Röportör: Herkesin ilgisini çekiyor bu konu. Tüm zorluklara rağmen savunacağınız tek kitabın "İkinci Cins" olduğunu söylediniz. "İkinci Cins" ve artan genel farkındalık sebebiyle bir şeylerin az da olsa değiştiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, günümüzde kadınların durumuna dair görüşlerinizi öğrenmek istiyorum. İyiye giden ve gitmeyen şeyler neler? Simone de Beauvoir: Bütüne bakıldığında, işlerin bugün kadınlar için iyiye gittiğini sanmıyorum. Hatta "İkinci Cins"i yazdığım zamandan bile daha kötüye gittiği söylenebilir. Zira o kitabı yazdığım zamanlarda kadınların durumunun kökten değişeceğine dair büyük umutlarım vardı. Kitabın sonunda dediğim gibi: "Umarım bir gün bu kitabın modası geçecektir." Ne yazık ki öyle olmadı. Çoğu kişi öyle olduğunu söylüyor, ancak tamamen tersi sebeplerden ötürü. Fransa'da ve diğer ülkelerde feminizmin modasının geçtiği, artık eski moda bir şey olduğu sıklıkla söyleniyor. Buna zerre inanmıyorum. Kadınların durumuna ilişkin görüşlerimi biliyorsunuz. Bana göre kadınlar için ulaşılması gereken şey, onları erkeklerle gerçek anlamda eşit kılacak bütüncül ve radikal bir özgürlüktür. Bu da yalnızca "iş" ile gerçekleşebilir. Kadınların tam olarak aynı evrensel şartlarda çalışması ve bunun onlar için normal olması elzemdir. Böylece kendilerini entelektüel, psikolojik ve ahlaki olarak ciddi anlamda içsel biçimde erkeklerle eşit hissedebilirler. Aynı zamanda eşdeğer ekonomik, politik ve sosyal sorumlulukları olmasına yol açar bu. Oysa günümüzde Fransa'da gerileme diyebileceğim bir hareket var. Çünkü giderek artan bir biçimde kadını eve, ailesine ve çocuklarına bağlamak ve böylece kadının bir erkeğe eşdeğer kariyer olasılığını reddetmek amaçlanıyor. Röportör: Bu mevcut gerilemeyi nasıl açıklıyorsunuz? Simone de Beauvoir: Bana göre açıklama gayet basit: Burjuva demokrasisinde yaşıyoruz. Burjuva demokrasileri burjuvalardan oluşan egemen sınıf tarafından yönetilir. Egemen sınıfın isteği gücü sürdürmektir ve bunun tek yolu kadınları evde tutmaktır. Bunun birçok sebebi vardır. Burjuva sınıfının ilgi duyduğu şey statükodur. Dolayısıyla da depolitize olmuş bir halk ister. Kadınların çalışmasını ve kamusal yaşama dahil olmasını engeller. Kişisel güce, De Gaulle'e, apolitizme oy verecek tamamen depolitize olmuş seçmen sınıfına sahip olmak ister. Kadın depolitize olursa erkeği de depolitize eder. Çok önemlidir bu, çünkü kadınların özgürleşmesi daima toplumsal özgürleşme ile ilişkilidir. Amerika'da ayrımcılığa karşı büyük bir hareket olduğunda aynı zamanda büyük bir feminist hareket de söz konusuydu. Birbirini destekledi bunlar. Kadın depolitize olursa erkeği de depolitize eder. Fransa'da hissediliyor bu. Çünkü kadın erkeği evde tutuyor, birlikte televizyon izliyorlar. Bu şekilde, yani kadının politize olması engellenerek, erkeğe de aynısı yapılmış oluyor. Kadınların çalışması engellendiğinde politize olması da engellenmiş oluyor. Çünkü hakiki politika oy pusulası ile sağlanmaz, hatta tam tersine depolitizasyonu sürdürmeye yarar. Çünkü bizlerin oylayacağı kişisel güçler olur. Bilakis işçi sendikalarına, sosyal baskı gruplarına katılım gereklidir. Bu da ancak çalışarak, bireyin sosyal yaşama entegre olmasını sağlayan ekonomik yaşamla mümkün olur. Dolayısıyla kadını ekonomik yaşamdan uzak tutmak onu politik yaşamdan da uzak tutmak demektir. Bence kadının özgürleşmesinin karşısında neden böyle bir hareketin olduğunu açıklayan güçlü bir nedendir bu. Ayrıca bir burjuva toplumu doğal olarak kendi ahlak ve etiğini oluşturan altyapılarını ve üstyapılarını sürdürmek ister. Fransız burjuvasının değerleri arasında, esasında kadınlık, annelik, evcimenlik, ailecilik gibi değerler vardır. Bu açıdan, modern ve teknokratik burjuvamız eski burjuvanın tüm değerlerini korur. Yani bir değişiklik yoktur burada. Eskiden değişimi umut edebiliyorduk, çünkü savaştan sonra kadınların çalışmasına ihtiyacımız vardı. O dönemde gerçekten de kadınların bir yükselişi söz konusuydu. 1945'te kadınlar için tekrar bir özgürleşme olacağını düşünmüştük. Ekonomik şartlar öyle bir hal almıştı ki nihayet çalışılacak iş çıkmıştı ortaya. Belki de vermem gereken ilk cevap buydu. Oysa kadınların sadece yüzde 26'sı için iş var. Erkeklerden iş alınıp kadınlara verilmeyecekse kadınlara yer yoksa, öyleyse çalışmaktan vazgeçirilmeleri gerekir. Kadınların cesareti kırıldı çünkü onlara verilecek iş yoktu. Temelde durum şudur: Daha farklı bir toplum olduğu ve daha fazla ekonomik seçenek veya başka bir iş dağılımı olduğu için çalışılmaya ihtiyaç duyulsaydı çalışan kadının daha kadınsı, çekici, ilginç vesaire olduğuna ikna edecek bir başka ideoloji yaratılırdı. Röportör: Annelik ile ilgili çok önemli bir deneyimi kaçırdığınızı söyleyen pek çok kadın ve erkek var. Bu açıdan sizi "eksik" buluyorlar. Onlara göre bu durum, tüm sözlerinizi ve tezlerinizi geçersiz kılıyor. Simone de Beauvoir: Bunu tamamen saçma buluyorum. Çünkü içeriden görüldüğü ve hissedildiği biçimiyle annelik üzerine bir kitap yazmış olmak isteseydim bu eleştiriyi yapabilirlerdi. Ancak böyle bir amacım olmadığı için çok saçma bu eleştiri. "İkinci Cins"i yazarken bir sosyoloji ve antropoloji çalışması ortaya koydum. Kendiminkinden farklı bir durum hakkında dışarıdan bir göz olarak konuştum. Çağlar boyunca annelerden ve kadınlardan olduğu kadar fahişelerden de bahsettim. Bu açıdan bu eleştirinin bir anlamı yok. Bir anne olsam da olmasam da kadınlar hakkında söylediklerim benim kişisel deneyimime bağlı değildir. Bu açıdan sosyoloji imkansız bir hale gelirdi. Bizzat karga değilseniz kargalar hakkında yazamazdınız. Bilakis tüm sosyoloji, toplum, çalışma koşulunuz ve kendiniz arasındaki belirli bir mesafeye dayanır. "Eksikliğe" gelirsek, bunu da saçma buluyorum. Çünkü kadının doğal bir varlığı olduğunu varsayıyor Oysa kişinin kadınlığını yaşamasının on bin yolu vardır. Tıpkı erkeklik gibi. Hiçbiri eksiklik değildir. Sadece bir şeyi istemeniz ve ona sahip olmamanız durumunda eksik kalırsınız. Oysa bir şeyi istemiyorsanız ve o da yoksa, durum tamamen farklıdır. Bir eksiklik asla kendi başına eksiklik değildir. Daima karşılanmamış bir arzu olmalıdır. Çocuk istemediğim için bu da bir eksiklik değildir. Üstelik burada kadınlara karşı bir önyargı da görüyoruz. Çocuk sahibi olmayan, babalık yaşamayan bir erkeğin erkekliğin durumunu bilemeyeceği ve onun eksik olduğu söylenmez asla.