You are on page 1of 250

KUR'AN'DAKİ

SALAT

Yazan-Derleyen
Muhammed Ali Erhan Aytaç
Havva Nurbil Aytaç
Kur'an'daki Salat

Kur'an'daki Salat
©Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kısmen veya tamamen
çoğaltılması ve farklı biçimlere çevrilmesi yasaktır.

Yazan-Derleyen
Muhammed Ali Erhan Aytaç
Havva Nurbil Aytaç

Baskı Tarihi
2021

Yayınevi
SAGE Yayıncılık Rek.Mat.San.Tic.Ltd.Şti.
Kazım Karabekir Caddesi
Uğurlu İş Merkezi No: 97/24
İskitler – Ankara
Tel: 0 312 341 00 05

Baskı
BİZİM DİJİTAL MATBAACILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Serhat Mahallesi Uzayçağı Caddesi 1128.Sok. No:6 Ostim/ANKARA
Tel: 0 312 341 00 05
Matbaa Sertifika No: 41356

1
Kur'an'daki Salat

KUR'AN'DAKİ
SALAT

Yazan-Derleyen
Muhammed Ali Erhan Aytaç
Havva Nurbil Aytaç

2
Kur'an'daki Salat

3
Kur'an'daki Salat

ÖNSÖZ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM

Kur'an'da emredilen ve sıkça geçen ama


maalesef doğru anlaşılmayan ve doğru aktarılmayan
kavramlardan biri "Salat" kavramıdır.

"Salat" kelimesinin kökünü ve sözlük anlamını


ortaya koyduktan sonra, onu ayetler ışığında
değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle, Kur'an'da geçen her "Salat" kelimesini


sürekli namaz olarak çevirmenin sakıncalı olduğunu
belirtmemiz gerekir.

Bu çalışmamız, "salat ve namaz" ın aynı şey


olup olmadığını, namaz vakitlerini, kaç rekat namazın
farz kılındığını, abdestin nasıl alınması gerektiğini,
abdesti bozan şeylerin neler olduğunu ortaya koymak
ve buna benzer sorulara cevap bulmak için yazılmıştır
ve tüm sorular Kur'an ayetlerine dayanılarak
incelenmiştir.

Ne yazık ki, Kur'an'da bahsedilen "Salat"


kavramı açıklanırken çok dar bir anlama çekilerek,
sadece ibadet ritüeli anlamındaki 'namaz' kelimesi

4
Kur'an'daki Salat

kullanılmıştır. Namaz, Farsça bir kelimedir ve ibadet


anlamına gelir. Hâlbuki Kur'an'da geçen 'Salat' kavramı
çok daha geniş anlamlarda kullanılmıştır. Bunu ayetlerin
yaklaşık olarak nüzul (iniş) sırasına göre tek tek
inceleyerek ortaya koymaya çalıştık. Umarım bu
çalışma, Salat ve Namaz kavramları arasındaki anlam
karmaşasının ortadan kalkmasına katkı sağlar.

Muhammed Ali Erhan Aytaç

07.09.2021 - Salı

5
Kur'an'daki Salat

AYETLERİN NÜZUL (İNİŞ) SIRASINA GÖRE SALAT


KAVRAMI

Salat kelimesi 'Sad-Lam-Vav ‫'ص ل و‬


kökünden türemiştir.

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 99


kez geçiyor.

Bu Kelimenin Gövdeleri:

12 kez ‫ﺻﻠﱠ ٰﻰ‬


َ 'Salla'
83 kez ‫ﺻﻠَ ٰوة‬
َ 'Salavat'
1 kez ‫ﺻﻠﻰ‬
َ ‫' ُم‬Musalla'
3 kez ‫ﺻ ِﻠّين‬
َ ‫' ُم‬Musallin'

‫ الﺻﻼة‬es-salât kavramı fiil asıllı (bu ismin aslının


mazisi ‫ﺻﻼ‬ , muzarisi
‫ﺻﻠو‬
ْ ‫ي‬, masdar ‫ﺻﻠوا‬ َ
‘dir) lam’ı vav ile mu‘tel bir isim olup aslı el-fe‘aletu
vezninde
‫ﺻﻠوة‬
ّ ‫ ال‬es-salevetu’dur. Sarf ilminin bir i‘lâl kuralı gereği
6
Kur'an'daki Salat

(İ‘lâl Arapça’da illetli harflerin hazfi (kelimeden çıkarılıp


atılması), harekesinin hazfi veya başka bir harfe
dönüştürülmesidir. ) vâv harfi elife dönüşerek ‫الﺻﻼة‬
şeklini almıştır. Lâmu’l fiilinin aslı vâv olduğundan dolayı
elif harfi cem-i müennes sâlim olan ‫ﺻﻠوة‬ ّ ‫ ال‬essalevât
kelimesinde vâv olarak ortaya çıkmıştır.

Belirttiğimiz gibi bu kelime müştak (Müştak


kelime, başka bir kelimeden türeyen kelimedir.) olup
mazisi ‫ ﺻﻼ‬, muzarisi‫ﺻﻠو‬ ْ ‫ي‬ , masdarı‫ﺻﻠوا‬ َ
dir. Nâkıs-ı vâvî’ (Nâkıs, lâmu’l-fiili illetli harflerden
oluşan fiillere denir. Eğer bu illetli harf vâv ise nâkıs-ı
vâvî, yâ ise nâkıs-ı yâî diye isimlendirilir.)dir. Arap
dilinde bir kelimede illetli harflerden biri bulunursa o
kelimede i‘lâl ve ibdâl (İbdâl sarf ilmi açısından bir harfi
hazfedip onun yerine başka bir harf koymaktır.) gibi
şekli değişiklikler olabilmekte, bu da Arapça’nın dikkat
edilmesi gereken yönlerinden birini oluşturmaktadır.
Salât kavramı da bu şekilde bir kelimedir ve bu
durumundan dolayı da bazı karışıklıklara neden
olmuştur.

‫ﺻﻠوة‬
ّ ‫( ال‬salât) sözcüğünün yapı olarak, ‫( ص ل ى‬saly) ve
‫( ص ل و‬salv) köklerinden türemiş olması mümkün
görünmektedir. Dilbilgisi kurallarına göre her iki kökten
de türemiş olabilir. Zira hem ‫( ص ل ى‬saly) hem de ‫ص ل و‬
(salv) sözcükleri, son harflerinin “harf-i illet” (Ya-Vav)
olması sebebiyle “nâkıs”tırlar ve bu köklerden bir
sözcük türediğinde, köklerin sonundaki harf-i illetler
7
Kur'an'daki Salat

düşerek başka harfe dönüşür. Bu durumda, türeyen


yeni sözcüğün, bu köklerin hangisinden türediği
konusunda ciddi bir araştırma yapılmadığı takdirde
ortaya bazı karışıklıklar çıkabilmektedir. Nitekim ‫ص ل‬
‫( و‬salv) kökünden olan kalıpların bir çoğunun
çekimlerinde ‫( و‬vav) harfi, değişim neticesi ‫( ى‬ya)ya
dönüşmekte ve bu şekilde türeyen sözcükler, ilk bakışta
‫( ص ل ى‬saly) kökünden türemiş gibi görünmektedir.

Bu gibi durumlarda Kur’ân’ın mesajını doğru


anlamak için yapılacak ilk iş, sözcüğün türemiş
olabileceği köklerin anlamlarına bakmaktır. Bu sebeple
biz de tahlilimize, ‫ﺻﻠوة‬ّ ‫( ال‬salât) sözcüğünün türemiş
olabileceği ‫( ص ل ى‬saly) ve‫( ص ل و‬salv) köklerinin
anlamları ile başladık.

‫( ﺻﻠﻰ‬saly) ; “pişirmek, yakmak, ateşe atmak-ateşe


girmek, yaslamak” anlamına gelir. Sözcük bu manada
Hakka sûresi’nde geçmektedir:

Sonra cahime (cehennem) sallayın


ّ
onu (‫ﺻﻠوه‬/salluhu). (Hakka/31)

‫( ﺻﻠﻰ‬s-l-y) kökünden türemiş olan ‫( المﺻ ّﻠين‬musallin)


sözcüğü, “destek veren, yardım eden” anlamında değil,
“hayvanının sırtına, uyluğuna yaslanan” anlamında
kullanılmaktadır.

‫(ﺻﻠﻰ‬saly) sözcüğü, Türkçe’deki “sallamak” ve


“yaslamak” sözcüklerinin de kaynağıdır. Ancak,

8
Kur'an'daki Salat

konumuz olan salât sözcüğünün kökünün saly olduğu


varsayılırsa, Kur’ân’da geçen tüm ‫ﺻﻠوة‬ ّ ‫( ال‬salat)
sözcüklerinin ve türevlerinin “ateşe atmak, yaslamak”
anlamında olduğunu kabul etmek gerekecektir ki bu
durumda, mesela Kevser sûresi’ndeki ‫( ﺻ ّل‬salli)
emrinden, “onu ateşe at” veya Ahzab/56′daki ‫ﺻﻠّواعﻠيه‬
(sallu aleyhi) ifadesinden, “o’nu (Muhammed’i) ateşe
sallayın/atın” anlamı çıkarmak gerekecektir. Sonuç
olarak, “yardım, destek, çaba, gayret” anlamlarına gelen
‫ﺻﻠوة‬
ّ ‫( ال‬salat) sözcüğüyle, “ateşe atmak, ateşe yaslamak,
pişirmek, yakmak” anlamındaki ‫( ﺻﻠﻰ‬saly) sözcüğü
arasında herhangi bir mana ilişkisi kurma imkânı yoktur.

‫[ص ل و‬salv]: İsim olarak “uyluk, sırt” demek olan


sözcük şöyle açıklanır: ‫( ﺻﻠو‬salv), “insanın ve dört
ayaklı hayvanların sırtı, kalça ile diz arası” anlamına
gelir.

Bu anlam doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında


sözcük; “uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki,
uyluğun (bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün)
yatay duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması
şeklinde bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta
almak demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi,
yüke destek vermeyi ifade eder.

Bize göre salat sözcüğünün


kökü saly değil, salv‘dir. Sözcüğün aslı ise ‫( ﺻﻠوة‬salvet)
olup, kök sözcük nâkıs (son harfi illetli) olduğundan,
genel dilbilgisi kuralları gereği ‫ﺻﻠوة‬ (salvet)
9
Kur'an'daki Salat

sözcüğü,‫ﺻﻠوة‬ ّ ‫( ال‬salat) şekline dönüşmüştür. Nitekim


sözcüğün çoğulu olan ‫( ﺻﻠوات‬salavat) sözcüğünde, kök
sözcüğün asıl harfi olan ‫( و‬vav) açıkça ortaya
çıkmaktadır. Bu durum, başka birçok sözcük için de
geçerlidir. Mesela, ğaza [savaştı] sözcüğünün mastarı
‫[ غزوة‬ğazve]dir ve ğazve‘nin çoğulu ‫[ غزوات‬ğazevat]
olarak gelir. Diğer fiil çekimlerinde de ğazâ‘nın “vav”ı, ya
‫ى‬ [ya]ya dönüşür yahut da düşer.
Zaten salat sözcüğünün, s-l-v kökünden türediği
hususunda ittifak olduğu içindir ki, bir anlam karışıklığı
olmasın diye mushaflarda salat sözcüğü, ‫ الﺻﻼة‬şeklinde
‫[ ا‬elif] ile değil, ‫ﺻﻠوة‬
ّ ‫ ال‬şeklinde‫[ و‬vav] ile yazılır.

Diğer taraftan, ‫[ ﺻﻠو‬s-l-v] kökünden türemiş olan


ّ
‫[ﺻﻠﻰ‬salla] (mastarı salat) sözcüğünün anlamı, Kıyamet
suresi 31-32. ayetlerde, hiçbir yanlış anlamaya meydan
vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:

‫[ فﻼ ﺻدّق وﻻ ﺻﻠّﻰ وﻻكن ك ّذب و تولّﻰ‬fela saddaka vela salla


velakin kezzebe ve tevella=O, ne doğruladı ne de
destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem


zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı
olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: ‫[ ﺻدّق‬saddaka]nın karşıtı
olarak ‫[ كذّب‬kezzebe], yani “doğrulama”nın karşıtı olarak
“tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, ‫[ ﺻﻠّﻰ‬salla]
fiilinin karşıtı olarak da ‫[ تولّﻰ‬tevella] fiili kullanılmıştır.
Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı
taşıyan tevella sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli
10
Kur'an'daki Salat

yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve


yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek
olduğuna göre, ‫[ تولّﻰ‬tevella]nın karşıtı olan ‫[ ﺻﻠّﻰ‬salla]
da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak”
anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak ‫ﺻﻠوة‬ ّ ‫[ ال‬salat ] sözcüğünün


anlamının; “Destek veren, yardım eden, yardım çağrısı,
davet, Allah’tan yana olmak, yönünü Allah'a dönmek,
uymak, bağlı kalmak” vb. anlamlara da geldiği
bilinmektedir. Sözlük anlamları:destek, dua, dua etmek,
yalvarma, yakarış; konuşma, söylev, nutuk, övgü,
methiye, nimet, meydana getirmek, sebep olmak,
yakından takip etmek, izlemek, uymak, bağlı kalmak,
irtibata geçmek veya irtibata geçilmek, hayvanın
kuyruğunun çıktığı yer, but” Kök anlamı bir şeyi
bırakmamak, sürekli onun arkasında durmaktır. (Lisanul
Arab sözlüğü) “destek olmak, yardım etmek, sorunları
sırtlamak, sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde
özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir
ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunlar değil,
aynı zamanda toplumsal sorunları da kapsamaktadır.
Dolayısıyla ‫ﺻﻠوة‬
ّ ‫[ ال‬salat ] sözcüğünün anlamını, “yakın
çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna
indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak,
toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak,
üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak
şekilde geniş düşünmek gerekir.

11
Kur'an'daki Salat

Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin


gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mali olmak
üzere iki yönü bulunmaktadır:

• Zihni yönü ile salat; eğitim ve öğretimle


bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde
erdirme, en doğru yola iletmek,

• Mali yönü ile salat; iş imkânları ve güvence


sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor
günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını
gidermektir.

Bu açıklamalardan sonra ikinci ayetin


bağlamında Salat Kur'an'da fiil olarak geçer. Bu anlam
doğrultusunda fiil olarak kullanıldığında sözcük;
“uyluklamak, sırtlamak” anlamına gelir ki, uyluğun
(bacağın, diz ile kalça arasındaki bölümünün) yatay
duruma getirilerek bir yükün altına uzatılması şeklinde
bir hareket olan “uyluklamak” da, bir yükü sırta almak
demek olan “sırtlamak” da, yük altına girmeyi, yüke
destek vermeyi ifade eder.

12
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 1.YILI:

Salat kelimesinin Kur'an'da ilk nazil olduğu sure


Kevser Suresidir. İlk Salat kelimesi Kevser Suresinin
ikinci ayetinde geçer. Ancak ayet ‫ﺻ ِّل ِل َر ِبّ َك َوا ْن َح ْر‬
َ َ‫ف‬
(Fe Salli Li Rabbike venhar) yani "Öyleyse Rabbin için
Salat et (gözet Rabbin için ve Nahr 'Kendini ada/Göğüs
ger'. (Çevirilerin, ayette geçen "venhar" sözcüğüne
"kurban kes" anlamını vermeleri, ayetin bağlamını
dikkate almamaktan kaynaklanan bir yanılgıdır. Surenin
vahyedildiği dönem ve koşullar dikkate alındığında
"kurban kesmekten" söz etmenin mümkün
olmayacağını da anlamak gerekir. Nahr, sözcük olarak,
"göğüs, gerdan, göğüslemek, deveyi göğsünden
kesmek, elleri göğse değdirmek gibi anlamlara
gelmektedir. "Nahr" sözcüğü, burada "göğüslemek,
göğüs germek" anlamına gelmektedir.)

Konumuz Salat kelimesi olduğu için ayetle ilgi


daha fazla detaya girmeyeceğiz. Ayet "Fe Salli…"
şeklinde geldiği için burada geçen "Fe" Fa-ı
Sebebiyye'dir. Fâ-i Sebebiyye: Atıf harfidir. Bu harfle,
cümlenin ilk kısmı sonraki kısmın oluşmasına sebep
olur. Birincisi gerçekleşirse ikinci kısım da gerçekleşir.
Fâ-i sebebiyye’nin muzâri fiili gizli (‫)أ َ ْن‬le nasbetmesi için
kendinden önce ya nefî (olumsuz) veya taleb (emir,
nehiy, soru, temenni) gelmelidir. Dolayısıyla "Fe Salli…"
Öyleyse Salatı gözet… ayetinde Birinci kısmın
oluşmasına bağlı olarak ikinci ayet oluşabilir. Yani
13
Kur'an'daki Salat

birinci ayetin oluşması, ikinci ayetin oluşmasının


sebebidir. O yüzden ikinci ayette geçen "Fe Salli…"
kavramını anlamamız için onun öncesinde geçen
kavramın oluşması gerekir.

ْ ‫َاك‬
Birinci ayet:‫ال َك ْوث َ َر‬ َ ‫( ِإنﱠا أ َ ْع‬İnna a'taynakel
َ ‫ط ْين‬
Kevser) "Muhakkak Biz, sana Kevser'i verdik."

“‫ كوثر‬Kevser” sözcüğü Arapça’da “‫ فوعل‬fev’al” kalıbında


bir kelime olup “ ‫ كثرة‬kesret [çokluk]” kökünden
türemiştir. Anlamı “alabildiğine, aşırı derecede çok”
demektir. Araplara göre sayısı, değeri, önemi çok olan
her şey “kevser”dir. Mesela, çıktığı geziden yakınlarına
aldığı hediyelerle dönen bir kişinin getirdiği hediyelerin
çokluğunu belirtmek için “kevser getirdi” tabiri kullanılır.
“Kevser” sözcüğü Arapçada somut şeylerin çokluğu için
kullanıldığı gibi, soyut kavramların çokluğu için de
kullanılır. Bunun örneği büyük edip el-Kumeyt’in bir
şiirinde görülmektedir:

“‫ وانت كثير يا ابن مروان طيّب‬Ve ente kesirun ya ibne


Mervane tayyibu! [Ey Mervan oğlu, sen ne çok ve
hoşsun!]

“‫ وكان ابوك ابن فضائل كوثرا‬Ve kâne ebûke ibnu Fedâili


kevsera [Baban İbnu Fedail ise daha çoktu]. (Fahreddin
Razi Tefsir)

14
Kur'an'daki Salat

Dolayısıyla İnna A'taynakel Kevser, Fe Salli…


Kevser'i verdik, öyleyse Salli (Salatı gözet). Yani Salli
olması için Kevser'in verilmiş olması gerekiyor. Kevser
Fe Salli… Yukarıda da değindiğimiz gibi Kevser, sözcük
olarak çokluk demektir ama bu çokluk, somut kavramlar
için de olabilir, soyut kavramlar için de olabilir.

Bize göre Resulullah'a verilen “Kevser”, değer


artışıyla yani değerinin, öneminin artışıyla ilgilidir. Bu
lütuf, Duha ve İnşirah sureleri ile Hicr suresinin 87.
ayetinde bahsedilen lütuflardır:

Seni yetim bulup, barındırmadı mı? Seni yolunu


şaşırmış olarak bulup doğruya iletmedik mi? Seni fakir
bulup ğına etmedik mi? (Çevirilerde ayete, "Seni yoksul
bulup, zenginleştirmedi mi?" şeklinde anlam verilmektedir. Oysaki
burada söz konusu olan servet zenginliği değil; "ğına" sözcüğü ile
kast edilen, ona verilen görevin, bir insan için en büyük zenginlik,
en büyük nimet olduğudur.) (Duha 6-8)

Senin göğsünü açmadık mı? Yükünü üzerinden


atmadık mı? Ki o, senin belini çatırdatmıştı. Senin zikrini
yükseltmedik mi? (Bu denli önemli bir görevi (nebilik ve
resullük) sana vererek, herkes tarafından bilinmene ve anılmana
neden olmadık mı?) (İnşirah 1-4)

Andolsun ki Biz sana yedi çifti ve büyük Kur'an'ı


verdik. (Hicr 87)

Hicr suresinin 87. ayetindeki ‫“سبعا من المثانﻰ‬


ikililerden yediyi” ifadesi için pek çok görüş ileri
15
Kur'an'daki Salat

sürülmüştür. Bu ifade bize peygamberimizin hayatındaki


yedi köklü değişikliği hatırlatmaktadır. Bu değişiklikler,
peygamberimizin iradesi ve gayreti dışında, görünür bir
sebep olmadan, Allah tarafından yapılan değişikliklerdir.
“İkililer” ifadesinin bize düşündürdüğü ise; bu
değişikliklerin meydana geldiği konuların olumlu ve
olumsuz hallerinin birlikteliği, yani varlık alanındaki
zıtlıklardan oluşan ikililerdir. Bu ikililerden oluşan
değişiklikleri peygamberimizin hayatındaki “olumsuz” ve
“olumlu” olarak isimlendirip listelersek karşımıza
aşağıdaki tablo çıkmakta, bu da bize “ikililerden yedi”
ifadesi hakkında ışık tutmaktadır:

Olumsuz Olumlu
Sıradan birisi idi Seçilip Allah'ın Rasul'ü-Nebi'si olması
(Abdullah'ın oğlu
Muhammed)

Yetim idi Allah tarafından barındırıldı.

Şaşırmış (Delalet) idi Doğruya iletildi

Fakir idi Ğına oldu (Allah'ın O'nu seçmesi en büyük zenginlik)

Sıkıntılıydı (Beşeriyet) Göğsü açıldı, ferahlatıldı

Yükü ağırdı Ağır yükü hafifletildi

Adı unutulacaktı Adı, sanı ve şanı yüceltildi.

16
Kur'an'daki Salat

“İ’tâ” sözcüğü, bir şeyi emanet veya geçici olarak


değil, temlik veya devir yoluyla temelli olarak verme
anlamındadır. Bu anlam aynı zamanda bir lütuf olarak
vermeyi de içeren bir anlamdır. “Îtâ” ise “i’tâ”yı da
kapsayacak şekilde, daha geniş anlamda (yol açarak,
engelleri aşarak, getirerek- götürerek vermek) kullanılır.
Yani “îtâ” hem temlik ve lütuf olarak vermeyi, hem de bir
görev olarak süreli, emanet vermeyi ifade etmektedir.
Kevser suresinde “i’tâ” ifadesi kullanıldığı için
peygamberimize verilenlerin ilahî bir lütuf olduğu, bir
şeye karşılık verilmediği ve emanet olmadığı
anlaşılmaktadır. Keza Sad suresinin 39. ayetinde,
Süleyman peygambere verilenlerin de aynı özellikte
olduğu bu sözcüğün bir başka kullanım şekli olan “‫عطاء‬
Atâ” ile ifade edilmesinden anlaşılmaktadır. Hicr
suresinin 87. ayetinde peygamberimize verildiği
belirtilenler ise hem lütuf hem de peygamberlik
göreviyle bağlantılı olduğundan “îtâ” kelimesi ile ifade
edilmiştir.

Sonuç olarak şöyle bir anlam ortaya çıkar;


"Muhakkak Biz Sana Kevser'i (Çokluk, Artış, İki Yedili
ve Kur'an) verdik. Öyleyse (Buna Karşılık verilen bunca
nimete, Kevser'e karşılık) Rabbin için Salatı gözet (Nübüvvet
ve Risalet görevlerini sırtla, bu yüke destek ver) venhar
('Kendini ada/Göğüs ger "Nahr" sözcüğü, burada
"göğüslemek, göğüs germek" anlamına gelmektedir.)
17
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 2.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin ikinci yılında


karşımıza Maun Suresinin 4.ve 5.ayetlerinde ve
Müddessir Suresinin 43.ayetinde çıkar. İlgili ayetlerde
geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

َ ‫فَ َو ْي ٌل ِلّ ْﻠ ُم‬


َ‫ﺻﻠِّين‬ "Fe Veylün Lil Musallin" 'Bu nedenle Vay
haline Salat edenlerin'

َ ‫ﺻ َﻼ ِت ِه ْم‬
َ‫سا ُهون‬ َ ‫الﱠذِينَ ُه ْم‬
َ ‫عن‬ "Ellezine Hum an Salatihim
sahun" 'Onlar ki Salatlarından gaflet ederler.'

4.Ayette geçen Musallin (Salat) edenler ifadesi


olumsuz olarak gelmiştir. Ayetin başlangıcına bakarsak
"Fe" edatıyla gelmesi, olumsuzluğun sebebini bulmamız
için bir önceki ayete bakmamız gerektiğini gösterir.
Çünkü Fâ-i Sebebiyye: Atıf harfidir. Bu harfle, cümlenin
ilk kısmı sonraki kısmın oluşmasına sebep olur. Birincisi
gerçekleşirse ikinci kısım da gerçekleşir. Dolayısıyla
Musalli isminin fiile konu olan eyleminin olumsuzluğu
3.ayette geçen ‫ين‬ ِ ‫طعَ ِام ْال ِم ْس ِك‬
َ ‫عﻠَﻰ‬ ‫" َو َﻻ َي ُح ﱡ‬Ve La
َ ‫ض‬
yahuddu ala taamil miskin." 'Ve Miskini doyurmaya
teşvik etmez.' Ayet 'Ve' bağlacıyla başladığı için bundan
önceki ayet ile birlikte anlamak gerekiyor.

َ ‫ع ْال َي ِت‬
2.ayet ‫يم‬ ‫ " فَ َذ ِل َك الﱠذِي َي ُد ﱡ‬Fe zalikellezi yedu'ul yetim."
'İşte o, yetimi itip kakar.' Yine yukarıda da bahsettiğimiz
18
Kur'an'daki Salat

gibi ayet "Fe" edatıyla başladığı için "Yetimi itip kakan


ve Miskini doyurmaya teşvik etmeyen' kimmiş bunun
cevabı bir önceki ayettedir.

ُ ّ‫ْت الﱠذِي يُ َكذ‬


ِ ‫ِب ِبال ّد‬
1.ayet ‫ِين‬ َ ‫ " أ َ َرأَي‬E raeytellezi yukezzibu
bid din." 'Dini yalanlayanı gördün mü?'

“‫ دين‬din” sözcüğü “‫ د‬dal”, “ ‫ ى‬ya” ve “‫ ن‬nun”


harflerinden meydana gelmiştir. “‫ دين‬Deyn” sözcüğünü
oluşturan harfler de aynı harflerdir. Üstelik “Deyn”
sözcüğünde “ ‫ ى‬ya” harfi, cezim haliyle bir mastar
veznini korurken “‫ دين‬din” sözcüğündeki “‫ ى‬ya” harfi
harekesini kaybederek harf-i med [uzatma harfi]
durumuna dönüşmüş ve böylece “‫ دين‬din” sözcüğü
isimleşmiştir. Bu durum “din” sözcüğünün “deyn”
sözcüğünden türediğini göstermektedir.

“Deyn” sözcüğünün ilk anlamı “borç” demektir. Aslında


“din” sözcüğü de başlangıçta “borç” anlamında
kullanılmaktaydı. Fakat zaman içerisinde insanlar
arasındaki alma-verme işlemleri kapsam olarak
genişleyince, buna bağlı olarak bu ilişkileri ifade eden
sözcüğün de anlamı genişlemiş ve ceza [her şeye bir
karşılık verilmesi], hak-hukuk, nizam-intizam, sosyal
düzen gibi kavramlar da “din” sözcüğüyle ifade edilir
olmuştur.

“Din” sözcüğü, konumuz olan ayette “ceza”


anlamındadır. Kısaca “karşılık” demek olan “ceza”
sözcüğü, Türkçe'de sadece kötülüğün karşılığı olarak
19
Kur'an'daki Salat

anlaşılmaktadır. Oysa “ ‫ جزاء‬ceza”, iyi ya da kötü, her


türlü davranışın karşılığıdır. Bu ayette konu edilen ve
“ceza” anlamına gelen “din” sözcüğü, ahirette herkesin
yaptığı iyi veya kötü işlerin karşılığını göreceği anlamını
ifade etmektedir. (Hakkı Yılmaz – Tebyinü'l Kur'an)

Dini yalanlayanı gördün mü? Sorusu cevabını


ikinci ve üçüncü ayette bulur. Yani 'Yetimi itip kakar ve
miskini doyurmayı teşvik etmez.' İşte dini yalanlayanlar
bunlardır. Dolayısıyla yetimi itip kakanlar ve miskini
doyurmayanlar, dini yalanlayanlardır. Yetimin hor
görülmesi ve miskinin doyurulmaması, dini
yalanlamanın ilkesi olmuştur.

Yedu'ul Yetim ve Taamil Miskin ifadelerine


bakacak olursak:

“Yedu’ul yetim”; babasının yetime bıraktığı mirasa el


koymak suretiyle onun hakkını yemek ve onu kovmak
demektir.

“Yedi’ul yetim”; yardım talebiyle kendisine gelen bir


yetime merhamet etmemek, yanından kovmak,
kovulduğu halde çaresizlik nedeniyle yanından
gitmeyeni iterek uzaklaştırmak demektir.

“Yedu’ul yetim”; vesayet ya da velâyet yoluyla yanında


bulunan yetime, ev halkının hizmetini gördürmek ve
kahrını çektirmek suretiyle ona zulmetmek demektir.

20
Kur'an'daki Salat

Ancak “yedu’ul yetim”, yukarıdaki davranışları ara sıra


değil devamlı yapmak, bunları âdet haline getirmek
demektir. Bu fiili işleyenler yetimin yalnız olduğunu,
yardım edeninin bulunmayacağını zannederek onun
hakkını yemekten sakınmaz. Ya da elinden tutar gibi
görünür ama zulmeder, yardım istediğinde kovar veya
iter. Bu yaptıklarının çok kötü şeyler olduğunu
düşünmeden, hiçbir şey hissetmeden, Allah’ın her şeyi
gördüğünü bilmeden bu tavırlarına devam eder.

Taamu’l-miskin” bu ifade, “miskinlere yemek


yedirmeyi/yedirmeye teşvik etmek” anlamına gelen
“‫ اطعام المسكين‬it’âmu’l-miskin”den farklı bir ifadedir.
“Taâmu’l-miskin” ifadesi, “miskinin kendi hakkı olan
yemek” demektir. Bu nedenle, “yoksulu doyurmayı
teşvik etmemek”le itham edilen sorumsuz ve ahlaksız
kimseler kendilerine ait bir yemeği esirgemekle değil,
bizzat yoksula ait olan yiyecekleri vermemekle
suçlanmaktadırlar. Burada çok ince bir anlatım vardır.
Verilmeyen o yemekler vermeyen o kimselerin
mülkiyetinde görünüyor olsa bile, aslında doğrudan o
yoksullara aittir. Bu, şu anlama gelmektedir: O yemek,
verenlerin üzerine borç olan, yoksulun hakkı olan
yemektir. Yemeği veren, onu bir bahşiş veya lütuf
olarak değil, tersine, yoksulun hakkı olduğu için
ve zorunlu olarak verecektir, vermelidir. Yoksulun bu
hakkı, Zariyat suresinin 19. ayetinde “Onların
mallarında ihtiyaç sahipleri ve mahrumların hakkı
vardır” denilmek suretiyle belirtilmiştir. (Mevdudi Tefsiri)
21
Kur'an'daki Salat

“Miskin” sözcüğünün gerek fakirlik sebebiyle,


gerekse fiziksel-zihinsel yetersizlik, yaşlılık, egemen
güçlerin baskısı altında olmak gibi çok değişik
nedenlerle hareketsiz kalmış, serbest hareket imkânını
kaybetmiş, boynu bükülmüş kimse anlamlarına geldiği
tekrar hatırlanmalıdır.

Ayetteki “lâ yehuddu” ifadesi, hakları olan yemeği


miskinlere vermeyen kişilerin, kendileri yapmadığı gibi
başkalarını da bu işi yapmaya teşvik etmedikleri
anlamına gelir. Böylesi kişiler, fakir ve muhtaçların
çalışarak veya iş yeri açarak kendi ekmeklerini
kazanmaları yönünde herhangi bir girişimde
bulunmazlar, onlara haklarını vermezler. Bu kişiler
daima efendi/lord olmak isterler; köleleri olsun isterler;
herkesin ekmeğini aşını kendileri versin isterler; kölenin
soyu köle, işçinin soyu işçi, çiftçinin soyu çiftçi olsun
isterler.

“Dini yalanlayan” kimselere ait yegâne gösterge


bununla sınırlı değildir. Şimdilik “dini yalanlayanın”
sadece bu özelliği öne çıkarılmıştır.

Bu açıklamalardan sonra asıl üzerinde


durduğumuz Salat kavramına kaldığımız yerden devam
edelim. "Fe" edatının 4.ayetin başında gelmesi bizi ilk
üç ayeti açıklanmaya zorunlu hale getirdi. Dini
yalanlayan= Yetimi itip kakan + Miskini doyurmayan
demiştik. 4. ayetimiz 'Bu nedenle vay haline Salat
edenlerin' ifadesi olumlu bir eylem olan Salat ifadesini,
22
Kur'an'daki Salat

burada olumsuz hâle getirmiştir. Bunun da nedeni


yukarıda açıkladığımız gibi, dinin yalanlanması, yetimin
itilip kakılması ve miskinin doyurulmamasıdır.
Dolayısıyla bu halde olan bir kişinin musalli yani Salatı
(destek-yardımlaşma) tamamen gösterişe dayalı
olmasının göstergesidir ve bu Salat (destek) ayette
olumsuz, geçersiz ifade edilmiştir.

Gösteriş olsun diye veya çıkarları için yardım


edenlerin vay haline. Söz konusu bu kimseler, Mekkeli
müşriklerdir. Ayete, "Gösteriş yapmak için namaz
kılanların vay haline." şeklinde anlam verilmesi doğru
değildir. Mekke koşullarında Müslüman olduğunu bile
gizlemek zorunda olanların, gösteriş için namaz
kılmaları söz konusu edilemez. Surenin, bu ve bundan
sonraki ayetlerinin Medine'de inmiş olduğunu söylemek
ise, bu yanılgıdaki tutarsızlığı izah etme düşüncesinden
kaynaklanan ikinci bir yanılgıdır. Bu yanılgının esas
nedeni, karşılaşılan her "salat" sözcüğüne "namaz"
anlamı verilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysaki Bu
ayetteki salat sözcüğünün anlamı "yardım etmek,
destek olmak" tır.

5.ayette geçen Salat ifadesine bakacak olursak:


"Ellezine Hum an Salatihim sahun" 'Onlar ki
Salatlarından gaflet ederler.' Yani yardım etme, destek
olma bilincinden, erdeminden yoksundurlar.

23
Kur'an'daki Salat

Surenin 6.ve 7.ayetlerine bakacak olursak: Onlar


ki gösteriş (riya) yaparlar. En ufak, küçük, basit bir
yardımı bile engellerler.

Riya

Ayette “gösteriş yapmak” diye çevirdiğimiz


“‫ رياء‬riya” sözcüğünün kökü, görmek anlamına gelen
“‫ رئية‬rü’yet”tir. Sözcük “riya” kalıbına girdiğinde anlamı
da “gösteriş” olmaktadır. Gösteriş, bir kimsenin sırf
“görsünler” diye bir davranış içerisine girmesi
anlamındadır. Gösterişle amaçlanan şey, iyi görünerek
insanların kalbinde yer etme isteğidir. Bu bir karakter
bozukluğu ve alçakça bir davranıştır. Bu şekilde
gösteriş yapanlara “riyakâr” veya “mürai” denir.

“Riya” samimiyetsizliğin ve kişiliksizliğin bir sonucudur.


Bu ikiyüzlü kimseler, ya bir dünyalık elde etmek, ya bir
makama çıkmak, ya da şöhrete ulaşmak için içten
gelmeyen sahte davranışlarda bulunurlar. Bulundukları
ortama göre, çıkar sağlamayı düşündükleri insanların
hoşuna gidecek veya onlara şirin görünecek hareketler
yaparlar. Oysa onları gören, izleyen birileri yoksa bu
hareketleri yapmazlar. Zira amaçları doğru olanı
yapmak değil, çıkar sağlamayı umdukları kişilerin
gözlerini boyamaktır. Bu hareketleri ile beklenti içinde
oldukları insanları kandırmaya çalışırlar. Böylece hem
kendilerini hem de biriktirdikleri servetlerini korumuş
olurlar.

24
Kur'an'daki Salat

Bu tür insanlar aslında inançsız kimselerdir.


Bunlar komşularından en ufak bir yardımı bile
esirgedikleri halde, yardım ediyor gibi görünmek
istediklerinde de neredeyse televizyon kameralarını ve
gazetecileri çağırıp ne kadar yardımsever olduklarını
cümle âleme göstermeye çalışırlar. Aslında bu sözde
sosyal destekçiliklerini, satışlarını ve prestijlerini
artırmak için bir halkla ilişkiler metodu olarak kullanırlar.
Bu da yaptıkları sosyal destekçiliğin toplumda
kendilerine karşı oluşmuş karşıtlığı ortadan kaldırma
amacıyla gerçekleştirildiği anlamına gelmektedir. Ayrıca
bunun onlar için bir eğlence olduğu da meselenin bir
diğer yönüdür. Tıpkı memleketi soyup soğana
çevirenlerin birkaç cami, okul, kültür merkezi, sağlık
ocağı yapmaları gibi… Tıpkı bazı sosyetik kulüp ve
derneklerin bayramlarda kimsesiz çocukların kaldığı
yuvaları ziyaret etmeleri gibi… Tıpkı bazı süper
marketlerin reklâm broşürlerinde, ulusal ya da
uluslararası yardım kuruluşlarına yaptıkları yardımları
ilân etmeleri gibi. Tıpkı Hıristiyan misyonerlerin asli işleri
olan Hıristiyanlık propagandasını perdelemek için
sergiledikleri yoksullara yardım ve iş bulma çabaları
gibi…

Riya, Kur’an’da en çok yerilen kavramlardan


birisidir:

14.Onlar, inanmış kimselere rastladıkları zaman da,


“İnandık” dediler. Kötü niyetli elebaşlarıyla başbaşa
25
Kur'an'daki Salat

kaldıklarında ise, “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz


sadece alay edenleriz” dediler.

(Bakara/ 14)

264.Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve son güne


inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş için
bağışlayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve
eziyet ederek boşa çıkarmayın. İşte onun durumu,
üzerinde biraz toprak bulunup da üzerine bir sağnak
isâbet ettiği zaman, sağanağın cascavlak olarak
bıraktığı kayanın durumu gibidir. Onlar,
kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Ve Allah,
kâfirler toplumuna; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek
reddedenler topluluğuna kılavuzluk etmez.

(Bakara/ 264)

36-38.Ve Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak


koşmayın. Ve de anaya-babaya, akrabaya, yetimlere,
yoksullara, akraba olan komşulara, uzaktan komşulara,
yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, yasalar
çerçevesinde himayenize verilmiş kimselere iyilik edin.
Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen; cimrilik eden,
insanlara cimriliği emreden ve Allah’ın kendilerine
armağanlarından verdiklerini gizleyen kimseleri ve
Allah’a ve âhiret gününe iman etmedikleri hâlde
mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcayan
26
Kur'an'daki Salat

kimseleri sevmez. Ve Biz, kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve


rabliğini bilerek reddedenlere alçaltıcı bir azabı
hazırladık. Ve şeytan kimin için akran/yakın arkadaş
olursa, o ne kötü bir arkadaştır!

(Nisa/ 36- 38)

142,143.Şüphesiz ki münâfıklar, Allah’ı aldatmaya


çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar,
salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya;
toplumu aydınlatmaya] kalktıkları/toplum içine çıktıkları
zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak,
tembel tembel kalkarlar, mü’minlerle ve kâfirlerle
olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah’ı ancak,
pek az olarak anarlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, sen artık
ona bir yol bulamazsın.

(Nisa/ 142)

Surede dikkat edilmesi gereken noktalardan biri


de, ilk ayetlerde tekil ifade kullanılmışken 4. ayetten
itibaren “‫ المﺻﻠّين‬el musallîn”, “‫ الّذين‬ellezîne”, “‫ هم‬hüm”
gibi çoğul ifadeler kullanılmış olmasıdır. Bu da bize,
Mekke müşriklerinin ve sonra gelecek gönüldaşlarının
yaptıkları salatı; verdikleri maddi destekleri, az da olsa
bilgilendirmeyi evlerinde, bahçelerinde, kimsenin
olmadığı, görmediği yerlerde tek başlarına değil, Enfal
suresinin 35. ayetinde belirtildiği gibi, Kâbe’nin yanında
27
Kur'an'daki Salat

ve kalabalık içinde gerçekleştirdikleri; bol bol reklam


ettikleri, kendilerini yüceltip garibanları rencide ettiklerini
göstermektedir.

Maun

“‫ ماعون‬Maun”, kendisinde insanlar için fayda bulunan


küçük ve az bir şeye denir. “Bol” sözcüğü ile zıt
anlamdadır. Müfessirlerin çoğuna göre “maun”,
komşuların birbirlerine ödünç verdiği ufak tefek eşyalara
denir. Bunlar iğne- iplik, kap-kacak, keser-balta, kazma-
kürek, çekiç-keser, su kabı gibi, “ıvır zıvır” denen basit
eşyalardır. Bu anlamda pek kıymeti olmayan şeyler için
kullanılır. Son ayet, dini yalanlayanların aslında çok
basit şeyleri bile vermediklerini, garibanların bu basit
şeylerle bile kendi ekmeklerini kazanmalarına fırsat
vermediklerini, toplumsal yarar için ellerini ceplerine
atmadıklarını, yaralı parmağa bile üflemedikleri; hep
kendi lütuf ve sadakalarına bağımlı tutarak kul, köle
yarattıkları, ama iş reklama geldi mi bundan
çekinmedikleri mesajını vermektedir.

“Maun” sözcüğünün bazı tefsirlerde “zekât”


şeklinde çevrildiği görülmektedir. Bu yorum, ayetin
delâlet manasına dayanılarak “küçük, basit ve sıradan
bir şeyi bile vermeyen bir insanın zekât gibi malının belli
bir oranını hiç veremeyeceği” mantığı ile yapılmıştır.
Gerek bu ayetin Mekki, zekât emirlerinin ise Medeni
olması ve gerekse Kur’an’da açıkça “zekât” kavramının

28
Kur'an'daki Salat

bulunması gibi nedenlerle maun sözcüğüne zekât


anlamı vermek isabetli değildir.

Maun suresi, dikkat edilirse, bundan evvelki


surelerde üzerinde durulmuş olan sosyal adalet ve
sosyal paylaşım ilkelerine ait öğretileri özetleyerek yine
ön plâna çıkarmaktadır.

Gerek Maun suresini iyi anlamak ve gerekse


mü'min ile mükezzibin [yalanlayıcının] bir
karşılaştırılmasını yapabilmek için yalanlayıcıların bu
suredeki negatif tavırlarına karşılık mü'minlerin hangi
pozitif tavırlara sahip olduğunun anlatıldığı Bakara
suresinin 3-5. ayetlerine bakmak yerinde olur.

Maun suresi, peygamberimizin misyonunu


sürdüren bugünkü mü'minlere hâlâ şu mesajı
vermeye devam etmektedir:

Tüm insanları uyararak onlara öğreteceğiniz,


tebliğ edeceğiniz ilk ilke, onları yapılan iyilik ve
kötülüğün karşılığının mutlaka ahirette görüleceğine
iman ettirmek olmalıdır. Ahirete iman etmeyenler
kesinlikle sosyal paylaşımda bulunmazlar. Yapar
gözükseler de “dostlar alış verişte görsün” diye
yaparlar. Onlar kesinlikle yaralı parmağa üflemezler,
kimseye zırnık koklatmazlar. Onlardan hiçbir kimseye
ve hiçbir topluma yarar gelmez.

29
Kur'an'daki Salat

"Bu sure, insanlara karşı sorumluluğun Allah'a


karşı sorumluluktan ayrı düşünülmemesi gerektiğini
telkin eder. Eğer kişi insanlara olan yükümlülüklerini
yerine getirmiyorsa Salat (destek-yardımlaşma) bir
gösterişten yani riyadan ibarettir. (Mustafa İslamoğlu
Kur'an Meal-açıklama)"

َ ‫قَالُوا لَ ْم نَكُ ِمنَ ْال ُم‬


َ‫ﺻﻠِّين‬ "Kalu lem neku minel musallin."
'Dediler ki biz musallinden olmadık.' (Çoğunlukla çevirilerde;
"musallin" sözcüğüne, "namaz kılanlar" olarak anlam verilmekte ve
bu ayetin çevirisi "Namaz kılanlardan olmadık" şeklinde
yapılmaktadır. Oysaki bu ayetteki musallin sözcüğü; şirkten
arınmış bir bilinçle Allah'a yönelmek, ibadete layık yegâne ilahın
Allah olduğuna inanmak; yardımlaşmayı, dayanışmayı ve destek
olmayı canlı ve diri tutmak, Allah'ın davasını yüceltmek için bütün
gücünü seferber etmek anlamındadır.) (Müddessir 74/43)

Bunu 44.ayet teyit etmektedir. 43.ayetin bir


önceki ve bir sonraki ayetine bakacak olursak;

Sizi Sakar'a (yakıcı ateş, cehennem) sürükleyen nedir?


(74/42)

Ve miskine (yoksul) yediren değildik.(74/44)

30
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 3.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin üçüncü


yılında karşımıza Alak Suresinin 10.ayetinde, Kıyame
Suresi 31.ayetinde, Ala Suresinin 15.ayetinde, Mearic
Suresinin 22, 23 ve 34.ayetlerinde, Müminun Suresinin
2. ve 9.ayetlerinde çıkar. İlgili ayette geçtiği şekliyle yani
ayet içerisindeki bağlamıyla Salat kavramını
inceleyelim:

‫ﺻﻠﱠﻰ‬
َ ‫َع ْبدًا ِإ َذا‬ "Abden iza salla." 'Bir kulu salat ederken'
(Alak 10)

‫[ ﺻﻠو‬s-l-v] kökünden türemiş olan ‫[ﺻ ّﻠﻰ‬salla]


(mastarı salat) sözcüğünün anlamı, Kıyamet suresi 31-
32. ayetlerde, hiçbir yanlış anlamaya meydan
vermeyecek şekilde net olarak açıklanmıştır:

‫[ فﻼ ﺻدّق وﻻ ﺻﻠّﻰ وﻻكن ك ّذب و تولّﻰ‬fela saddaka vela salla


velakin kezzebe ve tevella=O, ne doğruladı ne de
destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu].

Görüldüğü gibi yukarıdaki cümlede dört eylem


zikredilmiş, bu eylemlerden ikisi diğer ikisinin karşıtı
olarak gösterilmiştir. Şöyle ki: ‫[ ﺻدّق‬saddaka]nın karşıtı
olarak ‫[ كذّب‬kezzebe], yani “doğrulama”nın karşıtı olarak
“tekzib etme, yalanlama” fiili kullanılırken, ‫[ ﺻﻠّﻰ‬salla]
fiilinin karşıtı olarak da ‫[ تولّﻰ‬tevella] fiili kullanılmıştır.
Kalıbı itibariyle “süreklilik” anlamı
taşıyan tevella sözcüğü; “sürekli geri durmak, sürekli
31
Kur'an'daki Salat

yüz dönmek, lakayt kalmak, ilgisizlik, pasiflik ve


yapılmakta olan girişimleri kösteklemek” demek
olduğuna göre, ‫[ تولّﻰ‬tevella]nın karşıtı olan ‫[ ﺻﻠّﻰ‬salla]
da; “sürekli olarak destek olmak, seyirci kalmamak”
anlamına gelmektedir.

"Salla" sözcüğüne namaz anlamı vermek önemli


bir yanılgıdır. Bu yanılgı; bundan sonra da bu sözcüğe,
geçtiği her yerde namaz anlamının verilmesine neden
olmaktadır. Şirkten arınmış bir bilinçle Allah'a yönelmek,
ibadete layık yegâne ilahın Allah olduğuna inanmak,
dua, çağrıda bulunmak, namaz, rahmet, destek,
dayanışma, Yahudi tapınağı, havra gibi anlamlara gelen
"salat" sözcüğünün bu ayetteki karşılığı, çağrıda
bulunmak, insanları İslam'a davete destek olmaktır.

‫ﺻ ﻠ ﱠﻰ‬
َ ‫ﺻدﱠقَ َو َﻻ‬
َ ‫فَ َﻼ‬
" Fe la saddeka ve la salla."
"Fakat o ne doğruladı ne de Salat etti" (Kıyame 31)
Bundan sonra gelen 32.ayet 've' bağlacıyla birbirine
bağlandığı için iki ayeti birlikte anlamak gerekir. ‫َولَ ِكن‬
‫ب َوتَ َولﱠﻰ‬
َ ‫َكذﱠ‬
"Ve Fakat yalanladı ve geri durdu
(kösteklemek)" Tevella, "salla" sözcüğünün karşıtıdır.
Süreklilik ifade eden "tevella" sözcüğü, "sürekli geri
durmak, sürekli ilgisiz kalmak, pasiflik göstermek,
yapılan işleri kösteklemek" demektir.

32
Kur'an'daki Salat

Ayette yer alan "salla" sözcüğüne "namaz


kılmak" anlamı verilmektedir. "Salla" sözcüğünün
namaz kılmanın yanı sıra "sürekli destek olmak, izleyici
kalmamak, sürekli ilgi duymak, yönelmek, tabi olmak"
anlamları da bulunmaktadır. Ve "salla" sözcüğü, bu
ayette "namaz kılmak" anlamını değil, destek olmak
anlamını ifade etmektedir. 31.ayetin başında bulunan
“‫ ف‬fe” bağlantı edatı, bu ayetin daha önceki ayetin
devamı olduğunu göstermektedir. (Fa-ı Sebebiyye)

ُ ‫س‬
‫اق‬ َ ‫ِإلَﻰ َر ِبّ َك يَ ْو َمئِ ٍذ ْال َم‬
" İla rabbike yevme izinil
mesak." 'O gün sevk yalnız Rabbinedir.' (Kıyame 30)
Bize göre bu ayetler, surenin “O insan kendisinin
kemiklerini asla bir araya toplamayacağımızı mı
sanıyor?” (Kıyame 3) anlamındaki 3. ayetini teşkil eden
cümlenin devamıdır. Yukarıdaki ayetler, 3. ayetle birlikte
değerlendirildiğinde edildiğinde, bu üç ayet için şöyle bir
takdir yapılabilir:

“İşte o, yani kemiklerin bir araya getirilemeyeceğini


zanneden insan, din gününü/ahireti doğrulamadı; Maun
suresinde anlatılan insan gibi, sosyal konularda
destekçi de olmadı, hep geri durdu, hep kendi geçici
çıkarını ön plânda tuttu.”

‫ﺻ ﻠ ﱠﻰ‬
َ َ‫َو َذ َك َر اس َْم َربِّ ِه ف‬
" Ve zekeresme rabbihi fe
salla." 'Ve Rabbi'nin adını anıp, Salla eden.' (A'la 15)
33
Kur'an'daki Salat

Ayet 've' bağlacıyla başladığı için bunun öncesindeki


َ َ‫ " قَ ْد أ َ ْفﻠ‬Kad efleha
ayete bakmak gerekir. ‫ح َمن ت َزَ ﱠكﻰ‬
men tezekka." 'Şüphesiz arınan/zekât veren kimse
kurtuluşa ermiştir.

Zekât’ın sözcük olarak kökü olan “ ‫ز ك و‬zkv”, “


üreme ve artma, arıtma” demektir. Meyve ve tahıl
cinsinden Allah’ın verdiği; artıp çoğalan her şeye
“ ‫زكاء‬zekâ” denir. Bu kökün türevlerinden olan “
‫الزكوة‬Zekât” sözcüğü, “ ‫صﻼح‬Salâh; bir şeyin en iyi, en
temiz, en düzgün hali” demektir. “Malın zekatı” demek,
“malın temizlenmesi, saf; arı-duru hale getirilmesi”
demektir. (LİSAN ve TAC)

Bu sözcüğün mastarlarından olan “ ‫التزكية‬tezkiye”,


“Temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve
temize çıkarmak” demektir. Bir Kur’an kavramı olarak
“tezkiye”, nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak
[ikiyüzlülük], rics [pislik], cehalet, kötü duygular ve
benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvayı
[Allah’ın koruması altına girmeyi] öğretmek demektir.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, zekât”, “ ‫ﺻﻼح‬salâh; bir


şeyin en iyi, en temiz, en düzgün hali” anlamına
gelmektedir. Terimsel anlam olarak ise “Zekât”,
“Mü'minlerin devletinde, devletin var olması, ayakta
durabilmesi, salatın ikame edilebilmesi (maddi ve
manevi desteğin ve güvenliğin sağlanabilmesi)

34
Kur'an'daki Salat

mü'minlerin iman borcu, kulluk görevi olarak verdiği


vergi”dir.

Zekât: Mü'minlerin bağımsız bir devlet ortamında tüm


ibadetlerini özgürce yapmalarını sağlayarak,
mü'minlerin manevi temizliğini sağladığı ve bu ibadeti
yaparken, kişiyi mal, mülk evlat tutkusundan arındırdığı,
kişileri, günah, cimrilik kirinden arındırıp malda berekete
sebep olduğu için bu vergi ibadetine “zekât” denilmiştir.

"Şüphesiz arınan/zekât veren kimse kurtuluşa


ermiştir ve Rabbi'nin adını anıp, Salla eden.' (A'la 14-
15) Ayrıca Salla kelimesi "Fe Salla" olarak geldiği için
daha önce de değindiğimiz gibi "Fe" bağlantı edatı bu
kelimeyi bir önceki kelimeye bağlar. Yani Rabbi'nin
adını zikr (hatırlayıp, anıp), Salla ("Salla" sözcüğü; bu
ayette sürekli destek olmak, izleyici kalmamak, sürekli
ilgi duymak" anlamındadır.) Rabbi'nin adının anılıp,
şanının yücelmesi için tüm destek ve çabanı seferber
et.

َ ‫ " ِإ ﱠﻻ ْال ُم‬İllel musallin." 'Ancak Salat edenler', َ‫الﱠذِين‬


َ‫ﺻﻠِّين‬
َ ‫عﻠَﻰ‬
َ‫ﺻ َﻼ ِت ِه ْم َدا ِئ ُمون‬ َ ‫" ُه ْم‬Ellezine hum ala salatihim
daimun." 'Onlar ki, salatlarında devamlıdırlar',

ُ ِ‫ﺻ َﻼتِ ِه ْم يُ َحاف‬


َ‫ظون‬ َ ‫َوالﱠذِينَ ُه ْم‬
َ ‫عﻠَﻰ‬ "Vellezine hum ala
salatihim yuhafizun." 'Ve Onlar ki, salatlarını muhafaza

35
Kur'an'daki Salat

ederler' (Mearic 22-23-34) 22.ayet "İlla" (Ancak) istisna


kelimesiyle başladığı için, bundan önceki ayetlere
bakmak anlamı pekiştirecektir. 'Şüphesiz insan çok
hırslı halk edilmiştir. Kendisine kötülük dokunduğu
zaman sabırsızlanır. Bir hayır dokunduğu zaman ise eli
sıkıdır.' (Mearic 19-20-21) Bu ayetlerde insanın
psikolojik yapısı açıklanmaktadır. İnsan dayanıksız,
huysuz bir yapıya sahiptir. Kendisine kötülük; hastalık,
yokluk, herhangi bir sıkıntı dokundu mu sızlanır da
sızlanır. Mal, mülk, para, pul, makam-mevki gibi hayır
cinsinden bir şeyler dokundu mu da engelleyici kesilir,
küçük bir yardımı bile engeller. Öyle ki, iyi şeylerin hepsi
kendinde bulunsun, başkasının olmasın ister.

'Ancak musallin olanlar' bundan istisnadır.


Musallin olanların kim oldukları devam eden ayetlerde
ifade edilmektedir. Çoğunlukla çevirilerde; "musallin"
sözcüğüne, "namaz kılanlar" olarak anlam verilmekte ve
bu ayetin çevirisi "Namaz kılanlar hariç" şeklinde
yapılmaktadır. Oysa ki bu ayetteki musallin sözcüğü;
şirkten arınmış bir bilinçle Allah'a yönelmek, ibadete
layık yegâne ilahın Allah olduğuna inanmak;
yardımlaşmayı, dayanışmayı ve destek olmayı canlı ve
diri tutmak, Allah'ın ilkelerini yüceltmek için bütün
gücünü seferber etmek anlamındadır.

Aşağıda görüleceği üzere, “musallin” olarak


nitelenen insanlar bu hükmün dışında tutulmuşlardır:

36
Kur'an'daki Salat

23. Onlar ki salatlarını (desteklerini) sürdürenlerdir.


24,25. Onlar, mallarında belirli bir pay ayıranlardır,
isteyenler ve yoksun olanlar için.
26.Onlar, din gününü tasdik ederler.
27. Onlar, Rabb'lerinin azabından çekinirler.
28. Rabb'lerinin azabından kimse emin olamaz.
29-31. Onlar, ırzlarını korurlar. Ancak eşleri, yani
yeminlerinin/anlaşmalarının hak sahibi oldukları hariç;
onlardan dolayı yerilmezler. Ama kim bunun ötesini
ararsa aşırı gidenlerdir
32. Onlar güvenilirdirler, sözlerine bağlıdırlar
33. Onlar, tanıklıklarını dosdoğru yerine getirirler.
34. Onlar, salatlarını korurlar. (mali yönden ve zihinsel
açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ilkeleri)
üzerine korumacıdırlar.
35. İşte onlar, Cennetlerde ağırlanacak olanlardır.

Görüldüğü gibi, gerçek iman sahiplerine


“musallin” adı verilmiş, sonra da bu sıfat
detaylandırılmıştır.
37
Kur'an'daki Salat

“Musallin” şu kimselerdir:

Salatlarını [desteklerini] sürdüren,

Kendi mallarında, isteyen ve mahrumlar (istemekten


utanan yoksullar) için belli bir hak olduğunu kabul eden,

Ceza gününü tasdik eden,

Rablerinin azabından korkan,

Irzlarını koruyanlar,

Emanetlerine ve ahitlerine riayet eden,

Şahitliklerini yerine getiren,

Salatları (Salat'ın tüm çeşitlerini) koruyan kimselerdir.

َ ‫الﱠذِينَ ُه ْم فِي‬
َ‫ﺻ َﻼ ِت ِه ْم خَا ِشعُون‬ "Ellezine hum fi salatihim
haşiun." 'Onlar ki, Salatlarında huşu (zillet, alçalma, tevazu,
Allah'a karşı içten saygı duyan, içtenlikli, canı gönülden Allah'a
içinde
yönelen, alçak gönüllü, bilinçli ve duyarlılık içinde olan.)
olan kimselerdir.' (Mü'minun 2) Ayet eril çoğul göreceli
zamirle (Ellezine 'olanlar') ile başladığı için, bu ayeti
anlayabilmek için bundan önceki ayete bakmamız
gerekir. 'Andolsun mü'minler felaha (başarı, kurtuluş)

38
Kur'an'daki Salat

ulaştı' (Mü'minun 1) Dolayısıyla ancak mü'min olanlar,


salatlarında (namaz) huşu içinde olan kimselerdir.

ُ ِ‫ﺻﻠَ َواتِ ِه ْم يُ َحاف‬


َ‫ظون‬ َ ‫َوالﱠذِينَ ُه ْم‬
َ ‫عﻠَﻰ‬
"Vellezine hum ala
salavatihim yuhafızun." 'Ve Onlar ki, salatlarını (tüm
çeşitlerini: Allah'a yönelmeyi, O'na tabi olmayı, ibadet ve
kulluklarını, destek muhafaza ederler'
ve dayanışmayı.')
(Mü'minun 9) Ayet eril çoğul göreceli zamirle (Ellezine
'olanlar') ile başladığı için, bu ayeti anlayabilmek için
bundan önceki ayete bakmamız gerekir.

Birinci ayetten bu ayete kadar gelen bütün


ayetlere bakacak olursak felaha eren mü'minlerin
vasıflarını tespit etmiş olacağız:

'Andolsun mü'minler felaha (başarı, kurtuluş)


ulaştı'

'Onlar ki, Salatlarında huşu (Allah'a karşı içten


saygı duyan, içtenlikli, canı gönülden Allah'a yönelen,
alçak gönüllü, bilinçli ve duyarlılık içinde olan.) içinde
olan kimselerdir.'

'Onlar ki, boş şeylerden yüz çevirirler.'

'Onlar ki, zekat (Benliğin her türlü kötülükten arınması,


temizlenmesi, arı duru hale gelmesi.) için çalışanlardır.'

'Onlar ki, ırzlarını korurlar.'

39
Kur'an'daki Salat

'Ancak eşleri yani yeminlerinin/anlaşmalarının


hak sahibi oldukları hariç. Onlar kınanmazlar.' Bu ayette
geçen: Yeminle hak sahibi olduğunuz anlamına gelen "Ma melaket
eymanukum" deyimine "sağ elinin" sahip olduğu anlamı da
verilmektedir. Bu deyim, "antlaşma yoluyla sahip olunan" demektir.
El, deyim olarak "güç" demektir; güç yolu ile "üzerinde yetkili olma
hakkına" sahip olduğunuz, antlaşma yoluyla sahip olunanlar,
sorumluluğu üstlenilenler, bakmakla yükümlü olunanlar, meşru
şekilde sahip olunanlar, himayeniz altında olan, sorumluluğunu
üstlendiğiniz gibi anlamlara gelmektedir. Bu deyimle, esas olarak
kast edilen şey, bakımları ve sorumlulukları üstlenilerek, sahip
olunan savaş esirleri ve o günün cahiliye döneminin
bakayası/kalıntısı olarak kalan cariyeler ile ancak nikah yapılarak
(evlenilerek) ilişkiye girile bilineceğidir. Kur'an; kim olursa olsun,
nikah yapmaksızın ilişkiye girmeyi zina olarak tanımlamaktadır.
Diğer bir deyimle "nikahsız her birliktelik" zinadır. "Sağ elin sahip
olduğu" veya "antlaşma yoluyla sahip olunan" deyimi ile ifade
edilen şey, elinde nikah sözleşmesini bulundurmak, nikah
sözleşmesine sahip olmak demektir. Bu deyimle vurgusu yapılan
husus, ilişkide nikahın şart görülmesidir. Toplumsal gerçekliğin
verili kalıntısı olan kölelik ve cariyelik olgusu, İslam'ın kabul ettiği
veya ön gördüğü bir durum değildir. İslam, kölelik ve cariyeliği;
cariye ve köle edinme yollarını ortadan kaldırarak kesinlikle
yasaklamıştır. Aslında mevcudun tasfiye edilmesi süreci olan
uygulamaları ileri sürerek cariyelik ve kölelik kalıntısını İslam'a
yamamak, İslam'a atılan büyük bir iftiradır.

'Kim bunun ötesinde bir şey isterse, işte onlar haddi


aşanlardır.'

'Onlar ki, kendilerine verilen emanetler için sözlerine


bağlı kalan kimselerdir.'

40
Kur'an'daki Salat

'Ve Onlar ki, salatlarını (tüm çeşitlerini: Allah'a yönelmeyi, O'na


tabi olmayı, ibadet ve kulluklarını, destek ve dayanışmayı.')
muhafaza ederler'

'İşte onlar varis olanlardır.'

'Onlar ki, Firdevse varis olacaklar ve orada sürekli


kalacaklardır.'

VAHYİN 4.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin dördüncü


yılında karşımıza Meryem Suresinin 31, 55 ve
59.ayetlerinde ve Taha Suresinin 14.ayetinde çıkar. İlgili
ayette geçtiği şekliyle yani ayetlerde içerisindeki
bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

‫ﺻ َﻼةِ َو ﱠ‬
‫الز َكاةِ َما‬ َ ‫ار ًكا أَيْنَ َما ُكنتُ َوأ َ ْو‬
‫ﺻا ِني بِال ﱠ‬ َ َ‫َو َجعَ َﻠنِي ُمب‬
‫ُد ْمتُ َحيا‬
" Ve cealeni mubareken eyne ma kuntu ve evsani bis
salati vez zekati ma dumtu hayya."

' Ve beni bulunduğum her yerde mübarek kıldı. Ve


yaşadığım sürece bana salatı ve zekatı tavsiye etti.'
(Meryem 31) Ayet "Ve" bağlacıyla başladığı için ayetin
bağlamını anlayabilmemiz için bir önceki ayete
bakmamız gerekir.

41
Kur'an'daki Salat

َ َ ‫ي ْال ِكت‬
‫اب َو َجعَﻠَ ِني َنبِيا‬ َ ‫ﱠ ِ آتَا ِن‬ ‫قَا َل إِنِّي َع ْب ُد‬
"Kale inni
abdullah, ataniyel kitabe ve cealeni nebiyya." 'Dedi:
Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve
beni nebi ceal (kılmak, atamak, tayin etmek) etti.' (Meryem
30) Meryem Oğlu İsa nebinin Salatı ve zekatı (Şirkten
arınmış bir bilinçle Allah'a yönelme)

ِ‫ﺻ َﻼة‬
‫ل ﱠ‬
Salat: Kendini tümüyle Allah'ın desteklemesine
bırakarak tekvini iradesine isteyerek teslim olmak.

ِ ‫الز َكاةِ َو َكانَ ِعن َد َربِّ ِه َم ْر‬


‫ضيا‬ ‫َو َكانَ يَأ ْ ُم ُر أ َ ْهﻠَه ُ بِال ﱠ‬
‫ﺻ َﻼةِ َو ﱠ‬
"
Ve kane ye'muru ehlehu bis salati vez zekati ve kane
inde rabbihi mardıyya."

' Ve o kendisi ile birlikte olanlara salatı ve zekatı


emrederdi. Ve o Rabb'inin yanında kendisinden hoşnut
olunmuşlardandı.' (Meryem 55)

" Kitap'ta İsmail'i de an. O, sözüne sadık bir resul, bir


nebiydi." (Meryem 54) Şirkten arınmış bir bilinçle Allah'a
yönelmeyi; ibadete layık yegâne ilahın Allah olduğuna
inanmayı; benliğini arındırmayı, ruhen, kalben, manen
temizlenmeyi, arı duru hale gelmeyi buyuruyordu.

42
Kur'an'daki Salat

‫ت‬ ‫ﺻ َﻼةَ َواتﱠبَعُوا ال ﱠ‬


ِ ‫ش َه َوا‬ ‫عوا ال ﱠ‬
ُ ‫ضا‬ ٌ ‫ف ِمن بَ ْع ِد ِه ْم خ َْﻠ‬
َ َ‫ف أ‬ َ َ‫فَ َخﻠ‬
‫ف يَ ْﻠقَ ْونَ غَيا‬ َ َ‫ " ف‬Fe halefe min ba'dihim halfun edaus
َ ‫س ْو‬
salate vettebeuş şehevati fe sevfe yelkavne gayya." '
Bundan sonra arkalarından gelen sonraki nesil, salatı
zayi ettiler ve şehvetlerine uydular. Yakında kötülükleri
kendilerine dönecektir.' (Meryem 59)

"Fe halefe…" olarak gelmesi daha öncede değindiğimiz


gibi "Fe" bağlantı edatı bu kelimeyi bir önceki anlama
bağlar. Dolayısıyla bu ayeti anlayabilmemiz için bir
önceki ayetlere bakmamız gerekir:

" Kitap'ta İdris'i de an. O, çok sadık bir nebiydi."


(Meryem 56)

" Onu yüce bir mekana yükselttik." (Meryem 57)

"İşte bunlar, Allah'ın nimetlendirdiği nebilerdendi.


Âdem'in neslinden ve Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan
ve İbrahim ve İsrail'in (Yakub) soyundan ve hidayete
ilettiğimiz ve seçtiklerimizdendir. Onlara Rahman'ın
ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye
kapanırlardı.(tam bir teslimiyet)" (Meryem 58)

"Bundan sonra arkalarından gelen sonraki nesil, salatı


zayi ettiler ve şehvetlerine uydular. Yakında kötülükleri
kendilerine dönecektir." (Meryem 59)

"Salatı zayi etmek", çevirilerde ifade edildiği gibi,


"namazı geçirmek, onu ihmal etmek" demek değildir.
43
Kur'an'daki Salat

Zayi sözcüğü, "bir şeyin elden çıkması, yitirilmesi"


demektir. Eğer kast edilen şey, namazı geçirmek, terk
etmek olsaydı; geçirme sözcüğünün karşılığı olan "fevt"
sözcüğü kullanılması gerekirdi. Burada kast edilen şey,
salatın tamamen terk edilmesi demektir. Ve terk edilen
salat, bilinen anlamı ile namaz ibadeti değil; din
anlamındadır, Allah'a şirksiz yönelme anlamındadır.
Yani, dinden çıkmaktan, tevhitten uzaklaşmaktan diğer
bir anlatımla "küfür"den söz edilmektedir. Namaz, dua,
destek ve rahmet gibi anlamları olan salat sözcüğünün
anlamlarından biri de "dindir." Zaten bir sonraki ayette,
"tövbe edip, iman etmekten" söz edilmektedir.
Salatı/dini terk edenler iman etmeye davet
edilmektedirler. İmana davet ise ancak kafir olanlar için
söz konusu olabilir.

Eğer salatın zayi edilmesini “namazın vaktinin


geçirilmesi” olarak anlamak ve çevirmek, namazı
vaktinde kılamayan Müslümanları korkutmak ve onları
daha duyarlı olmaya teşvik amacıyla yapılıyorsa, bu,
kaş yaparken göz çıkarmak anlamına gelir. Çünkü iyi
maksatla da olsa, ayetin anlamını bozmak doğru
olamaz.

‫ﱠ ُ َﻻ إِلَهَ ِإ ﱠﻻ أَنَا فَا ْعبُ ْدنِي َوأَقِ ِم ال ﱠ‬


‫ﺻ َﻼةَ ِل ِذ ْك ِري‬ ‫ِإنﱠنِي أَنَا‬
"İnneni enallahu la ilahe illa ene fa'budni ve ekımis
salate li zikri." 'Şüphesiz ki Ben, Ben Allah'ım. Benden

44
Kur'an'daki Salat

başka ilah yoktur. Öyleyse yalnızca Bana kulluk et. Ve


benim zikrim için salatı ikame et.' (Taha 14)

Öğüdün/vahyin duyulmasına destek ol, gayret göster.


Ayetin içeriğinden, salat sözcüğünün namaz değil, bu
sözcüğün birçok anlamından biri olan "yardım etmek,"
"destek olmak" anlamına geldiği açıkça anlaşılmaktadır.

"Salat " Allah ile bağlantı kurma anlamına gelmekte ve


bu ayete göre salatta sadece Allah'ı anmalıyız, sadece
O'dan yardım istemeliyiz.

VAHYİN 6.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin altıncı


yılında karşımıza Ahzab Suresinin 43.ayetinde, Enbiya
Suresinin 73.ayetinde, Lokman Surasinin 4.ayetinde ve
Beyyine Suresinin 5.ayetinde çıkar. İlgili ayette geçtiği
şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

‫ت ِإ َلﻰ‬ ‫ﺻ ِﻠّي َعﻠَ ْي ُك ْم َو َم َﻼئِ َكتُهُ ِلي ُْخ ِر َج ُكم ِ ّمنَ ال ﱡ‬


ِ ‫ظﻠُ َما‬ َ ُ‫هُ َو الﱠذِي ي‬
‫ور َو َكانَ بِ ْال ُمؤْ ِمنِينَ َر ِحي ًما‬
ِ ‫النﱡ‬
" Huvellezi yusalli aleykum ve melaiketuhu li
yuhricekum minez zulumati ilen nur, ve kane bil
mu'minine rahima."

45
Kur'an'daki Salat

'O ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size


salat (destek olmak, yardım etmek) etmektedir. O,
Mü'minlere karşı rahiymdir (çok merhametlidir.)' (Ahzab
43)

Ayetteki, O, sizleri karanlıklardan aydınlığa


çıkarmak için size destek verendir. O’nun melekleri de
(destek verirler) ifadesi, indirilen âyetlerin insanları
aydınlatmasını ifade eder. Allah, indirdiği vahiyler ile
insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.

Bu gerçek, Kadr sûresi’nde şu ifadelerle zikredilmişti:

1.Şüphesiz Biz, Kadr gecesinde indirdik.

2.Kadr gecesi nedir; sana ne bildirdi/öğretti?

3.Kadr gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

4,5. Melekler ve ruh, onda Rabb'lerinin izniyle her bir


emir için iner de inerler. O, fecrin ağarmasına kadar
selamdır. (Ruh, sözcük olarak; "can", "vücuda hayat veren
cevher" demektir. Kur'an, ruh sözcüğünü vahiy anlamında
kullanmaktadır. Zira vahiy, insana ve topluma hayat vermekte,
insana ve topluma düzen vererek onları canlı ve diri tutmakta;
onlara en iyi yaşantıyı sağlamanın yolunu göstermektedir.)

ِ ‫َو َج َع ْﻠنَا ُه ْم أَئِ ﱠمةً يَ ْهدُونَ بِأ َ ْم ِرنَا َوأَ ْو َح ْينَا ِإلَ ْي ِه ْم فِ ْعلَ ْال َخي َْرا‬
َ ‫ت َو ِإ َق‬
‫ام‬
َ‫الز َكاةِ َو َكانُوا لَنَا َعابِدِين‬ ‫ﺻ َﻼةِ َوإِيت َاء ﱠ‬ ‫ال ﱠ‬ "Ve cealnahum
eimmeten yehdune bi emrina ve evhayna ileyhim fi'lel
46
Kur'an'daki Salat

hayrati ve ikames salati ve itaez zekah, ve kanu lena


abidin."

' Onları, buyruklarımızla doğru yolu gösteren önderler


kıldık. Onlara hayırlar yapmayı, salatı ikame etmeyi,
zekatı vermeyi vahyettik. Ve onlar yalnızca bize kulluk
eden kimselerdi.' (Enbiya 73)

"Salatı ikame etmek, Zekatı vermek" terkibi, ibadete


layık yegâne ilah olarak Allah'a iman etmek; kulluğu, Allah'a
yönelmeyi, dua ve ibadeti şirkten arındırılmış bir bilinçle ve
arınmış, temizlenmiş arı duru hale gelmiş bir benlikle
yapmak; yardımlaşmayı, destek olmayı canlı ve diri tutmak
demektir. Zekat sözcüğü birçok ayette daha temiz, daha iyi,
arınmak, temizlenmek, aklanmak, yüceltmek anlamında
kullanılmıştır. (Örneğin 2:151; 3:77; 4:49; 9:103; 19:13;
20:76; 24:21; 35:18; 53:32; ; 62:2; 80:3; 91:9 )

‫ﺻينَ لَهُ ال ّدِينَ ُحنَفَاء َويُ ِقي ُموا‬ ِ ‫َو َما أ ُ ِم ُروا إِ ﱠﻻ ِليَ ْعبُدُوا ﱠ َ ُم ْخ ِﻠ‬
‫الز َكاة َ َو َذ ِل َك دِي ُن ْالقَ ِيّ َم ِة‬
‫ﺻ َﻼة َ َويُؤْ تُوا ﱠ‬
‫ " ال ﱠ‬Ve ma umiru illa li
ya'budullahe muhlisine lehud dine hunefae ve yukimus
salate ve yu'tuz zekate ve zalike dinul kayyimeh."

' Oysa Allah'a kulluktan ve dini hanifler (Şirk koşmaksızın


Allah'a yönelmiş olan.) olarak O'na has kılmaktan ve salatı
ikame (Ekımus Salate: Dini yasaları ayakta tutmak, desteklemek
ve uygulamak) etmekten, zekatı vermekten başka bir
şeyle emrolunmadılar. İşte doğru din budur.' (Beyyine
5)

47
Kur'an'daki Salat

َ‫الز َكاة َ َو ُهم بِ ْاﻵ ِخ َرةِ هُ ْم يُوقِنُون‬ ‫الﱠذِينَ يُ ِقي ُمونَ ال ﱠ‬


‫ﺻ َﻼة َ َويُؤْ تُونَ ﱠ‬
" Ellezine yukimunes salate (Dini yasaları ayakta tutmak,
destekleme ve uygulamak) ve yu'tunez zekate ve hum bil
ahıreti hum yukinun."

' Onlar ki, salatı ikame ederler ve zekatı verirler. Onlar


ahirete yâkin olarak iman ederler. (Lokman 4) Ayet eril
çoğul göreceli zamirle (Ellezine 'olanlar') ile başladığı
için, bu ayeti anlayabilmek için bundan önceki ayete
bakmamız gerekir.

Elif. Lam. Mim. İşte bunlar, hakim olan Kitap'ın


ayetleridir. Güzel davrananlar için yol gösterici ve
rahmettir. (Lokman 1-2-3)

VAHYİN 7.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin yedinci


yılında karşımıza Taha Suresinin 132.ayetinde çıkar.
İlgili ayette geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki
bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

‫ع َﻠ ْي َها َﻻ نَ ْسأَلُ َك ِر ْزقًا نﱠ ْح ُن‬ َ ‫ﺻ‬


َ ‫ط ِب ْر‬ ‫َوأْ ُم ْر أ َ ْهﻠَ َك ِبال ﱠ‬
ْ ‫ﺻ َﻼ ِة َوا‬
‫ " ن َْر ُزقُ َك َو ْالعَاقِبَةُ ِلﻠت ﱠ ْق َوى‬Ve'mur ehleke bis salati vastabir
aleyha, la nes'eluke rızka, nahnu nerzukuk, vel akıbetu
lit takva."
48
Kur'an'daki Salat

'Ehline (aile, yakın) salatı buyur. Kendin de onun


üzerinde sabırlı ol. Senden rızık istemiyoruz. Seni, Biz
rızıklandırıyoruz. Sonuç takva içindir.' (Taha 132)

Seninle birlikte hareket edenlere, yanında yer


alanlara, Allah'a yönelmelerini, Allah'tan istemelerini
buyur. Birbirlerine destek olmalarını, yardımlaşma ve
dayanışma içinde olmalarını öğütle. Salat sözcüğü,
namaz kılma, dua etme, din, kulluk, yardım etme,
destek olma gibi anlamlara gelmektedir. Bu ayette; salat
sözcüğü, ayetin bağlamı dikkate alındığında; "rızkın
Allah'tan istenmesi, isteğin Allah'a yönelmesi" ve
yardımlaşıp, birbirlerine destek olunması, dayanışma
içinde güç birliği yapılması anlamına gelmektedir.
Dünya hayatının gayri meşru yollarla elde edilen
zenginliğine, servetine imrenmek yerine, az da olsa
helal kazançla, kendi emeğimizle ve hak ederek
kazandıklarımızla yetinmenin sonuç olarak daha
kazançlı ve hayırlı olduğu uyarısı yapılmaktadır. Bu
ayetin, söylendiği gibi "Aile bireylerine namaz
kılmalarını emretme" ile bir ilgisi yoktur.

VAHYİN 8.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin sekizinci


yılında karşımıza Bakara Suresinin 3-43-45-153-157-

49
Kur'an'daki Salat

177.ayetlerinde, İsra Suresinin 78 ve 110. ayetlerinde


ve Neml Suresi 3.ayetinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği
şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

َ‫ﺻﻼة َ َو ِم ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم يُن ِفقُون‬ ِ ‫الﱠذِينَ يُؤْ ِمنُونَ ِب ْالغَ ْي‬
‫ب َويُ ِقي ُمونَ ال ﱠ‬
" Ellezine yu'minune bil gaybi ve yukimunes salate ve
mimma razaknahum yunfikun."

'Onlar ki gaybta da emindirler (güvenen-güvenilen) ve


Salatı ikame (ayağa kaldırma) ederler ve onlara rızık
olarak verdiklerimizden infak ederler. ' (Bakara 2/3)

Ayetteki, ‫(بالغيب‬bi’l-gaybi) ifadesini, “gayba emin”


ve “gaybda emin” olarak çevirmek mümkündür. Zira
‫(ب‬ba) edatı, “ilsak (bitişme)” anlamında kullanıldığı gibi,
“zarf” anlamında da kullanılır.

َ Zarfiyyet Manası; Tıpkı ‫“ فِي‬içinde” harfi


ْ ‫ظ ْرفِي‬
‫ﱠت‬
cerri gibi amel eder. ٌ‫ﺻ َر ُك ُم ﷲِ ِببَد ٍْر َو أَ ْنت ُ ْم أَ ِذلﱠة‬
َ َ‫“ َو لَقَ ْد ن‬Andolsun
siz zillet (askeriniz az ike, silahınız az iken vs.)
içerisindeyken bedirde Allah size yardım etti” Ali imran
123. Ayet-i celilesindeki ‫ بِبَد ٍْر‬carr ve mecruru Bedir’de
manasındadır. Aslı ‫ فِي بَد ٍْر‬şeklindedir. İkinci misal; ‫نَ ﱠج ْينَا ُه ْم‬
‫“ بِ َس َح ٍر‬Onları seherde (seher vaktinde) kurtardı” Kamer
suresi 34. Ayet-i celilesindeki ‫“ بِ َس َح ٍر‬Seherde” carr ve
mecrurundaki harfi cerr olan ‫ب‬ ِ harfi ‫“ ِفي‬içinde” harfi cerri
gibi amel etmiştir.

50
Kur'an'daki Salat

Buradaki anlamı “gaybda emin (güvenilir)”dir.


Yani, iki yüzlü olmayıp, hem göz önünde hem de
gizlide, tenhada, kimsenin görmediği yerlerde gerçekten
emin (güvenen-güvenilen) olmaktır.

‫( إقام‬ikâm) ve ‫ﺻﻠوة‬
ّ ‫( ال‬es-salât) sözcüklerinden oluşan
ifadedeki ikâm ve salât sözcüğünü tahlil edeceğiz:

K-v-m harflerinden oluşan ikâm sözcüğü,


“oturmak” fiilinin karşıtı olan kıyâm sözcüğünün if‘âl
babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı,
“ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak” olarak
belirtilmiştir. Kalktı fiilinin mastarı olan kıyam birkaç
farklı anlamda kullanılır:

1.-Bizzat kıyam etmek; yani, "kişinin bizzat


kendisinin ayağa kalkması". Bu birisinin zorlaması ile de
olabilir, kişinin kendi isteği ile de olabilir.

2.-Bir şey için kıyam etmek; yani, "kişinin, bir şey


için ayağa kalkması." Bu, bir iş veya eylemin şartlarını
yerine getirmek veya onu korumak amacıyla olur.

3.-Bir şeyi yapmaya azmetmeyi amaçlayan


kıyam; yani, "kişinin bir şeyi yapmaya azmederek ayağa
kalkması."

Buna göre, ‫ﺻﻠوة‬ ّ ‫( إقام ال‬ikâmi’s-salât) tamlaması


çoğul şeklinde geçtiğinde Allah'ın ilkelerini yani dini
yasaları ayakta tutmak, onları uygulamak ve sürdürmek.
51
Kur'an'daki Salat

Konumuz ile ilgili ayetleri incelemeye devam


edelim;

‫ار َكعُواْ َم َع ﱠ‬
َ‫الرا ِكعِين‬ ْ ‫الز َكاة َ َو‬ ‫َوأ َ ِقي ُمواْ ال ﱠ‬
‫ﺻﻼَة َ َوآتُواْ ﱠ‬ "Ve
ekimus salate ve atuz zekate verkeu mear rakiin."

'Ve Salatı İkame edin (ayağa kaldırın) ve zekat verin ve


rüku edenlerle birlikte rüku edin.' (Bakara 2/43) Ayet
"Ve" bağlacıyla başladığı için ayetin bağlamını
anlamamız için kendisinden önce gelen ayetleri
incelememiz gerekir.

ِ ُ ‫ي الﱠتِي أَ ْنعَ ْمتُ َعﻠَ ْي ُك ْم َوأَ ْوفُواْ بِعَ ْهدِي أ‬


‫وف بِعَ ْه ِد ُك ْم‬ َ ِ‫يَا َبنِي إِس َْرا ِئي َل ا ْذ ُك ُرواْ نِ ْع َمت‬
‫ُون‬
ِ ‫ار َهب‬ ْ َ‫ﱠاي ف‬
َ ‫َوإِي‬
"Ya beni israil ezkuru ni'metiyelleti en'amtu aleykum ve evfu
bi ahdi ufi bi ahdikum ve iyyaye ferhebun."

'Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın.


Bana verdiğiniz sözü tutun ki Ben de size verdiğim sözü
yerine getireyim. Ve yalnızca benden korkun.' (Bakara
2/40)

52
Kur'an'daki Salat

َ ‫َو ِآمنُواْ بِ َما أَنزَ ْلتُ ُم‬


‫ﺻ ّدِقا ً ِلّ َما َمعَ ُك ْم َوﻻَ تَ ُكونُواْ أَ ﱠو َل كَافِ ٍر بِ ِه َوﻻَ ت َ ْشت َُرواْ بِآيَاتِي‬
َ ‫ث َ َمنا ً قَ ِﻠيﻼً َوإِي‬
ِ ُ‫ﱠاي فَاتﱠق‬
‫ون‬

"Ve aminu bi ma enzeltu musaddikan li ma meakum ve la


tekunu evvele kafirin bih, ve la teşteru bi ayati semenen
kalilen ve iyyaye fettekuni."

'Ve yanınızdakini sıddık (doğrulayıcı) olarak inzal


ettiğimize (indirdiğimize) iman edin (emin olun). Onu
küfredenlerin (örten) ilki siz olmayın. Ayetlerimi az bir
değere değişmeyin. Ve sadece benden sakının.'
(Bakara 2/41)

َ‫اط ِل َوتَ ْكت ُ ُمواْ ْال َح ﱠق َوأَنت ُ ْم ت َ ْعﻠَ ُمون‬


ِ َ‫سواْ ْال َح ﱠق بِ ْالب‬
ُ ِ‫َوﻻَ ت َْﻠب‬

"Ve la telbisul hakka bil batılı ve tektumul hakka ve entum


ta'lemun."

'Ve Hakkı batılla karıştırmayın ve siz bildiğiniz halde


"Hakk'ı" gizlemeyin' (Bakara 2/42)

İlgili ayetlere baktığımız zaman ilk muhatabın


İsrailoğulları olduğunu görürüz. Dolayısıyla burada
incelediğimiz Salat kavramı, 'Ekimus salate' yani Salatı
ayağa kaldırın, destekleyin şeklinde geçmiştir.

'Ekımus Salate' ifadesi bu ayette, Allah'ın


ilkelerini yani dini yasaları ayakta tutmak, desteklemek,
onları uygulamak ve sürdürmek anlamındadır.

53
Kur'an'daki Salat

َ‫عﻠَﻰ ْالخَا ِشعِين‬


َ ‫يرة ٌ إِﻻﱠ‬
َ ‫ﺻﻼَةِ َوإِنﱠ َها لَ َك ِب‬ ‫َوا ْست َ ِعينُواْ بِال ﱠ‬
‫ﺻب ِْر َوال ﱠ‬
"Vesteinu bis sabri ves salat, ve inneha le kebiretun illa alel
haşiin."

'Ve sabırla (ayet bağlamında "nefse, aklın ve şeriatın


gerektirdiği şekilde engel olmak veya nefsi, bu ikisinin
alıkonulmasını gerektirdiği şeylerden men etmek') ve
Salatla (namaz) destek, yardım isteyin. Şüphesiz bu
huşu (zillet, küçüklük, tevazu) edenlerden başkasına
kesinlikle zor gelir.' (Bakara 2/45)

Daha öncede değindiğimiz gibi ayetimiz "Ve" bağlacıyla


başladığı için daha iyi anlayabilmemiz için kendisinden
önceki ayeti incelememiz gerekir.

َ ‫س ُك ْم َوأَنت ُ ْم تَتْﻠُونَ ْال ِكت‬


َ‫َاب أَفَﻼَ ت َ ْع ِقﻠُون‬ َ ‫أَتَأ ْ ُم ُرونَ النﱠ‬
َ ‫اس بِ ْالبِ ِ ّر َوتَن‬
َ ُ‫س ْونَ أَنف‬
"E te'murunen nase bil birri ve tensevne enfusekum ve
entum tetlunel kitab e fe la ta'kılun."

'İnsanlara birr (iyilik) olmalarını emir buyuruyorsunuz da


kendinizi (nefis) unutuyor musunuz? Ve siz Kitabı
okuduğunuz halde hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?'
(Bakara 2/44)

54
Kur'an'daki Salat

‫ﺻﻼَةِ إِ ﱠن ّ َ َم َع ال ﱠ‬
َ‫ﺻابِ ِرين‬ ‫يَا أَيﱡ َها الﱠذِينَ آ َمنُواْ ا ْستَ ِعينُواْ بِال ﱠ‬
‫ﺻب ِْر َوال ﱠ‬

" Ya eyyuhellezine amenustainu bis sabri ves salat, innallahe


meas sabirin."

' Ey iman edenler! Sabır ve salatla (namaz) yardım


dileyin. Kuşkusuz, Allah, sabredenlerle beraberdir.'
(Bakara 2/153)

َ‫ﺻﻠَ َواتٌ ِ ّمن ﱠر ِبّ ِه ْم َو َر ْح َمة ٌ َوأُولَئِ َك ُه ُم ْال ُم ْهتَدُون‬ َ ‫أُو َلئِ َك‬
َ ‫عﻠَ ْي ِه ْم‬
"Ulaike aleyhim salavatun min rabbihim ve rahmetun ve
ulaike humul muhtedun."

'İşte Rabb'lerinden, onlara salatlar (destekler) ve rahmet


vardır. İşte onlar, doğru yolu bulanlardır.' (Bakara
2/157)

Ayette geçen ٌ‫ﺻﻠَ َوات‬


َ Salavatun, Salat kelimesinin
çoğuludur. Ayet içerisindeki anlamı destekler,
yardımlardır.

‫ب َو َلك ﱠِن ْالبِ ﱠر َم ْن آ َمنَ بِا ّ ِ َو ْاليَ ْو ِم اﻵخِ ِر‬ِ ‫ق َو ْال َم ْغ ِر‬
ِ ‫ْس ْالبِ ﱠر أَن ت ُ َولﱡواْ ُو ُجو َه ُك ْم قِبَ َل ْال َم ْش ِر‬
َ ‫لﱠي‬
ْ ‫ﱠ‬
‫ب َوالنبِ ِيّينَ َوآت َﻰ ال َما َل‬ ْ ْ
ِ ‫َوال َمﻶئِ َك ِة َوال ِكت َا‬

َ َ‫ب َوأَق‬
‫ام‬ ِ ‫الر َقا‬ ّ ِ ‫س ِبي ِل َوالسﱠآئِﻠِينَ َوفِي‬ َ ‫عﻠَﻰ ُحبِّ ِه ذَ ِوي ْالقُ ْربَﻰ َو ْال َيت َا َمﻰ َو ْال َم‬
‫ساكِينَ َوابْنَ ال ﱠ‬ َ
‫الزكَاة َ َو ْال ُموفُونَ ِب َع ْه ِد ِه ْم ِإذَا‬
‫ﺻﻼة َ َوآت َﻰ ﱠ‬
‫ﱠ‬ ‫ال‬

َ َ‫ساء والض ﱠﱠراء َوحِ ينَ ْالبَأ ْ ِس أُو َلئِكَ الﱠذِين‬


‫ﺻ َدقُوا َوأُولَئِكَ ُه ُم‬ َ ْ ‫ﺻابِ ِرينَ فِي ْالبَأ‬
‫َعا َهدُواْ َوال ﱠ‬
َ‫ْال ُمتﱠقُون‬

55
Kur'an'daki Salat

"Leysel birre en tuvellu vucuhekum kıbelel maşrıkı vel


magrıbi ve lakinnel birre men amene billahi vel yevmil ahırı
vel melaiketi vel kitabi ven nebiyyin, ve atel male ala hubbihi
zevil kurba vel yetama vel mesakine vebnes sebili, ves
sailine ve fir rıkab, ve ekames salate ve atez zekat, vel
mufune bi ahdihim iza ahed, ves sabirine fil be'sai ved darrai
ve hinel be's ulaikellezine sadaku, ve ulaike humul
muttekun."

'Vechinizi (Hakikatinizi, Yüzünüzü) doğu ve batı tarafına


çevirmeniz birr (iyilik) değildir. Velakin birr (iyilik):
Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, kitaplara ve nebilere
iman etmek (güvenmek, emin olmak, mutmain); malını
sevdiği halde onu yakınlarına, yetimlere, yoksullara,
yolun oğluna (hak yolda olan), yardım isteyenlere,
boyunduruk altında olanlara (köle) vermek; "salatı
ikame etmek, zekat vermek", sözleştikleri zaman
sözünü yerine getirmek, sıkıntıda, zorlukta ve felakete
uğrama durumunda sabretmektir. İşte onlar, sıddık
(doğru) olanlardır. Ve işte onlardır, muttakiler (takva
sahibi). (Bakara 2/177)

İlgili ayette Salat kavramı 'Ekımus Salate'


şeklinde geldiği için, Allah'ın ilkelerini yani dini yasaları
ayakta tutmak, desteklemek, onları uygulamak ve
sürdürmek anlamındadır.

Ayet bağlamında Salat:

1.- Tekvin yani doğayla uyum sağlayarak onu


desteklemek
56
Kur'an'daki Salat

2.- Toplumsal dayanışma içinde Allah'ın indirdiği


ilkeleri, yasaları toplumda ayakta tutmak, uygulamak ve
sürdürmek (İkame-i Salat)

َ‫ق الﻠﱠ ْي ِل َوقُ ْرآنَ ْالفَجْ ِر إِ ﱠن قُ ْرآنَ ْالفَجْ ِر َكان‬ َ ‫ش ْم ِس إِلَﻰ َغ‬
ِ ‫س‬ ‫وك ال ﱠ‬ ‫أَقِ ِم ال ﱠ‬
ِ ُ‫ﺻﻼَة َ ِل ُدل‬
‫َم ْش ُهودًا‬

"Ekımis salate li dulukiş şemsi ila gasakıl leyli ve kur'anel


fecr, inne kur'anel fecri kane meşhuda."

'Güneşin batmasından gecenin karanlığının çökmesine


kadar salatı ikame et (namazı gözet) ve fecrin Kur'an'ı
(sabah okuması) şüphesiz fecrin Kur'an'ı meşhud
(gözle görülen, şahit olunan, müşahede edilen, hazır
bulunulan yer) oldu. (İsra 17/78)

Ayette geçen ve "Güneşin dönmesi (zeval vakti)"


olarak anlam verilen "duluk" sözcüğü, "batmak"
demektir. "Duluku'ş-şems" deyimi ise Güneşin batması
demektir. Yani, "Güneşin batma anı" anlamına
gelmektedir. Dolayısı ile bu ayet, öğlenden akşama
kadar geçen bir zaman dilimini değil, akşam salatının
vaktini; yani akşam salatının başlangıç ve bitim
zamanını belirlemektedir.

‫أ َ ِق ِم ال ﱠ‬
َ ‫ﺻﻼَة‬Ekimi's Salat yani Salatı ikame et
ayağa kaldır, gözet. İlgili ayette akşam salatının
(namaz) vakti verilmiştir.

57
Kur'an'daki Salat

‫سﻰ أَن يَ ْبعَثَكَ َربﱡكَ َمقَا ًما ﱠمحْ ُمودًا‬


َ ‫َو ِمنَ الﻠﱠ ْي ِل َفتَ َه ﱠج ْد بِ ِه نَافِﻠَةً لﱠكَ َع‬

"Ve minel leyli fe tehecced bihi nafileten lek, asa en


yeb'aseke rabbuke makamen mahmuda."

'Ve gecenin bir kısmında sana nafile (ilave, fazlalık)


olarak uyan. Umulur ki Rabb'in seni makamı mahmuda
(övgüye değer bir makam) ulaştırır. (İsra 17/79)

"Teheccüd namazı kılmak" olarak çevirisi yapılan "Fe


tehecced" sözcüğü uykudan uyanmak demektir.
Teheccüd sözcüğünün kökü olan (hcd) sözcüğü, zıt
anlamlı bir sözcük olup hem uyumak hem uyanmak
anlamına gelmektedir. Ayette namaz konu
edilmemektedir.

"Ve de ki: "Rabb'im! Beni doğru bir girişle girdir ve beni


doğru bir çıkış ile çıkar. Ve bana katından yardımcı bir
sultan (güç) ver." (İsra 17/80)

Peygamberimize bu ayette emredilen dua, hem


hicretin yaklaştığına işaret etmekte hem de ona şöyle
bir uyarı içermektedir: “Nerede ve ne durumda olursan
ol, hakkı takip etmelisin. Eğer bir yerden hicret edersen,
hakk yolunda hicret etmelisin ve nereye gidersen hakk
için gitmelisin.”

58
Kur'an'daki Salat

‫مدخل ﺻدق‬MUDHALE SIDK– ‫مخررج ﺻدق‬MUHRACE SIDK

Her iş için “doğrulukla giriş ve doğrulukla çıkış”.

"Ve de ki: "Hakk geldi, Batıl yok oldu. Kuşkusuz ki Batıl


yok olmaya mahkumdur." (İsra 17/81)

"Ve Kur'an'dan inzal ettiğimiz (indirdiğimiz) şeyler,


mü'minler için şifadır ve rahmettir. Zalimlerin ise ancak
zararını arttırır." (İsra 17/82)

Bu ayette Kur’an’ın “şifa” ve “rahmet” olmak üzere iki


özelliğinden söz edilmiştir.

KUR’AN “ŞİFA”DIR:

Kur’an’ın şifa oluşu bedensel hastalıklara değil,


zihinsel hastalıklara yöneliktir. Çünkü Kur’an zihinleri
ikna eder, sıkıntı ve bunalımları gidererek gönülleri
tatmin eder, insanların ahlaki seviyelerini yükseltir,
böylece toplumun dirlik ve düzenini, huzur ve sükûnunu
da sağlamış olur. Kur’an’ın “şifa” ve “rahmet”
özelliklerinin mü'minler için olduğunun vurgulanması,
Kur’an’dan ancak mü'minlerin (güvenen-güvenilen)
istifade etmeleri sebebiyledir.

Kur’an’ı rehber edinen ve hüküm kitabı olarak


kabul eden kimseler, ondan yararlanarak batıl

59
Kur'an'daki Salat

itikatlardan, hurafelerden, adaletsizlik, hile, entrika,


yalan, kin, buğz, kıskançlık vs. gibi kınanmış huylardan
uzaklaşırlar, dolayısıyla psikolojik, akli ve ahlaki
hastalıklardan şifa bulup Allah’ın rahmetine mazhar
olurlar.

KUR’AN “RAHMET”TİR:

Kur’an, insana lazım olan dosdoğru yolu


göstererek onu rüşde erdirdiği ve doğru bir yaşam için
gerekli olan bilgileri insanın istifadesine sunarak onu
bilgi edinmeye teşvik ettiği için, en büyük “rahmet”tir.

Ne yazık ki, Kur’an’ın rahmet ve şifa oluşu da


yine uydurma rivayetler ve düzmece haberlerle
çarpıtılmıştır. Bunun sonucu olarak Kur’an ayetlerinin
yazılı olduğu kağıt ve benzeri nesnelerin bedensel
hastalıklara şifa olduğu gibi Rabbimizin Kur’an’ı indiriş
amacına ters inanç ve kanaatler oluşmuştur. Bu inanç
ve kabulle, üzerine Kur’an ayetleri üflenmiş su içirilerek
çaresiz dertlerden şifa bulunacağı gibi utanç verici
uygulamalara gidilmiştir. Bu tür uygulamalar Rabbimizin
“Sünnetullah” kanununa tamamen ters olan temelsiz
uygulamalardır. Kur’an, mesajı ve önerdiği yaşam
modeliyle gönüllere şifadır.

60
Kur'an'daki Salat

Tekrar konumuz olan Salat'a dönelim;

‫الرحْ َمنَ أَيا ﱠما تَ ْدعُواْ فَﻠَهُ اﻷ َ ْس َماء ْال ُح ْسنَﻰ َوﻻَ تَجْ َه ْر‬
‫قُ ِل ا ْدعُواْ ّ َ أَ ِو ا ْدعُواْ ﱠ‬
ً‫س ِبيﻼ‬ َ َ‫ت ِب َها َوا ْبتَغِ َبيْنَ ذَلِك‬
ْ ِ‫ﺻﻼَتِكَ َوﻻَ تُخَاف‬
َ ‫ِب‬

"Kulid'ullahe evid'ur rahman, eyyen ma ted'u fe lehul


esmaul husna, ve la techer bi salatike ve la tuhafit biha
vebtegı beyne zalike sebila."

' De ki: "İster Allah diye çağırın ister Rahman diye


çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler
O'nundur. Salatında (dua) ne ilan et, ne de gizle; ikisinin
arasında bir yol tut.' (İsra 17/110)

Techer (CHR): Bu fiil, bir şeyin göz ve kulak için çok


fazla görülebilir ve işitilebilir durumda olması anlamında
kullanılır.

َ‫الزكَاة َ َوهُم ِب ْاﻵ ِخ َرةِ ُه ْم يُو ِقنُون‬ ‫الﱠذِينَ يُ ِقي ُمونَ ال ﱠ‬


‫ﺻ َﻼةَ َويُؤْ تُونَ ﱠ‬

" Ellezine yukimunes salate ve yu'tunez zekate ve hum


bil ahıreti hum yukınun."

' Onlar ki, salatı ikame (Ekımus Salate: Dini yasaları ayakta
tutmak, desteklemek ve uygulamak) ederler, zekatı verirler.
Onlar, ahirete yâkın (kesin bilgi) olarak inanırlar." (Neml
27/3)

61
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 9.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin dokuzuncu


yılında karşımıza Hud Suresinin 87 ve 114.ayetlerinde,
Rum Suresinin 31. ayetinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği
şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

‫ﺻﻼَتُكَ تَأ ْ ُم ُركَ أَن ﱠنتْ ُركَ َما يَ ْعبُ ُد آبَاؤُ نَا أ َ ْو أَن نﱠ ْف َع َل فِي أَ ْم َوا ِلنَا َما‬
َ َ‫ش َعيْبُ أ‬
ُ ‫قَالُواْ يَا‬
ْ
‫نَشَاء ِإنﱠكَ َﻷَنتَ ال َح ِﻠي ُم ﱠ‬
‫الر ِشي ُد‬

" Kalu ya şuaybu e salatuke te'muruke en netruke ma


ya'budu abauna ev en nef'ale fi emvalina ma neşa',
inneke le entel halimur reşid."

' Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Atalarımızın kulluk ettiklerini


bırakmamızı; mallarımızı, istediğimiz gibi kullanmaktan
vazgeçmemizi senin salatın mı buyuruyor?" Oysaki sen
yumuşak huylu, olgun bir adamsın.' (Hud 11/87)

"Salat" sözcüğü; namaz, destek, dua, ibadet,


yardımlaşma, dayanışma, Allah'a yönelme ve din gibi
anlamları olan bir sözcüktür. Bu ayette, "din" anlamında
kullanılmıştır.

87. ayette geçen “Mallarımız konusunda


dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salatın mı
emrediyor?” ifadesindeki “salat” sözcüğü “din”i temsil
etmektedir. Tıpkı “yüz” ifadesinin bedenin tümünü, “yüz”
62
Kur'an'daki Salat

fotoğrafının da insanın kimliğini temsil etmesi gibi,


sosyal yardım inancı ve ameli olan “salat” da “din”in
sosyal ve bireysel hayata yansıyan en önemli özelliğidir.

Hud suresinin 114.ayetinin anlamını iki farklı


şekilde değerlendireceğim, sebebine gelince arada
geçen "Vav" harfinin değişik kullanımlarından dolayı.

َ‫ت ذَلِك‬ِ ‫ت يُ ْذ ِهبْنَ ال ﱠسيِّئَا‬ َ ‫ار َو ُزلَفًا ِّمنَ الﻠﱠ ْي ِل ِإ ﱠن ْال َح‬
ِ ‫سنَا‬ ‫َوأَقِ ِم ال ﱠ‬
َ َ‫ﺻﻼَة‬
ِ ‫ط َرفَي ِ النﱠ َه‬
َ‫ِذ ْك َرى ِلﻠذﱠا ِك ِرين‬

" Ve ekımis salate tarafeyin nehari ve zulefen minel leyl,


innel hasenati yuzhibnes seyyiat, zalike zikra liz
zakirin."

Birinci değerlendirmede "Vav" harfi bağlaç olarak


kullanılmıştır.

'Gündüzün iki ucunda ve gecenin yakınlarında salatı


ikame (Allah'a yönelmede, Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı ol.
Allah'ın ilkelerini ayağa kaldır) et. Şüphesiz hasenatlar
seyyiatleri giderir. Bu, öğüt alacaklara bir öğüttür.' (Hud
11/114)

Gündüzün iki ucunda; Sabah ve Akşam namazı.


Namaz, vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (4: 103). Sabah
63
Kur'an'daki Salat

namazı (Salati'l Fecri, 24:58. Salati'l Fecri'in vakti, tan


yerinin ağarmaya başlamasından Güneş'in doğuş anına
kadardır.) Ve akşam namazı (Salati'l İşai 24:58). Salati'l
İşai'nin vakti, Güneş'in batışından gecenin karanlığının
iyice çöktüğü zamana kadardır. "İşa" nın akşam demek
olduğuna dair ayetler: 12:16; 79:46.

Gecenin yakınlarında; Gece/Yatsı namazı. Gecenin ilk


bölümünde. (Salati'l Leyli/ gece(yatsı) namazı, 11:114).
Gece namazının vakti, gece karanlığının tam çökme
anından gecenin ortasına kadardır. Bu ve salatı/namazı
konu edinen diğer ayetlerden namazın; "sabah",
"akşam" ve "gece" olmak üzere günde üç vakit olduğu
anlaşılmaktadır. Bu ayette geçen "zulef" sözcüğünün
çoğul yani üç ve üçten fazla bir anlama sahip
olmasından hareketle, namazın beş vakit olduğu
söylense de "zulef" sözcüğü gecenin üç bölümünü ifade
etmektedir; gecenin ilk bölümü, gecenin ortası ve
gecenin son bölümü. (Örneğin 73:2, 3, 4;73:20.)
Dolayısı ile gecenin yakınlarından kasıt, gecenin ilk
bölümüdür. Günümüzde cemaatle kılınan namazlara
bakıldığında da namazların aslında üç vakit ve ikişer
rekat olduğu anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse namazların
farzları olarak sabah namazı iki rekat ve ikisi de sesli;
öğlen namazı dört rekat, dördü de sessiz; ikindi namazı
dört rekat, dördü de sessiz; akşam namazı üç rekat,
ikisi sesli, biri sessiz; yatsı namazı dört rekat, ikisi
sessiz ikisi sesli kılınmaktadır. Kılınan namazlarda, sesli
olarak kılınanlar sabah iki, akşam iki ve yatsı iki
64
Kur'an'daki Salat

şeklindedir. Yani günde üç vakit ve ikişer rekat sesli


kılınmaktadır. Sessiz kılınanlar sonrada yapılan
ilavelerdir. Bu ilaveleri çıkarırsak geriye namazın
vakitleri ve rekat sayıları kalmaktadır.

İkinci değerlendirmede "Vav" harfi "Hal Vav'ı"


olarak kullanılmıştır.

Geceye yakın olan gündüzün iki tarafında salatı ikame .(


Allah'a yönelmede, Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı ol. Allah'ın ilkelerini
et. Şüphesiz hasenatlar seyyiatleri giderir.
ayağa kaldır)
Bu, öğüt alacaklara bir öğüttür. (Hud 11/114)

11:114 ayetindeki '‫' َ'و‬vav' bağlacı Arapça dil bilgisine


göre kendisinden önce gelen şeyi açıklamak içindir.
Onun bir sıfatı gibi işlem görür. Ayetin ilk bölümündeki
"ve" harfini ekleme anlamında değil, açıklama
anlamında kabul ettik. Kur'an Arapçasına göre gece,
güneşin batımından doğumuna kadar süren tüm zaman
dilimidir (2:187). Akşam ve sabah salatlarının vakitleri,
gündüzün iki ucunda gecenin gündüze yakın birer
bölümüdür. "Ve" harfinin farklı anlamlarda kullanımının
örnekleri için bak 2:53; 21:48; 13:26.

65
Kur'an'daki Salat

َ‫ﺻ َﻼة َ َو َﻻ ت َ ُكونُوا ِمنَ ْال ُم ْش ِركِين‬


‫ُمنِيبِينَ إِلَ ْي ِه َواتﱠقُوهُ َوأَ ِقي ُموا ال ﱠ‬

" Munibine ileyhi vettekuhu ve ekimus salate ve la


tekunu minel muşrikin."

' Yalnız O'na yönelin. O'na karşı takva sahibi olun.


Salatı ikame edin (Ekımus Salate: Dini yasaları ayakta tutmak,
desteklemek ve uygulamak). Müşriklerden olmayın." (Rum
30/31)

VAHYİN 10.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin onuncu


yılında karşımıza Nur Suresinin 56.ayetinde ve Ankebut
Suresinin 45. ayetinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği
şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

َ‫سو َل َلعَﻠﱠ ُك ْم ت ُ ْر َح ُمون‬ ‫الزكَاةَ َوأ َ ِطيعُوا ا ﱠ‬


ُ ‫لر‬ ‫َوأَقِي ُموا ال ﱠ‬
‫ﺻ َﻼةَ َوآتُوا ﱠ‬

" Ve ekimus salate ve atuz zekate ve atiur resule


leallekum turhamun."

'Ve Salatı ikame edin ve zekatı verin ve rasule itaat


edin ki merhamet edilesiniz.' (Nur 24/56)

"Salatı ikame etmek, Zekatı vermek" terkibi, ibadete


layık yegâne ilah olarak Allah'a iman etmek; kulluğu, Allah'a

66
Kur'an'daki Salat

yönelmeyi, dua ve ibadeti şirkten arındırılmış bir bilinçle ve


arınmış, temizlenmiş arı duru hale gelmiş bir benlikle
yapmak; yardımlaşmayı, destek olmayı canlı ve diri tutmak
demektir. Zekat sözcüğü birçok ayette daha temiz, daha iyi,
arınmak, temizlenmek, aklanmak, yüceltmek anlamında
kullanılmıştır. (Örneğin 2:151; 3:77; 4:49; 9:103; 19:13;
20:76; 24:21; 35:18; 53:32; ; 62:2; 80:3; 91:9 )

Ayrıca ilgili ayetimiz 'Ve' bağlacıyla başladığı için


öncesindeki ayete mealen bakalım;

"Allah, sizden iman (güvenen-güvenilen) eden ve salihatı


yapanlara (Bozuk olan şeyi düzeltmeye çalışmak, düzeltici olmak,
yapıcı olmak, düzeltmeye teşvik etmek, iyiye yönlendirmek.),
tıpkı
kendilerinden öncekileri halife kıldığı gibi, kendilerini de
yeryüzünde halife kılacağını, onlar için beğenip seçtiği
dini mutlaka sağlamlaştıracağını ve endişelerinden
sonra onları mutlaka güvene kavuşturacağını vaat etti.
Onlar, Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi ortak
koşmazlar. Bundan sonra da kim küfrederse, işte onlar
yoldan çıkanların ta kendileridir." (Nur 24/55)

Allah'ın verdiği söz ortada. Bu söze rağmen, eğer bugün


İslam Dünyası (!) denilen dünya bu durumdaysa; "bu durum", bu
dünyanın aslında gerçek imana sahip olmadığını, şirk içinde
olduğunu, Allah'ın dini yerine kendi uydurduğu dine tabi olduğunu
ve yapılması gerekeni yapmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

67
Kur'an'daki Salat

Ankebut suresinin 45.ayetinin anlamını iki farklı şekilde


değerlendireceğim, sebebine gelince arada geçen
"Vav" harfinin değişik kullanımlarından dolayı.

‫ﺻ َﻼةَ تَ ْن َهﻰ َع ِن ْالفَحْ شَاء َو ْال ُمنك َِر‬ ِ ‫ي ِإ َليْكَ ِمنَ ْال ِكتَا‬
‫ب َوأَقِ ِم ال ﱠ‬
‫ﺻ َﻼةَ إِ ﱠن ال ﱠ‬ ِ ُ ‫اتْ ُل َما أ‬
َ ‫وح‬
َ‫ﺻ َنعُون‬ ْ َ‫َولَ ِذ ْك ُر ﱠ ِ أ َ ْك َب ُر َو ﱠ ُ َي ْعﻠَ ُم َما ت‬

"Utlu ma uhıye ileyke minel kitabi ve ekımıs salat, innes


salate tenha anil fahşai vel munker, ve le zikrullahi
ekber, vallahu ya'lemu ma tasneun."

Birinci değerlendirmede "Vav" harfi bağlaç olarak


kullanılmıştır.

'Kitap'tan sana vahyolunan şeyi takip et ve Salatı


ikame et.( Allah'a yönelmede, Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı ol.
Allah'ın ilkelerini ayağa kaldır) Salat (Allah'ın yasaları, dini), fahşadan
(her türlü aşırılık, igrenç, çirkin) ve münkerden (kötülük) alıkoyar.
Kesinlikle Allah'ın zikri daha büyüktür. Allah, yaptığınız
şeyleri bilir. (Ankebut 29/45)

Hatırlanacağı üzere, İbrahim/31’de “İman eden


kullarıma söyle: “Salatı ikame etsinler, alış-veriş ve
dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce,
kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık ve gizli
olarak infakta bulunsunlar” denilmişti. Bu ayette ise
özellikle Resulullah’a yönelinmiş, ondan kendisine
vahyedilene; Kitab’a uyması, ondan başka bir yol
izlememesi ve salatı ikame etmesi .( Allah'a yönelmede,
Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı ol.) istenmiştir.

68
Kur'an'daki Salat

İkinci değerlendirmede "Vav" harfi "Hal Vav'ı"


olarak kullanılmıştır.

Salatı ikame (Allah'a yönelmede, Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı


ol. Allah'ın ilkelerini ayağa kaldır) ederken, kitaptan sana
vahyolunan şeyi takip et. Salat (Allah'ın yasaları, dini),
fahşadan (her türlü aşırılık, igrenç, çirkin) ve münkerden (kötülük)
alıkoyar. Kesinlikle Allah'ın zikri daha büyüktür. Allah,
yaptığınız şeyleri bilir. (Ankebut 29/45)

Salatı İkame ederken; Kitaptan sana vahyolunanı


takip et yani Salatı İkame ederken (Allah'ın yasalarını,
ilkelerini ayağa kaldırırken, gözetirken, sürdürürken), Allah'ın,
sana vahyetmiş olduğu ilkeleri takip et yani uygula ve
sürdür. Ancak bu Salat, fahşadan ve münkerden
alıkoyar. Yoksa sadece namaz ritüeli olarak kabul
edilen salatın, fahşadan ve münkerden alıkoymadığını
yaşadığımız toplumda gözlemlemekteyiz.

Ayette geçen "Zikrullah" kavramına da bir


parantez açmak istiyorum;

‫” الذّكر‬ZİKR” sözcüğünün sözlük anlamı “bir şey için korumak;


anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamak, öğüt almak,
unutmamak, ibret almak” demektir. (Lisan, Tac, el Müfredat;
zkr mad.) Sözcük, gerek “zikr” mastarı ve gerekse diğer tüm

69
Kur'an'daki Salat

türevleri olarak Kur’an’da hep bu sözlük anlamıyla


kullanılmıştır.

Ancak sözcük “ez-Zikr” olarak [harf-i tarif ile belirtili bir


sözcük yapılarak] mecaz-ı mürsel sanatıyla “öğüt verme”
anlamı ekseninde Semavî Kitaplar [Vahiy, İlâhî Kitap, Kur’an,
İncil, Tevrat, Zebur] için de kullanılmıştır (Âl-i Imran/58,
A’râf/63, 69, Hicr/6, Enbiya/7, 42, 50, 105, Furkan/29,
Şuara/5, Ya Sin/69, Sad/1, 8, 49, 87, Zümer/23, Fussılet/41,
Şuara/5, Zühruf/36, 44, Kamer/25, Kalem/51, Tekvir/27, Ta
Ha/14, 99, 113, Saffat/3, 168, Talâk/10, Mürselât/5,
Müminun/71, En’âm/90)

‫” ذكر‬Zikr” sözcüğü ّ ” ALLAH” sözcüğü ile tamlama yapılıp


“zikrullah” olarak ifade edildiğinde anlamı “Allah’ı anmak”
demek olur ki, üzerinde duracağımız ana konu da budur.
Nitekim Kur’an ayetlerinde “zekera” fiili “Allah” lafzını tümleç
alarak “… Allah’ı anarlar”, “… Allah’ı çokça anın!” tarzında
kullanılmıştır. Bir kelimeyi kendine mef’ul [tümleç] alan bir fiil,
mastar halindeyken o kelimeye “muzaf” da olabilir. “Allah’ı
çokça anın!” ile “… Allah’ı anmaya koşunuz”, “… Kalpler
Allah’ı anmak ile huzur bulur” ifadeleri buna örnektir. “Allah”
lafzı birinci cümlede “üzkürû” fiilinin mef’ulü [tümleci], ikinci
ve üçüncü cümlelerde ise “zikr” mastarının “muzaf”ı
olmuştur. Bu Arapça kaidesiyle anlatılmak istenen temel
nokta şudur: Bir fiil ile ona tümleç olan sözcük beraberce ne
anlama geliyorsa, aynı sözcük isim tamlamasında o fiilin
mastarına muzaf olduğunda da beraberce aynı anlama gelir.
“Allah’ı anar” ile Allah’ı anmak” ifadeleri buna örnektir.

Kur’an’da yüzlerce ayette geçen‫ ” ذكر‬zikr” mastarı ve bu


sözcükle yapılmış “zikrullah” tamlaması “Namaz”, “salat”,
70
Kur'an'daki Salat

“zekât”, “savm [oruç]” gibi bir terim olmayıp “yemek”, “içmek”


gibi eylem ifade eden sözcüklerdir. Bilindiği gibi, “oruç” bir
terim olup “belirli bir zaman diliminde ve özel bir amaçla
yemeyi, içmeyi ve cinsel ilişkiyi, ve konuşmayı terk etmek”
demektir. Zikr ve zikrullah ise birer terim değildir.

İşin aslı böyle olmasına rağmen, Arapçadan Türkçeye


yapılan tüm çevirilerde “zikr” sözcüğü Türkçeleştirilmeden
Arapça olarak bırakılmış ve böylece sözcük, sanki bir dinî
terim gibi kullanıla gelmiştir. Bu bilgisizlik, her zamanki gibi,
açıkgözler ve art niyetliler tarafından çokça istismar
edilmiştir. Bu istismara uygun olarak cahil halk arasında zikir
halkaları, zikir şekilleri ve zikir aletleri icat edilmiştir. Bu
sözcüğün yanlış algılandığının farkında olan İslâm
düşmanları ise, binlerce senedir sürdürdükleri faaliyetlerine
bu konuyu da dâhil ederek Müslümanların daha fazla
uyuşturulmalarını, daha çok perişan edilmelerini, daha derin
bir sapkınlığa düşürülmelerini sağlamaya çalışmışlardır.
Bilerek ya da bilmeyerek bu istismara alet olanlar, bu
sapkınlığın faziletlerini anlatan kitaplar yazarak bunları
Müslümanlara satmışlardır.

Nitekim Yüce Allah, “zikrullah” eyleminin, kendisinin


gösterdiği şekilde yapılmasını istemiştir:

Bakara/ 198:

Rabb'inizden lütuf istemenizde bir sakınca yoktur. Artık


Arafat'tan ayrılıp, akın ettiğinizde Meş'ar-i Haram'da Allah'ı
anın. O, size nasıl doğru yolu gösterdiyse, siz de O'nu öyle
anın. Kuşkusuz, O, doğru yolu göstermeden önce siz
sapkınlardandınız.

71
Kur'an'daki Salat

Yüce Allah’ın bize kendisini anmamız için gösterdiği, öğrettiği


şekil ise iki ayet sonrasında bildirilmiştir:

Bakara/ 200:

Hacc ibadetinizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi; hatta


daha güçlü bir şekilde Allah'ı zikredin (anın). Kimi insanlar;
"Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." derler. Bu kimselerin
ahirette bir payı yoktur. (Bakara 2/200)

İbn Abbas, şunu rivayet etmiştir: Araplar hacclarını


tamamlayınca teşrik günlerinden sonra Minâ Mescidi'yle dağı
arasında dururlar ve onlardan her biri atalarının cömertlik,
kahramanlık ve sıla-i rahim gibi faziletlerini sayıp dökerler, bu
hususta şiirler okurlar ve nesirler söylerlerdi. Böyle yapmakla
onlardan her biri atalarının yaptıklarıyla şöhret ve üstünlük
elde etmek isterlerdi.

Ayetlerden açık ve net olarak anlaşıldığı gibi, Yüce Allah


kendisini atalarımızı, babalarımızı andığımız gibi, hatta daha
kuvvetle/şiddetle anmamızı emretmektedir. Bu durumda
öncelikle babalarımızı nasıl andığımızı düşünmemiz
gerekmektedir. Bir insanın herhangi bir sayaçla gece gündüz
“Baba, Baba, Baba …” diye diliyle babasını anması söz
konusu olamayacağına göre, burada düğümü çözecek olan
ipucu, babamızı anmamızın, onu düşünmemizin nasıl olması
gerektiğindedir.

Evlatlarına “Oğlum/kızım, beni unutma!” diye tembih eden


babaların bu sözle evlatlarının kendilerini sayıklamalarını
kastetmedikleri kesindir. O hâlde babalarımızı anmamız,
onları düşünmemiz, onları aklımızdan çıkarmamamız,
üzerimizdeki haklarını düşünüp onlara olan maddi ve manevi
72
Kur'an'daki Salat

sorumluluklarımızı hatırlamamız, sevgide ve saygıda


kendilerine kusur etmememiz demektir.

“Zikrullah”ı belirli sayıdaki ifade kalıplarıyla yapmayı doğru


bulan zihniyetin, Allah’ın Bakara/152′de verdiği “Beni anın ki,
ben de sizi anayım” mesajı hakkında ayrıca kafa yormaları
ve Allah’ı “Allah, Allah, Allah …” diye anan kimselerin,
Allah’tan da kendilerini “kulum, kulum, kulum …” diye
anmasını bekleyip beklemediklerini düşünmeleri gerekir.

Bu dini en iyi anlayan ve en iyi uygulayanların,


Peygamberimiz ile onun çağdaşı olan ve dini eğitimlerini
ondan alan sahabe olduğu şüphesizdir. O güzide
Müslümanlar bu ayetleri bugünkü tarikat, tekke ve tasavvuf
anlayışıyla anlayıp uygulamamışlardır. Onların belirli
sayılarla “Allah, Allah, Allah …” diye zikrettiklerini kimse
duymamış, hiçbir kitap yazmamıştır. Onlar, kişinin aynasının
“iş” olduğunun, lâfına bakılmayacağının bilincindeydiler. Bu
nedenle de ömürlerini hep öğrenerek, öğreterek, Allah için
mücadele ederek geçirmişlerdir.

Zikrullah / Allah’ın anılması, halk arasında uygulandığı


şekliyle elde tespih, dil ile “Allah, Allah …” demek değildir.
Zikrullah / Allah’ın anılması, Allah'ın, biz kullarına Kur'an'da
bildirmiş olduğu ilkelerine (yasalarına) bağlı kalmamız,
Allah’ın biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu
nimetleri düşünmemiz, O’na karşı sorumluluklarımızı yerine
getirip getirmediğimizi kontrol etmemiz, verdiği görevleri
eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip
nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.

73
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 11.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on birinci


yılında karşımıza Yunus Suresinin 87.ayetinde çıkar.
İlgili ayette geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki
bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

ً‫ﺻ َر بُيُوتًا َواجْ َعﻠُواْ بُيُوتَ ُك ْم قِ ْبﻠَة‬ ْ ‫سﻰ َوأَ ِخي ِه أَن تَبَ ﱠو َءا ِلقَ ْو ِم ُك َما ِب ِم‬
َ ‫َوأَ ْو َح ْينَا ِإلَﻰ ُمو‬
َ‫ش ِر ْال ُمؤْ ِمنِين‬ ‫َوأَ ِقي ُمواْ ال ﱠ‬
ّ ِ َ‫ﺻﻼَة َ َوب‬

" Ve evhayna ila musa ve ahihi en tebevvea li


kavmikuma bi mısra buyuten vec'alu buyutekum
kıbleten ve akimus salah, ve beşşiril mu'minin."

' Musa ve kardeşine vahyettik: "Halkınız için Mısır'da


evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın (Bir araya gelme
merkezleri, toplanma yerleri, birbirlerine yakın yerler.) ve salatı ikame
edin (Yardımlaşma ve dayanışmayı canlı ve diri tutun.). Mü'minleri
müjdele.' (Yunus 10/87)

VAHYİN 12.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on ikinci


yılında karşımıza Lokman Suresinin 17.ayetinde ve
Müzzemmil Suresinin 20.ayetinde çıkar. İlgili ayetlerde
geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

74
Kur'an'daki Salat

‫ﺻا َبكَ إِ ﱠن‬ ْ ‫ع ِن ْال ُمنك َِر َوا‬


َ َ ‫ﺻ ِب ْر َعﻠَﻰ َما أ‬ ِ ‫ﺻ َﻼةَ َوأْ ُم ْر ِب ْال َم ْع ُر‬
َ َ‫وف َوا ْنه‬ ‫ي أَقِ ِم ال ﱠ‬
‫َيا بُنَ ﱠ‬
‫ور‬ِ ‫ذَلِكَ ِم ْن َع ْز ِم ْاﻷ ُ ُم‬
" Ya buneyye ekımıs salate ve'mur bil ma'rufi venhe anil
munkeri vasbir ala ma esabek, inne zalike min azmil
umur."

' "Ey oğulcuğum! Salatı ikame et (Dini yasaları ayakta tut),


iyiliği emret, kötülükten vazgeçir. Karşılaştığın
zorluklara sabret. Şüphesiz ki bu, azmetmeye değer
işlerdendir." (Lokman 31/17)

"Emr-i b'il-maruf nehy-i ani'l münker" İyiliği öner,


kötülükten sakındır." Bu deyim, aslında aynı zamanda iyi
olan şeyleri yapmayı kendine iş edin, ahlak edin; kötü olan
şeylerden uzak dur, kötülüklerden sakın; kötülüklerden uzak
durmayı ve iyi olan şeyleri yapmayı ilke edin demektir.

Sabır;

Esas anlamı “habsetmek, içerde tutmak” olan sabır,


“aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmek, kararlı olmak,
gevşememek”; yani “insanın elinde olmadan başına gelen ve
ona büyük üzüntüler veren musibetlere karşı koymak, onların
üstesinden gelmek için mücadele etmek”tir. Sabrın ne
olduğunu incelerken ne olmadığını da belirlemek gerekir. İyi
bilinmelidir ki, haksız yere mahkumiyete boyun eğmek,
miskinliğe, uyuşukluğa ve aşağılanmaya razı olmak, zillete,
haksız tecavüzlere, insan onuruna gölge düşürecek
saldırılara katlanmak, bunlara karşı sessiz ve pasif kalmak,
75
Kur'an'daki Salat

dayanmak, dişini sıkmak, sabretmek değildir. Çünkü meşru


olmayan şeylere karşı sessiz kalmak, o davranışa ortak
olmak demektir. Aksine sabır, “bu tarz kötülüklerle mücadele
etmek, bunlara karşı çıkmak, bir hakkı savunmak ve
korumak için çaba göstermek, bu süreçte kararlı olmak”tır.
Rabbimiz, Sabrı Al-i İmran/ 146’da “Nice peygamberler de
vardı ki kendileriyle beraber birçok Allah erleri savaştılar;
Allah yolunda kendilerine isabet eden şeylerden
gevşemediler, zaafa düşmediler ve boyun eğmediler. Ve
Allah, sabredenleri sever.” şeklinde beyan buyurmuştur.
İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği
kötülüklere katlanması ya da karşılayabileceği ihtiyaçları
temin etme konusunda gevşeklik göstermesi sabır değil,
âcizlik, tembellik ve korkaklıktır. Tüm peygamberlerin de
ortak özelliği olan sabrın, İslam’da çok önemli bir yeri vardır.
Bunu tek kelimeyle veya birkaç sözcükle ifadeye çalışmak
sözcüğün anlamını yansıtmamaktadır.

Kur’an’ın yetmişten fazla ayetinde geçen ‫ “ﺻبر‬Sabr”


kelimesi, halk arasındaki kullanımıyla acıya katlanma, sıkıntı
ve zorluklara karşı soğukkanlılıkla direnme anlamlarına
gelmektedir. Ancak Allah’ın Kur’an’da sabırlı insanları
övmesi ve onları hesapsızca ödüllendireceğini bildirmesi, bu
kelimenin daha derinlikli olarak incelenmesini zorunlu
kılmaktadır. Bu nedenle kavram daha detaylı bir şekilde
açıklanmaya çalışılacaktır. Sabır, aklın ve dinin gösterdiği
yolda sebat etmek, kararlı olmaktır. İnsan psikolojisi zorluğa
değil kolaylığa, acıya değil haz almaya, feragate değil
bencilliğe eğilimlidir. Bu nedenle bazı ibadetler ve ahlâkî
davranışlar insana zor gelebilir. Meselâ, cebindeki parayla
bir yoksula yardım etmektense onu kendine harcamayı,

76
Kur'an'daki Salat

çalışıp yorulmaktansa eğlenmeyi, gezip tozmayı daha çok


isteyebilir. Varını yoğunu tüm vaktini Allah rızasını kazanmak
için harcaması yerine sıcacık yatakta uykusuna devam
etmeyi daha cazip bulabilir. Bu gibi durumlarda insanı
erdeme ve iyi olmaya sevk eden, zor şartları kolayca kabul
edip gereğini yapmaya yönelten, çıkarına olmasa da iyi ve
doğru davranışlarda bulunmasını sağlayan güç, sabırdır.

Sabır, bütün peygamberlerin de ortak bir ahlakî


niteliğidir. Peygamberlerin tevhit mücadelelerini dile getiren
Kur’an ayetleri, bize onların sabır ve sebatlarını örnek olarak
göstermektedir. Çünkü Allah’ın dinini tebliğ ederlerken çeşitli
sıkıntılara uğramışlar, eziyet görmüşler, yurtlarından
çıkarılmışlar, zindanlara atılmışlar fakat daima
sabretmişlerdir. Dolayısıyla her Müslüman Allah’ın elçilerini
örnek almalı, kurtuluşun sabırda olduğunu düşünerek sabırlı
olmalı ve bu konuda Allah’tan yardım dilemelidir.

Sabır, konumuz olan pasajda Lokman’ın ağzından


nakledilen ilahi hikmetlerden biri olarak geçmekte ve “emri bil
ma’ruf ve nehyi anilmünker” ilkesinden hemen sonra
zikredilmektedir. Burada, marufu emreden ve münkeri
nehyeden mü'minlerin bir takım eziyetlere maruz
kalacaklarına da bir işaret vardır. Bu görevi yürütenlerin çok
sabırlı olmaları gerekmektedir.

ُ ‫طائِفَة ٌ ِ ّمنَ الﱠذِينَ َمعَكَ َو ﱠ‬


َ ‫ﺻ َفه ُ َوثُﻠُثَهُ َو‬ْ ِ‫إِ ﱠن َربﱠكَ يَ ْعﻠَ ُم أَنﱠكَ تَقُو ُم أ َ ْدنَﻰ مِ ن ث ُ ُﻠثَي ِ الﻠﱠ ْي ِل َون‬
ُ ْ‫عﻠ َِم أَن لﱠن تُح‬
َ ‫ﺻوهُ فَت‬
‫َاب‬ َ ‫ار‬ َ ‫يُقَ ّد ُِر الﻠﱠ ْي َل َوالنﱠ َه‬

‫ضﻰ َوآخ َُرونَ يَض ِْربُونَ فِي‬ َ ‫عﻠ َِم أَن‬


َ ‫سيَ ُكونُ مِن ُكم ﱠم ْر‬ ِ ‫عﻠَ ْي ُك ْم فَا ْق َرؤُوا َما تَيَس َﱠر مِ نَ ْالقُ ْر‬
َ ‫آن‬ َ
َ‫ض ِل ﱠ ِ َوآخ َُرونَ يُقَاتِﻠُون‬
ْ َ‫ض َي ْبتَغُونَ مِ ن ف‬
ِ ْ‫ر‬ َ ْ
‫اﻷ‬
77
Kur'an'daki Salat

‫الزكَاة َ َوأ َ ْق ِرضُوا ﱠ َ قَ ْرضًا‬ ‫ﺻ َﻼة َ َوآتُوا ﱠ‬ ‫سبِي ِل ﱠ ِ فَا ْق َرؤُوا َما تَيَس َﱠر مِ ْنه ُ َوأَقِي ُموا ال ﱠ‬
َ ‫فِي‬
‫سنًا َو َما تُقَ ِ ّد ُموا ِﻷَنفُ ِس ُكم ِ ّم ْن َخي ٍْر ت َِجدُوهُ عِن َد‬ ‫ح‬
َ َ

َ َ ‫ظ َم أَجْ ًرا َوا ْست َ ْغف ُِروا ﱠ َ ِإ ﱠن ﱠ‬


ٌ ُ‫غف‬
‫ور ﱠرحِ ي ٌم‬ َ ‫ﱠ ِ ه َُو َخي ًْرا َوأ َ ْع‬

"İnne rabbeke ya'lemu enneke tekumu edna min


suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve taifetun
minellezine meak, vallahu yukaddirul leyle ven nehar,
alime en len tuhsuhu fe tabe aleykum, fakreu ma
teyessere minel kur'an, alime en seyekunu minkum
merda ve aharune yadribune fil'ardı yebtegune min
fadlillahi ve aharune yukatilune fi sebilillahi fakreu ma
teyessere minhu ve ekimus salate ve atuz zekate ve
akridullahe kardan hasena, ve ma tukaddimu li
enfusikum min hayrin teciduhu indallahi huve hayren ve
a'zame ecra, vestagfirullah, innellahe gafurun rahim."

'Rabb'in senin gecenin üçte ikisinden daha azında


kalktığını biliyor; yarısında ve üçte birinde. Seninle
beraber bulunanlardan bir grubun da. Geceyi ve
gündüzü takdir eden Allah'tır. Onu asla
hesaplayamayacağınızı bildi de tevbenizi kabul etti. O
halde ilahi mesajı gücünüz yettiğince insanlara
ulaştırmaya çalışın. Ayrıca Allah, içinizden kimin hasta
olduğunu bilmektedir. Kiminizin Allah'ın lütfundan rızkını
aramak için yeryüzünde çalışmaya, kiminizin de
kendisini Allah yolunda feda etmeye çıktığını
bilmektedir. O halde gücünüz yettiğince onu
nakletmeye, duyurmaya çalışın. Salatı ikame edin (Dine
desteği ayakta tutun), zekatı verin. İyi bir ödünçle Allah'a
78
Kur'an'daki Salat

ödünç verin. Kendiniz için hayır olarak ne verirseniz,


ödül olarak Allah'ın katında onu daha hayırlısıyla ve
daha büyüğüyle bulursunuz. Allah'tan bağışlanma
dileyin. Kuşkusuz Allah, Gafur (Çok Bağışlayıcı'dır),
Rahiym'dir.' (Müzzemmil 73/20)

VAHYİN 13.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on üçüncü


yılında karşımıza İbrahim Suresinin 14, 37 ve
40.ayetlerinde ve Şura Suresinin 38.ayetinde çıkar. İlgili
ayetlerde geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki
bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

‫ﺻﻼَة َ َويُن ِفقُواْ ِم ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم ِسرا َو َعﻼنِيَةً ِّمن قَ ْب ِل‬
‫ِي الﱠذِينَ آ َمنُواْ يُ ِقي ُمواْ ال ﱠ‬
َ ‫قُل ِلّ ِعبَاد‬
ْ
َ ِ‫أَن يَأت‬
‫ي يَ ْو ٌم ﻻﱠ بَ ْي ٌع فِي ِه َوﻻَ ِخﻼَ ٌل‬

"Kul li ibadiyellezine amenu yukimus salate ve yunfiku


mimma razaknahum sirren ve alaniyeten min kabli en
ye'tiye yevmun la bey'un fihi ve la hilal."

'İman eden kullarıma söyle: "İçinde alışverişin ve


dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce, salatı ikame
etsinler (Dini yasaları gözetsinler), kendilerine verdiğimiz
rızıktan gizli açık infak etsinler.' (İbrahim 14/31)

79
Kur'an'daki Salat

Salatı İkame: Kulluğu, Allah'a yönelmeyi, dua ve ibadeti


şirkten arındırılmış bir bilinçle yapsınlar; yardımlaşmayı,
dayanışmayı ve destek olmayı canlı ve diri tutsunlar.

َ ‫ﺻﻼَة‬ ‫غي ِْر ذِي زَ ْرعٍ عِن َد بَ ْيتِكَ ْال ُم َح ﱠر ِم َربﱠنَا ِليُقِي ُمواْ ال ﱠ‬
َ ‫ﱠر ﱠبنَا ِإنِّي أ َ ْسكَنتُ مِ ن ذُ ِ ّريﱠتِي ِب َوا ٍد‬
ْ
‫ار ُزق ُهم‬ َ ْ َ
ِ ‫فَاجْ عَ ْل أفئِ َدة ً ِ ّمنَ النﱠ‬
ْ ‫اس ت َ ْه ِوي إِل ْي ِه ْم َو‬

َ‫ت لَعَﻠﱠ ُه ْم يَ ْش ُك ُرون‬


ِ ‫ِ ّمنَ الث ﱠ َم َرا‬

" Rabbena inni eskentu min zurriyyeti bi vadin gayri zi


zer'ın inde beytilkel muharremi rabbena li yukimus
salate fec'al ef'ideten minen nasi tehvi ileyhim
verzukhum mines semerati leallehum yeşkurun."

"Rabbimiz! Gerçekten ben, neslimden bir kısmını


sahipsiz, ekine elverişli olmayan vadiye; Beyt-i
Haram'ın yanına yerleştirdim; Rabb'imiz! Salatı ikame
(Dini yasaları ayakta tutsunlar, destek olsunlar) etsinler.
İnsanlardan bir kısmının gönlünü onlara yönelt. Ve
onları kimi ürünlerle rızıklandır. Umulur ki onlar
şükrederler." (İbrahim 14/37)

‫ﺻﻼَةِ َو ِمن ذُ ِ ّر ﱠي ِتي َر ﱠبنَا َوتَقَب ْﱠل ُد َعاء‬ َ ‫َربّ ِ اجْ َع ْﻠنِي ُم ِق‬
‫يم ال ﱠ‬

" Rabbic'alni mukimas salati ve min zurriyyeti rabbena


ve tekabbel dua."

80
Kur'an'daki Salat

"Rabbim! Beni ve soyumu salatı ikame eden kıl (Dini


yasaları gözeten). Rabbimiz isteğimi kabul et." (İbrahim
14/40)

‫ورى بَ ْي َن ُه ْم َو ِم ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم‬


َ ‫ش‬ُ ‫ﺻ َﻼةَ َوأَ ْم ُر ُه ْم‬
‫َوالﱠذِينَ ا ْستَ َجابُوا ِل َربِّ ِه ْم َوأَقَا ُموا ال ﱠ‬
َ‫يُن ِفقُون‬

" Vellezinestacabu li rabbihim ve ekamus salate ve


emruhum şura beynehum ve mimma rezaknahum
yunfikun."

"Ve Rabb'lerinin çağrısına uyarlar ve salatı ikame


ederler (Dini yasaları ayakta tutan). Onlar, işlerini birbirlerine
danışarak yaparlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan infak
ederler." (Şura 42/38)

VAHYİN 14.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on dördüncü


yılında karşımıza Fatır Suresinin 18 ve 29.ayetlerinde
çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği şekliyle yani ayet
içerisindeki bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

ُ ‫َو َﻻ ت َِز ُر َو ِاز َرة ٌ ِو ْز َر أ ُ ْخ َرى َو ِإن ت َ ْد‬


ْ ‫ع ُمثْقَﻠَة ٌ ِإلَﻰ حِ ْم ِﻠ َها َﻻ يُحْ َم ْل مِ ْنه ُ ش‬
‫َي ٌء َو َل ْو َكانَ َذا‬
ِ ‫قُ ْربَﻰ إِنﱠ َما تُنذ ُِر الﱠذِينَ يَ ْخش َْونَ َربﱠ ُهم بِالغَ ْي‬
‫ب‬

81
Kur'an'daki Salat

‫ير‬
ُ ‫ﺻ‬ِ ‫ﺻ َﻼة َ َو َمن ت َزَ ﱠكﻰ فَإِنﱠ َما يَت َزَ ﱠكﻰ ِلنَ ْف ِس ِه َوإِلَﻰ ﱠ ِ ْال َم‬
‫َوأَقَا ُموا ال ﱠ‬

" Ve la teziru vaziretun vizre uhra, ve in ted'u


muskaletun ila himliha la yuhmel minhu şey'un ve lev
kane za kurba, innema tunzirullezine yahşevne
rabbehum bil gaybi ve ekamus salah, ve men tezekka
fe innema yetezekka li nefsih, ve ilallahil masir."

Yük taşıyan birisi, bir başkasının yükünü taşımaz. Yükü


ağır olan kimse, bir başkasını yardıma çağırsa,
çağırdığı yakını da olsa ona yardım etmez. Sen, ancak
görmedikleri halde Rabb'ine içtenlikle saygı duyan ve
salatı ikame edenleri (Dini yasaları ayakta tutanları)
uyarırsın. Her kim arınırsa kendisi için arınmış olur.
Dönüş Allah'adır. (Fatır 35/18)

ً‫ﺻ َﻼةَ َوأَنفَقُوا ِم ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم ِسرا َو َع َﻼنِ َية‬


‫َاب ﱠ ِ َوأَقَا ُموا ال ﱠ‬
َ ‫ِإ ﱠن الﱠذِينَ يَتْﻠُونَ ِكت‬
َ ‫ارة ً لﱠن تَب‬
‫ُور‬ َ ‫يَ ْرجُونَ تِ َج‬

" İnnellezine yetlune kitaballahi ve ekamus salate ve


enfeku mimma rezaknahum sirren ve alaniyeten
yercune ticareten len tebur."

"Şüphesiz Allah'ın Kitap'ını okuyanlar, salatı ikame


edenler (Dini yasaları ayakta tutan) ve rızıklandırdığımız
şeylerden gizli ve açık olarak ihtiyaç sahiplerine
verenler, asla kesilmeyecek bir kazanç umabilirler."
(Fatır 35/29)

82
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 15.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on beşinci


yılında karşımıza Âl-i İmran Suresinin 39.ayetinde,
Maide Suresinin 12.ayetinde, Enfal Suresinin 3 ve
35.ayetlerinde, Bakara Suresinin 238.ayetinde ve Cuma
Suresinin 9 ve 10.ayetlerinde çıkar. İlgili ayetlerde
geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

ِ ‫ﺻ ِﻠّي فِي ْال ِمحْ َرا‬


َ ‫ب أَ ﱠن ّ َ يُبَ ِ ّش ُركَ ِبيَحْ َيﻰ ُم‬
‫ﺻ ِ ّدقًا بِ َك ِﻠ َم ٍة‬ َ ُ‫فَنَا َدتْهُ ْال َمﻶئِ َكةُ َوه َُو قَائِ ٌم ي‬
َ‫ﺻا ِل ِحين‬ ‫ورا َو َن ِبيا ِ ّمنَ ال ﱠ‬
ً ‫ﺻ‬ ُ ‫ِّمنَ ّ ِ َو َس ِّيدًا َو َح‬

"Fe nadethul melaiketu ve huve kaimun yusalli fil


mihrabi, ennallahe yubeşşiruke bi yahya musaddikan bi
kelimetin minallahi ve seyyiden ve hasuran ve nebiyyen
mines salihin."

'O, mihrapta dikilmiş salat ederken (ibadet ederken, dua


ederken), melekler: "Allah, seni Yahya ile müjdeliyor, O,
Allah'tan gelen kelimeyi tasdik eden, toplumuna öncülük
yapan, kendisine sahip olan, iyilerden bir nebi olacak."
diye seslendiler.' (Âl-i İmran 3/39)

‫عش ََر نَقِيبًا َوقَا َل ّ ُ إِنِّي َمعَ ُك ْم لَئ ِْن‬ َ ‫َولَقَ ْد أ َ َخذَ ّ ُ مِيثَاقَ َبنِي إِس َْرآئِي َل َوبَعَثْنَا مِ ن ُه ُم اثْنَ ْي‬
‫سﻠِي‬ ُ ‫الزكَاة َ َوآ َمنتُم ِب ُر‬ ‫أَقَ ْمت ُ ُم ال ﱠ‬
‫ﺻﻼَة َ َوآت َ ْيت ُ ُم ﱠ‬
83
Kur'an'daki Salat

‫ت تَجْ ِري‬ ٍ ‫س ِيّئ َا ِت ُك ْم َوﻷ ُ ْدخِ َﻠنﱠ ُك ْم َجنﱠا‬ َ ‫ضت ُ ُم ّ َ قَ ْرضًا َح َسنًا ﱠﻷ ُ َكفّ َِر ﱠن‬
َ ‫عن ُك ْم‬ ْ ‫ع ﱠز ْرت ُ ُمو ُه ْم َوأ َ ْق َر‬
َ ‫َو‬
ُ ‫مِ ن تَحْ تِ َها اﻷ َ ْن َه‬
‫ار فَ َمن َكف ََر َب ْع َد ذَلِكَ مِ ن ُك ْم‬

‫س ِبي ِل‬
‫س َواء ال ﱠ‬ َ ‫فَقَ ْد‬
َ ‫ض ﱠل‬

"Ve lekad ehazallahu misaka beni israil, ve beasna


minhumusney aşera nakiba ve kalellahu inni meakum
lein ekamtumus salate ve ateytumuz zekate ve
amentum bi rusuli ve azzertumuhum ve akradtumullahe
kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiatikum ve le
udhılennekum cennatin tecri min tahtıhel enhar, fe men
kefere ba'de zalike minkum fe kad dalle sevaes sebil."

'Doğrusu Allah İsrailoğulları'ndan kesin söz aldı.


Onlardan on iki temsilci gönderdik. Ve Allah, "Sizinle
beraberim." dedi. Ant olsun eğer salatı ikame eder (Dini
yasaları sürdürmek), zekatı verir, resullerime iman eder ve
onlara yardımcı olur, böylece Allah'a iyi bir ödünç
verirseniz, o zaman elbette kötülüklerinizi örterim,
muhakkak içinden ırmaklar akan Cennetlere koyarım.
Bundan sonra, sizden kim gerçeği yalanlayarak
nankörlük ederse düz yoldan sapmış olur.' (Maide 5/12)

‫الﱠذِينَ يُ ِقي ُمونَ ال ﱠ‬


َ‫ﺻﻼَةَ َو ِم ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم يُن ِفقُون‬

"Ellezine yukimunes salate ve mimma razaknahum


yunfikun."

84
Kur'an'daki Salat

'Onlar ki, salatı ikame eden (Yardımlaşma ve dayanışmayı


canlı ve diri tutan ve gereği gibi yerine getiren.) ve kendilerine
rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edenlerdir.' (Enfal
8/3) Bu ayet bağlamında 'Salatı İkame' edenlerin ve
'İnfak' edenlerin kimler olduğunu anlamak için bir önceki
ayete bakalım.

'Gerçekten Mü'minler (güvenen-güvenilen) ancak o


kimselerdir ki: Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir,
onlara Allah'ın ayetleri okunduğunda bu, imanlarını
artırır ve yalnızca Rabb'lerine tevekkül ederler.' (Enfal
8/2)

َ َ‫ﺻ ِديَةً فَذُوقُواْ ْالعَذ‬


َ‫اب بِ َما ُكنت ُ ْم ت َ ْكفُ ُرون‬ ِ ‫ﺻﻼَت ُ ُه ْم ِعن َد ْالبَ ْي‬
ْ َ‫ت ِإﻻﱠ ُمكَاء َوت‬ َ َ‫َو َما َكان‬

"Ve ma kane salatuhum indel beyti illa mukaen ve


tasdiyeh, fe zukul azabe bima kuntum tekfurun."

'Ve Beyt'in yanındaki salatları (namazları, ibadetleri),


ıslık çalmaktan ve el çırpmaktan (hile, aldatma ve men
etmek) başka bir şey değildir. Öyleyse küfrünüzden
dolayı azabı tadın.' (Enfal 8/35) Bu ayet müşriklerin de
namaz kıldıklarını ama bu namazlarının hile ve men
etmekten ibaret olduğunu anlıyoruz. Ayetin 'Ve'
bağlacıyla başlamasından dolayı bir önceki ayete
bakmamız gerekir.

'Onlar, Mescid-i Haram'a girmeye engel oldukları halde


ve onun velileri olmadıkları halde Allah neden onlara
85
Kur'an'daki Salat

azap etmesin? Oysa oranın evliyası muttakilerdir (takva


sahipleridir). Fakat onların çoğu bilmezler.' (Enfal 8/34)

Onların Beyt’in [Kabe’nin] yanındaki salatları, sadece ıslık


çalmak ve el çırpmaktır. Onlar orada sadece riyakârlık
yaparlar.

Mekke'deki Müşriklerde de namazın rükünleri


biliniyordu. Kıyam, rüku ve sücud bulunuyordu. Nitekim
"Onlara Rüku edin! Denildiğinde rükuya varmazlar."
(Mürselat 48) ayetleri nazil olduğu zaman müşrikler,
Rüku, secde neymiş?" demediler. Çünkü ibadetlerinde
rüku edip secdeye eğiliyorlar, yanaklarını yere
koyuyorlardı. Peygamber'in Kabe'de Necm suresini
okuması sonrası hepsi birden secdeye varmışlardı.
Doğrusu onlar eskiden beri uygulanan gelenek üzere
namazın rükunlerini yakinen biliyorlardı.

َ ‫ﺻﻼَةِ ْال ُو ْس‬


َ‫طﻰ َوقُو ُمواْ ِ ّ ِ قَا ِنتِين‬ ُ ِ‫َحاف‬
‫ظواْ َعﻠَﻰ ال ﱠ‬
ِ ‫ﺻﻠَ َوا‬
‫ت وال ﱠ‬

" Hafizu alas salavati ves salatil vusta ve kumu lillahi


kanitin."

' Salatları (Salat'ın tüm çeşitlerini) ve salatı vustayı koruyucu


olun. Allah için içtenlikli olmaya özen gösterin.' (Bakara
2/238)

Vusta, sözcük olarak "hayırlı, üstün, adaletli, faziletli" gibi


anlamlara gelmektedir. "Salatı Vusta" "Cum'a Salatıdır."

86
Kur'an'daki Salat

Cum'a salatı, diğer salatlara kıyasla daha önemli olduğu için,


daha hayırlı ve daha üstün olarak nitelendirilmiştir. Vustaya
sözcük olarak "orta" anlamı verilse de bu mesafe ve zaman
olarak iki şeyin ortasını ifade etmenin yanı sıra bir şeyin en
önemli, en güzel, en üstün veya en yararlı olan yerini,
bölgesini de ifade etmektedir.

‫ﺻ َﻼةِ ِمن يَ ْو ِم ْال ُج ُمعَ ِة فَا ْسعَ ْوا إِلَﻰ ِذ ْك ِر ﱠ ِ َوذَ ُروا‬
‫يَا أَيﱡ َها الﱠذِينَ آ َمنُوا إِذَا نُودِي ِلﻠ ﱠ‬
َ‫ْالبَ ْي َع ذَ ِل ُك ْم َخي ٌْر لﱠ ُك ْم إِن ُكنت ُ ْم تَ ْعﻠَ ُمون‬

"Ya eyyuhellezine amenu iza nudiye lis salati min


yevmil cumuati fes'av ila zikrillahi ve zerul bey'a,
zalikum hayrun lekum in kuntum ta'lemun."

'Ey iman edenler (güvenen-güvenilen)! Cuma günü (Yevmü'l


Cum'a: Toplantı günü) salat için seslenildiği zaman,
alışverişi bırakıp, hemen Allah'ın zikrine (hatırlama,
öğüdüne) koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin için daha
hayırlıdır. (Cuma 62/9)

Yevmü'l Cum'a Salatı (Toplanma günü Salatı)


kavramına geçmeden, koşmamız istenen Allah'ın
zikrinin ne olduğunu bir daha hatırlayalım.

Zikrullah / Allah’ın anılması, halk arasında


uygulandığı şekliyle elde tespih, dil ile “Allah, Allah …”
demek değildir. Zikrullah / Allah’ın anılması, Allah'ın, biz
kullarına Kur'an'da bildirmiş olduğu ilkelerine
(yasalarına) bağlı kalmamız, Allah’ın biz kulları
87
Kur'an'daki Salat

üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri


düşünmemiz, O’na karşı sorumluluklarımızı yerine
getirip getirmediğimizi kontrol etmemiz, verdiği görevleri
eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip
nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde
olmaktır.

Zikir, Kuran-ı Kerim’dir. O, zikrin en büyüğüdür:


“Biz kuşkusuz zikri indirdik" (15:9) burada zikir Kuran-ı
Kerim demektir.

Bu ayetlerde Mü'minlere, varlıklarını sürdürmenin


yolu gösterilmektedir: Mü’minler, kendilerine bir toplantı
günü belirlemeli; “toplantı günü” salat için seslenildiği
zaman da hemen Allah’ın anılmasına koşmalı, alış-
verişi bırakmalıdırlar. Bu, mü’minler için en yararlı
şeydir.

Burada alış-veriş ile, “tüm işler” kastedilmiştir.


Alış-verişin zikredilmesi, insanların alış-verişi en önemli
iş saymalarındandır.

Salat, İslam'ın olmazsa olmazıdır. İlk


peygamberden son Peygamber’e kadar bütün
peygamberler salatı tebliğ etmiştir. O nedenle salatın
asla ihmal edilmemesi gerekir:

Allah’ın, yükseltilmesine, içerisinde kendi isminin anılmasına


izin verdiği evlerde, devamlı olarak kendisini arındıran öyle
er kişiler vardır ki, ticaret ve alış-veriş onları, Allah’ı
anmaktan, salatı ikame etmekten ve zekâtı vermekten
88
Kur'an'daki Salat

alıkoymaz. Onlar, Allah, kendilerine işledikleri amellerin en


güzeli ile karşılık versin ve kendilerine armağanlarından
artırsın diye kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden
korkarlar. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızıklandırır. (Nur
36-38)

Ey iman etmiş kimseler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı


anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa, artık işte
onlar, zarara, kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir.
(Münafikun 9)

EN HAYIRLI SALAT (ES-SALATU’L-VUSTÂ):

CUM‘A

Salatları ve salatı vustayı koruyucu olun. Allah için


içtenlikli olmaya özen gösterin. Eğer korkarsanız yaya
veya binek üzerinde bulunduğunuzda da güvenlikte
olduğunuz zamanda daha önce bilmediğiniz şeyleri size
öğrettiği şekilde Allah'ı anın. (Bakara 238-239)

"Salavat" "Salatın" çoğuludur. Arapça dil yapısına göre


çokluk üç ve üçten fazla sayıyı ifade etmektedir.

"es-salatu'l-vusta" yani en hayırlı, en yararlı Salat dediği


bu Salat, haftada bir kez tekrarlanan, sosyal ve siyasal
dayanışmayı gerçekleştirmek için toplumu bir araya
getiren bir Salattır.

89
Kur'an'daki Salat

Bu ayette geçen ‫ﺻﻠوة الوسطﻰ‬ ّ ‫( ال‬es-salâtu’l-vusta) ifadesi,


Müslümanlar arasında çok tartışılmasına rağmen
bugüne kadar net bir şekilde açıklığa
kavuşturulamamıştır. Bu ifadenin, “orta namaz” olarak
anlaşılmasında bir mutabakat olmasına karşılık, “orta
namaz” ile hangi namazın kastedildiği hususunda ‫ﺻﻠوة‬ ّ ‫ال‬
‫(الوسطﻰ‬es-salatu’l-vusta), kimine göre “sabah namazı”,
kimine göre “öğle namazı”, kimine göre de “ikindi
namazı”dır. Sonuç olarak, es-salatu’l-vusta hususunda,
ne salat’ı “namaz” olarak değerlendiren klasik anlayışla,
ne de sorgulayıcı zihniyetin mantıki yaklaşımlarıyla,
herkesin kabul edebileceği bir sonuca ve gerçeğe
ulaşılamamıştır.

Biz de, derin bir araştırma yapmadığımız bu konuda,


mevcut görüşlerden en sağlamını doğru olarak kabul
etmek durumunda kalmıştık. Ancak, Kur’ân ve dil
yönünden yaptığımız çalışmalar, meseleyi daha iyi
anlamamıza sebep oldu ve ulaştığımız sonucu burada
paylaşıyoruz.

Şunu hemen belirtelim ki biz, Peygamberimizin ve ilk


Müslümanların salatu’l-vusta’nın ne olduğunu gayet iyi
bildikleri kanaatindeyiz. Çünkü salatu’l-vusta hakkında
Peygamberimiz ve sahabe döneminde ne
Peygamberimize bir soru yöneltilmiş, ne de bir tartışma
meydana gelmiştir.

90
Kur'an'daki Salat

Konunun tahliline başlarken, öncelikle


âyetlerdeki ifadelerle ilgili olarak iki hususun göz önüne
alınması gerekir:

‫ﺻﻠوة الوسطﻰ‬ ّ ‫( ال‬es-salâtu’l-vusta), belirli bir sıfat


tamlamasıdır. Bir başka ifade ile sıfat ve mevsuf, lam-ı
tarifli olup nekre (belirsiz) değildir. Yani, belirli bir ifade
olan salatu’l-vusta, özel isim konumunda olup herkesin
bildiği bir salattır.

Ayetteki, Salatları ve salatu’l-vusta’yı koruyun


ifadesinde, iki mef‘ul [tümleç; belirtili nesne]
bulunduğundan, salatu’l-vusta’nın, bildiğimiz salatlardan
başka bir salat olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden,
salatu’l-vusta’yı, günlük salatlardan biri olarak kabul
etmek bir hatadır.

SALATU’L-VUSTA NEDİR?

Bir konuyu doğru anlamak için gerekli olan ilk şartın,


söz konusu konu ve ibarenin orijinal dilini iyi bilmek
olduğunda kuşku yoktur. Dolayısıyla meseleyi çözmek
için yapılacak ilk iş‫; الوسطﻰ‬el-vusta sözcüğünün Arap
dilindeki doğru anlamını bulmaktır. Ancak, sözcüğün
doğru anlamını bulmak da meseleyi çözmek için
91
Kur'an'daki Salat

yetmemekte, ayrıca sözcüğün Kur’ân’da da bu anlamda


kullanıldığını, yine Kur’ân ile teyit etmek gerekmektedir.

Öyleyse tahlile‫ الوسطﻰ‬,el-vusta sözcüğünün türediği ‫وسط‬


(v-s-t )sözcüğünden başlamak gerekir. Arap dilinin
tartışmasız en muteber iki kaynağı olan Lisânu’l-Arab
ve Tâcu’l-Arûs bu konuda aşağıdaki açıklamaları
vermiştir:

Bu sözcük, “bir şeyin iki ucu arasındaki kendine ait


kısmı” anlamına gelir. (Biz bunu, bir şeyin kendi ortası
olarak anlayabiliriz.) “İpi ortasından kavradım”, “Oku
ortasından kırdım” şeklinde kullanılır.

Arap örfünde bir şeyin ortası, o şeyin en hayırlı, en


yararlı bölümü demektir. At veya devesine binecek
bedevi için at veya devesinin en hayırlı yeri, at ve
devenin boyun ve kıçı olmayıp belinin ortasıdır. Yine,
devesi için kuracağı ağıl için en hayırlı yer, otlağın
ortasıdır. Gerdanlığın, inci veya elmas takılacak en
hayırlı (güzel ve uygun) yeri gerdanlığın ortasıdır.
Ayrıca her güzel ve yararlı davranış, kendi cinsinden
olan davranışların ortada olanıdır. Mesela, cömertlik;
cimrilik ve savurganlığın ortasında bir davranıştır.
Cesaret, korkaklık ve saldırganlık arasında bir
davranıştır.

İşte bu nedenle ‫ وسط‬vst sözcüğü; “hayırlı, yararlı, üstün”


anlamına genelleşmiştir. Araplar, O, kavminin
evsatındadır dediklerinde, “O, kavminin hayırlı, yararlı,
92
Kur'an'daki Salat

şerefli olanıdır” demek isterler. Veya, Şu vesit kişiye bir


bakın dediklerinde, “Şu hayırlı, şerefli kişiye bir bakın”
demek isterler.

Ve böylece, sizi vasat bir toplum kıldık ki insanlara karşı


gerçeğin tanıkları olasınız; elçi de sizin üzerinizde tanık
olsun. (Bakara/143) ifadesi, “ve işte böyle sizi hayırlı,
yararlı ve şerefli bir ümmet kıldık” demektir.

Bakara/238′de yer alan, es-salatu’l-vusta ile ilgili 40


civarında rivayet olup bunlar 19 farklı görüşü
içermektedir. Bunlardan en kuvvetli görüş, salat-ı
vusta’nın “ikindi salatı”, “sabah salatı” ve “Cum‘a salatı”
olduğu görüşleridir.

Ebû’l-Hasen, “es-Salatu’l-vusta, ‘Cum‘a salatı’dır.


Salatların en hayırlısı Cum‘a salatıdır. Kim buna
muhalefet ederse hata eder” demiştir.

Ayrıca İbn Side, el-Muhkem kitabında yer aldığına göre,


“Kim salat-ı vusta Cum‘a’dan başka bir şey derse hata
eder” demiştir.

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre “orta” demek olan


vasat sözcüğü, Araplar arasında; “hayırlı, yararlı”
anlamında kullanılmaktadır. O halde ‫ وسط‬,v-s-t
sözcüğünün ism-i tafdili ve müennes [dişil] kalıbı olan
‫الوسطﻰ‬el-vusta ile müzekker [eril] kalıbı olan evsat
sözcükleri de, “en hayırlı, en yararlı” anlamına
93
Kur'an'daki Salat

gelmektedir; aynı, ekber ve kübrâ; hasen ve hüsnâ


sözcüklerinde olduğu gibi.

‫ الوسطﻰ‬el-vusta sözcüğünün türevleri, Kur’an’da 5 yerde


geçmektedir: Bakara 143-238, Maide 89, Kalem 28 ve
Adiyat 5.

Vusta sözcüğünün, “en değerli, en yararlı” demek


olduğu, Kur’an ayetleri ile de tesbit ve tescil edildiğine
göre, artık Bakara/238′de geçen ‫ الوسطﻰ‬el-vusta ile ‫الﺻﻠوة‬
es-salat sözcüğünün birleşmesinden meydana gelen
‫ﺻﻠوة الوسطﻰ‬
ّ ‫ال‬es-salatu’l-vusta tamlamasını, “en yararlı,
en hayırlı salat” olarak anlamak gerekir.

KUR’AN, “EN YARARLI,EN HAYIRLI SALAT”I


BİLDİRMİŞTİR.

Kur’an’da belirgin olarak zikredilmiş bir ifade


anlaşılamayacak olsaydı, bu, Kur’an için bir nâkısa
(eksiklik) –ki mübin ve mufassal olan Kur’ân bundan
münezzehtir– mü’minler için de bir eksiklik teşkil ederdi.
Kanaatimize göre Peygamberimiz ve sahabe tarafından
anlaşılan bu ifade, zaman içinde rivayetlerle oluşan
kaosta anlaşılamaz hâle gelmiştir. Kur’an’dan
anlaşıldığına göre, salatu’l-vusta [en hayırlı salat,
94
Kur'an'daki Salat

toplantı günü salatı], Salatları ve en hayırlı salatı


muhafaza edin. (Bakara/238) emriyle farz kılınmıştır.
Daha sonra da Cum‘a sûresi’nde buna gönderme
yapılmıştır:

'Ey iman edenler (güvenen-güvenilen)! Cuma günü


(Yevmü'l Cum'a: Toplantı günü) salat için seslenildiği
zaman, alışverişi bırakıp, hemen Allah'ın zikrine
(hatırlama, öğüdüne) koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin
için daha hayırlıdır. (Cum'a 62/9)

Bu ayetle, Bakara/238′de ‫ﺻﻠوة الوسطﻰ‬ ّ ‫ ال‬es-salatu’l/vusta


olarak zikredilen salat’ın, “Cum‘a salatı/toplantı günü
yapılan salat” olduğu belirginleşmiştir.

İşte, es-salatu’l-vusta ifadesinin Kur’an’a göre anlamı


budur.

CUM‘A (GÜNDEM TOPLANTISI,KONGRE,


KONFERANS, MİTİNG)

Cum‘a sözcüğü, “toplanma” anlamındaki ‫ ج م ع‬c-m-‘a


kökünden gelir. Dilbilimcilerden A‘meş ‫ الج ْمعة‬cum‘a,
Âsım ve Hicazlı dil bilimciler ‫ ال ُج ُمعة‬cumu‘a diye okurlar.
Cum‘a diye okumak Ukayloğulları lehçesine göredir.

95
Kur'an'daki Salat

‫ يوم الجمعة‬YEVMU’L-CUM‘A

Yevm (gün) ve cem‘ (toplanma) sözcüklerinden oluşan


yevmu’l-cum‘a tamlaması, “toplanma günü, toplantı
günü” demektir. Arapların haftanın günlerinden “el-
Arube” dedikleri gün, sonradan ‫ يوم الجمعة‬yevmu’l-
cumu‘a/toplantı günü olarak değiştirilmiştir.

“Arube” adını, “Cumu‘a”ya dönüştüren kişinin kimliği


hakkında bir netlik yoktur. Bazıları bunu, Dâru’n-
Nedve’de toplantı için Kureyş’in, bazıları da
Rasulullah’ın atalarından Ka‘b b. Lüey’in değiştirdiğini
ileri sürmüşlerdir. Doğruya en yakın olanı ise bunun
Medine’de Müslümanlar tarafından değiştirildiğidir.

Klasik kaynaklarda olay şöyle yer alır:

İbn Şirin şöyle dedi:

—Medineliler Peygamber Medine’ye gelmeden ve


cum‘a (farzı) inmeden önce cum‘a için toplandılar.
Bugüne cum‘a adını verenler de onlardır. Şöyle ki:
Onlar dediler ki: “Yahudilerin yedi günde bir biraraya
gelip toplandıkları bir günleri vardır: Cum‘artesi günü;
Hristiyanların da böyle bir günleri vardır: Pazar günü.
Gelin biz de kendimiz için bir araya gelip
toplanacağımız, Allah’ı anıp namaz kılacağımız ve
96
Kur'an'daki Salat

birtakım hatırlatmalarda bulunacağımız bir gün


kararlaştıralım”, ya da buna benzer sözler söylediler.
Yine dediler ki: “Cum‘artesi Yahudilerin, Pazar
Hristiyanların günüdür; siz de bu günü Arube günü
olarak tesbit edin. Bunun üzerine (Ebû Umâme künyeli)
Es‘ad b. Zurâre’nin etrafında toplandılar. O da o gün
onlara 2 rekât namaz kıldırdı, onlara öğüt verdi.
Biraraya gelip toplandıkları vakit, bu güne “cum‘a” adını
verdiler. Es‘ad onlara bir koyun kesti, sayıca az
oldukları için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslâm
târihindeki ilk cum‘a budur.

Derim ki: İleride de geleceği üzere rivâyet edildiğine


göre, o vakit 12 kişi idiler. Yine bu rivâyette belirtildiğine
göre onları bir araya toplayıp onlara namaz kıldıran kişi
Es‘ad b. Zurâre’dir. Abdu’r-Rahmân b. Ka‘b b. Mâlik’in
babası Ka‘b’dan rivâyet ettiği hadiste de –geleceği
üzere– böyledir.

el-Beyhakî de şöyle demektedir:

—Bize Mûsâ b. Ukbe’den, o İbn Şibâb ez-Zührî’den


rivâyet ettiğine göre Mus‘ab b. Umeyr Rasûlullah
Medîne’ye gelmeden önce Medîne’de Müslümanları
Cum‘a namazı için toplayan ilk kişidir.

el-Beyhakî dedi ki:

97
Kur'an'daki Salat

—Mus‘ab’ın Cum‘a namazı için Müslümanları Es‘ad b.


Zurâre’nin yardımıyla toplamış olması ve bundan dolayı
Ka‘b’ın bu işi ona [Mus‘ab’a] izafe etmiş olması da
mümkündür.

Hicretten önce Medine’deki Müslümanlara İslâm’ı


öğretmek için gönderilmiş olan Mus‘ab ibn Umeyr’e
mektup yazarak, “Yahudilerin açıktan Zebur okudukları
güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da
zeval vaktinden sonra Allah’a 2 rekât (namaz) ile
takarrub edin.” Bu emir üzerine Mus‘ab, Medine’de ilk
Cum‘a kıldıran kişi olmuştur. Bu görevi Peygamber
Medine’ye gelinceye kadar sürdürmüştür.” Mus‘ab’ın
Cum‘a namazı kıldırdığı ilk cemaatin sayısı, 12 idi.

Peygamberimiz henüz hicret etmeden Yesribli


(Medîne’nin o zamanki adı) Müslümanlar Es‘ad ibn
Zurâre ile birlikte toplanıp, istişârede bulunurlardı.
“Yahûdiler ve Hristiyanlar haftada bir gün toplanıyorlar,
biz de haftada bir toplanalım” diye karar alıp
toplanmaya başladılar. Ve toplantı gününün haftanın
altıncı günü (bize göre beşinci gün) olmasına karar
verdiler. Çünkü o gün Yesrib’de pazar kuruluyor;
çevreden, yakın mesafelerden halk pazara geliyordu.
Böylece toplantıya katılım daha çok olacaktı. İşte
böylece “yevmu’l-arube”, “yevmu’l-cumu‘a/toplantı
günü” oldu. Sonradan eski adı değil, yeni adı söylenir
oldu.

98
Kur'an'daki Salat

Tarihî belgelere göre Rasulullah, ilk Cum‘a’yı, Ranuna


denilen yerde Sâlim ibn Avf mescidi’nde icra etmiştir.
Rasulullah, Medine’ye hicret ettiğinde ilk olarak Kuba’da
Amr ibn Avfoğulları’na misafir oldu. Orada pazartesi,
salı, çarşamba ve perşembe günleri kalıp, Kuba
mescidi’nin temelini attı; sonra Cum‘a günü Medine’ye
gitmek için yola çıktı. Benû Sâlim yurduna gelince orada
hutbe okuyup ilk defa Cum‘a günü salatı icra etti. Bu,
Rasulullah’ın ilk Cum‘a salatı uygulamasıdır.

‫ يوم الجمعة‬yevmu’l-Cum‘a terkibini, “Cum‘a günü”


şeklinde çevirmek, Arapça iki kelimenin birini
Türkçeleştirip diğerini Arapça olarak bırakmaktır, ki bu,
hem yanlıştır, hem de anlamın kapalı kalmasına sebep
olur. Bu da, beraberinde birçok yanlış inanç ve ameli
getirir. O nedenle yevmu’l-Cum‘a terkibine, “toplantı
günü” anlamının verilmesi gerekir.

Toplantı günü’nün hangi gün, hangi saat olacağı ve bu


toplantıda salatın nasıl icra edileceği, katılma koşulları
vs. gibi detay Kur’an’da verilmemiştir. Kur’an’da
öncelikle toplantı günü uygulanacak salat’ın, salatların
en hayırlısı olduğu ve bu salatın kesinlikle korunması
gerektiği bildirilmiştir:

99
Kur'an'daki Salat

Salatları ve salatı vustayı koruyucu olun. Allah için


içtenlikli olmaya özen gösterin. Eğer korkarsanız yaya
veya binek üzerinde bulunduğunuzda da güvenlikte
olduğunuz zaman da daha önce bilmediğiniz şeyleri
size öğrettiği şekilde Allah'ı anın. (Bakara 238-239)

Cum‘ayı farz kılan ayet, işte budur, Cum‘a/9 ayeti


değildir. Sonra da toplantı günü, salat için çağrılınca,
“Allah’ın anılmasına hemen koşulması” istenmiştir:

'Ey iman edenler (güvenen-güvenilen)! Cuma günü


(Yevmü'l Cum'a: Toplantı günü) salat için seslenildiği
zaman, alışverişi bırakıp, hemen Allah'ın zikrine
(hatırlama, öğüdüne) koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin
için daha hayırlıdır. (Cum'a 62/9)

Demek oluyor ki, toplantı günü, uygulanacak olan


salatta, “Allah’ın anılması” sağlanacaktır. Toplantı günü
yapılan salât için fıkıhçılar, “vücûbunun şartları” ve
“edasının şartları” adı altında birtakım koşullar
belirlemişlerdir, ki bunların detayı, fıkıh kitaplarında
bulunmaktadır.

Bu koşulların ileri sürülmesinin nedeni, Cum‘a’nın


[toplantının; kongrenin, konferans veya mitingin] en
sağlıklı, en verimli şekilde gerçekleşmesini
sağlayabilmektir.

100
Kur'an'daki Salat

Fıkıh kitaplarında Cum‘a’nın vücûbunun şartları [zorunlu


görev olmasının koşulları] şöyle sıralanır:

•Erkek olmak,

•Hür olmak,

•Şehirde oturmak,

•Sıhhatli olmak,

•Güvende olmak.

Ayrıca bu şartlar için de birtakım akli nedenler,


Rasulullah, sahabe ve ilk dönem İslam tarihinden
birtakım uygulamalar delil gösterilir.

Biz bu maddeler üzerinde kısaca açıklamalarda


bulunacağız:

HÜRRİYET/ÖZGÜRLÜK

Bu şart, yerindedir. Zira salâtın icra edileceği musallalar


ve mescitler [toplantı yerleri], Allah'ın evidir. Orada kral-
köle ayırımı yoktur; herkes özgür ve eşit statüde olup
özgürce fikrini beyân eder, kimsenin düşüncesi
kısıtlanamaz ve fikrinden dolayı kimse takibata
uğratılmaz. Özgür olmayan, bağlı bulunduğu efendinin;
kişi ya da kurumun görüşüne karşıt bir görüş ileri
101
Kur'an'daki Salat

sürdüğünde bundan dolayı zarar görür. O nedenle,


özgür olmayan ya efendisinin fikri paralelinde fikir beyân
eder, ya da çekimser kalır. Bu yüzden hukuken,
siyaseten ve fikren özgür olmayıp güdümlü olanların
böyle ciddi toplantılarda yer almalarına gerek yoktur.

ŞEHİRDE İKÂMET

Toplantı, beldenin yerli nüfusu için, kadın-erkek ayırımı


olmadan zorunlu bir görevdir. Misafir ve yolcular için ise
zorunlu bir görev değildir. Çünkü dışarıdan geçici olarak
gelenler o beldenin sorunlarını bilmezler, toplantıya
katılanları tanımazlar. Onun için toplantıya katılmasalar
da olur. Katılmaları durumunda ise, dinleyici sıfatıyla
bulunup bilgilenirler.

Sağlıklı ve güven içinde olma; kör, topal ve hasta


olmama şartlarını açıklamaya gerek yoktur. Bunlar, her
işte önemsenen hususlardır. Bizim üzerinde
duracağımız husus, “erkek olma” şartıdır.

Klâsik eserlerde bu konu ile ilgili şunlar yazılıdır:

•Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere Cum‘a namazı


farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar
bundan müstesnâdır.

102
Kur'an'daki Salat

•Cum‘a namazı kadınlara farz değildir. Ancak namazı


cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını
kılmaları gerekmez.

Allah, tüm emir ve yasaklarını milliyet, ırk ve cinsiyet


ayırımı yapmadan genel ve mutlak olarak bildirmiştir.
İslam, fıtrat dini olup evrenseldir; her ırkı, her toplumu,
her cinsi ve her ülkeyi kapsar. Kulluk ve görev
yönünden kadını erkekten ayırmamıştır. Kadını asla
ikinci sınıf insan, aklı ve dini noksan Müslüman
saymamıştır. (Bu tarz kabuller, kendini bilmezler
tarafından İslam’a mâl edilmiş, gafiller tarafından da
kabul görmüştür. Bu tip inanç ve kabuller büyük bir
gaflettir.) Kur’an’da kadının, toplantı günü uygulanan
salata katılmasının farz olmadığını bildiren bir ayet
yoktur.

Sünen ve İslâm Târihi kitaplarında, Rasûlullah’ın,


kadınların mescitlere gitmelerini ve eşlerinin bu duruma
engel olmamalarını istediği, Emeviler dönemine kadar
da kadınların Cum‘a/Toplantı’lara iştirak ettiği görülür.
Ama, siyasi otorite sağlayabilmek için yazdırılmış bazı
kitaplarda hadis olarak nakledilen bir rivâyet, bu
hususta malzeme olarak kullanılmıştır: Bu hadiste güya
Peygamberimiz şöyle buyurmuş:

103
Kur'an'daki Salat

Cum‘a salâtı, cemaat içinde bulunan her Müslüman


üzerine Allah Teâlâ’nın bir hakkı olup farzdır. Ancak
köleler, kadınlar, çocuklar ve hastalar bundan
müstesnâdır.

Hadis bilginleri, bu hadisin râvîsi olan Târık b. Şihâb’ın


Rasûlullah’ı gördüğü, ama o’ndan bir şey işitmediğini
ifade ederler.

İşin aslı şu: O günkü siyasî otorite haksız iktidarlarını


sürdürebilmek için, toplumdaki direnci kırmayı düşünür;
toplumun yarısını oluşturan kadınları, fitneye sebep
olabilecekleri bahaneleriyle Cum‘a’dan/toplantı’dan
uzaklaştırıp evlerine kapatırlar. O gün bu gün böyle
devam edip gidiyor.

Yine fıkıh kitapları birtakım târihî olayları delil kabul


ederek, toplantı günü salâtının edasının şartları olarak
şunları belirlemişlerdir:

•Veliyyu’l-emr,

•İzn-i âmm,

•Vakit,

•Cemaat,

•Hutbe.

104
Kur'an'daki Salat

Bunları kısaca açalım:

1- Veliyyu’l-emr: Resmi otoritenin başı, devlet


başkanı ya da nâibi.

2- İzn-i âmm: Toplantının yapılacağı yerin herkese


açık olması ve mülki amirin izin verdiği yerde (miting
izni gibi) uygulanması.

Bu ikisi, bugünkü siyasi yapı gereği uygulama imkânı


bulunmayan şartlardır. Esasen böyle şartlar İslam’da
zaten yoktur. Müslümanlar nerede olsa toplanır, (ilk
Müslümanlar koyun ağılında toplanmışlardı)
Cum‘a/toplantı başkanını [kongre divan başkanını]
aralarından seçer; “Allah’ın anılması” işini icra eder,
ardından da Allah’ın nimetlerini aramak üzere
yeryüzüne dağılırlar. İslam, Allah’ın koyduğu sınırlarda
yaşanır; onun-bunun himmeti ve izni oranında değil. Bu
iki şartı, resmi otorite ve mülki idareye bağlayanlar, laik
sistemde işin içinden çıkamamışlardır. İnançları gereği,
“Bu şartlarda Cum‘a salâtı ikâme edilmez/Cum‘a
namazı kılınmaz” diyemedikleri gibi, kıldıkları Cum‘a’nın
kabul olmama endişesini de içlerinden atamamışlardır.
Onun için iki rekât namaz ve hutbeden ibaret olan
Cum‘a/toplantı namazını, 16 rekâta çıkarmışlardır. 16
105
Kur'an'daki Salat

rekâta nasıl niyet edileceği sorusuna ise bir türlü ikna


edici bir cevap bulamamışlardır.

Bu şartlar, Müslümanları kontrol altında tutmaya çalışan


sonraki siyasilerce İslâm’a sokulmuştur. Böylece arı-
duru olan İslâm; Arap, Acem, Selçuklu, Osmanlı
Müslümanlığı olarak dejenere edilmiştir. Her Müslüman
bu toplantının doğal üyesidir. Hiçbir Müslüman’a
katılımda kısıtlama konamaz. Herhangi bir nedenle
katılımı kısıtlanmış kişiye, katılmadığı için sorumluluk
yoktur.

3- Vakit: Bugünkü uygulamada haftanın beşinci


günü Yevmu’l-Cum‘a’dır [Toplantı Günü’dür).

Cum‘a gününü Allah tesbit etmemiştir. İlk Cum‘a’yı


uygulayan Medineli Müslümanlar, içerisinde
bulundukları sosyal ve ekonomik şartları dikkate alarak
haftanın 6. gününü (bize göre 5. günüdür; zira Araplar
haftayı Pazar’dan başlatırlar) Yevmu’l-Cum‘a/Toplantı
Günü olarak kararlaştırmışlar; o günden bu güne aynı
uygulama devam edip gelmektedir. Herhangi bir
bölgedeki Müslümanlar, içinde bulundukları şartlar
gereği Yevmu’l-Cum‘a’yı/Toplantı Günü’nü haftanın
başka bir gününde veya günün değişik saatlerinde

106
Kur'an'daki Salat

uygulamayı uygun görürlerse, buna da saygı duymak


gerekir.

Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

'Ey iman edenler (güvenen-güvenilen)! Cuma günü


(Yevmü'l Cum'a: Toplantı günü) salat için seslenildiği
zaman, alışverişi bırakıp, hemen Allah'ın zikrine
(hatırlama, öğüdüne) koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin
için daha hayırlıdır. (Cum'a 62/9)

Bu ayette günün tümüne işaret edildiğine göre, günün


herhangi bir vaktinde Cum‘a/Toplantı yapılabilir. Bunu
da yine bölge Müslümanları, sosyal ve ekonomik
koşullarına göre ayarlayabilirler. Bugüne kadarki gün ve
saat uygulamaları bir teâmüldür. Allah tarafından tesbit
edilip zorunlu tutulmamıştır.

Fıkıh kitapları bu vakti, Cum‘a/Toplantı günü’nün öğle


vakti olarak belirleseler de, Rasûlullah’ın öğleden evvel,
öğlen sonrası uyguladığı sahih hadislerde
bildirilmektedir. Ayrıca, ayette “yevmu’l-Cum‘a/toplantı
günü” ifadesi yer aldığına göre, günün herhangi bir
saatinin olabileceğine ilâhî bir ruhsat var demektir.

107
Kur'an'daki Salat

4- Cemaat: Bu şart; âlimler arasında tartışılmış;


ellerindeki rivâyetlere göre kimi 3 kişi, kimi 7 kişi, kimi
40 kişi olması gerektiğini söylemiştir. Bunlardan,
Cum‘a’nın 3 kişiyle de, 7 kişiyle de, 40 kişiyle de
uygulandığını anlıyoruz. Ama işin özü, Arapça’daki
çoğul ifade eden sayıdır, ki o da 3′tür. Âyette, çoğul
olarak Allah’ın zikrine koşun buyurulduğuna, çoğulun en
azı da 3 olduğuna göre, toplantı için 3 Müslümanın
bulunması yeterlidir; bunların kadın ya da erkek olması,
veya kadın-erkek karışık olması durumu değiştirmez.

Burada Müslümanların, yukarıda açıkladığımız salâta


katılış şartlarını dikkate almaları; cünüp ve sarhoş
olmamaları, ayrıca su (su bulamayanların ise temiz
toprak) ile temizlenmeleri, kirli, pis kokulu olarak
toplantıya gelmemeleri, zinetlerini takınarak gelmeleri
gerekir.

Tarih ve Sünen kitaplarından öğrendiğimize göre Cum‘a


için Rasûlullah boy abdesti alıyor, beyaz ve temiz
elbisesini giyiyor, güzel kokular sürünüyor ve bunları
herkese de tavsiye ediyordu.

5- Yerleşim birimi: Her yerleşim biriminde tek bir


yerde Cum‘a/Toplantı icra edilir. Bu günkü gibi her 100
metrede bir Cum‘a/Toplantı yapmak yanlıştır. Bir

108
Kur'an'daki Salat

beldenin her câmisinde ayrı ayrı Cum‘a/Toplantı


yapmak, Cum‘a’nın/Toplantı’nın amacına aykırıdır.
Böyle uygulamalardan maksat hâsıl olmaz. Onun içindir
ki, “Bir beldede birden fazla Cum‘a/Toplantı icra
edilecek olursa, ilk Cum‘a’ya başlayan cemaatin
Cum‘a’sı olur; diğerlerininki olmaz” denilmiştir. İmam
A‘zam Ebû Hanîfe, bir beldede değişik yerlerde birden
fazla cemaat olunup Cum‘a icra edilmez dediği hâlde,
Hanefî mezhebi’nden olduklarını iddia edenlerin, diğer
mezhep mensuplarından daha fazla bu hatayı
yapmaları dikkat çekicidir.

6- Hutbe: Hutbe, Cum‘a/9′da geçen,


“zikrullah/Allah‘ın anılması”dır.

Bu şart, mezhepler ve mezhep içi imamlar


arasında değişik şekillerde yorumlanmıştır. Bunların en
güzeli, İmam A‘zam Ebû Hanîfe’ye aittir. O, “Hutbe
zikrullahtır/Allah’ı anmaktır” demiştir ki, ayetin açık
beyânı da bunu doğrulamaktadır. Ama Ebû Hanîfe’nin
bu sözünü, “İmam minbere çıkıp ‘Allah’ derse hutbe
tamam olur” diye anlamışlardır.

Hutbe belirli bir gündemle icra edilir. Hutbeyi okuyan, bir


nevi kongredeki divan başkanı görevini yürütür.
109
Kur'an'daki Salat

Herkesin söz hakkı vardır; hem de sansürsüz. Orada


görüşülen her konu Zikrullâh’a yönelik ve “Haksızlık
karşısında susan, dilsiz şeytândır” anlayışı
çerçevesinde olduğundan, hiçbir Müslüman görüş ve
eleştirisinden ötürü takibata alınamaz, ayıplanamaz.
Tam bir dokunulmazlık hakkına sahiptir.

“Mescitte dünya kelâmı konuşulmaz”, “Hutbe esnasında


konuşulmaz” vb. sözler, ilmihallerde yer alsa da, bunlar,
eleştiriye tahammülü olmayan güçler tarafından
piyasaya sürdürülmüş şeylerdir. Böylece, toplantı
mahallinde konuşmak yasaklanmış, katılımcıların diline
kilit vurulmuştur. Buhârî’de yer aldığına göre,
katılımcılardan birinin arkadaşına “sus” demesi bile suç
sayılmıştır.

İslâm’ın aslı ile alâkası olmayan bu gibi şeyler; aktif,


cevval ve uyanık olmaları lazım gelen Müslümanları
koyun sürüsü hâline getirmek için birileri tarafından icat
edilmiş, bunda da muvaffak olmuşlardır: Mescitlerde
bugün bilinçli cemaat yoktur; imamın söyledikleri yalan-
yanlış da olsa ses çıkarılmaz. Halife Ömer, hutbe
okurken, “Susun ve beni dinleyin” dediğinde,
“Üzerindeki elbiseyi nerden bulduğunu, nasıl ona sahip
olduğunu bize açıklayıp bizi ikna etmeden sana itaat
etmeyiz” diyen erkek cemaat da, “Allah’ın sınır
koymadığı mehirde sen nasıl kısıtlamaya gidebilirsin ?”
diye itiraz eden kadın cemaat de târih oldu. (Ömer bir
hutbesinde “Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin.
Eğer onlara çok mehir vermek dünyada hayır ve Allah katında
110
Kur'an'daki Salat

takva göstergesi olsaydı, bunu sizin en üstününüz olan Hz.


Peygamber yapardı. O ise ne kadınlarına ve ne de kızlarına on iki
ukiyyeden fazla mehir takdir etmedi.” dedi. O sırada bir kadın
kalkıp şunları söyledi: “Ey Ömer, Allah bize veriyor, sen ise bize
haram mı kılıyorsun? Yüce Allah kitabında şöyle buyurmuyor mu:
‘O kadınlardan birine kantar kantar mehir vermiş de olsanız,
(boşama durumunda) ondan hiçbir şey almayın. (Nisa, 20)”
Kadının bu sözleri üzerine Ömer, “Kadın doğru söyledi, Ömer
yanıldı. Ey Ömer, tüm insanlar senden daha anlayışlı!” dedi.)

Yukarıda, toplantının amacının, zikrullah olduğunu ifade


etmiştik. Kısacası zikrullah/Allah’ın anılması, bir tesbih
alıp dil ile “Allah, Allah, Allah…” demek değil, “Allah’ın
üzerimizdeki hakklarını, bize sunduğu nimetleri
düşünmek, kul olarak O’na karşı sorumluluklarımızı
yerine getirip getirmediğimizin muhâsebesini yapmak ve
verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine
karşı şükredip nankörlük etmemek; daima bu bilinç
içerisinde olmak”tır.

Böyle bir uygulama ile hiç şüphesiz Müslümanların bir


nevi haftalık bakımları yapılıyor; inanç ve amelleri revize
ediliyor; gelecek hafta için işleri programlanıyor;
aralarındaki ihtilaflar, yaşamlarındaki aksaklıklar,
yapılması lazım gelen işler, dertler, tasalar, eleştiriler,
orada hiç kimseye alet olmadan her Müslümanın
katılımı ile özgürce ve tam bir dokunulmazlıkla istişâre
edilip karara bağlanıyor. Ayrıca bu toplantı vesilesi ile
Müslümanlar tanışıp konuşuyorlar, dostluk tazeliyor;
111
Kur'an'daki Salat

bilgileri, bilinçleri artıyor; kenetleniyor; güç birliği yapıyor


ve bunu da dosta-düşmana gösteriyorlar. Sürü gibi
câmiye doluşarak uyuklayıp uyuklayıp dağılmıyorlar. –
İşte onun içindir ki Toplantı Günü Salâtı, es-Salâtu’l-
Vustâ’dır [en hayırlı salâttır].– Sonra da, bu dinamizmle,
Allah’ın nimetlerini aramak için yeryüzüne yayılıyorlar.
Ne kadar güzel ve anlamlı.

Sahîh sünnete ve târihî belgelere bakılırsa


Peygamberimizin mescidi, her türlü kamu hizmeti ve
sosyal aktivite için kullandığı görülür. Bugün de
mescitler/câmiler kongre, konferans, sergi solonu,
kütüphane, eğitim-öğretim gibi tüm sosyal ve kültürel
aktivitelere açık olmalıdır. Mescitler/câmiler uyuma ve
uyutma mekânları, mahalleri ve merkezleri olmaktan
çıkarılmalı, İslâm’daki özgün kimliğine
kavuşturulmalıdır. Yani, mescitler/câmiler salât mahalli;
bilgilenme, bilinçlenme ve aydınlanma yerleri olmalıdır.

İşte İslâm’ın Cum‘a'sı, Müslümanların yerel gündem


toplantısı böyle olmalı!

‫يرا‬ً ‫ض ِل ﱠ ِ َوا ْذ ُك ُروا ﱠ َ َك ِث‬ ِ ‫ﺻ َﻼة ُ فَانتَ ِش ُروا فِي ْاﻷ َ ْر‬
ْ َ‫ض َوا ْبتَغُوا ِمن ف‬ ‫ت ال ﱠ‬ ِ ُ‫فَإِذَا ق‬
ِ َ‫ضي‬
َ‫ﱠل َعﻠﱠ ُك ْم ت ُ ْف ِﻠحُون‬

"Fe iza kudiyetıs salatu fenteşiru fil ardı vebtegu min


fadlillahi vezkurullahe kesiren leallekum tuflihun."

112
Kur'an'daki Salat

'Salat bitince, yeryüzüne dağılarak ALLAH'ın lütfunu


arayın ve ALLAH'ı sürekli anmaya devam edin. Umulur
ki, böylece kurtuluşa erersiniz. (Cum'a 62/10)

VAHYİN 16.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on altıncı


yılında karşımıza Hacc Suresinin 35, 40, 41 ve
78.ayetlerinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği şekliyle yani
ayet içerisindeki bağlamıyla Salat kavramını
inceleyelim:

ِ‫ﺻ َﻼة‬
‫يمي ال ﱠ‬ ِ ‫ﺻابَ ُه ْم َو ْال ُم ِق‬
َ َ‫ﺻابِ ِرينَ َعﻠَﻰ َما أ‬ ْ َ‫الﱠذِينَ إِذَا ذُ ِك َر ﱠ ُ َو ِجﻠ‬
‫ت قُﻠُوبُ ُه ْم َوال ﱠ‬
َ‫َو ِم ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم يُن ِفقُون‬

" Ellezine iza zukirallahu vecilet kulubuhum vas sabirine


ala ma esabehum vel mukimis salati ve mimma
razaknahum yunfikun."

' Onlar ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, başlarına


gelene sabrederler, salatı ikame ederler (Dini yasaları
gözetirler), kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak
ederler.' (Hacc 22/35)

َ ‫ق إِ ﱠﻻ أَن يَقُولُوا َربﱡنَا ﱠ ُ َولَ ْو َﻻ َد ْف ُع ﱠ ِ النﱠ‬


‫اس‬ ِ َ‫الﱠذِينَ أ ُ ْخ ِر ُجوا ِمن ِدي‬
ٍ ّ ‫ار ِه ْم ِبغَي ِْر َح‬
ٌ‫ﺻﻠَ َوات‬
َ ‫ﺻ َو ِام ُع َوبِيَ ٌع َو‬
َ ‫ت‬ْ ‫ض لﱠ ُه ِ ّد َم‬
ٍ ‫ض ُهم ِب َب ْع‬
َ ‫بَ ْع‬
113
Kur'an'daki Salat

‫ﺻ ُرهُ إِ ﱠن ﱠ َ لَقَ ِو ﱞ‬
ٌ ‫ي َع ِز‬
‫يز‬ ُ ‫ﺻ َر ﱠن ﱠ ُ َمن يَن‬ ً ِ‫اج ُد يُ ْذك َُر ِفي َها ا ْس ُم ﱠ ِ َكث‬
ُ ‫يرا َو َليَن‬ ِ ‫" َو َم َس‬

Ellezine uhricu min diyarihim bi gayri hakkın illa en


yekulu rabbunallah, ve lev la def'ullahin nase ba'dahum
bi ba'dın lehuddimet savamıu ve biyaun ve salavatun ve
mesacidu yuzkeru fihesmullahi kesira, ve le
yansurennallahu men yansuruh, innallahe le kaviyyun
aziz."

' Onlar, sadece "Rabb'imiz Allah'tır." dedikleri için haksız


yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah, insanların
bazılarını bazılarıyla savmasaydı, savamıu (Bitki örtüsüne,
ürünlere ve yapılı bina ne varsa hepsi), biyeun (tüm alış-veriş
yerleri), salavatun (tüm Salat yerleri) ve içlerinde Allah’ın
isminin çokça anıldığı mescitler yerle bir edilirdi.
Kuşkusuz Allah, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün
Olan'dır.' (Hacc 22/40)

Savamıu: Dikenli bitki (kediotu), Bitkilerin filizi,


Olgunlaşmış, toplanmış, saklanmış bakla (baklagiller),
Ağacın en tepesindeki meyve, açılmamış tomurcuk,
gonca (Ebu Hanifeye göre), Birbirine yapışık olan her
türlü bina.

Biyeun: Alış-veriş

Salavat: Salat'ın çoğulu yani tüm Salat çeşitlerini


kapsar. Arapça'da çoğul üç ile başlar. Yani Salavat:
1.-Tekvin yani doğayla uyum sağlayarak onu
desteklemek.

114
Kur'an'daki Salat

2.-Toplumsal dayanışma içinde olup Allah'ın indirdiği


yasaları (ilkeleri) toplumda ayakta tutmak, uygulamak
ve sürdürmek.

3.-Allah'tan destek isteyerek ikame edilen salat


(Namaz)

ِ ‫الزكَاة َ َوأَ َم ُروا ِب ْال َم ْع ُر‬


‫وف‬ ‫ﺻ َﻼة َ َوآت َُوا ﱠ‬‫ض أَقَا ُموا ال ﱠ‬
ِ ‫الﱠذِينَ إِن ﱠم ﱠكنﱠا ُه ْم فِي ْاﻷ َ ْر‬
ُ
ِ ‫َونَ َه ْوا َع ِن ْال ُمنك َِر َو ِ ﱠ ِ َعاقِبَةُ ْاﻷ ُم‬
‫ور‬

" Ellezine in mekkennahum fil ardı ekamus salate ve


atevuz zekate ve emeru bil ma'rufi ve nehev anil
munker, ve lillahi akıbetul umur."

' Eğer yeryüzünde onları egemen kılarsak, salatı ikame


ederler (Dini yasaları gözetirler), zekatı verirler, iyiliği
buyururlar, kötülükten sakındırırlar. Bütün işlerin sonucu
Allah'a dönecektir.' (Hacc 22/41)

‫ج ّمِﻠﱠةَ أَ ِبي ُك ْم‬ ِ ‫عﻠَ ْي ُك ْم فِي ال ّد‬


ٍ ‫ِين مِ ْن َح َر‬ َ ‫َو َجا ِهدُوا فِي ﱠ ِ َح ﱠق ِج َها ِد ِه ه َُو اجْ ت َ َبا ُك ْم َو َما َج َع َل‬
ْ
‫س ﱠما ُك ُم ال ُم ْسﻠِمينَ مِ ن قَ ْب ُل َوفِي‬
َ ‫ِيم ه َُو‬ َ ‫إِب َْراه‬
‫ﺻ َﻼة َ َوآتُوا ﱠ‬
َ‫الزكَاة‬ ‫اس فَأَقِي ُموا ال ﱠ‬ ِ ‫عﻠَﻰ النﱠ‬ ُ ‫عﻠَ ْي ُك ْم َوت َ ُكونُوا‬
َ ‫ش َه َداء‬ َ ‫سو ُل َش ِهيدًا‬ ‫َهذَا ِليَ ُكونَ ﱠ‬
ُ ‫الر‬
َ ْ ُ َ
‫َﺻ ُموا بِا ﱠ ِ ه َُو َم ْوﻻك ْم فَنِ ْع َم ال َم ْولﻰ‬
ِ ‫َوا ْعت‬

‫ير‬
ُ ‫ﺻ‬ِ ‫َونِ ْع َم النﱠ‬

" Ve cahidu fillahi hakka cihadih, huvectebakum ve ma


ceale aleykum fid dini min harac, millete ebikum
115
Kur'an'daki Salat

ibrahim, huve semmakumul muslimine min kablu ve fi


haza li yekuner resulu şehiden aleykum ve tekunu
şuhedae alen nas, fe ekimus salate ve atuz zekate
va'tesımu billah, huve mevlakum, fe ni'mel mevla ve
ni'men nasir."

'Ve Allah uğrunda hakkıyla cihad edin (Gayret gösterin,


çaba harcayın; bütün gücünüzle çalışın.). O sizi seçti. Dinde
size bir zorluk yüklemedi. Bu babanız İbrahim'in milleti
(yolu, dini). O, daha önce de şimdi de sizi Müslümanlar
olarak isimlendirdi. Resul, size tanık olsun, siz de diğer
insanlara. Öyleyse salatı ikame edin (Dini yasaları ayakta
tutmak, destekleme ve uygulamak), zekatı verin ve Allah'a
sımsıkı bağlanın. O, sizin mevlanızdır . Ne güzel Mevla
ne güzel yardımcıdır.' (Hacc 22/78)

Daha önce değindiğimiz gibi ayetimiz "Ve"


bağlacıyla başladığı için daha iyi anlayabilmemiz için
kendisinden önceki ayeti incelememiz gerekir.

'Ey iman (güvenen-güvenilen) eden kimseler! Rüku


edin, secde edin, Rabb'inize kulluk edin, hâyır yapın ki
kurtuluşa erebilesiniz.' (Hacc 22/77)

Rüku edenler; ‫( ركع‬R K A) kökünden eğilmek,


bükülmek, küçülmek, tam teslim olup itaat etmek gibi
anlamlara gelir.

“inhina” (iki büklüm olmak) demektir. Yaşlılıktan beli


bükülmüş ihtiyarlara, rakea’ş-şeyhu (ihtiyar iki büklüm oldu)

116
Kur'an'daki Salat

denir. Zengin kimsenin sonradan fakirleşmesi demektir (“beli


kırılmak” deyimine eş bir anlam)

Rükû, “putlara tapmayıp Allah’a boyun eğmek”


(haniflik etmek) demektir. Câhiliye Arapları, aralarında puta
tapmayıp yalnızca Allah’a tapanlara, raki (rükû eden) ve
rakea ilellâh (Allah’a rükû etti 'Hanif') derlerdi. (Lisanül Arab)

SECDE

“Teslim olma, boyun eğme” anlamında kullanılan


secde sözcüğü, “devenin sahibini üstüne çıkarması için
boynunu kösmesi (eğmesi)” ve “meyve yüklü hurma
dallarının, sahibinin rahat uzanıp toplamasına elverişli olarak
eğilmesi” anlamında kullanılmıştır. Daha sonra sözcük,
“kralların bastırdıkları paradaki kabartma resimlere tebaanın
baş eğerek bağlılık göstermesi” anlamında kullanılmıştır.

Demek oluyor ki‫ سجدة‬secde, “kişinin bilinçli olarak bir


başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek–
teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına
çıkmaması” demektir. Kur’an’da defalarca nakledilmiş olan,
“meleklerin Âdem’e secde etmeleri” de, işte bu anlamdadır.
Yani, melekler (tabiat güçleri), kendilerinden daha güçlü
olduğu için Âdem’e [bilgili kimseye] boyun eğmişler/teslim
olmuşlardır.

Görüldüğü gibi, secde sözcüğünde, “yere kapanmak”


anlamı yoktur. “Yere kapanmak” eylemi, ‫[خرور‬harûr]
sözcüğü ile ifade edilir. Nitekim bazı âyetlerde ً ‫خروا سجّدا‬
ّ [harrû
sücceden] diye geçer ki bunun anlamı, “secde ederek [teslim
olarak] yere kapandılar” demektir.

117
Kur'an'daki Salat

CİHAD

“Cihad” sözcüğü “cehd” sözcüğünün türevlerinden


olup, “Müfaale” babından mastardır. “Cühd” olarak okunuşu
da söz konusu olan “cehd” sözcüğü, “ağır yük taşıyan
hayvanın menziline ulaşabilmesi için gösterdiği çaba”yı
anlatmak için türetilmiştir ve dolayısıyla sözcüğün esas
anlamı “takat” demektir.

Silahın elde bulunduğu bir aşamaya cihad adı


verilmesi hadislerden kaynaklıdır. Kur’an bu son aşama yani
savaş durumu için cihad değil kital terimini kullanmaktadır.
Kur’an, “size saldırılması durumunda savaşmanıza izin
verildi” diyerek savaşın Müslümanlar cephesinde saldırıya
değil savunmaya dönük bir çaba olduğunu beyan eder. Zira
insanın vatanını, namusunu, temel haklarını, insanlık
onurunu vs. korumak için savaşmasından daha doğal bir şey
yoktur. Kur’an’ın cihada teşvik ettiğini ama savaşa izin
verdiğini düşündüğümüzde iki terim arasında ciddi bir farkın
bulunduğunu görürüz. Kital son çare olarak başvurulan bir
yoldur. Savunma amaçlı savaşa izin veren Kur’an-ı Kerim,
ardından bunun çirkin ve zorlu (kerih) bir eylem olduğunu
söyler. Zira savaşta ölmek-öldürmek var, yerinden
yurdundan olmak, yersiz yurtsuz kalmak var. Orta Doğu
halklarının içinde bulunduğu durumu gözünüzün önüne
getirin. Onun için cihad, kerih görülen savaşa/kitale yahut
bundan daha da kötü görülen iç savaşa (fitne, Bakara 191)
girmemek için her türlü çabayı içinde barındıran farz/zorunlu
bir süreç olarak görülmelidir. Buna Kur’an’ın
mücadele/diplomasi (Nahl, 125) dediği süreç de dâhildir.
118
Kur'an'daki Salat

Allah bu barış hâlinin bütün insanlık için esas olduğunu ve


herkesin gayretini bu yönde seferber etmesini istemekte ve
“Ey insanlar! Hep birlikte barışı arayın” (Bakara, 208)
demektedir. Bazı bilginler bu ayetteki ‘silm’ ifadesini İslam
olarak anlamışlarsa da İmam Matüridî bunu sulh ve barış
olarak yorumlamıştır.

Tekrar etmem gerekirse, Kur’an-ı Kerim ister farklı


milletlerin birbiriyle savaşını (kital) isterse, bir ülkenin kendi iç
savaşını (mezhep, etnik köken vs. sebebiyle yapılan savaş,
ki buna Kur’an ‘Fitne’ demektedir) istenmeyen bir hâl olarak
görmekte, insan onurunun ayaklar altına alındığı, işkence
dâhil her türlü uygulamaya başvurulduğu bu sürecin önünün
bloke edilmesini yani cihadı emretmektedir. Ama birileri illa
da başkalarının hakkına hukukuna tecavüz etmeyi, yerini
yurdunu işgal etmeyi, vs. niyetine koymuşsa ve hiçbir
uzlaşma teklifini de kabul etmiyorsa, Allah bunları ‘zalim’
olarak ilan etmekte ve bertaraf edilmelerini istemektedir
(Bakara, 193).

Ayette geçen 'Babanız (atanız) İbrahim'in milleti (yolu,


dini)' sözünü iyi anlamamızın bizim dini anlayışımızı gözden
geçirmemize çok yardımcı olacağını düşünüyorum. Bunu
ileride Bakara suresinin 125.ayetini incelerken açıklayacağız.

VAHYİN 17.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on yedinci


yılında karşımıza Araf Suresinin 170.ayetinde ve Tevbe
119
Kur'an'daki Salat

Suresinin 54. Ve 71. ayetlerinde çıkar. İlgili ayetlerde


geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

ْ ‫ضي ُع أَجْ َر ْال ُم‬


َ‫ﺻ ِﻠ ِحين‬ ِ ُ‫ﺻﻼَةَ ِإنﱠا ﻻَ ن‬ ِ ‫س ُكونَ ِب ْال ِكتَا‬
‫ب َوأَقَا ُمواْ ال ﱠ‬ ‫َوا ﱠلذِينَ يُ َم ﱠ‬

"Vellezine yumessikune bil kitabi ve ekamus salate inna


la nudiu ecrel muslihin."

Araf suresinin 170.ayetinin anlamını iki farklı şekilde


değerlendireceğim, sebebine gelince arada geçen
"Vav" harfinin değişik kullanımlarından dolayı.

Birinci değerlendirmede "Vav" harfi bağlaç olarak


kullanılmıştır.

'Ve Onlar ki kitaba sımsıkı sarılıp ve Salatı ikame


ederler (Allah'ın yasalarını uygulayan). Muhakkak Biz, salih
(İyi, dürüst, seçkin, samimi, erdemli.) olanların ecirlerini (ödül)
zayi etmeyiz. (Araf 7/170)

İkinci değerlendirmede "Vav" harfi "Hal Vav'ı"


olarak kullanılmıştır.

Salatı ikame ederken (Allah'ın yasalarını uygulayan, ilkelerini


ayağa kaldıran, gözeten) onlar kitaba sımsıkı sarılırlar
(Allah'ın ilkelerine, yasalarına sımsıkı sarılırlar). Muhakkak Biz,

120
Kur'an'daki Salat

salih (İyi, dürüst, seçkin, samimi, erdemli.) olanların ecirlerini


(ödül) zayi etmeyiz. (Araf 7/170)

Daha önce değindiğimiz gibi ayetimiz "Ve" bağlacıyla


başladığı için daha iyi anlayabilmemiz için kendisinden
önceki ayeti incelememiz gerekir.

Araf suresinin 170.ayetinden geriye doğru incelediğimiz


zaman 169.ayet ' Fe halefe min…' diye başlar. Yine
daha önce değindiğimiz gibi ayet başındaki 'Fa' harfi
'Fa-ı Sebebiyedir. Dolayısıyla kendisinden önceki ayete
bağlanması gerekir. Şimdi sırasıyla 169.ayetten geriye
doğru ayetlerin başlangıcına gidip konunun başladığı
ayeti tespit edelim.

' Ve min kavmi musa…' 'Ve Musa'nın halkından da hakka


ileten ve onunla adaletli davranan bir topluluk vardı.' (Araf
7/159)

' Ve katta'nahumusnetey…' 'Ve Biz, onları oymaklar halinde


on iki topluluğa ayırdık. Halkı ondan su isteyince, Musa'ya,
"Asanı taşa vur!" diye vahyettik. Ondan on iki pınar fışkırdı.
Her topluluk su alacağı kaynağı bildi. Üzerlerine buluttan
gölgelik yaptık, onlara menn ve bıldırcın bağışladık. Size
rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin. Onlar,
bize zulmetmediler, fakat kendilerine zulmediyorlardı.' (Araf
7/160)

' Ve iz kile…' 'Ve Onlara, "Şu beldeye yerleşin ve orada


dilediğiniz şeylerden yiyin. Af dilediğinizi söyleyin ve teslim
121
Kur'an'daki Salat

olmuş/kabullenmiş olarak kapısından girin" denilmişti. Biz,


"Hatalarınızı bağışlayalım ve iyilik edenlere fazlasıyla
verelim." (Araf 7/161)

' Fe beddelellezine…' ' Ancak onlardan haksızlık yapanlar,


kendilerine söylenen sözü başka bir söze çevirdiler. Biz de
haksızlık yapmaları yüzünden, üzerlerine gökten bir azap
gönderdik.' (Araf 7/162)

' Ves'elhum anil…' ' Ve Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın


durumunu sor. Hani onlar cumartesi günü yasasını
çiğneyerek haddi aşıyorlardı. Balıklar cumartesi günü ortaya
çıkıyor, diğer günler ise gelmiyorlardı. Fasıklıkları nedeniyle
kendilerini bu şekilde sınıyorduk.' (Araf 7/163)

' Ve iz kalet…' ' Ve Onlardan bir topluluk dedi ki: "Allah'ın


yok edeceği veya şiddetli bir azap ile cezalandıracağı bir
halka ne diye öğüt veriyorsunuz?" Dediler ki: "Rabb'inize
mazeret beyan etmek için ve bir de belki takva sahibi
olurlar." (Araf 7/164)

' Fe lemma…' 'Ne zaman ki onlar, yapılan öğüdü


umursamadılar, Biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları
kurtardık, zulmedenleri, fasıklık yapmaları nedeniyle çetin bir
azapla cezalandırdık.' (Araf 7/165)

' Fe lemma…' ' Ne zaman ki yasaklandıkları şeyleri yapmakta


ısrar edince, onlara: "Aşağılık maymunlar olun." dedik.' (Araf
7/166)

' Ve iz teezzene…' 'Ve Hani Rabb'in; onlara, Kıyamet


Günü'ne kadar kötü azaba uğratacak kimseleri mutlaka
göndereceğini bildirmişti. Rabb'in çabuk ceza verendir.
122
Kur'an'daki Salat

Kuşkusuz O, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.'


(Araf 7/167)

' Ve katta'nahum…' 'Ve Onları, yeryüzünde topluluklara


ayırdık. Onlardan, salih olanlar da vardı olmayanlar da. Belki
dönerler diye onları iyiliklerle ve kötülüklerle sınadık.' (Araf
7/168)

'Sonra onların ardından Kitap'a mirasçı olanlar, nasıl olsa


bağışlanacağız diyerek dünyanın geçici menfaatlerini tercih
ettiler; kendilerine buna benzer şeyler gelse, onu da tercih
ederler. Onlardan, Kitap'a bağlı kalacaklarına ve Allah
hakkında ancak hakkı söyleyeceklerine dair söz alınmamış
mıydı? Oysaki onlar, o Kitap'ta olanı okumuşlardı. Ahiret
yurdu takva sahibi olanlar için daha hayırlıdır. Hala
akletmeyecek misiniz?' (Araf 7/169)

Sonuç olarak; 170.ayetten geriye doğru


geldiğimizde 159.ayette Musa'nın kavmi yani
İsrailoğullarından bahsedildiğini görürüz. Dolayısıyla ilk
hitap Musa'nın kavmi olan İsrailoğullarına sonra tüm
insanlaradır. 'Salatı ikame ederken, kitaba sımsıkı
sarılan, salihlerin ecirleri (ödülleri) zayi edilmez.

‫سو ِل ِه َوﻻَ يَأْتُونَ ال ﱠ‬


َ ‫ﺻﻼَة‬ ُ ‫َو َما َمنَ َع ُه ْم أَن ت ُ ْقبَ َل ِم ْن ُه ْم نَفَقَاتُ ُه ْم ِإﻻﱠ أَنﱠ ُه ْم َكفَ ُرواْ بِا ّ ِ َوبِ َر‬
ِ ‫سالَﻰ َوﻻَ يُن ِفقُونَ ِإﻻﱠ َو ُه ْم ك‬
َ‫َار ُهون‬ َ ‫ِإﻻﱠ َو ُه ْم ُك‬

" Ve ma meneahum en tukbele minhum nefekatuhum


illa ennehum keferu billahi ve bi resulihi ve la ye'tunes

123
Kur'an'daki Salat

salate illa ve humkusala ve la yunfikune illa ve hum


karihun."

' Ve İnfaklarının (yardımlarının) kabul edilmesine engel


şey, onların, Allah'a ve Resul'üne karşı küfretmeleri,
salata (yardımlaşmaya, destek olmaya) üşene üşene
gelmeleri ve istemeyerek infak etmeleridir.' (Tevbe
9/54)

Ayet "Ve" bağlacıyla bağlandığı için bir önceki ayete


bakmamız ilgili ayeti daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

' De ki: "İster istekli ister isteksiz infak edin; sizden asla
kabul edilmeyecektir. Çünkü siz fasık bir toplum
oldunuz." (Tevbe 9/53)

َ َ‫ض َيأ ْ ُم ُرونَ ِبا ْل َم ْع ُروفِ َو َي ْن َه ْون‬


‫ع ِن ْال ُمنك َِر‬ ُ ‫َو ْال ُمؤْ مِ نُونَ َو ْال ُمؤْ مِ نَاتُ َب ْع‬
ٍ ‫ض ُه ْم أ َ ْو ِل َياء َب ْع‬
َ ّ َ‫الزكَاة َ َويُطِ يعُون‬‫ﺻﻼَة َ َويُؤْ تُونَ ﱠ‬ ‫َويُقِي ُمونَ ال ﱠ‬

‫يز َحكِي ٌم‬ َ َ ّ ‫سولَهُ أ ُ ْو َلئِكَ َسيَ ْر َح ُم ُه ُم ّ ُ ِإ ﱠن‬


ٌ ‫ع ِز‬ ُ ‫َو َر‬

" Vel mu'minune vel mu'minatu ba'duhum evliyau ba'd,


ye'murune bil ma'rufi ve yenhevne anil munkeri ve
yukimunas salate ve yu'tunez zekate ve yutiunallahe ve
resuleh, ulaike se yerhamuhumullah, innallahe azizun
hakim."

' Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin


velileridirler. Ma'rufu (iyilik) buyurur, münkerden (kötülük)
sakındırırlar. Salatı ikame (Dini yasaları gözetirler) ederler,
124
Kur'an'daki Salat

zekatı verirler. Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte


bunlara, Allah rahmet edecektir. Allah, Mutlak Üstün
Olan'dır, En İyi Hüküm Veren'dir.' (Tevbe 9/71)

VAHYİN 18.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on sekizinci


yılında karşımıza Bakara Suresinin 83, 110 ve
125.ayetlerinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği şekliyle yani
ayet içerisindeki bağlamıyla Salat kavramını
inceleyelim:

‫سانا ً َوذِي ْالقُ ْر َبﻰ َو ْال َيتَا َمﻰ‬ َ ْ‫َو ِإ ْذ أ َ َخ ْذنَا مِ يثَاقَ َبنِي ِإس َْرائِي َل ﻻَ ت َ ْعبُدُونَ ِإﻻﱠ ّ َ َو ِب ْال َوا ِل َدي ِْن ِإح‬
ْ‫اس ُحسْنا ً َوأَقِي ُموا‬ ِ ‫ِين َوقُولُواْ لِﻠنﱠ‬
ِ ‫ساك‬ َ ‫َو ْال َم‬

َ‫الزكَاة َ ث ُ ﱠم ت ََولﱠ ْيت ُ ْم ِإﻻﱠ قَﻠِيﻼً ِ ّمن ُك ْم َوأَنتُم ِ ّم ْع ِرضُون‬


‫ﺻﻼَة َ َوآتُوا ْ ﱠ‬
‫ال ﱠ‬

" Ve iz ehazna misaka beni israile la ta'budune illallahe


ve bil valideyni ihsanen ve zil kurbavel yetama vel
mesakini ve kulu lin nasi husnen ve ekimus salate ve
atuz zekat, summe tevelleytum illa kalilen minkum ve
entum mu'ridun."

' Hani! Bir zaman İsrailoğulları'ndan, Allah'tan başkasına


kulluk etmeyin; anne ve babaya, öksüzlere, düşkünlere
iyilik yapın; insanlara iyi söz söyleyin, "salatı ikame edin
(Dini yasaları ayakta tutun), zekatı verin ", diye kesin söz

125
Kur'an'daki Salat

almıştık. Sonra, içinizden pek azınız hariç sözünüzden


döndünüz. Ve sizler, yüz çeviriyorsunuz.' (Bakara 2/83)

َ ّ ‫الزكَاةَ َو َما تُقَ ِ ّد ُمواْ ﻷَنفُ ِس ُكم ِ ّم ْن َخي ٍْر ت َِجدُوهُ ِعن َد ّ ِ إِ ﱠن‬ ‫َوأَقِي ُمواْ ال ﱠ‬
‫ﺻﻼَة َ َوآتُواْ ﱠ‬
‫ير‬ ِ َ‫بِ َما تَ ْع َمﻠُونَ ب‬
ٌ ‫ﺻ‬

" Ve ekimus salate ve atuz zekat, ve ma tukaddimu li


enfusikum min hayrin teciduhu indallah innallahe bi ma
ta'melune basir."

' Ve Salatı ikame edin (Dini yasaları ayakta tutun) ve zekatı


verin. Kendiniz için her ne iyilik yaparsanız onu Allah
katında bulacaksınız. Kuşkusuz Allah, bütün
yaptıklarınızı görmektedir. (Bakara 2/110)

' Kitap Ehli'nin çoğu, Hakk kendilerine bildirildiği halde,


benliklerindeki kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra
sizi küfre döndürmek isterler. Allah'ın emri gelinceye
kadar onlara aldırış etmeyin. Onları affedin ve onlarla iyi
geçinin. Kuşkusuz Allah, Her Şeye Güç Yetiren'dir.'
(Bakara 2/109)

BAKARA SURESİ 125.AYET VE RUM SURESİ


30.AYETTE GEÇEN

(İBRAHİM – HANİF – FITRAT – TEVHİD)


KAVRAMLARININ
126
Kur'an'daki Salat

AÇIKLANMASI

‫ﺻﻠﻰ َو َع ِه ْدنَا إِ َلﻰ‬ َ ‫ِيم ُم‬ ِ ‫َو ِإ ْذ َج َع ْﻠنَا ْالبَيْتَ َمثَابَةً ِلّﻠنﱠ‬
َ ‫اس َوأَ ْمنا ً َواتﱠ ِخذُواْ ِمن ﱠمقَ ِام إِب َْراه‬
‫ي ِلﻠ ﱠ‬
َ‫طائِفِين‬ َ ‫ِيم َوإِ ْس َما ِعي َل أَن‬
َ ِ‫ط ِّه َرا بَ ْيت‬ َ ‫إِب َْراه‬

‫ " َو ْال َعا ِكفِينَ َو ﱡ‬Ve iz cealnal beyte mesabeten lin


‫الر ﱠكعِ ال ﱡس ُجو ِد‬
nasi ve emna, vettehizu min makamı ibrahime musalla
ve ahidna ila ibrahime ve ismaile en tahhira beytiye lit
taifine vel akifine ver rukkais sucud."

'Hani Biz, Beyt'i insanlar için geri dönüş yeri ve emin


(güvenli) bir yer kıldık. "İbrahim'in makamından
kendinize bir salat yeri edinin." dedik. İbrahim ve
İsmail'den, "Evimi tavaf edenler, kendilerini adamak
amacıyla orada toplananlar, "rüku ve secde edenler"
için temiz tutun." diye söz aldık.

Ayette geçen ‫[ مﺻﻠّﻰ‬musallâ] sözcüğü ‫ص ل‬


ّ ّ
‫[و‬salv] kökünden ‫[ ﺻﻠﻰ‬salla], ‫[ يﺻﻠﻰ‬yusalli] fillerinin mimli
mastarı olup, “salat edilen yer, mekân” demektir. Salat
sözcüğünün, “namaz” olarak algılanması sebebiyle bu
sözcük de “namazgâh” [namaz kılınan yer] olarak
anlaşılmıştır. Oysa salat, “içsel (Rabbine teslimiyetle
yöneliş) –mali (dayanışma, yardımlaşma, destek olma)
sosyal destek ve aktivitelerin uygulandığı yer”
manasındadır. Sadece Bakara suresi’nde geçen bu
sözcüğün doğru manasına göre, İbrahim’in
127
Kur'an'daki Salat

makamından bir musalla edinin emrinden; İbrahim’in


açtığı insanı fıtratına (öz benliğine) döndüren hanif (eski
batıl inançlardan yüz çeviren-birleyen) tevhid
anlayışından musalla edinin. 'O halde hanif olarak dine
yüzünü ikame et. İnsanları, üzerinde yaratmış olduğu
Allah'ın fıtratına. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz.
Kayyum olan din budur. Fakat insanların çoğu
bilmiyorlar.' (Rum 30)

Mekami (Makam); ‫( قوم‬K V M) kökünden


Kalkmak, dikilmek, yükselmek, yukarı kalkmak, dikilip
ayakta durmak, ayaklanmak, doğrulmak; devam ve
sebat etmek, bir işin idaresini üzerine almak, bir işi
yapmaya azmetmek, gözetip korumak, yönetmek,
yürütmek, sıraya koymak, düzenlemek, kurala
bağlamak, nezaret etmek, kurmak, doğrultmak,
korumak, dik tutmak, hakkını gözetmek; kıpırdamadan
veya sağlam duran, yükselmiş, ayakta; duruş, boy,
endam, saygınlık, rütbe.

Makâm: hem mastar, hem kıyam yapılan yerin


ismi, hem kıyamın zamanı için kullanılır: Kıyam etmek/
ayağa kalkmak, ayakta durulan yer, ayakta durulan
zaman.

Tavaf; ‫( طوف‬T V F) kökünden gitme/yürüme


eylemi, dolaşmak, tur atmak, seyahat etmek, ona
gelmek, ziyaret etmek, yaklaşmak, sık sık dolaşmak
veya kuşatmak gibi anlamlara gelir. “Bir yerde

128
Kur'an'daki Salat

dolaşmak” demek olan tavaf ile, “orayı ziyarete gelen ve


orada dolaşıp duran kimseler” kasdedilmiştir.

Akif; ‫( عكف‬A K F) kökünden bir işte sebat, ısrar


ve devamlılık gösteren alıkoymak, kendini bir yerde
hapsetmek gibi anlamlara gelir. Buradan anlaşılan odur
ki sözcük, “gayet bilinçli olarak bir konu ve nesneye
odaklanmak, taparcasına bağlanmak” anlamına
gelmektedir. Nitekim birçok yerde (Araf/138; TaHa/91,
97; Enbiya/52; Şu‘ara/7)] sözcük, “tapma” boyutuyla,
Bakara/125, Hacc/25 ve Fetih/25′te ise “ısrarla bir şeye
yönelme” anlamında geçmektedir.

Rüku edenler; ‫( ركع‬R K A) kökünden eğilmek,


bükülmek, küçülmek, tam teslim olup itaat etmek gibi
anlamlara gelir.

Yaşlılıktan beli bükülmüş ihtiyarlara, rakea’ş-


şeyhu (ihtiyar iki büklüm oldu) denir. Zengin kimsenin
sonradan fakirleşmesi demektir (“beli kırılmak” deyimine
eş bir anlam)

Rükû, “putlara tapmayıp Allah’a boyun eğmek”


(haniflik etmek) demektir. Câhiliye Arapları, aralarında
puta tapmayıp yalnızca Allah’a tapanlara, raki (rükû
eden) ve rakea ilellâh (Allah’a rükû etti 'Hanif') derlerdi.
(Lisanül Arab)

SECDE

129
Kur'an'daki Salat

“Teslim olma, boyun eğme” anlamında kullanılan


secde sözcüğü, “devenin sahibini üstüne çıkarması için
boynunu kösmesi (eğmesi)” ve “meyve yüklü hurma
dallarının, sahibinin rahat uzanıp toplamasına elverişli
olarak eğilmesi” anlamında kullanılmıştır. Daha sonra
sözcük, “kralların bastırdıkları paradaki kabartma
resimlere tebaanın baş eğerek bağlılık göstermesi”
anlamında kullanılmıştır.

Demek oluyor ki‫ سجدة‬secde, “kişinin bilinçli olarak


bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul
ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi
dışına çıkmaması” demektir. Kur’an’da defalarca
nakledilmiş olan, “meleklerin Âdem’e secde etmeleri”
de, işte bu anlamdadır. Yani, melekler (tabiat güçleri),
kendilerinden daha güçlü olduğu için Âdem’e [bilgili
kimseye] boyun eğmişler/teslim olmuşlardır.

Görüldüğü gibi, secde sözcüğünde, “yere


kapanmak” anlamı yoktur. “Yere kapanmak” eylemi,
‫[خرور‬harûr] sözcüğü ile ifade edilir. Nitekim bazı
âyetlerde ً ‫خروا س ّجدا‬
ّ [harrû sücceden] diye geçer ki bunun
anlamı, “secde ederek [teslim olarak] yere kapandılar”
demektir.

MESCİD

130
Kur'an'daki Salat

‫ مسجد‬mescid sözcüğü‫ سجد يسجد‬, secede, yescüdü


fiilinin mimli mastarı [mekân ismi] olup “secde edilen
yer” demektir.

Bu anlamı itibariyle mescid, “salatın [sosyal


desteğin] zihni yönünün”, musalla ise “salatın [sosyal
desteğin] hem zihni hem de mâlî yönlerinin geniş
katılımla icra edildiği alan” demektir. Nitekim
Peygamberimiz salatı, dar çerçevede mescidde icra
etmiş, bayram günleri, haftalık toplantı günleri, cenaze
ve savaş hazırlıkları gibi geniş katılımın olduğu
günlerde ise musallada icra etmiştir. Dolayısıyla, 125.
ayetteki secde edenler ifadesi, “Beytullah’ta tevhidi
eğitim gören, ikna olan, teslim olan öğrenci grubu”dur.

Sonuç olarak; İbrahim’in makamından bir


musalla edinin emrinden; İbrahim’in açtığı insanı
fıtratına (öz benliğine) döndüren hanif (eski batıl
inançlardan yüz çeviren-birleyen) tevhid anlayışından
musalla edinin. Hanifliğin başlangıcı "LA" dır yani
insanın İbrahim (Hanif) makamından yani 'Kıyamından',
musalla edinin (insanı fıtratına 'öz benliğine' halis dine
döndüren anlayış). Kelime-i Tevhid'in (La İlahe İlla
Allah) 'LA' ile başlaması ve 'LA' (HAYIR) - 'ENE
(BENLİK)' ilişkisine ayrı bir parantez açmak istiyorum;

َ‫ﻻ‬ (La) Elif ve Lam’ın birleştiği ilk mertebe, var etme


mertebesidir. Bu mertebe “La ilahe illallah’tır.” Bu Hakk
ve Halk mertebesidir. Mutlak varlık, o Elif’tir, bu
131
Kur'an'daki Salat

mertebede halk etmeye, sınırlı varlık ise o Lam’dır, halk


olmaya yönelir. Elif Kadim, Lam ise hadis’tir. İki Elif yani
1 ve 1’i çarptığında tek Elif / 1 meydana gelir. Hadis
(sonradan olan) ile Kadimi çarptığımızda, dışta
meydana gelen hadis olacaktır. Kadim, hadisin
görünmesiyle gizlenir. “Elif” zat, “Lam” ise sıfat içindir.
Ya da “Elif” Hakk’a, “Lam” da mahluka işaret eder.
Ayrıca nefyi ve ispatı (olumsuzluk ve olumluluk) da cem
ediyor. ” ‫“ ”ﻻ‬LamElif” (La) harfindeki olumsuzluk tenzih
açısından marifetullaha işaret eder. “Benzeri gibi bir şey
yoktur” Hakk Tealâ eksiklerin, kayıtların ve kulluk
acziyetinin mukabili olan uluhiyet kemalâtıyla
nitelendirilir.

َ‫ ﻻ‬LamElif, Lam (‫ )ل‬ve Elif (‫ )ا‬harflerinden birleşik bir


harftir. ‫ل ا = ﻻ‬

Lam harfi de yazıda Elif ve Nun harflerinden meydana

gelir.

‫لا=ﻻ‬ ‫ ان = ل‬------------ َ‫ ﻻ‬LamElif'e bu


--------

açılımıyla yazacak olursak ‫' انَا‬ENA (Benlik)' zuhur


bulur.
132
Kur'an'daki Salat

Enaniyet: Benlik, salt birliği (ahadiyet) yönünden


hakikat demektir. Enaniyet, mutlak birlik hakikati
demektir ki, o da cem'in kendisidir. Biz Hak içiniz.

133
Kur'an'daki Salat

134
Kur'an'daki Salat

Fıtrat

Kur'an'da geçen Fıtrat kelimesinin lügat anlamı


nedir? Fa-ta-ra kökü Kur'an'da defalarca tekrar
edilmiştir. 'Feterehünne' (Enbiya 56), 'Fatır'us-semavat'i
ve'l-arz' (En'am 14), 'İza's-sema'un fetarat' (İnfitar 1) ve
'Munfatır'un bih' (Müzzemmil 18) Her yerde bu
kelimenin anlamı yaratmak, ibda etmektir (benzeri
olmamak-yeni olmak). Bir açıdan 'ibda', geçmişi
olmaksızın yaratılış demektir. Bu anlamda fıtrat
kelimesi, insan ve din hakkında yalnız bir ayette geçer:
"Din Fıtratullahtır." (Rum 30)

İbn-i Esir fıtrat kelimesini şöyle açıklamıştır:


Fıtrat; "El İbtida'u vel icad"tır, yani ilk yaratılıştır. İlk
yaratılıştan maksat, taklid etmeksizin ve örneksiz
yaratılıştır.

"Fetr" kelimesi buluş ve icadla aynıdır, yani


başka birşeyden taklit edilmemiş iştir. Fıtrat, yani "özel
bir şekilde" ve "hususi bir şekilde yaratılış", hususi bir
oturuş anlamında olan "Cilset" ve hususi bir durma tarzı
anlamında olan "Rikbet" kelimesi gibi belirli bir
kelimedir. İnsan, dini kabullenmeye hazır bir tabiat
üzere yaratılmıştır; eğer dış etkenler onu saptırmazsa
ve o kendi tabiatı haline bırakılırsa mutlaka bu yolu
seçecektir.

Arapça'da diğer yerlerde de geçen "Fetr"


kelimesi başlangıç olmak ve geçmişi olmamak anlamını
135
Kur'an'daki Salat

taşımaktadır. Örneğin Araplar, devenin ilk dişlerini


çıkarmasını "fetere" kelimesiyle ifade ederler. Keza,
hayvanın memesinden alınan ilk süte, ilk olarak
alındığından, "Fotr" denilmektedir.

İbn-i Basir, "Bir gün İmam Sadık huzurundaydım,


bir miktar süt getirdiler; sütten biraz içtiler ve bana: "Sen
de iç" buyurdular. Ben de içtim ve başka bir tad
verdiğini görünce, "Bu nedir?" diye sordum. İmam
Sadık, "Bu Fıtra"dır. İlk sütü sağarken elde edilen taze
sütün köpüğüdür' buyurdular. Görüldüğü gibi söz
konusu kelime burada da "başlangıç" anlamına
gelmektedir.

Kur'an'da, "din" teriminin ismi ve vasıfları


zikredilirken muhtelif yerlerde üç değişik kelime
kullanılmıştır. Kur'an'da: Fıtrat, Sıbğat ve Hanif. Yani din
hakkında hem "Fıtratullah" hem "Sıbğatullah" ve hem
de "Hanif" denilmiştir şimdi, "Sıbğat" ve "Hanif"
terimlerine değinelim:

Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur: " Allah'ın boyası!


Allah'tan daha güzel boyası olan kim? Biz, yalnızca ona
kulluk edenlerdeniz." (Bakara 138) Bu ayette geçen
"Sıbğat", "Sebğ" ve "Sebbağ" gibi kelimelerin
kökündendir. "Sebğ" boyamak, "Sebbağ" boyacı ve
"Sıbğet" ise özel bir boyama anlamına gelir.
"Sıbğatullah", ilahi renktir yani Allah'ın sistemidir. Din
hakkında, "Din ilahi renktir, Hakk'ın yaratılışta insanı
boyadığı renktir." denilmiştir. Başta Ragıb olmak üzere
136
Kur'an'daki Salat

kimi müfessirler, Kur'an'daki bu tabiri Hristiyanların


yaptığı vaftiz işlemine benzetirler. Birisini Hristiyan
etmek istediklerinde, hatta dünyaya gelen bebekleri
dahi Hristiyan dinine sokmak için, gusül ettirir ve bu
vesileyle Hristiyanlaştırmış ve "Hristiyanlık rengi"
vurmuş olurlar. Nitekim onlar da bu yıkanmayı bir nevi
"Hristiyanlık rengi vermek" şeklinde tanımlarlar. Kur'an,
"Renk sadece Allah'ın yaratılışta verdiği renktir",
buyurur.

Bir ayette ise şöyle buyurmaktadır: "İbrahim ne


Yahudi ne de Hıristiyan'dı. O, Hanif bir Müslümandı. O,
müşriklerden değildi." (Al-i İmran 67) Din Kur'an'a göre
fıtrattır, yoldur ve insanın tabiatındaki bir hakikattir.
İnsanlar çeşit çeşit yaratılmışlardır. Bütün
Peygamberlerin emirleri fıtri duyguyu uyandırmak,
eğitmek ve geliştirmektir. Onların sundukları şey, insan
fıtratının istediği şeylerdir. Boya, ancak yüce yaratıcının,
yaratılışta verdiği boyadır." denilmektedir. Fıtrat, Allah'ın
yaratılışta insanın ruhuna verdiği boyadır.

Ragıb diyor ki: "Sıbğatullah, Allah'ın insanlarda


yarattığı fıtrat gibi, insanları hayvanlardan ayıran 'akıl'a
da işarettir.

Bir hadiste şöyle geçer: Hanif din, fıtri din ve


sıbğatullah; Allah'ın ahdleşmede –yani Allah'ın insan
ruhundan aldığı ahd sırasında- insanoğlunu onunla
tanıştırdığı şeydir.

137
Kur'an'daki Salat

İbn-i Esir "hanife" kökünden hareketle "hunefa"


kelimesinin anlamına değinmekte ve Allah'ın, insanları,
günahtan arınmış olarak yaratmış olduğunu
söylemektedir. "Kullarımı hunefa yarattım." Yani
kullarımı günahlardan arınmış olarak yarattım. Bir
başka deyişle Allah onlara: "Ben sizin Rabbiniz değil
miyim?" buyurduğunda: "Evet (Rabbimizsin)" dediler ve
böylece onlardan misak (ahid) aldığında, onları hunefa
ve mü'min olarak yaratmayı diledi. Öyleyse bir insan,
verdiği bu ahdden sonra şirk koşsa ve ahdini bozsa
dahi, kendisinin bir Rabbi olduğunu önceden ikrar ve
itiraf etmiştir. Yani her insan bir yaratıcısının olduğuna
inanmaya meyilli yaratılmıştır. Hunefa kelimesi hanif'in
çoğuludur ki, bunun da anlamı "Dalaletten kurtulup
doğru yola meyleden ve onda sabit kalan"dır. Araplarca
hanif, İbrahim'in dininden olan kimselerdir ve hanifin asıl
anlamı "yönelmek"tir.

İbn-i Esir'e göre hanif olmak, hakikate


yönelmekten ibarettir. O halde hanif kelimesinin
anlamını şöylece derleyip toplamak mümkündür:
"Hakka, hakikate, Allah'a ve tevhide yönelen kimse".
İnsanın fıtratında haniflik vardır yani onun fıtratında
hakka ve hakikate yöneliş vardır.

Fıtrat bütün yaratılmışların içine doğdukları


fiziksel çevrenin etkisine maruz kalmadan doğuştan
getirdikleri nötr durumu tanımlamak için
kullanılmaktadır. Arapça’daki fa-ta-ra fiilinin isim hâlidir
138
Kur'an'daki Salat

ve ‘ikiye ayırmak’, ‘yaratmak’, ‘icat etmek’ gibi anlamlara


gelmektedir. İsim olarak kullanıldığında ise ‘bazı
yeteneklere ve eğilimlere sahip varlık’ anlamında
kullanılmaktadır. Aristo’nun yetenek, kapasite, eğilim,
potansiyel, üretkenlik, yeterlilik anlamlarında kullandığı
‘dunamis’ terimi fıtrata karşılık gelmektedir.

Fıtratı ilk yaratılış anında Allah’ın insan tabiatına


bahşettiği olumlu eğilimler/potansiyeller olarak
yorumlayan İbn Abdilberr fıtratı, selamet/sağlamlık ve
istikamet/amaçlılık olarak açıklar. Bu iki kelimeyi fıtratla
eş anlamlı sayma sebebini de fıtrat sözcüğünün hanif
terimiyle ilişkisine bağlar. Zira haniflik, insanın doğal
hâlini korumayı (selamet) ve bu doğaya uygun bir
şekilde yol almayı (istikamet) imler.

Râgıb İsfehânî fıtratı, Allah’ın insana yerleştirdiği


bilme yeteneği olarak tanımlar. Bu yeteneğin en birincil
niteliğinin de Allah’ı bilmek olduğunu söyler. Bunu
desteklemek için de Zuhruf suresinin, 87. ayetini delil
olarak kullanır: Kendilerini kimin yarattığını sorsan,
‚Allah‛ diyeceklerdir.‛ Buna göre, kendilerine bir şey
öğretilmeden önce insanlarda Allah’ın varlığını bilme
yetisi yerleştirilmiştir.

Kurtubî, fıtratı ‘hakikate yatkınlık’ ve ‘hak’ olanı


benimseme eğilimi olarak yorumlar. Buna göre, fıtrat,
iman-küfür, kabul-ret, hidayet-dalalet gibi insanın
geleceğini belirleyici anlamlar taşımaz.

139
Kur'an'daki Salat

İmam A’zam Ebû Hanîf de fıtratı Kur’an’da


anahtar terimlerden biri durumundaki mîsâk ile birlikte
ele almaktadır: Allah, Âdem’in neslini, sulbünden insan
şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı
emredip küfrü yasaklamıştır. Onlar da O’nun Rab
olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların imanıdır. İşte
onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre
sapan bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik
eden ise fıtratında sebat göstermiş olur.‛

Subkî fıtratı, insanın dini kabul etmesini sağlayan


selim tabiatı olarak tanımlamakta ve İslam âlimlerinin
ağırlıklı görüşünün de bu doğrultuda olduğunu ifade
etmektedir.

İslam âlimlerinin ‘nefs’e ilişkin tanımları,


yukarıda anılan fıtrat tarifiyle örtüşmektedir. Bu tanımda
felsefi geleneğin etkisi görülmektedir.

Osmanlı âlimlerinden Hâdimî’nin nefs tanımı


bunun tipik örneklerindendir:

Nefs, yaratılışın başlangıcında ilimlerden


yoksundur. Ama idrake hazırlıklı ve kabiliyetlidir. Buna,
heyûlanî akıl adı verilir. Nitekim küçük çocukta böyledir.
Sonra nefs için zorunlu olanları idrak ettiği nazariyata
kabiliyetli olduğu zaman ona meleke itibariyle akıl adı
verilir. Nazariyatı idrak ettiği ve onları dilediği zaman,
kavramaya ve elde etmeye güç ve kudret kazandığı
zaman bil-fiil akıl diye isimlendirilir. Sonra nazari şeyler,
140
Kur'an'daki Salat

o nefs yanında hazır ve müşahede altında bulundurma


kabiliyetine yükselince akl-ı müstefâd adını alır.

Bilginler fıtrata yükledikleri bu anlamları


genellikle Rûm suresinin 30. ayetine
dayandırmaktadırlar: Böylece sen, batıl olan her şeyden
uzaklaşarak yüzünü hanif olarak dine çevir ve Allah'ın
insan bünyesine kodladığı fıtrata uygun davran (ki)
Allah'ın yarattığında bir bozulma meydana gelmesin.
Bu, sahih dinin gayesidir; ama çoğu insan bilmez.‛

Ayette geçen fa-ta-ra fiili, Arapça’da cebele


(cibilliyet, karakter meydana getirmek) fiiliyle eş
anlamlıdır. Yaratmak, insanın doğasına işlemek
demektir. Bu eşanlamlılıktan hareket ederek Mâturîdî,
fıtrata ma’rifetullah anlamı vermektedir. Mâturîdî’ye
göre, fa-ta-ra bilgisel bir kodlamayı içerir. Allah’ın varlığı
ve birliği dâhil hayatı devam ettirecek yaşam kodlarının
kaynağı burasıdır: Fıtratullah, Allah’ın insanda yarattığı
marifetullah ve her çocuğa bahşettiği şuurluluk hâlidir ki
çocuk onunla rabbinin rububiyetini ve vahdaniyetini
bilebilir. Bu marifet, bebekliklerinde kendileri için gıda
olan sütü anne göğsünden emme şuurunu Allah’ın
insanlara ihsan etmesi gibidir. Nitekim Peygamber fıtrat
hadisiyle bunu kastetmiştir. Allah’ın dağlarda tesbih ve
O’na hamd etme şuurunu yaratması da böyledir. Ancak
daha sonra ebeveyni çocuğu kendilerine benzetir ve
onu asıl fıtratından uzaklaştırırlar.‛ Bu yoruma göre,

141
Kur'an'daki Salat

insan tecrübesi fıtratı meydana getirmez; aksine bu


fıtrata uygunluk, hayata temel karakterini verir.

Fıtrat teriminin hem Mâturîdî’de hem de


Gazâlî’de cebele (cibilliyet/temel karakter kodları) olarak
verilmesi şu anlama gelir: İnsan olmanın getirdiği temel
kodlar fıtrattadır. Onun dışında hayatı idame ettirmek
için gerekli normlar hayat içinde öğrenilir.

Gazâlî’nin Munkız’daki şu ifadesi bunu dile


getirmektedir: Biliniz ki fıtratı itibariyle insanın cevheri
boştur; Allah’ın âlemlerine ilişkin bir bilgi orada yoktur.‛
Akıl ve kalp gibi bilgi elde etmemize imkân veren yetiler
fıtratın türevleridir. Her şey sanki oraya nakşedilmiştir.
Sonra bir sebep ortaya çıkmakta ve oraya nakşedilenin
açığa çıkmasına vesile olmaktadır. Gazâlî bunu şöyle
dile getirmektedir: Öyle görünüyor ki bütün nazari
bilgiler doğuştan sahip olduğumuz bu yetide (garîza)
kayıtlıdır. Ama bunların ortaya çıkması için bir sebep
gerekmektedir.‛

'Allah sizi annenizin karnından çıkardığında siz


bir şey bilmiyordunuz. Şükredersiniz diye size duyacak
kulak, görecek göz ve hissedecek gönüller verdi.'
ayetini bu bağlamda okumak mümkündür. Ayette geçen
'Siz hiçbir şey bilmiyordunuz.‛ ifadesi, insanın
varlığa/şeylere ilişkin bir bilgiyle dünyaya gelmediğini
bildirmektedir. Bizi birinci derecede etkileyen şey,
tercihlerimizdir. Bu da irade yetimizle ilgilidir; sadece
bilmekle ilgili bir şey değil. İki şeyden hangisinin iyi,
142
Kur'an'daki Salat

hangisinin kötü olduğunu bildiği hâlde kötüyü tercih


edene, bu bilgisinin ne yararı var! Bir insanın kaderini
belirleyen ve hatta kaderini belirleyecek karakteri de
belirleyen şey, insanın tercihlerinden başka nedir ki!
İnsan, doğumundan sonra doğal olarak ve hatta zorunlu
bir şekilde tercihlerde bulunmaya başlar. İnsanın
fıtraten yönlendirilmiş oldukları ile özgür iradesiyle tercih
ettikleri arasında bir uyumun gerçekleşmesi arzu edilen
şeydir. İnsanın irade kullanımı/tercihleri hâliyle
doğumundan sonra başlar. Dolayısıyla insanın iradesini
kullanmadığı ve dolayısıyla iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-
çirkin gibi karşıtlıklar arasında tercihte bulunmasının
söz konusu olmadığı doğumu öncesinde, yapıp-
etmelerinin/kaderinin belirlendiğini söylemenin
tutarsızlık içerdiği açıktır. İbn Teymiyye’nin dile getirdiği
gibi, insan doğmadan önce belirlemeler yoktur; sadece
insanın tercihlerinde rol oynayacak yönlendirmeler
mevcuttur. Âlimimize göre, iyi, doğru ve güzel olana fıtri
yönlendirme sebebiyledir ki insan din olarak İslam’ı,
eylemlerin de iyi olanlarını seçer. Çünkü fıtrat
mükemmel olanı seçmeye yönlendirilmiştir. 'Her doğan
fıtrat üzere doğar. Bu fıtrat, belli bir dilin konuşulduğu
kültür ortamına girinceye kadar kendini muhafaza eder.‛
Yahut 'Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası
onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.‛ hadisleri
fıtratın boş olmadığını, bir olumluluk içerdiğini
göstermektedir. Dolayısıyla kendi hâline bırakıldığında
hakikati bulacak olan fıtrat, sadece yanlış

143
Kur'an'daki Salat

yönlendirildiğinde rotasından çıkmakta ve hanif


özelliğini kaybetmektedir.

İbn Tufeyl’in Hayy b. Yakzân’ı, İbn Nefîs’in


erRisâle el-Kâmiliyye’si, kendi başına ıssız bir adada
yetişen bir insanın hayata kaynaklık eden her türlü
hakikati kendi doğası gereği keşfedebileceğini
temellendirmeye çalışan felsefi roman türünün en iyi
örnekleridir. Peygamber’den nakledilen fıtrat hadisinin
farklı rivayetleri mevcuttur. Bazı rivayetlerde, 'Fıtrat
üzere doğar.‛ değil 'İslam fıtratı üzere doğar.‛ şeklinde
geçmektedir. Buradaki 'İslam‛ kaydından hareket
ederek bazı âlimler reşit olmadan önce ölen gayr-i
müslim çocukları da Müslüman saymış ve cennetlik
olduklarına hükmetmişlerdir. Mu’tezili düşünürler ve
İslam filozofları da insanın fıtratı ve kendisine
peygamberler vasıtasıyla bildirilen vahyin aynı
karaktere sahip olduğunu söylerken, ‘İslam üzere
doğmuş olma’ ifadesini dikkate almış görünmektedir.
Müslüman bilginlerin insanın fıtratına ilişkin görüşleriyle
Batı’da bu konuda ileri sürülenler arasında kesişen ve
ayrışan noktalar vardır. Özellikle J. Locke’un daha da
bilinir hâle getirdiği Tabula Rasa (Boş Zihin)
düşüncesiyle İslam âlimlerinde de karşılaşmaktayız.
Gazâlî’nin Munkız’daki ifadesi bunu göstermektedir:

'Biliniz ki fıtratı itibariyle insanın cevheri boştur;


Allah’ın âlemlerine ilişkin bir bilgi orada yoktur.‛ Gazâlî
bu boşluğun, âlemlere/varlığına ilişkin bilgisel bir boşluk
144
Kur'an'daki Salat

olduğunu özellikle belirtmektedir. Zihnin varlığa ilişkin


bilgisinin olmaması, tecrübeyle ve algıyla
oluşturulabilecek bir zihinsel boşluğun insanda var
olduğu açıktır. Gözlem ve deneyin dolduracağı bu
boşluğu, insanın tür olarak sahip olacağı karakter
özelliklerinden ayırmak gerekir. Bu karakter özelliği
insanın iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi karşıtlar
arasında ayrım yapabilecek bir potansiyelle dünyaya
geldiğini ifade eder. Bu iki durum arasında ayrım
yapmak gerekir.

Kur’an, insan fıtratındaki çatışmacı yapıya


dikkatimizi şöyle çekmektedir: 'Kişinin benliğine ve onu
biçimlendirene and olsun ki Allah o benliğe iyiyi ve
kötüyü tanıyıp davranma yeteneğini yerleştirmiştir. Kim
bu ben’i geliştirip arındırırsa kendini kurtarmış, kim de
geliştirmezse kaybetmiştir.‛ Kur’an bu nötr hâli
tanımladıktan sonra, insanı iyi yönde eğitmeye
başlamaktadır: 'Kim ki Allah’ın kısıtlayıcı buyruklarına
saygı gösterirse, bu onun için Allah katında daha
hayırlıdır.'

Kur’an, hanif yapısını bozup şirke düşen ve


potansiyellerinin yönlendirildiği hedeflerin aksi
istikamette yol almakta inat edenleri; 'Gökten (boşluğa)
düşen, yırtıcı bir kuşun kapıp parçaladığı ve rüzgârın
ücra bir köşeye kaldırıp attığı‛, anılmaz, bilinmez,
kimliksiz birer ceset olarak tanımlamaktadır.

145
Kur'an'daki Salat

Fa-ta-ra, ayırarak, yararak yaratmak anlamına


geldiği için, insan fıtratının sürekli ayrılma, özgürleşme,
bağlı olmama hâline gönderme vardır. Zira insan her
zaman ‘ilişki’ler içinde olan bir varlıktır ve bu ilişkiler ağı
içinde kendi yapısını, sahih tekilliğini koruma
güdüsünün fıtratının bir parçası olarak canlılığını
koruması, hanif olarak varlığa devam edebilmesinin ön
koşuludur. Bu, özellikle toplumsal yapı içinde insanın
bireyselliğini korumak, toplumsal ağ içinde bütünüyle
yitip gitmemesini sağlamak için zorunludur. Düzenli
birlik olarak insan toplumunun, bu düzen fikrine
sığınarak farklı otoriteler yarattığı ve insanı bu
otoritelere bağımlı hâle getirdiği açıktır. Anne-baba
otoritesi, toplum otoritesi, devlet/kanun otoritesi insanın
tekilliğini tehdit eden otoritelerden sadece bir kaçıdır.
İnsan fıtratı, bütün bu otoriteler serisine karşı, ‘ben’lik,
‘sahih tekillik’ dediğimiz bir bağımsızlık hâline ihtiyaç
duyar. Tekilliğini korumak için başka tekil varlıklarla
işbirliği/sosyallik de bir tür zorlayıcı faktör işlevi görür.

Her bir özgür benin özgürlüğünün korunmasının


esas kabul edilmesi, özgür benlerden oluşan özgür bir
toplumu meydana getirir. Böylece toplum olarak,
karşılıklı olarak ilişkiler kurma ve yaşama zorunluluğu,
zorunluluk fikrinin sevimsizliğine tahammülü bir
dereceye kadar kolaylaştırmış olur. İnsanın diğer insan
tekleriyle birlikteliği, hayvanların birlikteliğinden farklı
olarak, sadece ihtiyaçtan, çalışmaktan ve duygusal
birliktelikten önce zihinsel süreçlere tabi bir birlikteliktir.
146
Kur'an'daki Salat

Bir araya gelen, tekrar ayrılan tekrar birleşen ama


birbirlerini hiç etkilemeyen, birbirlerinin yaşamlarına
nüfuz edemeyen hayvanlardan bütünüyle farklı olarak,
insanlar birbirlerinin yaşamına müdahil olma/nüfuz etme
iradesiyle ve kastıyla toplum içinde etkinleşirler ve bunu
mümkün kılacak bir bilgisel donanımın onları var
kılacağını bilirler.

Bilinçli ve iradeli bir yaşam, yaşamı insani bir


yaşama dönüştürür. Bilinç ve irade, insanı korumaya
alan egoizminin aynı zamanda hem bireyi hem de
toplumu yokluğa sürüklememesi için de koruyucu
tedbirler alır. Böylece fıtraten özgürleşmeye kodlanan
insan hem kendi tekilliğini (hanif) korumuş olur hem de
özgürlük talebiyle toplumun nihayetinde onu yok
etmeye yönelebilecek bir güç hâline gelmesinin de
önünü kapatmış olur.

Özgürlük, sorumluluğu da beraberinde getirir.


Sorumluluğun beraberinde getirdiği riski üstlenmek
istemeyen insan, özgürlüğünü devredecek yerler arar.
Bundan hareketle de özgürlükten kaçış mekanizmasını
çalıştırırlar. Bu mekanizma, kişinin kendi bireysel
benliğinden vazgeçip, yoksun olduğu güce kavuşmak
için benliğini kendi dışında bir şeye ya da bir kimseye
kaynaştırma eğilimidir. Kendini daha aşağı konumda
hissetme, güçsüzlük ve bireysel önemsizlik duyguları bu
mazoşist çabaların en sık ortaya çıktığı biçimlerdir.

147
Kur'an'daki Salat

Hayatları gizli bir biçimde kendilerinin dışındaki


bir güce bağlı olan kişilerin bütün yaptıkları, duydukları
ve düşündükleri, şu ya da bu biçimde bu güce ilişkindir.
'Ondan' koruma beklerler, 'onun' kendilerine bakmasını
isterler, kendi eylemlerinin sonuçları ne olursa olsun,
'onu' da sorumlu tutarlar. Genellikle söz konusu kişi bu
bağımlılığının farkında bile değildir. Bir bağımlılığın belli
belirsiz farkına varsalar bile, bağımlı oldukları kişi ya da
güç belirsizdir. Bu güce ilişkin ayrıntılı bir imge yoktur.
Temel özelliği belirli bir işlevi temsil etmesi, yani bireyi
koruması, yardım etmesi ve geliştirmesi, yanında olup
onu hiç yalnız bırakmamasıdır. Bu güç gerçek yaratıcı
olan değil, kendi zihinlerinde yarattıkları güçtür. Benliğin
yitirilmesi genele uyma gereksinimini artırmıştır. Çünkü
benlik kaybı, kişinin kimliği konusunda ciddi kuşkulara
düşmesiyle sonuçlanmaktadır. Olmam gerektiğini
düşündüğüm kişi değilsem, 'ben' kimim? Bireyin kurulu
bir düzende, tartışılmaz bir yere sahip olduğu Orta Çağ
yapısının yıkılmasıyla, kişinin benliğiyle ilgili kuşkular
başlamıştır. Bireyin kimliği, Descartes'tan bu yana,
çağdaş felsefenin de temel konularından biri olmuştur.
Birey, etrafındaki kurulu düzenin işlemesine katkıda
bulunduğu ölçüde 'olmak istediği'nden çok 'olması
istenen birey' hâline dönüşür.

Başkalarının beklentilerine uyum göstermekle,


kişinin kimliği ile ilgili bu kuşkuları susturulur ve belirli bir
güven kazanılır. Doğallıktan ve bireysellikten
vazgeçmek, hayatın engellenmesiyle sonuçlanır. Robot
148
Kur'an'daki Salat

gibi uyum gösteren birey, biyolojik olarak hayattadır


ama duygusal ve zihinsel olarak ölüdür. Yaşamanın
gerektirdiği hareketleri yapar durur, ama hayatı kum gibi
parmaklarının arasından kayıp gider. (Prof.Dr.Şaban Ali
Düzgün- İnsanın doğası (fıtratı) ve özgürlüğü üzerine)

Fıtrat konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için İbn


Arabi'nin Futuhat-ı Mekkiyye adlı eserinden alıntıları
paylaşmak istiyorum:

Her doğan çocuğun üzerinde doğduğu fıtrat


(yaratılış) rablığı ikrardır. Bu, rablığına tanık tutup evet
dediklerinde, Tanrı’nın insanlardan aldığı ilk sözdür.

Fıtrat Hakk'ın yaratıklarını üzerinde yarattığı


tevhit bilgisidir. Hak onları bellerinden alıp tanık tutmuş
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuş, onlar da
“Evet sen bizim Rabbimizsin” demişlerdir. Böylece
onlar, her şeyden önce, rablıga tanıklık etmişlerdir.

Rasulullah şöyle buyurur: “Her doğan fıtrat


üzerinde doğar.” Bu, Hakk’ın kendisi için aldığı
Misak’tır.

Kul, özü itibariyle kulluğunda temizdir, çünkü


fıtrat üzerinde yaratılmıştır. Fıtrat, Rabbe kulluğu ikrar
etmektir.

Fetr, fetk, yani parçalanma demektir. 'Her doğan


fıtrat üzerine doğar' ifadesi buradan gelir. Allah'ın ilk
açtığı (parçaladığı, fetk) şey, var ediş esnasında var
149
Kur'an'daki Salat

olanların kulaklarıdır. Bu, yokluk ve varlık arasında kün


(ol) sözüyle kudretin onlara ilişme halidir. Böylece
Allah'ın emrine uyarak, bu hitap vesilesiyle kendi
başlarına oluşmuşlardır. Kün (ol), mertebenin
kelimesidir. İlk yaratılış esnasında, kulakları kendisiyle
açtığı ilk şey ise, 'Sizin Rabbiniz değil miyim?' ayetidir.
Onlar da, 'Evet' demişlerdi. Dolayısıyla bu insanlara
özgüdür. Yaratma ise geneldir. Allah'ın insanların
dillerini açtığı ilk şey ise, onların 'Evet' sözleridir. (4.cilt
371. sayfa)

Peygamber şöyle der: 'Her doğan fıtrat üzerinde


doğar.' Burada belirlilik takısı (lam-ı tarif), bilinen bir
şeyi anlatır. Başka bir ifadeyle, Allah'ın insanları
yarattığı fıtrat demektir. Bazen belirlilik takısı, bütün
yaratılış türlerini içerir. Çünkü insanlar, yani bu insan
alemin toplamı olduğunda, onun fıtratı da alemdeki
bütün fıtratları toplar. (6.cilt 296-297.sayfa)

Fıtrat, mümkünlerin karanlıklarının parçalanıp


suretler arasında ayrımın gerçekleşmesini sağlayan ışık
ve nurdur. Bu durumda daha önce iki şeydeki ortaklık
yönünden hareketle 'bu şunun aynıdır' denilirken artık
'şu bu değildir' denilir. 'Gökleri ve yeri parçalayan (Fatır,
fıtratın sahibi) Allah'a hamd olsun' ayeti, 'Allah göklerin
ve yerin nurudur' ayetiyle aynı kapsama girer. Tüm
alem gök ve yerdir, başka bir şey değildir ve nur ile
zuhur etmişlerdir. Başka bir ayette ise 'Onu Hak ile
indirdik, hak ile indi' denilir. Gökler ve yeri Allah izhar
150
Kur'an'daki Salat

ettiği gibi dolayısıyla onların nurudur. Öyleyse


mazharların zuhuru, Allah'ın kendisidir. Binaenaleyh
'Allah gökleri ve yeri yarandır (yaratan)' . Böylelikle
göğü ve yeri nuruyla izhar etmiştir (yarmıştır). Öyleyse
Allah göklerin ve yerin fıtratıdır. Fıtrat, insanların
üzerinde yaratıldığı şeydir. 'Her doğan fıtrat üzerinde
doğar.' 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da 'evet'
dediler.' Öyleyse Allah onları ancak 'kendi üzerinde'
yarattığı gibi ancak kendisiyle yarattı. Bu sayede, eşya
birbirinden ayrıştı, farklılaştı ve belirginleşti. Eşya,
Hakkın zuhuru karşısında, 'bir şey değildi.' Varlık, O'nun
varlığıdır, kullar O'nun kullarıdır. Onlar hakikatleri
(a'yan) bakımından kullar, varlıkları bakımından Haktır.
Onların a'yanı, varlıklarından fıtrat sayesinde ayrıştı.
Söz konusu fıtrat, ayn ile varlığını ayırt eden şeydir. O,
Allah'ı bilenlerin bilgisinin ilgili olduğu hususların en
kapalısıdır. Bunun öğrenilme zamanı kısadır. (6.cilt
sayfa 299)

Sonuç olarak; Fıtrat bir ferdin şahsiyeti için


kullanılmaz, ancak bir türün tüm üyelerinin ortak vasfı
için kullanılır. Fıtrat tür için geçerlidir. İnsanın fıtratı,
ağacın fıtratı, suyun fıtratı, meleğin fıtratı denilebilir.

Ayette bilinçli varlık olan insana zımnen "kendine


bir yaratılış amacı tayin et" denilmiyor. Aksine tayin
edilmiş amaca "kendi iradenle yönel" deniliyor. Demek
ki, şuurlu varlıkların fıtratına aykırı davranması
mümkündür. Şuurlu bir varlık ne zaman fıtrata aykırı
151
Kur'an'daki Salat

davransa oradan şer zuhur eder. "Ve nihayet insan


benliğine iyiyi ve kötüyü tanıyıp sorumsuz ve sorumlu
davranma yeteneğini yerleştiren (şahit olsun) ki" (Şems
91/8) ayetini hatırlamak gerekir. (Mustafa İslamoğlu-
Esma-i Hüsna)

"Ben hanif olarak yüzümü göklere ve yeri fatır


(ayıran-yaran-parçalayan) olarak yaratana yönelttim;
ben müşriklerden değilim." (En'am 6/79)

ŞİRK-PUTPERESTLİK-TEVHİD (HALİS DİN)

Putperestlik, anlamayan ve şuur taşımayan cahil


ve bedevi bir topluluğun bir yere koyduğu ve sonra da
gidip taptığı bir taşlar sistemi değildir. Putperestliğin
toplumdaki teşekkülünün önemli bir sosyolojik felsefesi
vardır.

Putperestlik, tıpkı ırka tapıcılığın ve sınıfa


tapıcılığın Yunan felsefesinin ve Doğu felsefesi
tarafından statükonun meşrulaştırılması için akıl adına
kurulması gibi yalan din temsilcileri tarafından tarihte
din adına kurulan bir öğretidir. Putperestlik, insan
fıtratında bulunan bulunan temiz dini duygudan
yararlanan ve putperestlik dinini, şirki icat eden
zorbalara ve egemen hanedan ve sınıflara bağlı olan
düşünürlerin hilesinden ibarettir. Yani halkın
putperestliğin hizmetine giren ve hizmetine sunulan dini

152
Kur'an'daki Salat

ruhudur; halkın tarih boyunca bu tarihi dönüşüm ve


değişimin etkisiyle putların ve mabutların çeşitli ve
çelişkili sembollerde tezahür eden dini duygusudur.

Bundan dolayı putperestlikle mücadele, halkın


şuursuzluğu sebebiyle meydana gelen aptalca bir
gelenekle mücadele değildir. Putperestlikle mücadele,
toplumda ihtilaf, ayrımcılık, zulüm ve kölelik meydana
getirmek için kurulan inanç alt yapısını yıkmak demektir.
İşte bu anlama geldiği için İbrahim, insanlığı kurtarmak
isteyen bir hareketin kurucusu sayılır. Eğer böyle değil
de Babil'deki birkaç sessiz sedasız putu kırmak olsaydı,
Allah'ın en büyük peygamberlerinin iftiharı, İbrahim'in
dinine bağlanmaktan ibaret kalırdı. Şayet İbrahim'in işi
yalnızca mabut yerine konan putları kırmak olsaydı artık
bunun mücadelesi olmaz, gerçek bir değeri olmaz,
sadece tarihi değeri olurdu.

Putperestlik, sosyal durumu tanrılar ve din


aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir. İbrahim, putları
kırmak ve putperestliğe karşı ayaklanmakla sadece Ur
şehri halkını, Babilleri kurtarmadı. İbrahim, insanlık
tarihinde meydana getirilen o büyük yalanın, bir grup
tarafından kurulan o zulüm sisteminin karşısına dikildi.
İbrahim, işkencelere, eziyetlere, mahrumiyetlere,
onların tesis ettiği kan dökme, zorbalık ve haydutluk
tarihine karşı mücadeleyi başlattı.

İbrahim, bu statükoya, bu durumu tanrılar ve din


adına sürdürmek ve insanlığı onun doğallığına ve
153
Kur'an'daki Salat

kutsallığına inandırmak isteyen sisteme karşı ayaklandı.


İbrahim, bu başkaldırısıyla insanlığın bu büyük yalana
kanmasına fırsat vermedi.

İbrahim, toplumda zulüm ve ayrımcılık vasıtası


yapılan ve bireylerin değişik haklara sahip olabileceğini
gösteren dini yıktı ve TEVHİDİ ayağa kaldırdı. Tevhid
nedir?

Putperestliğin ne olduğunu anladığımızda


tevhidin ne olduğunu da anlarız. Putperestlik Kabe'deki
veya Babil'deki birkaç putu kırmak olduğunda tevhid de
gördüğümüz sebeplerle Tanrı'yı iki değil, bir kabul
etmek olur. Felsefi bir şey! Pekiyi, bunun benim
hayatıma ne etkisi var?

İslam Peygamberi: "Allah iki değil, birdir."


dediğinde neden köle olan Bilal-i Habeşi, Ümeyye bin
Halef'in zulmünden kurtuluyor? Bunun o işle ne alakası
var? Ben: "Bizim galaksimizde bir tane güneş vardır."
dediğimde, başkaları da: "İki üç tane vardır." dediğinde
bunun benim haklarımla, hayatımla ve sınıfımla ne ilgisi
olabilir? Etkisiz bir tevhid de işte böyledir.

İslam Peygamberinin tevhid sloganı neden


köleliği ve köle piyasasını alt üst ediyor? 'Sarp yokuşun ne
olduğunu, idrak ettin mi? Köleleri özgürlüklerine kavuşturmaktır.
(Beled 12-13)'bellidir. Çünkü biz tevhidi kanıtlanacak
kelami ve felsefi bir mesele olarak ele alıyoruz. Böyle
bir şeyi anlamıyoruz. Hâlbuki tevhid neymiş?
154
Kur'an'daki Salat

1.-Dini duyguyu tarihte zulüm sisteminin din


adına devam ettirilebilmesi için ortaya çıkarılan sahte
putperestlik tuzağından kurtarmaktır.

2.-Tevhid, putperestliğe cevap vermek demektir.


Putperestlik şudur: Benim sosyal statüm, kökenim,
toplumum ve yaratılışım onunkilerden farklıdır. Birkaç
tanrının bulunması ve birkaç tanrıya tapılması,
toplumda birkaç grubun, birkaç unsurun, birkaç ırkın ve
birkaç insanlık şeklinin bulunması demektir: İşçi ve
beyefendi olmak, aristokrat ve aşağı tabakadan olmak,
köle ve efendi olmak. Yani birbirine karşıt olan birkaç
grup vardır. Bir grubun aç, bir grubun tok olması; bir
grubun bütün insan haklarından mahrum olması, bir
grubun insanların haklarını sömürerek tüm nimetlerden
yararlanması. Biz yöneteniz, seçilmiş seçkinleriz deyip
halkın hakkını yemesi ve bunu kendine hak kabul
etmesi. Yani toplum tek tip değildir; çeşitli gruplara,
sınıflara ve ailelere bölünür. Bu grup ve ailelerden her
birisinin kendisine has tanrısı vardır. Tevhid, herkesin
tek olan Allah'a kul olması yani herkesin sadece İNSAN
olması demektir. İbrahim'in büyük eylemi işte budur.

İbrahim, sınıf farklılığını, ırk ve millet


ayrımcılığını, ırk, soy ve sınıf asaletini muhafaza etmek
için üretilen bu hastalıklı ve zalimce açıklama içindeki
sahte din kurumunu yıkmak için gelmiştir. İnsanlığı tarih
boyunca bu şekilde meydana getirilen ayrımcılıklardan
ve dini ve irfani duyguyu zulüm, cinayet ve fertlerin,
155
Kur'an'daki Salat

sınıfların ve milletlerin birbirlerini sömürmesi için


oluşturulan tuzaklardan kurtarmak için gelmiştir.
İbrahim'in hikayesi, dini putperestlikten, yani insanın
eşitlik ve kardeşlik sermayesi olabilecek en değerli ve
en temiz duygusunun, ayrımcılık ve farklılığa dayalı
toplumun sembolü ve aynası olan yalancı şirk
sisteminden kurtuluş hikayesidir.

Nemrut ve Firavun, efsane değil, tarihte yaşamış


kimselerdir. Hem Nemrut'un ve hem Firavun'un hem de
şirk ve ilahlık iddiasında bulunan diğer herkesin
tapınakları vardı, kendi putlarına tapıyorlardı ve
uluhiyete inanıyorlardı. "Ben sizin en yüce Rabbinizim!"
diyen Firavun, "Ben sizin büyük yaratıcınızım!" demiyor,
"ben sizin Rabbinizim!" diyor. Rab, tanrı değil, efendi,
sahip anlamına gelir. Biz bundan şu manayı anlıyoruz:
"Ben sizin efendiniz, sahibinizim, sizin rızkınız, işiniz,
hayatınız ve ölümünüz benim elimdedir. İstersem
hemen seni öldürmelerini emrederim; istersem sağ
bırakırım. Cellat öldürmeye veya öldürülecek bir
mahkum olduğunu söylemeye geldiğinde ben seni
affederim ve sana yeni bir hayat bağışlarım. Yani senin
hayatın ve ölümün benim elimdedir. Ben senin
efendinim." Tanrılık iddiasında bulununca ayrımcılığı,
insanların birbirlerini efendi edinmesini, birbirine
egemen olmasını bir çeşit putperestlik saymak ve
Allah'a mahsus yetkiye müdahale olarak görmek
gerekir. Hâlbuki insanlar sadece Allah'ın egemenliği
altındadırlar. Eğer birisi: "Ben Allah'a inanıyorum ve
156
Kur'an'daki Salat

dine inanıyorum, fakat başkalarının işi, rızkı, hayatı ve


ölümü benim elimdedir." diyorsa tanrılık iddiasında
bulunmuş, yani Allah'a mahsus sıfatlardan birinin kendi
elinde olduğunu iddia etmiş olur. Peygamberler, bugün
anladığımız manada kendisini evrenin tanrısı olarak
gören kimseyle değil, bu iddia ile mücadele etmişlerdir.

İsyan etmeden önce teslim olmak hayvan olarak


kalmaktır. İsyandan sonra teslim olmak, insan olmaktır.
Bilinçsiz yaşayan insan, cennette bile yaşasa –nitekim
Âdem öyleydi- değersizdir. İnsan melek olarak yaşasa
da makamı melek derecesine düşer, yani secde edilen
iken secde eden konumuna iner.

İlkel merhalede Âdem cennetteydi, yani bilinçsiz


cennette bütün fıtri güdüleri karşılanıyordu. O durumda
her yer Âdem için cennetti. Cenneti hayat ve dünya,
rahatlığı zorluk, huzuru sıkıntı yapan nedir? Bilinç.

Âdem, kanun ve zorlama karşısında bilinç,


basiret ve isyana ulaştıktan sonra öz bilince kavuşuyor.
Yani Âdem'in bilinçsiz doğal cennetinden, içinde
başkaldırının daima teslimiyetle birlikte bulunduğu
insani sorumluluk ve dert dolu bilinç tarafına sürgün
edilir. Allah, isyan eden insanın teslimiyetini bekler.
Âdem'in isyan ettikten sonra teslim olması önemlidir
ama zaten başından beri teslimiyet içinde yaratılmış
olan meleklerin teslimiyeti Allah için değersizdir.

157
Kur'an'daki Salat

İsyan ne demektir? Fert olarak benim,


bilinçsizken beni böyle –bu duygular, özellikler, düşünce
biçimi ve hayat tarzı ile- oluşturan tarihin zorlayıcılığı
zindanından çıkmam ve tarihin beni sürüklediği yola
başkaldırmam demektir. İbrahim, putperestliğe ve
sınıfsal ayrımcılığa doğru giden tarihin zorlayıcılığına
karşı durdu. Bu, tarihe karşı isyan etmektir.

Aynı şekilde insan, tarihin zorlayıcılığına,


belirleyiciliğine karşı da isyan eder. Tabiatında bulunan
doğal zorlayıcılık yasalarına rağmen isyan eder. İman
ve öz bilinci sayesinde kendisini gündelik, monoton ve
hayvani bir yaşama sürükleyen kanunlara ve güçlere
başkaldırır.

Birden bütün dünyaya karşı duran, ayağa kalkan,


başka bir şekilde olan, farklı biçimde hisseden ve kendi
hayat seyrini belirleyen bir insan oluverir. Bilinç ve iman
sayesinde karaktere, içgüdülere ve psikolojiye isyan
eder.

İnsan, isyan eden bir hayvan ve günah işleyen


bir melektir. İnsan bütün o kanunlar karşısında öyle bir
yaratıcılık gücüne ve bilince sahiptir ki tabiatın kör
iradesini ve mizacın zorlayıcı yaşamını bile yönlendirir.
Bu insan, öz bilincine ve isyana ulaşmıştır. Yaşadığı
toplumda öz bilincine, biz bilincine, toplum bilincine ve
insani bilince ulaşmadan kendi "Ben" ini toplumun "Biz"
inde eriten insan, kesinlikle aşkın insan ferdi değerine
sahip değildir; o henüz ruhsal gelişimin başındadır.
158
Kur'an'daki Salat

Çünkü öz bilinci yoktur. Toplumu ve "Ben"i tanıyan,


kendisini bizden koparan, iç dünyasına ve "Ben" ine
ulaşan insan, bunlara göre gelişme sürecindedir.

Çünkü o özgür olabilir, bağımsız olabilir, kendi


iradesini tabiatın, toplumun ve mevcut durumun
iradesine ve zamana dayatabilir ve durumu
değiştirebilir. Topluma bağlı bir fert hiçbir zaman
toplumun hayat tarzına, yönetim şekline ve ekonomik
durumuna başkaldıramaz. İmkânı yoktur, çünkü ferdin
varlığı yoktur, fertlerin varlıkları vardır. Onlar yaşadıkları
toplumlarına değil, toplum onlara egemendir. Modern
topluma mensup ve bireyselliği gelişmiş olan fert ise
toplumunu bilinçli bir şekilde değiştirebilir, tarihin seyrini
tanır ve değiştirebilir.

İsyankâr, bu isyandan sonra


bağlanmak/birleşmek için geri döner. Bu başkasının
onun için seçtiği bir bağlanma değil, bizzat seçtiği bir
bağlanmadır. Pekiyi, neye bağlanma?

İnsanın özgürlüğü, ferdin bilinçli ve bilinçsiz


olarak kendisine yönelen bütün akımlardan kurtulması
demektir. "Ben", sadece ve sadece bilince eriştikten,
bütün zorlamalara isyan ettikten sonra bizzat seçtiği
insani bağlılığa dönüşür. Bu insani bağlılık nerededir ki?
Sosyal gerçekliği bulunan ve tarih boyunca akıcı ve
dışsal bir hareketi olan "Biz" dedir. Yani insanlarda!

Hangi insanlar? Hangi halk?


159
Kur'an'daki Salat

Tarih boyunca putperestliğin kurbanı olan,


olmaya devam eden gelecekte de olacak olan insanlar;
tarih boyunca evreninin tevhidi hareketine bağlılıklarını
koruyan, zihinlerinde insani eşitlik, kendi hayatını
İbrahimi düşüncenin tarih boyunca sahip olduğu hayata
feda etmek; beni bu bize, büyük bir aşka ve ideale
bağlı, hakkın yerleşmesi için çalışan insanlara takdim
ve feda etmek. İşte ibadet budur! Yol kul oldu, yani yol
düzgün oldu. İbadet dua değildir. Dua, ibadetin çok tali
görünümlerinden biridir. Kelime köküne bakınız: "Abede
et-tarik" yani yol kul oldu, yol düzgün, yumuşak oldu, yol
ezildi, yoruldu. Âbid kimdir? İbadet nedir? Yolun doğru,
düzgün amel etmesidir. Âbid, düzeltilmiş yoldan
ibarettir. Taşlar, engebeler ve dikenler, çalışarak, sürekli
zahmet ve sıkıntı çekerek, gayretle ve aşkla atılmış ve
temizlenmiştir.

Kimin önünden?

Allah'ın iradesinin önünden…

Peygamberler, Allah'ı tanımayan, Allah'a ibadeti


bilmeyen dinsiz insanlara Allah'ı tanıtmak, Allah'a nasıl
tapılacağını, O'na nasıl dua edileceğini göstermek için
gelmediler. Çünkü insanın fıtratında ve aynı şekilde
bütün toplumların geleneğinde Allah'a ibadet vardır.
Hâlbuki ne şekilde Tanrı, her kültürel düzeyde her
toplumun şuur ve anlayışına bağlı olarak değişmektedir.
160
Kur'an'daki Salat

Boncukları güzelce yontup boyayan ve bunlara tapan


kimse, onun adını fetiş koyuyor, onlara ibadet ediyor ve
Tanrı'ya tapar gibi duygulanıyor. Ateş, Ay ya da Güneşe
mabud diye tapan kimsenin bu ibadeti, bu ilişkisi, bu
duygusu dini bir duygudur, bir ibadet duygusudur.

Tepesinde kurucu olarak İbrahim Peygamber'i,


tamamlayıcı olarak da Muhammed Peygamber'i
tanıdığımız büyük tevhid peygamberleri, insanlara
Allah'a ibadeti armağan etmek için gelmediler. Çünkü
Allah'a ibadet, insanın fıtratında vardır. Sadece insanın
Allah'a ibadetini düzeltmek için geldiler. Ne şekilde
düzeltmek? Tarihte tanıdığımız sosyal sistemler ve
insan toplumları, fikri sapma, kötü etkenler, grupların
çıkarları ve nedenlerin bilgisizliği içinde idiler. İnsanların
tapma duygusunu veya dini güdü ve fıtratlarını kötüye
kullanıyorlardı, bu kutsal duyguyu saptırıyorlardı ve
hepsinin ortak yönü şirk olan bu değişik dinleri meydana
getiriyorlardı. İşte peygamberler şirki tevhide
dönüştürmak için geldiler. Şirk; dinsizlik, mezhepsizlik,
Tanrısızlık değildir. Şirk tıpkı tevhid gibi dindir, Tanrı'ya
kulluktur; ama sapık, adi ve yanlış bir şekilde. Tevhid,
dini duygu, eğilim, görüş ve anlayışı düzeltmektir;
toplumda, fertte ve insan türünde dini duygu yaratmak
değildir.

İbrahimi dindeki tevhidin, "Hanif Dini'nin bütün bu


meseleleri bu altyapı üzerinde anlamamızı gerektiren
nasıl bir önemi ve değeri vardır?
161
Kur'an'daki Salat

Din esaslarının birincisi tevhid, ikincisi nübüvvet,


üçüncüsü ahiret, dördüncüsü adaletten… ibaret
olduğunu söylüyorlar. Bu bölümleme yanlıştır ve İslami
dünyagörüşü ile uyuşmaz. İslam'ın esasları böyle
değildir ki. İslam, tavanı üç yada beş sütun üzerine
oturtulmuş bir binadır diyelim. İslam sistemini böyle
tasavvur edilmesi yanlıştır. Şöyle dememiz gerekir:
İslam'ın birden çok ilkesi yoktur. O, TEVHİD adlı temel
taştır. Tevhidin yanında hiçbir şey yoktur. Tevhidin
yanında her ne varsa küfürdür. Tevhidin üzerinde kurulu
ve tevhidden kaynaklanmış olarak nübüvvet, ahiret,
adalet… vardır. Şu şekilde sınıflandırma yapmalıyız:
İslam'da bütün esasların, dalların, dalların dallarının,
inançların, amellerin bir tek ilkesi vardır. Bir tek ilke
vardır ve Kur'an, Peygamberler, nübüvvet, hac, namaz,
adalet vs. bir ilkeden çıkan ve bir kaynaktan doğan
üstyapılardır.

Öyleyse İslam, birincisi tevhid, ikincisi onun


yanında nübüvvet, üçüncüsü ahlak, onun yanında
akide, muamelat, adalet vs. (den ibarettir) şeklinde bir
sınıflandırma yapmak ve tevhid hepsinden daha
önemlidir demek yerine –bu sınıflandırma İslami
değildir- altyapı birdir, o tevhiddir ve ilkeler bu
altyapıdan kaynaklanır demeliyiz. Böyle bir tasnif, bizim
tüm İslami dünyagörüşümüzü değiştirir. Bütün ilkeler,
bir gövdeden çıkan dallardır ve o da tevhid denilen
esastır dersek. Sonra da onun aksine tevhidin yanında
diğer ilkeleri bağımsız olarak ortaya koyarsak yanlış
162
Kur'an'daki Salat

sonuç alırız. Doğal olarak onun kökünü bilmediğimiz


için İslam adına ortaya konan her amel, her esas, her
inanç, her tören ve her dalın kökünü kesinlikle tevhide
bağlamalıyız. Bağlamazsak ayakları havada kalır, bu
yanlıştır.

Çeşitli dinlerin her biri, bir kurtuluş etkeni olarak,


diğer bütün inançların kaynaklandığı inanç esası olarak,
bütün dinlerin veya din peygamberlerinin davet ettiği
hedef ve temel etken olarak bir ilke bildirmişlerdir.

Zerdüşt'ün dininde bu ilke ahlaktan, iyi düşünce,


iyi eylem, iyi sözden ibarettir. Öyleyse iyi düşünce, iyi
eylem, iyi söz, Zerdüştilikte kurtarıcı ilkedir. Buda
dininde kurtarıcı ilke huzurdur. İnsan huzuru elde
etmedikçe kurtulamaz. Veda dininde huzur ve
ızdırapsızlık değil, "iyi düşünce, iyi söz ve iyi iş" kurtuluş
etkenidir. Daha doğrusu bilgi ve tanımadan ibaret olan
Vidya, kurtuluş faktörüdür. Kurtuluş sebebi doğru
bilgidir. Musevilikte (kurtuluş etkeni) adalettir.
Hristiyanlıkta (kurtuluş etkeni) bunların hiçbirisi değil,
aşk, sevgi ve muhabbettir. "Sana iyilik edeni, iyiliğine
karşılık olarak sev. Sana kötülük edene yine sevgi ile
karşılık ver. Böylece dünya baştan ayağa sevgi ile
dolsun ve insanlar kurtulsun." Çin'de bunların hiçbiri
yoktur. Tanrı'ya, Tao'ya yaratılış kanununa aşk
beslemek vardır. "Tanrı mutlak güzelliktir. Güzellik, onu
hissedebilmek, tanıyabilmek, aşk besleyebilmek için
sevgiye muhtaçtır. O insanı yarattı. İnsan aşktır, Tanrı
163
Kur'an'daki Salat

güzelliktir. Öyleyse insan, Tanrı'ya bir yolla ulaşır, o da


Tanrı'ya sevgi beslemektir.

Ama İslam'da bunlar toplu halde bulunduğu


halde bunların hiçbiri yoktur. İslam'ın esası tevhide
dayanır. İlk mesaja bakın: "Allah'tan başka ilah yoktur
deyin, kurtulun." Bu kurtuluşun, hem Museviliğin, hem
Hristiyanlığın, hem Budizmin, hem Veda dininin, hem
de Çin dininin aradığı kurtuluş olduğunu görüyoruz.

Şimdi şu soru ortaya çıkıyor: Niçin? İslam'ın


(Vedaizm gibi) ilmi, (Zerdüşt gibi) ahlakı, (Taoizm gibi)
aşkı, (Budizm gibi) huzuru, (Musevilik gibi) adaleti,
(Hristiyanlık gibi) tüm insanları sevmeyi değil de bilakis
tevhidi kurtuluş etkeni olarak almasının ne önemi
vardır? Niçin? Aklınıza ne geliyor?

Ben tek kelimeyle şu görüşteyim: İlim kurtuluş


etkeni olduğu için Veda doğru söylüyor, ahlak kurtuluş
etkeni olduğu için Zerdüşt doğru söylüyor, Allah sevgisi
kurtuluş etkeni olduğu için Taoizm doğru söylüyor,
adalet kurtuluş etkeni olduğu için Musevilik doğru
söylüyor, bütün insanları sevmek kurtuluş etkeni olduğu
için Hristiyanlık doğru söylüyor. Ama bir şartla ki o da
şudur: Bütün bunlar bir altyapı, bir dünyagörüşü, bir ilke
üzerinde açıklanabilir; o ilke TEVHİD'tir.

Eğer tevhidi insanları sevme ilkesinden çekip


alırsak tevhid zillet veya içgüdüye dönüşebilir. Ben
tevhidi inanç temelimden kaldırırsam bütün insanlara
164
Kur'an'daki Salat

sevgi beslersem, hatta beni zillet ve esarete sürükleyen


kimseye de sevgi beslersem burada sevgi, zillet
felsefesine dönüşür. (İsa Mesih, İbrahim gibi konuşması
gerekir. Onların aykırı konuşması olmaz. Ben mevcut
kitaplara dayanarak söylüyorum. İlkeyle ilgilenmiyorum.)
"Dostu da sev, düşmanı da sev!" dediğinde, Sezar'ın
hegemonyası altında zillet ve köleliğe düşmüş olan
kendi kavmine "Sezar'ı ve Roma imparatorunu sev!"
yani "zillete alış" mesajı verdiğinde sevgi, köleliği
meşrulaştırmaya dönüşür.

Sevgi bu kişiler arasında liyakat dikkate


alınmadan kör duygusal ve içgüdüsel ilişkiler şekline de
dönüşebilir. Eğer herkes birbirini severse bu herkesi
sevmede bizim görünürde hissettiğimizin ve bu tabirde
hoşlandığımızın aksine zalim ve mazlum, alçak ve
alçaltıcı, iyi ve kötü sevgi dalgaları denizinde yüzdükleri
anlaşılır. Bu, sınıfsal, sosyal, ırksal ve yaşamsal
ilişkilerde insanlar için bir ahmaklık açıklayıcısı ve her
zaman statükonun meşrulaştırıcısı olabilen güzel bir
yalandır. Çünkü sevgi bazı yerlerde temelsiz olduğunda
dostun zararına, düşmanın yararına olur.

Egemen bir tanrı nasıl üç çehreye dönüşebilir?


Çünkü sosyal sistemde egemen sınıf üç çehre kazanır.
Zor (güç-iktidar), zer (altın-para) sınıfı ve
tezvir (hile-yalan) sınıfı. Bu üç sınıf Kur'an'da
165
Kur'an'daki Salat

gücün sembolü Firavun, paranın sembolü Karun, yalan


ve hile ruhaniyetinin sembolü Belam-ı Baura adlarıyla,
yani bu üç sınıfın üç sembolü şeklinde somutlaşmıştır.
Birinin işi istibdat (tek adam yönetiminin halkı baskı ve
özgürlüklerinin engellendiği yönetim), birinin işi sömürü,
birinin işi de fikri açıdan sürüleştirme idi.

Çok önemli konulardan biri de üç tanrılı olan bu


dinlerin bütün milletlerde aynı zamanda tek tanrılı da
olmalarıdır. Tek tanrılı gözüken dinin üç çehresi.
Egemen sınıf, üç boyut kazanmış tek bir sınıf olmuştur.
Firavun, Karun ve Belam-ı Baura, halka egemen olan
tek varlığın üç yüzüdür.

Bundan dolayı: Tarih boyunca şirk, bu birleşmiş


üç sınıfın aleti şeklinde, evrensel şirk şeklinde dünyada
tefrika (ayrıştırma) üzerine kurulmuş bir dünyagörüşüne
dayalı bir tür evrensel tefrika oluşturmak için ortaya
çıkmış ve halk kitlelerinin kutsal duygusuna dayanan
dini bir sistemdi. Böylece ırkların savaşını, ırksal
üstünlüğü, kavimlerin diğer kavimlere karşı üstünlüğünü
meşrulaştırmak için ırksal şirki açıklıyor; ailenin asaletini
ve kapalılığını ebedi, ezeli ve ilahi olarak açıklıyor.
Demek ki şirkin toplumda böyle bir rolü varmış.

Tevhid, şirki reddetmektir. Yani üzerinde


insanlığın ayrıştığı ve kurt, tilki ya da masum kuzu
haline geldiği tüm altyapıların her biri bu cinayet dolu
tarih boyunca kendisine ait bir paya ve role sahiptir.
Sapık bir din türü olan şirk sayesinde bu sınıflandırma,
166
Kur'an'daki Salat

herkesin doğal, ilahi, belirlenmiş, ebedi ve değişmez


payı olarak açıklanmıştır.

Bundan dolayı İbrahim'in yaptığı iş, bizim


açımızdan bir kavmin birkaç puta taptığı, aydın ve
bilinçli bir adamın gelip baltasıyla bu putları kırdığı ve
"Allah birdir, bunlar tanrı değildir." dediği tarihi bir
hadise değildir. İbrahim'in bu putlara vurduğu o darbe,
insanlık tarihinde ırksal, ailevi ve sınıfsal tefrikayı ve
evrende insan, Tanrı ve tabiat çelişkisini meşrulaştıran
bütün bu bayrakların toplanıp kaldırılması ve tevhide ve
Tanrı, halk ve tabiat uyumuna dayalı bir evrenin
oluşturulması adına tevhidin kurulması demektir.

Tevhid, ayrıştırmayı yok ediyor, bütün sembolleri


ortadan kaldırıyor ve evrensel şirki reddetmek suretiyle
tabiat fizikötesine, tabiata ve insana hükmeden tek bir
uyum, bir tek kanun, bir tek yönetim, bir tek akıl, bir tek
yön oluşturuyor ve açıklıyor. Bu manadan dolayı
baktığımız Kur'an, yıldız, zeytin, çamur, toprak, karınca,
örümcek gibi tabiat olgularından sanki manevi ve
metafizik meseleler hakkında konuşuyormuş gibi
bahsediyor. Bunlar onun için aslında fark etmiyor.
Kur'an'da Allah, gözlerimizde bunların reddedilmesi
yoluyla aydınlanıyor değildir. Allah'a ancak bunlar
anlaşılarak ve tabiatın içine girilerek ulaşılabilir. Çünkü
tabiat, Allah ve insan, birbirinden ayrı üç bölgedir ve
birbirleriyle çekişme halinde değillerdir. Varlığa egemen
bir sistemdir; bir liderli, bir akıllı, bir duygulu, bir
167
Kur'an'daki Salat

yönetimli ve herkesin kendi köşesinde ve cihetinde


yöneldiği bir varlık. "Ona yönelen dışında her şey yok
olucudur." Niçin? Çünkü evrenin tüm zerrelerine,
insana, tarihe, topluma, bireyin hayat felsefesine,
tabiata, fizikötesine, varlığa ve beşeri topluma egemen
olan bir yön ve bir harekettir.

İbrahim'in darbesi, sınıfsal, ırksal ve ailevi şirkin


sahte dini meşrulaştırma altyapısını yok etmek –asalet
ve ayrıcalıkların her birisinin meşrulaştırıcı mabutları
olan- ailevi asaleti, sınıfsal asaleti ve ırksal asaleti
paramparça etmek ve TEVHİDİ ilan etmek suretiyle
insanlığın birliğini açıklamak demektir.

Kur'an'da insana bakın: Bir yandan insanı


topraktan, kurumuş çamurdan yarattım diyor, yani bir
kökümüzü tabiata bağlıyor. Öte yandan bir kökümüzü
de Allah'a bağlıyor: "Ona ruhumdan üfledim." Bundan
dolayı Tanrı, tabiat ve insan üçgenini birbirleriyle
uyumlu ilişki içinde olmalarıyla, Tanrı'nın diğerlerine
egemen olduğu bir durumda ona doğru hareket
etmeleriyle açıklıyor. Yani şirkin birbirinden ayrı ve
çelişkili olarak açıkladığı bütün bu şeyler arasında
(tevhid meydana getiriyor): Sosyal sınıflar arasında
tevhid, insan ırkları arasında tevhid, fizikötesi ile tabiat
arasında tevhid, insan ile tabiat arasında tevhid, ruh ile
beden arasında tevhid, din ile madde arasında tevhid,
dünya ile ahiret arasında tevhid, madde ile mana

168
Kur'an'daki Salat

arasında tevhid, ferdin asıllığı ile toplumun asıllığı


arasında tevhid.

Öyleyse evren –varlık- bir birliğe dayanır, insan


tarihi bir birliğe dayanır, beşer türü bir birliğe dayanır,
sosyal sınıflar bir birliğe dayanır, aileler bir birliğe
dayanır.

Fıtratı açıklamalıyız. "Din fıtrata aittir"


dediğimizde hükmün ne olduğu açık değildir. Çok ince
ve dikkatli analiz etmeliyiz.

Din fıtrıdir (her insan fıtratında vardır); fakat bu


din tezahür ettiğinde sapkın etkenler vasıtasıyla
sapabilir ve mukaddes olmayan etkenler asırlarca
yaptıkları gibi bu kutsal fıtri duygudan kötü amaçlı
yararlanabilir. Tevhid, fıtratın yönlendirilmesinden ve
fıtratı özel etkenler yararına saptıran etkenlerle
mücadeleden ibarettir.

VAHYİN 19.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin on dokuzcu


yılında karşımıza Ahzab Suresinin 33 ve 56.ayetlerinde,
Nisa Suresinin 142 ve 162. ayetlerinde, En'am
Suresinin 72, 92 ve 162. ayetlerinde çıkar. İlgili

169
Kur'an'daki Salat

ayetlerde geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki


bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

َ‫الزكَاة َ َوأَطِ ْعن‬


‫ﺻ َﻼة َ َوآتِينَ ﱠ‬ ‫َوقَ ْرنَ فِي بُيُوتِ ُك ﱠن َو َﻻ تَبَ ﱠرجْ نَ تَبَ ﱡر َج ْال َجا ِه ِﻠيﱠ ِة ْاﻷُولَﻰ َوأَق ِْمنَ ال ﱠ‬
‫عن ُك ُم‬َ ‫ِب‬ ْ
َ ‫سولَهُ إِنﱠ َما ي ُِري ُد ﱠ ُ ِليُذه‬
ُ ‫ﱠ َ َو َر‬

‫يرا‬ ْ ‫ط ِّه َر ُك ْم ت‬
ً ‫َط ِه‬ ِ ‫س أ َ ْه َل ْالبَ ْي‬
َ ُ‫ت َوي‬ َ ْ‫الرج‬
ِّ

" Ve karne fi buyutikunne ve la teberrecne teberrucel


cahiliyyetil ula ve ekımnes salate ve atinez zekate ve
atı'nallahe ve resuleh, innema yuridullahu li yuzhibe
ankumur ricse ehlel beyti ve yutahhirekum tathira."

' Evlerinizde vakarlı olun ve asla cahiliye dönemindeki


gösteriş gibi gösteriş yapmayın. Salatı ikame edin (Dini
yasaları gözetin), zekatı verin. Allah'a ve Resul'üne itaat
edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kirliliği giderip
sizi tertemiz kılmak istiyor. (Ahzab 33/33)

Vakarlı Olma: Yaşam biçiminize özen gösterin. Çevirilerde,


"Vakarlı olma" (vekarna) buyruğuna, çoğunlukla "evinizde
oturun" diye anlam verilmektedir. Oysaki ayette oturmaktan
söz eden herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Ayet, evde
oturmaktan değil, vakarlı olmaktan söz etmektedir.

Ayette geçen ' Cahiliye dönemindeki gösteriş gibi gösteriş


yapmayın' sözüne gelince:

170
Kur'an'daki Salat

‫تَبَ ﱠر ْجنَ تَبَ ﱡر َج‬ "Teberrecne Teberrucel" (B-R-C) kökünden:


Buruc, saraylar demek olup, tekili Burç şeklinde gelir.
Bu isim gökyüzündeki yıldızların yörüngeleri (burçları) için de
kullanılmıştır. '‫ج‬ ٌ ‫' 'ثَ ْو‬üzerine sarayın burçları
ٌ ‫ب ُم َب ْر‬
resmedilmiş elbise' demektir. Aynı şekilde kadının güzelliğini
–tıpkı sarayın burçları gibi- ön plana çıkarması (sergilemesi)
ِ ‫( 'ت َ َب ْر َج‬gösterişli kadın) denilmiştir. Bir
anlamında ' ُ‫ت ال َم ْرات‬
başka görüşe ise 'Kadın sarayından çıkarak güzelliğini
gösterdi' anlamında deyimsel kullanımdır. Ayrıca 'B-R-C'
gözün iriliğini ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. Bu
kelime yukarıda söz edilen her iki anlamda da gözün
güzelliğindeki belirginliği burçların belirginliğine
benzetmektedir.

Konuyla ilgili olarak Ahzab suresinin 59. ve Nur suresinin


31.ayetini incelemek konuya açıklık getirmesi açısından
önemlidir:

' Ey Nebi! Eşlerine, kızlarına ve Mü'min kadınlara söyle,


üzerlerine cilbablarını salsınlar. Bu, salma onların bilinmeleri
ve eziyet edilmemeleri için daha uygundur. Allah, Gafur'dur,
Rahiym'dir.' (Ahzab 33/59)

' Ve mü'min kadınlara söyle, bakışlarından bir kısmını


sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Doğal olarak görünmesi
gerekli olanlar dışında, ziynetlerini açığa vurmasınlar.
Örtüleri ile göğüslerini örtsünler. Ziynetlerini; kocaları,
babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları,
erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız
kardeşlerinin oğulları, kadınların tamamı, yeminle sahip
oldukları, kadına ihtiyaç duymayan erkek hizmetliler,
171
Kur'an'daki Salat

kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklar


hariç, açığa vurmasınlar. Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye,
ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler! Hepiniz topluca Allah'a
tövbe edin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.' (Nur 24/31)

Cilbab: Cilbab, (celabib) söylendiği gibi, kadını tepeden


tırnağa örten bir giysi türü değil, o günün toplumunda iffetli,
ağırbaşlı, edepli oluşu ifade eden bir dış kıyafet, bir çeşit
üstlük demektir. Âyette açık ve net olarak, “cilbab”larını/ev
dışı elbiselerini giyen kadınların tanınacağı, bilineceği,
dolayısıyla da incitilmeyeceği söylenmektedir, ki bu durumda
kadınların örtünmelerinin gerekçesi, incinmemelerini temin
etmektir, yoksa daha dindar, daha namuslu ve daha takvâlı
olmalarını değil.

Bu ayetin doğru anlaşılması için öncelikle “cilbab”ın ne


olduğunun bilinmesi ve sonra da “cilbab” giymenin
gerekçesinin, Kur’an’da bildirilenin dışına çıkarılmaması
gerekir.

Bazıları cilbab‘ı, Arapların bugün “abâye” dedikleri; baştan


aşağı salınan, dış giysiyi önden ve arkadan kapatan bir örtü
olarak, bazıları da sadece gözleri açık bırakmak suretiyle
yüzü ve bütün vücudu tepeden tırnağa kapatan bir örtü
olarak tanımlarlar. Bunlar, örtünme konusunda ifrata kaçan
kesimler tarafından ortaya atılmış olup, Kur’an ile
bağdaşmayan tanımlardır. Çünkü aşağıda görüleceği gibi
kılık-kıyafet konusunu belirleyen diğer ayette (Nur/31),
örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar
denilmektedir. Eğer cilbab, bazılarının dediği gibi baştan

172
Kur'an'daki Salat

aşağı vücudu örten bir elbise olsaydı, o elbise göğüslerdeki


yırtmaçları da kapatır ve Nur/31’deki emre gerek kalmazdı.
Soğuk, sıcak ve diğer harici etkilerden korunmak amacı
dışında iffet gerekçesiyle üst üste iki örtünün giyilmesi
anlamsız olacağına göre, “cilbab”, Kur’an tarafından da
vücudu baştan aşağı örten bir elbise olarak kabul
edilmemektedir.

Ahzab Suresi 59

Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “cilbab”dır. “Cilbab”


Arapça’da gömlek, elbise gibi üste giyilen giysileri ifade eden
bir kelimedir. Fakat hiçbir şekilde cilbab; belli bir yerden belli
bir yere kadar örten giysi manasına gelmez. Gelenekçi
İslamcıların kimisi kadının yüzü de dahil vücudunun tümünün
örtülmesinin farz olduğunu, kimisi iki gözü, kimisi tek gözü
dışındaki her yerini örtmesinin farz olduğunu, en ılımlıları ise
yüz, eller ve ayaklar dışında her yerini örtmesinin farz
olduğunu savunurlar. Oysa kadınların kapanmasıyla ilgili
dinin tek kaynağı olan Kur'an’da açıklananlar bu iki ayetle
sınırlıdır. Yani kadınların başını örtmesi, peçe giymesi ve
diğer anlatılan sınırlar Kur'an’ın değil geleneklerin ve şahsi
görüşlerin dine sokulmasının sonucudur. Eğer Allah böyle
katı sınırlar çizmek isteseydi, bir ayette “Cilbabla; yüzünüz ve
elleriniz dışında her yerinizi örtün” şeklinde bir sınırla
kapanmanın sınırlarını çizebilirdi. Örneğin abdest ile ilgili
ayette Allah, yıkanacak yerleri tek tek saymış ve “Dirseklere
kadar ellerinizi yıkayın” gibi ifadelerle kesin sınırları
koymuştur. Eğer Allah kapanmada da kesin sınırlar koymak
isteseydi, bunu en azından bir cümleyle belirtebilirdi. Geçmiş
173
Kur'an'daki Salat

kavimlerin başına gelenleri bile detaylarıyla anlatan Kur'an,


her şeyi açıkladığını kendisi söyleyen Kur'an, eğer
kapanmada sınırları belirlenmiş bir ölçü olacaksa ve bu bir
tek cümleyle bile açıklanabilecekse, niye bu cümleyi
içermesin? Bu açıklamanın olmaması, haşa Allah’ın unutmuş
olmasından değil, bilakis bu tarzda kesin bir sınır koymak
istememesindendir. Yukarıdaki 33-Ahzab suresi 59. ayeti ele
alırsak, ayette kesin hatları olmayan esnek bir ölçünün
olduğunu görürüz. Ayetten, üzere alınan elbiseyle kadının
bilineceğini, böylece incitilmeyeceğini anlarız. Kadın namuslu
bilinirse, bilinmemeden dolayı bir incitilmeye uğramaz. Bazı
insanlar namussuz, fahişe sandıkları kadınlara takılıp onları
incitebilir. Ayet kadının üzerine elbise alıp bunu önlemesini
sağlıyor.

Sonuç olarak; Ahzab/59’un amacı, ayetten de anlaşılacağı


üzere cahiliye döneminde kadınlar zinetlerini; erkekler için
cazibe noktası olan organlarını ön plana çıkararak
dolaşırlardı. mü’min kadınların cariyelere veya fahişelere
benzetilmesini ve incitilmesini önlemek, hiç değilse tacizleri
asgariye indirmektir.

İSLAM ÖNCESİ ARAP TOPLUMUNDA KADININ GİYİM-


KUŞAMI

İslâm öncesi dönemde giyim-kuşam erkek ve kadınların


toplum içindeki yerlerine göre biçimlenmekte ve tabii
farklılıklar arz etmekteydi. Cahiliye döneminde kadının, kendi
bölgesel ve geleneksel anlayışlarına göre ve kocalarının,
velilerinin isteği doğrultusunda örtünürlerdi. Erkeklerin bu

174
Kur'an'daki Salat

yöndeki arzularının etkisiyle, Arap kadınları süslenmeye,


elbise ve ziynete çok düşkündü. Kadınlar, bilhassa
güzelliklerini ve ziynetlerini sergileyerek, erkeklerin daha
fazla dikkatlerini çekip, kendilerine karşı cazibeyi artıracak
şekilde giyinmekteydi. Arap dilinde koku ve süs eşyası
isimleri oldukça fazladır. Saç, kadınlar için çok önemli ziynet
olup, ancak kocalarının ölümü veya savaş gibi önemli
durumlarda saçlarını kestirirlerdi. Kadının saçını kestirmesi
bir afet, musibet ve elem ifadesiydi. Bunun için de kadının
saçını kestirmesi, uğursuzluk olarak kabul edilirdi. Elmalılı
cümleleriyle ifade edecek olursak “Araplarda tesettür adet
değildi. Cahiliye devrinde kadına hürmet yoktu. Eski cahiliye
kadınları erkeklerin dikkatlerini çekecek şekilde göz alıcı
biçimde açık saçık çıkarlardı”. Bununla birlikte, bazı saygın
aileler arasında örtünmenin itibar gördüğü bilinmektedir. Bu
çevrelerin aşırı sayılabilecek açık-saçıklığı yadırgadığı ifade
edilmektedir. Nitekim tarih boyunca soylu, şerefli ailelerde
kadının örtünmesi esas alınmış, cariyelerin örtünmesi ise
yasaklanmıştır. Tarihte Sümerlilerde de yüksek ailelerde
kadının örtünmesi zaruri, cariyelerin örtünmesi yasak idi. İffet
ve namusuna düşkün olan hür kadınların evlerinden çıkarken
genelde bir dış kıyafet olan cilbâb giydikleri anlaşılmaktadır.
Köle statüsünde bulunan kadınlar (cariyeler) ise, erkekler
gibi giyinmekte olup, başörtüsü ve cilbâb şeklinde bir kıyafet
bulundurmuyorlardı. Çarşı ve pazar yerlerinde açık giyinmiş
kadınlar sık sık cinsel tacize uğruyorlardı. Bu tür tacizlerin
hedefi cariyeler idiyse de, giyimlerinden hür oldukları
anlaşılmayan kadınlar da cinsel tacize maruz kalıyorlardı.
Bundan korunmanın bir yolu da, kadının evi dışında
cilbâbına bürünmüş olarak dolaşması idi. Halife Ömer, hür
kadınları cariyelerden ayırarak asayişi korumak maksadıyla
175
Kur'an'daki Salat

cariyelerin cilbâb kullanmalarını yasaklamıştı, daha sonraki


dönemlerde bu yasak kalktı. Kaynaklarda cilbâb kelimesinin
ifade ettiği örtünün İslâm öncesi Arap toplumu arasında
bilindiği ve kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca o dönemde
cinsel tacize yeltenen ayak takımı erkekler hür kadınları
cariye sanarak rahatsız ediyorlardı. Esasen İslâm’dan önce
Arap toplumu kadınları örtünmeye riayet etmez hatta Kâbe’yi
çıplak olarak tavaf ederlerdi. Gündüz erkekler, gece kadınlar
gelir ve anadan doğma tavaf yaparlardı. Onlar; “içinde günah
işlediğimiz giysilerimizle tavaf yapamayız” diye bir gerekçe
de gösterirlerdi. Bölgenin sıcak olması nedeniyle, giyilen
kıyafetlerin yakaları hayli derin bırakılıyor ve oralardan
göğüsler ve çevreleri görünürcesine açıklık bulunuyordu.

-24Nur Suresi 31

Kadını kendi zihniyetine göre yaşatmak isteyen zihniyetin


çarpıttığı ayetlerin başında bu ayet gelir. Bu ayetteki “hımar”
kelimesi geniş manalı bir kelime olup örtü manasına gelir.
Eski Arap yazılarına bakılırsa hımarın yere konulan, masaya
örtülen veya herhangi bir örtüyü tarif edebileceğini görürüz.
Hımar, başı örterse başörtüsü olur, masaya konursa masa
örtüsü olur. Allah eğer “hımar” kelimesi ile başın örtülmesini
isteseydi “hımarürres” gibi bir vurgulama ile başörtüsü
diyebilirdi: Böylece “res” kelimesi ile baş bölgesi vurgulanır
ve örtü kelimesi olan “hımar” ile beraber başörtüsü net bir
şekilde anlaşılırdı. Nitekim abdest alınmasıyla ilgili ayette
başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi Arapça
karşılığı ‘res’ ile vurgulanır.

Üstelik ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer.


Yani hımarın başı kapatması değil, ayette açıkça yaka
176
Kur'an'daki Salat

dekoltesini örtmesi istenir. (Yaka açığı manasına gelen


‘cuub’ kelimesi hem bu ayette kapanılacak bölgeyi belirtmek
için, hem Musa Peygamber'in yaka açığına elini soktuğunu
belirten ayetlerde geçer.) “Hımar” kelimesi sırf başörtüsü
manasına gelse bile bu ayetten başı örtmek değil, yine yaka
dekoltesini kapatmak anlaşılacaktı. Üstelik başörtüsünü
Kur'an’a maletmek isteyen zihniyet, açık bir saptırma
yaparak “felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmeye
kalkmıştır. Böylece ayeti okuyan “başörtüsünü yaka
açıklarına salsınlar” şeklinde okuyacaktır. Oysa hiçbir şekilde
“darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar”
manasına gelmez. Bu fiille örtünün yaka açığına konulması
yani kapatılması anlatılır. Kur'an’da salsınlar, indirsinler
manasında “felyüdnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir
ifade kullanmak isteseydi “felyedribne” fiili yerine “felyüdnine”
fiilini kullanabilirdi.

Bu örnek bize gelenekçi zihniyetin, kendi fikirlerini doğru


çıkartmak uğruna gereğinde Kur'an’daki kelimelerin
manasını kaydırmaktan çekinmediğini göstermektedir.

Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi


ile neyin kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler”
kelimesi ile özellikle “göğüsler” kastedilmektedir. Çünkü
ayetteki tüm noktalarla mantıklı bir şekilde göğüs bölgesinin
uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette yaka
açıklarının kapatılması geçiyor, yaka açıklarından ise
göğüsler gözükür. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli
edilmesi için ayakların yere vurulmaması geçiyor. Ayaklar
yere vurulduğunda vücutta belli olacak yer özellikle
göğüslerdir. (sütyenin o dönemde icad edilmediğini
düşünürsek bu daha da iyi anlaşılır.) Üçüncüsü, ayetten
177
Kur'an'daki Salat

kendiliğinden görünenler hariç süslerin kapanması


söylenmektedir. Ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın
özellikle iri göğüsler, çeşitli fiziksel hareketlerde, hatta
rüzgârın esmesiyle elbise yapışınca bile kendini belli edebilir.
Ayetten bunun doğal olduğu anlaşılır. Dördüncüsü, ayette
süslerin kimlerin yanında açılabileceği söylenir. Kuran’daki
diğer ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun bir
süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz. Kadının, babası gibi
yakınlarının yanında, çocuğu acıktığında ve ağladığında onu
emzirmesi gerekebilir.

Ayetteki bu açıklamanın özellikle bu konuda kadınlara büyük


kolaylık sağlayacağı kanaatindeyiz. Tüm bu izahlara göğüs
gibi uyan başka bir bölge bulunmadığı için süslerle özellikle
göğüslerin kastedildiği sonucuna varabiliriz. Süsler
kelimesinden ziynet, takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı
ayetin bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü
ayette kadınların süslerini kendi kadınları yanında
açabileceği geçiyor. Takı gibi maddeler tahrik unsurundan
daha çok hava atma unsuru olabilir. Eğer bu hava atma olayı
engellenilmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak karşı cins
erkekler yerine, aynı cinsten olan kadınlar dâhil edilirdi.
Ayrıca ayakları yere vurunca hangi ziynet, takı eşyası belli
olur? Kendiliğinden gözüken ziynet, takı ne olabilir? Araf
suresi 31’de ziynet eşyalarının mescid yanında
giyilebileceğinin söylenmesi, takıların cami yanı gibi en
kalabalık yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına
gerek olmadığını gösterir. Görüldüğü gibi mantıksal bir
elemeyle gidildiğinde ayetin özellikle göğüs bölgesinin
kapanmasını vurguladığı anlaşılır.

178
Kur'an'daki Salat

“Ayette geçen “humur” ve onun tekili olan “hımar” kelimesi


kadınların başlarına örttükleri beze verilen özel isim değildir.
Herhangi bir örtüdür. Bir şeyi örten şeye “hımar” yani o şeyin
örtüsü denir.” Arapça sözlükler El- Mucem ul Vasıf, El
Müncid, Lisan-ı Arap, Tacul Arus’dan “hımar”ın temel
manasının “örtmek” olduğunu göstermektedir. Anlaşılıyor ki
mezheplerin yorumundan sonra “hımar” kelimesi ile sırf
başörtüsünün anlaşılmaya çalışılması, bu sözlüklerde bu
kelimenin bir manasının “başörtüsü” olmasını sağlamıştır.
Fakat kelimenin temel manası mezheplerin kelimeleri tahrif
etmesine rağmen bu sözlüklerden bile bellidir. Daha evvel
açıkladığımız gibi ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu
söylenir, baştan bahsedilmez. “Arapça’da kadınların
başlarına örttükleri şeyin özel adı “hımar” değil “mikna” ve
“nasıyf”tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın “mikna
(çoğulu mekani)” ve “nasıyfın” hanımların başlarını örttükleri
kumaşın adı olduğu yazılıdır.”

Peygamber’in döneminde kadınların bir kısmının çırılçıplağa


yakın, göğüsleri açıkta dolaştığı, hatta İslam’ın
hakimiyetinden önce putperestlerin Kabe’de haccı çıplak
yaptığı söylenir. (Kurtubi, el Cami-il Ahkamil Kuran) 33-
Ahzab suresi 33. ayetten de İslam’dan önceki cahiliye
döneminde kadınların süslerini açığa vurduğunu
anlayabiliriz. Kendi dönemindeki ölçüyü ve fahişe kadınların
açıklığının derecesini bilen kadınlar, elbiselerini ona göre
ayarlayıp bu tacizden kurtulurlar. Günümüzde de eğer böyle
bir durum olursa; kadınlar, kendi yörelerini, geleneklerini,
şartlarını gözönünde bulundurup, kendilerini fahişe tipli
kadınlardan ayırıp tacizden kurtulurlar. Burada şuna dikkat
edelim; kadınlar elbise giyip tanınmamaktan dolayı oluşan

179
Kur'an'daki Salat

tacizden korunur. Toplumda kadın nasıl giyinirse giyinsin


taciz edecek adamlar da olabilir. Ayet namuslu
bilinmemeden dolayı oluşan tacizi önlüyor ve bunu önlerken
“daha uygundur” tarzında yumuşak ifadeler kullanıyor. Yoksa
bazı erkeklerin beğendiği bir kadını terbiyesizce taciz etmesi
bu ayetin konusu değildir. Ayetin esnek ve şartlara göre
ayarlanacak ifadesinden anlaşılmaktadır ki kadın, cilbabını
(elbisesini) öyle giyecektir ki; çıplaklığıyla fahişe mesajı
verenlerden ayrılacak, tanınacak ve böylece tacizden
korunup, daha uygun bir hareket tarzında bulunacaktır.
Kıyafet nasıl olmalıdır sorusu görüldüğü gibi ayetin içinde
gizlidir; kıyafet ayetin amacına uygun olmalıdır. Eğer ki amaç
yerine sınırlar önemli olsaydı ve bunda katılık gerekseydi,
Allah ayeti ona göre indirirdi. Kapanmayı temel olarak bu iki
ayet tarif etmektedir. Kapanmayı tarif etmemesine rağmen,
kadınların giyimine değinen son ayetse 24-Nur suresi 60.
ayettir:

Evlenme arzusu kalmamış yaşlı kadınların, cinsiyetlerini


teşhir etme amacı gütmeden dış giysilerini çıkarmalarında bir
sakınca yoktur. Sakınmaları daha hayırlıdır. Allah, Her Şeyi
Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir.

Bu ayette geçen “siyab” kelimesi de hiçbir şekilde belli bir


yerden belli bir yere kadar olan bölgeyi kapatan bir elbise
manasına gelmez. Bu ayetten, belli bir yaşa gelmiş
kadınların, kıyafetlerine daha az dikkat edebileceğini
anlıyoruz.

180
Kur'an'daki Salat

SICAKTA BAŞIN ÖRTÜLMESİ KÜLTÜRELDİR

Görüldüğü gibi Kuran’ın tarif ettiği kapanmada, İslam adına


bugün uygulanan kapanma şekillerinin, peçelerin,
çarşafların, başörtülerinin tarifi yoktur. Yani bunların temeli
dinimiz değil, örflerin, geleneklerin dinselleştirilmesidir.
Peygamberimiz’in döneminde erkek, kadın birçok kişinin
gelenek olarak başını örttüğü söylenir. Kıyafetlerin
giyilişindeki temel sebeplerden birinin sıcaktan korunma
olduğunu 16 Nahl suresi 81. ayette söylemektedir. Sıcak
yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş
çarpmalarından korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin
kültüründe vardır. Fakat ne yazık ki dinimizde kadının
başının kapanması geleneği farzlaştırılmış, erkeğin başına
sarık takması da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla
sevap alacağı izahlarıyla dini bir kıyafete dönüştürülmüştür.
Oysa ne erkeğin sarığının, ne kadının başını örtmesinin
Kur'an’da geçmemesi, bunların dinsel bir nitelikleri
olmadığının delilidir. Allah isteseydi “Erkekler sarıkla namaz
kılsın” veya “Kadınlar saçlarının tek teli gözükmeyecek
şekilde başörtüsü taksın” izahlarıyla konuya açıklık getirirdi.

Buraya kadar Kuran’ın kapanma ile ilgili ayetlerini gördük.


Şimdi de gelenekçilerin vardığı uçuk sonuçları görelim: Şafii
ve Hanbeli mezheplerinde kadının istisnasız tüm vücudu her
zaman kapanması gereken bölgedir (yüz ve eller de dahil).
Hanefi ve Maliki mezheplerinde ise bir tek eller ve yüz, o da
fitne olmayan koşullarda açık olabilir.(Sabuni Tefsirul Ayatil
Ahkam 2/154,155) Es Suddi: “Kadın gözlerinden birini ve
yüzünün açık kalan göz kısmındaki tarafını kapatır. Sadece
181
Kur'an'daki Salat

bir göz açıkta kalır.” Ebu Hayyan: “Endülüs’te adet böyle idi.
Kadının bir gözünden başka hiçbir yeri görünmezdi.”( Ebu
Hayyan, El Bahrul Muhit) Şafii imamları kadının kesilmiş olan
tırnaklarına dahi bakmayı yasaklamışlardır.(İbni Hacer el
Heytemi, İslam’da Helal ve Haramlar 2013) İslam’ın kadına
farz kıldığı örtünme kadının yüzünü de içine
almaktadır.(Fıkhus siyre sf:240) Kadının, yabancı erkeğin
göğsüne, sırtına, bacağına lezzet korkusu olmasa bile
bakması caiz değildir. Yüz ise fitne açısından ayaktan,
saçtan ve bacaklardan daha ileridedir. Bu kısımlara bakmak
ittifakla haram olduğuna göre, yüze bakmak da evveliyetle
haram olması gereken bir fiildir. (Sabuni, Revai 2/156)

Sonuç olarak; Kadının başını örtmesi hükmü bu ayete


(nur/31) dayandırılmaktadır. Oysaki ayette, başın
örtünmesinden söz edilmemektedir. Yani başörtüsü takın,
başınızı örtün denmemektedir. Dolayısıyla burada yalın
olarak başı örtmeye yönelik bir hükümden söz etmek
mümkün değildir. Ancak, Cahiliye Araplarında, yaşam tarzı
olarak ve aynı zamanda hür kadını cariyeden ayırmanın bir
simgesi olarak var olan -zira Cahiliye Araplarında erkek köle
ve kadın cariyelerin başlarını örtmeleri yasaktı- örfe ve
geleneğe dayanan ve zaten var olan başörtüsü ile göğüs
dekoltesinin örtülmesi istenmektedir. Ayetin "illeti" yani
gerekçesi, başın değil, göğüslerin örtülmesidir. Bunun illa
baştaki örtü ile yapılması şart değildir. Zaten ayette "baş"
sözcüğü de geçmemektedir. "bi humurihinne" yani sadece
"örtüleri ile" sözcüğü yer almaktadır. Bu sözcüğü "başörtüsü"
şeklinde isim tamlamasına dönüştürmek, ondan başın
örtülmesi hükmünü çıkarabilme anlamına gelmez. Humur,
hımarın çoğul formudur. Hımar, "başörtüsü" değil, "örtü"

182
Kur'an'daki Salat

demektir. İsim tamlaması olarak örtüldüğü yere göre anlam


kazanır. "Örtü"; masaya örtüldüğü zaman "masa örtüsü" olur,
yatağa örtüldüğü zaman "yatak örtüsü", yere örtüldüğü
zaman "yer örtüsü", başa örtüldüğü zaman "başörtüsü" olur.
Gerekçesi "başı örtmek" olmayan bir ayetten "başı örtme"
hükmü çıkarılamaz. Bu hüküm; Kur'an'ın hükmü yerine,
kendi anlayışını Kur'an'a söyletmeye çalışan zihniyetin
kadına bakış açısını dinleştirmesinin sonucudur. Çok yalın
ve açık olarak istenen şey, "göğüs yırtmacının örtülmesi"
olduğu halde, bunu başörtüsü olarak algılamak "atalar
dinini", öngörüsünü ve Cahiliye Araplarının örfünü, dinin
yerine geçirmekten başka bir şey değildir. Kaldı ki sözcük,
"başörtüsü" olarak tanımlansa bile, ayette istenen şey "başı
örtmek" değil, başörtüsü ile göğüs dekoltesini kapatmaktır.
Ayrıca Kur'an'da baş örtme ile ilgili başka bir hüküm de
yoktur. Kaldı ki "velyedribne" sözcüğüne, "salsınlar"
(Başörtülerini göğüslerinin üzerine "salsınlar.") şeklinde
anlam verilmesi doğru değildir. Zira 33: 59 da cilbablarını
üzerlerine salsınlar ifadesinde "salsınlar" sözcüğü َ‫يُدْن۪ ين‬
(yudnine) olarak yer almaktadır.

Tekrar konumuz olan Kur'an'da 'Salat' kavramını


incelemeye devam edelim:

‫ﺻﻠﱡوا َعﻠَ ْي ِه َو َس ِﻠّ ُموا تَ ْس ِﻠي ًما‬


َ ‫ي ِ يَا أَيﱡ َها الﱠذِينَ آ َمنُوا‬
ّ ِ‫ﺻﻠﱡونَ َعﻠَﻰ النﱠب‬
َ ُ‫إِ ﱠن ﱠ َ َو َم َﻼئِ َكتَهُ ي‬

"İnnallahe ve melaiketehu yusallune alen nebiyyi, ya


eyyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima."

183
Kur'an'daki Salat

'Kuşkusuz Allah ve melekleri, Nebi'ye salat ederler


(destek olur, yardım ederler) ederler. Ey iman edenler! Siz
de O'na salat edin (destek olun, yardım edin). Tam bir
bağlılıkla salat edin (destek olun, yardım edin).' (Ahzab
33/56)

‫ﺻﻼَةِ قَا ُمواْ ُك َسالَﻰ‬‫ع ُه ْم َوإِذَا قَا ُمواْ إِلَﻰ ال ﱠ‬


ُ ‫ّ َ َوه َُو خَا ِد‬ َ‫إِ ﱠن ْال ُمنَافِقِينَ يُخَا ِدعُون‬
ً‫اس َوﻻَ يَ ْذ ُك ُرونَ ّ َ إِﻻﱠ قَ ِﻠيﻼ‬ ‫ﱠ‬
َ ‫ي َُرآؤُونَ الن‬
"İnnel munafikine yuhadiunallahe ve huve hadiuhum, ve
iza kamu ilas salati kamu kusala yuraunen nase ve la
yezkurunallahe illa kalila."

'Şüphesiz münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Oysa


O, onları aldatandır. Onlar, "salatı ikame ettikleri (namaza
kalktıkları)" zaman üşene üşene "ikame ederler."
İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı da pek az
zikrederler.' (Nisa 4/142)

َ‫نز َل مِ ن قَ ْبﻠِك‬ ِ ُ ‫نز َل إِ َليكَ َو َما أ‬ِ ُ ‫الرا ِس ُخونَ فِي ْالع ِْﻠ ِم مِ ْن ُه ْم َو ْال ُمؤْ مِ نُونَ يُؤْ مِ نُونَ بِ َما أ‬
‫لﱠك ِِن ﱠ‬
َ‫الزكَاة َ َو ْال ُمؤْ مِ نُون‬
‫ﺻﻼَة َ َو ْال ُمؤْ تُونَ ﱠ‬ ‫َو ْال ُم ِقيمِ ينَ ال ﱠ‬

َ َ‫بِا ّ ِ َو ْاليَ ْو ِم اﻵخِ ِر أ ُ ْولَئِك‬


‫سنُؤْ تِي ِه ْم أَج ًْرا َعظِ ي ًما‬

"Lakinir rasihune fil ilmi minhum vel mu'minune


yu'minune bi ma unzile ileyke ve ma unzile min kablike
vel mukimines salate vel mu'tunez zekate vel

184
Kur'an'daki Salat

mu'minune billahi vel yevmil ahir. Ulaike se nu'tihim


ecran azima."

'Ancak, onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve


Mü'minler, sana ve senden önce indirilene inanırlar.
Salatı ikame edenler (Allah'ın dini yasalarını sürdüren), zekatı
verenler, Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman edenler; işte
onlara gelecekte büyük bir ödül vereceğiz.' (Nisa 4/162)

َ ‫ﺻﻼةَ َواتﱠقُوهُ َوه َُو الﱠذ‬


َ‫ِي ِإلَ ْي ِه تُحْ ش َُرون‬ ‫َوأَ ْن أَقِي ُمواْ ال ﱠ‬

"Ve en ekimus salate vettekuh, ve huvellezi ileyhi


tuhşerun."

'"Bir de salatı ikame edin (Allah'ın dini yasaları ayakta tutmak)


ve O'na karşı takvalı olun." O'dur huzuruna varıp
toplanacağınız.' (En'am 6/72)

َ‫ِق الﱠذِي َبيْنَ َي َد ْي ِه َو ِلتُنذ َِر أ ُ ﱠم ْالقُ َرى َو َم ْن َح ْو َل َها َوالﱠ ِذين‬
ُ ‫ﺻ ّد‬ َ ‫َو َهذَا ِكتَابٌ أَنزَ ْلنَاهُ ُم َب‬
َ ‫اركٌ ﱡم‬
‫ﺻﻼَتِ ِه ْم‬ َ ‫عﻠَﻰ‬ َ ‫يُؤْ مِ نُونَ بِاﻵخِ َرةِ يُؤْ مِ نُونَ بِ ِه َو ُه ْم‬

َ‫يُ َحافِظُون‬

"Ve haza kitabun enzelnahu mubarekun musaddıkullezi


beyne yedeyhi ve li tunzire ummel kura ve men
havleha, vellezine yu'minune bil ahireti yu'minune bihi
ve hum ala salatihim yuhafizun."

185
Kur'an'daki Salat

'Bu, şehirlerin anası ve çevresindekileri uyarman için


sana indirdiğimiz ve kendisinden öncekileri doğrulayan
kutlu bir Kitap'tır. Ahirete iman edenler, buna da iman
ederler. Ve onlar salatlarını korurlar (Allah'a şirksiz
yönelmeyi, Kitap'ın buyruklarına uymayı, Allah'a itaatlerini
korurlar.).' (En'am 6/92)

َ‫اي َو َم َما ِتي ِ ّ ِ َربّ ِ ْال َعالَ ِمين‬ َ ‫قُ ْل إِ ﱠن‬


ُ ُ‫ﺻﻼَتِي َون‬
َ ‫س ِكي َو َمحْ َي‬
"Kul inne salati ve nusuki ve mahyaye ve memati lillahi
rabbil alemin."

'De ki: "Benim salatım (Duam, yönelmem, desteğim.),


ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabb'i olan
Allah içindir.' (En'am 6/162)

VAHYİN 20.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin yirminci


yılında karşımıza Tevbe Suresinin 84. 99 ve
103.ayetlerinde, Maide Suresinin 5. Ayetinde ve Rad
Suresinin 22. ayetinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği

186
Kur'an'daki Salat

şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat


kavramını inceleyelim:

‫سو ِل ِه‬ َ َ‫ﺻ ِّل َعﻠَﻰ أَ َح ٍد ِّم ْن ُهم ﱠماتَ أَبَدًا َوﻻَ تَقُ ْم َعﻠ‬
ُ ‫ﻰ قَب ِْر ِه إِنﱠ ُه ْم َك َف ُرواْ بِا ّ ِ َو َر‬ َ ُ ‫َوﻻَ ت‬
َ‫َو َماتُواْ َو ُه ْم فَا ِسقُون‬

" Ve la tusalli ala ehadin minhum mate ebeden ve la


tekum ala kabrih, innehum keferu billahi ve resulihi ve
matu ve hum fasikun."

' Ve Onlardan ölen hiçbir kimseye, asla salat etme (dua,


cenaze salatı) ve kabirlerinin başında da durma. Çünkü
onlar, Allah'a ve Resul'üne nankörlük ettiler. Ve onlar
fasık olarak öldüler.' (Tevbe 9/84)

ِ ‫ﺻﻠَ َوا‬
‫ت‬ َ ‫ت عِن َد ّ ِ َو‬ ٍ ‫ب َمن يُؤْ مِ نُ بِا ّ ِ َو ْاليَ ْو ِم اﻵخِ ِر َو َيتﱠخِ ذُ َما يُنف ُِق قُ ُربَا‬
ِ ‫َومِ نَ اﻷَع َْرا‬
‫سو ِل أَﻻ إِنﱠ َها قُ ْربَة ٌ لﱠ ُه ْم َسيُ ْدخِ ﻠُ ُه ُم ّ ُ فِي‬
ُ ‫الر‬
‫ﱠ‬

ٌ ُ‫غف‬
‫ور ﱠرحِ ي ٌم‬ َ َ ّ ‫َرحْ َمتِ ِه ِإ ﱠن‬

" Ve minel a'rabi men yu'minu billahi vel yevmil ahıri ve


yettehızu ma yunfiku kurubatin indallahi ve salavatir
resul, e la inneha kurbetunlehum, se yudhıluhumullahu
fi rahmetih, innallahe gafurun rahim."

' Araplardan kimisi de Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanır.


İnfak ettiğini Allah katında yakınlığa ve Resul'ün
salavatına (yardımına, desteğine) vesile sayar. Gerçekten
187
Kur'an'daki Salat

o, kendileri için yakınlık vesilesidir. Allah, onları


rahmetine alacak. Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti
Kesintisiz'dir.' (Tevbe 9/99)

‫سك ٌَن لﱠ ُه ْم‬


َ َ‫ﺻﻼَتَك‬ َ ‫ﺻ ِّل َعﻠَ ْي ِه ْم إِ ﱠن‬ َ ُ ‫ﺻ َدقَةً ت‬
َ ‫ط ِّه ُر ُه ْم َوتُزَ ِ ّكي ِهم بِ َها َو‬ َ ‫ُخ ْذ ِم ْن أ َ ْم َوا ِل ِه ْم‬
‫َو ّ ُ َس ِمي ٌع َع ِﻠي ٌم‬

" Huz min emvalihim sadakaten tutahhiruhum ve


tuzekkihim biha ve salli aleyhim, inne salateke sekenun
lehum, vallahu semiun alim."

' Onların mallarından sadaka al; bununla onları


temizleyip arındırırsın. Ve onlara salli (destek) ol,
kuşkusuz senin salatın (destek) onlara dinginlik verir.
Allah, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir.' (Tevbe
9/103)

َ‫ﺻﻼَ ِة اتﱠ َخذُوهَا ه ُُز ًوا َولَ ِعبًا ذَلِكَ ِبأَنﱠ ُه ْم قَ ْو ٌم ﻻﱠ َي ْع ِقﻠُون‬
‫َو ِإذَا نَا َد ْيت ُ ْم ِإلَﻰ ال ﱠ‬

"Ve iza nadeytum iles salatittehazuha huzuven ve leıba


zalike bi ennehum kavmun la ya'kılun."

'Ve Salata (namaza) çağrıldığınız zaman, onu alay ve


eğlence konusu yaparlar. Bu, onların kesinlikle aklını
kullanmayan bir topluluk olmalarındandır.' (Maide 5/58)

188
Kur'an'daki Salat

ً‫عﻼَنِيَة‬
َ ‫ﺻﻼَة َ َوأَنفَقُواْ مِ ﱠما َرزَ ْقنَا ُه ْم سِرا َو‬ ‫ﺻبَ ُرواْ ا ْب ِتغَاء َو ْج ِه َربِّ ِه ْم َوأَقَا ُمواْ ال ﱠ‬
َ َ‫َوالﱠذِين‬
ُ ‫س ِيّئَةَ أ ُ ْولَئِكَ لَ ُه ْم‬
ِ ‫ع ْق َبﻰ الد‬
‫ﱠار‬ َ ‫َو َيد َْرؤُونَ ِب ْال َح‬
‫سنَ ِة ال ﱠ‬

"Vellezine saberubtigae vechi rabbihim ve ekamus


salate ve enfeku mimma rezaknahum sirren ve
alaniyeten ve yedreune bil hasenetis seyyiete ulaike
lehum ukbed dar."

'Ve o kimseler, sabırla Rabb'lerine yönelirler ve salatı


ikame ederler (Dini yasaları sürdürler), kendilerine
verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak ederler, kötülüğü
iyilikle savarlar; dünya yurdunun sonucu onlar içindir.'
(Rad 13/22)

VAHYİN 21.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin yirmi birinci


dokuzcu yılında karşımıza Nisa Suresinin 43, 77, 101,
102 ve 103.ayetlerinde, ve Tevbe Suresinin 5., 11 ve
18. ayetlerinde çıkar. İlgili ayetlerde geçtiği şekliyle yani
ayet içerisindeki bağlamıyla Salat kavramını
inceleyelim:

‫ﻰ ت َ ْعﻠَ ُمواْ َما تَقُولُونَ َوﻻَ ُجنُبًا إِﻻﱠ‬ َ ‫َارى َحت ﱠ‬


َ ‫سك‬ ُ ‫ﺻﻼَة َ َوأَنت ُ ْم‬
‫يَا أَيﱡ َها الﱠذِينَ آ َمنُواْ ﻻَ ت َ ْق َربُواْ ال ﱠ‬
‫ضﻰ‬ َ ‫ﻰ ت َ ْغت َ ِسﻠُواْ َوإِن ُكنتُم ﱠم ْر‬
َ ‫سبِي ٍل َحت ﱠ‬َ ‫عابِ ِري‬َ

189
Kur'an'daki Salat

‫ﺻعِيدًا‬ َ ْ‫ساء فَﻠَ ْم ت َِجدُواْ َماء َفتَيَ ﱠم ُموا‬ َ ّ‫سف ٍَر أ َ ْو َجاء أ َ َح ٌد ِّمن ُكم ّمِن ْالغَآئِطِ أ َ ْو ﻻَ َم ْست ُ ُم ال ِن‬ َ ‫أ َ ْو‬
َ ‫عﻠَﻰ‬
‫س ُحواْ ِب ُو ُجو ِه ُك ْم َوأ َ ْيدِي ُك ْم ِإ ﱠن‬ َ
ْ َ‫ط ِيّبًا ف‬
َ ‫ام‬

ً ُ‫غف‬
‫ورا‬ َ ‫عفُوا‬
َ َ‫ّ َ َكان‬

" Ya eyyuhallezine amenu la takrabus salate ve entum


sukara hatta ta'lemu ma tekulune ve la cunuben illa
abiri sebilin hatta tagtesilu. Ve in kuntum marda ev ala
seferin ev cae ehadun minkum minel gaiti ev
lamestumun nisae fe lem tecidu maen fe teyemmemu
saiden tayyiben femsehu bi vucuhikum ve eydikum.
İnnallahe kane afuvven gafura."

' Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye


kadar; cünüpken -yolculukta olmanız hariç- yıkanıncaya
kadar salata (namaza) yaklaşmayın. Eğer hastaysanız
veya yolcuysanız; tuvaletten gelmişseniz, kadınlarla
ilişkiye girmişseniz ve su da bulamamışsanız o zaman
temiz bir toprakla ellerinizi ve yüzünüzü mesh ederek
teyemmüm edin. Kuşkusuz Allah, çok Affedici'dir ve çok
Bağışlayıcı'dır.' (Nisa 4/43)

Sarhoşken namaz kılmaktan alıkonulmak, namazın nasıl bir


ibadet olduğunun en önemli göstergesidir. Namaz kılarken
gözetilmesi gereken en önemli şey, içtenliktir, kime ve niçin
yöneldiğinin bilincinde olmaktır. İçtenlik ve bilinç yoksa
namaz, namaz olmaz.

SARHOŞLUK

Ayette geçen ‫ سكارى‬sükâra sözcüğü ‫ سكر‬,sekr sözcüğünün


türevlerindendir. Sekr sözcüğü Lisânu’l-Arab’da sahv’ın
190
Kur'an'daki Salat

karşıtı olarak gösterilmiştir. Bu durumda sekr sözcüğünün


tam olarak anlaşılabilmesi için, sahv sözcüğünün de ne
anlama geldiğinin bilinmesi gerekir.

Sahv, “ayıklık, uyanış, bulutun gitmesi, gökyüzünün


berraklığı, sarhoşluğun gitmesi, bâtılın, kontrolsüzlüğün
bırakılması” demektir.

Buradan anlaşıldığına göre, sözcük, doğa olayları için


kullanılmış; günün aydınlığı (gökyüzünün buluttan, sisten,
tozdan, dumandan arınıklığı) sahv, tersi de (gökyüzünün
bulutlu, sisli, tozlu, dumanlı olması) sekr olarak
isimlendirilmiştir.

Görüldüğü gibi sükârâ sözcüğü, sadece alkollü içeceklerin


etkisiyle meydana gelen sarhoşluğu/kafanın dumanlı oluşunu
ifade etmez. Sukr terimi geniş anlamıyla, insanın
melekelerini tam olarak kullanmasını engelleyen zihinsel
bulanıklıkların tümünü ifade eder. Çünkü akıl bulanıklığı,
herhangi bir uyuşturucu etkisiyle meydana gelebileceği gibi;
uyku, şehvet, korku, acı, panik, stres gibi şeyler sebebiyle de
meydana gelebilir. Nitekim Kur’an’da, alkollü içeceklerin
etkisi dışında oluşan sarhoşlukla ilgili ayetler de mevcuttur:

Ölümün sarhoşluğu kaçınılmaz bir gerçek olarak gelince,


"İşte senin kaçtığın şey budur!" (Kaf 50/19)

Gökten bir kapı açsak da oraya çıksalar bile. "Herhalde


gözlerimiz 'Sukkirat' döndürüldü (perde çekildi), doğrusu
büyülenmiş bir topluluğuz." derlerdi. (Hicr 15/15)

Ömrüne ant olsun ki, onlar sarhoşlukları içinde bocalayıp


duruyorlardı. (Hicr 15/72)
191
Kur'an'daki Salat

Ey insanlar! Rabb'inize karşı takva sahibi olun. Kuşkusuz, o


Sa'atin şiddetli sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu
gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiğini unutur. Her
hamile kadın, bebeğini düşürür. Ve insanları sarhoş
olmadıkları halde, sarhoş gibi görürsün. Zira Allah'ın azabı
çok şiddetlidir. (Hacc 22/1-2)

Sonuç olarak; Yukarıdaki ayetten anlaşıldığı üzere namazı


kılmayı engelleyen sırf sarhoşluk değildir. Aynı zamanda "ne
dediğini bilmemek" de namazı engeller. Dolayısıyla hiç alkol
almadığı halde, namazda okuduğu ayetlerin, duaların
anlamını bilmeyen birisi ile sarhoş birisinin namazı arasında
pek bir fark yoktur. Çünkü esasında namazda önemli olan
içten ve ne dediğini bilerek kılmaktır.

CÜNÜBLÜK ve CENÂBET

Yanlış anlaşılan kavramlardan biri de "Cünüb"


kavramıdır. Geleneksel fıkıh kitaplarında şöyle
anlatılmaktadır:

Fıkıh dilinde cünüblük, “boy abdesti almayı gerektiren


durum; büyük abdestsizlik hâli”; cenâbet de, “bu durumda
olup da henüz gusletmemiş olan kimse” olarak tanımlanmış
ve “Cinsel ilişkide bulunmuş yahut rüyada ihtilâm olmuş veya
birine bakmakla ya da dokunmakla kendisinden şehvetle
inzâl vaki olmuş kimseye cünüb, onun bu durumuna da
cenâbet denir” şeklinde açıklamalar getirilmiştir.

Bu tanım ve açıklamalardan hareketle; meni gelmese


bile cinsel ilişkiye giren erkek ve kadının cünüb olacakları,
192
Kur'an'daki Salat

erkeğin menisinin gelmesiyle, kadının da oynaşma, bakma,


düşünme veya benzeri sebeplerle ihtilâm olmasıyla cünüb
sayılacakları, rüya veya başka bir yolla tatmin sonucu
meydana gelen boşalmanın cünüblüğe yol açacağı hükme
bağlanmıştır.

Bu hükümlerden yola çıkılarak da cünübün; mescide


girmesi, namaz kılması ve kıldırması, oruç tutması, Kur’ân
okuması, Kur’ân’a el sürmesi, Ka‘be’yi tavaf etmesi haram
sayılmıştır.

Bu yasaklamaların yanısıra, cünüblüğün kötülüğü


hakkında da, “Cünübün bulunduğu yere melek girmez”,
“Cünübün bastığı toprakta ot bitmez”, “Yıkanıncaya kadar
bastığı toprak, yattığı yatak cünübe lânet eder” gibi tehditler
–hem de Peygamberimize isnad edilerek– savurulmuştur.

Hâlbuki Kur’ân’da zikredilen cünüblük, yukarıda


tanımlanan cünüblük-cenâbetlik değildir. Cünüb sözcüğü
Kur'an'da çeşitli türevleriyle birlikte 33 defa geçmektedir.
Anlamı da "ana maddeden uzak parça" manasındadır. O
yüzden ayetlerde bazen "yan taraf" olarak, bazen "yan
komşu" gibi anlamlarda geçmektedir. Bazen de içtinap
şeklinde yani kaçınma manasındadır.

Bu sözcüğün türevlerinden cânib, ecnebi, cenâb


formaları da aynı anlamda Türkçe’leşmiş olup, cânib; “yan,
kenar”, ecnebi; “yurdundan kopmuş; yabancı” demektir.
Cenâb sözcüğü ise, “eksikliklerden uzaklaşmış”
anlamındadır ki bu sözcük başta Allah için “Cenâb-ı Hakk,
Cenâb-ı Allah” şeklinde kullanılmakta, bazan saygın
kimselere, “… cenâbları” denmektedir.

193
Kur'an'daki Salat

Bu konuyu iyi anlamak için CNB kökünden türeyen


kelimelerin geçtiği tüm ayetlere göz atalım:

1.- Ya beni israile kad enceynakum min aduvvikum ve


vaadnakum canibet turil eymene ve nezzelna aleykumul
menne ves selva. ' Ey İsrailoğulları! Sizi, düşmanınızdan
kurtarmış ve Tur'un sağ yanında sizden söz almıştık. Ve size
menn ve bıldırcın bağışlamıştık.' (Taha 20/80)

2.- Ve iz kale ibrahimu rabbic'al hazel belede aminen


vecnubni ve beniyye en na'budel asnam. ' Bir zamanlar
İbrahim şöyle demişti: "Rabb'im! Bu şehri güvenli kıl. Beni ve
çocuklarımı putlara kulluk yapmaktan uzak tut." (İbrahim
14/35)

3.- Ve yetecennebuhel eşka. ' Şaki olan ondan kaçınır.' (A'la


87/11)

4.- İn tectenibu kebaira ma tunhevne anhu nukeffir ankum


seyyiatikum ve nudhılkum mudhalen kerima. ' Eğer siz,
yasaklananların büyüklerinden sakınırsanız, yaptığınız
kötülükleri örteriz. Ve sizi şerefli bir meskene yerleştiririz.'
(Nisa 4/31)

5.- Ve seyucennebuhel etka. ' Takva sahibi olan, ondan uzak


tutulacak.' (Leyl 92/17)

6.- Ya eyyuhellezine amenu innemel hamru vel meysiru vel


ensabu vel ezlamu ricsun min ameliş şeytani fectenibuhu
leallekum tuflihun. ' Ey iman edenler! Hamr, kumar, dikili
taşlar ve şans oyunları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan
kaçının ki kurtuluşa eresiniz.' ( Maide 5/90)

194
Kur'an'daki Salat

7.- Ve le kad beasna fi kulli ummetin resulen eni'budullahe


vectenibut tagut… ' Ant olsun ki, Biz, her ümmete, Allah'a
kulluk etmeleri ve tağuttan uzak durmaları için bir resul
gönderdik.' (Nahl 16/36)

8.- … ve uhıllet lekumul en'amu illa ma yutla aleykum


fectenibur ricse minel evsani vectenibu kavlez zur. ' Size
okunanlar hariç, diğer hayvanlar helal kılındı. Artık putların
pisliğinden kaçının. Yalan sözden kaçının.' (Hacc 22/30)

9.- Vellezinectenebut tagute en ya'buduha… ' Tağuta kulluk


etmekten kaçınan…' (Zümer 39/17)

10.- Vellezine yectenibune kebairel ismi vel fevahışe… '


Onlar, büyük günahlardan ve fahşadan kaçınan…' (Şura
42/37)

11.- Ya eyyyuhellezine amenuctenibu kesiran minez zanni…


' Ey inananlar! Zannın birçoğundan sakının.' (Hucurat 49/12)

12.- Ellezine yectenibune kebairel ismi vel fevahışe lemem…


' Onlar, ufak-tefek hatalara düşmek hariç, büyük günahlardan
ve aşırılıklardan kaçınırlar…' (Necm 53/32)

13.- Ellezine yezkurunallahe kıyamen ve kuuden ve ala


cunubihim… ' Onlar; ayaktayken, otururken ve yanları
üzerine yatarlarken, Allah'ı anarlar… ' (Â'li İmran 3/191)

14.- Fe iza kadaytumus salate fezkurullahe kıyamen ve


kuuden ve ala cunubikum… ' Salatı ikame ettikten sonra da
ayakta, oturarak ve yanlarınız üzere yatıp uzanırken Allah'ı
anın…' (Nisa 4/103)

195
Kur'an'daki Salat

15.- Yevme yuhma aleyha fi nari cehenneme fe tukva biha


cibahuhum ve cunubuhum… ' O gün, cehennem ateşinde
kızdırılıp; onlarla alınları, yanları…' (Tevbe 9/35)

16.- Ve iza messel insaned durru deana li cenbihi ev kaiden


ev kaima… ' İnsana bir sıkıntı dokununca, yatarken,
otururken veya ayaktayken bize dua eder…' (Yunus 10/12)

17.- … fe iza vecebet cunubuha fe kulu minha ve at'ımul


kania vel mu'terr, kezalike sahharnaha lekum leallekum
teşkurun. ' … Yanları üzerine düşünce onları yiyin. İsteyene
de istemeyene de yedirin. Böylece onları yararlanmanıza
sunduk. Umulur ki şükredersiniz.' (Hacc 22/36)

18.- Tetecafa cunubuhum anil medacıi yed'une rabbehum


havfen ve tamaan ve mimma razaknahum yunfikun. ' Yanları
yataklarından uzaklaşır; korku ve ümitle Rablerine dua
ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da dağıtırlar..'
(Secde 32/16)

19.- En tekule nefsun ya hasreta ala ma ferrattu fi cenbillahi


ve in kuntu le mines sahirin. ' Sonunda: "Allah yanında
(kullukta) kusur ettiğimden dolayı yazıklar olsun bana!
Doğrusu ben alay edenlerdendim." denmemesi için.' (Zümer
39/56)

20.- Ve kalet li uhtihi kussihi fe besurat bihi an cunubin ve


hum la yeş'urun. 'Kız kardeşine: "Onu izlemeye al." dedi. O
da onlar farkında olmadan onu uzaktan izledi.' (Kasas 28/11)

21.- Va'budullahe ve la tuşriku bihi şeyen ve bil valideyni


ihsanen ve bizil kurba vel yetama vel mesakini vel cari zil
kurba vel caril cunubi ves sahıbi bil cenbi vebnis sebili…
196
Kur'an'daki Salat

'Allah'a kulluk edin. Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Anne ve


babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın
komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yol oğluna…'
(Nisa 4/36)

22.- E fe emintum en yahsife bikum canibel berri ev yursile


aleykum hasiben summe la tecidu lekum vekila. 'Peki, sizi
karayı ters çevirip yerin dibine geçirmesinden veya üzerinize
bir kasırga göndermesinden güvende misiniz? Sonra
kendinize bir vekil de bulamazsınız.' (İsra 17/68)

23.- Ve iza en'amna alel insani a'rada ve neabi canibih, ve


iza messehuş şerru kane yeusa. 'Ve kimi insana nimet
verdiğimiz zaman, yüz çevirerek uzaklaşır. Ve ona bir
kötülük dokunduğunda umutsuzluğa düşer.' (İsra 17/83)

24.- Ve nadeynahu min canibit turil eymeni ve karrebnahu


neciyya. 'Ve Tur'un sağ tarafından ona seslendik. Onu, özel
konuşmak için yaklaştırdık.' (Meryem 19/52)

25.- Fe lemma kada musel ecele ve sare bi ehlihi anese min


canibit turi nara… 'Musa, süresini tamamlayınca, ailesi ile
yola çıktı. Tur tarafında bir ateş fark etti…' (Kasas 28/29)

26.- Ve ma kunte bi canibil garbiyyi iz kadayna ila musel


emre ve ma kunte mineş şahidin. 'Sen, Musa'ya o emri
yerine getirdiğimizde batı tarafında değildin. Ve sen, tanık
olanlardan da değildin. (Kasas 28/44)

27.- Ve ma kunte bi canibit turi iz nadeyna… 'Ve


seslendiğimiz zaman, Tur'un yanında da değildin…' (Kasas
28/46)

197
Kur'an'daki Salat

28.- La yessemmeune ilel meleil a'la ve yukzefune minkulli


canib. 'Mele-i A'la'ya kulak verip dinleyemezler; her taraftan
kovulurlar.' (Saffat 37/8)

29.- Ve iza en'amna alel insani a'rada ve nea bi canibih, ve


iza messehuş şerru fe zu duain arid. 'İnsana nimet verdiğimiz
zaman, yüz çevirip yan çizer. Kendisine bir kötülük
dokunduğu zaman da bol bol dua ederek yardım ister.'
(Fussilet 41/51)

Yukarıda "CNB" kökünden türeyen (cünüb kelimesi


de aynı kökten türemiştir) tüm kelimeleri belirttik. Bu
ayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere, Cünüb kelimesine
verilen klasik anlam doğru değildir. "CNB", fiil olarak
kullanıldığında "uzaklaşma" anlamına gelir. İsim olarak
kullanıldığında ise "yan" ya da "uzak kalan" anlamındadır. Bu
bilgilerden yola çıkıp, şimdi de namazla ilgili ayetleri
inceleyelim.

1.- ' Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye


kadar; cünüpken -yolculukta olmanız hariç- yıkanıncaya
kadar salata (namaza) yaklaşmayın. Eğer hastaysanız veya
yolcuysanız; tuvaletten gelmişseniz, kadınlarla ilişkiye
girmişseniz ve su da bulamamışsanız o zaman temiz bir
toprakla ellerinizi ve yüzünüzü mesh ederek teyemmüm
edin. Kuşkusuz Allah, Çok Affedici'dir ve Çok Bağışlayıcı'dır.'
(Nisa 4/43)

2.- 'Ey iman edenler! Salata (namaza) durduğunuz zaman,


yüzlerinizi ve ellerinizi -dirseklerinizle beraber- yıkayın.
Başlarınızı ve -aşık kemiklerinizle beraber- ayaklarınızı mesh
edin. Eğer cünüpseniz; tam olarak temizlenin. Eğer

198
Kur'an'daki Salat

hastaysanız veya yolcuysanız veya sizden biriniz tuvaletten


geldiyse veya kadınlarınızla ilişkiye girdiyseniz; o anda su
bulamadıysanız, temiz kumla teyemmüm edin; onunla
ellerinizi ve yüzlerinizi mesh edin. Allah size herhangi bir
zorluk dilemiyor. Ancak sizi tertemiz etmek ve üzerinize
nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki şükredersiniz.'
(Maide 5/6)

Yukarıdaki iki ayette cünüb kelimesine tüm ayetlerde


geçtiği manaya uygun olmayan bir anlam verilmiştir. Ama
sözlük anlamına uygun olarak "uzak kalma" anlamı verilse idi
ve bu uzak kalmanın su ile yıkanarak kaldırılabilmesi dikkate
alınsa idi, o zaman "Cünüb" kelimesinin anlamının
"temizlikten uzak kalma durumu" olduğu anlaşılırdı.

1.- Eğer cünüb kelimesi cinsel ilişkide bulunan kişi anlamına


geliyor ise, ayette geçen "lamastumun nisa" yani "eğer
kadınlarla cinsel ilişkide bulunduysanız" şeklinde ayrı bir
açıklama ile geçmesini nasıl izah edebiliriz?

2.-Eğer cünüb olmaktan kasıt, cinsel ilişkide bulunan kişi ise


bu kişinin yıkanmasıyla cinsel ilişkide bulunduğu durum
ortadan kalkmış mı olacak? Yani yıkandığı için biraz önce
cinsel ilişkide bulunmuş olma durumu değişmiş mi olacak?
Ayete göre, cünüb olan kişi yıkanarak cinsel ilişkide
bulunmuş kişi olma durumundan çıkmaz.

3.- Su bulamayan ya da hastalanmış veya yolcu olan kişinin


abdest yerine teyemmüm alabileceği ayette belirtilmiştir. Bu
grubun içinde "lamastumun nisa" yani, cinsel ilişkide
bulunanlar da vardır. Öyleyse bunların namaz kılmaları için
abdest almaları mı gerekiyordu?

199
Kur'an'daki Salat

Yukarıda belirttiğimiz hususları dikkate alarak,


"Cünüb" kelimesinin sözlük anlamına ve Kur'an'daki
kullanımlarına göre şunu söyleyebiliriz;

Cünüblük yıkanmakla arınacak durumdur. Uzak olma


anlamına geldiğine göre şöyle diyebiliriz; insanın temizlikten
uzak kalma durumu olup, bu durumu gidermek için yıkanmak
ve kirlilikten arınmak gerekir. İslam dini temizlik dinidir. Eğer
biz "Cünüb" kavramının anlamını cinsel ilişkide bulunmuş
kişiye indirgersek; kirli, kötü kokan ve kirlenmiş kişiyi de
kapsayan bu kelimeye sadece cinsel ilişkide bulunmuş ve
yıkanması gereken kişi anlamı vermiş oluruz. Cünüb
kelimesini söylediğimiz gibi "temizlikten uzak kalmış kişi" diye
anlarsak, çok kirli ve pis bir kişinin sadece abdest alarak
namaza yaklaşamayacağını kavrarız.

‫عﻠَ ْي ِه ُم ْال ِقتَا ُل‬ َ ‫الزكَاة َ فَﻠَ ﱠما كُت‬


َ ‫ِب‬ ‫أَلَ ْم ت ََر إِلَﻰ الﱠذِينَ قِي َل لَ ُه ْم ُكفﱡواْ أ َ ْي ِد َي ُك ْم َوأَقِي ُمواْ ال ﱠ‬
‫ﺻﻼَة َ َوآتُواْ ﱠ‬
‫اس َك َخ ْش َي ِة‬ ٌ ‫ِإذَا فَ ِر‬
َ ‫يق ِ ّم ْن ُه ْم َي ْخش َْونَ النﱠ‬

ٍ ‫ع َﻠ ْينَا ْال ِقت َا َل لَ ْوﻻ أ َ ﱠخ ْرتَنَا ِإلَﻰ أ َ َج ٍل قَ ِري‬


ُ‫ب قُ ْل َمت َاع‬ َ َ‫ش ﱠد َخ ْش َيةً َوقَالُواْ َربﱠنَا ل َِم َكتَبْت‬
َ َ ‫ّ ِ أ َ ْو أ‬
َ‫ال ﱠد ْنيَا قَﻠِي ٌل َواﻵخِ َرة ُ َخي ٌْر ِلّ َم ِن اتﱠقَﻰ َوﻻ‬

ْ ُ‫ت‬
ً‫ظﻠَ ُمونَ فَتِيﻼ‬

"E lem tera ilallezine kile lehum kuffu eydiyekum, ve


ekimus salate ve atuz zekat, fe lemma kutibe aleyhimul
kıtalu iza ferikun minhum yahşevnen nase ke
haşyetillahi ev eşedde haşyeh, ve kalu rabbena lime
ketebte aleynal kıtal, lev la ahhartena ila ecelin karib.

200
Kur'an'daki Salat

Kul metaud dunya kalil, vel ahıratu hayrun li menitteka


ve la tuzlemune fetila."

'Kendilerine, ellerinizi çekin, salatı ikame edin (Dini


yasaları ayakta tutun), zekatı verin denilen kimseleri
görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca , içlerinden bir
kısmı Allah'ın haşyeti gibi, hatta daha fazla insanlara
haşyet duyarlar. Ve "Ey Rabb'imiz! Neden üzerimize
savaş yazdın, bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin
ya?" dediler. De ki: "Dünya geçimliği önemsizdir. Ahiret,
takva sahibi kimseler için daha hayırlıdır." Ve hurma
çekirdeğinin içindeki lif kadar size haksızlık edilmez.'
(Nisa 4/77)

‫ﺻﻼَةِ إِ ْن خِ ْفت ُ ْم أَن يَ ْفتِنَ ُك ُم‬


‫ﺻ ُرواْ مِ نَ ال ﱠ‬ ُ ‫ْس َعﻠَ ْي ُك ْم ُجنَا ٌح أَن ت َ ْق‬ ِ ‫ض َر ْبت ُ ْم فِي اﻷ َ ْر‬
َ ‫ض فَﻠَي‬ َ ‫َوإِذَا‬
‫عدُوا ﱡمبِينًا‬ َ ‫الﱠذِينَ َكف َُرواْ ِإ ﱠن ْالكَاف ِِرينَ كَانُواْ لَ ُك ْم‬

" Ve iza darabtum fil ardı fe leyse aleykum cunahun en


taksuru mines salati, in hıftum en yeftinekumullezine
keferu. İnnel kafirine kanu lekum aduvven mubina."

'Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer gerçeği


yalanlayan nankörlerin, size kötülük yapmalarından
korkarsanız, salatı (namazı) kısaltmanızda bir sakınca
yoktur. Kuşkusuz, gerçeği yalanlayan nankörler sizin
apaçık düşmanınızdır.' (Nisa 4/101)

201
Kur'an'daki Salat

Kısaltmanın, namazın "rekat sayısında" veya "kılınış


şeklinde" olduğuna dair farklı görüşler var. Kanaatimizce
yere ve koşullara göre her iki durum da söz konusu olabilir.
Burada bir tehlike anında namazın kısaltılabilineceğinden
söz edilmektedir: İster rekat sayısı ister ima yolu ile ister
rükusuz ve secdesiz ister okunacak duaları kısaltarak.
Namazı kısaltmanın tek koşulu "tehlikenin olmasıdır." Bunun
dışında İslam Fıkhında yer alan "seferilikte" (normal
yolculukta) namazı kısaltma kuralı doğru değildir. Ayette de
ifade edildiği gibi kısaltma yapmak için bir tehlikenin;
korkulacak bir durumun söz konusu olması gerekir. Hele
hele yolculuk esnasında farz namazları kısaltıp, sünnet
namazları kısaltmadan kılmak "akla ziyan" bir durumdur.

َ ‫طآئِفَة ٌ ِ ّم ْن ُهم ﱠمعَكَ َو ْليَأ ْ ُخذُواْ أ َ ْس ِﻠ َحتَ ُه ْم فَإِذَا‬


ْ‫س َجدُوا‬ َ ‫ﺻﻼَة َ فَ ْﻠتَقُ ْم‬
‫َوإِذَا ُكنتَ فِي ِه ْم فَأَقَمْتَ لَ ُه ُم ال ﱠ‬
ُ
‫طآئِفَةٌ أ ْخ َرى‬
َ ‫ت‬ ْ
ِ ‫فَ ْﻠيَ ُكونُواْ مِ ن َو َرآئِ ُك ْم َو ْلت َأ‬

‫ﺻﻠﱡواْ َم َعكَ َو ْل َيأ ْ ُخذُواْ حِ ْذ َر ُه ْم َوأ َ ْس ِﻠ َحت َ ُه ْم َو ﱠد ﱠالذِينَ َكف َُرواْ َل ْو ت َ ْغفُﻠُونَ َع ْن‬
َ ُ‫ﺻﻠﱡواْ فَ ْﻠي‬
َ ُ‫لَ ْم ي‬
ً
ً ‫عﻠَ ْي ُكم ﱠم ْيﻠَة َواحِ َدة‬ ُ َ َ
َ َ‫أ ْس ِﻠ َحتِ ُك ْم َوأ ْم ِتعَتِ ُك ْم فَيَمِ يﻠون‬
ْ‫ضعُوا ْ أ َ ْس ِﻠ َحت َ ُك ْم َو ُخذُوا‬َ َ ‫ضﻰ أَن ت‬
َ ‫ط ٍر أ َ ْو ُكنتُم ﱠم ْر‬
َ ‫عﻠَ ْي ُك ْم ِإن َكانَ بِ ُك ْم أَذًى ِ ّمن ﱠم‬
َ ‫َوﻻَ ُجنَا َح‬
َ ْ َ ُ ْ
‫حِ ذ َرك ْم ِإ ﱠن ّ َ أ َع ﱠد لِﻠكَاف ِِرينَ َعذابًا ﱡم ِهينًا‬

"Ve iza kunte fihim fe ekamte lehumus salate fel tekum


taifetun minhum meake vel ye'huzu eslihatehum fe iza
secedu fel yekunu min varaikum, vel te'ti taifetun uhra
lem yusallu fel yusallu meake vel ye'huzu hızrahum ve
eslihatehum, veddellezine keferu lev tagfulune an
eslihatikum ve emtiatikum fe yemilune aleykum
meyleten vahıdeh. Ve la cunaha aleykum in kane bikum
202
Kur'an'daki Salat

ezen min matarin ev kuntum marda en tedau


eslihatekum, ve huzu hızrakum. İnnallahe eadde lil
kafirine azaben muhina."

'Sen de içlerinde bulunup; onlara salatı ikame ettirdiğin


(namazı kıldırdığında) zaman, onların bir kısmı seninle
beraber salata (namaza) dursun ve silahlarını da
yanlarına alsınlar. Bunlar, secde edince, arkanıza
geçsinler. Sonra, o diğer kısım gelsin, seninle beraber
salatı ikame etsin (namazı kılsın). Önlemlerini ve
silahlarını da alsınlar. Gerçeği yalanlayan nankörler,
silahlarınızdan ve eşyalarınızdan uzak kalmanızı arzu
ederler ki, size aniden baskın düzenlesinler. Eğer
yağmurdan dolayı bir eziyet görürseniz veya hasta
olursanız, önlemlerinizi alarak silahlarınızı
bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Kuşkusuz,
Allah gerçeği yalanlayan nankörler için alçaltıcı bir azap
hazırlamıştır.' (Nisa 4/102)

Nisa Suresi'nin 102.ayetinde, savaşta kılınacak namaz


anlatılmıştır ve bu ayetten anlaşılan şudur ki, namaz aslında
iki rekattır. Ancak savaş, düşman saldırısı ve korku gibi
durumlarda cemaat iki bölüme ayrılır. Bir bölüğü imamla bir
rekat kıldıktan sonra gidip nöbeti devralır, öteki bölük de
gelip imamla beraber ikinci rekatı kılar. Böylece imam iki,
cemaat bir rekat kılmış olur. Yani korku durumunda namaz
kısaltılmış, bir rekata indirilmiş olur. Böyle zorunlu bir durum
söz konusu değilse namazın tamamı iki rekattır. Dolayısıyla
bu kısaltma, iki rekatlı namazın bir rekat kılınması anlamına
gelir.

203
Kur'an'daki Salat

َ ‫ﺻﻼَة‬ ‫اط َمأْنَنت ُ ْم فَأَقِي ُمواْ ال ﱠ‬ ْ ‫ﺻﻼَة َ فَا ْذ ُك ُرواْ ّ َ قِيَا ًما َوقُعُودًا َو َعﻠَﻰ ُجنُوبِ ُك ْم فَإِذَا‬
‫ض ْيت ُ ُم ال ﱠ‬
َ َ‫فَإِذَا ق‬
‫عﻠَﻰ ْال ُمؤْ مِ نِينَ ِكت َابًا ﱠم ْوقُوتًا‬
َ ْ‫ﺻﻼَة َ كَانَت‬ ‫ِإ ﱠن ال ﱠ‬

"Fe iza kadaytumus salate fezkurullahe kıyamen ve


kuuden ve ala cunubikum, fe izatma'nentum fe ekimus
salat, innes salate kanet alal mu'minine kitaben
mevkuta."

'Salatı ikame ettikten (namazı kıldıktan) sonra da ayakta,


oturarak ve yanlarınız üzere yatıp uzanırken Allah'ı
anın. Güvene kavuştuğunuz zaman, salatı (namazı)
gereği gibi ikame edin. Kuşkusuz salat (namaz),
belirlenmiş vakitlerde mü'minler üzerine yazılmıştır.'
(Nisa 4/103)

Kur'an'da geçen namaz vakitleri üçtür: Sabah, akşam ve


gece. Bir de cuma günü, cuma namazı. Ancak isteyen,
kendisine özgü olarak bu vakitlerin dışında da istediği
zamanlarda ve istediği kadar namaz kılabilir.

ُ ‫ْث َو َجدت ﱡ ُمو ُه ْم َو ُخذُو ُه ْم َوا ْح‬


‫ﺻ ُرو ُه ْم‬ ُ ‫سﻠَ َخ اﻷ َ ْش ُه ُر ْال ُح ُر ُم فَا ْقتُﻠُواْ ْال ُم ْش ِركِينَ َحي‬
َ ‫فَإِذَا ان‬
َ ‫ﺻﻼَة‬ َ
‫ﺻ ٍد فَإِن ت َابُواْ َوأقَا ُمواْ ال ﱠ‬
َ ‫َوا ْقعُدُواْ لَ ُه ْم كُ ﱠل َم ْر‬

َ ْ‫الزكَاة َ فَخَﻠﱡوا‬
ٌ ُ‫سبِيﻠَ ُه ْم ِإ ﱠن ّ َ َغف‬
‫ور ﱠرحِ ي ٌم‬ ‫َوآت َُواْ ﱠ‬

"Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulul muşrikine


haysu vecedtumuhum ve huzuhum vahsuruhum
vak'udu lehum kulle marsad , fe in tabu ve ekamus

204
Kur'an'daki Salat

salate ve atuz zekate fe hallu sebilehum, innallahe


gafurun rahim."

'Haram aylar çıktığı zaman, artık "o müşrikleri" nerede


bulursanız savaşın (etkisizleştirin), onları yakalayıp
hapsedin, bütün geçit yerlerinde onları gözetleyin. Eğer
tevbe edip (savaşmaktan vazgeçerlerse) , salatı ikame eder
(Dini yasaları gözetirler) , zekatı verirlerse diledikleri yolu
seçsinler. Kuşkusuz Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti
Kesintisiz'dir.' (Tevbe 9/5)

Salatı İkame: Samimi olarak pişman olup, destek ve


dayanışma içinde olurlarsa. Salat sözcüğünün, namazın yanı
sıra; dua, destek, din, yardımlaşma, dayanışma, davet,
kulluk, itaat ve yaradılış amacına uygun hareket etmek gibi
anlamları bulunmaktadır. Salatın hangi anlamı ifade ettiği,
ancak içinde yer aldığı ayet ve konu bağlamından
anlaşılabilir.

Zekat: Benliklerini kötülüklerden arındırıp samimi ve dürüst


olurlarsa. Buradaki zekat sözcüğü, ekonomik yardımı değil,
ikiyüzlülükten arınmış olmayı ifade etmektedir.

"Nerede bulursanız savaşın (etkisizleştirin) denilenler, "


müşriklerin tamamı değil; "o müşrikler" denilerek, "belli olan,
yani antlaşmanın hükümlerine uymayan, antlaşmayı bozan
müşriklerden" söz edilmektedir. Ki bunlar aynı zamanda
Müslümanların aleyhinde düşmanlarla iş birliği yapanlardır.
Bir önceki ayette, bunların kimler oldukları zikredilmektedir.
Bir sonraki ayette de korunma isteyen müşriklere, korunma
sağlanması ve güven içinde istedikleri yere ulaştırılmaları
istenmektedir.
205
Kur'an'daki Salat

Ayetimiz "Fe…" edatıyla başladığı için bu ayetin


anlaşılabilmesi için bir önceki ayete bakmamız gerekir.

'Ancak, kendileriyle yaptığınız antlaşmanın hükümlerine


eksiksiz uyan ve size karşı başkalarıyla iş birliğinde
bulunmayan müşrikler müstesna. Onlarla antlaşmanın
süresini tamamlayın. Allah, takva sahiplerini sever.' (Tevbe
9/4)

'Haram aylar çıktığı zaman, artık "o müşrikleri" nerede


bulursanız savaşın (etkisizleştirin), onları yakalayıp
hapsedin, bütün geçit yerlerinde onları gözetleyin. Eğer
tevbe edip, salatı ikame eder, zekatı verirlerse diledikleri yolu
seçsinler. Kuşkusuz Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti
Kesintisiz'dir.' (Tevbe 9/5)

'Eğer müşriklerden biri senden korunma isterse, ona bu


korumayı sağla ki Allah'ın sözlerini öğrenip anlama imkânı
bulabilsin. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır.
Zira bunlar, gerçeği bilmeyen bir halktır.' (Tevbe 9/6)

َ‫ت ِلقَ ْو ٍم يَ ْعﻠَ ُمون‬ ِ ‫الزكَاة َ فَإ ِ ْخ َوانُ ُك ْم فِي ال ّد‬


ّ ِ َ‫ِين َونُف‬
ِ ‫ﺻ ُل اﻵيَا‬ ‫فَإِن ت َابُواْ َوأَقَا ُمواْ ال ﱠ‬
‫ﺻﻼَة َ َوآت َُواْ ﱠ‬

"Fe in tabu ve ekamus salate ve atuz zekate fe


ıhvanukum fid din , ve nufassılul ayati li kavmin
ya'lemun."

'Eğer tevbe eder, "salatı ikame eder (Dini yasaları gözetir)


ve zekatı verirlerse", onlar artık dinde sizin
kardeşlerinizdir. Biz, ayetleri, bilen bir kavim için böyle
ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.' (Tevbe 9/11)
206
Kur'an'daki Salat

"Salatı ikame etmek, Zekatı vermek" terkibi, ibadete layık


yegâne ilah olarak Allah'a iman etmek; kulluğu, Allah'a
yönelmeyi, dua ve ibadeti şirkten arındırılmış bir bilinçle ve
arınmış, temizlenmiş arı duru hale gelmiş bir benlikle
yapmak; yardımlaşmayı, destek olmayı canlı ve diri tutmak
demektir. Zekat sözcüğü birçok ayette daha temiz, daha iyi,
arınmak, temizlenmek, aklanmak, yüceltmek anlamında
kullanılmıştır. (Örneğin 2:151; 3:77; 4:49; 9:103; 19:13;
20:76; 24:21; 35:18; 53:32; ; 62:2; 80:3; 91:9 )

"Fe in tabu…" olarak gelmesi daha öncede değindiğimiz gibi


"Fe" bağlantı edatı bu kelimeyi bir önceki anlama bağlar.
Dolayısıyla bu ayeti anlayabilmemiz için bir önceki ayetlere
bakmamız gerekir:

'Onlar, bir mü'min hakkında ne bir antlaşma ne de bir


yükümlülük gözetirler. İşte saldırganlar, onlardır.' (Tevbe
9/10)

‫ش إِﻻﱠ‬ َ ‫الزكَاة َ َولَ ْم َي ْخ‬


‫ﺻﻼَة َ َوآت َﻰ ﱠ‬ َ َ‫اج َد ّ ِ َم ْن آ َمنَ ِبا ّ ِ َو ْال َي ْو ِم اﻵخِ ِر َوأَق‬
‫ام ال ﱠ‬ ِ ‫س‬َ ‫ِإنﱠ َما َي ْع ُم ُر َم‬
ْ َ ُ
َ‫ّ َ فَعَ َسﻰ أ ْولَئِكَ أن يَ ُكونُواْ مِنَ ال ُم ْهتَدِين‬

"İnnema ya'muru mesacidallahi men amene billahi vel


yevmil ahıri ve ekames salate ve atez zekate ve lem
yahşe illallahe fe asa ulaike en yekunu minel muhtedin."

'Ancak Allah'ın mescitlerini, Allah'a ve Ahiret Günü'ne


iman edip, salatı ikame eden (Dini yasaları gözeten), zekatı
veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler
imar edebilirler. Onların doğru yolu bulanlardan olmaları
umulur.' (Tevbe 9/18)

207
Kur'an'daki Salat

VAHYİN 22.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin yirmi ikinci


yılında karşımıza Maide Suresinin 91 ve 106.
ayetlerinde, ve Mücadele Suresinin 13. ayetinde çıkar.
İlgili ayetlerde geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki
bağlamıyla Salat kavramını inceleyelim:

ُ ‫ضاء فِي ْال َخ ْم ِر َو ْال َم ْي ِس ِر َو َي‬


‫ﺻ ﱠد ُك ْم‬ َ ‫طانُ أَن يُوقِ َع َب ْينَ ُك ُم ْال َع َد َاوةَ َو ْال َب ْغ‬
َ ‫ش ْي‬
‫ِإنﱠ َما ي ُِري ُد ال ﱠ‬
َ‫ﺻﻼَةِ فَ َه ْل أَنتُم ﱡمنت َ ُهون‬ ‫ع ِن ال ﱠ‬ َ ‫َعن ِذ ْك ِر ّ ِ َو‬

" İnnema yuriduş şeytanu en yukia beynekumul adavete


vel bagdae fil hamri vel meysiri ve yasuddekum an
zikrillahi ve anis salah, fe hel entum muntehun."

'Şüphesiz Şeytan, hamr (sarhoş edici şeyler yani aklı örtücü


şeyler) ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi
Allah'ın zikrinden ve salattan (namaz) uzaklaştırmak
ister. O halde bunlardan vazgeçmeyecek misiniz?
(Maide 5/91)

"Sarhoş ediciler" diye çevirdiğimiz Arapça sözcüğün kökü


"HMR" olup, "örtmek" anlamına gelir. Bu kelimeyi "şarap" ve
"içki" olarak çevirerek kapsamını daraltmak ne yazık ki
yaygın bir hatadır. Aklı örten bütün alkollü içecekler; esrar,
kokain, eroin gibi bütün uyuşturucu maddeler bu ayetteki
yasağın kapsamına girer. Alkollü içeceklerin, uyuşturucuların
ve kumarın toplum ve birey hayatına verdiği zarar malumdur.
208
Kur'an'daki Salat

َ ‫َان ذَ َوا‬
‫ع ْد ٍل‬ ِ ‫ﺻيﱠ ِة اثْن‬ ِ ‫ض َر أ َ َح َد ُك ُم ْال َم ْوتُ حِ ينَ ْال َو‬ َ ْ‫يِا أَيﱡ َها الﱠذِينَ آ َمنُوا‬
َ ‫ش َها َدة ُ بَ ْي ِن ُك ْم إِذَا َح‬
َ ‫غي ِْر ُك ْم ِإ ْن أَنت ُ ْم‬
‫ض َر ْبت ُ ْم فِي‬ ِ ‫ِ ّمن ُك ْم أ َ ْو آخ ََر‬
َ ‫ان مِ ْن‬

َ‫ارتَ ْبت ُ ْم ﻻ‬ ِ ‫ﺻﻼَةِ فَيُ ْق ِس َم‬


ْ ‫ان بِا ّ ِ إِ ِن‬ ِ ‫ﺻيبَة ُ ْال َم ْو‬
ُ ِ‫ت تَحْ ب‬
‫سونَ ُه َما مِ ن بَ ْع ِد ال ﱠ‬ َ َ ‫ض فَأ‬
ِ ‫ﺻا َبتْكُم ﱡم‬ ِ ‫اﻷ َ ْر‬
‫نَ ْشت َِري ِب ِه ث َ َمنًا َولَ ْو َكانَ ذَا قُ ْربَﻰ َوﻻَ نَ ْكت ُ ُم‬

َ‫ش َها َدة َ ّ ِ ِإنﱠا ِإذًا لﱠمِ نَ اﻵثِمِ ين‬


َ

"Ya eyyuhellezine amenu şehadetu beynikum iza


hadara ehadekumul mevtu hinel vasiyyetisnani zeva
adlin minkum ev aharani min gayrikum in entum
darabtum fil ardı fe esabetkum musibetul mevt
tahbisunehuma min ba'dis salati fe yuksimani billahi in
irtebtum la neşteri bihi semenen ve lev kane za kurba
ve la nektumu şehadetallahi inna izen le minel asimin."

' Ey iman edenler! Eğer birinizde ölüm belirtileri ortaya


çıkarsa, vasiyet anında içinizden adalet sahibi iki kişi
aranızda tanıklık etsin. Veya yeryüzünde yolculuk
ederken ölüm size isabet ederse, sizden olmayan iki
kişi tanıklık etsin. Eğer şüpheye düşerseniz o iki kişiyi
salattan (cenaze duası, töreninden) sonra alıkoyun.
"Yakınımız da olsa tanıklığımızı hiçbir bedele satmadık
ve Allah'ın tanıklığını gizlemedik. Yoksa öyle yaparsak,
kuşkusuz günahkârlardan oluruz." diye Allah'a yemin
etsinler.' (Maide 5/106)

209
Kur'an'daki Salat

َ ‫ﺻ َﻼة‬‫عﻠَ ْي ُك ْم فَأَقِي ُموا ال ﱠ‬ َ ‫ت فَإ ِ ْذ لَ ْم ت َ ْفعَﻠُوا َوت‬


َ ُ ‫َاب ﱠ‬ ْ ‫أَأ َ ْشفَ ْقت ُ ْم أَن تُقَ ِ ّد ُموا بَيْنَ يَ َد‬
َ ‫ي نَجْ َوا ُك ْم‬
ٍ ‫ﺻ َدقَا‬
ُ ‫الزكَاة َ َوأَطِ ي ُعوا ﱠ َ َو َر‬
ُ ‫سولَهُ َو ﱠ‬ ‫َوآتُوا ﱠ‬

َ‫ير ِب َما تَ ْع َمﻠُون‬


ٌ ‫َخ ِب‬

" E eşfaktum en tukaddimu beyne yedey necvakum


sadekat, fe iz lem tef'alu ve taballahu aleykum, fe
ekimus salate ve atuz zekate ve etiullahe ve resuleh,
vallahu habirun bi ma ta'melun."

' Gizli bir şey konuşmadan önce sadaka vermek ağır


geldi değil mi? Bunu yapamayınca Allah, sizin hatadan
dönüşünüzü kabul etti. Artık salatı ikame edin (Dini
yasaları ayakta tutun), zekatı verin; Allah'a ve Resul'üne
itaat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.'
(Mücadele 58/13)

Ayette yer alan "salat" sözcüğünden kasıt, "namaz;" "zekat"


sözcüğünden kasıt da "mali yardım" demek değildir. Kast
edilen şey şudur: Kulluğunuzu, Allah'a yönelmenizi, şirkten
arınmış bir bilinçle yapın. Bunu; benliğinizi arındırmış,
temizlenmiş ve arı duru hale gelmiş bir şekilde yerine getirin.
Ayette de görüldüğü gibi, sadaka vermenin dahi kendisine
ağır geldiği bir kimseden ne diye zekat vermesi istensin ki?

VAHYİN 23.YILI:

Konumuz olan Salat kavramı vahyin yirmi


üçüncü yılında karşımıza Bakara Suresinin 277.
ayetinde, Maide Suresinin 55. Ayetinde ve Nur
210
Kur'an'daki Salat

Suresinin 41 ve 58.ayetlerinde çıkar. İlgili ayetlerde


geçtiği şekliyle yani ayet içerisindeki bağlamıyla Salat
kavramını inceleyelim:

‫الزكَاة َ لَ ُه ْم أَجْ ُر ُه ْم ِعن َد‬ ‫ت َوأَقَا ُمواْ ال ﱠ‬


‫ﺻﻼَةَ َوآت َُواْ ﱠ‬ ‫إِ ﱠن الﱠذِينَ آ َمنُواْ َو َع ِمﻠُواْ ال ﱠ‬
ِ ‫ﺻا ِل َحا‬
َ‫ف َعﻠَ ْي ِه ْم َوﻻَ ُه ْم يَحْ زَ نُون‬
ٌ ‫َربِّ ِه ْم َوﻻَ خ َْو‬

" İnnellezine amenu ve amilus salihati ve ekamus salate


ve atevuz zekate lehum ecruhum inde rabbihim, ve la
havfun aleyhim ve la hum yahzenun."

' Şüphesiz iman edip, salihatı yapanların, salatı ikame


edenlerin (Allah'ın dini yasalarını ayakta tutan) ve zekatı
verenlerin ödülleri kuşkusuz Rabb'lerinin yanındadır.
Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.'
(Bakara 2/277)

‫الزكَاة َ َو ُه ْم‬ ‫سولُهُ َوالﱠذِينَ آ َمنُواْ الﱠذِينَ يُ ِقي ُمونَ ال ﱠ‬


‫ﺻﻼَةَ َويُؤْ تُونَ ﱠ‬ ُ ‫إِنﱠ َما َو ِليﱡ ُك ُم ّ ُ َو َر‬
َ‫َرا ِكعُون‬

" İnnema veliyyukumullahu ve resuluhu vellezine


amenullezine yukimunes salate ve yu'tunez zekate ve
hum rakıun."

211
Kur'an'daki Salat

' Sizin veliniz; ancak Allah, O'nun Resulü ve "salatı


ikame edip rüku halinde zekat veren" mü'minlerdir.'
(Maide 5/55)

Veli: Koruyucu, yardımcı, gözeten, destekleyici, yandaş.


Çevirilerde "Veli" ve velinin çoğulu olan "evliya" sözcüğüne
"dost" olarak anlam verilmektedir. Oysa ki bu sözcük, etik
anlamıyla dostluğu değil; siyasi bağlamda yönetme, koruma,
gözetilme anlamına gelmektedir. Kur'an, "dost" deyimi için
halil sözcüğünü kullanmaktadır. (Örneğin, 2:254; 4:125;
17:73; 25:28)

"salatı ikame edip rüku halinde zekat veren": Bu cümleye,


lafız olarak diğer çevirilerde, "namaz kılan, zekat veren ve
rÜku eden" şeklinde yanlış anlam verilmektedir. Oysaki
ayette, sözcük anlamı itibariyle "salatı ikame edip rüku
halinde zekat veren" demek olan bu terkip; Şirkten arınmış
bir bilinçle Allah'a yönelmek, O'na kulluk etmek ve bunu,
Allah'a bağlılığı ortaya koyarak, buyruklarına içtenlikle teslim
olarak; arınmış, temizlenmiş bir benlikle yapmak demektir.

َ‫الزكَا ِة َيخَافُون‬
‫ﺻ َﻼ ِة َو ِإيت َاء ﱠ‬ َ ‫ِر َجا ٌل ﱠﻻ ت ُ ْﻠ ِهي ِه ْم تِ َج‬
‫ارة ٌ َو َﻻ َب ْي ٌع َعن ِذ ْك ِر ﱠ ِ َو ِإ َق ِام ال ﱠ‬
‫ار‬ َ ‫َي ْو ًما تَتَقَﻠﱠبُ فِي ِه ْالقُﻠُوبُ َو ْاﻷ َ ْب‬
ُ ‫ﺻ‬

"Ricalun la tulhihim ticaratun ve la bey'un an zikrillahi ve


ikamis salati ve itaiz zekati yehafune yevmen
tetekallebu fihil kulubu vel ebsar."

'Öyle kimseler vardır ki ne mal ne de alışveriş onları


Allah'ın buyruklarına uymaktan, salatı ikame etmekten
212
Kur'an'daki Salat

ve zekatı vermekten alıkoyar.


(Dini yasaları sürdürmekten)
Onlar, kalplerin ve gözlerin altüst olacağı günden
korkarlar.' (Nur 24/37)

‫ت ُك ﱞل قَ ْد َع ِﻠ َم‬ ٍ ‫ﺻافﱠا‬ َ ‫طي ُْر‬ ‫ض َوال ﱠ‬ ِ ‫ت َو ْاﻷ َ ْر‬ َ ُ‫أَلَ ْم ت ََر أَ ﱠن ﱠ َ ي‬


‫سبِّ ُح لَهُ َمن فِي ال ﱠ‬
ِ ‫س َم َاوا‬
َ‫ﺻ َﻼتَهُ َوت َ ْسبِي َحهُ َو ﱠ ُ َع ِﻠي ٌم بِ َما يَ ْفعَﻠُون‬َ

"E lem tera ennallahe yusebbihu lehu men fis semavati


vel ardı vet tayru saffat, kullun kad alime salatehu ve
tesbihah, vallahu alimun bima yef'alun."

'Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, sürü sürü


uçanların, Allah'ı nasıl tesbih ettiklerini görmüyor
musun? Kuşkusuz hepsi salatını (Allah'ın koyduğu düzende
hareket ettiklerini) ve tesbihini bilmektedir. Ve Allah,
onların yaptıklarını en iyi bilendir.' (Nur 24/41)

Kuşların Salatı: Fıtratlarına uygun olanı yapmalarıdır.

ْ ‫َيا أَ ﱡي َها الﱠذِينَ آ َمنُوا ِل َي ْستَأْذِن ُك ُم الﱠذِينَ َمﻠَك‬


‫َت أَ ْي َمانُ ُك ْم َوا ﱠلذِينَ لَ ْم َي ْبﻠُغُوا ْال ُحﻠُ َم ِمن ُك ْم‬
َ‫ضعُون‬َ َ‫ﺻ َﻼ ِة ْالفَجْ ِر َو ِحينَ ت‬ َ ‫ت ِمن قَ ْب ِل‬ ٍ ‫ث َم ﱠرا‬ َ ‫ير ِة َو ِمن َب ْع ِد ثَ َﻼ‬ َ ‫ظ ِه‬ ‫ِث َيا َب ُكم ِ ّمنَ ال ﱠ‬
َ‫ط ﱠوافُون‬َ ‫ْس َعﻠَ ْي ُك ْم َو َﻻ َعﻠَ ْي ِه ْم ُجنَا ٌح َب ْع َده ﱠُن‬ َ ‫ت لﱠ ُك ْم لَي‬ ٍ ‫ث َع ْو َرا‬ ُ ‫ﺻ َﻼ ِة ْال ِعشَاء ثَ َﻼ‬ َ
‫ت َو ﱠ ُ َع ِﻠي ٌم َح ِكي ٌم‬ ِ ‫ض َكذَلِكَ يُ َب ِيّنُ ﱠ ُ لَ ُك ُم ْاﻵ َيا‬ ‫ع‬ ‫ب‬ ‫ﻰ‬ َ
ٍ َْ َ ْ ُ َْ ‫ﻠ‬ ‫ع‬ ‫م‬ ُ
‫ك‬ ‫ض‬ ‫ع‬‫ب‬ ‫م‬ ُ
‫ك‬ ‫ي‬
ْ َ ‫ﻠ‬ ‫ع‬
َ

" Ya eyyuhellezine amenu li yeste'zinkumullezine


meleket eymanukum vellezine lem yeblugul hulume
minkum selase merrat, min kabli salatil fecri, ve

213
Kur'an'daki Salat

hinetedaune siyabekum minez zahirat, ve min ba'di


salatil ışai, selasu avratin lekum, leyse aleykum ve la
aleyhim cunahun ba'de hunn, tavvafune aleykum
ba'dukum ala ba'd, kezalike yubeyyinullahu lekumul
ayat, vallahu alimun hakim."

' Ey iman edenler! Yeminle hak sahibi olduğunuz


kimseler, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlar; şu üç
vakitte, yanınıza girmek için sizden izin istesinler; sabah
salatından (namazından) önce, gün ortasında
elbiselerinizi çıkardığınızda, akşam salatından
(namazından) sonra. Bu üç vakit "avret" vaktidir. Bunlar
dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda siz ve onlar
için bir sakınca yoktur. İşte Allah, size ayetleri böyle
açıklıyor. Allah, Her Şeyi Bilen'dir, En İyi Hüküm
Veren'dir.' (Nur 24/58)

Yeminle hak sahibi olduğunuz anlamına gelen "Ma melaket


eymanukum" deyimine "sağ elinin" sahip olduğu anlamı da
verilmektedir. Bu deyim, "antlaşma yoluyla sahip olunan"
demektir. El, deyim olarak "güç" demektir; güç yolu ile
"üzerinde yetkili olma hakkına" sahip olduğunuz, antlaşma
yoluyla sahip olunanlar, sorumluluğu üstlenilenler, bakmakla
yükümlü olunanlar, meşru şekilde sahip olunanlar, himayeniz
altında olan, sorumluluğunu üstlendiğiniz gibi anlamlara
gelmektedir.

214
Kur'an'daki Salat

Sonuç olarak; Kur'an'da Salat kavramının geçtiği


ayetleri inceledik. Şimdi elde ettiğimiz sonuçları ayrı
birer başlık altında kısaca değerlendirelim.

Abdest:

Kur'an'da abdest Maide suresinin 6.ayetinde


detaylı bir şekilde açıklanmıştır.

'Ey iman edenler! Salata (namaza) durduğunuz zaman,


yüzlerinizi ve ellerinizi -dirseklerinizle beraber- yıkayın.
Başlarınızı ve -aşık kemiklerinizle beraber- ayaklarınızı mesh
edin. Eğer cünüpseniz; tam olarak temizlenin. Eğer
hastaysanız veya yolcuysanız veya sizden biriniz tuvaletten
geldiyse veya kadınlarınızla ilişkiye girdiyseniz; o anda su
bulamadıysanız, temiz kumla teyemmüm edin; onunla
ellerinizi ve yüzlerinizi mesh edin. Allah size herhangi bir
zorluk dilemiyor. Ancak sizi tertemiz etmek ve üzerinize
nimetini tamamlamak istiyor. Umulur ki şükredersiniz.'
(Maide 5/6)

Ayete göre abdest için yapılması gerekenler


şunlardır:

1.-Yüzün yıkanması

2.-Ellerin dirseklere kadar yıkanması

3.-Başın bir kısmını sıvazlamak/mesh etmek

215
Kur'an'daki Salat

4.-Ayakların bileğe kadar olan kısmını sıvazlamak/mesh


etmek

Abdesti bozan şeyler ve Sarhoşluk

Bu husus Kur'an'da Nisa suresinin 43.ayetinde


açık olarak bildirilmiştir.

' Ey iman edenler! Sarhoşken ne dediğinizi bilinceye


kadar; cünüpken -yolculukta olmanız hariç- yıkanıncaya
kadar salata (namaza) yaklaşmayın. Eğer hastaysanız
veya yolcuysanız; tuvaletten gelmişseniz, kadınlarla
ilişkiye girmişseniz ve su da bulamamışsanız o zaman
temiz bir toprakla ellerinizi ve yüzünüzü mesh ederek
teyemmüm edin. Kuşkusuz Allah, Çok Affedici'dir ve
Çok Bağışlayıcı'dır.' (Nisa 4/43)

Buna göre abdesti bozan şeyler:

1.-Tuvalet ihtiyacının giderilmesi

2.-Cinsel ilişki

Sarhoşken Namaza Yaklaşmamak:

Sarhoşken namaz kılmaktan alıkonulmak, namazın


nasıl bir ibadet olduğunun en önemli göstergesidir.
Namaz kılarken gözetilmesi gereken en önemli şey,
216
Kur'an'daki Salat

içtenliktir, kime ve niçin yöneldiğinin bilincinde olmaktır.


İçtenlik ve bilinç yoksa namaz, namaz olmaz.

Yukarıdaki ayetten anlaşıldığı üzere namazı kılmayı


engelleyen sırf sarhoşluk değildir. Aynı zamanda "ne
dediğini bilmemek" de namazı engeller. Dolayısıyla hiç
alkol almadığı halde, namazda okuduğu ayetlerin,
duaların anlamını bilmeyen birisi ile sarhoş birisinin
namazı arasında pek bir fark yoktur. Çünkü esasında
namazda önemli olan içten ve ne dediğini bilerek
kılmaktır.

Her Namaz Salat'tır, Ancak Her Salat Namaz


Değildir!

Kur'an’da namaz kelimesi geçmemektedir.


Kur'an’da salat kelimesi geçmektedir. Çoğu mealde
salat kelimesinin anlamları Kur'an’da geçtiği yerlerine
göre ayrılmamış, hemen her geçtiği yerde namaz olarak
çevrilmiştir. Oysa Kur'an’ı incelediğimizde salat
kelimesinin farklı anlamlara geldiğini görmekteyiz.

Kur'an her şeye yeter. Yeter ki biz onu anlamak


için okuyalım. Gerçekten de Kur'an kendi kendini
açıklamaktadır. Bir kelimenin bir ayetteki anlamı diğer
ayetler için ışık kaynağı olmaktadır.

Salat kelimesinin anlamı destek olmaktır. Her


türlü maddi-manevi, her şekilde desteğe salat denir.
217
Kur'an'daki Salat

'Kuşkusuz Allah ve melekleri, Nebi'ye salat ederler


(destek olur, yardım ederler). Ey iman edenler! Siz de
O'na salat edin (destek olun, yardım edin). Tam bir
bağlılıkla salat edin.' (Ahzab 33/56)

Bu ayetteki salat kelimesini namaz olarak çevirmek


mümkün değildir. Allah ve melekleri Nebi (Muhammed
peygamber) için namaz mı kılacak?

Zaten bunu gören çevirenler mecburen bu ayette


salatın doğru anlamı olan destek anlamını vermek
zorunda kalmışlardır.

Bu ayet net bir şekilde salat kelimesine destek


anlamının verilmesi gerektiğini bize bildirir. Yüce Allah
evrendeki güçleri ile (melekler) Nebi’ye destek
olmaktadır. Müminlere de destek olmalarını
emretmektedir. Müminler Nebi'ye destek olacak, onu
koruyacaklardır.

Allah insanlara salat eder mi?

Evet.

'O ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size


salat etmektedir (destek olmak, yardım etmek). O,
Mü'minlere karşı rahiymdir (çok merhametlidir.)' (Ahzab
43)

218
Kur'an'daki Salat

Allah’ın bizim için namaz kılması düşünülemeyeceğine


göre bu ayetteki salat kelimesine de gerçek anlamı olan
destek anlamı verilmelidir.

Yüce Allah ve evrendeki güçleri insanlara destek


olmaktadır. İnsanların karanlıklardan aydınlığa çıkması
için destek olmaktadır. Bunun en iyi örneği Güneş’tir.
Güneş Allah’ın melekleri olan sicimlerden-iplerden
oluşmuştur (Süper Sicim Teorisi). Foton sicimlerden
oluşur. Dünya’ya ısı ve ışık taşır. İnsanlara aydınlık ve
ısı sağlar. Yüce Allah’ın insanlara bahşettiği nimetleri
saymakla bitmez. Ama Güneş’i yaratarak bize salat
(destek) etmektedir.

Salat kelimesinin desteklemek olduğunu net bir şekilde


anladık. Şimdi Kuran’da kaç çeşit salat (desteklemek)
olduğunu inceleyelim.

Kur'an’da salatın çeşitleri bildirilmiş mi?

Bu noktada Dr. Sonia Cihangir’in yaklaşımı şahanedir.

2:238 ayeti çok net bilgiler verir.

Hafizu ala s-salavati ve s-salat ilvusta ve kumu lillahi


kanitin.

' Salatları (Salat'ın tüm çeşitlerini) ve salatı vustayı koruyucu


olun. Allah için içtenlikli olmaya özen gösterin.' (Bakara
2/238)

219
Kur'an'daki Salat

Bu ayetin bir çok çevirisinde salatları kelimesi namazları


olarak çevrilmiştir. Ama asıl ince nokta salatlar (çoğul)
kelimesi ile neyin kast edildiğidir.

Dr. Sonia Cihangir: Ayette "salat" kavramı iki defa;


birisinde çoğunluğun çoğu şeklinde (as-salavat) olarak
geçerken, ikincisinde (as-salat) olarak geçmektedir.

Salavat -faalat vezninde olup, tüm salat çeşitlerinin


çoğulunu ifade eder. Eğer tek bir çeşit salatın çoğulu
kastedilseydi "SalAvat" değil, "Salvat" olmalıydı. Bir de
tek bir çeşit "salat" söz konusu olsaydı, elif-lam'la
beraber geldiği için tekil olması gerekirdi. Çünkü "ismi
cins" çoğul olarak kullanmaz. Örneğin "inna el-insana
lefi husr” ayetinde "insan" kelimesine gelen elif-lam,
cins için kullanmıştır ve tüm insanları kapsar ama çoğul
değil, tekil şekilde kullanılmıştır. Bu durum Arapça
gramere uygundur. Yani 2:238. ayette geçen "hafizu
salavatakum"dan kastedilen namaz olsaydı "hafizu as-
salat" olurdu. Dolayısıyla burada salatın tüm çeşitleri
kastedilmiştir.

Gözden kaçan diğer husus da şudur: Ayette fiilin fe'ele


vezninde değil, mufa'ala babından olan "fa'ala"
vezninde gelmesidir. Yani, "salatlarınızın tüm çeşitlerini
koruyunuz " demiyor. Kastedilen bu olsa idi ‘ihfazu
salavat’ olması gerekirdi. Ayette ‘hafizu ala salavat’ yani
"toplumsal/karşılıklı olarak, salatların tüm çeşitlerini
koruyunuz" denilmektedir.

220
Kur'an'daki Salat

Aslında 2:238 ayeti salatların çeşitlerini korumamızı


istemektedir. Arapça çoğul kelime en az 3 ve üstü
sayıyı işaret ettiğine göre en az 3 çeşit salat (destek)
olmalıdır. 2:238 ayetinde salat çeşitlerinin bir tanesi özel
olarak vurgulanmıştır. Bu da ‘Vusta’ salatıdır. Vusta
kelimesinin hayırlı olan anlamının yanında ‘orta’ anlamı
alınarak bu salatın öğle namazı, ikindi namazı olduğu;
hayırlı salat olarak düşünülerek cuma namazı olduğu
söylenmiştir. Ama 2:238 ayetinde salatların çeşitleri
zikredildiğinden vusta salatının en hayırlı salat çeşidi
olması gereklidir. Bu şekilde düşünüldüğünde en hayırlı
salatın aşağıda anlatılacağı gibi 2. tip salat (destek)
olduğu düşünülebilir. Gerçekten de 2. tip salat (destek)
toplum ve insan yaşamı için çok önemlidir .

Kuran incelendiğinde 3 çeşit salat (destek) olduğu


anlaşılır.

1.- Evren-doğa ile uyum sağlayarak onu desteklemek.

2.-Toplumsal dayanışma içinde olup Allah’ın indirdiği


yasaları, ilkeleri toplumda ayakta tutmak, uygulamak ve
sürdürmek

3.- Allah’tan destek istemek amaçlı bazı ritüelleri içeren


namaz.

221
Kur'an'daki Salat

1.- Evren-doğa ile uyum sağlayarak onu


desteklemek.

Evren ile uyum içinde olmak ve onu desteklemek.


Doğanın işleyişini bozmamak ve ona saygılı bir şekilde
davranmak. Dünya’da ve evrende çok dengeli, çok
hassas bir ölçü ve bir denge vardır. İnsanın kanındaki
elementlerden, yerçekimi kuvvetinin ve diğer kuvvetlerin
ölçüsünden anlıyoruz ki evren tam bir ölçü ile
yaratılmıştır. Her şey ama her şey ayarlı ve ölçülüdür.
Bu ölçü evrenin işleyişini oluşturur. Bu ölçüyü insanların
bozma ihtimali olduğunu bilen Yüce Allah onları
uyarmaktadır.

Güneş ve Ay hesap iledir (Bir yasaya bağlıdırlar). (Rahman


55/5)

Yıldızlar (Necm; bitki olarak da kullanılır) ve ağaçlar, ikisi de


secde ederler (Boyun eğerler, kendilerine konan yasalara göre
varlıklarını sürdürürler.). (Rahman 55/6)

Göğü yükseltti ve ölçüyü/dengeyi koydu. (Rahman 55/7)

Ella tatgav fil mizan. Taşkınlık etmeyin (Ölçüyü aşmayın).


(Rahman 55/8)

Allah'ın koyduğu yasalara uygun davranın. O yasaları,


düzeni bozmayın.

Ölçüyü adaletle ayakta tutun. Ölçüyü


eksiltmeyin.(Rahman 55/9)
222
Kur'an'daki Salat

Düzeni ve dengeyi adaletle koruyun. Allah'ın koyduğu


yasaları bozmayın. Bu ayetlerde söz konusu edilen
"terazi" tartı aleti olan terazi değildir. Bir şeyi yaparken;
mesafesini, durması gereken yeri, düzeyini,
düzgünlüğünü belirleme ölçüsüdür. Diğer bir deyimle
dengeyi, düzeni ve düzgünlüğü belirleme işidir. Allah,
evrene bir düzen, bir denge koymuştur; bu düzen ve
dengenin korunması istenmektedir.

Ve yeryüzü; onu canlılar için alçalttı (Canlıların


yaşamalarına uygun hale getirdi.) (Rahman 55/9)

Yüce Allah’ın evrende yaratmış olduğu şuurlu ve


şuursuz canlılar (hayvanlar ve bitkiler) Yüce Allah’ın
koymuş olduğu yasalara uygun yaşamalıdır. Canlılar
Yüce Allah’ın kendilerine vermiş olduğu özellikler ile
evrensel işleyişin bozulmasına engel olurlar. Örneğin
hayvanların besin zinciri muhteşem bir şekilde
ayarlanmıştır. Bu zincir milyonlarca yıldır devam
etmektedir. En iyi örneklerden bir tanesi Avustralya’da
yaşanmıştır. Diğer kıtalardan ayrı bir kıta olan bu
kıtada milyonlarca yıl havyanlar kendi dengesini
oluşturmuştur. Her şey denge içindedir. Yüce Allah’ın
evrim süreci sebebi ile bu ayarı oluşturduğunu biliyoruz.
Her şey denge içinde giderken insanoğlu bu dengeyi
bozmuştur. Avustralya’yı keşfeden misyonerler
geldikleri gemilerde fareleri de bu kıtaya getirmişlerdir.
Fareler inanılmaz sayıda üremişlerdir. Farelerin
nüfusunu kontrol altında tutan yılan sayısı ve çeşitleri
223
Kur'an'daki Salat

yeterli olmadığı için fareler besin zincirini alt üst etmiştir.


Bu olayın bir çok olumsuz etkisi halen sürmektedir .

Kur'an’da buna örnek şu şekilde verilebilir;

'Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, sürü sürü


uçanların, Allah'ı nasıl tesbih ettiklerini görmüyor
musun? Kuşkusuz hepsi salatını (Allah'ın koyduğu düzende)
ve tesbihini bilmektedir. Ve Allah, onların yaptıklarını en
iyi bilendir.' (Nur 24/41)

Bu ayetteki (‫ﺻ َﻼتَهُۥ‬


َ ) salatehu kelimesi Kur'an’ın diğer
yerlerinde namaz olarak çevirenler kuşlara namaz
kıldıramayınca mecburen yan yollara giderek başka
kelimeler ile açıklama yapmışlardır. Bu ayette salat
çeşitlerinin bir tanesini görmekteyiz. Bu da evren ile
uyum içinde olmak ve onu desteklemektir. Kuşlar ve
gökteki (evrendeki) kimseler (şuurlu yaratıklar) evren ile
uyum içinde yaşarlar. Onun kurallarını bozmazlar.
Evrenin işleyişini, onun ölçüsünün bozulmaması için
destek olurlar. Yüce Allah’ın kendilerine vermiş olduğu
özel yetenekleri kullanırlar. Aşırıya kaçmazlar.

224
Kur'an'daki Salat

2.- Toplumsal dayanışma içinde olup Allah’ın


indirdiği yasaları toplumda ayakta tutmak,
uygulamak ve sürdürmek

Kur'an’da en çok geçen salat çeşididir.

'Haram aylar çıktığı zaman, artık "o müşrikleri" nerede


bulursanız savaşın (etkisizleştirin), onları yakalayıp
hapsedin, bütün geçit yerlerinde onları gözetleyin. Eğer
tevbe edip (savaşmaktan vazgeçerlerse) , salatı ikame
eder (Dini yasaları gözetir) , zekatı verirlerse diledikleri
225
Kur'an'daki Salat

yolu seçsinler. Kuşkusuz Allah, Çok Bağışlayıcı'dır,


Rahmeti Kesintisiz'dir.' (Tevbe 9/5)

Dr. Sonia Cihangir'e göre: Bu ayetteki salat kelimesinin


namaz olarak çevrilmesi yanlıştır. Yakalanan, müşrik
olan birisinin namaz kılması (daha doğrusu serbest
kalmak amaçlı olarak yalandan namaz kılmaya
başlaması) onu münafık yapacaktır. Yüce Allah onun
kıldığı böyle bir namazın hiçbir işe yaramayacağını
bilmektedir.

Bu nedenle bu ayette salatın 2. şekli olan salat kast


edilmektedir.

Şimdi salat kelimesi tam anlamını bulmuş oldu.

Diğer bir ayet;

' Ey iman edenler! Eğer birinizde ölüm belirtileri ortaya


çıkarsa, vasiyet anında içinizden adalet sahibi iki kişi
aranızda tanıklık etsin. Veya yeryüzünde yolculuk
ederken ölüm size isabet ederse, sizden olmayan iki
kişi tanıklık etsin. Eğer şüpheye düşerseniz o iki kişiyi
salattan sonra alıkoyun. "Yakınımız da olsa
tanıklığımızı hiçbir bedele satmadık ve Allah'ın
tanıklığını gizlemedik. Yoksa öyle yaparsak, kuşkusuz
günahkârlardan oluruz." diye Allah'a yemin etsinler.'
(Maide 5/106)

Dr. Sonia Cihangir’in bu ayete yaklaşımı;

226
Kur'an'daki Salat

Namazla şahitlik etmenin ne alakası olabilir? Namaz


derken şahitlik edenler mi kast edilmiş yoksa vasiyet
yazdırmak isteyen kişi mi? Neden namazdan sonra da
önce değil? Ölüm gelip çattığı zaman vasiyet
yazdırmadan önce namaz mı kılınması gerekiyor?
Ölümün gelip çatma zamanı namaz kılma zamanına
denk gelecek diye bir garanti mi var?

Aynen katılıyorum. Çok doğru tespitler.

Bu ayette de 2. tip salat kast edilmektedir.

Kur'an’da salatın ikamesi (Ekimus-salat):

Salatın ayakta tutulması, çok geçmektedir ve


çoğunlukla zekât ile birlikte geçer. Buradan
anlamaktayız ki salat (destek, dayanışma) süreklilik arz
etmektedir.

Sonia Cihangir’e göre (Ekimus-salat): "Dini desteği


ayakta tutmak", başka bir ifade ile "Dini yasaları
sürdürmek" anlamına gelmektedir.

Kesinlikle doğrudur. Ama benim görüşüme göre desteği


sadece din ile sınırlandırmamak gereklidir. Yüce Allah
salat kelimesinin anlamını geniş tuttuğu için sadece din
açısından bakarak kelimenin geniş anlamını kısıtlıyor
olabiliriz.

Her konuda iyi ve yararlı şeyler için destek olmak ve


onları ayakta tutmak da salat olarak kabul edilebilir. Bir
227
Kur'an'daki Salat

hastalığın tedavisi için çalışan bir kişinin emeği de


salata girer. Yetim çocukların bakımı için okul ve yurt
açan bir kişinin desteği de ‘ekimus-salat’ olarak
değerlendirilmelidir. Konuyu sadece din açısından
alırsak bu kişilerin desteği Kur'an’da yer almamış olur.

3.- Allah’tan destek isteyerek kılınan namaz.

Salat kelimesinin anlamının destek olduğunu gördük.


Kur'an’da kulun Allah’tan destek istemesine de salat
denir. Kur'an incelendiğinde bu salatın bazı ritüelleri
olduğunu anlıyoruz. Açıkça görülmektedir ki Kuran’da
ritüelleri olan, kulun yoğunlaşarak Rabbi ile iletişime
geçtiği namaz mevcuttur.

'Ve sabırla (ayet bağlamında "nefse, aklın ve şeriatın


gerektirdiği şekilde engel olmak veya nefsi, bu ikisinin
alıkonulmasını gerektirdiği şeylerden men etmek') ve
Salatla (namaz) destek, yardım isteyin. Şüphesiz bu
huşu (zillet, küçüklük, tevazu) edenlerden başkasına
kesinlikle zor gelir.' (Bakara 2/45)

' Ey iman edenler! Sabır ve salatla (namaz) yardım


dileyin. Kuşkusuz, Allah, sabredenlerle beraberdir.'
(Bakara 2/153)
228
Kur'an'daki Salat

İnsanın, Rabbinden yardım, destek istediği salat


(namaz) vakitleri ne zamandır?

Bu konuda kafa karışıklığına neden olan konu ‘tesbih’


kelimesinin namaz gibi düşünülmesidir. Her tesbih
kelimesi namaz olarak çevrilince namazın vakitleri de
anlaşılamaz olmuştur. Bu kesinlikle yanlıştır. Yüce Allah
salat kelimesini Kur'an’da zaten kullanmıştır. Ayrıca
başka bir kelimeye gerek yoktur.

Kur'an’da kulun kendisi için destek istediği namaz olan


salat (destek) belirli vakitlerde uygulanmalıdır.

'Salatı ikame (namazı kıldıktan) ettikten sonra da


ayakta, oturarak ve yanlarınız üzere yatıp uzanırken
Allah'ı anın. Güvene kavuştuğunuz zaman, salatı
(namazı) gereği gibi ikame edin. Kuşkusuz salat
(namaz), belirlenmiş vakitlerde mü'minler üzerine
yazılmıştır.' (Nisa 4/103)

Mü'minler belirli zamanlarda salatın namaz olan çeşidini


yapacaklardır.

Hud suresinin 114.ayetinin anlamını iki farklı şekilde


değerlendireceğim, sebebine gelince arada geçen
"Vav" harfinin değişik kullanımlarından dolayı.

229
Kur'an'daki Salat

َ‫ت ذَلِك‬ِ ‫ت يُ ْذ ِهبْنَ ال ﱠس ِيّئَا‬ َ ‫ار َو ُزلَفًا ِّمنَ الﻠﱠ ْي ِل ِإ ﱠن ْال َح‬
ِ ‫سنَا‬ ‫َوأَقِ ِم ال ﱠ‬
َ َ‫ﺻﻼَة‬
ِ ‫ط َرفَي ِ النﱠ َه‬
َ‫ِذ ْك َرى ِلﻠذﱠا ِك ِرين‬

" Ve ekımis salate tarafeyin nehari ve zulefen minel leyl,


innel hasenati yuzhibnes seyyiat, zalike zikra liz
zakirin."

Birinci değerlendirmede "Vav" harfi bağlaç olarak


kullanılmıştır.

'Gündüzün iki ucunda ve gecenin yakınlarında salatı


ikame et (Allah'a yönelmede, Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı ol.
Allah'ın ilkelerini ayağa kaldır). Şüphesiz hasenatlar seyyiatleri
giderir. Bu, öğüt alacaklara bir öğüttür.' (Hud 11/114)

Gündüzün iki ucunda; Sabah ve Akşam namazı.


Namaz, vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (4: 103). Sabah
namazı (Salati'l Fecri, 24:58. Salati'l Fecri'in vakti, tan
yerinin ağarmaya başlamasından Güneş'in doğuş anına
kadardır.) Ve akşam namazı (Salati'l İşai 24:58). Salati'l
İşai'nin vakti, Güneş'in batışından gecenin karanlığının
iyice çöktüğü zamana kadardır. "İşa" nın akşam demek
olduğuna dair ayetler: 12:16; 79:46.

Gecenin yakınlarında; Gece/Yatsı namazı. Gecenin ilk


bölümünde. (Salati'l Leyli/ gece(yatsı) namazı, 11:114).
Gece namazının vakti, gece karanlığının tam çökme
anından gecenin ortasına kadardır. Bu ve salatı/namazı
konu edinen diğer ayetlerden namazın; "sabah",
230
Kur'an'daki Salat

"akşam" ve "gece" olmak üzere günde üç vakit olduğu


anlaşılmaktadır. Bu ayette geçen "zulef" sözcüğünün
çoğul yani üç ve üçten fazla bir anlama sahip
olmasından hareketle, namazın beş vakit olduğu
söylense de "zulef" sözcüğü gecenin üç bölümünü ifade
etmektedir; gecenin ilk bölümü, gecenin ortası ve
gecenin son bölümü. (Örneğin 73:2, 3, 4;73:20.)
Dolayısı ile gecenin yakınlarından kasıt, gecenin ilk
bölümüdür. Günümüzde cemaatle kılınan namazlara
bakıldığında da namazların aslında üç vakit ve ikişer
rekat olduğu anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse namazların
farzları olarak sabah namazı iki rekat ve ikisi de sesli;
öğlen namazı dört rekat, dördü de sessiz; ikindi namazı
dört rekat, dördü de sessiz; akşam namazı üç rekat,
ikisi sesli, biri sessiz; yatsı namazı dört rekat, ikisi
sessiz ikisi sesli kılınmaktadır. Kılınan namazlarda, sesli
olarak kılınanlar sabah iki, akşam iki ve yatsı iki
şeklindedir. Yani günde üç vakit ve ikişer rekat sesli
kılınmaktadır. Sessiz kılınanlar sonradan yapılan
ilavelerdir. Bu ilaveleri çıkarırsak geriye namazın
vakitleri ve rekat sayıları kalmaktadır.

İkinci değerlendirmede "Vav" harfi "Hal Vav'ı"


olarak kullanılmıştır.

Geceye yakın olan gündüzün iki tarafında salatı ikame


et.( Allah'a yönelmede, Allah'ın yasalarına bağlılıkta kararlı ol. Allah'ın

231
Kur'an'daki Salat

ilkelerini ayağa kaldır).


Şüphesiz hasenatlar seyyiatleri
giderir. Bu, öğüt alacaklara bir öğüttür. (Hud 11/114)

11:114 ayetindeki '‫' َ'و‬vav' bağlacı Arapça dil bilgisine


göre kendisinden önce gelen şeyi açıklamak içindir.
Onun bir sıfatı gibi işlem görür. Ayetin ilk bölümündeki
"ve" harfini ekleme anlamında değil, açıklama
anlamında kabul ettik. Kur'an Arapçasına göre gece,
güneşin batımından doğumuna kadar süren tüm zaman
dilimidir (2:187). Akşam ve sabah salatlarının vakitleri,
gündüzün iki ucunda gecenin gündüze yakın birer
bölümüdür. "Ve" harfinin farklı anlamlarda kullanımının
örnekleri için bak 2:53; 21:48; 13:26.

Hud suresinin 114.ayetinin birinci değerlendirmesinde;


gündüzün iki tarafında 'Sabah ve Akşam salatları' ve
gecenin yakınlarında 'Yatsı salatı' olmak üzere üç vakit
salat bildirilmiştir.

Hud suresinin 114.ayetinin ikinci değerlendirmesinde;


gecenin yakınlarında olan gündüzün iki tarafında
'Sabah ve Akşam salatı' olmak üzere iki vakit salat
bildirilmiştir.

'Güneşin batmasından gecenin karanlığının çökmesine


kadar salatı ikame et (namazı gözet) ve fecrin Kur'an'ı
(sabah okuması) şüphesiz fecrin Kur'an'ı meşhud
(gözle görülen, şahit olunan, müşahede edilen, hazır
bulunulan yer) oldu. (İsra 17/78)

232
Kur'an'daki Salat

Ayette geçen ve "Güneşin dönmesi (zeval vakti)"


olarak anlam verilen "duluk" sözcüğü, "batmak"
demektir. "Duluku'ş-şems" deyimi ise Güneşin batması
demektir. Yani, "Güneşin batma anı" anlamına
gelmektedir. Dolayısı ile bu ayet, öğlenden akşama
kadar geçen bir zaman dilimini değil, akşam salatının
vaktini; yani akşam salatının başlangıç ve bitim
zamanını belirlemektedir.

‫أَقِ ِم ال ﱠ‬
َ ‫ﺻﻼَة‬ Ekimi's Salat yani Salatı ikame et
ayağa kaldır, gözet. İlgili ayette akşam salatının
(namaz) vakti verilmiştir.

' Ey iman edenler! Yeminle hak sahibi olduğunuz


kimseler, sizden erginlik yaşına gelmemiş olanlar; şu üç
vakitte, yanınıza girmek için sizden izin istesinler; sabah
salatından (namazından) önce, gün ortasında
elbiselerinizi çıkardığınızda, akşam salatından
(namazından) sonra. Bu üç vakit "avret" vaktidir. Bunlar
dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda siz ve onlar
için bir sakınca yoktur. İşte Allah, size ayetleri böyle
açıklıyor. Allah, Her Şeyi Bilen'dir, En İyi Hüküm
Veren'dir.' (Nur 24/58)

Nur suresinin 58.ayetinde iki vakit salattan yani 'Sabah


ve Akşam salatını' bildirmiştir.

233
Kur'an'daki Salat

Cum'a Salatı:

'Ey iman edenler (güvenen-güvenilen)! Cuma günü (Yevmü'l


Cum'a: Toplantı günü) salat için seslenildiği zaman,
alışverişi bırakıp, hemen Allah'ın zikrine (hatırlama,
öğüdüne) koşun. Eğer bilirseniz, bu, sizin için daha
hayırlıdır. (Cuma 62/9)

Bu ayeti yukarıda detaylı bir şekilde incelemiştik.

Salat (Namaz) kaç rekattır?

'Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, eğer gerçeği


yalanlayan nankörlerin, size kötülük yapmalarından
korkarsanız, salatı (namazı) kısaltmanızda bir sakınca
yoktur. Kuşkusuz, gerçeği yalanlayan nankörler sizin
apaçık düşmanınızdır.' (Nisa 4/101)

Kısaltmanın, namazın "rekat sayısında" veya "kılınış


şeklinde" olduğuna dair farklı görüşler var. Kanaatimizce
yere ve koşullara göre her iki durum da söz konusu olabilir.
Burada bir tehlike anında namazın kısaltılabilineceğinden
söz edilmektedir: İster rekat sayısı ister ima yolu ile ister
rukusuz ve secdesiz ister okunacak duaları kısaltarak.
Namazı kısaltmanın tek koşulu "tehlikenin olmasıdır." Bunun
dışında İslam Fıkhında yer alan "seferilikte" (normal
yolculukta) namazı kısaltma kuralı doğru değildir. Ayette de
ifade edildiği gibi kısaltma yapmak için bir tehlikenin;
korkulacak bir durumun söz konusu olması gerekir. Hele

234
Kur'an'daki Salat

hele yolculuk esnasında farz namazları kısaltıp, sünnet


namazları kısaltmadan kılmak "akla ziyan" bir durumdur.

'Sen de içlerinde bulunup; onlara salatı ikame ettirdiğin


(namazı kıldırdığında) zaman, onların bir kısmı seninle
beraber salata (namaza) dursun ve silahlarını da
yanlarına alsınlar. Bunlar, secde edince, arkanıza
geçsinler. Sonra, o diğer kısım gelsin, seninle beraber
salatı ikame etsin (namazı kılsın). Önlemlerini ve
silahlarını da alsınlar. Gerçeği yalanlayan nankörler,
silahlarınızdan ve eşyalarınızdan uzak kalmanızı arzu
ederler ki, size aniden baskın düzenlesinler. Eğer
yağmurdan dolayı bir eziyet görürseniz veya hasta
olursanız, önlemlerinizi alarak silahlarınızı
bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Kuşkusuz,
Allah gerçeği yalanlayan nankörler için alçaltıcı bir azap
hazırlamıştır.' (Nisa 4/102)

Nisa Suresi'nin 102.ayetinde, savaşta kılınacak namaz


anlatılmıştır ve bu ayetten anlaşılan şudur ki, namaz aslında
iki rekattır. Ancak savaş, düşman saldırısı ve korku gibi
durumlarda cemaat iki bölüme ayrılır. Bir bölüğü imamla bir
rekat kıldıktan sonra gidip nöbeti devralır, öteki bölük de
gelip imamla beraber ikinci rekatı kılar. Böylece imam iki,
cemaat bir rekat kılmış olur. Yani korku durumunda namaz
kısaltılmış, bir rekata indirilmiş olur. Böyle zorunlu bir durum
söz konusu değilse namazın tamamı iki rekattır. Dolayısıyla
bu kısaltma, iki rekatlı namazın bir rekat kılınması anlamına
gelir.

235
Kur'an'daki Salat

Tehlike ve korku gibi olağanüstü hallerde kısaltılması


öğütlenen namaz bir rekat olunca normal koşullarda
kılınan namaz en az iki rekat olmalı ve namazda dış
dünya ile irtibatı minimuma indirmeli (4:101). Cuma
namazının sadece iki rekat olması ilginçtir. Bu namaz
her hafta topluca tekrarlandığı için rekat sayısına
ekleme yapılamamıştır. Cuma namazı dışında,
cemaatle kılınmayan namazların rekat sayılarına çeşitli
biçimlerde ekleme yapılmıştır.

Kıble

Namaz için İbrahim peygamberin kurduğu Kutsal


Mescide yani Kabe'ye yönelmeli (2:125, 143-150;
22:26). Yolculuk anında kıbleye dönme koşulu ihmal
edilebilir (2:115).

Namazda yapılması gereken ritüeller ile ilgili;

'Hani Biz, Beyt'i insanlar için geri dönüş yeri ve emin


(güvenli) bir yer kıldık. "İbrahim'in makamından
kendinize bir salat yeri edinin." dedik. İbrahim ve
İsmail'den, "Evimi tavaf edenler, kendilerini adamak
amacıyla orada toplananlar, "rüku ve secde edenler"
için temiz tutun." diye söz aldık. (Bakara 2/125)
236
Kur'an'daki Salat

Ey iman edenler! Rüku edin, secde edin, Rabb'inize


kulluk edin, hayır yapın ki kurtuluşa erebilesiniz. (Hacc
22/77)

Rabb'inize "tederruan" ve "hufyeten" dua edin.


Kuşkusuz O, haddi aşanları sevmez. (Araf 7/55)

Tederruan: Allah'ın yüceliği karşısında küçülerek,


basitliğinin, muhtaçlığının bilincinde olarak, acziyetini
ifade ederek, tevazu üstüne tevazu göstererek istekte
bulunmaktır.

Hufyeten: "açıkça ve gizlice" anlamında iki zıt anlama


gelen bir sözcüktür.

Ayette Allah’ın “rabb” sıfatı ön plâna çıkarılmak


suretiyle dualarda bu özelliğin göz önünde
bulundurulmasına işaret edilmiş, hem de iman edenlere
dua adabı ve usûlü öğretilmiştir. Rabbimiz, Kendisine
yapacağımız niyazı dil, beden ve gönül üçlüsü ile
yapmamızı emrediyor. Bu tarz yapılan dua; niyaz
toplumda “NAMAZ” adıyla yerleşmiş bulunmaktadır.

“Namaz” sözcüğü Hintçeden Farsçaya, Farsçadan da


Selçuklular döneminde Türkçeye geçmiştir. Farsçadaki
ilk anlamı, “ateş önünde saygıyla eğilmek” demektir.
Sanskritçe, “saygı sunmak” anlamına gelen namaste
kelimesinin Farsçaya geçmiş şekli olması muhtemeldir.
Bu kelime de, “selam vermek” anlamına gelen nam
kelimesinden türemiş olmalıdır. Hem nam (selam) ve

237
Kur'an'daki Salat

hem de namaste (saygı sunmak) günümüz Hint


kültüründe de görülebileceği üzere “eğilerek” yapılan bir
fiildir.

Namaz” sözcüğünün Farsçadaki bu “eğilerek saygı ile


َ َ‫ا ْدعُواْ َربﱠ ُك ْم ت‬
dua etmek” anlamı, Arapça ve Kur’ân’da ‫ض ﱡرعًا‬
Ud'u rabbekum tedarruan = Rabbinize alçala
alçala/sürekli alçalarak yakarma şeklinde ifade edilir.

َ َ‫ ت‬tederru‘an ifadesi ‫ ض ر ع‬,d-r-


Ayetin orijinalindeki ‫ض ﱡرعًا‬
a kökünden türemiş bir sözcüktür. Kök sözcüğün anlamı
“zillet ve tevazu göstermektir.” Tedarru‘an sözcüğü,
kalıp ve cümledeki “hal” ögeliği itibariyle “zillet üstüne
zillet, zillet üstüne zillet” (alçala, alçala, alçala alçala)
demektir.

Ayetin orijinalinde yine ‫( و‬vav) bağlacıyla cümlede ikinci


“hal” konumunda bulunan hufyeten sözcüğü, h-f-v
kökünden türemedir ve ezdâd’dandır (zıt). Yani, iki zıt
anlamı da içeren bir sözcük olup “açıkça göstererek,
parıl parıl parlatarak” ve “gizleyerek” demektir.

İkinci değerlendirmede "Vav" harfi hal olarak kabul


edilmiştir.

Rabb'inize "hufyeten" (gizli-açık) dua ederken


"tederruan" halinde olun. (Allah'ın yüceliği karşısında
küçülerek, basitliğinin, muhtaçlığının bilincinde olarak, acziyetini
ifade ederek tevazu üstüne tevazu göstererek istekte bulunmak.).
Kuşkusuz O, haddi aşanları sevmez. (Araf 7/55)

238
Kur'an'daki Salat

Tederruan (tevazu üstüne tevazu) dua (namaz) nasıl olur?

-Saygılı bir şekilde ayakta durmak ve boyun bükmek


(kıyam)

-Tazim ve tekbir ile Allah'ı anmak

-Bel bükerek, boyun eğerek (rüku)

-Yere kapanarak (secde)

-Huzurda diz çöküp, boyun bükerek

Bunların hepsi, sürekli tevazu üstüne tevazu ve zillet


sergileme şekilleridir.

Namazı ayakta durarak kılmaya başlamalı (2:238;


3:39;) ve özel durumlar hariç durulan yerden hareket
edilmemeli (2:239). Namazda eğilerek yere kapanmalı
(rüku ve secde) böylece Allah'a teslimiyet fiziksel olarak
da bildirilmeli (4:102; 22:26; 38:24; 48:29). Herhangi bir
korku durumunda ayakta durma ve eğilerek yere
kapanma koşulu aranmaz (2:239).

Namaza başlangıcın ilk hâli araf suresinin 55.ayetinde


belirtilen hâl olmalıdır. Yani acziyet ve tevazu içerisinde,
açıkça ve gizlice yardım ve destek istemek olmalıdır.

239
Kur'an'daki Salat

Okuma

Namazda okuduğumuz duanın anlamını namaz anında


bilmeli ve Allah ile konuştuğumuzun bilincinde olmalıyız
(4:43). Namazları saygı içerisinde kılmalı (23:2).
İhtiyacımıza ve içinde bulunduğumuz duruma uygun
olarak Allah'ın herhangi bir ismini (sıfatını) zikredebiliriz
(17:111). Namazda Allah'tan başkasını anmak namazın
amacıyla çelişir (6:162; 20:14; 29:45). Namazda Allah'ı
anmalı, övmeli, yüceltmeli, tesbih etmeli ve sadece
O'ndan yardım istemeli (1:1; 20:14; 17:111; 29:45;
2:45). Fatiha suresi, baştan sona Allah'ı muhatap alan
bir dua niteliğinde olan, biricik sure olup değişik dilleri
konuşanların topluca namaz kılabilmelerini
sağlayabilmesi açısından uygundur (62:9; 4:101).
Namazlarda orta bir sesle okumalı ve namazlar ne
özellikle gizlenmeli ne de gösteriş amacıyla açıkta
kılınmalıdır (17:111). Toplu namaz kılınırsa, namaza
önderlik eden kişinin orta bir ses tonuyla okuduğu dua
dinlenmeli (7:204; 17:111).

Son olarak şunu da ifade etmek isterim. Dinin


direği namaz değil, Salat'tır. Dinimizin direği Kur’an’dır.
Kur’an ile meşgul olmayalım diye bizi sürekli ibadet
içeren bir kafese sokmak istiyorlar ki bazıları bu
dünyada istediği gibi at koştururken ve zulmü yayarken
biz evde ibadetle meşgul olalım. Bugün dindar kim
dediğinizde namaz kılan ve oruç tutan kişi olarak
240
Kur'an'daki Salat

görülüyor. Yani namaz, Kur’an’ın bile üstüne çıkmış


durumda. Hâlbuki Kur’an’da en çok üzerinde durulan
konular çok daha farklı. Vahyin ilk yıllarında nazil olan
Beled suresine bakılırsa bambaşka bir din ile
karşılaşılır. İnancın temeli Tevhid'tir. Tevhid sadece
gökteki bir ilahı birlemek değildir. Boyundurukları
çözmek, zekat vermek, şirke bulaşmamak, yetimi
kollamak, adil olmak, haksız cana kıymamak,
öfkelendiğinde bunu kontrol etmek, tartıda hile
yapmamak, eşlerin birbirinin hakkını koruması, yalan
söylememek, sözünde durmak, haksızlıklara karşı
mücadele etmek, zalimlerin zulmüne sessiz kalmamak,
darda kalana yardım etmek, yoksulu doyurmak vs.
binlerce önemli konu var. İbadetler Kur’an’da en az yer
ayrılan konulardandır. Çünkü önem sırası çok
arkalardadır. Şimdi bakıyorsunuz dindar kesim Kur’an’ı
kesinlikle uygulamıyor namaz ve oruç ile kendilerini bir
peygamber kadar dindar görüyorlar. Bu şekilde
kendilerini kandırarak Allah’ın cennetine hak
kazandıklarını düşünüyorlar.

Tepesinde kurucu olarak İbrahim Peygamber'i,


tamamlayıcı olarak da Muhammed Peygamber'i
tanıdığımız büyük tevhid peygamberleri, insanlara
Allah'a ibadeti armağan etmek için gelmediler. Çünkü
Allah'a ibadet, insanın fıtratında vardır. Sadece insanın
Allah'a ibadetini düzeltmek için geldiler. Ne şekilde
düzeltmek? Tarihte tanıdığımız sosyal sistemler ve
insan toplumları, fikri sapma, kötü etkenler, grupların
241
Kur'an'daki Salat

çıkarları ve nedenlerin bilgisizliği içinde idiler. İnsanların


tapma duygusunu veya dini güdü ve fıtratlarını kötüye
kullanıyorlardı, bu kutsal duyguyu saptırıyorlardı ve
hepsinin ortak yönü şirk olan bu değişik dinleri meydana
getiriyorlardı. İşte peygamberler, şirki tevhide
dönüştürmek için geldiler. Şirk; dinsizlik, mezhepsizlik,
Tanrısızlık değildir. Şirk tıpkı tevhid gibi dindir, Tanrı'ya
kulluktur; ama sapık, adi ve yanlış bir şekilde. Tevhid,
dini duygu, eğilim, görüş ve anlayışı düzeltmektir;
toplumda, fertte ve insan türünde dini duygu yaratmak
değildir.

İbrahimi dindeki tevhidin, "Hanif Dini'nin bütün bu


meseleleri bu altyapı üzerinde anlamamızı gerektiren
nasıl bir önemi ve değeri vardır?

Din esaslarının birincisi tevhid, ikincisi nübüvvet,


üçüncüsü ahiret, dördüncüsü adaletten vs… ibaret
olduğunu söylüyorlar. Bu bölümleme yanlıştır ve İslami
dünyagörüşü ile uyuşmaz. İslam'ın esasları böyle
değildir ki İslam, tavanı üç yada beş sütun üzerine
oturtulmuş bir binadır diyelim. İslam sisteminin böyle
tasavvur edilmesi yanlıştır. Şöyle dememiz gerekir:
İslam'ın birden çok ilkesi yoktur. O, TEVHİD adlı temel
taştır. Tevhidin yanında hiçbir şey yoktur. Tevhidin
yanında her ne varsa küfürdür. Tevhidin üzerinde kurulu
ve tevhidden kaynaklanmış olarak nübüvvet, ahiret,
adalet vs… vardır. Şu şekilde sınıflandırma yapmalıyız:
İslam'da bütün esasların, dalların, dalların dallarının,
242
Kur'an'daki Salat

inançların, amellerin bir tek ilkesi vardır. Bir tek ilke


vardır ve Kur'an, Peygamberler, nübüvvet, hac, namaz,
adalet vs. bir ilkeden çıkan ve bir kaynaktan doğan
üstyapılardır.

Öyleyse İslam, birincisi tevhid, ikincisi onun


yanında nübüvvet, üçüncüsü ahlak, onun yanında
akide, muamelat, adalet vs. (den ibarettir) şeklinde bir
sınıflandırma yapmak ve tevhid hepsinden daha
önemlidir demek yerine –bu sınıflandırma İslami
değildir- altyapı birdir, o tevhittir ve ilkeler bu altyapıdan
kaynaklanır demeliyiz. Böyle bir tasnif, bizim tüm İslami
dünyagörüşümüzü değiştirir. Bütün ilkeler, bir gövdeden
çıkan dallardır ve o da tevhid denilen esastır dersek,
sonra da onun aksine tevhidin yanında diğer ilkeleri
bağımsız olarak ortaya koyarsak yanlış sonuç alırız.
Doğal olarak onun kökünü bilmediğimiz için İslam adına
ortaya konan her amel, her esas, her inanç, her tören
ve her dalın kökünü kesinlikle tevhide bağlamalıyız.
Bağlamazsak ayakları havada kalır, bu yanlıştır.

Çeşitli dinlerin her biri, bir kurtuluş etkeni olarak,


diğer bütün inançların kaynaklandığı inanç esası olarak,
bütün dinlerin veya din peygamberlerinin davet ettiği
hedef ve temel etken olarak bir ilke bildirmişlerdir.

Din fıtrıdir (her insan fıtratında vardır); fakat bu


din tezahür ettiğinde sapkın etkenler vasıtasıyla
sapabilir ve mukaddes olmayan etkenler asırlarca
yaptıkları gibi bu kutsal fıtri duygudan kötü amaçlı
243
Kur'an'daki Salat

yararlanabilir. Tevhid, fıtratın yönlendirilmesinden ve


fıtratı özel etkenler yararına saptıran etkenlerle
mücadeleden ibarettir.

Resulullah zamanında namaz, açık kelimelerden ve


sâde hareketlerden oluşuyordu, bu şekliyle kişiyi, bir
örümcek ağı gibi saran maddi hayatın bencilliğinden
kurtarıyordu. Aşkı, devrimi, ruhu, ihlası, bilinci,
sorumluluğu, özgürlüğü, fedakârlığı, bağlılığı
öğretiyordu. Şimdi şekilcilikten ibaret bir "logaritma
cetveli" gibidir. O kadar ki bir "hareketler ve zikirler
bütünü" haline dönüşmüş olan namazın felsefesi ve
mantıklı tarifi, namaz kılan her Müslüman için yalnızca
hata yapmamayı hedeflemekten ibaret olmuştur. Tıpkı
"bu cümleyi benden sonra duraksamadan ve dili
sürçmeden tekrar eden kazanıp ödül alacak" denen
bazı kelime yarışmalarında olduğu gibi..!

Kelimelerin okunması, seslerin çıkarılması üzerinde ne


kadar ciddiyetle durulduğunu ne kadar emek
harcandığını görüyoruz. Dünyadaki tüm Müslüman
halkların, namazda okunan ayetleri Arap ses sistemine
göre çıkarabilmeleri için, ağızlarından ve gırtlaklarından
çıkan seslerin Arap hançeresine uygun olması için ne
dini faaliyetler, ne şer'i sorumluluklar ihdas ediliyor.
Bütün bunlar bir Müslüman'ın Allah'ın mesajını
okuması, Allah'la konuşması, Allah'tan bir şey istemesi
ve Allah'a bir şey sorması için midir? "Şekil İslam'ı"nda,
"Fiili İslam"da namazda Kur'an okumanın anlamı,
244
Kur'an'daki Salat

Allah'ın Kur'an'da ne dediğini ya da kendisinin namazda


Allah'a ne söylediğini anlaması değildir. Aksine onun
seslerini Arapça mahreçlere göre ve doğru olarak
çıkarmaktır. Namaza durup da hamdı ve Allah'ına
hitaben Kur'an'dan ayet okuduğunda, ne söylediğinden
tek bir kelime anlamasan bile bunun bir önemi yoktur;
ama eğer bir harfi tıpkı bir Hicaz Arab'ı gibi mahrecine
uygun olarak çıkaramadıysan namazın toptan bâtıl
olmuştur.

245
Kur'an'daki Salat

YARARLANILAN KAYNAKLAR

- Mehdi Bazergan – Kur'an'ın Nüzul Süreci

- Prof.Dr. Mehmet Azimli – Cahiliyye'yi Farklı Okumak

- Ragıb el-İsfahani – Müfredat

- Muhyiddin İbn Arabi – Futuhat-ı Mekkiyye

- Dr. Sonia Cihangir – Sonsuz Rahmet Kur'an Meali

- Mustafa İslamoğlu – Hayat Kitabı Kur'an Meal-Tefsir

- Dr. Sonia Cihangir – Kur'an'daki Namaz

- Prof.Dr. M.Zeki Duman – Beyanu'l-Hak

- Fahruddin Er-Razi – Mefatihu'l-Gayb

- Hakkı Yılmaz – Tebyinü'l Kur'an

- Ali Şeriati – İbrahim'le Buluşma

- Ali Şeriati – Kavramlar Sözlüğü

- Dr. Edip Yüksel – Türkçe Kur'an Çevirilerindeki Hatalar

- Dr. Edip Yüksel – Müslüman Din Adamlarına 19 Soru

- Prof.Dr. Şaban Ali Düzgün – Dini Anlama Kılavuzu

- Mevdudi Tefsiri
246
Kur'an'daki Salat

- 'Suad El-Hakim' - İbnü'l Arabi Sözlüğü

- Mustafa İslamoğlu – Kur'an'ı Anlama Yöntemi

- Mustafa İslamoğlu – Esma-i Hüsna

- Edip Yüksel – Mesaj Kur'an Çevirisi

- Prof Dr.Mehmet Kanar - Arapça-Türkçe Sözlük

- Mesut Yılmaz – Apaçık Kur'an

- Erhan Aktaş – Kerim Kur'an

- Fehmi Uyar – Kur'an'da Namaz Nasıldır? Namaz Hadisler


Olmadan Kılınabilir Mi? Makale.

- Kuranharitasi.com

- corpus.quran.com

- almaany.com

- islamilimleri.com/Tefsir

- acikkuran.com

- Emine Gümüş Böke - İslâm hukuku’nda kıyafet-örtünme ve


kıyafetler üzerindeki resim ve yızilarin durumu

- 66633momef-facebook-türban makale

- fasiharapca.com

- Murtaza Mutahhari - Fıtrat

247
Kur'an'daki Salat

248
Kur'an'daki Salat

249

You might also like