Professional Documents
Culture Documents
Bismillahirrahmanirrahim
Biz eğitim dönemini hep bir kamp ile başlatıyoruz. Geçen yıl İmam Ebu Hanife
(rahmetullahi aleyh) ile başlatmıştık. Bu yıl da İmam Buhâhî (rahmetullahi aleyh) ile
başlatmış olacağız. Bu eğitim kamplarını yaparken bir serlevhamız var. Bu
serlevhamız da “ Büyüklerin Ayak İzleri ” serlevhasını taşıyor.
Bu aziz din insanı yücelten bir dindir. İnsan bu dinle şeref kazanır ve bu dine
ittibası nispetinde de o şerefini korur ya da o şerefinden mahrum olur. O şerefi
ayakta tutacak ve devamını sağlayacak en önemli şey ; Takvadır. Takva varsa
şeref vardır. Çünkü üstünlük ne cinsiyettedir ne yaştadır ne aidiyettedir ne
mezheptedir ne mekteptedir ne meşreptedir. Bunlar üstünlük işareti değildir. Bir
tek üstünlük işareti takvadır.
İlim ve amel ile elde edilir. İlim ve amel bütünlüğü varsa takvanın o şahısta istenilen
oranda karşılığı olur.
Bu aziz dinde takvayı elde eden ve takvayı koruyan binlerce önderimiz, örneğimiz
oldu. Başlangıcından bugüne kadar binlerce aziz ve azizeler yetişti. Bu kişilerin bize
rehberiyetlerin tam olarak karşılık bulabilmesi için bizim onları çok iyi tanımamız ve
onların rehberiyetinin altında yürümeye gayret etmemiz gerekiyor. Ancak şöyle bir
hakikat var. Bu aziz din birilerini aziz ve azize kılıyor fakat hiçbir şahsı putlaştırmıyor.
İslamın putlaştırdığı bir şahıs olamaz. Bu din putları yıkmaya geldi. Eğer siz o putları
yıkar da yerine yeni putlar edinirseniz tevhidi zedelemiş olursunuz. O yüzden İslam
kimseyi putlaştırmamıştır. Baki hakikatleri fani şahıslar üzerine asla bina etmemiştir.
Biz hangi büyüğü ele alırsak alalım onu putlaştıramayız.
Medine’den bir adam, Ebu Derda’nın (radıyallahu anh) yanına geldi. Ebu’d Derda
(radıyallahu anh) şöyle dedi: “Kardeşim seni buraya getiren nedir ?” O adam dedi ki:
“Senin Resulullah’tan duyduğun bir hadisi senden öğrenmeye geldim” Ebu Derda
(radıyallahu anh): “Sadece bunun için mi geldin, başka bir şey yok mu ?”
Adam: “Vallahi ben sadece bunun için geldim.” dedi. Ebu Derda (radıyallahu anh) çok
sevindi ve şöyle dedi: “Madem seni buraya getiren sadece ve sadece Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in bir sözünü dinlemek, o zaman kulağını iyi aç ve dinle.
Ben şu kulaklarımla Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediğini
duydum.” O dedi ki: “Her kim bir yola girer ve onda ilim isterse Allah onun için
cennete giden bir yolu kolaylaştıracaktır. Melekler ilim öğrenenlere yaptıklarından
hoşlandıkları için kanatlarını gererler. Göklerde ve yerde olanlar hatta sudaki balıklar
ilim öğrenen kimseye Allah’dan yardım ve bağış dilerler. İlim sahibinin abidden
üstünlüğü Ay’ın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki peygamberlerin
varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bıraktılar. Onlar ancak ilim
miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan büyük bir pay almış demektir.”
Arkalarından “Tabiin” dediğimiz ikinci hayırlı nesil geldi. Onun arkasından “Etbau
Tabin” denilen üçüncü hayırlı nesil geldi. Bunlar bir zincir gibi birbirlerine bağlılar. Biz
bu zinciri tutarsak sahabeye dayanırız.
Haşyet’de saygıyla karışık bir korku var. İçinde derin bir saygı olan korkuya haşyet
diyoruz. Eğer haşyet varsa, derin bir saygıda vardır, güçlü bir sevgi de vardır, sağlam
bir samimiyet de vardır, sarsılmaz bir sebat da vardır. Korku bunları kaybetmekle
alakadardır.
Fatır Suresi (28) : “Kulları içerisinde ancak alimler Allah’dan hakkıyla korkarlar.”
Alimlerin olmazsa olmaz özelliğidir bu.
Ebu Derda (radıyallahu anh) şöyle diyor: Biz Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile
beraberdik. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gözlerini semaya doğru dikti.
Dakikalarca baktı sonra şöyle dedi: “İşte insanlardan ilmin kapılıp alınacağı anlar.
Öyle ki onlar o ilimden hiçbir şey elde edemeyecekler.”
Ziyad ibni el Ensari (radıyallahu anh) şöyle diyor: “Ya Resulullah Kur’anı okuduğumuz
halde o ilim bizden nasıl alınacak ?”
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ziyad’a (radıyallahu anh) döndü şöyle dedi:
“Annen seni kaybetsin. Ziyad ben seni hakikaten Medine’nin fakihlerinden
zannederdim. İşte şu Tevrat ve İncil Yahudi ve Hristiyanların yanında değil mi ?
Ama bunların onlara ne faydası var ?”
Tabiin büyüklerinden olan Cübeyr ibni Nüfeyr dedi ki: “Bir müddet sonra ben Ubade
ibni Sabit ile karşılaştı. Ona dedim ki: “Kardeşim Ebu Derda’nın ne söylediğini biliyor
musun ? ona bu hadisi söyledim” Ubade şöyle dedi: “Vallahi Ebu Derda (radıyallahu
anh) doğru söylemiş. İstersen insanlardan alınıp kaldırılacak ilk ilmi sana haber
veririm” dedi. Ubade: “Haşyet” dedi. “Yakında Şam’ın Cuma Mescidi’ne gideceksin.
Orada bir tek huşu sahibi birini göremeyeceksin.”
Biz ilmi kaydettik, bunlar başımıza geldi. Biz ilim deyince sadece tefsir, hadis, fıkıh
anlayamayız. Biz Allah’a yaklaştıracak ilimlerden istiyoruz.
Hassasiyetin ölçüsü bir insanı nebevi miras kıldığı gibi rabbani alimde kılıyor. Eğer bir
insanda hassasiyet varsa o kişi nebevi mirasa kabul edilir. Eğer ruhsatları
kullanıyorsa, Allah’ın şeriatıyla oynuyorsa orada nebevi mirastan söz edilemez.
Hakka ve adalete uygunluk, doğruluk demektir. Eğer bir alim hakkaniyeti anlamışsa
“Hakkın hatırı alidir, hiçbir hatıra feda edilmez” ilkesiyle yürür. Eğer hakkaniyeti
anlamışsa bir alim sadece zenginlerin düğününe gitmez. Sadece belli bir kesimle
oturup kalkmaz. Toplumun her kesimiyle oturup kalkar. Hakkaniyetten sapan
alimlere bir uyarı var.
Hamiyet, bir şeye sahip çıkmak yani savunmak, himaye etmek, korumaya çalışmaktır.
Hamiyet çok saygın bir kavramdır. Hamiyet, alimlere çok yakışır. Gerçek mümin
hamiyet sahibidir. Dine ve dine ait kavramlara sahip çıkar, gayret eder. Bu gayretten
geri durmaz.
60 yıllık bir ömrü var fakat hiçbir şart ve unsur da kendisini haşyet duygusundan beri
kalmadı. Onun talebesi olan Ebu Cafer ibni Hatim el Verrak anlatıyor: “Biz imamla
bazen yolculuklar yapardık. Bir yerlerde de gecelerdik. Bende elimden geldiğince
onu takip ederdim. Vallahi ben İmam Buhari’nin bir gecede 15 veya 20 defa
yatağından kalktığını kandilin yaktığını ve birkaç hadis tahriç ederek bazılarını
yazarak bir mücadele verdiğine şahit oldum. Bir müddet sonra o tahriç ettiği hadisler
üzerine düşündüğünü görürdüm. Sonra yatağına girip başını yastığa koyup onu
tekrarladığına şahit olurdum. Bazen seher vaktinde 13 rekat namaz kıldığını
görürdüm. Kalktığında ise beni uyandırmazdı.”
Ben bir gün kendisine dedim ki: “Ey İmam geceleri bu kadar uykusuz kalıyorsunuz,
kendinizi çok yoruyorsunuz. Ne olur beni de uyandırsanız en azından yazmada size
ben yardımcı olsam. Siz söyleseniz ben yazsam. Böyle yaparak sizin sırtınızdan yük
alsam olmaz mı ?” Bunu dediğimde bana dedi ki: “Sen daha çok gençsin, senin
uykusuz kalmanı istemem.”
İmam Buhari (rahmetullahi aleyh) bu hassasiyetin gereği hadis almak için 2 defa
Mısır’a 2 defa Şam’a, 4 defa Basra’ya, Hicaz Bölgesinde 6 yıl boyunca, defaatle de
Bağdat’a Kufe'ye gidip gelmiştir. 60 yıllık ömrünün 40 yılını hicretle geçmiş bir
imamdan bahsediyoruz. Ne için peki ? Hadis rivayet edenleri bulmak için gidiyor.
Hadis rivayeti için Belh’e, Merv’e Nisaburg’a, Rey’e, Kayseriye’ye, Hımıs’a, Askalan’a,
Vasıt’a gidip gelmiş bu insan bu hassasiyeti ortaya koyuyor.
Kendisinden bir örnek verelim: “16 yaşına geldiğimde Abdullah İbni Mübarek’in ve
Cerrah’ın kitaplarını ezberledim. Fıkıhta kendi reyiyle fetva verenlerin isimlerini
öğrendim. Sonra kendi kardeşim Ahmet ve annemle yola çıktık. Hac görevini yerine
getirdikten sonra annem ve kardeşim Buhara’ya geri döndüler. Ben dönmedim ve
hadis öğrenmek için Mekke’de kaldım. Kardeşimin döndükten sonra bir müddet
aradan geçince Buhara’da öldüğünü duydum. Mekke’de bulunduğum günler
boyunca hadis toplamaya başladım. 18 yaşıma geldiğimde sahabe ve tabiinin söz
ve fetvalarını tasnif ettim. Sonra Medine’ye gittim. O zaman Abdullah ibni Musa’nın
emir olduğu günlerdi. Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kabri başında ayın
parladığı gecelerde “Et-Tarihu'l Kebir” isimli kitabımı yazdım. Kitabıma aldığım her
ismin bende bir kıssası var. Kitap çok uzun olmasın diye çoğunu aktarmaktan
çekindim.”
Evi misafirlerle dolu imamın. Hizmetlisi gelir dışarıdan ve içeriye girmek ister. Eşikten
içeriye adımını atacağı sırada ayağı tökezler ve imamın üstüne doğru yuvarlanır.
Mürekkep, okka kağıdın üzerine dökülüyor. Ortalık karışıyor, yazılar darmaduman
oluyor. İmam (rahmetullahi aleyh) dönüyor şöyle diyor: “Sen yürümeyi bilmiyor
musun, bu nasıl yürümek böyle ?”
Hizmetli de: “Yol olmazsa nasıl yürüyebilirim, daraltmışsınız burayı bende
yürüyemiyorum” diyor. İmam’ın yanında misafirleri var ve bu şekilde cevap veriyor
hizmetli. İmam bir anda sinirleniyor ve şöyle diyor: “Git şu andan itibaren seni azat
ediyorum” Oradakiler şaşırıyorlar ve şöyle diyorlar: “Ey İmam hizmetliye çok kızdığın
için mi onu azat ettin ?” İmam: “Hayır, O yaptığı ile benim içimi rahatlattı. Nefsime
uyarak bir hüküm vermeyeyim. En kızgın halimde bile Rabbimi hoşnut edecek bir
şey yapayım diye onu azat ettim.”
Birine 25 bin dirhem borç vermiş. Adam da ödemiyor bir türlü. O adam bir şehre
gelmiş ve imama şöyle diyorlar: “Yaz şehrin valisine. Vali senin yerine o adamı
tahsil etsin.” Şöyle diyor imam: “Asla ben bir idareciden kendi şahsi meselem için
bir talepte bulunmam. Eğer ben bugün o idarecilerden kendi şahsım için bir şey
istesem yarın o idarecilerde benden başka bir şey isteyecekler. Bugün ben aldığım
zaman yarın onlar benden alacaklar.” Arkadaşları ısrar ediyor ve en sonunda onlar
valiye mektup yazıyorlar. Vali o adamı tutukluyor fakat İmam Buhari bunlardan
haberdar olunca hiç memnun olmuyor.
Buhara’ya geliyor. Buhara’nın valisi Halid ibni Ahmed Zühli’dir. Hemen askerlerini
gönderiyor Buhariye. “İmam el- camiu’s sahih ve diğer kitaplarını alsın ve saraya
gelsin. Ben bizzat Buhari’den bu ilimleri dinlemek istiyorum.” diyor. Bu durum
Buhari’nin hiç hoşuna gitmiyor, gelen askerlere şöyle diyor: “Ben ilmi alçaltamam ve
kimsenin kapısına da götüremem. Valinin ilimden bir şeye ihtiyacı varsa halka açık
derslere katılmak üzere mescide gelsin veya evime buyursun. Eğer halk arasına
karışıp ders almaktan hoşlanmazsa idareci olarak beni ders vermekten alıkoyabilir.
Bu da kıyamet günü Allah’ın huzurunda bana bir mazeret olur. Çünkü ben Resulullah’ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) : “Her kim bir ilimden sorulur o da onu gizlerse kıyamet
günü ağzına ateşten bir gem vurulur.” hadisini bile bile ilmi gizleyemem.” diyor.
Eğer biz bizden önce bu yolda yürüyenlerin hayatlarını öğrenirsek ilim yolunda nasıl
yürüyeceğimizi öğreniriz.