'ten sonra, Eş'arîlik ve
Mâturîdîlik adında müstakil iki mezhep doğmuştur. Bu ayrışma sürecinde,
yu­karıda adı geçen tabiîler, büyük mezhep imamları ve muhaddisler gibi
Selefiler, Ehl-i sünnet-i hâssayı; Eş'arîler ve Mâturîdîler gibi da­ha sonra
gelen Sünnîler ise Ehl-i sünnet-İ âmmeyi meydana getir­miştir. [120]

Selefiyye Allah'ın zâti, fiilî ve haberi sıfatlarının tümünü kabul ve ispat


ederek, onları naslarda olduğu gibi, herhangi bir tevile tâ­bi tutmaksızın,
aynen benimsemiş; Mu'tezile İse, bu sıfatların bir kısmını kabul, bir kısmını
da tevil veya reddetmiştir. Bu sebeple bazen Seiefiyye'ye Sıfâtıyye (SıfatçO;
Mu'tezİle'ye ise Muattıla (İp­tal Edici) adı verilmiştir. [121]

Selefiyye takdis, tasdik, aczi itiraf, sükut, imsak, keff ve marifet ehlini teslim
(kabul) etmek şeklinde yedi temel prensip üzerinde ittifak etmiştir.

Takdis: Allah'ı cisim olmaktan tenzih etmek ve layık olmadığı .şeyi O'na
yakısiırmanıakiıı. Selefîler. naskırda geçen ve Allah a iza­fe edilen "el, yüz,
suret, oturma" gibi biriakım kelimelerin, tevil edilmeden okluğu gibi kabul
edilmesini ve onlar üzerinde fikir yü-rûtülmemesini savunmuşlardır.

Tasdik: Hz. Muhammeci'in (s.a.v.) söylediklerini kabul ve tas­dik etmektir.


Onun sözlerinde geçen "el, parmak, yüz" gibi kelime­ler, Allah'ın şan ve
azametine yakışan bir anlamda kullanılmıştır. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) her
şeyi sâdık bir surette açıkladığında şüphe yoktur.

Aczi itiraf: İnsanın, manaları kapalı olan nasların (müteşâbih, çoğulu


müteşâbihât) anlam ve maksatlarını bilmediğini ve bileme­yeceğini itiraf ve
kabul etmesidir. Zira insanlar, bu gibi konularda her zaman hataya
düşebilir. Dolayısıyla, en doğru davranış, bu tür konularda aczini itirafla,
müteşâbihâtı olduğu gibi kabul etmektir.

Sükût: Müteşâbihâtın manasını sormamak, onlara dalmamak ve hatta onlar


hakkında soru dahi sormayarak sükût etmek gerekir. Çünkü, bu konular
üzerinde fikir yürüten insanlar her an hataya düşebilir ve bu hatalar da
onları bilmedikleri bir cihetten küfre bi­le götürebilir.
Imsâk: Müteşâbih naslar üzerinde değişiklik yapmamak, söz konusu
ifadeleri azaltmamak veya çoğaltmamaktır.

Keff: Müteşâbihât ile kalben dahi meşgul olmamak ve onlar üzerinde


düşünmemektir. Yüzmesini bilmeyen bir kimsenin deni­ze dalması nasıl
tehlikeli İse, câhil kimselerin de manası kapalı olan nasları açiklamaya
girişmesi o kadar tehlikelidir.

Marifet ehlini teslim: Bir kimse kendisine kapalı gözüken müte­şâbih


nasların herkese de kapalı olduğunu zannetmemelidir. Pey­gamberlerin,
ilimde ileri gitmiş olanların (râsihûn), sıddîkların ve velîlerin, anlaşılması güç
görünen birçok hususları bilebildiklerini kabul etmek gerekir.[122]

Görüldüğü gibi, Selefiyye'nin temel prensipleri özellikle akîde alanında ve


bilhassa Allah'ın sıfatları ile müteşâbihât konulan çercevesinde
odaklaşmıştır:[123] Akâid ve kelamdaki Selefîler, fıkıhla ise Ehl-i hadîs (Ehl-i
eser) şemsiyesi allında toplanmışlardır.

İslâm'ın doğuşundan itibaren 50 yıl gibi çok kısa bir süre içeri­sinde
Müslümanlar Mısır, Filistin, İran ve Anadolu gibi eski din, kültür ve
medeniyetlerin merkezlerini fethetmiş ve buralarda me­denî, karmaşık ve
kozmopolitik bir dünya ile karşılaşmışlardır. İs­lâm toplum ve coğrafyasının
genişlemesine paralel olarak Müslü­manların dinî, kültürel ve siyasî
sorunları da artmış ve Selefîlİğin, naslar karşısında susmayı ve oniarı olduğu
gibi kabul etmeyi öngö­ren edilgen yaklaşımı, söz konusu yeni sorunlar
karşısında yetersiz hâle gelmiş; bu sebeple de en müttakî imam ve bilginler
dahî bir­takım itikâdî konular hakkında çeşitli görüşler beyan etmek
zorun­da kalmış ve bu tanışmaların sonunda ise, İslâm düşüncesinde re'yd,
akılcı, tenkitçi ve şüpheci birtakım yeni akımlar doğmuştur. İslâm düşünce
tarihine makro tarih ya da uzun dönemli tarih pers­pektifinden bakıldığı
zaman, selefçi ve eserci bir yaklaşımın, Ara­bistan Yanmadası'nın kulaktan
duymaya (semâ) ve sözlü rivayete dayalı kültür yapısının bir sonucu olduğu
ve islâm düşünce tarihin­deki birtakım yeni oluşum ve değişimler
karşısında, geçmişin saf ve sâde anlayışlarının devam etmesini savunan
gelenekçi (muha­fazakâr) ve hatta statükocu bir hareket olduğu
söylenebilir. Yazılı kültüre dayanan ve kozmopolitik bir hayat yaşanan
bölgelerde, hukukî eylem ve işlemlerinde re'y, kıyas ve akıl yürütme
metotla­rını kullanan, hadislere -hadis uydurmacılığına karşı da bir tepki
olarak-, tenkit ve tereddütle yaklaşan Hanefî mezhebi gibi akılcı yaklaşımlar
yayılırken, tbn Haldun'un da isabetle belirttiği gibi, Arap Yarımadası ve
Kuzey Afrika gibi halkının büyük bir kısmını bedevilerin teşkil ettiği
bölgelerde ise, Mâliki mezhebi gibi eser ve nakle dayanan mezhepler
yayılmıştır ki, bu mezheplere mensup kişilerin çoğunluğu re'y, kıyas ve akıl
yürütme gibi sanatlardan ha­bersiz bulunuyordu. [124] tbn Haldun'un bu
sosyolojik ve hatta antro­polojik tespitinden hareketle, Hanbelîler'in selef
ve eser (hadis) ta­raftarlıklarının temelinde, Arapkir'in câhiliyye
döneminden tevarüs ettikleri sözlü rivayet geleneğinin yattığı ve Selefîlİğin,
İslâm'ın hicrî f (milâdî V11-VI1I). yüzyılda oluşan form ve statükosunun bir
ifa­desi olduğu; bu statüko ile değişim ve yenileşmeyi temsil eden çe­şitli
akım ve ekoller arasındaki gerginlik ve gerilimlerin ise, İslâm düşüncesinin
en verimli tefekkür alanlarını meydana getirdiği söy­lenebilir.

İşte, Ahmed b. Hanbel, akaide dâir aşağıda özetlenecek olan görüşleri ve


mücadesiyle, Selefiyye'nİn önemli bir temsilcisi ve imamı hâline gelmiştir.

Onun akaide dair fikirleri, oğulları Abdullah ve Salih yanında, Müsedded b.


Müserhed (ö. 228/843), İsmail b. Yahya el-Müzenî, Ebû Bekir el-Hallâl (ö.
311/923), Ahmed b. Cafer el-îstahrî, Abdül-vâhid b. Abdülazîz et-Temîmî (ö.
410/1020) ve Rızkullah b. Abdül-vehhâb et-Temîmî (ö. 488/ 1095) gibi
râviler tarafından nakledilmiştir.[125]

Ne var ki, Hanbelî mezhebi mensuplarının, imamları hakkında­ki bazı


mübalağalı sözleri ve ona muhalefeti Hz Peygamber ve as­habına muhalefet
olarak yorumlamaları, [126] ayrıca teşbih ve teesîmi benimseyen bazı
grupların kendi fikirlerini İbn Hanbel'e aitmiş gi­bi gösterme çabalan, [127]
onun görüşlerinin tevsikiyeti konusunda bazı şüpheler doğurmaktadır. Öte
yandan, Mu'tezile bilginlerinin İbn Hanbel'i Hz Peygamber'in getirdiği dini
değiştirmek ve hatta Maniheizm'i benimsemekle itham etmeleri, [128]
onun itikadî cephesini gerçek hüviyetiyle belirlemeyi güçleştirmekledir.
Buna bir ete yaşadığı siyasî baskılar ve miline (işkence) olayı eklenince is
üaha da zorlaşmaktadır.

İlin Hanbel'in naslara sımsıkı bağlı olduğu ve bu sebeple de ke­lâm


metoduna karşı çıktığı hususunda genel bir kanaal bulunma­sına rağmen,
onun Mu'tezİle mensuplarıyla tartıştığı ve bu müna­kaşalarda kelâmı
sayılabilecek deliller kullandığı bilinmektedir.[129] Ayrıca, Cehmİyye ve
Mu'tezile'nin görüşlerini reddetmek için yaz­dığı er-Red 'ale'z-Zenâdika veî-
Cehmiyye adlı eserinde kelâm il­minde sıkça başvurulan "ihtimalleri
araştırma" usulünü de kullan­mıştır. [130]

Ahmed b. Hanbel her ne kadar Hz. Peygamber ve ashabının açıklamaya


girişmediği problemleri tartışmayı bid'at kabul etmişse de bizzat kendisinin
yaşadığı bazı olayların etkisiyle bu prensibin­den vazgeçtiği görülmektedir.
Onun dönemindeki en önemli tar­tışma konularından birini teşkil eden
halku'l-Kur'an meselesinde, Kur'an ve Sünnet'te açık bir şekilde yer almayan
"Kur'an'ın mahlûk olmadığı" tezini benimsemesi buna bir örnektir.

Kur'an ve Sünnet'in te'vil edilemeyeceği konusunda ona nisbet edilen


görüşler dikkatle İncelendiğinde, başta Gazzâlî (ö. 505/ 1111) olmak üzere
çoğunluğun kabul ettiği görüşe göre, onun nas-ları zahirî manâlarında
anladığı ve mütesahihlerin asla te'vil edile­meyeceğini .savunduğu görülür.
[131] Beyhakî (ö. 458/1066) ve Ibn Teymiyye (ö. 728/1328) gibi âlimler ise,
onun sadece Cehmiyye ve Mu'teziie'ye ait asılsız te'villeri reddettiğini
söylemişlerdir. Ona gö­re Kur'an'ın akideyle İlgili âyetleri müteşâbih olup
bunların te'vili, ancak Hz. Peygamber'den rivayet edilen bir açıklamayla
yapılabi­lir. [132]

Ahmed b. Hanbel'e göre zâtı, sıfatlan ve fiilleri bakımından bir ve tek olan
Allah, .sadece Kur'an ve Sünnet'te bildirilen sıfatlarla ni­telendirilebilir.
Aklın kendiliğinden ona herhangi bir sıfat nispet etmesi veya ııaslan dikkate
almadan sıfatlarını açıklaması mümkün değildir. Allah'ın bütün sıfatları ezelî
ve kadîmdir ve onların kadîm oluşu levhid inancıyla çelişmez, Zira sıratlar
zatının ne aynı ne de gayrı.sıdır. Ona göre, Allah'ı naslarda belirtilen (sübûtî)
sıfatlarla ni­telendirmek teşbihe götürmez. Allah'ı ınahlûkata benzetmek
hata­lı olduğu gibi, onlara benzetmemek için naslarda bildirilen sıfatla­rı
nefyetmek de aynı şekilde hatalıdır.[133]

Kaynaklarda, Kur'an'ın mahlûk olup olmadığı konusunda Ah­med b


Hanbel'e şu görüşler nisbet edilmektedir: Kur'an, Allah ke­lâmıdır ve onun
hakkında "mahlûktur" demek küfür, "mahlûk de­ğildir" demek ise bid'attır.
[134]
Kur'an Allah kelâmıdır ve ona "mahlûktur" diyen küfre girece­ği gibi,
"Kur'an'ı okuyuşun (telaffuzun) mahlûk olduğunu" .söyle­yen de bid'atçılık
yapmış olur. Dolayısıyla sadece "Kur'an, Allah kelâmı olup mahlûk değildir"
demekte yetinmek ve Kuran'i telaf­fuz edişin mahlûk olup olmadığı
tartışmasına girmemek gerekir. [135]

Ne şekilde ifade edilirse edilsin Kur'an yaratılmış değildir, fakat Kur'an'ı


okuma ve yazma fiilleri yaratılmıştır, dolayısıyla Kur'an'ı telaffuz edişin
yaratılmış olduğunu kabul etmek, Cehmiyye'nin gö­rüşünü paylaşmak
mânasına gelmez. [136]

Bütün bu rivayetlerden Ahmed b. Hanbel'e nisbet edilen görüş­lerin


Kur'an'ın yaratılmışhkla nitelendirilemeyeceği noktasında bir­leştiği
görülmektedir. Ayrıca bu sonuç "Kur'an mahlûktur" deme­yen
müslümanları kâfir kabul eden ve bu görüşlerini bütün islâm âlimlerine
zorla kabul ettirmek isteyen Mu'teziie'ye karşı verdiği mücadele ve çektiği
mihne ile sabittir. [137]

Buhârî'ye (ö. 256/870) göre bu konuda Ahmed b. Hanbel ile di­ğer Sünnî
âlimlere ait olarak bilinen görüş; Kuran'ın Allah kelâmı olup mahlûk
olmadığı, diğer her şeyin ise (kulların fiilleri de dahil) mahlûk
olduğudur.[138] Buhûrî'nin. bu konudaki Ahmed b. llanbel ile ilgili diğer
rivayetleri sabit görmeyip reddetmesi, dikkate alın­ması gereken önemli bir
noktadır.

İmanın tanımı konusunda kaynaklar, Ahmed b. Hanbel'e "tman söz ve


amelden ibarettir", "İman kalp İle tasdik, dil ile İkrar ve uzuvlar ile ameldir"
şeklinde iki tanım ni.sbet etmektedir. [139] Bunlar­dan ikincisinin ona ait
olması daha kuvvetli bir İhtimaldir Zira, onun kalp ile tasdik ve dil ile ikrar
edip itaati terkeden kimseyi "imanı eksik mümin" olarak
nitelendirmesi[140] kalp ile tasdiki İma­nın rükünlerinden biri olarak kabul
ettiğini göstermektedir.

Ahmed b. Hanbel'in amelin imana dahil olduğunu savunmasın­daki amacı,


kâmil bir iman için kalbin tasdikini yeterli gören Mür-cie'yi reddetmek
olmalıdır. O, amelin imandan bir cüz olduğunu kabul etmesine rağmen,
imanı olduğu halde itaati terkeden kimse­yi kâfir saymamıştır. [141]
Tekfir konusunda ise Ahmed b. Hanbet'e iki görüş nisbet edil­mektedir.
Bunlardan birincisinde, Allah'a şirk koşmayan ve kıble­ye yönelip namaz
kılan bir kim,se tekfir edilemez; ikincisi ise Al­lah'ın sıfatları ve iman
esaslarıyla ilgili konuların açıklanmasında, Ehl-i sünnet'ten farklı yorumlar
getiren bütün ehl-i bid'at fırkaları tekfir edilir. [142]

Bu görüşlerden ikincisinin Ahmed b. Hanbel'e ait olması uzak bir İhtimal


olarak görülmektedir. Zira Ehl-i sünnet akidesini savu­nan bir kimsenin,
savunduğu zümrenin görüşüne uygun olarak ehl-i bid'atı tekfir etmemesi
gerekir. [143] Çünkü Ahmed'in, bid'at fikir­leri savunan ve bunun
öncülüğünü yapanları tekfir ettiğine dair ri­vayetleri[144] Ehli sünnet'in
çoğunluğunun görüşü ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Ahmed b. Hanbel'e göre müslümanların din ve dünya işlerini yürütecek bir


imam (halife) seçmeleri gereklidir. Halifenin, Hulefâ-yi Râşidîn'in seçilme
şekillerinden birisiyle belirlenmesi mümkün olmakla beraber, ehlü'1-hal
vel-akdin tensibiyle seçilmesi daha uy­gundur. İmâmeün Kureyş'e ait
olmasına ve yukarıda belirtilen se­çim yollarından biriyle belirlenmesinin
gerekliliğine rağmen, bu makamı zorla elde eden kişi de fitneye sebep
olmamak için meşru halife kabul edilir. Bu yaklaşımın tabii bir sonucu
olarak, Ahmed b. Hanbel'e göre Muâviye (ö. 60/680) de meşru bir
halifedir.[145]

Ahmed b. Hanbel, yukarıdaki görüşleriyle, Seİefiyye'nİn geliş­mesine olduğu


kadar, genel olarak Sünnî kelâmına da etki etmiştir. Bu çerçevede, bizzat
Eş'arî (Ö. 324/938), Ahmed b. Hanbel'in ken­disi üzerindeki tesirlerini itiraf
etmektedir. [146]

Ahmed b. Hanbel'in ilim uğrunda yaptığı uzun ve yorucu yol­culukları ve


münzevî yaşantısı yanında, mihne olayında gösterdiği satâbeti ve daha
sonraki dönemlerde, özellikle Halife Mütevek-kü'in (847-861) hediye ve
ihsanlarına karşı müstağni tavrı, onu bü­yük bir şöhrete kavuşturmuştur.
[147] Bunun sonucu olarak, -doğum yer veya künyelerinden de anlaşılacağı
gibi- İslâm dünyasının muhtelif bölgelerinden birçok öğrenci onun ilim
halkasına katıl­mak için Bağdat'a gelmiş ve böylece daha sağlığında İken, bu
öğ­renciler vasıtasıyla görüş ve fetvaları İslâm dünyasının birçok böl­gesine
yayılmıştır. Böylece, söz konusu dönemde akaid, hadîs ve fıkıhla ilgili ilmî
tartışmalarda ve yazılan eserlerde, Ahmed'in görüş ve düşüncelerini temsil
eden veya savunan kişiler için "Ashâb-ı Ah­med (Ahmed'in arkadaşları)",
"Hanbelî, çoğulu Hanâbile (Hanbelîler)" gibi sıfatlar kullanılmaya başlanmış,
bu arada Ahmed'in çeşit­li konularda kendisine sorulan sorulara verdiği
cevaplar ve fetvalar toplanarak "Mesâil (Meseleler)" adıyla bir araya
getirilmiş ve bu du­rum daha sonra akâid ve fıkıhta, adına "Hanbelî
Mezhebi" denile­cek olan yeni bir mezhep ve hareketin temelini teşkil
etmiştir.

"Giriş" kısmında belirtildiği gibi, Emevîler devrinden (41-132/661-750)


itibaren başlayan Hieazhiar'ta İraklılar arasında (ince­leri üstat, çevre ve
bilgi, sonraları ise metot farklılığına dayanan re­kabet ortamı Hanefîler'in
Ehl-i rey (Iraklılar), Mâiikî ve Şâfiîİer'in ise Ehl-i hadîs (Hicazlılar) olarak
aynşmasıyla sonuçlanmıştı. An­cak Ahmed b. Hanbei'in halku'l-Kur'an
tartışmasında Mu'tezİle karşısında geleneksel düşüncenin ve geniş halk
kitlelerinin Önderi olarak ortaya çıkması, ehl-i hadîs ile ehl-i re'y ayırımına
ve hadîse bağlı fıkıh anlayışına, yeni bir boyut getirmiştir. Bu yeni durumdan
sonra, o zamana kadar ki yaygın fıkhı mektepler, söz gelimi Hane­fî, Mâlİkî
ve Şafiî ekolleri ve taraftarları ehl-i re'y, Hanbelîler Lse ehl-İ hadîs olarak
anılmaya başlamıştır. Çünkü Ahmed b. Hanbel, "Ev-zâî'nin re'yi, Mâlik'in
re'yi veya Ebû Hanîfe'nin re'yi... hepsi de re'ydir ve bana göre hepsi de
birdir ve hüccet ancak asardadır" de­miştir.[148] Ahmed b. Hanbei'in
özellikle itikadı alanda verdiği müca­dele esnasında serdettiği görüşleri
etrafında oluşan ehl-i hadîs gru­bunun re'ye karşı bu sert tutumu, Hanbelî
mezhebinin usulünün incelendiği ikinci bölümde görüleceği gibi, zamanla
yumuşamış ve onlar da re'yi bir metot olarak kullanmaya başlamışlardır.

Ancak, Ahmed b. Hanbei'in hadîs İlmİndeki şöhretine ve özel­likle de


"halku'l-Kur'an" konusunda Mu'tezile'ye ve devrin müste­bit halifelerine
karşı yaptığı mücadeleye ve görüşlerinin yayılması için oluşan uygun ortama
rağmen, onun sadece bir hadîsçi olup normatif kurallarla ilgilenen bir
hukukçu olmadığı konusunda, en azından kendisini takip eden asır boyunca
muhalif bazı görüşler ileri sürülmüş ve bu görüşler sebebiyle Özellikle
Bağdat'ta çeşitli tartışmalar meydana gelmiştir.

Hanbelîler'in sert tepkilerine rağmen bazı âlimler Ahmed b. Hanbel'i fııkaha


arasında zikretmemiş ve onun görüşlerini hilaf ki­taplarına almamışlardır.
Meselâ, Ibn Kuteybe (ö. 276/889) [149]Ibn Cerır et-Taberi (ö. 310/923)
IbtMfü'l-fukahâ?" [150] ve Debûsî (ö. 430/1039) Te'sîsii 'ıı-nazar[151]adlı
kültür tarihi ve hilaf ile ilgili kitaplarına onun görüşlerini almamışlardır.
[152] Böyle bir sonuç­la, bizzat Ahmed b. Hanbei'in bir fakih değil de
muhaddis olarak bilinmek için gayret sarfeimesi ve kendi görüş ve fetvaları
da dahil olmak üzere her türlü re'y ve fıkhın yazılmaması konusunda aşırı
titizlik göstermesinin etkisi olmalıdır. [153] Buna, onun fıkhı konular­da
bizzat kaleme aldığı veya talebelerine yazdırdığı Önemli bir ese­rinin
bulunmayışı da ilâve edilince, ilk fıkıh tarihçilerinin ve hilaf yazarlarının onu
fakihler arasında saymamaları tabii bir sonuç ola-rak ortaya çıkmaktadır. Ne
var ki, İleride görüleceği gibi (bk. Üçün­cü Bölüm), sayıları az da olsa
kendisine nisbet edilen bazı fıkıh ri­salelerinin mevcudiyeti, öğrencilerinin
nesilden nesile naklettiği ve bizzat kendisinin hayatının sonlarına doğru
yazılmasına müsaade ettiği binlerce fıkhî soruya karşı verdiği -hadîslerle de
desteklenmiş olan- cevaplar (mesâil) ve bu cevapların verilişi sırasında takip
et­tiği bazı temel prensipler, onu İslâm dünyasında yaşayan meşhur dört
fıkıh mezhebinden birinin kurucusu yapmaya yeterli sebep­lerdir. [154]

Bununla birlikte, Ahmed b. Hanbei'in büyük bir fakih olduğu­nu kabul


edenler de onun re'y ve hadîs medreselerinden hangisi­ne mensup olduğu
hususunda birleşememişlerdir. Burada re'y kavramına verilen mânanın
ayırıcı rol oynadığı anlaşılmaktadır. Re'yi kıyas ve istidlal mânasında alanlar,
Zahirî olmayanların tama­mını -bu arada Ahmed b. Hanbel'i- Ehl-i re'y
içinde zikrederken; haber-i vâhid ve sahabe kavli karşısında kıyası
kullananları re'yc telakki edenler ise, Ahmed b. Hanbel'i Ehl-i hadîs içerisine
sok-muşlardir. [155]

Öte yandan, tbn Hanbel insanların Kur'an ve Sünnet naslarından yüz


çevirerek şahsî görüş bildirmeye (re'y) yönelecekleri en­dişesiyle kendi
görüş ve fetvalarının yazılmasına karşı çıkmıştır. Meselâ, Öğrencilerinden
İshak b. Mansûr el-Kevsec'in Horasan'da kendi görüşlerini rivayet ettiğini
işitince, "Şahit olun, ben o iclihadların tamamından röcü ellim"
demiştir.[156] Ancak bu tutumunu sonu­na kadar devam ettirmemiş ve
naslarla sahabe kavlinde açık ceva­bı bulunmayan birçok soruya cevap
vermek zorunda kalmış hatla bunların yazılmasına da izin vermiştir. Nitekim
aynı Kevsec, Hora­san'dan gelerek önceden rivayet elliği Mesâit\ yeniden
ona arzel-miş ve tasdikini almıştır. [157]
Ahmed b. Hanbel'in hadîs, fıkıh, kelâm ve ahlâk konularıyla İl­gili binlerce
soaıya verdiği cevaplar daha sonra Öğrencileri tarafın­dan toplanmıştır.
Toplanan bu malzeme, Hanbelî mezhebinin çatı­sını teşkil etmiş ve
mezhebin metodolojisi de bu cevapların dayan­dığı temel prensiplerden
ortaya çıkarılmıştır. Öğrencilerin kuruluş sırasındaki bu önemli hizmet ve
katkıları sebebiyle, Henrİ La-oust'un da işaret ettiği gibi, Hanbelî mezhebi
"kolektif bir yapı"ya benzemektedir.[158]

Bu kolektif yapının kuruluşu yani tedvin edilmesi ve daha son­ra gelişerek


günümüze kadar geçirdiği safhalar incelenirken onun, içinde doğup geliştiği
toplumların siyasal iktidarları veya bir orga­nizmanın gelişme safhaları gibi
çeşitli ölçekler temel alınabilir. Bu­rada mezhebin tarihî serüveni, ilk
öğrenciler tarafından tedvin edi­liş ve böylece kuaıluşun (doğum)
tamamlanması safhası ile daha sonra uzun bir tarihî süreç içerisinde
geçirdiği gelişme devresi ve son olarak da çeşitli tarihî ve siyasî şartların
kendisine bahşettiği, bir devletin resmî mezhebi ve İdeolojisi olma imtiyazı
ile kazandı­ğı yeni ve son durumu incelenecektir. Söz konusu dönemler
ince­lenirken ayrıca mezhebin çeşitli siyasal iktidarlarla ilişkilerine ve
bünyesinde meydana gelen değişimlere de işaret edilecektir.[159]

B) Tedvin Dönemi (241-334/855-945)

Mezhebin kuruluşunun tamamlandığı bu dönem Ahmed b. Hanbel'in 241


(855) yılında Ölümünden Büveyhîler'in 334 (945) ta­rihinde Bağdat'ı ele
geçirmelerine kadar geçen yaklaşık bir asırlık süreyi kapsar. Bu süre
içerisinde mezhebin fikrî ve tarihî malzeme­si toplanmış ve İslâm
dünyasının değişik bölgelerinden gelen bil­ginler doktrinin bütünlüğünü
temin için ortak gayretler sarfetmiş-lerdir. Ancak, İbn Hanbel'ln fikirleri
veya doktrininin hususi yönle-. ri İle ilgili yapılan bu çalışmalar, henüz tam
anlamıyla mezhepçilik gayreti ile yapılmadığından, bunlarda müelliflerin
şahsiyetleri veya onların iigi alanları ile ilgili unsurlar da bulunmaktaydı.
Kelâmı tartışmalar yanında hadîs, fıkıh ve ahlâkla ilgili çeşitli problemlere de
birer cevap leşkil eden bu bilgi ve çalışmalar yal­nızca Ahmed b. Hanbel'e
değil, aynı zamanda özellikle de Hicaz veya Küfe ekollerine mensup Mâlik b.
Enes (ö. 179/795), Abdullah b. Mübarek (ö. 181/797), Fudayl b. lyâz (ö.
187/803) ve İshak b. Râhûye (ö. 238/853) gibi kişilere isnat edilmiştir. Bu
bilginler çok erken bir dönemde Hanbelî doktrininin yavaş yavaş
sistemleşme­sine yardımcı oldukları gibi, kendilerinin mezhep imamının
görüş­lerinden farklı bazı düşüncelerinin mezhep külliyatı içerisinde yer
almış olması da bu ekolün daha uzun bir ömür sürebilmesine kat­kıda
bulunmuştur. Ancak, Hanbelî mezhebi kuruluş ve tedvinini en çok Ahmed b.
Hanbel'in oğullarının da içinde bulunduğu ilk öğrenci ve talebelerine
borçludur. [160]

1. İlk Öğrenciler

Mezhebin teşekkülünde önemli rolü bulunan ibn Hanbel'in ilk


öğrencilerinden Merv asıllı Kevsec (ö. 251/868-9) hocasının yanın­da uzun
bir süre kalmış ve onun çeşitli konulara dair verdiği ce­vapları bir Mesâil
mecmuasında toplamıştır.[161]

Yeterli fıkıh ve hadîs formasyonuna sahip olduktan sonra biraz da geç


sayılabilecek bir zamanda İbn Hanbel'in ilim halkasına ka­tılan Ebû Bekir el-
Esrem'İn (ö. 260 veya 2Ö1/874) Mesâil mecmuası da İbn Hanbel'in fıkhî
görüşleri hakkında önemli bir kaynaktır. Bi­zans sınırlarında yaşayan halka
halifeyi metheden ve onları bid'at-lardan sakındıran ve bazı parçaları
günümüze kadar ulaşan bir mektup ona nisbet edilmektedir ki, bu durum
mezhebin ilk men­suplarının hilâfet ve bid'atlar konusundaki temei
yaklaşımlarını or­taya koyması yanında, bu mezhebin Bizans'la sınır
komşusu olarak yaşayan halkın imanını koruma konusunda da bazı
katkılarda bu­lunduğunu gösterir.[162]

Hanbelî mezhebinin mimarları arasında bulunan Ahmed b. Hanbel'in büyük


oğlu Salih (ö. 266/879-80) Abbasîler döneminde Tarsus ve Isfahan
kadılıklarında bulunmuş, rivayel elliği babasının eserleri ve Mesâi] ile
doktrinin bugüne ulaşmasına yardımcı olmuşlur.[163]
Ahmed b. Haribel'in ameaoğlu Hanbel b. Ishak da (ö. 273/886) bir fetva
mecmuası ile mezhebin oluşumun:! katkıda bulunmuş­tur.[164]

Aslen Rakkalı olan Abdülmelik el-Meymûnî (ö. 274/887) 205-227 yılları


arasında yaklaşık yirmi küsur yıl îbn Hanbel'in titiz ve devamlı bir öğrencisi
olmuş ve onun Mesâitmi nakletmiştir.[165]

İbn Hanbel'in önemli talebelerinden biri olan Ebû Bekir el-Mer-rûzî (ö.
275/888) ise bir yandan muta.sawıf Haris el-Muhâsibî (ö. 243/857),
Mu'tezilî Bişr b. Gryâs el-Merîsî (ö. 218/833) ve Ibnü'1-Al-lâfa (ö. 318/930)
karşı çıkarken, diğer yandan da ibn Hanbel'in Ki-tâbü'l-Vemnı [166]rivayet
etmiştir.[167]

es-Sünen'i klasik altı hadis mecmuası içerisinde yer alan Ebû Dâvûd es-
Sicistânî de (ö. 275/889) îbn Hanbel'in sadık bir öğren­cisi olup onun
Mesâİt'mi[168] nakletmiştir.[169]

Yine ilk büyük muhaddislerden biri olan Ebû Hatim er-Râzî (ö.277/890) ibn
Hanbel'in eğitim ve öğretim halkasında bulunmuş ve onun Mesâitini
toplamıştır. Oğlu Abdurrahman'ın (ö. 327/938) er-Red ale'l-Cehmiyye
adında bir eser yazmış olması, babasının da akaid sahasına ilgi duyduğunun
bir işareti sayılabilir. Ebû Hatim er-Râzî imanın tanımı, halku'l-Kur'an
meselesi ve keiâm ilminin meş­ruiyeti gibi tartışmalarda Hanbelî
mezhebinin karakteristik fikirle­rini savunmuştur.[170]

Daha önceleri muhtemelen Ebû Bekir el-Merrûzî'nin tesiriyle zâhidâne bir


hayal yaşayan Harb el-Kirmânî (ö. 280/893), İbn Hanbel İİe
karşılaşmasından sonra onun görüşleriyle ilgili bir Mesâi/ mecmuası
meydana gelirmiş, ancak buradaki rivayetlerinin çok küçük bir kısmı
doğrudan doğruya imamdan kendisine ulaşmıstır.[171]

Fıkihçı ve hadîsçi olan İbrahim el-Ilarbî de (ö. 285/898-9) yak­laşık yirmi yıl
îbn Hanbelin ders halkasında bulunmuş ve hocası­nın çeşitli görüşleriyle
ilgili bir Mesâil mecmuası rivayet etmiştir. [172]
Ahmed b. Hanbel'in küçük oğlu ve talebesi Abdullah (ö. 290/ 903),
başkalarının soramadığı hususları babasına sorup öğrenme ve onun birçok
kitabını rivayet etme imkânı bulmuştur. "Üstat oğ­lu üstat" diye anılan
Abdullah daha çok babasının hadîsle ilgili gö­rüş ve eserlerinin bize
ulaşmasında aracı olmuş ve babasının sağlı­ğında tam olarak tertip ve tasnif
edilmeyen el-Müsnedi belli bir sı­raya koymuş ve hatta bazı rivayetleri de
ilâve etmiştir. [173] Babasının fıkıh, akaid ve ahlâkla ilgili görüşlerini el-
Mesâil adıyla toplayan Abdullah, ayrıca ondan Fezâilü Osman b. Affân[174]
Küâbü's-Sünntine[175] ve Müsnedü'l-Ensâr[176] gibi çeşitli eserler de
rivayet etmiştir. [177]

Mezhebin kuruluş safhasında, Ahmed b. Hanbel'in doğrudan öğrencisi


olmayan, fakat onun özellikle akideyle ilgili görüşlerini benimseyen ve onu
üstat kabul eden daha birçok hadîsçi bulun­maktadır. Bunlardan Semerkant
kadısı ve bir Müsned sahibi olan Dârimî (ö. 255/868) ibn Hanbel'in
öğretisini izlemiştir. Hatta, Han-beîî tarihçisi Kâdî Ebü'l-Hüseyin
Muhammed b. Ebî Ya'iâ (ö. 526/ 1131) meşhur altı hadîs mecmuasının ilk
ikisinin müellifi olan Bu-hârî ve Müslim'i de İbn Hanbel'in talebeleri
arasında saymıştır. [178] Ayrıca A. J. Wensinck, Ahmed b. Hanbel'i Ebû îsâ
el-Tirmizî'nin (ö. 279/892-3) hocalarından biri olarak kabul eder. [179]
Nesâî'nin (ö.303/915) hocaları arasında ise Hanbelî Ebû Hâlim er-RâzI yer
al­maktadır.[180]

Ahmed iı. Hanbel ve onun öğrencilerinden okuyan Endülüslü Bakî b.


Mahled'in (Ö. 276/889) Zâhirîliği İspanya'ya sokan kişi ola­rak kabul
edilmesi ve tbn Hazm (ö. 456/1064) üzerinde etkili ol­ması" [181]
Zâhiriyye'nin kurucusu Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî (ö. 270/883) ile Ahmed b,
Hanbel arasında halku'l-Kur'ân meselesinden dolayı bir kırgınlık
bulunmasına rağmen, [182] Özellikle de nasların te'vili konusundaki benzer
yaklaşımları sebebiyle iki mezhep arasındaki etkileşimi göstermektedir.
[183]
2. Ebû Bekir el-HaUâl (ö. 311/923)

Hanbelî mezhebinin kuruluş safhasındaki en Önemli mimarı ise şüphesiz


Ebû Bekir el-Hallâl'dır (ö. 311/923). Hatta HallâFden ön­ce müstakil bir
Hanbelî mezhebinin bulunmadığı, topladığı mese­leler ve ortaya koyduğu
kaideler sebebiyle onun Hanbelî mezhe­binin hakiki kurucusu olduğu
söylenebilir. Hallâl, ibn Hanbel'in çeşitli konulara dair verdiği fetva ve
görüşleri klasik fıkıh kitapları sistematiğine uygun bir şekilde Kitâbü'l-Câmi'
li-'ulûmi'l-îmâm. Ahmed adıyla toplamıştır. Yirmi büyük cildi bulan bu eserin
bugün ancak bazı bölümleri mevcut İse de (bk. Üçüncü Bölüm, Literatür) o,
HanbeİÎ tarihinde başta İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve İbn Kay-yim el-
Cevziyye (ö. 751/1350) olmak üzere[184] birçok âlimin yarar­landığı temel
kaynaklardan biri olmuştur. Hallâl'e nisbet edilen ve mezhep içerisinde
büyük bir otoriteye sahip bulunan Kitâbü 's-Sünneve Kitâbü :l-'îlm gibi
başka eserler de bulunmaktadır. Ayrı­ca Hallâl, Tabâkâtü ashabı İbn Hanbel
adıyla ilk Hanbelî tarihini yazmış ve Ebü'l-Hüseyin Muhammed b. Ebû Ya'lâ
ve Ibnü'l-Cevzî gibi daha sonra gelen Hanbelî tarihçilere önderlik yapmıştır.

Öte yandan. HaUiU'den başka IV. (X.) yüzyılın kışlarındı] Han­belî


mezhebinin oluşumunda eski iki hadîsçinin çocuklarının etkin rol
oynadıkları görülmekledir, Bunlardan birincisi, meşhur hadîsçi Ebû
Davud'un oğlu Abdullah (ö. 316/928) olup Kilâbü'f-Mesâbif adlı bir eseri ve
İman konusuyla ilgili bazı beyitleri günümüze ulaş­mıştır. [185] İkincisi ise
muhaddis Ebû Hâlim er-Râzî'nin oğlu Ebû Mu­hammed Abdurrahman er-
Râzî'dir (ö. 327/938-9). Onun Kitâbü's-Sünne, Kitâbü 't-Tefsîr, Kitâbü 1-Cerh
ve't-ta 'dil, Kitâbü 'r-Red 'aie'l-Cehmiyye ve Kitâbü Fedâiliİ-hnam Ahmed
gibi eserleri Hanbelî doktrininin hadîs, fıkıh ve kelâmın çeşitli problemleri
hak­kındaki genel eğilimlerini ortaya koyar. [186]
3. Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329/941)

IV. (X.) yüzyılda, Ebû Muhammed el-Berbehârî (ö. 329/941) il­mî


katkılarından ziyade mücadeleci karakteri ile Hanbelîlik tarihi­ne damgasını
vurmuştur.

Sâlİmiyye tarikatının kurucusu kabul edilen mutasavvıf Sehl b. Abdullah et-


Tüsterî'nin (o. 283/896) öğrencisi olan Berbehârî; Şîa, Mu'tezîle ve kelâm
metoduna karşı şiddetle muhalefet etmiş ve ateşli vaazlarıyla bilhassa 309-
329 (921-941) yıllan arasında Bağ­dat'ın siyasî olaylarında ağırlığını
hissettirmiştir. Ahmed b. Han­bel'in bîr fakih değil de muhaddis olduğu
kanaatini taşıyan ve bu sebeple onun fıkhı görüşlerini İhtilâfü'l-fukahâ adlı
eserine alma­yan Taberî'nin (ö. 310/922) ölümü üzerine, Hanbelî mezhebi
taraf­tarlarının çıkardığı karışıklıklarda dolaylı da olsa onun etkisinin
bulunması muhtemeldir.[187] Ayrıca, onun îsrâ sûresinin 79- âyetin­de
geçen "makâm-ı Mahmûd" kelimesinin yorumu sebebiyle 317 (929) yılında
Bağdat'ta bazı karışıklıklar çıkmış,[188] Halife Kâhir-Bil-lâh döneminde İse
(321/933) hâcib Ali b. Büİeyk onu idareye kar­şı isyan düzenlemekle itham
ederek bazı öğrencilerini Basra'ya sürmüştür.[189] 323 (934-5) yılında içki
dükkânlarının yağmalanıp müzik aletlerinin kırıklığı "Hanbelî fitnesi" adı
verilen olaylarda[190] sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle yakalanmaya
çalışılmışsa da o gizlenmeyi başarmıştır.

Devamlı takip allında yaşadığı söylenen Berbehârî. Ahmed b. Hanbel'den


gelen rivayetler konusunda en güvenilir râvî olarak kabul edilir. Kendisini
ziyaret eden Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin, Selef akîdesine uygun olarak yazdığını
belirttiği el-İbâne'sin[191] ona tak­dim etmesine rağmen bu eseri tasvip
etmeyen Berbehârî1[192] her çe­şit bid'ata karşı mücadele etmiş, imametin
Kureyş kabilesi men­suplarının hakkı olmakla birlikte hangi soydan gelirse
gelsin mev­cut yönetimlere isyan etmenin caiz olmadığını savunmuştur.
Başta İbn Batta el-Ukberî (ö. 387/997) olmak üzere kendi dönemindeki
Hanbelîler üzerinde etkili olmuş ve mezhep içerisinde görüş ve
ha­reketlerini benimseyenlere hususi olarak Berbehâriyye adı veril­miştir.
[193]
4. Ebü'l-Kâsım el-Hırakî (ö. 334/945)

Bu dönemde eserleri İle Hanbelî doktrininin oluşumuna en bü­yük katkıyı


yapanlardan biri ise Berbehârî'nin çağdaşı olup Büvey-hîler'in Bağdat'a
girmelerinden önce burasını terkederek Şam'a gi­den Ebü'l-Kâsım el-
Hırakî'dir (ö. 334/945).

Bizzat Ebû Bekir el-Merrüzî'nin (ö. 275/899) öğrencisi olan Hı­rakî, ayrıca
mezhebin kurucu imamı Ahmed b. Hanbel'in oğulları Salih (ö. 266/880) ve
Abdullah'ı da (ö. 290/903) tanıyordu. Şam'a geldikten kısa bir müddet sonra
vefat eden Hırakî burada şehidler mezarlığına gömülmüştür. Henüz
Hanbelîliğin Şam'da yeni kök salmaya başladığı bu dönemde önemli bir
ziyaretgâh haline gelen kabri, İbn Kesîr'in (ö, 774/1373) zamanında hâlâ
mevcut idi. [194]

Hanbelî fıkhına dair en önemli eseri, mezhebin ilk el kitabı ni­teliğindeki el-
Mııhtasar'dıv. Tabakat kitaplarında başka eserleri de bulunduğu
söylenmekle beraber henüz bunlar kayıp durumdadır.

Öğrencileri arasında Abdülazîz b. Haris ei-Temîmî (ö. 371/981), Hbu 1-


Hüseyin İbn Sem'ûn (ö. 387/998), Abdullah b. Balta (ö. 387/ 998) ve Ebû
Hafs el-Ukberî (ö, 387/998) gibi daha sonra mezhebin en meşhur âlimleri
olan kişiler bulunmaktadır.

Hırakî ve esen cl-Mubltısar ile Hanbelî mezhebi kuruluş safha­sını


tamamlamış ve artık başta bu eser olmak üzere mezhep bilgin­leri çeşitli
seıh ve haşiyelerle doktrini geliştirmeye ve savunmaya başlamışlardır.[195]
C) Gelişme Dönemi

Hanbelî mezhebi kuruluş ve tedvin dönemini tamamladıktan sonra artık


doktrinin temel eğilimleri berraklaşmış ve mezhebin te­mel metinleri
üzerine şerh ve haşiyeler yazılmaya ve bunların eği­tim ve öğretimi ile ilgili
çeşitli kurumlar oluşturulmaya başlanmış­tır. Biz bu dönemi mezhebin
gelişme .safhası olarak değerlendiri­yoruz.

Uzun bir tarihi süreci kapsayan bu dönem İçerisinde mezhebin gelişimi


sürekli olarak yükselen bîr grafik çizmemiş, tarihî ve siya­sî olayların da
etkisi ile bazı İniş ve çıkışlar yaşanmıştır. Herhangi bîr devletin kabul ettiği
resmî mezhebin genel yaklaşımları ve hü­kümleri, .söz konusu devletin
hukukî ve idarî hayatının gelişmesi veya daralmasına etki etttiği gibi, bu
durumun söz konusu mezhe­bin tarihî .seyrine de önemli tesirleri olur. Bu
sebeple, Hanbelî mez­hebinin gelişme dönemini İslâm tarihinde hüküm
sürmüş çeşitli devletlerin tarihi devreleri içerisinde incelemek, mezhebin
geliş­mesini ve siyasal iktidarlarla İlişkilerini göstermek bakımından fay­dalı
olacaktır.

Biz bu geniş safhayı Büveyhîler ötvvi Bağdat Abbasî hilâfetinin son iki
yüzyılı, Memlükİer ve Osmanlılar devri olmak üzere çeşitli devreler
İçerisinde inceleyeceğiz.[196]

1. Büveyhîler Devri (334-447/945-1055)

Aslen Mecûsîve putperest iken IV. (X.) yüzyıl başlarında İslâm'a girerek
Şiîliği benimseyen Deylemliler'in zamanla İran ve Irak'taki bazı siyasî
olaylarda etkin ro! oynamaya başlamaları, Büveyh'in Ebü'l-Hasan Ali, Ebû
Ali Hasan ve Ahmed adındaki üç oğlunun Fars eyaleti, Hûzisian, İsfahan,
Şîraz, Kirman ve Hazar denizi kıyılarını ele geçirmeleri ile sonuçlanmış, 334
(945) yılında ise daha sonra "Muîzüddevle" unvanını alan Ahmed'in
Bağdat'a girmesi ile Bağdat Abbasî Hilâfeti tarihinde yeni bir dönem
başlamıştır.
Bağdat'a girişten yaklaşık yüzyıl sonra ise, 440la f 1048) Selçuk­lulardan
Çağrı Beyin (ö. 452/1060) oğlu ECavunJ Bey (o. 465/1072) Büveyhîler'tn
hâkimiyeti altında bulunan Kirman bölgesine girerek onların nüfuzuna son
vermiştir. Bunun üzerine Bağdat'la Büveyhî-ler'in çeşitli baskıları altında
yaşayan Abbasî Halifesi Kâim-Biemril-lâh (ö. 467/1074), Tugaıl Bey'i (ö.
155/1063) Bağdal'a davet ede­rek kendisini Büveyhîler'den kurtarmasını
istemiş ve bu davet so­nucu Tuğrul Bey 447'de (1055) Bağdat'a girerek
âsileri cezalandır­mış ve Bağdat'taki 110 yıllık Büveyhî hâkimiyetine son
vermiştir.[197]

Büveyhîler çeşitli iç siyasî mücadelelerle otoritesi gittikçe zayıf­layan Abbasî


hilâfetinin devamına bazı siyasî sebeplerle ses çıkarmamıslarsa da Sünnî
halk karşısında meşruluklarını ispat için ken­dilerini tarihî olarak Sâsânîler'e
bağlamaya çalışmışlardır. Bunun sonucu olarak da kısa bir süre içerisinde
Bağdat'ta Şiîler'le Sünnî­ler arasında mezhep mücadelesi başlamış ve
bilhassa Muîzüddev-le'nin 10 Muharrem 352 (S Şubat 963) tarihinde bütün
Bağdat hal­kının dükkânlarını kapatmalarını, herkesin siyahlar giyerek Hz.
Hüseyin (o. 61/680) için matem tutmasını emretmesi[198] gibi karar­ları,
Şiîler'le Sünnîler arasındaki geçimsizlikleri artırmıştır.

Siyasî olaylar açısından hareketli olduğu kadar, ilim ve kültür hayatı


bakımından da hemen her dalda verimli gelişmelerin oldu­ğu bu dönemde,
Hanbelî mezhebi mensuplarının hem siyasî tavır­ları hem de ortaya
koydukları doktrinel literatür açısından diğer mezheplerle karşılaştırıldıkları
zaman daha canlı ve güçlü bir du­rumda oldukları söylenebilir.[199] Zira,
Bağdat'ta Büveyhîler tarafın­dan teşvik edilen İmâmî Şiîliği ile Mısır'da
Fâtİmîler tarafından desteklenen Ismâilîliğin gelişmesi karşısında, daha
kurucu mezhep imamlarının sağlığından beri Sünnî yapılanmanın sari ve
imkânla­rı konusunda geniş bir tecrübeye sahip olan Hanbelî âlimleri canlı
bir tartışma ortamına girmişlerdir. Bu sebeple, söz konusu dönem­de
llanbelîlik fıkhı bir mezhep olmanın yanında politik bir muha­lefet grubu
rolünü de üstlenerek hilâfet ve Sünnîliğin müdafaası İçin kurulmuş
organizasyonların başında yer almıştır.
Bu devrede Hanbelî mezhebini siyasî ve ilmî alanda temsil eden ve hayadan
biyografi kitaplarında geniş bir şekilde yer alan birçok bilgine
rastlanmaktadır. Bunlardan birkaçını kısaca tanı­mak, mezhebin gelişim
sürecini daha yakından takip edebilmek için yararlı olabilir.[200]

a) Ebû Bekir en-Neccâd (ö. 348/960)

Bu dönemde Hanbelî mezhebinin fıkhî görüşlerini ve karakte­ristik


özelliklerini yansıtan müelliflerden biri olan Ebû Bekir en-Neccâd (ö.
348/960), Bağdat'ta Mansûr Camisindeki vaaz ve hadîs dersleri ile ünlüdür.

Ibn Hanbel'in oğlu Abdullah, Ebû Dâvûd es-Sİcİstânî ve ibra­him el-Harbî


gibi hocalardan ders alan ve kendisinden de İbn Bat­ta, Ebû Hafs el-Ukberî
ve Ibn Hâmid gibi meşhur Hanbelî âlimleri­nin rivayette bulunduğu Neccâd,
İbn Hanbel'in el-Müsned'mi der­lemiş, ayrıca Kitâbü's-Sünenve Kitâbü
İhtüâfi 'l-fukahâ adında iki eser kaleme almıştır.[201]

b) Ebü'l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö. 360/971)

Akka'da (Taberiye) doğan Ebü'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî (ö.


360/971), Ebû Zür'a ed-Dımaşkî (ö. 280/893) ve Ab­dullah b. Ahmed gibi
Önemli Hanbelî imamlarından okumuş ve hadîs konusunda el-Mu'cemü'l-
Kebîr[202] el-Evsat, [203] el-Asgar, [204] el-Evâillii[205] ve Müsnedü'ş-
Şâmiyyîn[206] adında çeşitli eserler vermiştir. Yaşadığı dönemde birçok
Hanbelî üzerinde etkili olan Taberânî'nin öğrencileri arasında İsfahan'ın
meşhur hadîscisi ve Kitâbii'r-Red ale'l-Eş'anyyeadlı eserin yazarı Ebû
Abdullah b. Mende de (ö. 395/1004) bulunmaktadır.[207]

c) Ebû Bekir Abdülazîz b. Caîer (Gulâmüİ-Hallâl) (ö. 363/974)

Bu dönemin Hanbelî tarihi açısından en önemli yanlarından bi­ri de birinci


neslin başlattığı Ahmed b. Hanbel'in eser ve görüşleri­nin tedvini
faaliyetlerine devam edilmesi ve bu uzun kolektif çalış­mada son noktanın
bu devirde konulmuş olmasıdır. Bu konudaki en önemli çalışmayı ise
Hallâl'ın öğrencisi olan Ebû Bekir Abdüla­zîz b. Cafer b. Ahmed b, Yezdâd el-
Bağdâdî (ö. 363/974) yapmıştır. Gulâmü'l-Hallâl adıyla anılan Abdülaziz,
hocası Hallâl ve Ebü'l-Kasım d-Hırakrcten sonra mezhebin ilk büyük
fakihlerinden biri kabul edilir. En az yirmi meselede görüşleri hocası
tarafından be­nimsenmiş ve bazı konularda ise Hırakî gibi selefleriyle
ihtilâfa düşmüş olması, onun ilmî seviyesini göstermektedir. [208]

Ahmed b. Hanbel'in Kitâbü 'l-Emrini rivayet etmesi yanında birçok eseri de


bulunan Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer, Hallâl'ın Ki-tâbü'l-Câmf'ıni şerhetmiş
ve daha sonra da onu Zâdü'l-müsâfirile ikmal eylemiştir. [209]

d) Ebü'l-Hüseyin îbn Sem'ûn (ö. 387/997)

Hanbelî eğitimine rağmen kendisini kesin olarak herhangi bir mezhep


içerisine yerleştirmek güç olan bilginlerden Ebü'l-Hüseyin ibn Sem'ûn (Ö.
387/997) Abdullah b. Ebû Dâvûd es-Sicistânî, Mu­hammed b. Muhalled ve
tbn Ziyâd ed-Dımaşkî gibi hocalardan okumuştur. Hırakî'nin el-Muhtasar'ma
bir şerh yazan îbn Sem'ûn'-dan Kadî Ebû Ali b. Ebû Mûsâ ve Ebû
Muhammed el-Haüâl gibi Hanbelîler hadîs dinlemiştir.

Bağdat'taki Sünnî-Şiî tartışmalarının toplumsal barışı bozması üzerine


Adudüddevle'nin (ö. 372/983) bu olaylardan vaizleri soııınılıı tutarak onların
vaaz vermesini yasaklamış olmasına rağmen İbn Sem'ûn hu emre uymamış,
Adudüddevle de onun hakkında rarcı olmamıştır.[210]

e) İbn Batkı el-Ukberî (ö. 387/997)

Büveyhî hakimiyetinin ilk yarım yüzyılı içerisinde Bağdat Han-belîleri'nin


büyük isimlerinden biri de İbn Batta el-Ukberî'dir (ö. 387/997).

Hocaları arasında Muhammed b. Muhalled el-Attâr(ö. 331/942) ve


Berbehârî gibi meşhur Hanbelîler bulunmasına rağmen o, ne Berbehârî gibi
mücadeleci ne de çağdaşı İbn Sem'ûn gibi parlak bir vaizdir. Yaklaşık kırk
yaşlarında inzivaya çekilen Ukberî'nin devlet başkanlığı İle ilgili Mes'eletü'l-
baV ve mâ yebillü minbü ve mâ lâ yebillü, iman konusunda küçük ve büyük
boyutta olmak üzere Ki-lâbü'ş-Şerb ve'l-ibâne 'alâ usûli's-sü?ıne ve'd-
diyâne, Seb'ûne ha-dîsen frl-cihâd gibi eserleri bulunmaktadır.[211]

Ölümünü izleyen çeyrek asır boyunca birçok âlim üzerinde iz bırakan îbn
Batta'nın etkilediği kişiler arasında Hırakî'nin el-Mub-tasar'ma bir şerh
yazan Ebû Hafs el-Ukberî (ö. 387/997) [212] ile tbn Hanbel'in öğrencisi
Kevsec'in bazı meselelerini şerheden Ebû Hafs el-Bermekî de (ö. 403/1012)
[213] bulunmaktadır.

Bu arada, onun çağdaşlarından Ebû Abdullah Hasan b. Hâ-mid'in (ö.


403/1012-3) bazı fıkıh problemleri hakkında çeşitli fa-kihierîn görüşlerini
anlattığı Kitâbü'l-Câmi'ft ihtilâf'iİ-fukabâadlı eseri Hanbelî mezhebinde sıkça
kullanılmıştır. Ayrıca Hırakî'nin el-Muhtasar'ı üzerine de bir şerh yazan îbn
Hâmid çeşitli eserleri ya­nında eğitim faaliyetleriyle de Hanbelîliğin
gelişmesine önemli kat­kılarda bulunmuştur. Öğrencileri arasında Mısırlı bir
Hanbelî olan Ebû Bekir er-Ruşnânî (ö. 401/1010) [214] İle yaşadığı dönemin
Han­belî tarihine damgasını vurmuş olan Ebû Ya'lâ Muhammed b. Hü­seyin
b. Muhammed el-Ferrâ da (Ö. 458/1066) bulunmaktadır. [215]

f) İbn Mende (ö. 395/1005)

Bu dönemde Bağdat dışındaki bazı merkezlerde de meşhur bir­çok llanbelî


bilginin Usmesi Hanbelî mezhebinin canlılığını gös­termektedir. Bunlardan
İsfahan'da özellikle; İbn Mende ailesinden yetişen âlimler bunun önemli bir
kanıtıdır. Bu ailenin fertlerinden biri olan Ebû Abdullah Muhammed b. îshak
b. Mende (ö. 395/ 1005) yaklaşık kırkbeş yıl hadîs toplamış ve bu maksatla
Merv, Bu­hara, Mısır, Trablus ve Mekke gibi İslâm dünyasının birçok
merke­zini dolaşmıştır.

Bu büyük hadis hafızı geride bıraktığı eserleri, yetiştirdiği öğ­rencileri ve


bilhassa oğullan ile İsfahan bölgesinde önemli bir çe­kim merkezi meydana
getirmiştir. Kur'an'm mahlûk olmadığını sa­vunan, bid'atçılığa karşı
mücadele eden ve hadîslerin çeşitli illetle­rinin araştırılması üzerinde
yoğunlaşan Ebû Abdullah, İctihad dere­cesine ulaşmış bir fakih olmasına
rağmen, Ahmed b. Hanbel'in ha­dîs ve akîde alanındaki geleneğini devam
ettirmesi sebebiyle fıkıh­ta da Hanbelî mezhebine nisbet edilmiştir.[216]

Önemli eserleri arasında Ma'rifetü's-sabâbe, Fethu'l-bâb fi'l-künâ ve'l-elkâb,


KUâbü'l-îmân, [217] Kitâbü'r-Red 'ale'l-Cebmiyye, [218] Kitâbü't-Tevhîd ve
ma'rifetü esmâiüâhi azze ve celle ve sıfâtihî 'ale'l-iüifâk ve't-teferrüd[219]
gibi kitaplar bulunmaktadır. [220]

Muhammed b. Lshak'ın oğullarından Abdullah (ö. 462/1070) hakkında


ayrıntılı bilgilere sahip bulunmamakla birlikte, Ebü'l-Ka-sim Abdurrahman'ın
(ö. 470/1078) Vâsıt, Mekke, Nîşâbur ve He-medan gibi merkezlere ilim
yolculukları yaptığı bilinmektedir. EhU i sünnet'i savunması ve bid'atlara
karşı sert tavrı ile tanınan Abdur-rahman'ın et-Tânhu'l-müstahrec min
kütübi'r-ricâl li'l-ma'rifead­lı tarih ve tabakat kitabı ile küçük bazı risaleleri
günümüze ulaş­mıştır. [221]

Üçüncü oğul Abdüivehhûb'ın (ö. 475/1084) ise el-Fevâid[222] ve Ebâdîsü


İbn Mende adlı eserleri bulunmaktadır. Ancak o, bu eser­lerinden ziyade
oğlu Ebû Zekeriyyâ Yahya ile tanınmaktadır. Ha-dîsçi ve fıkıhçılığı yanında
tarih ilmiyle de meşgul olan Yahya b. Abdüivehhâb'ın (ö. 511/1118) Hanbelî
mezhebinin tarihi açısından önemli bir mevkii olan Menâkıbü'l-İmâm
Ahmed b. Hanbel adlı eserinden ibn Receb Zeyl'mĞp yararlanmıştır. [223]
Bunun dışında Cüz'ün fthi men 'âşe mieten ve 'ışrîne seneten mine's-
sahâbe, [224] Târih u Esbehân ve Menâkıbü'î-'Abbâs gibi tarihle ilgili bazı
eser­leri de bulunmaktadır. [225]

g) Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066)

Bir hukukçu ve kadı olarak resmî görevleri yanında Kâim-Bi-emrilîâh


dönemindeki (422-467/1031-1075) Sünnî düşüncenin ye­niden yapılanması
politikaları içerisinde önemli bir rolü olan Ebû Ya'lâ el-Ferrâ (ö. 458/1066),
içerisinden birçok âlimin yetiştiği bir aileden gelmektedir. Babası Hanefî
mezhebine mensup bir fakih ve muhaddis, anne tarafından dedesi Ebü'l-
Kasım îbn Hanîfâ mu-haddis, ağabeyi Ebû Hâzini ise Mu'tezüe mezhebine
eğilimli bir muhaddistir.
On yaşında babasını kaybettiği sırada Hırakî'nin el-Muhtasafm-dan bazı
bölümler okuyan Ebû Ya'lâ el-Ferrâ, hocasının da yönlen­dirmesiyle Hanbelî
bilgini ibn Hâmid'le karşılaşmış ve bu süreç onun Hanbelî mezhebini
benimsemesiyle neticelenmiştir. Başta de­desi İbn Hanîfâ, Hâkim en-
Nîsâbûrî, Ebü'l-Kâsım es-Saydelânî, Ebû Abdullah Ibnü'l-Bağdadî, Ebü'l-
Hasan es-Sükkerî gibi birçok mu-haddisten okuyan Ebû Ya'lâ, hocası îbn
Hâmid'in ölümünden son­ra onun meclisinde eğitim ve fetva vermeye
başlamıştır.

Talebeleri arasında oğullan Ebü'l-Kasım Ubeydullah (ö. 469/ 1076),


Tabakâtü'l-Hanâbile yazarı Ebü'l-Hüseyin Muhammed (ö. 526/1131) ve Ebû
Hâzim (ö. 527/1132), Hatîb el-Bağdâdî, Ali b. Muhammed ed-Dâmeganî,
Muhammed b. Ahmed eş-Şâşî, Ebü'l-Vefâ İbn Akîl, Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî
ve İbnü'l-Bennâ el-Bağdâ­dî gibi birçok meşhur âlim bulunmaktadır.

Ebû Ya'lfı, Halife Kâim-Bıemrillâh'ın ısrarlı teklifleri üzerine Da-rülhilâfe,


Harım, Harran ve Ilulvân kadılığı yapmıştır. Sağlam şah­siyeti, ilmî ehliyt-ti,
zühd \'e (akvâsıyla halkın ve halifenin güveni­ni kazanan Ebû Ya'lâ, çeşitli
füru konularında mezhep imamından farklı İctihadlarda bulunmuş ve bu
yönelişi .sebebiyle bazı bilginler tarafından mutlak müetehid olarak
nitelenmiştir.

Tefsir, fıkıh. usül~i fıkıh, ilm-i hilaf ve kelâm gibi çeşitli dallarda altmış
civarında eseri olduğu rivayet edilen Ebû Yalâ'nın günümü­ze ulaşan
kitaptan arasında en çok dikkati çekenlerden biri devle­tin esas teşkilât ve
İdaresiyle ilgili el-Ahkâmivs-sultâniyye sidir.[226] Ayrıca onun ilm-i hilafla
ilgili et-Ta'lıkul-kebîrfi'l-mesâiU'l-hilâfîy-ye beyne'l-eimme, çeşitli fürû, usul
ve akaid konularıyla ilgili Kitâ-bü'r-Rivâyeteyn ve'l-vecheyn, Şerbu
Mubta.sari'l-Hırak,îve Hanbe> lî usûl-i fıkhına dair günümüze ulaşan İlk
Hanbeiî kitabı özelliğine sahip el-Uddejlusûli'l-fıkh ve el-Kifâye JT usûli'l-
fıkh[227] gibi eser­leri bulunmaktadır. [228]
2. Bağdat Abbasî Halifeliğinin Son İki Yüzyılı (447-656/1055-1258)

Tarihî bakımdan bu dönem, Tuğrul Bey'in 447'de (1055) Bü-veyhîler'in


Bağdat üzerindeki vesayetini kaldırmasından Cengiz Han'ın torunlarından
Hülâgu'nun (ö. 663/1264) 656 (1258) yılında Halife Müsta'sım-Billâh'ı (o.
640-656) öldürüp Bağdat'ı yerle bir ederek Abbasî Hilâfeti'ne son
vermesine kadar geçen iki yüzyıllık bir süreyi kapsar.

Bu devrede Abbasî halifeleri dünyevî yetkilerini Selçuklu sul­tanlarına


devretmelerine rağmen manevî bir otorite olarak kendi­lerine saygı
duyulmaya devam edilmiştir. Alparslan (456-465/1063-1072) ve Melikşah
(465-485/1072-1092) zamanlarında Anado­lu'nun kapısı Türkler'e açılmış,
Mekke ve Medine Şiî eğilimli Fâtı-mîler'in elinden kurtarılmıştır. Ancak
Meliks.ah'ın Ölümü ile Büyük Selçuklu Devleti'nde karışıklıklar başlamış ve
bundan kısa bir müddet sonra Haçlılar 491'de (1098) Antakya, 492'de
(1099) Kudüs ve 5O3'le (1109-1110) Trablus'u işgal ederek Suriye ve Filistin
(in­lerinde görülmüşlerdir.[229]

Ayrıca, kuruluşundan itibaren siyasî niteliği ağır basan Şiîlik bu dönemde,


birtakım tarihî ve siyasî şartlar ile bölgesel kültür ve inançların da etkisiyle
en mutedil kolu olan Ca'feriyye-lsnâaşeriy-ye Şiîlİği'nden bir katiller
şebekesi halini alan Bâtınîliğe kadar çok çeşitli ve karmaşık bir yapıya sahip
bulunmakta idi.

Selçuklular zamanında bu gruplarla mücadele edebilmek için ilk önce halkın


düşünce seviyesini yükseltmenin gerekli olduğu tesbit edilmiş ve bunun için
sağlam bir alt yapı oluşturma faaliyeti­ne girişilerek 459 (1066) yılında
Bağdat'tan başlamak üzere Belh, Nîşâbur, Herat, Isfahan, Basra, Merv,
Musul gibi birçok şehirde Ni­zamiye medreseleri kurulmuştur. [230]

Bu eğitim faaliyetlerine Suriye'de Nûreddin Mahmud Zengî'nin kurduğu


(541-569/1146-1173) Zengî hanedanı[231] Qe Mısır ve Filis­tin'de
Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin (Ö. 589/1193) kurduğu Eyyûbîler Devleti
döneminde[232] de devam edilmiştir.
Doğrudan doğruya devlet tarafından değilse de devlet idaresin­de nüfuzu
bulunan bazı kişilerin kurduğu vakıflar aracılığı İle faali­yette bulunan bu
medreseler talebe yetiştirerek, halkı eğiterek ve istekleri halinde devlet
yetkililerine fetva vererek Selçukluiar'ın çe­şitli Şiî gruplarına karşı halifeyi
destekleyici tutumlarına dinî ve fıkhî bir meşruiyet kazandırıyordu. Hatta bu
medreselerde akîde ala­nında bir yandan Şîa ve Mutezile gibi Ehl-i sünnet
dışı çeşitli grup­larla mücadele edilirken, diğer yandan da Ehl-i sünnet
içerisinde bazı aşırı unsurlar taşıyan "eski Sünnllik'le (Hanbeiîiik) "yeni
Sün­nîlik" (Eş'arîlik) arasında bir denge kurulmaya çalışıldığı da
.sezil­mektedir. Bu dengenin sonuçları fıkıh sahasına daha kolay yansı­mış
ve medreselerde vakfiye şartlarına da bağlı kalınarak özellikle Sünnî bir fıkıh
mezhebi veya mezheplerine ait kitaplar okutulmuş-tur. Hemen hemen
birçok alanda olduğu gibi fıkıh sahasında da verimli geçen bu süre içerisinde
İslâm dünyasında çeşitli mezhep­lere mensup Ebû îshak eş-Şîrâzî (ö.
476/1083), tmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî (ö. 478/1085), Gazzâlî (ö. 505/
1111), Begavî el-Ferrâ (ö. 516/1122), Zemahşerî (ö. 538/1143), Fahreddin
er-Râzî (ö. 606/1210) ve Âmidî (ö. 631/1233) gibi büyük bilginler
yetişmiştir.

Hanbelî mezhebinin gelişimi açısından altın çağ olarak kabul edilebilecek bu


İki yüzyıllık dönemde, onlar akîde konusundaki geleneksel tutumlarını
devam ettirmekle beraber, bilhassa fıkıh ve fıkıh usulü alanında dönemin
Hanbelî imamları arasında bazı fark­lılıkların ortaya çıktığı görülür. Nizamiye
medreselerinde Şafiîlik-Eş'arîlik, Mu'tezîle ve tasavvuf arasında şiddetii bir
rekabetin hü­küm sürdüğü bu dönemde, Hanbeiîiik Bağdat ve Şam'da
yoğun­laşmış ve vezir Ebu'l-Muzaffer İbn Hubeyre (Ö. 560/1165) gibi ba­zı
resmî yetkililerle Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1165-66) gibi bü­yük sûfîlerin
himayesinde kendini güçlendirmiş ve birçok yeni medreseye sahip
olmuştur.[233]

Şimdi söz konusu bu dönemde yetişen ve Hanbelî doktrin ve li­teratürüne


katkı yapmış olan önemli müelliflerden bazılarına kısa­ca işaret
edilecektir.[234]
a) Şerîf Ebû Ca'fer d-Hâşimî (ö. 470/1077-8)

Bu dönemin tipik Hanbelî fakihlerinden biri Berbehârî ve Ibn Batta'nın


aksiyon ve anlayışının takipçisi olan Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimî'dir (ö.
470/1077-8) ve o selefleri gibi mütevazı, fakat müca­deleci ve bid'at ehline
karşı çok sert idi.

Ebû Muhammed el-Hallâl, Ebû İshak el-Bermekî, Kadî Ebû Ya'lâ, Ebû
Abdullah ed-Dâmeganî gibi fakih ve muhaddislerin ders halkalarında
yetiden Ebû Ca'fer, Selef akidesi ve Abbasî hilâfetinin otoritesinin yeniden
tesisi için çeşitli faaliyetlerde bulunmuş ve 460 (1068) yılında Nizamiye
medresesinde Mu'tezile'nin fikirlerinin okutulmasına; 461"de Mu'tezile ve
Hallâc-ı Mansûr'un (ö. 310/922) görüşlerine sempati duymakla itham edilen
İbn Akîl'e, 464 yılında devlet görevlilerinin çeşitli yolsuzluklarına, 465'te
yine Ibn Akîl'e ve nihayet 469'da Hanbelîliği tenkit eden ve onları tecsîm ile
suç­layan Nizamiye medresesi hocalarından meşhur sûfî Kuşeyrî'nin oğlu
Îbnü'l-Kuşeyrî'ye (ö. 514/1120) karşı yapılan halk hareketleri­ne Önderlik
yapmıştır.[235]

Kitâbü Ruûsİ'l-mesâİfinde İbn Hanbel ile diğer fakihler arasın­daki görüş


farklılıklarını açıklayan Ebû Ca'fer, Kitâbü Ba'dı fecîâ'il-i Ahmed ve târihi
mezâhibihî adlı eserinde ise mezhebin kurucu imamının hayat ve faziletleri
ile mezhebin tarihini anlatmıştır.[236]

b) Abdullah b. Muhammed el-Herevî (ö. 481/1089)

Bu dönemde Horasan bölgesinin önemii, İlim ve kültür merkez­lerinden


Herat'ta Hanbelîliğin en katı taraftarlığını Iran asıllı hadîs-çi, tefsirci, şair ve
meşhur bir mutasavvıf olan Ebû İsmail Abdullah b. Muhammed el-Ensârî el-
Herevî'nin (ö. 481/1088-1089) yaptığı görülmektedir.

Ebû Mansûr el-Ezdî ve Ebü'1-Fazl Cârûdî gibi bilginlerden hadîs ve tefsir


dersleri alan-Herevî, babasının tasavvufa olan ilgisi sebe­biyle devrin önemli
mutasavvıflanyla tanışma imkânı bulmuştur. Gerek tasavvuf gerekse
Hanbelî mezhebi hakkındaki derin bilgisi­ni Muhammed Takı es-Sicistânî'ye
borçlu olan Herevî, Sicistânî'nîn ölümünden sonra Nîşâbur'a giderek Ebu'l-
Abbas Muhammed b. Ya'kub el-Esamm'ın talebelerinden okumuştur.

Herat'ta on yıl hadîs dersi veren Herevî, bütün hayatı boyunca sadık bir
Hanbeiî oİarak Seîef düşüncesini hâkim kılmak için mü­cadele etmiş,
özellikle sıfatlar konusundaki görüşleri sebebiyle 430'da (1038) Mücessime
ve Müşebbihe'ye mensup olmakla itham edilmiş, Eş'arî kelâm anlayışının
baskın olduğu Selçuklu hâkimiye­ti döneminde bazı kelâmcılarla bir kısım
halk tarafından sohbetle­ri engellenmiş ve bu sebeple 433-435 (1041-1043)
yıllan arasında Şekivan'a sürgüne gönderilmiştir. 43H (1046) yılında bazı
kişilerin şikâyeti üzerine Herai civarındaki Pûşenv'ck; altı ay hapis yalan He-
revî, 445'te (1053) ve/.ir Ebû Nasr Kündürî'nin Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'i
E.ş'arîler aleyhine tahrik etmesi sebebiyle kısa bir süre rahatlamışsa da bu
durum Tuğrul Bey'in ölümü (455/1063) ve Ebû Nasr Kündürî'nin yerine
Nizâmülmülk'ün (ö. 4B5/1O92) vezir ol­masıyla son bulmuştur.

462'de (1069) Halife Kâim-BiemriUâh'ın (422-467/1031-1075) kendisine bir


hil'at göndermesiyle hayatının en parlak dönemi baş­layan Herevî, daha
sonra da Halife Muktedî-Biemriliâh (467-487/ 1075-1094) tarafından
değerli bir cübbe ile "şeyhülislâm, şeyhüşşu-yûh, zeynülülemâ" gibi yüksek
unvanlarla taltif edilmiştir. 478 (1085) yılında kaynaklarda adı belirtilmeyen
bir kelâma ile yaptı­ğı tartışma sebebiyle meydana gelen kavga sonunda
Mâverâünne-hir'e gitmek zorunda kalmışsa da kısa bir süre sonra tekrar
Herat'a dönmüştür.

îslâmî ilimlerdeki geniş kültürü, dâhiyane hafızası ve olağan üs­tü hitabet


kabiliyeti ile inandığı değerleri tavizsiz bir biçimde savu­nan Herevî, çeşitli
sürgün ve tutuklamalar içerisinde geçen hayatı boyunca verdiği mücadele
açısından en önemli eseri, kelâm ilmi­nin ve kelâmcılann kötülenmesi ile
ilgili Kitâbu Zemmi 'l-kelâm ve ehlibî[237] adlı eseridir. Ayrıca Kitâbü'l-
Erbaîn jî delâili't-tevhîd,[238] Menâkibu'l-îmâm Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'l-
Fârûk jî's-stfât, Ki-tâbü'UHülâsa jî hadîsi "Küllü bid'atin dalâle", el-Kasîde fi'l-
İ'ti-kâd adlı eserleri ile Hanbelı mezhebinin tarih ve doktrinine katkıda
bulunmuştur. Ayrıca Arapça ve Farsça olarak çeşitli ahlâkî ve ta-savvufî
konuları anlattığı birçok eser ve şiiri bulunmaktadır.[239]
c) Ebü'l-Ferec Abdülvâhid b. Muhammed eş-Şîrâzî (ö. 486/1094)

Dımaşk'ta Hanbelî mezhebinin ilk üstatlarından biri, kendisine birçok


menkıbe ve keramet isnat edilen Ebû Salih Müflih b. Abdullah'lır (ö. 330/94
I ).[240] Ant ak Suriye ve Kilislin bölgesinde İfanbe-lîligin kesin olarak
yerleşmesi ve kok salması Kbu'l-Feree Abdülvâ­hid b. Muhammed eş-Şîrâzî
ed-Dımaskî (ö. 186/1094) sayesinde olmuştur.

Ataları Şîrazlı olmakla beraber kendisi Harran'da doğan Ebu'i-Ferec,


Bağdat'ta Kadî Ebû Yaİâ'dan fıkıh okumuş, daha sonra da Dımaşk'a
yerleşmiştir Ebuİ-Ferec eş-Şîrâzî'nİn soyundan gelenle­re "İbnu'l-Hanbelî
sülâlesi" adı verilmiştir. Hanbelî fıkhına dair el-îzâh, el-Mübhic, el-
Müntehab, akaidle ilgili et-Tebsıra fi usûli'ddîn[241] adlı kitapları bulunan
Şîrâzî'nİn kabri önemli bir ziyaretgâh olup yanı başında meşhur Hanbelî
biyograficisi Ibn Receb'İn (ö. 795/1393) mezarı bulunmaktadır. [242]

Şîrâzî'nİn oğlu Abdülvehhâb da (İbnu'l-Hanbelî) (ö. 536/1141-2) fakİh,


müfessir ve etkili bir vaiz olup babasından sonra mezhe­bin imamı sayılmış
ve Şâfiîler'in itirazlarına rağmen Dımaşk'ta Han-beliye Medresesi'nİ
kurmuştur. Fıkha dair el-Müntehabfi'l-fıkh, el-Müfredât, el-Burhân jî
usûli'd-dîn adında eserleri ve Eş'arîlİğe karşı bir reddiyesi bulunmaktadır.
[243]

Aynı soydan gelen Ebu'l-Ferec Nâsıhuddin Abdurrrahman b. Necm b.


Abdülvehhâb b. Abdülvâhid (ö. 634/1236) ise Bağdat, Musul, Isfahan,
Hemedan ve Mısır gibi beldelerde hem tahsil gör­müş hem de vaizlik
yapmıştır. Özellikle Şam Eyyûbî meliklerinin saygısını kazanan Ebu'l-Ferec,
Kudüs'ün fethi sırasında Selâhaddİn (564-589/1169-1193) ile beraber
bulunmuştur. Dönemin büyük Hanbelî fakihi Muvaffakuddin lbn Kudüme ile
bazı konularda ihti­lâfa düşen Ebü'l-Ferec, ondan sonra Hanbelî imamı
olmuştur. Eser­leri arasında Kitâbü Akyiseti'n-Nebîyyi'l-Mustafâ
Muhammed, Ki­tâbü îstihrâci'l-ddâî mine'l-Kur'ani'l-Kerîm, Hanbelî
biyografi ya­zarı Ibn Receb'in Kitâbü 'z-Zeyt'mdtt kendisinden oldukça
yarar­landığı el-îstis'âd bi-men lakiytü min sâlihil-'ibâd j'İ'l-bilâd, Esbâbü'l-
badîs, eî-hıcâdjı'l-cihâd, Târîhü'l-vu'âzgibi önemli kitapları
bulunmaktadır.[244]

d) Ebü'I-Hattâb el-Kelvezânî (ö. 510/1116)

V, (XI.) asırdaki geleneksel Sünnî anlayışın yeniden doğuşunun


mimarlarından biri de Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'dir (ö. 510/1116). Ebû Ali
el-Hicâzî (ö. 452/1060), Ebû Ali el-Cevherî (ö. 454/ 1062), Ebû Abdullah ed-
Dâmeganî (ö. 478/1085) gibi hocalardan okuyan Kelvezânî, arkadaşı İbn Akîî
İle beraber Ebû Ya'lâ'dan ders almış ve hatta yine beraberce Nizamiye
Medresesi'nde Gazzâlî'nin derslerine katıldığı rivayet edilmiştir.

Onun en meşhur Öğrencisi ise Kâdirİyye tarikatının kurucusu ve koyu bir


HanbeİÎ olan Abdülkâdir-i Geylânî'dİr (ö. 561/1165-66). Ebü'l-Hattâb'm
Özellikle fıkıh usulünde Ebû Ya'lâ'nın el-Uddetsin-den sonra mezhebin ikinci
büyük eseri kabul edilen et-Temhîd fî usûli'l-fıktiı daha sonra gelen hemen
bütün Hanbelîler'in yararlan­dığı temel bir kaynak olmuştur. [245] Bu eserin
HanbeİÎ usulü ve tari­hi açısından en Önemli özelliği, doğuşundan itibaren
metot bakı­mından birbirinin en büyük rakibi olan Mu'tezile ve HanbeİÎ
mez­heplerinin fikirleri arasındaki karşılıklı etkileşimi göstermesidir.

Kurucu imamdan kendi çağdaşlarına kadar hemen bütün Han­belîler'in


Mu'tezile'ye karşı sert tavırlarına rağmen o, Mu'tezİle'nin önemli
usulcülerinden Ebu'l-Hüseyin el-Basrî'nin (Ö. 436/1044) el-
Mu'temedini[246] ezberleyecek derecede okumuş, hazmetmiş ve
muhtemelen yaşadığı dönemdeki HanbeİÎ camiasının tepkisinden sakındığı
için isim vermeksizin onun birçok paragrafını ya aynen ya da küçük
tasarruflarla nakletmiştir. [247] Ayrıca onun, mezhebin H-. teratürü
İçerisinde adı sıkça geçen ve çeşitli şerhlere konu olan el-Hidâye, hilafa dair
el-Hilâfü kebîrve el-Hüâfü's-sagîrgibi birçok eseri bulunmaktadır. [248]
e) Ebü'1-Vefâ İbn Akil (ö. 513/1119-20)

Hayatı ve eserleri ile sadece HanbeİÎ mezhebinin değil, aynı za­manda


islâm düşüncesinin de önemli bir devresine ışık tutan Ebu'1-Vefâ ibn Akîİ (ö.
513/1119-20), Ebû Yala et-Ferrâ ve Ebû Mu­hammed et-Temîmî (ö.
488/1095) gibi bazı HanbeİÎ bilginlerden okumuştur. Ancak onun hocaları
arasında Ebu't-Tayyib et-Taberî (ö. 450/1058), Ebû Nasr es-Sabbâğ (ö.
477/1084) ve Ebû Ishak eş-Şîrâzî {ö. 478/1085-6) gibi Şafiî, Kadilkudât Ebû
Abdullah ed-Dâ­meganî (ö. 478/1086) gibi Hanefî, Ebu'i-Kasım b. Berhân (ö.
456/ 1064) ve Ebû Ali b. Velîd (ö. 478/1086) gibi Mu'teziiîler de
bulun­maktaydı. Bağdat'ta Cüveynî, Gazzâlî ve Ebu'l-Hattâb'm ilim
halka­larına katılan îbn Akîl Kur'an ilimleri, hadîs, dilbilimleri, edebiyat ve
tasavvuf gibi konularla ilgilenmiş, özellikle de vaizlik, fıkıh, ke­lâm ve cedel
sahasında derinleşmişti.

Gençliğinde Mu'tezİle'nin görüşlerine ve Hallâc'm doktrinine ü-gi duyan İbn


Akîl bu alâkasından dolayı Mansûr Camİİ'ndeki ders­leri sırasında bir grup
Hanbelî'nin düşmanlığını üzerine çekmiş ve himayecisi Ebû Mansûr b.
Yûsuf'un (ö. 460/1067-8) ölümünden sonra da bu grubun öfkesi sebebiyle
46l (1069) ve 465 (1073) yıl­larında Bağdat'ta bazı tartışmalar çıkmış ve bir
süre saklanmak zo­r/unda kalmıştır.

Bu grubun elebaşılığını yapan Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimî'nin ca­miinde 8


Muharrem 465 (24 Eylül 1072) tarihinde şahitler huzurun­da ve iki gün
sonra da halifenin divanında Hallâc'm görüşleri ile bazı Mu'tezilî fikirler
lehinde söyledikleri sözlerden rücû ettiğini belirterek İfadesinin altına
imzasını atmıştır.[249]

475 (1082-3) yılında Eş'arîler'le Hanbelîler arasında çıkan olay­lar sebebiyle


vaaz vermeyi bırakan îbn Akîl, 484 (1091-2) yılında Melikşah (465-
485/1072-1092) ve Nizâmülmülk'ün (ö. 485/1092) Bağdat'a gelişlerinde
çeşitli konular hakkında Hanbelîler'in görüş­lerini izah ederek bir anlamda
onların avukatlığını yapmıştır.
Yaşadığı çeşitli sıkıntılara ve özellikle de bazı görüşlerinden rü-cu ettiğini
açıklamak zorunda bırakılmasına rağmen o, insanları "khî konularda taklit
ve taassuptan sakındırmıştır.

ibn Akîl'İn tefsir, fıkıh, usul, âdâb ve dil gibi çeşitli konulara da-ır
ansiklopedik mahiyetteki Kitâbü'l-Fünûn, hukuk metodolojisiyIe İlgili el-
Vâzıhjıtısûli'l-Jıkb, nıezhepler arası diyalektik uırtı.şma-lar hakkındaki Kitâbft
l-Cedel alâ Utrikati'l-fukabâ gibi birçok eseri bulunmaktadır.[250]

f) Ebü'l-Muzaffer Avnüddin İlin Hübeyre (ö. 560/1165)

Bağdat Abbasî Hİlâfeti'nin son ikiyüz yılı içerisinde Hanbelî ta­rihi üzerinde
büyük tesirleri bulunan kişilerden biri olan vezir Ebu'l-Muzaffer Avnüddin
Yahya b. Muhammed b. Hübeyre (Ö. 560/1165), Ebû Bekir ed-Dîneverî (ö.
532/ 1138) ve Ebû Ya'lâ'nın oğlu ve Tabakâtü'l-Hanâbile'nm yazan Kadî
Ebü'l-Hüseyin'den (ö. 526/1132) fıkıh dersleri almıştır. Ayrıca dönemin
meşhur zâhid-lerinden Ebû Abdullah Muhammed b. Yahya ez-Zebîdî'nİn (ö.
555/1160) sohbetlerine katılmış ve ondan öylesine etkilenmiştir ki, Bağdat
sokaklarında devesi üzerinde halka vaaz verirken İbn Hü­beyre onun
devesini çekmiştir.

Birçok hocadan kıraat, fıkıh, hadîs ve diğer ilimleri tahsil eden Ibn Hübeyre,
malî işlerle ilgili çeşitli görevlerden sonra 542'de (1147) zimâm divanı reisi
olmuştur. Bu görevde iken, Bağdat'ın asayiş ve emniyetinden sorumlu
(şahne) olan Mes'ûd el-Bİlâlî el-Habeşî'den halîfenin müşteki olduğunu bir
mektupla Selçuklu Sul­tanı Mes'ûd'a (ö. 551/1156) bildirmiş ve
mektubunda politik bir üs­lûp kullanarak Selçuklu sultanlarının Abbasî
halifelerine karşı say­gılı olduklarını, burada sadece adı geçen şahıstan
rahatsız olundu­ğunu belirtmiş ve Halife Müktefî-Liemrillâh'ın (530-
555/1136-1160) arzusunun sultan tarafından yerine getirilmesini
sağlamıştır. Ayrıca o, Muhammed Şah b. Mahmûd'un (ö. 554/ 1159) Bağdat
muhasa­rasını kaldırması karşılığında istediği parayı vermemesi konusunda
halifeye telkinlerde bulunarak bunun yerine bir hilâfet ordusu ku-aılması ve
Muhammed Şah ile mücadele edilmesi gerektiğini sa­vunmuş ve hazırlanan
bu orduyla da Muhammed Şah'ı 544 (1149) yılında mağlûp etmiştir.[251]
Bu iki sebepten biri veya her İkisinin et­kisiyle Halife Muklefî tarafından 544
(1149) yılında vezir yapılan İbn Hübeyre, Halife Müstencid-Billâh (555-
566/1160-1170) zama­nında da bu görevde kalmıştır.

557 (116i) yılında 1 lanbeiî akidesini ve fıkhını öğretmek için hir medrese
kurarak şahsî kütüphanesini buraya vakfetmiş olan İbn Hübeyıe'nin hayalı
boyunca lakip elliği politikasının temel amacı, sünnetin ve hilâfetin
otoritesini yeniden inşa etmek olmuş­tur. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek
için bir taraftan hilâfeti Sel­çuklu sultanlarının kontrolünden kurtarmaya ve
Nûreddin Mah-mud Zengî'yi (541-569/1146-1174) Mısırı Fâtımîler'den
almaya teş­vik etmiş, diğer taraftan da bütün Sünnî halkı Ş.iîiiğin karşısında
ve Hanbelî akîdesi etrafında toplamaya çalışmıştır.

Fıkıh, hadîs ve Arap dilinde otorite olan İbn Hübeyre'nin öğ­rencileri


arasında Ebu'l-Ferec tbnü'l-Cevzî ve İbnü'l-Mâristâniyye de bulunmaktadır.
Onun Buhârî ve Müslim'in Sahib'lerinin şerhiy­le ilgili el-lfsâh 'an me'âni'ş-
sıhâh, İslâm'ın beş esası ile İlgili el-İbâdâtü'l'hams ve Kitâbü'l-İşrâf 'alâ
mezâbibi'l-eşrâf, el-lzâh ve't-tebyîn fî ihtilâfi'l-e'immeti'l-müetehidîn, el-
Muktesid, Urcûze fi'l-maksûr ve'l-memdûdgibi eserleri bulunmaktadır.[252]

g) Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 561/1166)

Bu dönemde Hanbelî düşüncesine etki eden en Önemli isimler­den biri İse


Kâdiriyye tarikatının kurucusu Şeyh Abdülkâdir-i Gey-lânî'dir(ö. 561/1166).

Gîlân eyaletine bağlı Neyf köyünde doğan Abdülkâdir tahsil için Bağdat'a
gitmiş, burada Ebû Galib b. Bâkıllânî, Ca'fer es-Ser-râc, Ebû Bekir b. Sûsen
gibi âlimlerden hadîs; Ebü'l-Hattâb el-Kel-vezânî, Ibn Akîl ve Kadî Ebû'l-
Hüseyin el-Ferrâ gibi hukukçular­dan fıkıh; Zekeriyyâ et-Tebrîzî gibi
dilcilerden edebiyat okumuş­tur.

Başlangıçta Şafiî mezhebine mensup olan Abdülkâdir, Bağdat'a geldikten


sonra kendi mizacına daha uygun bulduğu Hanbelî mez­hebini tercih
etmiştir. Bu arada Muhammed b. Müslim ed-Debbâs (ö. 525/1131)
vasıtasıyla tasavvufa inlisap etmiş, daha sonra da tef­sir, hadîs, fıkıh ve
nahiv gibi ilimleri okutmaya ve vaaz vermeye haşlamıştır.

Eserlerinde Ahmed b. Hanbel'in itikadı ve fıkhı yaklaşımlarım hararetle


savunan Geylânînin, tasavvuf konusundaki bazı görüşle­ri ve şahsiyetiyle
ilgili çeşitli menkıbeleri içerisine sokulmuş, tahrif­leri temizlemek oklukça
güç gözükmektedir. Meselâ İbn Receb, Abdülkâdir-Î Geylânî hakkında
yazılmış menâkıbnâmelerin en meşhur ve önemlisi olan İbn Cehzam adıyla
tanınan Ebu'l-Hasan Ali b. Yûsuf Şattanûfî'nin (ö. 713/1314) Behcetü'l-esrâr
ve ma'di-nü'l~envâr[253] adlı eserinin hurafe ve saçma sözlerle dolu
olduğunu belirterek bunların Abdülkadir'e nisbet edilmesinin doğru
olama­yacağını savunur.[254]

Bütün eserlerinde ve özellikle de el-Gunye adlı kitabında Han-belî


mezhebine bağlılığını açıkça ortaya koyan Abdüikâdir, [255] "Mezheplerin
en iyisi îmam Ahmed'in mezhebidir" demiş, hatta "imam Ahmed'in akidesi
üzere bulunmayan evliya var mıdır?" so­rusuna, "Ne şimdiye kadar
olmuştur, ne de bundan sonra olacak­tır" diyecek kadar mezhebine sıkı bir
bağlılık göstermiştir. [256] Onun Hanbelî mezhebine bu derece bağlanması,
İbn Teymiyye gibi meş­hur bir tasavvuf tenkitçisinin dahi takdirini
kazanmasına etki etmiş olmalıdır. îbn Teymiyye onu "doğru yolda"
olduklarını kabul ettiği Seleften Fudayl b. İyâz, ibrahim b. Ethem, Ma'rûf-i
Kerhî ve Cü-neyd-i Bağdadî gibi meşhur mutasavvıflarla birlikte anmış ve
bazı sözlerini yorumlamaya çalışmıştır[257]

Çocuklarından Ebû Abdullah Seyfeddin Abdülvehhâb (ö. 593/H96) Halîfe


en-Nâsır (575-622/1180-1225) zamanında kadılık yapmış; Ebû Bekir
Tâceddin Abdürrezzâk (ö. 603/1206) birçok ta­lebe yetiştirmiş; Ebû Salih
Nasr (ö. 633/1235) ise Bağdat'ta kadılku-dât olmuştur.

Abdülkâdir-i Geylânî'ye nisbet edilen el-Gunye[258] adlı eserde ibadetlerin


fazileti ve müslümanların günlük hayatıyla ilgili hal ve hareketlerine yer
verilmiş, akaid konulan Selef akidesi esas alına­rak açıklanmıştır. Ayrıca
onun vaaz ve konuşmaları ile mektupla­rından oluşan el-Fethu 'r-rabbânî ve
'l-feyzü 'r-rahmânî,[259] Fütû-hu 'l-gayb[260] ve Mektuba[261] gibi eserleri
bulunmaktadır. [262]
h) Ebü'l-Ferec Îbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200)

Bu dönemin en verimli Hanbelî müelliflerinden biri de şüphe­siz hukukçu,


tefsird, hadîsçi, tarihçi ve vaiz kimliği ile Ebü'l-Ferec Ibnü'l-Cevzî'dir (ö. 597/
1201).

ibnü't-Taberî el-Harîrî (ö. 531/1136), Ebû Mansûr el-Cevâlîkî (ö. 540/1145),


Muhammed b. Nasır (ö. 550/1155), Abdülvehhâb el-Enmâtî (ö. 583/1187)
ve İbn Akîl gibi dönemin meşhur bilginlerin­den dersler alan Îbnü'l-Cevzî,
bunların dışında daha önceden ya­şayan ve Hilyetü'l-evHyâ[263] adlı eseri
yazmış olan ŞâfİÎ-Eş'arî mez­hebine mensup Ebû Nuaym el-îsfahânî (ö.
430/1038) ve başlangıç­ta bir Hanbelî iken daha sonra Şafiî mezhebine
geçen hadîsçi ve ta­rihçi Hatîb el-Bağdâdî'nin (ö. 463/1070-71) eserlerinden
etkilen­miştir.

Gençlik yıllarında zühd hayatından-zevk alan Ebü'l-Ferec Îb­nü'l-Cevzî,


Halife Muktefî (530-55/1136-60) döneminde özellikle hilâfetin yeniden eski
otoritesine kavuşması politikasını savunan Hanbelî vezir İbn Hübeyre'nin (ö.
5Ö0/1165) himayesi altında va­izliğe başlamış ve yumuşak bir üslûpla
yaptığı vaazlarına halife da-' hü birçok devlet adamının ilgi göstermesi
sebebiyle onlarla ilişki­leri gün geçtikçe artmıştır.

Hanbelîliğin gelişmesiyle yakından ilgilenen Halife Müstazî-Bi-emrillâh (566-


74/î 170-80) zamanında, medrese ve camideki eğitim ve öğretim faaliyetleri
bakımından Bağdat'ın en etkili kişilerinden biri haline gelen İbnü'l-Cevzî,
567 (1171-2) yılında Selâhaddîn-İ Ey-yûbî'nin (ö. 589/1193) Fâtımîler'i
mağlûp ederek Kahire'de yeniden Abbasî halifesi adına hutbe okutması
üzerine bu olayı kutla­mak için en-Naşr cıld Avradında bir eser yazmış, yine
aynı halife adına el-Misbâhu'l-nntdî JT deule/i'l-Mustadî' adında başka bir
eser kaleme almıştır.

Sünnîler'le Şiîler arasındaki çekişmelerin henüz devam ettiği bu


dönemde[264] tbnü'l-Cevzî'nin tesiriyle Bağdat'ta Hanbelîlik hakkın­da
gelişen sempati diğer mezhep mensuplarının kıskançlıklarına sebep olmuşa
benzemektedir.
Îbnü'l-Cevzî, Şiîliğe meylederek yeni bir politika takip etmeye başlayan
Halîfe en-Nâsır (575-622/1179-1225) zamanında Hanbelî vezir Ebu'I-
Muzaffer b. Yûnus'u (ö. 593/1197) destekleyerek az ve­ya çok politik
sahnede yer almaya devam etmiştir. Vezir İbn Yû-nus'un azledilip
tutuklanmasından ve 590 (1114) yılında Şiî tbnü'l-Kassâb'm vezir olarak
atanmasından sonra İbnü'l-Cevzî'nİn göz­den düşme süreci başlamış ve aynı
yıl geçerli herhangi bir sebep olmaksızın tutuklanarak göz hapsinde
tutulmak üzere Vâsıt'a gön­derilmiş, burada beş yıl sürgün hayatı
yaşadıktan sonra 595 (1198-9) yılında serbest bırakılmış ve yaklaşık iki yıl
sonra Bağdat'ta ve­fat etmiştir.

Îbnü'l-Cevzî, Hanbelî mezhebinin temel diyalektik kitapların­dan olan


Telbîsü İblîs'te sadece Hâricîlik, Mu'tezile, Râfıza gibi Sünnılîk'ten az veya
çok dışarıda bulunan mezheplere değil, aynı zamanda îslâm akaidi ve
hukuku içerisine çeşitli bid'atları sokmak­la suçladığı kelâma, hadîsçi ve
fıkıhçılara, devlet adamlarına ve bu arada Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996)
ve Kuşeyrî (ö. 465/1072) gi­bi birçok mutasavvıfa karşı da sert tenkitler
yöneltmiştir.[265]

Sadece öğrencileri yoluyla değil Kur'an, hadis, fıkıh, kelâm, ta­rih, tasavvuf,
tıp, ahlâk ve Arap edebiyatı gibi pekçok alanda yaz­dığı 200'den fazla eseri
ile dönemin kültürel hayatına büyük katkı­larda bulunan tbnü'l-Cevzî'nin
Menâkıbü!l4mâm İbn Hanbel, el-Mezhebü'l-Ahmedfî mezhebi'l-îmâm
Ahmedg\b\ biyografik nite- I Hktekİ eserleri Hanbelî mezhebinin kuruluş ve
gelişimi açısından önemli kaynaklardır.

Ayrıca fıkıh ve usulle ilgili olarak Kitâbü Abkâmi'n-nisâ, el-B&' zirl-eşhebü'l-


münkaddü 'ala mubâlifî'l-mezheb, et-Tahkîkfîeh dîsi'l-hilâf Minhâcü'l-vüsül,
el-Uddefî 'nsüli'l-fıkh, fi'l-mfzâhibi'l-erba'a. es-Sirnt'l-nıasi'ııı fı'l-ferâiz, cl-
jiisâfjt mesaili"l-bilâf, el-İbâdâlü f-bams, Lügatü 'i-fıkb, ct-Müzzc-heb fi l-
ınczbcb, Meşbû kn 7-tnezheb, Ruûsii l-mesfuL Ta zîmu 'l-fel-frtgibi çeşitli
eserleri bulunmaktadır.[266]

Halife Nasırdan (ö. 622/1225) .sonra Bağda! Abbasî Hilâfeti'nin Moğollar


tarafından yıkılışına kadar ZâhirBiemrillâh (622-623/ 1225-1226), Müslansir
(623-640/1226-12-12) ve Muştasını (640-656/1242-1258) olmak üzere üç
halife gelmiştir. Yarım yüzyılı aşkın bu süre içerisinde Hanbelîliğin, önceki
yüzyılda görülen gelişmeyle karşılaştırıldığı zaman yeni bir açılını
göstermemekle beraber yi­ne de seviyeli eserler veren birçok bilgine sahip
olduğu ve onların az veya çok aktif politika içerisinde yer aldıkları görülür.
Bu arada Hanbelîler'in diğer mezheplere karşı açık bir ü.stünlükleri olmayıp
eğitim kuruluşlarında ve resmî dairelerde diğer üç Sünnî mezhebin sahip
olduğu her tür imkâna onlar da sahip bulunuyordu.

Bu dönemde Bağdat'ta eserleri veya dinî ya da siyasî yönelişle­ri itibariyle


mezhebin tarihinde etkili şahsiyetlerden biri olan Ib-nü'l-Mâristâniyye
adıyla anılan Ubeydullah b. Ali el-Bağdâdî (ö. 599/1203) Kur'an, hadîs, fıkıh
ve dilbilimden başka tıp, mantık, fel­sefe ve astronomi gibi İlimlerle de
İlgilenmiştir. Bağdat'ta Dârülilim adında bir ev inşa ederek burayı ilmî bir
merkez haline getirmiş ise de muhtemelen siyasî ve mezhebi çekişmeler
sebebiyle burasına içerisindeki kitaplar ve diğer müştemilâtı ile beraber el
konulmuş ve Ibnü'l-Mârİstâniyye de bir süre Mâristan'da hapse atılmıştır.
DÎ-vânü'l-İslâm fî târihi dâri's-selâm adında Bağdat tarihi ile ilgili bir eseri
bulunmakla beraber özellikle hadîsçiler onu cerhetmişlerdir.[267]

Abbasî Hilâfeti'nin son yarım yüzyılında yaşamış önemli bir fa-kih ve usulcü
olan İsmail b. Ali el-Ezcî el-Me'mûnî'nih (ö. 610/ 1213) hilaf ve cedel ilmiyle
ilgili el-Müfredât, Cennetti'n-nâzır ve cünnetü 1-münâzır adlı eserleri
bulunmaktadır.[268]

Abdurrahman b. Ömer b. Gazzâl (ö. 615/1218) ise Hallâc'm gö­mülerini


benimsemiş ve İbn Akîl'in daha önceden savunup da son­radan rücû ettiği
iddialarını bu konuda delil getirmiş bir Hanbelîdir.[269]

Önemli bir fakih olan Muhammed b. Abdullah es-SâmeiTÎ (ö. 6l6/1219) İse,
Sâmerrâ ve Bağdat'ta kadılık ve muhtesiblik gibi res­mî görevlerde
bulunmuş, fıkıhta el-Mûstev'ib, ferâiz konusunda ise el-Furûkvit el-
Büstânaâh iki eser yazmıştır. [270]

Mezhepler arası tartışmalı konulan iyi bilen, tefsir, fıkıh, dilbi­lim ve


matematik gibi çeşitli ilimlerde önemli bir mevkiye sahip olan Ebu'1-Beka
Abdullah b. Hüseyin el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) fıkıh ve usulle İlgili et-Ta'lîk
fî mesaili'l-hilâf, Şerhu'l-Hidâye li-Ebiİ-Hattâb, el-Merâm fî nihâyeti'l-ahkâm,
Mezâbibü'l-fukahâ, en-Nâhİdfî 'ilmi'l-ferâid, Bülgatü'r-râid fîilmi'l-ferâid,
Şerhu Lu-gati'l-fıkb gibi kitapları bulunmaktadır. [271]

Mutasavvıf, fakih ve amansız bir cedelci olan Ubeydullah Ishak b. Ahmed el-
Ulsî (ö. 634/1236-7) ise Halife Nâsır'ı politikalan, 1b-nü'1-Cevzî'yi de sıfatlar
konusunda te'vil ehline meyletmesi sebe­biyle tenkit etmiş ve bunlar
hakkında çeşitli risaleler yazmıştır. Ka­tı bir Hanbelî olan Ulsî, bazı fakihleri
verdikleri aıhsatlardan dola­yı tenkit etmiş, emir bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-
münker konusunda çok titiz davranmış ve hatta bu sebeple bir süre hapis
yatmıştır. [272]

Bu dönemde zikredilmesi gereken meşhur Hanbelîler'den biri de Ebü'l-


Ferec Ibnü'l-Cevzî'nin oğlu Muhyiddin lakabıyla meşhur Yûsuf b.
Abdurrahman b. Ali el-Cevzî'dir (ö. 656/1258). Babası öl­düğü zaman on
yedi yaşmda olan Muhyiddin önce Bağdat muhte-sibliğine, daha sonra da
babasının yerine vaizliğe başlamış ve bil­hassa devlet adamları tarafından
konuşmaları ilgiyle takip edilmiş-Ür. [273] Halife Zâhir'in (ö. 623/1226)
ölümünden kısa bir süre önce Muhyiddin, Şam ve Mısır'a elçi olarak
gönderilmiş ve bu süre içe­risinde birçok Hanbelî medresesinin kurulmasına
vesile olmuştur.[274] Halife Müstansır (623-640/1226-1242) döneminde
büyük tö­renlerle açılan ve İslâm eğilim tarihi açısından önemli bir mevkiye
sahip olan Musiansıriyye Mcdresesi'nde [275] Hanbelî fıkıh hocası olarak
görev yapan Muhyiddin, Bağdat'ın Moğollar tarafından iş­gali sırasında üç
oğlu ile beraber şehid edilmiştir[276]

Bu arada, Zengîler (521/629/1127-1222) ve Eyyûbîler (564-650/1169-1252)


devrinde ise, Dımaşk'ta Ben Müneccâ ve Filistin kökenli Benû Kudâme
aileleri yetiştirdikleri bilginlerle ünlüdür.

Benû Müneccâ ailesinden Es'ad b. Müneccâ b. Berekât (ö. 606/1209),


Bağdat ve Dımaşk'ta birçok hocadan okumuş, Nûred-din Zengî'nin
devletinin son döneminde Harran kadılığı görevinde bulunmuştur. Kendi
soyundan birçok bilginin yetiştiği Es'ad, Ab-dülvehhâb b. Ebü'l-Ferec eş-
Şîrâzî'nİn öğrencisi, Muvaffakuddin ibn Kudâme'nin İse hocası olmuştur.
Fıkha dair el-Kifâye fî Şerhi'l-Hidâye, el-Hulâsa fi'l-fıkb ve el-Umde fi'lfîkh
adlı eserleri bulun­maktadır. [277]
Es'ad'ın iki oğlundan Şemseddin Ömer Ibnü'l-Müneccâ Harran kadısı olmuş,
[278] diğer oğlu İzzeddin Osman b. Ibnü'l-Müneccâ İse iyi bir hadîs ve fıkıh
eğitim almış ve kurduğu pekçok vakıfla Suri­ye Hanbelîliği'nİn gelişmesine
hizmet etmiştir. [279]

izzeddin Osman da arkada iki oğul bırakmış, bunlardan büyük kardeş


Sadreddin Ebu'1-Feth Es'ad Ibnü'l-Müneccâ (ö. 657/1259) zengin ve etkili
bir kişi olup Şam'da yeni bir Hanbelî medresesi olan Sadriye'yi kurmuş,
[280]küçük kardeş Zeynüddin b. Müneccâ ise (ö. 695/1295) önemli bir
müfessir, fakih ve dilci olup Hanbeliyye, Sadriyye medreselerinde ve
Ümeyye Camü'nde dersler vermiştîr.[281] Dinleyicileri arasında îbn
Teymİyye ve Irak fakihi Abdullah İl Mıîhammed ez-Züreyrâtî (ö. 729/1528)
gibi Önemli bilginler bu­lunan Zeynüddin'in gocuklarından Şerefeddiiı
Muhanımed h; Mü-rteccâ (ö. 724/1323) ileride tbn Teymiyye'nin en sadık
talebelerinden biri olduğu gibi, [282] Alâeddin Ali Îbnü'l-Müneccâ da Cö.
75O/Î349) kendi döneminde Suriye Ilanbelî kadılkudâtı tayin edil­miştir.
[283]

Filistin'in Nablus şehrine bağlı Cemmâil beldesindeki Kudâme b. Mikdâm b.


Nasr'ın ailesi ise V. (XI.) asırdan X. (XVI.) asra kadar bilhassa Hanbelî tarihine
damgasını vurmuştur. 492'de (1099) Haç-lılar'ın Kudüs'ü işgalinden sonra
ailenin feıtleri, başlarında daha Önceden Dımaşk'ta okumuş olan Ahmed b.
Muhammed b. Kudâ­me (ö. 558/1163) olduğu halde 551 (1156) yılında
Dımaşk'a hicret ederek burada mescid ve medreseleriyie ünlü Sâlihiyye
mahallesi­ni kurmuşlardır.

Abbasî Hilaf'eti'nin son ikiyüz yılma tekabül eden zaman dilimi içerisinde bu
aileden Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdülganî b. Abdülvâhid b. Ali el-
Cemmâilî (ö. 600/1203), Ebû Ömer Muham­med b. Ahmed b. Kudâme (ö.
607/1210), Ebu'l-Hasan Şerefeddin Ahmed b. UbeyduIIah b. Ahmed b.
Kudâme (ö. 613/ 1217), Muvaf-fakuddin Abdullah b. Ahmed (ö. 620/1223)
ve Ebû Abbas Seyfed-din Ahmed b. îsâ b. Abdullah (Ö. 643/1245) gibi
âlimler yetişmiş­tir. [284]
Bu isimlerden özellikle Takıyyüddin Abdülganî b. Abdülvâhid ile
Muvaf'fakuddin Abdullah b. Ahmed eserleri ve mücadeleleri açısından
Hanbelî tarihinde çok önemli bir yere sahiptirler.[285]

ı) Abdülganî b. Abdülvâhid el-Cemmâilî (ö. 600/1203)

Cemmâil köyünde doğup ailesi ile birlikte küçük yaşta Dı-maşk'a gelen Ebû
Muhammed Takıyyüddin Abdülganî b. Abdülvâ­hid, ilk eğitimini Cemmâil
hatibi Ahmed b. Muhammed b. Kudâmeçler» almış, 561 (1165-66) yılında
Bağdat'la Abdülkâdir-i Geylâ-nî ve diğer âlimlerinden dön yıl süreyle çesiili
ilimler lahsil etlikten sonra Dımaşk, Kahire. İskenderiye ve İsfahan'a
girmiştir.

Eşarîliğe muhalefeti, sûfî hayal tarzı ve sert tabiatı ile meşhur olan
Cemmâilî, İsfahan'da iken Ebû Nuaym el-İsfahânî'nİn (ö. 430/1038)
Marifetü's-sahâbe adlı kitabında 190 kadar hata bul­duğunu söylemesi
üzerine Ebû Nuaym'in taraftarlarını kızdırmış ve burasını gizlice terketmek
zorunda kalmıştır. Musul'da Ebû Ca'fer Muhammed b. Ömer e!-Ukaylî'nin
(ö. 322/934) Ebû Hanîfe aley­hindeki rivayetlerle dolu el-Cerh ve't-
ta'dîl[286] adlı kitabını okuttu­ğu iyin Hanefîler'i öfkelendirmiş ve bu
sebeple hapse atılmıştır. Dı-maşk Camii'nde verdiği hadîs derslerini
kıskanan diğer bazı mez­hep mensupları ile Kadı Îbnü'z-Zekî Muhyîddin
Muhammed b. Ali ve hatib Zİyâeddin Abdülmelİk b. Zeyd ed-Devlaî
tarafından 596 (1199-1200) yılında şikâyeti üzerine şehri terketmesi
istenmiş ve Önce Ba'lebek daha sonra da Mısır'a gitmiştir, Mısır'daki bazı
Şafiî fakihler ise onun Mücessime taraftan olduğunu ve halkın itikadına
zarar verdiğini ileri sürerek idamını talep etmişler, bu iddia üzerine onun
Mağrib'e sürgün edilmesi kararlaştırılmış, fakat sürgünden önce vefat
etmiştir.

Ahmed b. Hanbel'in itikadı görüşlerine sıkı sıkıya bağlı olan ve bunları her
oltamda korkusuzca savunan Cemmâilî, özellikte sıfat­lar hakkındaki
görüşlerinden dolayı teşbihle İtham edilmiştir.
Ahkâmla ilgili 420 kadar hadîsi konularına göre sıralayarak bir araya
getirdiği el-Umde fi'l-abkâm fî meâlimi'l-helâl ve'l-barâm, Ahmed b.
Hanbel'in halku'l-Kur'an meselesinden dolayı çektiği eziyetleri anlattığı el-
Mibne an İmâmı Ehli's-sünne ve kâ'idihim üe'l-cenne, en-Nasîba fi'l-
ed'iyeti's-sabîba, [287] Sîretü 'n-nebî ve as-bâbühü'l-aşere, [288] el-Kemâl fî
esmâir-ricâl veya el-Kemâl jî ma'rifeti'r-ricât; [289] el-Misbâb 'ıtyûni'l-
ebâdîsrs-sıhâh[290] ve başta hadîs olmak üzere çeşitli kelâm konulan ile
bazı şahıs ve zaman­ların faziletine dair birçok eseri bulunmaktadır.[291]

i) Muvaffakuddin İbn Kudâme (ö. 620/1223)

Cemmâilî ile aynı aile ve ilmî gelenekten gelip Hanbelî literatü­rüne çok
büyük katkılarda bulunan Kudâme ailesinin bir diğer fer­di Muvaffakuddin
İbn Kudâme'dİr (ö. 620/1223)-

ilk eğitimini Dımaşk'ta babasından ve diğer hocalardan alarak mezhebin


birçok muhtasar metnini ezberleyen Muvaffakuddin, 561 (1165-6) yılında
teyzesinin oğlu Abdülganî b. Abdülvâhid ile birlikte Bağdat'a giderek o
günün Hanbelî İmamı Abdülkâdir-i Geylânî'den ders almıştır. Geylânî'nin
Ölümü sebebiyle çok kısa süren bu dönemde Muvaffakuddin, hocasından
tasavvuf hırkası giymiş ve onun tasavvuf anlayışını sürdürmüştür. [292]
Daha sonra tb-nü'1-Mennî (ö. 583/1187) ve İbnü'l-Cevzî (ö. 597/1200)
başta ol­mak üzere Bağdat'ın birçok meşhur hocasından okuyan
Muvaffa­kuddin, Dımaşk'a döndükten sonra Hanbelî mezhebinin imamı
olmuş, hatta tbn Teymiyye'ye göre Şam'a Evzâî'den (ö. 157/774) sonra
ondan daha fakih biri gelmemiştir. [293]

Haçlılarla yapılan mücadelelere bilfiil katılan Muvaffakuddin Dımaşk'taki


eğitim ve öğretim faaliyetleri yanında eserleriyle de Hanbelî literatürüne
büyük katkılarda bulunmuştur. Fıkıh ve usul­le ilgili eserleri arasında,
başlangıç seviyesindeki fıkıh öğrencileri için el-Umde fi'l-fıkhi'l-Hanbelt, orta
seviyedeki el-M.uk.nl1 ve el-Kâft, Hırakî'nin el-Muhtasafı üzerine sade bir
dille yazdığı ve İs­lâm hukukunun en güzel şekilde tanzim edildiği
eserlerden biri olan el-Muknî, büyük Ölçüde Gazzâlî'nin el-Müstasfâ adlı
fıkıh usulünden yararlanarak yazdığı Ravzatü'n-nâztr ve cünnetü'l-münâzır
fî usûlî'l-fıkh adlı kitapları bulunmaktadır. Ayrıca, tbn Akîl'in tövbe etmeden
önceki kelâm ve tasavvuf hakkındaki görüş­lerinin tenkidi için yazdığı
Tahrîmü'n-nazarfî kütübi ehli'l-kelâm, [294] Kitâhü't-Tewâb[295] Lûm'atü'l-
i'tîkâd, [296] Münazara fi'I-Kıtr'an (Rİyad 1989), el ~İstibsâr fî nesebi sahabe
mine'l-ensâr[297] et-TebyînJîensâbi'l-Kureşiyyînt [298]gibi tefsir, hadîs,
fıkıh ve kelâma dair birçok eseri bulunmaktadır. [299]

j) Fahreddîn Muhammed b. Teymiyye (Ö. 622/1225)

İslâm öncesi ve sonrasında önemli bir ilim ve kültür merkezi olan Harran'da
Hanbelî mezhebi büyük temsilcilerini yetiştirmiştir. Bunlardan biri Ebu'I-
Hasan Ali b. Amr b. Ali el-Harrânî'dİr (ö. 488/1095). [300] Ancak bu bölgede
en meşhur Hanbelî bilginleri özel-îikle Benû Teymiyye ailesinden yetişmiş
ve bu bilginler hem Harran'ın kültür tarihine hem de Hanbelî mezhebinin
gelişimine bü­yük katkılarda bulunmuştur.

Bu ailenin fertlerinden fakih, müfessir ve hatip olan Fahreddin Muhammed


b. Hıdır b. Muhammed b. Teymiyye (ö. 622/1225) Bağdat'ta Ali Ebu'i-Feth
İbnü'l-Mennî, Ali Ahmed b. Ebü'1-Vefâ ve Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzî gibi
bilginlerden okumuş, memleketine döndükten sonra en-Nûriyye
Medresesi'nde eğitim ve öğretim fa­aliyetlerine, Harran büyük camiinde İse
İmam ve hatipliğe başla­mış, ayrıca Harran'da bizzat kendisi de bir medrese
kurmuş, Dı-maşk'ın meşhur Hanbelî İmamı Muvaffakuddin İbn Kudâme İle
çe­şitli konularda mektuplaşarak tartışmışlardır. [301]

Eserleri arasında et-Tefsıru 'l-kebîr adında büyük bir tefsir ile Ebu'l-Hattâb
el-Kelvezânî'nin el-Hidâye'sİ üzerine yaptığı bir şerh bulunmaktadır. [302]
Ölümünden sonra, yine bir Hanbelî bilgini olan oğlu Abdülgam b.
Muhammed b. Teymiyye ei-Harrânî (ö. 639/ İ241) onun yerine geçerek aynı
görevleri yerine getirmiştir.[303]

Fahreddin'in kardeşinin oğlvı ve Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin de dedesi


olan müfessir, muhaddis ve fakih Mecdüddin Ebü'l-Be-rekât Abdüsselâm b.
Abdullah b. Hıdr b. Teymiyye (6. 653/1255) ise Bağdat'ta altı yıl çeşitli
ilimleri tahsil etmiş ve daha sonra mem­leketine dönerek burada eğitim ve
Öğretim faaliyetlerinde bulunmuştur.
Mecdüddin'nin eserleri arasında fıkıh ve usulle ilgili el-Muhar-rer fi'l-fikh alâ
mezhebi'İ-îmâm Ahmed b. Hanbel, el-Müntekâ min ehâdîsi'l-ahkâm an
hayri'l-enâm, yarım bıraktığı ve daha sonra oğlu Şehâbeddin ve torunu
Takiyyüddin tarafından tamam­lanan el-Müsevvede fî ıısûli'l-fıkh
bulunmaktadır.[304]

Öte yandan, Hanbeiî mezhebinin bu dönemde Irak, Suriye ve Filistin


bölgelerinde gösterdiği canlılığa ilâve olarak Eyyûbîler dev­rinde (564-
648/1169-1250) özellikle Şafiî ve Mâlikî mezheplerinin hâkim olduğu Mısır
bölgesinde de yayıldığı görülmektedir.

Mısır'da Hanbeİîligin İlk kurumsal gelişmesi Dımaşk'ta Ebu'l-Ferec eş-


Şîrâzînin torunlarından tzzeddin tbn Abdülvehhâb'm Mı­sır'a gitmesi ve
burada bir medrese kurması ile başlatılabilir.[305] Da­ha sonra buradaki en
Önemli Hanbeiî temsilcisi Dımaşk'ta doğup yetişmiş olan müfessir, fakih ve
vaiz Zeynuddin Ali b. İbrahim b. Necâ'dır (ö. 599/1202-3).

Nûreddİn Zengî'nin hizmetine giren Zeynuddin, 569 (1173) yı­lında Eyyûbî


Devleti'nİ ele geçirme planlan yapan Şiî Umâre el-Ye-nıenî (ö. 569/1174) ve
arkadaşlarının düşüncelerini Selahâddin'e haber vermiş ve bu sebeple onun
güvenini kazanmış, Kudüs'ün 1 laçhlar'dan geri alınması sırasında da onun
yanında bulunmuş­tur. [306] Ancak o, Kahire'de özellikle kendisi gibi vaiz
olup Mısır hü­kümdarları üzerinde nüfuzu bulunan ve Gazzâlî'nin
öğrencilerin­den Muhammed b. Yahya'nın (ö. 548/1153) arkadaşı olan Şafiî-
Es'arî ekolüne mensup Şehâbeddin el-Tûsî (ö. 596/1199) ile çeşitli
tartışmalarda bulunmuş ve muhtemelen bu tartışmaların toplumda
doğurduğu olumsuzluklar sebebiyle 595 U 198) yılında Eyyûbî Kmîri d-
Mdikü'l-Azîz (ö. 595/î 198) Hanbelîler'i Mısır'dan çıkarma kuran almış,
ancak bu karardan kısa bir süıv sonra ölmesi üzerine bu plan
gerçekleşmemiştir.[307]

Bu olaylara rağmen Ilanbelİlik Suriye'deki kadar olmasa da Mı­sır'da


varlığını sürdürmeye devam etmiştir, Meselâ, el-Mdikü's-Sâ-lih Necmeddin
Eyyûb (637-647/1240-1249) döneminde ve 639-643 yılları arasında inşa
edilen Sâlİhiyye Medresesi'nde Hanbeiî doktri­ni diğer üç Sünnî mezheple
beraber okutulmuştur. Yine bu bu dev­rede Hanbeiî mezhebine mensup
Şemseddin Muhammed el-Mak-disî'nin (ö. 676/1277) Mısır'da çok önemli
mevkilere yükseldiği gö­rülmektedir.
Takıyyüddin Abdülga'nî b. Abdülvâhid'İn küçük kardeşi ve Dı­maşk'ta
Muvaffakuddin tbn Kudâme ile beraber Hanbeiî imamlığı yapan meşhur
fıkıhçı ve haciîsçi Imâdüddin el-Makdisî'nin (ö. 614/1217)223 oğlu olan[308]
Şemseddin, Dsmaşk ve Bağdat'ta tahsilini tamamlamış, 640 (1242) yılından
sonra Mısır'a yerleşmiş ve 663'te (1264) kendisine Mısır'ın ilk Hanbeiî
kadilkudât unvanı verilmiş, ayrıca bîr süre Kahire'de Dâru Saîdü's-süedâ
hankahınm başına ge­tirilmiştir. [309] Onun bu iki kurumun başına
getirilmesi Hanbeİîligin Mısır'da elde ettiği gelişmeyi açıkça göstermektedir.
Ne var ki, Mı­sır'da Hanbeİîligin gelişmesi istikrarlı bir şekilde olmayıp
meydana gelen hemen her siyasî olayın onlar üzerinde az veya çok, olumlu
veya olumsuz etkisi olmuştur.

Moğolların Bağdat'tan sonra Suriye'ye yönelmeleri ve 658 (1260) yılında


Aynİcâlûl mevkiinde Memlûk ordularıyla yapılan sa­vaşı kaybetmeleri
ise[310] Suriye ve Mısır'ın Baybars'ın (1260-1277) hâkimiyeti altında
birleşmesi kapısını açmış ve bir taraftan Moğol tahribi ile Bağdat Hanbelîliği
sona ererken diğer taraftan Memlük-ler'in nüfuzu altındaki Dımaşk ve
Kahire'de Hanbeiî mezhebi yeni filizler vermeye devam etmiştir. [311]

3- Memlükler Devri (648-922/1250-1517)

Bağdat'ın Moğollar tarafından işgalinden sonra, şüphesiz Han-bdîlik bu


bölgede hemen silinmemiş, Hülâgü (ö. 663/1265) ile başlayan ilhanlılar
devrinde (1256-1335) bu mezhep Bağdat'ta Ali b. Muhammed eş-Şehrâyânî
(ö. 672/1273)[312] Abdüssamed b. Ah-med el-Bağdâdî (ö. 676/1277), [313]
Muhammed b. Abdülmuhsin el-Ezcî (ö. 728/1327) [314] ve Abdullah b.
Muhammed ez-Züreyrâtî (ö. 729/1328) [315] gibi fakih, hadisçi ve kelâma
temsilciler tarafından yayılmaya devam etmiştir. Ne var ki, bu işgal sonunda
Bağdat ha­rap olmuş ve kendisine yüzyıllardır Sünnî hilâfetin merkezi olma
imtiyazını veren dinî ve ilmî üstünlüğünü kaybederek basit bîr eya­let
merkezi haline gelmiştir. Bu sırada, Kutuz'un 658 (1260) yılında Aynîcâlût'ta
Moğolları bozguna uğratmasıyla kuruluşunu tamamla­yan Mısır
Memlükleri, Iran Moğoltarı ile Filistin ve Suriye Frankları karşısında,
Bağdat'ın düşmesiyle ortaya çıkan Sünnî dünyanın li­derliği hususundaki
boşluğu doldurmaya başlamışlardır. [316]

Memlûk Devleti'nin kaynağını el-Melikü's-Sâlih Eyyûb'un (637-47/1240-49)


muhafızlarından oluşan Türk asıllı köleler oluştur­maktaydı. Onun
ölümünden sonra ortaya çıkan taht kavgasından yararlanan Şecerüddin (ö.
648/1250) ilk Memlûk sultanı olarak tah­ta çıkmıştır. Memlûk egemenliği
biri Bahrî (648-784/1250-1382), diğeri Burcî (784-922/1382-1517) olmak
üzere iki döneme ayrıl­maktadır.

Eyyûbîler'den askerî, iktisadî ve İlmî alanda iyi bir miras devra­lan


Memlükler, kuvvetli bir ordu ve başarılı bir devlet idaresi ile çe­şitli
alanlarda gelişmeler kaydetmişlerdi. Moğol tehditlerinin gide­rek azalması,
Sultan Baybars(ö. 658/1260), Kalavun (ö. 678/1280) ve Halîl'in (ö.
689/1290) üslün mücadele güçleri ile Haçlıları imha etmeleri Memlükler'in
İslâm dünyasında yeni bir umut olmasını sağlamıştı. Onlar bu konumlarını
pekiştirmek için Moğolların 656'da (1258) Bağdat'ta öldürdüğü Abbasî
Halifesi Müsta'sım-Bil-lâh'ın (640-56/1242-58) yerine amcası Müstansır-
Billâh'ı (659/ 1261) ve ondan sonra da 1. Hâkim-Biemrillâh'ı (660/12Ö1)
Kahi-re'de halife ilân etmişler, Mekke ve Medine şehirlerinin yöneticilerini
de aynı amaçla korumaları altına almışlar ve bu arada birtakım Alevî ve
îsmâilî unsurları da zararsız hale getirmişlerdir. Ayrıca sul­tan, emir veya
bazı zengin kişilerin kurduğu çeşitli vakıflar aracılı­ğıyla da tefsir, hadîs, fıkıh
ve kelâm gibi İslâmî disiplinlere ait gele­nekler Memlükler'in otorite alanına
giren bölgelerde canlı bir şekil­de sürdürülmeye devam etmiştir.[317]

Hanbelî mezhebi özellikle Bahrî Memlükler devrinde Mısır ve Suriye'de


büyük bir canlılık göstermiştir. Daha önceleri bu ülkele­rin adliye
teşkilâtında bir tek başkadılık (kadılkudât) bulunuyordu ve bu unvanı
yalnızca Şafiî kadısı taşıyordu. Ancak Baybars, 663 (1265) yılında Kahire'de
birbirinden bağımsız ve her biri bir Sünnî fıkıh mezhebini temsil etmek
üzere dört kadılkudâtlık makamı ih­das etmiş[318] ve bu teşkilâtlanmaya
664 (1266) yılından itibaren Su­riye'de de başlanmıştır. Şâfiîler'ce hoş
karşılanmamakla beraber bu yeni sistem, hukukî hayatta her mezhebin
kendi kadısına müraca­at ederek şahsî ahvale dair problemini kolaylıkla
çözme imkânı vermesi ve her mezhebin doktriner gelişmesine katkıda
bulunma­sı açısından önemli bir hukuk reformudur. Bu itibarla Mısır-Suriye
Hanbelîliğİ söz konusu re organizasyondan olumlu bir şekilde etki­lenmiştir.
[319]

Bu dönemin en meşhur Hanbelî bilginlerine önceki dönemde olduğu gibi


yine Benû Kudâme ailesininin fertleri arasında rastlan­maktadır.

Bunlardan Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Muhammed b. Ahmed ibn Kudâme


el-Makdisî (ö. 682/1283) babası Muhammed, amcası Muvaffakuddin başta
olmak üzere birçok bilginden hadîs ve fıkıh dersi almış, Muvaffakuddin'in el-
Mukni'sini okutmaya ve ihtiyaç duyulan yerlerini düzeltmeye izin almıştır.
Devrinde Hanbelî İmamı kabul edilen ve şeyhülislâm lakabıyla anılan
Abdunahman 664 (.1265-6) yılında Dimaşk'la kadılkudâi olmuş, kendisinden
sonra da aynı göreve oğlu Necıneddin getirilmiştir. Öğrencileri arasında
Takıyyüddin tbn Teymiyye. Mecdüddin İsmail b. Muhammed el-Harrânî gibi
bilginler bulunmaktadır. [320]

İlk Memlükler dönemindeki Şam Hanbelîleri arasında Muvaffa-kuddîn lbn


Kudâme'nin öğrencisi, Şafiî Muhyiddin en-Nevevî (ö. 676/1277) ile Hanbelî
kadı Şemseddin Abdurrahman'ın (ö. 682/1283) hocası olan dönemin en
önemli muhaddislerinden Ah­med b. Abdüddâim el-Makdisî (ö. 668/1269),
Yahya b. Mansûr el-Harrânî (ö. 678/1279), Abdüssâtir b. Abdüihamîd el-
Makdisî (ö. 679/1280), Ali b. Ahmed es-Sa'dî (ö. 690/1291), İbrahim el-
Vâsıtî (ö. 692/1293), lbn Harüf adıyla meşhur Muhammed b. Ali el-Mev-sılî
(ö. 727/1326) ve Şehâbeddin Ahmed b. Cebbara (ö. 728/1327) gibi birçok
Hanbelî fakihi bulunmaktadır.

Bütün bu bilginler yanında döneme damgasını vuran en büyük Hanbelî


imamı ise Takıyyüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Abdülhalîm tbn Teymiyye (ö.
728/1328) olmuştur.[321]

a) Takiyyüddin lbn Teymiyye (ö. 728/1327)

Harranlı Benû Teymiyye ailesinden gelen Şehâbeddin Ebü'l-Mehâsîn


Abdülhalîm b. Abdüsselâm b. Abdullah el-Harrânî (ö. 682/1283), HanbeİÎ
ufkunda bir ay gibi ışık veren babası Mecdüd­din Ebü'l-Berekât Abdüsselâm
(ö. 652/1254-5) ile bir güneş gibi parlayan oğlu Takıyyüddin Ahmed
arasında gizlenmiş bir yıldız gibîdir. [322]
Şehâbeddin Ebü'l-Mehasîn Abdülhalîm Harran'da doğmuş, tah­sil için
Halep'e gitmiş, babasından sonra beldesinin imamı, hâkimi ve hatibi
olmuştur. Ferâiz, matematik ve geometri ilimlerinde uz­man olan
Abdülhalîm 667 (1268-9) yılında aile ve akrabalarıyla bir­likte Oımaşk'a
muhacir olarak gelmiştir. Dârü'l-Hadîsi's-Sükkeriyye Medresesi'nde hocalık
yapan Abdülhalîm'i [323] muhtelif ilimlere dair çeşitli talikleri
bulunmaktadır. Hanbelî fıkhı açısından en önemli eseri babasının yarım
bıraktığı ve daha sonra oğlu Takiy-yüddin'in tamamladığı el-
Müsevvede[324]

İslâm dünyasında kendisinden sonra asırlarca fikir ve eserleri tartışılan en


önemli kişilerden biri ise meşhur bir Hanbelî hukukçu ve kelâmcısı olan
Takıyyüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Teymiy-ye'dir(ö. 728/1328). Onun
hayatı, ilk Memlükier'in (Bahrîler) siya­sî ve kültürel tarihini yansıtmaktadır.
Bu itibarla, Ahmed b. Teymiy-ye'nin hayatı ile ilk Memlükier'in siyasî tarihini
birbirinden ayrı dü­şünmek hemen hemen imkânsız gibidir.

Harran'da doğan lbn Teymiyye, Moğol işgalinden önce 667 (1268-9) yılında
altı yaşında iken ailesiyle beraber Şam'a mülteci olarak gelmiştir. Hocaları
arasında babası Abdülhalîm, Suriye'nin ilk Hanbelî kadilkudâtı Şemseddin
Abdurrahman el-Makdisî (ö. 682/1283) ve Zeynüddin İbnü'l-Müneccâ (ö.
695/1296) gibi devrin önemli bilginleri bulunmaktadır.

683'te (1284) Sükkeriyye Medresesi'nde, 684'te (1285) Ümeyye Camii'nde,


695 (1296) yılında ise Hanbeliyye Medresesi'nde ders vermeye başlamıştır.
698 (1299) yılında Hamahlar'ın isteği üzerine iman konusunda el- Akîdetü 'l-
Hamevfyye?sini[325] yazmış, 699'da (1300) Memlûk ordusu ile Frank ve
Moğollar'a yardım etmekle itham olunan Kisrevân Şiîleri'ne karşı sefere
katılmış, 704'te (1305) kendilerine çeşitli ahlâkî zaaflar isnat edilen
tasavvufa mensup ki­şilerden İbrahim el-Kettân ve Muhammed el-Habbâz
Üe İbnü'l-Arabî'nin (638/1240-1) görüşlerinden hareket ettiklerini savunan
Ittihâdiyye fırkasını tenkit etmiş[326] ve Kisrevân Şiîleri'ne karşı yapı­lan
İkinci bir sefere katılmıştır.
705 (1306) yılında Dımaşk valisi başkanlığında yapılan iki top­lantıda ve Şafiî
kadısı İbnü's-Sarsarî'nin (ö. 723/1323) ısrarları üze­rine sultanının emriyle
yapılan üçüncü bir toplantıda el-'Akîdetü'l-Vâsıtiyye[327] adlı kitabının
Kur'an ve Sünnet'e uygunluğu teshil edilmişse de bu olay üzerine adı geçen
kadının görevinden İstifa etmesi sebebiyle iki muhalif, konunun halli için
Kahire'ye gönderilmiş ve burada dört mezhebe mensup kadılkudâtİar ve
diğer ba­zı yüksek devlet ricalinin huzurunda yapılan toplantıda İbn
Tey­miyye itikadla ilgili konularda teşbihe sapmakla suçlanarak Kahire
Kalesi'nde yaklaşık bir buçuk yıl hapisle cezalandırılmıştır.

707'de (1307) tevessül konusundaki görüşlerinden dolayı tek­rar sorguya


çekilen îbn Teymiyye Kahire'de Kadılar Hapishane-sî'nde birkaç ay
hapsedilmiş, 709 (1309) yılında iskenderiye'ye gö­türülerek burada bir süre
göz hapsinde tutulmuştur. Daha sonra sultanın sarayında bir kuleye
nakledilerek burada kitap yazmasına ve ziyaretçilerine izin verilen İbn
Teymiyye, hapis kaldığı yedi ay süresince özellikle bazı Mağribliler'le
tanışma imkânı bulmuş ve burada er-Red 'ale'l-Mantıkiyyîn[328] gibi bazı
önemli eserlerini yaz­mıştır.

709 (1310) yılında Kahire'ye gelerek üç yıl fetva vermeye de­vam etmiş, ilmî
faaliyetlerde bulunmuş ve nihayet 712 (1313) yılın­da Dimaşk'a dönmüştür.
Burada kendisini tekrar Hanbeîîler'le Eş'arîler arasındaki kelâmî tartışmalar
İçerisinde bulan Ibn Teymiy­ye, 718 (1318) yılında talâk konusunda Hanbelî
mezhebinin görüş­leri ile çelişecek fetvalar vermekten menedilmiş; 718,
719 ve 720 yıllarında yapılan toplantılar sonunda sultanın emrini çiğnemek
suçuyla Dımaşk Kalesi'nde beş ay hapse mahkûm edilmiştir. 726 (1326)
yılında herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın lekrar tu­tuklanarak kabir
ziyareti konusundaki görüşlerinden dolayı mah­kûm edilmiş ve bu arada
birçok öğrencisi de sorguya çekilmiştir, iki yıldan fazla hapis yatan İbn
Teymiyye, şikâyet üzerine 728 (1328) yılında elinden kalemi, kâğıdı ve
mürekkebi alınarak dü­şüncelerini yazmaktan alıkonmuş ve bu olaydan beş
ay sonra 728 (1328) yılında hapiste vefat etmiştir.

îbn Teymİyye'nin eserlerinin bir listesi öğrencisi îbn Kayyim el-Cevziyye'nin


Esmâu müellefâti Şeyhülislâm İbn Teymiyye[329] adlı kitabında bulunmakta
olup bunların hemen tamamına yakını ba­sılmıştır. [330] Ayrıca, onun eser
ve risaleleri Mısır ve Suudi Arabis­tan'da çeşitli mecmualar halinde de
yayımlanmıştır.

îbn Teymİyye'nin çeşitli branşlarda yüzlerle ifade edilen eserle­rinden fıkıh


ve usulle ilgili olarak el-İstihsân ve'l-kıyâs, İkâmetü'd-de/îl alâ ihlâli't-tablîl,
Nakdü merâtibi'l-icmâ, el-Muharrer nü-ne'I-ftkh alâ Mezhebi-İmâm Ahmed
b. Hanbel, es-Siyâsütü'ş-şer'iyye Jî ıslâhi'r-râ'î ve'r-ra'iyye, el-Cevâbü İ-hâhir
Jî züvvâriİ-mekâbir, Ref'ıı İ-me/âm, et-Müseovede jî usûli'l-Jıkh, el-Hisbe
j'i'l-İslâm, Der'ü le'ârıızi'l-akl ve'n-nakl, Risale jî menâsiki'l-hac gibi
eserlerine işaret edilmelidir.[331]

Hanbelî mezhebinin hemen hemen bütün büyük imamlarının eserlerini


okuyarak doktrin ve literatür hakkında derin bir bilgiye sahip olan îbn
Teymiyye, ayrıca diğer mezheplerin görüşleriyle il-gîli hilaf konuları, kelâm
fırkaları, felsefe ve tasavvuf ilminin prob­lemlerine de hâkim bulunmakta
İdi. Onun görüş ve mücadelesi­nin, Hanbelî mezhebinin tarihî gelişim süreci
İçerisinde vazgeçil­mez özelliği haline gelen te'vil ve Allah'ın sıfatlan
konusundaki te­mel yaklaşımları, Selef düşüncesine bağlılıkları ve bunun
tabiî so­nucu olarak da bid'at ve hurafe diye nitelendirdikleri bazı
davra­nışlara karşı aldıkları olumsuz tavır çerçevesinde geliştiği
söylene­bilir. Ibn Teymiyye'yi Hanbelî mezhebinde ve îslâm tarihinde
önemli kılan şey, islâm'ın doğuşunu takip eden ilk yıllardan beri mevcut
olan ve tartışılan bu fikirlerden ziyade, onun inandığı de­ğerler uğrunda
verdiği samimi mücadelesi olmalıdır.

Memlükler döneminde Şafiîliğin ve Eş'arîliğin en önemli temsil­cileri olan


Sübkî ailesi fertlerinden Takıyyüddİn (ö. 756/1355) ve oğlu Tâeeddİn'in (ö.
771/ 1369-70) muhalefetine rağmen, Ibn Tey­miyye büyük bir nüfuza sahip
bulunmaktaydı. Öğrencileri arasın­da diğer mezheplere de mensup olmak
üzere Ibn Kayyim el-Cev-ziyye, Ahmed b. ibrahim el-Vâsıtî (ö. 711/1311-2),
Şafiî hadîsçi Ce-mâleddin Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî (ö. 743/1342-3),
meşhur kelâmcı ve tarihçi Zehebî (ö. 748/1347-8), tarihçi ve hadîsçi Ebu'l-
Fidâ îbn Kesîr (ö. 774/ 1372-3) ve Ibn Receb (ö. 795/1393) gibi meşhur
bilginler bulunmakta idi.
Bu öğrencilerden biri olan Necmeddin Süleyman b. Abdüikavî eL-Tûfî(ö.
716/1316) özellikle maslahat-ı mürsele konusundaki ge­niş görüşleri
dolayısıyla mezhep içerisinde çeşitli tartışmalara se­bep olmuştur.

İlk önce Zeynüddin Ali b. Muhammed es-Sarsari'den okuyan Tûfi, daha


sonra Bağdat'la usul, felsefe ve hadîs dersleri almış, Şam'da Hanbeiî kadı
Süleyman b. Hamza, şeyh Ahmed b. Teymiy­ye ve Mİzzî'nin ilim
halkalarında bulunmuştur.

Nevevî'nin (ö. 676/1277) Kitâbü'l-Erba'în'vcvs[332] yaptığı şerhte "Zarar ve


zararla mukabele yoktur"[333] hadîsini incelerken masla­hatla ilgili
görüşlerini açıklamış ve daha sonra bu bölüm özel bir ri­sale haline
getirilmiştir. [334] Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Âişe'ye çattığı İçin bazı
müelliflerce Şiî olarak nitelenen[335] Tûfi, Kahire'de Hanbe-îî kadısı Mes'ûd
b. Ahmed el-Hârisî (ö. 711/1311) tarafından kır­baçla cezalandırılmış, hapse
atılmış ve nihayet ders vermesi yasak­lanmıştır. O, elli küsur eser yazan
verimli ve Memlükler döneminin en özgün yazarlarından biridir. [336]Suriye
ve Mısır'ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra da tbn Teymiyye'nin
görüşlerini savunan birçok kişi bulunmaya devam etmiştir. Bunlardan Mer'î
b. Yûsuf el-Kermî el-Makdisî (ö. 1033/ 1623) Ibn Teymiyye'nin görüşlerini
medheden el-Kevâkİbü'd-dür-riyyefî tnenâkıbi'l-rnüctehid İbn
Teymiyye[337] adında bir eser yaz­mıştır. Yine onun fikirlerinden etkilenen
Muhammed b. Abdülveh-hâb (ö. 1206/1792) Vehhâbîlik hareketini
başlatmıştır.

Bugün tbn Teymiyye'nin fikirleri ve mücadelesi özellikle Sünnî islâm


dünyasında, çeşitli düşünce hareketlerinin beslendiği hir kay­nak olma
değerini hâlâ muhafaza ettiği gibi, hayatı ve görüşleri hak­kında da geniş bir
literatür meydana gelmiştir, tbn Abdülhâdî'nin (ö. 744/1343) el-Ukûdü'd-
dürriyye min menâkıbı Şeyhülislâm Ahmal İhıı 'Icyniiyyc, Henri [.aoıısl'un
NazüHyyâtü Şeyhülislâm tbn 'rcvıniyyo fi's-siyâscii ivI-iciiıh/i.[338]
Selâhadtfin el-Müneccid'in .Ş't1)'-bü t islâm İhn Tev/uiyye, sîrelübû ve
cıhbânthû ffic/e'l-mjjerrihfrı, [339] Muhammed Ebû Zehı'e'nin fhıı
'l'cymiyye haycîlt.hû ve asntbû, ârâ-übû vefıkhuhû, [340] Muhammed Halîl
Herrâs'ın Bâ'isü'u-nchdaii'l-îslâmiyye Ibn Teymiyye es-Se/e/l nakdübû li-
memlikl'l-mütekelli-mîn oe'l-felâsifeli fi'l'ilâbiyyâl[341] ve Süfeym el-
Hilâlî'nin İbn Tey-miyye el-Müflerâ aleyhi[342] gibi eserler bunlara
örnektir.- [343]

Yine Memlükler döneminde Dımaşk'ta Benû Kudâme ailesin­den Ebû


Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî el-Makdisî (ö.
744/1343) fıkıh, hadîs ve akaid konularında Hanbe­iî geleneğini sürdürmüş,
özellikle hadîs ve tarih ilmine dair birçok eser vermiştir. Kırk seneden daha
kısa süren hayatı içerisinde Man-sûriyye, Sâlihiyye ve Giyâsiyye gibi
medreselerdeki hadÛs hocalığı yanında yetmişten fazia kitap yazan îbn
Abdülhâdî'nin eserleri ara­sında el-Abkâm, KauâidJT' ıısûH'l-fıkh, Ibnü'l-
Cevzî'nin ihtilaflı çe­şitli fikhî konular hakkındaki et-Tabktk adlı eserine
Tenkîbu't-tab-kîk JT ehâdîsi't-ta'ltk adıyla bir şerh ve Takıyyüddin es-
Sübkî'nİn (ö. 756/1355) kabir ziyareti konusunda îbn Teymiyye'nin
görüşle­rini tenkit ettiği Şi/âü's-sekâm ziyareti bayri'l-enâm adlı risalesi­ne
es-Sârimü'l-münekkîfi'r-red ale's-Sübkî[344] adıyla bir reddiye yazmıştır.
[345]

b) İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350)

Memlükler devrinde ismi ve mücadelesi Hanbeiî mezhebi tari­hi içerisinde


îbn Teymiyye ile beraber geçen ve onun fikirlerinin hakiki vârislerinden
birisi ise, babası bir Hanbeiî medresesi olan Cevziyye'nin kayyimi bulunması
sebebiyle kendisine îbn Kayyim el-Cevziyye lakabı verilen ŞemsetlcÜn Ebû
Bekir Muhamnıed h. Ebû Bekir'dir (ö. 751/1350).

Şam'da doğmuş ve burada yetişmiş olan tbn Kayyim'in, hocala­rı arasında


Kadı Süleyman b. Hamza (ö. 711/1311), Şâfıî usulcü Sa-fiyyüddin el-Hindî (6.
715/1315), Şeyh Ebû Bekir b. Müsned İbn Abdüddâim (ö. 718/1318), İsmail
Mecdüddin b- Muhammed el-Harrânî (ö. 729/1328), Muhammed
Şemseddin Ebû Abdullah b. Müflih b. Muhammed (Ö. 763/İ3Ö1) ve
kendisiyle kader birliği İçe­risinde olduğu meşhur Hanbdî İmamı Ahmed Ibn
Teynıİyye bu­lunmaktadır.

Görüş ve eserleri ile kendisinden sonraki birçok islâm bilgini­ne etki eden
İbn Kayyım, tarihçi ve hadîsçi tbn Kesîr (ö. 774/1372), Zehebî (ö. 748/1347),
fıkıhçı Ibn Receb ve dilci Fîrûzâbâdî (ö. 817/1414) gibi çeşitli bilginlere
hocalık yapmıştır. 726 (1326) yılın­da Ibn Teymiyye ile beraber Şam
Kalesi'ne hapsedilen ve ancak onun ölümünden sonra 728 (1328) yılında
serbest bırakılan Ibn Kayyim el-Cevziyye, 736'dan (1336) itibaren
Necmeddin b. Halli-kân'ın Dımagk'ın Guta bölgesinde kurduğu camideki
vaazlan, 743'te (1342) başladığı Sadriyye Medresesi'ndeki dersleri[346] ve
he­men hemen bütün Islâmî ilimlerde kaleme aldığı büyüklü küçüklü elliyi
aşkın eseri ilehocasının görüşlerini anlatmaktan geri kalma­mıştır. Bu arada
İbn Kayyim, bir taraftan tasavvufta îttihâdiyye mezhebiyle mücadele
ederken diğer taraftan da fıkıh alanında ho­cası îbn Teymiyye'nİn de önemli
muarızlarından olan Şafiî kadısı Takıyyüddin es-Sübkî ile müsabaka ve talâk
konularında tartışmış­tır. [347]

Onun fıkıh ve usule dair; iyi bir müftü için rehber olmak üzere hazırladığı ve
içerisinde hüküm ve fetva verme usullerini inceledi­ği, özellikle de kanuna
karşı hile kavramına karşı çıktığı hukuk me­todolojisine ait î'lâmü'l-
muvakkı'în an Rabbi'l-âlemîn, hocası Ibn Teymiyye'nİn Kitâbü's-Siyâseti'ş-
şer'iyye'sindeki fikirlerine daya­narak ispat teorisi çerçevesinde yazdığı et-
Turuku'l-hükmiyyefi's-siyâseti'ş-şer'iyye, özellikle kendi devrindeki ilmî ve
siyasî tartışma­larda önemli bîr yer tutan gayri müslimlerin kıyafetleri,
ibadet yerleri, davranışları ve onlarla ilgili çeşitli hükümler konusunda Abkâ-
nıı'i ebliz-zimme, talâk hakkında îgûsetü'l-lehfân fî hükmi lala-ki l-gadbân
gibi eserleri bulunmaktadır. Ayrıca tefsire dair et-Tefst-nı'l-Kayyime[348] et-
Tibyân aksâmiİ-Kur!ayı, [349] ei-lunsâl Kur'ani:l-Kerım[350] hadîse dair el-
Menâru'l-mümffi's-sahîhi ve'd-da [351] kelâma dair İçtimâ 'u 'l-cüyûşi 'l-
İslâmiyye 'alâ gazvi 'l~ Mu'attüe ve'l-Cehmiyye, [352] el-Kâfiyyetü'ş-Şâfiyye
fi'l-İntisâri li'l-firkati'n-nâciyye; [353] tasavvuf ve ahlâka dair MedâHciVs-
sâlikînı[354] ve siyerle ilgili olarak Zâdüİ-me'âd hedyi hayn'libâd[355] gibi
birçok alanda eserleri bulunmaktadır. [356]

Bu güne kadar eserleri çeşitli defalar basılan veya çeşitli dillere tercüme
edilen Ibn Kayyim hayatı, eserleri ve görüşleri hakkında birçok çalışma
yapılmıştır. Abdülazîm Şerefeddİn'in îbn Kayyim el-Cevziyye 'asruhû ve
menbecühû ve 'ârâühû fi'l-fıkbi ve'l-'akâidi ve't-tasavvuf[357] Muhammed
Ahmed es-Sİnbâtî'nin Menhecü İbni'l-Kayyim ji't-tefsîr, [358] Muhammed
Müslim el-Ganîmî'nİn Hayâtü'l-İmâm îbn Kayyim el-Cevziyye[359] Bekir b.
Abdullah Ebû Zeyd'in İbn Kayyim el-Cevziyye bayâtühû ve 'âsâruhü[360] ve
Ahmed Mahir el-Bakarî'nin îbn Kayyim min âsâribi'l-'ilmiyye [361] adh
eserleri bu çalışmalara örnek gösterilebilir.[362]
c) Ebû Abdullah Şemseddİn b. Müflih (ö. 763/1361)

Kadılkudâl Cemâİeddin Yûsuf Muhammet! b. Müflih el-Makdi-sî'nin (ö.


769/1367) meşihat naibi olup kızıyla da evli bulunan EbCı Abdullah
Şemseddin Mulrammed b. Müflih el-Makdisî de (ö. 763/ 1362) Hanbelî
mezhebinin önemli müelliflerinden biridir.

Bu evlilikten dördü erkek yedi çocuk meydana gelmiş ve oğul­larından


Zeynüddin Abdumıhman (ö. 788/1386), Takıyyüddin ve Burhâneddin
lakaplarıyla anılan Dımaşk Hanbelî Kadısı İbrahim (ö. 803/1400),
Şehâbeddin Ahmed (ö. 814/1411) ve Şerefeddin Ab­dullah'tan (ö.
834/1430) her biri mezhebin önemli biİginleri arasın­da yer
almışlardır.[363]

Ömrünü eğitim ve öğretim faaliyetlerine hasreden İbn Müflih'in mezhebin


literatürüne önemli katkıları olmuştur. Eserleri arasında fıkıh ve ahlâk
konularına dair büyük, küçük ve orta uzunlukta olmak üzere üç adet el-
Âdâbü'ş-şer'iyye, fürûa dair Hanbelî mezhe­binin temel eserlerinden
Kitâbü'l-Fürû,[364] usulle ilgili Kitâbü Usû-li'l-fıkh adında eserleri
bulunmaktadır. [365]

Bu dönemde Hanbelî mezhebi mensupları yalnızca Şam bölge­sinde


bulunmayıp Ba'lebek, Halep ye Filistin gibi bölgelerde de birçok Hanbelî
bilgine rastlanmaktadır.

Bunlardan Muhammed b. Ahmed e!-Yûnînî (ö. 658/1259) ve iki oğlu


Şerâfeddin Ali el-Yûnînî (ö. 701/1301) ve Kutbüdclin Mûsâ el-Yûnînî (ö.
726/1325) ile Muhammed b. Dâvûd el-Ba'lî (ö. 679/ 1280), Abdurrahman b.
Yusuf el-Ba'lî (ö. 688/1289), Muhammed b. Abdülvelî el-Ba'lî (ö. 701/1301),
Muhammed b. Ebul-Feth el-Ba'lî (ö. 709/1309), Abdurrahman b. Mahmud
el-Ba'lî (ö. 734/ 1333), Muhammed b. Ali el-Ba'lî (ö. 744/Î344) ve Kitâbü't-
Teshîl fi'l-fıkh alcı mezbebi'l-îmâmi'r-Rabbânî Ahmed b. Hanbel eş-
Şeybânî[366] adli Hanbelî fıkhına dair muhtasar bir eserin sahibi olan Ebû
Abdullah Bedreddin Muhammed b. Alfıeddin h Ali el-Balî (0.778/ 1376) gibi
fakih ve muhaddisler, Dımak'ın kuzey bölgelerle irtiba-Unı sağlayan yol
üzerinde ve çeşitli Şiî grupların yaşadığı Kisrevan ve Bikâa yakınında
bulunan Balebek'le hem Hanbelî mezhebinin gelişimine önemli katkılarda
bulunmuşlar hem de Memlükier'in Şi-îler'e karçı olan politikalarında bir
emniyet unsuru olmuşlardır.

Hanbelîiiğin Ba'lebek'teki bu canlılığına karşılık Halep'te onla­rın tam bir


şekilde kök salamadığı görülmektedir.

Halep'in en eski medreselerinden olan Zeccâciye'de diğer mez­hepler


yanında Hanbelî fıkhının da okutulmasına ve Eyyûbîler devrinde Şafiî ve
Hanefîler için bir medrese kuran Emir Seyfeddİn Ali b. Candar'ın (ö.
622/1225) aynı şekilde Mâlikî ve Hanbelîler için de bir medrese kurmasına
rağmen, burada Şam veya Ba'lebek'de-ki gibi bir Hanbelî cemaati
oluşmamıştır. Ancak biyografi kitapla­rında bu döneme ait Halep asıllı
İbnü'l-Haddâd adıyla meşhur Mu­hammed b. Osman el-Âmidî (ö. 724/1323)
ile Mahmûd b. Süley­man el-Halebî (ö. 725/1325) adında iki bilgine
rastlanmaktadır.[367]

d) Ebü'l-Ferec Zeynüddîn îbn Receb (795/1392)

Şam'a yerleşmiş Bağdat kökenli bir aileden gelen Ebu'l-Ferec Zeynüddin


Abdurrahman b. Ahmed b. Receb (ö. 795/1393) büyük­lü küçüklü birçok
eseri ile Ilanbelî doktrinine Önemli katkılarda bulunmuştur.

Hocaları arasında İbn Kayyim el-Cevziyye, Zehebî, Sehâbeddin Îbnü'n-Nakîb


(ö. 764/1362), îbn Kesîr (ö. 774/1373) ve Nevevî (ö. 805/1402)
bulunmaktadır.

Şam'da Hanbeliyye ve Ömeriyye gibi medreselerde hocalık ya­pan îbn


Receb'in günümüze kadar gelmiş eserleri arasında el-Ka-vâ'idfi'l-fıkhi'l-
fstâmîtemd hukuk prensipleriyle ilgili çok önem­li bir çalışmadır. Kadı Ebu'l-
Hüseyin Muhammed b. Ebû Ya'lâ'mn Tabakâiü'l-Hanâbileü üzerine yazdığı
Kitâbü'z-Zeylalâ Tabakâ-(i'l-llaııâbile ise[368] lanbelîliğin güvenilir bir
tarihçesini teşkil eder. Ayrıca onun fıkıhla ilgili olarak el-İstihrâc li-ahkâmi'l-
harâc, Akyi-setü 'n-Nebîyyi'l-muslaja Muhammed ve Ahkâmti'l-havâlîm,m)
hadîse dair Şerhu Heli't-Tirmizî, [369] kelâmla ilgili b'adlu ümi's-selef alâ Um
i"I-halef[370] gibi çeşitli branşlarda birçok eseri bulunmakta­dır. [371]İbn
Teymiyye'den İbn Recebe kadar geçen .süre İçerisinde Hanbelîlik tarihinde
hâkim olgu İbn Teymiyye'nin etkisiyle Hanbe-iîiiğin kazandığı dikkate değer
atılımdın Bununla birlikte onlar, Memiükîer devrinin hâkim mezhebi olan ve
devlet görevlerinde kendilerine öncelik verilen Şafiîliğin ve her biri büyük
şöhret sahi­bi olan Eş'arî kelâmaİarının sert direnci ile karşılaşıyorlardı. Bu
muhaliflerin en ünlüleri Yemen kökenli olup Mekke'de yerleşmiş bulunan
Şafiî Abdullah b. Es'ad el-Yâfıî (ö. 768/1367) ile Muham-med b. Kalavun'dan
(ö. 741/ 1341) İtibaren Kahire ve Şam'da çe­şitli devlet hizmetlerinde ve
medreselerde önemli görevler üstle­nen Takıyyüddin es-Sübkî (ö.
756/1355), oğlu Tâceddin es-Sübkî (ö- 771/1370) ve Sübkî ailesinin diğer
fertleridir.

Bu dönemde Hanbelîlik Mısır'da, Harran göçmeni Ahmed b. Hamdan el-


Harrânî (ö. 695/1295), Şerefeddin Abdülganî b. Yahya el-Harrânî (ö.
709/1309) ve Mes'ûd b. Ahmed el-Hârisî (ö. 711/ 1312) gibi fakihlerle Şam
ve Filistin bölgelerindeki kadar olmasa da mütevâzi bazı gelişmeler
göstermeye devam etmiştir. Ancak, Burcî (Çerkez) Memlükleri zamanında
(784-923/1382-1517) Hanbelîlik Mısır, Suriye ve Filistin bölgelerinde daha
önceki canlılığını kaybet­meye başlamıştır. Muhtemelen bu sonuçta,
özellikle Burcîler döne­minde çeşitli siyasî ve iktisadî olaylar neticesinde
Memlûk saltana­tının giderek gerilemeye başlamasının ve Hanbelî
bilginlerinin bid'at anlayışları gereği çeşitli konularda takındıkları aşırı
müdahe-leci tutumlara karşı toplumun bazı kesimlerinde meydana gelen
di­rencin rolü vardır. Henri Laoust, Hanbelîler'in özellikle Îbnü'1-Ara-bî'ye
ve gittikçe nüfuzunu artıran İttihâdiyye fırkasına karşı göster­dikleri
düşmanlıkların, kendilerinin bu İzafî düşüşlerinin artmasına katkıda
bulunduğuna işaret etmekledir. [372] Ancak, bu zayıflama ke­sinlikle
Hanbelîliğin tamamıyla ortadan kalkması anlamına değil­dir. Zira, bu
donemde de eğitim ve Öğretim faaliyetlerine ve resmî devlet görevlerine
devam eden büyük Hanbelî fıkıhçı ve kelâmcı-ları bulunmaktadır. Bu
bilginlerin büyük bir listesi dönemin Önem­li tarihçilerinden Ebu'1-Yümn cl-
Uleymî'nin (ö. 928/1522) el-Men-hecû'l-ahmedve bunun zeyli olan îbn Şattî
adıyla meşhur Muham­med Cemîl b. Ömer el-Bağclâdî'nin Mubtasaru
Tabakalı 'l-Hanâbi-le adlı eserinde bulunmaktadır.
Bu süre içerisinde Hanbelî imamlığı kendisine ulaşmış ve Dı-maşk'ta
başkadılık yapmış olan Ebû îshak Burhâneddin tbrâhîm b. Muhammed b.
Müflih (ö. 884/1479-80) mezhebe birçok bilgin, İmam, hatip ve kadı
yetiştiren Ebû Abdullah Şemseddin Muham­med b. Müflih ailesinden
gelmektedir. İbn Kudâme'nin el-Muk­ni 'sinin şerhi olan el-Mübdi'fîşerhi'l-
Mukni'adlı eseri, mezhep li­teratüründe en geniş kitaplardan biri olup
Hanbelî fıkıh ansiklope­disi niteliğindedir. el-Maksadü'l-erşedfî zikri
ashâbı'l-İmâm Ah­med İse Hanbelî tarihine dair önemli bir kaynaktır. Ayrıca
kaynak­larda Mirkâtü'l-vüsûl ilâ ilmi'I-'usûl adında bir eseri
zikredilmek­tedir.[373]

e) Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî (ö. 885/1480)

Bu dönemin önemli Hanbelî müelliflerinden Alâeddin Ali b. Süleyman b.


Ahmed el-Merdâvî (ö. 885/1480) birçok hocadan fı­kıh, usul, hadîs, hesap,
ferâiz ve gramerle ilgili dersler almış, hoca­sı Burhâneddin Ibn Müfiih'İn
ölümünden sonra onun derslerini de­vam ettirmiş ve resmî görev almaktan
kaçınmıştır. Kitapları arasın­da İbn Kudâme'nin el-Mukni'sinin geniş bir
şerhi olan el-însâf fî ma'rifeti'r-râcih mine'l-bilâ/ve bu eserin ihtisarı
niteliğindeki et-Tenkıhu'l-müşbi'fî tahrîri ahkâmi'l-Muknî', Ibn Müflih'in
Kitâ-bü'î-Fürû'unun tekmilesi niteliğindeki Tashîhü'l-fürû', hukuk
me­todolojisi hakkında Tahrîrü'l-menkûl fî tehzîbi ilmi'I-'usûl ve bu­nun
şerhi et-Tahbîr fî şerbi't-Tahrfr adlı eserler bulunmaktadır. [374]

f) Ebü'1-Yümn Mücîrüddin el-Uleymî (ö. 928/1522)

Müfessir, fakih ve tarihçi Ebul-Yümn Mücîrüddin Abdurrah-man b.


Muhammed el-Uleymî (ö. 928/1522) başta babası kadılkudâl Şetnseddin
Ebü Abdullah Muhammed (ö. 873/1469) olmak üzere Takıyyüddin Abdullah
el-Kalka.şendî, Şehâbüdcün Ahmed el-Umeyri, Alâeddin el-Gazzî, Kadıikudâl
Nûreddin el-Mısrî gibi bilginlerden fıkıh, hadîs ve kıraat dersleri almış;
Remle, Kudüs, Nablus ve el-Halîl kadılıklarında bulunmuş, 922 (1516) yılında
emekli olduktan sonra telif, ders ve fetva ile meşgul olmuştur.
Önemli bir Hanbelî tarihçisi olan Ebu'1-Yümn el-Uleymî, îbn Receb'in Kitâbü
'z-Zeyl 'alâ Tabakalı 'l-Hanâbifâ'sine el-Menhe-cü'l-Ahmed fitemcimi
'ashâbî'l-îmâm Ahmed adıyla bir zeyil yaz­mıştır. Ayrıca, yaratılıştan 900
(1494-95) yılına kadar Kudüs ve ci­varında meydana gelen olayları anlattığı
el-Ünsü'l-celû bi-târîhi'l-Kudüs ve'l-Halîl,[375] yine yaratılıştan 896 (1490-
91) yılma kadar meydana gelen olayların anlatıldığı genel bir tarih olan et-
Târîhu'l-mu'teberfi enbâi men aber, [376] Hanbelî tabakatına dair et-
Tabakâ-tü'l-kübrâ adıyla bilinen ed-Dürrü'l-müneddâd fi 'asbâbi'l-Imâm
Ahmedvft Tashîhu'l-hilâjVl-mutlakfi'l-Mukni'gibi eserleri
bulunmaktadır[377]

Bu müelliflerden başka Memlükler'in .son döneminde yetişmiş Takıyyüddin


Îbn Kundüs (ö. 861/1456), Nablus, Remle ve Kudüs kadılıklarında bulunan
Bedreddin Muhammed el-Ca'ferî (ö. 889/ 1484), tefsir, hadîs, fıkıh ve
tasavvuf gibi birçok dalda çeşitli eserle­ri bulunan Cemâleddin Yûsuf b.
Abdülhâdî (ö. 909/1503), Dı-maşk'ta Hanbelî kadılığı yapan Şehâbüddin el-
Askerî (912/1506-7)' ve Hanbelî fıkhına birçok bilgin yetiştirmiş bir ailenin
ferdi olan ve Dımaşk'ta Hanbelî kadılığı görevinde bulunan Necmeddin b.
Müf-Hh (Ö. 929/1522) gibi birçok ilim adamı Hanbelî doktrinine ve
lite­ratürüne katkıda bulunmuşlardır.

Ancak, bu arada Burcî Memlükleri döneminde devlet idaresin­deki


bozulmalar sebebiyle Memlûk saltanatı gerilemeye başlamış ve 803'te
(1400) Suriye'yi Timur'a (ö. 807/1405) vermek zorunda kalmışlardı. Sultan
Barsbay'ın hükümdarlığı (825-841/1422-1438) sırasında kısa bir süre için
siyasî ve iktisadî alanlarda bazı iyileşme­ler sağlanmış ise de Osmanlı
Padişahı Yavuz Sultan Selim 922 (1516) yılında Halep yakınındaki
Mercidâbık Savaşı'nda MemKiklu Sultanı Kansu Gavri'yi, 922'de (1517) ise
Ridâniye Savaşı'nda Tomanbay'ı yenerek Memlükler'in saltanatına son
vermiş ve bu olay­dan sonra Memlûk emirlerinin bir kısmı ile son Halife
Mütevekkil-Aleflah (923/1517) İstanbul'a gönderilmiş, Mekke ve Medine
gibi mukaddes toprakların himayesi de O.smanh Devleti'nin eline
geç­miştir.[378]
4) Osmanlılar Devri (922-1342/1517-1923)

O.smanlılar'ın Suriye ve Mısır'ı fethinden sonra devletin re.smî mezhebi


olan Hanefîliğin öne çıktığı ve bu durumun HanbeİÎHğin gelişmesine olumlu
katkıda bulunmadığı ve onun sahasının gittik­çe daralmasına sebep olduğu
gözlenmektedir. Biraz geç bir dönem olmakla beraber, İslâm dünyasının
çeşitli bölgelerinden gelen birçok öğrencinin eğitim gördüğü Kahire'deki
Ezher Üniversitesi'nin 1293 (1876) yılı itibariyle hoca ve öğrenci
mevcudunun mezheple­re göre dağılımı, bu dönemdeki mezheplerin
yaygınlığı hakkında bir fikir verebilir. Söz konusu tarihteki hoca ve
öğrencilerin fıkıh mezheplerine göre dağılımı; Şafiî 147 hoca, 5651 öğrenci;
Mâlikî 99 hoca, 3826 öğrenci; Hanefî 76 hoca, 1278 öğrenci ve Hanbelî
mez­hebine mensup 3 hoca, 25 öğrenci şeklİndedir. [379] Hanbelî
mezhe­bine mensup hoca ve öğrencilerin sayısının azlığına rağmen Suri­ye,
Filistin ve Mısır'da Hanbelî fıkhının eğitim ve öğretimine devam edilmiş ve
Osmanlılar'm sonuna kadar devletin hâkim olduğu top­raklarda birçok
Hanbelî bilgini yetişmiştir.[380]

a) Şerefüddîn Musa b. Ahmed el-Haccâvî (ö. 968/1560)

Bu dönemin önemli bilginlerinden bîri Şam Hanbelîleri'nin müftüsü olan


Ebu'n-Necâ Şerefeddin Mû.sâ b. Ahmed el-Haccâ-vî'dir(ö. 968/1560).

Haccâvî, Şehâbeddin Ahmed b. Muhammed eş-Şüveykî ve Ebû Hafs


Necmeddin Ömer b. İbrahim es-Sâlİhî gibi hocalardan okumuştur.
Muzafferi Camii'ndeki imamlık görevi yanında Ebû Ömer Medresesİ'ncle
Hanbelî fıkhı hocalığı yapan Haccâvî'nin el-İkııâ ii-lalibi'l-hıiifâ'si Hanbelî
mezhebinin temel metinlerinden biridir. Zâdii 'l-müstctkni' fî Ihtisâril-
Mıtkni' ise İbn Kudâme'nin el-Muk--m1 inin muhtasarı olup Hanbelî
mezhebindeki râcih görüşleri içer­mektedir. Haccâvî'nin ayrıca Haşiye 'ale'l-
fürû', Şerhut-Müfredât, Şerhu Manzûmeti'l-'âdâb li-lbni Müftih gibi çeşitli
kitapları da bu­lunmaktadır. [381]
b) Îbnü'n-Neccâr el-Fütûhî (ö. 972/1564)

Mısır'ın son Hanbelî kadrl-kudâtlarından Şehâbeddin Ahmed b. Abdülazîz


el-Fütûhî b. Neccâr (ö. 949/1542) ve oğlu Takıyyüd-din Muhammed b.
Ahmed el-Fütûhî b. Neccâr da (ö. 972/1564) dö­nemin önemli Hanbelî
bilginlerindendir.

Takıyyüddin'İn fürû'a dair Müntehe'l-irâdât Jt cem'i'l-Mukni' ma'a't-tenkîb


ve ziyâdât, usule dair İse Alâeddin el-Merdâvî'nin Tahrîrü'l-menkûl fi
tehzîbü Hîmi'l-usûî adlı eserini el-Kevkebü'l-münîr adıyla ihtisar etmiş, daha
sonra da bu muhtasarı el-Muhte-beru 'l-mübteker şerhu '[-Muhtasar adıyla
şerhetmiştir. [382]

c) Mansûr b. Yûnus el-Buhûtî (Behûtî) (ö. 1051/1641)

XI. (XVII.) asnn ilk yarısının en meşhur Hanbelî bilginlerinden ve Mısır'da bu


mezhebin son büyük temsilcilerinden biri olan Man­sûr b. Yûnus eİ-Buhûtî
(Behûtî) ise (Ö. 1051/1641) Ezher Üniversi-tesi'nde hocalık yaparak eğitim
ve öğretim faaliyetleriyle mezhe­bin gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Onun birçoğu el kitabı ma­hiyetindeki eserlerinden bazıları günümüzde de
Suudi Arabis­tan'da çeşitli üniversitelerde ders kitabı olarak
okutulmaktadır.

Hicaz, Necİd, Suriye ve Kudüs başta olmak üzere birçok belde­den Hanbelî
fıkhını öğrenmek için kendisine gelen öğrencileri ara­sında Abdülbâkî ed-
Dımaşkî, Yûsuf el-Kermî, Muhammed el-Hal-vetî gibi bilginler
bulunmaktadır.

Hanbelî fıkhının temel kaynaklarından biri olan Keşşâfû't-kınâ 'an (mettı) i'I-
!knâ' adlı eseri, Haccâvî'nin son dönemlerde bir Hanbelî klasiği haline gelen
et-fknâ'&âh kitabının .şerhidir. Buhti-tî, tbnü'n-Neccâr'ın Müntehe'l-
irâdât'ına Dehâiku üh'n-nühâ U-Şerhi 'l-Müntehâ, Haccâvî'nin Zâdii 't-
müstakni'sine er-Kavzü 7-mürbı adında birer şerh yazmıştır. Onun Hanbelî
fıkhını özetleyen Vmdetü't-tâlib adlı eserini Osman b. Ahmed en-Necdî (Ö.
1097/ 1686) Hidâyetti'r-râgıb li-Şerhi 'Umdeti't-tâlib adıyla şerhetmiş, Sâlİh
b. Hasan el-Buhûtî ise Vesîletü'r-râgıb li-'Umdeti't-tâlib adıy­la manzum
hale getirilmiştir.[383]

d) lbnü'1-İmâd el-Akerî (ö. 1089/1679)

Abdülhay b. Ahmed b. Muhammed b. el-lmâd el-Akerî (ö. 1089/1679)


Şam'da doğup Kahire'de eğitimini tamamlamış ve hac için gittiği Mekke'de
vefat etmiş bir Hanbelî fakihi ve tarihçisidir.

Önemli eserleri arasında, Hanbelî fıkhına dair Şerhun 'alâ met-ni'l-Müntehâ


ile İsiâm tarihinin temel kaynaklarından biri olan ve hicrî 1 ile 1000. yıllan
arasında meydana gelmiş olaylarla önemli ki­şilerin hayatını anlattığı
Şezerâtü'z-zehebfîahbâri men zehebbu-lunmaktadır. [384]

Osmanlılar döneminde bunlardan başka, Hanbelî geleneğinde-kî özellikle


Ibnü'l-Arabî ve fikirlerine karşı süregelen muhalefetin değiştiğine dair
önemli örneklerden biri olan ve onun eserlerini yazan Hanbelî bilgini Yemen
asıllı Takıyyüddin tbnü'z-Zebâh (ö. 985/1577), Dimagk'taki Hanbelî
kadılarından Şemseddin Muham­med b. Ali b. Ömer Sıbtu'r-Rüceyhî (ö.
1002/ 1593), tarihle ilgili ba­zı eserleri bulunan kadı Ekmelüddin ibn
Müflih(ö. 1011/1602), ka­dı Nûreddin Mahmûd el-Humeydî (Ö.
1030/1620), çok verimli bir müellif ve içtihadı bakış açısına sahip bir fakih
olan Meri b. Yûsuf el-Kermî (ö. 1033/1623), tefsir, hadîs ve fıkıh gibi çeşitli
ilimierde derinleşmiş olan Dimaşk Hanbelî müftüsü Abdülbâkî b. Abdülka-
dir el-Ba'lî (ö. 1071/1660), muhaddis Ebu'l-Mevâhib b. Abdülbâkî

el-Ba'iî (ö. 1126/171 i), Şam'da Sinan Paşa Camii'ncte vaizlik ve Ömeriyye
Medresesinde hocalık yapan Ali el-Berâ/.iî (ö. 1155,' 1743); fıkıh, hadîs,
kelâm ve siyer gibi birçok branşta eserleri olan Muhammet! b. SâÜm b.
Süleyman es-SefTârînî Cö. 1188/1774) ve ai­lesinden çeşitli Hanbeiî
âlimlerinin yetiştiği Şeyh AbduiTahman b. Abdullah el-Ba'lî (ö. 1192/1778)
gibi birçok bilgin yaşamıştır.[385]
e) Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792)

Yukarıda adı geçen bütün bilginlerin Hanbeiî doktrininin geliş­mesine;


yaptıkları katkılar bir yana, Osmanlılar döneminde Hanbe-lîlik tarihinin en
önemli olayı Vehhâbîlik hareketidir.

Bu hareketin kurucusu olan Muhammed b. Abdülvehhâb (ö. 1206/1792)


Necid'İn merkezî bölgelerinden Uyeyne'de Hanbeiî mezhebine mensup
birçok bilginin yetiştiği bir aileden gelmekte­dir. Dedesi Süleyman b.
Muhammed Necid'de müftü, babası Ab­dülvehhâb ise emir Abdullah b.
Muhammed b. Muammer döne­minde Uyeyne kadısı idi.

islâm'dan Önce Yemen, tran, Hindistan, Irak ve Şam'ın tesirleri altında


kalmış olan Necİd bölgesinde, Hz. Peygamber'in ölümün­den sonra Esved
el-Ansî (ö. 11/632), Müseylimetülkezzâb (Ö. 12/633), Tuleyha b. Huveylid
(ö. 21/642) ve Secâh (ö. 55/675) gi­bi sahte peygamberler çıkmıştı.
Muhammed b, Abdülvehhâb'm yaşadığı dönemde ise bu bölgenin
iktisadına çapulculuk, dinî haya­tına da çeşitli hurafeler hâkim bulunmakta
idi. Muhtemelen, bu yanhş inançlarla mücadele edebilmek için yeterli
donanıma sahip olmak arzusu ile uzun sürecek bir ilim yolculuğuna çıkan
genç Muhammed önce Mekke ve Medine'ye gitmiş, özellikle Medine'de îbn
Teymiyye'nin düşüncelerini benimsemiş olan Necidlİ Abdullah b. İbrahim b.
Seyf in tesiri altında kalmıştır. Ayrıca, hocaları arasın­da Hanefi âlimi
Muhammed es-Sindî (ö. 1163/1750),[386] Muham­med b. Süleyman el-
Kürdî (ö. 1194/1780), Ali Efendi ed-Dâğıstânî, Şeyh îsmâîl el-Aclûnî ve
Muhammed el-Meemûî gibi bilginler bulunmaktadır.

Medine'den Şam'a, oradan da uzun bir süre kalacağı Basra'ya giden


Muhammed, Basra'da özellikle Muhammed el-Mecmûî'den felsefe ve sîre
okumuş, çeşitli sûfi grupları ve Şîa mensuplarıyla tanışmıştır. Bu değişik
kültür grupları içerisinde gördüğü çeşit fikir ve uygulamalar, onu reform
düşüncesine ve bunun İçin fiilî bir mü­cadeleye girişilmesi gerektiği
neticesine götürmüşe benzemekte­dir. Basra'dan 1152 (1739) yılındaki
ayrılışı onun eğilim sürecinin sona erişinin ve çeşitli dinî ve siyasî
faaliyetlerinin başlangıcı ola­rak kabul edilebilir. Özellikle Basra'dan sonra
babasının yaşadığı Hureymüe'ye giderek burada bütün hayatı boyunca
vereceği mü­cadelenin temelini teşkil eden tevhid inancıyla ilgili görüşlerini
be­lirlediği Kitâbü 't-Teuhfdini yazmış ve etrafına birtakım öğrenciler
toplayarak görüşlerini tebliğ etmeye başlamış, babasının 1153'te (1740)
vefatı üzerine Hureymile'yi terkederek Uyeyne'ye gelmiştir.

Bu dönemde Uyeyne'ye hâkim olan Muammer ailesinden Enıîr Osman b.


Bİşr'i bölgede kutsal kabul edilen Zeyd b. Hattâb'ın (ö. 12/634) türbesiyle
bu civardadaki bazı mezarları yıkmaya ve ağaç­ları kesmeye ikna etmiş, bu
arada vaazlarını Dir'İye, Riyad ve Men-fûha'ya kadar genişletmiştir. Ancak
onun Uyeyne'deki faaliyetle­rinden hoşnut olmayan insanların baskısı
özellikle de Benû Hâlid kabilesinin emiri Süleyman b. Urey'ir'in müdahelesi
sonunda Uyeyne'yi terketmek zoaında kalmış ve Riyad yakınında bulunan
Dir'iye bölgesine gelmiştir.

Dİr'iye'de Emîr Muhammed b. Suûd'un desteğini kazanan Mu­hammed b.


Abdülvehhâb 1157 (1744) yılında emîrle Allah'ın hü­kümranlığını kurmak
üzere, emirliğin îbn Suûd ve nesline, şeyhli­ğin ise kendisine ve nesline ait
olması şartıyla, savaşta ve barışta birbirini desteklemek üzere karşılıklı
olarak biat etmişlerdir. Bu ta­rih küçük bir bedevi emirliğinin büyük bir
devlete dönüşümünün başlangıcına işaret etmekle kalmayıp, ayrıca Hanbeiî
mezhebinin de bir devletin resmî mezhebi olarak kabul edilmesinin
başlangıcı­nı teşkil eder. Bu tarihten sonra Muhammed b, Abdülvehhâb'ı
Su­udi Krallığı'ndan ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu dönemin ta­rihî ve
siyasî şartlan, Muhammed b. Suûd'un siyasî nüfuzunu artır­mak için
Muhammed b. Abdülvehhâb gibi bir bilgine, onun ise kendi davetini
yayabilmek için Muhammed b. Suûd gibi bir emîre ihtiyacı olduğunu
göstermektedir.[387]

Muhammetl b. Abdülvehhâb Ölünceye kadar Dir'iye Camii'nde dersler


vererek, ye.siili eserler yazarak, Neci d bölgesinde ve kom­şu ülkelerde
bulunan bazı bilginlere, emirlere, .sultanlara mektup­lar yazarak dinî ve
siyasî sahada faaliyetlerine devam etmiştir. Onun doktrininin temelini
Allah'ın zât, sıfat ve fiilileri yönünden birlenmesinin tevhid için yeterli
olmayıp kulların da kendi fiilleriy­le Allah'ı birlemeleri gerektiği prensibi
oluşturur (tevhîd-i ma'bûdi-yet, amelî tevhid). Bu tevhidi yerine
getirmeyenler kâfir olup onla­rın mal ve canlan muvahhidlere helâldir.
Müteşâbİh âyetlerden za­hirleri kastedilmiş olup bunları te'vil ve tefsir caiz
değildir. Teves­sül küfürdür ve şefaat yalnızca Allah'a mahsustur.
Dolayısıyla Kur'an'dan başka mürşid, Allah'tan başka hidayet verici yoktur
ve Peygamberlerden dahi şefaat dilemek haramdır. Ona göre, Kur'an ve
Sünnet'te olmayan her yeni şey bid'at ve her bid'at ise sapıklık­tır. Akıl şerî
bir delil olmadığı gibi mevcut naslar haricinde ictihad, kıyas ve istihsan
yollarına gidilemez. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak için çalışmak
ve gerekirse savaşmak farzdır.[388]

Ancak İslâm dünyasında Vehhâbiliğin keiâm ve fıkıh alanında­ki bu katı


görüşlerinin reddi konusunda geniş bir literatür meyda­na gelmiştir. [389]

Muhammed b. Abdülvehhâb'm kendi dönemindeki dinî, siyasî ve kültürel


alanlardaki yozlaşma ile mücadeleye karar vermesinde; öncelikle kendi
ailesinden tevarüs etliği ve daha sonra da eğitimi, .seyahatleri ve
lecrübeleriyle zihninde berraklaşan Hanbelî mezhe­binin Kur'an ve Sünnet
metinlerini anlama ve Allah'ın sıfatlarını yo­rumlamadaki Selefi yaklaşımının
etkisi açıkça görülmekledir. Onun bu mücadelesinde en büyük referansının
Hanbelî mezhebi tarihinde benzer bir mücadele vermiş olan Ibn
Teymiyye'nin dü­şünce ve hayatı olacağı tabiidir. Bu arada o, başta İbn
Kayyim el-Cevziyye olmak üzere mezhepte etkili olmuş diğer bilginlerin eser
ve fikirlerinden de yararlanmıştır.

Bununla birlikte onun başlattığı hareketin, özellikle ilk yıllarda Hanbelî


mezhebi mensuplarından tam destek aldığı söylenemez. Meselâ, bölgenin
önemli bilginlerinden ve Muhammed b. Abdül-vehhâb'ın da kardeşi olan
Süleyman b. Abdülvehhâb, Muhammed b. Abdurrahman el-Ahsâî,
Muhammed b. Abdullah b. Fîrûz en-Necdî ve meşhur bir Hanbelî tarihçisi
olup es-Suhûbü'l-vâbile[390] adlı Hanbelî tabakalını yazan îbn Humeyd (ö.
1295/1878) gibi ba­zı Hanbelî bilginler bu hareketi benimsememiş hatta
ona hasım ol­muşlardır. [391]

Şeyh Muhammed'in kendi davetinde kullanılmak üzere yazdığı ve çeşitli


defalar baskısı yapılmış olan eserlerinin çoğu, Kur'an ve Sünnet
metinlerinden aktarılmış parçalardan meydana gelen muh­tasar kitaplardır.
Hanbelî tarihi içerisinde mezhebin en dar ve en sı­kı bakış açısını yansıtan
Kitâbü't-Tevhîdi sıksık basılmış ve üzerin­de birçok şerh yazılmıştır.[392]
Onun küçüklü-büyüklü bütün eserle­ri Müettefâtü'ş-Şeyhi'l-îmâm
Muhammed b. 'Abdülvehhâb adı al­tında neşredilmiştir. Bunlar içerisinde
başta Kitâbü 't-Tevhîd olmak üzere fıkha dair Muhtasânıİ-insâfvt Şerhu'l-
kebfr, Mubtasaru St-reti'r-resûl ve el-Fetâvâ, siyer konusunda Muhtasara
Zâdi'İ-me'âd, hadîsle ilgili Mecmu'u'l-hadîsve Ehâdtsfi'l-fiten ve'l-havâ-dis
gibi eserleri bulunmaktadır. [393]

Muhammed'in oğulları ve birçok torunu da onun fikirlerini yay­mak için


çalışmıştır. Bunlardan oğlu Abdullah, Hicazın fethi sıra­sında Suûd lı.
Ahdülaziz'i (ö. 1218/1803-14) desteklemiş, Vehhâbî daveti ile ilgili çeşitli
kitaplar yazmıştır. Abdullah'ın oğlu Diriye Kadısı Süleyman ise şiddetli bir
Osmanlı düşmanı olup 1233 (1818) yılında ibrahim Paşa'nın Dir'iye'yİ ele
geçirmesi üzerine idam edil­miştir.[394] Onun, dedesinin Kitâbü
t~Tevbtd"ine olan şerhi yanında ed-Delâil JT 'ademi müvâlâti ehli'l-işrâk,
Haşiye 'ale'l-Mukni' fi'l-fıkb ve Vehhâbî davetinin Irak'la ilişkileri konusunda
Kitâbü 't-Tev-hîd 'an tevMdi'UHallâkJîcevabi [395] adında bir eseri
bu­lunmaktadır Abdurrahman b. Hasan (ö. 1285/1869) ise dedesi
Mu­hammed b. Abdülvehhâb'ın Kitâbü't-Tevhîdine Fethıt'l-mecîdşer-hu
Kitâbi't-Tevhîd adında bir şerh ile Hams resâil, el-Kavlü'l-fas-lü'n-nejîsfi'r-
reddi 'aleİ-müflen Dâvûd b. Cercîs gibi çeşitli eser­leri bulunmaktadır. [396]

Vehhâbîlİğin doğup geliştiği dönemde Mısır, Suriye, Irak ve Hi­caz gibi çeşitli
bölgelerde önceden Hanbelî mezhebine mensup in­sanlar içerisinde
Vehhâbî hareketini benimseyen veya bu hareket­ten ayrı klasik bir Hanbelî
olarak birçok ilim adamı yetişmeye de­vam etmiştir. Bunlara örnek olarak
Hanbelî tarihçisi Kemâleddin Muhammed el-Gazzî (ö. 1214/1799), Dımaşk
Hanbelî müftüsü Mustafa b. Sa'd es-Süyûtî (ö.1243/1827), Osman b, Sind
en-Necdî (ö. 1250/ 1834), aslen Iraklı olup Hanbelî mezhebine birçok İlim
adamı veren Şattî ailesinden Mustafa b. Mahmûd eş-Şattî (ö. 1269/ 1852),
Hasan eş-Şattî (ö. 1274/1857) ve Abdüssselâm b. Abdurrah­man eş-Şattî (Ö.
1295/1878); es-Sububü 'l-vâbile, Hâşiyetü 'ala Şer-bi'l-Müntehâ gibi
eserlerin müellifi Muhammed b. Abdullah b. Os­man b. Humeyd el-Âmirî
(ö. 1295/1878), Muhammed Hatîb ed-Dû-mânî (ö. 1308/1890), Hanbelî
tabakalına dair bir eseri bulunan Muhammed Murad Efendi eş-Şatâ (ö.
131İ/1H96) ve el Medbal ila Mezbebvl-îmûm Abtııed b. Hanbe/-, Şerbu
Ravzalü 'n-nâzır gibi eserlerin sahihi Ahdüikadir b; Bedrân (ö. 1927) ve daha
birçok 1 [anbelî bilgini gösterilebilir.[397]
Muhammed b. Abdiilvehhâb ile Muhammed b. Suûd merkez­den uzak
Necid bölgesinde kendi dinî ve siyasî oluşumlarını ta­mamlarken, Lale
Devrî'nin sıkıntıları ile meşgul olan Osmanlılar'da 1. Mahrriud henüz yeni
tahta çıkmıştı (1143/ 1730). Devlet, Patrona Halil (Ö. 1143/1730) ve çeşitli
Yeniçeri isyanları ile uğraşırken, İran Şahı Nâdir (ö. 1160/1747) ile Rusya ve
Avusturya devamlı olarak sı­nırlara tecavüz ediyordu. III. Selim devrinde
(1203-1222/1789-1807) ise Rusya ve Avusturya'nın tecavüzleri yanında
Fransızlar Mı­sır'a girmiş (1213/1798) ve ülkedeki iç karışıklıklar sürekli
gelişen Vehhâbî hareketiyle İlgilenme imkânı vermemişti. [398]

Muhammed b. Suûd'un ölümünden sonra oğlu I. Abdülazîz (1179-1218/


1765-1803) Katar, Bahreyn ve Uman'ın önemli bir bö­lümünü ele geçirmiş
ve Vehhâbî kuvvetleri 1226 (1811) tarihi itiba­riyle Halep'ten Hint
Okyanusu'na, Iran körfezi ve Irak sınırların­dan Kızıldeniz'e kadar yayılmıştı.
Bu durumdan rahatsız olan Osmanlılar, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali
Paşa "dan (ö. 1265/ 1848) Suûdî-Vehhâbî hareketine müdahele etmesini ve
onları özellikle Mekke ve Medine'den uzaklaştırmasını istemişlerdir.
Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa 1234'te (1818) Vehhâbîler'İn
merkezi Dir'iye'yİ ele geçirerek Birinci Suûdî-Vehhâbî rejimine son
vermiş­tir.

Ancak, bu arada Mısırlıların elinden kurtulan Suudî ailesinden Türkî b.


Abdullah (1820-34) Riyad'ı ele geçirerek burayı başşehir yaprmş ve
kendisini de Necid, Hasa (Ahsa, Lahsâ) ve Uman emîri ilân etmiştir. Daha
sonra oğlu Faysal b. Türkî (1249-55/1834-38, 1259-82/1843-65) Hicaz ve
Basra körfezi kıyılan dışındaki eski Suud topraklarını tekrar egemenliği
altına almış, ancak Faysal'dan sonra hanedan içi çekişmeler sebebiyle
yönetim Suudî ailesinin üyeleri arasında çeşitli defalar el değiştirmiş, bu
arada Hâil'î mer­kez edinen Reşîdî hanedanı yeni bir güç olarak ortaya
çıkmıştır. II. Abdülazız b. Abdurrahman b. Faysal (1902-53) 1319'da (1902)
Ri-yad'ı Reşîdîler'den alarak Necid bölgesinde Suudî egemenliğini ye­niden
.sağlamış, 1912'de Vehhâbî inançları doğrultusunda stkı bir dinî ve askerî
eğitim verdiği ihvan birliklerini kurmuş, [399] 1919'da Mekke Şerifi Hüseyin
b. Ali'nin (ö. 1350/1931) kuvvetlerini, 1340'ta (1921-22) ise Reşîdîler'i
yenerek Arabistan'ın kuzeyini bütünüyle ele geçirmiştir.
Osmanlı Devletİ'nin çeşitli iç ve dış olaylar sebebiyle otoritesi­nin zayıfladığı
ve bu hareketi takip etmek için böigeye hususi bir ordu gönderemeyip İşi
bölgedeki çeşitli valilere ve Mekke-Medine emirlerine havale etmek
zoaında kaldığı ve daha sonra da inkıra­za uğradığı bir ortamda, Vehhâbî-
Suûdî birlikleri 1924'te Tâif ve Mekke'ye, 1925'de ise Medine ve Cidde'ye
girmişlerdir.[400]

D) Yeni Dönem

Osmanlı Devleti, içerisinde Vehhâbî hareketinin de dahil oldu­ğu çeşitli iç


isyanlar ve bazı dış tecavüzler neticesinde zaafa düş­müş ve I. Dünya Savaşı
(1914-1918) sonunda îtilâf devletleri tara­fından Anadolu işgal edilmişti.
Mustafa Kemal Atatürk'ün önderli-.ğinde Anadolu'da verilen İstiklâl
mücadelesinin neticesinde, 1923 yılında Osmanlı Devleti tarihin sayfalarına
intikal ederken, onun tarihî ve coğrafî mirası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ku­rulmuştur. Eski Osmanlı haritasında meydana gelen bu büyük
de­ğişiklikler ve yukarıda kısaca özetlenen tarihi hadiseler sonunda, Suudi
Emirliği Suudî Devleti haline dönüşmüş ve bu devletin res­mî ideolojisini de
kendisine Hanbelî mezhebini referans olarak gösteren Muhammed b.
Abdülvehhâb'ın görüşleri teşkil etmiştir.

Bu bir anlamda I lanbeİÎ mezhebinin adı geçen devletin resmî mez­hebi


haline gelmesi demektir ve bu durum da söz konusu mezhe­bin tarihinde
yeni bir safhayı oluşturur.

Suudîler'in lideri Abdülazîz h. Suûd, kendisini 1926'da Hicaz, 1927'de Necid


kralı ilân etmiş ve 17 Eylül 1927 tarihinde de İngiliz­lerle Cidde
Antlaşması'nı imzalamıştır.[401] Bu anlaşma hükümlerine göre ingilizler,
Şerif Hüseyin'i terkederek Suudîler'in Hicaz üzerin­deki egemenliğini
tanımış, Abdülazız de İngiliz nüfuzu altındaki Ürdün ve Irak ile çatışmaktan
vazgeçmiştir. [402]

iki ayrı birim olarak yönetilen Hicaz ve Necid bölgeleri 1932'de Suudî
Arabistan Krallığı adı altında birleştirilmiştir. Abdülaziz'in ölümünden (ö.
1953) sonra yerine büyük oğlu Suûd (ö. 1969) geç­miş, ancak daha sonra
ikinci oğlu Faysal b. Abdülazız 1964'de bü­tün yetkileri eline geçirerek kral
olmuş ve 1975'te öldürülene ka­dar ülkeyi dirayetle yönetmiştir.
Faysal'dan sonra tahta kardeşi Hâlİd b. Abdülazız (1975-1982), onun
ölümünü (1982) müteakip ise kardeşi Fahd b. Abdülazız çık­mıştır.

Ülkenin kalkınmasında ve alt yapısında köklü bir modernleşme süreci


yaşanmakla birlike İdarenin monarşik yapısı ile devletin Vehhâbî
ideolojisinde herhangi bir değişme olmamıştır. [403]

29 Ağustos 1926 tarihli Hicaz Krallığı anayasasının 6. maddesin­de "Hicaz


Krallığı'nda hükümler, Kur'an ve Peygamber'in sünneti­ne uygun olarak
verilir" denilmiştir[404]Aynca, Suudi Arabistan'da kralların ilân ettikleri
çeşitli bildiri ve genelgelerde belirttiklerine göre. ülke şeriat kurallarına göre
yönetilir.[405]1926 tarihli anayasada olduğu gibi, daha sonraki kralların
bildiri ve beyanlarında ge­cen "şeriat" kavramından Kilap ve Sünnet
kastedilmiş olup. Han­belî mezhebi veya Vehhâbî anlayışına hususi olarak
herhangi bir atıfla bulunulmamıştır. Bu durum devletin "resmî bir mezhep"
te­lakkisinin olmadığı hissini uyandırmakla beraber, söz konusu dev­let
meşruyetinî Mulıammed b. Abdülvehhâb ile Muhammcd b. Su-ûd'un 1744
Dir'iye'de yaptıkları anlaşmadan aldığı için özeüikle hukuk, [406] eğitim,
Öğretim ve dinî hizmetler alanında bu anlaşmaya sâdık kalındığı
gözlenmektedir. Ayrıca, Suudi Arabistan Krallığı "nın kuruluşundan bugüne
kadar geçen tarihî süreç içerisinde Muham-med b. Abdülvehhâb da
Vehhâbî hareketinin en büyük teorisyeni olarak yerini korumuştur.

Öte yandan, Vehhâbî hareketi her ne kadar ilhamını Hanbelî geleneğinden


almış ve İslâm dünyasının çeşitli bölgelerindeki yan­lış bazı anlayışların
düzeltilmesi konusunda bir canlılık sağlamışsa da bu hareketin de dahil
olduğu çeşitli isyanlar ve yabancı ülkele­rin tecavüzleri sonunda Osmanlı
Devleti'nin yıkılmış olması, söz konusu hareketin tarihi olarak bir Arap
milliyetçiliği hareketi veya böyle bir hareketin habercisi olup olmadığı
konusunda tereddütle­rin doğmasına yol açmıştır. Bununla birlikte,
Vehhâbîlik özellikle dinî alanda sadece Necid bölgesini etkilemekle
kalmamış, aynı za­manda tesiri Kuzey Afrika'dan Uzakdoğu'ya kadar birçok
bölgeye ulaşmıştır, [407] Bu durum, en azından Hanbelî eserlerinin ve
olayla­ra yaklaşım tarzının da söz konusu bölgelere ulaşması anlamına
gelmektedir ve böylece Hanbelî mezhebi ile Vehhâbîlik hareketi aynı tarihi
paylaşmaktadırlar.
Arabistan'dan sonra Vehhâbîliğin yayıldığı ikinci bölge olarak kabul edilen
Hindistan'da hareketin ilk işaretlerine Doğu Bengal'in Favidpûr bölgesinde
Hacı Jeriatuilah'ın (176-İ-1S4O) liderliğinde kurulan Ferâizî hareketinde
rastlanmaktadır.[408] Ayrıca, i Iindis-mn'da bidat ve hurâfeleyie
mücadaiecie önemli bir yeri olan Seyyid Alımed Şehîd el-Birîlvî'nin (ö.
1246/1S3D hareketinin de Veh­hâbî davetinin bazı prensiplerinden unsurlar
taşıdığı iddia edilmiş­tir. [409]Bugün ise Hint kıtasında Vehhâbîliğin,
kendilerini "Ehl-İ ha­dîs" olarak isimlendiren hareket tarafından devam
ettirildiği ileri sürülmektedir. [410]

Endonezya'da XIX. yüzyılın başlarında Tuanku nan Rantjeh li­derliğinde bir


grup, Vehhâbîler'in Arabistan'da yaptıkları gibi bazı ıslah hareketlerine
girişmişler ise de Rantjeh'in 1832'de ölmesiyle bu hareket sona ermiş,
ancak bu bölgede Kur'an ve Sünnet esasla­rına dayalı Islâmî bir hayat için
muhtemelen bazı Vehhâbî etkileri taşıyan Pedriler (Padriler) gibi başka bazı
hareketler varlıklarını sürdürmüşlerdir. [411]

Mısır'da ise Muhammed Abduh'un (ö. 1323/1905) başını çekti­ği Yeni


Selefiyye hareketinin Vehhâbîlik'ten bazı fikirler aldığı ileri sürü İm üstü
[412] Aynca, XX. yüzyılın başında Hasan el-Bennâ (ö. 1368/1949) tarafından
kurulan İhvân-ı Müslimîn (Müslüman Kar­deşler Teşkilâtı) hareketinin de
Vehhâbî davetinden etkilendiği id­dia edilmiş tir. [413]

Kuzey Afrika'da özellikle de Fas ve Libya'da XIX. asır boyunca Vehhâbî


fikirler değişik şekiller altında görülmüştür. [414] Libya'da Senûsî
Muhammed b. Ali (ö. 1202/1859) tarafından kurulan Senûsiy-ye hareketi,
Vehhâbîlik ile sûfiüğin bir karışımı olarak değerlendi [415]Batı Afrika'da
Osman dan Fodİo'nun (ö. 1232/1817) cihadının ve Batı Sudan'daki
Fulânîler'in Vehhâbîier'den bazı etkiler taşıdığı söylenmektedir. [416]

Son olarak, 1989-90 yıllarında Doğu Blokıfnun çökmesi üzeri­ne, Vehhâbî ve


Selefi düşünceye mensup kişi ve kuruluşların Orta Asya, Kafkasya ve
Balkanlardaki Hanefî mezhebine mensup müs-lümanlann yaşadığı Türk
kültür havzasında çeşitli dînî ve kültürel faaliyetlere giriştikleri
gözlemlenmektedir. Bu çalışmalar, .söz ko­nusu bölgelerdeki Müslüman
unsurların maddî imkansızlıkları ve din konusundaki cehaletleri .sebebiyle,
mevzî başarılar elde etse de adı geçen bölgeler, hukukî tefekkürlerinin
temelini re'y ve kıyas gi­bi çeşitli akıl yürütme metotları teşkil eden Hanefî
mezhebinin as­lî ve doğal vatanı olduğu için, sözlü rivayet (semâ'î)
geleneğine dayanan nakilci (eserci) ve selefçi bir din anlayışının, bu
bölgelerde­ki etkinliği geçici ve yüzeysel olacak; bu girişimler uzun vâdede,
adı geçen bölgelerde yaşayan müslümanlann dini ve toplumsal
bünyelerinde "doku uyuşmazlığı" problemiyle karşılaşacak ve söz konusu
toplumların dini ve sosyal hayatlarında derin yaralar açmaktan başka bir işe
yaramayacak, adı geçen Vehhâbî-Selefî dâile-ri de kendi asli vatanlarına eli
boş olarak geri döneceklerdir.

Diğer taraftan, değişik islâm ülkelerinde bid'at ve hurafelere karşı mücadele


eden, Kur'an ve Sünnet'e dönülmesini amaçlayan bazı kişi veya gaıplar ise,
isterse Necid'den çok uzakta ve burası­na tamamıyla yabancı bulunsunlar,
kendi memleketlerinde çeşitli dinî, siyasî ve sosyal sebeplerle "Vehhâbî"
adıyla anılmış veya "Vehhâbî" olmakla itham edilmişlerdir. Ancak,
Vehhâbîlik sırf bir düşünce hareketi olmayıp, ayrıca İslâm dünyasının her
köşesine taşınma imkânı bulunmayan birtakım millî unsurlar içeren siyasî
bir hareket olduğu için, söz konusu bu bölgesel hareketler, onun yan kolları
olarak değeriendirilmemelidir. Zira, her yıl hac ve um­re için Suudi
Arabistan'a giden milyonlarca insana ücretsiz olarak dağıtılan Vehhâbî
doktrinine ait çeşitli kitapların, İslâm tir, her bölgesinde Necid lipi bir
harekeli gerçekleştirebilmek lerli etkiyi yapamamış olması, bu durumun bir
işareti savilaf T Fakat, bültin bunlara rağmen, Vehhâbîlik çağdaş İslâm
düşün sinde ve Hanbelî mezhebi tarihi içerisinde önemli bir köşe tası
ola­rak tarihteki yerini almıştır.[417]

Vehhâbîlik hareketinin çeşitli bölgelerdeki yayılmasıyla ilajü ko­nulan siyasî


tarih ve mezhepler tarihine havale ederek Hanbelî mez­hebinin bugünkü
pozisyonuyla ilgili şunlar söylenebilir: Günümüz­de bu mezhebin; tarihî,
coğrafî, dinî, siyasî ve ekonomik alanlarda büyük öneme haiz olan Suudi
Arabistan Kraliığı'nm himayesinde ve adı geçen ülkenin önemi ile doğru
orantılı olarak büyük gelişmeler kaydettiği ve akaide dair görüşlerinin
ülkenin dinî hayat ve eğitim stratejisinin belirlenmesinde etkili olması ve
fıkha dair görüşlerinin' ise dinî ve hukukî hayatta tatbik edilmesi
sebebiyle[418] gerek litera­tür gerekse doktrinin yayılması ve işlenmesi
açısından diğer mezhepler karşısında büyük bir avantaj elde ettiği
gözlenmektedir. Bu imkanlarla, söz konusu ülkenin üniversite ve araştırma
merkezlerin­de Hanbelî mezhebinin başta akâid olmak üzere hadîs, fıkıh ve
di­ğer dallardaki görüşleri hakkında birçok yüksek lisans ve doktora
çalışması yapılmakta ve bu arada üniversitelerin bilhassa akâid ve tevhidle
İlgili bölümlerinde devletin Selefî-Vehhâbî ideolojisinin ko­runmasına özel
bir hassasiyet gösterilmektedir. Bu himaye ve gay­retler neticesinde, XX.
yüzyılda eski ve yeni birçok Hanbeiî literatü­rü yalnızca Suudi Arabistan'da
değil Mısır, Suriye, Lübnan ve Hindis­tan gibi çeşitli bölgelerde de basılma
İmkânına kavuşmuştur.[419]

III. Mezhebin Coğrafyası

Birinci bölümde Ilunbelî mezhebinin tarihçesi sırasında belirtil­diği gibi,


İslâm coğrafyasının muhtelit"bölgelerinden yaklaşık 5000 civarında talebe
ve ilim adamı Ahmed b. Ihınbel'in ders halkasına katılmış ve bu kişiler
vasıtasıyla onun görüşleri geniş bir alana ya­yılma imkânı bulmuştu. İbn Ebû
Ya'lanın (ö. 526/1131) Hanbelî mezhebinin klasik anlamda ilk tabakat kitabı
sayılan ve Ahmed b. Hanbel'den başlayarak 513 (1119) yılına kadar yaşamış
olan 706 âlimin hayatını anlattığı Tabakâtü'l-Hunâbileadlı eserine bakıldı­ğı
zaman, onların nisbelerinden birçoğunun Bağdat, Küfe, Nîşâ-bur, Horasan,
Basra, Halep, Şam ve Hicaz gibi çeşitli şehir ve bölgelerden geldikleri
anlaşılmaktadır. Özellikle IV. (X.) asırda Han­belî mezhebi Bağdat'ta üstün
bir duruma gelmiş, ancak Hanbelî-ler'in burada Eş'ari-Şâfiî mezhebi
mensuplarıyla yaptıkları seıt mü­cadeleler devletin onlara karşı çeşitli
tedbirler almasına sebep ol­muştur. [420]

Zamanla Bağdat'tan güneye doğaı başlayan mezhebin yayılma süreci


özellikle Moğollar'm Bağdat'ı işgalinden (656/1258) önce başlayan çeşitli iç
göçlerin de etkisi İle hızlanmıştır. İbn Receb'in (o, 795/1393) V. (XI.) asrın
ortalarından VIII. (XIV.) asrın ortalarına kadar yaklaşık üç asn kaplayan bir
dönemde yaşamış olan 552 Hanbelî âliminin hayatını anlattığı Kitâhü'z-Zeyl
'alâ Tabakâtı'l-Hanâbilesinin fihristine bakıldığı zaman, tercüme-i hâlleri
anlatı­lan kişilerin yukarıda adı geçen şehirlerle birlikte Âmid, Ba'lebek,
Erbil, Halep, Hama, Harran, Hemedan, İsfahan, Kudüs, Musul, Rakka,
Sâmerrâ, Semerkant, Şam, Şîraz, Taberistan ve Vâsıl gibi bütün Irak, Suriye
ve Filistin topraklarına yayıldıkları ve özellikle de bunlardan Harran, Şam ve
Beytülmakdİs (Kudüs) gibi şehirler­de büyük Hanbelî bilginleri, Benû
Teymiyye ve Benû Kudâme gi­bi meşhur Hanbelî ailelerinin bulunduğu
görülür. Özellikle VII. (XIII.) yüzyıldan sonra ise Mısır bölgesinde Hanbelîler
görülmeye başlanmış ve buradan az da olsa Kuzey Afrika ülkelerin'.-
yayılma imkânı bulmuşlardır. [421] Ancak, yukarıdaki bölgelerde
Hanbelî mezhebine mensup birçok âlimin bulunması, adı geçen bölgelerin
halklarının bütünüyle bu mezhebe mensup olduğu anlamına gel­mez. isiâm
hukuk tarihi ve mezhepler tarihi ile ilgili kaynaklarda, ge­nel olarak Hanbelî
mezhebi Sünnî fıkıh mezhepleri içerisinde da­ima Ilanelî. Şafiî ve Mâliki
mezhebinden sonra dördüncü sırada zikredilmiştir. Hanbelî mezhebinin
sayısal bakımdan dördüncü sı­rada yer almasının bize göre biri tarihî diğeri
doktrine! olmak üze­re iki önemli sebebi bulunmaktadır.

Tarihî olarak, mezhebin kurucu imamı olan Ahmed b. Hanbel, müsJümanlar


arasında gerek akaid gerekse fıkıh konularında genel eğilimlerin
belirginleşmesinden sonra ve çeşitli tarihî, coğrafi, siya­sî ve kültürel
sebeplerle insanların kendilerini belli bir gruba men­sup hissetmeleriyle
İigİli sürecin tamamlanma aşamasında gelmiş­tir. İbn Hanbel'in tarih
bakımından diğer imamlardan sonra yetiş­mesi ve görüşlerinin
sistematikleştirilmesi ve mezhep haline gele­bilmesi için uzun bir tedvin
dönemi geçirmek zorunda kalması, Hanbelî mezhebi mensuplarının,
önceden mevcut olan islâm hu­kuk mezhepleri içerisinde sayısal bakımdan
sonuncu sırada yer almasına sebep olmuştur.

Doktrinal olarak ise, bu mezhep mensupları özellikle Allah'ın sıfatlan, te'vil,


tecsîm ve bid'at gibi bazı akaid konularında Ehl-i sünnet içerisinde ifrata
yakın bir noktada bulunmuş ve bu görüşle­rini şiddetle savunmuşlardır.
Hanbelîler'in önce Mu'tezüe ile, onla­rın inkırazından sonra da Eş'arîleıİe ve
bazı tasavvuf şeyhleri ve fırkalarıyla olan bu uzun ve sert mücadeleleri,
onlara karşı olan grupları kemikleştirmiş ve bu durum zamanla zaten az
olan mez­hep mensuplarının sayısının daha da azalmasına etki etmiş
olmalıdır.[422]

Öte yandan İbn Haldun, Hanbelî mezhebine mensup olanların sayısının


diğer Sünnî fıkıh mezheplerine nisbetle az oluşunu, bu mezhebin ictihaddan
uzak olmasına ve onun asıl kuvvetini rivayet ve haberlerden almasına
bağlamıştır. [423] Bize göre, ikinci bölümde anlatıldığı gibi, Hanbelî mezhebi
zengin hadîs kaynakları, sahabe ve Selefin görüş ve fetvaları, örf ve âdet,
maslahal-ı mürsele ve is-lishâb gibi sürekli gelişmeye açık olan önemli
metodolojik araçla­ra sahip bulunmaktadır. Bu sebeple Hanbelîler'in diğer
mezheple­re nisbelle az oluşunu, onların fıkhî metodolojilerinden ziyade,
akaidle ilgili görüşlerinde ve bu uğurda verdikleri mücadelelerinde aramak
daha isabetli olmalıdır. Zira başta Ahmed b. Hanbel'i büyük bir şöhrete
ulaştıran ve arkasından geniş kitlelerin gitmesi­ni sağlayan unsur ve tarihte
Hanbelî mezhebi mensuplarının katıl­mış olduklan çeşitli olaylar, onların
fıkhı görüşleri ve metodolojik farklılıkları değil, akaid alanındaki görüş ve
mücadeleleridir. Mu-hammed Ebû Zehre de Ibn Haldun'un bu görüşünü
tenkit ederek, bir mezhebin tâbilerinin azlığı veya çokluğunun, o mezhebin
me­totlarından ziyade, onun yayılmasını kolaylaştıran veya güçleştiren
birtakım siyasî ve sosyal sebeplere bağlı olduğunu söylemiştir.[424] Bu
değerlendirmeyi destekleyen bir delil de Hanbelî mezhebinin XVIII. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Hicaz bölgesinde göster­diği gelişmedir.
Muhammed b. Abdülvehhâb'ın 1744 yılında Emîr Muhammed b. Suûd İle
Dir'İye'de yaptığı anlaşmanın sonucu ola­rak ortaya çıkan Vehhâbî hareketi,
Hanbelî mezhebinin akaid ve fı­kıh konularındaki görüşlerinden ilham almış
ve bu hareket daha sonra Hicaz bölgesinde Suudi Arabistan Krallığı adı
altında yeni bir devletin kurulması İle neticelenmiştir.

Bugün dünyada özellikle tslâm ülkelerinde yapılan nüfus sa­yımlarında


mezheplerle ilgili açık İstatistikler bulunmadığından mezheplerin
dağılımlarını gösteren gerçek rakamlardan mahrum bulunmaktayız. Burada
ancak, mezhebin kuruluş ve tarihçesiyle ü-gili birinci bölümde verilen
bilgilerden hareketle, mezhebin genel olarak yayıldığı bölgelerin adı
verilecektir. Buna göre bugün Han­belî mezhebi mensuplan mezhebin tarihi
olarak yayılmış olduğu Irak, Suriye, Ürdün, Filistin ve Mısır'da
bulunmaktadır. Ayrıca, Veh­hâbî hareketinin etkisiyle Hindistan ve Kuzey
Afrika gibi bazı böl­gelerde Ahmed b. Hanbel'in fıkıhtaki görüş ve
fetvalarıyla hareket eden çeşitli kimselere rastlanmaktadır. [425] Suudi
Arabistan, Katar ve Uman'da ise Hanbeİtler'in sayısı diğer mezhep
mensuplarından daha fazla bulunmaktadır. [426] Bugün dünyada
Hanbelîler'in sayısı­nın yaklaşık olarak 20 milyon civarında olduğu
söylenebilir. [427]
II. HANBELİ MEZHEBİNİN USULÜ VE GENEL KARAKTERİSTİĞİ

I. Usulü

Müctehidin şerl-amelî hükümleri tafsîlî delillerinden çıkarabil-mesine


yarayan kurallar bütününden meydana gelen usûlüİ-fîkh (hukukun kökleri)
ilmi, çağdaş İslâm âlimlerinden Muhammed Ha-mîdullah'ın işaret ettiğine
göre, müslüinanlardan önce ne Şark ve ne de Garp cemiyetleri tarafından
meydana getirilmiş değildir.[428] Bu konuda günümüze kadar ulaşabilmiş
ilk usul kitabı olma özelliğini hâlâ İmam Şafiî'nin er-Risâle'si korumaktadır.
Ancak bu, Şafiî'nin söz konusu eserinden önce İslâm hukukçularında usul
düşüncesi­nin olmadığı anlamına gelmez. Zira, onun kitabının konularını
teş­kil eden kitap, sünnet, icmâ ve kıyas gibi konular hem kendi hem de
kendisinden Öncekiler devrinde tartışılan konulardır. Şafiî'nin buradaki
hizmeti, yapılan tartışmaları imkân nisbetinde özetlemesi, sistemleştirmesi
ve kendi görüşlerini ortaya koymasıdır.

imam Şafiî'nin bıı eseri sayesinde, onun devrinde İslâm dünya­sında mevcut
olan muhaddislerin saf akîdeciliği, ehl-i reyin libera­lizmi ve Mu'tezile'nin
rasyonalizmi şeklinde özetlenebilecek üç te­mel eğilimden hukukçularla
muhaddîsler arasındaki ihtilâf gideril­meye ve bu iki grup yanyana
getirilmeye çalışılmıştır. [429] Bu gruplar­dan Mu'tezîle ise, gittikçe
şiddetini artıracak şekilde Ehl-i sünnet'e karşı mücadelesini sürdürmüş ve
halku'l-Kur'an meselesinde dev­letin resmî görevlileri ve halifelerini de
kullanarak büyük bir baskı kurmuştur. Bu baskılara karşı ilim adamları ve
halk arasında olu­şan geniş aksülamel karşısında, Abbasî Halifesi Mütevekkil
(232-247/847-862) geri adım atmak zoaında kalmış ve bu adım sadece
Mu'tezile'nin tarihten siiinme.siyle değil, aynı zamanda onların yaz­dıkları
birçok eserin de yok olmasıyla neticelenmiştir. [430]
III. (IX.) asırda .Şafiî'nin eseri ilim dünyasında gereken y yapmış ve bu alanda
birçok eser yazılmasını) sebep olmuştur

lar arasında lanefîler'deıı îsâ b. Hbân'ın (ö. 221/835) Kitâhü lsbâ H'l-kıyâs,
Mu'tezİle'Uen İbrahim en-Nazzâm'm (ö. 221/835) Kitâ-bü'u-NükeL
Mâlikîler'den Asbağ b. R-rec'in (ö. 225/839) Kitâb 'usûH'l-fokb, Dâvûd b. Ali
ez-Zâhirî'nin (ö. 270/883) Kiıâbümâ, Kiıâbü /btâli'İ-kıyâsgihi eserleri
sayılabilir.[431]

IV. (X.) asır ise hem mezheplerin usul görüşlerinin olgunlaşma­sı ve son
şeklini alması hem de bu konudaki eserlerin sistematik­lerinin etkilerinin
günümüze kadar devam etmesi bakımından ts-lâm hukuk tarihinde çok
önemli bir devirdir. İbn Burhan el-Fârisî eş-Şâfiî'nin (ö. 305/917) ez-ZabîreJÎ
'usûli'l-ftkh, İbn Süreyc'in (ö. 306/918) Kitâbü'r-Red 'alâ İbn Dâvüd fîİbtâlVl-
kıyâs, Ebü'l-Hasan el-Kerhî'nin (o. 340/951) 'Usû[432] ve Ahmed b. Ali er-
Râzî el-Ces-sâs'ın (ö. 370/980) el-Fusûlfi'l-'usûf[433] gibi eserleri bu asırda
yazılan usul kitaplarından bazılarıdır. [434]

Artık bundan sonra usul edebiyatı gelişmiş ve yazarların gaye­leri ve


kullandıkları metotlar bakımından çeşitli kısımlara ayrılmış­tır. [435]
Çoğunluğunu kdâmcıların teşkil ettiği müellifler kitaplarını mütekellimîn
metodu (Şâfiîyye metodu), Hanefi usuleüler İse fuka-ha metoduyla
(Hanefiyye metodu) yazmışlardır. Daha sonra bazı müellifler bu iki metodu
birleştirerek memzuç metot (karma me­tot) adını verdikleri yöntemle çeşitli
eserler vermişlerdir. [436]

Usul tarihine Hanbelî mezhebi açısından bakıldığı zaman, özel­likle Ahmed


b. Hanbel'in fıkha dair görüş ve fetvalarını yazdırmak­tan kaçındığı, kendi
re'yi yerine zayıf dahi olsa hadise ve sahâbı kavline itibar ettiği görülür.
Ancak îbn Hanbel'in usule dair bir ese­rinin olmaması, bu konuda hiçbir
görüşü bulunmadığı anlamına gelmez. Onun sağlığında binlerce somya karşı
verdiği cevapların erisinde tutarlı olabilmesi için belli bazı prensiplere dayan
eder. Hatta, bir mesele karşısında öncv kitap, sonra sonra da sahabe
görüşlerini delil olarak kullanması. zihninde (İzcilikle hukukun kaynaklarına
dair bir hiyeraışi-"varlı&trn göstermektedir. Kaldı ki o muhtemelen, ilk usul
kila izan olan hocası ve arkadaşı İmam Şafiî'nin er-Risâle'sini vc likitti en
azından kısmen okumuş olmalıdır. Ayrıca, usul metot bakımından herhangi
bir ihtiyaç duyduğu zamanda ise o, Selef-i sâlihîn'den saydığı ve hadîse
bağlılığına inandığı Şafiî'nin " ölüşlerine müracaat eder ve hadîste hükmü
bulunmayan mesele­leri hiç düşünmeksizin onun hükmüne bırakırdı.

Hanbelî mezhebi mensupları, kumcu imamın ölümünden son­ra ilk önce


imamın görüş ve fetvalarını toplama seferberliğine gi­rişmiş ve bu mezhep
sistematik bir usul kitabına kavuşabilmek için imamın ölümünden sonra
yaklaşık bir buçuk asır daha beklemek durumunda kalmıştır. Mezhebin
beklediği bu kişi Kadî Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'dır (ö. 458/1066).

Ebû Ya'lâ'nın yazdığı el-'Uddefîusûli'l-fıkh adlı eser günümü­ze ulaşan ilk


Hanbelî usul kitabı olma özelliğini henüz korumakta­dır. el-'Udde'nin usul
ile ilgili kaynakianndan anlaşıldığına göre,]i Ebû Ya'lâ bu eseri yazmadan
önce, Hanefîîer'den Cessâs'ın el-Fu-sûl'ünü Mu'tezile'den Ebu'l-Hüseyin el-
Basrî'nin el-Mu'te-medm Ebû Bekir el-Bâkillânî'nin (ö. 403/1013) et-Takrîb
veUr-Şâdfîusûli'l-fiktimı gördüğü anlaşılmaktadır. Re'y ehli ile kelâm-cıların
metodunu iyi bilen Ebû Ya'lâ'dan sonra, yine Hanefîler'in ve Mutezilenin
görüşlerine âşinâ olan Ebu'l-HattâlVın (ö. 510/1116) et-Tembîd de el-
Vdde'dcn yararlanılarak mütekellimîn metodu yazılmışta-.

Hanbelî usul literatürü, sistematik bakımından ehl-i reyi temsil iâmcı ve


hukukçusu oian Gazzâlînin (ö. 505/1111) Miistas büyük oranda ihtisar
ederek Ravzatü'n-nâzır adıyla bir eser yazmıştır.IK Bu durum söz konusu iki
mezhebin, fıkıh ve usuldeki yakınlıkları bakımından normal karşılanabilir.
Ancak. Mu'leziie'nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, kelâm
tartışmalarında llanbelîler'in en büyük boy hedefinin genel olarak itikadda
Eş'ariyye mezhebinin görüşlerini ve metodunu benimseyen Şâfİîîer
oldukları dikkate alınınca, Hanbelıler'in fıkıh usulü konularında Şâfiîler'le
dost ve akraba, usûlü'd-din (akaid) konularında ise mu­halif ve muhâsım
olmak gibi bir ikilem içine düştükleri ve kendi selefi tarzlarına uygun bir
sistematiğe sahip usul literatürü geliştire­medikleri[437] şeklinde bir şüphe
doğmaktadır. [438] Zira, önemli olan el-Müstasfâyı ihtisar etmek değil,
felsefenin temel dallarından biri olan mantık ilmini fıkıh usulünün
mukaddimesi yapan ve usulle il­gili görüşlerini bu mantık İlkeleriyle
temeliendiren Gazzâlî'nin[439] usul anlayışı İle kumlusundan günümüze
kadar varlığını kelâmı ve felsefî metotlara karşı mücadele etmeye borçlu
olan Hanbeliy-ye'nin görüşlerini uzlaştırmaktır. Bize göre bu uzlaşma, el-
Müstas-fâ'nm mantık İİkelerinin tartışıldığı mukaddimesinin ihtisar
edilme­siyle sağlanabilecek derecede kolay değildir. Eğer böyle olsaydı, İbn
Kudâme'den sonra gelen Ibn Teymiyye, ömrünü Şâfu-Eş'arî kelâmcilanyla
mücadele ederek geçirmek zorunda kalmazdı.

Hanbelî mezhebinin fıkıh usulü hakkında yazdıkları kitaplar, mezhebin


literatürü hakkındaki üçüncü bölüme havale edilerek, şimdi onların bizzat
fıkıh usulüyle ilgili konulardaki görüşlerini in­celemeye çalışacağız. Ancak
bundan önce, onlann usûl-İ fıkıh ilmi­ni nasıl değerlendirdiklerini görmek
istiyoruz.

Kadı Ebû Ya'lâ, usûl-i fıkhın "Üzerine fıkhı meselelerin bina edildiği ve
hükümlerin kendisiyle bilindiği şey" anlamına geldiğini belirtmiştir.
[440]Ona göre, usûl-i fıkıh hakkında konuşmak sadece fıkhın delillerini
konuşmak demek değildir. Çünkü fıkhın delilleri, umum lafızlarının
kullanılması ve ietihad yollarından ibarettir. Hal­buki usûl-i fıkıh çalışmaları,
bütün bu lafız ve ietihad metotlarının muktezâ ve mûcepleri ile sıhhat ve
fesatlarının ispatıyla ilgilidir. Ebû Ya'lâ, bu yaklaşımının tabii sonucu olarak
fürûa bakmadan usûlün bilinemeyeceğini söylemektedir. Zira fürû yollarını
bilme­yen ve onları kullanamayan kimselerin, usulün gerektirdiği çeşitli
istidlal yollarını bilmesi ve onları kullanması mümkün değildir.[441]

Ebû Ya'lâ'nın bu görüşlerinden; önce fürû konularının bilinme­si, daha sonra


da bunlardan usul prensiplerinin vazedilmesi şeklin­de bir anlayış ortaya
çıkmaktadır ki, bu yaklaşım biçimi, onun mensup olduğu ekolden ziyade
fukaha metotu denilen ve daha çok Hanefîler'in kullandığı yönteme daha
yakın gözükmektedir.

Bu tanımdan sonra Ebû Ya'tâ, fıkhın asıllarının (usûl-i fıkıh) ve şer'î delillerin
asıl, mefhûm-i asıl ve istishâbü'1-hâl olmak üzere üç kısım olduğunu
söyleyerek bu konudaki diğer görüşleri nakieder ve bu üçlü taksimin daha
.sahih olduğunu belirtir. [442] Onun bu taksi­mi, biraz aşağıda "islâm
Hukukunun Kaynakları" konusunda ayn-ca daha geniş bir biçimde ele
alınacaktır. Ancak, burada dikkati çe­ken husus, Ebû Ya'lâ'nın bir paragraf
önce usûl-i fıkıh ile fıkhın de-Üllerİ (edİHetü'1-fıkh) arasını ayırırken, burada
söz konusu iki teri­mi eş anlamlı olarak kullanmış olmasıdır.
Ebü'l-Hattâb e!-Kelvezânî ise usûl-İ fıkhın bir sözlük bir de örfi (terim)
anlamı bulunduğunu belirterek, sözlükte onun "Üzerine fıkhın bina edildiği
ve kendisinden (birtakım) fürûun doğduğu şey", fakihîerin örfünde ise
"Deliller, metotlar (turuk), bunların mertebeleri ve bunlarla istidlalde
bulunmanın keyfiyeti" mânasına geldiğini söylemiş ve daha sonra da
delillerin nelerden ibaret oldu­ğunu anlatmaya başlamıştır. [443]

Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânînİn bu tanımı gerek kapsam, gerekse içerik


bakımından hocası Ebû Ya'lâ'nın tanımından daha açık ve anlaşılır
gözükmektedir. Aynca, Kelvezânî'nin bu tarifi klasik fıkıh usulü kitaplarının
konularını da veciz bir şekilde belirlemiş bulun­maktadır.

Şimdi biz, bu konular hakkındaki Hanbelî mezhebinin görüşle­rini; islâm


hukukunun kaynakları (deliller), şer'î delillerden çıkarı­lan hükümler,
kaynaklardan hüküm çıkarma metotları, ietihad ve taklit ana başlıkları
allında incelemeye çalışacağız.[444]

A) İslâm Hukukunun Kaynakları

İlk Hanbefi usûl-i fıkıh kitabının yazan olan Kadı Ebû Yala, yu­karıda
belirtildiği gîbi, şer'î delilleri (kaynak, nıasdar) asıl, mef-hûm-i asıl ve
iüüshâbü'l-hâl olmak üzere üç kısma ayırmıştır.[445]

Bazıları ise şer'î delilleri, elde edilme bakımından kavi (akvâl) ve istihraç
olan deliller şeklinde iki kısma ayırmıştır. Bunlardan kavi (söz) olanlar na.s,
umum, zahir, mefhûmu'1-hitâb, fahve'l-hitâb ve icmâ gibi delillerdir.
İstihraç ise kıyas delilidir. [446]

Ebû Ya'lâ, delîlü'l-hitâb ve istishâbü'l-hâlin de içine girmesi se­bebiyle birinci


taksimin daha kapsamlı ve daha sahih olduğunu söylemektedir. [447]

Üçlü taksimdeki asıl kavramını tasnif eden Ebû Ya'lâ bunu ki­tap (Kur'an-ı
Kerîm), sünnet ve icmâ şeklinde üç kısma ayırır. Ona göre kitap mücmel ve
mufassal, sünnet ise Hz. Peygamber'den biz­zat müşahede ve duyarak elde
edilenler ve sadece haber yoluyla gelenler olmak üzere iki kısımdır. [448]
îemâm mahiyeti ve çeşitleri ise ileride tartışılacaktır.
Bu üçlü taksimde geçen mefhûmü'1-asl; mefhûmu'1-hitâb, delî­lü'l-hitâb ve
ma'ne'l-hitâb olmak üzere Üç kısma ayrılır, lstishâbü'l-hâl ise berâet-İ
zimmet ve İstishâbü hükmi'1-icmâ şeklinde iki kı­sımdır. [449]

islâm hukukunun kaynakları olan delilleri bu şekilde tasnif eden Ebû Ya'lâ,
eserinde önce emir, nehiy, umum, husus, tahsis, nesih, tearuz ve tercih gibi
Kitap ve Sünnet delillerinin ortak konu­larını incelemiş, daha sonra da icmâ,
istishâbü'İ-hâl ve bazı istidlal türlerini, bu arada da kıyası ele almıştır. Bu
sıralama onun yukarı­daki tasnifine genel olarak uygun gözükmektedir.

Ebu'l-Hattâb eİ-Keîvezânî ise hocası Ebû Ya'lâ'nın eserinden büyük oranda


etkilenip onun temel tasnifine sadık kalmış olmakla beraber daha açık ve
anlaşılır kavramlar kullanmıştır. O, söz konu­su üçlü taksimi asıl, ma'kûl-i
asıl ve istishâbü'İ-hâl şeklinde ifade etmiştir.

Ona göre "asıl" delilinin içerisine kitap, sünnet, icmâ ve İmam Jımedden
gelen bir rivayete göre "sahabeden bir kişinin sözü" de girer. Kitabın nas.
zahir, umum ve mücmel olmak üzere dört çeşit delâleti vardır, sünnelin ise
kavi (söz), fiil ve ikrar (takrir) şeklinde üç tür delâleti bulunmaktadır. İcmâ
da âm (genel, umumi) ve hâs (hususi, özel) şeklinde iki kısma ayrılır. Bir tek
şahabının sözünün delâleti ise -hüeeiyyeti kabul edilmesi halinde- sünnetin
delâleti gi­bidir.[450]

Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'ye göre ma'kûl-i asıl ise lahnü 1-hitâb, fahve'l-


hitâb, ma'ne'l-hitâb ve delîlü'l-hitâb; istishâbü'İ-hâl de Lstis-ıâbü hâli'1-akl
ve istishâbü hâli'1-icmâ şeklinde kısımlara ayrılır. [451] Bu temel tasnife
uygun olarak, Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî eserinde şer'î delilleri Kitap ve
Sünnet (ortak konular), şer'u men kablenâ (bizden öncekilerin şeriatları),
kavlü's-sahâbî, icmâ, kıyas ve istis-ıâbü'1-hâl şeklinde sıralayarak
İncelemiştir.

İbn Kudâme ise, üzerinde ittifak edilen şer'î delillerin kitap, sünnet, icmâ ve
aslî nefiy üzerine devam eden akıl delili (istishâb); ıakkında ihtilâf eden
delillerin de kavlü's-sahâbî ve şer'u men kab­lenâ olduğunu belirterek,
bütün bu delillerin aslının da sonuç iti­bariyle Allah'ın kitabı olduğunu
söylerdi[452] Ancak îbn Kudâme, hak­anda ihtilâf edilen delilleri İncelerken
kavlü's-sahâbî ve şer'u men fkablenâ'ya istîhsan ve İstıslahi (maslahat-ı
mürsele) da ilâve etmiş­tir. [453]
tbn Kayyım el-Cevziyye'ye göre de Hanbelî mezhebinde şer'î lükümlerin
kendisinden çıkarıldığı kaynaklar İçerisinde İlk sırayı sahih naslar alır. Daha
sonra da sahabenin fetvaları, mürsel ve za­yıf hadîs ile kıyas gelir. [454] Bu
naslar içinde yer alan hadîsler sabit ve ıhih olduğu müddetçe, onlar Kitap ve
Sünnet şeklinde bir ayırıma îbi tutulmazlar ve ikisi de aynı derecede kabul
edilirler. Bunlar arasında herhangi bir tearuz (çelişki) bulunması halinde
problem tercih kaidelelerine göre çözümlenir. Burada esas olan, naslann
i'e'y ve kıyasla zayi edilmemesidir. [455]

Son döneni Ilanbelî bilginlerinden Abdülkadir b. Bedrân da mezhebin


f'ürûunda temel alınan delillerin beş adet olduğunu söy­lemiştir. Bunların
birincisi (kitap ve sahih sünnetten meydana ge­len) naslar, ikincisi
sahabenin ittifakla kabul edilen fetvaları, üçün­cüsü sahabenin ihtilaflı
fetvaları, dördüncüsü mürsel ve zayıf ha­dîsler ve beşincisi ise kıyastır.[456]
Ayrıca İbn Bedrân, bu delilleri üze­rinde ittifak edilen ve ihtilâf edilenler
şeklinde bir ayırıma tâbi tut­muş ve bunlardan kitap, sünnet, İcmâ ve
istishâbü'1-hâî delilleri hakkında ittifak edildiğini; şer'u men kablenâ,
kavlü's-sahâbî, istih-san ve İstıslah (maslahat-ı mürsele) hakkında ise ihtilâf
edildiğini söylemiş, ancak o kıyas delilini ilk döit delilden sonra beşinci
sıra­da incelemiştir. [457] Ayrıca o, üzerinde ihtilâf edilen delillere sedd-i
zerâi' ve İlhamı da ilâve etmiştir. [458] Ibn Bedrân'ın bu tasnifinde özel­likle
kıyasın yeri hakkında bir açıklık olmadığı görülmektedir. Çünkü kıyas,
üzerinde ittifak edilen kitap, sünnet, icmâ ve istishâ-bü'l-hâl delilleri
arasında olmadığı gibi, hakkında ihtilâf edilen şer'u men kablenâ, kavlü's-
sahâbî, istihsan ve istıslah arasında da bulunmamakta, [459] ancak buna
rağmen İbn Bedrân onu deliller hi­yerarşisi içerisinde beşinci sırada
incelemektedir.

Hanbelî mezhebine mensup yukarıdaki usulcülerin delillerin çeşitleri ve


sıralanmasıyla ilgili bu açıklamalarından onların hemen hepsinin kitap,
sünnet, icmâ ve istishâb üzerinde ittifak ettikleri; şer'u men kablenâ,
kavlü's-sahâbî, kıyas, istihsan, İsttslah (masla­hat-ı mürsele) ve sedd-i zerâi
hakkında ise ihtilâf ettikleri anlaşıl­maktadır. Biz bu ihtilaflı delillere, bazı
Hanbelî usul kitaplarında en azından bir hukukî prensip olarak geçen örf ve
adet delilini de ek­liyoruz.
Şimdi, teşri değeri hakkında ittifak ve ihtilâf edilen yukarıdaki delillerin
Hanbelî metodolojisindeki değerleri incelenmeye çalışı­lacaktır.[460]

1. Üzerinde İttifak Edilen Deliller

a) Kur'ân-ı Kerim

Allah'ın kitabı olan Kur'an-i Kerîm ihtilafsız bir şekilde Hanbelî mezhebinin
birinci kaynağını teşkil eder.

Kur'an'ta ilgili usût-i fıkıh kitaplarında onun tanımı, özellikleri, mütevâtir


olmayan kıraatlerin kaynak olarak kabul edilip edileme­yeceği, Kur'an'ın
nüzulü, tedvini ve toplanması, kaynak değeri, Kur'an naslarının hükümlere
deiâleti, hükümleri beyanı ve üslûbu geniş bir şekilde tartışılmıştır.

Bizim buradaki amacımız söz konusu bu tanışmaları bütün mezheplere göre


geniş bir şekilde tartışmaktan ziyade, bu konula­ra dair Hanbelîler'İn özellik
arzeden görüşlerini vermektir.

Kur'an, okunmakla ibadet edilen ve bize kadar tevatür yoluyla geîmiş olan
Allah'ın vahyedilmiş kelâmıdır.[461]Buradaki "kelâm" kavramının taşıdığı
mânalar ile onun Allah'a nisbet edilmesi konu­su, kelâm ilminin sıfâtuüah
bahsinin önemli tartışmalarından birini teşkil eder. Kur'an bizatihi kendisi
mu'cizdir (âciz bırakan). Bazı Hanbelîler, Ahmed'in bu konudaki görüşünün
diğer mezhep men­suplarının benimsediği şekilde, Kur'an'ın nazmı (Safzı) ve
manasıy­la mu'cîz olması doğaıİtusunda olduğunu söylerken, Kadî Ebû Ya'lâ
onun manasının i'cazı konusunda muhalefet etmiştir. Ibn Hâ-mîd (ö.
403/1012), Ahmed'in bu konudaki cevabından mukattaa harflerinde i'câzın
devam edeceği mânasının çıktığını söylemiştir. Bu tartışmada Kadî Ebû Ya'lâ
bazı ayetlerde i'câzm olduğunu, Ibn Akîl ise bir veya iki âyetle meydan
okumanın hâsıl olmayacağını söylemiştir. [462]
Tevatürle bize kadar ulaşmayan vahiyler Kur'an'dan kabul edil­mez. [463]
Tûfî'ye (Ö. 716/1316) göre yedi kıraat imamına nisbet edi­len kırâat-i
seb'anın söz konusu imamlara nisbeti mütevâtir olmak­la birlikte, bunların
her birinin Hz. Peygamber'e ulaşması tevatür şartlarını taşımayıp bir kişinin
diğer bir kişiden nakli derecesinde­dir. Bu görüşü değerlendiren îbn Bedrân,
böyle bir sözün bizi Kur'an'ın tevâtüren gelmediğine dair bir sonuca
götürmemesi ge­rektiğini söylemiştir. Zira, bizzat Kur'an'ın mahiyeti ile
kıraatler ve Kur'an'ın tevâtüren nakli hakkındaki icmâ arasında fark
bulun­maktadır. [464] Hanbelî mezhebindeki baskın görüş, Hz. Osman'nın
(ö. 35/656) mushafında bulunmayıp Ibn Mes'ûd'un (ö. 32/652) mushafında
yer alan Bakam sûresinin 196. âyetindeki ilâve gibi te­vatür derecesine
ulaşmayıp şâz olarak sahih bir yoldan gelen vahiyler ile namazın sahih ve
olan rivayetin de hüccet olacağı doğrultusundadır. [465]

Kur'anda nien.se itibariyle yabancı bir dile ait olup daha sonra Arapçalaşmış
(muarreb) kelimelerin varlığı konusunda[466] Kadî Ebû Ya'İâ, Kur'an'da
Arapça dışında bir dile ait kelimenin olmadığını savunmuştur. [467] Bu
konuda İbn Abbas ve tkrime'den Tâhâ sûresi­nin ilk âyetindeki "Tâhâ" ve el-
Müzzemmil sûresinin 6. âyetindeki "nâşiete'1-leyl" gibi bazı muarreb
örnekler zikredilmekte ise de, [468] Yûsuf sûresi ikinci ve ez-Zümer sûresi
28. âyetlerinden anlaşıldığı­na göre, Kur'an'ın bütünü Arapça olup başka bir
düden hiçbir ke­lime yoktur. Zira Allah Araplar'a, Kur'an'ın bir benzerini
getirmek­le meydan okumuştur. Eğer Kur'an'ın tamamı Arapça olmasaydı
böyle bir meydan okuma doğaı olmazdı. [469] Abdülkadir b. Bedrân bu
konuda şöyle bir orta yol izler: Eğer buradaki muarrebden amaç Kur'an'da
ibrahim, îshak, Ya'kub gibi aslen Arapça olmayan özel isimlerin varlığı ise
bunda bir zarar yoktur, özel isimlerin dı­şında bazı. yabancı kelimelere
gelince, bunlar da kesin olarak dilin içselleşlirdiği, Arapça içerisine almayı
uygun gördüğü şeylerdir. [470]

Kur'an'ın muhkem ve müteşâbihi hakkında usulcüler arasında geniş


tartışmalar bulunmakta İse de, Hanbelî mezhebinde muh­kem, mânası açık
olandır. [471] Müteşâbih ise "ayn" ve "kur'u" kelime­lerinde olduğu gibi
herhangi bir iştirak, el-En'am sûresinin 141. âyetindeki "Hasad gününde
hakkını (zekât ve sadakasını) veriniz" ifadede "hak"kın miktarı konusundaki
gibi bir icmal veya Allah'ın sıfatlarıyla İlgili teşbihler gibi herhangi bir
benzetmeden dolayı mâ­nası açık olmayan kelimedir. [472]
Bu konuda varılan genel sonuç; bütün bilginlere göre Kur'an'­da anlamsız
bir kelimenin olmadığı, cumhura göre ise Kur'an'da mânasını sadece
Allah'ın bilip başka hiçbir kimsenin bilemeyeceği şeylerin bulunduğudur.
[473]

Kur'an'daki kelimeler ne tür bir kelime olursa olsun, herhangi bir delil
bulunmadan o zahirî anlamından başka bir mânaya çeki­lemez.[474] Yine
herhangi bir asıl olmaksızın sırf re'y ve ietihadia Kuranı tefsir elmek de caiz
değildir. Kur'anda "O (şeytan) size an­cak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında
bilmediğiniz şeyleri söyle­menizi emreder" (el-Bakara 2/169) ve "İnsanlara,
kendilerine İndi­rileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu
Kur'an'ı indirdik" (en-Nahl 16/44) âyetleri ile îbn Abbas'm rivayet ettiği "Kim
Kur'an hakkında re'yiyle konuşursa, cehennemdeki ye­rini hazırlasın"
hadîsi[475] ve benzer rivayetler gereği Kur'an hakkın­da re'yle konuşmak
caiz değildir. [476] Ancak Kur'an'ın tefsirini öğren­mek, sözü hüccet olan
kişiden bunu nakletmek ise caiz ve sevaptır. Helâl ve harama dair hükümleri
öğrenmek gibi. Ahmed de bu şekilde birçok âyet-İ kerîme tefsir etmiştir.
[477] Kur'an'ın lisan kaide­lerine göre tefsiri konusunda ise Ahmed b.
Hanbet'in olumlu ve olumsuz iki görüşü rivayet edilmektedir. Ebû Ya'lâ bu
konuda İma­mın cevaza dair görüşünü çeşitli delillerle anlatmıştır ki,
buradan onun da bu görüşü benimsediği sonucu çıkmaktadır. [478]

b) Sünnet

Hanbelî usulcülere göre, Hz. Peygamber'in sözlerinin doğrulu­ğuna Kur'an


mucizesi delâlet ettiği, Allah'ın ona İtaati emredip emirlerine muhalefetten
sakındırdığı için[479] onun sünneti İslâm hu­kukunda bir delildir. [480]

Hz. Peygambcr'in söz. fiii ve takrirlerinin tümüne birden sünnet adı verilir
ve onun sözlerini şifahî olarak ağzından duyan kimseler için söz konusu
sünnet kati bir delildir.[481]
Hz. Peygamberden rivayet edilen haberlerin nakli sırasında "Hz.
Peygamber'den işittim", "Bana haber verdi" gibi birçok lafız kullanılır ve
onların delâlet dereceleri geniş bir şekilde tartışılmış­tır. [482]

Hz. Peygamber'in sünneti sübût bakımından Hanbelî usulünde tevatür ve


âhad adıyla iki kısma ayrılır.

Hanbelîİer'de mütevâtir haberle meydana gelen bilgi üzerinde bütün


insanların icmâ etmesi şart değildir. Çünkü, kabul edilmesi hususunda bazı
ihtilâflar bulunmasına rağmen imam Ahmed sıfat­larla İlgili haberleri kabul
etmiştir ve bunlar ona göre kesin bilgi ifade eder. [483] Kadî Ebû Ya'lâ ise,
tevatürle elde edilen bilginin zaru­ri bir bilgi olduğunu, ancak bunun iktisap
ve İstidlal cihetinden bi­linemeyeceğini kabul etmiştir. [484] Ebu'l-Hattâb
ise tevatürden hâsıl olan bilginin de nazari olduğunu ve içerisinde şu İki şart
bulunma­dıkça onun bizatihi kesin bir bilgi İfade etmeyeceğini söyler:
Bun­lar, söz konusu haberi nakledenlerin -şartlara ve kalabalıklarına göre
değişebilir olmakla beraber- yalan üzerinde birleşme meleri ve vakıayı
haber verme konusunda ittifak etmeleridir. Bu tartışma­da İbn Kudâme,
tevatür kelimesinin delâlet ve türevlerinden hare­ket ederek Ebû Ya'lâ'nm
görüşünü doğru bulur. [485]

Öte yandan, tevatür haberi nakledenlerin bu haberin nakil ve bilinmesinde


ihtiyaç duyulan hususları gizlememesi gerektiğine işaret etmeliyiz. Zira
İmâmiyye böyle bir haberin nakil ve bilinme­si konusunda bazı şeylerin
gizlenebileceğin! İleri sürmüştür[486] ki, bu yaklaşım onların takıyye
düşüncesiyle yakından alâkalıdır.

Tevatürün dışındaki yollarla gelen haberler i.se âhad olup[487] onunla kesin
bilginin meydana gelip gelmeyeceği konusunda İmam Ahmed'den farklı
rivayetler bulunmaktadır. Hatta Ebû Bekir el-Merrûzî'den, İmam Ahmed'e
"Şurada bir insan 'haber ameli ge­rektirir fakat ilmi gerektirmez' diyor"
dedim, o bunu ayıpladı ve "Bu ne demek bilmiyorum" dedi[488] şeklinde
gelen rivayetten, bura­da âhad haberden hâsıl olacak ilim ve onunla amel
edilmesini bir tuttuğu dahi anfaşılıyorsa da, Ahmed'İn rü'yet hadîsi
hakkındaki "Ona inanırız ve hak olduğunu biliriz ve onunla kesin ilim hâsıl
olur[489] sözünü bazı Hanbelîler, haber-i vâhid sert bir konuya ait ise kesin
bilgi gerektireceği şeklinde yorumlamışlar, fakat Ebû Ya'lâ bunun istidlal
açısından olacağını, zorunluluk açısından ol­mayacağını ilâve etmiştir. [490]
îbn Kudâme ise, Hanbeİîlerin çoğun­luğu ve özellikle de müteahhir
bilginlerinin haber-i âhadın kesin bilgi ifade etmeyeceğini benimsediklerini
söylemiştir. Çünkü zaru­retle biliyoruz ki, duyduğumuz her haberi tasdik
etmiyoruz; eğer bu tür haberler kesin bilgi ifade etseydi, birbiriyle çatışan
iki habe­rin varlığına rastlanmaz ve davalarda tek şahitle hüküm verilirdi.
[491] Ayrıca İbn Kudâme, haber-i vahidin İmam Ahmed'e göre ilim ifa­de
etmesi ihtimalini söyledikten sonra, ashâb-t hadîs ve Zâhirîler'in de bu
görüşte olduklarına işaret eder. [492] Bu ihtimale rağmen, Han-belîler'in
özellikle müteahhir bilginlerinin haber-i vâhidle kesin bilginin hâsıl
olmayacağına dair görüşlerini mezhep içerisinde bir gelişme olarak
değerlendirmek mümkündür.

Diğer taraftan, bazı kelâmcılar haber-i vahidin yalana da ihtima­li


bulunmasından dolayı onunla taahhüdün aklen caiz olmadığını
savunmuşlarsa da, [493] Ebu'l-Hattâb aklın bu konuda haber-i vahidi kabul
etmeyi gerektireceğini savunur. Çünkü, eğer muamelelerin oluşumunu
sadece kat'î delillerle sınırlandırırsak, kati deliller çok nâdir bulunduğu İçin
birçok hükmün iptal edilmesi gerekir. Ayrıca, Peygamber bütün İnsanlara
gönderilmiş olmasına rağmen on­ların hepsiyle bizzat yüzyüze konuşması
veya bu konuşmaların onlara tevatür yoluyla ulaşması mümkün değildir.
Kaldı ki, burada bu haberler hakkında râvinin doğruluğu kabul ve
zannedildiği za­man, Allah ve Resulü'nün enirinin varlığı tercih edilmiş olur
ki, bu hususla ihtiyat, râcih olan ile amel etmektir.[494] Tarafların bu
konu­daki uzun tartışma ve delilleri bir tarafa, Hanbeiîler'in çoğunluğu ise,
metodolojilerindeki bir başka prensibi çalıştırarak haber vâhicile teabbüdün
vacip olmadığı gibi muhal de olmadığını, berâet-i asliyye ve istishâb devam
ettiği için söz konusu haberle teabbüd yapılmamalından dolayı bütün
hükümlerin tatilinin gerekmeyece­ğini söylemişlerdir. [495]

Hanbeiîler'in de dahil olduğu usulcülerin cumhuru haber-i vâ-hidle amel


etmenin şeriat açısından caiz olduğunu kabul ederken, Kaderiyye'nin
çoğunluğu ile bazı Zahirîler İse buna karşı çıkmışlar­dır. [496] Onların bu
yaklaşımı ise birinin akılcılığına, diğerinin de la-fızcılığına uygun bir tavırdır.

Hanbelî usulünde bîr râvinin rivayetinin kabul edilebilmesi için mü.slüman,


mükellef, âdil ve zabt sahibi olması gerekir. [497]Müslü­manlıkla ilgili şart
sırasında, söz konusu kişi fâsık bir te'vilci olur da kendi fr.sk ve te'viline
insanları çağırırsa onun haberi kesinlikle kabul edilmez. Ancak kendi
görüşüne davet etmeyen birisi ise onun haberinin kabulü konusunda İmam
Ahmed'den olumlu ve olumsuz İki görüş bulunmaktadır. [498] Ebu'l-Hattâb
bunlardan te'vilci fâ.sıkm haberinin kabul edileceği görüşünü tercih
etmiştir. [499]Onun bu yaklaşımı Hanbeiîler'in râvinin âdil olması şartında
ileri sürdük­leri "fâsıkın haberinin kabul edilmeyeeeği"ne dair görüşleri
ile[500] çelişmekle birlikte, Hz. Feygamber'e ait bir haberi te'vilci fâsık bir
mü.slümanm elinde dahi olsa almak ve onu zayi etmemek şeklin­de eser
konusundaki hassasiyetlerini gösterir ve ayrıca da fâsık te'vilci diye ayın
ettikleri insanlara karşı bir yumuşamayı içerdiği için mezhebin u.sulünün
gelişmesi açısından faydalı bulunabilir.

Ebû Yala el-Ferrâ ve Ebu 1-Hattâb cl-Kelvezânî'nin belirttikleri gibi,


Ilanbelîler'e göre lıaber-i âhad İle Kuran'ın âm naslannı tah­sis caizdir.
Burada tahsise konu olan âm nassın daha önceden tah­sis edilmiş olup
olmaması arasında fark yoktur.[501] Bu konuda şu Ör­nek verilebilir:
Kur'ân-ı Kerim'de "Allah, .size çocuklarınız (in ala­cağı miras) hakkında,
erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder..." (en-Nisâ 4/11) buyrularak
çocukların miras hisseleri tek tek belirtilmiştir. Bu âyetin umumundan,
kendisine "çocuk (evlât) denilmesi uygun olan herkesin anababasına miras
olacağı anlaşıl­maktadır. Âyette, çocukların hıristiyan, yahudi veya katil
olmaları arasında herhangi bir ayırım yapılmamıştır. Hz. Peygamber ise,
"Katile mirastan hiçbir şey yoktur, [502] "Katil varis olamaz, [503]"Kâfir
müslümana, müstüman kâfire vâris olamaz, [504]"îki ayrı mîllet (din) ehli
(birbirine) vâris olamaz[505]sözleri ile âyetteki "çocuklarınız" lafzından
amacın, "murisini katletmeyen ve onunla aynı dinden olan kimseler"
olduğunu açıklamış ve bu kelimenin umumunu tahsis etmiştir. [506]

Hanbelî usulcüleri diğer mezhep mensuplannın çoğunluğunun kabul ettiği


gibi sahâbîlerin mürsellerini tereddütsüz olarak kabul etmişlerdir ki, bu
onların sahâbîlerin âdil olduklarına dair görüşle­rinin bir sonucudur. [507]

Sahabenin dışındaki kişilerin mürsellerini kabul konusunda ise İmam


Ahmed'den iki görüş nakledilmiştir. Bunlardan birincisinde Ahmed
sahâbîlerin dışındakilerin mürsellerini kabul etmiştir ki, bu İmam Mâlik, Ebû
Hanîfe ve Mu'tezile'nin de tercih ettiği bir [508]Diğerinde İse İmam Ahmed
böyle bir haberi kabule değer bulmaz.87 Bu görüşü ise bazı Şâfiîler'le Ehl-i
hadîs ve bazı Zahirîler kabul etmiştir. [509]Burada kabul taftadan, mürseli
yapan kişi sika ol­duktan sonra, onun da âdil bir kişiden hadîsi almış
olacağını ve bu­nun hangi devirde olursa olsun farketmeyeceğini, burada
proble­min aslını irsali yapan kişinin güvenilir olup olmamasının teşkil
et­tiğini söylemişlerdir Karşı çıkanlar İse, [510] Hz. Peygamber'in İlk üç
asırdaki nesli methettiğini ve onların durumunun kendilerinden sonra
gelenlerden daha kuvvetli olduğunu ileri sürmüşlerdir. [511]

Diğer yandan, Hanbelîler kıyasa muhalif olan haber-İ vâhidleri delil olarak
kabul etmişlerdir. [512] Bu konuda diğer mezhep bilginle­rinden İmam
Mâlik kıyası takdim ederken, Ebû Hanîfe söz konusu haberin kitap, sünnet
ve icmâ gibi herhangi bir usule muhalif ol­ması halinde onun delil olarak
kullanılamayacağını söylemiştir. [513]

Ahmed b. Hanbel ve arkadaşlarına göre, hadîsin rivayetinde onu bizzat


lafızlanyla birlikte rivayet etmek müstehapür. Ancak manasıyla rivayet eder
de dinleyenin aklına hadîsin anlamı hakkın­da hiçbir şüphe gelmeyecek
şekilde kelimeleri aynı mânaya gelen başka bir kelime üe değiştirirse bunu
da caiz görür. [514]

Hanbelî usulünde sünnet hakkında yapılan tartışmalara son vermeden önce


onların zayıf hadîsle İlgili görüşlerine işaret etme­liyiz. Başta İmam Ahmed
olmak üzere Hanbelîler'in çoğunluğu özellikle faziletler konusunda- zayıf
hadîsle amel edilebileceği ka-naatmdedifler. [515] Burada İmam Ahmed'İn
"zayıf teriminden mak­sadı, hadîsçilerin kullandıkları "zayıf terimidir, çünkü
hadîsçiler bazan fakihlerin zayıf olarak algılamadıkları irsal, tedlîs... gibi bazı
yollarla gelen hadîsleri "zayıf olarak telakki ederler. Bu sebeple, söz konusu
hadîslerle "amel edilir"den amaç, "fıkıhçıların metodu üzere" amel edilir
demektir.[516]Ahmed b. Hanbd hadîs ilmi bakı­mından zayıflıklarına
rağmen Amr b. Merzük (ö. 224/838), Ali b. el-Ca'd (ö. 230/844) ve İshak b.
Ebû tsrâîl (ö. 246/86[517] gibi kişiler­den hadîs rivayet etmiştir.ys Öte
yandan tedlîs konusunda Ahmed, bunu kerih ve ayıp görmekle beraber
böyle bir haberi kabule de engel olmaz. [518] Öte yandan, bu tür hadîslerin
kabulü konusunda İmam Ahmed'İn olumsuz düşündüğüne dair bir görüş de
bulun­makta olup onun zayıf hadîsi sadece ibret ve diğer sahih hadîsler­le
birlikte delil olarak kullanmak için yazdığı ileri sürülmüştür. [519]
c) İcmâ

İslam hukukçularının genel olarak kabul ettikleri üçüncü delil icmâdır. [520]
Bir asırdaki müctehidlerin dinî bir konu üzerinde ittifak etmesi anlamına
gelen icmâ Hanbelî usûlcülere göre kesin bir de­lil olup ona muhalefet
edilmesi haramdır ve onlara göre ümmetin hata üzerinde İcmâ etmesi caiz
degildir. [521]

İcmâın delil değeri konusunda imam Ahmed'İn görüşleriyle il­gili


kaynaklardan bize ulaşan bazı bilgiler bu hususta mezhebin görüşünün uzun
bir olgunlaşma süreci geçirdiğini göstermektedir.

Abdullah ve Ebu'l-Hâris'ten gelen bir rivayette imam Ahmed'e "Sahabe bir


konuda icmâ ettiği zaman onların görüşlerinden çıkma konusunda ne
dersin?" diye sorulduğu zaman o, "Bu çirkin bir söz­dür, ehl-i bid'atın
sözüdür, sahabe İhtilâf ettiği zaman da onların görüşlerinden çıkılmaz"
derken, [522] Abdullah'ın bir başka rivayetin­de ise "Bir kimse bir konuda
icmâ bulunduğunu iddia ederse bu yalandır, belki de insanlar ihtilâf
eimi.şierdir. Bu libû Bekir el-Esam ve Bişr b. Gıyâs eİ-Merisînin iddiasıdır.
Bilmiyoruz, belki de insan­lar ihtilâf etmişler, fakat bu haber ona
ulaşmamıştır" demiştir.[523] Merrûzî'den de buna benzer bir rivayet
bulunmaktadır, [524]Başka bir rivayette ise, "Bu bir yalandır insanların icmâ
ettiklerini o bile­mez, ancak 'bu konuda herhangi bir ihtilâf bilmiyorum'
diyebilir ve bu söz onun 'insanların icmâı' sözünden daha güzeldir" dediği
be­lirtilmiştir. [525]

Ebû Ya'lâ bu rivayetleri değerlendirirken, bu sözlerin icmâın sıhhatini


menetmediğini ve onları İmamın sadece verâ (İhtiyat) ci-hetiyle söylediğini,
sanki burada kendisine ulaşmamış bir ihtilâfın bulunması ihtimaline işarel
ettiğini ya da bunu Selefin ihtilâfları hakkında bilgisi olmayan kişiler için
söylediğini belirterek, Abdul­lah ve Ebu'l-Hâris'in naklettikleri yukarıdaki
sözlerinden, mutlak olarak icmâın sahih olduğunun anlaşılacağını ifade
ederek İcmâ ile amel ettiğine dair çeşitli örnekler verir[526]
Ebû Ya'lâ'nın bu görüşlerini nakleden Ibn Teymiyye ise, İmam Ahmed'in
reddettiği icmâın sahabe, tabiîn ve etbâu't-tâbiînden sonraki icmâ iddiaları
olduğunu söylemiştir. [527] Ona göre imamın sözlerinde ilk üç nesilden
sonrakilerin icmâının delil olacağına da­ir bir şey yoktur. Onun "her asnn
icmâından" sözüyle sadece tabi­îler kastedilmiştir. Merîsî ve Esam gibi
kelâmcüar ise sadece Ebû Hanîfe, Mâlik ve benzerlerinin görüşlerini
bildikleri, sahabe ve ta­biîlerin görüşlerini bilmedikleri halde icmâ
iddiasında bulunuyor­lar. Mâlik, Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (ö.
189/805), Şafiî ve Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm (ö. 224/838) gibi birçok kimse
de çe­şitli meselelerde -bilmedikleri birçok İhtilâf bulunmasına rağmen-
icmâ etmişlerdir. Bu sebeple biz kitap, sünnet ve Ömer b. el-Hattâb,
Abdullah b. Mes'ûd (ö. 32/652) ve diğer sahâbîlerin kelâmı hakkındaki
icmâya itimat ederiz. Zira bu sahâbîlerden her biri, "Ben Allah'ın kitabında
olanla hüküm veririm, orada yoksa Allah'ın resulünün sünnetiyle, orda da
yoksa sâlih insanların üzerinde icmâ ettikleri şeylerle hükmederim"
demişlerdir. [528]

Ibn Teymiyye'nin bu yorumlarından Ahmed b, Hanbel'in ilk üç neslin


icmâlarını kabul etliği, diğer asırlarda ise icmânın meydana görüşünü
benimsediği anlaşılmakladır. Bununla bir­likle 1 hmbelî usûlcülerinin.
imamlarının icmâ hakkındaki görüşle­rini nel bir şekilde ortaya koymadan,
İcmânın kabul ve reddi ko­nusundaki tartışmalara geçtikleri ve bu
tartışmalarda İcmâ taraftar­ları yanında yer aldıkları görülmektedir.[529] Bu
dunun, onların ima-niın görüşlerini ele bu doğrultuda yorumladıkları
anlamına gelir. Bize göre de böyle bir yorum, Hanbelî mezhebinin temel
yakla­şımları açısından tutarlı görünmektedir. Zira, devlet başkanlığı
(imamet) makamını zorla ele geçiren kişinin halifeliğini fitne tehli­kesi
sebebiyle muteber kabul eden ve selefin her türlü hal ve dav­ranışını
kendisi İçin nas gibi telakki eden muhafazakâr bir bakış açısı, sonuç olarak
bizi icmâ kavramına götürecektir. Bize öyle ge­liyor ki, Ahmed b.
Hanbel'den önce usûlcüler arasında icmâ tartış­maları oıtaya çıkmamış
olsaydı bile, onun muhafazakâr ve statüko­dan yana tavrı, sonuçta icmâ
anlayışına ulaşırdı.
İmam Ahmed'in ilk üç nesil ile sınırlı olan icmâ anlayışını geniş­leten bu
yorumlara ilâveten, ondan nakledilen bazı sözlerden ha­reketle, her asır
ehlinin icmâının da hüccet olduğu ve onların hata üzerinde birleşmelerinin
caiz olmadığı sonucuna varılmıştır. [530]Merrûzî'den gelen bir rivayette
imam Ahmed bilgiyi ararken "Re-sûlullah'tan gelen şeylere bakılır, onlar
içerisinde yoksa ashabın­dan gelenlere bakılır, onlarda da yoksa tabiînden
gelenlere bakılır" demiş, Ebû Dâvûd'dan gelen bir rivayette ise ittibâın
"nebiden ve ashabından gelenlere uymak olduğunu" belirterek bundan
sonra gelen tabiîler hakkında ise muhayyer olunduğunu söylemiştir.
[531]Hanbelî usulcüleri bu rivayetlerden, her asrın ehlinin icmâının hu­kuki
bir delil olacağı sonucunu çıkarmışlardır. [532]

Hanbelîler'in çoğunluğu icmâm sıhhat ve İstikrar bulması için onun


meydana geldiği asrın geçmesini (inkıraz) şart koşmuşlardır. Buna göre
meselâ, sahabe herhangi bir hüküm üzerinde İcmâ eder de- daha sonra
onlardan bazısı veya tamamı bu görüşten vazgeçerse icmâ ortadan kalkar.
Onlar bu sonucu, Abdullah'ın İmam Ahmed'den rivayet ettiği "İcmâın
hücdyyeti, söz konusu hususta ic-ma edildiğini zanneden kişi içindir. Eğer
daha sonra bu icmâdan aynhriarsa yeni bir icmâ oluncaya kadar üzerinde
icmâ etlikleri şey hakkında durmayız" sözünden çıkarmışlar ve daha .sonra
temadan vazgeçildiğine dair bazı Örnekler vermişlerdir.[533] Ayrıca onlar
bu konuda çeşitli deliller de getirmişlerdir. Meselâ onlar, Kur'an-ı Ke-
rim'deki "İşte böylece .sizin insanlığa şahitler olmanız, resulün de size ahii.
olması için sizi mutedil bir millet kıldık" (el-Bakara 2/143) âyetini, İslâm
ümmetinin başkaları üzerine şahit kılındığı, fakat kendi kendileri üzerine
şahit kıhnmadıkları seklinde yorumlamışlar ve bu durumu icmâda asrın
geçmesinin (inkıraz) gerekli­liğinin delİİİ olarak ileri sürmüşlerdir. [534]
Yine, Hz. Ebû Bekir hadd-i şürb (içki cezası) için kırk cetde vururken, Hz.
Ömer bunu sekse­ne çıkarmış, onun hilâfetinden sonra gelen Hz. Ali ise bu
cezayı tekrar kırk celdeye indirmiştir. Bu delillerden hareketle Ahmed b.
Hanbel'in icmâın oluşması için asrın geçmesini (inkıraz) gerekli gördüğü
anlaşılmaktadır. [535]

Öte taraftan, bu konuda imamdan asrın geçmesinin şart olmadiğmı ima


ettiğine dair bir görüş de bulunmaktadır. [536] Bu hususta Mu'teziie
kelâmcıları, Eş'ariler ve Haneliler asrın geçmesini icmâın sıhhati için şart
koşmazken, Şâfiîler'den Ibn Fûrek(ö. 406/1015) ve Süleym er-Râzî gibi
birkaç kişi Hanbelîler gibi, çoğunluk ise diğer­leri gibi düşünmektedir. [537]
Bu tartışmanın pratik sonucu şudur: As­rın geçmesini şart koşmayanlara
göre, icmâ edenlerden hiçbiri ic­mâ ettikleri şeyden rücû edemez, eğer biri
görüşünden vazgeçerse onun rücûu geçerlidir, ancak diğerlerinin kavli onun
için bir hüc­cettir. İcmâın sıhhat ve istikrar bulması için asrın geçmesini şart
görenler İse, icmâ eden sahâbîlerin hepsi üzerinde icmâ edilen görüş­ten
başka bir görüşe dönebilir ve onun yeni görüşü icmâa karşı bir "hilaf" olarak
kabul edilir. [538]

Hanbelîler'e göre sahabe iki görüş üzerinde ihtilâf edip tâbiîler de bu


görüşlerden biri üzerinde icmâ etseler hilaf ortadan kalkmaz ve diğer
görüşe rüeû etmek caiz olur. [539] Bu konuda diğer mezheplerden
Hanerîier ve Mu'lezile'ye göre ise tabiîlerin icnıâı ile ihtilâf ortadan kalkmış
olur ve diğer görüşe rücû caiz olmaz. Şâfiîier'in çoğunluğu Hanbelîler gibi,
başta imam Şafiî'den bir rivayet ile İbn Hayam (ö. 488/1095) ve Ebû Bekir
el-Kaffâl (ö. 507/1114) gibi bil­ginler ise Hanefiler gibi düşünür.[540]

Hanbelîler'e göre, sahabe iki görüş üzerinde ihtilâf ettiği zaman üçüncü bir
görüşün ihdas edilmesi caiz değildir. Bu konuda Esrem, imam Ahmed'den
"Hz. Peygamber'in ashabı ihtilâf ettiği zaman onların görüşlerinden biri
seçilir ve onların görüşlerinden daha sonra gelenlerin görüşlerine gidilmez"
dediğini rivayet etmiştir. [541] Ebû Ya'lâ, bir görüş üzerinde icmâ etmenin,
o görüş dışındakilerin bâtıl olduğu hakkında da bir İcmâ bulunduğu
anlamına geldiği gi­bi, sahabenin iki görüş üzerinde icmâ etmelerinin de söz
konu.su bu İki görüşün dışındaki diğer görüşlerin de butlanı hakkında bir
icmâ anlamına geleceğini ileri sürmüştür. [542]

Bir veya iki kişi, herhangi bir konuda cemaate muhalefet eder­se, bu
konuda icmâ oluşmaz, icmâ ehli sayılan bir kişinin muhale­feti, mezhepte
mevcut olan iki rivayetten en sahih olanına göre, ic­mâın oluşmasına mani
olur. Bir rivayette, bu hususa imada bulu­nan imam Ahmed "Allah'ın
Resulü'nün arkadaşları ihtilâf ettiği za­man, bir kimsenin onlardan bir
kısmının görüşünü herhangi bir ih­tiyar olmaksızın (tercih delili
bulunmaksızın) diğerleri aleyhine al­ması caiz olmaz. (Bu durumda) Kitap ve
Sünnet'e en yakın olan görüşe bakılır" demiştir. [543] Ancak, diğer birçok
konuda olduğu gi­bi bu konuda da İmam Ahmed'den aksine bir rivayet daha
bulun­maktadır. Bu rivayette ise o, bir kişinin ihtilâfına itibar
edilmeyece­ğini ve bu durumun icmâın in'İkadma engel olmayacağını
söyle­miştir. [544]

Hanbelîler'e göre icmâda İlim ehlinin (müctehid) görüşüne iti­bar edilir,


avamın onlara İhtilâf etmiş olmasına itibar edilmez. Ib-nü'1-Kâsim'ın rivayet
ettiğine göre, kendisine Şüreyh ve Ibn Şîrîn hakkında sorulduğu zaman,
Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: "Bunlar, tabiînden kendileri gibi olanlar
aleyhine hüccet olmazlar.

Bu durumda, kendilerinden önce yaşamış Uz. Peygamberin asha­bından


olan kişiler aleyhine nasıl hüccet olsunlar?"[545] Hanbetîler'e göre avam,
şer'î hükümlerde içtihatla ehil değildir. Dolayısıyla, on­ların kendi
içtihatlarıyla amel etmeleri caiz olmadığı gibi, başkala­rının da onların
ictihacilanyla amel etmesi caiz değildir. Bu konuda onlar, sanki sabî çocuk
ve mecnun (deli) kişiler gibi olup herhan­gi bir soııımlulukları yoktur. [546]
Hatta Hanbelîler'e göre, kelâm ve hadîs ehline mensup İlim adamları da
şayet fıkhı hükümleri ve fürûu biliniyorlarsa, onların da icmâa karşı
hilaflarına itibar edil­mez. [547]Icmâ ehliyetine sahip kişilerin belirlenmesi
ve onlarda fı­kıh bilgisinin aranması konusunda Hanbelîler'İn ulaştıkları bu
nok­ta gerçekten önemli bir seviyedir. Zira onlar, şer'î hükümleri ve fü-rû-i
fıkhı bilmeyen bir kişinin ietihad ve görüşlerinin -kendi.si as-hâb-ı hadîsten
dahi olsa- icmâ karşısında herhangi bir değerinin bulunmadığını belirtmiş
olmaktadırlar.

İcmâ, İcmâ ehlinden duyularak veya onların bizzat bir şeyi yap­tıkları
müşahede edilerek ya da onlardan bize nakledilmekle bili­nebilir. Nakil ise
bazan tevatür hazan da âhâd yolla olabilir ve her iki yol da icmâın
bilinmesinde birer metottur. Bazı Hanefî ve Şâfi-îler İcmâm âhad yolla
nakledilmesi halinde onunla amel edilmeye­ceğini ileri sürmüşlerse de
Hanbelîler'e göre, şeriat sahibinin (sâri') sözü âhâd yolla nakledildiği zaman
nasıl bizim için hüccet oluyor ve onun gereği ile amel etmek gerekiyorsa,
icmâm da böyle oldu­ğunu savunmuşlardır. [548] Onların bu görüşleri,
haber-i âhâd hak­kındaki görüşleriyle pareleldir. Zira, onların herhangi bir
icmâı tek kişinin rivayet etmesi sebebiyle reddetmeleri halinde, tek kişinin
rivayet ettiği hadîsleri de kabul etmemeleri gerekecektir ki, bu du­rum
onların bütün sistemlerini sarsar. Dolayısıyla, haber-i âhâd yo­luyla gelen
icmâa karşı olumlu bakışları, salt olarak haber-İ vâhîd hakkındaki
kabullerinin bir sonucudur.

Icmâ ile ilgili bütün bu ayrıntılardan, Hanbelîler'İn sahabenin görüşlerine


özel bir önem verdikleri, Selef-İ sâlihîn dedikleri bu neslin görüşlerinin Kitap
ve Sünnefe yakınlığına inandıkları ve di­ni korumak için onların görüşlerinin
çerçevesi içerisinde kalmaya özen gösterdikleri anlaşılmakladır.

Hanbelîler'İn icmâ ile ilgili başka bir hassasiyetleri de icmâm oluşabilmesi


İçin dalâlet ve fisk ehlinin buna dahil olmamasını şarl koşmalarıdır. Onlara
göre icmâ, fı.sk ve dalâletleri bulunmayan ehi-i hakkın icmâıdır. Bekir b.
Muhammed'in rivayetinde Ahmed, "Ba­na göre âdil olmayan bir kişi şahitlik
yapamaz, böyle olunca ben onun verdiği hükmü nasıl caiz görürüm
demiştir. Ayrıca, Ebû Ya'lâ burada dalâlet ve fisk ehli olarak Cehmiyye'yi
zikretmiştir.[549] Ibn Kudâme, Ebu'l-Hattâb'ın fâsık müminin görüşüne
icmâda iti­bar edileceği kanaatinde olduğunu söylemekte ise de, [550]
Ebü'i-Hattâb bu konuda mezhebin genel eğiliminden ayrılmamış ve fâ­sık
müminin görüşüyle icmâm in'ikad etmeyeceğini belirtmiştir. [551]
Hanbelîler'İn bu görüşleri kelâm sahasında Cehmiyye İle yaptıkla­rı
mücadelenin bir devamı olarak nitelenebilir. [552]

Hanbelîler, Medine'de oturanlarla diğer şehirlerde oturanların icmâ


konusunda eşit olduklarını savunmuşlardır. Eğer Medine eh­li bir görüş
belirtir, diğerleri de bunu uygun bulursa icmâ meyda­na gelir. Medine
ehlinin görüşlerine diğer şehirlerde oturanlardan bazıları muhalefet ederse
onların görüşleri diğerlerininkinden da­ha üstün değildir. [553] Ebû
Davud'un bir rivayetinde Ahmed, "Mâ-lik'in re'yinin ve başka herhangi bir
kişinin re'yinin hoşuna gitme­diğini" söylemiştir. [554] Onun bu konuda
hicret yurdunun imamı olan Mâlik'e karşı çıkmasının nedeni, Medine
dışında yaşayan sa-hâbî ve tabiîlerin görüşlerini zayi etmek İstememesi
olmalıdır. [555]

Ahmed b. Hanbel'in sahabenin mushaf üzerinde İcmâ ettikleri­ne dair


görüşü[556] ve benzer rivayetlerden hareketle, Hanbelîler "Sahabeden bir
kısmı bir görüş belirtip bu görüş diğer sahâbîlere de ulaşsa ve onlar da bu
asır geçinceye kadar söz konusu görüşe muhalefet veya inkâr etmeyip
sükût geçseler bu icmâ olur" diye­rek sükûn icmâ m sahihliğine i.şarel
etmişlerdir.[557] Meselâ, Hasan b. Sevâb'ın rivayet ettiğine göre. Ahmed b.
Hanbel "Teşrik tekbirleri­nin Arefe günü sabah namazından teşrîk
günlerinin (eyyûmü'1-l.eş-rîk kıırban bayramının dört günü) sonuna kadar
süreceği kana­atindeyim" elemiştir. Bunun üzerine kendisine "Bu kanaate
hangi delille varıyorsunuz?" diye sorulduğunda, o "Ömer, Ali, Abdullah b.
Mes'ûd ve Abdullah b. Abbas'ın icmâ İle" şeklinde cevap vermiş­tir.
[558]Onun bu sözlerinden, adı geçen sahâbîlerin teşrik tekbirle-riyle ilgili
uygulamalarını, yaygınlığı ve muhalifinin de bulunma­ması sebebiyle icmâ
olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Yine Muhammed b. Ubeydullah eİ-
Münâdî'nin (Ö. 272/886) rivayetine gö­re, tmam Ahmed "ResülullalVın
ashabı bu mushaf üzerinde icmâ etti" demiştir. Ebû Hafs ei-Bermekî, bu
sözü yorumlayarak, sahâbî-lerden bir kısmı bir görüş belirtip de
diğerlerinden buna bir itiraz gelmediği zaman, bu durumun Ahmed'e göre
icmâ anlamına gele­ceğini söylemiştir. [559]

Ayrıca, sahabeden bazısı bir görüş belirtir ve bu görüş diğer sa-hâbîler


tarafından duyulmaz ve fakat onun muhalifi de bilinmezse ve kıyas da buna
delâlet ederse, böyle bir görüşle ame! etmek va­cip olur. Şayet ona
muhalefet eden bir kıyas bulunursa bakılır; sa­habenin görüşüyle beraber
önceki kıyastan daha zayıf bir kıyas bulunursa, daha zayıf kıyasla birlikte
sahabe görüşünü aİmak evlâ­dır, zira bunlardan her biri tek başlarına
hüccet olabildiklerine gö­re ikisi bir araya gelince icmâ ile hüccet olur.
Ancak sahabe kavliy-le beraber bir kıyas bulunmazsa, bu konuda birincisi o
hüccettir ve kıyasa takdim edilir ve kendisine uyulması gerekir; ikincisi kıyas
takdim edilir şeklinde farklı İki rivayet bulunmaktadır. [560] Sahabe kıyasa
muhalif bir görüş belirtir ise, bu konuda Ebû Ya'lâ imamdan rivayet edilen
görüşlerin vakf üzere hamlediİebileceğîni söylemiş­tir. [561]

d) İstishâb

Sözlükle "beraber bulunmak, arkadaşlık etmesini istemek[562] mânalarına


gelen istishâb bir usûl terimi olarak "geçmişle (birinci zamanda) sabit olan
bir durumun değiştiğine dair herhangi bir de­lil bulunmadıkça hâlihazırda
da (ikinci zamanda) varlığını korudu­ğuna hükmetmek[563] demektir.
Aksine bir delil bulunmadıkça bir eşyadan faydalanma veya bir davranışta
bulunmanın mubah oldu­ğuna hükmetmek "İbâha-i asliyye", delil
bulunmadıkça mükellefi sert tekliften sorumlu tutmamak "berâet-i asliyye",
şer'an varlığı kabul edilen bir hükmü varlık sebebi ortadan kalkmadıkça var
ka­bul etmek İse "vasıf" istishâbıdır. [564]

tstishâbda önceden varlığı bilinen bir duaımun devam edip et­mediği


konusunda tereddüte düşüîürse, onun önceki mevcudiye­tine dayanarak bu
durumun varlığını koaıduğuna, önceden var ol­mayan bir duaımun daha
sonra meydana gelip gelmediği konu­sunda tereddüte düşüîürse, önceki
yokluğundan hareketle onun hâlâ mevcut olmadığına hükmedilir. [565] Bu
tanım ve tasniften istis-hâbm muahhar bir vaziyeti mukaddem bir vaziyete
bağlama tema­yülünden ve yeni bir hüküm vazetmeksizin sadece önceden
var olan bir hükmün varlığını koruduğunu kabul etmekten ibaret ol­duğu
anlaşılmaktadır. [566] Bu tesbit, İslâm hukukçularının İstishâba delil değeri
vermekte müsamahalı davrandıklarını göstermekle be­raber, asıl delil
önceki hükmün kendisi ile sabit olduğu delildir ve istishâb onun hükme
delâletini olduğu gibi bırakmaktır. [567] Dolayı­sıyla İstishâba başvurmadan
Önce söz konusu olay hakkında kitap, sünnet, İcmâ, kıyas ve diğer
kaynaklarda Özel bir delilin bulunup bulunmadığının araştırılması, delil
mevcut ise ona göre, değilse son çare olarak istishâb İle hükmedilmesi
gerekir. [568] Bu delil, Han-be!î usul kitaplarında üzerinde ittifak edilmiş
olan kitap, sünnet ve icmâdan sonra dördüncü sırada zikredilmiştir.

Hanbelîler'den Ebû Yala, eserinin giriş kısmında genel olarak şcr'î delilleri
sayarken istishâbı zikretmiş, ancak onun tanımım yapmadan onu iki kısma
ayırarak incelemiştir. Buna göre istishâb, berâel-i zimmet ve icmâın hükmü
olmak üzere iki kısımdır.[569] Be-ıvl-i zimmet islihâbının sahih olduğu
hususunda ilim ehlinin icmâı bulunduğunu belirten Ebû Ya'lâ, bir Hanbelî'ye
göre vitir namazı­nın vacip (farz) olmamasını bu konuya örnek göstermiştir.
Çünkü bu hususta genel ilke, şer'î bir delil vitir namazının vacip olduğu­na
delâlet edinceye kadar kişinin zimmetinin ondan berî olması­dır. [570]

Ebu'I-Hattâb el-Kelvezânî de hocasının bu görüşlerini et-Tem-hîd\n giriş


kısmında aynen benimsemiş, o da herhangi bir tanım yapmadan aynı
ayırımı tekrarlamıştır. Ancak o "berâet-i zimmet İs­tishâbı" terimi yerine
"istishâbü hâli'1-akl" (akıl istishâbı) terimini kullanmıştır. Ayrıca hocasının
verdiği vitir namazı Örneğini biraz daha açık ve anlaşılır hale getirmiştir.
Buna göre, zimmetin her tür­lü sorumluluktan berî olması akıl gereğidir.
Kim zimmetin herhan­gi bir şeyle meşgul olduğunu iddia ederse, bu konuda
delil getir­mesi gerekir. Meselâ, zimmetin her türlü namazdan berî
(sorum­suz) olması asıldır. Ancak, zimmetin beş vakit namazla meşgul
(sorumlu) olduğu konusunda icmâ bulunmaktadır. Beş vaktin dışın­da,
altıncı bir namazla zimmetin sorumlu olduğunu İddia edenle­rin bunu ispat
için delil getirmeleri gerekecektir. [571]

İbn Kudâme ise, serî hükümlerin akılla bilinemeyeceğini ve peygamber


gönderilmeden Önce her türlü vacipten insanın zim­metinin berî olduğuna
(berâet-i zimmet) aklın delâlet edeceğini söylemiştir. [572] Bu durumda,
hükümlerin ispat ve nefyi konusunda aklın iki pozisyonu bulunduğu
söylenebilir. Birincisi, hükümlerin ispatı konusunda akıl yetersizdir. İkincisi,
hükümlerin nefyi konu­sunda şer'î bir delil gelinceye kadar akıl böyle bir
hükmün yoklu­ğuna delâlet eder. Mesela yukarıda verilen örnekte olduğu
gibi, beş vakit namaz konusunda şer! bir delil bulunduğu zaman altın­cı
vakit vacip olmaz. Ancak bu, şeriatın altıncı vaktin yokluğuna dair bir
açıklaması sebebiyle değildir. Çünkü onun lafızları sadece beş vaktin vacip
olduğunu belirtmektedir. Fakat onda altıncı vaktin vücubu da neryed il
mistir, zira bunu ispat eden bir delil yoktur. İşte. istishâb kelimesi mutlak
olarak kullanıldığı zaman bu tür be-fâet-i asliyye istishâbı akla gelir ve bu tür
istishâb Mu'lcv.ik ile ba­zı Mâlikîler hariç, islâm hukukçularının çoğunluğu
tarafından hüc­cet olarak kabul edilmiştir.[573]

Ancak, berâet-i zimmet ibtishâbı hakkında şöyle bir itiraz yapı­labilir: Bir
konu hakkında herhangi bir delil bulunmasına rağmen, onu aramak ve elde
etmek hususunda insan hata etmiş veya yeter­li araştırmada bulunmamış,
ve böylece yetersiz bir araştırmanın so­nucu olarak da bir hükmü vacip
kılan delil terkedilmiş olabilir. Bu İse, nasların zayi ve iptal edilmesi
anlamına gelir. Böyle bir itiraza karşı, istishâb taraftan Hanbeiîler şöyle
cevap vermişlerdir: Aşın bir delil talebi (araştırması) üzerimize vacip
değildir. Normal bir araş­tırma yaparız ve şayet herhangi bir deli!
bulamazsak, zimmetlerin Önceden olduğu gibi berâet üzere bırakılması
gerektiğine (istis-hâbla) hükmederiz. [574]

Ebû Ya'lâ, icmâın hükmünün istishâbını ise şöyle açıklamakta­dır: Bu


istishâb, ümmetin bir hüküm üzerinde icmâ etmesi ve da­ha sonra da
hakkında icmâ edilen hükmün sıfatının herhangi bir sebeple (meselâ ihtilâf
ile) değişmesi halidir. Bu durumda onun hakkında icmâ edenler, söz konusu
İhtilâftan sonra, icmâ edilen hükümden başka bir hükme çeviren yeni bir
delil gelinceye kadar, icmâ halinin devamının (istishâb) gerekli olup
olmayacağı husu­sunda ihtilâf etmişlerdir. [575] Bu noktada, Ebû Ya'lâ ve
Ebu'I-Hattâb icmâın hükmünün istishâbı lehinde görüş belirtmişlerdir.
Ayrıca bu tür istishâbı Dâvûd ez-Zâhirî ve arkadaşları ile Ebû Sevr, Müzeni
ve Sayrafî de berâet-i zimmet istishâbı derecesinde bir delil olarak ka­bul
etmişlerdir. [576] Meselâ, teyemmüm ile namaz kılan bir kimse na­mazda
iken su görmüş olsa, namazının bozulup bozulmayacağı konusunda, icmâın
hükmünün istishâbını kabul edenler namazın bozulmayacağını ileri
sürmüşlerdir. Çünkü onlara göre, söz konu­su kimsenin namaza taharetle
(teyemmüm) başladığı konusunda icmâ bulunmaktadır. Bu durumda, aksini
savunanların bu konuda delil getirmesi gerekir. Bu örnekten de anlaşılacağı
gibi, İcmâ edil­miş olan hal, istisâbü'1-hâl hükmünde olup onu değiştirecek
yeni bir delil bulunmadığı .sürece eski hali yani icmâ edilmiş hali devam
eder.[577] Yine, mtisl-üman kişinin mülkü icmâ İle şahittir. O inidad elliği
zaman, mülkünün kendisinden zail olup olmadığı hususun­da bilginler
ihtilaf elmiş.lerdir. Bu tartışmada, onun mülkünün zail oduğunu iddia
edenin buna dair delilini getirmesi gerekir. [578] Salih ve Yûsuf b. Musa'nın
rivayet etliğine göre, İmam Ahmed "Selebden (.savaşta öldürülen düşman
askerinin üzerinden çıkan şahsî eşyala­rı) beşte bir alınmaz. Selebden beşte
bir aldığın(a dair) Nebîclen (s.a.v.) (herhangi bir haber) duymadık" demiştir.
Böylece o, şer'î delilin olmayışını, asıl yani selebden beşte bir alınmaması
gereğini ibka edici olarak kabul etmiştir. [579] Istishâb deliliyle ilgili olarak
Hanbelî usu! kitaplarında atların, buluntu ziynet eşyalarının ve sebzelerin
zekâtlarının vacip olmadığına dair zengin örnekler bulnmaktadır. [580]

Öte yandan, ibâha-i asliyye ile berâet-i asliyye istishâbını kabul konusunda,
islâm hukukçuİan arasında genel bir ittifak bulundu­ğunu söylemek
mümkün İse de vasıf İstİshâbı hakkında çeşitli ihti­lâflar bulunmaktadır.
Hanefi ve Mâiikîler vasıf istishâbını defetme konusunda elverişli, ispat
hususunda ise elverişsiz bir delil olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre,
böyle bir istishâb ile eski haklar ko­runmakla beraber yeni haklar elde
edilemez. Meselâ, uzun süre kendisinden haber alınamayan kayıp kişiler
(mefkûd) kendi mal­ları bakımından sağ kimseler gibi olup onun bu mallar
üzerindeki mülkiyet hakkı devam eder. Ayrıca, şayet evli ise, ölümüne dair
bir delil bulununcaya veya hâkim onun Ölümüne hükmedinceye ka­dar
evlilik sıfatını korur. Ancak, söz konusu kayıp kişi gaip olduğu süre içerisinde
birtakım yeni haklar iktisap edemez, bu süre içeri­sinde kendisine miras ve
vasiyet gibi herhangi bir yolla bir mal in­tikal etmez. Buna karşı, Şâfİîler'le
Hanbelîler'e göre ise vasıf İstis-hâbı hem defetme hem de ispat bakımından
yeterli bir delildir. Yu­karıda adı geçen mefkud, ölümüne hükmedilinceye
kadar gaiplik süresi içerisinde sağ kabul edilir ve hem kendi malları
üzerindeki mülkiyet hakkı devam eder hem de miras, vasiyet ve benzeri
bir­takım yollarla mülkiyetine yeni mallar da intikal edebilir[581]
Muhammed Ebû Zehre'nin İşaret ettiği gibi, burada Hanefî ve Mâlikîler
islishâba dayanan kişiyi, değişiklik iddiasına karşı itiraz eden şahsa
benzetmişlerdir. Böylece onların nazarında isiishâb yeni haklar ispat
etmeyip sadece sabit hakların aynen devamını sağla­makladır. Halbuki Şafiî
ve Hanbelîler isiishâbı sadece İtiraz etmek için gerekli bir delil olarak
görmeyip, aynı zamanda yeni haklar is­pat eden muarız bir delil değerinde
kabul etmişlerdir.[582]

Herhangi bir.konuda delilin bulunmadığı ve bu sebeple de is-tishâbla


hareket edilmesi gerektiğine dair Hanbelîİer'de şöyle bir süreç
bulunmaktadır: Delilin bulunmayışı bazen kesin (kafi) ba­zen da zannî bir
yol ile bilinir. Kesin olarak bir delilin bulunmama­sı hakkında, Şevval
orucunun vacip olduğu konusunda delilin bulunmayışı örnek verilebilir.
Çünkü bu konuda şayet bir delil olsay­dı o delil nakledilirdi ve bu durum
bütün ümmetten gizli kalamaz­dı. Dolayısıyla böyle bir vücûbun olmayışı,
bizzat delilin yokluğu ile bilinmiştir. [583] Zannî bir yolla herhangi bir delilin
bulunmadığı sonucuna varılması ise, ehliyet sahibi bir müetehidin bütün
gayre­tini sarfederek yaptığı araştırmada, aradığı konuda herhangi bir de­lil
olmadığına zannı galibinin meydana gelmesiyle olur. Bu durum, onunla
amelin vacip olduğu konusunda kesin bilgi derecesinde kabul edilir. Çünkü
bu zan, araştırma ve içtihada dayanmaktadır. [584] Bu metot hakkında;
araştırmanın bir sınırının bulunmadığı, haber­lerin ise pekçok olduğu ve bu
sebeple bazan ona ulaşıiamayabile-ceği şeklinde bir itiraz ileri sürülebilir.
Bu itiraza; insan bütün gay­retini harcadıktan sonra bir şey bulamadığına
kanaat getirirse o za­man akıl deliline (istishâb) dönme hakkının doğacağı
şeklinde ce­vap verilir. Çünkü, artık haberler tedvin edilmiş, sahih hadîsler
top­lanmıştır. Bu haberler ise sınırlı sayıdadır. Şu halde istishâb, delil-sizliğe
veya delili bilmemeye değil, önceki hükmün kendisiyle sa­bit olduğu aklî
veya şer'î bir delile -hem de araştırma sonucu onu değiştiren bir delilin
bulunmadığı konusunda meydana gelen zan (bilgi) ile beraber-
dayanmakladır. [585]

Diğer taraftan, Önceki hükmü nefyeden (ikinci) durum İçin ay­nen ilk ispal
edende olduğu gibi delil gerekir. Hanbelîlerle bera­ber fukaha ve
mütekellimînin cumhurunun da paylaştığı bu görü­şe göre, hükmü
nefyedene bunu bilerek mi yoksa şüphe ile mi yaptığı sorulur. Şüphesinden
dolayı ise, bu onun konu hakkındaki cehlini itiraftır. Kesin bilgisi olduğunu
ileri sürerse, o zaman da bu­nu ya taklit ya da nazar yoluyla bilebilir. Taklit
yoluyla bildiğini id­dia ederse, bu bizzat kendi körlüğünü itiraf ve başkasının
basireti­ni ileri sürmekledir. Araştırarak (nazar ile) bu nefye ulaştığını
söy­lerse o zaman da delilini ayıklaması gerekir.[586]

Hanbelî usulünde şeriat gelmeden önce kendisinden faydalanı­lan eşyanın


hükmü hakkında iki görüş bulunmaktadır: Ebu'İ-Ha-san et-Temîmî (ö.
420/1030) bunların haramlığı (hazr) hakkında şer'î bir delil gelinceye kadar
İbaha, Ibn Hâmid (ö. 403/1012) ve Ebû Ya'lâ el-Ferrâ ise bunun hazr üzere
olduğunu söylemiştir. Her iki görüşü destekleyici olarak İmam Ahmed'den
farklı rivayetler bulunmaktadır. [587]

Fıkıh usulünün en Önemli konularından birini teşkil eden eşya­da aslolanın


ibâha mı yoksa hazr mı olduğu konusundaki[588] bu farklı rivayetlere
rağmen, Hanbelîler'in başka bîr delil bulamadık­ları zaman istishâba
gitmelerinden ve onu re'ye alternatif olarak kullanmalarından[589] dolayı,
onların sistemlerine göre, eşyada aslolanın İbâha olması fikri tercihe daha
lâyık gözükmektedir. [590]

2. Üzerinde İhtilâf Edilen Deliller

Hanbelî usulcüleri hukukî delil oluşu konusunda mezheplerin ihtilâf


ettikleri delilleri, İttifak edilen deliller gibi dört adet kabul et­mişlerdir.
Bunlar kavlü's-sahâbe, "şer'u men kablenâ" (bizden ön­cekilerin şeriatleri),
istihsan ve maslahattır (istislâh). [591] Kıyasa ise bu deliller içerisinde yer
vermemekle beraber, onu ayn bir başlık içerisinde ve fakat diğer
mezheplerin usul kitaplarında olduğu gi­bi incelemişlerdir. Ayrıca burada
sedd-i zerâi' ve Örf konusuna da yer verilmiştir.[592]
a) Sahâbî Kavli

Sahabenin bir bütün veya bir grup olarak herhangi bir konuda görüşlerinin
Hanbelî usulündeki hukukî değerine yukarıda icmâ konusunda değinilmişti.
Burada İse lek fen olarak onların görüşle­rinin hukukî değeri
incelenecektir.[593]

İbn Kayyım el-Cevziyye, Ahmed b. Hanbel'in fetva usulünde birinci sırada


Kitap ve Sünnet naslarırîı sayarken, ikinci sırada da sahabenin fetvasını
zikretmiştir. Buna göre Ahmed, onlardan biri­nin muhalifi bilinmeyen bir
fetvasını bulursa, buna icmâ adını ver­memekle beraber onu alır ve başka
bir delile müracaat etmezdi. Ahmed sahabeden bu tür bir fetva bulduğu
zaman ne amel ne re'y ne de kıyası ona takdim ederdi. [594] Ahmed
üzerinde ihtilâf bilinme­yen sahabe fetvası hakkında "icmâ" terimini
kullanmaktan kaçınıp "Onu defedecek bir şey bilmiyorum" vb. ifadeler
kullanmış olsa da bize göre böyle bir sahabe fetvası icmâ kavramına dahil
olmalıdır ve bu sebeple de konu icmâ bahsinde incelenmiştir.

İbn Kayyim'in Ahmed b. Hanbel'in fetva usulünde üçüncü asıl olarak


zikrettiği sahâbîlerin ihtilâf ettikleri zamanki görüşleri ise bi­zim burada söz
konusu ettiğimiz sahâbî kavlidir. Buna göre, saha­be bir konuda ihtilâf ettiği
zaman, onların görüş ve uygulamaları Kitap ve Sünnet'e yakın olduğu
sürece, Ahmed bu görüşlerin çerçevesinden dışarı çıkmamak şartıyla
onlardan birini tercih etmekte muhayyerdir. Eğer bu görüşlerden birinin
Kitap ve Sünnet'e uy­gunluğu konusu tebeyyün etmezse, Ahmed sadece bu
konudaki ihtilâfı nakleder ve kendisi kesin bir görüş belirtmez. [595]

Ibn Kayyim'in sahâbî kavli hakkındaki bu görüşleri bize göre çok gene!
ifadelerdir. Her ne kadar bu konuda mezhebin genel eğilimi İbn Kayyim'in
belirttiği gibi sahâbî görüşünü delil olarak kullanmak ve onu terkedip re'ye
gitmemek ise de mezhepte bu konuda gelişmeci eğilimlere de
rastlanmaktadır.
Hanbelî usul kaynaklarına bakıldığı zaman, sahâbî kavlinin kı­yasa takdim
edilebilecek ve âm nassı tahsis edecek hukukî bir de­lil olup olmadığı
konusunda Ahmed b. Hanbel'den iki farklı riva­yet görülür.

İmanı Ahmed'den gelen bazı rivayetlere göre sahâbîlerin gö­rüşleri .serî bir
hüeuel değildir. Bu konuda Ahmed. Ebû Davud'un rivayet etliği bir sözünde
"Nebiden başka herkesin görüsünü ala­bilirim de terkedebilirim de"
demiştir. Merrûzî ise ondan şu sözü nakletmektedir: "İbn Ömer Ünım-i
velede kazfde bulunan kişiye had (d-i kazf) gerekir' diyor. Ben böyle bir
(söze) cesaret edemem. Sadece o bir câriyedir ve onun tâbi olduğu
hükümler cariyelerin hükümleridir" demiştir[596] Ayrıca Meymûnî'den
gelen bir rivayette, Alımed b. Hanbel'e abdest alırken başa giyilen külah
üzerine mesh yapılıp yapılamayacağı sorulduğunda o "Bu konuda Hz.
Peygam-ber'den hiçbir şey gelmemiştir. Mesh yapılabileceği hakkındaki
gö­rüş Ebû Musa'nın (el-Eş'arî) görüşüdür. Ben böyle söylemekten
sa­kınırım" demiştir. [597] Ayrıca, kavl-i cedidinde (son görüşünde) İmam
Şafiî, Ebû Mûsâ el-Anezî (ö. 252/866), Begavî (ö. 259/872), Mu'tezile'den
Kadî Abdülcebbâr (ö. 415/1025) ve Ebu'l-Hüseyin el-Basrî (ö. 436/1044) ve
Eş'arîler de bu görüştedir. [598]

Diğer bir rivayete göre ise Alımed b. Hanbel'e göre hakkında ihtilâf edilen
sahâbî görüşü hukukî bir delildir ve o kıyasa takdim olunur. Bu konuda
İmam Ahmed'den birçok örnek rivayet edilmiş­tir. [599] Meselâ Ebû Tâlib,
İmam Ahmed'in oruçta bilmeyerek fecrin doğuşundan (imsak) sonra sahur
yemeğini yiyen ve daha sonra vaktin geçtiğini öğrenen kişinin söz konusu
oruç yerine bir gün ka­za etmesi gerektiği, ancak unutarak yiyen kişiye ise
bir şey gerek­meyeceği kanaatinde olduğunu söylemiştir. Ona "Kişi
bilmeden bunu yaptığı zaman aynen unutan kişi gibidir" denildiği zaman,
Alımed "Bu kıyasa göre böyledir. Fakat Ömer, gündüzün sonunda gece
(akşam) zannederek orucunu yemiş ve 'Onun yerine bir gün kaza ederim'
demiştir" cevabını vermiştir. [600] Bu örnekten anlaşıla­cağı üzere burada
Ahmed, kıyasın gereğini değil, şahabının uygu­lamasını tercih etmiştir. Diğer
mezheplerden Mâlik ve eski kavlin­de Şafiî olmak üzere, Muhammed b.
Hasan, Berâziî (ö. 372/982), Cessas (ö. 370/981), Cübbâî (ö. 321/933),
Cürcânî (ö. 398/1007) gi­bi birçok bilgin de bu görüştedir. [601]
Hanbelî mezhebinin tarihî süreç içerisindeki genel eğilimi, sa­hâbî kavlinin
serî bir delil olduğu doğrultusundadır. Ancak Ebû Ya'lâ ve Lbu'l-Ilattâb
ihtilâfın kaynağına işaret ederek bunun, bir yanda zayıf bir kıyasla beraber
sahâbî kavlinin bulunması, diğer yanda ise bu İkisine muarız bir celi kıyasın
bulunması hali olduğu­nu söylemişlerdir. Onlar, tartışma konusu olan
sahâbî sözünden maksatlarının, lehinde şahitlik yapacak herhangi bir çeşit
kıyas bu­lunmayan sahâbî kavli olmadığını belirterek, böyle bir söze Hz.
Peygamber'den gelen mevkuf haber değeri vermediklerini ve ona kıyasın
muâraza edemeyeceğini savunmadıklarını açıklamıştır.[602]

Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hattâb'ın sahâbî kavliyle ilgili tartışmaların temelinde


yatan bu inceliği zikretmeleri, konunun anlaşılmasını kolaylaştırdığı gibi,
burada onların sahâbî kavlini, sah sahâbî söy­lediği için değil de Hz.
Peygamber'e ulaşan mevkuf bir haber olma ihtimalinden dolayı muhafaza
etmek istedikleri ve bunun mantıkî sıhhatini de en azından hangi derecede
olursa olsun herhangi bir kıyasla kontrol etme eğiliminde oldukları
anlaşılmaktadır. Bu du­rum, onlann hem sahâbî görüşlerini korumadaki
hassasiyetlerini hem de kıyasa verdikleri değeri gösterir.

Adı geçen usulcülerin bu değerlendirmelerine, Ahmed b. Han-bel'İn re'y


aleyhindeki tavrı göz Önüne alınarak bakıldığı zaman, mezhebin bu noktada
büyük bir gelişme gösterdiği söylenebilir. Hatta Ebü'l-Hattâb bu konuda
daha da ileri giderek, sahâbî kavli­nin şer! bir delil olduğu İddiasına karşı,
"Biz bunu kabul etmeyiz, zira o bir deiil olsaydı, sahabenin kıyasa
bağlandıkları gibi ona da uymaları gerekirdi. Çünkü kıyasın illeti sahih
olduğu zaman bu, onun şeriat sahibinin de gözettiği bir illet olduğuna
delâlet eder ve zayıf bir illet sebebiyle ona sahâbî kavli takdim edilmez"
demiş­tir. [603] Ayrıca bir insanın, ittibâ edilmesini gerektirecek bir
meziyeti bulunmayan başka birisine uyması vâcip değildir ve bu itibarla bir
sahâbînin diğer bir sahâbî, bir müetehidin de diğer bir müetehid karşısında
bir meziyeti yoktur ve ona uyması gerekmez. [604]

Son dönemin Hanbelî müelliflerinden Abdülkâdir b. Bedrân da Ebü'l-


Hattâb'ın ietihad ruhu ile söylenmiş bu görüşlerini aynen be­nimsemiş
görünmektedir. [605]
b) Şer'u men kablenâ (Bizden Öncekilerin Şeriatları)

Hanbelî usulenleri diğer mezhep usulcüleri gibi, İslâm dininde


ne.shedilmemiş olan bizden önceki şeriatların hükmünün bizini için de
geçerli olup olmadığı ve Hz. Feyganıber'in peygamberlik­ten sonra da
kendisinden önceki şeriatlara uymakla yükümlü olup olmadığı konusunu
tartışmışlardır. Bu konuda İmam Ahnıed'den iki farklı görüş, rivayet
edillmîştir.

Birinci görüşe göre; Hz. Peygamber'den önceki şeriatlardan olup da bizim


dinimizde neshedüdiği sabit olmayan her şey bizim için de şeriattır ve
onların hükümleri, önceki milletler için geçerli olduğundan değil, bizzat
bizim için bir şeriat olması hasebiyle bizi bağlar. Ebû Tâlib, bu konuyla ilgiii
olarak İmam Ahmed'den şu gö­rüşü rivayet etmiştir: imam Ahmed, oğlunu
kurban etmek üzere yemin eden kişinin, bir koç kurban ederek onun etini
tasadduk et­mesi gerektiğini belirtmiş ve bu hadiseyle ilgili olarak Hz.
İbra­him'in oğlu İsmail'i kurban etmek için adaması üzerine Cenâb-ı Hakk'ın
ona bir kurban verdiğine dair "Biz oğluna bedel ona bü­yük bir kurban
verdik" (es-Saffât 37/107) âyetini okumuştur.[606] Ebu'l-Hâris, Esrem, Fazl
b. Zİyâd ve Abdüssamed'in rivayet ettikle­rine göre, Ahmed b. Hanbel'e
kura hakkında sorulduğu zaman o şöyle demiştir: "Allah'ın kitabında İki
yerde 'Gemide olanlarla kar­şılıklı kura çektiler de kaybedenlerden oldu'
(es-Sâffât 37/141) ve içlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye
kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken (Âl-i İmrân, 3/44) şeklinde
kuradan bahsedilmektedir." Bu örnekte Ahmed, kuranın ispatı hakkında iki
âyeti delil getirmiştir. Halbuki burada geçen kuralar, Hz. Yûnus ve Hz.
Zekeriyyâ'nın şeriatlarında bulunmakta idi. [607] Bu konudaki ör­nekleri
çoğaltmak mümkündür. İmam Ahmed'den rivayet edilen bu görüşü ayrıca
Hanbelîler'den Ebu'l-Hasan et-Temîmî ile diğer mezheplerden bilhassa
Hanefîler benimsemişlerdir. [608]

İkinci görüşe göre İse; Hz. Peygamber kendisinden önceki şe­riatlardan


sadece kendi şeriatında da sahil olduğuna dair bir delil bulunan hususlarla
amel etmiştir. İslâm'da ela sabit olan bu tür hü­kümler, başlangıçtan
itibaren Hz. peygamber için de bir şeriattır. Bunun dışındaki hükümler ise
bizim için bağlayıcı değildir. Ebû Talibin bir rivayetinde, İmam Ahme-d'ın bu
görüşte olduğunu ima eden iradeler bulunmaktadır. Meselâ, Yahudilere
"Cana karsı can" emredilmiş ve "Tevrat'ta onlara .şöyle yazdık: Ona can..."
(e!-M;V ide 5/45) denilmiştir. Bizim hakkımızda ise ""Ey iman edenler!
Öl­dürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına
kadın (öldürülür)" (el-Bakara, 2/178) şeklinde buyrulmuş-tur. Bizden önceki
şeriatların bizim için geçerli olmadığını ima eden bu görüşü, diğer
mezheplerden Şâfiîler'in büyük çoğunluğu ile Mu'tezile ve Eş'ariier de
benimsemişlerdir.[609] İbn Kudâme ise, bizden Önceki şeriatların bizim
hakkımızda geçerli olmadığını çe­şitli naklî ve aklî delillerle ispat etmeye
çalışmış[610] ve sonuçta bi­zim için kısas, recm ve benzeri âyetlerde olduğu
gibi Kitap ve Sün-net'İn ihtiva ettiği hükümlere uymamız ve onlardan
dönmememiz gerektiğini söylemiştir. [611]

Kadî Ebû Ya'İâ ve Ebu'l-Hattâb'ın konuyu vazedişlerînden bu tür hükümlerin


bizim için de geçerli olduğu görüşünü benimsedik­leri anlaşılıyorsa da[612]
mezhebin usulü açısından İbn Kudâme'nin yaklaşımı bize daha isabetli
gözükmektedir. Zira, Hanbelîler'İn bir mesele hakkında öncelikle Kitap ve
Sünnet naslanna ve bunlarda bulamadıkları zaman ise Selef-i sâlihîn'in söz
ve davranışlarına mü­racaat ettikleri, en sonunda da İstishâba göre hüküm
verdikleri dik­kate alındığı zaman onların, neshedüdiğine dair bir açıklama
bu­lunmayan bizden öncekilerin şeriatlarının bizim için de şer'î bir hüküm
olarak değerlendirilmeyip bu konuda ibâha-i asliyyeye göre hüküm
vermeleri metodolojileri açısından daha tutarlı olmalıdır.

Ayrıca, bu konunun Hz. Peygamber'in kendisinden önceki şe­riatların


hükmüyle soaımlu olup olmadığı meselesi ile de yakm ilişkisi vardır. Prensip
olarak, ikinci sırada gelen bir peygamberin maslahatının, birinci sırada gelen
peygamberin maslahatına uygun olması da olmaması da aklen ihtimal
dahilindedir. Bu ihtimalden hareketle, ikinci peygamberin birinciye gelen
şeriattan sorumlu ol­ması da olmaması da mümkündür. [613]
c) Kıyas

Ebû Ya'lâ kıyası, -aralarındaki cami' bir illetten dolayı fen asla çevirmek"
şeklinde Lirif etmiş ve daha sonra da "aslın illeti sebe­biyle fer'î asla
hamletmek", "bir şeyi diğer bir şeyle denkleştirmek", "bir şeye başka bir şey
İle itibar etmek" gibi çeşitli tanımlar sevkelmiştir.[614] Ebu'l-Hallâb, Ebû
Ya'Iâ'nın birinci tanımını aynen benimsemiş, [615] ayrıca "aslın illeti
sebebiyle fer'in asla hamledîlmesi" şek­linde yeni bir tanım ilâve etmiştir.
[616] îbn Kudâme ise kıyası "arala­rındaki bir İllet (cami') sebebiyle fer'in
hükmünün aslın hükmüne hamledümesi" olarak tarif etmiş ve kıyasın
sadece "ietihad" olarak tanımlanmasını hatalı bularak ietihad faaliyetinin
umûmâta ve di­ğer delillere bakılarak yapılabildiği halde kıyasın böyle
olmadığını, dolayısıyla kıyasın daha dar kapsamlı bir ietihad faaliyeti
olduğu­nu belirtmiştir, [617] Kıyasın, "aralarındaki cami' bir illetten dolayı
fer'i asla hamletmek" şeklindeki tarifi, onun rükünleri olan asıl, fer', il­let ve
hükmü kapsaması bakımından "efradını cami" bir tanım ola­rak görülebilir.
Kıyasın rükünleri olan asıl, fer', illet ve hüküm ko­nuları ve bu rükünlerde
bulunması gereken şartlar, fıkıh usulünün en geniş ve en çok tartışılan
konularının başında gelir. Ancak eli­nizdeki eserin kapsamı bu tartışmaların
yapılmasına imkân verme­diği için, burada yalnızca kıyasın hukukî değeri ve
uygulanmasıy­la ilgili bazı konular hakkında Hanbelîler'in görüşleri
belirlenmeye çalışılacaktır.

Kıyasın hukukî değeri konusunda, Kadî Ebû Ya'lâ aklî kıyasın hüccet ve
onunla istidlalin vacip olduğunu söylemiş ve daha .son­ra imam Ahmed'in
er-Red 'ale'z-zenâdıka vei-CehmiyyeWmde ak­lî delilleri kullandığına dair
çeşitli örnekler vermiştir. [618] Ebû Ahmed Bekir b. Muhammed ise, İmam
Ahmed'den "Hiç kimse kıyas­tan müstağni kalamaz. Hâkim ve mam işlerini
bununla görür, in­sanları toplar, kıyas ve teşbihte bulunur. Nitekim Hz.
Ömer de Ka­dî Şüreyh'e (Ö. 78/697) işleri birbirine kıyas et' demiştir"
şeklinde bir rivayette bulunmuştur. [619]

Diğer taraftan Meymûnî'den gelen bir rivayette, Ahmed b. Han-bel'in


"Fıkıhta konuşan insan şu iki asıldan sakınsın: Mücmel ve kiyas" dediği
nakledilmiş ve Ebû Ya'lâ onun bu sözünü kıyasın sün­net karsısında
kullanılması haline yorumlamışın".[620] Hbu'l-I lauâb ise hocası Ebû
Ya'lânın bu yorumuna itiraz ederek Zahir, bu yo­rumun hilafıdır" demişse
de bunun dışında fazla ayrıntıya girme­miş ve kıyasla taahhüdün caiz
olduğuna dair delillerini serdetme-ye devam etmiştir. [621]

İbn Kayyım el-Cevziyye de Ahmed b. Hanbel'İn fetva usulünde bir mesele


hakkında nas, sahabe kavli veya onlardan birinin görü­şü, mürseî veya zayıf
bir eser bulunmadığı zaman, beşinci sırada kıyasa gidileceğini ve onunla
zaruret .sebebiyle amel edileceğini belirtmiştir. [622] Hallâl, Ahmed'in
"Şafiî'ye kıyas hakkında sordum, o 'Ona ancak zaruret halinde gidilir' veya
bu mânaya gelen bir şey söyledi" dediğini rivayet etmiştir. [623] Ayrıca
Ahmed hayatı boyunca, hakkında Seleften bir eser (nakil, görüş)
bulunmayan bir mesele­de fetva vermeyi hoş karşılamamış ve insanları
bundan şiddetle sa­kın dırmıştır. [624]

Kıyasın hücciyeti konusundaki farklı görüşleri İbn Teymiyye güzel bir tasnife
tâbi tutarak, Hanbelîler'in bu konudaki görüşünü berrakları rinaya
çalışmıştır: O, naslan tam olarak araştırmadan kı­yasla hüküm verme
hususunda üç şıkkın söz konusu olacağını söyler. Birincisi, bilinen delilleri
araşürmaksizın kıyasla hüküm vermektir ki, bu yol kesin olarak caiz değildir.
îkincisi, araştırma halinde elde edilmesi mümkün olan naslar bulunduğu
halde, on­ları araştırmaksızın kıyasla hüküm vermektir ki, bu da Hanefiler'İn
metodu olup bu şartlar altında kıyasa gitmenin caiz olması gerekir. Ancak
bu tür kıyasla hüküm vermek Şafiî ve Ahmed ile ehl-i hadî­se mensup
bilginler tarafından caiz görülmemiştir. Buna göre Ah­med b. Hanbel ve
diğerleri kıyası teyemmüm derecesinde kabul etmişlerdir. Teyemmüme
nasıl ki ,su bulunmadığına dair zann-ı ga-lib hâsıl olunca gidiliyorsa, kıyasa
da nas bulunmadığına dair zann-ı galib hâsıl olunca gidilir. Ahmed'in "Kıyası
ne yapacaksın, hadîste seni ondan müstağni kılacak şey var?" sözünün
anlamı da budur. İşte bu nokta, Ehl-i hadîs ile Ehl-i re'y arasındaki temel
fark­tır. Üçüncüsü ise nassı araştırıp bu konuda herhangi bir nas
bulunmaçlığına chıîf ann-ı galib meydana geldikten sonra kıyasa git­mektir
ki, im durumda kıyasla amel etmek tereddütsüz olarak ca­izdir.[625]

Bu görüş ve tartışmalardan, Hanheiîler'in Kitap, Sünnet icmâ, sahabe ve


Selef-İ sâlihîn'in eserlerinde konuyla ilgili bir delil bula­madıkları zaman,
zaruret sebebiyle kıyasa başvurdukları anlaşıl­maktadır. Kıyasa verdikleri bu
sınırlı role rağmen, Hanbelî usul ki­taplarında kıyasla ilgili bütün konular
herhangi bir Hanefî usul ki­tabını aratmayacak kadar ayrıntılı bir şekilde
İncelenmekten de ge­ri kalınmamıştır. Hangi sebeple olursa olsun,
Hanbelîler'in usul li­teratüründe kıyasın bu kadar geniş yer tutması, onların
usul düşün­cesinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. [626]

Ayrıca, Hanbelîler'in kıyasın hukukî değeriyle ilgili bu görüşle-; Finin mantıkî


tutarlılığını testetme İmkânı veren en önemli vesile­lerden birisi kıyasın
tahsis delili oluşuyla ilgili tartışmalardır. Kıya­sın hukukî değeriyle ilgili
ihtilâfların tabii bir sonucu olarak, âm nassın hâs bir kıyasla tahsisi
konusunda da Hanbelîler'de farklı yaklaşımların bulunduğu görülmektedir:
İmam Ahmed'den gelen bir rivayete göre, kıyas ile âm nas.sın tahsis
edilmesi caizdir. Han­belî bilginlerinden Ebû Ya'lâ, Ebû Bekir Abdülazîz ve
Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî kıyasın âm nassı tahsis edeceği görüşünü
benimse­mişlerdir. Ancak, mezhepte kıyasın tahsis delili kabul edilmediğini
ve onun zahir bir nassa muâraza yapamayacağını savunan bilgin­ler de
bulunmaktadır. Bunların başında ise Ebu'l-Hasan el-Ceze tî [627]ve Ebû
îshak b. Şâkıla [628] (ö. 369/980) yer almaktadır. [629]

Kıyasın tahsis delili olusuna dair verilen örneklerden birisi Ebfı Davud'un şu
rivayetidir: Bir kişi, üç talâka niyel ederek karısına "Sen boşsun" elemiş olsa.
Ahmed'e göre bu durumda bîr Lalâk mey­dana gelir. Ona, İshâk b.
Kâhûye'nin (ö. 243/857) "Ameller ancak niyetlere göredir[630] hadîsiyle
hareket ederek üç talâkın meydana geleceği kanaatinde olduğu söylendiği
zaman, Ahmed "Durum öy­le değildir. O takdirde, karısını boşamaya niyet
else ve bunu da te­laffuz etmese, bu talâk olur mu?" diye sormuşun".[631]
Burada imam Ahmed, insanın İçinde gizli bulunan iradesinin değil de dışa
vuran İradesinin geçerli olacağını belirtmek istemektedir. Aksi halde sırf
insanın İçinden niyet etmesi sebebiyle talâk meydana gelmiş olsay­dı, o
zaman bu niyetin sonucu olarak herhangi bir kelimeyi telaf­fuz etmeden de
talâkın gerçekleşmesi gerekirdi. Ahmed b. Hanbel'in bu kıyası, niyetle İlgili
yukarıdaki hadîsin tahsisi anlamına gelmektedir. Bu örnek kıyasla âm nassın
tahsisine delil olması ya­nında, Hanbelîler'in hukukî işlemlerde iç iradeyi
esas alan genel yaklaşımlarına[632] da ters düşmesi bakımından önemli bir
ipucudur. Öte yandan, bu tartışmada kıyasın tahsis delili olduğunu
savunan­lar, genel olarak kıyası sert bir delil olarak da kabul eden kişiler­dir.
Kıyasın Kitap ve Sünnet -isterse haber-i vâhid olsun- karşısın­da herhangi bir
değeri olmadığını ileri sürenler ise, tabii olarak onun âm nassı tahsis
edebilmesine karşı çıkmışlardır. [633] Burada meşhur birçok Hanbelî
usulcünün kıyası tahsis delili olarak benim­semiş olması, onların kıyas
konusunda gösterdikleri gelişmeyi ifa­de etmesi bakımından dikkat
çekicidir.

Diğer taraftan, kıyasın çeşitleri ve uygulama alanıyla ilgili ola­rak da Hanbelî


usu! kitaplarında dikkat çekici ayrıntılar bulunmak­tadır. Meselâ, onlara
göre kıyas, açık (vazıh) ve kapalı (hafi) olmak üzere iki kısma aynlır. Açık
kıyas, aslın mânası (illet) fer'de de ke­mâliyle bulunan kıyastır. Meselâ,
ribânın illeti böyledir. Hz. Pey­gamber buğdayda ribâ cereyan edeceğini
belirtmiş, Hanbdîler İse pirinci buğdaya kıyas etmişlerdir. Çünkü onlara
göre, pirinç de keyî ve cins olma bakımından buğdayla aynı mânadadır.
Ibnü'l-Kâsım'm rivayetine göre, tmam Ahmed bu lür kıyası kullanmış ve
"Alan ve gümüşe kıyasla demir ve kurşun da fazkılıkh (müic-fûdıl) olarak
alınıp satılması caiz değildir" demiştir.[634]

Kapalı kıyas ise, asıl ile fer' anısında büyük bir benzerliğin (se-beh)
bulunduğu bir kıyastır. Meselâ, bir hadîse hakkında biri ya­saklayan diğeri
serbest kılan İki asıl (prensip) çekişse ve her bir as­lın da beş adet vasfı
(niteliği) bulunmuş olsa; şayet söz konusu ha­dîse bu asıllardan her birinin
vasıflanın içermemekle beraber, dön nitelikte ibâhaya, üç vasıfta da hazra
daha çok benzese yani her­hangi bir şekilde iki asıldan birine daha çok
benzemiş olsa, bu du­rumda iki görüş rivayet edilmektedir:

Birinci görüşe göre, bu kesin olarak kıyas değildir. Çünkü kı­yas, fer'de asim
vasıflarının kemaliyle bulunması halinde müm­kündür. Eğer bu vasıfların
tümü değil de bir kısmı fer'de bulunur­sa, bu durumda kıyastan söz
edilemez. Ahmed b. Hüseyin b. Has-sân'ın rivayet ettiğine göre İmam
Ahmed bu konuda "Kıyas, iki şeyden -her türlü durumda aralarında
benzerlik bulunması halin­de- birinin diğerine benzetilme sidir (kıyas
edilmesi). Ancak, onlar bir halde biribirine benzer, diğer bir halde
muhalefet eder ve sen de onun üzerine kıyasta bulunmak istersen, bu bir
hatadır. Çünkü o, bazı durumlarda (biribirine) muhalefet, bazı durumlarda
ise mu­vafakat etmiştir. Bütün durumlarda böyle olması halinde, onu
ba­zan kabul bazan da terketmiş olursun, Dolayısıyla, onun hakkmda bende
bir şey (fikir) yoktur[635] demiştir.
İkinci görüşe göre ise, bu tür bir kıyas sahihtir ve kıyasa konu olan hadise,
sakındıran (hazreden) ve serbest (mubah) kılan iki asıldan kendisine en çok
benzeyene İlhak edilir ve onun hükmü geciktirilmez. Bu konuda Harb şu
rivayeti nakletmiştik Biribirine Hân[636] yapan karı koca Yahudiden,
karısına kazfte bulunan koca hakkında, İmam Ahmed "Bunun bir anlamı
(vechi) yoktur. Çünkü, yahudi koca âdil değildir. Lıân ise yalnızca bir şehâdet
işlemidir ve

Yahudi koca âdil değildir ki. onun şehâdeti caiz olsun" demiştir.[637] Onun
bu sözlerinden, Yahûdî karı koca arasında Hân İşlemini uy­gun görmediği
anlaşılmakladır. Çünkü o ilânı, kâfirden sâdır olma­sının imkânsızlığı
hususunda, şehâdeie kıyas etmiştir. Halbuki li-ântn şehâdete benzerliği az,
yeminlere (eymân) benzerliği ise da­ha fazladır. İmam Ahmed'İn bu görüşü,
onun asıi ile fer' arasında­ki benzerliğin (şebeh) çokluğuna dayanarak kıyas
yapmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir. [638]

Hanbelîler'in illetin tesbitiyle ilgili faaliyetlere kıyas adının veri­lip


verilmeyeceği konusundaki görüşlerini da şu şekilde özetlemek
mümkündür: Nas veya icmâda yer alan bir. hüküm için "münâsib" olan vasfı
(illet) ortaya çıkarmak üzere yapılan faaliyete tahricü'l-menât denir ve
Hanbelîler'e göre bu işlem bizzat kıyasın kendisi olup buna "kıyas" adının
verilmesi hususunda onlar arasında her­hangi bir ihtilâf bulunmamaktadır.
Bir hükmün ta'lîli ile İlgili olarak nasta yer alan vasıflar üzerinde, illet olarak
kabul edilemeyecek olanları ayıklamak ve nassın göstermek istediği esas
illeti belirle­mek maksadıyla yapılan faaliyetler ise tenkîhü'l-menât adını alır
ve böyle bir içtihadın gereğiyle amel edilmesi konusunda Hanbelîler ittifak
etmişler ise de bu işlemin kıyas olarak isimlendirilmesi ko­nusunda İhtilâf
etmişlerdir. [639] Bu arada, mefhûm-i muvâfakanın delaletiyle ilgili olarak,
Ebû Ya'lâ tenbih (evlâ) yoluyla sabit olan hükmün kıyas olarak
isimlendirilemiyeceğini, çünkü onun sadece hitaptan anlaşılan bir mâna
(mefhûm-i hitâb ve mefhûm-i fehva) olduğunu söylemiştir. [640] Meselâ,
"Onlara 'öf!' bile deme" (el-lsrâ 17/23) âyetinin lafzından, anne ve babaya
sadece "öf!" demek de­ğil, onlara zarar veren her türlü şiddet, ve darbın da
yasak olduğu anlaşılır ve bu sonuca kıyasla değil, bizzat ayetin lafzıyla
ulaşılır.
Hanbelîler'in kıyas konusundaki gelişmeleri sadece onun tah­sis delili
olması ve yukarıda anlatılan bazı ayrıntılarla sınırlı kalma­mış ayrıca
isimlerin, hadlerin, kefaretlerin, mukadderat (sayı, ölçü ve tartı gibi çeşitli
nicelikleri belirtilmiş olan hususlar) ve bedelle­rin (karşılık) kıyasla ispatı
konusunda da aynı gelişme devam etmiştir.

HanbeIer, isimlerin kıyas yoluyla ispat edilmesini caiz gör­müşlerdir Meselâ,


onlar nebize, hamre (şarap) kıyasla İıamr", nebhâşe de (keten soyucu)
hırsıza kıyasla "hırsız" adını vermişler­dir. Esrem bu konuda şu meseleyi
rivayet etmektedir: imam Ahmed'e "Hamr, aklı örten (kapatan)
şeydir[641]hadîsi hatırlatılarak, bu hadîsle kastedilen şeyin ne olduğu
sorulduğu zaman, Ahmed "Aklı değiştiren (bozan) şey" cevabını vermiştir-
Bunun üzerine kendisine "Aklı bozan her nebîz hamr mıdır?" denildiğinde
"Evet" cevabını vermiştir. [642] Kıyas yoluyla isimlerin İspat edilebilmesi
ko­nusunda Şâfuler'le Hanbelîler paralel düşünürken, Hanefîler'le ke-
lâmcılarm çoğunluğu bu konuda aksini savunmuşlardır. [643]

Yine Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânînin belirttiğine gö­re, Hanbelîler


hadlerin, kefaretlerin, mukadderat ve bedeiierin kı­yasla ispatını da caiz
görmüşlerdir. [644] Mezhebin bu konudaki ka­bulünü Ebû Ya'lâ genel
ifadelerle belirtirken, Ebü'l-Hattâb el-Kel-vezânî bunu söz konusu mesele
hakkındaki hükmün illetinin bilin­mesi ve ona engel bir mâninin
bulunmaması kaydıyla sınırlamaya çalışmıştır. [645] Hanbelî usulcüleri bu
konudaki görüşlerinin ispatı için geniş tartışmalar yapmış ve çeşitli deliller
getirmeye çalışmış­lardır. Onların bu konuda getirdikleri delillerden birisi,
meşhur Mu-âz hadîsinde[646] geçen "Re'yimle ietihad ederim" sözüdür.
Ayrıca Hz. Ömer devrinde içki haddindeki celdenin artırılmış olması da
önemli bir delildir. Bilindiği gibi, Hz. Ömer içkinin cezası konu­sunda ashap
ile istişare etmiş ve 'insanlar içkinin peşine düşer ol­dular ve onlar içkinin
cezasını az (küçük) buluyorlar" demiştir. Bu sırada Hz. Ali, "İnsan içki içince
sarhoş olur, sarhoş olunca da he­zeyanda bulunur Hezeyanda bulununca da
iftira eder. Bu sebepte onun haddi iftira edenlerin (kazfte bulunanların)
cezası olmalıdır" demiş ve ashap içki haddinin kıyas yoluyla kazf haddine
ilhakı ya­ni kırk celdeden seksen celdeye çıkarılması konusunda icmâ
et­miştir. [647]
Hanbelî mezhebinde hadlerin kıyasla sahil olması konusunda Meymûnînin
.su rivayeti örnek olarak verilebilir: İmam Ahmed'e dinarın dörtte birinden
daha az bir miktarda altın çalan kişinin hükmü sorulduğunda, "Ona had
tatbik ederim (elini keserim)" de­miştir. "Niçin?" denildiğinde, "Çünkü,
şayet o kişi herhangi bir tica­ret malını çalmış, olsaydı, bu malı dirhemlerle
takvim (dirhem ola­rak karşılığını tesbit) ederdim. Burada da böyledir. Yani,
dinarın dörtte birinden daha az miktarda altın çaldığı zaman da aynı
şekil­de onu dirhemlerle takvim (tesbit) etmiş oiuyorum[648] cevabını
vermiştir.

Şâfiîler'İe Hanbelîler hadlerin, kefaretlerin, mukadderat ve be­dellerin


kıyasla ispatı konusunda hemfikir iken, metodolojilerinde kıyasa oldukça
geniş yer veren Hanefîter'in bu konuda karşıt taraf­ta yer aldığı
görülmektedir. İslâm hukuk mezheplerinin bu konu­daki görüş ve
delillerinin değerlendirilmesi müstakil çalışmalar ge­rektirecek kadar
geniştir. [649] Elinizdeki eserin genel çerçevesi ise böyle bir tartışmanın
burada yapılmasına imkân vermemektedir. Ancak burada şu kadar
söylenebilir: Hanbelîler'in hadİer, kefaret­ler, mukadderat ve çeşitli
bedeller gibi özellikle ibadet mânası taşı­yan bazı alanlarda kıyasın
geçerliliğini kabul etmeleri, aslında on­ların bu alanlarda na.slarla yetinme,
bu alanları dar tutma ve bu ko­nularda her türlü bid'at ve hurafeye karşı
mücadele etme hususun­daki temel yaklaşımlarıyla ters düşer
gözükmektedir. Hanefiler'in ise başta kefaretler ve hadler olmak üzere
nitelik ve nicelikleri ke­sin olarak tesbit edilmiş olan ibadet ve ceza hukuku
sahasında kı­yasa gitmemeleri, ibadetlerde bid'at ve hurafeden sakınma,
ceza hukukunda suç ve cezanın kanuniliği, şüpheden sanığın yararlan­ması
gibi genel İlkelere ağırlık verdiklerini ve kıyas yoluyla ibadet ile suç ve
cezanın alanını genişletmekten kaçındıklarını göster­mektedir.[650]
d) İstihsan

Hakkında geniş tartışmalar yapılmış olmasına rağmen, istihsa-nın belirli bir


tanımı üstünde İslâm hukukçuları genel bir ittifaka varamamışlardır.[651]
Hanbelî usulcüler tarafından da farklı tanımla­rı yapılan istihsanı Ebû Ya'lâ,
"bir hükmü, kendisinden daha evlâ ba.şka bir hükümle terketmek[652]
seklinde tarif etmiştir. Ebu'l-I lat-lâb el-Kelvezânî, hükümlerin birinin
diğerinden evlâ veya daha kuvvetli olduğunun söylenemeyeceğini, kuvvetin
sadece deliller hakkında söz konusu olacağını belirterek Ebû Ya'lâ'nın bu
tanımı­nın "kıyasın mûcebinden kıyastan daha kuvvetli bîr delile dön­mek"
anlamına geleceğini .söylemiştir. [653] İbn Teymiyye de Ebû Ya'lâ'nın bu
tanımından Istihsanın "iki delilden birini diğerine ter­cih etmek" anlamına
geldiği sonucunu çıkarmıştır. [654] Ancak, son dönem Hanbelî âlimlerinden
Abdülkadİr b. Bedrân ise bu tanım­lardan hareketle imanı Ahmed'e göre
istihsanın, "kıyasın mûcebin­den daha kuvvetli bir deli! sebebiyle
vazgeçmek" mânasına gelebi­leceğini ifade etmiştir. [655]

Ebû Ya'lâ imamın oğlu Salih, Meymûnî ve Merrûzî'nin imamdan yaptıkları


bazı rivayetleri naklederek, onun kelime olarak istihsanı mutlak bir şekilde
kullandığını belirtir. [656] Ancak, Ebû Tâlib'den ge­len bir rivayette Ahmed
"Ebû Hanîfe'nin arkadaşları kıyasın hilâfı­na bir şey söyledikleri zaman
l.stihsan yapıyoruz ve kıyası bırakı­yoruz' derler ve hak olduğuna inandıkları
şey karşılığında onu bı­rakırlar. Halbuki ben gelen her hadîse başvuruyorum
ve ona kıyas yapmıyorum" demiştir. [657] Bu sözün zahirinden, Ebû
Ya'lâ'nın işa­ret ettiği gibi, imamın istihsana karşı olduğu anlaşılmakta ise de
yi­ne bizzat Ebû Ya'lâ istihsanın sahih olduğunu ispata çalışmıştır. O,
istihsandan maksadın bir hükmün daha kuvvetli bir hükümle ter-kedilmesi
olduğunu söyleyerek istihsan lehine kitap, sünnet ve icmâdan çeşitli deliller
getirmişin.[658] Kadî Ya'kûb b. İbrahim el-Ber-zebînî de Co. '186/1093) Ebû
Yalanın tanımını sevkederek istihsan-kı hüküm vermenin Ahmed'în mezhebi
olduğunu belirtmiştir. [659] İbn Teymiyye ise. İmam Ahmed'den islih.sanın
bâlıl olduğunu çağ­rıştıracak bazı imaların bulunduğuna işaret etmiştir.
[660]
İstihsanın leh ve aleyhindeki bu rivayetler incelendiğinde Han­belî usulünde
İstihsanın geçerli bir metot olarak kabul edildiği so­nucuna varılır. [661]
Çünkü, Abdülkadİr b. Bedrân'ın da belirttiği gibi istihsan, "müetehid
nazarında bir delilin, kendisinden daha kuv­vetli başka bir delil sebebiyle
tahsis edilmesi" anlamına gelir. [662] Böyie bir tanım İse, yukarıda Ebu'l-
Hattâb'ın da işaret ettiği gibi, kı­yasın mûcebinden daha kuvvetli bir delile
dönmeyi yani kuvvetli herhangi bir delil .sebebiyle kıyastan vazgeçmeyi
içermektedir. Kı­yastan vazgeçmeyi gerektirecek böyle bir işlem ise
Hanbelîler'in metodolojileri açısından re'y ve kıyastan kaçınabilmek için
önemli bir alternatif olarak gözükmektedir.

îstihsanın aleyhinde rivayet edilen görüş ve imalar İse herhan­gi bir delilden
"daha kuvvetli bir delil" sebebiyle değil de "delilsiz" olarak dönmekle
ilgilidir. Diğer taraftan, elde herhangi bir delil ol­madan şerl bir delili
terketmek, sırf kendi arzusu ile hüküm orta­ya koymak demektir ki, başta
Hanefîler olmak üzere istihsanı sa­vunan hiçbir mezhep böyle bir hareketi
asla iddia veya tasvip et­memiştir. Şu kadar var ki, İstihsanı benimseyen
Hanbelîler'e karşı şöyle bir itiraz ileri sürülebilir: Hemen hemen .her
meselede fuka-ha arasında çeşitli İhtilâflar bulunmakta ve sız de bunlardan
-ken­dinize göre- en kuvvetli olan delile sahip olduğunuzu savunuyor­sunuz,
istihsan ise iki delilden kuvvetli olanla hareket etmek anla­mına geldiğine
göre, bu durumda sizin mezhebinizin tamamıyla is­tihsana dayanması
gerekmez mi? Ebû Ya'lâ bu soruya karşı, fuka-ha arasında meydana gelen
ihtilâflarla ilgili meselelerde kendileri­nin, muhaliflerin delillerini sahih değil
fâsid olarak kabul ettikleri­ni ve dolayısıyla da ortada "sahih iki delilden
daha kuvvetli olanı tercih" .seklinde bir durum olmadığını ve bu sebeple
kendi dayandıkları delillere istihsali adını vermediklerini
söylemektedir.[663] Gerdekten bu soru islihsun konusunu tartışan bütün
İslâm hukuk­çularına yöneltilebilir ve tarafların verecekleri cevaplar da
kendi içerisinde mantıkî tutarlılığa sahip olabilir. Ancak yine de bu du­rum,
yapılan tartışmaların sadece terim ihtilafıyla ilgili lafzı bir tartışma olduğu ve
ortada onlar arasında gerçek bir ihtilâfın bulunma­dığı gerçeğini ortadan
kaldırmayacaktır.
î.stihsanla ilgili Hanbelî usul kitaplarında çeşitli örnekler bulun­maktadır.
Meselâ, Merrûzî'nin rivayet ettiğine göre, Ahmed b. Han-bel "Sevâd
arazisini satın almak caiz, satmak ise caiz değildir" de­miştir. Bu söz üzerine
ona, "Malik olmayan bir kişiden nasıl satın alınır?" diye sorulduğunda,
"Kıyas senin dediğin gibidir. Ancak o bir istihsandır" demiş ve ashabın
mushaf satın alınmasına ruhsat verdiklerini, ancak onun satışını caiz
görmediklerini delil olarak getirmiştir. [664] Bu örnekte, Ahmed b.
Hanbel'İn sahabe görüş ve uy­gulamasını, kıyastan daha kuvvetli bir delil
olarak gördüğü ve onu kıyasa tercih ettiği yani istihsan İle amel ettiği
anlaşılmaktadır. Bir başka örnekte ise şoyie anlatılır: Bir araziyi gasbederek
üzerinde ziraat yapan kiş hakkında İmam Ahmed, ziraatın arazi sahibine ait
olacağını, gâsıba (ziraat sahibi) ise arazi sahibinin nafaka ödemesi
gerektiğini söylemiştir. [665]Bu olayda kıyas, ziraatın gasıba ait olma­sını ve
arazi sahibine de arazisinin ücretinin ödenmesini gerektir­mekte ise de
Ahmed b. Hanbel, Râfi' b. Hadîc'in rivayet ettiği "Kim bir kavmin arazisini
ekerse; ziraat arazi sahibinindir, ekene ise na­faka vardır[666] hadîsiyle
amel ederek istihsan yapmıştır.[667]

e) Maslahat-ı Mürsele

Maslahat (çoğulu mesâlih) sözlükte "fayda, yarar, menfaat, iyi­liğe sebep


olan şey", mürsel ise "salıverilmiş, herhangi bir kayıt ve­ya şarta
bağlanmamış, başıboş bırakılmış" anlamına gelir. [668] Huku­kî bir terkip
olarak maslahat-ı mürsele "Şâri'in, hakkında herhangi bir hüküm
belirtmediği ve geçerli olup olmadığına dair şer'î bir de­lil bulunmayan
yarar[669] veya "İspat veya ilgası (meşruiyet veya gayr-i meşruiyeti)
hakkında özel bir delil bulunmayan ve şeriatın genel maksatlanyla birlik
İçinde olan maslahat[670] seklinde tarif edilebilir. Bu tür maslahatlara göre
hüküm verme metoduna ise is-tislâh adı verilir. [671]

Maslahat, Allah'ın insanlar için vazettiği hükümlerin mihverini teşkil


etmektedir. [672] Sâri', dinî hükümleri teşri kılarken beşer haya­tı için zaruri
olan yani bugünkü tabirle "temel insan haklan" adı al­tında değerlendirilen
insanın dinini, canını, akıl, nesil ve mal var­lıklarını korumayı ve geliştirmeyi
hedeflemiştir. Dolayısıyla, bu beş temel hakkı muhafazaya yönelik her
davranış ve eylem maslahat çerçevesinde değerlendirilebilir. [673] Ayrıca,
maslahatın kelâm İlmin-deki hüsün (iyilik) ve kubuh (kötülük) problemi ve
kullar için en uygun olanı (aslah) yaratmanın Allah üzerine vacip olup
olmama­sı konusu İle fıkıh usulündeki illetlerin hükümler için belirleyici
alâmetler olup olmadığı meselesiyle[674] de yakın İlişkisi bulunmak­tadır.

islâm hukukunda, şer'î hükümlerin üzerine bina edildiği mas­lahatlar, şâri'in


kendilerine itibar edip etmemesi bakımından; ken­dilerine itibar edilmesi
hususunda belirli bir şer'î delil bulunan va­sıflar (muteber münasebet,
muteber maslahat), ilga ve iptal edil­mesi konusunda belirli bir sert delil
bulunan vasıflar (mülga mas­lahat), itibar veya ilgası hususunda belirli bir
delil bulunmayan vasıflar (mürsel münasebet, mürsel maslahat) .şeklinde
üç kısımda in­celenmiştir. Bunlardan lehinde bir nas bulunan maslahatın
geçerli­liği ve ilga edilen bir maslahatın hanımlığı konusunda İslâm
hu­kukçuları arasında herhangi bir ihtilâf bulunmamaktadır.[675]

İlga veyıı itibar edilmesi hususunda herhangi ser'İ bir delil bu­lunmayan
mürsel maslahatlar, çeşitli mezheplere mensup birçok âlim tarafından
olduğu gibi, Hanbelîler tarafından da üç kısımda incelenmiştir: Birincisi,
hâciyât derecesindeki maslahatlar. Bunlar, aslında bir zaruret
bulunmamakla beraber gelecekte kendilerinden bir salâh ve fayda
beklentisinin bulunduğu maslahatlardır. Velinin, küçük kızını evlendirme
yetkisinin bulunması gibi. [676] İkincisi, tah-sîniyyât derecesindeki
maslahatlar. Bu tür maslahatlara İbadet ve muamelelerde âdâb-ı muaşeret
kaidelerine uyma derecesindeki maslahatlar Örnek olarak verilebilir.
Nikâhta velinin hazır bulun­ması gibi. [677] Herhangi bîr delile dayanmadan
bu iki tür maslahatla amel etmenin Hanbelî mezhebinde caiz olmadığı
konusunda itti­fak bulunmaktadır. Çünkü, herhangi bir delil olmaksızın
bunlarla hüküm vermek sırf re'yle şeriat vazetmek demektir. [678]
Maslahat-ı mürselenin üçüncü türü ise zaruriyyât derecesinde olan
maslahat­lardır. Bunlar dini, canı, aklı, nesli ve malı muhafaza ile İlgili temel
maslahatlardır. Sapıklığını yayan kâfirin katli, bid'atına davette bu­lunan
bid'atçmın cezalandırılması, nefsi muhafaza için kısasla hük-medilmesi ...
gibi. [679]

Maslahat-ı mürselenin şartları ve hukukî değeriyle ilgili tartış­malar


konusunda Hanbelî usul kitaplarına bakıldığı zaman bu hu­suslarda açık,
ayrıntılı ve sistematik bilgilere rastlama imkânı[680] he­men hemen yok
gibidir. Bu eserler arasında derli-toplu en çok bil­ginin îbn Kudâme'nin
Ravza ve onun tekrarı niteliğinde olan İbnü'l-Lehhâm'ın el-
Muhtasar'mda[681] bulunmaktadır. Bu bilgiler ise daha ziyade Gazzâlî'nin
el-Müstasfâ'smın konuyla ilgili bölümünün[682] bir özeti niteliğindedir.
Ayrıca, el-Müsevvede'de mesâlih-i mürsele hakkında kısa bir paragraf
açılmış ve maslahat-ı mürsele üzerine hüküm bina edilmesinin caiz olmadığı
belirtilmiştir.[683] Hanbelî tarihinde maslahatla ilgili en Önemli gelişmeyi
ise, kendi­sinden biraz aşağıda bahsedilecek olan Necmeddin et-Tûfî
sağla­mıştır. Ayrıca muasır âlimlerden Abdülkadir b. Bedrân maslahat-ı
mürselenin yukarıda zikredilen tasnifini tekrarlamış, [684] Abdullah b.
Abdülmuhsin et-Türkî ise bu konuda Hanbeiîler'in görüşlerini ay­rıntılı bir
şekilde hulâsa etmiştir. [685]

Hanbelî usul kitaplarındaki maslahat-ı mürseleyle İlgili cüz'î bilgüer


birleştirildiği zaman, Muhammed Ebû Zehre'nin de işaret etti­ği gibi,
Hanbeiîler'in maslahat-ı mürseleyi hukukî bir delil olarak kabul ettikleri ve
bu kabulü de İmam Ahmed'e nİsbet eyledikleri anlaşılır. [686] Bu arada,
maslahat hakkında İbn Kayyim el-Cevziy-ye'nin değerlendirmeleri de
mezhebin genel eğilimini göstermesi açısından çok önemlidir. O, şeriatın
esasının hikmetler ve kulların dünya ve âhiret maslahatları üzerine kurulu
olduğunu belirterek "Şeriat tamamıyla adalet, rahmet, maslahat ve
hikmettir. Adaletten zulme, rahmetten zıddına, maslahattan mefsedete ve
hikmetten saçmalığa (abes) giden hiçbir mesele, çeşitli tevillerle şeriat
içeri­sine sokulsa dahi, asla şeriattan değildir. Şeriat, Allah'ın kulları
ara­sındaki adaleti ve mahlûkatı arasındaki rahmetidir..." demiştir. [687]
Yine o, akidlerin çeşitli şartlara bağlanması hususunu anlatırken, "Akidlerin,
fesihlerin, teberrulann, İltizamların (borçlar) ve diğer hukukî İşlemlerin
çeşitli şartlara bağlanması, zaruret, ihtiyaç veya maslahatın gerektirdiği bir
iştir ve mükellef bunlardan müstağni kalamaz[688] diyerek, hayatın ihtiyaç
ve maslahatlarının gerektirdi­ği birtakım şartların koşulmasını muteber
görmüştür.

Hanbeiîler'in maslahatı! bakışlarını İfade eden bu cümleler ya­nında, onların


çeşitli fürû-i fıkıh kitaplarına kısa bir göz atıldığında, maslahata dayanılarak
verilmiş birçok hüküm ve fetvalarının da bulunduğu gorülecektir. Özellikle
siyâset-i şer'iyyeyle ilgili konu­larda maslahata bina edilmiş, zengin örnekler
bulunmaktadır. On­lar arasında maslahat hakkında mevcut olan ihtilâf,
bizzat maslaha­tın varlığı hakkında değil, bir şeyin maslahat içerdiğinin
herhangi bir yolla bilinip bilinmemesi hakkındadır. Hanbelîler. maslahat-ı
mürseienin geçerli olabilmesi İçin söz konusu maslahatın İslâm'ın hiçbir
delil ve esasına aykırı düşmemesi, onda aklın kabul edeceği nitelikte bir
yarar olması, kendisiyle amel edildiği takdirde dinde bir güçlüğü kaldırması,
insanlara kolaylık sağlaması[689] ve şer'in umumi bir tarzda ya da genel
kaideler çerçevesinde onu uygun görmesi veya onun cinsinden olan bir
şeye itibar etmiş olması ge­rektiğini[690] söylemişlerdir. Ne var ki, bütün bu
olumlu yaklaşımla­ra rağmen, Hanbelîler'de maslahat-ı mürseleyi delil
kabul edenler onu, Mâlikîler gibi bizatihi müstakil bir delil değil de yalnızca
kıya­sa tâbi ve kıyasın bir türü olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır. [691]

Öte yandan, İmam Ahmed maslahata dayanan birçok sahabe fetvası


görmüş ve bu tür fetvaları severek kabul etmiştir. [692] Meselâ o, siyasette
genellikle maslahata uymuş, hükümdarın halkı masla­hat olana yöneltmesi
ve fesaddan uzaklaştırması yolunu tavsiye et­miş, fâsık ve kötü huylu
kimselerin sürgün edilmesi, bid'atçıların cezalandırılması, ramazan günü
şarap içenin cezasının artırılması, sahabeye dil uzatana ceza verilmesi
gerektiğini söylemiştir. [693]

Bu arada, maslahata itibar konusunda sadece Hanbelîler içinde değil, diğer


bütün islâm hukukuk mezhepleri içerisinde de en ile­ri noktada bulunan kişi
Özgün bir Hanbelî olan Necmeddin et-Tû-fî'dir (ö. 7l6/13l6). Tûfî,
maslahatla ilgili görüşlerini "Zarar ve za­rarla mukabele yoktur[694] hadîsini
şerh sırasında açıklamıştır. [695] Bu hadîsi, maslahata riayet konusunda
hususi bir nas olarak kabul eden Tûfî, İbadet ve mukadderat (sayı, ölçü ve
tartı gibi çeşitli ni­celikleri belirtilmiş hususlar) dışındaki muamelât ve
benzeri hü­kümlerde maslahata riayet prensibi İle nas ve icmâın tearuz
etme­si halinde, maslahata riayet prensibinin "tahsis ve beyan" yoluyla
onlara takdim edileceğini savunmuştur. [696] Tûfî'nin bu görüşü, tah­sis
delilinin âm nas ile aynı zamanda gelmiş (mukârin) olması ya da en azından
söz konusu âm nas ile amel edilmeye ihtiyaç duyulduğu sırada gelerek
beyanın ihtiyaç vaktinden sonraya sarkmama­sı (tehir olmaması)
konusundaki usulcülerin genel ittifakları[697] İle karşılaştırıldığı zaman,
Tûfî'nin maslahata riayet hakkında hususi nas olduğunu ileri sürdüğü hadîs
ile tahsise konu olduğu ileri sü­rülen âm naslar anısında kaldı ki, Tûfi'ye
göre belirli bir âm nas değil bütün âm naslar söz konusudur- tahsis değil,
neshin gerçek­leşebileceği şeklinde bir tehirin hatta genel bir belirsizliğin
bulun­duğu söylenebilir. Bu durumda, ortada Tûfî'nin dediği gibi bir
"tah­sis" değil, şer'î nasların "ne,sh"i .söz konusu olacaktır. Böyle bir yo­rum
ise naslann, maslahat olduğu zannedilen çeşitli vehimlerle ip­tal edilmesi
anlamına gelecektir. [698]

f) Sedd-i Zerâİ'

"Şekil bakımından meşru görülen tasarrufların, meşru olmayan maksatlara


ulaştırmasını önlemek" mânasına gelen sedd-i zerâi[699] prensibine, İslâm
hukuk doktrinleri içerisinde en büyük değeri Mâlikîler ve onlardan sonra da
Hanbelîler'in verdiği söylenebilir. [700] Ne var ki, İbn Kayyim el-Cevziyye'nin
î'lâmü'l-muvakkıîn adh ese­ri müstesna, Hanbelîler'in temel usûl-İ fıkıh
kitaplarında, üzerinde ihtilâf edilen deliller içerisinde sedd-i zerâİ' konusuna
fazla yer ve­rildiği görülmez. [701] Ancak, onların metodolojilerini insanın
gerçek niyeti üzerine kurmuş olmalarından ve çeşitli konularda diğer
mezheplerle yaptıkları tartışmalardan, sedd-i zerâiye hukukî bir delil değilse
de genel bir hukuk kuralı olarak yüksek bir değer ver­dikleri anlaşılmaktadır.

İbn Kayyim el-Cevziyye, maksatlara ancak birtakım yol ve se­beplerle


ulaşılabileceğini belirterek bu yol ve sebeplerin hüküm bakımından söz
konusu amaçlara tâbi olduğunu söylemiştir. Ona göre.

Harama vesile olan yollar menedilme ve kerahet bakımından aynen söz


konusu haramlar; itaat ve ibadetlere vesile olan yollar ise izin ve muhabbet
acısından aynen söz konusu ibadetler gibidir. Dolayısıyla maksata ulaşmak
için kullanılan araçlar da (vesile) maksata tâbidir. Kendisine götüren birçok
yol ve vesile bulunduğu halde Allah, bir şe­yi haram kılıyorsa, burada
haramın gerçekleşmesini ve koruluğuna yaklaşılmasını önlemek için,
harama götüren yol ve vesileleri de ha­ram kılması gerekir. Eğer bu yol ve
vasıtaları mubah kılmış olsaydı, bu durum söz konusu şeyin haram
kılınmasıyla çelişir ve nefisleri de o ha­rama teşvik etmiş olurdu. Halbuki
Allah'ın ilim ve hikmeti kesinlikle buna engeldir.[702]
İbn Kayyim el-Cevziyye, böyle bir durumun yalnızca Allah'ın ilim ve
hikmetine değil, beşer aklına da aykırı olduğuna işaret ede­rek şöyle
demiştir:

"Dünyadaki idarecilerin siyaseti de bunu yasaklamaktadır. Onlardan biri


askerini, halkını veya aile efradını herhangi bir şeyden menedip sonra da
söz konusu yasağa götüren vesileleri, sebepleri ve yollan on­lara serbest
biraksa, bu bir çelişki (tenakuz) sayılır ve dolayısıyla hal­kından ve
askerinden onlara kendi maksadının hilâfına birtakım işler meydana gelir.
Doktorlar için de aynı şeyler söz konusudur. Onlar bir hastalığı önlemek
istedikleri zaman, hastayı söz konusu hastalığa gö­türen yol ve sebeplerden
menederler (koruyucu hekimlik). Aksi halde iyileştirmeyi arzu ettikleri
şeyler fesada gitmiş (bozulmuş) olur. Durum böyle olunca, en yüksek
hikmet, maslahat ve kemal derecesinde olan bu kâmil şeriat hakkında ne
düşünülür? Onun kaynaklarını ve menba-lartnı düşünen insan, yüce Allah'ın
ve onun resulünün, haram kıldık­ları ve nehyettikleri hususlara götüren
vesile ve yollan da kapatacağı­nı anlar. [703]

İbn Kayyim el-Cevziyye maslahata ve mefsedete götüren yolla­rı çeşitli


derece ve mertebelere ayırdıktan .sonra, şeriatın helâle gö­türen yollan
açtığına, harama götüren yollan da kapattığına dair tam doksan dokuz adet
delil getirmiştir. [704] Meselâ, Kur'ân-ı Ke-rîm'de "Allah'tan başkasına
tapanlara (ve putlarına) .sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a
söverler" (el-En'âm 6/108) buy-rulmuştur. Burada müslümanİar müşriklere
karşı gayzlarının ifade­si olarak onlara ve putlarına küfretmekten
nehyedilmiştir. Çünkü, buna tepki olarak müşrikler de yüce Allah'a
sövebilirler. Burada Cenâb-ı Hakk'ın kendisine .sövülen bir mevkide
bulunmaktan çı­karılmasının maslahatı, bizim müşriklerin pullarına
küfretmekten elde edeceğimiz maslahattan daha tercihe lâyıktır.
Görüldüğü gibi bu âyet, caiz olmayan bir davranışa .sebep olmaması için,
caiz olan bir davranışı menetme hususunda açık bir delildir.[705]Yine,
Kur'an'-cla "Mümin kadınlara .söyle:.. Gizlemekte oldukları ziynetleri
anla­şılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar" (cn-Nûr 24/31) buyaılmuş-tur.
Aslında yürürken ayakları yere hızlı basmak (vurmak) binefsi-hî caiz olan bir
husustur. Ancak böyle bir vuruş ile kadınların ayak­larında bulunan halhal
denen takılar ses çıkarır. Böyle bir .sesin ise erkekleri şehevî birtakım
arzulara sevketmemesi için, kadınlar ayaklarını yere hızla vurarak
yürümekten menedilmiştir. [706] Ayrıca, alışverişle meşguliyet cuma
namazına engel olur düşüncesiyle, Cu­ma namazı vaktinde alışverişin
bırakılması emredilmiştir (el-Cum'a, 62/9). Hz. Peygamber de güneşe
tapanlara benzememek için güneşin doğuş ve batışı sırasında namaz
kılmaktan, ribâya düşmeyi önlemek için ikrazda bulunan kişiyi ve rüşveti
önlemek için de vali ve kadı gibi idarecileri hediye almaktan menetmiştir.
Yine Hz. Peygamber savaş .sırasında hırsızlık yapan kimseye had tatbik
edilmesini yasaklamıştır. Bunda da hırsızın, bu cezaya kıza­rak düşman
tarafına geçme ihtimalini önleme düşüncesi bulun­maktadır. Ayrıca o, fitne
zamanı silâh satışını nehyetmıştir. Bu ya­sak ise, mevcut olan filne ve
kargaşa ortamının daha da kötüleşme­sine etki edecek unsurları ortadan
kaldırmak amacıyla konulmuş­tur. Öte yandan, sahabe ve fakihierin
çoğunluğu da birtek kişiyi öl­düren bir grup insanın kısas edilmesini, katil
olaylarının artmasını önlemek için caiz görmüşlerdir. [707] Hanbeiîler ise
şeddi zerâi' pren­sibine dayanarak; sonucu itibariyle ribâ ve hileye götüren
her tür­lü akdi menetmişler, Ölümle sonuçlanan hastalıkda (maraz-ı mevt)
hanımını mirastan mahrum bırakmak maksadıyla yapılan boşama­yı
geçersiz saymışlardır. [708]

İbn Kayyim el-Ccvziyyc'nin sedd-i zerâi' ile İlgili naklettiği zen­gin örneklere
rağmen, Hanbciîler'in niyet ve maksada verdikleri önem ile sedd-i zerâi
prensibine verdikleri değer arasında bir paradoks gözükmektedir. Çünkü
onlar bir taraftan lafızların değil, ni­yet ve maksatların (sübjektif irade)
önemli okluğunu savunurken[709] diğer taraftan da maksat ne kadar
meşru olursa olsun sayel netice gayri meşru ise bunu da sedd-i zerâi'
yoluyla engellemeye çalınmaktadırlar. Bununla birlikte, itiraf edilmelidir ki,
hukukî ta­sarrufların yorumlanması sırasında kişinin niyet ve maksatının
et­kisini tesbiüe ilgili tartışmalar1 sadece İslâm hukuk mezheplerinin değil,
hemen hemen bütün hukuk sistemlerinirı en önemli prob­lemlerinden
biridir ve bu tartışmalar genel olarak yoaım alanmda "irade hürriyeti" (iç,
sübjektif irade) ve "irade beyanı" (dış, objektif irade) nazariyelerini
doğurmuştur. Bütün bu nazariyelerin amaçla­rı ise sübjektif irade ile
objektif netice arasındaki gerçek ilişkiyi be­lirli kurallara bağlamak ve
"gerçeğe" ulaşabilmektir. Zaman ve me­kânın, imkân ve ihtiyaçların da
etkisiyle "adalet" terazisinin bazen "niyet" bazen de "netice" kefesine
ağırlık verilerek yapılan bu "ger­çeği" bulma mücadelesi kıyamete kadar
devam edecektir.[710]
g) Örf ve Âdet

Sözlükte "sabır, iyilik, ih.san, cömertlik, nefsin hayır bilip kendi­sine


güvendiği şey[711] mânalarına gelen örf kelimesini. Ebu'i-Bere-kât Abdullah
b. Ahmed en-Nesefî (ö. 710/1310) "Aklın delaletiyle kişilerde yerleşen ve
selim tabiatlarca benimsenip kabul edilen şey"[712] Cürcânî ise (Ö.
816/1413) örfün "Aklın şehâdetiyle nefisler­de yerleşmiş olup tabiatların
kabul ile telakki ettiği şey[713] olarak tarif etmişlerdir. Muasır
hukukçulardan Abdülvehhâb Hallâf ve Abdülkerîm Zeydân onu "insanların
itiyat ettikleri, hayat ve muame-lerinde üzerinde yürüdükleri söz, fiil veya
terk[714] şeklinde sınır­landırmaya çalışmışlardır. Bu tanımlardan örfün,
"şerl naslara ay­kırı olmayan, akıl ve ruh sağlığına sahip kişilerin mâkul
buldukla­rı, öteden beri tekrarlanarak ruhlara yerleşmişbulunan sözlü veya
fiüî alışkanlıklar" olduğu söylenebilir. [715]

Âdet ise, sözlükte "tekrarlamak, alışkanlık haline getirmek, dön­mek[716]


manalarına gelir, tbn Ferhün ve Karafî âdeti, "bir mânanın insanlara galebe
etmesi [717]İlin Emîr el-Hâc (879/1474) ise "aklî bir alâka olmaksızın
(düşünmeden) tekrar tekrar yapılan iş[718]şeklin­de tarif etmişlerdir.

Bu tanımlardan Örf ve âdet kavramlarının mahiyet bakımından birbirinden


farklı olduğu anlaşılmakla birlikte, [719] onlar İslâm hu­kuk literatüründe
"genel olarak toplumda yaşayan ve yazılı olma­yan kaideler" mânasında eş
anlamlı olarak kullanılmışlardır. [720]

Örf sıhhati bakımından sert nas veya katı delillere aykırı olma­yan (sahih) ve
şer'î naslara aykırı olan (fâsid), konusu bakımından ise kavlî (söz) ve fiilî
(amelî, uygulama) örf olmak üzere İki kısma ayrılır. Kapsamı (şümulü)
bakımından da örfler iki türlüdür; Bütün insanlar tarafından her zaman ve
her yerde geçerli olan, ya da İs­lâm hukuku açısından risâlet devrinden
zamanımıza kadar bütün hukukçuların benimseyip uyguladıkları ve
hakkında herhangi bir nas bulunmayanlar örflere "ânı" (genel); bir bölge,
şehir ya da sa­nat veya meslek sahipleri arasında yaygın olanlara ise "hâs"
(özel) örf denir. [721]öte yandan, şeriatın bir kelimeyi hakiki anlamından
alarak ona yeni bir anlam yüklemesine "şer'î örf adı verilir. Bunlar aslında
hâs örf olmakla beraber, önem ve değerine işaret etmek için bu isimle
anılmışlardır. [722]

Toplum hayatında herhangi bir davranışın doğup gelişme, Örf ve adet


şeklinde yaptırım gücüne sahip hukukî bir kural haline dö­nüşme süreci ve
İslâm hukukundaki değeri hakkında geniş bir li­teratür meydana gelmiştir.
[723]

Örfün şen bir delil olabilmesi için rükün ve şartlarının lam ola­rak bulunması
gerekir. Örfün maddî ve manevî (psikılojik) olmak üzere iki unsuru (rüknü)
bulunmaktadır. Örfün maddî unsuru de­vamlı (ıliırad) ya da uzun bir süre ve
çoğunluk tarafından yapılmış (galebe) olmasıdır. Psikolojik unsuru ise,
nefislerde istikrar bulma­sı ve aklıselim sahiplerince bağlayıcı bir tasarruf
olduğuna inanıl­masıdır.[724] Ancak bu unsurların, kendi içlerinde çeşitli
belirsizlikler taşımaları sebebiyle, objektif olarak tesbit edilmeleri oldukça
güç­tür. Zira bir eylemin nefislerde yerleşmesi ve onun kanuna uygun hatta
kanun gibi bağlayıcı bir karakter kazandığına dair genel bir inancın
toplumda yerleşmesi süreci geniş araştırma, İstatistik ve gözlemlerle tesbit
edilebilir. Ayrıca, bu unsurlar yanında, Örfün sert bir delil olabilmesi için, fiilî
tasarrufun inşâsı sırasında mevcut olması (târî olmaması) ve Örfün aksine
sözlü veya fiilî bir tasrihin bulunmaması da şarttır. [725]

Hanbelî usul kitapları tarandığı zaman şer'î deliller konusunda Örf ve adete
yer verilmediği görülür. Bu durum, onların nas mer­kezli metodolojilerinin
tabii bir sonucu olarak gözükmektedir. An­cak, Hanbelîler'in örf ve âdetle
ilgili olumsuz değerlendirmelerine tahsis delilleri konusunda
rastlanmaktadır. Örf ve âdetin tahsis de­lili olmaması konusunda, diğer
mezheplere mensup Ebu'l-Hüseyin el-Basrî, Şîrâzı, Gazzâlî, Râzî ve Âmidî
gibi usulcülerin görüşleri de Hanbelîler'le paralellik arzetmektedir. [726]

Ebû Ya'lâ, naslarda bulunan âm bir lafzın mükelleflerin âdetle-riyle tahsis


edilemeyeceğini söylemiştir. Mesalâ, insanlar herhangi bir alışveriş nevini
yapmayı âdet haline getirdikleri sırada, mutlak olarak bey'in (alışveriş)
haram olduğuna dair bir âm nas gelse, bu âdet söz konusu âm nassı tahsis
edemez. Nitekim, insanlar birta­kım haksız (bâtıl) yollarla biribirinin malını
yerken ve bu mesele onlar arasında bir âdet halini almışken, Cenâb-ı Hak
"rvlallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin" (el-Bakara 2/188)
buyurmuş ve onlar arasında carî olan çeşitli âdetleri iptal etmiştir. Burada
hü­küm lafza taalluk etmektedir ve dolayısıyla da lafzın ifade ettiği bü­tün
mânalarla hükmetmek gereklidir. [727]

Ebu'l-Hattâb ela örf ve âdetin tahsis delili olamayacağı konu­sunda


hocasıykı aynı düşünmüş ve benzer argümanları kuîlanmıstır.[728]

Örf ve âdetin tahsis delili olamayacağı hususunda Hanbelîler, umumun bir


delâlet olduğunu ve ancak bir delâlet türüyle tahsis edilebileceğini, halbuki
âdetin delâlet olmadığını, insanların güze­li (hüsün) âdet edindikleri gibi
çirkini (kötü, kubh) de itiyat haline getirmiş olabileceklerini savunmuşlardır.
[729]

Bu delile karşı; âdetin de aslî ibâhaya ("Eşyada aslolan mubah-lıktır"


kuralına) delâlet edeceği ve ibâha-i asliyyenin ise Hanbelî-ler'e göre şer'î bir
hüccet olduğu itirazı yapılabilir. Ancak onlar bu itiraza karşı, aslolanın bir
konuda şer'î nassın bulunması olduğunu ve burada umumi lafzın serî delil
niteliğinde bulunduğunu ve ona dönülmesi gerektiğini söylemişlerdir. [730]

Örfün tahsis delili olmadığı konusunda Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hat-tâb'ın


seslendirdikleri bu görüşlerin, sadece amelî (fiilî) örf ve âdetlerin tahsis
delili olmasında değil, aynı zamanda kavlî (lafzı) örf ve âdetlerin tahsisinde
de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Çün­kü onlar, kavlî Örfle yapılan tahsisin
de hakikatte tahsis olmayıp sa­dece sözlükteki kullanımına nisbetle bir kasr
olduğunu ileri sür­müşlerdir. Meselâ, dâbbe (çoğulu devâb) kelimesini ele
alalım. Bu kelime "yürüyen bütün hayvanlar" için kullanılan bir İsimdir.
An­cak, insanlar bu kelimeyi sadece "at" anlamında kullanmayı âdet haline
getirseler, Hanbelîler "dâbbe" kelimesini artık at mânasına hamlederler. Bu
ise gerçek bir tahsis olmayıp, dil kurallarına (lü­gat) nispetle bir tahsistir ve
dâbbe kelimesi insanlar arasında âdet olan bu mânanın dışındaki diğer
anlamlar İçin de mecaz olarak de­vam eder. [731]

Mecdüddİn Ebu'l-Berekât İbn Teymİyye ise (ö. 652/1254) Ebû Ya'lâ ve Ebü'l-
Hattâb'ın bu görüşlerini nakleîtikten sonra, onların görüşlerinin tam aksine,
sadece kavlen değil, fiilen de "Umumun, mûtat olan amel ile kasredilmesi"
anlamında tahsisin mezhepte ka­bul edildiğine dair çeşitli Örnekler
vermiştir. Meselâ imam Ahmed, Hz. Peygamberin muhâbera (tarla bir
yandan, emek bir yandan ortakçılık), arazinin kiralanması ve müzâraadan
(ziraat ortakçılığı) nehyetmesini, ashabın yaşadığı dönemde mevcut olan
muameleler üzerine kasretmig,[732] yani hadîsteki nehyin kendi
döneminde mev­cut oian tarla ve ziraat ortakçılığı veya yerin kirasıyla ilgili
uygula­malar (örf) için söz konusu olmadığını söylemek istemiştir. Yine, bir
kişi "Baş veya yumurta ya da et yemeyeceğine" yemin etse ve daha sonra
da haram kılınmış et (İaşe gibi) ve balık yumurtası gibi Örf ve âdette
yenilmeyen bir şeyi yese, onun yemininin bozulup bozulmayacağı
konusunda, örfe itibar etmenin gerekli olup olma­dığına dair İhtilâfa dayalı
olarak, mezhepte olumlu ve olumsuz iki görüş bulunmaktadır.

Bu Örnekler, Hanbelî mezhebinde örf ve âdetin tahsis delili olup olmadığı


konusunda derin farklılıkların bulunduğunu göster­mektedir. Bu arada,
dikkati çeken bir başka husus ise, amelî (fiilî) âdetin tahsis delili olması
konusunda imam Ahmed'den ve diğer bazı Hanbelî müelliflerinden
nakledilen çeşitli örneklerle[733] özel­likle Hanefîler'den Ebû Yûsuf'a nîsbet
edilen örfe dayalı nasların başka bir örfle tahsis edilebileceğine dair görüşü"
[734]arasında büyük bir benzerliğin bulunmuş olmasıdır. Çünkü, yukarıda
verilen muhâbera, müzâraa ve yer kirasıyla ilgili muamelelerin nehyinin, Hz.
Peygamber dönemiyle sınırlandırılması, bir anlamda önceki nehye temel
teşkil eden muamelelerin örfî olduğunu söylemek demektir. Bir taraftan,
örfî olan bu uygulama nas İle nehyedilirken, diğer ta­raftan da meşru
sınırlar çerçevesinde gelişen yeni (târî) örf, söz ko­nusu bu nassı tahsis
etmiş olmaktadır. Bu konudaki tartışmalar için meşhur ribâ hadîsi örnek
verilir. Söz konusu hadîste Hz. Peygamber buğday, arpa, hurma ve tuzun
ölçek (keyl) ile, altın ve gümü­şün ise tartı (vezn) ile mübadele edileceğini
söylemiştir. [735] Ebû Ha-nîfe ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî hadîsin
lafzından hareket­le, orada belirtilen mübadele şekli dışında başka bir şeklin
kabul edilemeyeceğini, [736] Ebû Yûsuf ise yukarıdaki maddelerin ölçü
ve­ya tartı ile mübadelesi prensibinin değişmez teşrîî bir kural olma eliğini,
bunun o günkü câri âdetlere bağlı olduğunu, teamül haline gelmesi
durumunda akınlar arasında eşitliğin ölçü ile, buğdaylar arasında ise tartı ile
yapılabileceğini ileri sürmüştür.[737] Serahsî, hu hadîsin ölçü ve tartının
takriri sünnet olarak yerleştiğini gösterdiği­ni ve onun artık örfle
değiştirilemeyeceğini savunmüşsa da, [738] ger­çekten hadîse dikkatle
bakıldığında, onun asıl amacının söz konu­su maddelerin ölçü veya tartı ile
satışı değil, mübadele sırasında herhangi bir fazlalığın olmaması ve gayri
meşru bir kârın engellen­mesi olduğu görülecektir. [739] Yine, kızların
evlenme hususundaki izinlerinin o konuda "susmaları" olduğu, [740]"Onlara
(düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve (cihad İçin) bağlanıp
besle­nen atlar hazırlayın[741] âyetindeki "kuvvef'ten maksadın da "ok
at­mak" olduğu[742] şeklinde, Hz. Peygamber'den nakledilen bazı
yo­rumların tamamıyla örfe dayandığı, bu Örflerin değişmesiyle bu tür
yorumların ve kendilerine bağlanan hükümlerin de değişiceği ile­ri
sürülmüştür. [743]

öte yandan, örf ve âdeti şer'î deliller ve tahsis delilleri İçine al­mayan
Hanbelîler onu genel olarak fıkhı kaideler içerisinde ince­lemişlerdir. Onlara
göre örf ve âdet, delil olmamakla beraber deli­le benzer bir fıkıh kuralıdır.
Ona riayet delil ile sabittir. Dolayısıy­la, bazı cüz'ı konularda Örf ve âdetle
hükmedilir ve bu sebeple de o, bu cüzi meselelerde "delil gibi" kabul edilir.
[744]

örf ve âdeti gene! bir hukuk kuralı olarak kabul eden Hanbelî­ler, onun
önemini belirtirken, örf ve âdeti serî bir delil olarak ka­bul eden
mezheplerin kullanabileceği bütün argümanları kullan­mışlardır. Meselâ
onlar, Kur'an-ı Kerim'de çeşitli âyetlerde geçen "mâruf'[745] kelimesini örf
ile yorumlamışlar, [746] Hz. Peygamber'in örfte mevcut olan uygulamaya
göre hareket edilmesini tavsiye el­liği bazı olayları[747] İbn MesTıd'a nisbet
edilen "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah kalında da güzeldir[748]
sözünü delil ola­rak getirmişlerdir.

Diğer yandan, İbn Kayyım el-Cevziyye zaman, mekân, şartlar, niyet ve


âdetlerin değişmesiyle fetvanın da değişeceğine dair geniş açıklamalarda
bulunmuş ve bu hususta birçok örnek vermiştir. [749] Ayrıca o müftünün
özelliklerini sayarken, müftünün insanların örf ve âdetlerini, yalan ve
hilelerini bilmesi gerektiğini, aksi halde fet­valarında isabet
edemeyebileceğini söylemiştir. [750]Yine, ibn Kay-yim el-Cevziyye,
müftünün kendisine getirilen meseleler hakkında örfe müracaat etmesinin
lüzumuna işaretle; İkrar, yeminler ve va­siyetler gibi lafızlarla ilgili
konularda fetva verebilmek için müftü­nün, bu lafızları kullanan insanların
örflerini bilmesi ve bu lafızları -hakiki mânalarına aykırı olsa dahi- onların
örf ve âdetlerine göre yorumlaması gerektiğini, böyle davranmayan
kimsenin hem ken­dini hem de başkalarını sapıtmış olacağını ileri
sürmüştür. Meselâ, "dinar" kelimesinin bir beldede dirhem, başka bir
yerde 12 dir­hem ve birçok memlekette de "mağşuş" (karışık) para için
kullanıl­dığını düşünelim. Bir kişi, başkası lehine bir miktar dirhem borcu
olduğunu ikrar etse veya bir miktar dirhemi birisine vereceğine ya da bir
kadına mehir olarak vereceğine dair yemin etse, müftü ve hâkim o kişiyi
"halis dirhem vermekle" ilzam edemez. Şayet onlar dirhemden "hâlis
dirhemi" kasteden bir beldede yaşıyorlar ise, ora­da da bu cümlede
kullanılan "dirhem" anlamında "mağşuş para"yla hüküm veremez. [751]
Hatta bu konunun önemine dikkat çe­ken îbn Kayyim el-Cevziyye, bu
hususta hataya düşen cahil müf­tünün insanları aldattığı gibi, Allah ve
Resulü adına da yalan söyle­miş, olacağını, dini tağyir ederek Allah'ın haram
kılmadığı şeyleri haram kılmış, Allah'ın vacip kılmadığı şeyleri de vacip kılmış
ola­cağını söylemiştir. [752]

Bu görüşlerden, Hanbelîler'in örf ve âdeti önemli bir hukuk ku­ralı olarak


kabul etlikleri anlaşılmaktadır. Hatta, yukarıda verilen örneklerden, onların
Örf ve âdeti serî bîr delil olarak kabul eden­lerden çok uzak bir noktada
olmadıkları ela görülmektedir. yandan, I kınbeiîler'in Selef uygulaması adı
allında. Selefin bizzat içinde ve etkisi allında yaşadıkları birtakım örf ve
âdetleri kabul et­tikleri dahi söylenebilir. Çünkü. "Biz Selefin görüş ve
uygulamala­rını kabul ederiz" demek, bir anlamda "Biz Selefin örf ve âdetini
de kabul ederiz" demektir. Zira, Selefin her söylediği ve yaptığı va­hiy ya da
sünnet gibi "pas" olmadığına göre, bunlar olsa olsa ken­di zaman ve
mekânlarının, İmkân ve ihtiyaçlarının, örf ve âdetleri­nin etkisi altında
ulaştıkları birtakım içtihatlardır.[753]

B) Şer'î Delillerden Çıkarılan Hükümler

Usulcülere göre şer'î hükmün kaynağı (hâkim) Allah'tır ve hü­küm ise


mükelleften sâdır olan fullere bağlanan şer'î bir vasıftır. Onlar, "Şâri'in,
mükelleften bir fiili yapmasını veya yapmamasını is­temesine yahut da onu
yapıp yapmama arasında serbest bırakma­sına" teklifi, "Şâri'in, bir şeyi
başka bir şey için sebep, şart veya mâ­ni kılmasına" ise vazl hüküm adını
vermişlerdir.[754]

Hanbelî usul literatürü, şer'î delillerden çıkarılan hükümler ko­nusunda Şafiî


ve Hanefi usullerine göre fazla sistematik görünmü­yorsa da konuyla ilgili
mezhebin temel eğilimlerini yansıtacak ye­terli malzemeye sahip
bulunmaktadır. Burada konuyla ilgili detay tartışmalara girilmeksizin
Hanbelîler'in Özellik arzeden fikirlerine, ibn Kudâme'nİn Ravzatü 'n-nâzır
adlı kitabı esas alınarak kısaca temas edilecektir.

Hanbelî usulcüleri teklifi hükümleri vacip, mendub, mubah, mekruh ve


mahzur (haram) olmak üzere beş kısma ayırmışlardır. Vacip onlara göre,
'Terkedene ceza vaad edilen şey (fiil) "dir. imam Ahmed'den gelen bir
rivayette o, farzı vaciple eş anlamlı, di­ğer bir rivayette ise farzı, (vacip)
tetkit edici olarak görmüştür. [755] Ayrıca Hanbelîler, diğer mezhep
usıılcüîeri gibi, vacibi katiyet de­recesi bakımından kut î ve zannî, istenen
fiilin belirli olup olmama­sı bakımından muayyen ve muhayyer, zamanları
bakımından dar zamanlı (mudayyak) ve geniş zamanlı (müvessa) olarak
kısımlara ayırmışlardır. [756]

Mendvıp "Terkedilmesi sebebiyle zem gerekmeyen ve terkedildigi zaman


bir bedele ihtiyaç duymayan emredilmiş bir fiildir" ve o "emredilmiş" olması
itibariyle bir tekliftir.[757]Ayrıca, mezhepte bu kavram yerine .sünnet ve
müstehap terimleri de kullanılmıştır. [758] Mubah ise "Allah'ın yapılmasına
ve terkedilmesine -yapana zem terkedene de medih gerekmeksizin- İzin
verdiği fiildir".[759]

Mekruh, mendubun zıddı olup "Terkedilmesi yapılmasından daha hayırlı


olan fiildir" ve bu kelime özellikle mütekaddimın Han-belî ulemâ tarafından
bazan mahzur (haram) için de kullanılmış­tır. [760]Haram ise, vacibin
zıddidır yani "Yapılması halinde ceza va-ad olunan fiildir". Bir şeyin tek bir
açıdan hem vacip hem haram veya hem itaat hem de mâsiyet olması
mümkün degildir. [761]

Görüldüğü gibi teklifi hükmün sayısı ve tanımlan konusunda Hanbelîler'in


diğer mezheplerden farklı fazla bir yönleri bulunma­maktadır. Ayrıca, bizim
buradaki amacımız fıkıh usulü kitabı yaz­mak olmadığı için, söz konusu
tanımların ayrıntılarına girilmeye­cektir.

Teklif kavramı, emir veya nehiyle hitap etmek anlamına geldi­ği için, teklifi
hükmün muhatabı olan mükellefe (el-mahkûm aleyh) ve hükme konu olan
fiillere (el-mahkûm bih) ait birtakım şartlar vardır,
Hanbelîler'e göre, mükellefin akıl sahibi olması ve hitabı anla­ması şarttır.
Bu konuyla ilgili olarak onlar sabî, mecnun, uyuyan, unutan, sarhoş ve
mükrehin sorumlulukları konusunda geniş tar­tışmalar yapmışlardır. [762]

Hükme konu olan fiillerin (el-mahkûm bih, el-mükellefu bih) ise mükellef
tarafından tam olarak bilinmesi ve İfasının imkân da­hilinde olması gerekir.
Daha çok kelâm ilmindeki güç yeten ve yet­meyen şeylerle teklif
konusundaki tartışmalarda kullanılan delille­rin yer aldığı bu konuda
Hanbelıler güç yetmeyen şeyle teklifi ca­iz görmemişlerdir. [763]

Vaz'î hükümler ise sebep, rükün, şart, mâni ve sıhhat-f lan olup bunların
gerek tanımları ve gerek.se nevileriyle klasik usûi-i fıkıh kitaplarında
geniş, bir şekilde anlai I olup[764] bu konular hakkında Hanbelîler'in
diğer mezhep aşırı bir farklılık arzeden yönleri yoktur. Bu konularla ilgiij
olank onların genel eğilimleri daha çok, İmam Ahmed'in de saygı duydu­ğu
ve hocası olan İmam Şafiî'nin mezhebi ile paralellik arzetmektedir.[765]

C) Kaynaklardan Hüküm Çıkarma Metotları

Kur'an ve Sünnet metinlerini anlayabilme ve onlardan hüküm çıkarabilme


amacıyla yararlanılan kurallara fıkıh usulünde "kay­naklardan hüküm
çıkarma (istinbat) melotîan" adı verilir. Bu me­totlar kelimelerin mânalara
delâletleri, kapsamları, deliller arasın­daki zaman ilişkileri ve zahirleri
arasında herhangi bir çatışma ol­duğu zaman aralarını uzlaştırma veya
onlardan birini tercih etme gibi çeşitli konuları kapsar.

islâm hukukunun temel kaynakları olan naslar ile sahabe kavli gibi bazı tâli
deliller Arapça olduğu için onların anlaşılması, yorum­lanması ve onlardan
hüküm çıkarılabilmesi öncelikle bu dilin iyi bilînmesiyle mümkündür. Fıkıh
usulünde önemle üzerinde duru­lan bu lafızların çeşitli hükümlere delâleti
fukaha metodunu be­nimseyen Hanefi usulcüieri tarafından genel olarak
dört ana başlık altında toplanmışür: Birincisi, lafızlar vazolunduğu mâna
bakımın­dan hâs, âm, müşterek ve müevvel kısımlarına ayrılır. İkincisi,
la­fızlar vazolunduğu mânada kullanılması itibariyle hakikat, mecaz, sarih ve
kinaye olmak üzere dört kısımda incelenir. Üçüncüsü, laf­zın kullanıldığı
mânaya delâletinin açıklık ve kapalılık derecesi ba­kımından; açıklık
derecesine göre zahir, nas, müfesser ve muh­kem; kapalılık derecesine göre
ise hafî, müşkiî, mücmel ve müte-şâbih kısımlarına ayrılır. Dördüncüsü ise,
lafızlar kullanıldıkları mânaya delâletinin şekli yani mânanın doğrudan veya
dolaylı bir yolla ifade edilmesi açısından İbare, İşaret, delâlet ve İktizâ
kısım­larına ayrılır. [766]

Hanfoefi usulcülerinden Ebû Yala usûl-i fıkıh ve ser'î delillerin asıl, mefhûm-i
asıl ve isiishâbü'1-hâl olmak üzere üç kısımdan mey­dana geldiğini belirtir.
Ayrıca ü, usûl-i fıkhın biri sözler diğeri istih­raç olmak üzere iki kısım
olduğuna dair başka bir görüş, nakleımis-lİr. Bu görüşe göre sözler; nas,
umum, zahir, mefhûmifl-hitâb ve onun fehvası ve icrııâ; istihraç ise kıyas
demeklir. Ancak, Ebû Ya'lâ birinci tasnifi daha kapsamlı bularak onu tercih
etmis.tir.[767] Ebu'l-Haltâb i.se böyle bir tercihle bulunmaksızın fakihlerin
örfünde usûl-i fıkhın "deliller, metot (tunik) ve dereceleri ve onlarla isüdlâ-
lin keyfiyeti"nden bahseden bir ilim olduğunu, delillerin asıl, ma-kûl-i asıl ve
istishâbdan ibaret bulunduğunu İfade etmiştir. [768] Bun­lardan aslın
makulünü ise lahnü'l-hitâb, fehva'1-hitâb (mefhûmü'l-hİtâb, Hanefîler'deki
delâletü'n-na.s), ma'na'l-hitâb ve delîiü'l-hitâb (mefhûnvi muhalefet, zıt
aniam) olarak saymıştır. [769]

Ebü'l-Hattâb, kitabın delâletini na.s, zahir, umum ve mücmel ol­mak üzere


dört kısımda İncelemiştir. [770]

îbn Kudâme'nin Ravzaîü'n-nâzır adlı eserinde bu konuyla il­gili yapılan


tasnifler ise GazzaLînin el-Müstasfâsmdan alındığı için daha farklıdır, Buna
göre, lafızların mânaya delâletleri mutâbaka, tazammun ve lüzum olmak
üzere üç kıs imdir. [771] Lafızlar umum ve husus bakımından muayyen bir
mânaya delâlet edenler ve mutlak olanlar şeklinde ikiye ayrılırken, İfade
ettikleri mânaların sayıları bakımından da müteradife, mütebâyine,
mütevâtıe ve müşterek ol­mak üzere dört kısımda incelenir. [772] Lafızlar
karşılığında zihinde mevcut olan mânalar ise mahsus (duyularla algılanmış),
mütehay-yel (tahayyül yoluyla ulaşılmış) ve mâkul (akıl yoluyla elde
edil­miş) olmak üzere üç çeşitür. [773]

Yukarıda adı geçen kavramların birçoğu Hanbeli usul kitapla­rında


kullanılmakla beraber bunlar daha ziyade usulün girişi mahi­yetindeki
tanımlar bölümünde incelenmiş ve bu tasnif ve tanımlar Iianefîler'inkİ kadar
berraklık kazanamamıştır. Bununla birlikte onların yaptıkları tasnifler, genel
olarak Şâfİiyye (mütekellimîn) metoduna göre yazılmış usul kitaplarının
manlûkun (sarih ve gayr-i sarih) ve methumun delâleti (meflıûmü'l-
muvâtaka ve mefhû-mü'l-muhâlefe) sistematiğine daha uygun
gözükmektedir.

Şer'î delillerin delâletleri konusundaki en geniş tartışmalardan bîri onların


umum ve husus açısından kapsamları ve özellikle de âm (umumi) bir lafız
veya hükmün hâs (husûsî) bir lafız veya delil ile tahsis ve sınırlandırılması
konusudur. Ayrıca nasların delaletleri hakkındaki bu lafzı tartışmalar
yanında, onların nüzul veya vürûd sebep ve tarihlerinin bilinip
bilinmemesiyle ilgili bazı problemler (nesh) ve aralarında bazı çelişki ve
çatışmalar da (tearuz) söz ko­nusu olabilir ve böyle bîr durumda onlar
arasını uzlaştırma imkân­ları (tercih) aranır.

Şimdi hüküm çıkarma metotlarıyla İİgili önemli tartışma konu­larından


tahsis, nesih, tearuz ve tercih ile ilgili Hanbelîler'in özellik arzeden fikirlerine
kısaca işaret edilecektir.[774]

1. Tahsis

Ebu'I-Hattâb aminin, "İçerisine girmeye elverişli olan bütün mânaları


kapsayan bir söz olduğunu" söylemiştir.[775] Buna göre âm lafızlar mârife
cem'üer (el-cem'u'1-muarref; el-müslimûn, er-ricâl gibi), cins isimler (insan,
hayvan gibi), müphem isimler (men, mâ, eyyü, eyne gibi), eliflamlı müfred
isimlerdir (el-insân, el-kâtil, dirhem gibi). [776]

Hanbelîler'e göre dilde umum için vazolunmuş birtakım siga ve kalıplar


vardır ve bunlar her türlü .sınırlayıcı karinelerden arınmış olarak
kullanıldıkları zaman, kapsadığı bütün mânalara birden (is­tiğrak) delâlet
ederler. Abdullah'ın imam Ahmed'den yaptığı riva­yette onun bu görüşte
olduğu anlaşılmaktadır. [777] Bu meyanda Hanbelîler'e göre ekaîlü'1-cem
(azlık cem) üçtür ve bu konuda Sa­lih ve Hanbel'den gelen bir rivayet,
imamın bu görüşte olduğunu ima etmekledir. [778]

Hâs (husus) ise, "Tek bir mâna için vazolunan kelimedir". "Bu söz tahsis
edilmiştir (mahsus)" denildiği zaman o, sözün bazı fertlerî üzerine
kasredildiği anlamına gelir. Yani bu kelimeyi konuşan kişi (mütekellim, sâri')
onunla vazolunduğu mânalardan sadece bir kısmını kastetmiş demektir.
Mütekellimin iradesi sebebiyle ânımın kapsamının daraltılıp içerisindeki
mânalardan bir kısmı İçin kulla­nılması ise tahsisi meydana getirir.[779]

Salih ve Ebu'İ-Hâris es-Sâiğ'İn imam Ahmed'den yaptıkları bir rivayet,


umumi bir lafız kullanılması halinde onu duyan kimsenin tahsis edici bir
delilin bulunup bulunmadığını araştırmadan önce, ona inanması ve onunla
amel etmesinin vacip olmadığını ima et­mektedir. Ebu'l-Hattâb da bu
görüşü desteklemiştir. Ebû Bekir el-Hallâl ile Ebû Ya'lâ ise tahsis delilini
araştırmaya girişmeden evvel derhal onun umumuna inanılması gerektiğini
savunmuştur. [780]

Anımı umumi anlamından çıkarıp hususi mânaya çeviren delil­lere tahsis


delilleri (muhassıs) adı verilir ve umum lafzına bitişik olarak gelen delillere
bitişik (muttasıl), âm lafzından ayrı olarak ge­len delillere ise ayrı (munfasıl)
tahsis delilleri denir. [781]

Muttasıl muhassıslar şart, sıfat, gaye ve istisna gibi âm lafza bi­tişik olarak
kullanılabilen ve onu kapsamındaki mânalardan bir kısmına çeviren lafzî
delillerdir. [782]

Munfasıl tahsis delilleri İse akıl, kitap, sünnet, İcmâ, sahabe kavli ve kıyastır.

Hanbelîler'e göre akılın delaletiyle umum tahsis edilebilir. Me­selâ, Kur'ân-ı


Kerîm'de geçen "Ey insanlar!" İfadesiyle "insanlar"a yüklenen birtakım
sorumluluklara, sabî çocuklann ve delilerin mu­hatap olmadıkları akılla
bilinir ki, bu aklın tahsisi demektir. [783]

Hanbdîler, genel olarak Sünnet'e verdikleri değerin bir sonucu olarak kati
sünnetle olduğu gibi, haber-i vâhidle de kitabın umu­munun tahsis
edilmesini caiz görmüşlerdir. [784]

Abdullah'ın rivayetinin zahirinden anlaşıldığına göre, sünnetin umumu


Kur'an'ın hâssıyla tahsis edilebilir. Ancak İbn Hâmid'in (ö. 403/1012)
mezhepte bunun caiz olmadığına dair bir rivayeti bulunmaktadi[785] ki, bu
sonuca tahsisin bir beyan ve refsir faaliyeti olup, beyan etme görevinin
Sünnel'e ait olduğu. Kıır'an'ın ise be­yan edilen olduğu anlayışından
ulaşılmış olabilir. Ayrıca Kitap ve Sünnetin umumu Hz. Peygamber'in fiili ile
de tahsis edilebilir[786] ki, bu da Hz. Peygamber'in sünnetine verilen
değerin bir sonucu­dur. Ayrıca mezhepte kat'î bir delil olarak kabul edilen
icmâ, delîl-i hitâb ve sahâbî kavli ile de âmmın tahsisi câizdir. [787]

Kitap ve Sünnet'İn umumunun kıyasla tahsisi konusunda Ebû Bekir el-Haüâl,


Ebû Ya'lâ ve Ebu'l-Hattâb böyle bîr tahsisi caiz gö­rürken, Ebu'l-Hasan el-
Cezerî ve Ebû İshak İbn Şakılâ (ö. 369/979) gibi bazı bilginler kıyasın tahsis
delili olamayacağını savunmuştur. [788]

Hanbelîler'e göre âmmın, kapsamı İçerisinde bir tek fert kalın­caya kadar
tahsis edilmesi câizdir. [789] Ancak onlar âmmın, tahsisten sonra mecaz
veya hakikat ifade etmesi konusunda İki gruba ayrıl­mışlardır. Bir grup,
tahsisten sonra âmmın mecaza dönüşeceğini ve burada tahsis delilinin lafzî
veya gayr-i lafzi ya da muttasıl veya munfasıl olmasının farketmeyecegini
savunmuştur. Aralarında Ebû Ya'lâ'nın da bulunduğu diğer bir grup ise,
hiçbir halde âmmın me­caza dönüşmeyeceğini ileri sürmüştür. [790] Onlara
göre, tahsise uğ­ramış olan âm lafız tahsis edilmiş fertlerinin dışındaki
mânalar hak­kında da delil olmaya devam eder. Abdullah ve el-
Meymûnî'den gelen rivayetlerden Ahmed'in de bu görüşte olduğu
anlaşılmaktadır. [791] Aynca bu durum, âmmın tahsisten sonra hakikat
olarak de­vam edeceğini savunan yukarıdaki görüşün de bir neticesidir.

Hanbelîler'e göre umumun, Örf ve âdetlerle tahsis edilmesi ca­iz değildir.


[792] Ancak, bu konuda yapılan tartışmalardan, onların karşı oldukları
âdetlerin fiilî âdetler olup kavlî (sözle ilgili) âdetler olmadığı söylenebil ve
ashabının takrir ve tasvibinden geçen âdetler olmaması gerekir Zira onların
benimsedikleri âdetler, bir anlamda mevkuf hadîs ve­ya bizzat [-iz.
Peygamber'in fiil ve takrirleri olmadı itibariyle tahsis delili olması iktizâ
eder.[793]

2. Nesih

Sözlükle "ref ve izâle etmek, bir yerden başka bir yere naklet­mek"
anlamına gelen nesih, terim olarak "Önceden gelen bir hitap­la sabit olan
hükmün daha sonra gelen başka bir hitapla ortadan kaldırılması" şeklinde
tarif edilebilir. [794]
Hanbelîler'e göre neshin meydana gelebilmesi İçin nâsihin mensuhtan
sonra gelmesi, neshedilen hükmün şeriat tarafından konmuş ve daha sonra
kaldırılmış olması, iptal eden delilin şerl bir delil olması ve neshedilen
hüküm için önceden bir sürenin belirtil­miş olmaması yani önceden mutlak
olarak teşri' kılınması ve daha sonra ikinci bir delil ile devamına son verilmiş
olması ve nihayet nâsihin mensuhtan daha kuvvetli veya onun dengi olması
şarttır. [795]

Hanbelîler'e göre nesih aklen ve şer'an caizdir. Bu konuda, Sâ-lih ve Ehu'l-


Hâris'ten gelen bir rivayette Ahmed b. Hanbel, "Biz bir âyetin hükmünü
yürürlükten kaldırır veya unutturursak (erteler­sek)" (el-Bakara 2/106)
âyetini neshin cevazı için delil getirmiş­tir. [796]

Kur'an'ın Kur'an'la, mütevâtir sünnetin kendisi gibi başka bir mütevâtir


sünnetle, haber-i vahidin de yine kendisi gibi bir haber-i vâhidle neshi
caizdir ve neshi kabul edenlere göre bu tür nesih­ler hakkında ittifak vardır.
[797] Ancak Ebû Ya'lâ, Kur'an'ın sünnetle neshini sert açıdan caiz
görmeyerek bunun örneğinin bulunmadı­ğını söylemiştir. Faz! b. Ziyâd ve
Ebu'l-Hâris'ten gelen bir rivayette Ahmed'e sünnetin Kur'an'ı neshedip
edemeyeceği sorulduğu za­man o, "Kur'an ancak kendisinden sonra gelen
bir Kıır'an (âyeti) ile nesholunabilir. sünnet Kur'an'ı tefsir eder' demiştir.
[798] Ebu'l-Haiıûb ise Kur'an'ın mütevâtir sünnetle nesholunabileeeği fikrini
benimsemiştir. Ayrıca, bu konuda Salih'in İmanı Ahmed den yaptı­ğı bir
rivayet neshi kabul edenleri desteklemektedir ve onlara gö­re bu bir
anlamda Allah'ın, l'eygamber'inin lisanı ile neshetmesi dernektir.[799]
Ancak Ebû Ya'lâ, Kur'an'ın sünnetle neshinin akıl ba­kımından cevazına
mani bir durum olmadığını kabul etmiştir. [800]Haber-i vâhidle Kur'an ve
mütevâtir sünnetin neshi ise aklen caiz olmakla beraber şer'an caiz değildir.
[801]

Sünnetin Kur'an'la neshi ise caizdir ve bu konuyla ilgili İmam Ahmed'den


çeşitli örnekler rivayet edilmiştir. [802]
Icmâ ile sabit olan bir hükmün neshedilmesi ise caiz değildir, zira icrnâ
vahyin kesilmesinden ve Hz. Peygamber'in vefatından sonra meydana
gelmiştir ve onu neshedecek vahiy mevcut değildir. [803]

Ebû Ya'lâ kıyasın neshedilmesi konusunda genel ifadeler kulla­narak bunun


caiz olmadığını, zira kıyasın bir asıldan çıkarıldığını ve kendisinden çıkarıldığı
asıl devam ederken ondan çıkarılan kı­yasın neshinin sahih olmayacağını
belirtmiştir. [804] Ebu'l-Hattâb ve İbn Kudâme ise bu konuyu irdeleyerek,
kıyasın illeti nasla belirtil­miş (mansûsa) ise onun nas gibi kabul edileceğini
ve nâsih veya mensuh olabileceğini, İlleti nas ile bel i itilmemiş ise -
dereceleri hakkında bazı ihtilâflar bulunmakla beraber- genel olarak onun
ne nâsih ne de mensuh olacağını söylemişlerdir. [805] Kıyas onlara göre
nâsih olamaz, çünkü nasla sabit olan bir hüküm kıyasla ortadan kaldırılamaz
ve şayet nas ile kıyas teâaız ederse nas tercih edilir. [806]

Hanbelîler'e göre bir hükmün uygulama vaktinin girmesinden sonra ve


fakat tatbikinden önce neshi caizdir ve bu hususta mez­hepte herhangi bir
ihtilâf yoktur. Ancak uygulama vaktinden önce neshi konusunda bazı görüş
farklılıkları bulunmaktadır. Buna gö­re İbn Hâmid böyle bir neshi caiz
görürken, Ebu'l-Hasan et-Ternîmî Hanbelîltr'in bunu caiz görmediklerini
söyler.[807] Ebû Ya'lâ da bunun caiz olması gerektiği görüşünü
benimseyerek, İmam Ah-med'in sözünün zahirinden bunun anlaşıldığını
söylemiştir. Çünkü Ahmed, Salih ve Ebu'İ-Hâris'in rivayetine göre, "Biz bir
âyetin hük­münü yürürlükten kaldırır veya unutturursak (ertelersek)" (el-
Ba-kara 2/106) âyetinin, neshin caiz olduğunu gösterdiğini ve Allah'ın
dilediği zaman kitabından istediği miktarda nesh yapabileceğini haber
verdiğini söylemiştir. Bu sözün zahirinden ise, her ahvalde neshin caiz
olduğu anlaşılmaktadır[808]

Hanbelîler'e göre nassa ziyade nesih anlamı taşımaz. Bu kabul ise onları,
haber-i vâhid ve kıyas ile nassa ziyade yapmanın caiz ol­duğu sonucuna
götürür. [809]

Haberlerin neshi konusunda ise; eğer haber sadece hakkında haber verilen
açısından söz konusu olup başkaları hakkında mey­dana gelemiyor ise onda
nesih caiz değildir. Meselâ, Allah'ın vah­daniyetine dair bir haberin ya da
Hz. Musa'nın veya diğer peygam­berlerden birinin peygamberlik
haberlerinin daha sonra neshedilmesi mümkün değildir, zira bu durum
kelâmda yalana götürür ki, Allah hakkında yalan asla düşünülemezdi Ancak,
haberin değiş­mesi veya hakkında haber verilenin dışında da meydana
gelmesi mümkün ise onda nesh söz konusu olabilir. Meselâ, önceden kâfir
olan bir kişiden "kâfir", iman ettikten sonra da "mümin" şekliyle haber
verilmesi caizdir. [810]

Neshin vukuu akıl ve kıyasla değil ancak nakil yoluyla bilinebi­lir. Bu yollar
ise şunlardır: Birincisi, bizzat Kur'an veya sünnetin ha­ber vermesi, el-
Bakara (2/187) ve el-Enfâl (8/66) sûrelerinin ilgili âyetlerinde olduğu gibi.
[811] İkincisi, tearuz eden iki haber bulunup bunlardan birisinin diğerini
değiştirdiği bilinmekle. Meselâ, önce­den "Kabirleri ziyaret etmeyiniz",
daha sonra da "Kabirleri ziyaret ediniz" demek gibi. Bu tür durumlarda
Abdullah'ın İmam Ah-med'den rivayet ettiğine göre o, son gelen haberin
alınmasının daha evlâ olduğunu söylemiştir.[812] Üçüncüsü ise, ümmetin
söz konu­su hükmün mensuh olduğu veya nasihinin daha sonra geldiği
konusunda icmâ etmesiyle. Bu durumda İcmâ ile o haberin neshol-duğuna
hükmokinur. Ancak burada nesheden icmâ değildir ve ic­mâ sadece onun
nesholunduğu konusundadır. Zira icmâ nâsih ola­maz. Çünkü kitab ve
.sünnet hilafına İcmâ meydana gelemez. [813]

3. Tearuz ve Tercih

Fıkıh usulünde, aynı konuda iki delilden her birinin diğerinin gerektirdiğiyle
çelişen bir hükmü getirmesine "delillerin çatışması" (teâruzü'l-edille) adı
verilir. Aslında kati deliller arasında aynı za­manda ve aynı mesele (hal)
üzerinde gerçek bir tearuzun buluna­mayacağı konusunda islâm
hukukçuları ittifak etmişlerdir. Buna göre, iki haber arasında tearuzun
bulunması halinde ya râvilerden birinin yalan söylediği sonucuna vanlır
veya bu delillerden birisinin bir hal veya zamanla İlgili olduğuna
hükmedilerek aralan uzlaştırıhr (cem') ya da onlardan birinin mensuh
olduğuna hükmedilir. [814]

İbn Kudâme, müctehidin her meselede Öncelikle icmâa bakma­sı


gerektiğini, eğer bir meselede icmâ bulursa diğerleriyle istidlal­de
bulunamayacağını, zira ortada Kitap ve Sünnet delilinin İcmâa muhalefeti
söz konusu ise, bu icmâ İle onun mensuh olduğu veya te'vil edildiğinin
bilineceğini söylemiştir. [815] Bundan sonra ise müc-tehid, kitap ve
mütevâtir sünnete bakar ve bunların her biri katî bi­rer delil olduğu için
aralarında -nesh durumu hariç tearuz söz ko­nusu olamaz. Ayrıca kesin bilgi
ile zan arasında da tearuz olmaz, zira kesin olarak bilinen bir şeyin aksi
düşünülemez, hilafının bu­lunduğu zannedilen şey ise sadece şüpheden
ibarettir. [816]

Bu temel noktadan hareketle, Kitap ve Sünnet lafızlan tearuz eder ve


aralarını mecaz, takyit ve tahsis gibi bir yolla uzlaştırma (cem') mümkün
olmazsa tercih kurallarıyla hareket edilerek onlar­dan biri diğerine tercih
olunur. Bu kurallar, iki haber arasından bi­rini seçebilmek için ortaya
konulmuş objektif kaidelerdir ve mezhe­bin şer'î delillere verdiği önem ve
dereceye göre tesbit edilmiştir. [817]

İki halıcr arasında tercih bu haberlerin senedi, metni veya baş­ka bir sebebe
göre yapılabilir. Haberin senediyle ilgili olan lercih kuralları genci olarak
şunlardır: I laberlerden birinin râvi sayısı di­ğerini ilkinden daha fazla ise,
fazla râviye sahip olan takdim edilir, tki râvden biri daha sağlam ve daha
bilgin ise, onun rivayeti tercih edilir. Râvilerden biri rivayet ettiği olayı bizzat
görmüş (mübaşir) ise veya anlatılan olayın kahramanı (sahibi) ise onun
rivayeti alınır.

Râvilerden birinin mevkûsi Hz. Peygamber'e daha yakın olması halinde,


onun sözünü daha iyi işitmiş ve bellemiş olması İhtimali­ne dayanılarak
sözü tercih edilir. Onlardan biri sahabenin yaşlıla­rından, diğeri
küçüklerinden olursa büyüğünün rivayeti alınır. Râ­vilerden biri, hadîsi Hz.
Peygamberle arasında bir perde ve engel olmadan, diğeri hicap arkasından
duymuşsa, birincinin rivayeti ter­cih olunur. Râvilerden biri olayı en ince
ayrıntılarına kadar veriyor­sa, böyle olmayana karşı takdim edilir.
Râvilerden birinin rivayetin­de farklılık bulunmaması halinde, söz konusu bu
rivayet ihtilâf bu­lunan rivayete karşı tercih edilir. Hadîslerden birisi
müsned diğeri mürsel olması halinde, müsned tercihe lâyıktır.[818]

Haberin metniyle ilgili tercih kaidelerinden bazıları ise şunlar­dır: Onlardan


birinin hem Hz. Peygamber'in sözünü hem de bu­nun delilini içermesi
halinde sadece sözünü İçeren habere karşı tercih edilir. Rivayetlerden biri
söz diğeri fiil olması halinde söz ter­cih edilir. Onlardan bîri söz ve fiil, diğeri
ise sadece söz olması ha­linde birincisi alınır.
Haberlerden biri tahsis edilmişse -onun artık mecaza dönüştü­ğünü
söyleyenler bulunduğu için tahsis yapılmayan tercih edilir. Rivayetlerden
biri mutlak, diğeri bir sebep üzerine varit olmuşsa, mutlak takdim olunur.

Haberlerden birinin mânası herhangi bir takdir (ızmar) yapıl­madan lafzına


daha uygun ise böyle olmayan habere karşı tercih olunur. Yine onlardan biri
Hz. Peygamber'in bâtında hataya düş­mesini tazammun ediyorsa, böyle bir
sonuca götürmeyen haber tercih olunur. Onlardan biri ispat diğeri nefiy
ifade ediyorsa ispat ifade eden alınır. Haberlerden biri daha sonra ise
onunla amel edi­lir. Farz hakkında ihtiyat bulunan haber bu niteliği
taşımayana kar­şı tercih edilir.

Kur'an ve Sünnet lafızlarının karşılaşması halinde; İmam Ah-med'in "Sünnet,


Kıır'an'm beyanıdır" sözünün zahirinden, .sünne­tin takdimi ve Kur'an'ın
onun üzerine tertip edilmesi anlaşılmakta ise de, Ebu'I-Hâris'in rivayet ettiği
bir ifadesinde o "Sünnet, Kur'an'ı tefsir ve tebyin eder, sünnet kitabı tarif
eder", Abdullah'ın,rivayetinde İse "Sünnet'Kur'an'ın mânasına delâlet eder"
demiştir ki, bu sözlerden Kur'an'ın takdim ve sünnetin onun üzerine tertip
edil­mesi gerektiği anlaşılır. Çünkü, Kur'an bize kadar geliş yolu itiba­riyle
katidir. [819]

Ayrıca, haberlerden bîrinin haram, diğerinin ibaha ifade etmesi halinde


İhtiyatla hareket edilerek haram hükmünü ifade eden ter­cih edilir. Aynı
şekilde had cezası konusunda iki haber tearuz etti­ği zaman, haddi İspat
eden alınır, ıskat eden alınmaz. [820]

Senet ve metin dışındaki tercih sebeplerinden bazıları ise şöyle sayılabilir:


Bu haberlerden biri Kur'an'ın zahirine veya Sünnet'e da­ha uygun olması
halinde, uygun olan diğerine tercih edilir. Onlar­dan birinin mânası diğer
yollardan da çeşitli lafızlarla rivayet edil­miş ise diğerine takdim olunur.
Haberlerden biri kıyasa daha uy­gunsa veya onlardan biriyle dört mezhep
imamı amel etmiş ise, di­ğerine karşı tercih edilir. Eğer haberlerden birinin
râvisi bu haber­le ilgili kendi yorumunu da İlâve etmişse, bu haber diğerine
karşı ek bilgiler ihtiva ettiği için tercih olunur. [821]
Bütün bu tercih kuralları ile bir sonuca ulaşılamazsa ve onlar arasında
tercihe yardım edecek başka bir delil yok ise, Hanbelî-ler'in metodolojisine
uygun olan istishâbü'1-hâl kuralına göre hare­ket etmek, yani o hususta
hükmü belirleyen özel hiçbir delil yok­muş gibi davranmak olmalıdır.[822]

D) İctihad ve Taklit

Sözlükte "zor ve meşakkatli bir işi gerçekleştirme uğrunda olanca gayreti


göstermek ve imkânları seferber etmek" anlamına gelen ictihad, İslâm
hukukçuları tarafından "Şer'î hükümleri bile­bilmek için bütün gayretini
harcamak" şeklinde tarif edilmiştir. Şer'î delillerden hüküm çıkambüme
melekesine sahip olan kişiye ise müctehid denir ve bu kişiler usulcüler
tarafından "fakın" ve "müftü" adıyla da anılır.[823]

Hanbelîler'e göre bîr kişinin müctehid olabilmesi için şer'î de­lilleri ve


onlarla istidlal yollarını bilmesi şafttır. [824] Müctehid olmak için adalet şart
değilse de bu ancak onun sözüne güvenebilmek için aranan bir "şarttır.
Çünkü âdil olmayan kimsenin fetvası kabul olunmaz. [825]

Şer'î deüller ve onlarla istidlalde bulunabilmek için, Kur'an'dan ahkâmla


ilgili âyetleri -ki, bunlar beşyüz kadardır- bilmesi gerekli­dir. Ancak bunları
ezberlemesi şart olmayıp gerektiğinde yerlerini bilmesi yeteriidir. [826]

Hadîslerle İlgili olarak ise, Ahmed b. Hanbel'in fetva veren kim­senin beşyüz
bin hadise kadar ulaşan farklı sayıda hadîs bilmesiy-le ilgiîi görüşleri[827]
son dönem Hanbelîier'inden İbn Bedrân tara­fından, onun bu konudaki
İhtiyatına veya kâmil bir fakihin nitelik­lerini belirtmiş olmasına
yoaımlanmış ve onun sözlerinin delâle­tinden, yaklaşık bin veya bin iki yüz
hadis bilmenin yeterli olaca­ğının anlaşıldığını söylemiştir. [828] Ibn
Kudâme de bu konuda bir ra­kam vermeksizin ahkâmla ilgili hadîsleri
bilmesinin yeterli olacağı­nı, bunların çok olmasına rağmen yine de sınırlı
sayıda olduğunu söylemiştir. [829]

Ayrıca Kitap ve Sünnet'İn nâsih ve mensuhunu ve delil olarak kullanacağı


hadîslerin râvilerini ve onların âdil olup olmadıklarını bilmesi gerekir. [830]
Yine kendisinden istenen fetva konusunda icmâ bulunup bulunmadığını,
delilleri kullanmayı, kıyas ve istishâbü'l-hâli bilmesi lâzımdır. [831]
Müctehidin şer'î delillerde kullanılan söz­lerin sarihini, zahirini, mücmelini,
hakikat ve mecazını... ayırt et­mek için Arapça'nın sarf ve nahivini, dil
İnceliklerini bilmesi gere­kir. Ancak bunların sadece kendisini ilgilendirdiği
miktarı yeterli­dir. [832] Fürü fıkıhla ilgili ayrıntıları bilmesi ise şart değildir.
Çünkü bunlar kişinin ietihad derecesine ulaştıkları sonra tahric ettiği
hükümlerdir.[833]

Ibn Bedrân, ietihacidan amaç .şer'î bir hükmün ortaya konulma­sı olduğu
için, bu amacın gerçekleştirilebilmesi için bazen yukarı­da zikredilen
konuların dışında birtakım başka hususların da bilin­mesi gerekebileceğini
söylemiştir. Ayrıca o, müetehidin istinbat melekesine sahip, uyanık bir kafa
ve kalbe sahip bulunmasının şart olduğunu belirterek, ietihad derecesine
ulaştıracak birçok ilim­leri okuyan nice katı fikirli insanların zihinlerinin
taşlattığını ve sen "dogu"dan sorduğun zaman, onların sana "batı"dan
cevap verdik­lerini ve bu tür insanlardan hiçbir şeyin alınmaması ve
sorulmama­sı gerektiğini İşaret etmiştir. [834]

Bu şartlar bütün meselelerde ietihad yapabilmek için yani mut­lak


müctehid için gerekii şartlardır. Sadece bir meselede ietihad ya­pabilmek
İçin ise, bütün meselelerde ietihad derecesine ulaşmak şart olmayıp sadece
söz konusu meselenin delillerinin öğrenilme­si yeterlidir. [835]

Hanbelîler bir meselede bütün müctehidlerin isabet edemeye­ceğini


savunarak hem usulü'd-dîn hem de fürûu'ddîn konularında müctehidlerden
sadece birisinin içtihadının hak digerierininkinin bâtıl olduğunu
söylemişlerdir, imam Ahmed'in buna dair birçok sözü bulunmaktadır.
[836]Ancak fetva konusu, hakkında kati bir nas veya icmâ bulunmayan dinin
fürûu iie ilgiliyse, o zaman isabet edemeyen müctehid mazurdur ve içtihadı
karşılığında ona bîr ecir verilir. [837]

Müctehid kendi içtihadı sonunda İki delilin çatıştığı sonucuna varır ve


aralarından birini tercih edemez ise, onlardan biriyle veya aralarında
tahyîrle hüküm veremez, bu konuda tercihe yardım edecek başka bir deliî
buluncaya kadar beklemesi (tevakkuf) gere­kir. [838] Bu sebeple, onların
çoğunluğuna göre müetehidin tek bîr halde "Bu meselede iki görüş var"
demesi caiz değildir. [839]
Müctehid çalışması sonunda herhangi bir içtihada ulaşırsa, bu konuda
kendisinin ba.şka bir nıüclehidi taklit etmesi caiz değil­dir.[840] Ancak fetva
soran (müsteflî) kimseye o konuyla ilgili olarak imamların görüşlerini
nakledebilir. [841]

HanbelîlerYlen îbn Hamdan müctehidleri dört tabakaya (dere­ce) ayırmıştır.


Birincisi, mutlak müetehidler olup onlar, şartları yu­karıda belirtilen
müstakil müctehidlerdir. İkincisi, mezhebde müc­tehid olanlar. Bu
derecenin sınırları geniş olup tahrîc ve tercih ehli yanında mezhebin
hükümlerini ezberleyerek onların naki! ve anla­şılması için çalışan kimseleri
kapsar. Üçüncüsü, sadece bir ilimde müctehid olanlar. Meselâ, hadîse
taallûk etmeyen konularda kıyası ve şartlarını bilen kimse, kıyasla hüküm
verebileceği gibi, sadece ferâizi bilen kimsenin de yalnızca bu konuda fetva
vermesi caizdir. Dördüncüsü, bir veya bazı meselelerde müctehid
olanlardır. Bunla­rın söz konusu mesele dışında fetva vermeleri caiz
değildir. [842]

Sözlükte "boyuna bir şey takmak" anlamına gelen gelen taklit, islâm
hukukuçulunna göre, "Delilsiz olarak başkasının sözünü ka­bul etmek"
demektir. [843] Hanbelîler, Hz. Peygamber'in sözü ile ic-mâı -kendileri
bizzat delil oldukları için- bu şekilde kabul etmeye taklit adı vermezler.
Ebu'l-Hâris'in bir rivayetinde imam Ahmed "Kim haberi taklit ederse,
inşallah onun salim olmasını ümit ede­rim" demiştir. [844]

Hanbelîler, Allah'ın varlığı ve birliği, risâletin sıhhati ve zarûrât-i dîniyye gibi


konularda taklidin geçerli olmayacağını savunmuş­lardır. Şayet bu
konularda taklit caiz görülürse, müetehidin taklit edüen konularda hata
etme ihtimali bulunduğu İçin, böyle bîr ce­vaz sonuç itibariyle İmanda
şüpheye götürür. [845] Fürû konularında ise İnsanlar âlim ve avam olmak
üzere iki kısma ayrılır ve avamın bilmedikleri konularda herhangi bir âlimi
taklit ve onun fetvasıyla amel etmeleri icmâ ile caiz hatta vaciptir. [846]

Bir beldede birden fazla müctehid bulunduğu zaman, mukalli­din onların en


bilginine müracaatı .sari olmayıp onlardan dilediği­nin görüşünü
alabilir.[847] Ancak Ahmed'den, onların en faziletlisine sorması gerektiğine
dair bir görüş rivayet edilmiştir. Hırakî (ö. 334/ 945) de buna ima etmiş ve
iki kişinin içtihadı farklı olduğu zaman, avamın kendi nefsinde en güvenilir
olan âlime tâbi olacağını söy­lemiştir. İbn Kudâme ise onlardan dilediğine
uyacağına dair birin­ci görüşü tercih etmiştir. Ayrıca, bu konuda muhayyer
bulunduğu­na dair de bir görüş bulunmaktadır. [848]

Fetva usul ve âdâbıyla ilgili Hanbelî literatüründe ki en önemli eser İbn


Kayyım el-Cevziyye'nİn î'lâmü'l-muvakkıîn adlı kitabı olup özellikle onun IV.
cildinin büyük bir kısmı bu konuya hasre­dilmiştir. Ayrıca, İbn Hamdân'in (ö.
695/1295) Sıfatü'l-fetvâ vei~ müftî ve'l-müsteftf[849] adlı eseri de bu
sahada mezhebin görüşlerini açıklayan müstakil bir kitaptır. Ali el-Merdâvî
(ö. 885/1480) el-İn-sâfinda söz konusu bu eserden büyük oranda istifade
etmiştir. [850]

II. Genel Karakteristiği

Buraya kadar Hanbelî mezhebinin kuruluşu ile uzun tarihî sü­reç içerisinde
gösterdiği gelişme ve hukukî hadiseler hakkında hü­küm verebilmek İçin
kullandıkları metodolojileri incelenmiştir. Şimdi, Önceden verilen bu bilgiler
temel alınarak onların genel ka-rekteristikleri ve Özellikleri tesbit edilmeye
ve bir Hanbelî portresi çizilmeye çalışılacaktır.

Elinizdeki eserin bu safhasına kadar ulaşabildiğimiz bilgiler­den, Hanbelî


mezhebinin bizzat İmam Ahmed'in tesbit edip ortaya koyduğu temel
kurallar değil de onun öğrencileri ve mezhep bil­ginleri tarafından Ahmed'in
eserleri, fetvaları ve sözlerinden çıka­rılan prensipler ışığında geliştiği
anlaşılmaktadır. Hatta bu sebeple, mezhebin kolektif bir yapıya sahip
olduğu dahi söylenebilir.

Mezhebin üzerine inşa edildiği temel esas ise, İslâm hukuku­nun


kaynaklarıyla ilgiii kısımda görüldüğü gibi[851] naslardır, Bu nasların Kitap
ve Sünnet şeklinde bir ayırıma tâbi tutulmaması,

Hanbelîlİğî koyu bir eserciliğe götürmüş ve böylece mezhebin te­mel


Özelliği "eser taraftarlığı" ve bunun tabii sonucu olan "Selefi-lik" olmuş ve
mezhep mensupları "Selefi" olmakla İftihar etmişler­dir. Bunun yanında,
bilhassa akitlerin şartları ve çeşitten konusun­da sübjektif (iç) İradeye önem
verdikleri ve metodolojileri itibariy­le maslahat ve istishâb ağırlıklı oldukları,
mezhep mensuplarının toplumsal hayatlarında müdaheleci, ferdî
hayatlarında ise zâhidâ-ne bir yaşam sürdükleri ve mezhebin her dönemde
birtakım poli­tik roller üstlendiği söylenebilir. Şimdi bu temel Özellikler
üzerinde kısaca durmak istiyoruz.[852]

A) Selefflik

Hanbelî mezhebinde başta kurucu imam kabul edilen Ahmed b. Hanbel


olmak üzere bütün Hanbelî bilginleri eser taraftan yani ehl-i eser olup re'y
ve kıyasa karşı çıkmışlardır. Buradaki eser, sıra­sıyla Kitap ve Sünnet
naslarını ve kendilerine "selef (öncekiler)" adını verdikleri başta sahabe
nesli olmak üzere tâbiûn ve etbâu't-tâbiînin dini anlayış ve uygulamalarını
kapsamaktadır. Hanbelî mezhebinin usulü incelenirken de görüldüğü gibi,
onlara göre kaynaklar hiyerarşisinde ilk sırayı naslar yani Kitap ve Sünnet,
da­ha sonra da sahabe kavli (kısmen icmâ içerisinde) ve zayıf hadîs­ler
almıştır. Re'y ve kıyasa ancak zaruret halinde başvurmuşlar ve henüz ortaya
çıkmamış fıkıh problemlerini takdirle (tasavvur, var­sayım) çözmeye
kalkışmamalardır. Böylece, onların bilhassa fıkıh ve akaid konularındaki
temel yaklaşımları, islâm'ın ilk devirlerin-deki (sadr-ı İslâm) an'aneler ile
taayyün etmiş bulunuyor du.[853]

Ahmed b. Hanbel'in, kendi görüşlerinin bir doktrinin parçası olarak


sistematik bir şekilde sunulmasını reddetmesini, fıkhın ko-difikasyonuna
karşı bir reaksiyon olarak değerlendiren Henri Laoust, ilk dönemden beri
temel doktrininin sözlü rivayete dayalı ol­ması sebebiyle, onu herhangi bir
düşünce kalıbı içerisine sokma­nın veya farazî bir şekilde kurgu ile
dondurmanın, onun dahilî ka­rakterini değiştirebileceğine İşaret etmiştir.
[854] Bunula beraber, Ah-med b. Hanbel'in yaygın şöhreti sebebiyle
Horasan, îran, Irak, Su-.riye ve Hicaz gibi çeşitli bölgelerden kendisine
sorulan binlerce yaşanmış probleme verdiği cevaplar, Hanefî ve ŞâfİÎ
mezheplerinin tasavvura dayalı çözümlerinden az olmadığı gibi, bu durum
onun fıkhına canlılık ve uygulanabilirlik Özelliklerini de kazandırmıştır.
Ancak onlar, Selefi yaklaşımlarının tabiî sonucu olarak, hayat hadîseteri
karsısında muhafazakâr ve statükocu bir tavır almış ve yeni problem ve
olaylar karşısında bid'at nazariyesini geliştirmişlerdir. Hiçbir mezhepte
Hanbelî mezhebinde olduğu kadar bid'at yasağı ifrata vardırılmamıştır.
Ignaz Goldziher'in de işaret ettiği gibi, bu mezhep mensuplarının bütün
mezhebi ve toplumsal münasebetle­rinde hâkim olan sıkılık ve umumiyetle
de diğer Sünnî mezhepler­de olduğundan daha mutaassıp bir
müsamahasızlık içerisinde bu­lunmalarının sebebinin bu bid'al anlayışı
olduğu söylenebilir.[855]

Bu bid'at nazariyesi ise, zamanla onların islam'ın doğuşundan itibaren


geçen uzun tarihi süreç içerisinde, islam dünyasında olu­şan çeşitli dini ve
kültürel geleneklere ve meydana gelen yenilik­lere karşı çıkmalarını
gerektirmiştir. Böylece, HanbeİÎIer bîr taraf­tan islam'ın ilk asırlarına
dönmeyi savunurken (köktenci), diğer taraftan da bid'at karşıtlığı olanları
bir tür modernist konumuna ge­tirmiştir. Özellikle, xix. yüzyıldan itibaren
islam dünyasında Kur'an ve sünnete dönülmesini savunan bîr takım kişi ve
grupların hem selefi hem de yenilikçi görünmelerinin sebebi, selefîliğin iki
yönlü (dichotomique) yansımasıdır. Nevar ki, söz konusu yeni selefîlerin
modern görüntüleri, bize göre, geçici ve biraz da aldatıcıdır. Zira, selefîliğin
ana karakteri, tarihin belirli bir dönemine dönmeyi ve söz konusu dönemin
dini anlayış ve uygulamalarına bağlı kalmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla,
içerisinde selefi izler taşıyan her dü­şünce veya hareket aslında tutucu ya da
gelenekçi bir düşünce ve­ya harekettir.[856]

B) Sübjektif İrade Taraftarlığı

Hanbelî mezhebi bilginleri eserci ve selefi olmanın ve özellikle de akaid


konularında te'vilden kaçınmanın tabii sonucu olarak la­fızlara ve onların
zahirlerine ağırlık vermişlerdir. Ancak, sınırsız ha­yat hadiselerine sınırlı
naslarla ve hem de onlann lafzî (litteral) yo­rumlarıyla cevap vermek
sonuçta tabii olarak metodolojide bir tı^ kanmaya yol açacaktır.

işte Hanbelî mezhebinde bilhassa Zâhirîler'de görülen katılık ve tıkanmaya


düşmemek için insanın gerçek niyet ve maksadına (sübjektif irade) önem
verildiği görülmektedir. [857] Diğer bazı mez­hep bilginleri, muamelelerin
sıhhat veya butlanına hükmedebil­mek için objektif kriterler ortaya koyma
kaygısıyla akidler esnasın­da; kullanılan lafızlara, gramer kurallarına, kıyas
ve kaidelerine bağlı kalmayı şart koşmuşlar ve sonuçta özellikle borçlar
hukukun­da muamele, şart ve akid sahasını daraltmış hırdır. Buna karşılık,
Hanbelîler lafızlar yerine maksat ve niyeti, kıyas yerine de naslan ölçü
alarak özellikle naslann yasaklamadığı veya istishâbü'1-hâl prensibinden
hareketle naslarda yer almayan akid ve muamele çe­şitlerine geniş bir yer
vermişlerdir.[858] Ayrıca onlar bu sübjektif ira­de alanını sedd-İ zerâi
prensibiyle de kontrol ederek meşru amaç­lar için araçların da meşru
olmasını şart koşmuşlardır. Bize göre, Hanbelî mezhebini tarihî süreç
içerisinde birçok hadiseye dayana­rak günümüze kadar yaşatan ve ona
canlılığını veren en önemli unsurlardan birisi, onun amaçlara (irade
hürriyetine) verdiği bu önem ve onlara ulaştıracak araçları kontrol etmesi
yani amaçlarla araçlar arasında kurduğu otokontrol sistemidir.[859]

C) İstishâbcilık

Hanbelî mezhebinin usulü incelenirken re'yle ictihadda bulun­maktan


kaçınmak için istishâba yöneldikleri ve bu delilin onların metodolojilerinin
temel unsurlarından biri olduğu görülmüştü. İstis-hâb gereği, onlara göre
Kur'an ve Sünnet'te Allah ve Resulü tarafın­dan yasaklanmamış hiçbir şey
şeriat adına yasaklanamaz. Bu kabul ise özellikle ibadetlerde titiz
davranmayı, bunun dışındaki alanlar­da da taassuptan uzak kalmayı
gerektirmiştir. Itikad ve ibadetler ala­nındaki dar bakış açılannm etkisiyle,
tarihte Hanbelîler'le diğer mezhep mensupları arasında akaid konularında
bazı tartışma ve ka­rışıklıklar çıkmış ise de fıkıhta bilhassa berâet-i asliyye
İstishâbını te­mel bir prensip olarak sık sık kullanmaları hukukî hayatta
büyük bir esneklik ve genişliğe sebep olmuştur. Netice itibariyle doktrin,
İba­det sahasındaki darlık İle muamelât alanındaki genişlik arasında gi­dip
gelen ve bu alanlardan her birinin cidarına çarparak hareket enerjisini
kazanan bir sarkaç gibi canlılık ve sürekliliğini sağlamıştır.[860]

D) Müdahelecilik

Hanbelîler'in akaid ve ibadetler alanındaki darlıkları ile emir bi'1-ma'rüf ve


nehiy ani'l-münker ve bid'at konularındaki hassasi­yetleri, başta kelâm
mezhepleri olmak üzere diğer gruplara karşı sert davranmalarına ve
müdahaleci bir karakter kazanmalarına se­bep olmuş ve hiçbir mezhepte
Hanbelî mezhebinde olduğu kadar bîd'at yasağı ifrata vardırılmamıştır.
[861]
Hanbelîler'in diğer mezhep ve gruplara karşı katı tutumları ve sebep
oldukları çeşitli toplumsal hadîselere tarih ve tabaka! kitap­larında sıkça
rastlanmaktadır. Ignaz Goldziher, "Zur Geschichie der hanbalitisehen
Bewegungen[862] adlı makalesinde Hanbelî­ler'in tarihteki bu
hareketleriyle ilgili çeşitli örnekler verir.

Daha mezhebin kuaıluş safhasında, Mu'tezile'nin yönlendirdi­ği devlet


adamları tarafından Ahmed b. Hanbel'in halku'l-Kur'an konusunda kamu
vicdanını rahatsız edecek derecede mağdur edil­mesi, halkın ona meylini
artırmış ve neticede yöneticiler halkın tepkisinden çekinerek İbn Hanbel'i
serbest bırakmak hatta ona çe­şitli imkânlar sağlamak zorunda kalmışlardı.
Bu olayın Ahmed b. Hanbel'in zaferi ile sonuçlanması, halk ve ulemâ
arasında Mu'tezi-Ie'ye karşı mevcut olan tepkiyi zirveye çıkarmış ve hatta
bu tepki­ler sonucu Mu'tezile tarih sahnesinden silinme sürecine girmiştir.
Ancak Mu'tezile'nin fikir ve inanç hürriyetini ortadan kaldıran bu baskıcı
tutumuna karşı tepkiler pek erken bir dönemde başlamış görünmektedir.
Meselâ, daha mihne olayları başlamadan önce Ahmed b. Hanbel'in de
hocalarından olan Abdurrahman b. Mehdî'nin (Ö. 198/814) seslendirdiği
"Şayet elimde yetki olsaydı, Kur'an'ın ya­ratılmış olduğunu söyleyenleri
kafalarını vurduktan sonra Dicle'ye atardım" cümlesi, [863] Ehl-i sünnet
taraftarlarının Mu'tezile'ye karşı duygularını dile getirmektedir. Mİhne
olayından sonra, ibn Hanbel'in hürriyetine ve büyük bir şöhrete
kavuşmasıyla, ehl-i hadîsin ve özellikle de Ahmed'in arkadaşlarının Sünnî
inancı kendilerinin temsil ettiği zehabına kapıldıkları ve başka gruplara karşı
üstünlük duygusuna girdikleri söylenebilir.

Bu duyguyla diledikleri işi yapmak veya yaptırmak ya da be­ğenmedikleri


görüş sahiplerini susturmak gibi eylemlere girişmiş­ler ve tepkileri sadece
Mu'tezile ile sınırlı kalmamış ve bizzat Mu'­tezile'ye karşı reaksiyon olarak
doğan Sünnî-Eş'arî mezhebi men­suplarını da susturmaya çalışmışlardır.
Hatta kendi mezheplerinde -ki bazı âlimler de onların sertliklerinden ve
hasmane davranışların­dan nasiplerini almışlardır. Bu arada, Eş'arîliğin
doğuşu İle Sünnî kelâmında meydana gelen yeni yapılanmalara rağmen,
Hanbelîler açısından hiçbir şey değişmemiş, ve her vesileyi kullanarak
Kelam karşıtlığına devam etmişlerdir.[864] Onlar, bu olaylar sırasında halk
tabakasını ve haikın tepkilerinden endişe eden idarecileri yanları­na
çekmeyi başarmışlardır. Halepli Şafiî âlimlerinden Şehâbüddin Ahmed b.
Yahya b. İsmail eİ-Kilâbî'nin (ö. 733/1332) Allah'a cihet isnadının nefyi ve
îbn Teymiyye'nin reddi konusunda yazdığı bir risalesinde, VIII. (XIV) asırda
Haşviyye'nin (ki bununla Hanbelîler kastolunmaktadır) durumunu
anlatırken onların, kendi haşviyatla­rını açıklamaktan çekinen ve maddî
çıkar sağlamak ya da cahil in­sanları etraflarına toplamak için "Selefin
Mezhebi" adı altına gizle­nen iki gruptan meydana geidiğini söylemesi[865]
ve Ignaz Goldzi-her'in bu değerlendirmenin daha önceki dönemler için de
geçerli olduğunu ileri sürmesi, [866]söz konusu hareketlerin niteliği
hakkın­da bazı ipuçları verebilir.

Hanbeîîler'in islâm tarihinde sebep oldukları önemli olaylardan biri, meşhur


tarihçi ve fıkıhçi Muhammed b. Cerîr et-Taberî'nin (ö. 310/923), Ahmed b.
Hanbel'i fakih değil de muhaddis kabul ede­rek onun görüşlerini İhtilâfü'l-
fukahâ adlı kitabına almaması ile ortaya çıkmıştır. Buna şiddetle tepki
gösteren Bağdat Hanbelîler'i Taberî'nin evini muhasara altına atmışlar,
öğrencilerinin onun evi­ne girmesine ve ondan okuyup yazmalarına engel
olmuşlardır. Hü-seyneke b. Ali en-Nîsâbûrî, Ibn Huzeyme'nin kendisine
Muham­med b. Cerîr'den bir şey yazıp yazmadığım sorduğu zaman, "Bir şey
yazamadığını, çünkü Hanbeîîler'in onun huzuruna girmesine mani
olduklarını" söyle mistir. [867] Taberî'nin ölümünden sonra ise, onların
taşkınlıklarından korkulduğu İçin cenaze gece evin içerisi­ne gömülmek
zorunda kalmıştır. [868]

Öte yandan, Ehl-İ sünnetin ve Ehl-i hadîsin en büyük temsilci­lerinden biri


ve sahih kabul edilen altı hadîs kitabından birincisinin yazan olan
Muhammed b. İsmail el-Buhârî (ö. 256/870) gibi bir âlim, özellikle halku'l-
Kur'an konusundaki görüşlerinden dolayı, Ahmed b. Hanbel taraftarlarınca
sigaya çekilmiş, ve bu sebeple o Nîsâbûr'u terke tmiştİr. [869]

İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr gibi âlimlerle ilmî müzakereler
yaptığı sırada ders metnini okumakla görevli olan ve Şafiî'nin takdirlerini
kazanan Zâ'ferânî (Ö. 260/873)[870]halku'l-Kur'an konusunda İbn Hanbel'in
aksine görüş belirttiği için, Buhâ­rî ve Müslim'in râviierinden olan Nişabûrlu
Ebu'l-Abbas es-Serrâc (ö. 313/925) tarafından rahatsız edilmiş, Serrâc halkı
onun aleyhi­ne kışkırtmış ve sokağa her çıkışında "Za'ferânî'ye lanet edin"
de­miş ve halk da lanetle bağırmıştır. Bu duruma dayanamayan Zâ'fe­rânî,
Nîşâbûr'dan Buhârâ'ya gitmek zorunda kalmıştır. [871]

Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin (ö. 324/938) Ahmed b. Hanbel hak­kındaki


sitayişkâr ifadelerine ve onun görüşlerini benimsediğini açıkça beyan
etmesine rağmen, başta dönemin meşhur Hanbelî temsilcisi Berbehârî (ö.
329/941) olmak üzere diğer Hanbelîler ta­rafından hüsnükabul
görmemişi[872] hatta Eş'arî'nin ölümünden son­ra gömüldüğü türbe
Hanbelîler tarafından birçok defa tacize uğra­mış[873] ve sonunda türbe
yıkılarak kabrin yeri gizlenmek zorunda kalınmıştır. [874]

îbn Hanbel taraftarlarından Yahya b. Ammâr hadîsçi İbn Hib-bân (Ö.


354/965) hakkında "Onun ilmi çoktu, ama dini çok değil­di. O Allah'ın
mekân İçinde sınırlı olduğunu reddettti, biz de onu Sicistan'dan kovduk"
demiş ve yine aynı İbn Hibbân, nübüvvetle ilgili görüşleri sebebiyle
zındıklıkla suçlanmış hatta halifeden onu öldürmesi İstenmiştir. [875]Yine
yaşadığı dönemin en parlak âlim ve hatiplerinden olan hadisçi ve tarihçi
Hatîb el-Bagdâdî (Ö. 403/ 1071) Eş'arîlik'le ilgisinin olduğu farkedilir edilmez
Hanbelîler ta­rafından Bağdat'ta Mansur Câmiİ'nde hutbe okuması
engellenmek İstenmiş ve onların çeşitli baskılarına mâruz kalmıştır. [876]
Benzer bir olay da Ebu'l-Fütûh el-lsferâînî'nin (ö. 538/1143) başına gelmiş
ve bu. bilgin sırf Eş'arî olduğu için İki defa Bağdat'ı terketmek zorun­da
kalmıştır. [877]

Hanbelîler'in Eş'arîHğî sıkıştırma faaliyetleri Bağdat'ta Selçuklu


hâkimiyetinin ilk yularına kadar devam etmiştir. Meşhur mutasav-vııf
Kuşeyri'nin (ö. 465/1072) oğlu sûfî ve kelâma Ebû Nıısr el-Ku-şeyri, 469
(1076) yılında Manbelîler'in Bağdat'ta çıkardıkları olaylar üzerine burasını
terketmek zorunda kalmış., meşhur usulcü ve tikıhçı Ebû İshak eş-Şîrâzî (Ö.
476/1083) Vezir Nizâmülmülk'e (ö. 485/1092) yazdiğı mektupta,
Hanbelîler'in yaptıklarını ve çıkardık­ları fitneleri anlatarak ondan yardım
istemiş, Nizâmülmülk de ce­vabî yazısında İbnü'l-Kuşeyrî'ye karşı olay
çıkaranların şiddetle ce­zalandırılacağını söylemiştir[878] Ertesi yıl, yani 470
(1077) tarihinde, başlarında Şerîf Ebû Ca'fer b. Ebû Mûsâ (ö. 470/1077-78)
olduğu halde, Hanbelîler Nizamülmülk'ten koruma talep eden Ebû İshâk eş-
Şîrâzî ve talebelerine karşı harekete geçmişler ve bu olayda yir­mi kişi sokak
çatışmalarında hayatını kaybetmiştir. [879]Bu hâdise­den sonra yine
Nizâmülmülk, Şîrâzî'ye bir mektup göndererek ona karşı saygılarını belirtmiş
ve fitne çıkaranların cezalandırılacağını, Şerîf Ebû Ca'fer'in de
hapsedileceğim bildirmiş[880] ve Nizâmül-mülk'ün korumasıyla Eş'arîler
Bağdat'ta rahat bir nefes almaya baş­lamışlardır. [881] Ancak Selçuklular'ın
Eş/arîlik hakkındaki bu yeni ve olumlu yaklaşımlarına rağmen, Hanbelîler
açısından pek bir şey değişmemiş, hatta Eş'arîliğin VI. (XII) asrın
ortalarından İtibaren is­lâm dünyasındaki en geniş mezhep haline
gelmesine rağmen, on­lar, hayatları boyunca Eş'arîlikle uğraşmaktan geri
kalmamışlardır.

Hanbelîler'in bu katı davranışları sadece ilmî alana inhisar et­memiş, günlük


hayatta da bid'at ehli olarak gördükleri şahıslara karşı tavır almışlar ve hatta
bid'at ehliyle selamlaşmayı dahi uygun görmemişlerdir. [882] Meşhur Şâfiî-
Eş'arî bilgini Ebû Mansûr Fahred-din Ibn Asâkir ed-Dımaşkî (Ö. 620/1223)
Hanbelîler'in bir olay çı­karmalarından çekindiği İçin onların bulunduğu
yerlerden geç­mezdi. [883] Onun Muvaffakuddin İbn Kudâme'ye selâm
verdiği fakat Ibn Kudâme'nin onun selâmını almadığı rivayet edilmiştir[884]
ki, bu haberlerin doğruluğu bir tarafa, onların şüyuu vukuundan daha
kötüdür. Hanbelîler tzzeddin b. Abdüsselâm'a {ö. 660/1262) karşı da aynı
şekilde kaba davranmışlar ve onu Eyyûbî Sultanı el-Melik II. e-l-E.şref
Muzafferüddine (648-50/1250-52) şikâyet etmişlerdir. [885]

Hanbelîler'in sen tavırları bu noktada da kalmamış ve kendileri için tehlikeli


gördükleri kimseleri zehirleyerek ortadan kaldırmak­tan dahi
çekinmemişlerdir. Meselâ, kendisi Eş'ari olup Hanbelîler'le çeşitli
tartışmalarda bulunan Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Ahmed
el-Berruvî et-Tûsî (ö. 567/1171) karısı ve çocuğu ile birlikte Hanbeiîler'in
gönderdiği zehirli helva ile öldürülmüştür. [886] Bu olayın doğruluğu
hakkındaki şüphelerimiz mahfuz kalmak kay­dıyla, bizim burada işaret
etmek istediğimiz şey; mezhep taassubu­nun feıt ve toplum hayatını ve
toplumsal barışı zedeleyici bir unsur olduğu ve bütün müslümanların,
tehlikeli bir virüsten sakınıp ko­runduğu gibi bu hastalıktan da korunması
gerektiğidir.

Bağdat'taki sosyal hayatın ve bilhassa Hanbelî toplumunun fo­toğrafını


vermesi açısından şu tarihî bilgi de önemlidir: Eş'arîler ge­nellikle Bağdat'ın
Nizâmiyye mahallesinde, Hanbelîler ise Harbiy­ye mahallesinde
oturmaktaydılar ve Harbiyye mahallesi sakinleri Nizâmiyye mahallesinde
yaşayanların cenaze namazlarına katıl­mazlar ve bunu sünnetin
koruyuculuğunun bir vesilesi kabul ede­rek sokağa dökülürlerdi. [887]

Diğer gruplara karşı bu katı tutumu sergileyen Hanbelîler ken­di İçlerindeki


sapmalara karşı da çok dikkatli ve hatta bağışlamaz bir tavır içinde
olmuşlardır. Önemli bir usul, cedel ve di! bilgini olan Hanbelî Ebu'1-Vefâ İbn
Akîl (Ö. 513/1119) zaman İçerisinde Mu'tezile âlimleriyle görüşmüş ve
onlardan istifade etmişti. Ayrıca, bazı sûfîlerle ilgi kurarak onların fikirlerini
tanımış ve-bu sebeple Hallâc-ı Mansûr'dan (Ö. 310/922) bahsederken
saygılı İfadeler kul­lanmaya özen göstermişti. Onun İfadelerini kaydeden
talebeleri bu durumu ifşa etmişler ve bu sebeple İbn Akîl yaklaşık beş yıl
gizlen­mek zorunda kalmıştır. O, tekrar halk İçine dönebilmek için daha
Önce savunduğu fikirlerinden vazgeçtiğine dair, camide bütün hal­kın
huzurunda ve divan Önünde ifade vermek, önceki goriişlerinden
vazgeçtiğini ilân etmek ve bununla ilgili bir belgeyi İmzalamak zorunda
kalmıştır.[888]

Özellikle Eyyübîler döneminde, Suriye bölgesinde Hanbelîler Ehl-i sünnete


hâkim olmuşlardı. Issız ve kimsesiz bir yerde Ehl-i sünnetten bir kişiye
rastladıkları zaman ona karşı kötü davranırlar hatta bazan ona küfreder
veya onu döverlerdi. [889] Bu durumu tas­vir eden Ignaz Goldziher, biraz da
mübalağalı bir şekilde "Kendi­sinden emin olunan bir Hanbelî, beyaz bir
karga kadar nâdir bulu­nuyordu" demektedir. [890]

Bütün bu örneklere, çeşitli bid'at ve hurafelere karşı çıkmak adına


Vehhâbıler'in İslâm'ın kültür varlıkları olan birçok kabir ve türbeyi yıkmaları,
kendi tevhid anlayışlarını benimsemeyenleri kâ­fir ve müşrik olarak ilân
edip onlarla savaşı caiz görmeleri, malla­rını ganimet kabul etmeleri ve bu
uğurda özellikle Hicaz, Suriye ve Irak bölgelerinde birçok savaş
yapmaları[891] da ilâve edilince, Han-belîler'in toplumsal hayattaki
müdahaleci karakterleri daha da be­lirgin hale gelmektedir. [892]

öte yandan, tarih boyunca Hanbelî âlimlerinin özellikle Al­lah'ın varlığı,


birliği ve sıfatları konusunda çeşitli gruplarla ve bu arada bazı tarikat ve
tarikat şeyhleri ile mücadele etmeleri, Hanbe-lîler'in tasavvufa karşı
olduklarına dair bir kanaatin doğmasına se­bep olmuş gözükmektedir.
Ancak biz elinizdeki eserin birinci bölümünde, kurucu İmam Ahmed b.
Hanbel'den başlamak üzere gü­nümüze kadar gelen büyük Hanbelî
imamlarının toplumsal hayat­taki mücadeleci karakterlerinin aksine, şahsî
hayatlarında müteva-zi ve zâhidâne bir yaşam sürdüklerini tesbit etmiş
bulunuyoruz.

Bizzat Ahmed b. Hanbel hayatı boyunca zühd ve takva içerisin­de yaşamış,


idarecilerin İhsanlarından uzak durmuş bir bilgindir. O, .sadece zâhidâne bir
hayat yaşamakla kalmamış, kendisinden önce bu şekilde zühd içerisinde
yaşayanlarla İlgili rivayetleri topla­yarak Küâbü'z-Zühcfi[893] adında bir eser
de telif etmiştir. Bu eserde Hz. Peygamber'in zühdle ilgili söz ve davranışları
ile çeşitli peygambrlerin zühd hayatına dair rivayetler, başta Hulefa-yi
Râşidîn olmak üzere ileri geien sahabe ve tabiî büyüklerinin zühd hayatla­rı
ve bu konudaki sözleri yer atmaktadır.

Ayrıca, Hanbelîler arasında Hâce Abduüah-ı Herevî (ö. 481/ 108£0


veAbdülkadir-i Geylânî (ö. 561/1166) gibi katı birer Hanbelî olan Jneşhur
mutasavvıflar ve tarikat kurucuları da bulunmaktadır. Ibn Recebin Hanbelî
tabakatıyla ilgili biyografik eserinde bunlar­dan Herevî için "sûfî"[894]
Geylânî için ise "zâhid[895] İsmi kullanılmış­tır. Bu durum îbn Receb'in
Hanbelî bilginlerini mutasavvıf olarak niteleme konusunda dikkatli
davranma gereği duymadığını göster­mektedir. Ibn Receb'in V. (XI) asrın
ortalarından VIII. (XIV) asrın or­talarına kadar bir dönemi içine alan bu
eserinde, teshillerimize gö­re tanıtım cümlesinde "zâhid" ve "sûfî" sıfatlan
kullanılan doksan beş kişi bulunmaktadır. [896]Bundan, Ibn Receb'in
eserinde tercüme-i halleri anlatılan 552 kişinin yaklaşık beşte birinin,
kendilerine "sûfi" adı verilebilecek derecede zâhidâne bir hayat yaşadıkları
anlaşı­lır. Bu dönemde yetişen en önemli Hanbelî müelliflerden Muvaffa-
kuddin Ibn Kudâme el-Makdisî, Bağdat'ta bizzat hocası Abdülkâ-dir-i
Geylânî'den tarikat hırkasını giydiği gibi, [897] Benû Kudâme ai­lesinden
yetişen velûd bir Hanbelî müellifi ve Ibnü'l-Mİbred adıyla meşhur olan Yûsuf
b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî da (ö. 909/1503) hocalan olan Şihâb İbn
Zeyd adıyla meşhur Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir (ö. 870/1465),
Îbnü'l-Aysâvî künyesiyle meşhur Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Ba'lî ve
Muhammed b. Ebu'l-Hasan'dan tasavvuf hırkası giymiştir. Bu hocalardan
ikincisi Kadiri, üçüncüsü ise bir zaviyenin şeyhi idi. [898] Aynı şekilde Yûsuf
b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî tasavvufla ilgili olarak el-Vukûf 'alâ
lübsi's-sûfve Sıdku't-teşeuvüf ilâ ilmi'l-lasavvufadında iki eser kaleme
almıştır, [899] O, Tehzîbü'n-nefsadlı eserinde ise ilim tâliplerini meşâyihten
okumaya teşvik eder ve mesâyihin bil" nazarının da­hi kâfi geleceğini ve
bunun bir iz bırakacağını, tasavvuf hırkası giy­meleri halinde ise bundan
hayır umulacağım, Seleften bir grup ule­mânın da salih insanların elinden
bu hırkaları giymeyi talep ettikle­rini ve tasavvuf ehlinin de bu mübarek
hırkanın giyilmesine Önem verdiklerini söyler.[900] Yine aynı müellif, Mugnî
zevi'l-efhâm 'ani'l-kiuübi 'l-kesîrefi 1-ahkam 'alâ mezhebi 'l-lmâmi 1-
mübeccel Ahmed b. Hanbel adlı fıkıh kitabında tasavvuf! konularla ilgili bir
fasıl aç­mış ve burada mutasavvıf terimini tarif ederek tasavvuf! bazı esas
ve ilkeleri özetlemiş, tasavvufun derecelerini sekiz ana kısma ve her
dereceyi de kendi arasında çeşitli menzillere ayırmıştır. [901] Onun bu
tasnifinin ve görüşlerinin tasavvuf ehlinin yaklaşımlarına uygun olması bir
yana, böyle bir bölümü fürû-i fıkıhla ilgili bir ki­taba almış olması da Hanbelî
fıkıh kitaplarının sistematiği açısından dikkate değer ayrıcalıktır.

Bütün bu örneklerden, Hanbeİîlik ile sûfizm arasında kuvvetli bir akrabalık


bulunduğu görülmektedir. Bu akrabalık sadece onla­rın ortak ruhî
kaynaklarından yani Kur'an'dan değil, aynı zamanda onların İslâm'ın erken
bir dönemde doğan dinî hareketleri olmala­rından da gelmektedir-
Hanbelîler ve sûfîler, akılcı ve re'yeilere muhalif olarak Ehl-i hadîse mensup
İdiier ve bu akrabalık onların akılcı teolojiye (Kelam) karşı ortak, aktif ve
sürekli düşmanlıkları­nı açıklamaktadır. Dahası, sûfîler ve Hanbelîler,
muamelelerin şe­kilciliğini aşarak, "Amellerin ancak niyetlere göre
olduğu"nu dokt­rinlerinin ayırt edici vasfı haline getirmişi erdir. [902]

Ancak, Hanbelî bilginlerinin bu zühdlerine rağmen, tarihte ba­zı


mutasavvıflarla tartıştıkları da bir vakıadır. Meselâ, Hanbelîler'in Ibnü'l-
Arabî ve onun fikirlerinden esinlenen îttihâdiyye fırkasıyla mücadeleleri
meşhurdur. [903]Bu tartışmaların özellikle mârifetullah, sıfâtullah, hulul,
vahdel-i vücüd gibi kavramlar etrafında dönme-sinden, Hanbelîler'in bu
mücadeleyi Selefi levhid anlayışlarını ko­rumak için yaptıkları,' yoksa
mutasavvıflarla zühd, takva, verâ ve tevazu gibi konularda bir ihtilâfları
bulunmadığı görülür. Sonuç olarak tasavvufun "zühd ahlâkı" ile
sınırlandırılması halinde, Han­belî mezhebinin ona çok olumlu baktığı,
ancak onun hulul, mari­fet ve ibâha gibi çeşitli prensiplerine, felsefî
boyutuna ve türbe, mûsikî ve âyinle ilgili çeşitli bid'atlarına karşı çıktığı
anlaşılmakta­dır ki, bu da Hanbelî mezhebinin Selefi akâid ilkeleri açısından
tu­tarlı bir yaklaşım tarzıdır.[904]

Diğer taraftan, Hanbelî mezhebi mensupları bütün İslâm tarihi boyunca


çeşitli politik roller üstlenmiş görünmektedirler. Öncelik­le Hanbelî mezhebi
literatürü içinde siyâset-i şer'iyye konusunda­ki zenginlik dikkati
çekmektedir. Bunda muhtemelen Ahmed b. Hanbel'in hilâfet kurumu
hakkındaki politik görüşleri ile onun Hâ-ricîlik ve Şiîliğe karşı oluşunun ve
Hanbelî bilginlerinin yaşadıkla­rı dönemlerin sultanlarıyla yakın ilişkilerinin
etkisi olmalıdır.

Muasır âlimlerden Muhammed Ebû Zehre, Ahmed b. Hanbel'in hilâfetin


Arap hanedanından birine veya herhangi bir Arap kabile­sine mahsus
olduğunu tasrih etmediğini söylemiştir. [905] Halbuki, Ebu'l-Abbas Ahmed
b. Ca'fer el-İstahrî, Ahmed b. Hanbel'in akîde ile İlgili görüşlerine dair
rivayetinde, onun "İmamlar Kureyş'tendir" şeklinde özetlenebilecek bakış
açısını benimsediğini ve insanlar­dan iki kişi kalıncaya kadar hilâfetin Kureyş
kabilesinin hakkı ol­duğunu ve diğer insanların bu konuda onlarla
münazaaya ve on­lar aleyhine isyan etmeye haklarının bulunmadığını ve
kıyamete kadar onlardan başkası için hilâfet hakkının kabul edilmeyeceğini
açıkça belirtmiştir. [906] Ayrıca, bir kişinin zorla bu makamı ele geçirmeşini
de fitneden kaçınmak gerekçesiyle caiz gören İbn Hanbel, halife zalim dahi
olsa ona karşı isyan yerine itaati tercih etmiştir.[907] Onun bu sonuçlara
ulaşmasında İslâm'ın ilk dönemlerinde yaşa­nan fitne hadiselerinin ve kendi
doğumundan kısa bir süre önce gerçekleşen Abbasî ihtilâlinde akan kanların
ve kendi döneminde yaşanan Halife Emîn ile Me'mün arasındaki taht
kavgalarının ve Abbasî sarayında İran ve Türk nüfuzunun giderek artmasının
önemli tesirleri olmalıdır.

Mezhebin oluşum sürecinde, Mu'tezüe'nin yönlendirmeleri ile baskıcı bir


politika izleyen dönemin halifelerine karşı, Ahmed b. Hanbel'İn tavrı sadece
akâid konusundaki görüşünü belirtmek ol­mayıp, söz konusu baskıcı
politikalara karşı verilen siyasî karakte­re sahip bir fikir hürriyeti mücadelesi
olarak da nitelenebilir. [908]Bu mücadelenin kazanılmasından sonra ise,
Hanbelîler Ehl-i sünneti koruma adıyla iktidarın yanında yer almışlar ve
birçoğu parlak bi­rer vaiz olan Hanbelî âlimlerinin halk nazarındakî yüksek
mevkile­rini bilen dönemin devlet adamları da bu kişilerle beraber
görün­meyi kendi maslahatlarına uygun bulmuşlardır. Özellikle Şiî Bü-
veyhîler'in-Bağdat Abbasî Hilâfeti'ni nüfuzları altına almaları üzeri­ne (334-
447/945-1055), Hanbelî mezhebi mensuptan dönemin muhalefet grubu
rolünü üstlenerek Şîa karşısında Ehl-i sünnetin ve başta Büveyhîler olmak
üzere diğer küçük devletler karşısında da Abbasî Hilâfetİ'nin güçlendirilmesi
taraftarı olmuşlardır. Hanbelî­ler, Moğollar'ın Bağdat'ı işgalinden
(656/1258) sonra, Suriye ve Mı­sır'da Ehl-i sünnetin temsilcisi olarak
Memlükler'i desteklemişler ve bu arada Haçhlar'a karşı yapılan seferlerde
sultanlarla beraber bulunmuşlardır. [909]

Osmanlılar devrinde uzun bir sessizlik dönemi yaşayan Hanbe-lîlik,


Muhammed b. Abdülvehhâb'ın Muhammed b. Suûd'la 1744 yılında
Dir'iye'de yaptığı anlaşma ile siyasî bir hareket hüviyeti ka­zanarak Suudi
Arabistan Krallığı'nın doğuşuna zemin hazırlamış olup halen adı geçen
devletin resmî mezhebi olarak varlığını sür­dürmeye devam
etmektedir.[910]

III. HANBELİ MEZHEBİNİN LİTERATÜRÜ

Hanbelî mezhebi mensupları mezhebin çeşitli alanlardaki gö­rüşlerinin


açıklanması, anlaşılması, yayılması ve müdafaası için bir­çok eser
yazmışlardır. Ancak, öncelikle Ahmed b. Hanbel'İn kendi fıkhî görüşleri ve
metodolojisi hakkında hususi bir eser yazmama­sı sebebiyle, mezhebin fıkhı
ve metodolojisi, daha sonra öğrenci­leri tarafından onun çeşitli fetva ve
görüşleri temel alınarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Mezhebin bu
şekilde kolektif bir çalışma sonunda kurulmuş olmasının neticesi olarak
bazan bir konuda bir­birine zıt çeşitli görüşler bulunabilmekte ve bu zıt
görüşlerin uzlaş-tırılmasına çalışılmaktadır. Bu konuda en önemli
problemlerden biri ise, başta mezhep İmamı olmak üzere diğer bilginlerin
özellik­le usulle ilgili kullandıkları kavramların çeşitliliğidir. Mezhebin
me­todolojisinin anlaşılması açısından bu kavramların bilinmesine ih­tiyaç
vardır. Ayrıca, mezhep bilginlerinin doktrindeki görüşlerin kimlere aidiyetini
tesbit hususunda kullandıkları çeşitli sıfatlar da eldeki eseri anlamakta
güçlük çıkartacak kadar çok ve farklıdır. Bu sebeplerle, Hanbelî literatürünü
anlatmaya başlamadan önce, bu literatürü anlamada bir nevi anahtar
görevini yapacak olan bu kav­ramlar hakkında bilgi verilecektir. Öte yandan,
mezhep literatürü İçerisinde bu tür bilgilere, hemen her fıkıh kitabının
özellikle giriş bölümlerinde rastlamak mümkündür. Burada müellif,
eserinde çe­şitli kitaplar veya bilginler için kullandığı sıfatları, kısaltmaları
veya rumuzları kısaca verir. Diğer taraftan, mezhep imamının ve mez­hep
bilginlerinin hüküm çıkarma ve fetva verme sırasında kullan­dıkları
kavramlar ise özellikle usul kitaplarınının ietihad, taklit, fet­va ve istîftâ
bölümleri ile fetva usulüyle ilgili hususi kitaplarda bu­lunmaktadır.

Burada Hanbelî mezhebi literatüründe kullanılan çeşitli kav­ramların tanım


ve tesbiderinde, Ahmed b. Hamdan el-Harrânî'nin (ö. 695/1295) Sıfatü'l-
fetvâ, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Müflih'in (ö. 763/1361)
Kitâbü'l-Fürü, Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî'nîn (ö. 885/1480)
Kitâbü'l-Fürû' üzerine yazdığı ve söz konusu eserle birlikte basılan Tashıhü'l-
fürû've yine Merdâvî'nİn el-însâ/mm XII. cildinde yer alan "Kâidetün
nâfi'atün câmi'atün li-sıfâti'r-rivâyâtri-menkûleti 'ani'1-İmâm Ahmed ve'1-
evcühi ve'1-İhti-mâlâti'l-vârideti 'an ashâbihî" adını taşıyan bölüm ve
Abdülkadir b. Bedrân'ın el-Medhal\ temel alınacaktır.[911]

I. Mezhep Kitaplarında Geçen Bazı Kavramlar

Burada, özellikle herhangi bir fetva veya görüşün kurucu imam Ahmed b.
Hanbel'e ni.sbeti veya bu görüşün delâlet derecesini tes-bit hususunda
mezhebin usul ve fürû kitaplarında kullanılan çeşit­li kavralar ile mezhep
bilginlerinin birbirleri hakkında kullandıkla­rı tanımlayıcı unvanlar
incelenecektir. [912]

A) Şer'î Hükümlerle İlgili Kavramlar

Mezhepte en çok tartışılan konulardan birisi, Ahmed b. Han-bel'in sert bir


hüküm hakkında kullandığı kavramın delâlet dere­cesidir. Ali el-Merdâvî,
imamın kullandığı bir kelimenin anlamının başka bir mânaya ihtimali
olmayacak şekilde hükümde sarih veya başkasına ihtimali bulunmakla
beraber zahir ya da birbirine müsa­vi olarak iki ve daha fazla mânaya
ihtimali olabileceğini .söylemiş­tir.[913] Mezhep imamının kullandığı
kavramların bu şekildeki delâlet dereceleri ile ilgili ihtilâfların etkisi özellikle
de tahrim, kerahet, nedb, ibâha ve vücûb gibi şer'î hükümler konusunda
kendisini gösterir.

Eğer İmam bir şey hakkında müstakil olarak "Bu haramdır" de­mişse, söz
konusu cümle haramlık konusunda sarihtir ve başka hiçbir mânaya
çekilemez. Ancak, bu cümleden sonra "ekrehuhû = onu kerih görüyorum"
veya "lâ yu'cibünî=hoşuma gitmiyor" de­mişse, bundan kerahet hükmü
anlaşılır. [914]

imam Ahmed'in bir konudaki "lâ yenbagî=gerekmez", "lâ yas-luhu=uygun


değildir". "estakbihuhû=onu kerih buluyorum "hüve kabîh=o kötüdür" ve
"lâ erâhü=onu uygun bulmuyoaım" gibi söz­leri, mezhebin bilginlerinden
bazılarına göre kesin haram, bazıla­rına göre ise lenzihen mekruh anlamına
gelir. İbn Hamdan özellik­le ilk iki kavramın kesin haram anlamına
geleceğini belirtmişi [915]Ibn Müflih ise bunlara daha sonraki kavramları
İlâve etmiştir. [916]

Ahmed b. Hanbel'in "ekrehü kezâ=bunu kerih görürüm", "lâ yu'cibünî=bu


hoşuma gitmiyor", "lâ uhibbühû=onu sevmiyorum", "lâ estahsinühıVonu
hoş görmüyorum" veya "yefalü's-sâilü keza ihtiyâten=soru soran ihtiyat
gereği şöyle yapar" gibi sözleri hakkın­da iki görüş vardır: Birincisi, onun
"yemeğe üflenmesini kötü gö­rüyorum" cümlesi tenzîhen mekruha
yorulurken, "müt'ayı kötü görüyorum" sözü tahrîme yorulmuştur.[917]

Onun "ahşâ=korkarım", "ehâfü en yekûne ev ellâ yekûne ol­masından veya


olmamasından korkarım" lafızlan ise, Merdâvî'nin de ifade ettiği gibi
sakındırma (menetme) hususunda zahirdirler. [918] Ancak bu lafızların
hangi mânaya delâlet ettiğine dair başka bir de­lil bulununcaya kadar
vakfedilmesi gerektiği de söylenmiştir. [919]

Öte yandan îbn Kayyim el-Cevziyye, özellikle kerahet kavramı­nın


kullanımına dikkat çekerek, önceki imamların "tahrim" lafzın­dan
çekindikleri için "kerahet" kelimesini kullandıklarını, daha sonra gelenlerin
ise öncekilerin "kerahet" dedikleri konular hak­kında "tahrim" kelimesini
kullanmayı nefyettiklerini ve böylece "kerahet" kelimesinin kullanımında
büyük bir genişleme olduğunu ve bu hususta tembellik gösterildiğini,
dolayısıyla şeriat ve imam­lar hakkında büyük hataya düşüldüğünü
söylemektedir. [920]
Ahmed b. Hanbel'in "ehubbü kezâ=şu hoşuma gidiyor", "yu'ci-bünî=hoşuma
gidiyor", "a'cebe İleyye=hoşuma gidiyor", "hazâ ah-senü=bu en
güzeli[921]"hüve hasenün güzel", "estahsinü kezâ şu­nu güzel buluyorum",
"estahibbü kezâ şunu hoş karşılıyorum" ve "ahtâru kezâ şunu tercih
ederim" gibi kavramları, Hanbelî mezhe­binin çoğunluğu tarafından nedb
ve ibâhaya yoruluştur. Ancak, bunların hangi mânaya delâlet ettiğine dair
başka bir delil bulu­nuncaya kadar tevakkuf gerektiği de söylenmiştir.
Ancak mezhep­te sahili olan birinci görüştür.? îbn Hanbel'in "lâ be'se bi-
kezâ-bunda bir beis yok", "ercü en-lâ be'se bih umarım onda bir sakın­ca
yoktur", "lâ nerâ bihî be'sen=onda bir sakınca görmüyoruz" ifa­deleri İse
mubahlık içindir[922] ve Salim es-Sakafî'nin teshillerine göre, onun bu
lafızlarla şer'İ hükmüne işaret ettiği yaklaşık 450 ya­kın mesele
bulunmaktadır.[923]

Bunlar dışında, eğer İmam Ahmed'den bir .şey sorulur ve ona cevap verir,-
bundan hemen sonra da başka bir şey hakkında soru­lur da o,, bu somya
karşılık "zâke ehvenü ev eşeddü = bu daha ha­fif veya daha şiddetli" diye
karşılık verirse, onun bu cevabı bazı hu­kukçulara göre Önceki mesele i!e
hüküm bakımından aynı, bazıla­rına göre İse farklıdır. [924]

Ayrıca, imam Ahmed'in "lâ ecterî aleyh=ona cesaret edemem", "le-


etevakka'hu=ondan mutlaka sakınırım", "mine'n-nâs men yete-
veakka'hu=ondan sakınan insanlar var", "innî le-estevhişü minh= ondan
kaçınırım" gibi cümleleri söz konusu hususta zayıflık bulun­makla beraber
ona izin verdiğine delâlet eder. [925] "Lâ edrî=bilmiyorum" sözü ise genel
olarak tevakkuf edilmesi gerektiği anlamına gelir. [926]

Ahmed b. Hanbel'in şer! hükümlerle İlgili bu kavramlarının hangi anlama


geleceği konusunda en önemli unsur karinelerdir. İbn Hamdan karineler
vücûba, nedbe, tahrime, kerahete veya ibâ-haya delâlet ederse, en uygun
olanın onun sözünün, karinenin de-İâlet ettiği anlama yorulması olduğunu
söylemiştir. [927]
B) Tercihle İlgili Kavramlar

Ömrünü hadîs ve eser toplamakla geçiren İmam Ahmed, bizzat aynı


konuda birbiriyle çelişen hadîsler ve sahabe görüşleri İle kar­şılaşmış olabilir
veya bir konu hakkında önceden şöyle düşünür­ken, daha sonra o konuda
daha kuvvetli bîr delil bularak önceki görüşünü değiştirmiş olabilir. Bu ve
benzer sebeplerle, bazan bir konuda ondan iki veya daha fazla görüş
nakledildiği olmuştur. Bu durumda, tercih kurallarına göre, İlk önce imkân
nisbetinde bu İki rivayetle amel edilir. Meselâ anı hâssa, mutlak mukayyede
hamlo-lunarak her iki delil ile de amel edilmeye çalışılır. [928] Rivayetler
ara­sını cemetmek mümkün olmazsa, diğer tercih kaidelerine göre onkırın
tarihlerine bakılır. Tarihleri biliniyorsa, sonra gelenin onun mezhebi olduğu
hakkında Hanbelîlerin cumhuru görüş birliği -içe­risindedir.[929] Tarihleri
bilinmezse o, kendi yaklaşım tarzına, usul ve tasarruflarına en yakın olanı
tercih eder. [930] Eğer onlardan birinin ta­rihi bilinip diğerininki bilinmezse,
sahih olan görüşe göre, bu şık­kın hükmü her iki rivayetin de tarihinin
bilinmediği halin hükmü gibidir, ancak bu konuda vakfa da ihtimal vardır.
[931]

İmam Ahmed bir sünnet veya eserden rivayet eder veya onu sa­hih ya da
hasen kabul eder ya da onun senedinden razı olur veya kitaplarında tedvin
eder ve onu reddetmeyip aksine de fetva ver­mezse bu onun mezhebi
demektir. [932] Eğer bir konu hakkında fetva verir ve ona itiraz olunur, o da
buna sükut ederse; bu düaım onun görüşünden rücû ettiği anlamına
gelmez. [933] İki rivayetten birini il­letli bulur, diğerini illetli bulmayıp hasen
kabul ederse; onun mez­hebi, hasen bulduğu rivayettir. [934]

Ahmed b. Hanbel bir hüküm hakkında fetva verdikten sonra ona birisi bu
konuda itiraz eder ve o da susarsa bu durum, onun zıt görüşü kabul ettiği
anlamına gelmez. Bazı bilginler imamın ted­bir gerekçesiyle veya herhangi
bir fitnenin doğmasını istemediğin­den böyle sükût geçtiğini, aslında kendi
görüşünde devam ettiğini söylemişlerdir, ikinci bir grup ise, bu durumun
onun İlk fikrinden rücû ettiği anlamına geleceğini ileri sürmüştür.
[935]Hanbelî literatüründe sıkça kullanılan tercihle ilgili kavramlar­dan "el-
evcüh", Hanbelî âlimlerinin imam Ahmed'in sözünden al­dıkları veya onun
İma ettiği ya da onun delili, ta'lîli veya sözünün gelişinden çıkarılmış görüş
ve tahrîcler anlamına gelir. [936]"Tahrîc" ise, bir meselenin hükmünü
benzer bir meseleye nakletmek ve hüküm konusunda aralarını eşit hale
getirmek demektir. [937] Bu kavramalardan "ihtimal", kendisine muhalif
veya müsavi bir delil bulu­nup da bunların tercih edilmesi sebebiyle zayıf
kalan bir delil hak­kında kullanılır. 'Tevakkuf [938]ise, aralarından birini
diğerine terci­he yarayacak bir delil bulunmayan birbirine denk kuvvetteki
çatı­şan iki cîeliile ameli terketmek demektir. Anık o konuda şeriat
gel­meden önceki helâl, haram veya vakf hükmü geçerlidir. [939]

Hanbelî fıkıh kitaplarında herhangi bir konuda "fîhâ vechân" ifadesi, bu


hususta İmamın herhangi net bir görüşü bulunmadığı anlamına gelir. Ancak,
"fîhâ rivâyetân" sözü ise, biri nas diğeri ise ima yoluyla gelen veya başka bir
nastan çıkarılan bir rivayet bulun­duğu manasınadır. [940] Bir konu
hakkındaki "el-kavlân" ifadesi ise, bu konuda imamdan bir görüş olduğu
veya biri hakkında görüş belirttiği diğeri hakkında isa imada bulunduğu
anlamındadır. [941]Öte yandan, Hanbelî mezhebi literatüründe mezhebin
görüşle­rinin anlatılması sırasında kullanılan "nassan" kelimesi, söz konu­su
görüşün îmanı Ahmed'e nisbet edildiği anlamına gelir. Yine bu sırada
kullanılan '"anhü" ifadesi de bu görüşün Ahmed'e aidiyetini belirtir. [942]
Hanbelî bilginlerinin "el-mezhebü kezâ=mezhebin görü­şü şudur" sözü
İmam Ahmed'in görüş veya imasına ya da görüş ve imasının bundan
çıkarıldığına işarettir. [943]

Literatürde geçen "ale'1-asah, es-sahîh, ez-zâhir, el-azhar, el-meşhûr, el-


eşhür, el-akvâ" gibi sözler İmam Ahmed veya onun ba­zı arkadaşlarının
görüşlerine delâlet eder. [944] Bu ifadelerden mezhe­bin zahir görüşünün,
o konuda "meşhur" olan kavi olduğu, "sarih"İn ise te'vile ihtimali
bulunmayan ve muarızı olmayan görüş mânasına geldiği anlaşılmaktadır.
[945]

Hanbelî fıkıh kitaplarında geçen "kıyle=denildi" kelimesi, söz konusu


görüşün İmamdan ima yoluyla veya yüzyüze ya da taline veya ihtimal
yoluyla rivayet edildiği anlamına gelir. [946] "Rivayet" ke­limesi İse söz
konusu görüşün imamdan nas veya ima ya da ashap­tan tahrîc yoluyla
geldiğini gösteriri. [947]
C) Mezhep Bilginlerini Tanımlayıcı Unvanlar

Hanbelî literatüründe özellikle daha sonra gelen herhangi bir âlim,


eserlerinde kendinden önce yaşamış bilginler için veya biz­zat kendi hocası
veya arkadaşları için bazı unvanlar, lakaplar veya rumuzlar kullanmış
olabilir. Yalnızca Hanbelîler'e mahsus olmayıp hemen her mezhep
literatüründe mevcut oian bu unvanlar, aslın­da bir hareket veya mezhebin
teşkilâtlanma şemasını gösteren bîr belge niteliğindedir.

Hanbelî kaynaklarında mutlak olarak kullanılan "imam" keli­mesi ile


mezhebin kurucu imamı Ahmed b. Hanbel kastedilir. Bu kaynaklarda geçen
"cemaat" kelimesinden maksat ise Ebû Tâîib b. Humeyd (ö. 244/858),
Hanbel b. İshak b. Hanbel (ö. 263/876), Sa­lih b. Ahmed b. Hanbel (ö.
266/879), Abdülmelik b. Abdülhamîd b. Meymûn (ö. 274/887), Harb b.
İsmail (ö. 280/893), İbrahim b. İs­hak el-Harbî (ö. 285/898) ve Abdullah b.
Ahmed b. Hanbel'den (ö. 290/902) meydana gelen gruptur. "Cemaatin
rivayeti" sözüyle bu ilk Hanbelî âlimlerin rivayet ettiği görüş kastedilmiş
demektir.[948]

Hanbelî mezhebinde "mütekaddimûn" imam Ahmed b. Han­bel'den Kaciî


Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'ya (ö. 458/1066) kadar geçen dev­rede yaşamış oian
bilginler için; "mütevassitûn" Kadî Ebû Ya'lâ'dan Burhâneddin İbrahim b.
Muhammed b. Müflih'e (ö, 884/1479) ka­dar geçen devrede yaşamış
olanlar için; "müteahhirûn" ise Alâed-din Ali b. Süleyman el-Merdâvîden (ö.
885/1480) Muhammed b. Abdullah b. Ali el-Âmİrî'ye (ö. 1295/1878) kadar
geçen dönemde yaşamış olan bilginler için kullanılır. [949]

Hanbelî kaynaklarında "kâdî" kelimesi ile, Özellikle de Ebû Ya'lâ'nın


zamanından VIII. (XIV) asra kadar mutlak olarak kullanıl­dığı zaman,
Muhammed b. Hüseyin b. Muhammed (458/1065) ya­ni Ebû Ya'lâ el-Kebîr
kastedilir. Ancak et-Iknâ' yazan Haccâvî (ö. 968/1560) ve el-Müntehânm
müellifi İbnü'n-Neccâr el-Fütûhî (Ö, 972/1564) gibi müteahhir bilginler
"kâdî" sıfatını Alâeddİn Ali b. Süleyman el-Merdâvî için kullanmışlar, ayrıca
îbn Kudâme'nin el-Muknîini tashih ve tenkili ettiği için ona "Münakkih"
lakabını da vermişlerdir. [950]
ibn Akîl ve Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî eserlerinde mutlak olarak "şeyhunâ"
dedikleri zaman bununla Kadî Ebû Ya'Iâ'yı kastederler. Ancak, müteahhırîn
bilginler "şeyh" kelimesini kullandıkları zaman, bundun Muvaffakuddin İbn
Kudâme (ö. 620/1223) anlaşılır. "Şeyhân" dedikleri zaman ise bundan amaç
Muvaffakuddin İbn Kudâme ve Meedüddin Abdüsselâm b. Teymiyye'dir (ö.
652/ 1254-5). Her kitabı şerheden kendisi için "şârih", eseri için de "şerh"
ke­limelerini kullanmakla beraber, müteahhirîn bilginler eserlerinde mutlak
olarak "şârih" kelimesini kullanırlarsa onunla Şemseddin Abdurrahman b.
Ebû Ömer, mutlak olarak "eş-şerh" dedikleri za­man ise el-Mukni'm
Şemseddin Abdurrahman b. Ebû Ömer tara­fından yapılmış ilk şerhi olan
eş-Şerhü'l-kebîr(_eş-Şâfî)[951] adlı eseri­ni kastederler. [952]

II. Literatür

Hanbelî mezhebinde yazılmış olan eserler fürû ile ilgili temel metinler ve
bunlar üzerine yapılan şerhler, usul kitapları ile diğer bazı hukuk dallarına
ait kitaplar, mezhebin tarihi ve mensuplarının tercüme-i hâlleri ile ilgili
biyografi kaynaklan ve mezhep hakkında yapılan yeni çalışmalar şeklinde
özetlenebilir. Burada adı geçen eserlerden bir kısmı kısaca tanıtılacak ve
imkân nisbetinde neşirle-riyle ilgili bilgiler verilmeye çalışılacaktır.[953]

A) Temel Metinler ve Şerhleri

Bilindiği gibi Hanbelî mezhebinin kurucu imamı olan Ahmed b. Hanbel,


başta kendi görüşleri olmak üzere her türlü re'y ve fık­hın yazılmasına karşı
çıkmıştır. Bu yüzden bizzat onun kaleme al­dığı veya talebelerine yazdırdığı
fıkıhla doğrudan ilgili bir eseri bu­lunmamaktadır. Bununla birlikte, farklı
konularda veya fıkıh siste­matiğine uymasa da fıkıhla alâkalı bazı eserler
ona nisbet edilmiş­tir. Doktrinin gelişmesine katkıları dolayısıyla bu eserler
Hanbelî mezhebinin temel kaynaklarından sayılır.
Ahmed b. Hanbel'in yaklaşık 700.000 hadîs içerisinden seçerek tertip ettiği
30.000 kadar hadîs, oğlu Abdullah ile talebesi Ebû Bekir el-Kâtı'î'nin çeşitli
ilâveleriyle[954]el-AfMsne. [955] adı altında toplanmıştır.

Abdullah'ın rivayet ettiği kelâm firkalanyla ilgili Kitâbıi's-Sünne[956] zühd ve


takvaya dair Küûbü'z-Zühd, [957] Kitâbü'l-Verâ[958] hadîslerdeki illetlerle
İlgili Kitâbü'l-İlet ve ma'rifeti'r-ricâl, [959]haram içkilere dair Hz.
Feygamber'in hadîsleri, sahabe ve tabiîlerin sözle­rinin toplandığı Kitabü'l-
Eşribe [960]ilk asırlardaki Selef akidesinin savunulduğu er-Red[961]a!e'z-
zenâdtkaue'l-Cebmiyye[962] hü­kümlerine dair Küâbü's-Salât, itikad
konularıyla ilgili el-Akîd[963] gibi çeşitli eserler de Ahmed b. Hanbel'e
nisbet edilen kitaplar ara­sındadır. [964]

Ahmed b. Hanbel'in kendisine sorulan binlerce soruya verdiği cevaplar ise


öğrencileri tarafından Mesâit adıyla bir araya getiril­miştir. Bunlardan
büyük oğlu Salih'in (ö. 265/878) rivayet ettiği Mesâilü'l-lmâm Ahmed b.
Hanbel[965] toplam 1756 mesele ihtiva et­mekte olup naşir tarafından bazı
başlıklar ilâvesiyle tertip ve tasnif edilmiştir. Küçük oğlu Abdullah'ın el-
Mesâiîi[966] İse naşirin verdiği numaralara göre 1635 meseledir.

Ayrıca îshak b. tbrâhim b. Hânînin (ö. 275/888) el-Mesâit& ile Ebû Dâvûd
es-Sicistânî'nin (ö. 275/889) el-Mesâil[967] de yayımlanmistir. Bunlardan
başka Ishak b. Mansûr el-Kevsec (ö. 251/865). Ebû Bekir el-Hsrem (ö.
260/873 veya 273/886), llanbel b. Lshak (ö. 273/886), Abdülmelik el-
Meynıûnî (ö. 274/887), Ebû Bekir el-Mer-rûzî (ö. 275/889), Ebü Hâlim er-
Hâzî (ö. 277/890), Ilarb b. İsmail el-Kirmânî (ö. 280/873), İbrahim b. İ.shak
el-Harbî (ö. 285/898) ve Abdullah b. Abdülazîz el-Begavî (ö. 286/899) gibi
âlimler tarafın­dan toplanan mesâillerin bir kısmı günümüze kadar
gelmiştir.[968]

Hanbelî mezhebinin ilk mimarlarından biri olan Ebû Bekir el-I Iallâl'in
(ö.311/923) Kİtâbü'l-Câmi' li- 'ulûmi'l-İmâm Ahmed adın­daki eseri İle
Ahmed b. Hanbel'in usûlü'd-dîn hakkındaki görüşle­rini ortaya koyduğu
Kitâbü's-Sünne[969] ve muhtemelen usul-i fıkıh konularındaki görüşlerini
anlattığı el-Kitâb fi'l-'îlm adlı eserleri de mezhebin İlk temel
kaynaklanndandır.
Hallâl'in öğrencisi Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer (ö. 363/973-4) eUCâmîi
Şerhu Kitabi 'l-Câmi' adıyla şerhetmiş ve daha sonra da Zâdü'l-müsâfir
adıyla eseri tamamlamaya çalışmıştır. Gulâmü'l-Hallâl adıyla da tanınan
Abdülazîz b. Ca'fer, ayrıca Ahmed b. Han­bel'in Kitâbü'l[970]isimli risalesini
rivayet etmiş, el-Muknî, el-Kâft, Muhtasaru's-sünne gibi çeşitli eserler
kaleme almıştır. [971]

Hanbelî mezhebinin uzun tarihi İçerisinde doktrinin gelişmesi­ne katkıda


bulunan birçok muhtasar ve şerh yazılmıştır. Bunlar arasında Ebu'l-Kâsım el-
Hırakî'nin (ö. 334/946) el-Muhtasar, Kadı Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (Ö.
458/1066) çeşitli usul, fürû ve akâid ko­nularıyla ilgili Kitâbü'r-Rivâyeteyn
ve'l-vecheyn[972]oğlu Kadî Ebu'l-Hüseyin'İn (Ö. 526/1131) babasının Kitâbü
'r-Rivâyeteyn ini ta­mamlayıcı mahiyetteki Kitâbü't-Temâm. limâ sahhafi'r-
rivâyeteyn ve's-selâs ve'l-erba' 'ani'l-imâm veİ-mıthtâr mine'l-
vecbeytfi[973] adlı eseri, Ebul-Hattâb el-Keivezânî'nin (ö. 510/1116) el-
Hidâye, Mu-vaffakuddin Ibn Kudâme'nİn (ö. 620/1223) el-Vm.de fii-fıkhi'l-
Hanbelî, el-Muknî, el-KâfıJî fıkhi'l-İmâmi'l-mübeccel Ahmed b. Hanbel adlı
eserleri, Ebu'l-Berekât Mecdüddin Abdüsselâm b. Abdullah b. Teynıiyye'nin
(ö. 652/1254-5) el-Muharrer fi l-fıkh alâ mezhebi"1-1'mâm Ahmed b.
Hanbel, Şemseddin İbn Müfiih el-Mak-disî'nin Kitâbü '1-FürtV, Haccâvî'nin
(ö. 968/1560) el-İknâ' li-lâli-bi'l-intİfâve. Zâdü'l-müstakni'stdh eserleri,
İbnü'n-Neccâr'ın Mün-tehe'l-lrâdât, Buhûü'nin 'Umdetüt-lâlib, Mer'î b.
Yûsuf el-Ker-mî'nin Delîlü 't-tâlib li-neyli'l-melâlib, Muhammed b.
Bedreddin b. Belbân ed-Dımaşkî'nin (ö'. 1083/1672) Kitâbü Ahsari'l-
muhtasarât fi'l-fıkb 'alâ mezhebi'l-îmâm Ahmed b. Hanbefr[974] adlı
eserleri ve bu kitaplar üzerine yazılan çeşitli şerhler günümüze ulaşmış ve
bir­çok defa neşredilmişlerdir.

Hanbelî mezhebi tarihinde bu muhtasar ve çeşitli şerhleri dışın­da, çoğu


günümüze ulaşmamış, bir kısmı da kütüphanelerde neş­redilmeyi bekleyen
çeşitli eserler de bulunmaktadır. Suriye Hanbe-lîliği'nin ilk üstatlarından
Ebu'İ-Ferec eş-Şîrâzî'nin (ö. 486/1094) el-îzâh, el-Mübhic, el-Müntehab ve
oğlu Ebu'l-Kâsım Îbnü'l-Hanbe-lî'nin (ö. 536/1141-2) el-Müntehabfi'l-fıkh ve
el-Müfredât adlı eser­leri bu tür temel metinlerdendir. Yine, Ebu'1-Vefâ Ibn
Akîl'in (ö. 513/1119-20) aslında 200 cüz olduğu nakledilen fakat sadece bir
cildi günümüze ulaşan Kitâbü'l-Fünûîf[975] adlı eseri de çeşitli konu­lara
dair ansiklopedik bir kitaptır. Vezir Ebu'l-Muzaffer Ibn Hübey-re'nin (ö.
560/1165) İslâm'ın beş esasıyla ilgili el-lbâdâtü'l-hamsile Es'ad b.
Müneccâ'nm el-Hülâsa fi'l-fıkh ve el-'Umde fi'l-fıkh adlı eserleri de Hanbelî
mezhebinin temel fürû kitap larındandır.

Diğer yandan, İslâm dünyasında asırlarca fikir ve eserleri tartı­şılan


kişilerden biri olan Hanbelî bilgini Takıyyüddin İbn Teymiy-ye'nin (ö.
728/1328) tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm gibi birçok alanda yazmış olduğu eser
ve risaleleri, müstakil olarak basılmaları yanın­da, Mısır ve Arabistan'da
Mecmû'atü'r-resâil[976] Mecmû'atü'r-resâ-ili'l-kübrâ, [977] Kitâbü Mecmu
'ati 'l-fetâvâ, [978] Mecmû'atü'r-resâil ve'l-mesâifi1 [979]ve Mecmû'atü
fetâvâ îbn Teymiyye (el-Fetâvâ'l-kübrâ) [980] gibi çeşitli isimler altında da
yayımlanmıştır.

Yine Hanbelîlik tarihinde Vehhâbî hareketini gerçekleştiren Muhammed b.


Abdülvehhâb'ın (ö. 1206/1792) mezhebin en dar bakış açısını yansıtan
Kitâbü'i-Tevbîdı sıksık basılmış ve üzerine birçok .şerh yazılmıştır. Bunlardan
ikisi; Ilın Abdülvehhâb'ın torun­larından Süleyman b, Abdullah'ın (ö.
1233/1817) Teysîrü'l-Azîzi'l-Bamîdjîşerhi Kitâbi't-Teuhîd, [981] Fethu 'l-
tnecîd şerhu Kitâb [982]adlı şerhleridir.

Muhammed b. Abdülvehhâb'ın bütün eserleri Müellefâtü'ş-Şey-hi'l-İmâm


Muhammed b. Abdülvebbâb[983] adıyla neşredilmiştir. Bunlardan I. ciltte
başta Rüâbü't-Tevhîdolmak üzere el-Akîde ve'l-âdâbü 'l-hlâmiyye
konularındaki çeşitli risaleleri, II ve III. ciltlerde Muhtasara'l-insâfve Şerhu'l-
kebîrgibi fıkıhla ilgili eserleri, IV. cilt­te Muhtasara Sîreti'r-resûl ve el-fetâvâ,
V. ciltte tefsire dair eserle­ri ile Muhtasaru Zâdi'l-me'âd; VI. ciltte çeşitli
şahıs ve bölgelere. dinî ve siyasî maksatlarla gönderdiği mektupları; VH-XI.
ciltlerde Mecmu'u'l-hadîs ve Ehâdîsfi'l-fiten ve'l-havâdisgibi hadîs ilmiyle
ilgili eserleri; XII. ciitte ise çoğunluğu tevhid konusunda yazılmış olan bazı
risaleleri bulunmaktadır. [984]

Şimdi burada Hanbelî mezhebinin fıkhî görüşlerini içeren ve yukarıda


adından bahsedilen bazı temel metinler ve şerhleri kısa­ca tanıtılmaya
çalışılacaktır.[985]
1. el-Câmi'

Hanbelî mezhebinin ilk kurucu İmamlarından Ebû Bekir Ah­med b.


Muhammed b. Hârûn el-Hallâl (ö. 311/923), uzun seyahat­ler sonunda lbn
Hanbel'in hadîs, fıkıh ve akaide dair görüşlerini Kitâbü'l-Câmi' li-'ulûmi'l-
îmâm Ahmedadlı bir eserde toplamıştır, Klasik fıkıh kitaplarının
sistematiğine sahip ilk Hanbelî fıkıh kitabı niteliğinde ve yaklaşık yirmi
ciltten meydana gelen bu eserin, VIII. (XIV.) asrın başlarında mevcut olduğu
bilinmektedir. [986] lbn Teymiy-ye ise, Hallâl'in çeşitli şehirleri dolaşarak
îmam Ahmed b. Han­bel'in fıkıh konulan hakkında söylediklerini yaklaşık
kırk ciltte topladığını, ancak buna rağmen Ahmed'in verdiği cevaplardan
bir­çoğunun Hallâi'in kitaplarında yer almadığını söylemektedir. [987]

Eserin günümüze ulaşan parçalarından anlaşıldığı kadarıyla, Hallâl bu


kitabında zaman zaman kendi görüşlerini ifade etmekle beraber, genel
olarak İmam Ahmed'in sorulan somlara verdiği ce­vapları toplamıştır. Bu
cevaplar kitap, sünnet, sahabe ve tabiînden gelen çeşitli rivayetlerle
desteklenmiş, bu arada bazı fakihlerin gö­rüşlerine yer verilmiş ve hatta
İmam Ahmed'den gelen rivayetler arasında da tercihler yapılmıştır.

Bu eserin günümüze ulaşan bölümlerinden bir kısmını Seyyid Kİsrevî Hasan


Ahkâma ehli'l-milel mine'l-Câm Ii-mesâilii4mâm Ahmed b. Hanbe[988] ve
el-Vukûf've't-tereccülmine'l-Câmi'' li-mesâ-İli'l-İmâm Ahmed b. Hanbe[989]
adlarıyla yayımlanmıştır.

Eserin vakıflarla ilgili bölümünü ise, Abdullah b. Ahmed b. Ali ez-Zeyd


başına geniş bir mukaddime ilâvesiyle Kitâbü'l-Vukûf min mesâilii-tmâm
Ahmed b. Hanbel eş-Şeybân[990] adıyla neşret-miştir.

Öte yandan, el-Câmün bir başka bölümü de Abdülkadir Ah­med Atâ


tarafından Kitâbü Ahkâmi'n-nisâ[991] adıyla yayımlanmıştır.

Ebû Bekir el-Hallâl'in el-Câmi'adh bu eserini, Gulâmü'l-Hailâl lakabıyla


meşhur olan öğrencisi Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer (ö. 3Ö3/974) Şerhu
Kitabi'l-Câmi' adıyla şerhetmiştir. Gulâmü'l-Hallâl daha sonra da başta
Hırakî olmak üzere çeşitli Hanbetî bilginleri­nin kitaplanndan yararlanarak
bu şerhi tamamlayıcı mahiyette Zâ-dü'l-müsâfiradlı eserini yazmıştır. [992]
2. el-Muhtasar

Hanbelî literatürüne en büyük katkıyı yapanlardan biri olan Ebu'l-Kâsım el-


Hırakînin (ö. 334/946) el~Muhta[993] Hanbelî fü-rûuna dair ilk el kitabı
niteliğindedir. Hırakî bu esere özel bir isim vermemiş, ancak mezhebin
görüşlerini özlü bir şekilde İhtiva et­mesi sebebiye, kitap daha sonraları el-
Muhtasar adıyla meşhur olmuştur. Tertip bakımından Şafiî fıkıh kitaplarına
benzeyen bu eser, özellikle üzerine yapılan şerhlerin yaygınlık
kazanmasından sonra, mezhebin en güvenilir metinlerinden birisi haline
gelmiştir.

el-Muhtasar yaklaşık 2300 meseleyi ihtiva etmekle olup. bura­daki


görüşlerin lamamı Ahmed b. llanbdV ait olmayıp bir kısmı ihrakî'nin kendi
fahrîdendir. Ancak onun bu durumu belirtmeme­si, söz konusu görüşlerin
kime aidiyeti konusunda tereddüde se­bep olmaktadır.

Hanbelî mezhebi tarihinde çok tutulan bu eser, medreselerde ders kitabı


olarak okutulmuş, öğrenciler tarafından ezberlenmiş, üzerinde birçok şerh
yazılmış ve bazı bilginler tarafından manzum hale getirilmiştir.

Üzerine yaklaşık 300 adet şerh ve haşiye yazılan eî-Muhta-sarnsı [994]bu


şerhlerinden bazıları şunlardır:

a) Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (ö. 458/1066) şerhi. Bu kitabın Şam Zâhirîyye


Kütüphanesinde farklı nüshalardan İki cildi mevcut olup[995] eser
Ümmülkurâ Üniversitesinde Suûd Abdullah er-Ravkî tarafın­dan neşre
hazırlanmıştır.[996]

b) Ebû Ali el-Hasan b. Ahmed b. Abdullah İbnü'l-Bennâ el-Bagdâdî'nin (ö.


471/1078) el-Mukni'fîşerhi Muhtasarı '1-Htrakî. [997]adlı şerhi. el-
Muhtasar'm ilk şerhlerinden biri olan bu eserde, Hıra-kî'nin ibaresinin
başına "sad" harfi konularak cümlenin musannife ait olduğu belirtilmek
istenmiş, tbnü'l-Bennâ el-Bağdâdî'nin şerhi­nin başına ise "şin" harfi
konulmuştur. Bu şerhi neşreden Abdüİa-zîz b. Süleyman b. İbrahim el-
Buaymî'nin eserin neşri sırasında yazdığı geniş mukaddimesi İle şerhte
geçen bütün görüşlerin diğer meşhur bazı Hanbelî metin ve şerhlerinden
kaynaklarının gösteril­mesi şeklindeki tahkiki, ayrıntılı fihristleri ve çeşidi
açılardan yap­tığı indeksleri söz konusu neşre ayrı bir önem kazandırmıştır.

c) Muvaffakuddin îbn Kudâme'nin (ö. 620/1223) el-Mugn[998] adındaki


şerhi. İbn Ktıdâme, Hanbelî tarihinde en çok tutulan ve şöhret bulan bu
şerhte, Hanbelî mezhebindeki farklı görüşler ya­nında, diğer mezhep imam
ve müctehidlerinin de görüş ve delille­rine genişçe yer vermiş ve aralarında
tercihlerde bulunmuştur.

Abdullah Ömer el-Bârûdî, el-Mugnî'Ğtt zikredilen ve genel ola­rak İslâm


hukukçuları tarafından icmâ ve ittifakla benimsenen gö­rüşleri kitap, bab ve
fasıl sistematiğine sadık kalarak ve el-Mug-nftıin ilgili cilt ve sayfa
numarasını da vererek derlemiş ve bu ese­re el-Berku 'l-lemmâ 'fî-mâfi 'l-
Mugnî min ittifak ve 'l-iftirâk ve İ-ic-mâ'admı vermiştir.[999]

Öte yandan, ibn Kudâme'nin el-Muhtasar üzerine yaptığı bazı ilâveleri


içeren el-Hâdtveya. Vmdetü'l-hâzimfrl-mesâili'z-zevâid 'an Muhtasar-ı Ebi'l-
Kâsınf[1000] (bazı kaynaklarda 'Umdetü'l-'âzimfî telhîsi'l-mesâili'l-hâriciyye
'an Muhtasar-ı Ebi'l-Kâsım şeklinde) adlı bir eseri daha bulunmaktadır. Yine
İbn Kudâme'nin el-Muhta­sar^ üzerine yaptığı bazı ilâvelerden ibaret
olduğu anlaşılan Zevâi-dü'l-kâfî 'ale'l-Hırakîzd\ı eserini, Cemâleddin Ebû
Zekerİyyâ Yah­ya b, Yûsuf es-Sarsarî (ö. 656/1258) Vâsıtatü'l-'ıkdi's-semîn
ve 'umdetü'l-hâftzt'l-emtnadıyla manzum hale getirmiştir.

d) Ebû Tâlib Abdurrahman b. Ömer el-Basrî ed-Darîr'in (ö. 684/1285) el-


Vâzth ft şerhi Muhtasar-ı Ebi'l-Kasım el-Hırakî adlı şerhi de yazma halde
günümüze ulaşmıştır. [1001] Ayrıca, Ebû Tâlib'e el:Kâfîfîşerhi'l-Hırakîadında
başka bir şerh daha nisbet edilmek­tedir.

e) Şemseddin Muhammed b. Abdullah ez-Zerkeşî'nin (ö. 772/1370)


Şerhu Muhtasarı 'l-Hımkp[1002] adlı şerhinde ise diğer mez­heplerin
görüşlerine fazla yer verilmemiştir. Ancak bu şerh, Ahmed b. Hanbel'den
gelen birçok rivayeti nakletmesi, değerlendirmesi ve her meselede Hanbelî
bilginlerinin görüşlerine geniş bir şekilde yer vermesiyle temayüz etmiştir.
Ayrıca, eserde geçen bütün hadîs­ler ve Seleften nakledilen görüşler
kaynaklarıyla birlikte zikredil­miş, görüşlerin nisbetinde bulunabilecek
hatalar düzeltilmiş, kav­ramların etimolojisi ve hadîslerin şerhi geniş bir
şekilde yapılmıştır. Eserde Hırakî'nin görüşleri "kale", Zerkeşî'nin şerhi ise
"şin" harfiy­le belirtilerek biribirinden ayırt edilmiştir. Zerkeşî'nin bu şerhi,
konularımn genişliği, delillerinin ayrıntısı yanında, açık ve sade üslu­buyla
da kullanışlı bir kaynak niteliğindedir,

Ayrıca, el-Muhtasar üzerine şerh yazdığı belirtilen kişiler ara­sında Ebû Hafs
Ömer b. İbrahim b. Abdullah el-Ukberî (ö. 387/ 997) (el-Muhtasar'm bilinen
ilk şerhini yapmıştır), Ebû Abdullah Hasan b. Hâmid b. Aii b. Mervân (ö.
403/1012), Ebû Ali Muham-med b. Ahmed b. Muhammed el-Hâşimî (Ö.
428/1036), Ibn Ebû Ya'lâ (ö. 527/1133), Ebu'l-Hasan Ali b. Abdullah b. Nasr
ez-Zâgunî (ö. 527/1132), Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Rezîn el-Gassânî (ö.
656/1258), Ebû Muhammed Abdürrezzâk b. Rızkullah er~Res'anî (ö.
661/1263) (şerhinin adı el-Muntasarşerhu'l-Muhtasar), Abdul­lah b. Ebû
Bekir b. Muhammed el-Harbî (ö. 681/1282) (şerhinin adı el-Mühim fî
şerhi'l-Hırakî), Necmeddin et-Tûfî (ö. 716/ 1316) (el-Muhtasafı yansına
kadar şerhettiği nakledilmektedir), Ebû Ab­dullah Muhammed b. Ahmed el-
Harrânî (ö. 749/1348), Ibn Kâdı'l-Cebel lakabıyla meşhur olan Abdülazîz b.
Ali el-Bekrî et-Temîmî el-Bağdâdî (ö. 846/1443), Ahmed b. Hasan b. Ahmed
b. Abdülhâdî (ö. 895/1490) ve Ibn Bedrân lakabıyla meşhur Abdülkadir b.
Ah­med (ö. 1346/1927) (el-Mubtasar'm "Kİtâbü'l-ferâiz" bölümünü Ki-
fâyetü'l-mürte'î ilâ ma 'rifetiferâidi'l-Hırakîadıyla şerhetmiştir) gi­bi meşhur
Hanbelî bilginler bulunmaktadır. Bu arada, son dönem Hanbeiîler'İnden
Muhammed b. Abdurrahman b. Hüseyin Âl-i Ismâil (ö. 1389/1969) de el-
Muhtasar üzerine Hâşiyetü Muhtasari'l-îtnâm Ebi'l-Kasım el-Hırak.[1003]
adıyla bir haşiye yazmıştır.

Ebû Bekir b. Zeyd el-Cerrâî ise (ö. 883/1478), el-Muhtasaröze­rine yapılan


çeşitli ilâveleri (zevâid) bir araya getirerek Gâyetü'l-mailab fî ma'rifeti'l-
mezbeb[1004] adındaki eserini telif etmiştir. Bu şerhler yanında, Ebu'I-Fazl
Ahmed b. Nasruİlah el-Kirmânî et-Tüs-terî el-Bağdâdî (ö. 844/1440) el-
Muhtasar\ ihtisar etmiştir.

İbnü'l-Mibred lakabıyla meşhur olan Cemâleddin Yûsuf b. Ha­san b.


Abdülhâdî (ö. 909/1503) es-Segaru'l-bâsim li-tahrîci eh adî­si Muhtasar-ı
Ebi'l-Kâsım adlı eserinde el-Muhtasar içinde geçen hadîsleri tahrîc etmiştir.
Ayrıca, Ebu'l-Mehâsîn Muhammed b. Abdülbâkî el-Mecmaî (ö. 571/1176)
Şerhu garibi elfâzı'l-Hırakî, İbnü'l-Mibred ed-Dürrü'ntıakî şerhi el/âzı 'l-
Hırak[1005] eserlerinde el-Mubtasar'&dki ga­rip kelimeleri ve bazı terimleri
açıklamışlardır. Özellikle İbnü'l-Mibred'İn ed-Dûrrü'n-ftakt adlı eseri,
kelimelerin sözlük anlamla­rı yanında terim mânalarını da açıklaması
sebebiyle, islâm huku­kuna ait ıstılahlar açısından önemli bir kaynaktır.
Müellif, yaptığı açıklamalar hakkında âyet ve hadîsler yanında Arap
şiirinden de deliller getirmiştir.

Diğer taraftan el-Muhtasar, Ebû Muhammed Ca'fer b. Ahmed es-Serrâc (ö,


500/1106), Ebû Ca'fer Mekkî b. Muhammed b. Hübeyre (ö. 567/1171) ve
Cemâleddin Ebû Zekerİyyâ Yahya b. Yûsuf es-Sarsarî (o. 656/1258) (ed-
Dürretü'l-yetîme) tarafından manzum hale getirilmiştir. Ebu'l-Abbas Ahmed
b. Hüseyin b. Ahmed b. Muhammed el-Bagdâdî (ö. 588/1192) ile Ebû
Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Mavsılî (ö. 656/1258) ise sadece
ibadetler kısmını nazma çevirmişlerdir. [1006]

3. el-Hidâye

Yaşadığı dönemdeki geleneksel Sünnî anlayışın temsilcilerin­den biri olan


Ebu'l-Hattâb eHCe!vezânî'nin.(ö. 510/1116) çeşitli şerhlere konu olan ei-
Hidâye[1007] adlı eseri Hanbelî mezhebinin te­mel metinlerinden biridir.

Müellif bu eserde yalnızca Ahmed b. Hanbel'in görüşlerine yer vermekle


kalmamış, bazan kendi tercihlerini de belirtmiştir. Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî,
eserde kullandığı "Şeyhimiz dedi" İfadesiyle Kadî Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'yı
kastetmiştir. Abdülkadir Ibn Bedrân'ın da işaret ettiği gibi[1008] Kelvezânî
bu eseriyle imam Ahmed b. Han-bei'den gelen rivayetleri tashih ve
mezhepte ictîhad edecek bir se­viyede olduğunu göstermiştir. el-Ilidâye,
llanbelî mezhebinde hakkında en çok şerh yazılan eserlerden biridir, idareyi
şerhedenlçr arasında Ils'ad b. Mü-neccâ tbnül-Berekât (Ö. 606/ 1209) (en-
Nihâye adındaki bu ş.erh on cilt kadar olup yarını kalmıştır), Ebu'1-Bckâ
Abdullah h. Hüse­yin el-Ukberi (ö. 616/1219), Fahreddin Muhammed b. I
Iıclır b. Tey-nıiyye (ö. 622/1225) ve Fahreddin'in amcasının oğlu Mecdüddin
Abdüsselâm tbn Teymiyye (ö. 652/1254) (müsvedde halinde ve yarım olan
Müntehe'l-gâye fi' şerhıl-Hidâye) gibi müellifler bulun­maktadır.[1009]
4. el-'Umde

Hanbelî literatürüne en büyük katkıda bulunan müelliflerden biri olan


Muvaffakuddin îbn Kudâme'nin (ö. 620/1223) et-'Umde fî'l-fıkfoî't-
Hanbet[1010] veya 'Umdetüi-ftkh 'alâ mezhebi'l-lmâm Ahmed[1011] adlı
eseri, başlangıç seviyesindeki fıkıh öğrencileri için bir ders kitabı
niteliğindedir. Eserde herhangi bir tartışma veya muka­yeseye girişilmeden
mezhepte tercih edilen görüşler kısa bir şekil­de ve sade bir üslûpla
anlatılmıştır. Ayrıca, görüşler verilirken on­ların delilleri belirtilmeyerek
sadece bazı konularda birkaç âyet ve­ya hadîs sevkedîlmekle yetinilmiştir.

îbn Kudâme'nin bu muhtasarını Bahâeddin Abdurrahman b. İbrahim el-


Makdİsî (ö. 624/1226) el-'Uddeşerhu'l-'Umde, [1012]Şeyhü­lislâm îbn
Teymiyye (ö. 728/ 1327) Şerbu'l-'UmdeJî'l-fikb,ıw Ab-dülmü'min b.
Abdülhak el-Katıl (ö. 739/1338) Şerhu'l-'Umde[1013] a-dıyla şerhetmiştir.
Abdullah b. Abdurrahman el-Bessâm ise adı ge­çen muhtasarı çeşitli not ve
haşiyeler ekleyerek 'Umdetü'lfıkh şerh ve ta [1014]adıyla neşretmiştir.
[1015] Ayrıca Cidde'deki el-Mahkemetü'ş-şer'iyyenin reisi olan Muhammed
b. Ali b. Muhammed el-Hare-kân'ın yaptığı şerh ise yarım kalmıştır. [1016]

Bunlardan Bahâeddin Abdurrahman b. İbrahim es-Sa'dî el-Makdisî'nin şerhi


el-'Udde, diğer şerhlere nazaran kısa bir eserdir.

Muhtasarın metni ile şerhi bir çizgiyle birihirinden ayrılmıştır. Şerh­te,


metnin cümleleri parantez içerisine alınmış ve her bir cümle "Mes'ele"
başlığı altında kısaca açıklanmıştır Şerh sırasında muhta­sarda belirtilen
görüşlerin delilleri verilmiş, ancak mezhebin diğer görüşleri
zikredilmemigtir. Hadîslerin kaynaklan ve sıhhat derece­leri belirtilmiştir.

îbn Teymiyye'nin yaptığı şerh ise sadece ibadetler kısmıyla ilgi­lidir. Bu


şeriıin I. cildinde taharet, vudû, hayız ve nifas konulan, 11. ve III. ciltte ise
hac konusu İşlenmiştir. İbn Teymiyye bu eserinde, îbn Kudâme'nin
muhtasarında geçen cümlelerini "Mes'ele" başlığı altında ve parantez içi
ifadelerle nakletmiş, daha sonra da bu cüm­leleri açıklamıştır Sadece metni
açıklamakla yetinmeyen ibn Tey­miyye, şerhine yeni konu ve meseleleri de
ilâve etmiş, İmam Ah-med'den gelen rivayetlerle çeşitli Hanbelî İmamlarının
görüşlerini ayrıntılı şekilde nakletmiş; kitap, sünnet, sahabe sözleri ve
lııgattan geniş biçimde yararlanmış, görüşler arasında sahih, esah ve ezhar
olanları belirterek tercihlerde bulunmuştur. Eserde bazı konular müstakil
bir risale veya kitap olacak kadar geniş bir tarzda incelen­mekle beraber,
söz konusu bu şerh Hanbelî mezhebinin görüşle­riyle sınırlı kalmıştır. Eser,
ibn Teymiyye'nin sağlam muhakemesi ile güçlü cedel kabiliyeti, fıkıh ve
usuldeki derin bilgisi ve Hanbe­lî mezhebine dair zengin malzemesinin bir
ürünü olarak, Hanbelî mezhebi literatürü içerisinde önemini hâlâ
korumaktadır.[1017]

5. el-Mukni'

İbn Kudâme'nin el-'Umde'den sonra yazdığı el-Mııknîıt[1018] adlı eseri orta


seviyedeki fıkıh eğitiminde ders kitabı olarak kullanıla­cak nicelik ve
nitelikledir. Müellif, bu eserde herhangi bir mesele hakkında bazan farklı
görüşlere yer vermekle beraber bunların de­lillerini tartışmamıştır. Kitapta
konular incelenirken kazuistik (me-seleci) bir metot takip edilmiş ve
sistematik bakımından kitap, bab ve fasıl sistemine göre düzenlenmiştir.

el-Mukni' Hanbeîî ulemâ tarafından çok tutulmuş ve üzerine birçok şerh


yazılmıştır. Bunlardan neşredilenler şunlardır:

a) Müellifin yeğeni olan Şemseddin Ebıı'l-Ferec Abdurrahman h. Ebû Ömer


İbn Kııdâme el-Makdisî'nin (ö. 682/ 1283) eş-Şerbü'l[1019]adlı şerhi. Bu
eser, eİ-Mukni! üzerine yapılan ilk şerhtir. Bu şerhle, el-Muk?ıi\n yazarı îbn
Kudâme'nin, Hırakînin el-Muhtasar üzerine yazdığı el-Mugnîadlı büyük şerhi
esas alınmış, ayrıca onda bulunmayan biıtakım mesele ve rivayetler
eklenmiştir, el-Afuknfdeki meseleyi ele alan müellif önce metnin mânasını
açık­lamış, daha sonra da bu konudaki muhalif ve muvafık görüşleri
zikretmiştir. Bütün görüşlerin delilleri ayrıntılı bir şekilde incelen­miş ve
tercih edilen görüş belirtilmiştir. [1020] Şem.seddin Ebu'l-Ferec
Abdurrahman b. Ebû Ömer el-MakdiSî'nin eseri içtihadı bir bakış­la
şerhettiği, ancak bu bakış açısının Hanbelî mezhebi ile sınırlı ol-dugu
söylenebilir.
b) Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ebü'1-Feth el-Ba'lî'nin (ö.
709/1309) el-Mutli' alâ ebvâbi'l-Mukni' adh eseri. [1021] el-Muknfde geçen
kelimelerin sözlük ve terim mânalanni tek tek açıklayan bu şerhte görüşler
tartışılmamış ve onlarla ilgili herhangi bir delil getirilmemiştir. Dolayısıyla bu
kitap, daha ziyade İslâm hukukuna ait kelime ve kavramlarla ilgili bir sözlük
niteliğindedir. Eserin son kısmında, başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere,
kitapta adı geçen şahısların kısa tercüme-i hâlleri verilmiştir. Ayrıca kitabın
sonuna, Muhammed Beşîr el-Erbilî tarafından yapılan "Mu'cemü elfâzı'l-
fıkhi'l-Hanbelî" adında isim ve kavramlarla ilgili geniş bir fihrist konmuştur.

c) Burhâneddin îbn Müfiih'in (ö. 884/1479) el-Mübdi'fî şerhi'l-


Mukni'adındaki şerhi. [1022] Bu eser el-Muknfin en büyük şerhi oldu­ğu
gibi, mezhebin de en geniş kitaplarından biri olup, Hanbelî fı­kıh
ansiklopedisi mahiyetindedir. el-Muknfin metni sayfa başında verilmiş ve
şerh bir çizgi ile ayrılmış, ancak şerh sırasında da metin parantez içinde
tekrarlanmıştır. Şerhte geçen görüşler geniş bir şe­kilde açıklanmış, kitap,
sünnet, selefin sözleri ve Arap şiirinden de­liller getirilmiştir. Şârİh, el-
Muknfde geçmeyen bazı konuları "Fer"', dikkat çekmek istediği bazı
uyanları "Tenbih", tesbit edebil­diği önemli bir hikmet veya inceliği ise
"Fâide" başlığı altında an­latmıştır. Konular işlenirken ayrıntıya girilmiş,
meselelerin daha kolay anlaşılabilmesi için tasnifler yapılmıştır. Eserde,
geniş hadîs ve eser malzemesi ile pekçok Hanbelî fıkıh kitabı kullanılmıştır.

d) Alâeddİn e!-Merdâvî'nin (ö. 885/1480) el-İnsâj'fi ma'rifeti'r-râcib mine'l-


hilâf alâ Mezhebi'!-hnârmi'l-müheccel Ahmed b. Hanbe[1023] adlı şerhi.
Merdâvî, bu .şerhte mezhepte tercih edilen, sa­hih veya esah görüşleri
geniş bir biçimde anlatmış, her meselenin delillerini ayrıntılarıyla
zikretmiştir. Merdâvî bu şerhte takip ettiği metodu geniş bir biçimde eserin
başında anlatmıştır. [1024]

Merdâvî, kendisinin bu uzun şerhini et-Tenkîhu'l-müşbi' fî tah­rîri


ahkâmvl'Muknî'fîfıkhı imâmi's-sünne Ahmed b. Hanbelnı adıyla ihtisar
etmiştir. Ebu'I-Yümn el-Uleymî ise (ö. 928/1522), Merdâvî'nin el-
însâf[1025] el-îthâfüdıyh kısaltmıştır. [1026]
Merdâvî'nin et-Tenkîhu'l-müşbi'adlı bu ihtisarı Hanbelî litera­türünde
önemli bir mevkiye sahiptir. Haccâvî (ö. 960/1552), Mer­dâvî'nin bu
kitabına Kitâbü Havâşi't-tenkîh fi'lfîkh 'alâ mezhebi'l-îmâm Ahmed b.
Hanbel[1027] adıyla bir haşiye yazmıştır. Takıyyüddİn Îbnü'n-Neccâr ise (ö.
972/1564) Merdâvî'nin et-Tenkîhu'l-müşbi' adlı eserine bazı ekleme ve
çıkarmalar yaparak Müntehe'l-irâdât fî cem'i'l-Mukni' ma'a't-tenkîh ve'z-
ziyâdâtu4 adlı kitabını telif et­miştir. Buhûtî de (ö. 1051/1641), Îbnü'n-
Neccâr'in Müntehe'l-irâ­dât[1028] adlı eseri üzerine Dekâiku üli'n-nühâ li-
serhi'l-Müntebâ[1029] adında bir şerh kaleme almıştır.

Ayrıca, el-Mukni'İle et-Tenkîh arasındaki münasebet ve işaret­lerle ilgili


olarak Ahmed b. Abdullah el-Askerî (ö. 910/1504) el-Menhec fi'l-cem'
beyne'l-Mukni' ve't-Tenkîh (yarım), Ahmed Mu­hammed eş-Şüveykî (ö.
931/1524) ise et-Tevdîh fi'l-cem' beyne'l-Muknr' ve't-Tevdîh adlı eserlerini
yazmışlardır. [1030]

Öte yandan, el-Mukni üzerinde Şeyh Sa'deddin Mes'ûd el-Hâri-sî (ö. 711/
1311), Ebu'1-Mehâ.sin Yûsuf b. Muhammed el-Makdisî (6. 719/1319)
(Kifâyetli l-müslaknî H-ediHeti'l-Mıtkni) ve tarihçi Ebu'1-Yümn Müclrüddin
el-Uleymî'nin de (ö. 928/1522) (Tasbî-hu'l-bilâfi'i'mutlakfi'l-Mukııt)[1031]
şerh ve haşiye türünden çalış­maları bulunmaktadır.

el-Mukni hakkındaki şerh ve haşiye çalışmaları yanında, yuka­rıda adı geçen


Haccâvî, İbn Kudâme'nin d-Mukni\n\ Zâdü'l-müs-takni'fî ihtisarıİ-Muknins
[1032]adıyla kısaltmiştır.

Hanbelî mezhebinde tercih edilen görüşleri içeren bu muhta­sar, Buhûtî


tarafından er-Ravzu'l-mürbi' bişerhi Zâdi'l-müstaknî' adıyla şerhedilmiştir.
[1033] Abdurrahman b. Muhammed b. Kasım el-Âsımî en-Necdî de (ö.
1392/1972) er-Ravzu'l-mürbi'üzerine Hâşi-yetü'r-Ravzı'l-mürbi' şerhi Zâdi'l-
müstaknî[1034] adında geniş bir ha­şiye yazmıştır.[1035]
6. el-Kâfî

îbn Kudâme'nin el-Kâfî fî fıkhi'l-îmâmi'l-mübeccel Ahmed b. Hanbe[1036]


adlı eseri de Hanbelî mezhebinin önemli temel metinle­rinden biridir. Kitap,
bab ve fasıl sistemine göre yazılan eserde ko­nular geniş bir şekilde
incelenmiş ve mezhepte mevcut farklı görüş­ler delilleriyle verilmiştir. Eser,
müellifin el-'Umde ve el-Mukni'adlı muhtasarlarının genişletilmiş bir şekli
niteliğinde gözükmektedir. İbn Kudâme'nin çağdaşlarından olan Ziyâeddin
Muhammed b. Ab-dülvâhid (ö. 643/ 1245) el-Kâfî'de geçen hadîsleri tahrîc
etmiştir. [1037]

7. el-Muharrer

Bağdat dışındaki Hanbelî mezhebinin en canlı merkezlerinden biri olan


Harran'da Benû Teymiyye ailesinden fakih Ebu'l-Berekât

Mecdüddin Abdüsselfım b. Abdullah b. Teymiyye"nin (6. 652/ 1254) el-


Muharrerfi'l'ftkh Ahmed b. Hanbel adlı eseri, klasik Hanbelî fıkıh kaynaklan
içerisinde önemli bir me­tindir Müellif eserin girişinde, kitabı görüşlerin
delil ve gerekçele­rine girmeksizin muhtasar bir şekilde ve öğrencilerin
ezberleyebil-mesi için sade ve anlaşılır bir diüe yazdığını
belirtmektedir.[1038] Bu mukaddimede ifade edildiği gibi, eserde tercih
edilen görüşler kı­saca verilmiş ve delilleri zikredilmemiştir. Kitap, orta
seviyedeki fı­kıh öğrencileri İçin el kitabı niteliğindedir.

Bu eser üzerine Şemseddin İbn Müflih el-Makdisî (ö. 763/1361) en-Nüket


ve'l-fevâidü's-seniyye 'alâ müşkili'l-Muharrer H-Mecdid-din b.
Teymiyye[1039] ve Safiyyüddin Abdülmü'min b. Abdülhak b. Mes'ûd el-
Katî? (ö. 739/1338) Tabrîrü'l-mukarrerfîşerhi'l-Muharrer[1040] adında birer
şerh yazmışlardır.[1041]
8. Kitâbü'l-Fürû'

Şemseddin İbn Müflih el-Makdİsî'nİn Kitâbü'l-Fürû'[1042] adlı ese­ri de


Hanbelî mezhebinin Önemli metinlerindendir. Eserin kolay okunması ve
ezberlenebilmesi için görüşlerin delil ve gerekçeleri çoğu zaman
verilmemiştir. Müellif, genellikle mezhepte tercih edi­len görüşü öncelikle
vermiş, şayet ihtilaflı bir konuda kendisinin bir tercihi yok ise burada sadece
ihtilâfı zikretmekle yetinmiştir. Ayrıca onun "ale'1-esah" ifadesi iki rivayetin,
"fi'1-esah" ise İki izah tarzının (vecih) en sahih olanı mânasında
kullanılmıştır ki, bu ifa­deler söz konusu meselede ihtilâfın mevcut
olduğuna işaret et­mektedir.

Kitâbü 'l-Fürû da sadece Hanbelî mezhebine ait görüşlerle yeti-nilmemiş,


ayrıca diğer üç mezhebin görüşleri de zikredilmiştir. Bu özelliği itibariyle
eser bir hilaf kitabı olarak da değerlendirilebilir. Mezhep imamlarının
görüşleri belirtilirken, şayet herhangi bir me­selede ittifak ve icmâ var ise
bu durum (ayın) harfi İle, üç mezhep İmamının ittifak ettiği veya mezhepte
en sahih olarak kabul edilen görüş (vav), imamların ihtilâf etlikleri hususlar
(ha), Ebü Hanîfe'nin hilafının olduğu konu (he), Mâlik (mim), Ebû I lanîfe ve
Mâ­lik adına iki rivayet varsa (re), Şafiî (şin), onun bir konuda iki gö­rüşü
varsa (gaf), imamlardan birisinin bu görüşü uygun görmesi halinde ise söz
konusu meseleden önce (vav) harfi konulmuş­tur. [1043]

Kitâbü 'l-Fürû' da diğer temel metinler gibi çeşitli şerh ve haşi­yelere konu
olmuştur. Bu çalışmalara Ahmed b. Ebû Bekir b. Mu­hammed b. İmâd el-
Hamevî {el-Maksadü'l-müncih li-Fürü'ı Îbn Müflih), Nasaıllah b. Ahmed el-
Bağdâdî el-Mısri (haşiye), Ebû Be­kir îbn Kundüs (haşiye), Yûsuf el-Merdâvî
(Nibâyetü't-hükmi'l-meşrû' fî tashîhi'l-Fürü) ve Alâeddin Ebü'l-Hasan Ali b.
Süleyman el-Merdâvî'nin (Tashîhü'l-Fürû') [1044] şerh veya haşiyeleri örnek
gös­terilebilir. [1045]
9. el-lknâ' H-tâlibİ'l-intifâ'

Osmanlılar dönemi Şam Hanbelîleri'nin müftüsü Ebu'n-Necâ Şerefeddin


Mûsâ b. Ahmed b. Mûsâ eİ-Haccâvî el-Makdisî'nin (ö. 968/1560) el-lknâ'li-
tâlibi'l-intifâ'[1046] adlı eseri Hanbelî mezhebin­de Önemli bir metindir. Bu
eserde Haccâvî, mezhepte tercih edilen görüşleri esas almış ve görüşlerin
deHüerini vermiştir.

XI. (XVII.) asrın meşhur Hanbelî bilginlerinden Mansûr b. Yû­nus el-Buhûtî


(ö. 1051/1641) mezhebin temel metinlerinden olan bu eseri Keşşâfu'l-ktnâ'
'an metni'l-îknâ'adıyla şerhetmiştir. [1047]

Mert b. Yûsuf el-Kermî ise (ö. 1033/1624) Haccâvî'nin el-lknâ'ı ile Îbnü'n-
Neccâr'ın Müntehe'l-irâdâtmı Gâyetü'l-müntehâ fi'l-cetn' beyne 'l-îknâ' ve'l-
Müntehâ[1048] adıyla bir araya getirmiştir.

Mer'î b. Yûsuf el-Kermî nin Gâyetü'l-müntehâ 'sı üzerinde de müteahhir


bazı Hanbelî bilginleri çeşitli şerh ve haşiyeler yazmış­lardır. Bunlar arasında
İbnü'1-îmâd (ö. 1089/1679), Muhammed b. Afâlik el-thsâî, İsmail el-Cerrâî,
Mustafa b, Sa'd b. Abduh es-Süyûtî er-Rahyebânî ve Hasan b. Ömer eş-S,altî
(ö. 1273/1856) gibi âlim­ler bulunmaktadır.[1049] Bunlardan Mustafa b.
Sa'd b. Abduh e.s-Süyû-tî er-Rahyebânî'nin (ö. 1243/1827) Meiâlibü üli'n-
nübâ fî şerhi Gâyeü'l-müntebâ[1050] İle Hasan b. Ömer eş-Şattî'nin bazı
çıkarma ve eklemeler yaparak yazdığı Tecrîdü zevâidi'l-Gâye ve'ş-şerb adlı
eserleri basılmıştır. [1051]

10. Vmdetü't-tâîib

Vmdetü 't-tâlib, birçok Hanbelî fıkıh kitabına imzasını atan mü­elliflerden


Mansûr b. Yûnus b. Selâhaddin b. Hasan b. Ahmed b. Ali b. îdrîs el-
Buhûtî'nin (ö. 1051/1641) eseridir. [1052] Kitapta fıkhî ko­nular muhtasar
bir şekilde anlatılmış, konuların işlenişi sırasında delillere ve diğer
mezheplerin görüşlerine yer verilmemiştir.
Buhûtî'nin bu eserini Osman b. Ahmed en-Necdî (ö. 1097/ 1686) Hidâyetti
'r-râgıb H-şerhi 'Umdeti't-tâlib[1053] adıyla şerhetmiş-tir. Şerhte, fazla
ayrıntıya girilmemiş, deliller kısaca verilmiştir. Ay-nca bu muhtasarı, Salih b.
Hasan el-Buhûtî Vesîletü'r-râgıb adıyla nazma çevirmiştir. [1054]

11. Delîlü't'tâlib

Son dönemin meşhur e! kitaplarından biri olan Delîlü 't-tâlib li-neyli'l-


metâ[1055] yazan Meri b. Yûsuf b. Ebû Bekir b. Ahmed b. Bekir b. Yûsuf b.
Ahmed ei-Kermî d-Makdisî'dir. Eserde tercih edi­len görüşlere yer
verilmiştir. Kermî, bu kitabında Îbnü'n-Neccâr la­kabıyla meşhur olan
Ahmed b. Abdülazîz b. Ali el-Fütûhî'nin (ö. 972/1564) Müntehe'l-irâdât adlı
eserinden çokça yararlanmıştır. Hatta bu sebeple söz konusu esere
Müntehe'l-irâdâtm muhtasarı demek mübalağa sayılmamalıdır.

Kermî'nin bu eseri bazı bilginler tarafından şerhedilmiş veya üzerinde bazı


çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında Ahmed b. ivaz b. Muhammed el-
Merdâvî el-Makdisî (iki cilt), Mustafa ed-Dûmî e.s-Sâlihî. Muhammet! b.
Alxlülazîz . Mâni', İbn Ebû TagÜb la­kabıyla meşhur Abdülkadir b. Ömer eş-
Şeybânî (ö. 1135/1723)

(Neylü'İ-nıc'ârih bi-şerbi I)e/î/İ'/-lâlib)[1056] İsmail b. Abdülkerînı I).


Muhyiddin cl-Cerrâî ed-Dımaşkî (ö. 1202/1787) (yarım bir şerh),
Muhammed b. Ahmed es-Sefârînî (ö. 1188/1774), Abdullah el-Makdisî,
Salih el-Buhûtî (Meslekü'r-râgıb şerbu Delîli't-tâlib) [1057] ve İbrahim b.
Muhammed b. Salim b. Duveyyân (ö. 1353/1935) (Me-nârü's-sebîlJîşerhi'd-
Delîl) [1058] bulunmaktadır.

Ali Abdülhamîd Baltacı ve Muhammed Vehbî Süleyman ise İbn Ebû Tağlİb'İn
Neylü İ-me'ârib bi-şerbi Deltlit-tâliblyle İbn Duvey-yân'ın Menârü's şerhi'd-
Delîl adlı eserini birleştirerek el-Mu 'temedJî fıkbi'l-îmûm Ahmed[1059]
adını vermişlerdir.
Öte yandan, Muhammed b. İbrahim b. Ureykân ve Halep ule­mâsından
Muhammed Râgıb et-Tabbâh (ö. 1370/1950), Kermî'nin Delîlü't-tâHb\ni
nazma çevirmişlerdir. [1060]

B) Usul Kitapları

Hanbelî usûl-i fıkhına dair günümüze ulaşan ilk eser Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın
(Ö. 458/1066) el-Vddefî usûli'l-fıkh adlı kitabıdır. Yi­ne onun usul, fürû ve
akâid konularıyla ilgili Kitâbü'r-Rivâyeteyn ve'l-vecheyıı'min[1061] usûl-i
fıkıhla ilgili bölümü Abdülkerîm b. Mu­hammed el-Lâhim tarafından el-
Mesâilüi-usûiiyye min Kitâbi'r~Ri-vâyeteyn ve'l-veçheynadıyla
yayımlanmıştır. [1062] Ayrıca Ebû Ya'lâ'nın kütüphane kayıtlarında el-Kifâye
Jî usûli'l-fıkb[1063] adında bir eseri daha bulunmaktadır. Bunlar yanında
Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin (ö. 510/1116-7) el-'lenıbîd Jî ustVil-fıkb, Ebu'1-
Vefâ İbn Akîi'in d-Vâzıh Jt usiUi'l-fıkb[1064] Ebu'l-Ferec [bnü'l-Cevzî'nin (6.
597/1201) Minbâcü'l-vüsûlve cl-'UddeJî'usûli'l-fıkb, Muvaffakuddin ibn Ku-
dâme'nin Ravzatü'n-nâzır, Ebu'l-Ferec Nâsıhuddin İbnü'l-Hanbe-lî'nin (ö.
634/1236) Kilâbü Akyiselİ'n-Nebîyyi'I-MustaJâ Mubammed, [1065]
Mecdüddin Ebu'l-Berekât İbn Teynıiyye'nin (Ö. 652/1254) yarım bıraktığı ve
oğlu Şehâbeddin iie torunu Takıyyüddin İbn Teymiyye tarafından
tamamlanan el-MüsevvedeJî'usûli'l-fıkb, yine Takıyyüddin İbn Teymiyye'nin
el-Islihsân ve'l-kıyâs, [1066] tkâmetü'd-delîl 'alâ ibtâli't-tahlü, [1067] Nakdü
merâtibi'l-icmâ1[1068] ReJ'u'l-me-lâın 'ani'l-eimmeti'l-a'lâm[1069] Der'ü
te'âruzı'l-'akl ve'n-nakl[1070] gibi kitapları, Safiyyüddin Abdülmü'min b.
Kemâlüddin Abdülhak el-Bağdâdî el-Hanbelî'nin (ö. 739/133S) Tahkîkıı'l-
emel Jî ilmeyiİ-usûl ve 'l-cedel adlı kitabı ile bunun muhtasarı olan Kavâidü
'l-usûl ve me'âkıdü'l-Jusûl[1071]İbn Kayyim el-Cevziyye'nin (ö. 751/1350)
İ'lâmü'l-muvakkı'în 'an Rabbi'l-'âlemtn, Ebû Abdullah Şemsed-din İbn
Müflih el-Makdisî'nin (ö. 763/1362) Kitâbü Usûli'l-Jtkh, [1072] Alâeddİn Ali
b. Süleyman el-Merdâvî'nin Tahnrü'l-menkûlJt teh-zîbi ilmi'l-usûl ve bunun
şerhi olan et-Tahbîr Jî şerbi't-Tahrîr ile Tahrfrü'l-menkııtün Takıyyüddin
Ibnü'n-Neccâr (ö. 972/1564) ta­rafından yapılan el-Kevkebü'l-münîrâdh
ihtisarı ve el-Muhteberü'l-mübteker şerbu'l-Muhtasar (Şerbu'l-Kevkebi'l-
münîr) adlı Şerhi, İbnü'l-Lehhâm lakabıyla meşhur Alâeddin Ali b.
Muhammed b. Abbas b. Şeybân el-Ba'lî'nin (ö. 803/1400) el-Muhtasar Jî
usûli'l-fıkb 'alâ mezbebi'l-lmâm Ahmed b. Hanbel[1073] adlı muhtasar
kita­bı Hanbelî mezhebinin önemli usul kaynaklanndandır.

Şimdi bu eserlerden bazılarını yakından tanımaya çalışalım.[1074]

1. el-UddeJT usüli-fikb

Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan ilk usul kitaplarından biri Ebû Ya'la
Muhammed b. Hüseyin ef-Ferrâ'nın (ö. 458/1065) el-'Uddeft usûli'l-
fık[1075] adlı eseridir.

Tarihî süreç bakımından el-'Udde, Mutezile usulcüsü Ebıı'1-Hü-seyin el-


Basrî'nin (Ö. 436/1044) Kitâbü'l-Mu'temedi[1076] ile Şafiî usulcüsü
İmâmü'l-Haremeyn el-Cüveynî'nin (ö. 478/1085) el-Bur-hân[1077] yazıldığı
dönemlerin oltasına tesadüf etmektedir.

el-'Udde, Hanbelî mezhebinin usule dair görüşlerini anlatması açısından


orijinal bir eser olmakla beraber, sistematik bakımından Ebü'l-Hüseyin'İn el-
Mu'temedine çok benzemektedir. Bu benzer­likten, Ebû Ya'la'nın el-
'UddeSfi yazmadan önce, aynı zamanda kendisi gibi Bağdatlı olan Ebü'l-
Hüseyin'in kitabını gördüğü ve on­dan faydalandığı anlaşılmaktadır. Hatta,
Ebû Yala muhkemin tanı­mını yaparken bizzat Ebü'i-Hüseyin'in adını
zikretmek suretiyle Mu'tezile'nin bu konuyla ilgili görüşünü
nakietmiştir.[1078]

Hemen hemen kendisinden sonra yazılan bütün Hanbelî usul kitaplarına


kaynaklık yapan el-Vdde'nin î. cildinde bazı usul kav­ramlarının tanımı ile
harfler ve emir bahsi incelenmiştir. II. cildin­de nehiy, umum, istisna,
muhkem ve müteşâbih; III. ciltte nesh, te­aruz ve tercih; IV. ciltte icmâ,
taklit, kıyas; V. cildinde ise illet, iti­raz, ietihad konusu ile Ahmed b.
Hanbel'İn kullandığı bazı hukukî kavramlar yer almaktadır.

Eserde konular incelenirken önce meselenin mahiyeti açıklan-mış, sonra


tercih edilen görüş ve diğer muhalif görüşler anlatılmış­tır. Görüşlerin
delilleri verilirken önce tercih edilen görüşün delil­leri nakledilmiş, daha
sonra da bu deliller aleyhine ileri sürülen iti­razlar reddedilmiş ve son olarak
da muhalif görüşlerin delilleri açıklanmıştır. Müellif, görüşler arasından
mezhepte sahih kabul edileni veya kendi tercih ettiği görüşü açıkça
belirtmiştir.

el-'Udde de, Hanbelî mezhebinin usule dair bütün görüşleri ve­rilmeye


çalışılmış ve bu konuda herhangi bir ihtisara gidilmemiştir. Bu durum ise,
mezhebin usule dair görüşleri arasında mukayese yapma veya mezhebin o
konuda geçirdiği süreci görebilme imkâ­nı vermiştir. Kitapta, kısmen
Şâfiîler'e daha fazla olmak üzere, di­ğer mezheplerin görüşlerine de yer
verilmiştir. Ancak burada mü­ellifin temel amacı, Hanbelî mezhebinin
görüşlerini ortaya koymak olmuş ve her meselede bu mezhebin bakış
açısını ayrıntılı bir şe-kİİde incelemeye çalışmıştır.

Ebû Ya'lâ el-Ferrâ, İmam Ahmed b. Hanbel'İn görüşlerini nak­lederken


bunların nas, işaret veya ima gibi hangi yoldan geldikle­rini, bu bilgileri
nereden ve nasıl aldığını belirtmiştir. Bu arada, söz konusu rivayetler
arasında İrtibatlar kurmuş, görüşlerin ilk râvisi-nin kim olduğunu tesbite
çalışmıştır. Rivayetlerin sıhhati hakkında­ki bu titizliği yanında, bir konuda
mevcut olan rivayetlerin hemen tamamını vermeye çalışmış ve bu konuda
herhangi bir kısıtlamaya gitmemiştir. Şayet konu geniş ve karmaşık ise,
"mesele"ler şeklin­de alt başlıklara ayırarak tafsilâtlı bir şekilde incelemiştir.
Görüşler arasında sadece terime dayalı bir ihtilâf mevcut olup gerçek bir ay-
nlık yok ise bu durumu açıklamış ve uzlaştırıcı bir sonuca varma­ya
çalışmıştır. Müellif kullandığı delilleri sıralarken önce Kitap ve Sünnet'ten
delilleri getirmiş, daha sonra da icmâ, kıyas, sahabe sözleri, Arap şiiri ve
Arapça gramerinde üstat olan ilim adamlarının görüşlerine yer
vermiştir.[1079]

2. et-Temhîdfî'usûli'l-fıkh

Fıkıh usulünde mezhebin ikinci büyük eseri Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin


(ö. 510/1116-7) et-Temhîdfî usûli'l-fıkh adlı kitabı­dır. [1080] Bazı
kaynaklarda adı et-Temhîd fî 'İlnıi'l-usûl li-ftkhi'l-Ha-nâbile, et-Temhîd'fi'l-
usûlva Usûlü'l-fikb olarak da geçen eser, da­ha sonra gelen hemen bütün
Hanbelî müelliflerin kaynaklarından biri olmuştur.[1081]
Eserin I. cildinde fıkıh, usul, deliller ve çeşitleri, nas, zahir, umum, mücmel,
icmâ, kıyas gibi çeşitli fıkhı ıstılahların tanımı, sonra harflerle ilgili
açıklamalar, usûl-i fıkhın tertibiyle ilgili kısa bir giriş, emir ve nehiy konulan
yer almıştır. II. ciltte umum, husus ve tahsis, mutlak-mukayyet, müemel-
mübeyyen, hakikat-mecaz, muhkem-müteşâbih. beyan, nesih ve şer'u men
kablenâ; III. ciltte haberler (ahbâr), icmâ, kıyas; IV. ciltte kıyasla ilgili çeşitli
konular, tercih kaideleri, istishâbü'1-hâl, ietihad ve taklitle İlgili tartışmalar
bulunmaktadır.

Ebu'l-Hatlâb bu eserinde sistem, metot ve içerik bakımından büyük oranda


hocası Ebû Yala el-Ferrâ'nın eİ-'Uddesinden yarar­lanmıştır Bu arada onun
hocasından ayrıldığı çeşitli görüşleri de bulunmakladır.[1082]

Ehü'l-Hattâb eserde sadece Ahmed b. Hanbel'in görüşlerini nakletmekle


kalmamış, aynı zamanda bu rivayetlerin sıhhatini tet­kik etmiş ve diğer
Hanbelî âlimlerinin de görüş ve delillerini ver­miştir. Bu arada diğer mezhep
imamlarının görüşlerini de gerekti­ği zaman geniş bir şekilde açıklamıştır.
et-Temhîd ihtiva ettiği bu zengin malzeme itibariyle yalnızca bir mezhebin
usul kitabı olmak­tan ziyade, mukayeseli bir usut-i fıkıh çalışması
niteliğindedir.

Diğer yandan, Ebu'l-Hatlâb'ın eserinde hem sistematik hem de içerik olarak


en çok yararlandığı kaynaklardan birinin meşhur Mus-tezile bilginlerinden
Ebu'l-Hüseyin el-Basrî'nin (ö. 436/1044) el-Mu 'temed adlı kitabı olması da
dikkat çekicidir. Ebu'l-Hattâb'ın ba-zan isim vererek bazan da İsim
vermeyerek Ebü'l-Hüseyin el-Basrî'nin görüşlerini nakletmesi, [1083]
Hanbelî mezhebinin Mu'tezile'ye karşı katı tutumu ve mücadelesi
hatırlandığı zaman, [1084] genel olarak Hanbelîliğin olmasa da ferdî olarak
bazı Hanbelî müelliflerin geçir­diği değişimin bir ifadesi olarak
değerlendirilebilr.

Müellif her konunun başında kendi tercihini açıkça belirtmiş ve daha sonra
da delillerini sıralamıştır. Arkasından, muhalif görüşü delilleriyle beraber
geniş bir şekilde nakletmiş ve bu esnada her­hangi bir mezhep taassubu ve
saldırganlık içerisine girmemiştir. Bütün bu deliller ve tartışmalar esnasında
Ebü'l-Hattâb sade ve anlaşılır bir dil kullanmış, yaptığı tercihler arasında
çelişkiye düşme­miş ve belirli bir tutarlılık sergilemiştir. Eserin bu özellikleri,
müel­lifin usûl-i fıkıhtaki engin bilgisinin bir sonucu olmalıdır. [1085]
Ancak bütün bu üstün vasıflarına rağmen, eserde bazı zaaflar da göze
çarpmaktadır. Meselâ, eserde bazı zayıf hadîslere yer verilmiştir. Bu arada
usul tartışmaları yapılırken kullanılan deliller arasında fümile ilgili örneklerin
az oluşu dikkati çekmektedir- Ay­rıca, özellikle tanımlarla ilgili bilgilerin,
önceye atıfta bulunulmak-sızın sıkça tekrarlandığı görülmektedir. Yine,
eserde çeşitli görüş­lerin bazı şahıs veya mezheplere nisbeti sırasında
birtakım hatalar olduğu söylenmektedir. [1086]

3. Ravzatü'n-nâzır

Hanbelî usulünün en Önemli eserlerinden biri olan Ravzatü'n-nâzır ve


cünnetü'l-münâzır usûli'l-fıkh 'alâ mezhebi'l-îmâm Abmed'[1087]
Muvaffakuddin îbn Kudâme kaleme almıştır.

Daha sonra gelen birçok Hanbelî usulcünün faydalandığı bu eserin çatısını


Gazzâlî'nin el-Müstasfâ min ilmi İ-usûlıl[1088] adlı kitabı teşkil etmektedir,
Hatta onun, el-Müstesfâ'nın bir ihtisarı olduğu dahi söylenebilir. Ancak
müellif, Ravza'nm hemen hiçbir yerinde bu hususa işaret etmemiştir.

Ravza, yaklaşık olarak bütün usûl-i fıkıh konularını muhtasar bir biçimde
ihtiva etmektedir. I. cildinde bazı usul kavramlarının tanımı, lafızların
çeşitleri ve mânaya delâlet şekilleri, hüküm, şer'î delillerden Kitap ve
Sünnet konuları; II. cildinde icmâ, istishâb, şer'u men kablenâ, sahabe kavli,
istihsan, istislah, bazı dil bahisle­ri, beyan, emir, nehiy, umum, husus,
tahsis, mutlak ve mukayyet bahisleri; III. cildinde ise kıyas, İctihad, taklit ve
tercih konuları in­celenmiştir.

İbn Kudâme bu eserini sade bir dille yazmış, tanımlar sırasında fazla
ayrıntıya girmemiş, ancak konunun gerektirmesi halinde ba­zı "fasıllar
açarak gerekli açıklamaları yapmıştır. Müellif, eserinde daha ziyade îmam
Ahmed b. Hanbel'in görüşlerini ve ondan gelen rivayetleri vermiş, konuları
tartışırken Hanbelî mezhebinin görüş­leri ile diğer mezheplerin bakış açıları
arasında irtibatlar kurmaya çalışmıştır. Meselâ. "Bu konuda imamdan İki
rivayet bulunmakta­dır. Onlardan birisi şöyledir ve bu görüşü ayrıca Şâfiîler
veya Ha-nefîler de savunmuştur" şeklinde bağlantılar kurmuş ve bazı
mu­kayeselerde bulunmuştur. Hemen her meselede tercihini belirten
müellif, özellikle kendi mezhebinin görüşlerini savunmak için kitap, sünnet,
icmâ, kıyas, sahabe sözleri ve Arap şiirinden sıkça de­liller getirmiştir. Ancak
onun, zorunlu olmadıkça aklî delilleri kul­lanmadığı görülmekledir.

Bu özellikleri yanında, eserde bazı mevzu hadîslerin kullanıldı­ğı ileri


sürülmüş, ayrıca birtakım ibarelerinde zorluklar bulunduğu, bazı görüşlerin
sahiplerine nisbeti hususunda da çeşitli şüpheler olduğu şeklinde çeşitli
tenkitler yöneltilmiştir. [1089]

Ravzatü'n-nâzır eskiden Hanbeiî medreselerinde fıkıh usulü ders kitabı


olarak okutulduğu gibi bugün de Suudi Arabistan'da di­nî eğitim veren bazı
fakülte ve okullarda aynı şekilde ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Öte yandan, bu eser üzerinde çeşitli çalışmalar da yapılmıştır: Muhammed


b. Ebü'1-Feth el-Ba'lî (ö. 709/1309) Telhisti Ravzati'n-nâzır[1090] adlı
kitabında Ravza'yı ihtisar etmiş, ancak onun mantık­la ilgili mukaddimesini
koaımuş ve ayrıca tertibini de bozmamıştır.

Necmeddin Ebü'r-Rebî' Süleyman b. Abdülkavî et-Tûfî (ö. 716/ 1316) önce


Ravza'yı ihtisar etmiş, onun mukaddimesinde bulunan mantık ilmiyle ilgili
bazı konulan çıkarmış, aynca yeni bazı mese­leler eklemiş ve bu ihtisara el-
BülbülJT usûli'l-fıkh[1091] adını vermiş­tir. Tûfî, daha sonra bu muhtasarını
Şerhu Muhtasarı 'r-Ravza adıyla şerhetmiştir. Tûfî'nin bu şerhi, Ravza'nm
metninden çıkardı­ğı birçok kısım ve eklediği geniş bölümler itibariyle adı
Şerhu Muhtasarı'r-Ravza [1092] olmakla beraber, Ravza'Ğan. müstakil ve
Özgün bir eser niteliğindedir. Bu özellikleri itibariyle de adı geçen şerh,
Tûfî'den sonra yetişen Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî (ö. 885/1480)
ve Takryyüddin el-Fütûhî (ö. 979/1571) gibi Hanbelî fa-kih ve usulcülerinin
temel kaynaklanndan biri olmuştur.

Bu arada islâm hukuku, usulü ve tarihiyle ilgili çeşitli konular­da özgün


fikirlere sahip olan Tûfî, [1093] "Zarar ve mukabele bi'z-zarar yoktur"[1094]
hadîsini şerhederken, mezhebindeki genel kabullerin aksine olarak,
maslahata riayet prensibinin beyan ve tahsis yoluy­la nas ve icmâa takdim
edileceğini ileri sürmüş[1095] İse de onun btı görüşleri Şerhu Muhtasarı 'r-
Ravza hin maslahat konusunda veya bir başka bölümünde yer almamıştır.
Ayrıca, onun Şiîleştiği (teşey-yü' ettiği) yolundaki İddialara rağmen, [1096]
bu konuda da adı geçen şerhte herhangi bir ima veya işarete rastlanmaz.
Dolayısıyla söz konusu şerh, Hanbelî mezhebinin usule dair görüşlerini
anlatan güvenilir kaynaklardan biridir.

Öte yandan, Alâeddin el-Kinânî el-Askalânî, Tûfî'nin Ravzatü'n-nâzır üzerine


yaptığı ihtisarı şerhederek Sevâdü 'n-nâzır ve şekâiku 'r-Ravzı 'n-nâzır adını
vermiştir. [1097]

Abdülkadir b. Ahmed b. Mustafa Bedrân ed-Dûmî ed-Dımaşkî İse,


Ravzatü'n-nâzıfdi bazı notlar eklemiş ve bu notlann çokluğu sebebiyle eser
şerh niteliğini kazanmış ve bu şerhe Nüzhetü 1-hâ-tıri'l-ât[1098] adını
vermiştir.

Muhammed el-Emîn b. Muhtar eş-Şinkîtî de Ravza'nm başta mantıkla ilgili


konulan içeren mukaddimesi olmak üzere bazı me­selelerini çıkarıp yeni
bazı konular ilâve ederek Müzekkire JT usû-li'l-fıkh[1099] adlı eserini
meydana getirmiştir. Bu eser de Suudi Ara­bistan'daki çeşitli fakültelerde
fıkıh usulü ders kitabı olarak okutul­maktadır.

Yine Abdülkadir h. Şeybelülhamd. Havza'nın mantıkla ilgili mukaddimesi ve


hilafla ilgili ayrıntıları ihtisar ederek Inılâ'u'i-uhûl bi'Ravzati'l'tısûladını
vermiştir. [1100]

Abdülazîz b. Abdurrahman es-Saîd ise îbn Kudânte ve âsarıı-bü'!-


ıısûliyye[1101] adlı eserinin I. cildinde Hanbelî mezhebinin kısa­ca
tarihçesini verdikten sonra, îbn Kudâme'nin hayatını, eserlerini ve
Ravzatü'n-nâzıria ilgili tanıtıcı bazı bilgileri aktarmış; II. cildin­de ise küçük
bazı dipnotlarla Ravzatü 'n-nâztr\n metnini neşret-miştir. Ancak eserin bu
cildinin üzerinde îbn Kudâme ve âsâru-bü 'l-usûliyye, yazar olarak da
Abdülazîz b. Abdurrahman es-Saîd adının geçmiş olması, öğrenci ve
okuyucuların zihninde bir karı­şıklığa sebep olmaktadır. Dolayısıyla, söz
konusu II. cildin adının Ravzatü 'n-nâzir, yazarının ise îbn Kudâme olarak
değiştirilmesi ve Abdülazîz b. Abdurrahman es-Saîd'in adının da naşir olarak
açıkça belirtilmesi bu karışıklığı önleyecektir.[1102]
4. el-Müsevvedefî usûli'l-fıkb

el-Müsevvede Jı usûli'l-fıkh[1103] Harranlı Benû Teymiyye ailesin­den


gelen Mecdüddİn Ebü'l-Berekât Abdüsselâm b. Abdullah (ö. 653/1255)
tarafından yazılmaya başlanmış bir usûl-İ fıkıh kitabıdır. Ancak o bu eseri
tamamlayıp temize çekeme imkânı bulamamıştır. Daha sonra oğlu
Şehâbeddin Ebü'l-Mehâsin Abdülhalîm b. Abdüs­selâm (ö. 682/1283) bu
müsveddelere bazı İlâvelerde bulunmuş, ancak o da kitabı ikmal
edememiştir. Torunu Şeyhülislâm Takıy­yüddin Ebü'İ-Abbas Ahmed b.
Abdülhalîm (ö. 728/1328) ise baba ve dedesinin bıraktığı bu müsveddelere
bazı bilgiler eklemiş, an­cak o da bu yazıları temize çekme fırsatı
bulamamıştır. Şeyhülislâm Takıyyüddin Ebü'İ-Abbas Ahmed b.
Abdülhalîm'in ölümünden on yedi yıl sonra, öğrencilerinden Ebu'l-Abbas
Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Abdülganî el-Harrânî (ö. 745/1344) bu
müsveddeleri temize çekerek bir araya getirmiş ve her müellifin görüşlerini
diğe­rinden ayırarak eseri tertip etmiştir.

Kitabın fasıllarının başında veya konuları içerisinde geçen "Şey-hünâ"


kelimesinden maksat Şeyhülislâm Takıyyüddin Ebü'İ-Abbas Ahmed b.
Abdülhalîm, ;'Vâ!idü şeyhinâ" kelimesinden amaç İse Şe-hâbüddin Ebü'l-
Mehâsin Abdülhalîm b, Abdüsselâm'dır. Söz konusu bu iki şahsın adının
anılmadığı yerler ise tabii olarak Mecdüd-din Ebü'l-Berekât Abdiisselâm b.
Abdullah b. Hıchr'a ;üı bölümler­dir. Çünkü eserin aslı ona ait olup. diğer iki
müellif ona sadece ba­zı ilâvelerde bulunmuşlardır.

Ebu'l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Harrânî'nin el-Mihevve-deyi bu


şekilde ortaya çıkarmasından sonra, kitap Hanbelî bilgin­leri arasında
beğenilmiş ve birçok kişi onu kaynak olarak kullan­mıştır. Eser, ihtiva ettiği
Hanbelî mezhebine ait zengin usul malze­mesi bakımından bugün de usûl-i
fıkıh ve Hanbelî doktrini hakkın­da çalışma yapanlar için müstağni
kalınamayacak bir kaynak olma niteliğini hâlâ koaımaktadır.[1104]
5. î'lâmü'l-muuakkı'în

î'lâmü'l-mııvakkî'în 'an rabbi'l-'âlemînm[1105] îbn Kayyim el-Cev-ziyye


lakabıyla meşhur olan Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir'in
(ö. 751/1350) yazdığı en önemli eserlerden biridir.

îbn Teymİyye'nİn meşhur öğrenci ve bağlılarından biri olan îbn Kayyim el-
Cevziyye'nin bu eseri, sistematik ve içerik bakımından klasik bir usûl-i fıkıh
kitabı gibi olmayıp fıkıh, usul ve fıkıh tarihi hakkında genel bilgiler veren
ansiklopedik mahiyette bir kitaptır. Ancak, içerdiği meselelerin çoğu fıkıh
usulünün konuları olması sebebiyle o, burada Hanbelî usûl-i fıkıh kitapları
İçinde İncelen­mektedir.

Eserin I. cildinde Hz. Peygamber'in ashabı içerisinden yetişen fakihlerle


daha sonraki dönemlerde çeşitli şehirlerde yaşayan bazı bilginlerin hayatı
ve Ahmed b. Hanbel'in fetva usulü, sahabenin fetva verirken takip ettikleri
metotlar, kıyas, nesh, re'y ile fetva ve bu konuda bazı sahabenin olumlu
veya olumsuz görüşleri, Hz. Ömer'in muhakeme usulüyle İlgili olarak Ebû
Mû.sâ el-Eş'arî'ye gönderdiği mektup ve bu mektup çerçevesinde niyet,
sulh, kıyas­la ilgili bazı tartışmalar ve istishâb gibi konular birçok fürû
örnek­leriyle incelenmiştir.

Eserin II. cildinde, kıyasla ilgili tartışmalara devam edilmiş, çe­şitli emir ve
yasaklarla ilgili naslar illet-hikmet ilişkisi acısından in­celenmiş ve Selefin
fetva verirken göz önünde tuttuğu esaslar, nesli, tahsis, Resûlullah'ın fiil,
takrir ve terkinin değerlendirilmesi gibi konular zengin Örneklerle
açıklanmıştır. Yine bu ciltte taklil konusu[1106] geniş bir biçimde ele
alınmıştır.

III. ciltte Örf, maslahat, niyet ve maksat ilişkisi, makasıdın hük­mü ve


çeşitleri, rürûdan verilen örnekler ışığında tartışılmıştır. Bu cildin büyük bir
kısmı ise (kanuna karşı) hile (hile-İ şer'iyye) konu­suna ayrılmıştır. Müellif,
burada hileye (çoğulu hiyel) karşı tavır alarak, İslâm hukukunda hilenin
haram olduğu hususunda birçok delil getirmiştir. Ancak Saîd Ramazan el-
Bûtî, İbn Kayyim el-Cev-ziyye'nin hilenin tanımıyla ilgili görüşlerinin açık ve
anlaşılır olma­dığını, onun fakihlerin çoğunluğunun (cumhur) hile-i
şer'İyyeden ne kastettiğini açıkça ortaya koymadan, hemen hemen hiç
kimse­nin kabul etmediği 100'den fazla hile örnekleriyle sözünü uzattığı­nı
ve sonra da bunları her çeşit hilenin veya hiyelin büyük bir kıs­mının reddi
konusunda delil olarak kullandığını, ayrıca onun sıh­hat ve butlandan da
neyi kastettiğini açık bir şekilde ortaya koyma­dığını ileri sürmüştür. [1107]

Bu tenkitler ışığında Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin verdiği hile ör­neklerine


bakıldığı zaman, gerçekten onun hile kapsamına girme­mesi gereken ve
doğrudan doğruya hukuka aykın birtakım mu­ameleleri de hiyel içerisinde
incelediği görülür. [1108] Ancak bu tenkit­lere rağmen eserin hile ile ilgili bu
kısmı, hiyel konusunda yazılan birçok müstakil kitaptan daha geniş,
kapsamlı ve kıymetli bulun­maktadır.

Müellif, eserin IV. cildinde de hilenin iptaliyle İlgili delillerini sı­ralamaya


devam etmiştir. Daha sonra müftü ve müctehidlerin taba­kalarını,
müftünün fetva verirken dikkat etmesi gereken hususlar gibi fetva usulüyle
ilgili birtakım esaslan incelemiştir.

İbn Kayyim el-Cevziyye, bu eserinde genel olarak usûl-i fıkhın konularını


tartışmakla beraber, kullandığı üslûp fıkıh usulü kitap­larından ziyade klasik
ahlâk ve mev'iza kitaplarının üslûbuna ben­zemektedir. Bunda İbn
Kayyim'in meşhur bir vaiz olması ve ahlâk, tasavvuf ve mev'ize gibi çeşitli
konularda eser yazmış olmasının et­kisi bulunabilir. Diğer taraftan bu eser,
genel olarak İslâm hukukunda hikmet ve makasıda dayalı gaî (leleoiojik)
yorum anlayışını savunması itibariyle de İslâm hukuk tarihi ve hukuk
metodolojisi açısından önemli bir kaynaktır.[1109]

6. Tahrîrü 'l-tnenkûl

Hanbelî mezhebinin temel usul kaynaklarından biri olan Tab-rirü'I-menkûl


Jt tebzîbi 'ilmi'l-usûl, bu mezhebe birçok eser ka­zandıran Alâeddin Ali b.
Süleyman el-Merdâvî tarafından kaleme alınmıştır.

Tahrîrü 1-menkûl üzerinde Takıyyüddin Ibnü'n-Neccâr'ın (ö. 972/1564)


çalışmaları meşhurdur. O, eseri önce Muhlasarü't-Tah-nrveya el-Kevkebü'l-
münîr adıyla ihtisar etmiş, daha sonra da bu muhtasara el-Muhteberu'l-
mübteker şerhu'l-Muhtasar veya Şer-hü'l-Kevkebi'l-münîradıyla bir şerh
yazmıştır.
Bu şerhi Muhammed Hâmİd el-Fıkî neşretmiş[1110] İse de bu neşir eksik bir
nüshadan yapıldığı için eserin ancak üçte biri kadardır. Daha sonra
Muhammed ez-Zühaylî ve Nezîh Hammâd adı geçen şerhi çeşitli
nüshaianyla karşılaştırarak geniş dipnotlar, haşiyeler ve çeşitli fihristler de
ilâvesiyle ilmî neşrini yapmışlardır, [1111]

Ibnü'n-Neccâr'ın sade bir üslûpla yaptığı bu şerh, Tahrîrü'l-menkûlU daha


anlaşılır ve yararlanılabilir hale getirmiş ve onu ta­mamlamıştır. Bu metin ve
şerh biribirine o kadar uyumlu ve insi­camlıdır ki, metinle şerhi biribirinden
ayıran parantezler kaldırılmış olsa okuyucu onun tek bir müellifin
kaleminden çıkmış müstakil bir eser olduğunu zanneder.

Şerhin I. cildinde çeşitli terimlerin tanımları, lafzî delâletler, şer'î hüküm ve


teklif konuları yer almaktadır. II. ciltte şer'î delillerden kitap, sünnet, icmâ
ve sahabe kavli; III. ciltte emir-nehiy, umum-husus, mantûk mefhum ve
nesih meselesi; IV. ciltte ise kıyas ve di­ğer bazı usul konuları
incelenmiştir.[1112]

C) Kavâid Kitapları

Hanbelî mezhebinin literatürü içerisinde hukukun genel pren­sipleri


mahiyetinde olan küllî kaidelerle ilgili birçok eser bulun­maktadır. Bunlar
arasında Necmeddin et-Tûfî'nin (ö. 716/1310) el-Kava 'idü 's-suğrâ, el-Kavâ
'idü 'l-kübrâ ve er-Riyâdü 'n-nevâdirfi 7-eşbâh ve'n-nezâir, Takıyyüddin tbn
Teymİyye'nin el-Kavâ'idü'n nûrâniyyettîıl~fıkhiyye, F.bu'l-Abbas Şerefeddin
İbn Katlı'l-Cebel'in (ö. 771/1370) el'Kavâ'idü'l-fıkbiyye[1113] ibn Reeeb'in
el-Kavâ'id'JVt-fıkhi'l-İslâm, İbnü'l-Lehhâm lakabıyla meşhur Alâeddin Ali b.
Ab-bas el-Ba'lî'nin (ö. 803/ 1400) el-Kavâ'id, Yûsuf b. Hasan b. Abdül-h-âdî
ed-Dimaşkî'nin (ö. 909/1505) Kİtâbül-Kavâ'idi'l-kulliyye ve'd-davâbitı'l-
fıkhiyyeadlı eserleri önemli bîr yer tutar. [1114] Ayrıca, aslen Hanefi
mezhebine mensup olup Mekke'de el-Mahkemetü'ş-şer'İy-yetü'l-kübrâ'nm
başkanlığını yapan Ahmed b. Abdullah el-Karî'nin (ö. 1359/1940) Kavâ'id
{Mecelletü'l-abkâmi'ş-şer'iyye 'alâ Mezhe-bi'l-imâm Ahmed b. Hanbet)
[1115] adlı kitabı da Hanbelî doktrininde-ki genel hukuk prensipleri
konusunda modern bir çalışmadır.
Bu eserlerden bazılarını kısaca tanıtmak İstiyoruz. [1116]

1. el-Kavâ'idü'n-nûrâniyye

Takıyyüddin Ibn Teymiyye'nin fıkhı kaidelerle ilgili el-Ka-vâ'idü'n-


nûrâniyyetü'l-fikhiyye[1117] adlı eseri müellifin tefsir, hadîs, fıkıh ve kelâm
gibi çeşitli sahalardaki zengin bilgisinin bir ürünü olarak gözükmektedir.
Onun bu eserde zikrettiği birçok kaideye aynca el-Fetâvâ[1118] adlı
eserinde de rastlamak mümkündür.

îbn Teymiyye'nin hukuk kâideteriyle ilgili bu eseri, klasik fıkıh kitapları


sistematiğine göre tasnif edilmiş ve taharetten diğer temel fıkıh konularına
kadar her bir bahis ayrı başlıklar altında incelen­miştir. Her konuyla ilgili
hukukî kaideler verilmiş ve onlar hakkın­da fakihlerin ihtilâfları fürûdan
çeşitli örnekler ışığında açıklanmış­tır. Ne var ki, müellif sürekli olarak
kendisini bu sistematikle ba­ğımlı hissetmemiş, değişik münasebetler ve
farklı başlıklar altında bazı yardımcı kaidelere de yer verdiği
olmuştur.[1119]

2. el-Kavâ 'idfi'l-fıkbi'l-hlâmt

Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Receb'in (Ö. 795/1392) kaleme al­dığı el-


Kavâ'idfi'l-fıkhi'l-lslâm, [1120] genel hukuk kuralları konusunda sadece
llanbelî mezhebinin değil, bir bülün olarak İslâm huku­kunun en önemli
kaynaklarından birini (eskil eder. Bu eserin bir diğer adı Taknrü'l-kavâ'id ve
fahrîni l-fei'âid'dn'.

İçerisinde 160 kaidenin incelendiği bu eserde, kaideler klasik fıkıh kitapları


sistematiğinde değil de "Birinci, İkinci, üçünücü... kaide" başlıkları.altında
verilmiştir. Bununla birlikte, ilk kaidelerin genellikle tajıâret ve ibadetlerle
ilgili olmasından hareketle, müel­lifin onları sıraya koyarken belirli bir
sistematiği gözettiği anlaşıl­maktadır. Bu arada nâ.sir tarafından kitabın
sonuna konulan fihrist­te, fürûile ilgili kitap ve bab başlıkları açılarak ilgili
oklukları kaide­lerin sıra.ve sayfa numaraları gösterilmiştin Bu fihrist
kitaptan ya­rarlanmayı artırmış olmakla beraber, kitapta geçen kaidelerle
ilgili herhangi bir fihrist bulunmamaktadır. Bu sebeple islâm hukuku­nun en
önemli kaynaklarından birini teşkil eden el-Kavâ'id'ın, İçinde geçen bütün
nasların tahrîcinin yapılacağı, mezhebe ait gö­rüşlerin ana kaynaklardan
referanslarının gösterileceği, kitap, yer, kavram, konu, kaide gibi çeşitli
açılardan fihrist ve indekslerinin bulunacağı ciddi bir tahkike ihtiyacı
bulunmaktadır.[1121]

3. el-Kavâ'id ve'l-fevâidü'l-usûliyye

Ibnü'l-Lehhâm lakabıyla meşhur Ebu'l-Hasan Alâeddin Ali b. Muhammed b.


Abbas b. Şeybân el-Ba'lî'nin (Ö. 803/1400) el-Ka­vâ 'id ve'l-fevâidü 'l-
usûliyye[1122] adli eseri de Hanbelîler'in kavâid li­teratürü içerisinde
önemli bir yer tutar.

Kitapta toplam altmış altı kaide bulunmaktadır ve bu kaidelerin lamamı


fıkıh usulüne aittir. Müellif Önce kaideyi verir ve onunla il­gili çeşitli
tartışmaları yapar, daha sonra da bu kaideyle ilgili fürû örnekleri tek tek
sayar. Bu arada bazan "Tenbih" veya "Fâide" baş­lıklarını açarak çeşitli
inceliklere ve hikmetlere dikkat çeker. Ibnü'l-Lehhâm bu eserde kaynak
bakımından yalnızca Hanbelî mezhebi­nin usul ve fürû kitaplarından istifade
etmekle kalmamış, aynı za­manda Hanefî, Şafiî ve Mâlikî usul kitaplarından
da yararlanmıştır.

Öte yandan, el-Kavâ'id ve'l-fevâidü'l-usûliyyefarklı naşirler ta­rafından iki


ayrı neşri yapılmış olmakla beraber, yeniden dikkatli ve kapsamlı bir tahkike
ihtiyacı bulunmakladır. Ayrıca, bu neşirlerden ilkini Muhammed Hâmid el-
Fıkî, ikincisini İse yaklaşık on bir yıl sonra Eymen Salih Şa'bân yapmıştır.
Ancak bunlardan İkinci naşirin eser üzerinde önemli herhangi bir tahkikte
bulunmadan Muham­med Hamic! el-Fıkî'nin neşrini aynen yayımladığı
görülmektedir. [1123]
4. Kitâbü'l-Kavâ'idi'l-küliiyye

Cemâleddin Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (ö. 909/1503)


Kitâbü'l-Kavâ'idi'l-külliyye ve'd-davâbüı'l-fıkhiyye[1124] adlı eserinde
kaideler önce sıra numarasıyla verilmiş, daha sonra da parantez içerisinde
hangi konuda olduğu belirtilmiştir. Böylece fihristine bakıldığı zaman
kaidelerin, klasik fürû kitaplar sistemati­ğine göre sıralandığı görülür.

Eser çok muhtasar olup, deliller veya doktrin bakımından her­hangi bir
tartışmaya girilmemiş, sadece kaidenin kapsamıyla ilgili hususlar kısa ve
yalın ifadelerle maddeler halinde belirtilmiştir. Me­selâ, "Zekâtın
vücûbunun şartlan beştir", "Haccın vücûbunun şart­lan beştir" ve "Bey'in
şartlan yedidir" denilerek bu şartlar birer ke­lime veya kısa birer cümle
halinde alt alta sayılmıştır. Dolayısıyla kitap, bilhassa başlangıç
seviyesindeki fıkıh eğitimi ve ilmihal bil­gileri bakımından faydalı bir el kitabı
niteliğindedir.

Yine aynı müellifin Hâtinıetü mugnîzevi'l-efhâm 'ani'l-kütü-bi'l-kesîre fi'l-


ahkâm[1125] adlı eseri de çeşitli fıkhı kaideleri ihtiva et­mektedir. [1126]

D) Furûk Kitapları

Fıkhî mesele veya kaideler arasındaki farkları inceleyen furûk kitaplarına


diğer mezheplere oranla az olmakla beraber Hanbelî-ler'de de
rastlanmaktadır. Ibn Süneyne es-Sâmerri'nin (ö. 6l6/ 1219) el-Furük 'alâ
mezhebi'l-İmâm Ahmed b. Hanbel, [1127] Ebu'l-Abbas Ahmed b.
Muhammed b. Halef b. Râcih el-Makdisî'nin (ö. 638/1240-41) el-Fusûl ve'l-
furûk, Ebû Muhammed Takıyyüddin Abdurrahman ez-Züreyrânî el-
Bağdâdî'nin İzâhu'd-delâil fi'l-fu-rük beyne'l-me[1128] ve son dönem
hukukçularından Abdurrahman b. Nasır es-Sa'dî'nin (ö. 1376/1956) el-
Kavâ'id ve'l-usûlü'l-câ-mi'a ve'l-furûk ve'l-tekâsîmü İ-bedvati'n-nâbiga[1129]
adlı eserleri bu sahadaki önemli Hanbelî kaynaklarıdır. [1130]
E) İlm-İ Hilaf Kitapları

Bugün mukayeseli İslâm hukuku adı verilebilecek olan ilm-i hi-lâf sahasında
Hanbelîler'e ait birçok eser bulunmaktadır. Bunların ilki, mezhebin teşekkül
devri imamlarından olan Ebû Bekir Ahmed b. Selmân en-Neccâd'ın (ö.
348/960) Küâbü'l-Hü[1131] adlı eseridir. Yine mezhebin ilk mimarlarından
Gulâmü'l-Haüâi lakabıyla meş­hur olan Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer b.
Ahmed el-Bağdâdî'nin (ö. 363/974) Kitâbü'l-Hüâf ma'a'ş-Şâfi[1132] adlı
eseri doktrinde önemli bir mevkiye sahiptir. Ibn Ebû Ya'lâ'nın hilafla ilgili
bazı na­killerde bulunduğu Kitâbü 'l-Hilâf adlı eser, muhtemelen Gulâ-mü'1-
Hallâi'İn bu kitabı olmalıdır. [1133]

Ebû Hafs Ömer b. İbrahim el-Ukberî'nin (ö. 387/997) el-Hilâf beyne Mâlik ve
Ahmed[1134] adlı kitabı ise îmam Mâlik ile Ahmed b. Hanbel arasındaki
İhtilaflı konulan içermektedir. Bu arada Ibn Hâ-mid'in (ö. 403/1012) fıkıh
meseleleriyle ilgili çeşitii fakihlerin gö­rüşlerini naklettiği Kitâbü 'l-Câmi'fî
ihtilâfi'l-fükahâ adlı eserine de Hanbelî kaynaklarında sıkça rastlanmaktadır.

Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'mn (ö. 458/1066) et-Ta'lîku'l-kebîr fi'l-me-sâ'ili'l-hilâfiyye


beyne'l-eimme adlı kitabı ise bu sahanın temel eserlerindendir. [1135] Ibn
Müflih'in el-Hilâfü'l-kebîr adıyla zikrettiği bu kitabı, Ebu'l-Kasım Mûsâ b.
Ahmed b. Muhammed en-Neşâdirî (ö. 522/1128) tamamlamıştır. [1136]
Ayrıca bu konudaki en Önemli eserleri, mezhebe birçok önemli kitaplar
kazandıran fakihlerden Ebu'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin yazdığı görülmektedir.
Onun bu ko­nudaki, kitapları el-Hİlâfü'l-kebîr (el-lntisâr mesâ'ili'l-kibâr)
[1137] ve el-Hilâfü's sagır(,Ru'ûsü'î~mesâit) [1138] adını taşımaktadır.

Öle yandan, lbn Ehû Ya "tâ (ö. 526/1131). l'abakâtü'l-Haiıûbile adlı klasik-
biyografi kitabında Ebu1 \-Kasını el-Hırakî ile Gulâmıfl-Hailâl arasında
ihtilaflı olan doksan sekiz meseleyi sıralayarak on­ların görüşlerinin dön
mezhep imamı ve diğer bazı müctehidler-den hangisinin görüşleriyle
tetâbuk ettiğini anlatmıştır. İçerdiği ko­nuların sayısının, bazı müstakil hilaf
kitaplarının konularından da­ha çok olması sebebiyle Tabakâfm bu kvsmı da
müstakil bir hilaf risalesi olarak kabul edilebilir.
Bu arada Ebû Hâzim Muhammed el-Ferrâ'nın (ö. 527/1132) Ki-tâbü't-
Tebstra Ji'l-hilâJ, İbnü'z-Zâgunî lakabıyla meşhur Ali b. Ah-dullah b. Nasr b.
Serî el-Bagdâdî'nin (ö. 527/1132) el-Hilâfü'l-kebîr, [1139] Ebu'l-Muzaffer lbn
Hübeyre'nin (Ö. 560/1165) el-lşrâf 'alâ mezâbibi'l-eşrâf[1140] Kitâbü
İbtilâjî'l-e'imtne ve ittijâkıhim, [1141] el-îzâh ve't-tebyîn Jî ihtilâfi'l-
e'immeti'l-müctebidîn[1142] gibi çeşitli isimlerle anılan eUİfsâh 'ayı
me'âni's-sıbâb adlı eseri, Ibnü'l-Mennî lakabıyla meşhur Ebu'1-Feth Nasr b.
Fityân b. Matar en-Nehrevânî. el-Bağdâdî'nin (ö. 583/1187) Ta'lîkatü'l-
hilâ[1143] Ebu'l-Ferec îb-nü'1-Cevzînin (ö. 597/1200) et-Tahkîkjîehâdîsi'l-
hilâjvç. el-İnsâf Jî mesâ'ili'l-bilâf, Ebu'1-Beka el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) et-
Ta'lîk Jîmesâ'ili'l-hilâj, Muvaffakuddin tbn Kudâme'nin Münazara bey-ne'l-
Hanâbile ve'ş-Şâfi'îyye, [1144] Kemâleddin Ebü'r-Rebî' Süleyman b. Ömer b.
Salim b. el-Müsebbik el-Harrânînin (ö. 620/1223'den sonra) el-Vifâk ve'l-
bilâf beyne'l-e'İmmet-i'l-erbea'a, [1145] Şemseddin Muhammed b. Ahmed
b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (Ö. 744/1343) Tenkîbu't-tabkîk jî ehâdîsi'î-
Ta'lîk, Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (ö. 909/1503) Mugnî
zevi'l-ejbâmve îzzeddin Ebû Abdullah Muhammed b. Alâeddin Ali el-
Makdisî'nin yaklaşık 1000 beyitten oluşan ve Ahmed b. Hanbel'in diğer üç
mezhep imamın­dan ayrıldığı noktalan ele alan en-Nizâmü'l-müzbeb Jî
müfredâ-ti'l-mezheb[1146] adlı eserleri Hanbelî mezhebinin gelişimine
büyük katkısı olan hilafla ilgili literatürü teşkil ederler.

Şimdi bunlar İçerisinden neşredilmiş olan birkaç hilaf kitabını yakından


tanımaya çalışalım. [1147]

1. el-İfsâb an me'âni'ssıbâb

Vezîr Avnüddin Ebu'l-Muzaffer Yahya b. Muhammed b. Ilübey-re (ö.


560/1164), Buhârî ve Müslim'in $ahlb'\erin\ şerhetmeye baş­lamış ve
birkaç ciltten meydana gelen bu şerhe cl-İfsâb 'an me'âni's-sıbâb adını
vermiştir. Ancak lbn Hübeyre, "Allah kimin hakkında hayır murad ederse,
onu dinde fakih kılar"[1148] hadîsinin şerhi üzerinde geniş bir şekilde
durmuş ve bu arada fıkhın mânası ve hakkında ittifak veya ihtilâf edilen
çeşitli meseleleri uzun uzadı-ya anlatmıştır. lbn Hübeyre'nin fıkıhla ilgili
geniş açıklamalarda bulunduğu bu bölüm daha sonra el-îfsâb 'an me'âni's-
sıhâh (Jrl-fıkb 'ale'l-mezâbibi'l-erba'a) adıyla müstakil bir kitap haline
geti­rilmiş ve iki cilt olarak neşredilmiştir. [1149]

Müellif eserine doğrudan doğruya .söz konusu hadîsi şerhet-mekle başlar.


Bu arada, fıkıh tarihine ve dört mezhebin kuruluşu­na atıfta bulunarak
imamların icmâ ve ittifak ettikleri bazı konuları anlatmak istediğini belirtir.
[1150] Taharet konusuyla başlayan kitabın

I. cildinde salât, sıyâm, hac, udhiye ve büyü' konuları yer alırken,

II. cildinde şirketlerden köleliğe kadar bütün klasik fıkıh kitapları­nın


konuları incelenir.

Eserde önce dört mezhep imamının ittifak, daha sonra da ihti­lâf ettikleri
konular zikredilir. Görüşler verilirken delilleri anlatıl­maz ve herhangi bir
tartışmaya girilmez. Kitap, naşirin zengin ha­şiye ve notlarıyla beraber hilaf
konusunda yararlı bir kaynaktır. [1151]

2. et-Tabkîkjı ehâdîsi'l-bilâf

Cemâleddin Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. Ali Ibnü'l-Cevzî (ö. 597/1200), Ebû


Yala el-Fer-râ'nm (ö. 458/1066) on bir cilt olduğu söylenen et-Ta'lîku'l-kebîr
fii-mesâ'ili'l-hüâfiyye beyne'l-e'İmme adlı hilaf kitabında geçen hadîsleri
tahkik ve tashih ederek et-Tab-kîk jî ehâdîsi'l-bilâf[1152] adlı eserini telif
etmiştir. Îbnü'l-Cevzî, kita­bın mukaddimesinde eserde hilafa ait konuları
anlattığını, tarafla­rın delillerini incelediğini ve bu tartışmalar sonunda
insaflı bir okuyucunun Kanbelîler'e ait görüşlerin diğer mezheplerin
görüşlerin­den daha sahih olduğunu göreceğini söylemiştir.[1153] Kitabın
girişin­deki bu yaklaşımıyla mezhep taassubunun işaretlerini veren İb-nü'1-
Cevzî'nin bu tutumuna, eserin naşirleri de dikkat çekiniştir. [1154]

Eser "kitab" ve "mesâil" sistemi iizerine kurulmuş ve tartışma konuları


genellikle "mes'ele" başlığı allında incelenmiştir. Önce konuyla ilgili ittifak
edilen genel nokta, daha sonra da şayet var ise Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve
Ahmed'in görüşleri kısaca belirtilmiştir. Bu bilgilerden sonra Hanbelî
mezhebinin görüşlerini destekleyen hadîsler birinci, ikinci, üçüncü hadîs...
şeklinde sıralanarak senet­leriyle birlikte verilmiştir. Nakledilen hadîsler
hakkında, bazan sa­hih veya zayıf olduğuna dair kısa bir nottan başka, geniş
bir tartış­maya girilmemiştir. Ayrıca karşıt görüşlerin delilleri de zikredilme-
yerek sadece Hanbelîler'in delilleriyle yetinilmiştir. Kitapta toplam 2072
hadîs bulunmaktadır.

Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî ise (Ö. 744/


1343), tbnü'l-Cevzî'nin et-Tahkîk fî ehâdîsi'l-bilâfadh bu kitabında bulunan
hadîslerden bazılarının senetlerini kısaltıp ayrı­ca ona bazı konulan da İlâve
ederek Tenkîhu't-tahkîk fî ehâdîsi't-ta'lîff[1155] adını vermiştir. Yine, tbnü'l-
Cevzî'nin et-Tahkîklni, Burhâ-neddin İbrahim b. Ali b. Abdülhak da (ö.
744/1343) İhtisar etmiştir. [1156]

Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî de Tenkîhu't-Tahkîk adlı


kitabında konulan "kitab" ve "mesâil" başlığı altında vermiştir. Eserde
hadîsleri rivayet edenler, onların sahih veya zayıf olduğuna dair bilgiler, bazı
hadîslerin illetleri, Îbnü'l-Cevzî'nin sü­kût geçtiği bazı râvilerin hayatları
hakkında geniş bilgiler bulun­maktadır. Ayrıca kitapta, Îbnü'l-Cevzî'nin bazı
hata ve çelişkileri ile sükût geçtiği bazı konular, Şemseddin İbn Abdülhâdî
tarafından zikredilmiştir. [1157] Yapılan bu ilâvelerin hasma (z) harfi,
sonuna ise (o) işareti konularak tbnü'l-Cevzî'nin görüşlerinden ayırt
edilmiştir.

Sistem bakımından eserde, önce ittifak edilen konular son- i imamların


ihtilaflı görüşleri zikredilmiştir. Bir meselede .savet ittifak noktası yoksa,
Önce Ihınbeiî mezhebinin görüşü, ,sonrı da muhalif görüş belirtilir. Daha
sonra Hanbelîler'in görüşünü destek­leyen hadîsler "Bu konuda hadîsten iki,
üç, dört... tane delilimiz var" denilerek bu hadîsler tek tek zikredilir. Ancak
hadîslerin özel­likle delâletleri hakkında fazla bir tartışmaya girilmediği gibi,
mu­halif görüşlerin delilleri de verilmez. Kitapta ihtilâfa konu olan top­lam
351 mesele incelenmiştir. [1158]
3. Mugnîzevi'l-efhâm

İbnü'l-Mibred lakabıyla meşhur olan Cemâleddin Yûsuf b. Ha­san b.


Abdülhâdî ed-Dımaşkî'nin (ö. 909/1503) Mugnî zevi'l-ef­hâm 'anİ'l-kütübiİ-
kesîre fi'l-ahkâm 'alâ mezhebi'l-îmâmi'l-mü-beccel Ahmed b. Hanbe[1159]
adlı kitabı da Hanbelî mezhebinin hila­fa dair önemli eserlerinden biridir.

Çeşitli defalar basılan Mugnî zevi'l-efhâm, başta müellif Yûsuf b. Hasan b.


Abdülhâdî olmak üzere bazı müellifler tarafından şer-hedilmiştir. Müellifin
şerhinin 120 cilde ulaştığı şeklinde mübalağa­lı rakamlar verilmiştir. [1160]
Abdülmuhsİn b. Nasır Al-i Ubeykân ise eseri taharet bahsine kadar
şerhedebilmiş ve iki ciltten meydana gelen bu şerhine Gâyetü'l-merâm
şerhu Mugnî zevi'l-efhâm adını vermiştir. [1161]

Hilafa dair muhtasar bir eser olan Mugnî zevi'l-efhâm, özellik­le ilk bölümde
yer alan konularıyla ilgi çekmektedir. Önce, usu-lü'd-din (akâid)
konularından bilinmesi gereken hususlar (Allah'a iman ve onun sıfatları,
nübüvvet, ahiret hayatı gibi), daha sonra Arapça İfadeleri anlayabilmek için
i'rapla ilgili bazı meseleler ve çeşitli fıkıh usulü kaideleri, edep ve ahlâkla
ilgili bazı kurallar, bir­takım fikhî terimler, tasavvuf ve dereceleri, imamdan
rivayet yolla­rı ve tercihe dair bazı kavramlar özet bir şekilde anlatılmıştır.
Daha sonra kitap ve bab sistematiği içerisinde klasik fıkıh konuları
ince­lenmiştir. Her kitap (bölüm) içerisinde bahsedilen konulara rakam
verilmiştir.

Kitapla genellikle Önce iıtifak edilen, daha sonra da ihtilâf edi­len görüşler
nakledilmiştir. Bu arada .söz konusu görüşler tartışılma­dığı gibi, delilleri de
zikredilme mistir. Görüş sahiplerinin isimleri yerine rumuz kullanılmıştır.
Buna göre; hakkında icmâ bulunan gö­rüsün hemen arkasından (ayın), üç
mezhep imamının uygun bulup ittifak ettiği görüş için (vav), Ebû Hanîfe'nin
uygun bulduğu görüş için (vav he), Şâfiî'ninki için (vav şin), üç imamın
ihtilâfı için (hı), hakkında Hanbelî mezhebinde ihtilâf bulunan görüşler için
(vav dal), garip meseleler için ise (hemze) işareti kullanılmıştır. [1162]
F) Cedel Kitapları

Gerek fıkhı yaklaşımları gerekse kelâmı anlayışları sebebiyle İs­lâm hukuk


tarihinde diğer mezheplerle sürekli tartışan ve müdaha­leci bir Özelliğe
sahip olan Hanbelî mezhebi âlimleri, bu tartışma­ların usul ve erkânından
bahseden cedel ilmi sahasında da çeşitli kitaplar yazmışlardır. Bunlar
içerisnde Ebu'1-Vefâ Ibn Akîl'in Kitâ-bü'l-Cedel 'alâ tarîkati'l-fukahâ, Ebu'l-
Ferec Nâsıhuddin Abdur-rahman b. Abdülvâhid'İn (ö. 634/1236) Kitâbü
îslihrâci'l-cidâl mi-ne'l-Kur'ani'l-Kerîm, Necmeddin et-Tûfî'nin 'Alemü'l-cezel
fî 'il-mi'l-cedel adlı eserleri en önemlileridir.

Bu eserleri kısaca tanımaya çalışalım. [1163]

1. Kitâbü'l-Cedel 'alâ tarîkati'l-fukabâ

Ebu'1-Vefâ Ali b. Akîl b. Muhammed b. Akîl el-Bağdâdî'nin (Ö. 513/1119)


Kitâbü'l-Cedel 'alâ tankati'l-fukahâ[1164] adlı eseri bu tü­rün klasik bir
örneğini teşkil eder.

Kitabına ietihad ve cedel kavramlarının tanımıyla başlayan Ibn Akîl, daha


sonra şer'î delillerin kitap, sünnet, icmâ, kıyas, istishâ-bü'l-hâl ve kavlü's-
sahâbî olduğunu belirterek, bu delillerin her bi­rinin delâlet şeklini ve
çeşitlerini anlatır. Bir konu hakkında, iki de­lilin karşılaşması halinde
hangisinin tercih edilmesi gerektiğine da­ir tartışmaları veren İbn Akîl, diğer
cedel kitaplarında olduğu gibi, başla Kitap ve Sünnet olmak üzere, icmâ,
kavlü's-sahâbî, fahve'l-hitâb, delîlü'l-hitâb ve kıyasla istidlal konularında
yapılan bazı iti­razları inceler.

İbn Akîl'in bu eserinin, gerek sistematik gerekse konu ve üslûp bakımından


Hanefi, Şafiî ve Mâliki bilginlerinin yazdıkları cedel kilaplarından herhangi
bir farkı bulunmamaktadır. Müellifin, bazan kullandığı "ashabımız"[1165]
ifadesi de olmasa, eserin diğer herhangi bir mezhep bilginine ait olduğu
zannedilebilir. Bu duaım îbn Akîl'in yaşadığı değişimi yansıtan önemli bir
göstergedir. [1166]
2. Kitâbü İstihrâci'l-cidâl mine'l-Kıır'âni'l-Kerîm

Nâsıhuddin tbnü'l-Hanbelî adıyla meşhur olan Ebu'l-Ferec Ab-durrrahman


b. Abdülvâhid'İn (ö. 634/1236) Kitâbü İstihrâci'l-cidâl mine 'l-Kur'ani 'l-
Kenm[1167] adlı eserinde, Kur'ân-ı Kerîm'de övülen ve yerilen cedel
çeşitleriyle ilgili âyetler verilmiş, çeşitli peygam­berlerin hayatından cedel
örnekleri verilmiş, daha sonra da Allah'ın varlığı ve birliği, Hz.
Muhammed'in risâleti konusundaki de­liller serdedilmiştir. Eser küçük bir
risale boyutunda olmasına rağ­men, Kur'an-ı Kerim'deki zengin cedel
Örneklerini vermesi bakı­mından önemli bir kaynaktır. [1168]

3. Alemü'l-cezelfî 'ilmi'l-cedel

Necmeddin et-Tûfî'nin 'Alemü'l-cezelfî 'ümi'l-cede[1169] adh ese­ri cedel


ilminin temel kitaplarından biridir. Bu eserde Tûfî, önce cedel kelimesinin
tanımını ve cedel ilminin konusunu, amacını in­celemiş, daha sonra da
cedelin şer! hükmünü, âdabını ve rükünle­rini anlatmıştır. İstidlal
konusunda geniş tartışmalara girişen Tûfî, Kur'an-ı Kerîm'deki cedelle ilgili
âyetleri ve islâm tarihinden çeşit­li cedel örneklerini vermiştir. Ayrıca eserin
sonunda Tûfî'nin, îbn Kudâme'nin usule dair er-Ravza'sı üzerine yaptığı
Şerh'İ hakkında­ki bir notu, onun çalışması ve psikolojisi hakkında da bazı
ipuçla­rı vermektedir. Müellif, cedelle ilgili bu eserin ilk dört babını
muh­tasar geçtiğini, bunun sebebinin İse er-Ravzdnın şerhi sırasında çok
fazla çalıştığını ve yorulduğunu, hatta bu sebeple kendisine usanç ve
bıkkınlık geldiğini söylemektedir. [1170]
G) el-Ahkâmü's-sultâniyye Kitapları

İslâm hukuk tarihinde, devletin esas teşkilât ve idaresiyle İlgili klasik fıkıh
konulan genel olarak el-ahkâmü's-sultaniye başlığı altında incelenmiştir. Bu
konuda Hanbelî literatürü içerisinde birçok temel kaynağa rastlanmaktadır.
Bunlar arasında, İbn Batta'mn (ö. 387/997) Mes'eletü'l-haV ve mâ yehillü
minhü ve mâ la yehillü (<?/-Hal' ve ıhtâlü'l-hüe) [1171] adlı esen ilk
kaynaklardan sayılır. Ayrıca Ebû Ya'Iâ el-Ferrâ'nın (ö. 458/1066) el-
Ahkâmü's-sultâniyye, ibn Teymiyye'nin es-Siyâsetü'ş-şer'iyyefî ıslâhi'r-râ'î
ve'r-ra'iyye, ibn Kayyim el-Cevziyye'nin (ö. 751/1350) et-Turuku'l-
hükmiyyefi's-si-yâseti'ş-şer'iyye adlı kitapları bu sahanın en önemli
eserleridir.

Bunlardan bazılan hakkında kısaca şunlar söylenebilir: [1172]

1. el-Ahkâmü's-sultâniyye

Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nm (ö. 458/1066) el-Ahkâmü's-sultâniyye[1173] adlı


eseri, yalnızca Hanbelî mezhebinde değil, bu sahadaki bütün islâm hukuk
literatürü içerisinde müstesna bir mevkiye sahiptir.

Ebû Ya'lâ, bu eserine Muhtasaruİ-mu'temedfiusûliddîn adın­daki kitabının


devlet başkalığı (imamet) konusunu temel almıştır. el-Ahkâmü's-sultâniyye
toplam on yedi bölümden meydana gel­mektedir. Konuları arasında devlet
başkanlığı (imamet), ehlü'1-hal ve'l-akd ve vezirlik makamlarının görev ve
sorumlulukları, isyan (bağy) ve irtidad ehli ile savaş, kaza ve mezâlim
mahkemelerinin yetkileri, hac işleri, zekât ve sadakaların toplanıp
dağıtılması, zira­at ve madenler, fey ve ganimetlerin taksimi ve ceza hukuku
gibi devletin sosyal, idarî, malî ve cezaî sorumluluklanyla ilgili geniş
bölümler bulunmaktadır.

Ebû Ya'lâ'nın el-Ahkâmü's-sultâniyye'si ile Şafiî fakihi Mâver-dî'nin (ö.


450/1058) el-Ahkâmü's-sultâniyye[1174] adlı eseri arasında tarihî öncelik
konusunda çeşitli araştırmacılar farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan
Abdullah Mustafa el-Merâgî, Ebû Ya'lâ'nın kitabının, [1175] Claude Cahen,
Kamerüddin Han ve Muhammed Ab-dülkadir Ebû Fâris[1176] Mâverdî'nin
eserinin orijinal olduğunu savu­nurken, Henri Laoust ise biribirine zıt bu iki
görüşün dışında başka bir ihtimalden bahsetmiştir, Ona göre, bu iki yazarın
birbirinden bağımsız olarak, bugün bizim tarafımızdan henüz bilinmeyen
baş­ka bir kaynaktan yararlanarak eserlerini yazmış olmaları da
müm­kündür. [1177]

2. es-Sİyâsetü'ş-şer'iyye

Takıyyüddin ibn Teymiyye'nin es-Siyâsetü'ş-şer'İyye ıslâhi'r-râ'î've'r-


ra'iyye[1178] adlı eseri de Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın el-Ahkâmü's-sultâniyye'si
gibi devletin esas teşkilât ve idaresiyle ilgili temel Hanbelî kaynaklarından
biridir Eser, büyük bir ihtimalle Memlûk Sultanı Muhammed b. Kaiâvun'a
(ö. 742/1342) hitaben yazılmış bir nasihatnâme niteliğindedir.

îslâm dünyasında birçok defa neşredilmesi yanında, bazı Batı dillerine[1179]


Ve bu arada Türkçe'ye[1180] de tercüme edilen bu kitabın konuları
arasında velayet ve imamet kavranılan, devlet başkanı ve kadılığın şartları
ve görevleri, ganimetler ve sadakalar ve bunların toplanarak dağıtılması,
had ve kısas cezalarının tatbiki gibi İslâm hukukunun anayasa, idare, maliye
ve cezayla ilgili çeşitli hüküm­leri bulunmaktadır.

Müellif, eserini yazarken önce genel kural ve prensipleri ortaya koymuş,


daha sonra da ayrıntıları özet bir şekilde anlatmıştır. An­cak bununla da
yetinmeyerek yaşanan hayattan örnekler vermiş, devrin olaylarını, zamanın
ve ülkenin içinde bulunduğu şart, İm­kân ve ihtiyaçları dile getirmiştir. Bu
sebeple eser, müellifin yaşa­dığı Memiükler döneminin çeşitli siyasî ve idarî
olayları hakkında tarihî bir belge niteliğindedir. Ayrıca, müellifin eserde
nasihat edi­ci ve yol gösterici bir üslûbu benimsemesi kitabın okunmasını ve
anlaşılmasını kolaylaştırdığı gibi, yazarın sahip olduğu coşkun ruh yapısı
muhatabını harekete geçirmekte ve kitaba ayn bir cazibe ve akıcılık
kazandırmaktadır.[1181]
3. et-Turuku'l-hükmiyye

et-Turuku'l-hükmiyye fi's-aiyâseti'ş-şer'iyye, [1182] Ibn Teymiy-ye'nin


öğrencilerinden Ibn Kayyım el-Cevziyye lakabıyla meşhur Ebû Abdullah
Muhammed b. Ebû Bekir ed-Dımaşkî'nin (ö. 751/1350) Önemli eserlerinden
biridir. el-Firâsetü'l-merzıyyeJîah-kâmi'ssiyâseti'ş-ş&r'iyye adıyla da anılan
eser, yukarıda zikredilen kitaplar gibi doğaldan doğruya devletin esas
teşkilât ve İdaresin­den ziyade özellikle yargı sistemiyle ilgili konuları
kapsamaktadır. Bu yönüyle kitap, sadece Hanbelî mezhebinde değil, bütün
olarak İslâm muhakeme usulü hakkında temel kaynaklardan biridir. Kal­dı
ki, eser herhangi bir mezhebin müdafaası veya muhakeme usu­lü hakkında
Hanbelî mezhebinin görüşlerini ortaya koymak İçin yazılmış değildir. Ayrıca
o, sistematik ve konularının işlenişi bakı­mından klasik fürû-i fıkıh
kitaplarından farklı bulunmaktadır. Eser­de geçen "şeyhünâ" kelimesinden,
Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin ho­cası Ibn Teymiyye kastedilmektedir.

Eserde hâkimin görevleri, hüküm verirken dikkat etmesi gere­ken hususlar,


ispat vasıtaları (deliller), çeşitli ceza davaları, velayet­ler, ahmsatım ve fiyat
tesbitiyle ilgili bazı konular incelenmiştir.

Öte yandan, Ibn Kayyim el-Cevziyye'nin gayri müslimlerin İs­lâm


toplumundaki hak ve sorumluluklarıyla ilgili Abkâmü ebli'z-zimme[1183]
adlı eseri de el-ahkâmü's-suİtâniyyc- türü kitapların bazı konularını
incelemesi itibariyle önemli bir kaynaktır.[1184]

H) Hisbe Kitapları

Hisbe, "ihtisâb" kökünden bir isimdir. İhtisâb ise sevap ummak, güzel
tedbir sahibi olmak, sevap işleyip mükâfatını âhirette bekle­mek, çirkin bir
işi beğenmeyip yasaklamak demektir. [1185] Ayrıca his­be kelimesi, emir
bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker faaliyetlerini ve özellikle bununla görevli
müesseseyi İfade etmektedir. Hisbe, top­lum ile ekonomik düzen arasındaki
İlişkileri ayarlayan bir kurum­dur. Bu kurumun öncelikli amacı, toplumu
yüksek bir ahlâkî sevi­yeye çıkarmak ve onu kötü işçilik, dolandırılıcık,
zorbalık, her tür­lü sömürü, fesat ve bozulmadan korumaktır. İslâm hukuk
tarihin­de hisbe müessesesinin tarihî gelişimi, bu kurumda görev alacak
kişilerde aranan şartlar, görevleri, çeşitli islâm devletlerinde bu ku­rumun
uygulamalarıyla ilgili olarak birçok eser yazılmıştır. [1186]

Kur'an ve Sünnet'teki hukukî ve ahlâkî hükümlerin fertlerin ki­şisel


hayatlarında olduğu gibi toplumsal hayatta da uygulanmasına büyük önem
veren Hanbelîler özellikle bid'atlaria mücadele, emir bi'1-ma'rûf ve nehiy
ani'l-münker gibi konularda bazan ifrata vara­cak derecede titizlik
göstermişler ve bu konulardaki görüşlerini hisbeyle ilgili eserlerde dile
getirmişlerdir.

Bu konuda Hanbelî mezhebi literatürü içerisinde geçen kitap­ların başında


mezhebin ilk İmamlarından Ebû Bekir Ahmed b. Mu­hammed b. Hârûn el-
Hallâl'in (ö. 311/923) el-Emr bi'1-ma'rûf ve'n-nehy 'ani'l-münker[1187] adlı
eseri gelir. Ancak bu eser sistematik ba­kımdan daha sonraki klasik hisbe
kitapları gibi olmayıp daha ziya­de emir bi'1-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker
konularına hasredilmiş­tir. Klasik hisbe konulan ise Hallâl'in Öğrencisi olup
Gulâmü'1-Hal-lâl lakabıyla şöhret bulan Ebû Bekir Abdülazîz b. Ca'fer b.
Ahmed el-Bağdâdî'nın (ö. 363/974) Muhtasarü'l-hisbe,[1188] mezhebe
birçok eser kazandıran îbnü'l-Mİbred lakabıyla meşhur Cemâlcddin Yû­suf
b. Abdülhâdî'nin Kitâbü 'I-Hisbe[1189] ve Takıyyüddin Ibn Teymiy-ye'nin el-
Hisbe fi'l-îslâm[1190] ile el-Emr bi'l-ma'rûf ue'n-nehy 'ani'l-münker[1191]
adlı eserlerinde incelenmiştir. Ancak Hanbelî literatürü içerisinde bu türün
en meşhur kitabı Ibn Teymiyye'nİn el-Hisbe fiİ-îslâm adlı eseridir.

Ibn Teymiyye bu kitabında hisbenin temel prensiplerini, ticari ve ekonomik


hayatı düzenleyen ahlâkî ilkeleri, kamu yaran ve devletin sorumluluğunu,
narh koyma hususundaki tartışmaları, suç ve cezalan, iyiliği emir ve
kötülükten sakındırmanın önemini ve bu konuyla ilgili çeşitli ayrıntıları
incelemiştir, Aynca, eserde pi­yasanın problemleri, çarpıklıkları ve bu
durumların üretici ve tüke­ticiler üzerine etkileri ele alınmıştır.

Ibn Teymiyye bu kitabında her türlü tekelcilik, İstifçilik ve fiyat­larla ilgili


spekülasyonları reddederek âdil bir fiyat-ücret prensibini ortaya koymaya
çalışmıştır. O bu konuda; Allah'ın inançsız bile ol­sa âdil devleti
destekleyeceği, fakat mümin olsa dahi zalim devleti desteklemeyeceğini
söyleyecek kadar İleri bir noktaya ulaşmıştır. [1192]
I) Malî Hukukla İlgili Kitaplar

Devletin gelir ve giderleri konusunda İslâm hukuk tarihinde ya­zılan eserler


genel olarak haraç adıyla anılmaktadır. Türkçe'de "ha­raç" şeklinde
kullanılan bu kavram, tebaanın mal varlığından alı­nan vergiler anlamına
gelir. Devletin topladığı çeşitli tür ve miktar­lardaki vergiler ile bunların
harcama alanları, klasik fıkıh kitapla-nnda siyer ve cîhad, madenler,
ganimetler, zekât, öşür, haraç, cizye ve fey gibi çeşitli başlıklar içerisinde
incelenmekle beraber, bu konular islâm hukuk tarihi bakımından çok erken
sayılabilecek bir dönemde "haraç" adı altında toplanmaya ve bu alanda
çeşitli eser­ler verilmeye başlamıştır. Bu türün ilk örneği, Hanefî mezhebinin
büyük imamlarından Ebû Yûsuf Ya'kûb b. ibrahim el-Kûfî'nin (ö. 182/798)
Küâbü'l-Harac[1193] adlı eseridir.

Hanbelî mezhebi literatürü İçerisinde kamu maliyesini ilgilen­diren kitaplar


arasında en meşhuru Ibn Receb adıyla meşhur olan Ebu'İ-Ferec
Abdurrahman b. Ahmed'in (ö. 795/1393) el-îstihrâc ti-ahkâmi'l-harâc[1194]
adlı eseridir.

Ibn Receb bu kitapta önce haraç vergisinin tanımını ve sünnet­teki haraçla


ilgili rivayetleri vermiş, daha sonra haraç alınacak ara­ziler, haracın
mahiyeti, miktarı, haraç arazisine sahip olan kişilerin bu araziler üzerindeki
tasarruf haklan, bu arazilerin miras olarak intikali, haraç arazileri hakkında
devlet başkanının (İmam) yetkile­ri, haraçtan elde edilen gelirler ve
bunların harcama kalemleri sa­habe, tabiîn, dört mezhep imamı ve başta
Ibn Teymiyye olmak üzere çeşitli bilginlerin görüşleri ışığında ayrıntılı bir
şekilde ince­lemiştir. Hadîsleri senetleriyle vererek onların sıhhat
derecelerini belirtmiş ve aralarında tercihte bulunmuştur.

Naşirlerden özellikle Cündî Mahmûd Şellâş el-Heytî'nin yaptığı uzun bir


giriş, değerli tahkik ve notlarla daha kullanışlı hale gelen eserde, müellif
kendisinden önce yazılan ahkâm-ı sultâniyye, em­val, haraç ve siyâset-i
şer'iyye literatürünü görmüş ve bunlardan yararlanmıştır. Kitapta herhangi
bir mezhep taassubu gösterilme-yip, konular işlenirken her görüşün delilleri
verilmeye çalışılmıştır.[1195]
İ) Ferâİz Kitapları

İslâm hukuk tarihinde mirasla ilgili konular klasik fıkıh kitapla­rında "miras"
veya "ferâiz" başlığı altında incelenmiştir. Çeşitli mez­heplere mensup
birçok ulemânın bu konuda yazdığı kitapların lis­tesi geniş bir yekûn tutacak
boyuttadır.

Ferâiz konusunda Hanbelî mezhebinde yazılan kitaplar arasın­da Ebu'l-


Hattâb el-Kelvezânî'nin et-Tehzîb fi'l-ferâiz[1196] lbnü'l-Cevzî'nİn (ö.
597/1200) es-Sırnt'l-masûn fi'l-ferâ'iz, Muhammed b. Abdullah e.s-
Sâmerrî'nin (ö. 616/1219) el-BÜstân[1197] Ebu'1-Beka el-Ukberî'nin (ö.
616/1219) en-NâhidJT 'iimi'l-ferâ'izvtz Bülgatü'r-râ'idfî 'ilmi'l-ferâ'izadlı
eserleri .sayılabilir. Ancak, remizle ilgili İs­lâm hukuk literatürü tarandığı
zaman[1198] Hanbelîler'in bu konuda­ki eserlerinin diğer Sünnî mezheplere
nazaran daha az olduğu gö­rülmektedir.[1199]

J) Ahkâmla İlgili Kitapları

İsiâm bilginleri arasında ahkâmla İlgili hadîsleri bir araya getire­rek onları
şerhetmek bir gelenek haline gelmiştir. Hadîs ve fıkıh ilimlerinin buluştuğu
bu oıtak zernin üzerinde birçok eser yazıl­mıştır. [1200] Hanbelî mezhebine
mensup bilginler de bu geleneğe uyarak ahkâm hadîsleri hakkında çeşitli
çalışmalar yapmışlardır.

Bunlar İçerisinde en meşhur olanlardan biri Takıyyüddin Ab-dtılganî b.


Abdülvâhid b. Ali b. Sürür ei-Cemmâîlî el-Makdİsî'nin (ö. 600/1203) helâl ve
haramla İlgili el-'Umdefi'l-ahkâmfîme'âli-mi'l-helâl ve'l-harârri[1201] adlı
eseridir.

el-'Umde'de çeşitli fıkıh konularıyla ilgili olarak Buhârî ve Müs­lim'in ittifak


ettiği 420 hadîs bulunmaktadır. Eserde hadîslerin se-nedleri atılmış ve
sadece ilk râvileri verilmiştir. Bu arada hadîsler klasik fıkıh kitaplannda
olduğu gibi konu başlıkları altında ve sıra numarasıyla zikredilmiştir. Ne var
ki, müellifin burada Buhârî ve Müslim'in İttifak ettiği bazı hadîsleri bir araya
getirmekten başka bir fonksiyonu görülmemektedir.
Eser daha sonra çeşitli bilginler tarafından şerhedilmiştir. Yapı­lan bu
şerhlerde, nakledilen hadîslerde mevcut olan garîb kelime­ler açıklanmış,
hadîsler kısa ve ayrıntılı bir şekilde tefsir edilmiş, onlardan elde edilen
hükümler anlatılmış, bu hükümler hakkında İslâm hukukçularının İhtilâfları
ve mezheplerin görüşleri izah edilmiştir.

el-'Umde'yi şerh edenler anısında Takıyyüddin Ibn Dakîkul'îd (ö. 702/1302)


(İh kâmül-ahkâm, şerhti Vmdeti'l-ahkâm), [1202] Ebû Abdullah Muhammed
b. Ahmed b. Merzûk et-Tilimsânî el-Mâlikî (ö. 781/1379), Sirâcüddin İbnü'l-
Mülakkın eş-Şâfîî (ö. 804/1401) (el-İ'lâm), Tâceddin Abdülvehhâb b.
Muhammed b. Hasan b. EbiVl-Vefâ el-Alevî (ö. 875/1470), Ali b. Ahmed b.
Mülakkın (ö. 1040/1630) {el-İ'lâm bi-fevâ'idi 'Umdeti'l-ahkâm), Muhammed
b. Ahmed es-Sefârînî el-Hanbelî, [1203] Abdullah b. Abdurrahman b. Sa­lih
Âl-i Bessâm (Teysîrü'l-'allâm şerhu 'Umdeli'l-ahkâm), [1204] Mus­tafa
Abdülkadir Atâ[1205] ve Halîl el-Meys (Hulâsatü'l-kelâm 'alâ Vmdeti'l-
ahkâm) [1206] gibi bilginler bulunmaktadır. [1207]

Bunlardan özellikle Ibn Dakîkul'îd'in Ihkâmü'l-ahkâm şerhu 'Umdeti'l-ahkâm


adlı eseri, ahkâm hadîsleriyİe ilgili edebiyat içeri­sinde önemli bir mevkiye
sahiptir. Ibn Dakîkul'îd'in bu şerhi üze­rine Ebû İbrahim Izzeddin
Muhammed b. İsmail el-Emîr es-San'ânî (ö. 1182/1768) el-'Udde[1208]
adında geniş bir haşiye yazmıştır.

Ahkâm hadîsleriyİe ilgili olarak, mezhep ayırımı gözetilmeden bütün fıkthçı


ve hadîsçilerin İtibar ettiği eserlerden biri ise Mecdüd-dîn Ibn Teymiyye'nin
(ö. 653/1255) el-Müntekâ min ahbâri'l-Mus-Utfâ[1209] adlı eseridir. el-
Müntekâ fıkhı konulara göre seçilmiş 5029 hadîsten meydana gelmektedir.
Hadîsler nakledilirken ilk râvileri verilmiş ve sonunda da hadîsin alındığı
kaynak gösterilmiştir.

Mecdüddin Ibn Teymiyye'nin bu eseri üzerine birçok bilgin şerh yazmıştır.


Bunlar arasında Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b.
Abdüihâdî el-Makdisî (ö. 744/1343), Sirâcüddin Ömer b. Ali el-Mülakkın eş-
Şâfiî (ö. 804/1401) (şerhi yarım kalmıştır), Ebu'l-Abbas Ahmed b. el-Muhsin
el-Kadî b. Kâdı'l-Cebel el-Hanbelî (ö.771/1369) (şerhi yarım kalmıştır) ve
Muhammet! b. Ali eş-Şevkânî (ö. 1250/1834) gibi bilginler bulunmaktadır.
[1210] Bunlardan .Şevkâ-nî'nin Neylü'l-evtâr şerhti Mü nteka'l-abbâr-[1211]
adlı şerhi hem hadîs tenkil ve değerlendirmeleri ve hem de ihtiva ettiği fıkhı
tartışmalar bakımından bütün fıkihçı ve hadîsçilerin müstağni
kalamayacakları derecede önemli ve güvenilir bir eserdir. Muhammed b.
Râşid, Ney-lü'l-evîâr'ââ geçen hadîslerin geniş fihristini çıkartarak Tenvîrü
üli'l-ebsâr bi-tertîbi ehâdîsi Neyli'l-evtâradını vermiştir. [1212]

Öte yandan, ahkâm hadîsleriyle ilgili olarak Hanbelî literatürü içerisinde


Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ab-dülhâdî el-
Cemmâîlî'nin (ö. 744/1343), İbn Dakîkulld'in (702/ 1302) el-llmâm fi
ehâdîsi'l-ahkâm[1213] adlı eserini ihtisar ederek yazdığı el-Mubarrerfi'l-
badîs[1214] ve Cemâleddin Ebü'l-Mehâsin Yû­suf b. Abdülhâdî el-
Makdisî'nin el-Muhtasarfîehâdîsi'l-ahkâm ad­lı kitapları gibi birtakım eserler
de bulunmaktadır.

Ayrıca, Hanbelîler içerisinde mezhebin hassasiyet gösterdiği bazı konularda


müstakil olarak çeşitli risale ve kitapların yazıldığı da olmuştur. Meselâ,
Hanbelîler'in bîd'atlara karşı sert tutumlarının bir ifadesi olarak Ibn Kudâme
(620/1223) mûsiki hakkında Fütyâ fi'zemmi'ş-şebbâbe ve'r-raks [1215]-
semâffi adıyla bir eser kaleme almıştır. Bu arada, Ibn Teymiyye'nin (ö.
728/1328) hacla ilgili Risale fimenâsiki'l-hâc[1216] Ibn Kayyirn el-
Cevziyye'nİn (Ö. 751/1350) na­mazı terkedenler hakkında es-Saîâtü ve
hükmü tarîkihâ[1217] ve talâk konusunda îgâsetü'l-lehfânfî hükmi talâkı'l-
gadbân[1218] adlı eser­leri mezhep bilginleri tarafından çok tutulan
eserlerden bazılarıdır.[1219]

K) Biyografi Kitapları

Hanbelî mezhebinin tarihî gelişimi ve fakihlerinin hayatıyla il­gili bilgiler


çeşitli ilimlere ait tabakat kitaplarında (Tabakâtü'l-fukaba, Tabakâtü'l-
müfessirln, Tabakâtü 7-muhadd'isîıı gibi), şehir tarihlerinde (Târtbu Bağdâd,
Târîhu Dtmaşkgîbi) ve genel taba­kat İŞezerâtü'z-zeheb) ve tarih (el-Bidâye
ve'n-nibâyegibi) kitap­larında geniş bir şekilde bulunmakla beraber, bu
konuda bizzat mezhep bilginleri de hususi eserler kaleme almışlardır. Bu tür
eser­leri biz, müstakil olarak tek bir kişi hakkında yazılan monografiler ve
klasik tabakat kitapları şeklinde iki kısımda İnceleyeceğiz. [1220]
1. Monografiler

Hanbelî tarihinde monografiler daha ziyade mezhebin kuaıcu imamı ile


mezhebin doktrin ve gelişimine önemli katkılarda bulu­nan bazı kişiler
hakkında yazılmıştır. Bunlar İse Ahmed b. Hanbel ve mezhebin tarihine
damgasını vuran Ibn Teymiyye ve Hanbelîli-gin bugünkü gelişiminin
kendisine borçlu olduğu Muhammed b. Abdülvehhâb'tır. [1221]

a) Ahmed b. Hanbel Hakkında Yazılan Kitaplar

Hanbelî mezhebinin biyografi literatürü, mezhebin kurucu İmamı Ahmed b.


Hanbel'in hayatı, fazileti ve mücadelesine dair ya­zılan eserlerle
başlatılabilir. Bu konudaki ilk eser Ahmed b. Han­bel'in büyük oğlu Salih'e
nisbet edilen Sîretü'l-İmâm Ahmed b. Hanbetd\r. [1222] Yine Salih'e
babasının çektiği sıkıntılarla iigili Mih-netü'l-tmâm Ahmed adında bir eser
nisbet edilmektedir. Ayrıca, aynı konuda Ahmed b. Hanbel'in talebesi ve
amcaoğlu Hanbel b. Ishak b. Hanbel'in (ö. 273/886) Mihnetü İbn
Hanbel[1223] adında bir kitabı bulunmaktadır.

Bunlar dışında, islâm tarihinde meşhur şahsiyetlerin menkıbe­lerini yazma


geleneğinin de etkisiyle Ahmed b. Hanbel'in hayat ve mücadelesiyle ilgili
geniş bir literatür meydana gelmiştir.

Hallâl'in (ö. 311/923) Kitâbü Ahlâki'l-İmâm Ahmed b. Han­bel, [1224] Ebû


Muhammed er-Râzî'nin (ö. 327/938) Kitâbü Fedâ'ili'l-îmâm- Ahmed, Kadı
Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın Fezâ'ilü Ahmed[1225] Ah­med b. Hüseyin ei-
Beyhakî'nİn (ö. 458/1066) Menâkıbü'l-lmâm İbn Hanbel ve'l-îmâmi'ş-
Şâfi'[1226] Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimî'nİn (470/1077-8) Kitâbü Ba'zı fezâ'il-i
Ahmed ve târihi mezâhibibt, Hâce Abdullah eUl lerevî'nin (ö. 481/1088)
Menâkıbü'I-hnâm Ah-med b. Hanbel, [1227] Ebu'İ-Ferec Abdurrahman h
Cevzî'nin (ö. 597/ 1200) Menâkıbü P/mâm Ahnıed b. Hanbel, [1228]
Takıyyüddin Abdül-ganî el-Makdisî el-Cemmâlî'nin (ö. 600/1203) el-Mihne
an ıınâmi Ehli's-sünne ve kâ'idihim ile'l-cenne, [1229] Zehebî'nin (ö.
748/1348) Tercümetü'l-îmâm Abmed miti Târîhi'l-İslâm, [1230] Makrîzî'nİn
(Ö. 845/1442) Menâkıbü Abmed b. Hanbel [1231] Bedreddin Muhammed
b. Muhammed b. Ebû Bekir es-Sa'dî'nin (ö. 900/1394) el-Cevheru 7-
muhassai fî menâkıbı Ahmeâ b. Hanbel [1232] adlı eserleri, yalnızca Ahmed
b. Hanbel'in hayat ve menkıbeleri konusunda değil, aynı zamanda Hanbelî
mezhebinin kuruluş, süreci ve temel prensipleri hakkında da önemli birer
kaynaktır.

Ayrıca Ahmed b. Hanbel'in hayatıyla ilgili olarak çağımızda W. M. Patton'ın


Abmad b, Hanbal and the Mihna[1233] Ali Abdülhak'ın Ahmed b. Hanoel
ve'l-mihne, [1234] Muhammed Ebû Zehre'nin îbn Hanbel hayâtühû ve
'asruhû, ârâühû ve fıkhuhû[1235] Mustafa eş-Şek'a'nın el-tmâm Ahmed b.
Hanbel[1236] Abdülganî ed-Dakar'ın Ahmed b. Hanbel îmâmü Ehli's-sünne,
[1237] Abdülazîz el-Müsned'in İmârnü's-sâbirtn[1238] Ahmed Abdülcevâd
ed-Dümî'nin Ahmed b. Hanbel beyne mihneti'd-dîn ve mihneti'd-
dünyâ[1239] Abdülhalîm el-Cündî'nin Ahmed b. Hanbel îmâmü Ehli's-
sünne[1240] ve Yûsuf Şevki Yavuz'un İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti: Ahmed
b. Hanbel, îbn Fûrek, Kadı Beyzavı[1241] adlı eserleri gibi birçok biyografi
kita­bı yazılmıştır.

Diğer yandan, imam Ahmed b. Hanbel'in hocalarıyla ilgili ola­rak Amir


Hasan Sabrî'nİn Mu'cemü şüyuhil-!mâm Abmed b. f-fcın-bel fi'l-
Müsned[1242] adiı eseri de Ahmed b. Hanbel'in yetişmesinde katkısı
bulunan kişileri anlatması bakımından önemli bir çalışmadır. [1243]

b) İbn Teymİyye Hakkında Yazılan Kitaplar

Kurucu imam dışında Hanbelî mezhebine en büyük canlılık ve yenileşmeyi


sağlayan bilginlerden biri olan îbn Teymiyye'nin ha­yatı, görüşleri ve
mücadelesi hakkında da birçok eser kaleme alın­mıştır.

İbn Kayyım el-Cevziyye Esmâ'ü müellefâti Şeyhilislâm îbn Tey-miyye [1244]


adlı eserinde hocasının kitaplarının bir listesini verirken, Şemseddin
Muhammed b. Abdülhâdî el-Makdisî (ö. 744/1343) el-Vküdü'd-dürriyye fî
menâkıbı Şeyhülislâm Ahmed îbn Teymiyye[1245] Meri b. Yûsuf el-Kermî
el-Makdi.sî de fö. 1033/1624) el-Kevâkibü'd-dürriyyeJî menâkıbı îbn
Teymiyy[1246] adlı eserleriyle kla­sik menâkıb tarzında îbn Teymiyye'nin
hayatını anlatmışlardır.
Son dönem müelliflerinden Selâhaddin el-Müneccid'in Şeyhü­lislâm îbn
Teymiyye: Sîretühû ve ahbârühû inde'l-müerrihîn[1247] Muhammed Ebû
Zehre'nin ibn Teymiyye: Hayâtühû ve 'asruhû. ârâühû ve fıkhuhû[1248]
Muhammed Yûsuf Musa'nın ibn Teymiyye[1249] Ebu'l-Hasan Ali el-Hasenî
en-Nedvî'nin Hâs bi-hayâti Şeyhi­lislâm el-Hâfız Ahmed b. Teymiyye[1250]
Muhammed Behce el-Bay-târ'ın Hayâtü Şeyhilislâm îbn Teymiyye,
Muhâdarât ve makâlât ve dirâsât, [1251] Abdüsselâm Hâşim Hâfız'ın el-
tmâm İbn Teymiyye, [1252] Muhammed Saîd İsmail'in Mihrecân el-îmâm
îbn Teymiyye[1253] Sâ-ib Abdülhamîd'in îbn Teymiyye, hayâtühû ve
'akâ'idübû[1254] ve Abdurrahman en-Nahlâvî'nin İbn Teymiyye[1255] adlı
eserleri ise Ibn Teymiyye'nin hayalı hakkında yazılan çağdaş biyografi
kitaplarıdır.

Bu arada Ömer Ferruh'un İbn Teymiyye el-Müctehİd beyne ah-kâmi'l-


fııkabâ ve bâcâti'l-müclema[1256] Omar A. Farrukh'un Ibn Taimiyya on
Public and Private Laıv in islam, or Public Policy in Islamic
Jurisprudence[1257] İbrahim Halîl Bereke'nin İbn Teymiyye ve cühûdühû
fi't-tefsîr[1258] Muhammed e.s-Seyyid el-Cüleynid'in el-İmâm İbn Teymiyye
ve mevkıfuhû mine't-te'vîl[1259] Sabrı el-MÜte-vellî'nin Menbecü İbn
Teymiyye fî tefsîri'l-Kur'ani'l-Kerîm[1260] Hen-ri Laoust'un Essai sur les
Doctrines Sociales et Polüiques de Taqi-d-Dîn Ahmad b. Taimiya[1261] et-
Tabİâvî Mahmud Sa'd'ın Mevkıfu İbn Teymiyye min felsefeti İbn Rüşd[1262]
Muhammed Hüsnî ez-Zeyn'in Mantıku İbn Teymiyye ve menbecühü'l-
fikrî[1263] Wael B. Hallaq'ın Ibn Taymiyya Agairist the Greek
Logicians[1264] Ahmed Mahmûd el-Cezzâr'ın el-Velâye beyne'l-Cîlânî ve İbn
Teymiyye[1265] Mustafa Hilmi'nin İbn Teymiyye ve't-tasavvuf[1266]
Muhammed Halîl Herrâs'm BâHsü'n-nehdati'l-İslâmiyye: İbn Teymiyye es-
Selefî, Nakdühû li-mesâliki'l-mütekettimîn ve'l-felâsife fi'l-ilâhiyyât[1267]
Serajul Haque'ın İmâm İbn Taimıya and bis Projects of'Reform[1268]
Muhammad Umar Memon'un Ibn Taimıya's Struggle Against Po-pular
Religİon[1269] Muhammed Harbînin İbn Teymiyye ve mevkıfu­hû min
ehemmi'l-fırak ve'd-diyânât fî 'asrihî[1270] Muhammed Re-şâd Sâlim'in
Mukârene beyne l-Gazzâlî ve İbn Teymiyye[1271] Ibrâhini Ukaylî'nin
Tekâmülü't-menheci't-ma'rifî 'inde İbn Teymiyye[1272] adlı kitapları ise İbn
Teymiyye'nin çeşitli alanlardaki görüşle­ri üzerinde yapılmış akademik
çalışmalardır.

Öte yandan, İbn Teymiyye'nin şahsiyeti ve çeşitli görüşleri etra­fında bazı


tartışmalar olmuş ve bu hususta birçok eser ve karşılıklı reddiyeler de
kaleme alınmıştır. Bunlara örnek olarak Takıyyüddin Ali b. Abdülkâfî es-
Sübkî'nin (ö. 756/1358) Şifâ'ü's-sekâmjt ziya­reti Hayri'l-enâm[1273] ve yine
aynı müellifin İbn Teymiyye'nin çeşit­li konulara dair görüşlerini reddetmek
için kaleme aldığı ed-Dür-retü'l-mudiyyefi'r-red 'alâİbn Teymiyye, Nakdü'l-
ictimâ' ve'l-iffi­rak fî mesâili'l-imân ve't-talâk, en-Nazarü'l-muhakkak fi'l-half
bi't-talâkı'l-mu 'allak, el-İ'tibâr bibekâi'l-cenne ve'n-nâr, en-Nasî-hatü'z-
Zehebiyyeadli risaleleri sayılabilir. Bu risaleler er-Resâ'ilü's-Sübkiyyefi'r-red
'alâ İbn Teymiyye ve tümîzihîlbn Kayyim el-Cev-ziyye adıyla neşredilmiştir.
[1274]

Ayrıca, Takıyyüddin es-Sübkî'nin Şifâ'ü's-sekâm fî ziyareti Hayrı 'l-enâm adlı


eserindeki iddialarını reddetmek ve İbn Teymiy­ye'nin görüşlerini savunmak
için ise Şemseddin Ebû Abdullah Mu­hammed b. Ahmed b. Abdülhâdî (ö,
744/1344) es-Sârimü'l-mü-nakkî fi'r-reddi 'ale's-Süb[1275] adıyla bir
reddiye yazmıştır. Şem­seddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b.
Abdülhâdî'nin bu cevabına İse, tbn Teymiyye karşıtları çeşitli reddiyeler
yazmaya de­vam etmişlerdir. [1276]

Yine, îbn Teymiyye etrafında gelişen bu tür tanışmalara Mu­hammed b. Ebû


Bekir b. Nâsıruddin ed-Dımaşkî eş-Şâfiî'nin (ö. 842/1438) er-Reddü'l-vâfir
'alâ men za'ame: Bi-enne men semmâ îbn Teymiyye "Şeyhülislâm"
kâfiri[1277] Mer'î b. Yûsuf el-Kermî'nin (Ö. 1033/1623) eş-Şehâdetü'z-
zekiyye fî senâ'i'l-e'imme 'alâ İbn Teymiyye[1278]Dâvûd b. Süleyman b.
Circîs el-Bağdâdî'nin (ö. 1299/ 1882) Küâbü Sulbi'l-ihvânfi[1279]
Abdurrahman eş-Şerkâvî'nin İbn Teymiyye: el-Fakîbü'l-muazzeb[1280] es-
Seyyid el-Cemîlî'nin Münâzarâtü İbn Teymiyye ma'a fukahâ'i Mahmûd
Mahmûd el-Gurâb'in er-Red alâ İbn Teymiyye nün kelâm.Vs-Şeybi'1-ekber
Muhyiddin îbnVl-Arabî Süleym eKHilâlînin tbn Teymiyye el-Müfierâ 'aleyhi
ve Mamur Muhammed Muhammet! Avîs'in İbn

Teymiyye leyse selefiyyen adlı eserleri ilâve edilebilir. [1281]


c) Muhammed b. Abdülvehhâb Hakkında Yazılan Kitaplar

XVIII. yüzyılda yaptığı mücadeleyle Vehhâbîlik adında bir hare­ketin


doğmasına sebep olan ve hareketi zamanla siyasî bir karak­ter kazanarak
Suudi Arabistan Krallığı'nın doğuşunu hazırlayan Muhammed b.
Abdülvehhâb hakkında da pek çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerin bir
kısmı ilmî üslûptan uzak ve İdeolojik amaçlı olsa da genel olarak onlar
Vehhâbî hareketinin ve Hanbelî mezhebinin akâid ve fıkıh alanlarındaki
yaklaşımlarını yansıtıcı ni­teliktedirler. [1282]

Muhammed b. Abdülvehhâb'in hayatı ve eserleri hakkında ya­zılan


kitaplara örnek olarak; Abdullah es-Sâlih el-Useymîn'in eş-Şeyh Muhammed
b. Abdülvehhâb hayâtühû ve fikruhû[1283] Mah­mûd Avad'ın Muhammed
b. Abdi'l-Vehhâf[1284] Abdülhalîm el-Cün-dî'nin el-lmâm Muhammed b.
Abdülvehhâb ev intisârü'l-menhe-ci's-selejî, [1285] Ahmed Muhammed ed-
Dubeyb'in Âsârü'ş-Şeyh Mu­hammed b. Abdülvehhâb[1286] Abdülazîz b.
Abdullah b. Bâz'm Mu­hammed b- Abdülvehhâb, da 'vetühü ve sîretühüfi
Ahmed b. Ha-cer b. Muhammed'in eş-Şeyh Muhammed[1287] b.
Abdülvehhâb, akîde-tüh ü 's-selefiyye ve da 'vetühü 'l-ıslâhiyye ve sena 'ü 'I-
'ulemâ 'aleyhfi George Snavely Rentz'in Muhammad ibn Abd [1288]allah-
hâb (1703/04-1792) and the beginnings of Unİtarian Empire in
Arabiap[1289] Ahmed Abdülgafûr Attâr'ın Muhammed b. 'Abdülveb-
Hüseyin Halef Haz'al'in Hayâtü'ş-Şeyh Muhammed b. 'Abdülvehhâb[1290]
Abdülkerîm el-Hatîb'in Muhammed h, Abdülveh­hâb, e!-'aklü 1-bür ve'l-
kalbü 's-selîm[1291] Abdullah b. Sa'd er-Rüvey-şid'in el-hnâınü'ş-Şeyh
Muhammed b, Abdülvehhâb [Vt-târîh^[1292]Emîn Saîd'in Sîretü'l-İmâm eş-
Şeyh Muhammed b. Abdülveh­ Ahmed ed-Dubeyb'in Âsârü'ş-Şeyh
Muhamm.ed b, 'Abdül-s Abdülazîz Seyyid el-Ehl'in Dâiyetü't-
tevhîdMuhammed b. Abdülvehhâb[1293] Esther Peskes'in Muhammad b.
Abdalıvah-hâb (1703-92) im Vföderstreit, [1294]Âmine Muhammed
Nusayr'in eş-Şeyhülislâm Muhammed b. Abdülvehhâb ve menhecühû
fîmebâ-hisi'l-'aktde, [1295]Muhammed b. Abdullah es-Selmân'ın Reşîd Rızâ
ve da'vetü'ş-Şeyh Muhammed b. 'Abdülvehhâb[1296] adlı kitapları
göste­rilebilir.
Ayrıca ibn Abdülvehhâb'in görüşleri ve Vehhâbîlik hareketi çerçevesinde
bazı tartışmalar yapılmış ve karşılıklı reddiyeler yazıl­mıştır. Süleyman b.
Abdülvehhâb en-Necdî'nin es-Savâ'ıku'l-ilâ-hiyyefi'r-red 'ale'l-
Vehhâbiyyep[1297] Eyüb Sabri Paşa'nın Târîh-i Veh-hâbiyân ( Vehhâbîler
Tarihi), [1298] Süleyman b. Abdullah'ın et-Tevdîh an tevhîdi'l-Hallâk fî
cevabi ehli'l-Irâk ve tezkiretü üli'l-elbâb fi tarikati'ş-Şeyh Muhammed b.
'Abdülvehhâb[1299] ve Muhsin el-Emîn el-Hüseynî el-Âmilî'nin Kesfü'l-
irtiyâbfî'etbâ'ı Muhammed b. 'Abdülvehhâtö[1300] adlı eserleri bu
çerçevede değerlendirilebilir. [1301]

2. Tabakât Kitapları

Hanbelî tarihinde, hususi şahıslarla ilgili çeşitli monografiler ya­nında,


belirli dönemlerde yaşayan bilginlerin tercüme-i hâllerini anlatan genel
tabakat kitapları da bulunmaktadır.

Tarihte ilk Hanbelî tabakat kitabını, mezhebin doktrinini de derleyen Ebû


Bekir el-Hallâl'in (ö. 311/923) yazdığı anlaşılmakta­dır. Bazı parçalan
günümüze kadar ulaşmış olan bu eserin adı Tabakâtü ashabı İhn
Hanbel[1302]. Ancak mezhep bilginleri hakkın­daki ayrıntılı ve tamamı
günümüze ulaşan ilk tabakat kitabı Muhammed b. Ebû Ya'lâ e!-Ferrâ'nın (ö.
526/1132) Tabakâtü'l-Hanâbile’sidir.

Ayrıca Ebu'l-Beka el-Ukberî'nin (ö. 616/1219) Mezâhibü'l-jü-kabâ, Ebu'l-


Ferec Nâsıhuddin Abdurrrahman b. Abdülvâhid'in (ö. 634/1236) çağdaşı
bulunan elli âlimin tercüme-i hâlini anlattığı el-Istis'âd bi-men lakîtü min
sâlihî'l-'ubbâd fi'l-büâc[1303] adlı eseri, Muhammed b. Abdülkavî el-
Merdâvî'nin (Ö. 699/1299) Tabakâtü'l-Hanâbİle[1304]Muhibbüddîn Ahmed
et-Tüsterî'nİn (Ö. 846/1442) Ta-bakâtü'l-Hanâbile, İzzeddin Ahmed b.
İbrahim el-Askalânî'nîn (ö. 876/1471) yaklaşık on dört cilt olduğu rivayet
edilen et-Tabakâ-tü'l-kübrâ'ile bunu kısaltarak yazdığı üç ciltlik et-
Tabakâtü'l-vüs-tâve onun da muhtasarı olan et-Tabakâtü's-suğrâ[1305] adlı
kitapları, Ebû İshak Burhâneddin Ibn Müflih'in (ö. 884/1479) el-Maksadü'l-
erşed fî zikri ashâbı'l-îmâm Ahmed, Muhammed b. Abdullah b. Humeyd'in
es-Suhubü'l-vâbile 'alâ darâihi'l-Hanâbile, [1306]Abdur-rahman b.
Abdüllatif Âlü'ş-Şeyh'in Vlemâü'd-da 've, [1307]Abdullah b. Abdurrahman
b. Salih el-Bessâm'ın 'Ulemâ'ü Necd hilâle sitteti ku-rûrfifâ adındaki eserleri
de Hanbelî tabakatınm önemli kaynakla-rındandır.

Öte yandan, Abdullah b. Ali b. Humeyd es-SübeyTnİn (ö. 1346 /1927) ed-
Dürrü'l-müneddad esmâ'i kütübi Mezhebi'Ulmâm Ahme[1308] adlı eseri ile
naşiri Câsim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî'nin ona yazdığı zeylinde bazı
Hanbelî müelliflerin isim ve eserleri de zikredilmiştir. Yine, Ibn Duveyyân'ın
(İbrahim b. Mu­hammed b. Düveyyân en-Necdî) (ö. 1353/1935) Refu'n-
nikâb [1309]terâcimi'l-ashâby[1310] adlı eserinde de mezhebin
başlangıcından Vehhâbı hareketinin kurucusu Muhammed b.
Abdülvehhâb'a kadar yaşayan bilginlerin hayatları anlatılmıştır. [1311]
Su'ûd b. Abdullah el-Fenîsân'ın Asârü 'I-Hanâbilefî 'ulûmi'l-Kıtr'ay[1312] adlı
muhtasar ki­tabında ise, Ahmed b. Hanbeİ'den Abdülıızîz b. Râşid'e (ö.
1403/ 1982) kadar 120 Hanbelî müellifin kısa tercüme-i hâli ve tefsirle il­gili
kitaplarının adı verilmektedir. Bu eser özellikle son dönem Hanbelîler'in
hayat ve eserlerine de yer vermesi itibariyle faydalı bir çal iş madır. [1313]

Hanbelî tabakatıyla ilgili eserlerde dikkati çeken husus, bu eserlerin


birbirinin ihtisarı veya zeyli şeklinde bir zincir oluştura­cak tarzda yazılmış
olmasıdır. Bu sayede, mezhebin "bütün" bir ta­rihi ortaya çıkmakta ve
zincirin halkaları tamamlanmaktadır. Şim­di, bu zinciri oluşturan meşhur
bazı tabakat kitaplarını yakından ta­nımaya çalışalım. [1314]

a) Tabakâtü'l-Hanâbile

Tabakâtü'l-Hanâbüe, Muhammed b. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın (ö. 526/1132)


Hanbelî bilginlerinin hayatını anlattığı bir eserdir. [1315]

Hanbelî tarihinin en güvenilir kaynaklarından biri olan ve [1316] (1119)


yılına kadar yaşamış 706 bilginin tercüme-i hâlinin yer aldı­ğı bu kitapta,
Hanbelî bilginleri altı tabakaya ayrılmıştır. Birinci ta­bakada Ahmed b.
Hanbel, arkadaşlan, öğrencileri ve ondan her­hangi bir mesele, hadîs ya da
olay nakledenler; ikinci tabakada İmam Ahmed'in öğrencilerinin öğrencileri
yani ikinci nesil anlatılır ve diğer tabakalar da bu şekilde devam eder. Ancak
birinci ve ikin­ci tabakada şahıslar alfabetik sıraya, ilk iki tabakadan sonra
ise ölüm tarihlerine göre ele alınmıştır.
Muhammed b. Ebû Ya'lâ el-Ferrâ'nın bu kitabı, Hanbelî mezhe­bine ait
tabakat literatürü içerisinde hakkında ençok ihtisar veya zeyl çalışması
yapılan eserlerden biri olmuştur.

Tabakâtü'l-Hanâbile'yi Şerefeddin Abdürrahim b. Abdullah el-Bağdadî (ö.


741/1341) Muhtasaru Tabakâtı'l-Hanâbile adıyla kısaltmış ve kendisi bazı
ilâveler yapmış, yine Muhammed b. Ab-dülkadir el-Ca'ferî el-Nablusî de (ö,
797/1394) Muhtasaru Tabakâ-ti 'l~Hanâbile[1317] adıyla kısaltmıştır.

İbn Reçel) ise, İbn Ebû-Ya'lânm bu eserine ez-Zeyl alâ Taba-kâti'I-


Hanâbüe[1318] adıyla bir zeyl yazmıştır. Bu zeyl, 500 (1106) yı­lından 750
(1350) yılına kadar geçen süre içerisinde yaşamış olan 552 Hanbelî
bilgininin tercünıe-i hâlini ölüm tarihine göre anlatan güvenilir bir kitaptır.

îbn Receb'in bu Zeyli üzerinde ise bazı ihtisar ve ilâve çalışma­ları


yapılmıştır. Bu çalışmalar Hanbelî tarihinin çeşitli dönemlerini birbirine
bağlayan ve bütünleştiren halkalar gibidir. [1319]

Abdürrezzak b. Süleyman b. Ebü'1-Kerm (ö. 819/1416), îbn Re­ceb'in


Zeytini Muhtasarıt Zeyl-i Tabakâtı'l-Hanâbile adıyla kı.saltmıştır.

Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî (İbnü'l-Mİbred) Zeylü İbn Abdvl-bâdî 'alâ


Tabakan İbn Receb[1320]adıyla ibn Receb'in Zeytine bir İlâ­ve yazmıştır.
Ayrıca yine aynı müellifin el-Cevherü'l-müneddad Jı Tabakalı müteahhirî
ashâb-t Ahmed[1321] adlı eseri de İbn Receb'in Zeyîi üzerine bir ilâve
niteliğindedir.

ibn Humeyd (ö. 1295/1878), ibn Receb'in bu kitabına es-Subu-bü'l-vâbile


'alâ darâibi'l-Hanâbile adında bir zeyl yazarak 751 (1350) tarihinden kendi
zamanına kadar yaşamış olan Hanbelî bil­ginlerini anlatmıştır, ibrahim en-
Necdî ez-Zübeyrî de tbn Hu-meyd'in bu eseri üzerine es-Sâbile fi'z-zeyl
'ale's-Suhubi'l-vâbile adında bir zeyl yazmıştır.

Ebu'1-Yümn el-Uleymî (ö. 928/1521), ibn Receb'in Zeytine ilâ­ve niteliğinde


el-Menhecü'l-ahmedfî tabakâti asbâbı'l-İmâm Ah-medm adlı eserini kaleme
almış ve burada 900 (1494) yıhna kadar yaşamış olan Hanbelî âlimlerinin
hayatını tarihi sırayla anlatmıştır. Ayrıca Uleymî, kendisinin bu eserini ed-
Dürrü'l-müneddad jîas-hâbi'l-imâm. Abmed[1322] adıyla ihtisar etmiştir.

Muhammed Kemâleddin b. Muhammed el-Gazzî ise (Ö. 1214/ 1799)


Ulcymî'nin el-Menhecü'l-ahmed'mt en-Na'tü'l-ekmel li-asbâbi'l-İtnâtn
[1323]Abmed b. Hanbelî adında bir zeyl yazarak, onu kal­dığı tarih olan
900den (1494) 1207 (1792-93) yılma katlar getirmiş­tir. naşirleri ise aynı
metot ve üslûpla 1214 (1799) tarihinden 1400 (1979-80) yılına kadar
yaşayan meşhur HanbelîJer'in tercüme-i liflilerini esere ilâve
etmişlerdir.[1324]

Muhammed Cemîi b. Ömer eş-Şattî (Ö. 1379/1959) Uleymî'nin el-Menbecü


'l-ahmedİle Gazzî'nin en-Na'tü'l-ekmel'İnden bazı kişi­lerin tercüme-i
hâllerini bir araya getirip bunlara kendi çağdaşı olan bazı bilginlerin hayatını
da ilâve ederek Muhtasanı Ta-bakâti'l-Hanâbilei^ adlı eserini yazmıştır.
[1325]

b) el-Maksadü 'l-erşed

el-Maksadü'l-erşed ft zikri ashâbı'l-îmâm Ahmedfi[1326] meşhur Hanbelî


imam ve müelliflerinden Burhâneddİn İbrahim b. Muham­med b. Abdullah
b. Muhammed b. Müflih'in (ö. 884/1479) Hanbe­lî tabakalıyla ilgili eseridir.

İbn Müflih, bu eserinde Hanbelî âlimlerin hayatını alfabetik isim sırasına


göre anlatmıştır. Bu arada İlk olarak İmam Ahmed b. Hanbeİ'den
başlamıştır. Ancak eserde, İsimlerin tertibi konusunda alfabetik sıraya
bazan uyulmadığı görülmüş ve şahısların hayatı an­latılırken ihtisara riayet
edilmiştir. Müellif, bu eseri yazarken başta îbn Ebû Ya'lâ ve ibn Receb olmak
üzere meşhur Hanbelî tabakat-ları ile genel tarih kitaplarını görmüş ve
onlardan yararlanmıştır.

Toplam 1315 âlimin hayatının anlatıldığı eser, naşirin yaptığı kıymetli tahkik
ve hazırladığı çeşitli fihrist ve indekslerle, Hanbelî tabakatı hakkında
vazgeçilemez bir kaynak halini almıştır. [1327]
c) 'Ulemâ'ü Necd

Abdullah b. Abdıırrahman b. Salih el-Bessâm'ın 'Ulemâ'ü Necd hilâle sitteti


kurûn[1328] adlı eserinde Necid bölgesinden yetişmiş[1329] bilginin hayatı
anlatılmıştır. Burada anlatılan kişilerin tamamı doğ­rudan doğruya Hanbelî
mezhebine mensup olmamakla beraber, onların çoğunluğunu Vehhâbî
hareketinin başlamasından sonra yetişen ve bu hareketi benimseyen
Hanbeîî-Selefî kişiler teşkil etinekledir. Bu sebeple, söz konusu eserin de
müstakil bir Hanbelî tabakat kitabı olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Hatta eserin, son dönem Hanbelî bilginlerinin hayatı hakkındaki temel
kaynak­lardan biri olduğu söylenebilir. [1330]

L) Mezhep Hakkında Yapılan Çalışmalar

Hanbelî mezhebinin gerek tarihi gerekse fıkhı ve keiâmî görüş­leri hakkında


islâm dünyasında ve Batı'da birçok yeni çalışma ya­pılmaktadır.

İslâm dünyasındaki çalışmalar genellikle Ahmed b. Hanbe'l, Ibn Teymiyye,


Ibn Kayyım el-Cevziyye ve Muhammed b. Abdülveh-hâb gibi herhangi bîr
imamın hayatı, mücadelesi ve görüşlerinin değerlendirilmesiyle ilgili ya da
herhangi bir bilginin eserini tahkik veya usul ya da fürûuyla alâkalı
görüşlerini tesbit ve değerlendir­me çerçevesinde olmaktadır. Bu tür
neşirlerin bir kısmı çeşitli vesi­lelerle daha Önce zikredilmiştir. Ancak
burada özellikle çağdaş Hanbelî müelliflerinden Abdülkadir b. Bedrân ed-
Dımaşkî'nin (Ö. 1346/1927) Hanbelî mezhebinin kuruluşu, esasları, tarihi ve
litera­türü hakkında bir giriş olarak yazdığı el-Medhal ilâ m.ezbebi'1-Imâm
Ahmed b. Hanbe[1331] adlı eserinin müstesna bir mevkiye sa­hip olduğu
belirtilmelidir.

Bunun dışında, Muhammed Ahmed Ali Mahmûd'un el-Hanâbi-lefî


Bağdâd[1332]Ahmed Bükeyr Mahmûd'un îshâm Jîtârîhi'l-Mez-hebî'l-
Hanbelp[1333] Salih b. Abdülazîz Âli Mansûr'un Usûlü'l-fıkh ve İbn
Teymiyye[1334] Salim Ali Muhammed es-Sekafî'nin el-Fıkhü'l-Hanbelî ve
keyfe vasale ileynâp[1335] Mefâtibu'l-fıkhı'l-Hanbelî^ Mustalahâtü'l-fık.hi'l-
Hanbel[1336] ve Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî'nin Usûlü mezhebi'l-
lmâm Ahmed^ adlı eserleri de Hanbe­lî mezhebi hakkında yapılan son
çalışmalardandır.

Batı'da ise Hanbelî mezhebinin doktrin ve tarihi ile ilgili birçok Çalışma
yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir. Bunların başın­da Henri Laoust ve
George Makdisî'nin eserleri gelmektedir.

Henri Laoust'un çalışmaları arasında Essais sur les doctrines sociales


etpolitiques d'Ibn Taimiya,[1337] Le Precis de Droit d'Jbn Qudâma[1338]
'bistoire des hanbaiites d 'Ibn Ragab[1339] La Profsssion de Foi d'Ibn Batta-
l'raditionniste et Juriconsulte Musulman d'Ecole Hanbalite Mort en Irak â
Ukbara 387/997[1340] Le traite de droit public d'Ibn Tatmiya, [1341] "Le
reformisme des Saİafiya[1342] "Quelqu-es opinions sur la theodicee d'Ibn
Taimiya[1343]"Une Risala d'Ibn Taimiya sur le serment de
repudiation[1344] Contribution â une etü­de de la methodologie
canonique d'Ibn Taimiya, [1345]"La biaograp-hie d'Ibn Taimiya d'apres Ibn
Katîr[1346] "Les premieres professions de foi hanbaiites"[1347] "Le
Hanbalisme sous le caliphat de Bagdad (241-656/856-1258)" [1348] "Le
Hanbalisme sous les Mamlouks Bahrides[1349] "Une fetwâ d'Ibn Taimiya
sur Ibn Thumart[1350] "Les agita-tions religieuses a Baglıdâd aux IVe et Ve
siecles de l'hegire[1351] "L'İnfluence d'Ibn Taymiyya[1352] gibi eser ve
makalelerinin yanında, çeşitli ansiklopedilerde Hanbelî mezhebine mensup
birçok âlimin hayatıyla ilgili maddeleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları,
"Ah-mad b. Hanbal" £P(Ing.), I. 272-277; "al-Bahûtî", BPQng.\ I, 949; "al-
Barbahârî", EP (Ing.), I, 1039-1040; "Gulâm al-Hallâl", EP (Ing.), II,
1093; "Hanâbila", EP (îng.), 111.158^102; "Ibn 'Abd al-Wahhâb", EP (Ing.),
III, 677-679; "Ibn Batta", EP (Ing.), III, 734-735; "Ibn al-Djawzî", EV (îng.), III,
751-752; "Ibn al-Farrâ", EP (Ing.), III, 765-766; "Ibn Kayyim al-Djawziyya", EP
(İng.), III, 821-822; "Ibn Taymiyya", EP (Ing.), III, 951-955; "Ibn Taymîyah", E.
Br., IX, 150-151 ve "al-Khırakî", £7-?(îng.), V, 9-10 gibi maddelerdir.

George Makdisi'nin eserleri arasında ise Ibn Qudâma's Censu-re of


Speculative Theo!ogy "L'Isnad Initiatique Soufi de Muwaf-fak ad-Dîn Ibn
Qııdâma[1353]"Ibn Taimiya; A Sûfi of the Qâdiriya Order[1354] "Nouveaux
details sur l'affaire d'lbn "The Han-beii School and Sufism[1355] "Ibn 'Akıl et
la Resurgence de L'lsiâm Tradiüonaliste au XIe siecle (Ve siecle de 1'Hegire)
[1356] gibi kitap ve makaleler dışında Hanbelî mezhebiyle ilgili çeşitli
ansiklopedi maddeleri bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; "Hanâbİla", The
Encylopedia ofReligion, VI, 178-188; "Ibn 'Akıl",(İng.), III, 699-700; "Ibn
Hubayra", EP (îng.), III, 802-803; "Ibn Kudâma", EP Cİng.), III, 842-843; "Ibn
Muflih", EP (İng.), III, 882-883; "Ibn Rad-jab", EP(îng.), III, 901-902 ve "Ibn
Taymîyah", Encydopedia ofRe­ligion, VI, 571-574 sayfalan arasında yer alan
maddelerdir.

Bunlardan başka, Hanbelî mezhebinin doktrini, tarihi ve mez­hep


içerisindeki çeşitli hareketlerle ilgili olarak şu yayınlar örnek olarak
gösterilebilir: L. A. Corancez, Histoire des Wahabİs depuis leur origin
jusqu'a la Fin de 1809; [1357] L. Burckhardt, Notes on the Bedouins and
Wahabys . Habib, Ibn Saud's Warrior of is­lam. The Ikhtvan of Najd and
their Role in the Creation of the Sa'udi Kingdom, 1910-193O; [1358] Syafiq
A. Mughni, Hanbeli Move-ments in Baghdad From Abu Muhammad al-
Barbahari (d. 329/941) to Abu Ja'fer al-Hashimi (d. 470/1077); [1359]
Nimrod Hur-vitz, Ahmad Ibn Hanbal and The Formatİon of Islamic Ortho-
doxy[1360] S. M. Zwemer, "The Wahhâbîs; their origin, history, tenets, and
influence[1361] Michaux-Bellaire, "Le Wahhabisme au Maroc[1362] Deniel
Raymond, "L'ijtihâd ehez Muwaffaq al-Dîn b. Qudâma[1363] G. J. L. Soıılie,
"Formes et action actuelle du Wahabİsme. [1364]

Reniz, "Wahhabism and Saudi Arahia[1365] Donald P, Little, "The Mistorical


and lli.storiographıcal Signifîcance of Lhe Detenîion of Ibn Taymiyya",[1366]
aynı müellifin "Did Ibn Taymiyya Have a Screw Loose? [1367] Lansine Kaba,
The Wahhabiyya Islamic Reform and Politics in I-'rench West Africa
(Evanston, Illinois 1974); J, Voli, "Muhammad Hayyâ al-Sindî and
Muhammad Ibn 'Abd al-Wahhâb: an analysi.s of an İnteliecîual group in
dghteenth-century Madî-ne"[1368] Bianquis-S. Atassi-Khattab, "Luttes
d'influence â l'interi-eur du Sunnisme Damascain entre 400 et 550 de
l'Hegire[1369] J. O. Voil, "Wahhabism and Mahdism: Alternative Style.s of
Islamic Rene-wals"[1370] Susan A. Spectorsky, "Ahmad Ibn Hanbal's
Fıqh"[1371] A. H. Green, "A Tunisian Reply to a Wahhabİ Proclamation:
Texts and Contexts[1372] Aharon Layİsh, "Saudi Arabian Legal Reform as a
Me-cahanism to Moderate Wahhâbî Doctrine[1373] joseph Drory, "Han-
balîs of the Nablus Region in the Eleventh and Twelfth Centuri-es[1374]
EHzabeth Sirriyeh, "Wahhâbîs, Unbelievers and the Prob-lems of
Exclusivism"[1375] Binyamin Abrahamov, "Ibn Taymiyya on the Agreement
of Reason with Tradİtion"[1376] Michael Cook, "On the Origins of
Wahhâbism",[1377] Sherman A. Jackson, "Ibn Taymiy-yah on Trial in
Damascus[1378] ve John O. Voli, "Ibn 'Abd al-Wahhâb, Muhammad", The
Encydopedia of Religion (VI, 551-552), a.mlf., "Wahhâbîyah", The
Encydopedia of Religion (XV, 313-316). Ayrıca, elinizdeki eserin
bibliyografya bölümünde de konuyla İlgili geniş bîr üste bulacaksınız. [1379]

Sonuç

îslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem: HanbelîMezhebi adlı bu çaiıgmanm


giriş kısmında islâm hukukunun geçirdiği merhaleler incelenmiş ve söz
konusu mezhebin hemen bütün Islâmî ilimlerin ve hareketlerin teşekkül
ettiği ve neşvünema bulduğu ve Özellikle de fıkıhta Ehl-i re'y-Ehl-i hadîs ve
kelâmda Mu'tezîle-Ehl-İ sünnet mücadelesinin yaşandığı bîr ortamda vücut
bulduğu görülmüştür.

Hanbelî mezhebinin kuruluş ve tarihçesinin incelendiği birinci bölümde


Ahmed b. Hanbel'in tercüme-İ hâli kısaca verilerek onun fikir ve
yönelişlerine etki eden unsurlar ve onun hadîs, kelâm ve fı­kıhtaki temel
eğilimleri tesbit edilmeye çalışılmıştır. Burada, onun hadîs İlmine yönelmesi
ve bütün hayatını bu ilme vakfetmesi sebe­biyle, fakih olmaktan ziyade bir
muhaddis olarak tanındığı ve bun­da kendisinin hayat hadîselerine daima
naslarla cevap verip re'yle fetva vermekten kaçınması hatta buna karşı
çıkmasının rolü bulun­duğu tesbit edilmiştir. Ayrıca onun, Kur'an'ın mahlûk
olup olmadı­ğı tartışmasında Mu'tezİle'nin yönlendirmesi ile baskıcı bir
tutum izleyen dönemin halîfeleri tarafından mağduriyete uğratılması ve bir
anlamda fikir hürriyeti ve insan haklan mücadelesi sayılabile­cek bir tavır
sergilemesi, halk nazarında şöhretinin artmasına ve halkın'dinî
problemlerini çözmek için ona veya onun arkadaş ve öğrencilerine
yönelmelerine sebep olmuş ve böylece ehl-i hadîs içerisinde İmam Mâlik ve
Şafiî'den daha fazla eser ve Selef tarafta­rı bir renge sahip, gelenkçi bir
hukuk ekolü doğmuştur.

Bu bölümde mezhebin uzun tarihçesi tedvin, gelişme ve yeni dönem


şeklinde üç ana başlık altında incelenmiştir. Tedvin döne­minde, Ahmed b.
Hanbel'in görüş ve fetvalarının onun arkadaş ve öğrencileri tarafından
toplandığını ve bu açıdan mezhebin gerek usul gerekse fürûunun birçok
kişinin oıtak gayretleri sonucu ku­rulmuş kolektif bir yapıyı andırdığı tesbit
edilmiştir. Mezhebin ku­ruluş süreci, Mu'tezile'ye karşı ehl-i hadîs
taraftarlarının elde ettiği zaferin halk nazarında henüz devam ettiği IV. (X.)
asırda tamam­lanmış ve bu asırda özellikle Abbasî Hilâfeti'nin merkezi olan
Bağ­dat'taki siyasî ve ilmî hareketlere Hanbelî mezhebi mensuplarının yön
verdiği görülmüştür.

Hanbelî mezhebi uzun gelişme süreci içerisinde, Şiî eğilimli Bü-veyhîler'İn


Bağdat'a hâkim oldukları donemde (334-447/945-1061) Şia'ya karşı Ehl-i
sünnet'in, küçük devleilere karşı da Abbasî Hİlâ-feti'nin güçlendirilmesi
taraftarı olmuş ve bu dönemde Büveyhî-ler'e karşı muhalefet hareketlerini
temsil etmiştir. Büveyhîler'den sonra Selçukluların Bağdat'ı nüfuzları altına
almaları (447-656/ 1061-1258) ile devletin Şiî eğilimleri ortadan kalkmışsa
da onlar, Selçuklu sultanları yerine Abbasî halifeleri yanında yer almaya
de­vam etmişler ve bu arada Mu'tezile'nin etkinliğini kaybetmesinden
sonra kendilerine yeni bir rakip olarak Eş'arîler'i bularak, onlarla özellikle
kelâmî konularda, bazen de bilimsel münakaşa sınırlarını aşacak şekilde,
sert bir mücadeleye girişmişlerdir.

Bağdat'ın Moğollar tarafından yerle bir edilmesinden (656/ 1258) sonra,


Hanbelîler'in Suriye, Filistin ve Mısır'a doğru yayıldık­ları görülmektedir. Bu
dönemde Abbâsîler'den sonra Sünnî dünya­nın liderliği hususunda doğan
boşluğu Mısır'daki Memlükler dol­durmaya başlamış ve Hanbelî bilginleri
Memlûk sultanlarının etra­fında yer almışlardır. Bu bilginler İçerisinden
özellikle tbn Teymiy-ye (ö. 728/1328) mezhebe yeni bir canlılık getirmiştir.
Memlük-ler'den (648-922/1250-1517) sonra ise Suriye, Filistin, Mısır ve
Hi­caz toprakları Osmanlılar'ın eline geçmiştir. Osmanlılar Şîa karşı­sında
Ehl-i Sünneti savunmakla beraber, hukukî uygulamalarında re'y ve içtihat
taraftan olan Hanefi mezhebini benimsemeleri, kadı ve müftülerin
tayinlerinde bu mezhep mensuplarına öncelik ver­meleri sonucu,
Osmanlılar döneminde Hanbelî mezhebinin geliş­mesinde bir durgunluk
göze çarpmaktadır. Osmanlılar döneminin (922-1342/1517-1923) Hanbelîlik
açısından en önemli olayı, Necid bölgesinde Muhammed b. Abdülvehhâb'ın
(ö. 1206/1792) başlattı­ğı Vehhâbîlik hareketidir. Emîr Muhammed b. Suûd
(ö. 1179/1765) ile anlaşan İbn Abdülvehhâb akâid ve tevhid konusundaki
görüş­lerini kılıçla hâkim kılmaya karar vermiş ve yapılan birçok savaş
neticesinde bu hareket Suudi Arabistan Krallığı'nın kurulmasıyla
neticelenmiştir.

Hicaz bölgesinin Suudi Arabistan KraİlığYnın eline geçmesi ve Hanbelî


mezhebinin akâid ve fıkıh anlayışının bu devletin resmî İdeolojisi haline
gelmesi, Hanbelî mezhebinin tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Bu yeni
dönemde Hanbelî mezhebi mensupları, İs­lâm dünyasındaki sayısal
bakımından azlıklarına rağmen, Suudi Arabistan'ın dinî, siyasî, coğrafi ve
ekonomik özellik ve imkânlarından yararlanarak mezhebin görüşlerinin
uygulanması, geliştiril­mesi, yayılması, eski ve yeni mezhep literatürünün
basılması ve dağıtılması gibi konularda büyük bir avantaj elde etmişlerdir

İkinci bölümde mezhebin usul ve metodolojsi incelenerek özellikle de Kitap,


sünnet, İcmâ, sahabe kavli, İsüshâb, maslahat, kıyas ve sedd-i zerâi
konularıyla İlgili doktrindeki gelişmeler gös­terilmiştir. Daha sonra fıkıh
usulünün serî hükümler, istinbat me­totları ve içtihat-taklit konularındaki
görüşleri ana başlıklar halinde verilerek, varsa farklılıklar belirtilmeye
çalışılmıştır. Burada, mez­hebin usulünün hem sistematik hem de anlayış
bakımından, tarihî süreç içerisinde, özellikle akâid konularında olduğu gibi,
farklılık­larını koaıyamadığı ve akâid alanında sürekli mücadele ettikleri
Şâfiî-Eş'arî usulü ile büyük bir yakınlık ve benzerlik noktasına gel­dikleri
söylenebilir.

Ayrıca bu bölümde, Hanbelî mezhebinin genel karakteristiği tesbit edilerek


bir Hanbelî portresi çizilmeye çalışılmıştır. Buna gö­re onlar, ehl-i hadîs
olmalarının tabiî bîr sonucu olarak selefçi bir karakter kazanmışlardır.
Selefçilik İse bakış açısı itibariyle muhafa­zakârlığı ve statükoculuğu
doğuracaktır. Akâid konusundaki yoru­ma kapalı katı nasçı anlayış ile hukukî
hayattaki selefçi ve muhafa­zakâr (gelenekçi) bakışın tabiî sonucu olarak
Hanbelîler, gündelik hayattaki değişim ve gelişmeler karşısında, "bİd'at"
silâhını sık sık kullanmaktan kaçınmamışlardır. Ayrıca Hanbelîler'in
muamele ve akitlerin şart ve çeşitleri konusunda sübjektif irade taraftan
olduk­ları, hakkında nas bulunmayan konularda maslahat ve istishâb ile
hüküm verdikleri ve bu prensipler sebebiyle mezhebin hayat ha-dîseleri
karşısında çözüm üretebilmek için gerekli olan canlılık ve seyyaliyeti
kazandığı görülmüştür. Öte yandan, Hanbelî mezhebi mensuplarının
karakter bakımından toplumsal hayatta müdahale­ci, ferdî hayatlarında ise
mütevazı bir hayat sürdükleri tespit edil­miştir. Bu bölümde onların sebep
oldukları çeşitli mezhep kavga­larına ve tasavvufla münasebetlerine işaret
edilmiştir. Nihayet, Hanbelî mezhebinin doğuşundan günümüze kadar
hemen her de­virde az veya çok politik bir rolü bulunduğu ve bu sebeple de
ya­yıldığı bölgelerdeki siyasî iktidarların el değiştirmesinden dolayı müspet
veya menfî yönde etkilendiği görülmüştür.

Üçüncü bölümde ise mezhebin literatürü incelenmiştir. Mez­hep imamı ve


diğer bilginlerin usul ve fürû konularıyla ilgili kullan­dıkları bazı kavramlarla
mezhep mensuplarının birbirini tanıtmak için kullandıkları terimler, bu
literatürü anlamada anahtar niteliğin­de olduğu için öncelikle açıklanmıştır.
Daha sonra mezhebin, is­lâm hukukunun değişik branşlarına ait kitaplar, ile
mezhep hak­kında yazılan eserler, gerekli hallerde bazıları tanıtılmak
suretiyle zikredilmiş ve mezhep literatürünün özellikle XX. asırda Suud.
Arabistan Krallığının siyasî ve malî himayesi altında geniş bir şekil­de
basıldığı ve yayıldığı görülmüştür.

Bütün bu gelişmeler ve mezhebin metodolojisi ile genet karak­teristiği bize,


Hanbelî mezhebinin, müslümantarın bir kısmının ha­yatına yön vermeye
devam edeceğini göstermektedir. [1380]
KAYNAKLAR

[1] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 7-9.
[2] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 11-12.
[3] Mekke ve Medine döneminde nazil olan âyetlerin genel karakteristikleri
için bk. Hudarî, Tûnbu't-tesrî'iİ-lslânn, s. 19; Zeydân, el-Medhal, s. 108-109;
Mennâ el-Kattân, Târihu't-teşrî'i't-klâmî, s. 45-61; Karaman, İslâm Hukuk
Tarihi, s. 55.
[4] Hz. Peygamberin içtihadı hk. bk. Hudarî, a.g.e., .s. 13-14; Hallâf,
Hülâsatü Tâ-rîhi'i-tesn'i'l-lslâmt, s. 13-14; Nasır h. Akil et-Tarîfî, Târîhu'l-
fikbi't-klânıî, s. 47; Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 37-41; a.ralf.,
"Fıkıh", DÎA, XIII, 3-4.
[5] el-Enfâl 8/68.
[6] et-Tevbe 9/43.
[7] Bu konular şunlardır: İnfİık, el-Bakara 2/215, 219; mukaddes aylarda
savaş, el-Bakara 2/217; İçki ve kumar, el-Bakara 2/219; yetimler, eî-Bakara
2/220; hayız, el-Bakara 2/222; helâl kılınan nesneler, el-Mâide 5/4;
ganimetler, el-Enfâl 8/1.
[8] en-Nisâ 4/127, 176.
[9] Esbâb-ı nüzul ile ilgili önemli bazı eserler şunlardır: Ibn Şihâb ez-Zührî,
Tenzî-lâtü'l-Kur'ân(nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Beyrut 1963; Süyûtî,
Lûbâbü'n-nü-kûl fîesbâbl'n-nüzûl, Dımaşk ts.; Tunus 1984; H. Tahsin
Emiroğlu, Esbâb-ı nü­zul Kur'an Ayetlerinin İniş Sebepleri ve Tefsirleri, I-XIV,
Konya 1965-1983.
[10] Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 5Ğ; a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XIII, 4.
[11] Zeydân, a.g.e., s. 111-114: diğer bazı ilkeler için bk. Abdülazîm
Şereteddin, 73-nbu't-teşri'i'l-lslâmî, s. 66-73; Muhammed ed-Desûki -
Emîne el-Câbir, Mukad­dime fi'dirâsâti'l-fıkhi'l-lslâmî, s. 110-118.
[12] Hudarî, a.g.e., s. 18-19: Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 57: a.mlf.,
"Fıkıh", DÎA, XIII. 4.
[13] Buhârî, "Cümü'a", 8; "Savın", 27; Müslim, "Tabure", 42.
[14] Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 58; a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XUI, 4.
[15] Nesih hk. bk. İkinci Bölüm, 1. Kısım, C bendi, nesih konusu.
[16] Mennâ' el-Kattân, Tânbu't-tesrt'i'l-lslâmî, s. 39-44; Karaman, İslâm
Hukukundu İçtihat, s. 43-48; a.mlf., islâm Hukuk Tarihi, s. 59.
[17] Bu olay için bk. Ebû Dâvûd. "Akcliye", 7; Tirmizî, "Ahkâm" 3
[18] Hacvî,' L-l't'ikrü's-sâmî, I, 231-236. Kavakçı, Karabaştılar Devrinde İslâm
Hu­kukçuları, s. 6-8; Nasır b. Akıl et-Tarîfi. Tûnhu'l-fıkhi'l-hlânâ, s. 54-55-
Ayrıta Hz. Peygamber'in sağlığında bazı sahâbk-rin yaptıkları ictihadlar hk.
bk. Kara­man, islâm Hukuk Tarihi, s. 76-77.
[19] fbnü'l-Arabî, Ahkâm û'l-Kıır'ân, MV, Kahire 1974; Hacvî, a.,ı>.e., I, 84.
[20] Hz. Peygamber'in teşrî'deki rolünü gösteren ikizi âyetler için bk.
"Gerçekten Re-sûlullah'ta sizin için güzel bir örneklik vardır", el-Ahzâb
33/21; "O, arzusuna gö­re konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden
başkası değildir", en-Necm 53/3-4; "Resul size neyi getirirse onu alın, size
neyi yasaklarsa ondan da uzak durun', el-Haşr 59/7.
[21] Karaman, "Fıkıh", DÎA, XH1, 4.
[22] Ibn Kayyım el-Cevziyye, tlâmü'l-muvakktîn. II. 245.
[23] Bu ibadet ve hukuki hükümlerin teşri' tarihleriyle ilgili tartışmalar için
bk. Kara­man, tslânı Hukuk Tarihi, s. 78-104; a.mlf., "Fıkıh-, DtA, XIII, 4.
[24] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 12-16.
[25] Hiicvî, a.g.e., II, 281-284, 374-377; Hudârî, Tânbu't-teşrî'i'l-Hâmî, s. 80-
81; Ka­raman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 109-110-, a.mlf., "Fıkıh", DtA, XIII. 4.
[26] Karaman, hiâm Hukukunda içtihat, s. 51.
[27] Hm Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., I, 6l, 66; Hudarî, a.g.e., s. 87-90;
Karaman, Mâm Hukuk Tarihi, s. 113; a.mlf., "Fıkıh", DtA, XIII, 5.
[28] Hudarî, a.g.e., s. 89-90; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 113' a.mlf
"Fıkıh" Ma, xııi, 5.
[29] Hud:ırî, ag.e., s. 95-97; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 118-120; a.mlf.,
islâm Hukukundu İçtihat, s. 61-67; a.mlf., "Fıkıh", DtA, XIII, 5. Sahabenin
farklı ieti-had Örnekleri için bk. a. mfl., tslâm Hukukunda İçtihat, s. 69-80.
[30] İbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., I, 14; Hacvî, el-Fikrü's-sâmî, II, 339-342,
349-351; Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 55-56; a.nıif., İslâm Hukuk
Tarihi, s. 113-115; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 5.
[31] Hacvî, ajg.e., II, 323-
[32] Nesâî, "Âdâbül-kudât", 11; Serahsî, el-Mebmt, XVI, 60; İbn Kayyım tl-
Cevziyye, Vlâmüİ-muvakkıîn, I, 86-401; II. 1-65; Hamîduİlah, "Halîfe Hz.
Ömer Devrinde Adlî Teşkilat - EbCı Mûsâ el-Esarî'ye Gönderilen Kazâî
Talimatnameler trc. Fııhret-tin Atar (İslâm- Anayasa Hukuku., ns.r. Vecdi
Akyüz), İstanbul 1995, s. 284-320. Hu mektubun sened ve metniyle ilgili
geni;? bilgi için bk. Özen, İslâm Hukuk Düşün­cesinin Ahitleşme Süreci,
istanbul 1995 (yayınlanmamış doktora tezi), s, 162-186.
[33] Karaman, islâm Hukukunda îclibat. .s. 59; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi, s.
116; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 5.
[34] Hudarî, Târîhu't-tesrîTl-lslâmî, s. 90-95; Zeydân, el-Medhal, s. 121-126;
Kara­man, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 69-73; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi, s.
117-118; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 5.
[35] Karaman, İslâm Hukukunda İçtihat, s. 73-76; a.mlf., İslâm Hukuk Tarihi,
s. 118; a.mlf.. "Fıkıh", DİA. XIII, 5.
[36] Hacvî, fl-lHkrü'S'Sâmî, II, 288-319, 333-338; Karaman, İslâm Hukuk
Tarihi, s. 120-158: a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 6. Ferhat Koca, İslâm Hukuk
Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 16-19.
[37] Karaman. İslâm Hukuk Tarihi, s. 109; a.mlf., İslâm Hukukunda içtihat, s.
51; a.mlf. "Fıkıh". DM, 3ÖH, 4.
[38] Hudarî, m.g.e., s. 103-107; Zeydân, a.g.e., s. 132-136; Karaman, İslâm
Hukuk Ta­rihi, s. 162-163; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 6.
[39] Hacvî, a,g.e., II, 378-383; Hudarî, a.g.e., s. 107-110; Zeydân, a.^.t'.., s.
136; Kılıçer, tstâm Fıkhında lie'y Taraftarları, s. 28-34; Karaman, İslâm
Hukukunda İçtihat, s. 101; a.mlf., islâm Hukuk Tarihi, s. 1163-166; a.mlf.,
"Fıkıh', DİA, XIII, 6.
[40] Hacvî, cl'fikm's-sâmî, II, 3'53-372; Hudarî, Târîhu't-teşn'i'l-tslâmf, s.
111-123; Kılıçer, a.g.e., s. 28; Karaman, islâm Hukukunda İçtihat, s. 85-87;
a.mlf., tslâm Hukuk Tarihi, s. 166; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 6.
[41] Dönmez, "Amel-i Ehl-i Medine", DİA, III, 21-21).
[42] Kılıçer, a.g.e,, .s. 34-3^; Kanunan, islâm Hukukunda içtihat, s. 101-107;
a.mlf.. İslâm Hukuk Tarihi, s. 163-166; a.mlf, "Fıkıh", DlA, XIII, 6.
[43] fbn Kayyım el-Cevziyye, l'lamü'l-muvakkı'm, I, 26; Hiicvî, el-Fikru's-
sâmî, II. 4,i)*<. Hasan-ı Basrî'nin fıkıhtaki yeriyle ilgili olarak bk. ibrahim Ebû
Salim, el-Ha-sav f!-Basrî ve eseruhû fi'l-fıkhi'l-tslâmî, Kahire 19^0; M.
Revvâs Kal'arî, Mev-sû'atü fıkhi'l-Hasan el-Basrf, I-II, Beyrut 19&9.
[44] nşr. Eııgeno Griffin, Milano 1919. n.% Abdülazîz b, İshak e!-B;ı£dâdî.
Beyrul 1401/19R1.
[45] Bu denemde yazıldığı belirtilen kitapların bir listesi için bk. Sezgin,
CMS, I, 399; Karaman, İslâm Hukuk Tarihi, s. 167- a.mlf., "Fıkıh", DlA, XIII. 6
Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara
Okulu Yayınları: 19-21.
[46] Abbasîler devrindeki fıkhı Faaliyetler hk. hk. Sehacht, İslâm Hukukuna
(îiris Cçev. Mehmet Dağ-Abdulkadir Şener), s. 59-66; Zeydân, el-Medbal, s.
142-144; Goldziher, "Fıkıh", tA, IV, 604; Kılıçer, ag.e., s 45-4<S; Karaman,
islâm Huku­kunda ittihat, s. 129-130; a.mlf., Mâm Hukuk Tarihi, s. 171;
a.mlf., "Fıkıh", DÎA, XIII, 7.
[47] nşr. Muharnmed el-Hüseynî, Bulak 1302; nşr. İhsan Abbus. Beyrut
19H5.
[48] Karaman, islâm Hukuk Tarihi, .s. 171-172; a.mlf., -Fıkıh", DÎA, XIII. 7.
[49] Goldziher, "Fıkıh''. lA, IV, 605-606; Hacvî, el-Fikrü 's-sûmt, II, .W3-3.S4;
Karaman, İslâm Hukukunda ittihat, s!31; a.mlf.. islâm Hukuk Tarihi, s. 175;
a.mil'., "Fı­kıh", DÎA, XIII, 7. Eh)-i re'y hk. hk. Kılıçer, islâm Fıkhında Rey Ta
rafta Han, An­kara 1975: a.mlf, "Ehl-i re'y", DÎA, X. 520-524.
[50] İbn Kuteybe, Te'vîlü muhtelifi'l-hadîs, s. 52.
[51] İbn Abdülber, a.g.e., II. 181; Kthçer, "Ehl-i re'y", DfA, X, 523.
[52] ibn Abdülber, a$.e. 11, 193
[53] ibn Kuteybe, el-Ma'âtif, s. 494 vcl.
[54] Tirmizî, "Büyü"'. 12, 14.
[55] Makdisî, FJ-Ma'ârlf, s. 37. 179480.
[56] Şehristânî, el-Müel ve'n-nihal, II, 11-12.
[57] İbn Kayyim el-Cevzİyye, İ'lâtnü'l-muvakkıîn, I, 101, II, 294, III, 362.
Ayrıca bu konuda bk. Goldziher, Zahirîler "Sistem ve Tarihleri" (trc. Cihad
Tunç), Ankara 1982, s. 3-5; Karaman, Mâm Hukukunda İçtihat, s. 131;
a.mlf.. islâm Hukuk Ta­rihi, s. 182-183; a.mlf., "Fıkıh", DİA, XIII, 7; Aydınlı,
"Ehl-i hadîs". DİA, X, 507; Öğüt, "Ehl-i hadîs", DİA, X. 509; Kılıçer, "Ehl-i
re'y", DİA, X, 523.
[58] Şafiî, elrfim, VII, 250.
[59] Bu şahıslar tık. hk İhn Kuceybe, el-Maârif. s. 219-230; Karaman, İslâm
Hukuk Tarihi, s. 175-176: a.mlf., "Fıkıh", MA, XIII, 7:
[60] Zahiri mezhebi hakkında geniş bilgi k'în bk. Ignaz Goklziher, Zahirîler
'Sistem ve Tarihleri- (uc. Cihad Tunç), Ankara 19S2.
[61] Bu dönemde yazılan eserlerin genel bir listesi için hk. tbnü'n-Nedîm, el-
b'ihrist. s. 251-265.
[62] I-IV, nşr. Muhammed Fuâd Abdulbakî, Kahire Î370/1951.
[63] İmam Muhanuned'in zâhirü'rivâye adıyla anılan eserlerini, Hâkim eş-
Şehîd ei-Kâfi (yazma nüshaları için bk. Sezgin, GAS, I, 443) adıyla ihtisar
etmiş. Şemsüle-imme e.s-Serahsî ise bu muhtasarı el-Mebsût(Kahire 1324-
1331) adıyla otuz cüz halinde geriletmiştir.
[64] Leknev, 1883, 1312/1894; Lahor 1309, 1328.
[65] I-IV, Haydarâbâd 1385-1390.
[66] sışr. Muhammed el-Hüseynî, Bulak 1302/1884; nş.r. İhsan Abbas,
Beyrut 1985; Türkçe tır. Ali Özek, İst. 1968.
[67] I-VII, Kahire 1321, 19&7.
[68] nşr. Ahmed Muhammed .Şâkir, K;ılıire 1979. İngilizce tır Majid
Khadduri, ul-lii-sâla Jt usûl al-hcjh. Carnbridge 1987; Türkçe (re. Abdulkadir
Şener-lbrâhim Ça­lışkan. er-Risale(İslâm Hukukunun Kaynaklar), Ankara
1996.
[69] Tirmizî, "Fiten". 7.
[70] Buharı, "Fiten", 2; Müslim, "lınâre". 53, 54.
[71] İbn Mik-e, "Fiten", 8.
[72] Dârimî, "Mukaddime", 16.
[73] Şehristânî. el-Müel ve'n-nihal, I, 11.
[74] Ahmed b. Hanbel, er-Red 'ale'z-Zenâdıka ve'l-Cehmiyye, s. 96.
[75] Dârimî, "Mukaddime", 23.
[76] Müslim. "Mukaddime", 1.
[77] Yavuz. "Ehl-i .sünnet", DÎA, X: 526.
[78] Muhammed Aınâre, Resâilü'l-Adl ve't-tefhîd, I, 64; Kılıçer, İslâm
Fıkhında Re'y Tara/tarlan, .s. 43.
[79] Ebû Dâvûd, "Sünnet", 7,
[80] Fığlalı, Çağımızda 1 likadi îslâm Mezhepleri, s. 58-59
[81] Yavuz, "Ehl-i sünnet", n/A, X, 526.
[82] Yavuz, a.y.
[83] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 22-29.
[84] Ihnü'l-Cevzî, Menâktb, s, 34-37.
[85] İktidarın Alıbâsîler'e geçişi ile ilgili olaylar ve değerlendirmeler hk. bk.
Bos-vv'orth, islâm Devletleri Tarihi, İstanbul 19H0. s. S; De Lacy O'leary,
İslâm Dil-güncesi ve Tarihteki Yeri, s. 4H-57; Ahmet! eş~Şâmî, vd-Devletü'l-
'tsİâmiyyetifi'l-asri'i-'AbbâSiyyi'l-euvel, Demmâm 1404/19KŞ, .s. 25-27;
Hudarî, Muhâdarâîü tâ-rihi'l-ümemi'l-îslâmiyye. ed-Dfuletü'l-'Abbâsiyye, s.
56-60; W. Montgomery Watt, The Majesiy thai mas islam, s. 95-106;
Hasan Ahmed Mahmûd - Ahmed tb-rfılıim eş-Şerîf. e!-Â!enn/'l-/slâmffi'l-
asri'l-Abbâst, s. 47-48; Hugh Kennedy, The EarlyAbbasidCalipbate. s. 44;
lsâmüddln Ahdürraûf el-Fıkî, ed-Devletû't-'Abbâ-s(We> s- 15-21;
Muhamnıad Qasım Zaman, 'The Abhâsid Kevolution: A study of the nature
and role of religious dynamics", Jımrnul of Astan Histoty, XXI/2 (1987), 119-
149: Yıldız. "Abbasîler". DİA, I, 34.
[86] Bağdann İnşası ve Abbasîler dönemi iktisadî ve sosyal hayat için hk.
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bagdâd, S, 44-127; Makdisî, Absenü't-tekâsîm, s.
119-121; Ya­kut el-Hamevî, Mu'cemü'l-büldân, i, 541-552; Hudarî,
Muhâdarâtü târîbi'l-ümemi'l-lslâmiyye: ed-Devletü'l-'Abbâsiyye, s. 77-79,
134-135; Barthold, islâm Medeniyeti Tarihi, s. 157-158; Maniran, hlârmn
Yayılış Tarihi, s. 127-132; Ha­san Ahmet! Mahnuıd - Ahmed İbrahim eş-
Şent", el-Âlemü'l-tslûmî fi'l~'asH'l-'Ab-bâst, s. 192-248; G. Le Strange,
Bagbdad during the Abbasid Ccılipbate, Oxford 1924; Ahmed eş-Şâmî, ed-
Devletü'l~lslûmiyyetü Jî'l-asri'l-'Abbûsi)yi'I-em>el, s. 80-87; Duri,
"Baghdad", HP(lng.): I, 894-908; a.mlf. "Bağdat", DlA, İV. 425-433; Kennedy,
"Baghdad", Elr., III, 412-415.
[87] Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 9; Yıldız, "Abbasîler", DlA, I, 36.
[88] Abbasîler döneminde Araplar'la diğer unsurlar arasındaki ilişkiler hk.
bk. Hart-hold, İslâm Medeniyeti Tarihi, s. 98-102; Kennedy, Tbe Karly
Abbasid Calipbcı-te, s.135-163; tsâmüddin Abdürraûf el-Fıkt, ed-Devletü'l-
Abbâsiyye, s. 3B-49; Kaddûre. eş-Şûyâ'iyye ve eserühü'l-ictimâ'î ve's.-
siyâsîfi'1-bayâti'l-lslâtniyyefi'l-asri'l-'Abbâsiyyi'l-euvel, s. 65-126, 201-326;
Fuâd Efrâm el-Büstânî, 'Temâzü-cüTl-'anâsın'l-bes.eriyyeti fi IVağdâdn-
Abbâsiyyîn", el-Mesrik, XXXÜ/3 (Beyrut 1934), 409-440.
[89] Bağdat'ın tahribi bk. bk. İbnü'1-Esîr, el-Kâmil, VI, 271-277.

[90] Abbasîler döneminek.- Türklerin durumuyla ilgili olarak bk. Hasan


Ahmed Malı-mûd - Ahmed İbrahim cj-Şerîf, el-'Âlemii'l-lslâmîfi'l-'asri'l-
'Abbâsî, s. 311-367; tsâmüddin AbdürraûFel-Fıkî, ed-Devletü'l-'Abbâsiyye, s.
217-224.
[91] Abbasîler döneminde vezirlik kurumu hk. bk. Sourdel, Le Vizirat
Abbûside de 749 d 936, Dama.s 1959, s. 41-61: İbrahim Süleyman el-Kerevî,
Nizâmü'l-uezâ-refi'l-'asriİ-'Abbâsvy\A'l-evvel, s. 39-80, 239-258: Kimber,
"The Early Abbasid Vi-zierate-, Journal of'Semüic Sludies, XXXVII/1 (Oxford
1992), 65-85; Yıldız. "Ab­basîler", DlA, I, 3S-39.
[92] Abbûsîier'in idarî, kazâî ve malî teşkilâtlanmaları hk. bk. Barthold, İslâm
Mede­niyeti Tarihi, s. 114-127; Ahmed eg-Şâmî, ed-Devietii'l-lslâmiyyetü
ji'l-'asri'l-Abbâsiyyiİ-evvel, s. 171-186; Maninin, lslâmtn Yayılış Tarihi, s. 12İ-
132; !sâ-müddin Abdürraût el-Fıkî, ed-Devletü'l-Abbâsiyye, s. 69-119;
Bouvat, "Le Vila­yet de Bagdad et son organlsation admini.strative", Remıe
dit Monde Musıılman. XXIII (Paris 1913). 240-267; Yıldız, "Abbasîler". DlA. î,
34, 38-40.
[93] Abbasîler devri ilim ve kültür hayatı hk, hk. Îbnü'n-Nedîm, el-t'ibrisl, s.
201-260; Halt), Târîhıı Bağdâd, I, 120-127; İbn Kesîr, ehBidâye, XI, 162, Î81-
182; XIII, 45, 166; De lacy O'leary, İslâm Düşüncesi ve Tarihteki Yeti, 57-66,
143-157; Iîart-hokl. Mâm Medeniyeti Tarihi., s. 14-15, 30-33; Watt, The
Majesty tbat was idam, s.131-140. Maninin, islâm ı ti Yayılış Tarihi, s. 132-
134; Hasan Ahmed Mahmûcl -Alıım-d İbrahim eş-Şerîf. el'-Alemiı"l-
lslâıntfi'l-'asri'l-Abbasi s. 249-281; İsâ-müddin Abdürraûf el-Fıkî, ed-
Detıtatü'l-'Abbâsiyye, s. 119-211; S. Sabari, "La So-ciele Bagdadienne",
Matıeemevts Populuirua ü Bagdud â l'epuque 'Abhasside, lXe-XIe si&ch'S,
s. 7-75; Ftıâcl Efrâm el-Büstânî, 'Bağdâd âsımetü'J-edebi'1-Abbâ-sf. el-
Mc>$rik, XXXII/1 (Beyrut 1934). 65-108; Mackensen, "Four Great Libraries
oliııt'dievai Baghdad", Lihmty Quarterty, II (1932), 279-299; Gofdziher,
"Arabic Literatüre during Üıe Abbasid Period" (trc. j. Somogyî), Islamic
Culture, XXXI/3 (1957J, 220-234; Şeşen, "I.slâm Dünyasındaki İlk Tercüme-
Faaliyetlerine Umûmî Bir Bakış':, İTHD, VII/3-4 (1979). 3-30; Muh;mımed îsâ
Sâlihiyye, Müeddibül-liLilc-fâ f'i'l-asril-'Abbâsiyyil-L-vvt-l", i'l-Mecı'Hetiil-
'Arabiyye İi1-J!lûmi'l~lnsâ-uiyye, II/S (Kuveyt 19H2), 43-96,
[94] I-V, H.ŞI-. Abdullah Malıımk! Şahata, Kalıire 1979-198S.
[95] nşr. Hİnd Şelebî, Tunis 1979.
[96] Sezgin, CAS. 1, 99
[97] Çeşitli neşirleri hk. bk. |. Schacht, "Mâlik b. Ama", HP
[98] D. Gimart-t. 'Mu'tazila"', EP(tnfr), Vlf. 784.
[99] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 31-35.
[100] Zehebî, A'lânıü'n-m'ibelâ, Xt, 182-183; tbni.i'1-Cevzî, Menâktb, s. 116.
[101] Zehebî, a.g.e.t XI, 213; Kandemir, "Ahmed b. Hanbeî", DİA, II, 79.
[102] Ahmed h. Hanbel'den hadis dinleyenlerin bir listesi için bk, Zehebî,
A'lâmû'n-nübelâ, XI, 181-183.
[103] Ahmed b. Hanbel'in mihnesi hakkında yazılan bazı eserler için bk.
Patton, Ab-mad b. Hantal and the Mibna, Heidclberg 1897; Ali Abdülhâk,
Ahmed b. Han­bel ve'l-mihrte, Kahire 1958; Felımî Ced'ân, el-Mihne,
bahsûn Jî cedeliyyeM'cl-dî-nîyyi ve's-siyâsiyyi fi'l-fclâm, Beyn.it 1989,
Ahmed Abdiilcevâd ed-Dûmî, Abtned b. Hanbel beyne m ibneti'd-dîn ve
mihneti'd-dünyâ, Beyrut ts., (Menşûrâtü'l-mektebeti'l-Asriyye).
[104] İbnü'l-Cevzî, Menâktb, 308-317; İbn Kesîr, el-Bidâye, X. 272-280.
[105] lbnifl-Cevzî, a.g.e., 348-9.
[106] İbnü'l-Cevzî, a.g.e,, s. 1S8-285.
[107] İbnLVl-Cevzî, a.g.e,, s. 409-18; İbn Kesîr, a.g.e., X, 340-3.
[108] İbn Kesîr, a.g.e., XII, 300.
[109] Le Sinınge, Baghdad 4uring t be Abbasid Caliphate, s. 166.
[110] Ahmed b. Hanbel'in j>i-izel ahlâkı ve karakteri hk. bk. tbnü'l-Cevzî,
Menâkıb, s, 255-350. Ayrıaı onun hayatının bazı dönemleriyle ilgili olarak
bk. Ziaui Haque, "Ahmad İbn Hanbal: The Saint-Schoiar of IVaghdâd", HI,
VI11/3 (1985), 69-90.
[111] Ahmed b. Hanbel'in kısa terceme-i hâli ve özellikle el-Müsned\
hakkında bk. Sıd-dîqî, Hadis Edebiyatı Tarihi (trc. Yusuf Ziya Kavakçı),
istanbul 1966, s. 81-89.
[112] M. Yaşar KantUanir, "Ahmed b. Hanbel...", DlA. 11, 79.
[113] nsr Talât Koçyiğit - ismail Cerrahoglu, I, Ankara 1963; I!, İstanbul
1987.
[114] Bu genel değerlendirme için bk. M. Yaşar Kandemir, "Ahmed b.
Hanbel...'', DlA, II, 79-80.
[115] Bu konudaki diğer bazı örnekler için bk. Îbnül-Esîr, el-Kâtııil, I, 201.
[116] Beşşâr Avvâd, "Ahmed b. Hanbel...', Mevsû'atü'l-hadâreti'l-lslânüyye,
.s. 352-3.
[117] W. Montgomery Watt, islâm Düşüncesinin Teşekkül Demi Üre. Etlıem
Ruhi Fiğ-lalı), Ankara 1981, Ümran Yayınları, s. 366.
[118] Tehânevî, Keş>$âju ıstilâbâtî'l-fı'intîrı. 1, 676-77.
[119] Bekir Topaloğlu, Kelâm timi 'Girişi, İstanbul 1981. Damla Yayınevi, s.
113.

[120] İzmirli İsmail Hakkı, Yvni îlm-i Kelâm, Ankara 1981. Ümran Yayınevi, .s.
61

[121] Şehristânî, ef-Milel ve'n-nibal. Kahire 1348. I. 95 (lbr> Hazmın ei-fasl


fi'l-nıik'ti ile birlikte); Bekir Topaloğlu, ag.e., s. 113

[122] İzmirli İsmail Hakkı, Yeni Hm-İ Kelâm, s. 61-63; Bekir Topaloğlu, Kelâm
İlmi (Giriş), s. 114-16: Neşet Çağatay - İbrahim Agâh Çubukçu, İslâm
Mezhepleri Ta­rihi Ankara 198S. II. Baskı. s. 192-95.

[123] Selefiyye hk. hk. Ebû Osman İsmail Abdurrahman es-SâbÛnt,


'Akîdetû's-Selefve

asbâbi'l-badîs (n$r. Nasır b. Abdurrahman b. Muhammed el-Cedî), Riyad


1415; Bûtî, es-Selefiyye merhalenin zemeniyyetfln mûbârehetün lâ
mezbebün Islâ-miyyün, Dımaşk 1408/19H».

[124] İbn Haldun, Mukaddime (nşr. Ali Abdıilvâhid Vâfî), Kahire ts,, Dâru
Nahdati Mısr, III. Baskı, III, 1066-67.

[125] Yavuz, İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s, 20.

[126] Hatîb, Târîbu Bagdâd, IV, 423; İbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, I, 13, 17. Ahmed
b. Han­bel hakkındaki bu tür yorumlara şu örnekler verilebilir: Ali b. Medînî,
"Allah hu dini iki adamla kuvvetlendirmiştir ki, onların üçüncüsü yoktur. Bu
kişiler; Ridde günü Ebû Bekir es-Sıddîk, miline günü ise Ahmed b.
Hanîıel'dîr" demiştir. Rebf' b. Süleyman, Şafiî'nin şöyle dediğini söyler: "Kim
Ahmed b. Hanbel'e buğzeder-se, o kâfir olur (küfre girer,)". Ahmed b. Ishak
h- Râllûye bahasından şöyle duy­duğunu söyler: "Ahmed b. Hanbel ve
kendisini feda etmesi olmasaydı, islâm gi­derdi (yeryüzünden kaybolurdu)".
Kuteyl>e b. Saîd, "Ahmed b. Hanbel bizim imamım izdir. Kim ondan razı
nlm;tzsa o bid'atçıdır". Muhammed b. İskık b. İb­rahim el-Hanzalî
babasından şunu işiltiğini söyler: "Ahmed b. Hanbel, Allah ile yeryüzündeki
kullan atasında bir hüccettir". Meymıim, Ali b. Medînî'nin şöyle dediğini
duymuş: "Rusûlullah'tun sonra İslâm hakkında Ahmed b. Hanbel in
yaptığını hiç kimse yapmadı". Ona ''Ey Ebül-Hasan! Ebû Bekir es-Sıddîk da
yok mudur?:' dedim O, "Ebû Bekir es-Sıddîk da değil, çünkü unun birtakım
arkadaş­ları ve yardımcıları vardı. Halbuki Ahmed b. Hanbel'in arkadaş ve
yardımcısı yoktu" dedi. bk. İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâı, I. 13-17.

[127] Ebül-Yüsr el-I'ezdevî. Usûlü'd-dîn (nşr. Hans I'eler Lins.s), Kahire


1383/1963. s. 253.

[128] Zehebî, A'lâmı'i'n-mibelû, XI, 253, 261. 273: Sübkî, Tabakâtü's-


Şâfi'iyye (nşr Abdülfellâh Muhammed eE-Hulv-Mahırmcl Muhammed et-
Tınâhî), Kahire 13*5/1966, II, 52

[129] Zehebî, a.g.e., XI, 313-315: Sübkî, ag.e.. II, 47-48.

[130] Ahmed b. Hanbel, er-Red' ale'z-Zenâdika ve'l-Cehmiyye ('Akûidü's-


Selef'K'mde, nşr. Ali SAmî en-Neşşâr - Ammâr Talibi), s. 72, 91-92; Yavuz,
İslâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s 22-25; a.mil'., "Ahmed b. Hanbd". DÎA, II, 82.

[131] Gazzâlî, îhyâû 'ulûmiddîn, tteyrul 1403/19*2. I, 103-104-, Ebû Zt-hre.


Ibn Han­bel, Kahire 1981, s. 158.

[132] Beyhakî, Kitâbıi'l-Esınâ'ue'.s-sıfât. Beyrut 1405/1984, s. 304, thu


Teymiye, el-İk-lîlfi'l-mûteşâbib ve't-te'vîl (Mecmu 'it h'etâvâ içinde), Uiyad
1381, XIII, 295.

[133] Ahmed b. Hanbel, er-Red 'ale'z-Zevâdika ve'l-Cehmiyye, s. 90-92;


Abdülvâhid l>. Alxlül;tzîz et-Temînrî, f'tikâdü'Hmâmi'l-münbel'İİhn Ebû
Yalâ'nın Tabakâfı içinde), II. 293, 300; Yavuz, islâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s.
26-32; ;ı.mlf'., "Ah­med b. Hanbel", DİA, II, H3-H4.

[134] Abdülvfıhıd b. Abdülazîz et-Temîmî, a.g.e., II, 296; İbn Ebû Ya'lû,
Tahakât, I. 62. 75, 76.
[135] Ahmed b. Hanbel, Kitâbû's-Sûnne (nşr. Mulıammtd b. Saîd Besyûnî),
Beyrut 1405/1985. s. 36; İbn Kuteybe. et4btilüffi:i-lafz(Akü'idti's-
Selef'ionde), s. 247.

[136] İbn Teymiyye, Mecmû'atü'r-resâil III. 395-396: Zehebî. Aİâmü'n-


nübetâ. XI, 291.

[137] Zehebî. a.g.e., XI, 263; Yavuz, islâm Akaidinin Üç Şahsiyeti, s. 35-37:
a.mlf., 'Ahmed b. Hnnbel'. DİA, II, 84.

[138] lkıhârî, Halku ef'âli'l-'ibâd(Akâıdii's-sclef'içinde), s. 154.

[139] Ahmed b. Hanbel, Kitâbü's-Sünm', fi, 81; 'ihn Ebû Ya'lâ, Tabakât, I,
130; Abdül-vâltid b. Abdüiazîz et-Temîmî, î'tikâdü'l-imâmi'l-miinbi'l, II, 301;
Zehelıî, A'lûmü'n-nübelâ, XI, 302.

[140] Ebû Ya'lâ el-Fcrrâ, el-Mıı Icnıcd fî ıısûli'd-dtn (nşr. Vetlî' Zeydân
Haddâd), Bey­rut 1974, s. 188.

[141] Yavuz, islâm Akaidinin Üç Şahsiydi, 54-55; a.tnlf., "Ahmed b.


Hanbel...", DÎA, II. 85-86.

[142] Ahmed b. Hanbel, Kitaba 's-Süıme. s. 10, 71, 104-105, 119; Dârimî; er-
lied 'ate'l-Cehmiyye (rtgr. Gosta Wiestam), Leiden 1960. s. 101-102; İbn Ebû
Ya'lâ, Taba­kât, I, 26-27. 132, 142.145.

[143] Yavuz, a.g.e., 54-55; a.tnlf., "Ahmed b. Hanbel...", DİA, II. 86.

[144] Ahmed b. Hanbel. Kitühfı's-Stimu: s. 10, 71; İbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, I.
95.

[145] Ebû Ya'lâ el-Ferrâ. et-Mu'temcdfî 'tısûli'd-dîn, s. 237-238; İbn Ebû


Ya'lâ, a.}>.c, I, 26-27. 108; Yavuz, a.g.e., 56-57; a.mit.. "Ahmed b. Hanbel...",
DİA, II. 86.
[146] Eş'arî, el-tbâne (n§r. Fevkiyye Hüseyin Mahmûd), Kahire, ts., Dârü'I-
Kütüb, s. 20; Siibkî. Tabakât, IV, 235-236. Hanbclîler'in ;ıkîde konusundaki
görüşlerinin ve bu husustaki literatürün değerlendirilmesi hk. bk. Henri
Laoust, "Les Premi-eres Ptofessions de foi Hanbalites" Melanges Louis
Massİgnon, III (Damas 1957). 7-35.

[147] Ilın Ebû Y;ı'lâ, Tabakât, I, 5; Beş.şfır Avvâd. 'Ahmed b. Hanbel...",


Mevsû'atü'l-hadâreti'l-tslâmiyye, s. 352.

[148] tbıı Ahdİlber, Câmi'u bcyûml-ilm vefadliht, II, 1H2.

[149] Ibn Kuteybe, et-Ma'ârifinıiı-. Ahmed b. Hanlıd'i ne re'y ne de hadis


ehli içeri­sinde almıştır, bk. el-Ma'âri/(n^r. Servet Ukkâşe), Kahire 1969, s.
494-527.

[150] Taberî. Ibtitâfi'i'l-fıtkahasm;ı "niçin Ahmed b. Hanbelin görüşlerini


almadığı" sorulunca, onun takih değil muhaddis olduğunu söylemiş ve bu
sebeple Han-beüler'in nefretini kazanmış, hatta bu sebeple öldüğü Zaman,
Bağdat'taki Han­belîîer'İn çeşitli hareketlerinden endişe edilerek geceleyin
evine gömülmek zo­runda kalınmıştır. Bk. Ihtiiâfü'l-fukabâ (nşr. F. Kern).
Beyrut ts., (Dârü'l-kütü-bi'1-ilmiyye), s. H-9 (naşirin mukaddimesi).

[151] Debûsî, Tc'sîsfl'n-nazut; s.5-6.

[152] Onun görüşlerini hilaf kitapiarına aimayan diğer bilginler hk. bk.
Taberî, Ibtilâ-fül-fukabâ, s, 13-14.

[153] Ahmed b. Haııbei'in re'y ve fetvalarının yazılmasına karşı çıkması


konusundaki Çeşitli rivayetler hk, bk. tbnü'l-Cevzî, Menûkıb, ,s. 251-252.

[154] Karaman, "Ahmed b. Hanbel...". DlA, il, 80.

[155] Karaıran. "Ahmed b. Hanlıel...', DİA. 11. H0- a.mlf, "Fıkıh", D/A. XIII. 7.

[156] Îbnü'l-Cevzî, Mcnâktb. s. 251.


[157] Ebü'l-YÜmıı el-Ulcymt, el-Menbecü'l-Ahmcd, I, 191, 2S0.

[158] 78 H. Laoust, "Le Hanhalisıne sou.s le Califat de Bagdad", s. 74.

[159] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 38-52.

[160] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 52-53.

[161] Kevscc'in hayatı hk. bk.İbn Ebû Ya'lâ, Tabakâl, I, 113-113; Zdıebî,
Tczkiretü'l- huff'ûz. II, 96.

[162] Ebû Bekir el-E.srem'in hayalı hk. bk İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., 1, 66-74;
Ibnü'1-lmâd, ezerât, II, 141-142.

[163] Salih b. Alımcı! b. Hanbel'in hayatı tık. bk. İbn Ebû Yala, a.g e.. I. 173-
6; İbn Kesîr, d-Bidâyı: XI, 40.

[164] Hanbel b. Ishîtk'ın hayatı hk. bk. İbn Ebû Yala, a.g.e., I. 143-145: İbn
Kcmv, a.g.e., XI, 52.

[165] Abdülmelik el-Meymûnî'nin hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., I, 212-
216.

[166] Kahire 1340; nşr. Zeyne.b İbrahim el-Kârût, Beyrut 1403/1983; nsf.
Mııhammed Saîd Besyûnî, Beyrut 1986.

[167] Ebû Bekir el-Merrûzînin hayan hk. bk. İbn Ebû Yala, a.g.e.. I, 56-63;
İbn Kesir, a.g.e., XI. 54; İbnül-lmâd, a.g.e., H, 166.

[168] nşr. Muhammed Behçet Beylâr, Kahire 1353/1934.

[169] Ebû Dâvûd es-Sicisiânînin hayatı ve eserleri hk. bk. İbn Ebû Yala,
a.g.e., I, 159-163; İbn Kesir, a.g.e., XI. 54-56; XI, 159; M Yaşar Kandemir,
"Ebû Dâvûd es-Si-cistânr, DÎA, X. 119-121.
[170] Ebû Hatim er-Rûzî'nin hayalı ve eserleri ivin hk. İbn Kesîr, el-Bidâye,
XI, 59; İb-nül-İmrıd. Şezerâi, II, 171; İbrahim Canan, "Ebû Hâlim er-Râzî\
DtA, X, 150-151.

[171] Harb el-Kirmânî hk. bk. İbn Kcsîr. el-Bidâye, XI, 69.

[172] İbrahim el-Harbı'nin hayatı hk. bk. İbn Ebû Yala. Tabakât, 1, 86-93; İbn
Kesîr a.g.e., XI, 79.

[173] Bu ilâvelere "zevâidti Abckıliâlf adı verilir. Ebû Bekir el-Kâtîî'nin bu


adla tertip eniği e.seri için bk. Zcı-öliı/û Ahdülah h. Ahmed h. Hanbel, nsv.
Âmir I lasan Sah­il Beyrut 1410/1990.

[174] SüleymLtnİye Ktp., Yenicami, nr. 878.

[175] Kahire 1349.

[176] Zâhiriyye Ktp., Hadis, nr. 336.

[177] Abdullah b. Ahmed b. ilanbchn hayatı ve eserleri için bk. Hatîb. Tânbıı
Bağ-dâd, IX. 375-376; İbn Ebû Ya lâ, Tabakât, I, 180-1K.S; Brorkeimann, GAL
Stıppi, I. 310; Sezgin, CAS, \. 506-5(18.

[178] İbn Ebû Yala, a.g.ı:. I. 271-279. 337-339.

[179] A.J. \Vi-n.sinck, Tirmizî.. ", İA. XI1/1, 389.

[180] ibrahim Canon, "EbCı Hatim er-Râzl..", DİA, X, 150.

[181] Bakî lı. Mahleü'in hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., I, 120: ibn Kesîr,
el-ffl-dâye. XI. 56-57, 82; Ch. Pelfcıl, "Bakî b. Makhfcnl", ft72(tng.), I. 956-7.
Bu ara­da Hanbelî mezhebinin III. (IX.) asırda Afrika'ya yayılması konusunda
bk. Necmeddin el-Hintâtî, "Muhâveletün li-nesri'1-mezhebi'l-Hanbelî bi-
tfrikiyye havaliye munta.sıi'l-karn IIİ/IX" IBLA, 57/173 (Tunus 1994), 91-106.
[182] Davud'un bu konudaki görüşleri için bk. Halîb, Târihu Bağdâd, XIII.
274: Goldziher. Zahirîler, s.112-113.

[183] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 53-56.

[184] İbn Teymiyye. Mecmû'u b'etâvâ, XXXIV, 111-112; İbn Kayyım el-
Cevziyye, I'l&fnû'l-muvakkıtn, I, 28.

[185] Abdullah b. Ebî Davud'un hayaü için bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e,, II, 51-55;
İbn Kesîr, a.g.e., XL 159.

[186] Ebû Muhammed Abdurrahman er-Râzî'nin hayalı ve eserleri için bk.


İbn Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 55; İbnül-Cevzî, Menâkıb, s. 618; İbn Kesîr, a,g.e., XI,
191; İb-nü'1-lmâd, Şezerât, II. 308-309. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 56-57.

[187] Bu olaylar hk. bk. İbn Kesîr. a.g.e., XI, 132. 145-146.

[188] İbn Kesîr, a.g.e.. XI, 162-163.

[189] tbnü'1-Esîr, el-Kâmil, VIIL 204; İbn Kesîr, a.g.e, XI, 172.

[190] İbn Kesîr, a.g.e, XI, 181-182: Ahmed Teymûr Paşa, Nazra târthiyycJt
hııdû-si'î-mezûkibi'l-erba'u. Kahire 1351, s.40-41.

[191] nşr. Fevkrye 1 lüeyin Mahnuıd. Kahire- 1977; nşr. Abdulkadir el-
Arnaûd. Hııraşk 1981; Riyad 1400. 11(1

[192] İbn Hbû Yala. Tabakat, II, 18

[193] Ebû Mulıammed d-Iierbdıârînin bayatı için bk. ibn Ebü Ya'lâT a.g.e.,
11. 18-45; İbn Kesîr: el-Bkiâye, XI. 201: Kılavuz, Uerbelı-irî...'. DİA, V, 476-
477. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 57-58.
[194] İbn Kesîr. a.g.e., XI, 214.

[195] Ebü'l-Kasım el-Hırakî'nin hayatı ve eserleri için bk. İbn Ebû Ya'lâ, u.g.c,
II, 75-118; İbn Kesir, a.g.e., XI, 214; Brockelmann, CAL \. L83, 39K; Suppi,, I.
311: Sezgin, GAS,_ I. 512-13; Uıoust. "al-Khırakî", HI2(\n$.), V, 9-10. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 58-59.

[196] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 59.

[197] Büveyhîler tık. bk. Heribert Busse, "Iran under the Bûyids™, The
Cambridge History of İran, Cambridge 1993. [V, 250-304; Harold Bowen,
"The Last Bu-wayhids". Journal of the Hayal Asiatic Suciety (London 1929),
225-245: Mafi-zuüah Kabir, "The Relation of the Huwayhid amirs with the
Abbasid caliphs", Jnunıcıl of'the Pakistan Historica! Society, H/3
(Karat///1954), 228-243; a.mlf,, "Admtnistration of Jııstice during the
lkıwayUid's Period", lalamic Culture, XXXIV (1960), 14-21; Bosworth,
"Military Organisation undtr the Bûyids of Persia and Iraq", Oriem, XVIII-XIX
(E. J. lirill 1967), 143-167: Madelun». "Tlıe AssLimptinn of the title
shâihânshâh by the Bûyids and The reign of the Day-İam (Dawhıt al-
Daytam)', Journal ofNear Eastern Studies, XXVIII (1969), 84-108, 168-183;
Lutz Richter-Bemburg, "Aınîr Malik -Shâhânshâh: 'Adııd ad-Da-ula's
titulature re-exarnined", Journal of the fiıitish Imtîtute of Parstan Studi­es,
XVIII (London 1980), 83-102.

[198] İbn KesSr, el-Bidâyi'. XI, 243.

[199] Bu dönemdeki Hanbclîlik lık. bk. Sanıiha Sabari, Mouvements


Populatres â Bagdacl â l'âpocjtte 'Abbasside, IXı--Xh> sı'Mes. Paris 1981. s.
106112.

[200] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 59-61.
[201] Ebû Bekir en-Necaıd'ın hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lfı, Tabakât, II, 7-12;
Ilın Kesîı-, a.g c. XJ, 2.34. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem
Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 61

[202] XVII, nşr. Hamdı Abdülmedd es-Selefî, Bağdat 1981.

[203] 1-11, njr. Malımûd et-Tahhân, Kiyad 1405/1985.

[204] I-H, nşr. A ikili nah man Muharamed Osman, el-Medînetiil-


Mıınevvere 1388/1968.

[205] n.şr. Muhammed Şekıır b. Mahmûd, Beyrut 1407.

[206] I-II. nşr. Hamdı Abdütmedd es-Sedefî, Beyrut 1409/1989-

[207] Taherânî'nin bayatı ve tserleri için bk. İbn Ebû Yala, a.g.e.. II, 49-51;
İbn Ke-Sîr, &.g.e., XI, 270ı İbnül-lmâd. Şezerât, III, 146; Bağdatlı ismail I'aşa,
Hudiyye-tü'l-'ârifîn. I, 396; Kehhâle, Mu'cemıil-miieltifîn, IV, 253. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 61-62.

[208] Hallâl ve Hırakî İle ihtilaflı konular için bk. İbn Ebû Ya'iâ, a.g,e., II, 76-
118, 120-121.

[209] Gulâmûl-HalrâTin hayatı ve eserleri için bk. İbn Ebû Yala, a$.e.t li,
119-127; tbnül-Cevzî, el-Muntazam, XIV. 230-231; Broekdmann. Suppk, I,
311. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 62.

[210] İbn Sem'ûn"un hayalı hk. bk. Hatîb, Târihti Ba&dâd, I, 274-277: tbn
Ebû Yala, a.g.e.. II, 155-162; İlin Kesîr. a.g.e., XI. 323; Brockdmann, a&.e., i.
360. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 62-63.
[211] İbn Batta el-Ukbeitnin hayatı hk. bk. İbn Ebü Ya'lâ, a.g.e., II, 144-153;
tbn Ke-.sîr. a.g.e., XI, 321-322; Brotkelmann, GAl, I, 194; Suppl., I, 311; H.
Laoııst "İbn Balta", /-^(İngJ, III, 734-735.

[212] Ebû Hafs el-Ukbeiînin hayatı lık. bk. İbn Ebû Ya'lâ, TabaMt, U, 165-
166.

[213] Ebû Hafs el-Bermekî'nin hayalı hk. bk. îbn Ebû Ya'lâ, ag.e., II. 153-156.

[214] Ebû Bekir er-ttuşnânî'nin hayatı hk. bk. tbn Ebû Yala, ag.e., II, 179-1«).

[215] İbn Hâmid'in hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, a.gja., li.171-177; İbn Ke.sîr,
el-Bi-dâye, XI. 349. klanı Hukuk Talibinde Selefi Söylem O Hm Mende (ö.
395/1005) Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî
Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 63.

[216] ibn Ebû Ya'lâ, a.g.e., II 167.

[217] Mİ, nşr. Ali h. Muhammed b. Nasır »jl-Fakîhî, Beyrut 1406/1980.

[218] nşr. A!i b. Muhammed b. Nasır el-Fakîhî, Medînetü!l-Münewere


1401/1981.

[219] I-III, Ali b. Muhammed b. Nasır el-Fakîhî, Medînetül-Münevvere


1414/1994.

[220] ibn Mende'nin hayatı ve eserleri için bk. tbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, II,
167; İbn Kesîr, el-Bidâye, XI, 336; îbnü'1-tmâd, Şezerât, III, 146;
Brockelmann, Suppl., I, 210. 281; F. Rosenthal, "ibn Manda", EZ2(tng.), III,
863-«64.

[221] Ebü'l-Kasım Abtlurrahmaıvm lıayatı hk. bk. Zehebı, Tezkireni't-buffâz,


III, 338-42; İbnü'1-İmâd, a.f>.e., III, 337; F. Rosenthal, "ibn Manda",
f;/2Üng.), UI, 864; EblVİ-Hasan F>iyânet, "tbn Mende...", DMBt IV, 699-700.

[222] nşr. Mes'ûd Abdülhâmid es-Su'dânî, Tama 1412/1991.


[223] İbn Receb, Zeyl, I, 129.

[224] nşr. Mecdî es-Seyyid İbrahim, Bulak 1989, nşr. Meşhur Hasan Selmân,
Beyrut 1412/1992.

[225] Yahya b. Abdüivehhâb'ın hayalı hk. bk. tbn Receb, a.g.e., I, 127-137;
tbnu'l-Esîr, el-Kâmil, X, 546; Ebü'l-Hasan Diyanet, "İbn Mende...", DMBl, IV,
700-701. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî
Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 64-65.

[226] Hu eserin Mâverdînın aynı -adı taşıyan kitabı ile kanşdaştırıîması İyin
bk. Mu-luımmed Abdülkadir Ebû Fâris, el-KâdîEbû Ya'lâ el-t'errâ ve
Kttâbühû ei-Ab-kâmû's-sultâniyyti, s. 517-521; Laoust, "Hıınâbikf, /îP<İng.),
III, 159.

[227] Oârül-kütübi'l-MLsriyye, Usûlü'1-fıkh, nr. 365; Câmialü'd-rHiveli'l-


Arabiyye Ma'hedü'l-Mahtûtnt, Usûlül-tıkh, nr. 90.

[228] Fbû Yu'lâ el-Ferrâ:nın hayatı ve eserleri lık. bk. ibn Ebû Ya'lâ. Tabakût,
II, 193-230: İbn Kayyım el-Cevziyye, İ'lâmü'l-mıtvakkıîn, IV, 212; Ibn Kesir,
el-Bida-ye, IX, 460; XII, 94-95; lîmckelrnann, GAL I, 502; Suppt., 1. 311. 686;
Kallek, "Ebû Ya'lâ el-Fen:V. Dİ A, X. 253-255. Ferhat Koca, İslâm Hukuk
Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 65-66.

[229] İbn Kesîr, a.g.e., XII, 155, 156, 171.

[230] Nizamiye medreseleri hk. bk. Hüseyin Emîn, Tânhu'l-Irâk fi'l-'asri's-


Selçûkî, Bağdad 1385/1965. s. 227-244; Reuben Levy, "The Nizamiya
Madrasa at Bagh-dad", Journal o/tfoe Royal Astattc Suctety, II (Germany
1928), 265-270; S;ıhid NefM, "el-Medresetü'n-niz-âmiyye fi Bağdâd'", ed-
Di.râsâtü'l-Hciebiy),v, IX/l-2 (Beyrut 1967), 67-93; Ziyaul Hasan Faruqi,
"Madrasa Nizamiya of lîaghdad". Studies in islam, XVII/1 (New Delhi 1980),
1-7; Muhamıned al-Faruque, 'The development ot'the institution of
Maıİrasa and dıe Nizâmiyah of liaglldad", ts-lamic Studies, XXVI/3
(Islamabad 1987), 253-263.
[231] Bu dönemdeki ilmî hayal iık. bk. İmâdüddin Halîl, "en-Neşârül-ilmiyyü
fi dev­leti Nûreddin Mahmûd Zengî". el-Mevrid, IX/3, Bağdat 1980, .s. 97-
112.

[232] Eyyûbîler dönemi ilim ve kültür hayalı hk. bk. Nuaymî, ed-Dâris, II,
178-188; Abdüllalif Hamza, el-Hareketû'l-fikriyyetû fî Mısra fiİ-'asreyııi'i-
Kyyûbiyyi m'l-MemMkiyyt'Uevvet, s. 70-83. 147-321; Âdil Necin Abû, "el-
Medresetü fi'l-'imâreti'l-'Arabiyyeti fi Sûriya", el-Hmıliyyâtû't-t^seiiyyetü'l-
Arabiyyetö's-Sûriy-ye, XiV (I^ımaşk 1974), 75-99; Nâzım Reşîd, "en-
Neşâtü'I-iImî vel-edebî fi ah-di'1-üsreti'l-Emevlyye", Âdûbti'r-Râfidtn, VIII
(Musul 1977), 443-477; Goitein, Urban Hoıısing in Fatimkl and Ayyubid
times", SI, XLVII (Paris 1978), 5-23.

[233] G. Makdîsî, "Müslim İnstitutions of learning in eleventh-oentury


Baghclatr, BSOAS. XXIV (19"6l), 26-9.

[234] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 66-68.

[235] H. Halm, "a I-Kuş hayıf, EP(lng-), V, 527.

[236] Şerîf Ebû Ca'fer el-Hâşimînin hayatı hk. bk. İbn Ebû Ya'lâ, Tabakât, II,
237-241; İbn Ke.sîr, el-Bidâyt\ XII, 119; İbn Receb, Zeyl, I, 15-26. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 68-69.

[237] nşr. SeıîHİı Dugaym, Beyrut 1994; ayrıca bk. Ateş, "Abdallâh ai-
Ansârî!nin Vii~ tab Damm nl-kalâm w;ı Ahlih adlı eseri'. Şarkiyat Mecmuası,
İstanbul 1946. V. 45-60.

[238] nşr. Ali b. Muhammet! b. Nâsır el-Fakîhî, Medine l4ü4/1984.

[239] Herevfnin hayatı ve eserleri tık. bk. Ilın Ebû Ya'iâ, Tabakât. II, 247-248;
lbnü'1-Cevzl, t'l-Mımtazam, XVI, 278-279; Ibn Kesîr, el-Bidâyv, XII, 135; lbn
Receb, Zayi 1, 50-68; lirockelmann, GAl, \. 557-558; De Laugier de
Beaureeueil, Kbu'âdju Abdullah Ansârî (396-4H1/1006-1089) Mysttyue
tfttnhalite, Beyrut 1965; H. S. Bazmee Ansarî, "Khwâja 'Abd Atlûh al-Ansan
al-Harawî", illi 1982), V/3, s.31-55; De laugier de lîeaurecueil, ''.11-An.sfırl
ak-Harawî I. 515-516: 3 ınlf,, '"Abdallah al-Ansâiî al-Heravî", Kir., 1, 187-
190. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 69-70.

[240] Ebû Salih Müflîfo b. Abdullah'ın hayatı hk, bk. tbn Kesîr, a.g.c, XI, 204-
205.

[241] nşr. ibrahim b. Muhammed b. Atxlıınahman ed-nevseriyyü, Rİyad


1405/19^5.
[242] Ebü'l-Ferec Abdülvâhid 1). Muhammed es-Şîrâzînin hayatı hk, bk. İbn
Ebû Ya'lâ, a.g.t:. II, 248-249; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ'._ XIX, 51-53; tbn
lteceb, a.g.e., I, 68-73, 198-201; Nuaymî, ed-Dâris, II, 65-66; T. Bianqııis - S.
Atassi-Khattab, "Lutte.s d'influttnce ;î linterieur du SunnLsme Damascain
emre 400 el 550 de l'Hegife", BJ-O, XXX (1978), 368-371; Çeker, "Ebü'l-
Ferec eş-Şîrârf", DM, X, 318-319.

[243] Îhnü'l-Hanbetrnin hayatı hk. bk. Ibn Receh, Zcyl. I, 198-201; îbnü'1-
tmâd, §e-zerâl, IV, 113; Kehhâlt-, Mu'cemû'l-müettifîtl, VI, 224; Ferhat
Koca, "lbnııl-Hanbelî, Ebu'l-Kâsmı", PİA, XXI. 67.

[244] Ebu'l-Feree Nâsıhuddin Abdurrrahman b. Necm'in hayatı ve eserleri


için bk. İbn Receb, a.g.e., II, 193-201; îhn Kesir, el-Bidâye, XIII, 146; Bağdatlı
ismail Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn, I, 524, 560; Ferhat Koca, "tbnu'i-Hanbeıî,
Nâsıhud-din" DtA, XXI, 67-68. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi
Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 70-72.

[245] Ebü'l-Hattâb, et-Temhîd, I, 119-120.

[246] I-II,nşr. Muhammed Hamîdullah, Dımaşk 1384/1964. .

[247] Bazı örnekler için bk. Ebü'l-Hattâb, et-Temhîd, 1, 79-83.


[248] Ebü'l-Hattâb el-Kelvezânî'nin hayatı ve eserleri İçin bk. İbn Receb,
Zeyl, I, 116; İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam, XVI], 152-155; İbn Kesîr, a.g.e., XII,
180; İbnü'l-İmâd, Şezerât, IV, 27-28; Brockelmann, GAL, I, 502; SuppL, I,
6H7; Sezgin, GAS, I. 502: Nwiya, "ai-Kalwadhânî", (tng.). IV, 513. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 72.

[249] ibn Kudâme, Tabrimii'n-nazarfîkütübiebti'l-kelâm, I, 145. 5-7; tbn


Receb, a.g.e.,

[250] Ebü'İ-Vei'â İbn AkîNn h;ıy;ılı ve eserleri için hk. îbn Receh, fl.g.t*., 1.
142-163; İbn Kesir, a.g.e., XII, 184; Brockdmann, GAL, I, 502; Suppl., I. 687;
M:ıkdisi, Nouve;ıııx deails sur l'affaîie dlbn hAqîî", Melatıges Lınıis
Mcıssi^nım. II!. 92-126. ;ı.mir., -Ilın AkîT İi/J (İny, i. 111, 699-700. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 73-74.

[251] Muhammecf b. Mnhmûd hk. B(>s\vorıh. Muhiimmad b. Mahmûd b.


Muham-imd b. M;ılik-slıâlı". /:7-'(!n« ). VII. 406.

[252] İbn H iı bey re'ııiıı hayatı ve eserleri için bk. İbn Kesîr, el-Bidâye, XII.
25O-2SI; İbn Ueceb. Zeyt. 1, 251-289; Kâtib Çdebi. Keşfü'z-zunûn, i, 33. 63.
103, 108, 132. 600; M. I38S, 1437, 1462; Brockelmann, GAL, I, 502; Suppl.,
I. 687-68.S. H. Mason. Two Sttih'sman of Medieval islam. Vizir İbn Hubayra
and Calipb an-Nasir ti Din Allah, l'aris 1972, s. 13-66; K. V. Zettersteen, "İbn
Hübeyre", İA, V/2, s. 75" M;ıkdisî, İbn Hubayra", KV(\nz.). İH. HO2-SO3.
Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara
Okulu Yayınları: 74-75.

[253] İstanbul 1258; Kahire 1304.

[254] ibn Receb, Zeyl, I, 293.

[255] Ahmed b. Hanbel'in üörüş ve mezhebine bağlılığını ifade eden bazı


atıflar için bk. Abdülkadfr-i Geylânî, el-Gunye (nşr. Perec Tevfîk el-Velîd),
Bağdat, ts., (Mektebetü's-Şarkı'l-CedîcO, I, 272-273, II, 936, 971; III, 1160.
[256] Uludağ, "Abdülkadir-i Geylânî", DİA, I, 235.

[257] İbn Teymiyye, Abdülkaclir-i Geylânînin bazı söz ve görüşlerini


değerlendirdiği "Şerhıı kelimât li-Abdilkâdir" adında hususi bir risale kaleme
almıştır, bk. Mec­mu'u Fetâvâ, Riyad 1381, X. 455-550. özeilikle bk. VIII,
369; X, 488, 516-517.

[258] Gunyetü't-tâlibîn (Hakkı Arayanların Kitabi), Türkçe trc. Abdüikâdir


Akçi­çek, İstanbul 1980.

[259] Kahire 1281, 1303; Türkçe trc. Abdüikâdir Akçiçek, istanbul 1961;
Yaman Arı-kan, İstanbul 1986.

[260] Türkçe tır. Abdüikâdir Akçiçek, ilâhî Armağan, Ankara 1962.

[261] Türkçe trc. Abdüikâdir Akçiçek, Onların Mektupları, istanbul 1966.

[262] Abdülkadir-i Geylânînin hayalı ve eserleri hk. bk. İbn Teymiyye,


Mecmu 'u Fe­tâvâ, VIII, 369; X, 488, 516; a.mlf, Câmhı'r-resâil, I, 71, 189;
ibn Kesir, a.g.e., XII, 252; İbn Receb, Zeyl, I, 290-301: Urockelmann, GAL, II,
264-265; SıtppL, II, 283-284; J. Chabbi, "Abd al-Kâdir al-Djîlânî Pensonnage
Hisrnrique\ SI, XXXVIII (Paris 1973) 75-106; Uludağ, "Abdülkâdir-i Geylânî",
DlA, I, 234-238. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî
Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 75-77.

[263] I-X, Kahire 1351-1357/1932-1938.

[264] İbn Kesîr, cl-Bidûye, XIII. 300

[265] tbnü'l-Cevzî, Telbîsü tblîs, s 16

[266] Ebu-Ferct1 İbnü'I-Cevzînin hayalı ve eserleri hk. bk. İbn Iteceb, a.g.c, I,
399- B3; İbnü'i-imâd. Sezerdi, IV, 329-330; ISrockelmann, (,'AL, I, 659-66:
SnppL, I, 914-20: Abdülhamîd el-AlûçîT Müdlel'âtü İbnü'l-Cevzî, tfagdad
13«5/l965; LaUKt, Lf Hımbalisme Sous le Catifal de liagditd", 5. 112-116;
Nâdye Abdullah H>ıâhînı, 'Ibnü'l-Cevziyye, Fihristü kütübihî", Mecelleni'l-
Mecmaı'l-Hmi'l-lrâ- H XXXİ/2 (1980), 193-221; lirockelmann, "îbniiicevzî",
/A, V/2, 848-^50; La ibn ;ıl-Djaw2Î, W(Ing.), İH. ^51-752. thiHil-
Mâri.slâniyyeTıin lıayatı hk. bk. İbn Receb, Zeyî. 1.442-6: Fertel Kofa,

[267] İbnü Mâri,stâniyye", DÎA, XXI. 123.

[268] ismail b Ali el-Rzeî el-Me'ıiıûnî'nin hayatı hk. bk. İbn Receh. a.R e., II.
66-68.

[269] Abdurrahman !>. Ömer b. el-Cv^zzâl'in hayatı hk. bk. İbn Receb,
a.g.e., II, 106-7-

[270] Muhammed b. Abdullah es-Sâmirî'nin hayatı hk. bk. !bn Receb, a.g.e.,
II, 121-2

[271] Ebü'1-Beka Abdullah b. Hüseyin el-Ukberî'nin hayatı ve eserleri için


bk. îbn Receb, a.g.e., II, 109-120; İbn Kesir, el-Bidüye, XIII, 85; Brockelmann,
GAl, I, 335; Suppl.. I, 176.

[272] Ubeydullah tshak b, Ahmed el-UIsî'ntn hayatı hk. bk. İbn Receb, Zeyt,
II, 2(>v

[273] İhn Kesîr, a.g.e., XIII. 49. 106.

[274] İbn Kesîr, a.g.e., XIII, 112; İbn Receb, a.g.e., II, 259.

[275] İbn Kesîr, a.g.e., XIII, 140.

[276] Muhyiddin Yûsuf b. Abdurrahman b. Ali el-Cevzî'nİn hayatı hk. bk. tbn
Kesîr, a.g.e., XIII, 203; İbn Ueceb, a.g.e., II, 258-261; Zehebî, A'lâmü'n-
nübelâ, XXI-II, 372; Kâtib Çelebi, Keşfii'z-zunûn, I, 213; Bağdatlı İsmail Paşa,
Hediyyetü'l-ârifîn, II, 555.
[277] Es'ad b. Müneccâ b. Berekât'ın hayatı hk. bk. İbn Receb, Zeyl, II, 49-
51; Nuay-mî, ed-Dâris, II, 114-115; Halîl, "en-Neşâtu'1-ilmî fî devleti
Nûreddîn Mahmûd Zengî", el-Mevrtd, IX/3 (Bağdat 1980), 105.

[278] Şemseddin Ömer İbnü'l-Müneccâ hk. bk. îbn Kesîr, el-Bidâye, XIII,
168; İbn Receb, Zeyl, II, 225-226.

[279] İzzeddin Osman b. İbnü'l-Müneccâ hk. bk. tbn Kesîr, a.g.e., XIII, 168;
İbn Ue­ceb, a.g.e., II, 226.

[280] Sadreddin Ebü'l-Feth Es'ad t bnü' I -Müneccâ hk. bk. İbn Kesîr, a.g.e.,
XIII, 216; tbn Receb, a.g.e., II, 268; Nuaymî, ed-Dâris, II, 86.

[281] Zeynüddin b- Müneccâ Uk. bk. Îbn Kesir, u.g.e., XIII, 354; tbn Iteceb,
u.g.e., li. 332-333.

[282] gerefeddin Muhammed b. Müneceâ lık. bk. !bn Ke.sîr, a.g.e., XIV,
116; tbn lte-Cöb, u.}-.e., II, 377.

[283] Alâeddin Ali tbnü'l-Müneccâ hk. bk- Îbn Kesir, a.g.e., XIV, 157; tbn
Receb, a.g.e., II, 447.

[284] Benî Kudâme ailesi Uk. bk. Şâkir Mustafa, "Âiü Kudâmetü's-Sâlilıîyye",
Havliy-yâtü Külliyyeti'l-Âdâh. XIV (Kuveyt 1402/1982.), 7-116: BerkrûSÎ, "Al-i
Kudâme", DMBt, 11/87-94; j. Drory, "Hanhalıs of the Nablus Kegion in the
Eleventh anda Tvvdfth Centuries", Aslan and Aftican Studtes, XXII (Israel
1988), 103-106.

[285] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 77-82.

[286] nsr. Muhammed Râzî b. Hâc Osman, Medine, 1408/19

[287] Ukaylî'nin bu kitabı zamanımıza kadar ulaşamamıştır. Onun hayatı ve


dijjer eserleri lık. bk. Ükaylî, Kilâbıi'd-Dıiafm'l-kebtr^r. AbdLÜmu'tî Emin
Kal'acî), Beyrut 1404/1984, I, 4749 (naşirin mukaddimesi); Kehhâle,
Mu'cemü'l-müet-lifin, XI, 9«; Bağdatlı ismail Paşa, HediyyetiVt-ârifîn, II, 73.

[288] nşr. Abdülkadir el-Arnaût - Mahmûd el-Arnaût Beyrut 1405/

[289] nşr. H. ed-Denâvî, Beyrut 1986.

[290] Millet Kütüphanesi, Feyzullah Efendi, nr. 1506-1508. ^05 Zâhiriyye


Ktp., Mecmua, nr. 30, vr. 217a-244h.

[291] Abdülganî b. Abdülvâhid1 in hayatı ve eserleri için bk. Zehebî, A 'lâmii


'n-nûbe-lâ\ XXI, 443-471; a.mlf., Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1372-1381; tbn Kesîr,
el-Bida-ye, XIII, 3H-39; İbn Receb, Zeyl, II, 5-34; Kâtib Çelebi, Keşfü'z-zunûn,
II, 1013, İ059, 1164, 2053; Bağdatlı İsmail Paşa, îzâbu'l-meknûn, II, 69, 148,
196, 2%, 308, 318, 329, 493; Brockeimann, GAL, 1, 437-438; Suppt, I, 605-
607; Sezjjin. GAS, I, 132, 140, 143, 503-504, 592; Kandemir, "Cemmâilî",
DİA, VII, 338-340. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî
Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 82-84.

[292] Muvaffakuddin'in tasavvuf silsüesi için bk. Makdisî, "L'Isnad


Initiatique Soufi de Mmvaffak ad-Dîn ibn Qudâma", Religton, taw and
Learning in Clctssical islam, Norfolk 1991, .s. VI/88-96.

[293] tbn Receh, Zeyl, II, 136.

[294] ingilizce tercümesi ile nşr. G. Makdisi, ibn Çnıdâma's Censure of


Speculativc Theology, Norfolk 1985.

[295] nşr. Abdülkadir el-Arnaût, Beyrut 1394/1972; nşr. Makdisi, Kitâbat-


Tauwûbîn: "Le Livre deş Penüenis" de Muımffaij ad-Dîn ibn Qudânuı aî-
Maqdisî, Damajs 1961.

[296] Dımaşk 1338/1919; nşr. Abdülkadir el-Arnaût, Riyad 1408/1987.

[297] nsr. Ali Nüveyhid, Beyrut 1392/1972.


[298] nşr. Mubımmeci Nâyif ed-Düleymî, Bağdad 1402/1982.

[299] Muvaffakuddin İbn Kudfıme'nin hayatı ve eserleri için bk. İbn Receb,
Zeyl, II, 133-139; ibn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 99; İbn Tağrîberdî, etı-Nüdimü'z-
zâhire, VI, 257; Zehebî, A'lâmü'n-nübelâ, XXII, 165; lirockeimann, GAL,
I, 398; Suppl, \. 688-9; Laou.st, le Precis de Droit d'Ibn (Judâma, Beirııt
1950; D. Ray-mond, "L'ijtihâd rht-7. Muwaffaq al-Dîn b. Qudâma", lİpJ, 31
(1963), 33-47; Makdisî, "ibn Kudâına", /iPdng.), III, 842-84; Ferhat Kota,
"îbn Kudâme Mu-vafifkuddin", DİA, XX, 139-142.. Ferhat Koca, İslâm Hukuk
Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 84-85.

[300] Ali b. Amr b. Ali el-Harrânî'nin hayatı hk. bk. İbn fibû Ya'lâ, Tabakât, II,
249.

[301] Örnek olarak bk. İbn Receb, Zeyl, II, 154-157

[302] Fahreddin Muhammed b. Hıdır b. Muhammed b. Teymiyye'nin hayatı


hk. bk. tbn Receb, Zeyl. II, 151-162; tbn Hallikân, Vefeyât, IV, 386; Eşkurî,
"İbn Tey­miyye, Fahruddîn", DMBÎ, III, 193; Ferhat Koca. İbn Teymiyye,
Fahreddin", DtA, XX, 389-390.

[303] Abdiil^anî b. Muhammed h. Teymiyye'nin hayatı hk. bk. İbn Receb,


Zayi, II, 222; İbn Şattî, Muhtasar, s. 48.

[304] Mecdüddin Ebü'l-Uerekât Abdüs.selâm b. Abdullah b. Teymiyye nin


hayatı lık. bk. İl)iı Receb. et g.e., II, 249-254; tbn Kesir. el-Bidâye, XIII.' 185;
tbnü'Mmâd, Şezerât. V. 257.

[305] İbn Reçeli. a.g e. I. 370.

[306] İbn Receb, ct.g.ı:. I. 43S.

[307] Zeynikkîin Aii b. İbıfıhim b. Nefâ'ntn hayatı lık. bk. İbn Reçeli, a.g.e,, I,
436-440; İbn Kesir, a.g.e., XIII, İH; İbnü'l-İmâcl, a.g.e., IV, 340-341.

[308] Imâdüddin d-Makdisî'nin hayalı hk. bk. tbn Kesîr, ct.g.e., XIII, 77.
[309] Şemseddin Mulramıned el-Makdisî'nin hayatı hk. bk. ibn Receh,
a.g.e., 295; ibn Kesir, a.g.e., XIII, 245, 277; Laoust, "Le Hanbalisıne sous les
uks lîahrides", 40-41.

[310] ibn Ke.sîr. a.g.e., XIII. 220-222.

[311] H. Laoust, "Le Hanbalisme sous le Califot de Bagdad", s. 127-128. Me


dönemi öncesinde Mısırdaki Hanbelîlik hakkında bk. G. Leiser, "Hanb Egypt
bt-fore the MamİÛks", 5/. ^4 (Paris 19«1), 155-181 Ferhat Koca, İslâm
Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları:
85-87.

[312] İbn Receb, Zeyl, II, 282-284.

[313] îbn Receb, a.g.e., II, 290-294.

[314] îbn Keceb, a.g.e, II, 384-386.

[315] İbn Receb, a.g.e., II, 410-413.

[316] H. Laoust, "Le Hanbalisme sous les Mamlouks Bahrides", s. 1-2.

[317] Memlükler lık. bk. Ziada, "The Fail of the Mamluks 1516-1517",
Mecelletü Kül-Uyyetİ'l-Âdâb, Câmi'atü'l-Kâhire, VI (Kahire 1942), 1-41;
Laoust, "Le Hanbalis-me sous les Mamlouks Bahrides", 1-71; Abduirabınan
Zekî, "el-İlm ve'1-ülcnıâ fî Devleti'l-Memalîki'l-Hahriyyeti'l-Mısriyye'1,
Ravista del İnstitııte Egipcii) de Estudios Islamicos en Madrit, XV (Madrid
1970), 113-132; D. P. Little, "Religi-on under the Mamluks", The Müslim
World, LXXIİ3/3-4 (Hartford 1983); 165-181; Doris Behrens-Abouseif,
"Change in Function and Form of Mamluk Reli-gious Institutions", Annales
lslamologiques, XXI (Caire 1985), 73-93.

[318] İbn Kesîr, el-Bidâye, XIII, 245.


[319] Bahrî memlükier döneminde kûdılkudâtlık müessesesi hk. bk. J. H.
Escovitz, The Office of Qûdî al-Qudât in Cairo under t be Bahrî Mamlûks,
Berlin 1984. Özellikle bu dönemdeki Hanbelî kadıların bir listesi için bk. s.
42-47.

[320] Ebü'I-Ferec Abdurrahman b. Muhammed lbn Kudâme'nin hayatı hk.


bk. Zelıe- bî, 304-: 240;DtA, XX, 138-139.

[321] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 88-90.

[322] tbn Keceb, a.g.e,, II, 311.

[323] Nııaymî. ed-Dâris, 1, 74-75.

[324] Şehâbeddin A!xJülhafîm b. Abdüsselâm el-Harrânî'nın hayatı hk. bk.


tbn Re­ceb, a.g.e., II, 310-311; tbn Kestr, XIII. .3(13; Nııaymî, ö.g.f., i, 74-75.

[325] Kahire 1320/1902.

[326] tbn Teymiyye îttilıâdiyye fırkasının görümlerini tenkil için HakSkalii


mezhebi'I-itlibâcUyym ev Vabdeti'l-vûcûd adıyla hususj bir risale kaleme
almıştır, Hk. Mecmû'atü'r-resâil, IV, 3-114.

[327] Kahire 1320/1902.

[328] nşr. Abdüssamed Şerefedciin el-Kütbî, Bombay 1368/1949.

[329] nşr. Sdâhaddin d-Münecdd, Beyrut 1403/1983.

[330] Brockelmann, GAL, II. 125-127; Sılppl., II, 119-126.

[331] Takıyyüddİn Ebü'l-Abbas Ahmed b. Teymİyye'nin hayatı ve eserleri


için bk. îbn Hacer, ed-Dürerü'Ukâmint\ I, 144-160; tbn Kesîr, el-Bidâye, XIV,
135-141; İbn tteceb, Zeyl, II, 387-408; lkoı-kelmann, GAL, II, 125-7; Suppl, II,
119-26: Laoııst, "La Bibliognıphie d'Ibn Taymiyya d'apres Ibn Kathîr", BHO,
IX (Damas 1942-3), 115-162; a.mlf., Le Hanbalisme sous le.s Mamlûks
Bahrîde.s", 1-71; D. P. Little, "The Historicaİ and Historiographical
Signifîcance of the Delention of Ibn Tyymiyya", International Journal of the
Middle Hast Studies, IV/3 (Camb-ridge 1973), 311-327; a.mlf., "Did Ibn
Taymiyya Havc a Screw Luose?", SI, XLI . (Paris 1975), 93-111; Makdisi, "Ihn
Taiıniya: A Sûfi of the Çâdiriya Order", American Journal of Arabic Sttıdîcs, I
(Leiden 1974), 118-129; S. A. Jackson, "Ibn Taymiyy;ih on Trial in
Damascus", Journal of Semitic Sttıdtes, XXXIX/1, (Oxford 1994), 41-86.

[332] Nevtvî, 40 Hadis (ire. Ahmed Naim), Ankara

[333] llm Mâce, "Ahkâm", 17; Nevevî, 40 Hadis, s. 40-41.

[334] Tûlî, Risâlejri-tm'sâlibi'l'inıirsele, Mecmuu resûiljîtısûli'l-fıkb(nşr.


Cemâled-din el-KasımU Beyrut 1906, s. 37-70; KisâletüÛslâm.Un, 94-105;
Mustafa Zeyd, el-Mmlaba fi't-Te$rîi'l-kiâmî ve Nvcmüddin ei-Tûfl yy.. 1964,
Daru'l-fikri'l-Arahî, s. 206-240,

[335] DevSlibî, el-Medhat, s. 241; EhCı Zehre, tbn Hatıbel, s. 326.

[336] Tûfinİn hayatı hk. hk. tbn Receb, Zeyi, II, 366-370; tbn Macer, ed-
DürerüVkâ-mine, II, 154-157; tbnü'l-lmâd. Şezerâi, VI, 39-40; Bmckelmann,
GAL, I, 689; II, 108, 132-133.

[337] nşr. Necin Abdurrahman Halef, Beyrut 1406/1986.

[338] Arapça'ya tır. Muhammed Ahdülazîm Ali - Mustafa Hiimî, Kahire


1396/1976.

[339] Beyan 1976.

[340] Kahire 1977; Türkçe trc. Osman Keskioğlu, Şeyfyû'l-İslâm Abmed llm-i
Tey­miyye, bavatt-gorüslvıi-fıkıhtaki yeri tv usûlü, İstanbul 1407/19H7.

[341] Uey'nıt 14Ö4/19S4.


[342] Amman 1405.

[343] ihn Teymiyye hakkında yazılan eserlerin bir üstesi için hk. Üçüncü
llö!üm. IM-yo^ralı Kitapları, "tbn Teymiyye Hakkında Yazılan Kitaplar"
ba^hğı.

[344] Kahire 131S/I900; Beyrut 1985. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 90-95.

[345] Ebû Abdullah Ştmseddin Muhammed b. Ahmed el-Makdisî'nîıı hayatı


ve eser­leri için hk. tbn Receb. ct.g.e., II. 436-439; Zehehî. Tezkireni 1-
buf/âz, IV. 1508; İbn Ke.sîr, d-Biclâye, XIV, 210; SaVedî. ef-Vâjt, II, 161-162;
Nuaynıî. cd-Dûris. U. H8; Şevkânî, el-Bedm'Mâ/i. II, 108-109; Kâtib ÇeleN,
Keşfü'z-zunûn, 1, 158, 406: li, 1618, 1856; Bağdatlı Isfllâil l'a.sa, İzâbu't-
mekvûn, I, 330; a.mlf.. Hediy-VettVl-'âriJtn, II. 151, 167; Brockelmann,
Stıpp/., II, 128; Ferhat Kma, "Hm Abdülhâdİ, Şemsiddin", DİA, XIX. 273-274.

[346] tbn Kesîr, el-Btdâye, XIV, 174, 202.

[347] tbn Kesîr, a.g.e., XIV, 216, 235; Takıyyüddin es-S.übknıin İbn Teymiyye
ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin çeşitli görüşlerini tenkit için yazdığı risaleler
hk. bk. er-ttesâilü'sSübfdyyefi'r-reddt 'alâ tbn Teymiyye ve tllmîzibî tbn
Kayyım el-Cevziyye, Beyrut 1403/1985.

[348] nşr. Muhiimmed Hâmid el-Fıkî, Kahire, ts., Mektebetü's-Sünneti'l-


Muhamme-diyye.

[349] n^r. Tâhâ Yûsuf Şâhîn, Beyni! 1402/1982.

[350] nşr. Saîd Muhammed Nemr el-Hatîb, Beyrut 1403/1983.

[351] nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde, Halep 1403/1983.

[352] Beyrut 1404/1984.


[353] I-II, şerh ve nşr. Muhammed HlüÎI Herrâs, Şerhu'l-Kasîdeti'n-nûniyye,
Beyrut 1406/1986.

[354] Mil, Kahire 1403/1983.

[355] I-V, nşr. Şuayb el-Arnaûd - Abdulkadir el-Arnaûd, Beyrut 1401/1981; I-


V, Türk­çe tır. Şükrü Özen, İstanbul 198K-1990.

[356] ibn Kayyim el-Cevziyye'nin hayatı ve eserleri için bk. Ibn Receb, Zeyl.
II, 447-453; îbn Kesîr, el-Bidâye, XIV, 234-235; lbnü'1-lmâd, Şezerât, VI.
168-170; Bmckelm;ınn. GAL, II, 127-129; Suppl, II, 126-12S; Mahmesiînî, İbn
Kayyim el-Cevziyye ve nevâhi't-teceddütl fi ictihâdihî", Mecclknü'l-
Mecnıa'i'l-ilmi'l-'Arabî XXIII (Pımaşk 1948), 363-381; Tevfîk Muhammed
ŞâhÎR, "îbn Kityyim

el-Cevziyye âlimen ve imamen'', el-Ba'sii'l-tslâmî, XXVIII/VIII (Lucknow


1984), 22-43; Laoust, "Ibn Kayyim al-Dj;:wziyya", /:7^(în»J. III, K21-822.

[357] Kahire 1387/1967.

[358] Kahire 1393/1973.

[359] Beyrut 1401/1981.

[360] Riyad 1400/1980, 1405/1985. L412.

[361] Iskendfiiyye 1987; Beyrut 1404/1984.

[362] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 95-97.

[363] Seiııseddinin neslinden ytitişerı diğer bilginler için bk. ifan Müilih. el-
Maksa-clıl l-erşccl. I. 9-18

[364] Ikı eserin şerhleri hk. bk. KitâhÛ'l-Fûrâ', I, N-9 (Mukaddime).


[365] gemseddio Muh;mımed h, Miiflih el-Makdisînin hayatı ve eserleri hk.
bk. İbn Kcsjf, et-SUlâye, XIV, 294; Nyaymı, ecl-Dâıis, II. 43-44, B4-85; İbn
Tağrîbeıdî, en-Niicûmii'z-zâbirc, XI. 16; Ihnül-tnıâd, Şezerât, VI, 199; Katili
Çelebi, Keş-fü'z-zıınûn, I. 42; II. 12%; Bağdatlı İsmail Paşa, îzûhu'l-meknûtı,
II. 678: a.mlf., Hi'diyyetıri-ârifîıı. H. 162-, Ferhal Koaı, "ilin Müflih.
Şemseddm", DİA. XX, 217-218."

[366] nşr. Abtlııllalı b. Mulıanmıed b. Ahmed et-Tııyyar - AlxltUazîz b.


Mulııımmed b. Abdullah. KiyiM.1 M!4.

[367] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 98-99.

[368] nşr. Abdullah el-Kûdî, Eieyruı M05/19K4.

[369] nşr. Suhhî Câsinı el-Humeyd. Bağdat! 1976; Beyrut 1405/19K5: MI;
nşr. Nûred-din hır, Beyrut İ39R/197H

[370] Kahire 1934; nşr. Yahya Muhtar Gazzâvî, Beyrut 1403/1983; nşr.
Muhammet! Abdülhakîm el-Kâdî, Kahire İ989; nşr. Mervân el-Aüyye,
Dımask 1409/1989.

[371] îbn Receh'in hayatı ve eserleri için bk. İlin Hacer, ed-Dürcril'l-kâmine,
II, 331-332; Nuaymî, ed-Dâris, II, 76-77; Kâtib Çelebi, Keğfü'z-zunûn, I, 59.
550, 559; II, 1911; Bağdadi İsmail Paşa, Hediyyetü'l-'ârifîn, I, 527; 339;
Brodkelmann, GAL, II, 129-130; Sıtppl., I, 129-130; Emine Muhammed b.
Yûsuf ei-Câbir, İbn Receb el-Hanbelî ve âsâruhû'l-fıkbtyye, Katar

[372] Laoust, "Hanâbila", EI2(İng.), III, 161.

[373] Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Müflih'in hayatı ve eserleri


için bk. Nuaymî, ed-Dâris, II, 59-60; Sehâvî, ed-Dav'ü't-lâmi', I, 152-153;
Ibnü'i-lmâd, Şezerât, VII, 338; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü İ-'âriJtn, I, 21;
İbn Şattî, Muh­tasar, s. 94-95. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi
Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 99-101.
[374] Alâeddin Ali b. Süleyman el-Merdâvî'nin hayatı ve eserleri için bk.
Sehâvî, ed-nav'ü't-tâmi', V, 225-227; îbnü'i-lmâd, a.g.e., VII, 340-341: Kâtib
Çelebi, a.g.e., I, 358; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-'âriftn, 1, 736;
Kehhâle, Mu'amü'l-müellifîn, VII. 102; Ibn Sattı, Muhtasar, 76-77. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 101.

[375] Kahire 1283/1866; Necef 1968; Amman 1973; Kum 1410; Fransızca
trc. H. Sa-uvaire, Hisîoire de Jerusalem et d'Hi'bron depuis Adam fuscjtt'â la
fin dıı XV'eme siecie, Fragments de la chronique de Moudjiraddyn, Parts
1876.

[376] British Museum, Or., nf. 1544.

[377] Ebü'1-Yümn el-U!eymînin hayatı ve eserleri için hk. îbnü'1-lmâd,


Şezerât, VII, 316-317; VIII, 138; Kâtib Çelebi, a.g.e., I, 177, 305; II, 1731;
Bağdatlı Ismîıii Pa<>a, Ih'diyyenVl-'ârifm, \. 544: Brockdmann, GALSuppİ.: II.
4M2; Kehhâle, Mıı'ce-mûİ-müellifîn, V, 177: Özaydın, "Ebü'i-Yümn ei-
lileymr. DİA, X, 352-353. Omâlcddin Yûsuf b. Abdulhâdi'nin hayatı için bkz.
Ferhat Ktx:a, "İbnü'l-Mibred", DlA, XXI, 126-128.

[378] liurd Memlükleri hk. bk. Tekindajj, Berkuk Devrinde Mumluk Sultanlığı
(XIV. yüzyıl Mısır Tarihine Dair Araştırmalar), istanbul 1961, s. 32 vd;
Kopraımm. "Mısır Memkıklerİ (1250-1517), Mısır'da Memluk Devletinin
Kuruluşu", (Do­ğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi içinde), İstanbul 1987,
VI. 506-540; D. Ayaion, "Burdjiyya"', A'^dn^J. 1. Î324-1325; Kopraman,
"Bureiyye", D/A, Vi 19-420. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi
Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 101-103.

[379] Ali Pasa Mübarek, el-Hıtatü'f-trvfîkiyyefi'l-cedîde(nsr. Muhammed


Mustafa İb­rahim). Kahire 1980, IV, 36.

[380] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 103.
[381] Haccâvî'nin hayatı ve eserleri hk. fok. lbnü'1-İmâd, Şezerât, VIII,
327'de onu 960 (1553) yılında vefat edenler içerisinde .sayar. Hayatı ve
eserleri hk. bk.; tb-nii'1-tmâd, Şezerât, VIII, 327; Îbnii'l-Gazzî, en-Na'tü'l-
ekmel, s. 124-126; Keh-hâle, a.g.e., XIII, 34-35; Brockelmann, GAZ, I, 398;
SuppL, I, 688; II, 447; Bağ­datlı İsmail Paşa, a.g.e., II, 481; İbn Şatfî,
Muhtasar, s. 93-94. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem
Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 103-104.

[382] İbnü'n-Neccâr, el-Fütûhînin hayatı ve eserleri hk. bkz. Şerbü'i-


Kevkebi'l-mû-nîr, 1, 12 (mukaddime kısmı); İbn Sattı, Muhtasar, s. 96-97;
Ferhat Koca, "Ibnü'İ-Neccar el-Fütûll", DİA. XXI. 170-171. Ferhat Koca, İslâm
Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları:
104.

[383] Buhûıî'nin hayatı ve eserleri için hk. Bağdatlı İsmail fasa, Hediyyetü'l-
'ârijhh II, 476; a.mlf., Izâhul-nıeknûn, II. 122, 353, 549; Brockdmann, GAL, II,
424; Suppl., I, 688; II, 447-448; İbn S.attî, Muhtasar, 114-116; Abdüiazîm
ed-Dîb, "Buhûlî", DİA, VI, 385-386, Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 104-105.

[384] tbnü'1-lmâd d-Akerî'nin hayatı ve eserleri için bk. Bağdatlı İsmail Faşa,
Hediy-yetu'l-'ûnfîn, 1. 508; Kehhâle, Mu'cemü'l-müeİlifîn, V, 107; İbn ŞsMÖ,
Muhta­sar, s. 124-12Ş; Brockelmann, SuppL, II, 403: F. Knsenthai, "Ibn al-
lmâd', BP 0nS.), III, 807.

[385] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 105-106.

[386] Sinctî'nin hayatı ve çeşidi faaliyetleri hk. bk. J. Voli, "Mulıaramad


Hayyâ al-Sin-sX\ and Muhammad Ilın Abd al-Wahhâb: ;ın analysis of an
intellecttJal group in eighteenth-century Madîne", BSOAS, XXXVIII (1975).
32.

[387] Muhammed b. Suûd ve dönemi !ık. hk. Hüseyin h. Gannâm, Tarîkti


Necd(.nşr. Nâsırüddin el-Esed) Kahire, 1402/1982, I, 77-78, 64-70, 80, 89,
93-97, 136; Ab-dürrahim Ahdurrahman Abdürrahim, Târîhul-'Arabİ'l-badîs
ve'l-nnı'âsır, Fût­lar 1402/1982, s. 81-86; Hüseyin Halef eş-Şeyh Haz'al,
Tânhtt'l-Cezîretil-'Ara-biyyeti fî asri'ş-Şeyh Muhammed b. Abdülvehhâb,
Beyrut 1968, s. 157-164. 263-271; Selâhaddin el-Muhtâr, Târihu't-
Memteketi'l-'Arabiyyeti's-Stı'ûdiyyeti ftmâdîbâ vehüdırlhâ, Beyrut Î957. i:
41-46.

[388] Vehhâbî hareketinin doğuşu, gelişmesi ve fikirleri hk. bk. M. J.


Crawford, Wah-hâbî 'ulama' and tbe Law, 1745-1932, Oxford, 1980; Aziz al-
Azmeh, Islams and Modern jties, s. 104-121; H. Lammens, islâm Beliefs and
Institutions, Lon-don 1979, s. 180-188; S. M. Zwemer, "The Wahhâbî.s:
their origin, history, ie-nets, and influence", Jımrnalof tbe Transactums of
the Victoria Institute, XXXIII (London 1901), 311-333; P. N. Chopra,
"Character of the Wahabi Move-ment", Proceedings of tbe Indian
Historical liecords Commissions, XXXV (1960), 66-68; G. j. L. Soulie "Formes
et action actuelle du Wahabisme", A/ri­can et l'Asic, 74 (1966), 3-10;
Michael Cook, "On tlıe Origins of Wahhâbİsm", JIİAS, III/II, 2 (1992), 191-
202; Mahmudul Haq, "Wahhabi Tradition: Origins and Impact", Tbe Gul/in
Transittim (ed. M. S. Agwani), Delhi 1987, s. 15-25; G. Rentz, WahlıabLsın
and Suudi Arabia", TbeArabian Peninsuia: Society and Politicsivâ. D.
Hopvvood), London 1972; E. Siniydi, "Wahhâbîs, Unbelieveı\s and the
Problems of ExclusjVİ5tn", British Society for Middle Bastern Studtes Bu
iletin, XVl/2 (Oxford 1989), 123-132; Yörükan, "Vahlıabîlik", AÜİFD, XXVII
(Ankara 1953), 51-67; M. Safîullah, "Wahhâsm: A ConcepUıal Reİationship
Bet-ween Muhammad Ibn 'Abd al'-Wahhâb and Taqİyy al-Din Ahmad Ilın
Taymiy-ya", HI, X/l (Karachi 1987), 67-83.

[389] Vehhâbiliğin (.-eşitli görüşlerini reddetmek İı.in yazılmış eserler hk.


bk. Abdul­lah Muhammed Aiih "Mu'cemü mâ ellefehû ülemâü'l-ümmeti'i-
lslâmiyye li'r-reddi 'alâ hıırâfâlid-daVetil-Vehhâbiyye". Türâsünâ, XVII (Kum
1409), 146-178; Muhammed Cevâd el-Belâgî, "er-Red 'aleİ-Vehhâbiyye"
(n.şr. Muhammed Ali el-Hakîm). Türâsünâ, IX/2-3 (Kum 1414i. 377-457.

[390] MU. nşr. Hekr b. Abdullah Ebû Zeyd-Abdurrahman b. Süleyman el-


'Useymîn, Beyrut 1416/1996.
[391] Vehhâbî hareketini benimsememiş bazı Hanbelî bilginlerinin üstesi
için bk. Bessâtn, Ulcmâü A'ecd, I, 36-37; İbn Sattı, Muhtasar, s. 16i.

[392] Bu şerhler için bk. Üçüncü Bölüm, Literatür kısmı.

[393] Muhammed b. Abdilvehhâb'ın hayatı ve eserleri için bk. Mahmüd


Şükrî el-Alû-sî, Târîbu Necdi'l-Hanbeİî, Mekke 1349, s. 6-89; Bağdatlı İsmail
Pasa, Hediy-yetü'l-'ârifin, II, 350; Kehhâle, Mu'cemü'l-müellifîn, İ, 269; X,
269; Brockel-menn, GAL, II, 512; Suppl... II, 531; Ahmed Emîn, "Muhammed
b. Abdilveh-hâb", Htudes Arabes Dossiers, no. 82 (Roma 1992-1), 6-31;
Abdürrahim Abdur­rahman Abdürrahim, Tûribu'l-Arahi'l-hadîsveİ-mu'âsır,
s. 62-67; Muhsin Ab dülhamîd, Min eimmeti't-tecdîdi'l-lslâmî, Rabat
1407/1986, s. 9-47; Alimce! Fe-hîm Matar, "eş-Şeyh Muhammed h.
'AbdülvehMb A.bkariyyü'l-'asrî ve üstâ-zü'1-cîlî", Meceltetii'l-Buhûsi't-
klâmiyye.. XIII (Kiyad 14O5/19H5), 233-247; Useymîn, "eş-Şeyh Muhammed
I). Abdilvehhâb hayâUihü ve fikrulıû", Htudes Arabes Dossiers, no. 82
(Koma 1991-2). 34-43; M; Co«k, "On the Origins of Wahhâbism",/fMS,
II1/H. 2(1992), 191-202.

[394] Ibnû'l-Gazzî, eu-Na'tü'l-ekm<.'L s. 348-349.

[395] Kahire 1319.

[396] Abdurrahman h. Hasan'ın hayatı ve eserleri için bk. Bağdatlı İsmail


l'a^a. Hc-diyyvHl'l-'ârijtn, 1. 558; a.mit'., îzâhii'l-meknûn, II, 172: İbnü'l-
Gazzî. en Na'tü'l-t'kmel, s. 372-374; Kdılıâle, Mu'aımü'i-mfu'Uifîn, V, 135;
Ahmed b Ha­fız el-Makemî. "Âsârü'ş-Şeyh Alxlıırrabman b. Hasan
Müceckiidü'd-dıı'vtti'l-ıs-lâhıyyL- fi Necti". ed-Dâre, IV/5 (Rîyad 1980). 76-
96.

[397] Hu hüginler hk. bk İlin Şatlî, Muhtasar, s. 150-219. Bessâm'ın


Utem-â'ıi M*o-/inde bu alimlerin geniş bir listesi mevcuttur. Bk. Ulemâ'û
Nccd, Mekke-tü'l-Mükerreim- 1398, Mil. Ayrıca bk. J. Voli, 'The Non-
Wahhâbî Hanballs of Eighteenth Century Syria". Der islam, 49/1 (1972).
277-291.
[398] HLj dönem Osmanlılar in içerisinde bulunduğu çeşitli iç"'ve dış
karışıklıklar hk. bk. Danişmend. /zabtı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV. 1-^2;
Uzuncarşılı, Os­man tt Tarihi, İV/1. 247-627; İlgürel, 'Türkk-r (Osmanlılar)".
lA, XII/2, 327-342; Kramers, '"Othmânh". /-/-'iing.), VIII, 195-202.

[399] İhvan birlikleri hk. bk. E. E. Calverley, "The Docüines of the Arabian
'Rreth-ren"', Tbe Müslim Wortd, XI (Ncw York 1921), 364-476.

[400] Bugünkü Suudi Arabistan Krallığı'nın kuruluşuna takaddüm eden bu


tarihî olaylar hakkında bk. J. Ko.stiner, Tbe Making of Saudi Arabia 1916-
1936 b'rom Chieftaincy to Monarcbical State, s, 13-70; Abdülkerîm
Mahmûd Garft-biye, Târibu'l-'Arabiİ-badîs, s. 109-116; Emîn Saîd, Târîhu'd-
Devleti's-Sıı'ûdiy-ye, I-II, Riyad ts., (Matbûatü Dâireti'1-Mdik AbdülazSz);
Selâhaddin el-Muhtâr, Târîbu'l'Memleketiİ-'Arabiyyeti's-Su'ûdiyye fî mâzîbâ
ve bâdtribâ, l-II, Bey­rut, is., (Dâru Mektebeti'l-Hayât); İsmail Yâgî,
"Britanya ve'd-devletü's-Su'ûdiyyetü'l-ûlâ", Mecelletü Külliyyeti'l-
lctimâiyye, I (Riyad 1977), 417-447; Rauf Ahmet Hotinli, "Arabistan", İA, 1,
492-498. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî
Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 106-112.

[401] Söz konusu Cidde anfaşmasının metni için bk. J. C. Hurewitz,


Diplomacy in the nearand middle east, New York 1958, II, 149-150.

[402] Vehhâbî hareketi ile tngilizler'in ilişkileri hk. bk. |. B. Kelly, Britain and
the Persian Gulf 1795-1H8O, Qxrbrd 1991, s. 99-138; D. G. Hogarth,
"Wahabism and British Interests", International Affaires, IV (1925), 70-81.

[403] Suudi Arabistan Krallığı'mn siyasî Tarihi hk. bk. Cevdet Paşa, Târîb-u
Cevded, II, 60; VI, 100-292; VII, 152, 190, 230, 260; Muhammed Edîb Gâlib,
Min ahbü-ri'l-Hicâz ve Necd jîTârtbi'l-Cebertî, yy., 1395/1975, CDârü'l-
Yemâme), s. 87-110, 123-203; j. Kostiner, The Making of Sait di Arabia
1916-1936, s. 71-184; A. Goldschmidt, A Conctse History of the Middle
tiast, .s. 214-219; O- E. Long, "Kingdom of Saudi Arabia" (Tbe Middle Hast:
İts Governtnents and Politics, ed. Abid A. Al-Marayari), s. 255-274; Y.
Takabayashi, Toward a Modem Islamic Kingdom, s. 7-56; Haindi et-Tâhırî,
el-Memleketüİ-Arabiyyetü'sSu'ûdiyye, tâ-rih ve vâki', s. 15-178; G. Dietl,
"Monardıy and Interest Articııüıtion1' (.Tbe Gıılf in Transition, ed. M. .S.
Agwani), s. 142-156.

[404] 79 maddeden meydana gelen 29 Ağustos 1926 tarihli "Hicaz


Krallığının Ana-yasasfnın metni için bk. Takabayashi, Toıvard a Modern
Islamic Kingdom, s. 106-116.

[405] Suudi Arabistan Krallığı'ntn anayasal metinleri derecesindeki hu bildiri


ve beyan­namelerle bunların değerlendirilmesi lık. bk. Abdulmuniın Shakir,
Scıııdi ArabUt (Coıistitutİons of the Countrîes of the World serisi içerisinde),
New York 1976.

[406] Suudi Arabistan Krallığının çeşitli hukuki lıranşlardaki kamın ve


yönetmelik­leri hakkında bibliyografya îcîn bk. Şükrî el-Anânî, el-
Memk'ketü'l-Arabiyye-tüs-Suudiyyv, Dirâse. Bibiiyograjıyye, Riyad
139K/197H, s. 189-197. 621-661.

[407] Vehhabîliğin Arabistan dışındaki etkileri lık. M. S. Zaharaddin,


'Wahhabism and its influenee outside Arabia'\ The Islamic Quarterly,
XXIII/3 (1979), 146-157; Mubammad Mohar Ati, "Impact of Ehe Saiafia
Movenıent tın the South Asi-an Sul>-a>ntinent". Mecvttetü Kûütyyeti'l-
TJlûmi't-tcHmüHyye, IV (Rjyad I9H0), 3-15.

[408] Fentizî hareketi lık. bk. M. A. Khan. Tbe Fam'idi Muvetnent ufBengeU,
1H18-1905, Karadıi 19^5; N. Kaviraj, Wahabi and Farazi rebels ofBengal,
Nev Del­hi 19S2.

[409] Seyyid Ahmed Şehîd d-Birîivî'nin hayatı, fıkirieri ve müaıdeiesi lık. bk.
Mohi-uddin Ahmad, SaiyidAbmadSbalnd. Lucknow 1975, .s. 98-109; M. S.
Zaharad-din, <:Wahhiihism and its infiuence outside Arabiıı", Tbti Islamic
Quarletiy, XXIİI/3. (1979), 152-153; Abhijit Duttu M. A.. Muslini Soctcty in
Transitiontu Mıvr'sliemlt (1831), Calcutta 19H6. s. 19-13: Kurtufuş. "Ahmed
Şelıîd". DİA, II, 134-135.

[410] Slı. (nayatullah, "Ahi-i H;ıdîth", EP(\ag.), I, 259-260.


[411] Clı. Dobbin, "Padri", /ı'PClngJ, VIII, 237-238.

[412] Ahmed Emîn, Zuamâul-ıslâbfi'l-'asnbi'l-badîs, s. 23-24.

[413] j Heywuıtlı-Dunn(;, Religious and Poliiical Trends in Modern Hi>ypt,


1950. s. 16; G. |. L Scnılie, "Fonne.s et Action Actuelle dtı Vfahhabisıtle",
LAfıique et L'Asie, '74 (Paris 1966), 3-10.

[414] Michaux- llellaire, "Le WahhabLsme an Maroc", L'Aftiı/ue Françuis


Sııppie-tnent, no. 1. 1928, s. 4H9-492; Alal al-FasL Tbe Imlependence
Mmıvments iri Artıf) Norlb Afriat, s. 111.

[415] Senûsiyye hareketinin Vehhâbîlikle ilişkisi tık. bk. N. A. Ziadelı,


Sanûsîyab, Lieden 1983, s. 3. 4, 92, 127429; }. L. Triaud, "al-Sanûsî,
Muhammed b. 'Ali", HPCİng.), IX, 22-23.

[416] Afrika'deki çeşitli Vehhâbî hareketleri hk. bk. Michaux- Bellaİre, "Le
Wahhabis-me au Maroc", VAfriqutt Prançais Supplement, no. 1, 1928, s.
489-492; L. Ka-bıı, The Wabhabiyya Islamic Reform and Politics in Frencb
West Africa, Evanstorı, Illinois 1974; A. H. Green, "A Tıınisian Keply to a
Wahhabi Procla-mation: Texts and Contexts", in Quest of an Islamic
Humanism (ed. A. H. Green), Cairo 1984, s. İ55-177; M. Hiskett, "An fslamie
Tradition of Reform in the Westcrn Sudan Fram the Sixteenth to ehe
Eighteenth Century", BSOAS, XXV (London 1962), 593-4; K. Cornevin,
"Fullıe", HP (Ing.), II, 939-943; J. O. Voli, "Wahh:ıbism and Mahdîsm:
Alternaüve Style.s of Islamic Kenevvals", Arab Studtes Qtuırterty, IV (192),
110-126.

[417] Vehhâbîlik hareketi ve etkilen hk. bk. M. S. Zaharaddin, "Wahhabism


and its influence outside Arabia", Tbe Islamic Quarter!y, XXIII/3> (1979).
1146-157; Muhammed Abdullah es-Selmân, "Eserü'd-da'veti's-Selefiyyeti
rVl-'âlemi'i-lslâ-tnî", Mecelleni Kulliyyeti'l-Vlûmi'l-lcttmâ'iyye, I (Rİyad
1977). 449-491; Mah-muddul Haq, "Wahhabi Tradition, Origins and
Impact", Tbe Gulfin Transittim (ed. M. S. Agwani), New Delhi 1987, s. 15-25.
[418] Suudi Arabistan mahkemelerinde H;ınbelî mezhebinin görüşleri
doğrultusun­da hükümler verilir. Mekke'de Temyiz Mahkemesi (the Court
of Appeals) hâki­mi olan Abdullah bin SuIaİımn al-Manedı'in belirttiğine
göre, mahkemede yargıç herhangi bîr hüküm verirken daima Ahmed b.
Hanbel'in mezhebine dayanır. Bu esnada özellikle, Buhûtî'nin Keşşûfü'I-
kınâ' an Metni'i-îknâ' ve Şerbu Münleba'l-lrâdât adlı eserlerinde bulunun
görüşlere itibar eder. Eğer herhangi bir hüküm hakkında bu eserlerdeki
görüşler arasındü bir farklılık bulunursa Şerbu Münteha 'l-İrâdâl
kitabındaki görüşü tercih eder. Hk. Maneeh, "Law and _fustice in Saudi
Arabia" (trc. Ishak KhaÜfah Shareer), Tbe Müslim WorldJournal, VIII/2
(Makkah 1980), 17. Ayrıca, Suudi Arabistan'ın yargı düzeni hakkında bk.
Gemalmaz, "Suudi Arabistan Yargı Düzeni ve Yar­gılama Usulleri Üzerine
Notlar". Mukayeseli Hukuk Araştırmaları Dergisi, XX (İstanbul 1996). 153-
176

[419] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 112-117.

[420] Birinci Holüm, "li;ıt*dal Abbasî Halîldidinin Son ikiyîı/^ılı (447 kısım.

[421] Sııyûtî, Hüsmi'l-mubâctarct, I. 48(1. Aynaı Mısırda yetişen ikizi Hanbelî


bilgin ilti hfc. bk Ayın rew; I 480-484.

[422] Kk. Birinci Bölüm, fi, H lîencii.

[423] İlin H:ıklûn, Mukaddime, lil. 1(117.

[424] Ebû Zehre, Ibn Hanbel, s. 407-408.

[425] Bedrân, TârUm'l-fıkhi'l-tslâmî, s.149; Şener, "Işkımda Mezhebler ve


Hukuk Ekolleri', AÜÎFD., XXVI (Ankara 1983), 393.

[426] Kamalı, "Madhhab", The Encyctopedia oflielîgion, IX, 69.


[427] Mahmesânî, el-Et'dâu't-tesrî'iyyıe fi'd-diiveli't-'asriyye, s.126. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 118-120.

[428] Muhammed Hamîdulİah, 'Fıkıh Usûlü Tarihi" (islâm. Hukuku Etüdleri


içerisin­de), İstanbul V)M. s. 51.

[429] Muhammed Hamîdııllah, a.g.ın., .s. 61.

[430] Muhammed Hamîdııllah, a.g.ın., s. 62.

[431] III. (IX.) asırdaki usûi-i fıkhın başlangıç devresinde yazılan hu ve ^ kin
bk. AİKİüİvelıhâb İbrahim Ebû Süleyman, el-Fikrü't-'usûtt, Cidde, s-9»-103.

[432] nşr. Zekeriyyâ Ali Yûsuf, (Te'sfc&'rt-nazar içerisinde), Kahire, ts., (


İmâm), s. 110-120.

[433] I-IV, nsr. Uccyl Cflsim en-Neşemî. Kuveyt 1986.

[434] Bu dönemdeki eserlerin bir listesi ve değerlendirme için bk- E'HI


a.g.e., s. 110-164.

[435] H V. (XI.) ve müteakip asırlarda yazılan usul kitapları ve usul düsiinıv


mesi lık. bk. Mulıammed Hamîdullah. "Fıkıh Usûlü Tarihi"', s. 62-81 man. a
g.c, s. 164-444.

[436] Ebû Süleyman a.g.e., s. 445-462

[437] II, Bulak 1322; Türkçe tır. Yunus Apaydın, el-Mustasfa, [-II, Kayser!
1996.

[438] İbn Kudüme, RavzatÜ"n-nâzır, I, 56-58.

[439] Mantıkin ilgili bu konular için bk. Gazzâiî, eî-Müstasfâ, I, 9-55.

[440] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, I, 70


[441] Ebû Ya'lâ, ag.e., I, 70.

[442] Ebû Ya'lâ, a.g.e., I, 71. 5

[443] Ehi' 1-Hattâb, et-Tcmbtd, S, 5-6,

[444] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 121-125.

[445] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, 1.71.

[446] EbO Ya'lâ, a&.e.. I, 71.

[447] Ebû Ya'lâ, a.g.e., I. 71.

[448] Ebû Ya'lâ, a.g.e, 1. 72.

[449] Ebû Ya'lâ, a.g.e, I. 72-73.

[450] Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, I, 6-7.

[451] Ehül-Haoâb, a.g.e., I, 6-7.

[452] Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 264.

[453] Kudâme, a.g.e., III, 531, 537.

[454] Kiiyyinı el-Cfvziyye, t'lâmü'l-muvakkı'în. I, 29-33.

[455] tıduiluh b. Abdülmuhsin et-Tiirkî, "el-Mezhebü İ-Haııbelî,


menhecuUül-fıkhî ricâlihî", ed-Dİrâsâtül-îslâmiyye% XXIU/2 (I.slam;ılml
198R), 9.

[456] İbn Bedrân, el-Medbat, s. 113-122.


[457] İbn Bedrân, age., s. 196, 289, 300.

[458] İbn Bedrân. a.g.e., s. 296-297.

[459] İbn lîedrân, fl-Meclbai s. 289.

[460] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 126-128.

[461] llınü 1-Lehhâm, el-Muhtasar, s. 71.

[462] İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 71.

[463] İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 71.

[464] İbn Kudâme, Ravzatü n-ııâzıı; I, 269-271; tbnü 1-Lehhâm, a.g e, s. 72;
tbn Bed-rân, el-Medbal, s. 196.

[465] İbn Kudüme, I, 269-271: İhnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 72; İbn Bedrân,
a.g.e., s. 197.

[466] Kur'an'da muarreb kelimeler lık. bk. Süyûtı, et-Miibezzeb fîmâ vaka'a
fi'l-Kur'ûn mitoe'l-rnu'arrebinşr. Semîr Hüseyin HalebO, Beyrut 1408/1988.

[467] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, III, 707.

[468] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 707.

[469] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 708; İbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 274-276.

[470] İbn Bedrân, el-Medhal, s. 197.

[471] İbn Kudâme, a.g.e., I, 277-278; İbniı 1-U-hhâm. el-Muhtasar. s. 73

[472] îbn Kudâme, a.g,e:, I, 27-282; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 73; İbn
Bedrân. a.g e, s. 198.
[473] İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 73.

[474] İbnü İ-Lehhâm, a.g.e., s. 73

[475] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 233, 269, 323, 327.

[476] Ebû Yala, el-'Udde, III, 710; İbnüİ-Lehhâm, el-Mubtasar, s. 73.

[477] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 714.

[478] Ebû Yala, a.g.e., IH, 719-721; İbnüi-Lehhâm, a.g.e., s. 73. Kur'an
hakkındaki bu konularla ilgili tartışmalar için bk. \VtitC, "E;ırly dıscussions
about the Qurün", The Müslim World, XL (1950), 27^0, 96-105; Â. J.
Arberry, "A Hanbalî Tract on the eternity of the Qur ân", Tlıe Islamtc
Quar!erty, III (1956), 16-41; H. Modar-ressi, "Early debates on the integrity
<ıf the Qur Tın", SI, LXXVII (1993). 5-39. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 128-131.

[479] Bu konudaki bazı âyetler için bk. en-Nîsâ 4/80; el-A i'üt" 7/175; ei-
Cum a 62/2.

[480] İbn Kudâme. Ravzalü'n-nâzır, I, 340. Sünnetin İslâm hukukundaki


kaynak de­ğeri hk. bk. Süyûtî, Miftübii'l-cenne j'i'l-ibticâc bi's-sünne, .s. 5-
88; Abdülganî Abülhâlik. Hiiceiyyeiü's-sünne, Beyrut 1407/1986;
Mııhammed Saîd Mansûr. Menzilelü 's-sürme mine'l-Kitûb ve eseni hû fi'l-
fünt'i'l-fıkbiyye. Kahire 1413/1993; Kif ât Fevzî, el-Medhal ilâ levsîki's-siinne,
Kahire.1978;' Aii el-Hafîf, "es-Sünnetii t-teşrî iyye", Mecelletü Muallinıelı'i 'I-
Bubûs ve'd-Dirâ&âti'l-Arubiy-ye, I (Kahire 1969), 327-343; Sönmez,
"Sünnetin İslâm Hukukundaki Yeri ve Önemi", fs/âm Medeniyeti Mecmuası,
İV/1 (İstanbul 1979), 7-54; Sıddîkî, "İslâm Hukukunda Hadisin Yeri" (çev. M.
Esad KtKcr). AÜ/FD, XII, 113-117; Karadağ, "et-Teşri' mine s-siinne ve
keyfıyyetü 1-istinbâtı minhâ", Mecelletü Merkezi Bıı-hûsi's-Sıinne re's-Sîre.
II, 315-416.
[481] Serahst, Usûl, I, 113; Amidî, el-îhkûm, I, 169; İbn Kudüme, /{avzatü'n-
nâzır, I, 340. Sünnet kavramının çeşitti anlamlan hk. bk. Schacht, 'Sur 1
expression "Sun-na du PmpheLe", Melanges d'Otiematisme ojferts a
HenriMasse, Tahran 1963, s. 361-36$; Fazlur Rahman, "es-Sünne vel-
hadîs", al-l'Hrâsât al-îstâmiyya, II/l (1967), 1-21; Ahmad Hasan. "The
Sunnah-its early concept and development", Islamic Studies, VII/1 (Pakistan
1968), 47-69; G. H. A. juynboll. "Some new ide-as on the developmenl of
sunna as a technical tercn in early islam", jarıtsalem Studies in Arabic and
islam, X Qarusalem 1987), 97-1 18.

[482] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I. 341-346;

[483] Ebû Ya'lâ, cl-Vdde, III, 845. Mütevâtir hadisler hk. bk. Zebklî, Lakatu'l-
ieâlîel-münâsire fi'l-ebâclîsi'l-mütevâti re (nşr. M. Abdülkâdir Alâ), Beyrut
19&5

[484] Ebû Ya'lâ,a.g.e., III, 847.

[485] Ilın Kudâme, a.g.e., I, 351.

[486] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 852; İbn Kudâme,., I, 36l;

[487] Haber-i vâhidler hk. bk. Şafiî, er-Risâte, s. 369-461; a.mlf., el-Om, VI],
254-258; Koçkuzu, Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat ve Tegti
Yünlerinden De­ğeri, Ankara 19H8; Süheyr Re.sad Mûiıennâ, Haberü'l-
vâbidfi's-sünne ve eseru-hû fi'l-fıkhi'l-hlâmî. Kahire, ts. (Dânı ij-şurûk);
Şener, "İmam Şâlîîye Göre Ha­ber-i Vâhid", Uluslararası Birinci İslâm
Araştırmaları Sempozyumu, s. 287-293-

[488] Ebû Ya'lâ, et-Vdde, III, 899.

[489] Ebû Yala, a.g.e., III, 900; İbn Kudâme, Ravzatû'n-nâzır, I, 363.

[490] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 900.

[491] tbn Kudâme, a.g.e., I, 362-3.


[492] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 363-4.

[493] Ebü 1-Hüseyİn el-Basrî, el-Mu 'temed, II, 573-583; Gazzâlî, el-
Müstasfâ. I, 148; İbn Kudâme, Ravzcıtıi'n-nazır, I, 366-6: Âmidî. el-lhham, II,
44.

[494] Ebü 1-Hattâb, et-Tenıhîd, III, 44-69; GazzâB, a.g.e., i, 147; îbn
Kudâme, cı.g.e.. I, 36».

[495] Gazzâİî, ag.e., I, 148; tbn Kudâme, ag.e., I, 368.

[496] Ebü 1-Hüseyin, et-Ma'lemed, II. 549; Ebû Ya'lfl, a.g.e., 111, 859;
Gazzâlî, a.g.e., I, 146; Ilın Hazm, el-Ihkâm, i, 94; tbn Kudâme, a.f>.e,, I, 370-
381; Abdühzîz el-lkı-hârî, Ke$fil'l-tîsrâr, II, 370; BahrÜlulûm el-Leknevî,
h'evâtilm'r-rabamût, II, 131.

[497] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 383-388.

[498] Ebû Ya'lâ, et-Vdde, Ilî, 948-949.

[499] Ebül-Hımâb. et-Tcmbîd, 111, 112-113; tbn Kudâme, a.g.e., I, 3^4.

[500] İbn Kudâme. a.g.e., I, 388.

[501] Ebû Ya'lfı, el-Vdde, İL 550-551; Ebüi-Hatrâb, et-Temhîd, II. 105-107,

[502] İbn Mâce, "Diyar", 14; Sevkânî, Neylü'l-evtâr, VI, 84.

[503] İbn Mâce, "Diyar", 14.

[504] Buharı, "Fçrâiz", 26; Tirmizî, "Fer2iz", 15; ibn Mâce, "Ferâiz", 6;
fevkimi, Ney'Iü'l-evtâr, VI. 82.

[505] Ebû Diîvûd, "Ferâiz", 10: Tirmizî, "FedÜZ", 16; îhn Mâce, "Fenıiz", 6;
Dârimî, "Fe-râir'. 29; İbn Hanbel, II, 187.
[506] Cessâs, el-Fit sû I, \, 144-146; Ebû Yalâ; et-'Udde, II, 552; Şîrâzî,
Şerhti'l-Lüm'cı, I, 352-353; Gazzâlî, el-Miistasfâ, II, 119: Ebü 1-Hattfib, el-
Tenıhîd, II, 106; Semer-kandî. Mizan, s. 322; Kâzî,'el-Muhsûl I, 3/120.

[507] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 906-917: Ebüt-Hüseyin el-Basrî, a.g.e., II, 632; İbn
Hazm. a,g.e., I, 143; Gazzâlî, el-Müslmfû, 1, 170; Ebü İ-Hattâb, a.g.e., III,
134; İbn Kudâ-me, a.g.e., I, 325-27; Abdülazîz el-Bulıârî, a.g.e., III, 2. Mürsel
hadislerle ilgili bk. Ebû Dâvûd, el'Merâsîl (nşr. Şuayb el~Arnaûd), Beyrut
1408/1988; Abtiurrahman h. Ebî Hâtûn er-Kâzî, Küûbü'l-Merâsİl {nşr.
Şükruüah b. Nimetullaiı Kûçfınî), Beyrut 1402/1982; İbn Keykeklî el-Alâî.
Cümi'u''t-tahsîljı ahkâmı!-m erâsİHnşt. Hamdı Abclülmecîd es-Selefî),
Beyrut 1407/1987; Muhammed Hasan Heytu. el-Hadîsü 'l-mürsel
hıictiyyetühıi ve esenthfı fı'l-fıkhi'l-Hiâmt Beyrut 1409/19^9.

[508] Ebül-Hüseyin el-Basrî, el-Mutemed, II, 628; Ebû Ya'lâ, el-'Udde, III,
917; Bari, Ihkâmü'l-fitsûl, s. 349; Abdülazîz el-Iiuhârî, KeşfCİİ-esrâr, lîl, 2:
Bahrülulûm el- Leknevî, 'b'eımtibu'r-rahamût, II, 174.

[509] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 909; Ebü 1-Hatıâb, et-Temlnd, III, 131.

[510] İbn Hazm, el-îbkâm, I, 135; Gazzâlî, ei-Miistasfû, I, 169: Âmidî, el-
ihkâm, II, 133.

[511] Ebû Ya'lâ, a,g.e,, III, 919.

[512] Ebû Ya'lâ, a.g.e., İH, 8&8; Ebül-Hattâb, «.g.e., III, 94; İlin Kudâme,
Ravzatü'n-nâzrr, II, 435-438;

[513] Ebû Ya'lâ, a&.e., III, 889, 893-4; İbn Hazm, el-tbkâm, I, 104; Serahsî,
Usûl, I, 340; Gazzâlî, a.g,e,, 1,171; Âmidî, a.g.e., II, 94; Abdükızîz el-Buhârî,
Ketfü'l-esrâr, III, 381.

[514] Ebû Ya'lâ, el-Udde, III, 968-9.'

[515] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 93K: İbn Bedrân, el-Medbai, s. 213.
[516] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 941.

[517] Ebû Yala, a.g.e., III, 941-2.

[518] Ebû Ya'lâ, a.g.e,, III, 954-57.

[519] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 943; İbn Bedrân, a.g.e., s. 213. Ferhat Koca, İslâm
Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları:
131-137.

[520] İcmft hk. bk: İbn Münzîr, Kiîâbü'l-lcmâ (îhk. F. Abdülmünîm Abmed),
t.skende-riyye 1981; Türkçe rrc. Alxlülkadir Şener, Ankara 1983; ibn Hazm,
Merâtihü'l-ic-mû, Beyrut 1986; ibn Teymiyye, Nakdü merâiibi'l-icmû (İbn
H;tzm in Merâti-bü'l-icınâ'ı içerisinde), s. 203-225; Ali Abdürrâzık, ul-
lcmâJi'ş-şen'ati'I-lslâmiy-y<.\ Kuveyt, ts. (Dârü 1-fİkrİ I-Arabî); Ahmed
Hasan, The Doctrtrte ofljtnâ in İs­lam, Islamabad 1984; Ebû Ccyb Sa'dî,
Mevsûatü'l-icmâ- fVl-fıkbı'l-hlâmî, Dı-maşk 1984, I-II; G. F. Hoıırani, liThe
Basis of Aııthority of Consensus in Sıınnite islam", 5/, XXI (1964), 13-60;
Fazlur Uahman, "es-Sünne vel-ietihâd vel-kmâ fi 1-ahdi l-!slâmîyyi İ-ewel",
al-Dirâsât al-lslâmiyye, 1/3, 1-22; Türki, "Hjmâ Ummat al-Mıı ininin Enere
la Dairine et Lhistoire", 5/, LIX, 49-78; W. B. Hallaq, "On The
Authoritativeness of Sünni Coasensus", İrttemutional jouınal of Midd-te
Hast Studies, XVIII, 427-454.

[521] Ebû Ya'lâ, cl-Vdde. IV, 1058; ibn Kudâme, Ravzatü'n-nazır, II. 439-441;

[522] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1059.

[523] Abdullah b. Ahmed b. Hiınbei, Mesâil, s. 438-439; Ebû Ya'tâ, ag.e., IV,
1059;

[524] Ebû Ya'lâ, ag.e,, IV, 1060.

[525] Ebû Yala, a&e., IV. 1060.


[526] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1060-62.

[527] Ibn Teymiyye. cl-Musevvede, s. 283.

[528] Ibn Teymiyyt'. ag.c. s. 284.

[529] Ebû Ya'lâ, a.gM., IV, 1064-89; Ibn Kudüme, Ravzatü'n-nâzır, II, 44I--49.

[530] Ebû Yala, el-Vdde, IV. 1090.

[531] Ebû Yala, a.g.e., IV, 1090;

[532] Hu konudaki gtnd tartışmalar için bk. Ebû t-Hüseyin el-Basrî, el-Mu
'tenıed, I, <*«3; Serahsî, Usûl, 1, 313: Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, 111, 224;
Ibn Teymiyye, a-R-e., s. 284-85; Ibnü h-Neccâr, Şerbu'l-Kevkebi'l-mıinîr. II,
214.

[533] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1095; İbn Kudüme, Ravzcıtü'n-nâzır, II, 482.

[534] Ebû Ya'13, a,g.e., IV. 1098.

[535] Ebû Ya'İâ, a.g.e. IV, 1096; Ebü t-Hattâb, et-Tembîd, ili, 346.

[536] İbn Kutlunu-, a.g.e., II, 482.

[537] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1097.

[538] Ebû Ya'lâ. d-Vdde, IV, 1098; Ebü 1-Hattâb, el-Tembîd, III, 347. Ayrıca
bu ko­nudaki £eııe! tartışmalar için bk. Ebü İ-Hüseyin el-iîasrî, a.g.e., I, 502;
Cüvey-nî, el-Bii-rhân, I, 693-4; Serahsî, a.g.e., I, 315; Gazzâlî, el-Müslasfû, I.
192. Ebül-Hatt:ıb. a.g.e., III, 346; Âmidî, el-îhkûm, 1, 231; tbnü 's-.Sübkî,
Cem'u'l-ce vâmt, II, 181-182; İbnü 'n-Neccâr, a.g.e., II. 246;

[539] Ebû Yala. a.g.e., IV, 1105; Ebûi-Hatıftb, et-Temhtd, III, 297; İbn
Kutlanır. a.g.i'., il. 464-66: İbnü'n-Neccâr, Şerhu'l-Kevkebi'l-münîr, II, 272.
[540] Ebü l-Hüseyin el-Basrî, el-Mu'temed, I, 517; Cüveynî. a.g.e., I, 710;
Şîrâzî, et-Tebsıra, s. 378,

[541] Ebü Ya'lâ, a.g.e., IV, 1113; Ebül-Hattâb, a.g.e., III, 310; Ibn Kudâme,
a.g.e., II, 488-91; îbnü'n-Neccâr, a.g.e., II, 264.

[542] Ebû Yala, el-Vdde, IV, 1113.

[543] Ebû Ya'lâ, a.g.e.. IV, 1117.

[544] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV 1118.

[545] Ebû Ya'IS, et-'Udde, IV, 1133

[546] Bbû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1133.

[547] Ebû Yala, a.g,e., IV, 1136.

[548] Ebû Ya'lfl, a,g.e., IV, 1213; Ebüt-Hattâh, et-Temhîd, III, 322.

[549] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1139.

[550] İbn Kudâme. Kavzatü'n-nâzır, II, 459.

[551] Ebü l-Hauâb, et-Temhîd, III, 253.

[552] Hanbdîltr in bu konudaki görüşleri kin bk. Ebû Ya'lâ, a.g.c, IV 1139-42;
Ebü 1-Hattâb. ct.g.e,, III. 252; İbnü h-Neodir, a.g£., II. 227.

[553] Ebû Yakl, el-'Vüde, IV. 1142-1151; Ebü 1-Hattâb, et-Tembtcl, III, 274;
Ibn Kudâ­me, Kavzutü'n-nâzır, Iİ, 479-HO; İbnü h-Neodır, Şerbı/'l-Kevkcbi'l-
münıı; II, 237; Susan A. Spei/tor.sky, "Ahmad Ibn Hanbal s Fıqh"', Journal
oftbe Ameri­can Oriental Soctety 102 Ü9«2X 462.

[554] Ebû Ya'lâ, a.g.e, IV, 1142-1151; Ebü 1-Hattâb. a.g.e., III. 274.
[555] Medînelilerîn ameli hakkındaki diğer mezheplerin görüşleri için bk.
Ebü 1-Hü-seyin el-Basrî, el-Mu'temed, II, 492; tim Hazin, el-lbkâm, 1, 552;
Cüveynî, el-Burhan, i. 720; saralısı, Usûl, I, 314; Gazzâlî, el-Mûstasfâ, I, 187;
Âmidî, el-lh kûm, I. 243; Abdülazîz el-Buhârî, Kesfü 'l-esrâı; III, 241.

[556] EhCı Ya'lâ. cl-Vdck: IV, 1170-1171; Ibn Ebû Ya lâ. Tabakal. I, 304.

[557] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1170-76; Ebii 1-Hattâb, et-Temhîd, UL 323: İbn
Kudâme, Ravzatii'n-nâzrr. II, 492-%; îbnuh-Neccâr, a.g.e., II, 253.

[558] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1170.

[559] Bbû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1170-1171.

[560] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1178-97. Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, III, 331; İbn
Kudâ­me, Ravzatü'n-nâztr, II, 497-99. Bu konudü diğer mezheplerin
görüşleri için bk. Sîrâzi et-Tebsıra, s. 395; Âmidî, al-thkâm, IV, 130.

[561] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1193-97; Seralısî, Usûl, II, 105; Ebü 1-Hattâb,
a.g.e., III. 331: Abdülazîz el-Buhârî, Kesfü'l-asrâr, II, 217. Ferhat Koca, İslâm
Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları:
137-144.

[562] İbn Manzûr, Lisânü'l-'Amb, I, 519-521; Zebîdî, Tâcü'l-'atûs, I, 332-333.

[563] Semerkandî, Mtzân, s. 65K; Abdûhızîz el-Buhârî, KesfÜ'l-esrâr, III, 377:


Hallâf, Masadır, s. 151; Ebû Zehre, Usûl, s. 234. İstishâb hakkında ayrıca bk.
Şener, Kıyas, tstibsan, /sttslâb, s. 45-47; Sabân, "Mesâdırü$-şertetii-
islâmiyye: el-Is-tishâb", MR, XXIX/6, 541-545.

[564] Zeydân, et-Veaz, s. 268; Sabân, Usûl, s. 207-211.

[565] Şevkânî, Irşâdü'l-fûhûl, s. 237-23K; Sabân, a.f>.e., s. 207.

[566] Th. VC.juynboll, "îstıshâb", ÎA, 5/II. 1221.


[567] Zeydan, a.g.e, s. 230; Hallâf, Masadır, s, 152-153.

[568] Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü'l-esrâr, III, 377; Şevkânî, trşâdül-fühül, s.


237; İbn Bedrân, el-Medhal, s. 286; Ş.a bân, Usûl, s. 211

[569] Ebû Ya'lâ, ei-Vdde, 1. 72; IV, 1262.

[570] Ebû Ya:lâ, a.g.e., i, 72-73.

[571] Ehül-Hattâb, et-Tembtd, I, 31.

[572] İbn Kudüme, Rauzattı'n-nazır II, 504.

[573] Ebii İ-Hüseyin el-Basrî, el-Mıl'temed, II, 884; Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV,
1262; Gaz-zülî, el-Müstasfâ, I, 222; Ebü 1-Hattâb, et-Te.mhîd, IV, 251-252:
tbn Kudüme, Ravzutü'n-nâzır, II, 505; Âmidî. et-thkâm, IV, 129.

[574] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1264.

[575] Ebû Ya'lâ, ag.e., IT 73; IV. 1265.

[576] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1265; Ebü 1-Hattâb, et-Tembtd; IV. 254-259.

[577] Ebû Ya'lâ, a.&.e., IV, 1265-1266; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., I, 31.

[578] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1266.

[579] Ebû Ya'lâ, a,g.e., IV, 1263.

[580] Ebû Ya'lâ, et-Vdde, IV, 1262-1268; Ebüi-Hattâb, et-Tembîd, IV, 251-
294.

[581] Ebû Zehre, Usûl, s. 235-237. Hanbelîler Ue mefkûdun mirası ve


onunla ilgili hükümler için bk. lbn Kudâme, el-Mugnî(n$t. Abdullah b.
Abdülmuhsin et-Türkî - AbdüJfeHâh Muhammed el-Hulv), IX, 186-191; XI,
247-260
[582] Ebû Zdıre. Usûl. s. 237-238.

[583] lbn Kudüme, lûıi'zatfi'n-nazır, II, 506.

[584] lbn Kudlmc. a.g.e., II, 506.

[585] Gazzâil ei-Mûstasfâ, I. 223; İlin Kudâm

[586] Bu konudaki görüşler İçin tik. Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1270; Senıhsî, Usûl,
II, 117; Ebül-Hattâb, et-Temhtd, IV, 263-67; İbn Kudüme, a.g.e., II, 511-16;
Âmidî, a.g.e., IV, 129; Şevkânî, h-sâdü'I-fubûl, s. 245.

[587] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1228, 1241, 1243; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 269.

[588] Bu konudaki geniş tartışmalar için bk. Ebü 1-Hüseyin el-Basrî, cl-
Mu'temcd, II. 868; Ebû Yala, a.g.e., IV, 1237-1255; Şîrâzî, et-Tebsım, s. 533;
Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 269-86; İbnü h-Neccâr, Şerbû'l-Kevkebİ'l-mÜnîr, 1,
322.

[589] De Bellefond.s, "t.stıshâb", Ei2 (İng.), IV, 269; Ebû Zehre, İbn Hanbel,
s. 307-308-, Şener Kıyas, îstibsan, îsttslab, s. 47.

[590] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 145-150.

[591] İbn Kudâme, Ravzaiü 'n-nâztr, II, 517; Ilın lîedrân, el-Medbal, 289.

[592] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 150.

[593] Sahâbî kavli hk. bk. Alfıî, fcıımh'ı 'l-ûiûbeJt akvâli's-sabâhe (n§r. M.
Süleyman Eşkar), Kuveyt 1987; Sabân Muhammet] ismail, Kavlü's-Sahâbî ve
esenıhû fi'l-fıkbı 'l-lslâmî, yy., 1988 (Dfırü :s-Selâm); Abdurrahman b.
Abdullah ed-Der-vk, i\ı-Sahâbiyyü ue mevktfü'l-ülemâ mine'İ-ihticâc bi-
kavlibî, Riyad 14l3/i99 et-Tayyib Hudarî es-Seyyid Salim,
"Hücciyyetü kavli 's-sahâbiyyi in­de 1-usûliyyîn", Adım al-Sbari'a, VIİI (Riyad
1397), 365-379; Toksan, "Hadis II-mi Açısından Sahâbî Kavli ve Değeri",
HÜlfD, II, 339-357.

[594] İbn Kayyim el-Cevzîyye, Viâmül-muvakkı'în, I. 30-31.

[595] İbn Kayyim el-Cevziyye. a.g.e..1,31

[596] Elifi Ya'lâ, el-'Udde, IV, 11H3-84; Ebûl-HaKâb, et-Temhtd, III. 331-332.

[597] Ebu Ya'lâ, cı.g.e, IV, 1184; Ebül-Hattâb, a.g.e., III» 332.

[598] Ebü 1-Hûseyİn el-Basrî, el-Mutemed, II. 142, 539; Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV,
1181-K5-. şîriizî, et-Tebstra, s. 39; EbÖl-Hattâh, a.g.e., III. 332; Âmidî, el-
lbkâm, II, 130.

[599] Çeşitli örnekler için bk. Ebû Ya'lâ, el-'Üdde, IV, 1181-83; Ebül-Hattâb,
et-Tem-hîd, III, 333-334.

[600] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV. 1182; Ebül-Hattâb, ag.e., III. 333

[601] Ebu 1-Hüseyin el-Basrî. cl-Mu'temed, II, 942; Cüveynî, el-Burhân, II,
1362; Se-rahsî, Usûl, II. 105; Ebül-Hattâb, a.g.e., III, 334; İbn Teymiyye, el-
Müsevvede, s. 337; Abdülazîz el-Bııhârî, Keşfin'l-esr&r, III. 217.

[602] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1178; Ebül-Hattâb, et-Temhîd, III, 335.

[603] Ebü 1-Hattâb, a.g.e., III, 338.

[604] Ebü İ-Hattâb, a.g.e,, III, 338-339.

[605] İbn Bedrân, el-Medhal, s. 290. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 150-153.

[606] Ehû Yala, eî-'Udde, ili. 753.


[607] Ebû Ya'lâ. a.&.e., III, 753-54; Ebül-Hattâb, ct-TumMd, II, 411.

[608] Ebû Yala, a,g,e., ili. 753-56; Serahsî, Usûl, II. 99; Ebül-Hattâb, ct-
Temhîd, II, 411; İbn Kııdâme, a.g.e., II, 517.Abdûlazîz el-Bulıâıî, Ke$fü't-
esrâr, III, 213.

[609] Ebü İ-Hüseyin el-Basrî, el-Mtt'temed, II, »99; Ebû Ya'lâ, <.-l-L!dde. III,
756; Gaz-zâtî, t'l-Müstasfâ, I. 251; Ebüİ-Hattâb, et-Tembîd, II, 411; İbn
Kudâme, a.g.e., II. 518; Âmidî, el-îhkâm, IV, 140; tbnü fc-Sübkî, Cetfi'u'l-
cevâmV, II, 352: Abdü-lazîz el-Buhârî, Kesfii'l-esrûı; İli, 213.

[610] Ilın Kudâme, Ravzütü'n-nâzır, II. 518-24.

[611] ibn Kudâme, a.g.e., II, 524.

[612] Ebû Ya'lâ, el-Vdcte, III, 753: Ebû I-Hattâb, et-Temhtd, II, 411.

[613] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 751: Ebii 1-Hattâb, n.ge., II, 412. Ferhat Koca,
İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 154-155.

[614] Ebû Ya'lâ, el-Vciüe, I, 174.

[615] Ebüi-Hattâb, ei-Temhîd, I, 24.

[616] Ebüî-Hattâb, aj>.e., III, 358.

[617] tbrı Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, III, 797-8.

[618] Ebû Ya'lâ, el-Vdde. IV, 1273-5.

[619] Ebû Ya'lâ. a.g.e., IV, 1280; Fbti 1-Hattâb, et-Temlml III. 365-6.

[620] Ebû Yala, a.g.e., IV, 1281.

[621] Ebüi-Hattâb, age, III, 368.


[622] İbn Kayyım el-Cevziyye, i'lâmü'l-muuakkı'în, I, 32.

[623] ibn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., I, 32.

[624] İbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., 1, 32.

[625] İbn Teymiyye, el-Miisevvede, s. 330-331.

[626] Kıyas hakkında geniş bilgi için bk. Seyyid Nesîb, Ftkb-t Haneftnin
Ksâsâtt Ve Kıyas, istanbul 1920; Şelefoî, Ta'lîlü'l-ahkâm, Beyrut 1981; Şener,
Kıyas, İstih­zan ve Isttslab, Ankara 1981; Muhammed Süleyman Dâvûd,
Nazariyyetii't-kı-yâsi'l-ıısûli îskenderiyye 19S4; Salâh Zeydân,
HücciyyeUİ 1-kıyâs. Kahire 1407/19H7; W. H. Hullaq, Lam and Legal
Thettry in Classica! and Medİeval is­lam, Haıııpshire 1994, s. 79-96; N.
Shehaby, "flla and Qıyâs inearly Islamic ie-giil thcory'", Journal ofIbe
American Oriental Society, 1U2/1 27-46; Ah-ıned Hasan, Analogicul.
Reasuntng in Islamic Jrisprttdence, Islamabad 1986; Iîasri A.. The Bocık of
JuridicaJ Qıyas". The Müslim Wortd, 77, 207-22H; W. IV Hallaq, "Non-
araılogicai arguments in sunni juridical qıyâs", Arabica, XXXVI/3 (Leiclen
19K9), 286-306.

[627] Hayatı için bk. İbn Ebû Yaiâ, Tabaküi, II, 167.

[628] Hayatı Km bk. İbn Ebû Yala, a.g.e.. II, 127-139.

[629] Ebû Yala. el-Vılde. II, 559-569; Ebül-Hattab, et-Temhîd, II, 120-129;
Abdullah b. Abcliiimuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi l-lmûm Ahmed, Beyrut
14)6/1996, s.

[630] Buhârî, İman", 41; 'Hiyel", 1; Müslim, "îmâre", 1*55; Ebû Dâvûd,
"Talâk7', 11; Tirmizî, "Fezâilü 1-cihâd", 16; Nesâî, "Eymân", 19; İbn Mâce,
"Zühd", 26; İbn Hanbel, !, 5, 43.

[631] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, II, 561.


[632] Hanbelîler'in genel olarak iç iradeyi esas alan yaklaşımları hk. bk.
elinizdeki eser, İkinci Bölüm, II. Fasıl.

[633] Kıyasın tahsis delili olmasıyla ilgili tartışmalar için bk. Koca, islâm
Hukuk Me­todolojisinde Tahsis, s. 234-246.

[634] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1281, 1325.

[635] Ebû Ya'lâ, ag.e., IV, 1325-1326.

[636] Liân, kelime anlamı "lanetlenmek" demek olup, hukukî bir terim
olarak "Koca tanıtından karısına zina İsnadı veya zina isnadı ile beraber
doğan çotuğun ne­sebinin nefyolunması halinde, karı ve kocadan her
birinin hâkim huzurunda serî usule uygun olarak kocanın kendi beyanında
doğru ve sadık olduğuna ve karı da kocasının isnadında yalancı olduğuna
dörder defa yemin etmeleri" an­lamına #dir ki, hâkim bu mülâaneye
dayanarak karı ile kocanın arasını tefrik eder.

[637] Ebû Ya'lâ, el-'Uddv, IV 1326-1327.

[638] Ebû Yala, a.g.e., IV. 1326-1327.

[639] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Usûlü Mezbebi'i-lmâm Abmed,


Beyrut 1416/1996, s. 646-654.

[640] Ebû Ya lâ. el-Vdde, ÎV, 1333-1334.

[641] Buhârt, "Eşribe", 5; Ebû Dâvûd, "Eşribe", 1.

[642] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1346-1347.

[643] Bu konudaki tartışmalar için bk. Sîrazî, et-Tebsvm, s. 444; Cüveynî, el-
Burbân, I, 172; SerahSî, Usûl, II, 156; Gazzâlî, el-Müstasfâ, I, 331; îbn
Abdüşşekûr, Mü-sellemü's-sübûî, I, 185.

[644] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, tV, 1409; Ebül-Hattâb, et-Tembîd, III, 449.
[645] Ebül-Hattâb, et-Tembîd, III, 449.

[646] Tirmizî, "Ahkâm", 3; Ebû Dâvûd, "Akzıye", 11; Dârimî, "Mukaddime",


20; Ah­med b. Hanbel, V, 230, 236. 242:

[647] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1410; Ebül-Hattâb. et-Tembîd, III, 450.

[648] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1409.

[649] Bu konudaki geniş tartışmalar için bk. Ebû Ya'lâ, el-'Udde, IV, 1409:
Cüveynî, el-Burbân, II, 895; Şîrâzî, et-Tebstm, s. 440; Serahsî, Usûl, II, 157,
164; Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, III, 449; Âmidî, el-lbkâm, IV, 54; îbn
Abdüşşekûr, Müselte-mü's-sübût, II, 317; Abdullah b. Abdülmuhsin et-
Türkî, Usûlü Mezhebi'l-lmâm Ahmed, s. 661-674.

[650] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 156-163.

[651] İstihsali lık. bk. Şafiî, Ibtâlü'l-istihsân(el-Ümiçinde) VII, 267-277; a.mlf.,


er-Ri-sâle, s. 503-560; Şener, Kıyas, İstihzan Ve Isttslah, Ankara 1981; Şa
ban, "Buhûs fî rnesâdıriVşerîatih-nazariyye", MH, 28, sy. 5, s. 490494; sy. 7,
s. 657-662; sy. 8, .s. 774-778; Alımad Hasan, "Eariy Modes of Ijtihâd, Ray,
Qıyâs and istihsâli", IS, VI/1, 48-79; Uceyl Câsim en-Ne;>emî, "d-tsühsan
hakikatühû ve mezâhibü 1-usûliyyîn fihi", Mccelletü's-Şcn'a ve'd-Dirâsâtü'l-
hlâmiyyc, I/î, 107-137; Barda-koğlu, "Tabii Hukuk Düşüncesi Açısından İslâm
Hukukçularının l.stihsan ve Is-tıslah Görüşü", HÜlb'D, III. 111-138; Yavuz,
'Hanefi Mü ete I liderinde İstihsan Metodu", UÖÎFD, I, 85-93; Husain
Kassim, "Sarakhsis Doctrine of Juristic Prefe-rence (Istihsân) As a
Melodolojical Approach Toward Wordly Affairs (Ahkâm al-Dunyâ)", Tbe
American Juurnal of Islamic Social Sciences, V/2, 181-204.

[652] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, V, 1607

[653] Ebül-Hattâb, et-Temhîd, IV. 93.


[654] İbn Teymiyye, el-Müseımede, s. 405.

[655] ibn Bedrân, el-Medhaî, s 291.

[656] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, V, 1604-5.

[657] Ebû Ya'lâ, a.g.e., 1605.

[658] Ebû Ya'lâ, a.g.e., V, 1606-9.

[659] İbn Kudâme, Ravzaîü'n-nâzır. II. 531.

[660] İbn Teymiyye, ei-Müsevvede, s. 404.

[661] Ebül-Hattâb, et-Tembîd, IV. 92; Abdullah b. Abdüİmuhsin er-Törkî.


Usûlü Mezhebi'1-fmâm Ahmed. s. 575

[662] İbn Bedrân el-Medhal, s. 292.

[663] Ebû Ya'lâ, ei-Vdde, V, 1610.

[664] Ebû Ya'lâ, a.g.e., V, 1604-1605; Ebül-Hattâb, et-Tembîd, IV. 87-88.

[665] Ebû Ya'lâ, a.g.e., V, 16084609; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 87.

[666] Ebû Dâvûd, Büyü', 33; Tiımizî, Ahkâm, 29; İbn Mâce, Kühûn, 13.

[667] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 163-166.

[668] Ibn Manzûr, Lisûnü'l-'Arab, XI, 281-285; Zebîdî, TâaVI-:arÛs, VII, 343-
345.

[669] Hallâf, Usûl, s. 84. Krş. Ebû Zehre, Mâlik, 328.

[670] Zerkâ, el-îstıslâh, s. 37.


[671] Zerkâ, el-Medhal, I, 90; Bûtî, Davâbıtu'l-maslaha, s. 352; Halîâf,
Masadır, s. 85-86, 88.

[672] Maslahat İık. bk. Tûfî, "el-Maslaha fi 'ş-^erîati 1-l.slâmiyye", Risâieîü 'l-
lslâm, II/l, 94-105; fbn Abdüsselâm, Kavâidü'l-abkâm, I, 84, 87; II, 138, 160;
Ibn Âşûr, Makâsıdu'ş-şerî'a, s. 51-95; Mustafa Zeyd, el-Maslaba fi't-
teşrt'i'l-îslâmt ve Necmüddîn et-Tûfî, yy. (Dârü 1-fikri 1-Arabî); Şelebî,
Ta'ltlü'l-abkâm, s. 74-93, 258-277, 278-329; Bûtî, Davâbkıı 1-masİaha,
Beyrut 1982; Şener, Kıyas, îstibsan velsttslâb, s. 137-156; Zerkâ, el-tstıslâb
ve'l-masâlihu'l-mürsele, Dımaşk 19H8; Şerbâ.sî, "el-Maslaha fiMeşrîll-
lslâmî", ME, XXVI, sy. 15-16, s. 849-853;

Sabân, "Mesâdırü'ş.-serîatih-nazariyye: el-Masâlihu 1-mürsele", ME,


XXIX/'3-5, s. 216-220, 351-353, 433-436; Şener, "tslâm Hukukunda
Maslahat ve Mefsedet Anlayışı", AÜÎFD, XVIII, 105-108; Uebîa, "el- Âmel bii-
maslaha", Adtva al-Sha-ria, X, 86-184; Abdülazîz b. Abdürrahman es-Siyâd,
"Riâyetti 1-maslaha ve det'ül-mef'sede", Adıva al-Sbaria, X, 1-36;
Bardakuğlu, "Tabiî Hukuk Düşün­cesi Aksından islâm Hukukçularının
İstihsan ve lstıslâh Görüşü", EÜlfr'D, III, 111-138, Bâbekr, "Felsefetü
makâ.sıdı t-teşrî' fi l-fıkhii-lsiâmî ve usûlihî", Me-celk'tü's-Şerî'a ve'l-Kânûn,
I, 99-142; Kamali, "Have We Nedected the Shraiah-Law Doctrine of
Maslahah", İS, XXVII/4, 287-303.

[673] Gazzâlî, eİ-Milstasfa, I, 287-288; Zerkâ, el-Medbal, I, 91; Bûtî,


Davâbıtu't-mas-laba, s. 23.

[674] Bu konuya ilgili tartışmalar Kin bk. Şâtıbî, el-Muvâfakât, II, 6: Şelebî,
Taİîlü'i-abkâm. 97, 100, 111.

[675] Gazzâft, el-Miistasfâ. I. 284: Şâtıbî, el-Vtisâm, II, 113: Şelebî, a.g.e., s.
215-252. 268-280.

[676] tbn Kudâme, Ravzaiü'n-nâztr, II, 538.

[677] İbn Kudâme, a.g e., II, 538.


[678] İbn Kudâme, a.g.e., II. 539.

[679] İbn Kudüme, Ravzcttü'n-nâzır, 11, 539.

[680] İlin Kudâme, a.g.e., II, 537-542.

[681] İbnü 1-Lehhâm, el-Mtıhtasar, s.162-163.

[682] Gazzâlî, ei-Müstasfâ, 1, 284-315.

[683] ibn Teyiniyye, el-Müsevvede, s. 401.

[684] İbn Bedrân, el-Medbai, s.294-295

[685] Abdullah b. Abdühnuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi 1-fmânı Abrned, .s.


471-484.

[686] Ebû Zehre, tbn Hanhel 309.

[687] ibn Kayyim d-Ovziyye, l'lâmü'i-muvakkı'în, 111. 14-15.

[688] İbn Kayyim el-Cevziyye, a g.i'.. 111, 399

[689] Ebû Zehre, İbn Hanbel, s. 309-316.

[690] Abdullah b. Abdülınuhsin et-Türkî, Usûlü Mezbebi'i-lmam Ahmed, s.


479

[691] Zerkâ, el-Medbal, I, 116: Devâlibî, el-Medbal, s. 240, 313; Hallâf,


Masadır, s. 89; Ebû Zehre, îbn Hanbel s. 315.

[692] Ebû Zehre, ag.e., 311.

[693] tbn Kayyım d-Cevziyye, et-Turuku'l-hükmiyye. s. 13, 227, 239; Ebû


Zehre. a.g.e., s. 312-315.
[694] İbn Mâce, "Ahkâm", 17; Nevevî, 40Hadisle. Ahmed Naim), s. 40-41.

[695] Tûfî İlin bu görüşleri hk. bk. Risale fi'l-mesâlibi'l-mürsele. Mecmuu


resâi! fî USÛU'l-fikh içerisinde (nşr. Cemâleddin d-Kâsırm), BeyruC 1906, s.
37-70; ayrı­ca bk. 'liisâletü'l-İslâm, 11/1, 94-105; Mustafa Zeyd. el-
Maslahafi't-Tesrîi'l-lsiâ-mive Necmüddin et-Tûfî, s. 206-240; Hallâf,
Masadır, s. 105-145.

[696] Tûfî, Risalefi'l-mesâlib, .s. 109, Î1O, iih, 135. ]4l (HaMfin Masâdır'ı
içinde).

[697] Tahsis delilinin şartlan hk. bk. KocaT İslâm Hukuk Metodolojisinde
Tahsis, ts-tanbul 1996, .s. 155-163.

[698] Ebû Zehre, Mâlik, .s. 328; a.mlf, İbn Hanbel, s. 324, 326; Hailâf,
Masadır, s. 99, 101. TûfÎTiin maslahata riayet prensibinin nasları ve icmal
tahsis edeceğine da­ir görüşünün değerlendirilmesi için bk. Koca, "İslâm
Hukukunda Maslahat-ı Mür.sele ve Necmeddin et-Tûfihin Bu Konudaki
Görümlerinin Değerlendiril­mesi", İLAM Araştırma Dergisi, 1/1 (İstanbul
1996), 93-122. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî
Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 166-171.

[699] Sedd-i zerâinin çeşidi tiintmhırı için bk. Muİiammed Hişâm el-lkırhânî,
Sed-dü'z-zerâi' fi serî'ati 1-lslâmiyye, Beyrut 1406/1985, s. 45-85.

[700] Bülgâ, Hserü'l-ediHetil-mubtelefiJtbâfl'l-fikbi'l-lslâmî, s. 573-594;


Muham-med Hişâm et-Burhânî, a.g.e., -s. 605-675; Alxlulkıh b.
Abdülmuhsin et-Türkî, Usûlü Mezbebi'l-lmâm Abnıed, s. 513-5Î5;
Muhammed Muhammed eş-Serkâ-vî, \Seddu t-zerâi' inde 1-fukahâ", MU,
46/4 (Kahire 1974), 401-405.

[701] İbn Bedrân, hakkında ihtilâf edilen delillere ilâve olarak sedd-i zerâiyi
de kısa­ca zikretmiştir, el-Medbal, s. 296.

[702] ibn Kayyim el-Cevziyye, î'lâtnü'l-muvakkı'în, III, 147.


[703] İbn Kayyim el-Cevziyye. a.g.e., III, 1-47.

[704] İlm Kayyim t-l-Cevziyye, a.g.e., III, 149-171.

[705] tbn Kayyim el-Cevziyyc. î'lâmü'l-muvakkı'în, 111, 149

[706] İbn Kiiyyim el-Cevziyye, a.g.e., III, 149.

[707] Bu örneklerle ilgili deliller ve tartışmalar için hk. İbn Kayyim el-
Cevziyye, î'lâ-tnüİ-nmvafckıTn, (II, 149-171.

[708] Sonucu itibariyle hileye götüren bu akidlerle ilgili &eniş örnekler ve


lartışma-Ear için hk. İbn Kayyim el-Cevziyye, ü.g.e., III, 173-39^:
Muhammet! Hişâm el-Burhânî, a.g.e., s. 639-650

[709] İbn Kayyım el-Cevziyye. l'tâmü'l-muvakkı'în, I. 218-9; III. 75, 107, 111-
119, 123, 140-143, 176; IV, 199

[710] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 171-174.

[711] tbn Manzur, LLsâmi'l-Amb, IX, 236-243; Zcbîdî, Tâcü'l-'arûs, VI, 192-
196.

[712] İbn Âbidîn, Nesrii'l-'arf (Mccmû'atii resâit-i İbn 'Âbidîn içerisinde"), II,
112; EbO Sünne, el-'Urf ve'l-âde, s. 8.

[713] Cürcânî: et-Ta'rîfât, s. 149; Ayrıca bk. tbn Nüceym, el-lîsbâh m'n-
nezâir, s. 101.

[714] Haâf, Usûl, s. 89; a.mlf., Masadır, s. 145-, Zeydân, et-Medhal, s. 20S.

[715] Karaman, "Âdet11, DİA, I, 370.


[716] İbn Manzûr, Lisânü'I-'Arab, III, 31>323; Zebîdî, Tâcü'l-'arûs, II, 436-
441; Ka­raman. "Adet", DİA, I, 369.

[717] İbn Ferhûn, Tebsıra, II, 63; Karâfî, Şerhu Tenkîhı'l-füsûl, s. 200.

[718] îbn Emîr el-Hâc, et-Takrir, I, 282.

[719] Bu farklar hk. bk. Ebû .Sürme, el-'Urf ve'l-âde, .s. 11; Zerki el-Medbal,
II, 841-843.

[720] tbn Âbidîn, Nesrii'l-'arf II, 112; Ebû Sürıne, a.g.e., s. 11; Karaman,
"Adet", DİA, I, 370.

[721] Tehânevî, Keşşâfu tstılâbâti'l-fünûn, II, 95H, 994; tbn Âbidîn, a.g.e., II,
112, 116, 130; Ebû Sünne, a.g.e., s. 19; Zerkâ, a,g e., II, 848; Karaman,
a.g.e., I, 370.

[722] İbn Âbidîn, a.g.e., II, 112; Ali Haydar, Dürerü İ-bükkâm, I, 94; Ebû
Sünne, a.g.e., s. 20.

[723] Örf bakkınd;! klasik fıkıh usulü kitaplarından başka $11 eserlere bk.
İbn Âbidîn, Nesrii 'l-'arf II, 112-145 (Mecmû'atü resâiliçinde); Ebû Sünne, el-
'Urf ve'l-ûdc, Kahire 1947; Hayyüt, Nazariyyetüİ-'urf\ Amman 1977; Cîdî, el-
'Urf ve'l-'ameL fi't-mezbebi'l-Mâlikt, Muhammediyye 19#4; Âliye Sümey!,
el-Kadâ ve'l-'urf fi'l-Islâm, Beyrut 1986; Mehmet Şener, İslâm Hukukunda
Örf, İzmir 1987; İz­mirli İsmail Hakkı, 'Örfün Nazar-ı Serdeki Mevkii",
Sebflü'r-reşâd, .sy. 293, .s. 129-132; Dönmez, "el-Urf, Mecelletü mecma'ı'l-
fıkbi'l-hlâmî. Cidde 1988, cüz. IV, sy. V, s. 3297-3329; Mohammad Zain bin
Haji Othman, "Urf as a Sour-ce of Islamic Lawrı, IS, XX, sy. 3, s. 342-355.

[724] Süyûtî. el-Hşbâh ve'ti-nezâir, s. 185-186; Ebû Sünne, el-Vrf ve'l-üde, s.


56-57. 66; Zerkıı, ei-Medhal, II, 874-875; Mecelle, md. 41, "Adet ancak
muttarit! yahut galip oldukta muteber olur".

[725] Ebû Sünne, a.g.e., s. 65-68; Zerki a.g.e., II, 876-880; Mecelle, md. 13
"Tasrih mukabelesinde delâlete itibar yoktur".
[726] Ehü I-Ilü.seyin, el-Mu'temed, I, 301; Sjrâzî, $erbtt'l-Lüm'a, I, 391:
Gazzâlî. el-Müstasfâ, II, 111-112; Râzî, el-Mabsûl, I, 3/198; Âmidî, el-lhküm,
I, 534.

[727] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, II, 593-594.

[728] Ehü l-HLittâb, et-Temhıd, II, 158.

[729] Ebü 1-Hattâb, a.g.e,, II, 159.

[730] Ebü 1-Hattâb, a.g.e,, II, 159.

[731] Ebû Y;ılâ. el-Vdcle, II, 594; Ebül-Hattâb, et-Tembfd, II. 159-160;
Mecdiiddin İbn Tt-ymiyye, el-Mı'isevuede, s. 111.

[732] Mecdüddin tbn Teymiyye, a.g.c, s. 113.

[733] Mecdüddİn îbn Teymiyye, a.g.e., s. 112-113

[734] Karâfi, el-b'urûk, I, 176; Ebû Sünne, a.g.e., 84, 87, 100; Zerkâ, a.g.e., II,
872, 889-892.

[735] Buhjrî, Buyu', 77, 78; Müslim, Müsâkât, 80-82; Ebû DâvCıd, Buyu', 12;
Şevkâ-nî: Ncylüİ-evtâr, V, 215.

[736] Îbn Kayyım el-Cevziyye, t'lâmü'l-nmvakkı'în, II, 136-137; Giizdhisârî,


Menâ-fi'u'd-dehâyık, s. 309; Ebû SÜnne, vt-'Urf ve'l-âde, 140; Karaman,
İslâm Huku­kunda içtihat, s. 31.

[737] Serahsî, et-Mebsût, XII, 142; Ali Haydar, nûrerü'l-hükkâm, I, 99; Ebû
Sünne, a.g.e., s. 62.

[738] Serahsî, et-Mebsût, XII, 142.


[739] Îbn Âbidîn, Nesril'l-'arf, II, 116; Ebû Sünne. a.g.e., s. 62, 142; Zerkfl,
Medhal, II, 889-892; Dönmez, "el- UrP, .s. 3319

[740] Buhârî, "Hiyel", 11; "Nikâh", 41; Müslim, "Nikâh", 66, 68; Ebû Dîîvûd,
"Nikâh", 23, 25; Tirmizî, "Nikâh", 18; Nesâî, "Nikâh", 31; îbn Mâce, "Nikâh",
11; Dârimî, "Nikâh", 13: Îbn Hanbel, I, 219.

[741] el-Enlaİ 8/60.

[742] Müslim, "İmâre", 167; Ebû Dâvûd, "Cihâd", 23; Tirmizî, Tefsîru sureti
t-Enfâl", 5; tbn Mâce, "Cihâd", 19; Dârimî, "Cihâd", 14; tbn Hanbel, IV, 157.

[743] Zerkâ, el-Medhal, II, 892; adî, el-Urt", s. 171

[744] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Usûlü Mezhebi'Utmam Ahmed, s.


596.

[745] Mâruf kelimesinin geçtiği bazı âyetler için bk. el-B;ıkara, 2/180, 228.
233, 236; en-Nisâ, 4/25; et-Talâk, 65/6.

[746] Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, ag.e^ s. 596-597.

[747] Hu husustaki bazı öniL-klur için bk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî,


a.g.e. s. 597-598.

[748] ibn Hanlel, el-Müsııed I, 379.

[749] İbn Kayyim tl-Cevziyye; t'lâmü 1-vnıvakkı'în, III, 14-70.

[750] İbn Kayyim el-Cevziyye,. IV, 204-205.

[751] ibn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., IV, 228.

[752] ibn Kayyim el-Cevziyye, l'lâmı'i'l-muvcıkkı'în, ]V, 229.


[753] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 174-181.

[754] Şlı lifin, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. t. Kâtı Dönmez), Ankara
1990, s. 200.

[755] İbn Kudfıme, Ravzatü'n-nâzır, J. 150-52. 154: îbnü 1-Lehhâm, el-


Mubtctmr, s. 58-59; İbn liedrân, el-Medbai, s. 147.

[756] İbn Kudüme, a.g.e., I, 155-6, 165-66"; Ibnü 1-Lehhâm, ag.e.. s. 61 İbn
Bedfân, a.g.e., s. 148.

[757] İhn Kudüme, a.g.e., I, 189; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 63.

[758] İbn Bedrân, a.g.e., s. 153.

[759] İlin Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, 194; İbn Bedrân, el-Medhal, 156.

[760] İbn Kayyım el-Cevzsyye, î'lâmü'l-muvakkı'în. I, 39-40; İbnü h-Necdar,


Şerhli7-Kevkebi'l-münîr, I, 419; İbn Bedrân, ei-Medbal, s. 155.

[761] İbn Kudâme, a.g.e., I, 208; îbn Bedrân, a.g.e., s. 153-154,

[762] İbn Kudâme, a.g.e., 1, 220-227; İbnü 1-Lehhâm, el-Mubtasar, s. 69.

[763] İbn Kudâme, liavzatû'n-nâzır, I. 233-5; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 69.

[764] İhn Kudâme. a.g.e., I, 243-63; İbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 65-68; îbn
Bedrân, el-Medhal, .s. 160-165.

[765] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 181-183.

[766] Cessâs, el-husûl, İ, 40-419; I'ezdevî, Kenzü'l-vilml, I, 30-315, II, 2-339;


Serah-.sî, Usûl, I, 11-99,124-279; Sadrüşşerîa, et-Tavdîi?, I. 32-149; Ebû
Zehre, Usûl, s. 91-92; Sabân, Usûl, s. 293-294; EcKb Salih, 'Tejsîm'n-nusûs, h
466-587; Bâbekr, Menâhicü'i'UsûUys'în. s. ^2-58.

[767] Ebû Yu'lâ, el-Vdde, 1,71.

[768] Ehil l-IUıtlab. et-Teınhîd, I. 6

[769] Ebül-Ilaufıb. u.g.i',, 1. (\ İH. Bu delillerin karşılıkları hk. bk. Cüveynî. ei-
Bur-bân, 1, 449: Âmkiî, el-lbkâm, 1! 97; Abdülazîz d-Üuhârî, Keşfü'l-esrâr, II,
253

[770] lîbül-Hattâb a.g.a., I, 7-11.

[771] Îbn Kudüme. Ravzatü'n-ncizıı; 1, 94. Bu delâletler hk. bk. Gazzalî, el-
Müstas­fâ. I. 30; ÂnıicJî. a.g.e,, I. IS.

[772] îbn Kudüme, a.g.c, 1. 96-'X\98-105

[773] Ilın Kudâme, a.M.e., 1 106-109

[774] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 183-185.

[775] Ebü 1-Haltfıb, eî-Temhîd, II,

[776] Ebû Ya'lâ, el- 'ödde.. II, 484-485, 519-525; Ebö 1-Hattâb, a.g.e., II, 5-6.

[777] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 405-509.

[778] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II. 509-511: Ebül-HattSb, a.g.e., II. 5H-65.

[779] Ebül-Hattâb, a.g.e, II, 71.

[780] Ebû Yala, el-Vdde, II, 525-532; Ebüi-Hattâb, et-Temhîd, II, 66-70.

[781] Ebül-Hattâb, a.g.e., II, 71.


[782] Ebül-Hatlâh, a.g.e., II, 71-72.

[783] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, II, 547-550; Ebüî-Hattâb, et-Temhîd, II, 101.

[784] Ebû Ya'tâ, a.g.e., II, 550-559; Ebül-Hattûb, a.g.e., II, 105-112; İbn
Kayyım ei-Cevziyye, I'lâmii'l-muvakkı'în, II, 299.

[785] Ebû Ya'lâ, d-'Udde, II, 569-572; Ebül-Hattâb, et-Temhîd, II, 113.

[786] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 573-578; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., II. 116.

[787] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 578-578, 579-583; Ebül-Hattâb, a.g.e.,M, 117-119.

[788] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 559-569; Ebüi-Hattâb, a.g.e., II. 121. Ancak Ebü 1-
Hasan el-Cezerî hin kıyasla Kitap ve Sünnetin umumunu tahsisi caiz
gördüğüne dair bir rivayet de vardır, bk. İbn Ebû Yala, Tabak_t, II, 167.

[789] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, II, 544-547; Ebül-Hattâb, et-Temhîd, II, 131.

[790] Ebû Ya'lâ, a.ge., II, 533-544; Ebül-Hattâb, a.g.e., II, 138.

[791] Ebüt-Hattâb, a.g.e., II, 142.

[792] Ebû Ya'lâ, a.g.e., II, 593-595; Ebüİ-Hattâb, a.g.e., II, 158.

[793] Hanbelîfer'ek; Örfe riayet edildiğine dair bazi örnekler için bk. îbn
Kayyım el~ Cevziyye. 1'lâmü'l-muvakkl'în, II, 393-394. Tahsis konusunda
geniş bilgi k'in l>k. Koca, islâm Hukuk Metodolojisinde Tahsis, istanbul
1996. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 185-188.

[794] İbn Kuclâmc, Rctvzatü'n-nâzır, I, 2H3. Diğer tanımlar için bk. libü Ya'lâ.
el-Vc/de. III, 778-79; Ebü 1-Hattâb, et-TemlM, II, 335-336.
[795] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 768-769. 785-788; Ebü 1-Hailûb. ti.^ı.e., İL 340-
341.

[796] Ebü YaTu a.g.e., 111, 769; Ebü 1-IIatıâb, a.g.e., II. Mİ-34

[797] îbn Kudâme, cı.g.ı'., 1, 321; Âmidî, el-lbkânı, III, 146.

[798] Ebû Yala. a.g.e., III. 7HH:-789; Ebü l-Hattâb, a.g.e., II. 369; İbn
Kudâme. a.g.e., 1. .322.

[799] Ebu f-Hattâb, et-Temhîd, II. .369: İbn Kudâme, Havzalii'n-nâzır, I, 323.

[800] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, III, 801.

[801] ibn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, I, .327-329.

[802] Ebû Ya'fâ, a.g.e..: III, 802-S07: EMV t-Hattâh, a.g.e., II, 384-387; Hm
Kudâme, a.g.e., I, 321.

[803] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 826-27: Ebü 1-Hatlâb. a.g.e., II, 388; İbn Kudfıme.
a.g.e, I. 330-331.

[804] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, III, 827.

[805] Ebu İ-Hattâb, et-Temhîd, II. 390-391; İbn Kudâme, Ranzanın -nazır, I.
332.

[806] Ebu 1-Hattâh, a.g.e., II, 391.

[807] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 807-808; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., II, 354-355; tbn
Kudâme, a.g.e., L 297.

[808] Ebû Ya'lâ, el-Vclde, III, 807-808.


[809] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 814-820; Ebü 1-Hattâb, a.g.e., II, 398-407; tbn
Kudâme, a.g.e., 1, 305-310; îbn Kayyim el-Cevziyye, l'lâmü't-muvakkııtn, II,
297-299-

[810] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 825.

[811] Ebû Ya'lâ, ag.e., III, 825-26.

[812] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III. 830-831.

[813] Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 831; Ebü 1-Hattâb, et-Tembîd, II, 389-390; Ihtı
Kudâme, a.g.e., i, 330-331, 338. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi
Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 188-191.

[814] tbn Kudâme, Ravzatü 'n-nâzır, III, 1029.

[815] İbn Kudâme, a.g.e., III, 1028.

[816] İbn Kudâme, a.g.e., III, 1028.

[817] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, III, 1019; Ebü İ-H;tttâb. et-Temhid, III, 199; tbn
Kudâme, Havzatü'n-nâzır, III, 1028-1030.

[818] Bu tercih kurallarının ayrıntısı ve örnekleri için bk. Ehû Ya'İâ, a.g.e., III,
1023-1032; Ebül-Hattâb, a.g.e., III. 202-2(19: tbn Kudâme, a.g.e., III, 1030-
34,

[819] Ebû Ya'Iâ. a.g.e., III, 1041.

[820] Bu tercih kaideleri ve bazı örnekler için bk. Ebû Yala, el-'Udde, III,
1033-1046; Ebii 1-Hattâb, et-Temhîd, III, 209; İbn Kudâmt, Ravzaîü'n-nâzır,
III, 1034-36.

[821] Bu tercih kaideleri ve bazı örnekler için bk Ebû Ya'lâ, a.g.e., III, 1046-
56; Ebül-Hattâb, a.g.e., III, 209-223; İbn KudJme, a.g.e., III, 1036-3K
[822] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 191-193.

[823] İbn Kudâme, Ravzalü'n-nâzır, III, 959.

[824] Ebü 1-Haöâb, el-Tembîd, IV, 390-93.

[825] Hin Kudüme, ag.e., III, 960; İbn İİedrân, el-Medbal, S. 374.

[826] İbn Kudâme, a.g.e., III, 960.

[827] İbn Hamdan, Sıfatü'l-fetvâ, s. 20; İbn Bedrân, a.g.e., s. 369-370.

[828] îbn Bedrân, el-Medbal, s. 369-370.

[829] Ibn Kudâme, ag.e., III. 961.

[830] tbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, [II, 961; İbn Bedrân, el-Medbal, s. 370-
71.

[831] İbn Kudâme, a.g.e., 111, 962; İbn Bedrân, a.g.e., s. 372.

[832] İbn Kudâme, a.g.e., 111, 962; İbn Bedrân, a.g.e., s. 372.

[833] İbn Kudâme, a.g.e., III, 963; İbn Bedrân, a.g.e., s. 372.

[834] İbn Bedrân, el-Medbal, s. 373.

[835] İbn Kudâme, Ravzatû'n-ııâzır, III, 963; İbn Bedrân, a.g.e., s. 373.

[836] Ebü!-Hattâb, et-Temhîd, IV, 307-336; İbn Kudâme, a.g.e., III, 975:
İbnül-Leh-hâm, el-Mubtasar, s. 164; Ibn Bedrân, a.ı>e, s, 378.

[837] İbn Kudâme, a.g.e., III, 975-997.

[838] îbn Kudâme, a.g.e., III, 998-1003; İbn Bedrân, a.g.e., s. 378.
[839] Ebü 1-Hattâb, a.g.e., IV, 357-66; İbn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, III,
1004-1007; tbnü 1-Lehhâm, a.g.e., s. 165.

[840] Ebû Ya'ia, d-Vddc, IV. 1237; Ehiil-Hattâb, et-Tembîd, IV, 4OB-421; İlin
Kudâ-me, Ravzatü'n-nâzır, III, 1008.

[841] îbn Kııdâme, a.g.e., III, 1009-

[842] tbn Hamdan, Stfaîü'i-fetvâ, s. 16-24.

[843] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1216; îbn Kudâme, a.g.e., III, 1017.

[844] Ebû Ya'lâ, a.g.e., IV, 1216-17; Ebül-Hattâb, et-Tsmhîd, IV, 395; İbn
Kudâme, Ravzatü'n-nazır, 111, 1017; tbn Bedrân, el-Medbal, s. 38H.

[845] Ebû Yala, a.g.e., IV, 1217-25; Ebül-Hattâb, ag.e.t IV, 396-98; İbn
Kudâme, a.g.e, III, 1017-18; İbnü 1-Lehhâm, el-Mubtasar, s, 166; İbn
Bedrân, a.g.e., s. 389

[846] Ebû Ya'lâ. a.g.e,, IV. 1225; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 399-402; tbn
Kudâme, a.g.e., III, 1018; îbnü 1-Lehbâm, a.g.e., .s. 166.

[847] Ebû Ya'lâ, el-Vdde, IV, 1226; Ebül-Hattâb, a.g.e., IV, 403-405; ibn
Bedrân, a.g.e., s. 390.

[848] Ebü İ-Hattâb, et-Tembîd, IV, 45-407; ibn Kudâme, Ravzatü'n-nâzır, III,
1024-25.

[849] nşr. Muh;ımmed Nâ.sırüddîn el-Elbânî, Beyrut 1404/1984

[850] Merdâvî, el-tnsâf, XII, 258-266. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 193-197.

[851] bk. Elinizdeki eser, İkinci Bölüm, 1, A bendi.


[852] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 197-198.

[853] Goldziher, "Ahmed", İA, I, 170.

[854] H. Laoust, "Ahmad h. Hanbal", ıSPÖng), 1, 274.

[855] Goldziher, "Ahmed", İA, I, 171.

[856] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 198-199.

[857] İbn Kayyım el-Cevziyye, l'lâmü'l-muvakkt'tn, I, 218-219, 344-346; III,


75, 107, 110-119, 123, 140-143, 176; IV, 199.

[858] Objektif ve sübjektif nazariye hakkında geni? bilgi ve tanışmalar için


bk. Sen-hûrî, Mesâdtru'l-bak, VI, 28-42; Dönmez, "Amel", DİA, III, 18-19.

[859] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 199-200.

[860] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 200.

[861] Goldziher, "Ahmed", ÎA, I. 171.

[862] Zeitscbtift iler Deıttschen Murgenkmdiscben Gesellschaft, Leipzig


1908, .s. 1-28. Bu makaleyi Almanca 'dan tercüme etme Kıtfunda bulunarak
yararlanmamı sağ­layan sayın Dr. Talisin Görgüne teşekkürlerimi sunarım.
Ayrıca, Hanbelîler in ilk dönemlerdeki hoşgörülü olmayan bazı davranışları
ve bunların sebepleri hk. bk. W. Madelung, "The Vigilante Movement of
Sahi b. Salama al-Khurâsânî and the Origİns of Hanbalism reconsidered"',
Jımrnal ofTitrkisb Studies (Türk­lük Bilgisi Araştırmaları), XIV (1990, Fahir İz
Armağanı, -I-), 331-33?

[863] Zehebî, Tezkiretü'l-huffâz, I, 331.


[864] Goldziher, "Zur Geşchichte der hanbalittechen Bewegungen", s, 5.

[865] Sübkî, Tabakât, IX, 36.

[866] Goldziher, a.g.m., s. 6.

[867] Sübkî, a.g.e., III, 124-125.

[868] Taberî, ibtilâfü'İ-fukabâ, Beyrut, ts., (Dârü 1-Kütübi 1-İlmiyye), s. 8


(naşirin mukaddimesi).

[869] M. Mustafa el-A İzamı, "Buhârî, Muhammed b. İsmail", DİA, VI, 369.

[870] Zehebî, Tezkiretüİ-buffâz, II, 525.

[871] Zehebî, a.g.e., 13,733."

[872] îbn Ebû Yala, Tabakât, II, 18; İrfan Abdülhamİd, "Eş'arî, Ebül-Hasan",
DİA, XI, 444; Yavuz, "Eş'ariyye", DİA, XI, 454.

[873] tbn Asâkİr, Tebytnü kezibi'l-müfterijî ma nusibe ile'l-lmâm Ebi'l-Hasan


el-Eş'arî, Beyrut 1404/1984, s. 413.

[874] Eşaxî, el-lbâne, (ıişr. Fevkiyye Hüseyin Mahmûd), s. 37 (naşirin


mukaddime­si); İrfan Abdülhamîd, "Eş'arî, Ebül-Hasan", DİA, XI, 445.
Hanbelîlerle Eşarî-ler arasındaki ilişkiler hk. bk. A. Azmeh. "Orthodoxy and
Hanbalite Fideisnr, Arabica, XXXV/3 (1988), 260-266.

[875] Zehebî, Tezkiretüİ-buffâz, 111, 921-922.

[876] Zehebî, a.g.e., III, 1142.

[877] Sübkî, Tabakât, VI, 172.

[878] Sühkî, a.g.e., IV, 234-235; VII, 161-162.


[879] Nübkî, ag.e., IV, 235.

[880] Sübkî, a.g.e., IV, 235.

[881] Bu olaylar ve Hanhelîlerîn Selçuklular dönemindeki Faaliyetleri hk. bk.


S. Sa­ban, ftîuuvements Populaires a Bagdad â i'epoque 'Abbasside, lXe-XIe
siecles. s. 112-120.

[882] Özellikle 323 (934-5) yılında Bağdat ta içki dükkânlarının yağmalanıp


müzik aletlerinin kırıldığı "Hanbelî fitnesi" adı verilen olaylar hk.bk. Ibn
Kesir, el-Bi-dâye, XI, 181-182; Ahmed TeymÛF Paşa, Nazra tânbiyye Jî
bııdûsi'i-mezâhi-bi'l-crba'a, Kahire 1351. s.40-41.

[883] Sübkî, Tabakâl, VIII, 178, 184.

[884] Sübkî, a.g.e., VIII, 184-18Ş. Hanbelîlerle Eş'arîler arasındaki


tartışmaların bir özeti ve Ilanbelîlerîjen Muvaffakuddin Ibn Kudâme ile Eş
alîlerden Kiklî Ebû Abdullah Muhammed b. Ali ed-Djmaşkî arasındaki bazı
münazaralar için bk. H. Daiber, "The Quran as a "shibboleth" of varying
conceptions of the Godhe-ad", Israel Orientat Studies, XIV (Leiden 1994),
249-295.

[885] Sübkî, Tabakât, VIII, 218, 230, 237-8

[886] Sübkî, a.g.e., VI, 390-391.

[887] Goldziher. "Zur Geschidıte der hanbaliıtschen Bewegungen", s. 15.

[888] İtin Kudüme, Tahrîmü'n-nazar, s. 5-7; İbn Receb, Zeyl, I, 145; Makdisi,
"No-uveaux detııils sur I 'affaire d ibn Âqîl", Mcİanges Louis. III, 91, 93.

[889] Sübkî, a.g.e., VIII, 237-38.

[890] Golüziher; a.g.m., s. 25.


[891] Bu konuda geni.1; bilgi için bk. Birinci Bölüm, II. Bend, Muhammed b.
Abdül-vehhâbin hayatıyla ilgili kısım ve kaynakları.

[892] Bu konudaki başka bazı örnekler İçin bk. Siibkt, TabakJ, IV, 25, 273,
350.

[893] Mekke 1347/1927; nşr. Muhammed Celâl Şeref, iskenderiye 1984;


nşr. Muham-med es-Saîd Besyûnî Zağlûl, Beyrut 1406/1986; Türkçe tır.
Melımed Emin th-sanoğlu, İstanbul 1993, HI.

[894] Ibn Receb, Zeyl, I, 50.

[895] Ibn Receb, a.g.e., I, 290.

[896] İbn Receb, a.g.e., I, 45, 50, 68, 86, 93, 95; 104, 106; II, 5, 40, 44: 53,
62, 77, 277. 280, 284. Özellikle XVIII. Asırda Hanbelîlerîn tarikatlarla ilişkileri
konusunda bk. j. Voli, "The Non-Wahhâbî Hanbalîs of EiglıteenCh Century
Syria", Der is­tem, 49/1 (1972), 278-288.

[897] Makdisi, "Llsnad Initiatique Soufi de Muwaffak ad-Dîn Ibn QudSma",


Heliği' on, Law and Lettrning in Oassical islam, Norfolk 1991, s. VI/94.

[898] Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî, Kitâbü'Ukavâidi'l-küUiyye


ve'd-da-vâbitıİ-fıkhiyye (nşr. Câsim b. Süleyman el-Füheyd ed-
Oevserî,). Beyrut 1415/1994, s.19, 21 (naşirin mukaddimesi)

[899] Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî ed-Dımaşkî hin hayalı ve eş.erjerinin


£eniş:bir lis­tesi için bk. Kitâbül-kavmdi'l-külliyye ve'd-davâbihj-.ft&}>fyyt',
s, 11-36 (naşi­rin mukaddimesi); Muhammed Kemâleddin b.
Möftaıîimecl el-Gazzî, en-Na'tü'i-ekmel, s. 69-72; Georges Vajda, "Trois
manuştTrtü dfe l:ı bibliotheque du savant damascain Yûsuf £bn Abd al-
Hâdî", Journal Asiatiaue, CCLXX (Paris 1982), s. 229-256; Fedwa Malti-
Douglas, "Yusuf Ibn Abd al-Hâdî and his au-tograph of the Wuqû'al-balâ bil-
bukhl weıl-bukhalâ \ BEO, XXXI (Damas 1980), s. 17-50; Salâh Muhammed
el-Hıyemî, '-Cemâlüddîn Yûsuf b. Abciilhâdî el-Makdisî ed-Dımaşkî:
Hayâtühû ve âsâruhü 1-mahtûta ve 1-matbûa", MeceİSe-tii Ma'hedi'l-
Mahtûtâti'l-Arabiyye, U/26 (Kuveyt 1403/1982), s. 775-811.

[900] Yûsuf b. Hasan b. Abdüihâdî ed-Dımaşkî, Küâbüİ-kavâidiİ-külliyye


ve'd-da-vâbitt'l-fıkbiyye, s.28-29 (naşirin mukaddimesi)

[901] Yûsuf b. Ha.san b. Abdülhâdî ctl-Dımaşkî, Mugnî zeın'l-eft.ıâm (nşr.


Ebû Mu­hammed Eşref b. Abdü 1-Maksûd), Kiyad 1416/1995, s. 71-74.

[902] Makdisi, "The Hanbeli School and Suiısın", Religion, law and Learning
in Classicallalam, s. V/120; a.mif., "Hanâbilah", Encyclopedia ufReligion, VI,
181.

[903] İbnü 1-Arabi hin Fusılsu'l-hikemndU eserindeki hulul ve ittihadı


çağrıştıran çe­şitli görüşlerinin tenkidi için Ilın Teymiyye er-Reddü 'l-akvam
'alâ mâ fî Fusıi-li'l-hikemadında hususi bir risale kaleme almıştır, bk.
Mecmû'u fetüvâ, I, 362-451. Ayrıca, Ibn Teymiyye hin bazı mutasavvıfların
Allah'ın sıfatları, iuihad ve hulul konularına dair görüşleri hakkındaki
değerlendirmeleri için bk. Mec-mû'atü'r-resâil, I, 33, 36-38T 47-50, 60, 73-
86, 91-95, 111-115, 119, 126-131.

[904] Hanbelîler le mutasavvıflar arasındaki ilişkiler konusunda bk. Tıbtavi


Mahmud Sa'd, Ibn Teymiyye'de Tasavvuf itte. Ali Durusoy), istanbul 1989;
Süleyman Uludağ, islâm Düşüncesinin Yapısı, istanbul 1979, s. 66-72, 150-
169; Ma.ssig-non, "La Survie d'al-Hallâj, Tableau Chronologique de son
InOuence apres sa Mort", BEO, XI (1945-46), 131-143; J. Chabbi, "Fudayl b.
lyâd, Un precurseur du Hanbalisme (187/803)", BEO, XXX (Damas 1978),
331-345; Makdisi, "The Hanbeli School and Sufism", Relîgion, Laıv and
Learning in Classical islam, Norfolk 1991, V/115-126; a.mlf., "Llsnad
Initiatique Soufi de Muvvaffak ad-Dîn Ibn Qudâma", a.g.e., s. VI/88-96.

[905] M. Ebû Zehre, Ibn HanheL s. 162.

[906] İbn Ebû Yala, Tabakât, I, 26. Ayrıca bu konudaki genel


değerlendirmeler için bk. Ziauddin Ahmed, "Some Aspects of the Political
Theuiogy of Ahmad b. Hanbal", Islamic Studies, XII/1 (Pakistan 1973), s.54.
[907] İbn Ebû Yala, Tabakât, I, 26-27.

[908] Abdullah b. Abdülmuhsirt et-Türkî, "el-Mezlıebü 1-Hanbetî,


menhecühii 1-fıkhî ve eşhürü tfcâlihî", ed-Dirâsâtü'l-lslâmiyye, XXIIl/2
(Islâmâbâd 1988), 6.

[909] Bu konuda geniş bilgi iı,:irı bk. Birinci Bölüm, li Ijendi.

[910] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 200-210.

[911] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 211-212.

[912] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 212.

[913] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 240.

[914] Merdâvî, a.g.e., XII, 248.

[915] İlin Hamdan, Sıfalü'l-fetoâ, s. 90.

[916] îbn Müflih. el-l-unV. I, 66.

[917] İbn Hamdan, a.g.e., .s. 93; İlin Müflih, a.g.e.. I, 67; Merdâvî, a.g.e., XII,
248.

[918] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 249.

[919] İbn Müflih, el-Fûrü', I, 68.

[920] İbn Kaayyim el-Cevziyye, t'lâmü'l-muvakkı'hı, I, 39-40.


[921] İbn Hüindân, Sıfatü'l-Jetvâ, s. 92; İbn Müflih, a.g.e., I, 67-68; Merdâvî,
a.g.e., XII, 248-249. İbn Bedrân, el-Medhul, s. 132.

[922] İbn Hamdan, a.g.e,, .s. 91: Merdâvî, a.g.e., XII, 249.

[923] İsmail Salim Abdü'l-'âl, eI~Bab$ü'l~fikbt, s.236.

[924] İbn Hamdan, a.g.e., s. 93; İbn Müflih, el-Fûrû', I, 68; Merdâvî, el-lnsâf,
XII, 249; İbn Bedrân, a.g.e., s. 132.

[925] İbn Hamdan, Sıfatüî-fiıtvû, s. 9S; İhn Müflih, a.g.e,, I, 68; Meedâvî,
a.g.e., XII, 250.

[926] İsmail Salim Abdü'l-'âl, el-Bahsü'l-fıkhî, s. 238.

[927] İbn Hamdan, Sıfatü'l-fetvâ. s. 93: Merdâvî, Tashîhü'l-fltrü', I, 68.


Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara
Okulu Yayınları: 212-214.

[928] ibn Hamdan, a.g.e., s. «5-86. İhn Müflih, a.g.e,, I, 64; Merdâvî,
Tasbîbü'l-füriı', I. 64.

[929] İbn Müflih, el-Fûrû; I, 64.

[930] İbn Hamdan, a.g.e., s. 87; ibn Müflih, a.g.e., I, 64; Merdâvî, Tasbîbii'î-
fürü', 1, 64; a.mit"., el-îmâf, XII, 242.

[931] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 243.

[932] Merdâvî, a.g.e., XII, "250.

[933] Merdâvî, a.g.e., XII, 251,

[934] İhn Hamdan. Stfatü'l-fetvâ, s. 100; İhn Mütlih. cl-Fürû', I, 70; Merdâvî.
el-lmâf, XII, 252.
[935] İbn Hamdan, a.g.e., s. 95

[936] İhn Hamdan, a.g.e., s. 114; Merdâvî, a.g.e., XII, 256: ibn Bedrân, et-
Medbal, s. 139

[937] Merdâvî u.ge, XII, 256; İbn Bedrân. a.g.e., s.l4ü.

[938] Merdâvt, a.g.e., XII, 257; İbn Bedrân, a.g.e., s.140.

[939] İbn Bedrân, el-Medhal, s. 140.

[940] Merdâvî, el-lnsâf, XII, 257.

[941] Merdâvî, a.g.e,, XII, 257; İbn Bedrân, a.g.e., s.139.

[942] İbn liedrân, el-Medhal, s. 137-138.

[943] İbn Hamdan, StfatÛ'l-fetvâ, s. 113; Merdâvî, el-însâf, XII, 266.

[944] İbn Hamdan, a.g.e., s. 113-114; Merdâvî, a.g.e., XII, 266,

[945] îbn Hamdan, a.g.e., s. 113-114.

[946] İbn Hamdan, Sıfatü'l-fetvâ, s. 114.

[947] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 214-216.

[948] İsmail Salim Abdü'1-âl, eî-Bahsü'l-fthbî, s. 244.

[949] İsmail Salim Abdü'1-âl, a.g.e., s. 244-245.

[950] İbn Bedrân, a.g.e., s. 409

[951] el-Muknî'vç şerhleri lık. bk. Elinizdeki eser, Üçüncü Bölüm, II, 5,
[952] İbn Bedrân, a.g.c, s. 409-410. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 217-218.

[953] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 218.

[954] Ebû Bekir el-Kâtı'î, Zevûidü Abdillab b. Ahmed b. Hanbel, nşr. Âmir
Hasan Sab-rîn, Beyrut 1410/1990.

[955] I-VI, Kahire 1313: I-X, nşr. Abdullah Muhammed ed-Hervîş, Kahire
1401/1991; I-XX, nşr. Ahmed Muhammed Şâkir-Hamza Abmed ez-Zeyn,
Kahire 1416/1995; l-X, nşr. Şuayb el-Amaût, Muhammed Naîm el-'Irksû.sî,
İbrahim ez-Zeybek, Bey­rut 1416/1996 (devam ediyor). Ayrıaı el-Müsned
üzerine yapılan çalışmalara ör­nek olarak bk. Celâleddin Abdurrahman b.
Ebû Bekir es-Süyûtî, Vkûdü'z-ze-berced 'alâ Müsnedi'l-lmûm Abmed, nşr.
Ahmed Abdülfettâh Temmfım - Semîr Hüseyin Halebî, Beyrut 1407/1987.

[956] Mekke 1349; nşr. Ebû Hacir Muhammed Saîd b. Besyûnî, Beyrut
1405/1985.

[957] Mekke 1357; İskenderiye 1984; Beyrut 1986; Dimaşk 1986.

[958] Kahire 1340; nşr. Zeyneb ibrahim el-Kârût, Beyrut 1403/1983; nşr.
Ebû Hacir Muhammed Saîd b. Besyûnû Beyrut 1986; Fransızca trc, G. H.
Bousquet - P. Charles-Dominiqııe, Hesperis, 1952, s. 97-112.

[959] nşr. Talât Koçyiğit - İsmail Cerrahoğlu, i, Ankara 1963; İl, İstanbul
1987; nşr. Sub-hî el-Bedrî es-Sâmerraî, Rİyad 1409/1988; I-IV, nşr.
Vasiyyultah b. Muhammed Abbas, Beyrut-Riyad 1408/1988; MI, nşr.
Muhammed Hüsam Beyzûn, Beyrut 1410/1990.

[960] nşr. Subliî Câsim el-Bedrî, Bağdat 1396/1976; Subhî es-


Semerrâî, Beyrut 1405/1985.

[961] nşr, Kivâmüddin Bursları, Darülfünun îtâbiyat Fakültesi Mecmuası, V-


VI (İstan­bul 1927), s. 278-327; nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Şezerâtü'l-
belâtîn min tayyibâti kelimâti selefîne's-sâlihîn, Kahire 1375, s. 4-40; nşr.
Muhammed Fihr, Hama 1967; nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr - Ammâr et-Tâlibî,
'Akâidü 's-seleficinde, İs­kenderiye 1971; nşr. Abdülaziz İzzeddin es-
Seyrevânî, Dımaşk 1408/1988; İngi­lizce trc, M. S. Sea4e, Müslim Theology,
London 1964, s. 96-125.

[962] Bombay 1311, taş baskısı; es-Satâtve mâyelzemü fibâ adıyla, Kahire
1322; İbn Kayyım el-Cevziyye'nin Kitûbü 's-Salât ve abkâmi târikibâ adlı
eseri ile, Kahire 1323, 1347; nşr. Muhammed Abdürrezzâk Hamza, er-
Risûtetü's-seniyye fî's-salât adıyla, Kahire 1964.

[963] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Tabakâtü'l-Hanâbile, II, 293-308; nşr.


Abdülaziz 'İzzeddin es-Seyrevân, Dımaşk 1408/1988.

[964] Ahmed b. Hanberin eserleri ile onların basım yer ve tarihleri İçin bk.
Muham­med îsâ Sâlihiyye, el-Mu'cemü's-sâmil li't-türâsi'l-'Ârablyye, II, 224-
229.

[965] I-IH, nşr. Fazlurrahman b. Muhammed, Delhi 1408/1988. '

[966] nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut, 1400, 1401, 1408/1988.

[967] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut ts., el-Mektebetü'1-lsldrnî.

[968] ibn Ebû Yala, TabakJ, \: 86-93, 212-216; Ibn Kesîr, el-Bidâye. XI. 69,
79; Sez­gin, C,AS, I, 507-508.

[969] Mil, nşr. Atıyye ez-Zehrânî, Kiyad 1410/1989,

[970] Dârü'l-Kütübii'z-Zâhiriye, nr. 22, 245.

[971] Ibn Ebû Ya'lâ, TabakJ, II, 119-127; Brockdrnann, Suppl., I. 311.

[972] Tdpkapi S;ır;ıyı Müzesi Ktp., III. Ahmed, nr. 1121. Kitâbü'r-Rivâyeteyn
ve'l-vec-beyn'in fürû-i fıkıhla İlgili kısım el-Mesâilüİ-fıkhiyye min Kitabi'r-
Rivâyeteyn ve'l-vecbeyn (n.şr. Abdülkerîm b. Muhammfd e!-Li"ıIıinı) adıyla
nesredilmisiir I-III, Riyad"l9H5.

[973] nşr. Abdullah b. Mulydmmed b. Ahıııcd t-l-T;ıyyâr - Abdülaziz l>.


Muharn-ıned I). Abdullah el-Meddellah, Riyad 1414.

[974] nşr. Muhammed b. Nasır el-Acmî. ISeyrut 1416/1996.

[975] nşr. G. Makdisî, Beyrut 1970.

[976] Kahire 1323/1906.

[977] I-II, Kahire 1385/1966.

[978] Kahire 1326-9/1908-11.

[979] I-V, 1349/1930.

[980] I-XXXVII, Mecmû'atü fetâvâ îbn Teymiyye-, nşr. Abdurrahmarı b.


Muhammed b. Kasım en-Necdî, Riyad 1381-86/1961-67"

[981] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1409/1989.

[982] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1409/1989.

[983] nşr. Abdülaziz b. Zeyd er-Rûmî - Muhammed Biltâcî - Seyytd Hicâb,


Kiyad, ts., Câmia'tü'l-lmâm Muhammed b. Suûd.

[984] Bu eserlerin çeşidi baskı ve şerhleri için bk. Ahmed Muhammed ed-
Dubeyh, Âsârii'ş-Şeyh Mubammed b. Abdûlvebbâb, Riyad 1402/1982,

[985] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 218-222.

[986] lbn Kayyim el-Cevziyye, t'lâmû'l-muvakkı'în, I. 28.


[987] îbn Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, XXXIV, 111.

[988] Beyrut HU/1994,

[989] Beyrut 1415/1994.

[990] II, Riyad 1410/1989

[991] yy., 1400 (Dârü't-Türâsi'i-Arabî).

[992] Ahmed Akgündüz, "Gulâraü'l-Hallâl", DÎA, XIV, 189; Şükrü özen,


"Hallâl, Ebû Bekir", D/A, XV, 382. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi
Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 222-223.

[993] nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Dımaşk 1378/1959, 1964.

[994] Bu eser ve şerhlerden bazıları hakkında hk. bk. Brockelmann, GAL, I,


183, 398; Stıppl., I, 311; Sezgin, GAS, 1, 512-13; İbnü'l-Bennâ el-Iiağdâdî, ei-
Mukm' fi şer­hi Mubtasan'l-Hırakî(nşi. Abdülazîz b. Süleyman el-Baîmî),
Riyad 1993, I, 64-79; İbn Bedrân, el-Medbal, .s. 424.

[995] Dınnışk, Dârü'l-Kütübi'z-Zâhiriyye'de iki ciltlik nüshanın II. cildi nr. 57


ve üç cilt­lik bir başka nüshanın III. cildi nr. 58'dedir.

[996] Mekke 1407/1986.

[997] I-IV, nşr. Abdulazîz b. Süleyman b. ibrahim et-Buaymî, Riyad


1414/1993.

[998] I-XII, nşr. M. Reşîd Rızâ, e$-Şerhü'l-kcbîr île birlikte, Kahire 1341-
48/1922-29; bu­na iki indeks cildi ilâvesi Ûe, I-HV, Beyrut 1392/1972; I-IX,
nşr. M. Reşîd Rızâ, ef-Şerbai-kebîrolmaksızın, Kahire 1367/1947; I-IX, nşr.
Tâhâ ez-Zeynî, Mahmûd Ab-dülvehhâb Fâyid ve Abdülkadir Ahmed Atâ.
Kahire 1388/-90/1968-70; HX, nşr. M. Salim Muhııysin ve Şa'ban M. İsmail,
Riyad, ts.; I-XV, nşr. Abdullah b, Abdülmuh-sin et-Türkî - Abdültettâh
Muhammed el-Hıılv. Kahire 1406-1411/1986-1991.
[999] Beyrut 1406/1986.

[1000] Beyrut, is., Melâbiu Dâri'l-'Ibâd.

[1001] Sezgin, GAS, I, 513; İbnü'l-Bennâ el-Bagdâdî, a.g.c, I. 64-66, 68-69.

[1002] VII, nşr. Abdullah b, Abdurrahman el-Cibrîn, Riyad 1413/1993.

[1003] Riyad 1408/1988.

[1004] Topkapı Sanıyı Müzesi Kip.. 111. Ahmed, tır. 1131-

[1005] l-III, nşr. Rıdvan Muhtar b. Garbiyye, Cidde 1411/1991.

[1006] el-Muhtasar üzerinde yapılan yerli, hâviye ve diğer (.alışmalar hk. bk,
Brockel-rnann, GAL, I. 194, 503; SuppL, I, 311; Sezgin, GAS, I, 501, 512-513;
İbnü'l-Mib­red, ed-Dümi'n-nakî fî şerhi el/âzı'I-Hı rakî (nşr. Rıdvan Muhtar b.
Garbiyye), Cidde 1411/1991, I, «5-97 (naşirin mukaddimesi); Ibnü'l-Bennâ,
KÜâbÜ'l-Mukm fî şerhi Muhtasarı 't-Hırakî (nşr. Abdülazîz b. Süleyman b.
ibrShim el-Buayrnî), Riyad 1414/1993, I, 63-79 (naşirin mukaddimesi);
Zerkeşî, Şerhu'z-Zerkest 'alâ Muhtasarı l-Hırakî(nşz. Abdullah b.
Abdurrahrmm d-Cebrîn}, Riyad 1413/1993, I, 41-76; Ibn Hednin, el-Medhal,
s. 424; Abdulkıh b. Süleyman b. Menî, "el-Mug-nî l'tbn Kudâme", ecl-Dâre,
III/2 (Riyad 1397/1977), s. 352-361; Ibn Bedrân, el-Medhal, s. 424. Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 223-227.

[1007] MI, Rjyad ts.

[1008] Ibn Hedrân, el-Medhal, s. 432.

[1009] Ebü'l-Hattâb, et-Temhîcl, I. 62-63 (naşirin mukaddimesi). Ferhat


Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 227-228.
[1010] nşr. S. Halil d-Hevârî - Eymân Mulumımed, DnnaŞk 1990; Fransızca
nv. H. I.a-emst, lîcyrut 1950.

[1011] n.şr. l^rclb. Âbdüimaksûd, Beyrut 1409/1988.

[1012] Kahire 1960; nşr. Muhibbüddin d-Hatîh, Beyrut, ts. (Dârü'l-Ma'rile).

[1013] cilt, nşr. Suûd b. Salih eMJtayşan, Riyad 1413/1993; II. ve 111. cilt,
nşr. Salih 1) Muhammed d-Hasan, Kiy;ıd 1413/1993; ,

[1014] Reoeb, Zeyl, IV, 429.

[1015] Abdullah h. Abdurrahman d-Bessâm, Kahire 1379.

[1016] Bu şerliler hakkında toplu bilj;i i^;ûı bk. İbn Teymiyye, Şerbu'l-
'Vntdeijyşf- Sa­lih b. Muhammed el-Hasan), Hiy:ıd 1 113/1993, II, 16-21
(naşirin mukaddimesi).

[1017] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 228-229.

[1018] MI. Kahire 1322/1905, 1341/1923, 1382/1962; Riyad 1982; Kııtar


1395; Beyrut, Is.. Dfırü l-Kütübil-ilmiyye.

[1019] I-XIV, Beyrut 1392/1972 (el-MugntÜe birlikte).

[1020] Şemseddin Ebü'l-Ferec Abdurrahman b. Ebû Ömer el-Makdisî, eş-


Şerhu'l-kebîr, I, 3^4 (el-Mugyıîile birlikte).

[1021] nşr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1401/1981.

[1022] I-X, nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut 1968-, 1400/190.

[1023] I-XII, nşr. M. Hâmid ei-Fıkî, Kahire 1374-78/1955-58; Beyrut


1406/1986.
[1024] Takip edilen metotlar için bk. Alâeddin el-Merdâvî, el-însâf, I, 3-19-

[1025] nşr. Muhibbüddün el-Hatîb, Kahire, ts., el-Matbaatü's-Selefîyye.

[1026] Kâmil Cemîl el-Aselî, "Mücîrüddin el-Uleymî el-Hanbelî: Müerrihu'l-


Kudüs, na.s.sun cedîd 'an hayâtih ve na.ssu Zeyli kitâbihi'l-Üasi'l-celîl".
Dirüsât, XII/8 (Amman 19K5), s. 122.

[1027] nşr. Yahya b. Ahmed b. Yahya el-Cürdî, Kahire 1412/1992.

[1028] I-I1I, Buhûtî'nin şerhi Dekâiku üli'n-nübâ (Şerhü Mûntebe't-frâdât)


ile birlik­te, Beyrut, ts., Âlemii'i-Kütüb.

[1029] III, Beyrut, ts., Âlemül-Kütub. Ayrıca bu eser, Şerhu Müntehe'l-irâdât


adıyla basılmıştır. I-III, Beyrut, ts., Âlemü'l-Kutüb; I-1V, Kahire 1319-1320
{Keşşâfü't-kınâ'm kenarında).

[1030] Bu çalışmalar hk. bk. Haccâvî, ŞereÜeddin fibü'n-Necâ Mûsâ, Kitâbü


Havâşi't-tenkîh fi'l-fıkh 'alâ mezhebi'l-Imâm Abmed b. Hanbelinşr. Yahya b.
Ahmed Yahya el-Cürdî), Kahire 1412/1992. I. 32 (naşirin mukaddimesi).

[1031] Kâmil Cemîl el-Aselî, "Mücîrüddin el-Uleymî el-Hanbelî: Müerrihu'l-


Kudüs, nassun cedîd 'an hayâtilı ve nassu Zeyli kitâbihi'l-Ünsi'l-celîl",
Dirâsüt, XlI/8 (Amman 1985), s. 122.

[1032] Bu eser, .şerhi olan er-Ravzu'l-mürbi' ile birlikte çeşitli defalar


basılmıştır. Me­tin halindeki bir baskısı İçin bk. Muhtasaru'l-Mukni' j%
fıkbi'l-tmâm Abmud (nşr. Ahmed Muhammed Şâkir). Beyrut 1406/1986
(Safiyyüddin Abdülmü'mîn h. Kemâleddin Abdülhak el-Bagdâdî el-
Hanbelînin (o. 739/1338) Kavâidü'l-tısûl ve me'âkidii'l-Jitsûl ve Ilın Hacer ei-
Askalânî'nin (ö. 852/1448) Şerbu Nııbbeti'l-fikcr ft mustalahi ehli't-eser adlı
kitabıyla bir arada).

[1033] Dımaşk 1304; Hindistan 1305; Kahire 1324, 1340, 1343, 1345, 1348,
1352, 1379; Mekke 1348; nşr. Ahmed Muhammed Şâkir ve Ali Muhammed
Şâkir, Kahire 1954; nşr. Muhammed Abdurrahman Avad, Beyrut
1405/1985; nşr. Abdurrah­man b. Nasır es-Sa'dî - Abdülkuddûs Muhammed
Nezir, Beyrut 1417/1996.

[1034] I-VII., nşr. Abdullah b. Abdurrahman b. Cibrîn - Sa'd b. Alxiurrahman


b. Ka­sım, yy., 1416 (matbaa adı yok).

[1035] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 229-232.

[1036] I-IV, nşr. M. Züheyr eş-Savîş, Oımaşk 1382/1926; Beyrut 1399/1979,


1402/19H2.

[1037] Muvaffakuddin ibn Kudâme, el-Kâfî, Beyrut 1402/1982. I, s - sin


(ebced harf­leriyle) (naşirin mukaddimesi). Ferhat Koca, İslâm Hukuk
Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 232.

[1038] Mecdüddin Eb ü'1-Bere kât: el-Muharrer fi'l-fıkb, 1369/1950


(Matbaatü's-Sün-tıeti'l-Muhammediyye), 1, 17.

[1039] I-Il, yy., 1369/1950, Matbaatü's-Stinneli'l-Muhammediyye (el-


Muharrer ile bir­likte); Riyad 1984.

[1040] İbn Receb, Zeyl, Ii, 429.

[1041] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 232-233.

[1042] I-III, Kahire 1339/1921, 1345; I-V!. nşr. Abdüs.settâr Ahmed Ferrâh,
Beyrut 1405/1985.

[1043] tbn Müflih el-Mukdisî, KitâbiVl-FilnV, Beyrut 1405/19M5, 1. 64.

[1044] nşr. Ali b. Abdullah Âl-i Sânî, Katar 1379/1960; Îbn Müflih'İn KMbü'l-
Fürû'u ile, I-VI, nşr. Abdüssettâr Ahmed Ferrâc, Kahire 1388/1967; Beyrut
l405/19«5
[1045] Bu şerh ve haşiyeler için bk. Ibn Müflih el-Makdisî, Kitâbü'l-Fürû', t,
8-9 (na­şirin mukaddimesi). Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi
Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 233-234.

[1046] I-IV, Kahire 1319-1320.

[1047] I-IV, Kahire 1319-1320; I-VI, nşr. Hilâl Musaylilıî Mustafa, Riyad 1968,
Beyrut 1982 .

[1048] I-III, nşr. M. Cemil es-Şattî ve M. Züheyr eş-ŞâvîşT Dımaşk 1.378.

[1049] Mustafa b. Sa'd es-Süyûtî er-Rahyebânî, Meiâlibü üli'n-nübâ fi şerhi


Gâyeti'l-müntehâ, I, c (naşirin mukaddimesi).

[1050] I-V., nşr. Züheyr Şâvîş, Beyrut 1380/1961; 1415/1994.

[1051] I-V., nşr. Züheyr Şavîş, Beyrut 1380/1961; 1415/1994 (Meiâlibü üli'n-
nübâ fi $erbi Gâyeti'l-müntebâ İle birlikte). Ferhat Koca, İslâm Hukuk
Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 234-235.

[1052] nşr. Hasaneyn Muhammed Mahlûf, Kahire 1379/1960; Cidde


- Beyrut 1415/1995-

[1053] nşr. Hasaneyn Muhammed Mahlûf, Kahire 1379/1960; Cidde


- Beyrut 1415/1995 ('Umdetü't-lâlib ile birlikte).

[1054] Brockelmann, GAL Suppl., II, 448. Ferhat Koca, İslâm Hukuk
Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 235.

[1055] nşr. Abdullah Ömer el-Hfırûdî, Beyrut 1985.

[1056] Mİ, Buluk 1288; er-Jtavzü'l-mürbf ile birlikte, Kahire 1324, 1374;
Kuveyt 1397; III, nşr. M. Süleyman Abdullah el-Eşkar, Kuveyt 1403/1983.

[1057] Dârü'l-Kütübi'l-Mısriyye, Fıkhıı Hanbelî, nr. 62.


[1058] I-II, nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş, Oımaşk 1378/1958, 1399/1979.
Muhammed Nâsı-ruddîn el-HMnî Menâru's-sebîMe geçen hadisleri ttvûü'l-
galîl fî tahrici ehâ-dîst Menâri's-sebü(\-X, Beynıt-Dunaşk 1399/1979) adlı
eserde geniş bir şekil­de taline etmiş, bu anıda eserin IX ve X. ciltlinde
Menâru's-sebU'ın metni ve­rilmiştir. Hu eserin mükerrer IX. cildi hadislerin
fihristine ayrıldığı gibi, Ebû Ab­dullah Tâl'ih b. Mahmûd da ed-Detîtfîtertâbt
ebatlısı ve âsân Irvâi'l-galîHKü-veyt 1407/1987) adlı eserinde Nâsiruddin el-
Elbânînin tahrîrinde gecen hadis­leri çeşitli açılardan tasnif etmiştir.

[1059] I-Il, Beyrut 1412/1991 (Nâsıruddin e|-Elbânî'nin Irvâü'l-galîtfîtahrici


ehâd&i Mcnûri's-sebîl adlı eseri ile birlikte).

[1060] Kermî'nin Delîh'i'l-tâlibi üzerinde yapılan çalışmalarla ilgili olanık bk.


İbn Ebû Tağlib, Neylü 'l-meârib, I, 14-15 (naşirin mukaddimesi). Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 235-236.

[1061] Tnpkapı Sarayı Müzesi Ktp., III. Ahmed, nr. 1121.

[1062] Riyad 1985.

[1063] 1-V, DSrü'l-Kütöbi'l-Mısriyye, lisülü'1-fıkh, nr. 365; IV- cildi,


Câmiatü'd-Düveli'1-Ar.ıbiyye. Mîi'hedü'l-Mahtutât, Usfllü'1-fıkh, nr. 90. Bilgi
i(,-in bk. Brockelmann. GALSuppl., 1, 686.

[1064] nşr. Mûsâ b. Muhammed b. Yahya, Mekke 1404.

[1065] nşr. Ahmed Hasan Câbir - Ali Ahmed el-Hatîb. Kahire 1393/1973.

[1066] Kahire 1320/1902.

[1067] Kahire 1328/1910.

[1068] nşr. Hii.sâmeddiıı el-Kudsî, Kahire 1357/1938.

[1069] nşr. Muhammed Zülıeyr eg-Şâvîş, Dımaşk I3K4/1962.


[1070] nşr. Muhammed lteşad Salim, Kahire 1391/1971.

[1071] nşr. Ahmed Muhammed .Sâkir, İSeyruC 1406/1986 (Eser Serefeddin


Ebü'n-Necâ Mûsii b. Ahmed d-HaccâvTnin Cö. 960/1552) Muhtasant'l-
Mukrri'fî fıkhi'i- tmâfn Ahmed've İbn Hacer el-Askalânfnin Cö. 852/1448)
Şerbu Nuhbeti'l-fiker fî mustulahi ehli'l-eser atili kitabıyla bir arada).

[1072] nşr. Fahd l>. Muhammed Sedhân, Riyad 1401; I-II. Riyad 1404.

[1073] nşr. Muhammed Mazhar Beka, Dımaşk I400/19HO.

[1074] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 236-238.

[1075] I-V, nşr. Ahmed b. Alî Sîr ei-Mübârekî, Riyad 1414/1993.

[1076] I-II., nşr. Muhammed Hamîdullah, Dımaşk 13K4/1964.

[1077] MI, nşr, Abdülazîm ed-Dîb. Katar 1399.

[1078] Ebû Ya'lâ, el-'Udde, II, 687.

[1079] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 238-239.

[1080] I-IV, nşr. Müfld Muhammed Ebû 'Ameşe, Cidde 1406/1985.

[1081] Ebü'l-Hattâb. et-Temhîd, I 119-120.

[1082] Bu eserle Ebû Yatanın ci-Vcük's\ arasında geşitü açılardan yapılan


mukayese ve Ebü'l-Hauâbın bazı farklı görüşleri için hk. Ebü'l-Hırttâb, et-
Temhîd, I, Üer 107 (naşirin mukaddimesi).
[1083] Ebii'l-Hüseyin el-Basrî'nin el-Mu1emed\ ile Ebül-Hattâb'ın et-
Temhtcl'm'tn k;ır-ş-tlyşEirılmusı lık.bk. Ebü'l-Hattâb, et-Temhîd, !. 79-K4
(naşirin mukaddimesi).

[1084] Hanbelî mezhebinin bu tutum ve mücadelesi hakkında bk. Elinizdeki


eser. II. Bolüm, Ih Genel Karakteristiği. D fıkrası.

[1085] Bu özelliklerle ilgili deliller için bk. Ebul-Haılfıb, et-Temhîd, 1. 1.09-


113 (naşi­rin mukaddimesi).

[1086] Hu tenkitlerle ilgili çeşitli deliller İçin bk. Ebü'l-Hattâk a,g.e., Ferhat
Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu
Yayınları: 239-241.

[1087] I, 113-llH'(nâşirin mukaddimesi).

[1088] I-HI, nşr. A!xlülkerîm b. Ali b. Muluımmed en-Nemie, Uiyad


1414/1993. 170 MI, Bulak 1322.

[1089] Hu ve benzeri bazı tenkitler ile delilleri için bk. İbn Kudâme,
Ravzatü'n-nâzır Cngr. Abdülkerîm b. Ali b. Muhammed en-Nemle). Riyad
1414/1993, 1, 43-47 (naşirin mukaddimesi).

[1090] Eserin fotokopi nüshası için bk. Mekke, Câmiatö Ûmmölkurâ,


Merkezü'i-llah-si'l-tlmî, Usûl-i fikh, nr. 66.

[1091] Riyad 1383.

[1092] I-IV, nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Beyrut 1407/1987; I-III,


nşj. ibra­him Abdullah b. Muhammed Âl-i İbrahim, Riyad 1409/1989.

[1093] Necmeddin et-Tûfî'nin hayatı ve eserleri hk. bk. Tûfî, Şerhu


Muhtasarı 'r-Ravzc (thk. Abdullah b, Abdilmuhsin et-Türkî), I, 21-38; aynı
eser (nsr. ibrahim b. Abdullah b. Muhammed Âl-i ibrahim), Riyad
1409/1989, I, 140; Zehebî, Zeytü'l-İber, s. 44; Yâfıî, Mir'âtü'l-cinân, IV, 255;
İbn Receb, Zeyl, II, 366-370; Süyûtî, Bugyetüî-vuât, I, 599-600; İbn Hacer el-
Askalânî, ed-Dürerü'l-kâmine, 11.154-157; tbnü'İ-lmâd, Şezerâtû'z-zebeb,
VI, 39-40; Ziriklî, el-A'lâm, III, 189-190, X, 101; Kelıhâle, Mu'cemü'l-
müellifîn, IV, 266-267; Kâtib Çelebi, Kesfü'z-zunûn, I, 59, 71, 143, 174, 219,
248, 251, 363, 559, 756, 827, 837, 878, 919, 930; II, 1039, 1153, 1293,
1343, 1359, 1616, 1626, 1790, 1897, 1898; Bağdatlı İsmail Paşa, İzâ-hü'l-
meknûn, I, 83, 443; II, 67, 96, 688; Brockelmann, GAL, II, 132; a.mlf, Suppl.,
II, 133-134; Mustafa Zeyd, el-Maslaba, s. 65-110; Haflâf, Mesâdtr, s. 96.

[1094] îbn Mâce, Ahkâm, 17; Nevevî, 40 Hadis, (tır. Ahmed Naim), s. 40-41.

[1095] Tûfî, Risaleft'l-mesâlih, s. 208-209 (Mustafa Zeyd, el-Maslaba


içerisinde).

[1096] İbn Receb, Zeyl, II, 368-369.

[1097] lîu eserin tek bir nüshası Kahire'deki el-Mektel>etü'l-Ezheriyyye, nr'.


283'de bu­lunmaktadır. Hamza b. Hüseyin b. Hamza el-Fi'r, bu eseri
1399/1979 yılında Mekke'de Câmiatü Ümmüîkurâ, Külliyyetü'ş-.'jerîa ve'd-
Dirâsâtü'l-tslâmİyye'de doktora tezi olarak tahkik etmiştir, bk. Muhammed
Hasan eş-Şelebî, Delîlü'r-Resâili'l-Câmt'iyye, Dımaşk 1403/1983, s, 334-335.

[1098] MI, Kahire 1342/1924; I-II, Beyrut ts., Dârü 1-Kütübi'l-llmiyye.

[1099] Medîne-i Münevvere 1391.

[1100] Riyad 1389.

[1101] III, İtiyad 1397, 1408/1987.

[1102] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 241-244.

[1103] tlgr. Muhammed Muhyiddîn I-HiHÎh. Kahire 1383/1964.

[1104] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 244-245.
[1105] I-IV. nşr. Muhammed Muhyiddin Abdüihamîd, Kahire 1374/1955; I-
IV, nsr. Tfı-hâ Ahdııı-raûf S:ı'd, K;ıhire 138H/196H; Beyrut 1973; I-IV. nşr
Alxiürr;ıhm;ın el Vekîl, Kıthire 1389/1969

[1106] İbn Kayyim el-Cevziyye'nin (aklide ilgili bu görüşleri Risâletü't-Taklîd


(Riynd -Beyrut 19&3.) adıyla müstakil olarak neşredilmiştir.

[1107] Bûtî, Davübttu'1-ma.tiaha fi'ş-serî'ati'l-ts!âmi\ye, Beyrut


1406/1986, s. 295, 321-324.

[1108] Saffet Köse, İslâm Hukukunda Kanuna Kar$ı Hile, İstanbul 1996. s.
55.

[1109] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 245-247.

[1110] Kahire 1372/1953-

[1111] 1 IV, Dımaşk 1400/1980, 1402/1982.

[1112] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 247.

[1113] Dârü'1-Kütübi'z-Zâhir.iyye, nr. 2754; Mekke, Câmiatü Ümmülkurâ,


Merkezü'l-liahsi'l-llnıî, Usûlü'1-lıkh, nr. 274 (mikrofilm).

[1114] Bu eserler hakkında loplu bilgi iı^in hk. Muhammet! Mustafa ez-
Zühaylî, "c\-Kavâk.lü'1-fıkhiyye", Meceltetü'l-babst't4îmî ve'1-Türâsi'l-
lsiâmi V (Mekke 1402), s. 21-22.

[1115] nşr, Abdiilvehhâb İbrahim Ebû Süleyman - Muhammet! İbrahim


Alimce! Ali, yy., 1401/1981, Matbûâtü Tehame.

[1116] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 247-248.
[1117] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1970.

[1118] l-XXXVIl, Mecmû'atû R'lûvâ İbn Teymlyye, nşr. Abtlurrahman b.


Muhammed b. Kasım en-Necdî, Riyad 13X1-86/1961-67.

[1119] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 248.

[1120] nşr. Muhammed Emin. Kahire 1352/1933; ngr, Tâlıâ Abdürraûf Sa'd,
Kahire 1392/1972.

[1121] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 248-249.

[1122] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî. Beyrut 1403/1985; K.ıhire


1415/1994. Eymen Salih Sa'ban,

[1123] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 249-250.

[1124] nşr. Câ.sim b. Süleyman el-Füheyd ed-Devserî, Beyrut 1415/1994.

[1125] Kahire, ts., Matbaatü's-Sünneli'l-Muhammediyye; nşr. Eşref b.


Abdülmaksûd, Riyad 1416/1995.

[1126] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 250.

[1127] Dârü'l-KülLibi'z-Zahİriyye, Usûlü'1-fıklı, nr. 274^; Leibzig Ünİversitats


Bibliot-hek, nr. 389. Eserin özeti J. Schaclît tarafından yayımlanmıştır, bk.
Islamica.. 11/4. s. 525-537.

[1128] Mekke, Câıniatü Ümmiilkurâ, MerkezCiİ-Bahsi'1-Ilmî, Fıkhu âm, nr.


344 (mik­rofilm).
[1129] Riyad 19H5.

[1130] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 250-251.

[1131] Şîrâzî, Tabakât, s. 172.

[1132] îbn Ebû Y;ı'lâ, Tabakât, II, 119-127.

[1133] Ibn Ebû Y;ı'lâ, Tabakât. II, 83, #6, 89, 100, 101, 104, 107, 109, 110,
116.

[1134] İlin Müflih el-Makdisî, el-Maksadü'I-erşed, II, 291.

[1135] On cilt olduğu rivayet edilen bu kitabın istanbul'da Mille! Kip.,


Feyzullah Efen­di, nr. 695 ve Kahire!de Dârü'l-Kütübil-Mı.sriyye, Fıkbü'l-
Hanbelî, nr. 140'da hac ve alışveriş konularını ihtiva eden IV. cildi
bulunmaktadır.

[1136] Ibn Mudili el-Makdi.sî, d-Maksadü'Lerşed, Iİ, 228; III. 6.

[1137] el-întisârfî'mesâ'iîi'l-kibâr, Bâbü'l-Tahâre bölümü, nşr. Süleyman


Abdullah Sü­leyman el-Umeyr, Riyad 1407; Kitûbü's-Salât. nşr. İvaz Recâ
Püreye el-Avfî, Ri­yad 1408; Kitâbü'z-Zckât, nşr. Abdülazîz b. Süleyman el-
Buaymî, Riyad 1407.

[1138] Brockelmann, GAL Suppl., I. 687.

[1139] lbn Müflih el-Makdisî, e1-Makwdü'l~erşed. 11. 233.

[1140] Yazma nüshası için bk. Bmckelnıann, GAL Sııppl., I, 6SS.

[1141] Süleymaniye Ktp.. Atıf Efendi, nr. 730,

[1142] Yazma nüshası için bk. Bıockelmann, GAL Suppt., I, 6KH.


[1143] lbn Müflih el-Makdisî. cl-Maksadü'l-eı^cd, ÜL 63-64.

[1144] lîrnckelmann, GAL Sııppl, I, 689.

[1145] îbn Müflih el-Makdisî, el-Mahsadü 'l-erşed, I. 429.

[1146] Ahhvardı. Wllhelm, Verzeichnis der Ar&biscben Handscbrlften, IV,


ZHH.

[1147] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 251-252.

[1148] Buhârî, "İlini", 10; "t'tisâm", 10; Müslim, "lmâre'\ 175; "Zekât", 9»,
100; Tirmi-zî, "tüm", 4; lbn Milce. "Mukaddime'', 17; Dârimî, "Mııkuddimf",
24; "Kikük'", 1: Ahmed b. Hanbei, S, 306; II, 234; IV, 92, 93, 95. 96.

[1149] [-II., nşr. Ebû Abdullah Mulianımed Hasan Muhummed, Ik-yrul


1417/1996.

[1150] tbn Hülıeyre, el-lfsâh an me'ânfs-sıbâb, Iieyaıt 1417/1996, I. 7.

[1151] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 253.

[1152] l-II, nsr. Mes'ad Abdültıamîd Muhammed es-Sa"denî - Muİıammed


Fâris, Bey­rut 141V1994.

[1153] Ebü'l-Ferec tbnü'l-Cevzî, et-Tabkîk fîebâdfci'l-bilâf. I, 22.

[1154] Ebü't-Ferec İbnü'l-Cevzî, et-Tahkîk fî'ehâdîsi'l-hilâf. I, 3 (naşirin


mukaddime­si). Ayrıca, tbnü'l-Cevzî'nin mezhep taassubuyla yaklaştığı bazı
örnekler için bk. Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî,
Tenkîhut't-Tabktk, 1, 116 (naşirini mukaddimesi).

[1155] MI, nşr. Âmir Hasan Sabrı, el-tmârâtü'1-Arabiyyetü'l-Müttalüde


1409/1989.
[1156] Kâcib Çelebi, Keşfü'z-zunûn, I, 379.

[1157] tbnü'l-Cevzî'nin çeşitli hata ve çelişkilerine örnek için bk. Şemseddin


Muham­med b. Ahmed İr Abdülhâdî, Tenkîbut't-Tahkik, I, 119-125. (naşirini
mukad­dimesi).

[1158] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 253-255.

[1159] nşr. Abdullah b. Ömer b. Düheyş, Cidde 1388; nsr Abdülazîz b.


Muhammed b. İbrahim Âlü'ş-Şeyh, 1391; n$r. Ebû Muhammed Eşref b.
Abdülmaksûd, Ri-yad 1416/1995-

[1160] Yûsuf b. Hasan b. Abdühâdî, Mugnî zevi'l-efhâm, (n.şr. Ebû


Muhammed Eşref b. Abdülmaksûd, Riyad 1416/1995J, s. 8 (naşirin
mukaddimesi).

[1161] Yûsuf b. Hasan b. Abdülhâdî, Mugnîzevi'l-ejhâm, s. 8 {naşirin


mukaddimesi).

[1162] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 255-256.

[1163] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 256.

[1164] nşr. G. Makdisİ, "le lîvre de la Di;tlwtique d'Ihn *AqîI" {Kitûbüİ-


Ccdel), BEO, XX (1967); s. 119-206.

Haenbeli Mezhebini)/ Literatürü

[1165] Bu ibaren için bk. İbn Akîl, "Kitâbül-Cedel", BHO, XX (1967), s. 3, 9,


10. 18, 20, 23 (Bu rakamlar derginin değil, kitabın iç .sayfasınmdır).
[1166] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 256-257.

[1167] nşr. Zahir el-Elmaî, Riyad 1981; Muhammed ei-Habîb el-Heyie,


"tstihrâcü'1-ce-del mine'1-Kur'âni'l-Kerîm li'bni'l-Hanbeir, Mecelletü'l-
Bahsi'i-llmî ve't-Türâ-si'l-fstâmî, III (Mekke 1400), s. 319-352.

[1168] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 257.

[1169] nşr. Wolfhart Heinrichs, Wiesbaden 19«7.

[1170] Tûfî, 'Alemü'l-cezt'l fî 'ilmi'l-cedel, s. 243. Ferhat Koca, İslâm Hukuk


Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 257.

[1171] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1349/1931.

[1172] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 257-258.

[1173] nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1357/1938; Beyrut


1403/1983; nşr. Mu­hammed Abdülkadir Ebû Fâris, el-KâdîEbû Ya'lâ el-
Ferrâ ve Kitâbübû el-Ah­kâmü's-sultâniyye, Beyrut 1403/1983.

[1174] Beyrut 1405/1985.

[1175] Muhammed Abdülkadir Ebû Fâris a.g.e., Beyrut 1403/1983, s. 517.

[1176] Muhammed Alxiülkâdir Ebû Paris a.g.e, s. 521-526; Donald P. litrle,


"A new Look at al-Ahkâm al-Sultâniyya", The Müslim- World, LXIV/1 (New
York 1974), s. 7-8.

[1177] Henri Laoust, "Hanâbila", EI2 (İng), III, 159. Bu konudaki tartışmalar
için bk. Muhammed Abdülkâdir Ebû Fâris a.g.e., s. 515-526; Mehmet Erkal,
"ei-Ahkâ-mü's-sultâniyye", D/A, I, 556. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde
Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 258-259.
[1178] Bombay 1306, Kahire, 1322, 1969; nşr. Sâmî en-Neşşâr - Ahmed Zekî
Atıyye, Kahire 1951, 1971; nşr. Muhammed Mübarek, Beyrut 1966;
Mecmû'u fetâvâ, Riyad 1383,. XXVIII, 244-397.

[1179] Fransızca trc. H. Laoust, Le Traite de droitpublic d'Ibn Taimtya;


Beyrut 1948.

[1180] Eserin Türkçe'ye ilk tercümesi, Âşık Pîr Mehmed b. Ali'nin (ö.
979/1572), Mi'râcü'l-iyâle ve minhâcü'l-'adâleadlı eseridir. Burada İbn
Teymiyye'nin es-Siyâsetü'ş-ser'iyye'si özet olarak tercüme edilmiş, daha
sonra mütercim tarafın­dan kitaba harp ve beytülmâl konularıyla iigiii yeni
bölümler eklenmiştir. Ba­zı yazma nüshaları için bk. Süleymaniye Ktp., Şehid
Ali Paşa, nr. 1556; Reîsül-küttâb, nr. 1006; Esad Efendi, nr. 1803/1, 1901;
Çelebi Abdullah Efendi, nr. 51/2. Daha sonra, Kadızâde Mehmed Efendi'nin
Tâcü'r-resâ'il ve minhâcüİ-vesâ'il(bazı nüshalarda Nushu'l-bükkâm
sebebü'n-nizâm) adıyla tercüme et­miştir. Bu tercümede ise, Âşık Paşa'nın
yukarıda belirtilen tercümesine bazı bölümler, şiirler ve fıkralar ilâve
edilmiştir. Eser, I. Ahmed (l603-l6l7) zama­nında yazılmış, daha sonra Sultan
IV. Murad'a (1623-1640) sunulmuştur. Bazı nüshaları İçin bk. Süleymaniye
Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1926; Âşir Efen­di, nr. 327; Hüsrev Paşa, nr.
308, 309; Keîsülküttâb, nr. 923; Topkapı Sarayı Mü­zesi Ktp., Hazine, nr.
371; İstanbul Üniversitesi Ktp., Ty, nr. 6966. Bu eser 1966 yılında İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Burhan Sorgun tarafından mezuniyet
tezi olarak hazırlanmıştır. Seyyid Abdullah Cemâleddin Edimevî ta­rafından
Türkçe'ye çevrilen es-Siyâsetü 'ş-ser'iyye fî siyâdeti 'r-râ T ve saadeti "r-
ra'iyye(Kahire 1319) adlı eser de büyük oranda İbn Teymiyye'nin kitabı esas
alınarak ve ona bazı bölümler eklenerek meydana getirilmiştir. Eser
Abdülka­dir Kabakçı tarafından sadeleştirilerek îslâm.'da îââri Siyaset
(istanbul 1977) adıyla basılmıştır. Ömer Rıza Doğrul ise, tbn Teymiyye'nin
kitabını kısmen ter­cüme ederek Sebttürreşââda yayımlamıştır, bk.
"Siyâset-i şer'İyye", Sebîlürre-Sâd, XIII/333 (1331), s. 160-161; 334 (1331), s.
169-171; 335 (1331), s. 180-182; 338 (1331), s. 207-209. Ayrıca eseri,
kendis'ine herhangi bir ilâve yapmadan sa­dece günümüz Türkçe'sine
çevirenler de olmuştur, bk. Kemal .Solak, islâm'da İdare Edenler ve
Edilenler, İstanbul 1974; Vecdi Akyüz, Siyaset, es-Siyâsetü'ş-seriyye,
İstanbul 1985

[1181] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 259-260.

[1182] nşr. Mulıammed Hâmid eİ-Fıkî, Kahire 1953: Medînelü'İ-Münevvere


1971; Bey­rut, ts., Dârii'l-Kütübi'Ulmiyye; n.$r. Muhammed Cemil Ahmed,
Kahire 1961.

[1183] f-II, nşr. Sublıî cs-Sfılih, Beyrut 1961, 1983.

[1184] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 260-261.

[1185] îbn Manzûr, Usânüİ-'Arab, I, 310-317.

[1186] Hisbeyle ilgili eserlerin bir listesi için bk. Gorgis Avvâd, "el-Hisbe fî
Hizâneti'i-Kütübi'l-Arabiyye", Mecelletü'l-Mecma'i'l-'tlmiyyi'l-'Arabt,
XVIII/9-10 (pı-maşk 1943), s- 417-428.

[1187] nşr. İsmail el-Ensârî, Riyad 1389/1969; nşr. Abdülkâdir Ahmed Atâ,
Kahire 1975; Beyrut 1406/1986; nşr. Meşhur Hasan Süleyman - Hisâm es-
Sekkâ, yy., 1410/1990 (el-Mektebetü'1-Islâmî).

[1188] İbnü'l-Cevzî, el-Mtıntazam, XIV, 231.

[1189] nşr. Habîb Zeyyât, et-Meşnk, XXXV (Beyrut 1937), s. 384-390.

[1190] nşr. Abdülazîz Kebâh, Dımaşk, 1387/1967; nşr. Mühammed Zührî


en-Neccâr, Rjy;ıd 1980; nşr. Muhammed İbrahim en-Nâsır, Mekke 1404
(Câmiatü Ümmil-kurâ, Kûlliyyetü'ş-Şerîa'da yapılan yüksek lisans tezi):
Mecmû'u fetâvâ, Riyad 1412/1991, XXVIII, 60-120. İngilizce trc. Muhtar,
Holland, Public Duîies in Is-tamiTbeInstüution oftbeHisba), London 1983;
Fransızca crc. Henri Laust, "Le Traite sur la hisba d'Ibn Taymiyya", RHI, LII,
Paris 1984, s. 25-108. Bu kitap hak­kında çeşitli değerlendirmeler için bk.
Muhammed tl-Mübârek, ed-Devleveni-zâmü'l-bisbe inde Ibn Teymiyye,
Beyrut 1387/1967. Eserin Türkçe tercümesi İçin bk. Bir islâm Kurumu
Olarak Hisbedrc. Vecdi Akyüz), İstanbul 1989-

[1191] n.şr. Seiâhaddin el-Münecçid, Beyrut 1404/19H4. Eserin Türkçe


tercümesi için bk. iyiliği Emretmek Kötülükten Alıkoymak (trc. Cemaiecldin
Sancar), İstanbul 1987,

[1192] Ibn Teymiyye, el-Hisbe fl'l-lslâm {Mecmû'u fetâvâ içerisinde), Riyad


1412/ 1993, XXVIII, 63. Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem
Hanbelî Mezhebi, Ankara Okulu Yayınları: 261-262.

[1193] Bulak 1302; Kahire 1352; nşr. ihsan Abbâs, Beyrut 1405/1985.

[1194] nşr. Abdullah es-Sıddîk, Kahire 1352/1934; Beyrut 1399/1979,


1982, 1405/1985; nşr. Cündî Mahmûd Şellâ$ el-Heytî, Riyad 1409/1989.

[1195] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 262-263.

[1196] Brockelmann, GALSuppL I, 687.

[1197] Ibn Receb, Zeyl, II, 121-2.

[1198] Ferâizle ilgili yazılan eserlerin birer Listesi için bk. Kâtib Çelebi,
Ke$fü'z-zu-nûn, II, 1244-1252; Ali Bardakoglu, "Ferâiz", DİA, XII, 363.

[1199] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 263-264.

[1200] Ahkâm hadisleri hakkında yapılan çalışmaların bir listesi için bk.
Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Abdülhâdî, et-Mnharrcr fi'l-hadîs,
Beyrut 1405/1985. I, 67-66 (naşirin mukaddimesi).

[1201] nşr. Ahmed Muhammed ŞSkir, Kahire - Beyrut 1373, 1407; nşr.
Mustafa Abdül-kâdir Atâ, Beyrut 1406/1986.
[1202] nşr. Muhammed Münîr ed-Dımaşkî, Kahire 1344-1344; I-II., nşr.
Ahmed Mu-iıammed Şâkir, Beyrut 1373/1955, 1407/1987.

[1203] Muhammed b. Ahmed es-Sefârînî el-Hanbelînin bu şerhi iki cilt olup


ayrıca Abdülkadir b. Bedrân tarafından Mevârüiü 'l-efhâm 'alâ selseMH
Vmdett'l-ah-kâm adıyla şerh edilmiştir. İbn Bedrân, el-Medbal, s. 470.

[1204] I-II., Beyrut 1398/1978.

[1205] nşr. Mustafa Abdülkadir Atâ, Beyrut 1406/1986.

[1206] Beyrut 1406/1986.

[1207] el-'Umde'rûn çeşitli şerhleri için bk. îbn Bedrân, el-Medbal, s. 468-
470.

[1208] I-IV, nşr. Ali b. Muhammed el-Hindî, Kahire 1379; I-IV., nşr.
Abdülmu'tî Emîn Kal'acî, Kahire 1410/1990.

[1209] I-II, nşr. Muhammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1351/1933; Beyrut, ts.
(Dârü'l-Ma'rife).

[1210] Mecdüddin Ebü'I-Berekât Abdüsselâm İbn Teymiyye, ul-Müntekâ


min ahbâ-ri'l-Mustcıfâ, Beyrut, (,s. (Dâru'I-a'rife), I, elİf-ha (naşirin
mukaddimesi)

[1211] r-VHI, Kahire 139İ/1971.

[1212] Beyrut 1413/1993.

[1213] Beyrut 1406/1986; I-II, nşr. Hüseyin İsmail el-Cemel, Riyad


1414/1994.

[1214] I-II, nşr. Muhammed Selîm İbrahim Semâre - Cemâl Hamdı ez-
Zehebî. Beyrul 1405/1985.
[1215] nşr. Muhammed h, Ömer b. Abdurrahman b. Akıl, Kahire 1976.

[1216] nşr. Hasan el-Feyyûmî İbrahim, Kahire, ts., (Şirketü'l-Kütübi'l-


llmiyye); Kahire 1324/1906.

[1217] nşr. Seyyid İbrahim, Kahire 1992.

[1218] nşr. Muhammed Cemâfeddîn el-Kâsımî, Kahire 1322/1904; nşr. A.


Hicâcî es-Sakka, Kahire 1988.

[1219] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 264-266.

[1220] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 266-267.

[1221] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 267.

[1222] nşr. Fuâd b. Abdülmün'im Ahmed, Riyad 1404/1983, 1415/1995.

[1223] Kahire, ts.

[1224] Zehebî, A'lâmü'n-nübdâ, XI, 185.

[1225] Ibn Ebû Yala, Tabakat, II, 205.

[1226] Brockelmann, GAl Suppl I, 619; Sezgin, GAS, I. 503.

[1227] S. De Laugier de Beaurecueil, "al-Ansârî al-Harawî'\ f-:i2Qng), I, 515-


516.

[1228] Kahire 1349/1931; 1399/1978; Beyrut 1393/1973, 1977; nşr.


Abdullah b. Abdül-muhsİn et-Türkî - Ali Muhammed Ömer, Kahire
1399/1979.
[1229] Kahire 1932; nşr. Abdullah b. Abdülnıuhsin et-Türkî, Mibnetû't-îmâm
Abmed b. Muhammed b. Hatibe!, Kahire 1407/1987.

[1230] nşr. Ahmed Muhammed fjâkir, Kahire, ts., Mektebetü't-Törâsi'l-


tslâmî (.Ta-lâ 'i 'u İ-Müsned içerisinde).

[1231] Broçkelmann, GAL Suppi,: II, 37; Sezgin, GAS, 1, 504.

[1232] nşr. Abdullah b. Abdühnuhsin et-Turki, Kahire 1407/19B7; n,şr.


Muhammed Zeynühüm Muhammed Azb. Kahire, ts., (Mektebelü Garîb).

[1233] Heidelberg 1897: Arapça uv. Abdülazîz Abdüllıâk. Abmed b. Hanbel


ve'l-mih-ne. Kahire 1377/1958.

[1234] Kahire 1958.

[1235] Kahire 1981; Türkçe trc, Osman Keskioğlu, Abmed b. Hanbel,


Ankara 1404/1984.

[1236] Kahire - Beyrut 1404/1984.

[1237] Beyrut 1408/1988.

[1238] Riyad 1402/1982.

[1239] Beyrut, ts., Memşürâlü'l-Mektebeti'l-Asriyye.

[1240] Kahire, ts. Dârü'l-Maarif.

[1241] İstanbul 1989.

[1242] Beyrut 1413/1993-

[1243] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 267-269.
[1244] nşr. Selâhaddin ei-Müneccid, Beyrut 1403/1983.

[1245] ıışr. Muhammed Hâmid eİ-Fıkî, Kahire 1356/1938.

[1246] Kahire 1329/1911: nşr. Necıtı Abdurrahman Halef, Beyrut


1406/1986.

[1247] Beyrut 1976.

[1248] Kahire, ts, Oârü'l-Fikrİ'i-Arabî; Türkçe'ye tercümesi: Şeyhülislâm


Abmed Ibni Teymiyye (trc. Osman Keskioglu), İstanbul 1407/1987; İmam
îbn-i Teymiyye (trc. Nusrettin Bolellİ vd.), İstanbul 1988.

[1249] Kahire, ts., Mektebetü Mısr.

[1250] Arapcaya trc. Saîd el-A'zamî en-Nedvî, Kuveyt 1403/1983.

[1251] Dımask 1960.

[1252] Halfa 1389/1969.

[1253] 1382/1963 yy-, Metâbiu Kustatomas.

[1254] Beyrut, ts., el-Gadîr li'd-Oiıfısât ve'n-Neşr.

[1255] Dımaşk 1406/1986.

[1256] Beyrut 1411/1991.

[1257] Beyrut 1966.

[1258] yy., 1971, ei-Mektebetü'1-lslâmî.

[1259] Kahire 1393/1973.


[1260] Kahire 1981.

[1261] I-II, Caİro 1939. Eserin Arapça'sı: Nazariyyâtü Şeyhilislâm İbn


Teymiyye fi's-siyâse ve'l-ictimâ, trc. Muhammed Abdülazîm Âli,
îskenderiyye 1396/1976.

[1262] Kahire 1401/1981.

[1263] Beyrut 1979.

[1264] Oxford 1993. Bu eser İbn Teymiyye'nin Cehdii'l-kanha fîtecridi'n-


nmtba ad­lı eserinin tercümesi olmakla beraber, giri.s kısmında İbn
Teymiyye'nin hayatı ve görüşleri geniş bir şekilde anlatılmıştır.

[1265] el-Fecâle 1990.

[1266] Îskenderiyye 1982.

[1267] Beyrut 1404/1984; Tartta 1405.

[1268] Dhaka - Bangladeşli 1403/1982.

[1269] Paris 1976. Bu eser, İbn Teymiyye'nin Iktizâu's-strâtı't-müstaktm


(nşr. Mu­hammed Hâmid el-Fıkî, Kahire 1369/1950) adlı eserinin tercümesi
olmakla be­raber, eserin giri.s bölümünde (s. 1-87) İbn Teymiyye'nin hayatı
ve çeşitli ko­nulardaki görüş ve düşünceleriyle alakalı geniş bir bölüm
bulunmaktadır.

[1270] Beyrut 1407/1987. 527

[1271] Kuveyt 1400/1980.

[1272] Maryland - USA, 1415/1994.

[1273] Haydarâbâd 1305.


[1274] Beyrut 1403/1983.

[1275] Kahire 1318/1900; Beyrut 1985.

[1276] Bu reddiyer hk.bk. Takıyyüddin es-Sübkî, er-Resâ'ilü's-Sübkiyye


Beyrut 1403/1983, .s. 12 (naşirin mukaddimesi).

[1277] nsr. Züheyr eş-Şâvîş, Beyrut - Dımaşk 1400/1980.

[1278] nsr. Necm Abdurrahman Halef, Beyrut 1404/1983

[1279] Bombay 1306/1889.

[1280] Kahire - Beyrut 5410/1990.

[1281] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 269-272.

[1282] Kahire 1970.

[1283] Riyaci 1979, 1986. 1412/1992.

[1284] Kahire 1971.

[1285] Kahire 1978.

[1286] Riyad 1402/1982.

[1287] Kahire 1956; Cidde 1385/1966, 1969.

[1288] Kahire, ts., Matbaatüt-Medenî.

[1289] Berkeley 1948.

[1290] Beyrut 1388/196«, 1391/1971.


[1291] Kahire 1379/1960.

[1292] Kahire 1392/1972.

[1293] Beyrut 1382.

[1294] Riyad 1397.

[1295] Beyrut 1974.

[1296] Beyrut - Kahire 1403/1983.

[1297] Kuveyt 1409/19H8.

[1298] nşr. İbrahim Muhammed el-Betâvî, Kahire 1407/1987.

[1299] İstanbul 1296/1879; 1992.

[1300] Kahire 1319.

[1301] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 272-273.

[1302] Dârü'l-Kütiibiz-Zâhiriyye, nr. 106, vr. 28-52.

[1303] nşr. İhsan Abfoas, Sezerdi min kütübin tnejkûdetin fî't-târih, Beyrut
19^8, s. 177-205.

[1304] Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-'ârifîn, II, 139.

[1305] Sehâvî, Zeylli Refi'İ-isr, s. 29; Zirİklî, el-A'tâm, I, 85.

[1306] I-III. ns.r. Bekr b. Abdullah Ebû Zeyd-Abdurralıman b. Süleyman el-


'U.seymîn, Beyrut 1416/1996.

[1307] Kahire 1386/1966.


[1308] I-III, Mekkettri-Mükerreme 1398.

[1309] Beyrut 1410/1990.

[1310] Dâru'l-Kütübı'l-Mısriyye, nr. H/7369.

[1311] AİKİullalı b. Abdurrahman b. Salih el-Hessâm. 'Vlemâü Necd, I, 144.

[1312] Riyad 1989.

[1313] Hanlx;ıî tabakâtına dair yazılan eserlerin bir listesi için bk.
Burhâneddin tbn Müflih, el-Maksadü'l-erşed, I, 35-42 (naşirin
mukaddimesi).

[1314] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 273-275.

[1315] nşr. Muhammed Hâmtd el-Fıkî, Kahire 1952.

[1316] Kehhâie, Mu'cemü'l-mii'elliftn, V, 207.

[1317] nşn Alımed Ubeyd, Dımaşk 1350/1931.

[1318] n.sr. Henri Laoust - Sâmî ed-Dehhân, Dımaşk 1370/1951; I-II, n$r.
Muhammed Hâmid el-Fıkî. Kahire 1952/1953; Beyrul, ta., nâm'l-Ma'rifeti
U't-Tıbâati ve'n-Neşr.

[1319] Riyad 14O8/19KK.

[1320] Abdunııliman b. Süleyman el-Useymîn, Kahire 1406/19H6.

[1321] Broc-Mmarın, CAL, II, 129; SuppL, II, 812; Patna, Khuda Baklısh
Orientul Pub­lic Lîbrary, nr. 3468.
[1322] Mıthammec! Muhyiddin Abdülhamîd - Âdil Nüveyhiz, Beyrul
1403/1983. 3X2 I-I, ngr. Abdurrahman b. Süleyman el-ll.seymîn, Kahire
1412/1992.

[1323] nşr. Muhammed Mutî el-Hâtiz - Nizâr Abaza, Dimaşk 1402/1982.

[1324] Muhammed Kemâleddin b. Muhammed el-Gazzî, en-Na'tü'l-ekmel,


s. 345-443.

[1325] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 275-277.

[1326] Dımaşk, 1339/1920; nşt. Fevvâz ez-Zemeriî, lieyrut 1406/1986.

[1327] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 277.

[1328] I-Ill, nşr, Abdurrahmân b, Süleyman el-Useymm, Riyad 1410/1990.

[1329] Mil, Mekketü'İ-Miıkerremc-- 1398.

[1330] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 277-278.

[1331] nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, Beyrut 1405/1985

[1332] Beyrut 1406/1986.

[1333] Beyrut 1411/1990.

[1334] Bu eser, müellif tarafından 1396 yılında Kahire, Câmiatü'l-Ezher'de


doktora tezi olarak yapılmıştır. Bk. Mtıstablesâtil resâ'ili's-Su'ûdiyytn li-
dureceli'd-duktûrâ tnşr. Imâdetü Şüûnfl-Mektebât - Câmiatü'l-Melik Suûd),
Riyad 1403/1983, s. 6-9.

[1335] Mî, yy., 1398/1978, Matâblu'l-Ehrâmi't-Ticâriyye.


[1336] Kahire 1401/1981.

[1337] Le Caire 1939; I-II, Arapça trc. Muhammed Abdülazîm Ali - Mustüfa
Hilmî, Nazariyyâtü Şeyhülislâm İbn Teymiyye ft's-siyâsetive'l-icttmâ',
tskenderiyye 1396/1976.

[1338] Damas 1950.

[1339] Ibn Receb'in Zeyt'mm edisyon kritiği (Sami Dahan ile birlikte), Damas
1951..

[1340] Paris 1959.

[1341] İbn Teymiyye'nin es-Siyâsetû'Ş-ier'iyye'sinm Fransızca tercümesi,


Damas 1948.

[1342] REİ (1932), s. 175-224."

[1343] Melanges Maspero, Le Caire, III (1937), s. 431-438.

[1344] BfiO, VII (1937-1938), s. 215-236.

[1345] Le Caire 1939.

[1346] BÛO, X (1943), s. 115-162.

[1347] Milanges louis Masstgnon, III, (1957), s. 7-35.

[1348] im, XXVI! (1959), s. 67-128.

[1349] BuîleHn de l'InstitutFt&nçais de Archâotogie Orientale dn


Caire(BIFAÖ), LIX

[1350] Iskımic CtvtHsatton, 950-1150 (ed. D. S. Kichards), Oxford 1973, s.


169-185.
[1351] islam.- Post influence and Preseni Challenge içerisinde (Melanges W.
Montgumery WatÖ, Edinburgh 1979, s. 15-33

[1352] islam.- Post influence and Preseni Challenge içerisinde (Melanges W.


Montgumery WatÖ, Edinburgh 1979, s. 15-33

[1353] Norfolk 1985.

[1354] Makdisi, Religion, Lau> and Learning in Classical İslam, Norfolk 1991,
s. V1/88-96.

[1355] American Journal ofArabic Studies, I (Leiden 1974), s. 118-129.

[1356] Mekınges louisMassignon, III, 91-126,

[1357] Religion, Latv and Leaming in Classical islam, Norfolk 1991, V/11S-
126.

[1358] Bamascus 1963. 41H Paris 1810.

[1359] London 1830.

[1360] Leiden 1978.

[1361] Üniversity of California (yaynnlanmarruş doktora Cezi), Los Angles


1990

[1362] Princeton Üniversity (yayımlanmamış doktora tezi), Princeton 1994.

[1363] Journal uf the Transactions of tbe Victoria Institute, XXXIII (London


1901), s311-333,'

[1364] L'Africjue h'rançais Supplement. no. I (1928), s. 489-492.


[1365] D. Hopıvood, Tbe Arabian Peninstüa-. Society and Politics, London
1972.

[1366] InternationalJ. Middle Rast Studies, IV/3 (Cambridge 1973), s. 311-


327.

[1367] SI, XLI (1975). s. 93-111.

[1368] BSOAS, XXXVIII (1975), s. 32.

[1369] BEO, XXX (1978). s. 368-37L

[1370] Arah Studies Quarterly, IV (1982), s. 110-126.

[1371] JAOS, 102 (1982), s. 461-465.

[1372] A. H. Green, in Quest of an Islamic Hıtmanlsm, Cairo 1984, .s. 155-


177.

[1373] JAOS, 107/2 (1987), S. 279-392.

[1374] Astan and African Studies, XXII (1988), s. 103-106.

[1375] Britisb Society for Middle Eastern Studies Bulletin, XVI/2 (1989), s
123-132.

[1376] The Müslim \Vorld, l.XXXII/3-4 (1992), s. 256-273.

[1377] JRAS, III/2, 2 (1992), s, 191-202.

[1378] Journal of SemiHc Studies, XXXIX/1 (1994). s. 41-86.

[1379] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 278-281.
[1380] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 283-286.

[1381] Ferhat Koca, İslâm Hukuk Tarihinde Selefi Söylem Hanbelî Mezhebi,
Ankara Okulu Yayınları: 287-313.

You might also like