Professional Documents
Culture Documents
r .f
Xâ \ ^i* •'* ,
A V X*
D. T. S U Z U K I
VE HAl Kü
Hazırlayan ve Çeviren: A. Cengiz Büker
ZEN VE HAIKU
r j
$r
Daisetz T. Suzuki
Hazırlayan ve Çeviren
A. Cengiz Büker
© Zen ve Haiku / Daisetz T. Suzuki - 1959
ISBN 978-605-9542-04-3
•
Ofset Hazırlık Baskı ve Cilt:
Çizge Tanıtım ve Matbaacılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 482 56 28
Sertifika No: 13308
•
OKYANUS YAYINCILIK VE YAPIMCILIK LTD. ŞTİ.
Ankara Cad. Konak Han. 34410 Cağaloğlu / İstanbul
Tel+Fax: (0212)513 42 59
Sertifika No: 12865
Daisetsu Teitaro Suzuki
Suzuki Daisetsu Teitaro, Ekim 18, 1870 - Haziran 12, 1966) Budizm,
Zen ve Uzak Doğu Felsefesi üzerine yazdığı kitaplarla bu kültürü Batıya
tanıtan Japon yazar. Çin, Japon ve Sanskrit ‘literatüründen yaptığı çok
sayıda çevirileri vardır. Suzuki, uzun süre birçok Batı üniversitesinde
ders verdi. Özellikle bir Japon Budist Okulu olan Otani Üniversitesinde
uzun yıllar öğretim üyesi olarak bulundu.
Şiir bağışlamaz: Ya vardır, ya yoktur.
Şiir yalnızlıklarla (bir kıyıda çiçeğe durmuş süsenler, dana
burunları, yıkıntılar, kapalı odalar, akşam üstleri, eski fotoğraflar,
bırakılmış evler, balkonlar, bir küçük sular, çam kulesiz kiliseler, iç
avlular, kuş ölüleri, çakıllar, ıssız kıyılarla) büyür.
Ozan yalnızdır çünkü
Birdenbiredir şiir: Birdenbire çıkan bir deniz, bir ağaç, bir yüz, bir
sokak,
Bazı şiirler kapalı havalar gibidir: Kapalı göklerin hüznü vurur
onlardan.
Bütün iyi şiirlerden kalan budur.
İlhan Berk
“Onca yıl giydikten sonra cübbem param parça oldu
Salkım saçak sarkan parçalarını da rüzgar alıp bulutlara götürdü”
Zen Şiiri
Önsöz
A. Cengiz Büker
Japonya’dan gelen mektup:
1 dize=mısra
12 DAISETZ T. SUZUKI
2 taşlama=hiciv, ironi
3 gülmece=mizah, humor
Çincesi:
£ £n 6 z i p O
Türkçesi:
sımr tanımaz
yeşil tohumu düşer
her toprak yere
1 Matsua Başo, Kuzeye Giden İnce Yol, Çeverin Coşkun Yerli, Yapı Kredi
Yayınları (çeviride küçük bir değişiklik ile alıntılanmıştır.)
Giriş
4 Go-Shichi-Go=5-7-5 \ H - - t - £ .
5 Japon Edebiyatı Tarihinde haiku: Japon edebiyat ve söz sanatının 9-12.
yüzyıllar arasında geldiği evrede dinsel ve kırsal temalar üzerinde yoğun
laşan ve 5-7-5-7-7 hece ölçüsünde yazılan koşuklar ortaya çıktığı görü
lür. Bunun adı tanka idi. tanka’lar, ülkemizde Yunus Emre’nin adında
somutlaşmış halk ozanlarının tasavvufa yönelik türkü ve koşma denen
deyişlerini andırırlardı. Sıkça tanka şölenleri düzenlenir, yarışmaları ya
pılırdı. Japon toplumuna eski çağlardan bu yana egemen olan ortak, kol-
lektif düşünce biçiminin de beslemesiyle bu tür yarışmalarda yavaş yavaş
farklı bir biçim ortaya çıktı. 5-7-5-7-7 olan bu biçimsel yapı, bir ozanın
söylediği 5-7-5 ve ona katkı olarak başka bir ozanın söylediği 7-7’lik iki
parçaya bölünürdü. Buna renga deniyordu. Tanga yarışmalarının yerini
renga partileri almıştı. Zaman içinde renga partilerine ozanlar, önceden
hazırlanmış olan, giriş ya da başlatıcı 5-7-5 hecelik dizelerle gelmeye baş
ladılar. Hokku ya da haiku işte böyle doğdu. Tanka.'dan haiku ya bu geçiş
te biçimsel yapıdaki değişmelerle birlikte, biçemsel bir takım değişmeler
de oldu. Dinsel konular, yazarın kendi izlenimleri, imgeler, güçlü sözler
terkedilerek, bunların yerini yalın gözle ve asilinden köylüsüne herkesin
görebileceği, doğa ve günlük yaşamdaki belli bir anı yakalayıp ona işaret
etme olarak tanımlanabilecek bir üslup almış oldu. (Çevirenin Notu).
çoğu kez fark edilmeyen büyük ve küçük olayların sürüklenmesiy
le ilgili olarak, birdenbire içimizde uyanan, parlayıp sönen, geçici
olan, kişiye özgü, özel, özgün, öznel ve farklı bir duyguyu, bir göz
lemi, bir sezgiyi, ruhsal bir algı ya da durumu dile getirirler. Ozanın
aktarmak istediği, yaşadığımız sürece içimizde sinema filmi gibi
akıp giden zihinsel ya da ruhsal olgular zincirinde bir ânın, sanki
fotoğraf çeker gibi, saptanıp kalıcılaştırılması durumudur.
Bu şiirlerde çoğu zaman Budacılığı, Taoculuğu ve başka yerel
inançları simgeleyen, doğadan alınmış imgeler kullanılır. Japon
edebiyatına özgü bir şiir türü olan haiku, ondokuzuncu yüzyıl
sonu ve yirminci yüzyılın başında Batı ülkelerinde de benimsene
rek yaygınlık kazanmıştır.
haiku sözcüğü Japonca haikai ve hakku sözcüklerinin birleşi
minden oluşmuş bir addır.
haiku mm yaratıcısı, onyedinci yüzyılda yaşamış olan şair
Matsuo Başo’dur (1644-1694)6. Başo dışındaki ustalar arasında
onsekizinci yy’d a Yosa Buson ‘Saicho’(1716-1783), onsekizinci
ve ondokuzuncu yüzyıllarda Yataro Kobayaşi İssa (1763-1827)7
ve ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Masao Tsunenori Şiki (1867-
1902) sayılabilir.8
Japon kültürünün bir ürünü olan haiku yu anlatırken genel
olarak Japon Kültüründen ve özellikle de ‘Zen Budizm'den söz et
mek kaçınılmazdır.
6 Matsuo Başo=Matsuo Bashö ( II. ELİS)
7 ‘Issa’ Japonca’da çay fincanı’ anlamındadır.
8 Türkiye’de haiku tarzında şiir yazmış olan şairler olarak Orhan Veli Ka
nık, İlhan Berk, Sina Akyol, Turgay Kantürk, Enis Batur, Mustafa Köz,
İbrahim Berksoy, Oruç Aruoba, Gökçenur Ç„ Kadir Aydemir ve Hakan
Cem... hatırlanabilirler.
Budizm’i anlatmadan Japon kültürü anlatılamaz. Japon kül
türünün gelişiminin her döneminde şöyle ya da böyle Budacılığın
etkilerini görürüz. Budacılık Japonların içinde yaşadığı kültürün
her görünümünde var olan, belki de günlük alışkanlıklar nedeniy
le farkında olmadıkları, yaşayan bir gerçektir.
Budacılık Japonya’ya altıncı yüzyılda geldi. O günden bu yana
Japon kültürünün itici gücü oldu. O çağda egemen olan yönetici
sınıflar Budizm’i kültürel ilerlemede ve politik güçlenmede araç
olarak kullanmışlardır.
Nasıl olduysa oldu, zamanla gelişen ve yayılan Budacılık, so
nunda hızla ve engellenemez bir biçimde ‘devletin kendisi olu
verdi. Bu durumun gönül ve ruh açısından Budizm’in sağlıklı ge
lişmesi için gerçekten iyi mi yoksa kötü mü olduğu belli değildir;
ama daha sonra gelen dönemlerde, tarihsel gerçekler açısından
bakıldığında, Budizm’in politik güçle tümden birleştiği ve birçok
açıdan yönetimlerin güttüğü politikaların ilerlemesine yardımcı
olduğu görülür. Japon kültürünün kaynakları genellikle üst yöne
tici sınıfın elinde olduğu için Budacılığın kendiliğinden yüksek-
soylu9 bir nitelik kazanmış olması doğaldır.
Budacılığın Japon halkının tarihine ve hayatına ne derece
nüfuz ettiğini, içine işlediğini görmek istersek, geleneklerine bağ
lı, soylu ve tarihsel Japon ülkesinin içerdiği bütün tapınakların
ve hâzinelerin tümüyle yok-edildiğini düşleydim. İşte o zaman
Japonya’nın, bütün doğal güzelliğine ve nazik sevimli halkına
karşın, nasıl da bomboş ve terkedilmiş bir ülke durumuna dü
şeceğini sezeriz. İşte o zaman tüm ülke, içinde hiçbir mobilyası,
9 yükseksoylu=lngilizce: aristocratic
20 DAISETZ T. SUZUKI
Daisetz T. Suzuki
Öyleyse işte tam burada, zen ile ‘Japon Sanat Kavrayışı’ ara
sında tinsel, manevi13ilişki kurulmuş olur. Hangi tanım kullanılır
sa kullanılsın, bu ilişki hayatın anlamının farkına varılmasından
kaynaklanmaktadır. Diyebiliriz ki, hayatın gizemleri sanatın kom
pozisyonunun içine derinlemesine girer. Bu nedenle, sanat bize
bu gizemleri en derin, en yaratıcı biçemle sunduğunda, bizi varlı
ğımızın derinliklerine götürür. Ve işte o zaman sanat tanrısallaşır.
‘tanrısal bir ‘iş’ (opus divinum) olur.
En büyük sanat ürünleri, resim olsun, müzik olsun, heykel
ya da şiir olsun, hep bu özelliği taşır. Böylece sanatçılar Tanrının
işine yaklaşan biri olurlar.
Sanatçı, yaratıcılığının doruğundayken, yaratanın bir görev
lisidir. Bir artistin hayatındaki bu yüce ân zen terimleriyle anla
tılınca, işte tam tamına mu ânıdır. Satorınin yaşanması ânıdır.
sato riji yaşamak ‘bilinçsizliğin14 bilincidir. Psikolojik olarak söy
lenirse, buna mushin, yani ‘zihinsizlik’ denir. Sanatta herzaman
bir bilinçsizlik vardır...
Bu nedenle ‘satori deneyimi’ sıradan öğretim ve öğrenim
araçlarıyla elde edilemez. Bunun içimizde, akılsal analizin ötesin
de bir gizem, bulunduğunu gösteren kendi özel yolu vardır. Hayat
gerçekten de gizemlerle doludur. Nerede bir gizemlilik duygusu
varsa, diyebiliriz ki orada şu ya da bu anlamda zen vardır. Sanat
çılar arasında bu “shin-in (shen-yün)” ya da “ki-in (ch’i-yün)” adı
verilen, ‘tinsel ritim’ olarak bilinir. Satori'nin temeli budur.
Böylece satori, herhangibir mantık kategorisine girdirilmeye
karşı çıkar. Zen ise onun gerçekleştirilmesi için özgün bir yöntem
verir bize. Kavramsal bilginin kendi tekniği, yani, ilerleyici bir yön
temi vardır. Bu yöntemle kişi adım adım yetiştirilir, inisye edilir.
Fakat bu bizim varoluşun gizemi, hayatın anlamı, çevremizdeki
nesnelerin güzelliği ile değinime geçmemize izin vermez. Bu de
ğerlerin içine yönelik bir ‘iç-bakış’ olmadan insanın birşeyin ustası
ya da sanatçısı olması olanaklı değildir. Her sanatın kendi gizemi,
kendi tinsel ritmi, Japonların deyişiyle, kendi miyo'su (myö su ya da
miaosu) vardır. Gördüğümüz gibi, işte tam burada zen, bütün sanat
dallarıyla sımsıkı ilişki içinde olur. Gerçek sanatçı, tıpkı1zen ustası’
gibi, nesnelerin miyosuna değer vermeyi bilendir.
Japon yazılarında bazen miyo'ya yügen (yu-hsüarı)” 15 ya da
gemmiyo (gemmyö ya da hsüan-miao) dendiği de olur. Kimi eleş
tirmenler bütün büyük sanat yapıtlarının içlerinde yügen bulun
durduğunu, bizim de bu sürekli değişim dünyasında ebedî olgu
ları görme yeteneğini kazandığımızı, başka bir deyişle, gerçeğin
gizemlerinin içine baktığımızı söylerler. Satori'nin ışıldadığı yer
de, yaratıcı enerjinin dokunuşları vardır; yaratıcı enerjinin hisse
dildiği yerdeyse sanat, miyo ya da yügen ile nefes alır.
Satorı’yi çevreleyen özgün bir ‘Budacı halka’ vardır, çünkü
nesnelerin gerçekliği ya da hayatın gizemi ve anlamı konularına
ilişkin olarak Budacı öğretinin gerçeği içine girecektir. Satori sa
natsal olarak ifade edildiğinde, ‘tinsel - tanrısal ritim (ki-in) ile
Birlikte titreşen ve miyo’yu ya da ‘gizemseli’, dışavuran, ya da ‘di-
bi-bulunamayanın içine bir bakış veren eylemler üretecektir; bu
ila yügen d ir. Böylece zen, Japonların, sanatın bütün dallarında gi
zemli yaratıcı bir iti bulunduğu olgusuyla karşılıklı değinim sağla
malarına geniş ölçüde yardım etmiştir.15
23 ego=benlik
24 egoizm=bencillik
25 sanatsal esin=(İngilizce) artistic inspiration
26 edilgen bir araç=pasif bir enstrüman
27 esin=ilham, İngilizce: inspiration
28 uçmak=cennet, (İngilizce) heaven
ZEN VE HAIKU 31
lim ki, “burda sözkonusu olan, içinde biraz zen dervişliği, biraz
zen pervazsızlığı ile, tek başına dolaşan bir ozanın Ise’ye gitmekte
olan fahişelerle karşılaşmasıdır; o fahişeler orada (Isede), Japon
ırkının ata ruhlarına adanmış olan tapmakta dua etmeyi düşün
mektedirler. Ve ozan onların sefaletlerinin - kederlerinin - yazgı
larının (karmalarında yazılı olanın) öyküsünü dinler; onları anla
makta ve duygularını paylaşmaktadır; fakat herşeyin içiçe olduğu
bu durumda ne yapacağını bilemez; insanlar arasındaki eşitsizlik,
ahlâksal çöküş, bireysel çâresizlik... Bütün bunları birarada ele
alırsak, Başo bir doğa ozanı olarak, kendini fahişelerle birlikte çalı
yoncası, ay ve göreceli dünyanın ötesindeki sürece, varoluş boyu
tunun çerçevesi içine yerleştirmiştir. Sonuçta ortaya çıkansa onye-
di heceli bu haikudnr:
42 aşkın=İngilizce: transcentental
ZEN VE HAIKU 39
‘Ö-botaru, Ateşböceği,
Yurari-yurari47 to, Salın salın salınıp,
Töri keri. Geçer ileri.'
49 aşkınlık=transandantallik
50 içten gelme=spontan, spontane
46 DAISETZ T. SUZUKI
gibi bir soru daha atar, “Yosunlar daha yeşil olmadan önce hangi
Buda var?”
Bu soru en azından İsâ’nın şu sözü kadar sarsıcı: “Ben,
İbrahim’den5960de önceyim.” Zen ustası bu ben’in kim olduğunu bil
mek ister. Hıristiyanlar için belki de yalnızca “ben-im / ben varım”1®
demekyeterlidir; fakat zen’de soru sorulmalı ve somut bir yanıt bek
lenmelidir. Çünkü bu zen sezgisinin, zen duyarlılığını temel nitelik
lerinden biridir. Bu nedenle Buçço soruyor, “Dünya yaratılmadan
önce ne var(dı)7." Bu demektir ki, “ Tanrı ‘Işık olsun demeden önce
nerede (idi)V Zen ustası Buçço’nun söylediği yalnızca son yağmur
lar ve yosunların yeşillenmesi değildi; onun sormak istediği bütün
“varlık evreni yaratılmazdan önceki kozmik varoluşdu? Zamansız
zaman ne zaman(dı)? Bütün bunlar boş bir kavramdan başka birşey
değil mi(ydi)? Boş bir kavramdan başka bir şey(diy)se, biz onu bir şe
kilde başkalarına tanımlayabilmeli değil miyizT’ Başo’nun yanıtıysa
şuydu: “Suya bir kurbağa atladı sesini duydum”
Başo’nun yanıtı söylendiği anda ‘eski havuz’ biçimindeki ilk
satır yoktu, bu satırın, onyedi heceli bir haiku yapmak amacıy
la sonradan eklendiği söylenir. Şimdi sorabiliriz: Modern haiku
şiirini başlatan devrimsellik bunun neresinde? Bu Başo’nun, ‘ha
yatın doğası’ ya da ‘Doğanın yaşamı’ içine bakan içgörüsüdür; şi
irinin arka-planını yapan budur. Gerçekten de Başo, tüm yaradı
lışın derinliklerine nüfuz etmeyi, içine işlemeyi, başarmış; orada
gördüğü ise eski havuz üzerine yazdığı haiku sunda betimlenmiş
olarak karşımıza çıkıyor.
63 parçacıklanma=İngilizce: particulation
64 ussal=zihinsel, düşünsel, fikrî, İngilizce: intellectual
65 kutuplaşma=İngilizce: polarisation
66 dinsel ve tinsel sözcükleriyle kastedilen Budizm’dir
ZEN VE HAIKU 55
‘Onları koparırsam
Ellerim bozar sıralarını.
Bırak onlar kırda durdukları gibi kalsın!
Böylece bu çiçekleri saygıyla sunabileyim,
Tüm Buda’larına geçmişin, şimdinin, geleceğin...’
Haiku’su şöyle:
81 düşgücü=imgelem
82 çan=gong
ZEN VE HAIKU 65
87 temelden=aslî, fundamental
88 ebediyet=sonsuzluğa uzanan zaman, eternity
89 ayrımın ayrımında=farkın farkında
ZEN VE HAIKU 69
ve yarın odun olup fırına atılan, tarla otlarının üstünü böyle örtü
yorsa, senin üstünü daha da çok örtmez mi, ey imanı az olan kişi!”
(Matta 6:30.)
İman, ‘bilinçdışı sezgisinin bir başka adıdır. ‘Bodhisâttva
Avalokitesvara’ (Kwannon Bosatsu)’, korkusuzluğu verendir, ona
inananlara korkusuzluk verilir, bu da imandır; ya da sezgi. Bütün
haiku şairleri Kwannon inanıcısıdırlar ve korkusuzluğun dinde
dirler, bu nedenle de cırcırböceğinin ve kelebeğin içsel hayatını
anlayabilirler, yarından ve yarma ilişkin şeylerden korkmazlar.
Umarım böylece zendeki satori ayrım-yapmama93 deneyi
mi’ ile haiku şairlerinin ‘bilinçdışı sezgisi’ arasındaki ilişkinin hiç
olmazsa bir yönünü aydınlatabilmişimdir!
Ayrıca görebiliyoruz ki, haiku yalnızca Japon zihni ve Japon
ca dili için olanaklı olan bir şiirsel biçimdir94, her ikisinin de geli
şiminde haiku nun önemli ölçüde katkısı var.
93 ayrım-yapmama=non-discrimination
94 şiirsel biçim=poetic form
8
95 bedenlenme=enkarnasyon
96 ozan=âşık, troubadour
97 rikkat=incelik, duygusallık, şefkât, Ing.: tenderness
74 DAISETZ T. SUZUKI
öznellik yoksa... şiir oradan kaçar; bir yerde geniş ve kupkuru bir
kum alanı varsa, orada yeşil bitkiler gelişemez.
Başo’nun zamanında yaşam henüz bu kadar kupkuru değil
di ve bu kadar ağır baskılar yoktu. Bir bambu kulübe, bir kamış
baston, bir pamuk çanta... ozanın ordan oraya gezerek yaşaması
için yeterliydi. İstediği köyde ya da düşlerini esinleyen herhangibir
yerde bir süre kalıp, karşısına çıkan deneyimleri yaşayabilirdi. Bu
yaşantıların çoğunluğu da ilkel bir yolculukta karşılaşılacak güçlük
lerin getireceği yaşantılardı.
Unutmamalıyız ki, gezgincilik çok kolay ve rahat duruma gelse,
tinsel anlamı tümüyle yok olur gider989. Buna kimileri aşırı duygu
sallık" diyebilirler; fakat yolculuk sırasında insanın içinden doğan
bir tür yalnızlık hissi, insanı yaşamın anlamı üzerinde düşünmeye
iter ve onu “hayat dediğin bir bilinmeyenden bir başka bilinmeyene
yolculuk değil midir zaten?” diye sorgulamaya yönlendirir!
Bize kaderimizin, yazgımızın sunduğu yetmiş ya da seksek
yıllık ömürümüzde eğer elimizden gelirse, sır örtüsünü kaldırma
ya çalışıyoruz. Yazgımızın sunduğu, payımıza düşen bu kısa ömrü
üzüntüsüz, sıkıntısız olsa da kapalı gözlerle geçiştirmek bizi bu
sonsuzluk duyarlılığını o “ebedi yalnızlığında” yoksun bırakır.
Başo’nun içinde dayanılmaz bir seyahat arzusunun olduğu
nu ‘Oku no Hosomichi (Okunun Dar Yolu)’ adı verilen gezi-gün-
lüklerinden birinin önsözünde görüyoruz;
“Güneş ve Ay100yollarda taban çürüten ezeli yolculardır, mevsim
ler de öyle, yıllar yılların arkasından gidip gidip gelirler. Hayatını yüzen
teknelerde geçirenler ve atın dizginini elinde tutarak yaşlananlar...
“Örneğin, gezginlik bunların günlük işidir, onların yaşam ala
nı gezginliktir. Geçmiş çağlarda yolculuk yaparken ölen çok gezgin
var:
“Ne zaman olduğunu hatırlamıyorum, fakat gezginci bir ha
yatın güçlü arzusunu duymuştum içimde, rüzgârda sürüklenerek
tek başına gezen bir bulutun kaderine kendimi kaptırmıştım. Geçen
güz bir süre nehir kıyısında duran yıkıldı yıkılacak bir kulübeye yer
leştim. Eski örümcek ağları biraz temizlenmiş, sığınak şöyle böyle
içinde oturulur hâle getirilmişti.
“ Yılın sonu yaklaşınca, içimdeki seyahat hevesi yeniden kendi
ni belli etti. Sanki dürtüsüne dayanamadığım doğaüstü bir güç beni
takip ediyor gibiydi.
“Yaklaşan baharın sisli göğü altında Shirakan a sınır bölgesini
ziyaret etmefikri saplantı olmuştu kafamda. İçimde dinginlik kalma
dı. Acele tumanlarımı yamadım, seyahat şapkamın saplarım yeni
ledim, inciklerimi moksa101 yakısıyla tedavi ettim. En sonunda, ku
lübemi bir arkadaşa bırakıp, yüreğimi beni yakında Matsushimada
selamlayacak olan Ayışığı ile doldurup Kuzeye doğru yola çıktım.”
Başo’dan önce gelen, onun öncülü (selefi) olan, haiku ozanı
Saigyö (1118-1190), Kamakura dönemindendir. Saigyo bir gez
ginci şairdi. Saraya bağlı bir savaşçı olarak resmi görevini bıraktık
tan sonra, yaşamını yolculuk yaparak ve şiire vakfetti. Saigyö bir
Budist keşişti. Japonya’d a yolculuk yapan herkes, gezi kıyafetinin
içinde, tek başına, Fuji dağına bakan bir rahibin resmini görmüş
101 Moksa=Yakı otu, yomogi adı verilen, Latince bilimsel adı Artemisia moxa
olan bir otun kuru yapraklarından olur.
76 DAISETZ T. SUZUKI
‘ Rüzgâr esmiş
Dumanı uzaklaşıyor
Fuji dağının,
Onlarla sürüklenen
Kaderimi kim bilecek?
Başo bir Budist keşiş değildir, ama bir zene yürekten bağlı
bir kimseydi. Ömrünü zene adanmıştı. Güz başlangıcında, zaman
zaman sağanak yağmaya başlarken doğa, ‘sonsuz yalnızlığın be-
denlenmesidir onun için. Ağaçlar çırılçıplak olur, dağlar sert bir
görünüm kazanmaya başlar, nehirler daha bir saydamlaşır.
Akşam günün çabasından yorulmuş kuşlar evlerine döner
ken, yalnız başına bir gezgin, insan ömrünün yazgısı konusunda
düşünmeden edemez. İçsel durumu Doğanın durumuna uygun
dur.
Başo der ki:
rı, şairi, bestecisi. Kendini adamış buna. Bunu hayatının görevi sa
yıyor. Yine de, ara sıra, bu işten bıkıp, hepsini denize atmak istiyor.
“Kimi zaman da, başkalarını aynı konuda aşmak için taşıdığı
olumlu tutkuyu bağrına basarak, zihnini dünyasal gürültü-patır-
tılara fazlaca kaptırıp dağılıveriyor. Bundan rahatsızlık duyuyor,
üzülüyor. Çoğu kez dünyasal bir durumu özlüyor. Fakat içindeki
haiku sevgisi bu düşüncesini bastırıyor.
“Bütün bunlardan sonra ise o, kendini hiçbirşey başaramamış
bir câhil olarak görüyor. Bir tek çizgiye takılıp kalmaktan başka hiç
birşey gelmiyor elinden. Gerçekteyse bu çizgi Saigyö’nun wakasm-
da, Sögi’nin renga’sında, Sesshunun resimlerinde ve Rikyunun
çay-sanatı’nda izlediği çizginin aynısı.
“Hepsinin de çalışmalarını yönlendiren aynı ruh. Bu ruh fuga
ruhudur. Bu fuga ruhuna bağlanan kimse, Doğayı benimser, dört
mevsimin dostu olur, gördüğü herşey ona çiçekleri hatırlatır, daldığı
her düşünce Ay’la ilişki kurdurur ona.
“Nesneleri çiçeklere bağlamayan vahşidir; Ay’la ilintili olma
yan düşünceler, bayağı düşüncelerdir.
“Bundan dolayı, diyorum ki: Vahşiliği aşın, bayağılıktan ayrı
lın, Doğayı benimseyin, Doğaya dönün!’
Başo kendisine furabo diyerek, ‘tüm hayatı rüzgârda savru
lan bir paçavra parçası olan adam’ şeklinde bir çağrışımlar zinciri
kurar, çünkü eskiden beri rüzgâr bilinmezliklerle dolu olmuştur.
Rüzgârın nerden geldiği ya da nereye esip gideceği bilinmez. Ama
esip savrulurken her türlü garip ve öngörülemez fenomenleri106
taşır getirir. Chuang-tzu rüzgâr için “yerkürenin müziği” diyerek
hoş bir betimleme yapıyor. İsâ, Rüzgârı ‘Kutsal Rûh’ ile karşılaştı
rır ve der ki: “Rüzgâr nereye isterse oraya eser, sen onun sesini du
yarsın, nereden geldiğini nereye gittiğini bilmezsin; Rûh’tan doğan
herkes böyledir.” (Yuhanna 3:8.)
‘Güz geldi,
Apaçık belli!
Göze görünmese de,
Esen rüzgârın sesinden
Tanırsın onu.’
107 Lieh Tzunun kitabından Taocu öğretiler, İngilizceye Çeviren: Lionel Giles,
sayfa:39-42.
ZEN VE HAIKU 83
Türkçesi:
Türkçesi:
zen ustası der ki, “ben bir ot yaprağını beş metrelik Buda heykeline
çevirebilirim, aynı zamanda da Buda heykelini bir yaprak ot ya
pabilirim” der. îşte bu ‘imek-olmak’ ve ‘olmak-imek’in118 sırrıdır.
İşte bu tam tamına kendi-kendisi-olma119 ve evrensel ‘birbirinin-
içine-geçme’120ya ‘birbiriyle-kaynaşma’121 sırrıdır.
Manjusri, bir gün Sudhana’ya “kendisine bir şifalı ot getir
mesini" buyurarak der ki, “Ara, bak, şifalı bitkilerden olmasın” der.
Sudhana çıkıp böyle bir ot arar, ama boşuna. Geri dönüp der ki,
“ Toprakta şifalı olmayan bitki yok”. Manjusri, “Peki, öyleyse şifalı
olsun” der. Sudhana oralarda biten bir otu koparıp kendisine su
nar. Manjusri otu alıp der ki, “Bu şifalı ottur; can alır, can verir”.
Başo ve onun nazuna'sı da M anjusri’nin elindeki ottan başka bir-
şey değil... Her bir tek ot yaprağı bu gizemli gücü içinde taşır. O
eski kötü çalıyı eğilip incelerken Başo’ya olan da bu muydu acaba?
Türkçesi:
Ozan bir gül görse, ona hayran olsa ve onu verenin mucizeler
yaratan olduğunu düşünse:
Türkçesi:
(Edith Daley)
Wordsworth ‘yosunlu bir taşın yanında gözden yarı gizlen
miş bir ‘hercai menekşeye’ hayran hayran bakar, fakat onun ilgi
si öylesine, durup dururken menekşe çiçeğine yönelmiş değildir.
Wordsworth menekşeyi ancak tanınmadan övülmeden yaşayıp
ölen bir taşralı kızın kaderini düşünürken fark eder. Menekşe, ta
nınmadan övülmeden çiçek açmış, tanınmadan övülmeden solup
gitmiş olabilirdi. Ozan bu konuya ilgi duymaz. O ancak sevdiği
kızı düşünürken çiçeği görür. Ozanın bu romantik gözlemi ancak
bir insanla bağlantı kurunca ilgi görür.
Karlı havalarda ‘çime yakın . . . ak ve yeşil’ çiçek açması ancak
‘bir Tanrı düşüncesi’ getirilirse ‘bozulmamış, kirlenmemiş’ olarak
görülür. Eğer Tanrı için değilse, hiçbirzaman ‘hem o kadar kutlu
hem de o kadar bayağı olamaz. Eğer Tanrı için değilse, hiçbir-
92 DAISETZ T. SUZUKI
Türkçesi:
(Ralph Hodgson)
ZEN VE HAIKU 93
Ali mysteries
In this oneflower meet
And intertwine,
The universal is concrete,
The human and divine,
İn one unique andperfect thing, arefused
Into a unity ofLove,
This rose as 1 behold it;
*
The tears
OfChrist are in it
Türkçesi:
Türlü gizemler
Bu tek çiçekte birleşir
Birbiri içine geçer,
Evrensel olanla somut,
İnsancıl ile tanrısal,
Tek yetkin şeyde birleşir
Aşk birimi olur çıkar,
Tüm baktıklarım gülleşir:
îsanın gözyaşlarıdır
İçinde akan
Onun kanıdır besbelli
Bu gördüğün kıpkızıl kan,
Kan rengi güle
Onu görmeden bakamam
O’dur seni aşka salan,
Beni ve benim gülümü
Tüm güzellikleri yarattı
O tek olan.
1 9 TL