Professional Documents
Culture Documents
Mimariyi Yaşamak: Hale Gezer
Mimariyi Yaşamak: Hale Gezer
227-258
MİMARİYİ YAŞAMAK
Hale GEZER *
ÖZET
Çevre, duyu organlarımızın kapasitesine ve çevre değişkenlerinin ilettiklerine bağlı olarak
“seçtiklerimizle” algılanır, hissedilir. Duyularla biriktirilen ve beyne ulaşan veriler
örgütlendiğinde bilincimiz ile biçimlenerek anlamlı bir algı bütünlüğünü oluşturur Mimarinin
algılanma sürecinde hacim değerleri; ritim, oran, ışık, doku, ses, koku gibi kişiselleşebilen
öğelerle öznelleşerek var olur ve içine zaman boyutunun da katılmasıyla fiziksel ve zihinsel
olarak; nesnel ve öznel öğelerle anlam kazanır.
Bu makalede mimarinin yapısal ve estetik ögeleri, fiziksel ve zihinsel algının ardışık olarak
gelişen süreciyle değerlendirilecek, uyarıcı ve algısal seçimi etkileyen bileşenler yaşanmışlığın
bilgisi desteğiyle yorumlanacaktır.
Anahtar kelimeler: Mimari, fiziksel ve zihinsel algı.
*
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Hale GEZER
1. GİRİŞ
Mimariyi tüm duyularımız ve duygularımızla algılarız. Ritmini hissederek,
zamanına uyarak… Ona dokunmak, dokusunu, kokusunu hissetmek, sesini
duymak, gözlerini kapayıp ruhunu hissetmek mimariyi yaşamaktır.
Mimarlığın kendine ait ögelerini zihinsel algılama sürecimizden geçirmek ve
anlamlar katarak kendi yaşamsal deneyimlerimizle mimariyi hissetmek onu
anlamaktır.
Aydınlı’nın belirttiği gibi; “Mekanın fiziksel özellikleri ile yaşamın işlevsel
sürecinin, duygusal, düşünsel davranış biçimleri arasındaki sarmal örgü
ilişkisi mekan kavramına değişime açık yeni anlamlar kazandırır” (Aydınlı,
2008:158). Dolayısıyla mimari herkeste farklı yaşanır.
Algısal seçim sürecinde algılamayı etkileyen değişkenler; algılayan kişiyle ve
algılanan uyarıcıya bağlı olarak çeşitlenir. Çevreden gelen uyarıcıları
örgütlemedeki seçiciliği ve ilgi alanları gibi parametreler, kişinin algılama
eşiği algısal seçimi değişken hale getirir.
Leland mimariyi duyumsamayı anlatırken; mekanı algılamaya ve kavramaya
ilişkin süreci “Mimarlıktan aldığımız haz, onu algılayışımızla değerini bulur”
diyerek şöyle devam etmektedir; “Bu değer gözün ve bilincin (aklın) mimari
yaşantıya ilişkin görsel veriyi nasıl algıladığı ve yorumladığıyla ilgilidir.
Belki en temel kavram, bilincin kendisine gönderilen tüm bilgilerle duyular
arası iletişime bağlı olarak anlam aramaya programlı olmasıdır. Bu nedenle
neyi algıladığımız daha önceden neyi bildiğimize dayanmaktadır.” (Leland,
2006: 91).
Mimar ve mimarlık kuramcısı Juhani Pallasmaa Tenin Gözleri kitabında "çok
duyulu mimarlık" kavramı üzerinde dururken mimarinin bütün duyulara
birden, aynı anda seslenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Pallasmaa'ya göre
mimari tıpkı şiir gibi, insanın bir iç dünya deneyimini "çok duyulu deneyim"
ile yeniden inşa etmesini sağlar ve birbirleriyle etkileşen ve kaynaşan birçok
duyusal deneyim alanı içerir." (Pallasmaa, 1996).
Dolayısıyla mimari kimi zaman formu, geometrisi, doluluklarıyla
hissedilirken, kimi zaman boşlukları, rengi, ritmi, ışığı, dokusu, sesi,
kokusuyla hissedilir. Çoğu zaman bu ögelerden bir ya da bir kaçı vurucu bir
rol oynasa da mimari bir bütün olarak kavranır ve yaşanır.
2. MİMARİ VE BİÇİM
Mimaride biçimin çıkışı, insanların barınma isteği ve korunma içgüdülerine
yönelik, korunmak ve çevresinden ayrılmak amacıyla oluşturduğu
yapılanmalarla başlayıp, mimarinin tarihsel gelişim sürecinde her dönemin
anlayışına göre çeşitlenmiştir. Mimari kültürel, sosyal, bölgesel, iklimsel
koşullara, ilk dönemlerde çevrenin malzeme potansiyellerine, edinilmiş
uygulama pratiklerine ve dönemlere göre biçimlenmiş, formlar farklılıklar ya
da benzer tipolojiler göstermiştir. Kimi zaman Filibe sokaklarında olduğu
228
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
229
Hale GEZER
Şekil 2. Vitra Design Museum (Frank Gehry, 1989, Weil am Rhein) (H.
Gezer)
230
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
231
Hale GEZER
Şekil 4. VitraHaus (Herzog & de Meuron, 2010, Weil am Rhein) (H. Gezer)
232
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
233
Hale GEZER
234
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
235
Hale GEZER
236
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
zaman bu vurguya yer kaplaması da eşlik eder. Döşeme yüzeyi yer hizası, ya
da üstü, altı değişirken dokusu ve rengi de değişmiştir (Şekil 9, 10).
4. MİMARİ VE ORAN
Platon “Ölçü bir yana bırakılıp, küçük tekneye büyük yelken, ufak tefek
bedene fazla yiyecek ve kaldıramayacak adama büyük yetki verilirse, hepsi
altüst olur” ifadesiyle ölçünün önemini de vurgulamaktadır (Eriç, 2010, 285)
İnsan, içinde bulunduğu çevrede her şeyi kendi ölçeğiyle karşılaştırarak,
ilişkilendirerek algılar ve sonunda her nesne çevreyle, bir mekanla bütünleşir
Leland’ın belirttiği gibi “… İnsanlar genetik olarak belirlenmiş bir mekan
koduna sahip olmadıklarından kişisel mesafelerinin belirlenmesinde oldukça
esnek olabilmektedirler” (Leland, 2006:86). Bu nedenle mekanın kabul
görmüş genel veya standarda bağlanmış belirli bir boyutsal sınırı olamaz.
Ancak görsel algı sürecinde görsel imajların antropometrik genellemeleri ile
mekana ilişkin boyutlar insanın görme alanı içinde tanımlanabilir (Gezer,
2012).
Mimarlık, belirli formlar yaratmak veya yaratılan formları sınırlamak için
oransal sistemleri ve geometriyi tarih boyunca sıklıkla kullanmıştır. Bu tür
bir sistemi kullanmaktaki amaç, yapının elemanları arasında bir armoni
olması ve bu ‘güzeli güzel kılan ilke’ ile yapı genelinde bir bütünlük hissi
237
Hale GEZER
238
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
239
Hale GEZER
240
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
Şekil 14. Vitra Conference Pavilion (Tadao Ando, 1993, Weil am Rhein)
(H. Gezer)
Oran ile ilgili olarak yapılan karşılaştırmalarda insanın, parçaların bütünle,
elemanlarla ilişkisi, parçaların kendi aralarında ve diğer parçalarla,
dengelerin ilişkisi gibi ilişkiler önem kazanır. Anıtsal binalarda ölçüler bizim
oranlarımıza göre uzun ya da yüksektir. Bazıları bizi ezecek haşmete, bazıları
hayranlık uyandıracak görkeme sahiptir. Yüksek dini yapıların bazılarında
hissettiğimiz ezici boyutlar o yapıya “ulaşmazlığı” ya da tanrıya erişme
çabasını düşündürürken, oransal olarak ulaşılabilirliği olan yapılar; içsel bir
samimiyeti ve yakın olma duygusunu hissettirmektedir.
5. MİMARİ VE RİTM
Mimarlığı ritmiyle algılar, ritmiyle hissederiz. Duvarlar, kolonlar, kirişler,
pencere açıklıkları bizi mimarinin hissettirdiği ritimle sürükler, götürür.
Adımlarımız farklılaşır birden bire, mimarinin ritmine kapılır, gideriz. Bir
anda senkronize olur adımlarımız mimarinin tekrarlarıyla. Çünkü ritm; anne
karnından ölünceye kadar belki farkında bile olmadığımız, bizim içimizde
varolan, bizim yaşam saatimizdir. Kalp atışlarımız, nefes alıp vermemiz,
gözümüzü kırpmamız, yutkunmamız, adım atmamızdır. İçimizde olan ritm
241
Hale GEZER
242
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
Şekil 15. Strüktürel ritm. The City of Arts and Sciences (Santiago
Calatrava, 1998, Valencia) (H. Gezer)
A. Gaudi’nin Sagrada Familia kilisesinde ise organik mimarinin yapıya
strüktürel anlamda yansıması, eğrilerin arakesitleri, içiçe geçmiş formların
olağanüstü tasarımı ve bütün bu ögelerin ritmi ve bir armoni içinde yer
alması hayranlık uyandırıcıdır.
6. MİMARİ VE MALZEME-DOKU
Mimaride mekan yüzeylerle okunur ve biz yüzeyleri dokunarak hissetmek
isteriz.
Juhani Pallasmaa'ya göre dokunma, tüm duyuların anasıdır ve tüm duyusal
deneyimler birer dokunma kipidir. Dokunma dünya deneyimimizi, kendimize
ilişkin deneyimimizle bütünleştiren duyu kipidir. Dokunarak yüzeyin
dokusunu çözmeye çalışır, malzemesinin dilini anlamaya uğraşırız
(Pallasmaa, 1996).
Mekanlardaki yüzeylerin dokuları mekanı anlatan görsel ve nesnel
unsurlardır. Doku, mekanın görsel değerlerine büyük ölçüde etki ederken,
mekan- yüzey-malzeme ilişkisini karakterize eden aynı anda iki duyguyu
yani; görme ve dokunma duygularını harekete geçiren uyarıcı bir iletişim
elemanıdır (Gezer, 2007/a). Doku, iki boyutlu plastik değerlerden (çizgi,
biçim, ton, renk) üçüncü boyuta (form) geçerken, bir ara eleman olarak
karşımıza çıkar. Doku, ölçeğine bağlı olarak kent dokusundan, peyzajdaki
yaprağa, yüzeydeki malzemeye kadar mimarinin içindedir.
243
Hale GEZER
Şekil 16. Vitra Fire Station (Zaha Hadid, 1994, Weil am Rhein) (H. Gezer)
Doku ışıkla biçimden biçime girer, bazen gölgelerle dokunun rölyef etkisi
artar bazen de doku ışığı arasından geçirerek kendini yeni bir yüzey olarak
başka etkilerde bize sunar (Şekil 17).
244
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
245
Hale GEZER
246
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
247
Hale GEZER
248
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
249
Hale GEZER
250
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
Şekil 22. The University of Zurich (Karl Moser, 1833, Zurih) (H. Gezer)
Işıkla birlikte renk mimarinin dinamiklerini değiştirebilir; renkle yapılan
optik yanılsamalarla mekan olduğundan daha dinamik ya da durağan
hissettirilebilir. Renk yönlendirilmesi ile mekanın “doğrultulu ya da
doğrultusuzluğu” vurgulanabilir. (Şekil 23).
251
Hale GEZER
Mekanın görsel algılama sürecinde renk, çok önemli bir fiziksel algılama
bileşeni olmanın dışında psikolojik algılamayla ve estetik boyutuyla birlikte
değerlendirilmesi gereken, mekanın en güçlü iletisi, görsel konforun yanı sıra
yaşamsal konforu da etkileyen görsel algılamanın en önemli öğesidir.
Aynı zamanda renklerin bir arada kullanılmasında mekandaki hacimler de
gerçeğinden daha geniş, daha yüksek, daha derin, dar görülebilmektedir
Mekanda renk tek başına bir yüzey olarak algılanmayıp yakın çevresiyle,
zemin veya tavan ile, önünde veya arkasındaki eşyalarla, yüzeylerle bir bütün
halinde algılanır. Bu durumda renkler birbirini etkileyerek olduklarından
farklı görülebilir. Sıcak veya soğuk renklerin oluşturduğu armoni, bir rengin
açık- koyusuyla oluşturulan ton armonisi, kontrastların armonisi gibi armoni
uygulamaları mekanı hissettirmede etkili bir araçtır. Bu kompozisyonlar bir
yandan mekanı daha hissedilir ve yaşanır yaparken, diğer yandan mekanın
algılanmasında denge ve birlik unsuru oluşturur (Gezer, 2007/b).
Bina yüzeylerinde kullanılan renkler, kimi zaman sosyal düzeni veya
gelenekleri ifade eden bir simgesel anlamı yansıtabilir ve kullan renkler ve
düzenleri, toplumdan topluma çeşitli farklılıklar gösterebilir. Örneğin;
Freiburg ve Basel’deki kamu binalarının cephelerinde uygulanan sıcak
renkler alıştığımız resmi binaların renk uygulamalarından oldukça farklıdır
(Şekil 24).
252
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
8. MİMARLIK VE KOKU-TAT
Koku beyindeki koku merkezine ulaştığında beyin daha önceki deneyimlerle
kazanılmış olan şifrelere dayanarak o kokuyu tanır. Bu nedenle, genellikle
alınan bir kokuyla, bu kokuya ilişkin biriken deneyimler anımsanır. Koku,
insanların üzerine sinen ve o insanı çağrıştıran, ona gönderme yapan bir
uyaran olduğu gibi mekanlarda da mekanı özel kılan bir uyarıcıdır.
Şehirlerden odalara kadar her mekan belli bir kokuyla beyne kazınırken, çoğu
zaman koku mekan ve mekanın kullanıcıları hakkında bilgi verir ve mekanla
insan arasında bir arayüz oluşturur.
Kokunun mekanda yer alması, XVI yüzyıldadır. 1549 Haziranında, Paris’te
Catherine de Medicis’e verilen ziyafette, “salona güzel kokulu ince otlar
serpme”ye özen gösterilmiştir. Bu geleneğin uzun yıllar sürdüğü, 1581-
1582’de resmedilen tablodan, parke döşemenin üzerindeki serpilmiş
çiçeklerden anlaşılmaktadır. 1615 yıllarında, kırsal dekorasyonda, oda
döşemesine biberiye, nane, menekşe, yabani mercan köşk, lavanta gibi
bitkilerin serilmesi bilinen uygulamalardır (Braudel, 1993:256).
Kokunun mekanlara sinme özelliğinden dolayı, çoğu zaman koku algısıyla
deneyimlenmiş mekanların ilişkisi kurulur. Kırsal bölgelerin evleri, kurutulan
253
Hale GEZER
tarhana, baharat, salça, pastırma, turşu, börek, gözleme yani tümüyle mutfak
kokarken, şehir evlerinde bu kokular yerini oda parfümlerine, bin bir çeşit
tütsü ve başköşeye konan kokulu mumlara, doğal çiçeklere, su içine konan
gül yapraklarına bırakmaktadır. Kimi mobilyalarda ıhlamur, at kestanesi, iğde
gibi kokulu ağaçların tercih edilmesi mekanda özellikli bir koku
istenmesindendir.
Mekan gibi şehirlerin de kokusu vardır. Memleketim Karabük ayrı,
zeytinlikleriyle Ayvalık ayrı, kafelerle dolu Avrupa meydanları ayrı,
Amsterdam ayrı, Dubai ayrı kokar.
Mekanların kokusu gibi tadı da vardır. Üstelik de dört mevsim değişir bu tat.
Kar kokar, yağmur kokar, bahar dalı kokar, çim kokar. Şehirlerle bütünleşmiş
tatlar, tatlarla bütünleşmiş mekanlar vardır. O mekanda var olduğu bilinen
tatlar mekanın yaşanmışlığıyla biraraya geldiğinde bambaşka tarihlere
götürür insanı.
250 yıllık geçmişi olan Baden Baden Café König’de karaorman pastanızı
yerken bir zamanlar Liszt and Tolstoy’un aynı kafede oturduğunu bilmek, ya
da Prag Kavárna Evropa’da Art Nouveau’nun zarif dekoratif süslemeleri
altında tarihi hissetmek bambaşka bir tatdır. Ernest Hemingway, Ezra Pound,
F. Scott Fitzgerald, James Joyce gibi isimleri ağırlayan Paris’teki
Shakespeare & Company kitap dükkanı başka bir kağıt kokar, her köşesinde
yaşamın izlerinin olduğu bu mekanın kokusu bizi mekana odaklar. Ya da
Baden Baden’deki Küçük Prens Otelinin (Hotel Der Kleine Prinz) kafesinde
içilen kahve, Kurhaus’ta ya da Karlovy Vary’de içilen sıcak, mineral zengini
sularla gerçekten de “mekanların tadı tuzu” olduğunun farkına varılır ve o
mekanlar hafızaya o tatlarla kazınır.
9. MİMARLIK VE SES
V. Hugo “ Notre –Dame Katedrali taştan oluşmuş büyük bir senfonidir”
sözüyle mimarinin kompozisyonu içinde müziği tanımlamıştır. Leland
kitabında, mimarlığın işitsel algısının mimarlığın görsel algısı tarafından
neredeyse bütünüyle baskılanmış olduğunu ifade etse bile, mimariyi
“işitmek”ten söz etmektedir (Leland, 2006: 137).
Işıkyıldız’ın da belirttiği gibi; Friedric von Schelling (1805), “Mimarlık
donmuş müziktir” derken mimariyle sesi ilişkilendirmiş, Steen Eiler
Rasmussen (1994) ise, kitabının 'Mimariyi İşitmek' adlı bölümünde
mimarinin biçimlendirilmesi ve malzemesiyle işitilebildiğini anlatmıştır:
“Çoğu kimse, büyük olasılıkla, mimarinin ses çıkarmadığını, bu yüzden de
işitilemeyeceğini söyleyecektir. Fakat mimari aynı şekilde ışık da çıkarmaz
ama yine de görülebilir. Onun yansıttığı ışık görülür ve böylece biçim ve
malzemesi hakkında bir izlenim edinilir. Aynı şekilde mimarinin yansıttığı
ses de duyabilir. Bu ses yansımaları biçim ve malzeme hakkında izlenim
254
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
255
Hale GEZER
10. SONUÇ
Mimari yaşamın içinden gelir, bizimle beraber yaşar ve yaşlanır. Dolayısıyla
bizim yaşantımızın her anında, sorununda, zorunluluklarında ve
güzelliklerinde vardır.
Mimariyi sadece gördüğümüzle kalmayıp, yaşadığımız ve hissettiğimiz,
içgörüyle yaklaştığımız sürece, mimari de yaşamdan payını alıp, güzelleşir ve
bizimle bütünleşir. Kültürü, sosyal yapısı, fiziki çevresiyle ve bizimle bağlam
kuran mimarinin bize kendini anlatmada kullandığı gramerde biçimler,
biçimlerin aralarındaki boşluklar, oranlar, ritm ve sesler, ışık ve renkler,
malzeme ve dokular, koku ve tatlar vardır. Biz de bu dili görebildiğimiz,
anlayabildiğimiz, bilgisine sahip olduğumuz ölçüde algılar, kavrar ve
hissederiz.
Dolayısıyla mimarinin algısı da öznelleşir ve her yapı algılayan tarafından
kendi var olan değerlerinin üzerinde başka başka değerler ve bağlamlarla
karşımıza çıkar. Çoğu zaman çok katı geometriler bile araya giren bir peyzaj
parçasıyla ya da değişimi olan bir organik ögeyle yumuşar, bir başka algıyla
yeniden ve yeniden yaşanır başka kimliklerle karşımıza çıkar.
Mimari yerinde dururken çevresini kuşatan her ne ise onunla yeniden var
olur; kendini bize bazen bir kuşun kanadının özgürlüğünden gösterir, bazen
de bir kuğunun süzülüşünün izindeki dinginlikten…
256
İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi Güz 2014
KAYNAKÇA
Metinde yer alan kaynakçası belirtilmemiş tüm resimler yazar
tarafından çekilmiş fotoğraflardır. Başka bir yerde kullanılamaz.
Aydınlı, S. (2008). “Mekan”dan “Mekansal”a:Mekanın
Zamansallığı/Zamanın Mekansallığı.. Şentürk, A., Ural, Ş., Berber, Ö., Ve
Sönmez, F. U. (Editörler) Zaman- Mekan (150-161). YEM Yayın. İstanbul.
257
Hale GEZER
258