You are on page 1of 376

Varoluş Oyunu II

Maya Kitap * 83, Ezoterik/Spiritüel * 13


1. Baskı, İstanbul Haziran 2014

ISBN: 978-605-5675-93-6
Sevgi Yolunda İlişkiler ve Denge * Can Arif 2014.
Tüm yayın hakları Maya Kitap’a aittir.

Yayın Yönetmeni: Tahir Malkoç


Editör: Hamiyet Bayram
Mizanpaj: Ulaş Kantemir
Kapak: Seda Şakar Korkmaz

Maya Kitap * Sertifika: 14079


Merkez Mah. Kocamansur Sok. No: 6/4 Şişli / İstanbul Tel: 0212 296 97 12
e-mail: info@mayayayinlari.com www.mayayayinlari.com

Kayhan Matbaacılık * Sertifika: 12156


Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244
Topkapı/İstanbul Tel: 0212 576 01 36
Sevgi Yolunda
İLİŞKİLER ve DENGE

Can Arif
İçindekiler

Sunuş 11

Giriş

Evrensel Sevgi Yolunda Ustalık Süreci 21

1. BÖLÜM 35
SPİRİTÜEL YOLDA BİLİNÇLİ İLERLEMEK

I– Temel Anlayış ve Çalışmalar 37


Devre Sonu İtibariyle Bilinçli Tekamül Anlayışı
Enkarnatif Programların ve Katalizörlerin Bilinçli Kullanımı
BİR’in Yasasıyla Çalışmak
Özgür İrade Kullanımı ve Hizmet Polarizasyonu
Perdeleme Süreci ve Polarizasyon
Polarizasyon ve Hasat Edilebilirlik
Logos’un Planını ve Tekamülün Doğasını Anlamak
Sevgi Yolunun Üç Sacayağı ve Hasat
Bilinç Ağındaki Delikler
Acının işlevini Anlamak
Yaratımın Doğası ve Birlikte-Yaratan Olgusu
II- Spiritüel Yolda Başlıca Tuzaklar 81
Negatif Kutuplaşma
Benlik Yüceltmesi ve Elitizm Sapması
Spiritüel Atalet ve Entelektüel Karmaşa
Psişik Selamlama

2. BÖLÜM
ENERJİ MERKEZLERİNE GİRİŞ VE
TEMEL ANLAYIŞLAR 93
Enerji Merkezleri ve Enerji Beden
Çakra Işınlarında Bütünsel Dengeleme
Enerji Merkezleriyle Çalışmak
İçsel ve Dışsal Enerjilerin Kullanımı
Enerji Bedeni Temiz Tutmanın Önemi
Enerji Merkezlerinde Spiral İlişkiler ve Tıkanmalar
Enerji Merkezleri ve Tek Eşli Polarize İlişkiler
Enerji Merkezleri Açısından Rüyalar ve Fonksiyonları
Enerji Aktarımları ve Sonuçları
Cinsel Enerji Aktarımı ve Tıkanmaları

3. BÖLÜM 135
ENERJİ MERKEZLERİ VE METAFİZİK İLİŞKİLER

I- Kırmızı Işın Çakrası ve İlişkiler 137


Kırmızı Işında Topraklanmak
Kırmızı Işın Cinselliği
Kırmızı Işında Bakış Açısı ve Hayatta Kalma
II - Turuncu Işın Çakrası ve İlişkiler 153
Turuncu Işında Kendimizle Olan İlişkimiz
Turuncu Işında İkili İlişkilerimiz
Turuncu Işın İlişkilerinde Dikkat Dağılmaları
Turuncu Işın Cinselliği
Turuncu Işın ve Doğa
Turuncu Işında Sorumluluk

III- Sarı Işın Çakrası ve İlişkiler 179


Sarı Işın ve Kök Aile
Sarı Işın ve Evlilik
Sarı Işında Çalışmak ve Para
Sarı Işın Cinselliği
Sarı Işın Bedeni ve Sarı Işın Ortamı
Sarı Işın Şifası
Hayvanlar, Hayaletler ve Sarı Işın

IV- Yeşil Işın Çakrası ve İlişkiler 206


Kalbin Dış Bahçesi ve Gölge Aslanlar
Kendini Tanımak ve Kalbe Girmek
Yeşil Işın Merkezinde Açık Kalmanın Önemi
Güven ve Kendini Bağışlama
Perdeyi Aralamak
Kalp Çakranın Kutsal İç Mekanı
Sessizlik İçinde Mezuniyete Yol Almak
Yeşil Işın Cinselliği
V- Mavi Işın Çakrası ve İlişkiler 236
Mavi Işın
Kendimizle Konuşmanın ve Kalp Sesinin Gücü

İyi Niyet, Açıklık ve Dürüstlük


Dinlemenin Önemi ve İletişimde Saygı
Mavi Işın Bilgeliği ve Sevgi
Mavi Işın Cinselliği
Mavi Işıma (Özet)

VI- İndigo ve Mor Işın Çakraları 254


Sonsuzluk (Hasat) Kapısı
İndigo (Çivit) Işın Çakrası
Kişilik Disiplinleri ve İndigo Işın Çakrası
Kendini Yargılamak ve İndigo Işın
Korku ve İndigo Işın
Değersizlik Duygusu ve İndigo Işın
Kişilik Disiplinleri İçinde İrade ve İman
Mor (Menekşe) Işın Çakrası

Özet 277

4. BÖLÜM 281
SPİRİTÜEL YOLDA DENGELEME ÇALIŞMALARI

I- İçsel Dengeleme Çalışmaları 283


İçsel Dengelemenin Önemi ve Topraklanma İhtiyacı
Günlük Salıverme ve Affetme Uygulaması
Duyguları Çağırma ve Karşıtıyla Dengeleme Uygulaması
Duyguları Farketme ve Bilinçli Seçim Yapma Uygulaması
Bilinçte Katalizör Değerlendirmesi ve Dengeleme
İstek ve Arzuların Dengelenmesi
Merhamet ve Işık Dengelemesi
Sezgisel ve Rasyonel Düşünce Dengesi
Tekamül Hızlandırıcı Alıştırma

II- Bilinç İçinde İndigo ve Mor Işınla Çalışma Teknikleri 299


Farkındalık (Tanık Tutumu)
Meditasyon
Tefekkür ve Yoğunlaşma
Dua ve Çağrı
Ruhsal Günlük
Ritüel Kullanmak

III- Şifaya Yönelik Anlayışlar ve İçsel Çalışmalar 316

Şifa ve Şifacılık
Şifa Güçlerini Geliştirmek
• Akli Öğrenme Süreci
• Bedene Dair Öğrenme Süreci
• Ruhsal Öğrenme Süreci
Hastalık Oluşumu ve Şifa
Yeşil Işının Şifa Etkisi
Kanser Oluşumu, Oruç ve Şifa
İçimizdeki Yaralı Çocuğu Şifalandırmak
Geçmişi Salıvermek Yoluyla Şifalanmak

IV- Kişilik Disiplinlerini Geliştirici Anlayışlar 346


Korkuyu Anlamak
Benlik Savaşları ve Geçersiz Kılma Girişimleri
Kendini Tanımak ve Kabul Etmek
Pişmanlıktan Özgürleşmek ve Kendini Bağışlamak
İzin Veriş
Değişim-Dönüşüm ve Seçim

Özet 361
Sevgi Yolu ve Yaşamı Onurlandırmak
Sunuş

Herkese en içten sevgilerimle merhaba. Birincin kitabın


ardından, yolculuğumuza ikinci kitapla devam ediyoruz. Sözle-
rime başlamadan önce ben her birinizden bu kitapta yazılanlar
için kendi ayırt etme yetinizi ve anlayışınızı kullanmanızı rica
ediyorum. Bizim sözlerimiz eğer sizin için bir şey ifade ederse,
o zaman yüreğinizin sesine güvenin ve yararlı bulduklarınızla
ilerlerken, yararlı bulmadıklarınızı geride bırakın. Fakat etmez-
se, demek ki biz bu aşamada sizin yolculuğunuzun bir parçası
değiliz. Tıpkı Carla’nın önsöz yazısında söylediği gibi, şüphesiz
bir-tek Yaratan vardır ancak O’nu aramanın ve O’nu bulmanın
birçok yolu vardır ve bunların her biri özgün ve geçerli yollardır.
Böylece bu kitapta yazılanları da yazarın kendi özgün yolculu-
ğunun ve anlayışının bir parçası olarak kabul etmenizi rica edi-
yorum.
Ruhsal arayış süreçlerimiz açısından baktığımızda, “Varoluş
Oyunu” adını verdiğimiz bu iki kitaplık çalışma boyunca yaptığı-
mız şey, sevgi ve hizmet yolunda dengeli biçimde ilerlemenin ve
dengeli bir ruhsal büyüme sağlamanın yollarını incelemekti. İlk
kitapta, bu kozmik oyunun üçüncü yoğunluk derecesi açısından

11
elde edilebilir temel bilgilerini paylaşırken amacımız, bu ikinci
kitap içinde sunacağımız anlayış ve çalışmalar için sağlam bir
zemin hazırlamaktı. Bu şu açıdan önemliydi ki, kozmik oyunu
ve kozmik yapıyı açığa çıkaran çeşitli bilgiler üzerine yapılacak
uzun süreli düşünme vetefekkür süreçleri, bu bilgilerin aklın
derinliklerine ulaşmasını ve orada kök salmasını sağlar ve bu
köklerden filizlenip çiçek açacak anlayışlar, özellikle arınma ve
dengeleme süreçleri açısından aydınlatıcı birer fener olabilme
özelliğine sahiptir. Bunlar aynı zamanda ruhsal alanda yapılacak
çalışmaların da temelidir.
Bizler koşulsuz sevgiyi öğrendiğimiz bu yolda ilerlerken, ya-
şamı ve olayları algılamada geniş ve farklı bakış açılarına ihtiyaç
duyarız. Ancak bu bakış açılarını elde edebilmek için, bizlerin
evrensel bilgileri analiz etme, yorumlama ve buradan rafine so-
nuçlar çıkarma yeteneğimiz fazlasıyla belirleyici olmaktadır. Ki-
tap içinde de göreceğimiz gibi, bizim yaşamı algılamada sahip
olduğumuz perspektif darlığı ya da genişliği, enerji bedenlerimiz
içindeki enerji akışını daha en başta etkilemekte ve bu da yaşam
enerjilerimizi çoğaltan ya da kısan bir durum meydana getir-
mektedir.
Biz ilerlemek için bilginin bize getirdiği anlayış ve ışığı iste-
riz. Biz bilgi olmadan ve bu bilgilerin getireceği anlayışları elde
etmeden, bilinmeyenin sezgisi içindeki sessiz bilgiye kendimizi
açamayız. İlham ve sezgiyle gelen bu sessiz bilgi bize çok daha
yüksek bir gerçeklikten gelir ve bizim bu gerçekliğe kendimizi
açmamız için, bu gerçekliği bize ulaştıracak enerji kanalını açık
tutmayı ve bu kanal boyunca dizilen enerji (çakra) merkezleri-
mizle çalışmayı öğrenmemiz gerekir. Bu da haliyle bilgi ve anla-
yış edinmeyi gerektirir.
Bizler fizik bedenlerimizle birlikte, gökkuşağı renk özlü yedi

12
enerji merkezinden meydana gelen bir enerji bedene sahibiz. Bu
bir çakra sistemidir ve bu sistem,sevgi derslerini öğrendiğimiz
bu kadim yolculukta bizim içsel çalışma alanımızın da merke-
zidir. Düşünce ve duygu dünyamızdan meydana gelen bu alan,
ilişkiler içinde çalışan son derece hareketli ve değişken bir yapı-
dır. Bu açıdan bu kitapta, enerji merkezlerimizin deneyimlerle
beslenen doğasını içinde Dünya Ana’yla, doğal çevreyle, kendi-
mizle ve insanlarla olan ilişkilerimizi tüm bir çakra sistemi ve her
bir enerji merkezi açısından ele alacak ve bu ilişkilerin metafizik
doğasını açığa çıkarmaya çalışacağız.
Şu anda içinde olduğumuz üçüncü boyut ya da üçüncü yo-
ğunluk derecesine ait illüzyon, ailelerin, arkadaşlıkların ve genel
olarak ilişkilerin içinde öğrenmek için son derece çekici ve an-
lamlı bir tasarıdır. Burada her ilişkiyi sevginin verilişi ve alınışı
açısından hazırlanmış dersler olarak görebiliriz. Ancak her biri
çeşitli düzeylerde enerji aktarımı özelliği taşıyan bu ilişkiler,
enerji aktarımlarının metafizik doğası nedeniyle aslında her biri
metafizik yapıda olan etkileşimlerdir. Bizim, enerji merkezleri-
mizin açıklığını doğrudan etkileyen ya da belirleyen bu ilişkilerle
çalışırken, işin bu yönünü bilmeye ve anlamaya ihtiyacımız var-
dır. Hiçbir etkileşim ve iletişim, göründüğü şey değildir. Bun-
ların hepsi, varlıkların düşünce ve duygularından oluşan kendi
enerji alanları içinde birbirlerini etkiledikleri son derece önemli
enerji alışverişlerdir. Ve bizler için, bu hareketlilik içinde yatan
ve çoğu alt çakralarla ilgili olan sevgi derslerini incelemek, her-
hangi bir bilim dalını incelemekten çok daha gereklidir.
Yaşam sadece zihinlerimizin algıladığı şey değildir. O, sevgi-
nin ifade edilişi açısından muazzam bir projedir ve bu proje, için-
de çok daha yüksek bir gerçekliği taşır. Siz isterseniz buna matrix
içinde olmanın gerçekliğiyle, matrix dışına çıkmanın gerçekliği

13
arasındaki fark da diyebilirsiniz. Bizler hepimiz matrix içinde
gerçeği arayan Neo gibiyiz. Bizim filmimizdeMorpheusve onun
Neo’ya uzattığı hap, yaşadığımız çeşitli travmalar ve onların bize
uyan artık! diyen etkisidir. Sonra biz büyük bir riski göze alarak
o hapı yutarız. Bu hapın yan etkileri zorlayıcı ve meydan okuyu-
cudur. Ama bizler, kalbimiz içinde matrix’i görene ve anlayana
dek, bu zorlayıcı süreçten geçmek zorundayız. Ve bu süreç bizim
alt enerji merkezleriyle çalıştığımız süreçtir. Ancak bizim gerçeği
görmemiz ya da onu çok daha yüksek bir gerçeklik içinde his-
setmemiz için, alt merkezlerden kalbimize giden yolu açmamız
ve kalp merkezimiziçine yerleşmemiz gerekir. Burası farklı ve
yüksek bir gerçeklik alanına girdiğimiz ilk yerdir. Bu gerçeklik
tümüyle bilinçtir ve bu bilinç kalbin zekasıdır.Biz bu bilince nü-
fuz ettiğimizde, yaşam artık zihinlerimizin gördüğü şey değildir.
Bu yüzden bir sevgi öğrencisi, zihni içinde gördüğü şeylerin ger-
çekliği konusunda acele etmemelidir.
Şüphe yok ki bizim buradaki yolculuğumuz bir yerde inan-
makla ilgilidir. Bizler nesnel kanıtlarla çalışan bir dünyada, bu tip
bir kanıttan yoksun olan ruhsal alan içinde çalışıyoruz. Bu alan,
bize kendimizi ve diğerlerini koşulsuzca sevmenin öneminden
söz etmemiş bir dünya’da, bilinmeyenin sezgisi içinde bilinenin
uçurumundan atlamak gibidir ve biz zamanı geldiğinde bu uçu-
rumdan atlarız. Bu uçurum ruhsal alandır ve bilinmezin içine yol
alır. Fakat bu yola başlarken inancımızın iki ayağı vardır; onlar
akli ve kalbi inançtır.
Akıl yoluyla inanmak ruhsal yolun başlangıcında iyi bir yol
arkadaşı olarak kaçınılmazdır. Ancak inancın ikinci ayağıyla des-
teklenmediği zaman yetersiz kalır. İkinci ayak, kalbin üzerinde
yükselir. O, evrene açılan kapının anahtarıdır ve ruhlarımızı da
kaplayan bilincin kaynağıdır. Eğer akli inancımızı derin bir iman

14
duygusuna dönüştürecek olan bu kapıdan geçmezsek, her han-
gi bir şey, akıl yoluyla sahip olduğunuz inancın kumdan kalesini
bir anda dağıtabilir. Bizler bunun örneklerini kendi olgunlaşma
süreçlerimiz içinde görüyor ve deneyimliyoruz. Bir telefon, bir
durum, bir olay, bir insan; bu kaleyi darmadağın etmek için yetip
artmaktadır. İşte bu yüzden kalbe giden yolu açık tutmak ve açık
bir kalp içinde, onun sevgiyle beslenen gücü içinde kalmak son
derece önemlidir.
Akıl, kalp merkezine giden yoldaki üç merkez içinde çalışır.
Fizik dünya’ya bağlı kırmızı, turuncu ve sarı ışın merkezlerinde
(alt çakralar) çalışmak daha çok aklın işidir. Ancak kalbin iç alanı
ve onun üzerinde yükselen mavi, çivit ve menekşe renk bölgeleri
metafizik aleme açılan kapılardır ve bu kapılardan akacak enerji
olmadan yolculuğun ikinci ayağı yeterince güçlenemez.
Biz kalbimiz içinde nefes alabildiğinizde ve yukarıya doğru
çıkabildiğimizde, zihinlerimizin bağlandığı gerçekliği daha fark-
lı bir gerçeklikten görmeye başlamamız kaçınılmazdır. Bu daha
yüksek bir gerçekliktir ve enerji bedenlerimizi ve ruhlarımızı sa-
ran bilincin ışığıdır. Bu bizim asıl doğamız ve tüm evrenin tekli-
ğini meydana getiren yüksek enerjilerin hissedilme alanıdır. 
Aslında sevgi tek-bir harekettir ve bizimbu sevgi içinde ya-
tan gerçekliği algılama düzeyimizi belirleyen, bu sevginin için-
den aktığı enerji kanalının ne kadar açık ve temiz olduğudur.
Sevgi, gündelik yaşama bağlanan ve zihinlerimizle şekillenen alt
merkezlerin faaliyet alanı içinde gibi görünse de aslında bu sa-
dece işin fizik dünyaya bağlanan kısmıdır. Burada sevginin bir
enerji hareketi olduğunu ve onun daha yüksek bir gerçeklik için-
de idrak edilmesinin, metafizik alemlere açılan çok daha yüksek
enerjilerin faaliyete geçirilişleriyle doğrudan ilgili olduğunu an-
lamak önemlidir. Ve o yüksek merkezler için atlama noktası açık

15
bir kalptir. Açık kalp içinde kalmak, bizim matrix’i görüş açımızı
tümüyle değiştirecek olan yolun başlangıcıdır.
Zihin ve onun perdeleyici doğası, bizi doğrudan gündelik
yaşama bağlar ve bu noktada gerçek olarak imgelenen her şey,
tartışmasız biçimde gerçektir. Fakat yukarı doğru hareket şef-
kat, kabul ve anlayış içinde yükseldikçe ve biz gerçek doğaları-
mıza nüfuz etmeye başladıkça, gerçek sandığımız şeylerin daha
yüksek bir gerçekliğin gölgesinde kaldığını ya da daha yüksek
bir gerçeklikle sarıldığını açık biçimde deneyimleriz. Bu duyu-
ları bastıran bir sihirbazlık değildir. Bu, sevginin, tüm tekamül
düzeyleri açısından algılanma sınırlarını belirleyen enerji hare-
ketidir. Bu açıdan, zorlayıcı durumların ortasında kalplerimize
odaklanarak orada nefes almamız ve orada kalabilmemiz haya-
tidir. Yukarıda da söylediğimiz gibi, biz kalbin sessizliği içinde
bu bilinç dolu nefesialmadıkça, zihnin algıladığı hiçbir şeyin ger-
çekliğinden emin olmamalıyız.
Hayat sevgi adına son derece basittir. Ancak onun algılan-
ma ve hissedilme düzeyleri sonsuzluğa uzanan bir renk senfo-
nisi gibidir. Bugün gerçek olan, tümüyle gerçektir. Ama yarının
algılama düzeyi, bugünün gerçekliğini sevginin ve merhametin,
birliğin ve tekliğin ışığıyla sarar ve kuşatır. O artık daha farklı ve
daha yüksek bir gerçekliktir.
Aslında bizim sevgiyi öğrenen ve öğreten bir yapı içinde bu-
rada oluşumuz, bir bakıma kozmik bir okulun üçüncü sınıf ders-
lerini almak ve bu derslerden mezun olmak gibidir. Bizler şimdi
bu okulun öğrencileri olarak, sevgi derslerinin öğrenildiği bir tit-
reşim düzeyinden mezun olmamızı içeren büyük bir devre sonu
yaşıyoruz. Mezuniyetimizi belirleyen hasat, sadece deneyimsel
devrelerin geride bırakılmasını sağlayan basit bir uygulamadır.
Mezuniyet, buradaki dersleri yeterince öğrenmiş olmaktır. Bu

16
konuyu ilk kitapta tüm yönleriyle ele almış ve içinde olduğumuz
devrenin ne kadar yüksek önemde olduğunu ifade etmeye çalış-
mıştık. İşte birazdan okumaya başlayacağınız bu kitapta bizler,
dünyevi gerçeklik içinde dünyevi bir oyuncu olmaktan, çok daha
yüksek bir gerçeklik içinde çalışan evrensel bir oyuncu olmaya
doğru gelişen süreçleri inceleyeceğiz. Bu süreç, aynı zamanda,
bizleri sevgi derslerimiz açısından üçüncü yoğunluk derecesin-
den bir sonrakine taşıyacak olan bilgi, anlayış ve çalışmaları da
içinde taşımaktadır.
Bir kardeşiniz olarak ben bu kitap boyunca kendi deneyim-
lerimden, onların sağladığı anlayışlardan, edindiğim bilgilerden
ve yedi yıl boyunca iş hayatından uzak şekilde geçirdiğim kendi
içsel süreçlerimde edindiğim bilgi ve sezgilerin, tüm bu dışarı-
dan edindiğim bilgi ve deneyimleri rafine etmemde sağladığı
ilham ve güçten fazlasıyla yararlandım. Ve şimdi burada yap-
mak istediğim şey sizleri biraz olsun cesaretlendirmek ve belki
bir parça ilham olabilmektir. Hayat dışardan bakıldığında son
derece karmaşık ve zordur. Özellikle ilişkilerimizin alanı büyük
bir meydan okumadır. Ancak sevgi basittir ve hayatı sevginin
basitliği içinde yaşamak bir seçimdir. Ve şimdi hepimiz seçim-
lerimizi bu yönde kullanacak güce ve kabiliyete sahibiz. Sadece
biraz cesaret toplamaya, dikkatli olmaya ve samimiyet dolu bir
kararlılık içinde çaba göstermeye ihtiyacımız var. Bizler her şeyi
yaşayabiliriz. Ancak her şey geride bırakılabilir ve sevgi, geride
bırakılacak olanlar içinde bizi aydınlatacak tek gerçektir.
“Her ne kadar kapakta Can Arif yazsa da, aynı kaynaktan
beslendiğimiz ve aynı evrensel yapılanma içinde bir Gezgin
olarak görev aldığımız Sevgili Carla Rueckert’ın, benim kadim
ailem Sevgili Ra toplumunun, Ra’nın da içinde olduğu Q’uo
prensibinin ve bu gezegenin kadim öğretmenlerinin bu kitabın

17
oluşmasında çok büyük bir payı vardır. Ben onlara, bu kitabı size
ulaştıran Maya Yayınevine, kitabın görsel tasarımı için bize bü-
yük katkı veren sevgili Nilgün Bayraktaroğlu’na ve bu kitabı pay-
laşma fırsatı veren sizlere minnet ve şükran doluyum.”
Can Arif
05 Mayıs, 2014

18
Giriş
Evrensel Sevgi Yolunda
Ustalık Süreci

Sevgiye ve birliğe giden yol, her varlık için giderek artan bi-
çimde gelişen bir ustalık yoludur ve biz sevgi oyuncularıkalple-
rimiz içinde kendimizi daha fazla bulmaya başladığımızda usta
varlıklar oluruz.
Biz hepimiz, her şeyin birliğine ya da Yaratan’la eriyip Bir
olacağımız o kaynağa doğru yolculuk ediyoruz. Bu yolculuğun
sevgiyle ve deneyimle ilgili doğasını serinin ilk kitabında ince-
lemiş ve bunun aslında nasıl kozmik bir oyun olduğunu ifade
etmeye çalışmıştık. Biz hiç birimiz tek-şey ve her-şey olan Tek
Sonsuz Yaratan’dan ayrı değiliz ve bu oyun içindeki varlığımız-
da O’nun yansımasından başka bir şey değil. Ancak oyun, bilinç
alanı içinde sonsuz bir süreçtir ve bu süreç, Tek Sonsuz Yaratan
(BİR) ın kendini tanıması ya da deneyimlemesi sürecidir. İşte
bizler de bu deneyimsel süreç boyunca içsel olarak enerji mer-
kezleri yoluyla ve dışsal olarak uzay/zaman (fizik alem) ve za-
man/uzay (metafizik alem) illüzyonları boyunca kaynağa, her
şeyin birliğine ya da Yaratan’a doğru yolculuk ediyoruz. Ve oyun
kurgulaması gereği bu yolculuğun tamamı bir ustalık sürecidir.
Ancak biz bu kitapta, içinde olduğumuz üçüncü yoğunluk dere-

21
İlişkiler ve Denge

cesi açısından bu süreci ele alacak ve bu yoğunluk derecesinde


nasıl usta birer sevgi varlığı haline geliriz, bunuinceleyeceğiz.
Usta ya da ustalık olgusu, genellikle kadim öğretilerle bir-
likte anılan aydınlanmış varlıklarla karşımıza çıkar. Ancak ilk
kitapta incelediğimiz gibi, aydınlanma olgusu tek tip bir hikaye
değildir ve farklı düzeylerde ustalık dereceleri vardır. Nasıl ki
Yaratan’a giden çeşitli yollar varsa, bu yollardan her hangi biri
üzerinde aydınlanan varlıkların da çeşitli aydınlanma düzeyleri
vardır. Böylece ustalık dediğimiz zaman, sadece tek tip bir aydın-
lanmışlık düzeyini değil, çeşitli aydınlanma düzeylerini kastedi-
yoruz. Ancak tabi usta olmanın bir alt sınırı vardır ve o da tüm
çakra sistemi içinde ilk beş enerji merkezini uyumlu ve dengeli
hale sokmaktır. Bu açıdan enerji bedenlerimizle ve bu bedeni
meydana getiren çakra sistemiyle çalışma ihtiyacımız kaçınıl-
mazdır.
İlk kitabı okuyanlarımızın hatırlayacağı gibi, bu yoğunluk
derecesinde tekamül eden bir varlık, bu sürecin bir noktasında
başkalarına hizmet (pozitif) ya da kendine hizmet (negatif)
yollarından birini seçmesi gereken bir aşamaya gelir. Bu seçimle
birlikte ilerleyen varlık, pozitif yol açısından ilk beş enerji mer-
kezini asgari düzeyde dengeler ya da faaliyete geçirirse usta olur.
Burada asgari kelimesinin söylemeye çalıştığı şey, hiçbir enerji
merkezinin mükemmel şekilde açık olmasının gerekmediğidir.
Yani asgari kelimesinin teknik bir karşılığı yoktur. Bu oyunda
ilerleyen her varlık, zamanı geldiğinde kendi enerji sistemi açı-
sından “yeterli” açıklıkta ve dengede olup olmadığını zaten ken-
disi hisseder ve bilir. Ancak böyle bir varlığın gerçeğinin sadece
koşulsuz sevgi ve koşulsuz hizmet olduğunu söylemek gerekir.
Kitap boyunca biz daima ustalığın denge yolunu izleyecek
ve kırmızı ışın enerji merkezi olan kök çakradan başlayarak tüm

22
Can Arif

enerji merkezlerini tek tek ele alacağız. Böylece pozitif yolu seç-
miş bir varlığın ilk beş enerji merkezini faaliyete geçirip denge-
leyerek nasıl usta bir varlık haline geldiğini göreceğiz.Ancak he-
men söyleyelim ki bu süreç zorlu, cesaret ve sabır isteyen ve pek
çok anlayışı birleştirip bütünleştirmemiz gereken bir sevgi ve
hizmet yolculuğudur. Burada kalp merkezi büyük eriteç ve mavi
ışın merkezi olan beşinci enerji merkezi koşulsuz verişin ve ger-
çek ruhsallığın ilk adresidir. Böylece usta, mavi ışından hareketle
artık çivit ya da indigo rengi ışın merkezi olan altıncı enerji mer-
keziyle çalışmaya hazır hale gelir ki, bu da sonsuz zekaya açılan
üçüncü göz kapısına ulaşmak demektir. Oradan sonrası ise artık
ustanın sanatıdır.
Bizim yoğunluk derecemiz açısından ustalık yolu, sevgi
dersleri üzerinde yükselen denge ve koşulsuz hizmet yoludur. Bu
süreç,“merkezi olarak”enerji merkezlerinin faaliyete geçirilmele-
ri ve dengelenmesi süreçlerini kapsar. Sevgi yolunda ustalık, kök
çakradan giren ve bir enerji hattı (pranik tüp) boyunca içeri ak-
maya çalışan sevgi/ışık enerjisinin (kundalini) yeterince temiz
bir kanaldan akması ve her bir enerji merkezinin bu enerjiyle
yeterince beslenip faaliyet göstermesi sonucunda meydana gelir.
Ancak tabi bu süreçdiğer bazı olguları da içine alan kapsamlı bir
süreçtir ve bu olguların en merkezi olanı da polarizasyon dediği-
miz bilinçte hizmet kutuplaşması olgusudur.
Polarizasyon olgusunu ilk kitapta ele almıştık ancak bu ki-
tapta bu olgunun çeşitli yönlerine değinmeye devam edeceğiz.
Gerçek şu ki az bilinmekle birlikte bu olgu tüm tekamül düzey-
lerinin ya da tüm yoğunluk derecelerinin üzerinde yürüdüğü
zemindir. Tüm birleşik-yaratılış, polarizasyon dediğimiz hizmet
olgusu üzerinde deneyim kazanır ve bu da her varlık için doğ-
rudan enerji merkezleriyle ilgilidir. İçeri giren enerji ne kadar

23
İlişkiler ve Denge

temiz bir kanaldan akarsa ve enerji merkezlerimiz ne kadar den-


ge ve uyum içinde faaliyet gösterirse, koşulsuz hizmet isteğimiz
o oranda artar. Ve tersi biçimde, irademiz ve kalbimiz ne kadar
karşılıksız hizmet çabasına yönelik olursa, enerji merkezlerimiz
de o oranda kristalize hale gelir. Bu nedenle biz polarizasyonu
ve enerji merkezlerinin dengelenmesini, aynı-tek çalışmanın iki
ayağı olarak düşünebiliriz. Fakat en büyük hizmetin içimizden
geldiği gibi sevgi paylaşmak olduğunu ve yüksek enerjilerle ça-
lıştıkça bu paylaşımın daha koşulsuz hale geldiğini söyleyebiliriz.
Bizler ustalaşma sürecinde enerji merkezlerimizle çalışır-
ken, başta kendimize sunduğumuz şefkat, merhamet, kabul,
bağışlama ve koşulsuz sevgi yoluyla kalplerimize ulaşır ve baş-
kalarına hizmet ve yardımı içeren günlük yaşantılarımız yoluyla
usta varlıklar oluruz. Burada ustalık, biçimsel tekniklerle enerji
merkezlerinde çalışılan mekanik bir iş değil, evrensel sevginin
öğrenimi sürecinde kalben yapılan içsel ve giderek azalan bi-
çimde yapılan dışsal bir çalışmadır. Ve bu çalışma, yaşamın tüm
unsurlarıyla olan ilişkilerimizin alanıdır. O yüzden enerji mer-
kezleriyle ilgili bölümde, her bir enerji merkezini yaşamsal iliş-
kilerimizle birlikte inceleyecek ve bu merkezlerin asgari oranda
dengelenebilmesi için gerekli olan anlayışları paylaşacağız.
Ustalık yolunda olan bir varlık ilk olarak akıl ve beden üze-
rinde çalışır ve ilk olarak akıl bileşenini geliştirmesi gerekir.
Böyle yapılmazsa ruh üzerindeki çalışmaları güvenilir bir te-
mele oturtmak mümkün olmaz. Her enerji merkezinin faal hale
getirilmesi ya da tıkanık durumdan çıkarılması birinci öncelik
taşımaktadır.Bu her varlık için geçerlidir ve denge yolunda olan
her varlık enerji merkezlerini anlamalıdır. Ancak bu merkezlerin
nasıl ve hangi yol (öğreti) üzerinde faaliyete geçirileceği her var-
lığın kendi seçimine kalmıştır.

24
Can Arif

Usta olmak entelektüel düzeyde ne kadar çok spiritüel bilgi-


yi bir araya getirdiğimiz ve bunları ne kadar ustalıkla ifade ettiği-
mizle ilgili bir şey değildir. Usta olmak, çeşitli spesifik enerjilerle
ve yüksek enerji merkezleriyle nasıl çalışacağımız konusunda ne
kadar usta olduğumuzla ya da ne kadar iyi ve uzun süre medi-
tasyon yaptığımızla da ilgili değildir. Usta olmak tüm çakra be-
den üzerinde çalışarak, enerji merkezlerini faaliyete geçirmek ve
onların kendi aralarındaki uyum ve dengeyi kurabilmekle ilgi-
lidir. Bu tümüyle sevgi ve hizmet yolunda ustalıktır ve bir usta
için bu çalışmanın öncelikli hedefi kalp merkezine giden yolu ve
kalp merkezini açık tutmaktır. Bunun için de, yüksek merkezlere
odaklanmandan önce ilk üç enerji merkeziyle ve kalp merkeziyle
çalışmayı öğrenmemiz gerekir.
İlk beş enerji merkezini asgari oranda faaliyete geçiren bir
ustanın ilk işi altıncı enerji merkezine yeterince nüfuz etmek
ve bu noktada tüm enerji merkezleri arasındaki dengelerin ince
ayarlarını yapmaktır. Yani usta,artık tüm deneyimlerini bütün
çakra sistemi açısından ele almak ve bütünlemek durumunda-
dır. Böylece her bir enerji merkezi birbiriyle berraklık, düzen ve
uyum içinde titreşip rezonans yapabilir. Peki bu niçin önemlidir?
Öncelikle şunu anlamak gerekir ki menekşe (mor) rengi ışın
merkezi dediğimiz yedinci enerji merkezi, tüm bu enerji mer-
kezleriyle ilgili konuşmaların içine dahil edilemez. Çünkü kök
çakradan giren ve yukarı uzanan enerji, altıncı merkez olan in-
digo rengi merkezde durur. Yedinci enerji merkezi ise bütünün
bir göstergesidir. Yani ilk altı çakra düzeyinde olup bitenin ifa-
desidir. Bu nedenle bu merkez kendi dengesini kendi kurar ve
enerji merkezleriyle ilgili bir tartışmaya dahil edilemez. O bir
varlığın sicili ya da kimliğidir ve bu yoğunluk derecesinden me-
zun (hasat) olmak için dikkate alınacak tek göstergedir. Böylece

25
İlişkiler ve Denge

ustalık yolundaki bir varlık enerji merkezleriyle çalışırken, indi-


go merkez dahil hepsinin aralarındaki denge ve uyumu kurmaya
çalışır ki, bunun mor ışın enerji merkezindeki yansıması hasat
edilebilirlik açısından yeterli düzeyde olsun. Bu açıdan biz kita-
bımızın kapak çalışmasında yedinci çakrayı spesifik bir merkez
olmaktan çok, başın etrafındaki ışıma olarak ifade ettik. Fakat
yine de dikkat ederseniz, bu ışımanın merkezi olarak tepe çakra-
sının olduğu yeri görebilirsiniz. Başın etrafındaki bu tip çizimleri
bazı eski duvar resimlerinde de görmek mümkündür. Ancak ile-
ride göreceğimiz gibi, altıncı çakrada bulunan üçüncü göz ya da
sonsuzluk kapısından geçen bir varlık, eğer isterse yedinci çakra
boyunca içeri akan enerjilerle çalışmayı tercih edebilir. Ama biz
bu tepe çakrasıylaya da onun mor ışın enerjisiyle doğrudan bir
şey yapamayız.
Tekamül etmek, metafizik doğası gereği içsel bir yolculuk-
tur. Bir usta, ilk beş merkezi dengelediğinde artık dış kabukla
ya da dış illüzyonla olan bağları zayıflar. Bu noktada arayış daha
büyük oranda içe döner. Ancak o noktaya gelene dek alt enerji
merkezlerini temizleyerek kalp merkezine giden yolunu açmak
ve beşinci enerji merkezini faaliyete geçirmek için yaşamı, ya-
şamsal tüm ilişkileri ve dışsal illüzyonu kullanmak zorundadır.
Bu süreçte bizim için gerekli ve önemli olan şey, günlük aktivi-
telerimiz boyunca düşüncelerimizi, duygularımızı ve reaksiyon-
larımızı gözlemek ve daha sonra bunları içsel dengeleme çalış-
maları içinde dengelemektir. Hiçbir varlık duygularını bastırarak
ve bir mabede kapanarak usta haline gelmez. Bir usta olduktan
sonra da nereye kapandığımızın bir önemi yoktur. Yüksek ener-
jilerle özellikle meditasyon yoluyla çalışacak düzeye gelen bir
usta varlık için zaten her yer Yaratan’ın mabedidir.
Bizler enerji merkezleriyle çalışırken yaptığımız dengeleme

26
Can Arif

işinde hedefimiz yüksek merkezlere odaklanarak sistemi patlat-


mak değildir. Bu nedenle kitap boyunca dengenin izini sürerken,
amacımız sistemi sağlam bir temel üzerinde yükseltmek olacak.
Bu bakımdan öncelikle alt merkezlerde çalışmanın ve bu süreç-
te içsel dengeleme çalışmaları yapmanın vazgeçilmez önemine
vurgu yapacağız ve çeşitli içsel dengeleme çalışmalarını sizlerle
paylaşacağız.
Biz enerji merkezlerini temizleme ve faaliyete geçirme işin-
de, bu merkezleri öğrenmeyi bir aracı sürmeyi öğrenmeye ben-
zetebiliriz. Her birimiz bir akıl/beden/ruh bileşimine sahibiz ve
bu aracı en iyi şekilde kullanmayı öğrenmek için bilgiye ihtiyacı-
mız var. Kısaca onu nasıl kullanacağımızı, koruyacağımızı ve ba-
kım yapacağımızı bilmemiz gerekiyor. Çünkü enerji bedeni te-
mizlemek, zihne hükmedip tüm duyuları bastıran bir sihirbazlık
numarası değildir. Enerji beden ve onu meydana getiren çakra
sistemi, bizim tüm düşünce ve duygu dünyamız içinde açıklıkla
çalışmamız gereken geniş bir alanı kapsar. Bu açıdan biz enerji
merkezleriyle çalışırken son derece dikkatli ve sabırlı olmak zo-
rundayız. Bu da her işi gibi emek ve çaba ister ve günlük ilişki-
ler içinde enerji merkezleriyle çalışmayı öğrenmek haliyle biraz
zaman alır. Fakat zaten ruhsal gelişimin normal süreci iki adım
önde, bir adım geridedir. Pes etmeden ayakta kalmayı öğrenme-
miz gerekir.
İleride de ifade edeceğimiz gibi, elbette uyanış ve olgunlaş-
manın spiritüel süreci içinde bizim bir altın arayıcısı gibi derin
doğalarımıza ulaşmak için benliğimizi elekten geçirmemiz ge-
rekiyor. Bunu yaptıkça biz kum ve balçığı her bir adımda biraz
daha temizleriz. Ve bazen bu zor bir süreç olsa da, korkulacak
hiçbir şey yoktur. Her şey yolundadır. Ruhsal gelişim, bir dünya-
sal kazanım ve liyakat işi değildir. O içinde pek çok zorluğu, acıyı

27
İlişkiler ve Denge

ve kederi taşır. Çünkü yaşamlar boyunca birikenlerin temizlen-


mesi kolay olmayacaktır. Ancak bu süreç, aynı zamanda içinde
muazzam bir sevinç ve hazzı da taşır. Biz bu yolda zorlayıcı olan
alt merkezleri temizlediğimizde ve kalp merkezimiz içine girdi-
ğimizde, artık Yaratan’ın sevgi/ışık dolu alanına girer ve onun
haz dolu beyaz ışığını çok daha yüksek bir gerçeklik içinde dene-
yimlemeye başlarız.
İçinde olduğumuz dönem, gezegensel çapta büyük bir deği-
şim dönemidir. Bu bizim geçiş ve hasat dönemi dediğimiz büyük
devre sonudur. 2012 kış dönümünde gezegen bir üst yoğunluk
derecesine geçiş yapmıştır ve bu geçişle birlikte gezegeni kuşatan
koşulsuz sevgi enerjisi (yeşil ışın) önümüze kaçınılmaz bazı ger-
çeklikler koymuştur.Bunun da en başında kabul ve affetmenin
zorlu meydan okuması gelir.
Spiritüel gelişim affetmenin ve kabullenmenin enerjisiyle
ilerler ve hesap tutmaz.Kendini ve insanları yargılama alışkanlığı,
bir gün hesap sormayı isteyen ve bu yüzden de asla affetmeyen
köklü bir anlayıştır. Ancak bunun ruhsal gelişim ve evrensel bir
oyuncu olma sürecinde yeri yoktur. Hele de hasat edilebilirlik
açısından oldukça engelleyici bir tuzaktır. Fakat affetmek, söyle-
mekten çok daha zordur. Bunun için önce kendimizi tanımamız
ve olduğumuz halimizle kabul edip sevmemiz gerekir. Bu da alt
enerji merkezlerinde çalışmayı ve belirli bir açıklığa ulaşmayı
gerektirir. Ancak biz kendimizi herşey için affettiğimizde, artık
başkalarını affetmek bunun basit bir uzantısıdır. Bu nedenle ki-
tap içinde kendimizi sevmenin kritik önemine vurgu yaparken,
bunu gerçekleştirmenin yollarını inceleyeceğiz.
Tekamül dediğimiz oyun kurgulaması, kozmik bir deneyim
örgüsüdür ve bu örgü her şeyi içinde taşır. Burada aslında iç ya
da dış, fizik ya da metafizik kavramları aynı bütünün parçalarıdır

28
Can Arif

ve bir paranın iki yüzü gibidirler. Fakat bu yoğunluk derecesinde


tekamül ederek ustalaşmaya çalışan bizler, görünen ve görünme-
yenin arayüzünde çalışmak zorundayız. Kırmızı, turuncu ve sarı
çakralarımızla birlikte yeşil ışın çakramızın dışalanı uzay/zaman-
da (fizik alemde) yer alır ve bizim dış dünyamızla hareket etmek
zorundadır. Bu ışınlar zihinlerimizi ve bedenlerimizi kapsar. An-
cak yeşil ışın merkezi olan kalp çakrasının kutsal iç yeri ile mavi,
indigo ve menekşe renginin yüksek çakraları zaman/uzayda
(metafizik alemde) yer alır ve iç dünyamızla hareket etmek zo-
rundadır. Bu yüksek çakraların enerjileri zihinlerimiz ve beden-
lerimiz kadar ruhlarımızı da kapsar. Bu enerjiler ruhsal doğamızı
geliştirmek için bize yardım eder. Böylece enerji merkezlerindeki
bu uzay/zaman ve zaman/uzay bölünmesi içinde biz bir yandan
dünya gerçekliği içinde çalışırken, bir yandan da sonsuzluk ener-
jilerine kendimizi açar ve sonsuzluk kaynaklarının enerji bedenle-
rimizi beslemesi için meditasyon gibi tekniklerden yardım alırız.
Ustalık yolunda içeriye nüfuz etmek isteyen ve hizmet açı-
sından daha fazla polarize olmak için bilinçli seçimler yapmanın
doğal sürecini yaşayan biri için dışarıyla çalışmak bir gerçektir.
Çünkü pozitif bir varlık için ustalığa giden yol ilişkilerden geçer
ve usta olmanın alt sınırı ilk beş enerji merkezini faal ve dengeli
hale getirmektir. Bizler de bunun için diğer varlıklarla olan etki-
leşim ve iletişime ihtiyaç duyarız.O yüzden kitap boyunca iliş-
kiler üzerinde ilerleyecek ve ilişkilerimizin tekamül hızlandırıcı
metafizik doğasını anlamaya gayret edeceğiz.
Usta olma yolundaki bir varlığın belirli bir noktadan sonra
dışsal çalışmayı giderek daha az oranda yapması ve varlığıyla,
varoluşla ilgili içsel çalışmasını giderek artırması normal bir se-
yirdir. Bu bir yerde karanlıkta ya da ay ışığında çalışmak gibidir.
Ancak ay ışığı saklı gizemi ortaya çıkarabildiği kadar, aldatıcı da

29
İlişkiler ve Denge

olabilir. Ancak ustalar riski göze alır ve bu çalışma diğerlerine


şeytani özellikte ya da negatif gibi görünebilir.
“Usta, kendini diğer varlıkların düşüncelerinin ve onlarla
olan bağlarının yarattığı sınırlamalardan giderek daha büyük
oranda kurtarabilendir. Bu, negatif ya da pozitif yolda olsun, bir
ustanın uyanışında geçilmesi gereken bir aşamadır. Bu özgürlük,
kendisi özgür olmayanlarca karanlık ya da şeytani olarak nite-
lendirilir. Ama bağların çözülmesi mutlaka görülecektir. Eğer
ustanın gerçeği kendine hizmet ise, o zaman diğer varlıklardan
tam anlamıyla kopar. Ama eğer usta başkalarına hizmet yolun-
da ise, o zaman tüm diğer varlıklarla kalpten bir ilişki kurar ama
kendini ve diğerlerini Bir olarak algılamasına engel olabilecek il-
lüzyoni dış kabuklarla ilişkiyi keser. İllüzyon bulutundan ve her
türlü sapmanın yalanından kendini sıyırıp bağlarını çözmek, bir
ustanın yolunda mutlaka atması gereken bir adımdır. Bunu baş-
kaları talihsiz bir adım olarak görebilirler. Ama ustanın yaşamın-
da meydana gelebilecek en talihsiz deneyimler bile ruhun bakış
açısından görüldüğünde, usta, en parlak gün ışığına eşdeğerde
bir ışık üzerine çökene kadar bu deneyim üzerinde çalışabilir ve
böylece başkalarına hizmet aydınlanması gerçekleşir.” (Ra)
Tekamülün evrensel doğasına baktığımızda, bugün bu ge-
zegende gördüğümüz her insan varlığı bu yolda bir gün usta
olacaktır. Çünkü her varlığın değişmez kaderi olan hasat olgusu,
üçüncü yoğunluktaki bir varlığın sevgi ya da idrak katı dediği-
miz bir üst yoğunluk katına geçebilmesi için usta bir varlık hali-
ne gelmesini gerektirmektedir. Fakat bu süreç, tüm deneyimsel
süreçler gibi tümüyle özgür irade sürecidir ve her varlık kendi
seçimleriyle kendi yolunu dokuyacaktır. Böylece bir varlığın kaç
devrede bir usta haline geleceği bilinemez olandır. Bilinen ise,
bunun mutlaka gerçekleşecek olmasıdır.

30
Can Arif

Şu anda bu gezegendeki insan varlıkları içinde milyonlar-


ca usta varlık var. Yüksek yoğunluk derecelerinden hizmet ve
yardım amacıyla enkarne olmuş Gezginler başta olmak üzere,
dördüncü yoğunluğa hasat olma özelliklerini çok daha önce ka-
zanmış, hasatı geçecek düzeye yeni gelmiş ve hasat yoluyla di-
ğer gezegenlerden buraya gelmiş çok sayıda varlık var. Gezginler
unutma perdesi nedeniyle sadece üçüncü yoğunluk bedeni için-
de burada bulunurlarken, bu gezegende dördüncü yoğunlukta
kalacak olan varlıklar şu an dual ya da çift beden denilen ve bi-
rinci kitapta incelediğimiz bir beden (dna) yapısı içinde burada-
dırlar. Ve bu insanlar dördüncü yoğunluk enerjilerini alabilen bu
bedenler yoluyla evrensel hizmet anlayışının en güzel örnekleri-
ni usta varlıklar olarak sunmaktadırlar.
Biz bu varlıklara indigo ya da kristal insanlar diyoruz. Onlar
buradaki bu zorlu geçiş ve hasat aşamasında bir sevgi atmosferi
yaratarak, bu gezegene hasat sürecinde büyük bir katkı vermek-
tedirler. Onlar dördüncü yoğunluk yaşamı “tam olarak” başla-
dığında burada olacaklar ve şimdi üçüncü yoğunluğun bu son
zamanlarında ve dördüncü yoğunluğun bu başlangıç zamanla-
rında çift bedenler içinde buradadırlar. Ve bu bedenler içinde
perde, onlar açısından oldukça zayıftır. Onların bazıları kaşıkları
bükerken ya da yapılamaz denilen sihirli şeyler yaparken (ki bu
bir yetenek değil, sadece şu anki deneyimlerinin bir sonucudur),
aslında çoğunlukla böyle şeylere ilgi göstermezler. Onlar bu zor
dünya’ya daha çok sevgi ve hizmet sunmakla ilgilenirler.
“Bu yeni tür, üçüncü yoğunluk insanlarının fiziksel ve gün-
lük ihtiyaçlarıyla ilgilenirken, iyileştiriciler olarak da çalışırlar.
Onlar perdeden sızan ışığı çok daha açık biçimde görürler. Onlar
umursamaz ya da negatif bir düşünceyle karşılaştıklarında bunu
önemsemezler. Onların altın kuralı her nerede olursa olsun hiz-

31
İlişkiler ve Denge

met ve sevgiye odaklanmaktır. Onlar bizim çirkin şehirlerimiz ve


sokaklarımız içinde, bizim çürük ve hırpalanmış kırsal bölgemiz
içinde hizmet vermeye ve değişiklik yapmaya hazırdırlar. Onlar
bazı ünvanlar ve uniformalar gibi hiçbir dış rozete ihtiyaç duy-
mayan ustalardır. Kot ve t-shirt onlar için yeterlidir.
İndigo çocuklar için iyi bir örnek, genç bir Kanadalı olan
Ryan’dır. O, suya hiç ulaşımı olmayan Afrikalı insanlar olduğunu
öğretmeninden öğrenir. Onların daha iyi durumda olması için
para biriktirmeye yemin eder. O zamandan beri, diğer pek çok
kişi Ryan’ın yaptığı işi duymuş ve onun işine yardımcı olmak için
para bağışında bulunmuşlardır. Şimdi yaklaşık 20 yaşında olan
Ryan’ın vakfı çok sayıda baraj yapımına imza atmıştır.
Ryan, bu hizmet esnasında hükümetten ödeme isteme-
miş. O iş-birliklerinin var olması için yalvarmamış. O vakfını
kar amacı gütmeden kurmuş ve o zaman yaşı 17 bile değilmiş.
O tüm Afrikalıların suya ulaşmasını görmek için hayatını bu işe
adamış. Çünkü bu indigo çocuklar küçük yaşlarda dahi iyi birer
ruhsal oyuncudurlar.
Her çocuk gibi indigo çocuklar daailelerinin ve arkadaşla-
rının yol göstermelerine ihtiyaç duyarlar. Bazı zamanlarda bu
çocuklarla birlikteliğin anahtarı, onların başkalarına hizmet için
duydukları heyecanı anlamaktır. Normalde disiplinli bir çocuk-
tan çok daha fazla özgür biçimde hareket eden bu insanlar, ken-
dileriyle birlikte olan insanlardan gelecek biraz farklı bir yaklaşı-
ma ihtiyaç duyarlar.
İndigo çocuklara sahip olan aileler onlardan normal, sakin
ve topluma uyan bir çocuk olmalarını istediklerinde genellikle
bu etkili olmaz. Tam tersi, bizim onlara olan ihtiyaçlarımızı gör-
memiz ve onlardan yardım istememiz daha iyidir. Onlarda perde
incedir. Sevgiyi almaya ve vermeye hazırdırlar.”(Carla Rueckert)

32
Can Arif

2012 den sonraki bu günlerde artık bu çocukların sayıları


hızla artmaya başladı ve hızla geliyorlar. Bugün yaşları 35 civa-
rında olan on binlerce ve daha küçük yaşta yüz binlerce indigo
var. Biz yeşil ışın faaliyetimizi artırmak için indigoçocuklar ör-
neğini kullanabiliriz. Biz onlar gibi açık kalbimiz içinde zaman
harcadıkça, yaşam deneyimimiz gittikçe değişecektir. Tam ola-
rak kim olduğumuzu hatırlamanın ortasında biz kalbimize daha
fazla yerleştikçe, karşılaştığımız küçük ya da büyük sorunlar kar-
şısında daha sakin ve kendimize güvenli kalabilir ve katalizörlere
daha yerinde karşılıklar verebiliriz.
Bunlar elbette birden bire olmaz ve açık bir kalbin içinde
kalmak şüphesiz çabasız olmayacak. Ancak bunu seçmiş olmak,
artık içinde olduğumuz enerji ortamı açısından bunu yapmayı
gittikçe kolay hale getirecektir. Biz oyuncular, henüz uyanmamış
olanlarımızın yaşamlarını koşulsuz sevgiyle sardıkça ve kalpleri-
miz içinde kaldıkça, birer usta varlık olarak bu dünya üzerinde
ışığın çoğalmasına çok daha büyük bir katkı vermiş oluruz.
Birazdan okumaya başlayacağınız kitabın ilk bölümüne, us-
talaşma yolunda bilinçli olarak ilerlememizekatkı sağlayacak bazı
temel anlayışları paylaşarak başlayacağız. Bunlar, birinci kitap-
taki temel bilgileri daha geniş bir bakış açısından rafine ederek
oluşturduğumuz ve enerji merkezleriyle çalışmaya başlamadan
önce ihtiyaç duyacağımız konulardan ya da arayüz çalışmaların-
dan meydana geliyor.
Tüm kalbimle keyif almanızı diliyorum..

33
1. BÖLÜM

SPİRİTÜEL YOLDA
BİLİNÇLİ İLERLEMEK
I

Temel Anlayış ve Çalışmalar

“Bilinçli olarak Bir’i aradığının farkında olan


bir varlık, tekamülünü son derece hızlandırma şansına sahiptir.”

Devre Sonu İtibariyle Bilinçli Tekamül Anlayışı


Bizler genellikle herhangi gelip geçici bir durum ya da faaliye-
te, bunun ruhsal gelişimimiz ya da tekamülümüz için ne değeri
olacağını ya da ne şekilde kullanabileceğimizi pek düşünmeden
odaklanırız. Böylece olaylara hepimizin vazgeçilmez birer parça-
sı olduğumuz yaratılışın özünü idrak etmek ve tekamül etmek
açısından bakmayız. Oysa bir insan, bu yoğunluk derecesinde-
ki yaşamı kendi tekamülü adına bilinçli olarak kullanabileceğini
keşfettiğinde ve sevgi derslerinin öğrenimi konusunda yaşamsal
katalizörlerin bize sunduğu fırsatların farkına vardığında, artık
bambaşka bir kapı aralanır ve yaşam bambaşka bir algıyla kar-
şılanır.
Birinci kitapta ele aldığımız konuları ve bundan sonra ele
alacaklarımızı düşündüğümüzde, gerek enkarnatif sistemin ve
gerekse de tekamül olgusunun son derece ilginç, komplike ve

37
İlişkiler ve Denge

incelikli bir iş olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bir yaşam boyunca


tekrarlayan durumlar ve zorluklar, bunların meydana gelmesin-
de rol oynayan insanlar ve olaylar, aslında BİR tek evrensel anla-
yışa ulaşmak için yaptığımız planlamanın parçalarıdır. Hepimi-
zin evrensel sevgi ve merhameti öğrendiğimiz bu yolda,yine he-
pimizinsabır ve hoşgörü, anlayış ve kabul, şükür ve iman, yaşamı
hafife alabilme becerisi ve affetmek gibi pek çok sevgi dersimiz
var. Bizler dünya adını verdiğimiz bu öğrenim yurdunda, şimdi
içinde olduğumuz devre sonu nedeniyle açılan bilgiler ve ula-
şan enerjiler sayesindeyaşamlarımıza daha geniş ve evrensel bir
bakış açısıyla bakarak, öğrenimi için burada olduğumuz dersler
açısından bizi sınırlayan eksik ve sınırlı anlayışlardan kurtulabi-
liriz. Ve bu noktada, gezegeni yoğun biçimde etkisi altına alan
dördüncü yoğunluk (koşulsuz sevgi) enerjisine de kalben ve far-
kındalıkla kendimizi açarak, bu süreci destekleyebiliriz. Dışarıda
ne olursa olsun, biz kalbin yolunu izlediğimizde ve bilincimizi
kalp merkezimize çevirdiğimizde, bu enerjiye de kendimizi aç-
mış oluruz. Bu enerji yeşil ışın dediğimiz titreşimdir ve kalbin ve
birliğin gücünü taşır.
Bizler farkında olduğumuz bir tekamül olgusu ve yaşama
geçirilen evrensel yasa ve prensipler yoluyla, tekamüllerimizi
bilinçli hale getirebilir ve pek çok gereksiz detayla enerji ve za-
manımızı harcamak yerine doğrudan planın kalbine nüfuz ede-
biliriz. Bu plan, merkezi olarak daima koşulsuz sevgi, merhamet
ve koşulsuz hizmet üzerinedir. Böylece hem bu merkezi amacı,
hem de kendimiz için özel olarak planladığımız dersleri, dene-
yimlerin daha farkındalıkla ele alınması yoluyla daha dengeli ve
hızlı öğrenebiliriz.
Şurası açık ki bu gezegene ait kolektif karmanın bir biçimde
dengelenmesi gerektiği bu hızlı süreçte, bizler de kendi karmik

38
Can Arif

süreçlerimiz açısından kendi yaşam derslerimize ve bunların


gerçekleşmesini sağlayan insanlara ve koşullara çok daha dikkat
etmeli ve önem vermeliyiz. Enkarne olmadan önce ruhsal teka-
mül süreçlerinin tümüyle farkında olan ve bu yüzden en dengeli
ve hızlı biçimde tekamül etmek için her türlü zorlayıcı katalizö-
rü planlayan bizlerinbuna fazlasıyla ihtiyacı var. Çünkü bunlar
yaşam dediğimiz illüzyonun sisleri içinde gerçekten görünmez
olabilirler ve bu da bizi sınırlayan bir etki yaratır. O bakımdan
hem akli hem de kalbi bir açıklığa hepimizin ihtiyacı var.
Bizler hepimiz sonsuz varlıklarız ve aklımızın en önünde
tutmamız gereken şey hepimiz koşulsuz sevgiden yaratıldığı ve
hepimizi Bir olduğudur.Biz ne tek bir yaşam yaşıyoruz, ne de
etrafımızda gördüğümüz herhangi bir şeyden ayrıyız. Biz BİR
oyun oynuyor ve bu oyunun üçüncü yoğunluk derecesindeki
yapısı gereği unutarak, yeniden hatırlamaya çalışıyoruz. Fakat bu
hatırlama illüzyona tutunarak gerçekleşemez. Perdeyi delmenin
yolu enerji merkezlerinin temizlenmesidir ve bu merkezler de
deneyimlerle beslenir. Her duygu, düşünce ve eylem bu enerji
girdapları üzerinde faaliyete geçirici ya da tıkayıcı etki yaparken,
bizler debu yolla perdeyi ya daha kalınlaştırır ya da daha incelti-
riz. Ancak önce bilinçli olarak tekamül etmeyi öğrenmemiz ve
bunun için de öncelikle kendi yaşam realitelerimizin sorumlulu-
ğunu alabiliyor olmamız gerekir.
Gerek enkarnasyonlarımız öncesi ve gerekse yaşam içindeki
tüm seçimlerimiz bizim özgür iradelerimizin eseridir. Bir unut-
ma perdesi içinde bu dünya’ya doğmadan önce hepimiz en çok
ihtiyaç duyduğumuz seçimleri yaptık ve bunu yaparken her şe-
yin farkındaydık. Bizler bu seçimleri yaparken ve kendi yaşam
programlarımızı oluştururken, ne kadar kolay ve rahat bir yaşam
süreceğimizin değil, sevgiyi ve sevgi derslerimizi nasıl öğrenece-

39
İlişkiler ve Denge

ğimizin planlamasını yaptık. Ve bu yüzden bizler en kolay olanı


değil, genellikle en zor olanı seçtik. İşte bunun farkında olmak,
bu seçimin tüm sorumluluğunu almak ve bu seçimden doğan
her şeyi bilinçli bir tekamül yolunda kullanmak, şu anda bizim
için gerçekbir ihtiyaçtır.
Hangi anne-babanın genetik yapısına talip olduk, hangi
astrolojik zamanlamaya talip olarak çeşitli enerjilerin yaşamla-
rımıza etki etmesi konusunda seçimler yaptık, hangi fiziksel ve
bedensel, hangi duygusal ve ruhsal katalizörleri yaşamlarımıza
yerleştirdik; tüm bunları dikkatle ve farkındalık içinde, hatta te-
fekkür yoluyla değerlendirmek bilinçli bir tekamül anlayışının
gereğidir. Ve böylesi bir anlayış, hem genel ve özel derslerin öğ-
reniminde, hem de mevcut karmaların dengelenmesinde bizlere
muazzam bir katkı sağlar.
Şu anda ne aradığını bilen bir varlık, evrensel yasalara özen
gösterdiği bilinçli bir tekamül anlayışı içinde odağını sevgiye ve
başkalarına hizmete çevirerek kendi tekamülünü son derece hız-
landırma şansına sahiptir. Bizler eğer insanları ve yaşamın tüm
yansımalarını sevginin ve merhametin, şefkatin ve anlayışın, bir-
liğin ve bağışlamanın öğrenilmesi için, yani içte ve dışta kaynağa
biraz daha yaklaşmak için birer öğretmen olarak görebiliyorsak,
o zaman biz ruhsal öğrenciler olarak herkesi ve her şeyi koşul-
suzca sevmek olan yaşam hedefimize doğru kararlılıkla ilerliyo-
ruz demektir. Ve bu yolda yaşamın acı ve sevinç arasındaki tüm
devinimini bir katalizör olarak algılamak, ruhsal bir öğrenci için
vazgeçilmezdir. Bu, yaşamı tekamül etmek için kullanmaktır. Fa-
kat bu yalnızca sevgiyle ve sevginin kendisi için yapılabilir. Çün-
kü her şey sevgidir.
Yaşamın amacı nedir ve biz niçin buradayız? Bu hepimizin
kendimize sorduğumuz son derece merkezi bir sorudur. Ve ben

40
Can Arif

inanıyorum ki birçoğumuz bu soruyla başladık bilinçli arayış


yolculuğumuza. Uykudan başımızı kaldırdık ve yaşamak için
yapılması gerekenleri yapmaya devam ederken, kendi varoluş
gerçekliğimizi ve bunun özünde olan sevgiyi keşfetme serüve-
nimize başladık. Ancak bu yola çıkarken, bir insan olarak kendi
yaşamlarımızda ve diğer insanların yaşamlarında meydana gelen
acıları anlamak için pek çok başka soruyu da sorduk ve sormaya
devam ediyoruz. Belki bu soruların asla bir sonu gelmeyecek ve
belki biz bunlar için tatminkar bir cevabı hiçbir zaman bulama-
yacağız. Ama şurası gerçek ki içinde olduğumuz varoluş düzeyi,
pek çok soruya cevabın açıkça gelmeyeceği ve hepimizin içten
gelen bir arzuyla sevgiyi aradığımız bir boyut. Ve bu arayış, uy-
kudan uyanmış bir varlık için rastgele yapılamaz. Farkında ve
dikkatli olmak, sevgiye ve hedefe odaklanmak zorundayız. Sayı-
sız dikkat dağıtıcının iş başında olduğu bu illzüyon dünyasında,
hepimiz gerçekten uyanık olmaya ve cesaretle ayakta kalmaya
ihtiyacımız var.
Şüphe yok ki hepimizin nihai kaderi kaynağa geri dönmek.
Fakat bu nasıl ve hangi koşullar içinde olacak? İşte bunu belir-
leyen her varlığın gerçeği bilme arzusu, farkındalığı ve seçim-
leridir. Elbette kaynağın çekimi mutlak ve bizler de bu mutlak
çekime arayış arzumuzla tepki veriyoruz. Ancak oyunun bu saf-
hasında gerçekle aramıza çekilmiş bir zihin perdesi var. Bizlerin
her şeyden önce perdenin işlevsel yapısını ve onun meydana
getirdiği arayış arzusunuanlamamız gerekir. Ve bu arayış arzusu
sırasında, anlamamız gerekir ki perdeden dolayı hiç birimiz ken-
di yaşam planlamalarımızı bilinçli olarak hatırlamıyoruz. Fakat
eğer dikkatli, uyanık ve sevgiye adanmış bir hayat yaşamayı seç-
mişsek, perdeye nüfuz ediyoruz demektir. Biz ne kadar bilinçli
isek, o oranda perdeyi inceltiyor ve tekamül ediyoruz demektir.

41
İlişkiler ve Denge

Şu önemli bilgiyi aklımızın bir köşesinde tutalım ki, bir varlık


bu yoğunluk derecesinde enkarne iken ya ne öğrendiğini bilme-
den bilinçsiz olarak öğrenir ya da Bir’in Yasası’nı (her şeyin BİR
olduğunu) öğrendiğinin bilincinde olarak öğrenir. Bu ikincisi,
bilinçli öğrenme yoluyla tekâmülü son derece hızlandırma po-
tansiyeli taşır.
Hasat olgusunu incelediğimiz birinci kitabı okuyanlarımız
hatırlayacağı gibideneyimsel devreler gezegenler için değişmez
süreler içerse de, gezegen üzerindeki varlıklar için bu geçerli de-
ğildir. Yani bir gezegenin bir üst yoğunluktaki deneyimsel devre-
ye ne zaman geçeceği belli iken, gezegen üzerinde tekamül eden
bir varlığın kaç devrede bu geçişi yapacağı bilinemez. Üçüncü
yoğunluk varlıkları içinse bu sürenin ne kadar olacağını belirle-
yen tek şey varlığın ne kadar bilinçli olduğudur. Bu da bir açıdan
kaynağın çekimiyle ne kadar uyum içinde olduğumuzla ilgilidir.
Bu, akışta olma becerisidir.
Şimdi zaman azalmıştır. Bir büyük devre sonu ve hasat süre-
ci içindeyiz. Her türlü zorluğa rağmen, taşıdığı muazzam fırsat-
lardan ötürü bu zamanda burada olmayı “kesinlikle” biz istedik.
İçinde olduğumuz bu zamanlar sevgi, merhamet ve koşulsuz hiz-
met adına çok sayıda katalizör sunuyor bize. Ve bizler kendi ya-
şam programlarımızı bilinçli olarak hatırlamasak da, şimdi hepi-
mizin bir şansı var. Devre sonu nedeniyle, perdede delik açmakta
bize yardım edecek birçok bilgi, anlayış ve öğreti açığa çıktı ve
evrensel çapta yardım ve iletişim en yüksek düzeyde. Dahası
tüm bunları destekleyen enerji, gezegeni tümüyle kuşatmakta.
Dolayısıyla tüm bunlardan en verimli biçimde yararlanmanın bir
yolunu bulup, yaşamın ayrıntılarıyla direnme ve çatışma yoluyla
girdiğimiz savaşa bir son vererek, planın kalbine girebiliriz. Ve
inanın bana bunun için bundan daha uygun bir zaman olamazdı.

42
Can Arif

Çünkü devre sonları, bilinçte genişleme fırsatlarının en fazla ol-


duğu zamanlardır.
Fakat her şeyden önce kendimizi ve insanları affetmeyen ve
sürekli yargılayan zihinsel alışkanlıklarımıza ve bir kurban rolü
oynama eğilimlerimize karşı son derece dikkatli olmalıyız. Bu
kadim sevgi yolculuğunda tüm hareketinsanın önce kendinden
başlar. Önce kendini tanımak, affetmek, kabul etmek ve sevmek
işidir bu. Ben de her varlık gibi kendi yolculuğumun başlarında
var olan tüm acılarımı başkalarına projekte ediyor ve kendimi ye-
terince sevmiyordum. Ama bir nokta geldi ki, sorumluluğu tam
olarak alma ve kendimi sevme ihtiyacımın meydan okumasıyla
karşı karşıya kaldım. Bunu başarmak zorundaydım çünkü ne ken-
dimle ne de diğer insanlarla yeterince iyi bir ilişki kuramıyordum.
Şimdi geçmişe baktığımda, kendimle ve diğer insanlarla
olan ilişkilerimdeki uyumsuzluğun bana ne kadar da çok zaman
kaybettirdiğini görüyorum. Ancak bu aynı zamanda son derece
öğreticiydi ve ne olursa olsun benim deneyimimin ve Yaratan’ın
kendini tanıma sürecinin bir parçasıydı. Yine bugün pek çok ar-
kadaşımın, kendi yaşamlarına ve daha genel olarak yaşama bakış
açılarındaki darlık nedeniyle,kadim yaşamlar boyunca üzerinde
yürüdükleri yolda ilerlemekte büyük güçlük çektiklerini ve ken-
dilerini kendilerinden kopardıklarını görüyorum. Belki yaşam
realitelerinin sorumluluğunu almayarak, belki kurban rolü oyna-
yarak ve acılara tutunarak ya da belki başkalarıyla uğraşmanın o
dayanılmaz hazzının tuzağına çekilerek ve kendi benliğiyle yüz-
leşme cesareti göstermeyerek. Ama belki de daha çok, hepimizi
Bir kılan o muhteşem özün kalplerimiz içindeki varlığına ve gü-
cüne yeterince inanmayarak..
Son derece üzüntü vericidir ama bu gezegenin insanlık bi-
linci boğazına kadar illüzyona batmıştır. Eğer bizevrensel bir

43
İlişkiler ve Denge

oyuncu olacağız ve kalbimizden aldığımız güçle ilerleyeceğiz


diyorsak, bilinçli olarak hareket etmeye ve bilinçli seçimler
yapmaya ihtiyacımız var. Bilinçli bir varlık artık olayların öte-
sine geçmeye ve görünenin arkasında olanı görmeye başlaya-
bilir. Böyle bir varlık için temas ettiği her insan ve durum ona
bir şey öğretme, işaret etme ya da hatırlatma potansiyeline
sahiptir. Durumu böyle gören bir varlık, her olaydan pozitif
bir sonuç çıkarabilir ki pozitif bir varlığınişi de budur. O artık
olaylarla değil, insanlarla ilgilenir; sevgi paylaşmak ve hizmet
etmek için. Bu yüzden ben her kardeşimi kalplerimizin içinde-
ki sevgiye, kendimize ve Yaratan’a güvenmek konusunda cesa-
retlendirmek isterim. Biz bir tek şey için buradayız ve onun adı
da sevgidir. Affeden ve kucaklayan, hepimizi Bir eden tek-bir
sevgi.

Enkarnatif Programların ve
Katalizörlerin Bilinçli Kullanımı
Enkarnasyon öncesi kendi ihtiyaçlarına uygun katalizörleri plan-
layan bir varlığın o sırada bu katalizörleri kullanma arzusu ile
aynı varlığın enkarne haldeyken bu seçilmiş katalizörleri kullan-
ma isteksizliği arasında muazzam bir fark vardır. Çünkü doğar-
ken içine girilenunutma sürecinden dolayı varlık unutur.
Bir varlığın kendi yaşam programlamasının ana hatlarını ve
bununiçindeki katalizörleri fark etmesi, bilinçli olarak tekamül
edebilmek açısından son derece önemlidir. Ancak bu süreç ger-
çek bir samimiyete, cesarete, dikkate, hassas bir anlayışa ve ken-
di benliğimizi derinlemesine incelemeye ihtiyaç duyar. İnsanın
kendi enkarnasyon planını ve bu plan içindeki derslerini anla-
masıkritik bir eşiktir vesevgi dersleri açısından ilerlemiş varlıklar
için bu programı yeterince okumak zor değildir. Ve bu bir kez

44
Can Arif

gerçekleştiğinde, sahip olduğumuz bu farkındalık bize muazzam


bir avantaj sağlar.
Bir çocuk bedeninde doğan her varlık, kendi programı içine
yerleştirdiği katalizörleri bir tek şey için seçmiştir; enerji mer-
kezlerini faaliyete geçirmek ve sevgi derslerinde ilerlemek için.
Bu da varlığın polarize olma ihtiyacının kaçınılmaz sonucudur.
Bu yoğunluk derecesinden mezun olmanın başkalarına ya da
kendine hizmet seçiminden hareketle gerçekleşeceğini bilen her
varlık, enkarnasyon öncesi seçimlerinde, hizmet yolunda pola-
rize olmasını sağlayacak katalizörleri seçer ki bunun için önce
enerji merkezlerinin uyum ve dengeye sokulma gerekir.
Bu yoğunluk derecesinde bulunan her varlığın başka varlık-
larla ilgili ve genel olarak da sevgiyle ilgili dersleri bulunur. Bunlar
çok yoğun derslerdir ve bir varlığın bu konuda ne planladığı kesin
olarak bilinemez. Fakat tekamülün bilinçli olarak farkında olan ve
hangi dersler programlanmış olursa olsun sevginin kalbine ulaş-
mayı büyük bir arzuyla isteyen varlıklar, artık olaylarla değil diğer
varlıklarla ilgilenirler. Onlar almakla değil, vermekle ilgilidirler.
Bu konuda en büyük katalizör kök aile üyelerimiz, eşlerimiz, ço-
cuklarımız ve iş arkadaşlarımızdır. Bu konuda en uzun süreli ve
istikrarlı katalizörler onlar tarafından sunulur. Ve bunların uygun
kullanımı, buraya yapmak için geldiğimiz şeyi yapmak için bize
büyük bir fırsat sunar. Ancak her zaman için bu sürecitefekkür ya
da meditasyon yoluyla desteklemek gerekir. Çünkü katalizörleri
kullanmaktaki zorluk şudur ki sadece zihnen bilmek yeterli değil-
dir. Bu işe tüm kalbinizi ve ruhunuzu; tüm bilincinizi yatırmanız
gerekir. Ancak tersi biçimde, Yaratan’ı arayış sadece meditasyon
anlarında değil, yaşam deneyimlerinin ortasında yapılır.
Hepimizin kadim yaşamlardan gelen birçok dersimiz var.
Bu dersler öğrenilinceye kadar önümüze çıkmaya ve bizi zor-

45
İlişkiler ve Denge

lamaya devam edecekler. Kendini tekrarlayan kişi, olay, durum,


duygu, tepki ve arzu gibi şeyler bizim derslerimizin büyük işaret-
çileridir. Ve bu derslerin öğrenilmesi için aracı olan herkes ya da
her şey bir katalizördür. Bizim ilerlemek için bunları çok dikkatli
bir gözlem içinde, çok daha geniş bir bakış açısıyla görmeye ihti-
yacımız var. Evrensel bir bakış açısı olan bu ihtiyaç içinde bizim
kabul ve affetme enerjileriyle ilerlemeye ihtiyacımız var.
Açık ki her enkarnasyon yeni fırsatları beraberinde getirdiği
gibi, yeni yükleri de beraberinde getirebilmektedir. Tüm geç-
miş yaşamlardan damıtarak getirdiğimiz ve bizlerin ruhsal kişi-
liğini belirleyen “gösterge benlik”, her zaman için bizim yaşam
koşullarımızı, katalizörlerimizin yapısını ve enkarne haldeyken
bunları algılayış şeklimizi belirler. Bizler her bir yaşamda sevgi-
nin uygulanışı açısından ne kadar rafine bir iş ortaya çıkarırsak,
polarize olmak için yeni ve taze fırsatlara da kendimizi açarız.
Ancak bunun tersi biçimde sona eren her yaşam, bir sonraki için
yeni yükler getirme potansiyeli taşır. Bu açıdan bizim düşünce
ve duygu dünyamızı yakından gözlemeye ve kendimizi tanımaya
ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç içinde bizim kendi yaşam program-
larımızı, katalizörlerimizi ve derslerimizi görmeye ihtiyacımız
var. Şüphesiz bu oldukça zorlayıcı bir iştir ve büyük bir cesaret
ve samimiyet gerektirir. Ama polarize olmak ve tekamül etmek
ihtiyacımız kaçınılmazdır.
“Enkarne olmanın amacı akıl, beden ve ruhun tekamülüdür.
Bunu yapmak için mutlaka bir katalizör bulunması gerekmez,
ancak katalizör bulunmaması halinde genellikle tekamül isteği
doğmaz ve sürece olan inanç ortaya çıkmaz ve böylece tekamül
edilemez. Bu nedenle katalizörler programlanır ve program her
varlığın kendisine özgü gereksinimlerine göre oluşur. Yine bu-
nun için, bir varlığın kendi deneyimsel katalizörünün farkına

46
Can Arif

varması, onun sesine kulak vermesi ve bu deneyiminden, ken-


disinin kazanmak için enkarne olduğu şeyi kazanmaya bakması
beklenir. Yaşamın her anı, kendine sunulan katalizörü kullan-
maya çalışan bir varlığa ölüm ve yeniden doğuş sunar. Her bir
deneyim gözlenmeli, yaşanmalı, dengelenmeli, kabul edilmeli
ve bireye mal edilmelidir. Varlık, kendini kabullenme ve katali-
zörlerin bilincine varma konusunda geliştikçe, bu deneyimleri
rahatça yerleştirebileceği noktanın yeni bir gerçek renk düzeyine
(daha üst bir enerji merkezine) yükselmesi doğaldır.” (Ra)
Birinci kitapta enkarnatif süreçleri incelerken gördüğümüz
gibi, kozmik dizilimlerden genetik yapılara, içine doğduğumuz
sosyal çevreden, aile ve arkadaş seçimlerimize kadar her şey
programa dahildir ve tüm bunlar bize tekamül etmemiz için ge-
rekli olan potansiyeli ve katalizörleri sunarlar. Bunlar hem çok
kısıtlayıcı, hem de çok öğretici ve işaret edici olabilir. Özellikle
başkalarına hizmete yönelik enkarne olan bir varlığın katalizör
programlamaları, hiçbir zaman kolay olandan yana olmayacak-
tır. Çünkü rahatlık ve konfor, hiçbir insanı diğerlerine koşulsuz
hizmet anlayışa götürmez. Elbette zorlayıcı katalizörler kabul ve
hizmet duygusundan çok, akli ve duygusal çatışmalara da neden
olabilir. Ancak pozitif bir varlık risk alır. Sevgi ve hizmet, hiçbir
zaman acıyı ve zorluğu yadsımaz.
Hayat asla tek bir yüze sahip değildir. Eğer bir yanda acı ve
keder varsa, bir yanda da oradan doğan sayısız sevgi ve merha-
met fırsatı, sayısız öğretici katalizör vardır. Bir sevgi insanının
akıl ve gönül olgunluğu içinde bunu düşünmesi gerekir. Kader,
Yaratan’ı arayış yolunda sonsuz olasılık/olanakiçinden yapılan
seçimlerin toplamıdır. Bu seçimin dayandığı irade ise kaynağa
dek gider ve sonsuzluğun gizeminde “bilinmeyen” olur. Ancak
enkarnatif programlamalar içinde seçimler ve sorumluluklar

47
İlişkiler ve Denge

bize aittir. Ruhsal tekamül sürecinin bilinçli olarak farkına var-


mış her insan bu sorumluluğu almak ve kendi yaşam programına
sadık kalmak konusundan cesaretini toplamalıdır. Tıpkı Şems’in
o muhteşem anlatımında söylediği gibi; “Kader, hayatımızın ön-
ceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, ne yapalım
kaderimiz böyle deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Ka-
der yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah
bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne
hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.”

BİR’in Yasasıyla Çalışmak


Bir’in Yasası’nı ele aldığımız ilk kitapta bu yasanın özüne değin-
miş ve her şeyin BİR olduğunu söyleyen bu özü her fırsatta ifade
etmeye çalışmıştık. Bu yasa var olan her şeyin tek-bir varlık oldu-
ğunu ve BİR olduğunu söyler. Bu yasaya göre her düşünce, her
duygu, her idrak ve her şekil BİR’dir. Tüm bunlar tek-bir benliğin
parçaları ya da yansımalarıdır.
Bizim yoğunluk derecemiz açısından Bir’in Yasası’yla çalış-
ma ihtiyacımız kaçınılmazdır. Bizler her şeyin birliği ya da tekliği
üzerine düşünerek geçireceğimiz ve bunu sessizlik içinde hisse-
deceğimiz zamanlara ihtiyaç duyarız. Bizim buradaki amacımız
Yaratılış’ın birliğini ve bunun özünde olan koşulsuz sevgiyi be-
lirli oranda idrak etmek ve bu idrakin temel bir yansıma olarak,
diğer benliklerimiz dediğimiz hayatın diğer parçalarına hizmet
etmektir.
Bir’in Yasası, tüm yaratılmış alemlerde geçerli olan diğer
tüm yasa ve prensiplerin kaynağıdır. Her prensip ya da yasa, bu
yasadan tezahür eder ve Yaratılış’ın tamamında bu asıl ve tek
yasa geçerlidir. Bu suretleBir’in Yasası, üçüncü yoğunluktan iti-
baren tüm pozitif varlıkların üzerinde çalıştığı asıl yasadır. Ancak

48
Can Arif

bu yasanın onur/görevini tam olarak üzerine alan ilk yoğunluk


derecesi beşinci yoğunluk derecesidir. Altıncı yoğunluk derecesi
ise birlik katı olması nedeniyle bu yasanın tümüyle uygulanabil-
diği asıl kattır. Bu yoğun derecesinde tüm kutuplaşmalar biter
ve hangi kutbiyetten gelirlerse gelsinler, tüm varlıklar sonsuzluk
yasasına doğru arayışa geçerler.
Üçüncü yoğunluk derecesindeki her hangi bir varlığın Bir’in
Yasası’nı “bilinçli olarak” arama çabası, o varlığın tekamülünü
son derece hızlandırma potansiyeli yaratır. Ancak bu yasanın
gerçekliğinin bizim dünyamızda gösterebileceğimiz nesnel bir
kanıtı ya da karşılığı yoktur. Bu yoğunluk derecesinde birliği
ve sevgiyi öğrenmenin doğası, içten gelen bir dürtüyle arayışa
geçmek ve nesnel bir kanıta dayanmaksızın içsel bir algılama ya
da hissetme yoluyla öğrenmektir. Bu bizim buradaki ruhsal geli-
şim süreçlerimizin doğasıdır. Burada ne öğrenirse öğrensin, her
varlık aynı şeyi öğrenir. Kendi içindeki plan ne olursa olsun, her
varlık için geçerli olan tek-bir plan vardır; Bir’in Yasası’na doğru
ilerlemek ve her şeyin sevgi olduğunu söyleyen “ilk düşünce”ye
doğru yol almak..
İnsanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde Bir’in Yasası’nın
hayata geçirilmesiyle ilgili açık ya da açık olmayan pek çok giri-
şimde bulunulmuş ve birçok insan Atlantis’te, Mısır’da, Güney
Amerika’da, Anadolu’da, Yunanistan’da ya da diğer başkakültür-
de bu yasanın çeşitli tezahürlerini kendi inanç sistemleri içinde
uygulamıştır.Çok tanrılı dinlerin aksine, tek-bir Yaratan’a inanç
bu yasanın yansımasıdır. Ve bu inanç, bu yoğunluk derecesinde
bu yasayla çalışmanın temel koşuludur. Her varlık ruhsal düzey-
de bir diğeriyle aynı-tek varlıktır. Bir’in Yasası’nı hissetmeye açık
olmak, her şeyde var olan Birliği aramak ve bilinçli olarak bir-
lik anlayışı içinde hareket etmek bu yasayla çalışmaktır. Ve bu

49
İlişkiler ve Denge

yasayla çalışmanın güzel bir uygulaması, kendimiz başta olmak


üzere baktığımız her yüzde ve her şeyde Tek Sonsuz Yaratan’ı;
BİR’i görme uygulamasıdır.

Özgür irade Kullanımı ve Hizmet Polarizasyonu


Özgür irade yasasının kullanımı ve hizmet polarizasyonunun-
metafizik değeri gibi iki konuyuaslında ayrı başlıklar altında ele
almayı düşünmüştük. Ancak özgür irade kullanımının polarizas-
yona olan doğrudan etkisini göz önüne aldığımızda, en sağlıklı
olan bu iki konuyu bir arada incelemek olacaktı ve biz de öyle
yaptık.
Özgür irade yasasının bu yoğunluk derecesi açısından uygu-
lanabilirliği ve bunun polarizasyona olan etkisi, üçüncü yoğun-
luk unutma süreci açısından perdenin altına gömülmüş durum-
dadır. Bu açıdan, özgür irade yasası ve onun polarize biçimde
kullanılması, bizlerin günlük yaşam içinde inceliklerini pek bil-
mediğimiz bir şey. Ancak özgür irade içinde çalışmayan ve hiz-
met polarizasyonu konusunda yeterince anlayış geliştirememiş
bir oyuncu için ilerlemek zordur. Bilinçli olarak tekamül eden
her varlığın özgür irade uygulaması ve onun polarizasyona etkisi
konusunda bilgi sahibi olmaya ihtiyacı vardır. Ancak bu konuda
konuşmaya başlamadan önce, özgür irade yasası ve polarizasyon
olgularını yeterince anlamak gerekir.
Özgür irade yasası Bir’in Yasası’nın ilk tezahürüdür ve tüm
evrensel yaratımın temel yasasıdır. Her şey özgür iradenin eseri-
dir ve her şey bu yasaya göre yaratılmaktadır. Bu yasa, birlikte-ya-
ratan konumuna geçen, yani bireyselleşen tüm bilinç birimleri
için vardır ve geçerlidir. Kaynağa göre konumu ne olursa olsun,
her bireysel-yaratan, bu yasaya uymakla ve bu yasayı uygulamak-
la yükümlüdür.

50
Can Arif

Bu yasaya göre, Tek Sonsuz Yaratan (BİR) kendini tanıya-


caktır. Böylece O’ndan yansıyan tüm parçalar özgürce yaratacak-
lardır. Dolayısıyla tekamül yolunda farkındalık içinde ilerleyen
her varlık, özgür irade yasasına azami biçimde uymaya çalışır.
Hatta yüksek yoğunluk derecelerinin negatif varlıkları dahi öz-
gür irade yasasının bazı incelikli hususlarına kendi polarizasyon-
ları açısından dikkat ederler. Çünkü bu yasada yaşanan her sap-
ma, herhangi bir varlık için polarizasyon kaybı demektir ve bu da
kendi yürüdüğü yolda gerilemesi anlamına gelir. Bu nedenle biz-
den yukarıdaki yoğunluk derecelerinde bulunan varlıklar, Bir’in
Yasası gibi bu yasanın da daha incelikli bölümlerini öğrenir ve
uygularlar. Bizim dünyamızda ise, özgür irade yasasının gözetil-
mesine son derece az rastlanmaktadır. Bu yüzden de hizmet po-
larizasyonu açısından kaybımız sanıldığından çok daha fazladır
ki bu da hasat edilecek varlıkların sayısını azaltmaktadır.
Polarizasyon olgusu, en basit ifadeyle bilinçte hizmet ku-
tuplaşması dediğimiz şeydir. Bu açıdan kitabın bu bölümünde
ya da çeşitli bölümlerinde bazen polarizasyon bazen de kutup-
laşma ifadelerini kullandığımızda, aslında aynı şeyi söylüyoruz
demektir. Fakat temelde başkalarına hizmet yolu olan pozitif yol
açısından polarize olmanın anlamı, koşulsuz hizmeti öğrenen bir
varlığın bu hizmet anlayışını giderek saflaştırması yoluyla teka-
mülünde ilerlemesidir.
Metafizik bir olgu olan polarizasyon, deneyimsel süreçleri
olabildiğince çeşitlendirmek ve renklendirmek isteyen Logos’un
tekamül planının asıl amacıdır ve bizim tekamüllerimizin ve
hasat olgusunun merkezinde yer alır. Çünkü bu aynı zamanda
sevgiyi öğrenmenin ve ifade etmenin de yoludur. Yani ister sevgi
paylaşımı, isterse de günlük aktiviteler yoluyla yapılan hizmet ve
yardımlar olsun, ne derece karşılık beklemeden ve özgür irade

51
İlişkiler ve Denge

yasasına uygun biçimde yapılırsa, polaritelerimiz de o oranda


artar ve bu da üçüncü yoğunluk derecesinden hasat olmak için
gerekli olan en önemli şeydir. Bu noktada polarizasyon, bu yo-
ğunluk derecesinden hasat olabilmek için gerekli olan enerji
merkezlerindeki denge ve uyumu doğrudan etkilemektedir.
Tıpkı enerji merkezlerindeki açıklığın polarizasyonu etkileme-
si gibi. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz. Biz başkalarına koşulsuz
hizmet yolunda ne kadar saflaşırsak, enerji merkezlerimiz de o
oranda kristalize hale gelir. Ya da biz enerji merkezlerinde ne ka-
dar sorun yaşarsak, hizmet isteğimizde o oranda azalır.
Polarizasyon olgusu içindeki hizmet kavramı, Tek Sonsuz
Yaratan’ın kendi kendini tanıması sürecinin değişmez bir parça-
sıdır. Bu açıdan hizmet kime ve neye yönelik olursa olsun, bu,
Tek Sonsuz Yaratan’ın (tek-varlığın) kendine hizmetidir. Dola-
yısıyla deneyimin esas olduğu kozmik oyun, bu hizmet zemini
üzerine inşa edilmiş ve varlıkların da kendi tekamüllerini be-
lirli bir hizmet anlayışı esasına dayanarak gerçekleştirmeleri is-
tenmiştir. Böylece her varlık seçtiği hizmet yolunda ilerledikçe
onun tekamülü de hızlanacaktır.
Üçüncü yoğunluk derecesi bir seçim katıdır ve bir varlı-
ğın pozitif ya da negatif yollardan birini seçmesi onun polari-
zasyonunun ilk adımıdır. Seçimini yapan varlık yaşamlar boyu
bu seçim üzerinde çalışarak polaritesini artırır ve bu da onu bu
yoğunluk derecesinden hasat edilebilir düzeye getirene kadar
devam eder. Böylece hasat edilebilirlik açısından polaritesi yük-
sek seçimler yapmak oldukça önemlidir. Fakat hizmet yolu tüm
tekamül düzeyleri boyunca devam eden bir olgu olduğu için,
buradan mezun olan bir varlık, bir üst yoğunluk katında yine
seçmiş olduğu yol üzerinde polarizasyonunu artırmak için çaba
gösterecektir.

52
Can Arif

Polarizasyon açısından baktığımızda, aslında yaşamın tümü


evrensel sevgi ve merhameti geliştirmek ya da diğer varlıklara
koşulsuz sevgi ve hizmet sunmak adına kutuplaşma fırsatlarıyla
doludur. Bu olgu içinde, hayatın bize sunduğu katalizörleri algı-
lama biçimimiz ve bunlara verdiğimiz karşılıklar bizim kutuplaş-
mamız açısından pozitif ya da negatif bir potansiyel taşır. Bura-
da düşünce, duygu ve eylemlerimizin yönü bizim polaritemizi
belirler. Böylece biz ya üzerinde yürüdüğümüz tekamül yolunu
damıtırız ya da polarizasyon açısından katalizörleri verimli kul-
lanamayarak, önümüze çıkan potansiyeli heba ederiz. Tabi bir
yandan da polarizasyonlarımızı geriye düşürecek ya da negatif
yöne döndürecek birçok hata yaparız. Ve bunlardan en önemli-
lerinden biri de özgür irade yasasının ihlalidir.
İçinde olduğumuz hasat nedeniyle, deneyim spiralinin ya da
tekamülün daha ileriki aşamalarında olan varlıklar için polarize
olma ihtiyacı şu anda öne çıkmaktadır. Eğer sizler de bu olguyu
ve bu olgu içindeki koşulsuz hizmet anlayışını kendinize yakın
buluyorsanız, kesinlikle titreşimsel kıdemliliğe sahip bir varlık
olmalısınız. Ancak yine de unutma perdesi etkisini göz ardı ede-
meyiz ve bazı olgularla rezonansa giremesek bile, karar vermek
için acele etmemeliyiz. Bizim bilinçli bir tekamül anlayışı içinde
olgunlaşmamız için ön-yargılarımızdan uzak biçimde araştırma-
ya ve sorgulamaya ihtiyacımız var.
Şimdi gelin hep birlikte özgür irade kullanımı ve polarizas-
yon arasındaki ilişkiye bakalım.
Şurası kesin ki üçüncü yoğunluk varlıkları için karmaya da-
hil olacakları şekilde özgür irade kısıtlamaları her zaman müm-
kündür. Başta da söylediğimiz gibi bizim insan algılamalarımız
içinde özgür irade, polarizasyon ve onların aralarındaki ilişki pek
bildiğimiz şeyler değil. Özellikle özgür iradenin incelikli uygu-

53
İlişkiler ve Denge

lamalarından ve özgür irade ihlallerinden son derece habersiz


durumdayız.
Özgür irade, bu evrendeki her varlığın gerçeği ve Yaratı-
lış’dan gelen hakkıdır. Bu yüzden bir başka varlığın iradesini
onun isteği dışında kontrol etmek ya da yönetmek, ona isteme-
diği bir şey yapmak ya da yaptırmak, en açık özgür irade ihlalidir.
Ancak bu, işin en kaba kısmıdır. Özgür irade ihlali açısından ya-
şamın içine girdiğimizde karşımıza günlük ilişkilerin tüm yelpa-
zesi çıkar.
Aslında özgür iradeye uyumlu davranış dediğimiz zaman,
bunun en basit ifadeyle karşımızdaki varlığın özgür iradesine ve
varoluşuna karşı gösterilen saygı olduğunu söyleyebiliriz. Ve bu
açıdan baktığımızda, başka bir varlığın özgür iradesini ihlal eden
sayısız davranış modeli olduğu açıktır.
Biz tabi fazlasıyla ayrılık bilinci ve çatışma içeren bir insanlık
kültüründen geliyoruz. Bu da haliyle özgür irade yasasına aykırı
bir kolektif bilinç meydana getiriyor. Böylelikle bu bilinçten bes-
lenen hemen hepimiz o ya da bu düzeyde başka varlıkların öz-
gür iradelerini ihlal ederek polarizasyon kaybına uğruyor ya da
negatif polarizasyon riskine giriyoruz. Ama daha günlük alana
girdiğimizde, bunun yansımalarının adeta günlük yaşam alışkan-
lıklarımız haline gelmiş olduğunu görüyoruz.
İlişki içinde bulunduğumuz insanları kontrol etmek, yön-
lendirmek ya da her hangi bir biçimde onlardan çıkar elde etmek
amacıyla yaptığımız manipüle edici iletişim ve sohbetlerden tu-
tun da, bir iş yerinde yönetici olarak çalışırken alt kadromuzda
yer alan insanlara onları incitecek biçimde davranmaya veya eşi-
mizle ilişki içindeyken ona emir verme hakkını kendimizde gör-
meye kadar pek çok alanda özgür irade ihlali yapıyoruz. Ve bu
alana saygısızca davranış biçimlerinin hepsi dahildir. Hele ki bir

54
Can Arif

varlığa yapacaksın! ya da yapmayacaksın! şeklinde emir vermek


tümüyle özgür irade ihlalidir. Fakat bunun istisnai bir örneği,
yönetici olarak çalıştığınız bir iş yerinde, işin devamlılığı açısın-
dan bir çalışma arkadaşınıza onu incitmeden ya da alçaltmadan
yapılması gerekenleri söylemeniz gibi durumlardır. Burada asıl
ihlal ve polarizasyon kaybı, karşıdaki varlığı yok saymak, onun
iradesine hükmetmek, onu kullanmak, ona istemediği bir şey
yaptırmak ve onun özgür seçim hakkını elinden almak gibi ko-
nulardır. Bu da haliyle geniş bir yelpazeye yayılır.
Diğer bir polarizasyon kaybı, insanları etkileme ve yönlen-
dirme gibi alanları kapsar. Örneğin spiritüel konularda yaptığı-
mız bir sohbet esnasında bize sorulmadan anlattığımız her şey
aslında bir özgür irade ihlalidir. Biz bunun en güzel örneğini
kanal mesajlarında görüyoruz. Örneğin Ra bilgilerinin aktarımı
sırasında izlenen yöntemin soru-cevap olmasının tek nedeni, Ra
grubunun özgür iradeye en üst düzeyde önem vermesidir. Fakat
bir insan bedeni içinde bu derece incelikli bir özgür irade hassa-
siyetimiz olması zordur. Ama bilmemiz gerekir ki bir insanı etki-
lemek ve onu kendi gerçekleriniz doğrultusunda yönlendirmek
için söylediğiniz her şey bir özgür irade ihlalidir.
Basit biriletişim içinde neyin zorbalık ya da yönlendirici
bir şey ya da neyin sevgiyle yapılan bir hizmet olduğuna karar
vermek son derece hassas bir şeydir. Buradaki kritik çizgi, ken-
dine dönük fayda sağlamak amacıyla yaratılmak istenen sohbet
ile paylaşma fırsatı veren bir sohbet yaratma arasındaki çizgidir.
Eğer bir sohbeti tartışmak istediğiniz konuya getirerek oradan
kendinize dönük bir kazanç elde etmek amacındaysanız, o za-
man siz inceden inceye o varlığı güdüyor ya da zorluyor ve onun
üzerinde kesin bir etki bırakmaya çalışıyorsunuz demektir ki bu
da bir özgür irade kısıtlamasıdır. Bizler elbette spiritüel gerçek-

55
İlişkiler ve Denge

leri paylaşma fırsatı bulduğumuzda kendi doğrularımızı hiçbir


çıkar gözetmeden paylaşabiliriz. Fakat sırf kendi doğrularımızı
paylaşmak için bir sohbet ortamı yaratmak dikkat edilmesi ge-
reken bir şeydir.
Dikkat etmişseniz kitabın önsözünde Carla, eğer bu çalış-
mayı yararlı bulmazsanız devam etmeyin demiştir. Ve ben de
sunuş bölümünde, okuyucunun kendi ayırt etme yetisini kullan-
masını rica ettim. Bu gerek Carla’nın ve gerekse benim özgür ira-
deye uyma isteğimizdir.Çünkü her birimizin düşünce ve anlayış-
ları kendimize aittir ve hiç birimizin yolu genel bir doğru olarak
kabul edilemez. Dolayısıyla bu kitabı okuyan biri açısından bun-
dan yarar sağlanıyorsa, biz bundan onur ve sevinç duyarız. Ama
yararlı ve yakın bulunmuyorsa, o zaman elbette bırakılmalıdır.
Belki bunu söylüyor oluşumuz garip gelebilir ve yarar sağlama-
yan biri zaten bırakacaktır denebilir. Ama özgür irade yasasıyla
ilgili biraz da mizahi durum şudur ki, sizin bilgiyi sunan olarak
bazı hatırlatmaları yine de yapmanız gerekir.
Bu gezegende bulunmuş varlıklar içinde özgür irade yasa-
sına en çok riayet edenlerden biri İsa’dır. O, etrafındaki bir grup
insana yaptığı konuşmalardan sonra, bunları kimseye anlatma-
malarını söyleyerek, bir varlığın bu yoğunluk derecesinde göste-
rebileceği özgür irade hassasiyetinin en üst örneklerinden birini
vermiştir. Çünkü üçüncü yoğunluk derecesinde aydınlanmış bir
varlığa kıyasla, İsa gibi üst yoğunluk katlarından birinden gelmiş
bir Gezgin varlığın burada yeniden aydınlanması arasında önem-
li bir fark vardır ve bunun da en önemli yansıması özgür iradelere
uymak konusunda ortaya çıkar. İsa, hatırlayan bir Gezgin olarak
bu yasanın öneminin ve polarizasyona etkisinin açık biçimde
farkındaydı. Onun bu gezegendeki şifacı insanlara bıraktığı en
büyük miraslardan biri de yine bu yasaya uymak gerektiğine dair

56
Can Arif

anlayıştır. İsa’nın şifa verdiği insanlara, onlar istedikleri için şi-


fanın gerçekleştiğini söylemesi, yine bu yasası ne kadar gözetti-
ğinin işaretidir. Zira bir şifacı eğer şifaya sadece kanal olduğunu
ve asıl şifanın karşıdaki varlığın isteğiyle gerçekleştiğini kabul
etmezse, bu açık biçimde özgür irade ihlalidir. Ve aynı ihlal, ken-
disi istemeden bir varlığa şifa girişiminde bulunmak konusunda
da geçerlidir.
Bu noktada şunu hemen söylemek gerekir ki iyilik göreceli
bir kavramdır ve günlük yaşamın yardımlaşması içinde sırf iyilik
yapıyoruz diye bir başka insanın iradesini kısıtlama riskimiz de
vardır. Bu açıdan doğru yöntem, karşıdaki varlığın bu iyiliği talep
etmesi ya da sizin önermeniz halinde istemesidir. Ancak şu da
bir gerçektir ki yaşam oyunu bir teknikler oyunu değildir. Neyin
özgür iradeye uygun ve neyin uygun olmadığı konusu, bir yazılı
kurallar listesi değildir. Bu konuda her varlık kendi kendine reh-
berlik etmelidir.
Bizler günlük yaşam içinde bir başka insanın özgür iradesini
kısıtlayıcı şekilde davranıp davranmadığımızı merak ettiğimizde,
aklımızda durumu tersine çevirebiliriz. Ve böylece görebiliriz ki
aynı şeyin bize yapılması durumunda bunun bizim üzerimizde-
ki etkisi, yaptığımız şeyin bir ihlal olup olmadığının açık biçim-
de göstergesidir. Eğer biz bu tersine çevirme durumunda kendi
davranışımızdaki iyiliği görebiliyorsak, yüksek ihtimalle uygun
davranıyor ve kendi benliğimiz ile diğer benlik arasındaki birli-
ği koruyoruzdur. Ancak durumu tersine çevirdiğimizde durum
bizi yaralıyor ve sinirlendiriyorsa, o zaman karşımızdaki varlığın
özgürlüğünü çiğniyoruz demektir. Ve özgür irade kısıtlamasının
önüne geçmek için şu basit yöntemi kullanabiliriz. Örneğin bir
insanla yapılan iletişimde eğer onu eleştirmek zorundaysak, kal-
bimiz tamamen sevgi ve merhametle dolana kadar bekleyebili-

57
İlişkiler ve Denge

riz. Böylece o paylaşılmak zorunda olunan düşünceler birlik ve


uyum içinde gerçekleşir. Hiçbir iletişim öfkenin ve acının kont-
rolü altında olmamalıdır. İnsan öfkenin, kızgınlığın ya da acının
sunduğu işi kendi içinde yapmalıdır ve bu zor duygularla çalış-
mak için kendine zaman tanımalıdır. Fakat yapabildiği kadar bu
zorlukları diğer insanlara yansıtmak konusunda dikkatli olmalı-
dır.

Perdeleme Süreci ve Polarizasyon


Üçüncü yoğunluk derecesinde polarize olmanın perdeleme
süreciyle olan ilişkisi içinde söylersek, polarizasyon için en
birincil katalizör perdeleme ya da unutma sürecidir. Üçüncü
yoğunluk derecesine girerken geçilen unutma süreci yüzün-
den yitirilenleri yeniden anımsamak ve ne aradığının farkın-
da olmak pozitif polarizasyon açısından büyük fırsattır. Eğer
enkarne haldeyken perdede bir delik açarak her şeyin birliği,
koşulsuz sevgi, bağışlama ve hizmet gibi anlayışlar hatırlanır ve
hayata geçirilebilirse, bir varlığın bu yolla tekamülünü hızlan-
dırma şansı çok yüksektir.
Hiç şüphe yok ki polarizasyon olgusu bizim tekamül süreç-
lerimizin en önemli kısmıdır ve bu olgu perdeleme süreciyle an-
lam kazanır. Perdenin etkisinde olan bir varlık eğer kendini ko-
şulsuz hizmet ve sevgi yoluna adayabilirse, bunu perdenin etkisi
altında yaptığı için polarizasyon açısından son derece önemli bir
iş yapmış olacaktır. Bu süreçte, aklın perdelenmesi sonucunda
ortaya çıkan ve sürece yardımcı olacak en önemli akıl fonksiyon-
ları ise rüya, vizyon, hayal gücü ve uzak görüşlülüktür. Özellikle
rüya konusu ele alırken de ifade edeceğimiz gibi, bilinçli aklın
hizmetine sunulabilen rüyalar polarizasyon açısından son derece
etkilidir. Rüyaların işaret edici özelliğini kullanabilen bir varlık,

58
Can Arif

enerji merkezleri üzerinde arındırıcı bazı anlayışları benimseye-


bilir ve bu da otomatik biçimde o varlığın polaritesine yansır.
Kuşkusuz üçüncü yoğunluk derecesi varlıklarına uygulanan
perdeleme süreci muazzam bir illüzyoni örtü meydana getirmiş-
tir ve bu örtünün altında kalan bilincin daha derin katmanları,
her varlığın uzanıp dokunması için bir hazine gibi beklemekte-
dir. Bu açıdan enerji merkezlerinin arındırılmaları ve sessizlik ça-
lışmaları yoluyla açılacak olan ilham ve sezgi kapıları, bir varlığın
polarizasyonu açısından son derece önemlidir. Bilinçaltının en-
gin okyanusu bir varlığın tekamül etmek için kullanacağı anlayı-
şın ve malzemenin bilgisini içerir ve bizlerin de bu bilgiye ihtiya-
cımız vardır. Çünkü zihinsel süreçlerimiz yoluyla elde ettiğimiz
bilgiler, tek başına polarizasyon açısından yeterli değildir. Kaldı
ki zihinsel olarak algıladığımız çoğu şey, bilinçaltı gerçekliğinden
oldukça farklıdır.
Perdeleme, bir yandan varlığın gerçekle olan bağını büyük
oranda gölgelese de, ona kendi süreçlerinde ilerlemek, yani pola-
rize olmak ve tekamül etmek adına büyük bir fırsat ve potansiyel
sağlamıştır. Bu bakımdan perdeleme ve polarizasyon arasında
ilişki kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Ve her bilinçli varlık
perdeleme sürecinin ve onun yarattığı potansiyelin farkında ol-
malıdır. Fakat bu potansiyel bize kolaylık ve rahatlık vaat etmez.
Bu açıdan negatif durumları değerlendirirken ironi şudur ki, biz
bu tür durumları genellikle suçlar ve yargılarız. Oysa bu tip du-
rumlar bizi rahat ve konfordan alıkoyarak, bize içe dönme ve te-
kamül etme fırsatı sağlar.
Bu konuda en güzel örnek, çoban yıldızı da dediğimiz Ve-
nüs gezegenine Roma astrolojisinde Lusifer denmesi ve bizlerin
Lusifer’i şeytan olarak nitelendirmemizdir. Oysa Lusifer Latin-
ce’de ışık getiren anlamındadır ve şeytan temel modeli, bu Lo-

59
İlişkiler ve Denge

gos için onun varlıklarını rahat ve konfordan uzak tutarak onlara


ilerleme şansı verir. Bu bakımdan bilinçli olarak ilerleyen her
varlığın negatif durumların içinde yatan polarizasyon fırsatlarını
gözden kaçırmaması gerekir. Bir pozitif varlık, sadece kendi ay-
dınlığı içinde tekamül edemez. Her pozitif varlığın polarizasyo-
nunda, negatiflik ya da karanlık merkezi olarak yer alır ve varlık,
bu negatifliğin tüm engellemelerine rağmen, yine çoğunlukla
bu negatifliğin yarattığı fırsatlar yoluyla hizmet eder ve polarize
olur. Bunlar, tekamül etmenin incelikli kısımlarıdır ancak iyi bir
oyuncu olmak için iyinin ve kötünün kalıpları içine hapsolmuş
anlayışlarından özgürleşmeye ve her şeyi çok daha evrensel bir
gözle görmeye ihtiyacımız vardır.
Aslında perdelemeden doğan pek çok spesifik polarizasyon
fırsatı vardır ancak bunların en önemlisi polarize olmuş; yani
seçimlerini yapmış iki varlık arasındaki karşılıklı ilişki ve etkile-
şimde yatar. Özellikle eşli ilişkiler açısından bu konu son derece
önemlidir. Bu konuda zaten birinci kitapta bazı şeyler paylaşmış-
tık ancak bu kitapta ayrı bir başlık altında bu konuyu daha geniş
biçimde ele alacağız.

Polarizasyon ve Hasat Edilebilirlik


Polarizasyon ve hasat edilebilirlik için, basitçe sevmek ve hizmet
etmek üzerine dayalı bir şekilde hareket etmeyi seçmek önem-
lidir. Tabi bunu yaparken aslında derin arzumuz diğerlerine
olduğu kadar kendi içimizdeki iyiye hizmet etmektir. Bu basit
bir durumdur. Mezun olmaya yetecek kadar polarize olmak için
basitçe niyetimizi sevgiye, severek Yaradan’a hizmet etmeye ve
gördüğümüz her şeye en iyi şekilde hizmet etmeye –kendimize,
diğerlerine ve çevremizdeki dünyaya – ayarlamalıyız. Ama sade-
ce niyetimizi oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda sabırlı ve ısrar-

60
Can Arif

cı biçimde sevgi yolunu, kucaklama yolunu, anlayış ve vermenin


yolunu seçersek, basit bir şekilde ve güzelce mezun olabiliriz.
Ancak seven ve merhametli bir insan olma sürecinde, kaçı-
nılmaz bir şekilde keşfedebiliriz ki affedilmeyi dilediğimiz şeyler
vardır. Ve böylelikle bizim seven kalbimiz açılır ve “Lütfen beni
affet” der. Burada karma açısından basittir ki seven kalp kendine
açılır ve siz kendinizi affetmeyi başarırsınız. Bu karma tekerleğini
durdurur. Fakat sıklıkla, kendini affetmek başkalarını affetmek-
ten çok daha zordur. Bu yüzden başkasıyla karmamız olduğu
şüphesini hissettiğimiz ya da fark ettiğimizde ve karmanın teke-
rini durdurmayı dilediğimizde, hatırlayın ki diğerini affetmeye
ek olarak ve -bazı durumlarda eğer diğeri yaşıyorsa, hala görüşe-
biliyorsanız ya da sizinle konuşma şansı varsa -diğerinin affını is-
temeye ek olarak, her zaman kendimizi affetmek çok önemlidir.
Karma açısından teker durduğunda hatırlanmalıdır ki ku-
surlu hafıza, alışkanlık olarak eski ve yerleşmiş anıları hiç silin-
memişler gibi geri çağıracağı için, affetmek üzerine hatırlanacak
ve hala yapılacak çalışma vardır. Bu ayartma ortaya çıktığında
mükemmel hafızayı çağırın. Affettiğiniz ve affedildiğiniz anı ha-
tırlayın ve izin verin eski hafızanın anksiyetesininyerini alsın. Ve
diğer insanlarla olan ilişkimizde yaralayıcı ve kötü sözlerle dolu
bir dilden kaçınmak için gösterilen dürüst bir teşebbüs ve dikkat,
eylemlerimiz ne kadar kusurlu olsalar da yeni karmalar yaratmaz.
Polarizasyon açısından şu gerçeği anlamalıyız ki, sevgi ve
hizmet adına büyük işler yapmak polarizasyon için gerekli de-
ğildir. Sadece sevgi ve hizmet bilinci içinde yaşamak, polarize
olmak için yeterlidir. İster yardıma muhtaç insan ve hayvanlara
hizmet ederek, ister doğaya hizmet ederek ve istersek de her an
sevgi paylaşma çabası içinde olarak polarize olabiliriz. Bu süreçte
hepimizin spiritüel öğretmenler ya da bilgi kanallayıcıları olması

61
İlişkiler ve Denge

gerekmez. Bir basit gülümseme, ihtiyacı olana verilecek basit bir


sevgi hareketi ya da bir toplu taşım aracında yer verdiğiniz yaşlı
bir adama gösterdiğiniz şefkat; bunların hepsi polarizasyonları-
mız için uygun sevgi hareketleridir. Burada önemli olan çokluk
ya da büyüklük değil, gerçeği algılayarak yapılan eylemler ve dü-
şünce ve duygu dünyamızı besleyecek olan sevgi bilincidir. Bir-
lik ruhu içinde ortaya çıkan her düşünce ve eylem, neticede bu
gezegenin aydınlanması için katkı verecektir.
Bugün bir cinnet halini almış insanlık dünyası, ilginç biçimde
polarizasyon fırsatlarıyla doludur ve bizim olan biten içindeki bu
metafizik değeri görebilmemiz için kalp merkezimizdeki açıklığa
fazlasıyla ihtiyacımız vardır. İşte bu açıdan bu kitap merkezi olarak
enerji merkezlerinin faaliyete geçirilmeleriyle ilgilidir çünkü kalp
merkezine giden yolu açmak ve orada açık halde kalmak zorlayıcı
bir süreçtir. Bu süreç, ne teknik bir süreçtir ne de bir başka varlık bir
diğeri için bunu yapabilir. Bu işin özü kalbidir ve bizim bu oyun-
da ilerlememiz için akıl ve irademiz kadar, yüreğimiz içinde nefes
almaya ve onun gücünü kullanarak iman kapısına doğru kararlı
adımlarla yürümeye ihtiyacımız var. Bu süreçte her sevgi öğrencisi
kafasını gökkubbeye kaldırmalı ve birliğin ihtişamını görmelidir.
Hiçbir çalışma bundan daha önemli değildir. Bu açıdan bizler, hiç-
bir varlığın bir diğerinin aydınlanmasını gerçekleştiremeyeceği bu
işte Yaratan’la çalışmayı ve etrafımızdaki her şeyi O’nun birer işa-
retçisi olarak görmeyi öğrenmeliyiz. Tezahür aleminde ne olursa
olsun, sevginin kendisi hiçbir zaman bir çıkar hesabı değildir. O
yalnızca kendisi için ve kendisi tarafından gerçekleştirilebilir. Bu
açıdan hasat, polarize olmanın basit bir sonucudur.

Logos’un Planını ve Tekamülün Doğasını Anlamak


Logos, birinci kitapta incelediğimiz gibi, Yaratıcı Prensip ya da

62
Can Arif

İlk düşünce (kelam) dediğimiz şeydir. İçinde olduğumuz tüm bu


sonsuz sayıdaki galaksiler oktavının kaynağı olan Logos, bizim
Sevgi dediğimiz merkezi bilinç ya da Yaratan’dır. Ve tüm birle-
şik-yaratılış içinde sonsuz sayıda oktav ve Logos vardır. Ancak
her oktavın içinde yer alan galaksiler düzeyinde de Logos’lar
vardır. Bunlar, oktavın alt Logosları diyebileceğimiz galaktik
Logos’lardır ve her galaksinin kendi Yaratanıdır. Böylece her ga-
laksiye ait deneyimsel süreçler, o galaksiyi meydana getiren Lo-
gos’un kozmik akıldan rafine ettiği, tamamiyle kendine özgü bir
yaratımdır. Biz de birinci kitapta bizim Logos’umuzun tekamül
planını ve bu tekamülün doğasını olabildiğince incelemiştik. Bu
başlık altında ise, enerji merkezleriyle çalışmaya başlamadan
önce bu konudaki çok temel bazı noktaları kısaca vurgulamak
istiyorum ki yaratılışa ait bakış açımızda belirli bir genişlik sağla-
yalım. Bu aslında birinci bölümdeki konuların tamamında yap-
maya çalıştığımız şeydir.
Evrensel tekamül tüm Yaratılmış alemlerde Bir ve aynıdır.
Onun temel prensipleri, deneyim devreleri ve onların renk ya da
yoğunluk dizilimleri değişmez. Fakat bizim Logos’umuzun se-
çimleri, bizim için evrensel tekamülün de doğasını meydana ge-
tirmektedir. Ancak öncelikle anlaşılması gerekir ki her Logos ola-
bildiğince renkli bir deneyim yaratmak ister ve bizim Logos’umuz
için de bu aynen geçerlidir. Bu hedef, her Logos için ilk öncelikli
olandır ve bu anlayışın her bilinçli tekamül oyuncusu tarafından
anlaşılmasında hayırlar vardır. Çünkü bu anlayış, yaratılmış tüm
alemlerde olup bitenin de anahtarıdır. Her şey deneyim içindir ve
her şey deneyimi daha zengin hale getirmek içindir.
Ancak tüm bu deneyimsel süreci işleten evrensel bir teka-
mül kurgulaması, bu kurgulamanın bir doğası ve bu kurgulama-
nın da bağlı olduğu bazı yasalar, prensipler ve seçilmiş bilgi ve

63
İlişkiler ve Denge

malzemeler söz konusudur. Bu Logos, bu spiraldeki varlıklar için


kendi gözetiminde bir süreci ön görmüş ve bu süreçte varlıkların
hasat edilebilirlik açısından en yüksek düzeyde hizmet polari-
zasyonu sağlayacakları bir program seçmiştir.
Burada tekamül, sevgi/ışık derslerinin her bir yoğunluk de-
recesinde tedricen öğrenilmesini içermektedir ve bunun üçüncü
yoğunluk derecesindeki yapısı da, bütünüyle perdeleme süreci-
nin etkisi altındadır. Burada her varlık, birinci kitapta incelediği-
miz geçirgenlik prensibi yoluyla içerden ve dışarıdan Tek Sonsuz
Yaratan’ı hissetme ve belirli oranda bilme potansiyeline sahiptir.
Ve bu yolda varlıklar, hizmet zemini üzerinde birbirlerine yar-
dım ederler. Ancak bu yol negatif seçimi de içermektedir ve bu-
rada tekamül etmek için bunun da anlaşılması gerekmektedir.
Bu açıdan serinin ilk kitabında ele aldığımız, karanlık modelin
işleyiş biçimini ve karanlık felsefeyi incelemekte yarar olabilir.
Logos’un planı, bu yoğunluk derecesindeki varlıkların çe-
şitli katalizörler yoluyla öğrenmesini, meydana gelen sapmaları
dengeleme süreçleri yoluyla Bir’in Yasasına daha uyumlu hale
getirmelerini ve sevginin öğrenimi yoluyla bu yoğunluk dere-
cinden bir sonrakine geçiş yapmalarını içermektedir. Bu geçişler
her yoğunluk derecesinin finalidir. Bu nedenle hasat olgusunun
farkında olmak ve bu olgu açısından özellikle enerji merkezleri-
nin faaliyete geçirilmeleri ve polarizasyon konularında çalışmak
önemlidir. Sağlam bir zemin üzerinde adım adım ve denge içinde
ilerleyen bir oyuncu için mutlak bir aydınlanma çabasına kıyasla,
böyle bir çalışma daha öncelikli bir ihtiyaç olarak görünmektedir.
Birçok kez söylediğimiz gibi, gezegenin bir sonraki yoğun-
luk derecesine geçişi açısından “büyük devre sonu” dediğimiz
sürecin içindeyiz ve bizler de buradaki tekamül süreçlerimizin
sonuna geldik. Böylesi muazzam bir dönemin farkında olmak ve

64
Can Arif

onun bize sağladığı fırsatları, hepimizi Bir eden sevgiyi daha fazla
ifade etmek için kullanmak, herhangi bir üçüncü yoğunluk var-
lığının karşılaşabileceği en yoğun fırsattır. Bu açıdan Logos’un
seçiminive tekamülün doğasını incelemek bizim için şuanda bir
ihtiyaçtır. Ben her kardeşime, ne kadar zorlayıcı olursa olsun se-
rinin birinci kitabındaki bilgiler üzerinde düşünmesini vesabırlı
olmasını tavsiye ederim. Yaratan’a giden yol, pek çok anlayışın ve
bilginin aklın derinliği ve kalbin gücü içinde birleştirilip bütün-
leştirildiği ve yukardan yardım almanın olasılığını artıran medi-
tasyon gibi uygulamalarla desteklenen bir süreçtir. Sabır, cesaret,
güç ve inanç bu süreçte hepimizin ihtiyaç duyduğu şeylerdir.

Sevgi YolununÜç Sacayağı ve Hasat


Sevgi/ışık derslerinin öğrenildiği tüm bu yoğun süreçteüç te-
mel olgu ya da tekamülün bu üç sacayağı son derece önemlidir.
Ancak daha önemli olan, bu üçünün birlikte ve bütünlük içinde
ele alınıp anlaşılmasıdır. Bu üç olgu, özellikle üçüncü yoğunluk
oyun kurgusu açısından değişmez ve kopmaz bağlarla birbirine
bağlıdır ve bir varlığın bilinçli tekamül etmesi ve hasat olabilmesi
için bu temel konular üzerinde “eş-zamanlı” biçimde çalışması
gerekir.
Bunlarenerji merkezleri, hizmet polarizasyonu ve karma ol-
gularıdır. Biz bu olguların hepsini birinci kitaptan itibaren zaten
çeşitli başlıkları altında inceledik ve yeri geldikçe de inceleme-
ye devam edeceğiz. Fakat bu başlık altındaki spesifik amacımız,
akıllarda bu üç olgunun değişmez ve kopmaz bağıyla ilgili bü-
tünlüklü bir anlayış oluşturmaktır. Burada ilginç olan şudur ki bu
olgular tek başlarına daha kolay anlaşılabilirken, bunların arasın-
daki kopmaz ilişkinin anlaşılmasında zorluklar vardır. Bu açıdan
çok kısa da olsa, bu üç olguyu birlikte ele alalım.

65
İlişkiler ve Denge

Sonsuzluğun yedi ana renkteki deneyim ağı, yedi renkteki


enerji merkezleri üzerine kurgulanmıştır. Böylece enerji merkez-
lerikozmik oyunun üzerinden döndüğü enerji girdaplarıdır. Biz-
ler tüm tekamül süreçleri boyunca kendi uyum ve dengemizi bu
merkezler yoluyla kurarken, sevgi ve hizmet yolunda ilerlemek
için bu merkezlerden içeri akan enerjiyi kullanırız. Yaratan’ın
sevgi/ışığı, bu merkezler boyunca uzanan bir enerji hattı içinden
akar ve her bir merkezi, bizlerin düşünce ve duygu dünyasıyla
ilişki içinde besler. Ancak biz enerjinin içinden aktığı bu kana-
lı yeterince temiz tutamadığımızda, enerji merkezleri açısından
yaşadığımız tıkanmalar kaçınılmazdır.
Bir varlık üçüncü yoğunluk derecesine geldiği zaman, onun
bütün enerji merkezleri kullanılmaya hazır durumdadır ve bun-
lar ancak varlığın kendisi tarafından ve deneyimlerini kullanmak
suretiyle faaliyete geçirilebilir. Çünkü enerji merkezleri dene-
yimlerle beslenir ve bizim her bir deneyim ya da ilişki içinde sa-
hip olduğumuz düşünce ve duygu enerjilerimiz, bu beslenmenin
yapısını belirler. Bu beslenme işinde bizim günlük alana yayılan
tüm ilişkilerimiz metafizik bir yapıya bürünür ve bizim bu yapıyı
anlamamız gerekir. Bu bakımdan “Metafizik İlişkiler ve Denge”
adını verdiğimiz bu kitapta, bu ilişkileri son derece geniş bir alan
içinde ele alacağız.
Bu yoğunluk derecesinde bulunan bir varlığın bir sonraki
yoğunluk derecesine hasat olabilmesi için enerji merkezlerini
anlaması ve onlarla çalışmayı öğrenmesi gerekir. Buradan yapı-
lacak mezuniyet, her hangi bir varlığın Yaratan’ın sevgi/ışığını
belirli oranda kullanabilmesini ve bunun için de enerji merkezle-
rini asgari biçimde uyum ve dengeye getirmesini gerektirmekte-
dir. Bu da, sevgi derslerinin öğrenildiği, bu derslerin öğrenilmesi
için gerekli olan deneyimlerin ortaya çıkması adına karma pren-

66
Can Arif

sibinin harekete geçirildiği ve tüm bu süreçte hizmet yolunun


seçildiği bütünlüklü bir deneyim örgüsüdür. Bir yandan enerji
merkezleri üzerinde çalışan varlık, bir yandan da hizmet polari-
zasyonunda ilerlemek için günlük yaşam içinde bilinçli seçimler
yapacak ve bu süreçte kendi karmik ilişkileri üzerinde çalışmaya
devam edecektir. Bu açıdan bu üç olgu birbirinden asla ayrıla-
maz. Çünkü bu üçü, hasata giden kapının anahtarıdır. Bu nokta-
da şunu da söylemek gerekir ki karma konusu ilişkiler açısından
merkezidir ve karmik bir ilişki içinde çalışmak büyük bir mey-
dan okumadır. Ancak kalp merkezine giden enerji akışını açık
tutabildiğimizde, karmaları bitirmek uzun uzadıya bir iş değildir.
Bu kendini, herkesi ve her şeyi bağışlayan tek-bir harekettir. Biz
karma konusunu önceki kitapta birçok açıdan ve ayrıca yüksek
yoğunluk derecelerinden enkarne olmuş Gezginler açısından in-
celemiştik. Bu nedenle, bu kitap içinde bu konuyu tekrar ayrı bir
başlık altında incelemek istemedik.

Bilinç Ağındaki Delikler


Varoluş amacını “bilinçli olarak” hatırlama sürecinde olan her
varlık, şu anda illüzyonun sisleri içinde ortaya çıkan tüm ayırıcı
ve bölücü anlayışları bütünlemek ve BİR’lemek için son derece
cesurca bir çaba göstermektedir. Tek Sonsuz Yaratan’ın kendini
tanıma sürecinin değişmez bir parçası olan bu çaba, bir örümce-
ğin ağını örmesi gibidir. Bu ağ, her bir iplikçiği bir diğeriyle ilişki
içnde olan tek BİR ağdır ve bizler de bu tekliği kendi bilincimiz
içinde ortaya çıkarmak adına zorlu bir mücadele veriyoruz. An-
cak gerçek şu ki, aslında tek ve bir olan bu ağ, üçüncü yoğunluk
derecesinin doğası gereği sayısız açıkla ve delikle doludur. Bunlar,
birer insan olarak bizim tüm zihinsel, duygusal ve ruhsal sapmala-
rımız ve çelişkilerimizdir. Bunlar, bilinç ağındaki deliklerimizdir.

67
İlişkiler ve Denge

Şüphe yok ki aynı şeyi aradığımızbu süreçte her birimiz bir


diğerine muazzam bir sevgi çağrısında bulunuyoruz. Bu metafi-
zik çağrı, ilişkilerimiz ve etkileşimlerimiz yoluyla örmeye çalıştı-
ğımız ağın da tek gerçek anahtarıdır. Ancak binlerce yılın ayrılık
bilinci hala ayağımızdan çekerken, elbette her birimizi Bir kılan
bu ağ birçok açıkla doludur. Maharaj usta bunu şöyle ifade eder:
“Ağa ve onun birçok çelişkisine bakın. Her adımda hem ya-
pan hem bozansınız. Barış, sevgi, mutluluk ister ama acı, nefret
ve savaş yaratmak için var gücünüzle çalışırsınız. Uzun yaşamak
ister ama aşırı yemek yersiniz. Dostluk ister ama istismar edersi-
niz. Ağınızın böyle çelişkilerle örülü olduğunu görün ve o çeliş-
kileri giderin.”
Aslında ağdaki bu çelişkiler, bir yerde akıl ve kalplerimiz
arasındaki boşluk ya da mesafedir. Bu, ağdaki büyük deliktir
ve hepimiz için geçerlidir. Bu nedenle ne diğer insanları, ne de
kendimizi bu konuda yargılamak doğru değildir. Bu, üçüncü
boyut enerjisine tutunan insan yanımızla, sevgi arayan kadim
varlığımızın içsel savaşıdır. Bize düşen, tıpkı ustanın söylediği
gibi bunu görmek ya da farkında olmaktır. Ama sadece görmek
yetmeyecektir. Bu konuda son derece dikkatli ve uyanık olmak
da gerekir çünkü günlük yaşam hala illüzyon örtüsüyle kaplıdır.
Bu bakımdan birbirimizi bu konuda hırpalamanın pek bir anla-
mı yoktur. Bırakalım üzerimizdeki akıl ağırlığının yükü, varlık-
larımızın ve kalplerimizin derinliklerinden gelenlerle hafiflesin.
Bırakalım sevgi çağrılarımız yerini bulsun. İzin verelim perdeden
sızan bu ışık hepimizi aydınlatsın.
Hepimiz öyle ya da böyle sevgi yolunda mücadele veriyo-
ruz. Her birimiz, yüreğimizin aklımıza yenik düşmemesi için var
gücümüzle gayret ediyoruz. Keşke o kadim, “yapma, sadece ol!”
önermesi hepimiz için anlaşılabilir ve uygulanabilir olsaydı. Fa-

68
Can Arif

kat kabul edelim ki perde oldukça kalın. Ve şimdi yeni bir enerji
gelip tüm bu kir pas dolu örtüyü üzerimizden söküp atmak is-
tiyor. Bu nedenle ağdaki çelişkileri kapatmaya uğraştığımız bu
süreçte birbirimize destek olmaya ve bazı anlayışları hatırlamaya
fazlasıyla ihtiyacımız var. Bu gerçekten meydan okuyucu bir sü-
reçtir. Ancak bir insanın bu meydan okumaya rağmen hayatını
sevgiye adaması büyük bir cesaret ve kutsamadır.
Şimdi bu süreçte var olan çelişkilerimiz gidermek ya da ağ-
daki delikleri kapamak adına, birinci kitapta detaylarını inceledi-
ğimiz ve benim“pozitif yoldaki üç temel anlayış” şeklinde ifade
edebileceğim bazı evrensel gerçekleri yeniden hatırlatmak ve bu
anlayışlar üzerinde düşünmek için sizleri cesaretlendirmek isti-
yorum. Hayatını sevgi yoluna adamış ve kendi deneyimlerinden
hareketle sizlerle kendi anlayışlarını paylaşmaya çalışan bir kar-
deşiniz olarak şunu söylemek isterim ki bazı evrensel gerçekleri
akıl ağacınızın köklerine iyice yerleştirdiğinizde, bu size Varo-
luş’u ve bu kozmik oyunu algılamakta ve karşılamakta sağlam bir
zemin hazırlar.Bunu yaptığınızda, bir yandanayırt etme beceri-
nizi geliştirirken, bir yandan zihnin sonu gelmez soruları yüzün-
den uğradığınız kısıtlamaları bertaraf edersiniz ve bir yanda da
yargılama hassanızıdengeye sokmaya başlarsınız. Bu bakımdan
gelin şu gerçekleri birlikte hatırlayalım:
İlk olarak negatif yolu seçmiş olan varlıkların bizden ayrı bir
Varoluş’dan gelmediklerini derinlemesine anlamalıyız. Kaynak
her birimiz için Bir ve aynıdır. Ancak ortaya kozmik çapta de-
neyimsel bir oyun çıkması için pozitif ya da negatif olarak ifade
edilen iki kutbiyet arasındaki dinamik gerilime ihtiyaç vardır.
Dolayısıyla karanlık yolda tıpkı aydınlık yol gibi bir seçim yo-
ludur. Kabul edelim ya da etmeyelim, bu evrendeki en karanlık
varlıklar dahil olmak üzere her varlık aynı BİR’in parçasıdır.

69
İlişkiler ve Denge

Diğer yandan bu gezegendeki her insan varlığının farklı te-


kamül düzeyinde olduğunu anlamalıyız. Burası bir renk ve şiir
senfonisidir ve her varlık kendi benzersiz titreşimiyle bu oyuna
katılmaktadır. Ancak Yaratılış’ın yediler modeli her durumda
geçerlidir ve her varlık yedi ana yoğunluk derecesinde tekamül
ederek kaynağa geri dönmektedir.
İkinci olarak enkarnasyon sistemini çok iyi anlamalıyız. Bu
sitemin, Tek Sonsuz Yaratan’ın kendi kendini tanıma sürecindeki
kritik önemini iyi anlamalıyız. Ve şunu anlamalıyız ki bu sistem
içinde özgür irade yasası her şeye damgasını vurur ve bu da hepi-
mizin kendi yaratımlarımızdan tam olarak sorumlu olduğumuz
anlamına gelir. Bilinç alanı içinde sorumluluk bize aittir ve bu
anlaşılmadan ilerlemek son derece zordur. Her birimiz kendi ya-
şamlarımızı kendimiz planlıyoruz. Bize sevgi dersleri için gere-
ken tüm katalizörleri; insanları, durumları, olayları biz seçiyor ve
biz planlıyoruz. Bu açıdan hepimiz kendi kaderimizi kendimiz
yaratıyoruz. Bir insan olarak buna inanmak ya da bunu kabul et-
mek zor olsa da, bugerçeği anlamak zorundayız.
Üçüncü olarak ise unutma perdesi uygulamasını ve onun
amacını çok ama çok iyi anlamalıyız. Bu kozmik deneyi tüm
yönleriyle anlamak, bir insanın evrensel hadiseye ve günlük ya-
ratımlara olan bakış açısını tümüyle değiştirebilir ki bu tam anla-
mıyla bir hazine değerindedir.
Benim anlayışıma göre her bilinçli arayıcı, bu gibi konuları
“tefekkür” yoluyla ele almalı, bütünlemeli ve zemini sağlam kur-
malıdır. Biz birinci kitapta buna katkı vermek adına bu kozmik
oyunun üçüncü yoğunluk derecesi açısından ortaya çıkan tüm
yönlerine değinmeye çalıştık. Ancak şunu söylemeliyim ki bu
tip anlayışları sadece şöyle bir aklınızdan geçirmek bunları akıl
ağacınızın köklerine ulaştırmaz. Üzerinde derinlemesine dur-

70
Can Arif

mak ve düşünmek gerekir.Neticede bu anlayış eksiklikleri, ağda-


ki deliklere neden olan en temel anlayış eksiklikleridir.

Acının İşlevini Anlamak


Tüm Varoluş oyunu bir sevinç ve keder devinimidir. Bu devinim,
ne sadece üçüncü yoğunluk dünyalarına, ne de sadece bu dün-
yaya özgüdür. Sevinç ve keder, altıncı yoğunluk derecesi dahil
olmak üzere hepimizin gerçeğidir. Ancak acı, bu kozmik yaratım
açısından temel bir katalizördür ve bu katalizör çeşitli şekillerde
tüm evrensel oyun içinde kullanılmaktadır. Bunun bizim yoğun-
luk derecemizdeki kullanımı fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal
acılar şeklindedir. Ama bizim üzerimizdeki yoğunluk derecele-
rinde özellikle fiziksel acı katalizörü kullanılmamaktadır.
Oyun açısından acı bir birlikte-yaratımdır ve genellikle bir
şey işaret etmek, öğretmek ya da kimi zaman yangın öncesi bir
alarm görevi yapmak için ortaya çıkar. Fakat ilerlemiş varlıklarda
acının kullanımı özellikle planlanmış olabilir. Bu varlıklar acının
içeriye döndüren ve öğreten özelliğini kullanmayı özellikle seçe-
bilirler.
Bu noktada Ra grubunun söyledikleri aydınlatıcı olacaktır:
“Acı söz konusu olduğunda, bazen bir varlığın ya enkarnas-
yon öncesi seçimiyle ya da enkarnasyon sırasında sürekli olarak
program değiştirmek (özgür iradeyle yapılan seçimler yoluyla)
suretiyle, açgözlü bir program geliştirdiğini görebiliriz. Böyle bir
varlık enkarnasyon öncesinde ya da ekarne haldeyken bilinçaltı
düzeyde katalizörü kullanmak için son derece isteklidir ve kendi
kendinin dikkatini çekmek için ancak başını taşa vurursa tatmin
olabilir. Bu durumda gerçekten acı katalizörü boşa harcanmış
olur ve o varlıkla birlikte olan diğer varlık ya da varlıklar da bu

71
İlişkiler ve Denge

denli acı çekilmesinin yarattığı trajediyi yaşayabilirler. Ama yine


de bu durum diğer varlığın tekamül amacıyla kullanabileceği bir
katalizör olabilir.
İnsan arasında acı çekme çok sık rastlanan bir deneyimdir.
Bu bedensel bir acı olabilir. Ama çok daha sık rastlananı zihinsel
ve duygusal acılardır. Bu, öğrenme için bir potansiyel meydana
getirir. Öğrenilecek dersler ise değişir. Ama bu dersler arasında
sabır, hoşgörü ve hayatı hafife alabilme (kendini hiçbir şeyle öz-
deşleştirmeme, eş koşmama) yeteneği her zaman vardır. Ancak
çoğu kez duygusal acı katalizörü-bu sevilen bir varlığın ölümü
ya da benzeri bir kayıp olabilir-tam tersi bir sonuca varır; yani
sabırsızlık, katılık ve sertlik, genel bir hırçınlık ortaya çıkar. İşte
bu, yolunu şaşırmış bir katalizördür. Bu gibi vakalarda, kendisi-
nin var olan her şeyi kapsayan ve haz dolu, her şeye gücü yeten
Yaratan olduğunu keşfetmesi için yeni fırsatlar yaratmak üzere
varlığa yeni katalizörler sunulur.”
Bizim gezegenimiz açısından acı büyük oranda öne çıkmış
bir katalizördür. Negatif yönde ağır basan kitle bilinci Bir’in Ya-
sası’na uyumsuzluk gösterdiği için, bu uyumsuzluğun meyda-
na getirdiği her türlü sapmayı deneyimlemiştir. Böylece gerek
fiziksel, gerekse de duygusal ve zihinsel olarak acı son derece
yoğun olmuş ve maalesef bunların verimli kullanımı konusunda
da son derece boşa harcanan bir süreç yaşanmıştır. Çünkü kata-
lizörlerin işlev ve yapıları öyledir ki, bunları fark edip görmeniz
ve bilinçli biçimde kullanmanız için perdeyi belli oranda arala-
manız gerekir. Oysa derin uyku bunu mümkün kılmaz ve dünya
insanları da bin yıllardır oldukça derin bir uykudadır. Fakat ne
olursa olsun hepsi ve her şey deneyimdir ve olacak olan daima
olur. Uyanış ve aydınlanma her varlığın değişmez kaderdir. Sa-
dece süreç uzar.

72
Can Arif

Kuşku yok ki hiçbir acı biz ona tutunalım, onu besleyelim,


ondandramlar ve kurbanlar yaratalım ya da onu görmezden ge-
lip reddedelim diye yaşamlarımıza girmez. Her şey gibi acının da
gerçek ve evrensel bir işlevi vardır ve onun da anlaşılması gere-
kir. Acı dikkat çekmek ister, acı işaret eder, acı içeriye atar ve acı
daima uyarıcıdır. Acı öğretir ve olgunlaştırır. Biz acı katalizörleri
yoluyla pek çok şey öğrenir ve pek çok anlayış elde ederiz.
Üçüncü yoğunluk derecesinde perde geçirgen ama kalın-
dır, varlık anımsayamaz. Bu nedenle daha çok illüzyona bağlanır
ve rüya içinde rüyalar yaratır. Bir şeyin çıkıp, bu rüyadan başını
kaldır demesi gerekir ve acı da bunlardan biridir. Jiddu Krish-
namurti acının içine girip doğrudan baktığınızda acı yok olur
der.Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi acılara tutunmak ve onlarla
özdeş hale gelmek, acının verimli kullanımı açısından sorunlar
yaratmaktadır. Acıya bakış acıyı anlamaktır; bastırmadan, red-
detmeden ve görmezden gelmeden…
Eckhart Tolle “acı beden” şeklinde bir ifade kullanırken, bi-
linçsizlik halinin acıyı beslediğini ve ondan saklı bir zevk alındı-
ğını söyler. Bu gerçekten böyledir; acılar duygusal bedeni besler
ve bu da enerji akışında sorunlar yaratır. Fakat insanların büyük
kısmı “hiç farkında olmadan” derin düzeylerde acılardan besle-
nir ve zevk alır. Acı adeta bir enerji girdabı ve kimlik yaratır.Oysa
acı fenomeni kendi üzerinde şifa uygulamak ve yaşam derslerini
öğrenmek için evrensel bir katalizördür.
Şüphesiz biz son derece acı ve keder dolu bir geçmişten geli-
yoruz. Bu tüm insanlığın toplu geçmişidir. Ve kolektif bilinç için-
de doğan her insan da, haliyle bu acıyı benliğinde taşıyor. Buna
bir de kendi varoluş deneyimlerimizden getirdiklerimizi ekledi-
ğimizde, bugün neden bu kadar insanın acı çektiğini ve neden
çoğu insanın da içsel acıya bu derece eğilimli olduğunu anlaya-

73
İlişkiler ve Denge

biliriz. Fakat burada içsel acıya eğilim tanımlaması son derece


kritiktir. Bu eğilim, bizim insan olarak basit ve temel düzeydeki
duygusallığımız değildir. İçsel acıya eğilim, benliğimizin kadim
yaşamlardan gelen ve acıyla beslenen tarafıdır ki, bu da her du-
rum içindeki acıyı bulup çıkarabilen bir alışkanlık yaratır. Eğer
dikkatli ve objektif bakabilirsek, kendi yaşamlarımızda ve pek
çok insanın yaşamında bunu görebiliriz. Şayet bu tip bir eğilimi-
niz varsa, yaşama köklenmek (topraklanmak) yoluyla başlayacak
bazı temel alıştırma ve anlayışlar yoluyla dengelenmeniz ve ya-
şam enerjinizi artırıp, yaşamın sevinç dolu taraflarını da görme-
niz gerekir. Bunun gerekliliği şudur ki, ölüm sonrası şifa süreçle-
rini en fazla zorlaştıran durumlardan biri, ölen bir varlığın tüm
yaşamı boyunca içsel acıya duyduğu eğilimdir. Böyle bir varlık,
içsel acıya eğilim duymayacağı bir metafizik varoluş katında, bu
süreci gözleyip anlayana dek şifa sürecinde kalır.
Acı yoluyla öğrenmek, uyanış sürecinde bilinçli olarak ilerle-
yen bir varlık için mutlaka gerekli değildir. Bir katalizörün oluşma
ve işleyiş biçimini ve amacını derinlemesine anlayan bir varlık için
o katalizörün kullanımına önceki kadar gerek olmayabilir. Fakat
yine de onun yoluyla öğrenilmesi gerekenler öğrenilinceye dek
uygun ve gerekli olan katalizörler insan hayatına girmeye ve su-
nulmaya devam eder. Burada birlik ve sevgi anlayışı içinde uyum
ve denge ne kadar gelişirse, acı katalizörüne ihtiyaç da o oranda
azalır. Ancak tabi bunlar genellemelerdir. Herhangi bir varlık için
hangi katalizörün hangi süreçte ve ne için ortaya çıktığı bilinemez.
Şimdi iki ustanın acı konusundaki bir kısım anlayışlarını
sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunlardan birincisi Eckhart Tolle
ustanın “bilinçli acı” ve “acı beden” ile ilgili sunuşlardır. Diğeri
ise kadim bir Gezgin olan Halil Cibran’ın acıyla ilgili o muhte-
şem anlatımıdır. Eckhart öğretmenle başlayalım ve onun, bizim

74
Can Arif

“bilinçli tekamül” dediğimiz anlayış içinde yer alan önermesine


bakalım:
“Acı çekmek sizi derinliğe ulaştırır. İşin ilginç yanı acı büyük
ölçüde egodan kaynaklanır ve acı çekmek zaman içinde egoyu
yok eder; ama bilinçli şekilde acı çekmeye başlayana kadar değil.
İnsanlığın acının ötesine geçmesi gereklidir ancak egonun
sandığı şekilde değil. Egonun en zararlı varsayımlarından biri,
en aldatıcı düşüncelerinden biri, “acı çekmemeliyim” şeklinde-
dir. Hatta bazen bu düşünce size yakın birine sıçrayabilir; örne-
ğin, “çocuğum acı çekmemeli.” Oysa bu düşüncenin kendisi acı
çekmenin kökeninde yatar. Acı çekmenin soylu bir amacı vardır;
egonun yanıp yok olması ve bilincin evrimi. Çarmıhta asılı olan
adam, bunun arketip imajıdır. O tüm insanlardır. Acı çekmeye
direndiğiniz sürece acı daha uzun sürecektir, çünkü daha fazla
ego yaratacaktır. Ama acıyı kabullendiğinizde, “bilinçli bir şekil-
de” acı çektiğiniz için, süreç belirgin bir şekilde hızlanır. Kendi-
niz adına ya da başka biri adına acı çekmeyi kabullenebilirsiniz;
ebeveyleriniz ya da çocuklarınız gibi.
Bilinçli acı çekmenin ortasında değişim vardır. Acının ateşi,
bilincin ışığı haline gelir. Ego şöyle der: “Acı çekmemeliyim.” Bu
düşünce daha fazla acı çekmenize neden olur. Gerçek şu ki, acı-
nın ötesine geçmeden önce, acıya evet demeniz gerekir.”
“Tamamen yüzleşilmemiş, tanımlanmamış, kabul edilmemiş
ve serbest bırakılmamış güçlü duygular tarafından geride bırakı-
lan tüm acı kalıntıları, zaman içinde bir araya gelerek fiziksel be-
denin hücrelerinde yaşayan bir enerji alanı oluştururlar. Bu enerji
alanı sadece çocukluğunuza ait acılardan değil, ergenlik ve ye-
tişkinlik yıllarınızda olaylarla biriken acı duygulardan da oluşur.
Neredeyse her insanın içinde yaşayan bu eski ama hala çok canlı
duygulardan oluşan enerji alanı, acı beden olarak tanımlanabilir.

75
İlişkiler ve Denge

Acı beden, yalnızca bireysel değildir. İnsanlık tarihi boyun-


ca sayısız insan tarafından hissedilmiş acılar da bunun bir par-
çasıdır. Bu acı, insanlığın ortak bilinçaltında yaşamaya devam
etmektedir ve hala yenileri eklenmektedir. Kolektif acı beden,
muhtemelen bir insanın DNA’sına işlenmiş durumdadır ama he-
nüz onu görme yolunu bulamadık.
Bu dünyaya yeni doğan her bebek, daha şimdiden bu duy-
gusal acı bedene sahiptir. Bu dünyaya geldikleri andan itibaren
insanlığın acısını ağır bir şekilde paylaşırlar. Aynı zamanda acı
bedenleri, anne ve babalarının acı bedenlerinden beslenmeye
devam eder. Bebek büyüdükçe, acı bedeni de büyür.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır: Acı
bedeni hafif olan bir bebeğin, yoğun bir acı bedene sahip bir baş-
kasına oranla yetişkinliğe ulaştığında ruhsal açıdan “daha ileri se-
viyede” olacağı düşünülmemelidir. Hatta, genellikle tersi doğru-
dur. Ağır acı bedenlere sahip insanlar ruhsal açıdan daha çabuk
uyanırlar. Bazıları kendi ağır acı bedenlerine kapalı kalsalar da,
birçokları artık mutsuzluklarıyla yaşamayı sürdüremeyecekleri
bir noktaya ulaşırlar ve dolayısıyla uyanma dürtüleri güçlenir.
Acı beden çoğu insanın içinde yaşayan yarı otonom bir
enerji biçimidir ve duygulardan oluşan bir varlıktır. Tüm canlı-
lar gibi periyodik olarak beslenmek zorundadır ve ihtiyacı olan
yiyecek, kendisininkine uygun bir enerji olmalıdır; yani benzer
bir titreşime sahip olmak zorundadır. Duygusal açıdan acı veren
herhangi bir deneyim, acı beden için yiyecek olarak kullanılabi-
lir. İlişkilerde dramlar kadar olumsuz düşünceleri de sevmesinin
nedeni budur.
Acı beden acıktığında ve kendini yenileme zamanı geldiğin-
de, herhangi bir olayla tetiklenerek harekete geçebilir. Beslenme-
ye hazır olan acı beden, en önemsiz olayı, birinin söylediği ya da

76
Can Arif

yaptığı bir şeyi ve hatta bir düşünceyi tetik olarak kullanabilir.


Eğer o sırada yalnızsanız, acı beden sizin düşüncelerinizle besle-
nir. Aniden düşünce sisteminiz belirgin bir şekilde olumsuz hale
gelir. Genellikle, bu olumsuz düşünce krizi başlamadan önce
zihninize olumsuz bir duygu dalgasının girdiğini fark etmez-
siniz; endişe ya da öfke gibi. Bütün düşünceler enerjidir ve acı
beden şimdi düşüncelerinizin enerjisiyle besleniyordur. Olumlu
ve olumsuz düşünceler farklı frekanstadır ve acı beden sadece
olumsuz düşüncelerle beslenir, çünkü kendi enerji alanına uyan
düşünceler sadece onlardır.
Düşüncenin duygu yaratması kalıbı, acı beden durumunda
tersine döner. Acı bedenden yayılan duygu, kısa sürede düşünce
sisteminizi etkisi altına alır ve zihniniz acı bedenin kontrolü altına
geçtiğinde, düşünce sisteminizde olumsuz hale gelir. Zihninizdeki
ses size hayat ya da kendinizle ilgili üzücü, endişe verici, öfkelendi-
rici hikayeler anlatır ve bunu yapmak için geçmişinizle, insanlarla
ve geleceğinizle ilgili gerçek ya da hayali olayları kullanır. Kendini-
zi tamamen o sesin söyledikleriyle tanımlar, bütün bozuk düşün-
celerine inanırsınız. O noktada, mutsuzluk bağımlılığı yerleşir.
Sorun, olumsuz düşünce trenini durdurmamanız değildir;
durdurmak istememenizdir. Bunun nedeni, o sırada acı bedenin
sizin sayenizde yaşaması ve sizmiş gibi davranmasıdır. Acı beden
için acı zevktir.“
Şimdi de Cibran’a kulak verelim:
“Acınız, idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır. Nasıl ki,
bir meyvenin yüreğinin güneşi görebilmesi için kabuğunun çat-
laması gerekir, acı da sizin için öyledir.
Kalbinizi güncel yaşantınızın mucizelerine hayran tutabil-
seydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az görkemli olmazdı.
Tıpkı tarlalarınızdan geçip giden mevsimler gibi, yüreğinizin

77
İlişkiler ve Denge

mevsimlerini de kabul edebilseydiniz, pişmanlık ve üzüntüleri-


nizin kış’ında çevrenize huzur içinde bakabilirdiniz.
Acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir. İçinizdeki hekimin
hastalıklı benliğinizi tedavi amacıyla verdiği tatsız ilaçtır. Bu ne-
denle, içinizdeki hekime güvenin ve uzattığı devayı sükunetle ve
yatışarak için. Gerçi onun eli ağır ve serttir, ama “görülemeye-
nin” yumuşak eli tarafından yönetilmektedir. Gerçi uzattığı ka-
deh dudaklarınız yakar, ama çamuru, çömlekçinin içine kutsal
gözyaşlarını kattığı çamurdandır.”
Ne muhteşem sözler, ne derin bir bilgelik değil mi? İki usta
da acının işlevini kendi süreçleri içinde deneyimlemiş ve kendi
tarzları içinde ifade etmişler.
Ben acı çekmeden tekamül eden bir tek varlık olduğunu zan-
netmiyorum. Özellikle üçüncü yoğunluk açısından bu mümkün
değil. Perdeyi delmek ve hatırlamak için mutlaka bir şeye ihtiya-
cımız var ve acı da bu konudaki en işlevsel katalizör. Ancak bizim
gezegenimiz açısından bu acıların aşırıya kaçtığını ve çoğunlukla
heba edildiğini kabul etmek zorundayız. İnsanlık bilinci bir cin-
net halidir ve yarattığı gereksiz acıların hiç bir tarifi yoktur.

Yaratımın Doğası ve Birlikte-Yaratan Olgusu


Evren yargı taşımaz ve ne isteniyorsa yaratılması için kendini her
an yeniden düzenler. Böylece yaratım sınırsız ve koşulsuzdur.
Ancak ilerleyen bir varlığın istemenin ve yaratmanın doğasını
keşfetmesi yerinde olur. İstemek ve yaratmak derin bir inancın
gücü içine çalışır. Eğer bizler hayallerimizin gerçekleşeceğine
koşulsuz biçimde inanan varlıklar olsaydık, her birimiz birer te-
zahür sanatçısı olurduk.
Yaratımın doğası içinde düşünce daima eylemden önce gelir

78
Can Arif

ve bu işte inanç ya da iman anahtardır. Bir insan varlığının mer-


kezinde bir şeyin olacağına koşulsuz biçimde inanmışsa, onun
gerçekleşmemesi mümkün değildir. Bu düzeyde ya da bir başka
düzeyde, mutlaka olmuştur/oluyordur/olacaktır. Hepsi varlığın
bütünlüğüne dahildir.
Aslında biz yaratırken var olmayan bir şey yaratıyor değiliz.
Biz sadece potansiyel olarak var olan sonsuz olasılık/olanak için-
den seçim yapıyoruz ve ona bir gerçeklik kazandırıyoruz. Bunu
anlamak önemlidir; biz sadece olanın içinden seçiyoruz. Bu oktav-
da olmuş olan, oluyor olan ve olacak olan her şey gerçekte eş-za-
manlıdır ve bunların hepsi sonsuz olasılık/olanak girdapları içinde
yer alır. Bu açıdan, bir varlığın kendini sınırlamaması gerekir. Eğer
bir şey istiyorsanız, o çoktan gerçekleşmiş gibi tümüyle inanın. Ya
da yine inanç ve iman içinde, istediğiniz şeylerle ilgili kendinizi
tüm olasılıklara açın. Açın ki olacak olan sizin en yüksek hayrınıza
tezahür etsin. Siz sadece olacak olanın sizin en yüksek hayrınıza
gerçekleşeceğine koşulsuzca inanın. Sihir budur. Ama bir şeyi is-
tediğimizde; “fakat bu şartlar içinde nasıl olacak?” dediğimiz anda
enerjinin önünü kapatır ve yaratımın doğasını kısıtlarız.
Bu konuda kendimden bir örnek vermek isterim. Şu anda
okuduğunuz iki kitaplık çalışma ortaya çıkmadan önce, kitapçı-
ları gezerken, insanlara ulaştırmak istediklerimi yazdığım bir ki-
tabın bir gün orada olacağına dair güçlü bir inancım vardı. Elbet-
te zaman zaman çeşitli düşünce sapmaları yaşadım ancak hiçbir
zaman bunun nasıl ve ne zaman olacağını sormadım. Kitapları
yazarken ya da yazdıktan sonra bu kitapları yayınlayacak bir ya-
yınevini nasıl bulacağım endişesi içinde hiç olmadım. Bildiğim
tek şey bu kitapların yayınlanacak olmasıydı. Sohbetlerimde
hiçbir zaman “kitap çıkarsa..” gibi bir ifade kullanmadım. Daima
“kitap çıktığında..” ifadesini kullandım. Ve sonuç olarak oldukça

79
İlişkiler ve Denge

kısa bir süre içinde Maya Kitap’la iki kitaplık bir sözleşme im-
zaladık. Ve şimdi aynı şey, çok daha önceleri imajine ettiğim ve
gerçekleşmesi konusunda hiçbir endişe taşımadığım, spiritüel
çalışmalar yapacağımız bir merkezin açılmasıyla ilgili de geçerli.
Böylece benim naçizane tavsiyem, istediğiniz şeyi yaratmak için
koşullara bağlı bir endişe taşımamanız, her şeyin en uygun za-
manda olacağına inanmanız ve istediğiniz şeyin çoktan gerçek-
leştiği konusunda tam bir inanç içinde olmanızdır.
Evren dediğimiz şey çok basit yasa ve prensipler yoluyla iş-
ler. Yaratımın doğası da oldukça basit ve gerçektir. Ne isteniyorsa
o yaratılır ve ne yaratılıyorsa bu bir birlikte-yaratımdır. Olaylar
ve durumların içinde yer alan her varlık, kendi dersleri açısından
bu yaratımda rol alır. Bizler hayatın her safhasında ilişkiler için-
de yaratırken, bunların hepsi bir birlikte-yaratımdır ve bunların
hepsinin içinde her birimiz için dersler vardır. Ancak çok daha
spiritüel bir açıdan baktığımızda karşımıza çıkacak olan gerçek-
lik, içinde hiçbir ayrımın, hiçbir özel oluşun, hiçbir liyakatin ve
suçun olmadığı, hiçbir bireysel Yaratan’ın ötekinden daha az ya
da çok değerli olmadığıdır. Birlikte-Yaratan, birlik ve sevgi zemi-
ninde farklılıklar yoluyla yaratan “BİR-TEK” varlıktır. Ve bunun
tezahürdeki görünüşü, her biri birer yaratan olan birlikte-yaratan
olgusudur. Bu, gerçekten de BİR olan, birlikte-yaratım işidir.

80
II

Spiritüel Yolda Başlıca Tuzaklar

“Ruhsal yola çıkmış bir varlığı bekleyen pek çok tehlike vardır.
Bunların çoğu baştan çıkarıcı tuzaklardır.”

Negatif Kutuplaşma
Üçüncü yoğunluk derecesinden dördüncü yoğunluk derecesine
yapılan hasadın, kendine mi yoksa başkalarına mı hizmet edile-
ceği seçiminden hareketle yapıldığı bilgisine sahip her varlık için
polarize olma ihtiyacı kaçınılmazdır. Biz gerek birinci kitapta ve
gerekse bu kitapta bu seçimle ilgili birçok bilgi paylaştık ve bu
seçimin bir hizmet seçimi olması nedeniyle, polarizasyon ya da
kutuplaşma dediğimiz olgunun tekamül süreçlerimiz açısından
ne derece merkezi olduğunu ifade etmeye çalıştık.
Açık ki içinde yaşadığımız dünya son derece karışık olan ya-
pısı nedeniyle, dikkatli bir varlık için bir yandan hizmet etmek ve
pozitif seçimler yapmak açısından muazzam fırsatlar sunarken,
bir yandan da negatif sapmalar içeren birçok tuzakla doludur.
Ancak bunlar çok çeşitli düzeylerde son derece geniş bir yelpaze-
ye dağılır ki bunların hepsini burada anlatmamız mümkün değil-
dir. Bu nedenle bu satırları okuyan herkesin negatifliğin doğası
ve negatif kutuplaşma ile ilgili olabildiğince bilgi edinmesini tav-
siye ederim. Bizler negatif kutuplaşma riskleri açısından yeterli
bilgiye sahip olmadığımızda, pozitif kutuplaşmamız açısından
birçok tuzağa da kendimizi açmış oluyoruz. Bu açıdan, pozitif
yolu seçmiş olan bir varlığın gündelik hayat içinde bir yandan

81
İlişkiler ve Denge

kendi polaritesini artıracak seçimler yaparken, bir yandan da bir


polarite kaybına uğramamak ya da negatif kutuplaşma yaratma-
mak için son derece dikkati olması gerekir.
Yaratılış tek-bir varlıktır ve evren kutbiyet taşımaz. Ancak
bilinç alanı içinde oynanan bu kozmik oyunda bizler kutbiyet
sahibi varlıklarız. Böylece pozitif kutbiyet sahibi varlıklar olarak
bizlerin bilmesi gereken ilk şey, negatifliğin ışığı massetmek ve
pozitifliğin ışığı yaymak olduğudur. Bu suretle pozitif varlıklar
ne kadar dışa dönük hizmet anlayışı içinde olacaklarsa, negatif
varlıklar da kendilerine dönük bir hizmet anlayışı içinde olacak-
lardır. Bu da her türlü negatif düşünce ve eylemin kendi benliği-
ne dönük zorunda olması anlamına gelir.
Bir insan başkalarına hizmet etmek için kutuplaşmayı ara-
dığında ve istediğinde, sahip olduğu gücü ve bu gücü ne yönde
kullanacağını iyi incelemesi gerekir. Bu yolda bizim turuncu ve
sarı ışının kullanımı konularını araştırmaya ihtiyacımız var. Kendi
benliğine dönük ya da çıkarcı biçimde diğer insanların maddi ve
manevi kaynaklarını kullanan bencilce yaklaşımlardan başlayarak,
başkaları üzerinde güç uygulamak, onları kontrol ve manipüle et-
mek, pozitif yolu seçmiş bir varlık için daima turuncu ve sarı ışın-
larda alarm zilinin çalması demektir. Çünkü bir varlık negatif yolu
aradığında, o yolda kutuplaşmak için turuncu ve sarı ışın enerji
merkezlerinde güç toplar ve bu gücü, iki merkezin uyumu şek-
linde başkaları üzerinde acımasızca kullanır. Özel bir tarz içinde
kullanılan bu ışınlar, karanlık yolda sonsuz zekaya açılan kapının
da anahtarıdır. Bu nedenle pozitif bir varlık, günlük yaşamdaki se-
çimleri üzerinde dikkatle durmalı ve bahsi geçen enerji merkezleri
açısından negatif kutuplaşma riskine karşı uyanık olmalıdır.
Kendine hizmet yolundaki negatif bir varlık imandan daha
ziyade iradeye, sevgiden daha ziyade yalan ve korkuya güvenir

82
Can Arif

ve yatırım yapar. Üçüncü çakra ya da sarı ışın, iradenin güçlenip


beslendiği merkezdir ve negatif bir varlık bu iradeyi kendine hiz-
met yolunda güç elde etmek ve bu gücü acımasızca kendi çıkar-
ları için ve ileri düzeylerde de zevk için başkaları üzerinde kulla-
nacaktır. Bu insanlar, diğer insanlar üzerinde baskıcı bir iradey-
le kontrol sağlamayı ve onları yalan ve korkuyla yönetmeyi bir
kutuplaşma aracı olarak kullanırlar ve bundan da büyük bir haz
alırlar. Ve bu hazzın karanlık çekimi, özünde negatif olmasa da
bunları yapan her pozitif varlık için ciddi bir tuzaktır. Turuncu
ve sarı ışınlarda elde edilen gücün, başkalarını yönetirken ya da
kontrol ederken verdiği derin haz, her pozitif varlık için gerçek-
ten ciddi bir tuzaktır. Sevgiden söz etmek, birlikten söz etmek
çok kolaydır. Ama örneğin yöneticisi olduğumuz bir ekibi nasıl
yönettiğiniz sizin polarizasyonunuz için asıl belirleyici olandır.
Doğası gereği negatif eylemler hiçbir zaman diğer varlıklara
hizmet amacı taşımaz. Negatiflik, diğer insanları Yaratan’ın bir
parçası olarak gören idrak noktasından son derece uzaktır ve di-
ğer varlıkları kendi çıkarları için güç toplamak adına kullanan ya
da kontrol edip yöneten karanlık anlayıştır. Ancak negatiflik de,
tıpkı pozitif olmak gibi gideren artan biçimde gelişen bir süreç-
tir ve başkalarını bilinçli olarak kullanmasak da, diğer varlıkların
kaynaklarına takındığımız tutumlar bizim için her zaman negatif
kutuplaşma riski taşır. Bunlar oldukça basit düşünce ve eylemleri
de içine alan ve çok geniş bir alana yayılan eğilimlerdir. Bu açıdan
günlük yaşam, kutuplaşma açısından dikkatle sürdürülmesi ge-
reken bir tasarımdır. Bizim düşünce, duygu ve eylem dünyamız,
gündelik yaşam içinde sayısız kutuplaşma riski ve fırsatı yaratır.
Diğer varlıkların özgür iradelerini kısıtlamadan, birlik anlayışı
içinde yapılan her şey pozitif kutuplaşma olasılığını artırır. Fakat
tersi biçimde özgür iradeye aykırı her düşünce ve davranış, güce

83
İlişkiler ve Denge

dayalı her çıkarcı ve kontrolcü yaklaşım negatif kutuplaşma ris-


ki taşır. Bunlar gündelik yaşamın rekabet dünyası içinde sıradan
gibi görünen şeyler olsa da, son derece ciddi tuzaklardır.
Negatif kutuplaşma riski, her konuda önce ben diyen ben-
cilce anlayışın içinde her zaman vardır. Güvenlik ve korunma
ihtiyacının bir çılgınlık noktasına geldiği bu dünyada, hayatta
kalma gereksinmemizden kaynaklanan tepkilerimiz kabul edi-
lebilir olsa da, kendi rahatımız ve konforumuz için giriştiğimiz
her faaliyet bizi negatif kutuplaşma alanına sokmaktadır. İleride
enerji merkezlerini incelerken göreceğimiz gibi, insanlık kültürü
çatışmanın ve ayrılığın turuncu ışın alanında tıkanıp kalmıştır.
Bu alan, içinde her türlü çıkar çatışmasının olduğu son derece
rekabetçi ve acımasız bir alandır ve tümüyle negatif kutuplaşma
potansiyeli taşır. O bakımdan bizim bu alandan çıkmak için son
derece dikkatli ve farkındalık dolu bir yaşam sürme ihtiyacımız
kaçınılmazdır.
Şüphesiz burada uzun uzadıya negatif kutuplaşmayla sonuç-
lanacak düşünce ve davranış modellerine girmemiz söz konusu
değil. Ancak zaten buna gerek de yoktur. Negatif kutuplaşma
riskleri konusunda işin özü bellidir. Başkalarının özgür iradesine
müdahale eden, kendi benliğine dönük her çıkarcı anlayış nega-
tif kutuplaşma riski taşır. Bir markette ödeme için sıra beklerken
ya da bir toplu taşım aracını kullanırken takındığınız tavır gibi
basit ve gündelik her şey bu alanın içinde yer alır. Fiziksel güzel-
liğe aşırı önem vermek ya da aşırı düzen gibi eğilimler ise, daha
incelikli negatif kutuplaşma riskleri taşır. Burada bizi dikkatli ve
uyanık tutacak olan bilgi, hepimizin Bir olduğu ve bu birliğin
özünün de koşulsuz sevgi olduğu gerçeğidir. Elbette bu gezegen-
de negatif kutuplaşmayı artırmak için pek çok karanlık senaryo
uygulanmaktadır. Özellikle dördüncü yoğunluk karanlık var-

84
Can Arif

lıklarının kendi peylerini sürmek, kendi yandaşlarını toplamak


ve onların gücünü kendilerine katmak için sürekli olarak çaba
gösterdikleri bir gerçektir. Ancak yapmaya çalıştıkları şey yalnıza
negatif eğilimlilerin kutuplaşmasını artırmak ya da onlara negatif
felsefeyi öğretmek değil, aynı zamanda pozitif yolda olanları da
yollarından saptırmaktır.
Bu gezegenin insanları tüm insanlık tarihi boyunca çeşitli
zihin kontrol yöntemleriyle uyutulmuş ve uyuşturulmuştur. Bir
kölelik modelini öngören karanlık felsefe, bunu hayata geçirmek
adına her türlü yolu kullanmış ve kullanmaya da devam etmek-
tedir. Birinci kitapta incelediğimiz gibi televizyondan interne-
te, teknolojik oyunlardan her türlü zihin oyalayıcı araca kadar,
birçok şeyi kullanarak enerji bedenlerimizdeki akışın sürekli bi-
çimde tıkalı halde kalması ve bu tıkanmanın negatif kutuplaşma
yaratması için çalışmışlardır. Rekabet ve yarış içeren her şeyden
tutun da, başkalarını sömüren her yaklaşıma kadar bu geçerlidir.
Dahası kendi benliğimizi incelemek için ihtiyaç duyduğumuz
boş zamanı elimizden alan bu sistem, bunu sağlamak için her tür-
lü manipülasyonu yapmıştır. Bitmez tükenmez bir ihtiyaç listesi
oluşturan bu karanlık yapı, hemen her insanı durmadan tüketen
bir canavara ve bunun için gün doğumundan gün batımına dek
çalışan kölelere dönüştürmüştür. Ancak içinde olduğumuz dö-
nem hasat dönemidir ve bizi bekleyen başka tuzaklar da vardır.

Benlik Yüceltmesi ve Elitizm Sapması


Spiritüel yolda en ciddi tuzak ya da sapmalardan biri, benliği
azamete sürükleyen biçimde kendini özel ve üstün gören elitist
anlayıştır. Eğer bizler insanların akıllarına ve gönüllerine negatif
ve ayrılıkçı tohumlar ekmek isteseydik, onların zihinsel açıklık-
larından girerek onlara sadece özel ve üstün olduklarını söyle-

85
İlişkiler ve Denge

memiz yeterli olurdu ve bu gezegeni etkisi altında tutan karanlık


taraf da bunu yapmıştır. Bir insan bedeni içindeki bir varlığa ken-
disinin diğerlerinden daha üstün olduğunu söylediğinizde eğer
bu kabul görmüşse, artık zemin hazırdır. Ve şu dönemde bu şey,
karışık ya da negatif yapıdaki kanal bilgileri yoluyla fazlasıyla ya-
pılmaktadır.
Kendimize, bu dünya’ya karanlığın tohumları nasıl ekildi ya
da karanlık varlıklar kendi tohumlarını ekebilecekleri uygun top-
rakları nasıl bulabildiler diye bir soru sorsak, en basit biçimde
şunları söyleyebiliriz:
Ne zaman ki bir grup varlık geçmiş eğilimlerinden ve de-
neyimledikleri akıl/beden/ruh bileşiminin bazı özelliklerinden
dolayı kendilerini diğerlerinden ayrıcalıklı, özel, seçkin ya da üs-
tün görmeye başladı, işte o nokta da karanlık taraf tohumlarını
ekmek için uygun toprağı buldu. Şimdi neredeyse tüm insanlık
bu toprakta yeşeren(!) ve gelişen bu karanlığın etkisi altındadır.
Ve karanlığın buradaki elleri de bu süreci bilinçli olarak yönet-
mektedir. Bu nedenle, uyanış sürecine girmiş olan ve kolektif bi-
lince nüfuz etmiş ayrılık bilincinin hala etkisinde olan her varlık
için bir açıklık söz konusudur. Bu açıdan bizlerin her şeyin birli-
ği ve tekliği üzerine tefekkür etmemiz ve bireysel özelliklerimiz
ne olursa olsun hepimizin Bir olduğunu idrak etmemiz gerekir.
Özel ya da üstün olmak, birini diğerinden ayıran karanlık bir an-
layıştır ve şimdi hasat çemberinin etrafında dönen her varlığın
bu konuda son derece dikkatli olmasında büyük hayırlar vardır.
Bakın Eckhart Tolle bunu nasıl ifade etmiştir:
“Eğer tüm yaradılış tek bir varlıksa o zaman her yerde kendi-
mizle baş-başayız demektir. Bu düşünce egomuzun kolay kolay
kabullenebileceği bir düşünce değildir. Bu egomuzun yok olması
demektir. Bu bizim aslında her bir parçamızın farklı göründüğü

86
Can Arif

fakat gerçekte hepsi biz olan “Bir” evrende yaşadığımız anlamına


gelir. Böyle bir bilinç düzeyine eriştiğimizde ne kendimizi ne de
başkalarını yargılayamayız. Eğer bütün her şey bizsek o zaman
kimi yargılayabiliriz ki? Bu hal içerisinde hiç kimse bir diğerin-
den daha önemli ya da daha iyi olmayacaktır. Öz’e işlediğimizde
ve oradan yaşadığımızda bütün görünür farklılıklar önemsiz bir
ayrıntıdan ibaret olacaktır. Varlığımızın aslı, saf bilinçli farkında-
lığımızdır. Benim farkındalığım ve sizin farkındalığınız yoktur,
farkındalık tektir.”

Spiritüel Atalet ve Entelektüel Karmaşa


Uyanış sürecine giren birinin durumu, aç bir insanın yemek ye-
mesi gibidir. Bilinçsizce yaşanan uzun bir sürecin sonunda uya-
nan hemen her varlık, varoluş gerçekliğine uzanan bu süreç için
hızlı şekilde bilgi toplamaya başlar. Bu hepimiz için geçerlidir ve
hepimiz için böyle olmuştur. Ancak sürecin bir noktasında bu
bilgiler bazılarımız için kendini tekrar eden bir yapıya bürünür.
Bu durum, edinilen bilgilerin hayata geçirilmesi ve yenilerine
yer açılması noktasında yaşanan bir tıkanmadır. Böyle biri, bil-
giyi nasıl kullanacağı ve bunu deneyimlerine nasıl aktaracağı ko-
nusunda zorluk yaşar. Böylece durmadan kendini tekrar eden bir
bilgi akışı ve süreç başlar ki, bu da spiritüel atalet ya da uyuşuk-
luk dediğimiz engelleyici durumu yaratır. Bu durumun bir başka
yönü ise, spiritüel içerikte bilgiler yoluyla bazı insanların kendi-
lerini diğerlerinden farklı görme ya da gösterme çabası içinde ya-
şadığı bir çeşit uyuşukluk halidir ve bu durum içinde olan birinin
yaşadığı bir başka tuzak da aklileştirmedir.
Açık ki ne tek başına rasyonel akıl, ne tek başına bilgi, ne tek
başına analitik yaklaşım, ne de tek başına sezgiler ilerlemek için
yeterli değildir. Biz tüm bunların bir kombinasyonundan oluşan

87
bir yaklaşımla çok daha dengeli biçimde ilerleyebiliriz. Bilgi ana-
liz edilmeden, bilinçaltı tarafından sezgilerle desteklenmeden,
tefekkür yoluyla bütünlenmeden ve kalben yaşama geçirilme-
den yalnızca bir zihinsel birikimdir. Ve bu birikim bir aklileştir-
me tuzağı ya da entelektüel karmaşadır.
Bugün birçoğumuzun spiritüel anlamda çok çeşitli bilgi bi-
rikimi olduğu açıktır. Hatta bazılarımız için öyledir ki yüzlerce
kitabı ve kaynağı zihnimize biriktirmişizdir. Bu elbette entelek-
tüel anlamda bir farklılık ve anlayış sağlar. Ancak yaşama geçiri-
lemeyen ve kalbimize giden yolu açmakta bize katkı sağlamayan
fazladan her bilgi, entelektüel karmaşaya yol açma riski taşır.
Hiçbir bilgi ve hiçbir akıl yürütme, bizi tek başına ruhsal far-
kındalık alanına sokmaz. Bilgi ve deneyimlerin mutlaka ruhsal
alana taşınması, bunların bilinçli olarak sevgi yolunda kullanıl-
ması ve imaj besleyici entelektüel çoğalmaya karşı mümkün ol-
duğunca dikkatli olunması gerekir. Öyle insanlar vardır ki çok az
şey bilirler fakat birlik idrakinde çok öndedirler. Ve öyle insanlar
vardır ki pek çok şey bilirler ancak birlik ve sevgi yolunda henüz
acemidirler.
Diğer yandan gerçek doğası içsel bir yolculuk olan tekamül
süreçleri, birçok dışsal çabayı da içinde taşır. Arayış içinde olan
her varlığın bir süre için bu dışsal çabanın öğretici etkisini de-
neyimlemesi kaçınılmazdır. Ancak sorun, dışsal çaba ya da ara-
yışın içsel çalışmayla desteklenmediği noktada başlar. Dışarıda
olan her şey bir katalizör olma potansiyeli taşır. Ama bunların
sevginin öğrenimi yolunda kullanılması için içsel çalışmalar ka-
şınılmazdır. Bunun için her varlığın kendi benliğini incelemesi,
bu benlik üzerinde çalışması ve gerektiğinde bu benliği değişime
uğratacak adımları atması gerekir.
Psişik Selamlama
Başkalarına hizmet yolunda ilerleyen bir varlığın, günlük yaşam
içindeki negatif etkilerden farklı olarak üst yoğunluk katlarından
gelen çeşitli negatif etkileri deneyimlemeye başlaması kaçınıl-
mazdır. Ancak bunlar doğrudan bir saldırı etkisi diyebileceğimiz
psişik saldırılar değildir. Bunlar daha çok düşünce ve duygu dün-
yamıza yapılan negatif sızmalardır ve bu fenomen için kullanılan
evrensel tanımlama psişik selamlamadır. Bunun anlamı negatif
bir varlığın bizim enerji alanımıza sızması ve bu alanda bizi ma-
nipüle etme çabasıdır. Bu, psişik selamlamanın iki ana kaynağın-
dan biridir.
Bu selamlama türünde varlığın düşünce ve duygu dünyasın-
daki açıklıklar kullanılır ve bu açıklıktan giren bir negatif varlık
size kendinizden şüphe etmeniz ya da kendinizi diğerlerinden ayrı
(özel ya da üstün) görmeniz konusunda etki edebilir. Bu en çok gö-
rülen iki etkidir ve bu etkiyi çeken şey, başkalarına hizmet yolunda
olan varlığın çabasıdır. Bu çaba ne kadar yoğun ve arınmış olursa,
psişik selamlama da o kadar yoğun olur. Bu açıdan bizlerin bu tip
selamlamalar konusunda uyanık ve dikkatli olmamız gerekir. Bu
saldırılarda amaç, koşulsuz hizmet yolunda olan varlığı yolundan
saptırmak ve mümkünse negatif kutuplaşmasını sağlamaktır. Bu
yüzden de en çok, az önce söylediğimiz iki etki öne çıkmaktadır.
İkinci tip selamlama, ruhsal yolda ilerleyen her varlık için
geçerlidir ve bu tip bir selamlamanın kaynağı varlığın kendisidir.
Kendi benliğini dengeleme ve bütünleme yolunda olan her var-
lık, benliğin henüz bütünlenmemiş bölümlerinin saldırılarına
açıktır. Bu şekilde bir varlık, benliğinde adeta ikinci bir varlığı ta-
şımasına benzer biçimde bir etki alır ve bu etki de tıpkı dışarıdan
yapılan selamlama gibi varlığın düşünce ve duygu alanı içinde
meydana gelir.

89
İlişkiler ve Denge

Bu etki içinde ortaya çıkan durum, adeta sağ omuzunuzdaki


meleğin sol omuzunuzdaki melekle çatışması gibidir. Bir yandan
sevgiye odaklanmış düşünceler yoluyla ilerlerken, bir yandan da
içinizde bir başka ses buna ters düşüncelerle size saldırmaya çalı-
şır. Böylece siz kaynağından emin olmadığınız bir manipülasyo-
nu deneyimlemeye başlarsınız. Bir meditasyon esnasında ortaya
çıkan negatif düşünce ve duygular ya da bir insana baktığınızda
ona karşı hissettiğiniz sevgi duygularına karşılık, aynı anda his-
settiğiniz negatif düşünce ve duygular bu tür bir selamlamanın
sonucudur. Bu da haliyle zorlayıcı koşullar yaratır. Ama eğer siz
benliğinizin tüm parçalarından gelenleri yargısız ve tarafsız bi-
çimde gözlemler, bu gelen negatif etkiyi onunla çatışarak büyüt-
mez ve bu süreçte bilincinizi kalbinize dönük tutmayı başarabi-
lirseniz, bu tip bir selamlamanın etkisini azaltırsınız ve zamanla
siz kendi benlik bölümlerinizi bütünledikçe ve kendinizi denge-
ledikçe bu etkiler de azalmaya başlar.

90
2. BÖLÜM

ENERJİ
MERKEZLERİNE
GİRİŞ VE TEMEL
ANLAYIŞLAR
Enerji Merkezleri ve Enerji Beden
Enerji merkezleri dediğimizde, bizler aslında enerji bedenden
söz ediyoruz. Bu aynı zamanda çakra bedendir ve çakra beden,
fiziksel bedenimiz boyunca omurgamızın tabanından başımızın
tepesine kadar uzanan canlı bir enerji merkezi gökkuşağıdır. İki-
si birbirine bağlı olsa da, enerji bedenimiz fiziksel bedenimizle
aynı şey değildir. Enerji beden, her biri kendi dönme hızına ve
şekline sahip olan yedi ana enerji merkezinin oluşturduğu bir
sistemidir. Bu sistem aynı zamanda beyaz ışığın içinde bulunan
çeşitli renklere sahip prizma gibi görülebilir.
Her enerji merkezinin yedi alt-rengi vardır ve gökkuşağı
renk özlü bu merkezler, fiziksel omurganın yanında eş bir enerji
omurgası gibi ilerler. Kırmızı ışın çakrası olan kök çakra omur-
ganın tabanında, kasık hizasında bulunur. Turuncu ışın çakrası
olan ikinci çakra orta karın hizasında bulunur. Sarı ışın çakrası
olan üçüncü çakra bel ve kalp arasında, güneş sinir ağı (göbek)
seviyesinde bulunur. Yeşil ışın çakrası olan dördüncü çakra kalp
hizasında bulunur. Mavi ışın çakrası olan beşinci çakra boğaz hi-

93
zasında ve çivit ya da indigo ışın çakrası olan altıncı çakra alın
hizasında bulunur. Bu aynı zamanda üçüncü göz ya da epifiz
merkezi olarak da ifade edilen merkezdir. Menekşe ya da mor
ışın çakrası olan yedinci çakra ise başımızın üstünde yer alır.
Bu tarif enerji bedenin temel renklendirilmesi ve yapısıdır.
Ancak burada menekşe rengi ışın merkezi, enerji merkezlerinin
faaliyete geçirilmeleriyle ilgili çalışmaların içinde doğrudan yer
almaz. Enerji merkezleri boyunca akan enerji altıncı enerji mer-
kezinde son bulur ve menekşe rengi merkez diğer merkezlerde
olup bitenlerin bir sonucu ya da nihai yansımasıdır. Eski çizim-
lerde başın etrafında bir hale ya da halka şeklinde gösterilen
ışıma budur ve bu ışıma bizim bu yoğunluk derecesinden hasat
edilebilirliğimizi belirleyecek olan tek göstergedir. Bu bizim si-
cilimizdir.
İlk üç enerji merkezi açısından, içeri akan enerjinin hiç
kesintisiz olarak akması kendi dönme hızlarını yaratır. Kırmızı
enerji merkezi çoğu kez dümen dolabı biçimindedir. Turuncu
merkez üç yapraklı bir çiçek şeklini alır ve sarı merkez yıldız şek-
linde ya da çeşitli fasetalara sahip bir çiçek şeklindedir. Ancak bir
varlığın daha üst enerji merkezleri geliştikçe, bu merkezler kris-
talleşmiş yapılar meydana getirirler. Yeşil ışın merkezine nilüfer
(lotus) şekilli merkez de denir; kristalleşmiş yapıdaki noktala-
rın sayısı bu merkezin gücüne bağlı olarak değişir. Mavi enerji
merkezinde belki yüz adet faseta bulunabilir ve bu merkez son
derece parlak olabilme özelliği taşır. Çivit rengi enerji merkezi
daha dingin bir merkezdir ve çoğu varlıkta esas şekli olan üçgen
ya da üç yapraklı yonca şeklindedir. Ancak daha alt enerjilerini
dengeleyebilmiş olan bazı ustalar bu merkezde daha çok fasetalı
şekiller yaratabilirler. Menekşe rengi enerji merkezi en az değiş-
ken olan merkezdir ve bin-yapraklı olarak tarif edilir; çünkü bu
Can Arif

merkez akıl/beden/ruh bileşimi bütünlüğünün bir özeti ya da


toplamıdır.
Spiritüel çalışmalar içinde belki de en eksik ve bir miktar
da yanlış anlaşılan konulardan biri enerji merkezleridir. Tüm
kozmik oyunun üzerinde döndüğü bu enerji girdapları, bizim
Yaratan’ı arayışımızın da merkezleridir. Bizler sevgi ve birliğe
doğru giden yolda uyum ve dengemizi bu merkezler yoluyla
oluştururken, bu merkezler yoluyla içsel arayışımızı sürdürür ve
bu merkezler yoluyla tekamül ederiz. Bu nedenle enerji merkez-
leri ruhsal arayış süreçlerimizin de merkezindedir ve bu açıdan
anlaşılmaları gerekir. Deneyimlerimizle beslenen bu merkezler-
son derece hareketli ve değişken yapıdadır. Bunlar günlük yaşam
içindeki düşünce, duygu ve eylem dünyamızdan sürekli biçimde
etkilenir ve buna bağlı olarak sönük, parlak ya da kristalize hale
gelebilirler.
Enerji merkezleri, bir enerji borusu olan ve prana hattı ya da
pranik tüp olarak ifade edilen bir enerji omurgası boyunca sıra-
lanırken, kök çakradan içeri giren kozmik ya da evrensel enerji
(sevgi/ışık) bu kanal boyunca her bir enerji merkezinin kulla-
nımı için akar. Ancak bir spiral çizerek yuları doğru ilerleyen bu
enerjinin her bir merkezde yeterince kullanılabilmesi için, ener-
jinin içinden akacağı enerji borusunun temiz ve akıcı halde tut-
ması son derece önemlidir. Burada her bir enerji merkezini yete-
rince faal halde tutmak, bu enerjinin temiz bir kanaldan akması
demektir. Bu akış ne kadar sorunsuz ve özgür olursa, bir varlığın
BİR’i arayışındaki başarısı da o oranda artar.

Çakra Işınlarında Bütünsel Dengeleme


Aydınlanma yolundaki bir tekamül öğrencisi için bir tek den-
geleme yolu vardır, o da enerji merkezlerini anlamak ve den-

95
İlişkiler ve Denge

gelemektir. Bu konuda kadim yaşamlardan gelen birçok yol ve


yöntem olsa da, temel gereksinim her varlık için aynıdır. Bu da,
enerji merkezlerinin tıkanık halden çıkarılarak, faal hale getiril-
meleri ve dengelenmelerdir.
Kök çakrada çöreklenmiş yılan metaforuyla ifade ettiğimiz
sevgi/ışık enerjisi, dünya anadan enerji bedenlerimize doğru
akan kozmik ya da zeki enerjidir. Kundalini olarak da ifade et-
tiğimiz bu enerji önce ayaklardan ve daha sonra ilk merkez olan
kırmızı ışın merkezinden girer ve enerji hattı boyunca yedi nok-
tada dizilen enerji merkezlerinin kullanımı için akarak başımızın
üstünde yer alan yedinci enerji merkezinden çıkar.
Enerji merkezlerinin dengeli bir şekilde faaliyete geçirilme-
leri açısından baktığımızda, kök merkezden içeri giren enerjinin,
her bir enerji merkezinin sırayla faaliyete geçirilmeleri yoluyla
adım adım yukarı çıkarılması gerekir. Bir üçüncü yoğunluk de-
recesi varlığı için, her hangi bir enerji merkezinin en üst düzeyde
faaliyete geçirilmesinin göreli önemsizliği yanında, tüm enerji
merkezlerinin asgari düzeyde faaliyete geçirilmesinin önemi
son derece açıktır. Bu suretle, alt enerji merkezleriyle çalışmak
istemeyen bir varlığın sadece üst enerji merkezlerini faaliyete
geçirme çabası, dengenin izlediği yol açısından son derece cid-
di bir tuzaktır. Kundaliniyi bir anda yukarı çıkarma arzusundan
kaynaklanan bu tuzak, bir varlığın titreşimsel dengesi açısından
son derece zorlayıcıdır. Üst merkezlerdeki enerjiler son dere-
ce güçlüdür ve alt merkezler dengelenmedikçe bu enerjiler bir
varlığı tam anlamıyla yakıp yok edebilir. Bu bir yerde sistemin
patlatılması anlamına gelir ki, bu da bir varlık için muazzam bir
dengesizliğe davetiye çıkarmak demektir. Bu tıpkı bir ilkokul öğ-
rencisinin, üniversite düzeyindeki dersleri öğrenmeye çalışması
gibidir. Temel oluşmamıştır, fakat varlık gözünü yukarıya dik-

96
Can Arif

miştir. Bu da zaten yeterince dengesiz bir tutum ve yaklaşımdır.


Gündelik yaşamı içeren alt merkezlerde çalışmak bazıla-
rımız için sıkıcı, yadsınan ve görmezden gelinen bir iş olabilir.
Diğer yandan üst enerji merkezlerinde çalışmak görünüşte daha
spiritüeldir ve bu da bir varlığa kendini farklı ve iyi hissettiren
bir şeydir. Ancak denge açısından çakra ışınlarında bütünsel
çalışma önemlidir ve hasat için gerekli olan alt çakralarla çalış-
manın ihmal edilmemesi gerekir. Metafiziksel deneyimlerde
ilerlemiş olan birçok oyuncu için dahi bunu unutmak ciddi bir
sorundur ve bu sorun ilerlemiş bir oyuncuyu geriye çeker. Bu,
oyuncunun dengeden uzaklaşmasına ve tüm sisteminin kapan-
maya başlamasına neden olur. Meditasyon, çeşitli spiritüel çalış-
malar, okumalar, sezgiler, ilhamlar, vizyonlar; elbette bir varlığın
gelişimi açısından son derece önemlidir. Bunları bize kendimizi
iyi hissettiren ve özellikle üst enerji merkezlerinin faaliyete ge-
çirilmeleri açısından son derece katkı sağlayan güçlü etkilerdir.
Böylece bazılarımız bu halin büyüsüne kapılarak kundaliniyi bir
anda yukarı çıkarma çabası içinde büyük bir hata yaparız. Çünkü
pandispanyası çürük olan bir pastayı kremayla bezemek, o pasta-
nın iyi bir tat vereceği anlamına gelmeyecektir. Bizim vurgumuz
her zaman tüm çakra beden sistemi ya da tüm merkezlerin kendi
içlerinde ve kendi aralarındaki uyum ve dengeüzerinedir. Nasıl
ki uyuşturucu bir madde etkisindeki kişi, etkisinde olduğu mad-
denin kendisine sağladığı bazı deneyimleri enerji bedeni aça-
sından sürdürme yeteneğine sahip değilse ve durmaksızın aynı
maddeyi alma gereksinimi içinde bir bağımlılık oluşturarak ken-
dine zarar verirse, alt merkezlerde yeterince çalışmadan ingido
ve mor ışınlarla çalışmaya kalkmak da kişiyi aynı dengesizliğin
içine itecektir. Yüksek çakralarla çalışmanın anahtarı ve dengeli
yolu, tüm enerji beden üzerinde çalışmaktır ve bu da alt merkez-

97
İlişkiler ve Denge

lerden başlamalıdır.
Enerji bedenlerimize bütünsel bir yaklaşım son derece
önemlidir. Güçlü bir yeşil ışın kadar güçlü bir kırmızı ışın da
önemlidir. Güçlü bir mavi ışın kadar güçlü bir turuncu ışında
önemlidir. Böylece oyuncu kendi açık sistemi içinde çalışabilir
ve bir merkezden diğerine rahatça geçiş yapabilir. Bizim amacı-
mız yüksek merkezlere odaklanarak sistemi patlatmak değildir.
Bizim amacımız sistemi sağlam bir temel üzerinde yükseltmek-
tir. O yüzden gündelik yaşamın alt merkezleriyle çalışmak ve bu
süreçte içsel dengeleme çalışmaları yapmak son derece önemli-
dir. Ayrıca alt merkezlerde yeterli ve güçlü enerjiye sahip olma-
dıkça, bilinç içinde yüksek enerjilerle çalışmak için bize büyük
katkı sağlayan kalp merkezinin yeşil ışınını da elde edemeyiz.
Her zaman için kalbin koşulsuz sevgiyle beslendiğini ve ona gi-
den yolun da alt merkezlerden geçtiğini hatırlamak gerekir. Ye-
tenekli oyuncuların her zaman yapacağı şey budur. Bir kez kalp
yolunu açtığımızda ve onu sürekli açık tutmayı öğrendiğimizde,
artık bilinç içinde yüksek merkezlerin enerjileriyle çalışmak için
kalp merkezimizin koşulsuz sevgiye bağlı kaynaklarını kullanabi-
liriz. Ancak biz kalp merkezinden hareketle yüksek merkezlerle
çalışırken dahi alt merkezlerimizdeki dengenin önemini unut-
madan, daima kalbe giden yolu açık tutmak ve kalbin merkezin-
de kalmak için çalışmak zorundayız.
Diğer yandan enerji merkezleriyle ilgili olarak şunun da
dikkate alınması gerekir ki, tıkanma kadar aşırı faaliyet de enerji
merkezleri açısından bir sorundur, çünkü o durumda da bütün-
sel bir dengeden söz edemeyiz. Bu bakımdan iyi bir oyuncu için
aşırı faaliyet değil, tüm enerji merkezlerinin kendi aralarındaki
uyum ve denge önemlidir. Bugerçekleştiğinde, artık ustaolan
varlığın bilinç içinde ruhsal çalışmalar yapması ve herhangi bir

98
Can Arif

enerji merkezini kristalize hale getirme çabası tamamen onun


tercihidir.Ama bu hasat için gerekli değildir. Hasat için altıncı
enerji merkezinden sonsuz zekaya açılan kapıdan geçmek ya da
bunu sağlayacak teknikler üzerinde çalışmak gerekmez. Ama o
kapıya kadar gelmeniz ve o kapıyı her şeyi BİR olarak hissede-
cek ve her şeye bu anlayışla karşılık verecek ölçüde aralamanız
gerekir.
Bizler insan olarak kesin sonuca varacak aceleci çözümleri
tercih eden bir eğilime sahibiz. Fakat iş ruhsal alana geldiğinde,
bu eğilim bize yarar sağlamaz. Çünkü ne olgunlaşmanın ruhsal
süreçleri, ne de evrensel sevgi yolundaki dengeleme işi, tüm du-
yuları bastıran bir sihirbazlık numarası değildir. Özellikle günlük
yaşam deneyimleriyle beslenen alt merkezlerle çalışmayı öğren-
meden, sevgi yolunda arınmış ve dengeli bir varlık haline gelmek
son derece güçtür. Şüphesiz yüksek merkezlerde çalışmak bir
varlığa evrenin sonsuz olanakları açabilir. Ama basit ve gündelik
yaşam içindeki sevgi ve merhamet dersleri, bu yoğunluk derece-
sinin asıl dersleridir. Bizim basitçe sevmeye ve koşulsuz biçim-
de hizmet etmeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. Bu açıdan hasat
olgusunu anlamak son derece hayatidir. Çünkü buradan mezun
olmak için yüksek merkezlerin büyülü deneyimlerine değil, tüm
yaşamı içine alan bir dengeye ihtiyacımız var. Ve sadece yüksek
merkezlerdeki faaliyet, hiçbir varlığı dengeli hale getirmeyecek-
tir. Tıpkı sevgili Carla’nın söylediği gibi, “Bilinç içinde çalışma
teknikleri kek üzerindeki şekerli kremadır. Onlar bize yardım
eder, fakat onlara aşırı önem vermemek gerekir. Oyunun adı ko-
şulsuz sevgidir.”

Enerji Merkezleriyle Çalışmak


Bilinçli olarak ilerleyen bir oyuncunun enerji merkezlerindeki

99
İlişkiler ve Denge

akışı nasıl açık halde tutacağını öğrenmesi gerekir. Ancak ener-


ji beden asla mekanik bir yapı değildir ve onu meydana getiren
enerji merkezleriyle çalışmak da teknik bir iş değildir. Bu özel-
likle alt merkezlerin günlük yaşamla olan doğrudan ilişkisi açı-
sından böyledir.
Bizler elbette dengeleme süreçleri içinde çeşitli içsel ve dış-
sal teknikler kullanacağız. Ama enerji merkezleriyle ilgili yete-
rince bilgi sahibi olan bir varlığın asıl yapağı şey kendi yaşamsal
süreçlerini bilinçli olarak ele almasıdır. Bu da yaşama, ilişkilere
ve katalizörlere verdiğimiz, özellikle duygusal tepkilerin bilinç-
li olarak değerlendirilmesi ve sonra bunların içsel dengeleme
çalışmalarıyla dengelenmesi yoluyla yapılabilir. Burada bir var-
lığın enerji merkezlerinin gereksinimleri ya da sapmaları ile ka-
talizörler arasındaki bağlantı birbirinden ayrılamayacak kadar
kuvvetlidir.Enkarnasyon öncesi yapılan katalizör programlaması
sürecinde, her varlık enerji merkezlerinin durumuna ve gereksi-
nimlerine uygun katalizör seçimleri yapar. Yani katalizörleri be-
lirleyen, tamamıyla enerji merkezlerinin gereksinimleridir ve en-
karnasyon öncesi ihtiyacı olan katalizörleri seçen varlık, enkarne
haldeyken de yine ihtiyacı olan kişi, durum ve olayları kendine
çeker. Bu nedenle enerji merkezleri üzerinde çalışan bir varlığın
kendi deneyimsel süreçlerini ve bunları sağlayan katalizörleri
mutlaka bilinçli olarak ele alması gerekir.
Enerji merkezleri üzerinde çalışan bir varlığın dengeleme
süreçleri açısından takınacağı uygun tavır; deneyimlere hazırlık-
sız, doğal, kendiliğinden ve dürüst karşılık vererek, bu deneyim
esnasında önüne çıkan katalizörü kullanması ve daha sonra içsel
dengeleme çalışmaları yapmasıdır. Bu çalışma, bir varlığın duy-
gularını bastırmasının dengeli bir yaklaşım olmamasından dola-
yı gereklidir. Bastırılan duygular, bir varlığın enerji merkezlerin-

100
Can Arif

deki parlaklığı azaltır ve onu daha da dengesiz hala sokar. Ancak


burada amaç negatif ve pozitif duygular serbestçe akarken bu
duygulara kapılma-maya çalışmak değil, kendini gerçekten etki-
lenmez ve saptırılmaz hale getirmektir. Bu daha gerçek bir so-
nuçtur ve çok uygulama yapmayı gerektirir. Fakat bu uygulama
esnasında önemli olan duyguları hissetmeye ve yargısız biçimde
kabul etmeye açık olmaktır. Yoksa bir öfke anında gidip birine
saldırmak doğal bir tepki olmaktan çok, varlığın o andaki büyük
dikkatsizliğidir.
Bir varlık denge yolunda geliştikçe, onun için olaylar duy-
gusal yük taşımayan bir hale gelmeye başlar. Burada gerçek bir
dengeye ulaşmış bir varlığın her hangi bir durum karşısında takı-
nacağı tavır, o duruma hizmet vermek fırsatına sahip olabilece-
ği ya da olamayacağını bir durum olarak bakmaktır. Bu tutuma
ne denli yaklaşılmışsa, dengeye de o denli yaklaşılmış demektir.
Diğer yandan bir katalizörle, onu hissedebilecek ama ona tepki
vermeye gereksinim duymayacak kadar uzun süre çalışmış bir
varlık henüz yeterince dengede değildir. Bu şekilde, kendi tep-
kilerimizi gözlemlemek ve kendimizi tanımak yoluyla, giderek
gerçek bir dengeye yaklaşırız. Sabır gerekli ve önemlidir. Çünkü
bu yoğunluk derecesinde sayısız katalizör vardır ve tutarlı bir öğ-
renme devresi geçirmek için bunların kullanılarak değerlendiril-
meleri gerekir.
“Deneyim katalizörü, bu yoğunluk derecesinin derslerinin
vuku bulmaları için çalışır. Eğer varlık herhangi bir tepki göste-
riyorsa, bu katalizör hala öğrenmek/öğretmek için kullanılıyor
demektir.Katalizör olgusunun vardığı son nokta ise artık kata-
lizöre gereksinim duyulmamasıdır. Bu bir varlığın duygusuz,
umursamaz, ilgisiz ya da tarafsız bir hale gelmesi değil, birbiriyle
çok hassas bir uyum içinde olan veher şeyi sevgi olarak gören bir

101
İlişkiler ve Denge

şefkat, merhamet ve sevecenlik düzeyine ulaşması demektir. Bu


(her şeyi sevgi olarak görüş), katalizör özellikli durumlara artık
tepki verilmemesini sağlar. Artık varlık da deneyimsel olayların
birlikte-Yaratan’ı olmaya başlayabilir. İşte bu daha gerçek bir
dengedir.” (Ra)
Çakra merkezlerinin faaliyete geçirilmeleri açısından bir
varlığın iradesi hangi merkez üzerinde yoğunlaşırsa, o merkez
de o oranda faal hale geçer. Bu açıdan özellikle ana enerji mer-
kezleri olan birinci, üçüncü ve beşinci enerji merkezleriyle çalış-
mak bizim için önemlidir. Ancak bundan daha önemli olan, tüm
sistemle çalışarak tüm enerji merkezlerinin kendi aralarındaki
uyum ve dengeyi yakalamaktır. Bu açıdan da gündelik deneyim-
lerimizin hangi merkezlerle ilişkili olduğunu ve bu merkezler
arasındaki spiral ilişkileri iyi anlamamız gerekir.
Enerji merkezleriyle çalışırken bizim için gerekli ve önemli
olan günlük aktivitelerimiz boyunca düşüncelerimizi, duygula-
rımızı ve reaksiyonlarımızı gözlemek ve daha sonra bunları içsel
dengeleme çalışmaları yoluyla dengelemektir. Düşüncelerimiz,
duygularımız ve davranışlarımız bizim rehberimiz ve kendi ken-
dine öğrenme sürecinde yol gösterici işaretlerimizdir. Biz gün-
lük deneyimlerimizi analiz ettiğimizde, hangi düşüncelerimizin,
duygularımızın ve davranışlarımızın uygunsuz olduğunu göre-
biliriz. Böylece uygun bulmadığımız bu şeyleri incelediğimizde,
hangi ışın merkezi (çakra) üzerinden çalışmamız gerektiğini de
anlarız. Bu açıdan gerek her bir enerji merkezini inceleyeceğimiz
bölümlerde paylaşacağımız bilgiler ve gerekse de paylaşacağımız
bazı içsel dengeleme teknikleri yararlı olacaktır.
Enerji merkezlerimiz açısından enerji akımımızdaki deği-
şimler, gelen katalizörlere verdiğimiz tepkiler yüzünden mey-
dana gelir. Beslediğimiz her düşünce potansiyel olarak enerji

102
Can Arif

bedenimizin renklendirilmesini ve açıklık durumunu değiştire-


bilir. Her enerji merkezimizin ana rengi farklı birtakım yollarla
çeşitli fasetalara uğrar ve buna neden olan şey bizim düşünce ya-
pımızın, duygularımızın, faaliyet ve sözlerimiz gibi diğer enerji
tüketimlerimizin yoğunluğu, aydınlığı ve inceliğidir. O bakım-
dan düşüncelerin “şeylere” dönüştüğü bu zaman/uzay noktasın-
da, düşüncelerimizin sevgi yönünde olduğundan emin olmaya
fazlasıyla ihtiyacımız var. Bizler kalbimize giden enerji hattını
güvenilir bir şekilde açık tutmayı başarana kadar, yaşamın bize
sunduğu katalizörleri uygun ve dengeli biçimde anlayıp kullan-
makta ve bunlarla doğru ya da uygun yöntemlerle baş etmekte
sorunlar yaşayacağız.
Gerçek şu ki kalp merkezimiz açık olmadıkça, metafizik-
sel zihnimiz olan bilince ulaşamayacağız. Ancak sevgi ve bilinç
gibi metafiziksel kavramlar mantıksal değildir ve bir ispata da-
yanmazlar. Biz bilincin yerini tespit edemeyiz veya bilince sa-
hip olduğumuzu nesnel olarak kanıtlayamayız. Ancak zihnin
düşünceleriyle, kalbin düşünceleri ve duyguları arasındaki farkı
kesinlikle hissedebiliriz. Çünkü bilincin bize nüfuz ettiği zaman-
lar olur. Bu, kalbimizi ve ruhumuzu şaklatan her şey olabilir. Bir
müzik, bir yazı, bir manzara, bir dokunuş, bir koku, bir ışık, bir
sevgi paylaşımı… Böylece biz bilincin içimizdeki yükselişini ya
da sevgi/ışığın perdeden sızışını deneyimleriz.
Bilinç koşulsuz sevgiden meydana gelir ve Yaratan’ın sonsuz
denizidir. Bizler zihnimizin normal durumuyla bilince ulaşa-
mayız. Bilinç, zihnimizin mekansız ve fiziksel olmayan yerinde,
enerji bedenin kalp çakrasında bulunur. Yani bilinç, enerji bede-
nin, kalbin ve ruhun zihnidir. Böylece bilinçle yapılan her iş kut-
sal bir eyleme dönüşebilir. Kalbin bakış açısından bakıldığında,
zihnin çalışmaları genç, deneyimsiz ve olgunlaşmamış olarak gö-

103
İlişkiler ve Denge

rülür. Bedenlerimiz öldüğünde zihinler de ölür. Fakat bilincimiz,


gelişim sürecini asla bozmaz ya da yitirmez.
Enerji merkezleriyle çalışmak bir bilinç ve sevgi işidir. Bu
çalışma yaşam ve ilişki merkezlidir. Bu çalışmanın temelinde ise
bakış açısı (perspektif) genişliği ve kalbi algılama vardır. Yaşama
karşı yeterli bakış açısı geliştirememiş biri için enerji merkezle-
riyle çalışmak neredeyse olanaksızdır. Kök çakrada yaşanan dep-
resyon bir büyüdür ve onu yaratan şey bakış açısı darlığıdır. Do-
layısıyla bu büyüyü bozacak ve kalp yolumuzu açacak ilk sihirli
anahtar, bakış açılarımızı genişletmektir. Bunun için de yaşamı
ve onu meydana getiren evrensel dinamikleri yeterince incele-
mek ve üzerinde derinlemesine düşünmek gerekir.

İçsel ve Dışsal Enerjilerin Kullanımı


Tüm enerjinin yapısı ışıktır ve enerji bedenlerimize ya da çok
daha doğru bir ifadeyle akıl/beden/ruh bileşimlerimize giren
enerjinin izlediği yol çift taraflıdır. Bu anlamda her birimiz iki tip
enerji kullanıyoruz ve bu iki enerjiyi kesiştirebildiğimiz nokta,
aynı zamanda bizlerin denge noktası ya da tekamülde geldiğimiz
noktadır.
Bu enerjilerden ilki bizim içsel ışığımızdır ve hepimizin ben-
liğinde hazır olan bu enerji, yol gösterici kutup-yıldızı olarak her
varlığın doğal hakkıdır. Bu ışık bir varlığın kalbi ya da merkezidir
ve onun gücü, ışığı arama isteğinin gücüne eşittir. Bu ışık, yukar-
dan aşağıya tepe noktası boyunca spiral çizen pozitif enerji olarak
süzülür. Bu,içsel enerji ya da kuzey kutbu enerjisidir. Sessizlik ya
da meditasyon anlarında bu ışık harekete geçer ve bize yol gösterir.
Güney-kutbu enerjisi, aşağıdan ayaklar yoluyla içeri giren
ve enerji bedenin kök çakrasından yukarı doğru spiral çizerek

104
Can Arif

her bir enerji merkezinden sırayla içeri akan sevgi/ışıktır. Bu


enerjidışsal enerjidir, zekidir, yaşam enerjisidir ve aynı zamanda
sonsuz zeka’nın kendisidir. Bu enerji, giriş anında henüz enerji
merkezleri yoluyla süzülme işlemine başlamadan önce farklı-
laşmış değildir. Onu farklılaştıran her merkezin gereksinimleri
ve bireyin kendi içsel ışığı ile bağlantı kurma ustalığıdır. Bu ise
içeri akan enerjinin birey tarafından nasıl kullanılacağını belir-
ler. Yani içeri giren enerji, her enerji merkezinin sapmalarına ve
içsel ışığın bilincinde oluş derecesine göre ve bu farkındalığın
yayınladığı istek ve arzunun gücüne göre, her varlık tarafından
kendine özgü biçimde kullanılır. Ancak burada bütün merkezleri
tamamen uyarılmış ve faaliyete geçirilmiş bir varlıkta, içeri akan
ışığın ancak çok küçük bir bölümü enerji merkezlerini ayarlamak
ve dengelemek için kullanılır. Geri kalan büyük bölüm ise, yu-
karı doğru yönlendirilip çekilmeye uygun olarak açıkta kalır. Bu
konuda Ra grubu şunları söylüyor:
“Deneyim aracı olan akıl/beden/ruh bileşimini doğru bile-
şim ve bütünlük içinde tutabilmek için her merkezde belli bir
enerji bulunmasına gereksinim vardır. Bu, bileşimin bütünlüğü-
nü sürdürmesi açısından çok gereklidir. Ama bu noktadan son-
ra, bu enerji dışındaki enerjileri kullanmak varlıkların seçtikleri
hizmet ya da kutuplaşma yolu açısından farklılık gösterir. Nega-
tif eğilimli varlıklar üç alt merkezi; cinsel yollar, kişisel talep ve
baskılar ve toplumsal eylemler vasıtasıyla kendini diğerlerinden
ayırmak ve diğerleri üzerinde kontrol kurmak için kullanırlar.
Pozitif eğilimli varlıklar ise tam tersi olarak, güçlü kırmızı ışın
enerjisini yeşil ışın enerji aktarımına dönüştürecek (cinselliği
sevgi içinde yaşayacak) ve mavi ve çivit rengi ışımalar yoluyla
kişiliğini ve toplumdaki yerini başkalarına hizmet verebileceği
enerji aktarımı durumlarına dönüştürecektir. En sonunda ise

105
İlişkiler ve Denge

bu, karşılığında hiçbir şey beklemeyen başkalarına doğru ışıma-


ya dönüşecektir.”
İçsel ve dışsal enerjinin kesişme noktalarını enerji merkez-
leri boyunca sürekli ileri ya da yukarı doğru çıkarmak için yine
Ra şunları söylüyor:
“Her bir deneyim gözlenmeli, yaşanmalı, kabul edilmeli,
dengelenmeli ve bireye mal edilmelidir. Bu son derece önemli bir
uygulamadır. Varlık kendini kabullenme ve katalizörlerin bilin-
cine varma konusunda geliştikçe, bu deneyimleri rahatça yerleş-
tirebileceği daha üst bir denge ya da bilinç düzeyine erişmesi de
doğaldır. Böylece deneyim her ne olursa olsun önce kırmızı ışın
bölgesine yerleştirilecek ve burada hayatta kalma açısından yararı
incelenecektir. Tekamül eden ve arayan akıl/beden/ruh bileşimi,
her deneyimi birbirinin sonucu olan bir seri şeklinde algılar ve
idrak eder. Bir varlık her deneyimi önce hayatta kalabilme açısın-
dan, sonra kendi kişisel kimliği açısından, sonra toplumsal iliş-
kiler açısından, daha sonra da evrensel sevgi açısından algılar ve
idrak eder. Daha sonra, bu deneyimin nasıl özgür iletişim doğu-
racağını, sonra da bu deneyimin nasıl evrensel enerjilerle birleş-
tirilebileceğini idrak eder ve en sonunda da her deneyimin kutsal
olduğunu kavrar. Bütün bunlar olurken Yaratan içinizdedir. Ku-
zey kutbundan giren bu enerjinin ortaya çıkması için bir varlığın
meditasyon yoluyla böyle bir enerjinin varlığını anlaması, alçak-
gönüllülükle ve güvenle bunu kabullenmesi, kendi benliğini ve
Yaratan’ı düşünmesi, bunlar üzerine tefekküre dalması gerekir.
Böylece içsel ve dışsal enerjilerin kesiştiği nokta, yılanın boylu
boyunca yukarı doğru uzanarak erişebildiği noktadır. “
Ra’nın algılama ve idrak düzeyleriyle ilgili yukarıda yaptığı
tarif, deneyimlerin “yedi bilinç düzeyinden” algılanıp idrak edil-
mesidir. Ben de kişisel deneyimlerimden hareketle bunun böyle

106
Can Arif

olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Enerji Bedeni Temiz Tutmanın Önemi


Bilincin temel doğası içimizdeki can ya da ruhun doğasıdır. İr-
fan, sezgi, arı duygular, kanıtsız biliş ya da ruhsal bilgive ilham
onun damgalarıdır. Örneğin ilham, bilinç dediğimiz ‘’kalp zih-
ni’’ne ulaşım yolunu temizleme kabiliyetimizle sınırlıdır. Bu te-
mizleme işinde enerji merkezlerini öğrenmeyi bir aracı sürmeyi
öğrenmeye benzetebiliriz. Her birimiz bir akıl/beden/ruh bile-
şimine sahibiz ve bu aracı en iyi şekilde kullanmayı öğrenmek
için bilgiye ihtiyacımız var. Kısaca onu nasıl kullanacağımızı, ko-
ruyacağımızı ve bakım yapacağımızı bilmemiz gerekir.
Enerji bedenlerimizin temiz kalması, sevgi derslerinin öğre-
nimi açısından birinci öncelikli konudur. Ayrıca usta bir oyuncu
olarak yükselmemizi sağlayacak bilgileri sezgi ve ilham yoluyla
almak için enerji bedenimizi temiz tutmaya odaklanmamız ge-
rekir. Enerji bedenlerimiz, eğer biz rahatlamış ve hayatımızdaki
tüm konular hakkında endişesiz hissedersek, bütün olarak en te-
miz haliyle kalır. Sevgi/ışık olan yaşam enerjisi akımını büzüp
engellemediğimiz sürece, sonsuz kaynaktan akan enerji, beden-
lerimizi bol bol besler. Ve bu besleme işinde ilk olarak enerji
bedenin ihtiyaçlarına, özellikle engellerden ve kısıtlamalardan
temiz tutma ihtiyacına saygı duymalıyız. Hiçbirimiz oyunun bu
düzeyinden mezun olmak için bütün problemlerimizi çözmek
zorunda değiliz. Sadece, enerji merkezlerimizi yeteri kadar kısıt-
lanmamış tutmamalıyız ki, sevgi/ışık bu mezuniyeti sağlayacak
oranda içimizden aksın ve yukarı çıksın.
Doğal olarak bizler ortaya çıkan durumlar ve konular hak-
kında kendimizi sürekli gergin olmaya teşvik eden bir zihin ya-
pısına sahibiz. Ama aslında hepimiz bu gerilimin enerji beden-

107
İlişkiler ve Denge

lerimiz için iyi bir durum olmadığının da farkındayız. Ve biliriz


ki, enerji bedenlerimizi ne kadar açık tutarsak, bilince girişimiz
ve kendi saf (gerçek) varlığımızı yansıtmamız da o kadar kolay
olur. Bu süreçte kendimizi ne kadar anlarsak, gelecek durumları
o kadar dengeli biçimde değerlendirebilir ve polarize bir şekilde
seçimler yapabiliriz. Ancak bu anlayışın içinde kendimizi ayıpla-
mak şeklinde yargılamalar yoktur. Onun yerine kendimizi oldu-
ğumuz gibi sevip kabul etmemiz gerekir. Bu da, ilerde söz ede-
ceğimiz “kişilik disiplinleri” konusunun ve ustalığa giden ruhsal
tekamülün temelidir.
Bizler hepimiz daha iyi bir insan olmakla ilgileniriz. Geliş-
meyi ve genişlemeyi dileriz. Ancak, kendimizi daha iyi anlama
sürecine gelmemiz, sürekli olarak enerji merkezlerinin temiz-
lenmesini gerektirir ve bu kapsamda sevgi/ışık enerjisinin ilk üç
enerji merkezi boyunca kalp çakrasına akması gerekir. Bu yüz-
den, kendimizi“şu ana kadar olduğumuz gibi” kabul etmek ilk
adımdır. Kendi algılama hatalarımız yüzünden kendimizi kına-
mak ve yargılamak enerji bedenlerimizi kısmak ve daraltmaktır.
Biz kendimizi olduğumuz gibi kabul edip affettiğimizde, ilk üç
çakradan kalp çakralarımıza giden yol için önemli bir iş yapmış
oluruz. Bir dahaki sefere ise, hatalarımız için kendimizi suçlama-
dan onları oldukları gibi görebilir ve doğru seçimler yapmak için
kararlar verebiliriz.
Aslında duygularımız oldukları gibi kabul edilmeyi ve saygı-
yı hak eder. Ancakbazen gelen durumlara refleks olarak verdiği-
miz tepkiler önceki deneyimlerimizden edindiğimiz ön-yargı ve
eğilimlerle çarpıklaşır. Önceden edindiğimiz deneyimler, tepki
verme alışkanlığımızı her bir adımda şekillendirir ve biz, verdiği-
miz bu tepkilerin aslında şu anda tercih ettiğimiz tepkiler olma-
dığını unuturuz. Dolayısıyla, onlar oluşurken duygularımızı fark

108
Can Arif

etme alıştırması yapmak iyi bir uygulamadır. Böylece verdiğimiz


tepkileri, enerji bedenlerimize hizmet eden daha pozitif seçimle-
re dönüştürebiliriz. Bu süreçte bizim düşünsel ve davranışsal ola-
rak alışkanlık ve bağımlılıklarımızı tercih seviyesine indirmemiz
gerekir. Bir seçim hakkımız olduğunu ve bu seçimi kullanacak
güce (sevgi/ışığa) ve özgür iradeye sahip olduğumuzu hatırla-
mamız gerekir.
Burada iyi bir örnek, Carla’nın kötü ev sahibi örneğidir:
“Belki birçoğunuzun kötü(!) bir ev sahibi olmuştur. Her
gördüğümüzde bizi nasıl aldattığını hatırladığımız bu adamla
baş etmek zorundayızdır. Görünüşte bu adama karşı kibarızdır
belki ama içimizde ona kızarız ve hakkında kötü şeyler düşünü-
rüz. Bu şeyleri düşünmek zararsız görünür.Ancak enerji beden-
lerimiz bu düşüncelere tepki olarak daralır ve çakra hattından
akan sağlıklı enerjiyi kısar. Belki bunu bir arkadaşımızla veya bir
aile üyesiyle tartışırız. Kötü düşüncelerimizi paylaşırız ve bu da
enerji bedenlerimizi daralır. Oysa bu, daraltıcı kızgınlık ve inti-
kam duygularını durdurmamızı sağlamaz. Tam aksine tıkanma-
yı daha da artırır ve kötü düşünceler kurmak bir veya daha fazla
enerji merkezimizi daraltır. Kötü ev sahibi olayında bu merkez-
ler; ilişkiler ışığı olan turuncu ve yasal ilişki kurma ışığı olan sarı
enerji merkezleridir. Bu işlemi durdurabilecek ve yeni bir duygu
ile değiştirebilecek tek araç biz kendimizdir. Bu da basitçe, evre-
nin doğasının birleştirici olduğunu ya da her şeyin BİR olduğu-
nu hatırlamaktır. Hepimiz biriz. Ev sahibine kızgın olmak ken-
dimizdeki bir tarafa (Bir’e) kızgın olmaktır. Bu yüzden ev sahibi
konusu üzerinde çalışmamız gerekir. Bu basit örnek, yaşamları-
mızdaki pek çok durum için geçerlidir.
Bizler içimizde var olan birleştirici enerjiyi ya da kendi asıl
doğamızdaki bu enerjiyi bulup kendi içimizde onunla çalışabi-

109
İlişkiler ve Denge

liriz ve örnekteki kötü ev sahibini bu enerjinin içine yerleştire-


biliriz. İlk olarak düşündüğümüzde kafa karıştırıcıdır, kendi içi-
mize ev sahibini nasıl yerleştiririz? Biz insanları aldatmıyoruz.
Sözümüzü tutmamazlık yapmıyoruz. Bilerek yalan söylemiyo-
ruz. Oysa bu adam? Fakat durum öyle değildir. Biz gerçekten de
BİR’iz. Biz ve kötü ev sahibi bir’dir ve onun içindeki aynı zaman-
da bizimde içimizdedir. Sadece, biz günlük hayatımızda evrensel
doğanın o tarafını eyleme vurmayı seçmiyoruz. Fakat yine de o
oradadır ve bazı durumlarda açığa çıkabilir. Geçmiş hikayeleri-
mizde bir yerde, en azından aldatmaya veya yalan söylemeye kal-
kıştığımız bir zaman mutlaka olmuştur. Bunu hatırlarız ve kötü
ev sahibini bu hatırlamayla içimize yerleştirmeye çalışırız. Biz
bu şekilde aslında onunla aramızda bir ayrılık olmadığını anlar,
kötü ev sahibi katalizörüne enerji bedenlerimizi daraltmayacak
ve bizi duygusal karmaşaya sokamayacak bir şekilde tepki ver-
miş oluyoruz. Ve böylece deneyimlerimiz üzerinde çalışarak,
içimizdeki bu birleştirici enerjiyi dengelemeye ve kabul etmeye
başlarız. Buradan hareketle söyleyebiliriz ki, ruhsal çalışmayı iç-
selleştirme, enerji hattının ya da akımının açık tutulmasında çok
yararlı bir disiplindir. Zihin ev sahibini gördüğünde durmadan
aynı negatif düşünceleri üretebilir. Ancak birinci hedefimiz, ruh
seviyesinde bizim ve ev sahibinin BİR olduğunu samimi biçim-
de hissetmek ve enerji bedenlerimizi rahatlatmaktır. Bu, enerji
hattı boyunca ışığın kalbimize doğru gelmesini sağlayacaktır.
Bizlerde, enerji bedenlerimizdeki bozulma ve engellerin ya-
ratıcıları olma özelliği tekrar eden bir şeydir.Örnekteki ev sahibi-
ni her gördüğümüzde enerji bedenlerimiz fırtınalı düşüncelerle
daralır ve aslında bu kendini tekrarlayan zihin alışkanlığı, ener-
jimizi engelleyen düşüncelere bağımlılık olarak da görülebilir.
Dikkat ederseniz biz, ev sahibi hakkında üzülmeden ve kızmadan

110
Can Arif

düşünemiyoruz. Yani biz, üzülmeye ve kötü düşünceler düşün-


meye bağımlı hale gelmişiz. Bu noktada alışılmış tepkilerimiz ve
alışkanlıklarımız, birer tercih olmaktan çıkıp birer bağımlılık ol-
maya başlıyorlar. Bu nedenle bağımlılıklarımızı tercih seviyesine
geri indirmemiz gerekiyor. Ve bilinçli tercihler sinir ve intikam
duygusu yaratmazlar.Enerji hattımız açık kalır ve biz de ilerleriz.”
Biz gerçekten de kendimizi, çoğu zaman onları tanımladık-
tan sonra bile bağımlı hareketlere geri dönmüş olarak bulabiliriz.
Alışkanlıklar bir günde oluşmaz ve biraz gayret olmadan bıra-
kılamaz. Ama bu oyunu iyi oynamaya başlamak için bilmemiz
gereken şey, enerji bedenlerimizdeki tüm bozuklukları, enerji
akışını temizlemeye ve iyileştirmeye doğru yöneltmektir. Genel
olarak konuşursak, önceki deneyimlerimizin yargılarımız üze-
rindeki etkilerini, kendi seçimlerimizi yapma sürecinde bilinçli
hale gelerek dengeleyebiliriz. Enerji bedenlerimizin mükemmel
düzeyde işlev görmesi gerekmez. Her varlığın çeşitli düzeylerde
sapmaları vardır ve bunların bazılarını dengelemek bu yoğunluk
derecesinin çalışması değildir.
Bizim yapmamız gereken bakış açımızı genişletmek, ya-
şamın detaylarıyla boğulmamak, duygu ve düşüncelerimizin
farkında olmak, bu farkındalık sayesinde uygun seçimlerde bu-
lunmak, kendimizi tanımak yoluyla her insanla Bir olduğumuzu
hatırlamak, bu birliğe dair içimizdeki enerjiyi hissetmek, dene-
yimlerimizi bunların ışığı altında dengelemek, yeni ve iyi niyet-
ler eklemek, istemek ve ruhumuzu bu işe davet etmektir. Kısa-
ca bizim enerji bedenlerimizi, ışık enerjisinin kalp çakramıza
akmasına yetecek kadar açık tutmamız ve açık tutmak için güç
kazanmasına izin vermemiz gerekir.
Çakra beden, doktorları veya ‘’-meli, -mali’’ sözcüklerini
içeren düşünceleri dinlemez. O sadece, beden duyularındaki

111
İlişkiler ve Denge

fiziksel etkileri belirleyen duygu ve düşünce biçimlerini dinler.


Mutlu bir kalp, çakra sistemine iyi bir perhizden daha yararlıdır.
Huzurlu bir zihin, çakra sistemine egzersizden daha yararlıdır.
Örneğin hasta biri için yazılmış beslenme rejimi konusunda o
insan ağır ve isteksizce ilerliyorsa ve bu rejim yüzünden mutsuz
hissediyorsa çakra bedene verilen bilgi pozitif bir şey yerine ne-
gatif bir şeymiş gibi gözükecektir.

Enerji Merkezlerinde Spiral İlişkiler ve Tıkanmalar


Enerji bedeni meydana getiren çakra sistemi, tek başına bütün
bir sistemdir ve bu sistem boyunca dizilen çakra merkezleri de
sürekli olarak birbiriyle ilişki içindedir. Dünya anadan enerji be-
denlerimize akan sevgi/ışık enerjisinin spiral bir hareketle yuka-
rı doğru süzülmesi ise bu ilişkinin doğasını meydana getirir. Biz
de bu başlık altında bu ilişkiyi meydana getiren bağları en basit
biçimde vurgulamak için bazı temel bilgileri paylaşacağız. Ancak
çok daha detaylı bilgi ve anlayışları, her enerji merkezini ayrı ayrı
inceleyeceğimiz bölümde ele alacağız.
Kırmızı, sarı ve mavi ışınlar esasa ait faaliyetin ana ışınları-
dır. Kırmızı ışın temeldir; turuncu ışın ise benlik-bilinci ve kar-
şılıklı ilişki ve iletişimlerin ışını olan sarı ışına doğru ilerleyiştir.
Ruhsal çalışmanın kaynağı olan yeşil ışın, başkalarının eylemleri
ne olursa olsun, benliğin ışımasını içeren ilk ışın olan mavi ana
ışına doğru merhamet ve her şeyi bağışlayıcı sevgi ile ilgili çeşitli
enerji alışverişlerini içeren deneyimler vasıtasıyla ilerleyiştir. Bu-
rada yeşil ışın varlığı başka varlıkların enerji tıkanıklıkları karşı-
sında etkisiz (başarısız) kalır. Mavi ışın varlığı ise koşulsuz seven
ve verendir. Mavi ışın, gerçek anlamda ruhsal diye nitelendire-
bileceğimiz ilk ışındır. Böylece kök çakra, üçüncü çakra ve be-
şinci çakradaki denge ve uyum, varlığın menekşe rengi ışımasına

112
Can Arif

yansıyacak olan renk yelpazesi içindeki yeşil ışını, yani evrensel


sevgi titreşimini daha belirgin hale getirecektir. Ancak gerçek bir
denge, tüm çakra sisteminin uyum içinde çalışmasıdır.
Kırmızı ışın enerji merkezi, enerjinin ilk giriş noktası ol-
ması açısından önceliklidir. Bu merkez hayatta kalmak, yaşamın
devamlılığı ve cinsel kimlikle ilgilidir. Korkularımız, endişele-
rimiz, yaşamdan kaçma eğilimlerimiz, hayatta olmak ve hayatı
yaşamakla ilgili sınırlı bakış açılarımız ve cinsel kimliğimizle il-
gili yaşadığımız algılama sorunları, enerjinin ilk giriş kapısı olan
kök çakrayı tıkayan düşünce ve duygu kalıplarıdır. Ancak enerji
merkezleriyle ilgili durum öyledir ki, bu saydığımız etkenler çak-
raların tıkanması açısından hem neden hem de sonuçtur. Yani bu
sapmalar bir yandan tıkanmanın sonuçları olarak ortaya çıkar-
ken, bir yandan da var olan tıkanmayı yaratan anlayış eksiklikle-
ridir. Bu yüzden enerji merkezleriyle çalışan bir varlığın işin en
başında ortaya bir irade koyması ve kök merkez açısından kaza-
nılması gereken anlayışları kazanmak için temel anlayış sapmala-
rı üzerinde derinlemesine düşünmesi ve çalışması gerekir. Fakat
bu merkez dünya anaya bağlı olduğu için, bu merkezi açmanın
ilk adımı dünya ile topraklanmaktır. Bu da gerek imgeleme ça-
lışmalarıyla, gerekse de doğanın parçası olan temel elementlerle
birlikte olmak yoluyla yapılabilir. Bu konuda kök çakrayı detaylı
olarak inceleyeceğimiz bölümde çeşitli bilgiler paylaşacağız.
Kök merkezin giriş kapısında çöreklenmiş yılan, içeri gir-
mek ve yukarıya doğru süzülmek için daima hazır bekler ve bu-
nun için de varlığın irade ve isteği gerekir. Yukarıda sıraladığımız
temel düşünce ve duygu sapmaları nedeniyle kök merkezden içe-
ri giremeyen sevgi/ışık, önünü açmak için varlığı sürekli biçimde
zorlar ve bu da bir varlığı ağır depresyon ya da intihar noktasına
getirebilir. Enerjinin önünü açmak için yılanın kök merkezden

113
İlişkiler ve Denge

içeri davet edilmesi ve sonra da yukarı doğru hareketi için ikinci


merkezden itibaren bilinçli olarak çalışılması gerekir.
Dengenin izlediği yol açısından kök çakrası tıkalı olan bir
varlığın turuncu merkez olan ikinci çakrada ve diğer çakralarda
yeterli ve dengeli biçimde faaliyet göstermesi düşünülemez. Bu,
bir altındaki enerji merkezinin faaliyetinden doğrudan etkilenen
bir yapıdır ve yukarıya çıkıldıkça, aşağıdaki enerji merkezlerinin
tamamı etkileyen ve etkilenen konumdadır. Fakat sistemin tek
ve bütün yapısı içinde, her enerji merkezinin bir sıra takip et-
meksizin çeşitli enerji merkezleriyle ilişkisi vardır. Bu ilişkiler,
enerji merkezleri arasındaki spiral ve kopmaz bağlardır.
Turuncu renk ışıması olan ikinci çakra duygusal ve kişisel
bileşimdir. Temelde duygusal blokajlar ikinci çakrayla ilgilidir
ve kendimizle olan içsel ilişkilerimizde ve insanlarla olan “ikili
ilişkilerimizde” yaşadığımız temel duygusal blokajlar bu merke-
zin alanıdır. Kişisel gariplikler, yabansılıklar, utangaçlıklar, kendi
benliğimizi kabul konusunda yaşadığımız sıkıntılar ve tüm bun-
ların yarattığı uyumsuzluk duygusu bu çakradaki temel tıkanma
nedenleri ve belirtileridir. Ancak kök çakrada tıkalı olan bir varlı-
ğın ikinci çakrada tıkalı olması kaçınılmadır. Enerji yukarı doğru
çıkamadığı için ikinci merkez beslenemez ve kendini ve diğerle-
rini yargılama, suçlama ve ayıplama gibi düşünce ve duygu sap-
maları ortaya çıkar. Diğer yandan bu merkez cinsel arzularımızın
ve hazzın merkezi olduğu için, gerek bu alanda ve gerekse de ikili
ilişkilerin tüm alanlarında güç edinme, kontrol etme, yönetme
ve sahiplenme gibi sapmalara da bu merkezde birer tıkanma
olarak ortaya çıkar. Turuncu ışıma eksikliğinden kaynaklanan
en ciddi sorunlardan biri, cinsel iştahın doyurulamaz biçimde-
artmasıdır. Bu da diğer insanları seks için bir araç olarak görme
riski taşır ki bu eğilim kendi başına negatif bir kutuplaşmadır. Bu

114
Can Arif

çakra için en temel gereksinim kendini ve deneyimlerini olduğu


gibi kabul etmek, sevmek ve kendini her şey için bağışlamaktır.
Ve tüm bunları birebir ilişki içinde olduğumuz insanlar için de
yapıyor olmak, bu merkezin önünü açacaktır. Biz kendimizle ve
diğerleriyle ilgili temel endişelerden özgürleştiğimizde, enerji
artık üçüncü merkeze doğru rahatça akacaktır.
Turuncu merkez tıkanmasıyla ilgili sorun şudur ki bu mer-
kezde kendimizi kabulle ilgili yaşadığımız sorunlar üçüncü
enerji merkezinin sosyal ilişkileri içinde kendimizi ifade etme
becerimizin önünü tıkar. Ancak bunun daha yukarıdaki etki-
si, beşinci enerji merkezinin özgür iletişim talep eden ışıma-
sın da yaşanacaktır. Kendini kabullenemeyen bir insanın sarı
ve mavi ışın merkezinde kendini özgürce ve sakınmasız ifade
etmesi son derece güçtür ve turuncu merkezde diğer insanları
yargılayan biri, yine beşinci merkezde onlara kendileri özgürce
ifade etme şansı tanımayacaktır. Ve turuncu merkezde kendi-
siyle ilgili sorunlar yaşayan bir varlık, beşinci merkezin mavi
ışımasını dürüstlük ateşiyle rafine edemeyecektir. Yine turun-
cu merkezde kendini yargılayan biri, altıncı enerji merkezinde
kendi öz-değerini yeterince idrak edecek bir anlayışın önünü
kapatacaktır. Bunlar, enerji merkezlerindeki ilişkiler açısından
çarpıcı örneklerdir. Tıpkı kök merkezde yaşadığımız korkula-
rın sarı ışın merkezinde ve güvenin evi olan altıncı enerji mer-
kezinde yaratacağı sorunlar gibi. Ancak kalp merkezi açısından
düşündüğümüzde en temel sorun, ilk üç merkezde yeterince
faaliyet gösteremeyen birinin, yeşil ışın enerji merkezinin sevgi
ve merhamet dolu ışımasını yeterince sağlayamayacak olma-
sıdır. Ve biz sevgi ve merhametin bilinç dolu alanına ulaşma-
dıkça, üst enerji merkezlerini yeterince açık hale getirmemiz
mümkün olmayacaktır.

115
İlişkiler ve Denge

Sarı ışın çakrasındaki tıkanmalar bizim ego benlik dediği-


miz şeye çok benzer. Bu merkezdeki tıkanıklıklar, tıpkı ikinci
çakradaki gibi, çok kez insanın gücünü kullanma, güç kullana-
rak başkalarını yönetme ve yakınları ve ilişkide olduğu diğer in-
sanlarla ilgili sosyal davranış bozuklukları şeklinde ortaya çıkar.
Ayrıca toplumsal uyumsuzluk duygusu ve sosyal ilişkiler içinde
insanları yargılamak ve suçlamak da sarı ışın faaliyeti olan üçün-
cü çakradaki tıkanmaların yansımalarıdır. Bu enerji merkezinde
sosyal ilişkilerle birlikte kök aile, evlilik ve iş evliliği gibi hukuki
zemindeki ilişkiler yer alır. O bakımdan bu merkez için temel
gereksinim, sosyal ilişkilerin geliştirilmesinin yanında, özellik-
le aile, iş ve evlilik kurumuyla da olan ilişkilerimizin dengeli bir
bakış açısıyla ele alınmasıdır. Özellikle aile, eş ve iş ilişkilerimiz
bizim karmik programımızın bir parçası olduğundan, bu mer-
kezdeki ışıma son derece önemlidir. Burada öne çıkan kabul, sa-
bır ve affetme gibi olgular fazlasıyla meydan okuyucudur ve ira-
denin kullanılması açısından son derece gerekli olan sarı ışıma,
bu olgularla çalışmayı gerekli kılar. Diğer yandan günlük yaşamı
idame etme gereksinmemiz içinde ortaya çıkanve iş ilişkilerimi-
zin merkezinde olan çalışma ve para kazanma olguları da sarı ışın
merkezlidir ve bu konularda da dengeli bir anlayışa fazlasıyla ih-
tiyacımız vardır.
İlk üç enerji merkezi açısından birçok insan gibi uzun süre
zorluklar yaşamış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki sevgi/
ışığın akışını hayatın detaylarıyla yıpranarak, gereğinden fazla
endişelenerek, insanları yargılayarak, hırs dolu bir arzu içinde
kendimizle ve yaşamla çatışarak ve dikkatimizi dünya oyununun
negatif yaratımlarına vererek engellediğimizde, bu, ağzına kadar
ışık dolu bir odada sadece karanlığı görmeye benzer. Oysa sevgi/
ışık bizden değil bizim aracılığınızla süzülür. Bu noktada bizim

116
Can Arif

gerçek varlığımızı yansıtmamız için sadece ışığın yolundaki en-


gelleri kaldırılmamız yeterlidir.
BİR’e giden yolda bir varlık, diğer varlıklarla olan tüm ilişki-
lerinin bir enerji aktarımı potansiyeli taşıdığı bilinciyle, her tip
aktarımı deneyimleyip büyük oranda üstesinden gelerek, beşin-
ci ve altıncı merkezlerdeki olası tıkanmaların önüne geçebilir. İlk
dört merkezdeki açıklık, beşinci ve altıncı merkezlere ulaşacak
olan enerjiyi çok daha yoğun biçimde akıtır ve bu merkezleri
yeterince besler. Böylece biz çakra sistemi açısından dengeli bir
ışımaya sahip oluruz.

Enerji Merkezleri ve Tek Eşli Polarize İlişkiler


Sarı ışın enerji merkezini inceleyeceğimiz bölümde, evlilik töre-
ni sırasında eşlerin birbirine verdiği sözün metafizik değerini ve
bunun içinde yer alan muazzam sevgi potansiyelini inceleyece-
ğiz. Ancak daha önce, tek eşli ilişkilerin enerji merkezleri ve hiz-
met polarizasyonu açısından taşıdığı büyük potansiyeli sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Yaratılış’ın mikrodan makroya büyüyen, öğrenen ve gelişen
yapısı içinde, zamanla tekamül süreçleri de farklılığa ve çeşitliliğe
uğramıştır. Bunun en etkili örneği ise unutma perdesi uygulama-
sının öncesi ve sonrasındaki durumdur. Perdeleme süreci nasıl
ki her şeyin üzerini örten büyük bir illüzyon yarattıysa, üçüncü
yoğunluk varlıkların kendi aralarındaki ilişkilerde de büyük bir
çeşitliliğe yol açmıştır. Böylece perdeleme sonrası süreçlerde,
bazı ilişki biçimlerinin rastgele olmaması durumunda hizmet
polarizasyonunun birkaç kat arttığı görülmüştür. Bunun nede-
ni, aslında daha yüksek yoğunluk derecelerinin ve daha disiplinli
kişiliklerin bir özelliği olan “belirli bir eşle kurulan ilişki” tipinin,
Yaratan’ı arayış ve hizmet kutuplaşması adına gerçekten büyük

117
İlişkiler ve Denge

bir potansiyel sağlamasıdır. Ancak üçüncü yoğunluk varlıkla-


rının özgür iradesi, ikinci yoğunluk derecesinden intikal eden
DNA kodlamasından çok daha güçlüdür ve üçüncü yoğunluk
varlıklarının çoğunda, özgür iradelerini kullanmalarından do-
layı aslında monogrambir eğilim yoktur. Bu nedenle, kültürel
alışkanlıkların ve baskıların neticesinde varmış gibi görünen bu
eğilim, eşini aldatma olarak ifade ettiğimiz sapmanın da temel
nedenlerinden biridir. Ancak aklın derinliklerinde, uyanık bir
varlığa katalizörlerin verimli kullanımı açısından tek eşlilik ko-
nusunda yol gösteren birçok işaret vardır. Bu yüzden perdele-
me sonrası süreçlerde, monogrambir eğilim taşımayan üçüncü
yoğunluk varlıklarının tek-eşliliğe doğru bir eğilim geliştirerek
bu tip bir ilişki içinde yatan potansiyeli kullanmak istediklerini
görüyoruz. Bu suretle enerji merkezlerinin faaliyete geçirilişi ve
polarizasyon açısından birbirlerine çok önemli bir katalizör su-
nan bu varlıklar, sevgi derslerinin öğrenimi konusunda da bir-
birlerine muazzam bir fırsat sunmaktadırlar. Ancak perdenin
yapısından dolayı genellikle bu büyük potansiyeli unutan eşler,
yaşamın debdebesinin de eklenmesiyle birbirlerine sundukla-
rı bu katalitik hizmetten neredeyse habersiz biçimde bu fırsatı
heba etmektedirler.
Şunu anlamak önemlidir ki hizmet polarizasyonu açısın-
dan en büyük fırsat ve potansiyel, pozitif yolu seçmiş ve yeşil
ışın enerji merkezini faal hale geçirmiş, yani polarize olmuş iki
varlığın birlikteliğinde yatar. Ancak çoğu durumda heba edilen
bu ilişkilerin asıl doğası, toplumsal değer yargılarının gölgesinde
kalmıştır. Özellikle sahiplenme ve sahiplenilme arzularının ya-
rattığı sapmalar nedeniyle, iki varlığın Yaratan’ı arayış yolunda
birbirlerine verecekleri bu son derece büyük hizmet boşa har-
canıp gitmektedir. Oysa ki tek bir varlığa göstereceğimiz dengeli

118
Can Arif

ve sevgi dolu yaklaşım, ki bunun özü karşıdaki varlığı bir yaratan


olarak görmektir, gerek enerji merkezlerinin faaliyete geçirilişi
açısından, gerek sevgi derslerinin öğrenimi açısından ve gerekse
de polarize olmak açısından son derece önemlidir.
Kozmik oyunun ilginç yanı şudur ki perdeleme yüzünden
daha önce kaydedilen ilerlemelerin kesintiye uğradığı pek çok
durumda, varlıkların hem bu ilerlemeyi sürdürebilmeleri hem
de daha üst enerji merkezlerini faaliyete geçirmeleri açısından
ikili ilişkiler son derece önemli bir işlev görmektedir. Böylece,
polarize olmuş iki varlık arasında vuku bulan her etkileşim, be-
lirli oranda perdeyi delme potansiyeli taşır. Kalp merkezine gi-
den yolu açmak ve yüksek enerji merkezlerini harekete geçirmek
içineşlerimiz en büyük katalizördür ve eşlerimize karşı takındı-
ğımız tutumlar, bizlerin hizmet polaritesi açısından sonsuz de-
ğerdedir.
Şimdi burada öyle varlıklar vardır ki yaşamlar boyu bir “çift
olma” olgusu üzerinde çalışmış ve bu yolla pozitif kutuplaşma-
larını son derece hızlandırmışlardır. Ancak hatırlamalıyız ki her
sevgi dolu ilişki, kadim yaşamlar boyunca zorlu bedeller ödene-
rek rafine hale gelmektedir. Bu açıdan her bilinçli arayıcı, eşine
bir mücevher arayanın titizliği içinde yaklaşırken, onunla olan
her deneyimini de adeta bir mücevheri aramak açısından değer-
lendirmelidir. Fakat Halil Cibran’ın o nefis ifadesinde olduğu
gibi, “bir selvi ile bir meşe birbirlerinin gölgesinde büyümezler.”
Birlikte yol almak, her varlığın benzersiz varlığına ve özgür irade-
sine saygı duymayı gerektirir.
İster evlilik kurumu altında olsun, isterse de daha özgür bir
ilişki içinde olsun, karmik olarak birbirlerine bağlanan polarize
olmuş varlıklar eğer kalpten ve açık bir ilişki ve iletişim içinde
olabilirlerse, birbirlerine muazzam bir hizmet ve yardımda bu-

119
İlişkiler ve Denge

lunabilirler. Bu açıdan gelin şimdi iki kutuplaşmış ya da polarize


olmuş varlık arasındaki ilişkilerin enerji merkezleri açısından na-
sıl yansımalar yapabileceğine bakalım:
Öncelikle her iki varlığın da kök çakra düzeyinde faaliyette
olduklarını kabul ediyoruz. Yani bu iki varlık da dünya ana ile
topraklanmış, yaşamda olma gereksinimleri ve cinsel kimlikleri
konusunda bir sorun yaşamayan varlıklardır. Kök çakradaki bu
sağlam temel üzerine, kendi benliklerini tanıyan ve kabul eden
bu varlıklar, aralarındaki pozitif etkileşim yoluyla ikinci ener-
ji merkezlerini ve bunu evlilik kurumu altında yaparak üçüncü
enerji merkezlerini faal hale geçirerek, kalp yolunu açık hale ge-
tireceklerdir. Bu süreçte birbirlerini dikkatli bir biçimde gözlem-
leyen bu varlıklar, birbirini tanıma ve kabul etme süreci içinde
olacak ve objektif bir tanıma süreci içinde yargılama ve suçlama
gibi alışkanlıkların dengelenmesi işiyle meşgul olacaklardır. Bu
aşamada ikinci ve üçüncü merkezlerde çalışmaya devam eden
bu varlıklar, bu ilişki içindeki sahip olma ve olunma eğilimlerine
dikkat ederek, yeşil ışın enerji aktarımları açısından temel bir so-
runun önüne geçeceklerdir. Tabi bu aşamada bu varlıkların güç
kullanımı ve kontrol etme eğilimleri konularında da dürüst bir
gözleme ihtiyaçları olacaktır. Böylece birbirlerine anlayış, empa-
ti ve sabır içinde yaklaşabilen bu varlıklar, birbirlerine yardım,
destek ve sevgi sunmak için hazır olacaklardır. Alt enerji merkez-
leri yeterince faal halde olan bu varlıklar, cinsel ilişki sırasında da
birbirlerine sevgilerini sunacak ve sevgiyle paylaşılan bir cinsel-
lik yoluyla yeşil ışın enerji aktarımında bulunacaklardır.
Yeşil ışın enerji merkezinde açıklık sağlayan bu varlıklar,
artık bu ilişkiyi mavi ışın enerji merkezinin açık iletişim ve dü-
rüstlük ateşiyle olgunlaştıracaklar ve birbirlerine oldukları gibi
kabul edildikleri duygusunu tam olarak sunacaklardır. Böylece

120
Can Arif

birbirlerine kendilerini özgürce ifade etme fırsatı veren bu var-


lıklar, cinsel alanda da birbirlerinin istek ve arzularını anlamaya
çalışarak mavi ışın aktarımı konusunda ilerleme sağlayacaklar-
dır. Sevgi yolunda yaşamlar boyunca çalışmış bu iki varlık, kalp
merkezinden yayılan yeşil ışın üzerine beşinci enerji merkezinin
mavi ışınını dökerek, kendilerini kendilerine özgürce sunacak-
lardır. Mavi ışının ruhsal gücüyle dolan bu varlıklar, artık diğer
insanlarla olan ilişkilerinde de büyük bir açıklık içinde olacak-
lardır.
İlişki içinde ne olursa olsun ve ne yaşanırsa yaşansın, eşinde
ve kendi benliğinde ortaya çıkan sapmaları gören bu varlıklar, bu
sapmaları yargılamadan gözlem altında tutacak ve onları sevgi ve
anlayış, sabır ve şefkat içinde dengeleme niyet ve çabası içinde
olacaklardır. Neticede bu varlıklar, buradaki asıl işin sevgiyi yü-
celtmek, onu ifade etmek ve onu paylaşmak olduğunu bilerek,
kendileri için ve birbirleri için bunu yapabilir durumda olacak-
lardır. Hiçbir polarize ilişkinin mükemmel olmak zorunda olma-
dığı bilinci içinde farklılıklar, anlaşmazlıklar ve zaman zaman ça-
tışmalar olacağını da bilen bu varlıklar, daima sabır ve anlayışın
içinde sevgilerini büyüteceklerdir. Bu varlıklar, birbirlerinin ku-
surları için daima birbirlerini affedebilir bir konumda olacaklar
ve ne olursa olsun, bir ayrılık bilinci sapmasının bu ilişkinin içine
girmesine müsaade etmeyeceklerdir. Onların ayak bastıkları ze-
min daima sevgi ve saygı olacaktır.
Tüm bu süreçte bu iki polarize varlık, “ikiye katlama etkisi”
yoluyla Yaratan’ı arayışlarında daha başarılı olacaklar ve birlikte
arayanların bulacağını söyleyen bu prensip sayesinde süreçlerini
daha da hızlandıracaklardır. Bu varlıklar artık ister bilinçli bazı
spiritüel çalışmalar yapsınlar isterse de yapmasınlar, karşılarına
çıkan her durum içindeki sevgi dersini ve potansiyelini birlikte

121
İlişkiler ve Denge

bulup çıkaracaklar ve her durumu aydınlık yolun kendini ifade


etme çabası içinde ele alacaklardır. Onlar artık sevgi ve hizmet
yolunun karşılık beklemeyen mavi ışımasıyla parlarken, yaşama
olan güvenleri ve Yaratan’a olan imanları, onları endişelerden
olabildiğince uzak tutacaktır. Hiçbir kişisel kıyaslama sapması
içinde olmadan kendi öz-değerlerinin farkında olan ya da tüm
insani sapmalarını kabul ederken kendi tamlıklarının da tümüy-
le farkında olan bu varlıklar, birlikte çıktıkları bu yolda enerji
merkezlerini faaliyete geçirmek, dengelemek ve birlikte hizmet
etmek yoluyla kendilerini ve her şeyle Bir olan benliklerini tüm
Yaratılışa açacaklardır.

Enerji Merkezleri Açısından Rüyalar ve Fonksiyonları


Serinin ilk kitabında rüya konusuna giriş yapmış ve birçok konu-
da bize yardımcı olan rüyaları özellikle enerji merkezleri açısın-
dan yeniden ele alacağımızı söylemiştik. Fakat buna geçmeden,
rüya görme faaliyeti sırasında akıl/beden/ruh bileşiminin za-
man/uzay (metafizik) bölümünde birçok sapmanın şifa buldu-
ğunu söylemek yerinde olur. Şifanın asıl gerçekleştiği yer daima
zaman/uzay’dır. Şifa önce orada gerçekleşir ve oradan fiziksel
beden bileşimine gönderilir.
Üçüncü yoğunluk derecesi perdeleme sürecine genel olarak
baktığımızda, perdelemeyle birlikte rüyaların enerji merkezleri-
ni tıkanıklıktan kurtarmak ve faaliyete geçirmek açısından öne
çıktığını görüyoruz. Uzay/zaman ile zaman/uzay arasında ku-
rulan bir köprü yoluyla bilinçli akıl ile bilinçaltı arasında perde-
den geçilerek yapılan rüya faaliyeti, perdenin etkisinde olan her
varlığa birçok işaret edici ve şifa sağlayıcı deneyim sunmaktadır.
Böylece rüya faaliyetinin doğası tamamen söz konusu varlığın
enerji merkezlerinin tıkanık mı, faaliyette mi olduğuna ve kris-

122
Can Arif

talleşmesine bağlıdır. Bu nedenle perdeleme, rüyaların değerinin


ana nedenidir.
Bilinçli aklın hizmetine sunulabildiği ve orada kullanılabil-
diği takdirde, alt enerji merkezlerinin iki veya üç tanesi tıkanıklı-
ğa uğramış bir varlıkta bu tıkanmaları gidermek ve kutuplaşmayı
artırmak adına rüyaların nasıl yardımcı olduğunu Ra grubundan
dinleyelim:
“Rüyalar, yakında yaşanmış bir katalizörü veya derinlerde
saklı tıkanıklıkları tekrar tekrar göstererek, varlığa bu tıkanık-
lıklarla ve onları ortadan kaldıracak idrak değişiklikleriyle ilgili
ipucu ve imalar sunar. Bunu varlığın kendi bilinçaltı yapar, yani
rehberi kendisidir. Rüya görmenin ya da aklın perdelenmiş bö-
lümleri (bilinç ile bilinçaltı) arasındaki iletişimin bu türünü, çok
daha az tıkanıklıkla fonksiyon gören ve yeşil ışın merkezi ya da
daha yüksek merkezleri faal halde olan varlıklar, katalizörlerle
karşılaştıkları ve enerjinin içeri akışını geçici olarak engelledik-
leri zamanlarda deneyimlerler.”
Ra’nın ifadelerinden anlıyoruz ki rüyalar yoluyla gelen işa-
retler çeşitli anlayışların kazanılması ve geliştirilmesi yoluyla akıl
tarafından kullanılabilirse, bu yolla enerji merkezleri tıkanık hal-
den kurtarılabilir ve bu da kutuplaşmayı artıran bir fonksiyon gö-
rür. Bu yüzden herkesin rüyalarını düşünmesi, onların içeriğini
ve duygusal akislerini gözden geçirmesi iyi ve yararlıdır. Ancak
rüyaları yeterli düzeyde anımsayabilmek kolay değildir, çünkü
genellikle hatırda kalabilenler bulanık, karışık bir anıdır ve çabu-
cak unutulur. Ama bu hatırlama melekesi, uyanır uyanmaz anım-
sayabildiğimiz bütün ayrıntıları dikkatle kaydetmek suretiyle ka-
zanılabilir. Bu alışkanlık ya da eğitim, disiplinli biçimde uygulan-
dığında hatırlama düzeyi de artar. Bu arada insanlığın ortak mira-
sından dolayı rüyaların ortak bir dili olduğunu da söyleyebiliriz.

123
İlişkiler ve Denge

Rüyaların pozitif kutuplaşmaya etkisi açısından şu bilgiyi de


paylaşmak isterim:
“Bir varlık bilinç olarak ustanın ya da ustalaşmanın yolunu
seçer ve her enerji merkezini asgari derecede dengelerse ve böy-
lece çivit rengi ışın merkezini açmaya başlarsa, rüya görme onun
için en etkili kutuplaşma vasıtası olabilir; çünkü eğer usta bilinçli
zihin dinlendiği sırada bilinç üzerinde çalışma yapabileceğini bi-
liyorsa, uyku haline geçtiği sırada kendine rehberlik eden, onu
kuşatan varlıkları yardıma çağırabilir. Bunların başında da kendi
yüksek benliği vardır. Bütün bunlar yapıldığında, rüya görme fa-
aliyeti, ustanın seçtiği kutbiyeti artırmasına çok yardımcı olacak
olan öğrenme potansiyeline erişebilir.” (Ra)

Enerji Aktarımları ve Sonuçları


Enerji aktarımı, iki varlık arasında potansiyel enerjilerin ya da
potansiyel farkın salıverilmesi yoluyla gerçekleşir. Her bir akıl/
beden/ruh bileşimi (varlık) kendine özgüdür ve yine her akta-
rım, sunduğu şey ve kabul derecesi bakımından iki katı kendine
özgüdür. Bu yüzden sonsuz sayıda enerji aktarımı şekli vardır.
Ancak her türlü enerji aktarımının özünde benliği ve diğer varlı-
ğı yaratan olarak tanıyıp idrak etme şeklindeki ruhsal (spiritüel)
enerji aktarımı yatar ki bu çok önemlidir ve ruhsal bir çalışma
olarak bunun anlaşılması gerekir.
İki varlık ya da iki insan arasında enerji aktarımı dediğimiz-
de, bu kendi asıl doğası açısından metafiziksel bir fenomendir.
Yani gözle görülmeyen enerji akışı açısından bu böyledir, ancak
meydana gelişi ve etkisi açısından gerçekten de karşılıklı bir akış
ve aktarım söz konusudur. Bu aktarım, uzay/zaman ve zaman/
uzay arasında bir çeşit titreşimsel köprüdür ve enerji merkezleri-
ni doğrudan etkileyici özelliktedir.

124
Can Arif

Bu aktarımlar esnasında, aktarım önce kök çakradan başlar


ve diğer merkezlerden geçerek mümkün olabildiğince yuka-
rı çıkar. Eğer engellenirse ikinci çakrada durur. Engellenmezse
üçüncü çakraya doğru hareket eder. Hala engellenmemişse kalp
merkezine doğru ilerler ve orada da engellenmemişse daha yu-
karılara çıkar.
“Enerji aktarımları fiziksel, zihinsel ya da ruhsal olabilir.
Eğer bir varlıkla empati içinde bulunuyorsanız, onunla kendi-
sini sağaltacak (potansiyel enerjisini salıverecek) enerjileri pay-
laşmayı seçebilirsiniz. Bu enerji aktarımlarının mekanizması
düşünce yoluyla (düşünce-formları yoluyla) gerçekleşir, çünkü
her düşünce zaman/uzay çerçevesinde görülen bir nesnenin
sembolü ya da şeklidir. Bir insan diğerine sevgi, ışık ve fiziksel,
zihinsel ve ruhsal yönden güçlülük düşünceleri gönderebilir. Bu
düşünce-formları, diğer varlığın enerji ağına gönderilebilecek
tam sevgi ve ışık tezahürleri haline gelinceye kadar da geliştiri-
lebilir.” (Ra)
Benim de kişisel olarak üzerinde çalıştığım alan içinde şey,
Ra’nın söylediği enerji aktarımı özelliğiyle aynı şeydir. Size da-
nışan olarak gelen bir varlıkla empati yoluyla kuracağınız bağ ve
bu bağın sevgi dolu doğasının özgürleştirici etkisi, karşınızdaki
varlığın birikmiş enerjlerini endişesiz biçimde sağaltmasını sağ-
lar ki bu da çalışacağınız zemin açısından son derece önemlidir.
Çünkü bir varlıkla enerji merkezleri üzerinde yapacağınız çalış-
malarda, o varlığın kendini açık ve sakınmasız biçimde ifade et-
mesi ihtiyacı kaçınılmazdır.
“Zihinsel bedenler aleminde de çeşitli enerji aktarımları var-
dır. Bunun ne çeşit bir aktarım olacağı ise yine aranan ve sunulan
bilgilere bağlıdır. En çok rastlanan zihinsel enerji aktarımı, öğ-
retmen ile öğrenci arasında olandır. Bu enerjinin miktarı, öğret-

125
İlişkiler ve Denge

menin sunduğu bilginin niteliğine, hizmet isteğinin saflığına ve


öğrencinin de öğrenme isteğinin saflığına ve zihinsel yapısının
niteliğine bağlıdır.” (Ra)
Burada da özellikle spiritüel alanda sunulan bilgilerin sunuş
biçimi ve bu sunuşun hizmet açısından taşıdığı niyet ve saflık
öne çıkmaktadır. Biz de ilerleyen süreçte kendi merkezimizde
bu tip bir enerji aktarımını sağlamak için ve bunu özgür irade
yasasına bağlı biçimde yapmak için, soru cevap şeklindeki ser-
best toplantılar yapacağız. Ve burada kullanacağımız enerjiler,
özellikle yeşil, mavi ve çivit ışımalar olacak. Bu da yine gelen her
varlığın kendini sakınmasız bir ortamda rahat hissetmesini ve
özgürce sorular sormasını sağlayacaktır.
“Bir başka zihinsel enerji aktarımı şekli de konuşmacı ve
dinleyici arasındakidir. Konuşmacının ıstırap, keder ya da ben-
zeri acılar gibi zihinsel/duygusal sapmalar hissetmesi halinde bu
enerji aktarımında da değişmeler olur.” (Ra)
Yine burada da, danışman ve danışan arasında gelişen ilişki-
nin bir başka enerji aktarımı özelliği öne çıkmaktadır.
İkili ilişkilerin enerji aktarımlarında eğer enerjiler sevginin
bütünleşmesini sağlayacak şekilde aktarılmışsa, yeşil ışın ener-
ji aktarımı yapılmıştır. Yani bu bir dördüncü çakra faaliyetidir.
Aynı varlıkların karşılıklı ilişkisinde, iletişimde daha büyük bir
kolaylık ve daha geniş bakış açıları deneyimlenmişse, mavi ışın
enerji aktarımı yapılmıştır ki bu da bildiğimiz gibi beşinci çak-
ra faaliyetidir. Eğer kutuplaşmış bu varlıklar aynı enerji aktarımı
deneyimi sayesinde, irade ve iman melekelerinin uzun bir zaman
süresi boyunca uyarıldığını (teşvik edildiğini, harekete geçirildi-
ğini) görürlerse, bu da çivit rengi ışın aktarımıdır.
Bu üç yüksek enerji merkeziyle ilgili, enerji aktarımı özelli-
ği taşıyan deneyimler son derece önemlidir. Çünkü ruhsal yolda

126
Can Arif

ilerledikçe bunların artık kendi deneyimsel süreçlerinizde karşı-


lık bulduğunu görmeye başlarsınız ki bu da bize enerji merkezle-
rimizin durumu hakkında çok önemli bilgiler ve işaretler sunar.
Enerji aktarımları açısından, polarize olmuş eşli bir ilişki
içinde bizi en fazla etkileyen ve enerji merkezlerimiz üzerinde
en fazla etki yapan aktarım cinsel enerji aktarımıdır. Gelin şimdi
buna bakalım:

Cinsel Enerji Aktarımı ve Tıkanmaları


Birinci kitapta perdeleme sürecini işlerken, cinsel faaliyetin per-
deleme öncesi ve sonrası durumundan detaylı biçimde söz et-
miştik. Orada Ra grubunun aktarımlarıyla, perdelemeden son-
rayeşil ışın enerji merkezini arayanlar (yeşil-ışın enerji merkezi
aktarımını gerçekleştirmek isteyenler) için, cinsel enerji aktarı-
mının en etkili yol olduğunu, ancak perdelemeden sonra yeşil-ı-
şın enerji aktarımını gerçekleştirmenin de son derece zor oldu-
ğunu söylemiştik. Çünkü perdelemeden sonra beden bileşimi
ve onun tezahürleri hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Ama bu
yüzden, yani bedenin tezahürlerinin bilinçli akıldan saklanmış
olmasından dolayı, böyle bir enerji aktarımı deneyimlendiğinde,
bu aktarım iki varlığın kutuplaşması ve dolayısıyla enerji mer-
kezlerinin kristalleşmesi adına son derece önemli olduğunu da
söylemiştik.
Gerçek şu ki, perdelemeden sonra beden bileşiminin en ya-
rarlı fonksiyonlarından biri cinsel enerji aktarımıdır. Çünkü bir
varlığın diğer bir varlıkla ilişkisiyle ilgili bedensel perdelemeler,
varlığın sadece kendisiyle ilgili olan perdelemelere kıyasla, ener-
ji merkezlerini etkileme ve kutuplaşma yaratma açısından çok
daha etkindir. Bu nedenle cinsel birleşmenin, bir diğer varlıkla
ilişkiye dayanan bir fonksiyon görmesi, bu tip bir enerji aktarı-

127
İlişkiler ve Denge

mının beden bileşimi açısından yararını perdelemeden sonra


büyük oranda artırmıştır. Ve yeşil ışın enerji merkezinden yapı-
lan cinsel enerji aktarımı dediğimizde, bunun en basit manada
iki varlık arasındaki cinsel faaliyetin sevgiyle yapılıyor olması an-
lamına geldiğini söyleyebiliriz.
Şunu mutlaka anlamak gerekir ki her enerji aktarımının te-
meli, karşıdaki varlığı yaratan olarak gören bir ruhsal anlayış ya
da ruhsal enerji aktarımıdır. Cinsel faaliyet esnasında da bu an-
layış ya da idrak içinde olan iki varlık, eğer bu deneyimi birlikte
sevgiyle gerçekleştirebilirlerse, bu tip bir aktarım bu varlıkların
tekamüllerini hızlandırmasına büyük katkı sağlamaktadır. Bir
varlığa evrensel sevgi sunmak, verilebilecek en büyük hizmet-
lerden biridir ve özellikle perdeleme sürecinin yarattığı unutma
etkisinden ötürü sevgiyi bu tip bir aktarım yoluyla ifade etmenin
ve paylaşmanın kutuplaşma adına değeri çok büyüktür. Çünkü
bildiğimiz gibi perdeden dolayı unutulanları yeniden anımsa-
mak, bir varlığın tekamülünü son derece hızlandırma potansiye-
line sahiptir.
Cinsel ilişki esnasındaki enerji aktarımından söz ederken,
bu noktada, iki varlık arasındaki manyetik çekimden, onun do-
ğasından ve orgazmın etkisinden söz eden Ra grubuna kulak ve-
relim:
“Erkek ve dişi iki varlık birbirleriyle karşılaştıklarında, ku-
tuplaşmış güçlerin birbirlerine duydukları çekimi (zıtlıktan do-
ğan manyetik çekimi) hissederler. İki cinsli mekanizmanın gücü
bundan kaynaklanır. Cinsel olarak zıt kutupta olan bir varlığa
karşı çekim hissetmeye kendi iradenizle karar veremezsiniz ve
bu çekim önüne geçilmez biçimde kendiliğinden ortaya çıkar,
enerjinin özgürce akması için yol arar. Bu yol, bu çekimin isten-
mediğini bildiren bir inanç/koşullanma tarafından kapatılabilir.

128
Can Arif

Ama ana mekanizma, aynen bir mıknatısla demir arasındaki


gibi, olabilecek en sade şekilde fonksiyon yapar.
Cinsel enerji aktarımı esnasında eğer her iki varlık da iyice
kutuplaşmışsa ve yeşil-ışın sevgisiyle titreşiyorlarsa, her orgazm
ikisine de eşit miktarda enerji sunar. Ama bu aktarım sadece bir
varlığın orgazm olması halinde de gerçekleşir. Hatta orgazmla
sonuçlanmasa bile, sevişme sırasında eğer her iki varlık da bu
potansiyelin bilincinde olarak zihinsel bir adanmışlık içinde, ira-
de yoluyla bu gücü birbirlerine aktarıyorlarsa, önemli bir enerji
aktarımı gerçekleşir.”
Burada söylemek gerekir ki her enerji aktarımında olduğu
gibi cinsel faaliyet sırasında gerçekleşen aktarım da büyük oran-
da metafizik olarak nitelendirebileceğimiz türde bir aktarımdır
ve bu nedenle fiziksel bedenin sadece fiziksel uyarımlara maruz
kaldığı yolundaki anlayış kesinlikle yanlıştır. Bunun bir başka
şekli, günlük yaşam içinde özellikle birbirini tanımayan iki varlı-
ğın birbirlerine cinsel olarak çekilmeleri için fiziksel bir temasa
ihtiyaç duymamalarıdır.
“İki varlığın birleşmesi sırasında yeşil ışın aktarımı bir kez
sağlandıktan sonra artık daha ileri derecedeki ışınların elde edi-
lebilmesi için iki varlığın aynı hızla tekamül etmeleri gerekmez.
Böylece bir mavi ya da çivit rengi ışın titreşimi varlığı, öteki renk-
lerdeki ışın titreşimleri de sağlıklı ise, bu enerjiyi bir yeşil ışın
titreşimi varlığıyla paylaşabilir; böylece diğerinin sürmekte olan
öğrenimi için katalizör olabilir. Ancak eğer diğer varlık henüz
yeşil ışın düzeyine gelmemişse, ışınlar yoluyla böyle bir enerji
aktarımına olanak yoktur. Ama bir kez yeşil ışın düzeyine erişildi
mi varlık artık mavi ışına geçme yeteneğine kavuşmuş demektir.
Artık geçiş sadece bireyin gerekli çabayı göstermesine bağlıdır.”
(Ra)

129
İlişkiler ve Denge

Aslında gerçek bir yeşil ışın enerji aktarımı için öncelikle


ilk üç enerji merkezinin tıkanıklıktan kurtarılması gerekir. Bu
nedenle cinsel faaliyet esnasında bu tip bir enerji aktarımını de-
neyimlemek isteyenlerin ilk yapması gereken alt enerji merkez-
leriyle ilgilenmek ve onları asgari düzeyde faaliyete geçirmektir.
Hatta burada gerçek bir sonuç almak için bu alt merkezlerde kris-
talleşmenin de sağlanması gerekir.Çünkü kristalleşmemiş aşağı
merkezler yüksek gerilim sağlayamazlar. Ancak eğer kristalleşme
sağlanırsa, o durumda aktarım yeşil-ışına ulaşır ve yeşil-ışın mer-
kezi kristalleştikçe de bu aktarım daha yüksek enerji merkez-
lerinde gerçekleşir. Yani varlıklar yeşil ışında aktarım düzeyine
eriştikten sonra artık daha yüksek merkezlerde enerji aktarımı
aramaya başlamaları büyük olasılıktır ve bu merkezlerdeki enerji
aktarımlarının asıl anahtarı koşulsuz sevgi olarak ifade ettiğimiz
metafizik bağdır. Burada gerçekten karşılık beklemeyen koşulsuz
verişin ilk adresi beşinci enerji merkezidir.
“Mavi ışın enerji aktarımıyla birlikte diğer tüm deneyim
biçimlerinde olduğu gibi cinsel deneyimde de büyük dönüm
noktasına gelinir. Artık yeşil ışın dışa doğru döndürülebilir, bu
da varlığın alıcıdan çok verici duruma geçtiğini gösterir. Yeşil
ışın ötesindeki ilk vericilik kabulün ya da özgürlüğün verilişi-
dir. Mavi ışın enerji aktarımında bulunan varlık, enerjinin alıcısı
olan varlığa kendisinin kabul gördüğü duygusunu tatma fırsatı
vermiş ve böylece onu kendine (vericiye) ifade etmesi için özgür
bırakmış olur. Bu merkezde dürüst ve açık iletişim son derece
gereklidir. Ve eğer bu merkezde bir aktarım sağlanabilirse, bu
enerji aktarımı yaşam içinde koşulsuz sevgi sunma ve kendini
açık ve korkusuz biçimde ifade edebilme yeteneğine yardımcı
olması açısından çok faydalıdır.
Çivit rengi ışın ise ancak sıkı bir disiplin ve uygulama so-

130
Can Arif

nunda elde edilebilir. Bu ışını faaliyete geçirebilmek için kendini


sadece kutuplaşmış dengeli bir varlık olarak değil, Yaratan’nın bir
parçası, sonsuz değere sahip bir varlık olarak da algılamak gere-
kir. Bu algı çivit rengi ışını faaliyete geçirecek anahtardır. Çivit
rengi ışın, Yaratan’ı kendi olarak fark etme (saf farkındalık) ışı-
nıdır; yani, çivit rengi ışın titreşimleri faaliyete geçmiş olan bir
varlık Yaratan’dan Yaratan’a enerji aktarımında bulunabilir. Bu,
iki cinsli üreme faaliyetinin kutsal bir yapıya girmesinin başlan-
gıcıdır. Diğer benliğe sundukları, her şey olmayı, bütünlüğü ve
birliği kapsayışı açısından benzersizdir. Ancak altıncı merkezde-
ki çivit rengi ışın aktarımına insanlar arasında hemen hemen hiç
rastlanmaz.” (Ra)
Çivit rengi aktarıma hemen hiç rastlanmasının nedeni, böy-
lesi bir aktarım için ruhsal enerjilerin üst düzeyde faaliyete geçi-
rilmeleri gerekliliğidir. Bu tip bir aktarım da cinsel olarak birleş-
mek gerekmez.
Cinsel enerji aktarımları esnasında ortaya çıkacak olan tı-
kanmalara gelince;
“Cinsel enerji aktarımları ve tıkanıklıkları, çok daha asli ve
önemli bir şeyin tezahürleridir. İnsanların kavgacılık ve sahip
olma hırsına açık hale gelince ve bu eğilimler giderek fazlalaşın-
ca, bu sapmalar da akıl ağacı yoluyla süzülüp bedensel ifadelere
sızmaya başladılar. Cinsel ifade de beden bileşiminin temelini
oluşturduğundan, oraya da eriştiler.” (Ra)
Bu açıdan örneğin zührevi hastalıklar büyük oranda cinsel
enerji tıkanıklığıyla ilgili çarpık düşünce-formlarının bir fonksi-
yonudur.
“Cinsel enerji aktarımı yeşil ışın faaliyeti titreşimi yapan
bütün varlıklarda büyüsel olmayan bir düzeyde yer almaktadır.
Ancak cinsel enerji aktarımında yeşil ışın tıkanıklığının ana ne-

131
İlişkiler ve Denge

deni diğer varlığı Yaratan olarak görmemek, yani sevgisizliktir.


Her şeyin Yaratan olduğu bilinci yeşil ışın enerji merkezini açan
güçtür. Ayrıca yeşil ışın enerji aktarımını engelleyecek, kesintiye
uğratacak şeyler, sahiplenme ve sahiplenilme arzusu ya da kor-
kusudur. Çünkü yeşil ışın faaliyetleri daima sarı ya da turuncu
-sahiplenme- ışınının etkilerine açıktır.
İkinci çakradaki turuncu ışın, varlığın gücünü bireysel bir
temel üzerinde ifade ettiği etki ya da titreşim kalıbıdır. Bireyler
üzerinde güç sahibi olmak turuncu ışın tıkanıklığı olarak ortaya
çıkar ve bu, diğer insanlara sanki insan değillermiş gibi, bir köle
ya da mal gibi davranan, onlara hiçbir statü tanımayan bir yansı-
madır.
Sarı ışın çok güçlüdür. Varlığın birey olarak topluluklarla,
toplumla ve çok sayıda varlıkla olan ilişkilerini, bireyin toplum-
daki durumunu belirler. Bu sarı ışın titreşimi, bir grup varlığın
diğer gruba hükmetme, onları kendi iradeleri önünde eğilmeye
zorlama gereksinimi duymaları ve bu hakkı kendilerinde görme-
leri şeklinde kavgacı (mücadeleci, savaşmayı seven) eylemlerin
özünde bulunur. Bu, pozitif varlıklar için sarı ışın tıkanmasıdır.
Ancak gerek turuncu ve gerek sarı ışınlarda pozitif için tıkanma
olan bu şeyler, negatif varlıklar için sonsuz zekaya kapı açmakta
kullandıkları yol üzerinde bulunan deneyimlerdir. Böylece eğer
taraflardan biri esas itibariyle sarı ya da turuncu ışın titreşim ka-
lıbındaysa, bu, cinsel ilişkide bir enerji tıkanıklığı yaratır ve tıka-
nıklıktan ötürü doymak bilmez bir açlık hissedilir. Eğer bu alan-
da titreşen iki varlık varsa cinsel ilişki yoluyla negatif kutuplaşma
potansiyeli doğar. Bu ilişkide bir taraf aşağılanma ve köleliğin,
diğer taraf da başka bir varlık üzerinde hakimiyet kurmanın zev-
kini deneyimler. Bu yolla, negatif kutbiyete sebep olan bir cinsel
enerji aktarımı deneyimlenmiş olur.” (Ra)

132
Can Arif

Cinsel enerji açısından ilk enerji aktarımı kök çakrada mey-


dana gelir ve bu sadece üreme sistemimizle ilgili rastgele bir ak-
tarımdır. Yani varlıkların kendiliğinden (bir irade ortaya koyma-
dan) ortaya çıkan cinsel arzuları kök çakradan kaynaklanır ve bu
kırmızı ışın ışımasıdır. İlişkiye giren varlıkların ilk aktarımları bu
kök merkezde meydana gelir.
“Eğer her iki varlık da ikinci ve üçüncü çakra düzeyinde tı-
kanıklığa uğramışsa, engellenmiş enerji akışının önünü açmak
amacıyla cinsel faaliyete karşı ikisi de giderek daha fazla açlık ve
istek duyarlar. Eğer varlıklardan yalnızca biri bu alanda titreş-
mekteyse bu da bir tıkanıklık yaratır ve böylece tıkanıklığa uğ-
ramış varlığın cinsel ilişkiye asla doymayan bir istek duymasına
neden olur. Yani bu durumda eğer varlıklardan biri tıkanıklığa
uğramış ama öteki sevgi ile titreşiyorsa, tıkanıklığa uğramış var-
lık fazla istek ve açlık duyar ve karşısındaki yeşil-ışında titreşen
varlığın bu çabasında kendisine yardımcı olabileceği izlenimiyle,
artan açlığını o varlık vasıtasıyla doyurmaya çalışır. Yeşil-ışını fa-
aliyette olan varlık ise sevgiyle bunu yaptığı için bir miktar baş-
kalarına hizmet yönünde kutuplaşır ama enerji baştaki gibi kalır.
Yani bir aktarım gerçekleşmez. Ancak eğer ikisi de sevgiyle titre-
şirse, yani iki varlıkta turuncu ve sarı ışınlarda tıkanma yaşamaz
ise, o durumda meydana gelen karşılıklı eşit aktarımdan dolayı
kutuplaşma potansiyeli fazlasıyla artar.” (Ra)
Turuncu ya da sarı ışın enerji merkezlerindeki tıkanmalar
her zaman için negatife doğru kutuplaşma riski taşır. Bu alanlar-
daki tıkanma içinde karşısındaki varlığı bir nesne gibi, kendini
de zorla sahiplenen biri gibi görmek, negatif kutuplaşmadır.
İkinci ve üçüncü merkezlerde meydana gelen cinsel enerji tıkan-
maları için gerekli olan şey yeşil ışın idrakidir. Yani cinsel faaliyet
esnasında karşıdaki varlığı bir yaratan olarak gören sevgi anla-

133
İlişkiler ve Denge

yışının geliştirilmesi, bu tıkanmaların önünü açmakta yardımcı


olacaktır. Kısaca bu titreşim düzeylerinin gereksinimi yeşil ışın
faaliyetidir.
“Yeşil ışın merkezinde gerçekleşen aktarımda iki olasılık
vardır ve perdeleme sürecinden dolayı erkekten dişiye aktarılan
enerji ile dişiden erkeğe aktarılan enerji birbirinden farklıdır.
Erkeğin ve dişinin akıl/beden/ruh bileşimlerindeki kutbiyet
farkında dolayı, erkek fiziksel enerjiyi depolarken, dişi zihinsel
ve zihinsel/duygusal enerjileri depolar. Yeşil ışındaki aktarım
olasılıklarından birincisi, eğer iki taraf da yeşil ışın alanında tit-
reşiyorsa karşılıklı enerji aktarımı güçlenir. Dişi, enerji merkez-
leri yoluyla varlığının köklerinden enerji çeker ve fiziksel olarak
canlanır. Erkekse kendi enerji aktarımında akıl/beden/ruh bi-
leşiminin ruh bölümünü besleyen ve doyuran bir ilham bulur.
Yani üçüncü yoğunluk derecesi cinsel enerji aktarımı tamamlan-
dığında, erkek dişiye fiziksel enerji deşarjı sunmuş olacaktır. Dişi
de depolamış olduğu zihinsel/duygusal enerjisini boşaltacak
(deşarj edecek) ve doğası gereği bu bölgede daha az canlılık gös-
teren erkeğe ilham, şifa ve kutsama sunmuş olacaktır. Bu enerji
aktarımı, varlıklardan biri ya da ikisi sahiplenilmek veya sahip-
lenmek arzusu ya da korkusu taşıyorsa engellenir. Diğer yeşil ışın
olasılığı ise varlıklardan birinin yeşil ışın enerjisi sunması diğeri-
nin sunmamasıdır. Bu durum yeşil ışına sahip olmayanın enerji
akımının tıkanması demektir. Bu da sinirliliği ya da iştahı artırır.”

134
ÜÇÜNCÜ KISIM

ENERJİ MERKEZLERİ
VE METAFİZİK
İLİŞKİLER
I

Kırmızı Işın Çakrası ve İlişkiler

Kırmızı Işında Topraklanmak


Dünya gezegeni üzerindeki insan varlıkları olarak kedimize olan
kabul ve saygımızı arttırmanın hızlı yolu, insan bedenlerimiz ve
Dünya Ana’nın kendi bedeni arasındaki metafizik ilişkiyi ya da
enerjik bağlantıyı anlamak ve hissetmektir. Dünya ile fiziksel be-
den arasındaki titreşen saf enerji miktarı son derece yoğundur ve
bu, Dünya gezegeninin kırmızı ışığının ve onun enerjisinin tit-
reşimidir. Bizim kişisel kırmızı ışığımızın titreşimi, Dünya’ya ait
kırmızı ışığın titreşimine ne kadar yaklaşırsa, biz de Yaratıcının
enerjisini bir o kadar kabul eder ve kırmızı ışığın enerji bedenle-
rimize akmasını sağlarız. Bu basit biçimde topraklanmaktır.
“Zihninizde, enerjinin Dünya’dan yukarı doğru, ayaklarınız-
dan ve bacaklarınızdan kırmızı ışın enerji merkezine ve oradan
enerji bedenin yukarılarına doğru çıkarak aktığını hayal edin.
Sonra, bitkilerdeki gibi enerjik kökler yaratarak bacaklarınızdan
toprağa doğru şükran dolu bir enerji yollayarak Dünya gezegeni-
ne bağlandığınızı hayal edin.”Enerji bedenlerimizi bu imgeleme
yoluyla toprakladığımızda, sağlık ve ait olma hissimiz de artacak-
tır. Biz, gerçekten Dünya Ana’ya aitiz. Bedenlerimiz onun mad-
delerinden meydana geldi ve o bizi çocukları gibi koşulsuz sever.

137
İlişkiler ve Denge

Dünya’nın kırmızı ışığına bağlanmayı imgeleyerek toprağa kök-


lenirsek onun sevgisini ve gücünü hissedebiliriz. Bu imgeleme,
kök çakranın faaliyete geçmesi için yardımcı olacaktır. Kutsal
elementlerinin ve güçlerinin bizi daha güçlü yapmasını dilediği-
miz Dünya ile tekliğimizi hissederek yaptığımız içsel çalışmanın
bağlantı noktası, birbiriyle birleşmiş olan fiziksel ve enerjik be-
denlerimizdir. Bu bağlantının farkında olmak, daha sonraki aşa-
malar için sihirli bir işe yol açar.
Topraklanmış halde kalmayı öğrenmemiz gerekir. Ancak
bunun gerekliği pek çoğumuzun anlamadığı bir şeydir. Biz Dün-
ya’nın kırmızı ışığına yeterince bağlanmadan, ruhsal çalışmala-
rımız için gereken çok temel bir enerjiden yoksun kalırız ki, bu
hem sinir sistemimiz açısından zorlayıcı hem de enerji beden
açısından ciddi bir yoksunluktur. Dünya gezegeninin bir parçası
olan bedenlerimizin, bu bağlantıyı ve bu enerji akımını hisset-
me ihtiyacı açıktır. Eğer topraklanmamışsak, bilgiyle gelen ışığın
gerçekliğine girip onu kullanılabilir hale getirmemiz mümkün
olmaz. Bu durumda bilgi enerjik sistemimiz açısından aşırı yük
haline gelir ve kullanılamayan bu yük bir süre sonra bizi fazlasıy-
la yorar ve tüketir. Yeterince sakin kalamayız ve ihtiyacımız olan
saf enerjinin önünü daha en başta kapatırız.
Topraklanmanın iyi bir yolu dışarı çıkıp toprağa oturmaktır.
Oturun ve yeryüzünün enerjisini içinize doğru çekerken, içiniz-
de olduğunu hissettiğiniz negatif enerjileri dışarı salın. Negatif
enerjinin nefesinizle birlikte vücudunuzu terk ettiğini hissedin.
Bunu tüm negatif enerjiler vücudunuzu terk edip yerini tazeleyi-
ci yeryüzü enerjisi doldurana kadar tekrarlayın.
Dışarı çıkın, doğada olun. Ayaklarınızı toprağa basın. Bir
ağacın yanında durun, onun gövdesine yaslanın, ona sarılın ve
derin bir şükran duygusu içinde sizi tazelemesine izin verin. Ya

138
Can Arif

da basitçe güneşe çıkın, rüzgarı hissedin ya da ayaklarınızı suya


sarkıtın. Bunlar elementlerdir. Onları hissedin.

Kırmızı Işın Cinselliği


Kök çakranın iki önemli yönünden birincisi cinsel kimliktir. Biz-
ler derinlemesine cinsel varlıklarız ve hepimiz doğal olarak kır-
mızı ışın arzuna sahibiz. Bu temel arzunun anlaşılması ve kabul
edilmesi kök çakra açısından vazgeçilmezdir.
Kırmızı ışımanın cinsel yönü, tıpkı hayatta kalma içgüdü-
sünde olduğu gibi son derece güçlüdür ve bu güç, bir varlığın
iradesi içinde ortaya çıkmaz. Bizim irademiz ancak enerjinin or-
taya çıkışından sonra yaptığımız seçimler için geçerlidir. Kırmızı
ışımanın cinsel gücü, spermin yumurtayı döllemesi için önüne
geçilmez biçimde kendiliğinden ortaya çıkar ve enerjinin özgür-
ce akması için bir yol arar. Böylece bizler cinsel olarak zıt kutupta
bulunan bir varlığa çekim hissetmeye ya da hissetmemeye kendi
irademizle karar veremeyiz.
Cinsel enerjisi kabul edilmemiş, yok sayılmış ya da bastı-
rılmış bir varlıkta, yeterli ölçüde sevgi ya da merhametin ortaya
çıkması doğal olarak beklenemez. Kalp merkezine giden yol, kök
çakradan giren sevgi/ışık enerjisinin yoludur ve bu merkezde ya-
şanan tıkanmalar enerjinin kalbe uzanmasına izin vermez. Böy-
lece hiçbir varlık kök çakranın kırmızı ışınıyla baş etmeden kalp
yolunu açamaz. Ancak yine de alt enerji merkezlerinde tıkanma
yaşamasına rağmen ani bir katalizörün etkisiyle yeşil ışın enerji
merkezi faaliyete geçirmiş bir varlık söz konusu olabilir. Fakat bu
yeşil ışıma tek başına bir denge olarak kabul edilemez. Dengeli
bir varlık olmak için enerji bedenlerimizin bütünsel ve sağlıklı
işlemesine olan ihtiyacımız kaçınılmazdır.

139
İlişkiler ve Denge

Enerji bedenin uyum ve dengesi açısından, kırmızı ışınma-


nın diğer enerji merkezlerinin ışımalarından daha az önemli ol-
duğu varsayımı kesinlikle yanlıştır. Bu yoğunluk derecesindeki
sevgi ve merhamet öğrencileri olarak, hepimizin cinsel yönümü-
zü kabul etmeye, cinsel enerjiyi anlamaya ve bu enerjiyle çalış-
mayı öğrenmeye ihtiyacımız var. Ancak cinsel enerjiyle çalışır-
ken, içimizdeki çok kuvvetli bir güçle baş ettiğimizin farkında
olmalıyız.Bu tam bir meydan okumadır çünkü bizler gerçekten
derinlemesine cinsel varlıklarız. Bu cinsel kuvvet insan doğa-
mızın temelidir. Bundan memnun olsak da olmasak da, cinsel
enerjimiz hayatımız boyunca düşüncelerimizi ve duygularımızı
tekrar tekrar dolduracaktır. Bu yüzden hepimiz cinselliğimizle
uyum içinde olmalıyız. Doğrudan kırmızı ışın çakrasıyla çalı-
şanvarlıklar olarak, bedensel görünüşlerimizle ilgili endişeleri ve
kırmızı ışığa giden enerji akışını kısan tüm diğer endişelerimizi
bırakmalıyız.Basit, neşeli, dürüst, cinsel enerjiyi anlayan ve ka-
bul eden biçimde cinsel zevki yaşamak, kırmızı ışın çakramızı
açık ve iyi akar halde tutmakta çok yararlı olacaktır.
Unutulmamalıdır ki temel amacımız bu son derece değerli
kök enerji akışını ilerler halde tutmaktır. Cinsel enerjimiz ken-
dini tehdit edilmiş, engellenmiş ya da bastırılmış hissederse akış
ya da kök çakraya giriş engellenir. Eğer kendimizi cinsel varlıklar
olma konusunda kötü hissediyorsak, cinsel uyarıya tepki olarak
kolayca enerji bedenlerimizdeki yaşam enerjisi akışını da kapa-
tabiliriz. Bu da bizi yaşamda tutacak olan yaşama sevincinden
alıkoyar. Yani bir diğer kök çakra tıkanması olan hayatta kalmak-
la ilgili anlayış sorunları yaşarız. Oysa bizim kök çakradan içeriye
akan yaşam enerjisine fazlasıyla ihtiyacımız var.
Kırmızı ışın enerji merkeziyle çalışırken anlaşılması gereken
önemli bir nokta, kırmızı ışın çakrasının kök ya da çıkış noktası

140
Can Arif

olmasının, kırmızı ışığı kolayca açık tutabileceğimiz anlamına


gelmediğidir. Birçoğumuz cinsellik hakkındaki veya Dünya’da
yaşamak hakkındaki duygularımız yüzünden kök merkezde
meydana gelen tıkanma sonucunda hastalanırız. Cinsellik ve
yaşamı sürdürme, kırmızı ışın merkezinde baş edilmesi gereken
enerjilerdir. En eski içgüdümüz, yani cinsellik ve hayatta kalma
içgüdülerimiz bu çakrada ikamet eder. Hepimiz içgüdüsel ola-
rak doğurmayı, türümüzü korumayı ve hayatta kalmayı arzula-
rız. Cinsel kimlik, bireysel ruhun veya canın en güçlü ve eşsiz
enerjisidir. Bu enerji, sağlıklı zihinler vesağlıklı bedenler yaratan,
varolmaya başlıca ‘’evet” diyen enerjidir. Bu enerji de her ener-
ji gibi kutsaldır ve cinsel ilişki, bedenin “kutsal bileşimidir.”Bu
bileşim, dünyanın ve gökyüzünün tekliğinin, kadın ve erkeğin
tekliğinin bir özetidir.
Birleşik Yaratılışta her şey kutsaldır. Cinsel enerji kutsaldır.
Bedenlerimiz kutsaldır ve taşıdığı cinsel enerji kutsaldır. Koşul-
suz sevgiden doğan bu Yaratılışta, bu kutsallık sevginin doğası-
dır. Enerjiyi bedenlerimizde taşıyan biz insanlar, enerjinin kutsal
olduğunu hatırlama ve onu onurlandırma yeteneğine sahibiz.
Cinselliğin ya da seks potansiyelinin şu anki deneyimlerimizde
kutsal hale gelmesi, bu kutsallığı hatırlayıp içimizde onurlandı-
rarak mümkün olur.
Seks, zihni askıya alan (sessizlik sağlayan) zevk kaynağı ola-
rak, bedenlerimizin çalışmasında doğal olarak ortaya çıkan bir
şifa unsurudur. İçsel olarak iyi hissetme kaynağı olan bu şifa,
serbest enerji aktarımıyla bir armağandır adeta. Ancak sekse,
beynimizin kimyasını değiştiren diğer güçlü maddelere bağımlı
hale geldiğimiz gibi bağımlı hale gelebiliriz. Oysa enerji bede-
nin temizliği açısından bağımlılıklardan kaçınmamız gerekir.
Cinsel duygularımız ortaya çıktıkça, bu güçlü enerjiye bağımlı

141
İlişkiler ve Denge

olmaktansa doğal olarak gelişmesini amaçlarız. Burada en yaygın


inanç, cinsel açıdan ne kadar aktif olursak kırmızı ışığımızın o
kadar açık olacağına olan inancıdır ama bu doğru değildir. Por-
nografi veya bir başkasıyla olan bağımlılık derecesindeki cinsel
ilişki, aslında kırmızı ışığın kök çakraya girişini engeller. Çünkü
bunlar kendini tekrar eden ve fazla aktif olan yapay isteklerdir
ve bunların ikinci çakra açısından da tıkayıcı etkileri vardır. Aynı
zamanda negatif kutuplaşma açısından da risk taşıyan bu tip şey-
ler, cinsel açıdankışkırtıcı açık saçık medya ortamlarında doğal
gözükürler. Ancak bizim doğal olarak açığa çıkan arzularımızla
deneyimlediğimiz cinselliklerimiz, medya tarafından kışkırtıl-
mış ve yapay olarak yaratılmış tetiklemeler yoluyla daha ve daha
fazlasını isteyen açgözlü bir cinsel açlığa dönüşebilir.
Eğer cinsel enerjimiz bir süreliğine ortaya çıkarsa, bastır-
madan onu dışarıya çıkarmak en uygun yaklaşımlardan biridir.
Bu uygulama, arzunun doğal olarak akmasına izin verecektir.
Bu zamanlarda, kırmızı ışığı sessiz ve cinsel ifadesiz bırakmak
enerjiyi kırmızı ışıktan akar halde tutmanın yoludur. Kırmızı ışı-
ğımızı açmak ve mutlu olmak için mutlaka cinsel ilişkide bulun-
mamız gerekmez. Basitçe, kırmızı ışığın bize sunduğu bu isteği
veya isteksizliği kabul etmemiz gerekir. Tamamen bekarlık bile,
eğer ruhsal arayış içindeki bekar kişi kendi cinselliğini onaylayıp
onunla barış içindeyse, açık bir kırmızı ışık çakrasına sahip olma-
ya engel değildir. Yine de bir insan bu enerjiyi başka bir insanla
paylaşma arzusunun çok güçlü olduğunu hissediyorsa, uygun
koşullar altında bunu yapma seçeneğine sahiptir.
Diğer seçenek hayalinde canlandırmaktır. Bu bastırılmış
duyguların enerji bedeni kısıtlamasının önüne geçer. Ancak dü-
şünce ve hayal dünyası içinde arzuları sürekli olarak büyütmek
ve beslemek dikkat edilmesi gereken bir şeydir. Her arzu bir di-

142
Can Arif

ğerini doğurabilir ve güçlenen her arzu, daha fazla tatmin edilme


ihtiyacı yaratır. O bakımdan enerjiyi hissetmeye açık biçimde
ifadesiz bırakmak iyi bir seçenektir.
Var olmanın gerçek doğası, her zaman Yaratıcının (BİR’in)
kendini deneyimlemesidir. Cinselliğin kutsal gerekliliğini doğ-
rulamak demek, kırmızı ışın çakrasını açmak ve enerjinin içeri
doğru akmasını sağlamak demektir. Bizim fiziksel cinselliğimizi
mutlaka kabul etmemiz gerekir. Cinsel teması, bu temasın ya-
şamın devamlılığı açısından yaptığı işi, erkek ve kadın bedeni
açısından yaşamsal işlevini ve bu temas içinde kadın ve erkek
orgazmının BİR’in kendini deneyimlemesinin en huşu verici
yöntemlerinden biri olduğunu anlamamız gerekir.
Bizler köklü bilincimizin de etkisiyle cinselliğimizle ve orta-
ya çıkan cinsel arzularımızla ilgili kendimizi genellikle gergin ve
rahatsız hissederiz. Oysa varoluşumuz, kırmızı ışın merkezinin
doğal işlevine dayanır. Kırmızı merkezin cinsel yönüyle çalışan
bir varlığın, cinsel enerjisini eylem içinde mutlaka yaşaması ge-
rekmez. Ancak onu tüm doğallığı içinde kabul etmesi gerekir.
Bizlerin yeterince parlak bir kırmızı ışımaya ihtiyacımız var ve
bunun için cinsel enerjinin bedenlerimiz üzerindeki etkileri
hissetmeye açık olmalıyız. Ancak geleneksel inançlar, sapmış
anlayışlar ve negatif oyuncuların cinsellik konusu üzerine bin
yıllardır oynadıkları baskılayıcı ve baştan çıkarıcı oyunlar, bizim
için önemli engellerdir. Baskılayarak kök çakralarımızı ve sevgi-
yi gözetmeksizin baştan çıkarak da ikinci çakralarımızı pek çok
yaşam boyu tıkadığımız üzücü bir gerçektir. O yüzden cinsellik
üzerine oynanan oyunlar ve sapmış anlayışlar konusunda son
derece dikkatli olmamız gerekir.
Bir varlık kök çakranın temel cinsel uyaranlarına ek olarak
her türlü cinsel arzuyu hissedebilir ve bunlar negatiften poziti-

143
İlişkiler ve Denge

fe doğru tüm yelpazeye dağılır. Bunlar ikinci enerji merkezinin


konusudur ve her varlığın bireysel sapmalarına, enerji akışındaki
duruma ve seçtiği tekamül yoluna göre değişir. Ancak pozitif bir
varlık için kırmızı ışın merkezinde cinsellik ne kadar doğru an-
laşılırsa, cinsel arzunun turuncu ışıması da o kadar dengeli olur.
Eş-cinsel ya da heteroseksüel; cinsel eğilimimiz ne olur-
sa olsun fark etmez. Cinsel paylaşımın metafizik doğası cinsel
enerji aktarımı özelliğindedir ve bunun hangi iki varlık arasında
yaşanacağının hiçbir önemi yoktur. Doğal ve temiz bir kırmızı
ışın arzusuyla, karşıdaki varlığın da bir insan olduğunu unut-
madan, saygı ve anlayış içinde paylaşılan her cinsellik Yaratan’ı
onurlandırmaktır. Ancak bastırmak bir sevgi ve denge öğrencisi
için hayati bir hatadır. Bastırdığımız her arzu, dengeye ulaşmaya
çalışan varlıklar olarak yeniden ve yeniden önümüze çıkar. Bu
yaşamda olmazsa, bir diğerinde. Elbette insanlık cinsel enerjinin
doğru anlaşılması konusunda büyük sorunlar yaşadı ve bu da he-
pimiz için kırmızı ışınla çalışmaktaki zorluğumuzu yarattı. Ama
unutmayalım ki kırmızı ışın cinselliği Yaratan’ın bize bahşettiği
son derece değerli bir hazinedir. Biz ruhsal yolda ilerledikçe, bu
hazinenin saklı yönlerine ulaşır ve derin bir şükran duygusu için-
de bu hazine yoluyla Yaratan’ı onurlandırırız.
Eş-cinsellik konusu dünya toplumları tarafından son derece
yanlış ve eksik anlaşılan bir konudur. Çünkü biz cinselliği sade-
ce bir beden hareketi olarak görüyor ve her şeyi tek-bir yaşam
açısından değerlendiriyoruz. Ama bu doğru bir yaklaşım değil.
Bugün çevremize baktığımızda gittikçe artan sayıda eşcinsel eği-
lime sahip varlığın olduğunu görüyoruz. Görüyoruz, çünkü her
varlık kendi benliğinde iki cinsi de taşır. Görüyoruz, çünkü bir-
çok varlık daha önce erkek ya da dişi olarak geçirdikleri pek çok
enkarnasyondan ötürü büyük bir sapma yaşar. Buna göre eğer

144
Can Arif

bir erkek ya da dişi, geçmiş enkarnasyonlarının % 65’ini karşı


cinste deneyimlemişse, bu enkarnasyonunda kentsel alanların
negatif etkisine açıktır, yani eşcinsel eğilime sahip olabilir. Eğer
bizim gezegenimiz şu anda çok zor bir titreşimsel devre içinde
bulunmamış olsaydı, bu gibi eğilimler aktif bir eş-cinsel davra-
nışla sonuçlanmazdı. Şu anda nüfusu fazla olan ülkelerin kala-
balık kentlerinde auralar ciddi biçimde zedelenmektedir ve bu
koşullar altında ortaya birçok karışıklık çıkmaktadır.
Diğer yandan ergenlik çağındaki gençlerin ya da daha küçük
yaştaki çocukları kendi aralarında yaşadıkları eşcinsel ilişkilerin
nedeni çoğunlukla meraka dayalı masum arayışlardır. Ama bir
varlığın yoğun şekilde katıldığı ilk deneyimin, yaşamı boyunca o
varlık üzerinde iz bıraktığı da kesindir.
Eğer dikkatle gözlemlersek insanlar arasında cinsel uygula-
maların tüm yelpazesini görebiliriz. Örneğin bazıları başkalarına
hükmederek, üzerlerinde baskı uygulayarak doyuma ulaşırlar.
Bu tür olaylar ırza tecavüz ya da başka yollarla yapılan cinsel
özellikteki büyük bir enerji tıkanıklığıdır. Ancak bu tip cinsel
sapmalar ya da tıkanmalar, daha önce de paylaştığımız çok daha
önemli bir şeyin tezahürleridir. İnsanlar kavgacılık ve sahip olma
hırsına açık hale gelince, cinsel sapmalar da akıl ağacı yoluyla
süzülüp bedensel ifadelere sızmaya başladı. Bu yüzden, cinsel
enerji tıkanıklıkları her ne kadar negatif gruplar tarafından yo-
ğunlaştırılmışsa da aslında insanların özgür iradeleriyle yaptık-
ları bir seçimdir.
Özgür irade oyununda her şey bir seçimdir ve bizler de cin-
sel enerjilerimizi kabul etmeyi, onurlandırmayı ve eğer istersek
sevgiyle yaşamayı seçebiliriz. Bu irade ve güç, bu anlayış ve sevgi
hepimizin içinde var. Tek Sonsuz Yaratan’ın tüm parçaları sev-
giyle birbirlerine açılmak, dokunmak, sarılmak ve paylaşmak

145
İlişkiler ve Denge

için tekamül ederler. Cinsel enerji ve cinsel paylaşım da bunun


en nadide yollarından biridir.

Kırmızı Işında Bakış Açısı ve Hayatta Kalma


Kırmızı ışın merkezinde hayatta kalma içgüdüsünü düşününce,
genelde aklımıza adrenalin tepkisinin içindeki ‘’dövüş veya ka-
çış’’ mekanizması gelir. Acil bir durumda veya hayatta kalmamız
fiziksel olarak tehdit edildiğinde, ağzımızın kuruduğu ve mide-
mizin kasıldığı büyük ve geniş bir sistem tepkisinin içine düşeriz
ve acil tepkiye yol açan uyarı gelmeden önceki anda hayal edebi-
leceğimizden daha fazla tetikte oluruz. Tepki anında savaşabilir,
kendimizi savunabilir ve öldürebiliriz. Ya da tehlikeden kaçmayı
seçebiliriz.
Adrenalin tepkimiz, gerçek bir acil yaşam tehdidiyle uyarıl-
dığı zaman, normalde kırmızı ışın hayatta kalma içgüdümüz açık
kalır. Ancak sürekli baskı yapan gündelik yaşamda, adrenalin
tepkimiz stres ile kronik hale gelebilir ve böylece günlük konu-
larda dövüş veya kaçış tepkilerine daha çok yaklaşırız. Bu durum
kırmızı ışın açısından uygun bir tepki değildir ve enerji beden-
lerimizi yorarak kırımızı ışını gitgide daralmaya yöneltir. Dahası
ruhun derinliklerini yıpratır ve sinsice neşemizi çalan kronik ve
depresyonlu bir ruh haline neden olur. Dünya üzerinde olmama-
yı dilediğimizde, çevremizden hoşnutsuz oluruz. Bu kasılma kır-
mızıışın seviyesinde enerji hattını sıkıştırır, bazen de tüm nokta-
yı engeller. Ancak yaşamda olma gereksinmelerimizi kabul edip
onurlandırdığımızda, hayatlarımızı sevdiğimizde ve yaşamaktan
haz aldığımızda, Yaratıcının sevgi/ışığı serbestçe akar ve yaşam
enerjilerimiz yükselir.
Bizlerin burada olmasının bir kader mi yoksa bir seçim mi
olduğu konusundaki hararetli tartışmanın kök çakra açısından

146
Can Arif

hiçbir faydası yoktur. Bizler buradayız ve burada yaşıyoruz.


Bunu kabul etmek kök çakra açısından basit bir seçimdir. Bu
basit seçim üzerine, hepimizin bir parçası olduğu Yaratılışın tek-
bir varlık olduğu ve hepimiz için aynı özü oluşturan tek-bir sev-
gi olduğu gerçeği üzerinde tefekkür etmek, burada oluşumuzu
onaylayan ve onurlandıran bir anlayış konusunda bize yardımcı
olur. Ayrıca hepimizin birer oyuncu olduğu bu kozmik oyunun
işleyiş prensipleri hakkında bilgi edinmek de, yine burada oluş
nedenimiz hakkında geniş bir bakış açısı kazanmamıza katkı sağ-
lar. Yaşamda olma gereksinmemiz kaçınılmazdır ve bunun kabul
edilmesi kök çakrayı açan anahtarlardan biridir.
Bazılarımız kronik depresyonu deneyimlemesek de dünya
gezegeni üzerinde yaşamayı bir onurlandırma ya da kutsama
olarak düşünmeyebiliriz. Bu durumda olanlarımızın daha yük-
sek enerji merkezlerini geliştirmeye ihtiyaçları vardır. Ancak an-
lık depresyonun kaynağı, alttaki üç çakradan herhangi birinden
gelenlerin sonucudur. İçsel olarak intihara eğilimli olabiliriz. Bir
ilişkinin ya da işin sona ermesi sonucu intihara meyilli hissede-
biliriz. Sebep ne olursa olsun, enerji beden bunu kırmızı ışın en-
geli olarak algılar. İntihar, en temel ışımanın kesilmesidir.
Kesin olan şudur ki çaresizlik ve ‘’biri beni vursun’’ duygu-
ları ve düşünceleri enerji bedenlerimizin kırmızı ışın seviyesini
daraltır. Kuşkusuz bunlar enerji bedeni daha yukarılarda, ikinci
ve üçüncü ışınlarda da daraltır ama hep söylediğimiz gibi engel-
leri kaldırılmaya aşağıdan, kırmızı ışından başlamak uygun bir
seçimdir.
Birçok insanın deneyimlerinde meydana gelen olaylar, bu
insanların yaşama sevinçlerini geçici olarak yükseltirken, genelde
hepimiz bazı zamanlarda duruma bağlı depresyonlar geçirmişiz-
dir. Sevdiğimiz insanı, işimizi veya evimizi kaybetmek, ruhumuzu

147
İlişkiler ve Denge

boğmayı neredeyse kesinleştiren olaylardır. Eğer çaresizlik, keder


ve ümitsizlik gibi negatif kırmızı ışın duygularına kapılırsak kor-
kunç hissederiz. Böyle anlarda iyi zamanları hatırlamak veya ge-
lecek zamanlara umutla bakmak bile zordur. Ama iyi bir oyuncu
için ortaya bir irade koymak ve yaşadığı duygusal zorluğu, bakış
açısını bilinçli olarak genişletmek yoluyla dengelemek kaçınılmaz
biçimde gereklidir. Bakış açılarımızı kesinlikle genişletmek zorun-
dayız. Aksi halde bir insan ruhsal çaresizlik içindeyse ve bu nega-
tif enerji verimli düşünmeye, analiz etmeye, hissetmeye ve uygun
davranmaya doğru değişime uğramadıysa, enerji beden ve fizik
bedenden oluşan birleşik beden kasılır ve enerji bu kasılma içinde
hapsolur. Sonrasında ise hastalık gelir. Hatta sürekli biçimde de-
vam eden umutsuzluğun bedeli, fiziksel bedenin ölümü olabilir.
Hepimiz zaman zaman çaresizlik duygusu yaşarız. Yaşam
içinde bu kaçınılmazdır. Ancak kronik çaresizliğin kaynağı bakış
açısı darlığıdır ve en temel özelliği küçük, kapalı ve kendini tekrar
eden bir çember sistemi olmasıdır. Dünyadaki tüm düşünceler
içinde çaresizlik, sinir, incinme ve gücenme duygularımız, bizi
hiçbir yere ulaştırmayan fasit bir döngü yaratır. Üzüldüğümüz-
de dünyamız, bizi saran umutsuzluk ve çaresizlik duygularına
tutunarak küçülür. Bu tip zamanlarda biz depresyonun büyüsü
altındayızdır ve bunu durduracak ve zihnimizdeki her düşünceyi
oradan söküp atacak sihirli bir koruma görevlisi yoktur. Bu bü-
yüyü bozacak olan bizden başkası değildir ve iyi olan şudur ki bu
büyük kolaylıkla bozulabilir.
Enerji bedenlerimizin kırmızı ışın seviyesinde daraldığını
fark ettiğimizde, ilk olarak zihinlerimizde ne olduğuna bakma-
mız gerek. Zihinlerimiz, duygularımızın bize anlattığı umut-
suzluk ve çaresizlik hikayesini kabul ederek ve onları büyüterek
enerji akışını daraltır. Bu yüzden zihinlerimizde olup bitenlere

148
Can Arif

karşı uyanık ve dikkatli olmak zorundayız. Zihinlerimiz daima


dar bir bakış açısından bakmaktadır ve bizim olanın ötesine
bakmamıza izin vermez. Bu anlarda biraz geri çekilmemiz ve
olan biteni çok daha geniş bir bakış açısıyla ele almamız gerekir.
Umutsuzluk, çaresizlik ve üzüntü gibi negatif duyguları dene-
yimlerken onlara takılı kalmak yerine ruhsal ve duygusal duru-
mumuzun gözlemcileri olmak daha uygun bir seçimdir. Böylece
olan bitenin farkındalığı içinde, davranış kalıplarımızın kölesi
olmaktansa daha geniş bir görüş açısı sağlayan seçimler yapabi-
liriz. Ve yaşama yeterince geniş bir bakış açısıyla baktığımızda
enerjilerimiz tıkanmaya uğramaz. Bu açıklık bize sevgi ve uyum
içinde yaşamak konusunda büyük kolaylık sağlar ve anlık dep-
resyonların büyüsünü bozmamız için yardım eder.
Elbette yaşamın sıradanlığı, fasit bir döngü içinde kendini
tekrar eden ve zihinlerimizi arkadan çeken, tüm yaşam neşemi-
zi kısan düşünce ve duygu araçlarıyla doludur. Kendimizi bu tip
bir aracın üzerinde bulduğumuz zaman, yukarı doğru bakıp ne
olduğunu anlamamız gerek. Ardından, bilinçli bir oyuncu olarak
sanatımızı ve ustalığımızı kullanmamız ve bu araçtan inmemiz
gerek. Bu basit bir seçimdir ve iyi bir oyuncu, yaşadığı sorunlar
karşısında bilinçli olarak inanç ve umut doğrultusunda zihnini
düzeltmeyi seçebilir. Bu inanç tutumu kırmızı ışın merkezini te-
mizler. Fakat bu herhangi bir şeye ait bir inanç değildir. Bu sade-
ce hayatlarımızda cereyan eden çoğu şeyin başta öyle görünme-
se de yararlı ya da hayra olduğuna dair basit bir inançtır. Böylece
dövüş ya da kaçış mekanizması kesilir ve enerji yine serbestçe
akar. Enerji bir kez daha serbestçe aktığında, artık algılamaları-
mız da kendiliğinden değişir.
Enerjinin önünü açmak ve enerji bedeni temiz tutmak için
yaşanan duygunun kendimize doğru akmasını istemek iyi bir se-

149
İlişkiler ve Denge

çenektir. Eğer içinizden ağlamak geliyorsa, uygun bir yerde bunu


yapmak en iyisidir. Enerji bedeni temizlemek, daha önce de söy-
lediğimiz gibi zihne hükmedip tüm duyuları bastıran bir sihir-
bazlık numarası değildir. Tüm hissettiklerimize ve düşündükle-
rimize teslim olmaktansa, onları kasten iyice deneyimlemek ve
sonra bilinç içinde dengelemek iyi bir yöntemdir. Bu yapabiliriz
ve sonra zihnimizden, duygularımız ve düşüncelerimiz hakkın-
daki endişeleri bırakmasını isteyebiliriz.
Diğer yandan herhangi bir sorunda, tüm gün boyunca zih-
nimizle konuşmaktansa sesli konuşabileceğimiz bir yer bulmak
daha iyidir. Duygularımıza hak ettikleri saygıyı gösterip kendi
sıkıntılarımızı dinlersek, bu zor durumlardan en azından kendi-
mizi duyduğumuz için kurtulabiliriz.
Bizlerin acı çekmesi bir bakıma duygusal hazımsızlıktır. Na-
sıl ki sindirim sisteminde oluşan gazın tedavisi gaz baloncukları-
nı patlatacak soda gibi şeylerse, duygusal acılar çekmenin tedavi-
si de enerji bedenlerimizi tıkayan sorun baloncuklarını patlata-
cak ve enerji merkezlerindeki daralmayı engelleyecek olan daha
geniş bakış açılarıdır.
Bizler için enerji bedende acıya neden olduğu görülen en-
gelleri temizlemek öncelik vermemiz gereken bir iştir. Duygusal
yaşamlarımızda, üzüntümüzün gerçek kaynağı çocukluğumuz-
dan beri içimizde bulunan üzüntü ve dengesizlik kalıplarında
gizlenir. Kaynak çocukluk olunca, hayatımızdaki bazı karışık-
lıkları, dış olaylar açısından çözmenin biraz uzun zaman alması
sürpriz değildir. Çeşitli enerji merkezlerindeki inatçı karışıklık-
ları çözmek için yıllarca çalışmamız gerekebilir. Bir karışıklığı
sadece dileyerek çözemeyiz. Ancak inanç ve daha geniş bir bakış
açısı ile kendimizin gözlemcisi olarak ve daralmış enerji akışımı-
zın iyileştiricisi ve dengeleyicisi olmayı isteyerek anında kırmızı

150
Can Arif

ışın merkezini bozulmalardan temizleyebilir ve bir kez daha po-


zitif enerjiyle ve yaşam enerjisiyle dolabiliriz.
Şüphe yok ki binlerce yıldır akıl almaz ve travmatik bir ge-
zegensel deneyim sürecinden geçtik ve hala da geçiyoruz. Bun-
ların hepsi insanlığın ortak hafızasında ve her varlığın bilinçal-
tında kayıtlı. Üstelik artık her şeyin çözüldüğü bu değişim ve
dönüşüm süreci karşımıza yeni gerçeklikler çıkarıyor ve bizden
hiçte alışık olmadığımız şeyler istiyor. Kendimizi, herkesi ve her
şeyi affetmek gibi çokdaha evrensel ve çok daha zorlayıcı şeyler.
Böylece birçoğumuz şuan burada olmayı büyük bir zorluk, acı
ve çaresizlik olarak hissediyoruz. Ama bizi kök çakrada tıkayan
tüm duygusal kalıpların artık kırılması gerekiyor. İyi bir oyuncu
böyle yapmalıdır. Sadece burada oluş nedenimizi derinlemesine
anlamak bile gerçek bir yaşam anahtarıdır. Sadece bu dahi bir in-
sanı yaşamla topraklanmış halde tutabilir. Unutmayın ki dünya
gezegeninde hayatı yaşamak hakkında hissettiklerimiz, kırmızı
ışın merkezinde ne durumda olduğumuzun da cevabıdır.
İyi bir oyunca, varlığının derinlerinde bir yerde, hayatın”
şimdi” olduğundan daha farklı olamayacağı gibi bir anlayışı
bulabilir. Olan olmuştur ve olacak olan daima olacaktır. Bu bir
kadercilik değil, yaşamın akışına olan basit inançtır. Bu inanç
içinde yaşamı algılamayı iyi dengelendiğimiz zaman, hayat öz-
gür ve güçlü hissettiriyor ve istikrarlı ilerleme duygusu veriyor.
Dengemizi kaybettiğimizde ise, üzüntü ve acıların çarkına geri
biniyoruz.
Her şey bir seçimdir ve bizlerin neyi seçiyor olduğumuz ko-
nusunda kendimize dürüst olmamız ve sorumluluğu tam olarak
almamız gerekir. Acıların ve çaresizliğin çarkına binmek ya da bu
çarka bindiğimiz her durumda bilinçli olarak bu çarktan inmek;
hepsi basit bir seçimdir. Bizim hepimizin bir seçim şansı var ve

151
İlişkiler ve Denge

hepimizin içinde bunu sağlayacak büyük bir güç var. Deneme-


den bilinmez.
Kırmızı ışın çakralarımız, Yaratan’ın biziDünya’ya bağladığı
çakradır. Biz bu çakrada topraklanarak, cinsel kimliğimizi ve cin-
sel arzumuzu kabul ederek ve bakış açılarımızı genişletip hayatta
olma gereksinmemizin farkında olarak açık ve parlak hale gelebi-
liriz. Kırmızı ışın merkezi, kalbimize ve Yaratan’ın sonsuz alem-
lerine açılan kapıya giden yolun başlangıcı ve temelidir. Sağlam
bir kırmızı ışıma, karanlıkta yürünecek bir yol için el fenerini ha-
zır etmek gibidir.

152
II

Turuncu Işın Çakrası ve İlişkiler

Turuncu Işında Kendimizle Olan İlişkimiz


Turuncu ışın enerji merkezi, varlığın gücünü kişisel bir temel
üstünde dile getiren etkidir. Bu merkez duygusal ve kişisel bi-
leşimdir. Bizim günlük hayatımızda deneyimlediğimiz turuncu
ışın enerjileri kendimizi ve diğer kişileri sevme hakkındaki her
şeydir. Bu, aynı zamanda oyunun karmaşıklaştığı ve ilginçleşme-
ye başladığı yerdir.
Biz günlük yaşam oyununu genellikle sevginin birçok yön-
den ifade edilişi ile oynamayız. Bizler genellikle hareketlerimizi
sınırlarız ve her tercihin avantajlarını ve dezavantajlarını analiz
ederek, bulunan çözümleri mantığımız dahilinde kullanırız. Dü-
şünürüz, planlarız, düzenleriz. Fakat yaşam oyununun oynarken
problem, sadece onu kullanarak bu yoğunluk katından mezun
olamayacak olmamızdır. Mezun olmak için dürüst ve açık kalbi-
mizin olmasında bize yardım eden sevgi/ışık enerjisine ihtiya-
cımız vardır. Bizim, enerji bedenin kalp çakrasına giden iletişim
hattını (enerji akışını) açık tutmaya ve bu konudaki yeteneğimizi
artırmaya ihtiyacımız vardır.
Cinselliğimizi kabul edip, hayatta olma gerekliliğimizi ve ha-
yatta kalmak için içgüdümüzün uygunluğunu doğruladıkça biz
kırmızı ışın çakralarımızı hızlı ve basit bir şekilde temiz tutarız.
Kırmızı ışın merkezi, enerji bedeninin açık olduğundan emin
olmak için günlük olarak kontrol edilmeye ihtiyaç duyar. Cin-
sel varlığımızı ve dünyadaki varoluşumuzu kabul ederek, yukarı

153
İlişkiler ve Denge

doğru rahatça yürüyebiliriz. Böylece biz ilişkilerimiz içerisinde


kuvvetle çalışırken kök çakrayı açık ve temiz tutabildiğimizde,
turuncu ışın çakrası daha göz alıcı, açık ve duru görünebilir.
Ancak turuncu ışında kirlenme süreklidir ve bu bir halı-
nın kirlenmesine benzer. Biz nasıl ki evimizin halılarını her gün
vakumlayabilir ve kirlerden arındırabilirsek, kendimizle ilişki-
lerimizin ve diğer insanlarla olan “ikili” ilişkilerimizin evi olan
turuncu merkezde de aynı şekilde yaparak, tıkanmaların bu
merkeze derinlemesine nüfuz etmesini engelleyebiliriz. Bunun
için öncelikle içimizde yer alan gücün farkına varmalıyız. Sevgiyi
paylaşmak, kabul etmek, affetmek ve merhamet bizim gücümüz-
dür. Sözlerimizi tutmak ve insanlara dürüst, ahlaklı, adil ve esir-
gemeden davranmak bizim gücümüzdür. Ve bu gücü herhangi
biri üzerinde kullanmadan önce, bunu kendi üzerimizde kul-
lanmamız gerekir. Kendimizi tanımayı, affetmeyi ve kendimize
saygıyla ve şefkatle davranmayı öğrenmemiz gerekir.
Bizim kendimiz hakkındaki düşünce ve duygularımız eski
anılara dayanır. Bilinçli olarak biz bu kayıtlı anıların ve ön-yar-
gıların gücünü anlamaz isek, onların gücü bizi aşağıya çekebilir.
Bu anılar yüzünden bizim çoğu halde kabulü kendimize sunma-
mız başkalarına sunmamızdan daha zordur. Oysa bilinçli olarak
bunların gücünü fark ettiğimizde, aslında birçok durumda “gö-
rünüşte” kusurlu ama gerçekten zorlukların üstesinden gelen ve
bu şartlar altında iyi bir iş çıkaran diğer kişiyi (kendimizi) göre-
biliriz. Bundan sonra ise bizim kendimize merhametimiz gönül-
den ortaya çıkar. Biz, yaptığımız hatalar için kendimizi affetmeye
başladığımızda, gerçekten çok güçlü olabiliriz.
Biz kendimizi nasıl yargılarız? Genellikle çocukluk anıları-
dır buna sebep olan şey. Bu nedenle çocukluk döneminizde sizi
en fazla inciten ve kendinize olan güveninizi en fazla zedeleyen,

154
Can Arif

size en çok söylenen o cümleyi hatırlayın. Benim için bu “çekil


sen yapamazsın” cümlesiydi. Sizin içinse başka bir şey olabilir;
“yeterince iyi değilsin”, “ ya da belki “yeterince zeki değilsin.” Bu
cümleyi ya da bugün kendinizi kabul edip gerekli şefkati göster-
menize engel olan ve o kendini tekrarlayan tepkilere neden olan
olayları ya da durumları hatırlayın. Bunlar bize toplumun ya da
ailemizin “farkında olmadan” dayattığı engelleyici düşünce, tavır
ve anlayışlardır. Fakat şimdi bunları hatırlayarak görebiliriz ki,
yaşamımız boyunca kendimizi başarısız, yetersiz ve şefkati hak
etmeyen biri olarak görmemizin nedeni çocukluk çağımızdaki
bu çarpıtmalardır. Oysa o çocuk elinden gelenin en iyisi yapma-
ya çalışan ve yapan çocuktur. İşte artık onu sevgiyle kucaklayabi-
lir ve ona gereken şefkati ve merhameti sunabiliriz. Aksi takdirde
bu çocukluk anıları öyledir ki tüm yaşamımızı kısıtlayan anılara
mahkum olarak yaşayabiliriz. Bizim kendimizi anlamaya ve af-
fetmeye, kabul etmeye ve sevmeye ihtiyacımızvardır. O zehirli
sözler ve anılar bize ne söylerse söylesin, artık o sözlerin ve anı-
ların ötesine geçmek için içimizdeki sevgi ve anlayışın gücünü
kullanabiliriz. Yaşam oyuncuları olarak bizim ilerlemeye ve ge-
çip giden günlerin sesinden özgürleşmeye ihtiyacımız var.
Biz elbette hata yaparız. Yaşam böyledir. Ancak bizim hata-
lardan ders çıkarmaya ihtiyacımız var. Hatalara aldırış etmemek
gibi, her an sevimli ve doğru olmaya çalışmak da uygun değildir.
Çünkü bunu asla başaramayız. Ne her an sevimli olmak zorun-
dayız, ne de herkes bizi sevmek zorundadır. Ancak biz kendimizi
sevmeyi ve hatalarımızı görmeyi öğrenmek zorundayız. Bizim
turuncu ışını ortaya çıkarmak ve işlevsel hale getirmek için bunu
yapmaya ihtiyacımız var. Turuncu ışın merkezi boyunca akan
enerjinin özünde gerçekten kendimizi sevme davranışı yatmak-
tadır. Hepimiz kendimizle çok zaman harcarız, çünkü kendimiz-

155
İlişkiler ve Denge

le arkadaşlık etmek önemlidir. Eğer kendi arkadaşlığımızı beğen-


miyorsak, o zaman nasıl bir başkasını gerçekten sevebiliriz? Ken-
dimize şefkat ve merhametimiz yoksa diğerleri için nasıl şefkatli
ve merhametli olabiliriz? Turuncu ışıma için bizim gerçekten
kendimizi tanımaya, kabule ve sevmeye ihtiyacımız var.
Pozitif düşünmek, en basit manada bir alışkanlıktır ve bizim
bu alışkanlığı geliştirmeye fazlasıyla ihtiyacımız var. İnsan nega-
tif düşünce sürecini kendi iradesinin hükmüyle askıya almayı ve
iyi olana odaklanmayı öğrenmek ve geliştirmek zorundadır. Biz
pozitif olanları dikkate aldığımızda, yaşamımızda o büyür ve ge-
lişir; tıpkı su ve gübre verildiğinde bitkilerin büyüdüğü gibi. Ya-
şamımızda iyilikleri ve güzellikleri dikkate alırsak, bunlar yavaş
yavaş çoğalarak karşılık verir, ta ki iç dünyamızı tamamen değiş-
tirene kadar. Böylece kendimizi daha açık sözlü, huzurlu ve rahat
hissederiz.
Turuncu ışın ilişkilerimizin bir başka yönü bedenimiz hak-
kında hissettiklerimizdir. Çoğumuz görünüşümüzle nadiren
mutlu oluruz. Genelde kendi bedensel yapımızı beğenmeyiz ve
kıyaslama gibi son derece yanlış bir alışkanlık içinde kendimiz-
den utanır ya da kendimizi yeterince kabul edip sevemeyiz. Böy-
lece ideal fiziksel yapı denen yanlış anlama yüzünden turuncu
ışın merkezini tıkanmış oluruz.
Tüm dünya’da doğru(!) ve güzel görünebilme baskısı yü-
zünden ortaya patolojik bir durum çıkmıştır. Sırf bedensel gü-
zellik adına yapılan çok sıkı diyetler iştahsızlığa veya kusmaya
neden olurken, bu süreçte beden de kendi ihtiyaç duyduğu be-
sinleri reddetmektedir ve bu durum fiziksel beden üzerinde çok
merhametsizcedir. Ancak buna rağmen, bazı diyet uygulamala-
rı görüntüye önem veren insanlar arasında çok yaygındır. Oysa
yeterli ve dengeli gıdalar alınmadan bedene yeterli saygıyı ve

156
Can Arif

şefkati göstermek mümkün değildir ve insanların kilo ve güzel


görünme takıntıları nedeniyle turuncu ışın merkezleri sınırlan-
maktadır. Ve tüm bu takıntı ve kaygılar, acımasızca bir kültürü ve
ticareti de yaratmıştır.
Başkalarının bizi nasıl gördüğüyle ilgili endişelerimiz, bizim
turuncu ışımamızı gerçekten kısıtlamaktadır. Oysa diğer insan-
ların bizi nasıl gördüklerinin gerçekten önemli olmadığını bili-
yoruz. Turuncu merkezde dengeli insanlar, her zaman kendileri
gibi olan insanlardır ve onlar aynı zamanda diğer insanları etkile-
meye çalışmaz, sadece yaşamın tadını çıkarırlar. Yaşamınızın ta-
dını çıkarın. Turuncu ışın, bireyselliğin bizim duygularımızdaki
gelişimidir, büyümenin ve ışığa ulaşmanın yoğunluğudur. Nasıl
ki vahşi hayvanlar çevrelerini seviyorsa, turuncu ışın enerji mer-
kezini dengelemek için bizimde kendimizi ve deneyimlerimizi
sevmeye ihtiyacımız var. Günlük yaşamda karmakarışık olan her
şey bizim deneyimimizdir ve biz onları ayırt etmeden kabul et-
meliyiz. Fakat enerji bedenlerimizin ihtiyaçları açısından pozitif
olana çok daha fazla odaklanmalıyız.
Bizim çocukluk travmalarımızı yüzeye çıkarıp kabul yoluyla
şifalandırmaya ve salıvermeye, kendimizi olduğumuz gibi tanı-
maya, deneyimlerimizi oldukları gibi işlevsel açıdan görmeye,
bunların içindeki sevgi derslerini bulup çıkarmaya, iyi ve güzel
olana odaklanmaya ve tüm bunlarla birlikte kendimizi sevmeye
olan ihtiyacımız kaçınılmazdır. Ve artık hepimizin görebileceği
gibi, kendimizle olan ilişkilerimizdeki uyum ve denge, yaşama
ve insanlara ne sunduğumuzu da doğrudan etkilemektedir. Ka-
bul ve anlayış, şefkat ve merhamet önce kendimiz için kendimiz
tarafından sunulabilir. Işıma, önce kendimize doğru olmak ve
sonra diğer varlıklara yayılmak zorundadır. Bizim yaşamla ve
insanlarla olan ilişkilerimiz, kendimizle olan ilişkilerimizin basit
bir yansımasından ibarettir.
157
İlişkiler ve Denge

Ne yaşarsak yaşayalım, seçim ve sorumluluk bizimdir. O


halde şikayet edip durmak, benliğimizi bir iç-savaş alanı haline
getirmek, kendi benliğimize yabancı hale gelmek, onu yargı-
lamak ya da ondan utanmak gibi şeyler bizim ihtiyacımız olan
şeyler değildir. Bunlar bizim turuncu ışımamızın önünü kesen
ve bizi insanlarla olan ilişkilerimizde tıkayan sapmalardır. Ger-
çekten bir değişim ve ilerleme kaydetmek, gerçekten sevmek ve
sevgiyi ifade etmek istiyorsak, bunun zemini kendimizi kabul et-
mek, affetmek ve sevmektir.

Turuncu Işında İkili İlişkilerimiz


Turuncu ışın enerji merkezi soyut kavramlar hakkında değil-
dir. “Tüm insanlığı” sevmek hakkında da değildir. Bu çakra ta-
mamıyla kişisel ilişkiler hakkındadır. Turuncu ışın çakrası ken-
dimizle ve “ayrı ayrı” başka insanlarla ilişkilerimiz içinde bizim
kişisel gücümüzü kullanan ve yaşamsal gücümüzü harcayan bir
yolla çalışır. O bakımdan bu merkezde enerji akışının sürekli ola-
rak temiz tutulması çok önemlidir.
Bir ilişkiye sahip olan insanlar birbirlerine duygusal bağlarla
bağlanır, kan bağı ile değil. Doğal çekim, oyunu yaratma yolunun
derin bir parçasıdır. Biz herkese değil de bazı insanlara karşı do-
ğal bir çekim duyarız. Bazı insanlar, bizim titreşimimizi oluşturan
enerji bedenlerimizin aurasına sahiptir. Ancak titreşimlerimiz
insanların büyük kısmından yeterince farklıdır. İnsani düzeyinde
onlarla rezonansa giremeyecek ve çoğu zaman onları takdir ede-
meyecek olsak da, ruhsal düzeyde hepimizin eşit ölçüde Bir oldu-
ğu bir gerçektir. İnsanların doğalarını değiştirmeye kalkışmadan
onları oldukları gibi görmek ve tüm insanları aynı öz’ün parçaları
olarak görmek, turuncu çakrayı temiz tutmanın güçlü bir anahta-
rıdır. Bu anahtar basit gibi gelir, ama pratikte öyle değildir.

158
Can Arif

Çocukken bir şeyi nasıl kibarca isteyeceğimizi ‘lütfen’ ve


‘teşekkür ederim ‘kelimeleriyle öğreniriz. Sevdiğimiz ya da se-
vindirmek istediğimiz kişileri kırmaktan kaçınmak için beyaz
yalanlar söylemeyi öğreniriz. Görgülü ve nazik davranmayı öğre-
niriz. Toplumsal ilişkileri nasıl sürdüreceğimizi öğreniriz vs. Tek
başına düşünülen bu öğrenimlerimiz günlük oyun içinde değer-
lidir. Ama bu şeyler ve yapay davranışlar, turuncu ışın açısından
yeterli değildir. Bu noktada karşımıza çıkan şey yargılamaktır.
Günlük oyun içinde insanları yargılamak mantıklı ve gerekli ge-
lirken, evrensel oyun açısından bunun hiçbir anlamı yoktur. Biz
birini yargıladığımızda turuncu ışın merkezini daraltmaya hatta
engellemeye sebep oluruz. O halde bizim yargılama alışkanlığı-
mıza dikkat etmemiz, ancak önce bunu yaptığımızı kabul etme-
miz gerekir. Gerçekten bir yargılayan olduğumuzu görüp kabul
ettiğimiz de, yargılamayan yanımızı dışa vurmayı seçebiliriz.
Bizim bazen sıkışmış ya da kapalı ilişkilerimiz vardır. Bunlar
arkadaş, sevgili, eş ya da aile üyeleriyle olan ilişkilerimiz olabilir.
Bu tip bir ilişki içinde karşımızdaki insanın çok basit bir özelliği
ya da davranış biçimi bizi kızdırabilir ve biz onu yanlış bir algı-
lamanın sonucunda tümüyle kabul edilemez bir hale getirebili-
riz. Bu bir yemek yeme şekli ya da konuşma biçimi olabileceği
gibi, çok basit bazı alışkanlıklar da olabilir ve aslında genelde de
öyledir. Ancak böyle basit şeyleri büyütmek ve ilişkiyi bunlarla
daraltmak, aynı zamanda turuncu ışımayı da daraltmak anlamı-
na gelir. Bir ilişki içerisinde gerçek anahtar, her varlığı bütünden
koparılmış ayrı bir çiçekten daha fazla, tek ve bir (tüm) güzelli-
ğin nadide bir çiçeği olarak görmektir.
Turuncu merkez açısından, sevmekte zorlandığımız insanla-
rı bir süre için seviyormuş gibi davranmak son derece faydalıdır.
Duygularımızın büyük bir bölümünü kendimiz yaratırız ve eğer

159
İlişkiler ve Denge

bir şeyi ya da birini seviyormuş gibi davranırsak, öyle yapmak


bir alışkanlık haline gelir. Ancak bubir çıkar için ya da durumu
geçiştirmek için rol takınmak değil, “gerçekten sevmek niyetiy-
le” bir süre için “seviyormuş” gibi yapmaktır. Bu, samimiyetsizlik
sapmasını da ortadan kaldıracaktır. Böyle bir yaklaşım ya da sev-
gi çağrısı, bir süre sonra hem bizim kalbimizi genişletir, hem de
karşımızdaki insanın bundan pozitif etkilenmesini sağlar. Sebep
şudur ki bir oyuncu sevgi istediğinde, sevgi akar ve sevgi öğretir.
Biz sadece sevginin akışını seviyormuş gibi davranarak başlat-
mak zorundayız. Bu, oyunu evrensel bir yaklaşımla oynamanın
basit bir yoludur.
Sevme alışkanlığı diğer herhangi bir alışkanlık gibidir. Psi-
kologlar bize bir alışkanlığı edinmenin yaklaşık üç haftada oldu-
ğunu söylüyor. Ve bir alışkanlığı yenmek ya da farklı bir alışkan-
lıkla değiştirmek uzun bir zaman alıyor. Oyuncular olarak sev-
giyi çağırmakla bezdirici sorunları hafifletir, insanlarla çok daha
pozitif ilişkiler içinde olabiliriz. Böylece niyet edilen ve istenen
sevgi, eninde sonunda artık herhangi basit bir davranışını takıntı
haline getirdiğiniz birinin o davranışına gülümsemenize neden
olur. Ve bu gülümseyiş, gündelik yaşam açısından önemsiz gibi
gözükse de, aslında bizim turuncu ışımamızdır.
Bıktığımızda, rahatsız olduğumuzda ya da kişisel duygu-
larımız kötüleştiğinde, enerji bedenlerimizin turuncu ışını da
daralır. Eğer gerçekten üzgünsek, tamamen kapanabilir. Bazı
duygusal karmaşalar hem zihnimizi hem de kişisel gücümüzü
mahveder. Bazı olumsuz düşüncelerin etkisi altında iyi ve olum-
lu seçimler yapamadığımızdan, kendimizi evrensel oyun açıdan
zor bir duruma sokarız. Oysa başkalarına hizmet etme görüşüy-
le sevgiyi çağırdığımızda ve ilişkilere bu şekilde yaklaştığımızda,
bazı duygusal karmaşalar düzelmeye ve dengelenmeye başlar. Bu

160
Can Arif

şekilde turuncu ışının önü açılır ve bu da bizim sevgiyi daha ra-


hat ifade etmemizi sağlar. İyi bir oyuncu olarak bizim önde gelen
düşüncemiz diğer insanlara sevgiyle hizmet etmek olduğunda,
bu gerçekten büyük bir değişime ve dönüşüme neden olur.
İnsanlarla etkileşim ve iletişim, yaşamın her noktasında var-
dır ve biz çoğu zaman hiç tanımadığımız insanlarla yan yana geli-
riz. Eğer bir insanla etkileşime geçtiğimiz sırada bize doğru akan
negatif bir enerji hissediyorsak, birkaç basit teknik yoluyla bizim
için güvenli alan yaratan enerji bedenlerimizi temiz tutabiliriz.
Eğer sorunlu ve kaba bir müşteri ya da enerji çeken bir tanıdıkla
uğraşıyorsak, kendimizi sıkışmış ya da rahatsız hissederiz. Ama-
böyle durumlarda, ruhsal açıdan kendimizi birkaç dakika koru-
maya alabiliriz. Saçlarımızı düzeltiyormuş gibi yapabiliriz. Boş
olan elimizle başımızı sıvazlayabiliriz. Sonra omuzlarımızdan
tüyleri temizleyebiliriz ve sarkan kıyafetlerimizi düzeltiyormuş
gibi ellerimizle bedenimizi temizleyebiliriz. Böylece enerji be-
denimizi ya da auramızı temiz tutmuş oluruz. Ya da ayaklarımızı
yan yana koyabilir ve ellerimizi sıkı sıkı tutabilir, iki elimizin ve
iki ayağımızın hareketine son verebiliriz. Otururken bunu yap-
mak daha kolay olsa da, ayaktayken bile bu sayede enerji beden-
lerimizi etkili bir şekilde koruyabiliriz. Bunu yaptığımızda biz
kendimiz için güvenli bir alan yaratırız. Ruhsal boşluğumuzu
tanımlarız ve diğer insanlardan gelen bizim hissettiğimiz zehirli
titreşimlerden kendimiz koruruz. Ancak bunu yaparken, diğer
insanı kalbimizden ayırmadan ve ruh seviyesinde o insanın de-
ğerini unutmadan bunu yaparız. Burada biz sadece oyun açısın-
dan sınırlar koyarak kendimizi korur ve onurlandırırız.
Yakın düzeyde birebir ilişki içinde olduğumuz insanlar ge-
nellikle bizim karmik programımızın bir parçasıdır. Bu yüzden
bu insanlarla olan ilişkilerimizdeki uyum ve denge çok önemli-

161
İlişkiler ve Denge

dir. Bu ilişkilere karmik programlar ve dersler açısından bakmak


iyi bir oyuncunun her zaman yapacağı şeydir. Bu ilişkiler içinde
karşımızdaki insanı yargılamadan affetmeye hazır olmak turun-
cu ışın merkezinde bizi rahatlatır ve yukarı doğru akışın önünü
açar. Biz affetmek yoluyla negatif karmalarımızı da temizleriz.
Zihinsel olarak ilişkiler üzerine harcanan enerji, turuncu
ışın açısından oldukça büyük bir kayıptır. Bir ilişkiyi ele almak,
üzerinde düşünmek ve dengelemek ilerleyen bir oyuncu için ge-
reklidir. Ancak zihnin dönme dolabına binerek sorunları sürekli
biçimde kafamızın içinde çevirip durmak turuncu ışında ciddi
bir kayıptır. Turuncu merkezde enerji sonsuz değildir ve aşırı
sarfiyat, yaşam enerjilerimizi tüketerek hastalığa neden olur. Bu
ilişkiler içinde sürekli olarak almakla ilgilenmek yerine kendimi-
zi sevmeye ve koşulsuz verişe odakladığımızda enerji akışımızı
yeterince açık ve temiz tutmuş oluruz.

Turuncu Işın İlişkilerinde Dikkat Dağılmaları


İyi bir oyuncu olmak ve ilerlemek için hepimizin kendimizi ince-
lemeye ve boş zamana ihtiyacımız var. Ancak içinde olduğumuz
dünya, ilgiyi başka yere çeken ve bizi kendimize ve diğer insanla-
ra karşı duyarsız hale getiren bir sistemdir. Bu sistem içinde biz,
özellikle teknolojinin bize sunduğu pek çok araçla vakit geçirir-
ken, hem kendimizi incelemeyi hem de diğer insanlarla yeterin-
ce ilişki içinde olmayı unuturuz.
Turuncu ışında kendimizle ve diğer insanlarla ilişki içinde
olmak kaçınılmazdır. Biz bu alanda ilgimizi ve dikkatimizi zihin
oyalayıcı şeylere yönelttiğimizde, turuncu ışın açısından kendi-
mizi kısıtlamış oluruz. Hepimizin öncelikle kendimizi tanımaya
ve sevmeye ihtiyacımız var. Fakat kendini incelemek için yeterli
zamanı olmayan insanlar açısından bu mümkün olmaz.

162
Can Arif

Kendimizle olan turuncu ışın ilişkisi içinde nitelikli zaman


geçirmenin ve dikkatin büyük önemi vardır. Biz herhangi bir ka-
talizör ortaya çıktığı anda tam da kendi benliğimizi inceleyecek-
ken, bu durum bize sıkıcı gelir ve durumdan kaçmak için hemen
televizyonun ya da internetin başına geçer, bilgisayarda oyun
oynar, porno film izler ya da alışverişe çıkarız. Özellikle seks, ku-
mar, internet, alkol ve alışveriş gibi kaçış seçenekleri, zorlayıcı
durumlarla karşılaştığımızda devreye giren uyutucu araçlardır.
Ben de bekarlığım boyunca bu seçenekler içinden cinselliği kul-
landım ve kendi zorlayıcı katalizörlerimle baş etmenin verdiği
acıyla bunu yaparken, aslında nasıl uyuduğumu çok sonra anla-
yacaktım.
Hepimizin kendimizle yüzleşecek cesarete ve güce ihtiya-
cımız var. Olaylardan kaçmak görünürde basit bir çözüm gibi
görünebilir ve bizi rahatlatabilir. Ancak halının altına süpürülen
ve üzerinde çalışılmayan her durum bir sonraki sorunun da kay-
nağı olacaktır. Biz her durum ve olay içinde kendimizle nitelikli
zaman geçirmeyi öğrendikçe, daha fazla şifalandığımızı ve daha
fazla dengede olduğumuzu anlarız. Nitelikli zaman, dikkatimi-
zi ve algımızı dağıtmamak üzerine kurulu, sadece kendimize
ayırdığımız özel zamandır. Bu zamanlarda biz turuncu merkez-
de kendimizle baş başayızdır ve bu tamamiyle kendi kendimize
yaptığımız bir meydan okumadır.
Turuncu merkezin ikili ilişkileri de tıpkı kendimizle olduğu
gibi nitelikli zaman ister. Burada da incelemeye, düşünmeye, an-
lamaya, kabul etmeye ve affetmeye ihtiyacımız vardır. Evliyizdir
ve eşimizle koca bir iş gününün sonunda akşam bir araya geli-
riz. Ancak bizim vazgeçilmez bir ev arkadaşımız vardır ve onun
adı televizyondur. Televizyon açıkken biz birbirimizle nitelikli
zaman geçirdiğimizi ya da gerçekten konuştuğumuz zannedebi-

163
İlişkiler ve Denge

liriz. Ama bu doğru değildir. Gözler ve kulaklar yoluyla ilgimiz


başka bir noktaya kaydığında, biz artık gerçek ve nitelikli bir ile-
tişim içinde değilizdir.
İletişim araçları ve daha küçük rekabete dayanan oyunlar
ve zihni oyalayıp ilgiyi başka yöne çeken diğer şeyler, negatif
bir bağlamda insanları hareketsiz tutarak, turuncu ışın faaliyeti-
ni azaltırlar. Televizyon, internet, akıllı telefon ya da her hangi
bir oyun aracı bizi turuncu merkezde kısıtlayan ve ihtiyacımız
olan nitelikli zamanı bizden çalan hırsızlardır. Bu da yeşil ışının
faaliyete geçirilme olasılığını azaltır. Oysa yaşamlarımızı kolay-
laştıran araçlar dengeli kullanıldıklarında yararlıdırlar. Ama ha-
yatlarımızı ele geçirdiklerinde, verdikleri zararın ne kadar ağır
olduğunu kabul etmeliyiz. Turuncu ışın kapalı olduğunda, biz
kalbe giden yolu tıkadığımızı bilmeliyiz.
Diğer yandan çocuklarımızla ilişkilerimizde de dikkat dağıl-
maları önemli bir sorundur. Bizler galiba gerçek bir bebek ba-
kıcısı olarak televizyonu seçtik. Bebeklerimize televizyon karşı-
sında yemek yedirir, onları televizyonla oyalarız. Çocuklarımızla
doğrudan ilişki kurabileceğimiz pek çok nitelikli şey olmasına
rağmen, biz çocuklarımızın televizyon tarafından büyütülmesi-
ne izin veririz. Televizyonlar ve sonu gelmez oyuncaklar yoluyla
çocuklarımızla ilgilendiğimizi sanır, ancak onlarla en temel dü-
zeyde olması gereken turuncu faaliyetimizi sınırlanırız. Hatta
pikniğe gider ama çocuklarımızın eline akıllı telefon ya da i-pad
veririz.
Çocuklar söz konusu olduğunda rekabete dayalı oyunlar ya
da savaş oyunları gibi şeyler son derece tehlikelidir. Bunlar ka-
zanma hırsı dediğimiz sapmayı tetikleyen ve turuncu merkezde
negatif güç kazanma eğilimi yaratan tuzaklardır. Benim tavsiyem,
çocuklarımızı şiddet ve rekabet içeren her şeyden uzak tutmaktır.

164
Can Arif

Turuncu merkezde dikkat dağıtıcı birçok şey vardır. Yemek


yerken yaptığımız sohbetler ya da çocuğumuza yemek yedirdi-
ğimiz sırada ona sorduğumuz masum sorular, bizlerin farkında
olmadığımız dikkat dağılmalarıdır. Turuncu ışıma açısından dik-
kat etmemiz gereken iki şey; kendimizle ve ikili ilişkilerimiz için-
de zaman geçirirken bunun nitelikli olması ve her ne yapıyorsak,
bunun başka bir şey tarafından bölünmemesidir.

Turuncu Işın Cinselliği


Cinsel ilişkilerimizin oyunu boyunca turuncu ışın merkezleri-
mizi açık tutmak bilinçli ve ilerlemiş bir oyuncu olmanın teme-
lidir. Fakat bu iş herhangi bir insan için kolay değildir. Turuncu
ışın cinselliğinin açık kalması çok büyük bir meydan okumadır
ve insanlık kültürünün cinsellik konusundaki tüm kökleşmiş an-
layışlarının sorgulanması demektir.
Tüm insanlık tarihinin kadim kayıtları ve günümüzdeki te-
levizyon, internet ve sinema gibi iletişim araçları bizim cinselliği
nasıl yaşayacağımız konusunda fikirler verirler. Ancak bunların
birçoğu turuncu ışını kapatan özelliktedir. Özellikle pornografi,
sevgisiz seksin turuncu ışını kapatan yanıdır. Oysa bizim amacı-
mız turuncu ışın çakralarımızı temiz ve açık tutmaktır.
Bu devrin insanları nadiren de olsa cinsellikle ilgili yargısız
ve olumlu düşünmeye başladıklarında, kendi cinsel doğalarına
da nüfuz edebilirler. Ancak bizim cinsel deneyimlerimizin sıklı-
ğı ve bunun turuncu merkezde açık biçimde yaşanması pek çok
şeyden etkilenir. Bunların çoğu, çocukluk çağlarımız dahil ol-
mak üzere başkalarının bizi kullanmalarından, baskı uygulama-
larından ve duygularımızı kötüye kullanmalarından kaynaklanan
birçok duygusal ve fiziksel olayla yüklüdür. Bunlar turuncu mer-
kezin ikili ilişkilerinin sonuçlarıdır. Bu nedenle eğer mükemmel

165
İlişkiler ve Denge

bir şekilde olağan bir seks hayatınız varsa, son derece şanslısınız
demektir.
Dünya insanlığı içinde pek çok kültür, cinsel enerjiyi ayıp-
layan ve suçlayan bir anlayışı besleyip büyütmüştür. Pek çok ka-
ranlık anlayış, insanları kontrol etmek için cinselliği kullanmış ve
tıpkı din olgusunda olduğu gibi onu da çeşitli kavramların içine
hapsetmiş ve manipüle etmiştir. Böyleceinsanlar kendi cinsellik-
lerine utangaç ve yabansı, arzularını bastıran ya da görmezden
gelen, diğer insanların cinselliklerini yargılayan ve suçlayan bi-
reyler haline gelmişlerdir.
Enerji merkezleri açısından cinselliğin doğru anlaşılması,
onun yaşanmasından çok daha önemlidir. Eğer bir varlık cin-
sel alanda çalışacaksa, önce kök merkezde bu enerjiyi doğru
anlaması gerekir. Bu işin temelidir. Bunu başaran bir insan,
cinselliğin en kritik ve zorlayıcı alanına gelir ki o da turuncu
ışın alanıdır. Burası tüm anlayışların çok daha evrensel bir ba-
kış açısıyla ele alınması gereken bir alandır ve ciddi anlamda
dikkat ve uyanıklık gerektirir. Bizler bu alanda doğru anlaşıl-
mayan cinselliğin ne gibi sonuçlar doğurduğunu bugün kendi
yaşantılarımız ve diğer insanların yaşantıları içinde görebiliriz.
Turuncu ışında yanlış anlaşılan cinsellik, erkek egemen bir kül-
türde erkeklerin kadınlar üzerinde uyguladıkları cinsel şiddet
ve kontrol olarak ortaya çıkmış ve buna karşın kadınların da
erkekler üzerinde manipüle edici bir cinselliği benimsemeleri-
ne neden olmuştur.
Bizlerin cinsel yaşamlarında, çarpıtılmış biçimindeki sahip
olma arzusu ve kaybetme korkusu fazlasıylaöne çıkmaktadır.
Acemi yaşlarda, ilerleyen yaşlarda ve evlilik ilişkileri esnasında
erkeklerin birlikte oldukları kadınlara bakışları, genellikle onla-
rı cinsel anlamda kontrol etmek ve sözde korumak üzerinedir.

166
Can Arif

Bu ikili ilişkileri tıkayan çok güçlü bir sapmadır. Aslında bu er-


keklerin savaşan dünyasıdır ve her erkek bir diğerinden korktu-
ğu için bunu yapmaktadır. Erkekler birbirlerinin bu konudaki
yaklaşımları bilmektedirler ve bunun altında yatan turuncu ışın
tıkanmasının bilinçaltı düzeyde farkındadırlar. Her erkek bir di-
ğerinden korkmakta, onu rakip olarak görmekte ve hemen her
erkek, birlikte olduğu kadının cinselliğini kendi mülkiyetinin bir
parçası olarak algılamaktadır. Böylece erkekler kadınları kontrol
etmekte başarısız olduklarında, sonuçları cinayete kadar varan
öfke ve şiddet patlamaları ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan evli
erkekler eğer eşlerinin çocuklarına iyi annelik yapmasından ve
kendi gündelik ihtiyaçlarına yardım etmesinden hoşnutsa, cinsel
ilgileri olmadan bile bu evliliği sürdürebilirler. Çünkü erkekler,
kendi cinsel arzularını yaşama özgürlüğüne genelde sahiptirler.
Bugün ortalama bir toplum hayatı içinde seks olgusu, sa-
dece basit bir haz ve zevk aracına dönüşmüş ve özellikle kadın
bedeninin aşırı istismar edildiği son derece negatif bir anlayış
ortaya çıkmıştır. Bu anlayış içinde artık kadın ve erkek bedenleri
sadece basit birer zevk aracıdır. Turuncu ışında kapalı olan bu
anlayış, garip bir performans sapmasını da öne çıkarmış ve iki
cinsin birbirlerine yaklaşımlarında önceliğin seks olduğu dar ve
sıkışmış bir eğilim yaratmıştır. Burada artık erkekler için önemli
olan tek şey ne kadar çok kadınla birlikte olduğu ve kadınlar için
önemli olan şey de birlikte olduğu erkeklerin yatak performans-
larıdır. Ve turuncu ışında sorunlu olan bu anlayış içinde sevgi
yoktur. Bu anlayış içinde, karşısındaki varlığı bir yaratan olarak
gören evrensel yaklaşım yoktur. Burada sadece zevkler ve hazlar
ve bunların giderilmesine aracı olan bedenler vardır. Burası artık
turuncu ışımanın negatife kaydığı alandır ve bu işin bir noktasın-
da artık her insan bir beden, bir nesne ya da bir maldır.

167
İlişkiler ve Denge

Yaratan tarafından bize verilen doğal ve içten gelen bir cin-


sellik vardır. Ancak erkekler genellikle kadınların doğal kırmızı
ışınına sahip değildirler ve hormonları faaliyete geçer geçmez
cinsel ilişkiyi bir hak olarak görürler. Ancak erkeklerdeki bu ek-
sik kırmızı ışın ve tıkalı turuncu ışın nedeniyle, kadınlar cinsel-
liklerini akıcı biçimde hissedemez ve yaşayamaz hale gelebilirler.
O bakımdan özellikle genç bayanlar için belki de sürekli bir ilişki
kurmak isteyen birine rast gelinceye dek işi biraz ağırdan almak
gerekebilir. Bu belki modern yaşam anlayışına ters düşebilir an-
cak bu tutum enerji bedeni koruyacaktır. Uygun bir eş, sevgi ve
saygıyla kurulan bir ilişki, turuncu ışın enerji merkezi açısından
gerçek bir hazinedir.
Turuncu ışın tıkanması yaşayan erkekler genellikle kadınları
cinsel bir obje olarak görürler. Ve bu erkekler için cinsel objele-
rin namusu yoktur. Bu yüzden, tavladıkları bayanlara saygı gös-
termek zorunda hissetmezler. Turuncu ışın tıkanmasında, cinsel
ilişkiyi büyük maymunların cinsel içgüdülerinin ötesine taşımak,
bir bayanın kalbini kazanmaya çalışmak ve cinsel ilişkiyi sevgiy-
le yaşamak için bir arzu yoktur. Ayrıca bazı erkekler sahiplenil-
mekten korktukları için cinsel ilişkilerinin bir gönül ilişkisiyle
sonuçlanmasını istemezler. Böylece bu erkeklerin kırmızı ışın ve
gelişmemiş turuncu ışın cinselliğinin ötesinde ilerleme arzula-
rı yoktur. Ve bir ömür boyu özel bir kadının eşi ya da arkadaşı
olmayı amaçlayan cinsellik fikri, erkeklerin son derece hareketli
dünyasında onlar için zordur. Bu hareketli yaşam turuncu ışın-
da engelleyicidir. Burada arzu asla sönmez ve bu arzu kadınları
kontrol etme ve etkileme çabaları içinde daha da büyür ve geli-
şir. Turuncu tıkanmanın kadınları ise, güzellik ve kurnazlıklarını
kullanarak yaptıkları duygusal şantajlar yoluyla erkekleri idare ve
kontrol etmeye çalışırlar. Erkekleri istenmeyen evlilik tuzağına

168
Can Arif

çekmeleri de yine aynı turuncu tıkanmanın bir sonucudur.


İçinde olduğumuz dünya’da özellikle erkeklerin cinsel yak-
laşımları, henüz bir erkekle deneyim yaşamamış dişi varlıkları en
başından olumsuz etkilemektedir. Çocukluk çağından itibaren
cinsellik anlayışı aşırı derecede sapmaya uğramış birçok erkek,
hormonlarının en güçlü olduğu ergenlik dönemlerinde son de-
rece yırtıcıdır ve ilerleyen yaşlarda bu yırtıcılık sahip olma ve
güç kullanma sapmalarına dönüşür. Tüm bu yaklaşımı gören ve
henüz hiçbir deneyim yaşamamış bir dişi varlık da haliyle bun-
lardan olumsuz etkilenir.
Turuncu ışıması çocukluk çağından itibaren kapanmış çoğu
erkek, bir kadınla birlikte olmayı yaşamının en önemli amaçla-
rından biri haline getirebilir ve bu yolda akla gelmez birçok şey
yapabilir. Toplum tarafından “bir erkek olmak” denen şeye yük-
lenen negatif anlam ve enerji, çoğu erkeği güç ve performans
kazanma yoluna itmiş ve bu da ortaya ciddi bir negatif sapma
çıkarmıştır. Fakat cinsel alandaki turuncu tıkanma kadınların da
sorunudur. Çocukluk çağlarından itibaren erkeklerin güç dün-
yasında kendi cinselliklerini ifade edememiş ve korkmuş, top-
lumsal dogmaların eziciliği altında kendi cinselliğinden utanmış
ve onu bastırmış bu insanlar, bir de bizim gibi toplumlara özgü
olan ve bir bekçi gibi sunulmuş sahte bir vicdan anlayışı yüzün-
den kendi deneyimlerinden suçluluk duymuş ve ciddi biçimde
turuncu ışın enerjilerini tıkamışlardır.
Kendi ergenlik dönemim boyunca birçok kız arkadaşımın
bir erkekle öpüştüklerinde dahi, “aileme karşı vicdan azabı du-
yuyorum” dediklerini hatırlıyorum. İşte bu tamamen sahte ve
gereksiz bir suçluluk duygusudur. Bu sahte duyguyu insanlık
bilincine ekenler, sevgi yolunda tekamül eden insanları henüz
kök çakrada ve ikinci çakrada tıkalı halde bırakmak ve kalp mer-

169
İlişkiler ve Denge

kezlerine giden yolu kapalı tutmak istemişlerdir. Bunlar insanlık


bilincine sızmış son derece sinsi ve eski tuzaklardır. Bu tuzak,
bugün bizim ülkemizde de yaşanan ve namus cinayetleri denilen
negatif sapmanın da nedenlerinden biridir. Bir kadını ve onun
bedenini kendi iradesi altına alan, onun doğal istekleri için ona
şiddet uygulayan ve bir kadını bir mal gibi sahiplenen her yakla-
şım turuncu ışın merkezindeki tıkanma ya da negatif sapmadır.
Şurası kesindir ki bastırılmış cinsel arzularını yaşamak konu-
sunda her insan ilerleyen yaşlarda büyük bir istek duyar. Ancak
sorunu yaratan bu istek değil, bunu yaşama yolu ve biçimidir.
Tecrübesiz ve son derece arzulu bu insanlar, bu güçlü arzularını
tatmin edebilmek için birçok yanlış yola başvurular ki bunların
tamamı turuncu ışın eksikliğidir. Bazı erkekler sırf cinsel ilişki-
ye girmek için bir kıza onu sevdiğini ya da onunla evleneceğini
söyleyerek onu kandırabilir ya da onu ayrılmakla tehdit edebi-
lir. Böylece genç bayanların sıklıkla moralleri bozulur ve erkek
arkadaşlarını ellerinde tutmak için onları tatmin etmek isterler.
Onlar romantik ilişkilerinin devam etmesi umuduyla seks yap-
mayı kabul ederler. Ama bu umut genellikle boşunadır. Bu tip
erkeklerin zaferi ilişkiye girmek olduğundan, bayanlar genellikle
onlar tarafından terk edilir ve bu durum genç bayanlar üzerin-
de travmatik bir biçimde turuncu ışın tıkanmasına neden olur.
Özellikle kendilerinin cinsellik için bir araç ya da obje olarak
kullanıldıklarını düşündüklerinde, bu tıkanma kaçınılmazdır.
Ve böylece bayanlar, av konumundan avcı konumuna geçerek
başkamtipte manipülasyonları uygulanmaya koyarlar. Onların
turuncu ışın tıkanması genellikle bedensel güzelliklerini erkek-
leri kontrol etmekte ve yönetmekte kullanmak ya da erkeklerin
zaten son derece güçlü olan cinsel isteklerini en yüksek noktaya
çıkaracak kadar onları manipüle ederek arkalarını dönüp git-

170
Can Arif

mektir. Ancak bu büyük bir yanılgıdır ve zaten turuncu merkez-


de tıkalı olan erkekleri daha da azdırmaktan ve onları aşırı uçlara
çekmekten başka bir işe yaramaz.
Kök çakranın kırmızı ışın cinselliğinde olan şey, varlıkların
özgürce ve zorlamasız, karşılıklı isteyerek bir cinsel ilişkiyi dene-
yimlemeleridir. Olgun erkekler bu açıdan sadık ve uzun ömürlü
bir ilişkiyi tercih ederler. Fakat olgun olmayan erkeklerin azgın-
lık dönemdeki son derece güçlü cinsel arzuları, onları, ahlak ku-
ralları nedeniyle oluşan cehalet ve mümkün olduğunca çok ba-
yanla ilişkiye girme isteği gibi şeyler yüzünden cinsel tecavüze
ve istismara kadar götürür. Bu elbette kırmızı ışının cinsel arzusu
değildir. Sağlıklı bir kırmızı ışın cinselliği, kendi içinde güzellik
taşır. Ama tecavüz birinin başkası üstünde güç uygulamasıdır.
Bu son derece ciddi bir turuncu ışın tıkanmasıdır ve negatif sap-
madır. Bir insanı bu noktaya götüren şey, kök çakrada bastırılmış
cinsellik ve turuncu ışında yaşanan tıkanmaların yarattığı aşırı
cinsel iştahtır. Tabi bunu yapan insanın, atalarından gelen gene-
tik mirasın içindeki fantezileri bilinçaltı düzeyde gerçekleştirme
isteğini de göz ardı edemeyiz.
Cinsel istismar ve aile içi cinsel istismar son derece yaygın
olan bir turuncu ışın tıkanmasıdır. Özellikle aile içi cinsel is-
tismar, araştırmalar gösteriyor ki maalesef çok yaygındır ve bu
son derece travmatik bir sapmadır. Bu durumda anne ve oğul ile
baba ve kız arasındaki derin ruhsal ve duygusal bağlara dikkat
etmek gerekir. Çünkü yasaklanmış cinsel arzuların gücü, aşırı
derecede duygusal ve ruhsal bağlılığın kaynağında olabilir ve
yardım olmadan bu durumu aşmak zor olabilir. Bu türün zehirli
bağımlılığı çok hızlı bir şekilde turuncu ışını kapatabilir.
Bastırılmış cinsel enerji öyle güçlü ve zorlayıcıdır ki pek
çok cinsel şiddet girişimi ve sapkınlık, bu bastırılmış enerjinin

171
İlişkiler ve Denge

kendine özgürce akacağı bir yol bulmak için gösterdiği çabanın


sonucudur. O yüzden burada bir kez daha ifade etmek isterim
ki duyguları ve arzuları bastırmak asla doğru bir yöntem değil-
dir. İyi birer oyuncu olma yolunda olan bizler duygularımıza ve
arzularımız saygı göstermek, onlara kulak vermek ve onları his-
setmeye açık olmak zorundayız. Yaşamak ya da yaşamamak bir
tercihtir ve merkezi derecede önemli değildir. Önemli olan bir
duygularımızla ve arzularımızla kendi içimizde ne yaptığımızdır.
Diğer yandan birçok insan henüz çocuk yaşta cinsel istisma-
ra uğrayabilmektedir. Bu istismarın meydana getirdiği travmatik
durum turuncu ışımayı ciddi biçimde tıkamakta ve azaltmakta-
dır. Ancak bu, bilinçli bir oyuncu için çözümsüz bir durum de-
ğildir. Bize cinsel istismarda ya da cinsel şiddette bulunan insan-
ları affederek biz bu travmayı iyileştirebilir ve turuncu ışımanın
önündeki ciddi bir engeli kaldırabiliriz. Bu ilk başta imkansız ya
da zor gelir. Ama eğer biz oyunu evrensel bir anlayış içinde oyna-
yacaksak, bunu yapabilmemiz gerekir ve bu yapılabilir. Zor olsa
da yapılabilir.
Carla Rueckert yedi yaşında dört erkeğin tecavüzüne uğra-
dı. Her ne kadar bunu yapan çocuklar henüz yedi ila on yaşları
arasında olsalar ve onun fiziksel bedenine girmeseler de, onu
bağlayarak ve soyarak ve onun bedeni üzerinde oyunlar oynaya-
rak onu aşağıladırlar ve bir biçimde onun varlığına tecavüz etmiş
oldular. Fakat Carla, tüm bunlar için bu varlıkları çoktan affetti-
ğini söylüyor. Çünkü biz bu oyunu ya dünya gözlüğüyle oynarız,
ya da evrensel gözlükle. İkisi arasındaki sıkışmışlık elbette uyanış
süreci içinde doğaldır. Ancak sabır gerekir. Niyetlerimizi daima
evrensel bir anlayışla seslendirmemiz ve iradelerimizi bu yönde
kullanmamız gerekir.
Evrensel bir bakış açısı içinde görülebilir ki bu cinnet halin-

172
Can Arif

deki dünyada cinsellikle ilgili suçlamaların kimseye yararı yok-


tur. İnsanlık kültürü binlerce yıldır bu konuyu yanlış anlamış ve
bu anlayış genetik miraslar yoluyla da pekişmiştir. Her ne kadar
cinsel istismar ya da tecavüz son derece ağır olsa da, bizim ama-
cımız evrensel sevgiyi geliştirmek ve buradan mezun olmaktır.
Bu yüzden affetmek bizim için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Bizler pek çok nedenle tıkalı olan turuncu ışınlarımızı, cin-
sel anlayışlarımızı dürüstçe görerek, kabul ederek ve değişmesi
gerekenlerin değişmesi için niyet edip irade göstererek işlevsel
hale getirebiliriz. Biz cinsel olarak yaşadığımız istismarlar için
kendimizi ve diğer insanları affederek, bu kadar yüzeysel ve yan-
lış anlama içinde olduğu için kültürümüzü affederek ve gözleri-
mizin ve hayallerimizin önünde cinsel imgeleri sürekli sergile-
yen kitle iletişim araçlarını affederek, turuncu ışımamız için son
derece yararlı bir şey yapabiliriz.
Affetmek turuncu ışını temizlemenin anahtarıdır. Bunu
hem kendimizle ilişkilerimiz hem de birebir ilişkilerimiz açısın-
dan yapmalıyız. Turuncu ışın çakralarımızı temiz tutmak için af-
fetmeye dair bu acı gerçeği hatırlatmak son derece yardım eder.
Biz affetmeyi istemeyebiliriz. Hatta uç noktalara kadar arzuları-
mızı ve öfkemizi bilemek isteyebiliriz. Ama bu tutum bizi denge
ve pozitif kutuplaşma adına oyuna getirir. Oysa affetmenin gücü
muazzamdır ve biz, bizi üzen insanları ve durumları affedebiliriz.
Burada affetmekte beklenen şey şudur ki bizi yaralayan insanlar
genellikle ne yaptıklarını bilmiyorlardır ve biz bu bilinçsizliği af-
federek bu varlıkları ve Yaratan’ı onurlandırmış oluruz. Bunu, bir
evrensel oyuncu olarak aslında yalnızca sevginin kendisi için ya-
parız. Ve şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, hiç birimiz en azından
uzun bir süre için ilişkilerimizdeki hareketlerimizin etkisi bilme-
yiz. Kalp kırmaktaki ve iyileştirmekteki gücümüzün farkında de-

173
İlişkiler ve Denge

ğiliz. Ve hemen hepimiz, uzun bir süre için bilinçli değiliz. O ba-
kımdan kendimizi ve başkalarını affetmek, enerji bedenlerimizi
temiz tutmaya fazlasıyla yardım eder ve kalbimize doğru akan
enerjiye izin verir.
Biz aşık olduğumuzda auralarımızı birbirine karıştırırız.
Bazı kişisel durumlarda güvende kalmak için gerçekten eşimi-
ze güvenmeye ve onun için sevgi ve saygı duyguları beslemeye
ihtiyacımız vardır. Bir erkek ve bir bayan birbirleri için güvenli
bir cinsel barınak yaratabildiklerinde bunun gerçekten bir lütuf
olduğunu görebiliriz. Bunu başarmak güç olsa da, sevginin gücü
bunu başarabilir. Ancak eşimizi aldatmak maalesef kitlesel bir
alışkanlık olarak oldukça normalleşmiş görünmektedir. Fakat
çoğu turuncu ışın tıkanması olan bu seçim, her ne kadar özgür
ve çekici bir seçim olsa da, aslında pek çok kaybı da içinde ta-
şımaktadır. Özellikle dürüstlük anlamındaki kayıp, bu yoğunluk
derecesinden mezun olmak için ihtiyacımız olan mavi enerji
merkezini tıkamaktadır. O bakımdan sevginin gücüne inanmak
ve bazı şeyleri sevginin sonsuz kazanında eritmek gerekir.
Tüm bu konuştuklarımız insanlık kültürümüzün mevcut
durumlarıdır. Bu kültür çok hareketlidir ve turuncu ışında tıkan-
mıştır. Bu şu anlama gelir ki yaşam oyuncuları olarak turuncu
ışın enerji merkezlerini temiz tutmak için her gün ‘Matrix’den
esen sabit bir rüzgarla karşı karşıyayız. İşte bu gerçek anlamda
bir meydan okumadır ve bunu görmek gerekir.

Turuncu Işın ve Doğa


Turuncu ışın bedeni, biz henüz anne karnına enkarne olmadan
önceki bedenlerdir. Bu beden, evrensel turuncu ışın dünyasının,
ikinci yoğunluk dünyasının ve doğanın bir parçasıdır; yani bitki-
lerin ve hayvanların dünyasının.

174
Can Arif

Bedenlerimiz ile doğanın uyumu enerji bedenlerimiz açısın-


dan son derece önemlidir. Biz bu beden içindeyken çevresel dünya
ve doğayla olan uyumlu anlarımız, enerji bedenlerimizin nelerle
uyumlu olup olmadığı konusunda bize daha fazla iç-görü kazandı-
rır. Bizler turuncu ışın çakralarımızı temiz tutmaya çalışırken, bu,
fiziksel bedenlerimizin turuncu ışınını anlamaya da yardım eder.
Birçoğumuz doğada egzersiz yapmaktan haz alırız. Yürürüz
ya da koşarız. Bisiklete bineriz ve yüzeriz. Bahçe ve toprak işle-
riyle uğraşırız. Bir ağaca yaslanır ve onunla konuşuruz. Ya da Gü-
neş’ uzanırız. Ve tüm bunları yaparken kendimizi hayvanların,
ağaçların ve doğal olan her şeyin uyumu içinde ifade ederken bu-
labiliriz. Böylece doğal elemetlerle temas etmenin kök çakradaki
pozitif etksini, doğada olarak turuncu çakraya doğru genişletiriz.
Bunların hepsi, bilinçli bir şekilde dünya ile bağlantı kurmanın
yoludur.Biz dünyaya her ne ile bağlanırsak, enerji bedenlerimiz
açısından bunun bir şifa olduğunu bilmeliyiz. Turuncu ışın, her
şeyde birliğin bilgisini ve Yaratan’ın her yerdeki ahengini beden-
lerimiz için taşır ve korur. Örneğin yerli Amerikanlar gibi kültür-
ler doğadaki birliğin, uyumun ve dengenin farkındadırlar. Onlar
kabileleri içinde hayvan totemlerine sahiptir ve her kabile üyesi-
nin de bireysel totemleri vardır. Çünkü büyük çoğunluğumuz bir
hayvan geçmişine sahibiz ve kendimizi yakın hissettiğimiz hay-
vanlarla ilişki içinde olmak turuncu ışının iç-güdüsel dünyasın-
da kendimizi topraklamamıza yardım eder. Turuncu ışın çevresi
içinde enerji bedenlerimizi topraklamak çok derin seviyelerde
bizi rahat ettirir ve o derin seviyede, daha çok doğaya aitizdir.

Turuncu Işında Sorumluluk


Turuncu merkezin açık kalması için kendimizi affetmemiz ne
kadar gerekliyse, yaşadığımız her şey için sorumluluk almamız
da o kadar gereklidir.
175
İlişkiler ve Denge

Kitabın birinci bölümünde söylediğimiz gibi bizler kök aile,


eş, sevgili, arkadaş ya da düşman konumunda ilişki içinde olaca-
ğımız varlıkları ve ortaya sevgi dersleri adına bir iş çıkaracağımız
tüm katalizörleri kendimiz seçeriz. Dolayısıyla her varlık bu se-
çimlerinden ve bunların günlük yaşam içindeki yansımalarından
sorumludur. Bu sorumluluğu bilinçli olarak almak, turuncu ışın
merkezinde kendimizle olan ilişkilerimizin uyum ve dengesi
açısından son derece önemlidir. İlişkilerimizve deneyimlerimiz
her ne kadar zorlayıcı olsa da, bunların kendi seçimlerimizin bir
parçası olduğunu bilmek ve kabul etmek, turuncu ışın açısından
özgürlüktür.
Elbette insanın acı çekmek üzere bir programlama yaptığı-
na inanması zordur. Ancak hepimizin doğarken içine girdiğimiz
unutma ya da perdeleme sürecinin etkisi altında olduğumuzu
anlamamız gerekir. Bizler metafizik tarafta seçimlerimizi yapar-
kenruhsal tekamül süreçlerinin tümüyle farkındayız ve ne kadarı
gerekiyorsa o kadarını seçeriz. Daha azını ya da daha kolay ola-
nı değil, gerekli olanı seçeriz. Bizler birer kurban değiliz. Bizler
özgür seçim hakkına sahip olan varlıklarız. Bizlerin sorumluluk
alması, kendimizle iç barışımız açısından kaçınılmaz bir ihtiyaç-
tır. Bu ihtiyaç içinde, ilerlemiş ve bilinçli oyuncular için olayları,
durumları ve insanlarısuçlamanın uygun bir yaklaşım olmadığı
açıktır.
Bizler ilişkilerimizde kendimize ve başkalarına meydan
okurken, evrensel oyuncular olarak meydan okumaları incele-
meye ihtiyacımız var. Ne olduğu ve nasıl hissettiğimiz üzerinde
berrak bir anlayışla düşünmeye ihtiyacımız var. Başarmak için
kendimize sorabiliriz; neden bu katalizörü seçtim?Eğer cevabı
kendi yaşam algılamamız içinde bulamıyorsak, o zaman bir me-
ditasyon öncesinde bu soruyu içtenlikle sorar ve sessizliğe gömü-

176
Can Arif

lürüz. Cevabın geleceğinden emin bir inanç içinde, bu cevabın


mutlaka geleceğini biliriz. Yaşamın gürültüsü içinde alınamayan
cevaplar için meditasyonun sessiz gücü son derece kullanışlıdır.
Katalizör konusu oldukça önemli ve geniş bir konudur. Bu
konuyu birinci kitapta ayrıntılı biçimde incelemiştik. Orada da
söylemeye çalıştığımız gibi, hepimiz katalizörlerin tekrarlayan
doğasına sahibiz. Yaşam deneyimlerimiz içinde katalizörlerin
işaret ettiklerini daha fazla gördükçe ve bu süreçte daha fazla so-
rumluluk aldıkça, bizler artık katalizörlerin zorlayıcı ve tekrarla-
yıcı doğalarını da daha az deneyimleriz.
Duygularımızı inciten şeyleri hissettiğimizde oyuncular
olarak biraz durmaya ve anında karşılık vermekten kaçınmaya
ihtiyacımız vardır. Bu anlarda,yakınlarımızın desteğine ve pay-
laşmaya ihtiyaç duyarız. Acı ve keder dolu, depresyona eğilimli
anlarımızda enerjimiz daralır ve acı, kök çakra düzeyinde bir tı-
kanmaya neden olur. İşte o anlara biraz yavaşlayarak ve paylaşa-
rak anlarız ki durum genellikle bizimle ilgilidir, başkalarıyla de-
ğil. Eşimizin ya da arkadaşımızın bizi incittiğini düşündüğümüz
anlarda, duruma sorumluluk alarak bakmaya ihtiyacımız vardır.
Fakat bu her şeyi üzerine alan saçma bir yaklaşım değildir. Bu
her şeyin içinde birlikte-yaratan olarak taşıdığımız sorumluluğu
görmektir.
Herkesin iyi ve kötü günleri vardır. Akışta çaba harcama-
dığımız zamanlar ve akıştan koptuğumuz zamanlar vardır. İyi
zamanlar bizimle olduğunda sevinebiliriz. Kötü zamanlar geldi-
ğinde, duygusal yönden konuşmaya, rahatlamaya ve bilinçli bir
şekilde kendimizi sevmeye ihtiyaç duyarız ve bunu kederlerimizi
paylaştığımız bir aileye, sevgiliye, arkadaşa ve eşe sahipken yapa-
rız. Hepimiz Bir’iz ve her şey Bir’dir. İyi anlar, kötü anlar oyunun
gereğidir. Hiçbirini kapı dışarı edemeyiz. Bunların hepsi, sevinç-

177
İlişkiler ve Denge

te ve kederde bize bizi işaret eden katalizörlerdir ve biz bunların


tamamından sorumluyuz. Tabi kizor bir dünyada ve zor bir titre-
şim düzeyinde yaşıyoruz.Ama hepsi geride kalacak. Şimdi bize
gerekli olan sorumluluk alarak ilerlemek ve her şeyin içinde olan
tek-sevgiyi görmektir.
Her günün sonunda, ilişkilerimiz bakımından düşünceleri-
mizi ve duygularımız gözden geçirmek için içimizde yardımse-
ver bir şeyi ve dışımızda yardımsever insanları bulabiliriz. Mer-
hametle bu duyguları ve hisleri değerlendirebilir ve uyum içinde,
sevgi düşüncesi içinde şifalanmak ve turuncu ışın çakralarımızı
temiz tutmak için niyet edebiliriz.
Bilgi bize güç verir. Anlayış bilgelik katar. Sorumluluk ise
bize içsel barış ve uyum sağlar. Bizler sorumluluk alarak kabulde
kaldığımız her an sihirli bir şey yaparız. Bu anlar, bizim evrenle
uyum ve denge içinde olduğumuz anlardır. Bu anlar, neden bu-
rada olduğumuzu hissettiğimiz anlardır.

178
III

Sarı Işın Çakrası ve İlişkiler

Sarı Işın ve Kök Aile


Sarı ışın katına ait illüzyon, kitabın sunuş bölümünde de ifade et-
tiğimiz gibi, ailelerin ve arkadaşlıkların ve daha genel olarak iliş-
kilerin içinde öğrenmek için son derece çekici ve anlamlı bir ta-
sarıdır. Bu açıdan her ilişkiyi sevginin verilişi ve alınışı açısından
hazırlanmış dersler olarak görebiliriz. Bizler kalp merkezinden
üst enerji merkezlerine ve mezuniyete doğru ilerlerken, çoğu alt
çakralara ait olan bu dersleri incelemek ve bu enerjilerle çalış-
mak bizim için herhangi bir bilim dalını incelemekten çok daha
gereklidir. Bunlar esasa ait faaliyetlerdir ve bunlar bizim sevgi
derslerimizdir.
Sarı ışın enerji merkezi, sevgi derslerini öğrendiğimiz bu
dünya’nın ve buyaşamın merkezidir. Kök çakra ve boğaz çakrası
gibi, bu çakra da ana enerji merkezlerinden biridir ve mezuni-
yetimiz açısından son derece önemlidir. Bilinçli bir oyuncu için
üst enerji merkezinin aşırı faaliyetinden çok daha önemli olan
şey, bu merkezdeki esasa ait ilişkilerdir. Bunlar kök ailelerimizle,
evlilik ve iş ailelerimizle olan ilişkilerimizdir.
Aileye, bir gruba ve sosyal ilişkilere bağlı bulunan sarı ışın
öğrenme sisteminin değeri günlük yaşam içinde fazla tahmin
edilemeyebilir ancak özellikle karmik ilişkiler alanı olan kök aile
içinde bu değer sanıldığından çok daha fazlasıdır. Sarı ışın mer-
kezinde öğrenme sisteminin aileyi içine alan bu yöntemi, iler-
leyici görüşler edinmenin ve yeni yolları keşfederek güçlenen

179
İlişkiler ve Denge

sarı ışın yoluyla kalp merkezine ulaşmanın son derece işlevsel


bir yoludur. Burada affetme yoluyla kazanılacak gücün sağladığı
hızlandırıcı etki muazzamdır.
Sarı ışın çakrasının ilişkiler alanı, yeşil ışın sevgisini geliş-
tirmek için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Sarı ışın enerji merkezikök
ailelerimiz, evliliklerimiz ve iş ailelerimiz gibi ilişkilerimizi bi-
çimlendirmeyi ele alır. Kesinlikle seçilmiş olan ideal kök aileler,
evlilik aileleri ve iş aileleri vardır. Enerji bedenlerimizi kısıtlama
ya da kapatma eğiliminde olan duygusal tepkileri yaratan ister
kök ailelerimiz, ister evliliklerimiz ve isterse iş ilişkilerimiz olsun,
bu ilişkiler içinde çalışmak her zaman için zorlayıcıdır. Fakat bu
zorluğun meydan okuması mükemmele ulaşma amacı gütmez.
Bu, bizlerin sarı ışın enerji merkezimizdeki enerji akışını kont-
rol edebilmemiz için,ilişkiler içinde çalışmamızı şart koşan bir
tasarımdır ve bizler bu ilişkiler içinde mükemmel olma hedefi
taşımayız.
İnsanlar uzun yaşamlar boyu birbirleriyle çalıştıklarında, bu
aile hareketleri aynaların evi gibi hareket eder ve içinde muazzam
bir öğrenme potansiyeli taşır. Ancak yaşamın ilerleyen yüzünde
asıl plan unutulur ve bu ilişkiler boşa harcanır. Ama ilerlemek is-
teyen bir oyuncu, bu küçük grup içindeki varlıkların hem mutlu-
luk hem de üzüntü katalizörleriyle birbirlerine en uzun süreli ve
istikrarlı fırsatlar sunduğunu anlamalıdır. Her biri bir diğerinin
iyiliği için yapılan şeyin bir parçası olabilme yeteneğine sahiptir
veya diğerini parçalayacak bir intikam tanrıçası ya da öç alan kişi
konumunda olabilir. Ama aile, üçüncü yoğunluk deneyiminin
derin bir parçasıdır ve diğerlerine hizmet için zengin fırsatlarla
doludur. Bu nedenle iyi bir oyuncu, aile içi ilişkilerde yaşanan
zorlukların doğasını abartmadan elde etmek istediği şeyi peşin-
de olmalıdır; yani affetmenin ve sevginin.

180
Can Arif

Sevgiyi öğrenme sürecinde ilk üç çakranın ilişkiler alanı son


derece zorlayıcıdır. Özellikle sarı ışın aile ilişkileri için bu kesin-
likle böyledir. Birçok yaşam birbirine bağlanmış varlıkların bu
ilişkisi içinde, sevgi bazen görünmez olabilir. Ama bir kez bu iliş-
kilerin gerçek doğasını anladığımızda, bunlar bizim için anlayışın,
affetmenin ve şükran duygusunun doğal birparçası haline gelir.
Ancak elbette bu özgür iradelerimizin kısıtlanmasına izin
vereceğimiz anlamına gelmez. Biz kendimize uygun olan hare-
ket tarzını her zaman seçebiliriz. Ancak aile üyelerimizi yaptıkla-
rı her şeye rağmen kalbimizde taşımaya devam edebiliriz. Çoğu
halde belki onlarla iç içe olmakta zorlandığımız ve onlardan
uzaklaşmamız gereken durumlar yaşarız. Ama kalbimizin içinde
ne olup bittiği diğer her şeyden daha önemlidir.
Yeni ilişkiler bizleri genellikle heyecanlandırır ve enerji mer-
kezlerimizi açmakta bize taze bir kan sağlar. Ancak kadim aile
ilişkilerinde genellikle tanıdıklık ve bıkkınlık vardır. Bu durum
karmik bir atalettir ve sarı ışın merkezimizde sıkışmalara neden
olur. Ve bu sıkışmalar öyledir ki bazı ilişkiler için bunların çö-
zümü sayısız yaşamlar alabilir. Ancak biz affetmenin ve sevginin
yolunu seçtiğimizde, uzun yaşamlar boyunca bizi kısıtlayan bu
karmik ataleti sona erdirmek için büyük bir fırsat yakalarız.
Karmik tekerleğin dişlileri arasında bazı aile ilişkileri çok
zehirli ve karmaşıktır. Aşinalık aşırı aşinalık haline gelebilir. Bu
tip aile ilişkilerinde, insanlar birbirini ve ilişkilerini hiç sorgula-
madan en negatif halleriyle dahi kabul edebilirler ya da aslında
öyle görünmeyi seçerler. Halbu ki ilişkilerde açıklık önemlidir
ve kabul demek her türlü negatif tutuma kendimizi açmak de-
mek değildir. Bu daha çok, var olanın “varoluş gerçekliğini (tan-
rısallığını)” kabul etmekle ve o her ne ise onu yargılamayan bir
seçim yapmakla ilgilidir. Ancak her türlü negatifliği içine alan bir

181
İlişkiler ve Denge

kabul eğilimikök aile, evlilik ya da iş ailesi ilişkilerinde kronik


hale gelebilir ve birçok zorbalığın da kabul edilişini beraberinde
getirebilir. Bunlar genellikle bilinçsizce gelişir ve sarı ışın merke-
zini aşırı derecede kapatma potansiyeline sahiptir. Bir zorbalığı
kabul ediyor görünmektense, onun kabul edilemez olduğunu
ifade etmek çok daha iyidir. Eğer zorbalık hala devam ediyorsa,
o ilişkiden ve ortamdan biraz uzak durmak ya da bunun yollarını
aramak belki de enerji bedenlerimiz açısından çok daha yerin-
dedir. Ama bizim için çok daha zorlayıcı olan, zorbalığın içinde
affetme becerimizdir. Biz kalbimizde kaldığımız sürece hiçbir
varlık bizim mülkiyetimizin bir parçası değildir ve biz de hiçbir
varlığın mülkiyetinin bir parçası değilizdir.
Bu dünya’da son derece rafine aile örnekleri olsa da, aile içi
sevgi eksikliğinin insanların sayısı kadar nedeni vardır. Her du-
rum kendine özgüdür ve kök ailelerde fonksiyon bozukluğunun
gerçekten de sayısız nedeni vardır. Ancak biz aile içi durumlara
evrensel bir anlayışla yaklaştığımızda, günlük oyun açısından
içinden çıkılmaz gibi görünen pek çok sorunu bir anda çözebili-
riz. Bunu yaparız, çünkü algılama değiştiğinde gerçeklikte değişir.
Aileler söz konusu olduğunda bazen hepimiz içinden çıka-
madığımız bir düğüm yaşayabiliriz ve bu anlarda bazı aile üyele-
rinin enerjileriyle baş etmekte büyük güçlük çekebiliriz. Bu tip
zamanlarda bizim bir süre için uzaklaşmaya ve enerji bedenle-
rimizi korumaya ihtiyacımız vardır. Bu bize daha geniş bir ba-
kış açısı içinde düşünme fırsatı da verecektir. Bazı durumlar için
insanın kendi atmosferini yaratması harika bir şifa yöntemidir.
Enerji bedenlerimizi korumak bizim için birinci önceliktir ve
kim olursa olsun negatif bir enerji ortaya çıktığında orada olma-
mayı seçebiliriz. Tartışan insanların yanında olmaktansa, oradan
uzaklaşmayı seçebiliriz.

182
Can Arif

Enerji bedenlerimizi korumak yaşamın tüm alanları için ge-


çerlidir. Aile içinde ya da yaşam içinde, çeşitli zorlayıcı enerjilere
maruz kaldığımızda kendi yarattığımız özel atmosferimizde bi-
raz zaman geçirerek şarj olabilir ve şifa bulabiliriz. Ben de birço-
ğumuz gibi dışarıda olduğum her zaman belirli bir uyumsuzluk
ve yorgunluk hissederim. Fakat eve döndüğümde genellikle yap-
tığım ilk şey ellerimi ve yüzümü yıkamak veya bir duş almak ve
sevdiğim müzikler eşliğinde sakin bir ortamda kahve içmektir.
Bu beni yeniden topraklar, tazeler ve şifalandırır. Ayrıca duş alır-
ken meleklerden sevgi ve şifa enerjilerini suyun manyetik gücü
yoluyla paylaşmalarını istemek iyi bir yöntemdir.
Aile içi ilişkilerde bazen bir taraf standart bir tavır belirler
ve her duruma o tavırla yaklaşır. Ama asıl sorunu yaratan, bizim
bu standart hareket biçimine karşı oluşturduğumuz tavırdır. Ör-
neğin babanız fazlasıyla eleştirel bir insan olabilir ve siz bundan
fazlasıyla rahatsız olabilirsiniz. Ancak babanızın her eleştirel
yaklaşımına göstereceğiniz benzer bir negatif tutum, o yaklaşı-
mı azaltmayacağı gibi daha da güçlendirecektir. Oysa bu büyüyü
bozmak için bazen gereken tek şey “sen haklısın” gibi basit bir
sözcüktür. Eğer direnç göstermezseniz, karşınızdaki enerjinin
nasıl güçten düştüğünü degörebilirsiniz.
İlerlemiş bir oyuncu için haklı olmak bir ihtiyaç değildir.
Bu,oyunun günlük dili için geçerlidir. Bizim işimiz enerji be-
denlerimizin temiz tutmaktır. Bazen bir düşüncede ya da tavırda
ısrar eden bir insana sadece “haklısın” demek her şeyi çözebilir.
Bu bir sahte davranış değildir; bu çatışmanın önüne geçmek ve
enerji bedeni temiz tutmak için yapılması gereken şeydir. Bu şey,
her hangi bir durum içinde haksızlığa uğramakla ilgili değildir.
Bu enerji bedeni açık tutma yöntemidir. Aslında siz her şeyin
farkındasınızdır ve o an yaptığınız şey son derece bilinçli olarak
enerjiyi rahat bırakmaktır.
183
İlişkiler ve Denge

Aile içi ilişkiler hizmet polarizasyonu açısından da büyük


bir potansiyele sahiptir. Zorunlu olarak değil, ancak içimizden
geldiği için aile içi yardım ve destek anlayışı, var olan zor durum-
larda toparlayıcı ve şefkat dolu yaklaşımlar pozitif kutuplaşma
adına önemlidir. Bir babanın ailesine bakmak için ve bir annenin
çocuklarını büyümek için gösterdiğiözverili çaba ya da bir aile
üyesinin hasta olan bir diğerine bakması gibi şeyler son derece
önemli bir sarı ışın faaliyetidir. Bunların hepsi sevgiyi ifade et-
menin ve pozitif hizmet kutuplaşmasının sarı ışın enerji merkezi
üzerindeki etkileridir.
Annemizle ve babamızla, kardeşlerimizle ya da iş arkadaşla-
rımızla, eşimizle ve diğer herhangi bir grup insanla olan uyumlu
ve sevgiye dönük olan tüm ilişkilerimiz, ikinci ve üçüncü çak-
ralarımız açısından açıklıktır. Burada aile içi ilişkiler açısından
anahtar, sevgi duygularının artmasına odaklanarak enerji değişi-
mini harekete geçirmek ve bu konuda yaratıcı olmaktır. Biz anla-
yış ve açıklık, kabul ve şefkat, affediş ve sevgi içinde ailelerimize
daha uyumlu bir ortam yaratarak, enerji bedenlerimizin ve sarı
ışın merkezimizin temiz kalmasını sağlayabiliriz.
Bizler ailelerimizde zehirli etkileşimin tekrar eden model-
lerini ayırt ettiğimizde, modelleri değiştirmenin yollarını ya da
en azından bu modelleri tutan reaksiyonlarımızı değiştirmenin
yollarını bulabiliriz. Çünkü onlar bizim etrafımızda ortaya çıkar
ve duygusal dünyamızın akisleridir. Evrensel oyuncular olarak
bizim amacımız, akan enerjimizi sevgide tutmaktır. Fonksiyon
bozukluğu olan pek çok ailede eleştirel bir tutum vardır ancak
bunlardan korunmanın yolu bir tartışmaya girmek değil, aksine
bunlardan uzak durmaktır.
Enkarnasyon öncesi bizim tarafımızdan seçilen kök aile
içinde sevgi derslerimizi öğrenirken, bizim son derece yaygın

184
Can Arif

olan dargınlık ya da küskünlük gibi alışkanlıklarımıza karşı da


dikkatli olmamız gerekir. İncinme, köklü bir alışkanlıktır ve bu
alışkanlığın çözülmesi gerekir. Bazen bu kalıplar yıllarca çözüle-
mez ve enerji sıkışmış halde kalır. Ancak evrensel yaklaşım, bize
bu tip kalıplar üzerinde başka bir gözle çalışmamızı söyler. Bizim
aile üyelerimizi her zaman daha fazla kabule ihtiyacımız vardır
ve bizim aile içi barışa fazlasıyla ihtiyacımız vardır.
Babanız mükemmeliyetçi bir insan olabilir. Anneniz bir
despot. Ancak aile gibi kapalı bir ilişki sistemi içinde sorunlar asla
sorunlu yaklaşımlarla çözülemez. Bizler ailelerimize evrensel bir
anlayış içinde şefkat ve sevgi sunamadıkça, onları olan biten her
şey için affetmedikçe, onlarla olan derslerimiz bitmeyecek.
Unutmayın ki bazen babanıza ya da annenize, kardeşinize
ya da iş arkadaşınıza söyleyeceğiniz tek bir söz, her şeyi çözecek
sihre ve güce sahiptir. Açıkça size yapıldığını düşündüklerinizi
ifade edebilir ve nedenini sorabilirsiniz. Çünkü çoğu halde size
yapılan şey, yapanın bilincinde olmadığı bir şeydir. Fakat konuş-
ma yolunu seçmiyor ya da aile içi iletişim yolumuz kapalı ise, o
zaman bu işi anlayış ve affetme yoluyla kendi içimizde yapma
seçeneğimiz vardır.
Kök aile ilişkileri sayısız nedenle birbirine bağlıdır ve sayısız
nedenle sorunlu halde olabilir. Bunlar içinde genetik faktörler,
psikolojik etkiler, çevre koşulları, yaşamın kendi zorlukları, geç-
miş yaşam birikintileri ve karmik süreçlerden gelen pek çok du-
rum olabilir. Ancak bilinçli ve kendini sevgiye adayan bir insan,
affetmeyi ve ilerlemeyi seçer. Zaman alabilir, zor olabilir ancak
sevgi içinde bu başarılabilir. Anlamak, hoş görmek, kabul etmek,
affetmek ve sevgiyle paylaşmak; bizim ailelerimize olan sorum-
luluğumuz ve onlarla yaptığımız işin merkezidir. Ve bu merkez,
ilişkilerin metafizik doğasından beslenir.

185
İlişkiler ve Denge

Bir insan olarak hepimiz son derece zehirli bir kitle bilincini
deneyimliyoruz ve bun da hepimizin sorumluluğu var. Aileleri-
miz, anne ve babalarımız bizi özellikle çocukluk dönemlerimiz-
de ihmal etmiş olabilirler. Bizi terk etmiş, geçersiz kılmış, takdir
etmemiş, onaylamamış ve sevmemiş olabilirler. Dahası bize psi-
kolojik, cinsel ya da fiziksel şiddet uygulamış olabilirler. Ancak
biz evrensel oyuncular olarak bu negatifatalet sürecini çözmek
için buradayız, devam ettirmek için değil. Affetmek bizim gü-
cümüzdür ve biz bu güç içinde her şeyin birliğini onaylarız. İsa
çarmıh üzerinde, “Baba onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlar”
dediğinde, bu gezegenin varlıklarına muazzam bir sevgi katalizö-
rünü miras bırakmıştır. Her şey olabilir, her şey yapılabilir, her
türlü zalimce deneyim sizin üzerinizde uygulanabilir. Bunlar bu
gezegen ve bu yoğunluk derecesi için mümkündür. Ama ben bu
deneyim devresini geride bırakacağım ve sevginin kendisi olaca-
ğım diyorsak, o zaman sıradan bir insan gibi düşünmeyi bırak-
mamız gerekir.
Son derece hassas bir çocuktum ve bu hassasiyet içinde gör-
düğüm şiddet ve yaşamın ilerleyen süreçlerinde yaşadıklarım her
insan gibi beni de derinden etkilemişti. Ama şimdi tüm bunlar
için hayatıma girmiş olan her insanı ve her olayı koşulsuz biçim-
de affetmiş durumdayım. Fakat bunu yaparken amacım zihinsel
bir yaklaşım içinde negatif karmaları bitirmek değildi. Ben bunu
açık kalbimin içinde, kendiliğinden ve hissederek yapmıştım.
Bunu sadece sevgi için, hepimizi Bir kılan o tek-sevgi için ve o
sevgi içinde yapmıştım. Ama bunu yaparken sorumluluğu tam
olarak almış ve her şeyin birliğini derin düzeyde onaylamıştım.
Şimdi bu satırları okuyan ve affetmekte zorluk yaşayan bazı-
larımız hala kendi acılarımıza tutunma eğilimi içinde olabiliriz.
Hatta kendimizi bir kurban olarak görebilir ve belki de kendi ya-

186
Can Arif

şadığımız acıların diğerlerinkinden daha büyük olduğunu düşü-


nebiliriz. Ama sizi temin ederim bu acılar hepimizin ortak acıları
ve herkes kadim yaşamlar içinde bu acıdan nasibini aldı. Eğer biz
gerçekten sevmek ve sevilmek istiyorsak ve bu oyunda gerçek-
ten ilerlemek istiyorsak, affetmemiz gerekir. Ama affetmek ko-
nusunda ilginç olan şudur ki kusurlu hafızamız affettiğimiz du-
rumları yeniden hatırlatmaya devam eder. İşte bizim o anlarda
affettiğimizi hatırlamaya ve bunun içindeki sevgiyi hissetmeye
ihtiyacımız var.
Kalp merkezinin derin eriteci içinde affetmek bir sorun de-
ğildir. Ama sarı ışın ilişkileri içinde bunu yapmak zorlayıcı ve
meydan okuyucudur. Bu çakrada bizim ihtiyacımız, her şeyin
şifasının sevgi olduğunu ve bizden intikam almamızı isteyen zi-
hinlerimiz bu sevgiyi anlayamayacağını hatırlamaktır.Affetmek,
koşulsuz sevgiyle çalışan kalp çakrasının gücünü içinde taşır. Bu
güç, kalbimiz kadar enerji bedenlerimizi ve ruhlarımızı da saran
bilinçtir. Ve o bilinçTek Sonsuz Yaratan’ın denizidir.

Sarı Işın ve Evlilik


Bir çocuğa sahip olmayı seçen güç dolu katalizörden başka, ev-
lenmeyi seçmek bu yaşamda verdiğimiz en güçlü sarı ışın kararı-
dır. Bu kararla biz ölene kadar birbirimizi sevmeyi ve yaşamı bu
sevgiyle birlikte yürümeyi hedefleriz.
Evlenirken iyi ve kötü günde birlikte olmak için verdiğimiz
sözler, bizi birbirimize bağlayan metafizik bağdır. Evlilik birlikte
öğrenmek ve yaşamı birlikte paylaşmaktır.Bu karar, birlikte yü-
rümenin ve birlikte aramanın yüceliğini bilen varlıkların cesa-
retle verdikleri bir karardır. Ancak ne her evlilik bu kadar sevgi
amaçlı ve bilinçlidir, ne de iki varlığın birlikte yürüyecekleri tek
seçenek evliliktir.

187
İlişkiler ve Denge

Evlilik bu yüzyılda kalıcı ve nihai bir seçim değildir artık.


İnsanlar, kendilerini böylesi kısıtlayıcı bir sözleşmenin altına
sokmadan da rahatlıkla sevgilerini paylaşıp, yaşamı iyi ve kötü
günde birlikte yürümek için söz verebilirler. Bu mümkündür. Ve
içinde paylaşımın özgürce yapılabildiği, enerji akışının rahat ol-
duğu, sahiplenme ve kıskançlık duygularıyla yaralanmayan bir-
liktelikler, yeterli uyum ve anlayış yakalandığında gerçekten sarı
ışın merkezi açısından son derece güçlü bir faaliyete geçiricidir.
Günümüzde sevgiyi yücelten ve birbirinden öğrenen birçok ev-
lilik ilişkisi olsa da, evlilik kurumu binlerce yıllık toplumsal ve
kültürel sapmalardan ötürü ciddi oranda dejenere olmuş ve in-
sanların birbirlerine eziyet ettikleri, birbirlerini sahiplendikleri
ve birbirlerini kontrol ettikleri bir kurum haline gelmiştir. Bu bir
fonksiyon bozukluğudur ve sarı ışın faaliyeti açısından ciddi bir
sorundur.
Bizler son derece gösterişli düğün törenleri organize edebi-
liriz. Ama evlilik bağının kalbinde, gerçek bir kendini adıma ve
sevgiyi paylaşma niyeti vardır. Hiçbir duvak, hiçbir imza, hiçbir
düğün iki varlığı birbirine sevgiyle bağlamak için yeterli olmaz.
Evlilik sözleşmelerinde zorluk şudur ki kadim yaşamlar boyun-
ca bu sözleşmenin içine yüklenen sahiplenme enerjisi, sevgiyle
bir araya gelmiş iki varlığı gölgeleyen bir durum yaratır.Ancak
kalbiyle seven her varlık, bu gölgeyi sevgisiyle aydınlatabilir.
Böylece evlilik, yaşamın diğer unsurlarına ve varlıklarına karşı
olan tutumlarımızın sevgi yönünde gelişmesi adına mükemmel
bir katalizördür. Biz bu kurum altında birbirimize destek oldu-
ğumuzda ve birbirimizi kabul etme gücümüzü artırdığımızda,
kabul etmenin bu gücü var olan tüm güzelliğini görmek için ye-
teneğimizi artırır.
Evli olan çiftler bir evliliğin sonu anlamına gelebilen birçok

188
Can Arif

katalizöre sahiptir ve listenin başında da cinsel, duygusal ya da fi-


ziksel istismar gelir. Evliliğin sarı ışın merkezi açısından baktığı-
mızda, bizler enerjimizi bu şekilde kısıtlayan insanlarla koca bir
yaşamı geçirmek konusunda iyi karar vermeliyiz. Şüphesiz işin
içinde karmik dersler ve planlamalar öne çıkmaktadır. Ancake-
nerji bedeni açık tutmak öncelikli olandır. Çünkü eğer yeterince
temiz bir enerji akışı sağlarsak, karmik dersimiz olan bir insanla
şiddet dolu bir deneyim geçirmeden de onu affedebilir, ondan af
dileyebilir ve ona kalbimizde yer verebiliriz. Eğer sistemin nasıl
işlediğini biliyorsak, o zaman şiddet ve acı yoluyla öğrenmemize
de gerek kalmaz. Ama bu demek değil ki her evli çift basit ne-
denlerle ayrılmalılar. Hayır. Bugün bir alışkanlık haline gelmiş
olan bu şey, basit nedenler içinde kolay alınacak bir karar olma-
malıdır. Evlilik kurumu içinde eşlerimiz bize bir ömür sürecek
istikrarlı bir katalizör ve birlikte aramanın metafizik gücünü su-
narlar. Fakat deneyimlerimiz özellikle zorbalık ve şiddet yoluyla
zehirlendiğinde, bizim enerji bedenlerimizi koruma ihtiyacımız
ve eşimiz olan kişiyle yapacağımız işi en azından bir süre kendi
içimizde ve kendi kalbimizde yapma ihtiyacımız öne çıkar.
Sarı ışın faaliyeti açısından biz oyuncular evlenerek ilahi bir
kumar oynarız aslında ve hepimiz bu kumarı sevgiyle kazana-
bileceğimizi biliyoruz. Ancak insanlar tökezlerler ve sarı ışında
evliliğinin zorlukları ve meydan okumaları her zaman mevcut-
tur. Evlenmiş en iyi çiftlerde bile. Fakat bizim sevgiden yana
seçeneklerimiz vardır. Bizler evliliğin zorlayıcı anlarında, yaptı-
ğımız evlilik sözleşmesindeki üçüncü tarafı hatırlayabiliriz; Ya-
ratanı. Bizler birbirimize sözler verdiğimiz vesevgiyle kutsanmış
o anlara geri dönmeyi seçebiliriz. O günü, verdiğimiz sözleri,
evliliğimize katılan Yaratan’ın varlığını hissedebiliriz. O gün, o
anları kutsayan ve onurlandıran tüm güzel duyguları ve insanla-

189
İlişkiler ve Denge

rı, niyetlerimizi ve kalplerimizdeki akışı anımsayıp hissedebili-


riz. Bir hata yapmadan önce, biz kendimize bir şans verebiliriz.
Ve elbette biz, birbirimize verdiğimiz sözlere sadık kalmak için
Yaratan’dan yardım isteyebiliriz. Biz sevgiyi hatırlayan varlıklar
olarak, şefkat ve merhamet içinde anlayışı bulup, birbirimizi şi-
falandırabiliriz.
Eşim ve ben tam yedi yıl önce söz vermiştik birbirimize.
Birbirimizden çok şey öğrendik ve birbirimizi karşı her zaman
anlayışlı ve sevgi dolu olmayı seçtik. Elbette bazı sorunlarımız
oldu. Ancak asla ayrı düşmedik. Asla saygısızlık yapmadık. Bir-
birimize her durum içinde koşulsuzca destek vermeyi ve koşul-
suzca sevmeyi asla unutmadık.
Ben evlendiğim günden bu güne değin çalışmayan bir eş
olarak eşimle birlikte kurduğumuz ailemize hiçbir maddi katkı
sağlamadım. Bu süreç benim arınma ve şifa sürecim olarak son
derece zorlayıcı geçen ve kendimi tümüyle ruhsal arayışa ada-
dığım bir süreçti. Ve tüm bu süreçte eşim daima yanımdaydı. O
bizim için çalıştı ve kazandı. Bize başımızı sokacak bir yuva ve
yiyecek yemek sağladı. Ancak asla şikayet etmedi. Ve bu durum
elbette dışarıdan bakıldığında garip ve biraz da anlaşılamaz gel-
di. Kendi ailelerimiz bile bu durumu anlamakta zorluk çektiler.
Oysa bu sadece derin bir merhamet, derin bir şefkat ve anlayıştı.
Bu koşulsuz sevmek ve sevgiyle bağlanmaktı. Bu, iki ayrı kişiliğin
tek-bir sevgi kabında erimesiydi. Bu, evliliğin Yaratanı onurlan-
dıran güzelliğiydi..
Bakın birinci kitapta evlilikle ilgili neler söylemiştik:
“Evlilik herhangi bir metafizik bağda olduğu gibi üçüncü
bir tarafı da kapsar. Bu,  eşinizde görmek istediğiniz Yaratan’ın
yüzüdür. Belki de buna yaşayan sevgi demek en doğrusu olur.
Evlenmeyen ve birliktelik arzulamayanlar, sevginin yüzünü tek

190
Can Arif

başlarına ararlar. Evlilik bağı ile arayanlar, aradıklarını aramanın


içine koyarlar. Böylece evliliğin metafizik anlamını nezaket ve
hassasiyet, anlayış ve sevgi, kabul, şefkat ve merhamet şekilde
anlar ve ifade ederler.
Genel olarak bütün evlilikler karmik bir bağın sonucudur. O
yüzden bu ilişkilerin günümüzde bu derece heba ediliyor olması
çok üzücüdür. Ben her evli çiftin bu enkarnasyonda omuzladığı
göreve saygılı olmasını öneririm. Evlilik, birbirinden öğrenme-
nin, birbirine öğretmenin, birlikte yol almanın ve büyümenin
yanı sıra, asıl olarak Yaratan’ı, yani sevgiyi aramanın yoludur.
Böylece iki varlığın böylesi bir bağ ile birbirlerine bağlanmasının
metafizik değeri son derece önemlidir.
Spiritüel arayışta olanlar için en etkili yol ilişkiler içinde ve
özellikle tek eşli ilişkilerde kendileri üzerine çalışmalarıdır. Ruh-
sal tekamül sürecinin farkında olanlar için yargısız ve karşılıklı
saygı içinde farklı bakış açılarının ve iletişim zorluklarının farkın-
dalıkla kabul edilerek paylaşılması, büyük bir avantajdır. Kaldı ki
kalp yolunu birlikte aramak ve oraya birlikte girmek muazzam
bir değerdir. Ve bu konuda cinsel paylaşımın işlevi çok büyüktür.
Kültürümüzde sahip olma ve olunma arzularının yarattığı
sapmalar yüzünden bu tip ilişkiler tam tersi sonuçlar yaratabilse
de, özgürce ve neşe dolu bir şekilde paylaşmayı başarmak, ev-
lilik ya da ikili bir birliktelik açısından bir hazine değerindedir.
Bir pozitif varlığın başkalarına hizmet yolunda daha hassas hale
gelebilmesinde, sevgi ve saygıyla ve özgürce paylaşılan bu iliş-
kilerin katkısı çok büyüktür. Her eş, bir diğerine öğretmendir.
Eğer ne öğrendiğinizin farkındaysanız hem eşinizi, hem ilişkini-
zi, hem de Yaratan’ı onurlandırmak sizin şükran duygunuzun bir
parçası haline gelir.”
Birbirine adanmış sevgiye bir ömür boyu mabet olan evlilik,

191
İlişkiler ve Denge

iki ruhun Yaratanla birleştiği bir yol arkadaşlığı ve cesaret sına-


vıdır. Kalpler, içinde bu mabedin sessizliğini taşır ve Yaratan bu
sessizlik içinde sevgiyle onurlandırılır.

Sarı Işında Çalışmak ve Para


Hepimiz burada sevgi işçileriyiz ve hayat bizim çalışma alanımız.
Ancak gündelik ihtiyaçlarımız içinde çalışırken bunu hatırlamak
hepimiz için kolay değildir. Bizler çalışma hayatı boyunca para-
ya odaklı zor bir sistem içindeyiz ve bu sistem sarı ışın merkezi
açısından son derece zorlayıcıdır. Hepimiz kazanmak, barınmak,
yemek ve giyinmek zorundayız ve bunun için de çalışmak zo-
rundayız. Özellikle bir aileye bakmak zorunda olanlarımız için
çalışmanın sarı ışın alanı çok daha hareketlidir. Ama bu hareket-
lilik, içinde büyük bir hizmet potansiyeli taşır ve bu sarı ışın faa-
liyeti, eğer sevgi ve uyum içinde yapılabilirse oldukça değerlidir.
Pek çoğumuz için bazen ihtiyaçlarımızı karşılayan kaynakla-
rımız kaybolabilir ve buna çalışmanın zorluğunu eklediğimizde
bu durum sarı ışın merkezi açısından ciddi bir sorundur. Ama bir
başka zorluk, spiritüel arayış içindekiler içindir. Bu süreç içinde
olanlar gerçek bir kariyer konusunda kendini talihsiz, arzudan
yoksun veya yetersiz hissedebilir.
“Güneşin altında yaptığı tüm işlerden ne yarar sağlar insan?
Bir nesil gider ve diğeri gelir fakat dünya hep sonsuza dek kalır”
diyor bir vaiz. Ve Halil Cibran, “Eğer sevgiyle çalışamazsanız o
zaman işinizi bırakmanız daha iyidir ve gidip bir tapınağın kapı-
sın oturup orada neşeyle çalışanların sadakalarını alın” der.
Ruhsal arayışta olan pek çoğumuz için ilk alıntı daha yakın
bir anlayıştır ve bu anlayışa yakın olanlar için çalışmak anlamlı
değildir. Ama hepimizin iş gücünün bir parçası olabilme gerek-

192
Can Arif

liliğiyle başa çıkabilecek bir bakış açısına sahip olmamız gerekir.


Aslında elbette Cibran’ın yolu iyidir ve çalışmaya sevgi katmak
en iyisidir. Çünkü ana amacımız ilahi enerjiyi bizim aracılığımız-
la kanallamak veya geçirmektir. Ve çalışmak da bunun bir par-
çasıdır. Fakat sevmediğimiz bir iş ortamına nasıl olacak da sevgi
katacağız ya da o işi nasıl sevgiyle yapacağız?
Öncelikle belki de şu anki kariyerimizin veya işimizin, şu
anda bizim için en doğru (en kolay değil) olduğunu görebiliriz.
Ancak eğer bu anlayışta olamıyorsak, o zaman yaptığımız şeyin
içindeki sevgi, affetme ve sabır derslerinin ne olduğuna bakma-
mız gerekir. Yaptığımız işin ötesinde her iş kendimizin bir ifa-
desidir. Ama çok daha spiritüel bir bakışla söylersek, gerçek bir
evrensel oyuncu için fırsatlar zorlukların içinde yatar ve bizim
işimiz başkalarına hizmet yolunu geliştirmektir. Biz hangi işi ya-
parsak yapalım, birilerine hizmet etmemeniz mümkün değildir.
Ve biz bu hizmetin içine bilincimizi, karşılık beklemeyen sev-
gimizi ve iyi niyetimizi kattığımızda, aslında ne yaptığımız çok
önemi değildir.
İş hayatında ve iş ilişkilerimiz içinde her zaman başa çıkıla-
maz zorluklar vardır ve bizim enerji bedenlerimizi koruma ih-
tiyacımız açıktır. Bu açıdan bazen uzaklaşmak gerekebilir. Eğer
sıkıldıysak, yorulduysak veya işimizden bıktıysak, daha sevgiyle
çalışabileceğimiz yeni bir iş bulmayı deneyebiliriz. Ya da yepyeni
bir bakış açısı içinde, mevcut işimizi çok daha evrensel bir anla-
yışla devam ettirmeyi seçebiliriz. Bunlar seçeneklerdir. Fakat her
ne yaparsak yapalım sevgiyle ve cömertçe yapmak iyi bir yoldur.
Şüphesiz yeterince şanslı olanlarımız, hem ruhu besleyen
hem de hayatta kalmak için gerekli şeyleri kendimize sunabilme-
mizi sağlayan işler bulmuş olabilirler. Bu bazı insanların elleriyle
güzellik yarattığını, sevginin çeşitli şekillerini kanalladıklarını ve

193
İlişkiler ve Denge

davranışlarıyla diğer insanlara hizmet sunduklarını görebiliriz.


Fakat çoğu kişi için günlük yaşam ile sevgi arasındaki bağ belli
değildir. Çünkü bizim insanlık kültürü olarak iş hayatındaki en
büyük zorluğumuz para üzerine şekillenmiş bir çalışma sistemi
geliştirmemizdir. Ama para kazanmakla ilgili asıl zorluk yaratan
şey yaşamın anlamsız derin kaygılarında, hayata güvenmemekte
ve her zaman daha fazlasını isteyen anlayıştadır. Oysa para için
sağlıklı bakış, günlük ekmeğin çıkarılmasıdır ve sonra kaygılara
uygun şekilde izin verilmesidir. Bir insanın temel gereklilikle-
rinin karşılanacağı konusunda yaşama derin bir inancı olması
gerekir. Çünkü parayla ilgili sorunları yaratan asıl şey para ka-
zanmanın gerekliliği ve zorluğu değil, para kazanmaya dair olan
endişeli çabalardır.
Tüm hayatım boyunca az kazandım ve daima belirli maddi
sınırla içinde yaşadım. Hiçbir garantim yoktu, olmadı ve hala da
yok. Fakat yaşama olan inancım hep aynıydı; ben ayakta kalacak
ve sevgi için yaşayacaktım. Şimdi hayatımın son yedi yılını ça-
lışmadan geçirdim. Eşimin mütevazi maaşı ve verdiği koşulsuz
destek bize bu süreci geçirmekte yardımcı oldu. Ve biz bu sürece
hiçbir zaman para açısından kaybedilen bir süre olarak bakma-
dık. Benim bir insan olarak kendimi şifalandırmaya ihtiyacım
vardı ve iş hayatımda sorun yaratan sorunlu davranış kalıplarım
içinde bunu daha fazla sürdüremezdim. Bir karar vermek zo-
rundaydım ve eşim bu konuda koşulsuz biçimde yanımda oldu.
Şimdi baktığımızda, ne kadar doğru bir şey yaptığımızı ve paray-
la ilgili endişelerimizi abartmadan bu süreci geçirmenin ne kadar
doğru olduğunu görebiliyoruz.
Para gereklidir. Ve bilinçli bir kullanımla, o da sevginin
doğasını keşfetmek için bir fırsat sunar. Eğer yeterince paranız
yoksa rahatsız edici bu durumun sizi sevgiyi aramaktan alıkoy-

194
Can Arif

duğunu görebilirsiniz. Ama bir başka bakış açısını incelerseniz,


bereketinizin azlığının, size sevmek için özgürleştiren bir kolay-
lık sağladığını görebilirsiniz. İnsanlık kültürü için öncelik her
zaman para üzerine olmuştur. Fakat insanlık şunu unutmuştur;
hiçbir şey bizim değildir; biz sadece kanalız.

Sarı Işın Cinselliği


Cinselliğin ilk kırmızı ışınının cazibesinden bu yana, insanlar
arasındaki enerjinin çok uzun bir yol kat ettiğini söylemek gere-
kir. Ancak günümüz insanlarında özellikle evlilik ilişkisi içinde-
ki sarı ışın cinsel faaliyetini belirleyen de bu yapıdır -meydana
gelen cinsel ilişki, cazibesini yitirmekle yüz yüz gelmiştir. Ama
yine de bu tip bir birliktelik içinde olanların, cinsel ilişki yoluyla
kalp merkezlerini açmak için Yaratan’ın yardımını isteme şansla-
rı vardır.
Evlilik ya da sevgililik ilişkisi içindeki seks yaşantısında, eş-
lerin kendienerji merkezlerindeki açıklık durumuna göre turun-
cu, sarı, yeşil ve mavi ışınlar yer alır. Kırmızı ışınsa her faaliyetin
içinde mutlaka vardır. Ancak insanların büyük kısmının turuncu
ışın merkezinde sorunlar yaşadığı bir dünya’da, sarı ışın cinsel-
liğinin bundan etkilenmemesi olanaksızdır. Birbirlerine sevgiy-
le söz vermiş insanların bu sözün kutsaması içinde yaşadıkları
uyumlu cinsellik, sarı ışın faaliyeti açısından çok önemlidir. An-
cak bundan daha önce, turuncu merkezde özellikle kendimizle
olan ilişkimizin sarı ışına olan etkisini anlamamız gerekir.
Cinsel enerjiyle çalışırken biz kazanırsak büyük kazanırız.
Kaybedersek büyük kaybederiz. Birliktelik içindeki iki insanın
sevgiyle paylaşması gereken cinsellikbir görev ya da zorunluluk
haline döndüğünde, orada cinselliği yaşamamak belki de düşü-
nülmesi gereken bir seçenektir. Her ilişkide ya da her evlilikte

195
İlişkiler ve Denge

eşlerimize karşı cinsel arzularımız azabilir. Ancak biz enerji be-


denlerimizi temiz tutmak konusunda herhangi özel bir sonuca
bağlanamayız. İnsanlar kendilerine karşı dürüst olmalıdırlar ve
bizler eşlerimizi oldukları gibi sevmekle yükümlüyüz. Turuncu
ışında açık birinin sarı ışın ilişkisi içine cinsel arzu eksikliği ya-
şaması, kalp merkezine ulaşmaya çalışan bu varlığın eşini aldat-
ması anlamına gelmez. Bizi bağlayan asıl duygu sevgidir ve bizler
başka hiçbir şeyi bundan daha üstün tutamayız.
Elbette cinsel kimyalar tuttuğunda aşk evliliği en iyisidir. Fa-
kat diğer yandan aşk, insani duygular içinde en çabuk tükenen-
lerden biridir. Bizim evrensel oyuncular olarak asıl amacımız,bir
ömür boyu aşk duygusu içinde yaşamak değil, sevgi ve merha-
met içinde bir ömür boyu birbirimize yol arkadaşlığı yapmak-
tır. Çünkü bazen kimyalar tutmaz. Bazen ilgi azalır. Bazen işler
istendiği gibi gitmez. Ama derin bir merhamet ve sevgi duygu-
suyla birbirine bağlı insanlar, böyle durumlarda arkalarını dönüp
gitmezler. Bu insanlar, bizi birbirimize bağlayan tek-gerçek bağın
sevgi olduğunu ve diğer şeylerin bunun yanında zamanla önemi-
ni yitirebileceğini bilirler. Kalbinde yaşamaya başlamış ve orada
kalmayı başarmış bir sevgi insanı için artık ihtiyacı olan her şey o
kalbin içinde vardır. Dolayısıyla kimyaların tutmadığı ve aşkın ya
da cinselliğin cazibesini yitirdiği sarı ışın ilişkilerinde, biz kalbi-
mize doğru yürüdüğümüzü hatırlamalı ve sabırlı olmalıyız.
Sarı ışının cinselliğinde bize çok yardımcı olan kaynaklardan
biri sabırdır. Özellikle evlilik bir test sürüşü değildir. Böylece an-
layış ve hoşgörü içinde yaşamaya ve öğrenmeye hazır olmalıyız.
Cinsellik hiçbir zaman iki insan için tamamen aynı şey değildir.
İnsanların ilk cinsel deneyimleri, cinsellik konusundaki yerleşik
yargıları ve enerji merkezlerindeki akış, cinselliğe olan yaklaşım-
larını derin biçimde etkiler. Bizler, farklı kişisel özellikleri olan

196
Can Arif

eşlerimizin cinsellik konusundaki yaklaşımlarına ve isteklerine


karşı anlayışlı ve özveriyi olmalıyız.Eşlerimizin cinselliğe bakışı,
bizlerin uyum ve denge içinde kalp merkezine girişimiz açısın-
dan zorlayıcı bir sarı ışın katalizörüdür. Cinsel alan, içinde sayısız
endişe ve korkuyu ya da sayısız arzu ve isteği taşır. Bu alanda bir
araya gelen iki varlık, çok hassas bir alanda bir araya geldiklerini
anlamalıdır. Yatak ilişkilerimiz, özellikle evlilik ilişkimiz içinde
belki de en duyarlı ve kırılgan olandır.
Cinselliğin sarı ışın cazibesi içinde eşlerimiz bizden çeşitli
isteklerde bulunabilir. Bunlar kimi zaman çekici olmayan ve kimi
zaman da çekici olan isteklerdir. Ama bazı istekler başta öyle gö-
rünmese de, evlilik ilişkisi içinde bir keşif olabilir. Ama bunun
için eşlerin birbirlerine olan açıklıkları son derece önemlidir. İki
eş arasında kendi yatak odalarının kutsal alanı içinde uyum ve
sevgi içinde yaşanan her şey, o ilişkinin rengi ve incisidir. Fakat
acı verici cinsel istekler gibi zehirli örnekler de vardır ve bu du-
rumlarda kesinlikle istemediğimiz bir şey için “hayır!” demeyi
bilmeliyiz. Hiçbir şey bizim asla istemediğimiz bir cinsel dene-
yimi yaşamaya değmez. Bu durum turuncu ve sarı ışın merkez-
leri açısından çok daha sıkıntılı sonuçlar yaratır. İnsan kendisiyle
çatışmaktan kaçınmalıdır ve önemli olan enerji bedenlerimizi
temiz tutmaktır.
Evlilikte ve sevgili ilişkilerinde kırmızı ışının çekiciliğini ve
sarı ışının romantikliğini kullanmak oyuncular olarak bizim için
oldukça yararlıdır. Bu açıdan, eğer imkan dahilindeyse eşlerimiz-
le nitelikli zaman geçirmek için para harcayabilmeliyiz. Çünkü
zaman ve dikkat verildiğinde seks yaşantımızın iyiye gitme ola-
sılığı güçlenir. Sarı ışının güzelliği, özellikle ruhsal açıdan olgun
insanların karı koca ya da sevgili ilişkilerine zarafetle uzanır ve
daha güvenli bir ortam içinde gerçekleşen cinsel ilişkinin de-

197
İlişkiler ve Denge

vamlılığı, güzelliğin konseptini büyük ölçüde genişletebilen ve


zenginleştirebilen bir etki yapar. Ve bir eşin nitelikleri son derece
kusurlu olsa dahi, karı koca ilişkileri içinde varlıklar sevgiyi ve
birlikteliği daima yüceltebilirler.
Unutmamalıyız ki sarı ışın cinselliğinde eşler sadece cinsel
arzularını tatmin etmezler. Sarı ışında birleşen iki varlık, meta-
fizik bir aktarım içinde kalp merkezine yürürler ya da orada ol-
dukları sürece bu aktarımı daha üst enerji merkezlerini harekete
geçirmek için kullanırlar. Onlar,Yaratan’ı birlikte ararlar.

Sarı Işın Bedeni ve Sarı Işın Ortamı


Sarı ışın bedenlerimiz, şimdi içinde olduğumuz üçüncü yoğun-
luk dünyasını ve onun bize sunduğu katalizörlerini deneyimledi-
ğimiz fiziksel araçlarımızdır. Bu beden, akıl/beden/ruh bileşimi
olma özelliğine sahiptir ve aynı zamanda sarı ışın fiziksel illüzyo-
nuna eşittir. Ancak sarı ışın, bedenlerimizden çok daha fazlasıdır
ve o insanlığımızın çakrasıdır.
Sarı ışın merkezi son derece yoğun bir gücün merkezidir ve
kalp çakrasına giriş yeridir. Sarı ışın, yaşamlarımızın en merkezi
ilişkileriyle çalışır ve oyuncular olarak bizim sarı ışın konuları-
mızın farkına varmamız ve onların ürettiği hisler ve düşünceler
içinde enerji bedenlerimizi temiz tutmayı öğrenmemiz gerekir.
Bizler, bir hayvandan daha farklı olarak akıl/beden/ruh bileşimi
kompleksimiz içindeki ruhsal kısmı özellikle keşfetmeyi ve ge-
liştirmeyi isteriz. Bu açıdan günlük ilişki ve yaşantılarımızı, onu
meydana getiren sarı ışın ortamını ve bu ortama ait olan sarı ışın
beden yapısını inceleme ihtiyacı duyarız.
Enerji merkezleri ve beden bileşimleri ilişkisi açısından
baktığımızda, bizlerin kırmızı ışın çakraları en basit düzeydeki

198
Can Arif

beden kompleksine sahip su, hava ve toprak gibi doğal element-


lerle uyumludur. Bu yüzden kök çakra düzeyinde gezegene bağ-
lanma (topraklanma) ihtiyacımız kaçınılmazdır. Turuncu ışın
çakralarımız, sadece akıl/beden bileşimine sahip olan hayvan-
ların ve bitkilerin doğalarıyla uyumludur. Bu çakra düzeyinde
doğal çevreyle olan ilişkilerimiz son derece önemlidir. Sarı ışın
çakralarımız ise, bir akıl/beden/ruh bileşimi olan bizlere ve sarı
ışın bedeni yoluyla deneyimlediğimiz günlük yaşantılarımıza
uyumludur. Bu açıdan günlük yaşama olan ihtiyacımız ve fizik-
sel bedenlerimize olan saygımız sarı ışın çakramız açısından son
derece önemlidir.
Bizler insanlık bilincimizi meydana getiren tüm düşünce
ve duygularımızla birlikte, yarattığımız tüm nesnelerinde içinde
olduğu bir sarı ışın ortamına sahibiz. Bu ortam bizim gündelik
yaşamlarımızdır ve üzerinde yaşadığımız gezegenin biz insanlara
ait olan alanıdır. Bu alan son derece hareketli, arayış arzusunun
son derece yoğun olduğu ve doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün
kesin çizgilerle ayrıldığı son derece meydan okuyucu ve zorlayı-
cı bir alandır.Bu alan unutma perdesi uygulamasının son derece
yoğun etkisinde olan ve bir düşünürün de dediği gibi, bizlerin
durumunu “ilahi memnuniyetsizlik” olarak belirleyen alandır.
Fakat bu alan bizim sevgi derslerimiz için son derece zekice kur-
gulanmış, son derece işlevsel bir alandır.
Biz insanlarve daha yoğun bir ruhsal arayış içinde olan bazı-
larımız, üçüncü yoğunluk ilişkilerimiz içindeki sevgi derslerinde
çok zorlandığımız zamanlarda genellikle ikinci yoğunluğunbi-
linen alanına kaçarız. Hayvanların doğal alanı olan bu alan ça-
tışmalarla ve mülkiyet anlayışlarıyla doludur. Üçüncü yoğunluk
toplumları olarak bizim maalesef ikinci yoğunluğun bu cezbe-
dici ve şiddet dolu ortamına kapılmış olmamız bir şanssızlıktır.

199
İlişkiler ve Denge

Tüm insanlık tarihi boyunca sarı ışın ortamında sadece kendini


korumak ve savunmak için savaşması gereken insanların ve top-
lumların, ikinci yoğunluk alanı içinde diğer insanları, toplumları
ve ülkeleri ele geçirmek için yaptıkları mücadeleler, bize sunulan
sarı ışın ortamındaki sevgi derslerini yeterince göremediğimizin
ve kullanamadığımızın en büyük kanıtıdır.
Biz insanlar olarak savaşmayı her zaman çok sevdik. İkin-
ci yoğunluk alanını sevdik ve sarı ışının sevgi dersleri için bize
sunduğu üçüncü yoğunluk ilişki alanını yeterince kullanamadık.
Mülkiyet arzumuz, daha fazlasına sahip olma arzumuz, ele geçir-
me ve güç elde etme arzumuz öyle noktalara geldi ki, diğerlerine
yaşam hakkı tanımayan bu cehalet, ikinci yoğunluğun en düşük
bilinç seviyesini bile aratır oldu. Fakat bu artık devam edemez.
Yeşil ışının koşulsuz sevgi enerjisi hızla gezegeni sarmaya
devam ediyor. Bunun anlamı, sarı ışın ortamlarımızı sevgi adına
kullanmak için artık fazla vaktimizin kalmadığıdır. 2012 kış dö-
nümünde biz sarı ışını maksimum düzeyde kullandık. Artık sarı
ışın ortamı, yerini hızla yeşil ışına bırakıyor ve bu da sarı ışında
yapılması gereken seçimlerin bir an önce yapılması gibi kaçınıl-
maz bir ihtiyacı ortaya çıkarıyor. Birinci kitapta da bu konuyu
ısrarla vurgulamıştık ve şimdi yapağımız seçimlerin mezuniyet-
lerimiz açısından ne kadar önemli olduğunu ifade etmiştik.
Biz oyuncular artık bu illüzyonun ve hipnozun büyüsünü
bozarak, kişisel düzeyi aşan seçimler yapmak ve hepimizin BİR
olduğunu hatırlamak zorundayız. Biz, gerek sarı ışın bedenleri-
mizin ve gerekse tüm bu sarı ışın ortamının mezun olmak için
bize sunduğu katalizörleri, artık yeşil ışının bilinç dolu gücüyle
kullanmalıyız. Bunun da tek yolu kalbimizi sevgiye ve kendimizi
sevgiyle hayata açmaktır.
Biz ilerlemek isteyen oyuncuların artık başka birinin be-

200
Can Arif

denine ya da varlığına zarar verdiğimizde veya başka bir insanı


incittiğimizde, aslında kendimize zarar verdiğimizi hatırlamak
zorundayız. Trafikte kaba bir sürücü tarafından yolumuz kesil-
diğinde, artık koşulsuz sevginin doğrusunu hatırlamak zorunda-
yız. Biz şiddete karşı evimizi ve ailemizi korumadıkça bir başka
varlığa zarar verecek girişimlerde bulunmanın ne kadar yanlış
olduğunu hatırlamak zorundayız.
Bizim genel insanlık eğilimimiz dünyayı biz ve onlar diye
ikiye bölmektir. Yaşamlarımızda bu eğilim, dışarıda bırakmak ya
da dışlamak şeklinde kendini gösterir. Bu eğilim içindeki bölücü
insanın özelliği, dünya üzerinde olan insanları ırksal, dinsel ve
etnik yargılamalarla ayrıma tabi tutmaktır. Fakat artık sarı ve ye-
şil ışının karışımı olan bu ortamında, bunlar hepimiz için geride
kalmalıdır. Bizim için şuanda en merkezi ihtiyaç koşulsuz sevgi-
nin birleştirici gücünü hatırlamaktır.
Bizlerin sarı ışını etkisiz kılan bölücü anlayışlarımızın mey-
dana getirdiği sıradan ön-yargılarımız küçük şeylerin içindedir.
Önyargı çocuklarımız ve onların arkadaşları arasında yaptığımız
ırk, başarı, cinsel eğilim, zenginlik ya da zeka ayrımıdır. Ön-yar-
gı bir insanı diğerinden üstün gören gündelik basit anlayıştır.
Bunların hepsi sarı ışın tıkanmalarıdır ve bizim her şeyden önce
herkes gibi bir insan olmaya ihtiyacımız vardır. Bizim ihtiyacı-
mız birini diğerinden ayıran daha özel ya da üstün olma anlayışı
değildir. Bu anlayış bir zehirdir ve tüm insanlık tarihinde olduğu
gibi, şu dönemde de insanları zehirlemeye devam etmektedir. O
yüzden daha fazla birlik anlayışına, daha fazla ayırt etme gücüne
ve zihnimizin kurnazlıklarına ve alışkanlıklarına karşı daha fazla
iç gözleme ihtiyacımız var. Bizim, hızla durağan hale geçen sarı
ışın ortamını, artık hızla faal hale geçen evrensel sevginin yeşil
ışınından güç alarak kullanmaya ihtiyacımız var.

201
İlişkiler ve Denge

Sarı ışın enerji merkezi yıldız şeklinde ya da gelişen birçok


fasetayla bir çiçek şeklinde, temizlendikçe ve arındıkça güzel-
leşen ve genişleyen bir merkezdir. İnsanın karnında böylesi bir
şeyi taşıdığını düşünmesi çok güzeldir. Bu güzellik hepimizin
ortak güzelliğidir.

Sarı Işın Şifası


Sarı ışın şifası, günümüz tıp biliminin hastalar üzerinde yaptığı
çalışmalarından meydana gelir. Fakat sarı ışında şifaya yönelik
zorluk şudur ki bu klasik şifa yaklaşımı yeşil ışın özelliği taşımaz.
Açık bir kalbin yeşil ışın enerji aktarımıyla yaptığı şifacılık, sarı
ışın şifası içinde bulunmaz.
Doktor dediğimiz allopatik şifacıların uygulamaları, hasta
üzerinde doktorun iradesini öngörür. Ama aslında gerçek şifa,
açık bir kalbin gerekliliğini arayan yeşil ışın düzeyindeki ener-
ji aktarımıdır. Yani şifacı varlığın gerçek bir enerji aktarımında
bulunabilmesi için açık bir kalbe ve koşulsuz hizmet anlayışına
ihtiyacı vardır. Bu yüzden şifanın sarı ışın türü bir enerji deği-
şimi değildir. Doktorun iradesi hastanın enerji bedeni içindeki
şifa enerjisine yöneliktir ve bu durum ilk üç çakra için böyledir.
Ama bu bir değişim ve aktarım değildir ve yeşil ışın şifa özelliği
taşımaz. Bu yüzden doktorun iradesi ve yardımıyla bir süre için
ya da kalıcı olarak kendimizi daha iyi hissederiz. Ancak bazı du-
rumlarda şifa enerjisi yavaş yavaş azalır ve eski duruma döneriz.
Yine de elbette sarı ışın şifası iyi ve gereklidir. Ama açık bir kalbin
içinde olmadan ve doktorun niyeti, enerji değişiminin şifa ile il-
gili asıl bilgisini taşımadan, bu çabanın ne kadar ileri gidebilece-
ğiyle ilgili bir sınırlama vardır.
Günümüz insanlığınıngenel olarak negatife eğilimli olması
ve özellikle para kazanma hırsı, kibir ve insanlar üzerinde kontrol

202
Can Arif

sahibi olmanın sağladığı haz ve güç nedeniyle, insanlara verilme-


ye çalışılan şifa da doğal olarak bu sınıra takılmaktadır. Ancak
şifacı kendisi şifa yolunu geliştirmeye karar verdiğinde ve daha
önce açılmayan kalp merkezini açtığında, gerçek bir şifa için ka-
nal olabilir. Çünkü allopatik ya da daha geleneksel olsun, şifanın
özünde yeşil ışın ışıması yatar. Sarı ışının bundan yoksun olan
yaklaşımları ise, şifanın gerçek anlamda gerçekleşmesine bir sınır
koymaktadır.
Açık kalpli bir doktor (şifacı) olmak için genel süreç, şifa
arayan insanlarla çalışırken merhameti geliştirmektir. Şifacı,
başkalarına hizmet yolu olan aydınlık yolun seçicisi olarak ne
yaptığının farkında olmalıdır. Şifada niyet, kişisel çıkarları ve
kazanımları aşmalıdır. Böylece şifa veren ya da daha gerçek bir
ifadeyle şifaya aracı olan yeşil ışın varlığı, şifa arayanın şifasından
da sorumlu olmayacaktır. Çünkü yeşil ışında şifanın gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği, tamamen şifa arayanın özgür iradesi altında-
dır ve bu özgür irade varlığın enkarnasyon öncesi seçimlerini de
içine alır.

Hayvanlar, Hayaletler ve Sarı Işın


Sarı ışın yaşamı boyunca hayvanları koruyup kollamak, onlara
bakmak ve yardım etmek bu yolculuğumuzun çok bilinmeyen
yükümlülüklerinden biridir. Birçoğumuzun özellikle evcil hay-
vanları vardır ve biz onları bir kimlik vererek sevgiyle ve şefkatle
donattığımızda onların ruh bileşenleri harekete geçer. Böylece
onlar üçüncü yoğunluk katına hasat olabilmeyi başarırlar. Aynı
şey ağaçlar için de geçerlidir. Onlar da sevgi alabilirler ve verebi-
lirler, onların da ruh bileşenleri harekete geçebilir.
Hayvanlarımız üçüncü yoğunluğun duygusal karmaşalarına
karışabilir ve bizimle olmanın görünürdeki bazı dezavantajlarını

203
İlişkiler ve Denge

yaşabilirler. Onlar da kıskanabilirler ve öfkelenebilirler. Hayvan-


larda da insanlardaki gibi sinir hastalıkları ortaya çıkabilir. Ancak
ne olursa olsun, bir hayvana bilinçli biçimde yapılan sevgi yatırı-
mı, o varlığın tekamülü adına büyük bir hizmettir.
Biz insanlar, hayvan bedenleri içinde ikinci yoğunluğu de-
neyimleyen varlıkları sadece bir hayvan olarak algılamanın çok
ötesinde bir anlayışı, şefkat ve merhamet içinde geliştirebiliriz.
Masumiyet muazzam bir merhamet ortaya çıkarır ve hayvanlar
da bu masumiyetle dopdoludur. Unutmamalıyız ki çoğumuz
kadim yaşamlar önce bir hayvan bedeni içinde tekamül ederek
bu düzeye geldik ve çoğumuza yine üçüncü yoğunluk varlıkları
tarafından sevgiyle yatırım yapıldı. Tıpkı dördüncü yoğunluk
varlıklarının ve daha pek çoğunun görünmez biçimde bize ve
her birimizin diğerine yaptığı gibi..Çünkü aslında hepsi BİR
varlıktır.
Çok nadir açıklanabilen sarı ışın yaşamının diğer bir yönü
hayaletler olgusudur. Carla Rueckert’ın ifadesiyle, hayaletler
ölüm sürecinin bir sanat eseridir. Bunun olması nadirdir ama ta-
mamen sarı ışın bedenini terk edemeyen ve yaşam deneyimine
yoğunlaşan bir varlığın iradesi buna neden olabilir. Bu genelde
ani ölümler yüzünden meydana gelir. Ancak geçişi zorlaştıran
diğer bir şey geride bırakılan bir insana, bir şeye ya da genel ola-
rak yaşamın kendisine olan büyük tutunmadır. Özellikle aile
üyelerine olan aşırı bağlılık ve onlar hakkında duyulan endişeler,
fiziksel ölüm sonrası geçişi geciktirebilir ve varlık bir süre araf
dediğimiz zaman/uzay bölgesinde kalabilir.Ancak endişelerin-
den kurtulduğunda ve kendi ölüm deneyiminin tümüyle farkına
vardığında, varlık artık geçişini yapar.
Biz genellikle ölülerimizin ardından karamsar bir tutum ge-
liştirmişizdir. Bu elbette son derece insanidir. Ancak bizim be-

204
Can Arif

deninden çıkmış olan bir varlığa acı dolu çağrılar göndermemiz


o varlığa yardım etmemektedir. Tam tersi biçimde, ölüm anında
melekler tarafından kuşatılan varlığın bedenden ayrılışı için yar-
dımla desteklendiğini bilmemiz ve bu desteği onurlandırmamız
gerekir. Aslında bizler siyah giysek de, ölüme yakışan renk be-
yazdır. Keşke her birimiz Rumi gibi ölümü bir düğün sevinci, bir
kavuşma olarak idrak edebilseydik. Keşke hepimiz bunu yüreği-
mizde hissedebilseydik…
Ölüm sonrası henüz geçişini yapamayan varlıklar, ruhlarla
konuşmaktan korkmayan bir kişi tarafından kurtarılabilir ve bu
konuda Carla’nın yaşadığı güzel bir örnek vardır:
“Yeni evime taşınmıştım. İlk gece uykuya dalarken aniden
havada uçup yatağımın üzerinde gezinen bir hayalet gördüm.
Yaşlı bir kadın bana bakıyordu. Üzüntülü ve kontrolsüzdü. Onun
hikayesinin ne olduğunu bulmaya karar verdim.
Daha sonra bu kadının ölene kadar benim evimde yaşadı-
ğını keşfettim. Komşular onun bir oğlu olduğunu söyledi. Oğlu
yaramazdı ve büyüdükçe, zevk için araba sürme ve hırsızlık gibi
küçük suçlara bulaşmıştı. Kadın ölüm zamanında oğlu hakkın-
da çok endişeliymiş. Kadının ölümünden sonra ise çocuk hapse
düşmüş ancak daha sonra her şey yoluna girmiş.
Hayaletlerin kendini tanıtmayı sevdiklerini bilerek o gece
uyumakla uyanıklık arasında bekledim. O göründüğünde onun-
la konuştum, oğlunun iyi olduğunu garanti ederek öğrendiğim
bütün haberleri ona söyledim. Bunun işe yarayacağını biliyor-
dum ve bir daha onu hiç görmedim ve geçen yirmi yılda bu evde
yaşadım.”

205
IV

Yeşil Işın Çakrası ve İlişkiler

Buraya kadar incelediğimiz kırmızı, turuncu ve sarı ışınlar, oyun-


cular olarak bizim için ruhsal çalışmanın üçayaklı desteğidir.
Şimdi, bizi iyi destekleyen bu üç merkezi temiz tutmanın yolla-
rını biliyoruz. Bizim işimiz, onları sürekli temiz tutmak ve tekrar
temiz tutmaktır.
Bunlardan sonra gelen enerji merkezi, yeşil ışın enerji mer-
kezi olan kalp çakrasıdır. Pozitif bir şekilde polarize olan biz
oyuncular için kalp merkezi, dünya üzerindeki varlığımızın ruh-
sal enerji merkezidir. Şimdi oraya giriyoruz..

Kalbin Dış Bahçesi ve Gölge Aslanlar


Ruhsal çalışmanın üçayaklı desteğine sahip olan ve kalp kapısına
yaklaşan bir varlığı bekleyen birleşik ve bütünsel bir kalp merke-
zi vardır. Ama bu merkez iki ayrı seviyededir. Biz kalbin kutsal
iç mekanına girebilmek için önce kalbin dış bahçesini geçmek
zorundayız. Fakat bu bahçe, kadim yaşamlar boyunca besleyip
büyüttüğümüz aslanlar tarafından tutulmaktadır. Bunlar bizim
gölgelerimiz, karanlığımız ya da karanlıkta kalan yanlarımızdır.
Biz kendi gölgelerimizin aslanlarıyla yüzleşmeye hazır hale
geldiğimizde kalbin dış bahçesine gireriz. Uzun yaşamlar bo-
yunca görmezden geldiğimiz ya da bilinçsizce güçlendirdiğimiz

206
Can Arif

aslanlar, kalbin kutsal iç mekanının koruyucularıdır ve gereken


saygıyı mutlaka isteyeceklerdir. Bizim kalplerimiz içine girme-
den önce onlara saygıyla yaklaşmamız, onlarla cesaretle yüzleş-
memiz ve onları kabul etmemiz gerekir. Onlar izin vermeden,
biz kalbin kutsal mabedine giremeyiz. Tıpkı Carl Jung’un söyle-
diği gibibizler aydınlık figürler imgeleyerek değil, karanlığımızın
bilincine vararak aydınlanabiliriz. Böylece ilk üç enerji merke-
zinin sağlam ayakları üzerinde duran biri, bu gizli ve kutsal yere
ulaşmak için kendi gölgelerini bulmak, anlamak ve kabul etmek
ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Burası kalbin dış bahçesidir ve orada
şefkatle gezinmemiz gerekir.
Son üç bölüm içinde kırmızı, turuncu ve sarı ışın enerji mer-
kezlerini ele alırken gördüğümüz gibi, enerji bedeninin iletişim
hattını açık tutmak kalp merkezi için bir ihtiyaçtır. Bu hat yete-
rince açık olduğu zaman Yaratan’ın sonsuz sevgi/ışık enerjisinin
sürekliliği ve akışı kalp merkezi içinde güvendedir. Bu suretle
biz kalp çakrasının içinde yeterli enerjiyi elde ettiğimizde, ayrıca
bir çaba olmadan orada huzur içinde dinlenebilir ve yukarıdaki
merkezlere çıkmak için güç toplarız.
Ancak dengeleme süreçleri açısından bizim vakitsiz giri-
şimlerimizden kalbin merkez kapılarını koruyan aslanlarımız
var. Biz önce ilk üç merkezde yeterince çalışmalı ve sonra kalp
kapılarının koruyucularıyla gerçekten yüzleşmeliyiz. Çünkü göl-
gelerimiz olan bu koruyucularla yüzleşmek için bizim alt mer-
kezlerin denge ve uyumundan gelecek enerji akışına ihtiyacımız
vardır. Kalp çakrasının dış bahçesi, merkezi binaya girmek için
son engeldir ve bizim bu engeli aşabilmemiz için alt merkezlerin
sağlayacağı güce fazlasıyla ihtiyacımız vardır. Ancak tüm bu ça-
lışma esnasındahissetmeye açık olduğumuz sürecemerkez bina-
dan yapılan sevgi yayınlarıda vardır.

207
İlişkiler ve Denge

Biz oyuncular artık biliyoruz ki alt enerji merkezlerini temiz


tutma ihtiyacımız süreklidir ve kırmızı ışının hayatta kalması ve
cinselliği, turuncu ışının kişisel ilişkileri ve sarı ışının biçimlen-
dirilmiş ilişkileriyle ilgili sorunlar ortaya çıktığında, bu sorunları
hemen çözemesek bile, yaşamımızda gördüğümüz problemler
çerçevesinde endişelenmemeyi ya da bu sorunlara tutunmamayı
seçebiliriz. Bu, enerji bedeni boyunca akan enerjiyi akıcı halde
tutmaya büyük oranda yeter.Çünkü hiçbir şey endişe kadar hız-
la enerji bedeni kirletemez. Ancak endişelenmemeyi öğrenmek
için bizim zihnin dönme dolabından inme yeteneğimizi geliştir-
memiz gerekir. Bu açıdan kalp merkezi içinde elde edilecek güç,
endişe gibi konularda sürekli olarak alt merkezlerde çalışma ihti-
yacı olan bizler için son derece gereklidir.
Kendine hizmet yolunda kutuplaşmış bir oyuncu için kalp
merkezinin tamamen devre dışı olması son derece ilginçtir. On-
lar, bu merkezin sağladığı evrensel sevgiden ve onun gücünden
yoksun oldukları için affetmekle ya da merhametle ilgilenmez-
ler. Onlar sadece başkalarının gücünü elde etmeyle ilgilenirler.
Onların seçtikleri yolda kalp merkezi onlar için faydasızdır. An-
cak pozitif yolda seçim yapmış olan bizlerinkalp çakralarımıza-
yaklaştığımızda görmeye, anlamaya, kabul etmeye, affetmeye,
onurlandırmaya, salıvermeye ve merhamet duygusunu hisset-
meye ihtiyacımız vardır. Bizim alt enerji merkezlerinde kendi-
miz olmamız için, mutlaka kalbimiz içinde nefes almaya ve din-
lenmeye ihtiyacımız vardır.

Kendini Tanımak ve Kalbe Girmek


Zor duygular, bu duyguların dengelenebilmesi ve açıklıkla his-
sedilebilmesi için kalp merkezine baskı yapan mesajlar gönde-
rirler. Ama aslında her duygu içinde daha derin anlamlar ve doğ-

208
Can Arif

rular vardır. Bizim bu derin anlamlar içinde duygular üzerinde


çalışmamızın anahtarı, her birimizin yeşil ışın enerji merkezine
ya da kalp çakrasına sahip olduğumuzu fark etmemizdir.
Bir oyuncu bloke olmuş merkezlerle ve negatif duygularla
çalışmak için girişimde bulunduğunda kalp merkezini ve onun
içindeki sevginin gücünü hatırlamazsa, o oyuncu için kendini ve
diğerlerini affetme şansı çok azdır. Bu açıdan, enerji akışını dur-
duran bazı enerji merkezlerinde çalışırken ve bu çalışma esna-
sında her bir negatif duyguyu belirlemek ve değerlendirmek çok
önemliyken, güvenle çağırılacak olan temel duygu kalp çakrası
içindeki sevgidir. Çünkü bizim tüm çalışma boyunca kendimize
ve insanlara göstermemiz gereken şefkate fazlasıyla ihtiyacımız
vardır. Her ne kadar alt merkezlerde akışın kesintiye uğradığı du-
rumlarda kalbin içindeki şefkati hissetmek zor olsa da, hepimizi
tek-bir sevgide buluşturan bir kalp merkezi taşıdığımızı hatırla-
mamız gerekir.
Biz oyuncular açık kalbimizin kutsanmış mekanına girmek
için büyük dış bahçeden geçerken, yolumuz üzerindeki bu bah-
çede yoğun negatif duyguları ve ateşli arzularımızı buluruz. Bu
bahçede gezinirken bizim için en gerekli olan şey bu duyguları
ve arzuları anlamaktır. Onları suçlamadan ve yargılamadan anla-
maya çalışmakbu gezinti için çok önemlidir.
Her birimizin iyi ve çekici bir oyun oynamamız için temel
problemlerimizi çözmemiz yeterli değildir. Çekici bir oyun oyna-
mak ve başkalarına hizmette üçüncü yoğunluktan mezun olmak
için ihtiyacımız olan şey, başkalarına hizmet etmenin ötesinde
kendi gölgelerimiz hakkındaki hislerimizi anlamak ve kabul et-
mektir. Ama bu birçoğumuz için kolay değildir. İnsanlığımızın
birikmiş kederli tarafında bu işi yapmak bizim için zordur. Bu
keder bir zamanlar hepimizin katil ya da tecavüzcü olduğumuz

209
İlişkiler ve Denge

gerçeğini içinde taşır ve bu gerçek bizim en güçlü gölgemizdir.


Ancak çok daha geniş bir bakış açısıyla ve kalp çakrası içindeki
sevgiyi çağırarak onunla yüzleşir ve onu kabul ederiz.
Bizler iyi ve güzel olan şeyleri algılama niteliklerine sahibiz
ve bunlar genellikle enerji bedenlerimizi sınırlamaz. Ama bizler
kusurları algılama niteliklerine de sahibiz ve bunu kabul etmemiz
gerekir. Genel eğilimimiz olumsuz duyguları ve hisleri bastırmak
yönündedir. Özellikle bize kendimizi kötü ve değersiz hissetti-
ren duygu ve düşünceler olduğunda onları bastırır, görmezden
gelir ya da inkar ederiz. Ya da bu duyguları ve bu duygular içinde
kendimizi yargılarız.Ancak biz tüm duygularımızla birlikte ken-
dimizi olduğumuz gibi kabul edene kadar bizim kalbimizin içine
girme şansımız yoktur.
Hayatımın uzun bir süresi boyunca belirli duygu kalıpla-
rının içine sıkışmış olarak yaşadım. Kendimi garipsiyordum ve
aynaya baktığımda gördüğüm yüzü yabancı buluyordum. Ken-
dimi tanımıyordum ve kusurlu taraflarım öne çıktığında bunları
kabul etmek istemiyordum. Bunlar sanki sonradan üzerime giy-
dirilmiş sıkıcı ve bunaltıcı bir kıyafet gibiydi ve ben bu kıyafetin
bana ait olmadığı duygusu içinde kendimi sevemiyordum. Ama
bir gün herşey değişti. Ben kendi kusurlu yanlarımın aslında tüm
insanlığın kusurlu yanları olduğunu ve bunun da hepimizi Bir
kılan tekliğin bir parçası olduğunu anladım. Artık bir insan ola-
rak kendi kusurlarım için kendimi suçlamıyor, yargılamıyor ve
bunlar için kendime haksızlık etmiyordum.Bir insandım ve bir
insan olmakla başlayan hatalar yapmıştım. Ama aynı zamanda,
hepimiz için aynı olan tek ve bütün benliğimle kusursuz ve mü-
kemmeldim. Böylece kendimi olduğum gibi kabul etmiş ve her
şey için affetmiştim. Bu bana güç vermişti ve ben değişmesini
istediklerim için sağlam bir şey elde etmiştim. Bu kendime olan

210
Can Arif

inancın ve sevginin gücüydü.


“İnsanlığın basit bir örneği ben ve benim alışveriş genimdir.
Kendimi bırakırsam her gün yeni bir kıyafet alacaktım. Eğer bu
kadar çok kıyafet alırsam bir banka soyacaktım. Bu yüzden güzel
kıyafetler almak için devam eden arzumu bastırıyordum. Ama
benim bu gerçeği bastırmam, benim insanlık doğamın orijinal-
liklerinden biriydi. Daha doğrusu, bastırmaya çalışıyor olmam.
Kıyafetleri neden bu kadar sevdiğimi anlamak zamanımı
aldı. Bulduğum şey, çocukken devamlı kıyafet eksikliği çekti-
ğimdi. Bir genç olarak okuldayken ya da işe başladığımda, pa-
zartesinden cumaya kadar beni idare edecek hiç güzel kıyafetim
yoktu. Bu bende bir problem yarattı ve hala birçok kıyafete sahip
olma arzumu muhtemelen kaybetmedim.
Ama ben bu çarpıklıkta kendimi kabul ediyorum ve kendi-
mi kınamıyorum. Kendimi olduğum gibi kabul ettim. Açık kal-
bime kişiliğimin bu orijinalliği içinde girmek istediğimde ve bu
orijinalliğin hiç bir ruhsal erdeme sahip olmadığını gördüğümde
dahi kendimi kınamadım. Ben kendimi biliyorum. Şehvetli bir
alışveriş genine sahip olarak kendimi kabul ediyorum ve alışve-
riş isteğimi turuncu ışın enerjisi olarak analiz ediyorum. Çünkü
alışveriş kendimle ilişkimin bir kısmıdır. Ve bizim, bundan çok
daha fazla kederleri taraflarımız vardır.” (Carla Rueckert)
Kalbimizin dış bahçesini geçerken, alt çakraların hepsini
ya da herhangi birini karıştıran enerji engellemeleri ya da aşırı
hareketlilikle karşılaşabiliriz. Çünkü bu merkezler günlük olarak
deneyimlerden beslenirler ve her an yeniden çeşitli engelleme-
lerle yüz yüze gelebilir. Örneğin turuncu ışın merkezinden gelen
utanç, özgüven eksikliği ya da yargılama hislerini deneyimleye-
biliriz. Turuncu ışın merkezinde kendimizi kabul edip sevmedi-
ğimiz ve böylece kendimizi değersiz hissettiğimiz zaman yaşam

211
İlişkiler ve Denge

enerjimizi kısıtlar ve bazen çekip gitmek isteriz. Ya da sarı ışın


enerji merkezinde aile ilişkilerimiz ya da evliliğimizle ilgili ola-
rak payımıza düşeni alırız. O yüzden kendi gölgelerimizle yüz-
leşirken, aynı zamanda sürekli biçimde alt merkezler konusunda
dikkatli olmaya ihtiyacımız vardır. Kalbe uzanan yolu sürekli bi-
çimde açık tutmak bizim için kaçınılmazdır.
Gerçek şu ki, biz buraya dünyevi yaşamı kendimize uydur-
mak için gelmedik. Biz sevmeyi öğrenmek için dünyaya geldik.
Ve bunun için kendimizi kabul etmeyi ve sevmeyi yeterince öğ-
renmeye ihtiyacımız var. Bu işi yapmaya ihtiyacımız var, çünkü
kalbin merkezine ancak böyle girebiliriz. Bunu yapmak kolay
mıdır? Hayır. Örneğin insanın kendisiyle ilgili bir alışveriş genini
kabul etmesi kolaydır ancak katil genini kabul etmesi kolay de-
ğildir. Oysa belki de çoğumuz yaşamda bir an birini öldürmeyi
istemiş ya da denemiş olabiliriz. Ve bu gezegenin insanlık bilinci
içinde bunu yapmak son derece kolaydır. Bunlar içimizdeki ka-
ranlıktır. Ama bizim için belirleyici olan, bunları kabul eden bir
anlayış içinde hangi yönümüzü dışarı vurduğumuz ya da hangi
yönde seçim yaptığımızdır. Üçüncü yoğunluk derecesinde olma-
nın anlamı da budur. Bu yüzden burası bir seçim katıdır.
Gölgelerimiz son derece güçlü olabilirler ve bizler kalbin
bahçesine ulaştığımızda orada dürüstçe çalışırken görürüz ki
onlar gerçekten güçlüdür. Çünkü onlar bu dünyanın binlerce
yıldır beslediği negatif duygularla güçlenmiştir ve bizler de bu
bilincin birer parçasıyız. Bu yüzden bizler bahçedeki aslanlarla
bir kavgaya tutuşmanın ne kadar aptalca olduğunu biliriz. Bu
kavganın kazanılmasının mümkün olmadığını biliriz. Bizler, alt
merkezlerden aldığımız güçle ve merkez binadan yapılan sevgi
yayınlarının gücüyle aslanlarla konuşur ve onları anlarız. Onları
kabul eder ve onları severiz. Sonra onlar binaya girmek için bize

212
Can Arif

izin verirler.Bizim ihtiyacımız olan tüm kusurlarımızla kendimi-


zi Kabul etmek ve affetmektir. Sonra biz bunu dışarıya doğru,
diğer insanlara ve her şeye doğru genişletebiliriz.Biz tüm kusur-
larımızla kendimizi benimseyebildiğimizde, kendimiz hakkında
özgür ve şefkat dolu bir görüş açısına sahip olduğumuzda ve tüm
bunlar için neşeli olduğumuzda, kalbin kutsal mekanına girmek
için gölgelerimizle yüzleşmek konusunda son derece zorlu bir
mesafeyi almış oluruz.
Bizler kalbin koşulsuz sevgisini istemek için içimizde olan
şeye inandığımızda ve ona güvendiğimizde, bu bize büyük bir
avantaj sağlar. Bilinçli evrensel oyuncular olarak biz içimizdeki
güce daima inanırız. Bu inanç derin bir güven duygusudur. Bu
yolda biz fiziksel ve zihinsel bir güvenlik içermeyen ancak ruhsal
düzeyde inanmışlığın huzuru içinde bize eşlik eden bir iman-
la kendimizi kuşatırız. Biz, kişisel sorumluluğu alırken, imanın
Yaratan’a uzanan gücünü de kabul eder ve onaylarız. Bu bizim
içimizde saklı iradeyle birlikte kalbe götüren yoldaki en büyük
gücümüzdür.
Sunuş bölümünde söylediğimiz gibi, aslında bizim buradaki
yolculuğumuz bir yerde inanmakla ilgilidir. Bizler nesnel kanıt-
larla çalışan bir dünyada, bu tip bir kanıttan yoksun olan ruhsal
alan içinde çalışıyoruz. Bu alan, bize kendimizi ve diğerlerini
koşulsuzca sevmenin öneminden söz etmemiş bir dünya’da, bi-
linmeyenin uçurumundan atlamak gibidir ve biz bu uçurumdan
atlarız. Bu uçurum ruhsal alandır ve bilinmezin içine yol alır. Fa-
kat bu yola başlarken inancımızın iki ayağı vardır; onlar akli ve
kalbi inançtır.
Akıl yoluyla inanmak ruhsal yolun başlangıcında iyi bir yol
arkadaşı olarak kaçınılmazdır. Ancak inancın ikinci ayağıyla des-
teklenmediği zaman yetersiz kalır. İkinci ayak, kalbin üzerinde

213
İlişkiler ve Denge

yükselir. O, evrene açılan kapının anahtarıdır ve ruhlarımızı da


kaplayan bilincin kaynağıdır. Eğer akli inancımızı derin bir iman
duygusuna dönüştürecek olan bu kapıdan geçmezsek, her han-
gi bir şey, akıl yoluyla sahip olduğunuz inancın kumdan kalesini
bir anda dağıtabilir. Bizler bunun örneklerini kendi olgunlaşma
süreçlerimiz içinde görüyor ve deneyimliyoruz. Bir telefon, bir
durum, bir olay, bir insan; bu kaleyi darmadağın etmek için yetip
artmaktadır. İşte bu yüzden kalbe giden yolu açık tutmak ve açık
bir kalp içinde, onun sevgiyle beslenen gücü içinde kalmak son
derece önemlidir.
Akıl, kalp merkezine giden yoldaki üç merkez içinde çalışır.
Fizik dünya’ya bağlı kırmızı, turuncu ve sarı ışın merkezlerinde
çalışmak daha çok aklın işidir. Ancak kalbin iç alanı ve onun üze-
rinde yükselen mavi, çivit ve menekşe renk bölgelerimetafizik
aleme açılan kapılardır ve bu kapılardan akacak enerji olmadan
yolculuğun ikinci ayağı asla yeterince güçlenemez.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi kırmızı, turuncu ve sarı
çakralarla birlikte yeşil ışın çakralarımızın dış avlusu uzay/za-
manda yer alır ve dış dünyamızla hareket etmek zorundalar. Bu
ışınlar zihinlerimizi ve bedenlerimizi kapsar. Ancak kalp çakrası-
nın yeşil ışından oluşan kutsal iç yeri ile mavi, çivit ve menekşe
renginin yüksek çakraları zaman/uzayda yer alır ve iç dünyamız-
la hareket etmek zorundadır. Bu yüksek çakraların enerjileri zi-
hinlerimiz ve bedenlerimiz kadar ruhlarımızı da kapsar. Bu ener-
jiler ruhsal doğamızı geliştirmek için bize yardım ederler.
Bizler için enerji merkezlerindeki bu uzay/zaman ve za-
man/uzay bölünmesinin anlaşılması gerekir ve bu işin merke-
zinde kalp çakrası vardır. Bu çakra fizik dünyayı metafizik dünya-
ya bağlayan köprüdür ve bu köprüden geçmek isteyen bir varlık
bir yandan iradesini kullanırken, bir yandan da iman duygusuna

214
Can Arif

güvenecektir. Köprüden geçmek için gereken irade aklın, iman


ise ruhun katalizörüdür.
Harry Potter serisinde Harry, Ron ve Hermione Hogwarts
Cadılık ve Büyücülük okuluna trenle gitmek için uzay/zaman
tren istasyonuna giderler. Ancak onlar Hogwarts’ın büyülü
dünyasına giden trene hemen binemezler. Onlar, uzay/zaman
istasyonunda bulunurken, inançları ve imanları sayesinde du-
vara doğru koşarlar ve onun içinden geçerek sihirli zaman/
uzay istasyonundaki 9.3 çeyrek peronunu ulaşırlar. Sonra onlar
Hogwarts’a doğru yol alırlar.
Bizler de kalp çakralarımızın dış avlusunu geçtiğimizde, 9.3
çeyrek peronuna ulaşmanın hazzını yaşarız. Kapıyı tutan aslanla-
rı geride bırakarak basamakları tırmanırız ve kalbin sihirli iç dün-
yasına giriş yaparız. Ancak iç kalbimizin bu girişi kişisel antipati
ve kişisel kabul etme eksikliği tarafından her zaman kapanabilir.
Oyuncular olarak bizim işimiz şefkatle ve kişisel kabullenme ile
kendimizde ve etrafımızda olan davranışları görmek ve affetme-
yi bilmektir. Biz tüm bu oyunda ve yolculukta hatasızlığa ulaşa-
cak değiliz. Ama kendimizi tanıyıp, olduğumuz kişi olduğumuzu
kabul ettiğimizde biz sağlam bir zemine ayak basmış oluruz. Ve
şu an olduğumuzdan daha fazlası olabilmekten önce, biz oyun-
cular şimdiye kadar gördüğümüz kısımları onurlandırır ve özgür
bırakırız.
Unutmamalıyız ki bizim kalp yolundaki en güçlü uygula-
malarımızdan biri kendimizi affetmektir ve biz bunu yaparken
her defasında daha fazla karanlık taraflarımızla karşılaşır ve her
birinde kendimizi yine anlar, yine kabul eder ve yine affederiz.
Bizkalp merkezimize giden kapıyı tutan dış bahçede pek çok za-
man geçirir ve bu anların her birinde kendimiz için yine anlayışı
ve affedişi seçeriz. Ve bu anlarda biz bunu herkes için yaparız.

215
İlişkiler ve Denge

Yeşil Işın Merkezinde Açık Kalmanın Önemi


İlk üç enerji merkezinin yeterince açık olduğundan ve kendi
gölgelerimizikabul ediyor olduğumuzdan emin olduktan sonra,
bilmemiz gereken bir diğer şey, karşılık beklemeden veren ilk ışı-
manın yeşil ışıma değil mavi ışıma olduğudur. Bir yeşil ışın var-
lığı başka varlıklardan gelen turuncu ve sarı ışının negatif etkile-
rine ve engellemelerine karşı genelde etkisizdir. Bu yüzden bir
yeşil ışın varlığının ilk hedefi, bir yandan alt merkezlerden gelen
açıklığı kalp merkezi içinde korumaya çalışırken, bir yandan da
mavi ışına doğru ilerlemektir.
Kalplerimizi açık tutmanın bizim için ne kadar zor olduğu-
nu anlaşılabilir bir şeydir. Çünkü yeşil ışının gücünegatif engel-
lemelere karşı tam bir koruma sağlamaz. Biz meditasyon yapabi-
liriz, dua edebiliriz ya da her zaman başkalarına hizmetin kutup-
laşması içinde olmayı isteyebiliriz. Ancak sonra telefon çalar ve
biz kızar, üzülür, endişelenir ya da öfkeleniriz. İşte o anlar, bizim
hala kalbimizi açık tutmayı başarıp başaramadığımızı gösteren
anlardır. Biz acaba o anlarda hala kalbimizi açık tutabilir miyiz?
Onun varlığını o anlarda da hissetmeye devam edebilir miyiz?
Biz, telefonda bizi kızdıran kişiye karşı o anda hala merhametle
yaklaşabilir miyiz? Trafikte araba kullanırken yüksek bir hızla ve
tehlikeli biçimde bizi geçen ve yaşamımızı riske atan adama hala
ruh seviyesinde saygıyla bakabilir miyiz? Eğer bunları yapabilir-
sek, işte biz o zaman gerçek oyuncular oluruz. Bu yüzden beşinci
enerji merkezine girmek daima zordur ve özel bir çaba gerektirir.
Ve bu özel çabanın içinde, sürekli olarak kalp merkezinde kal-
mak da vardır. Bu olmadan biz mavi ışına ulaşamayız.
Biz açık bir kalbi korumak için, onların davranışı ne olursa
olsun insanları bizimle Bir yapan gerçeğin meydan okumaları-
nı kabul etmek zorundayız. Oyuncular olarak bizim amacımız

216
Can Arif

kayıtsız şartsız ve bir geri dönüş beklentisi olmadan sevgi sun-


maktır. Oyunu bilerek, görerek ve anlayarak oynayıp, bize karşı
gösterilen negatif tutuma aynı ya da benzer bir karşılık verme-
meyi ya da tepki göstermemeyi seçebiliriz. Hala kızıyor ya da öf-
keleniyor olabiliriz. Ama biz bu duyguları bastırmadan hisseder-
ken, davranışlarımız bu duyguların kontrolünde olmak zorunda
değildir.
Kelimeler bizi yaralayabilir. Konuşulanlar bizi kırabilir. Ve
kırılan duygularımız içinde bizler insanlarla ruh seviyesinde Bir
olduğumuzu unutabiliriz. Ama aslında başka bir insanın cesa-
ret ve onur kırıcı sözleri ve davranışları yüzünden kalp çakra-
larımızın kapanmasına izin vermemiz bizim dikkatsizliğimiz ve
hatamızdır. Elbette incinmek son derece insanidir. Fakat sürekli
inciniyor halde olmak pek akıllıca değildir. İncinebiliriz, ancak
buna neden olan şeyi anında fark ederek kendimizle ilgili yeni ve
taze bir anlayışa ulaşabilir, kendimizi şefkatle kuşatabilir ve inci-
ten durumu ya da kişiyi hemen bağışlama yolunu seçebiliriz. Biz
kalp çakrasının akılla çalışmadığını anlamak zorundayız. O ta-
mamen sevgiyle çalışan bir yapıdadır. Affetmek ve hoş görmek,
anlayış ve şefkat onun yakıtıdır. Bizi ruh seviyesinde kendilerin-
den ayrı gören insanların henüz evrensel oyuncular olmadıkları-
nı bizim şefkat dolu bir anlayışla kabul etmemiz gerekir.
Bizim gerçek meydan okumamız oyunun ruh seviyesindedir.
Ruhsal oyuncular olarak duygularımız başkaları tarafından yara-
landığında, biz onlara ayrılıkçı karşılıklar vermekten kaçınırız.
Biz oyunda gerçek oyuncular olarak kalmak için onların bize yap-
tıklarını unutmayı ve onları affetmeyi seçeriz. Belki tekrar tekrar
bunu yapma girişiminde bulunduğumuz her defasında başarılı
olamayacağız. Ama biz tekrar başlama kararlılığına ve niyetine sa-
hip olduğumuz sürece her zaman başka bir şansımız olacak.

217
İlişkiler ve Denge

Artık hepimiz biliyoruz ki bu oyun çok kolay biçimde ma-


nipüle edebilen ve insanların korku, çıkar, hırs, kibir, kabalık,
saygısızlık ve umursamazlıkları nedeniyle dengesiz ve negatif
tutumlar açısından baştan çıkarabilen bir yapıdadır. Ama eğer
biz tepkilerimizi her hangi bir duygunun kontrolü altında verir-
sek, alt çakra seviyesindeki bu durum kalplerimizi rahatlıkla ka-
patabilir. Unutmamalıyız ki her ayrılıkçı davranış biçimi, içinde
mutlaka negatif bir sapma barındırır ve belki de bu nedenle biz
açık bir kalbe sahip son derece az bulunan politikacılara sahibiz.
Çünkü siyasetin ve gücün alanına giren açık kalpli insanların ye-
şil ışın çakraları genellikle kısa bir sürede kapanır. Güç elde etme
yarışı, rekabete ve ayrılığa dayalı güç kullanımı kalp yolunu he-
men kapatır.
Biz oyuncuların bize, affetme! diyen sese uyma-maya ihti-
yacımız var. Güç kullan ve haklı ol, savaş ve kazan! diyen sese
uyma-maya ihtiyacımız var. Bu sesler gölgelerimizin sesidir, on-
lar da geçerlidir ve biz onları da öylece kabul ederiz. Ama ruhsal
oyuncular gölgelerin bu akıl oyunlarına karşı her zaman dikkatli
ve uyanık olmalıdırlar. Bizler belki de henüz çok acemi ruhsal
arayıcılar olabiliriz, ancak neyi üstlendiğimizin de farkındayız-
dır. Biz artık bu oyunu ruhsal düzeyde oynamak istiyoruz ve bu
nedenle biz kendimizi her an ve her şey için affedebiliriz. Biz
bunu yaptığımızda başkalarını affetmenin muazzam yeteneğini
de yaratırız. Çünkü başkalarını affetmemiz, kendimizi affetme-
mizin basit bir uzantısıdır.
Kitabın en başında da söylemiştik; biz kalbimiz içinde nefes
alabildiğinizde ve yukarıya doğru çıkabildiğimizde, zihinlerimi-
zin bağlandığı gerçekliği daha farklı bir gerçeklikten görmeye
başlamamız kaçınılmazdır. Bu daha yüksek bir gerçekliktir ve
enerji bedenlerimizi ve ruhlarımızı saran bilincin ışığıdır. Bu bi-

218
Can Arif

zim asıl doğamız ve tüm evrenin tekliğini meydana getiren yük-


sek enerjilerin hissedilme alanıdır. 
Aslında sevgi tek-bir harekettir ve onun içinden geçtiği
enerji kanalının ne kadar açık ve temiz olduğu, bizlerin algılama
düzeyiyle doğrudan ilgilidir. Burada bir enerji kanalı boyunca sı-
ralanan gökkuşağı renk özlü enerji merkezlerinin çeşitli algılama
düzeylerini belirleyen yapısı, bizim hangi merkezlerde uyum ve
denge içinde olduğumuzla belirlenir. Bir sevgi öğrencisi için ger-
çek şudur ki, değiştirilemez olan tek-sevginin algılama düzeyi,
gündelik yaşama bağlanan ve zihinlerimizle şekillenen alt mer-
kezlerin faaliyet alanı içinde gibi görünse de aslında bu sadece
işin fizik dünyaya bağlanan kısmıdır. Burada sevginin bir ener-
ji hareketi olduğunu ve onun hissedilme ya da idrak düzeyinin
metafizik alemlere açılan çok daha yüksek enerjilerin faaliyete
geçirilişleriyle doğrudan ilgili olduğunu anlamak önemlidir. Ve
o yüksek merkezler için atlama noktası açık bir kalptir. Açık kalp
içinde kalmak, bizim matrix’i görüş açımızı tümüyle değiştire-
cek olan yolun başlangıcıdır.
Zihin ve onun perdeleyici doğası, bizi doğrudan gündelik
yaşama bağlar ve bu noktada gerçek olarak imgelenen her şey,
tartışmasız biçimde gerçektir. Fakat yukarı doğru hareket şefkat,
kabul ve anlayış içinde yükseldikçe ve biz gerçek doğalarımıza
nüfuz etmeye başladıkça, gerçek sandığımız pek çok şeyin daha
yüksek bir gerçekliğin gölgesinde kaldığını açık biçimde dene-
yimleriz. Bu duyuları bastıran bir sihirbazlık değildir. Bu, sevgi-
nin tüm tekamül düzeyleri açısından algılanma sınırlarını belirle-
yen enerji hareketidir. Bu açıdan, zorlayıcı durumların ortasında
kalplerimize odaklanarak orada nefes almamız ve orada kalabil-
memiz hayatidir. Biz kalbin sessizliği içinde bu nefesi almadıkça,
zihnin algıladığı hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olmamalıyız.

219
İlişkiler ve Denge

Hayat sevgi adına son derece basittir. Ancak onun algılan-


ma ve hissedilme düzeyleri sonsuzluğa uzanan bir renk senfo-
nisi gibidir. Bugün gerçek olan, tümüyle gerçektir. Ama yarının
algılama düzeyi, bugünün gerçekliğini sevginin ve merhametin,
birliğin ve tekliğin ışığıyla sarar ve kuşatır. O artık daha farklı ve
daha yüksek bir gerçekliktir.

Güven ve Kendini Bağışlama


İndigo ışın enerji merkezden sonsuzluğa açılan kapının (hasat
kapısı) anahtarlarından biri iman duygusudur. Ancak biz bu ka-
pıya doğru ilerlerken, bizim gündelik güven ihtiyacımız ve güven
duygumuz bize meydan okur. Ama bu meydan okuma içinde gö-
rürüz ki ruhsal arayış içinde dünyevi bir güven anlayışıyoktur.
Bir ruhsal arayıcı, bilinmezlik içindeki mutlak savunmasızlığı ka-
bul etmek zorundadır. Bu kendini boşluğa bırakmaktır ve ruhsal
yola çıkan bir varlığın en belirgin özelliğidir.
Dünya’da güven yoktur. Ama biz güven içinde olduğumuzu
düşünür ve inanırsak, ölümün gölge vadisinde her şey bize güven
verir. Gerçekte hiçbir şey anlaşılamaz ve bilinemez. Endişeleri-
miz içinde bunu fark etmek önemlidir. Tüm Yaratılış bir gizemle
kaplıdır ve bizler tam bir güvene sahipmiş gibi davranarak ruhsal
yolda ilerleriz. Bir ruhsal oyuncu olarak bilinmezin güvensizli-
ği içinde hareket ettiğimizde ya da aslında kendimizi tümüyle
imanın ve inancın kollarına bıraktığımızda, ruhsal arayışımız da
hızlanır. Ama işin ilginç tarafı şudur ki biz bunu yaptığımızda ha-
yatlarımızın gizemli biçimde korunduğunu hissetmeye başlarız.
Görünürde hiçbir güven verici şey yoktur. Ama kalbimiz derin
bir güven duygusuyla doludur.
Nasıl ki “gerçek bir sevme niyetiyle” henüz sevmediğimiz
bir insanı seviyormuş gibi yaparak onu gerçekten sevebilirsek,

220
Can Arif

güven hissetmediğiniz bir dünyada, tam bir güven içinde oldu-


ğumuzu düşünebiliriz. Biz güven içinde olduğunuza inandığı-
mızda ve öyle davrandığımızda, bu güven bizim için artık gerçek
olur. Ve bu asla kendini kandırış değildir. Bu güven sahibiymişiz
gibi davranmanın gerçek doğasıdır.
Bütün parıltıların altın olduğundan emin olan bir bayan var.
Gökyüzü için bir merdiven satın alıyor.
Evet geçebileceğiniz iki yol var, ama yol uzun.
Olduğunuz yolu değiştirme şansınız hala var.
Sevgili Bayan, vadi rüzgârının sesini duyuyor ve biliyor muy-
dunuz?
Merdiveniniz fısıldayan rüzgâr üzerinde uzanıyor.
“Cennete uzanan merdiven” isimli bu şiir, aslında hepimizin
çıkıyor olduğu merdivenin fısıldayan rüzgar üzerinde uzandığını
söylerken, bu merdiven üzerinde güven aramanın boşuna oldu-
ğunu çok güzel anlatıyor. Bu şiirde bahsedilen iki yol, aydınlığın
ve karanlığın yollarıdır. Kendine hizmet yolu olan negatif yol, bu
merdiveni almanın ve anlamanın materyalizm yoludur. Bu yol,
bilinen ve kontrol edilebilen her şey hakkındadır. Ama aydınlık
yol, kabul içinde ve kendini rüzgara bırakarak merdiveni çıkan
yoldur. Ve karanlık yolun aksine bu yolu aklından çok daha fazla
ruhuyla, iradesinden çok daha fazla inancıyla çıkar.
Bu şiiri ilk okuduğumda, bir çocuk olmaktan bir yetişkin ol-
maya doğru gelişen süreçlerim içinde sürekli olarak gördüğüm iki
rüyayı ve bu rüyaların bana fısıldadığı korkularımı anımsadım.
Çok korkuyordum. Bir çocuktum ve her çocuk gibi yaşa-
dıklarımı bilinçli olarak değerlendirebilecek durumda değildim.
Her gece başıma yorganı çekip, kendime korunaklı bir alan yara-
tıyor ve o alanda nefes almaya çalışıyordum.

221
İlişkiler ve Denge

Her çocuk gibi meraklıydım. Yaşamı kendi gözümden keş-


fetmeye çalışıyor ve sanki bir şey arıyordum. Naif, kırılgan ve
hassastım. Durumlarla başa çıkacak güce sahip değildim ve dı-
şarıda gördüğüm ya da yaşadığım her sevgisizlik için kaçıp sı-
ğınacak bir yer arıyordum. Ancak hiçbir yer yeterince güvenli
gelmiyordu ve sanki içeride bir ses, nereye kaçarsan kaç aradığı-
nı bulamayacaksın diyordu. Her sabahına altımı ıslatarak uyan-
dığım geceler, koşmamı ve kaçmamı engelleyen sert bir rüzgar
önümden eserken, arkamda beni kovalayan insanların korkula-
rıyla yüzleştiğim rüyalarla doluydu. Bir yerlerde bir zamanlar bir
merdiven çıkmıştım ve onu çıkmış olmanın geçmiş anısı bana
güven ve huzur verirken, burada şimdi bu dünya’da, içinde ol-
mak zorunda olduğum şeyin gerçekliğine inen o merdiveni bir
türlü inemiyordum. Bunu her denediğimde çok korkuyor ve
inmek için çok zorlanıyordum. Oysa ben seçmiştim bu mer-
diveni yeniden inmeyi ve bu benim için yapılmak zorundaydı.
Bu merdiven üzerinde her şey Bir’di ve ben merdivenin hangi
basamağında olurlarsa olsunlar herkesin Bir olduğunu fısılda-
mak istiyordum insanlara. Rüyalarım, bu merdivenin zorlayıcı
deneyimleriyle doluyken, gözlerimi açıp her uyandığımda, bu
acı yaşamın sert rüzgarlarıyla dövülen o merdiveni çoktan inmiş
oluyordum. Korku içinde ve ıslak…
Gün ışıdığında artık sığınacak bir yorgan da olmuyordu ve
ben sevgisizliğin acı deneyimlerinden kaçacak hiç bir yer olma-
dığı gerçeğiyle yeniden yüzleşiyordum.
Aslında gördüğüm bu rüyalar, bir Gezgin olmanın zorluğu
içinde, bir insan olarak yaşamdan korkan ve ondan kaçmak iste-
yen çocuğun ruh halleriydi. Ama bu rüyalar bana çok önemli bir
şey anlatmak istiyordu. Arkamdan kovalayan üçüncü yoğunluk
varlıkları ve önümden esen üçüncü yoğunluğun sert rüzgarları,

222
Can Arif

burada sığınacak bir liman ve kaçacak hiç bir yer olmadığını söy-
lüyordu. Bu rüyalar bana, aşağıya inen merdivenin ve esen rüz-
garın insafına kaldığımı ve tek çarenin bilinmeze güvenmek ol-
duğunu söylüyordu. Ben de öyle yaptım. Uzun bir süre her insan
gibi güven aramanın hazin ve yıpratıcı deneyimlerini yaşadıktan
sonra, içimde bana “her şey yolunda!” diyen sesi dinlemeyi seç-
tim.
Aslında tüm hayatım boyunca kaynağını bilmediğim bir gü-
ven duygusu hissetmiştim ve bu duygu yaşamın beni koruyup
kollayacağına dair garip bir duyguydu. Ama bir insan olmanın
kaygılı doğası ağır basıyor ve içimdeki bu sesin gücünü bas-
tırıyordu. Sonra bu yavaş yavaş değişti ve ben güven duymayı
öğrendim. Yaşamın beni ve benim buradaki varoluşumu yeterli
güven içinde tutacağına dair bu inanç, hala yaşamımda gizemini
koruyor. Bir insan olarak elbette hala endişeleniyorum ve bazen
de korkuyorum. Ama hemen kalbimin o sessiz yerine dönerek
içimde her şey için tamam diyen o sesi dinliyor ve endişe ya da
korkularımın beni yavaşlatmasına izin vermiyorum.
Bu dünya’da dogmatik öğretiler doğrunun ve yanlışın, kabul
edilebilirliğin ve edilemezliğin kesin bilgisini önerirler. Bu şekil-
deki dogmatik anlayışların içinde olan negatif insanlar, sıklıkla
sorgusuz sualsiz itaati söylerler. Onların aldıkları ve sattıkları bu
merdiven siyah ve beyaz, doğru ve yanlış basamaklarından olu-
şur. Bu kendine hizmet anlayışının güçlü bir parçasıdır. Bu mer-
diven zayıf temeller üzerine kurulmuş olmasına rağmen bazıla-
rı için güven vericidir. Tüm değerler, ezbercilik ve itaat yoluyla
öğrenilir. Sonra bu değerler, dünyadaki çoğu insanı ve kendini
yargılamak, kınamak ve ayırmakta kullanılır.
Oysa başkalarına hizmet yolunda olan ruhsal oyuncular
olarak bizim merdivenimiz ruhun fısıldayan rüzgârı üzerinde

223
İlişkiler ve Denge

uzanır. Hiçbir şey bilinmiyordur. Biz bilinende ve kontrol edi-


lebilende değiliz. Biz gizem, çelişki ve bilinmeyende ilerliyoruz.
Dünyevi güvenimizin ihtiyaç duyduğu maddi destek olmadan
bunu yapıyoruz ve zaten biz böyle bir desteğe sahip olamayız.
Aydınlık yolda ruhsal arayış, böyle bir destek olmadan, içten ge-
len bir güvenle uzanır ışığa..
Ruhsal oyuncular olduktan sonra biz geçmiş yaşantımıza
baktığımızda görürüz ki rüzgar yapmak istediği şeyi her zaman
yapmıştır ve orada tutunmak istenen güven çoğunlukla bir işe
yaramamıştır. Ama elbette başlarda hepimiz bu güveni ararız ve
ilk adımları öyle atarız. Ancak sonra anlarız ki güven rüzgarın
kendisidir.
Rüzgarın kendisine güvenmenin kritik noktası şudur ki biz
bilinmeyen gizem ve çelişki içinde durumu kabul eder ve boşlu-
ğa atlarız. Ve atladığımızda ayaklarımızı havada buluruz ve doğal
olarak güvenimizi böyle kazanırız. Biz dener ve yaşarız.
Matrix filminde Neo ilk denemesinde boşluğun üstünden
geçemez ve yola düşer. Ama o bunun gerçek olmadığını bildiği
için yaralanmamıştır. Biz de aynı şeyi yapabiliriz. Bazen gerçek
olmadığını düşünerek kendimizi boşluğa bırakırız. Ve böyle bir
yolda, bizim akıllarımız başkalarının zarar verici kelimeleri ya da
hareketleri etrafında döndüğünde biz onları gerçek kılarız. Sade-
ce bu şekilde bu durumlar bizi yaralayabilir ya da bizi dengesizce
şaşkına çevirebilir.
Zihnimizin görüşü ve inançlarımız bizi ya kendi oyunumuz
içinde oyuncular ya da bir başkasının oyunu içinde piyonlar ya-
par. Biz atlamak ya da bir kaşığı bükmek istediğimizde, güvene
ve imana sahip olduğumuzu hissetmeden önce bunlara sahipmiş
gibi hareket ederiz. Böyle yaparak biz bazı enerjileri harekete ge-
çirir ve güvenin gizemli bir şekilde kalbimize girmesini sağlarız.

224
Can Arif

Biz önce inanır, sonra yaratırız. Böylece güveni tekrar tekrar inşa
ederiz. Neo’nun kahini beklerken çocuktan duyduğu “aslında bir
kaşık yok” cümlesi, bir toplanma çağrısıdır. İnancın ve güvenin
çağrısıdır.
Benim de kaşıkları büken bir arkadaşım var. O bunu nasıl
yaptığını bilmediğini ancak eline aldığında kaşıkları bükece-
ğinden emin olduğunu söylüyor. O bunu yapacağını gerçekten
biliyor olmalı. Daha doğrusu bu konuda tam bir inanca ve güve-
ne sahip olmalı. Ama bizler genelde bir kaşığı bükmeyi istemek
yerine, geçimsiz insanların davranışlarına destek olmayı seçeriz.
Çünkü yaşamlarımız Matrix kadar etkileyici ve Hogvard büyü-
cülük okulu kadar sihirli değildir. Ya da aslında biz onu öyle im-
geleriz.
Biz kalbin bahçesindeki aslanları geçtiğimizde ilk güven
hareketimiz kendimizi kabul etmek ve kendimizi affetmektir.
Kendini tüm yönleriyle olduğu gibi kabul eden ve her şey için af-
feden biri, içinde güvenle nefes alacağı kendi alanına sahiptir ve
orası kalbin kutsal yeridir. Oraya giren ve orada kalma becerisine
sahip olan böyle biri için yaşam ne kadar korkutucu olursa olsun,
o kendi güvenliğine sahiptir. Ve biz hepimiz bunu yapabilecek
inanca ve beceriye sahibiz.
Gezegenimiz şuan büyük bir değişimi tüm hızıyla gerçekleş-
tiriyor. Geçmiş davranışlarımız hakkındaki kişisel yargılamaları-
mızı hatırlamanın tam zamanıdır. O yargılamaları hissettiğimiz-
de ve hala kendimizi yargılıyor bulurken, onu serbest bırakalım.
Kişisel saygı eksikliği ve değersizlik hissettiğimizde, onu serbest
bırakalım. Suçlama hissettiğimizde onu serbest bırakalım. Ve
tüm olup bitenler için kendimizi affedelim. Dahası bunu herkes
için yapalım. Çünkü biz olabilecek en az eşya ile yolculuk yap-
maya ihtiyaç duyan oyuncularız.

225
İlişkiler ve Denge

Yeşil ışın çakrasının dünyası içinde bugünün hataları, za-


ten taşınan yükler açısından yeterlidir. Geçmiş hataları ve şimdi
oluyor olanları an ve an bırakma ve duygusal bagajları boşaltma
vaktidir. Algılanan hatalar ve yanlışlar için başlangıçta kendimi-
zi böylesine hoş görmek yanlış görünse de, oyuncular olarak bu
uygulamanın ne kadar gerekli ve yararlı olduğunu az zamanda
anlarız.
Ancak bu uygulama, oyuncunun hatalarından muaf olması
demek değildir. Tam aksine oyuncu tüm sorumluluğu alarak, ka-
ranlık taraflarıyla günden güne yüzleştiğini bilmektedir. Ve bilir
ki, sorumluluk bize ait olsa da suçlamak ve yargılamak bize göre
değildir. Gerçek bir oyuncu kendini dürüstlük ve samimiyet
içinde inceleyerek, her gün dış bahçesini süpürebilir. Böylece bu
oyuncu her yeni güne uyandığında kendini tazelemiş ve affetmiş
olur ve bu herkese uzanır.

Perdeyi Aralamak
Biz alt enerji merkezlerimizi yeterince temiz tuttuğumuzda ve
kalp merkezimiz içindeki kutsal mekana giriş yaptığımızda, her
şeyi yeniden BİR görecek olan süreci de başlatmış oluruz. Bu,
başkalarına belirli bir saflıkta hizmet etmenin ve perdeyi arala-
manın da başlangıcıdır. Artık bizi metafizik gerçekliğe bağlayan
üst enerji merkezlerinin yüksek enerjileriyle bilinçli olarak çalış-
mak için her şey hazırdır.
Üçüncü yoğunluk illüzyonu içinde yaşarken, biz elektro-
manyetik bir parmaklığa sahibiz. Bu parmaklık unutma perdesi
dediğimiz zihin perdesidir ve biz farkındalıktan yoksun olduğu-
muz her an enerji merkezlerini kapama özelliğine sahiptir. Fakat
aynı perde, bize nasıl düşünüp nasıl davranacağımız ve hangi
yolla Yaratan’a hizmet edeceğimiz konusunda özgür seçimler

226
Can Arif

yapma olanağı tanır. Eğer perdenin bize sağladığı unutkanlık ol-


masaydı, bizler hiçbirimiz ileriye uzanmak için bir arzu duymaz,
bir çaba göstermezdik. Çünkü eğer unutmamışsak, hatırlamanın
ve ileriye uzanmak için yapılacak özgür seçimlerin ve çabaların
da bir anlamı yoktur.
Özgür iradenin perdeleme yoluyla kullanıldığı bu süreçte,
biz oyuncular başkalarına hizmet seçimlerimizi yaptığımızda-
perdeyi kaldırmak için ilk adımı atmış oluruz. Bizim başkalarına
hizmet yolunu seçmemiz, hizmet polarizasyonumuzun da ilk
adımıdır. Hiçbir geri dönüş ya da karşılık beklentisi içinde olma-
dan başkalarına hizmet yolunda sevgi ve merhametimizi büyüt-
tüğümüzde ve böylece hizmet kutuplaşmamızı artırdığımızda,
biz perdeye aralamanın ve yeni gözlerle görmenin sihrini yaşarız.
Biz pozitif seçimler yapmayı sürdürdüğümüzde, aslında kendi-
miz için sağlam bir yeni iç dünya yaratırız. Artık biz bu neşeli ve
sağlam iç atmosferde sevgiyle titreştiğimizi rahatlıkla hissedebi-
liriz. Canlı ve ışık yayan koşulsuz sevginin bizi üçüncü yoğunluk
açısından sonuca ulaştırdığını hissedebiliriz. Biz her bir adımda
başkalarına hizmetin puslu vadisinde iz sürerken, perdeyi de kal-
dırmaya başlarız.
Artık tehlikeli biçimde araba kullanan ya da gereksiz korna-
ya basarak sinirlerimizi bozan sürücü, bizi uykumuzdan uyandı-
ran satıcı, üzerimizden halı silken komşumuz, kasada beklerken
önümüze geçen müşteri, bizi kullanmak isteyen yöneticimiz,
umursamaz insanlar, saygısızlıklar, kabalıklar ve tüm o rahatsız
edici şeyler bize çok yardımcı olmaya başlar. Onlar artık sevgi
yollarını deneyimlediğimiz ve bize sevgi sunma fırsatı veren in-
sanlar ve durumlardır.
Biz ruh seviyesindeinsanları her zaman sevebiliriz. Bunu
yaptığımızda bizim dünyamız tümüyle değişir. Hala yedi milyar

227
İlişkiler ve Denge

varlığın her birinin imgelemesinden oluşan bu ortak rüya oldu-


ğu gibi devam ediyor olsa da, bizim imgelememizden oluşan
dünyamız artık değişir. Biz artık mağdur, kurban ya da günahkar
değilizdir. Biz artık bu üçüncü yoğunluk fabrikasının bize sun-
duğu sevgi olanakları içinde, bir sonraki insanla tanışmayı ve ona
sevgi sunmayı bekleyen oyuncularızdır.
Bizim kalbimizi merhamete açmak için basit ve gerekli bir
uygulamamız vardır. O da ihtiyacı olanlara yardım etmektir. Ay-
dınlık yolun pozitif varlıkları kendi kardeşlerine yardım ve hiz-
met anlayışında ilerledikçe, bu hizmetin her bir adımda daha saf
ve arınmış şeklini deneyimleyecekler ver her bir adımda ışıkları-
nı daha yoğun biçimde paylaşacaklardır. Dünya’da hiçbir duygu
karşılıksız sevmenin ve vermenin yerini tutamaz. Başkalarına
hizmet yolundaki bir varlık bunu bilir ve perdeyi aralamanın se-
vinç dolu canlılığı içinde nefes alır.

Kalp Çakranın Kutsal İç Mekanı


“Hissedin. Her bir enerji merkezindeki aksamalar içinde dahi
kalp merkezine doğru çıkmaya çalışan enerjiyi ve kalbe doğru
yükselen kıpırtıyı hissedin. Ve kalp içinde sıvı gibi akan ve ilham
veren yukardan gelen enerjiyi hissedin. Bunlar ikisi aslanların
kalbi koruduğu yerde karşılaşırlar ve siz aslanlara burada olma-
yı hak ediyorum demeyin. Onlara sevgiyi bulmak için beni ba-
ğışlayın deyin. Aslanlar size boyun eğer ve kapıyı açarlar. Ve siz
kalp mabedinin en iç kısmına girersiniz. Bu açık kalptir. Oturun.
Ayakkabılarınızı çıkarın. Kutsal yerdesiniz. Şimdi size huzur ve-
ren Yaradan’la birliktesiniz. Büyük bir tutkuyla seviliyorsunuz.
Nasıl da seviliyorsunuz!” (Q’uo)
Birçoğumuz “beni bağışla” fikrinden rahatsız oluruz. Sebep
sorumluluktan kaçmak ve adeta bir başka güce itaat etmek gibi

228
Can Arif

görünmektir. Ama aslanlar açık kalp için bizim kendi gardiyanı-


mızın sembolüdür. Biz kendimizi bağışlamak için aslında kendi-
mizden rica ediyoruz.
Açık kalplerimize girmek için bizim üç şeyi yapmaya ihtiya-
cımız var:
1. Çok kötü hatalarımızla bile kendimizi tanımaya
2. Kendimizi olduğumuz gibi koşulsuz ve şartsız kabul et-
meye
3. Kendimizi ve insanları tamamen affetmeye
Açık kalplerimizde kalmak için kendimizi kabul etmeyi ve
kendimizi affetmeyi sürdürmenin güvenliği içinde kalarak, gün-
lük olarak bu süreci tekrar etmeye kesinlikle ihtiyacımız var. Kal-
bin dış bahçesine ulaşmış bir oyuncu için temel iş açık kalp içine
tümüyle girebilmektir. Oyun artık açık kalbe tekrar tekrar geri
dönmek olan bu iş üzerinde oynanır. Açık kalp bir görüşe sahip-
tir. Bu görüş tüm dış işlerimizi bilgilendirir ve seçimlerimizi iyi
yapmamız için bize yardım eder. Burada tüm dış işler koşulsuz
sevginin iç atmosferinde oturmanın huzurundan ve sevgisinden
etkilenir.
“Bazen sevgiyle uyumsuz olduğumda, günlük oyundan he-
men kaçarım. Yorgun, darmadağın ve donuk hissederim. Ama
sonra oyuna bir ruhsal oyuncu olarak geri dönmeye karar ver-
diğimde, bir kalp atışı içinde bunu yapabilirim. Zihinsel olarak,
kalbin kutsal iç yerinin giriş kapısına giderim, paçavralarımı top-
larım, merhamet için dua ederim ve kalp çakramın içine kendimi
bırakırım. Vay be! Çok iyi hissediyorum! Kendime geldiğimde
bir mağdur değil de bir oyuncu olduğumu hatırlarken, kapıdaki
aslanlar geçmeme izin vermişlerdir. Çünkü kendi karmaşıklığımı
kabul ederim ve tüm oyun alanı kirli bile olsa koşulsuz sevgiye

229
İlişkiler ve Denge

inanmaya cesaret ederim.” (Carla Rueckert)


Ne dersiniz, sizce de iyi bir yöntem değil mi? Carla’nın söz-
lerini okuyunca eski zamanlardan beri genellikle farkında olma-
yarak benzer bir uygulamayı yaptığımı hatırladım. Şimdilerde ise
bunu çok daha bilinçli biçimde yapıyorum ve bu bana muazzam
bir güç ve inanç veriyor. Ben buna “yaşamda kalma destek nok-
tam” diyorum. Ne zaman dünya bana çok acı bir yer, katlanılmaz
bir kirlilik olarak görünürse, ben kendi kalbimin içine gidiyor
ve orada biraz dinlenip neden burada olduğumu hatırlıyorum.
Bunu kalbimdeki o şeyi hissederek yapıyorum. O zaman ben
oyuna yeniden dönmek için güç ve cesaret topluyor, buraya yap-
mak için geldiğim şeyin peşine düşüyorum. Bu beni rahatlatıyor
ve özgür bırakıyor. O anlarda biliyorum ki görünenin ötesinde
çok daha yüksek bir gerçeklik var ve biz hepimiz o gerçekliğin
içinde Bir’iz. Böylece ben hizmet yolunda yeniden sevgi ve cesa-
retle ayağa kalkıyorum.
Açık kalplerimize girme ve içinde kalma yeteneğimiz çok
önemlidir. Evrensel oyuncular olmanın üçüncü yoğunluğunda
artık fazla zamanımız kalmadı. Gezegen üçüncü yoğunluğun sarı
ışınını hızla durağana çevirirken, dördüncü yoğunluğun yeşil ışı-
nı hızla faal hale geçiyor. Artık bu satırları okuyan her birimiz
hızla hasat olmaya doğru ilerlerken, hepimizin günlük yaşam ak-
tivitelerimiz yoluyla yardım ve hizmet anlayışımızı geliştirmeye,
alt enerji merkezlerimizi temizlemeye ve en içteki tapınağımız
içinde oturan koşulsuz sevginin alanına girmeye ihtiyacımız var.
Kalplerimiz içindeki koşulsuz sevgiden yapılmış kutsal iç
mekan bizi bekliyor. Bu yüksek sevgiyi bulmak ve ona güven-
mek için gayret ederken, tökezlediğimiz anlarda korkma-maya
ihtiyacımız var. Enerji bedenlerimizi her bir denemede temizle-
yebilir ve kalp kapısındaki yığıntıları kaldırabiliriz. Bunu yapma-

230
Can Arif

yı seçmek dünya telaşı içinde zor görünse de, ruhsal oyuncuların


başka şansı yoktur. Ve biz bunu yapmayı seçtiğimizde iki şeyin
önemi vardır: Ne yapmak istediğimizi ve nerede olmak istedi-
ğimizi hatırlamak ve böyle yapmak ve böyle olmak niyetimizi
ortaya koymak. Kendimize sorabiliriz; ne yapmak ve nerede
olmak istiyoruz? Üçüncü yoğunluğun ayrılık ve çatışma dolu
dünyası içinde tüm bunlara devam etmek mi, yoksa dördüncü
yoğunluğun uyum ve sevgi olan dünyası içinde koşulsuz sevgiyi
öğrenmek mi?
Niyetimizi belirlemek, bize yardım etmeyi bekleyen meta-
fizik dünyaya bir işarettir. Biz istek ve irademizi canlandırırken,
Yaratan’ın tüm gücü içimizdedir. İhtiyacımız olan bu güç ve
onun getirdiği ilham ve inanç, başlarımızın üzerindeki taç çak-
ramız boyunca kalplerimizin kutsal iç mekanına doğru akar. Biz
tüm isteklerimizi saf niyetle ortaya koyduğumuzda, Yaratan’ın
tüm ilkeleri ve tüm ışık güçleri bize cevap verir.
Biz alt enerji merkezlerini temizleyip uyuyan yılanı dengeli
biçimde harekete geçirdiğimizde ve kalp merkezine doğru çıkar-
dığımızda, başın üzerine çoktan oturan ruhun tacı da harekete
geçer ve bizi kalp merkezinde karşılar. Artık istemenin ve alma-
nın zamanıdır. Biz bir yerden sonra tek-başımıza yapamayız. İs-
temek, istemek ve yine istemek..Bize yardım için bekleyen tüm
ilke ve ışık güçlerinden yardım istemek…

Sessizlik İçinde Mezuniyete Yol Almak


Yaratan Güneş gibi, ölü gökyüzünü aydınlatır ve bizim yolumuzu
aydınlatarak içimizde parlamaya devam eder. Bu parıltının kay-
nağı sessizliktir. Kalbin kutsal mekanına giriş kapısının anahtarı,
iç kalbe doğru geçişin anahtarı sessizliktir.

231
İlişkiler ve Denge

Sessizlik oyuncular için çok güçlüdür. Sözlerimizden çok


daha fazla bilgi, sessizliğin içinde vardır. Biz düşündüğümüzde
ve konuştuğumuzda, biliriz ki bu insanın etkileyici bilgeliğidir.
Ancak sessizliğe yer açtığımızda ve ona odaklandığımızda, Yara-
tanın sesini dinler ve ruhsal konuşmanın tüm gücünü hissederiz.
Bu konuşma kalplerimizden içeri girer ve aydınlık bilgileri bize
ulaştırır. Biz onu işitmeyiz. Biz onu hissederiz. Onun yenileyici
gücünü hissederiz. Bu sessizlik içine iyice yerleştirilmiş olan ko-
şulsuz sevgiyi hissederiz. Zihin olmadığında, Yaratan oradadır.
Sessizliğe girmek için biçimsel bir meditasyon yapmak zo-
runda değiliz. Suyun sesini dinlemeye gidebiliriz. Bisiklete bine-
biliriz. Güneşe uzanabilir, doğa yürüyüşlerine çıkabilir, ağaçlara
sarılabilir ve kuşların sesini dinleyebiliriz. Telefonları ve oyun
araçlarını bırakarak doğada egzersiz yapabiliriz. İnterneti ve te-
levizyonu kapatarak birkaç dakikalığına oturup sessizliği davet
edebiliriz. Bir anlık sessizlik içinde içtenlikle aramak ruhumuzu
besler ve neden burada olduğumuzu, ne yaptığımızı hatırlamak
için bizi yeniler.
Yaşam deneyimlerimizin tümünü bir oyuncunun öğrenme
yolları olarak görmemiz gerekir. Bu görüş bize cesaret ve güç ve-
rir. Biz sessizlik içinde bu cesaret ve güçle ilerleyebildikçe yaşam
oyununu daha fazla sevgiyle oynayabiliriz. Biz neticede kısa bir
süre için buradayız ve burada olmanın tüm ihtişamını yaşamaya
ve onurlandırmaya ihtiyacımız var.
Artık üçüncü yoğunluğun ışığı hızla azalıyor. 2012 kış dö-
nümünde maksimum düzeyde kullandığımız bu sarı ışın, artık
yerini koşulsuz sevginin yeşil ışınına bırakıyor. Bundan sonraki
süreç, yeşil ışın dünyasının (Yeni Dünya’nın) tam olarak başla-
ması için ve bizim de oradaki yerimizi alabilmemiz için bir geçiş
süreci olacak. Ve şimdi hemen seçimlerini yapmış insanlar için,

232
Can Arif

kalan sürede pozitif kutuplaşmayı artırmak ve mezun olabilmek


için yeteri kadar üçüncü yoğunluk ışığı hala var. Eğer siz de şimdi
bu söylenenleri anlamlı buluyorsanız, bir ruhsal oyuncu olmak
için uyanmanın ve seçmenin tam ortasındasınız demektir. Kalbi
açmak uzun uzadıya bir iş değildir. Gerçekten istenirse bu hız-
lı bir şekilde yapılabilir. “Gerçekten istemek” sihirli bir şeydir.
Böylece uyanmış ve gerçekten isteyen her insan, bir mum ışığın-
da dahi dengesizliklerini düzeltme olanağına sahiptir.
Kitabın sunuş bölümünde de söylediğimiz gibi, aslında bi-
zim burada oluşumuz, bir bakıma kozmik bir okulun üçüncü sı-
nıf derslerini almak ve bu derslerden mezun olmak gibidir. Bizler
şimdi bu okulun öğrencileri olarak, sevgi derslerinin öğrenildiği
bir titreşim düzeyinden mezun olmamızı içeren büyük bir devre
sonu yaşıyoruz. Mezuniyeti belirleyen hasat, sadece deneyimsel
devrelerin geride bırakılmasını sağlayan basit bir uygulamadır.
Mezuniyet, buradaki dersleri yeterince öğrenmiş olmaktır. Ama
oyun öyle kurgulanmıştır ki, biz hizmet için yeniden ve yeniden
bu yoğunluk katına bir Gezgin olarak her zaman gelebiliriz. Böy-
lece unutma perdesi içinde aynı dersleri tekrar hatırlamak ve öğ-
renmek istediğimiz bir süreçte, üçüncü yoğunluk varlıklarına ve
Yaratan’a hizmet edebiliriz.
Üçüncü yoğunluk varlıklarının sevgi derslerinde ne kadar
başarılı oldukları, basit biçimde Yaratan’ın sevgi/ışığına ne kadar
geçirgen olduklarının ölçülmesiyle belirlenir. Hasat işlemi sıra-
sında ışık basamaklarını tırmanırkensevgi/ışığa bakabildiğimiz
son nokta, bizim mezuniyetimizi belirleyecek olan titreşim dü-
zeyimizdir. Bizler bu ışığa yeterince bakabilmek için kalplerimi-
ze giden yolu açık tutmak, kalbimizi açık tutmak ve başkalarına
hizmet ettiğimiz bir yolda güven içinde yukarı doğru ilerlemek
zorundayız.

233
İlişkiler ve Denge

Biz hepimiz sonsuzluğun çocuklarıyız. Hasat ve mezuniyet,


her şeyin sevgi olduğu bu oyunda kaynağa bir adım daha yaklaş-
maktır. Fakat sevgi, sevginin kendisi içindir. Hasat bize mezuni-
yet derecesi getirebilir ya da şimdilik getirmeyebilir. Ama bizler
daima aynı geminin içindeyiz. Sadece deneyimsel süreçler için-
de öğrenerek geminin üst katlarına çıkar ve bazen de alt katlarına
ineriz. Bazen en alt kattakiler üst katlara ulaştıklarında, üst kat-
lardakiler de alt katlara inmiş olabilirler. Bunlar evrensel hizmet
ve yardım ağının büyük mizahıdır.
Şimdi mezun olacak her üçüncü yoğunluk varlığı, bu geze-
genin dördüncü yoğunluktaki Yeni Dünya’sının bir parçası ola-
caktır. Henüz mezun olamayanlarımız ise başka bir gezegende
üçüncü yoğunluk derslerine devam edeceklerdir. Mezun olmak
ya da olmamak, şuan tamamen bizlerin özgür seçimidir.

Yeşil Işın Cinselliği


Yeşil ışın cinselliği, yeşil ışın enerji merkezinde titreşen iki varlık
arasında gerçekleşen enerji aktarımını özelliğindedir. Bu konu-
yudaha önce cinsel enerji aktarımı başlığında incelemiştik. Bu
düzeydekicinsel enerji aktarımının içeriği bildiğimiz gibi sevgi-
dir. Bu düzeyde cinsellik yaşayaniki varlık da bu deneyimi ya-
şadığı varlığı bir yaratan olarak tanır ve kabul ederse, bu tür bir
cinsel paylaşım, cinsel enerji aktarımı için ruhsallığın da başlan-
gıcıdır. Ve bizlerin eşlerimiz etrafındaki davranışlarımız koşulsuz
sevgi tarafından oluşturulduğunda, yeşil ışın seviyesindeki cinsel
enerji aktarımının doğasında olan hazzı da yaşamaya başlarız.
Başkalarına hizmet yolunda kutuplaşmış varlıklar perdele-
meden ötürü ne kadar kafa karışıklığı yaşarlarsa yaşasınlar, aslın-
da onların cinsellikle ilgili ilgilendikleri şey bu paylaşımın meta-
fizik doğasında bulunan enerji aktarımı ve hizmet potansiyelidir.

234
Can Arif

Bu arayış, sarı ışın bedeninin kırmızı ışımasından daha güçlüdür


ve kırmızı ışın paylaşımlarını da saran bir yapıdadır.
Sevgiyle titreşen bir varlığın bir diğerine koşulsuz sevgiyi
sunmasının en nadide yöntemlerinden biri olan ve iki tarafta
karşılıklı bunu yaptığında son derece önemli bir polarizasyon
olanağı sağlayan yeşil ışın cinsel enerji aktarımı, iki varlık arasın-
da meydana gelen bir kutsama ve onurlandırmadır. Bu aktarım
esnasında fiziksel enerji açısından zayıf olan dişi, erkekten fi-
ziksel enerji çeker. Erkek ise dişiden zihinsel/duygusal ve ilham
verici enerji çeker. Bu eksiklikler dişinin ve erkeğin doğalarında
vardır ve cinsel enerji aktarımı esnasında bu aktarımlar da yapıl-
maktadır.
Tek Sonsuz Yaratan’ın kendini tanıma sürecinin en nadide
yöntemlerinden biri olan bu aktarım esnasında, kadının orgaz-
mı neslin devamı açısından gerekli değildir. Bu da bize, bu işin
metafizik doğasında yatan harkulade deneyimi açıklar. Hiçbir
erkek bir kadının orgazm deneyimine sahip değildir ve kadın-
lar, üremeyle ilgili olmayan bu deneyimin hazinesine sahiptirler.
Ancak erkekler de, yumurtaları dölleyecek olan spermlerin öne
sıçraması için gerekli olan boşalma faaliyetinin haz verici doğa-
sına sahiptirler ve orgazm, iki varlık için de “ölüm” deneyimidir.
Orgazm anlarında düşünce yoktur ve perde iyice incelir.Ancak
eğer yeşil ışında titreşen varlıklar cinsel enerji aktarımları esna-
sında birlikte orgazm olurlarsa, bu, aktarımın metafizik doğası-
nın zirveye çıktığı andır.
Yeşil ışın cinselliğinde, eşler birbirlerini koşulsuz bir sevgiy-
le sever ve kabul ederler. Onlar bu deneyim esnasında tek-bir
beden olurken, sevişmek kelimesi de tam olarak karşılığını bulur.

235
V

Mavi Işın Çakrası ve İlişkiler

Mavi Işın
Günümüzün turuncu ışın merkezinde tıkanmış dünyası içinde,
nüfuz edilmesi en zor olan enerji merkezi beşinci enerji merke-
zidir. Bu merkezin mavi ışıması gerçek anlamda ilk ruhsal ışıma-
sıdır ve mezuniyetimiz için kaçınılmaz olan koşulsuz sevginin
dürüst ve açık iletişimini içinde taşır.
Mavi ışın özgür iletişimin ve başkalarının eylemleri ne olur-
sa olsun karşılıksız verişin adresidir. Bu ışında titreşen bir varlı-
ğın temel özelliği; koşulsuz sevgi sunmak, endişelerden uzak ve
dürüst biçimde kendini kendine, insanlara ve yaşama açmak ve
diğer insanlara kendilerini oldukları gibi ifade etme özgürlüğü
ve kabul duygusu sunmaktır. Ancak enerji merkezlerindeki spi-
ral ilişkiler açısından bu merkeze uzanan enerji hattı yeterince
açık olana dek ve biz kalp merkezimizin iç mekanına yeterince
girene dek, mavi ışın enerjilerimize yeterince ulaşamayız. Bizim
seslerimiz, sevginin sesleri olana kadar biz mavi ışın içinde de-
ğiliz. Ama enerjimizi buraya kadar çıkarabilirsek, o zaman bizi
dürüst, parlak, sakınmasız, koşulsuz sevgiyle dolu, özgür ve açık
iletişimden yana engelleyecek bir şey de kalmaz. Artık bizim işi-
miz sadece gerekli çabayı göstermektir.
Biz mavi ışına ulaştığımızda ve onu dürüstlüğün ateşinde ra-
fine ettiğimizde, kendimizi olduğumuz gibi ifade etmek için ar-
tık özgürüzdür. Korkular, endişeler ve beklentiler, mavi ışımamız

236
Can Arif

açık olduğu sürece bizi esir alamaz. Biz bu enerjiyle, bize gelen
iletişim taleplerine açık hale gelir ve her iletişimi sevginin koşul-
suz verilişi adına bir fırsat olarak görürüz.

Kendimizle Konuşmanın ve Kalp Sesinin Gücü


Dürüst ve açık iletişim, oyuncu için son derece kıymetli bir kay-
naktır. Fakat bu önce kendimizle olan içsel ya da dışsal konuş-
mamızla başlar. Bizler bir soruna takıldığımızda ya da kafamız
karıştığında genellikle zihnimiz içinde konuşuruz. Ancak bu gibi
zamanlarda kendi kendimizle yüksek sesle konuşmak gibi bir se-
çeneğimiz daha vardır. Kendi sesimizi duymamızda bize biraz
daha açıklık kazandıran bu yöntem, sorunun kafamızın içinde
dönüp durması noktasında bize yardımcı olabilir. Kendi kendi-
mize yüksek sesle konuştuğumuzda, aslında kendimizi daha iyi
dinleriz. Bu sesle, içsel sesimizin bize rehber olmasını diler, yar-
dım isteriz.
Eğer biz sorunlarımız için bir terapiste danışma imkanına
sahip değilsek ya da bunu istemiyorsak, kendimizin terapisti ola-
biliriz. Kaygılarımızın dili olduğunu bilerek özel ve basit bir yer-
de kendi kendimize yüksek sesle konuşabilir ve kendimizle olan
bu iletişimi kelimeler yoluyla yaptığımız için sesimizden yansı-
yan kelimelerimizi dikkatlice dinleyebiliriz. Bu bize tam olarak
ne düşündüğümüz konusunda rehber olur.
Seslerimiz açık iletişimde rolü büyüktür. Seslerimiz hoş ol-
duğunda, doğal olarak çok daha fazla öz güvenli oluruz. Böylece
biliyoruz ki başkaları bizi dinlemekten hoşnut olur ve bu da söy-
lememiz gereken şeyi en iyi şekilde söylemek ve fikirlerimizin
ifade etmeye devam etmek için bizi rahatlatır. Ve daha hoş bir
sesi elde etmek zor değildir.

237
İlişkiler ve Denge

“Eğer sesinizi yatıştırıcı ve rahatlatıcı bulmuyorsanız, sesi-


nizin kalitesini geliştirmek için basit bir teknik var. Genellikle,
kulağa hoş gelen ses diyaframdan gelir. Eğer sesinizi sevmiyor-
sanız, boğazınızdan, burun boşluğundan ya da kafa boşluğunun
yukarısından konuştuğunuzu göreceksiniz. Eğer boğazınızdan
konuşuyorsanız sesiniz gergindir, yankılı değildir ve gergin görü-
nebilirsiniz. Eğer burnunuzdan konuşuyorsanız, sesiniz insanla-
rın hoş bulamayacağı bir şekilde çıkabilir. Eğer kafa boşluğunun
yukarısından konuşuyorsanız, heyecanlandığınızda sesiniz zayıf
ve titrek çıkabilir. Ama şu basit teknikle göğüs derinliğinden ses-
ler çıkarmak için kendimizi eğitebiliriz.
Sesinizin göğüsün derinliklerinden geldiğini hayal edin. Ko-
nuşmadan önce derince nefes alın ve sonra göğüs içinden derin-
den sesinizi dışarı çıkarın. Bunu bir kaç gün deneyin ve sesiniz-
deki tonun ne kadar değiştiğini göreceksiniz. Kalp seviyesinden
sesi terbiye ederek konuşmak sesi daha hoş ve daha yankılı yapar.
Konuşma sesi kalp çakrayı uyandırır ve seslerimiz bizim imzala-
rımızdır. Ve ses güçlü bir iyileştirici de olabilir. Bir kelime ya da
bir cümle eski bir yaraya şifa olabilir. “ ( Carla Rueckert )
Biz spontan birkonuşma dinlediğimizde ya da düzyazı oku-
yan birini dinlediğimizde, zekamızın mantıklı ve akılcı tarafını
kullanırız. Ama bir şiir ya da şarkı dinlerken, zekamızın sezgisel
ve anlayışlı kısmını kullanırız. Bu yüzden kalpten gelen bir ses-
le konuşmak, dinleyici açısından söylenenin gücünü çoğaltır.
Özellikle doğrudan, güzellikten ve sevgiden söz ederken insan-
ların beyninin iki tarafına girmekte yardımcı olması için konuş-
malarımızın kalpten gelen bir sesle olması çok iyidir. Sevdiğimiz
birini rahatlatmak ya da şükranlarımızı sunmak için bu sesi kul-
lanabiliriz. Ve bizler ruhumuzu rahatlatmak için şarkı söylerken,
eğer kalbimiz şarkıların içindeyse sesimizin güzel olmasının ya
da olmamasının bir önemi yoktur.
238
Can Arif

İyi Niyet, Açıklık ve Dürüstlük


Biz kelimeleri kullanırken yargılama, incitme, haklı çıkma ya da
ikna etme amacı taşıdığımızda, iletişimde açıklık ve doğruluk da
kaybolur. Bizim doğru iletişim için kesinlikle dürüst olmaya ve
merhametin dilinden konuşmaya ihtiyacımız var.
Turuncu dünyaya sıkışmış geleneksel iletişim dilinde açık-
lık ve dürüstlük yoktur. Bu dil merhametin dili değildir. Kazan-
manın ve haklı çıkmanın bu iletişim dilinde saygı ve iyi niyet ge-
nellikle yoktur. Fakat iyi bir oyuncu olmanın mavi ışın kapısına
gelmiş biri için artık bunlar geçerli değildir. Bizim ihtiyacımız
olan iletişim dili, konuşmaya başlamadan önce kalbimizin sev-
giyle dolu olduğundan emin olmaya ihtiyaç duyar. Bu dil başka
bir gerçekliği içinde taşır ve tamamen koşulsuz sevginin dilidir.
İki insan arasında sevgiyle yapılan iletişim kesinlikle bizim
gündelik dünyamızın anladığı şey değildir. Açıklığın olmadığı,
kendini ifade etme özgürlüğünün kısıtlandığı, karşıdakini say-
gıyla dinlemenin ve dürüstlüğün kaybolduğu bir iletişim, gerçek
bir iletişim değildir. Gerçek bir iletişim açık kalbin enerjisini ta-
şır ve o merhametle yapılır.
Biz oyuncular enerji bedenlerimizi alt merkezlerde temizle-
diğimizde ve kalbimizin içine yerleştiğimizde, artık mavi ışında
gerçek bir iletişim kurmak için ihtiyaç duyduğumuz enerji bü-
tünlüğüne de sahibizdir. Artık kalp çakralarımız içinde, alt çak-
ralardan gelen tüm hisleri ve düşünceleri yönetiriz. Böylece bu
bütünleşmiş enerjiler bizim duygusal reaksiyonlarımıza ya da
verdiğimiz karşılıklara yansır. Kalbe doğru alt çakralardan gider-
ken, onları nasıl açık tutacağımızın ve nasıl entegre edeceğimizin
bilgisi ve bilinciyle, artık biz iletişimlerimizde mavi ışımayı ger-
çekleştirebiliriz. Kalbimiz içinde duygularımızın tümünü bütün-
leyerek ulaştığımız daha geniş görüş açısından konuşurken, mavi

239
İlişkiler ve Denge

ışın, insanları oldukları gibi görmek ve kabul etmek konusunda


bize fazlasıyla yardımcı olur. Artık iletişim girişimlerimiz ve ken-
dimizi ifade edişimiz sevginin hediyeleri olur.
Bizim amacımız iletişim içinde yerleşik alışkanlıkların,
düşüncelerin ve yargıların hükmünü kırmaktır. Bunun için biz
oyuncular olarak seslerimizi ve kelimelerimizi düşünceli, dikkat-
li, kalpten ve bilerek seçmeliyiz. Dürüstlük, iyi niyet ve açıklık
bize güç verir ve biz bu gücü endişelerimizi dengelemek ya da
yok etmek için kullanırız. İletişim esnasında eğer negatif duygu-
larımız bizi kontrol ederse, alt çakralarımızı kontrol etmekten ve
açık kalpten uzaklaşırız. Eğer biz açık kalplerimiz içinde olmaz-
sak, o zaman mavi ışın yoluyla konuşamayız.
İletişimde dürüst ve kalpten konuşmak gerçek bir başarıdır.
Ancak biz sıklıkla cehaletten etkileniyoruz. Biz sıklıkla başka
insanların söylenmemiş düşünce ve duyguları hakkında doğru
olmayan tahminler yapıyoruz. Ve bunlar bizim iletişimdeki ni-
yetlerimizi ve dolayısıyla iletişim şeklimizi belirliyor. Bizler çok
sayıda ön yargıya sahibiz. Bizler sayısız nedenden dolayı insanla-
rı yanlış anlıyoruz ve bu yanlış anlamalar bizim açık iletişimleri-
miz önünde birer kalın duvar gibi duruyorlar.
Hepimizin daha önce hiç konuşmadığımız bir insanın gö-
rünürdeki davranışları üzerinden vardığımız bir karar noktası
vardır. Fakat bu, karşımızdaki insanın ifade edilmiş düşünce ya
da duygularından oluşmaz. Bu aslında son derece subjektif ve
geçmiş yargıların meydana getirdiği yanlış ve eksik bir algılama
biçimidir.Biz bu tip bir algılamayı gerçek kabul ettiğimizde, açık
ve doğru bir iletişim kurma olasılığını da yok etmiş oluruz. Biz
henüz hiç tanımadığımız bir insanla kalpten bir iletişim kurma-
yı seçmediğimizde, bu iletişim kafamızın içindeki yargılayıcının
kurduğu iletişimdir.

240
Can Arif

Unutmayalım ki doğru ve açık bir iletişimde bizim ilk ça-


lışma alanımız kendi içimizdedir. Bu alan kendini suçlayan, af-
fetmeyen, sevmeyen ve geçmiş yaralarını henüz iyileştirememiş
olan “bizi” kapsar. Biz alt merkezlerde ve kalbimiz içinde bunları
hallettiğimizde, bizim için mavi ışıma kaçınılmaz olur. Bu ışıma
artık “insanlar beni sevecek mi?” kaygısı taşımayan özgür bir ile-
tişimdir. Bu artık iyi görünme, haklı olma ve öne çıkma çabaları
taşımayan basit bir sevgi dilidir. Burada artık kalbin dili konuşur
ve o dil dürüstlük ateşinde rafine olur.
Eğer biz mavi ışında bir iletişim kuracaksak, herhangi bir in-
sanla ilgili olarak zihinsel algılarımızı ve ön-yargılarımızı bir ke-
nara koymak ve iletişimin kalpten doğasına atlamak zorundayız.
O zaman göreceğiz ki insanlar genellikle bizim sandığımız gibi
değildir.Eğer biz iletişimde kalbin dilini seçersek, çoğunlukla
karşımızdaki de bu dili seçecektir. Ama seçmezse bu bir sorun
değildir. Çünkü gerçek bir mavi ışıma bu tip engelleyici enerjile-
ri dikkate almaz. O sadece kendi vermek istediğiyle ilgilidir.
Ben de birçoğumuz gibi hayatımın büyük kısmında alt
merkezlerden gelen iletişim zorlukları yaşadım.Bu tip bir ileti-
şim son derece endişeli ve çatışmaya açık haldeydi. Ancak ken-
di olgunlaşma süreçlerimin ilerleyen aşamalarında gördüm ki
insanlara açık bir kalbin yeşil ışını ve özgür bir iletişimin mavi
ışınıyla yaklaştığımda bu sihirli bir etki yapıyordu. Şüphesiz kimi
negatif ya da alt merkezlerde tıkalı olan insanlar karşısında bu tip
bir yaklaşım bazen çözümsüz kalabilir. Ama bu bizim mavi ışın
niyetimizi ve o niyet içinde yapmak istediğimiz şeyin metafizik
değerini etkilemez. Biz deneriz ve olmuyorsa zorlamasız biçim-
de ve kalbimiz içinde kalarak geri çekiliriz.
Gerçek bir mavi ışıma her zamanverdiğiyle ilgilenir, aldığıy-
la değil. Fakat bu düzeyde rafine bir mavi ışın elde etmek için

241
İlişkiler ve Denge

ciddi bir sabır, alıştırma ve kendini yargısız biçimde gözlem gere-


kir. Bu tam bir meydan okuma ve cesaret sınavıdır. Bu sınav için-
de biz daima kalbimizin sevgisi içinde kalmayı ve oraya giden
yolu açık tutmayı isteriz. Bunu yaptığımızda, mavi ışın sakınma-
sız biçimde iletişime atlamaktır. Beklentisiz sevgiyi sunmak ve
paylaşmak çabasıdır.
Şüphe yok ki turuncu ışında tıkanmış bir insanlık kültürü
içinde,dürüst ve açık hislerimizle ilişki kurarak mavi ışında kal-
mak bazen gerçekten zor olabilir. Bizler çocukluğumuz sırasında
geliştirdiğimiz birçok bilgi ve alışkanlığa sahibiz. Özellikle sos-
yal mekanizmayı yağlamak için öğrendiğimiz bir dizi incelikli
cevaba fazlasıyla sahibiz. Bunlar nezaketin gelişimi açısından ilk
başlarda çok yararlı olabilirler. Ancak bu kılavuz bir yerden son-
ra mavi ışında iletişimin önünü kapatan bir etki yapmaya başlar.
Fazladan kibar olma çabası, mütevazı olma çabası, iyi olma ça-
bası gibi şeyler bir yerden sonra kendimizi yeterince açık ifade
edebilmemizin önündeki engellerdir. Bu tip şeylerin kendi doğal
gelişim süreçleri içinde, doğal biçimde ortaya çıkması ve endişe-
ler yüzünden ifade edilemeyenlerin üzerini örtmek için parlak
birer maske gibi kullanılmamaları gerekir. Ama bunlar çoğun-
lukla farkındalık alanımızdan kaçan alışkanlıklar olduğu için, bi-
zim dikkatli biçimde kendimizi gözlememiz gerekir.
İletişimde yabancı kişilerle konuşmanın da ciddi bir mey-
danın okuması vardır. Başka birinin bilinmezliği içinde biz tam
olarak dürüst olabilir miyiz? Belki de hayır. Çünkü bildiğimiz ve
sevdiğimiz insanların bize sunduğu güven ve rahatlıktan yok-
sunuzdur. Böylece bir yabancıya dürüstlüğümüzü sunmak zor
olabilir. Ancak bu bizim dürüst olmayacağımız anlamına gel-
mez. Biz olabildiğince basit ve sade bir iletişim diliyle samimi
ve dürüst bir yaklaşım sergileyebiliriz. Fakat burada egolarımı-

242
Can Arif

zın sesine ciddi anlamda dikkat etmemiz gerekir. Hepimizin yeni


tanıştığımız insanlar üzerinde bırakmak istediğimiz bir izlenim
vardır ve bu alışkanlık bizi aslında tercih etmediğimiz bir iletişim
biçimine zorlayabilir.
Diğer yandan her hangi birimizi etki altına alan hırstan daha
hızlı hiçbir şey mavi ışın iletişimini bozamaz. Biz övünmek, öne
çıkmak, başarı kazanmak ya da etkilemek için pek çok hikayemi-
zebaşvurur, pek çok özelliğimizi öne çıkarırız. Ancak hepimizin
bu tür iletişimler esnasında bunları meydana getiren dürtüleri
anlamaya ve iletişim şeklimizi belirleyen hırslarımızı görmeye
ihtiyacımız var. Hepimizin bu konuda iyi niyete ve dürüstlüğe
ihtiyacı var. Bizim iletişim sırasında dürüst olduğumuzdan emin
olmak için uyanık olmaya gerçekten ihtiyacımız var, çünkü bazı
durumlarda dürüst ve güvenilir kelimelerden kaçmak kolaydır.
Tam olarak anlaşılmayacağımızdan korkabiliriz. Dürüstlüğümüz
başkalarının hislerini kırabileceğinden korkabiliriz. Eğer kişi
tam olarak ne düşündüğümüzü biliyorsa bizi reddedeceğinden
korkabiliriz. Dahası onaylanmayacak ve sevilmeyecek olmaktan
korkabiliriz. Ama bu korkular ve sorunlardan kaçtıkça, biz mavi
ışında konuşmayı durdurur, kendimizi turuncu ışında ya da sarı
ışında konuşurken buluruz.
Mavi ışında hareketlenmek isteyen biri endişeleri iradesi
yoluyla bir kenara koymayı ve özgür iletişimin içine atlamayı
öğrenmelidir. Bu elbette kolay olmayacaktır. İncineceğiz, kırıla-
cağız, reddedilmenin zorluğunu yaşayacak ve dışlanacağız. Ama
biz en azından kendimiz olacağız. Biz başkalarının bizi sevmesi
için kendi benliğimizi manipüle eden bir uyku hali içinde olmak-
tansa, başkalarını sevmek çabamız içinde olgunlaşmayı seçen
dikkatli insanlar olacağız. Bu açıdan hepimizin iletişimin kapı-
sında egolarımızı görmeye ve kontrol etmeye ihtiyacımız var.

243
İlişkiler ve Denge

Fakat bu kontrolasla bir bastırma hareketi değildir. Bu sadece


bilinçli seçimler yapmak için gösterilen dikkattir. Bu alışkanlık-
ların tercih seviyesine çekilmesidir.
Kelimeler büyüdür ve onların gücü bizim sandığımızdan
çok daha fazladır. Bir insanı kelimelerimizin gücüyle fazlasıyla
etki altına alabilir ya da onu fazlasıyla yaralayabiliriz. Fakat ke-
limelerimizin gücünü farketmek çoğumuz için zordur. Biz keli-
meleri söylemeden önce dikkatli olmalı ve açık kalbimiz içinde
olduğumuzu hissetmeliyiz. Ve açık bir kalbin iletişimi içinde
bazen ifadesiz kalmak gerekebilir. Ancak ifadesiz kalınması ge-
rektiğini hissettiğimiz özel durumlar dışında kuzuların sessizli-
ği başarılı bir iletişim yöntemi değildir. Bizim kendimizi ifade
edemeyişimiz ciddi bir sorundur ve bizim kendimizi ve kendi
düşüncelerimizi özgüce ifade etmek için mavi ışının gerçek ve
doğru iletişim kılavuzundan yararlanmamız gerekir. Bu klavuz
içinde biz artık endişe ve beklentilerle hareket etmeyiz. Biz artık
kendi doğrularımızı söylerken açık kalbimiz içinde ve özgürüz.
Hayatım boyunca birçok guatr hastasına rastladım ve ben
de kısa bir süre için bu hastalığı deneyimledim. Eğer siz de etra-
fınızda bu hastalığı deneyimleyen insanlar görür ve dikkatli bir
gözlem yaparsanız, onların kendilerini ve kendi doğrularını ifade
etmek konusunda büyük zorluklar yaşayan insanlar olduklarını
görebilirsiniz. Kendi doğrularını ve kendi kişiliğini bastırmak,
mavi ışının boğaz çakrasında sorunlar yaratır ve guatr hastalığı
da onlardan biridir. Tüm hayatı boyunca bu hastalık için ilaç
kullanan insanlara eğer psikolojik açıdan destek verilebilirse ve
bu insanlar kendilerini özgürce ifade etmeleri konusunda cesa-
retlendirilirse, yüksek ihtimalle bu derece ilaç kullanmalarına da
gerek kalmaz. Şüphesiz mavi ışının özgür dili, henüz alt merkez-
lerinde ciddi sorunlar yaşayan insanlar için yeterince kullanıla-

244
Can Arif

maz. Ama insanlar cesaretlerini topladıklarında, bu cesaret her


enerji merkezi üzerinde arındırıcı etki yapar.

Dinlemenin Önemi ve İletişimde Saygı


Biz konuşurken genellikle kendi özgün becerilerimize sahibiz.
Ancak iş dinlemeye geldiği zaman, iletişimin bu yönünde olduk-
ça zayıf durumdayız. Biz birini dinlerken genellikle bir sonraki
sözümüzün ya da cevabımızın ne olacağını düşünür, bunu hazır-
lar ve aslında karşımızdakinin ne söylediğiyle pek ilgilenmeyiz.
Ya da bazen karşımızdakinden duyduğumuz bir kelime bizde bir
çağrışım yapar ve biz bambaşka düşüncelere dalarken dinlemeyi
unuturuz.
Mavi ışında etkili dinlemenin önemi açıktır vebizim gerçek-
ten birbirimizi duymaya ihtiyacımız vardır. Her insan özgün bir
anlayışı temsil eder ve bir insanı anlamak niyeti içinde yapılan
etkin dinleme son derece önemlidir. Birini suçlamadan, ön-yar-
gılarla dinlemeden ya da kafamızın içinden geçenler yüzünden
ona sağır olmadan da biz bir insanla iletişim kurabiliriz. Biz her
cümleyi haklı çıkma çabası içinde kurgulamadan da iletişim ku-
rabiliriz. Kabul etmeliyiz ki insanlar farklı düşünürler ve çoğu
da bizden üstün olmak için bize bir çeşit sözel şiddet uygular-
lar. Ama önemli olan onların ne yaptığı değildir. Mavi ışında biz
kendimizle ilgileniriz ve kendimize bakarız.
İletişim sırasında insanları gözlerinin içine bakarak, dik-
katle, sözlerini yarıda kesmeden, bir sonra vereceğimiz cevabın
hesabını yapmadan ve yargısızca dinlemek bizlerin alışık olduğu
bir şey değildir. Ama iyi olan şudur ki dikkatli biçimde bu ye-
tenek geliştirilebilir. Bu konudaki her çaba, bir sonraki çabayı
güçlendirir ve iyi niyet mutlaka sonuç verecektir. Dinleme mavi
ışın iletişim yeteneğinin temel bir parçasıdır. Kendimiz eğiterek

245
İlişkiler ve Denge

insanları tamamen duyduğumuzda, insanlar da bunu hissede-


ceklerdir. İnsanların bize ne dediğini dikkatlice dinlemenin ya-
lın inceliği, mavi ışın konuşması içinde güvenliği ve sadeliği elde
eden muhteşem bir yardımcıdır.Dikkatli bir dinleyici olmak için
temel gereksinim açık kalplerimiz içinde olmaktır. Biz birini din-
lemiyorsak, o insana karşı yeterince şefkatli ve hoşgörülü değiliz-
dir. Dinliyorsak, ruh seviyesinde Bir olduğumuzu biliyoruzdur;
o kişiyi seviyoruz ve ona saygı gösteriyoruzdur.
Konuştuğunuz birini kalp enerjisiyle dinlerken, onun ih-
tiyaçlarını ve düşüncelerini anlamaya çalışan bir empati içinde
iletişim kurduğumuzda, bu enerji başka birine saygı ifadesidir ve
saygı etkili konuşmaya yardım eder.Bizim diğer insanlarla konu-
şurken fazlasıyla saygıya ihtiyacımız var. Ancak bu saygı, sosyal
mekanizmayı yağlayan samimiyetsiz bir nezaket gösterisi değil-
dir. Bu gerçekten karşıdaki insana, onunla kurduğumuz iletişime
ve onun ifadelerine gösterilen önemdir. Ve biz bunu bilinçli bir
iletişim yolu olarak kullandığımızda, bu mavi ışını çoğaltan bir
etkidir. Yaşı, bilgisi ve konumu ne olursa olsun, her hangi bir in-
sanı saygıyla dinlemek önemli bir erdemdir.
Hiç birimiz bir diğeriyle aynı düşüncede olmak zorunda de-
ğiliz. Fakat bizim insanlık olarak en büyük ustalığımız bu yüzden
kavga etmektir. Biz iletişimde saygıyı artırmanın yolunu seçer-
ken, kendi düşüncelerimize duyduğumuz saygıyı başkalarının
düşünceleri içinde duymalıyız.

Mavi Işın Bilgeliği ve Sevgi


Mezuniyet açısından zor olan şudur ki alt merkezlerin açıklığı
içinde kalp merkezine yerleşmiş olmamız bizim için yeterli de-
ğildir. Mezuniyet açısından bizim mavi ışından gelen bilgeliğe
ihtiyacımız vardır. Eğer bizim derin isteğimiz nasıl bilgelikle se-

246
Can Arif

veceğiniz konusunda ise, o zaman mavi ışını harekete geçirmek


zorundayız.
Mavi ışın iletişiminde başarının kalbi sevgidir. Bu iletişim
bir konuşma sanatı değildir. Bu kelimelerin büyüleyici gücü de-
ğildir. Bu bizim ne bildiğimiz ya da fikirlerimizi desteklemek için
kaç tane örnek verebildiğimiz değildir. Bu sevgidir. Ve bu sevgi
içinde maviliğin yalın bilgeliği vardır.
Beatles “tek ihtiyacınız sevgidir” der. Mavi ışın iletişiminde
sevgi çoğu hatanın üstesinden gelir. Sevgi, bizim başarıya odaklı
eğitim ve iletişim modellerimizde genellikle göz ardı edilen ve pek
de takdir edilmeyen bir niteliktir. Biz bir çocuk olarak kalbimize
nasıl ulaşacağımızı ve kendi doğrularımızı nasıl ifade edeceğimi-
zi öğrenmekten çok daha fazla, durumlarla nasıl başa çıkabilece-
ğimizi öğreniyoruz. Bu yüzden de insanlar arasındaki iletişimde
etkili olan sadece fikirler ve düşünceler oluyor; merhamet değil.
Eğer sesimiz sevgi dolu ve sevecen değilse, düşüncelerimizi
ne kadar iyi organize edeceğimiz ya da fikirlerimizi ne kadar iyi
sunacağımız önemli değildir. Kalp merkezli olmayan bu iletişim
günlük yaşam oyunu içinde bize bazı avantajlar sağlıyor görün-
se de evrensel iletişimin dili açısından anlamsızdır. Bu iletişim
içinde mavi ışıma yoktur. Ancak eğer biz kalpten konuşursak,
kelimelerimizin ne kadar aksadığı ya da kullanışsız olduğu sorun
değildir. Sevgi bu iletişimi baştan sona yeterince parlatır.
Biz evrensel oyuncular olma yolundaki iletişimlerimiz için-
de bu anlayışları nasıl sağlarız? Biz konuşmak için ağzımızı aç-
madan önce dikkatimiz ve hatırlamamız yoluyla odaklarımızı
kalbimize çeviririz. Konuşmadan önce kalplerimize girme alış-
tırması bir süre için sıkıcı görünebilir. Ancak bu uygulama ge-
liştikçe, bunun iletişimlerimizin önünü açan sihirli etkisini adım
adım deneyimleriz.

247
İlişkiler ve Denge

Mavi ışında iletişim doğrunun, dürüstlüğün, açıklığın ve


sevginin gücünü taşır. Biz kendimiz için en iyisiyiz dediğimiz her
an, mavi ışın bilgeliğini öğrenmek için kalplerimize dönmek ve
aslında hepimizin en iyi olduğunu yeniden görmek zorundayız.

Mavi Işın Cinselliği


Kalp merkezlerinin açıklığı içine yerleşmiş ve yeşil ışın düzeyin-
de enerji aktarımı yapmaya başlamış olanlarımız, daha yüksek
enerji merkezlerinde aktarım yapmaya hazır hale gelirler. Bu
yüksek merkezlerdeki enerji aktarımlarının anahtarı bizim ko-
şulsuz sevgi dediğimiz metafizik bağdır.
“İki varlığın birleşmesi sırasında yeşil ışın aktarımı bir kez
sağlandıktan sonra artık daha ileri derecedeki ışınların elde edi-
lebilmesi için iki varlığın aynı hızla tekamül etmeleri gerekmez.
Böylece bir mavi ya da çivit rengi ışın titreşimi varlığı, öteki renk-
lerdeki ışın titreşimleri de sağlıklı ise, bu enerjiyi bir yeşil ışın
titreşimi varlığıyla paylaşabilir; böylece diğerinin sürmekte olan
öğrenimi için katalizör olabilir. Ancak eğer diğer varlık henüz
yeşil ışın düzeyine gelmemişse, ışınlar yoluyla böyle bir enerji
aktarımına olanak yoktur. Ama bir kez yeşil ışın düzeyine erişildi
mi varlık artık mavi ışına geçme yeteneğine kavuşmuş demektir.
Artık geçiş sadece bireyin gerekli çabayı göstermesine bağlıdır.
Mavi ışın enerji aktarımıyla birlikte diğer tüm deneyim bi-
çimlerinde olduğu gibi cinsel deneyimde de büyük dönüm nok-
tasına gelinir. Artık yeşil ışın dışa doğru döndürülebilir, bu da
varlığın alıcıdan çok verici duruma geçtiğini gösterir. Yeşil ışın
ötesindeki ilk vericilik kabulün ya da özgürlüğün verilişidir. Mavi
ışın enerji aktarımında bulunan varlık, enerjinin alıcısı olan var-
lığa kendisinin kabul gördüğü duygusunu tatma fırsatı vermiş ve
böylece onu kendine (vericiye) ifade etmesi için özgür bırakmış

248
Can Arif

olur. Bu merkezde dürüst ve açık iletişim son derece gereklidir.


Ve eğer bu merkezde bir aktarım sağlanabilirse, bu enerji aktarı-
mı yaşam içinde gerçekten koşulsuz sevgi sunma ve kendini açık
ve korkusuz biçimde ifade edebilme yeteneğine yardımcı olması
açısından çok faydalıdır.” (Ra)
Burada şu bilgiyi hatırlayalım; enerji aktarımlarında eğer
enerjiler sevginin bütünleşmesini sağlayacak şekilde aktarılmış-
sa, yeşil ışın enerji aktarımı yapılmıştır. Fakat aynı varlıkların
karşılıklı ilişkisinde, iletişimde daha büyük bir kolaylık, açıklık,
kabul duygusu ve daha geniş bakış açıları deneyimlenmişse,
mavi ışın enerji aktarımı yapılmıştır. Ra’nın yukarıdaki sözlerin-
den de anlayacağımız gibi, birbirlerine sevgiyle bağlı iki varlığın
gerçekleştirdiği mavi ışın enerji aktarımı, onlara günlük yaşam
içinde aynı mavi ışımayı sürdürebilme yeteneğini kazandırması
açısından son derece yararlıdır.
Biz eşlerimizle yatağımızda olduğumuzdan daha fazla duy-
gusal yönden hassas olamayız. Eğer biz eşimiz tarafından sözlü
olarak reddedilirsek, bu reddetme can yakabilir ama bekarlar
için durum pek öyle değildir. Onlar kelimelerin uçup gitmesine
izin verebilir ve kendilerine yeni bir cinsel eş bulabilirler. Oysa
evlilik ya da sevgililik ilişkilerinde hassasiyet çok yoğundur ve
yatak ilişkisi dediğimiz cinsel ilişkilerimizin aldığı şekil, enerji
paylaşımlarımız açısından son derece etkilidir. Eğer duyguları-
mız bizim kişilik özeliklerimizi eleştiren bir eş ya da sevgili ta-
rafından kırıldıysa, bu gerçekten can yakabilir. Eğer biz turuncu
merkez düzeyinde bir cinsel paylaşım yolu seçmişsek, burada
eleştiri, kırıcılık, güç kullanımı, kabul edemeyiş, ifade kısıtlaması
gibi şeyleri de deneyimlememiz kaçınılmazdır.
Şüphesiz her ilişki kendine özgüdür. İnsanlar sayısız neden-
le sayısız sorun ya da cinsel sorun yaşayabilirler. Eşimizle yaşadı-

249
İlişkiler ve Denge

ğımız cinsel sorunların çoğu konuşarak giderilebilirken, belki de


bazıları kalıcı sorunlar da olabilir. Fakat yeşil ışında ve mavi ışın-
da titreşen bir varlığın buna vereceği karşılık muhtemelen eşini
terk etmek ya da aldatmak olmayacaktır. Ancak turuncu ışında
bir tıkanma varsa, eşinizi bir sebeple boşayabilir ya da eşinizi se-
viyor olsanız dahi bir başkasıyla cinsel ilişkiye girmeniz olasıdır.
Hatta eşinizle yeterince iyi bir cinsel ilişkiniz olmasına rağmen
de bunu yapabilirsiniz, ki bu da bir diğer turuncu merkez tıkan-
masıdır.
Diğer yandan evlenme ya da bir çift olma, anlamsız yere bazı
yüksek beklentileri de beraberinde getirir. Bu yüzden cinsellik
dahil herhangi bir konuda istismara ve şiddete varan evlilikler
hariç, kolayca boşanma bugün birçok çift arasında görülmekte-
dir. Bu tip birlikteliklerde beklentiler karşılanmadığında, hayal
kırıklığı zehre dönüşebilir. İlk başta takıntılı bir şekilde sevme
romantik gibi görünebilir ama bu aslında bir felaket habercisidir.
Başka bir kişiye sahip olma arzusu içindeki beklentilergüvensiz-
liğe, kontrole ve öfkeye doğru bir eğilim yaratır ve bu da ilişkide
birçok çatışmanın kaynağıdır. Özellikle evlilik öncesi cinsel iliş-
kilerin yasak olduğu ya da hoş karşılanmadığı kültürlerde doğ-
manın kaçınılmaz sonucu, ne olursa olsun eşine mutlak itaat ya
da sadakattir. Ama bu sapmış anlayış, turuncu ışın tıkanmasını-
nen önemli nedenlerinden biridir.
Çiftler söz konusu olduğunda eşit derecede sevmek genelde
alışılmış bir şey değildir. Bu yüzden iki taraf arasında muhtemel
bir dengesizlik olacaktır. Böylece kadın ya da erkek kendini ye-
terince güvende hissetmeyecek, paylaşma ve ifade özgürlüğü ko-
nusunda rahatlamayacaktır. Ancak çiftler arasında zayıf iletişim
yaratmanın ve birbirlerinin sevgisine olan güveni zedelemenin
birçok yolu vardır ve kalp merkezli açık iletişim, mavi ışında ça-

250
Can Arif

lışmaya hazır çiftler açısından bu tür sorunlara karşı son dere-


ce etkilidir. Çiftler daima rahatlama ve eşine güvenme ihtiyacı
duyarlar ve özellikle cinsel sorunları ve konuları paylaşma eği-
liminde olmayan çiflerin, bunları açık şekilde konuşmaya başla-
masımavi ışıma açısından bir ihtiyaçtır. Evet belki aynı noktada
buluşulmayacaktır, ancak konu üzerinde açık bir iletişim sağlan-
mış olacaktır.
Sahiplik duygusu taşımayan mavi ışın cinselliğini deneyim-
lemek isteyen çiftlerin kaçınılmaz olarak dikkat etmesi gereken
şeyler vardır. Bunlar arasında, eşini bedensel özellikleri dahil
her yönüyle kabul etmek, dürüst bir iletişim, açık ve kalpten bir
iletişim içinde kendini olduğu gibi ifade etmek ve eşine de bu
özgürlüğü sunmak gibi şeyler vardır. Mavi ışında seks, özellikle
bedensel güzelliğe ya da her hangi başka bir şeye bağlı değildir.
İnsanlar arasında çok az görülen mavi ışın seksi, iki varlığın Bir
olmayı deneyimledikleri ruhsal bir deneyimdir. Bu tür bir ilişki-
de orgazm süreleri normalden daha uzundur ve bu huşu verici
deneyim çok daha uzun süreli hissedilir.
Yeşil ışında cinsellik harikadır. Yeşil ışında cinsellik koşulsuz
sevginin paylaşımıdır. Ama yeşil ışın içinde hala bazı dürüstlük
sapmaları ve ifade özgürlüğü kısıtlamaları vardır. Oysa biz mavi
ışın cinselliğinin içine hareket ettiğimizde, güvenli bir alana gire-
riz. Bu, ilişkide çok büyük bir iyileşmedir. Eğer biz cinsel eşimiz-
le yeşil ışın enerjisini deneyimlerken, onun kendisini tamamen
özgür biçimde ifade etmesine izin verirsek ve ona karşı tamamen
açık ve dürüst olursak, mavi ışın içine girebiliriz. Biz eşlerimiz
için bu güvenli alanı bilerek yaratıp mavi ışın cinselliğini uygula-
yabiliriz. Dürüst, iyi ve açık bir anlayışı seçmek, bir mavi ışın ar-
kadaşlığına sahip olmanın güçlü bir kaynağıdır. Bizler birbirimiz
için bunu yapabiliriz. Bizler, bizi birbirimize bağlayan koşulsuz

251
İlişkiler ve Denge

sevgiyi, mavi ışının dürüstlük ve özgürlük ateşinde saflaştırabi-


liriz.
İlişkilerimiz ve cinsel ilişkilerimiz içinde mavi ışına gir-
mek, bizimüzerinde bilinçli olarak çalıştığımız bir konu değildir.
Ancak evrensel oyuncular olabilmek için,özellikle eşli ilişkiler
içinde mavi ışında iletişim kurmanın uzun bir öğrenme süreci
olduğunu fark edip, zihinsel ve duygusal olarak bu ışımaya olan
ihtiyacımızı anlamalı ve kendi irademizi ve sevgimizi bu işe yön-
lendirmeliyiz.
Eşler birbirlerine açık olabilir. Eşler birbirlerine kabulleni-
ci bir anlayış sunabilir. Eşler birbirlerini koşulsuzca sevebilir. Ve
eşler sahiplenme çabasından uzak, dürüst bir paylaşım içinde
birbirlerine güvenli bir alan yaratabilir. Eşler, aşırı derecede güç-
lü olan cinsel enerjiyle çalışırken de tüm bunları birbirleri için
yapabilir. Yeşil ile çalışan eşler, ilişkilerini maviyle boyayabilir…

Mavi Işıma (Özet)


Hayatı koşulsuz sevgi içinde yaşamak ve ruhsal bir oyucu olarak
buradan mezun olmak için, mavi ışın enerji merkezini faaliye-
te geçirme ihtiyacımız kaçınılmazdır. Kalbe giden yolda ilk üç
enerji merkezini sürekli olarak açık tutmak gibi zorlayıcı bir işle
karşı karşıya olan biri, aynı zamanda kalp merkezi içinde sürekli
olarak açık kalmanın meydan okumasıyla karşı karşıyadır. Fakat
bunu yapabilmeyi başaran biri için mavi ışın merkezine nüfuz
etmek çok zor olmayacaktır. Bundan daha zor olanı mavi ışında
açık kalmaktır.
Bizim mavi ışın enerji merkezi açısından basit bir kontrol lis-
temiz var. Siz de kendi enerji hareketliliğiniz içinde zaman zaman
bu listeye göz atarak, kendi durumunuzu kontrol edebilirsiniz.

252
Can Arif

1. İletişim esnasında tamamen açık kalbimizde ve tama-


men dürüst müyüz?
2. İletişim kurduğumuz insanlar için koşulsuz sevgi hisse-
diyor muyuz?
3. İletişim esnasında ne düşündüğümüzden ve ne söyle-
mek istediğimizden emin miyiz?
4. Kendi doğrularımızı ve düşüncelerimizi sakınmasız ve
kalpten söyleyebiliyor muyuz?
5. Konuşma esnasında karşımızdakini tam olarak ve say-
gıyla dinliyor muyuz?
6. Karşımızdaki insanın kendini ifade etmesi için onu öz-
gür bırakıyor muyuz?
7. Konuşmalarımız ortasında kesilse bile kalbimizde kalı-
yor muyuz?
8. Konuştuğumuz kişiyi etkilemek, kontrol etmek, ikna
etmek, suçlamak, yargılamak ya da ona karşı haklı çık-
mak isteyen manipüle edici arzularımıza karşı dikkatli
ve açık mıyız?
9. Başkalarının bizi eleştiren, suçlayan ve bizden şikayet
eden enerjilerine açık mıyız?
Eğer biz bu soruların hepsine evet diyebiliyorsak, kesinlikle
mavi ışında titreşiyoruz demektir.O zaman biz oyuncular olarak
yaşam oyununu kazanıyor olduğumuzu söyleyebiliriz. Mavi ışın
iletişimi bizim günlük uygulamamız olduğunda, daha önce hayal
edemediğimiz bir güzellik ve zerafet bizim yaşamlarımıza hakim
olur.

253
VI

Bölüm F - İndigo ve Mor Işın Çakraları

Sonsuzluk (Hasat) Kapısı


Buraya kadar gelmiş olanlarımız artık biliyor ki alt çakralarımızla
çalışırken bizim amacımız kalp çakraya giden enerji yolunu açık
tutmaktır. Burada enerji bedenlerimizin zirvesine ulaşmıyoruz
ama kırmızı ışın çakrasından enerji bedene giren ve kafanın üst
kısmından, mor ışın çakrası boyunca enerji bedenden çıkan Ya-
ratanın sonsuz sevgi/ışık enerjisi için temiz bir yol açıyoruz.
Biz özellikle kalp için gerekli olan temiz sevgi/ışık enerjisi-
ni istiyoruz. Açılmış kalp çakrası başlangıçtaki bir oyuncuya bile
hasat (mezun) olma şansı verebilir. Açık bir kalbin gücü içinde
nefes alan böyle biri, mavi ışın ve indigo ışın çakralarında yeter-
li açıklığı sağlayarak, indigo ışın merkezinden sonsuzluğa açılan
kapıya ulaşabilir. Burası aynı zamanda hasat kapısıdır ve bu kapı-
ya kadar ulaşmış biri için bu yoğunluk derecesi geride kalır.
İngido merkezdensonsuz zekaya ya da sonsuzluğaaçılan
kapı, mezun olmaya hak kazanmış bir oyuncuya çeşitli seçenek-
ler sunar. Bilinç içinde indigo ve mor ışınla çalışmak anlamına
gelen bu seçenekler, gelişen oyuncular için kullanışlı olsalar da,
“mezuniyet için şart değildir.” Açık kalp içinde kalmak ve istik-
rarlı bir zeminde pozitif kutuplaşma seçeneklerini kullanmak
konusunda yetenek kazanan ilerlemiş bir oyuncu, kendi isteğiy-
le tercih etmedikçe bu kapı üzerindeki seçeneklerle çalışmak ve
sonsuz zekaya nüfuz etmekzorunda değildir.Ama aynı oyuncu,

254
Can Arif

hasat için gerekli olan indigo ışında açık kalmaya önem vermek
ve bu önem içinde alt merkezlerden gelen korku, kendini yar-
gılama ve değersizlik gibi şeylerle baş etmek zorundadır. İndigo
ışında yeterli açıklığa ulaşan bir oyuncu için ilerleme, artık bir
usta haline gelmiş olan bu varlığın kendi isteğine ve ustalığına
kalmıştır.Sanatını geliştirmek isteyen bir usta, istediği takdirde
bilinç içindeki indigo ve mor ışınlarla çalışabilir. Ama mezuni-
yet için bizlerin ilk işi açık bir kalbin içinde kalabilme becerimizi
geliştirmektir.
Her ne kadar mezuniyet için şart değilse de, bilinç içinde
yüksek enerjilerle çalışmak ilk kez yukarıdan yardım almanın
olasılığına artırır. Ruhsal enerjileri disiplinli bir meditasyon,
iman, dua ve bazı ritüel uygulamalarla harekete geçirerek, son-
suzluğun kaynaklarından yararlanmak için indigo ışından ve in-
digo ışın kapısından geçerek mor ışından yardım alabiliriz. Biz
temiz bir niyetle indigo ve mor ışınlarımıza ulaştığımızda, me-
tafiziksel kaynaklar sonsuzluk kapısından bizim enerji alanımıza
girer ve böylece hasata hazırlık sürecimizde enerji bedenimizi
temiz tutmak konusunda bize yardımcı olur.
“Sonsuzluk kapısının girişinden geçmek için indigo ve mor
ışınları kullanmak, tıpkı bir bilgisayar simgesinin üzerine tıklaya-
rak bir programını açmak gibidir. Burada mouse bir arabirim ara-
cıdır ve bir oyuncu tarafından indigo ve mor ışının kullanımında,
simgenin kendisi sonsuzluk kapısının girişidir. O simgeye doğru
mouse’umuzun niyeti ve istekliliği ile hareket etmeyi seçerken
o simgenin üzerine tıklarız ve simge üzerindeki tıklamamız bize
metafiziksel dünyasının yazılımını açar ve bizim kullanmamız
için uygun olan menüyü başlatır. Menü meditasyon, dua ve
imanla çalışma gibi şeyleri içeren ve sonsuzluk kapısının girişini
kontrol eden ve açan anahtara sahiptir.” (Carla Rueckert)

255
İlişkiler ve Denge

Enerji bedeni yeterince açık olan ilerlemiş bir oyuncu, bi-


linç içinde çalışma seçeneklerine her zaman sahiptir. Böyle bir
oyuncu, bilinçli içinde çalışma seçeneklerinden birini kullanarak
sonsuz zekaya nüfuz edebilir ve artık kendisini de diğer her şeyle
birlikte Yaratan olarak görebilir. Ancak eğer henüz alt merkezler-
de işimiz devam ediyorsa bunu yapmak neredeyse mümkün de-
ğildir. Özellikle eski acılarımızı ve yaralarımızı henüz yeterince
iyileştirmemişsek ve kalbe giden yolu henüz yeterinde açmamış-
sak, bu mümkün olmaz. Bu durumda alt merkezlerle çalışarak
kalp yolunu açmak çok daha önceliklidir.
Eski acıları dindirme ya da şifalandırma bütünüyle bir mey-
dan okumadır. Çünkü acılar pek çoktur ve bizim de bunlarla bes-
lenen kadim bir benliğimiz var. Biz her defasında affederken ve
yine affederken, bu acılar yeniden kendini gösterebilir. Bu dön-
güyü kırmanın tek yolu ise benliğimizi değişime uğratmaktır.
Çünkü bizim gerçekten eski acılarımızı dindirmeye ihtiyacımız
var. Oyuncunun açık kalp içinde kendini toplaması, kendisini ön-
ceki halinden çok daha farklı olarak görmesine neden olur. Ama
bu, eski ve gömülü acıdan gelen enerjiyi durdurmaz. Buna neden
olan şey acılara tutunmak ya da acılara tutunan benliğimizdir.
Uyanış sürecimizde pek çoğumuz bir süre için acılarla bir-
likte yol alır, onları içeriye dönüş için bir katalizör olarak kulla-
nırız. Hatta bu etkiden yararlanmak adına bu acıların bir kısmını
biz seçeriz. Sizin de farkında olacağınız gibi pek çoğumuz acı
dolu ya da travmatik durumlardan sonra derin uykularımızdan
uyanmışızdır. Acılar, uyandıran ve olgunlaştıran etkisiyle aslında
şükran duygumuzun parçalarıdır. Fakat akıllı bir oyuncu için bir
noktadan sonra bunları bırakmak bir ihtiyaçtır. Hatta bizler duy-
gusal, zihinsel ve ruhsal olan kristalleşmiş acılarımızı bırakmanın
derin ihtiyacını kendi içsel süreçlerimizde hisseder ya da biliriz.

256
Can Arif

Artık acı dolu büyük çuvalları saklamanın ve taşımanın ge-


reği kalmamıştır. Böylece oyuncu, bu eski materyalleri saklayan
kişilik özelliğinden vazgeçmek ya da onu değiştirip dönüştürmek
konusunda meydan okur. O artık hasta biri değildir. O artık bir
kurban değildir. O artık kötü şansın kendisini bulduğu biri değil-
dir. O artık yolunu şaşıran arkadaşlıklara ve kötü işlere sahip biri
değildir. O artık yeni bir oluştur. Ve bizim sadece zamanın geldi-
ğini hissetmeye ve bilmeye ihtiyacımız var. Sonsuzluğun sihriyle
çalışmaya başlamadan önce, “ben artık olmaya hazırım” sözünü
beklemeye ya da duymaya ihtiyacımız var.
Diğer yandan ilerlemiş bir oyuncu olmak için hepimizin
arayüzde çalışmaya ve bilgilenmeye, bu çalışmaların bize sun-
duğu ilhama ve enerjiye ihtiyacımız var. Arayüzde çalışmak, bir
yandan üçüncü yoğunluk dünyası içinde kalp merkezine giden
yolusürekli olarak açık tutmaya çalışırken, bir yandan da açık bir
kalbin gücü içinde sonsuzluğun kaynaklarından yararlanmak ve
sonsuzluğa doğru ilerlemektir. Ve biz hepimiz bu arayüzde çalı-
şabilecekkabiliyete sahibiz.
Tüm bu süreçtebiz, aşağıdan yükselen çakra sistemimiz bo-
yunca yukarı doğru sevgi/ışık enerjisini çekerken, aynı zaman-
da indigo ve mor ışın enerjileriyle sonsuzluk kapısından aşağıya
(içeriye) doğru akan sonsuzluk enerjilerini-arayış isteğimizin
gücü ve saflığı oranında-çekeriz. Bu iki enerji hareketi bir nokta-
da birleşir ve bu bir aydınlanma etkisi yaratır. Böylece dua, me-
ditasyon ve başka indigo ve mor ışın aktiviteleri yoluyla canla-
nan oyuncu, sevgi ve ışık basamaklarının ortasında duran ilham
ve sezgiyi ister ki, uzay/zaman dünyası, zaman/uzay dünyasına
bağlanabilsin.
Biz sonsuzluğun giriş kapısından geçmeden de kalplerimizi
açık tutarak ve mavi ile ingido merkezleri asgari oranda dengele-

257
İlişkiler ve Denge

yerek mezun olabilmemize rağmen, enerji bedeninin bu son iki


çakrasından ışıyan ingido ve mor ışınları kullanarak oyunculu-
ğumuzu durmadan saflaştırabiliriz.

İndigo (Çivit) Işın Çakrası


İndigo ışın merkezi, üçüncü yoğunluktan dördüncü yoğunluğa
doğru meydana gelen değişim ve dönüşümün ruhsal enerjilerle
çalışılan kısmının merkezidir. Burası sonsuz zekaya açılan giriş
kapısı olarak, sonsuzluğun kaynaklarından yararlanmak için ge-
rekli olan enerji merkezidir.
Üçüncü göz olarak da ifade edilen ve iki kaşımızın ortasında
yer alan indigo merkez, fiziksel bedenlerimiz açısından epifiz be-
ziyle ilgilidir. Birçok insan bu merkezde üç yapraklı ya da üçgen
şeklinde fasetalar yaratsa da, daha ileri düzeydeki bazı varlıklar
bu merkezde daha fazla şekil yaratabilmektedir.
Biz oyuncular kalplerimizi açık tuttuğumuzda, bunun, indi-
go ışınının içine girmekte ve bilinç içinde çalışmakta bize çok
yardımcı olduğunu göreceğiz. Ancak elbette yaşam, indigo ışının
geniş kaynağını yetenekli bir biçimde kullanmak için çok kısadır.
Ama biz çalışırken olabildiğince bu kaynağı kullanabilir ve bu
süreçte eğlenebiliriz.
Kendimiziöz-değerden yoksun hissetmek indigo ışın tıka-
nıklığının en belirgin yansımalarından biridir. Kendini Yaratan’ın
herkes kadar değerli bir parçası olarak görmek ise “üçüncü gözü”
açan anahtardır. Ancak bunun içinindigo merkezi besleyen kişi-
lik disiplinleri konusunda kendimizi gerçekten eğitmeniz gere-
kir. Bu aynı zamanda şifacılığa giden yoldur. Bizlerin, kendimizi
kabul ve affetme yoluyla kazanacağımız bu disiplin içinde, ken-
dimizi koşulsuz biçimde sevecek noktaya ulaşmamızgerekir.

258
Can Arif

İndigo ışın çakrası imanın yuvasıdır ve içsel öğretiler bu


enerji merkezi üzerinde çalışır. Yaratan için şifa verenler, öğret-
menlik yapanlar ve aydınlık ve dengeli olarak görünen herhan-
gi bir şekilde çalışanlar indigo ya da çivit rengi ışına ait faaliyet
içindedirler. Bilinç içinde yapılandua, meditasyon ve tefekkür
gibi çalışmalar bu merkez içinde yer alır. Ancak daha önce de
ifade ettiğimiz gibi,herhangi bir varlık diğer varlıklarla olan tüm
ilişkilerinin bir enerji aktarımı potansiyeli taşıdığı bilinciyle her
tip aktarımı deneyimleyip büyük oranda üstesinden gelmedikçe,
altıncı merkezdeki olası tıkanmaların da önüne geçemez.Kısaca
ilk beş enerji merkezinde yeterli uyum ve denge oluşmadan, in-
digo merkezin yeterince açık kalması da mümkün olmaz.

Kişilik Disiplinleri ve İndigo Işın Çakrası


Yaratan’ın sonsuz alemlere uzanan her parçası, onun tekliğinin
ve bütünlüğünün bir yansımasıdır. Bizhepimiz bu muhteşem ze-
kanın bir kişilik olarak parçasıyız ve bizim ruhsal kişiliğimiz, bir
insan olmanın doğası içinde meydana gelen ego benliklerimizi
de kapsar.
Bizler üçüncü yoğunluğa ait unutma ya da perdeleme süreci
etkisinde, üçüncü yoğunluk derecesinin doğa yasaları içinde te-
kamül ediyoruz. Bu nedenle bir insan olmaktan kaynaklanan ne
varsa, hepsi bizim kişiliklerimizin bir parçasıdır. Bugün bizden
yansıyan her özellik ya da eğilim, ister tüm geçmiş yaşamlarımız-
dan damıtarak getirdiğimiz ruhsal kişiliğimizden, isterse de ego
benliğimizden kaynaklansın, bizim kişiliğimizin alanıdır. İndigo
ışın merkezini besleyecek olan kişilik disiplinleri içinde çalışa-
cak bir varlığın da öncelikle bunu anlaması gerekir. Biz hepimiz
Bir’iz ve bütünüz. Ama bilinç alanı içinde hepimiz benzersiz bir
kişiliğe sahibiz ve bizim dengeli bir şekilde tekamül edebilmek

259
İlişkiler ve Denge

için bu kişiliği tanımaya, anlamaya ve sevmeye ihtiyacımız var.


Kişilik disiplinleri, kendi gölgelerimizle yüzleştiğimiz kalp
çakramızın dış alanı da dahil olmak üzere alt merkezlerle çalı-
şır. Bu merkezler bizim kendimizle ve diğerleriyle ilişkilerimizin
dünya’ya bağlanan alanıdır ve bizim indigo merkezdeki hasat ka-
pısına ulaşmak için bu alan içinde kişilik disiplinleri yoluyla elde
edeceğimiz enerjiye fazlasıyla ihtiyacımız vardır.
Hepimiz disiplin oluşumunu gündelik kültürün diliyle an-
larız. Fakat kişilik disiplinleri bundan çok farklıdır. Bu disiplin
kontrole, bastırmaya ya da zorlamaya dayanmaz.Bu bizim dü-
şünce ve duygu dünyamızla, giderek artan bir kabul duygusu
içinde ve yargılamadan çalışmamızdır. Bizim bu disiplin içinde
amacımız, bizi kısıtlayan anlayış ve eğilimlerimizden özgürleşe-
rek kendimizi sevmek ve Yaratan’ın beyaz ışığının indigo merke-
ze ulaşmasının önünü açmaktır. Bu aynı zamanda illüzyonun ve
ego benliğin varlık üzerindeki kontrol gücünün kaldırılmasını ve
dış etkilere karşı varlığın kendisini daha etkilenmez ve dengeli
hale getirmesini de içermektedir. Ancak kişilik disiplinleri içinde
çalışan bir varlığın mutlaka iradesini kullanması ve giderek artan
biçimde iman yoluna başvurması gerekir.
Kişilik disiplinlerinin özünde kendini tanımak, kendini ka-
bul etmek, kendini yargılamamak, kendini bağışlamak, kendini
sevmek ve iradeyi yönlendirmek vardır. Ancak bu disiplinin bes-
lediği ve uzandığı son nokta, kendini sevgiyle Yaratan’a açmak
ve kendini Yaratan olarak bilmektir. Bu da, bu disiplinin indigo
merkezdeki sonucudur.
İndigo merkez, alt merkezlerdeki ilişkilerimizden yoğun bi-
çimde etkilenir ve bu merkezlerde kapanmanın ya da karışıklığın
birçok yolu vardır. Bu yolların her biri enerjinin bozulup filtre
edildiği bir durum yaratır ve bu durumdaki bir varlık sürekli

260
Can Arif

olarak korku, değersizlik hissi ve yargılama gibi duygularla baş


etmek zorundadır. Böylece indigo ışın kapanmasının “en yaygın”
üç kaynağı kendini yargılamak, korku ve değersizlik duygusudur.
Bizim indigo ışın merkezinde yeterince açık olabilmemiz
için alt merkezlerden gelen bu duygularla çalışmamız gerekir. İn-
digo merkez, var olan her şeyin BİR olduğunu söyleyen merkez-
dir. Biz kendimizi yargılarsak, bu bizim her şeyle Bir olan tekli-
ğimizi yargılamamız demektir. Biz eğer yaşamdan korkarsak, bu
bizim her şeyin tam ve bütün olduğu evrene olan güvensizliği-
mizdir. Biz kendimizi değersiz hissedersek, bu bizim kendimizi
Yaratılış’tan ayrı bir varlık olarak düşünmemizdir. Ve bunlar bizi
birliğe davet eden ingido ışın merkezinin kapanma nedenleridir.
Bu açıdan biz sürekli olarak bu duygularla çalışmak ve ingido
merkezi besleyen kişilik disiplinleri içinde bunlara karşı dikkatli
olmak zorundayız.
Şimdi gelin indigo ışında kapanmanın en yaygın üç kayna-
ğına bakalım ve sonra kişilik disiplinleri içinde irade ve iman ko-
nularını inceleyelim.

Kendini Yargılamak ve İndigo Işın


Çoğumuz aile ve okul eğitimlerimizde on emir gibi talimatlar
öğreniriz. Çalmamamız gerektiğini, yalan söylemememiz gerek-
tiğini, saygısızlık yapmamamız gerektiğini vs. Ya da sosyal me-
kanizmayı yağlayıcı çeşitli hareket tarzları öğreniriz. Bu “doğru
şeyleri yap” talimatı görünüşte yeterli ve iyi gibidir. Ama ilişkiler
içinde aslında görünüşte ne yaptığımız o kadar önemli değildir.
Bizler ilişkilerimiz içinde, bize öğretilen bu hareket tarzlarını
en iyi şekilde uygulasak da, bizim derin duygularımız genellikle
daha farklıdır. Görünüşte son derece nazik olduğumuz bir insa-

261
İlişkiler ve Denge

na karşı aslında kin duyguları besliyor olmamız, hayatı yaşama


talimatının içinde yoktur. Böylece biz bu duyguyla karşılaştığı-
mızda, yaptığımız ilk şey kendimizi suçlamaktır. Aslında biz öğ-
retilmiş talimatlara aykırı davrandığımız her durumda kendimiz
için bunu yaparız. Çünkü toplum bize “iyi insan olmanın” altın
kurallarını vermiş vebiz onu uygulamakta başarısız olmuşuzdur.
Böylece bu düşünce, derin bir suçluluk duygusunu ve sonu gel-
mez yargılamaları da birlikte getirmiştir.
Doğrunun ve yanlışın, iyinin ve kötünün sınırlarının bu de-
rece kalın hatlarla çizildiği, iyinin cennet ve kötünün cehemmen
olduğu dar ve sıkışmış öğretim modeli içinde kendimizi yargıla-
mak son derece köklü bir alışkanlıktır.Kendini ve insanları yar-
gılama alışkanlığı, bir gün hesap sormayı isteyen ve bu yüzden
asla affetmeyen köklü bir anlayıştır. Ancak bunun ruhsal gelişim
sürecinde yeri yoktur.Yargılama, kendini var olandan ayırmanın
en basit yoludur. Böylece biz birlik idrakinin merkezi olan altıncı
çakramızdaki açıklığı kapatırız.
Hepimiz kayıt tutma eğilimindeyiz. Kendimiz için yaptığı-
mız iyi ve kötü davranışların ve başkalarının bizim için yaptığı
iyi ve kötü davranışların ve sorunların sürekli bir kaydını tutarız.
Halbuki spiritüelgelişimin birinci derecede önemli olduğunun
farkına varmış insanlar için bu tip kayıtların bir önemi yoktur.
Spiritüel gelişim affetme ve kabullenmenin enerjisiyle ilerler ve
hesap tutmaz.
Düşüncelerimizin ve anlayışlarımızın her zaman eksik ka-
lacağı kaçınılmazdır. Bu insan olmayla birlikte başlar. Ve elbette
kendi öğrenim süreçlerimiz içinde hatalarımızı kaydedip onlar-
dan dersler çıkarmak güzeldir. Biz oyuncular olarak çok daha
hünerli seçimler yapmak için bu hataları birer basamak olarak
kullanırız ve bu hatalar bizim kendi gelişim fabrikamızın ürünle-

262
Can Arif

ridir. Ama kişisel yargılarımız,yaptığımız bu hatları bizlerin öğre-


nimi için gerekli olan hatalar şeklinde anlamanın ötesine geçerse,
artık bu yargılama bir zehirdir. Çok fazla kişisel yargı kalp merke-
zine giriş yolunu kapatır. Oysa bizim birinci amacımız kalbi açık
tutmaktır ve bunun için kişisel yargı gitmek zorundadır. Bu hem
kendimiz için hem de diğer herkes için geçerlidir.
Biz hepimiz sonsuz Yaratılış’ın her zerresi gibi en yüksek de-
ğere sahibiz. Ve biz hiçbir şeyi Yaratan olmadan yapamayız. Bi-
zim tüm düşünce ve faaliyetlerimiz O’ndan gelir ve gücünü O’n-
dan alır. Biz hangi seçimleri yaparsak yapalım, O bizi olduğumuz
gibi tüm hatalarımızla sever. O bizi yaptığımız ve yapacağımız
her şey için çoktan affetmiş olarak sever. O puanlar saymaz ve
çentik atmaz. O yargısızdır.
Biz yaşamımız sona erene dek kendi yargılarımızdan so-
rumluyuz. Ama biz hata yaptığımızda kendimizi affetmekten ve
yeniden başlamaktan da sorumluyuz. Ve biz bu anlayış içinde
ışık basamaklarını çıkarak bu yoğunluk derecesinden mezun ol-
maktan da sorumluyuz.
Biz elbette kendimize kırıcı ya da nazik olma kapasitesine
sahibiz. Biz ya kendimizi durmadan yargılar ve sonu gelmez bir
içsel savaşa devam ederiz, ya da hatalarımızdan ders alan bir an-
layış içinde kendimizi her seferinde affederek yeniden ilerleme-
ye devam ederiz. Bizim için şu anda affetmek ve sevgi, kalbimizi
açık tutmak için bir meydan okumadır. Biz kendi zalim alışkan-
lığımız içinde tekrar tekrar hapis olamayız. En spiritüel düzeyde
şunu anlamak zorundayız ki her hata, kaçan her şans, her yan-
lış adım, bizim Tek Sonsuz Yaratan’a deneyimsel hediyemizdir.
Affetmek ve yargılama-mak ise kendini “her şeyle Bir olan Yara-
tan”olarak bilmektir. Biz eğer kendimizi yargılarsak, bu idrakten
uzaklaşır ve üçüncü gözümüzün evrene açılan kapısını kapatırız.

263
İlişkiler ve Denge

Bizim oyuncular olarak bilinç içinde çalışmak için şu anda


sevgiye odaklanmaya ihtiyacımız var ve eğer biz hata yaparsak ki
kesinlikle tekrar tekrar yapacağız, kişisel affetme içinde kalbimizi
açık tutmaya, temiz ve bilinçli olarak ilerlemeye ihtiyacımız var.
Bizim kişisel hayal kırıklığının ve hoşnutsuzluğun zehirli enerji-
lerini temizlemeye ve kalbimize dönmeye ihtiyacımız var.

Korkuve İndigo Işın


İndigo ışında kapanmanın olağan diğer kaynağı korkudur. Ha-
yatta kalmakla ilgili doğal kırmızı ışın tepkisi dışındaki hemen
her korku, indigo merkezde olası bir tıkanmadır. İndigo merkez
yaşama güven duymanın merkezidir ve iman bu merkezde ge-
lişir. Bizim korkularımızın çoğu güvende hissetme isteğimize
bağlıdır ve yaşama olan güvensizliğimiz korkularımızın da kay-
nağıdır.
Bilinmezin gizemli yolculuğunda güvenlik arayışı beyhude
bir çabadır. Hiçbir şey bu yolculukta bize yeterince güvende his-
settirmez. Bizim güvenli alanımız kalbin derin mabedine ayak
basmak ve ingido merkezin sonsuzluğa açılan kapısında nefes al-
maktır. Biz alt merkezlerden gelen birçok çarpıtmayla baş eder-
ken korku duygularımızla da baş etmek zorundayız.
Bizlerkalbimizin kapılarında karanlık tarafımızı açığa çı-
karmaya başladığımızda ve böylece kendimizi daha iyi tanıdık-
ça korkuyu çaresizce hissedeceğiz. Bunlar kaçınılmazdır. Fakat
önemli olan kişiliğimizin bu yanlarını nasıl kabul edip sevebi-
leceğimizdir. Bunun bir tek yolu vardır; Yaratılış içinde her ne
isek, bizim “her şey” olduğumuzu hatırlamaktır. Bu aynı zaman-
da derin bir kabul duygusudur ve bu duygu içinde biliriz ki insan
doğası da tıpkı diğer her şey gibi tüm aydınlık ve karanlığı içinde
taşır. Biz kendimizi olduğumuz gibi kabul ederek ve bunu, bizim

264
Can Arif

“her şey” olduğumuzun derin bilgisi içinde yaparak, çok daha


bilinçli seçimler yaparız. Bir insan olarak korkularımız hala var-
dır ancak biz artık bilinçliyizdir. Artık korkudan yana seçimler
yapmamıza gerek yoktur. Kalbimiz içinde huzur buldukça, biz
gündelik güvenlik ihtiyacımızdan da giderek uzaklaşır ve bu ih-
tiyaçtan doğan korkularımızdan giderek özgürleşiriz. Biz indigo
ışın kapısına vardığımızda, bizim için gündelik güvenlik artık bir
ihtiyaç değildir. Burası artık Yaratan’ın güven dolu evidir. Burası,
korkuların bizi yönetmediği içsel bir güvenlik alanıdır.
Hepimiz bir insan olmanın deneyimini yaşarken, pek çok
korkuya ve geçmiş deneyimlerimizin korku dolu anılarınasa-
hibiz. Ancak spiritüel oyuncular arasındaki belki de en yaygın
korku, ilerleme sağlamayacağımıza dair korkudur. Ama buna ge-
rek yoktur. Biz her ne isek, o’yuz. Yaratılış içinde kendi evimizde
ve güven içindeyiz. Fizik alanda ne olursa olsun biz içinde hiç-
bir kaybın olmadığı tek-bir Yaratılış içindeyiz. Şimdi başarıyor
olduklarımız ve başaramıyor olduklarımız, hepsi aynı birliğin
içindedir. Hepimiz aynı yere varacağımız bu oyunda korkuya hiç
gerek yoktur. Hiçbir varlık geride kalmayacak, hiçbir varlık geri-
de bırakılmayacaktır. Biz sadece elimizden geleni yapmaktan so-
rumluyuz. Ve bunu yaparken spiritüel ilerlemenin iki adım önde
bir adım geride olan doğasını unutmamamız gerekir.
Bizler derin uykularımızdan uyandığımız her an duvara
toslayacağız. Uzun zaman uyumuştuk ve gözlerimizin yeterince
açılması için-gezegeni kuşatan koşulsuz sevgi enerjisinin kal-
bimize baskı yapan doğası içinde çok fazla zamanımız olmasa
da-biraz anlayışa ve sabra ihtiyacımız var.Ve aslında az kalan za-
manda çok fazla şansımız var. Biz hepimiz bu şansı kullanmak
için yeterli bilgiye ve sevgi dolu kalplere sahibiz. Gelin şu bilgi
üzerinde düşünelim:

265
İlişkiler ve Denge

İki tip zeka vardır. Birinci zeka zihinseldir ve bunun içi zi-
hinsel korku takıntılarıyla doludur. Ancak ikinci tip zeka kalbin
zekasıdır ve bu zekayı kullanarak kendi zihni içinde serüvenci
olan biri için korku engelleyici olamaz. Çünkü bu zeka bilinçtir.
Kendi zihni içinde bir serüvenci açık kalbi ile düşünür ve açık
kalp yanlış bir şey yaptığında korkmaz. Açık bir kabin enerjisi
sevginin hareketini korkusuzca takip eder ve bizler iyi bir oyun-
cu olma yolunda bu korkusuzluğa sahip olmak isteriz. Elbette
uyanış ve olgunlaşmanın spiritüel süreci içinde bizim bir altın
arayıcısı gibi derin doğalarımıza ulaşmak için benliğimizi elek-
ten geçirmemiz gerekiyor. Bunu yaptıkça biz kum ve balçığı her
bir adımda biraz daha temizleriz. Ve bu bazen zor bir süreç olsa
da, korkulacak hiçbir şey yoktur.
Korku kalp yolunu kapatır. Biz oyuncular olarak biliyoruz
ki kendi içimizde korku ile karşılaştığımızda, korkunun baskıcı
etkisinden kurtulana kadar korku ile çalışmaya ihtiyaç duya-
rız. Kendi açık kalbimize geri dönmeye ihtiyaç duyarız. Korku
vardır ve onu yok saymayız. Biz onu kabul ederiz, onu izleriz,
onunla çalışırız fakat irade ve iman yoluyla daha derin anlayış
ve idrakleri harekete geçirerek ve kalp enerjimizi kullanarak kor-
kularımızın bizi engellemesine izin vermeyiz. Biz seçimlerimi-
zi korkudan yana değil, onun varlığını kabul eden bir sevgiden
yana yaparız. İyi oyuncular böyle yapar.

Değersizlik Duygusuve İndigo Işın


İndigo ışında bizi engelleyen kapanmanın en yaygın üçüncü ne-
deni değersizlik hissidir. Bu basitçe, öz-değer bilincinden yok-
sun bir kişisel değersizlik duygusudur.Böylece ikinci çakranın
kişisel alanı içinde kendini sevemeyen birinin, öz-değer eksikliği
nedeniyle indigo ışında kapanma yaşaması kaçınılmazdır. Bu ne-

266
Can Arif

denle indigo merkezi besleyen kişilik disiplinleri içinde kendini


sevmek, alt merkezlerden gelen gündelik ama zorlayıcı enerjiler
içinde başarılmak zorundadır.
Hepimiz rekabetin ve kıyaslamanın turuncu ve sarı ışın dün-
yasında büyüdük. Bu dünya her şeyi kişisel değerler üzerinde
inşa eden ve birini diğeriyle kıyaslayarak daha iyi olmanın sahte
formüllerini yaratan bir dünyadır. Bu dünya’da sizin kendinizi ol-
duğunuz gibi sevmenize yer yoktur. Burada bütün insanlar için
ön-görülmüş bir değerler listesi vardır ve sizin bir varlık olarak
kendinizi değerli hissetmeniz için bu listede yazılı olanlara uy-
manız gerekir. Buna göre sizin daima güzel ve çekici görünmeye,
zeki ve başarılı olmaya, iyi bir işe ve kariyere sahip olmaya, diğer
insanlardan sizi yeterince ayırt edecek işler yapmaya ve yeterin-
ce para sahibi olmaya ihtiyacınız vardır. Ayrıca bu liste, diğer
insanların tüm bunlar için sizi onayladıkları bir sonuca ulaşma-
lıdır. Buna göre, sizin kendinizi değerli hissetmeniz, genellikle
diğerlerinin size ne kadar değerli olduğunuzu söylemesi ya da
hissettirmesiyle mümkündür. Burası, kişisel sevgiden ve öz-de-
ğer bilincinden yoksun, sizin duygusal dünyanızı zehirleyen son
derece acımasız bir dünyadır. Ve bu dünyada kendinizi olduğu-
nuz kişi olarak kabul edip sevmeniz, önünüzde duran en büyük
meydan okumadır.
İndigo ışın birliğin idrak edildiği ışındır. Bu ışın alanında
değer, tüm varlıklar için bir ve aynıdır. Burada hepimiz Bir’iz ve
hepimiz aynı öz-değere sahibiz. Burası kişisel bir alan değildir.
Burası birliğin ve tekliğin alanıdır. Ve bizim bu alanda kapanma
yaşamamamız için kendi kişiselliğimiz içinde çalışarak kendi
benzersiz benliğimizi sevmemiz ve kendimizi, tüm “oluş”la Bir
olan o tek-varlık olarak düşüneceğimiz zamanlar geçirmemiz ge-
rekir. Üçüncü göz, kendini diğer her şeyle Bir olarak idrak eden

267
İlişkiler ve Denge

anlayışın merkezidir. Kendini Yaratan’ın eşsiz değerde bir par-


çası ya da herkes gibi bir Yaratan olarak görmek bu gözü açan
anahtardır. Bu yüzden kendimizle mediatif zamanlar geçirmeye,
kendimizi bir Yaratan olarak düşünmeye ve bu yolla öz-değeri-
mizi hissetmeye hepimizin ihtiyacı var.
Üçüncü yoğunluk derecesinin ayrılık dolu sert rüzgarları,-
her varlık için değersizlik hissini körükleyen son derece şiddetli
bir rüzgardır. Bizim hepimizin bu rüzgara cesaretle direnmeye
ve onun bizi savurması karşısında güçlü olmaya ihtiyacımız var.
Hepimiz bir varlık olarak benzersiziz. Bu benzersizlik bizim de-
ğerimiz ve hediyemizdir. Fakat hepimiz aynı kaynağın içinde
eriyen tek-bir benliğiz. Hepimizin bunları düşünmeye, bunlarla
zaman geçirmeye ve bunu hissetmeye ihtiyacımız var. Hepimi-
zin kalbin zekasıyla düşünmeye ve hissetmeye ihtiyacımız var.
Nasıl ki bir bedenin tüm organları ve tüm parçaları o beden
için aynı değere sahipse, bizler her birimiz olduğumuz halimizle
Yaratan’ın aynı değerdeki parçalarıyız. Değişmek ve dönüşmek,
bizim yolculuğumuzun kaçınılmaz bir parçasıdır. Gitmesini iste-
diklerimiz gidecek ve her birimizin benliği giderek daha uyumlu
ve dengel hale gelecektir. Ancak bu yolculukta herşeyden önce
kendimiziolduğumuz halimizle kabul edip sevmemiz ve bu di-
siplin yoluyla indigo merkezi besleyerek olası bir öz-değersizlik
duygusunun önüne geçmemiz gerekiyor. Nasıl ki kendini kabul
açık bir kalbe giden yolun anahtarı ise, kendi öz-değerinin bilin-
cinde olmak da evrene açılan kapının anahtarıdır.

Kişilik Disiplinleri İçinde İrade ve İman


Ruhsal oyuncular olarak bizim ilk polarizasyon seçimimiz te-
meldir. Biz basitçe pozitif kutuplaşmayı seçeriz ve başkalarına
hizmet yolunu seçtiğimiz bu süreçte kalplerimizi açarız. Böyle-

268
Can Arif

ce kalp çakralarımız koşulsuz sevgiye ulaşmak için güç kazanır.


Ancak bilinç içinde çalışmaya karar veren bir oyuncu sonsuz ze-
kanın girişine hareket ettikçe, hizmet kutuplaşmasının özel bir
yoluna (örneğin şifacı olmaya) odaklanmaya karar verebilir ve
iradesini yönlendirdiği bu arzusu yoluyla, Yaratılıştan gelen spi-
ritüel doğasını şarj etmeyi seçebilir.
İrade, aklın perdelenmesi sürecinin yarattığı potansiyelin
bir ürünüdür ve perdeleme süreci iradenin gelişimine olanak
vermiştir. Benliğimizi arındırma, disipline etme ve dengeleme
süreçlerimizde kullanacağımız en önemli ve etkili güç irade gü-
cüdür ve bu güç, akıl/beden/ruh bileşiminin (varlığın) tekamü-
lünde en can alıcı noktadır. O, içimizde saklı ve gömülü olan çok
büyük bir güçtür ve benliğin disipline edilmesi işinde aklın ka-
talizörüdür. Kişilik disiplinleri içinde yer alan iradenin yönlen-
dirilmesi uygulaması açısından bu gücü kullanma yeteneğinin
mutlaka geliştirilmesi gerekir.
İrade açısından sarı ışın çakrasının faaliyet düzeyi oldukça
önemlidir. Bu enerji merkezi ne kadar açık ve dengede olursa,
iradenin kullanımı da o oranda güçlenir. Fakat bir varlığın içinde
saklı olan iradeyi kullanma niyeti merkezidir. Bir yerden başlan-
malıdır ve içinde böyle bir gücün olduğunu bilen bir varlık, bu
gücü pozitif yolda kullanma istek ve niyetini “öncelikle” ortaya
koymalı ve son derece sabırlı olmalıdır. Yaşam içinde iradenin
kullanımına yönelik pek çok uygulama ve pratik yapılacaktır ve
bu süreçler için sabır gereklidir.
Artık hepimiz biliyoruz ki uyku hali içinde ve uyanış süre-
cinde, zihinsel benliğimiz bizim üzerimizde oldukça etkili ve güç
sahibidir ve bu tümüyle illüzyonla doludur. Ama rahatlıkla söy-
leyebiliriz ki bu geçici benliğin bu derece etkili olmasının en bü-
yük nedeni bizim dikkatsizliğimiz ve perde üzerinde yeterince

269
İlişkiler ve Denge

çalışmayışımızdır. Önce zihin ve işleyişi anlaşılmalıdır. Bu benli-


ğin nasıl meydana geldiği ve neye hizmet ettiği iyice anlaşılmalı-
dır. (Bunlar için ilk kitapta paylaştığımız bilgilere göz atılabilir).
Daha sonra, bu benliğin bizim üzerimizde meydana getirdiği
etki ve kontrol süreçleri, yargı taşımayan bir anlayış içinde göz-
lenmelidir. İşte o noktada görülecektir ki bu benlik bizim yaşam-
larımızı kontrol etmektedir ve bizim içimizdeki o büyük irade
gücüne fazlasıyla ihtiyacımız vardır. Ortaya çıkan duyguları bas-
tırmadan, yani hissetmeye açık olarak, ancak zihinlerimizin bize
yapmamızı buyurduğuşeyler konusunda bilinçli seçimler yapa-
cak şefkat dolu bir iradeyiortaya koyarak benliğimizi disipline
edebiliriz.
“Benliğin kontrolü ya da baskı altında tutulması, bu durumu
dengeleyecek başka enkarnasyon deneyimlerine gereksinim du-
yulmasına yol açar ve bu potansiyeli hazırlar. Bunun yerine ken-
dini tanımak, kendini kabul etmek, kendini bağışlamak ve irade-
yi yönlendirmek, bir varlığı disiplinli bir kişiliğe götüren yoldur.
İrade, birlikte-yaratan olmanızdan kaynaklanan bir güçtür ve bu
güce ne kadar önem verseniz azdır. Pozitif eğilimli yolda olanlar,
bu gücü dikkatle kullanmalı ve başkalarına hizmete yöneltmeli-
dirler. Kişilik güçlendikçe irade gücünü kullanmanın tehlikesi de
artar; çünkü bu güç bazen bilinçaltı yoluyla da olsa bir varlığın
kutbiyetini azaltmak için kullanılabilir.” (Ra)
Kişilik disiplinleri içinde çalışırken biz kişiliğimizin üçayağı
olan aklımız, duygularımız ve iradelerimiz ile çalışırız. Ancak bir
dördüncü ayağı eklediğimizde, bu çalışma için gerekli olan kişili-
ğimizi bir kare şeklinde oturtabiliriz ki o da imandır. İman ingido
ışınla hareket eder ve imanla çalışmak, bilinç içinde indigo ışıla
çalışmaktır. Biz aklımızı, duygularımızı ve irade gücümüzü kul-
lanırken, aynı zamanda yaşama olan güven enerjilerimizi ifade

270
Can Arif

edebiliriz. Bu da aklımızı, duygularımızı ve irademizi, her şeyin


iyi olduğu ve olacağına dair derin inanca ya da imana bağlar. Ve
bu da yeniden iradelerimizi besler. Biz sadece üçayakla çalıştı-
ğımızda, gündelik işlerimiz açısından birçok şeyi başarabiliriz.
Ama temel fark eğer bir örnekle açıklarsak şu şekildedir:
Üçayaklı bir kişilik para konularını anlayabilir ve kıymet-
li vaktini daha çok paraya ulaşmak için harcayabilir. Oysa dört
ayaklı bir kişilik, faturaları ödemek için çalışırken, aynı zamanda
bugün ihtiyacı olanlar için yeterince parası olduğunu doğrula-
mak adına iman melekesini kullanır. Burada dördüncü ayak, bi-
zim kim olduğumuz ve nerede olduğumuz konusundaki idraki-
mizin derinleşmesinde bize yardımcı olur.
Güvenin gelişiminde “her şey iyidir” mantrası bizi denge-
de tutar. Oyuncular olarak ruh dünyası içinde çalıştıkça bu bizi
güçlü ve sağlam yapar. Ve ruhun diyarında çalışmak Yaratan’ın
enerjisine serbestçe izin vererek kalbi açık tutar. Bu suretle biz
imanın ya da güvenin büyümesine yer açtığımızda, o gerçekten
büyüyen bir şeydir.
Biz aklımız ve hislerimiz başka türlü söylediğinde bile, her
şeyin iyi olduğunu söyleyen güveni elde etmeye çalışırız. Sonra
havadaki güveni aldıktan sonra, “her şey iyidir” mantrasının doğ-
ru olduğunu buluruz. Açık ki biz bilinç içinde çalışma yapmaya
başladıkça, daha güçlü ve sağlam bir güven idraki ortaya çıkar.
Ve biz başkalarına hizmet yolunu seçerek, bilinç içinde çalışmak
için güç kaynağı sağlarız. Böylece pozitif kutuplaşma yoluyla ve
arama isteğimizin gücüyle, kendimizi bilinçle şarj ederiz.
İman, bilinmeyenin sezgisi içinde bilinenin uçurumundan
atlamayı gerektirir. Bu hava içinde iman ruhun katalizörü ve ara-
yış sürecimizde bizim Yaratan’a olan sonsuz inanç ya da güve-
nimizdir. Bu güven, neden bu sürecin içinde olduğumuzun, ne

271
İlişkiler ve Denge

için yaşadığımızın ve ne için öleceğimizin derin bilgisini içerir.


Bu fiziksel bir güven anlayışı değil, metafiziksel ya da ruhsal bir
güvendir.
Aksilikler yolumuza çıktığı zaman her şeyin iyi olduğuna ve
olacağına inanmak bizim için zordur. Dünyanın dış görünümleri
zihinlerimize dert olur. Biz yırtıcı hayvanların yemek yemek için
avlandıkları ve yırtıcı insanların egemenliğini kurmak için avlan-
dıkları bir dünya görürüz. Dış dünyada bu kıran kırana mücade-
le içinde endişeli olmak ve güvende olmak için enerji harcamak
çok kolaydır. En büyük önlem yaşam sigortası, araba sigortası, ev
sigortası ve güzel bir işi kapsayan güncel güvenlik tedbirleridir.
Ancak iman, evrensel oyuncular olma yolunda maneviyatımızı
yaşamak için ilgimizi bu dışsal dünyaya çevirmekten farklıdır.
Birinci kitabın en başında söylediğimiz gibi;
“Bizim varlığımız bir bedenden çok daha fazla ruhtur. Ya-
şam sonsuzdur ve bir ömür ile sınırlandırılamaz. İlgimiz, elbette
bu yaşamı olabilecek en güzel şekilde yaşamak üzerine olabilir.
Ama evrensel oyuncular olarak bizim için başarı, yaşamın gün-
delik kriterleri olamaz. Bizim başarımız, kalplerimizin ne kadar
açık olduğu ve hizmet yolunda koşulsuz sevgiyi ne kadar palaştı-
ğımızla ölçülür. Ve elbette dünya kültürü böylesi bir başarı ölçü-
sünü desteklemeyebilir. Biz, bize bu yaşamın koşulsuz sevgiden
oluşan ebedi bir yaşam olduğunu söyleyen bir dünyada da büyü-
medik. Ancak önemli değildir, her şey vardır, her şey geçerlidir.
Biz kalplerimize ve onu besleyecek olan inancımıza bakarız.”
Biz iman duygumuzu geliştirirken, yaşam sıklıkla bize giz-
li taraflarını gösterecek ve sıklıkla durumları yanlış anlayacağız.
Olaylar bazen bize felaket gibi görünen bir yola girecek ve biz na-
sıl iman içinde kalacağız? Bunun bir tek yolu vardır; biz herhangi
bir objektif kanıt olmadan, kuşkusuz biçimde inanarak imana

272
Can Arif

bağlı kalırız. Kalplerimiz açık olduğu sürece sorun yoktur.


Güzel bir söz, “bahçede kökler kesilmediği sürece, her şey
iyidir ve her şey iyi olacaktır.” der. Bu imanı ve onu meydana ge-
tiren derin inancı en basit biçimde özetleyen son derece güzel
bir sözdür. Ve zorluklar karşısında, olumsuz ve kötü görünen
durumlar karşısından her şeyin iyi ve iyi olacağına olan inanç,
gerçekten sihirli bir iman duygusudur. Hislerimiz ve düşüncele-
rimiz bize ne derse desin, iman her şeyin iyi olacağına inanır. O,
Yaratan’ın ve Yaratılış’ın bilinmez doğasına olan mutlak inançtır.
İman, henüz evrensel bir oyuncu olmayan birinin kafasını
karıştırabilir. İnançlı bir biçimde yaşamayı seçmek, hiçbir kanıta
dayanmaz. Oysa zihin sonsuz tehlikeleri algılar, ölümden korkar
ve yaşamın devamı için bazı nesnel güvenceler arar ve ister. Ama
oyuncular olarak bizim bazı düşüncelerden uzak durmamız ve
tüm korkuları serbest bırakmamız gerekiyor. Böylece ilgimiz ve
odağımız, bedensel ölümün ötesine geçer. Elbette bedenin ölü-
münde korkarız, fakat biliriz ki biz fiziksel ölümle sarı ışın bede-
ninden indigo ışın bedenine, dünya üzerinde yaşamaktan zevk
aldığımız bu kimyasal bedenden, terk ettiğimiz ışık bedene yeni-
den döneriz. Biliriz ki ölüm yalnızca bir değişimdir.
En iyi oyuncu için bile zaman zaman kaygılı olmak çok ko-
laydır. Ancak biz her zaman büyük yapı ile ilgilenir ve inancı-
mızı kuvvetlendiririz. Yaradanın varlığını deneyimlerken, bunu
yapmayı seçtiğimizde inancımızın yükselmesi daha kolay olur.
Koşulsuz sevginin bilinci içinde ikamet ederken, biz korkusuz,
rahat, barış dolu ve güçlü oluruz. Ve yaptığımız şeyler içinde ve
yaptığımız seçimler içinde bu koşulsuz sevgiyi ifade etmek için
davrandığımızda, ruhlar olarak gelişir ve büyürüz.
Biz ruhlarımızın yok edilemeyeceğine inanırız. Biz sevgiye
ve sevginin varlıkları olarak kendimize inanırız. Biz nasıl inanı-

273
İlişkiler ve Denge

yoruz? Bunun bir kanıtı yok. Bilinçli aklımızın kabul edebileceği


bir şey değil. Ama biz inanıyoruz çünkü inanıyoruz.Biz öncelik-
le inançlıymış gibi yaparak inancımızı ve imanımızı geliştiririz.
Biz inançlıymışız gibi davranarak yaşamalarımızda güvene yer
açtığımızda, bu bir alışkanlığa dönüşür ve bir süre sonra bizim
gerçeğimiz olur.
Biz her zaman korkularımızın karşısında imanı, inancı ya da
güveni seçebiliriz. Her meydan okuyan durum içinde; bir has-
talık, bozulmuş bir ilişki, kaybedilmiş bir iş ya da hiç bir sebep
olmadan bizi yiyip bitiren depresyon, her zaman bir seçim yap-
ma özgürlüğüne ve yeteneğine sahibiz. Başkaları için sevenler,
kendilerini bu yolda sunanlar ve dış dünyada durumlar ne olursa
olsun sevgiye göre hareket edenler, iman sahipleridir ve onlar
tüm dünya’ya ilham verirler.
Gündelik yaşam içinde korkular uyku hallerimizi yönetir-
ken ve bu halde iman etmek, güvenmek ya da inanç içinde olmak
mantıksız gibi görünürken, biz zor zamanlarda hiçbir nesnel ka-
nıt olmaksızın inanarak, bilinç içinde çalışmamızı geliştiririz.
Biz, köklerimizin Yaratan’da olduğunu biliyoruz. Biz Logos’un
çocukları olduğumuzu biliyoruz.
İrade ve imanın gelişmesi ya da beslenmesi için son derece
etkili olan bir teknik, ruhsal dikkati bir noktaya odaklamaktır.
Yani akıl ya da zihin dağılmalarına karşı dikkati olup, irade ve
imanın yöneldiği konu (örneğin koşulsuz sevgi) ne ise, dikkati
oraya toplamak son derece önemlidir. Dikkati toplamak süresini
geliştirmek içinse, imgeleme dediğimiz çalışmayı yapmak gere-
kir. Bu da, hayalinde herhangi bir şekli birkaç dakika ya da olabil-
diğince tutabilme alıştırmasıdır. Bu şekil, ilham verici herhangi
bir şekil olabileceği gibi, herhangi bir şekil de olabilir. Ancak il-
ham verici bir şekil genelde daha etkilidir. Bu kusursuz güzelliğin

274
Can Arif

simgesi olan bir gül olabileceği gibi, kusursuz özverinin simge-


si olan haç ya da her şeyin Bir oluşunu simgeleyen Buda veya
kişiye ilham verebilecek herhangi bir şey olabilir. Bu uygulama
esnasında sessizlik, ısı kontrolü ve bedenin rahatlığı gibi şeyler
faydalı olacaktır.
Bilinç içinde çalışırken, oyuncunun irade gücü ve kendi
içinde güvene sahip olması hayatidir. Biz oyuncular olarak son-
suz zekanın girişine yaklaştıkça, kendi potansiyelimizin doğal
gücünü dikkate almaya ihtiyaç duyarız. Biz kendi gücümüzden
kuşkulanabiliriz, ancak irademizin ve imanımızın gücünü doğru
kullanmaya kendimizi adayabiliriz. Ve biz ruh dünyasından bize
mor ışın boyunca akan enerjiyi nasıl kullanacağımız konusunda
bilgi sahibi olmak için, bilinç içinde çalışmalar yoluyla kendimi-
zi şarj edebiliriz. Böylece ilhamın ve bilginin gerçek kaynağıyla
iletişim sağlayabiliriz.
İmanla çalışmak, bilinç içinde indigo ışınla çalışmaktır ve
bizim bilinç içinde yaptığımız kendi özümüze dönük çalışma-
lar hem kişiliklerimizin daha güçlü olmasını sağlar, hem de bizi
daha sakin ve merkezde kalmak konusunda güçlendirir. Böylece
biz pozitif kutuplaşma için kendimizi yönetme ve geliştirme be-
cerisine sahip oluruz.

Mor (Menekşe) Işın Çakrası


Menekşe ya da mor ışın çakrası başımızın üzerinde yer alır ve
şekli binyapraklı Lotus’dur. Bu ışın, indigo rengi kapıdan geçi-
lerek yapılan Yaratanla iletişimin merkezidir. Biz bu çakraya gir-
diğimizde, sıradan günlük işlerin ve hareketlerin kutsal doğasını
bize açan enerji alanına girmiş oluruz.
Menekşe rengi ışın söylediğimiz ya da yaptığımız herhangi

275
İlişkiler ve Denge

bir şeyden daha fazla, bizim şimdiki enerji ya da titreşim duru-


muz üzerine tam ve yansız bir rapordur. Bu rapor, çakralarımızın
renk dağılımları açısından bizim kim olduğumuzu tanımlar. Bu
yüzden menerkşe reng ışın alanında her varlık kendi özgün den-
gesini yansıtır. Biz psişik koruma ve bilinç içinde bazı çalışmalar
için indigo rengi kapıdan geçerek menekşe ışın alanına gireriz
ama aslında bu ışının kendisi ile doğrudan hiçbir şey yapamayız.
Kök çakradan giren enerji indigo ışın merkezinde son bulur ve
bu nedenle mernekşe ışın sabittir. Bu ışın, diğer ışınların faaliye-
te geçirilişleriyle ilgili bir tartışmaya dahil edilemez. O bir varlı-
ğın sicili, kimliği, gerçek titreşimidir. Bu enerji düzeyinde artık
“dengeli” ya da “dengesiz” tanımı bir anlam taşımaz, çünkü bu
merkez kendi dengesini kurar.
Yedinci çakranın menekşe ışıması, tüm merkezlerde olan
bitenin ya da enerji bedenin nihai yansımasıdır. Nasıl ki bir
varlığın tüm yaşam faaliyetlerinin zemini kök çakra ise, o varlı-
ğın tüm yaşam faaliyetleri de menekşe rengi ışımaya yansır. Bu
açıdan bazı varlıkların menekşe rengi ışın açısından oldukça
dengesiz oldukları halde son derece parlak enerji merkezlerine
sahip olması mümkündür. Burada menekşe rengi ışının denge-
siz olmasının sebebi, varlığın deneyimlerini bütünleştirerek ele
almaya yeterince dikkat göstermemiş olmasıdır. Yani enerji mer-
kezlerinin kendi aralarındaki uyum ve dengenin yeterince kurul-
mamış olmasından dolayı enerji beden yeterince dengeli hale
gelmemiştir. Bu açıdan bir kez daha vurgulayalım ki hiçbir enerji
merkezinin tek-başına parlak olması, enerji merkezlerinin kendi
aralarındaki denge ve uyum kadar önemli değildir. Bu denge ve
uyumya da bunun menekşe rengi ışıma içindeki görüntüsü, ha-
sat açısından dikkate alınacak tek şeydir.

276
Özet
Yaşam denilen mucize Tek Sonsuz Yaratan’ın gizemi ve büyüsü-
dür. Bu büyü, her varlığın içindeki sevginin ve koşulsuz sevme-
nin gücüdür.
Hiçbir varlık olmadığı bir şey oluyor ve olacak değildir. Her
varlık Bir’dir ve Bir her şeydir. Bu birlik içinde tüm evren tek-bir
bilinçtir. Bu bilinç arınmış sevgidir ve o ilk düşünce’dir. Bu, biri-
mizden diğerine geçen sevginin en saf halidir.
Bizler bu büyülü oyunda ilk düşünceye doğru yolculuk
ediyor ve her bir adımda Yaratanla eriyip Bir olacağımız o yere
doğru sevgi ve bilgelikle ilerlemenin yollarını keşfediyoruz. Bu
keşifte merkez yaşamın kendisi ve oyunun üzerinde döndüğü
yer enerji merkezleridir.
Biz hepimiz aynı devrelerden ve aynı yollardan geçerken, bu
merkezlerden akan Yaratan’ın beyaz ışığını daha temiz bir kanal-
dan akıtmak ve böylece bu sevgi/ışığı olabildiğince arı biçimde
yaşamak ve yaşama sunmak için uğraşıyoruz. Böylece;

1. Kök çakra, yaşamla topraklanan, burada olmayı ve bu-


rada olma amacımızı onurlandıran ve cinsel kimliğimizi
tümüyle kabul eden ışımadır. O Dünya Ana ile olan tek-
liğimizin bağlantı noktasıdır.

279
İlişkiler ve Denge

2. Turuncu çakra, kendi varlığımızın sevgisini taşır. O tüm


sapmalara rağmen sorumluluğu alan ve kendisini koşul-
suzca seven ışımadır. Okendisini ve ilişki içinde olduğu
her varlığı olduğu gibi kabul eden ve affeden ışımadır.
3. Sarı çakra, sosyal yaşamda sevgiyi öğrenmenin akıllıca
projeleri olan kök aile, evlilik ve iş ailelerimizle ilişkileri-
mizin alanıdır. Oyaşamın merkezi ve insanlarla birlikte
sevgiyi öğrenme yollarımızın sarı ışımasıdır. O insanlı-
ğımızın çakrasıdır.
4. Yeşil çakra, evrensel sevginin ışımasıdır. O herkesi ve
her şeyi Yaratan olarak gören ve kalbin derin mabedin-
de herkesi ve her şeyi affedenyeşil ışımadır.
5. Mavi çakra gerçek ruhsallığın ve koşulsuz verişin ilk ad-
residir. O bilgeliğin ve özgürlüğün ışımasıdır. Kendini
özgürce ifade eden ve diğerlerini özgür bırakan dürüst
bir yaşamın yansımasıdır.
6. İndigo çakra, insan doğasından gelen tüm sapmaları ol-
duğu gibi kabul ederken, kendi tamlığının ve öz-değeri-
nin tümüyle farkında olan ışımadır. O kendini var olan
her şeyle Bir gören idrakin yansmasıdır. O yaşama derin
inancın ve güvenin; Yaratan’a imanın yuvasıdır. İndigo
çakra, sonsuzluğa açılan kapıdır.
7. Menekşe çakra, uyum ve dengenin tek göstergesidir. O
bizim kimliğimiz ve sicilimizdir.

280
DÖRDÜNCÜ KISIM

SPİRİTÜEL YOLDA
DENGELEME
ÇALIŞMALARI
I

İçsel Dengeleme Çalışmaları

“Yaratan’la başlayıp Yaratan’la bitirin, tekniklerle değil.” Ra

İçsel Dengelemenin Önemi ve Topraklanma İhtiyacı


Ruhsal arayıcılar olarak en büyük ortak tehlikelerimizden biri
alt merkezlerle çalışmadan, arayışın daha üst merkezlerine odak-
lanmaktır. Daha önce detaylı biçimde incelediğimiz bu eğilim,
yararlı olmadığı gibi aynı zamanda kafa karıştırıcıdır. Bu tehlikeli
eğilim içinde, düşük ışınların tıkanıklığı için enerji bedenleri-
mizi kontrol etmektense, biz genellikle mavi ışında ya da indigo
ışında titreşen birinin hayallerini inceler, onlar üzerine düşünür,
onun sözlerini ve bilgelik hikayelerini okur ve ingido ışının diğer
araç ve kaynaklarıyla vakit geçiririz. Ama alt çakraların sorunları
orada duruyorken bu bir ilerleme değildir. Tabi ki eğlencelidir
ve tabi ki bize iyi hissettirir. Fakat biz tüm çakra bedeni gözet-
meden sadece yüksek çakralara odaklanırsak, kendimizi çok zor
bir duruma sokarız. Öyle ki, gerek katalizörleri algılamada, ge-
rekse verilen karşılıklarda son derece dengesiz hale gelebilir ve
kendimizi zihinsel, duygusal ve fiziksel bazı hastalıklara açık hale
getirebiliriz.

283
İlişkiler ve Denge

Aşağıdan gelen enerjilerle desteklenmeden yukarının güçlü


enerjileriyle çalışmak bizim için bir sorundur. Biz biçimsel ya da
değil, mümkünse günlük olarak meditasyon yapmalı ve sessiz-
likte gelen bilgi ve güce kendimizi açmalıyız. Ancak biz sadece
bunu yaparsak, bu kendimizi kandırmanın ve alt merkezlerde
uyumanın bir yolu haline gelir. Kaldı ki biçimsel meditasyon
ya da imgeleme gibi bazı yüksek çakra çalışmaları, kalp boyun-
ca akıp gelecek çok fazla enerjiye ihtiyaç duyar. Bu nedenle bu
enerjinin sağlayıcısı olan ilk üç merkezdeki açıklık, bilinç içinde
yapılacak çalışmalar için çok gereklidir. Bu da karşımıza enerji
bedenin günlük olarak kontrol edilmesi ve temizlenmesi ihtiya-
cını çıkarmaktadır.
Biz enerji bedenlerimizi günlük olarak kontrol ederken ve
temizlerken, biliriz ki sarı ışın merkezi kalp kapısına doğru son
çıkış noktasıdır ve kalp merkezi ortada, birleştiricidir. Bizim ilk
işimiz buraya kadar yeterince temiz bir kanal açmak ve kalp mer-
kezi içine sağlam bir şekilde yerleşmektir. Bizim ileriye atlamak
için buna ihtiyacımız kaçınılmazdır, çünkü kalp merkezi ileriye
doğru yapılacak atlama için dayanak noktasıdır.
Aslında bizler enerji bedenimizi iki katlı bir ev olarak düşü-
nebiliriz. İlk katta, üç alt çakra ve onların yol açtığı tüm sorunlar
vardır. Belki kırmızı ışın odası olarak yatak odası ve banyoyu,
turuncu ışın odası olarak mutfak ve dinlenme odasını, sarış ışın
odası olarak daoturma odası ve ofisi düşünebiliriz. Cinselliğin,
hayatta kalmanın, kendimizle ve evin diğer üyeleriyle kişisel iliş-
kilerin ve komşu evlerle ilişkilerin alt çakra sorunlarını evin bu
ilk katında yer almışlardır ve evin ikinci katındaki yeşil, mavi ve
çivit ışın odalarına çıkacak olan merdiven bu sorunlarla doludur.
İşte o yüzden bizim günlük olarak bu merdiveni temizlememiz
gerekmektedir.

284
Can Arif

Bizim tüm deneyimlerimizi günlük olarak enerji merkezle-


ri açısından ele almaya, bilinçli akıl içinde çalışmayı ve denge-
lemeyi öğrenmeye ve sorunları salıvermeye ihtiyacımız vardır.
Ev halkı olarak bizler alt katı “günlük olarak” temizlemedikçe,
merdivenleri güvenli bir şekilde tırmanamayacağız. Peki bunu
nasıl yapacağız? Bunu yapmak, alt çakralar için içsel dengeleme
çalışmalarıyla mümkün olur. Ancak iyi bir oyuncu olmanın anla-
yışı içinde biliriz ki teknikler sadece bize yardım eden basit araç-
lardır. Biz açık bir kalbe ulaşmanın aşağıdaki üçayaklı desteğiyle
çalışırken, bu basit teknik ya da alıştırmalar bize yardım eder.
Kendi içimizde yaptığımız bu alıştırmalar, biriken sorunların çö-
zümü için kolay ve etkili yöntemlerdir.
Bizim enerji bedenlerimiz içinde tuttuğumuz enerji, geç-
mişten gelen ve gün içinde üzerine eklenen niyet, düşünce ve
duygulardan meydana gelmiştir. Akşam olduğunda mutluluk,
üzüntü, kızgınlık ya da bir başka duygu, bir önceki günün dene-
yimi boyunca yakalanan noktaları araştırmak, bunları tetikleyen
bilinçaltı ve zihinsel süreçlere bakmak, bu tetikleri bulmak, onla-
rı belirlemek, onlara sahip olduğumuzu kabul etmek ve bu yolla
kendimizi tanıyıp dengelemekönemlidir. Yani aslında her içsel
dengeleme çalışmasının amacı, oyuncunun sorunlarını görme
ve bakış açısını geliştirme olanağı kazanması, kendini tanıması,
sorunları biriktirmeden salıvermesi ve açık kalbi içinde kalabil-
mesi için kendini dengelemesidir.
Biz dua ya da meditasyon gibi bilinç içinde çalışma yön-
temleri yoluyla yeşil ışın çakrasının ötesinden yardım istemeden
önce yapılması gereken iş, bizim içsel dengeleme yollarıyla eski
hesapların ve acıların tutulan kayıtlarını çözmemizdir. Çünkü
bilinç içinde çalışmanın merkezi, enerji bedenini temiz ve akı-
cı tutmaktır. Buyüzden, kendi içimizde yapacağımız basit ama

285
İlişkiler ve Denge

etkili alıştırmalarla önce kalbe akacak enerjinin yolunu açarız.


Eski kayıtlar anlaşılmak, çözülmek ve salıverilmek zorundadır.
Ve bunlar içsel dengeleme yollarıyla rahatlıkla yapılabilir.
Benliğimizi tanıma sürecinde dengede kalmak son derece
nazik bir iştir. Biz kötü taraflarımızı gördüğümüzde, bize gerekli
olan şey bastırmak, kaçmak ya da suçlamak değildir. Dengeleme
işi basit ve güzel bir iştir. Suçlamadan ve yargılamadan kendini
gözle, tanı ve dengele. Teknik basittir. Ve biz bu dengeleme işini
yapmaya devam ettikçe, en derin kişiliğimiz aşama aşama doğal
biçimde yüzeye çıkar.
Bizler, enerji merkezlerini sürekli biçimde temiz tutmak için
her günün sonunda yapılması yararlı olan içsel uygulamalar için-
de, her akşam yatağa yatmadan önce düşüncelerimizi, duygula-
rımızı ve reaksiyonlarımızı tekrar tekrar gözden geçirebiliriz. Bu
son derece basit ve kolay bir tekniktir. Oyuncu yatmadan önce
sessiz bir yerde oturur ve günün sonundaki bu zaman boyunca
günlük aktivitelerini tekrar düşünür. Oyuncu hangi düşüncele-
re sahipti? Hangi konular ortaya çıktı? Oyuncu sinirlendi mi?
Oyuncu mutlu oldu mu? Oyuncu her düşünce, duygu ve eylemi-
ne baktığında, bunların kalbinin açık kalması için ona izin veren
dengeli düşünce ve duygular olup olmadığını kendine dürüstçe
sorar. Bunlar gerçekten kalp merkezimize giden yolu açmakta mı
etkili olmuştur yoksa bu yolu daraltmakta mı? Eğer herhangi bir
katalizör oyuncunun kalbini bir an için bile kapatan bir bozul-
maya neden olmuşsa, oyuncu kendini dengeleme ihtiyacı duyar.
Ancak kendi içimizde dengeleme çalışmaları yaparken dün-
ya ile topraklanma gereksinmemizi anlamak önemlidir. Eğer biz-
ler kendi içimizde çalışırken açık bir kök çakradan gelen yaşam
enerjisine sahip olmaz isek, içeride yapacağımız bu çalışma için
yeterli gücü de bulamayız. Kök çakra düzeyindeki sorunlar ge-

286
Can Arif

nellikle depresif bir durum yaratır ve bu da yaşama sevincimizi


çalan bir enerji tıkanmasıdır. Bu nedenle bizim her şeyden önce
topraklanma ihtiyacımız kaçınılmazdır. Biz bir yandan dünya’ya
bağlanırken, bir yandan da bakış açılarımızı genişletmek için
irademizi kullanırız ki, içsel dengeleme çalışmaları sırasında bu
açıklık bizim için gereklidir.
Kendi kendine, benliğin tüm unsurlarıyla oturmak ve tüm iç
seslere izin vermek son derece yararlı ve güzel bir uygulamadır.
Biz bu işi yaparken eski acılar ve diğer tüm kayıtlar yüzeye çı-
kar ve biz onların etkilerini rahatlıkla gözlemleriz. Bu süreçte biz
kendimizi tanırken, enerjimizi alt düzeylerde tıkalı tutan tüm bu
kayıtlar akıp gider ve biz tüm bunları şükran ve minnettarlık için-
de salıveririz. Bu bizim enerji bedenimizi rahatlatır ve enerjinin
temizce akmasını sağlar. Böylece biz kişilik disiplinleri açısından
kendini geliştirmiş bir varlık olarak bilinç içinde çalışmaya hazır
hale geliriz.

Günlük Salıverme ve Affetme Uygulaması


Akşam kendimiz için bir kaç dakikaya sahip olduğumuzda ken-
dimizle otururuz. Bugün sahip olduğumuz düşünceleri ve hisle-
ri “basitçe” hatırlarız. Bu düşünceleri ve hisleri değerlendirmek
için inceleme yeteneğimizi kullanırız ve saplandığımız düşünce-
leri tespit ederiz. Sonra bu düşüncelere bakarız. Bunların kay-
nağı nedir? Çocukluktan gelenler midir, yoksa daha sonraki de-
neyimlerin sonuçları mıdır? Tüm bunlar için anlayış gücümüzü
kullanarak sorunun kaynağını tespit ederiz. Böylece sorun ve
kaynak oradadır ve biz asla yargılamayan bir gözlemci olarak
oradayızdır.
Artık sorunu yaratan kaynağı ve onun yarattığı sorunlu dü-
şünce ve duygularla birlikte kendimizi tümüyle kabul eder ve

287
İlişkiler ve Denge

affederiz. Bu bizim için artık bir içsel çatışma malzemesi değil-


dir. Sonra bizim eksik ve yanlış anlayan taraflarımız içinde, eğer
varsa deneyimin diğer taraflarıyla empati kurar ve onları da affe-
deriz. Böylece sorunu yaratan kaynağı şifalandırırken, düşünce
ve hislerimizin meydana getirdiği sorunları da salarız. Biz bu tip
çalışmalarla çok kısa sürede temizliğimizi yapar ve sorunları zih-
nimizin içinde çiğnemeden salarız.
Yaşadığımız her deneyim bilinçaltımıza kaydedilir ve biz her
yeni olayda bu kayıtların bir fotokopisiyle uğraşırız. Fakat bir de-
neyim meydana geldiğinde o deneyime ait duyguların bilinçte
dengelenmesi ve özellikle affetme yoluyla salıverilmesi, bizim bu
fotokopilerle uğraşmamızın önüne geçer. Elbette hatıralarımız
fotokopi suretine sahip olmayı sever. Ancak biz artık fotokopi-
nin doğru olmadığını biliriz. Biz geçmişten bir anıyı su üstünde
gördüğümüzde, hemen gereğini yaparız. Çünkü bizim affetmeye
ve ilerlemeye ihtiyacımız var. Affetmemek bizi turuncu ve sarı
ışında tıkanık halde tutar ve biz affederek ilerleriz. Ve affettiğimiz
durumun anısı yeniden karşımıza çıktığında, biz çoktan affettiği-
mizi yeniden hatırlarız. Bizim kalbin sıçrama tahtasından ileriye
atlamak için bunu yapmaya ihtiyacımız vardır.
Bizlerin kadim zihinleri, günlük deneyimlerimiz boyunca
işini her zaman yapacaktır. Fakat asıl sorun bu değildir. Asıl so-
run, bizim sorunlara tutunuyor olmamızdır. Bizim onların git-
mesine izin vermemiz gerekiyor. Onları kutsamak, yararlarını
görmek, onlara teşekkür etmek ve artık gitmelerine izin vermek,
salıvermek gerekiyor.
Bilgeliği elde tutarak ve pusulayı sevgi yönünde çevirerek
biz her zaman dengede kalabiliriz. Gerekiyorsa bir kağıt üzerine
serbest bırakmak istediğimiz hatırayı yazar ve sonra kağıdı ya-
karız. Kendimizi ve herkesi koşulsuzca affederek bunu yapar ve

288
Can Arif

kalbin sıçrama tahtasından ileriye atlamak için kendimizi serbest


bırakırız.

Duyguları Çağırma ve Karşıtıyla Dengeleme Uygulaması


Şifa güçlerini geliştirme başlığında, Ra grubunun paylaştığı son
derece önemli bir uygulamadan söz edeceğiz. Bu uygulama, ben-
likte yer alan düşünce ve duyguların, yine benlikte yer alan zıt
düşünce ve duygularla dengelenmesidir.
Bu uygulama içinde öne çıkan şudur ki biz eğer ruhsal ge-
lişimden söz edeceksek kendi benliğimiz incelememiz şarttır.
Ancak bu inceleme sırasında bizim boyutumuza ait olan çift ku-
tupluluk olgusu içselleştirilmelidir. Her düşüncemizin bir karşıtı
vardır ve bu karşıt düşünce, ortaya çıkan düşünceyle aynı yerde
görülüp çıkarılmalıdır. Bu uygulama içinde insan kendi benliğin-
de onayladığı ve onaylamadığı şeyleri tanımlamalı, sonrada her
pozitif ya da negatif yükü kendi karşıtı ile dengelemelidir. Akıl
her şeyi içerir. Bundan dolayı, kendi benliğimizdeki bu bütünlü-
ğü keşfetmemiz ve tanımamız gerekir.
Bu uygulama boyunca sessizlik içinde çalışan oyuncu, gün
içinde yaşadıklarını bilinçli biçimde göz önüne getirir ya da de-
neyimlerinin her birinin orjinalini bozulmadan çağırır. Daha
sonra deneyim boyunca ortaya çıkan tepki ya da hissi vurgular
ya da hızlandırır ve böylece hissi tekrar açık ve bilinçli bir şekilde
deneyimler. Yani deneyim sırasında ortaya çıkan duyguyu diğer
her şeyi bastıracak biçimde yeniden yüzeye çıkarır.
Ancak bundan daha önce, bir duygunun dengelenmesi için o
duygunun analiz edilmesi gerekir. Burada özel bir dikkat gerekti-
ren nokta, sevgi ve bilgelik ya da pozitif ile negatif arasındaki den-
gesizliktir; hangi tarafın ağır bastığıdır. Bu tespit edildikten sonra,

289
İlişkiler ve Denge

bütün dengelemelerde yapıldığı gibi duyu, tüm diğer duyuları


bastıracak şekilde ayrıntısıyla hatırlanarak, dengesizliği yaratan
sapmalar ortaya çıkarılır ve bilinç içinde karşıtıyla dengelenir.
Şüphesiz bir duyguya odaklanmak zehirli ve acılı görünür.
Ancak dengeleme için bir duygunun tümüyle kendini gösterme-
sine ve ifade etmesine izin vermemiz gerekir. Gün içinde birini
çok kıskandıysak ya da ona çok kızdıysak, akşam kendimizle kal-
dığımızda bu duyguların tümüyle yoğunlaşmasına sağlarız. An-
cak biz aynı zamanda gözlemciyizdir ve hiçbir duyguyu yargıla-
mayız. Sadece duyguyu yeniden yaşar, tetikleri araştırır ve karşıt
duyguyu içimizde bulup çıkartırız. O anlarda anlarız ki aslında
biz içimizde her şeyi taşıyoruz. Böylece bu anlayış bizi dengeye
getirir. Bu alıştırma devam ettikçe, biz kendimizi çok daha iyi ta-
nır ve daha fazla açık kalbimiz içinde buluruz.
Biz olayları sakin bir şekilde düşündüğümüzde, farkederiz
ki aslında verdiğimiz tepkiler genellikle vermek istediklerimiz
değildir. Bu çoğunlukla böyle olur. İşte bu anlarda anlarız ki ter-
cih etmediğimiz tepkilere neden olan düşünce ve duygularımız
dışında, bir de onların zıttı olan çok daha uyumlu düşünce ve
duygulara sahibiz. Böylece her içsel çalışma aynı zamanda duy-
gular boyunca yapılan bir keşiftir ve bizler o anlarda görürüz
ki duygularımızı çoğu eski bir anın, yargının ya da düşüncenin
eseri olan eski bir enerji modelidir. Ve biz hemen orada kendi
içimize baktığınızda, kızdığımız yerde hoşgörüyü, kıskandığımız
yerde öz-değerimizi ya da sabırsızlık gösterdiğimiz yerde sabrı
buluruz. Bu bizim için dengelemenin kendisidir. Bizler açık kal-
bimizin içinde kalabilmek için bunu yaparken, tüm bu durumla-
ra neden olan insanları da anlar ve affederiz.
Sonra içimize bakarız, dengede miyiz? Düşüncelerimizi ya
da zihinlerimizi tekrar inceleriz, dengede mi? O anlarda sabrın

290
Can Arif

ve sabırsızlığın, öfkenin ve anlayışın tam hareketliliğini görmek


için kendimize izin veririz.

Duyguları Fark Etme ve Bilinçli Seçim Yapma Uygulaması


Aslında daha önceki bir başlıkta bu uygulamadan söz etmiştik.
Ancak şimdi yeniden hatırlamak ve diğer içsel çalışma yöntemle-
riyle bir arada sunmak yerinde olur. Orada şöyle demiştik:
“Duygularımız oldukları gibi kabul edilmeyi ve saygıyı ha-
keder. Ancakbazen, gelen durumlara refleks olarak verdiğimiz
tepkiler önceki deneyimlerimizden edindiğimiz eğilimlerle çar-
pıklaşır. Önceden edindiğimiz deneyimler, tepki verme alışkan-
lığımızı her bir adımda şekillendirir ve biz, verdiğimiz bu tepkile-
rin aslında şu anda tercih ettiğimiz tepkiler olmadığını unuturuz.
Dolayısıyla, onlar oluşurken duygularımızı fark etme alıştırması
yapmak iyi bir uygulamadır. Böylece verdiğimiz tepkileri, enerji
bedenlerimize hizmet eden daha pozitif seçimlere dönüştürebi-
liriz. Bu süreçte bizim düşünsel ve davranışsal olarak alışkanlık
ve bağımlılıklarımızı tercih seviyesine indirmemiz gerekir. Bir
seçim hakkımız olduğunu ve bu seçimi kullanacak güce (sevgi/
ışığa) ve özgür iradeye sahip olduğumuzu hatırlamamız gerekir.
Genel olarak konuşursak, önceki deneyimlerimizin yargılarımız
üzerindeki etkilerini, kendi seçimlerimizi yapma sürecinde bi-
linçli hale gelerek dengeleyebiliriz. Ayrıca bu uygulama ile kendi
benliğimizi tanıma sürecimiz de daha bilinçli hale gelir ve hızla-
nır.”
Bu uygulama basit olmakla birlikte dikkat isteyen bir uygu-
lamadır ve her uygulama gibi sürekli alıştırma ve sabır ister. An-
cak son derece kullanışlı ve yararlı olduğunu ve yaşam içinde biz-
leri dengede tutmak ve oluşacak negatif durumları engellemek
adına sihirli bir etkiye sahip olduğunu söylemek isterim. Kaldı ki

291
İlişkiler ve Denge

pozitif seçimler yapmak konusunda gelişmek de, bizim burada


oluş nedenimiz açısından merkezi önemdedir.

Bilinçte Katalizör Değerlendirmesi ve Dengeleme


Bu uygulama, dış katalizörlerin içsel olarak ve çok daha genel
biçimde değerlendirilmesi yoluyla yapılan bir dengeleme ve po-
zitif polarizasyon uygulamasıdır. Özellikle yararını deneyimledi-
ğim bu uygulamayı sizlerle de paylaşmak isterim.
Yaşam oyuncusu olarak hepimiz gün içinde sayısız durum-
la ve insanla karşılaşıyoruz. Bunların hepsi algı alanımız giren
katalizörlerdir ve çoğu da bizim sevgi derslerimiz içinde ortaya
çıkmış olan tesadüfi(!)karşılaşmalardır. İşte biz bu uygulama
içinde, tüm bu görünürdeki tesadüfi karşılaşmalar için analiz ye-
teneğimizi kullanarak, bunların içinden yatan sevgi derslerimizi
ve dengeleme fırsatlarımızıbilinçli olarak bulup çıkartırız.
Aslında bu uygulama içinde bilinçli olarak yaptığımız şey, po-
zitif yolu seçmiş her varlığın zaten yapması gereken şeydir. Bizler
illüzyonun sisleri arasından ya da her durumun içinden pozitif
olanı çıkarmak ve bunları kendi sevgi derslerimiz (merhamet, sa-
bır, anlayış vs) ve dengeleme ihtiyaçlarımız adına bir fırsat olarak
kullanmakgibi zor bir işin içindeyiz. Bir pozitif varlık için bu zorluk
kaçınılmaz olsa da, bu aynı zamanda büyük bir onur ve kutsama-
dır. Bu uygulama, bir başka yönüyle özellikle ustalık yolunda iler-
leyenlerimiz için oldukça yararlıdır. Ustanın bir yerden sonra dış
illüzyonla olan bağların zayıflayabileceği düşünüldüğünde, pozitif
kutuplaşmanın içsel olarak yapılması gerekecektir. Yani usta, bir
durumu kendi içinde değerlendirecek ve bu yolla polarize olacaktır.
Bu uygulama içinde özellikle kendi kişisel ilişkilerimizde ya
da kişisel hayatımızda ortaya çıkan bir durumu zihinsel olarak

292
Can Arif

analiz etme ve dengeleme becerimiz,bizlerin hem zihinsel ve


fiziksel enerji düzeylerimizi etkiler, hem de bedensel hastalık-
ların oluşum süreçlerini etkiler. Özellikle ilişkilerimizin oyunu
boyunca turuncu ışın çakrasında harcadığımız enerji miktarı çok
yüksektir ve zihinsel olarak yeterince iyi değerlendirilip denge-
lenmeyen her katalizör, zihinsel ve fiziksel açıdan bizi fazlasıyla
yıpratır. Bu nedenle içsel alanda yaptığımız her bilinçli dengele-
me çalışması son derece önemlidir.
Burada bahsettiğimiz uygulamada yapılacak olan şey basit
görünse de, aslında oldukça dikkat ve sabır isteyen bir şeydir.
Herhangi bir zorlayıcı katalizörler karşı karşıya kaldığımızda-
verdiğimiz doğal tepkilerden sonra ilk yapılacak olan şey, bu
tepkilerin bilinçli bir şekilde içsel dengeleme yolları içinde den-
gelenmeleridir. Hatta duyguları ortaya çıktıkları anda fark etme
uygulaması geliştikçe, seçimler pozitif yönde yapılmaya başlana-
cağı için dengelenmesi gereken durumlar da giderek azalacaktır.
Ancak çok daha genel biçimde, yaşadığımız deneyimlerin içinde
yatan sevgi derslerinin bulunup çıkarılmaları, bizlerin pozitif po-
larize olmamız ve bu kazandığımız polarite yoluyla da giderek
gerçek bir dengeye ulaşmamız için gereklidir.
Bu uygulamayı ve aslında her içsel dengeleme çalışmasını
herkes kendi tarzı içinde yapabilir ki doğru olan da budur. He-
pimiz çeşitli dengeleme yollarından yararlanabilir ya da kendi
dengeleme yollarımızı kendimiz keşfedebiliriz. Bunlar bizim
yaşamdaki destek ve denge noktalarımızdır. Ancak sessiz bir or-
tamda, algı alanımıza giren katalizörler üzerinde bilinçli olarak
düşünmek, dengelemek ve bu süreçte her olayı kalbin gözüyle-
görmeye çalışmak, bu çalışmaların özüdür. Dersler pek çoktur ve
sevgi dersleri, olayların dış kabuğunda değil içinde gömülüdür.
Bu da metafizik değerin kendisidir.

293
İlişkiler ve Denge

İstek ve Arzuların Dengelenmesi


Bu konuda Ra grubunun aktardığı son derece işaret edici, hatır-
latıcı ve etkili bilgileri yorum katmadan paylaşmak isterim:
“Bu yoğunluk derecesinde bir varlığın yapması gereken şey
istek duyduğu şeyleri deneyimlemesidir. Sonra da bu deneyim-
leri analiz etmek, anlamak, kabullenmek, içlerindeki sevgi/ışığı
bulup çıkarmak ve süzmektir. Gereksiz olanlar zaten kendiliğin-
den çekip gidecek, isteğin analiz edilmesine bağlı olarak uyum
oluşacaktır. Varlık kendini damıtılıp süzülmüş deneyimlerle do-
nattıkça istekleri de giderek sevgi/ışığın bilinçli uygulamalarına
yönelecektir. Bu nedenle, biz herhangi bir isteğin bastırılmasını
son derece sakıncalı buluyoruz. Ancak Bir’in Yasasına uygun ol-
mayan istekler konusunda bu isteği maddi katta gerçekleştirmek
yerine hayalini kurmayı öneriyoruz. Böylece ana sapmaların ba-
şında gelen özgür irade korunmuş olacaktır.
Burada istekleri bastırmanın pek akıllıca olmamasının nede-
ni, bu işlemin dengesiz bir eylem olması ve öte alemde denge-
lenmesinin zorluklar yaratmasıdır. Aslında bastırma, görünüşte
bastırılmış şeye daha büyük bağımlılık oluşturacak bir ortam
yaratır. Uygun zamanda yapılacak her şey kabul edilebilir nite-
liktedir. Herhangi bir sapma deneyimleyerek, kabul ederek ve
paylaşarak Bir’in Yasasına daha uygun bir sapmaya dönüştürü-
lebilir. Herhangi bir arzuyu göz ardı etmek ve bastırmak bir çeşit
kestirmeden gitmektir. Kestirmeden gitmek yerine bu arzu an-
laşılmalı ve kabul edilmelidir. Bu da sabır ister ve deneyimlerin
şefkat ışığında analiz edilmesini gerektirir.
Bir varlığın Bir’in Yasasına uygun olmayan eylemlerle so-
nuçlanacak durumlar dışında kendi düşünce süreçlerini ve içten
gelen dürtülerini kontrol altında tutmasının bu varlığın idraki-
nin gelişimi açısından yararlı ve istenen bir durum olmadığını

294
Can Arif

anlamak son derece önemlidir. Disiplin, huzur ve aydınlanmaya


giden en kısa yolun kontrolden geçtiği sanılabilir. Ama benliğin
-kusursuz olan bu özün- kontrolü ya da baskı altında tutulması,
bu durumu dengeleyecek başka enkarnasyon deneyimlerine ge-
reksinim duyulmasına yol açar ve bu potansiyeli hazırlar. Bunun
yerine kendini tanımayı, kendini kabul etmeyi, kendini bağışla-
mayı ve iradeyi yönlendirmeyi içeren kişilik disiplinlerini geliş-
tirmek gerekir.”

Merhamet ve Işık Dengelemesi


Var olan her şeyin Tek Sonsuz Yaratan’ın, yani BİR’in kendini
tanıma sürecinin bir parçası olduğunu anlamak bilgeliktir. An-
cak bizler son derece acı ve keder dolu katalizörler yoluyla sevgi
derslerinin öğrenildiği bir boyuttayız ve bizim buradan mezun
olabilmemiz için merhamet duygumuzu olabildiğince geliştir-
memiz ve genişletmemiz gerekir.
Her hangi bir duruma baktığımızda merhametten bilgeli-
ğe ya da bilgelikten merhamete doğru bir dengeleme içinde ol-
duğumuzu görebiliriz. Ancak bu dengelemenin doğal gelişimi,
durumlara hazırlıksız verilen karşılıkların değerlendirilmesi ve
dengelenmesidir. Biz merhamet duygumuz içinde bilgeliği yok
sayabiliriz ya da bilgelik anlayışımız, merhamet duygumuzun ge-
lişimi açısından bizi zor duruma sokabilir. Bu açıdan uygun olan
bir yaklaşım, bir varlık olarak benim “çıplak merhamet” şeklinde
ifade ettiğim ve deneyimlediğim şeyi geliştirmek olabilir.
Eğer içinizde merhametin gelişimini gözlemlerseniz, bu
duygunuzun ne kadar birlik ya da ne kadar ayrılık yönünde ağır
bastığını incelemenizi tavsiye ederim. Çıplak merhamet, merha-
metin hedefi olan durum ya da varlıkla sizin aranızda olan tek-
bir harekettir. Burada artık başkalarını suçlamak, yargılamak ve

295
İlişkiler ve Denge

hayata isyan etmek yoktur. Bu sizin karşınızdakiyle kendinizi en


kalbi düzeyde Bir gören yanınızdır. Artık olayı ya da acıyı yara-
tan durumlar bu merhamet ışımasının içinde önemini kaybeder
ve siz sadece çıplak bir merhameti deneyimlersiniz. Ayrılık yok-
tur, ayrılık duygusu yoktur. Sadece siz, merhamet duygunuz ve
onun hedefindeki varlık ya da durum vardır. Bu, merhametinizin
bilgelikle ya da ışıkla dengelenmiş halidir ve sizi açık kalbiniz içi-
nizde kalabilmeniz için güçlendiren büyük bir etkidir.
Şüphesiz bir duruma ya da varlığabaktığımızda, masumiyet
ve acı muazzam bir merhamet duygusu ortaya çıkartır. Ancak
bilgeliğe doğru dengeleme ve gelişim süreci, yaşanan her şeyin
içinde yatan ve çoğu durumda görünmez olan asıl gerçeği hatır-
lamayı gerektirir. O gerçek, hepimizin Bir olduğu ve her şeyin
Bir’e hizmet ettiği gerçeğidir. Fakat gündelik yaşamın zorlayıcı
acı deneyimleri içinde bu gerçeği hatırlamak çoğumuz için kolay
değildir. Bu bakımdan benim diğer bir önerim, her varlığın acı-
sının onun deneyiminin bir parçası olduğunu, her acının bizim
merhamet derslerimizin bir parçası olduğunu ve tüm bunların
Yaratan’ın kendisini tanıma yolları olduğunu hatırlamaktır.

Sezgisel ve Rasyonel Düşünce Dengesi


“İnsan beyninin iki lobu, kullanımları açısından zayıf elektrik
enerjisine benzetilebilir. Kutbiyet açısından bakıldığında sezgi-
ler ve düşüncesiz dürtüler tarafından yönetilen bir varlığın, ras-
yonel analiz tarafından yönetilen bir varlıktan hiçbir farkı yoktur.
Beyin lobları da hem kendine hizmet hem de başkalarına hizmet
için kullanılabilir. Rasyonel ya da analitik zihne sahip bir varlığın
negatif yolu izlemeye daha yatkın olacağı düşünülebilir, çünkü
aşırı düzen özünde negatiftir. Ama soyut kavramları alıp onla-
rı bir bütün olarak düşünebilme, yapılandırma ve deneyimsel

296
Can Arif

verileri analiz etme konusundaki bu aynı yetenek hızlı pozitif


kutuplaşmanın anahtarı da olabilir. Analiz yetenekleri yüksek
olanların, kutuplaşma için üzerinde çalışabilecekleri daha çok
malzemeleri olduğu söylenebilir.
Sezginin işlevi ise zekayı bilgilendirmektir. Fakat sezgiler
gem vurulmamış şekilde egemense, bu sezgisel algının sapma-
larının bir varlığın daha çok kutuplaşmasını engelleyeceği söy-
lenebilir.
Böylece gördüğünüz gibi deneyimsel katalizörün net sonu-
cunun kutuplaşma ve aydınlanma olabilmesi için bu iki tip beyin
yapısının dengelenmesi gerekiyor. Sezgi yeteneğinin rasyonel zi-
hin tarafından kabul edilmemesi durumunda ise aydınlanmaya
yardımcı olacak yaratıcı yönler boğulup kalır.” (Ra)
Ra’nın burada söz ettiğ dengelemenin ne kadar önemli ol-
duğunu kendi deneyimlerimin tecrübesi içinde rahatlıkla söy-
leyebilirim. Benim izlediğim yol da daima Ra’nın önerisindeki
gibi olmuştur ve bir yandan sezgilerimi kullanırken, bir yandan
da soyut kavramları alıp onları bir bütün olarak düşünebilme, ya-
pılandırma ve deneyimsel verileri analiz etme konusundaki ye-
teneğimi fazlasıyla kullandım. Bu açıdan bu iki kitaplık çalışma,
sezgilerin ve analiz yeteneğinin uzun süreye yayılan bir ürünü
olarak ortaya çıkmıştır.

Tekamül Hızlandırıcı Alıştırma


Bu alıştırma son derece pratik, kullanışlı ve işlevsel bir alıştırma-
dır. Benim de uzun süredir kullandığım bu pratik uygulamayı,
sorulan bir soru üzerine Ra’nın verdiği cevap içinde paylaşmak
isterim:
Soru: Bir’in Yasası’na doğru tekâmülü hızlandırmak için

297
İlişkiler ve Denge

yapılması gereken alıştırmaların ya da uygulamaların bazılarını


bildirebilir misiniz? Ra: Birinci alıştırma: Bu sizin illüzyonunuz
için en kullanışlı ve en gerekli olandır. Bunun içeriği sevgidir.
Yaşanan an sevgi taşır. Bu illüzyonun ya da bu yoğunluk katının
dersi/hedefi budur. Alıştırma ise bu sevgiyi bilinçli olarak, far-
kındalık içinde görebilmek ve sapmaları idrak etmektir. Bu ilk
çaba işin temel taşını oluşturur. Bir varlığın yaşam-deneyiminin
geri kalan kısmı ise bu seçimin üzerine inşa edilir, bu seçime da-
yanır.
İkinci adım ise her yaşanmakta olan an’da sevgiyi aramaktan
geçer, bu suretle eklenme başlar. Üçüncü arayış ikinciyi güçlen-
dirir, dördüncü ise üçüncüyü güçlendirir ya da ikiye katlar. Bu
arayış içinde samimiyetsizlik sapmasının yarattığı çatlaklar yü-
zünden güç kaybı olabilir. Ama benliğin benliğe bilinçli olarak
sevgiyi aradığını bildirmesi öylesine belirgin ve merkezi bir irade
tezahürüdür ki, bu sürtünmenin yarattığı güç kaybı önem taşı-
maz.
İkinci alıştırma: Evren tek bir varlıktır. Bir varlık başka bir
varlığa baktığında Yaratan’ı görmelidir. Bu çok yararlı bir alıştır-
madır.
Üçüncü alıştırma: Bir aynaya bakın, Yaratan’ı görün.
Dördüncü alıştırma: Çevrenizdeki yaratılmış şeylere bakın,
Yaratan’ı görün.
Bu alıştırmaların ön koşulu ya da temeli, meditasyon diyebi-
leceğimiz bir olaya ya da dua etmeye olan yatkınlıktır. Böyle bir
tutum alınırsa bu alıştırmalar sürdürülebilir. Eğer bu tutum yok-
sa, bilgiler akıl ağacının köklerine erişip içine işleyemez ve bu
suretle bedeni etkili kılıp yüceltemez ve ruhunuza dokunamaz.

298
II

Bilinç İçinde İndigo ve Mor Işınla


Çalışma Teknikleri

“Bilinç içinde çalışma teknikleri kek üzerindeki şekerli kremadır.


Onlar bize yardım eder, fakat onlara aşırı önem vermemek gerekir.
Oyunun adı koşulsuz sevgidir.”Carla Rueckert

Farkındalık (Tanık Tutumu)


Farkındalık ya da tanık tutumu dediğimiz bu kadim uygulama,
özellikle doğu mistiklerinin aydınlanma öğretileri içinde merke-
zi bir yer tutmaktadır. Bu uygulamada varlık, meditatif bir süreç
içinde kendini, kendi bedenini ve kendi tüm düşünce, duygu ve
eylem dünyasını tarafsız bir gözle ve sanki dışarıdan bir gözlemci
gibi izler. Bu, varlığın tanık tutumuna geri çekilmesidir ve amaç,
zihin-bedenle özdeşlik bağlarını kopararak kendi öz-varlığını id-
rak etmektir.
İçinde hiçbir yargı ya da yorum taşımayan bu gözlem işi,
temelde bir sessizlik uygulamasıdır ve bu uygulamadagözleyen
gözlenenden ayrılmak zorundadır. Gözleyen öz-varlık ya da
tanık, gözlenen ise illüzyoni benlik ya da varlıktır. Böylece bu
uygulamanın sihri, gözleyenin gözleneni değiştirme gücünden
gelir. Yani Gurdjieff ’in dediği gibi, “İnsan kendini gözlemlerken,
kendini gözlemlemenin kendisinin, içsel süreçlere belli değişim-
ler getirdiğini görür. Kendini gözlemlemenin bir kendini değiş-

299
İlişkiler ve Denge

tirme aygıtı, bir değişim aracı olduğunu anlar.”


Gerçekten de insan kendini gözlemledikçe, farkındalık ışı-
ğının üzerine çevrildiği benlik değişime uğrar. Bu da enerji mer-
kezleri üzerinde arındırıcı etki yapar. Fakat bu uygulama, bir
indigo ışın çalışmasıdır ve alt merkezler hazır olmadan başarıya
ulaşması normal olarak düşünülemez. O yüzden de “sürekli ola-
rak meditatif bir dikkat” gerektiren ve zihinsel benlikle özdeş-
liğin giderilmesi için son derece katkı sağlayıcı olan bu uygula-
ma, çoğumuz için kolay bir teknik değildir. Ancak bundan daha
kolay olanı, hayatın ve olayların içinde kendimizi gözlemek ve
tanımaktır.
Farkındalık ya da tanık tutumunun aydınlanmaya götüren
tek kadim yöntem olduğunu öne süren anlayışlar, perdeleme
sürecinin doğası açısından önemli bir gerçeği atlamaktadır. O
da, her varlık kadar perdeyi delme yöntemi olduğudur. Fakat bu
yöntem yoluyla aydınlanma ulaşan varlıklar vardır. Ama tekamü-
lün doğası içindeki şu gerçeği söylersek bu oluşun doğasını da
ifade etmiş oluruz ki, hiçbir varlık tedrici öğrenme süreçlerinden
geçmeden, yani tekamül etmeden ve enerji merkezleri üzerin-
de bilinçli ya da bilinçli olmayan biçimde pek çok yaşam çalış-
madan sadece farkındalık yoluyla aydınlanmaz. Çünkü burada
üçüncü yoğunluk derecesi açısından perdeyi delmekle başarıl-
mak istenen asıl iş sevginin, merhametin ve koşulsuz hizmetin
öğrenilmesidir. Yoksa bir varlığın büyük bir yatırım sonucunda
ve çok zorlayıcı biçimde çeşitli tekniklerle perdede bir delik aç-
ması elbette söz konusu olabilir. Ama bu onun aydınlandığı ya da
bu katın sevgi derslerini öğrendiği anlamına gelmez.
Nitekim Buddha, öğrencileri içinde böyle bir ayrım yapmak
zorunda kalmıştır. Onun bazı öğrencileri, gerçekten de sıkı bir
disiplin ve çalışma ile perdeyi delmişler, ancak onlar sevgiyi ye-

300
Can Arif

terince öğrenmemişlerdi. Yani perdeyi delme işini, sevgi ve sevgi


yolları üzerinde çalışarak yapmamışlardı. O bakımdan bizim bu-
radaki asıl öğrendiğimiz şeyin sevgi olduğunu asla unutmamak
gerekir. Bir sanrılayıcı ilaç da perde üzerinde delik açabilir, ama
bu varlığın sevgiyi öğrendiği ya da sevgiyle aydınlandığı anlamı-
na gelmez. O bakımdan farkındalık gibi bir uygulamayla aydın-
lananların çoğu, kuvvetle muhtemel ki pek çok yaşam sevgi ders-
leri üzerinde ve dolayısıyla enerji merkezleri üzerinde çalışmış
olan usta varlıklardır. Ancak hiçbirimizin buradan mezun olmak
için bu düzeyde bir aydınlanma yaşamamız gerekmiyor. Bu var-
lıklar kendi ustalıklarını ilerleten ve sonsuz zekanın olanaklarını
başkalarına hizmet yolunda kullanan büyük sevgi/ışık yayıcıları
ve büyük ustalardır. Tıpkı Buddha gibi, Ramana gibi, Maharaj
gibi, Rumi ve Mansur gibi.

Meditasyon
Meditasyon, perdeleme süreci içinde,perdeyi delmekle ilgili
yararı en çok tecrübe edilen evrensel uygulamalardan biridir.
Birçok meditasyon tekniği, tıpkı farkındalık gibi temelde bir ses-
sizlik uygulamasıdır ve altıncı enerji merkezinden sonsuz zeka-
ya açılan kapı üzerindeki seçeneklerden biridir. Bu açıdan hasat
için “mutlaka” biçimsel bir meditasyon yapmamız şart değildir.
Ancak yukardan yardım almanın yanında, Yaratan’la doğrudan
iletişim içinde sağladığı sessizlik ve bu sessizliğin enerjinin içeri
akışını kolaylaştırıcı ve besleyici fonksiyonu açısından özellikle
pasif meditasyonun önemini ne kadar vurgulasak azdır. Ayrıca
pek çok anlayışın bütünlenmesi ve bazı konularda ilham ve sezgi
yoluyla bilgi almak için de bu uygulama neredeyse kaçınılmaz
olarak gereklidir. Yeter ki alt merkezlerdeki işimizi ihmal etme-
yelim.

301
İlişkiler ve Denge

Ruhsal araştırmanın bir tekniği olan meditasyon bir çok


ruhsal gelenek, din ya da öğreti tarafından tavsiye edilir. Medi-
tasyon ruhsal araştırmanın literatürü içinde çok yaygındır ancak
kelimenin gerçek anlamı, aşırı kullanım ile epeyce yok olmuştur.
Herkes meditasyondan söz eder ancak nasıl yapılacağı konusun-
daki kafa karışıklığı çok yaygındır. Özellikle kelime hakkında
doğru bilgi edinmeden bu kelimeyi kullananların da yol açtığı
karışıklık, yeni bir oyuncu için durumu oldukça sıkıntılı bir hale
sokabilir. Peki meditasyon nedir, kişi ne yapar?
En basit ifadeyle, Tek Sonsuz Yaratan’ın varlığını deneyimle-
meye meditasyon denir. Aslında meditasyon bizim orjinal kim-
liğimizle ve tüm bilinçle iletişim kurma yöntemimizdir. Bu bi-
linç çok farklı bir gerçekliktir ve illüzyonun üstün bir gerçeğidir.
Meditasyon sırasında kalplerimizi Yaratan’a en samimi biçimde
açarız ve bu esnada bizim irademiz Yaratan’ın iradesi tarafından
sarılır. Meditasyon, Yaratan’ın bizimle doğrudan iletişim kurma
yöntemidir.
Biz oyuncular meditasyona nasıl başlarız? İlk olarak, kal-
bimizin açık ve enerjimizin iyi aktığından emin olmayı kontrol
ederek kendimizi hazırlarız. Fiziksel olarak rahat hissederiz.
Enerji içinde sessiz ve konsantre olana dek sakin kalırız. Sonra
meditasyon öncesinde derin arzularımızı hissetmek için kendi-
mize izin veririz. Ne arzuluyoruz? Arzumuza odaklanırız, niyet-
lerimizi belirleriz ve niyetimizi açıkça ifade ederek (“Yaratan’ı
doğrudan deneyimlemeyi arzuluyorum” ya da “Sonsuz Yara-
tan’a aydınlık yolda hizmet etmek için bu hizmetin doğasını ve
bilgisini arzuluyorum” gibi) ölü (pasif) meditasyonun içinde
sessiz kalırız.
Bizler derin arzularımızı buldukça ve ifade ettikçe, niyet-
lerimizin saflığı ve yoğunluğu arttıkça ve sessizlik içinde kalma

302
Can Arif

becerimiz geliştikçe, meditasyon esnasında üçüncü gözümüzün


titreşimi içinde enerjiyi hissetmeye başlarız. Bu esnada sessizlik
ve karanlık içinde Sonsuz Yaratan’ı deneyimlemeye başlar ya da
hizmet yolunda arzularımız için gerekli olan bilgileri ya da bil-
mek istediğimiz her şeyi ilham ve sezgi yoluyla elde ederiz. Biz
bunun için endişe etmeyiz, buna tam olarak inanır ve böyle ola-
cağını biliriz.
Entelektüel bakış açışı ile meditasyonu anlamak zordur.
Çünkü kendi asıl kimliğimiz ile iletişim kurma yolu olan bu uy-
gulama sessizlik içinde yapılır. Niyetimizi belirtmenin dışında,
kelimeleri kullanmayız. Burada iletişim dili sessizliktir. Ve bu
sessiz iletişim içinde kazanılan bilgelik bizi aydınlık yolda des-
tekler.
Zihinlerimizi yenilikçi, dinleyici ve sessiz tutmanın birçok
meditatif yolu vardır. Örneğin transandantal meditatörler, öğret-
menlerinin onlara tekrar tekrar verdiği bir mantrayı ya da cüm-
leyi çeşitli defalar ve çeşitli süreler tekrar ederler. Ya da bir diğer
teknikte, meditatör bir muma gözlerini odaklar, alevin titreme-
sini ve dalgalanmasını izler. Bu meditasyon esnasında dikkat
aleve verilmeye devam ederken, düşüncelere izin verilir ancak
düşüncelere bağlı kalınmaz. Onlar sadece geçip giderler. Diğer
bir teknikte ise, nefesin içeri girişi ve dışarı çıkışı takip edilir. Bu
teknikte, soluk alma esnasında içeri akan ve verme esnasında dı-
şarı çıkan nefes beyaz ışık olarak imgelenir.
Meditasyonun uygulama şekillerinden söz ederken, en iyi
meditasyon diye bir şeyin olmadığını mutlaka söylemek gerekir.
Bu her varlığın ihtiyacına, eğilimine ve ustalık derecesine göre
değişir. Neticede meditasyon, perdeden geçilerek yapılan bir
faaliyettir ve zihinsel süreçlerin yavaşlatılması yoluyla Yaratan’la
doğrudan iletişim kurma yöntemidir. Ama pasif meditasyon de-

303
İlişkiler ve Denge

diğimiz yöntem, tefekkür ve dua ile karşılaştırıldığında daha et-


kili bir yöntemdir. Fakat hangi tekniği denersek deneyelim bizler
meditasyon yaparken, Yaratan’ın varlığını ve bütünün bilincini,
indigo ve mor ışınlar yoluyla deneyimleriz. Niyetimiz ve arzu-
muz budur.
Meditasyon hakkında en yaygın soru, “meditasyon nasıl ça-
lışır?” sorusudur. İnsanların çoğu aklımı asla sakin tutamıyorum
ya da iç sesi elde edemiyorum derler. Bu sorulara verilebilecek
belki de en güzel cevap “meditasyon hakkında endişelenmeyin”-
dir. Yaptığınızın ne kadar iyi olduğunu düşünmenize gerek yok-
tur, çünkü meditasyon yapmanın en iyi şekli diye bir şey yoktur.
Yaratan’ın varlığını deneyimlemek için arzumuzun ve niyetimi-
zin saflığı ve yoğunluğu tüm soruların cevabıdır. Mutlak biçim-
de zihni temiz ya da sakin tutmak gibi doğrudan bir amacımız
yoktur. Sadece kararlı ve düzenli biçimde meditasyon yapmaya
ihtiyacımız var.
Diğer bir en yaygın soru ise “ne giyeceğim ve nasıl oturaca-
ğımdır” sorusudur. Budistler bacakları bağdaş kurarak oturmayı
tavsiye eder. Bu duruş bedeni yerden gelen enerjiye açar ve kalp
yolundaki enerji akışı için düz bir çekim sağlar. Yine Budistler,
zihnin herhangi bir fiziksel rahatsızlık ile meşgul olmaması için
geleneksel bol ve rahat kıyafetler giyer. Ancak tüm bunlar tercih
meselesidir. Nasıl oturduğunuzun ya da ne giydiğinizin gerçek-
ten bir önemi yoktur. Tek önemli olan “varlığı” hissetmek için ar-
zumuzun saflığı ve yoğunluğudur. Ancak bu süreçte omurganın
dik tutulmasının enerji akışı açısından yararı vardır.
Eğer biz henüz yeni bir meditasyon uygulayıcısı isek, ilk
başlarda günde birkaç dakika meditasyon yapmayı seçebiliriz.
Sonra aşama aşama bu süreci geliştirebilir ve düzenli bir temel
üzerinde meditasyon yapmaya niyet ederiz. Kendimizle olmaya

304
Can Arif

sabır göstermemiz gerekmektedir. Hiçbir şey yapmadan, kapatıl-


mış ölü gözlerle oturmak için fiziksel bedeni kullanmak zaman
alır. Biz oturmaya alışkınız ama konuşurken, yemek yerken ya da
tv seyrederken. Yani dışarıya odaklı biçimde. Oysa içeriye dön-
mek için oturmak sabır ve zaman ister.
Eğer günlük olarak “varlığı” deneyimleme hakkında istik-
rarlı olursak, bilinç içinde yapılan bu teknik çalışmanın yararları
sakin ama emin şekilde çoğalır. Meditasyonun yararlarını elde
etmek için meditasyonda uzun zaman harcamaya gerek yoktur.
Sadece, günlük olarak istikrarlı ve kararlı biçimde bu uygulama-
nın içine girmeye ihtiyaç vardır.
Bazı kişiler aşırı duyarlı iken, bazıları meditasyonda güç al-
gılanabilen enerjilerin alınmasına karşı çok duyarsızdır. Birçoğu-
muz ise bu konuda orta genişlikte bir yerdeyiz. Ama meditas-
yonu denerseniz ve meditasyonu güçlü bulursanız, bu güçlü ve
kapsayıcı enerjilere tamamen alışana kadar meditasyon yapılan
bir grup içinde bunu yapmak yerinde olur.
Meditasyon için her gün çok uzun zaman harcamaya gerek
yoktur. Uzun süre meditasyon yapan insanlar alt çakralarla ile-
tişimi koparabilirler ve insanlardan, işlerinden ve yaşamlarının
günlük bazı kısımlardan uzaklaşabilirler. Meditasyon, oyuncu-
nun alt merkezleri dengelemek ve kalp yolunu açık tutmak için
günlük yaşamında daha yetenekli olmasına yardım etmek için-
dir, bunlardan uzaklaşmak için değil.
Şurası kesindir ki bu tekniği yanlış yapamazsınız. Eğer bu
uygulama sizi saran bir deneyim ise bunu yapın. Sessiz ve özel
bir yer bulun, istediğiniz biçimde oturun, rahat ettiğiniz bir şey-
ler giyin, isterseniz bir tütsü yakın ve niyetinizi belirleyip sessiz-
liğe gömülün. Ya da doğaya çıkın; fark etmez. Her insan kendi
yöntemleri içinde meditasyon yapabilir. Gereken detaylı bir ritü-

305
İlişkiler ve Denge

el yoktur. Bu basit bir tekniktir. Bu tekniği uygulama zamanlarını


ise, Yaratan’ı dinleme ve duyma zamanımız olarak düşünebiliriz.
Meditasyon zamanları, tüm Yaradılış ile uyum içinde olmak
için kendimizi ayarlayacağımız iyi bir zamandır. Ayrıca bu medi-
tatif hallerde Dünya Ana için, bitki ve hayvan alemi için, insan-
lık için ve tüm Yaratılış için sevgi ve iyilik dilemek ve şükretmek
daima içimizdeki sevgi/ışığın yükselmesine katkı sağlar. İnsan
ister yalnızca sessizliğin sesini dinlesin, isterse farklı biçimlerde
meditasyon yapsın; hepsi perdeden geçilerek yapılan metafizik
faaliyetlerdir ve hepsi de Yaratan’ı onurlandırmak ve onunla doğ-
rudan iletişim kurmak için son derece yararlıdır.
Rahatlayın ve keyfini çıkarın!

Tefekkür ve Yoğunlaşma
Tefekkür yönlendirilmiş düşünce demektir. Tefekkür etmek ise,
bir yönlendirilmiş konu üzerinde derin düşünmek ya da derin
düşünceye dalmak demektir. Hepimiz düşünürüz ama bu tefek-
kür değildir. Sıradan düşünme belirsizdir ve eski kayıtlardan ha-
reketle ortaya çıkan çağrışımlar nedeniyle dağılmaya uğrar. Oysa
tefekkürde, belirli bir konu ya da sorun üzerinde çalışıyorsak, o
zaman zihnimizi her türlü çağrışıma kapatırız ve o konuda de-
rin bir düşünme sürecine gireriz. Yalnızca o konu ya da problem
üzerinde hareket eder ve zihnimizi yalnızca oraya yönlendiririz.
Böylece zihin tek bir çizgi üzerinde, yönlenmiş olarak hareket
eder. Yoğunlaşma ise Osho’nun anlatımıyla şudur:
“Yoğunlaşma tek bir noktada kalmaktır. Düşünmek de-
ğildir, tefekkür değildir. Sadece tek bir noktada kalmak, zihnin
kıpırdamasına hiç izin vermemektir. Sıradan düşüncede zihin
sürekli hareket eder. Tefekkür halinde bu hareketlilik tek bir ko-

306
Can Arif

nuya yönlendirilir, tek bir yönde hareketliliğe izin verilir. Ama


yoğunlaşmada zihnin kıpırdamasına izin verilmez. Zihin, sıra-
dan düşüncede her yere gidebilir, tefekkürde yalnızca belirli bir
yere gidebilir ve yoğunlaşmada hareket tek bir yerde kalır; tüm
enerji, tüm hareket durur ve tek bir noktada kalır.”
Örneğin yalnızca “sevgi” ya da yalnızca “birlik” ya da bazı
ustaların önerdiği gibi yalnızca “benim” düşüncesi, bu tek nok-
tadır.
Bilinç içinde meditasyon ve tefekkür gibi çalışmalar sonu-
cunda bir varlık pek çok anlayışı bir araya getirip buradan rafine
sonuçlar çıkarabilir. Çünkü bu süreçte ilham ve sezginin de ka-
pıları açılacaktır. Ancak tüm bu uygulamalar sırasında, iman bi-
zim ruhsal katalizörümüzdür. Yani birazdan değineceğimiz dua
etmek de dahil olmak üzere, eğer yeterli iman duygusu yoksa
tüm bu çalışmalar istenen yararı sağlamayabilir. Biz bilinç içinde
çalışırken metafizik alanda çalıştığımızı anlamalıyız. Ve bu alan
içinde yardım istediğinizde, bizim o yardımın geleceğine ke-
sinlikle inanmamız gerekir. Bu açıdan bilinç içinde çalışan biri,
iman melekesini mutlaka geliştirmelidir.

Dua ve Çağrı
Bizler kutsal mabed içindeki din adamları gibiyiz. Mabed bizim
bedenimiz, kişiliğimiz ve kabiliyetimizdir. Bu mabed içinde he-
pimiz kendi başımıza, kendimiz ve Yaratan arasında kutsanmış
olan sessizlik içinde zaman geçirmeye ihtiyaç duyarız ve bazen
bu sessizlik içinde Yaratan’la dua yoluyla iletişim kurarız.
İndigo ışın yoluyla bilinç içinde çalışmak her ne kadar duayı
kapsasa da, pasif meditasyonla kıyaslandığında bu teknik, sözlü
olmasından dolayı bazılarımız tarafından daha az tercih edile-

307
İlişkiler ve Denge

bilir. Ancak dua, “Varlığı” deneyimlemenin sözlü ifadesi ya da


yoludur. Biz insanlar kelimeleri kullanırız ve “açık kalplerimiz
içinde” bunu yaptığımızda, Yaratan’la iletişim kurarız. Bu aslında
ilahi bir sohbettir.
Saf bir niyetin ve açık bir kalbin içinde yaptığımız duaları-
mız, Yaratılış’ın daha yüksek prensiplerini harekete geçiren me-
tafizik bir çağrıdır. Biz dua sırasında tüm evrene seslendiğimizi
bilmeliyiz. Ancak dualarımız büyük ve belirli bir format içinde
olmak zorunda değildir. Tıpkı meditasyon gibi bunun da zorun-
lu bir şekli ya da yolu yoktur. Dualar sadece içten olmak zorun-
dadır. Hiçbir dua ritüeli ya da yazılı kaynak, kalbimizden gelen
duaların gücüne eşit olamaz.
Dualarımız Yaratan’a selamla başlar ve şükranla biter. Bu,
şükran ve minnettarlığın ifade edildiği tüm ruhsal hali içerir. Biz
dualarımızda istek ve dileklerimiz için, dünya’da adalet ve iyili-
ğin, sevgi ve ışığın çoğalması için, kendi hatalarımızın ve diğerle-
rinin hatalarının bağışlanması için, kötülüğe karşı korunmak için
ve kalbimizden gelen pek çok şey için sesimizi Sonsuz Yaratan’a
duyururuz.
Bir oyuncu istediği gibi dua edebilir ve en basit, en içten ola-
nı “Allahım yardım et!” ya da “Allahım benimle ol!” şeklindeki
niyazlardır. Zor zamanlarımızda bu çağrıyı yapar, Yaratan’a sesi-
mizi ulaştırmayı isteriz. Enerjimiz ve düşüncelerimiz daha saf ve
bilinçli oldukça, biz dua ettiğimiz idealleri ve umutları daha fazla
ifade etmekte ilerledikçe, dua etmek için daha çok yollar buluruz.
Ancak tekamülde ustalaştıkça, biz artık yaşayan bir dua oluruz.
Aile içinde ya da herhangi bir yerde toplu halde dua etmek
duanın gücünü artırır. Ancak tekliğin gücünü ve çekiciliğini de
inkar edemeyiz. Gerek grup içinde gerek tek başına, duada Ya-
ratan ile yakın olabilir, bağlılık hislerimizi paylaşabilir, sorunlar

308
Can Arif

ne olursa olsun hatalarımızı dile getirip af dileyebilir, en derin


üzüntülerimizi ifade edebilir ve başkalarına hizmet için kendi-
mizi sunabiliriz.
Dua Yaratan’ın varlığını deneyimlemenin doğal bir sonucu
da olabilir. Meditasyonda Sonsuz Yaratan ile konuşmanın güçlü
sessizliğini deneyimlediğimizde, duaya da doğal olarak eğilim
gösterdiğimizi görebilir ve bu iki teknikle oynayabiliriz.
Örneğin sabah meditasyonu öncesinde ya da sonrasında
“Tanrım, bugün beni iyiliğine ve sevgine aracı kıl. Beni kardeşlik
ve hizmet yolundan ayırma.” gibi basit ya da tamamen kendi kal-
bimizden gelen biçimde Yaratan’a dua edebiliriz. Ve eğer siz de
dua etmeyi kendinize yakın buluyorsanız, onu bütün güne ya-
yılan biçimde geliştirebilirsiniz. Stres anlarında duaya sığınarak
ifade edilen Sonsuz Yaratanla iletişim arzusu enerji bedenimizi
temiz tutar. Ancak stres sonrası devam eden dua, bizim tüm gö-
rüşümüzü yeniden açabilir.
Bakın Carla Rueckert dua konusunda neler söylüyor:
“Dua ettiğimde basitçe sohbet ederim, ama çok dikkatli
ederim. Bazen sadece “Tanrım bu senin günün, dileğimi sana
veriyorum/bırakıyorum. Bana ne yapabilirsin?” derim ve daha
sonra sessizlik olur. Direk bir cevap almam. Fakat gün devam et-
tikçe, cevabın ne olduğunu keşfederim.
Eğer başkası için yakarıyorsam derim ki “Tanrım, böyle bir
durum var. Bu konuda endişeliyim. Bu durumun bana hissettir-
diği bu. Sadece ışığını istiyorum.”
Temel olarak dua ederken yaptığım şeyin aslında ışığı ha-
rekete geçirmek olduğunu biliyorum. Ve bu esnada, meleklerin
bu aktiviteyle hayli ilgilendiklerini biliyorum. Onlar Yaratıcıya
bağlı, Yaratıcının direkt olarak ajanlarıdır.

309
İlişkiler ve Denge

Hepimiz melekler tarafından korunuyoruz. Sadece baş


melekler tarafından ya da hiyerarşinin başında olanlarca değil.
Çünkü çok ama çok sayıda melek var. Böylece ibadet halinde
etrafımızda akan Yaradan’ın tek ve sevgi dolu ışığı ile daha çok
aydınlanmamız için onlar bize yardım eder. Dua ettiğimizde ya
da bir şeye niyetlendiğimizde bu yardımı alırız.
Son zamanlarda saygı duyduğum biri tarafından anlatılan bir
anektoda rastladım. Frank De Marco adında bir adam Monroe
Enstitüsüyle birlikte bedenden ayrılma üzerine çalışırken, pratik
yaptığı bir anda otobanda meydana gelen kötü bir kaza görmüş.
Hurdaya dönmüş arabalarda birçok yaralı varmış ve geçen araba-
lardan çıkan ışığın bu hurdaya dönmüş arabalara doğru gittiğini
görmüş. Uyanmış ve bunun üzerinde düşünürken farketmiş ki o
ışıklar olay yerinden geçen arabalardaki insanların dualarıymış.
Cevaplanmayan dua yoktur. Dua ettiğimiz zaman içeri
alemlerde, evrende gerçek bir hareketlenme olur. Bizler güçlü,
çok güçlü insanlarız. Bunu sadece bazen farketmiyoruz. Niyeti-
mizi belirlediğimizde ve isteklerimize odaklandığımızda bir şey-
ler olur. Bazen bir duaya cevap “hayır” olur ve böylece insanlar,
“eh, duam cevaplanmadı” diyeceklerdir.” Aslında dua cevaplandı.
Sadece siz bu cevaptan hoşlanmadınız, ama duanız cevaplandı.
Bir dua çoğu kez bir rica olmak zorunda değildir. Sevincin
bir ifadesi olabilir. Şükretmenin bir ifadesi olabilir. Duaya dair
pek çok duygu ve ruh hali vardır. Bununla ilgili önemli şey, etrafı-
mızda olan şeylerin büyük bir kısmında kontrol sahibi olmadığı-
mızdır. Bu bizim kontrol alanımız değildir. Oluyor! Ve işte oldu!
Bizim kontrol alanımız olanları nasıl karşıladığımızdır. Ör-
neğin haberleri dinlerken rastladığımız kötü bir olayda, televiz-
yonu ya da radyoyu kapatmak yerine, olan biteni öğrenip dua
edebiliriz. Böylece yaşam içinde olaylara nasıl karşılık verdiği-

310
Can Arif

miz bizim eserimizdir ve bu konuda her zaman bir seçim şansına


sahibiz.
İnsanlar diyor ki, bir felaket bölgesine nasıl yardım edebiliriz?
Yardım edebilirsiniz. Para ya da malzeme göndermek gibi
bariz bir şey dışında dua ederek bunu yapabilirsiniz. Sizin du-
anız o bölgeye ve insanlara yardım eder. Ayrıca dua ederken bu
konuyla ilgili endişeli olan herkesin dualarının sizin dualarınıza
katılması üzerine niyetinizi belirlerseniz, iki katı etkili olur. Bu
iki katı etkiyle, ışığı çok daha fazla arttırabilirsiniz. Böylece ışık o
anda hakkında endişeli olduğunuz yere akacaktır.
Bunu dünya gezegeninde acı çeken herkes için yapabilirsi-
niz. Dua ile ilgili harika olan şey,yardım etmek istediğiniz biri
için sadece “Tanrım arkadaşımın yardıma ihtiyacı var. Lütfen
yardım et” demenizin yetecek olmasıdır. Çünkü ruh nereye gi-
deceğini bilir.
Bir keresinde beyninde birbiri ardına çıkıp duran tümörler
için genç bir çocuğa dua ettiğimi hatırlıyorum. Dua ediyordum
ve çok büyük bir ışık hissettim. Ertesi gün çocuğun annesi olan
arkadaşım gözyaşları içinde beni aradı ve dedi ki “Cerrahlar oğ-
lumun beyninden çıkarmak için tümörlerin kesin yerini tespit
edeceklerdi ama MR’ın tamamen beyaz ışık gösterdiğini söyle-
diler.Bu yüzden tekrar çektiler ve tümörler gitmişti.” İşte bu dua
ışığının gücüdür.”

Ruhsal Günlük
Bilinç içinde çalışma her zaman Yaratan’ın varlığını deneyim-
lemek zorundadır. Sonsuz Zeka’ya açılan giriş kapısına ulaşma
işinde, biz her zaman Yaratan’ın bilinci içinde yükselen farkın-
dalık etrafında çabalarız. Niyetimiz giriş kapısına ulaşmak, tam

311
İlişkiler ve Denge

anlamıyla farkında olmak ve tam bir oyuncu olmak için bilince


nüfuz etmektir. Ve bu süreçte kullanacağımız metodlardan biri
de ruhsal günlük tutmaktır.
“Bilinçli olarak ruhsal günlük tutmak, bilinç içinde çalışma
metodlarından biridir. Meditasyon uygulaması tatmin edici bir
şekilde ilerlediğinde, bilinçli bir günlük tutmaya zaman harca-
mak da mümkün olur. Bu metodla biz günlük olarak rüyaları-
mızı kaydedebilir, ruhsal konularla ilgili aklımızdan geçenleri ve
alıntılarımızı yazabilir ve yazı içinde Yaratan’a sorular sorabiliriz.
Böylece bilinçli arama yolu ile yavaş yavaş içimizde konuşmayı
isteyen rehberin bu iç seslerini duymaya başlarız.
Günlük tutmak yazının kendisi kadar eski bir uygulamadır.
Biz çocukken bir tür anı defteri tutmuş olabiliriz. Ama bir yetiş-
kin olarak, yaşam bizi sollayıp geçer ve günlük düşüncelerimizi,
konuşmalarımızı ve olaylarımızı kaydetme durumumuzu sona
erdirme eğilimi içine gireriz. Ya da bazılarımız hala ruhsal ol-
mayan türde bir günlük tutma alışkanlığını sürdürüyor olabilir.
Fakat ruha yönelik günlük, Yaradan ile iletişime geçme niyeti ile
geleneksel günlük tutmadan ayrılır. Bu tip bir günlük üç odak
noktasına sahiptir; rüyalarımızı yazma, ruhsal alıntılarımızı ve
düşüncelerimizi yazma ve Yaratan ile günlük konuşma.
İlk odak rüyalarımızdır ve bilinçaltı zekalarımız rüyalarımız
içinde bizimle konuşur. Bir rüya günlüğü tutmak için bir kalem
ve not defteri alın ya da bilgisayarınızı kullanın. Gece ortasında
uyandığınızda, not defterinize ya da diz üstü bilgisayarınıza kü-
çük bir ışık yerleştirin ya da bir ışık kaynağı olarak bir el feneri
kullanın ve hatırladıklarınızı hemen o anda kaydedin. Fakat ge-
rekli olandan daha fazlasını harekete geçirmemek için loş bir ışık
kaynağını ile çalıştığınızdan emin olun. Ya da sabah uyandığı-
nızda yine hemen hatırladığınız kadarıyla rüyalarınızı not edin.

312
Can Arif

Biz başarılı bir şeklide rüyalarımızın ana fikrini kaydettiğimizde,


rüyalarımızı düşünebiliriz ve aşama aşama, rüyalarımızda de-
neyimlediğimiz simgecilik türünün farkındalığını geliştirmeye
başlarız.
İnsanlığın ortak mirasından ötürü rüyalarımızın ortak bir
dili vardır ve bu konuda çeşitli kitaplara başvurulabilir. Birkaç
kaynak okuduğumuzda, örneğin uçma rüyasının muhtemel an-
lamı içinde ruhsal bazı çağrışımlar olması gibi, biz uçma rüya-
sının bu genel anlamını geçici olarak kabul edebiliriz. Ve kendi
rüya dünyamıza ulaşmaya ne kadar aşina olursak, her gece rüya-
larımızdan daha çok bilgi alabiliriz. Bu kendimizi tanımanın ve
bilinç içinde çalışmanın en güçlü yolu olabilir.
Ruhsal günlüğün diğer bir türü okunan bir günlük tutmaktır.
Şu anda birçok oyuncu için okuma bu sürecin önemli bir eleği-
dir. Okunan bir günlük tutarak, kitaplarımızdan esin ve alıntılar
kaydedebiliriz ve günlüğümüze bunlar ve diğer ruhsal konular
hakkında düşüncelerimizi yazabiliriz. Böylece bunları okuyarak
sürekli bir ruhsal konuşmanın içinde hissedebiliriz.
Ve ruhsal günlük tutmanın üçüncü türü, Yaratan ile konuş-
madır. İsterseniz buna ilahi sohbet de diyebiliriz. Bunu yaparken
genellikle zihnimizin rahatlamasına ihtiyaç duyarız ve meditatif
bir halde Yaratan’a içimizden geldiği gibi yazarız. Buna “odağın
salıverilmesi tekniği” de denebilir. Bu teknikle, sorularımızı Ya-
ratan’a ifade eder ve sonra kalemimizi cevabı biliyormuş gibi
kullanırız. Yani, soruları sorarken niyetlerimiz ve inancımız tam
olursa, soruya verilecek cevap ya da ipuçları, hemen orada ka-
leme yansıyacaktır. Fakat tüm bu süreci meditasyonla destekle-
mek gereklidir.” (Carla Rueckert)
Eskiden birçoğumuz gibi ben de günlük tutar ve yaşadıkla-
rımı, düşünce ve duygularımı yazardım ancak ilerleyen yaşlarda

313
İlişkiler ve Denge

bundan vazgeçtim. Daha sonra uyanış süreciyle birlikte ruhsal


günlüğün ikinci türünü kullandım ve ilginçtir ki bu yazıların bü-
yük kısmı bu iki kitabın alt yapısını oluşturdu.

Ritüel Kullanmak
Yaşam içinde hemen her şey spiritüel bir ritüel haline dönüştü-
rülebilir ve biz de ritüel kullanarak spiritüel süreçlerimizi destek-
leyebiliriz.
Bir insan her gün düzenli biçimde, örneğin sabah ve akşam
aynı saatte meditasyon yaparak ya da belirli bir saatte dua ederek
ve böylece bunları bir ritüel haline getirerek, hem bu ritüelin sağ-
ladığı metafizik güç ve yardımdan destek alabilir, hem de günlük
yaşam içinde sürekli bir uyum halini bu ritüeller sayesinde sür-
dürme yeteneğini geliştirebilir.
Fakat aslında biz sadece ruhsal çalışmaları değil, günlük
yaşamdaki pek çok şeyi de bir hatırlatıcı ritüel haline dönüştü-
rebiliriz. Örneğin bizi günlük yaşam içinde rahatsız eden pek
çok sesi, hepimizin sonsuz sevginin ya da BİR’in çocukları oldu-
ğumuzu hatırlatan birer uyarıcı olarak kullanabiliriz. Bir korna
sesi, kapı zili sesi, satıcının sesi, telefon sesi, tren sesi vs. Tüm
bu sesleri duyduğumuz her anı, birliği ve sevgiyi hatırlamak ve
onu yüceltmek adına bir ritüele çevirebiliriz. Böylece farkındalık
artıkça, bu kendiliğinden spiritüel bir uygulama haine dönüşür
ve bu seslerin üzerimizde yarattığı olumsuz durumu da pozitife
çevirmiş oluruz.
Diğer yandan günlük sıradan faaliyetler de birer ritüel hali-
ne getirilebilir. Örneğin yemek yemeden önce Yaratan’a ve bize
kendilerini sunan bitki ve hayvan varlıklarına teşekkür ve şükran-
larımızı ifade edilebiliriz. Duş alırken musluktan akan her damla

314
Can Arif

su için teşekkür edilebiliriz. Küvet içinde banyo yaparken, suyun


manyetik gücünden ve bu güç aracılığıyla melekler aleminden
yardım ve iyileştirme isteyebiliriz.
Hepimizin evinde çeşitli eşyalarımız vardır ve bu eşyalar
için güzel alanlar yaratmak ve onları onurlandırmak da bir ritüel
olabilir. Hatta ev temizliği ve çamaşır yıkamak dahi birer ritüel
olabilir, çünkü her şey Yaratan’ın bize sunduğu sevgi/ışıktır ve
biz hepsi için her an şükran duygusu içinde olup, var olanı onur-
landırabiliriz. Böylece spiritüel olarak gelişmek ve değişmek için
dünya üzerinde zamanımızın her dakikasını kullanabiliriz.
Ritüeller açık kalp içinde yapıldıklarında, yaşamı algılama-
da muazzam bir değişiklik yaratarak hayatımızı son derece renk-
lendirebilirler ve bu da bizi spiritüel olarak derinleşen varlıklar
haline getirmekte büyük katkı sağlar. Böylece her oyuncu kendi
seçeceği biçimde kendi ritüelini yaratabilir ve bu şekilde kendi
spiriteül sürecini destekleyebilir.

315
III

Şifaya Yönelik Anlayışlar ve İçsel Çalışmalar

Şifa ve Şifacılık
Şifa olgusu, deneyimsel sapmaların katalizörlüğünde tekamül
eden bir varlığın arınma ve dengelenme sürecinin ayrılmaz ve
kopmaz bir parçasıdır. Hatta her arınma bir şifa, her şifa bir arın-
ma ve dengelemedir.
Bir varlığınfiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal açıdan çeşit-
li sapmalara uğramasına ve şifaya gereksinim duymasına neden
olan en temel etken, Bir’in Yasası’na olan uyumsuzluğudur. Bu
yasa varolan her şeyin tek-şey (Bir) olduğu söyler ve bir varlık
bu idrak noktasından ve bunun özünü meydana getiren koşulsuz
sevgi anlayışından ne kadar uzaksa, denge açısından da o kadar
sapmaya uğrar. Bu da doğal olarak arınma ve şifaya olan gereksi-
nimi yaratır. Böylece insan varlıkları olarak neden bu kadar çok
ve çeşitli hastalıkları deneyimlediğimizi anlayabiliriz.
Bizler insanlık kültürü boyunca çok çeşitli şifa yolları geliş-
tirmişsek de, Bir’e giden yoldaki bir varlık için şifanın asıl kayna-
ğı varlığın kendi içindedir. Bu açıdan tüm şifa çalışmaları aslında
birer metafizik çalışmadır ve bu çalışmaların özünde, bir akıl/
beden/ruh bileşimi olan varlığın bu üç bileşeninden bir ya da bir
kaçında meydana gelen ya da bunlar arasındaki enerji akışında
meydana gelen herhangi bir sapmanın dengelenmesi yer alır.
“Şifa, akıl/beden/ruh bileşiminin zaman/uzay bölümünde
gerçekleşir ve sonra da uzay/zaman alemindeki faal sarı ışında

316
Can Arif

(fizik bedende) kullanılmak üzere gönderilir. Çünkü sizin sağlık


dediğiniz şeyin anahtarı, bunun madde ötesindeki eterik beden
tarafından kabul edilmesindedir. Bu süreçte madde alemindeki
bedenin düzelmesine neden olan şey ise varlığın iradesi, arayışı
ve isteğidir. Böylece şifa bir anda gerçekleşebilir, bunun zamanla
ilgisi yoktur. Çok küçük çocuklara yapılan şifa uygulamalarında
dahi, çocuğun bu şifa sürecine katkısı olmadığı, şifanın tamamen
şifacı tarafından gerçekleştirildiği düşüncesi yanlıştır. Çünkü za-
man/uzayda her varlık, uzay/zamandaki yaşı ne olursa olsun de-
neyimlemek istediği olayları seçme yeteneğine sahiptir.
Bir varlık bilinçli olarak şifa arayışında olmayabilir, ama
bilinçaltında şifanın getireceği şeyleri deneyimlemeye ihtiyacı
olduğunun farkında olabilir. Aynı şekilde bir varlık şifa bulma-
yı çok isteyebilir, ama varlığının derinliklerinde şifa bulmamayı
gayet uygun bir durum olarak kabul edebilir. Bu durumda varlık
kendine en hayırlı olacak yolu seçecektir. Eğer içtenlikle istendi-
ği halde şifa bulamayan bir varlık söz konusu ise, burada enkar-
nasyon öncesi tercihlerin varlığını göz önüne alınmalıdır. Böyle
bir varlığa, deneyimlediği sınırlamaların katalitik etkisi konu-
sunda “bilgi edinmek niyetiyle” meditasyon yapmasını önere-
rek yardımcı olunabilir. Bu şekilde bu varlık, bu sapmayı neden
seçtiğini ve bu yolla ne öğrenmesi gerektiğini sezgileri yoluyla
anlayabilir.
Aslında en büyük şifacı insanın içindedir ve sürekli meditas-
yon yaparak kişi içindeki şifacıya ulaşabilir. Bir insan, varlığının
derinliklerinde Bir’in Yasası’nı hissettiğinde ve idrak ettiğinde;
yani uyumsuzluğun, kusurun olmadığını, her şeyin tamam, bü-
tün ve mükemmel olduğunu idrak ettiğinde şifa gerçekleşir. Böy-
lece, bu varlığın içindeki sonsuz zekâ; beden, akıl ya da ruha ait
illüzyonu (yani içinde bulunduğunu sandığı şekli-biçimi) yeni-

317
İlişkiler ve Denge

den düzenleyerek onu Bir’in Yasasıyla uyumlu hale getirir. Bura-


da idrake varmamız için en iyi bilgi kendinizsiniz; akıl/beden/
ruh bileşimi olan sizsiniz. İnsanın kendi kendini anlaması, yaşa-
ması, kabul etmesi ve kendini diğer varlıklara ve giderek Yarata-
na açıp birleşmesi, onu kendi kalbini bulmaya götüren yoldur.
Çünkü benliğinizin en küçük parçasında bile bütün gücüyle Bir
vardır. Bundan dolayı da, arama sürecini geliştirmek için medi-
tasyon, tefekkür ve dua gibi yöntemler kullanılabilir.” (Ra)
Diğer yandan şifacı olmak isteyen ya da çok daha doğru bir
ifadeyle şifaya kanal olmak isteyen bir varlık, ilk iş olarak kendi
enerji merkezlerini tıkanıklıktan kurtarmalı ve dengelemelidir.
Bir şifacı ancak kendisi dengeli hale geldikten sonra bir başka
varlığın dengeye erişmesi için kanallık yapabilir. Başka bir ifa-
deyle, şifa önce insanın kendi üzerinde uygulanmalıdır.
“Her varlık herhangi bir zamanda enerji merkezlerini bir
anda temizleyip dengeleyebilir. Böylece, enerji merkezleri açı-
sından adamakıllı tıkanmış, zayıflamış ve saptırılmış olanlar
dahi, sevgi ve irade gücü sayesinde geçici olarak şifacı olabilirler.
Ama şifacı özelliklerini sürekli olarak taşıyabilmek için insanın
kendini kişilik disiplinleri açısından gerçekten eğitmesi gerekir.
Şifa sürecinde şifacının rolü ya enerji merkezlerinin yeniden
ayarlanması için bir fırsat sunmak ya da akıl, beden ve ruh ener-
jileri arasında bir bağlantı kurulması için yardımcı olmaktır. O
zaman şifa arayan bir varlık iki taraflı bir fırsatla karşılaşmış olur;
hem kendi benliğini yepyeni bir bakış açısından görür, hem de
içeri-akan enerjinin farklı bir modeliyle karşılaşır. Eğer varlık,
hangi düzeyde olursa olsun, şifaya gereksinimi olduğu düşünü-
len hal içinde kalmayı isterse kalacaktır. Ama öte yandan, bu yeni
konumu seçerse bunu kendi özgür iradesiyle yapacaktır.” (Ra)
Burada önemli bir konu, bir şifacının şifa vermediğini an-

318
Can Arif

lamaktır. Şifacı şifa vermez. Şifacı sadece, bir varlığın kendi


kendine şifa vermesi için bir fırsat sunan zeki enerjiye kanallık
eder. Bunun dışında bir şifacı tanımlaması yapılamaz. Bu suret-
le şifadan sadece şifa arayan varlığın kendisi sorumludur. Şifa-
cının burada hiçbir sorumluluğu yoktur. Yeter ki, kendisinden
talep edilmeden bir varlığa yaklaşmasın. Bir şifacının kendisin-
den istenmeden şifa vermeye kalkışılması ve bu çalışmayı kendi
yaratıcılığına ya da becerilerine mal etmesi açık bir özgür irade
ihlalidir. Çalışmanın kendisi tarafından değil, kendisi kanalıyla
yapıldığını söyleyen biri, özgür iradeyi ihlali yapmamaktadır ve
bu konudaki en güzel örnek İsa’nın şifacılığıdır.
Şifa ve şifacılık konusu şüphe yok ki çok geniş bir konu.
Ancak bizim burada temel vurgumuz, gerçek şifanın bir varlığın
kendi içinde olduğudur. “İlk Düşünce”ye, yani her şeyin birliği-
ne ve sevgiye doğru idrak ne kadar derinleşirse, şifa da o oran-
da gerçekleşir. Bu süreçte enerji merkezleri üzerinde çalışan bir
varlık, aslında zaten tümüyle kendine şifa işi üzerinde çalışıyor
demektir. Ancak bu süreci yukardan yardım alarak geliştirmek
isteyen ve kendi içindeki asıl kaynağı daha fazla harekete geçir-
mek isteyen her varlık, bilinç içinde meditasyon, tefekkür ve dua
gibi çeşitli yöntemlerle bunu yapabilir.

Şifa Güçlerini Geliştirmek Akli Öğrenme Süreci


Enerji bedeni dengeli bir konuma sokmak ve sonsuz zekaya kapı
açarak şifa güçlerini geliştirmek için hepimizin öncelikle akıl ile
çalışmayı öğrenmemiz gerekir. Dolayısıyla burada öncelikle en
temel unsura; sonsuz zeka (kaynak) ile bağlantı kurmak ve şifa
güçlerini geliştirmek için gerekli olan akli öğrenme sürecine de-
ğinmek gerekir.
Böyle bir çalışmanın en temel ve vazgeçilmez koşulu, sessiz-

319
İlişkiler ve Denge

lik halini sürdürebilme yeteneğidir. Zihin, perdesini kaldırmalı-


dır ve bunun anahtarı sessizliktir. 
Burada sessizlikten kasıt, anda kalma özelliği olmayan zihne
karşılık, benliğin bilinçli olarak düşünmeye ara verme yetene-
ğini geliştirmesidir. Yani benliğin talebi üzerine zihnin düşünce
süreçlerini yavaşlatması ve bu suretle düşünmeye ara vermesi
gerekir. Bu sessizliğin geliştirilmesi sürecinde yıkıcı düşüncelere
ve dürtülere karşı sürekli dikkatli olmak, nefes çalışmaları gibi
sessizlik çalışmaları veyafarkındalık ya da meditasyon gibi bilinç
içinde çalışmalar son derece önemlidir. Böylece hem zihin belli
bir arınma sağlar, hem de sessizliğin geliştirilmesi mümkün olur.
Ancak sürekli konuşan zihnin farkında olmak bu işin temel ge-
reksinimidir. Böylece bilinçli olarak bazı gereksiz düşünme alış-
kanlıklarına da müdahale edilebilir. 
Sessizlik temel şartını ifade ettikten sonra, süreçleri Ra gru-
bunun paylaşımlarıyla adımlar halinde ele alalım:
“İlk adım zihinsel disiplin kavramını öğrenmektir ve bunun
için insanın kendi benliğini incelemesi şarttır. Benliğin incelen-
mesi sırasında sizin boyutunuza ait olan çift kutupluluk (kutbi-
yet olgusu) içselleştirilmelidir. Bir varlığın her düşüncesinin bir
de karşıtı vardır ve bu karşıt düşünce, ortaya çıkan düşünceyle
eş-zamanlı biçimde aynı yerde görülüp ortaya çıkarılmalıdır.
Aklınızda sabrı bulduğunuz yerde bunu karşılayan sabırsızlığı da
“bilinçli olarak” aynı yerde bulmalısınız. Akli disiplin sürecinin
ilk adımı olan bu uygulamada, insan kendi benliğinde onayladığı
ve onaylamadığı şeyleri tanımlamalı, sonrada her pozitif ya da
negatif yükü kendi karşıtı ile dengelemelidir. Akıl her şeyi içerir.
Bundan dolayı, kendi benliğimizdeki bu bütünlüğü keşfetmeli
ve tanımalısınız.
İkinci adım, bilincinizdeki bu bütünlüğü kabul etmektir.

320
Can Arif

Nitelikler arasında bir tercih yaparak karmaşa ve kalıplaşmaya


itecek roller yaratmak yerine, benliğinizdeki ya da bilincinizde-
ki bütünlüğü kabul etmelisiniz. Böylesi bir kabul, yargılamadan
doğan birçok çarpıtma ve sapmayı da düzeltecektir.”  
Böylece ilk iki adım benliğin incelenmesi, tanınması ve bü-
tün yönleriyle kabul edilmesidir. Bu süreç sessizlik yoluyla des-
teklenmelidir.
“Üçüncü adım birincinin bir tekrarıdır. Ancak bu, aklın dışa
dönük ve rastladığı diğer varlıklara bakışıyla ilgilidir.”
Her varlık bir bütünlüğü ifade eder ve bunun için de her
bir özgün dengeyi anlamayabilme yeteneği önemlidir. Empa-
ti ve sezgi melekelerinin geliştirilmesi bu süreçte yerinde olur.
Bir başka varlıkla ilgili olarak yine ilk adımdaki gibi bu üçüncü
adımda da örneğin sabra baktığımızda, akli anlayışımızda sabır/
sabırsızlık dengesini yansıtmak durumundayız.  İnsanın kendi
kutbiyetlerini ve başkalarının kutbiyetlerini anlaması çok ince
bir iştir. Yani bu üçüncü adımda, karşılaştığımız insanların ben-
liklerini, kutbiyetlerini tanıyor ve onlardaki bütünlüğü keşfedi-
yoruz. 
Dördüncü adımda ise, ikinci adımda kendimiz için yaptığı-
mız şeyi karşılaştığımız diğer insanlar için yapıyoruz ve onların
kutbiyetlerini oldukları gibi kabul ediyoruz. 
Kısaca özetlersek, sessizlik temel şartıyla insan önce kendi
benliğini tanımalı ve sonra bunu olduğu gibi ayrıma tabi tutma-
dan ve yargılamadan kabul etmelidir. Bu iki şey kişilik disiplin-
lerinin de ilk iki adımıdır. Akli öğrenme süreci açısından üçüncü
ve dördüncü uygulama ise kendimiz için yaptığımızı diğer var-
lıklar için de yapmaktır. 

321
İlişkiler ve Denge

Bedene Dair Öğrenme Süreci 


“Bedenin tanınması zorunludur. Bu, aklınızı kullanarak duygu-
ların, önyargıların, heyecanların bedenin çeşitli kısımlarını nasıl
etkilediğini araştırarak yapılır. Bedensel kutbiyeti (çift kutuplu-
luğu) anlamak ve kabul etmek gereklidir. Böylece akıl üzerinde
bilinçle ilgili olarak yapılan şey, bu kez kimyasal/fiziksel planda
tekrarlanmış olacaktır. 
Beden, aklın yaratımıdır ve onun da kendine göre eğilim ve
ön yargıları vardır. Öncelikle biyolojik eğilim bütünüyle anla-
şılmalı, sonra da tam tersi eğilimin idrakinizde bütünüyle ifade
bulmasına, anlaşılmasına izin verilmelidir. O zaman bedenin
kutbiyete sahip ama aynı zamanda dengeli bir birey olarak kabul
edilmesi süreci tamamlanabilir. 
Bundan sonra ise bu idraki, karşılaşacağımız diğer varlıkla-
rın bedenlerine doğru genişletmek gerekir. Bunun en basit ör-
neği, her biyolojik erkeğin aynı zamanda biyolojik bir dişi oldu-
ğunu idrak etmektir; her biyolojik dişi de biyolojik bir erkektir.
Aslında kendinizin ve başka varlıkların bedenlerini anlama
girişiminde bulunduğunuz her durumda, yer alan komplekslerin
kutbiyetini bütünüyle kavrayabilmek için çok ince bir seziş, mu-
hakeme ve idrak gerektiğini de görebilirsiniz.” (Ra)

Ruhsal Öğrenme Süreci  


“Bu, akıl/beden/ruh bileşimimizin en az çarpıtılmış kısmı olan
güç alanlarını ve bilinci kapsar. Ruhsal bileşimin araştırılıp den-
gelenmesi gerçekten de öğrenme/öğretme sürecinin en uzun ve
incelikli bölümüdür. Akıl bedeni yönetir. Eğer akıl tek bir nokta-
ya yönelik dengede ve farkındalık içindeyse, beden de bu ortama
göre uygun şekilde dengelenmesi için hangi eğilimlere bürün-

322
Can Arif

mesi gerekiyorsa onlara bürünmüşse, artık ortam daha yüksek


bir çalışma için hazır demektir.  
Ruhsal bedenin enerji alanı bir kanaldır. Beden ve akıl açık
ve almaya hazır durumda ise, ruh da varlığın yukarı doğru uzan-
mak isteyen enerji/iradesi ile içsel enerjinin aşağıya doğru akışı
arasında bir iletişim aracı ya da ileri geri gidebilen bir mekik gibi
fonksiyon görebilir.” (Ra)
Gerçekten de ruh bileşimi anlaşılması ve nüfuz edilmesi en
zor bileşimdir ve en karanlıkta olandır.  Ruh, ayaklar ve omurga
yoluyla bedenin yukarı doğru çıkarmak istediği ve her yerde var
olan zeki enerji ile varlığın içsel enerjisinin kesişip kaynaşması
için bir mekik görevi yapmaktadır ve ruhsal öğrenme açısından
bunun anlaşılması gerekmektedir. Çünkü ruhsal çalışmanın te-
meli öncelikle akıl ve beden bileşimi üzerinde çalışmaktır. Bu or-
tam sağlandıktan sonra özellikle bilinç içinde çalışmak yoluyla
pek çok ruhsal çalışma yapılabilir.

Hastalık Oluşumu ve Şifa


Öncelikle, katalizör yapıdaki hastalık oluşumlarıyla ilgili söyle-
necek her şeyin bir genelleme olduğunu söylemek gerekir. Has-
talık olgusu, gerçekten de başlı başına bir katalizördür ve her
varlığın özgün programı için nasıl bir noktada devreye girdiği
bilinemez. Bir hastalık rastgele biçimde, enkarnasyon sırasında
gelişen bir sapmanın sonucunda ya da tamamen enkarnasyon
öncesi bir planlama sonucunda ortaya çıkabilir.
“Varlığa bir katalizör sunulur. Bu, varlığın akıl bileşimi ta-
rafından kullanılmazsa beden bileşimine süzülür ve bir fiziksel
sapma olarak tezahür eder. Katalizör ne denli verimli kullanıl-
mışsa, fiziksel sapmaya da o kadar az rastlanır. Çünkü katalitik

323
İlişkiler ve Denge

mekanizmalar, bir varlığın seçmiş olduğu kutuplaşmaya değil,


katalizörün nasıl ve hangi amaç için kullanılacağına bağlıdır.
Bütün katalizörler deneyim sunmak için planlanmışlardır. Sizin
yoğunluk derecemizde budeneyim sevilip kabul edilebilir ya da
kontrol edilebilir (hakim olunabilir). Bunlar iki ayrı yoldur. Bu
yollardan hiçbiri seçilmediği zaman, katalizör amacına erişemez
ve varlık, katalizör ona darbe indirinceye kadar yoluna devam
eder. Bu darbe varlığın ya kabul ve sevmeye ya da ayrılık ve kont-
role doğru eğilim kazanmasına neden olur. Bu katalizörün iş
görmesi içinse yeterli süre her zaman vardır.Burada katalizörleri
negatif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilmenin anahtarı
kontroldür. Pozitif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilme-
nin anahtarı ise kabuldür.
Diğer yandan bedensel ve zihinsel sapmalar, genellikle ku-
tuplaşmaya yardımcı olacak deneyimlere gereksinim duyanlar-
da ortaya çıkar. Bunlar, izleyecekleri yolu ya da kutuplaşmayı
çoktan seçmiş olan varlıklar da olabilir. Pozitif eğilimli varlıklar,
kendi benliklerine derin bir ilgi duymadıkları ve başkalarına
hizmete önem verdikleri için bedensel sapmaları daha çok de-
neyimlerler. Kutuplaşmamış ya da henüz seçim yapmamış bir
varlıkta ise, fiziksel sapma katalizörü rastgele biçimde ortaya çı-
kar ve bunun sonucunda ilk kutbiyet seçiminin yapması umulur.
Ancak çoğu kez bu seçim yapılmaz ve katalizörün etkisi devam
eder. Negatif eğilimli bireylerde ise, beden bileşimine çok daha
fazla dikkat gösterilir ve akıl da fiziksel sapmalara karşı disipline
sokulur.” (Ra)
Aslında hastalıkların oluşum sürecini yaratan katalizörle-
rin kullanımıyla ilgili verilebilecek en güzel örnek öfkenin kul-
lanımıdır. Bu konuyu, kanser konusunu ele alacağımız başlıkta
inceleyeceğiz.Fakat orada özetlesöylenecek olan şudur ki, “öfke

324
Can Arif

deneyimini bilinçli olarak pozitif ya da negatif yönde kutuplaş-


mak için kullanan bir varlık, bunun bedensel etkilerini yaşamaz,
bu katalizörü daha çok zihinsel anlamda kullanır.” Böylece bura-
dan da anlaşılacağı gibi, hastalık oluşumları açısından özellikle
duygusal katalizörler aslında beden bileşimine doğrudan yansı-
mıyor. Biz genelde bunu böyle düşünmeyiz, çünkü bu tip katali-
zörlerin bilinçli kullanımı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz.
Ancak akıl bileşimi içinde çalışmanın ne kadar önemli olduğunu
biz burada bir kez daha anlıyor ve içsel dengeleme çalışmalarının
aslında hastalıkların meydana gelmemesi açısından da ne kadar
gerekli olduğunu görüyoruz. Çünkü zihne sunulan katalizörler
gerekli biçimde kullanılmadıkça, oyun beden bileşimi üzerinde
sergileniyor.
Şifa konusunda söylediğimiz gibi, bedensel hastalıklar dahil
her türlü zihinsel ve ruhsal sapma enerji merkezlerindeki enerji
akışında yaşanan çeşitli tıkanmaların sonucudur. Özellikle fizik-
sel hastalıklar açısından hangi enerji merkezi tıkalı ise o merkez-
de işlev gören bedensel unsurlarda sapmalar meydana gelir. Yani
tıkalı merkezde beslenme durduğu için hastalık meydana gelir ve
bu tıkanmalara neden olan şey de genellikle katalizörlere verilen
tepkilerdir. Yani algılama ve karşılamadaki zihinsel eğilimlerdir.
Bu açıdan önemle söylemek gerekir ki, sınırlı bakış açısı pek
çok sapmanın kaynağıdır. Bu sapma, bir varlığı daha en başta,
kök merkezde tıkar ve enerji akışında ciddi sorunlara yol açar.
Bu nedenle her insanın yaşama olan bakış açısını fark etmesi ve
bunun üzerinde çalışması gerekir. Yeterli genişlikte bir bakış açısı
kazanan bir varlıkta hastalık sapmalarına daha az rastlanacaktır.
Çünkü uzun süreli duygusal sapmalar ve uyumsuzluklar, bede-
nin de bu sapmalarla rezonans halinde titreşmesine neden olur
ki, bu da birçok dejenere edici hastalığa yol açabilir. Ancak özel-

325
İlişkiler ve Denge

likle titreşimsel bilinci yeşil ışın düzeyine ulaşmış, yani kalp mer-
kezi yeterince açılmış varlıklarda, programlanmış özel derslerin
ve genel olarak da sevgi derslerinin öğrenilebilmesi için sağlanan
katalizörlerin kullanımındaki zihinsel beceri derecesi, bedensel
sapmaları ve fiziksel enerji düzeyini oldukça etkiler.Bu açıdan
gezegensel düzeyde yeşil ışının son derece yoğun olarak faaliye-
te geçtiği şu noktada, bahsettiğimiz oluşum biçimleri, nedenleri
ve işlevleri açısından özellikle kanser gibi hastalıklar son derece
yaygınlaşmışlardır. Bu nedenle kanser konusuna geçmeden önce
yeşil ışının etkileri konusunu incelemek yerinde olacaktır.

Yeşil Işının Şifa Etkisi


Yeşil ışın, her birimizin kalp merkezinden yayılan ancak daha
evrensel olarak dördüncü yoğunluk derecesinin titreşimsel do-
ğasını oluşturan frekansın rengidir. Saf bir yeşil ışın koşulsuz sev-
ginin ışımasıdır ve gezegensel geçiş sürecinden ötürü bizler de
şuan yoğun biçimde bu ışının etkisi altındayız. Bu nedenle, bu
ışın ve bu ışınla gelen bilgi bize herkesi ve her şeyi affetmenin
gerekliliği gibi zor gerçeklikler sunarken, bizim “şimdi” bu ışına
kendimizi açmak ya da bu ışınla çalışmak gibi bir seçim şansı-
mız var. Bu seçim, bilincimizi kalp merkezine çevirmek ve birlik
anlayışı içinde sevgi ve uyuma doğru seçimler yapmakla ilgili-
dir. Ancak zorluk şudur ki bu seçim için artık fazla zaman kal-
mamıştır. 2012 kış dönümünde gezegenin dördüncü yoğunluk
derecesine geçişini yapmasıyla, bizler için de hasat süreci iyice
hızlanmış ve bu da bizim yeşil ışınla “şuan” çalışma ihtiyacımızı
kaçınılmaz hale getirmiştir.
Serinin ilk kitabında yeşil ışın seçiminden ve bunun kritik
öneminde söz etmiş ve yeşil ışının etkilerini ikinci kitapta ince-
leyeceğimizi söylemiştik. Orada da ifade ettiğimiz gibi, “Üçüncü

326
Can Arif

yoğunluk derecesi için gerçek titreşimsel renk sarıdır. Ancak dör-


düncü yoğunluk derecesine geçişten ötürü şu an gezegensel du-
rum, yeşil ışın lehine, sarı ve yeşilin iç-içe olduğu bir durumdur.
Şu anda yeşil ışın çok hızlı bir şekilde gezegeni sararken, sarı ışın
da hızla durağan hale geçmekte ve bu durum insanlar üzerinde
çeşitli etkiler meydana getirmektedir.
Şu anda bu gezegen üzerinde yaşayan her varlık, titreşim
düzeyine bağlı olarak bu geçişin ve dolayısıyla yeşil ışının etkisi
altında bulunuyor. Fakat bu etkileri bilinçli olarak hisseden ve bu
ışınla çalışmaya kendilerini açanlar için süreç daha farklı işlemek-
tedir. Onlar için bu olanlar hem çok sarsıcı, hem de muazzam bir
arınma ve dengeleme fırsatıdır. Ancak 2012 kış dönümünden
sonraki bu günlerde, sarı ışın katı hızla durağan hale geçerken,
hasatı geçmeye “henüz” uzak olan insanlar için muhtemelen her
şey normal(!) seyrinde devam edecektir. Bu varlıkların algıla-
maları açısından, olan her şey onların kendi deneyimsel süreç-
lerinin sıradan bir parçası olacaktır. Ancak yeşil ışınla çalışmak
konusunda bilinçli olarak karar veren insanlar için, yeşil ışının
etkileri konusunda bilgi sahibi olmak son derece önemlidir.
Hasatı geçecek olanlarımızın dördüncü yoğunluk derece-
sinde deneyimleyecekleri gibi, bu sevgi ve idrak katında varlıklar
gerekli olmadıkça telepatik yolla iletişim kurarlar ve her varlık
kendi benliğinde ve diğerlerinin benliğinde olanları açıkça gö-
rür. Yeşil ışın, bir varlığın benliğinde olan her şeyin açığa çıkma-
sını sağlayan enerji titreşimdir. Yani bu titreşim düzeyinde her
şey açıktır. Bu yüzden şimdi çoğumuz kendi benliklerimizde
gömülü olanları biraz da sarsıcı biçimde fark ediyor ve bunlarla
yüzleşiyoruz. Yani biz istesek de istemesek de, birikenler, sakla-
nanlar, bastırılanlar, görmezden gelinenler ve derinlerde olanlar;
ne varsa hepsi bu süreçte yeşil ışın etkisiyle yüzeye çıkıyor. İşte

327
İlişkiler ve Denge

bu da insanların kendilerini şifalandırmaları adına büyük bir fır-


sat sağlıyor. Çünkü benliğinde olanlarla açıkça yüzleşme cesare-
tini gösterebilen ve bunları evrensel bir anlayış içinde kabul edip
dengeleyebilen her insan, şu anda yeşil ışının pozitif etkilerini
deneyimlemek için kendine büyük bir fırsat tanıyor demektir. Ve
diğer yandan, her şeyi açığa çıkaran etkisinden dolayı, öfke gibi
negatif duyguların kanserli hücrelere neden olması şeklinde, bir
varlığın “kendi üzerinde şifa bulması için” katalizör sunan yeşil
ışın etkileri de vardır.
Bir sonraki başlıkta da inceleyeceğimiz gibi, bu tip bir has-
talığı deneyimleyen insanların kendileri başta olmak üzere öfke
duydukları herkesi affetmeleri, bu hastalık yoluyla kendi üzerle-
rinde belirli bir şifa noktasına gelmelerini sağlamaktadır. Kendi-
ni ve öfke duyulan insanları affetmek, kanserli hücreleri azaltan
ya da yok eden etkisinden dolayı, yeşil ışının şifaya yönelik mu-
azzam bir etkisidir. Bu basit biçimde affetmenin ya da sevginin
etkisidir. Bu yüzden bizim yeşil ışına kendimizi ne kadar açtığı-
mız ve onunla ne oranda çalışabildiğimiz çok önemlidir. Eğer biz
hala öfke doluysak ve affedemiyorsak, bu ışın çeşitli hastalıklar
yoluyla kendi üzerimizde şifa bulmak için bize bir katalizör su-
nabilir. Fakat eğer bu ışının yapmak istediği şeyi görebilirsek, o
zaman aynı ışın, ortaya çıkan hastalığın şifası için büyük bir fır-
sat sağlayacaktır. Ama biz her hangi bir hastalık tezahür etmeden
önce bu ışınla çalışmaya başlamış ve kendimizi sevgiye açmışsak,
o zaman bedensel bir sapma deneyimleme olasılığımız da azal-
mış demektir.
Gerçek yeşil ışının, ilk kez kendi benlikleriyle karşı karşıya
gelen ve buna zihinsel olarak hazır olmayan insanların akli yapı-
ları üzerindeki etkisi akıl hastalıklarıdır. Ancak bundan çok daha
genel ve son derece önemli bir diğer etki daha vardır:

328
Can Arif

Yeşil ışın etkisiyle kendi benliğiyle karşılaşan ve kendi benli-


ğine dönen birçok insan, diğer varlıkları ya da yeşil ışını (evren-
sen sevgiyi) gözetmek yerine sadece kendisini gözetmeye doğ-
ru bir gerileme geçirmektedir. Bu bir negatif kutuplaşma olarak
görülmeyebilir, çünkü bunun için diğer varlıkları güç ve çıkar
amacıyla kullanmak ve yönetmek gerekir. Ancak diğer varlıkla-
rı atlayan biçimde kendisini gözetmek şeklinde tezahür eden bu
turuncu ışımaya (ikinci enerji merkezine) dönenler, yeşil ışın tit-
reşimlerini hissetmelerine rağmen bunu yaparlar. Bu onların ye-
şil ışına verdiği tepkidir. Bu varlıklar sosyal ve toplumsal ilişkile-
re de girmekten kaçınarak ikinci çakranın ötesine geçemezler ve
kişisel titreşim oranlarını dengeleyen sosyal faaliyetler gibi sarı
ışın faaliyetlerinin yokluğundan ötürü, kendi benliklerini faal
hale getirme ve dengeleme işiyle karşı karşıya kalırlar. Bu yüz-
den kendi benliğimizi inceleme sürecinde, diğer insanlara karşı
duyarlı olmayı, onlara sevgiyle yaklaşmayı ve onlarla olan ilişki-
lerimizin bizler için ne derece önemli olduğunu unutmamalıyız.
2012 süreciyle ilgili, bir kardeşim paylaşmış olduğu bir yo-
rumda şöyle diyordu:
“2012 ile artık tamamlanmaya girilecek, yani işimize ya-
ramayan her türlü duygu, düşünce hayatımıza gönderilecek.
Bunu bekleyenler sanırım daha kolay sörf yapacaklar, çünkü sa-
lıvermenin güvenini hissedecekler. Oysa üçüncü boyutun artık
gerekmeyenlerine tutunanlar hayatlarına gönderilen dramatik
olaylarla hayatlarında şifa amacıyla derin dramlar yasayabilecek-
ler. Çünkü bastırılmış tüm negatif duygular su yüzeyine çıkıyor
ve kabul edilmeyi bekliyor.”
Ben bu yoruma tümüyle katılıyorum. Bu yorum hem yeşil
ışının etkisinden söz ediyor, hem de özellikle varlığın kendi üze-
rinde şifa amacıyla bazı hastalık katalizörlerini yaratabileceğine

329
İlişkiler ve Denge

vurgu yapıyor ki, işte kanser de burada karşımıza çıkıyor.


Unutmamalıyız ki bu gezegendeki her varlık, gerek bu ge-
zegene ait kitle bilincinin tüm negatifliğini, gerekse de kendi
deneyimsel süreçlerinin birikimlerini benliğinde taşıyor. Biz çok
zor ve ağır bir kültürün, çok kaotik bir bilincin yaratıcıları olarak
pek çok zorlayıcı düşünce-formunu varlıklarımızda taşıyoruz.
O bakımdan kendimize haksızlık etmeden, fakat olanın yüzeye
çıkışını olabildiğince sakin ve sevinç içinde karşılayarak, bunun
çok hayırlı bir şeye vesile olduğunun bilinciyle meseleye yaklaş-
malıyız. Şu an olan her şey, büyük bir hayır taşıyor. Buna tüm
kalbimizle inanmak gerekir.
Ben kendi benliğimizde ve diğerlerinin benliğin de yüzeye
çıkanlar için anlayış, sabır, hoşgörü ve şefkat konularında sizleri
cesaretlendirmek isterim. Bizler asla birbirimizden ayrı değiliz.
Başkaları dediğimiz insanlarda gördüğümüz ne varsa, o bize;
her birimiz için “tek” olan bütün-benliğimize aittir. Dolayısıyla
yargılama, suçlama ve kınama hassamızı bir hizaya sokmak için
bundan daha gerekli bir zaman olamazdı.
Yeşil ışınla çalışmak için bizim bilinçli seçimler yapmaya
ve alışkanlıklarımıza karşı uyanık olmaya ihtiyacımız var. Yeşil
ışından olumsuz olarak asıl etkilenecek olanlar, bu geçişten et-
kilenmeye açık olup da bir şekilde kendilerin dağıtmış ve bunun
için de geçişe kendini hazırlayamamış olanlardır. O bakımdan
kalbimizi yeşil ışına açmamız, onu hissetmeye açık olmamız ve
yeşil ışınla çalışmak için yeterli çabayı göstermemiz son derece
önemlidir.
Yeşil ışın enerjisi, bizlerin henüz yeterince deneyimlemedi-
ği koşulsuz sevgi enerjisidir ve bu enerji kalbin gücü içinde çalı-
şır. Bizlerin yeşil ışınla çalışmak için bilincimizi kalp merkezinde
tutmaya, alt enerji merkezlerimizden kalbe giden yolu açık tut-

330
Can Arif

maya ve var olan her şeyin geçerli olduğunu anlamaya ihtiyacı-


mız var. Şuanda bize negatif ya da kötü gibi görünenler, uyum
ve dengeye giden yolda bize yardım etmektedir. Bizler kadim
yaşamlardan gelen kir ve pası üzerimizden atmak ve benliğimizi
değişime uğratmak için samimi ve cesur olmak zorundayız.
Şunu içtenlikle ve deneyimlerimden hareketle söylemek
isterim ki eğer bizler şimdi kendimizi yeşil ışına açmaz ve hala
ayrılık dolu sarı ışın dünyasına tutunursak, kendi üzerimizde
şifa bulmak için yeşil ışının bize gönderdiği zorlayıcı katalizör-
lere de kendimizi açmış oluruz. Bu da oldukça zor deneyimlerin
ve dramların bizi beklediği anlamına gelir. Bizler kendimizi şifa
arayan varlıklar olarak görmeli ve bu şifanın gerçek kaynağının
içimizdeki sevgi olduğunu anlamalıyız.

Kanser Oluşumu, Oruç ve Şifa


İçinde olduğumuz şu zaman/uzay noktasında birçok insanın
benliğinde gömülü olan öfke gibi negatif duygular, yeşil ışının
da etkisiyle kanserli hücrelerin oluşmasına neden olmaktadır. Şu
anda fotonun titreşim frekansı çok yükselmiştir ve bu yükseliş
büyük bir hızla devam ederken, kanser vakaları da hızla artmaya
devam etmektedir.
“Bu, düşüncelerin “şeylere” dönüşmesine neden olan etki-
dir. Burada örnek olarak, öfke düşüncelerinin dönüşerek fiziksel
bedenin kontrolden çıkan hücrelerini – ki siz buna kanser diyo-
ruz- meydana getirişlerini verebiliriz.” (Ra)
Ra’nın yeşil ışın etkisinden söz ettiği bu mekanizma, yine
Ra’nın ifadeleriyle şu şekilde işlemektedir:
“Dördüncü yoğunluk derecesi, bilgilerin açığa çıktığı kat-
tır. (Bu gezegen de artık bir dördüncü yoğunluk gezegenidir)

331
İlişkiler ve Denge

Bir varlığın benliği artık ne kendinden ne de diğer varlıklardan


gizlenemez. Onun için de, yıkıcı nitelikte olan dengesizlikler ya
da sapmalar artık daha belirgin biçimde açığa çıkarlar ve beden,
varlığın benliğini açığa çıkarmak üzere bir eğitim aracı haline ge-
çer. Kanser gibi hastalıklar – birey yıkıcı etkilerin işleyiş biçimini
kavradıktan sonra – kendine şifa verme yöntemine karşı çok iyi
yanıt vermektedirler. Böylece kanser, öfke duyduğunuz insanları
ve durumları bağışlamak yoluyla bir dereceye kadar ruhsal şifa
yoluyla iyileştirilebilir. Fakat burada şifanın diğer kısmı, mutla-
ka kendi kendini bağışlamaktan ve öz-saygısını son derece ar-
tırmaktan geçer. Bu öz-saygısı, diyet kurallarına dikkat etme yo-
luyla uygun şekilde ifade edilebilir. Bu, şifa verme ve bağışlama
sürecinin çok sık rastlanan bir parçasıdır.”
Söz edilen diyet kurallarıyla ilgili olarak, Ra grubu bu bilgi-
nin sözcük anlamıyla değil, bedenle akıl ve ruh arasında bir bağ
ya da psikolojik bir itme olarak anlaşılması gerektiğini vurgulu-
yor. Yani asıl önemli olan, kendine saygı duymak ve özen göster-
mektir.
Bu noktada Ra, benliğin negatif ya da zehirli düşüncelerden
arındırılması için oruç tutmanın yararından söz ediyor:
“Benliğini “zehirli bir düşünce formundan” ya da “duygu-
dan” arındırma gereksinimi duyan insanların, bu yıkıcı düşünce
formundan – bedenin, besinlerin fazlasından kurtuluşuna ben-
zer şekilde – kurtuluncaya kadar dikkatli bir oruç programı izle-
meleri çok yerinde olur. Burada önemli olan bu bedensel uygu-
lama değil, bunun “akıl ve ruh arasında sağladığı bağdır.” Bütün
şifa teknikleri gibi oruç da bilinçli bir varlık tarafından uygulan-
malıdır. Yani bu varlık, bedenden istenmeyen ve fazlalık madde-
lerin atılması süreci ile akıl ya da ruhu istenmeyen ya da fazla
şeylerden kurtarma sürecinin benzeştiğinin bilincinde olmalıdır.

332
Can Arif

Böylece, istenmeyen şeyin bu disiplin vasıtasıyla reddedilişi, akıl


ağacı boyunca derinlere, bilinçaltı düzeylere gider ve burada
bağlantı kurulur. Böylece akıl, beden ve ruh birlikte ve uyumlu
olarak, ruhsal ya da zihinsel bazı istenmeyen şeylerin varlığın bir
parçası olduğunu reddederler. Yani onları uzaklaştırır ve atarlar.
Sonra, hepsi zayıflar, uzaklaşır ve varlık bir yandan reddettiği, at-
tığı maddenin de en büyük benliğinin bir parçası olduğunu idrak
ederken, bir yandan da iradi eylemi vasıtasıyla akıl/beden/ruh
bileşimini arındırıp, saflaştırmış ve istenen akli ya da ruhsal tutu-
mu gerçekleştirmiş olur. “
Yine burada, kanserli hücreler neden olan öfke duygusunun,
aynı zamanda kutuplaşma adına da kullanabileceğini ve eğer bu
yapılırsa, pozitif bir varlık için bu katalizörün kanser yapıcı et-
kisinin genel olarak görülmeyeceğini söyleyebiliriz. Daha önce
de paylaştığımız gibi, katalitik mekanizmalar bir varlığın seçmiş
olduğu kutuplaşmaya değil, katalizörün nasıl ve hangi amaç için
kullanılacağına bağlıdır. Yani öfke deneyimini bilinçli olarak po-
zitif ya da negatif yönde kutuplaşmak için kullanan bir varlık bu-
nun bedensel etkilerini yaşamaz, bu katalizörü daha çok zihinsel
anlamda kullanır. Bu, Ra’nın anlatımıyla şu şekildedir:
“Pozitif yönde kutuplaşmakta olan bir varlık öfkeyi algılar.
Bu varlık, eğer bu katalizörü akıl yoluyla kullanıyorsa bu öfkeyi
kendi içinde sever ve kutsar. Sonra da bu öfkeyi bilinçli olarak
zihninde yoğunlaştırır. Pozitif eğilim olan varlık o zaman öfke-
nin anlaşılması, kabul edilmesi ve akıl/beden/ruh bileşimiyle
bütünleştirilmesini içeren bu yoğun zihinsel deneyimi sürdür-
mek için gerekli irade ve imanı sağlar. Böylece öfkenin hedefi
olan diğer varlık kabullenilir, anlaşılır ve uzlaşma sağlanır. Bunla-
rın hepsi öfkenin doğurduğu büyük enerji kullanılarak bir araya
getirilir.

333
İlişkiler ve Denge

Negatif eğilimli bir varlık da öfkeyi aynı şekilde bilinçli ola-


rak kullanır; öfkenin kontrol altında olmayan (yönlendirilme-
miş) rastgele enerjisini kabullenmeyi reddeder ve bunun yerine
bu enerjiyi, öfke duygusunun negatif yönünü açığa çıkaracak
elverişli bir vasıtaya kanalize eder. Bunu da diğer varlık üzerin-
de kontrol elde etmek ya da öfkeye neden olan durumu kontrol
altında tutmak için yapar.”
Bu noktada şu bilgiyi yeniden hatırlayalım: “Katalizörleri
negatif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilmenin anahtarı
kontroldür. Katalizörleri pozitif yönde kutuplaşmak amacıyla
kullanabilmenin anahtarı ise kabuldür. Kutuplaşmaya bağlı ilk
kabul ya da kontrol kendini kabul ya da kontrol edebilmektir.
Öfke de benliğin bir parçası olarak kabul edilmesi, sevilmesi ya
da kontrol altına alınması gereken birçok şeyden biridir. Eğer
varlık çalışıp bir iş çıkaracaksa bunlardan birini yapmalıdır. Ne-
gatif yönde kutuplaşan bir varlığın öfkesini ya da öfke anında
kendisini kontrol altında tutamaması kansere neden olabilir. Ne-
gatif kutuplaşma çok fazla kontrol ve bastırma gerektirir. Özel-
likle duygusal olguların negatif eğilimli varlığa yararlı olabilmesi
için bastırılması, sonra da düzenli bir kullanım içinde yeniden
yüzeye çıkarılması gerekir. Oysa pozitif eğilimli bir varlık duygu-
yu bastırmak yerine dengeleyecektir ve bu da onu birlik yoluna
götürür.”

İçimizdeki Yaralı Çocuğu Şifalandırmak


Yaşamlarımızdaki diğer her şey bizim için çocukluğumuzdaki o
kederin, yalnızlığın, çaresizliğin ve geçersiz kılınmanın bir tekra-
rından ibarettir. Bu cinnet halindeki gezegenin çocukları olarak
hepimiz acının ve kederin ateş dolu çemberinden geçtik ve hiç-
birimiz yeterince sevilmedik. Ve bizler bu acıyan ve yaralı çocu-

334
Can Arif

ğu tüm hayatımız boyunda içimizde taşıdık. İçimizde derin bir


yerlerde, bu yaralı çocuğun bitmek bilmeyen yakarışlarını kendi-
ni tekrar eden pek çok acı, dram ve durum içinde yaşadık.
Çoğumuzun hayatı bir türlü şifa bulmayan ve aslında yal-
nızca sevgi arayan bu çocuğun acılarının gölgesinde geçti. Ama
artık bu yaralı çocuğun biz olduğunu ve bu yaraların yükünü
taşıyamaz halde olduğumuzu anlamalıyız. Biz bu gezegenin ço-
cuklarıyız ve burası bizim yuvamız. Ne olursa olsun acılar bizim
acılarımız ve sevinçler bizim sevinçlerimiz. Hepsi bizim ve bizler
hepsinden sorumluyuz. Şimdi artık bu acılar için anne ya da ba-
balarımızı, diğer her hangi bir insanı ya da yaşamı suçlamanın hiç
gereği yok. Bizim ihtiyacımız olan şey acılarımızı ve bu acıların
yükünü hala üzerinde taşıyan derin benliğimizi anlamak ve onu,
Yaratan’ın bizi sonsuz bir şefkatle kucakladığı gibi kucaklamaktır.
En büyük korkularımızdan biri insanların bizi sevmeyecek
olmasıdır. En büyük korkumuz yalnız kalmak, terk edilmek, ka-
bul ve onay görmemektir. Aslında tek aradığımız sevgidir ve içer-
deki yaralı çocuğun tüm huysuzlukları bu sevgiyi aramasından
ve istemesindendir. Bu çocuk yeterli sevgiyi asla görememiştir
ve çoğumuz bizden esirgenen bu sevgi için yaşamı ve insanları
suçlayan birer çocuk gibiyiz. Korkan, öfke duyan, acı çeken ve
ne yapacağını bilmeden sevgi arayan bir çocuk. Böylece hepimiz
çocukluk çağımızdan itibaren sevgi istemenin ve aramanın uy-
gunsuz yollarını keşfettik. Çocukluk ve gençlik dönemlerimizde
sevgiden, kabul edilmekten, anlaşılmaktan, onaylanmaktan ve
şefkatten yoksun kalan ve çeşitli travmatik deneyimlerden ge-
çen bizler, koşulsuzca sevilmenin umutsuz çabası içinde sevgi
istemenin yanlış yollarını keşfettik. Ve sevgi talep etmenin diğer
insanları manipüle eden bu bilinçsiz yöntemlerini hiç farkında
olmadan tüm hayatımız boyunca birer alışkanlık haline getirdik.

335
İlişkiler ve Denge

Bizler ne zaman ilgi görme, sevilme ve kabul edilme endişe-


si içinde olsak, tüm doğallığımızı kaybederiz ve tüm o bilinçsiz
sevgi isteme yöntemleri hemen yüzeye çıkar ve bizi esir alır. Bu
tamamen farkındalıktan yoksun bir mekanizmadır ve bu anlarda
biz bilinçsiz haldeyizdir. Bizi bu anlarda esir alan duygular in-
cinme, küsme, çatışma, dram yaratma ya da kurban rolü takınıp
kendine acıma ve acındırma gibi şeylerdir. Oysa meselenin bu-
günde değil, geçmiş yaşanmışlıklarda ve onların yarattığı korku,
acı ve üzüntülerde olduğunu görmek ve anlamak bizim asıl ihti-
yacımız olan şeydir. İçerideki o yaralı çocuk kendisine uzanacak
şefkat dolu bir elin varlığını hissetmediği sürece, bizlerin yaşamı
aynı duygusal tepkilerin fasit döngüsü içinde sıkışmış olarak de-
vam eder. O çocuk biziz ve biz kendi acılarımızı hiç kimseyi ve
hiçbir şeyi suçlamadan kucaklayabiliriz. Biz bu gezegene niçin
geldiğimizi, neden burada olduğumuzu ve hepimizin Bir oldu-
ğu gerçeğini cesaretle hatırlayarak derin acılarımızı ve kendimizi
şifalandırabiliriz. Bizler cesaretle acılarımızla yüzleşerek, onları
şefkatle kucaklayabilir ve onları tümüyle serbest bırakabiliriz.
Biz elbette tüm bu acılar için kendimizi ve diğer herkesi bağış-
layabiliriz. Bunu yapabiliriz, çünkü aramızda birçok insan bunu
yaptı. Şimdi bu konuda sizi cesaretlendirmek isteyen bu kardeşi-
niz de bunu yaptı ve hepimiz bunu yapabiliriz.
“Şu anda tam olarak yüzleşilmeyen ve içeriği tanımlanma-
yan herhangi bir olumsuz duygu tamamen çözülemez ve arka-
sında mutlaka bir acı kalıntısı bırakır. Özellikle çocuklar, güçlü
olumsuz duyguları fazlasıyla ezici buldukları için, onları hisset-
me-meye çalışmak eğilimindedirler. Yanlarında bu duyguyla
doğrudan yüzleşmesini sağlayacak sevgi dolu ve şefkatli bir bi-
linçli yetişkin olmadığından, çocuğun o duyguyu hissetmemeye
çalışmaktan başka yapabileceği bir şey gerçekten de yok gibidir.

336
Can Arif

Ne yazık ki bu erken uyanan savunma mekanizması, genellikle


yetişkinlik döneminde de varlığını sürdürür. Duygu hala bireyin
içinde tanımlanmadan ve doğal şeklinde kendini ifade ederek
yaşamaya devam eder; örneğin endişe, öfke, şiddet patlamaları
ya da fiziksel rahatsızlık şeklinde. Bazı durumlarda tüm yakın
ilişkileri etkileyip sabote edebilir. Çoğu psikoterapist, başlangıç-
ta son derece mutlu bir çocukluk geçirdiğini iddia eden ve daha
sonraları bunun tam tersi olduğu ortaya çıkan hastalarla sık sık
karşılaşır. Gerçek şu ki hiç kimsenin duygusal acı duymadan ço-
cukluk yıllarını geçirmesi mümkün değildir. Ebeveynlerinizin
ikisi de aydınlanmış insanlar olsaydı bile, kendinizi yine de bü-
yük ölçüde bilinçsiz bir dünyada bulurdunuz.
Tamamen yüzleşilmemiş, tanımlanmamış, kabullenilme-
miş ve serbest bırakılmamış güçlü olumsuz duygular tarafından
geride bırakılan tüm acı kalıntıları, zaman içinde bir araya gele-
rek fiziksel bedenlerimizin hücrelerinde yaşayan bir enerji alanı
oluştururlar. Bu enerji alanı sadece çocukluğunuza ait acılardan
değil, ergenlik ve yetişkinlik yıllarında yaşadığınız olaylarla biri-
ken acı duygularından da oluşur ve çoğu egonun sesi tarafından
yaratılır. Sahte bir benlik duygusu hayatınızın temeli olduğunda,
duygusal acı kaçınılmaz refakatçiniz olacaktır. Neredeyse her in-
sanın içinde yaşayan bu eski ama hala çok canlı duygulardan olu-
şan enerji alanı, acı beden olarak tanımlanabilir.” (Eckhart Tolle)
Yaşam dediğimiz oyun her birimizin ihtiyaç duyduğu ders-
lerden, bunların öğrenmek için seçtiğimiz deneyimlerden ve
birlikte-yaratımlarımızdan meydana geliyor. Hepimiz buraya ge-
lirken belirli bir programla ve o programa sadık kalmak niyetiyle
geliyoruz. Ancak anlamalıyız ki bizlerin sevgi derslerimiz için
seçtiğimiz katalizörler, kaçınılmaz biçimde bu gezegene özgü
acı ve zorluklar içeriyor. Bizler her birimiz bu kolektif bilincin

337
İlişkiler ve Denge

ve yaratımın bir parçasıyız ve bu morfojenik bilinç hepimizin


deneyimlerini belirliyor. Bu yüzden bu gezegenin çocukları olan
bizlerin deneyimlediği katalizörler de kaçınılmaz biçimde trav-
matik oluyor.
Bir varlık olarak her birimiz enerji merkezlerimizin faaliyete
geçirilmesi noktasında kendimize özgü titreşimsel yapılara ve ih-
tiyaçlara sahip olsak da, buraya şifa süreçlerinden geçerek geliyo-
ruz. Fakat perdeleme süreciyle doğan bizler, kaçınılmaz biçimde
kolektif cinnetin travmatik deneyimlerden geçmek ve sevgi ko-
nusundaki yoksunlukları yaşamak zorunda kalıyoruz. Çünkü her
birimizin anne-babası ya da öğretmen-arkadaşı rolündeki varlık-
lar da aynı döngünün içinde aynı şeyleri yaşıyor ve öğreniyorlar.
Ve buna bir de karmik süreçleri eklediğimizde, durum daha da
zorlaşıyor. Böylece duygusal bedenlerimizde biriken acılar, her
birimizin yaşamanı tekrar eden durumlar ve tepkilerden oluşan
fasit bir döngü içinde tutuyor. Bu da tabi bir sonraki yaşam prog-
ramımızın genel çerçevesini oluşturuyor. Peki ne yapabiliriz? Ne
yaparsak acılarımızın bizi aşağıya çeken bu çocukluk anılarını
şifalandırabiliriz?
Öncelikle sorunları yaratan asıl kaynağın derinlerde oldu-
ğunu ve bununla mutlaka yüzleşmemiz gerektiğini anlamalıyız.
Biz geçmiş anılara ve acılara tutunarak bir ilerlememe kayde-
demeyiz. Ruhsal büyüme daima kabul ve affetme enerjileriyle
ilerler ve bizim bu süreçte kendimizi şifalandırma ihtiyacımız ka-
çınılmazdır. Bir evrensel oyuncu olma yolunda olan bizler artık
mazeretlere ve acılara sığınamayız. Her ne olmuşsa olsun, bizler
artık ilerlemek zorundayız.
Sizlerin de bildiği gibi bir çocuğun duygusal gelişiminin
önemli bölümünün 6-7 yaşına kadar olan devrede tamamlandığı
ve ondan sonra eklemelerin başladığı söylenir. Çocukluk çağın-

338
Can Arif

da yaşadığımız her şey bizim duygusal bedenlerimizin titreşim


yapısını ve dolayısıyla bizlerin durumlara ve insanlara verdiğimiz
karşılıkların genel yapısını belirliyor. İşte en başta da söylediği-
miz gibi, yaşamlarımızdaki diğer her şey bizim için çocukluğu-
muzdaki o kederin, yalnızlığın, çaresizliğin ve geçersiz kılınma-
nın bir tekrarından ibaret oluyor. O bakımdan hepimizin soru-
nun asıl kaynağına inmesi ve orada karşılaşacağımız her şeyle
tam bir akıl ve gönül olgunluğu içinde, yargılamadan ve şefkatle
yüzleşmesi ve derinlerde sesini duyurmaya çalışan yaralı çocuğu
muazzam bir şefkatle kucaklaması gerekiyor.
Ben de bu gezegendeki her çocuk gibi çeşitli acılar, zorluklar
ve travmalar yaşadım. İçimde biriken tüm bu acılar, yaşamımın
büyük kısmında beni esir aldı. Tüm yaşamı algılayışım ve ilişki-
lerim, bu kendini ifade edemeyen acı ve öfkenin gölgesinde geç-
ti. Bu tam manasıyla bir tekrarlar dizisiydi. Ancak ne zaman asıl
sorunun derinde olduğunu fark ettim, işte o zaman kendime bir
şans verdim. Ve ancak o zaman çocukluk travmalarımı şifalandı-
rabildim. İçimdeki huysuz ve yaralı çocuğu olduğu gibi görerek,
kabul ederek ve derin bir şefkatle kucaklayarak yaptım bunu. Ar-
tık biliyordum ki bu çocuk elinden geleni yapmıştı ve onun yaşa-
dığı acılar, yaşatanlardan ayrı değildi. Ne olmuşsa olmuştu. Artık
tutunmuyordum ve bu acılardan şikayet ederek ve onlara sığına-
rak kendimi sınırlamıyordum. Ben artık sorumluluğu tümüyle
alarak, kendimi olduğu gibi kabul etmiştim ve yaşanan her şey
için herkesi tümüyle affetmiştim. Ve bunu yalnızca ve yalnızca
sevginin kendisi için yapmıştım.
İstemesek de şunu anlamak zorundayız ki yaşadığımız her
şey deneyimdir. Bizler, bize cevapların şimdi açıkça gelmeyece-
ği bir boyutta, affetmeyi ve sevmeyi öğreniyoruz. Bu çok onur-
landırılması gereken bir çabadır ve bunun için insanın inebildiği

339
İlişkiler ve Denge

kadar derine inmesi, yaşadığı her şeyle yüzleşmesi, sorumluluğu


alması ve bunları hayatın öğretici deneyimleri olarak görüp ko-
şulsuzca kabul etmesi en iyi seçenektir. Kaldı ki yaşanan acıların
birçoğu, ruhsal arayış sürecinde bizleri uyandıran ya da içeri atan
etkisinden dolayı da şükranla kabul edilmesi gereken deneyim-
lerdir.
Açık ki pek çoğumuz çocukluk dönemlerimizde belirli mah-
rumiyetler ve travmalar yaşadık. Terk edildik, alay edildik, suç-
landık, dövüldük, duygusal ve zihinsel baskılara maruz kaldık,
dinlenmedik, anlaşılamadık, olduğumuz gibi kabul edilmedik ve
geçersiz kılındık. Çünkü bunları yaşamak bu gezegen için artık
neredeyse genel ve normal(!) bir durum haline gelmiş durum-
da. Ve tüm bu duygusal kalıplar, düğümler, blokajlar ve travma-
lar, bizim yaşamlarımıza eklemeler ve döngüler şeklinde uzanan
bir çaresizlik olarak yansımaktadır. Aslında biz yaşam içinde
herhangi bir sorunla uğraşırken, gerçekte çok daha derinde bir
sorunun kendini durmadan tekrar eden yansımalarını yaşıyoruz.
Biz aslında daima içerdeki yaralı çocuğun tepkilerine aracı olu-
yor ya da onun korku, öfke, acı ve üzüntü gibi duygularını ifade
etme çabasına maruz kalıyoruz. İşte bunun farkına varmak dahi
şifalandırmanın yarısıdır.
Yaşamlarımızı gözden geçirmeliyiz. Ancak ne olursa olsun,
dram yaratma ve kurban rolü oynama alışkanlığımıza karşı çok
dikkatli olmalıyız. Hiç birimiz kurban değiliz. Bizler özgür ira-
delerimiz yoluyla daima bir seçim yapma hakkına ve gücüne sa-
hibiz. Bu seçim, bizlerin kadim yaşamlar boyu üzerinde yürüdü-
ğümüz sevgi yolunda yaptığımız tüm seçimleri kapsar. Sorum-
luluk bizimdir ve biz yeterince sorumluluk almadığımız sürece
kendimizi bir kurban olarak görmemiz de kaçınılmazdır. Hepi-
mizin acı ve kederle beslenen tarafları vardır ve bir kurban rolü

340
Can Arif

takınarak beslediğimiz bu benlik bölümlerimiz, kendine dramlar


yaratmak ve bunları diğer insanlara ya da yaşama projekte etmek
konusunda son derece ustadır. Ancak gerçek şu ki kendimizi bü-
tünün gerçeğinden izole halde imgelediğimiz sürece, bu duygu-
nun içinde yarattığımız dram ve acılar, bizlerin acı bedenlerini
beslemeye devam eder. Bizler, ta çocukluk çağlarımızdan gelen
ve acıyla beslenip büyüyen yaraları benliklerimizi sorumluluk
alarak şifalandırmayı seçebiliriz.
Aslında yaşamlarımızı sınırlayan enerji tıkanıklıkları açısın-
dan temel problem acı, korku, endişe, öfke ve bunların neden ol-
duğu suçlama, yargılama ve çatışma alışkanlıklarımızdır. Bunlar
enerji merkezleri açısından temel blokajlardır ve çocukluk çağla-
rımızdan itibaren tüm yaşantımız bunlarla doludur. Ve şimdi içi-
mizden yükselen tüm bu duyguların bir enerji devinimi olduğu
anlayarak işe başlayabiliriz. Bunlar ne kadar derinden gelirlerse
gelsinler, hepsi birer enerji modelidir ve bizim bunlarla yüzleşir-
ken mümkün olduğunca yargısız ve şefkatle izlemeyi öğrenme-
miz gerekir.
Bir duygunun (enerjinin) kendisini olduğu gibi ifade etme-
sine izin vermek, yani tümüyle hissetmeye açık olmak ama bunu
yaparken o duygunun esiri olup tepkisel bir tutuma girmemek
her zaman uygun bir seçenektir. Bırakalım o hangi duygu ise tü-
müyle yüzeye çıksın ve biz onu öylece hissedip seyredelim. Asla
geçersiz kılmaya çalışmayalım, çünkü bu mümkün değildir. Ve
kendimizi o duyguyla kabul edelim; utanmadan ve yargılama-
dan. Kabul edelim ki bu duygular insanlık bilinci içinde vardır
ve bizler de insanız. Nedeni ne olursa olsun suçlu aramaya gerek
yok. Bu duygular ve içerdeki yaralı çocuk kendini her gösterdi-
ğinde, olduğu gibi kabul edelim ve her şey için kendimizi ve her-
kesi bağışlayarak tüm bu duyguları özgür bırakalım. Bırakalım

341
İlişkiler ve Denge

artık bizi sınırlamasınlar. Onlar vardır ve geçerlidir. Ve herhangi


bir durumda yeniden ortaya çıkabilirler. Fakat biz her defasında,
gelen duygunun ortaya çıkışını gözlemlemeyi becerebildiğimiz-
de, artık alışkanlıklarımızı birer tercih seviyesine çekecek ve bu
duyguların bizi esir almasının önüne geçecek olan bilinçli seçim-
ler yapabiliriz. Ve her defasında tüm sistemi, insanlığı, insanları
ve kendimizi affetmeyi yeniden kendimize hatırlatarak, acıları-
mızı şifalandırabiliriz.
Artık hepimiz tekrar eden deneyimlerimizden ve yaşam ka-
lıplarımızdan sıkılmış ya da bıkmış olmalıyız. Biz sadece sevmek
ve sevilmek istiyoruz. Daha mutlu olmak, daha fazla affedebil-
mek ve yaşamı daha fazla onurlandırabilmek istiyoruz. O halde
artık sorumluluğu alabiliriz. Zaman, suçlamalar içinde acılara
tutunarak geçirilmeyecek kadar kıymetli. Çünkü gezegensel
açıdan büyük bir devrenin sonundayız ve sevgi derslerini öğren-
diğimiz bir boyutta hızla hasata doğru gidiyoruz. O bakımdan
bazı temel sorunları henüz enkarne haldeyken çözmek ve kalp
yolunda ilerleyen bilinçli bir çabayla bazı dengelemeleri yapmak
yerinde bir tercihtir.
Bizler bir kişilik olarak kim olursak olalım, tek-sevginin ço-
cuklarıyız ve bu gezegende yaşadıklarımız da bizim ortak havu-
zumuzun ürünleridir. Bundan kaçış olamazdı. Şimdi bizi arındı-
racak olan şey, çok daha geniş bir bakış açısı içinde, yaşanmış her
şeye kabul göstermek ve onlara tutunmayı bırakmaktır.
Bizler her birimiz kendi kendimizi şifalandırmanın bir yolu-
nu bulabiliriz. Sadece bir tek yol olamaz. Sayısız yol vardır ve ge-
çerlidir. Ancak bizim içerideki yaralı çocuğu şifalandırma niyet
ve arzumuz, bu konudaki en büyük yardımcımızdır. Eğer bunu
gerçekten istersek yapabiliriz. Çok daha geniş bir bakış açısıyla,
sorumluluğu eksiksiz alarak ve tüm bu kolektif yaratımının hepi-

342
Can Arif

mizin ortak yaratımı olduğunu anlayarak biz bunu başarabiliriz.


Biz bize yapılan her şeyin bizim affetmemize ihtiyacı olduğunu
ve dahası bizim buna ihtiyacımız olduğunu anlayarak bunu ke-
sinlikle yapabiliriz.

Geçmişi Salıvermek Yoluyla Şifalanmak


Geçmiş dediğimiz anılar ve yargılar koleksiyonu, bizim dene-
yimlerimizin bir parçası ve hayatımızın bir gerçeğidir. Ancak
bunlara gereğinden fazla gerçeklik atfetmek ve tüm bunları ayrı-
lık ya da çatışma dürtüleriyle incelemek bizler için artık anlamlı
değildir. Bu son derece yararsız bir zihinsel faaliyet ve bizi aşağı-
ya çeken bilinçsiz bir alışkanlıktır. Geçmişin bir gücü vardır ve
bu güç, ayrılık dolu bir bilinçten kaynaklanmaktadır. Ama bizle-
rin bu gücün çekim alanından çıkmayı başarmamız gerekir ve bu
kesinlikle yapılabilir.
Bilinç mikrodan makroya her şeyi içine alır ve elbette tek
BİR bilinç vardır. Ama yine de bölmek ya da farklılaştırmak is-
tersek, biz kendi bireysel bilincimizi ayağımızı bastığımız geze-
genin kolektif bilincinden ayıramayız. Bu sadece kendini kandır-
maktır. Biz olan hiçbir şeyden ayrı değiliz. İçindekilerle beraber
bu gezegen tek bir varlık, tek bir bilinçtir. Ve biz bunu gerçekten
anladığımızda, artık yargılayacak ve suçlayacak bir geçmişimiz
yoktur. Geçmiş, deneyim çarkını döndüren illüzyonun (oyu-
nun) dişlilerinden biridir ve burada problemin ana kaynağı
“özdeşliktir.” Bir yerden sonra “salıvermek” gerekir. Kim ne yap-
mışsa yapmış ve ne olmuşsa olmuştur. Yapan ve olan bizden ayrı
değildir.
“İnsan zihninin geçmişi bırakmak konusundaki beceriksiz-
liği ya da isteksizliği, Tanzan ve Ekido adında, şiddetli yağmur-
lardan sonra oldukça çamurlu bir hale gelmiş olan toprak kır

343
İlişkiler ve Denge

yolunda yürüyen iki Zen rahibinin hikayesinde güzel bir şekilde


örneklenmektedir.
Bir köyün yakınından geçerlerken, yolun karşı tarafında
geçmeye çalışan genç bir kadın görürler. Çamur çok derin oldu-
ğu için, kadın üzerindekikimonoyu berbat etmeden karşı tarafa
geçemeyecektir. Tanzan hiç tereddüt etmeden kadını kucağına
alıp yolun karşı tarafına geçirir. Sonrasında rahipler sessizce yol-
larına devam ederler. Beş saat sonra, yaşadıkları tapınağa yakla-
şırlarken, Ekido daha fazla kendini tutamayarak “Neden kızı yo-
lun karşı tarafına geçirdin?” diye sorar Tanzan’a. “Biz rahiplerin
bu tür şeyler yapmaması gerekir.”
“Ben kızı saatler önce bırakmıştım,” der Tanzan. Sen hala
taşıyor musun?”
Şimdi birinin sürekli Ekido gibi hoşuna gitmeyen olayları
veya durumları zihninde taşıyarak ve düşünce üstüne düşünce
biriktirerek yaşadığını düşünürseniz, gezegendeki insanların ço-
ğunun nasıl yaşadığıyla ilgili bir fikir edinmiş olursunuz. Zihin-
lerinde taşıdıkları yükün ağırlığına bakar mısınız?
Geçmiş, anılar olarak içimizde yaşar ama anıların kendileri
sorun değildir. Aslını söylemek gerekirse, geçmişten ve geçmiş
hatalarımızdan ancak anılarımızı hatırlayarak ders alabiliriz. An-
cak anılar, yani geçmişle ilgili düşünceler sizi tamamen ele geçir-
dikleri ve benlik duygunuzun bir parçası haline geldikleri zaman
bir sorun, bir yük oluştururlar. Bu olduğunda, geçmişle şartlan-
mış olan kişiliğiniz, hapishaneniz haline gelir. Anılarınızda bir
benlik duygusu vardır ve hikayeniz kendinizi algılama biçiminiz
haline gelir. Bu “küçük ben”, aslında zamana ve biçime bağlı ol-
mayan varlığınız olarak gerçek kimliğinizi gölgeler.
Geçmişinizde sadece zihinsel değil, aynı zamanda duygu-
sal anılar da vardır; eski duygular sürekli olarak yeniden yaşanır.

344
Can Arif

Hoşnutsuzluğunu beş saat boyunca düşüncelerle besleyerek taşı-


yan rahip gibi, çoğu insan büyük miktarda fazladan bagaj taşırlar.
Kendilerini kırgınlıklar, pişmanlıklar, düşmanlıklar ve suçluluk
duygusuyla sınırlarlar. Duygusal düşünce sistemleri, benliklerin
bir parçası haline gelir ve böylece, kimliklerini güçlendirmek için
eski duygulara tutunmayı öğrenirler.
İnsan eski duyguları sürdürme eğiliminde olduğundan, ne-
redeyse herkes eski duygusal acılarıyla kendi etrafında bir enerji
alanı örer ki ben buna “acı beden” diyorum.
Öte yandan, zaten sahip olduğumuz acı bedeni daha da bü-
yütmekten vazgeçebiliriz. Mecazi anlamada kanatlarımızı çır-
parak ve zihinsel olarak geçmişte yaşamaktan vaz geçerek, eski
duyguları biriktirmekten ve beraberimizde sürüklemekten ken-
dimizi kurtarabiliriz. Olayları veya durumları zihnimizde canlı
tutmamayı ve dikkatimizi şu ana çevirmeyi öğrenebiliriz. O za-
man düşüncelerimiz ve duygularımız yerine, Varlığımız kimliği-
miz haline gelir.
Geçmişte, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyacak hiçbir şey
olmadı; eğer geçmişin sizi şimdide yaşamaktan alıkoyacak gücü
yoksa, başka ne gücü olabilir ki?” (Eckhart Tolle)

345
IV

Kişilik Disiplinlerini Geliştirici Anlayışlar

Bizim kendi benliğimizi tanımadan ve kabul etmeden başkaları-


nın ve dünyanın değişmesini istemek gibi yaygın bir anlayışımız
var. Ancak dünya, sadece bize görünen ya da sadece bizim gör-
düğümüz şey değildir. O her varlığın kendi özgün rüyası ve tüm
bu yedi milyar varlığın ortak rüyasıdır. Fakat bizim kendi küçük
dünyamızı ve hepimiz için ortak olan dünyayı algılama şeklimizi
belirleyen şey, bizim kendimizi ne kadar tanıyıp kabul ettiğimi-
zin ve ne kadar sevdiğimizdir.
Kitabın bu son bölümünde, çeşitli konular içinde dikkat
çektiğimiz ve kişilik disiplinleri içinde kendimizi kabul ve sev-
meye götüren yolda bize yardımcı olabilecek bazı basit anlayış-
ları özetlemek, ancak bundan önce korku konusuna biraz değin-
mek istiyorum.

Korkuyu Anlamak
Korku, BİR’in kendini deneyimleme süreçleri için vazgeçilmez
olan yaşamın devamlılığı açısından ortaya çıkmış en temel kata-
litik duygudur. Bu duygu, herhangi bir varlığın kendi yaşamını
tehdit eden durumlara karşı uyanık ve dikkatli olmasını sağlayan
mekanizmanın kök düzeydeki karşılığıdır.Ancak yaşam oyunu-
na bir katalizör olarak etki eden sayısız korku biçimi ve bunları
meydana getiren sayısız neden vardır.
Bizim yoğunluk derecemiz açısından korku çeşitleri, perde-

346
Can Arif

leme sürecinin etkisinde olan varlıkların düşünsel ve duygusal


süreçlerinde ortaya çıkmış, ancak deneyim zenginliğini çoğalt-
mak için perdelemeyi en işlevsel biçimde kullanmak isteyen
Logoslar açısından da katkı sağlayıcı bir katalizör olmuştur. Lo-
gosların hedefi açısından perdeleyici her şey, deneyim zenginli-
ğini ve arayış arzusunu artırıcı bir etkidir. Ancak perdeyi delme
yolundaki her varlığın bir yerden sonra korkuyu da her şey gibi
anlaması, kabul etmesi ve dengelemesi gerekir. Çünkü temelde
tek bir hareket olan korku, zihnin çeşitlendirilmesi yoluyla bir-
çok fasetaya dönüşmekte ve bu da enerji merkezleri açısından
blokajlara neden olup perdeyi kalınlaştırmaktadır.
Zihin-beden süreçleri açısından düşünce hafızaya verilen
tepkidir ve bedenin düşünceye verdiği tepki de duygulardır.
Bunlar zihin-bedenin asli katalitik mekanizmalarıdır ve perde-
leme sürecinin de baş aktörleridir. Biz bunlar yoluyla deneyim-
lerden geçer ve bunlar yoluyla dengeleme işini yaparız. Ancak
zamana bağlı anılar koleksiyonu olan zihin, geçmişi geleceğe
projekte ederek korkuları çeşitlendirir ve isimlendirir.
İlerlemeye çalışan bir oyuncunun temel korkularıyla ve çe-
şitlendirdiği korkularıyla yüzleşmesi gerekir. Bunlar bir insanın
tüm geçmiş yaşamlarından alıp getirdiği kadim korkular olabi-
leceği gibi, son enkarnasyona ait eğilim kazanmış korkular ve
zihin-bedenin kendi doğal korkuları olabilir.
Zihin-bedene ait en doğal korku şüphesiz ölüm korkusu-
dur ve pek çok diğer korkunun da kaynağıdır. Fiziksel ölüm ger-
çekten de zihinsel benliğin ölümüdür ve o kendi devamlılığının
sona ermesinden korkar. Bu açıdan korkuyu ve korkanı anlamak
gerekir. Korkularımızın arkasında yatan temel dürtüleri incele-
mek ve anlamak bizim için bir ihtiyaçtır. Korku, her duygu gibi
anlaşılmalı, kabul edilmeli ve hissetmeye açık biçimde gözlen-

347
İlişkiler ve Denge

melidir. Diğer her duygu da olduğu gibi burada da bastırmak ya


da görmezden gelmek doğru bir yöntem değildir.
Hiç kuşku yok ki Varoluş her şeyle Tek-Bir bütündür. Bizler-
de o bütünün parçaları olduğumuza göre, her şeyi içimizde taşı-
yoruz. Korkuyu da, sevgiyi de..Doğmuş olan hiç kimse yoktur
ki içinde sevgi ve korku olmasın. Fakat bir yerden sonra korku
sevgiyi gölgeler ve sayısız çeşitlilikteki korku duyguları insanı bir
girdap gibi içine çeker. Böylece bütün ve Bir olan, aslında içinde
hiçbir kaybın olmadığı bir Yaratılış içindebiz korkarız.
Korkarız çünkü korku son derece güçlü bir duygudur. Kor-
karız çünkü bu asli duyguyu da diğerleri gibi deneyimleyerek
tekamül ediyoruz. Korkarız çünkü yaşama yeterince güvenmi-
yoruz. Korkarız çünkü perdede henüz yeterince geniş bir delik
açamadığımız için Varoluş’un birliğini göremiyoruz.
Ve korkarız çünkü kayıtlı anılar zemininde düşünüyoruz.
Ama şu var ki, korku söz konusu olduğunda bu anılar koleksi-
yonu bize yardımcı olmuyor. Geçmişten şu ana ve geleceğe pro-
jekte edilen düşünceler korkuyu daha da besleyip büyütüyor. O
halde bizim korkuyla “doğrudan” yüzleşmemiz, onu hissetmeye
açık olmamız ve onu olduğu gibi görmemiz gerekiyor. Yargıla-
madan, korktuğumuzu kabul etmemiz gerekiyor. Anlayış yoluy-
la kucaklamamız ve içinden geçerek dönüştürmemiz gerekiyor.
Korku son derece işlevseldir ve geçerlidir. Ancak bilinçli bir
oyuncu için korku ve endişe, özgürlüğün önündeki en büyük en-
geldir. Bu duygular, bir varlığın arınma, şifa ve dengeleme süreç-
leri açısından ihtiyacı olan temiz enerji akışını henüzkök çakra
düzeyinde kısıtlamaktadır.
Biz korkularımızla yüzleşmek ve onları dengelemek zorun-
dayız. Ancak korkularımızı yok etmek zorunda değiliz, çünkü
hiçbir duygu yok edilemez. Sadece niçin korktuğumuzu anla-

348
Can Arif

mak, bunu şefkatle kabul etmek ve bakış açılarımızı genişletmek


zorundayız. Bizler kalbimizdeki büyük sevgi eritecini hatırlaya-
rak, korkuyla yaptığımız seçimleri sevgiyle yapılacak olan se-
çimlere dönüştürmek zorundayız. Biz korkunun bizi yönlendir-
mesinin önüne geçmek ve korkuyla yaptığımız seçimlerin bizi
kontrol etmesine bir son vermek durumundayız. Korku vardır
ve geçerlidir. Ancak sevgiyle yapılacak seçimler de vardırve bu
seçimleri yapacak güç ve irade içimizdedir.

Benlik Savaşları ve Geçersiz Kılma Girişimleri


Kendi geçmişimize ve bu günümüze baktığımızda, hemen he-
pimiz merhamet, duyarlılık ve iyi niyet anlayışlarımız içinde
sıklıkla bu dünya’nın sonu gelmez acı ve dramlarıyla “kendimi-
zi unutacak ölçüde” meşgul olduğumuzu söyleyebiliriz.Hatta
bu meşguliyet içinde, olan bitenler için sürekli başkalarını suç-
ladığımız ve kendi sorumluluğumuzu göz ardı ettiğimiz de bir
gerçektir.
Elbette turuncu enerji merkezinde tıkanmış olan bir dün-
ya’da bunun olması son derece normaldir. Ancak kendimizi in-
celeme gereksinmemizi yok sayacak ölçüde bunu yapıyor olma-
mızın asıl nedeni kendi benliğimizi incelemek ve onunla yüzleş-
mekkonusundaki korku ve tembelliğimiz ya dakendi yaşam rea-
litelerimiz konusunda sorumluluk almak istemeyişimiz olabilir.
Oyun içinde ilerleyen biri için açıktır ki kendi benliğini
incelemek hayattaki en büyük meydan okumadır. Bu meydan
okuma tam bir kendini adama, güç, cesaret ve samimiyet sına-
vıdır. Böylece bizler sıklıkla aynada göreceklerimizden korkar
ve alt çakraların mücadele dolu alanına kaçarak uyumaya devam
ederiz. Ama bu uyuma içinde bilinç yoktur. Kendini tanımak ve
sevmek yoktur. Bu matrix içinde her hangi bir varlığın yaptığı

349
İlişkiler ve Denge

gibi, basitçe uyumaktır. Böylece bu dünya’nın ve diğer insanların


acılarıyla kendimizi unutacak ölçüde meşgul olmak ve kendi-
mizde görmekten hoşlanmadığımız şeyleri diğer insanlarda gör-
düğümüzde onlarla kavga etmek daha kolay gelir. Oysa benliğin
disipline edilmesinde ihtiyacımız olan en önemli şey kendimizi
incelemek, tanımak ve kabul etmektir.
Aslında bizim muazzam bir yanılgının içine düştüğümüz bir
gerçektir. Biz gerek perdeleme süreci nedeniyle, gerekse kolektif
bilincin yarattığı sapmalar nedeniyleayıp, günah ve suç gibi şey-
ler yüzünden kendi benliğimizle kavgalı haldeyiz. Üstelik bizim
öğretilmiş olumsuz duygular listemiz içinde, kendimizle savaş-
mamızın ya da duygularımızı bastırmamızın gerekli olduğu gibi
son derece bilinçsiz ve kökleşmiş inançlarımız var. Hatta bunları
öneren birçok anlayış ve öğretimiz var. Oysa varolan her şey ge-
çerlidir, vardır ve her biri Tanrısal bir ifadedir. Benlik, hiçbir za-
man geçersiz kılma çabasıyla arınmaz ve disipline olmaz. İyi bir
oyuncu olma yolundaki bir varlığın kendi benliğinde taşıdığı her
şeyi şefkatle anlamaya ve kabul etmeye ihtiyacı vardır.
Birinci kitabın başında da söylediğimiz gibi, en büyük sa-
vaş insanın zihninde devam etmektedir. Bu savaş, olunan şeyle
olunması gerektiği düşünülen şey arasında, kazanmanın müm-
kün olmadığı karanlık bir savaştır. Bu savaş kazanılamaz çünkü
bizim bireysel varlığımız ve onun tüm deneyim örgüsü, gerçekte
sadece BİR’in kendini ifade etmesi ve tanımasıdır. Ve bu işin do-
ğası öyledir ki her şey vaki olur. Esasta, bir yapan olma anlayı-
şı dahi illüzyona dahildir. Bizler aslında bir şey yapmaktan çok
daha fazla, sonsuz olasılık/olanak içinden seçiyor ve olmalarına
izin veriyoruz. Ancak bunu yaparken de bir özgür irade kullanı-
yoruz. Bu süreçte biz, Sonsuzluğun ya da Varoluş’un kendisini
ifade etmesine izin veriyoruz. Ve işte tüm direniş ve çatışma böy-

350
Can Arif

lesi bir izin vermeyişten ve geçersiz kılma girişimden doğuyor.


Oysa gerçekte yaşam bizi yaşamaktadır ve bizim onu yaşadığı-
mız yanılsaması da onun bizi yaşadığı gerçeğine dahildir. Varo-
lan BİR’dir ve yaşatan yaşayandır.
Tüm direnç, tüm reddediş, tüm görmeyiş ve tüm bastırma,
bizim geçersiz kılmak istediğimiz her şeyi daha da büyüterek
karşımıza çıkartır. Kendi benliğimiz içinde kabul etmediğimiz
her şeyi daha da büyütür ve güçlü hale getiririz. Bu bakımdan
bizim değişmesini istediğimiz hiçbir benlik bölümümüz bizim
düşmanımız değildir. Kim ne derse desin, ne kadar kötü diye ni-
telendirilirse nitelendirilsin, benim anlayışıma göre bu böyledir.
Biz sahte bir benlik yaratarak ve onunla kavga ederek uyum
ve dengeye gelemeyiz. BİR’in Yasası, içinde hiçbir hatanın ve
kaybın olmadığı bir Birlik olduğunu söyler ve her insanın ken-
di deneyim süreçlerinin bir noktasında bunu farketmesi gerekir.
Savaşarak kazanmak ve geçersiz kılmak mümkün değildir.

Kendini Tanımak ve Kabul Etmek


Kalbe giden yol, insanın ego benliği ile ruhsal kişiliğinden olu-
şan yapıyı tanıyıp kabul etmesinden ve onu olduğu gibi sevme-
sinden geçiyor. Bu açıdan kendi yaşamlarımızdaki tüm hareketi,
öncelikle kendimizi tanımanın ve sevmenin yolları olarak göre-
biliriz.
Biz kendimizi olduğumuz gibi kabul edebildiğimizde deği-
şim başlar ve bizim için bunu anlamak çok önemlidir. Bir şeyin
olduğundan farklı olmasını istemeden önce ya da benliğimizde
yer alan çeşitli sapmaların çekip gitmesini istemeden önce, bizim
onu kabul etmemiz gerekir. Değişimi başlatacak olan sihir budur.
Fakat nasıl? Nasıl olacak da biz aynaya yansıyan ve hoşa git-

351
İlişkiler ve Denge

meyen tüm bu şeyleri ve kendimizi öylece kabul edip seveceğiz?


Kendimizi sevmenin öneminden hiç söz etmemiş ve bu
konuda bize hiçbir anlayış kazandırmamış bir dünya’da, kabul
etmek konusunda sıklıkla sorun yaşadığımızı ve aslında bunca
negatif durum içinde neyi nasıl kabul edeceğimiz konusunda
kafalarımızın oldukça karışık olduğunu kendi geçmiş deneyim-
lerimden biliyorum. Bu gerek kendimizle olan ilişkilerimiz ve
gerekse de insanlarla olan ilişkilerimiz açısından hepimiz için
zorlayıcı bir şey ve tıpkı teslimiyet olgusu gibi, aslında sözlerle
ya da akıl yoluyla anlaşılması zor olan ve sadece deneyimlerle
ifade bulacak olan bir şey. Ancak kabul konusundaki şu gerçek
önemlidir:
Kendi kişilik özelliklerimiz içinde özellikle negatif gibi gö-
rünen bir şeyi kabul etmek, onun olduğu gibi kalmasını istemek
ya da onun uygunluğunu doğrulamak anlamına gelmez. Gerçek
bir kabul, “her şeyin var ve geçerli olduğunun derin düzeyde
onaylanmasıdır.” Yani kabul dediğimiz şeyin aslı, var olanın va-
roluş gerçekliğinin ve aynı-tek kaynaktan geldiğinin kabulüdür.
Bu aynı zamanda her şeyin Tanrısal olduğunun da derin düzey-
de onaylanmasıdır. Eğer bizler kendi benliğimizi bir değişim ve
dönüşüm sürecine sokacaksak, böylesi bir kabul olmadan bunu
yapmamızın mümkün olmadığını anlamamız gerekir. Bu süreç,
değişmesi ya da çekip gitmesi istenen her hangi bir düşünce ve
duyguyla çatışarak, onu bastırarak ya da kontrol altına alarak sür-
dürülemez.
Aynı şey ilişkide olduğumuz her şey ve herkes için geçerli-
dir. Bizler herhangi bir insanın bizimle uyum göstermeyen kişi-
lik özellikleri ile istesek de rezonansa giremeyiz. Bu neticede bir
enerji meselesidir. Fakat buradaki kritik olan şey, rezonans içinde
bulunamadıklarımızın da aynı-tek kaynaktan geldiğinin ve öyle-

352
Can Arif

ce geçerli olduğunun “derinlemesine” anlaşılması ve kabulüdür.


Bu, her hangi bir insanı duyularımızı bastıran bir akıl oyunu için-
de sevmekten çok daha önemlidir. Buradaki sihir şudur ki biz bir
şeye varoluşsal düzeyde kabul sunduğumuzda, onunla çatışma-
ya neden olacak ayrılık duygusunu ve kalp yolumuzu kapatacak
olan kişisel antipati duygusunu yok etmiş oluruz. Böylece bu tip
bir kabul hem kendi içsel süreçlerimiz açısından bize uyumlu ve
sağlam bir zemin hazırlar, hem de insanlarla olan ilişkilerimizde
bizi çok daha uyumlu ve başarılı kılar. Şüphe yok ki insani düzey-
de bizler birbirimizi asla yeterince takdir edemeyeceğiz. Ancak
hepimizin Bir olduğu gerçeği, uyum ve denge içinde ilerledikçe
bizim tek-gerçeğimiz olarak karşımıza çıkmaya devam eder.
Bizim özellikle hoşa gitmeyen duygularımızı hissetmekten
kaçınma alışkanlığımız açıktır. Ve gerçek şu ki bizler kötü ve de-
ğersiz diye öğrendiğimiz duygularımızı deneyimlemekten kaçın-
mak ya da onlarla yüzleşmemek için çok çeşitli yollar denedik ve
geliştirdik. İzole olduk, bastırdık ya da başkalarını öyle kontrol
ya da manupile ettik ki bu duygularımız ortaya çıkmasın. Fakat
sonuç; enerji hep oradaydı. En ufak bir tetikleyici onu hareket
geçirmeye daima yeterli oldu. O halde şimdi şunu sormalıyız;
örneğin öfke ile ne yapmalıyız? Öfke gerçekten yok edilmesi ge-
reken bir şey midir? O, bastırılması ya da kontrol altına alınması,
görmezden gelinmesi ya da savaşılması gereken birşey midir?
Bence hiçbiri…
Biz öfke duygusuyla nasıl bir iş çıkaracağımızı ve genel
olarak duygularla nasıl çalışacağımızı incelemiştik. Her duygu
benliğin bir parçası olarak görülmeli ve kabul edilmelidir. Ve her
duygu, daima biz onun vasıtasıyla belirli bir deneyimi yaşayıp
kucaklayalım diye iş gören bir katalizörlerdir. Bu yoğunluk de-
recesi, bir ayrılık ve dualite katıdır. Burada kutuplar vardır ve bir

353
İlişkiler ve Denge

işin ortaya çıkması için her duygunun zıttı ile etkileşime geçmesi
gerekir. Hiçbir şey, sadece iyi ya da sadece kötü şeklinde değer-
lendirilemez. Her şeyin bir işlevi vardır ve özellikle duygular, biz
onları deneyimleyelim diye vardırlar. Ve elbette onlar yoluyla
kucaklamayı, kabulü, merhamet ve şefkati öğrenelim diye. Eğer
son tahlilde her şey Varolan’a aitse, o zaman hata-yanlış yoktur.
Sadece deneyimler ve seçimler vardır. Her duygu, her düşünce,
her veçhe kabulü ve sevilmeyi bekler. Çünkü her biri Tanrısal
ve her biri geçerlidir. Öyledir, çünkü her şey Bir’dir. O halde
önce hissetmeye açık olmalıyız. Hissettiğimiz her şeyin bize ait
olduğunu kabul ederek, bilinçli seçimler yoluyla biz benliğimizi
uyum ve dengeye doğru sürebiliriz. Kontrol ve bastırmak, arın-
ma süreçleri ve kişilik disiplinleri açısından asla bir çözüm de-
ğildir. Hele varolanla savaş bize hiçbir şey kazandırmaz. Varolan
her şey kendini nasılsa ifade edecektir. Böylece hissetmeye açık
biçimde duygularla çalışmayı öğrenmemiz gerekir. Bu nedenle
içsel dengeleme çalışmaları bizim için önemli ve gereklidir.
İnsan sevmek ister. Ancak insan önce kendini sevmelidir ve
bunun için de benliğinde olan her şeyi Tanrısal bir ifade olarak
koşulsuzca kabul etmelidir. Sihir ya da simya buradadır. Fakat
unutmamalıyız ki bizlerin olumsuz ya da negatif gibi görünen
yönlerimizi kabul ediyor oluşumuz, daha sevgiye dönük seçim-
ler yapma irademiz ve özgürlüğümüz olmadığı anlamına gel-
mez. Kabul yoluyla uyumun sağlanması ayrı bir şeydir, bir seçim
yapmak iradesi ayrı bir şey. Kıskanç olduğumuzu yargılamadan
kabul eder, kıskançlık duygumuzu hissetmeye açık oluruz. Ama
kıskançlık duygusuyla gidip bir insanın yakasına yapışmayız. Biz
o duygunun bize söylediği şeyi kendi içimizde yaparız. Bu bir
bilinçli seçimdir ve seçimlerimiz, bizim ruhsal yolculuğumuzun
kadersel yolunu döşeyen taşlardır.

354
Can Arif

Sonuçta hiçbir varlık kendinde olmayanı bir başkasına ve-


remez. Hiçbir varlık kendi için tezahür ettiremediğini bir başka
varlık için yapamaz. İnsan önce kendini koşulsuz biçimde kabul
etmeli ve sevmelidir. Bunu için de önce kendini tanımalıdır. Ha-
yatın içinde ve uyanık biçimde..Tarafsız ve objektif..Hissetmeye
açık, direnmeden, kendi içinde çatışmadan ve yargılamadan..
Haklı çıkma çabası içinde olmadan ve mazeretlere sığınmadan..
O halde kendimize sorsak; acaba insan kendini tanır ve ka-
bul ederse ne olur?
Bir teslimiyet ve sevgi olmaz mı? Bunu tüm kişilik özellikle-
rimiz için yaparsak bir bütünlük ve uyum olmaz mı? Ve böylesi
bir uyum içinde hareket eden bir varlık diğer tüm varlıklara da
aynı şekilde yaklaşmaz mı? Tüm o aynada görülenleri şefkatle
kabul ettiğimizde ve direnç ve çatışma yoluyla onları büyütme-
diğimizde ortaya çıkan şey gerçek bir sevgi olmaz mı? Ve bu sev-
gi, diğer her varlığı kuşatmaz mı? İşte o zaman yargılamalar bir
son bulmaz mı? İkilik o zaman bitmez mi? İllüzyonun ayrılık sis-
leri o zaman dağılmaz mı? O zaman gerçek bir kabul olmaz mı?
İnsan, gerçek doğası sevgi olan varlıktır. Her parçasıyla, her
yönüyle, her unsuruyla; parçalara bölünemeyecek biçimde bü-
tün ve tam olan sevgi. Ancak bunu ortaya çıkaracak olan süreçte
kendimizi kabul etmek değişmez, kendimizi tanımak ise her an
sürüp giden bir iş olmalıdır.

Pişmanlıktan Özgürleşmek ve Kendini Bağışlamak


Var olan her şeyin tek-bir varlık olduğunu anladığımızda, her-
hangi bir varlığın yaptığı herhangi bir şeyin, onun ayrı bir var-
lık olarak tek başına yaptığı bir şey olduğunu düşünebilir miyiz?
Spiritüel açıdan bu gerçekten mümkün müdür? Bence değildir.

355
İlişkiler ve Denge

Şüphesiz özgür irade oyuncunun oyunu nasıl oynadığını


belirler ve bu kozmik oyun içinde her varlık kendi seçimleriy-
le hareket etmektedir. Ancak ruhsal düzeye geldiğimizde tüm
yaratımın tek-bir yaratım olduğu görürüz ki o durumda biz hiç-
birimiz herhangi bir şeyi tek başımıza yapmış olamayız. Çünkü
aslında biz diye bir şey yoktur.
Elbette burada bunları söylerken iki anlayışı bir potada
eriterek, belirli bir rafine anlayışı ortaya çıkarıyoruz, çünkü bu
çok gereklidir. İnsan bir taraftan kendi özgür iradesinin ve se-
çimlerinin sorumluluğunu almalı ve bununla yüzleşmeli, ancak
diğer yandan hiçbir yaratımın BİR’den ayrı olmadığı gerçeğini
de unutmamalıdır. Böylece bu anlayışın bize sunacağı en yararlı
katkı, kendi yaratımlarımızdan pişmanlık duymayacak ya da du-
yuyorsak da onları affedecek bir idrak noktasına gelmemizdir.
Biz hiçbir şeyi tek-başımıza yapamayız. Bir şey vuku bula-
cağında Yaratan oradadır ve elbette biz Tek Sonsuz Yaratan’dan
ayrı değiliz. Bizim tüm özgür irade kullanımımız ve tüm seçimle-
rimiz gerçekte O’nun seçimleridir. Dolayısıyla biz yalnız değiliz.
O bakımdan kendi benliğimizden ya da öğrenim yolunda yap-
tıklarımızdan durmaksızın hayıflanmak ve bunlar için kendimizi
suçlamak bize hiçbir şey kazandırmaz. Tam aksine enerji beden-
lerimizi daraltır ve kirletir.
Kendini tanımakla ve kabulle gelişen kişilik disiplinleri sü-
reci, kendini bağışlamayla devam etmelidir. Bu noktada ister ira-
demizi kullanalım, isterse de bu iradeyi kalbimizden alacağımız
güçle destekleyelim, bu bağışlama işini mutlaka yapmak zorun-
dayız. Kaldı ki karmik süreçlerin dengelenmesinde de bildiğimiz
gibi kendini bağışlamak olmazsa olmazdır.
Pişmanlık köklü ve eski bir alışkanlıktır. On binlerce yıllık
insanlık tarihinin unutkanlığı içinde kendi benliklerine uzak

356
Can Arif

düşmüş insanlar, gezegensel ve toplumsal bilincin öğrettikleriyle


kendi benliklerini suçlar ve ayıplar hale gelmiştir. Ancak bu fasit
döngünün mutlaka kırılması gerekir. Elbette aynı hataları defa-
larca tekrar etmeyeceğiz ve hatalarımızdan ders alacağız. Ancak
yapılanlar için pişmanlık duygusuna tutunmak bizi ileri taşımaz.
Yaşadığımız her şey bizim deneyimlerimiz ve öğrenme yolları-
mızdır. Pişmanlık ise öğrenilmiş ve öğretilmiş bir alışkanlıktır.
Fakat bu duygudan özgürleşmek bizim elimizdedir. Bu özgürlük
de bize kendimizi ne olursa olsun affetme özgürlüğü getirecektir.

İzin Veriş
İzin vermekle söylemek istediğimiz şey, “olmak” haline izin ver-
mektir. Bu, yok sayılan ya da bastırılan duyguların ya da benlik
bölümlerinin de geçerli olduklarının kabulüne açık olmaya, on-
ları hissetmeye açık olmaya ve onların etkilerini deneyimlemeye
ve gözlemeye açık olmaya izin vermektir. Ama bu, yakıp yıkan
duygularla bilinçsizce hareket edeceğiz demek değildir. Burada
irade bizim elimizdedir ve benliğin irade ve iman yoluyla disip-
line edilmesinin önemi de burada karşımıza çıkmaktadır. Bizim
her zaman sevgiden ve uyumdan yana bir seçim yapma şansımız
vardır. Ama bunun için olanı bastırmak ya da yok saymak zorun-
da değiliz. Sevgiden yana çok daha bilinçli seçimler yapmak bi-
zim elimizdedir. İçimizdeki o saklı güç; irade bunun için vardır.
Kalplerimizdeki sevgi bunun için vardır.
Aslında insanlık kültürü olarak biz çok basit olan şeyleri son
derece karmaşık hale getirdik. Bizler kendi benliğimizde varo-
lan her şeyin kucaklanması gerektiği gibi çok basit bir anlayışını
unuttuk ve bu nedenle önce kendimizde başlayan çatışmayı tü-
müyle dışarıya yansıtarak, görünen bu kaotik dünya’yı yarattık.
Sonra da bu rüyaya suçlular atfedip, yeniden ve yeniden savaştık.

357
İlişkiler ve Denge

Gerçek şu ki farkındalık içinde kendisini ifade etmesine izin


vermediğiniz her şey, eninde sonunda bizim varlığımız yoluyla
kendini ifade edecektir. İnsan öfkelidir, insan kıskançtır, insan
suçlayıcı ve yargılayıcıdır. Fakat insan Tek Sonsuz Yaratan’ın
yansımasıdır. Ve insana dair her duygu, düşünce, eylem de öyle.
Dolayısyla ayıramazsınız. Parçalayıp bölemezsiniz. Ayrı bir ben-
lik yaratıp onunla düşmanca bir ilişki içine giremezsiniz. Bunları
yaptığınız her an, siz kendi yazgınıza yeni zorluklar ekliyorsunuz
demektir.
Basit çözüm, kabul etmek ve hissedişe açık biçimde izin
vermektir.Geçerli olan iyi bir yol zihni kapatıp kalbi açmaktır.
Normalde zihin durdurulamaz, ancak dikkat tümüyle kalp mer-
kezine verilebilir. Her şeyin BİR olduğunu kalben hatırlamak
daima en kestirme çözümdür. Bakılan her yüzde Yaratan’ı gör-
mek daima en iyi işaretçidir. Böylece her şeyin içindeki “birlik-
te-yaratan” olgusunu görmek, her şeyin Varoluş’un benzersiz
ifadesi olduğunu onaylamak ve izin vermek; bizim vuku bulan
ve vuku bulması kaçınılmaz olana karşı ödevimiz ya da sorumlu-
luğumuzdur. Olacak olan daima olur. Ve neden-sonuç ilişkisi bu
sonsuz yapıyı açıklamaya yetmez.

Değişim-Dönüşüm ve Seçim
Varolan hiçbir şey yok edilemez. Her şey ışık ve her şey enerjidir.
Ve enerji yalnızca değiştirilebilir ve dönüştürülebilir. Böylece
hiçbir düşünce ve duygu da yok edilemez. Bunların her biri, ka-
bul ve anlayış zemininde kullanarak değiştirip dönüştüreceğimiz
birer enerji modelidir. Bu değişim ve dönüşüm sürecinde ise ka-
bul konusunda ortaya çıkacak en yakıcı sorun, bunların söyle-
mekle olmayacağıdır.
Şu ana dek kabul konusunda birçok şey söyledik ve bunun

358
Can Arif

öncelikle kendini tanımakla başlayacağını ifade etmeye çalıştık.


Çeşitli anlayışlar paylaştık ve çeşitli görüşler iler sürdük. Ancak
şurası bir gerçek ki, hiç bir şey zorla yapılamaz. Çünkü bu da bir
başka çatışmadır. Kendi duygularınıza rağmen kabul edemezsi-
niz. Sadece kabul etmeliyim diyerek de kabul edemezsiniz. Her
ne kadar irade bu noktada büyük bir güce sahip olsa da, kabul
ve değişim isteğinin içerden gelmesi gerekir. Bunun asıl merkezi
kalptir. Ancak o zaman irade çok daha büyük bir güçle bu işe
damgasını vurabilir.
Değişim ve dönüşüm niyetiyle yola çıktığımızda ve bunu
yüreğimizde hissettiğimizde, irademizi kullanmak, kendimizi ta-
nımak ve olan her şeyin olduğu şekliyle geçerli olduğunu tefek-
kür yoluyla onaylamak, bizi kendimizi kabule ve sevmeye götü-
recek olan süreçtir. Yapacağımız bilinçli seçimlerle yol aldığımız
bu süreçte kendimizi ve diğerlerini her durumda affetmeye açık
olmak ise, bizi kalbimiz içinde nefes almaya götürecektir.
Bakın Eckhart Tolle ne demiş, “ İçsel değişim-dönüşüm söz
konusu olduğunda, sizin onunla ilgili yapabileceğiniz bir şey
yoktur. Sizin yapabileceğiniz tek şey, değişim ve dönüşümün
meydana gelebileceği, inayet ve sevginin girebileceği bir alan, bir
boşluk yaratmaktır.”
İş de bu da bir izin veriştir ve ancak kalp yoluyla yapılabilir.. 
Şimdi bir seçim zamanıdır. Bu seçim olanla olması gereken
arasında değil, olanın sevgi ve şefkatle kabulü ya da reddedilmesi
arasındadır.
Unutmamalıyız ki her an bir sonraki anın zeminidir. Kabul,
uyum ve denge yaratır. Reddetmek ise çatışma ve ayrılık. Biz
neyi seçersek, onu inşa ederiz. Korku ve ayrılık yönünde yapılan
seçimler de vardır, sevgi ve birlik yönünde yapılanlar da. Hepsi
vardır ve hepsi geçerlidir. Tüm mesele seçim ve deneyimdir. Biz

359
İlişkiler ve Denge

neyi seçersek, yaşam onu doğrulayacaktır. Biz nasıl algılıyorsak,


bizim gerçeğimiz o olacaktır. Fakat insan “bilinçli seçim” yap-
mayı öğrenmelidir. Korkularımızı ve yargılarımızı kucakladığı-
mızda ve her an bir seçim şansımızın olduğunu bildiğimizde ve
o seçim her ne ise onun geçerli ve Tanrısal bir ifade olduğunu
anladığımızda ikilikten doğan çatışmalar sona erer ve ruhun ka-
natları yelken açar.

360
Özet
Biz bu iki kitap boyunca çok basit bir şey üzerinde konuştuk ve
odağımızı daima bu basit şey üzerinde tuttuk. Bu şey sevgidir ve
o sevginin mayaladığı birliktir. Ancak bu basitlik, her hangi bir
insan için perdenin altına gömülmüştür. Bu açıdan eğer bizler
hayatımızı ve ilişkilerimizi sevginin basit seçimi üzerine kurgula-
yacaksak, zihinlerimizdeki perdeyi aralamamız gerekir. Böylece
kadim yolculuğumuzun bu bölümünde bizim işimiz bu perdeyi
aralamak ve ışığın içeri girmesini sağlamaktır. Bu ışık sevginin
ve birliğin ışığıdır ve onun gücünü taşır. Bizler de kendimiz için
sevgi dolu ve koşulsuz hizmete yönelik bir hayat yaratacaksak,
bizim bu ışığa olan ihtiyacımız kaçınılmazdır.
Bizler, perdeyi aralamakta bize yardımcı olacak birçok bilgi
ve anlayış üzerinde durduğumuz bu uzun çalışmada,sevgi/ışığın
kalplerimiz içinden özgürce akması için anahtar görevi yapacak
bazı hususların öne çıktığını görebiliriz. Ben de sizlere veda etme-
den önce bunları özetlemek ve son bir kez hatırlatmak istedim.

363
İlişkiler ve Denge

1. Öncelikle tüm hayatın tek-bir sevgi hareketi olduğunu


ve bu tekliğin bizim birliğimiz olduğunu hiçbir zaman
unutmamalıyız. Biz ne zaman zorlayıcı bir durumla
karşı karşıya kalsak ve ne zaman olanın ötesine geçme
ihtiyacı duysak, bizim bu anlayışı hatırlamamız gere-
kir. Bizim neden burada olduğumuzu ve ne yaptığımızı
unutmamamız gerekir.
2. Bizim Dünya Ana’ya ve onun kırmızı ışın enerjisine
bağlanma ihtiyacımız kaçınılmazdır. Bu yüzden bizim
topraklanmaya ve doğal çevreyle birlikte olmaya olan
ihtiyacımız süreklidir.
3. Bizler bu yolda ilerlerken, neden burada olduğumuzun
bilgisini taşıyan bakış açılarına ihtiyaç duyarız. Biz yaşa-
ma ve olaylara çok daha farklı ve geniş bir bakış açısıyla
yaklaştığımızda, bunun sağlayacağı yaşam enerjisinin
bize ne kadar gerekli olduğunu anlamalıyız.
4. Bizim kendi özgün bireyselliğimiz içindeki varlığımız,
Yaratan’ın eşsiz bir parçasıdır ve ne olursa olsun bizim
bunu hatırlamamız gerekir. Bizim sevgiye olan ihtiyacı-
mızın temelinde, kendimizi sevmeye olan ihtiyacımız
vardır. Bu sevginin sürekliliği açısından bizim kendimi-
zi sürekli olarak kabul edebilir ve affedebilir durumda
olmamız gerekir.
5. Bu dünya üzerindeki bütün ilişkiler üçüncü bir tarafı
kapsar ve o Yaratan’dır. Biz her ilişkimizi O’nun kendi-
ni ifade etme çabası olarak görmeli ve her ilişki içinde
O’nun varlığını hissetmeye açık olmalıyız. Bu açıdan biz
ilişki içinde olduğumuz her varlığın da her şeyle Bir olan
Yaratan olduğunu unutmamalıyız. Biz diğer insanları da
her zaman affedebilir durumda olmalıyız ve kişisel anti-

364
Can Arif

patinin kalp merkezimizi ne kadar kapattığını göz ardı


etmemeliyiz.
6. Biz bir illüzyon içinde olduğumuzu ve bu illüzyonun,
polarizasyon dediğimiz bir olgu içinde çalıştığını an-
lamalıyız. Bizim zihinlerimiz ne kadar kendine dönük
olursa olsun, bizim ilerlememizin merkezinde bu olgu
olduğunu ve bu olgunun, hangi yolla olursa olsun koşul-
suz ya da karşılık beklemeyen yardım ve hizmeti kapsa-
dığını hatırlamalıyız.
7. Bizler hepimiz bir enerji bedene ve çakra sistemine
sahibiz ve biz bu sistemi koruma ve ona bakım yapma
ihtiyacımıza saygı duymalıyız. Bizim enerji bedenleri-
miz sevgi/ışığın içinden aktığı bir kanaldır ve bizim bu
kanalı açık ya da temiz tutmamızın birinci öncelik oldu-
ğunu anlamalıyız. Ve bu öncelik içinde kalp merkezimiz
içindeki bilince nüfuz etmek bizim ilk hedefimizdir. Bu
açıdan biz enerji sistemimiz içinde öncelikle kalbe gi-
den yol üzerinde çalışmalıyız.
8. Biz hepimiz bir kozmik oyun içinde olduğumuzu anla-
malıyız. Bu oyunda biz, karanlık yolu seçen varlıkların
da aynı Bir’in parçası olduğunu ve bu yolun da Yaratan’a
giden iki yoldan biri olduğunu anlamalıyız. Ayrıca biz,
bu oyunun çeşitli yasa ve prensipler yoluyla oynanıyor
olduğunu unutmadan, bu konularda bilgi edinme ih-
tiyacımıza önem vermeliyiz. Özellikle özgür irade ve
karma gibi konularda bizim bilgi ve anlayışa fazlasıyla
ihtiyacımız var ve biz, bu oyunun üçüncü sınıfından
mezun olmak için karmalarımızı bitirmek zorunda ol-
duğumuzu anlamalıyız.
9. Özgür iradeyle yaratılan bir evrende, biz hepimiz özgür

365
İlişkiler ve Denge

irade sahibi varlıklarız ve seçimlerimizin sorumluluğu-


nu almayı öğrenmeliyiz. Bizim ilerlemek için acı dolu
eski çuvalları ve bu çuvallar içindeki suçlama ve yargı-
lama alışkanlıklarımızı bırakmamız gerektiğini anlama-
lıyız.
10. Bizler, bizi bu yolda engelleyen kadim alışkanlıklarımı-
za ve eğilimlerimize karşı uyanık olmalıyız. Gereksiz
korkularımız, abartılı endişelerimiz, yargılama alışkan-
lıklarımız, acıya karşı duyduğumuz eğilim, çatışma dür-
tümüz ve haklı çıkma çabamız gibi şeyler bizim köklü
alışkanlıklarımızın ve dikkatsizliklerimizin eseridir.
Bunlar zihin-bedenin ayrılık dolu üçüncü boyut dünya-
sına tutunmak için kullandığı eski araçlardır. Bizim bu
araçlara ve zihnimize karşı uyanık olmayı öğrenmemiz
gerekir.
11. Derin bir şükran duygusu kalbin enerjisini taşır ve Ya-
ratılış’a olan inancın yansımasıdır. Bizler şükretmeyi
ihmal etmemeliyiz. Ama bizler iman duygumuzu yete-
rince geliştirmeden şükretmenin metafizik önemi ko-
nusundaki sezgisel bilgiye sahip değiliz. Fakat yine de
şükran duygumuzu geliştirmeliyiz ve bunun iyi bir yolu,
her şeyin içindeki pozitif olanı görme çabasıdır. Şük-
retmek, her şeyin Yaratan’dan geldiği inancı üzerinde
yükselen derin bir kabul, onay, onurlandırma ve teşek-
kür duygusudur. Saf bir şükür duygusu Yaratılışla olan
uyumun göstergesidir.
Ben sözlerime burada son verirken, içimden gelenlerle size
seslendiğim bir yazıyla sizlere veda ediyorum. Yaratan bu kadim
kardeşlik ve sevgi yolculuğunda her birimize yol açıklığı versin.
Eğer bizim sözlerimiz sizin kalbinizde ufacık bir yere dokunduy-

366
Can Arif

sa, biz amacımıza ulaştık demektir.


Sevgi ve ışıkla kalın.

Sevgi Yolu ve Yaşamı Onurlandırmak


Hayat Yaratan’ın muhteşem projesidir. O, bu projeyi koşulsuz
sevgiden yaratmıştır ve bunu anlamak için bir mabede kapan-
mak gerekmez. Sevgi hayatın içindedir ve ihtiyacı olana verile-
cek en büyük hediyedir.
Temelde hayat basittir. Sevgi bu basitliğin temelidir. O ve
onun gücü daima içimizdedir ve onu ortaya çıkaracak olan biz-
den başkası değildir.
Hayatı yaşamak bir onur ve kutsamadır. Bu her şeye rağmen
böyledir, çünkü hayatın kendisi tek-bir sevgidir.
Ruhsal yolda olmak yaşamı dışlayan bir münzevi hayatı ya
da sofuluk değildir. O, tüm varlığınla kendini yaşama açmak ve
yaşamın içinde öğrenmektir. Sofuluk insanın zihninde ve evren
varlığın içindedir. İnsan, sofu olmadan da sevmeyi öğrenebilir.
Gerçek ruhsallık hayatı basitçe sevgi içinde ve evrensel ya-
salara göre yaşamaktır. Gerçek bir ruhsal öğrenci, hayatını sevgi
için adayandır. Hayat bir okuldur ve o sevgiyi öğreten bir öğret-
mendir. Biz öğrenerek, keşfederek ve eğlenerek büyürüz..Bugü-
ne kadar olanlar ve bundan sonra olacak olanlar zaman illüzyo-
nunun bir parçasıdır. Gerçekte yalnızca bu anın önemi vardır ve
bu “an” sonsuzluğun kendisidir.
Bu hayat okulunda bilinçli oldukça hatalarımız sevginin öğ-
reniminde değerli yol arkadaşlarıdır. Hatalardan ders alındığı ve
tekrarlanmadığı sürece, hata yapılmamıştır. Okul yaşamın kendi-
si ve öğretmen hayatın tüm sevinç ve kederidir.
Dünya, sevginin çocuğudur ve onun çocukları zararsızlığı

367
İlişkiler ve Denge

öğrenmelidir. Çünkü zararsızlık sevgiyle yaşamanın temelidir.


Bu kitlesel rüya içinde insan incitir, zarar verir ve öldürür. Ancak
insan unutkandır ve bunu yapmaya devam eder. Oysa her şey
zararsızlıkla başlayacaktır. Fiziksel, zihinsel, duygusal ya da psi-
kolojik; zarar vermek varlığın kendi kendine yaptığıdır.
Ölen ölmüştür, incinen incinmiş… Asıl ölen, öldürenin
kendisidir ve inciten incinendir. Her varlık BİR’in parçasıdır ve
zarar, zarar verenin boynuna taktığı yol arkadaşıdır. İnsan zarar
vermeden sevmeyi öğrenmelidir. Sevmek, bu boyutta sevmek
önce zararsızlık ilkesini öğrenmektir.
Geçmiş bitmiştir ve gelecek şimdi ekilen tohumların yeşer-
mesidir. Ve biz tohumları onurla, mutlulukla ve sevinçle ekebili-
riz. Keder ve acı da vardır ve onlar da tohumları sulayan, hayatın
diğer parçalardır. Yaşamak, dolu dolu yaşamak iyidir ve yüreği-
nin üzerinde yükselmekte öyle. Ve yürek, en iyi sığınaktır. O sev-
ginin kendisi ve hayatın mayasıdır.
Bu yolda diğer insanların düşünceleri ve seçimleri önemli
değildir. Önemli olan bizim seçimlerimiz ve niyetlerimizdir ve
bu konuda sorumluluk yalnızca bize aittir. Biz kendimizi illüz-
yonla sınırlarsak, bundan kimse sorumlu değildir.
Görünüşte ne yaptığımız çok önemli değildir, içimizde ve
kalbimizde ne olup bittiği önemlidir. İnsan kendini tanımalıdır;
hayatın içinde ve her durumda. Kendimizin tanığı olarak ve göz-
lemleyerek. Öfkelendiğimizde ve incindiğimiz de. Sevindiğimiz-
de ve üzüldüğümüzde. İşler iyi iken ve kötü iken. Yargılamadan
ve suçluluk duymadan. Macera dolu bir serüven gibi.
Evren ceza ile çalışmaz. Çünkü herkes kendinin yapanı-
dır ve her seçimin bir sorumluluğu vardır. Sevmenin de. Onun
bedeli(!) koşulsuzluğudur. İnsan böyle sevmeyi öğrenmelidir.
Çünkü bu aşk insanın Yaratanla olan aşkıdır.

368
Can Arif

Sevmek ve koşulsuzca sevmek en iyi duadır, geri kalan te-


ferruattır. İnsan hiçbir zaman sevdiği zamandan daha güçlü ve
kudretli olamaz. Sevmek, sevginin kendisi için sevmektir ve o
en yüce duygudur. Her insanın içinde sınırsızca seven bir varlık
vardır.
Biz tam olarak sevgiyle doğarız ve çocukluğumuz bir masu-
miyet sürecidir. Fakat büyüdükçe saflığımızdan çalar, sonra da
sevilmemekten ve sevememekten şikayet ederek acı içinde ya-
şarız. Oysa sevgi daima aynı yerdedir. O hiçbir zaman bizi terk
etmemiştir, sadece biz ona yüz çevirmişizdir. Sevgi almanın en
iyi yolu hiçbir şey beklemeden sevmektir.
Biz kendimiz olmalıyız. Yaşamı temiz bir bakışla görmek
için saplantılardan, ön-yargılardan ve bağımlılıklardan arınmalı-
yız. Yaşamlarımıza bir anlam katmalıyız ve bu anlam hiçbir şeye
bağlı olmak zorunda değildir. Anlam ve sevinç yüreğin merke-
zinde, hayatın içindedir..
Bu yolda sevmeden ve alçakgönüllü olmadan bilgeliğe ula-
şılmaz. Fakat insan için bu zordur. Hırs ve elde etme yarışı içinde
paylaşmayı bilmez, sevemez ve alçakgönüllü olamayız. Sevmek
yüreğiyle yürümek demektir ve bilgelik onun incisidir.
Burada her şey kutsaldır; her şey büyük yapının bir parçası-
dır. Eğer yüreğimizle bakarsak, bu muhteşem yapıyı görebiliriz.
Ağaçlar da ve kuşlar da. Toprakta ve gökyüzünde.
Sevgi ve onun sunduğu özgürlük bize verilen en büyük ar-
mağandır. Fakat özgür olmak yalnız olmayı göze almaktır. Ancak
bu sadece dışarıda bir yalnızlıktır. İçerde Tanrının tüm yaratımı
bizimledir.
Ölüm her an bizimledir ve bizimle yürür. Ancak hayatı sevgi
için yaşayanlara ölüm bir armağandır, yeni bir günün ışıması ve

369
İlişkiler ve Denge

yeni bir hayatın doğuşudur. Çünkü sevgiden eli boş dönen olma-
yacaktır. Şüphesiz korkan insandır ve bu doğaldır. Fakat sevgi in-
sanı, ölümün gerçek anlamını hisseden ve bilendir. Sevgi insanı,
onu arar ve özler. Sevgi insanı için sevgiyle öldüğümüz ve sevinç-
le doğduğumuz her yaşam, bizim Yaratan’a şükran duygumuzun
ve O’nu onurlandırmamızın bir parçasıdır.
Biz yaşamın ve ölümün gizemli vadisinde her günümüzü
Yaratan’a şükran duygusu içinde yaşayabiliriz. Aldıklarımızdan
çok daha fazla verdiklerimiz ve verebildiklerimiz için. Ve bizim
Yaratan’a hizmet etmememiz olanaksızdır ve bu hizmetin bir sı-
nırı yoktur. Fakat bizi bu şükür ve hizmet yolundan alıkoyacak ve
kalbimize giden yolu tıkayacak en güçlü şey varoluşu ve varolu-
şumuzu algılama biçimimizdir.
İnsan varlığı kadim ve ortak belleğinden gelen sonsuz sayıda
sapmaya sahip olabilir ve biz bunlar karşısında kendimizi dağıl-
mış ve parçalanmış hissedebiliriz. Ancak bizim kalbimiz muaz-
zam bir eriteçtir ve aklımız, zihnimizden çok daha fazla ve çok
daha derin bir enginliğe sahiptir. Biz bizi yolumuzdan alıkoyan
her şeye karşı dikkatli bir gözlemci olmalıyız.
Bizim diğer benlikler dediğimiz, kendi benliklerimizdir. Biz
ve diğerleri, tek-bir yüce benliğin bütünlüğüdür. Aldıklarımız
kendimizden aldıklarımızdır. Verdiklerimiz kendimize verdikle-
rimizdir. Sevgi hepsi için aynı ve hepsi için Bir’dir. Fakat biz bir
seçim yapmak zorundayız. Almaktan çok daha fazla vermenin
aydınlık yüceliği ya da vermekten çok daha fazla almanın ka-
ranlık cazibesi arasında. Ve sevgi, bizim verebileceğiniz en yüce
hediye ve onu paylaşmak en büyük hizmettir. Tek yapmamız ge-
reken, bunun koşulsuzluğu için çalışmak ve bilincimizi bu yol-
da beslemektir. Her şey geride bırakılabilir, her şey affedilebilir,
her şey kendi kalbimiz içinde sevgiye dönüştürülebilir. Yaşam ve

370
Can Arif

belleğimiz aynı şeyleri tekrar ve tekrar karşımıza çıkarsa da, bu


her zaman yapılabilir. Böylece biz yaşamı basitçe ve kalbimizin
yüceliği içinde onurlandırmış oluruz..

371
Evrensel İşleyiş ve Ruhların Hasadı
Tüm yaratımın doğası koşulsuz sevgidir ve sonsuzluğun çocukları olan bizler de
tam olarak koşulsuz sevgiden yaratıldık. Bizler hepimiz, evrendeki varoluşu BİR
kılan bu tek-özün ışığını yeniden hatırlamak ve paylaşmak için buradayız. Ancak
evrensel sevgi yolunda ruhsal uyanış ve arayış sürecine başlarken, çoğumuz bunu
başlatacak olan bir şeyin ortaya çıkmasına ihtiyaç duyarız. Bu bazen yaşamları-
mızdaki travmatik bir olay olabileceği gibi, bazen de içine dönme vaktinin geldiği-
ni hatırlatan basit bir işaret ya da bilgi olabilir.

Can Arif, iki kitaplık Varoluş Serisi ile hem bu dokunuş için bir katalizör oluştura-
bilecek hem de spiritüel sürece yeni başlamış ve ilerlemiş olanlarımıza katkı sağ-
layabilecek bilgi ve anlayışları bizlerle paylaşıyor. Serinin ilk kitabında, evrensel
işleyişin temel yapısı ve ruhsal hasada dair en çok merak edilen soruları yanıtlıyor:

• Evrende ne olup bitiyor ve gerçekte bizler burada ne yapıyoruz? Var olan


her şey Bir ise, o halde sürüp giden şey yalnızca kozmik bir oyundan mı
ibaret? Eğer her şey bir oyunsa, bu oyunun amacı ne?
• Evrensel tekamül doğası ne? Burada hepimiz, her şeyi Bir eden Sevgiye
doğru tekamül eden yolcularsak, bu yolculuk nasıl yapılacak? Bizler ruhsal
olarak nasıl tekamül ediyoruz?
• Fiziksel ölümden sonra ne var? Gezegensel geçiş dediğimiz evrensel olgu
ve ruhsal hasat nedir? Ne zaman hasat olacağız ve hasada nasıl hazırla-
nacağız? Yeni Dünya nasıl doğmaktadır ve dünyayı nasıl bir gelecek bek-
lemektedir?
• Daha yüksek yoğunluk derecelerinden gelen Gezgin varlıklar kim ve nere-
den geliyorlar? Niçin buradalar ve neden bu kadar çok sayıdalar? Gezgin
olmak nasıl bir şey ve kimler Gezgin olabilir?
Meraklılar İçin BUDİZM
Temel Sorulara Doyurucu Cevaplar

Buda kimdi ve insanlara ne öğretti?


Zen ve zazen nedir?
Meditasyon esnasında ne oluyor?
Farkındalık nedir?
Herkes aydınlanabilir mi?
Budist keşişler neden kafalarını kazıtıp cübbe giyiyorlar?
Bu ve bunun gibi onlarca sorunun cevabı, yazarın kömür
ve kalemle yaptığı kendi çizimlerinin eşlik ettiği bu kitabın
sayfaları arasında.
BARDO ZOR
Kusursuz Yer Felsefe,
Dünyanın en etkili ve değer- Maneviyat ve
li spiritüel metinlerinden Bilim
olan Tibet’in Ölüler Kitabı’nın
muhteşem bir edebi yorumu. “Gerçek mutluluğu ve
Portier’in romanı hayat, aşk pozitif enerjinin gücünü
ve ölüm hakkındaki en derin keşfeden bir roman.”
sorularımıza cevaplar arıyor.
Yaşam tarzını korumak zo-
Simyacı, Siddharta ve Martı rundaymış gibi hisseden
Jonathan Livingston gibi il- Bostonlu orta yaşlı yatırım
ham verici klasikleri hatırla- uzmanı Jonathan, hiç bek-
tan Bardo, hayatı ve dünya- lemediği bir anda çekim ya-
daki yerimizi algılayışımızı sasını, duygusal bağımlılık-
derinden sarsacak bir hika- ları, nöron ağlarını, Jung’un
yeyi, insana mutluluk veren kolektif bilinçdışını, Nietz-
bir anlatımla sunuyor. Bu il- sche’yi, metta’yı ve Tanrı’yı
keşfedecektir.
ham verici roman, herkesin
bilgeliğe ve ruhaniliğe duy-
duğu açlığı giderecek.

You might also like