You are on page 1of 296

PAINO'NUN

Gülülü

Hill
Bediî FAİK

İ S T A N B U L
19 7 3
B A Ş L A R K E N

1 am on iki yıllık bir aradan sonra, gene bu


uzak ve sımsıcak ülkeye beni sürükleyen talihim oldu.
12 yıl önce bana fahrî hemşehrilik beratının o pek caf­
caflı cildiyle, küçücük altın anahtarını lütfetmiş olan
Tekelon'ları, şüphesiz unutmuş değildim. A m a Londra'­
da geçirdiğim ameliyatın yorgunluğunu ve ne yalan
söylemeli, yıllar boyu üzerime çullanmış durmuş da­
ha önceki sağlık kaygılarımı, kendi ülkemin âşinâ ikli­
minde geçirmek varken, bu çok uzak diyara gidip din­
lenmeyi de asla düşünmüş değildim. Ama hastaha-
ne dönüşü, yurda gelme hazırlığı içindeyken, Soho'
daki bir balık lokantasında birdenbire karşıma çıkan
şair dostum, Emilio Caramba, bütün plânlarımı altüst
ediverdi işte!.. Aslen Pontino'lu ve bence Güney Ame­
rika'nın en büyük şairi olan bu sevimli d o s t :
— Haydi d e m i ş t i , üç gün sonra yurduma dönü­
y o r u m . Seni doğruca Pontino'ya g ö t ü r ü r ü m . Hem din­
lenir, hem de en az senin onları sevdiğin kadar seni
seven vatandaşlarımı yıllar sonra bir daha görürsün.
Ve sonra buz gibi Mosel şarabıyla dolu bardağı
uzatırken, e k l e m i ş t i :
— Sanıyorum k i , bu defa yazacak daha çok şey
var. Sen uğramıyaiı bizim o taraflarda öyle çok şey ol­
du k i . . .
İşte Pablo'yu böylece tanıdım. Paplo'yu ve şair
dostum Caramba'nın «baştan aşağı duyguyla dolu sı­
cak varlıklar» dediği bütün o insanları.

B. F„

8
P a r t i başkanı Pablo, güneş batıncaya kadar tar­
lalarındaki işçilerin başındaydı.
«— Ha aslanım. Ha yiğidim...» durmadan dürtük-
ledi durdu onları.
Aslında hepsinden çok iş yapardı. G ü d ü mü güç­
lü, becerikli mi becerikli... Ama bayılırdı elbirliğine.
Etrafında adamlar olsun, hem çalışsın, hem de onları
coştursun ve gülüş ahenk iş görülsün!..
Pontino köyüne tepeden baktınız m ı ; Pablo'nun
tarlaları böyle bir çalışmanın mahsulü olduklarını da
hemen anlatırlar doğrusu!. Ekinler kıkırdar, meyve a-
ğaçlan rüzgârda âdeta salına salına şarkı söylerler...
Ve çitlerde, hendeklerde, öylesine bir intizam ve kes­
kinlik görülür ki, bütün bu yeşermenin, fışkırmanın,
kılı kırk yaran bir hak dikkati içinde sınırlandığı bel­
lidir.

9
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Pablo, bir zeytin dalının dahi komşu tarlaya sark­


masına gönül yatıramıyacak kadar mülkiyet titizidir.
Nasıl ki, bir tek eriğin, kendi sınırından içeri düşmüş
olmasını da hoş görmez.
Neden mi yirmi yıldır Pontino'da itibarlı? İşte
bundan!. Pontino'da herkes bilir ki, Pablo hak yemez!.
Ve gene bilmiyenlerin pek çoğu, onun bir yaba gibi
ellerinden bizzat yedikleri sopalarla öğrenmişlerdir
ki, zırnık kadar hakkını da kimselere yedirmez!..
Ve işte gene bundan dolayıdır ki, tam on yıldır
O, Tekelonya'nın en güçlü partisinin Pontino köyünde­
ki başkanıdır.
Tabiî böyle bir partinin iktidarda olduğunu söy­
lemek artık yersizdir.
Daha doğrusu, yersizdi.
Zira hikâyemizin başladığı o güne kadar, tam on
yıldır, Tekelonya'da ne zaman seçim yapılsa halk oyu­
nun en büyük d i l i m i n i , rakiplerini hasetten çatlatan bir
rahatlık içinde alıveren «Özgürlük Partisi» tam o
gün, yani Paplo, işçilerinin başında her şeyden haber­
siz, şarkılar söyleyip söyletir, her birini teker teker
coşturup dürtüklerken, Tekelon radyosundan yükselen
bir sesle ordu tarafından alaşağı edilmiş bulunuyor­
du.

10
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Karısı, güzel gözlü Konçita, Pablo'nun başkanlığa


seçildiği günden b e r i , ona sık sık, «şu transistor çağın­
da bağa bahçeye giderken yanına bir küçük radyo al­
masını» doğrusu hep salık vermiştir.
— Sen Başkansın, derdi ikide bir, tarladayken ne
olup bittiğini bilmelisin. Bazan sabah çıkıp, taa akşam
dönüyorsun, Telekonya bu. Bir de bakarsın pat!, bir
mesele çıkmış.
Pablo hep gülmüştür bu sözlere. Her seferinde
de :
— Geç onu derdi, toprakla uğraşırken olsun ka­
fam dinç kalmalı. Senin radyo dediğin, bir alay kızıl
puştun borazanı. Ondan öğreneceğim hiçbir şey yok
benim!..
Gerçekte pek de haksız sayılmazdı hani. Ve Teke-
lon radyosu hakkında böyle düşünmekte olanlar öy­
lesine çoktu k i , halk nazarında Tekelonya'nın en iti­
barsız, en çok nefret duyulan kuruluşu olarak radyo
başta sıralansa yeridir. Az mı radyo cihazı çalınmıştır
yere!.. Şu kendi hâlinde yaşıyan küçücük Pontino'da
dahi, az radyo makinasını mı yakmışlardır!. Hattâ
bir seferinde köylülerden b i r i , «Bayan Başkan» dedik­
leri Konçita'nın telkinlerine uyarak, Pablo ile birlikte
çalışmaya giderken, yanma transistorlu radyosunu al­
mış, ama tam öğle üzeri, ayçiçeklerinin karşısındaki
çardakta hep beraber yemek yendiği sırada, onu açtı­
ğına açacağına bin pişman olmuştu. Ajans haberi nâ­
mı altında, nerede bir kızıl serkeşlik olmuşsa O, nerede
bir kızı! topluluk itlik etmişse O, nerede bir kızıl velet
ağzını açıp gözünü yummuşsa O veriliyordu. Ve za­
vallı Unos ( r a d y o y u getiren köylünün adı buydu) en
sonunda, arkadaşlarının hırstan çakmak çakmak ol-

11
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

muş bakışlarına dayanamıyarak önündeki el kadar ara­


cı kaldırdığı gibi, ayçiçeklerinin içine öyle bir fırlat­
tı k i . . . tarladan henüz dönmekte olanlar uçan kuş san­
dılar!..
Bir yıl önce olmuştur bu. Ve o yıl ilk defadır k i ,
Pablo'nun ayçiçeği tarlaları, umulanın çok altında mah­
sûl v e r d i . Bir yıl boyunca da Pablo, bu yüzden Unos'a
hep takıldı durdu :
— Ulan o meretin düştüğü yerde bereket kalmı-
yacağını kestiremedîğin için, seni partinin d i s i p l i n
kuruluna vermek lâzım ya, haydi neyse...
Ve hemen arkasndan da eklerdi :
— Oğlum Unos, radyo ancak bokçukururaa atılır
bunu unutma!.
Evet ama, Tekelon halkı, hele köylüler, radyodan
böylesine nefret ededursunlar, Tekelon başkentinde
hiç de azımsanmıyacak bir grup, eline geçirdiği bu
silâhın etkisini biliyor ve halk kesiminde kaybedilmiş
bu etkiye karşılık, kestirme yollardan iktidara g e l m e
birsiyle yanıp tutuşan bütün yürekleri rahatlıkla oya­
bildiğin! iyice kavramış bulunuyordu.
— Biz, derlerdi Tekelonya solcularının t ü m ü , ik­
tidardaki «Özgürlük Partisi» nin getirdiği özgürlükle­
ri tepe tepe kullanacağız ama ille de onu t e p e l e m e k
için!.
Ve bu hava içinde, nereye isterlerse oraya saldı­
rıyor, neyi gözlerine kestirmişlerse onu yıkıp ufala­
mak için yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Dokunama­
dıkları ve bir türlü korkutup kendilerine çekemedik­
leri tek varlık, yalnız halktı.
Haa... unutmadan hemen söyliyelim, Tekelonya'-
da tam bir demokrasi vardır ama, sadece iktidarda o-

12
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lan «Özgürlük Partisi» ona bağlıdır. Diğerleri, ki sekiz


tanedirler, ancak seçim arifelerinde ümitlenip demok­
rasi demokrasi diye hora teperler, ama seçim bitip
de, her b i r i , aklını karpuz kabuğuna takıp anlanmış
durmuş, ama sonra önünde ancak bir avuç kuru ot bul­
muş eşeğe döndü mü, başlarlar çifteler atmağa ve
koyulurlar kerih kerih anırmağa!.. Tabiî anladınız, bu
benzetme bizim değil, doğruca Tekelon köylülerinindir.
Doğrusu ya, her seçim sonrasında, bu köylü yığını, öy­
le bir eğlenir, öyle bîr güler ki, komünistler için artık
teşbihin bini bir paraya. Bütün o salkım saçak solcu,
sağcı, partiler için benzetmenin daniskası hep tümen
tümendir.
Evet ama, yeryüzünün neresinde, tüm aydınlarının
yarısı korkak, yarısı dangalak; partilerininse, pek çoğu
avanak ve alçak bir t o p l u m , demokrasi denen o çıtkırıl­
dım nazenini, uzun süre koruyabilmiş, onu gelin edip
nurtopu yavrular doğurmasını g e r ç e k l e ş t i r e b i l m i ş t i r
ki, Tekelonya bunda istisna teşkil etsin!.. Aslında o-
nunki gene de bal gibi kolay kırılmaz bir rekordu ve
kendilerinden başka hiçbir toplumda demokrasi olaca­
ğına inanmamış Batılı devletlerin hayretten patlarca­
sına açılmış gözleri önünde yıllardır serilmiş yatıyor­
du. Hoş, gene hakçası istenirse, bu kadarı Tekelonya
için talihsizlik de olmuştur ya... Temeli sapasağlam
halka dayanan güçlü bir iktidar, demokrasiden çok ön­
ce çıkar peşinde olan Batı ülkelerinin nerede ve ne
zaman işine gelmiştir k i . . . G ü d ü iktidar demek, çata
çat pazarlık demektir, tartışma demektir. Dikbaş de­
mektir. Ve kaynağını da halktan aldı mı, Batı devletiy­
le üstelik eşitlik demektir!.. Yooo, bütün o gizli ser­
vislerin, bütün o çeşit çeşit sesli sessiz harflerle an-

13
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

latılmaktan çok saklanmağa çalışılan istihbarat örgüt­


lerinin işi ve anlamı ne o zaman? Hep Batı üstünlüğü­
nü yüreklere balık iğneleriyle sokmak ve hep bir eşit­
lik f i k r i n i silip yoketmek değil mi bunların işleri güç­
leri?.
O hâlde koyunuz bakalım şimdi bunları da, Teke-
lonya'daki bütün o hengâmenin, yani radyonun, aydın
avanaklığının, hâkim korkaklığının, üniversite dan­
galaklığının ve Basın sarsaklığının üzerine!.. Ne mi
olur?
Haydi gelin hikâyemize dönelim de, bakalım ne
oluyor:

14
Pablo, son toprak bölümünü de, çapasını âdeta
vınlatarak kabartıp, mıncıklanmış bir pasta yığınıma
döndürdükten sonra, bağırdı :
— Haydi bakalım, toplayın öteyi beriyi. Paydos,
fyice karanlık inmeden dönelim.
İşleyen eller şıp durdu... Kıç ceplerden çıkarı­
lan koskocaman mendiller terden sırılsıklam yüzlerde
gezdirildi. Destilerdeki son su kalıntıları havaya açıl­
mış etli dudaklı, pırıl pırıl d i ş l i , ama hepsi de hayli ko­
caman t i p i k Tekelon ağızlarından içeri boca edildi
ve az sonra bütün kafile, deyme mangada bulunmaz
bir çabukluk ve düzen içinde, asfalta çıkan patikada
yürümeğe başladı. Tam 14 kişiydiler. Başta Pablo yü­
rüyor, ardında Sanşez, Unos sonra ihtiyar Manuel, o-
nıın arkasından da Pilar ananın kara saçlı ve iri k a r *

15
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gözlü oğiu Roberto, ç i l l i Tores, paytak Antonio, sırık


boylu Benito ve diğerleri geliyorlardı.
Yorgundular ama olsun, mutluydular da. İyi iş gö­
rüyor, her biri bir. taraflara bir şeyler ayıracak kadar
da kazanıyorlardı. Karılarını Forbos suyunun en güçlü
kaynaklarından biri olan Pontino deresi boyunda ça­
maşır yıkarken gözliyebilseniz, her birinin boynunda
sallanan altın dizilerini, hemen görebilirsiniz. Ve bir
akşam vakti yolunuz Pontino'ya düşse de konuk ola-
bilseniz, çoğunun evinde, İsa'yı çarmıhta tasvir eden
tahta heykelciklerin asıldıkları badanalı duvarların tam
altında, meşeden yapılmış birer süslü sandık oldu­
ğunu farkedersiniz. Bu sandıklar Pontino'luların varlık
kasalarıdır. Gümüşler, süslü bakırlar, çocuklar için ay­
rılmış ipekliler, sırma işlemeli örtüler ve bazan da ka-
ragün için kocalardan saklanmış biraz para... Hepsin­
de senetler de vardır ha... ve uçları kıvrık kıvrık ol­
m u ş , saklanmaktan sararmış tapular da...
Hoş, bundan en az nasibini almış olanlar dahî
Pablo'nun peşisıra yürüyen kafilemizde var olduğu
hâlde, onlar da gene mutluydular ya... İşte paytak An­
tonio ve o sırık Benito, en canlı örnektirler buna. Baş­
kana en çok takılan ve onun en fazla şakalaştıkları da
onlardır ve kahkahalarını bir kilometre ötedeki asfalt­
tan vızır vızır geçen kamyonlardan, kamyonetlerden,
otomobillerden bile duyabilirler... Her çalışma günü
bu böyle olduğu gibi Carlos babanın meyhanesinde de,
önü sundurmalı, duvarları budaklı budaklı çam tahta-
sıyla kaplı o şipşirin parti merkezindeki tartışmalarda,
sohbetlerde de böyledir...
Pablo, gerçi arada bir şakanın dozunu kaçıran
paytak'la sırık'a, o az rastlanır irilikteki ellerini masa­
ya i n d i r e r e k :
16
PABLO'NÜN GÜLÜŞÜ

— Ulan... diye gürlerse de, ardından hemen ge­


ne kendi gülmeğe başlıyarak:
— Hey gözünü sevdiğim demokrasi, diye ekler,
ulan bir başkanla işte böyle rahat konuşuyorsanız, yal­
nız onun sayesinde ha!.. Diktatoryalarda bu yoktur...
Hele bir de kızılı oldu mu, bok'u avuçla yedin g i t t i . . .
Nitekim o gün de, paytak Antonio, yola düzüldük-

lerinden az sonra, önde, yürüyen bir çınar gibi görü­


nen başkan Pablo'ya seslendi :
— Başkan be, şu komünistler...
Pablo'nun dev gölgesi birden kasıldı :
— Ne olmuş komonistlere gene?
— Hiç canım, hani iktidara gelirlerse dedim, aca­
ba senin yerine önümüze kimi katarlardı?
— Ulan, dedi Pablo, kahpe dölü, m i l l e t isteme­
dikten sonra, kızılların iktidara gelmesi de ne demek­
miş? M i l l e t bu, millet. Sen biliyo musun mîllet ne de­
mek?

17 F. : 2
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ve sonra dönüp
birden gürledi :
— M i l l e t sensin
arkadaş!.. İstiyo mu­
sun gelsinler, sor
bakalım önce kendi­
ne!..
— Yok, dedi An-
tonio kayıtsızca, ba­
na sorarsan, gene şu
düzeni i s t e r i m .
Nasırlı elleriyle
de dar patikada çif-
t e r l i tekeri i yürüyen
arkadaşlarını gösteri­
yordu .
— Yani istediğimiz gibi yürüyüp gidiyoruz i ş t e .
Yalnız benim diyeceğim, şayet öyle bişey olsa, acaba
gene senin peşine mi takarlardı bizleri diye araştır­
mak... Ama madem milletin dediği olurmuş, yürü git­
sin arkadaş, gene baştasın demektir.
— Ne zannettin ya, dedi sırık Benito hemen için­
den kıs kıs gülerek, ulan sen m i l l e t olduğunu bile baş­
kan söylemese bilebilir miydin doğru söyle.
— Yoo... bilirdim ya, dedi Antonio kalın perdeden,
kaç kez öğrenmişimdir bunu. Eskiden bilemezdik onu,
eskiden yani siz çocuktunuz o günler. Şu parlak Röber-
tonun anası Piler bilir onu. Manuei bilir, ben b i l i r i m .
Carlos baba dikâlâsını bilir, eh bizim başkan da bilîr
ya...
Roberto adının geçmesinden hemen yararlanarak
lâfa karıştı :

Í8
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Aslan başkan dedi sırık, m i l l e t olmak güzel


şey be. Fakir ol istersen, uzun o l , kısa o l , istersen
Antonio gibi paytak, dilersen Roberto gibi parlak o l .
sağlıklı o l , ama ille de m i l l e t ol gene de keyiflisin
demektir.
— Ha şunu hileydin dedi Pablo, hızla geçen bir
kamyonu kollayıp yolun karşısına seğirtirken, millet
olduğunu bilmek gibisi var mı be!.
Artık asfaltın sağındaki toprak düzlükte yürüyor­
lardı ve yol geniş olduğu için, hemen iki sıra teşkil
etmiş gibiydiler. Ortalarında Pablo gene koskocaman
bir çınar gibi dimdik yürüyor ve yambaşındaki paytak
Antonio'yu arada bir itekliyerek koşturmağa zorladık­
ça, beriki :
— Çek elini m i l l e t i n ensesinden Isa hakkı için,
yaş keçe gibi yapıştırırım diyerek hepsini güldürüyor­
du.
Tarlalarla köyün arası, tam üç kilometredir. Pob-
lo'nunkiler en uçta olduğu için, ancak o dar ve dik pa­
tikayla bu mesafe korunabilir. Ama asfalt öylesine ge­
niş ve köye dönüşte de, sanki yorgun ayaklar düşünü­
lerek yapılmış gibi öyle de güzel bir meyili vardır k i ,
her akşam bu yolu tepen Pontino'lular İsa'nın nefesini
ardlarmdaymış gibi hissederler.
Nitekim yüz metre kadar sonra, sağ yanlarında
yükselen ağaçlı tepeciğin eteğini kıvrılır kıvrılmaz,
aşağıda yemyeşil vadiye yaslanmış Pontino'nun pırıl
pırıl ışıklan hemen görülüverdi. Kış henüz sıyrılıp git­
m e m i ş t i ama, haya durgundu ve baharın erken gelece­
ğini müjdeleyen bîr koku, akşam alacasıyla sarmaş do­
laş olmuştu.

20
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Her seferinde yolun tam bu noktasında, Pablo


ille de durur ve müthiş bir körük gibi genişliyen göğ­
sünü ille de şişirip b a ğ ı r ı r :
— Hey gözünü sevdiğim Pontino, İsa'nın eli dai­
ma üzerinde olsun.
Sonra hep birlikte haç çıkarırken mırıldanırlar:
— Âmin...
Solcular kaç sefer bu davranışı «gericilik» say­
mışlar, kaç seçim nutkunda Pontino «özgürlük parti­
si» elemanlarının bu davranışı gerici yobazların iğrenç
hareketlerine örnek olarak v e r i l m i ş t i r , artık bunu
Pontinolular dahi sayamıyorlar. Ama kim ne derse de­
sin, onlar bildiklerinden şaşmamışlar ve başlangıçta
sadece Pablo ile arkadaşlarına has olan bu hareket,
sol hücumlardan sonra, hemen bütün köy için vazge­
çilmez bir âdet olmuştur. Hangisi kasabadan şehre
dönerken, vadinin altında uzanan Pontino'yu görse, is­
ter katırının üstünde olsun, isterse bir kamyonun pen­
ceresi yanında, he­
men haç çıkarıyor ve
mırıldanıyor artık:
— Gözünü sevdi­
ğim Pontino, İsa'nın
eli daima üzerinde
olsun. Âmin!..
Aslında dindar­
lıkları bundan öteye
de gitmez. Hele sol­
cuların ithamları ol­
masaydı burada dahi
zor rnıhlanırdı ama,
onlar bu masum du-

21
PABLG'NUN GÜLÜŞÜ

ayı gericilik diye damgaladıkça Pontinolular bu işte


hayır olduğuna büsbütün inanıp yapıştılar ve onlar
yapıştıkça da kızıllar köpürüp hücumlarını sıklaştır­
anlar...
İşte o akşam üzeri de, Pablo gene aynı duayı mı­
rıldanıp, hep birlikte «âmin» dedikten sonra, paytak
Antonio muzip bakışlarla etrafı kolaçan eder gibi ya­
parak derin bir soluk koyverdi ve :
— Oh hele şükür, dedi, kimseler yok çevrede.
Hani, testi memeli Lopez'in o üniversiteli kara oğlanı
bizi görseydi seyreyle sen cümbüşü! Ne gericiliğimiz
kalırdı, ne yobazlığımız!. .
Toprağın üzerine gülle gibi bir tükürük yapıştıran
Pablo gürledi :
— Anasını eşek kovalasın o kızıl bokun.
— Yoo... dedi Sanşez hemen, Sayın Başkanım!.,
bizim sırık Benito'yla, Roberto'ya eşek diyemezsin.
Sonra Unos'a da diyemezsin. Hele ihtiyar Manuel'e
böyle demeğe hiç hakkın yok. Hani onların tümü o fır­
lamanın anasını az kovalamadılar da...
Kıpkırmızı olan Roberto :
— Yok devenin başı dedi, ben de mi? Ulan o be­
nim anam kadar be!
Birdenbire çok keyiflenen Pablo :
— Kızma oğlum dedi, karıyı tarlaya çıkarıp yay­
dın mı, memelerini yatak dengi sanıp yatmışsındır!.
Ve sırık Benito hemen ekledi :
— iyi söyledin Başkan, karı ne zaman bizim Ro­
berto'ya rastlasa, güneşin alnında kalmış yağ topağı
gibi eriyor hıh... kartmış!. Piiar anadan korkmasa, bu
da bizim gibi kaşığını yağa bandıracak ama, gözünü
sevdiğim Piiar ana, İsa hakkı için bir gün karıyı tahta

22
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

köprünün tam korkuluğu dibinde bir sıkıştırış sıkıştır­


dı ki sorma :
— Ulan su aygırı kılıklı karı, elâlemin çocuklarını
ayartacağına, kendi piçinin hakkından gel de memleket
kurtulsun... diye öyle bir bağırıyordu ki, jandarma ça­
vuşu Martinez yetişip güç aldı elinden. Hoş, beriki az
sonra yola düzüldüğü zaman gene gülüyordu ya...
Yalnız hakçası, yanakları biraz daha allaşmış ve ne
yalan söyliyeyim hani...
Pablo taa köye kadar akseden ünlü kahkahaların­
dan birini koyverirken sordu :
— Hani gel de peşinden seğirtme ha?
— Valla öyleydi, dedi Benito, ben gitmesine git­
medim ama...
— Kimdi giden? diye gene üsteledi Pablo.
— Şey canım kim olacak tabii çavuş Martinez,
dedi Manuel kenardan.
— Helâl olsun, dedi bu sefer Roberto kısık kı­
sık, benden uzak olsun da...
Pablo eliyle delikanlının sırtını okşayarak :
— Aferin oğlum Roberto, dedi. gerçi düşman ka-

23
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ <

zıkta gerek ama, bırak kart kızılların hakkından gelme­


yi de zabıtamız yüklensin!.. Hem çavuş Martinez...
Ama sözünü tamamlıyamadı. Jandarma karakof
binasına çok yaklaşmışlardı ve elli metre kadar öte­
deki yapının sundurması önünde, kaputu sırtında oldu­
ğu hâlde, parlak Napolyon çizmelerini oturduğu tahta
koltuğun karşısındaki tabureye dayamış çavuş Mar-
tinez'i iyice seçebiliyorlardı. A l t ı jandarma neferi de
etrafını almış, oturdukları hasır iskemlelerde dimdik,
pürazamet kasılıyorlardı.
Pabio ne zaman karakolun önünden geçse, içten­
likle e! sallar, Başkanlarını j ö r e n diğerleri de arkasın­
dan hemen şapkalarını çıkarıp sallıyarak uzaktan ça­
vuşu ve maiyetini selâmlarlar... Çavuş ise her zaman
gülerek yerinden kalkar ve o da Pabloyîa arkadaşlarını
el sallıyarak selâmlar... Tek tük jandarma neferleri de
buna uyarlar ama, komutanları selâm verirken, rütbe­
sizlerin de kendilerini nimetten sayıp selâma katılma­
sına kızdığı için, genellikle çaktırmamağa çalışarak
yaparlar bunu.
Ve Pablo daima, tar­
la dönüşü karakolun kar­
şı tarafından geçer...
— Bırakalım asker­
leri kendi işleriyle baş-
başa... der, biz politi­
kacıyız, politikanın on­
ların çevresinde yeri
yok. Uzaktan selâm, di­
lerlerse yardım. Am­
ma dedikodu, amma po- gp^^" ^-=> J4
litika... zinhaar... Biz-

24
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

den paso arkadaş!.. Böylesinden şaşma, daima saygı*


görürsün. Kimse de sana gözünün üstünde kaşın var
diye bir t e r s l i k düşünemez gayrı!..
Nitekim o akşam da gene asfaltın karşı yönün­
den geçiyorlardı ve tam karakolun hizasında âdet e d i n ­
dikleri g i b i , önden Pablo elini sallıyarak ünlü selâmını
yolladı ve tam arkasından diğerleri ellerini şapkalarına
götürüyorlardı ki, donup kaldılar. Evet, elleri sanki mi­
tolojinin dilediğini taş kesen Tanrısı Zenon'un hışmı­
na uğramış gibi başlarına g i t m i ş ve orada âdeta taş
olup kalmıştı.
Kalmıştı zira çavuş Martinez, altın dişlerini ışıl­
datan tuhaf bir sırıtış içinde Pablo'yu süzmekle iktifa
etmiş, ne yerinden kalkmış ne e! sallamış, üstelik bir
de sundurmanın tam önüne tahtalara çarpışı yolun ö-
tesine kadar akseden okkalı bir balgamı tükürüver-
mişti.
Doğrusu, bu alışılmadık davranış önünde Pablo
sarsılmadı desek pek yalan olur. Önce o kocaman,
güneşten kavrulmuş çehresi mum gibi sarardı, son­
ra o kütük gibi iri ve geniş omuzları tutulmuş gibi
kasıldı. Ve daha sonra da çakmak çakmak gözleri öy­
le bir kısıldı ki, yanıbaşmda donmuş gibi başkana ba-
kakaian Antonio âdeta t i t r e d i . Ve diğerleri hemen haç
çıkararak 'mırıldandılar:
— İsa hakkı için bunda bir iş var Başkan!.
Aynı kısık gözleri ve keskin nazarlarla çavuş Mar­
tinez'! süzmeğe devam eden Pablo, dişlerinin arasın­
dan söylendi :
— Eğer boktan bir yere tâyini çıkmamış da böy-
ie yapıyorsa, şeytan çarpsın doğru dediniz, bunda bir
iş var. Hele bîr aldırmaz davranıp yürüyelim bakalım,,
şimdi anlarız.
25'
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ama hakçası, yüreğine bir ateş düşmüş gibiydi


bir kere. Göğsünün gümbürtüsünü kulak memelerinin
dibinde duyuyordu.
Uzakta bir kaç köpek ulumağa başlamıştı.
Gerçi ateşli Roberto, karakola doğru bir hamle
yapmağa kalkmadı değil. «Ulan buna ne oldu böyle,
varıp sorayım» diye kafileden ayrılmağa davranmadı
değil, ama Pablo'nun o korkunç bakışları önünde oldu­
ğu yerde kalakaldı. Ve bu süre boyunca da çavuş
Martinez, hep aynı pozda onları süzdü durdu. Aynı kir­
li sarı sırıtış ve hepsinin haysiyetine doğru uzanmış
gibi duran aynı Napolyon çizmelerinin kara ışıltısıyla.
Köy meydanına vardıkları zaman köpekler bir da­
ha uludu. Carlos babanın meyhanesinin damına tü­
nemiş bir kaç karga pis pis gakladılar.
Meyhanenin kapısına doğru yönelen Pablo :
— Gelin dedi birer Tekila içimizi ısıtır, hem de
ne olup bittiğini anlarız.
Ama aynı anda, meydanı çevreliyen iki katlı yapı­
lardan birini eliyle gösteren sırık Benito :
— Ooo... Sayın Başkanım, dedi, gene azmış ga­
liba bunlar.
Bu, komünist partisinin, ki bütün Pontino'da üye
sayısı y i r m i beşi geçmiyordu, başkanı olan Rezilopez'-
in hem evi hem de parti merkezi olan yapıydı ve cep­
hesine boydan boya gerilmiş bir bezin üzerine : «Kah­
rolsun Amerika... Kahrolsun Juan Domingez» yaz­
mışlar ve bezin tam ortasına y e r l e ş t i r i l m i ş Özgürlük
Partisi lideri olan Başbakan Domingez'in resmini de
kapkara bir çarpı işaretiyle karalamışlardı!.
Gözlerinden âdeta alev çıkan Pablo, hırsla solu­
yarak :

26
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Vay orospu çocukları diye böğürdü, bunlar iyi­


ce gemi azıya aldılar artık, sizi analarını...
Hırsla meydanı g e ç t i , gelişini gören Rezilopez'-
in kamçı kuyruklu köpeği viyaklıyarak kaçıp bir çöp
varilinin arkasına sığındı ve Pablo dev cüssesiyle u-
zandığı gibi, bezi öyle bir çekiş çekti ki, cayırtıyı du­
yanlar başlarını pencerelerden uzattılar.
Allahtan o sırada komünist Başkan Rezilopez o-
rada değildi. Öğretmen Pesos'la b i r l i k t e bir arabaya
atlamış ve saatler önce çağrıldığı ilçeye koşmuştu.
Ycksa o hırsla Pablo'nun karşısına dikiiseydi, Tanrı
bilir artık kopacak kıyameti!.. Ama kadın kısmı, ne
kadar kızıl da olsa, Pablo'nun çınar gövdesi önünde na­
sıl dayanır ve ne yapar? Nitekim Pablo o koca yaf­
tayı çeker çekmez önce bezin cayırtısı, sonra da ucu­
nu bağladıkları köhne balkonun olduğu gibi yere inen
korkuluklarının gürültüsü karşısında, Rezilopez'in ka­
rısı ve iki kaknem kızı sadece çığlıklar atabildiler...
Ve sonra da lâmbalarını söndürüp evlerini karanlıkta
bırakmayı tercih ettiler.
Yırttığı bezi büsbütün parçalara ayırmaları için a-
damlarına atan Pablo, bu defa gene meyhaneye doğru
yürüyecekti ki, Carlos baba ve diğerlerinin meyhane­
nin kapısına dikildiklerini gördü. Aralarında kalın er
kek sesiyle Pilar ananın da homurtusu duyuluyordu.
Carlos baba, ancak güngörmüş ihtiyarlara has bakı­
şıyla Pablo'yu şöyle bir süzdükten sonra :
— Hele dur oğul dedi, sakin o l , iti taşlamadan ön­
ce de çevreni kolla... Gel gel. Sana haber salacaktık
ama, çavuş hepinizi ilçeden gelen jandarmaların to­
parladığını söyledi.
— Ne? dedi Pablo, toparlamak mı? Yedikleri

27
PABLO'NÜN GÜLÜŞÜ

boka bak. Ulan iktidar partisinin namuslu başkanınr


ve üyelerini toparlamak da neymiş?.. Ne ister bu dey­
yus ki uydurur bunları?..
Zavallı Carlos, zavallı Pilar ana, söyliyecekler
ama, gel gör dilleri varmıyor k i . Ha babam yutkunu­
yor ve Pabio'nun öfkesi karşısında ancak :
— Hele hele gel bir Tekila at diye onu içeri çek­
meğe çalışıyorlar.
Bîr anda o kadar kalabalık da çevresine nasıl bi­
r i k m i ş t i , Pablo çok sonraları nedense hep buna takıl­
mış ve kendi varlığıyla birlikte, halkın üzerine çöken
sinikliği hemen sıyırıverîşinin bir delili olarak bunu
göstermiş durmuştur. Gerçekten de bir anda, nasıl
olmuşsa olmuş, âdeta bütün köyün yaşlısı ihtiyarı,
meydanı ve Pabio'nun çevresini sarıvermişti. Ama kim­

seden doğru dürüst bjr lâf çıkmıyor, sadece bir homur­


danış, bir i n i l t i , daha doğrusu görmeden, yaşamadan
bilinmez, anlatılmaz, bir toplu katılmanın garip s e s i ,
hışırtısı nefesi duyuluyordu, Ağızlardan değil, kas-

28
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

îardan çıkıyor gibiydi bu ses. Birşey söylemiyor ama,


çok şey anlatıyordu. Tabiî yalnız anlayana...
Nitekim Pablo, çevresini şöyle bir süzdükten son­
ra, yüreğinin daraldığını h i s s e t t i . Bir ateş gırtlağına
gelip dayanmış gibiydi. Ama gene de Carlos babaya
dönüp bağırabildi :
— Ne demekmiş bîr iktidar partisi başkanını to­
parlamak? Sormadınız mı o eşşoğlu eşşeğe!
Dedik ya, zavallı Carlos baba ve ötekiler, dilleri
varmıyordu ki, söylesinler.
Evet ne demekti bir iktidar partisinin Pontino'dakî
de olsa, başkanını toparlamak?
Evet, ne demekti bu?
Ne demek?..
Ne demek?..
Ama Pablo bağırıp dururken, birden durdu, ken­
disine hiçbir şey denmemişti ya, ne demek olduğu­
nu galiba söylenmeden gene kendi anlamıştı.
— Şey dedi, ne demek bu? Yoksa...
İşte tam o sırada, kalabalığın arasındaki, cırtlak
bir çocuk sesinin, Pilar ananın torunu ve güzel Rober-
to'nun yeğeni Munoz'un ağzından yükseldiği duyul­
du :
— Pablo amca radyo... radyo... radyo söyledi,
ordu hükümeti kendi yapacakmış!..
Gene bir sessizlik... Hem de bu sefer bir bulut
sessizliği, bir kar suskunluğu... Ve sonra gene her­
kesten önce kendini toparlayan Pablo'nun âdeta tıs­
laması :
— Haydi dağıiın öyleyse, hele bir sabah olsun
bakalım.
Birden tekrar sorumluluğunu hatırlayıp takınmış
gibi silkindi :
29
PABLO 'NUN GÜLÜŞÜ

— Sen, dedi, Roberto'ya, gel benimle, sen de


Manuel, sen de Sanşez, Benito Antonio hadi davra­
nın.
Ve meydanın köşesindeki yeşil boyalı önü güzel
aşmalı evine doğru yöneldi. Diğerleri arkasından yü­
rüdüler. Kalabalık geldiği gibi sessiz dağılıverdi. Car-
los baba meyhanesinin kapısında bir süre dikildikten
sonra, torunu ile birlikte yürümeğe hazırlanan Pilar
anaya :
— Zavallı Pablo dedi, onu asıl bundan sonra
üzüntüler bekliyor ama, İsa hakkı için, bunu da atlatır
sanıyorum.
Eğer az sonra, evindeki masif tahta yemek masa­
sının çevresine topladığı arkadaşlarıyla b i r l i k t e , ka­
rısı güzel gözlü Konçita'nın ortaya koyduğu küçücük
Japon radyosundan son haberleri dinlerken, onun ta­
kındığı sakin tavrı görebilseydi, aynı Carlos baba bu
inancına herhalde büsbütün yapışırdı.
Radyodaki güzel sesli spiker, Tekelon ordusunun,
iktidar partisini ve onun peşisıra pek çok kuruluşu
hedef alan ve hepsini şiddetle yerdikten sonra, kendi
seçtiği bir hükümeti kurduğunu açıklayan bildirisini
tane tane okurken, arkadaşlarının aksine, Pablo'nun
yüzündeki karartı gittikçe dağılıyor ve gözlerindeki do­
nukluk yerini az da olsa, dikkatle bakılınca farkedilen
bîr pırıltıya terkediyordu.
Ama Antonio da, Benito da, Roberto da Sanşez
de, hattâ ihtiyar Manuel de, anlamamışlardı bunu.
— Vay anasını diyordu paytak Antonio boyuna,
daha bir saat önce m i l l e t olduğumuza karar vermiş­
tik be! Bunun keyfini sürüyorduk be!..
Ve hergele Benito muzip muzip, Başkanın sesin»
taklit e d e r e k :
30
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— İsa hakkı için, m i l l e t i n istemediğini yapanı,,


ıslak bir keçe gibi öyle bir yere yapıştırırız k i , «ısı­
ran» la kazısalar yapıştığı yerden kurtaramazlar m e r e ­
t i ! , diye söyleniyordu.
Ama Pablo, belli belirsiz bir gülüşü dudaklarına
bir izmarit gibi hafifçe i l i ş t i r m i ş , sadece dinliyordu.
Hattâ ihtiyar Manuel :
«— Eee, be başkan, bundan sonra ne yapacağız
de bakalım da taktik ver bize» dediği zaman dahi sü­
kûnetini bozmadı. Sadece :

— Hele dur bakalım, dedi. Merkez var, il var, il­


çe var. Bize gelinceye dek daha çok düşünecekler
var. Hele bir sabah olsun, ondan sonra bir sabah da­
ha olsun, sonra bir sabah daha.
Dayanamıyan sırık Benito :
— Yaşşa be Başkan dedi, valla şu az önce mey­
dandaki kükreyişin durulmayacak diye korkudan do­
numa dolduruyordum ama, bu sefer de öyle bir dürü­
lüş duruldun ki, hani şu radyoyu kaldır at desem, Tan­
rı bilir en fazla cebine sokarsın!..

31
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ve aynı anda Tekelon marşlarına başladığı için


-susturduğu radyoyu kaldırıp kolonlu konsolun raf­
larından birine koyan Konçita'ya, gene başkanın se­
sini taklit ederek seslendi :
— Oğlum Unos, radyo ancak bok çukuruna atılır,
bunu unutma!..

32
3

Konçita'nın önlerine koyduğu, bir testi şarap, isli


et ve tulum peynirinden ibaret_yemeği bu arada hırsla
atıştıran Roberto, bunca taşlama karşısında hâlâ ses
çıkarmadan gülümseyen Pablo'ya ürkek nazarlarla bir
süre baktıktan sonra ağzındaki koskocaman isli eti a-
vurdunun bir yanından ötekine devrederek, Benito'ya
döndü ve :
— Boşuna arkadaş dedi, Başkanın bizi iplediği
yok. Hakkı da var ya.
Şarap bardağını bir yudumda boşaltan Benito hı-
nldar gibi sordu :
— Neden hakkı varmış?
— Eee... öyle ya, artık milleti iplememek çağı
başlıyor demektir. Bizim Başkan da...
Doğrusu ya, işte ancak Roberto'ydu kî, bu taşla-
masıyla kuşu tam canevinden vuruyordu. Pablo'ya
m i l l e t i n iplenmiyeceğini söylemek ha!. Hele Pablo'-

33 F. : 3
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ya milleti iplemiyenlere uyacağı imâsında bulunmak


ha!..
Pontino'nun ÖzgürlükPartisi başkanı, halk adamı
Pablo'yu öldür de bunu söyleme!.. Nitekim o yaba gi­
bi iri pençelerini Roberto daha lâfının yarısındayken
masaya öyle bir indiriş indirdi k i , tabak çanak t e s t i
bardak ne varsa hepsi, ortalığa saçıldı. Ve havaya fır­
layan bardağını göğsünün üzerinde yakalamayı başa­
ran sırık Benito keyifli bir kahkaha savururken ba­
ğırdı :
— Yaşşa sayın Başkanım işte nihayet kendine
geldin. Gürle artık gürle'de öğrensin şu Roberto vele­
di milletin ne olduğunu.
— Dinleyin beni dedi Pablo, henüz ortada birşey
yok. Daha doğrusu çok şey var amma, neler olduğunu
şu anda bilecek durumda değiliz. Yarın sabah hemen
ilçeye koşacağım. Ben dönünceye kadar partide Otu­
rup beklersiniz. Sana gelince oğlum Roberto, milleti
iplememek artık kolay iş değildir, bunu o koca kafana
sok. Hele Pablo'nun milleti iplemiyenlere uyması diye
bi şeyi kim aklına getirirse, şaka maka demez eze­
rim kafasını... Nah şu ellerimle karpuz gibi sıkar ve
suyunu ayaklarımın dibine akıtırım. Yarın ben dönün­
ceye kadar burada ne olursa aldırmayacaksınız. O
kominüst serseri Rezilopez, o it kızıl öğretmen Pesos,
herhalde boş durmıyacaklardır. Hiç ses etmek yok.
Anlaşıldı mı?..
— Ya çavuş Martinez? diye sordu Manuel, doğ­
rusu ben herifin bugünkü halini hiç beğenmedim.
— Ona da aldırmayın dedi Pablo, aynı hırsla...
kollıyaiım bakalım, kızıllar herife yanaşacaklar mu
yahut da onlara bizden farklı davranacak mı?

34
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Şey dedi, Antonio dişlerini karıştırarak, senin


çökerttiğin o balkon korkuluğu yüzünden yarın sabah
çizim kızıl Rezilcpez'in ilk işi, karakola koşmak olur
d i yom ben!..
— Olsun dedi Pablo, daha iyi dedin ya, çavuşun
davranışını iyicene ölçeriz bunla.
Roberto atıldı :
— Ya seni tutuklarsa?..
Pablo yutkundu. Gözlerini Konçita'dan kaçırmağa
çalışarak :
— Hah... dedi, işte o zaman senin dediğine ge­
lir iş. M i l l e t i n ipienmediğine iyicene kail olup, her-
seyi anlarız.
— Yani dedi sırık Benito hırsla, bizim seçtikleri­
mizi alaşağı edecekler, biz dilediğimiz hükümeti kura­
cağız diyecekler, bunlardan ötürü milletin ipienmedi­
ğine hâlâ yürek yatıramıyacağız da, bizleri toparlama­
ğa başlarlarsa mı olacak bu?
Pablo bir süre apışıp kalmış gibi, ağzı yarı açık,
Benito'ya takdirle baktı. Etli dudaklarının kenarında
şarap ıslaklığı pırıldıyordu. Kıç cebinden damalı bir
mendil çıkarıp, yüzünde bir süre gezdirdikten sonra :
— Haklısın arkadaşım ama, kazın ayağı başka
dedi. İyice bir düşün bak. Bu işi neden yaptıklarını
bîiîyo muyuz? Hayır. Yalnız, bildiğimiz bişey varsa o
da, bizim partinin getirip koruduğu özgürlüklerden
yararlanan kızılların yıllar yılı bu adamları kışkırtıp
durduklarıdır.
— İyi ya dedi Benito horozlanarak, öyleyse kızıl­
larla beraber oldular g i t t i ! Yani boku yemiştir semiz
tavuklar!..
— Hah... diye kesti lâfı Pablo tekrar, hangi tavu-

35
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ğun boku yediğini iyi anlamak için, ben beklemeli di­


y o r u m . Kollamalı, susmalı, sabretmeli. Sabır... sabır...
arkadaş sabır!.. Şimdi bize yalnız bu lâzım.
JMBBL — Eh! dedi ihtiyar
Manuel yerinden kal­
kıp arkadaşlarına da
kalkmalarını işaret ede­
rek, ondan dersen bizde
tümenle var. Bizde de­
dimse, yani benim gibi
yaşlılarda tabiî. Ama
bu delikanlılarda ne
kadar var onu da görmek
lâzım. Sen sabır de bize.
Sabır de önümüzden ç e k i l . İsa hakkı için, Martinez
çavuş karşımıza geçse de...
Birden gözü Konçita'ya takılıp durakladı ve son­
ra yutkunarak :
— Şeyini çıkarıp sallasa, sok oğlum palaskanın
ucunu içeri der geçeriz.
Pablo, artık hepsi ayaklanıp şapkalarını, gocukla­
rını yüklenmiş olan arkadaşlarını kapıya kadar uğur­
ladı. Dışarda ince ince bir yağmur başlamış, köy mey­
danını pırıl pırıl ıslatmıştı. Tam karşıdaki kilisenin bi­
tişiğindeki papaz evinden başka, t ü m evlerin ışıkları
sönmüş, bütün Pontino derin bir uykuya dalmıştı.
Papazın penceresindeki ışığa gözlerini diken
Pablo gülümsiyerek :
— Gördünüz mü dedi, Don Pedro da çalışıyor.
Herhalde bizim papaz da hazreti İsa'yı kızılların yardı­
mına koşmağa zorlamıyor ya...
Ve arkasından hep birlikte haç çıkardılar.

33
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Az sonra yatak odalarına çıkan merdivenin başın­


da karisinin beline sarılan Pablo :
— Söyle bakalım güvercinim dedi, ş i m d i sıra
sende,
— Ne diyeyim dedi, Konçita, kapkara gür kirpikli
iri gözlerini yere indirerek, Allah bizimledir, ben onu
bilir onu söylerim.
— Yani dedi Pablo keyifle gülerek, rütbesi en
büyük olan bizimle.
— Hı, dedi Konçita, gökteki yıldızlar kadar yıldızı
var, onunki saymakla bitmez!..

37
Sabah erkenden uyanan Pablo, gözlerini bir süre
tavana dikip öylece kaldı. Sonra başucundaki çalar
saate baktı: Altı... Aşağıda gezinen Konçita'nın terlik­
lerinden çıkan ahenkli tıkırtı ve burnuna kadar gelen
mis gibi kahve kokusu, yüreğindeki garip cızırtıyı he­
men çekip almıştı. Gerindi, sonra hızla yatağından
fırlayıp, çiçekli perdeleri açtı. Hava henüz pusluydu
ama, karşıdaki kilisenin küçük çan kulesi üzerinde be­
lirmeğe başlamış bir aydınlık, güneşli bir günü müj­
deliyordu.
Pablo, herşeyini kendi eliyle yaptığı ve pek övün­
düğü küçücük yıkanma odasına girerken, aşağıdan
Konçita seslendi :
— Kahvaltın hazır... Çabuk o l ! . .
Alelacele yıkandı ve saçlarında su damlacıkları

39
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

olduğu hâlde yemek odasına indi. Sırtında damalı bir


gömlek, ayağında kara meşin bir pantalon vardı.
Kahve ibriğine uzanırken, karısına takıldı :
— Bakıyorum, hiç de iktidardan düşmüş bir baş­
kan gibi davranmıyorsun bana!..
Eliyle de tepeleme dolu tahta kavurma kâsesini,
peynir tabağını ve bir kuluçka tavuk için hazırlanmış
gibi duran yumurta dolu saplı tası gösteriyordu.
Konçita fıkırdadı :
— Ben asker değilim ki, sizi yalnız onlar iktidarda
bellemezler!..
Ama Pablo tıkınmağa başlamıştı bile. Yumurtala­
rı kırıyor, kavurmayı tıkıştırıyor ve ikidebirde de kah­
vesinden okkalı yudumlar çekiştirerek ha babam mi­
desini dolduruyordu.
Her zaman iştahlıdır ama, bu kadar da yemez.
Fakat ne zaman ilçeye gidecek olsa, ve ne zaman sı­
kıntılı bîr güne hazırlanmağa başlasa, mutlaka böyle
yer. Babasından öğrenmiştir bunu :
— Sağlam olmak lâzım derdi hep ihtiyar M i g u e l ,
nur içinde yatsın, sağlam olmak için de tıkınmak, hem
de şöyle için ezilmeden konuşup katlanacak kadar
tıkınmak gerek, derdi.
Konçita da iyi bellemiştir bunu artık ve ne zaman
Pablo'yu sıkıntılı günler bekliyorsa, seçim öncelerin­
de, belediye kampanyası kavgalarının arifelerinde,
hep böyle tepeleme sofralar kurar ve kocasının hazır­
lanan yiyeceklere iştahla saldırışını âdeta sonsuz bir
keyifle seyreder...
Bu arada da hep o konuşur. Pablo ise sadece ho-
murdanır. Kavurmalı, yumurtalı salçalı bir homurdanış.
Konçita için bu an bulunmaz fırsattır da, nasihatlerini

40
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

hep bu sıralarda patlatır, t e n k i t l e r i , arzuları, tavsiyele­


ri için de, elbette ağzı dopdolu, gözleri zevkten pırıl
pırıl susmak zorunluğu içindeki bir Pablo kadar b u ­
lunmaz fırsat olamaz.
İşte o sabah da önündeki fırsatı hiç kaçırmağa
niyeti olmadığını gösterricesine masanın karşısına
geçmiş, bir eli şakağına dayalı öbürü kalçasında, baş­
lamıştı sıralamağa :
— Aman diyeyim sakin ol diyordu, hepsi geçer
bunların. Elin itiyle köpeğiyîe başını belâya sokma.
Dün gece rüyamda koskocaman bir öküz gördüm. Ön­
ce dağ gibi bir saman yığınını yedi, sonra döndü ken­
di ineğini, daha sonra bütün buzağıları yedi, gene doy­
madı bu sefer de kuyruğundan başlıyarak kendi ken­
dini yemeğe koyuldu. Ter içinde uyandım.
Haç çıkardı. Onu gö­
ren Pablo da, yeniden u-
zandığı yumurta kabını a-
celeyle bırakıp homurdan­
dı ve haç çıkardı. Konçita
kocasının dikkatinden mem
nun ü s t e l e d i :
— Biliyorsun rüyam­
da ne zaman bir öküz gör­
sem, hep sıkılırız. Daha
doğrusu memleketçe sıkılırız. Hani o kızılların ilk ih­
tilâllerinde de böyle bir hayvan görmüştüm de nasıl
çıkmıştı ardı?
Lokmasını yutan Pablo, kahve ibriğine uzanır­
ken :
— Ama o inekti, dedi.
— İnek, öküz her neyse hepsi bir cins değil m i ?

41
PABLO'NÜN GÜLÜŞÜ

Sen doğru çıkıp çıkmadığına bak!, diye telâşla karşı-


;iık verdi Konçita. Ben ne diyorsam sen ona bak. Bu
seferki öküz, belle k i , daha kötüsü. Sen benim dedi­
ğime bak. Sonunda kendi kendini yediğine göre, demek
ki sabredersek sonu iyi bunun da. Başında yediği sa­
man olmaktan kendini korudun mu, çekiver kuyruğu­
nu. Belli ki artık kendi ineğini yiyecek, sonra buza­
ğılarını. Sen yenecek saman olma da...
Ağzının bütün genişliğiyle gülen Pablo :
— İyi söyledin güvercinim dedi, işte bütün iş o
yenecek saman olmamakta. Keşke bu dün akşam ak­
lıma gelseydi de bizim çocuklara sabır derken bunu
söyleseydim...
— Ben, dedi, Konçita aynı sükûnet içinde, dün
sabır demiyeydin onlara, lâfa karışacaktım ama, bak­
tım doğru düşünüyosun, karışma erkek işine dedim
kendikendime...
Ve boş tabakları toplamağa davranırken tekrar­
ladı :
— Sabır... sabır... zamanı unutma. Öküze kim
saman olursa olsun bizler, bizimkiler olmasın da.
Ama aynı anda hırsla çalınan kapıyı duyup ikisi
de irkildiler.
Kaşlarını çatarak yerinden kalkarken Pablo homur­
dandı :
— Bu da kim bu saatte? Belki de bizimkilerden
"biridir.
Ama gelenler Papaz Don Pedro ile, meyhaneci
Carlos babaydı. İkisinin de rengi uçuk mu uçuktu
ve elleri t i t r i y o r d u .
Odaya girer girmez, köşedeki İsa tasvirine acele
bir haç çıkaran Don Pedro :

42
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Evlâdım dedi, İsa efendimiz seni korusun.


Âmin.
— Hayrola muhterem Peder dedi Pablo, papaza
ve peşindeki Carlos babaya yer gösterirken, sabah
sabah ne oldu ki?
— Bu kızıllar diye söze başladı papaz, ama arka­
sını getiremedi. Bir yutkundu, bir daha yutkundu ve
büyüyen gözlerle Konçita'ya «Su... su kızım» diye fı­
sıldadıktan sonra, dur dedi biraz nefesim darlandı,
şöyle bir soluk alayım.
Konçita hemen bir tas su y e t i ş t i r d i . Don Pedro
suyu öylesine aceleyle yudumladı ki, bembeyaz sa­
kalı, sonra cübbesinin önü ıslandı. Sonra oturduğu
yüksek arkalı tahta iskemleye sırtını dayayıp bir oh!
çekti.
— Ohhh... dedi, oh! Bütün azizlerin eli üzeriniz­
de olsun.
Hafifçe sinirlenmeye başlayan Pablo :
— Sağo! muhterem Peder ama dedi, herhalde sa­
bahın köründe bizi takdis etmeğe gelmediniz. Ne ol­
du anlatın canım!.
O vakte kadar susmuş olan Carlos, Pablo'nun öf­
kelenmekte olduğunu farkederek konuştu :
— Şey be evlât, o kızıl Rezilopez ile öğretmen
Pesos i t i , sabah karanlığında pederin evinin kapisma
damlamışlar. Çat, çat. Aç bakalım Pedro yoldaş! lâfa
bak önce Pedro yoldaş!. Evet böyle bağırmışlar, son­
ra da, kilisenin kapısına bir, evin kapısına bir, iki tane
kâğıt yapıştırıp bağırmışlar :
— Bunlara hiç kimseyi dokundurmıyacaksın. Ge­
ricilerin iktidarı yıkıldı artık. Bundan sonra sen de
yoldaşsın. Ya yoldaş otur kalırsın, yahut da biliriz
yapacağımızı.
43
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Bir çığlık atan Konçita hemen haç çıkardı ve kö­


şedeki İsa heykelinin önüne çöktü. Omuzlan sarsıla
sarsıla hıçkırıyordu.
— Sonra? dedi hırsla Pablo, durma anlat anlat,
sonra ne yapmışlar?
O vakte kadar Carlos'u başıyla onaylamaktan
başka birşey yapamamış olan Don Pedro, bu sefer ko­
nuşabildi :
— Sonrası bu evlâdım. Sonra çekip g i t t i l e r . Ben
de iç avludan kiliseye girdim dua e t t i m , sonra pen­
ceresinden durumu gözlemiş olan Carlos baba geldi,
birlikte kapıya yapıştırdıkları kâğıtları okuduk. Çıkara­
lım mı, çıkarmayalım mı diye bir süre tartıştık. Son­
ra ben haydi gidelim bir de ona danışalım dedim ve
sana geldik, İşte hepsi bu.
— Ne yazmışlar, dedi, Pablo kaşlarını çatarak.
— Ne yazmamışlar k i , diye karşılık verdi Carlos
baba, önce gericilere ölüm. İsa yok Lenin var. Sonra
îuan Domîngez'i halk mahkemesine çıkaracağız. Son­
ra efendime söyliyeyim, toprak sahipliğine paydos.
Ve daha bir sürü ıvır zıvır da en sonunda da ş u : «Kı­
zı! ordu, bizim ordu!»
Papaz ağlamağa başlamıştı. Gözlerinden ip gibi
yaşlar, beyaz sakalından aşağı, biraz önce döktüğü
suyun hâlâ kurumamış ıslaklıkları üzerine damlıyor­
du.
Pablo derin bir soluk koyuvererek pencereye git­
ti ve bir süre orada katılmış gibi dikilip, karşıdaki k i ­
lisenin kapısına baktı. Beyaz kâğıt, kapının tahtası
üzerinde uzaktan farkediliyordu. Ellerini pantalonunurt
ceplerine t ı k t ı . Bacakları üzerinde yaylandı ve neden;
sonra, aradığını bulmuşlara has bir telâş içinde :

44
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Hiç aldırma sayın Peder dedi, bak şimdi ne


yapacağız. O kâğıtları bırak orada dursun. Gelen geçen
görsün okusun. Kiliseye gelip sana soran olursa, Al­
lanın evini kim kirietmişse ona sorunuz, dersin. Sen
de Carlos baba hiç ağzını açma, sadece Allah Allah
ne yazmışlar, bir gidip bakalım diyerek ikide bir etra-
fındakilerle kapıya git ve okumalarını sağla. Bırak yük­

sek sesle, bağıra bağıra okusunlar ve hele jandarma­


dan birini görürsen, orada ne yazmışlar ki oğul? diye
sor ve onu da okumağa zorla.
Papaz da, baba Carlos da taktiği hemen kavramış­
lardı. Yalnız o vakte kadar İsa'nın önüade çökmüş kal­
mış olan Konçita yerinden kalkarken şaşkındı, söy­
lendi :
— Yâni o kızılların kusmuğu, Tanrı evinin kapı­
sında öylece duracak mı?
Karısının ağlamaktan kızarmış gözlerine şefkat­
le bakan Pablo, sesini tatlılaştırmağa çabalıyarak:
— Üzme kendini güvercinim dedi, biz senin de­
diğine uyup, o saman yığınını öküzün önüne iteceğiz
şimdi.
45-
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Papaz önden Carios baba ardından, her ikisine


de iyi günler yoliu birşeyler homurdanarak çıktılar.
Ve onlar gider gitmez de Pablo, kısa gocuğunu sırtı­
na geçirip, ilçeye gitmek üzere kapıdan fırladı.

46
Artık Pontino bütünüyle uyanmıştı. Okul çocuk­
ları sırtlarında çantaları olduğu hâlde, herşeyden ha­
bersiz cıvıldaşarak meydandan sıçraya sıçraya ge­
çiyorlar, çakılları tekmeleyip, birbirlerini itekliyen oğ­
lanlardan kaçmağa çalışan kara saçları, örgülü kızlar
çığlıklar atıyorlardı.
Pablo bir süre kapı önünde durup çevresini süz­
dü. Önünden geçen çocukların hemen hepsi ona el
salladılar, o da keyifle sırıtarak karşılık v e r d i . Pek
çoğunun adlarını b i l i y o r :
— İyi misin Pedro, merhaba Munoz, aferin Anita,
dik yürü bakayım Diyaz, diye bir kısmına sesleniyor­
du.
Ama az sonra, okulun önünden geçerken kapıya
dikilmiş öğretmen Pesos'u görünce gerçekten sarar­
dı. Kara kuru, islenmiş bir söğüt dalı gibi sırtı bükül-

47
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

müş çirkin Pesos, deve kuşununkine benziyen boy­


nuna ünlü kızıl kravatını gene takmış ve bu defa
onunla da yetinmiyerek bir de yakasına krapon kâğı­
dından yapılma kırmızı bir çiçek i l i ş t i r m i ş t i . Pablo
önünden geçerken, pis bir sırıtışla öylece başkanı
süzdü ve sonra birden aklına gelmiş gibi arkasından
seslendi :
— Bay Pablo geçmişler olsun.
Pablo i r k i l d i . Dönüp dönmemekte bir an tered­
düt e t t i , sonra hafifçe dönerek omuz başından homur­
dandı :
— Ne olmuş k i , geçecek?
— Hiç dedi, öğretmen aynı pis sırıtışını büsbütün
yayarak, bu sefer galiba tutturduk da.
— Neyi tutturdunuz?
Aynı anda kilisenin önünde sekiz on kişi birik­
miş, mahut kâğıdı okuyor ve yüksek sesle ahkâm
kesiyorlardı. Sesleri okulun önüne kadar geliyordu.
Pablo göz ucuyla baktı malûm bir avuç kızıldı bunlar.
Öğretmen, Pablo'nun dikkatini büsbütün üzerlerine
çekmek için :
— Git oku istersen sayın sabık Başkan dedi, gali­
ba orada bu sefer neyi tutturduğumuz yazılı!..
Pablo, bir an içinden, şu sıska pezevengin sura­
tını bir yumrukta dağıtsam mı diye geçirmedi değil,
hattâ öğretmenin kuru yüzünden -bile belki de daha bü­
yük olan sağ yumruğunu sıkmadı da değil, ama ar­
dından hemen Konçita'nın o saman hikâyesini hatırla­
yıp kendini t u t t u ve sadece :
— Oğlum dedi, sen öğretmensin, bir başkanın
tâyinle değil, seçimle geldiğini bilmelisin. Benim sa­
bık başkan olabilmem için, seçmenlerimin oyunu kay­
b e t m e m lâzım.
48
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Pesos çürük dişlerini bütünüyle ortaya çıkaran


bir gülüşle Pabîo'nun nasırına büsbütün basar gibi
tısladı :
— Ya ordu istemezse... Ona karşı da, gelsin seç­
menler mi diyeceksin? Geç... geç... oldu bu iş ve
iyisi mi sen de hemen yoldaşlığını ilân et ve geç bu
tarafa. Gene kolayca başkan olamazsan da eh bulu­
ruz sana da kenarda köşede birşeyler...
Derin bir soluk alan Pablo, içinden üçe kadar
saydı, sonra koyverdiği soluğu ile b i r l i k t e , az daha
sokulduğu öğretmenin k u l a ğ ı n a :
— Unutma bu sözünü dedi, bir gün sizin tarafa
geçeceğim. İsa hakkı için geçeceğim, geçeceğim ama
şu ellerimle hepinizi teker teker yakalayıp suyunuzu
çıkarmak i ç i n . . .
Ve sonra hızlı adımlarla kendisini ilçeye götüre­
cek bir araç kollamak üzere, şehirlerarası asfalta doğ­
ru yürüdü g i t t i . Daha sonraları Pablo, o gün sinirlerine
hâkim oluşundan dolayı Tanrısına hep şükretmiş ve
Konçita'nın saman yakıştırmasıyla öğretmen ve ben­
zerlerinin birbirlerine tam denk olduğunu hep hatır­
lamıştır.
Gerçi bunun için epeyi süre lâzım g e l m i ş t i . Nasıl
k i , o sabah kiliseye asılan kâğıt üzerindeki taktiğin
de tam semere vermesi için hayli zaman geçecektir.
Hattâ başlangıçta, işin tersine seyreder hâlinden hayli
endişelenen Don Pedro ve pek çokları, Başkanın ken­
dilerine ters bir yol izlettiği inancına dahi düşmüşler­
dir. Ama Pablo köyünü, Tekelon kanını, iyi bildiğine
inanıyor, ilk günlerdeki aksiliklerin zamanla tersine,
hem de bu sefer ilk günlerin aksiliklerinden büsbütün

49 F. : 4
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

hız alarak iyice tersine, döneceğine emin bulunuyor­


du.
Hakçası istenirse, bu duygusunda ilçe başkanı
Migue! Alerkon'un büyük desteği olmuştur. Zaten
Pablo'nun ne zaman başı sıkışmıştır, ne zaman kafası
bir çare arayıp bulamamaktan yorulup bunalmıştır da,
bu bir t i l k i kadar kurnaz, bir kurt kadar dayanıklı
ve bir çoban köpeği kadar cesur Alerkon imdadına
yetişmemiştir ki...

Nitekim işte o gün de, yolun kenarında ilk rastla­


dığı kamyonun şoför mahallinde, kafası düşünceler
yüreği binbir endişeler içinde ilçe merkezine vardığı
zaman, bütün odaları kaplıyan kalabalığı görüp önce
şaşırmış, tanıdıklarının hepsiyle hemen kucaklaşmış,
ama bütün bu kalabalığın içinde, Başkan Alerkon'un
zaman bulup da kendisini içeri almasından ü m i t kese­
rek somurtup o t u r u v e r m i ş t i . Gerçi Pablo'nun ilçe mer­
kezinde de sarsılmaz bir ünü vardı. Ve Miguel Aler­
kon'un ona apayrı bir itibar gösterdiğini bilmiyen pek
yoktu ama, normal günlerdi o günler, partinin altın
çağları, Antonio'nun dediği gibi m i l l e t i n m i l l e t oldu­
ğunu iyice duyup içine sindirdiği çağlardı. Şimdi ise,
haydi gene sil baştan... Haydi gene iğneyle toprağı
kaz babam kaz!..

Oturduğu köşede, upuzun bacaklarını yaymış, ka­


ra kara bunları düşünüyordu. Her kafadan bir ses çıkı­
yor; atan tutan, «Yağma yok» diyen, sus diyen, «Yerin
kulağı var» diyen, küfür eden, sabır tavsiye eden yüz­
lerce ses birbirine karışıyordu ki birden ilçe başkanı­
nın odasından çıkan bir görevli bağırdı :
— Bay Pablo burada mı, Pontino'dan Bay Pablo...

50
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Pabîo hemen yerinden fırladı, onun kolay rastlan


maz iri gövdesini gören görevli gülümsedi :
— Başkan sizi istiyor Bay Pabîo!.,
Ve açtığı kapıdan Pabio'yu içeri sokup kapıyı üst­
lerine kapattı.
— Merhaba, dedi, içtenlikle elini Pablo'ya uza­
tan Miguel Alerkon, geç şöyle otur bakalım.
Masanın karşısındaki boş iskemleyi işaret etmiş­
t i . Köşedeki koltuklarda iki kişi daha vardı. Biri ilçe Be.
Sediye Başkanı Kambur Sibisko, diğeri de ilçe yönetim
kurulunun hitabetiyle ünlü üyesi Domez.
Pablo onları da selâmladı ve gösterilen yere otur­
du.
— Ee... dedi, Miguel Alerkon, anlat bakalım ne
düşünüyorsun... B i r d e seni dinleyelim.
Pablo saygılı bir sırıtışla güldü :
— Ben sizi dinlemeğe geldim. Bizim Pontino'da
sadece kızıllar azacağa benzerler, hepsi bu. Ama topu
topu 25 kişi bunlar. Koy üstüne de o cumhuriyetçi
sosyalistleri ederler en fazla ikiyüz e l l i . . . Biz geride
binden fazlayız!.. A m m a . . .
— Evet, dedi Alerkon zeki gözleri panldıyarak,
amma «askerler», diyeceksin herhalde!..
— Evet, dedi Pablo, askerler onları tutarlarsa,
tabiî o zaman iş zorlaşır.
— Yâni? dedi Belediye Başkanı Kambur Sibisko
sıska bacaklarına yer değiştirerek, o zaman herşey
biter mi demek istiyorsun?
— Yoo dedi Pablo, niye öyle diyeyim, o zaman
beklemek, belki de çok beklemek lâzım gelecek. So-

51
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

nunda nasıl oisa, askerler de onların ne bok olduğu­


nu anlarlar elbet derim ben. Bizim ordu hele bir de kül
yuttuğunu anlarsa, seyreyle artık gümbürtüyü.
Ve sonra t u t t u , o sabahki kilise olayını anlattı.
Doğrusu tavsiyesini, taktiğini söyleyip söylememek a-
rasında ilk ağızda biraz tereddüt de geçirmedi değil,
ama sonra Alerkon'un o pırıl pırıl anlayışlı gözlerine
takılıp, herşeyi olduğu gibi anlatıverdi.
Sözünü bitirir bitirmez de, büsbütün şaşırdı. Aler-
kon yerinden kalkmış, onu omuzuna elini vurarak ha­
raretle kutlamağa başlamıştı :

— Aslan Pablo aferin diyordu bir yandan da işte


hesap budur anlaşıldı mı?.. Bırakmalı solcular kurt­
larım döksünler, bırakmalı şu darbenin kendileri için
yapıldığı inanışına geçip azsınlar...
Ve sonra köşedeki Belediye Başkanıyla Domez'e
iz-.üo âdeta haykırdı ;

52
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Gördünüz mü baylar, halk sağduyusu işte


budur!..
Pablo, her ikisinin rahatsızca kıpırdanışlarından a-
ralarında bu konuda daha önce bir tartışma geçtiğini
de sezinler gibi oldu ama aldırmazlıktan geldi. Aslın­
da buraya güc toplamağa gelmişti ya, sormak istedi­
ği de pek çok şey vardı. Bir defa yeni kurulan hükü­
metin ne biçim kişilerden derlenme olduğunu öğren­
mek istiyordu. Sonra, hele yeni Başbakan Neros Ca-
valos'un kişiliğini, nasıl olup da askerler tarafından
tutularak başa geçirildiğini öğrenmek için yanıp t u ­
tuşuyordu. Pontino'ya döner dönmez bunları arkadaş­
ları sorarlar, hem de herşeyi didik didik ederek sorar­
lardı.
İçinden: «boşver oğlum Pablo, sen şu kodaman­
ların sidik yarışmalarına da, işine bak» diyerek, tek­
rar yerine oturmuş olan Alerkon'a döndü ve sordu :
— Eee... şimdi deyiver bakalım sayın Başkan,
yeni hükümet ne biçim şeydir? Şu Neros Cavalos na­
sıl bi şeydir?
Miguel A l e r k o n , güldü. Askerlerin tepeden inme
Başbakan yaptıkları Cavalos, onun okul arkadaşıydı.
— Geç canım dedi, masanın kenarındaki gazete
tomarını bir yerden bir yere aktararak, aylağın teki­
dir. Tembel mi t e m b e l . Ama çalım dersen, ohohoo...
O işde kimse aşık atamaz onunla, okulda da böyleydi.
Pablo güldü :
— Ama komünist değil herhalde :
— Daha bok dedi Alerkon hırsla, tembel olduğu
için bir, aptal olduğu için iki ve bir de her politika
hırslısı gibi bizim Juan Domingez'i dehşetli kıskandığı

53
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

için üç, bu üç sebepten o komünistten beterdir ve kı­


zılların âlet etmek için arayıp da bulamayacakları bir
t i p t i r ! . Zâten baksana kurduğu kabineye...
Pablo terlemeğe başlamıştı. Damalı mendilini yü­
zünde gezdirirken :
— Komünist çok mu içlerinde? diye kuşkuyla
sordu.
— Çok... dedi Alerkon da kestirmeden. Çok ama,
aldırma!.. Bu salak kendini m i l l e t çoğunluğuna ve or­
duya karşı komünist de göstermemek i ç i n , hükümet­
teki komünistlerin bir kaşık suda boğabileceği adam­
ları da sokmuş kabinesine!..
Pablo büsbütün afallamıştı. Ağzı bir karış açık
bakakaldı ve neden sonra silkinip :
— Şey... yâni dedi, şimdi bu hükümette komünist
düşmanları da var ha?
— Var ya, dedi Alerkon elini masaya indirerek,
hem de bir alay var. Ve işte bundan dolayı da, senin
o «sabırlı olmak lâzım» deyişin en doğru yoldur Pab-
locuğum!..
Gene çakmak çakmak gözlerle, köşedeki iki ada­
ma kaçamak bir bakış fırlatmıştı.
Pablo gülümsedi. Doğru yolu, Miguel Alerkon gibi
bir adamla daha hiç görüşmeden bulmuş olması doğ­
rusu yüreğini kabartıyordu.
«— Hey!., be dedi içinden, aslan Pablo, gözünü
sevdiğim Pontino!.. Biz şehirli değiliz ama, Tekelon
kanının hâlisi bizde. Politikanın da safı, doğrusu bizde­
ki işte, dayan Pablo, yalnız şu zehir gibi Alerkon'a sor
bakalım, bizim Juan Domingez bu arada nasıl?»

54
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Bütün Tekelon-
ya'nın en az yarısı ve
Özgürlük Partisi men­
suplarının yüzde dok-
sandokuzu gibi, o da
liderleri Juan Domin-
gez'e bağlı hattâ ne
bağlısı, deliler gibi (
hayrandı. Pablo'nun
sorusuna Alerkon bir
süre önündeki kâğıt­
ları karıştırarak hiç
cevap vermedi ve
sonra aradığı bir mek­
tubu ona uzatarak:
— Al dedi, kendin oku da gör nasıl olduğunu?
Bu, Özgürlük Partisi Genel Merkezinin antetini ta­
şıyan bir mektuptu. Teşkilâta yazılmış ve Juan Domin-
gez'in koskocaman imzasıyla süslenmişti. Pablo şöyle
bir toparlandı ve okumağa koyuldu. Okudukça kızarı­
yor, yutkunuyor, harfler bazan gözünde büyüyor ba-
zan küçülüyor, ama Pablo'cuk artık kendini havalarda
hissediyordu.
Zira koskoca Domingez, o dev o erişilmez Domin­
i e z de bütün teşkilâta sabır tavsiye ediyordu!..
Pablo, gururdan kanatlanmış Pablo, mektubu tit­
reyen ellerle Alerkon'a uzatırken gözlerindeki yaşı
saklamak için, damalı mendilini hemen yüzünde gezdir­
meğe başlamıştı.
Ve işte bu keyifledir k i , büsbütün açılarak Aler­
kon'a lâfın sonunda Konçita'nın rüyasını dahi anlat­
mak cesaretini bulmuştur.

55

A
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Vaila... d e m i ş t i . Bizim karı, gene öküz görmüş


rüyasında. Önce önündeki dağ gibi samanı yiyip biti­
ren, sonra doymayınca dönüp bu sefer ineğini, daha
sonra buzağıları yiyen bir öküz.
Keyiften kahkahalar atmağa başlıyan Alerkon ise,
sormuştu :
— Sonra doymuş mu bari?
— Ne gezer Sayın Başkan, gene doymamış ve
bu kez kuyruğundan başlıyarak kendi gövdesini ye­
meğe koyulmuş!. Bizim Konçita işte tam o sıra uyanır
ama, dersini de almış doğrusu.
— Neymiş o ders?
— Diyor ki, biz ilk ağızda yenecek saman olmıya-
lım da, kim olursa olsun. Nasılsa daha sonra dönüp ken­
dini yiyecek!..
Doğrusu ya, Miguel Alerkon'un keyfi o esnada
gerçekten görülecek gibiydi. Pablo'ya sımsıkı sarılıp
önce bir güzel öpmüş, sonra da taa dışarlara taşan
bir kahkaha seli arasında :
— Bana bak oğlum d e m i ş t i , karının kıymetini bil,
tam bir halk filozofu o. Ve selâmlarımı söyle kendisi­
ne, de k i : Miguel Alerkon seni kutladı. Ve gene de k i :
hiç birimiz saman olmıyacağız, rahat uyusun.
O gece Pablo, sabaha kadar yatağında çırpındı
durdu. Bir saman yığınını, kızıl Rezilopez durmadan
onun üzerine devirmeğe çalışıyor, o sıska öğretmen
Pesos da, koskocaman bir iple, Pablo'yu samanlara
sarmağa çabalıyordu.

56'
Parti binasının sundurması üzerinden, meydanın
öte yanındaki kilisenin kapısı önüne kümelenmiş hal­
ka bir süre baktıktan sonra, ihtiyar Manuel, gerisinde
dikilen paytak Antonio'ya :
— Şu kızıllar bu kez «Ya hep, ya hiç» oynuyorlar,
dedi.
— Hı... dedi Antonio elindeki kurşun kalemi kes­
kin çakısıyla yontarak, doğru dedin, ya battılar ya çık­
tılar. Hesapları bu!..
— Ama, dedi Manuel, kilisenin beline vurmak
tekin değildir. Teper... teper. Belkim geç teper ama
gene de teper...
Antonio kuşkulu kuşkulu sırıttı :
— Kilisenin beline vurmadan da kızıllık yapılmaz
k i . . . Hazreti İsa efendimiz bunların Nelin'Ierini...

57
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Netin değil, Lenin ulan ayı dedi, içerden ko­


nuşmaları duyan sırık Benito.
Antonio başını sesin geldiği açık pencereye doğ­
ru çevirerek :
— Nelin, Lenin dedi hepsi bi bokun soyu değil
mi? Ben İsa'ya bakarım, elin kızılının uydurma tanrı­
sını ezberliyecek akıl, harcanmış demektir, bence.
— Ulan paytak dedi, sesini bu sefer büsbütün
yükselten Benito, söyle bakalım öyleyse, bu kızılların
uydurma tanrısı şimdi öbür dünyada değil mi?
— Öyieee...
— Ee... peki öyledir de, bizim İsa, onu ne deme­
ğe şöyle bir güzel benzetip de, altını üstüne getire­
rek tekrar dünyaya fırlatıp eiâleme göstermez.
Antonio, çakısını durdurdu. Gözleri parlamış, ha­
yâlinde canlandırdığı sahne besbelli pek hoşuna git­
mişti.
*— Uf be dedi, sahi bir yapsa, amma keyif olur
ha... düşün bi kez, geçen yıl mezarlıktan geçerken
çarpılan o deli Subîto g i b i , çarpık çurpuk, ağzı salyalı
bir N e l i n . . . amma keyif be!.
Bu sefer Manuel atıldı :
— Nelin değil o ğ l u m , Lenin... Lenin...
Kahkahası taa karşıdaki kilisenin önünde birikmiş
ve çoğu kadın olan kalabalığa kadar akseden Antoni-
o, bu sefer kızdı :
— Amaan Nelin, Lenin... her ikisinin de anasını
eşek kovalasın.
Ve sonra pantalon cebinden koskocaman bîr kös-
t e k l i saat ç ı k a r a r a k :
— Oo, d e d i , saat dört o l m u ş . . . bizim başkan am­
ma g e c i k t i ha...

58
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Bir alay kalemi az bulunur bir intizam içinde yont­


muş ve yanındaki tabureye sıralamıştı. Toplantılardan
önce, kalem yontmak onun işiydi. Yonttuğu kalemleri,
dikkatle toparlayıp, pencereden içeri uzattı :
— Al bakalım sırık, diz hepsini masanın üzerine.
Başkan keyiflensin!..
Benito uzatılan kalemleri alırken, Antonio'ya ta­
kıldı :
— Başkana söyliyeceğim, sana bir gün bin kez
t e n i n diye yazdırsın da, unutma şu herifin adını.
Çakısını pantalonunun kenarına silip kapatan Anto-
nio güldü :
— He... ya, söyle söyle de, Pablo o koca boyunu
ikiye bölüversin. Hani geçen yıl ilçeden gelen o herif,
•o Nelin'in de babası mı ne bir heriften uzun uzadı bah­
sediyordu da, ne yaptıydı bizim Başkan?
Hâlâ gözü kilise önündeki kalabalıkta olan Ma-
nuel keyifle mırıldandı :
— Herifi elinden güç kurtarıp kaçırdıktı be. İsa
hakkı için, bıraksaydık omuzuna vurduğu gibi herifi taa

59
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

dereye kadar taşıyıp tahta köprüden aşağı sallayıve-


rirdi.
— Hey gidi günler dedi Antonio acı acı, şimdi ger
de yap aynı şeyi.
Ve eliyle kilise tarafını göstererek :
— Bak elin iti A l l a h m kapısına neler yazıyor ş i m ­
d i . İsa yok, Neün var!.
Yere hırsla tükürdü :
— Bok var!..
— Kızma... kızma dedi, ihtiyar Manuel sükûnet­
le, iyi olur sonu... Ben onu bilir onu söylerim, kilise­
nin beline vurmak tekin değildir.
Aynı anda, sanki İsa bu sözleri duymuş da Pilar
anayı dürtmüş gibi, kilise önündeki kalabalık arasın­
dan, Pilar ananın erkeklere taş çıkartan kalın sesi du-
yuluverdi :
— Sizi kızıl köpekler, sizi. Tanrının evine pisleme­
ğe kalkmak ha! Yok mu ulan bu memlekette erkek?..
— Hah... dedi başını pencereden bir zürafa gibi
uzatan sırık Benito :
— Şimdi çıngar başlıyor!.. Ne dersin Manuel am­
ca, dağıtalım m ı , yoksa bırakalım sürsün mü?
— Carlos babanın söylediğine bakılırsa, bıraka­
cağız dedi, Manuel kuşkuyla yutkunarak, bizim Baş­
kan böyle sağlık vermiş.
— Eh! dedi Antonio kısık gözlerle kalabalığı sü­
zerek, bizim başkana inanırım ben, elbet bir bildiği
vardır. Hele bir bekliyeüm bakalım.
Ama öte yanda Pilar ana açmıştı bayrakları bir ke­
re. Karşısına geçip sırıtmakta olan testi memeli Lo-
pez'le üniversiteli kara oğlu Solutas'a, buruşuk ama

68
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gücü herkesçe bilinen iki elini birden uzatmış bas


bas bağırıyordu :
— Çekil önümden sümüklü karı. Çek şu boğa
kusmuğunu da... Çekil bakayım... Sizi reziller sizi...
Sizi Allahsızlar sizi.
Boyuna hamle edip, kapıya yanaşmak istiyordu
ama, berikiler pis pis sırıtıyorlar ve önünde kapkalın
bir duvar gibi dikiliyorlardı.
Üniversiteli oğlanın Pilar ananın bastonuna ya­
pıştığını gören sırık Benito :
— Yoooo... Koşalım Manuel amca dedi. Roberto
şimdi bir yerlerden çıkıp geliverirse, bu oğlanı valla
oracıkta anasının ayakları dibinde basılmış sümüğe
çevirir.
Ve deve gibi uzun bacaklarını açarak dışarı fırla­
dı. Arkasından Manuel ile Antonio da...
Beş - on adımda kalabalığın önüne ulaşıvermiş o-
lan Benito bir yandan da bağırıyordu :
— Savulun be... Savulun, Bok mu var burada?
Çoğunluğu kadın olan meraklılar hemen açıldı­
lar. Pilar ana, karşısında bir kavak gibi dikilen sırık
Benito'yu görür görmez, hemen kollarına yığılıverdi.
O da ihtiyar kadını kaldırdığı gibi göğsü hizasına yük­
selterek geri döndü, meydanın ortasında kucağındaki
yükle bir an tereddüd etti ve sonra hızla gözüne kes­
t i r d i ğ i Pablo'nun evine doğru s e ğ i r t t i . Olayı bir süre­
dir pencereden seyreden Pablo'nun karısı Konçita
durumu farkedip hemen kapıya koşmuş ve gelenleri
çabucak içeri alıvermişti.
Benito, Pilar anayı Konçita'nın gösterdiği sedire
o t u r t t u . Arkadan odaya dalan Manuel ve Antonio he­
men pencereleri açtılar. Konçita koştu çiçek suyu ge-

61
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

t i r d i . Bir yandan Pilar anaya bunu içiriyor, bir yandan


da :
— Vah anacım... vah anacım... İç şunu açılırsın
diye yakınıyordu.
Ama Pilar ana, sudan birkaç yudum içtikten son­
ra, Konçita'nınduru beyaz tombul kolunu tutup iterek:
— Şşşşt... dedi, ne oldun be kız!. Bi şeyim yok
benim. Üzme kendini, ufak bi deneme yaptım hepsi o
kadar.
Sonra, Benito'nun kıs kıs gülmesi ve Antonio ile
Manuel'în afallamış bakışları arasında, dimdik oturur­
ken :
— Bir ara kendimi enikonu kaybediyordum az kal­
sın. O Lopez karısıyla tarla faresi suratlı oğlu «yakında
bu kiliseyi çalgılı meyhane yapıp Carlos babaya t o p
attıracağız» demediler m i , işte o zaman az daha keçi­
leri kaçırıyordum ama, neyse t u t t u m kendimi.
Hâlâ şaşkınlığı geçmemiş olan Konçita mırıldan­
dı :
— İyi ki tutmuşsun anacığım ya bir de tutama-
saydm...
Keyiflenen Pilar ana :
— Yok... yok... dedi, hiç tutmaz olur muyum,
Carlos baba bana herşeyi anlattı. Pablo hiç ses etme­
yin diyor dedi. Bırakalım herkes görsün dedi. Dedi
ama, bizim Pontinolu karıları da iyi b i l i r i m ben. Bun­
lar iyi çatılmış birer odundurlar, ateşlemedin m i , öy­
lece sittin sene kalırlar İsa hakkı i ç i n . . .
— Hımm... dedi Benito, çenesini kaşıyarak, yani
sen şimdi odunu ateşledin Pilar ana ha...
— Ne sandın dedi Pilar, sesini büsbütün kalınlaş-

62
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

tırarak, yakında görürsün cayırtıyı. Hem de bu kez


tanrı bilir, sönmek bilmezler!..
Sonra ıkınarak yerinden kalktı ve hâlâ Antonio'-
nun elinde duran bastonunu aldığı gibi evine yollandı.
Bir süre kapı önünde onun yuvarlanır gibi giden
tombalak karaltısını izleyen Antonio, Manuel'e :
— Yaman kadındır bizim Pilar ana valla dedi. Hani
seçime girse, bizim başkanı eyicene zorlardı.
— Doğru doğru dedi Manuel, aralık kalmış kapıyı
kapatırken, hep dedikleri de çıkmıştır hani.

63
7

Nitekim bir saat sonra, kilisenin önündeki kala­


balığa karışmağa başlıyan okul çocukları ve bazı ay­
lak oğlanlar, önce kendi aralarında bir çıngar çıkardı­
lar, sonra bu kavgaya sinirleri sabahtan beri gerilmiş
olan kadınlar karıştı, derken kalabalık arttı, bu ara­
da kim olduğu bilinmez eller, kilise kapısındaki kos­
koca yaftayı, arkasından Lopez kadının fistanını boy­
dan boya yırttılar, derken üniversiteli oğlan Solutas
hırslanıp bir kaç çocuğun suratını yumrukladı, bir kaç
kadını t e k m e l e d i . Bu sefer Carlos babanın meyhane­
sinde domino oynuyan kocalara haber salındı, onlar gel­
diler, vur, kır... kavga büyüdü.
Aynı anda da Jandarma eri Çopur Zenos, telâşla
komutan Martinez'in odasına dalıyordu :
— Komutanım kavga var!. Kilisenin önünde...
1926 modeli Remington yazı makinesinde, o sıra-

65 F. : 5
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

da tek parmakla, Pontino'daki asayiş hakkında ilçeye


gizli bir rapor yazmakta olan çavuş Martinez kükre-
di :
— Ne kavgası ulan bu?
•— Vaila bilmem, kadın erkek birbirine g i r m i ş t i ,
benim uzaktan gördüğüm.
Yerinden fırlayan Martinez :
— Hemen dedi hepiniz oraya marş... Ben de şim­
di geliyorum...
Karakolla, meydanın arası en fazla yüz metreydi
ve gürültü artık ceketini giymekte olan Martinez'in
kulağına gelecek kadar da azmıştı.
Ve önde on kadar Jandarma az sonra da çavuş
Martinez, olay yerine yetiştiler.
Jandarmaları ilk gören iri memeli Lopez olmuştu.
Meydana doğru koşmakta olan üniformaları görür gör­
mez feryadı da hemen bastırdı :
— Yetişin kahramanlar... gericiler bizi öldüre­
cek...
Bu arada yırtılan fistanını biraz daha yırtıp, etli
bacaklarını daha çok açmayı da ihmal e t m e m i ş t i .
Lopez'in feryadını duyan kadınlar, jandarmaları gö­
rür görmez oldukları yerde kalakaldılar. Bir kaç çocuk
yel gibi hemen kaçtı. Erkekler ise, ellerini arkalarına

66
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

koyup dikildiler. Yalnız üniversiteli oğlan Solutas'tan


okkalı bir kaç yumruk yemiş olan çocuklarla kadınlar
yerde iki büklüm kıvranmağa başlamışlardı. Hem de
yumruğu yeni yemişçesine inliyorlar, anlıyorlar ve dur­
madan da taşların üzerine kan tükürürmüş gibi tüku­
rup, çıkardıklarının üzerine merakla iyilerek bakıyor­
lardı.
Jandarmalar, intizamlı bir halka teşkil edip, he­
men kalabalığı çerçevelediler. Ve komutan Martinez
işte tam o anda da gelip gürledi :
— Nedir bu kepazelik be! Kim buna sebep ol­
du?
Tabiî gene Lopez hemen atıldı :
— Gericiler, kim olacak... İşte hepsi burda.
Komutan gözünün kuyruğu ile Lopez'in yırtık fista­
nından görünen tombul beyaz bacaklarına bakarak kük-
redi :
— Toparlayın bunların hepsini de karakolda he­
sabini soralım.
Ama aynı anda gözü, önce, put gibi duran cumhu­
riyetçi sosyalistlerden Montalban'a, sonra gene aynı
partiden Kantana'ya, daha sonra gene solcu Umber-
to'ya takıldı. Kendini tutamayıp :
— Yuh be dedi, bunlar mı gerici?.
O arada iki Jandarma eri, yerde kıvrım kıvrım
kıvranmakta olan kadınlarla çocukların başına eğil­
mişler, yüzlerini gözlerini silmeğe çalışıyorlardı. Bu
defa onları gören Martinez büsbütün şaşırdı. Zira da­
yak yemiş iki kadının ikisi de, kocaları gene cumhuri­
yetçi sosyalist partiden olan Manuella ile Nikita idiler.
Ramirez her iki aileyi de iyi tanır, karılarına aldırmaz
ama, tam birer içkicî olan kocalarını gerçekten severdi.

67
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Şaşkınlığı artık son haddine varmış olan çavuş :


— Amma iş be dedi, görüyorum ki, siz dövüş-
müşsünüz gericiler de evlerinin pencerelerine oturup
size tırnak kaşımışlar anlaşılan.
Aslına bakılırsa, o anda «Dağdın ulan, bir daha
görmiyeyim» diye meseleyi hemen kapatmayı aklından
geçirmemiş değildi. Ama o vakte kadar sus pus olup.
katılmış çene kaslarını sadece gıcırdatmış olan sos­
yalist ve kekeme Montalban'ın konuşacağı tutuvermiş-
t i . Eliyle Lopez'i ve çirkin oğlunu göstererek :
— Be... be... ben dedi, b u . . . bun... bunlardan
ş i . . . ş i . . . şikâyet... ç i . . . ç i . . . y i m . Ka... ka... karımı
y u m . . . yumrukladı... bu.
Aynı anda, suskun karısı da ağzını açıvermişti :
— Biz kilisenin önünde duruyorduk. Nah bunlar da
burayı çalgılı meyhane yapacağız diye bas bas b a ğ l ı ­
yorlardı. Nah bu Lopez olacak karı, hele bi meyhane
olsun şakır şakır oynuyacağım da diye bağırmağa
başladı...
Ve evet sanki hepsi bu kadının konuşmasını bek­
liyorlarmış... Arkası artık bir sökün ediş etti ki ba­
ğırtılar arasında bir süre sağa sola «susun» diye kük-

68
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

remeğe çalışan Martinez bile ipin ucunu önce iyice


kaçırdı... Hattâ bir aralık bir kaç kadını kollarından
tutup silkelemeğe davrandı, ama hepsinin boşuna
olduğunu görünce de nihayet tabancasına asıldığı gibi
havaya tam beş el ateş e t t i . Tabanca sesini duyan ço­
cuklar bu defa çif yavrusu gibi dağıldılar. Bir kadın
bayıldı. Bu arada Lopez oğlunun boynuna asılmış ve
hıçkırmağa başlamıştı.
Ve kumandan Martinez daha namlusundan duman­
lar çıkan tabancasıyla, az sonra gene bozulacağını bil­
diği bu zoraki sükûnetin ortasında erlerine gürledi :
— Hepsini toparlayıp yürüyün karakola!..
Ve önde erkeklerine yaslanmış kadınlar arkaların­
da Jandarma erleri, en arkada da çavuş Martinez o l ­
mak üzere, kafile karakola doğru yollandı.
Aynı anda köye dönmekte olan Pablo, uzaktan ge­
lişini gördüğü kafileyi şöyle bir süzdükten sonra keyif­
le :
— Gözünü sevdiğim Pontino, dedi, ilk saman yığı­
nını derlemiş bile!..
Uykusuz geçen bir gecenin sabahından sonra,
komutan Martinez ise, ilçeye bir gece önce yazmağa
başladığı raporunu yırtmış ve yenisine başlamıştı :

«Teğmen Ramirez.
İlçe Jandarma K.
Sayın komutanım, dün akşam Pontino'da önce ge­
riciler tarafından başlatıldığı ihbar edilmişse de, sa­
baha kadar süren esaslı soruşturmamız sonunda, hiç
bir gericinin katılmayıp, ancak hepsi cumhuriyetçi sos­
yalist partisi üyelerinin eşleri olduğu halde, dinlerine
aşırı bağlı bazı kadınların, kilise kapısına asılmış bu-

69
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lunan bir yaftadan infihal (komutan lügat paralamak


hevesiyle infial demek istemiştir) duyguları içinde
sinirlenmeleri sonucu, birbirlerine girmişler, bu ara­
da yaralanan olmamışsa da, tarafların birbirlerinden
şikâyetleri üzerine toplucayakın (topyekûn demek is­
ter} karakola celbedilmekle, bu cümleden olarak önce
barıştırılmaları cihetine gidilmiş ve bunda razı gös­
termeleri (rıza olacak) üzerine de el verdirilmek sure­
tiyle barışmaları sağlanmakla olay yatıştırılmışsa da,
bu beyanda (meyanda demek istiyor) ilerici levhala­
rın kilise kapısı dahil olmak şekliyle bütün Pontino'da
asılıp asılmamasının bir kere daha tekaruru ile (ne
demek istediği anlaşılmamıştır) tarafımıza emrü hava­
lesini rica ederim.
En üstün hürmetlerimle.
Pontino köyü
Jandarma K.
K. Çavuş
Emanuel Martinez»

70
8

Çavuş Martinez'in pek beğenip güvendiği bu ra­


poru, hemen karşılık görmedi ama, Kızıl Rezilopez ile
öğretmen Pesos kilise önündeki kavga olayının öne­
mini kavramakta gecikmediler.
— Bin defa söyledim, diyordu Rezilopez, bu oros­
pu başımıza bir belâ getirecek. İşte az daha oluyor­
du..
önündeki kartonlara Çin mürekkebiyle yazdığı
beşinci bildiriyi de tamamlamış olan öğretmen Pe­
sos :
— Haydi haydi Bay Başkan dedi, uzun etme, nice
belâdan da onun sokulganlığı sayesinde kurtulduğu­
muzu unutmıyalım. Geçen yıl ilçeye eyleme girişmek
için gelip de buralara dağılarak saklanmak zorunda
kalan üniversite örgütümüzü, Lopez olmasaydı saklıya-
bilir miydik? İlçeden gelen sözüm ona güvenlik kuv-

71
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

veti o faşistlerin başındaki komutana ondan başka


hangimiz, lâf anlatabilirdik ki?
— Orası öyle dedi, Rezilopez, başını sol omuzu
üzerine yatırıp sallıyarak, zaman zaman faydası dokun­
madı değil elbet, ama hakçası istenirse, yaptıklarının
hiç birinde de kafasıyla değil, hep alt tarafıyla işe yara­
mıştır. Bu ise?
Önüne çektiği yeni kartona altıncı bildiriyi yaz­
mağa başlamış olan Pesos, fırçasını durdurup sordu :
— Evet bu ise?
— Hiç diyeceğim o k i , onun bu hâli bir bakıma
işimize yarıyorsa da, bir anlamda da faşistler ve geri­
ciler için azımsanmıyacak bir propaganda fırsatı olu­
yor. Bilmez m i s i n , seçimden önce kadınlar üzerinde
hayli etkili sloganlar yaymıştık da, o Pablo denen fa­
şist yarması, sonunda her eve «orospu Lopez g i b i , siz
de kızıllara oy verin» diye kâğıtlar attırır attırmaz...
Fırçasını, su dolu bir Tekila kadehinin içindeki d i ­
ğerlerinin arasına sokan Pesos, arkasına yaslandı ve
pis bir sırıtışla komünist başkanı bir süre süzdükten
sonra :
— Yoldaş Rezilopez dedi, unutma ki, büyük Le-
nin'in buyruklarından biri de dâvaya herkesin, elindeki
bütün gücüyle katılmasını sağlamaktır. Bizim Lopez
yoldaşı, bu buyruğun ışığında incelersek, karşısında
şapkalarımızı herhalde çıkarmak ve kızıl yıldızımızı
da kendisine takmak zorunda kalırız.
Rezilopez güldü :
— Evet ama, herhalde göğsüne değil, şeyine tak-
maiı o nişanı.
— Eveeet... olabilir dedi Pesos, onun da elinden
gelen bütün güc bu olduğuna göre, neresi faydalı ve

72
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

verimli olmuşsa, elbette orası kutlanmağa hak kazan­


mış demektir.
— İyi ama dedi Rezilopez bu defa öfkeyle, su­
sun olaydaki davranışından da herhalde faydalandığı­
mızı söyliyemezsîn... Papaza bile dokundurtmamayı
başardığımız, o etkili ve gericilerin canına tüküreni
bildirilerimiz işte yırtıldı. Üstelik de iktidarımızın da
ha ilk haftasında gericilerin gözleri önünde birbirleri
ne girerek apar topar karakola götürülenler de bizim
güçlerimiz...
Dudağına iliştirdiği sönmüş sigarayı tekrar tutuş­
turan öğretmen Pesos, güldü :
— Bir defa bu iktidarın bizim olduğu o kadar ra­
hat söylenemez...
Rezilopez hırsla öğretmenin sözünü kesti :
— Yoldaş, genel merkezden gelen buyruğu ha­
tırlatırım. Her kesime iktidarda olduğumuz inancını
vermek i ç i n . . .
Pesos, nikotinden hemen bütün parmakları sarar­
mış sağ elini Rezilopez'in koluna bastırarak onu sus­
turdu :
— Telâş etme.. Telâş etme yoldaş. Bırak da sö­
zümü tamamlıyayım. Evet, her kesime bu iktidarın
bizim iktidarımız olduğunu, bu darbenin bizim adı­
mıza yapıldığını anlatacağız, yayacağız, parti buy­
ruğunun böyle olduğunu ben de biliyorum. Ama bu
ne kadar böyle ise, şu Pontino'da ufacık bir olay dola-
yısiyle sekiz on kişi karakola götürülmüş diye, bundan
parti prestijinin kırılacağını sanmak da, o kadar öyle
değildir!..
Yerinden kalktı, kara kuru suratı içinde köpürme-
ğe başlıyan bir coşkunun ilk dalgasıyla sararmış, sof

73
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gözünün kenarında bir


tik, sinsi sinsi kıpır-
damağa başlamıştı.
Pencerenin önünde
bir sürle d i k i l i p d ı ­
şarı baktıktan son-
- ra, birden geri döne-
; rek sesini y ü k s e l t t i :
Yoldaş... Akıllı
ve inanmış bir Mark­
sist ve Leninist için,
yenilgi olmaz, ola­
maz. Kilise önündeki
bildiri mi yırtılmış, o
halde yenisini yazıp
asacağız ve o yırtılışı dahi yararımıza çevirmenin yol­
larını açacağız. Ve karakola tarafdarlarımız götürül-
müşlerse, bundan da faydalanacağız...
Öğretmenin coşkusu önünde, yarı sinmiş, yarı
hayranlık içinde hafifçe büzülmüş olan Rezilopez cılız
bir sesle atıldı :
— Faydalanmak ha?
— Elbette faydalanmak dedi, öğretmen Pesos,
elini masaya indirerek, ne zannettin ya yoldaş!. Fay­
dalanmak... faydalanmak... Yani bu defa o faşist her­
gelelere dönüp, «İşte kızıl iktidar diye sizi korkuttuk­
ları budur. Tarafsız ve âdil. Olay oldu m u , şu benim
adamım bu benim tarafdarım demez yasa neyi emredi­
yorsa sadece onu yapar» diye bağıracağız, yayacağız...
anlaşıldı mı?
Rezilopez, bu defa gerçekten hayran kalmıştı.

74
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Kendini tutamayıp kalktı ve öğretmenin boynuna sa­


rıldı. Bir yandan da sırtına vurup :
— Seni kutlarım yoldaş, dâvamız senin gibi zekâ­
larla asla yere düşmeyecektir, diyordu.
Öğretmen tesirinden memnun, burun delikleri açı­
lıp kapanarak:
— Sen lidersin yoldaş dedi, bize güc vermesen
ne yapabiliriz k i . . .
Ve leylek adımlarıyla köşedeki tahta dolaba gidip,
bir tomar kâğıdı aldı ve masanın üzerine a t a r a k :
— İşte dedi, bunları hazırladım bile, yeniden a-
sarız, hem de bu defa her yere.
Rezîlopez birden cesareti sarsılmış gibi kısık bir
sesle sordu :
— Kiliseye de mi?
— Elbette kiliseye de... Üstelik önce kiliseye
asacağız ve ona bunları değil de şu Çin mürekkebiyle
yazdığım o daha kocaman levhaları asacağız.
— Şey... dedi, aynı duraksama içindeki Rezilo-
pez, komutan Martinez'i az önce gördüm... Kendisine
dedim ki, memleketteki yeni ve gerçek özgürlük adına,
partimizce asılmış olan bildirilerin yırtılmasını protes­
to ederim. Derhal yenilerini asmak üzere hazırlığa ge­
çiyorum diye de bağırdım.
Pesos, kaşlarını kaldırarak alaycı bir bakışla sor­
du :
— Ee... ne dedi?
Reziiopez kulağını oracıkta bulduğu bir kalem sa­
pıyla kaşımağa koyularak, bir süre sustu ve sonra :
— Ne diyecek dedi, bilmez misin bir katır tarafı
vardır, «valla ben ilçeye yazdım, cevap bekliyorum,
cevap gelinceye kadar da hiç birşey astırmam, ne as-

75
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

t ı n n m , ne de lâfını ettiririm» diye bir azamet bir ça­


lım tasladı k i , şaşırdım kaldım.
— Ne var bunda şaşıracak? diye Pesos büsbütün
gülmeğe başlamasaydı, Rezilopez belki de o kadar
afallamıyacak ve bütün hayranlığı yanında zaman za­
man deliliğe varıp varmadığı kuşkusuna da düştüğü
bu adamdan bu derece belirgin bir ürküntü duymıya-
caktı, Ama beriki öyle bir kahkaha seiine kapılmıştı
ki, biçare kızıl Başkan içinden «tamam bu sefer gali­
ba iyice tozuttu bizim dâhi» diye tam geçirmeğe baş­
lamıştı ki, gülmesini bıçakla kesilmiş gibi bırakıveren
Pesos âdeta gürledi :
— Hah... İşte demek ki hiç vakit kaybetmeden
bu emri verdirmek zorundayız. Demek k i , Martinez'e
mutlaka dâvamız yönünden emir verdirmeli... Hem
de hiç vakit harcanmadan yapılmalı bu. İlçeye koş­
malı, gerekirse ildeki örgütlerimiz seferber edilmeli,
telefonlar, telgraflar işlemeli... tâ ki, dilediğimizi ya­
pabileceğimiz yolunda bir emir çavuş Martinez'in eli­
ne ulaşsın!. Hem de kimseleri kıpırdatmıyacak, bü­
tün akar suları durdurup faşistlerin çanına ot tıkayacak
kadar kesin olmalı!...
Durdu soluk aldı ve sonra Rezilopez'in sıska ko­
luna yapışıp onu bir çocuk gibi ayağa kaldırırken âde­
ta viyakladı :
— Hiç vakit geçirme Bay Başkan... Aslında şu
anda hattâ çoktaan ilçede olmalıydınız. İlçede, yani
Diaz yoldaşın karşısında!..
Rezilopez, görevinde açık vermiş her komünistin
düştüğü c klâsik can endişesi içinde, acınacak bir te­
lâşa kapılmıştı. Şapkasını aranırken :
— Haklısın yoldaş Pesos diye homurdandı, he-

76
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

" s n g i t m e l i y i m . Diaz yoldaş bunu çabuk halleder sa-


" yorum.
— Elbette... diye tekrar bağırdı öğretmen Pesos,
:5yle bir buyruğu verdirmek onun için nedir k i . . .
Ve sonra gururla ekledi :
— Eğer hükümetteki oniki yoldaş, bu gibi prestij
Konularının tertibatını çoktaan almamışlarsa, onların
rartiye ve dâvaya bağlılıklarından gerçekten şüphe
ederim!..
Ve Başkan Rezilopez bir rüzgâr gibi, öğretmenin
Kapısından fırladı.

77
Öğretmen Pesos yanılmamıştı.
Diaz yoldaş, komünist partisinin ilçe başkanlığr
odasında, Rezilopez'in ağzından tükürük baloncukları
saçarak anlattıklarını dinledikten sonra, hemen tele­
fona yapışmış ve doğruca il örgütünü aramış, orada
karşısına çıkan görevliye durumu bildirmiş ve sonra
sormuştu :
— Böyle bir buyruğun hemen verdirilmesi için ne
kadar süre ister?
Konuştuğu, il merkezinin propaganda görevlisi ve
yeni hükümetteki bakanlardan birinin de kardeşi olan
Lamas'tı. Güldü :
— Düşündüğün şeye bak, şimdi il'deki komutanı
telefonla arar hallederim. Sen de adamına söyle, ya­
rın sabah Pontino'yu ellerinde saysınlar!.

79
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Diaz, ağzı kulaklarına vararak telefonu kapattı


ve durumu biraz daha abartarak Rezilopez e aktardı :
— Bütün Tekelonya avucumuzun içindedir. He­
men Pontino'ya dön ve ve yarın sabahtan itibaren...
Durdu... başını salladı... sonra aklına daha par­
lak bir f i k i r gelmiş gibi :
— Yok... yok... dedi, hattâ şimdi döner dönmez,
sizin jandarma karakoluna damla ve emri sor. Nasıl
olsa sen dönünceye kadar ulaşmış olur. En iyisi ge­
ceden faydalanmak. Gece bütün Pontino'yu bizim
damgamızla donatırsınız, sabah uyandıkları zaman da
herşey tamam demektir!..
Eğilip, masasının alt gözünü çekti, koskocaman
çekmece lebalep beyannameler, fotoğraflar, broşür­
ler, üzerleri orak çekiçli küçük bez bayraklarla doluy­
d u . Her gruptan da hatırı sayılır birer tomarı Rezilo-
pez'in önüne koyarken :
— Al dedi, şimdilik bunları da, kullanırsın. Elin-

80
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

de fazla götüremezsin diye bu kadar veriyorum.


Yoksa daha göndereceğim...
Sonra ikisi b i r l i k t e , hepsini paket ettiler ve Re-
zilopez, hıkış hıkış yüklendiği propaganda araçlarıyla
teker meker odadan çıktı.
Diaz yoldaş da yanılmamıştı. O Rezilopez'le bir­
likte broşür, fotoğraf ve kızıl bayrak paketlerken,
il örgütünün Bakan kardeşi şımarık Lamas, gerçekten
de ildeki komutanı telefonla aramış ve durumu an-
lattıkttan sonra :

— Lütfen hemen ilçeye emir veriniz... d e m i ş t i ,


yoksa başlangıçta yüz bulmuş bir gericilik, kabul eder­
siniz k i , bir daha güç önlenir...
İl'deki kumandan komünist falan değildi ama,
bir kaç ay sonra generalliğe yükselmeyi bekliyen ih­
tirası hudutsuz bir albaydı. Bir de gericilik dendi mi,
ne olduğu dahi araştırılmadan, hattâ var olup olmadı­
ğına dahi bakılmadan mutlaka harekete geçilmesi lâ-

81 F. : 6
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

zım geldiğine inandırılmış, kurma ilericilerdendi. Te­


lefonu kapar kapamaz, önce Lomas'ın nüfuzlu yeni
bakan ağabeyini düşündü. Sonra da gericiliğe karşı
yapacağı her çıkışın ne olursa olsun, âmirlerinin hoşu­
na gideceğini hesapladı. Ve bu hızla da, yeri göğü in­
leterek verdiği emirlerle, bir dakika içinde telefon
başına çağırttığı ilçe jandarma komutanı, biçare teğ­
men Ramirez'i öyle bir azar bombardımanına t u t t u
ki, zavallı delikanlı ter içinde kaldı.
— Hemen... hemen diyordu, lâfın sonunda da,
şimdi yazılı bir emri kaleme alıp, Pontino'daki heri­
fe ileteceksin, Posta çıkar, jeep gönder, istersen zırh­
lı araç şevket, ne halt edersen et, emir hemen eline
varmalı!.. Gericilik istemem anlaşıldı mı? Emir ke­
sin olacak gericilere karşı herşey yapılmalı. Yeni
hareketin anlamını anlatacak, darbenin kutsallığını du­
yuracak bütün ilerici güçlere her t ü r l ü imkân tanın­
malı anlaşıldı mı?

Zavallı teğmen ne olup bittiğini dahi anlıyama-


dan, hattâ çavuş Martinez'in rapor ettiği o basitin ba­
siti olayın bu tepeden inen emirle kıl kadar bir iliş­
kisini dahi kuramadan, çattadak kapanan telefon kar­
şısında, önce apışıp kaldı. Ve sonra o da, yazıcı on­
başıyı çağırarak hırsla :
— Yaz oğlum, dedi. K. Çavuş Emanuel Martinez,
Pontino köyü jandarma kumandanı,
Bölgenizde azgın bir gericilik çabasının varlığı
istihbar edilmiştir. Bu sebeple, aşağıdaki tertibatın
alınmasına lüzum gören komutanlığımız beherinin
dikkatle uygulanmasını bildirir.
a) Yeni hareketin kutsallığını duyuracak bütün

82
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ilerici güçler, bu konudaki her çeşit faaliyetlerinde


azamî yardım göreceklerdir.
b) Köy meydanının en müsait yerlerine hemen
kurdurulacak bîr hoparlör tertibatıyla, askeri idarenin
her türlü yayını her saat halka mutlaka iletilecektir.
c) Gerici afişler asanlar, burosürler dağıtanlar
veya buna tevessül etmeğe kalkışanlar derhal tutuk­
lanarak ilçe merkezine sevkedileceklerdir.
dj Papazın faaliyeti ve onunla birlikte devrilen
Özgürlük Partisi elemanlarının bütün temasları sıkı
bir kontrol altına alınacaktır.
e) Ve nihayet, gericiliği tel'in edici ve yeni ha­
reketi övücü her t ü r l ü çabayı önlemeğe kalkışan her
kim olursa, derhâl tutuklanıp en seri vasıtayla ko­
mutanlığımıza t e s l i m edilmesi t e m i n edilecektir.
İlçe Jandarma K.
Teğmen
Ramirez

Hamiş: Hoparlör ve aksamı için, gereken malze­


me gönderilmiştir. Tesellüm makbuzunun iki nüsha
olarak imzası ile, aslının komutanlığa iadesi...

83
10

Ve gerçekten de emir, aşağı yukarı Rezilopez'in


karakola damlamasından beş on dakika önce, tozu du­
mana katarak gelen bir jeeple g e t i r i l m i ş ve bir kıdem­
li onbaşı tarafından çavuş Martinez'e sunulmuştu.
Koskacaman bir sandık da bu arada, jeep'i kullanan
er tarafından sürüklenerek sundurmanın dibine yu­
varlanıp bırakıldı!
Çaki gibi bir selâm çakıp, emri uzatan onbaşı :
— Sandık da kapı önünde komutanım, demiş ve
esas duruşta öylece Martinez'in makbuzu imzalama­
sını b e k l e m i ş t i .
Çavuş, önce dikkatle emri okudu. Sonra makbu­
zu imzaladı. Bir kopyayı dosyasına yerleştirdi ve ne­
den sonra, yeni görüyormuş gibi onbaşının suratına
dik dik bakarak :
— Bas git diye gürledi.
Ve onbaşı çıkar çıkmaz da, bir sigara yakıp kâ­
ğıdı önüne çekti ve tekrar okumağa başladı.

85
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

En çok onu sarsan cümle «Bölgenizde azgın bir


gericilik çabasının varlığı istihbar edilmiştir» lâfı idi.
Kendikendine :
— Vay orospu çocukları, şu ihbarı yapanı bir bul­
sam... diye hırsla tam söyleniyordu k i , Rezilopez'i
karşısında buluverdi. İlçeye gidip gelirken ter içinde
kalmış olan kızıl başkan, nefes nefese odadan içeri
dalmış ve masanın karşısındaki sandalyeye kendini
atarken :
— Hele şükür gelmiş demek... diye mırıldanı­
yordu.
Martinez önündeki emri ters çevirirken :
— Hayrola Bay Başkan dedi, neymiş bakalım o
gelmiş olan?
Doğrusu Rezilopez.'in, çavuşun hırsla kısılmış
gözlerine bakınca, yüreği hop etmedi değil. Öyle ya,
onların dilediği yönde kesin bir emir gelmiş Olsaydı,
bu salak, şu ünlü komünist başkana böyle mi davra­
nırdı? Mutlaka yerinden fırlamalı ve binbir şaklaban­
lık yapmağa çoktaan girişmeli değil miydi?..
İhtimal Pontino'nun komünist partisi Başkanı
Rezilopez yoldaş böyle düşünmekte de haklıydı ama,
aynı Pontino'nun jandarma komutanı kıdemli çavuş
Martinez'in de öyle davranmakta hakkı vardı. Zira,
dedik ya, o sırada çavuş, emrin alt tarafını düşünmez
olmuş, sadece baştaki o cümleye, «Bölgenizde azgın
bir gericilik çabasının varlığı istihbar edilmiştir» cüm­
lesinin yüreğine bir hançer gibi saplanan ağırlığına
takılıp kalmıştı!..
Doğrusu ya, Rezilopez'in tam o anda karakolda
bulunuşu, kendisi ve ülküsü adına biraz talihsizlik ol-

86
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

muştur ve Sezar'ın hakkı Sezar'a bunda bütün suç


da, onun değil, ilçedeki o Diaz çalımcısınındır üstelik.
Nitekim, kafasında o ağır cümleyi evirip çevir­
mekte olan Martinez Rezilopez'in sorusu karşısında
birden beyni şimşeklenerek :
— Bana bak Bay Başkan, dedi. Araştırmak iste­
diğin nedir?
Ve berikinin :
— Yazılı bir emir!., demesiyle biklikte de :
— Bana bak arkadaş diye gürüldedi, orduya ve­
r i l e n emirler siyasi partilerle ve politikacılarla görü­
şülmez!. Ne zamandan beri ordu...
Ama Allahtan ki, işte tam o anda da, emrin yal­
nız takıldığı cümlesini değil, tamamını ve tamamının
da şu karşısındaki karga herifin dilediği yönde bîr
anlam taşıdığını, hatırlayıverdi de kendini tuttu.
Yoksa o hırsla kimbilir neler yapar ve yaptıkça da
başına kimbilir ne işler açılırdı?
Gözünün önüne birkaç ay sonra umduğu yüksel­
me emri geldi. Kendisiyle aynı sırada olduğu halde,
geçen yıl yaranmanın bir yolunu bularak bir rütbe
önüne geçirilen yeğeni Sançez geldi. Sonra her ay
maaşından yüz dinar ayırıp gönderdiği anası geldi.
Velhasıl kızardı, morardı, yutkundu ve yumruk­
larını sıkıp kendini zorlıya zorlıya t u t t u . Gerçi, bütün
mel'unluğu yapanı keşfetmiş olduğu halde ses çıkara-
mamanın hırsı büsbütün yakıcıydı ve suratını allak
bullak e t m i ş t i ama, sustu işte.
Rezilopez ise, kumandan böyle renkten renge gi­
rerken, bu arada büsbütün ürkmeğe başlamıştı. He­
men kalktı, sürahiden bir bardağa su doldurup Marti-
nez'e uzatmak akıllılığını gösterdi.

87
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Çavuş suyu kafasına dikince biraz daha sakinleş­


miş ve bu sefer konuşmamanın çok akıllıca bir iş ol­
duğu hükmüne büsbütün yapışmıştı.

Nitekim, Rozilopez, ondaki sakinleşmeyi gani­


met bilip, gericilere atıp tutmağa başladıktan sonra
dahi, o çözülmedi. Sadece :
— Merak etmeyin uyanıkız. Her şeyin hakkından
geliriz... demekle y e t i n d i .
Ne emri gösterdi, ne hoparlörden söz açtı, hattâ
ne de gericilerin yakından izleneceğinden...
Ve Rezilopez odadan çıkar çıkmaz da, kapanan
kapının ardında, kara meşin gibi yumruklarıyla ha­
vayı durmadan döverek, dakikalarca k ü f r e t t i , durdu.
Sofaya açılan ve camı kirden buzlu gibi görünen
küçük pencerenin önündeki masasında, komutanının
havaya savurduğu yumruklarla ikide bir salladığı tek­
meleri gözleyen er Zenos dahi, doğrusu bu hamle­
lerle kimlerin hedef alındığını anlıyamamıştı.

88
11

Parti merkezinden içeri top gibi dalan A n t o n i o ,


koynuna sakladığı kâğıdı çıkararak :
— A i m okuyun, gene usulcana götüreceğim de­
di.
Masanın başındaki Pablo, bir kürek gibi iri elini
uzatarak aldığı kâğıdı tane tane ve yüksek sesle oku­
mağa başladı.
Okudukça, çene kaslarının gerildiği ve şakağında
bir noktanın kabarıp indiği görülüyordu. Tabii onunla
birlikte çevresindekilerin de yüzleri asılmış ve yum­
rukları her cümlenin sonunu noktalar gibi masaya in­
meğe başlamıştı.
Pablo'nun okuduğu kâğıt, Teğmen Ramirez'in
çavuşa yolladığı o ateşli emirden başkası değildi.
jandarma eri çopur Zenos, iyi yürekli o mert,
oğlan, Çavuş Martinez'i o derece sinirlendiren e m r i ,

89
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

•önce merak saikıyla, komutanı karakoldan çıkar çık­


maz bulup okumuş ve sonra da, Pontino'nun altını
üstüne getirebileceğine inandığı bu tehlikeli gidişten
uzak akrabası olan Ântonio'yıı haberdar etmekten
kendini alamamıştı.
Ama, kurnaz Antonio bu!.. Zenos'un kafadan nak-
lettikleriyle iktifa edecek göz onda ne gezer?
— Gözünü seveyim Zenos, şunu al getir. İsa
hakkı için, yarım saatte gene yel gibi sana i l e t i r i m ,
diye öyle bir t u t t u r d u , öyle bir yalvardı k i , zavallı
Zenos, o iyi yürekli mert oğlan, sonunda dayanama-
ytp peki demek zorunda kaldı!
Ama Allahı var, bu arada, gene o altın yüreği
ile:
— Bütün azizler bana küssün. Meryem Anamız yü­
züme bakmaz olsun k i , komutan bu kâğıda çok kız­
dı!., demeyi de ihmâl e t m e m i ş t i .
Kâğıdı, iyice akılla­
rına girmesi için, yük­
sek sesle, bir de Rober-
to'ya okuttuktan sonra,
Antonio'ya geri veren
Pablo :
— Koş, ilet ve he­
men dön geri... dedi.
Ve Antonio, gene
koynuna dikkatle yer­
leştirdiği kâğıtla yel gi­
bi odadan çıkarken, ar­
kasından seslendi :
— Selâm Zenos'a. Onu unutmayacağız. Biz u-
;nutsak İsa unutmaz onu!..

90
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Sonra bastı küfürü. Hem de şöyle en yakası a-


çılmadık cinsten... Sövdü, saydı, bu arada Antonio'-
nun bir gün önce itina ile yonttuğu kalemlerden iki­
sini, parmakları arasında makarna gibi pıt... pıt...
kırdığını bile farketmiyordu.
Ve en sonunda da, sanki bu kadar boşalma ye­
terlidir dercesine, o ağzından seller gibi boşalan lâ­
kırdı selini bir anda keserek, Roberto'ya dönüp ba­
ğırdı :
— Koş bana Dinos'u çağır. Elinde ne iş varsa bı­
raksın ve hemen koşsun buraya, Bir de Rafaello'yu
istiyorum.
Dinos, Pontinc'nun iki marangozundan en usta ve
tecrübeli olanıydı, Elinden e l e k t r i k ç i l i ğ e kadar gel­
meyen hiçbir iş de yoktu. Rafaello ise, köyün tek de­
m i r c i s i . . . O da becerikli mi becerikli; el işlerinin he­
men hepsine aklı eren bir garip adamdı :
Her ikisi de, t a b i i . Özgürlük Partisi'nin üyesiydiler.
Başkanlarının çağrısı üzerine, ellerindeki işleri bıra­
karak hemen koşup geldiler. Marangoz Dinos'un soluk
mavi tulumu üzerinde hâlâ talaş kırıntıları sallanıyor­
du. Demirci Rafaello ise yıkamağa dahi vakit bula­
madığı ellerinin karasını durmadan tulumunun kıçına
s i l i p duruyordu :
— Gelin dedi Pablo, oturun... oturun...
Dinos, Roberto'nun yanına, Rafaello da sırık Be-
nito'nun uzattığı Antonio'nun çakı çentikleriyle dolu
sandalyesine oturdu.
Ve Pablo hemen söze başladı :
— Şimdi beni iyi dinleyin diyordu, öyle tahmin
ediyorum ki, yarın sabah erkenden, şu Çavuş Mar-
tinez herifin sizlerle işi olacak. Ne isterse yapacak­
sınız anlaşıldı mı?
91
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Demirci Rafaello gözlerini kırpıştırarak :


— Ne isteyebilir k i , dedi.
— He ya... ne isteyebilir acep? diye Dinos da
peşisıra sormak lüzumunu duydu.
— Sanırım bir takım ıvır zıvır dedi Pablo, lâf
aramızda, herif üst tarafından emir aldı, bizim mey­
dana hoparlörler koyduracak ki yeni hareket adını
taktıkları ş u . . .
Durdu, yutkundu ve sonra eliyle geç gibilerden
bir işaret yaparak sözü sürdürdü :
— İşte her ne karın ağrısı ise onu, bu hopar­
lörlerden boyuna kafalarımıza çaksınlar. E bizim Pon-
tino'da bu gibi işleri yapabilecek kimler var? Başta
elbette siz, Bu Martinez herifinin elindeki erler için­
de bu işe yarasa yarasa bir o çenesi yarık oğlan, adı

'e-ıo mu neydi işte o yarar. Üst tarafını geç bir ka-


r--. Tabii ne yapacak bu Martinez de, elbet sizleri
;
; : -eydi yapışın bu işin ucuna diyecek...

92
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Gözleri büsbütün ufalan Rafaello, bu defa diklenir


gibi :
— Yani Bay Başkan dedi, bu heriflerin o şeyta­
nın nefesi saydığınız radyolarını kurup da bizim ter­
temiz Pontinomuzun göbeğine tükürmelerine yardım
mı edelim diyorsun?
İki tarafına sinirli sinirli sallanırken, bu arada Di-
nos'a da «ne duruyorsun sen de söylesene» der gibi
bakıp duruyordu.
Ama Pablo hiç aldırmadı, sanki înad yaparcasına
da bu defa Roberto ile sırık Benito'ya dönüp :
— Haydi dedi, biriniz de doğru Carlos baba'-
ya gidin. Benim selâmımı söyleyin. Bizimkilerin hep­
sine haber salsın, yarın sabahtan itibaren, Pontinoda
olacaklara hiç ses etmiyecekler... Meydana hoparlör­
ler konacak, her yere kızıl lâflar dizilecek, hiç ses
etmek yok. Bizden haber alıncaya kadar dövizlerin
yaftaların hiç birini kaldırmasınlar, yırtmasınlar...
Yalnız kilise kapısına yapıştırılanı, hiç olay çıkarma­
dan ve çaktırmadan kaldıracağız, onlar gene asacak­
lar, biz gene çaktırmadan kaldıracağız. Başına adam
dikecekler belki. Bu sefer gece göreceğiz işimizi.
Anlaşıldı mı? Benden haber çıkıncaya kadar, hep se­
y i r c i l i k anlaşıldı mı?
. Sırık Benito, Carlos babada anafordan bir kadeh
de birşey atarım nasıl olsa diyerek Roberto'dan önce
davrandı:
— Anlaşıldı Bay Başkan. Yarından itibaren bizim
Pontino'da kızılların günü başlıyor sayacağız.
— Sersem dedi, Pablo gözleri açılarak, biz öyle
saymıyacağız, kızıllar öyle sanacak. Ama sonra za­
manı gelince de Tanrı'nın günlerini iyi öğretecek, bir
bir saydıracağız onlara!..
93
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Sırık Benito, deve adımlarını açarken, d e m i r c i


Rafaello ile marangoz Dinos'a dönen Pablo sordu :
— Bir diyeceğiniz var mı?
Her ikisi de kurulmuş gjbi yerlerinden fırlarken,
Dincs :
— Yok Bay Başkan dedi, ne olsun? sana güveni­
riz biz. Elbet bir bildiğin var ki, şu kızıl pezevenkle-
rin yararına bizi bile çalıştırıyorsun!..
Pablo keyifle güldü :
— Güvenin... güvenin... zararlı çıkmazsınız, bu­
güne kadar hiç çıktınız mı?
Bunu sorarken sonsuz bir gurur içinde de gülü­
yordu. Rafaello hemen atılarak :
— Yooo... amma yaptın. Bay Başkan dedi, se­
ninle birlik olur da hiç insan zararlı çıkar mı canım?
Sonra Pablo'nun ve diğerlerinin ellerini sıkıp çık­
tılar.
Ve ertesi sabah da Pablo'nun tahmini olduğu gi­
bi çıktı.
Er Mario'nun yardımıyla ilçeden gelen sandığı
açmış olan çavuş Martinez, dört hoparlör, bir UKV
radyo makinesi ve bir kaç yüz metre kadar tel ile bir
sürü ç i v i , raptiye, vesair ıvır zıvırı görünce kara
suratını sıkıntıyla buruşturarak :
— Ulan vay anasını be!.. Bunun içinden nasıl
çıkacağız? Bu bizim teğmen anlaşılan beni elektrik us­
tası sanıyor... İyi valla... demiş ve sonra başını kaşı­
yarak sormuştu :
— Mario oğlum , bu işi kıvırabilecek misin?
Yoksa şu hergele Pontinolulardan bir ikisini imdada
çağıralım mı?

94
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Zavallı Mario, kem etmiş, küm etmiş, yapabilirim;


amma... demiş ve en sonunda ıkıla s ı k ı l a :
— En sağlamı komutanım, şu Dinos ustayla, Ra-
faello'ya başvuralım, ben de onlara yapacaklarını gös­
t e r i r i m deyivermişti.
Dinos da, Rafaello da, o saatte birbirine y i r m i
adım mesafedeki dükkânlarını henüz açmışlar, kahve­
lerini içiyorlardı. Uzaktan gelen er Mario'yu görünce,
her ikisi de hemen içlerinden :
— Ulan bizim Başkan da amma keskin herif ha...
Ne diyorsa, mutlaka çıkıyor İsa hakkı i ç i n . . . diye ge­
çirdiler.
Üstelik şu er Mario'yu her ikisi de severdi. Boş
vaktinde diğerleri gibi. Carios'un meyhanesinde ana­
fordan içki bekliyeceğine, bu delikanlı, ya Dinos'un
ya da Rafaello'nun dükkânına gelir ve birşeyler öğ­
renmeğe çalışırdı.
Mario mahcup mahcup, önce daha beride olan
Dinos'un dükkânına uğradı ve durumu anlattı. Sonra
Rafaelio'ya gelip d i ! döktü.
Ve bir saat kadar sonra da, Pontino'nun ünlü
kilise meydanındaki dört uygun yere hoparlörlerin
yerleştirilmesi işlemi başladı.
İlk hoparlör Carlos babanın tek katlı meyhane­
sinin çatısında, belki elli yıldır duran rüzgâr horozu­
nun iki karış altına konmuş, ikincisi cumhuriyetçi sos­
yalist berber Chucho'nun pek övündüğü o cicili bicili
sinek boncuklarıyla perdelenmiş süslü kapısının tam
tepesine oturtulmuş, fakat üçüncüsüne gelince, Ma­
rio, Dinos, Rafaello ve Martinez arasında kimin ne ta­
rafa çektiği anlaşılmaz bir tartışmadır başlamıştı.
Komutanına bu konuda yazacağı rapora oturtula-

95
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

cak iyi bir nokta olur diye düşünen Martinez, şu ü-


çüncü hoparlörün ilie de Özgürlük Partisi binasının
kapışma konmasını istemiş. Dinos'la Rafaello ise, bu­
nun yerine Komünist Partisi Başkanının hem ev, hem
de parti merkezi olarak kullandığı yapının iki katlı
olması dolayısıyla daha uygun olduğunu öne sürmüş­
ler, biçare iyi kalpli Mario da, kâh ustalara, kâh ko­
mutanına tarafdarlık ederek ortada sallanıp kalmıştı.
Tartışma uzayıp giderken, Martinez'in birdenbire
parlayarak kesin bir durum takınmasından da korkan.
Dinos, nihayet parlak bir f i k i r öne sürdü :
— Eldeki malzeme bu değil mi? O hâlde ölçüp
biçeriz, teller nereye kadar uzanabiliyorsa, oraya
çekeriz olur biter. Şimdi burada, ne söylesek boşu­
na!.. Tamam mı komutanım?
Çavuş Martinez, eliyle Dinos'un sırtını okşadı :
— Yaşşa be usta. En doğrusu bu. Sanki elimizde
bu bokun fabrikası varmış da, istediğimiz yere kadar
uzatabiiirmişiz gibi ne konuşup duruyoruz bilmem ki..
Haydi ölçün bakalım, nereye denk gelirse artık...
Ve tabii, tellerin uzunluğu hiçbir şekilde, Özgür­
lük Partisi merkezine kadar y e t m e d i . Meydanın en
uygun ve güzel yapılarından biri olan Pablo'nun evine
de denk gelmedi. Ama buna karşılık, Komünist
Başkan Rezilopes'in evine mi istersiniz, yoksa
hattâ meydana açılan dört sokaktan en çarpığının ba­
şında, yukardan düşmüş gibi ilk katı daha geniş, üst­
t e k i ise hem dar, yem yamuk bir garip yapı olarak du­
ran, Cumhuriyetçi Sosyalist Başkan Avelino'nun en
uzaktaki evine m i , hâsılı, nereye isterseniz şıp! ye­
tiyordu!..
Tabiî Dinos'la Rafaello işin bu noktasında kararı

96
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Martinez'e bıraktılar. O da omuzlarını kaldırarak, ça­


resizlik içinde :
— Valla, dedi, benim için hepsi bir!.. Yettiği
yere koyun g i t s i n ! İşte biri şu Rezilopez denilen...
Durdu, yutkundu ve sonra yere t ü k ü r e r e k :
— Herifin diye devam e t t i , evine çekilsin, diğe­
ri de isterseniz Avelino'nun, isterseniz bir başkasının
kafasına otursun...
Saatine baktı :
— Öğlen oluyor arkadaşlar diye devam e t t i , çe­
kin bir ayak önce şu mereti de öğlen ajansını yaya­
lım.
Dinos'la Rafaello hemen merdivenlere tırmandı­
lar... Az sonra da Avelino ile Rezilopez'in evi, iki yeşil
boyalı hoparlörle bezenmiş oldu.
Tabii bu arada Carlos babanın ya kendi ağzından,
ya da kullandığı haberciler marifetiyle, Pablo'nun me­
sajını almış olan Özgürlükçüler, kayıtsızca dolaşıyor­
lar, elleri arkalarında meydandaki faaliyeti izliyorlar,
hattâ yok telin ucunu t u t m a k t ı , yok pense, kerpeten
veya köşebent uzatmaktı gibi işlerde de Dinos, Rafa­
ello ve Mario'ya yardımcı oluyorlardı.
Zaten asıl onların bu unutulmaz yardım ve gayret­
l e r i sayesinde değil midir k i , t e l l e r i n uzunluğu isteni­
len yere kolayca y e t m i ş , fakat istenilmeyen yere ge­
lince de en az on metrelik bir kısalık daima ortaya
çıkıvermiştir!
Fakat sâde o kadar da değil, ne hikmetse, bun­
dan böyle taa hepsi sökülünceye kadar, daha doğru­
su, ses veren kaynak kuruyuncaya kadar, bu dört ho­
parlör içinde, Carlos Babanın kapısındaki hiç çalış­
mayacak, buna karşılık diğer üçü, pek âlâ ses vere-

97 F. : 7
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

çektir. Hem d e „ bu konu ne zaman çavuş Martinez'e


aksetse de beriki kontrola gelse, işlemiyor denen
hoparlör şıp diye işlemeğe başlıyacak ve şikâyet ede­
ni rezil edecektir.
Pekiy bütün bu faaliyet olurken bu arada kızıllar
ve Pablo'nun deyimiyle onlarla aynı kabağa üfliyen
cumhuriyetçi soyalistler ne yaptılar?
Doğrusu ya, gün asıl onlarındı. Ve hakçası iste­
nirse, keyiflerinden kaplarına sığamıyorlardı. Bir sü­
re, başlarında Lopez karının üniversiteli oğlu olduğu
hâlde, ıslıklar çaldılar, merdivenlerin başındaki Di-
nos ile Rafaello'ya :
— Aman ustacığım, sağlam olsun ha!.. Malûm
ya, taş kafalara girecek, kolay değil bu araçların işi!.,
yollu lâflar attılar... Ve sonra da, öğretmen Pesos ta­
rafından kendilerine iletilen, hani o Çin mürekkebiyle
yazılmış ve gerçekten güzel ve okunaklı bir harf di­
zisi gösteren dövizlerden birini kilisenin kapısına, di­
ğerlerini de gözlerine kestirdikleri yerlere astılar.
Bu arada, komünist başkan Rezilopez'in iki kaknem
kızı başta olmak üzere, bir avuç adamları da, ilçeden
gelen b i l d i r i l e r i , orak çekiçli kızıl bayrakları ve Lenin'-
ın mumyalanmış bedenini mozolede yatarken göste­
ren renkli fotoğrafları ha babam dağıtmaktaydılar...
Aksi gibi, Lenin'in mumya resimleri, özgürlük
partisinin odasına, pencereden atılarak döşemenin
üstüne yağmur gibi indiği zaman, paytak Antonio ile
sırık Benito vardı içerde.
Yere saçılan resimlere bir süre şaşkın baktık­
tan sonra, bir tanesini eline alan Antonio, okkalı b i r
küfür sallıyarak :
— Ulan sırık be dedi, bu herif de kim? Sakın bun­
ların Nelin'i olmasın?
98
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Benito uzun boynunu büsbütün uzatarak, yerdeki


fotoğraflara şöyle bir baktıktan sonra :
— Ha şunu bileydin paytak dedi, bu üstelik onun
kurutulmuşu da. Hani islenmiş et g i b i . . .
Hâlâ resim elinde bakıp duran Antonio :
— Peki be dedi, ne yatıp durur böyle bu herif!..
Benito güldü :
— Çalıştır oğlum kafanı, herifin ölmediğini an­
latmak için, bedenini ilaçlamışlar ve uzatıp yatırmış­
lar... Sonra da Tanrının her günü karşısına geçip işte
böyle tapınmağa koyulmuşlar...
— Dur... dur... dedi Antonio telâşla ve âdeta
sevinerek, öyleyse bizim İsa babanın hakkı var!..
Benito sordu :
— Nedenmiş o?
— Neden olacak dedi, Antonio elinin t e r s i y l e res­
me şap şap vurarak, hani öbür dünya'ya gitmişken
bu herifi ne diye şöyle bir güzel benzetip de, o me­
zarlıktan geçerken ağzı burnu çarpılan Subitoya çe­
virerek elâleme maskara etmez? diyordun ya...
— Eee... ne olmuş? dedi Benito t e k r a r :
— Ulan Banço sapı diye böğürdü âdeta Antonio,
daha ne olsun, herifin bedenini İsa'dan korkularına bı­
rakmamışlar ki öbür dünyaya! Artık bizim koskoca
ısa da şu kızıllara karşı gösteri yapacağım diye ba­
basının evini terkedip de yeniden bu dünyaya ine­
mezdi ya...

99
12

Tam altıncı defadır k i , kilisenin kapısına asılmış


olan o koskocaman döviz, y o k o l m u ş t u .
Bunun yanısıra, Rezilopez'Ie öğretmen Pesos'un
bol keseden dağıttıkları bütün o kızıl bayraklar, bildi­
riler ve Lenin r e s i m l e r i , lîme lîme edildikten son­
ra, güzelce paketlenmiş bir halde ya kızıl başkanın
evi önünde, yahut da okulun kapısı dibinde bulunu­
yordu.
Ama bunlara karşılık, meselâ Carlos babanın te­
kila, şarap, konyak ve hasırlı Calvados şişeleriyle
dolu tozluca vitrinine yapıştırılmış olan döviz, olduğu
gibi duruyor... Gene meselâ Rezilopez'Ie, sosyalist
Başkan Avelino'nun evlerinin cephelerine gerilmiş
bez yaftalar kondukları gibi duruyorlardı.
— Meyhaneye gelen içeriye bir an önce dalıp
içmek varken, camekândaki dövizi nasıl olsa

101
PABLO'NÜN GÜLÜŞÜ

okumaz; çıkan ise, zâten ya zom olmuştur, yahut da


evine geç kalmanın telâşı içindedir, hiç okumaz; o
hâlde ne zararı var oradaki dövizin?
Demişti Pablo, şikâyetçi olan ve «bırak şunları
da temizliyelim» diyen taraftarlarına...
Ve sonra aynı tatlı gü­
lüşle devam etmişti :
— Her ikisi de aynı ka­
bağa üfleyen o iki kızıl ser­
serinin evlerindeki yafta­
lara gelince, canım dam­
galı eşşek gibi zaten belli
değiller mi? Ha yaftalı ol­
muş, ha yaftasız, onların
evlerine bakan var mı ki?
Ve böylece o dövizler
âdeta korunmuştu ama, gel
gör ki, kızıllar, bunların var oluşlarına değil, kilise ka-
pısındakinin yok oluşuyla, o lîme lîme edilip paket­
lenmiş, diğerlerinin hâline takmışlardı akıllarını.
Doğrusu bir avuç insandılar ama, önlemek veya
yapanı bulmak için az şey de yapmadılar. Evlerden sa­
bahlara kadar kapı gözlemek mi istersiniz, yoksa ay­
lak veletlere yapanı bulur ve söylerlerse para vaadet-
mek mi, hepsini hepsini, titiz bir dikkatle uyguladılar,
ama ne yapsalar boşuna... Gene kapıdan döviz yok ol­
du ve gene yenileri dağıtılmış resimler, bildiriler yır­
tılıp paketlenerek kapı önlerine bırakıldı!..
A h ! o ilçedeki komünist Diaz hınzırı yok mu?..
Eğer onun bir gün aklına şeytan, şu Pontino'da işler
nasıl? diye bir soru getirmeseydi ve bu soru gelir
gelmez de, ilçedeki teğmenin gönderdiği buyruğu

102
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

merak edip sordurmak gibi gene şeytana has bir ikin­


ci kuşku yüreğinde hiç doğmasaydı, inan olsun, Pon-
tinoda s i t t i n sene o hâl sürer giderdi. Ama ne yapar­
sınız ki, şeytan komünizmden yanadır ve kuyruğunu
uzattığı gibi, şu kızıl Bay Diaz'ı d ü r t ü v e r m i ş t i .
Tabiî gene telefonlar işledi... gene kardeşi Ba­
kan olmuş o şımarık Lamas bulundu. O şımarık La-
mas da, ildeki t e r f i bekliyen şişman albayı, ildeki
şişman albay pürtelâş teğmen Ramirez'i buldu. Ve
böylece teğmenin, Pontino'daki çavuş Martinez'e yaz­
dığı o ateşli buyruğun sureti de döne dolaşa bu Bay
Diaz'ın önüne kadar geldi!..
Hey ulu Tanrım!.. Keyfi görmeliydiniz adamda...
Kâğıdı şöyle bir okur okumaz :
— Ulan bu teğmeni Başkumandan yapmalı be!.,
diye öyle bir bağırdı ki, o sırada bitişik odada, arka­
daşlarına dağıtması için eline bildiri paketleri tutuş­
turulan başka bir teğmen, sevincinden kıpkırmızı
oldu.
Fakat Bay Diaz, böyle askeri bir bildiriyi yakala­
yıp da kendi kendine sevinmekle yetineceklerden de
değildi şüphesiz. Ona bu gibi fırsatların nasıl değer­
lendirileceği, böyle küçük meselelerin nasıl büyütüle­
ceği ve hele yayılıp genelleşmesi farz olan münferit
olayların hangileri olduğu, daha çocuk yaşından itiba­
ren öğretilmiş, partideki ilk neferliği günlerinden be­
ri sayısız örneklerle g ö s t e r i l m i ş t i .
— İşte, dedi, içi köpüre köpüre coşarken, eğer bu
da onlardan hem de dik âlâlarından değilse, Lenin'i
inkâr edeyim!..
Ve hemen hiç vakit geçirmeden, emrindeki jeep'e
atladığı gibi, üç saat ötedeki İl'e ve orada da doğruca

103
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

propaganda görevlisi Lamas'ın odasına damladı. Ve


artık olaylar ondan sonra, bir çığ gibi büyüye büyüye
yürüdü g i t t i . Lamas, hemen işin önemini kavramış
(zira o da iyi eğitilmiş bir komünistti) hele böyle bir
buyruk bir genelleştirilebilse, bundan partisi için na­
sıl bir zafer doğabileceğini hemen görmüş ve bu hız­
la da, arabasına atladığı gibi soluğu Başkent'te al­
mıştı.
İlçeden, İl'e, oradan da Başkent'e yuvarlanan ç ı ğ ,
tabii, orada duramaz artık. Lamas'la b i r l i k t e , t e k e r
meker hemen onun Bakan olan kardeşine ulaştı. Ba­
kan kardeş, ki o da çok iyi eğitilmiş bir k o m ü n i s t t i ,
meseleyi aldı ve kabinede kendisiyle birlikte 12 kişi
eden arkadaşlarına götürdü. Her biri, çok, hem de pek
çok, iyi eğitilmiş bu komünist Bakanlar da, onu alıp,
hemen aktettikleri bir gizli toplantının baş meselesi
yapmakta gecikmediler. Yani alladılar, pulladılar, hem
de askerler için ayrı ve bu 12 Bakanı komünist değil
de birer bilimsel dâhi sanan Başbakanları o Neros Ca-
valos ahmağı için ayrı, allayıp pullayarak, yuvarladılar
gitsin...
Yani çığ bir daha büyüdü ve gönderildiği iki ma­
kamda da, kolayca kütlesinin içine alıp tekrar büyü­
yebileceği iki kafa bularak, istenilen cesamete vardı.
Tamam!..
Tamam, gene yani askerî yönden genelleşmesi
uygun görüldü. İdarî yönden de«askerî yönetim böyle
istiyor» g l u . . . g l u . . . lan içinde bir zulu dansıdır baş­
ladı...
Ve çok değil, iki gün sonra... Bizim Pablo ve
arkadaşları meydan hoparlörlerinden akseden sese bir
de kulak verdiler ki, aaa... hani o Antonio'nun bir haf-

104
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ta kadar önce koynuna sokarak getirdiği bildiri biraz-


değiştirilmiş olarak, bütün memlekete yayılmıyor
mu?
Gerçi bunda papazın ve Özgürlük Partisi mensup­
larının sıkı sıkıya takibedileceği yollu o belirgin cüm­
leler yoktu ama, bal gibi yaygın bir gericiliğin varlı­
ğından bahsediyor, bal g i b i , yeni hareketin anlamını:
anlatacak olanların korunup kollanmasını emrediyor.
Ve gene bal g i b i , Özgürlük Partisi mensuplarını bir
kenara iterek, yeni hareketin safında, sadece diğerle­
rini var saydığını ilân ediyordu!..
Tabii bu arada teğmen Ramirez'i atlıyamayız. Bir
hafta önce bizzat kaleme aldığı aynı f i k i r l e r i n , ancak
bir hafta sonra, Tekelonya genel kurmayının ve yeni
devrim hükümetinin cafcaflı bir bildirisi olarak gün­
de dokuz kez radyodan yayılması karşısında, bizim
teğmen önce kıpkırmızı oldu, sonra gururundan ka­
natlandı ve ondan sonra da bir daha artık kabına sı-
ğamaz oldu. Ne kabına sığmak, ne de artık k i m s e l e r i
beğenmek!.. Ve tabî! dolayısiyle de artık ne itaat, ne
de disiplin!..
Elbette bu arada unutulmaması lâzım gelen daha
çook kişi vardır. İlçedeki komünist Başkan Bay Diaz'-
la İldeki Lamas'ı geçelim. Onların ağızları elbette
kulaklarında olacak. Fakat asıl o 12 Bakan vardı k i ,
işte onların sevinci ve gururu görülecek şeydi!.. Baş­
kentte gazetecileri biri bırakıp, biri topluyordu etra­
fına!.. Ve radyo mikrofonları, Tekelon radyosuna yu­
valanmış kızıl yumurcaklar eliyle, birinden ötekinin
ağzına dayanıyordu. Doğrusu ya, hepsi geçmişe sö­
vüyorlardı ama, «bilimsel» sövüyorlardı. Hepsi Özgür­
lük Partisi lideri Juan Domingez'e atıp tuttuktan

105
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

sonra, mülkiyetten başlıyarak canına okumadık hiç


birşey bırakmıyorlardı ama, gene bilimsel!..
Ey pekiy.. Ya Pablo ve arkadaşları, daha doğrusu
bizim garip Pontinolular ne yapıyordu bu arada?
Ne yapsınlar, gene sabretmekten başka çıkar yol­
ları var mıydı k i . . .
Nitekim, radyoların gümbür gümbür yayıp dur­
dukları, o iç buran, gönül bunaltan ve insanı canından
bezdiren bildiriyi dinler dinlemez, kendini tutamıyan
ihtiyar Manuei :
— Başkan be!., acaba dağa mı çıksak? der de­
mez, masaya bütün tahtaları çatırdatan müthiş bir
yumruk indiren Pablo :
— Bana bak d e m i ş t i , dağ bizim de, şehirler, köy­
ler kızılların mı lan?
Ve sonra, ikinci bir yumruğu daha indirip, bu de­
fa tahtayı iyice kırarak haykırmıştı :
— Oturun oturduğunuz yerde, biz çakalın sesini
duyar duymaz, yuvasını terkeden tarla kuşu değiliz.
Milletiz millet!..
Haa... sahi bir de çavuş Martinez var ki, bakınız
şu bildiriyle azıp şekillenen kızı! hareket, onu gerçek­
ten allak bullak e t t i .
Kendi başına gelen ihbarcılığın bu defa yayılıp
bütün memleketi kapladığına iyiden iyiye kail olan
çavuşumuz, o iyi kalpli er Zenos'un korkulu bakışları
önünde :
— Yuh canına yandığımın... Demek her yerde
bu ha!., demiş ve sonra o da masaya bir yumruk in
direrek :
— Öyle ya, neden olmasın? Bu canına tükürdü
ğüm memleketin her köşesinde, bizim Rezilopez cin
sinden demek bir köpek var!., diye gürlemişti!..
106
13

— Aliah seni inandırsın Antonio dayı, dedi jan­


darma eri çopur Zenos içtenlikle, vallahi de tallahi
de bizim çavuş, size ve Başkana ilk gün yaptığı o ka­
balıktan ötürü bin pişman!..
İçi sevinçten kıpır kıpır olduğu hâlde hiç renk
vermiyen Antonio, çakısıyla parmaklarındaki nasırla­
rı yontarken homurdandı :
— Ne kabalığı imiş ki o?
Zenos :
— Yoo... öyie deme, diye acı acı güldü, pek
âlâ biliyorsun ya... Hani devrimin olduğu gün tarla­
dan dönüyordunuz da... Bizim çavuş...
— Ha o mu? dedi Antonio gene umursamazmış
gibi, geç canım, olur böyle şeyler...
— Olur olmasına ama, dedi Zenos üsteleyerek,

107
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bizim komutanın içi gene de yangın, bunu böyle b i l !


Arkadaşların da bilsin... Başkanın da...
— Ee... dedi Antonio, de bakalım, sen nerden bi-
liyosun böyle olduğunu k i , bi güzel söylüyosun...
— Oho hooo... dedi. Zenos bu defa elini dizine
indirerek, kaç kez gördüm dövündüğünü be!.. Kaç
kez de açık seçik söyledi.
Antonio dikleşti :
— Ne yani? Doğruca sana mı söyledi?
— Yo, dedi Zenos, doğruca bana değil amma,
ortaya, hani kendi kendiyle konuşurmuş gibi söyledi.
Hem de kaç kez...
— Peki nasıl dedi?
— Dedi k i . . . Ulan bu canına sıçtığım kızıllar yü­
zünden gül gibi heriflere kötü davrandım be!.. Son­
ra bir gün de... dur bakayım şey günü hani radyo­
larda birden sövüp sayıma başladıydı ya... İşte o gün
kapıyı tekmeliyerekten
ulan dedi, bu kızıl ihbar­
cıları şimdi anladım ge-
ricilik diye tutturdukları
|| işin de ne bokun soyu
M olduğunu öğrendim. A-
WL yıp ettik şu heriflere ves
-"M selâm...
Hımmm, dedi
Antonio, şu senin çavuş
galiba hiç de fena adam
değil ha... Ne dersin?

— Uf, dedi Zenos keyifle kasılarak, İsa hakkı


için öyle... Hani bazan kızar, bangır bangır bağırır,

108
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

küfreder, hattâ bazan vurur biiem ama... gene de iyi


adamdır. Hele bilsen, o Rezilopez'le o öğretmen sıs­
kasını gördüğü zaman nasıl i f r i t oluyor...
Ve sonra cebinden orduya dağıtılan sigaralardan
bîr paket çıkarıp Antonio'ya da tutarken, ekledi :
— Ben onu bilir onu söylerim arkadaş, bizim ça
vuş sizden yana artık! Bunu size söyliyemiyo belkim
ama, inan bana bu böyle Antonio dayı!.
İyi yürekli mert Zenos'tan alacağını aldığına iyi­
ce kaani olan Antonio, cebinden ünlü köstekli saatini
çıkararak, baktı ve sonra birden bire yarımtı bir işini
hatırlamış dalgacıların sahte telâşı içinde :
— Oo amma geç olmuş, dünya kadar da yapıla­
cak şey var deyip, Zenos'un omuzuna dostça bir şap­
lak indirerek yürüdü g i t t i .
Ve Zenos'un dikildiği duvar dibinden artık görün­
mediğine aklı yatar yatmaz da, bir an önce haberi
Pablo'ya ve arkadaşlarına vermek için paytak paytak
koşmağa başladı.
Bir yandan koşuyor, bir yandan da :
— Ulan, diyordu içinden, bu çavuş Başkuman­
dan olmalıydı be!..
Antonio, o küçücük ve şipşirin parti binasının
önüne geldiği zaman; yüreği daraldı. Koşmaktan değil,
paytaklığına rağmen koşmak onu yormaz, gördüğü
şeyden yüreği daraldı onun :
Lopez karının üniversiteli oğlanı o kızılın kızılı
Solutas, peşine taktığı onbeş y i r m i kadar aylakla,
partinin önünde bir halka kurmuş ve kapıyla, sundur­
manın tahta direklerine dayadıkları bir alay dövizi yer­
leştirmekle meşguldüler...
Antonio önce yavaşladı, kendi kendine :

109
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Galiba bizimkiler içerde değil... diye homur­


dandı. Sonra yüreği küt küt atarak, ne yapması lâzım
geldiğini şöyle bir tartmağa çabaladı. Zira bu sırada
komünist göstericiler onun gelişini görüp birbirlerine
gülerek göstermeğe başlamışlardı bile... O kadar da
değil, kilisenin önünde beş on kişi, meyhanenin ve
berber Chucho'nun dükkânının önünde de uzaktan ola­
yı seyreden daha onbeş y i r m i kadar meraklı vardı ki,
Antonio'nun öfkesini bir türlü önliyememesine ola­
yın asıl onlar önünde cereyan etmesi sebepti. Öyle
ya, o yıkılmaz, o dev, o halk sevgisiyle tepeden tır­
nağa donanmış «Özgürlük Partisi», halkın gözleri ö-
nünde, bir avuç komünistin kolayca eğlenebileceği,
hücum edip tartaklıyacağı, bir hâlde, görüldü mü, iti­
barı kalır mıydı?
Tanrı sizi inandırsın, bizim paytak Antonio her-
şeyden önce ve fazla bunu düşünmüş ve bu hırsladır
ki, bundan sonraki hareketleri yapmıştır. Şimdi içi­
nizden; «acaba onu atağa kaldırmakta, az önce er
Zenos'tan aldığı haberin, hani o, çavuş Martinez'in
kendilerinden yana yatmağa başladığı haberinin hiç
mi payı yoktur?» gibi bir düşünce de ihtimal geçe­
cektir. Fazla cin f i k i r l i okuyucunun böyle düşünmesi
önlenemez k i . . . Ama bana inanmanızı isterim. Niha­
yet, Antonio'nun çavuşun duygularını öğrendiği an
ile, kızılların taşkınlığa başladıkları an, birbirleriyle
tam üst üste gelmiş ise, bunda onun ne günahı var?
Ve hele bir de o testi memeli löpür löpür Lopez'
in üniversiteli kızıl oğlu, aynı anda yanındaki aylak
iara Antonio'yu göstererek :
— İşte faşist köpeklerden biri geliyor ama, gali­
ba apış arasına kurşun ağırlık asmışlar!., diye onun

110
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

paytak!ığıyla eğlenmeğe kalkmışsa, artık M a r t i n e r


çavuşun falan f i k r i mi düşünülürmüş k i . . .
Nitekim, Antonio da, fazla cin f i k i r l i okuyucu
kendisi hakkında ne düşünürse düşünsün, bu tavrr
görür görmez, büsbütün dayanamaz oldu ve bir ham­
lede kapının önüne ulaşarak, önce, iki uzun sopa ara­
sına gerili bir durumda oraya dayanmış olan dövizî
tuttuğu gibi karşısına ilk çıkan kızılın kafasına indirdi.
Ve sonra da sopalardan birini çekip sıyırdığı g i b i ,
o kızıl oğlan Solutas'ın tam böğrüne öyle bir patlatış
patlattı ki, ne olduklarını zaten şaşırmış bulunan gös­
tericiler, sapsarı suratlarla bir adım gerilediler.
Bir yandan da, elindeki sopayı sallayıp göstere­
rek :
— Hadi ne duruyorsunuz orospu çocukları, işte
kızıl sopası bu!.. Sizin «Nelin» inizin şeyinden çık­
mış, gelin gelin de ona kafalarınızı uzatın! diye ba­
ğırıyordu.
Kızıllar gerçi önce donup kaldılar ama, böğrü­
ne yediği sopanın acısıyla yerde iki büklüm kıvran­
makta olan üniversiteli oğlanın bu arada âdeta bö
ğürerek:
— Ne duruyorsunuz be! Ezsenize şu faşist bo
kun kafasını, demesi üzerine de, içlerinden bir kaçı
erkeklik belâsı silkinip Antonio'nun üzerine yürüdü.
İlk hamleyi yapan ikisi, berber Chucho'nun işsiz
güçsüz oğlu Amarildo ile Rezilopez'in ayak oğlanı
Kino idi.. Antonio, gelenleri görünce keyifle sırıta­
rak, sopasını önce Kino'ya doğru hızla salladı. Öy­
le ki, havayı yararak vınlamasını tam burnu dibinde
duyduğu hamlenin korkusu bile Kino'ya y e t t i . Sonra:
da sopayı bu defa ters yönden savurup, A m a r i l d o '
nun göğsüne yapıştırdı.
111
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ve işte tam o andadır ki, tarladan dönmekte


olan sırık Benito ile Roberto şimşek gibi olay yeri­
ne yetiştiler. Ve gene o andadır ki, hâlâ böğründe-
ki yangının acısı içinde adamlarını teşvik etmekte
olan üniversiteli Solutas, eline geçirdiği bir döviz
sopasını, yeni hücuma kalkışan üç kişiyle silbaştan
sopa sopaya girmiş olan Antonio'nun arkasından ka­
fasına indirdi.
Gerçi vuruş hatırı sayılır cinstendi. Ama hakça­
sı Antonio'nun kafası da bir o kadar hatırı sayılır
cinsten olmalı ki, sopayı ikiye bölen darbe, kafayı an­
cak yarabildi.. Antonio ise canının acısından çok, iki
arkadaşının o anda mahmuzlanmış beygirler gibi so­
luyarak geldiklerini görmenin keyfi içinde büsbütün
coştu. Geriye dönüp önce üniversiteli oğlanın ağzı
budur diye ona müthiş bir yumruk, sonra da tekrar
önündeki sopalı aylaklara hamle ederek, hepsine bir­
den artık ne rastgelirse, sopa, tekme, kafa, yumruk
tokat yağdırmağa başladı.
Bu arada önüne ilk çıkan Kino'nun kıçına, yer
yüzünün bütün katırlarını hasetten çıldırtacak güç­
te bir tekme yapıştırdıktan sonra, bir başkasını da
savurduğu gibi sundurmanın direklerine çarpan Ro­
berto:
— Yeter Antonio.. Yeter.. Birazı da bize kalsın.,
diye bağırırken...
O esnada berberin serseri oğlu Amarildo'yu
kemerinin arkasından yakaladığı gibi, beli hizasına
kaldırmış olan sırık Benito da soruyordu:
— Ulan paytak, bu fare yavrularını kapı önüne
îkim yığdı?

112
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Bir yandan da boş kalan eliyle serserinin kıçı­


na ha babam patlatıyordu.
Bir Antonio ile dahi başa çıkmanın güçlüğünü
çoktan farketmiş olan kızıllar, işe bir de Roberto ile
Benito'nun karışması karşısında artık kaçmaktan baş­
ka ne yapabilirlerdi k i . . . Nitekim onlar da hiç vakit
kaybetmeden, hattâ ceplerinden yere dökülmüş öte­
beriyi dahi toplayamadan selâmeti kaçmakta bulup,
meydanı ötekilere t e r k e t t i l e r . Hoş kaçarken, geriler­

ken, kendilerine has naralar atarak tehditler savurma­


yı gene de ihmâl etmemişlerdi ama, kafasına
sopa işlemiyen Antonio'ya lâf ne yapar k i . . . Ve o
anda önlerine boğa çıksa, boynuzlarını büküp hay­
vanı çökertecek kadar içleri öfkeden köpürmüş öbür
ikisine, kızıl nâra işler mi k i . . .
Kaçanların arkasından bir süre soluk soluğa ba­
kan Antonio, ellerini beline dayıyarak başını salladı:

113 F. : 8
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Ulan, şeytan «Koş git şu Lopez karının evi­


ne altını üstüne getir» diyo ya...
Göğsü bir körük gibi inip çıkıyordu ve Soiutas'-
ın sopasıyla açtığı yarıkta kan kesilmiş, yerini git­
tikçe büyüyen bir şişlik almağa başlamıştı.
Benito, yerdeki dövizleri, sopaları toplarken:
— Bırak numarayı dedi, biz senin Lopez'e neden
gitmek istediğini iyi biliriz ama, iş yok oğlum ar­
tık... Karı bacaklarını ayırmadan hüviyet soruyor-
muş. Varsa kızıl hüviyetin... Yahut da örgüt mörgüt
bi şeylerdensen hiç durma...
Başının hafifçe dönmesine aldırmayarak, arka­
daşlarının yanısıra yerdekileri toplamağa koyulan
Antonio birden doğruldu, karşıda berber Chucho'-
nun dükkânı önündeki kalabalığın ortasında, sosya­
list berber birşeyler anlatıyor, ötekinin berikinin ya­
kasını kolunu çekiştirip duruyordu.
— Ne halt işler bu? diye homurdandı.
Hemen doğrulan diğerleri, şöyle bir baktıktan
sonra, gene işlerine koyularak:
— Bırak boku dediler, yaygara koparmak işidir.
Benito ekledi:
— Şimdi şeytan çarpsın beni, eğer tanık ma-
manık diye tutturmamışsa...
Kartonları ve sopaları kucağına doldurduktan
sonra, kıçıyla partinin kapısını açmağa çalışan Ro-
berto, gözlerini karşıdaki kalabalığa dikerek mırıl­
dandı:
— Benim görebildiğim kadarıyla o, şu adamla­
rın içinden iki tane bile tanık bulamaz. Hem bulsa
da bilmem neyime...
— Orası öyle ya, dedi Benito da topladıkların?

114
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

kucağında içeriye taşırken, ne de olsa boş bulun­


mamak lâzım!.
Antonio güldü ve hani o fazla cin f i k i r l i okuyu­
cu belki gene inanmayacak ama, aslında işte ancak
tam o andadır k i , Çavuş Martinez'i hatırladı. Tabiî
onunla birlikte de iyi yürekli er Zenos'un bütün an­
lattıklarını...
— Doğru dedin oğlum sırık dedi, boş bulunma
mak lâzım. Radyo hergün kafamızı nasıl ütülüyo bi-
liycsun ya...
Radyo der demez Pablo'yu hatırlamış ve birden
içi burkuluvermişti. Kucağındaki sopalar, kemerler
ve karton yığınıyla, yan yan kapıdan geçerken:
— Ulan be... dedi, ister misin şimdi bizim baş­
kan da bana içerlesin.
Ve ellerindekileri masanın üzerinde bir yığın
teşkil eden diğerlerinin üstüne koyarken, yakındı:
— İsa hakkı için, önce hiç ses etmemeğe niyet­
liydim. Ama elâlemin gözü önünde o solucan oğlan
öyle lâflar edip, öyle hareketler yapmaya başladı k i ,
baktım, parti elden gidiyor... Hani bıraksan, itibar
mitibar arama bi daha... Durur muyum artık? Ver
yansın ettim ben de.
Masanın üzerindeki kartonları bir yana, herif­
lerden düşen eşyaları da bir yana yerleştirdikten
sonra, bir kucak dolusu sopayı kaldırıp, odanın kö­
şesine taşıyan Roberto homurdandı:
— Sıkma kendini arkadaş, hangimiz olsak böy­
le davranırdık. Yâni Başkan olsaydı, durur muydu
sanıyorsun?..
— Bilmem ki, dedi Antonio, onunkisi pek belli
olmaz!..

115
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Roberto elindeki kartonu göz ucuyla okurken:


— Amma yaptın, dedi. O olsaydı İsa hakkı için,
şimdi kapı önünden karton ve sopa değil, kol ve ba­
cak topluyorduk.
— Doğru dedin diye güldü Benito, şeytan çarp­
sın, hepsini öyle bir sopadan geçirirdi k i . . .
Durdu., birden gözü Roberto'nun hâlâ elinde tut­
tuğu kartona takılarak:
— Ulan be dedi, kapının önüne bunları korlar
da kim dayanabilir artık be!..
Kartonun üzerinde, Çin mürekkebi ve gerçek­
ten güzel bir harf istifiyie:
«Karılarınızı Amerikalılara değil, artık bize ve­
receksiniz!..» yazılıydı.
O vakte kadar yazılanlara bile doğru dürüst
bakmamış olan Antonio, kavgasına iyi bir dayanak
yakalamış olmanın sevinçli telâşı içinde hemen
kartonların üzerine atıldı ve üst üste konmuş toma­
rı, dağıtarak, gelişi güzel çektiklerini okumağa baş­
ladı:
— Bak şuna., yuh eşşoğlu eşşekler.. bak ne ya­
zıyor «Toprak bizim, su bizim, size mezar bile yok»
al bi tane daha «Hepinize halk mahkemelerinde he­
sap soracağız.»
Fakat Roberto daha esaslısını bulmuştu. Onun
ayırarak göğsüne tutup, arkadaşlarına okuttuğu ko­
caman kartonda şunlar yazılıydı:
«Devrimci ölmez öldürür... Devrimci sömürt-
mez yurdu!.. Kızıl ordu, bizim ordu!..»
Benito, hırsla kartonu çekip almış olan Antonio'-
nun koluna yapışarak:
— Sakın yırtma ha... diye bağırdı. Başkana gös­
t e r m e l i bunları.
116
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— isterse yırtsın, diye güldü Roberto, her bi­


rinden daha şiddetlisi var, hem de sürüyle...
— Olsun., olsun., biz saklıyalım da isterse baş­
kan yırtsın hepsini..
Ve sonra cebinden iki tabancayla, bir avuç sus­
talı çakı çıkararak masanın üzerine bırakırken:
— Bu oyuncakları da dedi, Başkana v e r e l i m de
oynasın isterse...
Antonio ile Roberto, şaşkınlıkla bağırdılar:
— Nereden çıktı ulan onlar?.
— Hiç., kapı önünden topladım da.. Belki de
gökten yağmıştır. Şu devrim çağında da gökten be­
reket inecek değil ya, tabanca iner, bıçak iner..
Tabancanın birine Antonio, birine Roberto uzan­
mış, kılıflarından sıyırdıkları silâhları incelemeğe
koyulmuşlardı.
— Bu askerî tabanca dedi, önce Roberto, bizim
ordu malı.
— Bu da, dedi az sonra Antonio da.. Bu da or­
du malı.
— İyi ya, dedi Benito aynı alaycı gülüşle, as­
kerî yönetim çağında gökten ordu tabancası var­
ken, fiesta fişeği inmez ya!..
— Yuh be!, diye bu defa bıçaklara el attı Ro­
berto, ulan bunlar da ordu malı!.. Peki nereden bu­
lur bunları bu fırlamalar?.
— Nereden bulacaklar? Çalarlar her halde de­
di, Antonio..
Benito güldü:
— Beiki de bir veren vardır.
Antonio merakla kulakları d i k t i :
— Ne gibi veren?.

117
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Ne gibi olacak, dedi Benito, meselâ bizi —


çavuşa o buyruğu yazan deyyus gibi bîri!..
Roberto kafasını salladı:
— Doğru dedin sırık, öyle bir herif her bir bok.
yer.
— Yer amma, dedi Antonio bu sefer, işte b.
kadar yer. Bir alay orospu çocuğunun eline silâh ve--
misin...
Fakat lâfı yarımtı kaldı. Hızla kapıyı açan Pab-
lo'nun dev gövdesi, bir süre kapının çerçevesi içim­
de durdu ve sonra:
— İsa hakkı için, dedi, durup dururken bi me­
sele kaşıdınızsa canınıza tukurdum g i t t i ! . .
Gözleri, Antonio'dan Benito'ya, ondan da Rc-
berto'ya gidip geliyordu. Ağır ağır* ilerledi ve masa­
nın başındaki arkası diğerlerinden daha yüksek olan
sandalyesine otururken homurdandı:
— İhtiyar Manuel ve Sançez'le birlikte sulama
kanallarını gözden geçiriyorduk.. Bi de baktım uzak­
tan Pilar ananın küçük t o r u n , kopmuş geliyo.. Ulan
dedim içimden bunda bi iş var. Hem de esaslı bi iş
var. Oğlan yaklaştı yaklaştı ve ha şöyle y i r m i adım
öteye gelince de bağırdı: «Pabio amca kavga var!»
«Ne kavgası lan?» dedim. «Kızıllarla Antonio dayı
birbirlerine girdiler» dedi. «Nerde lan?» deyince de
«Partinin önünde» dedi. Bıraktım orda Manuel'le
Sançez'î fırladığım gibi geldim.
Dimdik oturmuştu. Antonio'ya dikti gözlerini:
— E., hadi anlat bakalım paytak! dedi.
Huzursuzca kıpırdıyan Antonio, gülümsemeğe
çalışarak, karton tomarını Pablo'nun önüne sürdü:
— Ne anlatayım, işte bunlar yeterince anlatıyo
her şeyi!..
118
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Hırsla kalktı, köşede yığınla duran döviz sopa­


larının üzerine ayağını bastırıp, ekledi:
•— Eh!., bunlar da yeterince bi şeyler söyler her­
halde..
Ve sonra da o iki askerî tabancayla, çakıları, bı­
çakları, az önce Benito'nun yerleştirdiği boş şeker
torbasının içinde oldukları hâlde, duvara çakılı dos­
ya rafının üzerinden alıp, getirdi ve pattadak ortaya
atıverdi.
Pablo, önce köşedeki sopaları şöyle bir uzaktan
süzdü, sonra dövizlere göz gezdirdi ve sonunda da
silâh torbasını ortaya boşaltarak ne mal olduğunu
İnceleyip bağırdı:
— Eee.. devlet radyosundan kızıllara arka çı-
karsan, ordu ağzıyla da bu kahpelere o derece yüz
verirsen olacağı budur işte. Al bakalım şimdi de ma­
r i f e t i n i ananın şeyine sok Bay Devrim!
Her iki tabancayla, çakıları ve bir kaç dolu şar­
j ö r ü tekrar torbaya t ı k t ı :
— Bana bakın, bu kavga hiç olmasaydı iyiydi
ama, olmuş artık dedi, sıkma kendini Antonio. Her
işin içinde de bir hayır vardır. Belki ben olsaydım,
senin kadar da tutamazdım kendimi...
Ve Antonio'nun keyifle gülmesi karşısında o da
gülerek:
— Ulan Antonio dedi, korkarım senin yüzün­
den bundan böyle ya köyden hiç ayrılamıyacağım,
yahut da nereye gidersem seni de pabucum gibi
beraber sürüklemek zorunda kalacağım.
— İyi edersin, dedi beriki önce kayıtsızca.. Ama
biraz sonra da muzip muzip ekledi:
— Ama ben eğer bugün köyde kalmasaydım,

119
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

siz Zenos'tan aldığım haberi herhalde bokuma öğre­


nirdiniz.
Pablo'nun kaşları çatıldı:
— Neymiş o haber?
Antonio, nasırlı parmaklarıyla doğru dürüst his­
setmediği için büsbütün bastırdığı kafasındaki şişi
bu defa sağdan soldan yoklıyarak:
— Uf be dedi, orosponun piçi yaman yapıştır­
mış hal.. Patates gibi şiş.

— Lâfa tabanca sıkma şimdi dedi Pablo, Ze-


ncs'un verdiği haber neymiş onu söyle de, kafanı bir
de ben patates tarlasına çevirmiyeyim.
Antonio taşıdığı haberin önemsenmesinden
mağrur, Roberto'nun önünde duran paketten bir si­
gara alıp yaktı ve dumanını tavandan sarkan döğme
demir lâmbayı âdeta sallıyan bir şiddetle üfledik­
ten sonra, er Zenos'la konuşmasını en ince nokta­
larına kadar anlatmağa başladı. Aynı içtenlikle, hiç
mübalâğa yapmadan olduğu gibi de nakletti. Yalnız
sözünün sonunda:

120
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Yani senin anhyacağın, Başkanım, bu herif


Başkumandan olmalıymış!., diyerek şahsî f i k r i n i ek­
lemeden kendini alamamıştı.
Pablo, hiç istifisini bozmadan:
— Fazla kulak asmayın bu gibi lâflara dedi.
Roberto ile Benito başlarını salladılar. Antonio
ise sigarasını tablaya bastırırken d i r e t t i :
— Yoo.. öyle deme Bay Başkan, yeğenim Ze-
nos, boku bokuna söylemez böyle bi şeyi.
— Geç onu sen, Zenos bizden yana onu biliyo­
ruz. İyi yürekli olduğu için de komutanının bizden
yana bi küçük hareketini gördü mü seviniyor elbet.
Ama Martinez gibilere de fazla bel bağlamam ben .
Antonio, huzursuzlukla kıpırdadı. Doğrusu ya, as­
lında kimsenin yanlış bir kanıya varmasına sebep
olmak istemezdi. Ama bu defa, şu az önce yapmak
zorunda kaldığı kavganın doğacak akislerinden kay­
gılanarak mı, yoksa Zenos'a gerçekten bağlı kalarak
mı, her ne sebeptense, üsteledi:
— Bak görürsün, bizim Martinez çavuş, bence
Zenos'un dediklerine tam ayna gibi uygun çıkacak!.
Pablo, t a m :
— Görürüz., demişti ki, işte o sırada, başların­
da Carlos baba, çilli Tores, ihtiyar Manue! ve San-
çez olduğu halde bir sürü köylü içeri dalıverdiler.
Carlos baba Roberto'nun uzattığı sandalyeye
kendini atarken:
— O Avelino olacak deyyusla, berber Chucho
peşlerine bir alay adam takarak komutana gittiler..
dedi.
Sonra, tık nefesini biraz ayarlıyarak, ihtiyar
Manue! ile Sançez'î göstererek:

121
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Bunlar da köye dönerken kalabalığı görmüş­


ler., diye ekledi.
Pablo, telâşsız sordu:
— Yani sizce, şikâyete mi hazırlandılar, yoksa
kavgaya mı hazırlanıyorlar?.
Çilli Tores atıldı:
— Bence ikisine de Bay Başkan. Biri olmazsa,
öteki..
Pablo güldü:
— Şikâyete aklım ermez. Orası devletin, hükü­
metin...
Durdu, yutkundu, sonra:
— Şey, diye devam e t t i , yani şimdi kendilikle
rinden işbaşı yapıp kafamıza oturanların insafına,
namusuna kalmış. A m m a kavgaya gelince, ben onu
b i l i r i m ve derim ki, bu işde az gelirler bize...
Carlos baba, eliyle Pablo'nun koluna dokunarak
kapı ile masa arasına sıkışıp kaldıkları için, yarısı
dışarı taşmış kalabalığı işaret e t t i :
— Lopez karının oğlu, bunlardan bir kısmına
«ben ilçeye gidiyorum. Yakında büyük gürültü kopa­
cak burada. Sizleri severim, karılarınızla çocuklarını­
zı köyden uzaklaştırsanız, iyi edersiniz» demiş, bun­
lar da...
Pablo'nun kaşları çatıldı:
— Korkmuşlar mı yoksa?..
Köylülerden b i r i , önünde duran Tores'i yana ite­
rek, gövdesini öne sürdü:
— Korkmak mı? İsa hakkı için onu bizde ara­
şan bulamazsın. A m m a . . . şey dedik..
— Ne dediniz? dedi Pablo hafifçe sabırsızlana­
rak.

122
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Şey-- dedik., hani bu herifin dediği gibi bü­


yük kavga oiaeaksa öğrenelim de uyanık olalım de­
dik..
Kalabalık, başlarıyla adamı tasdik e t t i . Arka sı
ralardan bir ses:
— Kendini düşünen kim? Onu bizde hiç arama
Pablo ağabey, dedi, biz karılarla çocukları düşünüyo­
ruz.
Pablo, gövdesini bir yandan bir yana sallıyarak,
sesin sahibini aradı ve sonra, ayağa kalkarken önün­
deki kızıl dövizlerden bir tanesini ayırıp başı üze­
r i n e kaldırdı:
— İçinizde okuması yazması olanlar önce bağı­
rarak okusun bunu dedi.
Bu, üzerinde «karılarınızı bundan sonra Amerika­
lılara değil, bize vereceksiniz» diye yazan kartondu.
Bir köylü, âdeta hepsi adına, dövizi yüksek sesle
ve heceliyerek okudu.
— Yuh! dediler bir ağızdan ve sonra herbiri ken­
dine göre bastı küfürü.
Pablo, iri kollarının ucunda, rahatça tavana ka­
dar yükselmiş olan dövizi hep öyle tutarak gürledi:
— Size, «ben hepinizi severim, karılarınızı ço­
cuklarınızı köyden çıkarın da kavgada hırpalanmasın­
lar» diyen o... (yutkundu, bir daha yutkundu) O., piç..
işte bunu yazıp da az önce buraya bıraktı.
Sonra kartonu hırsla masaya vurdu:
— Buraya bakın, diye devam e t t i , hiç bi şey ya­
pamazlar. Onlarda açıkça kavga edecek yürek ne ge­
zer? Kaç kişi toplarlarsa, toplasınlar, gene de yetiş­
mez bize. Şimdi iyi dinleyin beni, eğer topluca gelir
•de bi halt karıştırırlarsa, hiç yolu yok, karşı koruz.

123
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ama gelirler de, yok meydanda toplantı, yok orada


burada nutuk bağırganlığı yapmağa kalktılar mı, koy-
verin gitsin.. Ne bok yerlerse yesinler.. Hiç kulak as-
mayıverir, hepsini kendi hallerine bırakırsınız, olur
biter.
Tam sözünü b i t i r m i ş t i k i , kapı önüne yığılmış
olanlarda bir dalgalanma görüldü ve az sonra da, baş­
ta er Zenos olmak üzere üç jandarma eri köylüleri
yararak Pablo'nun karşısına dikildiler.
— Bay Başkan, dedi Zenos gövdesini dikleştire-
rek, sizi komutan istiyo..
Pablo, gözlerini kısarak Zenos'u şöyle bir süzdük
ten sonra, sordu:
— Ne yapacakmış komutan beni?.
— Şikâyet varmış da; dedi Zenos belli belirsiz
gülümsiyerek, her halde onu soruşturacak olmalı.
Aynı anda da, Antonio'ya hafifçe göz kırptı. Ya­
hut öyle yapmadı ama, bizimkine öyle geldi ve he­
men lâfa karıştı:

124
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Kavga olduğu zaman, bizim Başkan burada


bile değildi ki..
— Ben orasmı bilemem, dedi Zenos, emir böyle.
Pablo başını salladı:
— Haklısın oğlum, hadi git söyle komutanına,
hemen geliyorum.
Zenos, yutkundu, huzursuzca ayak değiştirdi.
Pablo'ya, kendisini birlikte götürme emri aldığını söy­
leyip söylememek arasında bir süre ıkındı sıkındı ve
sonra birden bire:
— Peki Bay Başkan dedi, amma İsa hakkı için
geç kalma k i , komutan bizi benzetmesin!..
Pablo, anlayışla güiümsiyerek:
— Hemen şimdi dedi, arkadaşlara bir ç i f t lâfım
kaldı onu söyleyip, peşinsıra geliyorum.
Jandarmaların, diğer ikisi de Zenos'un selâma
durmasından cesaret alarak, Pablo'yu selâmladılar ve
paldır küldür yürüyüp çıktılar.
Pablo bir süre, onların ağır ağır uzaklaşmalarını
izledikten sonra, önce köylüleri ve Carlos babayı se­
lametledi, herbirinin elini sıkarken:
— Dediğimi unutmayın, hele bir komutanla te­
mas edeyim bakalım, ben size haber iletirim., diyor­
du.
Sanki, hakkında şikâyet yapılmış bir sanık gibi
değil de, kumandanla, partisi ve arkadaşları için gö­
rüşme yapmayı talep etmiş bir üstün adam gibi gö­
rünmeğe bilhassa dikkat ediyordu.
Oda boşalır boşalmaz da, ilk olarak Antonio'ya
döndü:
— Eee.. işte şimdi senin çavuşun ne mal olduğu­
nu göreceğiz bakalım.

125
PABLO'-NUN GÜLÜŞÜ

Antonio sinirli sinirli mintanının püsküllerini çe­


kiştirirken homurdandı:
— Hepsinin canı cehenneme...
Pablo, içtenlikle gülerek, Antonio'nun sırtına bir
şaplak indirdi:
— Yok., yok.. Allahı var herifin. Beni çağırtma­
sından, bayağı ferahladım.
Sırık Benito, şaşkın atıldı:
— Seni çağırmasından rahatladın mì?.
— Elbette, dedi Pablo, yoksa önce kavga ederr
üçünüzü toparlar, eh! belki de bu arada beni de işe
karıştırıp bi haltlar yerdi. Halbuki şimdi sizi ayırıp,
beni çağırdığına göre...
Rcberto, somurtup sordu:
— Ne malûm bizi de sonradan toparlamıyacağı?,
— Olabilir elbet gene de ama, dedi Pablo, gidiş
ona pek benzemiyo..
Ve sonra hepsine kendisi dönünceye kadar hiç
bir yere kıpırdamamalarını, hele gecikir falansa, yok
karakol önüne yığılma, yok meydanda toplanma gibi
hareketlerden bir tekine dahi başvurmamalarını ten-
bih ederek çıktı g i t t i .
Kapının önünde dikilerek, başkanlarının salına
salına giden iri gövdesini, taa karakola giden yolun
köşesinden kayboluncaya kadar gözlemiş olan arka­
daşlarına bakan Antonio:
— Nah dedi, şu kilisenin çanına kafamı tokmak
yapsınlar ki, eğer başkana bi bok yerse o herif, te­
mizlerim!,.
Benitoyla ihtiyar Manuel, hiç ses çıkarmadan,
şefkatle sırtını sıvazladılar. Yalnız Roberto homur­
dandı:

126
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Koca Pablo, pabucu kolay bırakır mı o be!..


Ve yarım saat sonra, er Zenos tekrar görünüp*
de:
— Burada bir tabanca torbasıyla, bazı kâğıtlar
varmış, onları Başkanla çavuş istiyorlar... dediği za­
man da, bembeyaz dişlerinin tümünü birden ortaya
salan bir gülüşie, bağırdı:
— İşte, giydiği pabucun sağlamlığını, şu çavuşa
da isbatlamazsa, o çan kulesine beni de yıldırımsa­
var diye diksinler Antonio dayı!..

127
14

Tahmin edildiği gibi, şikâyet, cumhuriyetçi sos­


yalist başkan Ave lino ile, yardakçısı berber Chucho-
dan gelmişti. Ama hiç siyaset karıştırmamışlardı d i ­
leklerine. Sadece, biri, yani berber Chucho, oğlu ya­
ralandığı için, diğeri de partisi mensuplarından biri­
nin, kavga sırasında parası ve bazı eşyası kayboldu­
ğu için, çavuş Martînez'e başvurmuşlar, yaralanan ve
zarara uğrayanlarla bir alay şahidin de kapıda olduk­
larını b i l d i r m i ş l e r d i . Böyle yaptılar, zira kavganın he­
men peşi sıra, öğretmen Pesosla görüşen Rezilopez,
ne hikmetse böyiesini uygun görmüştü!..
Doğrusu ya, çavuş Martínez, şikâyetçileri, hele
bilhassa sosyalist cumhuriyetçi başkan Avelino'yu iç
tenlikle karşıladı. Ellerini sıktı, hiç kesmeden, sonu­
na kadar lâflarını dinledi. Bu arada, kafasının için­
den:
129 F. : 9
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Acaba bu kavgayı, neden böyle basitleştiri-


yorlar da, tam fırsattır diyerek gericiliğe ve devrime
hakarete bağlamıyorlar?., diye de ha babam geçiri­
yordu.
Nihayet Avelino ile bir sülüğü andıran, yağlı saç­
lı berber Chucho sözlerini bitirir bitirmez de, her
ikisinin şikâyetlerini yazı makinasında çabucak tes-
bit etmiş olan Zenos'a dönüp:
— İmzalat! dedikten sonra, bilhassa başkan
Avelino'ya teminat v e r d i :
— Beni bilirsiniz Bay Başkan. Her ordu mensu­
bu gibi, gericilerden ve gericilikten nefret ederim.
Ve sizleri de gerçekten çok severim. Hani siyasete
karışmayız biz amma., ne olsa insanız, kafamız var,
gözümüz, kulağımız var. Neyin iyi neyin fena oldu­
ğunu elbet görüyoruz. Bu sebeple işi bana bırakın
siz..
Avelino ile Chucho keyifle güldüler.
— Yalnız, dedi Martinez elini hafifçe kaldırarak,
sizinkilerin de bir kusuru olmuşsa, bana onu da açık­
ça söyleyiniz ki, ona göre... ne bileyim, idare ederiz
işte!..
Avelino, başını sallıyarak:
— Dilerseniz tanıklar kapıda, herhangi bîrini ça­
ğıralım dedi.
Ama Martinez, başını iki yana sallıyarak derhal
atıldı:
— Yoo.. Sayın Başkan, bu size güvensizlik olur.
Ben halkın yanında, sizin gibi bir kişinin sözüne inan­
mamışım da, başkalarından işin aslını araştırıyormu-
şum gibi bir durum yaratmam. Sözünüz yeter bana...

130
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

olmamış dediniz m i , olmamış demektir o!. Bizimki­


ler kusursuz dediniz m i , doğru demektir o.
Bu sözler söylenirken, kumandan hakkında na­
sıl olup da o kadar yanıldığına hayretler içinde kala­
rak, aklından:
— Hay ağzım kuruyaydı da Antonio dayıya şu
domuz pezevenk için iyi şeyler söylemiyeydim... di­
ye geçirip durmakta olan iyi yürekli Zenos, tabiî ken­
di kendini yiyor ve zır deseler ağlayacak bir perişan­
lık içinde bir ona bir ötekine bakınıp duruyordu.
Çavuş Martinez, yerinden kalkarak, karşısında­
kilere elini uzattı:
— Bay Başkan, şimdi siz rahatlıkla dönünüz.
Ben derhal koğuşturmağa geçiyorum.
Ve berber Chucho'nun duraksıyarak:
— Ya tanıklar? demesi karşısında da, son dere­
ce şaşıp gücenmiş gibi:
— Hayır efendim, ancak icabederse başvururuz
onlara, sözünüz yeter dedik ya., diye teessüfler etti..
Ama, kumandanının misafirlerine, istemiye îste-
miye açtığı kapının dibinde gidenlerin ardından hâlâ
bitkin ve kırgın dikilip bakan Zenos'un hâlini görür
görmez de, bağırdı:
— Kapa ulan şu meret kapıyı. Zaten kendimi
zor t u t t u m ! . . Koş bakayım şimdi yanma iki kişi al da.,
doğru özgürlükçülerin yerine!., ve Antonio'yu falan
değil, doğruca başkan Pablo'yu getir bana!.
Eliyle gidenleri kasdeden bir işaret yaparak, ek­
ledi:
— Bu deyyusların lâfına bakma, yok Antonio
dövmüş, yok Roberto saldırmış, kimbiiir ne bokluk
düşünüyorlar ki, dikkat ettin m i , hiç gericilik merici-

131
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lik demediler. Halbuki, bu şeytan kusmuğu deyyus


Avelino ile o yağlanmış kayış suratlı berberin, ka­
falarına leylek sıçsa gericileeer! diye bangırdar it­
ler!.. İyisi mi oğlum Zenos, sen şu Pablo'yu çağır da,
biz iki erkek bi görüşelim önce onla...
İyi yürekli er Zenos'u gevşeterek, âdeta keyifle
koşturan işte bu sözlerdi. Ve gene bu coşkuyladır ki
o, komutanı «al getir» dediği hâlde, gururundan jan­
darmalarla birlikte karakola yürümeyi istememiş olan
Pablo'ya hoşgörü île davranmış, çavuş da buna doğ­
rusu, hiç mi hiç ses çıkarmamıştı. Sadece ellerini ar­
kasına atarak, odayı arşınlıyor:
— Bir ayak önce gelse de bi konuşsak diye sa­
bırsızlanıyordu.
Gerçi Pablo az sonra geldi ve başkanı gören Ze­
nos da, âdeta ağzı kulaklarına vararak onun peşi sıra
Martînez'in odasına hemen damladı ama, Pablo'yu,
uzattığı iskemleye oturtan çavuş, hemen gürîeyiver-
mişti:
— Bizi yalnız bırak.
Böylece, o iyi yürekli Zenos, içerde nasıl bir ko­
nuşma geçtiğini dünyada bilememiştir. Bunun için,
belki de ömrünün bir ayını rahatlıkla verebilirdi ama,
ne çâre!.. O sadece, yarım saat sonra, kumandanın:
— Zenooos! gel burayaa...
Diye gürlemesi üzerine, 'odaya koştu ve parti
merkezine hemen gidip, bir silâh torbasıyla bazı kâ­
ğıtları getirmesi emrini aldı. İşte o kadar!..
Martinez ile Pabio'nun ne konuştuklarını, o iyi
yürekli Zenos'un hasedini çekerek en ince noktaları­
na kadar buraya dökmeğe artık lüzum var mı bilmem.
Yazık çocuğa. Fazla üstünde durmıyalım olsun bit-

132
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

sin. Sadece şu kadarını söyüyeyim ki, karakola ge­


lirken kafasından bin bir ihtimal geçiren Pablo, otur­
duktan beş dakika sonra, iyice rahatlamış ve hattâ
çaktırmadan hâkimiyeti de ele almış bulunuyordu. Ko­
mutan Martinez ise, Pablo'ya nasıl etsem de, sarıl­
dıkları belâları anlatsam diye ıkınıp sıkınıp durur­
ken, aynı süre sonunda, iyiden iyiye gevşemiş, hat
tâ o sarı ışıltılı ünlü kahkahalarını savurmağa başla­
mıştı bile.
Nihayet çavuş Martinez, durumu anlattı. Şikâ­
yeti sıraladı. Hattâ işin içine hiç bir siyasî parmak
sokuşturmadıklarını da ilâve etmeyi unutmadı. Ve
sözlerini bitirirken de:
— Şimdi beni iyi dinleyin Bay Bablo dedi, yuka-
rıdakilerden nasıl buyruklar aldığımız malûm. Ben
isterim ki, bu işde sağlam olmalısınız. Yoksa hiç bi
şey yapamam. Şimdi söyleyin bakayım mesele önce
onların dediği gibi mi?
Pablo acı acı güldü ve Martinez'e iyi duygula­
rından dolayı teşekkür ettikten sonra da, herşeyi ol­
duğu gibi, Antonio ve diğerlerinden dinlediği gibi an­
lattı. Dövizleri., sopaları, küfürleri., herşeyi.. herşe­
yi.. yalnız, saldırganların düşürdükleri tabancalarla
bıçakları ve şarjörleri atladı.
Martinez hem rahatlamış, hem de kaygılanmış­
t ı . Rahatlaması, şu kızıl heriflerin herşeyi yalan do­
lanla kendi yönlerine çekmek isteyişlerini bir defa
daha görüp onlara karşı duymağa başladığı nefretin
haklılığını tesbit etmekten, rahatsızlığı da, mesele­
nin baştan aşağı politika ile boyalı olduğunu görüp,
tepesinde sallanan o sert buyrukla bu hâli, nasıl bağ­
daştıracağını bilemeyişindendi.

133
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ama ne yapsın, çiğneyecek, köpürecek ve iiie


de bu kinini yutmağa çalışacaktı artık. Hele şu Pab-
lo'ya biraz daha açılalım bakalım.
Ve gerçekten adamakıllı açıldı da. Böyle siyasî
bir çatışmayı nasıl olup da, alelade bir kavga hâlin­
de şikâyet konusu yapmaları etrafında ne düşündü­
ğünü sordu. Sonra sosyalist Avelino'nun, partisi üye­
lerinden birinin para ve öteberi kaybettiği iddiasının
altında neler yatabileceğini sordu. Ve nihayet, o
Rezilopez kızılıyla, öğretmenin ve kavganın baş kö­
rükçüsü olan üniversiteli Solutas'ın nasıl olup da
sessiz kaldıklarını sordu.

Hani Allahtan da, açılarak sormuştur bunları. Ve


asıl bu sayededir ki, Pablo, hem zekâsını göstermek,
hem de meselenin bütün pürüzlerini görmek olana­
ğını bulmuştur.
Martinez'in kuşkulu sorularını dikkatle dinleyip,

134
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

herbirinin ardından, yüzündeki neş'e biraz daha ya­


yılıp genişliyerek, bir süre durduktan sonra:
— Tamam, sayın komutan d e m i ş t i . İşte şimdi
yandılar aslında.
Ve sonra da, plânını, daha doğrusu çavuş Mar-
tinez'in eline gelmiş olan fırsatın ne olduğunu ona
açıkiıyan düşüncelerini hemen anlatmağa koyulmuş­
tu.
Ordu, ne demişti ki sayın komutan?.. Gericilere
olanak tanımıyacaksınız!.. Var mıydı ortada bir ge­
ricilik şikâyeti? Hayır!.. Başka ne demişlerdi kahra­
man Tekelon devrimcileri?.. Yeni hareketi, yani ha­
ni şu devrim dedikleri şeyi anlatacak olanlara ola­
nak tanınsın, onları önlemeğe kalkışanlar toplan­
sın... falan f i l â n . . . Eee? Var mıydı böyle bir şikâyet?
Yoo.. Bir zahmet, şu er Zenos karakola kadar gön­
derilip de, Pablo'nun isteyeceklerini alıp geldiği tak­
dirde, komutan hemen görecekti k i , kendisine ya­
lan söylenmiştir. Sade o kadarla da kalınmamıştır,
devrimden hemen sonra, av tüfekleri dahi toplandı­
ğı hâlde, bu kızıllar gizli silâh taşımakla ve üstelik
de düşürdükleri silâhı komutana para çantası gibi
göstermekle bir daha yalan söylemişlerdir... Dahası
da var efendim, ya dövizlere ne yazmışlardır? Ya o
dövizlere yazılı olanların, devrimi anlatmakla ilgisi
falan var mıdır?.
Ve er Zenos'un koşarak bir nefeste getirdiği
torba ve o kâğıt tomarından sonra, herbirini teker
teker açıp gösteren Pablo, artık gerçekten bir pana­
yır satıcısı gibiydi.
— Bu mu sayın komutan, devrimi anlatıyor?,
diyordu.

135
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ve hemen arkasından «kanlarınızı Amerikalıla­


ra değil, artık faize vereceksiniz» yazılı dövizi göste­
riyordu.
Peşinden de, diğer dövizleri tabancaları, şarjör­
leri ve bıçakları birer birer kaldırıp göstererek, mit-
ralyöz gibi sıralıyordu:
— Yoksa bu mu?., bu mu? Yoksa bu mu? dev­
rimi anlatan konuşmaların yardımcısı?.
Çavuş Martin ez, gerçekten keyiflenmiş ve aya­
ğını nihayet sağlam bir zemine basmış olmanın ra­
hatlığına eren insanların keyfi içinde:
— Hah., demişti şimdi okudum canlarına. Hem
de usturuplu usturuplu, hani yukardaki heriflere bile
hiç gık dedirtmeden..
Ve hakçası dediğini de yaptı, Pablo'yu hararet­
le selametledikten sonra, hemen, Avelino ile Chuc-
ho'yu çağırtmış ve gururla içeri girmelerini kısık kı­
sık seyrettikten sonra:
— Teessüf ederim baylar demişti devrim ordu­
suna yalan söylenmiştir!.
Ve gerisi artık çağlıyanlar gibi gelmiş, taban­
caları göstermiş, şarjörleri, bıçakları göstermiş, bir
kısım dövizleri göstermiş, hattâ köşedeki dolabın
içinde daha çok tehlikeli şeyler varmış gibi bir ta­
vır takınarak orayı da göstererek bağırmıştı:
— Şimdi baylar, anlıyorum k i , şu yaramazlar, şu
haylaz fakat sevimli oğullarınız ve memleketçi o l ­
duklarından asla kuşku duymadığım ama hani afa­
canlıkları da hepimizce malûm, adamlarınız sizi kan­
dırmışlardır!.. Allahtan ki, şu gericiler korkak ve he­
le benden ödleri kopmuş, bir durumdalar da, ellerin­
den şu silâhları çekip alabildim. Aksi hâlde bütün-

136
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bunlar onların elinde bir delil olarak kaldığı sürece


nasıl rahat edebilirdiniz? Siz de ben de, nasıl uyuya­
bilirdik ki?.. Ama hemen sizi kollamayı düşünerek?
çektim aldım işte!. Hem de o Pablo denilen avana­
ğın elinden. Hoş. ne yapacak, kuzu gibi verdi işte!..
«Ulan dedim, bunları sana maledip zaptı dayandığım
gibi...» Tabiî gevşeyiverdi hemen. Gevşedi ama, ka­
bul edin k i , tam çözülmesi için de herife: «Sen şim­
di bırak bunların hepsini burada, ben de hakkınız­
da hiçbir işlem yapmayayım, var mısın?» demem
lâzım geldi!. Neyse onu da bu şekilde hallettikten
sonra, şimdi gelelim size. Diyeceğim odur k i , bir
daha bana herşeyi olduğu gibi yok canım, ne
önemi var?., dedim ya, sizleri ssverim... Birşey de­
ğ i l . . . birşey değil, baylar!.. Güle güle, izin verirse­
niz zaptı yırtıyorum. Bu meseleyi kapanmış bilin
ve kimselere de fazla birşey açmayın bence...
Aveüno avanağı ile Chucho, çavuşun elini min­
netle sıkarak çıktılar.
Onlar sallana sallana çıkarken, er Zenos için­
den:
-— Ulan be diyordu, devrim midir ne boktur, ki­
min icadıysa, bi bitse de şööle bir rahat nefes al­
sak...

!37
15

Ama Çilli Tores'le Carlos Baha'nın tahminleri de


boşa çıkmadı ha!,.
Ne demişlerdi?. Bu kızıllar hem şikâyet edecek­
ler, hem de kavga için hazırlanacaklar! değil mi?.
İşte o üniversiteli oğlan Solutas'ın ilçeye gidip,
Martinez'in de kendisine yapılan şikâyeti usulünce
geri püskürtmesinden, üç gün sonra, bu da oldu.
Başlarında, kafasında bir koyun gezdiriyormuş
gibi çok ve kabarık saçlı iri bir oğlan olduğu hâlde
yirmi kadar üniversiteli, otobüsten tam köyün mey­
danında inmişler ve kendilerini karşılayan Pesos'la,
Solutas'a sarıldıktan sonra çevreyi gözleyerek:
— Nerde o ölüsü boklu gericilerin yeri? diye
gülüşüp şakalaşmağa koyulmuşlardı.
Öğretmen Pesos'la, Solutas'ın gururlarından yan­
larına varılmıyordu o an. Her ikisi de ellerine müt-

139
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

hiş güçlü bir ordunun kumandası verilmiş de, şimdi


işte bu bulunmaz kuvveti t e f t i ş e gelmişler gibi, ka-
bararak, gelen oğlanların sırtlarına vuruyorlar.. Cep­
lerinden çıkardıkları sigara paketlerini birinden di­
ğerine doğru uzatıp duruyorlardı.
Manzarayı, dükkânın tezgâhı gerisinde bir süre
seyrettikten sonra, Carlos baba, torununu hemen
Pablo'ya koşturmuştu ama, Başkan o sırada toprak­
larının orada çalışıyordu, oğlan da, tabiî eli boş dön­
dü. Gerçi Carlos baba bu sefer torununu, Pablo'nun
tarlalarına kadar koşturmayı da düşünmedi değil
ama, o esnada karnının ağrısından iki büklüm, bir
kadeh erik rakısı istemeğe gelmiş olan Manuel'i gö­
rünce bundan vazgeçti ve sadece gürültüleri şimdi­
den meydanı tutmuş olan oğlanları ona göstermek­
le yetindi:
— Senin başkanı arattım ama, yokmuş, ben bu
herifleri hiç mi hiç beğenmedim arkadaş!..
Zavallı ihtiyar Manuel, eğer o anda şu mende­
bur ağrının pençesinde kıvranmamış olsaydı, hiç
şüphe yok, o da çek daha ileri görüşlü olurdu ama,
gel gör ki, burnunun ucunu dahi göremiyordu o s ı ­
rada ağrıdan... Şöyle üstünkörü çevresini kolaçan
eder gibi yaptıktan sonra:
— Boş ver be baba!., d i y e b i l m i ş t i , hepsinin ağ­
zına... Sen bana hele bi kadehçik daha toka et ba­
kalım.
Tozlu raftan, yarımtı erik rakısı şişesini alırken,
Carlos baba ise homurdanmıştı:
— Benden söylemesi arkadaş!. Günah benden
gitti gayrı... Ben onu beller onu söylerim, bu herif­
leri gözüm tutmadı benim.

1.40
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Evet, ne yazık ki üniversiteli o eylemciler kafi­


lesinin köye birdenbire damlayışları, başlangıçta
Pontino'da işte ancak bu kadar bir dikkat çekmiş.
Daha doğrusu, kim gördüyse, hepsinin dikkatine çar­
pıp kulağına kar suyu kaçırtmıştır ama, Pablo'ya ve
Özgürlük Partisi ileri gelenlerine bu konuda bîr ha­
ber verme istekleri, parti binasının o sırada kapalı
olması ve Pablo ile arkadaşlarının da tarlada bulun­
maları karşısında, kursaklarda kalmaktan öteye fırlı-
yamamıştır,
Eee... onlara öyle olmuştur da, bîr kişinin aklı
na, Çavuş Martînez'i haberdar etmek gelmiş midir?
Yooo... Karakolun önünden geçmeyi bile, oldum bit­
ti canları çekmeyen özgürlükçüler, şu devrim'den
sonra ondan büsbütün kaçtıkları için, tabiî gidemez­
lerdi. Eh! herhalde geriye kalanlar da, «kızıllar gel­
d i , uyanık olun» diye karakol ikaz edecek halde ol­
madıklarına göre, gel de haber al!.
Ve işte böylece, Pesos'la, Solutas, değerli mi­
safirlerini aldıkları gibi, önce doğru okula götürdü­
ler. Bir kaç aylak sözüm ona kızıl da, bavulların ta­
şınmasına yardım ettiler. Yirmi kişiye, topu topu üç
bavul vardı ama, bir de ağırdı ki meretler!.. Bir tane­
sine yapışmış olan serseri Kino'nun az daha beli açı­
lıyordu. Ve öteki ikisini yüklenen iri yarı Ginça ise
ikide bir durup mola verirken, homurdanıyordu:
— Yahu ulan, tüm kilise çanlarını eritip bu ba­
vulların içine tıkmışlar sankim!..
Öğretmen Pesos, m i s a f i r l e r i n i , bir saat önce
dersleri o günlük tatil ederek çocukları evlerine gön­
derdiği için bomboş olan avluya soktu. Bir yandan
da, arkada kalan Kino ile Ginça'yı çabuk olmaya teş-

141
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

vik ediyordu. Neyse, küp gibi üç bavul da nihayet


getirildi ve doğruca öğretmenin kendi odasına kon­
du. Sonra Pesos, bavulları taşıyan iki oğlanı:
— A f e r i n yoldaşlar!., diye kapı dışına iterek, di­
ğerlerine dönüp bağırdı:
— Ee.. Hoş geldiniz yoldaşlar!.. Devrimci ölmez
öldürür!. Devrimci sömürtmez yurdu. Kızıl ordu, bi­
zim ordu.
Kupkuru eğik gövdesini mümkün olduğu kadar
dikleştirmeğe çalışarak, sol yumruğunu sıkmış ve
havaya kaldırmıştı.
Hepsi de aynı durumu hemen aldılar ve sonra
sıtma görmemiş fakat bir öküzün bağırtısı kadar da
akortsuz seslerle enternasyonali söylemeğe başla
dılar.
Bu sırada, okulun sımsıkı kapalı duran bahçe
kapısının önünden geçerken, içeriyi göremeyip, sa­
dece dışarı akseden bu garip marş sesini duyan
Pontinoiular:
— Tuhaf iş diyorlardı, kurs zamanı da değil ama,
bu öğretmen dışardan smava girecekleri bu yıl er­
kenden aldı anlaşılan... İlân da etmedi ya.. Ne ola­
cak komonist pezevenk!..
Ve iki saat kadar süren bir konuşmadan sonra,
yeni kızıllar, Pontinoya dağıldılar. Topluca yayılma­
mışlardı. Tek tek, ikişerli veya üçerli olarak, bir kıs­
mı Carlos Baba'nın meyhanesine bir kısmı sosyalist
başkan Avelino'nun oraya, bir bölümü ırmağın üze­
rindeki tahta köprünün onarımında çalışanların yanı­
na, bir başka b ö l ü m ü , su bendlerınde uğraşanların
çevresine dağılmışlar, bir ikisi de dağda bayırda öy­
lece gayesiz dolaşmağa koyulmuşlardı.

142
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Carlos Baha'nın meyhanesine dalanlar üç kişiy


diler. Başlarında da hani o liderleri gibi görünen ko­
yun kafalı oğlan vardı. Bunlar hakçası, sadece fısıl-
daştılar, bazan kafalarını birbirlerine âdeta tokuştu-
rurcasma yaklaştırarak konuştular ve biraz da içtiler.
Cumhuriyetçi sosyalist Avelino avanağının ora­
ya gidenler kimdi ve kaç kişiydiler hiç belli bile ol­
madı. Şüphe yok onlar da kendi aralarında bol boi
konuşmuşlardır. Ama su bendinin başında çalışanla­
rın yanına gidenlerle, köprü onarımında çalışanlara
balta olanlar... Yooo.. bakınız bunlar gerçekten tek
duracak cinsten değillerdi. Atak mı atak, konuşkan
mı konuşkan ve tabiî işleri icabı tahrikçi mi tahrik­
çi..
Tahta köprünün onarımında, Pontino'dan beş kişi
çalışıyordu. Başlarında da ilçeden gelmiş bayındır­
lık ustası Tomasio vardı. Dört kızıl oğlan, elleri cep­
lerinde ıslıklar çalarak oraya vardıkları zaman, To­
masio, işçilere onbeş dakikalık mola vermiş bulunu­
yordu. Üniversiteliler, taşlar, tahtalar üzerine oturup
t e r l e r i n i silmekte olan işçilere selâm verdiler:
— Selâm emekçi kardeşi..
İşçilerden de kimi homurdandı, kimi selâm diye
mırıldandı ama hiç biri belirli bir soğukluk veya ya­
banlık göstermedi doğrusu. Hele Tomasio, apaçık bir
ilgiyle, hepsine hatır sordu, sigara uzattı, ne iş yap­
tıklarım söyletti ve tabiî pek haklı olarak da lâfı ora­
da ne aradıklarına, yani niçin geldiklerine g e t i r d i .
Oğlanların en lâfazanı gibi görünen direk boylu,
kaşlarından biri yarık ve çenesinde de derin bir bı­
çak izi olan Victorio, lâfın burasında, arkadaşlarına
hâkim olduğunu belirten bir kabarışla:

143
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Biz, dedi, bütün yurdu dolaşıyoruz. Tüm


emekçileri, tüm ırgatları, t ü m sömürülenleri dolaşıp
selâmlıyoruz. Onları kutluyoruz. İşte buraya da (işçi­
leri göstererek] bu kardeşlerin bayramını kutlamağa
geldik!..
Oturduğu kayanın üzerinde hafifçe dikleşen Ko­
ritas :
— Hele dur dedi, bayram dedin galiba. Ne bay­
ramı oldu ki?..
Üniversiteli oğlan, elini dizine indirerek:
— Hah., dedi, iyi söyledin kardeş, işte bunu an­
latmağa geldik biz. Bak bayramın bile farkında de­
ğilsiniz. Gericiler ve sömürücüler, sizleri o hâle ge­
tirdiler ki, sevinmeyi bile unuttunuz işte!.. Bayramı
bile göremez, farkedemez, anlıyamaz oldunuz!.
Elindeki tahtayı evirip çevirerek düzgün olup ol­
madığını inceleyen Ramfos:
— Yoo.. dedi, afetmişin sen onu arkadaş bay­
ram olsaydı, hemen anlardık ya..
Ve Koritas atıldı:
— Noel'i kaçırıyo muyuz?. Yortuları kaçırıyo
muyuz? Sonra Cumhuriyet şenliklerini hiç kaçırdı­
ğımız var mı? Bayram olcek de, bizim haberimiz ol-
micek!. hıh.. geç arkadaş. Yok böyle şey!..
Üniversiteli oğlan acımalı bir gülüşle Koritas'ın
yüzüne bakıyordu. Köylünün lâfı bitince:
— Ah benim fakir kardeşim, iyi yürekli fakir
kardeşim, dedi, öyle ezilmiş, öyle sömürülmüşsün
ki, sana yapılanın acısını dahi duymuyorsun artık.
Şu henüz başlamakta olan mutlu günleri bile göre­
miyorsun işte!..
Koritas d i k l e ş t i :

144
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Noel'i, y o r t u l a n , şarap karnavalını, fiesta'yı


nasıl biliyoruz öyleyse?.
Aynı acımalı bakışla Koritas'ı ve diğerlerini sü­
zen üniversiteli Victorio:
— Onların hepsi gericilik oyunları da ondan, de­
d i . Kendi işlerine geldiği için, kendi yararlarına oldu­
ğu için hepsini size belletmişlerdir!..
— Ne yani?, dedi Ramfos gözleri çakmak çak­
mak parlıyarak, İsa efendimizin dünyayı nurlandırma-
smı kutlamak, bize değil de başkalarına mı yarar sağ­
lar?.
İki üniversiteli oğlan, lâfın burasında biraz iler-
liyerek, o iri Vîctorio'nun gerçi kolunu falan dürttü­
ler ama, beriki hiç tınmadı:
— Ne zannettin ya kardeş dedi, insanız herşey-
den önce, insanlık içinse birtek gerçek bayram var­
dır, halk ihtilâli!.. Üst tarafı, hep uyutma, hepsi sö­
mürü düzeninin ayak oyunları!
Koritas hırsla yere t ü k ü r d ü :
— Dur hele., yani sen şimdi Noel'i kutlamak,
Av e Maria duasını okumak, yahut azizler yortusunda
okunmuş şarapla ekmeği yemek insan işi değildir mi
demek istiyosun?
Victorio bıkkınlıkla gözlerini kapayarak:
— Öyle değil be kardeşim dedi, elbette insanlar
yapar bunları, amma sömürülen, haklan yenen, ezi­
len insanlara bütün bunları mahsus yaptırırlar ki,
avunsunlar da, yolunduklarını, soyulduklarını farket-
mesinler diye..
— Yuh be! dedi bu sefer, o vakte kadar kenar­
da durup hiç lâfa g i r m e m i ş olan Salüdo, amma iş
ha.. Beni soyacaklar, söz t e m s i l i evimdeki sandığı

145 F. : 10
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

sepeti yürütecekler, sonra haydi bakalım oku bir A v e


Maria da bu soygunu farketme diyecekler ha!..
Öyle bir kahkaha koparmıştı ki, komünist oğlan­
lar bayağı sarsıldılar. Ama kızıl Victorio lâfın ucunu
koyvermedi:
— Öylesi değil arkadaşım, öylesi değil. Bugü­
nün hikâyesi değri bu. Yüzyıllardır bu böyle. Sizler
bu yüz yıllık uyutmanın kurbanısınız.
— Geç arkadaş, dedi Salüdo birden kahkahası­
nı keserek, benim babam da, dedem de, onların ba­
baları ve dedeleri de, sandıkları sepetleri yürütülüp
malları soyulsaydı, ossaat farkederlerdi. Ave Maria
falan para etmezdi onları da uyutmağa...
Kalktı yürüdü ve çatılmış tahtalardan yapılmış
geçici tezgâhın başında, koskocaman bir kalası ren­
delemeğe koyuldu. Onu gören Koritas, Ramfos ve di­
ğerleri de ellerini pantalonlarmın kıçlarına silerek
kalkıp iş başı yaptılar.
Emekçilerin, kendileri için taa büyük şehirlerden
kalkıp gelen bu fedakâr koruyucularını, böyle yüzüs­
tü bırakarak sessiz sadasız çalışmağa koyulmaları,
doğrusu büyük terbiyesizlikti ama, ne yaparsınız bi­
zim Pontinolu'lar bu gibi inceliklerden pek anlamaz­
lar. Hattâ meselâ şu Ramfos delisinin, ikide birde
başını misafirlerden yana çevirerek, genzini kazıyıp
ne çıkarsa, patır kütür yere boşaltmasına bakılırsa,
nezaketin yanından dahi geçmediklerine hükmetmek
hiç de haksızlık olmaz. Fakat onlar ne kadar kaba
iseler, doğrusu ya, beriki komünist oğlanlar da en az
o kadar pişkindiler. Nitekim tüm işçilerin kıçlarını
dönüp çalıştıklarını bir süre sırıtarak seyrettikten
sonra, bu defa teker teker yanlarına sokulmayı uy-

146
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gun gördüler. Hattâ tahtaların ucundan tutmak, eğ-


rilmiş çivileri keserle vura vura düzeltmek gibi eme­
ğini doğruca işe katmağa çalışanlar da oldu. Yalnız
o liderleri m i , sözcüleri m i , ne haltsa, adına Victorio
dedikleri oğlan, olduğu yerde kalmış ve önce ilçe­
nin bayındırlık görevlisi Tomasio ustaya yeni bir so­
ru sormakla dümenini sürdürmüştü:
— Sen işveren misin?. Yoksa posta başı mı?
— Ne işverenim, ne de posta başı!, dedi tor?
man Tomasio, ilçenin bayındırlık görevlisiyim ben!..
— E... Peki, diye lâfı sinsi sinsi gülerek sür­
dürdü beriki, bu emekçilere paralarını kim veriyor?.
Tomasio iç geçirdi:
— Kim verecek?, devlet veriyor elbet. Bu yol
devletin, bu köprü de devletin.
— Pekâlâ ne kadar veriyorsunuz?.
Ramfos'un gözüyle nişanlayıp düzgünlüğünü
incelediği tahtaya yerdeki tesviye aracını kaldırıp
oturtan Tomasio, hafifçe soluyarak cevap v e r d i :
— Yirmi ilâ yirmibeş dinar arası..
Ama sanki bu cevap Victorio'nun şu basit so­
rusuna karşılık değildi de, bütün o komünist oğlan­
ların ayaklarına atılmış bir demir parçasıydı. Hepsi
bir anda sıçrayıp, aynı sesi çıkardılar:
— Yuh! be! amma da az haaa!.
Şaşıran Tomasio:
— Az, çok onu ben bilmem. Devlet veriyor bu
parayı. Üstelik onlar da zorla falan değil, işte gör­
düğünüz gibi severek, isteyerek çalışıyorlar...
Victorio sanki fırsatı yakalamıştı. Bir adım
atıp, Tomasio'nun karşısına dikilerek:
— Yooo.. arkadaş dedi, o kadar uzun boylu de-

147
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ğ i l . İkide birde devlet devlet deyip durma bakalım.


O senin dediğin eski soygun düzeninden kalma dü­
menler. Sen hâlâ konduğun yerde otluyorsun bakı­
y o r u m . Geçti arkadaş bunlar!.. Artık senin devlet
dediğin emekçinin elinde... Tüm işler emekçinin is­
tediği gibi oluyor artık. Ücretleri de elbet emekçile­
rin kendileri tayin edecek.
Arkadaşlarına döndü ve çenesini ileri çıkara­
rak:
— İyi ki gelmişiz, dedi, yoksa şu emekçi kardeş­
lerimizi bu herif sömürüp duracaktı allah bilir.
Tomasio usta, artık iyiden iyiye afallamıştı. Et­
li kalın dudaklı ağzı yarı aralık etrafına bakmıyor
ve sadece:
— İsa hakkı için, dinim hakkı için, böylesini
i ş i t m e m i ş t i m ! . . deyip duruyordu. Gerçi bir aralık:
— Haydi oğlum yetti artık, bırakın da çalışalım.
Daha olmazsa gidin ilçeye beni şikâyet edin.. Yollu
birşeyler de söyledi ama, o küstah Victorio ile ar­
kadaşlarına lâf geçecek gibi değildi ki..
— Ne ilçesi?, dediler önce, kahkahalar atarak,
biz meseleyi burada çözmeğe geldik!.
Sonra da, zavallı Tomasio'nun etrafını sararak
gürlediler;
— Şimdi hemen sen bas git bakalım ilçeye!.
Ve de ki, emekçiler kırk dinar gündelikten aşağı ça­
lışmıyorlar!.. İşte bu kadar. Ve paraları al g e l . Yok­
sa söyle o sömürü düzeni kalıntılarına, burada ne
köprü kalacaktır, ne de y o l . . . Haydi yallah yaylan
bakalım.
Bir yandan zavallı Tomasio'yu iteklemeğe baş­
lamışlardı kî, işte o vakte kadar diş sıkıp işlerine

148
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

güçierine kendilerini vermek için gerçekten zorlan­


mış olan Koritas, Ramfos ve Salüdo, birden bire el-
lerindekileri bıraktıkları gibi Tomasio u s t a y ı dür-
tüklemekte olan kızılların üstüne yürüdüler.
Elindeki keseri hırsla sallıyan Salüdo bir yan­
dan da bağırıyordu:
— Gidin işinize ulan kahpe d ö l l e r i . İsa hakkı
için patlatırım ha!..
Ve Ramfos ise, yakaladığı ilk oğlanı, omzundan
tutup çevirdikten sonra, burnuna değecek kadar
uzattığı tornavidayı tutarak haykırıyordu:
— Yeni bayram dediğiniz hangi boksa o da si­
zin olsun, ücret fazlası da... çekin arabayı, haydi
bakalım.
Hakçası istenirse, Victorio, olayın tam bu nok­
tasında liderliğini gerçekten ortaya koymuştur.
Hemen gülmüştü. Ve Tomasio'nun yakasına uza­
nan elleri de hemen geri iterek, üzerlerine gelen
Pontinolu çocuklara dönüp bağırdı:
— Kardeşler durun biraz. Madem bu adamın git­
mesini istemiyorsunuz, o halde biz gider hallederiz
işi. Biz sizler için buradayız!.!
Sonra da:
— Haydi yoldaşlar doğru ilçeye!., diye haykıra-
rak hepsini hemen toplayıp yola koyuluvermişti. Üs­
t e l i k içi yana yana, hiç bir şey yapamamanın azabı
yüreğini kavura kavura gidiyormuş gibi, son derece
ustalıklı bir de tavır takınmıştı k i , Koritas neredeyse
«yoo.. oturun biraz.» diyecekti.
Elini beline koyarak, kendisine uzatılan elleri sık-
mayıp boşlukta bırakan Ramfos, bir süre gidenlerin
arkasından baktıktan sonra:

149
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Uian, dedi, duydun mu Salüdo, herif arkadaş­


larına «yoldaşlar» dedi, sakın bunlar komünist olma­
sın ha?.
— Aziz Piero hakkı için, diye dalgın dalgın cevap
verdi Salüdo, ben de şüphelendim heriflerden, gör­
medin m i , giderken sol yumruklarını havaya kaldırdı­
lar!..

150
76

Tahta köprüyü onaranlara tebelleş olan Victorio


grubu yola düzüledursun, bu arada su bendlerinde
çalışanlara balta olmuş başka bir kızıl grup da, ora­
dan püskürtülmüştü. Hem de bunlar, ötekiler gibi,
sol yumruklarını havaya kaldırıp selâm falan verme­
ğe pek vakit bulamadan selâmeti düpedüz kaçmakta
bulmuşlardı. Arkalarından atılan bir hayli taşın, tır<
mandıkları patikanın tozlu zeminine pat., pat., düştü
günü de uzun süre sırtları seğirip ürpererek duydu­
lar.
Yamacı tırmanıp da, seiâmete erdiklerini farke-
der etmez de, bastılar küfürü!..
— Eşşoğlu eşşek gericiler!.. Analarınızı eşşek
kovalasın, sorarız bunun hesabını yakında elbet!..
Cebinden çıkardığı kıpkırmızı bir mendille, uzun
uzun yüzünden akan t e r l e r i silen şefleri Crispin:

151
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Vay anasını be, dedi, bu orospu çocukları


amma da taş kafalı ha!.
Saçları neredeyse gözlerini örtecek kadar uzun-
ve dağınık olan çopur bir oğlan, hışımla yere tükürür­
ken karşılık v e r d i :
— Bunların tümünü bîrden yakalayıp asacaksın
arkadaş. Bak geri kalanlar nasıl muma döner o za­
man..
Upuzun boylu esmer bir oğlan, yerdeki taşlardan
birini düzgün bir ayak darbesi ile bayırdan aşağı âde­
ta uçururken homurdandı:
— Yaşşa be... Halk ihtilâli dediğin de herhalde
böyle senin düşündüğün gibi, aynı halkı asıp kesme­
yi tasarlıyarak yapılsa gerek.
Çopur oğlan, alayı farkedip, hemen fırladı:
— Bana bak Carmilio, canın kavga istiyorsa...
Ama Crispin bir hamlede ikisi arasına g i r m i ş t i
bile:
— Heey.. dedi, kutsal görevinizi unutup da k i ş i ­
sel çekişmelere daldığınız için sizi örgütün yargı ko­
mitesine vermek zorunda bırakmayın beni.
Sonra ikisini de birer tarafa itekliyerek ekledi:
— Zâten şu kandırılmış avanakların anlayışsızlık­
ları ve o pis faşistlerle gerici köpeklerin oyunları ye­
tip artıyor, bir de sizle mi uğraşacağız be!..
Carmilio öfkeyle tükürdü. Aynı Çopur'un az ön­
ce, bend başındaki Pontinolu emekçilere nasıl övgü­
ler sıraladığını hatırladı, ama bu zıdlığm yanısıra, ör­
gütün yargı komitesince verilen cezaların korkunçlu­
ğunu da hemen hatırladı ve dişlerini sıkarak sustu.
Geçen y ı l i k i arkadaşlarını örgüt yargı komitesinin
sorgusundan sonra, üniversitenin mahzenlerinden bi-

152
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

rine kapatmışlar ve gövdelerini sigara yanıklanyla


öyle bir noktalamışlardı ki, biri hâlâ yarım yarım ko­
nuşabiliyor, öteki de sağ kolu ile sol bacağını hâlâ
kullanamıyordu!.
— Dinleyin beni şimdi, dedi grubun şefi Cris-
pin, verilen talimat gereğince hemen köye, yani Pe-
sos hocanın bize ayırdığı karargâha döneceğiz. Biz
verilen görevi yaptık. Başka bir sonuç i s t e n m e m i ş t i r
bizden. Şimdi Pesos'un okuluna dönecek her grubu
orada bekleyip, varılacak sonuca göre ne yapmamız
lâzım geldiğini öğreneceğiz.
Hemen yola düzüldüler. Hızlı hızlı yürüyor ve hiç
konuşmuyorlardı. Nitekim bu yüzdendir ki, karakolun
önünden geçerken, hiç kimsenin dikkatini çekmedi­
ler. Gerçi o saatte, çavuş Martinez hafif şekerleme
yapıyor ve diğerleri de birer köşede pinekliyorlardı
ama, böyle olmasaydı da, bizim kızıl yumurcaklar ka­
filesinin pek dikkate çarpacak bir yanı yoktu. Olsa ol­
sa, belki çavuş Martinez, hemen hepsinin sırtiarında-
ki askerî parkaları görerek biraz şüpheye düşebilirdi
ama, o da uyukluyordu işte.
Böylece kızıl oğlanlar, paldır küldür okula vardı­
lar, «hoca..» dedikleri öğretmen Pesos onları bekli­
yordu. İlk partinin içeri daldığını görür görmez ayağa
kalkıp:
— Selâm, dedi, devrimci yoldaşlara selâm!..
Hepsi karşılık verdiler. Yalnız şef Crispin üzeri
Tekelon kilimleriyle kaplı sedire kendisini atarken,,
âdeta böğürdü:
— Hoca yahu, buranın halkı amma taş kafalı ha...
Tümü gerici mi yoksa bu eşşoğlu eşeklerin?..

153
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Öğretmen Pesos, bir soiucan gibi kıvnla kıvrıla


yerinden kalkıp tısladı:
— Yoo.. Tümü değil elbet. Ama ne olsa, iyi eği­
tilmemişler, kölelik düzeninin sömürücüleri elinde
zorla da geri bırakılmışlardır.
Kendini tutamıyan Carmilio, ateş gibi gözlerle
Ç o p u r a bakarak söylendi:
— Onları asıp kesersek, ilerlerler mi dersin ho­
ca?.
Çopur kıpkırmızı kesildi. Verdiği açığın farkın­
daydı ama, hangisi sanki sık sık böyle düşünüp ba-
ğırmıyordu k i . . . Telâşla:
— Sen ona aldırma hoca dedi, ağzımdan demin
öfkeyle çıkan sözcükleri benim f i k r i m saydırmak isti­
yor.
Pesos şaşkın, Crispin'e baktı.
— Kesin dedik ya, dedi o da, başımızdaki dert
yetmiyor gibi, bir de sizle mi uğraşacağız?..
Ve işte tam o anda da, önce tahta köprüden ge­
len grubun onların arkasında da köye yayılmış olan­
ların, birer ikişer döndükleri görüldü. En arkadan da,
yavrularını birer birer kümese sokan bir horoz gibi, o
koyun postu kafalı oğlan geldi.
Gerçekten asıl şefin o olduğu da belliydi. Yalnız
Pesos'un elini sıktıktan sonra, her grubun şefinden o
vakte kadar neler olup bittiğini öğrendi. Arkadaşlarını
dinlerken, arada bir kısa kısa notlar alıyor, bazan bir
noktanın üzerinde inceden inceye durup bilgi edini­
y o r d u . Ve hepsi bitince de, üç grup şefiyle Pesos ve
kendisi dışında diğerlerinin hepsini avluya yolladı:
— Sizi sıra düştükçe çağıracağım, şimdi avluda
dolaşın, yalnız gürültü patırdı yok, d e m i ş t i .

154
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Bir süre, bilhassa «hoca» dedikleri Pesos'la baş-


başa konuştular. Sonra grup şeflerine kâğıtlar dağı­
tıp, uzun uzun notlar yazdırdılar. Daha sonra da bü­
tün grubun, ünlü kızıl anarşist Guevera'ya benzeterek
onun küçük adıyla kısaca «Che» diye adlandırdıkları
bu koyun postu kafalı oğlan, tek başına bir köşeye çe­
kilerek, yazdı babam yazdı. Hem de tam üç saat!.. Ve
yorgunluktan kıpkırmızı olmuş gözlerine parmaklarıyla
basarak, çalıştığı köşeden doğrulduğu zaman, hava
kararmağa başlamıştı bile..
Sonra?. Sonrası hiç!.. Daha doğrusu bu cepheden
bakarsanız, sonrası, bizim kızıl oğlancıkların, Pesos
tarafından kendilerine dağıtılan kumanyaları yemele­
r i , birbirleriyle gittikçe fısıltıya dönüşen konuşmala­
ra kalkışmaları ve bir kısmının da, o koyun postu ka­
falı Che'yi bir köpek gibi izliyerek, avlunun en ka­
ranlık köşesinde onun fısıltılı talimatını dinledikten
sonra, yürüyüp gitmeleri., gibi görüntülerden ibaret­
tir!..
Ama bir de öbür cephe varmış ki, onu bu görün­
tülere bakıp kestirebilmek için, insan değil gerçekten
ya, şeytan olmalıymış, yahut da aşağı yukarı onunla
çoğu zaman aynı kapıya çıkan, kızıl!.
Ve işte bu görünmeyen cephe, o gece sabaha
karşı idi ki, gümbür gümbür kendini gösteriverdi!..
İlk patlama tahta köprünün ayakları dibinde oldu
ve aslında ana yapısı beton olduğu hâlde, çok eski
bir görüntüyü korumak için, demir korkulukları tali
talarla saklanıp, beton zeminine de tahta parkeler dö­
şendiği için «tahta köprü» diye anılan bu güzel ve
faydalı eseri yarı yarıya göçertti.
Ondan on dakika kadar sonra duyulan ikinci pat-

155
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

tama da su bendinin kendisini deği! ama, tarlalara su


dağıtan iki ana kanalından birini tamamen havaya
uçurdu. Ve artık ondan sonrakiler sırayla geldiler.
Pontinoyla ilçeyi bağlıyan ana asfaltın az ilerisinde
bütün civar ç i f t ç i l e r i n ortaklaşa kurdukları küçük bir
silo ile, çeşitli anbarlar vardı k i , üçüncü olarak bun
lar patladı ve yanmağa başladılar... Derken bu defa,
biri köy meydanında, biri de «Özgürlük Partisi» mer­
kezinin önünde olmak üzere, birbiri peşisıra iki pat­
lama daha duyuldu ve bu sonuncular, ilâmaşaallah

meydanda camı kırılmadık bir tek yapı bırakmadılar.


Ve tabiî artık bütün Pontinonun ayakta olduğunu
söylemek gereksizdir.
İlk patlamaları duyunca, esasen hepsi yatakla­
rından dcğruiup kulakları dikmişlerdi. Lâmbalar birer
ikişer yanıp, bütün köyün uyandığını gösteriyordu.
Pablo hemen kalkıp giyinmiş, bir süre pencereden
etrafı görmeğe çabaladıktan sonra, aşağı inmiş ve
ocağı ateşliyerek kahve ibriğini de üzerine oturtmuş-

156
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

tu bile. Az sonra Konçita da geldi ve sessizce otur­


du. Derken bir patlama (hani şu silo ile anbarlarınki)
daha oldu. Bu sefer Pablo, kapı önüne çıktı. Patlama­
nın nerede olduğunu kestirmeğe çalışıyor ama karan­
lıkta, sadece meydanı çerçeveleyen evlerin ışıkla­
rından başka birşey görerniyordu. Uzaktan gelen se­
sin kestirebildiği yönüne göre aklına düşen şüpheyi,
kafasından durmaksızın kovmak istiyordu.
İkinci patlama, ona bendin uçurulduğu kaygısını
vermişti: Sundurmanın altından penceredeki ışığa
doğru kayarak şöyle bir çıkıp dolaşmadan önce tam
saatine bakıyordu ki, Konçita'nın çığlığını duyup te­
lâşla içeri koştu. Patlamaların helecanı içinde her ta­
rafı t i r t i r titreyen Konçita'cık kahve ibriğini ocağın
çengeline takarken elini yakmış ve tam kadınca bir
çığlık atıvermişti ama, Pablo'nun hayatını da bu ara­
da kurtarmış oluyordu. Zira onun içeri koşup da «gü­
vercini» nin elini kavradığı an ile, az ötedeki Özgürlük
Partisi'nin beş - on metre kadar önüne yerleştirilen
bombanın veya dinamit lokumunun patladığı an, aynı­
dır.
Patlamanın şiddetiyle her ikisi de paldır küldür
yerlere serildiler. Ve daha henüz doğruluyorlardı ki,
bu defa da meydanın tam ortasındaki patlamanın şid­
detiyle gene düştüler.
Kolları arasında tavşan gibi titreyen karısını kal­
dırıp oturtan Pablo, müthiş küfürler savurmağa baş­
ladı. Devrilen iki iskemleyi kaldırdı, masadan ve kon­
solun üzerinden yere yuvarlanan öteberiyi topladı.
Sonra hâlâ sallanmakta olan tavandan sarkmış lâm­
bayı tutup dengeledi. Konçita donmuş kalmış gibi, ko­
casının bıraktığı yerde sapsarı oturuyor ve kesik ke-

157
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

sik hıçkırıyordu. Ama az sonra o da kendini toparla­


yıp, Pablo'nun küfür seline, hayli ağır bir dizi beddu­
ayı bırakıverdi.
Karısının kendine gelmeğe başlamasıyla b i r l i k t e ,
üzerindeki ağırlık birdenbire sıyrılıp kalkmış gibi olarr
Pablo:
— Hepsi geçti, dedi, benim çıkmam lâzım.
Deri ceketine uzanırken, ekledi:
— Boyuna olacak zannetme. Korkma artık. Bu
yakınımızda olan patlamalar, herhalde bizleri evleri­
mize mıhlayıp, daha önemli kesimlerde yapılan sabu-
taşlara (sabotaj) yetişmemizi önlemek için..
Tabiî, o esnada Konçita'nın aklına ilk gelen şey
«Ya gene ciursa»dan ibaretti ama, bunu söylemenin
faydasızlığını düşünüp tuttu kendini. Kocasını iyi bilir­
d i . Böyle bir durumda onu yerinde tutmanın imkânsız
olduğunu az mı denemişti? İyisi m i , gülümsemeğe
çalışarak, onu hiç değilse bir nebze huzurlu kılarsın...
Kalktı Pablo'nun yakasını kapattı ve kapıyı eliyle
açarak onun iri gövdesini, şafağın ilk alacasıyla bel­
li belirsiz ağarmağa başlamış olan meydanın, açılmış
gibi duran ağzına doğru, içi ürpererek hafifçe i t t i .
Ve Pablo'nun bütün kasları katılmış dev gövde­
sinin alacalı karaltısı meydana çıkar çıkmaz da, bü­
tün Pontino, sanki bu ilâhî «işaret parmağını» bekli-
yormuş g i b i ; sokaklara döküldü. Gerçi bunda, Pablo'
nun karşısına ilk çıkan Çilli Tores'e:
— Fırla koş kiliseye, çanı durmadan çalmağa
başla!., demesinin büyük rolü vardı ve bu civarda
Pontino kilisesindeki altınlı çan kadar güçlü sesi olan
yoktu ama, Tanrı şahittir k i , civar köyleri dahi yerin­
den oynatmağa yeterli o güçlü çan seslerine rağmen

158
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

yarım saattir korkulu gözlerini meydana dikmiş olan­


ların hepsi, gene de Pablo'nun çınar gövdesini gö­
rür görmez fırlamışlardı.
Ve tabiî az sonra da, Çavuş Martinez, karakol­
da bıraktığı iki kişi hariç olmak üzere, bütün kuvve­
tiyle oradaydı.
Pablo, bu gibi hallerde paniğe kapılanların fayda­
dan çok zarar vereceklerini bildiği için, çavuşa, şu
meşhur hoparlör tesisatından faydalanarak halka ses­
lenmenin tam yerinde olacağını söyledi. Martinez bu
işi hangisinin yapacağını pek kavrıyamadı ama, gene
de birlikte karakola koştular. Zira yayın'ın kaynağı
oradaydı. Masanın önüne gelir gelmez de Pablo hi_i
birşeye aldırmadan, er Zenos'un fişe yerleştirdiği
mikrofonu kaptığı gibi, çağlıyanlar misali konuşmağa
başladı. Bir komünist «Sabutaş» ı karşısında kalındı­
ğını, münasip bir kaç küfür de ekliyerek söyledikten
sonra, Pontino'nun bu gibi vartaları daima atlatmağa
hazır ve yeterli olduğuna geçmiş ve sonra da halki
sükûnet içinde, başkan olarak idarî yönden kendisi­
nin ve âsâyiş bakımından da çavuş Martinez'in emir­
lerine harfiyyen uymağa çağırmıştı.
Hiç vakit harcamadan ilk emrini de v e r d i :
— Şimdi dedi, yaşları altmışa kadar olan bütün
erkekler, derhal kazmalarını küreklerini alarak yuka
rı kavşaktaki ana asfaltın başında toplanacaklardır.
Kadınlar!, küçük çocuklarınızı sokağa bırakmayınız.
Hiç kimse, kapısı önünde, veya şurada burada rast­
ladığı şüpheli bir cisme, kutuya veya kabarıklığa el
sürmesin!.. Herkes kırılan camlarının kırıntılarını he­
men süpürecek, köyün iki marangozu ile demircisi,
nalbant ve saraç, köyde kalarak derhal halkın onarım

159
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

dileklerini karşılıyacaklardır... Gösterin kendinizi


Pontinolularl. Gösterin şu kızıl köpeklere ne yaman
Tekelonlar olduğunuzu!,. Haydi işbaşına şimdi!.. İsa'­
nın eli üzerinizde olsun!..
M i k r o f o n u , başkasının konuşmasına artık hiç mi
hiç yer kalmadığını gösteren bir eda içinde, çekti va
er Zenos'a uzattıktan sonra, üzerindeki uyku sersem­
liği kadar, karşısındaki adamdan taşan halkçı kudre­
te duyduğu hayranlıktan da anbale olmuş bulunan ça­
vuş Martinez'e elini uzatarak:
— Sağ ol çavuş, dedi, tabiî sen bilirsin ama, ba­
na kalırsa bir kaç eri köyde bırakarak hepsini yanına
alıp bizimle gelmelisin. Bu vatansız köpeklerin su
bendine birşey yapmalarından korkuyorum. Fırlayıp
araştırmalı çevreyi..
Ve sonra birden aklına gelmiş gibi köşede bir
eski zaman balkonu gibi duran manyetolu telefonu
işaret ederek ekledi:
— Tabiî ilçeyi haberdar etmişsindir.
Çavuşun ilk ağızda böyle birşey yapacak kadar
atılgan ve kararlı olamıyacağmı biliyordu ama, bunu
hatırlatmış ve hemen dışarı koşarken:
— Haydi kumandan ben şimdi adamların başın-;
koşuyorum, sen de işini ayarlar ve bize katılırsın..
Diyerek, ona ilçeyi haberdar etme fırsatını da
bırakmıştı.
Pablo, nefes nefese ana asfaltın kavşak yerinin
bir tarafında uzanan geniş düzlüğe geldiği zaman,
köyün erkeklerinden henüz onbeş y i r m i kadarı ora­
daydılar ve alevlerinin kızıllığı ortalığı kaplamış olan
silo yangını karşısında donmuş gibi bakmıyorlardı.
Ama az sonra ötekiler de geldiler.. Pablo, bir bakış-

160
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ta s i l o y u kurtarmanın imkânsızlığını gördü. Hattâ


ona yakın anbarı da kurtarmak ümidi pek y o k t u . Ama
en beride kalan ve iyi bir talih sonucu, diğerleriyle
arasında dar bir hendek bulunan büyük anbarı kur­
tarmak belki mümkündü. Adamlardan yüz kadarını he­
men işe koşturan Pablo, hendeğin alabildiğine ge­
nişletilmesini e m r e t t i . Beş on kişiye de, ellerine kü­
rekler vererek dama çıkarıp uçuşan yanık parçaları
bastırıp söndürmek üzere ayırdı. Artık koşuyor, ba­
ğırıyor., hendek kazanlara yardım ediyor, damdakile-

re sesleniyor ve o dev gövdesiyle, bu sinirli ve şaş­


kın kalabalığın tek dayanağı olduğunu bir daha orta­
ya koyuyordu. Bu arada unutmadı ve iki kişiyi su
bendine öteki ikisini de «tahta köprü» yönüne şevk­
e t t i . Oğlanları sırtlarından iterken:
— Yıldırım gibi gideceksiniz ve gene yıldırım

161 F.: 11
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gibi dönüp haber vereceksiniz ha!., diye de bağırıyor­


du.
Tanrı kimseye böyle felâket vermesin. Hele Pon-
tino gibi, tabiat âfetleriyle dahi pek ender karşılaşan
ve yaşantısı daha çok sükûnete doğru ayarlı bir yere
hiç mi hiç vermesin. Gerçekten yürek büsbütün da­
yanmaz oluyor böylesi karşısında... Nitekim, t a m ,
berideki anbarm artık iyice kurtarılabileceği kanısı­
na vararak yürekler ferahlar gibi olmuştu k i , önce
bendler tarafına koşturulmuş gözcüler, dalaklarını
tuta tuta geldiler ve iki ana kanalın yıkıldığını bildir­
diler. Sonra da tahta köprüye koşturulmuş iki deli­
kanlı döndü ve felâketi haber verdiler. Elleriyle kal­
çalarını döverek:
— Gitmiş güzelim tahta köprü... diye bir hıçkı­
rışları vardı k i , karşılarında taş olsa e r i r d i .
Pabio, her ikisinin de sırtlarına hafifçe dokuna­
rak:
— Ne yapalım, onarırız dedi, m i l l e t sağolsuni..
Ve yanmaktan kurtarılan anbarm durumunu da­
ha bir süre izleyip, gereken tedbirleri aldıktan son­
ra, komutan Martinez'le birlikte yanına daha d ö r t
jandarma ve beş altı köylü alarak doğru su bendine
kestirmeden kavuşan dar patikaya daldı. Omzu dibin­
de koşmakta olan Martinez'e ikide bir şu kızılların ha­
inliğinden d e n r v u r u y o r ve sayıklar gibi «elbette., el-
bettee.. yüz buldular çünkü» diye durmadan tekrarlı­
yordu!..
Aslında, o anda çavuşun içini görebilseydi, ora­
da en az kendisininki kadar bir kızıl düşmanlığının
filizlenmeğe başladığını farkedip, çenesini hiç yor-
mazdı ama, ne bilsin. Devrim diye, ne kadar kızıl it

162
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

varsa tepelerine tünetenler bunlar.. Ve ne kadar hâlis


memleket çocuğu varsa, gene aynı kızılların oyununa
kapılarak onları gerici sayan da gene bunlar değil-
miydi?. Gerçi şu Martinez çavuş, daha geçenlerde
Pabio'ya yakınlık göstermiş ve bir kızıl oyununu t e r s
kepçe etmekte pekâlâ yardımcı olmuştu ama, adam
emir kulu bu, güvenilmez ki.. Pat., yukardan kandı­
rılmışın biri ters bir emir döşenir, haydin.. ara ki bu
lasın o iyi Martinez efendiyi artık!.. Devrim dedikle­
ri o rezalet olur olmaz, bir gün öncesine kadar içten­
likle selâmlaştığı Pablo ve arkadaşlarına karşı bir
yaban ayısı gibi homurdanan şu aynı Martinez değil
miydi?..
Şüphesiz Pablo da bunları düşünmekte dip doruk
haksız sayılamaz. Nihayet Martinez neydi ki?.. Dile­
diği kadar değişmiş, istediği kadar haklıyı haksızı gör
müş olsun, alt tarafı bir köy komutanıydı bu ve aksi
gibi, sabahtan akşama kadar radyolardan bangır ban­
gır ilân edilen havaya bakılırsa, memleketin gene!
gidişi, hiç de şu Martinez çavuşun yönünde değildi.
Nitekim, çok değil, bend'de ve köprüde meydana
gelen hasarı tesbit ederek köye dönüşlerinden az
sonra, her ikisi de göreceklerdir bunu. Ve yalnız o
kadar da değii, Pontino'ya o gün nasıl olup da vak
tinden iki saat önce geldiğini bir t ü r l ü anlıyamadık-
ları gazete paketleri açılarak, köyde kapışılır kapışıl­
maz da, çok daha sıkıntılı günlerin kendilerini bekle­
diğini hemen farkedeceklerdir.
Pablo, karakolun önünde, ilk olarak çok satışlı
«Libertas» ı görmüştü. Sekiz sütun üzerine gözleri
yakarcasına dizilmiş manşette:
«— Güney Tekelonya'da patlamalar!.. Köylüler,

163
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

verilen gündeliklere isyan edip, eyleme geçtiler» de­


niyordu.
Sonra daha solda olan «Ole» gazetesine uzandı
e l i . . . ondaki tabiî daha dehşetti:
«Pontino'da isyan!» diyordu ilk başta ve onun
altında da, döktürüyordu:
«Devrime rağmen sömürülen köylüler, su bend-
lerini yıktılar, siloları ateşe verdiler,. Galeyan git­
tikçe büyüyor!»
— Vay geçmişini!., diye küfürü bastı Martin ez,

Pablo'dan önce. Sonra da elinde tuttuğu komünist


«iskra» gazetesini başkana uzatırken:
— Ulan, dedi, bu analarını şey ettiğim herifleri­
ne ba karsan, bütün bu yangınları, patlamaları, senin
kiler yapmış âdeta!.
Hırsından artık titremeğe başlamış olan Pabio,
önüne uzatılan iskra'ya şöyle bir göz attıktan sonra

164
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gazeteyi yere çaldı ve çivili pabuçlarıyla üzerinde


tepinirken, âdeta böğürdü:
— Bu bir şey değil Bay Çavuş, senin patronlar­
da bu kül yutma merakı varken, kızıllar bir gün bü­
tün fırıncı küreklerini onların ağzından sokup, uçla­
rını...
Sözünü tamamlıyamadı. Leylek bacaklarını aça­
rak gelen sırık Benito bağırıyordu:
— Gazeteciler gelmiş başkan!..
Çavuş Martinez gürledi:
— Ne zaman gelmişler be?.. Nasıl olur da habe­
rimiz olmaz?.
Benito, soluğunu düzenlemeğe çalışarak:
— Valla onu bilmem dedi. Meydan'da adamları
dizip dizip resim çekiyorlar. Hani bizimkiler de fotoğ­
rafları çekiliyor diye bir meraklı, bir hevesli ki, orası
karnaval gününe döndü!..
Çavuş Martinez'in «nasıl olur da, haberimiz o l ­
maz?» demekte şüphesiz hakkı vardı ama, Benito'-
nun bahsettiği gazetecilerin o sabah gelişini kimse­
ler de göremezdi k i ! . . Kimse göremezdi çünkü onlar
gelmemişlerdi. Daha doğrusu Pontino'dan gitmemiş­
lerdi ki, gelsinler!..
Zira, o sabah, ellerinde fotoğraf cihazları ve flâş
takımları olduğu hâlde birden bire ortaya salınıp, şa­
kır şakır resim çekmeğe başiıyan o üç delikanlı, yir-
midört saat önce Pontino'ya gelmiş bulunan üniversi­
teliler arasındaydılar ve bir gece önce diğerlerinin
şehre dönmesine karşılık, bunlar okulda, Pesos «Ho­
ca» nın yanında kalmışlar ve böyle bir görevi yüklen­
mişlerdi!..
Aksi gibi, hiç kimse de dikkat edememişti bu oğ-

165
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lanlara!.. Ne köyde görünmüş, ne de çalışanlara mu­


sallat olanlar arasına katılmışlardı bunlar. Ve tabiî,
böylece de birden bire ortaya salınmaları karşısında,
zaten akılları başlarından sıçramış bulunan Pontino-
îular hiç tmmadılar, şaşmadılar bile!. Hele işin ucun­
da bir de resim çektirmek vardı ki, hey tanrım, gel
de t u t artık bizimkileri!.. Gazeteye basılacak resim
haa!.. Şöyle civar köylerde görüldüğü zaman, yürekle­
ri kıskançlıktan kıvrım kıvrım kıvrandıracak gazete
resmi haa!.. Yooo.. Pontino'da deyme bilek böyle bîr
aşkın önüne diküemez!.. Deyme güç böyle bir hevesi
söndüremez. Hattâ adı Pablo olsa bile, doğrusu ya,
hayli zorlanır bu konuda.

Nitekim, Benito haberi getirir getirmez ok gibi


fırlayıp meydan yerine koşmuş olan bizim Pablo da
hayli zorlandı. Gerçi kimini parti binasının onarımına
koşturarak, kimini başka işlere sürerek, kimini de

166
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

çevresine toplıyarak, o vakte kadar önlerine gelene


diledikleri pozları verdirmiş olan şu sözde gazeteci­
lerin yemlerini tarumar etti ama, ne çâre.. O gelene
kadar çekilmiş kaset kaset fotoğraf, omuzlara asılmış
bulunan torbaları çoktaan şişirmiş bulunuyordu. Bu
fotoğrafların dayanak yapılacağı yazılara gelince.,
aaa.. çoktaan hazırdı onlar da!.. Hem de bir gece ön­
ceden Öğretmen Pesos ve köye gelen o koyun pos­
tu kafalı «Che» tarafından hazırlanarak bütün dost
gazetelere ve tabiî «İskara» ya gönderilmişlerdi bile!.
Zâten bir parçacık işleyen bir kafa dahî, o saba­
hın saat 4 ünde başlamış olan patlamaların, o saat­
lerde çoktaan basılmış bulunmaları îcabeden gazete­
lerde yer bulmasına imkân olmadığını, hemen anlı-
yabiiir ve böylece de bütün haberin daha patlama­
lar meydana gelmeden rotatif merdanelerini dolana
dolana sayfalara süzüldüğünü t e s b i t edebilir.
Allahı var, Pablo bunu farketti doğrusu. Hattâ
Martinez başta olmak üzere, herkese de söyledi. Ama
Pontino o anda artık öylesine dillenmiş, öylesine ön­
lenmişti ki, Pablo'nun elinden çekilip alınamasa da,
birbirlerinden kopmaz olmuş bu iki unsuru, yani o
köyle bu lideri, beraberce kaldırmışlar, bütün mem­
leketin bir fırın kapağı gibi açılmış olan ağzına atı-
vermişlerdi!..

167
17

Başbakan Neros Cavalos'un, içinde tam 12 az­


gın komünist bulunan o ünlü devrim kabinesi derha!
toplanmıştı.
Hemen hepsi genç olan komünist takım y e r i n d e
duramıyor, önlerindeki dosyaları kâğıt tomarlarını te­
lâşla karıştırıp notlar alıyor, fısıldaşıyor ve ikide bir­
de de henüz toplantıyı açmamış olan Cavalos'tan
yana sabırsız nazarlar atıyorlardı.
Komünist oimıyan ötekilere gelince, açıkça söy-
liyelim ki, onlar henüz ne olup bittiğini farketmişe
benzemiyorlardı. Durup dururken, kızıllara karşı dai­
ma aman vermemesiyle ünlü olan aşağı Tekelonya-
da bir yerde, siiolar, anbarlar yakılmağa başlamış,
köprüler uçurulmuş, bombalar patlamış, hem de bü­
tün bunlar ücretlerinin azlığına isyan eden i ş ç i l e r l e ,
toprak sahiplerinin sömürücülüğüne karşı olanlar ta-

169
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

rafından yapılmıştı. Demek k i , yamandı şu kızıllar!..


Ne yapmışlar etmişler, memleketin en güvenilir böl­
gesine bile sokulup yayılmayı başarmışlardı. Ve aca­
ba bunca yıllık iddiaları da baştan aşağı yanlış mıydı
ki., yok., yek.. Bir takım doğrular olmalıydı bunların
içinde. Hem de şöyle esaslı bir takım doğrular. Ordu
bizimle beraber dediler, işte çıktı, birader!.. Bu va­
tandaşı tanımıyorsunuz, hepsi bu sömürü düzenine
karşı dediler, işte çıktı birader!.. Hımm.. biraz hesap­
lı olmalıyım. Hele ordu da böyle olunca, mânâsı yok
artık bu adamların burnuna burnuna yürümenin, bira­
der!..
Evet işte, Cavalos kabinesinin komünist olmıyan
unsurları da, pek az istisnasıyla o anda böyle düşü­
nüyor ve toplantı başlasa da, önce kabinenin içinde­
ki ordu gözlemcilerine, sonra gittikçe kızarmağa baş­
lamış kabul ettikleri halk yığınlarına ve tabiî basına,
r a d y o y a , üniversiteye, sendikalara, bir an önce ya­
ranmanın yollarını bulsak, diye düşünüyorlardı.
Başbakan Neros Cavalos mu?.. Yoo.. affetmişsi-
niz siz onu, elbet o da düşünüyordu. Bir defa, yeni
makam arabasını düşünüyordu. Amma güzeldi ha..
Sonra emrine tahsis edilen resmî sarayı düşünüyor­
du. Amma rahattı ha.. Daha sonra hudutsuz kudreti­
ni düşünüyordu. Amma keyifti ha..
Böyle bir mevki bırakılır mı, birader?. Hoş asker­
ler daha iyisini bulur da getirmezlerse hatırım kalır
ya.. Heriflerin her dediğini yapıyoruz; hem de, hal­
ka, isteyen onlar değilmiş gibi göstererek... Herifle
r i n borusunu ve yalnız da onlarınkini, bütün devlet
işlerinde öttürüyoruz; hem de dışarıya böyle değil-
.miş gibi göstererek... Heriflerin seçtiği kızılları ka-

170
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bineye alıyoruz; hem de seçen onlar değilmiş gibi


göstererek.. Daha ne yapılır, birader?. İşte şimdi de
«Şu aşağı Tekelonya Olayları bal gibi halk hareketi­
dir, gençlerin ve sosyalistlerin istedikleri yönde bir
reform dizisi hemen çıkarılıp memleketin boynuna
geçirilmezse sonrasına karışmayız hal.» diye t u t t u r
dular. Allah vere de şu anti komünist katırlar bugün
bir direniş göstermeseler de meseleyi bizim «Patron­
ların» istedikleri yönde yürütüp hemen sonuca var-
sak... Haydi bırakalım evrak ve kâğıt karıştırmayı da
celseyi açalım!..

Ve Başbakan Neros Cavalos, işte kafasında bu


derece önemli memleket meseleleri olduğu halde ka­
bine toplantısını açtı.
— Biliyorsunuz arkadaşlar, diyordu, Tekeionya-
mızın en olanakiı ve kazanç düzeyi en yüksek bir ke­
siminde olaylar çıkmış, bazı zararlara kadar varan ha­
reketler, hattâ taşkınlıklar görülmüştür. Şerefli Te-
kelon basını ve radyomuz, olaylara gereken ilgiyi gös­
terdiği gibi, doğru teşhisi de tam yerinde ve zama­
nında koymuşlardır. Evet arkadaşlar, tam bir halk pat­
lamasıdır bu!. Önceki idarenin, akıl almaz bir gaflet
sonucu, bir t ü r l ü yapmağa yanaşmadığı reformların,
şu mübarek Tekelon toprakları ve halkı için, ne dere­
ce hayatî olduğunu göremiyenler, bu olaylardan mut­
laka ibret almalıdırlar...
Durdu, önce askerî gözlemcilere sonra kızıllara,
bindi gibi kabararak bir süre baktı ve daha sonra da,
ötekilere dönüp sağ elini masaya vura vura:
— Bu iş böyledir arkadaşlar, diye devam e t t i ,
halkın isteklerini, halkın eğilimlerini iyi kavramadı-

171
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

nız da, onu dilediğim yöne çekerim sandınız mı, i ş t e


sonunda böyle patlar o!.. Bu bir istek patlayışı, bir
reform arzusudur k i , yolumuzu da aydınlatmış bulu­
nuyor!.. Gönül çok isterdi k i , önceki iktidar böyle
bir patlayışa meydan vermemek için, Tekelonyamız
için gereken tedbirleri almış ve reformları yapmış
bulunsun... Ne yazık ki bu olmamıştır arkadaşlar!..
Hattâ tam aksine, zenginlere, yalnız zenginlere yö­
nelmiş bir ekonomik düzen büsbütün alevlenirken,
fakirin yüzüne dahi bakılmaz olmuş, mevcut gerici ve
çıkarcı düzen aynen korunmuştur...
Tekrar durdu ve gene, önce ordu gözlemcilerine,
sonra da kızıllara «aferin» bekliyen müzevir bir velet
edasıyla şişinerek baktı. Hoş, o mübareklerin de key­
fine pâyan yoktu ya.. Ve herbiri «gün bu gündür»
inancı içinde öyle bir kabarış kabarmıştı k i , biçare
anti komünistler, hani o, askerlerin sırf komünistleri
tuttuklarını halktan saklamak için g e t i r i l m i ş göster­
melik herifler, neredeyse girecek delik arayacaklar­
dı.
Neros Cavalos, etkisinden emin, önündeki birkaç
kâğıdı karıştırdıktan sonra:
— Arkadaşlar, diye lâfı sürdürdü, olayı dikkatle
incelersek, daha salim bir sonuca varırız sanıyorum
ve bu sebeple de, olayın doğuş, gelişme ve sonuç
safhalarının bir özetini yapmayı uygun buluyorum.
Bittabi içişleri bakanına söz vereceğim ve dilediğiniz
tafsilâtı size sunacaktır. Ancak ben önce olayın esas­
larına ait bir özeti sunmayı faydalı bulmaktayım.
Olay nettir arkadaşlar, pırıl pırıl net ve bir gerçeği
bütün çıplaklığı ile ortaya salacak kadar da b e l i r l i .
Eski yönetimin, bu bölge nasıl olsa zengindir, bu böl-

172
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ge nası! olsa müreffehtir düşüncesiyle, hiç bakmayıp,


yıllar yılı ihmal ettiği aşağı Tekelonya halkı, toprak
sahiplerinin kendilerine hâlâ uyguladıkları baskıdan
ve kapitalistlerin bir t ü r l ü düzeltmeğe yanaşmadıkla­
rı ücret düzeninden bunalarak, evet arkadaşlar, buna-
larak patlamıştır!. Bir defa olayın sebebi, çıkış ne­
deni, muharrik gücü bu?. Yani?. Sömürülmeğe karşı
kovuş!.. Sömürülmeğe karşı direnme!.. Bu direniş
haklıdır arkadaşlar!. Önce Başbakan olarak şunu söy-
liyeyim ki, ben bu direnişe haksızdır diyemiyorum. Se­
bepsizdir diyemiyorum. Başka tahriklerin sonucudur
diyemiyorum. Ya ne diyorum ben?. Ben diyorum k i ,
bu halk bunalmıştır, bunaldıkça kızmıştır ve kızdıkça
da patlamıştır!.
Kendini tutamıyan kavancz çGcuğu t i p l i kızıl «kal­
kınma bakanı» bağırdı:
— Bravo Sayın Başbakan!.
Ve onu gören diğerleri, tepinişmeğe, masaya
şaplaklar indirerek tezahürat yapmağa başladılar. Üç
askerî gözlemci ise, keyiflerinden neredeyse patls-
yacaklardı. Yaman herifti gerçekten şu Neros Cava-
los, bilgi desen onda, tavır desen onda, ikna gücü
desen onda, birader!.. Eh! doğrusu ya, yat desek ya­
tıp kalk desek kalkacak kadar da bize kul köle, daha
iyisi can sağlığı, birader!.. Orduya dayanmak varken
ille de halk diye tutturan o Juan Domingez belâsı
böyle miydi, birader?.. Tutalım bu adamı tutalım bi­
rader!.. Şu bizim genç bakanlar da yaman haa. Tam
zamanını nasıl da bilip, alkışı koparıyorlar. Baksana,
öteki «davarlar» neredeyse korkudan sarılık olacak­
lar.. Haydi biz de şu patırtıya karışalım da, büsbütün
ödleri boklarına karışsın ineklerin...

173
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Böylece gürültüye üç ordu gözlemcisi de karış­


tı ve Başbakan Cavalos, neredeyse keyfinden kanat­
lanıp uçacaktı artık. Bir süre tezahüratın kesilmesini
bekledikten sonra, gülerek elini kaldırıp sükûneti
perçinledi.
— Teşekkür ederim arkadaşlar, bana büsbütün
güç verdiniz. Göstermek lûtfunda bulunduğunuz bu
yakınlık ve destek, memleket olaylarına doğru t e ş h i s
koymakta daima rehberim olacaktır. Şimdili, gene
olaya geçip, diyorum ki, Pontino'da patlak veren bu
hâdise, bütün maddî zararına rağmen mutlu bir olay­
dır, getirdiği maddî hasar ve zarar ne olursa olsun,
onun binlerce misli manevî mutluluk g e t i r m i ş t i r . . .
Kızıl şımarık Lamas bağırdı:
— Daha da getirecektir!..
Neros Cavalos, başını hafif sola eğip, iftiharla
baktı arkadaşına ve sonra gülümsiyerek devam e t t i :
— Evet, aynı f i k i r d e y i m elbet daha da getirecek­
tir. Getirecektir ama...
Gene durdu ve ince dudaklarını çok bilmiş bir
edâ ile çarpıtarak bir süre sırıttıktan sonra:
— Biz bu halk patlayışından, bu örnek halk ika­
zından gereken dersi iyi alabilir, ondaki reform aş­
kının varlığını iyi görebilirsek tabiî.
Kavanoz çocuğu tipli kalkınma Bakanı, sol yum­
ruğunu kaldırarak viyakladı:
— Bu dersi alamıyanların yeni düzen içinde yer­
leri olamaz...
Bir yandan da, ne yapacaklarını ve ne diyecekle­
rini büsbütün şaşırmış olan sözüm ona antikomünist-
lere bakıyordu.

174
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Başbakan Cavalos, bakımlı beyaz ellerini hafif­


çe kaldırarak, bu şımarığı cırtlak oğlanı durdururken:
— Sakin olunuz arkadaşlarım dedi, heyecanınız­
d a n temizliği görüyorum., ama ben eminim k i , böyle
bir olaydan gereken dersi almıyacak, hem de yenil­
mez ordumuz tarafından yapılan devrimin paralelin­
de bir ders almıyacak hiç kimse yoktur aramızda!.
Aynı pis sırıtış içinde antikomünistleri süzerek
ekledi:
— Bilmem yanılıyor muyum?.
Berikilerin hepsi, elektrik akımı verilmiş gibi,
başlarım iki tarafa yelpazelediler ama, içlerinde ses
çıkaran yalnız, aynı safta göründüğü halde, çoktaan
kızılların oyuncağı olmuş bulunan «Gezinti Bakanı»
Zifiros oldu. Herifçioğlu:
— Devrimin gereği yapılacaktır. Yenilmez ordu-

175
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

nun kölesiyiz ve bununla da övünüyoruz!, diye öyle


bir bağırış bağırdı ki, kavanoz çocuğu t i p l i kalkınma
bakanı başta olmak üzere, t ü m kızıllar dahi şaştılar.
Hattâ İş Bakanı İgnacio yanındaki Kültür Bakanı Te-
pito'yu dürterken, mırıldandı bile:
—• Lenin'i inkâr edeyim k i , bu herif bu gidişle ya­
kında bizi dahi gölgede bırakır!..
Başbakan Neros Cavalos'un keyfine artık tam
anlamıyla hudut y o k t u . Ordu gözlemcilerine dönerek:
— Şunu inanarak ve hergün biraz daha artan bîr
güven içinde haykırarak söyliyeyim ki, hükümetimiz
yekpare bir kütle olarak emrinizdedir ve her arzunu­
zu hiç tartışmasız memleket gerçeğinin ta kendisi
saymağa daima amadedir!..
Her üç gözlemci de, gururlarından şişinerek te­
şekkür ettiler. Ve Neros Cavalos, devam e t t i :
— Şimdi arkadaşlarım, ben derim k i , evet bir
Başbakan olarak, memleketin bütün dertlerine çâre
bulmak için yenilmez ordu tarafından görevlendiril­
miş bir Başbakan olarak derim ki, olayın teferruatını
bir kenara bırakalım ve hiç vakit kaybetmeden bize
doğruca halk tarafından uzatılan dersin çekirdeğini
ele alalım. Nedir bu çekirdek?. Bu çekirdek, bugüne
kadar uygulanan tutucu düzeni baştan aşağı değiştir­
mektir arkadaşlar!.. Yani tepeden tırnağa kadar inen
bir reform dizisini, sür'atle memlekete yaymaktır.
Lâfın burasında İş Bakanı İgnacio ve İstikamet
Bakam Melino'nun kollarını kaldırıp söz istediklerini
gördü ama, hiç tınmadı:
— Şimdi arkadaşlar, diye devam e t t i , huzurunuz­
da bu çekirdeğin içini açıyorum. İlk parça olarak ne
görüyoruz?.

176
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

İyiden iyiye ambale olmuş bulunan sözde antiko-


rnünistler, sanki ortada gerçekten bir çekirdek var­
mış da, hikmeti hüda bir türlü göremiyorlarmış gibi
huzursuz bir kıpırtıyla öne eğilip Neros Cavalos'un
ellerine baktılar. Başbakan üsteledi:
— Evet, ilk parça olarak ne görüyoruz?.
Kimsenin birşey gördüğü y o k t u , hele şu biçare
antikomünist göstermeliklerin artık Cavalos'un elleri­
ni bile görecek hâlleri kalmamıştı ama, Kalkınma Ba­
kanı, o kavanoz çocuğu oğlan, bu hayalî çekirdeğin,
hayalî parçalarını hemen görmüş olmalı k i , ciyak c i ­
yak bağırdı:
— İlk parça elbet toprak reformudur!.
Elini masaya indiren Başbakan Cavalos gürledi:
— Tamam arkadaşlarım, ilk parça elbet toprak
reformudur. Ve derhal bunu ele alıp gerçekleştirece­
ğiz. Ben şunu teklif ediyorum ş i m d i . Kalkınma Baka­
nı arkadaşıma bu görevi verelim, hemen ekibini kur­
sun ve kısa zamanda bize bir tasarı getirsin. Tabiî or­
du gözlemcisi muhterem arkadaşlarımız, bu konuda
kendisine gereken bilgiyi vereceklerdir.
Kalkınma Bakanı ağzını kulaklarına kadar yayan
bir sırıtış içinde, teşekkür e t t i . Kızıllar seçmeden
memnun gülümsediler.
Neros Cavalos, hiç durmadan lâfı sürdürdü:
— İkinci parça, yâni o çekirdeğin içinden çıkan
ikinci parça ise, elbette kültür reformudur arkadaş­
lar. O halde, şimdi hemen bu görevi de pek değerli
Kültür Bakanı arkadaşımın başkanlığında, kendi se­
çeceği bir reform heyetine veriyorum!.. Ve gene ina­
narak, güvenerek iddia ediyorum k i , halkımızın ihti­
yacı olan kültür reformu, toprak konusunun asla ge-

177 F. : 12
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

risinde değil, hattâ onun dahi üzerindedir. Geçmiş


iktidarın ve ondan daha öncekilerin, Tekelon çocuk­
larını, bîr takım köhne geleneklerin pençesinde bı­
rakan, onları birer t u t u c u , birer gerici olarak yetişe
tirmekten başka bir sonuç vermiyen s i s t e m i , devrim­
le birlikte alt-üst olmalı ve artık Tekelon çocuğu, ba­
basının önünde sessiz, hocasının önünde saygılı bîr
uyuşukluk içinde kalmamalı arkadaşlar!. Tekelon ço­
cuğu devrimin temel taşı olmalı ve şayet bu devrimi
anlamayan babasıysa bu taş onun kafasına, hocasıysa
onun başına inmekte tereddüt e t m e m e l i ! . Benim kül­
tür reformundan anladığım budur ve sanıyorum k i . . .
Gene durdu ve aynı çarpık gülüşle, ordu gözlem­
cilerine baktıktan sonra, devam e t t i :
— Sanıyorum ki, devrimi gerçekleştirmiş olan
güçlerin fikrî de bundan farklı değildir!.
Gözlemciler tasdik anlamında başlarını salladı­
lar. Aslında o esnada üçü de, daha çok «acaba şu çe­
kirdeğin içinden Batı ülkelerine doğru şöyle baldan
tatlı birkaç inceleme gezisi de çıkar mı?» diye da-

178
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

iıp gitmişlerdi ama, gene de Başbakanın sorusuna


başlarını salladılar işte.
Ve Neros Cavalos, önündeki kâğıtları birdenbire
destelîyerek :
— Şimdi arkadaşlarım dedi, geriye Tekelonya'da-
ki özel teşebbüs elinde bulunan t ü m fabrikaların dev­
l e t l e ş t i r i l m e s i , bankaların gene devlet eline verilme­
si gibi hayatî konular kalıyor ki, bunların hepsi de o
çekirdeğin içinden çıkmıştır ve hızla gerçekleştiril­
meleri şarttır. Yalnız bu konuda ben derim ki, çok
daha hesaplı ve çok daha dikkatli olmak zorundayız.
İş Bakanı İgnocio patladı:
— Nedenmiş o?
— Anlatayım, dedi Cavalos gözlerini hafifçe sü­
zerek, Tekelcnya'daki sanayi sektörü, toprak sahibin­
den farklıdır. Ötekinin bir organizasyonu yok, halbu­
ki bu öyle değil. Ve işte bundan dolayıdır ki, biz on­
lar için, dışarda başka söylemek, ama içerde gene
bHdiğimizi yapmak ve her t ü r l ü hazırlığımızı tamam­
layıncaya kadar da bu iki taraflı davranışı sürdürmek
durumundayız. Zekâ bunu emreder, akıl ve bilgi de
bunu âmirdir.
Dalkavuk Gezinti Bakanı atıldı:
— Memleket gerçekleri de!..
— Elbette, dedi Cavalos, memleket gerçekleri de
bunu emrediyor.
Sonra İş Bakanı İgnocio'ya dönüp sordu:
— Bir itirazınız var mı?
Pis pis güldü İgnocio:
— Neden olsun, dedi, heriflerin canlarına oku­
yalım da, ister açıklayarak yapalım bunu, ister yüz­
lerine gülüp arkadan şişleyerek...

179
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ve yüzünü kinin çiğnemiş gibi buruşturarak ho­


murdandı:
— Pis kapitalistler!.. Canlarına t ü k ü r m e l i topu­
nun!..
Neros Cavalos aynı çok bilmiş edâ içinde kasıla­
rak, küfrü duymazlıktan gelip devam e t t i :
— Değerli arkadaşlarım, görülüyor kî, aramızda
hiçbir konuda en küçük bir ayrıcalık yoktur. Bu se­
bepledir ki, Devrimi yapan ve onun hizmetine koşan
güçler olarak huzur içindeyiz. Geriye kala kala küçük
bir parça olan bu huzuru halka da yaymak kalmakta­
dır ki, şimdi bir yandan hepiniz faaliyetinizle, diğer
taraftan da ben bu faaliyeti hükümet olarak halkımı­
za bildirmekle, meselenin bu bölümünü de halletmiş
olacağız.
Kalkınma Bakanı hemen atıldı:
-— Derhal bir hükümet bildirisi yayınlanmasını
teklif ediyorum.
Cavalos sırıttı:
— Biraz sabır gösterebilseydiniz, aynı noktaya
gelmekte olduğumu görecektiniz. Evet hemen bir
hükümet bildirisi yaymlıyacağız. Bu b i l d i r i , şüphe
yok, Pontino olaylarını mihrak yaparak, halkımıza
huzur ve güven veren bir istikamette olmalıdır. Şim­
di ben, Kalkınma, İstikamet, İş, Gezinti, Maliye ve
Ziraat Bakanlarından kurulu bir hey'etin hemen, yan
odada toplanarak böyle bir bildiriyi kaleme almala­
rını teklif ediyorum.
Durdu aynı pis sırıtışla etrafına bakındı ve son­
ra seçtiklerine dönerek:
— Buyrun arkadaşlar dedi, sizi bekliyoruz, ba­
şarılar dilerim.

180
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

A l t ! Bakan şişinerek doğruldular. Yalnız Mali­


ye Bakanı Zamatos duraksamıştı. Cavalos, çocukluk
arkadaşı olan ve suratı daha çok gözlük takmış bir
t i l k i y i andıran bu adama hayretle bakarak sordu:
— Ne oldu Bay Zamatos, bir diyeceğiniz mi var?
Sözde antikomünistler safında olan Zamatos
güiürnsemeğe çalışarak:
— Şey.- Sayın Başbakanım dedi, bir meseleyi
daha önce burada karara bağlasak diyorum.
Birden müthiş bir sükût oldu. Ordu gözlemcile­
ri dahi daldıkları hayâllerden silkinip merak kesil­
m i ş l e r d i . Neros Cavalos, kaşlarını hafifçe çatarak
sordu:
— Nedir o mesele?.
Zamatos, önündeki notlara baktı, kâğıtlarını şöy­
le bir karıştırdı ve bir süre sükûtu nasıl dağıtacağı­
nı şaşırmış gibi dudaklarını kemirdikten sonra:
— Şey., dedi, Pontino olaylarından şüphe yok
zatıâiinizin çıkarıp bizlere sunmak lûtfunda bulun­
duğunuz anlamlar dışında bir mâna çıkarmak müm­
kün değildir. Yalnız...
Ordu gözlemcilerinin biri boru gibi sesiyle atıl­
dı:
— Yalnız ne?.
— Efendim, dedi bu defa hafifçe titreyen bir
sesle Maliye Bakanı, malûmuâiileridir k i , Pontino
olayının bir de maddî hasar tarafı var. Hazırlıyacağı-
mız bildiride bu hasarın karşılanıp karşılanmayacağı
meşkûk bırakılırsa, halkın üzerinde...
Ama sözünü tamamlıyamadı k i . . . Aman efen­
dim zavallı Maliye Bakanı sanki Pontino'da yakıp yı­
kılan öteberinin sözünü etmemişti de, şu 12 komü-

181
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

nist Bakanın butlarını tutuşturmuş, burunlarını kıs-


kaçlamıştı. Ve galiba biraz da onların yanısıra ordu
gözlemcileriyle o dalkavuk Zifiros'un da bir taraf­
larına birşeyler sokmuş olmalıydı k i , hepsi öyle bir
kükreyiş kükrediler ki, biçare t i l k i Zamatos, söyle­
diğine söyliyeceğine bin pişman oldu ama, ne çare!.
Masalar yumruklanıyor, kâğıtlar havalanıyor, kalem­
ler bloknotlar yerlere çalınıyordu. En büyük patırtı­
yı da Kalkınma Bakanı oğlanla, Kültür Bakanı Tepito
kopanyorlardı.
— Ne demek efendim, diyorlardı, Pontino'da si­
lolar ve anbarlar yakılmışsa, bunlar devletin malı
değildir. Sömürücü kapitalistlerin, halktan alarak
yaptıklarını, halk onlara, daha fazla bırakmayıp yak­
mıştır!.. Şimdi bunları tazmin mi edeceğiz?
Ve Sanayi Bakanı sinsi A l b e r t o ekliyordu:
— Ödemek ha?.. Ödemek!.. Yani soyguncu ka­
pitalistin soyarak elde ettiği malı, devlet olarak
meşru sayıp zararını kabul etmek ve karşılamak ha!.
Aslında, Başbakan Neros Cavalos da apışıp
kalmış ve hele devrimcilere karşı, müthiş bir mali­
yeci olarak öne sürüp kabul ettirdiği bu mahalle
arkadaşının şimdi böyle bir öfke doğurması karşı­
sında iyice şaşırmıştı ama, asıl perişan olan tabiî
doğruca o zavallı Zamatos'tu!.. Bir o yana dönüp:
— Müsaade buyurun, onu demek istemedim! di­
ye yalvarıyor, bir bu yana eğilip:
— Arkadaşlar, izin verirseniz anlatayım!, diye
yakarıyordu ama, kim dinler artık!..
Komünistlerin tümü birden, babaları tutmuş ara­
ba dönmüşlerdi bir kere. Hele saatlerden beri, hep
kendi konuşarak, hiç birine boşalma fırsatı verme-

182
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

mis bir sersem şefin de, artîk ipin ucunu kaçırma­


sından faydalanmışlar ve öyle bir kükremeğe koyul­
muşlardı ki, koridorda dizili nöbetçiler dahi akseden
sesler karşısında betleri benizleri kül kesilerek do-
nakalmışlardı!.
Hemen bütün tarihçilerin, Tekelonya'da daha
sonra cereyan eden olayların başlangıç noktası ola­
rak, o günkü hükümet bildirisini görmelerinde şüp­
he yok hayli isabet vardır. Gerçi pek çokları böyle
bîr belgeyi, sonradan doğan olayların dayanağı ya­
parken, onu yaratan o tarihî celseyi bir hayli yalan­
la dolanla süslemekten kendilerini alamamışlardır.
Tabiî bu arada bir kısımları da, korumak istedikleri
tipleri o günkü oturumda bambaşka bir davranış
içinde gösterme gayretinden de kurtulamazlar. Ama
ne söylerlerse söylesinler, gerçeğin ışığı size an­
lattıklarımdan farklı değildir ve bıraktığım tarihte
hâlâ var olan bir avuç taraftarı gene aksi noktada
direniyorlar mı bilmem ama, meselenin bütün yükü
doğruca o ahmağın ahmağı Neros Cavalos'un omuz-
larındadır bence!..
Evet, kabinedeki şamata tam yarım saat sürdü.
Ve neden sonra, kendiliğinden yatışır gibi olan orta­
lığın, soluklu, hışırtılı, homurtulu hâlini bir süre da­
ha kuşkuyla izleyen Neros Cavalos, nihayet:
— Rica ederim arkadaşlar, dedi, Maliye Baka­
nı arkadaşım, hiç şüphe etmem k i , hasara uğrayan
mallar derken, kapitalistlerin varlıklarını kasdetmiş
olsun. Nasıl böyle düşünebilir k i , bugün yapmayı ka­
rar altına aldığımız reformlar arasında bulunan bü­
tün devletleştirme hamlesi, bu değerli arkadaşımın
.uhdesine verilmiş bulunuyor ve kendisi de buna hiç

183
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bir itirazda bulunmamakla, kabul etmekten müftehir


olduğunu ifade etmiş demektir,
OoohL. Hem de öyle bir oh ki, şu Maliye Ba­
kam Zamatos herhalde ömrü boyunca böylesini çek­
memiştir. Nitekim, ter içinde kalmış suratını ve boy­
nunu silerken, az daha gözlüklerini düşürüyordu. Ve
Başbakanının lâfı biter bitmez de atıldı:
— Pek muhterem arkadaşlar, kasdım sadece
devlet mallarına a i t t i . Yani uçurulan köprü, yıkılan
su kanalları ve bir de tahribolan köy binalarıyla mey­
danı kasdetmiştim bendeniz. Yoksa, tam bir soygun
düzeninin toprak sahibi ettiği kişiler tarafından yap­
tırıldığını, görevim dolayısıyla hepinizden iyi bilmem
iktiza eden, bir takım ç i f t ç i silo ve ambarları yakıl­
dılar diye devlete tazminat yüklemek f i k r i , bu baş­
ta beliremez arkadaşlar!
Bu sırada sağ elinin şahadet parmağıyla da dur­
madan kafasına dokunuyordu. Genzini kazıyarak de­
vam e t t i :
— Eğer bu başta böyle bir f i k i r doğarsa, onu
koparırım arkadaşlar, koparır ve gene kendi ellerim­
le devrimcilerimizin ayaklan dibine fırlatır atarım.
Bu sırada da, hafifçe sırıtarak, ordu gözlemci­
lerine bakıyordu.
Neros Cavalos, arkadaşının paçayı kurtarmış
olmasından memnun elini kaldırdı:
— Yeter sayın arkadaşım, mesele aydınlanmış,
bir yanlış anlama sür'atle ortadan kalkmıştır. Aslın­
da bunun dahi devrim heyecanından doğmak gibi bir
asaleti vardır ki, en fazla gene sizin takdir edeceği­
nizden emin bulunuyoruz.

184
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ve sonra eilerini büyük toplantı masasının ke­


narına dayıyarak, lâfı hemen noktaladı:
— Toplantıyı kapatıyorum. Şükranlarımı, devrim
adına hepinize şükranlarımı sunarım. Bildiriyi hazır­
lamak üzere, görevli arkadaşların derhal yan odaya
geçmelerini rica ederim. Sizi burada bekliyeceğiz.
A l t ı Bakan hemen kalktılar ve Maliye Bakanını
en arkada bırakarak yandaki küçük salona geçtiler.

Tarihçi nin sonradan çıkan pek çok olayın kay­


nağı saydığı bildiri işte bu küçük salonda dünyaya
gelmiştir. Hem de hakçası, umulanın aksine hiç pa­
tırtısız!.. Patırtısız doğdu, çünkü Kalkınma Bakanı,
odaya geçer geçmez cebinden çıkardığı bir kâğıdı
hemen ortaya koydu ve tane tane okudu. Komünist­
ler başlarıyla tasdik ettiler. Diğer bîçareler ise, tek
kelimesini dahi değiştiremiyeceklerini bilmekten do­
ğan bir hoşgörü içinde dinlediler. Ve sonra hep bir-

135
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

l i k t e tekrar kabine toplantı salonuna geçildi ve Ñe­


ros Cávalos önüne getirilen kâğıdı dikkatle okur gi­
bi yaptıktan sonra, gülüşlerinin en yapmacığını du­
dağına takarak bağırdı:
— Tebrik ederim, arkadaşlar, böylelikle devri­
min bütün ilkeleri en güzel ifadesini sayenizde bu­
luyor. Sonuç, hepimize kutlu ve mutlu olsun!..
Bir saat sonra, memlekette bütün rotatifler aç
kurt dişleri gibi takırtılar çıkararak dönüyor ve mey­
dan hoparlörlerinin teneke göbekleri, Ñeros Cávalos
hükümetinin devrim ilkeleri olarak açıkladığı bildi­
riyi bütün dünyaya yayıyordu!..
Neler yoktu ki bu bildiride. Önce Pontino olay­
ları övüle övüle göklere çıkarılıyor ve hâlâ camlarını
onarıp, fırlayan meydan taşlarını nasıl yerleştirecek­
lerinin şaşkınlığı içinde olan Pontinolular, özlenen
reformların birer kahraman bayraktarı olarak sıralan­
dıktan sonra, gericiliğin ve tutuculuğun tam anla­
mıyla şöyle bir içine tükürülüp, başlıyordu artık re­
form müjdeleri sıralanmağa. Topraklar, hemen sa­
hiplerinin elinden alınarak, köylülere dağılacaktı.
Hiç bir toprak sahibinin elinde elli dönümden fazla
toprak bırakılmıyacaktı. Üstelik toprak alınacaktı
ama, bir ödeme yapılmıyacak, kamulaştırılan parça,
o güne kadar kaçırıldığı • kabul edilen vergilere kar­
şılık tutulacaktı.

Ya kültür reformu?. Hey Tanrım, bildirinin bu­


rasında, üniversite öğrencileri öyle bir göklere çı­
karılıyor, buna karşılık bir takım gerici ve tutucu ho­
calar öylesine yerin dibine sokuluyordu k i , Pontino
meydanındaki hoparlörlerden, parti binasının içine

186
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

dolan sesi bir süre dinledikten sonra, paytak Anto-


nio bile meseledeki tutarsızlığı kavramış v e :
— Oha., demişti, fırlamalar zaten okumamak
için bahane arıyorlardı, şimdi seyreyle sen artık soy­
tarılığı!..
Ve sonra, masanın başında elindeki gazeteyi he­
celiye heceliye okumağa çalışan ihtiyar Manuel'e
dönüp e k l e m i ş t i :
— Manuel amca be!. Sen bizim Başkana dağa
çıksak mı dedindi de kızmıştı ya, hiç hacet kalma­
d ı . Baksana İsa hakkı için, bizden önce hükümet çık­
mış dağa be!..

187
78

Ve artık kızılların işi işti gerçekten. Daha doğ­


rusu onlar Neros Cavalos hükümetinin bu bildirisiy­
le, yıllardır özledikleri sonucun tam anlamıyla çan­
taya girmiş bir keklik olduğuna inanmışlardı. Bir
defa pekçoğu o on i ki kızı! Bakanın hesaplı kitaplı bir
sinsilik içinde yürüttükleri plân gereğince, devletin
en önemli kesimlerine birer ikişer kurulmağa başla
dılar. Sonra da iyiden iyiye sokağa taşmış olan mili
tanları marifetiyle dâvaları adına nerede bir tıkanık­
lık görmüşlerse. orayı zorlamağa koyuldular..
Hesapları açıktı: Madem kolayca tertipliyebildik-
lerî bir olaylar dizisini, diledikleri yönde yorumlata^
biliyor ve madem buna pek müsait bir hükümeti de
elde tutabiliyorlardı, o hâlde dayan gitsin!.. O hâl­
de nerede bir zorluk görürsen yık, ez, tahrib et, git­
sin!..

189
PABLO'NUN GÜLÜvŞÜ

Doğrusu ya, ilk ağızda büsbütün şaşkına dön­


müş olan Tekelon halkına karşılık, yalnız Özgürlük
Partisi lideri Juan Domingez'dir ki, Başbakan Neros
Cavalos'un tutumunu ve o ünlü bildirisini, gereğin­
ce değerlendirmiş ve işte ilk defa bu vesile iledir
ki, o vakte kadar açmadığı ağzını hemen açmak zo-
runluğunu duymuştur.
En az altı kez, radyoda bildirisinin açıklamasını
yapmış olan Başbakan Neros Cavalos'un son konuş­
masını da dinledikten sonra, radyonun düğmesini
çevirmiş ve etrafındaki arkadaşlarına:
— Baylar d e m i ş t i , artık susamayız! Konuşmak
ve önce halka, sonra da çok yanlış bir tutumun içi­
ne g i t t i k ç e sürülmekte olan vatansever ordu safla­
rımıza tehlikenin büyüklüğünü anlatmak zorundayız!..
Domingez'in başkentteki iki katlı mütevazi vil­
lasında toplanmış sekiz arkadaştılar.. Hepsinin bet­
leri benizleri kül gibiydi. Dalgın gözlerle önlerine
bakıyorlar ve camları kamçılayan yağmur sanki sırt­
larını ıslatıyormuş gibi, huzursuzca kıpırdanıyorlar­
dı.
Domingez, kara yağız hizmetkârın g e t i r d i ğ i , te­
kila şişesiyle kadehleri doldurduktan sonra:
— Önce biraz hele içimiz ısınsın, dedi, haydi
sıhhatinize baylar!..
Kadehler hemen boşaldı. Sert i ç k i , kül renkli
benizleri hemen pembeleştirdi ve Domingez hiç va­
kit harcamadan hemen konuşmağa başladı:
— Bu Neros Cavalos ahmağının ne yapabilece­
ği, daha doğrusu ne yapmak istediği bugüne kadar
tam bir açıklığa kavuşmamıştı. A m a şimdi herşey
apaçık ortadadır ve bu adamın etrafına kümelediği

190
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bir avuç kızıla âlet olmaktan ötede hiç bir şey ya-
pamıyacağı anlaşılmıştır. Bu arada asıl zararı çeke­
cek olan da tabiî memleket. Ve işte bunun içindir
ki, artık daha fazla susamayız.
Masanın ortasındaki tekila şişesine doğru,
hamle eden, Orlando Kuvas, boşalmış kadehini t e k
rar doldururken, sordu:
— Nasıl bir konuşma yapmayı düşünüyorsunuz
Sayın Başkanım?.
Domingez, ordu müdahalesine kadar, Dışişleri
Bakanlığı yapmış olan Kuvas'a, bir süre dalgın dal
gm baktıktan sonra:
— Gayet açık dedi, komünistlerin isteklerini
yaparak, onları susturma yolunun yanlış olduğunu
söyliyeceğim. Bunun komünistleri büsbütün azdır­
maktan başka bir sonuç veremiyeceğini anlataca­
ğım...
Ve birden elini masaya güm diye indirerek ba­
ğırdı:
— Bundan sonra Tekelonya'nın büsbütün altını
üstüne getireceklerine inandığım içindir k i , kızıllar
üzerine daha çok dikkat çekmeğe çalışacağım. Bi­
zim görevimizdir bu ye ben inanıyorum ki, bir avuç
kızıl lâfazanın ağız kalabalığına inanmış olanlar dı­
şında, bütün halk kütleleri ve yenilmez ordumuzun
çoğunluğu bilhassa bu bildiriden sonra, tehlikeyi da­
ha açıklıkla göreceklerdir...
Eski millî eğitimci Nantes, filozofça başını sal-
lıyarak Başkanı onayladı:
— Aynı kanıdayım Sayın Başkanım, İsa hakkı
için, kızılların azgınlığına sınır yoktur artık ve böy-

191
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

1e olunca da doğacak olayların mutlaka bir sorum­


lusu da aranmağa başlıyacaktır. Yalnız...
Domingez, arkadaşının sözünü kesti:
— Biliyorum nereye geleceğini.. Hükümetin ve
onu şimdilik destekler görünen ordunun tutumu kar­
şısında, her isteklerini yaptırabileceklerine inanan
kızıllar, isteklerini arttırdıkça, bunların karşılanması
güçleşecek ve o güçlük başgösterince de bu defa
kızıllar tıpkı Pontino'da yaptıklarına benzer eylem­
lere girişecekler, eylemler sıklaşınca da getirilmek
îstenen refah ve huzur büsbütün kaçmış olacak, böy­
lece de tamamen elden giden o refah ve huzura
karşılık bir sorumlu aramak zorunluğu duyulacak..
Hah., işte tam o noktada ille de doğrularla eğrilerin
ayrılması şarttır. Oyuna meydan açıp, memleketin
altını üstüne getirenlerle, oyunun yanlışlığını ve so­
nucun kötülüğünü söyliyenlerin mutlaka ayrı tutulma­
sı lâzımdır. Ve işte bunun içindir ki, şimdiden sonu­
cunu gördüğümüz bu gidişin tersliğini söylemek zo­
rundayız.
Eski Dış Bakanı sigarasından derin bir nefes
çektikten sonra sordu:
— Benim endişem, bu arada, iddialarının tama­
men tersi çıkmış olanların, kusuru kendilerinde arı-
yacak yerde gene bizlere dönmeğe kalkışmaları ih­
timalidir!..
Domingez güldü:
— Olabilir. Ama uzun süre sökmez bu! Zira,
bizim haykırdığımız ve daha da haykıracağımız ger­
çeklerin her gün büsbütün elle tutulur hâle gelmesi,
karşımızda kümelenmiş gruplar arasında da bir vic­
dan muhasebesi yaratacaktır. Hele yenilmez ordu-

192
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

muz içinde bu daha çok olacak ve artık doğrudan


doğruya kendilerine karşı çıkmış bir durumda boy
gösterecek olan kızılları desteklemeleri mümkün
olamıyacaktır!..
Durdu., yutkundu ve tekilasından okkalı bir yu­
dum aldıktan sonra:
— Asıl mesele, diye devam e t t i , bugünün ger
çeklerini ve yarın olacakları söylemekte değil ben­
ce. Bunları iyice duyurmakta, söylendikleri gibi halk
kütlelerine intikal ettirecek araçları iyi kullanabil­
mektedir.
— Çok doğru, diye atıldı eski Millî Eğitim Ba­
kanı, bu konuda gerçekten güvencimiz az!.. Radyo
malûm, bizleri neredeyse vatan dışı sayacak, gaze­
telere gelince... valla.. sayın Başkanım, bir kaçı
müstesna, diğerleri konuşmanızı elbet gene de alıp
verirler ama, öylesine bir tahrik oyununu da hemen
peşine "eklerler k i . . .
Domingez güldü:
— Bütün bunları göze alacağız. Ben, doğruyu
olduğu gibi aksettirecek t e k vasıta da olsa onu ge­
ne de yeterli bir güç sayarım ama, asıl endîşem
burada değil. Doğruyu yazacak olanların bir baskıya
uğramalarından ve böylece de onları zarara, bir ta­
kım ıztıraplara sürmüş olacağımızdan korkuyorum.
Ama ne yapalım, katlanacağız buna da.. Hem biz,
hem de onlar, müştereken katlanacağız!..
Orlando Kuvas, endişe ile başını salladı ve son­
ra birden aklına gelmiş g i b i :
— Sayın Başkanım dedi, acaba biraz daha bek
lesek ve olayın inkişafını bir süre kolladıktan son­
ra...

193 F. : 13
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Domingez'in kaşları çatıldı., elini arkadaşının ko­


luna bastırarak sözünü k e s t i :
— Ben anlatamadım galiba maksadımı, dedi,
ben diyorum kî, ortadaki hâdise, bu Neros Cavalos
kafasızının kızı! oyunlara kolayca âlet olabilmesi ve
dolayısiyle de kendisinden birşeyler bekliyen halkı ve
ordu çoğunluğunu, yarın hiç ummadıkları bir takım
yeni azgınlıklar karşısında bırakacağı gerçeğinden*

ibarettir. Bu gerçeği, ortaya çıktıktan sonra söyle­


mek hiç bir anlam taşımaz. O zaman hiç şüpheniz
olmasın ki, şimdi aksi yolu tutmuş olanların hepsf
de zâten bunu hemen haykırmağa başlayacaklardır.
Oyunu tersine döndüğü gün siz şu Neros Cavalos
ahmağının İsrar edeceğini sanıyor musunuz?. Ne
münasebet!. Valla sizden benden daha ateşli bir ko-

194
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

münist düşmanı kesitir.. Ve üstelik döner de bizle­


re karşı dahi aynı çalımı satmağa kalkışır!..
Hepsi başlarını salladılar, Domingez devam et­
ti:
— Hah., işte bundan dolayıdır ki, hemen konu­
şacağım...
Gece yarısından çok sonraya kadar sürmüştü
bu sohbet. Ve sabaha karşı, yedisi de bir kaç ay ön­
cesine kadar Bakan olan bu çaresiz politikacı top­
luluğu, kimi yakındaki evine yaya olarak, kimi de
köşe başından çevirebildikleri bir taksiye dolarak
evlerine gittikten sonra dahi, Domingez'in çalışma
odasındaki ışık, güneş doğuncaya kadar sönmemişti.
Harıl harıl yazdı Özg rtisi Genel Başka­
nı. Gözleri çakmak çakmak -parlıyarak durmadan
yazdı ve arkadaşlarının endişeleri aksine Tekelon-
ya'daki asker sivil pek çok gözü açmış olduğu mut­
lak olan nutkunu bitirip defaatle gözden geçirdikten
sonradır ki, huzur içinde yatağına çekilebildi.
O günün akşamı, gerçi umduğu gibi, radyo bu
nutku, şurasından burasından kırparak verdi ve ço­
ğunluğu kızıl kazan içinde kaynıyan bir basın da ge­
ne umulan tahrik oyunlarını hemen peşine ekledi
ama, iki üç doğrucu gene de y e t t i .
Nitekim, aradan bir y i r m i d ö r t saat geçmemişti
ki, Tekelonya'da, hangi taraftan olurlarsa olsunlar,
istisnasız herkes, Domingez'in konuşmasını biliyor
ve bunun tartışmasına girmiş bulunuyordu.
Bir «umulan» daha oldu: Başbakan Neros Ca-
valos, en kıskandığı bu adamın konuşmasından, bir
ikaz anlamı çıkaracağı yerde, gene o 12 kızılın etki­
siyle, tamamen ters anlamlar icadederek küplere

195
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bindi ve arabasına atladığı gibi, soluğu ordu Baş­


komutanının odasında aldı.
Neros Cavalos, büyük bir çalım içersinde kası­
larak, kendisine saygıyla kapı açan yaverin önün­
den odaya daldığı zaman, Başkomutan Munos Cıbı
ros da, kumandanlarını toplamıştı ve Domingez'in
konuşması üzerinde açılan tartışmayı izlemekteydi.
Başbakanın geldiğini gören odadakiler, hafifçe
kıpırdıyarak selâmladılar.
— Buyrun, dedi aşikâr bir sıkıntı içinde görünen
Cıbıros.
Neros Cavalos, pürazamet oturdu ama, hakçası,
müthiş bir infial içinde olacaklarını tahmin e t t i ğ i ,
daha doğrusu böyie olmalarını yürekten istediği as­
kerlerin durgunluğu karşısında, hayli de sarsılmıştı.
Hele hiç birine söz bırakmadan şu sayın Başkomu­
tan Cıbıros'un:
— Evet Bay Cavalos, şimdi sizi dinliyelim!..
Juan Domingez'in konuşmasını enine boyuna tartış­
mış bulunuyoruz... deyivermesi üzerine doğrusu ya,
yüreğindeki hoşafın yağı büsbütün k e s i l i v e r m i ş t i .
Bir süre çevresindekileri süzdü. Tanıdığı mü­
meyyizlerden yardım dileyen iltimasa alışık bir öğ­
renci edasıyla, hepsinin yüzlerine teker teker baktı
ve sonra, derin bir soluk koyvererek:
— Hâdise açık, dedi, adam başarımızı kıskanı­
yor ve bizleri hırpalamak için yeni yeni oyunlara ha­
zır olduğunu artık saklıyamıyor.
Cıbıros, aynı donukluk içinde sordu:
— Sizce nedir bu oyunlar?.
— Gayet basit, bu zat umuyordu ki, Tekelon-
ya'daki aydın sınıf, ona olduğu gibi bize de karşı

196
PABLO-NUN GÜLÜŞÜ

çıkacaktır. Halbuki benim hesabım tamamen tersine


idi. Yani, Domingez ve partisi tarafından sol olarak,
kızıl olarak damgalanma haksızlığına uğramış bulunan
geniş bir aydınlar kütlesini, isteklerini yaparak ve
memleketi ileri götürecek doğru f i k i r l e r i n asıl sa­
hipleri gene onlar olduğuna inanarak, kolayca kaza­
nacağız!.. Nitekim bu kazancın başlayıp da bir çığ
gibi büyümesi karşısındadır ki, işte şimdi telâşa düş­
müş bulunuyor bu Domingez denen adam!..
Ağzını çarpıtarak sırıttı. Ve başkomutanın dir­
seği dibinde duran gazete tomarını parmağıyla işa­
ret ettikten sonra:
— Gazeteleri okumağa vakit buldunuz mu bil­
mem, diye lâfı sürdürdü, hemen hepsi Domingez'e
ateş püskürmekte ve bizi övmektedirler. Diğer ta­
raftan üniversite, büyük çoğunluğu ile bizi destekli­
yor...
Başkomutan Munos Cıbıros, başını salladı:
— Orası öyle., ama meselenin özü burada değil
bence.. Bu bay Domingez, Tekelonya'daki kızılların
istekleri yapılarak kazanılabileceklerine değil, tam
tersine, böylelikle daha da azdırılarak kabul edilme­
si imkânsız isteklerde bulunmağa başlayacaklarına
ve bunlar yapılmayınca da..
Komutanların bir kısmı, âmirlerini tasdik maka­
mında başlarını salladılar.. Bir kısmı ise, hiç kıpır­
damadan put gibi durmaktaydılar. Neros Cavalos, bu
ikincilerin tavrından gereken anlamı çıkarmakta ge­
cikmedi ve daha çok onlara bakarak:
— Yanılıyor dedi, ben iddia ediyorum k i , sol ay­
dının dediklerini yapmakla, Tekelonya'daki huzursuz­
luğu gidermek aynı şeylerdir. Ve inanıyorum k i , tat-

197
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

miri edilmiş bir sol, Domingez'in iddia ettiğinin ak­


sine, hemen mâkul olacak ve bizler için de en sağ­
lam dayanağı teşkil edecektir!..
Cıbıros, kaşlarını çatarak sordu:
— Ya aksi olursa?
Cavalos içtenlikle güldü:
— Sanmıyorum sayın Cıbıros. Ama verdikçe
daha ilerisini isteyen ve onu alamayınca da tekrar
huzursuzluk yaratanlar çıkarsa, bunları bir saat için­
de doğru yola getirebileceğimize de inanıyorum. Bir
defa sol kesimde sözleri geçecek bütün değerler,
kabinede ve benim emrimdedirler.. Sonra da, ben,
j u a n Domingez tarafından varlığı iddia ve İlân edil­
miş olan bir kızıllığın mevcudiyetine inanmıyorum.
Bu, o zatın kendisine karşı olanlar için kullandığı bir
karalamadan ibarettir!..
Önündeki kâğıt tomarını sıkıntı içinde toplayıp,
açık duran dosyaya doğru süren Başkomutan istek­
sizliği aşikâr bir çehreyle, bir süre Neros Cavalos'u
süzdükten sonra:
— O halde mesele yok, dedi, hiç vakit kaybet­
meden Juan Domingez'e şiddetli bir cevap vermeli­
siniz. Ve karıştığına inandığımız kamuoyunu hemen
uyarmalı ve sonra da bu adamın yanlışlarını sözle
değil, fiiliyatla birer birer İsbatlamalısınız!..
Doğrusu ya, daha başından beri, Neros Cavalos,
kendisine böyle bir cevap yükünün bindirilebileceği-
ni hesaplamamış değildi. Ama onun asıl hesabı, ne
kadar övünüp atarsa atsın, halk önündeki bir tartış­
mada asla başedemiyeceğini bildiği şu Juan Domin­
gez belâsının, ordu tarafından cevaplanarak, böyle
hazır bir barikat arkasına da kendisinin saklanma-

198
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

sından ibaretti. Bu yüzdendir ki, Başkomutanın sö­


zü dilediği noktaya getirmesinden son derece mem­
nun, hemen lâfa g i r d i :
— Emredersiniz, bunu yapmam pek kolaydır
gerçekten... Ama ben düşünüyorum k i . . .
Cıbıros kaşlarını büsbütün çatarak hemen sordu:
— Nedir düşündüğünüz?..
— Anlatayım, dedi Cavalos gözlerini gene ha­
f i f ç e diğerlerine kaydırarak, bu adam aslında bana
karşı çıkmış değil. Gerçi meselenin dış görünüşü
böyle ama, içyüzü böyle değildir. Onun doğruca siz­
lere karşı çıktığı muhakkak. Asıl hedefinin sizler ol­
duğu, hattâ ordu olduğu meydandadır. Ve böyle ol­
duğu için de, bu çıkışının herkesten önce, sizler ta­
rafından püskürtülüp suratına çarpılmasında, sayısız
faydalar vardır. Bir defa devrime karşı gösterilmesi
farz elan ordu hassasiyeti yönünden sayısız fayda
vardır. Sonra da, bu zâtı, büsbütün açığa çıkarmak
yönünden sayısız faydalar vardır.
Cıbıros, birden bayağı meraklanmış gibiydi.
Kaşlarını kaldırarak sordu:
— Ne gibi açığa çıkarmak? Anlamadım...
Cavalos keyifle güldü:
— Gayet basit Sayın Başkomutanım. Konuşma­
sı orduca cevaplanmış bir Domingez, ne yapacak­
tır? Ya korkup susar, yahut da bu defa açıkça ordu­
yu hedef alarak konuşmak zorunda kalır. Susarsa
mesele yok. Halk korktuğunu anlar. Orduyu hedef
aima küstahlığına kalkışırsa, gene mesele yok, or­
du haddini bildirir!.
Munos Cıbıros, tam anlamıyla tatmin olmamış­
tı ama, hesabı hiç de boşuna saymadı. Hele o vakte

199
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

kadar put gibi durmuş olan arkadaşları da, sözün


tam bu noktasında Cavalos'un aklını ve plânını öv­
meğe başlayınca, gerçekten gevşiyerek:
— Pekâlâ, dedi, hemen birşey kaleme alalım
ve derhâl radyoya yetiştirsinler!..
Oooh!.. Neros Cavalos, öyle bir soluk koyverdi
k i , önündeki kâğıtlar uçuştular. Ve hele hele ordu
adına yazılacak bir cevabı bizzat kaleme alacağı bes­
belli olan Başkomutan Yardımcısı'nm Cıbıros'a dö­
nerek:
— Bu cevabın yazılışında Sayın Başbakanın da
yardımlarda bulunması gerekir... demesi de yok
muydu ya, adamı neredeyse kanatlandırıp öttürecek-
ti!..
Başkomutan dışında hepsi kalktılar ve Cıbıros'u
hafifçe selâmlayarak, Domingez belâlısına karşı ve­
recekleri âteşîn cevabı hazırlamak üzere çıktılar.
Bir süre, yorgun başını avuçları içine alarak ses­
sizce masasında kalan Başkomutan, neden sonra
silkinerek, önündeki dosyayı açtı ve Domingez'in
konuşmasını olduğu gibi yayınlamış iki gazeteden
birini çekerek, tekrar okumağa koyuldu.
İçinden bir ses, nedense ikide bir, doğru görü­
şün şu satırlar içinde durduğunu fısıldıyor ve esasen
taa başından beri yapılan müdahaleden bir türlü hu­
zur duymamış olan bu yaşlı yüreği bir kıskaç gibi
sardıkça sarıyordu. Okumayı bitirdikten sonra, yor­
gun gözlerle çevresini araştırdı. Az önce arkadaşla­
rının oturdukları koltuklara birer birer, sanki orada
hayâlleri kalmış gibi bakındı. Ve birden iki elini ma­
saya dayıyarak:
— Yanılmış olmasını çok isterim ama, diye mı-

200
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

nidandı, bir de şu Domingez'in dedikleri çıkacak


olursa, İsa hakki için ne sizi affederim, ne de kendi­
mi!..
Sonra zile uzandı. Yaverinden iki aspirin ve
kahve isteyerek, kalktı köşedeki meşin kaplı yumu­
şak kanapeye g e ç t i . Aynı anda, elinde bir kâğıt t o ­
marı olduğu hâlde, yardımcısı odaya girmiş ve Baş­
bakanla birlikte hazırladıkları cevabı g e t i r m i ş t i .
Başkomutan ağrıyan başını tutarak, isteksizce
dinlediği cevabı müthiş bir lâf kalabalığı ile öven
yardımcısı kadar inandırıcı bulmamıştı ama, itirazın
faydasızlığmı kavrıyacak kadar da arkadaşlarını iyf
tanıyordu. Yalnız bir akıllılık etti ve cevabın radyo­
da, kendi imzasıyla değil, doğrudan doğruya devri­
mi yapan askerî güce mal edilerek okunmasını em­
retti!..
Çok değil, bir saat sonra Domingez'e verilen ce­
vap bütün radyolardan bir lâf çağlayanı hâlinde Te-
kelonya'ya akıyor.. Üniversiteden, basına kadar, kı­
zılların yuvalandıkları her kesimde de sevinç çığ-
lıklarıyla karşılanıyordu.
O akşam, bilhassa Başkentte, o kadar çok şam­
panya ve millî içkileri olan tekila sarfedjlmişti ki,
gece vakti evinde toplanan kızıl arkadaşlarına ver­
diği şölenin bütün şampanya stokunu tüketmesi kar­
şısında şaşıran İş Bakanı İgnacio, nereye koşturduy-
sa eli boş dönen uşağına ağzına geleni söyledikten
sonra, misafirlerine dönüp bağırmıştı:
— Bizim cepheden birini müskirat nâzın yaptı­
ramadığımız sürece, bu ülkede ağız tadıyla bir kut­
lama yapamıyacağımız anlaşılmıştır arkadaşlar!.

201
19

Parti merkezinde, çevresine topladığı arkadaşla­


rının gerçekten şaşkın yüzlerine bir süre baktıktan
sonra, Pablo bağırdı:
— Bana bakın, panik istemem.. Silkinin hel«
şöle biraz.
İhtiyar Manuel, ağrıyan midesini bastırarak:
— Panik manik bizde hak getire amma dedi, bu
kadar lâf kalabalığı altında şaşırdık doğrusu.
— He ya, diye hemen atıldı Antonio da, canına
tükürdüğüm ne iş be!.. Bir bildiri yayınlıyorlar, tam
eh madem buradan incelmiş kopsun da kızıl olsun
memleket görün ananızın uçkurunu diyoruz. Bir de
bakıyoruz ki, bizim Domingez, yel gibi yetişmiş, yağ­
ma yok!., diyor. Eh! bu kez tam rahatlıyoruz, haydiii..
Gene bir bildiri daha., ulan şey gibi be., şey...

203
Hırsından kekelemeğe başiıyan Antonio'yu bir
süre gülerek izleyen Pablo lâfa g i r d i :
— Anladık oğlum, anladık. Ben de biliyorum
bunları. Ama sizden farkım, bütün bu lâf ebeliğinin
beni bozmaması, sizde ise hemen karınca basmış
çürük yemiş gibi delikler, oyuklar açması..
Roberto, beyaz dişlerini göstererek güldü:
— İyi ya, sen Başkansın elbet. Bi farkın olma­
saydı, biz de seni seçmezdik ki..
Pablo keyifle sırıttı:
— Öyleyse beni dinleyin, ne var ortada? önce
kızıllar bir oyun çevirdiler, yaktılar yıktılar ve bu dü
zenbazlıklarını mîllet yapmış gibi göstererek...
Sırık Benito atıldı:
— Pontinolular yapmış gibi..
Pablo, lâfının kesilmesinden hırslı:
— Kes ulan dedi, anladık Pontinolular yapmış
gibi göstererek, kendi isteklerini sürdürmenin yolu­
nu açtılar.. Hükümet de yuttu bunu ve onları öven
bir bildiri yayınladı. Bu bildiride de bir takım kızıl
isteklerini yapacağını söyledi...
Manuel homurdandı:
— İyi halt işledi..
Pablo, ihtiyara ters t e r s baktıktan sonra, de­
vam e t t i :
— Halt malt, işledi bunu. Ama işledi de ne ol­
du?.
— Daha ne olacak, dedi gene ihtiyar Manuel'
onun kızmasına hiç aldırmadan, baksana şu Rezilo
pez köpeğini ilçe belediye meclisine hemen üye
yaptılar. Avelino eşeğini köy yönetim kuruluna yer­
leştirdiler. O öğretmen hergelesinin altına bir cip»

204
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

çektiler... Şu Lopez karının üniversiteli oğlanını ge­


çen gün Carlos Baha'nın meyhanesinde gördüm, et­
rafındakilere içki ısmarlarken, cebindeki binlikleri to-
marıyla gösteriyordu.
Sırık Benito ekledi:
— Berber Chucho itini unuttun Manuel amca...
İhtiyar Manuel başını salladı:
— O da var ya... Bu keçi herifi de, hemen kur­
dukları «Kızı! Devrim Derneği»nin de Köy Kurulu
Başkanı yapmışlar. Nah bak pencereden, dükkânının
kapısına asılan levhayı görebilirsin!..
Pablo, derin soluklar koyvererek ve ikide birde
gözlerini sıkıntıyla kapıyarak dinlediği Manuel'în
susması üzerine:
— Bitti mi? dedi.
— He, dedi, Manuel çubuğunu çekiştirirken, ku­
sura bakma lâfını kestim amma...
Pablo dişlerini sıkarak hırsla sırıttı:
— Ne olmuş, yâni bunlar olmuş da?.. Anladık
Avelino'yu Köy Yönetim Kurulu'na verdiler. Ee? ver­
d i l e r de ne oldu yâni?. Aramıza gelebiliyo mu? Bi
defa gelmeğe kalkıştı, dar kaçırdık h e r i f i . Rezilopez
salozunu ilçe belediyesine gönderdiler de ne oldu?
Bütün köy hâline gülüyo... İki günde bir haydi ilçe­
ye. Var mı bunun Pontino'ya bi zararı? Yok! İlçeye
zararı var dersen, orada onu kim öttürür k i , zararı
olsun derim, ö t e k i l e r e gelince. Hah... ben de işin
burasında diyorum k i , onların da bize zararı olmaz,
faydası olabilir. Neden derseniz...
Manuel donuk donuk bakarak sordu:
— Nedenmiş o?.
— Hah, dedi Pablo, nedenmiş diye sor da cevap

265
PABLOTSrUN GÜLÜŞÜ

vereyim. Bi defa o öğretmen olacak kızıl ister ciplf


dolaşsın, ister cipsiz, köylü bilmiyor mu onu? Üstü­
ne üstelik şu devrim midir ne karın ağrısıdır ondan
sonra kıçının altına cip çekildiğini görmüyor mu?
— İyi ama, dedi bu sefer Roberto, eskiden herif
bi bizim Pontino'nun başına belâ iken, şimdi cibine
atladığı gibi bütün çevre köylerin belâsı oldu. Üste­
lik bi de: «Bakın şu arabaya, yakında hepinize bi ta­
ne gelecek, siz sadece benim dediğimi yapın» diye
de adam kandırıyomuşî.
— Geç oğlum geç bunları, dedi Pablo sıkıntıyla
kafasını silkeliyerek, bizim adamlarımızı bilmiyomuş
gibi konuşma böyle. Ulan bizim Tekelon köylüsüne
değil böyle lâf arabası vermek, sahici arabayı bu
herif getirerek birer birer altlarına çekse, bizimki­
ler gene de «Ulan bunda bi bit yeniği vardır, git işi­
ne» derler be!. Sen bunu daha anlamadınsa...
— Orası öyle amma, dedi Roberto hafifçe kıza-
rarak, gençler var ki, ne olsa kanarlar belkim diye
düşünüyorum ben...
Pablo güldü:
— Sen kaç yaşındasın?.
Roberto, büsbütün kırmızılaşarak, homurdandı:
— Ondokuz!..
Pablo bir kahkaha attı.
— Sen genç değil misin? Sor bakalım kendi
kendine, kapılıyo musun bu herife?
Roberto yumruğunu masaya i n d i r d i :
— Bana bi söylese, İsa hakkı için çenesini düm­
düz ederim.
— Gördün mü, dedi Pablo, sen nasıl böyleysen ;

206
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

her köyde de sayısız Roberto'lar, Benito'lar, Antonf-


o'lar ve Pablo'lar var.. Bunu böyle belle.
Sırık Benito güldü:
— Yâni şu senin hesaba göre, tasa edecek hiç
bişey yok ve olmaz da ha, Sayın Başkan?
Pablo birden ciddiyetini takınarak:
— Yook... dedi, tasa edecek hiç bişey yok de­
miyorum. Elbet herşeyi yakından izleyeceğiz, kolla­
yacağız, ama paniğe düşmek ve herşey bitti sanmak
yok!.. Herşey bitmez.
Sonra birden hırslanarak:
— Ulan dedi, lâfın ucunu bırakmıyorsunuz ki,
rahatça anlatayım. Bak lâfa tabanca sıka sıka ne d i ­
yeceğimi unutturdunuz. Nereden başlamıştım ben?
Elindeki kalemi değme kalemtraşa taş çıkaran
bir düzgünlük içinde yontmakta olan Antonio, başını
kaldırmadan mırıldandı:
— Bildirileri sıralıyordun Başkan!.
— Hah, dedi Pablo keyifle, aferin Antonio, di­
yordum ki, önce bu kızıllar bi oyun çevirdiler ve ar­
kasından milletin iflahını kesen bi bildiri çıktı. Ar­
kasından bu sefer, bizim aslan Domingez kükredi,
m i l l e t biraz ferahladı.. Derken işte şimdi de yeniden
bir bildiri cayırtısıyla, gene m i l l e t i n iflahına..
Durdu, gözlerini kısarak bir süre hepsine teker
teker baktıktan sonra, sordu:
— Eee?. Bu, işin sonu mu?. Bitti mi yani şimdi
herşey?.
Hiç biri bu sefer ses çıkaramadılar. Lâfın sonu­
nu bekliyor ve altından başkanlarının nasıl bir hesa­
bı çıkacağını kestiremedikleri için, cevap verme­
meyi daha uygun sayıyorlardı.

207
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Pablo devam e t t i :
— Bitmedi elbet. Nasıl ilkinde bitmediyse, na­
sıl ikincisinde kalmadıysa, elbette bunda da kalmı-
yacak. Ne dedi daha bir kaç gün önce bizim Domin-
gez?. Bu kızılların isteklerine sınır yoktur dedi, bun­
lar istedikçe isterler ve aldıkça daha da isterler de­
di..
Manuel gene dayanamayıp homurdandı:
— Veren oldukça neden istemesinler?.
— Hah, dedi Pablo tam işte şimdi üstüne bas­
t ı n arkadaş, veren oldukça isteyecekler. Ama ya ve­
ren kalmazsa? Yahut da verenin daha çok vermeğe
gücü yetmez olursa?.
Antonio, birden uyanmış g i b i :
— Dur hele sayın Başkan dedi veren şu Neros
Cavalos denen herif değil mi?.
— Evet, dedi Pablo elbet o ve destekçileri!..
— Yoo, dedi Antonio bu sefer, yaş o zaman se­
nin dediğin.. Bu herifi biz deviremiyeceğimize göre,
demek ki kızıllara hep verecek!..
Pablo kurnaz kurnaz güldü:
— O verecek ama, meselâ bizdeki Avelino yu a/.
Ne verdi buna? Köy yönetimine katılmak!.. Halbuki
bu ne yapabiliyor? Aramıza katılamıyor, yönetim
toplantılarında dediklerini kabul ettiremiyor.. Böyle­
ce gide gide nereye varacak?.
— Ne bileyim ben, dedi Antonio, anasının do­
nuna varsın isterse..
— İsterse varsın ama, dedi Pablo, asıl nereye
varacağını söyliyeyim ben. Az sonra Avelino da, di­
ğerleri de, yani şu kızılların oyunları sonucu işbaşı­
na sürülmüş olanların topu birden, kendi kendileri-

208
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ne diyecekler ki «ulan biz bu noktaya nasıl geldik?.


İki bomba savurduk, üç patırtı kopardık ve hemen
geldik.. Ee, şimdi hangi noktada takıldık kaldık? Gel-
diğimiz yerlerde güçsüzüz. Bu herifler bize hiç ses
çıkarmıyorlar ama, hiç bir dediğimizi de kabul et­
miyorlar.. O hâlde, bir gümbürtü daha koparalım,
bir patırtı daha çıkaralım ve bir adım daha ilerliye-
lim.» İşte böyle düşünecekler, bu yolda birbirlerini
azdıracaklar ve yeni baştan azgınlıklara koyulacak­
lar. Bunun başka yolu yok!.. Anladınız mı ş i m d i , bi­
zim Domingez'in ne demek istediğini?.
Hepsi şaşırmışlardı. Başkanlarına bir kat daha
da -hayran kalmışlar ve Pablo'dan âdeta fışkıran güç
karşısında tedirginliklerini unutarak keyifle dikleş-
mislerdi.
Antonio, çakısını şak! diye kapatırken bağırdı:
— Yaşa be Başkan, dedi, İsa hakkı için ben Do­
mingez'in kükreyişini böyle anlamamıştım da, hani
nebileyim biz de varız gibilerden saymıştım. Dese­
ne bunda da olduğu gibi haklı çıkacak en sonunda:
— En sonunda falan değil, dedi Pablo, bence
çok yakında.. Şu kızıl deyyuslar sıkıştıkça ve yolla­
rı tıkandıkça hızlanır bu.
— Hımm, dedi Manuel, şimdi anladım, o Ave-
lino denen herifi, yönetim toplantısında neden üze­
rinden tekerlek geçmiş öküz bokuna çevirdiğini..
— Ha şunu bileydin, dedi Pablo bir kahkaha sa­
vurarak, bize düşen artık yalnız budur. Kızıllara so­
kuldukları her yerde, işleri diledikleri yönde yürü­
temediklerini göstermek!..
Sırık Benito, kuşkuyla sordu:

209 F. : 14
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Biz böyle yaparız nasıl olsa ama, bütün mem­


lekette ya böyle yapmazlarsa?..
Pablo, filozofane bir tebessümle arkadaşını bir
süre süzdükten sonra:
— Ulan sırık, dedi size demin söylemedim m i ,
her köyde bir Benito, Roberto, Antonio vardır nasıl
olsa diye...
— Dedin demesine amma dedi Benito, ilçeler,
iller de var ya..
Pablo'nun kaşları çatıldı:
— İlçelerde, illerde gerçi çok sümük herif var­
dır ama, çoğunluk gene de bizler gibidir hiç kuşkun
olmasın, yoksa bu Tekelonya, bi Pontino'nun omuz­
larında bunca yıl ayakta kalmadı ya..
Antonio güldü:
— Amma, şu son dalgaya bakarsan, bay başkan
bizim Pontino neredeyse kıpkızıl sayılacaktı. Hâlâ
da öyle ya.. Geçenlerde başkentteki kızını görmeğe
giden bizim komşu ihtiyar Luncio, oradaki akrabala­
rının: «Sizin köy demek baştan aşağı kızıl oldu ha
Luncio amca?.» demeleri karşısında öyle hırslanmış
öyle köpürmüş ki, dar attı kapağı tekrar Pontino'ya!..
Pablo sırıttı:
— İyi ya, demek ki bize daha çok iş düşecek.
Bu sersemler, nasıl olsa Pontino ve civarı müsait
diyerek, bize daha fazla kızıl görevli sürecekler.. Biz
bunları kıskıvrak saracak ve fiyakalarını bozacağız.
Bu sefer yukardakiler bunu önce onların beceriksiz­
liklerine verecek ve değiştirecekler, buradan hırsla
gidenler başka köylerde veya ilçelerde büsbütün
edepsizleşecekler... onların edepsizleşmeleri bize
yeni gelenlere sıçrayacak...

210
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Sırık Benito k e y i f l e n m i ş t i :
— Oo, dedi, desene cümbüş asıl bundan son­
da başlıyor be başkan!.
— Ha şunu bileydin, dedi Pablo, işin bundan
sonrasında seyir var seyir! Kızıllar şu Neros Cava-
los denilen herifin tepesinden önce memlekete, son
ra tünedikleri başa pisleyecekler.. Biz de bir güzel
seyredip, onlara güvenenlerin burnuna burnuna ciga-
ramızı üfliyeceğiz!..
Manuel, yarımtı bırakılmış meraklı bir hikâye­
nin ille de sonunu isteyen bir çocuk saflığıyla sor­
du:
— Sonra?..
— Sonrası da belli, dedi Pablo kahkahalar ata­
rak, bizim ordu işte asıl o zaman bunlara bi yönele­
cek, bi sopa çekmeğe başlıyacak ki, nereden geldik­
lerin! şaşırıp kalacaklar..
— Hin.., dedi Antonio keyifle, hani bizim San-
çez, ikide birde kendisini kandırarak parasını çeken
o haylaz yeğeninin en sonunda ne mal olduğunu an­
ladığı zaman, nasıl sopadan g e ç i r m i ş t i . . . Pilar anay­
la yetişip de kan içinde bıraktığı oğlanın başucun-
dan zorla çektiğimiz zaman «Ne yaptın be Sançez?
Elinden bi kaza çıkacaktı, deli misin?» dedikti de, ne
cevap verdiydi bilir misiniz?. Siz bu bokun ne mal
olduğunu hep bildiğiniz için. size tuhaf gelir şimdi
benim sopa ama, bi de bana sor sen dedi, ben bunca
yıl atılması geç kalmış bi dayağı attım ona!..
Durdu, tütünden sararmış kirli dişlerini göste­
rerek, ekledi:
— Yani sizin anlayacağınız, kanmışın, aldanmı-
şm dayağı daha hızlı oluyor!..

211
20

Pontino, kızılların oyunu sonucu, bütün ülkeye


«Örnek bir devrimci köy» olarak tanıtılmıştı ya, ga­
zeteler de artık oraya, ne hikmetse, daha erken
sevkediliyor, hattâ Pablo başta olmak üzere, pek çok
köy yöneticisine çoğunluğu bedava gönderiliyordu.
Hem de tomar tomar... Dergiler, gazeteler, broşür­
ler gırlaydı ve durumdan tek şikâyetçi olan da pos­
ta dağıtım memuru ihtiyar Felicio i d i .
Ev ev, dükkân dükkân, tanrının hergünü bir kaç
sefer yapmak zorunda kalan zavallı Felicio'ya he­
men herkes acıyordu ama, ne yapsınlar?. Hemen
hepsi sol yayınlar olan bu bedava malların bir defa
kâğıtları daha iyi c i n s t i . Hafifçe ham koparılmış do­
matesleri şöyle bir güzel sardın da, tavanarasına di-
zîverdin m i , kış isterse buzdan sakalını camlara
sersin, öyle bir dayanıyorlardı ki.. Paket yapmakta,

213
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

raflara yaymakta, meyve sandıklarının diplerini bes­


lemekte de, doğrusu ya, diğerlerinden daha iyi idi­
ler..
Bu yayın furyasının Pontino'daki özgürlükçü ço­
ğunluk üzerinde hiç bir kandırıcı etkisi olamıyacağı-
nı daha başında düşünmüş olan Pablo, arkadaşlarına
hemen durumu anlatmış ve hiç endişe etmemeleri­
ni b i l d i r m i ş t i . Sadece, Carlos Baba, ihtiyar Manuel
ve Pilar ana gibi, halk habercileri aracılığı ile, gön­
derilen her yayının kuşkusuzca alınmasını, gereken
işlerde kullanıldıkları kadar da kullanılmasını salık
v e r d i , o kadar!. Yook bunu dahi fazla gören, sakın­
calı bulan varsa, bir haftalık yayını biriktirdikten
sonra getirip parti merkezine t e s l i m edebilirdi!.. Ni­
t e k i m işte bir kısmı da bu yolu seçmişlerdi ve o
küçücük parti binası ş i m d i , bir köşesinde tavana
kadar birkaç sıra hâlinde yükselen böyle bir gazete
ve dergi yığını taşıyordu.
O sırada, Sançez'in içeri taşımakta olduğu bir
kucak yeni yayını gören Antonio:
— Yuh be!, dedi, bizim Başkan da başımıza
amma iş açtı ha..
Elindekileri diğerlerinin yanına yerleştiren San-
çez, ellerini silkelerken:
— Bir bildiği var elbet, diye karşılık v e r d i ,
— Ne bildiği olacak, dedi bu sefer Antonio, gö­
rürsün bir süre sonra, odada bize yer kalmadığını gö­
rür görmez bi güzel yaktıracak bunları!., yahut da..
Ama Pablo nun gelmesiyle lâfı ağzında kaldı.
Hemen koşup Başkanın elindeki koca paketi alırken:
— Vay canına, dedi ne var bunun içinde be?.

214
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Makine parçası, dedi Pablo, koşun dışarıdaki-


leri de taşıyın bakalım.
Hepsi çabucak dışarı seğirterek, ilçeden gelmiş
bir arabanın içindeki âletleri ve bir de ne olduğunu
kavrıyamadıkları makinayı içeri sürüklediler.
Sırık Benito, odanın kenarında koskocaman bir
yığın teşkil eden demir parçalarını bir süre süzdük­
ten s o n r a :
— Sayın Başkan be, dedi, yoksa fabrika falan
mı kuracağız?
Pablo güldü :
— Ucuza düşürdüm bunu, dedi, hele bir dinlenin
de nereye yerleştireceğimizi de beraber kararlaştıra­
lım.
— Kuzum Bay Başkan, dedi Antonio yaltaklana­
rak, nedir bu Allahını seversen?
— Hiç, dedi Pablo, bizim postacı Felicio babaya
yardım fabrikası!..
Ve arkadaşlarının şaşkın bakışlarını bir süre ke­
y i f l e seyrettikten sonra ekledi :
— Hani onun işe yaramaz haylaz oğlu var ya, iş­
te ona işlettireceğiz bunu. Böylece de hem şu kâğıt
yığınından kurtulacağız, hem de Felicio'nun ondan ya­
rarlanmasını sağlıyacağız.
Manuel güldü :
— Birşey anladımsa şeytan çarpsın gene ama,
madem ucunda bir hayır var mesele yok!..
Damalı mendillerinden biriyle ensesindeki teri
kurulayan Pablo :
— Anlamıyacak bir şey yok bunda, dedi. Bu çok
basit bi kese kâğıdı makinesidir. Nah şuradan kâğıt

215
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

verirsin, şuradan da zamkını akıtırsın, katlar ve kese


kâğıdını çıkarır ortaya!..
Sırık Benito küçücük makinaya bir şaplak indi­
rerek:
— Yaşşa be Başkan, dedi, desene şu kızıl densiz­
likleri bunun için toplatıp dururdun...
— Ha şunu bileydin, dedi Pablo gülerek, ilçede
yüzelli tanesine bi dinar veriyorlar. Bi hesaplarsan,
her ay en azından bi kaç yüz dinar çıkarırız Felicio'ya.
Üstelik haylaz oğlunun başını da bağlarsın.
— Doğrusu ya, dedi Manuel, büsbütün keyiflene­
rek, bütün köy sevinir buna. Hani az acımıyordu her­
kes bizim ihtiyarın hâline!.
Böylece konuşarak nihayet karalaştırdılar k i , en
doğru yol makinayı, Pilar ananın bodrumuna kurmaktır
Hem geniş bir boşluk vardı orada hem de Roberto g i ­
bi de güçlü kuvvetli bir bekçi, Üstelik Pilar ana da,
hani kimseye göz açtırmamakta ve hele o haylaz o ğ ­
lanın başına tebelleş olmakta yekta idi doğrusu.
Hemen demirci Rafaello çağrıldı, arkasından Fe-
licio'nun oğluna haber salındı ve az sonra o da ko­
şup geldi... Arkasından diğerleri derken, bir saat geç­
ti geçmedi ki, makina yeni yuvasına yerleşmiş ve ilk
denemesi de Pablo ile demirci Rafaello'nun nezare­
tinde başarıyla yapılmıştı bile...
Ve bodrumun tepesine yerleştirdiği seyyar lâm­
bayı şıp diye yaktıktan sonra, ortalığı aydınlığa bo­
ğan Benito, yaşlı gözlerle kendisi için girişilen bunca
faaliyeti seyretmekte olan Felicio babayı tuttuğu gibi
kaldırıp bağırdı :
— Haydi bakalım Felicio baba, kes kurdelâyı da
bitsin bu iş...

216
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

İhtiyar postacıyı içtenlikle alkışladı hepsi. Ve


demirci Rafaello'nun son bir defa işleyişini göster­
meğe koyulduğu makinanın başında oğluyla ihtiyar
Felicio'yu bırakarak, hemen çıktılar.
— Doğru partiye, dedi Pablo, bir işimiz daha var.
Paytak Antonio güldü :
— Canımızı çıkarmadan bizi bir yere salıverme­
diğini biliyoruz artık.
Pablo hiç sesini çıkarmadı, ama partiye girer
girmez de hemen gürledi :
— Şimdi hepiniz oturacak ve vereceğim listedeki
adreslere en azından yirmişer mektup yazacaksınız,
Roberto ile Benito'nun yazıları güzeldir. Ama sizler
de nasıl yazarsanız yazın önemi yok, yeter ki yazıl­
sın...
Antonio, kendisinden hint yağı içmesi istenmiş
gibi yüzünü buruşturdu :
— Yapma be Başkan! Benden yazı isteme de ne
istersen iste.
Pablo oturmuştu bile kâğıt tomarının başına.
Cebinden çıkardığı listeyi önüne yayarken :
— Geç otur şuraya dedi, zor bi şey değil yapa­
cağın. Ne kadar kızı! merkez varsa hepsinden gazete,
dergi ve broşür istiyeceğiz. Sonra solcu gazetelere de
yazacağız.
— Nee? dedi ihtiyar Manuel, şaşkınlık içinde,
kızıllardan gazete mi istiyeceğiz?
Pablo sakin sakin :
— Elbette dedi, biz Pontinolular devrimci sayıl­
mıyor muyuz?
— Dur hele, dedi Antonio kafasını kaşıyarak, bu

217
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

dangalaklar bizi devrimci sayıp oyun çevirdiler diye.


herhalde sen de bizi aynı yola sürmiyeceksin ya?
Pablo kaşlarını çatarak, elinin tersini gösterdi :
— Ulan bi tane patlatırım ş i m d i . İsanı şaşırırsın
hal. Sana devrimci olduk diyen mî var?
Antonio biraz uzaklaşırken sordu :
— Ya ne var?
— İşlet kafanı, dedi Pablo bu sefer önündeki
listeyi eline alıp sallıyarak, bu avanaklara kendileri­
nin «devrimci örnek köy» belledikleri bir Pontino'dan
mektuplar gönderilir de daha çok dergi, daha fazla
gazete istenirse, ne yaparlar?
— Ne yapcaklar, dedi Antonio, her halde sevinir
bayram ederler...
— Eee... ederler de sonu ne olur?
— Hemen yollarlar elbet.
— Hah, dedi Pablo nihayet işledi meret kafa,
şimdi gene sok bakalım o kemik tasın içine. Felicio
babanın makinası, ananın kilîmleriyle mi işleyecek?
Hepsi gülmeğe başladılar,. Sırık Benito :
— Yaşşa be Başkan dedi, babaya ham madde
toplayacağız desene...
— Sade o kadar değil, dedi Pablo bi taşta iki
kuş, bu enayiler bizi büsbütün kazandıklarını da sana­
caklar. Hadi bakalım geçin masaya...
Antonio, elindeki boyalı kalemi yalarken homur­
dandı :
— Bi de ne yazacağımızı söylesen...
— Kolay, dedi Pablo, önce ya «Sayın Bay» ya
«Sayın Efendim» diye başlarsınız, sonra da iki - üç
satır, meselâ «Memleket haberlerini öğrenmek için
•daha çok yayına ihtiyaç duyduğumdan; aşağıdaki ad-

218
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

r e s i m e göndermenizi» diye yazarsın gitsin. Adrese


sıra gelince, bizimkilerin hepsini tel<er teker yazın...
Köyde ne kadar bizden olan varsa, hepsinin adma bir
kâğıt doldurun gitsin! Bir kısmınız da «eğer topluca
bana gönderirseniz, dağıtılması için gerekeni yapa­
rım» dediniz mi, tamam!
Roberto kuşkulu kuşkulu mırıldandı :
— Okuyan çıkmaz mı dersin?
— Geç oğlum, dedi Pablo, Pontino aklını peynir
ekmekle yemedi daha.
Ve hepsi haç çıkararak, başladılar yazmağa...
Çok değil bir hafta sonra da, köye bir süredir zâ­
ten yağmakta olan yayın yağmuru, tam bir sağnağa
döndü. Öyle ki, görevine çok düşkün postacı Felicio
bile, artık hiç yapmadığını yapıyor, paketlerin çoğunu,
köyün çocukları vasıtasiyle dağıttığı gibi, bir kısmını
da ister istemez, gününde ulaştırmağa vakit bulamı­
yordu.
Antonio olsun, Manuel olsun, hattâ sevgili karısı
Konçita olsun Pablo'ya :
— Yahu şu ihtiyara söylesen de, bütün paketleri
doğruca, makinanın olduğu bodruma taşısa... Yahut
da p a r t i y e topluca getirse de oradan bîr yoluna koy­
sanız... diye çok söylediler ama, Başkan hiç tınmadı.
Sadece :
— Posta postadır. Devletin namusu bu. Kime
gönderiimişse ille de oraya gidecek... Ama sonra sa­
hibi isterse, paketini olduğu gibi Felicio Babaya ver­
sin, bizi ilgilendirmez bu! İşin o tarafına kimse de ka­
rışamaz! dedi ve çıktı işin içinden!
Doğrusu ya, Pablo'nun hesabına uygun olarak
hayli garip bir çark Pontino'da iyice dönmeğe de baş-

219
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lamıştı: Posta paketleri arttıkça ve büyüdükçe, Feli­


cio baba daha çok yoruluyor ve Felicio baba daha çok
yoruldukça Pontinolular ona daha çok acıyarak gelen
gazeteleri dergileri devrediyorlardı.
Aynı çarkın, Başkantte ve yukarı Tekelonya'nın
merkezi Forbos City'de döndürdüğü başka çarklar da
vardı. Başkentteki T.K.D.B. (Tekelonya Kızıl Devrim
Birliği) ve Forbos City'deki T.K.S.O. (Tekelonya Kızıl
Savaşçılar Ordusu) örgütleri, Pontino'dan kendi f i k i r ­
lerine ve yayınlarına karşı gösterilen bunca ilgi karşı­
sında içten sarsılmışlar ve sadece Pontino hakkında
gene kendi üyelerince çıkarılan rivayetlerin doğrulu­
ğuna değil, ona yakıştırılan bütün devrimci sıfatların
dahi yetersizliğine inanmışlardı. Ve işte bu yüzdendir
kî, hemen kayıtlarını karıştırdılar ve birinci örgüt, def­
terindeki Pontino bölümünün karşısında rastladığı
Rezilopez adına, ikincisi
ise öğretmen Pesos, A-
velîno ve berber Chuc-
ho adına, hemen birer
şeref belgesi doldurup
bu komünist üyelerine
ulaştırdılar. Her belge­
ye de birer küçük nişan
eklenmişti.
Postacı Felicio ba­
ba, Kızıl Rezilopez'in
mektubuyla o küçük pa­
keti kendisine götür­
düğü sırada, komünist
başkan ilçe belediye
meclîsinin toplantısın­
dan henüz dönmüştü..
220
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Yorgunluktan bitiyor ve içinden, kendi partisi ve bağ­


lı örgütler dahil, hemen bütün kâinata küfrü basıp du­
ruyordu.
Felicio babanın uzattığı mektubu ve o küçük pa­
keti isteksizce aldı. Gösterilen yere imzasını attı ve
ancak karısının getirdiği sıcak su dolu leğene yorgun
ayaklarını sokup rahatladıktan sonradır k i , her ikisini
de açmağı akıl edeb-ildi. Ve tabiî açmasıyla birlikte de
sevincinden havalara sıçrayarak, ne leğen bıraktı, ne
de su!.
Hoş artık ne yorgunluğu kalmıştı, ne de sinirliliği
ya... Bir insan komünist olur da, en güçlü kızıl örgü­
tünden böylesine bir şeref belgesi ve nişan alırsa
yorgunluğu mu kalırmış?
«Sayın Rezilopez yoldaş» diye başlıyordu mektup
bir alay kızıl tekerlemeden sonra da :
«... böigenizdeki etkili faaliyetinizin ve çevreniz­
de yarattığınız güvenin sonucu olduğuna yürekten inan­
dığımız yayın bağlantısından dolayı sizi kutluyoruz.
Örgütümüz örnek çalışmanızı, Lenin nişaniyle mükâ­
fatlandırmayı uygun bulmuştur» diye de son buluyor­
du!..
Aşağı yukarı aynı saatlerde, öğretmen Pesos ve
diğerleri de, mektuplarını, nişanlarını almışlar ve ta­
biî havalara sıçramışlardı. Hemen hemen aynıydı on­
ların şeref belgeleri de... Yalnız nişanları d e ğ i ş i k t i :
Kızıl Yıldız!.
Gerçi Rezilopez de Öğretmen Pesos da, hattâ
Cumhuriyetçi sosyalist Avelino da, ilk ânın heyecanı
geçer geçmez, hafif yollu bir vicdan muhasebesine
girişmedi değiller. Öyle ya, ne yayın bağlantısından

221
PABLOTSİUN GÜLÜŞÜ

haberleri vardı, ne de böyle bir teşebbüste bulun­


dukları!..
Evet, köye birtakım kızıl yayının örgütler tarafın­
dan gönderildiğini biliyorlardı ama, şu Pontino denen
Allahın belâsı yerde bunlardan bir tekinin dahi dava
için fayda sağlamasına da, imkân yoktu ki... Ama
pek az sürdü bu vicdan muhasebesi! Arkasından her
biri, kendi açısından öyle başarı işareti, öyle gurur
dayanağı bulup icadettî ki, nişanların geç bile kaldı­
ğına neredeyse hükmeder oldular.
Ve işte bu yüzdendir ki, bir süre sonra Pontino'ya
yağan bütün o kızıl yayının, gide gide Felicio babayla
haylaz oğlunun kese kâğıdı makinasında, soluğu aldık­
larını iyice öğrendikleri halde, hiç biri ses çıkarama­
dı! Ne Örgütlerini uyarabildiler, ne de partilerine ve
örgütlerine bağlı olan gazeteleri!..
Gericilerin kurdukları bir kumpas sonucu nişan
ve takdirname almış görünmektense, hiç ses çıkar­
mazsın oiur biter... diye düşündüler ve yakalarında
örgütlerinden çok Pablo'nun taktığı nişanlan gururla
taşımağa koyuldular!

222
21

Roberto. «bunca kızıl yayını bir de okuyanlar baş­


larsa...» diye kuşkulanmıştı ya, herkesten önce, ken­
di düştü buna ve düşmesiyle birlikte de feryadı ko­
pardı :
— Oha! Eşşoğlu eşşekler!..
Sundurmanın önünde oturuyorlardı. Hava ılık mı
ılık, gökyüzü, pırıl pırıidı.
Roberto'nun top gibi patlayışı karşısında daldığı
hayâllerden silkinen Pablo, yüzünü buruşturarak sor­
du :
— Ne var oğlum, yoksa kızıl rüya mı görüyordun?
— Ne rüyası be Başkan, dedi Roberto büsbütün
köpürerek, baksana şuna neler yazmışlar?
Abone bandını henüz açtığı gazeteyi Pablo'ya u-
zatıyordu. Beriki elinin tersiyle itti gazeteyi :

223
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Çek burnumun dibinden şunu, dedi, ben size


d e m e d i m mi okumayın şu bokları diye.
Srrık Benito kıs kıs gülerek lâfa karıştı :
— Üstüne üstelik, ya köyde bunları okuyan çıkar­
sa diye de bu bizim parlak Roberto kuşku duyuyordu.
— Ama ne, dedi Pablo sundurmanın tahtalarından
yola kadar aşırdığı bir tükrüğü hırsla savurarak, şu­
nun şurasında bi saat kafa dinliyelim dedik, bu da gel­
miş bi kızıl itin şeyini burnumuza uzatıyo..
Roberto, boş bir iskemleye kayıtsızca geçip otu­
rurken söylendi :
— Eh! üst tarafını sen bilirsin ama bay başkan
d e d i , o gazeteye gene de bi göz gezdirsen iyi olur de­
r i m ben.
Pablo hemen kulakları dikti ve hafifçe toparlanır­
ken :
— Yoksa, dedi bize ait bi şey mi var?
Roberto aynı zoraki katıysızîıkla :
• — Bize aitten muradın Pontino ise, yooo, öyle
bişey yok, dedi, ama t ü m memleketse ohohoo... oku­
makla bitiremezsin!..
O vakte kadar lâfa hiç karışmadan, sırtlarına v u ­
ran güneşin verdiği gevşeklikle sadece pineklemiş
durmuş olan Manuel ile Antonio âdeta bir ağızdan söy­
lendiler:
— Ne olmuş kendin anlatıversene lan!
— He ya, dedi Pablo da hemen, geveleyip duraca­
ğına anlatsana şunu.
Roberto, uyandırdığı tesirden memnun, cebine
tıktığı kızıl gazeteyi çıkardı ve notlarına şöylece göz
gezdiren bir nutukçu edâsiyle bir süre baktıktan sonra:
— Valla dedi, benim anladığıma göre, bu bok

224
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

radyo hiç bişey demiyor artık ve bu devrimci baylar


da bizim tarafın gazetelerine pek göz açtırmıyorlar a-
ma, memlekette gene de bi takım şeyler oluyor,
Pablo'nun kaşları çatıldı :
— Ne gibi şeyler?
— Baksana, dedi Roberto gazetede bir yeri işaret
ederek, bankalar emekçilerin oluncaya kadar, açtığı­
mız savaş sürecektir, bu, halkın malını, halkın zor kul­
lanarak alması demektir... diye açıkça yazmışlar.
Antonio elini Roberto'ya doğru sallıyarak :
— Ne çıkar bundan diye lâfını kesti, kendilerini
hep savaşta saymıyorlar mı?
Pablo, elindeki yaprak sigarasını, botunun tabanı-
nmda söndürdükten sonra :
— Yoo, diye atıldı, galiba hakkı var çocuğun, ge­
ne savaş diyorlar ama, baksana halkın malını zor kul­
lanarak geri almak... Yollu bi bok daha karıştırmışlar
bu seferkine...
Manuel dikleşti :
— Yani ne demekmiş o?
— Ne demek olacak banka soygunları demek!.
— Yok anasının donu! dedi bu sefer Antonio.
Ama Roberto hemen atıldı :
— Anasının neyi olursa olsun ama üstelik yap­
mışa da benzerler bunu. Baksana «banka savaşına ka­
tılanların devrimci örgütlerce korunup desteklendikle­
rini ilân ediyoruz» diye açıkça yazıyorlar. Bir tanesi
tutuklanırsa, karşılığında 10 tane adam kaçıracağız di­
ye de bağırıyorlar!..
Eee... Pablo'yu artık elbette tutamazdınız. Kim
olsa yapamazdı bunu ve ok gibi yerinden fırladığı gibi
Roberto'nun kucağında yayıh duran Kızıl gazeteyi kap-

225 F. : 15
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

t! ve doğru içeri koştu. Tabiî diğerleri de hemen pe­


şinden...
Hakçası istenirse, bizim Pontino'nun en uyanık bu
özgürlük kanadı dahi, o ünlü hükümet bildirisinden son­
ra büsbütün azmış olan kızılların, Tekelonya'yı baştan
aşağı sarmağa başlayan azgınlıklarını ve eylemlerini,
işte ancak o gün öğrenmeğe başlamışlardı. Juan Do-
mingez'in Başkanlığı devrinde, iki kızıl çiftleşse, bunu
dahi bir devrim hamlesi gibi göstermeğe meraklı olan
radyo, şu devrimden beri sadece bağlılık mesajlarım
yayınlıyor ve ortalığı öyle bir barış içinde gösteriyordu
ki, akıl durur! Eh! gerçekçi gazeteler de devrimci san­
sür altında olunca, gel de haber al! gel de memlekette
olanı biteni öğren!..
Galiba gene en ve­
rimli y o l , hiç bir kayıt
ve şart dinlemeden, di­
lediklerini yazan kızıl
gazetelerden bir şeyler
çıkarabilmekti. Hiç de­
ğilse bunlar övünürken
ve azdırmak istedikleri
kütlelere güc vereceğiz
diye böğürürken, bir
takım olayları da anlat­
mış oluyorlardı. Nite*
kim genç Roberto da,
bilmiyerek işte tam bu­
nu yapmış ve o sun'i
barış balonunu enikonu
patlatıvermişti.
Pablo, gazeteyi baştan aşağı inceledikten sonra

226
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

diğerlerini de teker teker gözden geçirdi ve sonra


yorulmuş gözlerine parmaklarını bastırarak :
—• Aferin oğlum Roberto, dedi, bundan böyle
bunların şu iki üç tane kodamanını her gün inceliyece-
ğiz ve ancak okuduktan sonra Felicio babanın makina-
sına vereceğiz. Hele ben şimdiden tezi yok, hemen
ilçeye de bi seğirteyim bakalım. Bizim reis kül
yutmaz, almıştır bu haberlerin daniskasını! Yahut da
bi şeyler yoktur da bu herifler ortalık karışsın diye
atıyorlardır, hepsini öğrenir g e l i r i m .
Ve hemen g i t t i . Tabiî herşeyi de öğrendi ama.
gitmeseymiş de olurmuş doğrusu. Hattâ ilçede öğ­
rendiklerinden daha da çoğu, o akşamın radyosundan
bangır bangır ve ertesi sabahın gazetelerinden de say­
fa sayfa bütün ülkeye yayılacakmış ama, nereden bilsin
Pablo bunu? Evet nereden bilebilirdi ki, onlar şu kü­
çücük Pontino'da acaba ülkede neler olup bitiyor, aca­
ba doğru mu şu komünistlerin imâları, fıstıkları? diye
konuşup dururken, o koskoca başkentte de, kendi ara­
larında hemen toplanmış olan askerî liderler, bir sürü
tartışmadan sonra, bunca olayın daha fazla saklanma­
sına imkân görmiyerek açıklanması yoluna girecek­
lerdir!..
Hey Tanrım, o ne müthiş olaylar ve haberler zin­
ciriydi öyle!... Pontino'nun artık ünlü olan meydanına
devrimciler tarafından kurulmuş olan hoparlörlerden
öyle bir yayılışı ve öbek öbek toplanıp dehşet içinde
dinleyen halkın tepesinden aşağı bir ses seli hâlinde
öyle bîr boşalışları vardı k i . . .
Birbiri arkasına bankalar soyuluyordu. Birbiri ar­
kasına sabotajlar sıralanıyordu. Ve radyo hepsinin de
kızıllar tarafından düzenlendiğini artık saklıyamıyordu.

227
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Gerçekçi gazeteler de öyle... Ama diğerleri, bütün bu


kızıl eylemleri hâlâ övmekte, yapanlara arka çıkmakta
ve hattâ daha da fazlalaşmalarını açıkça istemektey­
diler.
Ve her yangın, bomba, soygun veya kaçırma ola­
yından sonra da, bütün ülkenin hemen her evinde,
Juan Domingez'in şu komünistlere yüz vermekle on­
ları azdırmaktan başka bir sonuç alınamayacağını hay-

kıran sözleri konuşuluyor; buna karşılık devrimin ça­


lımcı başbakanı Neros Cavalos'un da yedi ceddi bir
güzel sıralanıyordu!.. Tabiî askerlerin içinde de komü­
nistlerin oyununa geldiklerine inanmağa başlıyanlar
gittikçe çoğalıyor, tartışmalar, karşılıklı suçlamlar
gırla gidiyordu. Ne yalan söylemeli, kızıllar bu hen-

228
PABLO'N UN GÜLÜŞÜ

gâme içinde dahi yılacak gibi görünmüyorlardı!. Hat­


tâ tam aksine, eylemlerinin, devrimi büsbütün huzur
kaçırıcı göstermesin diye halktan bir süre saklanma­
sına bile âdeta kızmış köpürmüşlerdi de, şimdi gümbür
gümbür açıklanmaları karşısında, halka ve orduya çö­
ken dehşeti görüp, neredeyse şakır şakır oynıyacak-
lardt!..
Ve işte tam ülke bu dehşet yoğunluğu içindeyken,
Forbos City'deki Tekelonya'nın en büyk ve muhte­
şem Katedralini bir gece tutuşturuverdiler.
Bu artık, bunca dehşet salgınının üzerine tüy dik­
mekti. Mutaassıb olsunlar olmasınlar, hemen hepsi
dinlerine bağlı olan Tekelon halkına, açıkça savaş ilân
etmekten de farksızdı.
Nitekim durumun gittikçe sıkışıp zorlaştığını gö­
ren Başkomutan Munos Cıbıros, Katedral'deki yan­
gın haberini alır almaz, hiç vakit harcamadan arkadaş­
larını topladı. Bu arada kabineye yerleştirilmiş üç or­
du gözlemcisini de apartopar çağırtmayı ihmal etmedi
tabiî.
Ve daha içeri girmeleriyle birlikte de bastı kala­
yı :
— Beğendiniz mi marifetinizi? Sizi biz o kabine­
ye boy gösteresiniz diye mi soktuk?
Her üç gözlemci de afallamışlardı. Bir tanesi t i t ­
reyen bir sesle :
— Kusurumuzu anlatsanız da bilsek... diyebildi.
Feld Mareşal Cıbıros gürledi bu s e f e r :
— Hâlâ anlıyamadınız demek, dedi, ülkenin altı
üstüne getiriliyor, banka soygunları, bombalar, dina­
mitler adam kaçırıp fidye istemeler, sabotajlar yan­
gınlar birbirlerini kovalıyorlar da, bizim bu baylar bü-

229
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

tün bu rezalet yığınının, kendilerinin de içinde bulun­


duğu bir hükümetin tutumundan doğduğunu bilemiyor­
lar, kavrıyamıyorlar hâlâ!..
Birden masaya öyle bir yumruk indirdi ki hani bir
eşini ancak Pablo'da görebilirsiniz. Yerinden oynama­
dık ne yazı takımı kaldı, ortada, ne de süslü plâka. Üç
gözlemci başta olmak üzere bütün çevresi şu hiç de
iri oimıyan adamdan taşan küvet karşısında birbirleri­
ne aval aval bakıştılar. Ve Cıbıros, tekrar gürledi :
— Kızılların bal gibi oyununa geîmişizdir!.. Ve
gene bal gibi şu Juan Domingez haklı çıkmıştır. İşte
sonuç bu!.. O bizim Başbakanımız olacak Ñeros Cá­
valos ahmağı da yuttu bunları üstelik bizlere de yut­
turmağa kalkıştı.
Hepsi üzüntü içinde başlarını salladılar. Hayret!
O üç gözlemci de katılıyordu bu üzüntüye.
Başkomutan bir süre susup önüne baktı. Sonra
teker teker arkadaşlarını süzmeğe başladı. Hayret!.
Hepsi de sanki bir kaç ay içinde ihtiyarlamış gibiydiler.
Yüzlerindeki çizgiler derinleşmiş, gözlerinin altlarında
şişkin kesecikler oluşmuştu. Derin bir soluk koyveren
Cıbıros, deminki gürlemeler sanki ondan çıkamazmış
gibi yorgun ve kuru bir sesle :
— Evet, dedi başımıza aldık bir defa bu derdi,
hiç almaz olmalıymışız ya, aldık işte ve şimdi çekece­
ğiz elbet.
Kuzey Tekelon Ordular Grubu Kumandanı General
Leopoldo :
— O kadar ümitsiz olmayın Sayın Başkomutan,
dedi, haklısınız elbette. Ama daha kaybedilmiş bîrşey
yok. Evet, bir kısmımız hükümetin plânını, yâni kızıl­
ların dediklerini yaparak onları da kazanma hesabını

230
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

uygun gördük. Şimdi anlaşılıyor ki, bu doğru yo! değil­


miş ve kızıllar bundan büsbütün güçlü olduklarının so­
nucunu çıkarmışlar. Evet ama, hangi hesabın yanlış
çıktığı görülmüş de îsrar edilebilmiştir ki...
Cıbıros'un kaşları çatıldı :
— Yâni?
— Yânisi açık Sayın Başkomutanım, Bu sefer işi
tersine çevireceğiz ve komünistlerin ne kadar ocağı
varsa, hepsini darmadağın edeceğiz.
Hepsi hararetle desteklediler bu f i k r i . En çok ö-
ven ve çok doğru diye bağıranlar da, gene hayret! di­
y e l i m , o üç ordu gözlemcisi idi. Yalnız Mareşal Cıbı-
ros hepsini bir el işaretiyle sükûta çağırdıktan sonra
sordu :
— Pekiyi, ama, bu komünistleri açıkça tutan, hat­
tâ Başbakan aksini söylüyor ama, bence hepsi komü­
nistin teki olan oniki kişi var ki, bizzat kurduğumuz
şu devrim hükümetinde görev almış hâldedirler. On­
ları ne yapacağız? Yerlerinde bıraksak, herşeyi sa­
bote edeceklerdir, kızıllarına el dahi sürdürmeyecek­
lerdir, kaldırıp atsak, bu defa da elâleme gülünç ola­
cağız dîye korkarım. Üstelik de bu defa hükümetin ge­
ri kalan üyeleri üzerinde yapcağımız tesir hiç de hoş
olmayacak diye endişe ederim.
— Hayır efendim, dedi gene sükûnetle General
Leopoldo, hiç duraksamadan 12 Bakanı atacağız. E-
ğer Başbakan da onları korumağa kalkışırsa, bir tek­
me de ona yapıştıracağız.
Gözlemcilerin üçü birden âdeta t a l i m l i gibi atıl­
dılar :
— Öyle birşey beklemeyin ondan.
Gıbıros acı ile gülümsedi :

231
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Yâni sizce, ne dersek uyar rm?


— Uf, dedi gözlemcilerin en yaşlısı olan A m a l i n ­
de- Kovac, hem de nasıl. Aslında bu adam'ı hiç beğen-
memişimdir. bir t ü r l ü de gözüm tutmadıydı, ama siz­
lere olan saygımız...
Mareşal, elini masaya vurdu :
— Bırak onu ş i m d i , sen bize söyle bakayım o
12 kişi komünist m i , değil mi?
Kovac, duraksamadı :
— Hiç şüpheniz olmasın bundan. Mutlaka atılma­
lıdırlar. İşte arkadaşlarımın yüzleri, hiç birimiz hoşlan­
mıyorduk bu heriflerden...
— Pekiyi, ya ötekiler?
— Onlar mükemmel insanlar bence. Vatansever,
devrime saygılı. Eğer Neroc Cavalos, zayıf şahsiyetli
bir adam olmasaydı, kızıllara kapılacağı yerde, bunlar­
la kaynaşabilirdi.
— Bu konuda hiç ikaz ettiğiniz oldu mu kendisini?
— Çok... Ama kapılmıştı anlaşılan bir kerre,
kızıllar ne derlerse yapmayı marifet sayıyordu.
Mareşal Cıbıros da, General Leopoldo da lâfın
tam burasında hani içlerinden «Ulan hepimiz bu işde
mandepsiye bastık aslında ama, şu sizin üçünüz gibi
malını ve bir çırpıda dönüp Tanrısını dahi inkâra kal­
kışanını biz bile görmemişizdir» diye geçirmemiş d e ­
ğillerdi ama, başları öyle ateş içindeydi ki, bir yenisini
açmağa hiç niyetleri yoktu ve çarnaçar aldırmadılar.
General Leopoldo, Başkomutanından izin îstiyerek
üç gözlemciye sordu :
— Peki sizce, bu 12 herifi atarsak ne yaparlar?'
Daha doğrusu neler olabilir?
Bu defa, gözlemcilerin en genci, Tub'ıni atıldı :

232
İ'ABLO'NÜN GÜLÜŞÜ

— Hiçbirşey olmaz
Sayın Generalim. Hiç
şüphe yok kızıllar köpü-
rürler ama, kuyruklarını
apışlarına tıkıp giderler
pekâlâ. Başbakan da ne
yapacak, eğer bırakırsa­
nız makamında kalır ve
yerlerine kimi isterseniz
oynıya zıplaya koyar...
Amiral Carmilio ken­
dini tutamayıp p a t l a d ı :
— Demek bu derece
şahsiyetsiz ha?..
Hiç kimse ses çıkarma­
dı ve cevap âdeta bizzat
Başbakan Cavalos'tan geldi. Evet aynı anda odaya g i ­
ren Başkomutanın yaveri, mahmuzlarından kıvılcımlar
çıkaran bir esas duruşun ardından :
— Efendim, demişti. Başbakanlıktan telefon e t t i ­
ler, radyoyu dinlemenizi rica ediyorlar!.
Ve hemen koşarak açtığı radyodan dökülen bizzat
Başbakan Neros Cavalos'un sesi olmuştu.
— Aziz Tekelcnlar, diyordu hiç fütursuzca, ülke­
miz kökü dışarda olan bir kızıl tertibin kurbanı edil­
mek isteniyor... Hükümetimizce işbaşına geldiğimiz
günden beri dikkatle izlenmekte olan bu kızıl faaliyet,
bugün artık su yüzüne çıkmış ve yıllardan beri ülkede
kendilerinden olmıyan ne varsa zararlı, kim varsa ge­
rici ve tutucu sayan bu kızıl sapıklar nihayet, en adî
tertiplere ve sabotajlara kadar eylemlerini vardırmış-

233
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lardır. Şu anda siz değer!! vatandaşlarıma bildiriyo­


rum ki, komünizmin bakından gelmeğe kararlı olan
hükümetimiz bütün gücüyle ayaktadır ve yakında bir
şahmerdan gibi bu kızıl belânın üzerine inecektir!.
Uzanarak çat! diye düğmeyi çeviren Mareşal Cıbı-
ros, Amiral Carmilio'ya dönüp sordu :
— Aldın mı cevabını?
— Pes, dedi beriki de!..
Ama aynı anda, birdenbire tersine dönen hava
karşısında, ne yapacaklarını kararlaştırmak için İş
Bakanı İgnacio'nun evinde toplanmış olan 12 kızıl Ba­
kan da, kendilerine telefonda üç ordu gözlemcisinin
kumandanlarla konuşmalarını ve Mareşal Cıbıros ile
generel Leopoldo'nun söylediklerini nakleden Başko­
mutanlık yaverini dinledikten sonra :
— Pes, doğrusu diye homurdanmaktaydılar, dü­
ne kadar bizi övmek için kelime bulamıyanlar bunlardı
ha?.. Pes doğrusu!..
Ve artık ülkede bir komünist avıdır başlamıştı.
12 kızıl Bakanı, Cıbıros'tan yediği zılgıt sonunda hiç
düşünmeden palas pandıras yuvarlayıveren Ñeros Cá­
valos, bunca badireye rağmen yerinde kalabilmenin
sevinci içinde, vur deseler öldürecek haldeydi ve bu
coşkuyladır ki, komünistleri toplatmağa g i r i ş i v e r m i ş t i .
İki gün içinde de, kendisine kovdurulan 12 kızılın
yerlerine, kimi tavsiye etmişlerse alarak yeni kabi­
nesini kurdu!..
Aman efendim ne azametti gene ondaki görme­
liydiniz!.. Sanki başından beri kızıllara karşı çıkmak
istermiş de bırakmazlarmış gibi, o ne çalımlar, o ne
atıp tutmalardı öyle... Mikrofonu bırakıyor, basın kon­
feransına yetişiyordu ve kabineden çıkıp mareşalin
odasına koşuyordu. Her g i t t i ğ i yerde de :

235
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Öf be, diyordu, sırtımdan bir yük kalkmış gibf


hafif hissediyorum kendimi, kurtuldum Tanrıya şü­
kürler olsun şu 12 tecrübesiz, hayalperest toy çocuk­
tan!..
Tabiî, ordu mensuplarının yanında, komünizme hız
veren tiplerin ve kararların bütün sorumluluğunu siya­
sî partilerin oyunlarına bağlıyor, siyasî parti mensup­
larının yanında ise «lâf aramızda» diyerek bütün suçu
orduya yükleyiveriyor «ordu liderlerine komünizmin
tehlikesini ve şu beğendikleri 12 kızılın ne mal olduk­
larını anlatıncaya kadar anamdan emdiğim süt burnum­
dan geldi» diye yakınıyordu.
Ülke ateşler içinde olmasa, bütün bu oyunları, da­
ha oynandıkları anda duymakta olan halk, katıla katıla
gülebilirdi elbet ama, ne çâre!.. İster istemez, yutku­
nup yutar görünüyordu herkes. Tek kızıl belâ temiz­
lensin de, şu komünist hergeleler yakalanıp kıpırdaya­
maz hâle sokulsun da, isterse bunu Neros Cavalos
döneği yapsın... diye düşünüyorlardı.
Nitekim Pabio bile: «Başkan be!... Bu herif de
amma mal çıktı ha! Bununla da böyle bir savaş v e r i l i r
miymiş, hay buna inananların aklına turp sıkayım» d i ­
yen arkadaşlarına karşı :
— Bize ne, d e m i ş t i , kızılların karşısına çıksın
da... Rahat bırakmalı h e r i f i . Taa... yeniden dönünce
ye kadar!..
Gerçi ihtiyar Manuel buna rağmen t a t m i n olmadı
ve :
— İsa hakkı için, inanmıyorum ben bu işe. Bu he­
rifin gene bi oyun oynamadığı ne malûm? diye tuttur­
du ama, Pablo dinlemedi bile :

236
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Katırlığı bırak dedi, savaşı kendi açmak zorun­


da kaldı bi kere. Ya yürütür yahut da kendi yürür gi­
der... Her şey gene gözümüzün önünden geçmiyecek
mî, göreceğiz elbet!..
Aynı akşam radyo, Başkentteki T.K.D.B. (Tekelon-
ya kızıl devrim birliği) ve T.K.S.O. (Tekelonya kızıl sa­
vaşçılar ordusu) örgütleri genel merkezlerinin basıldı­
ğını ve bütün merkez yöneticilerinin tutuklandıklarını
bildirdi.
Ve arkası artık çorap söküğü gibi gelmeğe başladı.
Sabah, iki kızıl gazetenin daha kapatılarak sorumlu­
larının yakalandığı bildiriliyorsa, öğleyin mutlaka bir
alay derneğin basıldığı haberi veriliyordu. Ve her ak­
şam da haberin en ellemesi âdeta ayrılmış gibi, üni­
versitedeki yuvaların silâhlı baskınlar ve çatışmalar
sonucu nasıl dağıtıldıkları anlatılıyordu.
Bütün Pontino bu hengâme arasında, yıkanıp sil­
ki n m îş gibi, gene pırıl pırıldı âdeta. Sanki fiesta baş­
lamış, yahut Noel yortusunun heyecanı ve hazırlıkları
ortalığı sarmıştı.
Herkes, pazarı mazarı beklemeden kiliseye giri­
yor ve ellerindeki sıra sıra boy boy mumu mihrabın
üzerindeki İsa'nın ayakları dibine bıraktıktan sonra,
papaz Don Pedro'nun öd ağacı kokan buruşuk ellerini
öpüyordu.
— İsa sizleri korusun, diye hepsini teker teker
takdis ediyordu papaz da...
Carlos baba, Pablo'nun, direktifiyle o vakte ka­
dar vitrininde tutmakta olduğu kızıl dövizi hemen çe­
kip çıkarmış ve gelene g e ç e n e :
— Yok mu şunun üstüne işeyecek? Prostatım
olmasa bilirdim yapacağımı ama! diye takılmağa baş
lamıştı.
237
PABT.O'NUN GÜLÜŞÜ

Ve sırık Benito ile


Roberto ise, boyları bos
lan uygun olduğu için
hemen Reziiopez'le Ave-
üno'nun kapılarına ge­
rilmiş oîan yaftalara a-
sıldıkları gibi, her iki
bezi de sürükleye sü-
rükleye gezdirmeğe ko­
yulmuşlardı.
Ramfos, kilise ka­
pısında sevincinden ağ­
lıyor, Salüdo ise Carlos
babanın meyhanesi ö-
nünde etrafına toplanan­
lara :
— Bu kızıllar danga­
lak b e l . Ulan hiç Tekelon
ordusu size sonuna kadar arka çıkar mı a şeyim akıllı­
lar!, diye durmadan nutuk atıyordu. Galiba sarhoştu
da... Zira hem bu kadar atak değildir, hem de küfre
sıra geldi mi Alîahı var ya, kelimeleri böylesine şaşır­
dığı unuttuğu vâki değildir.
Bizim Fablo, yanında Konçita olduğu halde evinin
meydana açılan pencerelerinden birinin önüne otur­
muş, meydanı dolduran halkın coşkunluğunu seyre
dalmıştı. Uzun süre dikkatini o adamdan bu kadına, o
çocuktan bu ihtiyara çevirerek ortalığı gözledikten
sonra:
— Kalkmalı güvercinim, dedi: hemen bizimkileri
foplamalı ve köye haber salmalıyız. Zamanında y o l

238
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

göstermezsek bu kalabalığa, İsa hakkı için nerede d u ­


racakları bilinmez. Tanrı korusun bi de coşup taştılar
mı seyreyle rezaleti.
Konçita güzel gözlerini kuşkuyla a ç a r a k :
— A m a n , aman dedi, koş öyleyse, ne durdun ş i m ­
diye kadar. Dilerim geç kalmış olmayasın...
— Eee, dedi Pablo bu defa gerinerek, hiç sevin­
dirmemek de olmazdı elbet. Aylardır az zorlanmadılar
Az tutmadılar kendilerini. Bırakmalı elbet biraz içlerini
döksünler ama, hani ipin ucunu kaçırmadan.
Ve karısının yanağına okkalı bir öpücük kondur­
duğu gibi doğru partiye yürüdü g i t t i .
Hemen topladığı ekibine talimatını da verdi :
— Bana bakın, taşkınlık yok. Kimseye hakaret
yok. Zaten topu kemali 1 5 - 2 0 kadar resmen komünist,
onların bir iki katı kadar da şu cumhuriyetçi sosya­
listlerden ibaret olan Pontino'lu kızıl kuvvetlere teca­
vüz yok!.. Heriflerin ödleri boklarına karışmıştır bile,
yeter bu kadarı!.. Üst tarafında yapılacak bi şey varsa,
hükümet düşünsün, zabıta da düşünür elbet. Çavuş
yerinde oturuyor ve burasını da bizler kadar tanıyor.
Hadi herkese haber salın, kiliseye gitme dışında bir
gösteri istemem anlaşıldı mı? Hadi marş, koşun baka­
lım!..
Diğerlerinin böyle günlerde başkanlarının ne ka­
dar kararlı olduğunu bilerek hızla fırlayıp çıkmalarına
karşılık, Antonio'nun ağırdan aldığını gören Pablo, bir
eliyle deri ceketinin ensesini, öbürüyle de pantalonu-
nun torbalanmış kıçını yakaladığı gibi yerden kaldırıp
onu da dışarı taşırken ekledi :
— Ulan paytak, aklından geçeni anlamadımsa
şeytan çarpsın!.. Ama eğer o Lopez karıya bi halt e t -

239
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

meğe kalktığın! duyarsam, bütün azizler şahidim olsun


k i , iğdiş ederim seni!..
Başkanının eşi bulunmaz kuvvetteki kollarıyla bir
süre havalandıktan sonra kendisini toprağın üstünde
buluveren Antonio ise, o sırada içinden :
— Tuh be!.. Azizler hakkı için bu herif şeytanın
ta kendisi değilse en azından kardeşidir. Ulan içimden
geçeni de nasıl okuyor be!.. Halbuki şu Lopez karı da,
şimdi korku bokuna nasıl da sokulurdu adama kimbi-
lir... diye geçiriyordu.

240
23

Hey Tanrım! Ne günlerdi o günler!.. Tekelonya'nın


büyük merkezlerinde kim kime dum duma olduğu için,
değişiklik belki de pek farkedilmemişti ama, Pontino
için durum hiç de öyle değildi!. Sanki eski günler gel­
miş, Juan Domingez'in Başbakan olduğu, hani o m i l ­
letin kendi kendini m i l l e t olarak gördüğü mutlu günler
sanki tekrar güîümsemeğe başlamıştı. Yüzler ışıldı­
yor, gözler parlıyor, Garlos babanın meyhanesinden
gene neş'eli banço sesleri, gürültülü kahkahalar soka­
ğa taşıyordu.
Ağaçlar, çiçekler, toprak, hattâ yapılar bile işleri­
ne birden bire büyülü bir can suyu yürümüş gibi pa­
rıldamağa başlamışlardı.
Yalnız kızıllar hariç tabiî!.. Her gün ülküdaşlartn-
dan bir bölümünün tutuklandığını radyolardan dinleyip,
gazetelerde okudukça, kendi içlerine kapana kapana

241 F. : 16
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

herbiri teşbih böceğine dönmüştü, mümkün olduğu


kadar sokağa çıkmamağa, hele kilise meydanının en
hareketli olduğu sabah ve akşam saatlerinde pek or­
talarda görünmemeğe dikkat ediyorlardı. Hani o pan­
kart asmalar döviz yapıştırmalar... Hele onun bunun
karşısına geçip devrim çalımları yapmalar... nere-
deee?.. Değil atak yapmaları, sorsan, kurcalasan, ses
çıkaramıyorlardı artık!.. Orak çekiçli rozetlerini de he­
men çıkarıp bir yerlere saklamış olmalıydılar. Öğret­
men Pesos bile, o ünlü kızı! yıldızlı nişanını hemen
çıkarmış, Rezilopez ile Avelino'ya da aynı yolu salık
v e r m i ş t i . Ya berber Chucho ve dükkânının kapısına as­
tığı kızıl dernek levhası?.. Daha radyoda ilk tutuklan­
ma haberi duyulur duyulmaz, kızıl berber, henüz başla­
dığı traşı bıraktığı gibi doğru kapıya koşmuş ve taze
bilenmiş usturasiyle levhayı tutan ipleri kestiği gibi
onu paldır küldür yere yuvarlayıvermişti. Sonra oğlu­
na sanki ayağına dolaşan yılanı ezmiş gibi, bîr güzel
de bağırmıştı :
— Kaldır oğlum şunu oradan da, odunluğun geri­
sinde bir yerlere tıkıver!.
Aslında, Pontino'lu şu bir avuç kızıl'ın tam bir ko­
runma iç güdüsüyle aldıkları bütün bu ufak tefek ted­
birler, hayli geçerli olmuşsa ve henüz hiç bîrinin canı
yanmamışsa, bunda Pablo'nun rolü herşeyden büyük­
tür. Ve hakçası istenirse Çavuş Martinez'in de bir
hayli payı vardır. Gerçi onun elini tutmakta da gene
Pablo rol oynadı ve «— Bırak canım, bu kadar korku
bizimkilere şimdilik yeter, hele bekliyelim bakalım»
diyerek Çavuşu yatıştırdı ama, ne de olsa beriki pek­
âlâ dînlemiyebilirdi de...
Haa... unutmadan söyliyeyim, Pontinolu özgürlük-

242
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

çüler, başlarında Pablo olduğu halde karakolun önün­


den geçerken, Çavuş Martinez onları gene eskisi gibi
ayağa kalkıp selâmlamağa başlamıştır. Ve gene Pab­
lo, uzaktan elini sallıyarak içtenlikle karşılık veriyor...
Yalnız ufacık bir fark var arada, arkadaşlarından çoğu,
başkanlarının selâm vermesini yeter bulup, katılmıyor­
lar... Baba Manuel ile Sançez'in ağızları içinde garip
homurtular çıkarması da cabası! Eh! o kadar t o r t u da
izin verin de kalsın artık. Hani bunlar da az çekmediler
ve üstelik de durup dururken tepelerine inen bir ağın
içinde az çırpınmadılar!..
İşte o gün de gene böyle topluca karakolun önün­
den geçiyorlardı k i , Çavuş Martinez'in ayağa kalktığını
gördüler. Uzaktan altın dişleri de bir parlıyordu ki,
paytak Anconio bile :
— Ulan azizler hakkı için, bu herifin ölüsünü bile
rahat bırakmazlar!., diye
homurdanmaktan kendi­
ni alamamıştı. Ama Ça­
vuş Martinez bu defa
uzaktan uzağa çakılmış
bir selâmla yetinmedi :
— Buyurun baylar
buyurun, ben de sizleri
gözlüyordum. Gelin şöy
le de iki ç i f t lâf atalım!
diyordu.
Pablo önde, küçük
kafile hemen yolun kar­
şısına geçti ve onlar
karakol binasının kapı­
sına yaklaşırken, Çavuş

243
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Martinez, gözüyle hepsini saydıktan sonra içeri ses­


lendi :
— Oğlum Zenos, beş sandalye getirin buraya,
koş... sallanma hadi!..
Zenosla iki er sandalyeleri sundurmaya dizdi­
ler. Çavuş hepsinin ellerini sıktı ve Pablo'yu sağına
oturttuktan sonra, diğerlerine de oturmalarını söy­
ledi. Yalnız baba Manue! ile inatçı Sançez iskemle­
ye oturmamakta direndiler ve sundurmanın basa­
maklarına yayılmayı t e r c i h ettiler.
— Ulan, diyordu içinden Manuel, gene bi bokluk
yoksa bu işin içinde bana da baba Manuel demesin­
ler!.
Ama Pablo sakindi. Tabiî gamsız Benito ile
Antonio da öyle... Çavuş Martinez, bir süre hatır
sormak ve Zenos'un getirdiği yaprak sigaralarını mi­
safirlerine sunmakla oyalandıktan sonra nihayet lâ­
fa g i r d i :
— Bay Pablo, sana ve arkadaşlarına büyük gü­
venim vardır, bilirsin. Onun için danışmam lâzım ge­
len bir zamanda bundan yararlanmadan yapamam el­
bet.
Pablo sigarasından çektiği müthiş bir duman bu­
lutunu havaya üfierken kayıtsızca karşılık v e r d i :
— Sağol Çavuş. Hiç sıkma kendini ve ne sıkıntın
varsa söyle bize.
— Şey, dedi Martinez, hani pek sıkıntı da denmez
ama, ne bileyim dün ilçeden telefon açan bir arkadaş
kulağıma kar suyu kaçırttı da, onu sorayım dedim.
Pablo da, diğerleri de hemen kulakları diktiler:
— Neymiş o?.
— Şu komünistler işi, dedi Martinez sanki pek

244
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

önemsiz bir konudan bahsediyormuşçasına, hani her-


yerde paketleniyorlar ya... İşte ilçedeki arkadaşın dik­
katimi çektiği de bu oldu. Aynı sınıftanız, birlikte de
uzun süre çalıştık, çok sever beni. Şimdi ilçedeki ko­
mutanın yanında çalışıyor, il ile irtibat elemanı ola­
rak... Tabiî bu sayede çok şeyi de biliyor... Dün tele­
fonu açıp: «Yahu Emanuel, dedi uyuyor musun sen?.
Heryerde bizimkiler yarış hâlinde âdeta, kim daha çok
komünist tutuklıyacak diye neredeyse birbirlerini ç i ğ ­
neyecekler... Halbuki sen uyuyorsun, sizin o taraflar­
dan bir tane bile yakalayıp gönderemedin. Gerçi ş i m ­
dilik buradakiler pek birşey farketmiş değiller ve ben
de seni hatırlatmamak için elbet elimden geleni yapa­
rım ama, biraz kıpırdasan iyi edersin» deyince, doğrusu
ya, şafak attı bende. Bütün gece uyuyamadım, dön o ta­
rafa, dön bu tarafa!. Bay Pablo, seninle daha önce ko­
nuştuklarımızı düşündüm, hani yeter bunlara bu ka­
dar korku... Diye verdiğimiz kararı düşündüm, ama
sonra bizimkileri düşündüm, böyle bir tutuklama ya­
rışında geri kalırsam başıma gelecekleri düşündüm...
Velhasıl uyuyamadım işte...
Pablo, muhatabını sakinleştirmeğe kararlı bir ra­
hatlık içinde sordu:
— Yani Bay kumandan, sen de bu tutuklama fur­
yasına katılıp bi şeyler yapmak istiyorsun benim an­
ladığım ve şayet buna katılmazsan başına bi şeyler
gelir diyorsun ama, bence yanılıyorsun!. Bak, anlata­
yım. Gerçi başında belki iş, arkadaşının dediği gibi
yürür ve sizinkilerden biri «Ulan şu Pontino'daki he­
rif ne yapıyor be? Bi tane bile yakalıyamadı mı bu?..»
diye güriemesine gürler ama, kazın ayağı sonunda b i ­
raz farklı gibi görünüyor bana.

245
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Martinez meraklanmıştı :
— Anlat anlat seni dinliyorum.
Pablo bu sefer gözlerini kısarak Martinez'e kısa
bir süre baktıktan sonra :
— Önce sana bi sorum var kumandan, dedi, sen
şu komünist toplama işinin yürekten olduğuna inanı­
yor musun?
Martinez yutkundu, Sonra başını iki yanına hafif­
çe sallıyarak :
— Eh, dedi, başlangıçta t e r s t i işler ama, artık
düzeldi besbelli. Hele şu kızılların yediği bunca halt
ortadayken, başka ne olabilir ki?..
— Hah, dedi Pablo. İşte bence burada durmalısın
biraz ve hiç de acele etmemelisin. Varsın seninkiler
memleketin her kesiminde avlanmağa koyulsunlar...
Birbirlerini geçmeğe çalışsınlar... Sen bekle!.. Neden
dersen, iki yararı var bunun? Bi tanesi kızıllara karşı
sizinkilerin ve hükümetin giriştikleri bu hareketin yü­
rekten olup olmadığını ancak vakit geçince görebile­
ceğiz. İkincisi de bu arada işler tersine dönerse, en
akıllı senin davrandığın meydana çıkacak ve bu sefer
sen kârlı olacaksın!..
— Yâni, dedi Martinez, yolumuzu, bozmıyalım
diyorsun ha?..
Pablo, aynı sükûnet içinde konuştu :
— Bence öyle... Düşün bi kez, kızılların ne bok
olduğunu bilmeden onlara arka çıkan bu Neros Cava-
los dangalağı değil miydi? Sonra ne oldu? Herifler
şımarıp da memleketi gene dumana ve gürültüye
boğunca, kıçı sıkışıp hemen döndü ve bu sefer haydii
komünist toplatmağa g i r i ş t i . Seninkiler de bu ineğin

246
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ağzına baktıkları için oniar da ister istemez doğrusu


onunkidir deyip herife uydular...
— Eee? dedi Martinez bu sefer telâşla. İyi ya iş­
te demek işler değişti artık.
Pablo güldü :
— Eee'si mee'si yok bu işin, burnuna eşek otu
kaçmış katırın hapşırması gibi, akşam kızıllara taraf­
tar yatıp, sabah kızıllara düşman kalkıvermiş bu herif,
yarın gene eski havasında pekâlâ kalkabilir, derim
ben ve işte o zaman da senin tutuklayıcı arkadaşların
başlarlar kara kara düşünmeğe....
İhtiyar Manuel dayanamayıp atıldı :
— Tanrı biliyor ya. İsa hakkı için ben başından
beri bunu söyledim. Hiç bi zaman da inanmadım bu
herifin yaptıklarına. Bu tutuklamalarda da bi bit yeni­
ği vardır bence. Başkan doğruyu söylüyor Çavuş, inan
sen buna.
Martinez acı acı gülümsedi :
— Yâni sizler, hiç bi tutuklama yapmamı istemi­
yorsunuz ha?..
Pablo atıldı :
— Azizler hakkı için, istemiyoruz... Şu kızılları
düşündüğümüzden, sevdiğimizden değil seni düşündü­
ğümüzden! Üstelik de, bizim Pontinodakilerin hakkın­
dan her istediğimiz zaman biz geliriz nasıl olsa...
Çavuşun gözleri dalmıştı. Aklından devrimin ilk
günlerinde şu özgürlükçüler için düşündükleri geçi­
yor... Hele Pontinolu kızılların bunları tutuklatmak
için yaptıkları oyunlar, telkinler, zorlamalar geldikçe,
yüreğinin kabardığını hissediyordu. Elindeki yaprak
sigarasını hırsla yola fırlatırken, âdeta patladı :
— Ama onlar sizler için böyle düşünmüyorlardı.

247
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ellerine gene de fırsat geçse hepinizin canına o k u ­


mak için...
Pablo, elinin bir hareketiyle Çavuşun sözünü kes­
ti :
— Orası öyle bay Çavuş, biliriz ne olduklarını
ama, onlar boktur diye kendimizden de geçecek deği­
liz elbet. Sen benim sözüme kulak ver ve bekle az
daha. Nasıl olsa, işin içyüzü meydana çıkacak. Bana
kalırsa, ilçedeki arkadaşın bi süre senin meseleni
idare edip g i t m e l i . Ha... bakarız ki, artık değişmiyor
bu hava ve hükümet de sizinkiler de girdikleri bu yol­
da ilerleyip gidiyorlar, o zaman düşünürüz elbet!..
O vakte kadar lâfa karışmamış olan Paytak Anto-
nio sözün burasında atıldı :
— Şey... Başkan be!.. Sen demiştin ki bu Neros
Cavalos bu sefer kendi başladı bu komünist avına, üs­
telik de bununla övünmeye koyuldu. Dönmesi güçtür,,
şayet dönerse de kendi gider.
Pablo güldü :
— Gene diyorum bunu. Ama dönmesi, başlaması
gibi zırt diye olmaz k i . . . İdare eder, ırgalamağa başlar...
Tamam der, herşeyi temizledik işte rahat etti memle­
ket der ve arkasından gene kızılların dediklerini yap­
mağa, isteklerini memleket yararı gibi göstermeğe
koyulur.
Baba Manuel elini dizine indirerek :
— He ya, dedi, tıpkı böyle yapar. Unutma oğlum
Antonio, fırıldak bu tarafa da döner, öbür tarafa da,,
sen rüzgâra bak!..
Sırık Benito, Çavuş Martinez'in gözlerine dimdilc
bakarak :

248
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Eh! dedi hani sizinkiler de bu meseleyi çakın-


caya kadar... oho hoo... sakalın ağarır gider valla ça­
vuş!..
Martinez dalgın dalgın çizmelerinin burnunu sey­
rediyordu. Atılan taşı duymamış gibi çizmesinin köse­
lesinde kurumuş bir çamur parçasını topuklarını ha­
f i f ç e birbirine vurarak düşürmeğe çabaladıktan son­
ra :
— Valla, dedi. bu herif gene döner de komünist­
lerden yana olursa, benim b i l d i ğ i m , belki başlangıç
ta bizimkiler gene işi yutarlar, amma, sonra öyle bi
kükrerler k i . . . nereden geldiğini bilemez o!..
Pablo atıldı :
— Tamam... Doğrusun burada Çavuş kardeş, a-
ma arada kalan o zaman var ya, bak... İşte sen sıkış­
ma o araya derim ben!.. Memlekete kasap lâzım,
sen olma da kim olursa olsun!..
Hemen yerinden kalktı, arkadaşları da peşinden..
Ve Çavuş'a o yaba gibi iri elini uzatırken ekledi :
— Senin bölgen Pontino değil mi? Eh! Pontino'-
daki kızıllar da şimdilik bi şey yapıyorlar mı? Geç ü s t
tarafını! Kıpırdarlarsa ezersin kafalarını, olay çıkarsa
bastırır, çıkaranları da kıskıvrak yakalarız. Üst t a r a ­
fını senin tepedekiler düşünsün. Haydi kal sağlıcakla..
Gönlünü de ferah tut. Biz varken, hiç bi şeycikler ol­
maz bu memlekette.
Çavuş hepsinin ellerini hararetle sıktı, gözden
kayboiuncaya kadar da, ikide bir dönüp kendi­
sine el sallayan Pablo'ya karşılık vermek için sundur­
mada dikildi durdu. Ve tam kilise meydanına varmışlar­
dı ki, dayanamayan Paytak Antonio atıldı :
— Yahu Başkan be. Yâni şu hergelelerden b i r

249
PABLOTSFUN GÜLÜŞÜ

ikisini tutuklasaydı fena mı olurdu? Niye tuttun herifin


elini hâlâ anladımsa karı olayım!.
Pablo elini bir kartal pençesi gibi Antonio'nun o-
muzuna atıp onu sendelettikten sonra :
— Ulan paytak dedi, bazan o taş kafan durdu mu,
İsa gelse çalıştıramaz sanırım. Düşünsene bu bizim
kahraman Pontino'yu kızıllar oyun yaparak, ne diye ta­
nıttılar?
Benito atıldı :
— Devrimci örnek köy diye!..
— Yâni?
— Yânisi ne olacak komünist diye elbet...
— Hah... Şimdi böyle olmadığı hâlde, böyle adı
çıkarılmak istenen bi köyde bi alay komünist tutuk­
lanır da bunlar radyolarda ilân edilirse ne olur?
Kafasında birden şimşek çakmış olan Antonio
mırıldandı :
— Ne olacak? komünist olduğuna bütün Teke-
lonya inanır artık...
Pablo, hatırı sayılır bir şaplağı Antonio'nun ense­
sine indirirken keyifle bağırdı :
— Anladın mı şimdi kazın ayağını?.. Üstüne üs­
telik, gerçekten de Çavuşu düşünüyorum. Heyecanlı
çocuklardır bunların çoğu, birbirlerini coştururlar,
dürtüklerler ama sonra iş tersine dönerse de kırılır
geçsrler...
Parti merkezinin önüne gelmişlerdi. Hava iyiden
iyiye karardığı için, içerde ışık yanıyordu. Benito:
— Roberto çalışıyor! diye alaycı alaycı Başkanın
yüzüne baktı.
— Ben söyledim dedi Pablo, yazılacak şeyler
vardı.

250
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

O vakte kadar sessiz sedasız yürümüş olan San­


çez, tam kapının ağzında Pablo'nun koluna dokundu :
— Bi noktayı, dedi, iyi kavrıyamadım ben.
Pablo irkildi :
— Neymiş o?
— Bizim Pontino'yu her tarafa kızıl diye yuttur­
du bu herifler. Yâni bilmiyenler şimdi bizim köyü na­
sıl tanıyorlar? Devrimci diye... Eee... Halbuki bura­
dan hiç bi tutuklama yok!.. Şaşırmazlar mı? Yahut da
araştırmazlar mı? Hani işgüzarın biri, kendini gös­
termek isteyen yeni modacı biri çıkar da nasıl iş bu
derse, bizim Çavuş yanmaz mı?
Pablo, Sançez'in sırtını takdirle sıvazlayarak onu
odadan içeri iterken bağırdı :
— Yaşşa... Ulan Sançez, bu tarafını söylemeyip
içimde saklamıştım ama, madem aklın y e t t i , onu da
anlatayım. Böyle bi herif veya bi kaç herif çıkar da
merak ederlerse, ne yaparlar? Ya yazışıp çizişmeğe
başlarlar ve dönüp dolaşıp iş bizim Çavuşa sorulur.
Yahut da kalkıp buralara baskına gelirler, o zaman da
bize sorulur ve Pontinonun ne olduğunu anlatırız biz
de... Tabiî bu vakte kadar ne olduğumuzu iyi anlatan
niceleri çıkar ya, hiç söylemiyen olsa da iş sonunda
dediğime dayanır...
, Baba Manuel, usta parmaklarıyla bir çırpıda sardığı
dolma gibi sigarayı Sançez'e uzatırken :
— Yani senin anlayacağın oğlum Sançez, dedi.
bizim Başkan Pontino'lu kızıllara da gerdi kanadı. Ha­
ni ikide birde donuna doldurup, gezen deli Subito'ya
«yıkasana ulan donunu» diye bağırırlardı da ne d e r d i :
«benim bokumdan size ne?» anlaşılan bizim Başkan
da, Pontino'lu kızılları...

251
PABLO 'NUN GÜLÜŞÜ

— Heeey... Manuel Manuei kendine gel, diye


gürleyip iâfı kesti Pablo, yakında görürsünüz Başka­
nın haklı olup olmadığını. Kızılların canı cehenneme...
Ben Pontino'yu düşünürüm. Ve işi sağlama almadık­
tan sonra da hiç bi işe girişmem!.. Kızıl temizlemek
kocabaş kuşunu vurmak gibi kolay değildir, eline her
tüfek alanın harcı da olmaz bu!..
Gözlerini kırpıştıra kırpıştıra :
— Yâni? dedi Antonio, vurmasına vuralım di­
yorsun amma hiç vurulmadan!..
Pablo içtenlikle güldü :
— A f e r i n Antonio, senin kafada hani bi defa a-
çıldı mı, Lopez karının bacakları gibi açılıveriyo haa!..

252
Eğer aynı gece radyo, yukarı Tekelonya'da ik :
bankanın kızıllar tarafından soyulduğu ve önemli iki
demiryolu köprüsünün de uçurulduğu haberini verme­
seydi, Pontino'daki o bir avuç kızıl için gerçekten de
fazla kuşkulanacak kaygılanacak birşey yoktu ama,
ne yazık ki, başka kesimlerdeki ülküdaşları durmuyor
lardı... Ve tutuklamalar arttıkça, dışarda kalmış olan­
lar kudurup mutlaka birşeyler karıştırıyorlar, bu defa
onlar daha azdı diye tutuklamalar artıyor ve bu iş böy­
lece sürüp gideceğe benziyordu
Nitekim o gece radyodan olup biteni dinleyen Lo-
pez karının üniversiteli kızıl oğlu çeneleri birbirine vu­
ra vura bir süre odayı arşınladıktan sonra anasına :
— Çıkar bakalım, dedi, kaç paran varsa...
Lopez ellerini iri memelerinin üzerine bastırırken
heyecan içinde sordu :

253
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Ne yapacaksın?
— Ne yapacağım, dedi oğian tıkanır gibi, kaç­
mağa çalışacağım.
— Nereye kaçabilirsin ki?
— Hele burdan bir çıkayım da, nereye olursa
kaçmağa çabalayacağım elbet. Hadi durma da getir
şu paralan.
Lopez koştu, odasındaki sandığın dibine tıktığı
küçük çekmeceyi alıp geldi :
— Al işte neyim varsa, hepsi burada al alması­
na ama, burada sana dokunan olmadı k i , niye kaça­
caksın?
Kızıl oğlan paralan hırsla sayarken :
— Sen bakma buradaki durgunluğa, dedi. Bence
bir tuzak bu. Kim bilir ne korkunç bir oyun hazırlıyor
şu Pablo denilen faşist köpekle adamları. Ben bu ses­
sizliği hiç beğenmiyorum aslında. Düşünsene, her
yerde bizimkilere yapmadıklarını komıyacaklar da,
bu Pontino'da kimse kılımıza dokunmayacak, olacak
şey mi bu? Senin buna aklın yatıyor mu?
Lopez âdeta inledi :
— Doğru belki ama, ya yanılıyorsak?
— Hadi ...hadi, dedi, oğlan gene hırsla soluya­
rak, duymadın mı, Tekelonya'da bizim bütün önemli
merkezlerimizi bastılar. Bir alay belge artık ellerinde.
Bunların arasında tabiî bizim gönderdiklerimiz de var.
Lopez, iri kara gözlerini açarak sordu:
— Ne çıkar bundan?
— Ne çıkacak? Sadece şu çıksa yeter, biz Pesos
hocayla birlikte Pontino'da ilk ağızda imha edilmesi
gereken faşistlerin listesini yapmıştık. Onu bulup da
bunlara bildirseler yeter...

254
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Lopez'in gırtlağından garip bir sayha koptu :


— Hıııh... dedi elleriyle kalçalarının koskocaman'
tekerleklerine vura vura, eyvahlar olsun, bi ellerine
geçerse bütün bunlar!..
— Yaa, dedi oğlan tabancasının şarjörünü kont­
rol edip kılıfına yerleştirirken, onun için bir an önce
gideyim. Başka çarem yok.
Gözlerinden ip gibi yaşlar inmeğe başlamış olan
Lopez sordu :

— Peki, ya ben ne olacağım? Ya ötekiler ne y a ­


pacak?
— Anasını eşek kovalasın ötekilerin, dedi oğlan
hırsla, ne bok yerlerse yesinler. Bana kalırsa kaçma-
lı onlar da. Ama sırası değil şimdi tartışmanın elbet-
Sana gelince, iki gün hiç bir şey demeden bekle, son-

255
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ra hemen çavuşa koşup «paramı çalıp kaçtı, beni de


dövdü» dersin, ne bileyim lâf dinletemedim, oğlum
değil artık o bir canavarmış yollu bir şeyler söyliye-
rek kendine acındırmanın yollarını aramalısın... Böy­
lece yutturmağa bak, İnanmasalar bile, sana pek faz­
la bir şey yapacaklarını sanmam. Daha olmazsa ne
bileyim cilve yap!..
G i t t i , köşedeki sedirin üzerine attığı arka çanta­
sını aldı, içindekileri bir daha kontrol e t t i . Sonra otur­
duğu yerde korkudan ve kaygıdan donup kalmış gibi
yaşlı gözlerini açarak yerdeki kilimin motiflerine dal­
mış olan anasının omuzuna elini koyup homurdandı :
— Paranın hepsini aldım ama, yüzüklerle altın­
ları bıraktım. Bir fırsatını bulur bulmaz haber iletece­
ğ i m merak etme!..
Ve hızla fırladığı gibi gecenin karanlığına dalı-
verdi!..
Oğlunun arkasından bir süre karanlıklara bakan
Lopez, önce hemen çavuşa koşup kendini kurtarmayı
düşündüyse de, sonra vazgeçti ve hele konsolun ü-
zerindeki aynadan gözüne ilişen suratının hâline ba­
kınca bu f i k r i büsbütün kafasından attı. Bu şiş suratla,
bu altları ağlamaktan morarıp torbalanmış gözlerle
doğrusu ya, çavuşa değil, Antonio'nun karşısına bile
çıkılamazdı. Hele bir sabah olsun, uykuda dinlensin
ve sonra şöyle yakası memelerinin arasını bütün iç
gıcıklayan gölgesiyle meydana salan sarı fistanını bir
giysini.. Hele çavuş bir de «oturun» dedi de, o bem­
beyaz bacaklarını açmanın bir yolunu buldu mu? Tan­
rı bilir ya, ne söyler de inanılmazdı k i ! . .
Ve bizim Lopez de oğlunu arkasından işte bu dü-

256
PABLO 'NUN GÜLÜŞÜ

şünceierie az sonra yattı ve yatar yatmaz da derin bir


uykuya dal iverdi!..
Halbuki tesadüf bu ya, tam aynı saatlerde Anto-
nio, bir süre yatağında o taraftan bu tarafa dönüp dur­
muş ve nihayet uyku tutmadığını görerek, ayağına pan­
tolonunu geçirip sırtına mintanını aldığı gibi dışarı
fırlamıştı. Botlarını bile kapısının önünde giymiş ve
yıldızlar içindeki göğe bakarken :
— Hey Tanrım, d e m i ş t i , yani şu bizim Başkan da
ne bok yemeğe şu Lopez karıya sokulmamı yasakladı
b i l m e m k i . . . Hem kızıllara kanat geriyor, hem de iç­
lerinden tek okşanacak gibi olana da el sürdürmü­
yor!.. Halbuki şimdi şöyle...
Derin derin iç çekti ve tam elini kıç cebindeki
tabakaya atıyordu ki, birden i r k i l d i . Bir av köpeğinin-
kiler kadar hassas olan kulakları, dar sokağın taa öbür
başından bir kapının usulca kapandığını farketmiş ve
arkasından ihtiyatla atılan adımları duyuvermişti.
Hemen kapıdan içeri ç e k i l d i . Gecenin bu saatin­
de Pontino'da sokağa çıkan olmazdı. Daha doğrusu
Antonio'nun oturduğu kesimde, y i r m i kadar ev vardı
k i , en uçtaki Lopez'inki müstesna, hepsinde yaşlı baş­
lı kendi hallerinde köylüler oturmaktaydı ve bunların
hiç biri de akşam oldu mu, taş çatlasa evlerinden kı­
pırdamazlardı. Zaten bu yüzden değil miydi k i , o Lopez
olacak, karı aşna fişna işlerini rahatlıkla yürütüyor
ve erkenden uyuyan bir mahallede köpeksiz köyün
değneksiz dolaşan yosması olarak fing atıyordu. Ama
bir süredir şu kızıl tutuklama furyası başladığından
b e r i , o da sessiz sedasız köşesine çekilmiş ve ma­
hallenin sessizleri arasındaki yerini almıştı. Eeee?..
O halde kimdi o taraftan buraya doğru gelen? Adın A n -

257 F. : 17
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

tonio olsun, uykun kaçsın ve hele bir de Lopez'in t o m ­


bul vücudunu düşünmekten kafanı uyku tutmaz olsun
da, artık bunu merak etme bakalım etmiyebilirsen!..
Kapıyı hafifçe aralık tutmuş olan Antonio, artık
nefes dahi almadan, yolu gözlemeğe başlamıştı. Hani,
değil insan, sinek geçse İsa hakkı için tanır mı tanır­
dı da... Nitekim az sonra sırtında çantası olduğu hal­
de hırsız adımlarla hafifçe yürüyüp geçen o komünist
oğlanı da hemen tanıdı ve bir süre yeterince uzak­
laşmasını bekledikten sonra, pabuçlarını oracıkta b ı ­
rakarak arkasından izlemeğe koyuldu. İkide bir oğlanın
duraksadığını görüp kendini ya bir kapının aralığına,
ya bir sundurmanın köşesine dar atıyor ve sonra tek­
rar izlemeğe geçiyordu. Ama az sonra farketti ki, oğ­
lan kilise meydanından geçip anayola doğru değil de,
köyün kuzey ucundaki seyrek evlerin o taraftan dağa
doğru yürüyordu. «Hım... dedi, köyü terkediyor her­
gele. Ne olur ne olmaz deyip korktu b e l l i . Eh! anasını
yalnız bırakmıyan bulunur elbet» A r t ı k daha fazla iz­
lemeğe gerek yoktu, üstelik ayaklan da buz kesmiş
t i , hemen geri döndü.
Antonio pek içki meraklısı değildi ama, üşüyen
ayaklarını ısıtmak için, konsolundaki açılmamış Te­
kila şişesini o gece de açmazsa herhalde bir daha hiç
açamazdı. Evet ama, ilk kadeh ancak midesini ısıt­
mış, ayaklarına ise bana mısın bile d e m e m i ş t i . İkinci­
si ise en fazla kasıklarına kadar sıcaklık yayabilmişti.
Ve ancak üçüncüsünden sonra, ayaklan dahil olmak
üzere bütün gövdesi ısınmıştı ma, bu defa da gel de
t u t o sıcacık ayakları oldukları yerde!.. Ve gel de zap-
tet bakalım o kafayı, Başkan Pablo'nun tutmak istedi­
ği yerde; yani Lopez'in o anda hiç şüphesiz en az A n -

258
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

tonio'nunki kadar sıcacık olan tombul gövdesinden


uzakta!,,
Hehe heey... Tutulmazdı artık Antonio gerçek­
ten de... İhtimal Pablo olsa tutabilirdi onu ama, ancak
o balyoz gibi yumruğunu kullanırsa... Yoksa lâf ile,
hani şu anda Antonio'nun kafasında hâlâ ve pekâlâ
çınlayan nasihatleriyle falan, aslaa!.. Nitekim bu hız­
ladır ki, bu defa aksi istikameti tutturan Antonîo'cuk,
soluğu doğruca Lopez'in kapısında aldı. Kalbi de bir
çarpıyordu ki, bir süre nefeslenip etrafı kolaçan et­
mek zorunda kalmıştı. Ama dedik ya, köyün o kesimi
öyle bir uykucudur kî, top atılsa güç uyanırlardı o sa­
atte. Yeter ki, kilisenin gümbürtülü çanına dokunan
olmasın. Fakat Antonio buna rağmen, Pablo'dan kor­
kusuna ihtiyatı elden bırakmadı ve yerden aldığı bir
avuç küçük taşın önce yarısını, sonra da geri kalanı
Lopez'in penceresine savurtuverdi.
Tombul Lopez, gerçi bu tarz çağırılara alışıktı a-
ma, dedik ya, o gece üzgün yatmıştı, ve aksi gibi de
ilk uykusundaydı. Birinci patırdıyı duyamadı, ikinciyi
uykusu arasında farkeder gibi oldu ama, kendini sıyı­
ramadı. Bu arada Antonio bir süre beklemiş ve sonra
bu defa daha irice taşlarla doldurduğu avucunu cama
doğru hızla savurtuvermişti. Aynı zamanda da, «Ey
isa!., camı koru, senin yolunda olan şu Antonio kulu­
na değil de, bu kızıl karıcığa arka çıkarsan, kiliseye
uğrayanın...» diye de aklı sıra, dua ediyordu. Artık
isa mı bu lâfı duydu da işi rast g i t t i , yoksa Lopez taş
darbelerini nihayet işitti de mi uyandı, orasını Tanrı
bilir ama, az sonra Lopez'in yan üryan gövdesi pence­
renin önündeydi. Aslında o oğlu geri dönmüş sanarak
fırlamıştı ya, her neyse fırlamıştı ve Antonio'yu da
görmüştü ya...
259
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Usulca camı açan Lopez, korkulu gözlerle, karan­


lıkta hayâl meyal farkettiği Antonio'ya doğru sarkıp
fısıldadı :
— Kim o? Ne istiyorsun?
Antonio, heyecandan kısılan sesiyle tıslar gibi :
— Benim, dedi, Antonio, konuşmam lâzım se­
ninle :
Lopez, hâlâ şaşkındı ve aklı oğlundaydı :
— Gecenin bu saatinde ne varmış ki? dedi, uy­
kumdan sıçrattın beni.
— Hu, dedi Antonio, biliyorum ama mühim me­
sele bu.
Birden aklına en uygun yalan g e l i v e r m i ş t i , ekle­
di hemen :
— Oğlunu gördüm de, ondan haberim var!..
Tamam! Lopez'in o dolgun vücudunu pencereden
çekerek, aşağı inip kapıyı açması ve Antonio'yu karan­
lıktan evin içine çekivermesî bir kaç saniyelik işti ar­
tık. A t e ş gibi yanan elleriyle, Antonio'nun heyecandan
çivi kesmiş avuçlarına yapıştığı zaman, bizimki nere­
deyse kendinden geçiyordu ama, kadının :
— Çabuk anlat, ne var? deyişindeki içten kaygıyı
görüp t u t t u kendini. Sadece hafifçe kolunu tutarak:
— Sakin ol, sakin ol dedi, dostum ben!., korka­
cak da bi şey yok... Hele şöyle bi oturalım baka­
lım!..
Ooohl.. Lopez biraz rahatlamıştı. Antonio'yu he­
men odasına soktu :
— Hadi anlat, ne oldu?
İyi ama zavallı Antonio, gözleri kadının göğsün­
den bacaklarına, oradan kalçalarına kollarına dolaşıp
dururken ne anlatabilirdi k i . . .

260
PABLÛ'NUN GÜLÜŞÜ

— Şey, dedi, korkma dedik ya, oğlana dağın ya­


macında rastladım, «Antonia ağabey unut aramızda
geçmiş olanları, işte gidiyorum artık bi daha da dön-
miyeceğim» dedi...
Lopez, ellerini göğsüne bastırırken f ı s ı l d a d ı :
— Eee... sonra?
— Şey... dedi, sonra da sen erkek adamsındır bi­
l i r i m , anam da hep söyler bunu... Beni görmemiş o l ! . .
Tamam mı?
— Eee, sen ne dedin peki?
— Ne diyeceğim, hadi oğlum yolun açık olsun,
hiç bu yollara girmeseydin daha iyi olur, aramızda o-
lup giderdin ama, ne yapalım olmuş bi defa. Hadi dik­
katli ol, ben seni görmedim, sen de beni dedim. Bil­
mem doğru yaptım mı ama, merak etme anana da göz
kulak olurum d e d i m . . . Bunun üzerine o da...
Lâfın burasında durdu ve Lopez'in pembe beyaz
bacaklarına gözlerini dikerek yutkundu, Lopez hiç ora­
lı değil gibi hemen fıkırdadı :
— Evet, o da ne yaptı sonra?
Artık aradaki mesafeyi pek fazla bulan Antonio
kalkıp onun yanma oturarak, sımsıkı sarılırken homur­
dandı :
— Anam sana emanet, Antonio ağabey dedi,
yalnız bırakma onu!..
Antonio'nun ateş gibi yanan yüzünü bastırıp göğ­
süne büsbütün gömen Lopez ise t i t r i y o r d u a r t ı k :
— Beni koruyacaksın değil mi? Hiç kimseye f e ­
nalık yaptırmıyacaksın değil mi? Dövdürmezsin de­
ğil mi? İçeri attırmazsın değil mi?
— Dokunanı gebertirim Isa hakkı için, diyordu
Antonio da, onun incecik geceliğini sıyırıp vücudunu

261
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

mıncıklarken, bu bacaklara el sürmek ha! Bu kalçala­


ra ve göğüslere dayak ha! Azizler hakkı için yerim
ona niyet edeni!..
Ve nasıl yiyeceğini sanki göstermek ister gibi de,
önündeki et meşherini dişledikçe dişliyordu!..

262
Ertesi sabah Antonio, hemen akrabası er Ze-
nos'u bulmakla işe başladı. Hâlâ ağzından sular akı­
t a n geceki maceranın heyecanı üzerindeydi ama, saf
Zenos'ta bunu görecek keskin bakış ne gezer? Zâten
o da buna güvenmişti. Pablo olsa, yahut o hınzır Be-
nito, hattâ ihtiyar Manuel olsa, alimallah daha ağzını
açmadan burnunun titreyişinden işi çakarlardı da, An­
tonio nerelere gireceğini bilemezdi ya... Allah'tan er
Zenos'un ne o taraklarda bezi vardı, ne de Antonio
gibi sevdiği bir kişiden şüphe edecek yüreği!..
Lopez'le birlikte işi iyi de planlamışlardı doğrusu.
Kadının sıcacık gövdesine doymak bilmez bir iştahla
kimbilir kaçıncı sarılışmdaydı ki, Lopez kulağını gı­
dıklayan alevli nefesiyle ona meseleyi açmış ve oğ­
lunun kaçışı dolayısiyle kendisine bir fenalık gelme­
mesi için, işi çavuşa ne şekilde bildirmeyi düşündü-

263
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

günü söyleyivermişti. Gerçi o saatlerde Antonio, ne


denirse «korkma fıstığım... Sen işi bana bırak t o m ­
bulum...» demekten başka bir cevap veremiyordu a-
ma, sabaha karşı şöyle don gömlek karşılıklı otura­
rak kahve içmeğe başladıkları zaman, hani içine bir
kaygı düşmedi de değil!.. Ama pek az sürdü bu da...
Sonra hemen bir kaç gün önce Pablo'nun çavuş M a r t i -
nez'e yaptığı tavsiyeyi düşünüp ferahladı. Pontino'da
bir olay çıkmadıktan sonra, kızıl tutuklamanın yersiz
olduğuna dair söylenenleri hatırladı. Nihayet şu Lopez
karının oğlu hapishaneden kaçmamıştı ya, anasının
evinden çıkıp g i t m i ş t i . Ama onu sonradan arayıp da
bulamayınca, anasını sıkıştırmağa belki de tutuklama­
ğa kalkışacak olurlarsa... Doğrusu bu da böyle bir
geceden sonra artık haksızlık olurdu!.. Evet en iyisi,
öyle iki gün bekledikten sonra falan değil, hemen er­
tesi sabah meseleyi münasip bir tarzda çavuşa duyur­
mak ve şu zavallı kadıncağızı temize çıkarmaktı. A l ­
lah biliyor ya, Pablo'yıı hesaba katmasa bu plânı tez­
gahlamakta açıktan açığa oynardı da... Ama aman za­
man dinlemez Pablo'yıı atlatmak ve hele kızıllar karşı­
sında hesaba almamak, Antonio gibi bir özgürlükçü
için ne mümkün!..
Ve işte bu düşünce selinin sonundaydı k i :
— Dinle fıstığım, dedi, ben yarın akrabam olan
er Zenos'u bulurum ve onun yardımını i s t e r i m , kırmaz
beni. Meselâ sen karakola gidip oğlanın seni döverek
kaçtığını söylerken, o da aynı gece benimle b i r l i k t e
oturduğu sırada birtakım sesler, hıçkırmalar falan
duyduğumuzu söyler... Ne bileyim buna benzer birşey-
ler ekletirim ben ona.
İcabederse Martinez çavuş bana da meseleyi so-

264
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

rar, «Duyduk, hattâ hangi evden geldiğini bile ben çak­


mıştım ama, kızıl köpekler yesinler birbirlerini diye
aldırmadım» derim olur biter.
Lopez, oyunu beğenmişti. Hattâ «Kızıl köpekler»
lâfının üzerinde bile durmayacak kadar hır gürsüz me­
seleyi geçiştirdi ve şafak sökmeden Antonio'ya kapı
ardında en vaatkâr numaralarını yaptıktan sonra, onu
sepetledi gitsin...
Er Zenos ise, Antonio'nun binbir kurnazlıkla, san­
ki müthiş bir parti ve memleket işi açacakmış gibi ta­
kındığı tavırlara ve bin dereden su getiren lâf dolam­
baçlarına hemen kapılmakta hiç de gecikmedi. Kur­
naz Antonio, önce, er Zenos'un da iyice kulak verdiği­
ni bildiği Pablo ile Martinez arasında geçmiş konuş­
manın yorumunu yaptı. Şu iki mühim adam, onun l i ­
deriyle, Zenos'un Komutanı, artık ne güzel de kaynaş­
mışlardı ya... Pontino bu güzel anlaşmadan daha da çok
yararlanacaktı elbet. Şimdi bütün mesele her ikisine
de yardımcı olmak, hem de bunu hiç çaktırmadan ya­
pabilmekteydi. Pablo'nun bütün kaygısı kumandanı ba­
şarılı kılmaktı. Bundan ötürüdür ki, hiç sevmediği hal­
de, bağrına taş basarak sırf kumandan Martinez'e bir
kötülük gelmesin diye, aman bizdeki kızıllara dokun­
ma şimdilik d e m i ş t i .
Antonio anlattıkça er Zenos'un gözünde mesele
genişliyor, parlıyor ve bu iyi yürekli oğlancık şu Öz­
gürlük Partisi mensuplarının yalnız akıllarına değil,
temiz duygularına da büsbütün hayranlık duyuyordu.
Ve işte tam böyle bîr hayranlığın ve ille kendi­
sinin de birşeyler yapması lâzım geldiği kanısının o-
nun yüreğinde iyice filizlendiği sıradaydı k i , Antonio
meselenin özünü ona açtı ve açmasıyla birlikte de he-

265
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

şaftının tam olarak doğru çıktığını görmenin keyfine


vardı.
— Bu yalan değil oğlum Zenos diyordu, hiç kuş­
kum yok ki, oğlan anasını dövdü ve kaçtı ama, ben bu­
nu sırf bizim çavuşun başına bir çorap örmek için
yaptığına inanıyorum. O kaçacak, çavuş sonunda ana­
sını suçlayacak, böylece de bizim Başkanla birlikte dü­
zenledikleri plân bozulup, Pontino'da da tutuklamalar
başlayacak... Kızıl oyunu b u l . Yutmam ben. Bundan
ötürü de düşündüm taşındım, seninle birlik olup bu
oyunu bozmağa karar verdim, tamam mı?
Biçare er Zenos, «Tamam» diye heyecanlanamazdı
da ne yapabilirdi ki artık? Hemen eller sıkıldı, hiç kim­
seye Antonio ile görüştüğünü söylemiyeceğine dair
yemini bastırdı ve kurnaz Antonio fırladı gitti...
Doğru tarlaya.. Verin artık çapayı eline de görün
çalışmayı sizi Akşama kadar gerçekten de değme ma-
kinalara taş çıkaran bir düzen içinde çalıştı da çalıştı.
Öyle ki, ikide birde dinlenmek için belini doğrultarak
etrafına dalgacı dalgacı göz gezdiren ihtiyar Manuel,
ne zaman ondan tarafa baksa Antonio'nun hırslı çalış­
masını görüyor ve içinden:
— Ulan herifte amma da ciğer var ha... Azizler
hakkı için traktör bunun yanında hasedinden çatlar!
diyordu.
Allahı var ya, Antonio'cuk bütün bu aşırı çalışma
süresince, aklını, o saatlerde karakolda geçmekte olan
olayın dilediği gibi sonuçlanması için, zaman zaman
işinden ayırıp dua'ya da v e r m i ş t i . Ama ne Manuel an-
iıyabildi bu k u ş k u y u , hattâ bütün cinliğine rağmen
ne de Benito çakabildi!.
Hoş meselenin, her ikisinin, hattâ o komünist

266
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

oğlanı da sayarsak, her üçünün de diledikleri yönde


sonuçlanmasında, Lopez"in o sarı fistanıyla yaptığı
rolün payı hayli büyüktür ya...
Hele yediği dayağın güya izlerini göstermek için,
çavuş Martinez'in gözlerini fıldır fıldır döndüren öyle
bir kıvrılış kıvrılıyor, öylesine bükülüyordu ki, sofa­
ya açılan kirli pencerenin dibinde olanı biteni gözle­
yen er Zenos bile neredeyse keçileri kaçıracaktı!..
Kadını, merak etmemesini söyleyerek, kolunu bu­
dunu hafiften hafife okşıya elliye karakoldan çıkardık­
t a n sonra, Martinez bir sigara yakmış ve işte tam o
anda da er Zenos ustalıkla devreye girerek, Antonio'-
nun söylediklerini çavuşa aktarıvermişti.
— Antonio dayının evindeydim çavuşum, diyor­
du demek duyduğumuz sesler buymuş ha... cık... cık..
bizim Antonio dayı da, hani domuzuna kızıl düşmanı
haa... Hiç mi hiç tınmadı da, hattâ bir aralık yiyorlar
gene birbirlerini kızıl köpekler dediydi, demek çak­
mış dalgayı ha... Pek belli olmuyor dışardan ama,
fena mı dövmüş çavuşum ha?..
— He ya... diyordu çavuş Martinez de gözleri
hâlâ ateşli ve ağzı sulu olarak, çürük dolu karının ö-
tesi berisi canım, kızıl it buralarda bir görünecek o l ­
sa sorarım ona dünyanın kaç bucak olduğunu elbet
ama...
Aynı gece er Zenos Antonio'nun evine gelip de,
olan biteni keyifle anlattığı zaman, beriki ise içinden
kıs kıs gülüyordu :
— Ulan gözünü sevdiğim Antonio be!.. Yaptığın
çürükler bile işe yarar, şu herif gider gitmez hemen
varıp gideyim de bâri yenilerini yapayım!

267
26

Tanrı bir adamın işini rast getirdi mi bozamazsın


artık. Nitekim Antonio'ya da şu Lopez'ie ilişkisinde
böyle bir talih iyiden iyiye gülmüş ve arkadaşları on­
dan kuşkulanmayı akıllarına bile g e t i r m e m i ş l e r d i . Hat­
tâ günün birinde çavuş Martinez, er Zenos'tan duyduk­
larını lâf arasında Pablo'ya aktardığı ve şu kızıl oğla­
nın anasına attığı dayağın en emin şahidi olarak An-
tonio.yu saydığı halde ne başkanın aklına bir oyun gel­
d i , ne de diğerlerinin.
Pablo, sadece, sundurmanın önünde gene kalem
yontmakla meşgul görünen Antonio'dan yana şöyle
bir bakmış ve ancak :
— Ulan paytak, bana niye söylemedin? yollu si­
tem e t m i ş t i , hepsi o kadar... Ve tabiî Antonio da:
— Anasını eşek kovalasın şu kızıl hergelelerin,

269
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

üzerinde bile durmadımdı ama er Zenos kumandana


söylemiş demek!., deyip çıkıvermişti işin içinden!..
Kimbilir, ihtimal tam o günlerde arkadaşları­
nın tutuklanma furyasının büsbütün azdığını görerek
daha beter kudurup yeni yeni eylemler yaratan kızıl­
ların sabotajları, soygunları olmasaydı, Antoniocuk
da pek o kadar kolay saklıyamazdı bu işi ama, arka­
daşlarının ve hele Pablo'nun dikkatleri artık öylesine
bu kanlı eylemler üzerine çevrilmişti ki, başka tarafa
bakacak halleri bile kalmamıştı.
Ve hele bütün ülkeyi, bu defa ordu aleyhine kış­
kırtmak için yapmadık ınel'anet bırakmadıkları hâlde
Başbakan olacak o Neros Cavalos ahmağının gene
dönüp de, komünistlerden çok şu özgürlükçülerle, ö-
zellikle de liderleri Juan Domingez'le tekrar uğraş­
mağa koyulması, hepsinin kanını donduruvermişti.
Gerçi gene Pablo'nun dediği çıkıyor ve hele Ça­
vuş Martinez, bunca kanlı eyleme rağmen değişmeğe
başlıyan siyasî hava karşısında:
— Ulan şu Bay Pablo ermiş midir nedir? Söyle­
dikleri şıp çıkıyor be!., diye ona olan hayranlığını büs­
bütün ağdalandırmış oluyordu ama, ya ülke? Ya m i l ­
let?
Galiba onların daha çok çekeceği vardı.
Nitekim aynı akşam, Başbakan Neros Cavalos
radyoda durmadan yayılan müthiş bir demeçle, Öz­
gürlük Partisi lideri Juan Domingez'i bütün kızıl ey­
lemlerin baş suçlusu gibi göstermek rezaletini işle­
d i . Arkasından da gene eski iddiasına yapışarak Öz­
gürlük Partisi kapatılmadıkça ve Juan Domingez siya­
sî hayattan çekilmedikçe, kızıl eylemlerin durmasına
imkân olmadığı gibi bir bombayı patlatıverdi!..

270
PABLO 'NUN GÜLÜŞÜ

Güüüm!.. Evet, bütün Tekelonya'da tam bir gülle


gibi patlamıştı bu demeç. Ve radyodan arkadaşlarıyla
birlikte Başbakanın donuk sesini dinlemiş olan Pablo
da yumruğunu masaya güüm! diye indirdikten sonra:
— Tamam, d e m i ş t i , keskin sirke nihayet küpü­
nü çatlattı!..
Ve sonra, onlarla birlikte iki kadeh tekila atmağa
geldiği hâlde, radyodan taşan heyecana kapılarak ses­
siz sedasız oturup kalmış olan Çavuş Martinez'e dö­
nüp bağırmıştı :
— Bana bak kumandan, nah! buraya yazıyorum,
bir haftaya kalmaz bu herifi atarlar artık!..
Çavuş hiç sesini çıkarmadan sadece dalgın dal­
gın başını salladı ama, ihtiyar Manuel homurdanmadan
yapamadı gene :
— Bir güvendiği vardır elbet.
Pablo acı acı gülümsedi :
— Var elbet, biliyoruz onu. Nah bununkiler-
den bir kısmı gene f i ş t i k atmıştır bu herife...
Eliyle Çavuş Martinez'i işaret ediyordu. M a r t i -
nez güldü :
— Besbelli canım, besbelli amma, bu sefer bu
herif de deveyi hamuduyla yutmağa kalktı gibi g e l i -
yo bana!
— Ne yani, dedi Manuel, hep beraber karara
varsalar da bizim partiyi kapamağa girişseler, hır mı
çıkar aralarında sanıyosun?
— He ya, dedi Martinez aynı sükûnetle, böyle
bi karara güç varırlar derim ben.
Pablo atıldı :
— Tut ki vardılar, ne olur sanıyosun ki?

271
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Hırsla yerinden kalktı ve odayı arşınlarken solu-


ya soluya konuştu :
— Şimdi biz meselâ burda partiyiz değil mi?
Sen de devlet gücüsün, hattâ diyelim ki devrimsin!.
Seninkiler karar verdiler k i , parti kapatılacak!.. Ne
yapacaksın? deyiver bakayım bana da görelim du­
rumu!..
Martinez sigarasını tutuştururken, kurnaz kurnaz
gülümsedi:
— Ne yapacağım, helbet emri alacağım, sonra
da kapıya gelip dayanacağım: «Bay Pablo, diyeceğim,
çok üzgünüm amma emir aldım, partiniz devrim kuv­
vetleri tarafından kapatılmıştır, buyrun imzalayın şu­
nu!.»
— Eee? dedi Pablo, sonra?.
— Sonrası bu işte, benim işim bu kadardır.
— Peki, biz sonra ne yapacağız?.
— Ne bileyim ben, herhalde, paydos diyeceksi­
niz!..
Pablo, hepsinin tüylerini diken diken eden kor­
kunç bir sırıtış İçinde, elini masaya indirdi:
— Dinle öyleyse, dedi, üst tarafını ben anlata­
yım da onu da öğren öyleyse. Senin o bildirini alıp
imzaladıktan sonra, ben şu bizim sırık Benito'ya dö­
nerim ve derim k i : «Haydi oğlum Benito, indir kapı­
dan şu levhayı, partimiz kapatılmıştır. Sonra diğerle­
rine dönerim: Eee.. arkadaşlar derim oradan levhayı
çıkarttılar ama, buradan hiç bi bok çıkaramazlar!..»
Eliyle göğsünü öyle bir dövüyordu k i , ciğerinden
güm güm sesler geliyordu. Gözlerini kısıp bir süre
Çavuşa diktikten sonra devam e t t i :
— İşte böylece arkadaşım, kapısında levhası

272
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

olan bi parti olmaktan çıkar, herşeyi yüreğinde duran


bi parti olarak işimize devam ederiz. O senin Cava-
los'un da, fıstıkçıları da, İsa hakkı için burnumuzu bi­
le fiskeliyemezler artık ondan sonra!.
Genç Roberto müthiş heyecanlanmıştı:
—• A h , bi yapsalar da, göstersek ne olduğumuzu,
dedi.
Benito ekledi:
— O zaman kızıllara büsbütün gün doğar ya..
A m a gene de karşılarında biz olacağımıza göre...
Çavuş Martinez sıkıntıyla kıpırdadı:
— Canım bırakın şimdiden olmıyacak şeyleri
konuşup vakit tüketmeyi. Ben bir iki kadeh tekila
atar mıyız diye g e l m i ş t i m . Anasını boğa kovalasın hep­
sinin..
— Y o c . öyle deme kumandan diye atıldı Anto-
nio, herşeyi konuşmakta yarar vardır. Bizim Başka­
nın huyu böyledir, bilmezsin sen.
Roberto'ya dolaptan tekila şişesiyle bardakları
getirmesini söyledikten sonra çavuşa dönen Pablo:
— Yahu, dedi, sizinkilerin Başbakan yaptığı bir
herif, parti kapatılsın der, bi de Juan Domingez'i bi
kenara tıkmağa çalışır da biz artık başka lâf edebilir
miyiz?. Nah ben şimdi şu tekilayı içeceğim değil
mi? Yok arkadaş, gerçi içmesine gene içeceğim ama,
senin o Neros Cavalos'unu da birlikte yediğimi dü­
şünerek!.
Kadehini hırsla önüne çeken ihtiyar Manuel atıl­
dı:
— Al benden de o kadar, ben üstelik onu da öte­
kileri de içerim de işemem!..

273 F. : 18
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Yuvarladığı iik kadehin, damarlarına yayılan haz-


verici sıcaklığını, gözlerini kapatarak bir süre bütün
benliğinde duyan Martinez, gülümsedi:
— Boş verin bunlara dedik ya, hepsinin canı ce­
henneme.. Bi bok olacağı da yok nasılsa.. Bu herifi
gene bi sıkıştırır bizim Mareşal, haydiii kıçın kıçın
geriye dönüvermiş bakarsın!..
— İşallah, dedi Pablo içtenlikle, Tanrı bu mem­
lekete gene acısın da öyle yapsın, yoksa gene yalnız
o bilir ya, kızıllarla daha çook başımız derde girer..
Martinez ikinci kadehi de yuvarlamıştı. Hafifçe
gerindi:
— Oh! be damarlarım açıldı.
Antonîo gülerek takıldı:
— Üçüncüden sonra büsbütün açılırlarsa haber
ver bana da, limon ve tuz bastırayım!.

274
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Çavuşun tekilayı limon ve tuz yalamadan öyle­


ce dümdüz içmesi öteden beri onun tuhafına giderdi.
Martinez güldü:
— Biz askerler tekilaya tokmak istemeyiz.
— İyi.. İyi, dedi Pablo kafasını bilgiççe sallıya-
rak, sizden âlâ tokmak olmıyacağını iyi bellemişsiniz
demek.
Hepsi bir kahkaha kopardılar. En çok da M a r t i ­
nez gülüyordu.
— Ha şunu hileydiniz, dedi, ama o tokmak daha
çok fenaların kafasına iner, bunu da unutmayın!..
Koskocaman yaprak sigarasından çekmeğe ça­
lıştığı nefesi yarıda kesen Manuel, kaşlarını çatarak
derhal c i d d i l e ş t i :
— Anlamadım!, komünistlerin oyununa gele­
rek bizim kafaya indirdiğiniz tokmağı unuttun gali­
ba..
Martinez, onun sırtını okşadı:
— Her zaman fenaların kafasına iner demedim
arkadaş! Daha çok onlara iner dedim, sizinkîsi kaza.,
kaza..
— Bok kaza, dedi Manuel hırsla, senin kaza de­
diğin şöyle bir olur ama sonra da pişmanlığı başlar.
Halbuki bu ha babam sürüyor.. Hıh.. Kazaymış!..
Pablo araya girmek zorunluğunu duydu:
— Uzun etme ihtiyar, Çavuşa ne bundan? O da
senin benim kadar biliyor yapılan haksızlığı elbet
ama ne yapsın, yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse
sakal.
Benito muzipçe mırıldandı:
— O da karşıya tükürsün öyleyse!...

275
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Manusl Benito'ya yan yan gülümsedi:


— Karşısında kim var dersin?.
— Kim olacak, dedi Benito, kızıllar elbet kızıl­
larla birlikte bi de şu Neros Cavalos hıyarı!..
Hepsi birden susmuş, Çavuşa bakıyorlardı. Ama
hiç aldırmadı öteki. Kadehini yeniden doldururken
sadece, ilk sözünü tekrarladı:
— Ben onu bilir onu söylerim arkadaş, bizim
tokmak belki kaza maza yapar ama, önünde sonunda
mutlaka kötünün kafasında patlar!.
İşi büsbütün tatlıya bağlamak isteyen Pablo, ka­
dehini Çavuşun kadehiyle tokuştururken bağırdı :
— Yaşşa.. aslan arkadaşım benim. Zaten bütün
kaygılarımızı dağıtıveren de burası ya... Haydi gel
son yudumu da sizin şu tokmağın, hani daha çok kö­
tülerin kafasına inen meşhur tokmağınızın şerefine
içelim!..
Tam kıvamındaydılar artik. Az önce radyodan
dinledikleri tehditleri ve daha çok kendilerini ilgi­
lendiren tehlike belirtilerini âdeta unutmuş gitmiş­
lerdi. İçkinin sihirli yastığı başlarını yavaş yavaş hiç
farkettirmeden kendine çekmiş ve kafalarının içinde­
ki bütün kaygıları uçurarak, dertsiz, kuşkusuz bir âle­
min kapılarını önlerine açıvermişti sanki.
Tekila, ya böyle yapar, yahut da tam t e r s i n i . Ya­
n i , ya kanatlandırır insanı, yahut da ayaklarını, kol­
larını zincirleyip, kafasının içine de bir i f r i t yerleş­
t i r e r e k kudurtur!.. Birinci hâle girmiş bir Tekelon'un
neş'esine doyamazsınız, dostluğunun, ikramcılığının,
tatlı coşkusunun da ne eşi vardır, ne menendi. Ama
ikinci hâle düşmüş birisini de gördünüz mü, muhak-

276
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

kak kaçmalısınız!,. Bir aslan yüreği ve bir f i l kuvve­


ti taşısanız da kaçmalısınız. Zira kudurtmuş bir t e ­
kila, hükmüne aldığı en cılız adaleden bir boğa kud­
r e t i , avucuna geçirdiği en ödlek yürekten bir kaplan
cesareti çıkarabilir!..
Ama o gün bizimkilerde görülen hal, Tanrıya şü­
kür tekilanın iyilik faslıydı ve bu sayededir ki, hep
birlikte oradan kalkıp doğru Carlos babanın meyha­
nesine gitmekte de çabucak anlaştılar. Dili hafifçe
dolaşan Çavuş:
— Bundan sonrası da benden. Haydi bakalım
baba'mn oraya! dediği zaman, gitmeye kimse itiraz
etmedi de, yalnız hesap faslı için Pablo:
— Yco.. ağırol bakalım kumandan, dedi, sende-
ni bendeni yok bu işin!.. Misafirimizsin sen!..
Martinez omuz s i l k t i :
— Neyse, haydi hele bl gidelim de..
Sallana sallana kalktılar... Akşamın serinliğini
kapı önünde doya doya ciğerlerine sindiren Çavuş,
birden görevinin ciddiyetini hatırlıyarak, Roberto'ya
döndü:
—• Oğlum Roberto, bi koşu bizim karakola git, de
k i : Kumandan telefonun başından ayrılmasınlar d i ­
yor. Bi de ilçeden bi haber çıkar, bi şeyler olursa,
hemen bana biri koşup haber iletsin.
Pablo yayvan yayvan söylendi:
— Bu akşam bi şey olmaz ya.. Yarından tezi yok,
sen seyreyle gene kızılların yiyeceği naneleri.
Roberto koşarak karakola yollanırken, onlar da
salına salına Carlos babanın meyhanesine doğru
tam yürüyorlardı ki, hızla gelen bir otomobilin far­
ları meydanı aydınlattı.

277
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

İrkilerek Pablo'nun kolunu tutan Martinez:


— Bu da kim ola? diye homurdandı.
Araba hızla meydanı dönmüş ve onların tarafı­
na y ö n e l m i ş t i . Kocaman Mercedes'in zarif burnuna
dikkatle bakan Pablo:
— Ulan bu bizim Alerkon reis değilse bıyıkları
yolarım, dedi ve önüne çıktı.
Gerçekten de arabanın içindeki üç kişiden b i r i ,
İlçe Başkanı Miguel Alerkon'du. Pablo'nun dev göv­
desini birden karşına dikilmiş buluveren Alerkon,
neş'eyle camı indirip bağırdı:
— Merhaba Pablo aslanım! Sana geliyoruz biz
del.
Hepsi arabanın etrafını almışlardı. Alerkon ve
diğerleri inip, e! sıkışmağa giriştiler. Yalnız Çavuş
Martinez bir kaç adım uzakta kalmış, gelenleri sey­
rediyordu. Ama tabiî cin gibi Alerkon'un gözünden
kaçmadı onun varlığı. Antonio'nun elini sıkıp omu-
zunu okşadıktan sonra, Martinez'e doğru yürüdü:
— Selâm kumandan. Seni iyi gördüğüme çok
sevindim.
Martinez topuklarını birbirine vurup, mahmuz­
larından kıvılcımlar çıkartırken:
— Sağ olun sinyor Alerkon dedi, ben de sizleri
iyi gördüğüm için sevinçliyim.
Sonra, ilçeden gelen o iki yabancının da ellerini
sıktı ve Pablo'ya dönerek:
— Bana müsaade Bay Başkan, dedi, hele şöyle
bi etrafı kolaçan edeyim bakalım. Siz de misafirle­
rinizle meşgul olunuz.
Pablo meyhane faslının suya düşmesinden hiç

278
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

de üzgün değildi ama, Çavuşun huyunu bildiği için,


içtenlikle elini sıkarken usulca mırıldandı:
— Olmadı bu çavuş ama, yarın devam ederiz,
ama söz ver şimdiden.
Ve sonra Aierkon'a dönüp yüksek sesle:
— Sayın Başkanım dedi, bizim kumandan ne
zaman sıkıntılı olsak hemen bizlere koşmuş ve des­
t e k olmuştur. Bugün de radyoyu dinler dinlemez he­
men koşup geldi işte...
Martinez, methedilmekten memnun ama sıkılmış
gibi de görünmeğe çalışarak karşı koydu:
— Bırak bunları canım. Şurada hep insanız işte
o kadar..
A l e r k o n , Pablo'nun yaptırmak istediğini hemen
çakmıştı. Bembeyaz dişlerini göstererek atıldı:

279
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Çavuşun erkekçe davranışını sizlerden çofe


dinlemişimdir. Ama şimdi bir de gözümle gördüm..
Bunu elbet unutamayız.
Ve sonra onun iki elini birden kavrarken ekledi:
— İnan bana büyük liderimiz Juan Domingez da­
hi adınızı iyice biliyor Sayın Çavuş!..
Artık tutmayın Martinez'i. Beş kadeh Tekila, üs*
tüne bir de böylesine iyi tanınmış olmanın çalımıL
Aman allan.. Ayakları yerden kesilip omuzları kanat­
landı da, Carlos babanın kapısından içeri uçarak mı
g i r d i , yoksa görünmeyen bir atın sırtında mı g e l d i ,
bir türlü anlıyamadı, sadece kendisine «hoş geldin»
demeğe seğirten meyhaneciye:
— Getir babacığım okkalı bi şişe bakalım da,
biraz ağırlık olsun!, diyebildi.
Ve o aralarından ayrılır ayrılmaz da, hepsin}
«Çabuk vaktimiz yok» diyerek aceleyle parti binası­
na sokan Alerkon, hızla anlatmağa başladı:
— Başkente gidiyoruz biz. Gene! Başkan çağırt­
mış bütün teşkilât başkanlarını. Geçerken buraya da
uğramadan yapamadım. Herhalde mühim kararlar a r i ­
fesindeyiz. Heie şu Neros ahmağının son konuşma­
sı tüy d i k t i . Elbet bizim Başkan da buna lâyık oldu­
ğu cevabı verecektir. Hepiniz sağlam durun. Hiç
birşeyden kaygınız olmasın. Bilirim zâten böyle oh
duğunuzu ama, söylemek görevim olduğu için t e k ­
rarlıyorum bunu. Bana öyle geliyor ki..
Durdu, cebinden altın tabakasını çıkararak b i r
sigara aldıktan sonra tekrar devam e t t i :
— İki ihtimal var, ya bizim Başkanın karşı ko~>
yuşunu gizlemek, saklamak, yayılmasını önlemek is-

280 I
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

teyeceklerdir; yahut da çok şiddetli bir tepki göste­


rirse, kusurun onda olduğunu iddia ederek, bunu ba­
şımıza çorap örmenin bahanesi yapacaklardır!..
Pablo konuşmak için ağzını açtı ama, Alerkon
elini kaldırarak hemen susturdu onu:
— Tartışmanın sırası değil oğlum Pablo, vaktim
yok dedim ya, önce beni dinle de bitireyim diyecek­
l e r i m i . Evet, bizim başkanın cevabını saklamağa, du­
yurmamağa kalkışırlarsa, tabiî radyoda vermezler,
gazetelerde de yayınlanmasını yasaklarlar. Ama işte
o zaman bize de iş düşecektir. Tabiî hemen k o l l a n
sıvayacağız ve Tekelonya'da bir tek kişi dahi atla­
madan herkese duyuracağız. Bunun için de ben ken­
di bölgemde en emin sizleri buluyorum.
Pablo da, ötekiler de kızardılar. Alerkon gözle­
rini kırpıştırarak:
— Bundan hiç şüpheniz olmasın, dedi, onun için
şimdi size bir teksir makinası g e t i r d i m , nasıl çalış­
tığını arkadaşlarım hemen gösterecekler.. Pontino
bu konuda en güvenilir kaynağımız olacak. Nihayet
çavuşla da sizin bir meseleniz olamaz. Halbuki baş­
ka köylerde bu derece güvenimiz yok!..
Pablo gururla göğsünü şişirerek söylendi:
— Sağol Sayın Başkan, Tanrı şahidim olsun ki
onlar neyi saklamak isterlerse ossaat sokaklara dö­
küp şaşırtırız hepsini.
Alerkon, telâşla saatine bakarak, getirdiği iki i l -
çelîye:
— Haydi sallanmayın dedi, hep birlikte alın şo­
förden makinayı, bagajda kâğıtlar da var.. Yarın İh
çeden ayrıca bir kamyon düz kâğıt, mumlu kâğıt, mü­
rekkep vesaire gelecek.

281
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Çabucak etrafına göz gezdirdi:


— Yeriniz var mı?
— Yeri bize bırakın siz, dedi Pablo kayıtsızca,
öyle bîr yerleştiririz ki, o Neros Cavalos herifi gelse
bulamaz!..
Alerkon sordu:
— Hepiniz kullanmayı öğrenin ama..
Roberto ile Benito atıldılar:

— Biz ilçedeki kurslara katılmıştık, orada öğret-


tilerdi bunu bizlere.
— Çok iyi dedi Alerkon, başka?.
Pablo güldü:
— Ben matbaa makinası bile çalıştırırım. Tasa-

282
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

lanma sen Başkan, diğerlerine de üçümüz beş daki­


kada öğretiriz bu m e r e t i .
— İyi öyleyse buna daha da sevindim, dedi Aler-
kon, vaktim hiç yok zira, bütün gece arabayla yo! al­
mayı hiç sevmem ama ne yaparsın. Haydi verin eli­
nizi bakayım.
O vakte kadar hiç sesini çıkarmamış olan ihti­
yar Manuel Alerkon'un telâşla uzanan elini kavrar
kavramaz, ihtiyarlara has o umursamazlıkla:
— Dur bakalım Sayın Başkan dedi, bi lâf attın,
yarısını ortada bırakıp gidiyorsun ş i m d i , ya üst ta­
rafı?.
Alerkon i r k i l d i :
— Ne varmış üst tarafında? Söyledim yapacağı­
nızı ya..
Manuel terslendi:
— O bi faslı işin. Bi de öteki var dedindi ya..
Yani bizim Domingez reis kükrer de bunlar büsbü­
tün köpürürlerse başımıza çorap örmenin bahanesi
yapılır bu dedin ya! Öylesi olursa ne yapacağız bi de
onu de bakalım!..
Doğrusu ya, Alerkon işin bu faslını ortaya at­
mıştı ama, üzerinde pek fazla da durmak istememiş­
t i . Nihayet herşey Domingez'in tutumundan sonra
aydınlığa kavuşacaktı ve böyle bir tehlikenin fazla
belirlenmesi, hepsi zâten ateşli olan Özgürlükçüleri
tahrik edebilir, ortada elle t u t u l u r birşey olmadan
dahi bir takım olaylara sebep olabilirdi. Ama ah! bu
Pontinolular!.. İşte atiamamışlardı bunu ve şu cin g i ­
bi Sinyor Alerkon'un şöyle bir söyleyip de geçişti-
rivermek istediği meseleye, işte şu ihtiyar Manuel,
buruşuk derili parmağını bastırıvermişti bile.

283
PABLO 'NUN GÜLÜŞÜ

Ne yapsın Aierkon, önce bir yutkundu sonra, ça­


reyi gene telâşla saate bakmakta bulup:
— Onu, dedi, dönüşümde konuşacağım. Daha
birkaç hendeği var o işin. Önce bizimki konuşacak,
sonra onlar buna karşı hesap yapacaklar... Ne diye­
b i l i r i m şimdiden? Ya bizim Başkan fazla sert konuş­
mazsa veya hiç konuşmayıverirse..
Pablo'nun kaşları çatıldı:
— Ne yâni? Bu kadar ağır bir hücuma bizim
Domingez susar mı diyorsun?
Aierkon güldü:
— Canım ben de biliyorum elhette susmaz ama,
yâni dedim, daha çayı görmeden paçaları sıvamıya-
hm.
Sonra Manuel'in omuzunu okşıyarak ilâve e t t i :
— Seni tatmin etmedi bu sözler biliyorum ama,
sabret hele biraz diyorum gene de...
Manuel d i k l e ş t i :
— Bak reis, dedi beni dinle, sana da bizim Baş­
kana da inanırım ve ne derseniz de bilirsiniz yapa­
rım. Ama şunu da siz iyi belleyin k i , bu işin kollama­
sı beklemesi falan olmaz. Yâni bizim Başkan kükre­
yecek, sonra bizler dur bakalım karşısı ne yapacak
diye beklîyeceğiz anlamam ben böyle işi.
Aierkon, hoşgörüyle onun buruşuk yanaklarını
okşadı ve gülerek sordu:
— Nedir öyleyse senin anladığın? Onu söyle
haydi de yapalım.
Manuel ders verir gibi tane tane söyledi bu se­
fer:
— Benim anladığım, hep Domingez'in bize s a -

284
27

Ve tabiî Juan Domingez kükredi. Ve tabiî kızıl­


lar kendilerine tekrar arka çıkıvermiş olan Neros Ca-
valos yüzünden bir daha azarak ülkenin altını üstü­
ne getirmekte büsbütün hudut tanımaz oldular. Ve
tabiî o Neros Cavalos ahmağı da tekrar telâşa kapı­
lıp, kendisini Domingez'in üzerine yürüten bazı as­
kerlere kusur yüklemeğe yöneldi.
Bu hengâmede birbirini itham eden gırlaydı ar­
tık!..
İhtimal şu avanak ve daima aceleci kızıllar bu
esnada olsun, biraz susup bekliyebilseydiler, Domin­
gez ve Özgürlük Partisi üzerindeki hücumlar bir neb­
ze geçerli olabilir, hiç değilse Neros Cavalos biraz
haklı gibi görülebilirdi ama, duramadılar ki.. Ve on­
lar yeniden eyleme geçip de ortalığı duman, kan ve
korku içinde tutunca Neros Cavalos ahmağı biraz da-

287
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ha şaşırdı; teşvikçileri biraz daha apıştılar; bu defa


karşılarında olanlar kuvvetlendi. Hele ordu içindeki
muhalif kanat çoğaldıkça çoğaldı. Ve bütün bu dağ­
dağa arasında da Domingez hergün biraz daha parla­
mağa başladı.

Haykırıyor, demeç üstüne demeç sıralıyor ve


Neros Cavalos'u sıkıştırdığı köşede, âdeta suyunu
çıkarıncaya kadar pataklıyordu!..
Bu kargaşa, Neros Cavalos'la destekçilerine son
derece acaip bir politika da izletmeğe başlamıştı.

288
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Bunlar bir yandan komünist eylemlerin üzerine yü­


rüyüp kızıl tutukluyorlar, öte yandan da ille Domin-
gez haklı görülmesin diyerek onun ve partisinin üze­
rine yükleniyorlardı!
Ve işte bütün halkı ve tabiî Özgürlükçüleri deli
eden de bu zıdlaşmaydı.
Bizimkiler, Alerkon'un ilçeden getirdiği teksir
makinasını Antonio'nun bir alay hırdavatla dolu olan
ahırına kurmuşlar ve liderleri Domingez'in bütün nu­
tuklarını harıl harıl çoğaltıp dağıtmağa koyulmuşlar­
dı.
Her basım işinin sonunda, eline aldığı kâğıt to-
marıyla havayı tokatlayan Pablo:
«— He he heeey.. Azizler hakkı için tanesini y i ­
yen kudurur, gene amma döktürmüş ha!.» diye bağı­
rıyor ve sonra da mutlaka yeni yeni yorumlar ekii-
yerek, adamlarım coşturuyordu.
Berikiler de bu hızla, koltuklarının altına sıkıştır­
dıkları kâğıt tomarlarını, civar köylere dağıtmağa
koşuyorlar, bütün ilçelere, illere gönderilmek üzere,
Miguel Alerkon'un tâyin ettiği yerlere bırakıyorlar ve
zaman zaman da çeşitli orduevlerine ulaştırmanın
yolunu buluyorlardı.
Gerçi radyo, Domingez'in konuşmalarına da ar­
tık yer veriyordu ama, bir defa çok makaslıyordu
bunları, sonra da onunkine bir yer veriyorsa, karşı­
sına dikilmiş olanlara ve hele Başbakan Neros Ca-
valos'un konuşmalarına, belki de bin yer veriyordu.
Ve işte bundan dolayıdır ki, teksir makinası durma­
dan işliyor ve aradaki boşluğu kapatmağa çalışıyor­
du.

289 F. : 19
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Hakçası istenirse, bu daha da etkili i d i . Halk yı­


ğınları kendilerine gizlice ulaştırılan konuşmaları,
ağızdan ağıza daha da şişirip büyüterek yayıyorlar,
ellerine geçirdikleri teksir edilmiş nutuk metinlerini
duygularına göre değiştirip şiddetlendiriyorlar ve
böylece de bu ş i ş i r i l m e her mahallin halk t e m a y ü l ü ­
ne göre yapıldığı için, büsbütün t e s i r l i oluyordu.
Başlangıçta: «— Canım hepsini radyo veriyor,
elbet illerdeki televizyonda da böyledir, ne demeğe
uğraşıyoruz sanki?» diye işe itiraz etmiş olan ihti­
yar Manuel bile artık faydasını anlamıştı ve galiba
biraz da bu nedametledir k i , hepsinden çok gayreti
de artık o gösteriyordu.
işte o gün de, Aierkon'un gönderdiği listeye gö­
re civar köylerde dağıtımı bizzat yapmış, ilçe île il
arasındaki asfalta çıkan dar bir sapağın ağaçları ge­
risinde bulunan metruk bir kulübeye istenilen m i k ­
tardaki tomarları bırakmış ve Pontino'ya henüz d ö n ­
müştü.
Parti'den içeri girerken:
— Tamam, dedi, hepsi yerli yerindedir. Bizim
koca Başkan yeni bîr nutuk patlatıncaya kadar da
paydos!..
Son günlerin masraf yekûnuna, suratını buruştu­
rarak eğilmiş olan Pablo, elinden kalemi atarken:
— Avucunu yala ihtiyar, dedi. Sen dünkü nutku
dağıtırken, bizim Alerkon yarın bir yenisinin gelece­
ğini bildirdi bile.
Yorgun belini ovuşturan Manuel güldü:
— Canı sağ olsun. Ne yapalım, onu da dağıtırız.
Şu Cavalos ineğinin ağız payını versin de, isterse her

290
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

saat konuşsun, İsa hakkı için durmadan koşmağa ra­


zıyım ben.
Benito kıs kıs gülerek atıldı:
— Rosita yenge sağ olsaydı, bizim Domingez'e se­
ni birdenbire gençleştirdiği için amma da dua ederdi
ha!..
Manuel'in üç yıl önce kaybettiği karısını kastedi­
yordu. Diğerleri de gülüştüler. Hattâ ihtiyar Manuel
bile:
— He ya, dedi, az önce, sapaktaki kulübenin
penceresindeki nah böyle temel çivlleriyle çakılmış
keresteleri omuziayıp çökerttiğimi, Rositacık sağ

291
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

olup da görmeliydi doğrusu!,. «Manuel... Manuel, şu


yeni yetişme delikanlılar senin eski pabucun bile ola­
mazlar» diye boynuma bir sarılırdı k i . . .
Bir yandan da eliyle Benito ile Roberto'yu gös­
teriyordu.
Pabio kopan kahkaha seline katılırken:
— Tabiî dedi, rahmetli Rositacık, senin bir omuz­
da kopardığın o kerestelerin, on yıldır orada sünge­
re döndüğünü nereden bilebilirdi..
Bu defa Roberto ile Benito, başkanlarını alkış­
ladılar. Ama Manuel hiç aldırmadan, lâfı sürdürdü:
— A f f e t m i ş s i n onu sen Bay Başkan, benim rah­
metli Rosita keresteyi daha ağaç iken anlardı. Bir
gün bizim Benito'ya bakmış bakmış da: «İşte bu iyi
mal, demişti, telefon direği olur.»
Daha yüksek perdeden bir kahkaha koparan
Pabio:
— Yaşşa Manuel, dedi, seninki sağ olsaydı bu­
günkü kütüklere de kimbilir ne değerler biçerdi ha!..
— Hiç şüphen olmasın, dedi Manuel, şu Cava-
los'la adamlarını...
Ama lâfı ağzında kaldı. Çavuş Martinez iri gövde-
siyle kapıdan içeri dalıvermiş:
— Selâm, demişti, analarını sattığımın herifleri
bakın şimdi de ne boklar yemişler..
Yerinden fırlayan Pabio, Martinez'e yer gösterir­
ken:
— Hayroia kumandan? dedi, yeni bi şey mi var?.
Çavuş iskemleye çöküp, parlak çîzmeli uzun ba­
caklarını uzatırken:
— Galiba sizleri toplamak zorundayım, dedi.
Hep birden âdeta bağırdılar:

292
PABLO'NÜN GÜLÜŞÜ

— Nee?.
Martinez elini kaldırıp hepsini susturdu:
— Durun, telâş etmeyin de anlatayım. İlçeden
bir yazı aldım, az önce geldi. Bi de baktım, Ponti-
no'da ne kadar Özgürlükçü varsa, hepsinin adı sıra­
lanmış ve altına da, «Köyünüzdeki bu kişilerin hâli
hazırda orada bulunup bulunmadıklarının acele olarak
bildirilmesi diye de yazılmış!.. Hepiniz listede var­
sınız.
Pablo'nun kaşiarı, kaş çatmanın son haddine ka­
dar çatılmıştı, sordu:
— Yani ne çıkar diyorsun bundan?.
— Bilmem ki, bi defa herhalde iyi bişey çıkmaz
diyorum. Sonra da, bunca kızıl varken ne demeğe siz­
leri soruyorlar diye de merak ediyorum elbet.
Antonio güldü:
— Hep özgürlükçüleri sorduklarına göre, belki
gene hava değişti de, bizden yararlanacaklardır.
Martinez yüzünü buruşturarak acı acı gülümse­
di:
— Keşke öyle olsa ama, hiç sanmam.
— Eee? dedi. Pablo, ne yapacaksın şimdi?.
— Hiç, dedi, Martinez, ne yapılır, hepsi hurda­
dır ve tümü de Özgürlük Partisi mensubudur diye ce­
vabı yazdım, gönderdim bile.. Sonra da kalkıp bura­
ya size bilgi vermeğe geldim.
Pablo içi rahatlamış gibi gülümsemeğe çalışa­
rak:
— Sağol Çavuş dedi, bekliyelim öyleyse... El­
bet yarın kokusu çıkar. Bana kalırsa, bi bit yeniği var­
dır bu işde ama ne?
Sonra Roberto'ya dönüp:

293
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Getir oğlum parlak, dedi, şu Tekila şişesini


de birer tek atalım bakalım. Gün ola harman ola...
Roberto hemen, şişeyi ve kadehleri dizdi masa­
nın üzerine. Ama daha ilk yudumu almışlardı k i , er
Zenos kapıda göründü, çavuşa bir selâm çaktıktan
sonra:
— Bağışla kumandanım dedi, ilden telefon gel­
d i , çavuş arkadaşın hemen kendisini aramanı istiyo..
Martinez yerinden fırlamıştı bile ve o önde Ze­
nos arkada koşarak gittiler.
Ve bir saat sonra, Zenos tekrar nefes nefese
dönüp, hepsinin karakola davet edildiklerini bildirdi
Pablo ve tayfası karakola vardıkları zaman, Ça­
vuş Martinez, sundurmanın önünde bir aşağı bîr yu­
karı dolaşmaktaydı. Onları görür görmez:
— Gelin gelin, dedi, ulan bu bizimkiler ya akıl­
larını oynattılar, yahut da bu işin içinde gerçekten
bambaşka bi şey var ama anlıyamıyorum.
Çavuş önde, diğerleri arkada odaya girildiği za­
man da, Pabio'ya dönüp homurdandı:
— Sizi komünist diye bellemişler dersem, ne
dersiniz?.
Pablo'nun gözleri yuvalarından fırlamıştı:
— Bana bak kumandan dedi, seni severiz saya­
rız ama, şakanın bu türlüsüne de...
Martinez yazı masasının gerisine geçip kasılır-
ken:
— Şakası makası yok bunun, dedi, oturun da an­
latayım. İlçedeki arkadaşı buldum, dedi k i : Yahu
Emanuel bizim general iki gün önce ilçedeki üsteğme­
ni buraya çağırtıp, başkentten gelen bir dosyayı su­
ratına attı. Öyle bir gürledi ki, ulan diyordu, şu Pon-

294
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

îino'da komünist kaynıyor da sen uyuyor musun? Ta­


biî bizim üsteğmen yeni general olmuş kumandanın
karşısmda öyle bir şaşırış şaşırmış k i , önce ne diye­
ceğini bilememiş, ama sonra dosyanın üzerine yapı­
şık listeye bi göz atınca bi de bakmış «Pablo adı da
var orada. İşte o zaman ancak «Generalim bu işde
bi yanlışlık olacak» diyebilmiş. Ama general gene
gürlemeyi bırakmamış!..
Pablo acı acı güldü:
— Eee.. sonra?.
— Sonrası bu işte. Zapartayı yiyen Ramirez ta­
biî hemen «emredersiniz» deyip odadan fırladığı gibi
ilçeye koşar ve bana listeyi göndererek burada olup
olmadığınızı sorar.
— Yani, dedi Pablo, yarın toparlanıp gönderile­
cek miyiz dersin?.
Martinez sıkıntıyla ensesini kaşırken:
— Sabah çıkar kokusu, dedi, ş i m d i l i k bekliyece-
ğiz tabiî.
Odada garip bir sessizlik oldu ve gittikçe yoğun­
laşan bu sükûtu, neden sonra Manuel'in çatlak sesi
bozdu:
— Yuh be. Herşey aklıma gelirdi de kızıl belle­
neceğimizi rüyada bile göremezdim İsa hakkı için!.,
Pablo güldü:
— Neros Cavalos'un başbakan olabildiği bi ül­
kede herşey olur artık, şaşmayın buna. Ama dur ba­
kalım, kumandanın dediği gibi hele bi sabah olsun,
çıkar kokusu!..
Ve sabah olur olmaz, işin kokusu gerçekten de
çıktı. İlçeden önde bir cip, arkada bir kamyon dolu-

295
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

su jandarma olduğu hâlde sevkedilen kuvvetler, sa­


at 8 de karakolun önünde durmuş ve cipten atlıyan-
üsteğmen Ramirez, kendisini put gibi durup selâm-
lıyan çavuş Martinez'in elini sıktıktan sonra gürle-
mişti:
— Mevcudun tamam mı?.
— Tamam komutanım.
— Hepsini getirdiğim kuvvete katacaksın, köye
giriş çıkışı hemen tut. Dört eri burada posta olarak
bırak en çok on dakika içinde de dön buraya!.
— Başüstüne komutanım.
Çavuş Martînez saatine baktı ve gereken emir­
leri verip, kamyondan yeni inmiş erleri köyün sanki
gerçekten muntazam giriş çıkış yerleri varmış ve
gerçekten bunları tutmak mümkünmüş gibi, sağa so-

296
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

la serpiştirdikten tam on dakika sonra da, karakola


dönüp, getirdiği bir tomar .kâğıdı karıştırmakta olan
teğmeni selâmladı:
— Herşey tamam komutanım.
Ramirez can sıkıntısıyla başını kaldırıp:
— Otur., otur dedi, şimdi al şu listeyi ve posta
erlerini göndererek baştan başlayıp toparlat şu he­
rifleri bakalım.
Martinez çavuş, uzatılan listeyi alıp acele bir
göz gezdirdi ve bakar bakmaz da bunun bir gün önce
kendisine sorulan aynı isimler olduğunu hemen gör­
dü. Başta Pablo yazılıydı.. Ardından da diğerleri ve
sonra köyün bütün Özgürlükçüleri sıralanıyordu.
— Affedersiniz kumandanım, dedi, bunlar Özgür­
lük Partisinin buradaki başkanı ve üyeleridir. Bi şey
mi var?.
Ramirez gözlerini kısarak çavuşa bir süre bak­
tıktan sonra:
— Bizim general, dedi, bunların komünist olma­
larından şüpheleniyor, başkentten gelen emirde böy­
le yazılıymış!..
Martinez terbiyeli terbiyeli boynunu büktü:
— Bence korkunç bi yanlışlık var bu işde komu­
tanım. Tabiî emir sizindir ama, ben generali değil, s i ­
zi düşünürüm. Sonra malûm ya..
Ramirez kaşlarını ç a t t ı :
— Ne demek istiyorsun, açık konuş!..
— Şey efendim, dedi Martinez, yanlışlık oldu mu
büyükler kolay sıyrılıyor ve hemen dönüveriyorlar
amma kabak hemen küçüklerin başına patlıyor da..
Teğmen Ramirez bir sigara yaktı. Aslında Ça­
vuşun söylediğini o da aynen düşünüyor ve bundan

297
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

dolayı akşamdan beri bîr huzursuzluğu içinden bir


türlü atamıyordu. Hele ilçedeki o zehir gibi Özgürlük­
çü Alerkon'un şeytan zekâsı aklına geldikçe büsbü­
tün ürperiyordu ama, general de öyle bir kükreyiş
kükremişti ki..
— Bize ne, dedi inanmıya inanmıya, emir böyle..
Haydi sen önce şu Pablo ile elebaşıları toparla ge­
t i r t bakalım. Üst tarafını ildeki mahkeme düşünsün
bana ne?.
Martînez iç geçirerek yerinden kalktı ve kapıda­
ki er Zenos'a gereken emri v e r d i . Ve on dakika son­
ra da Pablo önde olduğu hâlde, bizimkiler sökün et­
tiler.
Teğmen gelenleri tepeden tırnağa uzun süre süz­
dükten sonra, Pablo'ya dönerek:
— Seni ve arkadaşlarını tutukluyorum, dedi.
Teğmenin gözlerine dimdik bakan Pablo g ü r l e d i :
— Suçumuz ne?.
Teğmen Ramirez «komünistlik» diyecekti ama,
karşısındaki şu mert çehreye ve hiç bir korku belir­
t i s i göremediği diğerlerinin tertemiz yüzlerine bakıp
yutkunurken:
— Şey., dedi, onu ben b i l e m e m . Bana verilen
emir böyle. Suçun ne olduğunu mahkeme söyler elbet
size!..
Pablo'nun çakmak çakmak parıldayan gözlen,
teğmenin eli altında duran şişkin dosyaya takılmış­
tı bile. İnanılmaz bir cür'etle onu işaret ederek sor­
du:
— Önünüzdeki dosyada yalnız adlarımız mı ya­
zılı?.

298
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Sesi odanın içinde âdeta tokat gibi saklamış ve


teğmeni enikonu sarsmıştı. Ramirez gülümsemeğe
çalışarak:
— O size ait değil, dedi, daha başka şeyler var
onun içinde.
— Peki, dedi Pablo gene teğmenin gözlerine dim­
dik bakarak, hemen gidiyor muyuz?.
Bu korkusuz adam amma belâydı ha.. Ramirez'in
huzursuzluğu ona baktıkça büsbütün artıyor ve âdeta
küçüldüğünü hissediyordu. Hani bir de işin içinde
gerçekten bir yanlışlık olduğu anlaşılırsa, Allah b i l i ­
yordu ya, bu herifin gözleriyle bir daha karşılaşmayı
istemezdi.
— Şey, dedi yüzünü buruşturarak, hele bir otu­
run bakalım şu andan itibaren tutuklusunuz ama, da­
ha başkaları da olacak..
Pablo oturdu. Başkanlarını izleyen diğerleri de
Çavuş Martinez'le, er Zenos'un uzattıkları iskemle­
lere hemen çöktüler. Antonio'yla göz göze gelen er
Zenos dişleri arasından fısıldadı:
— Aldırma dayı, sabret!..
Çavuş Martinez'in de hırstan ellerinin t i t r e d i ğ i ­
ni farkettîler.
Pablo oturur oturmaz:
— Bana bak kumandan, dedi, biz erkek adamla­
rız. Bu işde bi yanlışlık olduğundan hiç kuşkumuz
da yok. Bundan ötürü şimdi sana diyeceğim şu ki, bi
bildiğin ve duyduğun varsa söyle bize. Sor sana er­
kekçe cevabını verelim de, sen de bu yanlışlığın...
Durdu, yutkundu, aklına gelen «Maşası olma» de­
mekti ama, kelimeyi uygun bulmadı ve daha yumuşa-

299
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ğını seçeyim derken de, her Tekelon köylüsü gibî


daha berbadım seçip:
— Cellâdı olma!, deyiverdi.
Ama galiba Allahtan olmuştu bu. Zira bir kırbaç
gibi vicdanında şaklıyan kelime, teğmeni büsbütün
allak bullak ediverdi ve ruhu isyanla dolup taşarak
bağırttı adamcağızı:
— Bana bak bay Pablo, dedi, ben hiç kimsenin
cellâdı olmam. Tekelon ordusunun şerefli üniforma­
sını taşıyorum. Haksızlığa âlet olmaktansa' ölmeyi de
yeğ tutarım!..
Pablo, istediğini elde etmişlerin rahatlığı içinde
kayıtsızca mırıldandı:
— Gerisini sen b i l i r s i n , madem soracağın bi şey
yokmuş!., Gidelim de bitsin bu iş!.
Ve işte o zaman teğmen Ramirez, eli altındaki
kabarık dosyayı açıp, şöyle bir karıştırdıktan sonra
âdeta patladı:
— Burada hepinizin komünist örgütlere yazdığı­
nız mektupların suretleri var. Hem de imzalarınızla..
Hepsi ordumuz tarafından basılarak kapatılmış olan
bu kızıl derneklerde bir alay belge ele geçirildi.. Sîz*
ierin bunlarla mektuplaştığınız meydanda..
Odaya sanki bir gülle düşmüştü. Herkesten önce
de, Çavuş Martinez yerinden fırlamış ve şaşkınlıkla
feryadı basmıştı:
— Olamaz böyle şey!.. İftiradır bu!..
Diğerleri de, Manuel, Antonio, Benito, Roberto,
Sançez de yerlerinden fırlamışlardı. Yalnız Pablo
müstesna!. O dimdik oturmuş, yerlerinden fırlamış
olan arkadaşlarına sükûnetle bir de sesleniyordu üs­
telik:

300
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Oturun yerinize,
Hırslarından t i r t i r titriyerek yerlerine oturdular.
.Antonio haç çıkarırken homurdandı:
— Ey İsa, duy bunu!..
— Eee? dedi, bu sefer teğmen Ramirez sırıta­
rak, ne dersiniz bakalım buna Bay Pablo?.
Pablo güldü:
— Doğrudur derim.
Genç Roberto hırsla Başkanına döndü:
— Doğru mu dersin?.
Ama aynı anda, meseleyi o da hemen kavrayı-
vermişti.
Pablo tekrar gülmeğe başladı, hem de bu sefer
kahkahalar da atarak:
— Sayın Teğmenim dedi, çaktım şimdi dalgayı,
ama içyüzünü görünce sen de şaşacaksın şimdi..
Ramirez masaya bir yumruk indirirken:
— Ben, dedi, bunda gülünecek, birşey görmüyo­
rum arkadaş. Komünistlerle mektuplaştığınızı söylü­
yorum. Sen de kabul ediyorsun. Ne varmış bunun iç
yüzünde artık!.
Pablo hiç istifini bozmadı:
— Var ya, dedi, bizim Felicio babanın geçimi
var.
Felicio lâfını duyan diğerleri de çakmışlardı ar­
tık meseleyi, onlar da gülmeğe başladılar. Öyle ki,
Antonio ile Benito sarsıla sarsıla gülüyorlar ve göz­
lerinden gelen yaşları kollarının yenine silerken:
— Ulan amma iş ha.. Bak bu hiç aklımıza gelme­
di diye söyleniyorlardı.
Teğmen masaya bu defa iki yumruğunu indirir­
ken:
301
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Susun, dedi, susun be!.. Nedir bu maskaralık?.


— Valla, dedi Pablo, gerçekten bi maskaralık
var işin içinde ama, bana kalırsa her gördüğünün
üzerine atılan sizinkilerde dedi.
Ve sonra t u t t u , o boru gibi sesiyle hepsi sonra­
dan kapatılan bir takım kızı i örgütlere Felicio baba­
ya gazete temin etmek için nasıl mektup yazdıkları­
nı anlattı.
O anlattıkça, teğmen Ramirez şaşkınlıktan şaş­
kınlığa geçiyor ve «Ulan bu şeytan herifler valla Le-
nin'in bile sakallarını traş ederler de kimse çaka-
maz» diye içinden mırıldanıyordu.
Pablo hikâyesini bitirince, hemen t e k l i f i de pat­
lattı:
— İyisi mi Sayın Kumandan şimdi kalkıp hep
birlikte bir de şu bizim Felicio babanın fabrikasın!
görmeğe gidelim de, büsbütün gönlün yatsın bu işe!..
Ramirez'de artık tam anlamıyla hoşafın yağı ke­
s i k t i . Ve o da gülüyordu artık. Hızla yerinden kal­
karken, Martinez'e döndü:
— Ne dersin Çavuş?
Hemen esas duruşa geçen Çavuş:
— İzin verirseniz kumandanım, dedi; oraya git­
meden önce size «malları» da gösterebilirim.
Ve Ramîrez'in cevabını beklemeden, kapıyı ara­
layıp bağırdı:
— Zenoos... bana aldığın nevale paketini getir
bakayım!..
Er Zenos hızla seğirtip getirdiği paketi komuta­
nına verdi. Çavuş Martinez bir gazeteye sarılmış
olan paketi Ramirez'in önüne koyup açtı. Bu, Çavu-

302
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

şun mutad akşam nevaiesiydi. Bir kesekâğıdı doma­


tes, bir kesekâğıdı mango, gene bir kesekâğıdında
iki adet avokado, bir limon. Bir küçük kesekâğıdında
biraz yeşil zeytin ve gene kâğıda sarılı küçük bir ş i ­
şe tekila!.
— İşte, dedi Martinez, hepsi gazeteden yapılma
kesekâğıtlarını göstererek, Felicio babanın fabrika­
sında yapılan mallar bunlardır.
Teğmen Ramirez, kâğıtlardan bir tanesini alıp,
üzerindeki yazılara mırıldanarak göz gezdirdi:
— Devrimci öl...mez, öldür...ür. Devrimci...
Ve kâğıdın içine, boşalttığı domatesleri tekrar
doldururken:
— Anlaşıldı, diye ekledi, herifleri amma man­
depsiye bastırmışsınız ha!.. Bana kalırsa, bu kızılla­
rın ne kadar dangalak olduğunu anlatmak için bu ör­
nekten faydalanmalı bizimkiler!..
Artık iyiden iyiye rahatlamış olan ihtiyar Ma-
nuel ise gevrek gevrek gülerken yapıştırdı:
— Oho oo... Sen bizi bırak da, böylesini iste,
Valla bizim şu Başkan var ya, hepsinin donlarını baş­
larına şapka diye giydirir de anlamazlar bile!..
Teğmen Ramirez bu defa içtenlikle güldü. Son­
ra önündeki dosyayı kapatırken, Çavuşa dönüp:
— Oğlum Martinez dedi, topla erleri ve bindir
arabaya hepsini... Sen de benimle şimdi ilçeye gele­
ceksin, oradan hemen ile' hareket edip, önce gene­
ralin yeni yardımcısı Albay'a durumu anlatacağız,
gerekirse generale de meseleyi hep birlikte duyuru­
ruz. Ne dersin bu Bay Pablo'yu da alalım mı?
Yapacağı sıkıntılı yolculuğu düşünüp gönlü bir

303
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

hayli karışmış olan Çavuş, önce «Fena olmaz» diye­


cekti ama, birden kafasında çakan şimşeğin aydınlı­
ğı içinde:
— Bana kalırsa, buna gerek yok da, uygun gö­
rürseniz ilçedeki Bay Alerkon'a durumu bildirip onun
gelmesini sağlayalım, deyiverdi.
Biraz sonra kapı önünde her ikisini de uğurla­
mak için uzun süre el sallayan Pablo ise, arabalar
gözden kaybolur olmaz keyifle mırıldanıyordu:
— Ulan bu bizim Çavuş, gittikçe keskinleşiyor...
İsa hakkı için ildeki generale değişmem ben bu he­
rifi!..

304
28

Pablo ile arkadaşları paçayı iyi kurtarmışlardı ama,


bu arada olan Pontino'daki o bir avuç kızıla olmuştu.
Köye bir alay jandarmanın gelip, yolları ve meydanın
dört kesimini de ikişer ikişer tuttuğunu gören kızıl­
lar, korku içinde ne yapacaklarını şaşırmışlar evle­
rinde titreşmeğe başlamışlardı. Şimdilik gidecek yer­
leri yoktu, en iyisi evlerinin aranınca kolay bulunmaz
köşelerine büzüşmekti. Öyle de yaptılar ve kimi ki-
lerlerdeki sucuk ve isli et kangallarının perdesi ge­
risine, kimi hırdavat dolu çatı aralarına ve berber
•Chucho gibiler de dükkânlarının, önleri yığınla ava­
danlık dolu mahzenlerine tıkılıp bekleşir oldular. Yal­
nız Lopez en doğru çareyi, usulca Antonio'nun evine
süzülmekte bulmuş ve paytağın alt kat penceresine
bıraktığını bildiği anahtarını aldığı gibi hiç kimseye
görünmeden eve gidip yatağa uzanıvermlşti. Öyle k i ,

305 F. : 20
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

az sonra jandarmaların geldikleri gibi çekilip gittik­


leri haberi köye yayıldığı hâlde onun bundan haberi
bile olmadı ve Antonio'nun biraz teke teke kokan ya­
tağında çoktaan uykuya dalmıştı bile..
Ama jandarmaların gittikleri haberi yayıldı da,
diğerleri gene ortada görünebiidiler mi?. Ne gezer,
daha karanlık henüz basıyordu ki, kızıl Rezilopez'in
kaknem karısıyla iki kızı doğru Pablo'nun evine koş­
tular. Pablo henüz eve d ö n m e m i ş t i . Yalnız Konçita
oradaydı. Gelenleri biraz hayretle karşıladı ama gü­
ler yüzünü de hiç bozmadı. Rezilopez'in karısıyla kız­
ları gerçekten perişan bir hâldeydiler:
— A h ! A h ! diyordu Bayan Rezilopez!.. Nereden
daldı bizimki bu siyasete b i l m e m ki.. İşte nihayet
çıldırdı bence. Çatı arasında üzeri bir alay eski bat­
taniye ve yatak yığınıyla örtülü olarak oturuyor ve
ne söylesek inanmıyor. Bize de inanmıyor artık. Çık,
gittiler diyoruz, tuzak bu diyor. Ne yapalım şaşırdık?
Acaba Bay Pablo...
Konçita enikonu duygulanmıştı ama ne diyeceği­
ni bilemiyordu. Hele Pablo'nun bu durumda ne tavır
takınacağını bir t ü r l ü kestiremiyordu. Sonunda her
üçünü de o tatlı haliyle rahatlatan bir iki cümleyi sı­
raladı ve şimdilik hiç birşey yapmadan beklemeleri­
n i , adamcağızı da kaygıları içinde rahat bırakmaları­
nı söyleyebildi.
Aynı saatlerde, hemen hemen aynı sahne, Pilar
ananın evinde de cereyan etmekte ve onun karşısın­
da da cumhuriyetçi sosyalist Avelino'nun karısı d i z
çöküp yalvarmaktaydı:
— Anacığım., anacığım, diyordu o da, bizimki-

306
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ne bir hâl oldu, bodrumdan çıkaramıyorum h e r i f i . Ni­


hayet bize de sıra geldi diyor da başka birşey d e m i ­
yor!.
Ya berber Chucho?. Onun karısı ile o it oğlu da
doğru Carlos babaya koşmuşlar ve Chucho'cuğun
mahzenden çıkmamakta direndiğini anlatmağa koyul­
muşlardı.
Gerçi Carlos baba da, Pilar ana da, muhatapla­
rına bir hayli çıkıştılar ve hemen her ikisi de anlaş­
mış gibi:
«— Gidi köpekler sizi, bir de acıyacağımı mı
sandınız? Bırakın domuzlarınızı tıkıldıkları yerde de
hem onların hem de sizin aklınız başlarınıza gelsin»
yollu bir alay lâkırdı seli akıttılar ama, merhametli
Konçita hiç de bu yolda değildi ve az sonra başına
şalım aldığı gibi doğru kiliseye koştu.
Papaz Don Pedro, Pablo'nun eşini kızı gibi sever­
d i . Onu şefkatle karşıladı ve yarım saatlik bir konuş­
madan sonra da, papaz, evinin kapısından onu uğur­
larken:
— Üzülme kızım dedi, ben her şeyi hallederim,
istediğin gibi olacaktır hiç merak etme!.
Pontino'da bunlar olurken, teğmen Ramirez'le
Martinez ilçeye-varmışlar ve hemen Özgürlükçülerin
ilçe başkanı Alerkon'u bularak Pontino'da o sabah
cereyan eden tutuklama teşebbüsünü anlatmışlardı,
Hikâyeyi dinlediği zaman, Alerkon gülmekten az
daha donuna işiyecekti. Hem katıla katıla gülüyor
hem de teğmene:
— Böyledir bizimkiler kumandan, diyordu, aziz
Klodyus hakkı için şeytana pabucu ters giydirirler de
beriki ne şık iskarpinim var diye övünür gezer!..

307
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Ramirez ise içtenlikle başını sallamaktan başka


bir şey diyemiyordu.
Sonra hep birlikte kalktılar ve iki saatlik il yolu­
nu hızla alabilmek için, Alerkon'un Mercedes'ine ku­
rulup il'e yetiştiler.
Önce generalin yardımcısı olan albay hikâyeyi
dinledi. Ve o da az daha gülmekten donuna işiyecek-
t i . Hemen çıktı ve komutana durumu arzetmeğe koş­
t u . Ve on dakika sonra da geri dönüp, Alerkon'la t e ğ ­
meni generalin makamına davet e t t i . Çavuşa odada
beklemesini söylemişti.
General, Alerkon'un elini sıktı. Yardımcısından
onun meziyetlerine dair bir sürü hikâye d i n l e m i ş t i .
Bu cin gibi herifi gerçekten de merak ediyordu. Aler-
kon'a yer gösterdi ve neden sonra teğmeni de hatır­
layıp oturmasını bildirdi. Dinlediği hikâyenin, diğer­
lerinin aksine, onu allak bullak ettiği belliydi. Nite­
kim tafsilâtı bir de teğmenden dinledikten sonra:
— Sen geç içeri de orada bekle çocuğum, de­
di. Ben Bay Alerkon'la biraz daha görüşeceğim.
Teğmen, generalin kendisi hakkında iki gün ön­
ceki kanısının tamamen değiştiğini yüzünden okuma­
nın rahatlığı içinde çakı gibi bir selâm çakıp hemen
çıktı. Ve o çıkar çıkmaz da general odadaki Albayla
Alerkon'a dönerek gürledi:
— Bu başkenttekilerin yaptığı rezalet artık!.. Be­
ni az daha oyuna getiriyorlardı bu sersemler ama ben
sorarım bunun hesabını!..
Alerkon'a da zâten bu lâzımdı. Hemen yapıştır­
dı :
— Haklısınız generalim, besbelli ki, bu işde de

308
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

bir komünist oyunbazlığı dönmüş. Hiç şüphem yok


ki, o kızıl merkezleri basıp da elde edilen belgeleri
inceliyen bir veya bir kaç kızıl görevli dikkati bu ta­
rafa çekerek, diğer görevlileri şaşırtmayı planlamış­
lardır. Kimbiiir belki de bu arada nice belgeyi yok et­
menin veya saklamanın yollarını da buldular. Asıl
bunları araştırmalı, bu sinsi herifleri bulmalı. Asıî
tehlikeli kızıllar bu çeşitli devlet kademelerine doğ­
ruca Başbakan Neros Cavalos'un gafletinden yarar­
lanılarak y e r l e ş t i r i l m i ş olanlardır. Ama bilmem k i ,
bunları temizlemek için de güc ister elbet!..
General gürledi :
— Aynı fikirdeyim Bay Alerkon, ama bulacağız
bunları da bundan hiç kuşkunuz olmasın.
Ve sonra Albay'a dönüp ekledi :
— Yarın hemen başkente hareket edeceğim.
İcabederse mareşale kadar çıkacağım. Yetmeli ar­
tık bu dalgacılık.
Önüne konmuş olan dosyayı, bir yandan da kal­
dırıp kaldırıp masaya indiriyordu.
Gerçekten de ertesi sabah, daha alaca karan­
lıkta arabasına atladığı gibi başkentin yolunu t u t t u .
Ve c, Tekelonya'nm çeşitli kesimlerinden gelmiş ay­
nı dertle dolu bir alay silâh arkadaşıyla birlikte, ge­
nelkurmay salonlarında patırtı yapadursun, o gün öğ­
le vakti Tekelon radyosunu dinleyen bütün ülke, Ma­
reşal Cıbıros'un yeni bildirisiyle zangır zangır sarsı­
lıyordu :
«— Sayın Tekelonlar, aziz vatandaşlarım ve ye­
nilmez Tekelon ordusu, ülkemizi saran kızıl belâyı
temizlemek için giriştiğimiz insanüstü gayretler, da-

309
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

ha başlangıcından itibaren çeşitli engellemelere mâ­


ruz kalmış ve son günlerde bu engellemeler karşısın­
da tamamen âciz bîr durumda olmakla kalmayıp, biz­
zat bunlara katıldığı anlaşılan Neros Cavalos'un ha­
reketleriyle de büsbütün yanlış bir yöne doğru kay­
mağa başladıkları görülmüştür. Bu durumu inkâr edil­
mez delilleriyle t e s b i t etmiş bulunan yenilmez ordu­
muzun başkumandanı olarak değerli milletimize, Ne­
ros Cavalos'un Başbakanlıktan azledildiğini bildiriyo­
rum. Yeni kabine en kısa zamanda kurulacak ve mem­
leketi en fazla altı ay içinde seçime götürmekle de
yükümlü olacaktır. Bu süre zarfında, t ü m silâhlı bir­
liklerden bölgelerindeki bütün kızıl faaliyete karşı son
derece uyanık olmalarını istiyorum...»
Bildiriyi partideki küçük transistorlu radyodan ar­
kadaşlarıyla birlikte dinlemiş olan Pablo, çavuş Mar-
tinez'e dönüp :
— Nasıl dedi, bir haftaya kalmaz gider bu he­
rif demedim miydi ben sana? Al işte, yedi kendi
kendini.
Ama çavuşun o anda aklına takılan, ne Neros
Cavalos'un azledilmesi, ne de Pablo'nun haklı çık­
masıydı. O bildirideki t ü m silâhlı birliklerden bölge­
lerindeki kızıllara karşı dikkatli olmalarının istenme­
sine takılmış ve şu Pontino'da gene bu Pablo'nun ka­
fasına uyup bir tek kızılı tutuklamayışmdan kaygı duy­
mağa başlamıştı. Çavuşun dalıp gittiğini gören Pab­
lo :
— Ne o kumandan? dedi, galiba memnun olma­
dın şu Cavalos'un kovulmasından?.
Siikinen Martinez gülümsemeğe çalıştı :

310
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

— Yok canım, benim aklım başka yere takıldı.


Ben hiç komünist tutuklamadım da... Kimbilir belki
de bu işi yapmıyan bir ben varımdır ve bu bir de tes-
bit edilirse yandığım gündür bence!..
— Düşündüğün şeye bak, dedi Antonio hemen,
yahu bu Pontinoda bile ondan kolay ne var?. Nah Re-
ziiopez'in evi surda, ötede de Avelino.. Berber Chuc-
ho veya öğretmen Pesos dersen..

Manuel atıldı :
— Öğretmeni sayma, bir haftadır hastayım d i ­
ye okulun kapısına bir yafta koymuş ama, bana, so­
rarsan kaçtı o!.
— O kaçtıysa diğerleri yeter, dedi Antonio..
Ve sonra Pablo'ya dönerek ekledi :
— Ne dersin bu defa sayın Başkan? Çavuşu yak­
ma pahasına da olsa, gene dokunmayın bizim kızıl­
lara diyecek değilsin herhalde!.

311
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

Pablo, Antonio'ya dehşetli içerledi ama, d i ş l e ­


rini sıkıp, duygusunu belli etmedi. Sadece:
— Bundan ötesine karışamam elbet, demekle
yetindi. Karar çavuşun elbet!..
Evet elbette karar çavuşundu ve bu defa o, Pab-
lo'ya falan aldırmadan ertesi sabahın karanlığında
hamlesini de yaptı ama, gelin görün ki, boşuna..
Erleriyle birlikte hangi kızılın kapısına dayanıp,,
aradığını istese «yok» deniyor ve evlere dalıp herta-
rafı didik didik ettiği halde eli bomboş dönüyordu.
Sanki yer yarılmış, şu Pontino'lu kızılların t ü m ü ­
nü birden içine ç e k m i ş t i . Rezilopez'i aradı yok.. C h u c -
ho'yu aradı yok, Avelino'yu aradı yok!, yok., yok...
yok. Hatta en sonunda lâf olsun dîye bastığı Lopez'-
in evinde bile, köyün orospusunu bulamamıştı.
Ve gerçekten özgürlükçüler için de bir eğlence
oluvermişti bu durum. Martinez'in her baskından e l i
boş dönüp hırstan köpürmesi karşısında :
— Ne üzülüyorsun be kumandan, diyorlardı, şu
devrim sayesinde bizim Pontino kendiliğinden bitle­
rini ayıklamışsa, fena şey mi bu? Maksat temizlik de­
ğil m i , kendi kendine olursa, daha iyi sayılmaz mı?
Ne yapsın biçare Martinez? Tabiî bütün bu t a ­
kılmaları içerlediğini hiç belli etmemeğe çalışarak
karşılıyor ve yalnız arada b i r :
— Allah vere de bizimkilerin aklına takılmasa
bu. İsa hakkı için, vaktiyle gericileri neden topiamı-
yorsun? diyen aynı herifler, bu sefer de ulan kızıl­
lar nerede? diye öyle bir kükrerler ki, gökteki melek­
ler bile kanatlarını şaşırırlar!..
Doğrusu ya, eğer Tekelonyamn güney kesimleri
ne hayli korkulu saatler yaşatan o deprem olmasay-
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

di, çoktaan unutulup gitmiş olan Pontinolu kızılları şu


kendi köylerinde bile hatırlayan ve konuşan pek az
kişi kalmıştı ama, ah o deprem!.. Hem de daha ak­
şamın alacakaranlığında yeri sıtma tutmuş bir be­
den gibi t i r t i r t i t r e t e n o deprem!. Gerçi hemen çoğu
ahşap olan Pontino'daki evlere fazla ziyan vermedi
bu yer sarsıntısı ama, herkesi hayli korkutmuştu. Ve
hele kilisenin arkasındaki papaz evine birkaç yıl ön­
ce eklenmiş olan çıkıntı odanın yan duvarını yıkıver-
miş olmasaydı, hiç mesele y o k t u . Ama hepsi Pablo'-
nun etrafında meydana toplanmış olan t ü m Pontino-
lular, kiliseden gelen çatırtıyla b i r l i k t e öyle bir sah­
neyle karşılaştılar ki, hepsinin gözleri yuvalarından
fırlayacaktı âdeta. Hele çavuş Martinez'in suratı ger­
çekten görülecek şeydi:
Günlerdir arayıp da bulunamıyan bütün kızıllar,
başlarında Rezilopez, Avelino, Chucho oldukları hal­
de, korkudan büyümüş gözlerle birer ikişer meydana

313
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

fırlayıvermişlerdi. Hepsinin sakalları uzamış, sapsarı


suratları çökmüştü. En arkadan da Don Pedro büyük
bir vekar içinde ve hiç telâşsızca geliyordu. Âdeta
sürüsünü güden yaşlı bir çoban gibiydi. Meydandaki
kalabalığı görüp irkilen Rezilopez, durdu, diğerleri de
hemen durdular ve sonra geriye doğru bir iki adım
çekilip, papaz Don Pedro'nun öne geçmesini bekliye-
rek büzülüştüler. Meydanı dolduran köylüler Pablo ve
Martinez dahil, hâlâ put gibi donuk duruyorlardı. Yal­
nız Konçîta kocasının kolunu sıkmakta ve belirli bir
heyecan içinde yutkunmaktaydı.
Papaz, hiç vekarını bozmadan Martinez'le Pab-
lo'ya doğru ilerledi, onun geçmesi için önündekiler
iki sıralı çekildiler. Papaz yürüdü yürüdü ve tam Mar-
tinez'in önünde dururken :
— Evlâdım dedi, Tanrı evine sığınmıştı bunlar.
Onların bugüne kadar saklanmalarını bağışla. Biliyo­
rum suçları çoktur ve büyüktür ama, bugüne kadar
İsa'nın evinde barındılar. Ama şimdi yeri sarsan Tan­
rı belli k i , yeterli bulmuştur bu misafirliği ve daha
fazlasına da izin vermiyeceğini göstermiştir. Al işte
hepsi hurdalar!..
Sonra Konçita'ya dönüp, fısıldadı :
— Tanrı böyle istedi kızım, elden fazlası gelmez.
Ve işte o zaman Pablo, Konçita ile papaz arasın­
da dönen oyunu kavradı ama, karşısında duran şu
«kiliseye sığınmış kızıllar» tablosunun dehşetiyle
ilk anda gerilmiş olan sinirleri birdenbire öyle bir
boşalış boşalmıştı k i , artık düşünmez olmuştu bunu.
Öyle bir kahkaha attı k i , az sonra, bütün mey­
dan da katıldı buna! Bütün Pontino sarsıla sarsıla

314
PABLO'NUN GÜLÜŞÜ

gülüyordu artık. Öyle bir kahkaha seli ki, âdeta az


önce geçirilen depremden fazla sarsıyordu y e r i ! . .
Pontino'da o günkü kahkaha tufanını hâlâ anlata
anlata bitiremezler. Ve sadece fazla siyasî olanlar:
— Bizim Pablo derler, ondan sonra bir de seçim
yapılacağının ilân edildiği ve askerlerin millî iradeye
başeğmekten başka doğru yol olmadığını haykınp
seçim gününü açıkladıkları gün koparmıştı böyle bir
kahkahayı. Öyle gülmüş ve herkesi öyle coşturmuş­
tu k i , o gün Pontino'da canı çıkmıştı kahkahanın!..

— SON —

315

You might also like