You are on page 1of 13

Istanbul Aydın University ABMYO Journal

Year 3, Vol. 10, pp. 19-34, April 2008 (ISSN 1306-3375)

Water Management and Privatization

John TAŞKINSOY
Istanbul Aydın University, Istanbul – Turkey
jtaskinsoy@yahoo.com

ABSTRACT

At the beginning of the twenty-first century, the earth, home for all underground and surface
plant and animal species along with the population of close to seven billion humans now is
facing very serious water crises. According to the findings of some latest reports, if
precautions are not taken then the current situation will get worse and continue to do so. Fast
increasing world population, developing economies, expanding irrigated agricultural land use,
water pollution caused by heavy industries, and the alarming negative effects of global
warming put great importance on the following items; development of quality drinking water,
management of current and potential future resources, efficient production and distribution
of services based on actual customer demand. The ultimate goals of good water management
must focus on price stability, protecting the environment, creating recreational areas for
general public to enjoy, making sure some world-class standards are established and
monitored.

As early as the mid-1980s, US government intelligence services estimated that there were at
least 10 places in the world where war could break out over dwindling shared water – the
majority in the Middle East (Starr, 1991). On the contrary to the belief amongst the general
public, Turkey with 1.850 cubic meters of available drinking fresh water is not the most water
rich country in the region. Iraq is on top of the list with 2.150 cubic meters of water per
person annually (Ariyoruk, 2003). Within the past recent years, Turkey has taken many
important steps towards privatization of water resources, planning and efficient water
production based on true customer demands but only one third of these plans were actually
implemented.

Key Words: Water Management, Productivity, Privatization, Hydropower, DSİ, Turkey.

Öğr. Gör. John TASKINSOY, İstanbul Aydın Üniversitesi, İşletme – İngilizce, 34299, Küçükçekmece, İstanbul,
jtaskinsoy@yahoo.com
Su Kaynaklarının Yönetimi ve Özelleştirme

Cengiz TAŞKINSOY
Istanbul Aydın University, Istanbul – Turkey
jtaskinsoy@yahoo.com

ÖZET

21’inci yüzyılın başında, dünya, barındırdığı tüm yeraltı ve yerüstü bitki örtüsü, hayvan
çeşitleri ve yedi milyara yaklaşan insan nüfusu ile ciddi bir su krizi sorunu yaşamaktadır.
Yakın zamanda yapılan araştırmaların ulaştığı ortak sonuca göre eğer bir tedbir alınmadığı
durumda bütün bu olup bitenlerin mevcut su problemini daha da tehlikeli bir boyuta
taşıyacağı yönündedir. Hızla artan dünya nüfusu, büyüyen ekonomiler, su destekli tarımın
yaygın olarak kullanılması, endüstriyel atıkların yol açtığı su kirliliği ve küresel ısınmanın göz
ardı edilemeyecek etkileri kaliteli içilebilir suyun çıkarılmasını, etkin aynı zamanda verimli
olarak üretilmesini, ihtiyaca uygun şekilde dağıtımının yapılmasını ve bu kaynakların her
zaman sürdürülebilirliğinin sağlanmasını zorunlu kılmıştır. Su kaynaklarının yönetiminde
mevcut kaynakların çevresel, ekonomik ve sosyal faydalar sağlayacak şekilde kullanılması
düşüncesi bütün yapılan çalışmaların temelini teşkil etmelidir.

1980’li yılların ortalarında Amerikan hükümeti istihbarat servisinin yayınladığı raporda


dünyada en az 10 ülkenin mevcut su kaynaklarını paylaşarak kullanma konusunda savaş
yapabilecekleri tahmini yürütülmüştür ve bu söz konusu ülkelerin hemen hepsi Orta Doğu’da
bulunmaktadır (Starr, 1991). Genelde halk arasında hâkim olan düşüncenin aksine, Türkiye
kişi başına düşen yıllık 1.850 metre küp su miktarı ile maalesef bölgedeki en fazla içilebilir su
kaynaklarına sahip ülke değildir. Irak 2.150 metre küp ile listenin başında yer almaktadır
(Ariyoruk, 2003). Türkiye’de son yıllarda su kaynaklarının özelleştirilmesi, planlanması, etkin
ve verimli bir şekilde üretilmesi konularında birçok kararlar alınmış ancak bunların üçte
birinden az bir kısmı uygulanabilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Su Yönetimi, Verimlilik, Özelleştirme, Su Enerjisi, DSİ, Türkiye.

Giriş

Su, tarih boyunca insanların kolaylıkla temin edebildiği ve özgürce tükettiği bir kaynak olmuş
fakat bu değerli kaynağın bir gün zaman gelip de tükenme veya hızla artan dünya nüfusunun
ihtiyaçlarını karşılayamama riski altına girebileceği maalesef pek çok insanın aklının ucundan
bile geçmemiştir. Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bilim adamları yaptıkları birçok
araştırmalara göre suyun insanların yaşam standartlarının yükselmesinde, refah seviyelerinin
artmasında ve hatta mensup oldukları ülkelerin büyük çapta ekonomik gelişmeler
sağlamasında çok önemli bir faktör olduğu düşüncesini kabul etmişlerdir. Bizler bugün
Türkiye’de su kaynaklarının özelleştirilmesi konularını henüz tartışıyor olsak bile aslında
İngiltere başta olmak üzere sayılı Avrupa ülkeleri ve Amerika, su ve kanalizasyon
hizmetlerinin özel sektöre mensup şirketlerin katılımıyla temin edilmesi işini 1800’lü yıllarda
gerçekleştirmiştir. Ancak bu hizmetleri o yıllarda veren özel şirketlerin ortaya koyduğu
performans yeterli olmayınca ve bunun sonucunda da insan sağlığını tehdit eden problemler

Öğr. Gör. John TASKINSOY, İstanbul Aydın Üniversitesi, İşletme – İngilizce, 34299, Küçükçekmece, İstanbul,
jtaskinsoy@yahoo.com
yaşanınca, su ve kanalizasyon hizmetlerinin verilmesi işi tekrar devlet yönetimi altına
geçmiştir. Daha sonra 20’inci yüzyılda yapılan denemeler olumlu sonuçlar getirmiş ve
İngiltere’deki su idarelerinin tamamı 1986 yılı itibariyle özelleştirilmiştir ve bu
özelleştirmelerde İngiltere eski başbakanı Margaret Thatcher’in çok büyük rolü olmuştur.

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki su sektörünü zorlayan en önemli konulardan biri


mevcut alt yapı sorunlarını gidermek ve yeni yerleşim yerlerine su ve kanalizasyon
hizmetlerini standartlara uygun bir şekilde ulaştırmaktır. Türkiye’deki sektörün genel
anlamda karşılaştığı zorlukların en başta gelenleri şunlardır: 1) Belediyeler kayıp ve kaçakları
önleyememektedir (gelişmiş ülkelerdeki su idarelerinin şebekelerindeki kayıp kaçak oranı
yüzde 20’lerin altındadır ama Türkiye’deki çoğu belediyelerde bu rakam yüzde 50’nin
üzerindedir); 2) eskimiş ve yıpranmış hatlar halen kullanılmakta ve mali imkânsızlıktan
dolayı bu sorunlu hatların onarılması veya tamamen yenilenmesi projeleri sürekli
ertelenmektedir; 3) su ve kanalizasyon hizmetleri birçok yeni yerleşim yerlerine sorunsuz ve
standartlara uygun bir şekilde sunulmamaktadır (halen Türkiye’de yüksek yerlerde bulunan
birçok mahalle ve köylere bu hizmetler götürülememektedir); 4) gelişmiş ülkelerin kullandığı
teknolojiler yaygın bir şekilde kullanılmamaktadır (Türkiye’de temiz su ve atıksu arıtma
sistemlerinin bulunduğu şehirler sayıca çok azdır); 5) su üretimi ve dağıtımı çok verimsiz
yapılmakta dolayısıyla maliyetler yüksek kalmaktadır ve 6) su standartlarını ve su kalitesini
belirleyecek, uyulması zorunlu kuralları oluşturacak, gerekli düzenlemeleri ve denetlemeleri
yapacak ve yeri geldiğinde bu kuralları ihlal eden kişileri veya firmaları cezalandıracak
politikadan bağımsız bir üst kurulun mevcut bulunmamasıdır.

Gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerde halen su kaynaklı hastalıklardan ölen insanların
sayıları milyonlarla ifade edilmektedir. Afrika başta olmak üzere, fakir ülkelerde yaşayan
sayısız çocuk henüz beşinci yaş gününü bile göremeden gözlerine yaşama kapamaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün belirttiği rakamlara göre malarya, ishal, kolera gibi tedavisi
kolaylıkla mümkün olan hastalıklardan yılda maalesef bir milyondan fazla insan yaşamını
yitirmektedir. Şekil 1, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan nüfusun su ve temel sağlık
hizmetlerinden ne ölçüde faydalanabildiklerini göstermektedir. Buna göre Asya kıtasında
yaşayan insanların (çoğunluğu Çin’de) yüzde 65’i içilebilir su ve yüzde 80’i ise sağlık
hizmetinden faydalanamamaktadır. Araştırmacılara göre dünyada sağlıklı içilebilir su
bulamayan nüfus sayısı bir milyar insanı aşmıştır ve aynı şekilde sağlık hizmetinden
yaralanamayan insan sayısı ise 2 milyarın çok üzerindedir.

Şekil 1. Su ve Sağlık Hizmeti Alamayan Nüfus ve Yaşadıkları Bölgeler (URL1)

Kaynak: WHO ve UNICEF, 2000


Şekil 2 dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların yüzde kaçının evlerinde su ve
kanalizasyon hizmetlerini alabildiklerini göstermektedir. Avrupa ve Amerika kıtaları en
gelişmiş ülkelere ev sahipliği yaptıkları için doğal olarak burada yaşayan insanların tamamına
yakın kısmı söz konusu hizmetleri problem yaşamadan büyük ölçüde alabilmektedirler. Zor
durumda olan kesim tahmin edilebileceği gibi Afrika ülkelerinde yaşayan insanlar ile Pasifik
Okyanusu’nun ortalarında yer alan adalarda yaşayan insanlardır. Afrika’da halen evlerin
yüzde 60’ının su bağlantısı ve yüzde 80’ni aşan bir bölümünün de kanalizasyon bağlantıları
bulunmamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin yer aldığı Kuzey Amerika kıtasında ise
evlerin neredeyse tamamının su bağlantısı bulunmakta ve yüzde 90’dan fazlasının da
kanalizasyon bağlantısı mevcuttur. Güney Amerika ve Karayıp Adaları’nda su hizmetlerinin
ulaştırıldığı ev sayısı fazla olmasına rağmen bu evlerin yarısına yakın kısmının kanalizasyon
bağlantıları bulunmamaktadır.

Şekil 2. Su ve Kanalizasyon Bağlantısı Bulunan Evlerin Yüzde Oranları (URL2)

 Afrika’da evlerin %42’sinde su ve


%18’inde kanalizasyon bağlı.

 Asya’da evlerin %78’inde su ve


%43’ünde kanalizasyon bağlı.

 Latin Amerika & Karayıp


Adaları’nda evlerin %78’inde su
ve %37’sinde kanalizasyon bağlı.

 Okyanusya’da evlerin %76’sında


su ve %11’inde kanalizasyon bağlı.

 Avrupa’da evlerin %94’ünde su ve


%92’sinde kanalizasyon bağlı.

 Kuzey Amerika’da (ABD) evlerin


%96’sında su ve %94’ünde
kanalizasyon bağlı.
Kaynak: WHO ve UNICEF, 2000

Mustafa Kemal Atatürk, bir ülkenin ekonomik gelişmesinde ve halkının yüksek standartlarla
refah içerisinde yaşayabilmesinde suyun çok önemli bir faktör olduğunu 1929 yılında kaleme
aldığı şu sözlerle ifade etmiştir: “İktisadiyatımızın ana tedbirlerinden olan su işleri umumi
idaresinin fenni kabiliyet ve kudreti, çok sağlam kurulmak lazımdır” (DSİ, 2006).

DSİ (Devlet Su İşleri) kurulduğu andan itibaren birçok muazzam projelere imza atmış
olmasına rağmen, çağdaş ve modern bir ülke olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin bugün sahip
olması gereken altyapı sistemlerini herkesin faydalanabileceği bir şekilde temin etmekte
yetersiz kalmıştır. Büyük şehirlerin dışında kırsal kesimlerde yaşayan vatandaşların büyük bir
kısmı halen kanalizasyon ve içme suyu hizmetlerini alamamakta veya bu hizmetleri alırken
büyük sorunlar yaşamakta ve bu insanlar hayatlarını her gün hastalığa yakalanma riski
altında sürdürmektedirler. Tabii bunları dile getirirken problemin yegâne kaynağının da
sadece DSİ olduğunu söylemekle DSİ’ye haksızlık yapmış oluruz çünkü DSİ’nin 2006 faaliyet
raporunun ilk sayfasında şu sözler yazılı: “Hedefimiz; öz kaynaklarını halkının refahı için
değerlendiren bir Türkiye.” Türkiye’deki mevcut belediye kanunları, yerel yönetimlerin içinde
bulundukları mali sıkıntılar ve hükümetin belediyelere gerekli projelerin hayata geçirilmesi
için yeterli bütçeyi ayırmamış olması problemlerin ortaya çıkmasında ve büyümesinde etkili
olmuş, olur olmaz birçok projenin DSİ tarafından yapılması beklentisini zaruri kılmıştır.
DSİ’nin ülke genelindeki bütün su ve kanalizasyon projelerine el atması ve hepsini kusursuz
tamamlaması DSİ’ye ayrılan yıllık bütçe ile mümkün olmayacağından, dolayısıyla durumdan
negatif olarak en fazla etkilenen kesim bu hizmetlerin kendilerine ulaştırılmasını bekleyen
halk olmuştur.

DSİ’nin bugünkü yapısını almasındaki tarihi sürece baktığımızda şunları görürüz: Osmanlı
imparatorluğu döneminde su ile ilgili tüm hizmetler o zamanlarda kurulmuş çeşitli vakıflar
tarafından yürütülmüş olup bazı sulama sistemleri, su kanalları ve bentler dışında muazzam
su altyapı sistemleri inşa edilmemiştir. Su kaynaklarının sistematik bir şekilde sürekli ele
alınması 1914 yılında bugünkü adı Bayındırlık İşleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıyla
başlamıştır. Özellikle Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte Türkiye, su kaynakları ve ilgili
sorunların çözümlenmesi yolunda geniş çaplı girişimlerde bulunmuştur. 1925 yılında Bursa,
Ankara, Edirne ve İzmir şehirlerinde Su İşleri Müdürlükleri oluşturulmuş olsa da gerek
yönetimin etkili olmaması ve gerekse mali imkânların yetersiz kalması sebebiyle beklenen
ölçüde bir gelişme kaydedilmemiştir. 1936 yılında TBMM’de (Türkiye Büyük Millet Meclisi)
onaylanan “Çeltik Ekimi Kanunu,” 1943’de çıkarılan “Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı
Korunma Kanunu”, 1950 yılında çıkarılan “Bataklıkların Kurutulması ve Bunlardan Elde
Edilecek Topraklar Hakkında Kanun”, 6200 sayılı DSİ Kuruluş Kanunu’nun çıkarılmasına
zemin hazırlamıştır.

DSİ Genel Müdürlüğü 19.2.1985 tarih ve 3154 sayılı kanunun 24. maddesi gereğince ve
12.3.1996 tarih ve 22578 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı'nın onayı ile
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlanmıştır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü,
ülkedeki mevcut tüm su kaynaklarının planlanması, yönetimi, geliştirilmesi ve işletilmesinden
sorumlu, katma bütçeli ve tüzel kişiliğe haiz en yetkili kuruluştur. DSİ’nin en başta gelen
önemli görevleri şunlardır: 1) Doğal kaynakların en akılcı ve etkin şekilde kullanılmasını
sağlamak; 2) yeraltı ve yerüstü su kaynaklarını korumak ve sürdürülebilirliğini garanti altına
almak; 3) su kaynaklarının yönetiminde pozitif etki yaratacak projeler geliştirmek; 4) toprak
erozyonlarının ve sellerin açabileceği zararları önlemektir. Şimdi Aşağıda DSİ’nin görev ve
sorumluluklarını hangi kanunlar çerçevesinde yerine getirdiği açıklanmıştır.

DSİ Faaliyetlerini Şu Kanunlara Göre Yürütmektedir (DSİ, 2006):

DSİ Genel Müdürlüğü'nün teşkilat ve vazifeleri hakkındaki 6200 sayılı kanun:


- Kanunun kabul tarihi: 18 Aralık 1953
- Resmi Gazetede yayımlanma tarihi: 25 Aralık 1953
-Yürürlüğe giriş tarihi: 28 Şubat 1954
Yeraltı suları hakkındaki 167 sayılı kanun:
- Kanunun kabul tarihi: 16 Aralık 1960
- Resmi Gazetede yayımlanış tarihi: 23 Aralık 1960
-Yürürlüğe giriş tarihi: Resmi Gazetede yayımlandığı tarih

DSİ'ye 6200 Sayılı Kuruluş Kanunu İle Verilmiş Olan Sorumluluklar (DSİ, 2006):

Nehir akım ölçümleri, toprak sınıflaması, zirai ekonomi, jeolojik, su kalitesi analizleri,
su yapılarının modellemesi konularında gerekli etüt çalışmalarını yapmak;
Su havzalarının geliştirilmesinde etüt, planlama ve projelendirme çalışmalarını
yürütmek;
Havzalardaki su kaynaklarına ilişkin projelere ekonomik ve teknik çözümler bulmak
amacıyla, fizibilite ve mastır plan raporlarını hazırlamak veya hazırlattırmak;
Baraj, hidroelektrik enerji santralleri, sulama ve drenaj tesisleri inşa etmek;
DSİ tarafından inşa edilmiş veya yaptırılmış olan tüm yapıları işletmek hatta
gerektiğinde bu yapıları gerçek veya tüzel kişilere devretmek;
Su taşkınlıklarına karşı koruma sistemleri geliştirmek veya inşa etmek;
Yeraltı suyunun kullanımı, korunması, etüt ve araştırılması için tüm çalışmaları
yapmak (167 sayılı Kanunla);
Nüfusu 100.000 kişiden fazla olan yerleşim birimlerine su temin etmek ve içme suyu
arıtma tesisleri geliştirmek veya inşa edilmesi için tüm çalışmaları yapmak (1053 sayılı
kanun);
DSİ'ye 7478 sayılı kanunla verilen "Köylere İçme ve Kullanma Suyu Temini"ne ilişkin
sorumluluk, 1964 yılından sonra Yol – Su – Elektrik Genel Müdürlüğü'ne
devredilmiştir;
Tesislerin işletilmesi ve idaresi için gerekli bina ve yapıları kurmak veya kurdurtmak;
DSİ sorumlu olduğu tüm bu işleri gerçekleştirmek amacıyla emlak ve arazileri
kamulaştırma ve/veya geçici olarak kullanma hakkına sahip olmak;
Malzeme, alet, yedek parça, makine ve daimi ekipmanı işletmek, kiralamak ve temin
etmek;
Bataklıkları ve nehirleri ıslah etmektir.

Dünyadaki enerji kaynaklarının hızlı bir şekilde tükenmeye devam etmesi enerji üretiminde
yenilenebilir kaynaklara doğan ihtiyacı ciddi oranda artırmıştır. İlk başlarda enerji üretiminde
olmasa da, su asırlardır yaşamsal ihtiyaçları karşılamış ve hatta tarih içerisinde bazı basit
mekanik (buğdayın öğütülerek una dönüşmesi gibi) sistemlerin çalışmalarını sağlamak için
bir enerji gücü olarak da kullanılmıştır. Su, güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir doğal kaynaklar
kullanılarak üretilen enerji, üretimin herhangi bir aşamasında doğaya biyolojik veya kimyasal
zararlı atık maddeler bırakmamaktadır fakat bunların dışında kullanılan diğer tüm enerji
kaynakları üretim sonrasında ortaya çıkardıkları zararlı bazı atık maddelerle maalesef
çevrenin negatif yönde etkilenmelerine sebep olmaktadırlar. Yıllardır süre gelen bu negatif
etkilerin sonucunda dünyamız telafisi olmayan değişimlere uğramış ve beraberinde küresel
ısınma, aşırı kirlilik ve bunların yol açtığı çeşitli hastalıkları getirmiştir.

İngiliz hükümeti ilk defa televizyonda yayınladığı bir haberde terörizmle mücadeleyi
bırakmayacaklarını ama daha da önemlisi küresel ısınma neticesinde iklimlerdeki
değişiklikler sonucu ortaya çıkması muhtemel olan doğal afet riskleri ile de mücadele etmek
zorunda olduklarını belirtmişlerdir. Su kaynakları gücü kullanılarak yapılan enerji üretimi
oldukça temiz olup geride doğanın kirlenmesine sebep olacak herhangi bir atık madde
bırakmamasına rağmen su gücü kullanılarak üretilen enerjinin sıfır negatif etkisi olduğunu
söylemek de maalesef mümkün değildir. Bu söz konusu olan minimum negatif etkiler tabiat
veya çevrenin korunması açısından bir kirlilik riski oluşturmamaktadır. Ancak su gücünden
enerji üretmek amacıyla inşa edilmiş olan ve diğer inşası planlanan barajlar çevrelerindeki
yaşayan insanlar ile birlikte su altında ve yeryüzünde yaşamlarını sürdüren diğer tüm canlı
varlıkları negatif yönde etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir.

Su yönetimi, tüm tabiatı içine alacak ve ekosistemini negatif yönde etkilemeyecek olursa
ancak önem kazanır. Ülkemizde barajlar denince akla hemen insan yaşamından ayrı devasa
beton yapılar geliyor ama gelişmiş ülkelerde durum öyle değil. Barajlar veya göletler adeta
yaşamla iç içe ve çevresinde yaşan insanlar bu alanları gerek dinlenmek, balık tutmak, kamp
yapmak ve gerekse aileleri ile birlikte piknik yapmak için kullanmaktadırlar. Bu yapıların
ekosistemle uyum içinde var olması eğlenceli sosyal aktivitelerin yanında su ürünlerinin
gelişmesinde ve artmasında da önemli rol oynamakta, dolayısıyla çevre halkının bir bölümüne
ekonomik gelir kaynağı sağlamaktadır. Su yönetimi etkin bir şekilde yapılmaya çalışılırken,
suyun ekonomik bir ürün olduğu düşüncesi yapılması planlanan çalışmaların temelini teşkil
etmelidir. Ancak su ve kanalizasyon gibi hizmetlerin temin edilmesinin de insanın en temel
hakkı olduğu hiçbir zaman akıllardan çıkmamalıdır. Eğer bu iki konuda denge sağlanırsa o
zaman başarı mümkün olabilir. Şekil 1’de dünyadaki mevcut su kaynaklarının kullanım
alanları gösterilmiştir.

Şekil. 3 Dünya mevcut su kaynaklarının kullanım alanları (URL3)

 70% Tarım Amaçlı

 22% Endüstriyel

 8% Mesken Kullanım

 Meskenlerdeki suyun
yaklaşık 88% israf
edilmektedir.

 Tarımdaki suyun
yaklaşık 27% israf
edilmektedir.

Kaynak: UNEP (United Nations Environment Programme) http://www.unep.org/

Türkiye’nin hidroelektrik gücü potansiyelinin toplamı 433 GW’ tır ki bu dünyadaki toplam
gücün yüzde 1,2’sini ve Avrupa’nın da yüzde 14’ünü oluşturmaktadır. Fakat 433 GW
potansiyel gücün sadece 125 GW bölümü ekonomik anlam taşıyacak şekilde
kullanılabilmektedir. Yeni planlanan ve yapımı devam eden hidroelektrik santrallerinin
devreye girmesiyle Türkiye’de üretilecek enerji miktarının yüzde 34’e ulaşması
hedeflenmektedir. Türkiye’nin enerji kaynakları açısından çok zengin bir ülke olmaması su
gücü kullanılarak üretilen enerjinin önemini fazlasıyla artırmaktadır. Ayrıca Türkiye bu enerji
türünün yenilenebilir, temiz, doğaya fazla zarar vermeyen ve ulusal kaynak olması gibi
özelliklerinin de farkındadır (Kaygusuz, 1999).

Türkiye’nin farklı illerinde faaliyet gösteren belediyeler yıllardır kendi mücavir alanları
içerisinde yer alan yerleşim bölgelerinde yaşayan halka su ve kanalizasyon hizmetleri
götürmeye çalışmışlardır. Bu hizmetleri sunarken, belediyeler küçük çaplı onarım ve altyapı
projelerini kendi imkânları ile çözümlemeye gayret göstermişler ve finansal açıdan mali
güçlerinin yetmediği projeleri ise DSİ’ye bırakmışlardır. Kimi zamanlar da büyük yatırım
giderleri devlete borçlanmak suretiyle sağlanmıştır. Gelirler verilen hizmetlerden toplanan
ödeneklerle temin edilmiştir. Devlet, belediyelerin borçlarına karşılık onların yerine
getirmekle yükümlü oldukları finansal ve performans hedeflerini belirlemiştir. Geçmişe
bakıldığında, 1970, 1980 ve 1990’larda devletin uygulamış olduğu istikrarsız mali politika,
ekonomideki belirginsizlik (makro & mikro) ve belediyelerden devlete kalan yüklü
ödenmemiş borçları, endüstrinin gelişmesi ve büyümesi için ihtiyaç olan mali desteğin
(operasyon & yatırım) yetersiz kalmasına sebep olmuştur. 1980’lerden günümüze kadar
daha da belirgin hale gelen bu problem artık halk tarafından memnuniyetsizlikle
karşılanmaktadır. Doğa konusunda halkın artan bilinci ve Avrupa Birliği’nin uyulması
zorunlu yasaları durumun daha fazla devam etmesinin imkânsız olduğu düşüncesini
oluşturmuştur.

DSİ, yaptığı bir çalışmada ülkeleri kişi başına düşen ortalama yıllık içilebilir su miktarı
açısından üç ana sınıfta değerlendirmiştir. Sonuç olarak, su fakiri ülkelerde kişi başına
ortalama yıllık 1.000 metreküpten daha az içilebilir su düşmektedir. Fakat bu rakam Amerika
gibi su zengini olarak nitelendirilen ülkelerde 10.000 metreküpten daha fazladır. Türkiye gibi
kişi başına düşen yıllık toplam içilebilir su miktarının 2.000 metreküpten daha az olduğu
ülkeler ise su azlığı çeken ülkeler grubunda yer almaktadır. Yine DSİ’nin ana web sitesinde
bulunan bilgilere göre Türkiye’ye yılda ortalama 643 mm yağış düşmektedir ki bu da 541
milyar m 3 suya tekabül etmektedir. Yalnız bu inanılmaz değerli su kaynağının yarısından
çoğu (274 milyar m 3) bir şekilde tekrar buharlaşarak atmosfere geri dönmektedir. Geriye
kalan 267 milyar m 3 suyun yüzde 60 kadarı (158 milyar m 3) izledikleri çeşitli akış yolları ile
tekrar denize boşalmaktadır. Yağmurun yeryüzüne düştüğü andan itibaren tekrar
buharlaşarak atmosfere dönüşüne kadar geçen zaman içerisinde sadece yüzde 5 kadar bir
kısmı (28 milyar m 3) pınarlar vasıtasıyla tekrar yerüstü sularına katılmaktadır. Tüm bunlara
ilave olarak Türkiye’ye komşu ülkelerden yılda yaklaşık 7 milyar m 3 su akmaktadır.

Tablo. 1 Farklı kıtaların nüfus ve sahip olduğu su kaynaklarının yüzde oranları (URL4)

DÜNYA MEVCUT SU
BÖLGELER DÜNYA NÜFUSUNUN %
KAYNAĞININ %
Kuzey & Orta Amerika 8% 15%
Güney Amerika 6% 26%
Avrupa 13% 8%
Afrika 13% 11%
Asya 60% 36%
Avustralya <1% 5%

Tablo 1’de dünya üzerindeki farklı kıtalar ve bu kıtalar üzerinde yaşayan nüfus ile bu nüfusun
erişebileceği ve içme suyu amaçlı kullanabileceği su kaynaklarının miktarları gösterilmiştir.
Yüzey sularının değeri Türkiye’de daha yeni anlaşılmaya başlanmış ve konu ile ilgili bazı
önemli çalışmalar başlatılmıştır. Fakat bu çalışmalar arzu edilen hızda gerçekleşmemektedir.
Çünkü problemi büyük ölçüde çözümlemeye yarayacak ve kurulması zorunlu sistemler ciddi
finansal yatırım ihtiyacı gerektirmektedir. Amerika başta olmak üzere gelişmiş ülkeler, yüzey
sularının toplanması, arıtılması ve yüksek standartlarda içilebilir su temin edilmesi amacıyla
bu alanlarda çok büyük yatırımlar yapmışlar ve halen de yapmaktadırlar. Örneğin, Hindistan
ülkede yaşanan büyük su sorununu yüzey ve yağmur sularının toplanması ve muhafaza
edilmesi için yapmayı planladığı milyarlarca dolarlık yatırımlarla çözümlemeyi
amaçlamaktadır. Türkiye’de bir yıl içerisinde yağmur ve eriyen kar sularının oluşturduğu
tutulabilir yerüstü su kaynağı potansiyelinin 193 milyar m 3 olduğunu göz önünde
bulundurursak, aslında problemin çözümü ve yapılması gereken işler gayet açık ve net
gözükmektedir. O halde fazla zaman geçmeden Türkiye, Hindistan örneğinde olduğu gibi veya
Amerika ve sayılı Avrupa ülkelerinin yaptığı şekilde yağmur sularını toplayan yeraltı kanalları
inşa etmeli ve aynı zamanda bütün binaların çatı borularının çıkış noktaları bu sisteme dâhil
edilmelidir. Bu muazzam yerüstü su kaynağı potansiyelinin dörtte birinin bile bu şekilde
değerlendirmiş olması ülkenin su sorununu büyük ölçüde çözmeye yetecektir.

DSİ’nin 2003 yılı verilerine göre ülkede 6,2 milyar m 3 su içme suyu olarak, 29,6 milyar m 3 su
tarım amaçlı ve 4,3 milyar m 3 su da sanayide tüketilmiştir. Bir yıl içerisinde Türkiye’de farklı
amaçlar için kullanılan toplam su miktarı 40 milyar m 3 den biraz fazladır, bu da şu sonucu
çıkarıyor; eğer yağmur ve eriyen kar sularının yüzde 25 kadarı bile denizlere dökülmeden
muhafaza edilebilirse bu neredeyse ülkenin su ihtiyacının tamamının karşılanması anlamına
gelmektedir. (URL5). Bazı araştırmacılar Türkiye nüfusunun 2030 yıllarında 100 milyon
insanı aşabileceğini öne sürmektedirler. Eğer ülke nüfusu gerçekten tahmin edildiği gibi 100
milyon insan olursa, o zaman ülkede kişi başına düşen yıllık içme suyu miktarı 1.000 m 3
civarında veya daha az olacaktır ki, bu da Türkiye’nin su fakiri ülke konumuna düşmesi için
yeterli olacaktır.

Türkiye Su Politikası Esasları:

Ulusal sınırlar esas alınmıştır ve bu sınırlar içerisinde bir su yönetimi benimsenmiştir.


Su yönetiminde merkezi bir yönetim (DSİ) esastır ve belediyeler katkıda
bulunmaktadırlar.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tüm hususlarda yetkilendirilmiş tek makamdır.
Üretimde esas, ülkede yaşayan halkın su ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Ulusal planlama hâkimdir. Farklı bölgelerin özel ihtiyaçları bu planlama ile sınırlıdır.
Suyun yönetimi ekonomik anlam taşımaktan ziyade toplumsal ihtiyaç odaklıdır.
Su ve kanalizasyon hizmetlerinin sağlanması ve konu ile ilgili kararlar yerel
yönetimlere ve kooperatiflere bırakılmıştır.

Uygulanması Gereken Su Politikası Esasları:

Coğrafi sınırları benimseyen bir havza yönetimi esas alınmalıdır ve uluslararası yönetimler
devre dışı bırakılmamalıdır (suyun özelleştirilmesi).

Yerli ve yabancı su idarelerinin temsil edildiği bir üst-kurul oluşturulmalıdır.


Küresel standartları takip eden ve uygulayan bir yönetim şekli esas alınmalıdır.
Mevcut su kaynaklarının muhafaza edilmesi ve yeni kaynakların bulunması,
çıkarılması, işlenmesi ve yönetilmesi işleri devletten bağımsız kararlar alabilecek bir
üst kurul tarafından yapılmalıdır (İngiltere’de Ofwat örneğinde olduğu gibi).
Su hizmeti, sadece kamu ihtiyacı karşılansın şeklinde değil ekonomik anlam taşıyacak
şekilde yapılmalıdır.
Su ve kanalizasyon hizmetlerini yüksek standartlarda temin edecek, yeterlilik sağlamış
ve bu konuda tecrübeli dünyanın sayılı dev su şirketlerinin çeşitli ihalelere katılımı
mümkün olmalıdır.
Su kalite standartlarını belirleyen, takip eden ve gerekli yaptırımları uygulayan üst
kurula bağlı bir su konseyi oluşturulmalıdır.

Türkiye, su kaynaklarını ve buna bağlı hizmetlerin verilmesi işlerini özelleştirirken


İngiltere’de yapılan çalışmaları ve sektörün bugünkü nihai şeklini örnek almalıdır. Örneğin
İngiltere’de su ve kanal hizmetlerini ilgilendiren kanunlar çıkarılmadan önce kamu ve özel
sektörlerdeki kuruluşların görüşleri önemle dikkate alınmaktadır (Prasad, 2007). Ülkedeki
tüketici ve çevre haklarının korunmasını sağlamak ve yüksek standartlarda su ile
kanalizasyon hizmetlerini halka ulaştırmak için bence sektörün özelleştirilmesi kaçınılmaz
gözükmektedir. Özelleştirme ve sonrasında takip edecek sürecin yatırımcı açısından güvenilir
olabilmesi için şu özellikleri taşımalıdır:

Yasal düzenlemeleri yapan birimler politikadan bağımsız olmalıdır.


Yeni kurulan endüstrinin verimli ve karlı olması için ekonomik teşvikler sağlanmalıdır.
Kurulan özel su şirketleri (idareleri) güvenilir veri tabanı oluşturmalıdır.
Şirketlerin müşterileriyle olan ilişkileri en üst seviyede tutulmalıdır.
Kurulan yeni su idareleri yatırımlarını gerekli ve ihtiyaç duyulan kritik noktalara
yapmalıdır.
İçme suyu ve kullanma suyu kalitesini artıracak çalışmalar her zaman yapılmalıdır.
Su için belirlenen birim fiyat ekonomik anlam taşımalı ama aynı zamanda tüketiciyi zor
durumda bırakmamalıdır.
Su üretiminde kullanılan tesislerin ve sistemlerim periyodik bakımları ihmal
edilmemelidir.
Su fiyatları için önerilen zamlar, yapılan veya yapılması öngörülen tesisler için
harcanacak yatırım bedellerini çok fazla aşmamalıdır.
Şirketlerin ve çalışanlarının performansları yapılmalı ve müşteri memnuniyeti
periyodik olarak ölçülmeli ve yayınlanmalıdır.
Suyun bulunduğu ve üretim yapıldığı nehirler, barajlar veya göller ile bunların
çevreleri korunmalı ve sürdürülebilirlikleri sağlanmalıdır.
Suyun kalitesi Avrupa standartlarına uygun olmalı ve suyun kirlenmesine yol açan
aktiviteler engellenmelidir ve sebep olan kişiler veya firmalar da cezalandırılmalıdır.
Araştırma ve geliştirme her zaman devam etmelidir.

Yukarıda belirtilen tüm özellikler özelleştirme çerçevesinde kurulması planlanan şirketlerin


ve oluşacak sektörün yatırımcılara güven sağlaması açısından önemli olduğu gibi bu
şirketlerin nasıl yönetilmesi gerektiği ve kimler tarafından denetlenip düzenleneceği de ayrı
bir önem taşımaktadır. Ofwat, İngiltere ve Galler’de su ve kanalizasyon hizmetlerini
düzenleyen ve denetleyen kurumdur. Herhangi bir bakanlığa bağlı olmadan ve hükümet’ten
bağımsız olarak görevlerini sürdürür. Ofwat Direktörünün görev dönemi her beş yılda bir
olup Devlet Bakanı tarafından ataması yapılmaktadır. Ofwat’ın tüm giderleri su
işletmelerinden elde edilen gelirler ile karşılanmaktadır. 2003 yılında yürürlüğe giren
İngiltere su yasası Ofwat Direktörü’ne şu sorumlulukları vermiştir:

Tüketicinin menfaatlerini korumak (etkili ve pozitif rekabet ortamı yaratmak).


1991 Su Yasası çerçevesinde, her bir su idaresinin yapmakla yükümlü olduğu işlerin
olması gerektiği şekilde yapılmasını sağlamak.
Su şirketlerinin sorumluluklarını yerine getirmek için finans güçlerinin olup
olmadığını denetlemek ve yaptıkları yatırımlarda makul getirinin sağlandığından
emin olmak.

Şirketlerin su fiyatlarına yapmak istedikleri artışlar (K Faktörü) her beş yılda bir Ofwat
tarafından belirlenmektedir. Ofwat su işletmeleri için fiyat limitlerini 1994, 1999 ve 2004
yıllarında belirlemiştir (fiyat limitlerinin her beş yılda bir belirlenmesi 1989’dan sonra
başladı). Şekil 4 İngiltere’de faaliyet gösteren su şirketlerinin genel yapısı çalışılarak
hazırlanmış şirket şemasıdır.

Şekil. 4 İngiltere’de su hizmeti sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin yönetim


şeması (URL6)

Su Holding
Şirketi

Yatırım Hizmetler Su İdaresi


Kurumsal (Su Dışında) Yönetimi
Yönetim
Alt Komisyon Kurulu Başkan

Şirket Yönetimi
Genel Müdür

Bölgesel Birim (Bölüm)


Yönetim Yönetim
(Fonksiyonel Sorumluluklar) (Çok Amaçlı Bölümler)
Mühendislik Mühendislik

Finans/İdari Finans

Planlama Bilimsel
Araştırma
Bilimsel
Operasyon
Araştırma

Operasyon Operasyon

Su İşleri Bölge Yönetimi

Kanalizasyon

Drenaj/Su Çekme

Nehir Yönetimi

Sonuç

Bugün insanoğlu dünyadaki mevcut içilebilir taze su miktarının neredeyse yüzde 70’ini
tarımda kullanmaktadır. Yakın zamanda yapılan çeşitli araştırmaların vardığı ortak sonuca
göre 2020 yılında tahmini yedi milyarı aşkın bir dünya nüfusunu doyurmak için evrendeki
mevcut su kaynakları yeterli olmayacak ve bugünkü kaynaklara ilave olarak insanlar yüzde
17’lik daha fazla suya ihtiyaç duyacaktır. Eğer bu şekilde devam edersek, yani bu kötü gidişi
durduracak herhangi bir önlem almazsak, milyonlarca insan her gün uyumaya karnı aç olarak
veya susamış bir şekilde gitmek zorunda kalacaktır. Günümüzde yeryüzünde yaşayan her beş
kişiden biri sağlıklı içme suyu temin edememekte ve her iki kişiden biri de güvenli temel
sağlık hizmeti alamamaktadır. Her gün, otuz binden fazla çocuk daha beşinci yaş gününü
göremeden gözlerini hayata kapatmaktadır, acı olan ise bu çocukların çoğunun basit ve
kurtarılabilir hastalıklardan can vermesidir.

Çevremize veya dünyanın farklı bölgelerinde küresel ısınmanın etkileriyle ortaya çıkan
olaylara baktığımızda, tüm gözlemlediğimiz işaretler bizlere eğer bir önlem alınmaz ise her
şeyin daha da kötüye gidebileceğinin habercisidir. Bütün bu makro-ekonomik aktivitelerin
fakir ülkeler üzerindeki etkileri tamir edilmesi güç faturalar ortaya çıkarmakta ve birçok can
ve mal kaybına sebep olmaktadır. Kirli suları içmeye maruz kalmaktan veya bu suların
çevresinde yaşamaktan dolayı hastalanan ve ölen insanların sayıları milyonlarla ifade
edilmektedir. Araştırmalara göre suyun yol açtığı hastalıklardan her sekiz saniyede bir çocuk
daha hayatını kaybetmektedir (Kirby, 2003).

Son beş yıl içerisinde küresel ısınmanın iklim üzerindeki etkileri dünyanın farklı bölgelerinde
geçmiş yıllardan çok daha belirgin ve ciddi bir şekilde yaşanmış ve yaşanmaya da devam
etmektedir. 2005 yılının Ağustos ayında Amerika Birleşik Devletleri’nin Louisiana eyaletine
bağlı olan New Orleans şehrinde yaşanan Katrina faciası geride 1,800’den fazla ölü ve 80
milyar doları aşan maddi hasar bırakmıştır. Üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen şehrin
büyük bir bölümü bugün bile halen yaşanmayacak durumdadır. 2004 yılının Aralık ayında
Hint Okyanusunda meydana gelen depremin yol açtığı büyük tsunamiyi unutmak mümkün
değildir. Tsunami, Endonezya’nın Sumatra şehrinde başlamış ve daha sonra da dört farklı
ülkeyi etkisi altına alarak geride çok büyük maddi hasarın yanında 225.000’i aşkın can kaybı
bırakmıştır.

Türkiye’de halk arasında genel olarak kamu malı şeklinde değerlendirilen suyun artık bir
ekonomik değer taşıdığı ve tükenen bir kaynak olduğu açık ve net bilinmelidir. Ülkedeki su
sorununu çözümlemek için ele alınması gereken ilk konulardan biri tarımsal amaçlı su
kullanımını daha etkin ve verimli hale getirmek, ikincisi de özelleştirmeler olmalıdır. Çünkü
eğer tarımsal üretim ülkedeki mevcut içilebilir suların üçte ikisinden fazlasını kullanıyor ise
bu kullanımın etkin, ekonomik ve verimli bir şekilde yapılmasının sağlanması su sorununu
aza indirgemede ciddi yararlar sağlayacaktır. Diğer bir çözüm de şu olabilir; belli mevsimlerde
çok yağış alan yerlerde yağmur sularını toplayan ayrı bir sistemin zaman kaybedilmeden
oluşturulması gerekmektedir. Çünkü bu değerli su kaynağı Türkiye’de yıllardır göz ardı
edilmiş ve yağmur suları mevcut kanalizasyon şebekesi yoluyla derelere, nehirlere oradan da
denizlere dökülmüştür.

Kaynaklar

Ariyoruk, A., (2003), ‘’Turkish Water to Israel’’

DSİ, (2006), Genel Müdürlüğü Faaliyet Raporu

Energy Information Administration (EIA), Electric Power Monthly, March 2007


National Energy Education Development Project, Intermediate Energy Infobook, 2004–2005

Ghimire, K.B (2005), “Civil Society and the Market Question: Dynamics of Rural Development
and Popular Mobilisation” (Basingstoke: Palgrave Macmillan, 2005)

Giles, J., (2008), ‘’Global Warming Could Harm Food Quality’’

Inter-American Development Bank, (1999) “Spilled Water, Institutional Commitment in the


Provision of Water Services”

Kaygusuz K. (1999) “Energy Sources,” Volume 21, Number 7, pp. 581-588(8)

Kirby, A., (2003), ‘’Why World’s Taps Are Running Dry’’


http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/2943946.stm

OFWAT (İngiltere Su & Kanalizasyon Hizmetleri Düzenleme ve Denetleme Kurulu)


http://www.ofwat.gov.uk/
Prasad, N. (2007) “Privatization of Water: A Historical Perspective” LEAD - 3/2 Law,
Environment and Development Journal, 2007, p. 217

UNEP (United Nations Environment Programme), (2007) ‘’Global Water Use’’


http://www.unep.org/themes/freshwater/

Utting, P. (2006), “Reclaiming Development Agendas: Knowledge, Power and International


Policy Making” (Basingstoke: UNRISD/Palgrave Macmillan, 2006)

Wingate, C.F. (1883) “The Water-supply of Cities”, 136 North American Review 364, 365

World Bank, (2002) “Bridging Troubled Waters: Assessing the Water Resources Strategy”

World Bank, (2004) “Directions for World Bank Engagement 3” (Washington: World Bank,
2004)

World Bank, (2006) “World Development Report 2006: Equity and Development 14” (New York:
Oxford University Press, 2006)

World Bank, (2004) “Water Supply & Sanitation Sector Board, The World Bank’s Group
Programme for Water Supply and Sanitation 13”

URL1: http://portal.unesco.org/water/wwap (25.03.2008)


URL2: http://portal.unesco.org/water/wwap (24.03.2008)
URL3: http://www.unep.org/themes/freshwater/ (15.03.2008)
URL4: http://unesdoc.unesco.org/ (18.03.2008)
URL5: http://www.dsi.gov.tr/topraksu.htm (20.03.2008)
URL6: http://www.ofwat.gov.uk/ (16.03.2008)

You might also like