Professional Documents
Culture Documents
№4 2019
II hissə
Bu ad altında tapılmış yeni mətnlə oxucu "Türkologiya" dərgisinin 2019-cu il 3-cü sayında tanış ola bilər. (red.)
56 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
yine de ağır basar” sözü benim her zaman temel düsturlarımdan biri oldu. Bu ne-
denle de her sene Dede Korkut kitabını bir defa daha baştan sona okuyup gerek
Türk Destanları adlı doktora derslerinde, gerekse de diğer derslerimde Dede Kor-
kut kitabından örnekler vermeği bir şiar edindim. Yani bu ağırlığın altında ezilme-
den acaba biz neler yapa biliriz, genç kuşak olarak Dede Korkut çalışmalarına han-
gi katkılarımız olur sorularını her zaman sordum. Tabi ilim nesillerde tamamlanır
diğe Fuat Köprülü hocanın başka bir sözü daha var. Yani sizin kuşağınızdan bizim
kuşağımıza devir edilen bir miras var, biz bu mirasın bilincindeyiz, inşallah bunun
için de elimizden geleni yapacağız. Bu konuda çalışmayı İzmirin Çeşme ilçesinde
gerşekleştirdik, bilim insanlarının katıldığı bir bilimsel toplantı yaptık. Tabi her bir
toplantı yeni açıları, yeni katkıları birlikte getiriyor.
Benim Dede Korkutla ilgili diğer tarafdan Kemal hocamın, diğer hocaların
yazmış olduğu kitapları, makaleleri okuyunca aklıma takılan bir soru, özellikle bi-
zim Osmanlı coğrafiyası ve Türkiye coğrafiyası için sorduğum soru hep şu oldu:
1815 yılında ilk defa keşf edilen Dresden Nüshası son derecede önemliydi. Ama bu
konuda bilimsel çalışmaların 1915ʼa kadar Türkiyede, Türk topraklarında, Türk
Cumhuriyetlerinde yapılmamış olması yüzyıllık bir boşluk yaratıyor. Bu boşluğu
nasıl anlamlandırmak lazım, hala o boşluk sorununun peşindeyiz, gerçekten önemli
bir boşluk. Yani, o yüz yıllık zamanda bırakılmış boşluğu bizim kuşağımızın dol-
durması gerekir, bunun için de yaptığımız çeşitli toplantılarda bunu özellikle sürek-
li hatırlarım ve hatırlatıyorum.
Yine Dede Korkut kitabının Vatikan Nüshası belki biraz farklı ad taşıyor,
ama benim ilgilendiyim hususlardan birisi kitapların adlarıdır. Neden böyle bir ad
konulmuş, nasıl böyle bir isimlendirme yapılmış meselesi her zaman sorduğum so-
rulardan bir tanesidir. Özellikle Dresden Nüshası’ndakı şu adlandırma çok anlamlı:
“Kitab-ı Dedem Korkut âlâ Lisan-ı Taife-i Oğuzan”. Şimdi yazar, müstensih, bu
eseri oluşturan, derc eden kişi her kimse, gördüğü işin bilincinde, dil şuuruna sahip
olduğunu eserin ikinci kısmında zaten ifade etmiş, yani Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan
tanımlamasıyla, Oğuzların dili üzere ifadesiyle, tıpkı Kaşgarlı Mahmud’un Ara-
plara Tükçe öğretmek amacıyla bu eseri yazdım demesi gibi, burada da nüsha ya-
zarı, müstensihi, toplayıcısı, derleyicisi, müellifi, her ne dersek diyelim adını, ya da
bir dip nüshadan alınmış olsun, ama bu kişi kesinlikle bir Türkçecilik, Oğuzculuk,
Oğuz geleneği, Türk yöresi, Türk milletine, geleceğinin bir şekilde bu eserden öğüt
alınarak gerçekleşmesi gerektiği konusunda bir uyarı kitabı hazırladığının bilincin-
dedir.
Tabi ki 12. yüzyılda Sibaveyhin yazmış olduğu ilk esere kadar Arap dünya-
sında bir eserin kitap adıyla adlandırılmadığını İsmayıl Hakkının bir çalışmasından
öğrendim, ondan önce kitap lafzını taşıyan bir eser yok. Yazıcılık geleneği bu ma-
nada çok önemlidir. Nasıl bir uslub takip etmiş de böyle bir eser adında kitap lafzı-
nı kullanmışdır? Bu adlandırma benim için çok önemlidir. Peki yazar yine bu anlat-
maların içerisinde neyi anlatmış? Yani mukaddimeden itibaren takip etmeye baş-
ladığı mısra, Resul aleyhusselam zamanına yakın Bayat boyundan bir er koptu şek-
linde başlayan Dresden Nüshası’nda yazar, bir şeyleri kanıtlamaya, bir şeyleri
“SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ 57
ıspatlamaya çalışıyor. Yani benim anlatacağım her şey Korkut Ata’dan bize söz
olarak miras kalmıştır, dolayısıyla bu sözlerin hepsi doğrudur. Bu sözlere inanıyor-
sunuz ki, özellikle işte bu dediyi Osman neslidir, işte sürüp gidiyoruz, lafzıyla üst
yönetime de bir gönderme yaparak, buraya kadar olan sözlerimi ispatladım ve buna
kati sürette inanıyorsanız, bundan sonrakı bütün anlatacağım hikayelere inanın ve
bunlardan ders alın' diyor. Bana göre öyle. Yani burada kitap lafzıyla Dede Korkut
kitabının Dresden Nüshası’nın müstensihi yada yazarı, Türklerin kutlu kitabını
yazdığını ifade etmiş oluyor. Yani türklerin her zaman ders alması, öğüt alması
gereken meseleler var: hakanlık nedir, sosyal hayat nedir, devlet hayatı nedir, ha-
kan nasıl olunur? Mesela Boğaç Han anlatması bir delikanlının bir boğa ile muca-
delesi değil, Boğaç Han anlatması aslında Türklerde hakanlığın, boğa sembölünün
arkasına gizlenmiş olan, yer yüzüne hakim olan bir gücü ortadan kaldıran bir deli-
kanlının, bir iğidin nasıl olacağını örnek alıyor. Peki eserin yazıldığı dönemde nasıl
oluyor? Devşirme beylere vezirlik veren bir sistem gelmiş ve bu sistemden rahatsız
olan bir müstensihle karşı karşıya ola bilirmiyiz? Yani, eserin yazılış amacı ifade
olunmamış. Yani, aslında bu tür eserlerde genellikle bulunan iki şey var. Biri
sebeb-i telifdir. Sebeb-i telifden Dede Korkut kitabının hiç bir nüshasında, yani,
elimizde bulunan son nüsha da dahil olmak üzere bahs olunmamış. Peki bu eser
niye yazıldı, niye toplandı, niye yazıya geçirildi kısmıyla ilgili bizim elimizde her
hangi bir malumat yok. Peki ne yapmamız gerekir? Eserin kendi muhteviyatından
bizim bir takım yorumlar yürütmemiz gerekiyor.
İkinci bir konu, burada hocalarım da teklif verelim dediler. Bir teklifi de ben
özellikle vermek istiyorum: Dede Korkut kitabının şu ana kadar bildiyimiz, buldu-
ğumuz 3 nüshası oluştu, ya da variantı oluştu. Bunların kesin tarihini tespit eden
bilimsel tarihsel incelemeler mümkündür. Bir kağıt testi, ikincisi mürekkeb testi
ile, Dresden Nüshası’nın kağıdının nereden geldiği, mürekkebinin nereden geldiği
ile ilgili Azerbaycan UNESCO Milli Komisyonu yada Miras Fondunun, Türkiye
UNESCO Milli Komisyonunun müracatı ile bir tahlil işlemi görülsün. Sabah oturu-
munda Günay Hanım bahsetti, 2018. yılında ben bizzat Türkiyede UNESCO Milli
Komisyonunda Somut Olmayan Kültürel Miras Komitesinin başkan vekili olarak
çalışıyorum. Yıllardır çabalıyoruz, Türkiye, Azerbaycan, ortak olarak şöyle bir tek-
lif verdik. Korkut Ata Dede Korkut destancılık geleneği ve mirası anlatmaları şek-
linde UNESCO’ya somut olmayan kültürel miras insanlığın temsili listesine artık 3
ülkenin ortak mirası olarak kaydedildi. Yani sabah tartışmalarda da ifade edildiği
için bunu vurgulamak istiyorum. Dede Korkut kitabı ve ya Dede Korkut mirası ne
Türkiye, ne Azerbaycan, ne de Kazakistan’ın mirasıdır. Bütün Türk Dünyası’nın
ortak mirasıdır. Ve bu böyle olacaktır ve bu böyle kalmak zorundadır. Ve bütün
Türk Dünyası da bunu böyle anlamak, böyle yorumlamak, böyle sorgulamak zo-
rundadır. Bu coğrafiyanın ortasında da bir köprü olarak Azerbaycan bulunmak-
tadır. Yani, Doğu Türklüğü ile batı Türklüğü’nün ortasında Azerbaycan bir köprü-
dür ve Azerbaycan Türklüğü de bu konudaçok ciddi bir gayret sarf etmektedir.
Peki bu 3 nüshanın yazılış tarihini ve kağıt kalitesini ve kağıt ve mürekkebinin ne-
reden alındığını bir saatlik bir tahlil sonunda belirlemek mümkündür. Şu anda
58 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
Evet, bu metnin içerisinde bir anlatma mı var, iki anlatma mı var sorusu
tartışıla bilir belki. Kaç tane anlatma var, kaç tane boy var, kaç tane soylama var?
Bana göre burada tek bir boy var, tek bir anlatma var. Evet, metnin 48. sayfasından
52. sayfasına kadar olan kısımda Salur Kazanın Kars'dan Azerbaycan'ın belli böl-
gesine kadar olan bölgeyi feth etmesi ile ilgili bir kısım mevcuttur. Ancak ben
Boğaç Han anlatmasına baktığımda da Dirse Han’ın ve ya Osman hocanın ifade-
siyle Derse Han’ın hanlar hanı Bayındır Han’ın ziyafetine gidib oradan dönüp ha-
nımıyla soylaşarak bu oğulsuzluğun, bu çocuksuzluğun sebebi senden midir, ben-
den midir söyle bana han kızı, dediği kısma kadar olan kısmın da, çocuksuzluğa ça-
re arayıp, çarenin bulunması ve Boğaçın doğup ad almasından, babasının 40 na-
merdini kıskanıp, babasıyla karşı-karşıya gelmesinden, babasını hain 40 namerdin
elinden kurtarmasına kadar olan bölümden ayrı bir metin gibi değerlendirile bilir.
Oysa ki orada biz bir kahramanın öncesi, sonrası diye bir ayrıştırma yapmıyoruz.
Meseleye günümüzde siyasette sık kullanılan silsile-i meratib ifadesiyle baksak,
60 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
anlatının kendi içerisinde bir silsilesi var, bir anlatım tekniği var. Dolayısıyla bu
anlatmanın baş tarafındakı hazırlık ve sonrasında da Salur Kazanın yedi başlı ejder-
hayla karşılaşması, yani çıktığı bir av sırasında bir ejderha ile karşılaşıp bunu nasıl
öldüreceyi konusunda düşünürken Lalası Kılbaşın gelip ona bir gayret vermesidir.
Aslında bu gayret vermede de bir az mizahi bir anlatım var: Lala şu yedi tane ışığı
görür müsün, evet görüyorum. Şu kokan, meşe gibi kokan kokuyu duyuyormusun,
evet duyuyorum. Lala, ne yapalım, salahın nedir, burdan sıvışıb gidelimmi, yoksa
üstüne varalımmı dediğinde, Lala son derece sakin durur, önce düşünüyor. Yani
Salur Kazan gibi bir adama kaç dese, Salur ola ki gazab eder, yani benim kaçmam,
kaç demem burda yakışık alırmı deye düşünüyor. Nihayetinde kararını veriyor ve
buradakı siyaset de günümüz siyasette danışmanların kullandığı ifadeye çok benzi-
yor. Ne olacak canım diyor, ejderha dediklerinin de aslı bir yılan değil mi, yani sen
bir yılandan mı korkucaksan, sen ki Salur Kazansın, yanı Kara dağdan daş koptu-
ğunda, sırtını dayayıp onu yüklenmişsin, bu kadar yeri feth etmişsin, bir yılandan
mı korkup kaçacaksın, demezlermi sonra, sen böyle bir şeyden kaçdın. Şimdi bu
anlatmanın kendi içerisindeki mantığı, ama halk bilimi ve mitolojik kökenleri
itibarıyle incelindiğimizde aslında biz Boğaç Han’da gördüğümüz ve yahut da
Bamsı Beyrek’te gördüğümüz kahramanın erginlenmesi miti adını verdiğimiz
temel bir anlatım mantığı var. Kemal hocamın gayet iyi bileceği gibi, çeşitli araştır-
malarında da bahsetmiş, yani, kahramanın yolculuğu dediğimiz bir hadise var.
Metin kökenleri antik dönemlere kadar giden, sadece Türklerde değil bütün dünya
milletlerinde de pek anlatısı bulunan bir metinle karşı karşıyayız. Yani, kahraman
ava çıkar, av aslında evden, yurttan uzaklaşmadır, yani kahramanın kendi evinden,
memleketinden bir tür uzaklaşmasıdır. Salur Kazan orada askerleriyle, beyleriyle
gitmiş olmasına rağmen bir av bulamamaları neticesinde neden yalnız kalmaktadır,
neden tek başınadır? Yani, ben bir av bulamadım, ben bu şekilde obama, yurduma
dönersem, beni herkes kınar. Aslında, kahramanın kendisinden beklenen eliksiri,
güçlü maddeyi, toplumu için luzumlu, gerekli olan malzemeyi temin edemeden
geri gelmesi bir başarısızlıktır. Oysa ki mitik kökenden gelen kahraman tipolojisin-
de başarı mutlaka yapılmak, gerçekleştirilmek zorunda. Ve Salur Kazan da diyor
'Siz gidin ben de bir bakıyım başka nerde ne av var', yani, ben bir av bulmadan yur-
duma geri dönmeyeceğim. Orada zaten sorun ortaya çıkmış durumda, sorun ortaya
konulmuş durumda ve Salur Kazan orada mutlaka olağanüstü bir şeyle karşılaşmak
zorunda. Tıpkı ne gibi, Oğuz kağanın, Oğuz atamızın kahramanın yolculuğunun ilk
aşamasında Türk milletine kağan olana kadar, Oğuz olana kadar olağanüstü cana-
varı öldürmesi ile ilgili anlatmanın ilk kısmı gibi.
Burada bence Salur Kazan anlatmasıyla Oğuz Kağan anlatması arasında pa-
ralel yapıdan bahs etmek kesinlikle mümkündür. Çünki bunu metnin sonunda
'Salur Kazan neden ejderhanın başlarını, derisini, her şeyini giyer ve ejderha kılı-
ğında yurduna döner' sorusunu sorduğumuzda da tekrar görüyoruz. Bu noktadan
baktığımızda Salur Kazan burada mutlaka olağanüstü bir varlıkla mücadele edip
onu ortadan kaldırması, bir başarı göstermesi, kendini ispatlaması ve Salur Kazanın
salurluğu ve Kazanlığı nerden geliyor, sadece soylamalar onun referanslarını veri-
“SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ 61
yor. Kazan adı nasıl alındı, türkler tabiatı nasıl tanır, çevreyle ilişkileri nelerdir,
çeşitli gözlemler − burada 23 tane soylamalarda verilmiş. Bana göre onların içeri-
sindeki her bir referans da aslında Salur Kazanın yedi başlı ejderhayı öldürmesi
için çözümlemede kolaylık sağlamak amacıyla bize müstensihin ve yahut ta eski
anlatılardan parçacıkların kullanılması yolu ile yeni yorumlar üretebilmek için
sunulmuş bilgilerden ibarettir. Şimdi Batı mitolojisindeki ejderha tipolojisine bak-
dığımızda genellikde kahramanlar ilk başta ejderha ile karşılaşıyor. Salur Kazanın
karşılaştığı önemli unsurlardan biri de yedi başlı ejderhayla karşılaşmak. Yani, baş-
ka anlatmalarda da yedi başlı ejderha ola bilir, ancak türk tasarımında ejderhanın
yedi başlı olması tesadüfi değil, buradakı 7 sayısını dikkate atmak gerektiğini ifade
etmek istiyorum.
Son olarak şunu demek istiyorum – kahramanın bütün bu başarıyı göster-
mesi sonucunda kahraman Oğuza dönerken de kendi kimliğini gizleyerek gelir,
tıpkı Bamsı Beyrek gibi. Herkes der ki Kazan ejderha oldu mu, olmadı mı, ejder-
hayla dövüştü mü, yoksa hala bildiyimiz bizim sosyal olarak beyimiz, hükümda-
rımız olan, emr ettiğinde her şeyi yaptığımız Kazan mı, yani, burda bir transfor-
masyon oldu mu, olmadı mı? Bu transformasyon olmadıysa, bu, Oğuz için risk, ol-
duysa Oğuz için büyük bir kazanç, Oğuz’un yeni bir gücü, yeni bir hakanlık kabili-
yeti kazandığının açık bir işaretidir. Ve bu soru da Kazanın kendi Oğuz yurduna
dönüşünde onun getirmiş olduğu ejderha derisinden gölgeliyin altında Bayındır
Han’la verilen büyük bir ziyafetle cevaplanır. Yani, başta açılan toplumsal birlik ve
bütünlük, yani anlatının başında açılan 'beylerim ile yer içer idim' bir meclisidir,
toplantısıdır ve bu toplantıda Oğuzun birlik ve bütünlüğü resm edilmişdir. Anlatıla-
rın zaten Dede Korkut kitabının Dresden ve Vatikan nüshalarında da var olan ben-
zer resimdeki gibi, başlanğıcında verilen birlik ve bütünlük resmi, sonuçta, kapa-
nışta tekrar perçinlenen bir birlik, bütünlük resmiyle tamamlanır ve böylece Oğu-
zun sosyal kabiliyetini devlet açısından, yani, oğuz birlik ve bütünlüyünün nasıl
sağlandığı Salur Kazan tarafından verilen bu ziyafetle tekrar tamamlanmış olur.
Dinlediyiniz için de teşekkür ederim ve hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Başda professor Mətin Ekici olmaqla türkiyəli alimlər Dədə Qorqudun yeni
əlyazmasını elm aləminə tanıtmaqla tarixi missiyanı yerinə yetirdilər və onların
adları bütün hallarda minnətdarlıqla yad ediləcəkdir. Lakin ilk gündən bu nəşrlərin
mübahisə doğurmasının bir sıra əsaslı səbəbləri vardır. Biz ilk olaraq sosial
şəbəkədə əlyazmanın “Kitabi-Dədə Qorqud”un 3-cü əlyazması və 13-cü boyu ol-
maması barədə bəyanatla çıxış etmişik, bizim fikrimiz Türkiyə, Azərbaycan və
İranda birmənalı qarşılanmamış, bəzi hallarda qəribə etirazlar doğurmuşdur. Bu
səbəbdən də bir əlyazmanın çap olunan 3 nəşrini əldə edib müqayisələr aparmış,
irəli sürdüyümüz arqumetləri əsaslandıran geniş məqalə ilə çıxış etmişik.
Təbii ki, əlyazmanın tapılması, nəşrləri və haqqında tez bir zamanda yazılan
məqalələr “ilkin təəssüratları” əks etdirirdi və əlyazmanın yaratdığı həyəcan həm
onun nəşrlərində, həm də məqalələrdə özünü göstərmişdir. Şifahi “Dədə Qorqud”
eposu ənənəsinə aid olan bu yeni oğuznamə mətni “Kitabi-Dədə Qorqud”un nüsxə-
si, yəni, onun eynisi/surəti olmadığı halda, nəinki variantı, heç olmasa, versiyası
belə adlandırılmamışdı. Oğuz epoxasının məhsulu olan “Kitabi-Dədə Qorqud” das-
tanı ilə, təxminən, XVIII əsrin ikinci yarısı “Türkman epoxası”nda formalaşan
“Kitabi-Türkmən lisani” oğuznaməsi bütün elmi prinsiplər nəzərə alınmadan eyni-
ləşdirilmişdi. Hamı üçün açıq olan bədii-estetik, ekzoterik xarakterli mətnlə gizli,
batini - ezoterik mətn eyni məna sırasında təqdim olunmuşdu.
Bizə elə gəlir ki, ilk yanlışlıq hər üç nəşrin əlyazmanın orijinalını, eksperti-
zadan keçirilmə sənədini görmədən PDF-dən birbaşa kitab halına salınaraq nəşr
edilməsindən irəli gəlmişdir. İkincisi, əlyazma Azərbaycan türklərinin dilində ol-
masına baxmayaraq, hər 3 nəşrdə mətnin transkripsiyası Türkiyə türkcəsi ilə təq-
dim olunmasıdır. Bunu aradan qaldırmaq üçün AMEA-nın “Dədə Qorqud” şöbəsi
olaraq, biz, ilk növbədə, əlyazmanı mətnşünaslarımıza göndərmişik. Şöbəmizin
keçmiş əməkdaşı prof. Asif Hacıyevdən xahiş etmişik ki, əsərin fotosurəti üzərində
ciddi iş aparsın və mətnin olduğu kimi Azərbaycan türkcəsində transkripsiyasını
hazırlasın.
Onu da nəzərinizə çatdırım ki, bir həftə əvvəl Tehran Universitetinin profes-
soru Hüseyn Düzgün qonağımız olmuş və əlyazma barədə maraqlı açıqlama ver-
mişdir. İranda çap olunan “Name-ye Sedigh” adlı məcmuədə yazılır ki, 2019-cu
ilin ocaq ayında iranlı türkmən Vəli Məhəmməd hoca prof. Hüseyn Sadiqə bir neçə
əlyazma kitabı ərmağan etmişdir. Bu kitablar arasında 62 səhifəlik, sonralar “Dədə
Qorqud soylamaları” adı ilə tanınan bir ufacıq kitab da olmuşdur. Vəli Məhəmməd-
lə prof. Hüseyn Sadiq arasında bu kitabın İranda yayınlanması haqqında anlaşma
əldə edilmişdir. Bundan sonra prof. Hüseyn Sadiq əsər üzərində elmi çalışma apar-
mağa başlamışdır. Olaydan bir kaç ay sonra Türkiyəli Mətin Əkici adlı alimin “Ben
Türkistanda Dede Korkutun 13-cü boyun buldum və onu “Türküstan əlyazması”
adlandırıram” iddiasını duyunca və onun tərəfindən verilən əlyazma örnəklərinin
Vəli Məhəmmədə aid olmasını görüncə, prof. Hüsen Sadiq geri çəkilmişdir”.
Beləcə prof. Hüsen Düzgün də əlyazmanın mətnini latın əlifbası ilə hazırlamış və
tezliklə ön sözlə, izahlarla “Dədə Qorqud” jurnalına təqdim etməyə söz vermişdir.
“SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ 63
O bu toplantıda Vəli Məhəmməd xoca ilə birlikdə iştirak etmək arzusunda idi. Mən
təşəbbüs göstərdim, lakin təşkilatçılardan onlar üçün rəsmi dəvət ala bilmədim.
Beləcə bizim redaksiyada əlyazmanın Azərbaycan türkcəsində hazırlanmış 2
variantı olacaq. Onları növbə ilə “Dədə Qorud” jurnalında çap edəcəyik. Maraqlıdır
ki, Asif müəllimin açıqlamasına görə, Drezden və Vatikan nüsxələrində oxunuşu
çətin olan bəzi söz və ifadələrin açarı məhz bu yeni əlyazmadadır.
Oktyabr ayının 10-da, saat 10.34 radələrində Tehran Universitetindən
Hüseyn Düzgün və Təbriz Universitetindən Əli Barazandeh Türk mənə belə bir
müraciət göndərib. Onlar deyir ki:
“Türk Dünyasının ən kötü yanı budur ki, nəyə görəsə İran, özəlliklə Güney
Azərbaycanda yaşayan 35 milyon türk katılımlarda iştirak etmirlər. Bu yeni Dədə
Qorqud İran torpaqlarında bulunub, Türkiyədə də 3 yeni nüsxə üzərinə çalışmadan
öte bilgi adamları bulduqları halda buradan bir bilgin və alim çağırılmamışdır. Biz
minnətsiz, heç bir dəstək olmadan ən mükəmməl Dədə Qorqudu işləmişik və yaxın
günlərdə çapdan çıxacaq, onda bunların nə qədər yanlış oxuduqları da görünəcək.
Biz bu nüsxəmizi Əli Şamil müəllimə və Ramiz bəyə göndərdik. Onlar da təsdiq
etdilər ki, biz işlədiyimiz Türkiyədə çap olunan nüsxələrdən daha təkmil və doğru-
dur”.
Mən Əli Barazandeh bəyə yazdım ki, “hünər göstərib Vəli Məhəmməddən
əlyazmanın əvvəlinci vərəqlərini əldə edə bilsəniz, sizləri alqışlayaram”.
Onun cavabı belə oldu: “Bizdə Kitabın bütünü var, hətta Vəli Məhəmməd
İranda təkcə bizə izin verib və biz onunla müqavilə bağlamışıq. Təbrizdən Türk-
mən Səhraya gedib nüsxəni yaxından görmüşəm və faksimile olaraq almışam.
Sizə nə lazım varsa, mən xidmətinizdə varam. Yaxın günlərdə İranda yapılan
yeni Dədə Qorqudu göndərəcəyəm”.
Təəssüflər olsun ki, biz türklər bəzən işimizi baş-ayaq görürük. Təəccüblüsü
odur ki, Əli Şamil mətnşünas deyil, o bu işə necə müsbət rəy verə bilər? İşin səmə-
rəsi üçün, o, ən azından materialı Əlyazmalar İnstitutuna, ya da işlədiyi Folkor İns-
titutunun rəhbərinə və müvafiq “Dədə Qorqud” şöbəsinə verməli idi.
Ramiz müəllimə isə sualım belədir: əgər Əli Barazandehin dedikləri düzdür-
sə, siz mətnşünas olaraq cənublu qardaşlarımızın işinin Türkiyədə çap olunan nüs-
xələrdən daha təkmil və doğruluğunu təsdiqləmisinizsə, bilmək istəyərəm, onlar
yeni əlyazmanı artıq Azərbaycan türkcəsinə təkmil şəkildə transkripsiya ediblər,
yaxın günlərdə çap edəcəklər, belə olduqda sizin təzədən onu çevirməyinizə ehti-
yac var idimi? Var idisə, siz mətndə əlavə nələri tapmısınız və işinizlə nə kimi ye-
niliklər ortaya qoymusunuz?
Bir əsas yanlışlıq da “Kitabi-Türkmən lisani” oğuznaməsinin “Kitabi-Dədə
Qorqud”un üçüncü nüsxəsi elan olunmasıdır. Çünki bu “nüsxə” məsələsində bütün
elmi prinsiplər pozulmuş və ümumiyyətlə, elmi nəticə əvəzinə ortaya qəribə mən-
zərə çıxmışdır. Yeni tapılan əlyazmanın “Kitabi-Dədə Qorqud”un nüsxəsi olmadı-
ğı, daha doğrusu, nüsxəsi qəlibinə girə bilmədiyi aydın şəkildə müşahidə olunur və
yeni əlyazma “Kitabi-Dədə Qorqud”un Drezden və Vatikan nüsxələri ilə məhz
“nüsxə” anlayışı kontekstində bir sırada dura bilmir. Ona görə ki, “nüsxə” anla-
64 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
Otuz bin ər yağı gördumsə, ota Otuz bin yaġı geldi dėyende hìçe
saydım. saydum.
Qırx bin ər yağı gördumsə, qıya Kırh bin geldi dėyende kara gözümün
baqdım. ucından kıya bahdum, kımzanmadum.
Əlli bin ər yağı gördumsə, əl Elli bin geldi dėyende el vėrüb
vermədim. elleşmedüm, azdur dėdüm.
Altmış bin ər yağı gördumsə, Altmış bin geldi dėyende Allahı andum,
aytışmadım. atlanmadum.
? Yėtmiş bin geldi dėyende yėltenmedüm.
Səksən bin ər yağı gördumsə, Seksen bin [geldi] dėyende seksen-
səksənmədim. medüm.
Doxsan bin yağı gördumsə, Dohsan bin yaġı geldi dėyende
donanmadım. arhaluhcak-ıdum donum gėydüm.
Yuz bin ər gördumsə, yüzüm Yüz bin yaġı geldi dėyende yüz çevürüb
dönmədim. kayıtmadum.
Yüzu donməz, kılıcum ələ aldım. Ahar sudan abdest kıldum, alınumı yėre
Məһəmmədün dini eşqinə qılınc urdum, koyub kıldum namaz-ı Muhammedì, yaradan
Ağ meydanda yumrı başı topca bir cebbara bėl bakladum, ya Muhammed, ya
kəsdim. Alì meded dėdüm.
“Kitabi-Dədə Qorqud” dastanının deyil, məhz şifahi “Dədə Qorqud” eposunun Tü-
rkman/Türkmən epoxasındakı davamıdır. Bu halda o, heç bir şərt daxilində yazılı
“Kitabi-Dədə Qorqud”un üçüncü əlyazması ola bilməz.
“Epos” – milli epik düşüncə sistemi, “dastan” – onu bədii söz kodu səviyyə-
sində gerçəkləşdirən mətndir. Bu halda “Dədə Qorqud” Oğuz milli düşüncə sistem-
ini bütövlükdə əhatə edən eposdur. Onun tarixən iki məna paradiqması var:
1. Şifahi “Dədə Qorqud” dastanı: Bu, “Qorqud Ata” mifik nüvəsindən başla-
nan, Oğuz epoxasından keçən və oğuzların milli xalqlara diferensiasiya etdiyi dö-
vrə qədər davam edən və sonra milli eposlara transformasiya olunan epik ənənədir.
2. İki nüsxədən (Drezden və Vatikan) ibarət yazılı “Kitabi-Dədə Qorqud”
dastanı: Bu, şifahi “Dədə Qorqud” dastanının konkret məkan-zaman nöqtəsində ya-
zılı şəkildə qeydə alınmış şəklidir.
Şifahi “Dədə Qorqud” dastanı minillər boyunca dəyişərək inkişaf etmiş,
“Kitab-Dədə Qorqud” və “Hekayəti-Qazan beg və qeyrox” dastanları isə öz inkişa-
fını donduraraq əlyazma yazılı abidə şəklində daşlaşmışdır.
Həm “Kitabi-Dədə Qorqud”, həm “Hekayəti-Qazan beg və qeyrox” dastan-
ları, həm də “Kitabi-Türkmən lisani” oğuznaməsi bilavasitə şifahi “Dədə Qorqud”
eposunun yazılı şəkilləridir. Ən başlıcası, “Kitabi-Dədə Qorqud” və “Hekayəti-
Qazan beg və qeyrox” bir dastan olduğu halda, “Kitabi-Türkmən lisani” öz
funksional tipologiyasına görə dastan yox, Türkman/Türkmənlərin ezoterik-mü-
qəddəs kitabıdır. Yəni, “Kitabi-Dədə Qorqud” dastanındakı Oğuz igidlərinin qəhrə-
manlığından bəhs edən boylar ozanlar tərəfindən geniş publika qarşısında ifa
olunan bədii-estetik funksiyalı mətnlər olduğu halda, “Kitabi-Türkmən lisani”
oğuznaməsi baxşı/ozanlar tərəfindən ancaq “40-lar”(“40 şagird”) məclisində oxu-
nan və 40 neofit tərəfindən öyrənilən, mənimsənilən, əsasında “bəy-igidlik” imta-
hanı verilən “ərgənlik bitiyi”, “inisiasiya kodeksi”, başqa sözlə, “ağa” statusunda
olan subyektlərin “bəy-igid”, “alp-ərən” statusuna keçirilmə ritualının ezoterik/
batini “törə kitabıdır”.
“Kitabi-Türkmən lisani” ilə “Kitabi-Dədə Qorqud”, “Hekayəti-Qazan beg və
qeyrox” arasında onların hər üçünün “Oğuz kağan” nüvəsinə bağlılıqları səbəbin-
dən müəyyən ortaq motiv və obrazların olmasına baxmayaraq, “Kitabi-Türkmən
lisani” abidəsi “Kitabi-Dədə Qorqud”dan fərqli obraz və motivlər “qalereyasına”
malikdir. Halbuki “Kitabi-Türkmən lisani”nin “Kitabi-Dədə Qorqud”un üçüncü
nüsxəsi və əlyazması sayılması üçün bu əlyazmaların motivlər “qalereyasının”
müəyyən tənasüblərdə bir-birinin eyni olması, bir-birinin surəti olması lazımdır.
Belə bir eyniləşmənin olmadığı şəraitdə “üçüncü əlyazma” söhbəti qeyri-elmi ya-
naşmanı ifadə edir.
Dil xüsusiyyətlərinə gəldikdə bildirmək istərdik ki, biz professional dilçilərin
səlahiyyət dairəsinə girməyi özümüz üçün artıq hesab etsək də, tərtibatçılar kollek-
tivinin də təsbit etdikləri dil-üslub fərqləri bizə yenə də “mətn tipologiyası” baxı-
mından müəyyən nəticəyə gəlməyə imkan verir. Bu cəhətdən, “Kitabi-Dədə
Qorqud”un dili Oğuz epoxasının dili olduğu halda, “Kitabi-Türkmən lisani”nin dili
postoğuz epoxasının dilini, yəni Türkman/Türkmən dilini nümayiş etdirir. Başqa
“SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ 67
saydı, onun içərisində müqəddimə və 12 boy olsaydı, orada 13-cü və yaxud da 14-
cü boy da əlavə edilsəydi, bu halda o boyların “Kitabi-Dədə Qorqud”a aid olduğu-
nu vurğulaya bilərdik. Təşəkkür edirəm!
dən biri də budur. Əlbəttə ki, son söz mətnşünaslarındır. Bayaq burda Mətin bəy də
söylədi ki, bu gün əlyazmanın tarixini kağızla, kağızın analizi ilə, mürəkkəbin ana-
lizi ilə müəyyənləşdirmək mümkümdür. Volterin bir sözü var, onu bir daha yada
salıram: “Allah olmasaydı, onu bir daha icad etmək lazım idi.” 13-cü boy yox idisə,
onu vaxtında özümüz yazmalı idik.
10, 6a-10), üz (1a-9). Ön sesi düşmüş üz birkaç kez geçer, buna karşılık yüz biçimi
çok daha fazladır. Ayrıca yıl, yilan, yulduz, yürek kelimelerinde de y- düşmemiştir.
5. Şu kelimelerde t-‘nin korunmuş olması: tik- (18a-9, 26a-11), tikil- (11b-
8), toḫun- (4a-8, 14b-13), tök- (3b-1, 29a-7), tökül- (25b-8).
6. Şu kelimelerdeki t->d-: daban (5a-7, 24a-13), dadlu (6a-4), dan (17b-9,
24a-9), dart- (3b-4, 15a-3), daş (4b-12, 19b-9), daş- (7b-4, 27a-14), dovşan (8b-7),
dut- (1b-9, 4b-13, 8a-8), duz (2b-13).
7. Şu kelimelerdeki b->p-: pıçak (1b-2), pozğun (3a-2), pozul- (22b-1).
8. Söz ortası ve sonunda ķ>ḫ: arḫa (2b-11, 6a-10), baḫ- (14a-8, 27b-2), yıḫ-
(8b-10, 10a-3), yoḫ (1a-13). Yok sözü bir kez hı ile, diğer yerlerde kaf ile yazıl-
mıştır.
9. Kimi kelimesinin m’li olması: (1b-12, 7a-1, 12a-11…). Kelimenin kimi
biçiminin birçok kez geçmesine karşılık kibi biçimi sadece iki kez geçer: 20b-8,
21a-4.
10. Yedi sözündeki ikizleşme (yėddi): 5b-7, 19b-3, 29b-5. Birçok kez geçen
yėddi sözündeki ikizleşme metinde dal üzerine şedde konularak gösterilmiştir
(Şedde bulunmayan örnekler nadirdir.)
Yukarıdaki maddelerin Azerbaycan sahasına ait özellikler olduğunu kesin
olarak tespit etmek için Oğuz grubunun diğer iki yazı diliyle, Türkmence ve Türki-
ye Türkçesiyle karşılaştırmak gerekir. Çünkü bu özelliklerin bazıları bu yazı diller-
inde de bulunabilir.
Ünlüyle biten isimlerde yükleme hâli eki Türkmencede de +nI’dır. İkinci ün-
süzü geniz sesi olan sözlerdeki b-, Türkmencede de m- olmuştur; fakat bin ve bin-
kelimeleri Türkmencede müñ ve mün- biçimindedir. Metinde y-‘siz olan kelimeler
-uca- dışında Türkmencede y-‘lidir: yıldırım, yigirmi, yigit, yılkı. Metinde t-‘li ve
d-‘li olarak geçen yukarıdaki kelimelerin -tovşan ve tut- dışında- tamamı Türkmen-
cede d-‘lidir). Pıçak sözü Türkmencede de p iledir, fakat pozul- fiili b- ile bozul-
‘dur. Söz ortası ve sonunda ḫ sesi bulunduran kelimeler Türkmencede k’lidir: arka,
bak-, yık-, yok. Kimi kelimesi de Türkmencede kimin biçimindedir. Azerbaycan
Türkçesindeki yėddi sözü de Türkmencede yedi biçimindedir. Teklik birinci şahıs
eki ise Türkmence’de -AyIn’dır.
Görüldüğü üzere, tamamı Azerbaycan Türkçesine ait olan bu özelliklerden
sadece birkaçı Türkmencede de bulunmaktadır. İkisi de Oğuz grubundan olan bu
lehçelerde benzer özelliklerin bulunması tabiidir. Metnin grubunu ve sahasını belir-
lemek için yukarıdaki özelliklerin tamamını göz önünde bulundurmak gerekir. On
maddenin tamamı da bugünkü Azerbaycan Türkçesiyle aynı olduğuna göre metin
Azerbaycan sahasına aittir, Türkmen grubuna ait olamaz.
Yukarıdaki on maddede gösterilen özellikler Türkiye Türkçesinde de yoktur.
O hâlde metin Türkiye Türkçesine de ait olamaz. Esasen bu maddelerdeki özel-
liklerin tamamı, Azerbaycan ve Türkiye Türkçesini ayıran tipik özelliklerdir.
Söz başı k- / g- meselesini yukarıdaki maddeler içine almadım. Çünkü met-
nin imlası, yani, söz başında bu sesleri taşıyan kelimelerin sadece kef ile yazılması,
k ile g seslerini ayırt edici bir işaretin bulunmaması, kelimelerin k-‘li mi yoksa g-‘li
76 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
örnekte sözcük ortasındaki gayn harfi yerine kaf karfi kullanılmıştır. Bu, bir ses
olayı olmaktan çok bir imla tasarrufu olmalıdır ve büyük olasılıkla Farsçada kaf ve
gayn harflerinin aynı ses değerlerine sahip olmasından kaynaklanmaktadır.” Bu gö-
rüş doğru olabilir çünkü sağ, tuğ gibi iki ünlü arasında olmayan kelimeler de kaf ile
yazılmıştır: sağ (5a-5, 25b-2), tuğ (26a-13). Metinde aynı imlanın z, l, y gibi sızıcı
ve akıcı seslerden sonra gelen ve bugün Azerbaycan Türkçesinde ğ’ya dönmüş bu-
lunan ġ sesleri için uygulanmış olması da bu görüşü desteklemektedir: pozğunı (3a-
2), yalğuzluk (3a-3), ayğır (4b-7).
Yusuf Azmun “… bu metnin söz varlığı arasında, Türkmencede çok sık kul-
lanılan sözlerin bulunduğu da dikkati çekiyor.” diyerek şu örnekleri veriyor: ılġar
“hücum”, doġul- “dünyaya gelmek”, ırġa- “hareket etmek, kımıldamak”, ķuba ķaz
“yaban kazı”, satan “bacak, bacak arası genişliği”, yortmaķ / yörtmek “koşmak”,
şunķar “laçın”, tumçuķ / tumşuķ “ibik, gaga”, tula “köpek”, büdre- “tökezlemek”,
bögüs- “delmek”, yalaŋaç “çıplak”, sayra- “ötmek”, teñ tuş > deñ-duş “akran,
ahbap”.
Yukarıdaki kelimelerden bögüs-, deñ-duş, satan, sayra- dışındakiler, aynı an-
lamlarda Azerbaycan Türkçesinde de vardır. Bazılarında küçük fonetik farklar
bulunmaktadır: ilğar, ilğa-, guba gaz, yalanğac.
Azmun’un bög[ü]smak okuduğu kelimeyi Ekici ile Shahgoli vd. büksemak
okumuşlardır. Be, vav, kef, sin ile yazılan kelime her iki okuyuşa da müsaittir.
Azmun kelimeye Türkmencedeki “delmek” anlamından hareketle “(yol) delmek,
katetmek” anlamını vermiştir (s. 78). Ekicinin verdiği anlam “(yol) daraltmak”tır
(s. 181). Shahgoli vd. bükse- ile bük- arasında bağlantı kurarak “yarmak, yolu tay-
yetmek, aşmak, katetmek” anlamını tercih etmişlerdir (s. 236). Bük- fiiline “yolu
tayyeylemek” anlamı 3a/13’ün haşiyesinde doğrudan doğruya müstensih tarafından
verilmiştir.
Azmun’un Türkmence olarak gösterdiği deñ-duş “akran, ahbap” metinde
ikileme olarak geçmemektedir. Kitabının sonundaki sözlükçede deñ kelimesine
“dek, kadar”, tüş olmak fiiline “rastlamak, karşılaşmak, uğramak” anlamı verilmiş-
tir. Nun-kef ile yazıldığı için üç kitapta da deŋ okunan kelime aslında den okun-
malıdır. Anadolu ağızlarında “(+A) kadar” anlamında (+A) dAn vardır. Faruk Yıl-
dırım, özellikle Orta Anadolu’da yaygın olan +AdAn ekinin örneklerini göstermiş-
tir. Arpaçay’dan derlenen ona tan “o zamana kadar” örneği ise ekin Güney Azer-
baycan’da olabileceğini de gösterir. Yıldırım aynı ekin Birgivî’de (Deny’den nak-
len) ve Horasan Türçesinde (Yong-Song Li’den naklen) bulunduğunu da belirtir.
Azmun’un Türkmence satan ile açıkladığı kelime metinde (gėn) satanlı ola-
rak iki kez geçmektedir: 9a-1, 11a-9. Azmun bunlara, satan kelimesinin Türkmen-
cedeki “bacak arası genişliği” anlamından hareketle “uylukları geniş olan, geniş
butlu” anlamını vermiştir. Shangoli vd.de satanlı, “kalçalı, kalçası olan” anlamıyla
karşılanmıştır. Ekici’de satan’ın anlamı “uyluk” olarak verilmiştir. Burhân-ı
Ķâtı’da da satan “atın iki ayağı arası” anlamındadır. Metinde attan bahsedildiğine
göre Burhan’da verilen anlam buraya uygun düşmektedir. Azmun’dan kelimenin
Türkmencede de var olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.
78 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
goli vd. kelimeyi Eski Türkçe kud- “dökmek” ve kuyumcu ile ilişkilendirerek soru
işaretiyle “(su vb.) dökülen yer, döküldüğü yer” olarak anlamlandırmışlar. Ekici’
nin verdiği anlam bağlama uygun düşüyor. Shahgoli vd. gibi o da sarı kelimesine
renk anlamı vermiş. Azmun ise “+a doğru”. İki kelime de Azerbaycan Türkçesinde
vardır; ancak bağlama uygun olan renk anlamıdır. Hamı “bütün” kelimesini yanlış
olarak hemi okuyan Ekici’nin ibareye verdiği anlam daha doğru görünüyor:
“Tüm azgın denizlerin en zorlusu okyanus, sarı ala küçük balığın su döneği,
sandal ağacından sağlam gemiler su oynağı. Sallandıkça sıra ondan geçer mi,
geçmek yok.”
5b-6 ve 9’da iki kez geçen uc ildırım kelimeleri Ekici tarafından üc ıldırım
olarak okunmuş ve “üç yıldırım” anlamıyla karşılanmıştır. Azmun tarafından ise uc
ıldırım okunarak “uç yıldırım” biçiminde anlamlandırılmıştır. Shahgoli vd. de keli-
meyi uc “uç” olarak kabul ediyorlar. Günbed yazmasının imlası c-ç ve b-p konu-
sunda istikrarlıdır. Öncekiler tek nokta ile, sonrakiler üç nokta ile yazılmaktadır.
Bu kelime de tek nokta ile (cim ile) yazılmıştır. Bugünkü Azerbaycan Türkçesinde
de kelime uc biçimindedir; o hâlde uc “uç” okunuşu doğrudur. Burada “uç” an-
lamından hareketle metaforik bir “sivri” anlamı düşünülebilir.
Yayınların tamamının karşılaştırılmasıyla yukarıdakilere benzer daha birçok
mesele ortaya çıkabilir. Dede Korkut’un Günbed nüshasının yalnız soylama ve ye-
ni bir anlatma (boy) barındırması açısından değil dil açısından da ne kadar önemli
olduğu anlaşılmaktadır. Sorunlu kelime ve ibarelerin çözülmesi için metin üzerinde
daha birçok çalışma yapılması gerekmektedir. Şimdilik ilk çalışmaları ortaya koyan
meslektaşlarımıza Türkoloji ve Korkutşinaslık hesabına teşekkürlerimizi bildirmek
benim için zevkli bir görevdir. Benim söyleyeceklerim bu kadar.
yor: Derse Han’ın hatunu oğlunu göremiyor babası döndüğünde. Diyor ki, “Kuru
kuru çaylara sucu saldım”. Kuru kelimesi, Türkçe kuru: kelimesinden gelmiyor.
Kurumak feilinden -gu -gi ile yapılmış bir isimden geliyor. Patavatsızlık, yani ku-
rumak, coşmak, taşmak demektir. Kurgu adam da “patavatsız adam, büyüklerinin
yanında ulu orta konuşan adam” demektir. Dolayısıyla ordakı kuru kelimesi, yaşın
zıddı olan kuru değil, “coşgun, taşkın” demektir. Kuru kuru çaylara ifadesi
“coşkun-taşkın akan çaylara” anlamına geliyor.
Suci kelimesi Moğolca’da “köprü”, saldırmak kelmesi Azerbaycan Türkçe-
sinde “inşa etdirmek” demektir. Bir kadın düşünün, Oğuzların içerisindeki bir cüm-
lede 3 tane oğuzca olmayan kelme kullanıyor. Çünki o Kıpçak esilli kadındır. Şim-
di, bunu sizde iyi bir Dede Korkutçu Vahid Adilov gayet iyi açıkladı. Yeni yazma
fevkalade güzel bir şekilde bu cümleyi söylüyor, “Ahar sulara köprü yaptıram”
diyor.
Daha başka birini size söyleyim. Hoşunuza gidecek bir örnektir. Dresden
yazması, 188`de, yiğitlerinin Kan Turalı’yı öydüyü soylamada “cümle kuşlar sul-
tanı, çal kara kuş kanadıyla saksahanı kendüzin şakıdırmu” “Şakıtmak yok” cüm-
lesi geçiyor. Ergin, Gökyay, Tezcan, Kaçalin, Özçelik bunu hep kanadıyıla oku-
muşlar, çünki yazmada öyle yazıyor. Semih Tezcan Dresden’de geçen ibarede ikin-
cisi saksağan olan iki kuş olduğunu düşünüyor. Ve şöyle ifade ediyor, kanadıyıla
ve ya kanadla okunacak biçimde yazılmış olan sözcüyü Ergin ve Gökyay kanadi
ile anlamında kabül etmişlerdir. Anlam veremediğim için bu yorumu şübheli sayı-
yorum. Burada bir kuş adı bulunması gerekirdi. Anlaşılmamış, bu yüzden değişti-
rilmiş olabilir.” Birinci kuşun adını k ile başlatıyor, k... kuşu ile saksağanın saldırı-
sına uğratır mı kendisine diye Tezcan Dresdende iki kuş buluyor. Kümbet yazma-
sında ise Şahi Şunkar kuşu için Azmun 7, 10, 11. satırlarda “kanatı ala saksağana
ol özünü şakıdırmu, şakıtmak yok” ibaresinde geçen kanadı ala saksağan kuşu
ibaresi konuyu açıklığa çıkartıyor. Kelime Dresden yazmasında “kanadıyla” yer-
ine, “kanadı ala” okunmamıştır, ama Kümbet yazmasındaki kanadı ala saksağan,
yahut kanatı ala saksağan kuşu okunuşu bunu düzeltir. Dolayısıyla yalnış istinsah-
tan dolayı ortaya çıkan Dresden’deki kanadıyla okunuşu kanadı ala şeklinde dü-
zeltilmelidir. Metin Bey onu da düzeltiyor. Ayrıca Ergin’in, ben Ergin’in asistanı-
yım, şakıtmak maddesinde verdiği şakıtmak, öttürmek, çığlık attırmak anlamlarına
karşılık Kümbet Yazması’nın haşiyesinde şakıtmak kelimesinin anlamı yendirmek,
mağlub olmak anlamında bir kimseden baş yemek ve mağlub olmak manasında ola,
şeklinde açıklanıyor. İster paralel metn olsun, ister olmasın yeni yazma eski metn-
lerdeki bir kısm yalnışlara açıklık ve tashih getiriyor. Ben Kümbet Yazması içeris-
inde geçen 50 Moğol’ca kelimenin 35ʼni uzun uzun yazdım ya Kemal Bey’e, ya
Muhtar Bey’e göndereceğim. İlave edeğim, Berlin’deki atalar sözü mecmuasındakı
7 bendin devamı olan 3 bend de yeni yazmada geçiyor. Onu da 10 sayfalık bir ma-
kale haline getirdim.
86 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
ki, Qazan xanın ov oylaqları olan Ala dağ və Qara dağ artıq Savalan dağı ilə əvəz
olunub. Qazan xanın Araz suyu ilə Qarsı alması artıq onun qəhrəmanlıqları sırasına
salınıb. Halbuki biz klassik oğuznamədə savaşın artıq Gürcüstan sərhədlərində,
Trabzonda getdiyini görürük. Bütün bunlar fikrimizcə mətnin qocalmasının, zaman
etibarilə, əsas etibarilə qəzavat ideologiyasının ölməsinin nəticəsidir ki, tədricən
mətn bu şəklə düşüb.
Bir də bu üzə çıxarılmış yeni oğuznamə nüsxələrinin necə adlandırılması ba-
rədə bir-iki kəlmə demək istəyirdim. Fikrimizcə artıq iki ad ortada var – Gümbət
əlyazması və Mətin bəyin söylədiyi Türkistan əlyazması. Sizi inandırıram ki, əgər
mətnin adını ayrı-ayrı müəlliflərin subyektiv düşüncələri ilə qoysaq, onda mətnin
adı çox hallanacaq, say etibarilə çox olacaq. Ona görə də mən Mətin bəydən xahiş
edirəm, bəlkə o məsələyə bir də diqqət yetirsin. Bu kitabın, əlyazmanın adında çox-
mənalılıq, sinonimlik yaranmasın deyə Dədə Qorqudun adı kimi, qısa şəkildə Kita-
bi-Türkmən və yaxud Türkmən kitabı adlandırmaq olar. Yenə də bu məsələ mətni
nəşrə hazırlayan mətnşünaslardan asılıdır.
Bir halda ki burda söhbət düşüb, bu Türkistan termininə də münasibət bildir-
mək istərdim. Sovet dərsliklərində, kitablarında Bartoldun da məşhur məqaləsində
Türküstan termini izah olunub. Göytürklər Amudərya çayına çatanda farslar, iran-
lılar Amudərya çayından şimala və şərqə doğru uzanan torpaqlara Türkistan dedi-
lər. Yerdə qalan torpaqlara ya Xarəzm, ya Məvəraünnəhr, ya da Xorasan şəklində
ad verirdilər. Sözüm ondadır ki, burada fikir ayrılığı Sovet dövrü məktəbini görmüş
tələbələrlə Türkiyə məktəbini görmüş tələbələr arasındakı təhsildən irəli gəlir. Elm
ədəbiyyatda Türkistan həqiqətən Amudərya çayından şimala və şərqə doğru uzanan
torpaqları əhatə edir.
Prof. Məmmədəli Qıpçaq: İki Türküstan var: Şərqi Türküstan, Qərbi Tür-
küstan.
əsas kəmiyyət universumu olan “24-lük” Oğuz ənənəvi mədəniyyətinin bütün lay-
larının, o cümlədən “Kitabi-Dədə Qorqud”un strukturunda təkrarlanmalı idi və
təkrarlanır da.
“24-lük” Oğuz insanının dünyanı qavrama universumudur. Qaynaqlara görə,
oğuzlar həmişə 24 boy vahidindən ibarət olmuşlar. Oğuzlar siyasi-coğrafi cəhətdən
böyüyüb nəhəng ərzailəri əhatə etdikcə onlar vaxtaşırı “qurultay” çağırıb, genişlə-
nən imperiyanı və onun tərkibinə daxil olan xalqları hər dəfə 24-lük prinsipi ilə ye-
nidən bölürdülər. Onlar öz dünyalarını məhz 24 boy vahidindən ibarət şəkildə tə-
səvvür edirdilər. Oğuz elinin bu 24 boydan ibarət strukturu “Kitabi-Dədə Qor-
qud”un hər iki nüsxəsinin poetik strukturunda “mikroskopik dəqiqliklə” təkrarlanır.
Əlbəttə, bizə dərhal etiraz oluna bilər ki, axı “Kitabi-Dədə Qorqud”un Drez-
den nüsxəsi 12 boydan, Vatikan nüsxəsi isə 6 boydan ibarətdir. 12 və 6 rəqəmləri
24 rəqəmi ilə necə proyeksiyalana bilər? Çox sadə. Drezden nüsxəsinin 12 boyluq
strukturu Qalın Oğuzun 24 boyluq strukturunu, Vatikan nüsxəsinin 6 boyluq struk-
turu isə Salur Qazanın başçılıq etdiyi İç Oğuzun 12 boyluq strukturunu proyeksiya-
landırır.
Təbii ki, bu dediyimiz yenə də anlaşılmadı. Axı 12-lik 24-lə, 6-lıq isə 12 ilə
necə bərabərləşə bilir? Bunun üçün Oğuz dünyasının etnokosmik strukturunu bil-
mək lazımdır. Həmin strukturun Drezdendəki 12 boyu Oğuz elinin 24 boyu, Vati-
kandakı 6 boyu isə İç Oğuzun 12 boyu ilə eyniləşdirən “öz qanunu” var. Və bu qa-
nun oğuznamələrdə əks olunmuşdur. Təkcə bir nümunəyə diqqət edək.
Oğuznamələrə görə, Oğuz xan Oğuz elini 24 boy vahidindən ibarət struktur
kimi təşkil edir və onları bozoqlar və ucoqlar olmaqla iki qola ayırır. Oğuz xanın
ölümündən sonra böyümüş Oğuz xalqının strukturunu yenidən təsnif etmək zərurə-
ti yaranır.
Əbülqazi Bahadır xan “Oğuznamə”sində 24 boydan ibarət Oğuz eli hər ça-
dırda 2 boy olmaqla 12 çadır prinsipi ilə təsnif olunur. 6 çadırda 12 bozoq boyunu
təmsil edən nəvələr, 6 çadırda isə 12 ucoq boyunu təmsil edən nəvələr oturdulur.
Beləliklə, 6 çadır – 12 boyu, 12 çadır – 24 boyu təmsil edir. Bu struktur olduğu ki-
mi “Kitabi-Dədə Qorqud”un Drezden və Vatikan nüsxələrində təkrarlanır. Drezde-
nin 12 boyu Qalın Oğuz elinin 24 boyunu, Vatikanın 6 boyu isə İç Oğuzun 12 bo-
yunu təmsil edir.
“Kitabi-Dədə Qorqud”un 13-cü boyunun tapıldığını elan etmək Oğuz etno-
sunun strukturunu “dağıdaraq”, ondakı boy-tayfaların sayını 26-ya çatdırmaq de-
məkdir. Bu səbəbdən Oğuz epoxası ənənəsinə aid mətnlərdə 13-cü boy heç vaxt ola
bilməz. Əgər 13-cü boy varsa, demək orada artıq Oğuz eli yoxdur.
Drezden nüsxəsindəki oğuznamələrin adında “boy” sözü işlənsə də, bu söz
bədii yox, ritual janrı mənasındadır. Başqa sözlə, “boylama” oğuznamə yaratmağın
konkret bir mərhələsidir. Dastanın “Bamsı Beyrək” oğuznaməsindəki bir nümunə-
yə diqqət edək: “Dədəm Qorqud gəldi, şadlıq çaldı. Boy boyladı, soy soyladı. Qazi
ərənlər başına nə gəldügin söylədi. “Bu Oğuznamə Beyəgin olsun!” – dedi”.
Burada:
90 “SALUR QAZANIN YEDDİBAŞLI ƏJDAHANI ÖLDÜRMƏSİ” ADLI BOYUNUN MÜZAKİRƏSİ
Boy boylama – “Həqq təala könlinə ilham edən” Dədə Qorqudun boyu “ol
zamandakı alplar aləmindən” çağırması;
Soy soylama – Oğuznamənin mövzusunu təşkil edən hadisəsinin qopuzla
nəzmə çəkilməsi;
Oğuznamə – bütün bu prosesin nəticəsi olan bədii janrdır.
Əgər tədqiqatçılar “boy” terminin bədii janrı yox, ritual janrını bildirdiyini
bilsəydilər, onda onlar 13-cü boy məsələsinə, bəlkə də, başqa cür yanaşa bilərdilər.
Bütün deyilənlərlə bərabər “Kitabi-Türkmən lisani” əlyzamasında bizi şüb-
həyə salan məqamlar da yox deyildir. Məsələn:
1. Əlyazmanın kağızının kimyəvi ekspertizası indiyə qədər niyə aparılmamış
və onun dəqiq yaşı təyin edilməmişdir?
2. Əlyazmanın sahibi olan Vəli Məhəmməd Xoca onu İrana-Turana səxa-
vətlə təqdim etdiyi halda, nəyə görə “Kitabi-Dədə Qorqud”un YUNESKO-nun
xətti ilə 1300 illiyinin keçirildiyi, dünyanın bütün qorqudşünaslarının axışıb gəldiyi
Bakıya təqdim etməmişdir?
3. Əlyazmada Şimali Azərbaycanla bağlı təhqiramiz yerlər var. Onların
Dədə Qorqudun dilindən deyilməsinə inanmırıq. Məsələn, “Talışı qoyun” ifadəsi
(“Talışı qoyun çıxdığı...”). Talışlar bir toplum kimi heç vaxt qoyunçuluqla məşğul
olmamış, tarixi Azərbaycanda qoyunçu xalq kimi tanınmamışlar. Bu halda Dədə
Qorqudun “talış” adını “qoyun”la birgə çəkməsində məqsədi nə idi? Bu ifadə Dədə
Qorqudundurmu?
4. Yaxud Dədə Qorqud nəyə görə 40 şagirdə Şirvanı “mürvətsiz” yer kimi
tanıdır: “...akçası çox, mürüvvəti yox Şirvan eli”?
5. Mətndə Naxçıvan, İrəvan və Şərur eli adamlarının “şər yaxan” adlandırıl-
ması bu ifadənin bizdə Dədə Qorquda aid olduğuna şübhə yaradır: “Geçisi gərcə,
adamı şərçə İrəvan, Naxçıvan, Şərül eli”. Yekun olaraq, əziz dostlar, mətnin üzə-
rində “Cildi-düyyumi- kitabi-lisani-türkmən” ifadəsi var. Bu ifadə tamamilə fars-
cadır. Fars dilində də belədir: “Celdi duğğumi-kitabi-lisani-türkmən.” Yeni tapdığı-
mız əlyazma bilavasitə və birmənalı şəkildə Dədə Qorqud ənənəsidir. Məsələnin
bütün mahiyyəti əziz dostumuz, xocamız Mətin Ekicinin bir sözü ilə bağlıdır. Dedi
ki, fərqi yoxdur, əlyazma olsun, nüsxə olsun, variant olsun, versiya olsun. Qətiy-
yən! Mətn var burada. Ancaq məsələ burasındadır ki, “Kitabi-Dədə Qorqud” Drez-
den nüsxəsinin adıdır və şifahi ənənədə bu eposun adı Dədə Qorquddur. Və bu,
Dədə Qorqud ənənəsinə aid yeni bir oğuznamədir. Ona görə də biz növbəti dəfə də-
yirmi masa ətrafına toplaşanda şifahi və yazılı ənənəni bir-birinə birləşdirən per-
formans konteksində məsələni müzakirə edərik. Təşəkkür edirəm.
dı. Bir nümunə də gətirim. Orda hörmətli Əfzələddin müəllim də dedi ki, bu əlyaz-
ma XVIII əsrə aid ola bilməz. Bircə nümunə deyim, sizə aydın olsun. Nəsimi XV
əsrdə yaşayıb, 1369-1417-ci illərdə. Amma Qəzənfər müəllim Nəsiminin XIX əsrə
aid bir əlyazmasını İraqda tapıb. Yəni, dövr başqadır, əlyazma başqadır. Və yaxud
da hörmətli Kamal müəllim “Kitabi Dədə Qorqud poetikasına giriş” kitabında tu-
tarlı dəlillərlə sübut eləyir ki, bu əsərdə cərəyan edən hadisələr icma quruluşu ilə,
mağara dövrü ilə uzlaşır. Drezden, yaxud Vatikan əlyazması XV-XVI əsrə aiddir.
Bu da XVIII əsrdə yazılıb, yəni, bunlar tamam başqa-başqa şeylərdir.
dip nüsha fikrine katılıyorum. Burada sözlü metnle yazılı metn ilişkisini biz
yeterince tartışmıyoruz.
Məni əsərin adı narahat elədi, bu üçüncü əlyazma deyil, bu Dədə Qorqudun bir qo-
ludur.
Prof. Əhməd Bican Ərcilasun: Sayın Saim Sakaoğlu söz istiyor mu?
gün değil, iki gün yapsaydık da arkadaşlar çok daha rahat konuşsaydı. Yine aynı
ateşli halde devam edecekti, inanıyorum. Ancak bir hafta sürseydi belke ateşleri
biraz sönecekti.
Ben iyi bir dinleyici oldum, takip ettim, notlar aldım, amma son dakikada
almaktan vaz geçtim. Kim için ne yazacağımı bilemediğim için notlarımı orda ka-
pattım. Takip edemedim, keşke Osman Bey ve Fikret Bey bana yardımcı olsaydı
biz birleşseydik, bir sonuç çıkarsaydık diye düşündüm. Ama şu öğrencimin bir ki-
tabı, şu Ramiz Asker arkadaşımın kitabı, Yusuf Azmununki de çantamda. Ben he-
men bu dergiyi bana ulaştıran arkadaşa mesaj çektim, o bana gönderecek ve ben si-
ze vereceğim. Amma demin bir efsanelerden bahs ettiler. Dede Korkutla ilgili, sa-
bah söylemiş olduğum bir kitabım vardı benim, iki ciltlik Dede Korkut Kitabı.
Onun eğer incelerseniz, o bir yerden sonra Dede Korkut ansiklopedisi gibidir. Ora-
da kimlerin efsaneleri var, kimlerin halk ağzından derledikleri var, orda hepsi görü-
lecektir.
Ahmet Bey bu günlerde Divani Lüğat-it-Türk üzerinde çalışıyor. Ben Divani
Lüğat-it-Türk`te Türk halk edebiyyatı örneklerinden ders veriyorum. Niye Mahmut
Kaşğari bahs etmemiş? Arkadaşlar, ben Şeki ile ilgili hiç birşey yazmadım, ama
Lahıcla ilgili yazdım, niye? Ben Lahıca gittim de yazdım. Kaşğarlı Mahmut, Dede
Korkut coğrafiyasına gelmemişse, görmemişse, başkalarının ağzından yalan, yalnış
bilgiler yazmak yerine belke de hiç yazmadı. Ve o coğrafiyaya gelmediği için de
bilgisi yoktur.
əməyi olan, bu işə sevinən hər kəsə təşəkkür edirəm. Mən bunun lehinə, əleyhinə
cəbhələr, qarşıdurmalar yaratmaq niyyətindən çox uzağam. Amma mənə elə gəlir
ki, burada o mətnlə bağlı tənqidi qeydlərini söyləyənlər də çox yardımçı oldular.
Mən burda iştirak edən bütün qonaqlarımıza Azərbaycan Dillər Universiteti-
nə gəldikləri üçün təşəkkür edirəm. Burada akademiyanın, Azərbaycanın digər uni-
versitetlərinin nümayəndələrinə, müxtəlif qurumların, medianın nümayəndələrinə
dərin təşəkkürümü bildirirəm. Xüsusi təşəkkür bizim türkiyəli həmkarlarımıza dü-
şür. Mən onlara misafir deməzdim, onlar bizimlə bir yerdə ev sahibidirlər. Sağ ol-
sunlar gəldilər və çox gözəl bir tədbir keçirdik. Mən arzu edirəm ki, 10 il sonra da,
sonrakı 10 ilin içində də çeşidli işlər görək. Mən çox şadam ki, biz bu gün də 30 il
əvvəlki enerji ilə çalışdıq, 30 il əvvəl də belə həyəcanlı, çılğın çıxışlar olurdu. Bu-
rada hər şey 30 il əvvəlki kimidir və eyni zamanda heç nə 30 il əvvəlki kimi deyil-
di, təəssüf. 30 il əvvəli bu günə gətirə bildiyimiz üçün bir daha sizlərə təşəkkür edi-
rəm. Bundan sonrakı 30 ilə isə ‒ Allaha pənah! Sağ olun!
___________
Qeyd: Çıxışlar ixtisarla verilmişdir.
Dəyirmi masanın xülasəsi “Türkologiya” jurnalının “Elmi həyat” rubrikasında rus dilində verilmişdir.