Professional Documents
Culture Documents
NAKŞİBENDİLİK
Cumhuriyet GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
ÖN SÖZ
5.
biricik geçim aracı olan dikiş makinesini satarak tekkeye
bağışlayan "Tanrı'nın sevgili kulu" sayılan Nakşibendiler
le söyleşmiş, onların delileri bile çıldırtacak konuşmaları
nı dinlemiştir.
Sevgili okuyucu, yine bunları yazan, Fatih Camii'nde
ki yazma Kuran'lan satarak, yerlerine değersiz basmaları
nı koyan, Şehzadebaşı Camii'nin, şimdiki "Belediye Za
bıta Amirliği "ne bakan kapısının yanındaki "meşruta" de
nen görevli yerlerinden çinileri çalıp çalıp Bakırcılar Çar
şısı yanında bir antikacıya satan "dini bütün Müslümanlar"
görmüştür. Yine Fatih'te, görev arkadaşının güzel karısını
kandırarak, gizlice, birlikte Hacca giden, böylece "hidaye
te eren" imamlar tanımıştır. Eski Beyoğlu Müftüsü'nün ki
taplığındaki yazmaları, Beyazıt Sahaflar Çarşısı 'nda Kara
denizli, değer bilir, bir kitapçıya satarak Tünel'de Mehmed
Efendinin Evi"nde şarap içip eğlenen, Osmanlı vurgunu,
İkinci Abdülhamit tutkunu, yazar arkadaşlar edinmiştir.
Neyse, sevgili okuyucu, seni burada yormayalım, bel
leğini bulandırmayalım, bu yazar kaç kılığa girip çıktı di
ye kuşkulara salmayalım. Şimdi bu çalışmayı; için açık, yü
reğin geniş, gerçeği seven bir kimse olarak oku, sevgiler,
saygılar sana, genç isen benim geçtiğim yollardan geçme,
sonra benim gibi ne dövünecek gücün, ne gülecek yüzün
kalır.
6
NAKŞİBENDİLİK
7
iS.�l�i_ği J'anrısal �ayıı_ag_a gerL��n.ecektjy._�eriatgerç��tİf.
.l<_es.i11ciir, gmı L;ymak tüm Müslümanlar için�inse,!_l1,i�J�_ö_�
J:.�':-:<!Lr:.J3ahaeddin 'in bu düşünceleri yeni değildir, Yesevi-
lik "ten alınmıŞtır. Onun.15,�Qın konusundaki olumsuz dü�ün
�l_�rirıin.:_}(�yı:_ı�ğ_ı da z_�r�µşt_ _cii�idi�. Bu <l1ne g?E����-ı,1:��-�
t:>,�_sıJu�1:!s l1Z. Y�1.�9�- et�j_l_ey�!1_:_'!:�!!f.'.��L ci �Y...1:1Ll.'..2Lll.��..?..!!
ayıra�:_Y.�l1_ı?'1.�<?,i<; ?. l 5lilü _ya�l_ (l]�_l!!1'1sı _g�r�ke_11_1:ı_ir. _v__<.!:r.l!��-
E!:: ilerde, Nakşibendilik'in düşünsel yapısını incelerken,
_ __ _
8
ıanbul'un alınmasına katılarak şehit düşen eviiyadan (er
mişlerden)" sözedilir. onların gömüldükleri yeder kutsal sa
yılır. Edirnekapısı, Malta. Eyüp, Cibali gibi değişik yöre
lerde bu tür mezarlar �'.oktur, hepsi de yeşile boyanmıştır.
İlk bakışta önemsiz gibi görünen bu gelcııek uygulaması,
bir inancın tutunması, yay ılması bakımından önemlidir, ki
mi s orunların aydınlatılmas ı nda yararlıdır. Neden hep" Bu
hara."? Sonra neden "Buhara 'dan gelen emirler?" Bütün
bunlar Muhammed Bahaeddin Nakşibend'in etkisinden
kaynaklanan söylentiler olabilir. Burada vurgulanması ge
reken Bahaeddin' in salt Pers olmadığıdır.
Nakşibendilik kurulduktan sonra, şeyhinin etkisiyle,
kısa sürede Batı'da, özellikle de Anadolu dolaylarında ya
yılmaya başladı. O dönemlerde Anadolu'da Sünni inançla
rı egemendi. Bahaeddin, Sünni örtüsüne bürünerek İslam'ı
içinden vurmanın, değiştirmenin en kolay yolunu bulmuş,
bu konuda çok başarılı olmuş bir kimsedir.
dar olan insan arasında bir yol gösterici, bir ışıldak duru
mundadır. .,I�ıın. buyrnklarını her ��san anla��!?az, kavra
..Y�.'!la!: Tanrı bunu bildiğinden, ins.��11:1E.�f.��ın����l1
bulduklarını seçmiş, onların gönüllerine birtakım sezgiler
'ğö n<le;�fŞiir:gerçek :rvlüslümanıli."büliTa.ra.üyı:iıas1, bir Tan-
�-· .
· ·--
9
.E:_�!�.l1 11:!!_eliğJ?d�şte bu nedenle Nakşibendi ku
. .
10
di:g�_panlı devleti�i_!1_��e1'..1.�J?.!i�. (l}(l!1ıJ;���i_ş_��-�Lkç<:, Ö�t?.1-
J.tkle İslam inançlarının yerli inançlarla çeliş_ kiye düj_!:Üıü yö
relerde bu tarikat, İslamın dolduramadığı inanç boşluklann-
]an yararlanma yoluna girdi, dıştan tasavvuf, iÇie;;-Şeri�ta .
· �_rşıt inanç kurumlarını uzlaştıfl.1_1.a �1!111�!�'1.J'.Öneldi.
Tasavvuf-Şeriat Aykırılığı
11
lay değil. Nitekim Nakşibendilik'in en çok güvendikleri de
bunlardır.
Mezheplerin Doğuşu
12
göre köpeğin içtiği sudan abdest alınır, köpek pis değildir,
Hanefi inançları buna karşmır. Bir Şafii abdest aldıktan
sonra eteği bir kadının giysisine sürülürse abdest bozulur,
yenilenmesi gerekir. Öte yandan Hanefi inançlarına göre
namaz kılan bir erkeğin önünden eşek-domuz-kadın geçer
se namaz bozulur (bu konuda açık hadisler vardır).
Nakşibendilikte belli bir mezhebe (Sünni mezhepler
den birine) bağlılık yoktur, ancak "şeyhlere" göre bu tar
tışma konusu olabilir. Nedeni de bu mezhep kurucuları ara
sında yorum ayrılıklahnın bulunmasıdır. Şafii inançlarına
bağlı bir Nakşibendi hangi şeriata uyma gereğindedir? İş
te bu sorunu Nakşibendi şeyhleri tasavvuf yoluyla kolayca
çözmüştür: "Tüm mezhepler doğrudur, tanrı yolundadır,
gerçektir, ayrılık özde değil yüzdedir." Bu konu Nakşiben
dilikte tasavvuf kavramının yorumuyla açıklığa kavuşturul
mak istenir. Bu nedenle tasavvufu biraz açıklayalım.
Tasavvufun Doğuşu-Gelişimi
13
.dini��ı ğa YJJrma,şı bj,ı: fü�!rınadır (dürüın)� buna ''t!tl1ı:t.:._
nati_o" . ğ�nir, lsl<ımcılar arasında, Arapça karşılığı "su-
_Aur"dtır,_ Bu görüş "yoktan var ediş" kuramını geçersiz
kılıyor. Tanrı' nın görünmezken görünür duruma gelme
si (emanatio/sudur) aşamalıdırJ:l_l1J��Fiil1ii� enyyJ<.seJ�.t�
�_ a_ş_a_ğı qQğı::u �asa.0111:k basamak gerçeklt�şir, ba_sam.'!k
..E!�ı:t.r.ı_ da varl_ık _k.atl<!rını oluşturur. En üst basamakta en
yüce varlık, en alt basamakta en düşük varlık (bir yonı:
�a gör�:özdek/�adde) vard1r.._tnsan ilk basamakta oldu
ğundan Tanrısal varlığa en yakın durumdadır.
İnsan, tüm Tanrısal nitelikleri taşır, dolayısıyla Tanrı
yetkin insanda görünür duruma gelir. Tanrıda bulunan tüm
---··�-- ···-·· ��··-· ·--·- ' --- -� -, , ' '
� l e içi
_Q_!g_unlıı_k_(k�3!ll�ş_�_ı:!l�Sıdır. Bu görüşe göre, insanin ol-
gunlaşması Tanrı ' ya yaklaşması, onunla birlik-bütünlük
içinde bulunma olanağı sağlamasıdır. Bütün geçici, duyu
sal, duygusal eğil�mlerden sıyrılmaya, ölümlü yaşamdan
ölümsüz yaşama yükselmeye tasavvufta "ölümden önce
ölmek" denir. Ozanın biri şöyle söyler:
14
Hayat-i cavidanı şeyh-kamilden sual etdim
Ölümden evvel ölmektir deyince intikal ettim
15
!!_l�glanaklan11�an biri �e se.ziştir, seziş g§11ülde ge�çe.hl , ".şk,
ö!�_ycı.n<lan Icım'1'11ın _evi qe g�n_ül_dür, _ıısgöniilt: sl!:e���' ÖJ:'.::
�yse Tann_gö _ nükle �Yll:J!a.n �ezjş@_c�yle !lll)�Ş!.�ll:�İ!!.� Bu ko
nu böyle sürer gider, geri döndürülürken seziş gücünün ola
nakları gündeme getirilir.. İşte tasavvuf-din arasında bitme
yen tartışma böyle kavramsal içerikli savlarla sürdürülür. Öte
yandan Mutezile, yalnızca us ilkelerine dayandığından, bu tar
tışmayı başlangıçta, dışlar, geçersiz sayar. Bu nedenleB�k
..ŞiQ.�J.lQiliJs't� ��r!�şgı<ı� ş_ey}1e ..s'!Yg!s.ı. _ı:lll<_ş_C!J.ili[. Nakşibendi
yandaşı, us-iman sorunu karşısında, çok kolayca tutum de�
ğiştirir, bilimsel odaklardan uzak kaldığı için Kuran ilkeleri-.
ne uymaya, onlara göre davranmaya götürür, arkasından da
yadsıdığı olanaklardan yararlanma yoluna girmekte sakınca
görmez. Ona göre, önem taşıyan İslamı savunmak değil, İs
lamı savunur görünerek bir "yeni İslam" yaratmaktır. Bu
alanda da en verimli, güçlü dayanak tasavvuftur.
Tasavvufun Etkinliği
16
_,ğl_y�ktl!_._ Yeni gelişmeye başlayan Be}(taşilik'in ise, Ana
QQ11J_u_yg�rlığının köJ<leriı:ıe cieğiD e�kiye,_giçlen, ilkçağın
.Qi9_nysos törenlerine dayarıa.n_ 1:1�l1!1 bir g�ljş_il)1_Si�gisi
__
17
Osmanlı Devleti'nde Yerleşme
18
lan) aydınları tekkenin çevresinde toplanmayı sürdürdüler.
Bunlar arasında Muslihiddin Tavil, Lutfullah Üskübi, Abid
Çelebi ile kimi yüksek görevliler vardı. Başlangıçta, Doğu
Anadolu yörelerinde, özellikle İran'la bağlantılı toplumlar
arasında ilgi çeken Nakşibendilik en büyük etkisini İstan
bul'da göstermeye başladı. İstanbul Osmanlı Devleti'nin
başkentiydi, Rumeli'de Edirne Sarayı ünlüydü. Burada,_!!;
ginç olan yan, bu tarikatın sonradan l'vf.iis!ii11.1ıı1.1 Q@l}JaJ_fa
9gf_!.0_�!��sıd.i· Bun�� nedeni şudur: Kabuğu İslam'a,
özü İslam'la bağdaşmayan inançlara dayanan bu kuruluş,
yabancılar için ilginçti. Üstelik tarıma, çok kazanmaya
önem verirdi. Durum günümüzde de pek değişmemiştir.
Nakşibendilik'in Orta Anadolu'da, özellikle Ankara
yörelerinde tutunmamasının nedeni, oralarda Bayramilik'in
etkin durumda olmasıydı. Bu kuruluş, içyapısı bakımından,
biraz Alevi-Ahi eğilimliydi, kırsal kesimde yaşamaya elve
rişliydi. Hacı Bayram Veli'nin etkisini kırmak çok güçtü.
Onaltıncı yüzyılın ilk çeyreğinden sonra, İran 'dan ge
len Şiiliğin sakıncalı görülmesi üzerine, doğan gerginlik ne
deniyle, Sünni geleneğin güçlendiği, egemen kurum duru
muna geldiği görülür. Bu durum koyu Sünni görüntülü Nak
şibendilik için oldukça uygun, elverişli bir evreydi, bunun se
zilmesinde geç kalınmadı. İstanbul 'da, özellikle 1453 'ten
sonra güçlenme olasılığı gösteren Bayrarnilik, Fatih Meh
med'le yakınlığı bilinen Akşemseddin' in Saraya, Bayrami
Iik etkisini sokmaya çalışması, bunun üzerine padişahın buy
ruğuyla Göğnük'e sürülmesi, orada ölmesi Nakşibendilik
için önemli bir girişimin evresiydi. Nitekim, 1490'da Vardar
Yenicesi'nde ölen İlahi Nakşibendi'nin de, o evrelerde, da
ha çok Fatih'in ölümünden sonra güçlendiği, sık sık İstan-
19
bul'a geldiği biliniyor. Bu önemli bir durumdu, osmanlı yö
netimi Sünnilik'in önündeki tüm engelleri kaldırmıştı. Ar
tık Yavuz Sultan Selim'den sonra tüm etkinliğini sürdüren
Sünnilik'in, nerdeyse kutsal sayılan öncüsü "Şeyhülislam
lık"ın bir devlet kurumu olarak etkinlik göstermesi önemli
bir olaydı. Bu evrelerde, Osmanlı toplumunda Sünni eğilim
li görünen Nakşibendilik'in hızla yayılma, gelişme olanağı
bulduğu Osmanlı tarihçilerinin, yazarlarının bıraktığı belge
lerden anlaşılmaktadır. Osmanlı yönetimi Alevi eğilimlilere
uyguladığı öldürücü yöntemi Nakşibendilik'ten uzak tutma
ya özen göstermiştir. Bu alanda bir yaşam sürme olanağı bu
lan iki büyük kuruluş vardır: Mevlevilik-Nakşibendilik.
Mevlevilik, daha çok, Batı illerinde, Yugoslavya içer
lerine varabilen bir geniş bir alanda, ancak varlıklı çevreler
de tutundu. Bunun nedeni de yapısındaki açık yüreklilik, sa
nata verdiği önem, çalgı-ezgi geleneği olabilir. Nakşibendi
lik ise katıydı, daha çok okumamış yörelerde yayılma ola
nağı buluyordu. Nitekim Osmanlı saraylarında, varlıklı yer
lerde pek tutunamadı. Daha sonra görüleceği üzere İstan
bul'un yoksul yörelerinde yayıldı. Öte yandan, Nakşiben
dilik yazın alanında, sanat yörelerinde de pek verimli ola
madı; bunun uygulamalarındaki katılık, esneklikten yok
sunluk önemli bir engeldi. Nitekim yazın oylumunda Mev
levilik-Bektaşilik gibi iki Alevi eğilimli kuruluş Osmanlı dü
şüncesine _damgasını vuracak nitelikte gelişti, yayıldı, özel
likle şiir türünde en üstün örneklerini verdi. Bu arada bir
kaç Nakşibendi ozanın bülunması büyük bir başarı değildir,
altıyüz yıllık bir Osmanlı düşüncesi, sanatı içinde. Burada,
üzerinde durulması gereken başka bir konu da Nakşibendi
lik' in yeni ele geçirilen, egemenlik altına alınan ülkelere, Ba-
20
tı'ya sokulmasıdır. Bunların çoğu değişik nedenlerle din de
ğiştirip Müslüman olan yöre insanlarıdır.
Nakşibendilik'in İçyapısı
21
tılmaırnş. doğmamıştır. yar:ıtmışıır. yaratmaktadır. Tanrı
salt istençtir, yargıçtır. bilgindir. kılavuzdur, zamanla, me
kanla sınırlı değildir. insanın tüm eylemleri, davranışları
Tanrı 'dan gelir, Tanrı insanın bütün eylemlerini denetler,
yönlendirir. İnsan Tanrı 'nın varlığını düşünebilir ancak bü
tünlük içinde kavrayamaz Bir Nakşibendi'nin yapacağı,
yapması gereken başlıca iş Tanrı 'yı anmak, onun adını, ni
teliklerini dilinden düşürmemektir, gerçek bir nakşi hep
"ibadet içinde"dir, onun yirmi dört saati bir "ibadet" ala
mdır. Bu nedenle kişi "saim-i daim"dir, Tanrı' yı dilinden
düşürmeyendir, bunun dışında etkin bir uygulama yoktur.
2- Şeyh. Kulla Tanrı arasında görevli, olgun, etkin,
Tanrısal gizemlerle donatılmış, bütün yaşamı boyunca Tan
rı 'yla düşsel birlik içinde bulunan, sözleri-buyrukları tar
tışılmayan, dediği dedik, buyurduğu gerçek, yalnızca Tan
rı' ya karşı sorumlu kimsedir. Tanrı'dan sonra tek gerçek,
tek kılavuz, tek kutsal varlık şeyhtir. Hangi koşullar altın
da olursö olsun şeyhin buyruğu kesinlikle yerine getirilme
lidir. Burada biraz durarak Şeyh Said ayaklanmasında gö
zünü budaktan, canını bıçaktan sakınmayan başkaldıranla
rı düşünelim. Anadolu'da, bilinen ayaklanmaların nerdey
se hepsinde Nakşibendi parmağı vardır. hepsi de bir şeyhin
kışkırtmalarıyla başlamıştır.
3- İbadet. Bir Nakşibendi için tapınım (ibadetin) bel
li, belirli evresi yoktur, tüm Nakşiler sürekli, kesintisiz, sü
reye bağlı olmayan bir "ibadet içinde"dirler. Uyurken bile,
soluk alış-verişlerde "Allah" demek gereklidir, bu neden
le "Allah-Allah" denmelidir, soluğu alırken verirkende. Bu
eyleme önceleri "Al-lah" diye başlanır, alışılır, bu alışkan
lık insanda sürekli bir gövde eğitimi olur, böylece uyuyan
22
bir kimsenin soluk alışlarından bir Nakşi olduğu anlaşılır
(Öyle inanırlar).
4- Zikr. Nakşibendilik'in temel kurallarından biri de
zikr denen Tanrı adlarını anmaktır. Bu sesli, sessiz olmak
üzere iki türlüdür. Seslisi toplu, ya da bireysel olarak Tanrı
adlarını yüksek sesle okumayı, söylemeyi gerektirir. Sessiz
olanı ise gönülden geçirme (içe kapanış) yoluyladır. İslam
dinine göre Tanrı'nın doksan dokuz adı vardır, bunlara "es
ma-i hüsna" (güzel adlar) denir. Sesli zikr (anış) bu adlar
dan birini toplu olarak, birlikte söylemek, sağa sola salın
maktır. Nakşibendilik' e göre bu adları anmakla insanın gön
lü arınır, bütün gelip geçici dünya isteklerinden, duygusal
eğilimlerden arınır. Olgunlaşmanın başlıca yöntemi budur.
5- Oruç. Nakşibendilik'te oruç, yalnız ramazan ayının
otuz günü ile saptanmış, belirlenmiş değildir. Oruç kişinin
benliğine, birtakım geçici isteklerine engel koymadır. Baş
ka bir anlamda oruç kendi benliğini (nefsini) denetim altı
na almadır. Bu nedenle Nakşiler yılın, kendilerince, uygun
gördükleri günlerinde oruca girerler. İftarın üç zeytinle ya
pılması iyi gelir, sonra namaz kılınır, karın doyurulur. Ra
mazan günleri evden abdestsiz çıkmak "günah" sayılır.
6- Kadın. Nakşibendilik'te, Zerdüşt inançlarının etkisin
den gelen bir kadım aşağılama eğilimi vardır. Kadın saptırı
cıdır, erkeğe göre eksiktir, duygularının, geçici isteklerinin
tutsağıdır. Kadın eli sıkılmaz, kadınla konuşmak, kaçınıl
maz bir durumdan kaynaklanıyorsa, konuşurken onun yüzü
ne bakmak doğru değildir, kötü eğilimlere yol açar. Kadın
la karşılaşınca öne, yere bakmak gerekir. Yolda kadının ön
de, erkeğin, arkada yürümesi şeytana uymaktır. Kadın kesin
likle örtünmelidir, gerekmedikçe evinden dışarı çıkmamalı-·
23
dır. Bir Nakşi erkeği istediği sayıda kadın alabilir. Kadını ko
cası dövebilir, ona ceza verebilir, namaz kılmayan kadınla
yaşamak doğru değildir. Kadın yalnızca Kuran dinlemeyi, ·
24
8- Kurban: Bütün Nakşibendilerin kurban kesmeleri
gereklidir, ancak etlerin, derilerin başka kuruluşlardan olan
lara, özellikle dinle ilgisiz kurumlara verilmesi "haram" sa
yılır. Bir Nakşinin kestiği kurbanın derisini, etini dağıtırken
yine kendi tarikatından olanları seçmesi kaçınılmazdır, bu
nun tersi ocağa karşı suç işlemektir. Nakşibendilik'te resim,
yontu, çalgı, içki, oyun suçtur, "haram" kapsamındadır.
9- Suç: Nakşibendilik'te en ağır görevlerden, en sakınca
lı işlemlerden biri suç ile verilecek ceza konusundadır. Şeriatm
(Nakşi şeriatının} dediğini yapmayan kim olursa olsun, suçlu
dur, bu suç işlemede Nakşibendilik'in yayılmasını, gelişmesi
ni önlemek amacı saklıysa suçlu, şeyhin buynığuyla başı kesi
lerek öldürülür. Asmak, yakmak, denize atmak, iple boğazını
sıkarak öldürmek Nakşi geleneğine aykırıdır, suçlunun kanı ak
malı, yaratıldığı toprak bu kanın aktığına tanık olmalıdır.
1 O- Eğitim: Nakşibendilik'te biricik, en geçerli eğitim
tarikatın ilkelerini öğrenmek, şeyhin gösterdiği yolda git
mek, İslam'ın koşullarını, şeriatın uygulamalarını yerine ge
tirmek, ibadet sayılan, ona bağlanan bütün eylemleri sür
dürmektir. Bunun dışında bir eğitim yoktur, sapıklıktır. Ki
mi Nakşibendi şeyhlerine göre radyo, telefon, televizyon,
sinema gibi kuruluşlardan uzak kalmak, onları eve sokma
mak inancın koşulları arasındadır. Eğitimin amacı, kişiyi
Tanrı'ya bağlamak, şeyhle Tanrı arasında sürdürülen gizli
bağlantiyı düşünmeden, eksiksiz bir bağlılık içinde kal
maktır. Boş günlerde Kuran okumak, ya da Kuran okuyan
kimseyi diz çöküp .dinlemek, başını öne eğmek saygının be
lirtisidir. Hangi yaşta olursa olsun büyüklerin sözlerine uy
mak, onları dinlemek gerekir. Yolda giderken hep öne bak
malı, gizlice Tanrı'nın adlarını anmalı, Tanrı adını anma-
25
dan bir nesneye dokunmamalı, yolda bir tanıdıkla karşıla
şınca iki eli göğsün üstüne koyarak, biraz öne eyilerek "es
selamualeykum" demeli, başka türlü selamdan kaçınmalı. ·
26
çınmayacağıma. Allah"ı şahid göstererek a nd içerim (ka
sem ederim), şahid ol yarabbi, şahid ol yarab bi şahid ol ya
.
27
yasal tanım, Nakşibendi tarikatında geçerli değildir. Zina dav
ranışlara, durumlara, işlemlere göre değişik adlar alır:
A- El zinası: Kendisiyle evlenmesi yasak olmayan bir
kimseyle (kadın erkekle, erkek kadınla) el sıkışırsa, abdest
bozulur, el sıkışma uzun sürerse yıkanmak gusul abdesti,
almak gerekir. Bu nedenle evlilik getirebilecek kimseler
arasında el sıkışmak suçtur. Böyle yapan bir kadının, evli
ise dövülmesi, yola gelmezse boşanması gerekir. B- Göz
zinası: Yolda_, başka bir alanda bulunurken, başka bir er
kekle göz göze gelmek, birbirine çekici, yaklaştırıcı bir öz
lemle, duyguyla bakmak gözle zina etmek demektir. Bu er
kek için olduğu gibi kadın için de geçerlidir. C- Dil zina
sı: Bir erkek, yabancı bir kadınla tatlı tatlı konuşur, söyle
şirse, ona okşayıcı, gönül çekici sözler söylerse, bu alış-ve
riş amacıyla olsa bile sözcüklerle sürdürülen bir zina biçi
midir. Gerçek bir Nakşibendi erkeğinin bundan uzi_ik kal
ması, kadınlara karşı güler yüzlü, okşayıcı davranması suç
tur (günah), bundan kaçınmayan kimsenin yargı günü dili
tutulur. Ç G iysi yle gelen zina. Erkek elinin değdiği iç ça
- '
Nakşibendilik'te Ev Yaşamı
28
Bir kadının, evinde Kuran okurken bile, sesini erkeklerin
duymaması gerekir, özellikle güzel bir kadın sesi, erkeği
duygulandırdığından zinaya olanak sağlamış sayılır. Evinin
dışında arkadaşlarıyla (kadınlarla) konuşan bir kadının se
sini yanından geçen erkeğin duyması bile gönülde kuşkuya
yol açar. Evlere ayak çıkarılmadan girilmez, hangi koşullar
altında olursa olsun erkek çamaşırlarıyla kadın çamaşırları
birbirine karıştırılarak yıkanamaz. Ekmek elle kırılmalı, bı
çakla kesilmemeli (cinayettir), sofrada kaşıktan başka araç
kullanılmamalı, katı yiyecekler elle yenmeli, tabaklarda ye
mek kalıntısı bırakılmamalı. Genç evliler arasında cuma ge
celeri seçilmeli, peygamber cuma gecesi doğmuştur. Cuma
namazlarına gidemeyen kadmlar, kendi aralarında toplana
rak (Nakşibendiler) Şeyhin uygun gördüğü biçimde (bun
ları önceden öğrenmeyen Nakşi olamaz) Kuran okumalı, ya
da içlerinden okumayı bilen birinin okuyuşunu dinlemeli.
Bütün ev halkının cuma günü sabahtan yıkanmaları ya
rarlıdır. Çocuklarla büyükler ayn yıkanmalı. Evlerde, kadın
lar arasında bile, şarkı (tagani), söyleşi (sohbet, dinle ilgisi
olmayan konularda), sigara, kahve (bu yasak Şeyhülislam
Ebussuud Efendi'den geliyor) içilmemeli. Oyuncak, eğlen
dirici nesneler kullanılmamalı. Emzikli çocuklar müziksel
ninnilerle uyutulmamalı (onları şeytan kandırır, ya bir daha
uyanamazlar, ya da büyüyünce şarkıcı olurlar). Bu tür uya
rılar, düşünce aşılamalar, biraz da şeyhin yetiştiği (ilk bilgi
edinme dönemlerinde) çevrenin yaygın geleneklerine daya
nır. Nakşibendilik'te, etkinin yayılması, yöresel geleneklerin
kılığına girme başarısına bağlıdır. Bu konuda, bir Nakşiben
di'nin en kolay yararlanma aracı yardım. "yoksullara", "düş
künlere" yapılır, böyle bir girişim yaygınlaştırılırsa geçim
29
darlığı çeken çevrelerde yandaş toplamanın önü açılır, ola
naklar hızla çoğalır. Ülkemizde l 950'den bu yana uygulanan
yöntem budur. Bu uygulama biçimi, oy toplama kaygısıyla
bütün ülke düzeyine devlet eliyle yayılmış değil, yaydınlmış
tır. Bunun en kolay, en yumuşak uygulama biçimi de "ucuz
buğday", "ucuz mısır" dağıtımı (ya da satışı) olmuştur.
30
Nakşibendilik'in önde gelenleri bu sarsıntılı durumlar
dan büyük bir kolaylıkla yararlandılar, önce devlet kurum
larının etkili, saygın kişilerini, çağdaş uygarlığı benimse
me, uygulama, devrimci, ileri bir atılım yapma kandırma
casıyla ele geçirdiler. Bunu devrimcilik, İslamı yayma kan
dırması kılığında, düşman uçaklarının saldırılarından kur
tulmak için "sis bombası" atan savaş gemileri gibi uygu
ladılar. Ne yaptılar, devrimci, Atatürkçü göründüler, Hıris
tiyan dünyasıyla yakınlıklar kurdular. Peki cumhuriyet yö
netiminin daha ilk yıllarında, ülkemizde çıkan ayaklanma
ların arkasında İngiltere'den, Avrupa devletlerinden yar
dım gören, koruyuculuk sağlayan Nakşibendi öncüleri
(şeyhleri) yok muydu? Bugün, çağdaşlığın karşısına çıkan,
yeniliklerin hızını kesmek isteyen, devlet kurumlarında yal
nızca yandaş değil, koruyucu, yardımcı, besleyici odaklar
bulan kimseler Avrupa'dan, Amerika'dan güç almıyor mu?
Bunların hepsi değişik kılıklar içinde, birer Nakşibendi de
ğil mi? Hıristiyan Avrupa, kendini bildi bil�li, Türk'ün, İs
lamın karşısındadır. Birinci Büyük Savaş' ın nedenleri ara
sında Türkleri Avrupa 'dan sürme, doğuya itme düşüncesi
vardı. Bu düşünce uygulama alanına konunca başarıya u
laştırıldı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti 'nin elinde
yalnızca üçbuçuk (İstanbul'un yarısıyla) ilimiz kalmıştır.
31
arasında, Nakşibendilik girişimleriyle ilgili bir "fetva" veren
kimse görülmemiştir, oysa ayaklanmaların çoğunun arkasında
bu tarikat vardır. Osmanlı döneminde, başlayan ayaklanmala
rın "Celiili" adı altında serginlendiği biliniyor (başlangıçta). Bu
sarsıcı olayların arkasında medreselilerin olduğunu da bilme
yen yoktur. Bu olayların çoğunun geçtiği yörelerde dinci bir an
layışın etkinliği de besbellidir. Olayların başlangıcı 1 500 yılla
n içindedir (Bk. Prof Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve
Düzenlik Kavgası, 1 975). Bu gelişigüzel bir olay sayılamaz. Bu
nun ucu Kubilay olayına değin uzanıyor. Burada, Nakşibendi
likin din örtüsü altında neler yaptığını, yapmak istediğini anlat
mak uzun sürer, ancak Avrupa ile ilişkilerin önem kazandığı bir
dönemde Nakşibendilerin olumsuz girişimlerini de gözden uzak
tutmamak gerekir. (Bk. Bemard Lewis, Modem Türkiye'nin
Doğuşu, 1 984, s. 265, 402-405, 416. Bu kaynakta geçen açık
lamalar, birer konuya değinme niteliğindedir, ancak bu tarika
tın kuruluşundan beri birtakım olumsuz girişimlerden geri kal
madığını gösterme bakımından önemlidir).
İs��-!!Jke}�rincis._ıı!1M 1 Şerj_at_ı �g�.!11��1!11.J!�sa�_ak:
�ibendilik
:ı.:.. .
_ idn uygun ortam bulununcaya değin bir suskun-
-··--..,·- - -
··- .. .. ·---�-- - - - � - -
32
A'1-I1.Yaı:ıy ana geti.rme .olancı_ğı.y()kt��: .Na!<ş i ��-I1_d il!�,.g9ry-...
_11 üşte ,. �()yu .şeriat yanlısıdır, fyl evl �vilik_'. i !l çalg_ı�ı1 .<::z:gi ��•.
_oyunu, içkisi vardır. Bu yakınlaşmacla _gi_:z: li,çık:ır�ı l;Ji.r dQ
_şii_l1.S�11i.J1 �t!<i:>.i_rıiı;örrrı�.mek elde_��_ğj!<ii!,yerine göre N ak-
şibendil ik bir çıkar kurumu olmada gecikmez.
! §iQ.enclj li!< !ııınaJ!!ıyl :ı Şünni i 11.a11gcı _sa_lı_ip Y� .9i lh:ış:
''..tı!!<
� M ii ceddicf.i Şlf-i-Sfı_11i_ cit:I1�.rı imcım _Rıı�.�arıi ��med Fiir�
Js.ıYY�!_Ş��herıcii. 'ci�l1 {§L J6�4J s211:r..ı! güşb.iitiin. sgft:<=!l��a11 l:?i ı:.
_y_g1 Y� . ri!1.cl ��l_l}ylcı .!5.�Ae._I1cit:.ıil.i � ı. J? �!<!a.:şfü!<. Y�. t!cı!!l.?'.C1Yili!<
.. . .. _
33
zançlı çıkmıştır. Padişah'ın Yeniçerilikle birlikte Bektaşilik'i
de ortadan kaldırmasında yönetimin Mevlevilik yan19da Nak
şibendilik'i kayırması olanak sağlamıştır. Nitekim:
"Hacı Bektaş'ı, Ahmed Yesevi ile ilgili gösteren Bek
taşi Vilayetnamesi, Bektaşiliğin Şii-Batini tesirlerle sonra
dan bozulmuş bir Tarıyk-ı Hacegan olduğu kanaatini umu-
- mileştirmiş, bu kanaat yüzünden eski Bektaşi tekkeleri Nak
şibendi şeyhlerine verilmiş, bu arada birçok Bektaşi baba
sı, Nakşi icazetnamesi almış, tekkelere gönderilen Nakşi
şeyhlerinin bir kısmı da Bektaşilik'e girmiş ve Nakşiben
dicilik'te oldukça önemli rint ve Alevi bir kol meydana gel
miştir. (A. Gölpınarlı, s. 32 1 ) " .
Nakşibendilik'in, böyle inançlarına kökten ters düşen,
ancak çıkar sözkonusu olunca boya değiştirmekte, örtü ye
nilemekte sakınca görmeyen tutumu Mevlevi-Nakşi kaynaş
masına da olanak sağlamış, birtakım yönetim eksikliklerin
den doğan toplumsal boşlukları doldurmada gecikmemiştir.
Yine yazılı kaynaklardan öğrendiğimize göre, ,Nakşibendi
li�ı-��� -ge.!t?ğ) !"f�y_!e.y�!i�l_t!_ .}{l!!_d1:!ğ1:!_i'�_!c_ınlığı tarik'!!__de�
.@ı!�l!E-� �}��l�_riyle._���-�!Q..i!�.üştür, bu __g�de!lle birçok
N��ş_i!>e..!l�LM_�yle.y_!}i_� �e. _y_§!l_aj �!ş, _M�yJ�yi Q_hnuş_,_buna
_ _ __
.
��J���;:����!��t�a���:X��v�:�;f
��k� ����;%���i �� .e
gili güncel yayınlar arasında ortaya çıkan bağlantıyı sergile
mek gerekir. N�k.şi_be.11_dilik'in, çağlar �oyunca k.�nağından_
uzaklaştığı, günlük çıkar olaylarına karışmakta kendi kişili-
Aiii!: y!tiil!le�ten-bil�_ Çe�iılıll-e<liği ��I�iifıii1Şi��:· ülkemizde
Yeniçeriliğin kaldırılışından sonra toplum kurumlarına sızan,
renk değiştiren, örtü yenileyen bu kuruluş şimdi bambaşka
bir giysiye bürünmüştür, onu da görmeye çalışalım.
34
Günümüzde Nakşibendilik' in seçimler nedeniyle, ba
rışsever, yurtsever, dinsever örtülerin altına girip, devlet
kurumlarına sızdığı, daha doğrusu devleti ele geçirme gi
rişimlerine, en önemli, duyarlı toplum kurumlarından baş
ladığı tartışma götürmez bir gerçektir.
1 - Nakşibendilik, 1 950 yönetimiyle, nerdeyse, yasal bir
toplum kurumu niteliğine bürünmüş, Adnan Menderes, bir
başbakan olarak Said-i Nursi'yi yüceleştirmiştir. Oysa bu
kişinin yakın tarihteki olumsuz girişimlerini bilmeyen, duy
mayan kalmamıştır. Bu çizgi bırakılmamış, 1 960- 1 980 ara
sında, yine oy toplama tutkusuyla ülke düzeyinde yaygın
laştırılmıştır. 1 2 Eylül dönemi ise Nakşibendilik'in Çanka
ya Köşkü' ne değin yükselmesine olanak sağlamıştır, bura
da körün gördüğü, sağırın duyduğu bu olumsuz yükselişi
nin ayrıntılarına girme gereği yoktur, öylesine açık, öyle
sine seçik bir olaydır.
2- Nakşibendilik, güler yüzlü, yurtsever, bilimsever
bir tutumla sinsiliğin arkasına sığınarak Ordu kurumları
na, özellikle okullara girmek için bütün olanakları denemiş,
kimi devlet büyüklerinden yardım görmüş, yasal işlemle
re girişmiş (kimi kurnazlık örtüleri altında) özel okullar aç
mış, özel vakıflar kurmuş, dahası öğrenci yurdu, hastane,
doğumevi açmış, kısa sürede ülke dışında, özellikle Asya
Türk Devletlerinde etkinliğini sürdürmüş, bunu da yurtse
verlik örtüsü altında devlet büyüklerine bile yutturmuştur.
3- Nakşibe_11�iJ!�1__g_t'.!:Ç�_kt�_Ş_Q_nni inançlara bağlı gö
I_l!_I1�_1",_(l��(l� 1:l:Y81:11��-:l:�<l: .K.�(a_rıJ'!.g�!en İslam'a aylgrı bir _
.Y..2.Lt.ıı!��h. �Y!:! . !:>it _i_çe.�iK_kıı�.<!��!Ş1_l1�_r.Q�yse dinsizliği
.
35
diı:.c__�ysa Na��ibe11<!ilik b_u y()rumu dış_!�rı:ı_ş1 _!3(!ktaş!!!.r1 . _
-
.YE. çıl<t!ğı Q.i� d�n;��e, I�an 'la i ��ı_ı;l�?z bi� ��.E.I?liiı-iÇi�-e
_gi��§!i.E:. Özellikle din eğitimi konusunda, tüm çağdaş yön
temlerin, görüşlerin dışına çıkarak, onlara karşı insanlığa
yakışmayan bir savaş açarak olumsuz etkinliğini, devlet
kurumları aracılığıyla sürdürmüştür.
4- Okullara din derslerinin konmasında başlıca etken,
Milli Eğitim kurumlarını dolaylı olarak ele geçiren Nakşi
bendilik olmuştur. ]1_..§ylül dQ_ı_� ı minin ��_l!ca_�9rumlu�u
_g_l.�ı:ı.J�jşi1 k_öke._n.:9J!:ırC;l�§ır�J�!_anlı bir �le��ı_ı_ gelmiştir, �o-:
-9:1l<!tığtınqa_ ği.rı �_ğ_i_!i�i gÖ!"E?:f!ştür.:...Bunu Çankaya'da bu
lunduğu süre içinde yurt düzeyinde çıktığı gezilerde
Kur' an 'dan ayetler, Peygamber'den hadisler okuyarak gös
termiş, uluslararası resim sergilerinden yabancı sanatçıla
rın tablolarını bile kaldırtmıştır. Din dersleri bir kandırma
caydı, nedeni şu: hangi din, hangi mezhep, hangi tarikat an
layışına göre din dersi? Bu kandırmacanın arkasında, Nak
şibendilik'ten kaynaklanan bir "din dersi" olduğu sonra
dan ortaya çıkmış, devlet kurumlarında örgütleşen Nakşi
bendilerin tutumları bu örtülü gerçeği gün ışığına çıkarmış
tır. Burada, bu konunun da, uzun bir eleştirisini yapmanın
gereğine inanmıyoruz.
5- Nakşibendilik, aylardan beri, günlük yayın araçların
da sergilenen eylemleriyle, Kur'an'a, İslam 'a aykırı girişim
lerini yine devlet aracılığıyla sürdürme gücünü kazanmıştır.
Özellikle Vatikan'da Papa'yla sağlanan ilişkinin ardında sak
lı kurnazlığın nerelerden geldiğini anlamak güç değildir. Ni
tekim kendi inançlarına en aykırı gelen tarikatlarla işbirliği
36
kuran, karışıp kaynaşan Nakşibendilik'in bu özelliği ilginç
tir. Yukarda bu kuruluşun Şiilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Bay-
.-;,._ • • - " " ·----· -·•-•-· ---·--··---- -••••••-•-• --·--·-••c- ·-··•-"' "'-·-· --··----·-··-·-�·----&
37
ruluşları bilmediklerinden, aykırı düşünceli kimseler, onların
bu durumlarından yararlanmakta güçlük çekmiyorlar.
Şimdi başka bir soruya yönelelim: Neden Vatikan? Bu
sorunun yanıtı, devlet adamlarımızın yalnızca seçimlerde dil
lerine doladıkları İslam inançlarını yeterince bilemeyişlerin
dedir. Onlar İslam denince yalnızca şundan bundan duyduk
larını, aile geleneklerinin doyurucu olmayan içeriğinin ötesi
ne geçemeyen kulaktan dolma söylentileri anlarlar. Bugün,
dün olduğu gibi, Hıristiyanlık ikiye bölünmüştür, burada Pat
riklik, öte yanda Papalık. Bu iki kuruluş yapı, içerik, uygula
ma bakımından birbirinin karşıtı durumundadır. Uygarlık ge�
liştikçe kilise eğemenliğinde birleşme, uzlaşma eğilimleri be
lirir, ancak yapısal ayrılıklarda görülen uçurumun kapanma
sını kimse göze alamaz, milyonlarca insan karşıt düşüncele
re sarılmış, Patriklik, Papalık dorukta kalmış, tabanda bütün
leşme, birleşme eğilimini güçlendirememiştir. Bu ikili durum
İslam ülkelerinde Şiilik-Sünnilik karşıtlığına benzer. Avrupa,
inanç bakımından ikiye bölünmüştür, Papalık-Patriklik ikili
sinin tabanında sayısız mezhep-tarikat ikiliği yaratmaktadır.
Çağımq:da Papalık-Patriklik ikilisi genişleme, güçlenme, yan
daş toplama eğilimini birer yönetim birliği, egemenlik etkin
liği durumuna sokmak için uğraşmaktadır.
Nakşibendilik'in Vatikan'a yaklaşma girişimlerinin ar
dında kendini onaylatma, uluslararası etkinlik kazanmanın
yollarını arama vardır. Konu bu denli yüzeysel değil. İstan
bul Fener Patrikliği Hıristiyanlığın iki büyük odağından bi
ridir, Papalık'ın burada etkisi pek önemli değildir. Papalık,
İslam ülkelerinde pek ilgi görmemiştir, bu Roma İmparator
luğu'nun doğu kanadında ortaya çıkan büyük çatlaktır. Do
ğu Roma daha çok Grekçe konuşanların, Hıristiyanlığı Grek
38
diliyle öğrenenlerin ülkesidir, Batı Roma İmparatorluğu'nda
Latin dili egemendir. D�tıJ�:.<?!!�Il !�L�e_!!l ljğLaj!!t1da yaşa,
,llll1 ülkelerde Hıris_tiy_a11:Mi!_sl�.111�1},_Mi.is.lii.I11�1!-.U.ı rjs�jy_�!!.
_dönüşmeleri, din değişfüme.!�! ge._�lfü<!�ib..liY!il<. !?.!r_çQ!<.lılli:.
J�2. .Qı:_e�_çe_y�l_ll)'JC1 s.a_ğJanmış�ır. _�i!eki111_ .ı_\ncıc!ol_ll_'c!� Mii.ıt..
. l_ÜI11_C111la�.l1 9r��ç�_{RyI11ca), _Ruıı:ılarm Ti,irkç(! k<,m.u.ştuJ<.11!::
_rı, _daha� ı dinsel işl�ylerini o_ di ll_erle yaptı�Jcı�! bilinil'.2!:_
"Yüzelli köyden ibaret olan Maçka, Platana 'nın yukarı
sındadır. Burada dağınık halde birçok şapel vardır, Müslüman
lar da Rumca konuşurlar. (Mınas Bijışkyan, Karadeniz Kıyı
lan Tarih ve Coğrafyası, çev: M. Andreasyan, 1 969, say. 40.)".
Bu alıntı çok ilginçtir, yazar bu yapıtını l 8 l 9'da yayım
ladığına göre, iki yüz yıla yakın bir süre geçmiş demektir.
Yine bu yazar, Müslüman-Hıristiyan bağlantısını vurgular
ken şunları söylüyor: " . . . bunlar, Hıristiyanlıktan dönme
kurnaz adamlar olup ekseriya Rumca konuşui-lar. Türkle
rin içinde zeki ve okumuş insanlar vardır. Oflular sahte pa
ra basacak kadar mahir insanlardır. Türk fütuhatından son
ra, halk Müslümanlığı gönül rızası ile kabul etmiş... say.6 1 ".
Bu iki alıntı, ülkemizde Hıristiyan-Müslüman ilişkile
rinin ne denli köklü olduğunu gösteriyor. A�cak, bu yöre
lerde tarikatçılığın öylesine eski olduğunu, yaygın l ıgını gös
terecek güvenilir bir kanıt bilmiyoruz. _Papcı!.!!<.:.E•1..ı_!?ı:!_ülke
de bir yandaş (kurum olarak) araması doğaldır. Nederı.i.4�
)>atriklik gibi hızlı, toplu, kalabalık dönüşümler yaşan.ı_ılI11.!.§:
__!!r (Doğu, İslam ülkeleEi11��1.:8-�9�U.f,1:1..I11ıXCleCl_�ık'ın d_l!_�ya
_gö!fiJ�l1Q��Jı:.:'..�QŞl!-!ls'' _�_ayılabgir)�t.!1}1_!gi_c!erI_!!t!nin en uy::-_
.fili.!! yo_lu da, g_ünü!Ilüzde Ncıkşi\)endilik'lt! bağl�uıtı }':yrm�
�!!:_Alevilik- Bektaşilik, Sünnilik yandaşlarınca dışlandığın
dan Papalık için çekici görülmeyebilir. nitekim, Avrupa'da
39
çalışan Müslümanlar arasında en etkili. en varlıklı kuruluş
da Nakşibendilik'tir. Türkiye'dekileri besleyen kaynaklardan
biri olduğu, kapatılan bir partinin soruşturmalar, araştırma
lar sonucu düzenlenen yasal belgelerinden anlaşılmaktadır.
Papalık-Nakşibendilik arasında görülen, kimilerine yü
zeysel gelen, bu yaklaşmanın tabanında, yaygın duruma
gelmeyen, !'aklı kalan başka nedenler de bulunabilir. An
cak, günümüzde, ülkemizde Cumhuriyet yönetimine, özel
l ikle laiklik anlayışına karşı tarikat aracılığıyla sürdürülen
yıkıcı direnmelerin güçlü kaynaklara dayandığı, onlardan
beslendiği, sanıldığı gibi iyi bir amaç gütmediği bellidir.
Neden bütün girişimlerde, başta Laiklik geliyor? Vatikan
laik midir? Kuşkusuz değil, Patriklik laik bir kuruluş mu
dur? Kuşkusuz değil, ikisinin de adları üstünde, ikisi de bi
rer din kurumu, Peki, apayrı dünya görüşlerine, inançlara
bağlanan, yüzyıllar boyunca birbirinin kanını döken bu iki
kurumda yakınlaşmanın tabanı ne olabilir?
Bu konuya, bu soruna çağdaş uygarlığın etkisinden
kaynaklanan insancıl bir yaklaşım diyebilmek için delili
ğin de ötesinde yozlaşmaya yakalanmak gerek. Sıvas'ta
otuz sekiz kişiyi yakan, evrensel hukuk ilkelerine göre, bu
çılgınca eylemin sorumlularına savunma olanağı arayan,
onları suçsuz sayan, öven bir kuruluşun öncüsüyle Papa 'nın
yakınlaşmasında uygarlık etkisi hangi odaklarda bulunabi
lir? Sağduyunun bu sorulara verebileceği bir yanıt yoktur.
40
nın bulunj'nadığını gösterir kanısındayız. Yaşanan olaylara,
Cumhuriyet yönetiminin kuruluşundan kısa bir süre sonra
başlatılan ayaklanmalara karşın Nakşibendilik'in savunulma
sı, onun etkinliğine göz yumulması, ister istemez, birtakım
sorulan gündeme getiriyor. Yukarda verilen örneklerden, an
latılanlardan aniaşıldığına göre bu kuruluşun özel çıkarları dı
şında belli bir düşüncesi yoktur, nerede çıkar söz konusuysa
orada bütün boyalara girme kolaylığı vardır.
Son günlerde Vatikan'la yakınlık sağlamaların arkasın
da bambaşka bir düşüncenin yattığını görmemek olanaksız,
üstelik bu girişimleri devlet yararına göstermek de dökülen
yaprakların altında kurulmuş bir tuzak izlenimi veriyor. Av
rupa bizi istemiyor, yalnızca devlet büyükleri arasında siya
sal düşüncelerle sürdürülen yakınlaşmalar, karşılıklı saygı
lar, güler yüzlülükler halk kesimine inmiyor, nitekim Türki
ye AB topluluğuna alınmak istenmiyor, bütün başvurularda
engeller çıkarılıyor, oysa komşumuz Yunanistan el üstü tutu
luyor, Türkiye 'nin bir ili bile olamaycak nüfusu bulunan Gü
ney Kıbrıs, bağımsız bir devlet niteliğinde AB çatısı altında
yerini almak üzereyken Türkiye'ye yüz veren yoktur. Al
manya, Fransa, ülkelerinde çalışan Türk işçilerine iyi gözle
bakmıyor. Almanya' nın birçok ilini gezdik, Türk işçilerinin
durumunu yakından gördük, daha ilk bakışta Avrupa toplu
munca dışlandıkları, sevilmedikleri, Avrupa uygarlığıyla
uyum sağlayamadıkları anlaşılıyor. Özellikle dinle ilgili olay
lar Avrupa insanını ürkütüyor. Dincilerin davranışları, yaşa
ma biçimleri, toplumsal ilişkileri Avrupa insanı için kaygı ve
rici bir nitelik taşıyor. Avnıpa insanı, İslam 'lığın bile çağdı
şı olduğu kanısındadır. Bunun örneğini Yugoslavya olayları
göstermiştir. Hıristiyan Yugoslav topluluğu Müslümanları,
41
hepsi de kendi yurttaşları olmalarına karşın, acımasızca öl
dürdü, ezdi, saldırdı, kırdı geçirdi, Avrupa insanının sesi çık
madı. Öte yandan Makarios'un Kıbrıs'ta Türklere yaptığını
görmek isteyen, anlamak isteyen bir Avrupalı ortaya çıkma
dı, suç saldırıya uğrayan Türklere yüklendi. Ancak Irak-Ku
veyt petrolleri sözkonusu olunca Avrupa bütün azgınlığını
sergilemekte gecikmedi. Bu durum karşısında Vatikan 'la
Nakşibendilik arasındaki kırıtmalar anlamlıdır.
Prof. Dr. Server Tanilli, "İslam Çağımıza Yanıt Vere
bilir mi?" adlı çalışmasında belgeler, açıklamalar sergile
yerek sonucun olumsuz olduğunu gösterdi. İslam çağımı
za yanıt vermek şöyle dursun, Ortaçağın berisine bile ge
çememiştir. Afganistan, Pakistan, Cezayir, İran olayları bu
nu açıkça göstermektedir. Avrupa'nın en gelişmiş, en.ileri
buluşlarından yararlanarak bin dört yüz yıl geriye giden, o
çağların yaşama biçimini diriltmeye çalışan İslam toplumu
hangi çağdaş ortamla uyum sağlayacak? Daha petrolünü bi
le çıkarmayı beceremeyen, Avrupa-Amerika ortaklıklarına
sığınan İslam toplumu hangi gücüyle çağımızın kapısına
gelebilecek? Yolunu bulamayan, ne yapacağını bilemeyen,
yalnızca kadınları kara örtüler altına sokmayı amaç edinen
İslam anlayışı hangi sorunu çözebilir? Bugün ülkemizde
.h�- '.'Asr:-ı Şaaç!et'�te11 söz . aç_ıJır,_ J>�yg�Il1E.�E.'. !!!.__Y.aşadı�
dö_neil1_e i_)zletl1_dtıyı1Jur, ()nun ya şaqığ ı <Nn..�m 2.���la anı
-(mutluluk çağı). göklere çıkarılır. Oysa
lır - bu çağ kan gölü-
dür..:.. p�ygam�er. yaşadığ ı sürec� (peygal1}��!:..2!<i.rak) elin-
· --·-·-- -·· ··--- -� --· · - · ·-- · · - · - --._·---·-�--
42
1_�larr:ıI1�1- ���- ç-�ğ�ıı,�1 din o�����rıs��r:!!T �Jr "�p_
_l}:lu����_ğ_t(.�!lJfilll_a_�QrüDQ.Q!:Q!miJ:şJslam 'laşan toplumların
"Araplaştırılması" görüşünüegemen kılmıştır. (Bu konuda ge
niş bilgi isteyenler, Prof. Dr. İlhan Arsel'in Arap Milliyetçili
ği ve Türkler, 1 977 adlı geniş kapsamlı yapıtına başvurabilir
ler.) İslamcılar, Peygamberi anlatırken, onun yalnız din değil,
bir devlet kurucusu olduğunu söylemekten, övmekten geri kal
mazlar. Bu bir gelenek olmuştur, bugün İslam ülkelerinde ku
rulan devletlerin hepsi dine dayanmaktadır. Dinle devlet işle
rini birbirinden ayırmayı bir yönetim biçimi olarak benimse
yen, uygulayan tek ülke Türkiye'dir, Nakşibendilik'in yıkmak
istediği devlet budur. Oysa Selçuklu-Osmanlı devletlerinin iç
yapısı dinle biçimlendirilmişti, yönetim, öğretim, toplumsal
uygulamalar, genellikle dine dayalıydı. Nitekim Hoca Saaded
din Efendi, Peçevi İbrahim Efendi, Naima, Koçi Bey, hepsin
den önce Aşıkpaşa gibi tarihçilerin yapıtları okunursa hepsinin
din-devlet birliği konusunda geniş açıklamalar sergiledikleri an
laşılır. Bu tarihçilerin anlattıkları Osmanlı toplumu, başlangı
cından beri hep yolsuzluklarla, ayaklanmalarla, medreseliler
le, hırsızlıklarla, soygunlarla uğraşmıştır. Çeşmizade tarihinde
anlatılan olaylar deliyi bile çıldırtır. Özellikle padişahlara su
nulan belgelerde anlatılan yolsuzluklar (Bk. Koçi Bey) bir top
lumun en alttakinden en üsttekine değin tüm kurumlarında sür
dürülen "rüşvet geleneği "nin eşsiz örneklerini verir. Bu yapıt
lar iyice incelendiğinde, devletin en önemli kuruluşlarına sızan
Nakşilerin içyüzlerini aydınlığa çıkarmak kolaylaşır. Bu durum
da Nakşibendilik'in, yeniden, ortaya çıkışı şaşılası bir olay de
ğildir, olayın şaşılası yanı, bu kuruluşun karıştığı toplumsal
olayların bilinmemesidir. Oysa, bu tür sarsıcı olaylara katılan
ların çocukları bile bugün yaşıyor.
43
Nakşibendilik Bir Örgüttür
44
liderle, "bismillah" kokuşlu akçalarla, Beyoğlu meyhanele
rinin gediklileri olduğu da açıkça bilinen bir gerçektir.
Nakşibendicilik örgütünde, din örtüsüne bürünmüş dü
şüncelerden biri, en sakıncalısı, "kapalı Atatürk düşmanlı
ğı "dır. Kişi, görünüşte, Atatürk devrimlerinden yanadır, gün
lük konuşmalarında, siyasal içerikli konuşmalarında, hep
Batı uygarlığından yanadır, ancak özel eylemleri incelendi
ğinde bunun büsbütün karşıtı bir durum sergiledikleri görü
lür. Sözgelişi, kişi "mason"dur, "loca"ya bağlıdır, ancak si
yasal alanda seçmenlerin "mason" sözcüğünden duydukla
rı tepki, çekingenlik karşısında yalan söylemekten, çok di
nine bağlı bir kişi olduğunu savunmaktan çekinmez, dahası
bağlı bulunduğu "loca"yı bile saptırır. Biz, böylesi kişileri,
"loca"da üstün görevli sayılan, etkinliği olan yakınlarımız
dan biliyoruz, ayrıca "loca "nın ikiye bölünmesine yol açtık
larını da biliyoruz. Bu tür kimselerin, sonradan, Nakşibendi
örgütüne ne denli büyük yardımları olduklarını, Nurculuk,
Süleymancılık gibi Nakşibendi uzantılarına ne denli yayıl
ma olanağı sağladıklarını da, yine çok yakından, biliyoruz.
Nakşibendilik, kullandığı, yararlandığı inandırıcı araç
larla, gereçlerle, İslam dinini yeterince bilmeyen, en devrim
ci sayılan kimseleri bile yanıltmakta, saptırmakta, kendine
çekmekte güçlük çekmez, bu örgüt kendine çekmek istedi
ği kişiyi, önce siyasal odağından vurur. Sözgelişi Atatürk
yandaşı görünür, onu savunur, ortalık kararınca gider Ata
türk yontularını kırar, sonra döner "Atatürk düşmanı komü
nistler" diye yaygarayı basar. Bunun nesnel örneği, birkaç
yıl önce, İstanbul'da Beyazıt Camii'nin yakınına gizli bom
ba yerleştirirken, bombanın patlaması sonucu ölen gençtir.
Nakşibendiliğin bir örgüt olduğunu söylerken, birta-
45
kını varsayımlara dayanıldığı sanılmasın. Bunun açık, ya
şanmış örneklerinden birkaçını sergileyelim. 12 Eylül dö
neminden sonra ülke yüzeyinde hızlanan bir yoksullara yar
dım girişimi başlamıştı. Özellikle seçim günlerinin yakla
şımı ile genişleyen bu girişimin arkasında, çok iyi düzen
lenmiş bir Nakşibendi örgütü vardı. Bu örgütün yönetim ye
ri Fatih dolaylarında bilinen bir yöreydi. Akşam karanlığı
yaklaşmaya başlayınca, çarşaflı kadınlar, sakallı kimseler
(kimileri genç, kimileri yaşlıydı) evleri dolaşır, birtakım çı
kınlar dağıtırlardı. Bu çıkınların içinde, satın alma değeri
biraz yüksek yiyecekler bulunurdu. Kapıyı çalan görevli
(bunun örgüt görevlisi olduğunda kuşku yoktur) kapıyı aça
na, önce bilinen bir " Refah selamı" verir, sonra "essela
mualeyküm verametullah-haza hediyetü'I refah" derler
di. Bunun, belli yörelerde yaygınlığı bilinir, ancak İstanbul
dışında sürdürülen uygulamalar değişikti. Bu olayın sonu
cu, örgüt için yararlı, kazançlı çıkmıştı, bizim oy kullandı
ğımız sandıkta oy oranı tersine dönmüştü.
İlerde, örgütten bana gelen gözdağı, ölümle korkutma ni
teliği taşıyan belgeleri sunmadan önce, bir anıyı da sergile
mekte yarar görüyoruz. Seçimlere birkaç ay kalmıştı, 1 2 Ey
lül korkutmaları yıkılmıştı, akşam bastırmış, evlere çekilin
mişti. Eviminin önünden elleri çıkınlı, çarşaflı kadmlar, sakal
lı gençler geçiyorlardı. Benim oturduğum dairenin kapısı hız
la çalındı (yumruklandı), açtığımda karşımda dikilen bir yaş
lı, sarıklı, ötekiler sakallı, daha genç üç kişi vardı. Yaşlısı, yu
karıda aktardığım sözleri söyleyerek, elindeki büyükçe çıkı
nı bana uzattı, ben de ona: "Aleykümüsselam ya saki- esse
lamü'l-kübra min' er-rakı" deyince adam şaşırdı, elimi öpme
ye kalktı, ben çıkını almadım. Bu olayda adamın Arapçadan
46
anlamadığı, belleğine, kulaktan yerleştirilmiş birtakım anlam
sız sözlerle Müslümanlığa soyunduğu sonucu çıkmaktadır.
Bu ölaydan birkaç ay sonra, Nakşibendilik'in tuttuğu yö
relerde, illerde dincilerin çalışmaları olumlu sonuç vermişti
(onlara göre). Örgüt, sanıldığı gibi yalnızca düşünsel-toplum
sal-siyasal bir içerek taşımaz, tüm amaçlardan saptırmak, su
ları bulandırıp iri balık avlamak için de kurulabilir. Bunun
en başarılı örneğini de, yurdumuzda, Nakşibendi kuruluşu
vermiştir. Örgütler içsel yapılarına göre, değişik biçimler
gösterir, yüze vuran yanıyla anlaşılır. Bir örgütün amacı, bel- ·
47
şibendilik'ten doğan kollan, çıkan uzantıları açıklarken şa
şırtıcı örnekler verilecek. İnanmış, inançlarına gönülden bağ
lanmış, gerçek bir Müslüman, "ben herkesle anlaşırım, yö
netim kurulu oluştururum" diyemez. Böyle söyleyen bir ki
şiye, "düşüncelerinizde, söylediklerinizde gerçek bir inanç
insanıysanız, neden Avrupa uygarlığından, çağdaş yenilik
ten yana olanlara karşı insansever değilsiniz?" diye sorulma
lıydı, onun ardından gitmenin İslam inançlarını tabandan
yıkmaya çalışmak olduğu söylenmeliydi. Oysa söyleneme
di, söylenemezdi. Bunlar, örgütün amacına, ereğine ters dü
şerdi. İşte bunu yapamadığından, siyasal alanda etkili olan
J':'.1-1!.�_fill:?_�pQ ilil< J?.ir. ''is!l!�_!l:lr!�a_tı" çl n'!*t:ı_rı. çık.mı_ş,_y*ıc1
Qir._�_r_g�t kı}ığı_rıı:ı_ �!i�nmüştür, bunu giz!�_Illey_i ��' ç°"k d�
..2'.t?Qli bir �_llrılı _tış ()l_l!l_l:l�ına �o_ı:�l_U.<!U.!:: Biz, yeryüzünde, bü
tiin çelişkileri, aykırılıkları, tutarsızlıkları anlamsızlık, bi
linçsizlik çamurunda yoğurup yumaklaştıran başka bir örgüt
bilmiyoruz, bu örgüte "tarikat" demek islam inançlarından
ne deni! uzaklaşıldığının en açık kanıtıdır, bunda kuşkuya dü
şenin İslamı özünden öğrenmesi gerekir.
48
sonradan gelenin etkisinde kalarak başka doğrultular buldu.
Buna "bütünlüğün dağılması" diyelim. Ancak, bu dağılma
nın İslam 'da çözülmelerle başladığı da açık bir tarih gerçeği
dir. Bu kuruluşun yayıldığı ülkelerin tarihleri incelenirse, özel
likle ilkçağda, çok ileri bir uygarlık aşamasında bulunduklar
görülür. İşte, sonradan Nakşibendilik'te görülen bölünmele
rin, bütünlükten kopmaların nedenleri burada aranmalıdır.
Nakşibendilik, değişik kollara ayrılırken, tarikattan ör
güte dönüşme eğilimi geçerlik, etkinlik kazanmıştır. Bunu,
biraz aşağıda inceleyeceğiz, burada, başka tarikatlarda da
olduğu gibi, tarih gerçeklerine dayanmayan, düzmece, uy
durma Nakşibendilik kütüğünü görelim, dağılmanın ne
denlerini, bu kütüğün düzmeceliğinde arayalım. Nakşiben
dilik kütüğünde Ebubekir'den Muhammed Bahaeddin Nak
şibend'e değin gelen kişiler şunlardır: Selman Farisi, Ka
zım bin Muhammed bin Ebubekir, İmam Cafer-i Sadık,
Bayezid-i Bistami, Ebulhasan Harkani Ali, Ebu Aliyül Kar-
. midi, Yusuf Hemedani, Abdulhalik Gucduvani, Arif Ri
yülkürdi, Mahmud Ebhur, Azizan Aliyülramteyni, Muham
med Baba Simasi, Emir Keliil bin Hamza, bir de tarikatın
kurucusu. Şimdi bu adı geçen kimselerin adlarından da an
laşılacağı üzere, aralarında inanç birliği sağlamak oldukça
güçtür. Sözgelişi İmam Cafer-i Sadık Alevilik'in "Buy
nık"unu düzenleyen kimsedir, koyu "Sünni" olması ola
naksızdır. Bayezid-i Bistami ise eski Zerdüşt inançlarına
bağlanmış, insan-Tanrı özdeşliğine inanmış bir Horasanlı
dır, Ebubekir'den ona hangi inanç yoluyla geçilebilir? .
Burada, önemli bir sorun gündeme geliyor, o da İslam
ülkelerinde bilimsel araştırma, inceleme denince başkaları
nın söyledikleriyle yetinme (özellikle din konularında), ku-
49
lağa doldurulan söylentilerle bilimsel görüşleri birbirine ka
rıştırmadır. Eskiden öyleydi, oysa durum bugün de değiş
memiştir. Nakşibendilik'in bütünlüğe ulaşması olanaksız
dı, bu nedenle birtakım yöresel inançların tabandan gelen
saptırıcı etkisiyle çizgi değiştirdi, bu kaçınılmazdı. İşte�
şibendilil( in s._�s._al3!ıı.n�l_<aı:l!!'�!< .��9-�����:�1_!le-.
_!inden biri � �l!..'�9y: lcütiiğii�:yl_e,.Q�ş!_ayan tutıı_ı:ş!.zlıktır:_11-
giyle incelenirse bu "tarikat kütükleri" arasında belli bir i
nanç düzeninin bulunmadığı görülür. Nitekim Ali -Ebube
kir-Ömer üçlüsünü bir araya getiren "tarikat"ların hepsi çe
lişkilidir. İranlı tarikatçı kendi ülkesinde Halife Ömer' e sö
ver, Anadolu'ya gelince över. Ancak, olayın içine giren çı
kar, kazanç gibi yarar kaynaklarına gelince, bütün çelişki
ler, aykırılıklar "Tanrısal birlik"e ulaşır, buna tasavvufta, gü
nümüz Türkçesiyle, "bütün karşıtlıkların Tanrısal kaynak
ta birliğe varması" denir. Bugün, Nakşibendilik adıyla alan
larda dolaşan kuruluşun böyle bir özelliği yoktur.
50
rumuna getirilmiştir. Bu önemli olay kulak arkasına itilmiş,
çağdaş uygarlığa karşıt gelişme bir " Demokrasi sorunu" di
ye anlaşılmıştır. Oysa, gelişen uygarlık karşısında, böyle bir
yönetim anlayışını olumlu göstermek, çağın dışında kalma
nın eşsiz örneğidir. Uygarlığın amacı insan topluluklarını
mutluluğa kavuşturınak, düşünce-inanç özgürlüğünün önün
deki engelleri kaldırmaktır. Bir düşünceye yardımcı, karşıtı
düşünceye kıyıcı gözle bakmak uygarlık anlayışıyla bağdaş
maz. Bugün insan sağlığını bozan, yıkan, ortadan kaldıran
mikroplara beslenme, yayılma, gelişme olanağı sağlayan bir
uygarlık yöntemi yoktur. Düşünceleri yüzünden başkalarına
baskı yapmak, yandaşlarına yardım etmek insanlıkla, uygar
lıkla bağdaşmaz. Ancak, bunu, anlayabilmek için de uygar
olmak gerekir. İnanç özgürlüğü kutsaldır, ancak başka inanç
ları ortadan kaldırmak, onlara bağlananları yok etmek ne uy
garlıkla, ne de " Demokrasi anlayışı "yla bağdaşabilir.
Peki ülkemizde düşünce özgürlüğüne karşı saldırılan, kı
yımları başlatan, bu olumsuz girişimleri bir yönetim uygula
masının yasal girişimleri diye anlatan, açıklayan, yorumlayan
hangi odaklar olmuştur? Bunun yanıtı açık, tüm Türkiye in
sanlarının gözlerinin önünde sürdürülen uygulamalar. Ülke
mizde tüm yıkıcı girişimler yenilik yanlılarına, devrimcilere,
gelişme öncülerine karşı gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devle
ti tarihi boyunca yenilik düşmanıydı, bu nedenle kaç padişa
hın kanı dökülmüştür biliriz. Atatürk' ü öldürmeye kalkışan
lar yenilik yanlısı kimseler miydi? Cumhuriyet yönetimine
karşı ayaklananlar ilericiler miydi? Bu kanlı olayların sorum
luları, öncüleri düşünce özgürlüğünden, inanç özgürlüğünden
yana mıydı? Bugün hangi İslam ülkesinde, Türkiye'deki dü
zeyde inanç özgürlüğü vardır (gerçek din bakımından).
51
Şimdi, bu olumsuz gelişmelere inanç özgürlüğü açısın
dan bakarsak sorunların tabanına inemediğimizi, yüzeysel
görüntülerle şunu bunu, hepsinden önce de kendimizi kan
dırmaya çalıştığımızı anlarız. Başını örtmeyen bir öğrenci kı
za, bir görevli kadına, giysilerinin biçimine bakarak yakışık
sız nitelemelerde bulunan bir yüksek öğrenim görevlisine,
6ğrencisine uygar demek için ondan daha çılgın olmak ge
rekir. Bugün devlet yetkililerinin gözleri önünde, yüksek öğ
renim kurumlarında devrimcilere, birtakım soysuzca yakış
tırmalarla, saldıranların beslendikleri düşünce-inanç kay
naklan çağdaş mıdır? Bugün, geriye sürükleyici anlamda,
kan soyluluğuna özlem duyan anlayışta bulunan kimseye
"milliyetçi" denemez, " milliyetçilik", Rönesans'tan sonra
tutsaklıktan kurtulma, bağımsız devlet kurma, bağımsız di
li benimseme, dilini yabancı dillerin etkisinden, egemenli
ğinden kurtarma çalışmaları anlamındaydı. "Atatürk milli
yetçiliği" kan soyuna, kan üstünlüğüne değil ulusal bağım
sızlık, ulusal egemenlik anlayışına dayanıyordu, bu nedenle
de uygarlıkla bağdaşıyordu. Bugün ülkemizde, kendilerine
"milliyetçi" damgasını vurarak, devrimcilere, ilericilere, sol
cu denenlere saldıranlar "milliyetçi" değil, çağdaş uygarlı
ğın bile düşünsel pislikten anndıramadığı düşüklerdir.
Nakşibendilik'in değişik kollara ayrılmasında başlıca et
ken bu düşünce-inanç düşüklüğüdür. Bugün, yalnızca kendi
inançlarının doğruluğunu savunan bir Nakşibendi yanlısıyla,
yalnızca kendi düşüncelerinin gerçek olduğunu ileri süren "mil
liyetçi" arasında, göze batar, bir aynın yoktur, sakınca yönün
den ikisi birbiriyleyanşır durumdadır. Bugun devlet kurumla
rında korunan Nakşibendi yandaşlarının sayısı, Atatürk devrim
ciliğini benimseyenlerin çok üstündedir. İşte, günümüzde, Nak-
52
şibendilik'in değişik kollara ayrılmasının nedenlerini de bura
da aramalı. Daha önce söylendiği gibi bir Nakşibendi ereğine
ulaşmak için durum değerlendirmesi yaparak, en uygun duru
mu seçmekte gecikmez. Özellikle seçim dönemlerinde bunun
somut örnekleri görülür. Aday olacak kimse, seçim bölgesinde
etkili bir kimsenin (özellikle tarikatçının) yardımına, aracılığı
na sığınır, olumlu sonuç alınca, aracı kişi (şeyh) etkinlik kaza
nır, büyüklenir, bölgesinde "sözü geçen kişi" niteliğini elde ed
er. Bu önemli bir aşamadır, bu şeyh başarısı oranında, tarikatın
büyüğüne (eskiden bağlandığı şeyhe) karşı, kendi kişiliğini, et
kinliğini ortaya koyar, çevresine, kendince yeni saydığı (dinsel
yönden) birtakım inanç kalıntıları "yutturur", bir süre sonra, ta
rikatın yeni bir kolu toplumda boy gösterir. İşte Aczmendilik
denen, Nakşibendilik' in bir kolu olan Nurculuk'tan doğan, ku
ruluş böyle doğmuştur, a� bir kuruluş niteliği kazanmıştır, bu
nun arkasında kimlerin olduğu, inanç özgürlüğünü savunma ör
tüsünü giyenlerin konuşmalarından anlaşılmıştır. Bu olayın sa
şılası yanı, birtakım devrimci, yenilikçi geçinenlerin, onları sa
vunma gösterileridir. Feki inanç özgürlüğü �_l.l:�als_<!,_Muharı.2:
__
53
"Susurluk olayı"nda, o dönemin hükümetinin gücünü aşan,
kimi kamu kurumlarını işlemez duruma getiren bu ağa-şeyh
bağlantısıydı, yetkililer bunun üzerinde pek duramadılar, da
hası durmak, olayın kökenine varmak işlerine gelmedi.
Nakşibendilik'in Kolları
54
Fatih dolaylarında. özellikle Karadeniz bölgelerinden gelen yurt
taşların, bilmeden, tuttukları bir koldur, Nurculuk-Süleymancı
lık arasında gider gelir, kurucusunun kim olduğu bile bilmeyen
ler, bu nedenle bunu ünlü İslam emiri Halid'e değin geri götü
renler vardır, oysa o dönemde Nakşibendilik yoktu.
5- Kassaniye-Kassanilik de deniyor. Şemseddin Kassa
nl'nin kurduğu, oldukça Sünni geleneklere bağlanmayı se
. ven bir koldur. Bu kolun ülkemizde etkinliği görülmemiştir.
6- Halilik-Halil Ziyaeddin Müceddidi 'nin kurduğu bir
Nakşibendi kolu olmasına karşın, Türkiye'de etkili olma
mıştır. Bu kolda, özellikle tapımlar konusunda, Şamanlığı
anımsatan birtakım uygulamalar vardır.
7- Mazharllik-Muhammed Mazhar'ın kurduğu, Şiili
ğe yatkın bir koldur, daha çok İran'a komşu bölgelerde
yandaşları varsa da etkinliği yoktur.
8- Melamllik-Bu kolun Melamilimik'ten etkilendiği, Ale
viliğe yaklaştığı biliniyor. Şeriat kurallarına uyduğu söylene
mez. Sünni geleneklere bağlılığı da bir görünüş olmaktan öte
ye geçemez. Nakşibendilik'in Melamilikle yakınlaşması, içten
bir sıcaklıkla değil, görünüşte kimseyle dargın olmamanın bir
örneği sayılmak içindir. Melamilik tüm gösterişlere, aşın tut
kulara, koyu inançlara karşıdır, biraz davranış özgürlüğünden
yanadır. Nakşibendilik'te böyle bir özellik yoktur.
9- Müceddidilik-Kurucıisu Müceddidi Elif Sami Fa.ru
kl'dir, yenilikten yana görünürse de, Sünni geleneğe bağlı
dır, etkisi görülmemiştir.
l O- Nacilik-Kurucusu Naci, adıyla ünlenmiş birisi olma
sına karşılık, özellikleri konusunda geniş bilgimiz yoktur.
1 1- Tayfurllik-Ebu Yezir Tayfur' un kurduğu bu kol da
etkili olamamış, daha çok Kuzey Irak dolaylarında, Şam yö-
55
relerinde yayıldığı söylenirse de önemli bir etkinliği görül
memiş, Kadirilikle birlikte çalıştığı, Birinci Büyük Savaş
ta, Osmanlı Ordusu'nun, Araplarca arkadan vurulmasına
yardımcı olduğu söylenirse de, sağlıklı bir belge bulamadık.
1 2- Nurilik-Nuri (Nureddin ) adlı birisinin kurduğu bu
kol etkili olmamış, Ticanilikle yakınlık sağlamış, daha son
ra Nurculukla kaynaşır gibi olmuş, sonra silinmiştir.
1 3- Sadilik-Sadi 'nin kimliğini, bu tarikat kolunun özel
liğini bilmiyoruz.
1 4- Reşidilik-Tokat yörelerinde tutunmuş, ancak var
lığını sürdürememiş, Nakşibendilik'in bütün kollarıyla ka
rışıp kaynaşmıştır.
Nakşibendilik' in bu kollarının kurulmasında, yöresel,
kişisel inançların etkin olduğunu yukarda söylemiştik. Bu
kollardan, günümüzde yalnızca adı kalanlar vardır, kimileri
Nakşibendilikle karışmış, özelliğini yitirmiştir. Durumun
böyle olmasının başlıca nedeni Nakşibendilik'in iki önemli
kolu olan Süleymancılıkla Nurculuk'un ortaya çıkışıdır. Bu
iki kuruluşun etkinliği, yalnızca Nakşibendilikle ilişkisinden,
yüzeysel yakınlığından kaynaklanmıyor. İkisinin de tabanın
da siyasal tutkular vardır. Konuya ilgiyle eğilinirse, bunların
hep yabancı kökenli, kimi sonradan Müslüman olmuş kim
seler oldukları anlaşılır. Özellikle Yugoslavya, Romanya kö
kenli Nakşilerin hepsi sonradan Müslüman olmuştur. İ stan
bur yörelerinde bu tür gerici akımların (bu son ikisinin) tu
tunduğu bölgelere bakılırsa, hep Atatürk devrimlerine karşı
bimselerin toplandıkları alanlar oldukları, anlaşılır.
Burada çok ilginç bir olaya değinmede yarar vardır.
Türk basınında, özellikle l 950'den sonra, geriye dönüş hı
zında bir ivme artışı görülmüştür. Menderes yönetimini tu-
56
tan, alkışlayan birçok yayın aracının, yazarın eylemleri, ya
zıları, düşüncelerini sergiledikleri yayın araçları elimizde
dir; bu araçların gerici sayılan, özellikle Atatürk'e, Atatürk
çülük' e ağır, en saygısız bir dille saldıran yazarların hangi
gazetelerde toplandıklarını, yalnız yazar değil , yönetimde
de (gazetede) görev aldıklarını biliyoruz, bu kişilerin yaşa
yanlarını bugün de tanıyoruz. Birtakım tarikatların, ayak
lanmalara karıştıkları gerekçesiyle yargılanıp ölüm cezası
na çarptırılan öncülerini savunan bu yayın. araçlarının tu
tumlarında görülen değişme, sağcılığın ne denli kaygan bir
tabana oturtulduğunu açığa vurmaktadır.
Bugün, "büyük" denen yayın araçlarında görevli kim
selerin, yazarların durumlarına bakınca, aşırı sağdan, Ata
türk düşmanlığı yapmakla övünenlerden, Atatürkçü, dev
rimci yayın araçlarına geçmeleri, tersine bir yol izlemele
ri, utanç verici bir gelişmedir. Türkiye, hangi ortamda olur
sa olsun, hep bu düşünce dönmelerinden yıkım görmüştür.
Bu olay bir bilinç bulanıklığmın, düşünsel bunalımm, ka
zanç tutkusu karşısmda dışa vuruşudur. İşte, Nakşibendi
lik gibi, kolları gibi, öteki gerici akımlar gibi kazanç sağ
layan odakların bulunduğu yerde uygarlıktan yana, sağla
madığı yerde uygarlığa karşı olmanın başlıca nedeni budur.
Dün canla başla savunduğuna karşı, bugün canla başla kar
şı çıkan bir yazarda, bir yayın yöneticisinde, belli bir aktö
re ( ahlak) ölçüsü aramak akıntıya kürek çekmekten öte an
lam taşımaz.
Düşünce alanında, bu çocuk topaçlarından hızlı dönme
yi beceren kimseler, aydınlar (onlara aydın denirse), geçirdik
leri tinsel bunalım dolayısıyla kendini bilmezliğin sınınnı aş
mış, anlayışsızlık uçurumunun kıyısına gelmişlerdir. Onların
57
bilinçaltında, belleğinde bilinç ışığından kaçmış, bilincin de
netimi altına girememiş birtakım kara düğümler vardır.
58'
inançlarını başkalarından ödünç alan ulusların çoğu bunalım
içindedir. Dinini, üzerinde yaşadığı topraktan alamayan bir
ulus kendi kendine yetmiyor demektir. Osmanlı toplumu
inançları şöyle dursun, düşünsel besinlerini bile başkaların
dan almıştır, gelecek kuşaklara kendine yetmenin, kendi dü
şünsel ürünleriyle yetinmenin, onları düzenli bir yöntemle
geliştirmenin bilincini aktaramamış, aşılayamamıştır. Os
manlı yalnızca çağıyla yetinen, geleceği olmayan bir toplum
du. Bu düşüncemize karşı çıkanlar, sanat alanında ortaya ko
nan değerli ürünleri önümüze sürebilirler, ancak yalnızca ca
mileri, türbeleri süslemek, paşa konaklarını donatmak uygar
lık alanında kendini bulmaya yetmez. Sanat inancın deneti
mi altına girerek, önüne yasaklar konursa gelişme olanağı bu
lamaz, sanatın bir dalında büyük başarı geleceği kurtaracak
nitelikte bir üstünlük sağlamaz. Bütün ağırlığını yasaklan
mış sanatların dışına çıkarak, tek boyutlu bir yatatı alanında
yoğunlaştırmanın arkasından bunalım gelir. Güzel bir tablo
insanı etkileyebilir, ancak, güzel bir gövdenin sanatçının elin
de somutlaşarak dışa yansıması da gereklidir.
Bunalım düşünsel boşluktan, inanç doyumsuzluğun
dan kaynaklanır. Tarikat neden kurulur, kime seslenir? Gü
nümüz tarikatçıların giyim kuşamlarına ilgiyle bakılırsa
bunalıma sürüklenmenin nesnel örnekleri görülür. Bu ör
nekleri yalnızca, değişik nedenlerin itkisiyle, tarikatçılar
da aramak doğru değildir, yayın araçlarına da bakmak ge
rekir, dün sövdüğünü bugün öven, bugün övdüğüne dün sö
ven yazarlarımız, gazete yöneticilerimiz nerede?
B ugün gerici, uygarlık düşmanı diye nitelenenlerin
davranışları incelendiğinde, komşunun ışıldağıyla komşu
nun kümesini soyanlar oldukları kolayca anlaşılır. Nakşi-
59
bendilikte birçok yüksek öğrenim görmüş (okumuş değil )
kimseler vardır, esenliği bu tarikatta bulmuşlar, demek ki
savundukları Kuran onlara yetmiyordu, belleklerini İ s
lam ' ın dolduramadığı, insanı bunalıma sürükleyen bir boş
luk vardır, onu tarikatla doldurmaya soyunmuşlar. Bunalı
mın başka bir kaynağı daha vardır: Birikimler.
Büyük devrimlerin hepsi tavandan gelir, tabandan dev
rim değil, tavana ayaklanma gelir. Bu ayaklanmanın kay
nağı belleğe yerleşen, orada uyuyan birikimlerin günün bi
rinde kımıldamaya başlamasıdır. Bu kımıldamayı yaratan
da, o buzlaşmış birikimlerin üzerine vuran yenileşme sıcak
lığıdır. Şimdi eskiyi savunanın gelen yenilik karşısınd;ı te
dirgin olması, belleğinde buzlaşan birikimlerin erimesi so
nucudur. Yeterince aydınlanamamış bir bellek, içten soğu
muş bir anlayış gücü sıcaklıktan tedirgin olur. Burada elde
bulunanla karşıda duran arasında bir gerginlik oluşur. elde
bulunan şeyhin öğütleri, karşıda bulunan da çağdaş uygar
lık ürünleri. Şimdi, böyle bir durumda kalan kimsede, sar
sıcı bir tepki uyanmaz mı? B alonu olmayan bir çocuk elin
de balonla dolaşan yaşdaşına saldırır, onun balonunu pat
latır. Arkadaşıyla birlikte komşunun bahçesinden erikleri
çalan iki çocuktan biri, başka bir arkadaşıyla birleşerek, es
ki arkadaşının bahçesine girse dayak yer, o eski arkadaşın
dan. Komşunun bahçesine girerken arkadaşlık iyi, kendi
bahçesine başka birisiyle girerken arkadaşlık kötü. Burada
birlik başkalarına karşı, bu güzel, başkalarının sana karşı
birliği, üstelik birlikte komşunun eriklerini çaldığın arka
daşınla, çok kötü. Bu birçocuk mantığıdır, düşünme kura
lıdır, çocukta suç sayılmaz, ancak büyükte yasaların dışına
çıkmak diye yorumlanır. Burada bunalım nerede?
60
Bunalım, üzerine titrenen, toz kondurulmayan birikim
lerin günün birinde kullanım alanına getirilince yetersiz kal
dığını anlamadadır. Duygusal alışkanlıklar, bilimsel alışkan
lıklar karşısında bunalımlara sürükler. Giordano Bruno'yu,
ateşte diri diri yaktıran, Galileo 'yu yargılayan Engizisyon gö
revlisinin yüreğini hoplatan, hıncını kamçılayan bilimin kar
şısında bilim dışı kalan birikimin yetersizliği değil mi?
Neredeyse 1 800 yıl boyunca güneşin dünya çevresinde dön
düğünü söyleyen Aristotelesçi görüşün yarattığı, kutsal ki
taplara bile geçen inanç birikiminin karşısına dikilen gözlem
lere, deneylere dayanan bilimsel kanıtlama neler yapmaz?
"İnanç, bilginin olmadığı yerde büyüyen bir düşünce
bitkisidir, en çok da insanın belki de hiçbir zaman bilgi sa
hibi olamayacağı alanlarda yetişir. (Dr. H. Batuhan, Bilim
ve Şarlatanlık, s. 5 1 6) " .
Bu alıntı bilimden, bilim aydınlığından uzak kaldığı sü
rece, en dokunulmaz sayılan bir inancın bile ne denli köksüz
olduğunu gösterir. Bunalım, inancın bilimle çatıştığı ortam
da doğar. Ne şaşılası bir olaydır ki, bunalımın insanın sağlı
ğını yıkacak boyutlara ulaştığı bir yerde, görev inançtan çok
bilime düşüyor. Burada inanılanla uygulamaya konan arasın
da içsel bir çatışma doğuyor. Öyle olaylarla karşı karşıya ge
liyoruz ki inandığımız, uygulama gereğinde kaldığımıza üs
tün gelemiyor. Sözgelişi Tann'yla konuştuğuna, ermişliği
ne, yüceliğine inanılan, önünde yerlere eğilinen, arslana bi-
. nip yılanı kamçı olarak elinde tutan, akar sulan durduran,
kayaları yürüten bir kimse kısa bir solunum yetersizliğin
den, ya da mide kanamasından ölüyor, oysa sağlığı koruma
yı görev edinen bilim bu olaylan gününde duyarsa ölümü ön
lüyor. Bu durum karşısında dincinin, tarikatçının yapacağı
61
biricik iş bir söz oyunudur, işe Tanrı 'yı karıştıracak, Tanrı he
kimi aracı kıldı, diyecek. Burada, Tanrı aracıyla işgördürür
demenin anlamı yoktur, ancak bunu anlamsız birikimlerle
belleğini dolduran bir kimse kavrayamaz. inanç, olayları dü
şünme gücünün tüm olanaklarını denetimi altına almış, on
lara birtakım görünmeyen yasaklar koymuştur.
Kendini tarikata adamış bir Nakşibendi birikimlerinin
dışına çıktığı gün bunalım belirtileri başlar, ortamından
kopmuş gibi, bunu da Tanrı 'ya, işlediği bilinmeyen bir su
ça bağlar. Bu olay, kendi kendine dönüştür, işin şeyhe bil
dirilmesi gerekir. Çağdaş bilimden uzak kalmak, geçmişin
katılaşmış inanç kalıntıları içinde yaşamak bütün Nakşiler
de geçerli bir yaşam türüdür.
Gerçekte Nakkşibendilik'in "ibadet" kavramı altında
sürdürdüğü tüm işlemler, uygulamalar yaşamdan kopmuş
bir bunalımın görüntüsüdür, uygulamalar birer tinsel boşal
madır. Özellikle "nakşı devranı " denen, özel törenlerde
(zikr toplantılarında) boşalma, kendinden geçiş aşamasına
varır, gırtlağı yırtarcasına çıkan sesler, bir süre sonra kesi
lir, kısıklaşır, bu sesli törenlerde görülür.
Ülkemizde, Nakşibendilik'le ilgili yayınların, araştırma
ların, günlük yayın araçlarında sergilenen düşüncelerin hep
yüzeysel kaldığı, özellikle da yayıncıların (gazete sorumlu
larının) düzenledikleri açık oturumlarda ortaya atılan savla
rın çürüklüğü, bilinmeyen konularda bilir geçinenlerin açık
lamaları aşın dincilerin ekmeğine yağ sürmüştür. Öyle ki en
devrimci, Atatürkçü olduğu tartışma götürmeyen kimi so
rumluların açıklamaları bile şaşırtıcı görülmektedir. Nakşi
bendilik'i, özelliklerini, yayılış biçimini, gelişim çizgisini bi
razcık bilen bir kimsenin böyle çelişkilere düşmesi olanak-
62
sızdır. Bu konuya daha önce de, değişik yönlerden değinmiş
tik. Bir kimsenin Nakşibendi olması, bu konuyu en iyi, en
derinden bilmesi anlamına gelmez, daha açığı saçmalamaya
başlayan bir Nakşibendi bile saçmaladığının bilincine vara
maz. Bugün, yaşayan Nakşibendi "şeyhleri"nin neredeyse
hepsi, Nakşibendilik konusunda yeterli bilgi edinmemiştir.
Bunların çoğu tarikat geleneği uyarınca "şeyh" aşamasına
yükselmiş, çevresinde bir kutsallık kazanmıştır. Sözgelişi,
yakından tanıdığımız, bildiğimiz Said-i Nursi bilgisiz bir Nak
şibendiydi, Türkçe konuşamazdı, daha doğrusu Türkçe bil
mezdi. Oysa Kuran'ın 1 1 4 bölümüne (süresine) öykünerek
önce 1 1 4 "risale" yazmış, sonra bunların ardından gelenler,
daha ufak bölümlere ayırarak 1 22'ye çıkarmıştır. Biz, genç
liğimizde Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmed Zahid Kotku,
Süleyman Çılıptay gibi "şeyhler"i yakından tanıdık, şimdi
onlar için söylenen övgüleri duydukça Nakşibendilik'in bir
"bunalım" ürünü olduğunu söylemekte ne denli yerinde dav
randığımızı anlıyoruz. Nakşibendilik' in bugün savunduğu
din değildir, bir bunalım niteliğinde yollara, alanlara dökül
meye yasal bir kaynak, bilimsel bir örtü aramaktır.
Bugün camilerde tarikatçı, özellikle Nakşibendilik 'in yan
lısı olduğu söylenen, bilinen imamlarvardır, bunların içinde ya
sal onaylı (kadrolu) kimseler bilinmektedir. Oysa imam tari
katçı olmaz, olursa onun ardında namaz kılınamaz. İmam, ca
mide, görevi başında bulunduğu sürece saygıdeğerdir, Tan
rı'nın kuludur. Ancak, imam caminin dışına çıktığı gün Tan
rı 'nın kulu olmaktan.da çıkmlş, bağlı buİunduğu kuruluşun tut
sağı olmuştur. Camiye saldırarak Müslüman öldüren, yarala
yan bir devrim, Batı yanlısı görülmemiştir, oysa cuma nama
zından çıkıp kan dökenlerin sayısı umulduğundan çoktur. Bu-
63
rada örnek olarak Çorum olaylan Kahramanmaraş olaylan,
Taksim Kanlı Pazar olaylan, Sıvas olaylan, daha önce Mene
men olayı gibi daha niceleri gösterilebilir. Bunların öncüleri hep
Nakşiler değil mi? Bu olayların nedenlerini araştırırken işe
"toplumsal ruhbilim" yöntemleriyle yaklaşmak kaçınılmazdır.
Bu üzücü, kanlı olaylara karışanların, iletişim araçla
rında sergilenen suçluların davranışlarına, sözlerine, ey
lemlerine bakıldığında derin bir bunalım içine sürüklendik
leri kolayca anlaşılır. Bu eylemlerin arkasında kan dökme
ye dönüştürülmüş bir tinsel boşalma gereksinmesi saklıdır.
Özellikle kapalı yöre kadınlarının, genç kızlarının sürük
lendikleri olaylar üzücü, acındırıcı, utandırıcı bir görünüm
sergilemektedir. Yüksek öğrenim kurumlarında okuyan,
sıkma başlı, etekleri yerlerde sürünen giysilere bürünme
leri yalnızca bir toplumsal olay olmaktan çıkmış dışa vu
ran bir içsel sarsıntı niteliği kazanmıştır, başın örtülmesi ruh
hastasına verilen oyalayıcı, etkisiz ilaç olmaktan öte bir an
lam taşımaz, sıkıntı beynin ince dokularında gizlenen bo
zukluktan kaynaklanmaktadır.
İskilipli AtıfHoca, yargılanırken yargıçlara bağırırdı, "Be
ni yargılayamazsınız, beni asamazsınız, ben rüyamda her ge
ce Hazreti Muhammed'i görüyorum, bana sen ne zaman bize
geleceksin, yoksa bize gelmek istemiyor musun? diye soruyor."
Bu kişi yargı kesinleşip uygulama yerine getirildiğinde kendi
ni tutamamış, yargıç önünde söylediklerini unutarak hüngür
hüngür ağlamaya başlamıştı. Bu olaya gülünmez, insan yüre
ğinin duygusal eğilimleriyle eğlenilmez, duygu en yüce bir in
san eğilimidir, yalnız insanda vardır, hayvanlarda doğal, yaşam
sal bir içgüdü niteliğindedir. Ancak böyle yüksekten atıp son
ra yerlere kapanmak da insanın taşıdığı değerlerle bağdaşmaz.
64
Nakşibendilik'in bir bunalım olarak yaygınlaşmasın
da, etkin bir duruma gelmesinde suçun önemli bir bölümü
nü de devlet büyüklerinin çıkarcı tutumlarında, din adına
yaptıklarının dinle bağdaşır yanı bulunmadığında aranma
lıdır. Özellikle 1 2 Eylül dönemi, bu tür gerici, sakıncalı
akımlar için güçlü bir koruyucu sığınağı olmuştur. Devlet
ba·şkanının bir din savunucusu kılığına bürünerek ülke dü
zeyinde dolaşmaya çıkması, bunu da halkı aydınlatmak,
Atatürk'ü halka anlatmak anlamında yorumlaması gerçek
ten, bunalıma girmiş bir Nakşibendi;nin tutumundan daha
acı, daha üzücüdür. Şunu düşünelim Anadolu'nun Türkler
eline geçişinden 1 2 Eylül dönemine değin halka Müslüman
lık öğretmek için alanlara dökülen kaç devlet başkanı gö
rülmüştür? Bu olay bilgisizliğin, tinsel denge bozukluğu
nun dışa vuruşundan başka bir görünüm değildir. Peki, 1 2
Eylül dönemine değin ( l 07 1 - 1 980 süresince) bu halk din
siz mi yaşadı? Konuya hangi gözlükle baksak görüntü gül
dürücüdür. Bu uygulama, yüze vurmuş toplumsal bunalı
mın nedenlerini başka eylemlerde arama girişimidir. Artık
kutsal kitaplarla gelen inançları doyurmuyor, çağdaş uygar
lığın büyük buluşları karşİsında yetersiz kalan, yüzyıllar bo
yunca değişmeyen din, kendi içinde katılaşma ivmesini hız
landırıyor, içine sürüklendiği bunalımdan kurtulmak için,
en ileri "gavur" buluşlarından yararlanmayı bir başarı say
maktan kendini alamıyor. Erkek eli sıkmayan, erkeğin dik
tiği giysileri giyinmeı;ıin büyük "günah" olduğunu ileri sü
ren tarikatçı, sıkma başlı bayan "Mercedes" kullanmayı bir
gösteriş, İ slamda ilerleme sayma çırpınışlarının bile derin
bir bunalımın görüntüleri olduğunu anlayamıyor.
65
Nakşibendilik'in Büyük Kentlere Kayması
66
bal, kaymak, şeker, çay, et, kavurma, sözün kısası tüm besin
lerin en iyisi, en gözdesi vardı, bol mu bol. Bu bolluk nere
den gelirdi, diye soran 0lursa yanıtı kolay: "Cenabı Allah'ın
yolunda gidenlere ihsan ettiği ilahi nimetlerden." İşte, bugün,
o "ilahi nimetler"in kimlere, hangi kuruluşlara gösterildiği,
aralarında sıkma başlı, çarşaflı, örtülü genç, güzel bayanların
da katıldığı önemli bir toplumsal sorunumuzdur.
Başlangıçta, Nakşibendilik, içeriksel yönden salt din
kuruluşu niteliği taşıyordu, Osmanlı İmparatorluğu döne
minde, kimi devlet kurumlarına sızmışsa da, ağırlığını yine
dinden yana koymuştu. Oysa günümüzde, şu son elli yıl için
de Nakşibendilik eski özelliğinden, amacından büsbütün
uzaklaşmıştır, bunda seçim kazanmanın, oy toplamanın, seç
men sağlamanın büyük etkileri vardır, bu gerçek yadsınamaz.
Bu dinci kuruluş günümüzde çok büyük kazanç ortaklıkla
rı sağlamış, okullar, hastaneler, doğum evleri, bankalar, top
lumsal kuruluşlar açmaya başlamış, ülke dışına özellikle As
ya Türk devletlerine taşmış, inanılmaz gelir kaynaklan bul
muştur. Öte yandan "partileşmiş", birçok seçim bölgesinde
başarıya ulaşmış, kimi belediyeleri bile ele geçirmiştir.
Bir kuruluşun başarı kaynaklarını anlayabilmek için,
onun özünü oluşturan düşünce-inanç odaklarını iyi bilmek
gerekir, ne yazık ki ülkemizde bu gerçek yeterince bilin
mediğinden, kimi üst düzey aydınlarımızca bile dine daya
lı bir kurum sayılmaktadır.
Burada, üzerinde önemle durulması gereken bir taban so
runu vardır. Kırsal kesim halkımız, kendi gelenekleri içinde,
dünyadan yüz çevirmiş, kaskatı inançlara kapılmış bir tutum
dan uzaktır. Yüzyıllar boyunca başka dinlere bağlı yurttaşlar
la yaşamış, komşuluk etmiştir. Birkaç bölgeyi bir yana hıra-
67
kırsak, Anadolu insanında, inançlardan dolayı birbirine kar
şı düşmanlık yoktur. Bu birkaç bölgedeki kötü tutum da ge
nellikle hacı-hoca takımının kandırıcı, yanıltıcı eylemlerin
den kaynaklanmaktadır. Bunların dışında halk başkalarının
inançlarına çok saygılıdır. Bugün Anadolu'nun birçok yerin
de Hıristiyan tapınakları kutsal sayılmakta, dara düşenlerora
lardan yardım (tinsel bakımdan) ummaktadırlar. Trabzon'un
Maçka ilçesine bağlı böyle üç büyük tapınak vardır (manas
tır), bunlar, özellikle Meryem Aria (Sumela) kutsallığını ko
rumaktadır. Antakya'da yine böyle kutsal bir kilise vardır, öte
yandan " Meryem Ana Evi" denen yerin kutsallığı ünlüdür,
ilk çağdan kalma tapınakların kutsallığı tartışma götürmez.
Bu kutsallık halkın gönlünde, belleğinde yer etmiştir. Oysa
kendilerine "din adamı" sanını yakıştıran, gerçekte İslamla
ilgisi bulunmayan, bu niteliği taşıyan kimseler arasında baş
ka dinlere saygı göstereni çok azdır, Nakşibendilik'te yoktur.
Bu durumlar, davranışlar bize Nakşibendilik'in sanıl
dığı gibi gerçek bir İslam kuruluşu olmadığını gösteriyor.
Yurdumuzda "dinci " diye nitelenen kuruluşların (partile
rin) hepsinin tabanında yaygın bir Nakşibendi ağırlığı var
dır. Bu ağırlık seçimle, oy avcılığıyla, İslamı savunur gö-
. rünmekle bağlantılı olup Kuran'ın getirdiği anlayışla en u
fak bir ilgisi yoktur, bir daha söyleyelim.
Burada, yıllardır gözden kaçmış, önemsenmemiş, üze
rinde gereğince durulmamış bir olay vardır. Bu toplumsal ola
yın tabanında üretim-tüketim dengesizliğinin bulunduğunu
anlamak, özellikle 1 950 yönetimiyle başlayan göçleri gözö
nünde bulundurmak yararlıdır. Köy Enstitüleri'nin kurulu
şuyla, kırsal kesimlerde kıyıya itilmiş yaratıcı yeteneklerin
ivme kazanması, eskiye yönelik çevrelerde tedirginlik yarat-
68
mıştır. Bu konunun yeri burası değil, ancak bu kuruluşların
kapatılmasıyla köyden kente göçüşün hızlandığı da bilinen
bir gerçektir. Bu kuruluşların arkasından İmam-Hatip Okul
ları 'nın yaygınlaşması, toplumsal bir sorun olarak gündeme
getirildi. Buna karşın, bu dinci okulları savunan varlıklılar
arasında çocuklarını bu kuruluşlarda okumaya gönderen çık
madı, savunan savunduğunun yanında yer almadı. Özellik
le "particiler" denen kandırıcı, yanıltıcı odaklar konuyu çok
kolayca sömürdüler. B unların büyük çoğunluğunun Nakşi
bendi kökenli olduğu çok sonradan anlaşıldı.
Bu eğitim olayının saptırılması, köyde tabandan gele
cek kalkınmanın, kentten köye aktarılacak yüzeysel bilgi
lerle, işlemlerle sağlanacağı çılgınlığın geçerlik kazanma
sı, köyden kente göçüşün önünü açtı. Köy Enstitüleri'nde,
köyünde okuyan genç, büyük kentlere kaydırılarak, oralar
da İmam-Hatip öğrencisi olarak okumayı büyük bir başarı
saydı. Artık köyün çocukları kentlinin İmam-Hatip okulla
rındaki öğrencilerine dönüştü. Köyünden koparılan öğren
ci, kentte tüketici, toprağından kopmuş bir saksı çiçeğine dö
nüştürüldü. Bu çiçek bakım ister, kendisini besleyecek ye
terli toprak ister, su ister. Köyden kente gelen, İmam-Hatip
okullarında yatılı, yatısız okuma olanağı bulan gençlere ve
rilen bilgiler doğal yaşamdan değil, düşsel kuruntulardan
kaynaklanıyordu. Artık köylü çocuk çok verimli toprağın ba
kımla, gübreyle, baş!<a geliştirici gereçlerle değil, "Tan
rı 'nın yardımıyla" bolluk sağlayıcı olduğunun kesinliğine
kapıldı, yanıldı. B.u konuda Nakşibendilik yanlılarına kız
manın, gücenmenin gereği yoktur, balık baştan kokmuştur.
Köyden kente göçüşün büyümesi, çoğalması "gecekon
du" olayının hızlanmasını, büyük kentlerin çevrelerindeki üre-
69
tim alanlarının düzensiz, dengesiz, sağlıksız nitelikli konutlaş
masına olanak sağladı. İstanbul 'un çevrelerinde görülen eski
tarlalar (buğday, ayçiçeği, değişik türde ekin, hayvan otlağı ola
rak kullanılan alanlar) birer "gecekondu mahallesi"ne dönüş
türüldü. Bu toplumsal yığınlaşmadan, yaşamsal düzensizlik
ten kim kazançlı çıktı: Şeriat. Bu dinci kuruluşun arkasında sak
lı gücün adına ne denir: Seçimlerde kolayından oy toplamak.
Bunu kimler sağlayabilir: Büyük kamu kuruluşlarının besledi
ği, koruduğu, gereğinde yardımcısı olduğu tarikatlar.
Bugün, tarikatların güçlendiği, etkili olduğu bölgelerin
nerdeyse hepsi gecekondu bölgeleridir, çoğu da Nakşiben
dilik'in denetimi ;ıltmdadır. Bugün İstanbul 'da, yörelerinde
" İstanbullu" tarikatçı , " şeyh" bulamazsınız, göremezsiniz.
Yüksek görevlilerin bu gerçeği bilmedikleri söylenemez,
bundan birkaç yıl önce, devletin de yardımcı olduğu bir Ha
cı Bektaş Vel i töreni düzenlenmişti, TBMM hepimizi, Mec
lis Başkanvekil i aracılığıyla çağırdı (Bu konuyla ilgili ça�
·lışmaları olan yazarları). O nedenle TBMM çatısı altında do
laştık, yemek yedik. Ben, daha önce değişik nedenlerle TB
MM' ye gitmiş, görülebilecek yerleri, bölümleri görmüş
tüm. Konukların oturdukları bölümde gördüğüm çağdışı kı
lıklı kimselerin hepsinin Nakşibendi olduğunu anlamakta
güçlük çekmedim. Bunlar Anadolu'nun değişik bölgelerin
den gelen, ünlü şeyhler, ağalardı. Bizim saylavlarımızm on
ların karşısındaki tutumlarını, durumlarını görmek, bence,
üzücüydü. Başka bir gün, bir hafta kaldığım görkemli bir
otelin büyük salonunda gördüğüm durum çok daha kötüy
dü. Şalvarlı, başı mendilli "şeyh efendi" seçtirdiği birkaç
saylavı nerdeyse dövecekti, adamların sesi bile çıkmıyor,
nerdeyse soluk almaktan bile korkuyorlardı .
70
Yanlış Yönlendirmeler
Gerç��!eJs.1_'1-111��-!�anını�iın�l�E-�!<l!.ikatları koru-
:_
_!!!<ı!<. c!_eğil, <2._lllara kaı:şı <:Jiı:e_nIJ1�l_eı:Lg_e_ı:_e�ir'._ Qj'_Ş'!.�LIYRU�.:
E!-'1Lıl:r bu11l1n tersi11i g_��t�ı:iy�r. Kur' an, içeriği _g_e_ı:�ği2 !Q1!1_
�l<:ii!l�ı:<l. karş_ıyI<:en_, tar!l<:<ı!lar K.-ur' ?:11_ ?:c!ııı'! _i_sJa1!1_'_ı, __şa
_y�n_l1laX�_ giı:işjygrl;ı,ı:,_y��l<:-i_liler_in �_es_leri _çıJ<f!!lY<?f:...B u uy
gulama dinin bilinç dışına itilmesi demektir. Bilincin dışı
na itilmiş bir dinin yerini sapkınlık alır, bu da boş kalan ye
rin, başka türden bir boşlukla doldurulmak istenmesi anla
mına gelir. Bugün ülkemizde, devlet kurumlarının çoğun
da bir Nakşibendilik etkinliği sezilmektedir. Bu gelişigü
zel değil, bilinçli, devleti tabandan ele geçirme girişimidir.
Nakşibendilik eylemleriyle, uygulamalarıyla, öğütleriyle,
örgütleriyle Diyanet İşleri denen kamu kurumunu dışlamış
durumdadır, bunu açıkça söylemekten de çekinmiyorlar.
Oysa, kamu kuruluşlarının karşısına dikilen Nakşibendi
lik, kendi inançlarına (varsa) uygun bir yönetim biçimini ge
çerli kılmak isterken, gücünü seçimlerde beslediği partinin ta
banından almaktadır. Sözgelişi "kurban derisi" sorunu. Bu so
run, elii yıldır Nakşibendilik'in üzerinde durduğu, bunu din
özgürlüğü, inanç özgürlüğü adına sömürdüğü birolaydır. Ger
çekte Nakşibendilik bu tür yardımların toplanmasına karşıdır,
gerçek -inanmış bir Nakşibendi başkasının kestiği hayvanın
derisini almaz. Nedeni açıktır, kurban edilecek hayvan kesi
lirken okunacak "dualar"da Bahaeddin Nakşibendi'nin adı
geçecek, ondan Tanrı katında aracılık, yardım istenecek. Oy
sa yapılanlar bu söylenenlerin büsbütün tersi durumundadır.
Nakşibendilik'in özünü, temel ilkelerini bilen bir kim
·se, onun imam, vaiz, müftü olamayacağını, böyle bir kim-
71
senin arkasında namaz kılınamayacağını anlamakta güçlük
çekmez. Nedeni şudur: Nakşibendilik'te "namaz duala
rı "oda kurucunun (Bahaeddin Nakşibendi 'nin) adını anmak
kesin bir uygulamadır, bu uygulama Alevilerin "Bismi
şah/şahın (Ali'nin adıyla başlanın)" demelerine benzer,
Aleviler "Sünni" olmadıkları için bunların anlayışına uy
gundur. Oysa Nakşibendilik koyu Sunni bir kuruluştur. Bu
na karşın hepsi " şeyh" in adını anma g�reğindedir. Peki
böyle bir kimse imam, müftü, vaiz olabilir mi? Kuşkusuz
olamaz. Öyleyse devlet bütçesinden aylık alan bunca "Nak
şibendi yandaşı görevli " nin kamu kuruluşlarında işi nedir?
Bu konuda sürdürülen uygulamalar, İslam dininin özü
nü bilmeyenlerin, bilmediğini bilir geçinenlerin yanlış, ya
da gizli çıkarları yüzünden giriştikleri eylemler sonucudur.
Ülkemizde, kamunun en yüksek görev aşamasında bu
lunan kimselerin sık sık vurguladıkları bir sav vardır: "İrti
ca ile savaşımda geri adım atmayız" böylesine yüzeysel, ya
nıltıcı bir açıklama olamaz. Bunları söyleyen parti başkanı
nın topladığı oyların nerelerden geldiğini, hangi tabanı oluş
turduğunu bilmesi gerekirdi. Bu sözleri söyleyen yetkilinin
başında bulunduğu kuruluşun tabanını kuran Nakşibendilik
yandaşlarıdır. Kendi görev arkadaşları içinde Nakşibendi
lik 'le övünenler de vardır, bilinmektedir. Nakşibendilerin
oluşturdukları bir taban üzerinde duracaksın, sonra döne
ceksin "irtica ile mücadele" incileri saçacaksın:
72
Oysa Türkiye'ye " irtica" denen olayı getirenler, şimdi "irti
ca ile mücadele" çığlıkları atanlardır. Bir insanın yaratılış ba
kımından bulunduğu aşamayı, niteliklerini davranışları gös
terir. Bir kimsenin yaptıklarıyla söyledikleri arasında uyum,
bütünlük yoksa, o kişide kişisel bilinç bozukluğu var demek
tir. İnsan düşünceleriyle davranışları arasında bağlantı kuran
bir varlıktır. Oy toplamak, seçim kazanmak için çevrenin eği
limi altına sığınmak aktöre (ahlak) denen davranışlar bütünü
nün içeriğiyle bağdaşmadığı gibi, benimsediklerini söyledik
leri Müslümanlık da mezarların başında göklere el kaldırmak,
anlamını bilemediği Arapça tümceleri, sözleri söylemek de
ğildir. Tanrı 'ya kalkan ellerin içinde görünmeyen çıkar umut
lan, seçim dilekleri varsa İslam dini böyle bir kimseye "ah
laklı" demez, daha çok "yalancı" diye nitelenir.
Son yıllarda, özellikle varlıklı çevrelerde, "hayır" kavramı
altında, ülke çapında yaygın girişimler görülmektedir. Bunların
öncüleri, ünlüleri arasında, kimi din görevlilerinin bulunduğu,
bunların da Nakşibendi olduğu açıkça biliniyor. Bu gibi öncü
lerin, daha önceki yıllarda, kendilerini güçlü sezdikleri dönem
lerdeki konuşmalarıyla, şimdiki sözleri arasında bir anlam bir
liği bulmak olanaksızdır. Özellikle Turgut Özal döneminde bun
ların sesleri daha gür, çağdaş gelişmelere karşı çıkışları · daha
ataktı. Burada, eskilerin "takıyye" dedikleri bir uygulama var
dır. Bu Arapça sözcüğün açık anlamı "bulunduğu ortama uy
ma, ortamın gerektirdiği nitelikte görünme"dir, yine bu sözü
"kendini gizle, göründüğün gibi ol, olduğun gibi görünme" an
lamında açıklayanlar da vardır. Konuyu biraz deşelim.
Turgut Özal, kimilerinin sandıklan, ileri sürdükleri gibi
"Nakşibendi" değildi, tarikata alınmamış, kendisine gerekli
"icazet" verilmemişti. Onun annesi de "tarikattan" değildi,
73
Şeyh Zahid Koktu'ya karşı saygısı, sevgisi vardı, ona da "ica
zet" verilmemişti. Bunun nedenlerini burada açıklamanın ge
reği yoktur, bizi de ilgilendirmez. Ancak onun çevresinde top
lananlar arasında çoğunluğu Nakşiler oluşturmuştu. Turgut
Özal 'ın, çevresinde toplananların başlıca amacı üniversiteleri ele
geçirmekti, nitekim 1 2 Eylül yıkımı buna olanak sağlamış, işe
tüm devrimci, ilerici kurumları kapatmakla başlamıştı. Bir söy
lentiye gö�e 1 2 Eylül yıkımının öncüleri arasında bulunan iki
kişinin aileleri de Nakşibendi tarikatındandı, dini dillerine do
layan, halka din öğretmeye kalkışan bu kişileri seçmekte, sez
mekte okuyucu güçlük çekmeyecektir kanısındayız. Birinin ba
bası berber, ötekinin imanı olan bu iki sorumlunun, yetkilinin
Atatürk devrimlerine karşı sinsi yıkıcılığı boşuna değildi, neden
leri bilinçaltına yerleşmiş, orada çöreklenmişti.
Nakşibendilik yayılma olanağı bulduğu yerlerde önce et
kili, varlıklı kimselerle, yöneticilerle, özellikle din görevlile
riyle ilişki içine girmeyi yeğlemiş, sonra örgütlenmek için
okumamış, bilgisiz kimseleri kendine çekerek, onlardan ya
rarlanma yolunu seçmiştir. Nitekim Nurculuk, Manisa yöre
sinde tutunmaya çalışırken, orada "Garnizon Komutanı" ol
duğu söylenen, eski bir Nakşibendi 'den yararlanmıştır (bu ki
tabın yazarı, sonradan Birinci Ordu, İstanbul Sıkıyönetim
Komutanı olan bu kişiyi 1 939- 1 944 yıllarında, Fatih Camii
yanında Nakşibendi Tekkesi'nde tanımıştır.)
Örtülü Sataşmalar
74
yen, tükenmez paralannın yardımıyla istediklerini yazdınyor,
yayımlatıyor, daha ileri giderek, gerçek Müslüman'a yakışma
yan bir dille, çok utanç verici bir söyleyiş türüyle, Atatürk' e bi
le sövmekten çekinmiyorlar, bunu da İslam adına bir "sevap"
saymaktan kendilerini alamıyorlar. Yayın araçlannda, cuma na
mazı çıkışlannda yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de gözdağı ver
mek, yıldırmak, susturmak düşüncesiyle "tehdit mektupları"
· gönderiyorlar. Bu mektuplarda Nakşibendihk'in "Yahova Şa
hitleri" denen, Hıristiyan kökenli topluluktan hangi yöntemle
yararlandığı, konuyu bilenlerce, kolaylıkla anlaşılıyor. Aşağıda
birçok kimseye gönderildiği açıkça anlaşılan belgelerden biri
ni sunacağız. Bu belge ilgiyle okunduğunda bir Nakşibendi yan
daşının ne denli sapkınlık içinde bulunduğu açıklığa kavuşur.
" Bismillahirrahmanirrahim.
İsmet Zeki Eyuboğlu'nun dikkatine:
Allah(u) teala hazretlerinin selamı, rahmeti ve bereke
. ti, onun yolunda gidenlerin üzerine olsun.
Doğrusu dünyevi ve uhrevi saadet ve selamete erişmek
İslam dinine uymakla tahakkuk edeceğinden, yegane arzu ve
emelimiz Allah 'ın kanunlarına ve resulü Muhammed Musta
fa (S.A. V) E. uymak olmalıdır. Her kim Allah' a ve resulüne
itaatle şeriatı hayat nizamı ve devlet düzeni olarak kabul eder
se kurtuluşa erecek, hilafına hareketle, cumhuriyetçi, laik, de
mokrat kafirlere uyanlar ve onların kurduğu düzenin devamı
ve bekası için emek sarfedenler, kollayıp koruyup, savunucu
luğunu ve neşriyatnp yapanlar münhezim olacaklardır.
Yetmiş yıl önce hakka, hakikate ve imana karşı gelmek
suretiyle, Allah kanunlarının yerine kaim olmak üzere beşe
ri kanunlar ithal ederek, �endi arzu ve menfaatleri doğrultu-
75
sunda, Anadolu ve Trakya topraklan üzerinde yaşayan her
türlü dinden, mezhepten ve ırktan insanları cebren ve hile ile
Kemal milliyetçilik felsefesi altında toplamak suretiyle kan
ve zulüm üzerine bir kafir devlet kuran Kemal devriminin
önderlerinden Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak,
Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Çetinkaya, Ali Fuad Ce
besoy, Çerkez Ethem, Mehmet AkifErsoy, Halide Edib Adı
var, Adnan Adıvar, Nadir Nadi, Falih Rıfkı Atay, Behçet Ke
mal Çağlar, Yahya Kemal Beyatlı, Ziya Gökalp, Afet İnan,
Refet Bele, Celal Bayar, Rüştü S �raçoğlu, Salih Omurtak,
Kazım Özalp, Bekir Sami Günsay, Şevket Süreyya Aydemir,
Nuri Conker, Hasan Ali Yücel, Mahmut Esat Bozkurt, Tev
fik Sağlam, Recep Peker, Tahsin Mayatepek, Şükrü Kaya,
Hamit Şevket İnce, Refik Şevket İnce, Bekir Sami Baran,
Mustafa Şevket Bengisu, Vasıf Çınar, Ruşen Barkuk ve Re
fik Saydam gibiler Milli Mücadele adı altında Allahu Zül
celal tarafından insiyaki bir surette hazırlanan ve efdal-i ka
inat peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.) tarafından ne
şir ve tebliğ edilen mukaddes İslam dinini tahkir ve tezyif et
mek suretiyle imhası ve inkırazı cihetine gitmişlerdir.
Lebun züppesi Con Türklerin Batı 'dan almış oldukla
rı Aydınlanma denen, ateistlik, dinsizlik, imansızlık, milli
yetçilik ve ahlaksızlık felsefesi üzeri inşa edilen küfür sis
temleri hem bu Batı hayranı Kemal inkılapçılarının ve hem
de onların yolundan yürüyenlerin ebedi felakete duçar ol
malarına vesile olmuştur.
Batıcılık, akılcılık, çağdaşlık ve medenilik gibi kav
ramlarla yönetilmeye çalışılan bu ülkenin bugün içerisin
de bulunmuş olduğu, ateistlik, imansızlık, dinsizlik, milli
yetçilik, ahlaksızlık mefhumları insan olmanın ve İslam ol-
76
manın şerefve haysiyetine ve fıtratına aykırıdır. Sonuç ola
rak doğrusu size derim: Bizleri felakete sürükleyen bu dü
zeni değiştirme ve yerine yüce mevlamızın bize münasip
gördüğü şerefimizle ve haysiyetimizle yaşayabileceğimiz
İslami düzeni kurmak ve İslam' ın peygamberi Muhammed
Mustafa'nın (s.a.v.) yolundan gitmek, bizim en kutsal va
zifemiz .ve en şerefli hizmetimiz olacaktır.
O halde malımızla, canımızla ve bütün imkanlarımız
la cihad etmek mecburiyetinde bulunduğumuz bir gerçek
tir. Ancak bu büyük görevden feragat edip, ülkeyi bir çöl
fırtınası gibi kasıp kavuran, insanları Kemal cehennem çar
kının dişleri arasında öğüten bu düzenin devamına rıza gös
terenlerin, kendilerinden evvel gelen ve cehennemin alev
lerini göğüsleyen kızıl kafirlerin akıbetine uğramaları ve
soylarından gelen nesillerin, ateist, dinsiz, imansız, komü
nist, faşist olmakla birlikte, Manukyan'ın kerhanelerinde,
Özal' ın otellerinde, tatil köylerinde, gece kulüplerinde ve
saunalarda satılmaları, fahişe, lezbiyen, homoseksüel, süb
yancı, içkici, kumarcı, hırsız, katil ve rüşvetçi olmaları Ke
mal devriminin karekterinin gereği mukadder olacaktır.
Tebliğ olunur.
Şahid ol ya: Rab
Şahid ol ya: Rab
Şahid ol ya: Rab
Serdar Başaran"
77
kimseye gönderildiğini öğrendim. Bunlardan biri Prof Dr. Tok
tamış Ateş, öteki Prof. Dr. İsmet Giritli (Mektupların gönderil
diği yer, Beyazıt, Sahaflar Çarşısı, Der Yayınevi, No: l ).
Şimdi yazıyı inceleyelim: Yazı kesinlikle, tartışma gö
türmez nitelikte bir Nakşinin elinden çıkmıştır. Nedeni: Nak
şiler Mehmet Akif'i sevmezler,.._Mehmet Akifislam_Q_İIJ.fu.Q.e
�-r!�a.:tm bulunll!a.:�, y_a.:lnızca �lı��r:ı_�cl:a.:.!!1®1.!!�klanan�
_riata" uyulması gerektiğini savunur, onun gözünde "tari�;!!::_
5ıhk", "milliyetçilik" bölücülükti!� lslamın birlik çağrısına
aykırıdır. Mektubun sonunda yazılı "Şahid ol Ya: Rab" üç kez
geçmektedir bu deyimler "Yahova Şahitleri "nin, Hıristiyan
hğın "üçleme"sini vurgular "baba Tanrı-oğul Tanrı-ruh Tan
rı", Hıristiyanhkta "trinite" denen bu "üçleme "dir. Daha ön
ce Nakşibendilik'in etkinliğini yürütebilmek için değişik kı
lıklara girebilecek bir anlayış taşıdığını vurgulamışt,ık.
Refah Partisi'nin seçim evrelerinde, kullandığı söy
lemler, özellikle Erbakan'ın Avrupa uygarlığını, laikliği,
devrimciliği suçlamaları, tüm yenilikleri "dinsizlik" , " Ba
tı taklitçiliği" , "Batı kulübüne özenme" saydığını bilme
yen, duymayan kalmamıştır. Buraya aktarılan belgenin an
latım biçimi, dili, inançlardan ne anladığı, olayın ilginç ya
nı. Ülkemizde din bakımından kimseye baskı yapılmamış,
yalnızca silaha sarılıp ayaklananlara karşı toplumsal düze
ni sağlamak amacıyla birtakım uygulamalar sergilenmiş
tir. Bunlar bütün İslam ülkelerinde yaşanmış, bugün de ya
şanan olaylardır. İran, Afganistan, Pakistan, Cezayir ile
benzeri ülkelerde, geçen yüzyıl Suudi Arabistan 'da günde
me gelen olayların hepsi, ülkemizde dinci ayaklanmalarda
ki önlemleri andırır girişimlerle bastırılmıştır. Oysa şeriat
çı yurttaş bunları düşünmek, görmek istemez .
78
Yukarıya alman-yazıda adlan geçenler içinde "mason"
derneğine bağlı kimseler de var, ancak "din düşmanı" sa
yılabilecek kimse yoktur. Bütün kaygı "şeriat devleti " kur
mak, çağdaş düzeni yıkmaktır. Bunu da Refah çatısı altın
da toplananların eylemlerinden, söylevlerinden anlamak güÇ
değildir. Mektubu yazan "tebliğ olunur" diyor, bu da "Nur
culuk"la ilgili bir söylemdir. Said-i Nursi'nin "risaleler" ini
okuyanlar bilirler, orada, Tanrı, S�i_Q:i l'J.!!E�J:e birtakım
bildiri_l��-�·tebliğ" eder�b bu s�zcük, örtülü olarak "vahy"
__
79
Nakşibendilik-Hizbullah Bağlantısı
80
Nakşibendilik'le bağlantı kuranların, özellikle öğren
ci lerin, bu kuruluşa bağlananların hepsi konuyu biliyor,
kendi özgür i stenciyle böyle davranıyor sanılmasın. Özel
likle kız öğrenciler üzerinde, bu " cihad kolunun" etkisi
büyüktür. Önce öğrencilerin geçim durumları saptanır, ai
le çevrelerinin eğilimleri öğrenilir, sonra gerekenlere para
sal yardımın kapıları açılır. Bunun en açık örneği İstanbul
Büyükşehir Belediyesi'nin okuttuğunu söylediği öğrenci
lerdir. Yüksek öğrenim kurumlarında olay çıkaranların bü
yük çoğunluğu bunlardandır, belli bir odaktan yönetilmek
tedirler. Kuran kurslarının Diyanet İşleri Başkanlığı 'na bağ
lı olanları bile Nakşibendilik'in gizli denetimi, yönetimi al
tındadır, erkek öğrencilerin bulundukları " Kuran kursla
rı" na girmek kolay değildir. Fatih yöresinde " İlim ve Fa
zilet H izmet Vakfı " adı altında çalışan kuruluşların hepsi
Nakşibendilik'in denetimi altındadır. Buralarda barınanla
rın çoğu " Hizbullah" yandaşıdır, uygun durumlarda saldı
rıya geçmekten, örtünmeyen bayanlara sövmekten, sataş
maktan çekinmezler. Fener, Balat, Eyüp yöresindeki Kuran
kurslarının önemli bir bölümünün Anadolu köylerinden
getirilen yoksul aile çocuklarından "militan yetiştirme"
ocakları olduğu çevre halkınca bilinmektedir.
Nakşibendilik'ten kaynaklanan " Hizbullah " ın başlıca
özelliği barındığı yerde değil, uzaklarda etkinlik gösterme
sidir. İstanbul 'da yakalanan bir " H izbullahç ı " kesinlikle
İstanbullu değildir .(yerleşme yeri bakımından).
Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Sinop, Samsun illerin
de, i lçelerinde bulunan bütün imam-hatip okulları, onlara
bağlı öğrenci yurtları Nakşibendilik ' in denetimi altındadır,
81
özellikle Trabzon ilçelerinde, bucaklarında öğretim yapan
dinci kuruluşların hepsi Nakşibendi beslemesidir (bu ku
ruluşlarda Nurculuk, Süleymancılık ağır basmaktadır). Gü
müşhane, Bayburt Nakşilerin elindedir.
Karadeniz bölgesinde, özellikle Trabzon ili sınırlan için
de, Nakşibendilik'in gizli denetimi altında bulunan imam-ha
tip okullarında, nerdeyse, başlıca konu Atatürk düşmanlığıdır.
Bunun nedeni yalnızca eğitim düzeni bozukluğu değildir, siya
sal kuruluşların sürekli saptırmaları, seçmenleri birer araç-ge
reç durumuna sokarak bilinç aydınlığından uzaklaştırmalarıdır.
Bu saptırmada, ne yazık ki Atatürkçü geçinen, aşın koltuk tut
kusunun tutsağı olan, oy kazanmak için kendi arkadaşlarını bi
le suçlamaktan utanç duymayan sözde ilerici particilerin etkisi
de önemlidir. Bu particiler, Trabzon ilçeleri arasında, "yöresel
düşmanlık" bile yarattılar, şimdi onların seçilmek için tüm u
tanç verici olaylan sergilemekten çekinmedikleri bölgelerde
aşın dinci, tarikatçı, özellikle de Nakşibendilik'le bağlantılı ku
ruluşlar egemendir. Bu saptırıcı olayın arkasında yörecilik, böl
gecilik vardır; yurt bütünlüğü sevgisi, ülkenin geleceğini düşün
me kaygısı yoktur. Trabzon'un Maçka ilçesinde on yıl önce
böyle bir kaymakam vardı, koyu bir Nurcuydu.
Nakşibendilik'in kan dökme olaylarıyla ilgili girişim
leri, tasarıları, uygulamaları yeni değildir, özellikle Cum
huriyet döneminde başlatılan gerici olayların, kan dökme
lerin arkasında Nakşibendilerin oldukları yargılama evre
lerinde ortaya çıkmıştır. Bu somut belgeler ortadayken bi
le gerçekler çok kolaylıkla gizlenebiliyor. Daha önce deği
nilen bir örneğe yeniden bir göz atmakta yarar vardır.
Gericiliğin öncülüğünü yapan, Cumhuriyet'le gelen bü-
82
tün değerlere saldıran bir yayın aracında, Nakşibendi tarika
tına bağlı babası, Şeyh Said ayaklanmasına katılıp, askeri de
podan silahlan çalarak yandaşlarına dağıttığından, 1 926 'da,
Diyarbakır Hükümet Konağı önünde asılan bir yazar, yıllar
ca ağu kusmuştur. Bu yazar, üstelik Atatürk'ün kurduğu lise
lerde yıllarca "edebiyat öğretmeni" olarak görev yapmıştı.
Kendisini öğrencilik yıllarından beri tanırdık. 1 949 yılında,
Eminönü Halkevi Konferans Salonu'nda öğrencilerin düzen
lediği (Milli Türk Talebe Birliği) toplantısında, Stalin 'i övün
ce öğrenciler üzerine yürümüş, sahnenin arka kapısından ka
çırılmıştı. Bu yaratık, özellikle Adalet Partisi ve onu izleyen
sağcı partilerin işbaşında oldukları dönemde el üstü tutul
muş, neredeyse "özel dokunulmazlık" sağlamıştı. Özellikle
o dönemin "milli eğitim bakanlan"yla kurduğu yakınlık bi
liniyordu, sık sık karşılaşırdık. Oysa yine o yıllarda ( 1 960-
1 980 arası) devrimci öğrenciler ağızlarını açamazlardı. Bu
devrim düşmanı, Atatürk düşmanı, Cumhuriyet düşmanı ya
ratık 1 2 Eylül döneminde de el üstünde tutulmuştur. Bu ya
zarın, daha önceleri Necip Fazıl Kısakürek' in önünde, yerle-
. re değin eğilip onun elini öptüğünü gördükçe gülerdik. Bu ya
zar, gazetesinde, başta Veli Oduncu olmak üzere en azılı ka
tilleri savunmuş; Ankara Üniversitesi 'nde devrimleri savunan
kız öğrencilere " namusları var mı bakalım" diyecek nitelik
te soysuzlaşmıştı. Bu kişi, asılan babasının duygusal etkisin
den olsa gerek, Nakşibendilik'le sıkı ilişkiler içinde bulunan,
o kuruluşta önemli.yeri olan kişilerce korunmuş, ayrılıkçı, ba
ğımsız " devlet kurma" yandaşı kimselerle yakınlık kurmuş,
birçok kimseyi "hedef" göstermişti. Dahası , yazdığı kitap
lar üniversitelerde bile ''ders kitabı" olarak okutulmuştur.
83
Milli E ğitim' in Ele Geçirilmesi
84
remedi. Sonradan, bu arkadaşımın, onun gibi düşunenlerin ya
pıtları liselere bile önerildi, dahası ortaöğrenim kurumların
da okutulan kitapların hepsi onlara, yandaşlarına yazdırıldı.
1 980 yılına değin, TDK, TTK gücünü sürdürdü, şimdi
kanıt olarak, kimlerin bu devrimci kurumların kapatılması
nı istediklerini açıklayalım: Tercüman gazetesi, adı geçen
bu iki kurumun kapatılması için kolları sıvadı. Üniversite
lerden, kimi öğretim üyelerini yanına aldı. Orgeneral Kenan
Evren'le birçok anı fotoğrafları çektirdi, önce devrimci, öz
gür üniversiteyi, sonra adı geçen devrim kurumlarının ölüm
yargısını, (devlet başkanına) onaylattı. Peki bunların arka
sında kimler vardı bilir misiniz? Nakşiler. Nakşibendilik, işi
ni çok iyi bilen, çok değişik kolları olan bir kuruluştur. Bu
gün Türkiye'nin basın alanında, değişik yayın araçlarında,
ün sağlayan, devrimci geçinen yüksek düzeyde (basında) ki
mi görevlilerin daha önceden çalıştıkları yerleri, o yerlerde
biçimlenen düşünceleri anımsayın, yılanın kaç kıvrıma gi
rebileceğini anlamakta güçlük çekmezsiniz.
Bu kişiler, çalıştıkları yayın araçları, Milli Eğitim ku
rumlarına da daha alt düzeydeki kuruluşlarına da, "yukarı
dan gelen buyrukla" alınırlardı (kişiler görevli, yayın araç
ları yardımcı bilgi kaynağı olarak). Önce ortaöğrenim kurum
larında (ilkokuldan liselere değin) kitaplıklar düzenlenir, yu
karıdan gelen buyrukla bunlar gerçekleştirilir. Sonra okul
larla bu işlerle ilgili görevlilere, Milli Eğitim Bakanlığı'na
"kitap istemi " belgesi gönderilir, bakanlık denetimi altında
bulunan yetkili kuruluşlara, "yukarıdan" gereken buyruğu
gönderir, bütün "şeriatçı " yayınlar satın alınır, okul kitaplık
larına gönderilir. Daha önceden "tarikat"ın yönlendirdiği
85
öğretmen öğrencisine okuyacağı, ev ödevi yapacağı, yararla
nacağı kitabı bildirir, devrimci yüksek görevlilerimiz ise bir
birleriyle çekişir. Buna, devrimci sulan bulandırır, Cumhu
riyet yönetimi karşıtı, Nakşibendilik yandaşı balığı avlar de
nir. Bu konuda en büyük yanlışlık, tabanı olmayan, bilimsel,
düşünsel alanda bir gerekim doğmayan bölgelerde üniversi
te gibi, uygarlık alanında i lerlemenin gerektiği yüksek ku
rumlar açmaktı. üniversite, ancak düşünsel, eğitimsel alan
da tabandan gelen bir aydınlanma etkisiyle kurulabilir.
Türkiye'de, son kırk yıl içinde açılan üniversitelerin ta
banı yoktur, toplumsal yapılaşmadan gelen bir gereksinme
nedeniyle kurulanı da yoktur, daha açığı bu kurumlar ge
reksizdir. Bu üniversite açma olayının arkasında, bir üstün
lük yarışmasının gizlendiği bellidir, tabanında yöresel ben
cillik vardır. Kimsenin ilgisini çekmeyen, gözüne çarpma
yan birkaç örnek verelim: " Kahramanmaraş " bu adın de
vindirici nedeni "Gaziantep "tir. Bunun ardından " Şanlıur
fa" geldi, getirildi. Şimdi bilimsel, düşünsel yönden düşü
nülürse, bu adlar bu illere ne kazandırır? Atatürk'ün, Kur
tuluş Savaşı'nın ilk etkinliklerini duyuran girişimlerinden
önce, dahası bağımsızlık ilkesini gündeme getirmeden ön
ce böyle "önadlar" var mıydı? Güneydoğu Anadolu'nun
Osmanlı yönetimi altına girmesi, devletin kuruluşundan
çok sonradır, o çağlarda bu illerimizin adları " kahraman" ,
"şanlı" olmadı. Neden b u görkemli sanların hepsi Musta
fa Kemal' i bekledi? Bu adlandırma girişimi ilin tarihine kar
şı bir saygısızlıktı.
Burada başka bir soru gündemdedir. Neden, Atatürk
Türkiye 'sinde kurulan bir üniversitede (Urfa 'da) Atatürk' e,
86
düşüncelerine karşı olan görüşler, düşünceler sergileniyor,
dahası Said-i Nursi 'nin İ slam 'Ja bağdaşmayan, sapkın
inançları savunuluyor') Bu konuda, derin araştırmaları ge
rektiren bir durum yoktur. Atatürk devrimlerinin bel li, yön
lendirici odaklarını ele geçirme söz konusudur, bunlardan
biri de "basm özgürlüğü"dür. İşte çözülmesi güç düğüm bu
rada. Atatürk basın özgürlüğünü savunurken ülke yararını,
yurttaş çıkarını düşünmüştü. Bu kural l 950'den sonra ter
sine çevrildi, Atatürk 'ü yermek, eğitim kurumlarında, bir
inanç-düşünce özgürlüğü diye yorumlandı, savunuldu. Oy ••
87
olan, 1 2 Eylül yıkımının yıkıntıları üzerine kurulan YÖK,
bir Nakşbendi kuruluşu olarak (başka örtüler altında) böy
le doğmuştur. Türk eğitimine egemen olan, 1 2 Eylül 'le en
yüksek savunma, beslenme kaynaklarını bulan, Aydınlar
Ocağı, İ lim Yayma Cemiyeti gibi " Kurtuluş Savaşı"na bi-
. le karşı çıkan bunlardır. Burada, i lginç bir konuya da deği
nelim, bu "milliyetçi-İslamcı" kuruluşların besleyici, ko
ruyucu kaynaklarından biri de, " Komünizmle Mücadele
Dernekleri "ni besleyen (Amerika-Alman parasıyla) ':Ş_a.n
cak Tül Fabrikası " kurucusu Dr. Murat )3_ayr�k'tı. Bµ Ytırt
t(lŞ. Prof. Dr. Ziyaeddin Fındıkoğlu'nun asis!ı:ıf!ıY!:l!ı-J9�8-
l 950 yıllarında, bizim de arkadaşımız:dı, içyüzünü sonra
dan anlayabildik. Türkiye'deki görevini bitirince yurtdışı
na çıktı ; yakın yıllara değin, Nakşbendilik'in Alma.nyı:ı'��..:: _
88
hası Başbakanlık görevini üstlenen tüm yetkil iler, imam
hatip okulu açma, bu okullarda okuyanlara geniş yetki
ler verme yarışına girdiler. Böylece bütün kamu kuru
luşlarında imam hatip çıkışlı lar görev almaya başladı
l ar. Birbiri arkasından yargıç, savcı. kaymakam, val i
başta olmak üzere toplumun tüm kesimleri, dincilerin,
özellikle Nakşilerin ellerine geçti , bunun arkasından
hacca gitme yarışı belirdi . Bu konuda en büyük yıkım
Adalet Partisi döneminde başladı, oy toplama, seçimi
kazanma adına ülkenin temel kurumları yozlaştırıldı,
Cumhuriyet yönetiminin tabanına gizli sular akıtılma
ya başlandı, Türkiye uçurumun kıyısına getiri ldi. Ardın
dan 1 2 Eylül yıkımı yaşandı , okullara konan " din ders
leri " nin ne öğrettiği, ne okuttuğu b ugün bile yeterince
pilinmemektedir. " Din ve ahlak" . öğretmenliği göreviy
le oku l lara sokulan bu imam hatip çıkışlı lar, kı sa süre
çle, bir Osmanlıcılık gündeme getirdiler, bunda amaç
Cumhuriyet yönetimine, Atatürk devrim lerine karşı çı
kıştı. Bunu da açıkça söylemekten çekinmegiler.
Hükümet yetkilileri , elbirliğiyle liselerden " fel sefe
ders leri"ni kaldırdılar, onların yerine uydurma bir izlence
koydular, Türk tarihinde tarikatçı oldukları bilinen kimse
ler bilgi, bilgin, düşünür olarak gösterildi, oysa bunların ço
ğu tarikat kurucularıydı, Ahmed Yesevi, Mevlana gibi. "Ah
lak'' dedikleri neydi? Bunun yanıtı yoktur. Ahlak ( Etik) fel
sefe öğretilerinden biridir, dinle, tarikatla ilgisi yoktur, bu.
_
öğretinin kurucusu da Aristoteles 'tir. Okullarda "din ders
leri " örtüsü altında okutulan "ahlak" ise güncel davranış
la bağl ı, eğitim ilkeleri içinde kalır, felsefe öğretileriyle il-
89
gisi içten değil, dıştandır. Bu konuyla ilgili uygulamaların
hepsi, ülke eğitimine dine dayalı bir yön vermekti, bu da
hükümetlerin geleceği göremeyen, aşırı koltuk tutkuları
yüzünden yol açtıkları bir yıkımdı.
1 2 Eylül yönetimi, Kurtuluş Savaşı 'yla kazanılan bü
tün yetkileri ortadan kaldırdı, Ankara'nın Polatlı sırtlarına
dayanan düşman ordularının yapamadığını, Atatürk 'ün kur
duğu ocaktan yetişen, Atatürkçü geçinen birkaç paşa ko- .
!aylıkla yapıverdi. İşte Nakşbendilik, 1 2 Eylül yıkımıyla al
tın çağını yaşama olanağı buldu. Yükseköğrenim kurum
ları tarikatçı öğretim üyelerinin denetimi altına girdi, bu
nun ardından "VakıfÜniversite" denen, çoğu tarikatçı, din
ci kurumlar yerden ot biter gibi bitti. Nitekim, Harran Üni
versitesi, Van Üniversitesi başta olmak üzere, birtakım yük
seköğrenim kurumlarında, ne olduğu bilinen Said-i N ursi,
---�-· �·--·"' -·->-·-...;�
90
Öğrenci Olayları
91
(solcu saydıklarını) güvenlik görevlilerinin gözleri önün
de tutar, ellerini bağlar, bu " Edirnekapı Öğrenci Yur
du " nda yargılamaya götürürdü, bunları evimin önünden
geçerken, ara sıra, pencereden görürdüm. Bu tür girişim
lerde bulunan öğrencilerin (gerçek öğrenci iseler) çoğu
Doğu illerinden gelirdi, yurtlarda kalırlardı. Yardımcı
ları, besleyicileri de Fatih-Çarşamba-Draman yöresinde
etkinliği yaygın olan Nakşbendi tekkesiydi . Bu tekkenin
başında bulunan kişi, Trabzon'un Çaykara ilçesinde, i
ki aile arasında sürdürülen " kan davası " nedeniyle İs
tanbul 'un Fatih ilçesine yerleşip, A lmanya 'da etkinlik
gösteren, " Kara Ses" diye nitelenen kişinin buyruğu al
tına girmişti, Almanya 'dan gelen Karadenizli işçilerden
büyük yardımlar görürdü.
Bu sözde düzmece "şeyh"in adamları (hepsi bıçkın,
seçme gençler, atak delikanlılardı) geceleri mahalleleri do
laşır, "milliyetçi gençlik", " ülkücü gençlik" adına yardım
toplarlar, vermeyenleri korkuturlardı, hepsinde de "taban
ca vardı." Bunlar, özellikle kurban bayramında camilerin
çevresinde satın alınan "kurbanlıkları " bağış örtüsü altın
da, baskıyla, yurttaşların ellerinden alırlar, Fatih Camii ya
nındaki medreselere götürürlerdi. Birkaç kez, Fatih'te Ak
şemseddin Caddesi'nde sürüklenen (milliyetçilerce) genç
leri kurtarmak için, orada bulunan olaya gülerek bakan,
Edirnekapı Öğrenci Yurdu' nda " sıkıyönetim görevlisi" bir
üsteğmeni uyaran halka karşı, üsteğmenin verdiği şu yanı
tı unutamıyorum: "Git işine bee, nereden biliyorsun sen o
nun bir komünist olmadığını?" Birkaç gün sonra bu üsteğ
men, karanlık epey ilerlemişken evime geldi, yanında iki
92
uzun boylu, bıyıklı, esmer delikanlı vardı, kapıyı çalınca aç
tım, içeri buyur ettim. Çok saygılı, çok incelikle davrandı,
ne yalan söyleyim, ben rakı içiyordum, beklediğim iki ya
zar konuğum nedeniyle sofrada epey yiyecek vardı. Birer
çay bardağının yarısınca rakı içtiler, gitmeye davrandıkla
rı sırada üsteğmen bana: " Hocam, sizi çok iyi tanıyoruz,
biliyoruz, ancak siz namuslu komünistsiniz, bizim işimiz
namussuz komünistlerledir" demişti. Dayanamadım, çok
sevecen bir dille, "birkaçını söylerseniz, içlerinde tanıdık
larım varsa, sakınmaya çalışırım" demiştim.
Sözü uzatmayalım. o yıllarda Fatih-Karagümrük-Sul
tanselim-Draman yöresinde, adı kulağımıza gelen, bir kan
lı olayın işlendiği günden sonra, hep dedikodusu yapılan bir
örgüt vardı. Bu örgütün üyeleri, vurucuları kimlerdi bile
meyiz, ancak hepsi Nakşibendi 'likle ilgili, yine Fatih'te
"Yakub Ağa" Camii 'nde çöreklendiği söylenen kişilerce
beslendiği biliniyordu. Fener Patrikhanesi 'nin yukarısında,
duvarları kızıl boyalı (tuğlalı ) bir okul vardır (Rum okulu),
bu okulun çevre duvarının biraz ötesinden, sanıyorum bu
"Yakub Ağa Mescidi"nin önünden, İ mam Hatip Okulu
(okul mu, yurt mu şimdi bilmiyorum) altından geçen, ke
merli bir yeraltı yolu vardı. Biz, Fatih' in Kadıçeşme Ma
hallesi' nde, Sinan Ağa Mahallesi'nde oturduğumuz 1 93 8-
1 946 yılları arasında bu yeraltı geçidinden geçer, oyun oy
nardık (ben, o zaman 1 93 8 ortalarında N akşibendi tarika
tına girmiştim). Eskilerin bu yeraltı geçidiyle ilgili öykü
ler anlattıklarını biliyorum: "Bu yol Cenevizler'den kalma
dır, kafirler bu yoldan geçerek Müslümanları basar, soyar
lardı, sonra padişah bu yolu buldurmuş, kestiği gavurları
93
oraya doldurmuş." Böyle bir tarih olayı bilinmiyor, halk dü
şüncesi bunu yaratmış. Şimdi bu öyküyle ilgili başka bir
söylentiye gelelim: Bu yörede " İslami İntikam Tugayı, Fa
tih Bölge Komutanlığı " adını taşıyan bir örgütün bulundu
ğunu duyardık, işte aşağıda sunulan, güvenlik görevlileri
nin bile gülüp geçtiği belge bunun kanıtı.
B ELGE
2.2. 1 990
Hazırlık no: 990/3625
Olay:
1 .2 . 1 990 günü saat 1 1 .30 dolaylarında telefonum çal
dı, açtığımda İslami İntikam Tugayı Fatih Bölge Komutan
lığı 'nın tebliğidir diye başlandıktan sonra "bütün kafirler
.
gibi siz de gebertileceksiniz . . . İlhan Selçuk, Oktay Akbal,
Hasan Cemal, Ekmekçi, Prof. Toktamış Ateş, Uğur Mum
cu ve hepsinden erzeli sen ananızı avradınızı. . . " gibi daha
nice yakışıksız sözle konuşmasını sürdürdü, telefonu kapa-
94
dım. Birkaç dakika sonra yine biri ince, öteki kalınca er
kek sesleriyle tehdit yinelendi. Durumu Cumhuriyet gaze
tesinde tanıdık yazarlara ilettim, akşam üzeri de Fatih Em
niyet Amirliği' ne bildirdim.
Telefonda konuşan iki kişiydi, birinin elindeki bir lis
teden adlar okuduğu, ötekinin yinelediği anlaşılıyordu. Ses
lerinin tonu bende bunların otuz-otuz beş yaşlar arasında
kimseler olabileceği kanısını uyandırdı, ancak daha genç
de olabilirler kanısındayım. Beni tehdit etmelerinin başlı
ca nedeni Cumhuriyet gazetesinde birkaç ay önce yayım
lanan Nakşibendi Tarikatı'yla ilgili konuşmalarımla bu ko
nudaki kitaplarımdır. Nitekim "İslam" adlı bir dergide,
"Zaman" gazetesinde fotoğrafım yayımlanarak beni ağır
sözlerle yerenler de bu tarikattandı. Bu tarikatın "türban"
nedeniyle bir yıldır başta İstanbul olmak üzere değişik il
lerde giriştiği eylemler, saldırgan olaylar, yürüyüşler, ya
yınlar bilinmektedir. Ben de 1 939- 1 945 yılları arasında bu
tarikata girmiş, sonradan iç yüzünü kavrayınca ayrılmıştım,
bu konudaki yayınlarımın, tarikatın iç yüzüyle, Cumhuri
yet dönemindeki gerici ayaklanmasıyla ilgili araştırmala
rım beni hedef edinmelerine neden olmuştur kanısındayım.
Nitekim, birkaç gün önce Cumhuriyet gazetesinde yazar
Oktay Akbal' ın "Nakşibendi Olmak (6. 1 . 1 990)" başlıklı
yazısında benim "Tarikatlar Mezhepler Tarihi " adlı kita
bımdan yaptığı alıntı nedeniyle kendisine de tehditli tele
fonlar edildiğini, mektuplar yazıldığını bana bildirmişti .
Sonuç:
Telefonla tehdit edilmem bir rastlantı sonucu değil, ör-
95
gütlü gizli bir kuruluşun bilinçli eylemidir. Otuz beş yı ldan
beri oturduğum şimdiki adresimde gizli Kuran kurslarının
oluşturulduğu, özellikle çarşaflıların yoğunlaştığı bilini
yor. Çarşamba semtinde bu tarikatın etkinliği de kamu
oyunca bilinmektedir. Soruşturmanın bu noktalar göz önün
de tutularak sürdürülmesi konusunda gereğinin yapılması
nı saygılarımla dilerim.
İstanbul Kuşatması
96
çirip " Hz. Akşemseddin Vakfı " adı altında topladılar. Şim
di ilginç bir tarih gerçeğini açıklayalım:�J<.ı�!!!se<1._q!Q.,_Fa
!jJ:ı_ŞııJ�_n_ M_ehınt:Q_g�!l.eI!l)_n_Q_t:�_ara_y�t_a.r,!!<-a.!ç_ıl_!ğ_ı sokı:na
_
97
yatan gerçekleri açıklamaktan da geri kalmak istemiyoruz.
_§§z.gelişi .��leym�ncılık 'ın (Nak�ib�ndilik' in� gün���zde
-�tk�li b� !<oludur) kurucusu.�oıpa.ny.:;ıl!z ya ğa sonradan ()
ii!ke_ye yerleşmiş, Türkiye 'ye göçmüş bir Hıristiyan ailenin
_çocuğudıır, Kanıdeniz'i� Riz� : T�abzon, Gi��s�n �ioi�J"ii- .
[Indaki Nakşibendi Tarikatı'na bağlananların }ıepsi I;.nrıe.:
_ni .1-<iJise�int? b�ğlı, sonradan Müslüman olmuş ailelerden g�
jir, bunlar arasında Gürcüler çoğunluktadır.poğu Anado
lu yöresinde, inanç değiştirmelerle ilgili toplumsal çalkan-
tıların başlangıcında geçen olayları öğrenmek için, okuyu
cuya Abu'l-Faraç Tarihi (Çev. Ömer Rıza Doğrul, 1 950) ad-
-. ,. -
98
mak gibi, yakış ıksız bir düşüncemiz yoktur, ancak orta
da tüm somutluğuyla dolaşan bir gerçeğe karşı çıkmak
da anlamsızdır.
İstanbul'a yerleşen, burada tarikatçılığın güçlenmesi
ni sağlayan öncüler arasında Doğu Anadolu kökenliler ço
ğunluk durumundadır. Olaya bir tarihçi gözüyle bakılırsa,
bizi aşar, ancak toplumsal çalkantılarda ortaya çıkan kim
selerin bilgisel sorumluluğu gündeme gelirse tartışmalı de
ğil, kaynaklara dayanması gereken konularla görüşürüz.
Ortada yaşanan, görülen olaylar vardır. Bir düşüncenin, bir
inancın savunucusu olmak başka, onu sömürerek, yandaş
lar toplama sonucu kendini doğru yolda göstermek başka
dır.
Burada, ikinci bir yıkıcı girişim vardır, o da çekinme
den, kaçınmadan söyleyelim, 1 950- 1 960 döneminde, İ stan
bul çevrelerine yerleşmelerine gerçekte CHP'nin egemen
liği altında bulunan, bölgelerin yozlaşmasına olanak sağ
layan yönetimsel uygulamadır. İstanbul yörelerine, İstan
bul dışından (özellikle yurtdışından) gelenlerin oluşturduk
ları dengesiz, ölçüsüz, dağınık yerleşim uygulaması cum
huriyetin temeline akıtılan sulardı.
Şeriat Vakıfları
99
denetimi altında bulunan tüm kuruluşların (Kuran kursla
rının, yurtların, yardım kurumlarının) hepsi devletin değil
Nakşibendilik'in denetimi altındadır, halkı yanıltan, yöne
tim kurumlarının tüm açıklamaları birer göstermelik giri
şimdir.
Nakşibendilik'in gelir kaynakları arasında "vakıf"
niteliği taşıyan kuruluşlar, daha doğrusu o adla anılan
lar üçe ayrılır. Bunların başında "bilim (ilim)" sözcü
ğünün yanıltıcı bir açıklanışı vardır. Nakşibendilik bu
sözcükten çağdaş uygarlığın yaratıcı kaynağı olan "bi
lim " i anlamaz, ona göre bilim şeyhin sözleridir, açık
lamalarıdır, gösterdiği yolda yürümektir, sözün kısası
Kuran ' ın buyruklarını öğrenmektir. Oysa Nakşibendi
lik'te yer alan kimselerin büyük bir çoğunluğu İ slam ' ın
içeriğini kavram.ak şöyle dursun yalnız başına namaz
.
kılmayı bile becerem ezler bu nedenle onlarda " toplu
ibadet" üstün sayılır. Bu tür kuruluşlar arasında, dini
ne, inançlarına bağlı kimselerin bıraktıkları kalıtlar (mi
raslar) çok önemlidir, büyük bir gelir kaynağıdır. B ir ör
nek vereli m : İstanbul 'da, Beyazıt yöresinde, Bakırcılar
Çarşısı'nda, ünlü yazın tarihçisi, İbnülemin Mahmud
Kemal İnal 'ın evinin bir Nakşibendilik ocağı olan " İl im
Yayma Cemiyeti "ne bağışlandığı biliniyor. " Pembe Ko
nak " denen bu eski yapı, "Mühürdar Emin Paşa' nın ko
nağı " sonradan yıkı lmış, bir i şhanına dönüştürülmüştür.
Bu " İlim Yayma Cemiyeti"nde ağırlık " Nurculuk" de
nen kuruluşun elindeydi (şimdiki durumu bilmiyorum) ,
bu derneğin kurucularının hepsi tarikatçıydı. Bu tür ku
ruiuşların önemlilerinin elinde İstanbul 'un Vefa yöre-
1 00
sinde, Fatih ilçesinde pek çok konut, kat, yapı, satış ye
ri vardır. Bunlar, son dönemlerde camilerin giriş katla
rının altında büyük alış-veriş yerleri açmış; camileri bi
rer kazanç yuvasına dönüştürmüştür. Özel sigortalar
( Işık Sigorta) bir Nakşibendi kuruluşudur, Asya Finans
bir Nakşibendi kuruluşudur, bunlar gibi dinci yayınla
rın neredeyse hepsi, Nakşibendilik' le yakın ilişkiler
içindedir.
Burada Nakşibendilik'le ilgili yardım kurumlarını, ge
lir kaynaklarını sayıp dökmenin, sayısını, kazanç toplamı
nı tümüyle açıklamanın olanağı yoktur, ancak özellikle İs
tanbul 'un geliri en doyurucu olan "vakıf" adlı kuruluşla
rının bu tarikatın elinde olduğu açıkça bilinmektedir.
Bu tür kuruluşların en yaygınları Konya, Erzurum, Ur
fa, Erzincan, Malatya, Maraş, Sıvas illerindedir. Son yıl
larda "özel yurtlar" adı altında Karadeniz kıyılarında, da
.ha çok Of-Sürmene-Araklı-Çaykara-Giresun-Ordu-Sinop
dolaylarında yayılma olanağı bulmuşlardır, nedeni de yurt
dışına giden işçilerden sağlanan "bağış-yardım" adlı ge
lirlerdir.
Bugün Anavatan-Doğru Yol gibi yüzeyi başka, tabanı
başka sağcı kuruluşların en sağlıklı dayanakları tarikatlar
dır. Kapatılan bir partinin tarikatlarla ilgili eylemlerini say
manın gereği yoktur, açıkça biliniyor. Ötekilerde tarikat
ilişkisi yüzeye yansıtılmıyor, ancak yüksek sorumluluk aşa
masında bulunan, laik-cumhuriyetçi geçinen öncülerin ko
nuşmalarından, "irtica" karşısında ağır davranmaktan, çe
kimser kalmaktan yana oldukları anlaşılıyor. Şaşılası bir ör
nek verelim: ANAP'ın kazandığı bölgelerde tarikatçıların
101
emekleri, ağırlıkları açı ktı r tarikatların azınlıkta kaldığı
,
Sonuç
1 02
dın lmış, çok üzücü sözler söylenmişken, sorumlular " dü
şünce özgürlüğü" örtüsünün altına girerek, düşüncenin
bile ne olduğunu, özgürlüğün hangi alanlarda aranması
gerektiğini bilememişlerdir. Düşünce özgürlüğü, devrim
cilik, çağdaşlık yanlıları devlet güçlerinin yumrukları al
tında ezilirken, kızı erkeği alanlarda sürüklenirken, saçı
başı yolunurken sorumlular sırıtmaktan, suçlu kamu gö
revlilerini savunmaktan, bunu kamu adına bir görev sa
yar görünmekten kaçınmamışlar, çekinmemişlerdir. Oy
sa Atatürk'ün kurduğu devleti yıkmak için alanlara dö
külenlere " Cumhuriyet yıkılacak şeriat gelecek" diye
bağırıp çağıranlara ses çıkaran olmamıştır.
Genelev patronlarının, kumarcıların, kaçakçıların, İs
lam 'ın "haram" saydığı kaynakların Ödedikleri vergilerden
aylık alan, TBMM çatısı altında toplanarak İslam'ı savu
nan, "faizsiz banka" gülmeceleri sergileyen nice " dini bü
tün" geçinen üyenin karşısına çıkıp da "yerdiğiniz haram
nerde, cebinize aylığınızın yüzde kaçı helal olarak giriyor"
diyebilen bir yenilik yanlısı, devrimci çıkmamıştır. " İs
lam' ın haramı " nı yerenlerin hepsi, bu "haram "dan "helal" i
üretirken en ufak bir utanma belirtisi göstermemiştir. Alan
lara dökülen "Anayasa Kuran'dır" diye bağıranların karşı
sına çıkarak, " Söyledikleriniz doğrudur, Kuran anayasadır,
ancak bu istediğiniz anayasada mezhep, tarikat, kızlar için
imam-hatip okulu, yükseköğrenim olanağı, devlet kurum
larında kadınlara görev yoktur" diyebilecek nitelikte İs
lam 'ı bilen, anlayan bir."dinibütün Müslüman" görülme
miştir.
Geçmişten kalan yaşamı etkileyen, kimi yerde bütün-
1 03
leştiren, anlamlı kılan birtakım gelenekler, alışkanlıklar
vardır. Bunların ürettiği yaygınlaşmış düşünce ürünleri de
vardır, özellikle halkbilgisi varlıkları böyledir, bunların ki
mine " gelenek-görenek" diyoruz. Bunları insanlar değil,
ancak zaman değiştirebilir, kimini atar, kimini yeni bir bi
çime sokar, bunları değiştirmeye kalkmanın da gereği yok
tur. Oysa öyle yapılmıyor, zamanın kimseye sormadan de
ğiştirdiği, değişmesini sürdürdüğü alışkanlıklar, görenek
ler, gelenekler bile "din örtüsü" altına sokularak korunmak
isteniyor, üstelik bunlar " İslam" sözcüğünün kapsamında
görülüp. gösterilmeye çalışılıyor. Bu açık bir saptırmadır,
sömürüye kapı açmaktır.
Bugün yurdumuzda Atatürk'ün bile görmediği, dü
şünmediği, bilmediği yenilikler, yeni uygulamalar vardır.
Çağın yenilik hızı Atatürk'ün görüşlerini aşmıştır. Oysa bi
zim sözde dincilerimiz, Atatürk'ün görüşlerinin bile öyle
gerisinde kalmışlar ki, insan Atatürk' ün böyle kimselerin
yaşadıkları bir ortamda bu büyük başarıları hangi güçle
sağladığına şaşıyor. Burada, çağın yenilik ivmesini arttıran
atılımları, kısa süre sonra değişecek, bambaşka yenilikler
ortaya konacaktır. Atatürk bir ışıldaktır, gidilecek yolu, o
yolun ön koşullarını, yürüyüş ilkelerini göstermiş, sapta
mıştır. Bu olayda başlıca etken us denen yönlendirici, eleş
tirici, ölçüp biçici, tartıcı, düzenleyici yetidir. Başarı bu ye
tinin aydınlığında yürümekle sağlanır. Uygarlık tarihinde
bir toplumun kurtuluşunu, bağımsızlığını, başarılarını, an
cak us ilkelerine bağlamakta bulan, bunu toplumsal bir gö
rüş ölçeği diye vurgulayan ilk devlet kurucu insan Ata
türk'tür. Atatürk, kurduğu Dil Kurumu, Tarih Kurumu, Ka-
1 04
dm Hakları, Dil Devrimi (yazıyla birlikte) gibi yenilikler
le, yaşadığı dönemi çok aşmıştı. Bu kurumlar, yenilikler,
oluşumlar üzerinde ayrıntılarıyla durulursa Atatürk' ün gi
rişimleri, uygulamaları, başarıları karşısında şaşmamak el
de değildir. İnsanlık tarihinde ulusunun özgün dilini kur
tarmak, b ilimin aydınlığında inceleme-araştırma konusu
yapmak, dil bilincini uyandırmak için dilinin yapısıyla bağ
daşmayan yazısını değiştiren yalnızca Atatürk olmuştur.
Bu dil sorunu üzerinde biraz durarak, Türklerin kaç ya
zı değiştirdiklerini görelim. Bilinen en eski Türk yazısı
"Göktürk Yazısı" denen türdür. Burada Türkler yaşadıkla
rı bölgelere göre başka yazılar da kullanmışlardır, ancak
bunların dil tarihi bakımından, önemi daha azdır. İkinci bü
yük değişiklik " Uygur yazısı " denen türde görülmüştür.
Bunun dışında, Çin-Hind kökenli başka yazılar kullanılmış
sa da yine yaygın bir önem, etkinlik taşımamıştır. Üçüncü
yazı değişikliği Türklerin Müslüman olmaya başlamaları
nedeniyle gündeme gelmiştir. Bu yazı bugün "eski yazı "
denen, yanlışlıkla "Arap yazısı" adıyla anılan Nabati-Hind
kökenli yazıdır, gerçekte İslam 'la, dinle ilgisi yoktur. Eski
Arap yazısı, ya da şimdi Kuran yazısı denen yazı 18 harfli
yazıydı, buna sanırım "huruf-i embar" denirdi. Bu arada
Türkler, özellikle Anadolu'da Grek, Ermeni yazılarını da
kullanmışlardtr, elimizde bu yazılarla yazılmış sayısız ürün
vardır. Son Türk yazısı " Latin yazısı " denen, bugünkü ya
zıdır. Türk dilinin yapısına, ses düzenine en uygun düşeni
bu yazıdır (birtakım sesleri bütün özellikleriyle vermese bi
le).
Şimdi konuya gelelim. Atatürk yazıyı değiştirerek, ku-
105
şaklar arasına uçurum soktu, dili değiştirdi, kuşaklar birbi
rini anlayamıyor diyorlar. Bunları söyleyen şu Prof. Sanlı
"Türkiyat esnafına" soralım, sizden önce gelenler, o yazı
yı kullananlar (Osmanlı döneminde) birbirleriyle konuşur
ken, anlaşırken Fuzuli'nin, Baki'nin, Şeyh Galib'in dilini
mi kullanıyordu, onların yazdıklarını kolayca anlayabiliyor
lar mıydı? Siz Göktürk yazısını, Uygur yazısını okuyup
anlayabiliyor musunuz? O yazıları da Atatürk mü değişti
rip kuşaklar arasına anlaşmazlık, uçurum soktu? Siz, lise
yi bile "eski yazı"yla bitirdiniz (bu benden önceki kuşak
içindir), elinize "harekesiz yazılmış" bir Kur'an verseler
okuyabilir misiniz?
Yeni Türkiye devletini kötülemek, Osmanlıya özlem
duymak, sorunları yeterince bilmemekten kaynaklanıyor:
Şimdi, l 950 'den sonra, özellikle elleri, etekleri öpülen ta!
rikatçılar, yandaşları Osmanlı Devleti 'nin yıkılışını bile Av
rupa 'ya yaklaşmaya, Avrupa uygarlığını benimsemeye bağ
larlar. Şimdi, bu konuya değinelim. Osmanlı Devleti ' nin ke
fenini örme ilk kez Kanuni Süleyman' ın Fransızlara verdi
ği ayrıcalıklarla (kapitülasyonlarla) başlamıştır. Bu kefen
satın alındıktan sonra, cenaze için gereken öteki gereçler
yavaş yavaş toplanmaya girişildi. Genç Osman, Üçüncü
Selim olayları "cenaze suyunu" da sağladı. Osmanlının
yatağa düşme günleri yaklaşıyordu, derken, İkinci Mahmud
yozlaşmış kurumlardan kurtulma yollarını aramaya koyul
du, çok geç kalınmıştı ancak yapılacak başka bir iş de yok
tu. Hızla kalkınan, gelişen Avrupa karşısında gerileyen,
içinden çürüyen Osmanlı Devl�ti son soluğunu, Tanzimat
döneminde verdi, ancak bu görkemli tabutu kaldıracak ce-
.
1 06
maat, namazını kıldıracak imam bulunamadı. Peki bu yı
kımların hangisinin nedeni Atatürk'tü? Osmanlı tabutu, bu
musaila taşında l 9 l 8 yılına değin kaldı, artık ölü kokma
ya, çevresini tedirgin etmeye başlamıştı. "Sevr Andlaşma
sı "yla ölünün gömülmesi onaylandı, "cenaze imamı" bu
lundu. Peki, bunda da suçlu Atatürk'müydü? Değil "ma
sonlar", "Yahudiler", şunlar bunlar. Peki bu Masonlar, Ya
hudiler nerelerde oturuyorlardı? Padişahın çevresinde, Sa
ray'da. Peki bu evrede tarikatçıların etkisi yok muydu? Vol
kan adlı yayın aracını çıkaran, arda yazılar yayımlayan,
sonra Toptaşı'na atılan kişiler hangi tarikattandı: Nakşiben
dilik.
"Diyar-ı küfri gezdim beldeler kaşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslamı bütün viraneler gördüm
Bulundum ben dahi darüş-şifa- yi Bab-ı Ali'de
Felatunu beğenmez anda çok divaneler gördüm
Huzfır-i kfişe-yi meyhane-i ben görmedim gitti
Ne meclisler, ne sahbalar, ne işrethaneler gördüm
Cihan namındaki bir maktel-i ame yolum düşti
Hükumet derler anda bir nice salhaneler gördüm
Ziya, değmez humarı keyfine meyhiine-i dehrin
Bu işretgehde ben çok kalmadım amma neler gördüm."
1 07