You are on page 1of 49

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

ORTA DOĞU’DA KADIN HAKLARI: İRAN ÖRNEĞİ

Danışman
Prof. Dr. Nezir AKYEŞİLMEN

LİSANS BİTİRME PROJESİ

Hazırlayan
ABCDEFGH
140607161

Konya – 2020
GİRİŞ1

BİRİNCİ BÖLÜM –KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE SINIRLAR


1.1. KAVRAM OLARAK İNSAN HAKLARI3
1.1.2. İnsan Hakları Bağlamında Eşitlik Kavramı4
1.1.1. Feminizmin Doğuşu5
1.2. TARİHSEL BAĞLAMDA KADININ DEVİNİMİ9
1.3. TEOLOJİYE TEORİK YAKLAŞIM: İSLAMİ FEMİNİZM11
1.3.1. İslami Feminizmin Doğuşu12
1.3.2. Eleştiri mi, Yeniden Okumak mı?..............................................................12

İKİNCİ BÖLÜM – DEVRİM SOKAĞININ KIZLARI


2.1.ORTA DOĞU SARMALI……………………………………………...……….14
2.2. ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER BAĞLAMINDA ORTA DOĞUDA
KADIN HAKLARI ……………………………………………………………….15
2.3. ORTA DOĞU’NUN KIVILCIMI: ARAP BAHARI…………….……….……17
2.4. İRAN’DA KİTLESEL KADIN HAREKETLERİ………………………….......21

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM –İRAN’DA KADIN HAKLARI TARİHÇESİ


3.1. İRAN’IN KISA TARİHİ.....................................................................................24
3.2. İSLAM DEVRİMİ ÖNCESİ VE SONRASINDA İRAN’DA KADIN HAKLARI
3.2.1. İran’da 1979 Devriminden Önce Kadınların Günlük Yaşamdaki Yeri……... 28
3.2.2. İran’da 1979 Devriminden Sonra Kadınların Günlük Yaşamdaki Yeri…….. 31

SONUÇ35

KAYNAKÇA37
Etik Sayfası

2
GİRİŞ
Gün geçtikçe daha bütünleşik bir hal alan dünya sistemi, toplumlar arası
münasebetlerin de giderek çoğalmasına vesile olmuştur. Söz konusu münasebeti
mümkün kılan temel motivasyonun, genelde iletişim araçlarında özelde ise internet
teknolojilerinde yaşanan gelişim atakları olduğu gözlemlenmektedir. Bu gibi
gelişmelerin varlığının birçok alan üzerinde yansıması görülmekte; hatta küçük bir
kıvılcımdan büyük yangınlara evirilen süreçlere rehberlik edebilmektedir.

Ortadoğu’nun sancılı yanlarından olan hak, hukuk ve adalet kavramlarında


yaşanan anomaliler bahsi geçen yangınların kıvılcımlarını oluşturmaktadır. Zira bu
kıvılcımlar Arap Baharı olarak nitelendirilen süreçte tüm bir coğrafyaya miras kalan
küller olarak anılmaktadır.

Aydınlanma döneminde yaşanan devrimler, verilen hak ve özgürlüklere karşın


bilinçsel farkındalık artık toplum normlarını değiştirmenin fitilini oluşturmuştur.
Dünyanın yarısını oluşturan ve yarısını doğurup büyüten kadınların öteki değil eş
birey olarak görülmek, yalnızca ev işlerinde değil sanat, bilim, spor alanlarında da
başarılı olabileceklerini göstermeleri, kamu mekanizmalarında etkin pozisyona
gelmek istemeleri bazı tabuları zorunlu olarak yıkmıştır.

Kadınların dünya sahnesinde daha da görünür hale gelmesinin ardından


haklarının ve sahip oldukları/olacakları statülerin koruma altına alınması devletlerce
yapılan anlaşmalarla gerçekleşmiştir. Tarih sahnesinde uluslararası alanda kadın
erkek eşitliğinin sağlanmasını kurumsallaştıran ilk örnek BM bünyesinde (1946)
Kadının Statüsü Komisyonunun kurulmasıdır. Daha sonra Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda 1952 yılında taraflara açılan Kadınların Siyasi Haklarına İlişkin Sözleşme
ilk üç maddesinde açıkça görülebileceği üzere taraf devletlerin kadın vatandaşlarının
ayrıma tabi tutulmadan seçme seçilme ve kamu mekanizmalarında yer alma haklarını
güvence alır.(BMGK,1952).

Orta Doğu kavram olarak siyasi bir anlama sahip hem Batı coğrafyasına uzak
hem de Batının kültürel ve siyasal değerlerinden farklı bir bölge anlamında o

1
coğrafyaya yapıştırılmış bir etikettir.(Deniz:2012,169). Ortak dini-kültürel-tarihi ve
etnik unsurları paylaşmış medeniyetler yüzyıllar boyu o bölgede çatışmalara maruz
kalmıştır. Büyük güçlerin o bölgede, pastadan büyük dilimi alma yarışları bölgenin
petrol zengini oluşu, üç büyük dinin de çıkış noktası olması; üç büyük dinde de
kutsal olan Kudüs’ü içinde bulundurması ve Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları
arasındaki kültürel ve ekonomik bir köprü olmasından kaynaklanır .
( Deniz,2012:172) Dünyada egemen güçler için hegemonya alanlarını genişletmek
için büyük bir fırsat olan bölge yüzyıllarca bu büyük güçlerin etnik ve mezhepsel
ayrılıkçı kışkırtmalarına maruz kalmıştır. (Deniz,2012:172-3)

Tezin Amacı
Bu çalışmanın amacı, miras kalan küllerin arasından Ortadoğu coğrafyasında
yaşanan genelde hak ihlallerini özelde ise kadın hakları ihlallerini incelemek ve
örnek ülke olarak seçilen İran özelinde yaşanan gerçekliklerin analizlerini
gerçekleştirmektir.

Tezin Önemi
Kadın hakları konusu İslam ülkelerinde hassas bir konudur. İran gibi
demokrasinin zayıf olduğu toplumlarda bu konu daha da hassas önem
kazanmaktadır. Bu nedenle, bu çalışma Ortadoğu’da kadın hakları literatürüne katkı
sağlayacaktır.

Tezin Sorusu
Bu çalışma üç temel soruya cevap aramaktadır. İlk olarak Evrensel İnsan
Hakları Beyannamesinin ortaya koyduğu kuralların, doğuştan sahip olunan kurallar
olduğu gerekçesiyle tüm insanlar için geçerli olduğu varsayımından yola çıkılarak bu
kuralların, Ortadoğu coğrafyasında etki doğurmamasının sebepleri nelerdir? Sorulan
ikinci soru Ortadoğuda 2010 yılından sonra yaşanmış olan hareketliliğin bir uyanış
mı yoksa geri dönüş müdür? Son ve tezin özünü oluşturan soru ise İran’da kadın
haklarının negatif seyirli bir gelişme göstermesinde iktidarların mı , dinlerin mi
yoksa toplumsal normların mı etkili olduğudur.

2
Tezin Akısı
Bu doğrultuda Birinci Bölüm’de çalışmanın temelini oluşturan kavramlar ve
bu kavramların sahip oldukları sınırlılıklar belirlenmiştir. İkinci Bölüm’de
araştırmanın temeli olarak alınmış hakların ve hak ihlallerinin Ortadoğu özelinde
nasıl bir reaksiyon oluşturduğu, bu kavramların bölge ülkelerine yansıması
incelenmiştir. Üçüncü bölümde ise çalışmanın öznesi konumunda bulunan İran’ın
tarihsel süreci ele alınmış ardından kadının sahip olduğu konum hem devrim öncesi
hem de devrim sonrası olmak üzere iki periyot halinde incelenmiştir. Ayrıca ilave
olarak devrim sonrası anayasal düzenlemelerin kadın üzerindeki hak kısıtlılıklarına
değinilerek bölüm tamamlanmıştır

3
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE ve SINIRLAR
1.1. KAVRAM OLARAK İNSAN HAKLARI

21. yüzyılın yadsınamaz gerçeklerinden olan insan hakları, hem kavram hem
de içerik açısından muğlaklıklarla dolu ve bir o kadar da tanım sıkıntısı yaşayan bir
kavramdır. Binlerce yıl öncesine dayandığı yazınsal birikimden de anlaşılan bu
haklar, varlığını ilk olarak toplumsal haklar temelinde kazanmıştır. Değişen dünya
düzeni ve kimlik tanımlamalarındaki farklılıklar bireyi ön plana çıkarmış ve bu
doğrultuda bireysel hakların yani insan haklarının doğuşu mümkün kılınmıştır.
Günümüz insan hakları ile ilgili sözleşme ve belgelerin temelini 17. ve 18.yy
filozoflarını bolca oyalamış olan ‘doğa durumu’ düşüncesi oluşturur. Bu dönem
insan hakları adına gelişmelerin başını “doğal haklar “ savıyla İngiliz filozof John
Locke çekmiştir. Locke doğa durumda insanların yaşamını sürdürmesi için, doğa
yasasına bağlı hayat, hürriyet ve mülkiyet haklarına sahip olduklarını ifade eden bir
doğal haklar teorisi geliştirmiştir (Erdoğan,2012:127).

İnsan haklarının modern kullanımdaki anlamını kazanmasında hatırı sayılır bir


yer tutan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesiyle(1789) gündeme gelen hak,
eşitlik, özgürlük ideaları yeni yeni oluşturulan birçok Batılı anayasada kendinden
bahsettirmiştir. Ama bir sonraki asırda İnsan Hakları düşüncesi ortaya çıktığı
dönemde yakaladığı popülerliğini koruyamamıştır. İki büyük savaştan çıkmış, bu
savaşların getirdiği yıkımın altında ezilmiş ve üstünlüklere inanıp belli kalıplar
çerçevesinde kendinden olmayanı katledenlerin yükseldiği bir dünyada hak, eşitlik,
özgürlük kavramları mecburi bir sorgulanma içine düşmüştür. Uluslararası çapta bazı
normların kabulünü sağlatacak ciddi adımlardan BM Evrensel İnsan Hakları
Bildirgesi 10 Aralık 1948’de ilan edilmiştir. Hukuken tarafları bağlayıcılığı olmayan
bu belgelerin birçok dile çevrilmesi evrensel bir nitelik taşıdığının göstergesidir. “…
BM bünyesinde Evrensel Bildiri’nin tanıdığı haklara hukuki bağlayıcılık
kazandırmaya dönük çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda, 1966 yılında
imzaya açılan iki uluslararası sözleşme 1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bunlar sivil

4
ve siyasal haklar uluslararası sözleşmesiyle İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklar
Uluslararası Sözleşmesi’dir” (Erdoğan, 2012:132).

Uluslararası sistemin doğası gereği anarşik bir yapıya haiz olması yapılan
anlaşmaların bağlayıcılık kazanmaması noktasına ışık tutmaktadır. Zira yapılan
anlaşmalarda esas olan mutabık taraf iradesidir. Ancak insan hakları hususu bu
durumun bir nevi istisnasını oluşturmaktadır. Çünkü evrensel değer ve küresel vicdan
noktasında devletleri doğal olarak sınırlandıran bir takım konular mevcuttur. Bu
konuların başında kadına, çocuğa, ırkçılığa ve işkenceye yönelik olumsuzluklar yer
almaktadır.
Zikredilen olumsuzlukları gidermeye yönelik hem bölgesel hem küresel
düzeyde birçok çalışma yapılmasına karşın ortaya çıkan metinler küresel çapta taraf
bulmamıştır. Bu noktada genel insan hakları kurallarının oluşturulması yerine konu
bazlı olarak (örneğin ırkçılıkla mücadele ya da çocuk hakları) yapılan çalışmaların
sonucunda hazırlanan metinler sözleşme olarak akdedilmiş ve karşılık bulmuştur. Bu
bağlamda konu açısından sınırlandırılarak oluşturulan sözleşmelerin başlıcaları: Her
Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme
(1964), İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Muamele Ve
Cezalara Karşı Sözleşme (1984), Kadınların Siyasi Hakları Sözleşmesi (1952),
Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (1979), ve Çocuk Haklarına Dair
Sözleşme (1989).

1.1.1. İnsan Hakları Bağlamında Eşitlik Kavramı


Eşitlik kavramı ilk olarak “17.yüzyılınn devrimci İngiltere’sinde, yeni kurulan
toplumun en üst ideolojilerinden biri olarak ortaya çıkmış 18.yüzyıldaki Aydınlanma
Çağında ve 1789 Fransız Devriminde yeniden bir yükseliş
yaşamıştır.”( Sarıer,2010:43). Bununla birlikte eşitlik kavramının barındırdığı soyut
ve zaman üstü niteliği 1900lü yılların ortasında İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile
hukuki zemine oturtulmaya çalışılmıştır.

10 aralık 1948’de BM Genel Kurulunda oya sunulan ve ilk etapta 49 ülkenin


olumlu tavır sergilediği, 8 ülkenin ise çekimser kaldığı İnsan Hakları Evrensel

5
Bildirisi (Aybay, 2019: 1) tüm bireylerin haklar hususunda doğuştan gelen mutlak bir
eşitliğe sahip olduğunu vurgulamaktadır. Sözleşmede eşitlik kavramına yapılan
vurgu aşağıda verilen maddelerde açıkça görülmektedir.
Md.1. Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve
vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket
etmelidirler. Md.2. Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya diğer
herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer
bir fark gözetilmeksizin işbu Beyanname ’de ilan olunan tekmil haklardan ve
bütün hürriyetlerden istifade edebilir. Bundan başka, bağımsız memleket
uyruğu olsun, vesayet altında bulunan, gayri muhtar veya sair bir egemenlik
kayıtlamasına tabi ülke uyruğu olsun, bir şahıs hakkında, uyruğu bulunduğu
memleket veya ülkenin siyasi, hukuki veya milletlerarası statüsü bakımından
hiçbir ayrılık gözetilmeyecektir..(BMGK,1948).

Yer verilen maddeler insan hakları bağlamında teamülen devam eden veya
etmesi gereken temel prensibi düzenlemektedir. Zira devletlerin dahi eşit olarak
benimsendiği uluslararası sistemde bireylerin eşitliğinin göz ardı edilmesi ironik bir
yaklaşım olurdu. Ancak düzenlemelerin nihayete ermemesi ve hala söz konusu
durumla ilgili çalışmaların devam etmesi çıkar odaklı yaklaşımların ön planda
olduğunu düşündürmektedir. Bu noktada bazı hak ve ilkelerin İslam ve şeriat
kurallarıyla çeliştiği gerekçesiyle çekimser oy kullanan (Aybay, 2019: 1) Suudi
Arabistan örnek olarak gösterilebilir. Tüm dünyada eşitsizliği önlemeye dair
çalışmalar önceleri ırkçılığa dair engellemeleri temel alırken daha sonraları cinsiyet
eşitsizlikleri gibi konuları temel almaya başlamış ve süregelen feminizm ideolojisinin
doğuşunu sağlamıştır.

1.1.2. Feminizmin Doğuşu


Yazının bulunmasıyla başlayan tarih yazıcılığı yalnızca yaşanan savaşları değil
aynı zamanda yapılan adaletsizlikleri ve hak tecavüzlerini de not etmiştir. İnsanlığın
oluşum sürecinden itibaren kurulan ataerkil düzen kadının yalnızca bir meta olarak
tanımlanmasını zorunlu kılmıştır.

6
Kurulan bu düzenin kader değil bir kabulleniş olduğu 14.yüzyıl İtalya’sında bir
kıvılcım olarak kendini göstermiştir. ”Kalemini cinsiyetine karşı kullanan ilk kadın’’
olarak tanımlanan İtalyan yazar Christine de Pizan (Ercan, 2018) feminizm
ideolojisinin ilk savunucularından biri olmuştur. Bu noktada önemli olan iki eseri
Kadınların Şehri ve Kadın Şehrinin Hazineleri ve bu eserlerde oluşturduğu ütopik
karakterlerle yaptığı erkeklerin kadınlara olan zalimane davranışlarının sebebini
arama çalışması onu feminizm açısından önemli kılar.

Aydınlanma Çağı Fransız Devriminde de etkin rol oynamış olan Olumpe de


Gouge sonraları devrimin getirdiği hak ve eşitliklerden yalnızca erkek vatandaşların
pay aldığını gözlemlemiş ve Fransız Meclisi tarafından yayımlanan erkek ve yurttaş
hakları bildirgesinde geçen insan kelimesini kadın kelimesiyle değiştirip öz olarak
aynı Kadın ve yurttaş Hakları Bildirgesini(1791) kaleme almıştır. Sonraları
farkındalık yaratacak olan "Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse
kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır" sözü bu bildirinin 10.maddesinde kendine yer
bulmuştur.(Phalange,2018)). Olympe aynı yıl Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ne
karşılık kendi Toplum Sözleşmesini kaleme aldı. Toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı
evliliği savundu. Ona göre geleneksel evlilik, “güven ve sevginin mezarıdır. Bu
nedenle, evli partnerlerin mülkü ortak olmalıdır.“( İnanna,2016).

Feminizm denilince akla gelen bir diğer önemli isim İngiliz yazar Mary
Wollstonecraft’tır. Feminizm düşüncesinin arka planında A Vindication of the Rights
of Women (1792) isimli kitabında yer alan kadının ev içi ve dışında ki rolleri ve
erkek egemen iktidara dair yaptığı sorgulamaların etkisi büyük ölçüde gözlemlenir.
Eski Autun papazı olan Talleyrand-Périgord a adadığı kitabı ona Fransa’nın yeni
anayasasında kadınlar özelinde yer almayan haklara karşın yazdığı tepkisel mektup,
feminizm düşüncesinin üzerinde yükselebileceği bir zemin olarak nitelendirilebilir.
Zira kadınların maruz kaldığı baskıyı ve adaletsizliği sorgulayan yapısını ve
yönelttiği yapıcı eleştirileri, modern feminizm doğasına yansıyan ışık olarak
belirtmek yanlış bir yaklaşım olmayacaktır. Bu noktada kadın özelinde siyasal
haklara yaptığı vurgu, gönderdiği mektupta şu şekilde ifade edilmiştir: “İnsan ırkının
yarısının, diğer yarısı tarafından devlet yönetimine her türlü katılımdan uzak

7
tutulması, soyut ilkeler açısından bakıldığında açıklanması imkânsız bir siyasal
olgudur”. Bu açıdan incelendiğinde erkek egemen toplumun kadını “diğer ırk” olarak
nitelendirdiği görülmektedir. Devamında ise bir soru ile konunun önemini
özetlemektedir: “…Erkekler kendi özgürlükleri için, kendi mutluluklarına ilişkin
olarak kendi adlarına karar verebilmek için mücadele edebilirken, kadınların, onların
mutluluğu düşünülerek yapılsa bile, baskı altına alınması, tutarsız ve haksız bir
davranış değil mi?”(Wollstonecraft,1792:1-9).

Feminizmin zeminini oluşturan isimlerden, eserlerden ve hadiselerden


bahsetmişken genel kabul gören yaygın tanımlarına da değinmeden geçilmeyeceği
aşikârdır. Kelime kökeni olarak Latince kadın manası taşıyan femine kelimesinden
türeyen Feminizm birçok tanımlamaya ve anlaşılışa tabiiyken, en yaygın tanımıyla
“…kadınların kendi aralarında bir dayanışma yaratarak, erkek egemen dünyanın
norm ve değerlerine, cinsiyetçi politikalarına karşı başlatmış olduğu mücadele”
(Taş,2016:166) olarak birçok taraftan kabul görür. Bir diğer tanım Her ideoloji gibi
farklı yorumlamalar, farklı dönemler ve farklı ihtiyaçlara göre şekillenen feminizm
ideolojisi de incelenirken araştırmacılar tarafından dönemlere ayrılmıştır. Kimileri
feminizmin iki, kimileri dört dalga olarak incelenebileceğini savunsa da modern
batılı feministler feminist hareketleri 3 dalgaya ayırır. Bu üç dalga 19. Ve
21.yüzyıllarda etkisini sürdürmüştür.

İlk dalgada feminist hareketler, etkisini sürdürdüğü 19.yüzyılda, sesi yalnızca


ev sınırlarında duyulan, toplumu oluşturan mekanizmalarda da rol almak isteyen
kadınların yoğun çabalarıyla erkek egemen toplum mekanizmasına karşı erkeklerle
eşit sivil ve siyasal hakları kazanmaya çalışan, doğal haklar merkezli düşünceye
sahip oluşum olarak karşımıza çıkar (Taş,2016:167). “Temel doğal haklar doktrinini
kadınlara uyarlayan en erken girişim, Elisabeth Cady Stanton tarafından kaleme
alınan ve 19-20 Temmuz 1848 tarihinde Seneca Fall, New York’ta yayınlanan,
‘Declaration of Sentiments (Duygusal Bildirisi)’dir. Deklarasyon 100 kadın ve erkek
tarafından imzalanmıştır. Doğal haklar kuramından kaynaklanan bu belge,
Bağımsızlık Bildirgesi üzerine neredeyse kelime kelime

8
oturtulmuştur.”(Taş,2016:167). Bu dönem savunucularının çabaları birçok ülkede
kadınların seçme hakkını elde etmesini sağlamıştır.
Bu dönemde feminizm, belli bir grup kadın için değil tüm kadınlar için
yapılmakta ve bu mücadele kadınlarla yürütülmekteydi. Bu durum
kadınların (farklı yaşam tarzları, farklı siyasi ve sosyal kültürleri, farklı
dünya algıları olan) birbirlerini tanıma anlamına da gelmekteydi.
Kadınlar, cinsellik ve kadını ilgilendiren bütün konuları özellikle
yasaklanmış ve baskı altında olan bütün durumların politikasını yapma
eğilimi içindeydiler. Kadınların farklı algılara sahip gruplardan
oluşması bir anlamda “bilinç yükseltme” durumunu ortaya
çıkarmıştı(Taş,2016:171).

Meşhur Feminist motto olan “Kişisel olan siyasidir“ sloganının dillerde olduğu
ikinci dalga ise ikinci dünya savaşından hemen sonra başlamıştır. Temel haklarının
büyük çoğunluğunu elde etmiş kadınlar bu aşamada kendi bedenleri üstünde tam hak
ideası, kürtaj hakkı talebi gibi yeni taleplerle ideolojinin şeklini
değiştirmiştir(Türkoğlu,2015:9). Bu dönemde feminizm tüm kadınlar için bir oluşum
halini almış ve “Kız kardeşlik” düşüncesi yaygınlaşmıştır.(Türkoğlu,2015:7). Bu
dönem de kadınların hakları yasal olarak tanımı olsa da ataerkil düzenin alışılagelmiş
normları kadınları yine ikinci planda bırakmıştır.
Bu dönemde feministler, hem ideoloji ve bilim hem de kültür, özel yaşam
ve siyasal alanlarda mücadelelerine devam etmiştir. Bu mücadeleler
sürecinde birçok örgütlenmeler, yayınlar ve eylemler
gerçekleştirmişlerdir. Mücadelelerin en temel hedefi ise, ataerkil
yapıların her alanda ortadan kaldırılmasıydı. Lakin faklı algılardan,
farklı ideolojilerden ve farklı dünya görüşlerine sahip kadın grupları
arasında feminizm adı altında mücadelelerinde bir dizi ayrılıkçı veya
farklı düşünsel temellere dayanan algılar ortaya çıkmıştı. Diğer bir
ifadeyle, bu dönemde feminist hareketin içinde farklı ideolojilerden ve
farklı algılara sahip kadınların yer alması kendi içinde tartışmaları da
beraberinde getirmişti. (Taş,2016:171).

9
Üçüncü feminist dalga ise 1990’ların başında çıkmış olup ikinci dalganın
eksikliğinin giderilmesi gayesi ile oluşturulmuştur. Bu dalgada ikinci dalga
feministlerinin sorunları bireysel değil evrensel görmesi, dünyanın her yerinde, farklı
dini ve etnik unsurlar ile yaşayan kadınların farklı kültürler altındaki kadınların farklı
sorunlar yaşayabileceği batıdan çıkan feminist hareketin şekil değiştirmeden her
kesime hitap edemeyeceği anlaşılmıştır.” İkinci dalga feministlerinin liberal bakış
açısının yanında her kimliğe uzak ikinci dalga feminist akım, genellikle toplumsal
cinsiyet, sınıf, ırk, etnisite, cinsellik, milliyetçilik, siyaset, iktisat vb. konuları ele
almış ve bu olguları feminist bir bakış açısıyla teorikleştirmeye çalışmışlardır
“(Taş,2016:171-172). Kadınların sorunlarını evrensel değil bireysel olan bir
yaklaşımın çözebileceği inancı taşıyan bu dalga, ataerkil düzene karşıttır ama
karşısında onun karşısında tam bir çözüm üretebilmiş değildir.

1.2. TARİHSEL BAĞLAMDA KADININ DEVİNİMİ


Kadın-erkek eşitsizliği durumu ve bireyler arasında üstünlük anlayışı tarihin
bilinen ilk yerleşik toplumlarında, tarımın ve beraberinde özel mülkiyet anlayışının
gelişmesiyle kendini göstermeye başlamıştır. Önceleri bireyler arası eşitlik söz
konusuyken yerleşik toplumlarda erkek ve kadın eşitsizliğine tek tanrılı dinlerin ve
felsefi akımların yaptığı vurgular ataerkil sistemin öncü depremleri olmuştur(Alikoç,
2019).

20.yy’ın en etkili feministlerinden Simone de Beauvoir’a göre eski


toplumlarda anaerkil bir düzen süregelirken cinsel ilişkinin ve doğurganlığın
ilişkisini çözen erkek bireyler doğurganlığın mistik bir güç ve kadının tanrıça olduğu
inancını yitirip kadını ötekileştirmeye başladı(Olağanüstükanıtlar,2019.). Erkeğin
zamanla iktidarı ele geçirmesi kadının mucizelerine inancını yitirmesi ataerkil
sistemin beşiği ve kadının karşı cins görülmesinin temelleridir

Hristiyanlık Roma’da resmi din olarak kabul gördüğünde çok tanrılı eski
Pagan dinlerinin sembolleri ve tapınakları yok edilmiştir. O zamanın köklü
inançlarından olan Tanrıça Kybele’yi akıllardan silmek için yasak elma hikâyesi gibi
anlatılarla kadına tüm suç yüklenmiştir(Erdemir,2009). Ortaçağ Avrupa’sında ise

10
bitkileri kaynatarak ilaç hazırlayan kadın şifacılar cadı olarak ilan edilmiş ve zaman
zaman yakılarak infaz edilmişlerdir. İslam dininin kabulünden önce ise doğuda da
Arap dünyası doğan çocuğun kız olması üzerine onu diri diri gömdükleriyle bilinir.
İslam dini de başlarda kadın ve erkeğe eşit değer verirken zamanla yanlış
yorumlamalarla ve farklı kültürlerle etkileşimlerle yine kadını öteki tarafa itmiştir.
(Erdemir,2009)

Sonraları eve mahpus edilen kadına çok kıymetli görülen ev emanet edilmiştir.
Çocukları büyütürken de bu düzene bir tuğla da koyarcasına, erkek ve kız
çocuklarına doğuştan gelen ve annenin verdiği eğitim aşamasında bu farklılıklar
empoze edilmiştir. Kız çocuk evde yemek, temizlik, bunların yanı sıra oyuncak
bebekler, evcilik oyunları ile büyütülürken; erkek çocuk, baba ile dışarı çıkmış,
dışarının işleriyle ve babadan sonra sıranın ona geçeceği sözleriyle büyütülmüştür.
Bunlar zamanla kültür, gelenek gibi kalıplar halini almıştır. Çok yerde de özellikle
dinler çerçevesinde kadının namusunu korumak erkeğe bahşedilmiş, ahlak, edep,
namus kavramları sadece onun üzerinden yürütülen politikalara dönüşmüştür.
Simone de Beauvoir bu düzeni “ Kadın doğulmaz, kadın olunur” cümlesiyle net bir
şekilde eleştirmiştir.(Emecan,2018).

Aydınlanma döneminde yaşanan devrimler, verilen hak ve özgürlüklere karşın


bilinçsel farkındalık artık toplum normlarını değiştirmenin fitilini oluşturmuştur.
Dünyanın yarısını oluşturan ve yarısını doğurup büyüten kadınların öteki değil eş
birey olarak görülmek, yalnızca ev işlerinde değil sanat, bilim, spor alanlarında da
başarılı olabileceklerini göstermeleri, kamu mekanizmalarında etkin pozisyona
gelmek istemeleri bazı tabuları zorunlu olarak yıkmıştır.

Koşullar eşit olmasa da gün geçtikçe kadınlar iş olanaklarının artırılması,


seçme ve seçilme, sendika kurma ve üye olma gibi haklarına sahip olmaya
başlamıştır.1857’de ABD’de bir dokuma fabrikasında ağır çalışma koşullarından
şikâyetçi kadınların yaktığı meşale günümüze kadar süregelmiş ve 1977 de BM ye
taraf devletlerce gül’ın Dünya Kadınlar günü olarak kabul edilmesi
kararlaştırılmıştır.

11
Kadınların dünya sahnesinde daha da görünür hale gelmesinin ardından
haklarının ve sahip oldukları/olacakları statülerin koruma altına alınması devletlerce
yapılan anlaşmalarla gerçekleşmiştir. Tarih sahnesinde uluslararası alanda kadın
erkek eşitliğinin sağlanmasını kurumsallaştıran ilk örnek BM bünyesinde (1946)
Kadının Statüsü Komisyonunun kurulmasıdır. Daha sonra Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda 1952 yılında taraflara açılan Kadınların Siyasi Haklarına İlişkin Sözleşme
ilk üç maddesinde açıkça görülebileceği üzere taraf devletlerin kadın vatandaşlarının
ayrıma tabi tutulmadan seçme seçilme ve kamu mekanizmalarında yer alma haklarını
güvence alır.(BMGK,1952). Aşağıda adı zikredilen diğer sözleşmeler ve bildiriler de
kadının kendi ülkesine ve ülkesindeki mekanizmalara entegrasyonunu pekiştirmek
için devam niteliğinde gelişmiştir.
a. 1957 yılında Evli Kadınların Tabiiyetine İlişkin Sözleşme
b. 1967 yılında Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Beyannamesi
c. 1979 Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)
d. 1984 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 7 No’lu Ek Protokol,
e. 1993 “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge”
f. 2011 Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla
Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi
Hala bu konu üzerinde yapılan çalışmalardan anlaşılacağı üzere bu konu hususunda
kesin bir çözümlemeye ulaşılamamıştır fakat 1960 yılında Sri Lanka’da bir kadın
siyasetçi olan Sirimavo Ratwatte Dias Bandaranaike ‘nin başbakan seçilmesiyle
çabaların boşa çıkmadığı da görülmektedir.

1.3. TEOLOJİYE TEORİK YAKLAŞIM: İSLAMİ FEMİNİZM


Küreselleşen dünyada gerek devrimler ve uluslararası sözleşmeler, gerekse
yaşanan olaylar elbette ki insanların farkındalığını artırmıştır. Batıdan gelen kötüdür,
bizden değildir mantığı güden çoğunluğu Müslüman ülke toplumları önüne
geçilemez duran büyük çaplı fikirlerden payını almış, kendi yaşam biçiminde kendi
ideolojik yorumuyla harmanlamıştır. Dünya kadınlarında birey olarak tanımlanmak
için yapılan çalışmalar olarak tanımlanan Feminist hareket Müslüman toplumlarda da
bir şekilde kendine yer bulmuştur. Aslında İslam’da kadın hakları var mıdır? Sorgusu

12
yakın zaman da değil ilk olarak Hz. Muhammed’in eşinin Kur’an’da neden
kadınlardan bahsedildiği şekilde erkeklerden bahsedilmiyor? Şeklinde sorusuna
dayanır. Günün devamında peygamberin duyurduğu Al-i İmran suresi, 195.ayet
aşağıda görüldüğü gibi bir eş birey düşüncesi taşır(Ali,2014:11).
Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun -ki birbirinizden meydana
gelmişsinizdir- sizden bir şey yapanın emeğini asla boşa çıkarmam. Hicret
edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların,
savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim.
Andolsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları altından ırmaklar akan
cennetlere koyacağım. Şüphe yok ki nimetin güzeli Allah’ın katındadır!
(Ali,2014:11).

İslamiyet yayılmadan önceki Arap kültürüne bakmak, İslam’da hak


eşitsizliklerini okumak adına yine önemsenmesi gereken bir noktadır. Cahiliye
dönemi olarak anılan o dönem de kız çocuklarının doğumundan utanılması, kız
çocuklarının diri diri gömülmesi olayları kayıtlara geçmiştir. Peygamber öldükten
sonra Arap kültürüyle entegre olmuş İslam dinine kadın hakları açısından bakarken,
Arap kültürü etkisi mi taşıyor yoksa din buyruğu mu? Sorgulamalarının yapılması
gerektiği kanaatindeyim. Bu yüzden İslam ve feminist kelimelerini yan yana
getirebiliriz ve bu ütopik manalar taşımaz.

1.3.1. İslami Feminizmin Doğuşu


Kadın hakkı sorgulamalarının İslam dininin kutsal kitabıyla akran olduğu
düşüncesiyle ortaya çıktığı düşüncesinden bahsetmiştik. Müslüman kadının aldığı
eğitim modern çağda ona kendi üzerinden yapılan geleneksel İslam öğretisini
sorgulatmıştır(Ali,2014: 20). Bunun üzerine kendilerinin geleneksel İslam karşısında
farklı yorumlar geliştirmeye çalışmaları ve sorgulamalar yapmaları da bu ideolojiye
yolu açmıştır. İslami feminist söylemin günümüzde literatüre kazandırılmasında
19.yy da mısırda yaşanmış etkisi uzun süreli olmuş tartışmalar ve yakın tarihte batıda
yaşayan Müslüman kadınların, İran’da Zanan Dergisi çevresinin ve Malezya’daki
Sisters in İslam (SIS) gruplarının çalışmaları etkili olmuştur.
(Güç,2008:654)Müslüman elitistlerden feminist etkiler taşıyan Kasım Emin’in

13
Tahrir’ül Mer’e ve Halil Hamit’in İslamiyet’te Müslüman yahut Alem-i Nisvanda
Müsavat-ı Tammeentelektüel isimli kitapları Müslüman kadınlar üzerinde uzunca bir
süre etkisini sürdürmüştür (Güç,2008:652).

1980li yıllarda Müslüman kadınlar farklı uluslarca paralel olarak içinde


bulundukları siyasi ve toplumsal düzeni sorgulamışlardır(Güç,2008:653). Ancak
feminizmin adının geçtiği her yerde olduğu gibi değişik ihtiyaçlara ve yaşam
düzenine göre şekil aldığı da burada Müslüman feministleri ayıran bir nokta olarak
karşımıza çıkar. Aydın gruplarca kadın erkek eşitliği üzerine çalışmalar yapılsa da iki
kelimenin birleşip bir ideoloji olarak anılmaya başlaması 1990’ların başına denk
gelmiştir. Birçok eşitlikçi yazar batı değeri olduğu gerekçesiyle feminizm adı altında
anılmaktan kaçınsa da yaptıkları çalışmalar İslami feminizmin yeşermesinde rol
oynamıştır. İslami feminist söylev Kur’an’dan gelen tüm insanlar eşittir cümlesi
etrafında toplanır ve bu eşitliğin önünde duranın din değil ataerkil toplum düzeni,
gelenekleri, tümünün doğruluğundan emin olamadığımız hadisler olduğu noktasında
birleşirler(Ali,2014:45).

1.3.2. Eleştiri mi, Yeniden Okumak mı?

Zahra Ali’nin tanımlamasıyla islami feminizm, dünyanın çeşitli bölgelerinde –


Müslüman çoğunluğu oluşturan ya da azınlık bir şekilde Müslümanlığın yaşandığı–
farklı şartlar altında ortaya çıkmış doğunun da batının da üstünde dünya çapında
fenomen bir oluşumdur. (Ali,2014:42) İslami feminizmin gayesi İslam’ın tekrar
feminist bir okumaya tabi tutulması , özünde bulunan eşitliğe ulaşılması yapılan ve
kadınların aleyhine kullanılan yanlış okumaların giderilmesidir. Söylemin amacına
uygun olarak bazı kadınlar Kuran üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunlardan bazıları :
Amina Wadud , Riffat Hassan , Suudi Fatima Naseef ; bazıları ise Kuranı kendilerine
göre yorumlayıp farklı Şeriat formülleriyle karşılaştırmaya tabii tutar: Lübnanlı
Aziza Al-Hibri ve Pakistanlı Shaheen Sardar Ali de bu grubun örneklerindendir.
(Ali,2014: 45) Değişik yorumlamalar ve okumalara hadisleri yeniden değerlendirme
çalışmalarıyla Faslı Fatima Mernissi ve Türk Hidayet Tuksal’da zikredilmeye
değerdir. (Ali,2014: 45)

14
Söylemin perdesini oluşturan çalışmalara bakıldığında İslami feminizmin
İslam’a ya da feminizme bir eleştiri olarak gelişmediğini görürüz. Bu söylevin
İslam’a karşı duruşu, tüm ırklara, milletlere, cinslere indirildiği iddiası taşıyan son
kutsal kitap Kuran’ın yalnızca erkekler tarafından yapılan yorumlamaların bir de
kadın çerçevesinden bakılmasını sağlamaktır. Feminizme karşı duruşunda ise hak,
özgürlük, eşitlik gibi batı menşeili kavramların İslam’da var olduğunu göstermek,
batıdan İslam’a yönetilmiş kadının ikinciliği tezini çürütmektir. Bu iddialara karşı
yapılan çalışmalar özelinde Kuranın yorumlamalarından kaynaklandığına karşı
verilebilecek en güzel örnek Adem ve Havva üzerinden gelen farklı yaratılış
yorumlamalarıdır. “ Kur’an’da Havva’nın ne ikinci olarak yaratıldığından ne de ilk
günahtan sorumlu olduğundan ne de diğer monoteist dini geleneklerde olduğu gibi
baştan çıkarıcı bir sureti olduğundan bahsedilir. İnsanoğlunun ilk iki temsilcisinin
cennetten kovulmasından ikisi de sorumludur ve bu suç daha sonra Yaradan
tarafından bağışlanmıştır”(Ali,2014: 58). Bahsedilen örnek hem birçok çok tanrılı
dinde Havva’ya tüm suçun yıkılması yorumuna karşı Kur’an’da kadının değerini
göstermekte hem de alışılagelmiş bir söylem olarak devam eden Allah önce erkeği
yarattı sonra kaburgasından kadını yarattı söylemininin erkek okumalarından
kaynaklandığını göstermektedir.

15
İKİNCİ BÖLÜM
DEVRİM SOKAĞININ KIZLARI
2.1.ORTA DOĞU SARMALI
Orta Doğu kavram olarak siyasi bir anlama sahip hem Batı coğrafyasına uzak
hem de Batının kültürel ve siyasal değerlerinden farklı bir bölge anlamında o
coğrafyaya yapıştırılmış bir etikettir.(Deniz:2012,169). Ortak dini-kültürel-tarihi ve
etnik unsurları paylaşmış medeniyetler yüzyıllar boyu o bölgede çatışmalara maruz
kalmıştır. Büyük güçlerin o bölgede, pastadan büyük dilimi alma yarışları bölgenin
petrol zengini oluşu, üç büyük dinin de çıkış noktası olması; üç büyük dinde de
kutsal olan Kudüs’ü içinde bulundurması ve Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları
arasındaki kültürel ve ekonomik bir köprü olmasından kaynaklanır .
( Deniz,2012:172) Dünyada egemen güçler için hegemonya alanlarını genişletmek
için büyük bir fırsat olan bölge yüzyıllarca bu büyük güçlerin etnik ve mezhepsel
ayrılıkçı kışkırtmalarına maruz kalmıştır. (Deniz,2012:172-3) Soğuk savaş
döneminde iki kutba bölünmüş dünyada bölge stratejik konumu itibariyle iki
kutbunda ilgisini çekmiştir.
1979 yılında hem Sovyetler Birliğinin işgali hem de İran’da İslam
Devrimi’nin gerçekleşmesi (11 Şubat 1979) ABD’nin İslam dünyasıyla
ilişkilerini derinden etkiledi. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam
Devrimi ve Afganistan’ın işgali olayları, bölge jeopolitiğinde önemli
değişikliklerin meydana gelmesine sebep olduğu gibi, İslam coğrafyası
sahip olduğu doğal kaynakların yanında stratejik bir değer de kazandı.
Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi üzerine ABD, Sovyetler
Birliği’ni “çevrelemek” ve “güneye inmesini engellemek” için “Yeşil
Kuşak Projesi’ni devreye soktu.(Kılıç,2015: 57).

Kendi içlerindeki yarışı kazanmak için bölge halkları üzerinde batı yanlısı
liderleri iktidara taşımışlar ve radikalleşmeye yatkın ideolojilere sahip grup ve
örgütleri desteklemişlerdir. Kontrolden çıktıktan sonra olayların akışından uzak
kalmak batının bu bölgeye ve bu bölge insanların yaptığı en büyük ihanettir. Kendi
medeniyet seviyesine ulaşamamış olarak andıkları bu toplumların önünde, büyük bir

16
bariyer olmuş ve insan haklarının anavatanı olmuş Batı toplumları, bu bölgedeki
ihlallerin bir sebebi olarak da anılmalıdır.

2.2.ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER BAĞLAMINDA ORTA


DOĞUDA KADIN HAKLARI
Otuz Yıl Savaşlarına (1618-1648) müteakiben imzalanmış olan Avrupa’nın
feodal ve din temelinde yerleşmiş ortaçağ düzenini sarsan iki anlaşmanın –Münster
ve Osnabrück- birleşimi Westphalia Antlaşması, günümüz modern ulus devlet,
modern uluslararası sistem, uluslararası hukuk ve modern egemenlik anlayışının
miladı olarak Uluslararası İlişkiler disiplininde kabul görür.(Özlük,2014:136) .
Papanın ve Temsilcilerinin yer almadığı seküler de bir nitelik taşımakta olan bu
antlaşmaya göre “Avrupa; kendi yasalarına göre hareket eden, kendi siyasal ve
ekonomik çıkarlarını izleyen, serbestlik içinde ittifaklar kuran ve bozan, savaş ile
barış arasında, güç dengesi kurallarına göre durum değiştiren, elçi gönderip kabul
eden bağımsız ve özgür devletlerden oluşacaktır.“ (Sander,1994: 57). Egemen eş ve
sınırları belirlenmiş, iç işlerinde hiyerarşik, daha homojen toplum düzeniyle kurulan
ulus devletler; içerde yasa koyucu ve uygulayıcı tavırlar gösterme tekelini elinde
bulundurmuşsa da uluslararası düzenin anarşik yapısı ve güç kapasitesi farklılıkları
sistemde sürekli bir değişimin öncülü olmuştur.

Sürekli bir etkileşimin tarafı olarak devletlerin ilişkilerinde belli başlı normlar
ve savaş ve barış durumlarında davranış kalıplarının nasıl olmasına dair çalışmalar
uluslararası toplum ve hukukun gerekliliğini pekiştirmiştir. Uluslararası hukuk,
devletlerin kendi vatandaşlarına ve diğer devletlere karşı nasıl davranması gerektiğini
bağlayıcılık düzeyi; normlara, devletlerin taraf olduğu anlaşmalara, hukukun genel
ilkelerine bağlı olan bir düzenleyicidir.(Goldstein, Pevehouse,2015:337-338).

Uluslararası hukukun tarafları önceleri yalnızca devlet iken; iki büyük savaş ve
faşist liderlerin boy göstermesiyle yeni aktörler ihtiyaç ürünü olarak ortaya çıkmıştır
–BM vb. uluslararası örgütler, STK- . Bu yeni aktörler dünyada eşitsizlikler, hak
ihlalleri, sömürge altındaki devletler hususunda bir şeyler yapılması için öncülük
etmişlerdir. Soğuk savaş dönemi olarak bilinen 1945-1990 arası dönemde devletler

17
ideolojik işbirliğini kullanmışlarken dönemin kapanmasıyla daha küresel ve daha
bölgesel işbirlikleri beraberinde birçok sözleşmeyi getirmiştir.

Anayasal olarak kadın erkek eşitliğinden bahseden, şeriatla yönetilen bazı Arap
ülkelerinde, eşitlik kavramı aynı haklara eşit şekilde sahip olmaktan ziyade İslam’ın
sunduğu haklara ulaşmak için eşit fırsatlardan yararlanma olarak anlaşılmaktadır.
(Cumhuriyet Gazetesi,2009).Örnek ülke olarak İran ele alındığında “Kadın işe
girmek ve yurtdışına seyahat etmek için kocasından izin almak zorunda”.
(Cumhuriyet Gazetesi,2009).

Buna cevaben Evrensel insan hakları beyannamesinin özgürlükçü yaklaşımı şu


cümlelerle gayet net ifade edilmektedir. ”Bir hak, başka bireyler veya kurumların
müdahalesi veya zorlaması olmaksızın bir bireyin belli bir eylemi yapma veya
yapmama konusundaki kayıtsız şartsız özgürlüğüdür.( Erdoğan: 2012,115).

Kadınlar İran’da kamu kurum ve kuruluşlarında erkekler kadar etkin rol


oynayamıyor. Başkanlığa aday gösterilemiyor ve şahitlik hususunda 1 erkeğe karşı
iki kadının şahitliği geçerli oluyor. Bir kadından yargıç olması o ülkede düşünülemez
ve kadınlar recm cezasında erkeklerden daha ağır şartlarda bir ölüme terk ediliyorlar.
(Cumhuriyet gazetesi,2009) .”CEDAW Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi 2.maddesince kadınlara karşı kamu kurum ve kuruluşlarında
her tülü ayrımcılığa karşı önlem almak ve kadına karşı ayrımcılık oluşturan hukuki
ve yasal düzeni, uygulamaları kaldırmak veya değiştirmek, kadına karşı ayrımcılığa
neden olan ulusal cezai düzenlemeleri değiştirmek sözleşmenin tarafı devletleri
bağlıyor ise de insan haklarının mutlak oluşu taraf ya da değil tüm devletlerin,
insanlık onuru adına bu trende yolcu olmasına ihtiyaç duymaktadır.

İnsan hakları genelinde ve kadın hakları özelinde sözleşmelerin Ortadoğu


sorgulanması yapıldığında Georgetown Institute for Women, Peace and Security
(GIWPS) 2017 raporunda 153 ülkede kadınların yaşam şartları üzerine yaptığı
analizin yaşam kalitesi en kötü 10 ülke içerisinde 5 tane Ortadoğu’da yer alan Arap
ülkesinin bulunması Ortadoğu’da uluslararası güvence altına alınmış hakların

18
güvencesi hususunda ciddi bir açık olduğunun altını çizmektedir.(GIWPS,2017-18:
28) .

Örnek ülke olarak Suudi Arabistan’a baktığımızda: Kadınlar neredeyse nefes


almak için bile bir erkeğin gözetimine tabi tutulmuş durumda. Eşitlikçi, evrensel ve
doğuştan kazanılmış bu haklara, tüm insanlık ailesinin ulaşabilmesi adına
sözleşmeler perspektifinde baktığımızda olabilmesi korkunç bir gerçektir. Ancak bu
hakka sahip olmaları dahi kendinden sorumlu erkeğin rızasına tabiidir ve kimlikler
kadına değil direkt o kişiye teslim edilir.

Kadınlar boşandıkları veya dul kaldıkları süreçte çocukların velayetine kız


çocuklarda 9 yaşa erkek çocuklarda ise 7 yaşa kadar sahip olabiliyorlar.
(Ceylan,2015).

Birçok ülkede iki asra yakındır süregelen seçme ve seçilme hakkı kadınlar için
bu ülkede 2015 yılına kadar ütopik kalmış, 2015 sonrasında kazanılmıştır. Dünyada
kadınların araba kullanmasının yasak olduğu tek ülke olan Suudi Arabistan 2017
yılında bu yasağı kaldırmayı kabul ederek tüm dünya kadınlarının kalplerinde buruk
bir sevinç bıraktı.(Ekmekvegul.net,2017).

Siyah bir perde ve bir çift gözün ardından yalnızca kendilerine sunulan
dünyaya bakanlar olarak bu insanlar için her kararı verebilecek bir erk bulunurken bu
insanların eşitlik, özgürlük ve diğer tüm haklara ulaşabilme potansiyeli siyasal ve
dini liderlerin sözcüklerine bırakılmıştır. Orta doğu üzerinde Evrensel İnsan Hakları
Beyannamesi okuması yapıldığında maalesef ki yalnızca bu iki ülkede değil bölgenin
büyük bir kısmında batılı değerler olarak kabul görmüş haklardan İslam dininin ve
Kur’an’ı Kerim’in özünü oluşturduğunu unutup bir vebaymışçasına kaçınmışlardır.
Birçok insan özelde ise birçok kadın bunlardan mahrumdur.

2.3. ORTA DOĞU’NUN KIVILCIMI: ARAP BAHARI


1956 yılının mart ayında Tunus bağımsızlığını kazanmıştır ve geniş yetkilere
sahip ilk cumhurbaşkanı Habib Burgiba 1987 yılına kadar ‘tek adam ve tek parti’

19
anlayışıyla ülkeyi yönetmiştir. 7 Kasım 1987 yılında Burgiba’ya yapılan sivil
darbeyle dönemin başbakanı Zeynel Bin Ali cumhurbaşkanlığı koltuğuna
oturmuştur .(Koçak,2012: 24) 54 yıla yalnızca iki cumhurbaşkanı sığdırabilmiş,
muhalefetin susturulduğu Tunus ta o süreçte otoriter ve antidemokratik bir yönetiliş
biçimi hüküm sürmüştür. 1978 de yaşanan halk hareketleri tarihe ‘Kara Perşembe’
olarak geçmiş, 1984’te ise ‘Ekmek İsyanı’ olarak anılan protestolar yaşanmıştır.
(Koçak,2012: 24). 2010 yılına gelindiğinde ise 26 yaşında bir genç olan Muhammed
Buazizizi sorunlu ve çalışmayan bir üvey babaya ve bakmakla yükümlü olduğu beş
kardeşe sahiptir.(Başkan,2011:2) 19 yaşında okulunu bırakan Muhammed
çocukluğundan beri sürdürdüğü meyve-sebze satma işini devam ettirmiştir. Polis
devamlı olarak izinsiz satış yapmaktan ceza kesmiş ya da mallarına el koymuştur. En
son 17 Aralık 2010 yılında meyve sebzeleri teslim etmeyi reddedince polisten sokak
ortasında tokat yiyen Muhammed belediyede hakkını aramaya belediyeye gitti ve
görüşme talebi reddedildi (Başkan,2011:2). Dışarı çıkıp öyle bir ateş yakmıştır ki
yalnızca kendi bedeni yanmamış, tüm ülkede akabinde komşu ülkeler ve bölgede bir
yangını başlatmıştır .(Başkan,2011:2) Annesinin hastane önünde yaptığı protestoların
internete yüklenmesiyle ülke genelinde eylemler başladı. Zeynel Bin Ali 14 Ocak’ta
istifasını duyurup ülkeden kaçtı.(Başkan,2011:3) Yasemin Devrimi olarak anılmış bu
olaylar silsilesine önceleri ekonomik sebepleri neden olsa da sonraları halkın
demokrasi ve insan hakları talepleri, otoriter ve baskıcı rejimleri değiştirme gayeleri
de işin için girmiştir.

Mısırda ise Haziran 2010’da Halid Said isimli bir genç polis ve uyuşturucu
satıcısı arasındaki ortaklığı kaydedip internete videoları yükledi. Evinde ölü bulunan
gencin ailesi suçun polis teşkilatına bağlı muhbirlerce işlendiğini iddia etti. Rejim
yanlıları polis teşkilatını temize çıkarmaya sosyal medyada örgütlenen halk sokağa
indi. Silahlı çatışmalara dönüşen eylemler zamanla iktidarı devirme kararlılığına
evirildi. 30 yıldır iktidarda olan Mübarek’in 11 Şubat 2011’ de görevini bırakmasına
kadar sürdü.(Akyüz,2011).

Libya da baharın tavrı biraz daha sert olmuş. Protestolar Kaddafi tarafından
şiddetli bir biçimde bastırılmaya çalışılmış ve birçok insan yaşamını meydanlarda

20
kaybetmiştir.42 yıllık bir iktidardan sonra Kaddafi’nin ve Libya’nın kaderi ise şu
olaylarla çizilmiş:
17 Şubat 2011 başlayan protesto hareketlerinin 21 Şubat’ta Bingazi’nin
ele geçirilmesi ile alevlenmesi, 23 Şubat’ta Fransa ve ABD devlet
başkanlarının konuya ilişkin uluslararası medya nezdinde açıklamalarda
bulunmaları, 27 Şubat’ta dönemin UGK Başkan Yardımcısı Abdül Hafız
Goga’nın dışarıdan herhangi bir müdahalenin gerekmediğine yönelik
açıklamaları, 17 Mart’ta BMGK 1973 sayılı sayılı kararının çıkması ile
19 Mart NATO hava bombardımanının başlaması ve aradan geçen
yaklaşık 6 aylık sürenin ardından muhalif güçlerin Trablus’u 22 Ağustos
tarihinde ele geçirmeleri ile 20 Ekim tarihinde Muammer Kaddafi’nin
doğum yeri olan Sirte’de yakalanmasının ardından ne İslami ne de
modern hiçbir şart yahut koşul gözetmeksizin insani olmayan bir şekilde
infaz edilmesi ile Libya İç Savaşı süreci muhalif kuvvetlerin zaferi ile son
bulmuştur.( Kutlu,2016: 12).

Devrim tamamlanmış fakat hala ülkede iç istikrar sağlanamamıştır.


Bir diğer eylemlerin fitilini ateşleyen cümleler olarak “Hüsnü mübarek
düşmüş, darısı bizim başımıza..” Suriye’nin Dera kentinde iki doktor kadın arasında
telefonla bu niyet dile getirilmiş ve istihbaratın dinlediği bu görüşmeden sonra
kadınlar tutuklanmış ve kadınların saçları kazıtılmış. Daha sonra bu kadınlardan
birinin akrabası olan 12-13 tane çocuk tarafından duvara “Halk, düzenin yıkılmasını
istiyor” sloganı yazılıyor. Tutuklanan ve ağır işkencelere maruz kalan çocukların
serbest kalması için giden aşiret reisleri ise hakaretlerle eli boş gönderilince ertesi
gün 1000 kişinin müdahil olduğu protestolar başlıyor ve Şam, Lazkiye, Humus,
Banyas, Hama, Kamışlı ve Halep’e kadar ilerliyor.(Stratejikortak.com,2015).

Arap baharı diğer ülkelerdeki yansımasından farklı bir şekilde Suriye’de ne


rejimi değiştirebilmiş ne de Esad’ı düşürebilmiştir. Ülkeyi bir iç savaşa ve kaosa
sürüklemiş, bir süre sonra da olaylar Esad’ın da kontrolünden çıkmıştır. Sert bir
şekilde muhaliflere cevap veren Esad yüz binlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Milyonlarcası da mülteci olarak diğer devletlere sığınmak zorunda kalmıştır.

21
(Tarihiolaylar.com,2019). “Birleşmiş Milletler verilerine göre Arap Baharının
başladığı son dört yıldır Türkiye’deki mülteci sayısı 1,8 milyonu, Lübnan’da 1,2
milyona, Ürdün’de 630 bine, Mısır’da 130 bine, Irak’ta 250 bine, Almanya’da 100
bine ulaşırken İngiltere’de sadece 140, Fransa’da 9500 olmuştur.”(Çelik,2015: 46).

Ülkenin içinde bulunduğu kaos ortamı birçok insanı katleden IŞİD adındaki
örgütün yerleşmesinde etken olmuştur.(Tarihiolaylar.com,2019) Yukarıda zikredilen
olaylar hem bölge hem de dünya için ciddi zararlara sebebiyet verdi. Bahar adında
gelişen olaylar dizisi ülkeyi kara kışa sokmuş, baskıcı rejimleri devirmek adına
çıkılan yol milyonlarca insanın ölümü ve ülkeyi terk etmesine sebep olmuştur.

Bahreyn’de 14 Şubat 2011 tarihinde başlayan olaylar ise Facebook’ta


örgütlenip İnci meydanında kamp kuran gençlerin iktidarı devirmekten ziyade krallık
yerine anayasal monarşiye geçilmesi talepleriyle başladı.(Catovic,2014: 10).
Bahreyn’de Şiiler parlamentoda yeterince temsil hakkına sahip değillerdi. Bu da
iktidarın ayrılıkçı politikalarından mütevellit eylemler zamanla mezhepsel
çatışmalara-Sünni/Şii- dönüştü.(Catovic,2014:12) “Uluslararası Af Örgütü (Amnesty
International) raporlarına göre çıkan olaylar sırasında güvenlik güçler tarafından
uygulanan şiddet sonucunda 60 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi gözaltına alındı,
çok sayıda kişi işkenceye maruz bırakıldı ve dört binden fazla kişi işten
çıkarıldı”(Catovic,2014:12).

Kuzey Yemen ve Güney Yemenin birleşmesi nihayetinde Kuzey’in lideri Ali


Abdullah Salih Birleşik Yemenin ilk cumhurbaşkanı oldu.27 Ocak 2011 de Ali
Abdullah Salih’e karşı başlatan gösteriler Abdullah Salih’in yerini yardımcısı
Abdurabbu Mansur Hadi’ ye bırakması ve Abdurrabu Mansur ‘ un tek aday olduğu
2012 seçimlerinde cumhurbaşkanı seçilmesiyle son buldu. (Güldemir,2018).

Lakin bölgedeki güç boşluğu örgütler için bir fırsata dönüştü. Ve Husilerin
başlattığı ayaklanma neticesinde ülkede iç savaş baş gösterdi.26 Mart 2015’te Suudi
Arabistan öncülüğünde bir askeri koalisyon Yemen’e müdahale etti ve bu da iç
çatışmanın kırılma noktası oldu. Ülkede çatışmaların ve uluslararası müdahalelerin

22
ardından açlık ve susuzluk ve yayılan kolera gibi hastalıklar birçok insanın hayatını
kaybetmesine sebep oldu. Kötü hayat standartları sebebiyle birçok insanın hayatını
kaybetmesi ve birçoğunun da tehlikede oluşu uluslararası toplum dilinde “dünyanın
en büyük felaketi olarak” yer edinmiş durumda.(Güldemir,2018).

Orta Doğu bölgesinde ülkelerin domino taşı edasıyla bir bir devrilmesi bölgede
sürdürülen yanlış politikalara: adaletsizlik, , insan hakları ihlalleri ve “insana”
gereken önemin atfedilmemesi, mezhepsel ayrıştırmalar, büyük güçlerin o bölge
üzerindeki etki alanı genişletme çalışmaları, dikta rejimler ve bu rejimlerin halka anti
demokratik yaptırımları, öteki düşmanlığı; küreselleşmenin etkisiyle en nihayetinde
artık dünyada bilinçlenen ve birbirinden haberdar olan bir uluslararası toplumun var
olmasına bağlıdır.

Mcluhan’ın söylemiyle küresel bir köy olan dünyada yanı başındaki


devletlerde yaşanan bunca olay İran gibi kendi içinde yaşayan bir ülkeyi bile rejim
bazında değilse bile insanların bilinçlenmesi konusunda elbette etkilemiştir.1979
İslam Devrimiyle birlikte İran İslam Cumhuriyeti olarak dünyada egemenliğini
sürdüren ve nükleer silahlar hususunda uluslararası yaptırımlara sürekli maruz kalmış
bir ülke olarak Arap Baharını “ “Ortadoğu’da Yeni İslam Devrimler” söylemine göre
Bin Ali ve Mübarek’in gidişlerinin sebebi acımasız diktatörler olmaları değil, Batı
yanlısı siyaset yapmaları ve İsrail ile iyi ilişkiler sürdürmeleridir “. (Şen,2012: 101).
söylemiyle tanımlamıştır. Bahreyn’de yaşanan olaylarda ise Şii’leri desteklediği
iddia edilen İran Suudi Arabistan’la güç yarışına girmiştir.(Şen,2012:104).

2009 yılında seçimlerde hile yapıldığını öne sürerek eylemler yapmış


muhalefetin başlattığı Yeşil Harekât sert bir şekilde bastırılmıştır. Bölgede
saygınlığını kaybetmeye bu kadar yaklaşmışken oluşturduğu; günah keçisi olarak
batıyı ilan ettiği söylemle, tarafların yavaşça yanına çekerek bölgede güç gösterisine
devam etmiştir.(Şen,2012:102).

2.4. İRAN’DA KİTLESEL KADIN HAREKETLERİ

23
Mahan Doğrusöz’ün İran Devriminden bir süre soran can güvenliği tehlikede
olduğu için ülkeyi terk etmek zorunda kalan İranlı kadın hakları aktivisti ve insan
hakları savunucusu Sohalia Sharifi ile yaptığı röportaja baktığımızda devrimin
kadınlara neler getirdiği ama en çok da kadınlardan neler götürdüğü kısaca şöyle
özetlenebilir: İran’da devrimden sonra kadın olmak ikinci sınıf bir vatandaş olmak ve
birilerinin karısı, birilerinin kızı, birilerinin annesi olmaktan ileri gitmemektedir.
Kadınların boşanma, mirastan erkek kardeşle eşit pay alma, çocukların velayetini
alma, erkek vasinin izni olmadan yurt dışına çıkma gibi hakları yok. Kadınlar 9
yaşında reşit sayılıp evlendirilebiliyor ve cinsel istismara ömürleri boyunca ses
çıkarmıyorlar.(Doğrusöz,2012).

8 Mart 1979, dünyanın herhangi bir yerinde kadınlar için Dünya Emekçi
Kadınlar günü olarak kutlanabilmişken, İran’da kadınların da başarılı olmasında rol
oynadığı bir devrimi gasp eden Humeyni cephesinin kadınlara örtünmeyi yasaklayan
fetvasını duyurmasıyla İran’da ilk kitlesel kadın hareketinin tarihi olmuştur. Birçok
kadın o gün işe gitmemiş, grev yapmış ve kalabalık bir yürüyüş gerçekleştirmiş.
Kadınların “ biz devrimi zamanda geriye gitmek için yapmadık” cümleleriyle karşı
çıkmaları üzerine türbanların kafalarına çivilenmesi, çıplak bacakların jiletle
kesilmesi ve makyajlı yüzlere asit atılması gibi aşırı önlemlere maruz kalmışlar ve
büyük bir bütçeyi İslami davranış, giyim tarzının dışına çıkan kadınları uyarmak ve
tutuklamakla görevli devrim muhafızlarına ayırmışlardır.(Doğrusöz,2012).

Baskılar ve yasaklar her zaman için bir direnişi beraberinde getirmiştir. İran’da
kadınlar kendilerine yapılan sınırlamaların dışına taşmak, yalnızca damızlık
olmaktan ziyade birey olarak var olabilmek adına çözümler üretmişlerdir. Hükümet
tarafından verilen fetvalarda kadının görevi iyi bir eş ve anne olmak olarak belirtilse
de” …kadınlar dışarı çıkıp beceriler kuşanarak iş bulmaya ve toplumda bağımsız bir
yaşam sağlamaya çalışmışlardır. Hükümetin üniversitelerde kadınların girebileceği
bölümleri sınırlama politikasına rağmen kadınlar yüksek eğitim öğrencilerinin yüzde
60’ını oluşturuyor.”(Doğrusöz,2012).

24
İslam devriminin getirdiği hicap giyme kuralı, her ne kadar bireylerin kendi
tercihi olarak empoze edilmeye çalışılsa da İranlı bir gazetecinin başlattığı My
Stealty Freedom adlı akım adı altında binlerce İranlı ve ya İran’a turist gelen kadın
birer dakikalık hicapsız videolarını paylaşmıştır. Daha sonra Marinka Masseus’un bir
apartman dairesinde yüzleri belli olmayacak şekilde hicapların hava uçuştuğu kadın
fotoğrafını çekmesi ve hicabın getirdiği kısıtlamaya karşı olduklarına dair
düşüncelerini kendisine ifade etmeleri İranlı kadınlar için büyük bir bıkkınlığın, karşı
çıkışın göstergesi sayılabilir.

İran’da kadınların statüsünü daha net ifade edebilmek adına 2014 yılı boyunca
İran ahlak polisinin, 3,6 milyon kadını uygunsuz kıyafeti yüzünden uyarmış ve para cezası
vermiş ve birçok yaptırıma tabi tutmasından bahsetmek yeterli olacaktır.
Kanserle mücadele etmek adına saçlarını kazıtan bir kadın ise sosyal medyadan
başörtüsüsüz bir fotoğraf paylaşıp şu cümleleri kurmuştur. “Kanserle mücadele eden güzel
meleklere destek vermek için saçlarımı sattım. Sokağa çıktığımda kendime şunu söyledim:
“Saç yoksa ahlak polisi de yok! Bana sürekli saçımı örtmemi, yoksa beni tutuklayacaklarını
söyleyenlerin artık bir sebebi kalmadı” (Öztürk,2016).

28 Aralık 2017 tarihinde sokakta bir elektrik kutusunun üstüne çıkıp başörtüsünü
çıkarıp sallayarak "Başörtü takma kararını kadınların vermesi gerektiğini" haykıran Vida
Mohaved İranlı birçok kadının bu eylemleri sürdürmesinde öncü olmuştur. Daha sonra
tutuklanmış ve 1 ay tutuklu kaldıktan sonra tutuksuz yargılanma kararıyla serbest
bırakılmıştır. Ardından eylemleri sürdüren 29 kadın daha gözaltına alınmıştır.
(haberiniz.com,2018).

Tutuklanma korkusuyla şu an ABD’de yaşayan İranlı aktivist Alinejad’ın My Stealty


Fredoom adlı sayfadan başlattığı #whitewednesdays adlı akım ise çarşambaları kadınların
beyaz başörtüsü erkeklerinde beyaz bileklik ile seslerini duyurmalarını; siyah hicaptan ve
aslında hicabın kendilerine zorunlu kılınmasından hissettikleri hoşnutsuzluklarını
göstermeleri için yaptığı bu çağrı sosyal medyada çokça rağbet görüyor.(K Alinejad’ın kendi
ifadeleriyle bu eylem:

25
Örtüsüz geçen çarşamba günleri veya #WhiteWednesdays (Beyaz Çarşambalar) adlı
yeni bir kampanya başlatıyoruz. (Örtü) zorunluluğu olmayan bu Çarşamba, (örtü)
zorunluluğuna karşı olan tüm erkek ve kadınlar için olan bir gün. Bu kampanya aynı
zamanda peçe giymeyi isteyen, ancak bunu başkalarına dayatma fikrine karşı çıkan
kadınlara da hitap ediyor. İran’daki birçok örtülü kadın, zorunlu örtünün
dayatılmasını bir hakaret olarak görüyor. Bu kadınlar, beyaz giymiş fotoğraflarını
çekerek, örtü zorunluluğuna itirazlarını gösterebilirler. Kampanyamız zorlamaya
karşı olan barışçıl bir protesto ve hepinizi bize katılmaya davet ediyoruz.
(Kılınç,2017).

İran’da sessiz çığlıklar olarak anılabilecek diğer protestolar olarak da kadınların erkek
kılığında statta futbol maçı seyretmeye gitmesi, motosiklet sevdalı kadınların bakanlığa
tamam dedirtene kadar bu sevdanın peşinden gitmelerini, yasak olduğu halde fırsatını
buldukça bisiklet süren kadınları zikretmeden geçmek olmaz. Çünkü onlar ki şu an araba da
başörtüsü takma yasağının kaldırılmasına, statta kadınların bu sefer legal yollarla maç
izlemesine ve kadınların olimpiyatlara katılmasına giden yolun parkesini döşemiş direnişçi
kadınlardır.

26
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İRAN’DA KADIN HAKLARI TARİHÇESİ
3.1. İRAN’IN KISA TARİHİ
Günümüzde, İran denildiğinde sınırları çizilmiş olan bir bölge işaret ediliyor
olsa da tahmin edilemez ve beklenmedik hamleleriyle bir kara kutudan farksız olarak
İran devleti akıllarda canlanmaktadır. Tek başına, yalnızca bir coğrafi alanı işaret
etmemekte olup, geniş bir tarihsel kökeni ve birikimi de anlatan bir sözcük olarak
karşımıza çıkar. Modern çalışmaların gösterdiği üzere 10 bin yıl öncesine kadar
dayanan bir yerleşim birimi statüsüne sahiptir. (Wikizero.com, 2019).

M.Ö. 7 bin yılında ise bölgede adı bilinen ilk yerleşim Tepe Tange Çakmak o
topraklarda yaşamın ve yaptıkları tarımın izlerini bırakmıştır. (Wikizero.com, 2019).
En bilinen sit Kaşan çevresinde ki Siyet Tepe’dir.(Wikizero.com, 2019). Asyalı bir
halk tarafından kurulduğu düşünülen Siyelk Tepe Uygarlığı Bakır Çağa aittir.
(Wikizero.com, 2019).

Antik Çağa bakıldığında bölgenin kuzeyinde, ne zaman yerleştiklerine dair


kesin bir bilgi olmayan Orta Asya halkları; güneyinde ise Elam uygarlığı ile Hint/
Avrupa(Aryan) halkları yaşamlarını sürdürüyorlardı. “ Bugün İran kelimesinin
kökeni olduğu düşünülen Aryan denilen Antik İran halkları, MÖ 2. binyılda İran
platosuna göç ederek yerleşmişlerdi. “ (Wikizero.com,2019). Elan Uygarlığı ise İran
tarihine ilk siyasi oluşum olarak kazınmış ve İran’ı dönemin uygarlık merkezi
yapmıştır. O yıllarda konuşulan dillerde bir bağlantısı olmayan Elamcayı ve kendi
yazı biçimlerini kullanmışlardır. (Wikizero.com,2019).

Elamların akabinde öne çıkan toplum Medler’dir. Okuryazar olmayan ve


Zerdüştlük inancını bölgeye yayan bu toplum, İran’daki siyasi birliğin öncüsü
olmakla birlikte, Pers İmparatorluğunun oluşmasının zeminini oluşturmuştur
(Wikiwand.com,2019). Medlerin akrabası olan Pers İmparatorluğunun kurucusu
Ahademiş hanedanlığı, Medlerin hükümranlığına son vermiş ve başta İran ve çevresi
sonra ise Anadolu topraklarını da içine alarak geniş bir bölgede hüküm sürmüştür

27
(Wikiwand.com,2019).Tarihsel olarak Pers imparatorluğunun göz ardı edilemez
etkisi aşağıdaki cümlelerle çok daha net ifade edilmektedir.
II. Kiros ve I. Darius yönetiminde Pers İmparatorluğu o zamana kadar insanlık
tarihindeki en büyük imparatorluk haline gelmişti. Bu imparatorluğun sınırları
doğuda İndus Nehri ve Ceyhun Nehri'nden, batıda Akdeniz'e uzanıyor,
Anadolu ve Mısır'ı kapsıyordu. Böylece Pers krallarının dünya imparatorluğu
etnik, toplumsal, hukuksal ve politik açıdan sayısız farklı halkları, nüfus
gruplarını ve idari birimleri kaplamaktaydı. Darius'un yazıtlarında
vurgulandığı gibi Soğdiana'nın ötesindeki Sakalardan Nübye'ye, Hindistan'dan
Lidya'ya kadar uzanıyordu. Bu bağlamda Pers İmparatorluğu'nun tesis ettiği
barış, sükûnet ve hoşgörü ortamında ziraat ve ticaret artmış, refah yükselmiş
ve bölge insanlarının yaşam kalitesi de yükselmiştir. (Wikiwand.com,2019).

Makedonya’da iktidarda olan İskender ile Hint toprakları üstünde


paylaşılmazlık durumu neticesinde M.Ö.332 yılında yaptıkları İSSOS Savaşı,
Perslerin İmparatorları III.Darius’un yenilmesiyle bu halkın tarihe gömülmesine
sebebiyet vermiştir.(Turkcebilgi.com, 2019). İskender’in getirdiği Helenistik kültür
bir süre etken olmuşken Anadolu’dan gelen Romalılar iki büyük hegemonyayı da o
topraklardan silmiştir. İskender’in komutanlarından biri olan Seleukos da bir süre
bölgeyi ele geçirmiş karşı karşıya kaldığı isyanların sonunda yerini Part
İmparatorluğuna bırakmıştır. Aşaki Hanedanı olarak bilinen bu hanedan Romanın
genişlemesine büyük bir engel ve ticari yolların sahibi olarak Romanın büyük bir
düşmanı kabul edilmiştir.(Turkcebilgi.com, 2019) . “Part İmparatorluğu, Roma ile
yapılan sonu gelmeyen savaşlar ve taht kavgaları neticesinde zayıfladıktan sonra Fars
eyaletinin hâkimi Erdeşîr, Partlara karşı ayaklanarak IV. Erdevân'ı yenmiş, onu
katletmiş ve ardından Sasani İmparatorluğu'nu kurmuştur.”(Wikizero.com,2019).

Sasaniler devlet dinini Zerdüştlük yapmış ve İran halklarını tanımlamak


için kullanılan ērān ifadesi de İran kelimesinin kökeni olarak bakıldığında ilk kez bu
dönemde tüm coğrafya için kullanılmıştır(Turkcebilgi.com, 2019). İranlılık
kimliğinin çerçeveleri de yine bu dönemde ortaya çıkmıştır. O dönemde Bizans’a
komşu Sasaniler, komşusuyla birçok çekişme yaşamış bu durumdan faydalanan

28
Araplar tarafından 7.yy da bir İslam devleti eyaletine dönüştürülmüştür.
Coğrafyadaki Arap hâkimiyeti ve bölgeye yerleştirilen Harici Ve Şii Arapların
bölgedeki İran halkı ile olan etkileşimi İslam’ın Altın Çağı olarak da bilinen 8.-
12.yy’a etki etmiştir. (Wikizero.com, 2019). İran’ın 2 asır boyunca Arap
hâkimiyetinde kalması zamanla alfabelerinin ve resmi yerlerde kullanılan dilin
Arapçayla harmanlanması ile şu an kullandıkları Farsça dili oluşmuştur.
(Wikizero.com, 2019).

İran’ın modern tarihte devrimler yüzyılı olarak anıldığı sürecin başlangıç


noktasında, 1908 yılında İran’da petrolün bulunması hem dış dünyada yerini
değiştirmiş hem de sürekli bir iç karışıklığa sebebiyet vermiştir.(Turkcebilgi.com,
2019).

Birbirini izleyen tarihi süreç içerisinde İran toplumu, çeşitli güç mücadelelerine
ev sahipliği yapmıştır. Bu mücadelelerin iz düşümü, ülke genelinde görünür hale
gelen meşruti isteklerin ön plana çıkmasıyla neticelenmiştir. 20. Yüzyılın başlarında
Kaçar hanedanı ile dini zümreyi temsil eden Ulema arasındaki anlaşmazlıklar bu
istekleri perçinleyen önemli bir kaldıraç haline gelmiştir. (Hüseyin, 2011:67-68).
Sözgelimi, ülke yönetiminin giderek laik bir görünüm elde etmesi ve batıya olan
ilginin artması anayasanın oluşturulmasındaki en belirgin çatışmalardan birisidir
(Hüseyin, 2011:67-68).

Karşılaşılan yoğun muhalefetin gölgesinde meşrutiyetçiler söz konusu


tartışmanın galibi olarak kendilerini göstermişlerdir.. Bu galibiyetin sonucu bir uzlaşı
ortamında gün yüzüne çıkan 1906 Anayasası iki farklı kutup arasında bir anlamda
tampon vazifesi görmüştür (Hüseyin, 2011:75). Fakat ortaya çıkan bu uzlaşı ortamı
1978 yılında muhaliflerin artan protestolarıyla gün geçtikçe bozulmuştur (Hüseyin,
2011:83).

1979 İran Devrimi tek bir cephe ya da kitleye mal edilemez büyük bir
bezginliğin, daha adil bir paylaşıma yönelik bir devlet kurma ideasının etrafında
toplanan farklı görüşlerin bir ürünüdür. Öncelikle Şahlık rejimi devleti çok büyük bir

29
ekonomik krize sokmuştur. Petrolden sonra bir süre altın çağını yaşayan İran
zamanla Şah tarafından ABD ve İngiltere’ye peşkeş çekilmiştir. (Hüseyin, 2011:83).
En büyük destekçisi Birleşik Devletlerde yapılan seçimde Şahın desteklediği
aday değil Carter kazanmıştır. (Hüseyin, 2011:83). Bu da ABD’nin İran’a karşı
eleştirel ve karşıt söylemlerine yol açmıştır . ABD’nin yeni başkanının, uydusu
ülkelerden insan hakları temelli politikasını sürdürmesi isteği vardır. Bu ilişkilerdeki
bozulma devrimin altyapısını oluşturmuştur. (Hüseyin, 2011:83).

Devrimde diğer büyük pay da köylerden kente göç etmiş işçi sınıfının
kentlerde istediği işi bulamayıp yoksul bir yaşam sürmesi ve bu süreçte
yöneticilerinin som altınlarla kaplı sarayında oturuyor olması halkın karşıt politik
görüşlerin etkisi altına olayca alınabilmesine sebep olmuştur. Farklı semtlerde bir
odaya 3 kişinin ve ya 6 kişinin düşmüş ya da ahır veya harabe gibi yerlerde yaşayan
insan sayıları artmıştır. Ev kiraları örnek kent olarak Tahrana bakıldığında 5 yıllık bir
süreçte yüzde üç yüz bir artış göstermiştir. Enflasyondaki sorun ise tamamıyla
tüccarlara yüklenmiş 400 bin tüccar /esnaf “Teftiş Timleri” ve “SAVAK” tarafından
tutuklanmış ve cezalandırılmıştır. (Fekri,2011;165-166).

Ulemanın kendilerine sunduğu, İslam dininin yoksulluğu ortadan


kaldıracağına dair fetvalar işçi ve düşük gelirli çevreyi ulema etrafında toplamıştır.
Humeyni’nin kendilerini düşündüğüne inandırılan yoksul halk, yönetimden pay
isteyen orta sınıf, sol muhalefet, liberaller, şahlık rejiminin baskılarına karşı çıkan
diğer devletlerin tepkileri, ABD’nin Şah’a açık olarak gönderdiği mektupta acilen
ülkesindeki insan hakları ihlallerine karşı bir şey yapması gerektiği devrimin mozaik
bir yapıda oluşturulduğunu göstermektedir (Hüseyin,2011;190-191).

Bir kitleye mal edilemeyeceğini anlatılan devrimin Humeyni tarafından gasp


edilmesi, Paris’ten yaptığı açıklamalarla dünya basınından yer çekmesiyle
başlamıştır. Humeyni aynı zamanda solun ve liberallerin söylemlerini de
sahiplenmiş, özgürlük, demokrasi vaatlerini kullanmıştır. 1978’in sonbaharında
Şahın protestoların hakkından gelemeyeceği düşünerek sıkıyönetimi duyurması;
askerlerin “Kara Cuma” olarak anılan günde birçok göstericiyi öldürmesi üzerine

30
halkın öfkesi büyümüştür. (Oflas,2019).İlerleyen günlerde Tahran petrol
rafinerisinde grev yapan işçilerin protestoları iki günde diğer şehirdekilere de ilham
verdi. (Oflas,2019). Talepler önce maaşa zam, hizmetlerin düzenlenmesi,
sıkıyönetimin bitirilmesi, Savak’ın kapatılması ve gözaltındakilerin bırakılması
üzerineyken Aralık ayında “Amerikan kuklası asılsın” , “Halka silah verilsin”
isteklerine dönüşmüştür (Oflas,2019).

Birbiri ardına gelen istekler nihayetinde, 16 Ocak 1979’da Şahın İran’dan


kaçmasına sebep olmuştur. Şah kaçınca Humeyni İran’a dönmüştür ve 1 Ocak 1979
da bir basın açıklaması olarak devletin İslam’a uygun bir İran olarak yola devam
edeceğini açıkllamıştır (Bizevdeyokuz.com,2019). 1 Nisan 1979 yapılan
referandumun sonuçlarıyla ise devlet resmen İslam Cumhuriyeti olarak yola devam
etmiştir. Aralık’ta teokratik anayasaya geçilmiş ve Humeyni dini lideri Beni Sadr ise
cumhurbaşkanı seçilmiştir (Bizevdeyokuz.com,2019).

Devrim sonrası teokratik yönetim anlayışı ülkede başarısız ve mezhepsel çatışmalara


yol açan şekilde uygulanmış, Humeyni’nin kucaklayıcı cümleleri farklı görüşlere
karşı dikta bir biçime bürünmüştür. Şii-Sünni çatışmasında Şii olmayanın dışlandığı,
baskılandığı ve şiddet gördüğü bir dönem başlamıştır. Devrimi hep birlikte
gerçekleştirmiş bir toplum olsalar da devrimin getirdikleri mollalara yaramış, aksine
solcular, karşıt görüşler ve en çok da kadınların hayalini kurduğu birçok hak ve
özgürlüğü ellerinden alınmıştır.

3.2. İSLAM DEVRİMİ ÖNCESİ VE SONRASINDA İRAN’DA KADIN


HAKLARI
Devrim sürecinde sokaklarda erkeklerle omuz omuza bağırmış, gösteri yapmış,
elini taşın altına koymuş kadınlar; devrim sonrasında, ironik bir şekilde 8 Mart
1979’dan sonra dinin siyasette çıkarcı bir yaklaşımla kullanılmasının getirdiği
başarısızlıktan dolayı bir nevi kafese kapatılmışlar ve kaderleri erkek tarafından tayin
edilmeye mahkûm bırakılmışlardır. İktidarı yıkmak için kadınların yardımlarından
gocunmayanlar bir süre sonra kadınların kendi bedenleri üstünde dahi söz hakkını

31
ellerinden almıştır. 1979’dan sonra yeni yönetim yalnızca kadınların vücudunu
kapatmasını değil beyinlerini de kapatmalarını bir nevi onlardan istemiştir.
Devriminin kadınlardan aldıkları ve kadınlara olan iyi-kötü etkilerini net olarak ifade
edebilmek için Şahlık rejimi döneminde İranlı kadınların sahip olduğu haklara ve
İran’ın gündelik yaşamındaki yerlerine bakmak ve günümüzdeki yaşantılarıyla
karşılaştırmak gerekmektedir.

  3.2.1. İran’da 1979 Devriminden Önce Kadınların Günlük Yaşamdaki


Yeri
Kadın hakları düşüncesi ve kadınların talepleri tarihsel olarak milattan birkaç
asır sonrasına dayanırken İran’ın bilinen ilk kadın hakları savunucusu 19.yüzyılda
yaşamış Ghoratolein’dir (Sancar, 2016;189). Babası molla ve kocası bir müçtehit
olan Ghoratolein, kadınların örtünmesine ve erkeklerin çok eşliliğine karşı savaş
veren İranlı ilk isimdir (Sancar, 2016;189). 19.yüzyılın sonlarına gelindikçe
milliyetçilik kavramı saraya –hareme- kadar girdi ve kadınların da tütün
protestolarında sınırlı eylemleri görülmüştür. Kadınların İran sokaklarında gösterilere
tam anlamıyla erkeklerin yanında katılabilmesi ise 1905 ve 1911 yılı arası anayasa
talepleri için olmuştur ve protestocu kadınların sokağa çıkması dini liderler
tarafından desteklenmiştir (Sancar, 2016;190). Anayasa Devrimi yapılmış bu sefer
de kadınlara anayasada bekledikleri haklar verilmemiştir. Sokağa çıkan kadınların
çoğu zamanla evine dönmüş fakat dönmeyen bir avuç grup zamanla kadınlar için
yayınlanan gazeteler, kadınların kurduğu örgütler ve derneklere ve kız çocuklarını da
eğitim hakkına kavuşmasını sağlayacak başarıya imza atmıştır (Sancar,2016;190-
191).

1.Dünya Savaşı döneminde savaşın getirdiği iç karışıklık, tüm dünyada


feminist hareketlerin beklentilere ve haklara kavuşması da İran kadınını da siyasi ve
modernleşme taleplerinden vazgeçmemeye itmiştir. Ayrıca bu dönemde kadınlar
örtünmemeyi modern bir unsur, örtünmeyi ise yobazların getirdiği dinle alakası
olmayan gerici bir kural olarak söylemlerine katmışlardır.

32
Pehlevi monarşisine geçildiğinde ise meclisten baskıyla geçirilen bir yasa ile
birçok muhalifin monarşiye karşı söylemleri, eylemleri yasadışı sayıldı. Ayrıca
birçok derginin kapatılması sürecinde kadınların da dergileri kapatıldı. Kadınlar bu
sansür ile birlikte en büyük örgütlenme kuruluşlarını kaybetmiştir. Ülke genelinde
organize olamayan savunucular bir de Şah’ın reform hareketinden kendilerine çarşaf
zorunluluğunun kaldırılması ve kadınların üniversite okuyabilmesi, kamu
kuruluşlarında çalışabilme hakları gibi haklar düşebileceği umuduyla Şah’ın
sansürüne boyun eğmişlerdir (Sancar,2016;199).

Reform paketi ise yüzüstü hazırlanmış birkaç hak garantisinden ve de batıya


Rıza Şah’ın onlardanmış gibi gözükmeye çalışmasından öte bir şey olamamıştır.
1936 yılında da Şah kadınların çarşaf ve benzeri kıyafetleri sokaklarda giymesini
kadınlara batılı görünüm kazandırma ideası adına fikirlerini sormadan yasaklamıştır
(Tulunay,2006).

Muhammed Rıza Şah’ın koltuğa geçmesiyle adınlar örgütlenmelerini siyasi


partiler etrafında yapmıştır. Solun en büyük temsilcisi olan TUDEH’in yan örgütü
olarak kurulan İranlı Kadınlar Teşkilatı kadınların oy hakkına kavuşabilmesi ve
emekçi kadınların sorunlarının çözülmesini hedefleyen bir politika gütmüşlerdir.
Kadınlara oy hakkı için Anayasanın kabulünün 45.yılında başvurmuşlar fakat
Musaddık dini kesimin tepkisinden dolayı meclisten geçirememiştir
(Sancar,2016;202). Kadınlar birçok partinin yan kolu olarak siyasi hayatın dolaylı
olarak içine girmişken, Birleşmiş Milletlerin İran elçisi, İran’daki ilk kadın profesör
Fatma Seyyah da alenen oy hakkı mücadelesi sürdürmüştür.( Sancar,2016,202).

1953 yılında ise sonralı CİA destekli yapıldığı kanıtlanan darbe ile Musaddık
indirilmiş ve Şahın 26 yıl süren diktatörlük dönemi başlamıştır.(BBC,2013). Yıllardır
sürüp giden kadınların oy hakkı talepleri, bu dönemde de devam etmiş ulemanın dine
uygunluğu yoktur söylemlerinden dolayı kadınlar bir türlü oy hakkına
kavuşamamıştır. Takvim 1962’yi gösterdiğinde Asadullah Alam Hükümeti
çıkardıkları bir kararname ile kadınların siyasi haklarını tanımıştır fakat ulema

33
İslam’a uygunluğunun olmadığını vurgulayıp engel olunca yasa uygulanamamıştır.
(Sancar,2016,207).

Şah’ın Ak devrimi dahilinde kadınların siyasal haklarına kavuşması


referanduma sokulmuş ve kabul edildikten sonra 26 Ocak 1963’te kadınlara seçme
ve seçilme hakkı tanınmıştır.(Sancar,2016,207) 17 Eylül seçimlerinde meclisten 6
kadın sandalye kapabilmiştir. Şahın seçtiği 60 kişilik senatonun ikisi kadın seçilmiş
ve 1965’te kabinede bir kadın bakan yer almıştır.(Sancar,2016,208) Ülkede 1976’nın
Ocak ayında Kadın Bakanlığı kurulmuş ve başına da İran Kadın Örgütü genel sekteri
Mahnaz Afkami geçirilmiştir (Sancar,2016;210).

1967 yılında ise çıkarılan Aileyi Koruma Yasası yine şeriatın gölgesinden
sıyrılamamış, erkeklerin çok eşliliği için tüm kadınlara bakabilecek maddi
yeterlilikte olabilmesi gibi şeriat kanunlarının güncellenmesiyle oluşturulmuştur .
(Tekin,2019;12). Evlilere dair diğer hususlardan biri olarak boşanma şartları erkeğin
keyfi sebeplerle boşanma hakkını sınırlandırmış, kadına ise belli koşullarda bir erkek
vekili olmadan boşanma davası açabilme hakkı tanınmıştır.(Sancar,2016;210).
1975’te eklenen bir kanunla ise erkeğin çok eşliliği ilk eşinin rıza göstermesine
dayandırılırmıştır (Sancar,2016;211).

Muhammed Rıza Şah, Batıda İran izlenimini laik bir ülke olarak çizmek için
böyle bir yola çıkmış olsa da Humeyni’nin Paris’ten verdiği fetvalarında kadınların
kavuştuğu çoğu hak lanetlenmiştir ve ülkeye döndüğüne bu haklara ılımlı
yaklaşmayacağı açıkça belirtilmiştir.

3.2.2. İran’da 1979 Devriminden Sonra Kadınların Günlük Yaşamdaki Yeri


Humeyni gasp ettiği devrim ile başa geçerken, kadınların da daha adil bir
ülkede yaşama için çaba gösterdiklerini anlayamamıştır. Devrimin başarılı olmasında
etkisi göz ardı edilemeyen kadınları bir yoldaş olarak kabul etmiştir. Ama devrimden
sonra onların yerini evi; görevlerini de yalnızca kocalarına iyi bir eş ve çocuklarına
iyi bir anne olmak olarak belirtmiştir. Ona göre kadın: bir nevi damızlık olmakla

34
birlikte, evinde hizmet etmek ve üzerlerinde hak sahibi olamadığı çocuklarını
büyütmek konusunda görevlidir yalnızca. Humeyni’ye göre Şah’ın kadınlara
sunduğu tüm haklar, onları batı kültüründeki yozlaşmaya itmektedir.

Şah modernleşmenin ve batıya onlardanmış izlenimi vermenin şartı olarak


kadının örtünmesini yasaklamışken; Humeyni İslam’ın kadınların yaşantıdaki yerine
dair en önemli buyruğu olarak kadının örtünmesi zorunluluğunu görmüştür. İran
tarihine bakıldığında siyaset özetlenmiş şekliyle: kadınların başlarından ellerini
çekmeyen erkekler tarafından yürütülmüş ve halen yürütülmektedir.

İslami yönetim iktidarı ele aldıktan sonra, 26 Şubat 1979’da Aile Koruma
Kanununu kaldırmış, kadınların evlenmesi için yaş sınırını 13’e indirerek istismarı
yasalaştırmıştır (Kahraman,2014:81). Ayrıca erkeğin çok evliliği, tek taraflı boşanma
hakkı ve çocukların velayetini alması da yasalarla güvence altına alınmıştır.
(Kahraman,2014:82). Şubat ayında başlatılmış süreç martta da devam ederken 3
Mart kadınların yargıç olamayacağının açıklandığı gün 6 Mart ise iş yerlerinde hicap
giyme zorunluluklarını öğrendikleri gün olarak tarihe yazılmıştır
(Kahraman,2014:82).

Kadınların eğitim hakkı öncelikle karma eğitimin yasaklanmasıyla zamanla ise


birçok eğitim kurumunda onlar için daha az sıra yapılmasıyla ellerinden alınmıştır. İş
hayatında ise kadrolar zamanla erkeklere ailesinin hayatını ikamesini sağlatacak işler
hususunda yeteri kadar açıkken kadınlardan birer birer alınmıştır. Devrimden sonra
net bir şekilde hayatın her noktasında yapılan ayrıştırma ile kadınların sahip oldukları
hak ve işlerini elinden alan devlet onlara kadınlara yönelik okullarda kadın öğretmen,
kadın hastalara yönelik polikliniklerde kadın doktor ihtiyacını gidermek için istihdam
sağlamak zorunda kalmıştır (Kahraman,2014:78).

Günümüzde İran da haklar bağlamında bir inceleme yapıldığında İran


anayasasında zikredilen eşitlik kavramından bahsetmek gerekmektedir. Eşitlik
vurgusu yapılmış olsa da anayasada bahsedilen eşitlik evrenselleşmiş anlayıştan
farklı bir anlam ifade etmektedir. Anayasaya göre kadın erkekle İslam’ın insanlara

35
sunduğu Müslüman yaşantıya ulaşmakta eşit haklara sahiptir. İkinci bir mesele
olarak: Aile kurumuna İslam Devletinde atfedilen yüce önemden dolayı kadın,
manevi sömürüden uzak tutulmalı batının yozlaşmışlığından tamamen silkelenip aile
olmanın yüceliğini sürdürebilmek için eşinin yol arkadaşı olmalıdır.

Anayasa’nın 3.maddesi 14.fıkrası gereğince kadın , erkek tüm vatandaşların


adil yargı ve eşit haklardan yararlanmasının güvencesi verilmiştir (Çelik, t.y:28).
21.maddesinin özü itibariyle ise kadınların olgunlaşması sürecinde erkeklere görevler
verilmiş, doğan çocukların ve annelerin korunması güvence altına alınmış, dullar ve
yetimlerin statüsünden bahsedilmiştir (Çelik, t.y:35). Anayasanın 61.maddesi
gereğince ise yargı İslami usullere bağlı mahkemelere verilmiş ve şer’i ceza kanunu
uygulanmasına bağlanmıştır (Çelik, t.y:49). İran’da yasaların şeriata uygunluğunu
denetleyen bir kurum olarak Anayasa Koruyucular Konseyi görev almaktadır.
(Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği,2019).

İran’da hakların ve verilen cezaların uygulanışı hususunda ise yapılan


ayrımcılık dikkat çekmektedir. İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk
tutulduğu bir yargılama sistemine sahip olan İran, evrensel olarak kabul görmüş
insan hakları kurallarını alt üst etmektedir. İnsan hakları evrensel beyannamesinin
3.maddesi ile yaşamak ve özgürlük 5.maddesinde ise işkenceye ve kötü muameleye
karşı her birey için güvence altına alınmıştır (BMGK,1948). Fakat bu beyannameye
taraf olmayan İran İslam devletinde bazı suçlar recm yöntemi ile
cezalandırılmaktadır. Uygulanışında recm cezası kadınların boynuna kadar
erkeklerin ise beline kadar toprağa gömülmesiyle başlar. Cezadan kaçmayı
başaranlar özgür kalabiliyorken kadınların boynuna kadar gömülmesiyle böyle bir
şansı kalmamaktadır (Kalkandelen, 2019). Atılan taşlar ne birkaç seferde öldürecek
kadar büyük ne de zarar vermeyecek kadar küçük olmayacak şekilde seçilmektedir
(Kalkandelen, 2019).

Recm cezasının keyfi amaçlarla kullanılabileceğini göstermek adına Freidoune


Sahebjam’ın Soraya’yı taşlamak adlı 1986 yılında yaşanan gerçek bir hikâyenin
anlatıldığı romanı yerinde bir örnek olacaktır. Kitap baskılar sonucu bulunan yalancı

36
şahitleri, bir anneye evladını ve herkes ne der korkusuyla babasını dahi düşman
edebilecek düzeni ve de zina tarafları olarak görülen kadın ve erkeğin maruz kaldığı
yaptırımlar arasında uçurumu korkunç bir şekilde resmetmektedir (Karaca,2010).

Eşcinsel ilişkiye İran’da büyük cezaları olan bir suç olarak bakılmaktadır.
Erkekler arasında olmuşsa ve cinsel bir yönü olmamışsa 100 kırbaç cezasıyla taraflar
kurtulabiliyorken, kadınlar arasında olmuş bir eşcinsel ilişkide dördüncü suçlama
tarafları ölüm cezasına götürebiliyor. Kalkandelen, 2019). Ayrıca tecavüze uğramış
kadınları ülke korumamaktadır ve namusunu temizlediği iddiasıyla öldürdüğü kızı,
kardeşi ya da karısı için erkeklere bir ceza verilmemektedir(Kalkandelen, 2019).

İran’da yaygın olan muta nikâhı, resmi bir nikâha duyulan zorunluluğu ortadan
kaldırıp geçici bir sözleşme ile evlenmeyi sağlamaktadır. Bakire kızlar için baba
onayına tabi bu nikâh, erkeğin istediği zaman sonlandırılıyor. Bu ilişkiden soğan
çocuklar resmi bir nikâhın sonucunda doğanlarla eşit statüye sahip olsa da
Kalkandelen’e göre geçici nikâhın tarafı olan kadınlara İran’da çok hoş bakılmıyor.
Daha çok, ilk eşin rızasını alamayan erkeklerin kullandığı fuhuş alternatifi bir
yöntem olan bu nikâhın tarafı kadınlara belki bir maddi ödeme yapılıyor ve kadınlar
başka hak iddia edemiyorlar. (Kalkandelen, 2019).

Kadınların yurt dışında okumasını da evli olması ve kocalarının iznine


bağlayan İran devleti, pasaportu olan evli kadınların yurt dışına çıkmasına da
kocasının izni olması şartını koymaktadır (Kamacı,2012). Bekâr kadınların ise 19
Kasım 2013 yılında çıkan bir yasa ile yurt dışına çıkması için baba ya da abi izni
alması gerekmektedir (Ünlü,2014).

Humeyni’den sonra iktidara gelen Hasan Ruhani İran’daki kadın-erkek


eşitsizliğini Humeyni’nin aksine kabul etmektedir. Ruhani toplumun gerçek bir
kalkınma için kadınların da hayatın her alanına katılmasına ihtiyaç duyulduğunu şu
cümleler ile ifade etmedir:
Bugün kadınlarımız hayatın her alanında, erkeklerle eşit onur, bütünlük ve
karaktere sahipler. Kadınların eşit fırsatlara ve sosyal haklara sahip olmaları

37
gerekli. Toplumun yüzde 50'sini dışlamak mümkün mü? Evin, toplumun temeli
olduğu doğrudur ve reform evde başlar. Ama toplumun yarısını görmezden
gelerek, ülkede gerçek bir kalkınma ve büyüme sağlamamız mümkün değil.
Bugün kadınlarımız kültürümüzün ve ekonomimizin her alanında varlık
gösteriyorlar. Kur'an-ı Kerim, kadın ve erkeği yan yana görür. Kadınların
varlığından ve mükemmelliğinden korkanlar, lütfen bu yanlış düşünceleri din
ve İslam'la bağdaştırmasınlar. (Ünlü,2014).

Her ne kadar Ruhani ile çok farklı taraflardan mevzuya bakıyor olsalar bile Ruhani
de ülkesindeki kadınların evrensel insan hakları beyannamesinde doğuştan geldiği ve
her bireyin sahip olduğunu kabul ettiği haklarını güvence altına henüz alamamıştır.

38
SONUÇ

Ortadoğu coğrafyası birçok medeniyete ve de bu medeniyetler arası


etkileşimlere ev sahipliği yapmıştır. Milattan öncesine kadar dayanan tarihinde,
semai dinlerin de çıkış noktası olarak yer edinmiştir. İslam dininin bu topraklardan
yayıldığının bilinciyle ülkelerin iç ve dış dinamiklerinde, politikalarında etkisi
görülmektedir. Bu coğrafya insan hakkı ihlalleri üzerine yapılmış araştırmalarda kötü
sıralamalarla çokça kez karşımıza çıkmıştır. Bu çalışma İran üzerinden coğrafyanın
ortak kader görüşüyle anlaşılmasını sağlamaya çalışmıştır.

Bölgeyi ifade etmekten ziyade siyasi bir kavram olarak bölgeye yapıştırılmış
bir etiket olarak Ortadoğu kavramı, kullanıldığında akla medeniyetlerin beşiği olarak
değil hak ihlalleri merkezi olarak gelmeye başlamıştır. Buna sebebiyet veren
dinamiklere bakıldığında ilk olarak, bölgede bulunan yer altı ve üstü zenginliklerinin
Batılı devletlerin dikkatini son iki yüzyıldır fazlasıyla çekmiş olması karşımıza
çıkmaktadır. Batılı devletler eliyle iktidarla getirilen diktatörler, kendilerini iktidara
getirenleri unutmamış ve ülkelerindeki emperyalizm düzeninin canlı kalması için
yıllarca üzene taş taşımıştır. Baskının ve sömürülüşün geri dönüşünü bölge
devletlerinin çoğunda Arap Baharı olarak anılan süreçte halk net bir şekilde karşılık
vererek göstermiştir.

Örnek seçilen bölge ülke İran ise yıllarca Amerika Birleşik Devletleri ile yakın
ilişkiler ile anılan Şahlık rejimiyle yönetilmiş ardından ise 1979 Devrimiyle izole bir
şekilde İran İslam Devleti olarak yoluna devam etmiştir. Bu ülkenin anlaşılması
adına onun bilinen ilk tarihine kadar bir araştırma yapılmıştır. İran, halkın siyaseti
yönlerdiği bir devlet olarak değil; siyasetin halkı yönlerdiği bir devlet olarak
karşımıza çıkmıştır. İran İslam Cumhuriyeti baskı ve sansürlerle her ne kadar
anlaşılması zor bir devlet olsa da küreselleşmenin ve siber çağının getirdikleri
sayesinde insanların seslerini duyurmasını engelleyememiştir.

İran’da kadın haklarının bu noktaya gelmesinde zorba rejimlerin, önce


modernleşme sonra da dine uygunluk hedefiyle getirdikleri yasaklar büyük bir paya

39
sahiptir. Dini kesimin temsilcileri olan ulemalar ise İslam devrimi gerçekleşmeden
önce de çok kez kadınların haklarının önünde bariyer olmuştur. İran’da yalnızca
siyaset ve din değil, toplumsal normlar da kadınların haklarına ulaşmasının önünde
bariyer olmuştur. Soraya’yı taşlamak adlı kitapta da bahsedildiği üzere sırf komşuları
ne der diye Soraya’ya ilk taşı atanın babası olması bunun somut bir örneği olarak
karşımıza çıkmaktadır (Karaca,2010).

Zikredilen konularda İran üzerinden bir çıkarım yapıldığında, İran modern


tarihinde siyasetçilerin ellerini kadınların başlarından çekmemesi ve dinin kadınlar
üzerinden sosyal yaşama katılmaya çalışılması İran’da gelenekselleşmiş normlar
olarak karşımıza çıkmaktadır. İran Batıya laik bir duruş sergilemek için kadınların
başörtüsünü çıkarttıran iktidar karşıt görüşün elindeyken de kadınlara zorla başörtüsü
taktırtan dönemlere şahit olmuştur. Ülkede kadınlara ne istedikleri asla
sorulmamıştır. Karşı çıkan kadınlar ise evrensel belgelerde yasaklanan onur kırıcı
cezalara çarptırılmıştır. Köleliğin yasaklandığı belgeler bağlamında da bakıldığında,
eve hapsedilen, bir erkeğin vasiliğine mecbur edilen kadınlar uluslararası
sözleşmelerin devletlerin iç mekanizmasına yansımalarının ne düzeyde olduğuna dair
bir soru sorulmasına sebebiyet vermiştir.

Evrensel İnsan Hakları beyannamesi ve (CEDAW) Kadına Karşı Her Türlü


Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi insan hakları anlayışında ve kadınlara
yapılan negatif ayrımcılıkların engellenmesi konusunda her ne kadar birçok ülkede
kabul görüyor olsa da İran bu sözleşmelere taraf olmamıştır. Bu sözleşmelerin İran
İslam Cumhuriyeti için, uluslararası arenanın doğasının anarşik olmasından dolayı
herhangi bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır.

40
Kaynakça

Akyüz,B. (2011). Arap Baharı'nın Sembol İsimleri.


https://www.timeturk.com/tr/2011/06/08/arap-baharinin-sembolleri.html . [Erişim
Tarihi:16.04.2019].
Ali, Z. (2014). İslami Feminizmler (1.b.). (Ö. Elitez, Çev.) İstanbul:İletişim
Yayıncılık.
Alikoç, F. (2019). Kadınlar ve Gerçek Eşitlik. https://ozgurlukdunyasi.org/arsiv/243-
sayi-227/544-kadinlar-ve-gercek-esitlik [Erişim Tarihi:11.02.2019].
Aybay, R. (2006, 12). Açıklamalı İnsan Hakları Evrensel Bildirisi. Türkiye Barolar
Birliği Yayınları, ss. 1-22. http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/iheb.pdf .
[Erişim Tarihi:25.01.2019].
Başkan,B. (2011). Buazizi’nin Yaktığı Ateş: 21. Yüzyıl Başında Arap İsyanları.
Akademik Orta Doğu, 6(11), ss.2-22.
http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu11makale/birol_baskan.pdf.
[Erişim Tarihi:15.04.2019].
BBC. (2013). CIA'in 1953'teki İran darbesinde rol oynadığı belgelendi. BBC:
https://www.bbc.com/turkce/haberler/2013/08/130820_iran_cia#orb-banner [Erişim
Tarihi:04.06.2019].
Bizevdeyokuz.com. (2019). İran Şahının Devrilişi Ve İslam Devrimi.
https://www.bizevdeyokuz.com/iran-sahinin-devrilisi-ve-islam-devrimi/ [Erişim
Tarihi:02.06.2019]
Catovic, S. (2014). Arap Baharı`nın bir başka yansıması: Bahreyn. İstanbul
Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler.
https://www.academia.edu/11007637/Arap_Bahar%C4%B1n%C4%B1n_bir_ba
%C5%9Fka_yans%C4%B1mas%C4%B1_Bahreyn . [Erişim Tarihi:16.04.2019].
Ceylan, E. (2015). Dünyanın En Zor Hayatını Yaşayan Suudi Arabistan'daki
Kadınların Karşılaştığı 27 Zorluk. Onedio: https://onedio.com/haber/suudi-arabistan-
in-kadinlara-garezi-oldugunu-kanitlayan-27-tuhaf-yasak-572732. [Erişim
Tarihi:14.04.2019].

41
Cumhuriyet Gazetesi. (2009). Şeriatın Gölgesindeki Kadın/ 1 . Cumhuriyet Gazetesi:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/45632/Seriatin_Golgesindeki_Kadin__1.h
tml . [Erişim Tarihi:18.04.2019].
Çelik, A. (2015). Buazizi’den Rabia’ya, Trablus’tan Şam’a Arap Baharının Sonuçları
Üzerine Bir Değerlendirme. Akademik Yaklaşımlar Dergisi. 6(2). ss.35-50.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/269344. [Erişim Tarihi:15.04.2019].
Çelik, K. (2019). (ed.). İran İslam Cumhuriyeti Anayasası.
http://kitab.nur-az.com/tr/lib/view/663/2 [Erişim Tarihi:11.06.2019].
Deniz,Ş. (2012). Ortadoğu'nun Yeniden İnşasının Yapı Bozumu: Büyük Ortadoğu.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,5(20),ss.169-182.
http://www.sosyalarastirmalar.com/cilt5/cilt5sayi20_pdf/2_tarih/deniz_sadiye.pdf
[Erişim Tarihi: 14.04.2019].
Doğrusöz,M. (2012). İran’da Kadınlara Yönelik Ayrımcılığa Karşı Equal Rights
Now Örgütü’nden Sohalia Sharifi ile Röportaj . http://mahandogrusoz.net/iranda-
kadinlara-yonelik-ayrimciliga-karsi-equal-rights-now-orgutunden-sohalia-sharifi-ile-
roportaj/ [Erişim Tarihi:20.04.2019].
Ekmekvegul.net. (2017). Günün Tarihçesi: Suudi Arabistan’da kadın hakları.
https://ekmekvegul.net/sectiklerimiz/gunun-tarihcesi-suudi-arabistanda-kadin-haklari
[Erişim Tarihi:15.04.2019].
Emecan, E. G. (2018, 03 07). Kadın doğulmaz, kadın olunur! gazete365: Gazete 365:
https://www.gazete365.com/yazarlar/emine-gulizar-emecan/kadin-dogulmaz-kadin-
olunur/720/ [Erişim Tarihi:25.01.2019]
Erdoğan, M. (2012). İnsan Hakları Teorisi ve Hukuku (3.b.). Ankara: Orion
Kitabevi.
Fekri, A.(2011). Tarihsel Gelişim Sürecinde İran Devrimi. İstanbul: Mızrak
Yayıncılık.
GazeteKarınca. (2017). İran’da rengarenk kıyafet yasağı kadınları yıldıramıyor.
Gazete Karınca: http://gazetekarinca.com/2017/05/iranda-rengarenk-kiyafet-yasagi-
kadinlari-yildiramiyor/ [Erişim Tarihi:09.11.2018].
GIWPS. (2017-2018). Women Peace and Security Index.
https://giwps.georgetown.edu/wp-content/uploads/2017/10/WPS-Index-Report-2017-
18.pdf . [Erişim Tarihi:15.04.2019].

42
Goldstein,J. & Pevehouse,J. (2015). Uluslararası İlişkiler. (Özdemir,H.Çev.).
Ankara: Tarcan Matbaası.
Güç, A. (2008). İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları. T.C
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17(2), ss.649-673.
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D00193/2008_17_2/2008_17_2_GUCA.pdf [Erişim
Tarihi:07.11.2018].
Gül, E. (2017). Tahran, 8 Mart 1979: İran’da kadınların özgürce gezebildiği son
günü fotoğraflayan Hengameh Golestan. Gazete Karınca:
http://gazetekarinca.com/2017/02/tahran-8-mart-1979-iranda-kadinlarin-ozgurce-
gezebildigi-son-gunu-fotograflayan-hengameh-golestan/ [Erişim Tarihi:07.11.2018]
Güldemir, F. (2018). Tunus'ta Başlayan Arap Baharı Yayıldıkça Kışa Döndü.
Haberler.com: https://www.haberler.com/grafikli-tunus-ta-baslayan-arap-bahari-
yayildikca-10452588-haberi/ . [Erişim Tarihi:13.04.2019].
Haberiniz.com. (2018) . İran'da Başörtü Eylemi: Halk değişti, rejimi de değiştiriyor .
http://www.haberiniz.com.tr/dunya/iranda-basortu-eylemi-halk-degisti-rejimi-de-
degistiriyor-445398h.html . [Erişim Tarihi:16.04.2019].
Hüseyin, A. (2011). İran’da Devrim ve Karşı Devrim (3.b.). İstanbul: Pınar
Yayınları.
İnanna. (2016). Kadınsız devrim giyotine benzer: Olympe De Gouges. Gaia Dergi:
https://gaiadergi.com/kadinsiz-devrim-giyotine-benzer-olympe-de-gouges/ [Erişim
Tarihi:24.01.2019]
Kahraman, L. (2014). İranlı Kadınların Toplumsal ve Siyasal Profili. Sosyoloji
Araştırmaları Dergisi, 17(2). ss.72-120. http://dergipark.gov.tr/download/article-
file/404866. [Erişim Tarihi:24.01.2019]
Kalkandelen, Z.(2019). İran’da Kadın Olmak/Şeriatın Gölgesindeki Kadın(1).
https://www.cafrande.org/iranda-kadin-olmak-seriatin-golgesindeki-kadin-1-zulal-
kalkandelen/ [Erişim Tarihi:15.06.2019].
Kamacı,Y. (2012). İran’da Kadın Olmak.
http://politikaakademisi.org/2012/08/21/iranda-kadin-olmak/ [Erişim
Tarihi:13.06.2019].

43
Karaca, N. (2010). Kırık bir 'recm' hikâyesi. Habertürk:
https://www.haberturk.com/yazarlar/nihal-bengisu-karaca/513801-kirik-bir-recm-
hikayesi [Erişim Tarihi:18.06.2019].
Kılıç, M. (2015). Uluslararası İlişkiler, Yeşil Kuşak Teorisi Ve Örnekleri.
Internatıonal Journal Of Polıtıcal Scıence Researches . 1(1). ss.50-70.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/160566 . [Erişim Tarihi:17.04.2 019].
Kılınç,B. (2017). İran’da kadınların başlarını örtme zorunluluğuna karşı çıkan
kadınlar “Beyaz Çarşamba”yı başlattı. Sivil Sayfalar:
http://www.sivilsayfalar.org/2017/06/02/iranda-kadinlarin-baslarini-ortme-
zorunluluguna-karsi-cikan-kadinlar-beyaz-carsambayi-baslatti/ . [Erişim
Tarihi:18.04.2019]
Koçak, A. (2012). Yasemin Devrimi’nden "Arap Bahar"ına Tunus. Yasama Dergisi
0(22) , ss.22-61. http://www.yasader.org/web/yasama_dergisi/2012/sayi22/22-61.pdf
[Erişim Tarihi:14.04.2019]
BM. (1948). Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi. Paris.
https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/203-208.pdf [Erişim
Tarihi:12.02.2019]
BM. (1952). Kadınların Siyasal Haklarına İlişkin Sözleşme.
https://www.ombudsman.gov.tr/contents/files/18411--Kadinlarin-Siyasal-Haklarina-
Iliskin-Sozlesme.pdf [Erşim Tarihi:04.02.2019].
Kutlu, F. (2016). Arap Baharı Süreci Ve Libya Üzerindeki Etkileri. Uludağ
Üniversitesi.
https://www.academia.edu/27999885/Arap_Bahari_Sureci_Ve_Libya_Uzerindeki_E
tkileri_-_Fatih_Ba%C5%9Far_Kutlu [Erişim Tarihi:15t.04.2019]
Oflas, Ç. 1979 İran: Çalınan devrim. https://marksist.org/icerik/Teori/8630/1979-
Iran-Calinan-devrim [Erişim Tarihi:05.06.2019].
Olağanüstükanıtlar.com. (2019). Simone de Beauvoir, İkinci Cins, “Kadın Doğulmaz
Kadın Olunur!” . http://www.olaganustukanitlar.com/simone-de-beauvoir-ikinci-
cins-kadin-dogulmaz-kadin-olunur/ [Erişim Tarihi: 20.02.2019].
Özlük, E. (2014). Uluslarası İlişkilerde Devlet:tanım ,teori ve devlet istisnacılığı
(2.B.). Konya: Çizgi Kitabevi.

44
Öztürk, B. (2016). İranlı kadının ‘saçsız’ çığlığı. Sözcü Gazetesi:
https://www.sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/iranli-kadinin-sacsiz-cigligi/ .
[Erişim Tarihi: 17.04.2019].
Phalange, R. (2018, 10 07). Yazdığı 'Kadın Hakları Bildirgesi' Sebebiyle Ölüm
Cezasına Çarptırılan Kadın: Olympe de Gouges. Onedio:
https://onedio.com/haber/yazdigi-kadin-haklari-bildirgesi-sebebiyle-olum-cezasina-
carptirilan-kadin-olympe-de-gouges-838609 [Erişim Tarihi:25.01.2019].
Sancar, S. (2016). Din, Siyaset ve Kadın/İran Devrimi (2.b.). Ankara: Nika Yayınevi
Sander, O. (2012). Siyasi Tarih İlkçağlardan 1918'e .(23.B.). Ankara: İmge
Kitabevi.
Sarıer, B. (2010). Kadın-Erkek Eşitliği Bağlamında Bağımsız Bir Kamu Denetim
Kurumu :Ombud(sman). Ankara: Afşaroğlu Matbaası.
Stratejikortak.com. (2015). Suriye’de Arap Baharının Başlangıç Hikayesi .
https://www.stratejikortak.com/2015/12/suriyede-arap-baharnn-baslangc-
hikayesi.html . [Erişim Tarihi:13.04.2019]
Şen, G. (2012). İran ve “Arap Baharı”: Bağlam, Söylem ve Siyaset. Ortadoğu
Etüdleri, 3(2), ss.95-118. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/209678
[Erişim Tarihi:07.11.2018].
Tarihiolaylar.com. (2019). Arap Baharı. https://www.tarihiolaylar.com/tarihi-
olaylar/arap-bahari-1304 . [Erişim Tarihi:12.04.2019].
Taş, G. (2016). Feminizm Üzerine Genel Bir Değerlendirme: Kavramsal Analizi,
Tarihsel Süreçleri Ve Dönüşümleri. Akademik Hassasiyetler, 3(5), ss.163-175.
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/269956[Erişim Tarihi:01.01.2019].
Tekin, B. (2019). İran Devrim Sürecinde Kadının Konumu. Çankaya
Üniversitesi,Yüksek Lisans öğrencisi, Ankara.
https://www.academia.edu/36421253/%C4%B0ran_Devrim_S
%C3%BCrecinde_Kad%C4%B1n%C4%B1n_Konumu [Erişim Tarihi:04.06.2019].
Tulunay, M. (2006). İran ve Mısır’da Kadın Hareketleri. Yüksek Lisans Tezi,
Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü, Sosyoloji Bölümü, İstanbul.
http://tebaren.org/?p=957 [Erişim Tarihi:14.06.2019].
Türkçebilgi. (2019). İran. https://www.turkcebilgi.com/iran [Erişim
Tarihi:11.06.2019].

45
Türkoğlu, E. (2015). Uluslararası İlişkiler Kuramında Feminizm. Yüksek Lisans
Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/3727/393078
.pdf?sequence=1 . [Erişim Tarihi:25.01.2019]
Türkiye Cumhuriyeti Tahran Büyükelçiliği. (2019). İran’ın İç Siyasi Yapısı
Hakkında Genel Bilgiler. http://tahran.be.mfa.gov.tr/Mission/ShowInfoNote/354524
[Erişim Tarihi: 11.06.2019].
Ünlü, D. (2014). İranlı kadın, erkekten "vize" almak zorunda.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/iranli-kadin-erkekten-quotvizequot-almak-
zorunda/19902 [Erişim Tarihi:15.06.2019].
Wollstonecraft, M. (1952). Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi (11 b.). (D.
Hakyemez, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

46

You might also like