You are on page 1of 5

Maalesef din diye inandığımız ve yaşadığımız Ku’an’daki halis/saf Allah’ın dininden başka

bir şey durumundadır. Dil-din ilişkisi açısından hareketler yüzlerce kavramın içi boşaltılmış,
binlerce sözcüğün anlamı saptırılmak suretiyle kimsenin işine yaramayan (din tüccarları
hariç) bir ucube din ortaya konmuştur.

“Salavat getirme”, “salavatı şerife okuma” da yukarıda değindiğimiz maddelerden bir


tanesidir. Ki bu konuya ahzab suresinin 56. ayeti yanlış mealler verilmek suretiyle ve de
yanlış tebyinlerle (onlar maalesef tefsir diyorlar) tahrifat yapılmıştır. Öyle ki çeşit çeşit
salavatı şerife modelleri (salaten tünciye, salat an nariye, salatı terficiye vs. gibi) oluşturulmuş
ve bu model model salavatları okumak her ibadetin önüne geçirilmiştir. Dikkat ederseniz
görürsünüz ki camilerde imam namaz sonrasında okuduğu duadan (yaptığı dua değil, zira o da
şablon) sonra “lillahil fatiha” der. Yani,Allah için bir Fatiha okuyun der. İşte bu sırada fatiha
okumaz, Herkes “Allahümme salli ala seyyidina… diye salavat okur. (Buna iyi dikkat ediniz.)
Şefaat buna bağlanmış ve salavat getirmekle ilgili onbinlerce hadis uydurulmuştur.İşte ayet.
Herhangi birkaç mealden sunalım, sonra da olması gereken meali sunalım ve gerekli talileri
yapalım.

Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat
edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.

(Ali Bulaç)

Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona
salât edin, selam edin

(Diyanet meali)

Şu bir gerçek ki, Allah ve melekleri, o Peygamber`e salat ederler/onun şanını yüceltirler.
Ey inananlar! Siz de ona destek olun/onun şanını yüceltin ve ona içtenlikle selam verin.

(Y. Nuri Öztürk)

Muhakkak ki, Allah ve melekleri, peygambere hep salat ile ikramda bulunurlar. Ey
iman edenler, haydi ona teslimiyetle salat ve selam getirin!

(Elmalılı)

Salavat:

Bu meallere ve daha yüzlercesine bakarsanız görürsünüz ki Allah ve melekler peygambere


salavât getirirmiş, Müslümanlar da getirmeliymiş. Yani diğer bir ifadeyle, onlara göre Allah
kendi yaptığını, meleklere yaptırdığını biz mü’minlere de yaptırtmak istiyor ve bunu kesin ve
vurgulu olarak emrediyor.(!)

Nedir bu salatta bulunmak, salavat getirmek?

Kime sorarsanız sorun, hangi ilm-i hale bakarsanız bakın: Salavât getirmek . “Allahümme
salli….. yada bunun değişik versiyonlarını söylemek” demektir.
Maalesef böyle öğrettiler, gerçeği bizden sakladılar, Türkçe diye sundukları da Arapça oldu,
kimse de sözcüklerin gerçek anlamını öğrenemedi.

Salavat getirme ya da salavatı şerife okumanın ne anlam taşıdığını anlamamız için “salat”
sözcüğünün analizini yapıp sözcüğün gerçek anlamını bulmak zorundayız.

Kur’an’a baktığımızda göreceğiz ki Ahzap suresi âyet 43 de ifade edildiğine göre Allah ve
melekler sadece peygamber efendimize değil biz mü’minlere de karanlıklardan nura
çıkmamız için salavât (!) getiriyorlar. Bunda hiç şüpheniz olmasın.

Ayrıca Bakara suresi âyet 157 de Allah’ın denemek için korku, açlık, mal noksanlığı, can
noksanlığı, meyveler-ürünler noksanlığı verdiği zaman sabredip, kendilerine bir musıbet
isabet ettiği zaman teslim olup muhakkak biz, Allah içiniz ve şüphesiz ona dönücüleriz”
diyenlere “rabblerinden “rahmet” ve “salavât (!)” vardır. deniliyor. Kısaca Allah sabırlılara
da salavât (!) getiriyor.

Ayrıca Tevbe suresi âyet 99 ve 103’te Peygamberin salavatından (!) bahsedilir. Mutlaka
okuyup anlayınız.

Şimdi bu yanlış “salavat” anlayışına göre oluşan istifhamları bir düşünün. Allah, peygamberi
ve kulları için kime salavât getirsin?

Niçin getirsin? Nasıl getirsin? Zira yaratan O, yaşatan O, affedecek O, Maliki yevmiddin O.
Öyleyse bunun mantığı ne? Allah Cc. kendisi melekler bir salavât korosu mu kurmuşlar da
bizleri de o koroya katılmaya dâvet ediyorlar? Bizim sabah akşam yüzlerce kez
getirdiğimiz salavâtın kime ne faydası var. Kime ne faydası olur? Peygamberini
affedecekse, ona merhamet edecekse bize yalvarttırarak edeceğine direkt kendisi affediverse
olmaz mı?

Kılıf hazırlanmaya çalışılmış: Efendim, salât Allah’a nispet edilirse “kullarına rahmet etme
“anlamına, meleklere nispet edilirse “Allah’tan kullar için af dileme” anlamına, kullara nispet
edilirse “duâ” anlamına gelir. Bu tarz hileler meselenin daha girift hal almasından başka bir
işe yaramaz.. Bu mânâlar, maalesef işin içinden çıkılamadığı için uydurulmuştur. Hakikatle
alakası yoktur. Bakara suresi 157. âyete iyi dikkat ediniz. Orada “ İşte böyleleri üzerine
Rablerinden salavât/destek/ yardım ve bir rahmet vardır.” buyurularak “rahmet” ve
“salâvat”’ın ayrı ayrı şeyler olduğu ifade edilir. Öyleyse bu meselenin hakikati nedir? Bu
meselenin hakikati salât sözcüğünün hakiki anlamına dönmek ve ondan sapmamaktır.

Gelelim tahlile:

“Salât” sözcüğü yapı olarak görünüş itibariyle “saly” ve “salv” köklerinden türemiş olabilir.
Dilbilgisi kurallarına göre her ikisi de olabilir. Zira her iki sözcük de “nâkıs”tır. Yani son
harfleri harfi illettir. Dikkat çeken bir husus da “salv” kökünden olan kalıpların çekimlerinin
bir çoğunun “galb” neticesi “ya” ya dönüşmesidir. Ki, üzerinde ciddi bir araştırma yapılmazsa
bu bir çok karışıklığa neden olabilmektedir.

Biz Arapça’daki bu mastarlar üzerinden tahlil ve anlamını açıklayalım.

Birincisi:
Saly: Ateşe atmak-ateşe girmek anlamına gelir. Bu mânâda el Hakka suresi 31.âyette
kullanılmıştır:

“Sonra cahime (cehennem) sallayın onu. (sallûhû)”

Bu kökten türemiş olarak ve bu anlamda Kur’ân’da “islavhâ, yeslâ, veseyeslavne, seüslîhi,


layeslâhâ” gibi farklı kalıplar ile bir çok kez yer alır.

Türkçe’deki sallamak ve yaslamak sözcükleri de Arapça’daki “Saly” sözcüğünden gelmiştir.

İkincisi:

Salv: İsim olarak uyluk, fiil olarak “uyluklamak” yani uylukları hareket ettirmek demektir. Ki
kişi herhangi birisinin sırtındaki yüke veya herhangi bir hayvana yüklenmiş ağır yüke destek
vermek isterse uyluğun (bacağın diz ile kalça arasındaki bölümünü) birini kaldırır, uyluğu
yatay haline getirip yükün altına uzatır, destek sağlar.

“Salât” sözcüğünün aslı “salvet”tir. Kelime nakıs (sonu harfi illetli) olduğundan genel
dilbilgisi kuralları gereği “salât” şekline dönüşmüştür. Bize göre “salât” sözcüğünün kökü
kesinlikle “salv” dır “saly” değldir. Zira kelimenin çoğulunda kelimenin asıl harfi olan “vav”
açıkça ortaya çıkmakta; çoğulu “salavât” olarak gelmektedir. Bunun bir çok örneği daha
vardır. Meselâ “gazâ/savaştı” sözcüğü aynı konumuz olan “sallâ” (mastarı salât’tır) sözcüğüne
benzer. Onun mastarı “gazve”, Gazve’nin çoğulu “gazevât” olarak gelir. Diğer fiil
çekimlerinde de “gazâ”nın “vav”ı, ya “ya”ya kalb olur yahut da düşer yok olur.

“Saly” sözcüğünün anlamı ile “Namaz, dua yakarış, çaba, gayret, destek” anlamları arasında
herhangi bir anlam ilişkisi kurmaya da imkanı yoktur.

Eğer “salât” sözcüğünün kökünün “saly” olduğunu varsayarsak çok enteresandır ki Kevser
suresindeki “salli” emrinden “onu ateşe at” ve Ahzab suresi 56. ayetteki “sallû aleyhi” den de
Muhammed’i ateşe sallayın, atın” anlamı çıkarmamız gerekir.

Doğal olarak sözcükler yan anlamlara kayarlar. Ama hep ana eksen etrafında olur bunlar.
Kesinlikle ana eksen kaybolmaz. Ki örneklerini “Nahr, Ebter” sözcüklerinin tahlillerinde
görebilirsiniz.

Tamam böyledir ama yine de bu çok ciddi meselede her insanın zihninde bir “acaba” mutlaka
kalır. İşte o istifhamı Kur’ân zihnimizden çeker alır. Zira “Salv, Sallâ, salât” sözcüğünün açık
anlamı 75/Kıyamet suresinin 31, 32. âyetlerinde çok bariz olarak açıklanmıştır. Ki orada bu
sözcüklerin karşıt anlamları da verilmiştir. Şöyle ki: “Felâ saddaqa velâ Sallâ velâkin kezzebe
ve tevellâ = O, ne tasdik etti ne de çaba harcadı/destekledi. Ama yalanladı ve geri durdu.”
Âyette dört eylem yer almış, ikisi diğer ikisinin karşıt anlamı olarak gösterilmiştir. Âyette
“saddaka”nın karşıtı “kezzebe” Yani “tasdik etmenin” karşıtı “tekzib etme”; “sallâ” fiilinin
karşıt anlamı olarak da “tevellâ = sürekli geri durmak, sürekli yüz dönmek, lakayt kalmak,
ilgisizlik, pasiflik, ve yapılmakta olan girişimleri kösteklemek ” fiili gösterilmiştir. “Tevellâ”
sözcüğü kalıbı itibariyle süreklilik anlamını taşır. Buradan hareket edersek “sallâ”,
“tevellâ”’nın karşıtıdır. Yani anlam olarak “destek olmak, seyirci kalmamak” anlamındadır.

İş burada bitmedi. Salât sözcüğü nasıl yanlış girdiyse İslâmi hayatımıza, “selâm” ve “teslîm”
sözcükleri de yanlış girmiş durumdadır. Âyeti celilenin “ve sellimû teslimen” kısmının da
tavzih zarureti doğmuş durumdadır. Zira elinize hangi meali alsanız âyeti celiledeki bu,
mü’minlere verilen ikinci görev için “….ve tam bir teslimiyetle selam veriniz!” dendiğini
göreceksiniz.(Bazı kelime farklılıkları olabilir.) Halbuki sözcüklerin gerçek manaları üzerinde
dikkat gösterilse kolay kolay bu hata yapılmaz. Şöyle ki:

Âyette geçen “sellimû” ve “teslîmen” sözcüklerinin kökü, “slm” harflerinden oluşan muhtelif
harekelerle de ifade edilebilen “selm, silm” kökleridir. Hangisi kabul edilirse edilsin
manasında “selâmetlik” yani eski tabirle “isabeti mekruhtan emin olmak” anlamını taşır.

Konumuzdaki “sellimû” ve “teslimen” ifadeleri ise mezidattan “tef’il” babından emri hazır
ve mastardırlar. Bu babda anlam: “emin etmek, korumak, güvenlik sağlamak”’tır.
( “Sellemehüllah, Allah onu korudu, onun güvenliğini sağladı.” diye kullanılır. Burada mana:
“ve tam bir güvenlik sağlamak suretiyle Peygamberin güvenliğini sağlayınız!” demektir.
Yoksa “padişahım çok yaşa”, “yaşasın kral” misilli şeyler bir şey ifade etmez. Padişahı çok
yaşatmak için, kralın yaşaması için canla başla çaba harcamak gerekir. Laf ile lak lak değil.

Şimdi bahsimizde yer alan âyetin manası şöyle olur:

Ahzap suresi âyet 56:

“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyorlar/ ona yardım ediyorlar/ onun


için gerekeni yapıyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona destek olun ona yardım edin/ onun
için gerekeni yapın ve onun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız!”

Örnek verdiğimiz ayetlerin de gerçek ifadesi şöyledir:

Ahzap suresi âyet 43.

“O, odur ki sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kendisi ve melekleri (yüsalli aleyküm)
sizin için gerekeni yapıyor/ size destek oluyor. Zaten O, inananlara karşı çok çok
acıyıcıdır.”

Bu âyetin mealini bir de şu âyetle karşılaştırın. Allah’ın salât’ının nasıl olduğunu ne demek
olduğunu ne ma’naya geldiğini kendiniz a de anlayacaksınız.

Hadid suresi âyet 9:

“O, odur ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye kulu üzerine gerçeği apaçık gösteren
âyetler indiriyor. Allah size karşı gerçekten çok çok şefkatli, çok çok acıyıcıdır.”

Görüldüğü gibi Allah’ın salavâtına/yardımından, desteğinden bir tanesi de “Kulu üzerine


gerçeği apaçık gösteren âyetler indirmesi”’dir.

Ahzap suresi 56. âyetin yer aldığı sure, özel bir suredir. Orada Peygamberimizin özel hayatı,
aile hayatı, sırlarını, misyonu, eşlerinin konumu, görevleri ve ayrıcalıkları yer alır.. Konumuz
olan âyeti celileyi en iyi dereceden anlayabilmek için mümkünse surenin tamamını okuyup
dikkate alınız. Ve bu destek ve güvenlik sağlama görevlerini yapmayarak peygamberi
üzenlerin akıbetinin de neler olacağını 57 ve 58. âyetlerden bakınız. Sakın konu ve pasaj
bütünlüklerini bozmayınız
Bir düşünelim: Bu âyetler indiği zaman Sahabe-i kiram neler yaptı? Herkes bir köşeye çekilip
“Allahümme salli ve sellim..” mi dedi? Yoksa varıyla yoğuyla, canıyla harekete geçip Allah
yolunda Peygamberimize destek mi oldular, güvenliğini mi sağladılar?

Salavat getirmekle ilgili rivâyetleri inceleyiniz; râvilere ve rivâyetin yer aldığı kitaplara dikkat
ediniz. Çoğu kastlı ihanetten kimisi de özendirme amaçlı cehaletten ortaya atılmış şeyler!

Şimdi manzaraya bir bakalım:

Allah,

- “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi destekliyorlar/ ona yardım ediyorlar/ onun


için gerekeni yapıyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona destek olun ona yardım edin/ onun
için gerekeni yapın ve onun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayınız!” buyuruyor.

Biz de çıkmışız:

- Allahümme salli ala muhammed ve sellim..” Ey Allahım! Muhammed’e sen


yardım et, gerekli desteği sen yap ve onun güvenliğini sen sağla….. diyoruz.

Ne büyük tezat/çelişki ve ne iğrenç küstahlık!

Bu hal, Maide suresi 20-26 daki konu içersinde 24. âyet: “ Dediler ki: Ey Mûsa! Onlar orada
oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbinle birlikte savaşın. Biz şuracıkta
oturacağız.”

Beniisrail ile Musa As.’ın vaziyetine benziyor mu benzemiyor mu? Bizimkisi biraz kibarca
olsa da!

Allah ve melekler gerekeni sürekli yapıp duruyorlar: (yusallûne, fiilimuzâri sıygasıyla vârid
olduğundan bu mânâyı mutazammındır.) Gerekeni yapacak olan, destek olacak olan,
peygamberin güvenliğini sağlayacak bu işe çaba harcayacak olan, yerinde oturmayıp kalkıp
kımıldayacak olan kısaca bu işle yükümlü olan biziz, biz mü’minleriz.

Peygamber bu gün aramızda olmadığına göre bu görevi destk ve güvenlik sağlamayı


toplumda peygamberlik misyonunu (Rasülüllah`ın Medinedeki konumunu; Kur`an`ın tebliği
ve tebyinini, İ,müslümanların devlet başkanlığı görevini) sürdüren kişi ve kurumlara
yapmalıyız. Ama padişahım çok yaşa! diyerek değil.

You might also like