Professional Documents
Culture Documents
BİYOTEKNOLO
JİDE
KULLANIM
ALANLARI
Öğretmen: Mücahit TOPÇU Öğrenci:
Sudenaz KALEM
Sınıf:9/D
No:383
1
İçindekiler Tablosu
Biyoteknoloji Nedir 4
Bakteri 4
Çevre Kirliliğinin Giderilmesinde Bakteriler 5
Katı Atıkların Arıtılması 5
Aerobik Çürütme 6
Anaerobik Çürütme 7
Petrol Kirliliğinin Temizlenmesi 8
Atık Suların Arıtılması 9
Aerobik Atık Su Arıtma Tesisleri 9
Anaerobik Atık Su Arıtma Tesisleri 9
Yeraltı Sularının Temizlenmesi 10
Kirli Havanın Arıtılması 11
Bakterilerin Yakıt Üretiminde Kullanımı 11
Alkanlar 12
Bütanol 12
Hidrojen Elde Eden Bakteriler 13
Elektrik Üreten Bakteriler 13
Aminoasitlerin Üretimi 14
Enzim Üretme 15
Hormon Üreten Bakteriler 16
Eritropoetin 16
İnsülin 16
Büyüme Hormonu 17
Kalsitonin 17
Plastik Üreten Bakteriler 17
2
Bakterilerin Tarımda Kullanımı 18
Gübre 18
Biyopestisitler 18
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Bitkiler 19
Zararlılara Dayanıklılık 19
Gıda Sanayisinde Bakterilerin Kukllanımı 19
Probiyotikler 19
Tek Hücre Proteini 20
Tek Hücre Proteininin(THP) Tercih Nedenleri 20
Selüloz Üretimi 21
Bakteriyosinler 21
Botoks Tekniği 22
Bakterilerin Kanser Gen Tedavisindeki Rolü 22
Biyoteknolojik Aşı Üretimi 23
Mutant Aşılar 23
Subunit(Alt Ünite) Aşılar 23
Rekombinant Mutant Aşılar 23
DNA Aşıları 23
Rekombinant Protein Subunit Aşıları 23
Antibiyotik 24
Kaynakça 24
3
Biyoteknoloji Nedir?
Hücre ve doku biyolojisi kültürü, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji, genetik, fizyoloji ve biyokimya
gibi doğa bilimleri yanında mühendislik ve bilgisayar mühendisliğinden yararlanarak, DNA
teknolojisiyle bitki, hayvan ve mikroorganizmaları geliştirmek, doğal olarak var olmayan veya
ihtiyacımız kadar üretilemeyen yeni ve az bulunan maddeler (ürünleri) elde etmek için kullanılan
teknolojilerin tümüne biyoteknoloji denilmektedir.
Bakteri
Bakteriler tek hücreli mikroskobik canlılardır. Çekirdekleri yoktur ve DNA’ları sitoplazmada dağınık
halde bulunur. Bakterilerde zarlı organeller de bulunmaz, bu nedenle mitokondri veya kloroplastları
yoktur. Enerjilerini çeşitli yollardan karşılarlar. Oksijensiz solunum yaparak enerjilerini karşılayan
bakterilere “Anaerob” bakteriler, oksijenli solunum yaparak enerjilerini karşılayan bakterilere ise
“Aerob” bakteriler denir. Genel olarak bakteriler; hastalık yapan bakteriler, maya bakterileri,
çürütücü bakteriler ve azot bakterileri diye sınıflandırılırlar. Başka canlıların yaşamını sürdüremediği
çok sıcak ortamlarda ya da çok yüksek basınç altında bile yaşayabilirler.
Bitkilerden ve hayvanlardan farklı olarak hızlı çoğalan ve biyokimyasal etkileri bakımından
canlılar âleminin ve ekosistemin dengesini sağlayan bakteriler, insan yaşamını da pek çok şekilde
etkilemektedirler. Bakterilerin günümüzde insan yaşamını etkileyen en önemli özelliği ise
biyoteknoloji konusundaki katkılarıdır. Moleküler genetik bilimi ve rekombinant DNA teknolojisinin
ilerlemesiyle (doğada kendinden oluşması mümkün olmayan, çoğunlukla farklı biyolojik türlerden
elde edilen DNA moleküllerinin, genetik mühendislik teknolojisiyle kesilmesini ve elde edilen farklı
DNA parçalarının birleştirilmesini kapsayan bir teknolojidir) bakteriler kullanılarak elde edilmesi
güç olan birçok madde kolaylıkla üretilmekte veya üretilen maddenin ekonomik olması ve çevresel
etkilerinin azalması sağlanmaktadır.
4
Genetik çalışmaların yüksek canlılardan çok mikroorganizmalarla yapılması bazı avantajlar sağlar.
1) Yüksek canlılarda çok sayıda kromozom ve onları kontrol eden binlerce gen genetik çalışmaları
zorlaştırır.
2) Bakteri ve virüslerde özelliklerin her biri tek bir alel ile kontrol edilir olması ve oluşan bir
mutasyonun hemen saptanır olması avantajdır.(Resesif dominantlık yok.) Oysa yüksek canlılarda her
bir özellik alel çiftleriyle kontrol edilir, oluşan mutasyon fenotipe hemen yansımayabilir bu durumda
mutasyonun etkisi ancak birkaç mutasyon sonrası görülür.
3) Bakteri ve virüslerde jenerasyon süresi 20-30 dk.’ dır. Yüksek canlılarda bu süre çok uzundur.
4) Bakteriler ucuz şartlarda ve çok küçük ve de dar alanlarda yetiştirilir. Yüksek canlılarda bu
tersinedir.
5
a) Aerobik Çürütme: Mikroorganizmaların, ortamın oksijenini kullanarak organik atıkları
biyokimyasal yollarla ayrıştırmasıdır.
Toprak ve su için arıtma genellikle, ex situ biyoremediyasyon adı verilen; kimyasalın arıtma için
kirlenmiş bölgeden başka bir bölgeye taşınması yoluyla veya in situ biyoremediyasyon (Latince
“yerinde”) biyoremediyasyon olarak adlandırılan; hafriyat ve taşıma yapmadan gerçekleştirilen
yöntemlerle yapılır. In situ biyoremediyasyon ex situ yaklaşımlara göre daha ucuz olduğu için
genellikle daha çok tercih edilen bir yöntemdir. Ayrıca su veya toprağın taşınması veya
pompalanması gerekmediği için kirlenmiş büyük alanlar bu yöntemle tek seferde arıtılabilir. In situ
yaklaşımlar suda veya toprakta bulunan mikroorganizmaların uyarılarak aktive edilmesi prensibine
dayanır. Aerobik ayrıştırmaya ihtiyaç duyan in situ yaklaşımlar genellikle biyo-havalandırma veya
kirlenmiş toprağa hidrojen peroksit (H2O2) pompalanmasını içerir. Kolayca oksijen ve suya
ayrıştırılabilen, mikroorganizmalara oksijen kaynağı olan hidrojen peroksit bu işlemde sıklıkla
kullanılır. In situ biyoremediyasyon her zaman en iyi çözüm olmayabilir. Bu yöntem kum gibi az
sıkı, mikroorganizmaların ve gübreleme materyallerinin hızlı yayılmasına izin veren topraklarda
daha etkilidir. Bazı toprak arıtma alanlarında ex situ biyoremediyasyon in situ yaklaşımlara göre çok
daha hızlı ve etkili olabilir.
6
b) Anaerobik Çürütme: Kompleks organik maddelerin, oksijensiz ortamda çeşitli
mikroorganizmalar tarafından son ürün olarak metan (CH4) ve karbondioksit (CO2)
dönüştürülmesi olarak tanımlanmaktadır. Anaerobik çürütme vasıtasıyla, koku, patojen ve
zararlı tohumların giderilmesi ve sera gazı salınımı azaltılması sağlanmaktadır.
Anaerobik Arıtım Safhaları: Temel olarak anaerobik arıtma üç safhada gerçekleşir.
1) Yüksek yoğunluklu organik maddelerin hidroliz olarak küçük yoğunluğa sahip organik maddelere
dönüşümü,
2) Düşük yoğunluklu organik maddelerin asit bakterilerince asetata dönüştürülmesi,
3) Asetat, CO2 ve H2’ den metan bakterileri tarafından metan üretimi.
Bir anaerobik sistemde karmaşık yapılı organik maddelerin tamamen metana dönüşebilmesi için
ortamda farklı türden ve birbirine bağımlı mikroorganizma gruplarının bulunması gerekmektedir. Bu
mikroorganizma grupları;
Hidroliz bakterileri
Fermantasyon bakterileri
Asit oluşturan bakteriler
Metan üreten arkeler
Sülfat indirgeyen bakterileri
7
Petrol Kirliliğinin Temizlenmesi
Teknolojinin gelişmesiyle hızla büyüyen sanayi ve endüstri çalışmaları daha fazla enerji
gereksinimini doğurmuştur. Bu artan enerji talebi petrol ve petrol ürünleri (PPÜ)’nin kullanımını
arttırarak, petrolün çıkarılmasını, işlenmesini ve nakliyesini gündeme getirmiştir. Bu faaliyetler
sırasında ortaya çıkan kazalar, sızıntılar, dikkatsizlikler büyük bir çevre sorunu haline gelmiştir.
Zaman zaman meydana gelen bu tür kirlenmeler büyük bir çevre kirliliği oluşturmasına rağmen
petrol ve petrol türevlerinden kaynaklanan kirliliğin giderilmesi konusunda kapsamlı çalışma ve bilgi
birikimi bulunmamaktadır. Petrol ve türevlerinden kaynaklanan kirliliğin giderilmesi konusunda bazı
araştırmaların yapılması uygun yöntemlerin geliştirilmesi gerekmektedir.
Hidrokarbon kirliliğini azaltmak için fiziksel ve kimyasal yöntemler kullanılarak yapılan temizleme
işlemleri oldukça pahalıdır. Diğer yandan biyoremidasyon yöntemleri, petrol hidrokarbonlarının
topraktan ayıklanmasında çevreye dost uygulama teknolojileri içermesi ve daha ekonomik
alternatifler sunması nedeniyle giderek artan bir ilgi görmektedir. Toprak kökenli Pseudomonas türü
bazı bakteriler ham petrolün bazı bölüntülerini parçalama yeteneğindedir.
8
Atık Suların Arıtılması
Biyolojik arıtma ile atık su içinde bulunan kirleticiler, mikroorganizmalar tarafından besin maddesi
olarak kullanılarak atık sudan uzaklaştırılmaktadır. Biyolojik arıtma prosesleri aerobik ve
anaerobik arıtma olarak ayrılabilir.
a) Aerobik atık su arıtma tesisleri: Mikroorganizmaların temel ihtiyaçları olan besin
maddeleri atık su içinde mevcuttur ve sisteme dışarıdan oksijen verilerek
mikroorganizmaların bu atık maddeleri oksijenli ortamda parçalamaları sağlanmaktadır.
b) Anaerobik atık su arıtma sistemleri: Atık su içerisindeki besin maddelerinin oksijensiz
ortamda yaşayan bakteriler tarafından parçalanarak uzaklaştırılması temel prensibine
dayanmaktadır.
Bakteriler atık su arıtma ünitelerinde oldukça yaygın olarak bulunur ve karbon, azot, fosfor ve kükürt
bileşiklerinin giderilmesinde önemli rol oynar.
Bakteriler büyüme ortamına konulduklarında ortamdaki besin maddelerini (C,H,O,N,P,S, mineral
vb.) kullanarak büyürler.
Biyolojik arıtma sistemlerinin başında klasik aktif çamur sistemleri gelmektedir. Basit olarak bir
aktif çamur sistemi, bir havalandırma havuzu ya da tankı ile çökeltim havuzu ya da tankından
ibarettir.
Bakteriler aktif çamur içindeki en önemli mikroorganizma grubunu teşkil ederler. Çünkü atık suda
bulunan organik maddelerin stabilizasyonundan ve biyolojik yumaklaşmadan çok büyük oranda bu
organizmalar sorumludurlar. Organik madde cinsi ve yoğunlaşması ve diğer çevre faktörleri,
sistemde en fazla bulunacak bakteri türlerini belirler. Protein ağırlıklı organik madde ortamında daha
ziyade Alcaligenes, Flavobacterium ve Bacillus gibi türler ön sırayı almaktadır.
9
Yeraltı Sularının Temizlenmesi
Kirlenmiş yeraltı sularının temizlenmesi suların kum ve kayalara tutunmuş olması ve bu akiferlerin
yıkanmasının kolay bir yolu olmaması sebebi ile bazen çok zor olabilir. Bu durumlarda ex situ ve in
situ yaklaşımlar genellikle kombine kullanılır. Örneğin, yeraltı suları petrol veya benzin ile
kirlendiğinde bu tip kirleticiler yüzeye yükselirler. Bu petrol veya benzinin bir kısmı doğrudan
emilebilir fakat yeraltı suları ile karışan kısmı yüzeye pompalanmalı ve biyoreaktörlerden
geçirilmelidir. Biyoreaktörde perde veya ağlarda biyofilm şeklinde büyüyen bakteriler kirleticileri
ayrıştırabilirler. Bu reaktörlere genellikle gübre ve oksijen de eklenir. Biyoreaktördeki gübre, bakteri
ve oksijen içeren temizlenmiş su in situ biyoremediyasyon için akifere geri pompalanır.
10
Kirli Havanın Arıtılması
Günümüzde, kirli havanın arıtılmasında aktif çamurların zengin mikroorganizma kültüründen
faydalanılmaktadır. Bu yöntemle kirli havanın içerisindeki yabancı maddeler mikroorganizmalara
besin maddesi olarak verilmekte ve havanın arıtılması sağlanmaktadır.
Özel yetiştirilmiş bakteri kültürleri, belirli tip uçucu organik maddenin parçalanmasında
kullanılmakta ve son ürün olarak da karbondioksit ve su oluşmaktadır. Hidrojensülfür, amonyak ve
klorlu organik bileşikleri parçalayabilen özel bakteri kültürleri de bulunmaktadır. Bu bakteri
kültürlerinden oluşturulan biyofiltreler atık gazları bünyesinde arıtabilmektedir. Atık havada bulunan
uçucu organik bileşikler bu yolla %90 arıtılmış olmakta ve koku giderimi sağlamaktadır.
Başka bir tür kirli hava arıtma yöntemi ise biyolojik yıkamadır. İçinde zengin mikroorganizma
kültürü bulunan su, atık havaya püskürtülerek arıtılması sağlanmaktadır. İşlem sonucunda oluşan
yıkama suyu aktif çamur havuzunda toplanarak tekrar tekrar kullanımı sağlanmaktadır.
11
Alkanlar
Metan, hem evsel hem de endüstriyel yakıt olarak kullanılmaktadır. Günümüzde metan ya kömürün
gazlaştırılmasıyla havagazı olarak, ya da petrolden doğalgaz olarak elde edilmektedir. Fermentasyon
yoluyla metan eldesi ise çok küçük ölçeklerde yapılmaktadır. Fakat yenilenemeyen kaynakların
giderek tükenmesinden dolayı, fermantasyon yoluyla üretime olan ilgi artmaktadır.
Mikroorganizmalar yardımıyla metan üretimi ise oldukça karmaşık bir süreçtir. Biyolojik metan
üretimi ise organik sedimentler, bataklıklar, mide ve geviş getiren hayvanların rumenlerinde bulunan
mikroorganizmalar tarafından, anaerobik(oksijen kullanılmadan) olarak gerçekleştirilen bir süreçtir.
Metanın mikrobiyal üretimi tarımsal, endüstriyel ve kentsel atıkların anaerobik parçalanmasıyla
gerçekleştirilmektedir. Bu tarz üretimin dezavantajını atık toplama maliyeti oluştururken, hayvansal
atıklarla gerçekleştirilen küçük ölçekli biyogaz üretimi daha verimli olabilmektedir. Üretilen
biyogazın içinde ise %50-80 oranında metan, %15-45 oranında CO2 ve iz miktarda diğer gazlar
bulunmaktadır. Biyogaz üretimi sırasında karışık kültürlerin kullanımı, karbon kaynağı olarak
kullanılabilecek substrat çeşidini arttırabileceğinden dolayı daha çok tercih edilir.
Metan üretiminin kendine has 3 fazı mevcuttur. İlk fazda bir grup mikroorganizma yağ, protein ve
polisakkaritleri içeren organik 2 polimerlerin hidrolizini gerçekleştirir. İkinci aşamada bu bileşikler
anaerobik asidojenik organizmalarca organik asitlere metabolize edilirler. Son aşamada ise organik
asitler alkanlara ve karbondioksite dönüştürülürler. Metan; propionat ve bütirattan elde edilen etan ve
propan gibi uzun zincirli alkanlarla karşılaştırıldığında daha az enerjiye sahiptir
Bütanol
Aseton, bütanol, bütirik asit, izopropanol, diğer organik asitler ve alkol ise nişasta, melas ve
selülozik ham materyallerden klostridiyal fermantasyonla üretilebilmektedir. Her birinin üretimi
bakterinin türüne ve fermantasyonun çevresel koşullarına bağlıdır. Üretim için genellikle 3 tip
klostridiyal fermantasyon mevcuttur. İlki aseton-bütanol fermantasyonudur. Bu fermantasyonda
Clostridium acetobutylicum kullanılır ve ilave ürün olarak bütirik asit, asetik asit, aseton, etanol,
CO2 ve H2 elde edilir. Bütanol-izopropanol fermantasyonunda 3 Clostridium butylicum kullanılır ve
ilave olarak bütirik asit, asetik asit, CO2 ve H2 elde edilir. Bütirik asit-asetik asit fermantasyonunda
Clostridium butyricum kullanılır ve ilave ürün olarak CO2 ve H2 elde edilir.
12
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise plastik, kaplama, deterjan, sentetik kauçuk, çözücü, bütadien
gibi endüstriyel ürünlerin üretiminde kullanılması için bütanole olan ilgi artmıştır. Bundan dolayı,
1945’teki üretim miktarı 20.000 tondur. Fakat bu tarihten sonra petrol türevli ürünlerin daha ucuz
üretimi ile artan bütanol ihtiyacına göre üretilen fermentatif bütanol miktarı daha azdır.
Amerika’daki yıllık üretimi ise günümüzde 500.000 ton/yıl ’dır. Bu oran her yıl %3-4 artmaktadır.
Bununla birlikte, Rusya, Afrika ve Çin’de hâlâ fermentatif üretim sürmektedir. Üretim sırasında
şeker kamışı, şeker pancarı, melas gibi hammadde kaynakları kullanılsa da, maliyetin düşürülmesi
için ormansal, tarımsal, kentsel ve endüstriyel atıkların kullanımına dair çalışmalar sürdürülmektedir.
Fermentatif yolla üretilen bütanol farklı kimyasalların üretiminde kullanılabileceği gibi yakıt olarak
da kullanılabilmektedir. Yakıt olarak tek başına veya benzinle karıştırılarak kullanımı mevcuttur.
Bütanol iyi bir oktan(yanma kalitesinin ve özellikle de zor koşullara dayanma yeteneği)
düzenleyicisidir. Görece olarak yüksek yanma ısısına sahip olduğu için metanol ve etanolden daha
düşük buhar basıncına sahiptir.
Hidrojen Elde Eden Bakteriler
Hidrojen yüksek enerji değerine sahip bir yakıttır (3042 cal/m3 ). Yandığı zaman oluşan ana ürün su
olduğu için kirlilik yaratmayan bir yakıt olduğu düşünülür. Diğer gaz halindeki yakıtlara
kıyaslandığında çevreye ve insanlara zararsızdır. Hidrojen başlıca fosil yakıtlardan, biyokütleden ve
sudan çeşitli metotlar kullanılarak üretilir. Günümüzde hidrojenin %40’ı doğal gazdan, %30’u ağır
yağlar ve naftadan, %18’i kömürden, %4’ü elektrolizden ve yaklaşık %1’i biyokütleden
üretilmektedir. Sürdürülebilir gelişme ve atık oranının azaltılmasına olan ilginin artmasından dolayı
son yıllarda biyohidrojen üretimi üzerine olan çalışmalarda da büyük artış gözlenmiştir.
Mavi-yeşil algler kullanılarak suyun biyofotolizi: Mavi-yeşil algler, su moleküllerini hidrojen
iyonuna ve oksijene parçalarlar.
Fotosentetik bakteri ile organik bileşiklerden hidrojen üretimi: Fotosentetik mikroorganizma,
anaerobik ortamda ışığa bağımlı elektron taşınım işlemi ile organik bileşiklerden hidrojen üretir.
Fotosentetik mikroorganizmalar arasında, mor fotosentetik bakterilerin çok iyi hidrojen ürettiği
bilinmektedir. Mor bakteriler elektrik üretimi için hidrojen gazı üretirken her türlü organik atıktan
yaklaşık %100 karbon elde edebilir.
Atık birçok madde, bir elektrik akımı uygulayarak, temiz ve yenilebilir bir biyo-yakıt olan biyojenik
hidrojen üretmek için kullanılabilir.
Elektrik Üreten Bakteriler
Oksijen bulamayan bazı mikroplar nefes alma işini elektron alıp verme biçimine dönüştürmüştür ve
madenlerin dibinde, okyanusların altında ve hatta insan midesinde bu işi yapabilmektedir. Elektrik
üreten bakteriler, hücrelerinin içinde elektronlar üretip, bunları hücre dışı elektron aktarımı
(Ekstraselüler Elektron Transferi(EET)) adı verilen bir süreçle hücre zarlarındaki küçük kanallardan
yaymakta ve böylelikle elektrik üretmektedirler. İnsanlar güneş sisteminin uzak mesafelerine
gidebilme girişimindeyken; astronot ekipleri daha uzun süreler boyunca kendi kaynaklarını
üretebilmenin yollarına ihtiyaç duyacaklar. Elektrik üretebilen bakteriler için potansiyel uygulamalar
uzayda ve dünyada mikrobiyal yakıt hücreleri kullanımı gibi bir teknolojinin gelişimini de kapsar.
13
Örneğin atık su arıtımında bu yakıt hücreleri, kullanılan suda organik atık tüketirken ürettikleri
elektriği de arıtma sisteminin kendisine yardımcı olmak için kullanırlar.
Amino Asitlerin Üretimi
1950’li yıllardan itibaren özellikle L-glutamik asidin fermentatif üretimi için uygun mikroorganizma
tür ve suşu tespiti, ayrıca mutasyon ve genetik tür iyileştirmesi ile verim arttırıcı yönde çalışmalar
büyük önem kazanmıştır.
Tüm amino asitler içinde L-glutamik asidin üretimi daha önemlidir. Monosodyum L-glutamat
(MSG) şeklinde tat düzenleyici olarak kullanılır.
Glutamik asit üreten mikroorganizmalar Arthrobacter, Brevibacterium, Corynebacterium,
Microbacterium Micrococcus cinsleriyle yakından ilişkilidir. Endüstriyel üretimi sırasında genellikle
Brevibacterium Corynebacterium türleri kullanılmaktadır.
Fermentasyon tüm amino asitler için aynı prensibe göre yürür.
Üretim tekniği: Derin kültür tekniği
Substrat(C-kaynağı) : Karbonhidratlar (%10)
Katkı maddeleri: Vitaminler ve mineraller
14
Enzim Üretimi
Endüstrinin hemen her alanında kullanılan enzimler genellikle mikroorganizmalardan elde
edilmektedir. Çünkü mikroorganizma kaynaklı enzimlerin bitkisel veya hayvan kaynaklı enzimlere
göre katalitik aktivitelerinin çok yüksek olması, istenmeyen yan ürün oluşturmamaları, daha stabil ve
ucuz olmaları, fazla miktarda elde edilebilmeleri gibi avantajları vardır.
Mikroorganizmalar genel olarak psikrofil, mezofil ve termofil olmak üzere 3 gruba ayrılırlar.
Termofilik organizmalar yüksek sıcaklıklarda yaşamaya adapte olup kendi aralarında termofiller
(45-65 °C), ılımlı termofiller(65-85°C) ve hipertermofiller (85 °C) şeklinde ayrılırlar. Termofillerin
hücre elemanları doymuş yağ asitlerinden yapılıdır. Bu yağ asitleri hücreye hidrofobik bir ortam
sağlar ve yüksek sıcaklıkta yaşaması için hücreyi yeterince sıkı ve sert tutar.
Ticari olarak kullanılan enzimlerin %59’unu proteazlar, %28’ini karbohidrazlar, %3’ünü lipazlar ve
%10’unu ise diğer enzimler oluşturmaktadır.
Proteazlar: Proteinlerin hidrolizinde rol oynayan, fizyolojik ve ticari açıdan oldukça önemli
enzimlerden biridir. Proteazlar, deterjan ve gıda endüstrisi basta olmak üzere; tekstil, deri, fotoğraf,
ipek ve yem sanayileri ile çeşitli klinik uygulamalar ve eczacılık gibi birçok alanda kullanılmaktadır.
Amilazlar: Endüstriyel olarak üretilen ilk enzim 1894 yılında tedavi amaçlı kullanılan amilazdır. Şu
an Bacillus, Aspergillus ve Rhizopus türleri en önemli endüstriyel amilaz kaynakları olarak
bilinmektedir. Enzim pazarının yaklaşık %25‘i oluşturan amilazlar günümüz biyoteknolojisinde
büyük öneme sahip enzimler arasındadır. Meyveler tam olgunlaşmadan toplandığında meyvede hala
nişasta bulunduğu için meyve suyunda bulanıklık meydana gelmektedir. Bu sorun, ortama amilaz
ilave edilerek giderilmektedir. Tekstil endüstrisinde dokuma sırasında ipliklerin sağlam ve düzgün
olması ve kopmaması için iplikler nişasta içeren bir çözelti ile muamele edilmektedirler. Kumaş
dokunduktan sonra, kumaştaki fazla nişastanın uzaklaştırılması gerekir. Bu işlem için yaygın olarak
α-amilaz enzimi kullanılmaktadır.
Lipazlar: Lipazlar, suda çözünmeyen trigliseritleri, serbest yağ asitlerine ve gliserole hidrolizini
katalizleyen enzimlerdir. . Bu enzimlerin lipid içeren atık suların enzimatik ayrıştırılması, organik
15
sentez, deterjan formülasyonu, kimyasal endüstri, süt endüstrisi, agrokimyasal endüstri, kağıt yapımı,
besin, kozmetik, kimyasal analiz ve ilaç prosesinde umut verici uygulama alanları bulunmaktadır.
Hormon Üreten Bakteriler
Eritropoetin: Erişkin insanların böbrek hücreleri Eritropoetin’i (kırmızı kan hücrelerinin üretimini
teşvik eden hormon) üretir. Fakat böbrek hastalığı veya böbrek yetmezliği olan hastalarda bu hormon
üretilemez. Normal koşullar altında üretilmesi çok zor olan bu hormonun yapımını kontrol eden gen
bakterilere aktarılmış ve bakteriler bu hormonu üretebilir hale gelmişlerdir.
İnsülin: İnsülin, pankreas tarafından üretilen bir hormondur. Pankreas içinde Langerhans adacıkları
adı verilen özel alanlar vardır (insülin terimi, ada anlamına gelen Latince insüladan gelir).
Langerhans adacıkları, hormon üreten farklı hücre türlerinden oluşur, en yaygın olanlar, insülin
üreten beta hücreleridir. İnsülin daha sonra pankreastan kan dolaşımına salınır, böylece vücudun
farklı bölgelerine ulaşabilir. İnsülinin birçok etkisi vardır, ancak esas olarak vücudun belirli yiyecek
türlerinde bulunan karbonhidratları nasıl kullandığını kontrol eder. Karbonhidratlar, glikoz üretmek
için insan vücudu tarafından parçalanır. Glikoz, hücreler tarafından kullanılan ana enerji kaynağıdır.
İnsülin, hücrelerin bu glikozu almasına ve onu bir enerji kaynağı olarak kullanmasına ve böylece
düzgün çalışmasına izin verir. İnsülin olmadan hücreler glikozu yakıt olarak kullanamazlar ve
arızalanmaya başlarlar. Diyabet hastaları ya insülin üretmekte, ya bu insülinin çalıştırılmasında ya da
her ikisini birden yapmakta sorun yaşarlar.
1920’li yılların başlarından itibaren diyabet, domuz ve sığır pankreasından elde edilen
insülinle tedavi edilmekteydi. İnsülinle tedavi gören bir hasta için günlük ortalama doz yaklaşık
olarak 1.4- 2.1 mg arasındadır. Bir domuz pankreasından yaklaşık 150 mg insülin
saflaştırılabilmekte, dolayısıyla mevcut gereksinimleri karşılamak için gerekli olan insülin miktarını
üretmek oldukça zor olmaktadır. Ayrıca domuz ve sığırdan elde edilen insülin ile insan vücudunun
ürettiği insülin arasında yapısal farklılıklar vardır. Bu farklılıklardan dolayı şeker hastalığının
tedavisinde bu insülinlerin kullanımı sonrasında antikor gelişme şansı oldukça fazladır. Ancak
1978’de Herbert Boyer San Francisco California Üniversitesi laboratuvarında rekombinant insülin
genini E. coli içerisine aktarmayı başardı.
Rekombinant olarak üretilen ilk ürün insülindir. İlk olarak Escherichia coli ve Saccharomyces
cerevisiae’da üretilmeye başlanmış, ancak son zamanlarda rekombinant insülin üretiminde Pichia
pastoris’in kullanımı yaygınlaşmıştır.
16
Büyüme Hormonu: “Büyüme hormonu ya da somatotropin, hipofiz ön lobunun somatotrop
hücrelerinde sentez edilen polipeptit yapısında bir hormondur. Birçok doku üzerine ve özellikle kas,
yağ dokusu, kıkırdak ve bağ dokusu üzerine etki eder. Dokularda hücrelerin büyümesini,
çoğalmasını ve protein sentezini arttırır. Büyüme hormonu (GH), öncelikle anabolik aktivite gösterir.
Normal büyüme için gereklidir. Kemiklerin, kasların ve kıkırdak dokusunun büyümesini direkt
olarak uyarır. Birçok dokuda protein sentezini uyarır. Karbonhidrat, lipid, protein ve mineral
metabolizmaları üzerine etkilidir. Kan glikoz düzeyini arttırır (anti-insülin etkisi).
Çocuklarda ya da büyümesini tamamlamamış gençlerde hipofizde oluşan tümör nedeniyle aşırı
büyüme hormonu salgılanması jigantizme (devlik) neden olur. Uzun kemiklerde aşırı büyüme
görülür. Aynı durum büyüme tamamlandıktan sonra olursa (yetişkinlerde) bazı kemiklerin enine
büyümesi ve yumuşak dokuların aşırı çoğalması sonucu akromegali denilen durum ortaya çıkar.
Ellerde ve ayaklarda, yüzde özellikle burunda, kafatasının bazı alanları ile iç organlarda büyüme
görülür. Büyüme hormonunun yetersiz salıverilmesi cücelik (Dwarfizm, nanizm) ile sonlanır.
Robert Pershing Wadlow Boy:2.72 m Kilo:220 kg Chandra Bahadur Dangi Boy:54.6 cm Kilo:14.5 kg
1985 yılına kadar, büyüme hormonu insan kadavralarından elde ediliyordu. Bu yolla elde edilen
büyüme hormonunun, insana bulaştığında ölümcül nörolojik bir hastalığa neden olan, Creutzfeldt-
Jacob virüsü riski taşıması, insan kaynaklı büyüme hormonu kullanımına son verilmesine neden
olmuştur. Rekombinant büyüme hormonu ilk kez E. coli ’den 1980’den önce üretilmiştir.
17
Kalsitonin: Kalsitonin osteoporozda osteolizi azaltmak için ve paget hastalığında kullanılmaktadır.
Tedavide kullanılan somon kalsitonini insan kalsitoninden 9 amino asid bakımından farklıdır.
Bununla beraber somon kalsitonini insan kalsitoninden 100 kez daha etkindir. Rekombinant somon
kalsitonini (Fortical) E. Coli ’den üretilmektedir.”
Plastik Üreten Bakteriler
Bir İngiliz biyoteknoloji şirketi bakterileri plastik üretiminde kullanmaktadır. Alcali-genes eutrophus
adındaki bakteri türüne besin olarak glikoz ve propiyonik asit verildiğinde bakteri bunu polyestere
dönüştürmektedir. Biyolojik olarak parçalanma özelliği taşıyan bu polimerler fermantasyon işlemi
sırasında üretilir. Bu polyester, bakteri için besin kaynağı olmasının yanı sıra tıpkı insan hücrelerinin
yağ depolaması gibi depolanır. Oldukça esnek olan materyal diğer plastiklerden farklı olarak
biyolojik özellik taşıdığından bileşenleri kolaylıkla parçalanabilir ve ortamda birikmez. Bu bakımdan
da geri dönüşümü çok uzun süren plastiklere oranla çok çabuk parçalandığından çevre kirliliğini
önler.
Tarımda Bakterilerin Kullanımı
Tarım alanında Rekombinant DNA Teknolojisi kullanılarak bazı genler saf olarak elde edilip
istenilen hücre kromozomuna yerleştirilmektedir Bu bitkiyi hastalıklara karşı daha dirençli hale
getirebilir. Örneğin bitkiler fungal hastalıklara karşı çok duyarlıdır. Salmonella sp bakterisinin
oluşturduğu toksinler ise funguslar üzerine etkilidirler. Salmonella sp de bu toksini kodlayan gen
bölgesi bitkiye takılırsa bitki fungal hastalıklara karşı direnç kazanmış olur.
Gübre
Yoğun tarım, aşırı gübre kullanımını zorunlu kılmaktadır. Yüksek verim için fazla girdi kullanan
tarım sistemleri çevresel problemlere ve doğal kaynakların tükenmesine yol açmaktadır. Gübre
uygulamasını minimum, bitki gelişme ve beslenmesini maksimum düzeye çıkarmak amacıyla
rizosferden seçilmiş farklı mikroorganizmalar kullanılmaktadır. Bitki gelişimini teşvik eden
rizobakteriler (PGPR) bitki gelişimine faydalı etkileri nedeniyle biyolojik gübre (BG) olarak
kullanılmaktadır. Biyogübreler sürdürülebilir tarım için büyük öneme sahiptir. Mikrobiyal türlerdeki
geniş genetik varyasyon, farklı çevre koşullarına adapte olabilen yüksek potansiyele sahip
mikroorganizmaların belirlenebileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle geniş deneme koşullarında
seçilecek etkin türlere gereksinin vardır.
Biyopestisitler: Biyolojik böcek ilaçları olarak da bilinen bu ürünler, zararlı organizmalar ve
bakteriler, mantarlar, virüsler, bitkiler, hayvanlar ve mineraller gibi doğal kaynaklardan
üretilen kimyasallardır.
Bakterilerin antifungal maddeler (mantar enfeksiyonlarında kullanılan farmakolojik ajanlar),
siderofor(mikroorganizmalar, pek çok bitki ve bazı yüksek organizmalar tarafından salgılanan, demir
şelasyonu yapan bileşikler) ve antibiyotik sentezi dışında patojen gelişmesini engelleyici diğer bazı
mekanizmalara daha sahip olduğu bilinmektedir.
18
2. Cladosporium werneckii, P. cepacia gibi türlerin Fusarium enfeksiyonunda bitkiye zarar veren
fusarik asit bileşiklerini hidrolize ederek, farklı fungusların(mantar enfeksiyonları) neden olduğu
bitki hastalıklarını önleyebilmektedir.
3. Birçok bitki mantar patojenlerinin hidrolize edebildiği sentezlenen enzimler tarafından
etkilenmekte, bazı bakteriler fungus gelişimini önleyici enzim salgılayabilmektedir.
4. P. cepacia da olduğu gibi, bazı bakteriler mantar misellerine zarar verebilmektedir
5. PGPR kök yüzeyinde besin elementleri bakımından rekabete girerek bitkileri patojenlerden
korumaktadır.
6. Bitki ve tohumların PGPR ile aşılanması uzun dönemde hastalıklara neden olan funguslara karşı
geniş etkili bir sistemik dayanıklılığa neden olmaktadır.
7. İnokule edilen (aşılanan) Pseudomonas benzeri bakterilerle hedef doğal mikroflora arasındaki
antibiyosis(en az birine zararlı iki veya daha fazla organizma arasındaki biyolojik bir etkileşim) ve
rekabete dayalı antagonistik interaksiyon ortaya çıkmaktadır.
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Bitkiler
Organizmaların moleküler yapı taşlarının (DNA) gen teknolojisi ile değiştirilmesi 1970’lı yılların
başında E. coli bakterisinin genomlarının klonlanması ile gerçekleşmiştir. Bitkisel üretimde, genetik
mühendisliği yöntemleri kullanılarak gıda üretimi ilk defa 1960’lı yılların başında
gerçekleştirilmiştir. 1967 yılında mevcutlara göre daha yüksek kuru madde ihtiva eden cips amaçlı
kullanılabilen patates geliştirilmiştir. Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), 1994 yılında, genetik
mühendisliği ile üretilmiş ilk gıda olan Flavr Savr domatesine onay vermiştir. Genetik Yapısı
Değiştirilmiş Bitkiler üzerine yapılan çalışmalardaki amaç bitkileri hastalık ve zararlılara dirençli,
tarımsal üretim maliyetlerini azaltarak, elde edilecek ürünün görünüşünü, besin değerini, işleme veya
muhafazaya ilişkin özelliklerini iyileştirmek suretiyle ürün kalitesini yükseltmektir.
Yapısında A vitamini bulunmayan beyaz pirince, nergis ve bir bakteriden gen aktarılmasıyla, bitki
tanelerinin, A vitamini ürettiği görülmüştür. Böylece, Çin ve Japonya gibi ülkelerde, sadece pirinçten
beslenmeden doğan görme bozukluklarının azaltılmasına bu metotla çalışılmaktadır.
Meyve ve sebzelere, insan vücudunda hastalık yapan bazı bakteri veya virüs genlerinin
aktarılmasıyla, bu bitkilerin insan bağışıklık sistemini uyaran bazı proteinleri (yiyecekle alınan
aşılar) üretmeleri sağlanmıştır.
Zararlılara Dayanıklılık
Zararlılara dayanıklılık Böcekler, bir taraftan bitki dokularını yiyerek bitkilere mekanik zarar
vermekte, diğer taraftan virüs, mantar ve bakteri gibi hastalık etmenlerinin bulaşmasına sebep
olmaktadır. Böceklere dayanıklı bitkilerin elde edilmesinde, zararlı böceklere karşı kullanılan
toksinler ve etki mekanizmaları kullanılmaktadır.
Daha iyi ürünler elde etmeye yönelik çalışmalarda birçok disiplinden yararlanma yoluna gidilmiştir.
Nitekim 1902 yılında Japonya’da keşfedilen bir bakteri (Bacillus thuringiensis)’nin sahip olduğu bir
genin (Bt) biyo-insektisit gibi bazı böceklere karşı doğal olarak dayanıklılık sağladığı belirlenmiştir.
19
Bu gen daha sonra kültür bitkilerine transfer edilerek, kültür bitkilerinin çeşitli böceklere karşı
dirençlerinin artırılması hedeflenmiştir.
Probiyotikler: Bağırsaklarımızda 100 trilyon kadar bakteri vardır ve bunların bir kısmı
faydalı bir kısmı zararlı bakterilerdir. Sağlıklı bireylerde faydalı bakteri sayısı fazladır ve
bağırsaklarda besinlerin emilimini sağladığı gibi bazı vitaminler üretirler. Zararlı bakteriler
ise çeşitli toksin denen zehirli ve sağlığa zararlı maddeler salgılar ve hastalık yapar.
Probiyotikler belirli gıdalarda veya takviyede bulunan canlı faydalı bakterilerdir.
Probiyotiklerin tüketici sağlığı üzerinde yarattığı etkilerin en detaylı şekilde araştırıldığı
mikroorganizma grubu laktik asit bakterileridir. Laktik asit bakterilerinden insan sağlığında
yararlanılmaya 20.yy’da başlanılmıştır. Ancak bu bakterilerden ampirik olarak yararlanılması,
örneğin Kafkasya’da kefir, Balkanlarda yoğurt, Asya’da kısrak sütünden kımız yapılması uzun
zaman öncelere kadar gider.
Çalışmalardan elde edilen veriler; probiyotiklerin kullanımının insanların ve hayvanların sağlıklı
beslenmesinde ve mikrobiyel enfeksiyonlardan korunmasında ucuz ve güvenli bir yol olduğuna
işaret etmektedir. Ayrıca bazı bakteri cinsleri ile maya ve küf türlerinden de probiyotik ürünlerin
hazırlanmasında yararlanılmaktadır.
Günümüzde probiyotik katkılı birçok süt ürününün endüstriyel üretimi gerçekleştirilmektedir. İnsan
ve hayvan bağırsak sisteminden izole edilen Lactobacillus acidophilus, Lactobacillus paracasei ve
Bifidobacterium türleri, bu amaçla en yaygın kullanım alanı bulan bakterilerdir. Bu bakteriler
aracılığı ile hazırlanan probiyotik preparatlarının endüstriyel gıda üretim süreçlerinde kullanımı,
tüketici istekleri doğrultusunda, giderek yaygınlık kazanmaktadır.
Tek Hücre Proteini: Tek hüre proteini değişik besiyerlerinde uygun koşullar altında
çoğaltılan mikroorganizmaların oluşturduğu bir biyokütle ürünüdür. Tek hücre proteini
alglerin, mayaların, bakterilerin büyük çapta üretilmesi ve bunların kurutulmasıyla hazırlanır.
Dünya nüfusunun hızla artan gereksinimlerini karşılayabilmek için alışılagelmiş protein
kaynaklarının bulunması gerekliliğinden yola çıkarak tek hücre proteini üretimi
gerçekleşmektedir. Tek hücre protein kaynağı olarak kullanılan mikro organizmalar aynı
zamanda çevre kirliliğine yol açacak atık maddeleri de substrat kaynağı olarak kullanarak
üreyebiliyorsa bu durumda hem çevre kirliliği giderilmekte aynı zamanda da açlık problemini
gidermeye yönelik protein elde edilmiş olmaktadır.
20
2. Mikrobiyal protein / mikroorganizmaların üretim / üreme hızının yüksek olması. Örneğin: 500 kg.
ağırlığında bir sığırın günde yarım kg. protein ürettiği düşünülürse aynı miktarda mikroorganizmanın
günde 50 ton protein üretmesine karşılık gelir.
3. Mikrobiyal protein üretimi için küçük alanların yeterli olması.
4. Üretim koşullarının iklime bağlı olmadan kontrol edilebilir olması.
5. Proteine dönüştürdükleri substratların çok çeşitli ve ucuz olması.
6. Mikrobiyal proteinlerin dengeli bir amino asit yapısına sahip olması.
İlk kez 19. yüzyıl sonlarında atık bira mayasının hayvan yemlerine karıştırılması ile başlanmıştır.
1910’da Almanya’da ilk kez Sacchoromyces cerevisiae hayvan ve insan beslenmesinde
kullanılmıştır. 1930’da Candida utilis kullanılmasıyla üstün kalitede gıda ve yem mayası üretilmiştir.
Günümüzde 100 mikro organizma türü THP olarak kullanılmaktadır.
Önceleri THP üretiminde çoğunlukla E. coli kullanılıyordu ama sonrasında Bacillus’ la devam edildi.
E. coli ’de tüm ürünlerin hücre içinde kaldığından ve yanında toksik bazı ürünler de
sentezlendiğinden dolayı Bacillus kullanılmaya başlandı. E. coli iyi bir protein tamamlayıcısıdır
ancak fazla miktarda nükleik asit içermesi ve üretim sırasında kültür sıvısından zor ayrılması,
sınırlayıcı özelliklerindendir.
Selüloz Üretimi: Endüstride kullanılan en önemli kaynaklardan biri olan selüloz, bitkilerde
hücre duvarı yapısında bulunan temel yapı maddesidir. Endüstriyel olarak işlenerek ürüne
dönüştürülen selülozun ana kaynakları odun ve pamuktur. Ancak bu kaynaklardan selüloz
üretme işlemi zor ve masraflıdır. Bunun yanı sıra her yıl yangınlar ve diğer nedenlerle sahip
olduğumuz orman alanları daralmaktadır. Acetobacter, Gluconacetobacter, Achromobacter,
Aerobacter, Agrobacterium, Alcaligenes, Pseudomonas, Rhizobium, Sarcina, Zoogloea gibi
bakteri türlerinin bitkilerinkine benzer selüloz ürettiği bulunmuştur. Bu bakterilerin ürettiği
selülozun sert fakat katlandığında şeklini koruyan esnek yapısı kumaş ve tıbbi malzeme
olarak kullanılmasını kolaylaştırmaktadır.
Sahip olduğu eşsiz özellikler ve yapısı nedeniyle bakteriyel selüloz, çeşitli gıdaların üretiminde önem
taşımaktadır. Az miktarda kullanıldığında, lezzet etkileşimlerinin önlenmesi, geniş pH aralıklarında,
21
sıcaklık ve dondurma çözme işlemlerinde stabilitenin sağlanması açısından etkili olmaktadır. Akıcı
ve kaşıkla alınabilir özellikteki yemek ve salata sosları ve et suları, kek süslemede kullanılan şekerli
karışımlar, kremalar, ekşi krema ve kültürle üretilmiş ve dondurulmuş süt ürünlerinde kullanılma
imkânı bulunmaktadır.
22
Kanser Önleyici Anlamda Mikroorganizmalar
1. Tümörün seçici şeklinde tahribi amaçlı bakteriyel toksinler ve genetik şeklinde modifiye
edilmiş bakterilerin tüketiminin sağlanması.
3. Kanser gen tedavisi amaçlı Vibrio cholerae ve Yersinia enterocolitica'nın bakteriyel vektör
(Gen klonlamasında kullanılan aracı moleküller) şeklinde tüketiminin sağlanması
23
DNA aşıları, şimdiye kadar insan ve hayvanlarda hastalık oluşturan bazı viral ajanlar (HIV,
influenza virüsü, hepatit virüsleri, HSV, kuduz virüsü, Retro virüs, vs.), bakteriler (Mycoplasma
pulmonis, Mycobacterium tuberculosis, Brucella abortus, Salmonella typhi, vs.) ve parazitler
(Plasmodium yoeili, Schistosoma japonicum, Leishmania major vs.) için denenmiştir. Tümörler
üzerinde de çalışmalar yapılmaktadır.
Rekombinant Protein Subunit Aşıları: Bu aşılar patojenik organizmanın sadece bir
parçasını içeren subunit aşılardır. Günümüzde araştırma altında olan aşıların çoğu bu tür
saflaştırılmış rekombinant proteinler ya da antijenlerin alt ünitelerine dayanmaktadır. Şu anda
insanda kullanılan en iyi rekombinant protein aşılardan biri Hepatit B aşısıdır.
Rekombinant aşılar için kullanılan bakterilere Meningococcal, BCG örnek verilebilir.
Antibiyotik
Antibiyotik, herhangi bir mikroorganizma tarafından, başka bir mikroorganizmayı öldürmek veya
çoğalmasını durdurmak için üretilen her türlü madde. Kelime anlamı ile “antibiyotik” terimi, “hayata
karşı” demektir. Bu kimyasal maddeler, bakterilerin çoğalmasını önlemekte ve bazen de bakterileri
öldürmektedir.
Penisilin (Ampisilin), en eski ve yaygın kullanılan antibiyotiklerden birisidir. Bakteriyel
enfeksiyonlara karşı kullanılmış olan ilk ilaçtır.
Antibiyotikler genelde bir mikroorganizmanın faaliyeti sonucu üretilen ilaçlardır. Son zamanlarda
bazı mikroorganizmalardan izole edilen fermentlerin antibiyotik eldesinde daha elverişli olduğu
görülmüştür.
Hatta izole DNA ile bir mikroorganizmadan diğerine genetik bilgilerin taşınması sayesinde,
fermentasyonu daha mükemmelleştirerek yeni antibiyotikler hazırlama olanağı bulunmuştur.
Örneğin Bacillus subtilis, antibiyotik üreten bir bakteri değildir. Fakat antibiyotik yapan bir
organizmadan tüketilen DNA ile muamele edilirse Basitrasin meydana gelebilir.
KAYNAKÇA
- “Biyoteknoloji Nedir? Biyoteknoloji Ne demek?” Erişim 1 Mart, 2021
http://biyoteknoloji.nedir.com
24
- THEİMAN, William J, Palladino, Michael A, (2013) çev. BAYRAÇ, Abdullah Tahir
“Biyoteknolojiye Giriş” içinde bölüm 9, “Biyoremediyasyon”, 209-233
25
- “AKTİF VE PASİF BAĞIŞIKLIK” Erişim 11 Mart 2021
https://abs.firat.edu.tr/dersler_notlar/not_dosya_ac/ee6ab5bc0577744f5b37359f4e911b1b55f
9707f_909
- “Slayt 1- Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri” [PDF] Erişim 15 Nisan 2021
https://acikders.ankara.edu.tr/mod/resource/view.php?id=71401
- DEMİR, Ayten, Fatih SEYİS, Orhan KURT. (2006), “GENETİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMİŞ
ORGANİZMALAR: I. BİTKİLER”, OMÜ Zir. Fak. Dergisi, 21(2), 249-260
26
- “Bakterilerin Biyoteknolojideki Kullanım Alanları” Erişim 2 Mart 2021
https://www.cerezforum.com/konu/bakterilerin-biyoteknolojideki-kullanim-alanlari.59688/
27