You are on page 1of 231

ERDAL DOGAN

1 973 Erzurum dogumlu olan Erdal Dogan, İstanbul Üniversitesi


Hukuk Fakültesi'ni 1 988 yılında bitirdi.
insan Hakları Hukuku'ndaki Yüksek Lisansını 2003-2005 döne­
minde İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirdi.
2000 yılından beri serbest avukat olarak çalışmaktadır.
GÜNCEL YAYINCILIK: 320
Açık Tarih: 3

ISBN 978-99#84-018-7
Hitit Hukuku

Genel Yayın Yönetmeni: Aysel Akdaş


Kapak: Talip Aktaş
Kapak Resmi: (MÖ 14. yüzyıl) Hauuşa Aşağı Şehir' de bulunmuş
çift başlı ördek.

Birinci Basım: Şubat/l008


Ofset Hazırlık
Güncel Yayınalık Ltd.
Baskı ve Cilt: Kayhan Matbaaalık

C Erdal Doğan 2007


C Güncel Yayıncılık Ltd.Şti.
Tanının için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayınanın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğalnlamaz.

GÜNCEL YAYINCILIK LID. Şrt.


Çatalçeşme Sok. No:l9 Kat, 3
Cağaloğlu - İstanbul
Tel: O 212 511 22 37, Fax: O 212 522 86 68
e- mail: info@guncelyayincilik.com.tr
www.guncelyayincilik.com.tr
• •

HiTiT HUKUKU
--------------

Belleklerdeki "Kayıp"

ERDAL DOCAN

,...""'GÜNCEL
� YAYINCIUK
TEŞEKKÜR

Nedendir bilmem ama çoğu zaman kitap teşekkürleri bana


yazarın bir formaliteyi yerine getirdiği hissini vermiştir. Bu
nedenle de bu teşekkür yazısını yazarken büyük bir kaygıya
kapıldım. Sakın bu kitabın okuyucuları da bu hisse kapılma­
sın ! Ricam ve kesinlikle de bilinmesini istediğim husus şudur
ki; bu teşekkür yazısında ismi geçen ve her biri çok değerli
olan kişiler olmasa idi bu çalışmayı gerçekleştiremeyecektim.
Öncelikle 4 yıl süren tez ve kitaplaştırılma aşamalarında
danışmanlığımı üstlenen sevgili hocam Prof. Dr. Cemal Bali
Akal 'a teşekkürlerimi ne kadar sunsam azdır. Aynı şekilde hu­
kuk felsefesi dalında Prof. Dr. Niyazi Öktem ile Roma Huku­
ku dalında Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş hocalarıma da ayrı ay­
rı teşekkürlerimi sunmak isterim. Her biri kendi alanında çok
değerli olan bu üç bilim insanının lisans ve yüksek lisans dö­
nemlerinde derslerine girmiş ve danışmanlıklarından yarar­
lanmış olmayı büyük bir şans olarak görmekteyim. Kitaplaş­
tırılma döneminde Hitit başkentlerinden Şapinuva kazı başka­
nı sayın hocam Hititolog Prof. Dr. Aygül Süel 'in değerli da­
nışmanlığı ve manevi desteği, yine sayın Ekonomist Prof. Dr.
Mahfi Eğilmez ile İnsan Hakları Hukuku ve Devletlerarası
Hukuku öğretim üyesi olan hocam Prof. Dr. Turgut Tarhan­
lı 'nın önerileri ve manevi destekleri için çok teşekkürler.
Kitabın tüm aşamalarında Fransızca, İngilizce ve Alman­
ca kaynak metinleri titiz çevirileri ve editöryal çalışmaları ile
sunmuş oldukları unutulmaz katkılarından dolayı Avukat Se­
lina Özuzun 'a, sosyoloji ile yakından ilgili caz müzisyeni Ay­
şe Tütüncü 'ye, hazırlık aşamalarında yine yardımlarını esir­
gemeyen Binnur Çelebi ve Avukat Tevhide Sadi oğlu 'na en iç­
ten teşekkürlerimi sunarım.
BAŞKA BiR DÜNYA HiÇ DE ZOR DEGIL

Adalet arayışı, insanın dünyadaki varlığı kadar eskidir ve


eski olduğu kadar da onun varoluşu ile devam edeceğe ben­
zemektedir. Hukuk eğitimi almışlığım dışında herkes gibi be­
nim de adalet arayışına yönelişim bu nedenle anlaşılır ve ola­
ğandır. Ancak İ stanbul Bilgi Ü niversitesi İ nsan Hakları Hu­
kuku Yüksek Lisans Programı çerçevesinde 2003-2005 yılla­
rında yapmış olduğum yüksek lisans eğitimimde, Hak Kura­
mı başlığı altında Prof. Dr. Cemal Bali Akal ve İ nsan Hakla­
n Aktivizmi başlığı altında Prof. Dr. Turgut Tarhanlı'nın ver­
miş oldukları derslerin sağladığı ufuk açıcı tartışmaların bu
arayışıma farklı bir ivme kazandırdığı söylenebilir.
Günümüzün modem hukuk ve insan hakları mücadelesi­
nin, kendisine milat aldığı yaklaşık 2000 yıllık siyasi, felsefi,
sosyolojik, tarihi ve hukuki birikim üzerinden yaptığı teşhis
ve önermelerin zaman zaman yetersizliği ve sebep olduğu aç­
mazlar, beni ister istemez iyi bildiğimiz bu tarihten daha ön­
ceki zamanlar olan Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Demir Ça­
ğı ' ın kültürel yaşamlarını, hukuk ve adalet kavramlarını araş­
tırmaya yöneltmiştir. Tüm bunların sonucunda ise önce bir
buçuk yıl süren "Hititlerde Hukuk-Modem Hukuk Eleştirisi"
başlığı alunda sunduğum yüksek lisans tezi ve akabinde yine
değerli danışmanlarım eşliğinde süren yaklaşık iki buçuk yıl­
lık ek çalışma ile bu kitap hazırlanmıştır.
Çağımızın belki de en çok özlenen fakat gerçekleşebilirli­
ğine artık karamsarlık duygu ve düşüncesinin eşlik ettiği ada­
let beklentisine bir katkı olması için bu çalışma yapılmıştır.
Etrafımızı yanılsamaları ve açmazlarıyla çevreleyen mevcut
hukuki dokuyu aşabilmek, öncelikle modem hukukun yasa
önünde herkesin eşit olduğuna dair yaptığı aldatmacalı norm
vurgusunun ve kutsadığı mülkiyet anlayişının sorgulanması,
daha sonra da geçmişinden aldığı biricik miras olan kin ve
nefret örülü yansımaları olan idam, hücre, hapis gibi "huku­
ken meşru" araç ve kavramlarının sorgulanması ile mümkün­
dür. Bu sorgulamanın bile tek başında dünyamıza karabasan
gibi çöken karamsar sis bulutunu dağıtabilecek güç ve işlevi
bünyesinde barındırdığı söylenebilir.
Yaklaşık 3500 yıl öncesinin çok az bilinen Hitit Hukuku­
nu incelemek ise onu, adalet arayışına milat veya nostalji
yapmak değil, tam tersine yukarıdaki sorgulamaları zengin­
leştirmek ve kayıp belleği tazelemek açısından çok önemlidir.
Önemli olduğu kadar da farklılıkları kabullenme ve içselleş­
tirmek için dillere pelesenk edilen "empati" vurgusunun so­
mut yaşamda nasıl hayat bulduğunu göstermesi bakımından
da dikkat çekicidir. Kanımca Hitit Hukukunun yaratacağını
umduğum en büyük düşünsel manivelası ise, umut edilen
toplumsal huzur, barış ve özgürlüğün hiç de romantik soyut
bir düşten ibaret olmadığını göstermesidir.
Erdal Doğan
22 Ocak 2008, İstanbul
İÇ İ NDEKİLER

SUNUŞ.................................................................... ...... 11
GİRİŞ ................. ........................................................
. 25
Başlarken ........................................................... . . 25
Roma Hukuku ...... ............. .... ........ .............. . . 27
Roma Hukuk ve Düşüncesinin Edinimi 33
HİTİT ÜLKESİ VE
1-
TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ ................... 53
Hitit Ülkesi ve Tarihi ... . .......... ....... ......................
. . . . 53
Hitit inanç Dünyası ............... ..... ...... ...................
. . 55
Ekonomik ve Sosyal Yaşam...................................... 57
Hitit Siyasi Tarihi ...................... ........................
. 62
D- HİTİT HUKUKU ................................ ... .......... . . 69
Hitit Hukukuna Giriş . ...... ............ ..................... .. ..
. . . 69
Hak Arama Özgürlüğü, Mahkemeler
ve Mahkemelerin Yapılanması 71
Bilinen En Eski Siyasi Vasiyetname,
Anayasa ve Mahkemesi . ................ ...............
. 81
Vasiyetname ... . ...... .... ... .. . .. ....................................
. 81
Telipinu Fermanı ve Tu/ija(s) veya Panku(s) .... .. ... . 90
Suç Kavramı; Gelişim ve Dönüşümü ..... ................. 98
Hitit Yasaları ..... ............................ ................... .. ....
. . . 104
İnsan Yaralama ve Öldürmeye Dair Hükümler....... 104
İnsan İlişkilerine Dair Hukuk (Medeni Hukuk) .. .. .. 116
Ticaret , Borçlar, İş,
İdare ve Ceza Hukukuna Dair Hükümler........ 126
Diğer Devlet ve Halklarla,
Hititler Arasındaki Hukuk ve Diplomasi ......... 139
Hitit Devlet/erarası Hukuku ve Kapsamı ........ .... .... . 139
Antlaşma/ar . . ..... .... ... . ..... .. ....... .. .... ... ..... .... ..... .
. . . 145
Hitit Suç ve Ceza Hukukunun,
Asur ve Sümer Hukukuyla Karşılaştırılması... 164
SONUÇ ......... .... ....... ......... ...........................
.. . . . 193
İlerlemeci Tekçi Tarih ve Hukuksal "Gelişim"....... 193
Modem Avrupa Hukuku . ............ ..... .... .......
.. . . 200
Yeniden Düşünme . ... .... ............ ..... .
. . . . .. ... . . .......... 200
KAYNAKÇA . .. . .
. ....... ..... ... . . ...... . . . .. . . ... ....... ..
. .. . .... . . . .. 225
SUNUŞ

" Bey için iltimas yapmasın, erkek kardeşine, kız kardeşine, arka­
daşına iltimas yapmasın. Hiç kimseden rüşvet almasın. Haklı bir
davayı kaybettirmesin, haksız bir davayı da kazandırmasın. Dog­
ru ne ise onu yap."

Bu sözler süper bir devletin büyük kralı tarafından. söylen­


miştir. Bu süper devlet, günümüzden yaklaşık dört bin sene
önce Anadolu'da ilk siyasi birliği kuran, devlet kavramını ge­
tiren, idari, hukuki, kültürel ve sosyal konularda olduğu gibi,
teknolojide de yaşadıkları çağa damgasını vuran ve çağının en
büyük devletlerinden biri olarak tarihe geçen Hitit Devletidir.
Büyük Kral, verdiği direktiflerle kendisine ait yargı yetki­
sini bölgelerinde kendisini temsil eden görevlilere vererek,
merkezi otoritenin denetiminde olmak koşuluyla, adalet me­
kanizmasının işlemesine kolaylık getirmiştir. Bunun yanı sıra
sağlam bir sosyal bünyenin en önemli dayanağının adalet ol­
duğunu yargı yetkisi olan görevliye yönelttiği bu sözlerle
vurgulamayı da ihmal etmemiştir.
Büyük bir titizlikle ve emekle hazırlanan bu kitap, sizi,
dört bin yıl öncesine götürecek, düşündürecek, hayrete düşü­
recek, bir o kadar da ilginizi çekecek bir yolculuğa çıkaracak­
tır. Bu yolculukta, çok eski olan insanlık tarihi sürecinde, hep
böyle var olduğunu düşündüğümüz kuralların, hak ve huku­
kun, insanlığın gelişimi ile birlikte nasıl aşamalar geçirdiğini,
geliştiğini ve alışageldiğimiz düzenin ne gibi gereksinimlerle
doğduğunun, oluştuğunun bir bölümünü göreceksiniz.
Kendisinin "Adalet arayışı, insanın dünyadaki varlığı ka­
dar eskidir ve eski olduğu kadar da varoluşu ile devam ede­
ceğe benzemektedir. Hukuk eğitimi almışlığım dışında her-
ı2/ Hitit Hukuku

kes gibi benim de adalet arayışına yönelişim bu nedenle an­


laşılır ve olağandır. Günümüzün Modem Hukuk ve insan
hakları mücadelesinin, kendisine milat aldığı yaklaşık 2000
yıllık siyasi, felsefi, sosyolojik, tarihi ve hukuki birikim üze­
rinden yaptığı teşhis ve önermelerin zaman zaman yetersizli­
ği ve sebep olduğu açmazlar, beni ister istemez iyi bildiğimiz
bu tarihten daha önceki zamanlar olan Neolitik, Kalkolitik,
Tunç ve Demir çağlarının kültürel yaşamlarını, hukuk ve ada­
let kavramlarını araştırmaya yöneltmiştir" şeklinde ifade etti­
ği gibi, bu kitap, Erdal Doğan'ın aldığı hukuk eğitimi üzerine
"Hititlerde Hukuk-Modem Hukuk Eleştirisi" başlığı altında
sunduğu akademik bir tez ile serüvene başlayan ve devam
eden çalışmalarının size ulaşmasıdır.
Erdal Doğan kitabında, Roma Hukuku üzerinden Modem
Hukuk eleştirisi yaparken, izlediği yöntemde bir başlangıç
veya milat yaratma amacı taşımadan bir çağın hukukunu, pek
bilinmeyen Hitit Hukukunun önemli bulduğu bölümlerini,
somut bir veri olarak çalışmasına dayanak oluşturmaya çalış­
tığını söylemektedir ve bugünkü Modem Hukukun modemi­
teden kesinlikle bağımsız olmayan yapısı ile bugüne gelişte­
ki başlangıç konağı yapageldiği Roma Hukukunun ilk, orta
ve modem çağı ne yoğunlukta etkilemiş olduğuna da kısaca
değinildikten sonra doğaya, insana daha yabancılaşmamış bir
toplumun (Hitit) yapısının günlük yaşamda kullanmak için
oluşturduğu hukuk müktesebatının ele alındığını ifade etmek­
tedir. Konuyla ilgili bilim insanlarının her türlü görüş ve titiz
çalışmasının incelemeye zenginlik katması ve zaman zaman
da dayanak oluşturması oldukça önemli olmuştur.
Kitabında yazar, Hitit Hukuku müktesabatının bir bölü­
münü, Hitit toplumsal tarihi, ekonomisi, inanç ve kültürel ya­
şamını, Roma Hukuku ve halefi Modem Hukuk ve hak kav­
ramı üzerinden karşılaştırmalı vermektedir. Kendisinin de
ifade ettiği gibi amacı, modem tarihin, hakları-insandan, in­
sanı-haklardan, insanı-doğadan, doğayı-insandan koparış sü­
reç ve gelişiminin, milat olarak kabullenilen Roma Hukuku
Sunuş / 13
üzerinden "hakların rasyonel gelişimi" kalıbında nasıl olup
da tarihlenerek günümüz Modem Hukuk ve insan haklan
kavramına biçimlenip bağlanıverdiğini göstermektir. Diğer
bir amacının da yaklaşık iki bin yıllık montaj, süreç ve yöne­
lişin bilinçli bir ideolojik seçim olduğu savını tüm meraklıla­
rıyla paylaşmak ve bu somut zemin üzerinden yeni düşünme
ve sorgulama pratiklerine kapı aralamak olduğunu ifade et­
mektedir. Kapı aralandıkça, Modem Hukuk ve insan haklan
tarihinin, yüzyıllardır, çoğu zaman bilgiden yoksunca, çoğu
zaman da eksik ya da tahrifatlı olarak aktarılıp oluşturulduğu
gerçeği ile tanışmanın, şaşırtıcı olduğu kadar umut verici ol­
duğunu da vurgulamaktadır. Bu hususta hepimizin yeni dü­
şünme ve sorgulamamızı sağlamasına imkan vermesi çok
önemlidir.
En önemlisi ise, Hitit Hukukunun küçük bir coğrafi alan
içerisine sıkışmış, yerel bir ilkel toplum hukuku değil, altı
yüz yıllık devlet ve imparatorluk ve en az bin yıllık tarihi geç­
mişiyle, döneminin en güçlü yönetimlerinden biri olarak tari­
he damgasını vurmuş tunç çağı toplumunun hukuku olduğu­
nu gözler önüne sermesidir.
Tarihte hak hukuk fikri, medeni toplumların kurulması ile
başlar. Bir toplumu belirli hükümlere bağlamak demek, kuv­
vetlilerin güçsüzleri istismar etmesine mani olmak demektir.
İşte bunun için haklar kanunlaştırılmış ve hukuk meydana
gelmiştir. Hukuk, belirli bir devirde sosyal hayatı düzenleyen
kanunların tümüdür.
Anadolu, Doğu ile Batı dünyasını birleştiren bir köprü de­
ğil, yerleşilen, yurt edinilen, başka kültürlerden etkilenen ve
onları etkileyen bir yerdir; aynca, iklimi, zengin su ve maden
kaynaklan ile Önasya için hep önemli olmuştur. Çok erken
çağlarda kentleşen, tanını ve ticareti başarı ile gerçekleştiren
Anadolu halkını, şehir beyliklerinden organize devlet düzeyi­
ne çıkaran Hititler, büyük bir siyasal güç olarak tarih sahne­
sine çıkmışlar, sahip oldukları güçlü organizasyon fikri saye­
sinde devlet düzenini hızla kurarak, bütün Anadolu 'yu ege-
14/ Hitit Hukuku

menlikleri altına alıp merkezi otoriteyi güçlendirmişlerdir.


Hititlerin devlet kurmadaki başarılan, askeri güçten çok, or­
ganizasyon fikrine sahip olmalarının yanında, devlet gelene­
ğini devam ettirmedeki maharetlerinde aranmalıdır. Devletin
devamı ile ilgili daha sonraki safhada ise en önemli husus hu­
kuktur. Hitit Devletinin devamlılığı, çok iyi bir idari meka­
nizma kurma ile ve esas hukuk kurallarının işlemesiyle aç ık­
lanabilir; hatta denebilinir ki, "Adalet mülkün temelidir" ilke­
sini kavrayan ilk Hititlerdir. Hitit devletinin bir hukuk devle­
ti olması ve bu amaçla da insanların hak ve hukuklarını dü­
zenlendiği kanunlarında, bir tarım toplumu olma özelliği ile
de tarım arazileri ile ayn bir hukuki düzenlemeler yapması da
önemli bir husustur. Hitit toplumu gibi bünyesinde sınıf farkı
bulunan bir toplulukta, hak ve adalet kavramlarının çok sağ­
lam kanuni esaslara bağlanmış olması zaruri idi. Hititler çok
erkenden bu düsturu anlamış bir kavimdiler.
Anadolu 'da altı yüzyıl hüküm süren ve Önasya'nın en
güçlü devletlerinden biri olarak diğer devletlerin yazgısını
elinde tutan bu devletin sürekliliği mutlaka dönemine göre iyi·
örgütlenmiş bir idari yapıya sahip olmasıyla açıklanabilir. Hi­
tit Devleti 'nin idari yapısını Merkez Teşkilatı ve Taşra Teşki­
latı olarak belgelendirebiliriz. Hitit Devleti eski Yakındoğu
devletlerinin çoğunda olduğu gibi hükümdarın idari mekaniz­
masının en üst mevkiinde bulunduğu bir merkezi otorite ile
yönetilmekteydi. Devlet yönetiminin baş sorumlusu kraldı.
Teokratik-monarşik bir yapıya sahip Hitit Devleti ' nde yöne­
timin baş sorumlusu olan büyük kral görevlerini "Ülke"nin
'baş komutanı ' , 'başrahibi ' ve ' başyargıcı ' olarak yerine ge­
tirmektedir. Tabama unvanlı Hitit Büyük Kralı 'nın yanında,
Tavananna (egemen kraliçe) unvanını taşıyan eşinin tüm dev­
let işlerinde bağımsız ve yasal bir yeri vardır. Tavananna'nın
makamı Büyük Kralı ' nkinden bağımsızdır. Kraliçenin kişisel
mühürleri de bulunmaktadır ki, bu da onlann bağımsız mev­
kiilerinin bir kanıtıdır. Kocasından daha uzun yaşamış Tava­
nanna, yetkilerini oğulları döneminde de kullanmaktadır. Bir
Sunuş / 15
kraliçenin görevlilere yönelik direktifler hazırlaması ve mah­
kemelerde kralın yanında yer alması onun, hem idari hem de
hukuki alanlarda etkili olduğunu göstermesi bakımından
önemlidir.
Hititler, tanrıdan aldığı siyasal iktidar gücü ile merkezde
kralın bulunduğu, kraldan aldıkları yetki ile taşrada yüksek
dereceli memurların yer aldığı teokratik-merkeziyetçi bir
devlet sistemi kurmuşlardır. Bir siyasal sistemin niteliğini
oradaki siyasal iktidar ilişkilerinin belirlediğini düşünürsek,
Hitit devlet sisteminde de tanrı ile kral arasındaki ilişki ikti­
darın teokratik yönünü, taşrada bulunan memurların sıkı sıkı­
ya merkezdeki krala bağlı olduğu devlet yapısı ise merkezi­
yetçi özelliğini göstermektedir.
Kralın halkına karşı olan sorumlulukları bir metinde "on­
ların eline ekmek ver, hastalara bak, onlara ekmek ve su ver;
sıcaktan bunalırlarsa onları serine al, soğuk onları rahatsız
ederse sıcağa al, aynca kralın hizmetkarları soğuktan ölme­
sinler, kadın kölelere ve erkek kölelere yapılan cinayetleri ce­
zasız bırakma, açlara ekmek ver, bakımsızlara takdis yağı ver,
çıplakları giydir" şeklinde ifade edilmektedir.
Roma Hukuku ve Modem Hukuktan önce düzenlenmiş
olan, çağında Mezopotamya'da kısasa kısas uygulamaları var
iken, Hitit Hukukunda kısasa kısasın (talion) yer almaması,
hatta adam öldürme suçunda "eli kaza işledi" ifadesi ile ceza­
yı yarıya düşürerek hafifletmesi ve bunu taammüden adam
öldürmeden ayırması, Hititlerin çok ileri bir hukuk düşünce­
sine sahip olduğunu bize göstermektedir.
Hititlerde yazılı kanunların varlığı, Boğazköy'de bulunan
yazılı belgeler arasında bulunan, kanun maddelerini içeren
metinlerin ortaya çıkarılması sonucu anlaşılmıştır. İ ki seri ha­
lindeki tabletlerden birincisi "Eğer bir adam", ikincisi ise
"Eğer bir bağ" sözleriyle başlamaktadır. İlk tablet, bireylerin
hukukunu ve mülkiyetini koruyan ikincisi ise arazi edinme ve
tanın gereçlerine sahip olma ile ilgili suçlan kapsamakt�. �ir
fiyat tarifesi içermekte ve cinsel suçlara ilişkin cezalan say-
16/ Hitit Hukuku

maktadır. Bu kanunlarda bir şart cümlesi ile bir suç tasarlanır,


sonra bu suç için esas cümlede ceza tayin edilir.
Hitit kanun maddeleri, kendi toplumunun hukuk düzenle­
mesini büyük oranda yansıtmaktadır. Yazılı olmayan gele­
neksel hukukun yanında önemli bulunan ve sıkça karşılaşıldı­
ğı düşünülen konularda çıkarılmış bu kanun maddeleri, bu­
günkü Modem Hukuk sınıflandırması ile ceza, iş, borçlar, ti­
caret hukuku, idari, medeni ve yargılama hukuklarının hepsi­
ni içermektedir. Kitapta Hitit Kanunları, Erdal Doğan tarafın­
dan hepsi olmasa da önemli görülen kısımları, doğrudan te­
mel kaynak olarak kabul edilen tabletler dışında başvurulan
nakil temel kaynaklarla karşılaştırmalı olarak aktarılmıştır.
Hitit Kanunları, yalnızca devlet idaresine, kişilere ve mallara
karşı işlenebilecek suçları içeren ceza hukuku ile sınırlı değil­
dir: aynı zamanda kanun maddelerinde çevre suçları, borçlar,
eşya, medeni, iş ve sözleşme hukukuna dair hukuki düzenle­
meler de bulunmaktadır.
Söz konusu kanun belgelerinin yanında, büyük kralların
talimatnameleri, diğer krallıklarla yapılmış devletlerarası ant­
laşmalar, vasiyetnameler, mahkeme tutanakları ve olayların
hemen hepsi Hitit Hukukunun incelenmesinde başvurulacak
birinci dereceden kaynaklardır. Talimatname/direktif metin­
leri kralın belli bir amaca yönelik bir tek görevli ya da bir gö­
revli sınıfı için yayımladıkları emirleri kapsar. Hitit büyük
kralları, yüksek derecedeki idari görevliler ve memurlardan
oluşan çok sayıda sınıf için verdikleri bu direktiflerle hem o
sınıfın görev ve sorumluluklarını saptamışlar hem de o konu­
da genel ya da özel düzenlemeler yapmışlardır. Kanun hük­
münde olan bu belgeler, sadece toplumun hukuk anlayışı hak­
kında bilgi vermekle kalmamakta, aynı Önasya kavimleri
arasında Hitit Hukukunun yerini tayin etmeye yaramaktadır­
lar. Diğer taraftan da MÖ 2. bin Anadolusunun sosyal düzeni
hakkında da bize bilgi aktarmaktadırlar.
Hitit sosyal yaşantısında tanrılara krallara veya beylere
karşı saygısızlık, hizmette kusur, adam öldürme ve yaralama,
Sunuş / 17
büyücülük, hırsızlık, kundakçılık, bir insana veya hayvana te­
cavüz etme, zina ve birinci derecede akrabalar arasında cin­
sel ilişkiler suç sayılmakta ve bu suçlara ölüm cezası, maddi
ve manevi cezalar, kişisel cezaların yanında kolektif cezalar
verilmekte ve bu cezalar gerek fal, gerekse tanrı mahkemesi
yoluyla kat kat kuvvetlendirilmektedir. Çırılçıplak su taşı­
mak, gösteri yaptırmak gibi teşhiri esas alan cezalar ile dışkı
yemek ve idrar içmek gibi aşağılatıcı cezaların da verildiğini
görmekteyiz. Ceza maddeleri suçlunun ve mağdurun sosyal
sınıfına göre tespit edilmiştir. Bir suçun tanrıya, krala, beye
karşı işlenmesi halinde verilen cezalar farklı olduğu gibi, biz­
zat suçlunun sosyal mevkii de verilen cezanın hafif veya ağır
olmasında etkili idi.
Kanun maddelerinde zaman zaman eskiden ve şimdi söz­
cüklerinin kullanılmasından, verilen cezalarda değişiklikler
yapıldığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bu husus, Hitit Hu­
kukunun pratik oluşu yanında katı değil esnek olduğunu da
göstermektedir. Bu tip maddelerin incelenmesinden Hititlerin
şartlara ve zamana göre kanunlar üzerinde değişiklikler yap­
tıkları anlaşılmaktadır. Bu maddelerde, eskiden ağır olan ce­
zaların hafifletilerek o devre göre insancıl sayılabilecek yu­
muşatmalar getirilmiştir. Özellikle ölüm cezalarının eski dö­
nemlerde yaygın olduğu, şimdi bizce küçük görülen bazı suç­
lara bile ölüm cezası verildiği anlaşılmaktadır. Bir belgede iç­
ki sunanın kralın istediğini değil de başka bir şarabı kralın
adamlarına verdiği için işkence ile öldürüldüğünü öğrenmek­
teyiz. Fakat daha sonra yeni dönemde işkence ile öldürmenin
yerine daha hafif cezalar uygulandığı görülmektedir. Bir ör­
nek verirsek: "Evvelce ekilmiş bir tarlayı bir başkası eğer ye­
niden ekerse, onun ensesine bir saban bağlanır ve sabana bir
çift öküz koşulur. Bir öküzün yüzü bu yana, diğer öküzün yü­
zü öbür yana çevrilir. Adam öldürülür. (Sonra) öküzler de öl­
dürülür ve evvelce tarlayı kim ekmişse, ona yeniden sahip
olur. Eskiden böyle yapılırdı . Şimdi ise adamın yerine bir ko­
yun, öküzlerin yerine bir koyun alınır" . Ancak toplumun ya-
18/ Hitit Hukuku

pısı gereği halkın krala veya tanrılara ve kölelerin beylerine


karşı kulluk görevini yerini getirmeme halinde verilen kol­
lektif ölüm cezası Hititlerin her döneminde değişmeden kal­
mıştır. Altı asır gibi uzun bir zaman hakimiyetini devam etti­
ren bir devlette, gerek toplumun gerekse yönetimin yapısı ge­
reği, krala, tanrıya ve beye karşı işlenen suçlarda cezaların
katı olması da çok doğaldır. Burada özellikle şu konuyu tek­
rar vurgulamak isterim ki, Hitit Kanunları, insancıl, daha çok
tazminata dayalı, yumuşak bir yapıya sahiptirler. Cezalandfr­
ma anlayışı zamanla, zararı, mağdurluğu tazmin etme, zararı
giderme anlayışına çevrilmiştir. Önasya ' nın diğer kanunların­
dan daha insancıl olduğu bir gerçektir.
Erdal Doğan, Hitit Hukuk Felsefesinde varolan, günü­
müzde ceza hukukunun genel ilkesi olarak kabul edilen suç
ve cezada şahsilik ilkesinin, Hitit Hukukunda o yıllarda dü­
zenlenmiş olduğunu vurgulamaktadır. Bu düzenleme ile eski
kabile hukuku terk edilerek daha gelişmiş bir aşama olan ce­
zada şahsilik ilkesinin kanunlarda oldukça dikkatli ve özenle
düzenlendiğinin görüldüğünü belirtmektedir. Hitit Hukukunu
yalnızca bu kanunlar çerçevesinde değil aynı zamanda tarihin
ilk anayasası sayılabilecek olan Telipinu Fermanı ve Hititle­
rin diğer krallıklarla yaptıkları ve ilk kapsamlı uluslararası
antlaşmalar olan antlaşmalardaki düzenlemelerle birlikte ele
aldığımızda karşımıza çok kapsamlı bir hukuk çıkmakta ol­
duğunu görmekteyiz.
Yazar, Hitit Hukuk tarihinin zamanla değişim ve gelişimi
sürekli insandan ve doğadan yana özgürleştirici olduğunu ve
"özgürleştirici" gelişim boyutunun en önemli göstergesinin,
hukuk mevzuatındaki cezai yaptırımların, ölüm cezalan yeri­
ne tazminat cezası verilmesi veya daha önce bazı maddelerde
kraliyet mahkemesine ödenen para cezalarının kalkması ve
mağdura ödenen tazminat cezasının daha hafiflemesi gibi ör­
neklerde olduğu gibi, istikrarlı bir biçimde zamanla daha da
hafiflemesinin olduğunu belirtmektedir. Özgürleştirme boyu­
tunda dikkat çeken bir hususun devletin hukuksal yaptırımla-
Sunuş / 19
nnın infaz ayağında, kişilerin devlete olan yükümlü edim ve
cezalarının zamanla hafiflemesi ya da tümüyle kalkmasının
olduğunu söylemektedir.
Eski Önasya dinlerinin çoğunda olduğu gibi Hititlerde de
tanrılar, insan biçiminde ve karakterinde düşünülmüştür. On­
lara göre tanrıların da insanlar gibi bir ruhu ve bedeni vardır.
Bu kavram, "tanrıların ruhunu ve bedenini teskin edenler
tanrılara hizmet etsinler" ifadesinde çok açık bir biçimde an­
laşılmaktadır. Bu bakımdan Hitit dünyasında, tanrılara göste­
rilecek saygı ve onlara gereken dini görev ve törenlerin yapıl­
ması, tanrıların yeryüzündeki evleri olan tapınakların en iyi
şekilde bakılması ve korunması, temizlik ve diğer görevlerin
gerektirdiği eylemler çok önem taşımaktadır. Görevlilerin va­
zifelerini en iyi bir şekilde yaptıkları zaman tanrıları hoşnut
edecekleri ve ancak o zaman yaşamlarını devam edeceği bir
metinde "Tanrıların isteğine göre hareket ediniz. Ancak o za­
man ekmek yiyecek, su içeceksiniz ve ev kuracaksınız " şeklin­
de özetlenmektedir. Tanrıya karşı yerine getirilecek görevle­
rin daha iyi belirlenmesi ve tarın ile insan arasındaki ilişkile­
rin nasıl olması gerektiği hususuna efendi ile köle arasındaki
ilişkilerden örnek verilerek yani efendi ile tarın , insan ile kö­
le arasındaki benzerlik kurularak konuya açıklık getirilmek­
tedir. Bu örnekleme şöyledir: " İnsanların ve tanrıların ruhen
herhangi bir farkı var mıdır? Asla böyle bir fark yoktur. On­
ların istekleri birdir. Bir köle beyinin huzuruna çıktığı zaman
o yıkanmış ve temiz elbiseler giyinmiştir. Köle beyine ya yiye­
cek ya da içecek verir. Beyi yiyip içtiği için ruhen rahatlar ve
kölesine hoşnutluk duyar ve kölesine ceza vermez. Tanrının
ruhu da herhangi bir şekilde farklı mıdır? Ama kölesi beyini
kızdırırsa, onu ya öldürürler ya da onun burnunu gözlerini
kulaklarını yaralarlar ya da onun karısını çocuklarını soyu­
nu sopunu yakalarlar. Eğer ölüm cezasına çarptırılırsa tek
başına ölmez, soyu da ona katılır. Şu halde, her kim tanrının
ruhunu kızdırırsa tanrı onu her şeyi ile birlikte mahveder.
Tanrının her sözüne karşı saygılı olunuz. " Açıkça anlaşılaca-
20 / Hitit Hukuku

ğı gibi tanrı beydir ve insanlarda onun kölesidir. Bir tanrıyı


kızdırmamanın en önemli yolunun temizlik olduğu, gerek be­
densel gerek ruhsal gerekse mekWısal temizliğin önemi bütün
dini metinlerde, kanunlarda defalarca tekrarlanmaktadır. Tan­
rılar için görevli kişiler, din adamları bir aile yaşantısına sa­
hip de olabilirdi. Akşamlan evlerine gidebilir yer, içer, bir ka­
dınla beraber olabilirdi. Ancak yıkanmadan tapınağa gelir ve
tanrılara kirli olarak hizmet ederse ölüm cezasına çarptırılır­
dı. Verilen bu ceza Hititlerde bedensel temizlik kadar ruhsal
temizliğin de hukukta ne denli önemli olduğunu göstermek­
tedir.
Hititler, Babil Kralı Hammurabi 'nin Ortadoğu ' yu hala et­
kileyen kısas hukukunda büyük bir değişiklik yaparak, günü­
müzden tam 3500 yıl önce Modem Hukuk anlayışının teme­
lini oluşturan tazminat hukukuna geçmeyi başarmışlardır. Bu
adım yalnızca 3500 yıl öncesi için değil, o tarihten binlerce
yıl sonrası için bile çok önemli bir aşamayı göstermektedir.
Bu ilk hukuk devrimidir. Hititler bir hukuk devrimini gerçek­
leştirmiştir. Yazar da bu hususta, "bu devrimi bir tek şeyde
özetlemek mümkün değil ama herhalde böyle bir şey yapma­
ya çalışsak kısas hukukundan tazminat hukukuna geçiş ola­
rak nitelememiz mümkündür" demektedir.
Hitit Medeni Hukukunun en önemli kısmını aile hukuku
teşkil eder. Hitit kadınının evlilik müessesesi ve ailedeki rolü
hakkında bilgiyi kanunlardan öğrenmekteyiz. Hitit sosyal ya­
şamının en küçük birimi olan ailenin reisi erkektir. Buna rağ­
men ailede mutlak hakim değildir. Kadın hakları ve serveti
kanunlarla korunmuştur. Hititlerin dünyasında soylu ve halk
kadınının ataerkil bir aile içerisinde erkeğin yanında yer aldı­
ğı görülmektedir. Hititlerin sosyal yapısında oluşan Tabama­
Tavananna eşitliğinin tüm Hitit kadınlan için geçerli olduğu­
nu söylemek yanlış olmayacaktır. Belgeler ışığında Hitit ka­
dınını kadın haklan bakımından çağının dünyasında çok ileri
bir seviyede olduğunu söyleyebiliriz.
"Tarihin bilinen ilk yazılı hukuklarından birini oluşturan
Sunuş / 21
elimizdeki yazılı kaynakların, standart klasik bilgi dağarcığı­
nı tarumar edici gücü büyüleyici olduğu kadar, yeniden bir­
çok konuyu tekrar düşünmemizi zorunlu kılmaktadır" düşün­
cesiyle Erdal Doğan kitabında farklı bir amaçla yola çıkmış
ve asıl olarak Hitit Hukukundan hareketle bir Modem Hukuk
eleştirisi ortaya koymuştur. Onun için yapıtında Hitit Kanun­
larını medeni hukuk ilişkilerinden ceza hukuku ilişkilerine
kadar ele alıp Modem Hukukla karşılaştırmalı olarak incele­
mekte ve Hitit Hukukunun günümüz hukukuna göre çok da­
ha insancıl olduğu sonucuna varmaktadır.
Kitabı okuduğumda, bir hukukçu gözü ile "Hitit Huku­
ku"na bakmanın ve incelemenin ne kadar yararlı olduğunu
gördüm. Farklı disiplinlerin bakış açısı ile yap ılan bu gibi
akademik çalışmaların Hititoloji araştırmalarına daha başka
bir boyut da kazandırdığı ve zenginleştirdiği açıktır. Bu kitap
ile, her zaman savunduğum çok disiplinli çalışmaların olma­
sı gerektiğine inancım bir kez daha artmış oldu.
Mağaralardaki hayattan günümüze kadar geçen süre zar­
fında yaşananların bize ibret olacak, örnek olacak ve bütün
insanlığın geleceğe dönük düşüncelerini şekillendirecek olan
kalıntıları bu topraklarda incelenmeyi, korunmayı bekleyen
ata mirasıdır. Anadolu'nun her yerine yayılmış binlerce yılın
birikimleri olan bu miras bize atalarımızdan kalmıştır. Atala­
rımızdan bize intikal eden ve tapu senedi hüviyetinde olan ta­
rihimize sahip çıkmak, büyük Atatürk'ün de belirttiği gibi bir
"olmazsa olmaz"dır. Bunun için, Büyük Önder Atatürk'ün bi­
lim insanlarına, Hitit Uygarlığının tarihini, kültürünü ve mil­
letimizle olan miıpasebetlerini araştırma görevini verdiği bi­
linmektedir.
Ben, böyle değerli çalışmaların daha da artm?sını ve dün­
yanın en eski kanunlarından birisini düzenleyip yaşama ge­
çirmiş olan Hititlerin kanunlarını, bir Hitit Hukuku çerçeve­
sinde toparlanıp "Hitit Hukuku" dersleri olarak, hukuk fakül­
telerimizde okutulmasının uygun ve gerekli olduğunu belirt­
mek istiyorum. Bunun halen okutulmakta olan ve Batı Huku-
22 / Hitit Hukuku

kunun temeli olarak gösterilen Roma Hukuku kadar önemli


olduğunu anlatmak gerekmektedir. Gerçekten de tazminat
hukukuna geçmeyi başarmış olan Hititlerin bu çabası çok
önemli bir dönüşümü göstermektedir. Eğer Roma Hukuku
bugünkü hukuk anlayışına geçişin bir aşaması ise, Hitit Hu­
kuku bunun ilk aşamasıdır. Bilim dünyasında bu gerçeği bü­
tün çıplaklığı ile gündeme getirdiği için Erdal Doğan'ın bu
çalışmasının önemi bir kat daha artmaktadır. Bu çalışmalar
ile Eski Önasya hukuk belgelerinin gün yüzüne çıkmış olma­
sı, hukuk tarihinin Roma ile başladığı inancının değişmesine
neden olmuş ve insanoğlunun ondan çok daha önceki devir­
lerde toplum içi adaleti ve barışı sağlamaya yönelik yazılı ka­
nunlara ve oldukça iyi işleyen yargı sistemlerine sahip oldu­
ğu anlaşılmıştır.

- Prof. Dr. Aygül Süel


Şubat 2008/Ankara
/ 23

• .... 'Dünyanın' beni m içi n n e oldugunu biliyor musunuz? O n u size


beni m aynamda göstereyim mi? Bu dünya: Enerjiden ibaret başlan­
gıcı ve son u olmayan bir h i l kat garibesi; büyümeyen ya da küçül­
meyen, kendisini genişletmeyen, ancak dönüştüren katı, merha­
metsiz güçten ibaret bir hacim (magnitude); bir bütün olarak degiş­
tirilemez bir büyüklük, sarfıyatsız ya da kayı psız. fakat aynı şekilde
gelirinde artış ol mayan ya da gel iri bulunmayan bir hane; sınır ola­
rak 'hiçli k' tarafı ndan bir sı nırla ve çepeçevre kuşatılmış bir hane;
sürekli genişleyen bir şey degil, bel irli bir güç olarak bel irli bir uzay­
da konu mlanmış bir şey; şurada burada "boş• olan bir uzayda de­
gil, aksi ne bütünüyle güç olarak, burada artan ve aynı zamanda
orada azalan bir ve çok sayıda bir güçler ve güç dalgaları oyunu
olarak uzayda; sayısız tekerrür yı llarıyla, formlarındaki meddi cezir­
lerle birl i kte bir arada akan ve sel haline gelen, daima degişen, da­
ima tekrar dol u p taşan bir güçler denizi; en basit formlardan en
kompleks formlara, en durgun, en donmuş, en soguk formlardan
en hararetli, en çal kantılı, en kendi kendisiyle çelişki l i formlara dog­
ru sürüklenen ve sonra bu karmaşı klıktan tekrar basite, yuvası na,
çelişkiler oyun u ndan tekrar ahengin sevi ncine dönen, yine de ken­
disi n i hareket tarzlarının ve yı llarının tekbici mlil igiyle tescil eden,
kendisi ni ebediyen dön mesi gereken bir şey, hiçbir doym usl ugu,
hiçbir ti ksi nti, hiçbir bezginlik hissetmeyen bir oluş olarak kutsayan
bir güçler denizi: iste bu beni m ezeli ve ebedi olarak kendi kendisi­
ni yaratan, ezeli ve ebedi olarak kendi kendisi ni yı kan Dionysian
dünyam, şehvet dolu hazlarımın bu gizeml i dünyası, dönüşün se­
vi ncinin kendisi bir amaç olmadıkça amaçsız, "iyi nin ve kötünün
ötesindeki dünyam .... -Bu dünya güç tutkusudur- başka hiçbir sey
degil ! Ve sizi n kendiniz de aynı zamanda güç tutkususunuz - baş­
ka hiçbir şey degi l ! "*

( * ) Nietzsche, (Güç İstenci) The Will To Power, 549, 550.


G i Ri Ş

Basl a rke n

Genel olarak insan h akları alanında uğraş veren aktivist,


teorisyen ve akademisyenlerce, geleceğe dair talepler dillen­
dirilirken izlenen yöntem; öncelikle ' geçmiş' muhasebesi
üzerinden, bugünkü h ak ihlalleri ve hukuki eksikliklerin tes­
pitini yapmak ve nihayetinde belli bir çerçeve ve içerik stan­
dardı oluşturmaya çalışmaktır. Bu orijin üzerinden değerlen­
dirme, tek yöntem olarak benimsenmiştir. Modem dünya ta­
rihi ile aynı geçmişi paylaşan standardizasyon çabalarının,
geleceği .de aynı ortak kaderde belirleyip, paylaşma arzusu
malumunuzdur.
Hal böyle olunca, hukuk eğitimi almış veya almamışların,
insan hakları sahasındaki "hak kuramını"; "uluslararası bildiri­
ler ve sözleşmeler", "ilk anayasalar", "ilk yasalar" gibi kavram
ve kurumlar üzerinden inşa ederek, "inkişafını" bu tarihsel gü­
zergah üzerinden neticelendirmeye çalıştığı da malumdur.
Modem tarih, geçmişi, ucu veya köşeleri belirlenmiş ka­
lıplara, anı da belleğin rahatlıkla kayıtlayacağını düşündüğü,
keskin bir mihenk taşına dönüşecek, o "mucizevi" rakamlara
yüklemleyerek bugüne ve geleceğe dair ideolojik yasalar çı­
karmayı hem çok sever hem de bunu bir görev addeder. "Bir
şeylerin" hep eksik bırakıldığı zemin ve hissi üzerinden tartı­
şılan hukuk ve insan hakları mücadelesi, bu bağlamda geri­
sinde birçok soruyu yanıtlamadan bıraktığı gibi, hukuki tek­
nik bilgiye sahip kişilerin dahi içerisinden çıkamadığı sofisti­
ke bir hukuk felsefesi üzerinden, haklar tarihini, misina ile
kesilmiş peynir kalıbı misalim bir milatlar cetveli ile katego-
26 / Hitit Hukuku

rize edip kuşaklandırarak muhataplarına sunar.


Hayvanların, kendi dünyaları ile doğa güçleri ve türlere
özgü düzene, dışardan hiçbir biçimsel müdahale olmadan,
hiçbir norma gerek duymaksızın varlıklarını güzelce sürdür­
dükleri savına karşılık, insanın karşısına bir başka insan dikil­
diği anda; onların ilişkilerini kurallara bağlayan bir ölçüt bul­
ma zorunluluğunun ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Ayrıca
gelenek ve bilinçaltının referansıyla, insanlar arasında yarış
ve öne çıkma kurallarının birdenbire oluştuğu, hayvanlar
dünyasındaki o uyumlu toplumsal yaşamadan ayrık olarak,
insanların türdeşleriyle sürekli yarışmakta olduğundan bahis­
le (yaratılışı gereği bencil oluşu ve toplumsal uyum gücünden
yoksunluğu nedeniyle), bir dış örgütlenmenin (devletin) ve
bunun sonucu olarak da bir disiplinin (yasaların) zorunlu kı­
lındığı söylenmekte, böylelikle toplumsal yaşamı da yalnızca
bu yasaların olanaklı kıldığına inanılmaktadır.1 2> Mevcut bu
genel hukuk anlayışının hakimiyeti (aynı minvaldeki modem
insancıl hukuk ekolünün de bu anlayışa dahil olması ile) ön­
celikle insanın kendisinden ve sonra da doğadan nasıl ayrışıp
koptuğunu göstermesi bakımından dikk at çekicidir.
Bu çalışmanın amacı, yaratılarak oluşturulan ve Modem
Hukukun başlangıç konaklan olagelen milatların arkasındaki
gerçeği aralayıp sorgulamaktır. Kapı aralandıkça, Modem
Hukuk ve insan haklan tarihinin, yüzyıllardır, çoğu zaman
bilgiden yoksunca, çoğu zaman da eksik ya da tahrifatlı ola­
rak aktarılıp oluşturulduğu gerçeği ile tanışmak, şaşırtıcı ol­
duğu kadar umut da vericidir.
Bu çalışmada, Önasya coğrafyası üzerinde yaklaşık MÖ
·
1 700 ile MÖ 1 200 yıllan arasında varlık gösteren Hitit Hu­
kuk müktesabatının bir bölümünü, Hitit toplumsal tarihi, eko­
nomisi, inanç ve kültürel yaşamını ele alacağız. Roma Huku­
ku ve halefi Modem Hukuk ve hak kavramı üzerinden karşı­
laştıracağız. Burada amaç, kesinlikle eskisinin yerine yeni bir
milat oluşturup ikame etmek değildir. Ama çalışma bizi iki
temel amaca ulaştırıyor:
Birinci amaç; modem tarihin, haklan-insandan, insanı-
Giriş / 27
haklardan, insanı-doğadan, doğayı-insandan koparış süreç ve
gelişiminin, milat olarak kabullenilen Roma Hukuku üzerin­
den "hakların rasyonel gelişimi" kalıbında nasıl olup da tarih­
lenerek günümüz Modem Hukuk ve insan haklan kavramına
biçimlenip bağlanıverdiğini göstermektir.
İkinci amaç; yaklaşık iki bin yıllık montaj süreç ve yöne­
lişin bilinçli bir ideolojik seçim olduğu savını tüm meraklıla­
rıyla paylaşmak ve bu somut zemin üzerinden yeni düşünme
ve sorgulama pratiklerine kapı aralamaktır.
Değerlendirmemizi somutlamak ve görünür kılmak için
de öncelikle, günümüz Modem Hukuk, devlet, sınıf, cins ve
zümrelerin, oluşturageldiği yapı ve zeminin muhafazası ve
devamlılığı açısından halen bulunmaz fırsatlar sağlayan 1 3> se­
lef Roma İmparatorluğu'nun hukuksal dokusunu ele alıp in­
celemekle başlayacağız.

Roma H u ku ku

Roma Hukukunda, İus Gentium ' a göre kölelerin bir hak­


kın konusu olan varlıklar olarak eşya ve mal değerinin ötesin­
de hiçbir değeri yoktu. Başlangıçta kölelerin azat edilmeleri
dahi yasaklanmıştır. Persona alieni iuris (başkasının hukuku­
na tabi) kategorisinde mütalaa edilebilecek olan kölenin ko­
numu ius civile nazarında bir hiçti. Bu nedenle köleler ius ci­
vile'ye göre ne alacaklı, ne borçlu, ne malik, ne davalı ne de
davacı olabilirdi.141
Köleler öldüklerinde dahi, gömülmelerine izin verilmez,
cesetlerinin şehir çöplüğüne atılması yeterli görülürdü. Bu du­
rumu 2. ve 3. yüzyıl Latin ve Yunan mezar yazılarında, köle­
lerin cesetlerinin çöplüklere atılması yerine, usulünce gömül­
mesi ya da kölelerin birbirlerinin mezarlarıyla ilgilenmesine
izin verilmesi konusunun işlenmesinden anlayabilmekteyiz. ısı
Eski Yunan ve Roma'da köleliğin başlıca kaynakları; savaş
esirleriyle korsanlık benzeri yollarla kaçırılan veya yabancı
28 / Hitit Hukuku

ülkelerden getirtilen insan ve kölelerden doğmuş olan çocuk­


lardı. Önceleri, borçlunun borcuna karşılık alacaklısına köle
olma kuralı ve terk edilmiş çocukların kendilerini büyütüp
yetiştirenlerin elinde köle sayılması uygulaması söz konusuy­
ken bu tali kaynak sonradan yasaklanmıştır.
Yaşam şartları son derece elverişsiz olan kölelerin belli bir
döneme kadar kendi aralarında dahi evlenme hakları bulun­
muyordu. Sonraları köleler efendilerinin izniyle hukuki nite­
liği olmayan, fakat fiili sonuçları olan bir evlilik birliği kura­
bilmişlerdir. Köleler arasındaki bu evliliğe conturbernium de­
nir; aile ve akrabalık neticeleri olmayan fiili bir birleşme ola­
rak görülürdü. Azat edilme bile bu durumu değiştirmezdi.
Kölelerin bu tür evlilik veya birleşmelerinden doğan çocuk­
ları ise doğal (tabii) semere (yani bir maldan oluşan ürün)
olarak kabul edilirdi.
Roma İmparatorluğu 'nda vatandaşlık, Roma vatandaşları
(cives Romani) ve yabancılar (plegrini) olarak ayrılmaktaydı.
Ius civile kural olarak Roma vatandaşlarına uygulanan hu­
kuktu. Hürriyet ve vatandaşlık birbirine bağlı sıkı iki status
idi. Roma kanunları sadece Roma vatandaşları için çıkarılır,
seçme ve seçilme hakkı (ius suffragii ve ius comercii), ius ci­
vile 'ye özgü hukuki muameleleri yapmak hakkı(ius commer­
cii), evlenme hakkı (ius conubii) bu kanunların ve vatandaş­
lığın esasını oluşturmaktaydı. Kamu hukukunda ve özel hu­
kukta hak ehliyetine haiz olmanın ikinci şartı Roma vatanda­
şı olabilmekti.
Özel hukuk yönünden hak ehliyeti için en önemli hukuki
durum status familiae idi . Status familiae yönünden Romalı­
lar sui iuris ve alieni iuris olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı­
lar. Yani Romalılar, persona sui iuris ler (kendi hukukuna sa­
'

hip kişiler) ve persona alieni iuris I er (başkasının hukukuna


'

tabi kişiler) şeklinde hukuki olarak konumlandırılırdı.


Persona sui iuris ler (yani hiç kimsenin hakimiyeti altın­
'

da olmayan) erkek ve kadınlardır. Sui uiris olmanın yaşla il­


gisi yoktu . Pater families öldüğü takdirde bir yaşındaki çocu­
ğu bile sui iuris hale gelirdi. Sadece sui iuris lerin hak ehli-
'
Giriş / 29
yeti mevcuttu ve malvarlığı edinebilirlerdi.
Persona alieni iuris' ler ise bir pater families' ın hakimiye­
ti altındaki, erkek ve kız çocukları, karısı (u.xor in manu) ve
torunlarıydı. Köleleri de buraya dahil etmek mümkündü.
Alieni iuris tabiri daha çok erkek çocuklar için kullanılıyor
ve aile evladı olmanın yaşla hiçbir ilgisi bulunmuyordu. Elli
yaşlarındaki Romalının pater families' ı yaşıyorsa o hala fili­
us familias 'tı ve hiçbir hukuki eylemde bulunamuyordu. Ya­
ni bir alieni iuristi. Bu kişi Romalı praetor veya consul gibi
büyük magistra' lıklara gelse bile, aile durumunda değişiklik
olmaz, alieni iuris olarak kalır, bütün a/ieni iuris ler gibi hak
'

ehliyeti, kişisel malvarlığı bulunmazdı.


Roma Hukukunda, ergin olsun ya da olmasın, ister evli is­
ter bekar, her çocuk babasının yetkesi altındaydı . Ancak ba­
banın ölümünden sonra tam anlamıyla Romalı oluyor ve bu
kez kendisi "aile babası" haline geliyordu. Dahası, baba ço­
cuğunun doğal yargıcıydı ve onu özel kararla ölüme bile
mahkum edebiliyordu. Bunun dışında, vasiyet sahibinin yet­
kisi sınırsızdı ve baba, çocuklarını mirastan yoksun bırakabi­
liyordu. Erkek çocuk babasının izni ve desteği olmaksızın se­
natör olamazdı.
Roma Hukukundaki evlat-baba "ilişkisini nihai bir tutsak­
lık ve köleliğe benzehnek yanlış olmaz. Dolayısıyla babanın
ölümü çocuklar için, mirasın habercisi ve bir tür köleliğin so­
nu demekti.<6>
Babanın ölümüne kadar bir kuruş tasarrufta bulunamayan
'. 'erkek ihramına bürünmüş olan ama bala babalarının katı
yetkesi altında yaşayan gençlere" borç para vererek onları
borçlandıran Romalı tefeciler (yani Roma'daki herkes); ba­
banın ölümünden sonra kalan tüm mirasa el koyuyorlardı.
Daha sonra MS 2. yüzyılda 25 yaşına gelmemiş kimselerin
borç para alamayacakları, verenlerin de tal ep eqemeyece"le­
ri yönünde yasalar çıkarılmıştır.
Roma Hulwkunöa, hukuken zorunlu kılınan �vliliğe razı
edilen kız çocuklarının, babalarına itaat etmekten başka yol
bırakmıyordu. !abasının ölfimünden sonta kadın mirasçının
30 / Hitit Hukuku

bir başka yetkenin, amcasının yetkesi altına girmemesi gere­


kiyordu. Roma İmparatorluğu ' ndaki bu hukuki uygulama,
baba katli saplantısı ve baba katlinin görece sıklığını da bera­
berinde getirmiştir.
Çok açıkça görülmektedir ki Romalı demek, "tam anla­
mıyla erkek" demektir. İster yetim ister azatlı olsun, özgür
olan yurttaşlar, evli olsun ya da olmasın "aile babası" ve bir
mirasa sahip olanlardır. Roma da, tıpkı Yunan 'da olduğu gi­
bi, özgürlükleri kendi hukukunda hiçbir zaman kesin güven­
ceye bağlamamıştır. Sevgi ve saygıyı hane halkı ilişkilerinde
ödev ve yükümlülük kapsamında tutmuş, sadakat zorunlulu­
ğuyla birlikte servetle ilgili sorumlulukları ve kişisel statü
farklılıklarını biçimlendirmeyi amaçlamıştır. <7ı
Roma'da özgür insanlar arasındaki evlilik (kölelerin ken­
di aralarında evliliği söz konusu bile olmadığından), özel bir
olgu olarak değerlendirilmiş bir evlilik hukuku ve sözleşme­
si düşünülmemiştir. Eğer evlenecek kadının çeyizi varsa bir
drahoma sözleşmesi yapılırdı . Bir miras anlaşmazlığı sonucu
konu yargıç karşısına gelirse yargıç konuya ilişkin ipuçlarına
göre kararını vermekteydi.
Örneğin bir çeyizin düzenlenmiş olması gibi şüpheye yer
bırakmayan edimlere ya da kan-koca olmak niyetini kanıtla­
yan davranışlar, evlilik törenine tanıklık edebilen kişilerin ta­
nıklıklarına göre: koca olduğu kabul edilen kişi, kendisiyle
birlikte yaşayan kadını her zaman "kansı" olarak niteleyebil­
mekteydi, ama nihayetinde, yalnızca birlikte olan o çift, evli
olup olmadıklarını kendileri bilebilirdi.
Roma'da evlilik daha doğrusu bir çeyizle birlikte evlilik,
zenginleşmenin onurlu yollarından biri olarak kabul ediliyor­
du. Ve bu evlilikten doğan çocuklar meşru kabul edildikleri
içindir ki miras onlara devrediliyordu. Bu çocuklar aynı za­
manda "yurttaş lık mesleğinin" devamcısı ve gelecekte sitenin
ve Roma "toplumsal bedeni"nin kalıcılığını sürdüren kişiler
olarak yurttaşlar çekirdeğini oluşturmuşlardır.
Bu husus Roma'da dikkatlice gözetilen ve üzerinde hassa­
siyet gösterilen bir konu olduğundan, dönemin siyasetçilerin-
Giriş / 31
den Genç Plinius, yurttaşlık çekirdeğini güçlendirmek adına
Roma için kabullenilmesi çok zor olan öneriler ortaya atmak
zorunda kalmıştır. Hak eden bazı köleleri azat ederek onları
bu yoldan yurttaş yapmak gibi.
Roma'da evliliğin işlevi, miras aktarımı ve zenginleşme­
nin bir aracı olmasının yanında "yurttaşlık meslek" statüsünü
sağlamak için de yapılıyordu. Hatta bu amacı Tarsuslu Anti­
patros şöyle özetler: "Evlenmek gerekir, çünkü vatanına yurt­
taşlar vermek gerekir, çünkü insan türünün çoğalması evrenin
ilahı tasarımına uygundur."
Kolonist ve sömürgeci Roma İmparatorluğu ' nda çalışma,
kölelere özgü bir eylem olduğundan, Roma yurttaşı kol gücü­
ne bağlı işlerde çalışmazdı. Bir Romalı yurttaşın çalışması
utanılacak bir edim olarak değerlendirilirdi. Roma'daki fark­
lı statülerin varlığı, bir o kadar da farklı etik anlayışı doğur­
muştu. Dolayısıyla nezaket, özgür bir insan tarafından göste­
rildiğinde rezillik olarak kabul edilmekteydi.181 Azatlı bir kö­
le tarafından efendisine karşı gösterildiğinde haklı bir şükra­
nın sonucu olmaktayken, bir kölenin ise açık seçik görevi ka­
bul edilmekteydi.
Görülüyor ki Roma Hukukunda hak ehliyetine sahip ola­
bilmek hürriyet, vatandaşlık ve aile statülerine sahip olmayı
gerektirmektedir. Kölelerin dışında kişilerle, kadınların va­
tandaşlık statüsü ve konumlandınlışı piramiter, cinsiyetçi ve
feodal yapının karakteristik özellikleriyle biçimlendirilmiştir.
Bu nedenle de Roma' da birden çok vatandaşlık statüsü bu­
lunmaktadır.
Roma Hukukunda etkili olan örf ve adetlerin ve buna bağ­
lı ahlak anlayışının etkisi yadsınamaz. Roma Hukukunun,
kavramsal olmaktan çok biçimsel ve çok daha az tümdenge­
limli (soyut norm) olan teknik yapısı, profesyonellerinin onu
ustaca kullanmalarına olanak veriyordu. Eşit olmayan ve eşit
olunmasını istemeyen, çalışmaya mahkum köle (yanaşma)
örgütlenmesiyle örülmüş bir toplumda, en temel tartışılmaz
hakların bile asla gerçeklik taşımadığı ve güçsüz birinin güç­
lüler karşısında kendisini savunabilecek mekanizma ve gü-
32 / Hitit Hukuku

venceden yoksun olduğu kuşkusuzdur.


Kişinin, hakkı olanı elde edebilmek için, etkin yasal yol­
lara uzaklığını ve kamusal gücün, kişisel kan davasının yeri­
ni alacak yerde, onu nasıl örgütlediğini gösterelim.
Bütün malvarlığı çok sevdiği bir doğa parçası veya atala­
rından kalan küçük bir çiftlikten ibaret olan bir kişinin bu
malvarlığına, yakın civarında güçlü olan bir komşusu tarafın­
dan göz dikildiğini düşünelim. Güçlü komşu silahlı köleleri­
nin başında, direnen mal sahibinin kölelerini öldürerek, o kü­
çük çiftliği ele geçirerek mal sahibini de fena halde hırpala­
yıp kovarak, çiftliği kendi malı gibi sahiplenir.
Bu durumda normal koşullarda mağdur olan kişinin yap­
ması gereken öncelikle; yargıç önünde şikayetçi olmak (litis
denuntiato ), adaletin tecellisini sağlamak ve kamusal yetke
(manu militari) aracılığıyla mallarını geri almaktır. Ama Ro­
ma'da 3. yüzyıla kadar süreç şu şekilde işlemekteydi: Ro­
ma' da konumları güçlü olan kişiler ceza hukukunu ve yaptı­
rımını kendileri uyguluyorlardı. Nitekim bu yüzden de ceza
hukukudan bahsedilemezdi, güçlü komşunun saldın ve gaspı
da tümüyle medeni hukuk kapsamına giren bir suç veya suç­
tan çok hukuki ihlal olarak kabul ediliyordu.
Dolayısıyla da davalı hasmı adamları ve güvenlikçilerinin
arasından çekip alarak yargıç karşısına çıkarmayı sağlamak,
zarar gören davacının kendisine düşmekte, duruşma günü
yargıç karşısına çıkarana kadar da kendi özel hapishanesinde
zincirleyerek hapsetmesi gerekiyordu. Eğer davacı onu zor
kullanarak yargıç karşısına çıkartmayı başaramazsa, davanın
başlaması asla mümkün olamazdı (litis contestatio).
Diyelim ki davacı onu yanaşma olarak kabul eden güçlü
bir kişi sayesinde bu aşamaları başardı ve mahkemeden hak­
lı olduğuna dair bir karar aldı. B undan sonra yapması gereken
imkanı varsa kararı bizzat uygulamaktır. Ama nasıl?
Mahkeme açıklanamaz bir gariplikle, davalıyı, gasp edi­
len, çalınan şeyi davacıya vermeye mahkum etmeyip, gasp
edilen çiftliği kendi kaderine terk ederek, davacının davalı
hasmının bütün mallarına ve topraklarına el koymasına izin
Giriş / 33
veriyor; bunları mezat yoluyla satıp, yargıcın çiftlik için biç­
tiği değere (aestimatio) eşit tutardaki parayı alması, kalanını
davalıya vermesi gerekiyor.1'1
Böyle bir hak arama sürecine kimlerin başvuracağı konu­
su ise, verilen örneğin kendisinde saklıdır zaten.

Roma H u ku k ve D O ş O n cesi n i n E d i n imi

Hukuk sistemleri, bağlı oldukları kurallar silsilesi ve arka


plandaki felsefeleriyle, tabi oldukları rejimi yansıttıkları gibi ,
hitap ettikleri zamanın demokratik anlayış ve kültürünü de bi­
çimlendirirler. Süreç içinde Avrupa kıta coğrafyasında biçim­
lenmeye başlayan devletler de, ideolojik tercihlerini kendile­
rine en yakın ve uygun buldukları Roma Hukuk Sisteminden
yana kullanarak, idari ve hukuk düzenlerini temellendirip,
uyarlamışlardır.°01 Yani seçim bilinçli ve ideolojiktir. İlk çağ­
dan başlayan bu tercihli süreç,1 1 ıı modem tarihin hukuku ve
demokrasisidir. 1 1 21
Bu bilinçli tercihin sonucu olarak; günümüz modem Avru­
pa Hukuku, üzerinde yükseldiği Roma Hukukunun nüfuz ve
düşünce yoğunluğunu kendine özgü üstünlüğüyle devam et­
tirmektedir. 1131
İmparator Justinianus tarafından yürütülen 6. yüzyıldaki
meşhur kanunlaştırma hareketi, cumhuriyet ve imparatorluk
içinde bin yıl süren sürekli bir hukuksal gelişmenin en yük­
sek noktası olmuştur. Justinianus Byzantium 'da kurulu, bas­
kın şekilde Yunanca konuşan Doğu Roma İmparatorluğu ' nda
tahtta çıkmıştır (ki kendisi Latince konuşan son imparator­
dur). Bir zamanlar Roma'dan yönetilen imparatorluğun batı
bölümü, barbaru 4 1 kabilelerce daha önce teslim alındığından,
J ustinianus ' un Corpus J uris 'i hemen yayımlanmasını izleyen
yüzyıllarda Doğu ' da anlaşılmaz ve Batı ' da ulaşılmaz durum­
daydı. Bu düzenleme, Batı Avrupa'da 6. yüzyıldan 1 1 . yüzyı­
la kadar, Barbar Kodları ile birleşmiş Justinianus öncesi hu-
34 / Hitit Hukuku

kuktur ve şimdilerde genel olarak vülger Latince 'ye kıyasen


"vülger hukuku" olarak bilinmektedir.
Hukuk biliminin (jurisprudence) yeniden yaşam bulması
Corpus Iuris ' in Batı 'da keşfedilmesiyle aynı ana rastlamış,
İtalya'da yazıların içeriği ilk kez ciddi şekilde incelenmiştir.
Bu, çalışmanın belli sayıdaki hukuk öğretimi merkezlerinde
gerçekleşmiş olabileceği ve 1 O. yüzyılda en çok Lombard
Krallığı 'nın merkezi olan Pavia'da görülebildiğini göster­
mektedir. Lakin, Bologna Hukuk Okulu, zamanında, genel
hukuk bilimi olarak kabul edilen Roma Hukuku araştırmala­
nnda üstünlük kurmuştur. Bologna'lı glossatörlerin çalışma­
sı, yeni öğretimin baştanbaşa Avrupa'ya yayılmasının yolunu
hazırlamıştır. Bu yayılma süreci her ülkede, hiçbir anlamda
tek biçimli değildir.'151
Roma Hukukunun yayılma sürecinde, Avrupa'daki döne­
minde en etkili olduğu ülkelerin başında, Almanya, Fransa ve
İngiltere gelmektedir. Bu üç ülkede de diğerleri gibi farklı ge­
lişim ve etkileşim süreçleri yaşanmıştır.'161
Hukuki uygulamaların sonucuna bakılırsa, Roma Hukuku­
nun eğitimi bile imparatorluğun çöküşüyle birlikte tamamen
ortadan kaybolmuş değildir. Roma Hukuku eğitimi, eski kültü­
rün diğer kalıntılarıyla birlikte ve özellikle de o günlerin eği­
tim görmüş sınıflarının -Kilise'ye ve manastıra mensup sınıf­
ların- aracılığından geçerek, bir dereceye kadar ayakta kalmış­
tır. Aslında bu kalıntılar sadece tutarsız ve saçma olmakla kal­
mayıp, aynı zamanda bir kural olarak eski çağın yaygın eğiti­
minin kurtanlmasını sağlamak için ortaçağın erken dönemle­
rindeki teşebbüsle umutsuz bir şekilde karışmış bir haldedir.
Ortada, teşkilatlanmış hukuk okullarının belirgin izleri yoktur.
O zamanki hukuk eğitimi olarak elde kalan; gramer, reto­
rik ve diyalektik alanlanndaki araştırmalarla birleştirilen bir
şey olmaktadır. 7. ve 8. yüzyıllar esnasında yürütülen bu tür­
den bir meşguliyetin çarpıcı bir örneği: İspanya Piskoposu
Isidor of Seville 'nin Etimolojiler'i Orijinler ' i aracılığıyla su­
nulmuştur. Bu; sanat, tıp, Tevrat ve İncil konuları , kilise tari-
Giriş / 35
hi, filoloji ve hukuk hakkındaki klasik kaynaklardan toplanan
her türden bilgiyi kucaklayan bir Encyclopaedia idi.
Burada yer alan hukuki bölümler; ilk olarak hukuk bilimi­
nin alt bölümleri, hukukun amaç ve yöntemleri, kanun koyu­
cular ve hukuk bilginleri hakkındaki genellemelerden ve
ikinci olarak da maddi hukuka ilişkin -tanıklar, deliller, eşya
hukuku, suç ve ceza, vs. gibi bilgilerden oluşmaktadır. Hukuk
kitaplarının incelenmesi başlıca iki dar alanla sınırlanmıştır.
Diğer alanlarda olduğu gibi, burada da ruhani hayat, Roma
devrinin ciltler dolusu eserlerinden yapılan özetlere ve kulla­
nılan tabirlerin literal kelime anlamını keşfetmek için gayret­
le yapılan çalışmalara harcanmıştır. Özet (Epitome) ve glos­
sa, bu kısır devir boyunca bilim geleneğinin iki kanalını oluş­
turmuştur. Özetler yoluyla elde edilen sonuçların açıklanma­
sı bakımından örneğin; Roma Hukuku kurallarından yararla­
narak kilise mensuplarına uygulanabilecek bir hukuk ortaya
çıkarma arzusuyla seçilen malzemelerin yer aldığı, 9. asırdan
kalma bir Roma kanunları derlemesi olan Lex Romana Cano­
nice Compta ' ya bakış, sonuçları betimlemektedir.°71
Glossalann tamamlanması için yapılan faaliyet, klasik de­
virlerden başlayarak ortaçağ boyunca aralıksız devam etmiş­
tir. Bunlar; tercümeler ve izahatlar yapmak için ortaya çıkan
ortaçağa özgü ikamelerdir. Uzun özetler ve dikkat çekmeye
yönelik bilgiler sayfa kenarlarındaki boş yerlere not edilir­
ken, yalnız başına terimlerin ve sözcüklerin açıklanmasını
kolaylaştırmak için yapılan kısa yorumlar, etimolojiler ve iza­
hatlar satır aralarına konmuştur.
Turin elyazmasının (Turin MS) Institutes ' in glossası, Dean
ve Chapter of Pistoia (Tuscany) 'ya ait olan bir el yazmasının
Codex 'in Epitome 'una dair glossası bu tip çalışmanın örnek­
lerini oluşturabilir. Bunlardan ilki, 1 0. yüzyıldan önce derlen­
miştir ve Corpus Juris'in tüm bölümleriyle ilgili olarak düşü­
len Bizans notlarının tercümesine dayanmaktadır. Pistoia
glossası daha orijinaldir. Üstelik temel unsurları 9. yüzyıla ait
olmasına rağmen; 1 0. , 1 1 . ve 1 2. yüzyıllar boyunca kullanıl­
mış ve sonraki ilavelerle epeyce gelişmiştir. Buradaki tüm
36 / Hitit Hukuku

notlar, hiçbir surette zeUsı küçümsenmeyecek bir kişi tarafın­


dan yazılmıştır. Gerçi, Corpus Juris'den değiştirmeden alıntı­
ladıklarının izini sürme olanağı pek yoksa da; yazan kişinin
özetlerinde ve açıklayıcı kısa yorumlarında, hukuki meselele­
rle bir kuralın ana fıkrini kendi sözcüklerini kullanarak akta­
rabilen bir kavrayış görülebilmektedir. örneğin, Epitome il,
1 2, 1 0; şu anlama gelen bir kanunlaştırma metni veriyor: Eğer
bir kişinin temsilcisi (procurator) onun adına iş görmeye tam
olarak yetkiliyse, davada (asil) temsilcisi aleyhinde verilen
karara katlanmak zorundadır; çünkü bir hile varsa, procurator
müvekkili tarafından dava edilebilir (Sui quidfraude ve/ do/o .
egit, convenire eum more judiciorum non prohiberis).
Glossa ise kısaca şöyle not etmektedir: "Bir hilede bulun­
madıkça, iş görme konusunda tam yetkili olan bir kişi, her­
hangi bir meseleyi sonuçlandırabilir" (nota qui habet plenam
potestatem agendi posse rem sine do/o firmiter finire). Bura­
daki düşünce orijinal metindekiyle aynıdır, ancak farklı bir
görüş açısından formüle edilmektedir.
Bu ve benzeri incelemelere güvenerek hukuk öğreniminin,
ortaçağın, 5. yüzyıldan 1 0. yüzyıla kadar, en karanlık devirle­
rinden koşarak geçen aralıksız ama cılız bir akışının olduğunu
söyleyebiliriz. Örgütlü hukuk okullarının mevcudiyeti ispatla­
namadığı gibi, · bireysel fikirlerin çok faal bir gelişiminden
bahsetmek mümkün değildir. Ancak eski çağın miras bıraktı­
ğı eksik parçalardan suretler ve özetler çıkarılıyor ve manas­
tırların scriptoria'larında (yazı salonlarında) ya da sanat öğ­
retmenlerinin sınıflarında ve bölümlerinde inceleniyordu.°81
İncelediğimize benzeyen karmaşık tarihsel bir süreçten ders
çıkarmak mümkündür. Bütün ton ve ruh h� li farklılığına rağ­
men, yol gösterici bir veya iki nağme sürekli tekrarlanıyormuş
gibi gözüküyor. Aşikar olan bir şey varsa o da; Roma Hukuku­
nun iktibasının genellikle siyasi nedenlere bağlı olduğudur.
Bu, hukuksal sistemin özel ve kamu çıkarlarına müdahale
eden feodaliteden farkl ı olarak, bireyler ve sınıfların üstünde
yükselen devlet fikrine bağımlı olan karakteristik özelliğidir.
Devlet kavramının bütün öncülerinin düşüncelerine, ihtiraslı
Giriş / l7
imparatorlara, açgözlü prenslere, reformcu hukukçulara ve de
hukuk ve düzenin din adamı olan temsilcilerine başvurmak
mecburdu. Y üksek derecede gelişmiş bir sosyal ilişki çağın­
dan yapıldığı gibi gelen Roma Hukuku, ekonomik gelişmenin
gereksinimlerini birçok bakımdan tatmin etmiştir. Tarih asla
kendisini tekrar etmese de; 1 5 . yüzyıl Avrupasındaki ticaret ve
endüstri koşulları, epeyce farklı olsa da, alışveriş ilişkilerine
yönelik hukuksal yapılar kurmadaki engin deneyimin sonuç­
ları, Roma Hukuk kitaplarından faydalanmakta başarısız ol­
mamıştır. Bu etki, özellikle sözleşme hukukunda belirgindir.
Nihayet, içtihat bakımından Roma Hukukunun bilimsel
değerine karşı çıkılamazdı; hukuksal konularda teorik kusur
ortaya çıkar çıkmaz otoritesini kurardı. Ortaçağ boyunca Ro­
ma Hukuku tarihi, değişen şartların ortasında fikirlerin gizli
gücüne ve düzenleyici kudretine tanıklık etmiştir. Ve ortak
hukuk olarak benimsenen Roma Hukukunun özenle işlenme­
si sosyal bir gereklilik olarak kabulünün yanında, Roma sis­
temi sadece okullarda değil mahkemelerde kendi gücünü tüm
etkinliğiyle göstermeye başladığı zamanlardır.U'>
Modem bakış açısıyla bakıldığında, tarihçe ve kaynağını
Roma Hukukundan alan Modem Hukukun soyut normlar sis­
temi yani normatif düzeni; kişilerin meydana getireceği zarar
mefhumunu, korunan hukuki değer açısından (ki bu durum,
sistemin sürekliliğine rağmen, umulan veya umulamayan
"potansiyel" tüm tehlikelere karşı, kendisini uyarlayarak, dü­
zeni ve devleti muhafaza edici, subap özelliğiyle) değerlen­
dirmeye tabi uygulama pratiğiyle, "güvenlik" ve "huzur"u
sağlamayı amaçlar. Bu karakteriyle, zaman zaman, her duru­
ma uyarlanabilen Modem Hukuk Sistematiği ve soyut norm
yapısının esasta her türlü muhalefete karşı statükoyu muhafa­
za etme nitelik ve kaygısının ön plana çıktığı görülür. Güven­
likçi bu anlayış, kişi hak ve özgürlüklerini tırpanlamayı ken­
dinde hak görür.
Hukuk usulü bakımından daha sistematik karakteriyle
devlet ve egemenlik olgusunu içice geçirerek, köleci sistem­
le derinleştirip süreklileştiren Normatif Hukuk Sistematiği;
38 / Hitit Hukuku

Roma Hukukunu, ilkçağdan ortaçağa evirip, süzerek, mo­


dernleştirip bugüne taşımışur. Bu tarihi köprüsel yolculuk,
ortaçağ Avrupa'sının siyasal ve hukuksal örgüsünü örüp, bu­
günün kıta Avrupa Hukukuyla Anglosakson Hukuk Sistema­
tiğinin siyasal ve felsefi modem taşlarını döşeyen yaklaşık iki
bin yıllık uzun bir süreci kapsamaktadır.
6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından Constantino­
polis 'te, yani İstanbul 'da Corpus Iuris Civilis olarak anılan
kanunda toplanmış olan Roma Hukuku üzerinde yapılan ça­
lışmalar Avrupa Hukukunun aynı zamanda gelişme sürecidir.
Başka bir deyişle Roma Hukuku sayesinde Avrupa Hukuk Bi­
limi oluşmuştur. Avrupa'da ortaçağ ve yeniçağ boyunca mil­
li devlet bilincinin oluşması her devletin milli kanunu olması
fikrini de doğurmuştur. Buna uygun olarak Fransız Medeni
Kanunu (Code Civil), Avusturya Medeni Kanunu (Allegeme­
ines Bürgerliches Gesetzbuch), Alman Medeni Kanunu (Bür­
gerliches Gesetzbuch) ve İsviçre Medeni Kanunu ve Borçlar
Kanunu (Schweizerisches Zivilgesetzbuch-Schweizerisches
Obligationenrecht) yapıldıktan sonra başta Fransız Medeni
Kanunu olmak üzere bu kanunlar Avrupa'daki diğer devletler
tarafından, hatta Avrupa dışından · özellikle Güney ve Orta
Amerika devletleri tarafından iktibas edilmiş, yani benimse­
nerek bu ülkelerde de milli kanun olarak uygulanmaya konul­
muştur. Böylece Roma Hukukunun kuralları bu kanunların
maddeleri içinde yer almak suretiyle canlılığını kaybetmeye­
rek, doğrudan olmasa da dolayısıyla yaşamaya ve uygulama­
ya devam etmiştir.
Bu kısa açıklama dikkate alınacak olursa, günümüz hu­
kuklarının gereği gibi anlaşılabilmesi ve özümsenebilmesinin
Roma Hukukunun bilinmesi ile mümkün hale geleceği orta­
ya çıkar. Roma Hukuku her şeyden önce hukuki düşünce tar­
zını etkilemiştir. Gerçi Roma Hukukunu zirveye ulaştıran
klasik hukukçular, bugünden farklı olarak, hukuka meseleci
metod ile yaklaşarak, hukukun "teorisi" ile esas itibariyle il­
gilenmemişlerdir, ancak Yunan filozoflarından öğrendikleri
analiz ve sentez tekniğini kullanarak meseleleri hukuki çözü-
Giriş / 39
me bağlamayı ve yaratılan yeni hukuki kavramların bir sis­
tem içinde yer almasını sağlamışlardır. Roma Hukukçuları,
kuralların yorum yoluyla tatbikini, bunların kıyas ve zıt kav­
ramlardan hareket suretiyle uygulama alanlarının genişleme­
sine örnekler getirmişlerdir.
Roma Hukukunun iktibası her şeyden önce Roma Hukuk­
çularında görülen hukuki düşünce tarzının ve metodunun be­
nimsenmesi anlamına gelir. Bu metodun her türlü hukuk mal­
zemesine uygulanması mümkündü. Nitekim iktibas olayı ile
birlikte Avrupalı hukukçuların bu metodu kendi milli hukuk­
larına da uygulayarak bunları Roma Hukuku ile kaynaştır­
mak suretiyle milli kanunlarının olgunlaşmış bir zeminde ya­
pılmasını kolaylaştırmışlardır. Klasik hukukçuların yarattığı
ayni hak-şahsi hak, mülkiyet ve zilyetlik farkı, irtifaklar ve
rehin, borç ilişkisi, borçların kaynaklan olarak akitler, haksız
fiiller ve haksız iktisaplar, borçların ifasında uyulacak kural­
lar, çeşitli akit tipleri, ölüme bağlı tasarrufl ar gibi ana kav­
ramlar bugün de geçerlidir. Hukukçular hukuki olaylan ince­
lerken bu ana kavramlardan hareket ederler ve gerekli huku­
ki sonuca böylece varırlar. Başka bir deyişle çözüm bekleyen
hukuki meselelere yaklaşım bakımından günümüz hukukçu­
larıyla Roma Hukukçuları arasında büyük benzerlik mevcut­
tur. Roma Hukuku, hukuk tarihi için vazgeçilmez niteliktedir.
Hukuk tarihi, müesseselerin, kavramların ve prensiplerin za­
man içinde nasıl ortaya çıktığını, nasıl değiştiğini ve yine na­
sıl sona erdiğini ve neden yaşamaya devam ettiğini gösterir.
Hukuk tarihi, hukuk kurallarının yürürlükte bulunduğu toplu­
mun gerçeklerinden bağımsız olarak oluşmadığını, ülkedeki
sosyoekonomik, siyasi ve kültürel olguların hukuk kuralları­
nın karakterini belirlediğini göstermektedir. Bu nedenle de
devletin siyasi yapısı üzerinde mutlaka durmak gerekir. Ro­
ma Hukuku aynı zamanda dünya medeniyet ve kültürünün
önemli bir unsurudur. İktibas olayından etkilenmemiş, hatta
ona direnmiş ülkeler bile Roma Hukukuna ders programla­
rında yer vermek zorunda kalmışlardır. Londra'nın üç hukuk
fakültesinde Cambridge, Oxford ve University College of
40 / Hitit Hukuku

London 'da Roma Hukuku zorunlu ders olarak okutularak,


Avrupa 'nın diğer ülkelerindeki öğrencilerden belki de daha
fazla bilgi sahibi olunması beklenmektedir. Yine ABD'nin
büyük ve köklü üniversitelerinde Roma Hukuku Avrupa 'da­
kine benzer bir içerikle öğretilmektedir. Adalet, hukuk ve uy­
garlığın bir sembolü olarak Washington 'daki Y üksek Mahke­
menin (Supreme Court) bronz kapılarına praetor beyanname­
si, Romalı hukukçular ve Justinianus 'un Corpus Iuris ' i tevdi
töreni resmedilmiştir. c20>
Modem Hukukun, siyasi yapısının muhafazası bakımın­
dan, kişiler üzerinde kurduğu çok sistemli ve zaptu rapt dene­
timinin zeminini oluşturan, çağlar arası kurduğu köprüsel ba­
ğın ve dünya medeniyet ve kültürünün önemli bir unsuru ha­
line gelen Roma Hukukunun seçiminin bu nedenle hiç tesa­
düfi olmayıp, tamamen bilinçli bir tercihin sonucu olduğu
gerçeği ile karşılaşırız.
Tarihteki somut düzenlemeleriyle, insanın doğadan kopa­
rıldığı, cinsiyetçilik ve köleliliğin baskın karakter olarak belir­
leyici olduğu, merkeziyetçi Roma İmparatorluk Hukukunun,
tüm kıta Avrupası ve Angola Sakson Hukuk Sistemleri üzerin­
deki büyüleyici etkisi işte bu nedenledir, yani : Statükonun ko­
runması. Günümüz hukuku da aynı minval üzerinden "ilerle­
meci" inşa ve "gelişimini" sürdürmektedir.
Çıkarımın düşünsel ve olgusal tablosunu, Roma Hukuku
ile selef-halef ilişkisi bulunan bugünkü Modem Hukuk orga­
nizması ile aşağıda inceleyeceğimiz Hitit Hukuku ve felsefi
kıyaslamasında bulacağız. Karşılaştırma iki hukuk sisteminin
fark.lan ile birlikte hangisinin daha insancıl, demokratik, öz­
gürlükçü ve doğacı olduğunu şüphe götürmez bir somutlukla
su yüzüne çıkarır. Hitit Hukuku küçük bir coğrafi alan içerisi­
ne sıkışmış, yerel bir ilkel toplum hukuku değil, yaklaşık beş
yüz yıllık devlet ve imparatorluk ve en az bin yıllık tarihi geç­
mişiyle, döneminin en güçlü yönetimlerinden biri olarak tari­
he damgasını vurmuş Tunç Çağı toplumunun hukukudur.
Tez, gelişim konaklarının ' kutsal egemenlik' olgusundan
(ki bu kutsal egemenlik kendisini devlette simgeleştirir) hak-
Giriş / 41
tar paralelinde, insan ve doğaya doğru evrilerek izlediği kla­
sik diyalektik güzergah öğretisinin, gerçekle hiç bağdaşmadı­
ğını Hitit Hukuku üzerinden göstermeyi amaçlar.
Tarihin bilinen ilk yazılı hukuklarından birini oluşturan
elimizdeki yazılı kaynakların, standart klasik bilgi dağarcığı­
nı tarumar edici gücü büyüleyici olduğu kadar, birçok konu­
yu tekrar düşünmemizi zorunlu kılmaktadır. Hitit uygarlığı­
nın; 12 1 > egemenlik sınırlarını genişlettiği süreçte, tarihte hep
olduğunun aksine, "gelişim" sürecinde daha insancıl, barışçı
ve doğacı bir felsefeyi merkezine oturttuğu gözükmektedir.
Ölüm cezalarının halen ABD' nin birçok eyaletinde uygulanı­
yor oluşu, hem Avrupa hem de Türkiye ceza yasalarında bu
cezanın daha dün denilebilecek bir tarihte kaldırıldığı düşü­
nüldüğünde, imparatorluk sınırlarını genişleterek dünyanın
en etkili siyasi gücüyken, tarihin ilk devletlerarası barış ant­
laşmalarıyla güç ve egemenliğini sınırlandıran, şiddettin kişi­
ler ve devletler düzeyinde kullanımını meşru müdafaa dışın­
da yasaklayan, istisna birkaç madde dışında (ki uygulaması­
nın hemen hemen olmadığı) kaldırdığı ölüm cezalarıyla, ben­
zer mantık ve şekilde devlete ödenecek tazminat cezalarını
kaldıran, ülkesi ve egemenliği altındaki devletlerde kurmuş
olduğu basit ve hakka niyete dayalı mahkeme ve yargılama
düzeni vb. ile yaşanan çağ açısından ilginç olduğu kadar,
unutulan veya unutturulan bir insanlık tarihiyle karşı karşıya
olduğumuz açıkça görülmektedir. "Toprak altından" çıkan bu
gerçeğin, ezberleri tarumar edici gücü heyecan vericidir.
Gerçeğin gücü ve yarattığı şaşkınlık, aşağıya aktarılan il­
ginç ve titiz araştırma sahibi bilim insanlarının değerlendir­
melerinde de görülebilmektedir. İlk elden bu aktarım ve de­
ğerlendirmeler, alınan eğitimin kategorize edici duvarlarına
hapsolunmaktadır. Yaşanmış çağın tarihlendirilmesi doğru ol­
masına rağmen, içinde bulunulan , kültürel, siyasal ve hukuk­
sal yapının tarihsel kategorisi, modemitenin yoğun eğitsel
kuşatılmışlığından kendini kurtaramamaktadır. Bazılarınca
bu hukuk "ne kadar modern bir hukuk" şeklinde adlandırılır­
ken diğerlerince, bu yasaların mevcut haliyle (ki istisnai du-
42 / Hitit Hukuku

romlarda sözlü hukukun yanında çıkarıldığı gerçeğine rağ­


men) bazı suçlan ve hukuki durumları ele almayışının ya bir
eksiklik olduğu ya da halen ulaşılmayan tabletlerin varolabi­
leceği öne sürülmektedir.
Dillendirilen bu kaygının temelinde, bugünün tüm değer
ve bilgisi ışığında, "başka suçların" da düzenlenmiş olması
gerektiği, aksi takdirde "bunların" cezasız kalacağı endişesi
yatmaktadır. Bu endişenin dayanağı ise, kişi hak ve özgürlük­
lerini göreceli bir şekilde sağlayan , ama aynı zamanda da top­
lumsal ve bireysel yaşama tümüyle nüfuz etmiş, özgürlük ve
güvence alanını daraltan Modem Hukuk felsefesidir.< 22>
Modem dünya, uzun yıllar boyunca milyonlarca kölenin
bir arada çalıştırılarak iktidar ve gücün pekiştirilip simgelen­
diği, dev boyutlardaki güzel mimari eserleri , dünyanın yedi
harikası kategorisi içerisinde ele almış ve ait oldukları uygar­
l ıkların, geçmiş tarihçesini nerdeyse gün gün büyüteç altına
alıp işleyerek gündemde tutmuş ve tutmaya devam etmekte­
dir. Güncelleştirilerek merkeze konulan dönemler; Mısır, Yu­
nan ve Roma uygarlıkları, çalışma konusu Hititlerin yalnızca
"zamansal" açıdan ya çağdaşı ya da ardılı dönemlerini ifade
eder. Bu uygarlıklarda, kral ve imparatorlar, ülkenin köleci
toplumsal yapısı üzerinde, sorgulanamaz ve dokunulmaz tek
güçlü kişisi olarak mutlak ve tek otoritedir. Modem tarih ide­
olojisi, okulları ve medyasıl23> ile birlikte büyülenmiş bir bi­
çim ve gizemle, bu fotoğrafı ve ardındaki resmi defalarca ve­
rip durarak, bir yandan mevcut iktidarların muhafazasını per­
çinleştirmekte öte yandan da iktidarın binbir çeşidini "antik
dünyadan" aldığı destekle üretip durmaktadır.
Roma Hukuku üzerinden Modem Hukuk eleştirisi yapılır­
ken izlenilen yöntemde bir başlangıç veya milat yaratma
amacı taşımadan bir çağın hukukunu, pek bilinmeyen Hitit
Hukukunun önemli bulduğum bölümlerini, somut bir veri
olarak tezime dayanak oluşturmaya çalıştım. Bugünkü Mo­
dem Hukukun modemiteden kesinlikle bağımsız olmayan
yapısı ile bugüne gelişteki başlangıç konağı yapageldiği Ro-
Gi riş / 43

ma Hukukunun ilk, orta ve modem çağı ne yoğunlukta etki­


lemiş olduğuna da kısaca değinildikten sonra doğaya, insana
daha yabancılaşmamış bir toplumun (Hitit) yapısının günlük
yaşamda kullanmak için oluşturduğu hukuk müktesebatı ele
alınmıştır. Konuyla ilgili bilim insanlarının her türlü görüş ve
titiz çalışmasının incelemeye zenginlik katması ve zaman za­
man da dayanak oluşturması oldukça önemli olmuştur. Bu ça­
lışmalar arasında Hititologların, Hitit Hukuku açısından en
derli toplu belgesi olduğu konusunda hemen hemen fikir bir­
liğine vardıkları, 20. yüzyılın ikinci yarısının başlarında bulu­
nan ve her biri yaklaşık I OO'er maddeden ibaret iki dizi ha­
linde sınıflandırılmış iki tablet en önemli dayanağımızdır.
Yaklaşık olarak 200 maddeden oluşan bu tabletler ilgili bilim
insanlarınca da Hitit Yasaları veya Hitit Yasa Maddeleri şek­
linde adlandırılmıştır. Anılan yasa maddeleri yanında, kralla­
rın talimatnameleri, diğer krallıklarla yapılmış devletlerarası
antlaşmalar, vasiyetnameler, mahkeme tutanakları ve olayla­
rın hemen hepsi Hitit Hukukunu incelememizde başvurula­
cak birinci dereceden kaynaklardır.
Hitit Yasa Maddeleri, kendi toplumunun hukuk kodifikas­
yonunu büyük oranda yansıtır. Yazılı olmayan geleneksel hu­
kukun yanında önemli bulunan ve sıkça karşılaşıldığı düşü­
nülen konularda çıkarılmış bu yasa maddeleri, bugünkü Mo­
dem Hukuk sınıflandırması ile ceza, medeni, iş, borçlar, tica­
ret ve idari hukuk ve yargılama hukuklarının hepsini içerisin­
de barındırmaktadır. Nitekim bu çalışmada hepsini olmasa da
önemli gördüğüm kısımlarını, doğrudan temel kaynak olarak
kabul edilen tabletler dışında başvurulan nakil temel kaynak­
larla karşılaştırmalı olarak aktarmayı uygun buldum. Hitit
Hukuk müktesabatı ve özel olarak Hitit yasa maddeleri hak­
kındaki eksik değerlendirmelerle varılan görüşler nedeniyle
katılmadığım fakat bilgi açısından buraya aktarmayı uygun
bulduğum Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ ile Profesör Fi­
orella Imparati 'nin yorumlan ise şöyledir; Muazzez İlmiye
Çığ, eldeki bu iki tabletteki yazılanlara bakılacak olunursa bu
iki tablete ek ve benzer bir üçüncü tabletin daha olması ge-
44 / Hitit Hukuku

rektiğini ileri sürer.<24ı


Profesör Fiorella Imparati de; "Evlat edinme, miras, evlen­
me usulleri, önceden tasarlayarak adam öldürmeye ilişkin hu­
kuk kurallarının eksikliği nedeniyle, eldeki belgelerle, Hitit
toplumunun birçok görüntüsü belirmediğinden bir Hitit 'co­
dex ' inden söz etmenin doğru olamayacağını" ileri sürmekte­
dir. Bu düşüncesini "Hititlerde önceleri sözlü alışkanlık kural­
larının geçerli oluşu, yukarıda zikredilen eksik olguların da
hala örf ve adet kurallarıyla düzenlendiği ve eskiçağın bütün
yasa derlemelerinin daha çok özel nitelikteki sorunlar ve alı­
şılmamış olayları konu edinmiş ve bugüne ulaşan yasalar met­
ninin de bu nedenden dolayı daha çok özel olay ve anlaşmaz­
lıklarla, kralın adalet mahkemesi tarafından verilmiş hüküm­
lere ilişkin kuralların derlenmiş" olabileceğine dair düşünce­
siyle gerekçelendirmektedir. Halbuki metnin ilerleyen bölüm­
lerinde görüleceği üzere evlat edinme, miras, evlenme usulle­
ri, önceden tasarlayarak adam öldürmeye ilişkin kurallar çe­
şitli bakımlardan Hitit Yasa Maddelerinde düzenlenmiştir.
Yine Imparati 'nin yasa maddeleri bakımından bir başka
değerlendirmesi de; "Hattuşa arşivlerinde bulunan belgelere
göre garnizon komutanlarına, askerlere, din görevlilerine,
yüksek memurlara gönderilmiş çok sayıdaki yönergeleri ha­
tırlarsak, yasalar derlemesinin de, yargıç ya da yargılamada
görev üstlenen yüksek mevki sahiplerinin dayandıkları tartış­
malı olaylara ilişkin yasa kurallarını sağlamak amacı taşıdığı­
nı düşünmek akla yakın gözükmektedir" şeklindedir. Bu gö­
rüşün bir bakıma geçerliliği sözkonusu olmakla beraber me­
tin içindeki açılımlarımızda görüleceği üzere, mevcut Hitit
Yasa Maddelerinin yalnızca bu amacı taşımış olduğunu ileri
sürmek oldukça eksik bir değerlendirme olacaktır.
Doğrudan tablet nakilleri ile Hitit Yasa Maddelerine ulaş­
mamızı sağlayan ve tez araştırmamıza büyük bir olanak ve
dayanak oluşturan kişi ve eserlerden, özellikle dünya Hitito­
loji literatürü ve Hitit Hukuku sahasında tartışmasız önemde­
ki Johannes Friedrich ' in Hitit Hukukuna Dair tahlili yayının­
dan (critical edition) ilk planda bahsetmemiz doğru olacaktır.
Giriş / 45
Friedrich 'in bu eserinin, piyasaya çıktığı 1 959 yılından bu
yana neredeyse yarım asır geçmesine rağmen, F. Hrozny 'nin
1 922'de yayımlanan "Editio Princeps" eserinden sonra kanun
metinlerinin tamamının yayımlanmış olması bakımından Hi­
titoloji alanında bir kilometre taşı olduğu kabul edilmektedir.
Eserin ilk baskısı 1 959, 2. baskısı 1 97 1 yılında Hitit yasaları
olarak çevirebileceğimiz "Die Hethitischen Gesetze" ismiyle
yayımlanmıştır. Friedrich ' in eserinin yayımlanmasından son­
ra İtalyan araştırmacı, Floransa Üniversitesi profesörlerinden
Fiorella lmparati ' nin quasi-edition ' u Friedrich ' in eserinin
yayınından yaklaşık beş yıl sonra "Le leggi Ittite" ismiyle
1 964 yılında yayımlanmıştır. Bu eser, 1 992 yılında İtalya' nın
Türkiye Büyükelçiliği Arkeoloji Seksiyonu ' nun desteği ile
Erendiz Özbayoğlu 'nun çevirisi sayesinde Hitit Yasaları ola­
rak Türkçe ' ye kazandırılmıştır. Daha sonra yeni kanun tablet­
lerine ulaşılmış olması ve Hitit dilinin tarihsel dil çalışması
açısından ele alınarak incelenmesi, daha yaygın hale gelerek
her geçen gün daha da sofistike bir hal almış olması nedenle­
riyle Friedrich ile lmparati ' yi eserlerini yazmaya iten aynı ne­
denlerle Chicago Üniversitesi profesörlerinden Harry A.
Hoffner ' ın da 1 997 y ı lında The Laws of the Hittites ( H iti t Hu­
kuku/Yasaları) ismiyle yayımladığı eserinden de bahsetme­
miz uygun olacaktır.
İncelememizin ana metninin Hitit Yasa Maddeleri başlıklı
bölümünde sistematik olarak lmparati ' nin Hitit Yasaları ese­
rinden yararlanılmıştır. Metindeki yasa maddeleri düzenini de
bu eser üzerinden vermekteyi z . Friedrich ve Hoffner ' in yasa
maddelerinin yorum ve okumalarını , ana metindeki Impara­
ti ' nin çeviri ve yorumlarıyla karşı laştırma yapı labilmesi i ç i n
metinde dipnot olarak sunduk. Hem okuyucunun maddeler
arasında karş ılaştırma yaparak farklı yorum yapma ve zaman­
la tamamlanan eksik çev iri leri görebilme olanağ ı n ı sağlamak
hem de tez i n ilk haline sadık kalabilmek kayg ı s ı y l a bu yönte­
me başvurulmuştur. Hitit yasa madde leri, Hitit uygarl ığı ve
t o p l um sal yaşam kodlarını düzenlediğinden, dönemine i l işkin
önemli aç ı l ı m l ar getirdiği kolay l ıkla görü lecektir. S ınırl ı ola-
46 / Hitit Hukuku

rak aktardığımız yasa maddelerini, kendi aralarında sınıflan­


dırarak, bu konuda başvurduğumuz Imparati 'nin çalışmasına
ek olarak diğer temel kaynaklarla birlikte karşılaştırmalı ak­
tardığımızı belirtmiştik. Hemen akabinde kendi görüş ve de­
ğerlendirmelerimize yer verilmiştir. Böyle bir yönteme baş­
vuru nedenimiz şudur: Az önce değinildiği üzere söz konusu
yasa maddelerinin ait oldukları toplumun temel kodlarını dü­
zenlemiş olmaları sebebiyle, tezin amacına uygun olarak ya­
sa maddelerinin sıralanmasının hemen ardından sıcağı sıcağı­
na yorumlama yoluna gidilmiştir. Zaman zaman da Türkiye
ve Türkiye dışından konuya ilişkin değerli incelemeleri bulu­
nan hititologlar ile, Hitit uygarlığının çeşitli alanları yanında
Hitit yasaları üzerinde de aktif olarak çalışan, kazı çalışmala­
rı halen sürmekte olan ve bir dönem Hitit uygarlığına baş­
kentlik yapmış Şapinuva antik kentinin kazı başkanlığını yü­
rüten değerli Hititolog Prof. Dr. Aygül Süel ' in çalışmaların­
dan yararlanıldığı gibi, konuya ilişkin bilgi ve değerlendirme­
lerine de sıkça başvurulmuştur. Metnin bazı bölümlerinde su­
nulan yasa maddelerinde, Aygül Süel 'in kendi çevirilerine de
yer verilmiştir. 1251

Notlar
(1 ) "Bazı tarih leri n hayatım ızda birer dönüm noktası oldugunu söylemek·
ten keyif almaktayız, tıpkı tari hçileri n bazı medeniyetlerin yıkılış ya da
yükseliş tarihleri ni kesin olarak 1 850, 1 500 ya da l 066 d iye tayi n et­
meleri gibi; oysa gerçek tari h bundan çok daha geride ya da ileride ola­
bilir. Modern çag diye adlandırılan dönemlerde bile sanayi öncesi köyle­
rin kalıntılarına rastlanabil iyordu. Örneg i n, bir i m paratorl u k elli yıl daha
erken yok olması, yeri ni başka bir devlete bıra kması gereki rken hatırı sa­
yı l ı r bir direnç göstererek yı llarca hüküm sürebil iyord u." (Alain de Bot­
tan, Öp ve Anlat. 1 7 l}
(2) Filippo Gramatica, Toplumsal Savunma İlkeleri, s 50, 56.
(3) "Burada önemli olan şey, san ıyorum, haki kati n-dogrunun güç-i ktidara
kapalı bir şey olmamasıdır; tarihi ve fonksiyonları i lave incelemeleri
öd üllendirilecek olan bir miti n tersine haki kat-dogru ne özgür ruhların
Notlar / 47
ödülü, ne programlanmış bir yal nızlıgın çocugu ne de kendi kendileri n i
özgürleştirmeyi başaramamış olanların i mtiyazıdır. Hakikat bu dünyada
bir şeydir; o yalnızca tok sayıda sı nırlama formu yoluyla üretilebilir. Ve
bu düzenli güç etkilerine neden ol ur. Her toplumun bir hakikat rejimi,
hakikatle ilgili bir 'genel siyaseti' vardır; başka bir söyleyişle dogru say­
dıgı ve hakikat olarak fon ksiyonel hale geti rdigi söylem tipleri; insanı
dogru olanı yanlış olandan ayırmaya muktedir kılan mekanizmaları ve
örnekleri, her bir önermenin onayından gettigi mekanizmaları; hakikatin
kabul edilmesi dahilinde degerlere a kort edilmiş prosedürleri ve teknik­
leri; hakikat sayılan şeyi dile getirmekle yükümlü olanların statüleri.
Bizimki gibi toplumlarda, hakikatin 'politik ekonomisini beş öneml i
özellik karakterize eder. 'Hakikat', bilimsel söylem ve o n u üreten kurum­
larda merkezileşir; o sürekli bir ekonomi k ve politik teşvike tabiidir (ekono­
mik üretim itin oldugu kadar politik güç-iktidar itin de hakikat talebi); sı­
nırsız yayı lma ve tüketimin nesnesidir (çapları sosyal yapıya göre degişen
egitim ve enformasyon aygıtları vasıtasıyla dagıtı lan bir yayılma ve tüke­
ti min); birkaç pol iti k ve ekonomik aygıtın (üniversite, ordu, yazarlık ve
medya), istisnai degi lse bile egemen kontrolü altında üretilerek aktarılır;
son olarak o, bütünüyle politi k tartışmanın ve sosyal karşılaşmanın ('ide­
olojik mücadeleler') konusudur." (Focuault, Power/Knowledge, 1 3 1 -1 32.)
(4) Erdogmuş, Roma Hukuku, l 09.
(5) Phil i pe Aries-Georges Du by, Özel Hayatın Ta ri hi l -Roma İ m paratorlu­
gu'ndan l 000 Yıl ı na, 85.
(6) Hegel, bu durumu, biraz da hayal kırıklıgı barı ndıran degerlendirme ile;
'objektif ahlak kurallarını en it, en rakik yanından vuran bir il let olarak
bunu, Roma H u kukunun en kara lekeleri nden biri olarak 'tanımlamakta'
ve bu durumu da ' Romalıların dünya ta ri hi itinde karakterleri ve hukuki
formalizme olan düşkünlüklerinin sonucu olarak' görmektedir. Hegel'in
objektif ahlak düşüncesiyle, evrensel bilinç ve iradeye ulaşma idesi bag­
lamındaki degerlend irmesi nde haklı tek tespiti Romalıların hukuki for­
mal izme olan düşkünlügü noktası ndaki degerlendi rmesidir (bak: Hegel,
Hukuk Felsefesinin İlkeleri, 1 53-1 58).
(7) Philipe Aries-Georges Duby, 40-45, 1 8 1 .
(8) Aries-Duby, 47-50, 84.
(9) Aries-Duby, 1 82-1 84.
( 1 0) "Yeni bir dönem, öyleyse, modernligin karakterini oluşturur ve bunun
48 / Hitit Hukuku

için de ideolojiyi kullanır: Lyotard üç türlü yeniden yazmayı öne sürmek­


tedi r: Her biri de yeni dönemi bilirler. İsa'nın geri gelecegi, yeniden diri­
lişi. Burada Paul ve Augustinus çıkar karşımıza. Bir tür m ilat koyma. Sı­
fır noktasına ulaşıp yeniden başlama. İsa'dan önce ve sonra diye ayrılan
bir tarihi ideoloji. Bu 1 O. yüzyılın ikinci yarısına kadar etkisini göstermiş
degil midir? İkincisi, Kartezyen düşüncenin öznesi olan ve Rönesans'ın
yeniden doguşu. Hümanizma diye adlandırılan ve özne fikrinin dogma­
sına yol açan Rönesans, bize nesnesi olan ve nesnesini bilen bir özne fi k­
rini vermektedir. Üçüncüsü ise, jakoben tavrı n göstergesini oluşturan öz­
gürlüge yol açan 'revolution' yani devrim. ('Revolution' önceli kle yı ldız
takımlarının yer degiştirip yerini yeniden bulması anlamına geldigi gibi,
Fransız İhtilali sonrasında yeni rejimi 'ortaya çıkaran yeniden evri lme'
fikrine baglanmıştır. Buna göre, devrim devri daim i ken devirmek anla­
mına dogru kaydırılmıştır). Bunlar tarihin yeniden yazıl ması sayesinde
ortaya atılmış ve ideolojilere dönüşmüştür. ' Re-writing' veya 'reecriture',
nihai olarak, sıfır noktasına dönüp yeniden başlamaktadır. Oyunun so­
nundan sonra, 'game over.' Amaç 'Yeni bir oyunda skorumu a rttıraca­
gım,' demekti r. Buna göre yakın zamanlara kadar modernist bir yenilik­
çi okuma sayesinde tarihin daha yazılmadıgı sık sık i leri sürüldü: 'İşçi sı­
nıfının tarihi daha yazı lmadı', 'Kadınların tari hi daha yazıl madı', 'Kürtle­
rin tarihi daha yazılmadı.' Bir resmi ideolojinin söylemi üzerine -ki bu da
yanlış degil tabii- onun yansımadıgını yazmak ikili bir modernist i ktidar
ve direnme odagı sorunsalı olarak karşımıza çı kmaktadır. Sıfır noktası
için yeni bir dönemsel leştirme gerektiren şey ideolojidir, bunun da, pra­
tikte işlevi ni oluşturan önyargılardır ve bunların etkisinden kurtulmak
için gelenegin eleştiri lmesi gerekmektedir. Önsel olan bir yargı olarak,
önyargı tari hi yeniden yazı ldıgında, önyargılarımızdan çıkarak yeniden
yargılama imkanına erişebilecegiz demektir. Tüm sosyalist m ücadeleler
sonrası ndaki yeniden yargılama modeli eleşti rd igi ve yıktıgı ideoloji leri n
yeniden yazı lmış bir kopyasını aşmaktan başka bir şey yapamadı: 'Burju­
va mahkemeleri işçi sınıfına karşıydı; o halde, devrim sonrası işçi mahke­
meleri kurup burjuvaları yargılamalıyız ! ' İ kisi de ideolojik 'yeniden ön·
yargı lar' gel iştirmekten başka ne yaptı lar? (Gil les Deleuze sık sık bu mo­
delin kopyası örnegini vermektedi r.) 'Yargılarımızı yeniden icat edelim ! '
önermesi modernlik önermesi nden başka neyi göstermektedir? Tarih ön­
cesi, tarihin sonu, aynı zihniyetin ürün leri degil mi? Marx proletarya ta-
Notlar / 49
rihinin öncesi kapitalist tari hten söz ederken, Francis Fukuyama da 'tari­
hin sonundan' ( Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabından) bahsederken,
aynı mantıkla başka bir tarihe saplanmıyor mu? Genetik bir devri min ta­
ri hine dogru gittigimizi vurgulamıyor mu?" (Akay, Dogu-Batı Dergisi 28.
sayı, 1 4, 1 5).
(1 1 ) "Batıda modern bilimler, okülersentrik (gözmerkezci) düşünme gele­
neginin rahmi nde şekillendi. Okülersentrizm, kendileriyle dünyayı kavra­
dıgımız d uyularımız arasında bir hiyerarşi kurar ve duyular hiyerarşisin­
de 'gözü' ve 'görme' d uyusunu bu hiyerarşinin zirvesine yerleştirir. Göz,
evreni kavrayışı mızdaki en merkezi organımız; görme, evreni kavrayışı­
mızdaki en merkezi yetim izdir. Düşünmek ve inanmak görmek; görmek
eylemde bulunmak ve dokunmak; dokunmak sevmek demektir. Göz ey­
lem organıdır. Görmediginiz şeye dokunamaz, dokunamadıgı nız şeyi ma­
n i püle ederek teknolojiye dönüştüremezsiniz. Tekno-bilim, okülersentrik
gelenegin ürünüdür. Modernite görmeni n zaferini temsi l eder: i nancın
ve inanmanın kutsallıgından d üşüncenin ve düşünmenin, rahibin kutsal­
lıgından modern entelektüelin kutsa l l ıgına, dinin kutsallıgından bilimin
ve düşünceni n kutsallıgı na, kilise merkezli topl umdan üniversite merkez­
l i topluma, imparatorlu k sisteminden ulus devlet sistemine geçiş. Mo­
dern topl umda ortaya tıkan gelişmeler, Comte'un kehanetlerini (o bili­
min yeni insanlık dini oldugunu öne sürmüştü) kehanet olmaktan çıka­
rarak gercege dönüşmüştür. Batı entelektüel tarihinde modernite süreci
diye adlandırılan dönem, gözün ve görmenin egemen oldugu toplum­
dur. Ortacagdan moderniteye geçiş, gözün ve görmenin egemenligine
geçiş. Seküler topl um, göz ve görme temelinde inşa edilmiş yasam tarz­
larının egemen oldugu toplumdur. Seküler topl um ve sekülerizm, oküler­
sentrik gelenegin ürünüdür. Bizi öte dünya ile ilgili baglılıklardan kurta­
rarak, yalnızca bı:ı dünyaya ait varlıklara dönüştüren şey. Görmenin mo­
dern toplumdaki hegemonyasıdır. Bir şeyi göremiyorsanız, o şey yoktur.
Göremediginiz bir Tanrı inanılmaya deger bir tanrı degildir. Tanrı, gör­
menin nesnesi olamaz ve bu nedenle yoktur. Okülersentrizm, modern
dünyamızda halen bir entelektüel ortodoksi formudur. ( ... ) Bu özet, kısa­
ca şöyle özetlenebilir: Görmek egemen olmaktır ve dolayısıyla bilgi i kti·
dardır-güçtür. ( ... ) Bilimin ve bilim insanın önündeki en büyük engeller·
den biri, bilimin ve bili msel faaliyetin eleştiriden muaf tutul ması gerek­
tigini d üşünenlerin m i l itanlıgını yaptıgı kemikleşmiş bir ideolojidir." (Ars-
50 / Hitit Hukuku
lan, Dogu-Batı Dergisi 7. sayı, 56, 57)
( 1 2) "Chicago Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırma Binası'nın cephesin­
de, Lord Kelvin'den alınma su özdeyiş vardır. 'Eger ölçemiyorsanız, bilgi­
niz yersiz ve eksik demektir.' Bu önerme, bir siyaset bilimcisi ya da eko­
nomist tarafından söylenmiş olsaydı, bir araştı rma binasının cephesine
yerleştirilir miydi? ( ... ) Fizik bilimi genelde saglam bilginin paradigması
olarak görüldügünden ve nicel tekniklerin başarısı itin önemli ipuçları
saglıyor gibi göründügünden, ölçümün fizik biliminde gecen yüzyıldır fi­
i len nasıl iş gördügü problemi, dogal ve olagan ilgiyi aşan bir ilgi uyan­
dırıyor. Hem eski bir fizikti hem de fizik bilimi tarihçisi olarak, bir buçuk
yüzyıldır, nicel ige dayalı yöntemlerin, inceledigim alanların gelişiminde
gerçekten merkezi bir rol oynamış oldugundan emi nim. Diger taraftan,
aynı şekilde, hem ölçümün fonksiyonu hem de ölçümün istenen sonucu
verebilme yeteneginin kaynagı hakk İ ndaki en etkili d üşüncelerimizi n bü­
yük öltüde bu mitten türedigini düşünüyorum." ( Kuhn, 1 79, 1 80)
(1 3) Vinogradoff, 1 7.
( 1 4) "Barbar"ın farklı tanımlandırılışı ve tarihteki işlevi acısı ndan bak: Dr.
H ikmet Kıvı lcımlı'nın Tarih Tezi çalışması.
(1 5) Vinogradoff, 1 1 , l 2 .
(1 6} Daha ayrıntılı bilgi itin l ütfen bakınız Paul Vinogradoff, Ortacag A v-
rupa'sında Roma Hukuku.
(1 7) Vinogradoff, 39-4 1 .
( 1 8} Vinogradoff, 4 1 , 42.
(1 9} Vinogradoff, 1 1 5, 1 1 6.
(20} Erdogmus, Roma Hukuku, önsöz, 1 1 1 , iV, V, VI.
(2 1 } Her ne kadar uygarlık veya medeniyet kel imeleri modern zaman an­
lamlandırmaları olsalar ve kendi icerisinde hiyerarşi k bir yapılanma so­
nucu merkeziyetçi sistemle birlikte kültürel yapıyı anlatmaktaysalar da,
metindeki kullanılışları, tüm bu anlamlandırmaların dışında, H itit toplu­
munun hem siyasal hem de kültürel yasam birl i kteligini anlatmak ama­
cıyladır. Bu nedenle zaman zaman uygarlık kel imesi yerine toplum keli­
mesinin kullanımı bilineli olarak tercih edilmiştir. Fakat yine de cogu za­
man uygarlık kelimesi ni kullanmaktan kacınılmamıştı r. Bu yal nızca uy­
garlık kelimesine has bir özellik degildir. Metnin bütününde yine zaman
zaman modernite ürünü diger kavram ve tasnifleme araçlarına da bas­
wrulmuş olması, kendi itinde eleştiri ve özeleştiriyi de barındırmaktadır.
Notlar / 51
Modern ideolojinin açıklanması ve eleştirisinin, yine onun kavram ve
sta ndartlarına ihtiyaç duyularak yapılışı bile tek başına ne menem bir
kuşatıl mışlık ve yabancılaşmanın ic:erisinde oldugumuzu bizlere göster­
mez mi? Ne yaman bir çel işki !
(22) "Adorno ve Horkheimer'ın Aydınlanmanın Diyalektigi yapıtında ana
tema aydınlanmanın kendi ideallerine ihanetidir. ( ... ) Getirdikleri toplum­
sal eleştiri, bir bakıma modern aklın eleştirisidir. Bunun temelinde de ay­
dınlanmanın ulaştıgı sonuçlar yatmaktadır. Frankfurt Okulu'na göre ay­
dınlanmanın vardıgı sonuç kendi kendini imhadır ve bunun iki ana nede­
ni vardır. Bunlardan i l ki, aydınlanmanın aklı getirdigi noktada bireyin si­
linişidir. Adorno'nun deyişiyle, "N iteli ksel olara k farklı olan ve özdeş ol­
mayan (non-identical), niceli ksel özdeşlik içinde erimişti r." Aklın yal nızca
amaçlara ulaşmak için kullanılan arac:larla tanımlanır olması yeni bir
egemenl i k biçim i yaratmıştır: Tümelin akıl yoluyla tikel üzerindeki ege­
menligi. Çünkü artık tümel aklın somuttaki gerçekleşmesi gibi görünmek­
tedir bireye. Bu dayatma bireyce gerc:ekleşmiş evrensel akıl olarak algı­
lanmakta ve bireyin toplumsal işbölümündeki konumu dolayısıyla da sü­
rekl i yeniden üretil mektedir. Bu, bir anlamda, tümelin bireyin aklını işgal
etmesidir. Birey kendi varlıgını tümelin kendisine öngördügü rollerin dı­
şında tanımlayamaz olmuştur. Efsanevi burjuva bireyi yoktur artık.
İ ki nci neden ise, aydınlanmanın özne ile dogayı birbirinden kesin çiz­
gilerle ayı rmasında yatmaktadır. Mit, insanı dogaya tabi kılarken, aydın­
lanma dogayı i nsana tabi kılmıştır. Bu mutlak ayrı m insanın içinde var
oldugu dogayı kendisine tamamen dışsal bir öge olarak algılamasına
yol açmış, bu da doganın insan itin şeyleşmesine neden olmuştur. Mo­
dern dönemde, bilim ve teknoloji insanın doga üzerindeki egemenl igi­
nin araçları haline gel miştir. Doga yal nızca üzerinde egemenl i k kurmak
itin hakkında bilgi edini lec:ek bir nesneye dönüşmüştür. Ancak insanın
doga üzerindeki bu egemenligi, aynı zamanda insanın kendi üzerinde
de bir egemenlik yaratmıştır. Çünkü insan da itinde yaşadıgı doganı n
yazgısını paylaşmak durumundadır. Sonuçta insanı yücelten aşkın özne
konumlandırılması, ki modern düşüncenin temelidir, insanın çöküşünü
de hazırlamıştır. Böylece, insanın doga üzerindeki egemenligi, hem insa­
nın, hem i nsan ı n it dogasının ve hem de doganın egemenlik altına alın­
ması ile sonuçlanmıştır. Bir bakıma her iktidar i lişkisi nde, i ktidarın özne­
si, nesnesinin kaderini paylaşmak durumundadır.
52 / Hitit Hukuku
Her öznede, modernin ya da genel anlamda toplumun gerc:ekleştigi
bir nokta vardır. Bu, modern dönemde genelde akıl üzerinden gerc:ekle­
şir. Modern dönemde akıl, toplumun öznedeki ajanıdır. Akıl, özneye ta­
kılmış bir 'protezdir'. Her protez, itinde yer aldıgı bedeni n ic:indedir, ama
aynı zamanda ona dışsaldır. Protez hem o bedene aittir hem de o beden·
de dışarının temsilidir. Protez akıl modern i ktidarın aracıdır. Modern öz­
ne bir cyborg'tur. Cyborg, yarı insandır, yarı robottur. Hem insandır hem
robottur. Ne insandır ne robottur. Aydınlanmanın ileri sürdügü gibi, akıl
sadece ilerleme, özgürleşme degildir. Akı l aynı zamanda i ktidar, ege­
menliktir. Aklın diyalektigi, onun bu iki farklı görünümü arası ndaki bir
gerilimdir; herkese eşit uzaklıkta evrensel olara k akıl ve tikelin egemen­
ligi olarak akıl. Bu gerilim, aydınlanmanın, akıl, m it ve egemenligin top­
lamı oldugu sonucuna varmak ic:in yeterli bir nedendir. Bir anlamda 'mit
zaten bir aydınlanmaydı ve aydınlanma mite dönüşmüştür'. Modern i n­
san ic:i n özgürlügün ve kendilik bilincinin bedeli c:ok agır olmuştur. Ben­
jamin'in diliyle söylersek, modern dönemde insan halesini yitirmişti r. i n­
san teki, özgünlügünü, biricikligini kaybetmiştir. Mekanik yeniden üre­
tim c:agında her özne bir digerinin aynısıdır. Aynı şeyleri yiyen, aynı şey­
leri ic:en, aynı şeyleri dinleyen, aynı şeyleri seyreden özneler aynı şeyleri
düşünmeye, aynı şeyleri hissetmeye başlamıştır. Herkes aynıdır. Herke­
sin aynı oldugu yerde ki mse kalmamıştır. Özne bitmiştir, tükenmiştir."
(Dellaloglu, Cogito 36. sayı, 20-2 2 )
(23) Discovery Channel, National Geografic ve History Channel g i b i dün­
ya genelinde birc:ok dilde yayın yapan popüler belgesel televizyon kanal­
larında, çeşitli programlar aracılıgıyla mumyalanmış Mısır fi ravunlarının
ve onlar adına yapılmış piramitler aracılıgıyla tarihçelerinin, dönemin
yaşam ve felsefesiyle birlikte a ktarılmadıgı gün neredeyse yok gibidir.
Belgesel yayıncı l ı kta c:okc:a izlenen bu kanalların yayın akışlarına, bazen
aynı minvalde Roma ve Yunan uygarlı klarına da sı kc:a yer verişleri hic: te­
sedüfi ol mayıp, ideolojik bir yayı n politikası nın dogrudan tercihinden
başka bir şey degildir.
(24) Çıg, 73.
(25) i ncelemede yer alan yasa maddeleri konusunda, Aygül Süel'in 1 9-2 1
Temmuz 1 990 tarihlerinde gerc:ekleşen Uluslararası 1 . H ititoloji Kongre­
si'ne sunmuş oldugu "H itit Kadınının H ukuki Durumu" başlıklı bildirisin­
den yararlanılmıştır. (Uluslararası 1 . H ititoloji Kongresi Bild., Ünal Of'set)
1

H iTiT Ü LKESi VE TARi H i N E G E N E L B i R BAKIŞ

H itit Ü l kesi ve Ta ri h i

Modem tarih, Hitit İmparatorluğu ' nu tarihte Orta ve Geç


Tunç Çağı 'na tarihlemektedir. Tunç Çağı 'nı da MÖ 3000 ile
MÖ 1 200 yılları arasındaki dönem olarak almakta ve bu çağ;
erken, orta ve geç olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Her ne ka­
dar bu çağların kapsadığı dönemlerin tarihleri konusunda fi­
kir birliği olmasa da; Hitit Devleti ' nin siyasi varlığı yaklaşık
MÖ 1 650 ile 1 200 yılları arasındaki uzun tarihi döneme ka­
yıtlanmıştır. Hitit Devleti ' nin siyasi sonunun MÖ 1 200 ' lü yıl­
lara kayıtlanmış olmasına rağmen; Hitit siyasi etki ve varlığı­
nın, sonraki yüzyıllarda da uzunca bir dönem devam etmiş ol­
duğu bilinmektedir.
Hititler, Hint-Avrupa kökenli bir dil konuşmakta ve ilk kez
izlerine Koloni Çağı belgelerinde rastlanmaktadır. Anado­
lu 'ya MÖ 3. bin yılın ikinci yarısında Hint-Avrupalıların ana­
yurdu varsayılan Güney Rusya steplerinden Anadolu 'ya göç
ettikleri düşünülmekle beraber, çok zayıf bir olasılık da olsa
buradaki yerli yerleşik halklardan biri olabilecekleri de ileri
sürülmektedir.
Hatti bölgesi diye anılan, Kızılırmak kavisinin içi ile biraz
batısı merkezi bölgeleridir. Hititler tarihte birçok yeri başkent
yapmışlardır. Bunlardan merkezi bölgede yer alan Hattuşa
(bugünkü Boğazköy) ve Şapinuva (bugünkü Ortaköy) bili­
nenlerdir. Hitit döneminin coğrafi yayılım alanında, kuzeyde
54 / Hitit Hukuku
Yukarı Ülke, güneyde Aşağı Ülke, doğuda Azzi-Hayaşa, İşu­
wa, batıda Wilusa (Troya bölgesi), Assuva (Aiolia), Ahhiya­
va (İonia bölgesi), Arzava (Göller bölgesi?), kuzeyde Pala,
Kaşka, güneyde Lukka, Tarhuntaşşa, Kizzuvatna ve güney­
doğuda Mitann i ülkeleri bulunmaktadır. Anadolu 'nun ilk bü­
yük krallığıdır. Kral yanında kraliçenin de önemli görevler
üstlendiği tek krallıktır. Bin Tanrılı Halk olarak da tanınmak­
ta ve anılmaktadırlar.
Hititlerin Anadolu 'ya gelmeden önceki ve geldiklerinde
bulduk.lan Anadolu 'nun kültürel ve siyasi topografyasını kısa
da olsa çıkarmak, Hitit uygarlığının üzerinde yükseldiği kül­
tür ve siyasi yapı hakkı nda bizlere birtakım ipuçları vermesi
açısından önemlidir.
Hititler, Anadolu 'ya gelmeden çok önceleri; Anadolu 'da
köklü uygarlıklar hüküm sürmekteydi. uı Anadolu, o zamanlar
medeni dünya olarak kabul edilen Mezopotamya ve Mısır'da
bile olmadığı şekilde en eski Taş Devri, Neolitik, Kalkolitik
ve Eski Tunç Çağı 'nın tüm satbalarını kesintisiz olarak yaşa­
mış; en önemlisi MÖ 8000 yıllarında, daha Neolitik Çağ 'da,
Konya yakınlarında Çatalhöyük ve son zamanlarda Ergani
yakınlarındaki Çayönü, Urfa yakınlarındaki Göbekli Tepe <2>
ve Aksaray yakınlarındaki Aşıklıhöyük ile simgelenen yük­
sek bir kent kültürüne kavuşmuştu. MÖ 3. bin yılın ortaların­
da ise, doğadan maden elde etmede ve kısmen demir de dahil
tüm maden çeşitlerini kapsayan maden işçiliğinde Mezopo­
tamya uygarlığıyla boy ölçüşecek derecededir. Bu uygarlıkla­
rın sahibi olan insanların henüz kim oldukları ismen bilinme­
mekle birlikte, sonradan Eski Asur ve Hitit metinlerinden Hi­
tit göçleri sırasında Anadolu 'da var olduklarını öğrendiğimiz
ve uzun yıllar Hititlerle birlikte yaşamış olup, Hititlere kadar
hemen her uygarlığı etkilemiş olan Hattiler oldukları hiç kuş­
ku götürmez. Bu kavim, Akdenizli olarak kabul edilerek, Yu­
nanistan ' ın Minoslan , İtalya ' nın Etrüskleri , Mezopotam­
ya 'nın Sümerleri , Hindistan ' ın Harappa/Mohenjo Daro kül­
türlerinin sahibi yerli kavimleri , İran ' ın Elamlan ve nihayet
H itit Ü l kesi ve Tarihine Genel Bir Bakış / 55
Amerika'nın Kızılderilileri gibi ileri sürüldüğü gibi, Hanile­
rin dillerinin asiyatic bir dil olduğu ve bu nedenle Hattilerin
de Anadolu'ya geldikleri varsayımı da var. Hitit göçleri sıra­
sında onları talihli kılan olgulardan biri, Anadolu'nun, tek bir
kültüre dayalı ve dolayısıyla aşın tutucu, yabancı olanı redde­
den, dışlayan Mezapotamya ve hele hele Mısır ' ın aksine da­
ha o çağlarda oldukça kozmopolit bir yapıya sahip olması,
yerli halkların dışardan yeni gelen insanları asla dışlamama­
sı, onlara karşı savaşıp, onları ülke topraklan içerisine sok­
mama çabası göstermemeleridir. Bu hoşgörünün sonuçların­
dan biri olarak MÖ 1 9. yüzyıldan beri Asurlu tüccarlar Ana-:
dolu 'ya gelip, merkezi Kayseri yakınlarındaki Kültepe 'de
(Eski Kanis ve Nesa) bulunan ticaret merkezleri kurmuşlardı
ve yerli Anadolu insanı ile ticaret yapıyorlardı. En başta teks­
til, diğer işlenmiş malzeme ve kalay satıyor, bunun karşılığın­
da maden cevherleri alıyorlardı. Hititlerin böyle zengin ve
çoğulcu bir ortamda Anadolu 'ya girmeleri, onlar için bir
avantaj olmuştur ve burada şaşılacak kadar kısa bir sürede
kendi devlet teşkilatlarını kurabilmişlerdir. Anadolu 'da Hitit
siyasi hakimiyetinin hızlı bir şekilde yayılmasını sağlayan ol­
gulardan biri de Anadolu 'nun parçalıklı coğrafi yapısıdır; bu
coğrafi özelliği sonucu olarak o zamanlar Hitit egemenliğine
karşı koyabilecek merkezi bir güç, büyük bir devlet yoktu.
Anadolu, sayılan en az 22'yi bulan küçük şehir beylikleri
arasında bölünmüştü ve bu beylikler arasında bir siyasi birlik­
telik bulunmuyordu.131

H itit i n a n ç D ü nya s ı

Hititler, B i n Tanrılı Uygarlık veya Halk olarak d a anıl­


makta ve bilinmektedirler. Böyle anılmalarının sebebi; kendi
tannlan yanında Hatti, Hurri, Luwi, Suriye, Filistin ve Asur
kökenli tannlan da kutsayarak kendi tannlan arasına katmış
olmalarıdır. Yani sınır ülkeleri olarak siyasi coğrafik etki ve
güçlerini artırdıklarında; diğer ülke ve toplulukların kültürel
56 / Hitit Hukuku
yaşamlarına saygı duyup, müdahale ebnemelerinin yanında,
o ülkenin ve halkın inanç dünyalarındaki tanrıları kendi tan­
rıları gibi benimseme yoluna gidip, kendi tanrıları arasına
kabnışlardır. Bu yüzdendir ki Hitit Ülkesinde 1 000 tanrıdan
oluşan bir kutsal topluluk (pantheon) vardır. Hattiler, Hurri­
ler, Luwiler, Hititler ile Suriyeli, Filistinli ve Asurlu göçmen­
ler kendi tanrılarına tapınaktaydılar. Başkent Hattuşa'da çok
sayıda tanrı için yapılmış tapınaklar bulunmaktadır ve Hattu­
şa yakınındaki Yazıhkaya açıkhava tapınağında ise önemli
tanrı ve tanrıçalar kaya yüzeylerine kabarbna olarak resme­
dilmiştir.
Hititler 'in baştanrısı Hatti 'nin Fırtına Tanrısı'dır. Hurri
kökenli tanrılar daha etkin ve çoktur. Bunların başında Fırtı­
na Tanrısı Teşup ve onun kansı Hepat gelir. Kutsal saydıkla­
rı hayvan boğadır. Aynca tanrı Şarruma, Tanrıça Şavuşga
(=İştar), Ninive İştar 'ı, Suların Tanrısı Ea, Güneş Tanrısı Şa­
maş, kansı Aya, Ay Tanrısı Sin, kansı Ningal da bu tanrılar
arasında ilk sırada gelenlerdendir.
Hititler ' in inanç sistemleri çok karışık ve karmaşık Tanrı­
lar topluluğuna sahipmiş gibi gözükmesine rağmen; Çağdaş
Mezopotamya ile Grek-Roma Tanrıları ve daha sonraki tek
tanrılı dinlerin aksine, dogmatik ve sofistike fikirlerden uzak,
sade insanın bile günlük gereksinimlerini karşılayacak nite­
liklere sahiptir. Yani Hitit inanç sistemi çağdaş Mezopotamya
ve Mısır dinlerinin aksine, insanları mistik dünyalara sürük­
leyecek, onları sürekli anlaşılması güç felsefi, mistik veya te­
olojik düşüncelerle uğraştıracak dogmalardan uzaktır. İnsan­
ları kaderciliğe itecek olgulardan uzak olup, tanrılardan kork­
mamayı ve kendilerini, ilahi kabul edilen güçlere mutlak ola­
rak teslim olmamayı beraberinde getirmektedir. Hitit tasav­
vurunda tanrılar tıpkı insanlar gibidir ve onlar bu özellikleriy­
le insanlara muhtaçtır. Fiziki şekilleri insan gibi (antropo­
morf) olduğu kadar, ruhen de onlarla aynıdırlar. "( . . . ) Aynca
günlük kurban ekmeklerini hazırlayanlar temiz olsunlar. On­
lar yıkanmış (ve vücut kıllan) kesilmiş olsunlar. Onların
[saç? ve sakal] kıllan ve tırnaklan kesilmiş olsun (alınmış ol-
H itit Ülkesi ve Tarihine Genel Bir Bakış / 57
sun). Temiz elbiseler giyinmiş olsunlar. [eğer (böyle) de­
ğil(seler)] [günlük kurban ekmeklerini onlar] hazırlmasınlar.
Tannl ann ruhunu ve bedenini (teskin eden)ler, onlar kurban
ekmeklerini hazırlasınlar. İçinde kurban ekmeklerini hazırla­
dı.klan fırın süpürülmüş ve su serpilmiş olsun. Aynca (ek­
mek) bölme yerinin kapısına bir domuz ya da bir köpek yak­
laşmasın. İnsan(lar)ın ve tanrıların ruhen herhangi bir farkı
(var mıdır)? Asla böyle bir (fark) yoktur. (Onlar) ruhen
bir(dir)."141 Tıpkı insanlar gibi yerler, içerler, eğlenirler, sever­
ler, nefret ederler, kavga ederler, ihtiras yaparlar, isterlerse
yardım eder, istemezlerse sırt çevirirler. Aile ve akrabalık
bağlan vardır; tıpkı insanlar gibi taraflı gruplar oluştururlar,
birbirlerini çekiştirir, kavga eder ve hatta savaşırlar. Kendi
aralarında bir hiyerarşik yapı bulunmaktadır, büyük ve baş
tanrılar hep önde olup ilk olarak anılırlar. Aynca tanrıların da
tıpkı insanlardaki gibi sağlık, adalet, selamet, falcılık, savaş,
yağışların düzenlenmesi, zanaatkarlık, çiftçilik gibi meslekle­
ri ve uzmanlıkları vardır. Öyle ki Kral il. Mursili veba salgı­
nı sırasında yaptığı veba duasında tanrılara; "Eğer ülkeyi ka­
sıp kavuran veba salgın hastalığının, tüm Hitit halkını alıp
götürmesine daha fazla göz yumacak olursanız, size kurban
sunacak insan kalmayacak ve siz acınızdan ve susuzluğunuz­
dan ölüp gidecekseniz" şeklinde seslenebilmekte ve böylece
ustaca devreye soktuğu diyalektik mantık kuralları gereğince
onları ikna etmeye çabalamaktadır. Bu durum dönemin Ana­
dolu toplumunun sosyoloj ik ve kültürel yapısını da oldukça
güzel bir şekilde yansıtmaktadır.151

Eko n o m i k ve Sosya l Yaşa m

Hititlerin var olduğu dönemde bronzun yanı sıra bakırın


tek başına kullanımı da söz konusu olmaya devam etmiştir.
Doğada bakır oksit cevheri olarak bulunan bakırı cevherin­
den ayırmak için 1 200 dereceye kadar ısıtarak eritmek gerek-
58 / Hitit Hukuku
mektedir. Bu şekilde elde edilen bakır eriğine kalay, çinko ve­
ya arsenik (20. yüzyılda bakıra silikon karıştırılarak da bronz
elde edilmeye başlanmıştır) karıştırılarak bronz elde edilebil­
mektedir. İncelenen dönemde yapılan bronz alaşımlarında
yaklaşık % 1 5 oranında kalay kullanılıyordu. Her ikisi de yu­
muşak birer metal olan bakır ile kalayın karıştırılması sonucu
elde edilen bronz, hem daha sert ve kullanışlı metal araçlar
(kap, kacak, bıçak, balta, kılıç gibi) yapılmasına olanak sağ­
lıyor bem de bakırın tek başına kullanılması sonucunda çabuk
aşınmasına yol açan oksitlenme sorununu ortadan kaldırıyor­
du. Bronzun önemi bronz yapımında kullanılan kalay ve ba­
kırın bulunduğu kaynaklara egemen olmayı da hayati derece­
de önemli bir boyuta taşıyordu. <'>
Hititlerin kullandıkları Hitit çiviyazısı eski Babil çiviyazı­
sına benzer. Bu yazı sisteminin daha ilk krallarının egemenli­
ği sırasında dillerine uygulanması sonucu doğan Hititçe, do­
ğulu çiviyazısı kültürünün bir parçası oluvermiştir. Hititçe,
Hint-Avrupa dil ailesinin yazılı belge bırakmış en eski üyesi­
dir ve bu dil ailesi adından da anlaşılacağı üzere, Hint Okya­
nusu 'ndan Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzanan bir coğraf­
yada, Türkçe, Macarca ve Fince dışında konuşulan tüm dille­
ri içinde barındıran büyük bir ailedir. MÖ 2 binli yıllarda Ana­
dolu' da Hititçe ile birlikte konuşulmuş, Proto Hint Avrupa ai­
lesinden gelen akraba 3 dil vardır: Hititçe (Neşaca), Luwice
ve Palaca'dır. Doğu 'ya olduğu kadar Batı ' ya da açık Anadolu
coğrafyası sayesinde Ege dünyası ile de ilişkide olan Hititler,
orada kullanılmakta olan resim karakterli hiyeroglif yazıdan
etkilenerek, kendilerine özgü bir hiyeroglif sistemi yaratmış­
lardır. Bu yazı, göze hitap ettiği için anlaşılması haliyle daha
kolay olduğu için Hitit toplumu tarafından çiviyazısına göre
daha çok benimsenmiştir. Bu nedenlerle Hititlerde, resmi işler
ve devlet arşivlerine konacak belgeler çiviyazısı ile sınırlıy­
ken, halka açık yerlerdeki tüm yazıtlarda hiyeroglif kullanıl­
mıştır. Büyük olasılıkla hiyeroglifin bu kullanımı halkın özel
yazışmalarında17 1 ve mühürlerde de kullanmıştır.
H itit Ülkesi ve Tari h i ne Genel Bir Bakış / 59
Hitit ekonomisi de ağırlıklı olarak tanın, sanayi(zanaat an­
lamında), ticaret ve savaş ganimetlerine dayanmaktadır.
Hititlerin savaşlarda hasım ordularına karşı genelde galip
gelmelerinin bir nedeni de, bronzun yapımında kullanılan
maden kaynaklarına sahip olmalarıdır. Çünkü bronzun, daha
sert ve kullanışlı yeni savaş gereçleri yapımına olanak verdi­
ği gibi aynı zamanda daha kolay manevra yapabilen daha
sağlam savaş araçlarının yapımına da olanak verdiği bilinir.
Bu durum, kendine özgü bir sanayinin oluşumunu, birçok za­
naatçı erbabının istihdam edilmesi ve sürekli bir ekonomik
faaliyetin sürdürülmesi demektir.
Hititler 'de tanın ise, ağırlıklı olarak tahıl (buğday ve arpa)
tarımına; sanayi ise daha çok bugünkü zanaata benzer biçim­
de emek-alet karışımıyla ortaya konulan bir imalata dayanı­
yordu. İnşaat işleri, altyapı yatırımlarının yoğunluğuna bağlı
olarak zaman zaman önemli boyutlara ulaşabiliyor, hizmetler
kesimi dinsel hizmetler de dahil olmak üzere kamu hizmetle­
rini, ticareti, hekimlik, falcilık gibi serbest meslek işlerini
kapsıyordu. Hitit ekonomisinde tarım, Mısır gibi Nil Neh­
ri 'nin suladığı geniş bir arazi avantajının sağladığı verimli su­
lak arazilerde değil, Anadolu ' nun coğrafi ve iklimsel özellik­
leri nedeniyle büyük ölçüde yağmura bağımlı kalınarak ya­
pılmaktaydı. O nedenle de kuraklık Anadolu ' yu, Mısır 'a
oranla çok daha olumsuz etkileyebiliyordu.<•>
Hititler ' in ekonomik yaşamda kullandıkları, fiziksel ve
para hesap ölçülerini Asur Babil ve Ugarit krallıklarıyla bir­
likte karşılaştırmalı verirsek eğer, yaklaşık şöyle bir değerlen­
dirme ve tablo ortaya çıkmaktadır:

Fiziksel Ölçüler

"Hititlerin kullandığı ölçülerin bir bölümü Ortadoğu 'da o


dönemde egemen olan krallıkların çoğunda kullanılıyordu.
Örneğin Babil, Asur ve Uragit Krallıkları da ağırlık ve hesap
birimi ölçüsü olarak şekel ve minayı kullanıyorlardı. Anado-
60 / Hitit Hukuku
lu 'ya büyük olasılıkla Asurlu tüccarlar tarafından getirilmiş
olan bu ölçülerin Hititler tarafından kendilerine göre değişik­
liklere tabi tutularak alınıp kullanıldığı ölçü birimleri aşağı­
daki tabloda gösterilmektedir (Ölçülerin günümüz değerleri­
ne dönüşümü için Hoffner 'ın 1 997 'deki hesaplan esas alına­
rak tablo oluşturulmuştur).

H ititlerin Ku l l a nd ıQı ÖlcQler

Ölçü KarşılıgVBugOnkU Karşılıgı Kullanım Alanı


1 şekel 1 2.5 gram Agı rhk ( katı) ve
hesap birimi
1 mina 40 şekel (500 gram) Agı rl ı k (katı) ve
hesap birimi
1 parisu 50 l itre Agırlık (tahıl)
1 zipittani 1 maşrapa (0.5 l itre) Agırlık (sıvı)
1 i ku 3,600 metre Alan ölcüsü
1 gipessar 0.2 5 metre Alan ölçüsü

Tabloda yer alan şekel ve mina dışındaki ölçülerin bugün­


kü karşılıkları için farklı öneriler olduğuna dikkat çekmekte
yarar vardır.

Hesap Ölçüsü (Para ve D6viz Kuru)

Hititler 'in yaşadığı dönemde paradan ve dolayısıyla bir


para biriminden söz etmek mümkün değildir. Çünkü belirli
bir biçimde kesilmiş ve üzerine bir mühür ya da bir değer ba­
sılmış bir metali ifade eden para, Hititler ' den çok sonra kul­
lanılmıştır. Buna karşılık diğer Ortadoğu ülkeleri gibi Hitit­
ler ' de de hesap birimi yerine kullanılan, başta gümüş olmak
üzere, bazı değerli madenler söz konusuydu. Para yerine kul­
lanılan madenler hem ağırlık, hem de para birimi konumun­
daydı . 1 şekel gümüş ağırlığında bir gümüş çubuk ya da hal­
ka, bugünkü ölçüyle 1 2.5 gram ağırlığını ifade ediyordu. " 1
H itit Ül kesi ve Tarihine Genel Bir Bakış / 61
Daha açık bir ifadeyle belirtmek gerekirse ağırlık ölçüsü ola­
rak kullanılan şekel, fiyat olarak kullanıldığında 1 2.5 gram
gümüşü ifade etmektedir. ' O zamanlar kullanılan birimler,
devlet tarafından saflığı ve ağırlığı garantilenmiş sikkeler de­
ğildi; bu madenlerin miktarları, her işlemde kabul edilmiş
ağırlık ölçülerine uygun olarak tartılıyordu. Bununla birl �te
üzerinde uzlaşılmış bir metal değer ölçütünün kabulü, doğal
ekonomi denen ekonomiden para ekonomisine geçişe eşde­
ğer bir olaydır ' (Childe, tarihsiz: 1 3 1 ).
Bu açıklamalardan hareketle Hititlerde para ekonomisi­
nin, takas (barter) ekonomisinin yerini aldığını iddia etmek
kesinlikle yanlış olur. Tam tersine bu tür metallerin para yeri­
ne kullanılmasının yanında, takas (barter) ekonomisinin cid­
di bir şekel ve mina hemen bütün Ortadoğu 'da kullanılan
ağırlık ölçüsü ve hesap birimi olmasına karşılık, aralarında
farklılıklar vardı. 1 Hitit Şekeli 1 2.5 gram, 1 Asur ve Babil
Şekeli 8 . 3 gram, 1 Ugarit Şekeli 9.5 gram (Alparslan 2003 :
24) ağırlığı ifade ettiğine göre Hititlerde 40 şekel; Asur 'da ve
Babil'de 60 şekel; Ugarit'te ise yaklaşık 50 şekel 1 mina edi­
yordu (Bunları bir karşılaştırma için ortaya koyduğumuzu ve
bu eşitliklerden çok fazla emin olmadığımızı vurgulamakta
yarar var) .
Eğer gümüşler aynı kalitede ise; 1 Hitit şekel gümüşü, 1 .5
Asur şekel gümüşüne ve 1 .3 U garit şekel gümüşüne eşit de­
mektir. Bu durumda eğer koyunun değeri farklı değilse Hat­
tuşa' da bir koyun 1 şekel iken, Asur 'da veya Babil 'de 1 .5 şe­
kel gümüşe ve Ugarit'te 1 .3 şekel gümüşe eşit olmalıdır. Ama
bu Asur, Babil veya Ugarit Krallıklarının, Hitit Ülkesi 'nden
daha pahalı bir yer olduğu anlamına gelmez. Hepsinde koyu­
nun değeri 1 2.5 gram gümüş ağırlığına eşitti. Bu durumda bir
döviz kurundan söz etmek mümkün değildir. Yalnızca ölçü
farklılıkları söz konusudur. Sonuç itibariyle Hatti Ülkesi 'nde
de Asur, Babil ve Ugarit Ülkelerinde de 1 gram gümüş aynı
şeyi ifade ediyordu."
62 / Hitit Hukuku
H itit Siyasi Ta ri h i ve Kra l l a r

Metinde geçen tarih, olaylar ve kişilerle ilgili daha rahat


bir illiyet bağı kurulabilmesi ve sunulan resmi biraz daha so­
mutlaştırmak açısından aşağıda MÖ 1 700 ile MÖ 1 200'1ü yıl­
lar arasında Hitit devletinde krallık yapmış isimleri vermek
yararlı olacaktır. Eski Babil Krallığı 'nın 1. Murşili tarafından
MÖ 1 594 yılında yıkılışını temel alan 'orta kronolojiye ' göre
verilen aşağıdaki tüm tarihler yaklaşıktır. 110>

Pithana (Kussara Kralı)


Eski Hitit Devleti
1 700 - 1. Tuthal iya
1 67 5 - PU-Sarruma
1 669 - Papadilmah
1 660 - 1. Labarna
1 660 ·1 630 1. Hattuşili
1 630 -1 600 1. Murşili (torun - evlatl ık ogul)
1 600 -1 570 ı . Hanti li (kayınbirader)
1 570 -1 560 1. Zidanta (damat)
1 560 · 1 540 Ammuna (ogul)
1 540 -1 535 1. Huzziya (Ammuna'nın gelininin erkek kardeşi)
1 53 5 · 1 5 1 0 Telipinu (kayın birader)
1 5 1 0 ·1 500 Alluvamna (Telipinu'nun damadı)
1 500 · 1 490 il. Hantili (Al luwanna'nın ogl u?)
1 490 - 1 480 i l . Zidanta (ogul?)
1 480 -1 460 i l . H uzziya (ogul)

Hitit l mparatorluQu
1 460 - 1 440 i l . Tuthal iya ( i l . H uzziya'nın torunu?)
1 440 - 1 420 1. Arnuwanda (damat, evlatl ık)
1 400 -1 38 1 1 1 1 . Tuthaliya (ogul)
1 38 1 · 1 380 Gene: Tuthaliya
1 380 ·1 345 1. Şuppiluliuma (ogul)
1 346 -1 345 il. Arnuvanda (ogul)
1 345 - 1 3 1 5 i l . Murşil i (kardeş)
H itit Ülkesi ve Tarihine Genel Bir Bakış / 63
1 3 1 5 -1 282 Muvattalli (ogul)
1 282 -1 2 7 5 1 1 1 . Mursil (-U rhi-tesup) (ogul)
1 27 5 -1 2 50 1 1 1 . Hattusi l i (amca)
1 2 20 -1 2 1 5 Kurunta? (ku2en, il. Mwattal li'nin oglu)
1 2 50 -1 220 iV. Tuthaliya ( 1 1 1.Hattusili'nin oglu)
1 2 2 0 -1 200 l l lArnuvanda (ogul)
1 200 -1 1 90 i l . Şuppiluliuma (kardeş)

Boğazköy (Hattuşa), Alacahöyük, Alişar (Ankuva?), Eski­


yapar, İnandıktepe, Hüseyinde, Kuşaklı (Sarissa), Ortaköy
(Şapinuva), Maşathöyük (Tapigga), Kuşaklı, Mersin/Yumuk­
tepe, Tarsus, Mut/Kilisetepe, Elazı ğ/İ mikuşağı incelenmiş
önemli merkezlerdendir.
Beyşehir yakınında Eflatunpınar (iV. Tuthaliya veya Ku­
runta) ve Fasıllar llgın-Yalburt (iV. Tuthaliya), Adana' da
Ceyhan Irmağı kıyısında Sirkeli (il. Muvattalli), Kayseri ya­
kınında Taşçı (ili. Hattuşili), Hemite, Gezbel (Hanyeri),
Fraktin (III. Hattuşili) ve İmamkulu, Konya' da Hatip (Kurun­
ta), Ankara yakınında Gavurkale, İzmir yakınında Karabel
(iV. Tuthaliya) çıkan ve incelenmiş resmi yazıtları ile akla ge­
len ilk yerlerdendir. ıııı
Merkezi Hitit Devleti, kuruluşunun hemen arkasından 1.
Hattuşili döneminde Kuzey Suriye bölgesine, Halep 'e bazı
akınlar gerçekleştirirken, Hurriler ve Mezopotamya ile de
ilişkileri geliştirmiştirmeye önem vermişlerdir. Ülke Batı
Anadolu'ya (Arzava Krallığı) doğru genişletilmiştir. 1. Mur­
şili, Kuzey Suriye 'deki Halpa ve Mezopotamya 'daki ünlü
kent Babil ' i de ülke sınırlarına katarak (MÖ 1 594) Hitit tari­
hindeki en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Hantili ve Zidanta ad­
lan Luwice 'dir. Bu krallar döneminde kazanılmış toprakların
tümü kaybedilmiştir. Pontus bölgesine Kaşgalar egemen ol­
muş, Adaniya bağımsız Kizzuvatna devleti olarak ayrılmıştır.
MÖ 1 500 yıllarına doğru Telipinu 'nun devlet yapısını ya­
zıya dökülmesine ayn bir önem verdiği görülmekle birlikte
tahta geçiş düzenlemesi yapılmıştır. Bu dönem belgelerinde
önceki krallar hakkında da bilgi verilmiştir. Telipinu-Kizzu-
64 / Hitit Hukuku
vatna kralı lşputahşu ile ilk resmi antlaşma yapılarak Hitit
antlaşma politikasının başlangıcı oluşturulmuştur.
Alluvamna döneminde toprak bağış belgeleri ortaya çıkar.
Kaşkalar Hitit merkezi bölgesi üzerindeki baskılarını artınr­
lar. Mısır ile yapılan ' Kurustama antlaşması' olasılıkla il. Zi­
danta zamanında yapılmıştır. 1. Muvattalli geleneksel olma­
yan yoldan tahta çıkmış ancak kısa zaman sonra indirilmiştir.
il. Tuthaliya döneminde başkent Kaşkalar tarafından yağ­
malanmıştır. Kizzuvatna, Kargamış, Halpa ve Arzava 'ya sal­
dın düzenlemiştir. 1 . Amuvanda döneminde kuzeyli düşman
olan Kaşga saldınları konusunda ilk belgeler görülmektedir.
111. Tuthaliya ise kendini Assur etkili bir ifadeyle evrenin kra­
lı olarak anan ilk kraldır.
1. Şuppiluliuma, Arzava kralıyla kızını evlendirerek, Uga­
rit (Ras Şamra) ile anlaşma yapmıştır. Doğudaki Azzi-Haya­
şa 'yı da da bir antlaşma ile imparatorluk topraklarına katmış,
Kizzuvatna ve Amurru Krallıklarını da ülkesinin egemenliği­
ne bağlamıştır. Mitanni Kralı Tuşratta' yı yenerek onun oğlu
Mattivaza'yı yerine atamış ve ünlü anlaşmayı yapmıştır. Kar­
gamış ve Halep' i egemenliğine aldığında, oğullarının idaresi­
ne vermiştir. Ahhiyava (Troyo VI) ile ilişkiler dostçadır. Eski
dünyada Babil ve Mısır ile aynı güçtedir. Mısır' ın dul krali­
çesi oğullarından biri ile evlenmek istemiştir.
il. Muvattalli 'ye kadar bölgede Suriye' den gelen veba sal­
gını etkili olmuştur. il. Muvattalli Mısır sorunu ile uğraşırken
Kaşgaların başkenti ve tanrı heykellerini yağmalanmasını ön­
lemek için başkenti güneye Tarhuntaşşa'ya taşımıştır. Ka­
deş 'te il. Ramses ile savaşmıştır ( 1 285). III. Murşili (Urhite­
şup) başkenti yeniden eski yerine taşımıştır. 111. Hattuşili Ka­
deş antlaşmasını yapmış, kızını il. Ramses 'e vererek evlen­
dirmiş, kendisi de Lavazantiya 'dan rahip Pentipşarri ' nin kızı
Puduhepa ile evlenmiştir. Ancak tahta haksız olarak geçmiş
oluşu huzursuzluk yaratmıştır. Hitit tahtının yasal varisi olan
il. Muvattalli 'nin oğlu Kurunta (Ulmiteşup) Tarhuntaşşa'da
bağımlı bir krallık oluşturmuştur. Batı Anadolu ' da Ahhiyava
(Karabel) sorunlu bölge iken Alaşiya (Kıbrıs) Hititlerin sınır-
Hitit Ülkesi ve Tarihine Genel Bir Bakış / 65
lanna katılmıştır. Kurunta Tarhuntaşşa 'da egemen olduktan
sonra kendini büyük kral ilan etmiş aynca Hitit başkentinde
de bu unvanını kullandığı yolunda bazı bulgular olduğu için
kral listesine eklenmiştir.
Hitit Krallığı, siyasal gelişimine paralel olarak, başta Ku­
zey Suriye ve Mezopotamya olmak üzere, Mısır ile siyasal ve
kültürel ilişkiler kurmuştur. Doğu Anadolu, Karadeniz ve ba­
tıda Ege kıyılan ve Aka uygarlığı ile de kültürel ilişkilerini
gösteren bulgular elde edilmiştir.
Hitit metinlerine göre Orta Asur Krallığı ile de diplomatik
ilişkiler yürütülmüştür. III. Hattuşili döneminde Orta Asur
krallarından Adad-Nirari 'ye 2 mektup yazılmış, bunlarda Wa­
şaşatta ve Maşamuwa'dan söz edilmiştir. B ir mektup da 1 .
Şalmaneser 'e yazılmış; iV. Tuthaliya döneminde ise 1. Şal­
maneser 'e 3 mektup, bir mektup da adı belirlenemeyen bir
Hitit kralından 1. Şalmaneser 'e yazılmıştır.
Eski Hitit dönemi başlarında çanak çömlekte estetik kay­
gılar önemliyken, İmparatorluk döneminde çanak çömlek
fabrikasyon üretim biçimini almıştır. Eski dönemde yapılan
hayvan biçimli kaplar üretilmeye (rhyton) devam edilmiştir.
Hitit çanak çömleği, batıda Yukarı Menderes havzasından
(Beycesultan) doğuda Keban bölgesine, kuzeyde Karadeniz
Bölgesi 'nden (Dündartepe, Oymaağaç), güneyde Mersin ve
doğusuna (Mersin, Tarsus, Soli, Kinet) yayılmıştır.° 21
Eski Hitit dönemi için çoğu daha geç krallar döneminde
yapılmış yazılı belge kopyalarından bilgi edinilmektedir.
Anitta metni, Zalpa kenti üzerine öyküler, 1. Hattuşili yıllık­
ları, 1. Murşili ' nin Suriye ve Babil'de yaptığı kahramanlıkla­
rın kayıtları ve Telipinu Fermanı önemli belgelerdir. Hitit ta­
rihi ise imparatorluk döneminde içeriği zenginleşen antlaşma
metinleri, dini ve mitolojik metinler, kuraklık ve salgın hasta­
lık gibi çiviyazılı belgelere ek olarak, Akadça kopyalar, hiye­
roglif yazıtlı kabartmalar, mühür baskıları (bullalar), Mısır ve
Asur kayıtları ile arkeolojik belgeler vs toplanarak yazılabil­
mektedir.
Arkeolog ve filologlar yı_llık, dua, vasi�t_,_ felll} an, antlaş-
_
66 / Hitit Hukuku
ma ve belgelerden, ancak kırk yamalı ve yer yer delikli bir
halı dokuyabilmişlerdir. Hititlerin durumu benzerlerinden
çok daha elverişlidir; zaman içinde çoğunluğu kırık parçalar­
dan oluşsa da binlerce çiviyazısı tablet bulunmuştur. Aynca
kayalara, dikme taşlara kazınmış yazıtlar ve (tek başına tarih
yazılmasa da bağlantılar kurulmasına yarayan) sayısız mühür
bulunmuştur.
Hititlerin çağdaşları dahil dünyaca ünlü diğer kültürler ko­
nusunda kaynak sıkıntısı daha yoğundur. Sözgelimi, Girit
Adası 'oda saray kompleksleri inşa eden Minos kültürü de ar­
dında kayıtlar bırakmış, ancak bilim insanları bu yazıtlan he­
nüz çözebilmiş değildirler. Bu nedenle, Knossos 'da bulunan
şen ve iç açıcı duvar fresklerinin Minos toplumunun gerçek
mi yoksa ideal yüzünü mü yansıttığı hala kesinleştirileme­
miştir. Hititlerin Anadolu 'nun en kuzey batısındaki komşula­
n Troialılar için ise durum daha iç açıcı değildir. Bu güçlü ve
zengin kentte, hiç okur-yazar kimsenin olmaması mümkün
değildir; buna karşın 1 995 'de bulunan bir tunç mühür dışın­
da tek bir yazılı belge bulanamamıştır. Çünkü gerek Yunanlar
gerekse Romalılar, Troia'nın Tunç Çağı arşivlerinin bulundu­
ğu kent merkezindeki tepeyi dümdüz ederek yerine Athena
Tapınağı 'nı inşa etmişlerdir.
Buna kıyasla Hattuşa ve Şapinuva'nın durumu neredeyse
idealdir. En önemli yönetim merkezi olarak öne çıkan bu iki
merkezde büyük kral sarayı, tapınaklar ve resmi diğer yapılar­
da arkeologlar çok sayıda çiviyazısı tableti ve (kitaplık katalo­
ğuna benzer) envanter listesi bulmuşlardır. Bu listelerde tab­
letlerin içeriği ve hangi rafta bulunduğu belirtilmektedir. Bu
durumun kendisi bile tek başına, Hititlerin organizatörlüğü ve
titiz yöneticiliği hakkı nda ciddi bilgiler sunmaktadır.

Notlar

( 1 ) Anadol u'nun tarih içindeki özgün yeri her geçen gün daha da bel i r­
ginleşmektedir. Roma Ün iversitesi ' La Sapienza'dan bir ekiple birlikte
Prof. Dr. Marcella Frangipane'nin Dogu Anadolu'da Malatya-Arslante-
H itit Ülkesi ve Tari hine Genel Bir Bakış / 67
pe (yazı öncesi toplum, dagılmakta olan H ititlerin yerleştikleri Gec H i­
tit ve son olarak da Roma-Bizans dönemi olmak üzere üç ayrı tarih ve
uygarl ı k katmanını içinde barındıran) sit alanı üzerinde sürdürd ükleri
arkeolojik kazılarda elde ettikleri verilerle Anadol u'nun bilinmeyen öz­
gün kültürlerinden birinin daha ortaya çıkması na ve i l k devlet organi­
zasyonu acısı ndan Mezopotamya merkezl i bilgileri mizi de yeniden sor­
gulatarak, Anadol u'nun tarih içindeki yerine yeni boyutlar kazandır­
maktadır.
"Tarımsal ekonominin yerleşmesi ile birl i kte hep degişimlerle ilerle­
miş bir sürecin izleri bulunmuştur. Bu degişimler; işbirligi ilişkileri nden,
toplumsal bütünlügün akrabal ı k, al ışveriş, din, kent yöneti mi ndeki de­
netim gibi önde gelen görünümlerle ve gittikçe genişleyen topl umsal
ve kültürel dizgeleri n icinde karar verme yetkesinin, bir 'yaygın güç'ten
bir merkezse! yönetime geçişinde görülen degişimlerdir. Tüm bu dönü­
şümlerin, bir yandan birincil ekonominin ve el sanatları etki nlikleri nin,
bir toplulukça, bir aile tarafından ya da bir merkeze baglı olarak yü rü­
tülen el sanatları işleyişi ile öte yandan gösteriş metalarının çeşitleri n­
deki deri n degişi kli klerle, birl i kte gittigi görülmüştür. Bu çözümlemeler­
le; besi n leri n ve evsel, uzmanlaşmış ya da standartlaşmış el sanatları
üreti minin özelli kleri, ürünlerin dolaşım ve tüketi m biçi mleri, örnegin
a m barlama tipleri, merkezde toplanma ve yeniden dagıtı l ma il işkileri,
grupların aile düzeni, örnegin ev içi uzamın dagılımı, konutların iç ya­
pıları, politik gücün ve 'bürokrasi nin' kendileri ne özgü çal ışma yerleriy­
le ortaya çıkışı, müh ürleri n ceşitl iligi ve mühür kullanımındaki gelişme,
ideolojinin işlevi, yeni ortaya çıkmakta olan politi k egemenlik, di nsel
güç ve ekonominin deneti mi arasındaki ilişki leri (resmi yapılarla di nsel
ya pıların özellikleri), bunların ic etki nliklerinin birbirine oranı, kazı larda
yazı öncesi (prehistori k) dönem olan MÖ 4. bin yı l sonlarından kalma
kamusal nitel i kteki büyük bir merkezi n ortaya çıkarılmış olması, çok es­
ki merkeziyetçi bir toplumun niteli kleri ni ve işleyişi ni deri nlemesi ne in­
celen mesi ile ortaya çıkan hususlar sayesi nde, bu topl umun, bugün ar­
tık, devleti n gerçek Mezopotamya çekirdegi denilen şeyin dışında do­
guşunun en bol belgeli tanıkl ı kları a rasında sayabiliriz (Marcella

Frangi pane, Yakındogu'da Devletin Doguşu, 1 6-1 8).


(2) Keza yine Şanlı U rfa Göbekli Tepe kazı larında ortaya çıkanlar da "çi­
zil m iş tarih cetvelini" anlamsızlaştı rmıştı r. Klasi k tarih sıralamasında
68 / Hitit Hukuku
yerleşik olup da henüz tarıma geçmemiş olarak konumlandırılan, son
avcı toplulukların yaşadıgı kabul edi len çagda, bu insan toplulukları­
nın, yabani av peşinde koşturarak yaşamlarını sürdürdüklerine inanılır
ve bunların gelişkin bir kültüre sahip olabilecekleri ve anıtsal, görkem­
li mimari eserler üretebilecekleri tahmininde dahi bulunulamazdı. Ta ki
l 990'1ı yıl ların başında Şanlı Urfa'nın Göbekli Tepe kazılarında ortaya
çıkarılan ve 1 1 bin 500 yıl öncesine tari hlenen dinsel tapınak sistem­
lerinin ortaya çıkarı lmasına kadar. Ortaya çıkan di nsel mimarı yapı, stil
ve sosyal organizasyon, kazı başkanlıgını yürüten Alman Arkeoloji Ens­
titüsü ' nden Doc:. Klaus Schmidt başta olmak üzere, ilgili tüm bilim
dünyasını oldukça şaşırtmış durumdadır. Konuya 2006 yılının Temmuz
ayı nda, Türkiye ulusal basını ile Almanya'da yayımlanan Der Spiegel
dergisinde oldukça geniş yer ayrıl mış ve bu beklenmeyen tapınak sis­
teminin; boyları beş metreye varan ve agırlıkları on ton u bulan dikili­
taşların, çok yetkin bir stili yansıta n üzerlerindeki eşi benzeri olmayan
yabani hayvan ve başsız insan kabartmaları ile semboli k dil motifleri­
nin, insanoglu tarafından inşa edilen şimdilik en eski ve en büyük ta­
pınak merkezi olarak kayıtlara geçmiştir. Aynı şeki lde, bu büyük boyut­
ta en eski heykeltıraşlı k eserleri olarak da.
(3) Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, 1 . cilt, 54.
(4) Aygül Süel, "H i•it Kaynaklarında Tapınak Görevlileriyle İlgili Bir Direk­
tif Metni." 23.
(5) Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, 2. ci lt, 7 7 , 78, 80.
(6) Mahfi Egilmez, Hitit Ekonomisi, s. 1 , Türk Eskiçag Bilimleri Enstitüsü
Yayı nları.
(7) Ali Dinçol, "H ititler-Dogu ile Batı'nın Buluşma Noktası ndaki İ mpara-
torluk." 74, 75, National Geographic.
(8) Mahfi Egil mez, Hitit Ekonomisi, s. 2.
(9) Egilmez. Hitit Ekonomisi, 9-1 1 .
( 1 0) H itit Krallarının takribi olarak veri len silsi lesi, Ekrem Akurgal'ın Ana­
dolu Kültür Tarihi kitabının H itit Kralları Listesi (s. 1 1 O).
(1 1 ) Köroglu, fef.marmara.edu. tr/tarih/koroglu/hititler.htm.
( 1 2) Köroglu, fef.marmara edu,tr/tarih/koroglu/hitit/er.htm.
2

H iTiT H U KU KU

H itit H u ku ku n a G i riş

Hitit Hukuk sistematiğinde de düzen in devamı her ne ka­


dar amaçlanmaktaysa da sözlü hukukunun yanında aşağıda
görüleceği üzere; istisnai durumlar için vakalar üzerinden ca­
suistic formla düzenlenen hak ihlalleri, (ki bu bakımdan da
kendine özgü soyut ve normatif hukuk yapısını da görmek
gerekir) suç, ceza ve infaz yasalarının doğacı ve insancıl ni­
telikleriyle, çağdaşlarından ve kendisinden yaklaşık 1 500-
2000 yıl sonraki Roma dönemi hukuk felsefesinden neredey­
se tamamen ayn bir resim sunması oldukça önemlidir. Bu ne­
denle, yaşanılan dönem ııçısından, istisnai durumlar için çıka­
rılan yazılı yasalar nitelikleri itibariyle önemlidir.
Eski Hattuşa'nın bulunduğu Boğazköy 'de, H. Winckler ve
T. Macredi Bey ( 1 906-7, 1 9 1 1 - 1 2), daha sonra K. Bittel
( 1 93 1 'den sonra İkinci Dünya Savaşı 'nın başına kadar) tara­
fından sürdürülen kazılar sırasında ortaya çıkarılmış Hitit çi­
viyazısı belgeleri arasında, yasa maddeleri içeren az ya da
çok parçalanmış birçok tablet bulunur. Bunlar ait oldukları
çağa, yazının ductus ' una kil malzemenin niteliğine göre fark­
lılık gösterirler ama örnekten örneğe değişen birkaç değişken
(variant) dışında aynı metni içerirler. Fazla zarar görmemiş
olan bazı tabletler, başka örneklerin parçalarından yararlanı­
larak bütünlenebilmiştir. Böylece, her biri yaklaşık yüz fıkra
içeren iki "Hitit yasaları derlemesi" ya da "dizisi" metni he-
70 / Hitit Hukuku

men hemen bütünüyle yeniden kurulmuştur.° >


Boğazköy kazılarında kanun maddelerini içeren iki farklı
seri ve bunların çeşitli zamanlarda yapılan kopyaları ile impa­
ratorluğun son evrelerinde yazılmış olan, bunlara paralel bir
nüsha ele geçmiştir. Toplam 200 paragraf/kanun maddesinden
oluşan "Hitit Yasaları" serisi Hitit katiplerinin yazış sırasına
göre iki kısımdan oluşur. Birinci kısma "eğer bir kimse" (ilk
maddenin başı) ve ikinci kısım "eğer bir bağ" (ikinci kısım bi­
rinci maddesinin başı) şeklinde başladığı için bu adlarla anılır.
Geleneksel numaralama işi Hrozny 'nin önerdiği biçimdedir:
Birinci kısım 1 'den 1 0 1 'e kadar, "eğer bir bağ" diye başlayan
ikinci kısım da 1 O 1 'den 200 'e kadarki maddeleri içerir. (Z>
Tarihsel-coğrafi sebeplerden başka, yazı, dil sebeplerine
dayanarak yasalar metninin ilk kopyasından çıkarılan sonuca
göre en eski redaksiyon Eski Hitit Devleti zamanında Kral
Telipinu ya da selefi dönemine (MÖ 1 650- 1 500) tarihlendiri­
lebilmektedir. Bildiğimiz en geç Yasalar Metni, yani "paralel
metin" olarak adlandırılan metin Yeni Krallık Çağının en son
dönemine, belki iV. Tudhalya ya da IIl. Amuwanda dönemi­
ne aittir. Bununla birlikte, elimizdeki en eski nüshanın da da­
ha önceki hukuk kaidelerinin reforma uğramış şekli olduğu,
metindeki bazı maddelere ilişkin yaptırımlar için "Eskiden
şöyle yapılırdı, şimdi ise böyle yapılır'' ifadesinin kullanılma­
sından anlaşılmaktadır. Doğal olarak yasaların daha yeni bir
tarihte kaleme alınanları yeni istekler ve değişen gerekliklere
uyumlu olarak daha "gelişmiş" bir hukuk aşamasını dile ge­
tirmiş olacağından yasalar metninin ikinci B kopyasının ikin­
ci bir redaksiyondan geçtiği tahmin edilmektedir. <3 1 Yasalar
Metni 'nin ikinci redaksiyonunun Kral Şuppiluliuma ya da il.
Murşili döneminde gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir.
Öngörülen bu yenilikler, ceza indirimleri, ölüm cezalarında
kısıtlamalar, işkence ile öldürmenin kaldırılması gibi daha in­
sancıl yaklaşımlardır. Atıfta bulunulan eski yasanın, örf ve
adet yasaları olması da muhtemeldir. Benzer eylemlerin ge­
nellikle arka arkaya sıralanması, belirli bir düzenlemeye göre
H itit H u kuku / 71
yazıldığını gösterir: İnsan hayatına ve bedenine yönelik suç­
lar, aile hukuku, toprağın işlenişi ile ilgili "tımar" haklan ,
hayvanların korunması ve cinsel suçlar gibi tabletlere, bunla­
rı yazdıran kralın adı verilmemiştir. Prolog ve epilogu olma­
dığı için, kralın yasama yetkisini tanrılardan nasıl aldığı belli
değildir ama diğer metinlerden, ülkede adaleti sağlayanın
Güneş Tanrısı olduğunu bildiğimiz için kralı görevlendirenin
de bu tann olduğunu söyleyebiliriz. Bir dua metninde ona
şöyle seslenilmektedir "Ey Güneş Tannsı! Ülkelerin törele­
rini sen tayin edersin". Güneş Tanrısı aynı zamanda yargıç
olarak, "handanza hannesnas ishas" yani "hükmün adil
efendisi" sıfatıyla tanımlanmaktadır.<4>
Hitit yasalarının derlenmesini sağlayan çeşitli maddeler,
eski yasaların, Sümer, Babil, Asur, Yunan, Roma ve bir bölü­
müyle İbrani yasalarının çoğunda olduğu gibi, şart cümlele­
riyle ifade edilmiştir: ' Eğer bir kimse şu suçu işlerse, şu ce­
zayı çekecektir ' , Hitit yasalarında 'eğer ' eski dilde kullanıldı­
ğı biçimiyle, takku ile dile getirilir.
Hitit Hukuku üzerine yapılacak bir çalışmada, Mezopa­
tamya ve İbrani yasa metinleriyle bir karşılaştırma yapmak
kuşkusuz yararlı olacaktır. Nitekim, çevre ve kültür yakınlık­
larına bağlı olarak çok sayıda içerik benzerlikleri görebiliriz.
Ancak önemli farklar mevcuttur. Hitit yaslarında, Sami hu­
kuklarının tipik özelliği olan ' göze göz, dişe diş yasası' yer
almaz, ölüm cezası özel birkaç durumla sınırlıdır ve Asur ya­
salarında ( eskiçağ yasaları arasında sert cezalandırma felsefe­
sini barındıranlardandır) sıkça rastlanan sakatlama cezası sa­
dece kölelere ve çok nadir olarak uygulanır.<5>

H a k Ara m a Özg ü rl ü g ü ,
M a h ke m e l e r v e M a h ke m e l e r i n Ya p ı l a n m a s ı

Hitit'te adalet sistemi, halkın hak arama özgürlüğüne; zen­


ginliğe, bulunduğu ülkeye, statüye bakılmaksızın "eşit", dü-
72 / Hitit Hukuku
rüst, ve makul sürede ulaşmasını sağlayacak zemini sunmak­
taydı. Toplumun bütün üyelerinin adaletsiz olduğuna inan­
dıkları her kararın temyizi için krala başvurma hakkı vardı.
Kralın nihai kararını umursamamaya karşı uygulanan yasa­
larda yer alan ceza en ağır cezalardan biridir. Daha doğrusu
en istisnaisidir. Madde l 73/a'da "Eğer bir kimse kralın kara­
rını redderse, evi harabe yığınına dönecektir. Eğer bir kimse
bir sulh yargıcının kararının redderse, kafası kesilecektir"
denilmiştir. Görüleceği üzere kralın kararını dinlememe, ye­
rine getirmeme veya reddetmenin karşılığında suçta ve ceza­
da şahsilik ilkesinden vazgeçilebilmektedir. B urada büyük
olasılıkla amaçlanan; güçlü yerel toprak sahiplerinin ve ikti­
dar sahiplerinin kendi aleyhlerine verilen bir kararı pekfila
umursamayarak, bulundukları konumu toplumun zayıf ve ko­
runmasız üyelerine karşı kötüye kullanmaya devam edebile­
cek rüşvetçi yerel görevlilere karşı caydırıcı olmaktır.
Hititlerde eski krallık dönemlerinden itibaren yoksulların
korunmasını ve haksızlığa uğramamalarını isteyen temel ku­
rallar bulunur. Bu kurallar ve idari anlayışın sonraki dönem­
lerde de devam etmiş olduğu aşağıya aktaracağımız talimat­
lardan anlaşılmaktadır. Eski Krallık dönemine ait ve Pimpi­
ra 'nın yazdığı bir metinden alıntı yapacak olursak bu pozitif
ayrımcılığın şu şekilde kurala bağlandığı görülmektedir:
( ' Ben, Pimpira, kralı korur ve sizi yönetirim' ) :

"Yüzünü hastaya çevir, ona ekmek ve s u ver. Sıcaktan bunalırsa,


onu serinlet. Soguktan rahatsız olursa, onu sıcak yere koy. Kra­
lın hizmetkarları ezilmiş halde ölmesin ! "161

Ülkedeki en yüksek adli yetki kral tarafından kullanılırdı.


Güneş Tanrısı ' nın vekili olarak krallıktaki başyargıçtı. Ölüm
cezasını gerektiren istisnai suçlarda, alt mahkemelerin ölüm
cezası verme yetkisi olmadığından doğrudan krallığa havale
edilmekteydi. Aynca yasa maddelerinde de görüleceği üzere
(madde 1 98, 1 99) ' Kral Kapısı ' ya da ' S aray Kapısı ' olarak
H itit H u kuku / 73
bilinen kral mahkemesine geniş bir suç yelpazesi havale edil­
mektedir. Ülke içerisindeki yasalara göre, bir boğayı ağılda
tutmamak (madde 1 76) ya da üç talent (yaklaşık 1 00 kilo) ke­
reste çalmak (madde l 02) gibi, bugün bize basit suçlar gibi
görünen ama o dönem için önemli sayılan suçların kral mah­
kemesine havale edildiği görülebilmektedir. O dönem düşü­
nülürken tarım ve toprağa dayalı ekonominin ağırlıklı olması
yanında, zanaat ve küçük işletmelerin yaygınlığının ve özel
mülkiyet haklarının korunmasına dair kaygıların düşünülme­
si gerekir. Aynca kral başyargıç sıfatıyla bir temyiz mercii
olarak alt mahkemelerden gelen başvurularla, bu mahkemele­
rin yetkilerini aştığı için karar veremeyip kendi mahkemesi­
ne havale edilen davalara da bakmaktadır. Kralın krallıktaki
adli faaliyetlerde doğrudan üstlendiği rolün yanında, vasal
devletler içindeki ve arasındaki birçok anlaşmazlığın çözümü
ile vasal yöneticiler arasındaki anlaşmazlıklarda da doğrudan
onun hakemliğine gidilmektedir. Kralın diğer idari ve askeri
görevleri yanında, oldukça zaman alan adli işlerde yargıçlık
görevini üstlenip bu görevini diğer yoğun işleri arasında sav­
saklamadan, itina ile sürdürerek, adilane kararlar çıkmasına
özen gösterişi şaşırtıcıdır. Yerel garnizon komutanının kendi­
sine karşı mülk ve vergi konusunda aldığı karan temyiz eden
Fırat üzerindeki Emar din görevlisindeki gibi, kralın kişisel
görev alanına ve ilgisine değmeyecek gibi görünen hususlar
dahi önüne gelebilmekte ve bu temyiz başvurusunu kabul et­
tiği ve temyiz edenin talepleri doğrultusunda işlem yapılma­
sını emrettiği görülmektedir. Kudüs'teki Bible Lands Muse­
um ' da ortaya çıkan ikinci mektuptan da, bu davayla kral ile
birlikte genel valinin de ilgilendiği öğrenilmiş bulunulmakta­
dır. Aynca bu mektuplardan Suriye eyaletlerinde Hitit adli
sisteminin nasıl işlediği ve uzak bir kentteki bir din görevlisi­
nin doğrudan Hitit imparatoruna başvurma _olanağına sahip
olduğu ve yalnızca bir duruşmayla değil Hitit devletine hiz­
met eden bir yönetimin görev kusurlarına dair adil bir karar
çıkarılmasıyla sonuçlanması çok önemlidir. Kralın önüne ge­
tirilen adli işlerin bu kadar yoğun oluşu nedeniyle, çoğunlu-
74 / Hitit Hukuku

ğunun doğrudan kral tarafından ele alınmış olamayacağı da


ileri sürülmektedir. Çok büyük olasılıkla, kralın sarayına ha­
vale edilen davaların büyük bölümü onun adına ve onun yet­
kisiyle hareket eden vekilleri tarafından görülüp karara bağ­
lanırdı. LV DUGUD (asil, soylu kimse aynca askeri olarak
yüzbaşı anlamında da kullanıldığı gibi, sulh yargıcı anlamına
da gelmektedir) <7> unvanı taşıyan görevlilerin yargı alanında
krala vekalet edebildiklerini ve onun adına yargılama yaptık­
larını biliyoruz. En ileri düzeyde de, kralın kendi ailesine
mensup üyeler, onun bazı adli yetkilerini paylaşmaktadır.
Kraliçe Puduhepa, Ugarit'te hasar gören bir tekneyle ilgili
olarak, kral adına ve 'Güneşim ' unvanını kullanarak hüküm
vermiştir. Arma-Turhanda 'ya karşı açılan dava metninin giri­
şinde kocasıyla birlikte yer aldığına bakılırsa, Puduhepa 'nın
Hattuşili ile olan evliliğinin daha başlarında bile adli konular­
da aktif olduğu görülür.
Krallığa bağlı Suriye topraklarındaki Kargamış ve Ha­
lep 'te görev üstlenen genel valilerin yukarıda Emar din gö­
revlileri hak arama sürecinde aktardığımız gibi, Büyük
Kral 'ın vekilleri olarak, şikayetlerini ve kavgalarını kralın ha­
kemliğine sunmak isteyen ve ardı arkası kesilmeyen davacı
kalabalığıyla ilgili sorumluluğun büyük bölümünü üstlenmiş­
lerdir. Anlaşmazlıkların çoğu, bölgedeki ticari faaliyetlerden
kaynaklanmıştır. Bu nedenle bir örnek vermek gerekirse yine;
tüccar Maşanda, Kargamış genel valisine, Ugarit kralının ker­
vanından 4.000 gümüş şekel değerindeki 400 eşeği almasıyla
ilgili şikayetini sunmuş. U garit kralına ağır bir para cezası ve­
rerek daha önceden kendi lehine bir karar almış olmasından
dolayı bu hırsızlığa karşı öfke ve kızgınlığının iyice artmış ol­
duğu görülmektedir. Mahkemeye yansıyan ve hepsi de adalet
ve tazminat talepleri içeren çeşitli cinayet, soygun, adam ka­
çırma olaylarına bakılırsa, bölgede seyahat eden tüccarların
oldukça riske girdikleri anlaşılmaktadır. Özellikle iki farklı
eyaletin tüccarıyla diğer eyaletin yetkilisi arasında ihtilaf çık­
tığında, kral ya da kralın genel valisinin müdahale etmesi ge-
H itit H ukuku / 75
rekir v e tüccarların güvenlik içerisinde seyahat etmelerinden
o bölgenin vatandaşları ya da yetkilileri sorumlu tutulmakta­
dır. Bu sorumlulukların yerine getirilmemesinin sonucu ola­
rak ciddi tazminatlar ödemek zorunda kalmışlardır. Buna bir
örnek de, Urhitesup ile Kargamış ve Ugarit halkı arasındaki
bir krallığın tüccarının diğer krallık topraklarında öldürülme­
si durumunda tazminat olarak 3 mina gümüş ödenmesini ön­
gören anlaşmanın yapılmasıdır.<•>
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere; Hitit çekirdek
ülkesinde adalet yapılanması ile Hitit devletine bağlı ülke yö­
netimlerindeki adli işleyişte hak arama özgürlüğünün ortak
özelliği yargının, etkin, ulaşılabilir, makul sürede ve dürüstçe
uygulanması ve sonuçlanmasıdır. Anlaşılacağı üzere Hitit Ül­
kesi ile ülke dışındaki bağlı ülke yönetimlerinde doğal olarak
adli örgütlenme bazı farklılıklar taşımaktadır. Ülke dışındaki
bağlı devlet yönetimlerindeki adli sisteme yukarıda değin­
miştik. B üyük Kral yani Hitit kralının yanında krala vekil
olarak görevli genel valilerin sorumluluğunun olduğunu, ge­
nel valilerden önce ise garnizon komutanlarının adli görev­
lerde sorumluluk yüklendiklerini bilmekteyiz. Hitit Krallığı­
na bağlı diğer yerel ülkelerde garnizon komutanının da için­
de yer aldığı mahkeme, adli sistemin işleyişi konusunda bu­
güne değin elimize ulaşan birçok talimatnamenin sahibi 1. Ar­
nuvanda ' nın talimatnameleri <9> ile özellikle il. Tuthaliya' nın
sınır komutanlarının görevlerine ilişkin yayımladığı talimat­
name somut olarak bilgi edinmemizi sağlamaktadır.
Hak arama özgürlüğü ve bu yolun etkin, ulaşılabilir, ma­
kul sürede ve dürüstçe işlemesi için MÖ 1 400 ve 1 380 döne­
minde tahtta bulunan kral il. Tuthaliya'nın ayrım yapmadan,
yargıç görevi yapan herkese yönelik olarak dikkat çeken tali­
matnamesi aşağıdaki gibidir:

"Hangi kente dönerseniz dönün, kentin bütün insanlarını topla­


yınız. Her kimin bir davası varsa, onun hakkında karar veriniz ve
onu memnun ediniz. E�er bir kölenin, veya hizmetkarın veya
76 / Hitit Hukuku
yaslı bir kadının, bir davası varsa, hakkında karar veriniz ve onu
memnun ediniz.
Basit bir davayı zorlaştırmayınız. Zor bir davayı da basitmiş gibi
göstermeyiniz. Dogru olanı yapınız."

Memurun bu görevleri yerine getirirken yerel yetkililerle


işbirliği yapması beklenmektedir. Yine talimatnamede bu du­
rumşöyle öngörülmüştür.
"Artık garnizon komutanı, belediye başkanı ve yaslılar beraber­
ce adaletin uygun şekilde yerine getirilmesini saglayacaklar ve
halk davalarını getirecek."1 101

Hitit Kralı il. Tuthaliya, yöneticilerine adli kararlarını ver­


meden önce, öncelikle o yerin yerel adetlerini gözetmeleri,
Hitit yasaları ile o yer gelenek hukukunun çatışmamasına
özen göstermeleri, aynca o yer hukuk mevzuatı yargılanan
kişinin daha lehine ise ona göre, diğer halde Hitit Hukukuna
göre karar vermeleri0ıı talimatını vermiştir.
Kral il. Tuthaliya'nın talimatı; yargıçlık dışında yönetsel,
kültsel ve savunmaya yönelik görevleri de olan yüksek idari
ve askeri kadrolara gönderilmiştir. Yani sınır kentlerinde ge­
nel valilik görevi yapan, sınır komutanlarına, ilgili kentin de­
netçisi ve yaşlılarıyla birlikte mahkeme kurma görevi yüklen­
miştir. Bunun dışında, yargıçların çıkar çatışmalarından ka­
çınması ve kendi ailesi, dostları ya da "üstleri" lehine davala­
ra girmemesi ve taraflardan hiçbir şekilde rüşvet almaması
konusuna dikkat çekilmektedir. Kral il. Tuthaliya'nın talima­
tının devamı şu şekildedir:

"Ülkenin hukuk sorunlarıyla ilgili karar verecek olan sen, kararı­


nı iyi ver. Ekmek ve bira ugruna, (kararlarını) onun (suçlunun)
hanesi, biraderi, karısı, bir aile üyesi, sülalesi, hısım ya da dost­
ları lehine çevirme. Karar veremedigin bir davayı efendinin, kra­
lın önüne getir ki kararı kral versin."
H iti� Hukuku / 77
Hititlerde kadın y a d a erkek kölelerin v e tek yaşayan ka­
dınların da hak arayabileceği özellikle vurgulanmıştır. Belki
de, Hitit çekirdek bölgesi için çok olağan olmasına karşın, ye­
ni katılan ülkeler için eşitlik kavramının yeni olması nedeniy­
le gerekmişti bu ek bilgi. Kayıtlardan anlaşıldığı kadarıyla,
bunun yanında, yerel ceza uygulamaları da dikk ate alınmalıy­
dı (örneğin ölüm cezası yerine sürgün cezası uygulanmasının
dikkate alınması).1121
Görmüş olduğumuz gibi anlaşmazlıklar ilk önce, ülkedeki
çoğu eyalet kentindeki yönetim kurullarını oluşturan "yaşlıla­
rın" veya "seçilmiş" üyelerin huzuruna gelmektedir ve kütük­
te sadece bir kez, yabani sığırların kime verileceği hakkında
karar verildiği için geçmektedirler. Revaçta olan yargıçlar ku­
rulu halk meclisiydi. Öyle ki devlet bunlarla dolaylı olarak il­
gilenmekteydi. Adli olaylarda devletin temsilcisi, normal ola­
rak kralın memurlarından biri, örneğin garnizon komutanı
olurdu. < 13>
Talimatlar ve yargı örgütlenmesinden açıkça anlaşılmakta­
dır ki; Hitit mahkemeleri tüm halka açıklığı ile herkesin
"eşit", yargıcın tarafsız ve dürüst olmak zorunda olduğu; ek­
mek ve bira gibi en masum armağanların bile kabul edilmesi­
nin yasak olduğu mahkemeler olarak karşımıza çıkmakta ve
yargı sürecinin kendisi dürüst, şeffaf, ulaşılması ve yararla­
nılması oldukça kolay bir sistemi görünür kılmaktadır. Aynca
yargılama süreci makul sürede neticelendirilerek, suçlama ya
da savunma amacıyla çok sayıda tanık çağrılıp yemin altında
dinlenip ve tüm ifadeler kayda geçirilmektedir. Varsa başka­
ca delillerin de yargılama sürecinde savunmaya dahil edildi­
ği bir organizma, Hitit adalet anlayışının olağan, olağan oldu­
ğu kadar, adil karara varılması için olmazsa olmazıdır.
III. Hattuşili döneminde, zimmet ve görevi ihmal suçla­
masıyla üst düzeyde bir tapınak görevlisine karşı açılan dava­
nın zabıtlarına göre bu davada en az 30 tanık dinlendiği gö­
rülmektedir. Ancak bu çok basit bir dava değildir. Ne de olsa
davacı, Kraliçe Puduhepa 'nın ta kendisidir. Çünkü zimmete
78 / Hitit Hukuku
geçirilen mallar kişisel mülk değil, tapınak mallarıdır.
Davacı kraliçe olunca, kral yargıçlık yapmamıştır. Oysa
ölüm cezası gerektiren bu tür suçlarda bu görevi, kralın ken­
disi üstlenmektedir. Çünkü sanığın suçlu bulunması duru­
munda, en ağır cezayı verip vermemek kralın elindedir. III.
Hattuşili, ölüm cezası yerine sürgün cezası vermeyi yeğleyen
bir kral olarak bilinmektedir.° 4>
Tapınak görevlisinin davasında, "Doğu halklarının yazı­
nında eşi olmayan ve oldukça 'modem ' bir havaya sahip olan
fazlasıyla ayrıntılı tutanaklara sahibiz. Bu türden hiç bozul­
mamış bir metin şöyle başlar:

Söz konusu levazım, (kraliçenin) Büyük Fırtına Tanrısı'na ema­


net ettigi, yani savaş arabaları, bronz ve bakır kaplar, giysiler ile
malzemeler, yaylar, oklar, kal kanlar (topuzlar), esirler ( ! ), sıgır­
lar, koyunlar, atlar ve katırlar-onbaşı Ukkura'nın herhangi bir
kimseye mührü, alındı ve ödendi makbuzu olmadan verdigi de­
po mallarıdır. Bundan dolayı kraliçe dedi ki: 'Kraliçenin hizmet­
karları ve altın uşakları, Büyük Fırtına Tanrısı ve onbaşı U kku­
ra'ya gidin ve Lilvaniş tapınagında ciddi yeminler edi n.' Duruş­
ma, sanıgın babasının ve bir başka tanıgın, doksan beş satır tu­
tan, yeminli ifadeleriyle başlar. Sonra büyük Fırtına Tanrısı sor­
gulanır.
Maruvaş şöyle dedi: "Sen bir çift katırı Hilarizzi'ye verdin."
Büyük Fırtına tanrısı cevapladı: "Ben katırları Hilarizzi'nin kendi­
sinden (?) aldım ve kendisine oldugu gibi geri verdim."
Maruvaş şöyle dedi: "Sen katırları Piha-... .'ya verdin."
Büyük Fırtına Tanrısı cevapladı: "Verilen katırlar sarayın ahırına
getirilmemişti."
Altın uşak Yarrazalmaş şöyle dedi: "Zuvappiş bir astattı ve bir
talent bronz aldı."
Büyük Fırtına Tanrısı cevapladı: "O bana öldügünü söyledi."

Birçok tanığın şahitliğinden sonra metin aniden son bulur;


belki de ikinci bir tablette devam etmektedir. Metin dikkatli
H itit H u kuku / 79
ve önyargısız bir soruşturma havasını vermektedir. Hitit yö­
netiminin genel görünümünün belki de tipik bir örneği olarak
n( lS)
kabul edilebilir.
Başka dava konularında da kral doğrudan mahkemeyi yö­
netebiliyordu. Sınır komutanına hitaben yazılan talimatname­
de de, il. Tuthaliya talimatlarındaki hükümlerin aynısı vardır:
"Eğer dava çok büyürse, onu güneıimin (büyük kralın)
önüne getirin. " Hitit Hukukunda, davayı bir üst mahkemeye
götürebilme yani temyiz etme hak ve yollan bulunmaktadır.
Bu hak ve yetkinin de Hattuşa ve dışındaki vasal devletlerde
sıkça kullanıldığını bilmekteyiz.
Yasaların tannlar tarafından getirildiğine olan inançtan
ötürü, insan ve hayvanların hepsinin bu yasalara uyması zo­
runluluğu doğmuş, bu inançla da iki dünyevi mahkemenin
yanında bir de göksel mahkemenin varlığına inanılmıştır.
Dünyevi adaletin pençesinden kurtulanlann, tannlann gaza­
bından kurtulamayacağına, onları yanıltmanın mümkün ol­
madığına inanılırdı . Tann l ar her şeyi bilirler ve onlardan kim­
se kaçamazdı. Üstelik onlar insan yargıçlar kadar merhamet­
li de olmayabilirlerdi. Ne yapacakları hiç belli olmaz, tüm so­
yu sorumlu tutabilirlerdi. Yeminini ya da yaptığı antlaşmayı
bozanlar, çocuklarının çocuklarını bile etkileyebilecek bir ce­
za bekleyebilirlerdi.06>
Yargılama süreçlerinde, günümüz Modem Hukuk sıfatlan­
dırmasıyla "sanık" olarak yargılanan kişilerin kendilerini sa­
vunabilmelerine oldukça geniş imkanlar tanındığını, savun­
malarının kesilmediğini, delil ve tanıklarını sunmada hiçbir
sınırlandırmaya tabi tutulmadığını, bugüne ulaşan tabletler­
den öğrenebilmekteyiz. Ayrıca savunmalarda "sanıkların"
edebi unsurlar kullanılarak hitabeti (oratory) ustaca devreye
sokuşları da dikkat çekicidir. Savunmaya ilişkin beyanların
belirli bir mantık çerçevesinde ve tamamlayıcı edebi öğeler
kullanarak yapılıyor oluşu, apoloji edebiyat türü olarak bili­
nen, Sokrates ' in kullandığı ve onunla anılan bu tekniğin ol­
dukça eski yüzyıllara dayandığını göstermektedir. Tipik bir
80 / Hitit Hukuku
örnek verecek olursak, savunmayı dikkate aldığımızda tahmi­
ni olarak saray veya tapınak mallarının çalınmış olduğu, ama
olayı tam olarak bilemediğimiz bir nedenden ötürü hırsızlık­
la suçlanan lstarziti isimli bir adamın uzunca yaptığı savun­
masının bir kısmına yer vermek ilginç olacaktır. İstarziti, sa­
vunmasında sürekli kendisine isnat edilen suçu işlemediğini
ileri sürer ve bu reddetme üzerine kurulu savunmasında da
çeşitli edebi mecazlar ve retorik sanattan fazlasıyla yararlanır.
Hemen aşağıda _sunduğumuz İstarziti 'nin savunması, dinle­
yen veya okuyanda duygusal etkiler bırakmaktadır. İstarzi­
ti 'nin savunmasından bir bölüm;
"Şu kara topraklar üzerinde kamışlar gibi egildim ! ( ... ) Yaşarken
dahi kardeşlerimin nazarında ölmüş bir insanım ben ! " "Ben hep
tanrının (gerçek) bir hizmetçisi degil miydim (autoclesis)? ( ... ) Bir
zamanlar bir hastalıga yakalanmıştım ve tanrılara yakarmıştım:
Ey tanrılarım, beni kimlerin böyle harap ettigini görmüyor mu­
sunuz? (Niye onlar yerine hep) benim üzerime geliyorsunuz?
Kralı yenik düşürmek istemediginiz (için mi)? Eger veliaht pren­
sin basına Kummanni kentinde kötü bir şey geldiginde, (İsuwa
kralı) Alisarrumma bana 'Çok dikkatli ol, seni öldürecekler! Ve­
yahut da Nanizi sana zehir(?) verecek ve seni öldürecek. (Sahhu­
pidda dagı yolunda) Kraliçe birilerine pusu kurdurup seni (mut­
laka) öldürtecek!' dedi. ( ... ) (Gözleri mden) (daglardaki sular gi­
bi) yaşlar aktı. Bu yaşları (toplayıp) Güneş Tan rısı'na verecegi m
ki, onları gizlice Güneş Tanrısı'na kurban olarak akıtsın. ( ... ) Bir
gün Sulama Kentinde Tan rı Tarupsani'ye tapınıyordum, Muti
adlı biri içeri girdi ve benim şahsımla ilgili olur olmaz şeyler söy­
lemeye başladı. Onu yakasından tuttum (ve) (saklı bir yere) sü­
rükledim. (Orada) ona yemin ettirdim ve şöyle uyardım: '(Bak bi­
lesin), kim bu tanrının huzurunda yalan yanlış yemin ederse,
onun hayatta kalması imkansızdır ha ! '( KUB 5 4 . l )'1 1ı
Hitit Hukuku / 81
B i l i n en En Eski Siyasi Vasiyetn a m e,
An ayasa ve M a h ke m esi

Vasiyetname

Birçok örnek arasından 1. Hattuşili 'nin (MÖ 1 660- 1 630)


Politik Vasiyetnamesi 'ni burada örnek verecek olursak, bilinen
kral olgusunun çok ötesinde, Hitit krallarının çevrelerine hesap
verme ve sade yaşamaya dikkat ettikleri, kendi ailelerini ve
çevrelerini kayırmamaya özen gösterdikleri, halktan daha sade
bir yaşam sürdürmeye özellikle gayret ettikleri, alınan ülke yö­
netim görevinin üzerinde titrenmesi gereken bir emanet olarak
algıladıkları ve içselleştirerek ifa ettikleri ortaya çıkmaktadır.
Aynı titizliğin ülke idaresinin her alanındaki yöneticileri için
de uyulması gereken koşul olduğu görülmektedir.
Aşağıdaki tablet, kralın oğlunu veliahtlık.tan alıp, torunu
Murşili 'yi evlat edinerek, onun yerine veliaht yapmasıyla il­
gili Pankus üyelerine, saray ileri gelenlerine, akraba, eş dost
ve askerlere yapmış olduğu bir nutkun tutanağı gibidir. Hat­
tuşili burada bu değişikliğin gerekçelerini anlatma çabası içe­
risindedir. Tablette Murşili ' nin henüz bir çocuk olduğu, dola­
yısıyla askerlerden, askeri seferler sırasında ona göz kulak ol­
malarını, onu seferlerden sağ salim getirmelerini ister. Aynca
Pimpira adlı kraliyet ailesinden bir kişinin, kral naibi olarak
atandığı belirtilir. Kral, ailesinden, danışma meclisi pankus
üyeleri ile saray mensupları ve Murşili'den sade yaşamaları­
nı, zorluklara karşı dayanaklı olmalarını ister. "(Sadece) ek­
mek yiyip, su için!", başka lükse kaçmayın der. 1. Hattuşi­
li Kussara'da hasta yatağında iken veliahtının tutum ve dav­
ranışının beklenen Hitit anlayış, inanç ve yaşam örgüsü ile
bağdaşmadığına kanaat getirerek bunu bir başkaldırı olarak
algılayıp, veliaht olarak saptanan onun yerine torunu Murşi­
li 'yi ne için evlat edinip veliaht olarak getirdiğini, pankus
üyelerine ve saray ileri gelenlerine açıklamaktadır.
82 / Hitit Hukuku
Bu açıklama pankus üyelerine ve çevresine bir nevi hesap
verme düşüncesiyle konuyu bütün ayrıntılarıyla ele almakta­
dır. Dil çok renkli ve etkileyicidir. Burada büyük bir rahatlık
ve içtenlikle söylenmiş sözlerde yalnız kralın ailesi ve pankus
üyeleri ile olan ilişkilerini değil, onların dışında, Hititlerin
günlük yaşamları üzerinde de ilginç bilgiler edinmekteyiz.
Vasiyet ilginçliği ve tarihin bilinen ilk siyasi vasiyetnamesi
olması yanında, yazınsal bakımdan da geçmiş dönemlerin en
güzel edebi yapıtları arasında kabul edilmektedir. Vasiyetna­
me aynen şöyledi:

Büyük Kral Tabarna soylular topluluguna ve ileri gelenlere ses­


lendi:
- Bakın, ben hasta oldum ve size genç labarnanın adını vermiş­
tim;
O tahta geçecekti ve ben Kral,
Onu oglum yaptım, kucakladım ve yükselttim.
Her zaman onunla ilgilendim. Ancak, o, bu çocuk nasıl davran­
dı, bu olacak şey degildi.
O hiçbir göz yaşı dökmedi, hiçbir merhamet göstermedi;
soguk ve kalpsiz.
O zaman ben, Kral onu sorguya çektim ve yanıma çagırdım:
"Şimdi ne olacak? Artık kimse kardeşinin ogluna bundan sonra
da bebekmiş gibi bakamaz ya ! "
Kralın sözünü dinlemedi.
Anasının sözünü, o yılanın sözünü dinledi. Ve erkek kardeşiyle
Kız kardeşleri ona, ara bozucu sözler taşıdılar; onların sözlerine
kulak verdi. Ve bunu, ben kral duydum.
Böylece savaşa savaş açıyorum.
Yeter artık. O bundan böyle benim ogluma degil. -Ama o za­
man anası inekler gibi bagırdı: Benim gibi güçlü bir inegin ana
kucagını parçaladılar. Onu mahvettiler ve Seni onu öldürecek­
sin ! -Ben, Kral, ona kötülük mü işledim?
Onu rahip yapmadım mı?
Her zaman onun iyligini düşündüm ve onu takdir ettim ama o
Hitit Hukuku / 83
benim, kralın istegine sevgi ile karsılık vermedi. Nasıl olur da is­
tegi ile Hattuşa için sevgi besler?
Onun anası bir yılandır! Ve şöyle olacaktır: Anasının erkek kar­
deşlerinin, kız kardeşlerinin sözlerini dinleyecektir. Ve o zaman
yaklaşacaktır; yaklaşacaktır, öç almak içi n ! Ve beylere, ileri ge­
lenlere ve görevlilere, benim adamlarıma yemin edecekti. Bakın,
kral ugruna,
Teker teker öleceksiniz ve öyle olacaktır; o hepimizi mahvede­
cektir; ve bir kan banyosu yaptırmaya başlayacaktır. Ve o
sakınca nedir bilmeyecektir.
Hatti'nin oglulları olan herkesin başına gelecektir: O böylece
yaklaşacaktır, yaklaşaca ktır ve kimin olursa olsun büyük baş ve
küçük baş hayvanlarını götürmek içi n ! Ben dışarıdaki düşman­
larımı kılıçla yendim, ve ülkemi huzur ve barış içinde tuttum.
Şimdi (bu iş) oraya varmamalı ve o ülkemi kargaşalıga sürükle­
memelidir. Artık bundan sonra o şehirden aşagı inip istedigi ye­
re salınarak gitmemelidir. Bakın ben oglum Labarnaya bir ev
verdim; ona yeterince toprak verdim.
Yeterince büyükbaş hayvan, yeterince küçükbaş hayvan ona
verdim. Uslu oturdugu sürece yesin içsin; istediginde eskisi gibi,
yukarıya kente gelsin. Ancak can sıkacak davranışta bulunursa,
ya da herhangi bir kötülük, herhangi bir bozgunculuk yaparsa
yukarıya kente gelmesin, evinde otursun."
Bunları söyledikten sonra Hattuşili yeni buyrultusunu bildirir:
"Bakın buraya, Murşili şimdi benim oglum. Onu ( Kral olarak) ta­
nıyorsunuz. Onu tahta oturtacaksınız. Tanrı onun kalbini birçok
iyi hasletlerle doldurdu. Bir aslanın yerini, tanrı ancak bir asla­
na verir."
Hattuşili veliahtı övdükten sonra sözlerini soylular toplu­
luğuna yöneltir ve onlardan yeni kralı sevmelerini ve sayma­
larını ister:

"Bir savaş koptugunda ya da başkaldırma oldugunda


Siz görevlilerim ve ülkemin büyükleri oglumun yanı sıra olup
84 / Hitit Hukuku
ona yardımcı olunuz.
Ancak üç yıl sonra sefere çıkmalıdır. Daha şimdiden onu bir
kahraman kral yapmak arzusundayım.
Ama daha şimdiden, henüz o duruma gelmeden, ona krala gös­
terilen saygı yapılmalıdır.
Sizin için o tanrısal güneş kralının sulbundendi r, böylece onu bir
kahraman kral olarak yetiştiriniz.
Eger onu daha çocuk yaşta savaşa götürürseniz onu saglıklı ge­
ri getirmeye bakın; ve sizin toplulugunuz bir kurdunki gibi ol­
sun.
Artık kavga olmamalı; onun görevlileri bir ananın çocuklarıdır.
Sizi artık bir kalp, bir gögüs ve bir duygu birbirinize baglıyor.
Sakın kendinizi büyük görmeyin, aranızda hiç bir kimse ona ra­
kip olmasın ve buyrultuya karşı çıkmasın;
Böyle bir davranışı, Şinahuva ve Urabira kentlerinin yaptıgı ha­
reketi siz yapmayınız kötülük size bir kez yapışmamalıdır.
Yoksa benim oglum size benim ötekine yaptıgımı yapar.
Siz. benim sözlerimi ve benim sagduyum u bilenler
Oglumu hep sagduyuya dogru egitin.
Hiçbiriniz digerini geri itmemeli ve hiçbiriniz ötekine kötülükte
yardımcı olmamalıdır.
Kent yaşlıları konuşmamalı; ogluma hiç kimse kendi çıkarı için
başvurmamalıdır.
Oglum! Hatti'nin yaşlıları sana söz yöneltmemelidir;
hic: kimse, ne Kussara'dan, ne Hemmuva'dan ne de Tamalki­
ya'dan ya da Zalpa'dan;
onun gibi halktan hiçbiri sana söz yöneltmemelidir.
Oglum H uzzia'ya bakınız Ben, kral, onu Tappassanda Kenti'ne
kral yaptım. Ama oradaki adamlar onu kullandılar ve onu kötü­
ye sürüklediler; onu bana düşman kıldılar: 'Babana başkaldır'
dediler.
Tappassanda sarayları günahtan arınmadılar.
Günahtan arınmayı sen yerine getirmelisin."
Hitit Hukuku / 85
Hattuşili bundan sonra oğlu Huzziya ve kızı ile olan çatış­
maları anlatır. Öyle anlaşılıyor ki Büyük Kral yuvasında pek
mutlu değildi. Bu çatışmalar aynca ülke için de çok zararlı
olmuştur. Nitekim bu kargaşaya yukarıda ele aldığımız Teli­
pinu Metni de işaret etmektedir. Hattuşili bu zor günleri şöy­
le anlatıyor:

"Bunun üzerine, ben, kral H uzziya'yı yerinden aldım. Hatti'nin


ogulları Hattuşa'da birbirlerine düşmüşlerdi. O zaman kızımı
kullanmadılar, ve onun erkek nesli oldugu için onu bana düş­
man kıldılar: 'Babanın tahtı için erkek çocuk yok! Oraya bir uşak
oturtacak.
'Bir uşak kral olacak' dediler. Ve böylece o, Hattuşa kentini ve
sarayı benden ayırdı, ülke büyükleri, ve benim kendi saray soy­
lularım bana karşı açıkça düşman oldular.
Ve bütün ülkeyi birbirine kattı.
O zaman kardeş kardeşi kavgadan öldürdü;
dost dostu öldürdü. Hatti'nin çocukları
öldürüldüler. Ve kimin büyük baş hayvan küçük baş hayvanı,
Bir evi, bir samanlıgı, bir üzüm bagı, topragı,
Kimin altını, gümüşü, degerli taşları, madenleri,
tuncu var idiyse ve bütün mallar, bu
karışıklık döneminde yok olup gitti.
Sonra tanrılar kızı elime verdiler. O Hatti'nin ogullarını ölüme
götürmüştü ya !
Ve, ben kral, kızdan bütün varlıgımı istedim. 'sana az bile ver·
sem Hatti'nin ogulları beni dilleri ile sorguya çekeceklerdir.'
O zaman o şunu söyledi: Beni yok olmaya attın'. Bunun üzerine
ben kral, kıza biraz (mal) verdim. O zaman o şöyle söyledi: ' Ne­
ye bana bu kadar az verdin?'
Ben kral konuştum: 'Azdır! Ancak sana bol hayvan
ya da bol toprak verseydim o zaman ben kendi ülkemin kan•rıı
emmiş olurdum.'
Kızım benimle başımı ve benim adımı kirletti. Ve ben, kral kızı
86 / Hitit Hukuku
aldım ve onu Hattuşa'dan buraya aşagıya getirdim. Şimdi buyu­
ruyorum: Toprak ve mülk toprak ve mülk için.
Hayvan hayvan için: O babanın sözünü bir yana itti,
Hatti ogullarının kanını emdi. -Şimdi ama-
kentten sürüldü. Evime gelirse evimi yıkacaktır. Hattuşa kentine
gelirse onu ikinci kez (bizden) ayıracaktır. Taşrada ona
bir ev verilmiştir. Yesin içSin.
Siz ama ona hiçbir kötülük yapmayınız. O kötülük yaptı.
Ben ona karşılık kötülük yapmayacagım. Beni baba diye
anmadı; ben onu kızım diye anmıyorum.
Bugüne kadar ailemden hiç kimse benim buyrultularımı uygula­
madı.
Murşili, sen benim oglumsun, bunu sen yap.·

Bunun ardından Hattuşuli veliahta öğütlerini verir:

"Böylece babanın sözlerini tut, babanın sözlerini tuttugun süre­


ce ekmek yiyip su içeceksin. Olgun adam oldugun
zaman ise günde iki üç kez ye, kendine iyi bak.
İçine yaşlılık çöktügünde kana kana iç.
O zaman babanın sözlerini bir yana bırakabilirsin."

Bi. vük kral aynı öğütleri soylular topluluğuna ve ülkenin


ileri gelenlerine de verir:

"Sizler benim en yüksek görevlilerimsiniz! Ve benim,


sizler de kralın sözlerini tutunuz. Siz yalnız ekmek yiyip su içecek­
siniz. Böylece Hattuşa ayakta kalacak, ülkem de
huzur ve barış içinde olacak. Ama siz kralın sözlerini tutmazsa­
nız gelecekte yaşantınızı sürdüremezsiniz; yok olursunuz!
Kim kralın sözüne önem vermeyecekse o şimdiden
ölmelidir. Böyle birisi benim bakanım, benim en yüksek
görevlilerimden biri olmamalı !
Onu tenasül aleti kesilmelidir. Büyükbabam
Pu-Lugal-ma'nın sözleri ile böyle oldu. Onun çocukları
Hitit H ukuku / 87
başkaldırmaya itilmediler mi? -Benim büyükbabam
kendi oglunu Sanahuitta'da veliaht ilan etmişti.
Ancak sonra kendi görevlileri, ülkenin büyükleri onun sözlerini
dinlemediler. Ve Papahdilmah'ı tahta çıkardılar. Şimdi kaç yıl
geçti aradan ve kaç kişi felaketten kurtuldu? Nerede büyüklerin
evleri? Bunlar yok olmadı mı?
Sizler, benim, Büyük Kral Labarna'nın sözlerini tutunuz.
Tuttugunuz sürece Hattuşa kenti ayakta kalacak ve siz ülkenizi
barışa u laştıracaksınız. Yalnız ekmek yiyip su içeceksiniz.
Sözlerimi tutmazsanız, ülkeniz yabancıların eline geçer. Ancak
sizler tanrılara da saygıdan geri kalmayınız: Onların ekmek pa­
yı, onların şarap payı, onların çorbaları, onların yemekleri sofra­
ya konmalıdır, ve sen Mursili bunu ne savsaklamalısın ne de
unutmalısın. Ama savsaklarsan felaket yine gelir, eskisi gibi.
Böyle olsun."

Hattuşili Murşili ' ye son öğütlerini veriyor:

"Sana sözlerim i ilettim ve bu levhayı (tableti) sana aydan aya


okusunlar; böylece benim sözlerimi ve tecrübelerimi hep kalbin­
de saklayacaksın.
Ve benim görevlilerimi, ülkenin büyüklerini merhametle idare et!
- Biri nde hainlik sezersen, biri tanrı önünde günah işlerse ya da
biri yersiz bir söz ederse
bu durumlarda Pankus'un (soylular toplulugunun) düşüncesini
sor.
Arkadan kötü konuşmaların sonuçları da
Pankus'un kendi iyiligi için önlenmelidir. Oglum kalbine ne
yerleştirdimse hep ona göre hareket et."

Ve en sonda vasiyetnamenin acı sözleri:

"Cesed imi yıka, gerektigi gibi !


Beni gögsüne bastır, ve gögsünde tutarak
Beni topraga göm." 1'11
88 / Hitit Hukuku
Büyük Kral Hatuşili 'nin özellikle Murşili 'ye öğüdünde
şöyle denilmiştir:

"Böylece babanın sözlerini tut, babanın sözlerini tuttugun süre­


ce ekmek yiyip su içeceksin. Olgun adam oldugun zaman ise
günde iki üç kez ye, kendine iyi bak. İçine yaşlılık çöktügünde ka­
na kana iç. O zaman babanın sözlerini bir yana bırakabilirsin."

Oğlu Labama 'yı da veliahtlıktan neden azlettiğini, kızının


konumunu kötüye kullanıp, çeşitli yöntem ve araçlarla elde
ettiği haksız mal ve mülküne, ülke adına nasıl el koyduğunu
ve kızına yalnızca hayatını çok sade bir şekilde sürdürebile­
ceği sınırlı bir mal ve mülk bırakmış oluşunu ayrıntılı bir bi­
çimde anlatmaktadır. Kral Hattuşili ' nin vasiyetnamesi, bir ül­
ke idaresinin nasıl olması gerektiği konusunda bugün bile çı­
karılması gereken derslerle doludur.
Vasiyette Hattuşili, velihatın büyük kral olması halinde,
görevini bir emaneti teslim alıp, bir sonrakine aynen veya da­
ha iyi koşullarda devrini vasiyet eder. Vasiyette özellikle, gö­
revin ve konumun kötüye kullanılmasını engelleyecek, top­
lumsal barışı sağlamayı birincil görev addedecek, rüşvet ve
musritlikten mutlak surette sakınması gerektiğinin yol harita­
sını verilmektedir.
Hatuşili 'nin vasiyetnamesi, yalnızca veliaht ilan edilen
Murşili 'yi, o zamanki meclis ve saray yöneticileriyle halkı
değil, onu takip edecek tüm kral ve yöneticileriyle sonraki
kuşak Hitit halkını etkileme ve bağlama gücüne sahiptir. Ay­
nen biraz sonra ayrıntılı olarak değineceğimiz Telipinu fer­
manında olduğu gibi . Hitit krallarının, ölümlerinden sonra
tannya dönüşmüş olduklarına duyulan inanç, yaşamdaki baş
rahip konumlarından çok daha ötedir. Haliyle kralın söylemiş
ve çıkarmış olduğu vasiyetname, talimat ve fermanların,
ölümlerinden sonraki bağlayıcılık ve güçleri artık tartışmasız
olur. Bin tanrılı halk olarak anılan Hititlerin tüm tanrılarına
duydukları sevgi ve inancın ne kadar önemli olduğu düşünül-
H itit Hukuku / 89
düğünde ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
Modem Batı İdari Hukukunda "Günışığında Yönetim" ad­
landırmasıyla, yani diğer söylemle "şeffaf ve demokratik bir
yönetim" anlayışı için yaklaşık bir asırdır onlarca yasa çıka­
rılmış ve çıkarılmaya devam edilmektedir. Konuya ilişkin ilk
örnek oluşturan düzenleme, 1 925 yılında Avusturya'da çıka­
rılan "genel yönetsel usul" hakkındaki yasadır. Bu yasayı
İkinci Dünya Savaşı ' ndan önce Polonya, Çekoslavakya, Yu­
goslavya ve Macaristan ' da çıkarılan yasalar takip etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı 'ndan sonra ise sırasıyla 1 946 tarihli
Amerikan Federal "Yönetsel Yöntem Yasası/Administrative
Procedure Act", bir ölçüde İspanya ve İsviçre 'de bu yönde çı­
karılan yasalara öncülük etmiştir. Daha sonra da yine bu alan­
da tartışılan ve eksile görülen noktaları göz önüne alarak çıka­
rılmış 1 976 tarihli Federal Almanya Cumhuriyeti İdari Usul
Yasası bulunmaktadır. Bu yasaları, "Günışığında Yönetim"
ülküsünün ikinci unsurunu oluşturan "bilgi edinme özgürlü­
ğü" kapsamında çıkarılan yasalar takip etmiştir. Birinci Dün­
ya Savaşı sonunda yürürlükten kaldırılmış olan ve "bilgi
edinme özgürlüğü" kapsamında, resmi belgelerin suretleri ya
da bunların bir kısmının incelenmesi ımkanının tüm ilgilileri­
ne eşit bir biçimde tanınmasını bir hak olarak gören Avustur­
ya İdari Usul Yasası, 23 Mayıs 1 950'de yeniden yürürlüğe so­
kularak, kapsamıyla ardılı diğer Batılı ülke yasalarına öncü­
lük etmiştir.°''
2 1 . yüzyılda modem devlet yapılanmaları, halen şeffaf ve
demokratilc bir yönetim hedefiyle, yaşam güvenliğini sağla­
mak, yolsuzlukla mücadele edebilmek, görevin kötüye kulla­
nılmasının önüne geçebilmek, yetkinin karşılığı olan sorum­
luluk ve hesap verebilirliği gerçekleştirebilmek ve bu yönde­
ki diğer tüm amaçlar için onlarca yasa çıkarıp, değiştirmeye
devam etmektedir. Fakat çağımız Modem Hukuk İdeolojisi
bu yöndeki tüm çalışmaları, "devlet sırrı ve gizliliği" ekseni
üzerinde oturtmayı, olmazsa olmaz ve sorgulanamaz mutlak
bir gerçeklik halinde toplumsal yaşama belletmiştir. Bu bağ­
lamda getirilen muğlak "istisnai " düzenlemelerle, "Günışı-
90 / Hitit Hukuku
ğında Yönetim" olgusu hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği gibi,
ülküsü ile ancak oyalanılması gereken modem zamanların bir
hukuk faaliyeti olarak bugün ve gelecekte gündemimizde
kalmaya devam edecektir.
Bu nedenlerle Hatuşili 'nin günümüzden yaklaşık 3600 yıl
önce, ölüm döşeğindeyken kaleme aldırdığı, siyasi ve hukuki
nitelikteki vasiyetnamesi, ülke yönetiminin nasıl yönetildiği
ve idare edilmesi gerektiği hakkındaki direktifleri içermesi
yanında, idarecilerin nasıl yaşadıkları ve yaşamaları gerekti­
ğine dair çok zengin ve ayrıntılı bilgileri de aktarması bakı­
mından oldukça önemlidir.

Telipinu Fermam ve Tulija(s) veya Panku(s)

Yaklaşık MÖ 1 500'lerde tahta çıkan Telipinu ' nun, önüne


iki hedef koyduğu anlaşılmaktadır. İlki imparatorluğu tekrar
birleştirip güçlendirmek. İkincisi bitmez tükenmez kanlı taht
kavgalarına bir son vererek, görkemli ve güçlü ülkesini , ikti­
dardakilerin ve iktidara aday olanların hırs ve entrikalarından
koruyabilmektir.
Aristokratların, önlem için de olsa, kendilerine engel gör­
dükleri kişileri kısa yoldan ortadan kaldırmayı gelenek haline
getirdikleri bir pratiği değiştirme hedefinin gerçekleştirilme­
sinin pek kolay olmadığı, özellikle de bugünden bakıldığında
çok rahatlıkla tahmin edilebilir.
Telipinu, Huzziya ile kardeşlerini sadece sürgünle ceza­
landırdığı ve kıllarına bile dokunulmaması talimatını verdiği
halde, öldürülmelerini önleyememiştir. Katilleri, pek de ta­
nınmayan Tanuva adında bir kişi olup işlediği bu cinayet ne­
deniyle, tıpkı Huzziya' nın tahta çıkmasını sağlayan ve cina­
yeti işlediği bilinen Tahurvaili ve Taruhşu isimli kişiler gibi
yargılanıp ölüm cezasına çarptırılmıştır.
Telipinu kan dökülmesine (ve kan davalarına) son veril­
mesi hedefinden vazgeçmeyerek verilen ölüm cezalarını sür­
güne çevirmiştir. Taht sorununun "güçlü olan kazanır" kura-
H itit H ukuku / 91
ima göre değil, yasalara uygun, bağlayıcı kurallar çerçevesin­
de çözülmesi niyetiyle, kraliyet ailesinin tüm üyelerinin can
korkusu duymamasını amaçlamıştır. Bu ısrarının bir nedeni
de, önce kansı İştapariyan ' nın sonra da oğlu Ammuna' nın öl­
müş olması ihtimalidir; kaynaklar, bu konuya fazla açıklık
getirmemesine rağmen cinayet kurbanı olduklarına dair ipuç­
ları vermektedir.
Telipinu, bu radikal reform isteklerini açıklamak için soy­
lular meclisi Panku ' yu toplamıştır. Reformların yer aldığı bu
belge "Telipinu Fermanı" ya da "Telipinu Duyurusu" ismiyle
anılır.
Telipinu, hükümdarlığı zamanında krallık ailesi çevresin­
de tahta geçme sırasını düzenleme gereğini hissederek ve bü­
yük bir olasılıkla daha önce var olan bir adeti yasaya dönüş­
türmüştür.
Telipinu Fermanı 'nda, hükümdarın konumunu ve onun
Pankus ve Tulijas ile ilişkilerini tanımlama gereğini kaydet­
mekte yarar vardır. Pankus ve belki de Tulijas 'ın yargılama
yetkileri üzerine getirilen kurallar, geleneksel ayrıcalıkların
doğrulanmasını değil bir yeniliği ifade ederler.
Telipinu neden böyle bir yenilik getirme gereği duymuş­
tur? Olasılıkla, bu şekilde, bizzat kendisinin fermanın giriş
bölümünde verdiği bilgideki gibi bir dizi olayı göğüslemek
ve krallık yetkesini gerek hanedan içindeki çatışmalar, gerek­
se savaşlarda görev alan soyluların artan müdahaleleri karşı­
sında güçlendirmek istemiştir. Bu sebeple bu dönem içinde
bir yasalar derlemesini kaleme alma zorunluluğunun belirdi­
ği anlaşılabilir bir gerekçedir.
Pugliese-Carratelli ve lmparati; Tulijas 'ın, yasalar metni
ile Telipinu fermanının ortak öğesi Pankus'tan farklı ve daha
yetkili olan ve yüksek mevki sahipleri, hatta krallık ailesi
mensuplarından oluşan bir organ olduğu fikrindedirler. Fer­
manda bu "kurul" hükümdar tarafından danışma amacıyla (il
34), ya bir krallık prensini (il 55) ya da kralın kendisini yar­
gılamak (il 50) amacıyla toplanır. Yasalarda bu kuruluşun adı
92 / Hitit Hukuku
sadece 1. dizi § 55 'te, LU MES iL.Ki tarafından ' Kralın Baba­
sı'ndan bir karşılık istenmesi vesilesiyle geçer. Baba Tulijas 'a
danıştıktan sonra yasa değeri taşıyan bir karar bildirir. Tuli­
jas 'ın önemi böylece Hatti 'de en yüksek sosyal sınıf olan LU-
MES iL.Ki ile ilgili karar alınması bakımından da kanıtlanmış
olur.'2°1 'Güneşin Babası 'na ' , yasalar metninin düzenleyicisi
ya da kefil mutemedi olarak D kopyasının colophon 'unda
rastlıyoruz. Daha önce de belirttiğimiz üzere çeşitli öğeler ya­
nında bu konu da, yasalar derlemesinin kaleme alınışının bu
dönem içinde yer aldığını kabul edilebilir kılmıştır.
Kral Telipinu, fermanında, dökülen kanlara ve bitmez tü­
kenmez aile kavgalarının yarattığı kargaşaya, ülke toprakları­
nın küçülüp imparatorluğun yavaş yavaş çökmesine ayrıntılı
biçimde değinerek, yazılı bir düzenlemenin gerekliliğini açık­
lamıştır (Dolayısıyla bu metin, 1. Murşili ile Telipinu dönemle­
ri arasında yaşanan ve önceki bölümlerde anlatılan cinayetler
konusunda da başlıca bilgi kaynağı özelliği taşımaktadır).
Şimdiye kadar söylediklerimizi özetlersek Telipinu tara­
fından tahta geçme sırasının sadece adete uyarak değil, yasa
olarak da düzenleme gereğinin duyulması bizce krall ığı güç­
lendirme yolunda bir girişimden de öte bazı sınırlandırmala­
rın da kabulü anlamına gelir. Bu, hanedan ve Pankus arasın­
daki ilişkilerde yeni bir kural saptama gereği ya da hükümda­
rın, özel bir durumda da olsa, Tulijas ' ın yargısına boyun eğ­
meyi kabulü ile de gösterilmiştir.
Tulijas, krallık ailesinden oluşmuş olsa bile, yine de kralın
mutlak erkine getirilmiş bir sınırlamadır. Bir anlamda yüksek
mevki sahiplerinin yargıç işleviyle dayanabilecekleri kuralla­
rın yazılı olarak toplanma ihtiyacı, kralın artık tek hukuk kay­
nağı olmadığına işaret eder ve krallık içinde bir düzen sağla­
mak gereğine uygun düşer. Son olarak, bütün bunların, Mita­
ni ' nin egemenliğiyle sonuçlanan Hitit Krallığı ' nın o tehlikeli
dönemi öncesinde olduğunu görmek ilginçtir.mı
Yasa metninde 55. madde şöyledir: "Ne zamanki Hatti' nin
çocukları . il.Ki adamları geldiler ve kralın babasının ayak-
H itıt H ukuku / 93
/arına kapandılar v e tekrar bildirdiler: Bizim için hiç kimse
bir karşılık belirlemiyor ve bize şöyle diyerek reddediyorlar:
'Siz iL.Ki adamlarısınız' . O zaman kralın Babası Tulija ' ya
girdi. Ve Tulija için de mühür altında ilan etti : 'Gidiniz, siz
arkadaşlarınız gibi aynı şekilde olunuz. ' "1221
Buna karşılık, Hitit Krallığı 'nın başlangıcında tahta çıkma
sırasının nasıl düzenlendiği ve Hititlerin Anadolu ' ya göç et­
meden önceki anayurtlarında ne tür bir hükümranlık sistemi
getirdikleri konusunda farklı bazı fikir yürütmeler de bulun­
maktadır. Kimi bilim insanı seçime dayalı bir monarşi olası­
lığına inanırken, kimi anaerkil bir taht düzenine, kimi de (Av­
rupa tarihinden de tanıdığımız üzere) tahtın öncelikle baba­
dan oğula geçtiğine inanmaktadır. Israrla kral oğullan katle­
dildiğine göre, sonuncusunun daha olası göründüğünü ileri
sürenler de mevcuttur. Düşüncemiz ise yukarıda belirttiğimiz
üzere krallık ailesi çevresindeki taht ve iktidar çatışmalarının
yoğunluk arz etmesi nedeniyle Telipinu 'nun büyük bir olası­
lıkla daha önce var olan bir adeti yasaya dönüştürmüş oldu­
ğudur.
Daha önceki dönemlerde tahta çıkanların yasal dayanağı
ne olursa olsun gelinen aşama Telipinu ' nun artık bir karar
vermesi gerektiğini üzerinde baskı olarak görmesidir. Kral
tek başına aldığı cesur bir kararla bundan böyle aşağıdaki ku­
ralların uygulanacağını duyurmuştur:

"Birinci dereceden prens kral olsun. Birinci dereceden prens yok­


sa ikinci dereceden bir ogul kral olsun. Eger tahta geçecek hiç
ogul yoksa birinci dereceden bir prensesle evlendirilen kişi kral
olsun."

Burada açık bir kapı bırakılmıştır. İlk doğan prens otoma­


tik olarak tahtın varisi sayılmamakta; kral hayattaysa, eşit ko­
numdaki adaylar arasından seçim yapabilmektedir. Daha faz­
la kısıtlamaya gerek görülmediği anlaşılmaktadır. Çünkü bu
yeni düzenlemenin birincil amacı kral ailesinin rakip kolları­
nın birbirini yok etmesini önlemektir.
94 / Hitit Hukuku
Yine de, varis sayılan prenslerin hırslı kardeşleri, bilinen o
eski "ortadan kaldınna" yöntemiyle kendi yolunu açmayı de­
neyebilirdi. Bu yolu da kapamak için, Telipinu bir çeşit dene­
tim kurulu kunnuştur: Panku 'yu, taht değişimi sırasında çok
dikkatli olmak ve erkek ya da kız kardeşine kötülük yapma
eğiliminde olanları göz önünden ayınnamakla görevlendir­
miştir. Fennanda şöyle denilmiştir:

"İşte siz onun Panku üyeleri, söyleyin ona, bu kan dökme konusu­
nu tablette görsün (=tabletten okusun): Eskiden Hattuşa'da kan
dökme artmıştı ve tanrılar bunun için kral ailesini cezalandırdı."

Diğer bir deyişle, Telipinu, sonraki nesillere örnek olması


ve hukuka uymaları bağlamında, eskiden yaşanan kanlı aile
kavgalarını yazıya döktünnüştür. İnanç ve düşüncelerine göre
aksi takdirde tanrılar kral ailesini (ve ülkeyi) cezalandırıp za­
rar vereceklerdir. Bu yaşanan döneme göre oldukça ilginç ve
demokratiktir: "Dinleyin neler olmuş, " diye ardıllarına sesle­
nir, serbestçe çevirisinde, "Dinleyin ve geçmişten ders alın!"
Telipinu'nun bu fennanla anayasal düzen ve yasal haklar
konusunda elde ettiği başarının daha da "ilerici" bir yanı var­
dır. Bildiğimiz kadarıyla insanlık tarihinde ilk kez, krallığın
meşru sayılması için gerekli şartlar yazıya dökülmektedir. İlk
kez, hukuk düzeninin korunması için danışma ve yargı göre­
vi olan meclisin nasıl işbirliği yapacağı ve bu meclis dışında­
ki herkese düşen hak ve görevler, yazıyla saptanmıştır.
Bu düzenleme doğal olarak, birbiriyle hısım-akraba olan
kral ailesi çerçevesinde, geniş halk kitlelerinin katılımı olmak­
sızın gelişmiştir. Yine de, Telipinu Fennanı, dünyanın en eski
anayasası olarak nitelenebilir. Kralın fennanı veya talimatı ol­
ması o düzenlemenin anayasal konumunu hiç etkilemez.
Yakın Avrupa tarihinde bir kısım devlet anayasasının ben­
zer şekilde kral tarafından belirlenmiş olduğunu anımsatmak
gerekir. Bu örnekler arasında; Telipinu 'dan yaklaşık 3350 yıl
sonra 1 850'de Prusya' da ilk anayasa, kralları tarafından be­
lirlenmiştir. Dahası, Hattuşa büyük kralının, günümüz de-
H itit Hukuku / 95
mokrasilerinde bile her ülkenin (örneğin İngiltere 'nin) sahip
olmadığı bir Panku kurumunu öngörmesi de anayasa nitele­
mesini doğrulamaktadır. Bu kurum bir çeşit anayasa mahke­
mesi ve danışma meclisi görevlerini yürütmektedir. Buna gö­
re Panku denetçilik görevi yanında, kral ailesi içindeki anlaş­
mazlıkları çözmek ve Telipinu 'nun getirdiği düzenlemelere
karşı gelenleri cezalandırmak, mahkemelerin çözemediği ko­
nulan çözmekle yükümlüydü.
Panku 'ya verilen yetkiler o kadar geniştir ki, kendi üyele­
rine bile ölüm cezası verebilmekteydi.<23 1 Panku 'dan çıkan ka­
rarlara büyük kralın bile uyması zorunludur. Bu durum Pan­
ku ' nun günümüz anlamında devlet başkanlarını ve hükümet
üyelerini yargılayan yüksek yargı organı işlevi olarak yüce
divan görevini de üstlendiğini gösterir. Sözgelimi büyük kral,
yasal varisi ortadan kaldırarak başa geçmişse, Panku ona
ölüm cezası veya sürgün cezası verebilmekteydi. Kraliyet so­
yundan gelenlerin ve yüksek kamu görevlilerinin yargılanma­
sı Tulijas ya da diğer söylemle Panku 'da gerçekleşirdi.
Aslında başlangıç itibariyle diğer kentlerdeki yaşlılar
meclisi gibi çalışan Hattuşa'nın yaşlılar meclisi, zaman için­
de soylular meclisi biçimini alarak Panku 'ya dönüşmüştür.
Panku 'nun kelime anlamı da, demokratik yapı ve işlevini ka­
nıtlar niteliktedir. Panku: "hepsi, hep birlikte" anlamına gel­
mektedir.'24> Panku'da yer alan görevliler arasında Saray Mu­
hafızlarının Başı, Saraylıların Başı, İçki Sunucuların Başı,
Hazinenin Yöneticisi, Asa Taşıyıcıların Başı, Evin Babası, At
Uşağı gibi kişiler vardı. Panku, zaman içinde kralın gücüyle
ters orantılı olarak güç kazanıp ya da güç kaybedip ikinci pla­
na düşmüştür.
Bunun dışında Telipinu döneminde ölüm cezası büyük öl­
çüde kaldırılmıştır. Tarihte bu somut gelişimin Hititler dışın­
da pek emsali yoktur. Gerçi ölüm cezası, cinayet suçlarında
hala uygulanabilmekteydi. Ancak eşdeğer bir ceza olarak taz­
minat cezası da verilebiliyordu. Kan davalarına son verebil­
mek için artık işlenen suçtan tüm aile sorumlu tutulmamakta-
96 / Hitit Hukuku
dır. Herkes işlediği suçtan kendisi sorumludur, oğullan ya da
diğer yakınlan değil; eski dönemin suç ve sorumluluk anlayı­
şından çok farklı bir yaklaşım sergilemişlerdir.
Hitit Hukuk Felsefesinde varolan bu durum, günümüzde
ceza hukukunun genel ilkesi olarak kabul edilen suç ve ceza­
da şahsilik ilkesinin, Hitit Hukukunda o yıllarda düzenlenmiş
olduğunu göstermektedir. Bu düzenleme ile eski kabile huku­
ku terk edilerek daha gelişmiş bir aşama olan cezada şahsilik
ilkesinin yasalarda oldukça dikkatli ve özenle düzenlendiği
görülmektedir.
Hititler hem dünyanın bilinen ilk anayasasına, hem de ya­
zılı ve yazıya dökülmemiş yasalarına sahipti. Ama her şeyden
önce, hakkın adilane tecellisi için, özel tarafsızlık çabalarının
yanında merhamet anlayışlarının da oldukça önemli bir rol
üstlendiği, "gelişmiş" ve içselleştirilmiş bir adalet anlayış ve
duygulan vardı. B ir kimseyi, ölümle cezalandırılacağı bir ye­
re teslim etmek Hititlerde "doğru olmayan" durumlarından
biriydi .<251
Başka dönem ve kültürde sıradan uygulama sayılan sakat
bırakma gibi vahşi cezalar için de aynı şey geçerliydi: Günü­
müze ulaşan yazılı yasalarının hemen hemen hiçbirinde be­
densel ceza öngörülmez; mağdurun yarar göreceği para ceza­
lan ağırlıktadır. Yalnızca mağdurun yararlandığı para cezala­
n: Eskiden krala yani devlete de, zarar gören kişinin aldığı
kadar tazminat verilmekteyken; sonrasında bu uygulama Te­
lipinu döneminde (MÖ l 500 dolaylarında) kaldınlmışhr.
Kan sorununda yani ölümle sonuçlanan fiillerde eskiden
durum şöyledir:

"Kim kanlı bir iş yaparsa, kanın sahibi ne derse o olur. O ölmesini


isterse ölür; tazminat isterse verir. Ama krala tazminat ödemez."
Eğer "kanın sahibi" yani kurbanın yakınları katilin ölme­
sini istemişse olay kralın önüne gelirdi. Kral, ölüm cezası ve­
rebilirdi ama buna mecbur değildi. Ancak tersi olduğunda,
tazminat cezası yerine ölüm cezası verilmezdi. Daha sonra bu
H itit H ukuku / 97
durumlar belli bir hukuki düzenlemeye bağlanarak, hem faile
ölüm cezası verilmesi terk edilmiş hem de zarar görenin mağ­
durluğu ayrıntıları aşağıdaki yasa maddelerinde görüleceği
üzere çeşitli yaptırımlarla tazmin edilmiştir.
Ölümle cezalandırılan ender suçlardan biri de, kadının
yaptığı zinaydı. (Hititlerde diğer hukuki alanlarda cinsiyet
aynını pek yapılmazken burada kadının zinası suç olarak kar­
şımıza çıkmaktadır). Eğer aldatılan koca, karısının ölmesini
talep ederse ve kral da oyunu ölüm cezası yönünde kullanır­
sa, kadının aşığının da ölmesi gerekirdi .
E n ağır cezalardan bir diğeri tanrılara ait malları çalan hır­
sızlara veriliyordu. Kral mülkününse, sıradan bir vatandaşın
mülkünden farklı bir değeri yoktu. Diğer ilginç bir nokta da,
yaralanmış mağdur özgür bir kişinin, failden, benzer durum­
daki bir "köleden" farklı olarak iki kat fazla tazminat alabil­
mesine rağmen, suçun failliğinde ise yüklendiği sorumluluk
bir "köle"ninkinden iki kat fazladır. Yani bir "köle"nin işledi­
ği suçtan sorumlu tutulduğu tazminat miktarı, özgür bir insa­
nın ödemesi gereken tazminatın yarısı kadardır.
Hitit Hukuk sisteminde normatif hukuk kuralları yoktur ve
günümüze ulaşan yaklaşık 200 yasa maddesi, ağırlıkta MÖ
1 6. ve 1 5 . yüzyılların toplu yaşam sorunlarına değinen bir tür
içtihat niteliğindedir. Görünüşe göre, yasalar sürekli reforma
uğramaktaydı. Yasalardaki yenilikler, bazı metinlerde geçen
olaylardan da anlaşılır; örneğin III . Hattuşili ' nin Babil kralı­
na yazdığı mektuptan, MÖ 1 3 . yüzyılda ölüm cezasının tü­
müyle olmasa da, en azından cinayet suçlarında kaldırıldığı­
m anlıyoruz:

"Hattuşa ülkesinde ölüm cezası verilmez. Eger olay (işlenen suç)


kralın kulagına giderse, olayın üzerine gidilir. Katil yakalanır ve
kurban ı n yakı nlarına teslim edilir, katil öldürülmez. Cinayetin iş·
lendigi yer temizlenir. Kurban yakınları tazminat olarak gümüş
kabul etmezlerse, katili köle yapabilirler. Krala karşı suç işleyen
bir adam başka bir ülkeye kaçarsa onu öldürmek yasaktır. ( ... )
Suçluyu bile öldürmeyenler, bir tüccarı niye öldürsünler ki?"1;ıu11
98 / Hitit Hukuku
Suç Kavra m ı , Gel işi m ve Dönüşü m ü

Gerek Mezopotamya'da gerekse Hitit dünyasında insanın


günaha ve suça yatlcın olduğu inancı mevcuttur. Bir Sümer şi­
irinde bu düşünce şöyle dillendirilmiştir:

"Dogru ve dürüst bir söz söylüyor akıllı bilginler. Asla günahsız


bir çocuk bir anneden dogmaz."

Başka bir ifadeyle şöyledir:

"Günahsız bir genç en eski zamanlardan beri yoktu."

Hitit Kralı il. Murşili 'nin (MÖ 1 343- 1 3 1 0) veba duasında


da şöyle denilmektedir:

"Evet dogrudur, insanoglu günahkardır, babanın günahı ogluna


geçer, benim babamın günahı da bana geçti."

Eski Önasya dünyasında suç ve günah kavramları içice


geçmiş birlikte anılan kelimelerdir, yani bugünkü modem
dünyadaki gibi henüz birbirinden ayrılmış değildir; örneğin,
Hititçe ' wastul ' kelimesi her iki anlamı da içermektedir. Hitit
yasalarının, diğer Önasya toplumlarının hukuka bakış açısı gi­
bi dinsel olmakla beraber, büyücülükle ilgili bazı maddeler dı­
şında, tümüyle dünyevi hayatla ilgili olduğu görülür. Hitit me­
tinlerinde, dürüst insanların tanrıların indinde iyi olduğu ve
tanrıların onları hep temize çıkardıkları vurgulanmaktadır. ı ıs ı
Günah kavramının Hititlerde kullanımı daha çok kişisel ve
toplumsal vicdanlara sesleniş gibidir. Hititler, insanları za­
man ve mekana göre değişebilecek "mükemmeliyet" çerçe­
vesinden ve saf ahlaktan ibaret görmemektedirler. Dönemsel
olarak suç kabul edilen olguların, fail için edimsel sonuçlar
doğurduğunu, bu gerçeklik karşısında asıl amacın; zarar gö­
renin mağdurluğunu gidererek, suçlanan kişileri de tekrar
Hitit Hukuku / 99
toplumsal yaşam içerisinde yer alabilmesini sağlamak oldu­
ğunu belirtmek gerekir. Hiç kimse tümden kötü olamaz anla­
yışı egemendir.
Modem Ceza Hukuku ise, yapılandırdığı kriminoloji (su­
çun nedenleri-suç etolojisi) dalı ile suç nedenleri üzerine te­
orik açılımlar getirerek, ideolojik değerlendirmelerle ele aldı­
ğı sonuçlar ve istatistiki değerlendirmelerle "suç" ve "suçlu"
sanayisi oluşturmuştur. Kriminolojide önemli etki gücüne sa­
hip Chicago Okulu veya ekolünün,'29> günümüz mevcut ceza
ve infaz sistemleri üzerinde önemli derecede fikir altyapısı
oluşturduğu bilinmektedir. Bu okul, daha öncesinden insanla­
rı fiziksel, sınıfsal, etnik, dinsel vs. özelliklerine göre ayrıştı­
rıp tasnifleyerek "potansiyel suçlu tipoloj isi" yaratmaktadır.
Hitit yasasının ilk zamanlarında bazı suçlara verilen ölüm
cezalarının daha sonraki zamanda tazminata çevrilmiş oldu­
ğu, yasa maddelerinin eski ve yeni hallerinin karşılaştırılma­
sıyla anlaşılmaktadır. Mesela daha önce insan öldürme suçla­
rına verilen ölüm cezası yerine failin tazminat ödemesine
hükmedilmesi yeterli görülmüştür. Aynı paralelde kısasa kı­
sas hukuku yani bedene yönelik cezalar da yerini tazminat
ödeme yükümlülüğüne bırakmıştır. Yani Hititte cezalandırma
anlayışı zamanla, zararı, mağdurluğu tazmin etme, zararı gi­
derme anlayışına evrilmiş ve bedensel cezalar terk edilmiştir.
Mevcut haliyle Önasya' nın diğer yasalarından daha insancıl
olduğu bir gerçektir.
Hititçede modem dünyadan bildiğimiz "yasa" kavramını
kar.şılayacak belirli bir kelime bulunmamaktadır. "Gelenek",
örf, adet kelimesinin genellikle "yasa" kadar güçlü bir anlamı
vardır. Metinlerde soyut hukuk kavramı ("bir yasa" veya "ya­
salardan" farklı olarak) çok nadiren kullanılmıştır. Ama Hitit­
çede "adalet" "eya "adil davramş" olarak çevrilebilecek
"handantatar" kelimesi mevcuttur. Bunun karşıtı, yani ya­
pılmaması gereken davranışlar da "natta ara" "doğru olma­
yan veya geleneksel örfe uygun olmayan/izin verilmeyen "
kelimesi ile ifade edilmiştir.130, "Natta ara " yani kısaca "Bu
ı 00 / Hitit Hukuku
doğru olmaz" tümcesine talimatnameler, mektup ya da ant­
laşma metinlerinde sıkça rastlanılmaktadır. Bağlayıcı diğer
düzenlemeler özellikle antlaşmalar ve kralın talimatnameleri­
ne dayanmaktadır. Bunların bağlayıcılıkları, Hititçe bağla­
mak fiilinden türeyen "ishiul" ile ifade edilmiştir.
Hitit devletinin kurucusu 1. Hattuşili 'nin (MÖ 1 650- 1 620)
bazı fermanlarıyla koyduğu, bir yasağa uymayıp kralın ve do­
layısıyla devletin otoritesine karşı suç işlenmiş olmasından
dolayı verilen ölüm cezalarının çoğu sonradan kaldırılarak
tazminata dönüştürülmüştür.
Yaşam hakkının korunmasına dair zaman içindeki bu ye­
nilikçi değişiklik bu yöndeki bir başka değişiklikte Telipinu
döneminde derlenen yasalarda görülmektedir. Kralın ölüm
cezası kararı vermedeki yetkisine, anılan bu değişikliklerle
sınırlandırmalar getirilmiştir. Anlaşılacağı üzere çok az sayı­
daki bazı suçlarda (bu suçlarda da uygulandığı veya uygulan­
ma sıklığının istisna olduğunu tahmin etmekle beraber) ölüm
cezasının muhafaza edildiği görülmektedir. "Hitit yasalarında
çok defa 'eskiden ' bu ceza uygulanıyordu, fakat ' şimdi ' kral
bir başkasını (genelde eskisinden daha hafif yaptırımlar) em­
retti," biçimindeki bir ifade belirtildiği aşağıda inceleyeceği­
miz maddelerde açıkça görülecektir.
İncelememizde görüleceği üzere Hititler, kanunları yapar­
ken bir düzene sokmanın beraberinde getireceği tutuculuktan
kaçınmışlardır. Değişen ihtiyaçlara göre kanunlarını yenile­
yip değiştirmekten çekinmemiş oldukları görülmektedir. Hi­
tit Hukuku gelişen bir organizmaydı ve "kütüğün" farklı
uyarlamaları muhtemelen gelişimindeki birbirini izleyen aşa­
maları temsil etmektedir. Bazı elyazmaları eskisinden daha
eskidir. Fakat yasanın, ülkenin değişik yerlerinde değişik şe­
killerde uygulanmakta olduğu da olasıdır. Bu yaklaşım Hitit
garnizon kumandanına verilen emirleri içeren 1 . Amuvanda
talimatnamesinde görülmektedir. Suç hangi şehirde işlenmiş­
se infaz da aynı şehirde yapılırdı.<3 11 Bu aynı zamanda günü­
müz ceza hukukundaki ülkesellik, doğal yargıçlık ilkesi, ka­
nunilik olarak bilinen temel ceza hukuk ilkelerine tekabül
H itit H ukuku / 1 01
eder.<321 Kişilerin herhangi bir suç isnadıyla suçlanıp yargılan­
maları halinde, isnat edilen suçun işlendiği yer kanunları ile
yargı mekanizmasına tabi olmasını amaçlar. Kişilerin, yaşa­
dıkları veya bulundukları yerin maddi ve usul hukukunu bile­
bilecekleri öngörüsü ile suçlamanın yapıldığı olayla ilgili dü­
zenlemelerin, başka bir yer hukukuna tabi kılındığında çıka­
bilecek olumsuzlukları önleyeceğinden, bu düzenleme zanlı
veya sanık konumundakiler açısından güvenceler içermekte­
dir. Aksi takdirde işlendiği iddia edilen suçların niteliğine gö­
re hemen akabinde kişiye ve olaya ilişkin çıkarılacak yeni ya­
salar veya bu yönde kurulacak yeni (olağanüstü nitelikte)
mahkemelerle, nasıl işleyeceği ve karar verebileceği baştan
belirlenmiş olan, maddi ve usul hukuku bakımından keyfilik­
ler barındıran, güvenceden yoksun ve yargılanan aleyhine so­
nuç doğuran kararlarla karşılaşmak sürpriz olmayacaktır.
Hititlerin, mevcut yasalarının içerdiği kapsam dışında, ak­
la gelen veya gelmeyen konularda ni;e yasa yapmadıkları ve­
ya bu düzenlemelerin eksik olduğu tartışmasında, bir yere va­
rabilmek için, öncelikle bugünkü teknolojik ve sosyal mo­
dem kuşatılmışlık gerçeğinden bir an olsun sıyrılmayı başar­
mak gerekir.
Kuvvetle muhtemel Hititler, yasal düzenlemeler dışındaki
alanlarda sahip oldukları geleneklere uygun yaşama ve dav­
ranma yükümlülüklerine tabidirler. Ve bu alanlardaki ihtilaf­
larını da yine bu geleneksel yazılı olmayan hukuka göre çö­
zümledikleri düşünülmektedir.<"> Çünkü Hititlerin, daha çok
istisna vaka ve olaylar hakkındaki sorunların çözümünü yazı­
lı kanun maddesi olarak düzenledikleri anlaşılmakta ve dü­
zenlenen bu yaşam alanının da o zaman için hiç de küçüm­
senmeyecek bir boyuttaki yaşam sahasını işgal etmektedir.
Öte yandan Mezopotamya' da olduğu gibi, Hititlerde de
kara büyü yapmak, ağır bir suçtur ve kralın yargısını gerektir­
mektedir. Hitit yasalarında birkaç madde bu konuya ayrılmış­
tır. 1 1 1 . maddede<34> "Eğer bir kimse (büyü yapmak amacıyla)
kilden bir tasvir yaparsa, büyücülüktür, kral mahkemesine ait
1 02 / Hitit Hukuku
bir davadır" şeklinde düzenlenmiştir. Kral Telipinu (MÖ
l 525- 1 500) tarafından yazdırılan fermanda, büyü ile ilgili
şöyle bir paragraf bulunmaktadır:

"Hattuşa'da kara büyü (konularına gelince) temizligi (bütün)


durumlarda yüksek tutun (yani, kara büyü konusundaki soruş­
turma ve cezalandırmaları). Kral ailesi arasında kim kara büyü
(yapmayı) biliyorsa onu yakalayın ve onu saray kapısına (krallık
mahkemesine) getirin. Kim onu getirmezse, şöyle olur: O insana
ve evine kötülük gelir."
Tüm yasaklamalara karşın, güç sahibi olma hırsına yenik
düşerek kara büyüye başvuran hanedan mensupları olduğu bi­
linmektedir. il. Murşili, üvey annesi Babil 'li Prenses Tavanan­
na 'yı, yaptığı büyülerle genç karısı Gaşşulavi(ya) 'nın hastala­
nıp, ölmesine neden olduğu gerekçesiyle, krallık mahkemesi­
ne vermiştir. Yargılama sonucu suçu sabit olan kraliçe, fal yo­
luyla tanrıların izni alındığı halde öldürülmemiş ama yetkileri
elinden alınarak saraydan kovulup sürgüne gönderilmiştir.<35>
Hitit uygarlığında tartışmalı bir konu da "kölelik" statüsü­
nün olup olmadığıdır. "Köle" olarak konumlanan kişilerle il­
gili olarak hititologlar arasında tam anlamıyla bir fikir birliği
bulunmamaktadır. Hitit yasalarındaki kölelere sağlanan hak­
ların, çoğu zaman özgür insanlara sağlanan hak ve koşullara
eşit oluşu ve bu durumun, incelenen dönemden yaklaşık
2000- 2500 yıl sonrası, Roma İmparatorluk Hukukunda yalnız
bir eşya olarak kabul görülen kölelerle karşılaştırılması naza­
ra alındığında, konunun tartışılmalı hale gelişini anlayabil­
mek çok doğaldır. "Köle"lerin özgür kadınlarla evliliği, bo­
şanması, miras paylaşımı, ceza hukukunda müşteki ve sanık
sıfatlarıyla davalarda hak ehliyetine sahip oluşları ve diğer
hukuki düzenlemelerle, Hititte "köle" olarak tabir edilen in­
sanların konumları bilinen "köle" statüsünden oldukça farklı­
laştırmakta ve tartışma konusu teşkil etmektedir.
Hititlerde hukuk işleri, sürekli dinle birlikte yürütülmüş ol­
duğu gibi, insanlar arası ilişkileri düzenleyen yasalar ve bu ya-
H itit H ukuku / 1 03
saların uygulandığı mahkemelerde bile doğruyu bulmak için
adaleti sağladığına inanılan tanrılar adına ant içirilmekteydi.136,
Hitit yasalarının meşruiyetinin dinsel kısmında, haklı ve
haksızın asıl yargılanacağı makamın, tanrının huzuru olduğu
düşüncesi mevcutsa da, ulaşmayı amaçladıkları hukuki de­
ğerde, dünyevi yaşamın ve sivil niteliğinin etkililiği dikkatten
kaçmamaktadır. Tanrılar huzurundaki yargılamanın daha acı­
masız olacağı öngörüsüyle, kendi dünyevi yargılama hukuk­
larının, daha ılımlı, daha insancıl niteliğini kabul , benimseme
ve içselleştirmeyle yaşamlarını idame ettirmişlerdir. Bu far­
kındalıkla Hititler, aynı zamanda dayatmacı olmadan kişile­
rin vicdanlarına seslenip, o günkü toplumsal doku hakk ında
da bilgi sahibi ederler bizi.
Hititlerde her varlığın; Hititlinin, egemenliği altındaki ka­
dınların, kölelerin, erkeklerin, çocukların, hatta konuşamayan
hayvanların, bitkinin ve ağaçların hakları vardır. Bu hakların
korunmasını amaçlayan yasalarıyla, i lk çağ (MÖ 3000 - 2000 )
olan Erken Tunç Çağı ile başlayıp, Tunç Çağı ' nın sonu ve
Demir Çağı 'nın başlangıcı kabul edilen MÖ l l OO' lü tarihle­
re kadar barışçı, insancıl, doğayla iç içe yabancılaşmamış bir
uygarlığın, ete kemiğe bürünmüş bir yaşamın resmini fütur­
suzca sergilerler bizlere. (Hitit Devleti ' nin, son Mitanni sal­
dırıları ile dağıldığı kabul edilen tarihten çok sonraki yüzyıl­
larda da uzunca bir süre etki ve varlık göstermiş olduğu bilin­
mektedir.)
Hırsızlığa ilişkin sonraki dönem yasa düzenlemelerinde
olduğu gibi; 1 1 9. madde ve göletten çalınan canlılar (kuş,
keklik, gibi) 1 2 1 . , 1 23 . maddeleri ve aşağıda daha ayrıntılı in­
celenecek diğerleri gibi, önceden ağır olan tazminat cezaları ,
sonradan yapılan düzenlenmelerle biraz hafiflemiştir.
Görülen şudur ki, Hitit Hukuk tarihinin zamanla değişim
ve gelişimi sürekli insandan ve doğadan yana özgürleştirici­
dir. Özgürleştirici gelişim boyutunun en önemli göstergesi,
hukuk mevzuatındaki cezai yaptırımların istikrarlı bir biçim­
de zamanla daha da hafiflemesidir. Yine özgürleştirme boyu­
tunda dikkat çeken bir husus devletin hukuksal yaptırımları-
1 04 / Hitit Hukuku
nın infaz ayağında, kişilerin devlete olan yükümlü edim ve
cezalarının zamanla hafiflemesi ya da tümüyle kalkmasıdır.
Ölüm cezaları yerine tazminat cezası verilmesi veya daha ön­
ce bazı maddelerde kraliyet mahkemesine ödenen para ceza­
larının kalkması ve mağdura ödenen tazminat cezasının daha
hafiflemesi gibi.
Hitit yasaları, yalnızca devlet idaresine, kişilere ve malla­
ra karşı işlenebilecek suçları içeren ceza hukuku ile sınırlı de­
ğildir. Aynı zamanda yasa maddelerinde çevre suçları, borç­
lar, eşya, medeni, iş ve sözleşmelere dair hukuki düzenleme­
lere de yer verildiği görülmektedir.

H itit Yasa l a rı

insan Yaralama ve Öldürmeye Dair Hükümler

Hitit yasalarında insan yaralama ve öldürmeye dair hü­


kümler 1 . ile 1 8. maddeler arasında yer almaktadır. Her bir
durumda da yaptırım olarak ölüm cezası veya hapsebne yeri­
ne, tazminat cezası öngörülmüştür.

1. madde: "Eğer bir adam ya da bir kadını bir kavga so­


nucu biri öldürürse, onu teslim etsin ve erkek ya da kadın
dört kişiyi versin, ve böylece suçu evinden uzaklaştırır. "

1. madde: "Eğer bir erkek köleyi ya da bir kadın köleyi


bir kavga sonucu biri öldürürse, onu teslim etsin, ve erkek ya
da kadın iki kişi versin ; ve böylece suçu evinden uzaklaştırır. "

3. madde: "Eğer özgür bir erkeği ya da özgür bir kadını


biri vurursa ve öyle ki o ölürse, eli günah işler, onu teslim et­
sin ve iki kişi versin, ve böylece suçu evinden uzaklaştırır. "
H itit Hukuku / 1 05
4. madde: "Eğer köle bir erkeği ya da köle bir kadını bi­
ri vurursa ve öyle ki o ölürse. eli günah işler, onu teslim etsin
ve bir kişi versin, ve böylece suçu evinden uzaklaştırır. "

6. madde: "Eğer bir kişi, kadın veya erkek, bir başka


kentte öldürülürse, kimin sınırları içinde ölürse yüz gipessar
alan kessin ve mirasçısı kendisi için onları alsın . "

Yukarıdaki beş1371 maddeden çıkan sonuçlar:


Hitit yasa maddeleri yorumlarına geçmeden önce, madde­
lerde geçen önemli birkaç konu üzerinde durmamız ve açım­
lamamız önem taşıyor. Bunlardan ilki Hitit yasa maddelerinin
her duruma göre farklı oran ve tercihlerle belirlediği tazminat
veya bir edimin uygulanmasına dair bazı ceza hükümlerinden
hemen sonra gelen Hititçe "parnaasseea suwaaizzi" cümle
kalıbının ne anlama geldiği tartışmasıdır. Konu Hititologlar
arasında çok tartışmalı olduğu ve halen üzerinde bir fikir bir­
liğine varılmamış olduğundan, önemsediğimiz birkaç tartış­
maya yer verdikten sonra konu hakkındaki kendi düşüncemi­
zi iletmek isteriz.
Hititçe "parnaasseea suwaaizzi " cümle kalıbı, Harry
Hoffner tarafından "and he shall look to his house for it" ka­
lıbıyla İngilizce ' ye aktarılmıştır. Hoffner bu cümleden "da­
vacının, v.ırarlannı davalının mülkünden karşılayacağı"
görüş ve yorumuna varmaktadır. Hoffner, "Parnaasseea su­
waaizzi" cümlesinin öznesinin zarar gören taraf ya da adam
öldürme fiillerinde ölen kişinin mağdur yakınları olduğundan
bahisle, cümlenin çevirisinde yer verdiği " . . .for it" kelimesi­
nin suç için ödenen tazminat veya para cezasını ifade ettiğini
ileri sürer. Aynca cümlede geçen "Suwaaiui" kelimesinin
"itmek" ve "bakmak " fiillerini içeren iki anlamı olduğunu da
ekler. Bu fiilin karşılığı olarak H. G. Güterbock ve Hoffner
"bakmak ", Imparati, E. H. Sturtevant, Friedrich ve Sedat Alp

ise "itmek" fiilini kullanmayı tercih etmişlerdir.< 31 > Böylelikle


"Parnaasseea suwaaiui" cümlesi Hoffner tarafından "Ve
ı 06 / Hitit Hukuku
bunun için o onun evine baksın " anlamında "and he shall
look to his house for it" biçiminde İngilizce 'ye yorumlanmış
ve çevrilmiştir.
Hititolog Sedat Alp' in bu cümle kalıbı üzerine düşüncele­
ri ise şöyledir: "Und er (der Erbe) wird (ihn) nach seinem
Hause stossen " ve açıklamasını şöyle yapar "Er löesst ihn
frei", "Er erhebt keinen A usspruch mehr auf ihn" yani "Ve
o (zarar görmüş) veya onun mirasçısı (onu) (suçluyu) evine
itecek (bırakacak) (suçlunun evine). Bu, "O onu serbest bı­
rakıyor ona karşı hak iddiasını kaldınyor'' anlamında yo­
rumlamaktadır. Böylelikle öznesi davacı yani mağdur olan
cümleyi "0 onu evine iter de" şeklinde çevirmek Alp ' in dü­
şüncesine uygun olacaktır.
Sedat Alp, burada açıkça vurgulamasa da şu yorumu üstü
kapalı olarak yapmaktadır: "Hüküm giymiş bir kişi bir tür suç
mesuliyeti içerisinde" olduğunu düşünmektedir. Bu yorumu­
nun şu avantajı vardır: Hititçe suwaaizzi yani itmek kelime
yorumuna daha önceki anlayıştan daha az şiddet yorumu yük­
lemektedir.'391 Sedat Alp tarafından önerilen çözümü eğer bi­
raz daha açımlarsak; burada suçlu eğer gerekli görülen yaptı­
rımlara uymazsa, güvence olarak şahsının teslimi öngörülür.
O zaman bu yapıyı iki yönlü anlama imkanı doğduğundan ba­
hisle cümlenin; suçlunun (ya da aile fertlerinin) yakalanma ve
öngörülen cezayı çalışarak karşılayıncaya kadar zarar gören
tarafın evinde tutma yetkisini dile getirir ya da bunun tersi bir
duruma, yani suçlunun, yasanın saptadığı eylemi tamamla­
dıktan sonra serbest kalarak evine dönmesi durumuna işaret
eder ve bu durumda mağdurun "artık zarar veren taraf üzerin­
de bir hak iddiası yoktur". Sedat Alp yorumuna Oliver Robert
Gumey de katılmakta ve cümle kalıbını İngilizceye şöyle ak­
tarmaktadır: "And he (the plaindf/) lets him go home". <40>
Johannes Friedrich, "Parnaasseea su waaiui" cümle kalı­
bıyla ilgili olarak "Çoğunlukla bununla hüküm giyenin dava­
ya karşı sorumluluğu"na işaret eder ve şöyle çevirir ve yo­
rumlar: 'O (suçlu) (onu) (davacıyı) evine (suçlunun) iter de
H itit Hukuku / 1 07
(bırakır da), o (ona) eviyle sorumludur. ' "140 Böylelikle Jo­
hannes Friedrich "Parnaasseea suwaaizzi " cümlesinin özne­
sine Sedat Alp 'ten farklı olarak zarar gören yerine suçluyu
yerleştirerek aslında düşünce ve yorum olarak da Sedat
Alp 'ten ayn düşünmektedir. Friedrich söz konusu cümleyi
Almancaya "[auch] stösst er (ihn) [zu seinem Hause]" yani
"o onu evine iter de" şeklinde çevirmiştir. Friedrich burada
suçlu kişinin yasada kendisi için öngörülen yaptınmlan yeri­
ne getirdikten sonra, halen evi ile birlikte mağdur veya yakın­
larına karşı sorumluluğunun devam ettiği düşüncesindedir.
Aynı düşünceye Güterback de katılmaktadır.
Fiorella lmparati 'ye göre ise; birçok fıkrada işlenen suçun
ve bunun sonucu olan cezanın incelendiği bölümden sonra
gelen sonuç bölümünde yer alan bu cümle kalıbıyla, suçlunun
ailesinin herhangi bir şekilde suça kanştınlmadığı bel irtilmek
istenmiş ve "pama dativus-locativus" kelime anlamına da uy­
gun olarak cümle; "o (=suçlu) (suçu) evinden " ya da Pugli­
ese Carratelli 'nin kendisine önerdiği biçimde "evi açısından,
evine ilişkin olarak" "öteye iterluzaklaştınr'' biçiminde yo­
rumlanmıştır.1421 Böylece, metnimizdeki bir kısım yasa mad­
desi sonunda sıkça görüleceği üzere cümle İtalyancadan
Türkçeye "ve böylece suçu evinden uzaklaştınr" şeklinde
çevrilmiş ve yorumlanmıştır.
Belkıs Dinçol 'un ise "Parnaasseea su waaizzi "yi "Bunun
için evine bakar" biçiminde anlamlandırarak tercüme ettiğini
görmekteyiz. 1431
"Parnaasseea suwaaizzi " cümlesinin anlam ve içerik ola­
rak neyi amaçlamış olduğu yönündeki sorunun cevaplanması
doğal olarak konu hakkındaki düşünceyi de içerecektir. Ka­
nımca söz konusu cümlenin amacını belirlemek için hukuk
alanındaki birçok kavram ve yaklaşımda olduğu gibi, bu ko­
nunun da tüm Hitit Hukuku Mevzuatıyla bütünlüklü olarak
ele alınıp Hititlerin hak olgusu üzerine felsefi açılım ve yak­
laşımının ne olduğuna dair sorgulama yapmak gerekir. Ayn­
ca bu yöntemsel yaklaşımın da tek başına yeterli olamayaca-
ı 08 / Hitit Hukuku
ğı tahmin edilebilir. Hitit Hukuku ve felsefi yaklaşımı yanın­
da, Hitit toplumunun sosyal ve kültürel yaşamının da birlikte
düşünülmesi gereklidir.
Bu girizgahtan sonra asıl düşüncemize geçersek eğer; Hi­
titlerde Hattuşa için geçerli yasaların, daha sonra göreceğimiz
üzere lehe olduğu durumlarda siyasi sınırlan içinde bulunan
diğer devletlerde de uygulama olanağı bulması ve aynı za­
manda Hitit Devletlerarası Hukukunun antlaşma metinlerin­
deki hasım tarafa karşı davranış ve yükümlülüklerinin ilk
planda tutulduğunun hatırlanması, bize bu cümle kalıbının
neyi amaçladığına dair ipuçlarını vermiş olur.
Öncelikle dikkat çeken konu "parnaasseea suwaaizzi "
cümle kalıbının, yaklaşık 200 maddelik yasa metninin yalnız­
ca bazı özel ceza maddeleri sonunda yer almış olduğudur.
Söz konusu cümlenin hangi madde sonlarına geldiğine baka­
cak olursak eğer, şöyle bir fotoğraf çıkar karşımıza; özgür ve­
ya özgür olmayan insan bedenine yönelik yaralayan, sakat bı­
rakan veya öldürücü fiillerle, ekonomik yaşam içinde çok de­
ğerli olan hayvanların çalınması veya onlara karşı verilen be­
densel zararlarda ve soyulan evi ile ekonomik bakımından
sarsıldığı anlaşılan kişilere yönelik yasal düzenlemelerde bu
cümle kalıbı, ceza maddeleri sonunda karşımıza çıkar. B unun
dışındaki yasa maddelerinde söz konusu cümle kalıbına rast­
lamak mümkün değildir.
Peki, yukarıda sayılan "Parnaasseea suwaaizzi" kalıplı
maddelerin ortak bir başka özelliği var mıdır türündeki sorgu­
lamada ise bu kez nedensellik bağı ile birlikte tablonun bütü­
nüyle karşılaşırız. Öncelikle bu yasa maddeleri de diğerleri
gibi suçun tarifini yani suç kabul edilen eylemleri belirtmek­
tedir. Ardından tarifi yapılan bu suç eylemini gerçekleştiren
yani suçlu kabul edilen kişiye yine diğer maddelerde olduğu
gibi eylemine karşılık gelen ceza hükmüne yer verilmektedir.
Buraya kadarki kısım, belirtti ğimiz üzere tüm maddelerde
mevcut olan yapıdır.
"Parnaasseea suwaaizzi" cümle kalıbını içeren bu mad­
delerin diğerlerinden farkına gelince; madde yapısının ilk iki
Hitit H ukuku / 1 09
aşamasında yani suç sayılan eylemi gerçekleştirenle, sonra­
sında suç sayılan eylemin karşılığı cezanın infazını yerine ge­
tiren kişinin öznesi , aynı kişi olan yani suçlu kabul edilen ki­
şinin kendisinden başkası değildir. Bu noktadan hareketle Hi­
tit Hukuk Felsefesi ve izlediği değişiklik ve gelişmeler göz
önüne alındığında, hükmün infazından sonra suçlunun ikinci
bir ağır yaptınmla karşılaşması mümkün değildir.
Hititler, adil ve doğru davranış için hukuki düzende çok
sık kullandıkları "Bu doğru olmaz" cümle kalıbıyla, ayıpla­
dıkları veya lanetledikleri olguları doğa merkezli ve bağlantı­
lı inanç sistemlerinin merkezine yerleştirmişlerdir. Derin bir
vicdan ve empati yeteneğine sahip olan Hititler, kısasa kısas
hukuku ile beden üzerinde cezalandırmaya yönelik ceza anla­
yışını terk ederek, yasaca suçu sabit görülen kişiden mağdur­
luğun tazminine yöneldiğini görüyoruz.
Sedat Alp' in de yukarıda belirttiği gibi suçlu kişi mağdur
ya da yakınlarına karşı maddi ve manevi yönden yani vicdan
ve inancı gereği sorumluluk duymaya devam etmekte ve bu
sorumluluğu sürekli omuzlarında taşımaktadır. Peki ne için
ve nereye kadar bu sorumluluk taşınmaktadır? Bu maddeler­
de, suçluya neden böyle bir ağır sorumluluk hali yüklenmiş­
tir, sorusunu cevaplandınrsak eğer; suçu sabit görülen kişi
suç kabul edilen eyleminin karşılığında aldığı ceza hükmünü
infaz etmediği sürece, suç kabul edilen eylemin sorumlulu­
ğuyla, mağdur veya onun yakınlarının (evine) karşı kendisi­
nin (evi ile birlikte) sorumluluğu sabittir. Bunun nedeni Hitit
ekonomisinin zanaat, tarım, hayvancılık ve bedene dayalı
ekonomik üretim ilişkilerinin ağırlıklı olarak hakim olduğu
bir sistem olmasıdır. Suçlu, yukarıda belirttiğimiz üzere, da­
ha çok bedensel iş koluna dayalı bir ekonomik sistemde (en
önemli üretim araçlarından biri olarak insan}, kişilerin bede­
nine yönelik eylemlerle, yine çeşitli bakımlardan birer üretim
aracı ve ekonomik değer taşıyan hayvanların öldürülmesi, ya­
ralanması, sakat bırakılması, çalınması ile evin soyulması gi­
bi vakalarda, evi ile birlikte ekonomik yönden sarsılmış mağ­
dur veya yakınlarına karşı sorumludur. Beden gücüne dayalı
1 1 O / Hitit Hukuku
iş kollarıyla yürüyen zanaatçılık, tarım ve hayvancılık gibi
ekonomide birer üretim aracı olan insan ve hayvanlara karşı
verilen her türlü zarar ve ziyanın, mağdur veya yakınlan için
çekilmesi çok zor bir durum yaratacağı kesindir. Ve bu özel
sorumluluk halinin burada düzenlenmiş olması da bu yönü
itibarıyla oldukça anlamlıdır. Mağdur ölmüş de olsa yakınla­
n mağdurun yerine geçerek davacı olmaya devam edebildik­
lerinden, suçlu hem kendisi hem de evi ile birlikte, mağdur
sağ ise onun evine karşı, ölmüş ise mirasçıları veya yakınlan
için çalışmak (tarlada, ahırda, bağda, vs.) veya bakımlarını
üstlenmek zorundadır.
Peki suçlunun bu sorumluluğu hayat boyu mu sürer? Suç­
lunun yasada kendisi için düzenlenen yaptınm hükmünü in­
faz etmesiyle birlikte bu sorumluluktan kurtulduğu anlaşıl­
maktadır. Sorumluluktan yalnızca kendisi değil eviyle birlik­
te aile fertleri de, madde sonundaki cümlenin de belirtti ği
üzere "Parnaasseea suwaai.W" suçun tüm sorumluluğundan
kurtulmaktadır. Çünkü Hitit Hukuk anlayışı kin ve intikam
duygulan örülen bedensel cezalandırmalardan arınarak, mağ­
durun zararını tazmin etme ve barışçı bir hukuk anlayışı üze­
rine evrilmiş ve kurulmuştur. Böylelikle, yaralanan ya da ölen
kişinin kendisi ya da yakınlan, evi soyulan kişinin kendisi,
hayvanlan çalınan, zarar gören hayvan sahipleri, dönemin
ekonomik yaşam döngüsü içinde, doğan zararlarının ve hak
kayıplarının suçluca tazmini ile suçun yarattığı sonuçlardan
artık suçluyu sorumlu tutamayacaklanndan, suçlu suçun tüm
sonuçlarından kurtulmuş olmaktadır.
Öte yandan yasalar geleneksel hukuk bağlamında düzen­
lense de tanrısal bir boyut da içerirler. Bu ruhani boyutun en
somut dayanağı ise, Hititlerin krallannın yaşarken baş rahip
olduğu, öldükten sonra da onun tanrıya dönüştüğüne dair
inançlarıdır. Böylece halk eski ya da yeni krallan döneminde
yazılı hale getirilen ve reform yapılan yasalara uymayı da bu
nedenden bir nevi tanrısal buyruk ve dinsel inancın yerine ge­
tirilmesi olarak düşünmekte ve yaşamaktadır. Yani yasalara
uymak kışilerin sosyal empatik ve vicdani sorumluluğu kadar
H itit H u kuku /111
ruhani sorumluluğunun da gereğidir. Kişinin suç kabul edilen
bir eylemi gerçekleştirmesinden sonra, "işlenen suçun" karşı­
lığı olan maddi cezanın infazı o "suçun" hiç işlenmediği ka­
bulünü doğurmakta ve hükümlü bir nevi kendini temize1441 çı­
karmaktadır.
Suçun infazını yerine getiren eski hükümlü evine, artık
suçtan arınmış olarak huzur içinde gidebilir. Toplum içine
tekrar aynı eski konumuyla rahatlıkla dönebilir, tanrılar huzu­
runa çıkabilmek için tapınağa gidebilir, isterse yine eskisi gi­
bi rahip olabilme imkanına sahip olabilir ve başrahip krala
gözükebilir. Ama bazı suçlarda da o suçun maddi hüküm kar­
şılığı olan ceza infazı yerine getirilse dahi o kişi lanetlenebil­
mekte ve krala gözükmekten ve tapınağa gitmekten men edi­
lebilmektedir. Ve bilindiği üzere rahip de olamamaktadır. Za­
ten bu tür suçlan düzenleyen yasa maddeleri söz konusu
cümle kalıbı ile sonlanmaz.
Yukarıdaki tüm açıklamalardan sonra düşüncemizi özet­
lersek eğer; burada yasa maddesinin amaçladığı husus hük­
mün infazı sonucunda suçlu kişinin evi ile birlikte mağdur ta­
rafa yönelik sorumluluğunun bittiği ve suçu evinden uzaklaş­
tırıp ittiğidir. Böylelikle düşünce ve yorumumuza olduğu ka­
dar Hitit yasa maddelerinin ruhu ve anlamına da en uygun
cümle çevirisi, Pugliese Carratelli ' nin lmparati 'ye önerdiği
ve bu sonuncunun da benimsediği biçimde "ve böylece suçu
evinden öteye iter/ uzaklaştınr'' çevirisidir. Yani bu cümlede
özne suçludur ve suçu evinden yasanın kendisine yüklediği
yaptırımı yerine getirerek uzaklaştırmakla sorumludur.
Tezimizi yakından ilgilendiren ve Hititologlar arasında
üzerinde fıkir birliğine varılmayan bir başka önemli konu da,
"Hitit'te statü ve kimi haklar bakımından diğer insanlardan
bazı farklılıklar arz eden kişileri adlandırmak mümkün mü­
dür değil midir?" sorusudur. Veya "Hitit toplumunda kölelik
kurumu var mıydı yok muydu?" Tüm bu tartışma ve fikir yü­
rütmelerde nihai olarak görülen odur ki, bu kişileri adlandır­
mada tercih edilen yine "kölelik" kavramıdır.
Antik Yunan ve Roma ile daha sonraki çok yakın geçmiş
1 1 2 / Hitit Hukuku
yüzyıllara kadar tüm meşru yasal statüsü ile varlığını sürdü­
ren kölelik, benzer biçimde Hitit'te mevcut değildir. Daha
sonra Hitit yasa maddelerinde izleyebileceğimiz üzere Hitit­
'te bu kategoriye yerleştirilen kişilerin durumu, bildiğimiz
kölelik kavram ve kurumuyla örtüşmemektedir. Modem ter­
minolojinin bu kişilere yakıştırdığı köle adlandırma ve ko­
numlandırması tek bu nedenden ötürü bile "objektif'liğini yi­
tirir. Yasa maddelerinde Hititçe "İR-as huwaai" olan kelime­
yi Friedrich, "ör.gür olmayan" kişi olarak çevrilebilecek olan
"unfrei" olarak Almancaya çevirmiş ve Almancada köle kav­
ramını karşılayan "Sklave" kelimesini yasalarda iki madde
dışında ( 1 73/58b ve 1 96/82) özellikle kullanmaktan kaçın­
mıştır. Hoffner, The Laws of Hittites'ta köle anlamına denk
gelen İngilizce "sla.ve" kelimesini, lmparati 'nin de yine köle
anlamına gelebilecek şekilde "Hitit Yasaları" adlı eserinde
yer verdiği "lo schiavo" kelimesini (Erendiz Özbayoğlu tara­
fından haklı olarak "köle" olarak Türkçeye çevrilmiş) kullan­
mışlardır. Oysa tüm Hitit toplumsal yaşamı, Hitit Hukuku
mevzuatı ve felsefesini bir arada bütüncül düşündüğümüzde
köle yerine Friedrich ' in "özgür olmayan" şeklindeki çeviri ve
adlandırmasının doğru bir yaklaşım olduğu düşüncesinde­
yim. Özgür olmayan kişi ile kölelik statüsü ve kavramı ara­
sındaki farklılıklar ciddi boyuttadır. Fakat Hitit Hukuku üze­
rinden Antik Roma ve Modem Hukuk eleştirisi yapılırken, te­
zin daha net görünür kılınması için; bilinen kölelik statüsü­
nün Hitit'teki özgür olmayan kişi statüsüyle (en azından vur­
gusal açıdan) rahatça kıyaslanabilmesi bakımından özellikle
bu kişiler köle olarak adlandırılmıştır.
Yukarıda yer verilen madde değerlendirmelerine devam
edildiğinde, ölüm cezası, hapsetme ya da kısasa kısas yaptırı­
mının düzenlenen suçlarda olmadığını görürüz.
Fail işlemiş olduğu eylemi nedeniyle suçun mağduru köle
de olsa hemen hemen özgür kişilere karşı yapılan eylemler­
dekilere benzer yaptırımlarla karşılaşmaktadır. Tek fark, taz­
minatın yan yarıya düşmesidir. Nitekim bu uygulama kadın
"suçlular" söz konusu olduğunda da geçerlidir. Bu durum bir
H itit H u kuku / 1 13
bakıma özgür olmayan kişilerle kadınların görece zayıf eko­
nomik konumundan kaynaklanmakta ve esasen pozitif bir ay­
rımcılık ortaya koymaktadır.
Suçun oluşumunda maddi ve manevi kast unsuru aran­
maktadır. "Eğer eli günah işlerse" diye başlayan yasa madde­
sinde eylem kast sonucu olmaktan çıkmakta, kaza sonucu
oluşan netice olarak değerlendirilmektedir. Keza, tazminat
yaptırımı da yarı yarıya düşmektedir.
6. maddede ilginç olan bir nokta da şudur; üç yorumda da
ölçü biriminin farklı olduğunu görmekteyiz. Hitit tarihi araş­
tırmacısı Oliver Robert Gurney ise bu maddeyi daha açık şu
şekilde çevirerek vermektedir; "Eğer bir kişi, kadın veya er­
kek, başka bir kentte öldürülürse, kimin toprağında ölürse
onun tarlası 46,3 metreye bölünür ve (ona) (kurbanın miras­
çısına) verilir. " B urada başka bir kentte faili belli olmayan
şekilde ölümden dolayı maktulün kimin toprağında öldüğü ve
bunun karşılığı olarak sorumluluk belirtilmiştir. (Mağdu­
run/maktulün ölüm yerine göre sorumluluk belirtilmiştir.)
"Hitit kanununun kendine özgü eşsiz özel yanı 4,83 km ' lik
mesafeyle sınırlı oluşudur ve bu sınırlamanın dışında kalan­
ların sorumlu tutulmayacağı belirtmektedir. n(45)
Aynca bu değerlendirme kapsamında eylemin işlenişinin
henüz tamamlanmamış olduğu dikkate alınarak eksik teşeb­
büs hükmünün uygulandığı bir örnek eylem, aşağıda 93.
maddede vereceğim hırsızlıkla ilgili düzenlemede çok açıkça
görülmektedir.

461
93. maddef "Eğer özgür bir adamı eşikte yakalarlarsa,
evin içine henüz gitmemiştir, on iki şekel gümüş versin. Eğer
bir köleyi eşikte yakalarlarsa evin içine henüz gitmemiştir, al­
tı şekel gümüş versin. "

B u maddede eve hırsızlık amacıyla giren failin eylemi te­


şebbüs halinde kalırsa yani maddenin deyimiyle "fail eşikte
yakalanırsa" icra hareketleri tamamlanmadığı için fail, evin
1 14/ Hitit Hukuku
sahibine eğer özgür kişiyse on iki, köle ise altı şekel gümüş
verme yaptırımıyla karşılaşmaktadır. Burada tekrar dikkat
edilecek husus; köleye hem ekonomik durumu hem de statü­
sü dikkate alınarak uygulanan para cezası yarı nispetinde in­
dirilmekle beraber fail olarak kendisinin, özgür bir kişi gibi
hem haklarının hem de yükümlülüklerinin olduğu gerçeğidir.
Yasa maddelerine devam edecek olursak:

7. madde .ı471 "Eğer özgür bir kişiyi bir kimse kör ederse
.

ya da (onun) bir dişini aşağı atarsa, eskiden bir mina gümüş


veriliyordu, ve şimdi suçlu yirmi şekel gümüş versin ve böy­
lece suçu evinden uzaklaştırır. "

8. madde: "Eğer erkek bir köleyi ya da kadın bir köleyi


bir kimse kör ederse ya da (onun) bir dişini aşağı atarsa, on
şekel gümüş versin ve böylece suçu evinden uzaklaştırır. "

9. madde: "Eğer bir kişinin başını bir kimse yaralarsa,


eskiden altı şekel gümüş veriliyordu. Yaralı üç şekel gümüş
alıyordu, Saray için üç şekel gümüş alınıyordu; ve şimdi kral
sarayın vergisini kaldırdı ve sadece yaralı kendi için üç şekel
gümüş alır. "

7 O. madde: "Eğer bir kişiyi bir kimse yaralarsa ve onu


kötürüm ederse, o zaman onun bakımın üstlensin, onun yeri­
ne bir kişi versin ve evinde bu çalışmaya devam etsin, o iyile­
şinceye kadar. Ama o iyileştiği zaman, ona altı şekel gümüş
versin ve hekime yine o ücret versin. "

1 1. madde: "Eğer özgür bir kişinin elini ya da ayağının


bir kimse kırarsa, o zaman ona yirmi şekel gümüş versin ve
böylece suçu evinden uzaklaştırır. "

1 2. madde de mağdur köle erkek veya kadın ise tazminat


yaptırımı yarıya düşüyor.
H itit H u kuku / 115
1 3. madde: "Eğer özgür bir kişinin burnunu bir kimse
şiddetle ısırırsa , bir mina gümüş versin ve böylece suçu evin­
den uzaklaştırır. "

1 4. maddede ise 1 3 . maddedeki mağdur köle ise tazminat


üç şekel gümüştür.

1 7. madde: "Eğer özgür bir kadının karnının meyvesini


bir kimse attırırsa, eğer bu onuncu ayda olursa, on şekel gü­
müş versin, eğer o beşinci ayda olursa, beş şekel gümüş ver­
sin, ve böylece suçu evinden uzaklaştırır. "

1 8. maddede 1 7. maddedeki mağdur kadın köle ise tazmi­


nat yaptırımı yansı kadardır.

Yukarıda aktarılan düzenlemelerde görüleceği üzere yara­


lama eylemlerinde de mağdurun uğramış olduğu zarar, olabil­
diğince giderilmeye çalışılmıştır. Mağdurluğa göre; yerine
çalışacak kişiyi vermek, parasal tazminat ve doktor masrafla­
rıyla bakım masraftan gibi. B urada aynca saray için alınan
tazminatın kaldırılarak yalnızca mağdurun mağdurluğunun
giderilmesi muhafaza edilmiştir.

23. madde: !49> "Eğer bir köle kaçarsa ve o Luwiya ülke­


sine giderse, kim onu geri getirirse, o zaman o ona altı şekel
gümüş versin. Eğer bir köle kaçarsa ve o düşman bir ülkeye
giderse, kim onu geri getirirse o zaman o kendisi için onu
alabilir. "

Luwiya ülkesi Hitit yönetsel egemenliğinde olan ülkedir.


Buradaki dikkati çeken konu kaçan köleyle ilgili bir yaptırı­
mın yakalanıp getirilse dahi düzenlenmemiş olmasıdır.

24. madde: "Eğer bir erkek ya da kadın köle kaçarsa, sa­


hibi onu kimin ocağında bulursa, o bir adamın bir yıllık üc-
1 1 6 / Hitit Hukuku
reti olarak ( . . . ) mina ( ?) gümüş versin. Bir kadının bir yıllık
ücreti olarak elli şekel gümüş versin. "

Bu maddede de ülke içindeki köle hırsızlığı için ağır para­


sal tazminata hükmedildiğini görmekteyiz.

insan ilişkilerine Dair Hukuk (Medeni Hukuk)

26 ile 37. maddelerde özgür erkek-özgür kadınlarla, köle­


lerin kendi aralarındaki ve aynı zamanda özgür kişilerle köle­
ler arasındaki nişanlılık, nişan bozma, evlilik, boşanma halle­
ri ve miras hukuku düzenlenmiştir. 3500 yıl öncesi Orta ve
Geç Tunç Çağı 'na denk gelen dönemdeki bu düzenlemeler
şaşırtıcıdır. Köleci bir toplumdan çok, insani temelde uygar­
lığını inşa etmiş olan, çağdaşlarından daha "ileri" olmanın
yanında, kendisinden 1 500-2000 yıl sonraki Roma İmpara­
torluğu dönemindeki yurttaş bile sayılmayan kadınlarla ve
yalnızca mal sayılıp hiçbir hak tanınmayan kölelerin hukuki
durumları düşünüldüğünde, Hititteki medeni yaşamın dokusu
hayret ve şaşkınlık vericidir.
Başlığımızla ilgili yasal düzenlemelere geçecek olursak:

26. madde: "[ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ] ekin alanı [ . . . . . . . . . . . . . . . ]


[ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ] . . ve kendisi için onu [ . . . . . . . ]
[ ... ... ... ... ... ... ... . ] . . . . . . . . . [ ... ... ... ... ... ... ... ]
[ ... ... ... ... ... ... ... . . ] ... ... ... ... [ ... ... ... ... ... . . ]
[ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ] . . . . . . . . adam [ . . . . . . . . . . . . . ]

27. madde: "Eğer bir adam karısını alır (onu evine) gö­
türürse, onun çeyizini de kendisi için oraya taşır. Eğer kadın
orada ölürse o zaman adamın malı yanar, adam onun çeyizi­
ni kendisi için alsın. Ve eğer o babasının evinde ölürse ve
kendi çocukları varsa onun çeyizini adam almasın . "

28/a: "Eğer bir kız bir adama nişan/anmışsa v e bir baş-


H itit H ukuku / 1 17
kası onu kaçırırsa, onu kaçırdığı anda, birinci adam ona ne
verdiyse, o zaman, o diğeri ona tazmin etsin; baba ve anne
tazmin etmezler. Eğer baba ve anne onu başka bir adama ve­
rirlerse, o zaman baba ve anne tazmin etsinler. Eğer, baba ve
anne reddederlerse, o zaman (=kadın) ondan ayrılsın. "

28/b: Tablet okunamamıştır.

28/c: "Kızının sözlüsüne, kız için bu sözlünün verdiği


miktarı geri vermeyi. Bu ret sebebiyle kız, ikinci talipten uzak
tutulmalıdır; ama eğer babaya (ve) anneye bu iyi {gözükme­
se] ?, o zaman o (=kadın) (kendisi için) onu (=kadını) ka[çı­
ran] ondan ayrılsın . "

29. madde: "Eğer genç bir kadın bir adama bağlanmış­


sa ve onun için o başlık ödediyse ve ondan sonra baba ve an­
ne buna karşı çıkarlarsa o zaman onu adamdan ayırırlar,
ama başlığın iki katı tazminat verirler. "

30. madde: "Eğer erkek kızı hata almadıysa, o zaman


kendisi için onu reddedebilir, ama ödediği başlıktan o zaman
vazgeçer. "

3 1 . madde: "Eğer özgür bir adam ve bir kadın köle ( . . . )


iseler ve bunlar birlikte yaşıyorlarsa ve onu kendisi için karı­
sı olarak o alırsa ve kendisi için bir ev ve çocuk yaparlarsa ,
ve sonradan onlar ya anlaşamaz ya da ayrılırlarsa ve evi bö­
lüşür/erse adam çocukları alsın , kadın kendisi için bir çocuk
alsın."

32. madde: "Eğer bir erkek köle bir kadını karısı olarak
alırsa, hukuk kuralı onlar için aynı şekildedi··. "

33. madde: "Eğer bir erkek köle bir kadın köle alırsa ,
hukuk kuralı onlar için aynı şekildedir. "
l ı8/ Hitit Hukuku
34. madde: "Eğer bir erkek köle, bir kadın için başlık
öderse, ve onu kendisi için karısı olarak alırsa o zaman onu
(=kadını) hiç kimse dışarı çıkarmaz. " Buradaki kadın özgür
kadındır.

35. madde: "Eğer özgür bir kadını bir yönetici ya da bir


çoban kaçırırsa, ve onu için başlık ödemezse, o zaman o
(=kadın) üçüncü yılda köle olur. "

36. madde: "Eğer bir erkek köle özgür bir genç için baş­
lık öderse ve onu evlenmiş damat olarak evine alırsa, o za­
man onu kimse dışarı çıkarmaz. "

37. madde: "Eğer bir kadını .biri kaçırırsa, ama peşlerin­


den bir yardım mangası eğer iki adam ya da üç adam ölürse,
tazminat yoktur: 'Sen bir kurt oldun. ' "

1 7 1 . madde anne ve oğul arasındaki ilişkiyi düzenlemiş;


evlatlıktan ret ve tekrar kabulü hallerinin düzenlenmesi şöyle:
"Eğer bir anne (onun) giysisini oğluna dışarı taşırsa, o
zaman çocuklarını (kendisi için) reddeder. Onun oğlu yeniden
(evin) içine geldiği zaman ve kapısını alır ve dışarı taşır,
onun . . . . . -ni (ve) onun . . .. . . -nı alır ve dışarı taşır ve (o) onları
yeniden alır, o zaman kendisi için oğlunu yeniden oğlu ya­
par. "

1 P2. madde: "Eğer bir kadının adamı ölürse, adamın


HA .LA -SU (Hititçe) nu (burada 'kendi payını ' ya da bir yalın
hal olarak 'onun ortağı ' olarak kabul edilmektedir) karısı al­
sın ( . . . ) (=maddenin bu bölümü tablette silinti haldedir). " 1491

Yukarıda aktarılan maddelere genel bir değerlendirmeye


bakmak gerekirse: Tarihte evl iliği bir akde bağlayan ilk yasa
olması nedeniyle önemlidir, aynca; özgür kişiler için hangi
medeni hukuk uygulanıyorsa, aynı hukuk kuralları "köleler"
H itit Hukuku / 1 19
için de uygulanmakta, özgür bireylerle "kölelerin" evliliği
yasaklanmadığı gibi özgür erkek-"köle kadın", "köle erkek"­
özgür kadın, "köle" kadın-"köle" erkek, yani karma evlilik ve
boşanmalara da aynı hukuk uygulanmakta, farklı durumlar­
daki zayıf kişilere de çeşitli güvenceler verilerek toplumsal
yaşamları korumaya alınmaktadır.
26. maddede; kadının kocasını boşaması halinde ortak ço­
cuklar ve toprağın babada kalacağı ifade edilmektedir. Ancak
çocuklar (kadının tohumu şeklinde yer almaktadır) için anne­
ye bir tazminat verileceği hükmü düzenlenmiştir. Kocanın
karısını terk etmesi durumunda kadına 1 2 şekel gümüş tazmi­
nat vermekle yükümlenmiştir.
Evli çiftlerde her iki taraf için boşanmanın kolay olduğu
gözükmekle beraber, sonuçlarıyla birlikte farklı ayrılmalarda
tarafların maddi ve manevi mağdurluğu dikkate alınarak, ço­
cuklar ve mallar paylaşılmakta veya tazminat verilmesi öngö­
rülmektedir. Özellikle kocanın kadını terk etmesi halinde ka­
dına vermekle yükümlü olduğu ve o dönem için önemli sayı­
labilecek bir miktardaki tazminat dikkat çekicidir.
28. ve 29. maddelerde bir annenin, kızlarının evliliği ko­
nusunda babayla birlikte eşit koşullarda ortak karara katıldığı
görülmektedir.
1 7 1 . madde bir annenin oğlunu evlatlıktan ret ve aileden
çıkarma (evden uzaklaştırma) veya yeniden aileye kabul etme
hakkına ilişkin düzenlemeyi içerir.
Hitit yasalarında aile hukukunun, medeni hukukun en
önemli bölümünü oluşturduğunu ve buna göre de kadınların
ailede ve toplumsal hayatta etkin rol oynadığını net bir şekil­
de görebilmekteyiz. Hitit toplumsal yaşamında en küçük bi­
rim olan aile ataerkil olmasına rağmen erkeğin ailede mutlak
hakim konumda olmayışı dikkat çekicidir.
Hitit toplumunda evlilikten önce sözlülük, nişanlılık dev­
resi vardır. Söz kesimi akitten önceki nişanlılık safhasına kar­
şılıktır. Bundan sonra erkek, kız tarafına bir evlenme hediye­
si gönderir. Kuşata, yani "başlık"ın kabulü ile kız erkeğe bağ­
lanmış olur. Evlenirken kız beraberinde çeyiz "iwaru " geti-
1 20 / Hitit Hukuku
rir. Verilen bu kıqata' nın (başlık) yasaca tespitinin maksadı­
nı, Hititlerin anlayışına göre erkeğin kadını satın alması ya da
başka bir söylemle ' gelinin bed� li ' olarak değil, erkeğin evli­
likten vazgeçmesi halinde kız tarafının elinde bir teminat ak­
çasının bulunması şeklinde düşünmek yanlış olmayacaktır.
Nitekim kuşatayı verdikten sonra, fakat evlilik hayatı başla­
madan önce erkek kızı reddederse, 30. maddeye göre verdiği
parayı kaybeder. Aynı şekilde kızın kendisince veya gelinin
babası tarafından evlilik gerçekleşmez veya önlenirse de bu
antlaşmanın bozulduğu anlamına gelmektedir. Çünkü yasa
sözlü/nişanlı (evlenme akdi tamamlanmamış) bir kızın hem
kendisine hem de ana babasına evlilikten vazgeçme ve başka
bir erkekle evlenme ve evlendirme hakkını tanımaktadır. Bu
durumda anne baba, 29. maddedeki düzenlemeye göre veri­
len kuşata nın iki mislini erkeğe tazmin etmekle yükümlüdür.
'

Böyle bir hakkın tanınması, kıqata 'nın herhalde satın alma


izdivacı olmadığını gösterir.
Nişanın bağlayıcı olmaması ve genç kızın ilk nişanlısının
vermiş olduğu hediyeleri olduğu gibi geri vermesiyle, ailenin
rızası olsun veya olmasın, bir başka erkekle evlenme tercihi­
nin her zaman var olduğunu görmekteyiz. Buradaki kuşata
evlenme akdine bağlı olup her iki taraf açısından teminat bağ­
lamında bir nitelik ve işlevselliğe sahiptir. Erkek köle de olsa
evleneceği bir kızın ailesine kuşata vermekle yükümlüdür.
34. maddeye göre kuşatası verilen özgür bir kadını, köle ko­
casından kimsenin ayırmaya hakkı bulunmamaktadır.
Eğer, kuşata'sı verilmiş bir kız, yani bir kız bir erkeğe söz­
lü/nişanlıyken başkası tarafından kaçırılırsa, sözlüsü/nişanlı­
sının kıza ver<liği kuşata, kaçıran erkek tarafından tazmin
edilir.
Kız kaçırma konusunda ilginç bir v.ı adde de 37. maddede
görülmektedir. Anılan maddede kaçırılan kıza yardıma giden­
lerden ölen olursa eğer bu eylemde yalnızca kaçırana "sen
kurt oldun" söylemiyle yetinilmektedir. Bu hal her ne kadar
cezasız kaldığı şeklinde anlaşılsa da aslında kendi içinde yi­
ne ağır bir yaptınmı barındırmaktadır. Kişiye yaptığı eylemi-
Hitit H ukuku / 1 21
nin hukuk dışı olduğu ifade edilerek, böylece toplumdan
uzaklaştırıldığı kastedilmektedir.
Hititlerde kız kaçırma olaylarının bazılarının yasaca suç
sayılmamasının nedeninin kızın arzusunun da hesaba katıl­
,nası olduğu düşünülebilir. Böylece bunun anlamı anne ve ba­
basının rızası olmasa dahi, bir genç kızın istediği erkekle ev­
lenme hak ve özgürlüğüne sahip olduğudur. Evlenince, kızın
erkeğin evine gitmesi söz konusu olduğu gibi, erkeğin de kı­
zın evine gitmesi (bugünkü söylemle iç güveysi) de mümkün­
dür. Bu takdirde de erkek kuşata verir. Aynı zamanda kız için
de evlendiğinde anne ve babası tarafından "iwaru " adıyla
isimlendirilen çeyiz verildiğini belirtmiştik.
Kuşata vermeye gücü olmayan bir erkeğin zengin köle
olan kayınbabası tarafından kuşatası ödenmesi ve bu suretle
evlenme akdinin tamamlanması yasanın 36. maddesinden an­
laşılmaktadır. Bu maddede zengin bir kölenin kızı için fakir,
fakat özgür bir erkek içgüveysi alması söz konudur.<50>
Evlenince kadın koca evine gider. Evlenen kadının baba­
sının evinde kalması adetinin Asurlarda olduğu bilinmektedir.
Bu durumun zaman zaman Hititlerde de uygulandığı anlaşıl­
maktadır; çünkü15ıı 27. maddede de evlenip baba evinde yaşa­
yan kadının ölümü ve çocuk sahibi olması halinde, çeyizi ve
şahsı servetinin orada ve çocuklarına kalabileceği, kocasının
bunlara dokunamayacağı düzenlenmiştir.
1 92. maddeye göre de eğer bir kadının kocası ölürse, ka­
dın adamın miras hissesini almaktadır. Böylece kadının vera­
set ve miras konularında da hak sahibi olduğu ve bunun yasal
güvenceye bağlandığı anlaşılmaktadır.
İçgüveylik konusunun Hititlerdeki önemini, Kral Telipi­
nu ' nun talimatnamesini aktarırken tespit etmiştik. Talimatna­
mede, tahta geçebilecek erkek çocuk bulunmadığı durumlar­
da kral kızına bir içgüveysi damadı eş olarak almakta ve kral­
lık görevi ona verilmekteydi .
Yasanın 35. maddesinde özgür kadının kaçırılması halin­
de, başlık ödenmediği takdirde, üç yıllık süre için kölelik ko-
1 22 / Hitit Hukuku
numuna geçtiği, aynı şekilde 1 75 . maddede ise "Eğer bir ço­
ban ya da bir klihya kendine hür bir kadın alırsa o zaman o
kadın ya 2. yılda ya da 4. yılda köle olur, " denilmektedir. Bu
maddelerde ilginç olan özgür kadının köle erkekle evlendi­
ğinde özgür konumunu yitirmemiş olması yanında farklı bir
durum da bulunmaktadır. O durum da haklarında fazla bilgi
sahibi olmadığımız bazı insanlarla alışveriş yapmanın yasala­
ra göre yasak olduğu, özgür kadınların, bunlarla evlendikleri
takdirde özgürlüklerini kaybedecekleridir. Ancak bu kişilerin
tarla ve bağ sahibi olabildikleri metinlerden belli olmaktadır.
Fakat yine de burada dikk at çeken konu kadının bu evliliği
sona erdirmesi durumunda, zarar görmemesi için kendine
uzun bir zaman tanınmasıdır. 1521
Ele alınan hukukun geçtiği çağ bakımından kadınlar ve
kölelerin hak ve yetkilerinin konumu, sonraki çağlara göre bu
"ileri" haliyle şaşırtıcıdır. Aynı zamanda, işgücünün ücretlen­
dirildiği maddelerde her ne kadar kadına verilen emek karşı­
lığı tam erkek kadar olmasa da, kadınların çalışma hayatının
çeşitli alanlarında olduğu ve çok aktif şekilde yer aldığı gö­
rülmektedir.
1 963 yılı kazılarında elde edilen bulgu ve bilgiler, Erken
Hitit Çağı 'na ait bir zamanda, yani günümüzden yaklaşık
3 . 800 yıl öncesinde dahi kadınların iyi birer tüccar olarak
sosyal yaşamda yer aldıkları yönündedir.1531 Kaniş 'te Mada­
wada adlı bir Hititli kadının aktif şekilde tüccarlık yaparak,
"köle" çalıştıracak konumda olduğunu yine bu bulgulardan
anlıyoruz.
Madawada'nın borç para vererek, faizi ile geri aldığını, (ki
o zamanlar para yerine gümüş çubuklar verilip alınmaktadır)
ve hasat mevsimini beklemeden paralan topladığını, sadece
gümüş deği l, tahıl alışverişi de yaptığını da öğreniyoruz. Bu
kadının kimden almış, kime vermiş tüm kayıtlarını tuttuğu,
yalnız yerli birçok insanla değil, Anadolu'nun birçok şehri ve
Asurlularla ticaret yaparak, oldukça zengin olduğu anlaşıl­
maktadır.
Hitit Hukuku / 1 23
Yapılan kazılarda o döneme ait yedisi yeni sekiz adet bel­
ge; haftası ve senesi, vadesi, tutar ve miktarları, tanık isimle­
ri, para borcu ise faizinin ne olduğu gibi tüm ayrıntıları gös­
terir günümüzün senet ve sözleşme niteliklerini kapsayan ya­
zılı kayıtlar bulunmuştur. Yine belgelerden Madawada'nın
alacağı tahıl için, "ikarpatim sa Madawada imadad" ifadesi­
ni özellikle belirtmesinden standart ölçüleri kullanmadığı; ve
onun bir kimseye tahıl verirken daima kendi ölçü kabını kul­
landığını, ve geri ödemenin de yine onun kendi ölçü kabıyla
birlikte yapıldığını anlamaktayız.<54>
Metinlerin hepsinde Madawada'nın alacaklı olması onun
ekonomik durumu iyi bir tüccar olduğunu ortaya koymaktadır.
Kadınlar yalnız bahçe veya bağlarda değil, tapınaklarda
tanrı anaları unvanı ile görev yapan rahibeler olarakcssı karşı­
mıza çıkıyor. Tahılları özellikle buğdayı öğüten değirmenci
olarak, hekim olarak, yine o dönemde önemli olan ve kral ve
kraliçenin zaman zaman başvurduğu büyü, fal, kehanet işle­
rine bakan büyücü yaşlı kadınlar ve onlara yardım eden ka­
dınlar olarak çalışma yaşamında yer aldıkları görülmektedir.
Aynca tapınakta tapınak görevlisi olarak görev yaptıkları ve
Udati ismi taşıyan bu kadınların bir çeşit kadınlar loncası de­
nilebilecek örgütlerinin dahi bulunduğu bilinmektedir.
Udati ismini taşıyan bu kadınların çocuklarıyla birlikte
Tanrıça Leluani tapınağında görevlendirildiklerini Kraliçe
Puduhape ' ya ait belgelerden öğrenmekteyiz.<56> Kültsel perso­
nel içinde önemli yere sahip kadınlar arasında kadın müzis­
yenlerin etnik kökenlerine uygun olarak, "Hattice, Babilce,
Luvice, Hurice" şarkı söyledikleri ve müzik aletleri çaldıkla­
rı bilinmektedir. Tabletlerde değişik şehirlerden şarkıcı ka­
dınlar sıralanmakta ve İnandık Vazosu 'nda Hitit müzik alet­
lerini çalmakta olan bir grup kadın alayı tasviri görülmekte­
dir. <57> Sonradan bulunan Hüseyindede Vazosu 'da bu konu
açısından oldukça önem taşır.
Kadınların, erkeklerle hemen hemen aynı hak ve sorumlu­
luklarla Hitit toplumsal yaşamındaki konumlanışı, bazı Hitit
1 24 / Hitit Hukuku
ve kadın tarihi araştırmacılarınca yine modem tarihin bilinen
izleğine yerleştirilmektedir.
Bu yaklaşımlarda özellikle Likyalılarda anaerkil siste­
min1581 Heredotus zamanında sürdüğüne değinilerek, Hititler­
de kadınların bazı imtiyazlardan yararlanıyor olmasını da,
anaerkil sistemin izlerini temsil ediyor oluşuna bağlanmakta­
dır. Yani eski anaerkil sistemin halen bazı etkilerinin Hititler­
de sürdüğüne inanılmakta1591 ve açıklama olarak da "Hititler
Anadolu 'ya geldiklerinde kadına hak tanıyan, kadını ön pla­
na çıkaran, büyük bir olasılıkla anaerkil aile yapısının olduğu
toplumlarla karşılaşıp etkilendiği ve değişime uğratarak be­
nimsedikleri" ileri sürülmektedir. Ve devamında "Yani anaer­
kil yapı kalmasa bile gene de kadının başka hiçbir Önasya
kavminde olmayan yetki ve özgürlüklere sahip olduğu bir an­
layışı ortaya koyduğunu'.c60ı da ek olarak söylemektedirler.
Kadınların Hitit'teki konumunu, 20. ve 2 1 . yüzyılda yapıl­
mış çok sayıdaki antropolojik çalışma, tarihte sistematik bir
gelişim izleyip izlemediği, hatta var olup olmadığı dahi tartış­
ma ve şüphe konusu olan anaerkil sistemin izlerinin sonucu­
na bağlamak, bizleri ve tarihsel biİ" olguyu, kendi tarihi öz­
günlükleri ve bütününden kopararak, modem ideoloj inin ta­
rihten çıkarmı'ş olduğu dogmatik yasalarla değerlendirme yo­
luna götürür ki, bu da nihai olarak kendi hikayemize yaban­
cılaşmamızı derinleştirir.
Hititlerde kral ve kraliçe eşitliğini en iyi ifade eden kralın
T/Labama, LUGAL-GAL ve kraliçenin Tavananna, MUNUS
LUGAL.GAL -Egemen Kraliçe-, devlet yönetiminde krala
paralel bir mevkiye sahip oluşudur.
Hükümdar eşi, Büyük Kral öldükten sonra da tahta çıkan
yeni Büyük Kral 'ın yanında, yaşadığı süre boyunca kraliçe Ta­
vananna olarak egemenlik yetkilerini kullanmaya devam et­
mektedir. Diplomatik yazışmalarda ve devlet antlaşmalarında
Büyük Kraliçe, bağımsızlığını ve Büyük Kral 'a eşitliğini ka­
�_ıtlayan kişisel mührünü kullanmıştır. Klasik örnek ' Kadeş­
Olümsüz Barış Antlaşması 'dır. Burada Kral ili. Hattuşili ile
H itit H ukuku / 1 25
Kraliçe Puduhepa ayn ayn kendi mühürlerini kullanmışlardır.
Hititlerde kadının bu konumunun nedeni, her şeyden önce,
otokron halkın gelenek ve göreneklerinin payı olmasından­
dır. 16 ıı
Kraliçelere ait yetki ve haklar istisnai olmayıp, Hititlerin
sosyal yapısını yansıtan Tabama-Tavananna eşitliğinin yansı­
ması olarak Kraliçe Puduhepa'dan önceki ve sonrakiler tara­
fından kullanılmıştır. Hitit kraliçelerinin görevleri hakkında o
dönemin yazılı kaynaklan etraflıca bilgi vermektedirler. Kra­
liçeler Hitit Kralları gibi öldükten sonra tanrılaşan, adlarına
kurban sunulan ve tapınakta krala paralel olarak Hitit rahibe­
lerinin en üst konumunu temsil ederler.
Kraliçeler kült törenlerinde ve dinsel ayinlerde kralın ya­
nında, gerektiği zaman tek başına, bağımsız olarak kült töre­
nini uygulamakta ve yönetmekte, uzun süren bayram gezile­
rine katılabilmekte, devrinin büyük krallarıyla müstakilen
mektuplaşabilmekte, kendi mühürleri ile antlaşmalara imza
atmaktadırlar. Aynı zamanda Hitit askerleri, krala olduğu ka­
dar kraliçeye de sadık kalacaklarına ant içerler.
Kral, saraydan uzakta görevliyken (ya kült gezisi ya da sa­
vaşırken) resmi evrakları kraliçeler mühürlemekte, adli işler­
de davaları özel olarak tek başlarına yürüttükleri bilinmekte­
dir. (Günümüze ulaşan bazı mahkeme tutanaklarında saray
görevlileri tarafından işlenen zimmete geçirme, çalma gibi
suçların yargılamasında görülen, bizzat kraliçenin yargıçlık
görevini yürüttüğüdür. ) 162>
Hitit toplumunda boşanmalar hiçbir şekilde sorun yaratma­
maktadır. Evliliğin sona ermesi, kan ve kocadan birinin ölme­
si veya anlaşamayıp boşanmaları sonucu gerçekleşmektedir.
Konuyla ilgili maddelerin bir kısmında "kadın kocayı redde­
derse", başka bir yerde "erkek kadını kovarsa" ifadeleri geç­
mektedir. Boşanan tarafların haklarının karşılıklı olarak yasal
güvenceye alındığı görülmektedir. Boşanmalar özgür kişiler
arasında olduğu gibi "köleler" arasında da olabilmektedir.
Demek ki her iki taraf da boşanmayı isteyebilmekte, kimin
1 26 / Hitit Hukuku
kusurlu olduğu önemli olmamaktadır. Gerek kavgalı gerekse
barışçıl boşanmalar, eşdeğer ayrılma biçimleridir, çocuklar
paylaşılır, mal varlığı her iki tarafa eşit paylaştırılır.
Madde 3 1 'de bu durumu çok açıkça görebilmekteyiz. 3 1 .
maddede ilginç olan, çocukların tümünün tek bir tarafa veril­
memesidir. Herhalde maddi açıdan dahıı güçlü olan tarafın da­
ha çok çocuğa bakabileceği düşünülerek, kadına bir çocuk, di­
ğer çocukların bakım ve vesayetleri babaya verilmektedir.<631
46. ile 56. maddelerdeki bölümde genel olarak arazi ile il­
gili tasarruf haklan düzenlenmiştir.
Kadınların, Hitit'teki konumlandınlışına yukarıda aktarı­
lanlara ek ve tamamlayıcı olması bakımından bir talimat met­
nindeki ifadelere yer vermek gerekli gözükmektedir. Talimat­
ta şöyle denilmiştir:

"Eger bir kimse bir kadın ile birlikte olacaksa, o, tanrıların iba­
detini ne şekilde düzenlerse ve tanrıya yiyecek ve içecek ne şe­
kilde verirse, kadının yanına da aynı şekilde gitsin." (64)

Hititlerde yasa maddesi olarak bulunmamakla birlikte ki­


şiler arası hukuk ve ilişki bağlamında, toplumun hasta ve yaş­
lılarına bakılması ve özen gösterilmesine dikkat edilmektedir.
Bu konuda da Nenassalı Kral Naibi Pimpira'nın metni oldu­
ğu kabul edilen "nasihatname"de şu kayda yer verilmektedir:

"Hasta insanlara bak ve onlara ekmek ve su ver. Eger (onu) sı­


caklık rahatsız ederse, onu serin yere ge(tir), eger onu soguk ra­
hatsız ederse, onu sıcak bir yere getir! "1651

Ticaret, Borçlar, Is, idare ve


Ceza Hukukuna Dair Hükümler

25 . maddeyle 1 0 1 'den 1 70'e kadar olan bölümde bazı


maddeler başka hukuksal amaçlar için düzenlenmişse de;
bağlara, bahçelere, otlaklara, evlere, köylere, hayvanlara, kö-
Hitit Hukuku / 1 27
lelere, üretim araçları olarak kullanılan saban, at, katır, öküz
gibi hayvanlara, nakil araçlarına, tekerleklerine, su kamışları­
na (borularına), su yollarına, sınır ihlallerine, çevre ve doğa­
ya verilen zararlarla, göletteki kuşlara ve benzeri değerlere
verilen maddi zararlar veya bunların çalınması halinde veri­
lecek tazminat cezalarını içermektedir. Mala ve hayvanlara
karşı işlenen suçlarda genel uygulama ya o malın aynısı ya da
parasal olarak biraz daha fazlasının failden tazmin edilmesi
şeklindedir.
25 . madde: B ir "kabın ya da göletin kirletilmesi" karşılı­
ğında saraya ödenen payın kaldırılarak, yalnızca mağdurun
zararı giderilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda iş ve üretim
yanında çevre ve doğa temizliği için de hükmün değeri dü­
şünmeye değerdir.
1 25 . madde, bu maddeler arasında ölüm cezasının düzen­
lendiği istisnai durumlardan biridir: "Eğer sarayın kapısında
bir zahrai (Hititçe herhalde amblem ya da sancak ya da ah­
şap bir süs veya kutsal bir simge olduğu düşünülmektedir) bi­
ri çalarsa, altı şekel gümüş versin. Eğer sarayın kapısında bir
bronz mızrağı biri çalarsa, o ölsün. Eğer bir bakır tokayı bi­
ri çalarsa, yarım PA buğday versin " hükmüdür.
Yine yargılamanın ve yaptırımın ağır olacağını belirten
ama ölüm cezası hükmünde geçmeyen büyücükle ilgili 1 1 1 .
madde bulunmaktadır.
Günlük yaşamın en önemli üretim aracı olan sabanın ça­
lınması suçuyla ilgili 1 2 1 . maddede yaptırım olarak önceleri
bedensel acı verme veya net olmamakla birlikte ölüm cezası
öngörülmüşken, sonrasında bu ceza kaldırılarak, yerine taz­
minat cezası düzenlenmiştir. Fiziksel ceza yaptırımı yerine,
hem tazminat cezası öngörülmesi hem de bu cezanın diğer
tazminatlarla karşılaştırılması yapıldığında, bu suçun ceza
yaptırımı oldukça hafifletilmiştir.

12 1. madde: "Eğer bir sabanı özgür bir adam çalarsa,


(onun=sabanının) sahibi . . . -ın üstüne onu (=hırsızı) koysun
ve öküzler aracılığıyla (onu?) (. . . ) Eskiden böyle yapılıyordu
1 28 / Hitit Hukuku
ve şimdi suçlu) altı şekel gümüş versin , ve böylece suçu evin­
den uzaklaştırır. Ve eğer bir erkek köle ise, üç şekel gümüş
versin. " '"J

108. madde: "Eğer bağ çubuklarını çitlerle çevrili bir


bağdan biri çalarsa, eğer yüz ağaç ise, altı şekel gümüş ver­
sin ve böylece suçu evinden uzaklaştırır; ama eğer çitlerle
çevrilmemiş bir bağ ise ve bazı bağ çubuklarını çalarsa, üç
şekel gümüş versin. "

Bugünkü ceza yasalarında da hafifletici v e ağırlaştırıcı bir


neden olarak görülen, kapalı bir yer veya özel olarak çevril­
miş yerlere verilen zarar veya hırsızlık eylemlerinin yaptırım­
larının, özel bir ayrımla çevrilmemiş yerlerdeki eylemlere uy­
gulanan yaptırımlardan farklı olarak düzenlenmesi yine il­
ginçtir.
1 47 . , 1 49., 1 5 1 . ve devam eden maddelerde çalışma ve
ekonomik hayata ilişkin olarak, kiralık hayvanlar da dahil ol­
mak üzere ücretler belirlenmiştir. Hatta buna bağlı işin süresi
ve aşamaları da dikkate alınarak, bu ücret tayininin nasıl ya­
pılacağı ve bedeli gösterilmiştir. Aşağıdaki maddelerde görü­
leceği üzere demircilerin, ırgatların, kadınların, çift öküzleri­
nin süre ve iş nevi ile koşullan gözetilerek ücret tespitine gi­
dilmiştir. Burada kölelere ilişkin düzenlemelerin varlığı dik­
kat çekicidir.

147. madde: "Eğer eğitilmemiş [bir kişiy]i bir kimse satı­


şa çıkardıysa, (ve bir başkası) ona (=işe) daha önce zarar ve­
rirse suçlu beş şekel gümüş versin. "

149. madde: "Eğer eğitilmiş bir kişiyi biri satarsa ve der­


se 'O öldü' ve eğer sahibi onu bulursa, o zaman kendisi için
onu alsın; bundan başka suçlu iki kişi versin ve böylece suçu
evinden uzaklaştırır. "
H itit Hukuku / 1 29
1 49. madde Imparati ve Hoffner' da "Eğer eğitilmemif
[bir kifiy]i ... " şeklinde başlamakteyken Friedrich'te "Eğer
birisi bir . . . . . . muş s[ığır]" olarak yer almaktadır.

151. madde: "Eğer bir saban öküzünü biri kiralarsa, bir


ay içinde bir şekel gümüş versin, eğer bir ineği biri kiralar­
sa, bir ay için yarım şekel gümüş versin. "

152. madde: "Eğe/bir atı , bir katırı ya da bir eşeği biri


kiralarsa bir ay için bir şekel gümüş versin. "

15Z madde: "Eğer bir mina ağırlığında bir bronz balta


ise, bir ay için kira bedeli bir şekel gümüştür. Eğer yarım mi­
na ağırlıkta bir balta ise bir ay için yarım şekel gümüştür. "

7 58. madde: "Eğer bir adam ücret karşılığında işe girer­


se, ekin demetleri bağlanır, nakil arabaları üstüne onları alır,
saman evine ambara onları kapatır, harman için yer temizle­
nir, üç ay için onun ücreti otuz PA buğdaydır. Eğer bir kadın
için ürün kaldırma için/sırasında ücret karşılığında işe alı­
nırsa, iki ay için işveren on iki PA buğday versin. "

7 59. madde: "Eğer çift öküzlerini biri boyunduruğa ko­


şarsa, yarım PA buğday onun ücretidir. Ya da onların kira be­
deli. "

160/a: "Eğer bir demirci bir buçuk mina ağırlığında bir


çörten yaparsa bir buçuk PA buğday onun ücretidir. "

760/b: " İki mina ağırlığında bir balta yapan kimsenin


ücreti bir PA kızlı buğdaydır. "

161. madde: "Eğer bir mina ağırlıkta bir balta yaparsa


ücreti bir PA buğdaydır. "
1 30 / Hitit Hukuku
169. madde sınır ihlallerine ilişkindir: "Eğer bir ekin ala­
nını biri satın alırsa ve onun sınırını ihlal ederse, iri bir ek­
mek alsın ve Güneş Tanrısı için onu parçalasın ve desin : 'Be­
nim terazimi toprağa diktin ' ; şu şekilde desin : 'Ey Güneş
Tanrısı, ey Fırtına Tanrısı , karşıtlık sebebi yoktur. ' "

Hititlerde sınırlara riayet etmek ve onları ihlal etmemeye


özen göstermek oldukça önemlidir. Çünkü tarla veya bahçe
sınırları Hititlerin en kutsal kabul ettikler Fırtına Tanrısının
dizleri ve göğsü/bağrı olarak kabul edildiğinden, sınırın ihla­
li halinde Fırtına Tanrısının dizlerine ve göğsüne/bağrına ba­
sılmış olarak düşünülmektedir. O nedenledir ki sınırlara dik­
kat etmek gerekir. Yasa maddesinde sınırları ihlal edenlere,
tapınakta olduğu gibi Güneş ve Fırtına Tanrısına karşı bazı ri­
tüelleri yapmaları şart koşulmuştur. Aşağıda sunacağımız bir
Hitit ritüel fragmanı maddeyi en iyi şekilde özetlemektedir:

"Eskiden sizin büyükbabalarınız, büyükanneleriniz, babalarınız


ve anneleriniz sınırlar ve yol çizgileri konusunda dikkatliydiler ve
hiç kimse bir sınırı (veya) bir yol çizgisini ihlal etmezdi. Çünkü sı­
nırlar Fırtına Tanrısının diz(ler)i yol çizgileri ise onun gögsü­
düı/bagrıdır. Eger bir kimse bir sınırı ihlal ederse o, Fırtına Tan­
rısının diz(ler)ini yorar. Eger bir kimse bir Fırtına Tanrısının gög­
sünü/bagrını ihlal ederse o Fırtına Tanrısının gögsünü/bagrını
yorar."1171

Madde 200/a: " ( . . . ) Eğer bir genci/bir oğlu bir eğiticiye


biri verirse ya marangoz olarak ya demirci olarak ya doku­
macı olarak ya işçi olarak ya keçeci olarak, o zaman eğitici­
nin ücreti için altı şekel gümüş versin. Eğer o onu kusursuz
bir şekilde eğitmezse o zaman ona bir kişi versin . " '68 1

1 76/b, 1 77, 1 78, 1 79, 1 80, 1 8 1 , 1 82, 1 83 . maddelerde de,


eşyalar, kişiler, zanaatkarlar, vasıfsız kadın ve erkekler, hay­
vanlar, dokuma ürünler gibi sıralanmaktadır. Yasa maddele-
H itit H ukuku / 1 31
rinde belirtildiği üzere hizmet karşılıklan , ürün ve mal değer­
lerinin neye karşılık gelmiş olduğu sabit ücret tarifesi şeklin­
de belirlenmiştir. Aynca kira bedellerinin karşılıklannın neler
olduğu da bu maddede belirlenmiştir. 1 84. madde yasayla be­
lirlenen tüm tarifenin, kent ve köylerde geçerli olacağını hük­
me bağlanmıştır.
Böylelikle kent ve köylerin ekonomisine belli bir standart
getirilerek, halkın enflasyondan etkilenmeden rahat etmesi­
nin ve ekonominin hep güçlü kalmasının amaçlandığı görül­
mektedir.
Hitit yasa maddelerinde ayn ayn yer alan sabit fiyat poli­
tikasıyla belirlenmiş emek, ürün ve mal değerlerinin para ola­
rak karşılıklannın neye tekabül ettiği tablo üzerinde gösteril­
meye çalışırsa eğer şöyle bir sonuç karşımıza çıkmaktadır:
Aşağıdaki tabloda<69> yer alan fiyatlar, Hitit yasalanndaki
hükümlerden çıkartılmış olmakla birlikte hesaplamalann ay­
nı hesap birimi üzerinden gösterilmesini sağlamak için bütün
mallar, değişim oranlan kullanılmak suretiyle, şekel cinsin­
den ifade edilmiştir. Örneğin 1 parisu (50 litre) buğdayın 0.33
gümüşe eşit olduğunu bildirdiğimize göre, l parisu buğdaya
eşit verilen bir malın fiyatını 0.33 şekel gümüş olarak kabul
etmemiz doğaldır.

H itit Yasa l a r ı n d a yer Al a n Fiyatl a r:

Mal Yasa Fıyatı Giimıl$


Maddesi (Şekel Karşıhgı
GQmılş) (gram)
Katır 1 80 40.00 500.00
1 İ ku (3600m) 1 85 40.00 500.00
üzüm bagı
Degerli giysi 1 82 30.00 375.00
Egiti l miş Falcı 1 77 2 5.00 3 1 2.50
Mavi yün elbise 1 82 20.00 2 50.00
1 32 / Hitit Hukuku
Koşum atı 1 80 20.00 2 50.00
Egitimsiz kadın 1 77 20.00 2 50.00
ya da erkek işçi
Bir yaşında dişi at 1 80 1 5.00 1 87.50
At 1 80 1 4.00 1 7 5.00
Saban Öküzü 1 78 1 2.00 1 50.00
Bir çeşit (?) giysi 1 82 1 2.00 1 50.00
Egitilmiş zanaatkarl 76 1 0.00 1 2 5.00
Boga 1 78 1 0.00 1 2 5.00
Bir yaşında 1 80 1 0.00 1 2 5.00
erkek at
Bir çeşit (?) giysi 1 82 1 0.00 1 2 5.00
Gebe inek 1 78 8.00 1 00.00
Yetişkin inek 1 78 7.00 87.50
Büyük top 1 82 5.00 62.50
keten bez
Bir yaşında saban 1 78 5.00 62.50
öküz veya inek
Sütten kesilmiş sıgırl 78 4.00 50.00
Sütten kesilmiş 1 81 4.00 50.00
erkek veya dişi at
Bir çeşit (?) giysi 1 82 4.00 50.00
ince gömlek 1 82 3.00 37.50
Bir çeşit (?) giyisi 1 82 3.00 37.50
1 iku (3600m) 1 83 3.00 37.50
sulanmış ekin alanı
Dana 1 78 2 .00 2 5 .00
1 Zipitta n i 1 81 2 .00 2 5.00
(1 maşrapa) saf zeytinyagı
1 iku (3600m) 1 83 2.00 2 5 .00
sulanmış (?) arazi
Yünlü koyun derisi 1 85 1 .00 1 2 . 50
Koyun 1 79 1 .00 1 2 .50
l Zipittani 1 81 1 .00 1 2.50
(1 maşrapa) tereyagı
1 Zipittani 1 81 1 .00 1 2. 50
H itit Hukuku / 1 33
( 1 maşrapa) domuz yagı
1 Zipittani 1 81 1 .00 1 2 .50
(1 maşrapa) bal
Keçi 79 0.66 8.2 5
Yetişkin öküz eti 1 85 0.50 6.2 5
Sütten kesil miş 1 86 0.50 6.25
sıgır eti
Kuzu 1 79 0.50 6.25
Bir yaşında 1 86 0.50 6.25
sıgır eti
Bir (kalıp) peyni r 1 8 1 0.50 6.25
1 Parisu 1 83 0.50 6.25
(50 Lt) şarap
İşkembe 1 81 0.33 4. 1 3
1 Parisu (50 Lt) 1 83 0.33 4. 1 3
bugday
oglak 1 79 0.2 5 3.1 3
Dişi keçi derisi 1 85 0.2 5 3.1 3
1 Mina ( 500 gr) 1 8 1 0.2 5 3.1 3
bakır
Dana derisi 1 85 0.20 2.50
1 Parisu (50 Lt) 1 83 0. 1 3 1 .56
arpa
Koyun eti 1 86 0. 1 0 1 .2 5
Kırkılmış 1 85 0. 1 0 1 .2 5
koyun derisi
Dana derisi 1 86 0. 1 0 1 .2 5
Kırkılmış 1 85 0.7 0.88
keçi derisi
Oglak derisi 1 85 0.05 0.63
Kuzu eti 1 86 0.05 0.63
Kuzu derisi 1 85 0.05 0.63
Keçi eti 1 86 0.05 0.63
1 34 / Hitit Hukuku
Hitit Yaşalannda Gösterilen Kira Bedelleri:

Malın Cinsi Yasa Kira Kira Bedeli GOmOş


Maddesi SOresi (Şekel KasıhOı
GOm0$) (gram)
Saban öküzü 1 51 30 gün 1 .00 1 2.50
inek 1 51 30 gün 0.50 6.25
At, katı r, eşek 1 51 30 gün 1 .00 1 2 .50
1 Mina (O.Skg) 1 57 30 gün 1 .00 1 2 .50
agırlıgında bronz balta
1 .5 Mina (0.77kg) 1 5 7 30 gün 0.50 6.2 5
agırlıgında bakır balta

H itit Yasa larında Yer Al a n


Ü cret ve Serbest Meslek Ta rifeleri

Oaaıi Yasa Slie hin Onsi Oaa: Wnr$


Çalıssı Maddesi (Sebl (!Jam)
Wıü}
Hekim 10 ? Tedavi 3.00 37.50
(özgür insan)
Hekim 10 ? Tedavi (köle) 2 .00 2 5.00
Erkek İşçi 1 50 30 gün Genel 1 .00 1 2.50
Kadın işçi 1 50 30 gün Genel 0.50 6.2 5
Erkek 1 58 30 gün H asat kaldırma 0.33 4.33
Tarım işçisi
Kadın 1 58 30 gün Hasat kaldırma 0.33 4. 1 3
Tarım işçisi
Metal Ustası 1 60 ? 1 00 Mina (50 kg) 1 2 . 5 1 56.25
Agırlıgında bronz
Kutu yapımı
Metal Ustası 1 61 ? 2 Mina ( 1 kg) 0.33 4. 1 3
Agırlıgı nda
Bronz
H itit H u kuku / 1 35
Balta yapımı
Metal Ustası ? 2 Mina ( l kg) 0. 1 3 1 .56
Agı rlıgında bakır
Balta yapımı•(lll)

Hititler 'in hukuki düzenlemelerde gözettikleri adilane örgü


ve amaç, daha Önasya kıtasına yerleştikleri ilk yüzyıllarda,
yönetimsel ve idari özgün farklılıklarıyla kendisini göstermiş­
tir. Adil yaklaşım ve çözümlemelerin, o dönem Asur bezirgan
ve tefecilerinin elinde inleyen hem kendi halkına hem de
Önasya kıtasında yerleşik diğer kavim halklarına yoğun mem­
nuniyet ve rahatlık rüzgarlan estirdiği bilinmektedir.171>
1 72. madde dayanışma ve yardımlaşmanın karşılığını da
yasal hükme bağlamıştır.

7 72. madde: "Eğer özgür bir adamı bir kıtlık yılında biri
besleyip bakarsa, o zaman (yardım gören kimse) kendinin ye­
rine geçen birini versin, ama eğer bir erkek köle ise on şekel
gümüş versin" şeklindedir.
Aynca idari bir düzenleme ve yine eşya hukukuna ilişkin
olmak üzere iç içe geçen iki ayn madde düzenlemesi şöyledir:

1 62. madde: "Eğer bir su yolunu biri geriye çevirirse, bir


şekel gümüş versin, eğer bir su yolunu biri geriden yukarı yö­
neltirse, o zaman bu şey kuşkuludur ve eğer aşağıya onu alır­
sa, o zaman o su yolu onundur. Eğer bir kimse bir sulama
hendeğini (tümüyle ?) başka yöne çevirirse bir şekel gümüş
öder. "

1 63. madde: "Eğer birinin hayvan sürüsüne bir tanrı tara­


fından bir hastalık verilmişse, ve sahibi onu arındırırsa ve
onu bulaşmış yerden götürürse (. . .gelen cümle burada kesil­
mektedir) ama ortağına onu söylemezse ve onun ortağı onu
bilmezse ve hayvan sürüsüne bulaşmış yere götürürse ve o
ölürse tazminat ödensin. "
1 36 / Hitit Hukuku
164. ve 165. madde1erde, "Eğer gasp için biri giderse ve
bir kavga çıkarırsa ya bir iri ekmek ya da bir şarap kabı kı­
rarsa, " "o zaman bir koyun, on ekmek, bir kap iyi cins bira
versin ve onun (zarar görenin) evini yeniden arındırsın; za­
man içinde bir yıl ulaşıncaya kadar o zaman onun (zarar gö­
renin) evine yüzünü tutar" ifadeleriyle mağduru korumakla
birlikte failin de eski hale dönmesi ve ilişkinin yeniden kura­
bilmesi için, ahlaki ve vicdani dönüşüm amaçlanmaktadır.
Yine 1 66. maddede daha önce başkasının ekili arazisine
tohum serpip ekenin eylemi ölümle cezalandırılırken, sonra­
dan düzenlenen 1 67 ve 1 68. maddelerde ölüm cezası kaldırı­
larak yerine tazminat cezası ikame edildiği görülmektedir.

1 73. madde: "Eğer kralın yargısına biri karşı çıkarsa evi


( . . . ) olsun. Eğer 'saygıdeğer' birinin yargısına , biri karşı çı­
karsa, onun başı kesilsin. Eğer bir erkek köle sahibine karşı
gelirse, bir kazan içine atılsın. "

Bu maddede düzenlenmiş olan, kralın veya yargının ver­


diği karara karşı gelinmesinde kişilere uygulanan yaptırım;
istisnai olarak düzenlenmiş olan ölüm cezasıdır ve bu ölüm
cezasının aşağılayıcı nitelikte oluşu dikkat çekicidir.
Bu suçlarda da kralın bağışlama yetkisi saklı tutulmuştur.
Aynı zamanda ölüm cezasının istisnai olarak düzenlendiği
suçlardan biri olan zina suçunda da, kralın karşısına çıkarılan
kadını, kocası "affederek" öldürülmesini engelleyebilmekte­
dir. Bir koyun veya sığırla cinsel ilişkiye girmek (sodomi)
( 1 87. ve 1 88. maddelerde, bu konuda kralın bağışlama yetkisi
saklı tutuluyordu) gibi suçlara da ölüm cezası verilmektedir.
196. madde' de yer alan "Eğer onun erkek köleleri ve onun
kadın köleleri lanet edilecek bir eylem yaparlarsa, o zaman
onları alıp götürsünler, ve birini bir kente, ve diğerini bir
başka kente yerleştirsinler; bunu yerine bir koyun, ve onun
yerine bir koyun alınsın" şeklindeki düzenlemeyle köleler de
bu durumda kent dışına sürülmeye mahkum edilirdi.
H itit Hukuku / 1 37
199. madde: "Eğer bir domuzla ya da bir köpekle biri gü­
nah işlerse, o ölsün. Sarayın kapısına onları götürsün, kral
onları öldürür, kral onları yaşatır, ama o, kralın karşısına
çıkmasın. Eğer bir öküz bir adamın üstüne çıkarsa öküz ölsün
ve adam ölmesin. Bir koyun adamın yerine alınsın ve o öldü­
rülsün . Eğer bir domuz bir adamın üstüne çıkarsa, cezaya de­
ğer bir eylem değildir. "

200/a: "Eğer bir adam bir at ya da katırla günah işlerse,


cezaya değer bir eylem değildir. Ama o kralın karşısına çık­
masın ve din adamı olmasın. Eğer sürgün edilmiş bir tutsak­
la yatarsa ve annesiyle, cezaya değer bir eylem değildir. "

Hititlerin daha geç dönemlerine ait yasa maddesinde sodo­


mi artık ölümle cezalandırılmamakta ama lanetlenen, ilişkiye
giren kişi, krala yaklaşamaz ve rahip olamaz yaptırımıyla
karşılaşmaktadır. <72>
Bir kişiyi öldürme suçunda failin sadece para cezası yap­
tırımı ile karşılaştığı hukuki düzende, yasaklanmış hayvanlar­
la cinsel ilişkiye girmenin, önceleri ölümle cezalandırılıp
sonra lanetlenme, sürgüne tabi tutulma veya krala görünme­
me ve din adamı olamama gibi ağır yaptırımlara bağlanması
hususunda makul görülen düşüncelerden birisi; ilkinde tek
kurban olmasına rağmen, ikincisindeyse tüm bir toplumun
tehlikeye sürüklenebileceği kaygısıdır.
Yasaklanan bir cinsel eylemin, sadece müptela olan kişiyi
kirletmekle kalmadığına, onunla temas eden herkese bulaşa­
cağına inanılmaktadır. Çünkü hayvan ya da insan, herhangi
bir partnerle kurulan cinsel ilişki, ardındakileri kirlenmiş bir
durumda bırakır.
Hititlerde yasal bir eşle kurulan ilişki bile, tamamen yıka­
nıp temizlenene kadar, kişiyi tanrılarla iletişime uygun ol­
maktan çıkarır.
Kral il. Murşili'ye, söz yitimi hastalığını iyileştirme ritü­
elinin öncesinde gece cinsel ilişk iden kaçınması tembihlen-
1 38 / Hitit Hukuku
miştir. Tapınakta görev yapanların tanrının huzuruna çıkma­
dan önce kesinlikle temiz ve steril olmaları şarttır. Önceden
seks yapmalarına izin verilmekle beraber, ancak cinsel ey­
lemlerinden ve diğer tür kirlenmelerden tamamen arınıp, te­
mizlendikten sonra, tapınağa girmeleri zorunludur.C7J> Aksi
halde tüm geceyi karısıyla geçiren görevlinin "kirli" bir du­
rumda tanrının huzuruna çıkmış olduğu kabullenildiğinden,
istisnai ağır cezalardan birisi olan ölümle cezalandırılması
söz konusudur.
Ölüm cezası ile sonuçlanan bir diğer hukuki ihlal de 1 97.
ve 1 98. maddelerdeki düzenlemelerdir. Çok açık olan bu
maddelerde, ölüm cezasının nasıl ve kimlerin takdiriyle kal­
dırıldığı veya affedildiği görülmektedir.

197. madde: "Eğer bir adam bir kadım dağda alırsa, suç
adamındır ve o ölsün. Ama eğer onu evde alırsa, suç kadının­
dır ve kadın ölsün. Eğer adam (o koca) (onları) bulursa ve
onları öldürürse, onun eylemi cezaya değer değildir. "

198. madde: "Eğer sarayın kapısına onları götürürse ve


derse 'Benim karım ölmesin ' , o zaman karısını hayatta bıra­
kır, ve zina yapan erkeği de hayatta bırakır, ve onun ( =zina
yapan erkeğin) başını örter. Eğer derse, 'işte tam ikisi de öl­
sün ' , o zaman tekerleğe diz çöksünler, kral onları öldürür,
kral onları yaşatır. " 1741

Hitit yasa maddelerinde, birinci dereceden kan akrabaları


arasındaki cinsel ilişkilerin (ensest), yasak olduğu ve Hititçe
hurke/, "izin verilmeyen cinsel birliktelik, lanetlenen dehşet
bir eylem" olarak tanımlandığı görülür. Madde 1 89 ' a göre bir
adamın, kendi annesi, kızı ve oğluyla cinsel ilişkide bulunma­
sı, madde 1 90'a göre bir oğlun, babası hayattayken, üvey an­
nesi ile cinsel birlikteliği de yine hurke/ sayılmaktadır.
Bir adamın, kardeşi yaşarken, onun kansı ile ilişkide bu­
lunması yasaklandığı halde (madde 1 95/a), ölen birinin kan-
H itit Hukuku / 1 39
sını, kardeşinin veya babasının alması serbesttir. ( 1 93. mad­
de) Bir erkeğin, aynı şehirde oturan özgür bir kadın ve kızla­
rıyla cinsel ilişki kurması, eğer akraba olduklarını biliyorsa
yasak ve lanet edilecek bir eylemdir ( 1 9 1 . madde).
Hitit yasalarının 1 89. maddesinde, bir babanın oğlu ile
cinsel ilişkisi yasaklanmıştır. Ama eşcinsel ilişkilerin yaptırı­
ma bağlandığı görülmemektedir. Orta Asur yasalarında, ho­
moseksüel ilişkide bulunduğu tespit edilen kişinin hadım
edildiği bilinmektedir. 1 751 İki kardeşin ya da baba oğlun aynı
özgür ya da köle kadınla ilişkiye geçmesi "suç değildir". Hi­
titlerde evlilik öncesi cinsel ilişki yasak olmadığı gibi yüz kı­
zartıcı bir durum sayılmaz. Hatta özellikle tapınak fahişeleri
belli bir saygınlığa sahiptir.
Hapis konusu 49. maddede düzenlenmiştir. Burada "Eğer
bir mahkılm hırsızlık yaparsa, tazminat yoktur ( . . . )." denil­
mektedir.
Bu yasalar, Pala, Luiwa ve Hitit ülkelerinde uygulanmak­
tadır.1761

D i g e r Devlet ve H a l kl a rl a ,
H ititl er Aras ı n d a ki H u ku k v e D i pl o m asi

Hitit Devletlerarası Hukuku ve Kapsamı

Hitit krallarının diğer krallıklarla yaptıkları savaşlarda,


çağdaşları Asur kralları ve Mısır firavunları gibi hem yaptık­
ları savaşları hem de onun neticesi olan yıkımı, mal-mülk ga­
nimetini ve esir-köle sayılarını yücelten, bunları kahramanlık
kimliği haline dönüştüren bir yaklaşım içinde genel olarak
bulunmadıklarını görmekteyiz.
Hitit krallarının savaş esnasında veya sonrasında katiplere
tutturdukları yıllıklarda bu anlayışı net olarak görmekteyiz. Ya­
şanılan olayların tahrifatsız biçimde sonraki kuşaklara aktarıl-
1 40 / Hitit Hukuku
masında ciddi bir özen ve kaygının gözetildiği, yıllıkların ola­
bildiğince objektif tutulmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir.
Savaş karşısındaki bu tutum ve davranışların, çağcıllar ve
daha sonraki uygarlıklarla karşılaştırıldığında, çok önemli so­
nuçların çıktığı şüphesizdir. Verili tarih; imparator, kral ve ül­
ke yöneticilerinin kendilerini "savaş kahramanl ıkları" ile taç­
landırdığı veya taçlandırıldığı yığınca methiyeyle doluyken,
antik ve modem ulus milliyetçiliklerinin sürekli parlatıldığı
tarih anlayışımız içinde Hititlerin, savaş ve savunma gerçeği
karşısındaki konum ve stratejisini anlamamız ya zorlaşacak­
tır'771 ya da Hitit tarihinin bilgilerimiz üzerinde yol açtığı şaş­
kınlık devam edecektir.
Hitit dünyasında iç savaş bir düzensizlik kaynağı ol!Jp
anarşiyle eş anlamlıdır. Dış savaşta ise durum böyle değildir.
Dış savaş belirsiz bir durumdur, ancak kontrolden çıkmış de­
ğildir. Savaşın tanrısal gücün verdiği bir kararın sonucu olan
bir dava olduğu düşünülür. ' Hakpiş ile Nerik' i gelip elinden
alan yeğenine karşı düşmanlığını açıkladığı sırada, geleceğin
III. Hattulaşili 'si, "Samuha ' lı İştar ile Nerik tanrısı -aramızda
hakemlik etsin ! " der. Ve çatışmanın adil olması<11> için onun
kurallarına titizlikle uyulmasına dikkat edilir. Bu nedenle
ayin usullerinin eksiksiz yerine getirilmesi zorunlu olup, Tan­
rılar hukuk bakımından bağlanırdı.
J. Huudry, (Hint Avrupalılar, Paris, PUF, "Que-Sais Je?",
1 98 1 , s. 1 0 1 - 1 02) savaşın Hint Avrupa kavramını sergilerken,
savaşın tanrıların hakemlik yaptıkları bir oyun olduğunu,
açıklar. Amacı tanrıları tanık göstermek ve öfkesini düşmanı­
nın üzerine çekmek olan bir ayine göre, savaş görkemli bir
şekilde ilan edilir. Düşmanın tanrılarına taraf değiştirmesi
için yalvarılır. Savaş belirli kurallara göre yapılır. ( . . . ) Mağ­
lup olan, tanrıların kararıyla yenildiğini kabul eder; bu yüz­
den galip gelenin isyan çıkacak diye korkmasına gerek yok­
tur. ( . . . ) Bu yüzden Hint-Avrupalı halklar bu savaşçı yasası­
nı bilmeyen ya da kabul etmeyenleri alçaklıkla suçlarlar. Kar­
taca ' nın yakılıp yıkılması, Fides Punica'nın cezasıdır.
H itit H ukuku / 1 41
Hititler saldırgan olarak görünmemeye büyük özen göste­
rirlerdi. Casus belli ' ler (savaş nedenleri) arasında, sınır olay­
lan, bağımlı ülkelerin isyanı, taht kavgaları ve özellikle tut­
sak edilen ya da Hitite sığınmış halk ve kişilerin başka bir hü­
kümdarlıkça geri verilmemesi gibi nedenler bulunurdu.
Hititler savaşta, düşmanı fiziki olarak mahvetmeyi değil,
onu kendine bağlayarak egemenliğini kabul etmesini amaç­
lar. Koruma altına alınan ülke hükümdarı/prensi sınırda, Hitit
sınır bölgesi valisi hukuki konumunda görevine devam eder.
Aşağıda aktarılan antlaşmaların hemen hemen hepsi bu esas
üzerine inşa edilmiştir.1791 Hatta il. Murşili, babası 1. Şuppilu­
liuma 'nın, Mısır ordularına savaş nedeni yokken saldırması,
Fırtına Tanrısını kızdırmış; babası 1 1 1 . Tuthaliya'yi Telipinu
fermanını dinlemeden tahttan indirmesi ve onun yerine geç­
mesi yüzünden, Hitit Ülkesinin ve halkının veba salgını ile
cezalandırılarak kırıldığını düşünmektedir.
il. Murşili babasının geçmişteki suçlarının günahının oğ­
luna geçtiğini anlatır. Veba salgınının yarattığı yıkımın önüne
geçmek için Tanrılara dua etmeye çalışsa da bu eziklik ve ça­
resizlik içinde dua ettiğini belirtir.
Hititlerin savaş nedenleri bellidir, işgal ve yağma kültürü­
nün etkisinden çok, bağlı olduğu bu kurallar bağlamında sa­
vaşa girerler ve savaşı sonuçlandırırlar.
Savaştıkları devlet ve halkın kendileriyle savaşmadan tes­
limi halindeyse sınır güvenliği ve egemenliğini tanıyan, gü­
venceler ve güvenlik garantileri sağlayan barış antlaşmaları
yaparlar.
Çatışma ve savaş halinde hasmının askeri olarak yenilgiye
uğratılmasının akabinde, savaşı hemen sonlandıracak barış ve
güvence niteliği ağırlıkta olan antlaşmaların yapıldığı bilin­
mektedir.
Hititler, tarihin bilinen ilk devletlerarası barış antlaşmala­
rı ve hukukunun içtihatlarını gerçekleştiren bir uygarlık ola­
rak aynı zamanda çok başarılı diplomasi ve yazışma hukuku­
nun da ilk örneklerini sunmuşladır. Bununla beraber yaşanı­
lan çağın uluslararası hukukunun ilk normlarını ve iskeletini,
1 42 / Hitit Hukuku
kişi ve halkların haklarını gözeterek, idari yönetim özerkliği
ve güvence hukukunu başarıyla ördükleri görünmektedir.
Hitit krallarının diğer devlet ve hükümdarlarla ilişkilerin
barış içinde sürdürülebilmesi için elçi görevlendirdikleri ve
zaman zaman da bu görevlendirmelerin karşılıklı yapıldığı
bilinmektedir. Hitit diplomasi geleneğinde, görevlendirilen
elçinin sözleri beraberinde taşıdığı tablete uygun olduğu tak­
dirde değer taşımakta, eğer mektubun içeriğini değiştiren bir
elçi ise ölüm cezasına çarptınlmaktaydı. 1881
Hititlerin diğer krallıklarla yaptığı birçok siyasi antlaşma
metni bugün gün ışığına çıkartılmıştır. Tarihte ilk devletlera­
rası barış antlaşması olarak kabul edilen ve Mısır Kralı il.
Rarnses ile III. Hattuşili arasında imzalanan, Kadeş'te yapıl­
dığı için daha çok Kadeş Antlaşması olarak bilinen antlaşma­
nın, en son elde edilen arkeolojik araştırma sonuçlarına göre
Hititlerin yapmış olduğu ilk antlaşma bu değildir. Hititlerin,
Mısır ' la yaptıkları antlaşmadan çok önceki tarihlerde, birçok
ülkeyle antlaşma yaptıkları ve bunlar arasında en eskiye ta­
rihlenenin ise Kizzuwatna Krallığı ile yapılan antlaşmalar ol­
duğu bilinmektedir.
İlk Kizzuwatna kralına ait mühür yazıtında "İşputahşu,
Büyük Kral, Pariyavatri" adları geçer. Adaniya (Adaniya adı,
en az 3500 yıldır adı değişmeyen ender Anadolu kentlerinden
Adana'dan başkası değildir) yakınlarındaki Tarsus'da bulu­
nan bu mühür, Luvi hiyeroglifleri içeren, bilinen en eski ya­
zılı belgelerdendir. Telipinu, kuzeye yaptığı seferden sonra,
Kral İşputahşu ile görüşmelere başlayarak yine bir yeniliğin
öncülüğünü yapmıştır. Bu yeni politik karar; taraflar arasında
antlaşma yoluyla bir çeşit ittifakı amaçlamış ve bunu başar­
mıştır. Bu olay çok yüzeysel de olsa Hitit diplomasisinde (da­
ha doğrusu, 1 3 . ve 1 4. yüzyıldaki ardılları tarafından daha da
yetkinleştirilen), ' askeri araç olarak başkalarıyla güç birliği
yapma' doğuşunu da simgelemektedir.
Ne yazık ki, bilinen bu en eski Hitit antlaşmasından bugü­
ne yalnızca kırık parçalar kalmıştır; bu nedenle tüm antlaşma
koşullan bilinememektedir. Ancak Kizzuwatna ile Hitit dene-
H itit Hukuku / 1 43
timindeki bölgelerin sınırlarını saptamanın bu antlaşmanın
ana maddelerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Antlaşma, bi­
lenen biçimiyle söz konusu arazilerin belli çizgilerle birbirin­
den ayrılmasını değil, üç kentin (Haşşuva, Lavazantiya ve Zi­
zilippa), çevre topraklarla birlikte hangi tarafa ait olduğunu
belirlemeyi amaçlamaktadır. Bu kentler, tarih boyunca çeşitli
imparatorluklara dahil edilip durmuştur; işte bunlardan biri
olan, İşputahşia'nın Hitit etki alanına girdiğini bu antlaşma­
dan öğrenmiş bulunmaktayız. Fakat buna karşılık Telipi­
nu ' nun yeni tanımlanan bu sınırlar içinde Kizzuwatna'nın ba­
ğımsız bir krallık olduğunu kabulünün de bu antlaşma içinde
varolduğu görülmektedir. Yani bugünkü ifadesiyle bir çeşit
otonomi hakkının Kizzuwatna'ya tanınmasıdır.
Telipinu, hem iç hem de dış siyasette, öncellerinin uygula­
dığı vur kaç politikasından tümüyle vazgeçen, yasal düzenle­
me ve antlaşmalara dayalı bir dış politika izlemeyi yeğleyen
bir kraldır.
Bu güçsüz bir kral olduğu anlamına gelmemektedir. Şim­
di olduğu gibi eskiden de, görüşmelerden makul sonuçlar el­
de etmek için çaba harcamak işin bir parçasıdır. Telipinu ' nun
iki işi birden başardığı görülmektedir. Bunlar, Hanuşa'nın çı­
kan için "askeri" ve "diplomatik" çözümlerdir.(81) Bunların
dışında bir seçenek, o günün koşullarında imparatorluğa za­
rar getireceğinden, en azından yarar getirmeyeceğinden, bu
yolu tercih ettiği varsayılmaktadır.
Egemenliği altındaki birçok sınır devletiyle yapmış oldu­
ğu antlaşmalarla günümüze kadar gelen birçok uluslararası
hukuk içtihadının öncüsü durumundadır.
Bu antlaşmaların genel incelenmesinde iki karakter ortaya
çıkıyor; biri egemenliğini tanıyan krallıklarla yaptığı antlaş­
malar. Diğeri kendine denk gördüğü hasım devletlerle girmiş
olduğu savaş sonrası (MÖ l 300 ' lü yıllarında Hitit Krallığına
denk gördüğü Mısır Kralı , Sanhara Kralı , Hanigalbat Kralı ve
Asur Kralıdır. Sonraki yüzyılda olasılıkla bu sayı azalmakta­
dır) yapmış olduğu antlaşmalardır.
Çağının güçlü bir imparatorluğu olmasına karşın, bu ülke-
1 44 / Hitit Hukuku
lerle yaptığı antlaşmalar nitelik olarak ve kısmen farklılıklar
taşımasına rağmen, hemen hemen aynı minvaldeki irade üze­
rine inşa edilmiştir. O da Hitit uluslararası siyaset politikası­
nın barış yanlısı ve saldırmazlık paktı üzerine inşa ettiği ant­
laşma geleneğidir.
Antlaşma metinleri genel olarak tarihsel giriş içerikli bir
önsöz ile başlamaktadır. Hitit kralına ve egemenliğine sada­
katini belirten kabulle, Hitit kralından başka herhangi bir kra­
lı ya da beyi tanımamak yükümlülüğü; devlet sınırları, dev­
letlerin birbirlerine saldırmazlık yükümlülükleri; taraf ülke­
lerde çıkabilecek isyan hallerinde birbirlerine askeri destek
ve siyasi kollama yükümlülüğü (isyancıları ya da kışkırtıcıla­
rı saklamama yükümlülüğü); antlaşma taraflarından birine
üçüncü bir ülke tarafından gelebilecek saldırılarda yine diğer
tarafın askeri destek sağlama yükümlülüğü (Hitit kralının
dostu ile dost, düşmanı ile düşman olmak); antlaşmanın han­
gi hallerde bozulacağı ve kuvvet kullanmanın hangi hallerde
meşru olabileceği, tarafların ülkelerinden kaçan asker me­
mur, isyan eden kişilerin, yurttaşın, tutsakların, kölelerin ve­
ya zanaatkarlardan hangilerinin, nasıl, ne şekilde iade edile­
ceği düzenlenmekle beraber, dedikodu, tabletlerin yıllık ola­
rak okunması yükümlülüğü, tanıkların listesi, beddua ve dua
kısımlarıyla tamamlanmaktadır.
Hititlerin, siyasi tarihlerinde oluşturageldikleri ve dünya­
nın bilinen ilk devletlerarası siyasi antlaşma gelenek ve içti­
hatlarıyla devletlerarası hukukun temel yollmnı ördüklerini
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Günümüzün güçler dengesinde her ne kadar güvenilirliği
şaibeli hale gelmiş olsa da, Birleşmiş Milletler yapılanması­
nın kurucu antlaşmasının uluslararası toplumun güven ve hu­
zurunu amaçlayan en önemli kurucu maddelerinden biri olan
ve devletlerin kuvvet kullanımını meşru müdafaa ile sınırlan­
dıran 5 1 . maddesinin, tarihteki daha güvenceli ilk izdüşümü­
ne, Hititlerin diğer devletlerle yapmış olduğu siyasi ve huku­
ki antlaşmalarında görmemiz mümkündür.
Bu nedenle, bu başlık altındaki konu kendi içinde daha ay-
H itit H ukuku / 1 45
nntılı ve derinlemesine bir inceleme yapılmasını gerektir­
mektedir. Yapılacak böyle bir çalışmanın, şimdiden devletle­
rarası hukuk tarihi açısından daha da ilginç ve şaşırtıcı sonuç­
lar doğuracağı şüphesizdir.
Antlaşmalar, o dönemin taraf devletlerinin iktidarlarını sı­
nırlandırarak, kuvvet kullanmanın sınırlandırıldığı ve istisna­
larının (hangi hallerde meşru müdafaa hakkının doğacağı gi­
bi) belirlendiği ve barışı somut biçimde geniş bir dünya coğ­
rafyasında inşa edilebilirliğini görünür kılması bakımından
bilinen ilk yazılı devletlerarası hukuk olduğu kadar barışçı bu
geleneğin de ilk öncülleridir.
Hatta güvence ve koruma kapsamı bakımından avantajla­
rıyla, Hitit Devletlerarası Hukukunun bazı alanlarda bugünün
modem devletlerarası hukukundan ayrıştığını söyleyebiliriz.
Ü zerinde aynca düşünmemizi gerektiren bu ayrıklıklar
şunlardır: Devletlerarası antlaşmalar; tek yanı ile yalnızca
devletlerin güvenliğini değil, halkların, kişilerin ve doğanın
güvenliğini, huzurunu ve barışını da öncelikli ve kapsamlı
olarak korur ve ilk planda gözetir.
Bugüne ulaşan ve tarihin ilk devletlerarası antlaşmalarını
içeren ve imzalanma aşamasında hemen tümünde egemen ve
güçlü taraf Hitit Devleti olmasına karşın; antlaşmalarda orta­
ya çıkan sonuç bu durumun tam tersidir.
Hitit Devletinin antlaşmalarda siyasi ve askeri üstünlüğü­
ne rağmen kendi hegomonyasını, karşı güçsüz tarafa dayat­
madığı gibi aksine antlaşmada kendi gücünü de sınırlandıran
ve eşit koşullarda hazırlanmış gibi karşılıklı yükümlülükler
üstlenmiş olması oldukça önemli ve dikkat çekicidir.

Ant/asmalar

Boğazköy ve Ugarit çiviyazılı belgelerine göre Hitit Dev­


leti 'nin diğer ülke krallıklarıyla yapmış olduğu belli başlı si­
yasi antlaşmalar şunlardır:

..../ Kizzuwatna Kralı İ sputahsu ile Hitit Kralı Telipinu ara-


1 46 / Hitit Hukuku
sındaki antlaşma. «121
../ Kiz;z:uwatna Kralı Pillia ve Hitit Kralı il. Zidanza ara­
sındaki antlaşma .
../ Kizzuwatna Kralı Paddatissu ile bir Hitit Kralı arasın­
daki antlaşma .
../ Haburi ile yapılan antlaşma .
..J Hitit İmparatorluğunun ilk zamanlarında Huhalzalma
ile yapılmış antlaşma .
..J Hitit Kralı 1. Suppiluliuma'nın ayn ayn Haiasa Kralı
Huqqana, Ugarit Kralı il. Niqmaddu, Amurru Kralı
Aziuru, Kargamıs Kralı Sam-Kusuh, Mitanni Kralı
Sattiwaza (iki kez) ile aralarında yaptıkları antlaşmalar.
../ Hitit Kralı il. Mursili 'nin ayn ayn Nuhassi Kralı Tup­
pi- Tesup, Ugarit Kralı Niqmepa, Hapalla Kralı Targas­
nalli, Mira Kuwaliia Kralı Kupanta-Kurunta, Seha
Nehri Ülkesi Kralı Manapa-Tarhunta ile yapmış olduk­
ları antlaşmalar.
../ Hitit Kralı il. Muwattali yine ayn ayn Halep Kralı Tal­
mi-Sarruma, Wilusa Kralı Alaksandus ile yaptığı ant­
laşmalar.
../ Hitit Kralı III. Hattuşili ' nin ayn ayn Mısır Kralı il.
Ramses, Amurru Kralı Bentesina, Tarhuntassa Kralı
Ulmi-Tesup ile yapmış olduğu antlaşmalar/ve bunlara
ek olarak III. Hattuşili ' nin Tarhuntassa Kralı Kurun­
ta ' nın askeri yükümlülüklerini belirten bir buyruğu
mevcuttur.
...J Hitit Kralı iV. Tuthaliia ve Tarhuntassa Kralı Kurunta
arasında yapılan antlaşma .
...J Bir Hitit kralıyla Kargamış Kralı Talmi-Tesup ile yapı­
lan bir antlaşma.
...J Hitit Kralı 1. Amuwanda'nun değişik zamanlarda, Kas­
kalar ve İsmerik halkı ile yaptığı antlaşmalar.
...J Kurustuma ile antlaşma (bir Hitit kralı ile Mısır kralı
arasındaki antlaşma) .
../ Bir Hitit kralı ile Tunip Şehri Kralı Lab ' lu arasındaki
Tunip Antlaşması.
H itit H ukuku / 1 47
...J İsimleri bilinmeyen üç ayn Hitit kralının farklı tarihler­
de Kaskalarla yapmış olduğu üç ayn antlaşma .
...J Alasiia ile antlaşma (Kıbns ve bir Hitit kralı arasında­
ki antlaşma).

Hitit krallarının yaptığı anlaşmalar içerisinde özellikle Wi­


lusa Kralı Alaksandus ile Il . Muwattalli ve Mısır Firavunu il.
Ramses ile III. Hattuşili arasındaki Kadeş Antlaşması üzerin­
de durmak gerekiyor. Bu örneklemeler Hitit antlaşma gelene­
ğinin ruhu, ufku ve birikimiyle ilk yazılı devletlerarası huku­
kun oluşumu hakkında yukandaki analizlerimizi yeterince
doğrulayacağı gibi o tarihin ilk devletlerarası antlaşmalan
hakkında bizleri bilgi sahibi yapacaktır.
Hitit Devletlarası Hukuku içtihadını biraz açımlama açı­
sından Hititlerin Wilusa ve Mısır Ülkesi 'yle yaptığı antlaş­
malan olduğu gibi1831 bu bölümde vermeyi uygun bulduk. 114 1

1 - WI LUSA KRALI ALAKSAN DUS i l e i l . M UTAWATTALI


ARAS I N DAKI ANTLAŞMA (CTH 7 6 )1151

Kahraman Büyük Kral Mursili'nin oglu, Simşegin Fırtına Tanrı­


sı'nın sevgilisi, Hatti Ülkesi [kralı] Büyük Kral Majestem Muwat­
tali şöyle (söyler):

&2 (B 1 2-1 4)
Eskiden atam Labarna, Arzawa ülkelerinin tamamı ve Wilusa Ül­
kesiyle savaşmıştı. Ve onları köle yap(mış)tı. Sonradan Arzawa
ülkesi tekrar düşman oldu. Ve Wilusa ülkesini, Hatti Ülkesinden
ayırdı. Fakat mesele uzun zaman(dır bilinmemektedir). Hangi
kraldan oldugunu (bilmiyorum). [Ve] Wilusa ülkesi, Hatti Ülke­
si'den ayrıldıgında, Hatti Ülkesi kralları onun halkı ile barış için­
deydiler. [Ve onlar elçilerini (düzenli olarak) onlara] gönderdi.
Fakat Tuthaliia, Arzawa ülkesine karşı [ ............. ] geldiginde, o,
[Wilusa ülkesine] girmedi. Onunla barış içinde idi. Ve düzenli
olarak ona [elçiler] gönderdi. Ve Tuthaliia [Ar]zawa ülkesindeki
1 48 / Hitit Hukuku
ataları [ ........... ].
Bı3 (B 1 1 5-20)
Wilusa ülkesi kralı onunla barıs itinde [idi. Ve] onun kendi ülke­
sine [girme]mesi için, ona (düzenli olarak) [elçilerini] gönderdi.
Ve Arzawa ülkesi bir kez daha savaşa basladıgında, büyükba­
bam Suppiluliuma geldi ve [Arzawa ülkesini yendi]. [Wilusa] ül­
kesi kralı Kukkunni [onunla barıs itinde idi). Ve o, ona karsı gel­
medi. [Ancak büyükbabam Suppiluliuma'ya (düzenli olarak)] el­
çiler [gönderdi).
8ı4 (A 1 35-34)

Metin buradan sonra oldukça tahrip olmuştur. Bundan


sonra tabletin çevirisi 30. satırdan başlamıştır.
[O, Piiama-Kurunta'ya] Arzawa ülkesini [verdi]. [O, Mashuilu­
wa'ya] Kuwaliia ülkesini [verdi]. O, Appawiia ülkesini ve [Seha
Nehri Ülkesi'ni Manapa-Tarhunta'ya verdi]. O, [Targasanalli'ye]
Hapalla ülkesini [verdi]. Happalla ülkesi [ ... )
8ı5 (A 1 3542)
Kuk[kunni'ye varis bir erkek çocuk yok]tu. [Ve sen Alaksandus'u
evlatlıga aldı]. Ve senin baban [Metin bu satırdan sonra kırıl­
mıştır].
8ı6 (A 1 43-56)
Fakat babam tanrı oldugunda (öldügünde), [bizzat kendim] ba­
bamın [tahtına] oturdum. [Ve] gerçekten [beni bey olarak ... ] ko­
rudun. Fakat [Arzwa ülkesi adamları] bana karsı savaşa başladı­
gında ve onlar [senin ülkene(?) ... ) girdiginde, sonra sen beni
yardıma çagırdın. Ben, [senin yardımına] geldim. Ve Masa ülke­
sini mahvettim. [Ve ... ülkesini] mahvettim. NAM.RA'ları sıgır(?)
ve koyunları (?) Kupta (-) Dagı'na [ ......... ) onları [ ......... ). Fakat
sen [Alaksandus ... ] itin onları aldım(?). Bu ülkeleri mahvettim.
[ ......... ). Babanız [itin], Hattusa'ya onları geri [getirdim]. Alak-
sandus [ ...... ).

Bundan sonra metin oldukça tahrip olmuştur. Çeviri, 62.


H itit Hukuku / 1 49
satırdan başlamıştır:

Krallıga Wilusa ülkesinde hiç [kimse] halk homurdandıgı(?) için,


[senin] ölüm günün geldi (ginde]. sonra Alaksandus [ ......... ] se-
nin krallıga tayin ettigin senin karından ya da kurnalarından
olan (olan) (ogulları nla] ilgili olarak ve o, hangi çocuk olursa ol­
sun, eger ülkenin halkı onu reddederse ve şöyle söylerse ·o ne­
sildeki [çocuk kral olsunr, ben Majestem kabul etmeyecegim.
Sonra beni m ilk ikinci nesil oglum ve torunum tek başına koru­
sun. Sen Alaksandus, Majestemi iyi bir şekilde koru. Ve sonra ilk
ve ikinci kuşak oglum ve torunumu koru. Ve ben Majeste, sen
Alaksandus'u, babamın sözleri yüzünden, iyi niyetle korudugum
ve senin yardımına geldigim ve senin düşmanını öldürdügüm
gibi, (daha sonra) gelecekte ogullarım ve torunlarım senin soyu­
nu ve sopunu korusun. Eger herhangi bir düşman sana (karşı)
ayaklanırsa, şimdi senden yüz çevirmeyecegim gibi, ben seni
(yarı yolda) bırakmayacagım. Senin için düşmanını öldürece­
gim. Fakat eger ailenden erkek kardeşlerin ya da herhangi bir
kişi, sen Alaksandus'a karşı ayaklanırsa
&7 (A l BG81 ; B il 7-1 4; A il 8-1 4)
ya da daha sonra herhangi biri, senin ogluna ya da torunlarına
karşı ayaklanırsa ve onlar Wilusa ülkesi krallıgını arzularsa, ben
Majestem, kesinlikle sen Alaksandus'u tahtan indirmeyecegim.
O kişiyi, (hizmetime) almayacagım. O nasıl senin düşmanınsa,
aynı şekilde o, Majestemin de düşmanıdır. (Ve] ben [Majestem]
sadece sen Alaksandus'u tanıyacagım. Başka birini [tanımaya­
cagım]. Onun ülkesini mahvedecegim. Şimdi sen [Alaksandus],
Majestemi koru. Ve daha sonra senin soyun ve [sopun]. [Majes­
temin] soyunu ve sopunu bey olarak korusun. Onlar, onlara kar­
şı kötü bir plan kurmasın. Ne de onlardan ayrılması n. Ve şimdi
ben majestem Alaksandus için bir antlaşma yaptıgımdan, sen
(Alaksandus) ve senin (soyun] ve sop[un] bu antlaşmay(ı)a ko­
rusun (ona göre hareket etsin). [Ve senin neslin), sadece Majes­
temin soyunu ve sopunu [bey olarak] korusun. Sen onlara [kar-
1 50 / Hitit Hukuku
şı kötü bir] plan kur[ma. Ve ne de onlardan ayrılma].
8ı8 (A il 1 5-33)
(Majestem, sen Alaksandus'a] (karşı) herhangi bir [kötülük]
yapmadı. (Seni Wilusa ülkesinde kral yaptı. Kölelerini öldürdü­
ler]. Ben Majestem, sana ülkeni geri verdim. Sana, babanın tah­
tını geri verdim. Senin düşmanını öldürdüm.

(Yaklaşık 13 satır kırıktır.)

&9 (A il 34-57)
(Şimdiye kadar nasıl Majestemin tarafında olduysan], bundan
sonra da [Majestemin yanında yer al. Majesteme tüm] gücünle,
kuwetinle yardımcı ol. [Sen Alaksandus, senin çocukların, soyun,
sopun, Majestemin çocuklarına güçleri ile] yardımcı olsunlar.

38-46 satırlar kırılmıştır. Çeviri 47. satırdan devam etmek­


tedir.

(Ve başka birini bey olarak arzulama. [soy]un sopun (ya da biri
Majesteme] karşı kötü bir olay [planlarsa ve benden] kaçarsa,
[sana gelirse.onu bana gönde]rmezsen [ya da ona destek olur­
san, gözlerini daga] çevirirsen [ve şöyle söylersen "Git Herhangi
bir yerde] kendini kurtar", [İşte bak, sen Alaksadus] tanrılar hu­
zurunda [suç işlemiş olacaksın. Tanrı yeminini bozaca k]sın. Ye­
min tanrılar [sürekli kovalasınlar].
&1 0 (A il 58-74)
[Üstelik eger herhangi biri, bazı yabancı ülkelerde, Majesteme
karşı] düşmanlık yapıp, [Hatti Ülkesine karşı kötü] bir isyan çı­
karırsa [fakat her şey Majesteme iyi ise, Majestemden (gelecek)
sözü bekle. Ve Majestem] sana (yazdıgımda], (uygun bir şekilde
yanıt ver). [Fakat eger ister yüksek rütbeli bir memur, ister yaya
ve arabalı savaşçıların bir birligi], Majesteme karşı [bir isyan çı­
karırsa], [Majesteme] isyan [çıkaran] kim olursa olsun, eger ben
Majestem haklı olan şeyleri açıklarsam, sonra o kişiyi ya da [o
Hitit Hukuku / 1 5 1
yaya ve arabalı birligini yakalayacagım). Fakat eger ben, sen
Alaksandus'a (şöyle) yazarsam: • Yaya ve arabal ı savaşçıları öne
sür. Onları derhal yarıdım[ıma] gönder." Sonra onları derhal ba­
na gönder. Fakat eger ben, sadece sen Alaksandus'a (şöyle) [ya­
zarsam] "Tek başına buraya gönder", sonra tek başına buraya
gönder. Fakat eger ben Majestem, [bu isyan meselesini sana]
yazmazsam fakat sen önceden [işitirsen], sen onu gözardı etme.
Eger senin itin [mümkünse], yaya ve arabalı savaşçıları öne sür.
Onları Majestemin derhal [yardımına] gönder. Bu mesele itin,
sen, herhangi bir kuş fal ı tutma.
Bı 1 1 (A il 75-81 )
Ve eger şimdi, senden bagımsız olan ya Seha Nehri Ülkesi ya da
[Arzawa] Ülkesi halkının [isyan çıkartacakları (konusunda)], kö­
tü bir plan kurduklarını işitirsen ve sen önceden meseleyi bilir­
sen fakat Majesteme bu konuda yazmazsan ve her nasılsa bu
adamların (eylemlerini) gözardı edersen ve şöyle söylersen "Bu
kötülük olsun", sen bu meseleyi işittigin zaman, Majesteme te­
redd ütsüz önceden yaz.
Bı 1 2 (A il 82-85)
Böyle bir meseleyi işittigin an, sen, mesele hakkında sesiz kal­
ma. Geriye dönme. Ve sen bizzat kendin böyle bir şahsa yardım
saglama. O, nasıl Majestemin düşmanı ise, aynı şekilde, senin­
de düşmanın olsun.
Bı 1 3 (A il 86-111 2)
Fakat eger sen Alaksandus, böyle bir meseleyi iştirsen ve [son­
ra] mesele hakkında sessiz kalırsan ve bizzat sen o şahsa yardım
saglarsan, işte bak, sen Alaksandus yemin tanrıları huzurunda
suç işlemiş olacaksın. Yemin tanrıları seni sürekli kovalasın.
Bı 14 (A 111 3-5)
Yaya ve arabalı savaşçılarınla ilgili olarak senin antlaşman şöy­
le yapılmış olsun. Eger ben Majestem ya Karkisa, Masa, Lukka
ya da Warsiila şehirlerinden askeri bir sefere git dersem, sen de
yaya ve arabalı savaşçılarınla bi�likte benim askeri sefere katıl.
Ya da eger ben, bu ülkeden askeri bir sefere gitmek itin bazı
1 52 / Hitit Hukuku
yüksek rütbeli memurları gönderirsem, sonra sen onunla birlik­
te askeri sefere git Fakat Hatti Ülkesinden senin için askeri yü­
kümlülükler vardır. Majesteme eşit olan krallar, Mısır kralı, San­
hara kralı, Hanigalbat kralı, Asur kralı(dır). Eger bunlardan [bi­
ri], savaşa giderse ya da Majesteme karşı dahili bir isyan çıkar­
tırsa ve ben Majestem [yaya ve] arabalı savşçılar için sana ya­
zarsam, sonra derhal yardımıma [yaya ve] arabalı savaşçıları
gönder.
Bı 1 5 (A 111 1 6-25)
üstelik insanlar hain oldukları için, eger dedikodular dolaşırsa
ve biri gelir ve senin huzurunda (şöyle) fısıldarsa: "Majestesi se­
nin aleyhinde şöyle şöyle yapıyor ve senden ülkeyi alacak ya da
sana şöyle kötülük yapacak." Majesteme bu mesele hakkında
yaz. Ve eger mesele dogru ise, ben Majestem sana tekrar yazdı­
gımda, sen acele etme. Ne de ... yapma. Ve sen, Majesteme kar­
şı kötülük yapma. Sen, Majestemin yanında durdugun gibi, (sa­
dece) Majestemin yanında du�maya devam et).
Bı 1 6 (Alll 25-30)
Eger biri, sen Alaksandus'un huzurunda, Majestemle ilgili kötü
bir söz söylerse ve sen Majestemden onu gizlersen ve acele ha­
reket edersen ve Majesteme karşı suç işlersen, işte bak, sen
Alaksandus yemin tanrıları huzurunda suç işlemiş olacaksın. Ye­
min tanrıları seni sürekli kovalasın.
8ı1 7
Üstelik Arzawa ülkelerinde olan sizler, Alaksandus, Manapa-Ku­
runta, Kupanta-Kurunta ve Ura-Hattuşa, dört kralsınız. Şimdi
Kupanta-Kurunta'nın erkek nesli, Arzawa Ülkesi kralının soyu­
dur. Fakat kız nesli, Hatti Ülkesi kralının soyudur. O, Hatti Ülke­
si kralı Büyük Kral Babam Mursuli'nin kız kardeşinin ogludur. Ve
ben Majestemin kuzenidir. Onun köleleri ve Arzawalı adamlar
haindir. Eger biri Kupanta-Kurunta'ya karşı kötü (bir plan) hazır­
larsa, sen Alaksandus, Kupanta-Kurunta için etkili ve güçlü bir
yardımcı ol ve onu koru. Ve o, seni korusun. Eger onun kölele­
rinden herhangi biri, Kupanta-Kuruntuya karşı isyan ederse ve o
Hitit Hukuku / 1 53
sana gelirse, onu yakala ve Kupanta-Kurunta'ya onu geri ver. Bi­
ri d igeri itin etkili ve güçlü bir yardımcı olsun. Biri digeri n i koru­
sun. Üstelik Majestemin sana verdigi ve Hatti Ü l kesinin sınırla­
rını oluşturan ü lkelere, eger herhangi bir düşman, (girerse) ve
bu sı nır (bölgelerine) saldırmak itin gelirse ve sen onu işitirsen
ve ü lkeye el koyan beyi önceden yazmazsan ve yardım etmez­
sen ve kötülügü gözardı edersen ya da eger düşman saldırır ve
hazır (güçleri?) tutarsa ve önceden sen yardım etmezsen ve düş.
mania savaşmazsan ya da eger d üşman seni n ülkene giderse
sen onunla savaşmazsan ve ona şöyle söylersen: "Saldırmak itin
git, (gan imeti) al götür! Ben bu konuda herhangi bir şey bilmek
istemiyorum." Bu tan rı yemi n i altına konsun. Yemin tanrıları se­
n i kovalasın. Ya da eger sen, Majestemden yaya ve arabalı sa­
vaşçıları sana verirse fakat sen, i l k fırsatta d üşmana onları belli
edersen, (bu mesele) tanrılar yemi n i altında konsun. Yemin tan­
rıları sen Alaksandus'u sürekli koval asın .
&1 8 (A 111 6 1 -72)
Sen tan rı yem i n i altında, tutsak(ların) meselesini şöylece yerleş.
tirdim: Eger bir tutsak, Hatti Ülkesinden [kaçıp] gelirse, [onu]
geri versinler. Hatti Ülkesinden bir tutsagın [veril mesi] uygun
degildir. Fakat eger bazı zanaatkarlar kaçar[ ... ] ve o, işini tesli m
etmezse, [onu yakalsınlar ve] sana döndürsünler. [Eger] düş­
man bir ü l keden olan [herhangi bir tutsak] yakalanırsa [ve o,
Hatti Ülkesinden kaçarsa] ve senin ülkene [giderse ve sen onu
yakalamazsan] ve onu bana göndermezsen [fakat] düşmana
[onu] geri verirsen, bu da tanrı yemini altına konsun.
& 1 9 (A 111 73-83)
üstelik sen Alaksandus için yaptıgım bu tableti, her yıl üç kez
seni n h uzurunda okusunlar. Sen Alaksandus onu bil. Hatti Ülke­
sinden çıkan bu sözlerin h içbir surette karşılıgı yoktur. Şimdi sen
Alaksandus, Majesteme karşı kötülük yapma. Hatti Ülkesi, sana
karşı [kötülük] yapmasın. Şimşegin Fırtına Tanrısı'nın sevgilisi,
Büyük Kral ben Labarn:ı bu [mesele] için şimdi [Bin Tanrıyı] ça­
gırdım. Ve onları tanık yaptım. Onlar işitsin ve tanık olsun.
1 54 / Hitit Hukuku
8ı20 (A fV 1 -30)
Ülkelerin Kralı, i nsanoglunun Çobanı, Gögün [Güneş Tanrısı],
ülkelerin [Kraliçesi] Arinna'nın Güneş Tanrıçası, Majestemin
(baştanrısı) Şi mşeginin Fırtına Tanrısı, [Ülkelerin Kralı] Güçlü
Fırtına Tanrısı, Ülkelerin Kralı [Hatti Ülkesi'nin Fırtına Tanrısı],
Şimşegin Fırtına Ta nrısı, Zippalanta şehri n i n Fırtına Ta nrısı [Ne­
rik şehrinin Fırtına Tanrısı], Halep şehrinin Fırtına Tanrısı, Pana-
yırın(?) Fırtına Ta nrısı, [ ............ ] Fırtına Tanrısı, Arinna şehrinin
Fırtına Tanrısı, Hisashapa şehrinin Fırtına Tanrısı, (Şapinuwa]
şehrinin Fırtına Tanrısı Şamuha şeh ri n i n Fırtına Tanrısı, H u ma
şehrinin Fırtına Tanrısı, Sarissa şeh ri n i n Fırtına Tanrısı, Lihzina
şehrinin Fırtına Tanrısı, Uda şehri n i n Fırtına Tanrısı, Şa hpina
şeh rinin Fırtına Tanrısı, Yardımın Fırtına Tanrısı, Tanrı Seri, Tan­
rı Hurri, Nanni Dagı, Hazzi Dagı, Gögü n Kraliçasi Hepat, Koru­
yucu Tanrı, Hatti şehrinin Koruyucu Tanrısı, istar, Kırın istar'ı,
Ninnuwa şehrinin İstar'ı. Hattarina şeh ri n i n İstar'ı. Tanrı Alla­
tum, Ta nrı EA. Tanrı Til i pinu, Tanrı Ninatta ve Kul itta, Yem i n
Kraliçesi İshara, Savaş Tanrısı, Hatti şehri n i n Savaş Tanrısı, İ l l i­
aia şehrinin Savaş Tanrısı, Hatti şeh rinin Savaş Tanrısı, İ l laia
şehrinin Savaş Tanrısı, Arziia şehri n i n Savaş Tanrısı, Ta nrı iarri,
Tanrı Zappana, Şamuha şehrinin Tanrı Abara'sı, H uma şehri n i n
Ha ntitassu'su, Ankuwa şehrinin Tan rıça Katah ha'sı Katapa şeh­
rinin Kraliçesi, Tah u rpa şehri nin Tanrıça Ammam ma'sı, Dunna
şehrinin [Tanrı ] Hallara'sı, H u pisna şehri n i n Ta nrı H uwassa­
na'sı, Lulahi ve Hapiri Tanrıları, tüm erkek ve dişi tanrılar, [tü m
ilk tanrılar]: Nara, Namsara, Amm unki, Tuhusi, [Minki], Ammiz­
zadu, Alalu, Kumarbi, EN.LI L, N I N LI L, Hulla Dagı, Zaliianu Da­
gı, Taha Dagı, Hatti Ülkesi'nin dagları, nehirleri, pınarları; Bü­
yük Deniz, Gök, Yer, Rüzgarlar ve Bulutlar. Wil usa Ülkesi'nin
tüm [tanrıları]: Kara rgah ı n Fırtına Tanrısı [Tanrı]-Appaliuna, Wi­
lusa Ülkesi' nin erkek tanrıları, dişi ta n rıçaları, ( Dagları, Nehirle­
ri, Pınarları], Yeraltı Kaynakları(?). Si mşegi n Fırtına Tanrısın ı n
sevgilisi (Büyük] Kra l ben Majestem, onları b u mesele için (top­
lantıya) c:agırdım.
Hitit Hukuku / 1 55
&2 1 (A iV 3 1 -46)
Eger sen Alaksa ndus, bu tablet üzerinde bulunan sözleri bozar­
san, sonra bu Bin Tanrı seni sahsın, karın, ogulların, ülkelerin,
şeh i rleri n, üzü m bagların, harman yerlerin, tarlaların, sıgırları n,
koyunların, malın ve mülkünle birlikte mahvetsin. Onlar karan­
l ı k toprakta senin nesli n i yok etsin. Fakat eger sen bu sözleri ko­
rursan, Majestem Büyük Kral ben Labarna Muwattali'nin (top­
la ntıya) çagırdıgı Hatti'nin, Wilusa şehrinin bu Bin Tanrısı ve
Majestemin (baştanrısı) şi mşegi n Fırtına Ta nrısı seni karı n, ço­
cukların, torunların, şehirlerin, harman yerin, üzüm bagların, tar­
laların, sıgırların, koyunların, malın ve mülkünle birl i kte iyi bir
şekilde korusun. Sen Majestemin elinden iyilik gör ve sen Majes­
tem i n elinde yaşlan.
A 47
Alaksandus'un i l k tableti.
B 51
Alaksandus Antlaşması tableti.
C 18
Alaksandus Antlaşaması'nın ikinci tableti.

2- M I S I R Ü LKESi i LE YAPI LAN ANTLAŞMA


( KADEŞ ANTLAŞMAS I )

&1 (A Oy. 1 -3)


[Mısır Ü l kesi] kralı, kahraman büyük Kral Amon'un [sevgilisi)
Ramses (Riamasesa mai-amana), kardeşi Hatti Ülkesi Kralı, [ Bü­
yük Kral] Hattuşil i ile sonsuza kadar aralarında büyük bir [kar­
deşlik) ve büyük barış tesis etmek ic:in, [gümüş bir table]t üzeri­
ne antlaşama akdetti.
&2 (A Oy. 3-7)
Böylece Mısır Ülkesi Kralı, kahraman Büyü k Kral Minpahtaria
M i n m uarea (1. Ramses)'ın torunu; Mısır Ü l kesi'nin Kralı, kahra­
man Büyük Kral Minmuarea'nın (1. Seti) oglu; tüm ülkelerin kah-
1 56 / Hitit Hukuku
ramanı, Mısır Ülkesi Kralı, Büyük Kral Amon'un sevgilisi Ram­
ses; Hatti Ülkesi Kralı, kahraman Büyük Kral Şuppiluliuma'nın
torunu; Hatti Ülkesi Kralı, kahraman Büyük Kral Mursi li'nin og­
lu; Hatti Ülkesi kralı, kahraman Büyük Kral Hattuşi li'ye şöyle
(söyler):
&3 (A öy. 7-1 3)
Şimdi ben sonsuza kadar bizi m aramızda iyi kardeşli k ve iyi bir
barış kurdum. Sonsuza kadar Hatti Ü l kesi ile Mısır Ü l kesi [ilişki­
lerinde], iyi bir barış ve kardeşli k kurmak için (şu nu söylüyorum).
Mısır Ülkesi Büyü k Kralı ve Hatti Ülkesi Kralı arası ndaki i l işkiler­
den bilindigi kadarıyla tanrı(lar) sonsuza kadar, bir anlaşma( n ı n
yardımı) ile, o n l a r arası nda savaş çıkmasına izin vermez. M ısır
Ü l kesi'nin Kralı, Büyü k Kral Amon'un sevgi lisi Ramses, Güneş
Tanrısı ile Fırtı na Tanrısının, Mısır Ülkesi ile Hatti Ü l kesi arasın­
da ezelden beri kurdukları i lişkiyi, araları nda hiçbir zaman düş­
manlık çıkmaması için (yeniden) kurdu.
8ı4 (A ôy. 1 3-1 8)
Ve [Mısır Ülkesi] Kralı, Büyük Kral Amon'un sevg i l isi Ramses,
kardeşi Hatti Ülkesi Kralı, Büyük Kral [ Hattuşi li] ile sonsuza ka­
dar, [on lar arası nda] iyi bir kardeşlik ve iyi bir barış kurmak için,
gümüş bir tablet üzerinde bir antlaşma ya rdımıyla, bu gün lerde
(ilgi) meydana getirdi. O benim kardeşi mdir ve ben onun bir
kardeşiyi m. (O benimle barış içindedir.] Ve ben [sonsuza kadar]
onunla barış içindeyi m. (Ve] biz kardeşl igi ve barışı tesis edece­
giz. Ve Hatti Ü lkesi [ile Mısır Ü l kesi'nin] kardeşligi ve barışı es­
kiden daha iyi olaca k.
&5 (A öy. 1 9-2 1 )
Mısır Ü l kesi'nin Kralı, Büyük Kra l Ra mses, Hatti Ü l kesi'n i n Bü­
yük Kral'ı [ Hattuşil i ) ile kardeşlik ve iyi bir barış içindedir. M ısır
Ü l kesi'nin Kralı [Büyük Kral] Amon'un sevgilisi Ramses'in ogu l­
ları, Hatti Ülkesi Kralı, Büyü k Kra l Hattuşi li'nin ogulları ile son­
suza kadar barış içinde (ve) kardeş olsun. Ve onlar bizi m barış
ve kardeşlik içinde oldugumuz gibi kalsı n. Mısır Ü l kesi, H atti Ü l­
kesi ile barış içinde olsun. Ve onlar sonsuza kadar bizi m gibi kar-
Hitit Hukuku / 1 57
deşler olsu n.
&6 (A Oı/. 22-27)
Ve Mısır Ü l kesi'nin Kralı, Büyü k Kral Amon'un sevgilisi Ramses,
ondan herhangi bir şey almak için, Hatti Ülkesi'ne karşı hiçbir
zaman sa ldırmasın. Ve Hatti Ülkesi Kralı, Büyük Kral Hattuşil i
ondan [herhangi b i r şey] almak için, Mısır Ülkesi'ne karşı hiçbir
zaman saldırmasın. Güneş Tanrısı ile Fırtına Tanrısın ı n, Hatti Ü l­
kesi ile Mısır Ülkesi içi n sonsuza dek saptadıkları d üzeni ve ara­
larında düşmanlıga izin vermeyen barışı ve kardeşligi, işte Mısır
Ülkesi Kralı, Büyük Kral Amon'un sevgilisi [ Ramses], barışı koru­
mak içi n bugünden itibaren yeniden başlattı. Mısır Ülkesi, Hat­
ti Ülkesi ile sonsuza kadar barış halinde ve kardeşçe olsun.
&1 (A Oı/. 27-30)
Ve eger herhangi bir düşman, Hatti Ülkesi'ne saldırırsa ve [ Hat­
ti Ü l kesi Kralı Büyük Kral] Hattuşili bana haber gönderirse:
"Ona karşı (koymak için bana) yardıma gel." Sonra Mısır Ülkesi
Kralı, Büyük Kral Amon'un [sevgilisi Ramses] yaya ve arabalı sa­
vaşçıları n ı göndersin. Ve onlar [on u n d üşmanını] yensi n. Ve
Hatti Ü l kesi için öç alsınlar.
&8 (A OıJ. 31-33)
Ve eger Hatti Ü lkesi kralı Büyü k Kral Hattuşil i [kölelerine kızar­
sa] ve onlar onu rahatsız ederse ve o, bu yüzden Mısır Ülkesi
Kralı Büyü k Kral Ramses'e (haber) gönderirse, sonra Amon'un
sevg isi Ramses yaya ve arabalı savaşçılarını göndersi n. [Ve] on­
lar onun kızdıgı herkesi mahvetsin.
&9 (A Öy. 33-36)
[Ve eger] herhangi bir düşman, Mısır Ü l kesi'ne saldırısa ve se­
n i n kardeşin Mısır Ülkesi'n i n [kralı] Amon'un sevgilisi Ramses,
kardeşi H atti Ü l kesi Kralı Hattuşili'ye (haber) gönderirse: "Ona
karşı (koymak için bana) yardıma gel." Sonra Hatti Ülkesi [kra­
lı] Hattuşili; yaya ve arabalı savaşçılarını göndersin. Ve onlar
onun d üşmanını yensin.
& 1 O (A OıJ. 36-39)
Ve eger Mısır Ü l kesi'nin [Kralı Amon'un] sevgilisi Ramses, köle-
1 58 / Hitit Hukuku
lerine kızarsa ve onlar [ona] karşı bir suç işlerse ve o, bu yüzden
kardeşi Hatti Ü l kesi Kralı Hattuşili'ye (haber) [gönderirse]. son·
ra ka rdeşi Hatti Ü l kesi [kra l ı ] Büyük Kral Kardeşi Hattişili, yaya
ve arabalı savaşçı ları[nı] göndersin. Ve onlar beni m kızdıgım
herkesi mahvetsinler.
& 1 1 (A Öj. 4043)
Ve Hatti Ü l kesi kralı Hattuşili'nin og lu, Hatti Ü l kesi Kra l ı Hattu­
şili'den yıllar sonra, babası Hattuşili'nin (yerine), H atti Ü lkesi
Kralı yapılsın. Ve eger Hatti Ü lkesi [insanları) ona karsı bir suç
işlerse, sonra Amon'un sevg i l isi [ Ra mses] yaya ve [arabalı] sa­
vaşçı ları göndersin. Ve onlar öç alsı nlar.
& 1 2 (A Öj. 43-46)
[ Eger soylu bir kişi], Hatti Ü l kesi'nden kaçarsa ya da eger Hatti
Ü l kesi sı nırındaki bir halk, (Mısır Ü l kesi Kralı] Büyük Kral
Amon'un sevgilisi Ramses'e [gelirse], sonra [Amon'un sevg i l isi]
Ramses onları yakalası n. Ve onları [ Hatti Ü lkesi Kralı Büyük
Kra l Hattusili'nin] eline göndersi n.
& 13 (A Öj. 4648)
[Ve eger] (Hatti Ü l kesi'nden) tek bir adam gelirse ya da iki
[adam Amon'un sevg i l isi Ramses'in] hizmeti ne g i rmek için gelir­
se, sonra ben [Amon'un sevgilisi Ramses onları yakalayacagım.
Ve onları] Hatti Ü l kesi Kralı Hattuşi li'ye [gönderecegim].
& 1 4 (A Öj. 49-5 1 )
Ve eger [soylu bir adam, Mısır Ü l kesi'nden kaçarsa ya da] tek
bir halk Amurru Ü l kesi Kralına gelirse, sonra (Am urru Kralı Ben­
tesina onları yakalası n]. Ve onları beyi Hatti Ülkesi Kralına gön­
dersi n.[Ve Hatti Ü l kesi Kralı Büyü k Kral Hattuşili], Mısır Ü lkesi
Kralı Büyük Kral Amon'un [sevgilisi Ramses'e onları göndersin]
& 1 5 (A Öj. 52-54)
Ve [eger tek bir adam kaçar ta nınmayan adam] Mısır Ü l kesi
[kralının bölgesinden kaçarsa) ve [onu n hizmetine devam et·
mek isteme�lerse, sonra Hatti Ü l kesi Kra l ı Büyük Kral Hattuşili],
kardeşi nin eline onları versin. Ve [onların Hatti Ü l kesi'nde otur·
malarına izin vermesin].
Hitit Hukuku / 1 59
Bı 1 6 (A Öy. 54-57)
(Ve eger yüksek rutbeli bir memur ya da iki kisi, Hatti Ülkesin­
den kaçarsa ve Mısır(?) Ü l kesi'ne], Hatti Ülkesi (Kralı Büyük Kral
Hattuşili'nin hizmetine devam etme]mek için [gel irse, sonra
Amon'un sevgilisi Ramses onları yakalasın). Ve onları kardeşi
[ H atti Ü l kesi kralı Büyük Kral] Hattuşili'ye göndersi n.
Bı 1 7 (A Öy.57-60)
( Eger yüksek rütbel i bir memur ya da iki adam, Mısır Ü l kesi'n­
den] kaçarsa ve [ Hatti Ü l kesi'ne] gelirse, sonra [Hatti Ül kesi
Kralı Büyük) Kral Hattuşil i [onları yakalasın). Ve onları [kardeşi
Mısır Ülkesi Kralı Büyü k Kral) Amon'un [sevgilisi Ramses'e] gön­
dersin.
Bı 18 (A Öy. 6<>64)
(Ve eger Hatti Ü l kesi'n]den [bir], iki [ya da üç adam] kaçarsa ve
onlar kardeşi Mısır Ü l kesi [ Kralı Büyük Kral Amon'un] sevgilisi
Ramses'e [gelirse], son ra [Mısır Ü l kesi kralı], Büyük Kral
Amon'un sevgilisi [ Ramses] onları yakalasın. Ve onları kardeşi
Hattuşili'ye -kardeş çocukları için- [göndersin]. Fakat [onlar]
suçla rından dolayı [onları cezalandırmasınlar]. Onlar [onları n
gözlerin i çıkarmasın. Ya da dillerini] kopartmasın.Ve [onlar on­
ları n ] ayakları nı kesmesin. Ya da kulakları n ı [koparması nlar(?)].
Ve [onlar onların evlerini], çocukları ve [karılarıyla birlikte mah­
cetmesinler(?)].
Bı 1 9 (A Öy. 65-70)
Ve eger [bir], iki ya da üç adam [Mısır Ülkesi'nden kaçarsa] ve
[onlar] Hatti Ülkesi Kralı Büyü k Kral Hattuşili'ye gelirse], ka rde­
şim H atti Ül kesi Kralı, Büyük Kral Hattuşili onları yakalası n. Ve
[onları] Mısır Ül kesi Kralı Büyük Kral Amon'un sevgilisi Ram­
ses'e, -Hattuşi l i ve Mısır Ü l kesi Kralı Ramses kardeş oldu kları
için- göndersi n. Fakat onlar suçları ndan dolayı cezalandırılma­
sın. Onlar onların gözleri ni çıkartmasın. Ve [dilleri n i ko)partma­
sın. Ve onlar (onların kulakları n ı kesmesin. Ya da ayaklarını ko­
partmasın(?). Ve onlar onların evleri ni], ogulları ve karıları ile
birl i kte [mahvetmesinler].
1 60 / Hitit Hukuku
Daha sonraki satırlar çevrilemeyecek kadar kırıktır.
[ . . . Amon 'un sevgilisi Ramses ' in] mührü, [ . . . Güneş Tanrı­
sı 'nın mührü.

Wilusa Ülkesi 'nin Kralı Alaksandus ile il. Muwattalli ara­


sındaki antlaşmanın 1 8. maddesi (veya paragrafında) şöyledir:

"Ben Tan rı yemini altına, tutsakların meselesini şöyle yerleştir­


dim; eger bir tutsak, Hatti Ülkesi'nden katıp gel i rse, onu geri
vermesi nler. Hatti Ülkesi'nden bir tutsagın veri lmesi uygun de­
gildir. Fakat, eger bazı zanaatkarlar kaçar ve o, işini teslim et­
mezse, onu yakalası nlar ve sana döndürsünler. Eger düşman bir
ü l keden herhangi bir tutsak yakalanırsa ve o Hatti Ü l kesi'nden
kaça rsa ve senin ülkene giderse ve sen onu yakalamazsan ve
onu bana geri vermezsen fakat d üşmana onu geri veri rsen, bu
da tanrı yemini altına konsun."

Bu satırlar sığınmacılarla ilgili ilk düzenlemelerden biri


olması bakımından oldukça önemlidir.
Wilusa Kralı Alaksandus iJ� il. Muwattalli arasındaki ant­
laşma ile Wilusa Ülkesi 'ni işgal eden düşmanlardan Wilusalı­
ların Hititlerce kurtarılarak, yönetimin yine Kral Alaksandus 'a
bırakıldığı görülmektedir. Aynca kendi siyasi ve sosyal gele­
neğinde krallığının devamı taahhüt ve koruma altına alındığı
Hitit krallığının verdiği güvence ile açıkça anlaşılmaktadır.
Hititler bu antlaşmada görüleceği üzere1161 Wilusa'yı işgal
edip, sömürgeleştirerek tahakküm altına almak yerine, ülke­
lerinin eski haline gelmesini tercih ederek siyasi ilişkilerini
ve güvenliğini bu bağlamda sürdürmeyi tercih etmektedir. Bu
tercih, antlaşmaların en önemli karekteristik özelliğidir; Hitit­
lerin antlaşmayı yaptıran taraf ve galip güçlü devlet olmasına
karşılık, yükümlülüklerde nerdeyse eşit sorumluluk taşındığı
gözlenmektedir. Bu bakımdan da Hititlerin Wilusa ile ilgili
bu siyasi ilişkisinin temeli, egemenl ik, karşılıklı koruma,
özellikle sınır güvenliğini sağlama misyonunda üçüncü dev-
H itit H ukuku / 1 61
Jetlerden gelebilecek saldırılarda11171 karşılıklı subaplık görevi,
saldırmazlık antlaşması, yapılacak askeri bir harekette Wilu­
sa'nın (Troya' nın) asker ve mühimmat sağlaması, aynca suç­
lulann iadesi gibi bir sınır devleti ile yapılacak çeşitli yüküm­
lülükleri içeren, karşılıklı yükümlülükler yüklenildiğidir. 1 •1
Mısır Firavunu il. Ramses ile 111. Hattuşili arasındaki Ka­
deş Antlaşması 'nın yine 1 8. maddesi ya da paragrafında ( . . . )
"

ve eğer Hatti Ülkesi' nden bir, iki ya da üç adam kaçarsa ve


onlar kardeşi Mısır Ülkesi Kralı Büyük Kral Amon ' un sevgi­
lisi Ramses' e gelirse, sonra Mısır Ülkesi Kralı , Büyük Kral
Amon' un sevgilisi Ramses onları yakalasın. Ve onları kardeşi
Hattuşili'ye kardeş oldukları için göndersin. Fakat onlar suç­
larından dolayı onları cezalandırmasın/ar. Onlar onların
gözlerini çıkarmasın. Ya da dillerini koparmasın. Ve onlar
onların ayaklarını kesmesin. Ya da kulaklarını koparmasın­
lar. Ve onlar onların evlerini çocukları ve karılarıyla birlikte
mahvetmesinler" denilmektedir.
Görüleceği üzere Hititler, ülkelerinden kaçan sığınmacıla­
ra dair antlaşma metninde yine çağına göre yeni bir insancıl
anlayışı sergilemektedirler. Hititler, o güne kadar doğal kabul
edilen dil koparma, göz çıkarma, kulak kesme, kol ve ayak
kesme gibi işkence cezalarını yasaklamakla beraber, suçlulu­
ğu ileri sürülen kişinin, ailesi ve yakınlannın da aynı suç ve
cezadan toplu olarak sorumlu tutulmasını engelleyen bu dü­
zenlemeyle, genel hukuk ilkelerinden "suçta ve cezada kişi­
sellik" ilkesine doğru hukuki düzenlemelerini uyarlamaya
başladığı bilinen ilk uygarlıktır.
Devam eden 1 9. maddede aynı yükümlülük Mısır Kralı il.
Ramses'e karşı Hitit Kralı Hattuşili için de düzenlenmiştir.
Antlaşmanın bütünü incelendiğinde Hititlerin Mısır ' la
yaptığı bu savaşta daha egemen ve üstün bir konumda oldu­
ğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna rağmen Mısır Firavunu il.
Ramses ' in Hitit Kralı I I I . Hattuşili 'ye yazdığı ve Boğaz­
köy 'de bulunan mektubundan da anlaşılacağı üzere, ilk ant­
laşma girişimini Hitit Kralı I I I . Hattuşili yapmıştır.189>
1 62 / Hitit Hukuku
Bu yaklaşım ise Hitit uygarlık felsefesine uygun olarak
çatışmayı yüceltip, fiziksel olarak ezip yok ederek, iktidar
körleşmesinde yok olmayı değil, barışçı bir yaşam anlayışını
savunmanın doğal sonucudur.
Hititlerle Mısırlılar arasındaki savaşın Kadeş civarında
geçmiş olması ve dünyada ilk uluslararası antlaşma olarak
Kadeş Antlaşması adı ile bilinen<'°> bu antlaşma Kadeş 'te ya­
pılmadığı gibi, savaştan da on beş yıl sonra gerçekleştirilmiş­
tir. III. Hattuşili antlaşma metnini Hattuşa'da (Boğazköy) gü­
müş bir tablet üzerine yazdırmış, daha sonra da gümüş table­
tin üzerine kendi mührü ile Kraliçe Puduhape 'nin mührünü
vurdurarak, tableti Mısır 'a göndermiştir.<9 1 > il. Ramses ' ten de
aynı şekilde antlaşma metnini gümüş bir tablet üzerine yazdı­
rıp kendisine göndermesini istemiştir. il. Ramses, III. Hattu­
şili 'nin isteğine uyarak bu antlaşma metnini gümüş tablet
üzerine yazdırıp III. Hattuşili'ye göndermiştir. il. Ramses ' in
göndermiş olduğu bu antlaşma metninin Boğazköy ' de kil
tablet üzerine Akadça yazılmış örneği bulunmuştur.<92 > Fakat
il. Ramses antlaşmayı kendisi için bir haşan olarak göster­
mek amacıyla Mısır diline çevirtmiş ve Mısır hiyeroglifleriy­
le yazılı bu metni de, Kamak ve Rameseum Anıtlarında, Mı­
sır halkına sergilemiştir. Propaganda niteliğindeki bu sergile­
mede il. Ramses, Mısırlılara ve daha sonraki zamana kendi­
sini ve iktidarını güçlü göstermek amacıyla çeviride bir kısım
tahrifatlar yaptırmıştır. Bütün Hitit-Mısır yazışmalarında, Hi­
tit Kralı ' ndan "Büyük Kral" ve Hitit Kraliçesi ' nden "Büyük
Kraliçe" diye söz ettikleri halde, Mısır diline çevirdiklerinde
kral ve kraliçenin unvanları değiştirilerek Hitit Kralı ' ndan
"Büyük Prens", Kraliçesi ' nden "Büyük Prenses" diye söz et­
mişlerdir. 1931
Çevirideki tahrifatın unvanlarla sınırlı kalmadığı, savaşın
başlangıç, gelişim ve sonuçlarının anlatıldığı hiyeroglif anla­
tımlarda da abartı ve tahrifatlar olduğu bugün için bağımsız
araştırmacılarca dillendirilmeye başlanmıştır.
Hitit siyasi antlaşmalarında "içten yürekten bir işi yerine
H itit Hukuku / 1 63
getirmek" deyimine sıkça rastlanmaktadır. Oysa bu ibareye
Mısır belgeleri içerisinde rastlanmamıştır. Ancak MÖ l . bin
antlaşmaları, Hitit antlaşma geleneğinde geliştirilmiştir. ( . . . )
Hitit devletinin antlaşma geleneği daha sonraları, Grek ve
Roma antlaşmalarında da1941 horkia temnein, syyntheke kai
horkos, filia kai symmachia, amicitia et societas, parabaine­
inde/lesasthai, ramperelfragere görülmektedir. Özellikle Hi­
tit antlaşmalarından bilinen tanrı listesi ve bu liste içinde sa­
yılan yer, gök, dağlar, nehirler ve "Dostuma dost, düşmanıma
düşman ol", "Tüm gücünle ve tüm kalbinle yardım et" cüm­
leleri sonradan Grek antlaşmalarına da yansımıştır.1951
Hititlerin diğer krallıklarla yaptığı antlaşmanın niteliksel
fark ve özelliği gereği antlaşmanın muhatabı diğer krallık ül­
kesini sömürgeleştirip işgal etmeyi ve fiziksel olarak da yok
etmeyi değil, o ülkenin siyasi, ekonomik ve kültürel olarak
yaşamasını sürdürmeyi amaçladığını, alınan verginin o kral­
lık için ağır gelmesi halinde o ülkeyi kısmen veya tamamen
bu yükümlülükten muaf tutabildiğini, Tarhuntassa Ülkesi ile
yapılan antlaşmadan anlamaktayız.
Tarhuntassa<'Hi> ile yapılan antlaşmada açıkça görülmekte­
dir ki bu ülkeden alınan vergi ve beklenen askeri yükümlülü­
ğün, Tarhuntassa Ülkesi için ödenemeyecek ve ifa edilemeye­
cek boyutta ağır gelmiş olması göz önüne alınarak, Hatti Ül­
kesine yapılacak askeri yardım ve vergiden kısmen veya tüm­
den muaf tutulmuştur.1971
Yasal devletlerle yapılan antlaşmalarda dikkati çeken suç­
lar arasında ise1981 kralın iktidarını korumamak ve kralın me­
selelerine öncelik tanımamak, kral için duyulan kötü sözü is­
yan planlarını ihbar etmemek ve başka iktidarı kabul etmek,
savaş zamanı tüm askeri güçleriyle yardıma gelmemek, her­
hangi bir düşman ülkesini ayaklandırmak, savaş tutukluları­
nın ve mültecilerinin iade edilmemesi ve başka ülkelere kaç­
masını sağlamak, Hatti'nin sınırına göz koymak, başkaları ile
işbirliği yapıp ayaklanmak, saray kadınlarına karşı uygunsuz
davranışlarda bulunmak, düşman saldırıyor diye kuvvet iste-
1 64 / Hitit Hukuku
mek ve onu düşmana mal etmek ve antlaşmanın sözlerini de­
ğiştirmek1991 gibi konular gelmektedir.

H itit Suç ve Ceza H u ku ku n u n,


Asu r ve S o m e r H u ku kuyl a Ka rşı l a ştı r ı l ması

Eski Önasya hukuk belgelerinin gün yüzüne çıkmış olma­


sı, hukuk tarihinin Roma ile başladığı inancının değişmesine
neden olmuş ve insanoğlunun ondan çok daha önceki devir­
lerde toplum içi adaleti ve barışı sağlamaya yönelik yazılı ya­
salara ve oldukça iyi işleyen yargı sistemlerine sahip olduğu
bilgisi yaygınlaşmaya başlamıştır.
Bu konuda ilginç bir örneği Mezopotamya'da İsin Kenti
Krallığında işlenen bir cinayetle ilgili mahkeme karan oluş­
turur. Buna göre, üç kişi bir tapınak görevlisini öldürür ve her
nedense bunu ölen adamın karısına da söylerler. Kadın duru­
mu gizler ve idari makamlara bildirmez. Olay açığa çıkar ve
İsin Kralı Ur-Ninurta'nın (MÖ 1 923- 1 896) önüne getirilir.
Bunun üzerine, kral davanın incelenmesini, aynı zamanda
mahkeme görevi de yapan Nippur Kenti Kuruluna verir. Ku­
rulun, çeşitli mesleklerden oluşmakla birlikte, davalarda yar­
gıçlık görevini üstlenen on bir üyesinden dokuzu, kadını da
cinayetten suçlu bulur. Fakat diğer iki üye buna itiraz eder ve
derler ki: "Kadın ne yaptı ki, o öldürülsün?"
Kurul üyeleri bu savunmayı haklı bulurlar ve kadının ci­
nayete katılmadığını, susmasının onu, adalet karşısında suçlu
duruma düşürmediğini kabul ederler ve yalnızca üç katili ida­
ma yollarlar.
Bu tablet üzerinde çalışan Asurolog Samuel N. Kramer,
böyle bir dava konusunda çağdaş (modem) Amerikan Mah­
kemelerinde ne gibi bir karar verileceğini öğrenmek ve arala­
rında yaklaşık dört bin yıllık bir zaman farkı olan iki toplum­
daki hukuk anlayışını karşılaştırmak için, metnin çevirisini
Pennsylvania Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olan ve
H itit H ukuku / 1 65
1 930- 1 945 yılları arasında Amerika B. D. Yüksek Mahkeme­
si ' nde yargıçlık yapan Owen J. Roberts' a gönderir. Gelen ce­
vap aynen şöyledir: "Bizim yasalarımıza göre, kadın suç or­
tağı olarak kabul edilemez. Suç ortağı (fer' i fail) sayılmak
için , yalnızca cürmün işlendiğini bilmek yeterli olmaz, cür­
mün kabulü, suçun işlenmesinde yardım ve yataklık etmek ge­
rekmektedir. "
Görüleceği üzere, günümüz yargıçları da bu dava hakkın­
da Nippur Kenti Kurulu ile aynı yargıya varmışlardır.<'001
Eski Önasya 'da ele geçen en eski adalet belgesi, Sümer
krallarından Urukagina' ya (yak. MÖ 235 1 -2342) ait sosyal
içerikli bir fermandır. Bilinen ilk yasa metni ise, yine bir Sü­
mer kralı olan Umammu (MÖ 2 1 1 1 -2094) tarafından yazdı­
rılmıştır. Eski Önasya yazılı yasalarının, örf ve adet hukukun­
da o güne kadar geçerli olan kurallarla, aynı zamanda başyar­
gıç olan krallar, yargıçlar ve yargı erkine sahip diğer görevli­
ler tarafından verilen çeşitli mahkeme kararlarının toplanma­
sına dayandığı kabul edilir. Örf ve adet/teamül hukuku bir
toplumda kendi kendine oluşan ve sürekli yinelenerek yerle­
şen adetlerin, zamanla yaptırıma bağlanmasıyla (yani bunla­
ra uyulması için zorlayıcı hükümlerin tesis edilmesiyle) mey­
dana gelen kurallar bütünü, yazılı olmayan hukuk olup, yazı­
lı yasaların temelini oluşturur.
Günümüzde yapılmış birçok araştırma bize eskiçağ tarih
öncesi toplumlarının hukuk evrimi hakkında fikir vermekte­
dir. Genel olarak, az nüfuslu ülkelerde kuralların ihlalinin,
hukuk dışı toplumsal bir kontrol ile önlenmeye çalışıldığı
gözlenmiştir. Aynca, Tanrı buyruğu olarak görülen bu kural­
lara uymamanın günah olduğuna inanılması, toplum düzeni­
nin sağlanmasında etkili olmaktadır. Topluluk içi sorunlarda,
karşılıklılık veya tazminat yoluna gidilmekte, kişilerin ve ai­
lelerin arasındaki suç eylemlerinde ise, kısasa kısas, göze
göz, dişe diş (talion) yöntemi uygulanmaktadır. Bu durumda,
cezayı yerine getirmek, zarar gören tarafın bireylerine düştü­
ğünden, aileler arasında kan gütme olaylarının yaygınlaşma­
sı kaçınılmaz hale gelir. Bununla birlikte, zarar gören taraf
1 66 / Hitit Hukuku
daha akılcı bir yöntemle, özellikle ekonomik yararlan göz
önüne alarak, suçlunun tazminat ödemesini kabul edebil irdi.
Bu uygulama, sanığın "kendi başını satın alması" olarak ta­
nımlanır.
Kurallara karşı gelmenin tüm topluluğa zarar vermesi bir
tehdit oluşturması durumunda, suçlunun alaya alınması, top­
luluk önünde küçük düşürülmesi, dışlanması, sürgüne yollan­
ması ve en kötü ihtimalle linç edilmesi gibi yaptırımlar dev­
reye girer.
Nüfusça daha kalabalık toplumlarda ise, yargılama ve ce­
za verme yetkisine sahip olan bir reis veya kral gibi, merkezi
bir iktidar ortaya çıkar. Toplumsal yaşamın akışı içinde gele­
neksel olarak işleyen örf ve adetler, sosyal kalıplar bu iktidar
tarafından desteklenip derlenerek, sözlü ' bir case law ' (va­
ka/içtihat hukuku) haline getirilir.
İlkel toplumlarda din ile hukukun iç içe olması nedeniyle,
suç ve günah kavramları da birbirinden ayrılmaz. Ancak reis
veya kral tarafından bazı eylemlerin yeni birtakım suçlar ola­
rak kabul edilmesi durumunda, daha dünyevi (sektiler) ola­
caklarından, bunlardaki günah anlayışı da daha zayıf olur.
Günümüzden çok önceleri yaşamış olan Eski Önasya top­
lumlarının da, tarih öncesi evrelerinde sözlü gelenek yasala­
rına sahip oldukları çıkarsanabilmekte, sonradan yazının bu­
lunmasından sonra, yazılı yasalar haline getirdikleri hukuk,
hukukun "evrimleşmesinde" çok önemli bir aşama olarak ka­
bul edilmektedir. Çünkü böylelikle yargıçların, artık teamül
hukukunun her zaman ve her yerde aynı biçimde uygulanma­
yan sözlü kurallarına göre değil, tüm ülkede geçerli olan ya­
ı
zılı yasalara göre hüküm vermeleri sağlanmıştır. c ıoı
Mezopotamya toplumları tarihsel bir sıra içinde birbirleri­
nin hukuk sistemlerini ve yasalarını etkiledikleri gibi, çiviya­
zısı kullanan Hititler ve Hurriler de, hukuki ve iktisadi belge­
lerini Sümer ve Babil örneklerine göre düzenlemişlerdir. Bu
belgeler ve kavramlar çoğu zaman biçimsel olarak Sümer­
Babil örneklerine göre düzenlenmiştir. Bu belgelerin ve kav­
ramların biçimsel olarak Sümer-Babil örnekleriyle esaslı ben-
Hitit Hukuku / 1 67
zerlikler gösterdikleri , çiviyazısı hukukunun İbrani Hukuku­
nu da etkilediği kabul edilmektedir. Eski önasya yasalarının
tümü 'casuistic 'noıı biçimde düzenlenmiş yasa derlemeleridir.
Özel olarak incelememizde ortaya koymaya çalıştığımız
Hitit Hukuk Mevzuatı başlı başına bir külliyat oluşturmakta­
dır. Hitit yasaları muhafazakar değil, dinamiktir. Toplumun o
günkü koşullarına göre kendisini uyarlayabilmektedir. Yasa
maddelerinde eskiden böyleydi şimdi böyle şeklinde düzen­
lemeler ve zamanla daha doğacı ve insancıl reformlarla daha
özgürleştirici bir yönde ilerlediği görülmektedir. Kısasa kısas
hukukunun terk edilmesi, merkezi idareye de ödenmesi gere­
ken cezaların kaldırılması ile ölüm cezalarının büyük oranda
kaldırılması ilk planda bu özgürleştirici ruhun ve olgunun ör­
nekleridir.
Muhafazakarlıktan hızla uzaklaşarak kişisel güvence ve
adalet ülküsü ilkesiyle toplumsal ve doğa barışını amaçlayan
Hitit Hukuku, 3500-3600 yıl öncesinden günümüz "gelişmiş"
modem, merkezileşmişliği kutsayan tutucu yasalarına içten
içe gülümser gibidir. O çağ toplumlarının, kendileri için
önemli bulunulan ve gereksinim duydukları konulan yazılı
yasa haline getirmiş olduklarını (Hitit Yasaları ve Hammura­
bi Yasaları), diğer ihtilaf veya sorunlarını ise gelenek hukuk­
ları ile çözümledikleri görülmektedir.
Yasalarda, "eğer" edatı ile başlayan şart cümleleriyle be­
lirtilen tek tek suç eylemlerini ve bunlar için öngörülen ceza­
ları gösteren maddeler, mümkün olduğunca sistematize edile­
rek derlenmiştir. Bu kendi içindeki sistemle bir genel geçer­
lik özelliği taşıyan hukuk örgüsüdür.
Modem Hukuktaki soyut normatif düzenin yargılama araç
ve kültürü ve amaçladığı "eşitlik kavramıyla" suç faillerinin
işledikleri iddia edilen suçun maddi unsurlarını, failin ve ola­
yın kendine özgü farklılıkları, değişkenlikleri ve olayın nes­
nel koşullarını genelde daha önceden belirlenmiş kalıplara
uyarlayarak (bir bakıma yok sayarak) ulaştığı kararların adi­
lane olması oldukça güçtür.
Adil olmayan kararlan önlemek için çağımızda önceleri
1 68 / Hitit Hukuku
kastın varlığı araştırılır. Zamanla bu şart olgusu yerine, zarar
ve tehlike suçları kavramıyla şekli suç ve objektif sorumlulu­
ğa doğru kayış söz konudur. Önceden tasarlanarak belirlen­
miş genel soyut kuralların bu biçimine ilk olarak Roma İm­
paratorluğu 'nda rastlamaktayız. Çalınabilecek her şeyi tek
tek maddeler halinde sayarak, her biri için ayn cezalar sapta­
mak yerine, soyut bir hırsızlık kavramı yaratmak ve cezayı
buna göre tayin etmek, hukuk evriminde sanıldığının aksine
bir aşama olmayıp, eşitsizlikler yaratarak, statükoları ve sı­
nıfsal yapıları koruyan modern bir yapıdan başka bir sonuca
yol açmamıştır.
Çağına göre Hitit Hukukunda 'casuistic ' hukuk özelliği et­
kin olmakla birlikte kendi içinde soyut norm özellikleri de ta­
şımaktadır. Hitit kralları, yayımladıkları talimatnamelerle hu­
kuk uygulamacılarından, kararlarının adil olabilmesi için,
özellikle daha yoksul ve güçsüzlerin gözetilmesini ve ayrıca­
lıklı tutulmasını istemiştir.
Sadece Hitit Hukukunda açıkça görebildiğimiz bu ayrıca­
lık, ekonomik ve fiziksel bakımdan daha güçsüz ve zayıf ko­
numdakilerle, yaşsal, cinsel ve ülkesel farklılıklar taşıyan ki­
şilere, yasaların pozitif ayrımcılıkla uygulanmasını amaçlar.
Böylelikle adalet terazisi kefeleri içindekilerin her zaman ay­
nı homojenlikte olamayacağı gerçeği karşısında, varolan ihti­
lafı gözü bağlıu03ı soyut yasa normuna uyarlama şeklinde de­
ğil, açık gözlerle, tarafların tüm farklılıklarının gözetilerek
karara varılması, Hitit adalet anlayışının esasıdır. il. Tuthali­
ya talimatnamesini tekrar hatırlarsak eğer:
"Hangi kente dönerseniz dönün , kentin bütün insanlarını
toplayınız. Her kimin bir davası varsa, onun hakkında karar
veriniz ve onu memnun ediniz. Eğer bir kölenin , veya hizmet­
karın veya yaşlı bir kadının, bir davası varsq, hakkında karar
veriniz ve onu memnun ediniz, " diyerek daha zayıf ve korun­
masız olanların memnuniyetinin titizlikle sağlanmasını
amaçlamıştır.
Hitit adalet anlayışında, eşitlik kavramının bu yönden po­
zitif ayrımcılığa tabi tutulup, gözetilmiş olduğu kanıtlanmak-
H itit H ukuku / 1 69
tadır. Aynı şekilde bu yöndeki diğer kral talimatları da bu hu­
susun özenle korunup kollandığı yönündedir. Yani çözüm
için Hitit yargısı önüne gelen bir ihtilafın veya vakanın ilk
görünüm ve izleniminden öte görünmeyen yanlarının ve ta­
rafların kendi öznel koşullarının özenle araştırılması, fiziksel
ve ekonomik yönden güçsüz konumdaki kişilerin özellikle
gözetilmesi istenmektedir. Bu kişilerin Hani Ülkesi ' nin dışın­
daki diğer ülke insanları olması halinde ise dikkat ve gözetil­
me aynca önem kazanmaktadır. Kendi ülke yasası onun lehi­
ne ise öncelikle onun uygulanması hususunu yine talimatna­
melerden bilmekteyiz.
Şunu belirtmek gerekir: Düzenleme biçimleri11"1 bu yasa­
ların birbirlerinden etkilendiklerini gösterse de, Asianik kö­
kenli Sümerlerin, Sami ırktan Asur ve Babillilerin, Hint-Av­
rupalı Hititlerin farklı örf ve adetlere sahip olmaları ve bun­
ların yasalarına yansıması nedeniyle, hepsi aslında kendileri­
ne özgü bir karaktere sahiptirler. Genel olarak her toplumda
suç kabul edilen, adam öldürme, sakatlama, hırsızlık, zina gi­
bi eylemlerin yanı sıra, her yasada farklı norm ihlalleri bulun­
duğu ve çoğunlukla aynı tip suçlara farkl ı cezalar verildiği
saptanmaktadır. Örneğin, ' talion ' uygulaması Sümer ve Hitit
yasalarında görülmezken, Sami kabile geleneklerine bağlı
kaldığı anlaşı lan Asur ve Babil devletlerinin yasalarında var­
lığını sürdürür. Aynca, içinde bulunulan coğrafi mekana bağ­
lı değişik yaşam biçimleri de, farklı yasa maddelerinin ortaya
çıkmasına yol açar.
Örneğin, Hitit yasalarında pek rastlanmayan gemicilikle
ilgili maddelerin, Dicle ve Fırat nehirlerinin ulaşım ve taşı­
macılıkta kullanılabilmeleri nedeniyle daha çok Mezopotam­
ya yasalarında yer aldığı görülmektedir.
Hammurabi Yasalarına göre, bir adam kavga sırasında bir
adamı döverse ve adam bu darbe nedeniyle ölürse, ona vuran
kimse ' Bilerek vurmadım ' diye yemin ederse, ölüm cezası al­
maktan kurtulmaktadır, fakat 1 /2 mina ( 1 mina=yaklaşık 1 /2
kilogram gümüş) tazminat ödemekle yükümlü tutulmaktadır
(madde 206). Bu durum, yasanın kazayla adam öldürme su-
l 70 / Hitit Hukuku
çunu, bilerek ve isteyerek adam öldürmekten ayırt ettiğini
göstermektedir. Aynı anlayış Hitit Yasalarında da kendini
göstermektedir. Buna, "Bir kimse özgür bir kadına veya erke­
ğe vurursa ve o (bu yüzden) ölürse, ama bu bir kaza ise, yani
vuran kişi öldürmek kasbyla vurmadıysa, tazminat ,olarak da
2 kişi verirdi" (madde 3) gösterilebilir. Bu, kavga sırasında
adam öldürmeye verilen cezanın yarısıdır. Yasada, istemeden
adam öldürme eylemi kessarsis wastai 'onun eli suç işler'
ifadesiyle belirtilmektedir. cı05ı
Hitit Yasalarının imparatorluğun son evrelerinde yazılan
paralel versiyonunun 3 . maddesinde, adam öldürme suçunun
'önceden tasarlayarak (taammüden) ' , ' kavga sonucu ' ve ' ka­
zayla' olmak üzere üç ayn kapsamda ele alındığını ve cezala­
rın da buna göre belirlendiğini görmekteyiz. Maddenin içeri­
ği şöyledir: "Eğer bir kimse, Hititli bir tüccarı malları yanın­
da iken öldürürse), ( . . . ) mina gümüş verir ve malların üç mis­
li olarak tazmin eder. Eğer malları yanında değilse ve biri
onu kavga sonucu öldürürse 6 mina (=240 şekel; Hatti' de 1
mina=40 şekel) gümüş verir; eğer el suç işlerse (yani bu bir
kaza ise) 2 mina gümüş verir" . Yasaların eski versiyonunda
(madde 5), bu eylemlerin yalnızca birinci şıkkı konu edinmiş
ve ceza 100 mina (4000 şekel) gümüş olarak belirlenmiş­
tir.<'°'>
Sami kökenli Asur ve Babil devletleri gelişkin ve Hititler­
den daha eski bir devlet yapısına sahip olmaları ve ilk yazılı
uygarlığın temsilcileri olmalarına rağmen, bu uygarlıkların
gelenekçi kabile törelerinin etkilerinden kurtulamayışları yü­
zünden yasalarında iyileştirmeye gidememişlerdir. Oysa za­
man içinde Hitit yasalarında işkence ve ölüm cezalarında re­
form yapılmıştır.007>
Aynca Asur ve Babil devletlerinin daha merkeziyetçi ve
daha buyurgan yapılarının, ilk yazılı yasalardan olan yasala­
rını da kısasa kısas mantığı ve ruhu üzerinden oturtmuşlardır.
Hitit Hukuku ise yasalarını "dişe diş, göze göz" ilkel kabile
mantığı ve ekseninden kurtararak mağdurun mağdurluğunu
H itit Hukuku / 1 71
gidermek amacıyla tazmin etmeyi ön plana almıştır. Hukuku
ihlal eden kişiyi, kadın, "köle" de olabilir, yine eski haliyle
toplumdaki yerine döndürerek ona hayat boyu bir suçlu yaf­
tası takmaktansa, cezasından sonra normal yaşamına döndü­
rerek kaldığı yerden devamını sağlamaya çalışmaktadır.
Hitit Hukuku, Asurlar ve Babiller kadar eski ve yazıyı ilk
kullanan devlet olması itibariyle de önemlidir. Ve yasalarının
ruhu, daha çok doğa merkezli olup, doğadan kopmamış insan
ve diğer canlıların yaşamlarını nasıl barış ve uyum içinde sür­
dürebileceklerine dairdir. Yasaların ihlali, tanrıların içinde ya­
şam bulup, yaşattığı ve en değerli kabul edilen doğaya karşı
yapılmış bir haksızlık ve ihanet olarak kabul edilmektedir.
Hititlerin ekonomik üretim ve ticaret ilişkileriyle toplumsal
yaşamdaki sınıfsal yapıya rağmen, idari yönetim ve hukuksal
örgülerinde, zayıfı güçlüye karşı koruyan, doğacı ve insancıl
hukuku, günümüz Modem Hukukunun tartışmaksızın kutsal­
laştırdığı ve ayrımcılıkları kamufle eden "eşitlik ülküsün­
den'" 1 08> çok ötede, "adaleti" gerçek anlamda görünür kıldık­
ları söylenebilinir.
Asur Yasaları ile Susa'da bulunan bir nevi Sümer hukuk
derlemesi niteliğindeki Hammurabi Yasası (fermanının) Hitit
Hukukundan daha sert ve ağır ceza ve yaptırımlar öngörme­
lerine rağmen, hem tarihin bilinen ilk yasal düzenlemeleri ol­
maları bakımından önemlidir hem de bu düzenlemeleriyle bi­
le genel ceza hukuku bulunmayan, statüsel güç ve keyfiliğe
bağlı ve hakk ı n daha çok intikam duygusu üzerinden yürütül­
düğü Roma Hukukundan üstündür. Çünkü her ne kadar Sü­
mer yasaları, Hitite göre sert ve ağır bedensel cezalar öngör­
se de, tarihi bakımdan ceza hukukunu yasalara bağlayarak
keyfiliğin ve gücün hukukunu önleme misyonuyla önemlidir.
Çok sonraları kodifiye edilen Roma Hukukunun Codex
Juistinianus ile Code Napoleon 'u üzerinde Hammurabi yasa­
ları ilkelerinin etkisini de aynca belirtmemiz gerekir.
ı 72 / Hitit Hukuku
Notlar
(1 ) lmparati, l .
(2) lsabelle Klock-Fontanille, Hititler. 98.
(3) lmparati, 4-6.
(4) Dinc:ol, l O, l l .
(5) lmparati, 2-4.
(6) Archi, Hititlerde insanlık, Florilegium Anatolicum, Paris, Ed. De Boc­
card, 1 979, s. 37, 48, 4 1 'den aktarım H ititler, lsabel le Klock-Fonta nil­
le, s. 92.
(7) Bryce, 58.
(8) Bryce, 58-6 1 .
(9) Gurney, 80.
(1 O) Gurney, 83.
(1 1 ) Bryce, 55.
(1 2) Brandau-Hartmut, 1 49 - 1 5 1 .
(1 3) Gurney, 82.
( 1 4) Brandau-Hartmut, 1 49-1 5 1 .
(1 5) Gurney, 84.
(1 6) Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevl i leriyle İlgili Bir Direktif Met-
ni, s. 40.
(1 7) Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, 2. cilt, 1 8 1 , 1 82.
(1 8) Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, 59-63.
(1 9) İlhan Özay, İkinci Bine Kavuşurken Günışı!}ında Yönetim: 1 -4.
(20) Bu yönde hititologlar arası nda bir fi kir birligi olmadıgı gibi konunun
da o kadar net ol mayışı sebebiyle metnimizde bu meclisi Panku(s) ola­
rak adlandırmayı tercih etti k.
(2 1 ) lmparati, 4, 5.
(22) Madde 55, Hoffner: "Sahhan hizmeti veren bir Hitit (delegesi) geldi­
gi zaman, kralın babası na saygılarını sunarlardı ve şöyle derlerdi: 'Ki m­
se bize ücret ödemiyor. Bizi (şöyle diyerek) redded iyorlar: 'Sizler işi ni
sahhan hizmeti olarak yapıl ması istenen adamlarsı nız! Kralın babası
meclisin ortasına [geli rdi) ve onlara mührü ile talimat verirdi(?).' 'Siz de
tıpkı meslektaşlarınız gibi (sahhan hizmeti) vermel isiniz.' •

Friedrich: "Hatti insanları, Lehen-insanları, geldiklerinde ve kralın babasına


referans gösterdik[lerinde] ve: 'Ki mse maaş ödemiyor, ve onlar bizi (şu
Notlar / 1 73
sözlerle) küçük görüyorlar': 'Siz Lehen-insanları(sınız)', dedikleri sırada
kralın babası toplantıda [ayaga kal ktı] ve emir verdi: 'Gidin, yoldasla­
rınız gibi, böyle olmalısınız siz.'

(23) Brandau-Hartmut, 9 5-98.


(24) Çal ışmanın daha sonraki bölü mleri nde ele alıp inceleyecegimiz H itit
yasaları, mahkeme isleyisi, devletlerarası hukuku, tal imatnameleri, ida­
ri yapısı, Panku(s) soylular meclisi bir bütün olarak H itit Hukuk düzeni
degerlendirildigi nde karsımıza son derece demokratik sayılabilecek bir
meşruti monarşi yönetimi çıkmaktadır. Modern tarih, MS 1 2 1 5 ' de İ n­
giliz soylularının, Kral Yurtsuz John ' a i mzalattıkları Magna Carta 'yı
meşruti monarşinin başlangıcı olarak almayı ve bunu ilk i nsan hakları
belgesi olarak kabul ettirmeyi gelenekselleştirmiştir. 3500 yıl önceki
H itit H ukuk düzenini ve Panku'yu düşününce bu tahrifatlı ve ideolojik
miladi belirlemeci yaklaşımın, tüm hukuk ve insan hakları dünyasını da
esi r almış oldugunu üzülerek bel irtmek zorundayız.
(25) Bu durum günümüz ceza ve devletlerarası hukukunun genel bir pren­
sibi olan, o ülke için yabancı olan kişinin kendi ü l kesi nde ölüm cezası
veya işkenceyle karsılaşma olasılıgına karsı iade edilmemesi kuralıdır.
(26) Brandau-Hartmut, 1 43-1 45.
(27) H itit araştırma sonuçlarının, genell i kle modern ideolojik termi noloji­
ye hapsolunarak aktarıldıgına şahit olmaktayız. Modernitenin "geliş­
me", "degişim", "ilkel", "modern" ve "ilerleme" kavram ve nitelendi rme­
leri bu degerlendirmeleri n ana iskeleti ni oluşturmaktadır. Hal böyle
olunca bu çok yönlü kuşatı l mışlık altı nda H itit Hukuku ve toplumu, ta­
rih içinde hak ettigi yeri alamadıgı gibi, bıraktıgı miras da hemen he­
men hiç degerlendirilememiştir. Araştı rmacı-yazar Birgit Brandau ve
Hartmut Schickert'te yukarıda refera ns verdigim kısım ile ilgili çalışma­
larında H itit H u kuku üzerine olan bölümde diger çagcı lları gibi, o dö­
nemi bugünün modernite algılamasıyla ele almaktan kendi leri ni kurta­
ramadıkları ndan "Oldukça Modern Bir H ukuk Devleti" başl ıgı altında
vererek bu yönde bir kısı m sonuçlara varmışlardır.
(28} Dinçol, 1 1 , 1 2.
(29} Ti mur Demi rbaş, Kriminoloji, s. 1 2 5 vd.
(30) Hoffner, The Laws of Hittites, 1 , 2 .
(3 1 ) Gu rney, 80.
(32) Talimatla amaçlanan ya rgı işleyişinin gerçekleşti ri lmesi nde günümüz-
ı 74 / Hitit Hukuku
de dahi çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır.
(33) Gurney, 8 1 .
(34) Madde 1 1 1 . Hoffner: "{E(Jer] bir kimse bir [surjet(?) icin (sihir amacıy­
la) kile şekil verirse(?) bu büyücülüktür (ve) Kralın Mahkemesi icin bir
vak'adır. "
Friedrich: "[E(Jer] birisi {.....] balcık-kerpic ... -erse, (bu) büyücülük(tür)
(ve) kralın mahkemesi (ne cıkacaktır"'ıkacak bir şeydir). •
(35) Dincol 1 6- 1 8.
(36) Aygül Süel, "Hititlerde Suç ve Ceza", Anadolu Medeniyetleri M üzesi,
Konferans Metni, 1 3.
(37) Madde 1 , Hoffner: "[E(Jer bir adamı] ya da bir kadını bir [kav]ga so­
nucu biri öldürürse, [onu getirsi]n (defin icin) ve erkek ya da kadın 4
_
kişi (kelimeten: kafa) versin, ve {bunun icin onun evine] baksın. •
Friedrich:: "{E(Jer bir adamı] ya da bir kadını {bir kavga]nın sonucun­
da birisi döverek öldürürse, [sözü edilen-e tövbe etti(JV sözü edilen-in
cezasını cekti(Ji taktirde(?)], ve (gerci?) -erkek ya da kadın- 4 kişi verir(se
de?); o (onu) [evine] iter [de]. •
Madde 2, Hoffner: "{E(Jer bir erkek köleyi] ya da bir kadın köleyi bir
kavga sonucu biri öldürürse, onu getirsin (defin icin) [ve] erkek ya da
kadın {2] kişi versin (kelimeten: kafa) ve bunun icin onun evine baksın. •
Friedrich: "[E(Jer bir özgür olmayanı-erkek-] ya da bir özgür olmayanı­
kadın- bir kavga sonucu birisi döverek öldürürse, sözü edilen icin alı­
şılmış para cezasını ödedi(Ji taktirde (?), [ve (gerci?)J -erkek ya da ka-
dın- {2 kişijler verir[se de?]; o (onu) evine iter de. •
Madde 3, Hoffner: "{E(Jer] özgür bir [erke(Je] ya da özgür bir kadına
biri vurursa ve öyle ki o ölürse, ancak bu bir kaza ise, onu getirsin (de­
fin icin) ve 2 kişi versin (kelimeten: kafa), ve bunun icin onun evine
baksın. ·
Friedrich: "[E(Jer] özgür bir [erke}gi ya da [özgür] bir kadını birisi dö­
verse ve öyle ki o (bundan) ölürse, (yani e(Jer) eli [günah işjlerse, sözü
edilen icin alışılmış para cezasını ödedi(Ji taktirde (?), ve (gerci?) 2 kişi
verir(se de?); o (onu) evine iter de. •
Madde 4, Hoffrıer: "E(Jer bir erkek köleye ya da bir kadın köleye biri
vurursa ve öyle ki o ölürse, ancak bu bir kaza ise, onu getirir (defin icin)
ve bir kisi verir (kelimeten: baş), ve bunun icin onun evine baksın . •
Frledrich: "{E(Je]r bir özgür olmayanı-erkek· ya da bir özgür olmayanı-
Notlar / 1 75
kadın- birisi döverse ve öyle ki o (bundan) ölürse, (yani eger) eli günah
islerse, sözü edilen için alışılmıs para cezasını ödedigi taktirde (?). ve
(gerçi?) 1 kisi verir(se de?); o (onu) evine iter de. ·
Madde 6, Hoffne r: "Eger bir kisi, erkekya da kadın, baska(?) bir kent­
te öldürülürse, kimin mülkü üzerinde öldürülmüsse, (kurbanın mirasçı­
sı) onun topragından 1 2.000 metrekare (-3 İngiliz dönümü-acres)
alan kessin ve onu kendisine alsın. •

Friedrich: "[Eg)er bir insan -erkek ya da kadın- başka bir kentte öldü­
rül ü rse, öldü rüldügü mülkün {Gemarkung) üzerinde (o) 1 00 El len(?)
alan ayırır, ve onu kendisine alır."
(38) Harry Angier Hoffner, The Laws of Hittites, 1 68, 1 69.
(39) Johannes Friedrich, Die Hethitischen Gesetze, 90.
(40) l mparati, 1 9 1 .
(41 ) Friedrich, 89.
(42) l mparati, 1 92 .
(43) Belkis Dinçol, National Geographfic, Ocak 2006, s . 84.
(44) Günümüz adli sicil kayıtlarında uzunca bir zaman tutulan ve sonrasın­
da zorluklarla silinen veya hiç silinmeyen, kişiyi neredeyse ömür boyu
"suçlu" yaftası ile cezalandırma yönüne giden pratik hukuk uygulama­
sı ve mantıgı, kişinin tekrar sosyal yapı içerisinde yer edinmesi, barışçı l
yaşam ve özgüvenini kazanarak üretkenlige dönmesinde büyük engel­
lerden birisidir. Bugünün modern sistemi, kişileri uzun dönem sabıkala­
ma ve karalama hukuku ile, kişilerin birbi rleri ve toplumla ilişkisini düş­
manca bir hat üzerinden, yabancılaştırıp i ktidarını daim kılmaktadır.
(45) Gurney, 87.
(46) Madde 93, Hoffne r: "Eger özgür bir adamı eşikte yakalarlarsa (öyle
ki) eve henüz girmeden 1 2 seke/ gümüs öder. Eger bir köleyi esikte ya­
kalarlarsa, henüz eve girmeden 6 seke/ gümüş öder. ·
Friedrich: "Eger özgür bir adam önceden (?) yakalanırsa (ve) henüz
evin içine girmemişse, 1 2 seke/ gümüs verir. Bir köle önceden (?) yaka­
lanırsa (ve) henüz evin içine girmemişse, 6 seke/ gümüs verir. ·
(47) Madde 7, Hoffner: "Eger özgür bir kisiyi bir kimse kör ederse ya da bir
dişini vurup dökerse, eskiden 40 seke/ gümüş veriliyordu. Ama simdi
20 seke/ gümüs verir ve bunun için onun evine baksın. •
Friedrich: "Eger özgür bir insanı bir kimse kör ederse ya da dişini vu­
rup dökerse, eskiden 1 mina gümüs veriliyordu, simdi ise 20 seke/ gü-
1 76 / Hitit Hukuku
müs verir. ve o (onu) evine iter de. •
Madde 8, Hoffner: "Eger bir erkek köleyi ya da kadın köleyi bir kim­
se kör ederse ya da bir disini vurup dökerse, 7 O seke/ gümüs versin, ve
bunun icin onun evine baksın. •
Friedrich: "Eger bir erkek köleyi ya da kadın köleyi birisi kör ederse
ya da onun disini· vurup dökerse, 1 0 seke/ gümüs verir. ve o (onu) evi­
ne iter de. ·
Madde 9, Hoffner: "Eger bir kisinin basını bir kimse yaralarsa, eskiden
6 seke/ gümüs veriliyordu: yaralı taraf üc seke/ gümüs alıyordu, ve saray
icin üc seke/ gümüs alınıyordu. Ama simdi kral sarayın payını-vergisini
kaldırdı, böylece sadece yaralı taraf kendi için 3 seke/ gümüs alıyor. •
Friedrich: "Eger bir insanın basını birisi yaralarsa, eskiden 6 seke/ gü­
müs veriliyordu, ve yaralı 3 seke/ gümüs alıyordu, saraya 3 seke/ gü­
müs .alınıyordu. Simdi ise kral saraya vergiyi-teslimatı kaldırdı, sadece
yaralı 3 seke/ gümüs alıyor. •
Madde 1 0, Hoffner: "Eger (özgür) bir kisiyi bir kimse yaralarsa ve
onu gecici olarak kötürüm ederse (aciz bırakırsa?), o zaman onun bakı­
mını üstlensin. Onun yerine bir kisi versin ki, o iyi/esene kadar onun
malikhanesinde çalıssın. O iyilestigi zaman, (ona saldıran kisi) ona 6
seke/ gümüs versin ve hekimin ücretini de versin. •
Friedrich: "Eger bir insanı birisi yaralarsa ve onu hasta ederse, o za­
man sözü edilenin bakımını üstlenir, onun yerine bir kisi verir ki, o iyi·
/esene (kadar) onun evinde çalıssın. O iyilestigi zaman, ona 6 seke/ gü­
müs verir. Hekimin ücretini de o verir. ·
Madde 1 1 , Hoffner: "Eger özgür bir kisinin kolunu ya da bacagını bir
kimse kırarsa, ona 20 seke/ gümüs versin, ve bunun için onun evine
baksın. ·
Friedrich: "Eger özgür bir kisinin elini ya da ayagını birisi kırarsa, o
zaman ona 20 seke/ gümüs verir; o (onu) evine iter de. ·
Madde 1 3, Hoffner: "Eger özgür bir kisinin burnunu bir kimse ısırıp
koparırsa, 40 seke/ gümüs versin, ve bunun için onun evine baksın. ·
Friedrich: "Eger özgür bir kisinin burnunu birisi ısırır(da koparır)sa, 7
mina gümüs verir; o (onu) evine iter de. ·
Madde 1 7, Hoffner: "Eger özgür bir kadının cocuk düsürmesine bir
kimse sebep olursa, [eger] onuncu ayındaysa, 7 O seke/ gümüs versin,
eger besinci ayındaysa, 5 seke/ gümüs versin. Bunun için onun evine
Notlar / 1 77
baksın. ·
Friedrich: "Eger birisi özgür bir kadının vücut me[yves]ini iterek dü­
sürürse, {eger] onuncu ayı (ise), 10 seke/ gümüs verir; eger 5. ayı (ise),
5 seke/ {gümüs] verir; o (onu) evine iter de. ·
(48) Madde 23, Hoffrıer: ( 2 3. madde Hoffner'da 2 3/a ve 2 3/b şeklinde
iki ayrı madde şeklinde yer almaktadır.)
23/a: "Eger bir köle kaçarsa ve luwiya ülkesine giderse, kim onu ge­
ri getirirse, (sahibi) ona 6 seke/ gümüs versin. •
23/b: "Eger bir köle kaçarsa ve düsman bir ülkeye giderse, kim onu
geri getirirse, onu kendisi için alabilir. •
Friedrich: "Eger bir erkek köle kaçarsa ve luwiya ülkesine giderse,
kim onu geri getirirse, o zaman ona 6 seke/ gümüs verir. Eger bir köle
kaçarsa ve düsman bir ülkeye giderse, kim onu geri getirirse, o zaman
onu kendisi için alabilir. •
Madde 24, Hoffrıe r: "Eger bir erkek köle ya da kadın köle kaçarsa,
sahibi onu kimin ocagında bulursa, o kisi bir aylık ücretleri versin: 1 2
seke/ gümüs bir erkek için, 6 seke/ gümüs bir kadın için. ·
Friedrich: "Eger bir erkek köle ya da kadın köle kaçarsa, sahibi onu
kimin ocagında bulursa, (ona) bir erkegin 1 yıllık ücreti olarak {.. mi­
na(?)J gümüs verir, ancak bir kadının 1 yıllık ücreti olarak 40(?) seke/
gümüs verir. •
(49} Madde 26, Hoffner'da üç ayrı madde seklinde çevrilmistir:
§ 26/a: Eger bir kadın bir erkegi red{dederse], {adam] fona .. .} verir,
ve {kadın] tohumu için bir ücret [alır]. Ama adam [topragı] ve çocuk­
ları [alır]. [...]
(Dikkat: "her" seed diyor)
§ 26/b Ama eger bir adam bir kadını bos[arsa], [ve o ..... r ise o onu
] s[atar.] Onu kim alırsa [ona ] 12 seke/ gümüs ve[rir].
§ 26/c Eger [bir adam bir kadını] bos[arsa onu satar.] {Onu alan]
kisi ona 1 2 seke/ gümüs ve[rir].
Madde 26: Friedrich silik okunmayan bu maddeyi, dipnotta iki kısım­
da yorum ve tercümede bulunmustur;
( ..................................................] tarla [ ........ ]
[ .................................................. ] .. [ ....... }i (ismin -i hali anlamında çevir-

menin notu)
( .................................................. ] ...... [ ............. )
1 78 / Hitit Hukuku
[ ....................................... ........... ] ......... [ ........ ]
[ .................................................. ] ..... adam ( ........ )
Maddenin yorumu;
B'de de A'da anlaşılır bir metin kurmaya müsaade etmeyen izler ola-
rak kalmışlar sadece. A 1 60 ffde okunabilen şu:
( ............................................... ) kötü birisi .. ( .......... ] .. ediyor.
( ........................................................ .............................. ]
( ............................................ ) ....................... [ .................... )
( ......................................................... ] ve de(r...................... )
( ........................................................ ] 1 2 şekel g[ümüş .......... ) .
(der-Artikel, burada ·o· yerine kullanılıyor - çevi rmenin notu)
Burada yeri gelen J fragmanında § 26 yeri ne § "26/a" (Z.1-3) ve
"26/b (Z.4-5) var ki bunların ikinci leri buraya konan C il 2-3'te de
muhtemelen korunmuştur. J'de şöyleler:
§ ·2s;a•
Eger bir kadın erkegi red [ ederse(?) ........... ]
veri r, ve evlatlara[ .................................. )
ve çocuklar-?ı [alır(?)) sadece adam ( ..................... ]
§ ·ıs/b·
Ve eger adam kadını boş[ arsa ................... )
Ve o onu satabilir [ ..................... )
C l l'de § "26/b" şöyle (J'ye göre tamamlanmış):
[Ve] ege(r adam kadını] boşarsa [ ................. ]
... . .... ( ........... ) 1 2 şekel gümüş v[erir).
Madde 27, Hoffner: "Eger bir adam karısını alır ve [onu] evine götü­
rürse, onun drahomasını-çeyizini (evine) alsın. Eger kadın or[ada ölür­
se] (adamın evinde), o zaman adamın şahsi mallarını yaksınlar, ve
adam onun drahomasını-çeyizini alsın. Ve eger kadın babasının evinde
ölürse ve o[nun] çocukları [varsa], adam onun drahomasını-çeyizini
[al]masın. ·
Friedrich: "Eger bir adam karısını alır ve [onu evine] götürürse, onun
drahomasını-çeyizini kendine-evine alır götürür. Eger kadın or[ada ölür­
se] ve adamın mal-mülk-çiftligini yakarlarsa, adam onun drahomasını­
çeyizini kendine alır. Ve eger kadın babasının evinde ölürse ve on[un]
ogulları [varsa], adam onun drahomasını-çeyizini [al]maz. •

AygOI Süel: "Eger bir erkek kansını kendi evine götürürse kadın çeyi-
Notlar / 1 79
zini de beraber alır. Eger bir kadın kocasının evinde ölecek olursa, ko­
casının mal, mülkü yanarsa, erkek, kadının çeyizini kendine alır. Eger
kadın babasının evinde ölürse ve çocukları varsa kocası çeyizi alamaz. ·
Madde 28/a Hoffner. •Eger bir kız (veya: gene kadın) bir adama söz­
lenmisse, ama bir başka (adam) onla kacarsa, onla kactıgı anda, birin­
ci adamı, v{erdigi] şey her ne idiyse onun için tazmin-telafi etsin. (Ka­
dının) baba ve annesi tazmin etmezler. •
28/b: ·Eger ebeveyni onu başka bir adama verirlerse, o zaman (onu)
ebeveyni yerine koyar. •
28/c 'Ve eger ebeveyn reddederse, o zaman onu adamdan ayırırlar .. •

Friedrich, 28/a: •Eger bir kız bir adama sözlenmiş (söz veri/mis?)
{ise], (ve eger) bir başkası onu kacınrsa, onu kacırdıgı anda, birinci
adam (ona) ne {vermişse], onu ona tekrar yerine koyacak, ve ebeveyni
(onu) yerine koymaz{lar]. •
28/b: •Eger ebeveyni onu başka bir adama verirlerse, o zaman (onu)
ebeveyni yerine koyar. •
28/c 'Ve eger ebeveyni reddederse, o zaman onu adamdan ayırırlar..
Madde 29, Hoffner. •Eger bir kız bir adama nisanlanmıssa (kelime­
ten: baglanmıssa) ve onun için o baslık parası ödediyse ama ondan
sonra baba ve anne buna karşı çıkarlarsa (sc. anlaşma), onu adamdan
ayırabilirler, ama baslıgın iki katı tazminat verirler. •
Friedrich: •Eger bir kız bir adama ·baglanmıs· (ise) ve o onun için
baslık parası öderse-arz ederse (ve eger) sonradan ebeveyni buna itiraz
ederse, o zaman onu adamdan ayıracaklar, ama başlık parasını iki ka­
tıyla yerine koyacaklar. •
Madde 30, Hoffner. ·Ama eger erkek kızı almadan (cinsel olarak) ön­
ce onu reddederse, ödedigi baslık parasını geri alma hakkını kaybeder. •
Friedrich: 'Ve eger erkek kızı (cinsel olarak) henüz almadıysa, onu ge­
ri çevirebilir, ama ödedigi-arzettigi baslık parasından vazgeçecek. ·
Madde 3 1 , Hoffner. •Eger özgür bir adam ve bir kadın köle sevgili(?)
iseler ve bunlar bir araya gelirlerse (i. e., birlikte yaşarlarsa), ve adam
onu karısı olarak alırsa ve bir ev kurup çocuk yaparlarsa, ama (eger)
sonradan ya birbirlerinden sogur ya da her biri yeni bir es bulursa, evi
eşit olarak bölsünler, ve adam çocukları alsın, kadın ise bir çocuk alsın. ·
Friedrich: •Eger özgür bir adam ve bir kadın köle (birbirlerine) asık(?)
(iseler) ve an/asır/arsa ve adam onu karısı olarak alırsa ve kendilerine
1 80 / Hitit Hukuku
bir ev(durumu) kurup çocuk yaparlarsa, (ve eger) sonradan ya birbirle­
riyle da/asır ya da birbirlerinden uzak/asıp ayrılırlar ve ev(durumunu)i
ikiye bölerlerse, çocukları adam kendine alır. bir çocugu kadın alır. ·
Aygül Süel: "Eger hür bir erkek, köle bir kadını sevecek olursa ve onu
es yaparsa ve beraber bir evde otururlarsa ve çocukları olursa ve son­
radan araları bozulup birbirlerinden ayrılırlarsa, her biri mal ve mülkün
yarısını alır. Erkek, çocuklarını alır, kadın sadece bir tanesini alır. •

Madde 32, Hoffner, 32/a: "Eger bir erkek köle (özgür) bir kadını (ka­
rısı olarak) [alırsa], [ve çocukları olursa, evlerini böldüklerinde,] mülkle­
rini {esit olarak] bölsünler. [ve özgür kadın çocukları]n çogunu [alsın,}
{erkek köle] ise bir çocuk [alsın]. ·
32/b: "Eger bir erkek köle ö[zg]ür bir kadını (karısı olarak) alırsa, on­
ların durumu da aynen böyledir. •
Friedrich'de, 3 1 . ve 32. maddelerde yer alan madde:
(3 1 ): "Eger özgür bir adam ve bir kadın köle (birbirlerine) asık(?) (ise­
ler) ve an/asır/arsa ve adam onu karısı olarak alırsa ve kendilerine bir
ev (durumu) kurup çocuk yaparlarsa, (ve eger) sonradan ya birbirleriy­
le da/asır ya da birbirlerinden uzak/asıp ayrılırlar ve ev(durumunu)i iki­
ye bölerlerse, çocukları adam kendine alır. bir çocugu kadın alır. •
(32): "Eger bir erkek köle bir kadını karısı olarak alırsa, onların hak
durumu da aynen böyle(dir). •
Madde 33, Hoffner, 33/a: "Eger bir erkek köle bir kadın köleyi (ka­
rısı olarak) alırsa, ve [çocukları olursa, onlar] evlerini böldüklerinde,
mülklerini es{it} olarak bölsünler. ve [kadın köle çocukları]n çogunu
[alsın,} erkek köle ise bir çocuk alsın. •
33/b: "Eger bir erkek köle bir kadın köleyi (karısı olarak) alırsa, on­
ların durumu da tıpkı böyledir. •
Friedrich: "Eger bir erkek köle bir kadın köleyi kendine alırsa, onların
hak durumu da aynen böyle(dir). •
Madde 34, Hoffner: "Eger bir erkek köle bir kadın için baslık parası
verir ve onu karısı olarak alırsa, hiç kimse onun sosyal statüsünü degis­
tiremez-degistirmeyecektir. •
Friedrich: "Eger bir erkek köle bir kadın için baslık parası öder-arz
eder kapar ve onu karısı olarak alırsa, bu seki/de onu hiç kimse onun
elinden alamaz(?). •
Madde 35, Hoffner, 35/a: "Eger bir çoban özgür bir kadını (karısı
Notlar / 181
olarak) [alırsa], o üç yıl için bir köle haline gelir.
35/b: ·Eger bir kahya veya bir çoban özgür bir kadın ile gizlice ka­
çarsa ve onun için baslık parası vermezse, o üç yıl için bir köle haline
gelir:
Friedrich: ·Eger bir kahya veya bir çoban özgür bir kadını ka[çı]r[ır]
(ve) onun için baslık parası ödemezse-arz etmezse kapamazsa, bu du­
rumda o 3. [yı}I iç[inde} kö{le} olur. •
Aygül SOel: •Eger bir kahya veya bir çoban hür bir kadını kaçırırsa ve
ona baslık vermezse o zaman o kadın 3. yılda özgürlügünü kaybeder. ·
Madde 36, Hoffner: •Eger bir köle özgür bir genç adam için baslık
parası verirse-öderse ve onu evinde yatılı kalan damat olarak isterse,
hiç kimse onun sosyal statüsünü degistiremez. •
Friedrich: ·Eger bir erkek köle özgür bir genç adam için baslık para­
sını ö{de]rse-arze[der]rse- ve onu iç evlenen damat olarak tutarsa, bu
seki/de {hiç} kimse onu elinden alamaz(?). ·
Madde 37, Hoffner: •Eger biri bir kadınla kaçarsa, ve bir grup des­
tekçi onların arkasından giderse, e{Jer 3 adam veya 2 adam öldürülür­
se, bu durumda tazminat-telafi olmayacaktır: ·sen bir kurt oldun. •
Friedrich: "E{Jer birisi bir kadını kaçırırsa, ve bir yardım birligi-bir grup
destekçi onların arkalarından giderse, (ve) eger 2 kisi veya 3 kisi ölür­
se, 'Sen bir kurt oldun, ' diyerek bunun tazminatı yoktur. ·
Aygül Süel: "Herhangi bir kimse hür kadını kaçırırsa ve arkasından
ona yardım edenler giderse iki veya üç kisi (olayda) ölürse, ceza yok­
tur·. Fakat kaçırana 'Sen kurt oldun, • denir. •
Madde 1 7 1 , Hoffner: "Eger bir anne oglunun giysilerini toplayıp gö­
türürse o oglunu reddeder. Eger oglu (eve) (geri gelirse; eski haline dö­
nerse) , o (anne) kapının kanadını alır ve onu götürür, o onu alır .... ve
... ve onları geri götürür, oglunu yeniden evlat olarak alır. ·
Friedrich: "Eger bir anne oglunun elbiselerini dışarı çıkarırsa, böylece
oglunu evlatlıktan reddeder. Eger o{Jlu tekrar içeri girer ve onun kapı-
sını alıp dısarı çıkarırsa, onun ........ (ve) onun ........ alıp dısarı çıkarırsa, o
zaman o onları tekrar geri geti rebilir ve oglunu tekrar ogulluga alır."
Madde 1 92, Hoffner: "Eger bir erkegin karısı ölürse [onun kız} karde­
sini [es olarak} {alabilir}. Bu bir suç degildir. •
Friedrich: "Eger bir kadının kocası ölürse, adamın (miras-)payını-his­
sesini karısı alır.
1 82 / Hitit Hukuku
(silinmiş)
(silinmiş) sebep yok(tur)."
(50) Süel, 240, 241 .
(5 1 ) Gurney, 89.
(52) Süel, 242.
(53) 1 6-2 2 Eylül 1 996 tarihinde gerçekleşti rilen 1 1 1 . Uluslararası H ititoloji
Kongresine, Koloni Çagında Yerli Bir Bayan "Madawada", başlıgıyla
Dr. irfan Albayrak'ın sunmuş oldugu bildirisinden ögrendigimiz kada­
rıyla. irfan Albayrak, 1 1 1 . Uluslararası H ititoloji Kongresi Bildiri leri, s. 1
·

1 1 , Ankara 1 998.
(54) irfan Albayrak, 1 1 1 . Uluslararası Hititoloji Kongresi Bildirileri, s. 1 - 1 1 ,
Ankara, 1 998.
(55) Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileriyle İlgili Bir Direktif Met­
ni, 1 5 5.
(56) Kraliçe Puduhepa'nın tapınaklardaki bu çal ışma alanlarına özel likle
zor durumda bulunan dul kadınları, çocukları ile birlikte isdihdam et·
miş oldugu ve onları sütçülük ve süt mamülleri imalatında çalıştırdıgı,
genç kızları evlendirdigi, dönemin "Adak Belgelerinden· bizlere ulaşan
bilgilerdir. Bir nevi bugünkü sosyal hizmet işlevine karşılık gelen hiz­
met yaklaşımlarıdır (Muhibe Darga ile Söyleşi, İdol, s. 7, Ocak-Şubat­
Mart 2006 ve Muhibe Darga, Eski Anadolu'da Kadın, İstanbul Edebi­
yat Fakültesi maatbaası, 1 976).
(57) Belkis Dinçol, Eski Önasya ve Mısır'da Müzik, Eskiçag Bilimleri Ensti­
tüsü Y., Sayı 1 1 , 1 999, İstanbul. Tahsi n Özgüç, İnandıktepe Eski H itit
Çagında Önemli Bir Kült Merkezi, TTKY V. Dizi, Sayı 43, 1 988, Ankara.
Tayfun Yıldırım, "H üseyindede Tepesinde Bulunan Yeni Bir Kült Va­
zosu" V. Uluslararası Hititoloji Kongresi Bildirileri, s. 7 6 1 7 79, 2005,
-

Ankara.
(58) Anaerkil tarihsel bir sürecin yaşandıgı çok şüpheli ise de, yine de ya-
zarın neden ilkel sistem olarak nitelendirdigi anlaşılmamaktadır.
(59) Gurney, 88, 89.
(60) Ediz, 1 1 , 1 2 .
(61 ) Darga, 1 00, 1 0 1 .
(62) Aygül Süel, " H itit Kadınının Hukuki Durumu", 244-2 5 1 .
(63) Brandau-Hartmut, 1 48, 1 49 · Süel, " H itit Kadınının H ukuki Durumu",
243.
Notlar / 1 83
(64) Aygül Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileriyle İ lgili Bir Direk·
tif Metni, 1 98, 1 99.
(65) Ahmet Ü nal, Hititler Devrinde Anadolu, 3.cilt, 49.
(66) Madde 1 25, Hoffner: "Eger bir kimse sarayın girisinden bir tahta san­
dalye(?) çalarsa 6 seke/ gümüs öder. Eger bir kimse sarayın girisinden
bronz bir mızrak çalarsa o öldürülür. Eger bir kimse bakır bir igne ça­
larsa 25 litre arpa (- 1/16 seke/ gümüs) verir. Eger bir kimse bir top
kumasın ipliklerini (veya yün tellerini) çalarsa bir top yün kumas verir. ·
Friedrich: "Eger birisi bir su borusu çalarsa, /? seke/ gümüs verir. Eger
birisi bir...... veya bir ..... çalarsa, /? seke/ gümüs verir. ·
Madde 1 2 1 , Hoffne r: "Eger özgür bir adam bir saban çalarsa ve sa·
hibi onu bulursa (sahip) {(suçlunun) boynunu] (sabanın bir parçası­
nın?) üstüne koyar ve {o,) öküz ile {ölüme(?) kosulur]. Eskiden böyle ya­
pılırdı. Ama simdi 6 seke/ gümüs öder ve bunun için onun evine bak­
sın. Bir köle ise 3 seke/ gümüs {öder]. ·
Friedrich: "Eger özgür bir adam bir pulluk-saban (?) çalarsa, sahibi
onu bir ..... üstüne oturtur ve {.............]. Eskiden böyle yapılırdı. 5imdi ise
6 seke/ gümüs verir. O (onu) evine iter de. Eger (o) bir köle (ise), 3 se­
ke/ {gümüs verir]. •
Madde 1 08, Hoffner: "Eger bir kimse çitle çevrili bir bagdan asma
da/(/ar)ı (çalarsa), eger 100 asma-meyve (agacı) çalarsa 6 seke/ gümüs
öder ve böylece sucu evinden uzak/astırır. Ama eger (bag) çit ile çevri­
li degi/ ise ve asma dal(/ar)ı çalarsa 3 seke/ gümüs öder. ·
Friedrich: "Eger birisi çitle cevri/mis bir bagdan asma cubuk(ları)u ça­
larsa, eger (bunlar) 1 00 sırık (ise), 6 seke/ gümüs verir. O (onu) evine
iter de. Ama eger (o) çitle cevri/mis degil (ise) ve o asma cubuk(ları)u
çalarsa, 3 seke/ gümüs verir. ·
(67) Harry Hoffner, Agricultural Perspectives on Hittite Laws § 1 67-1 69,
1 1 1 . U l uslararası H ititoloj i Kongresi Bildiri leri, 3 1 9, 320.
(68) Madde 1 47, Hoffne r: "{Eger] bir kimse vasıfsız bir kimseyi satısa çıka­
rırsa ama baska bir (satıcı) önce an/asma yaparsa(?) sucunun cezası
olarak 5 seke/ gümüs öder. •
Friedrich: "{Eger] birisi egitilmemis bir {insa]nı satısa sunarsa {ve
baska birisi] (bunu) engellerse(?), su{cun-cürümün (kefareti-cezası ola­
rak)] 5? seke/ gümüs verir. ·
Madde 1 49, Hoffner: "Eger bir kimse egitimli bir kisi{yi] satarsa ve
1 84 / Hitit Hukuku
(daha sonra teslimattan önce) söyle derse: ·o öldü " ama onun (yeni)
sahibi onun izini bulursa onu kendisi için alır ve buna ek olarak {e!]i­
timli kişiye) (satıcı) 2 kisi (kelimeten: bas) verir. Ve bunun için onun evi­
ne baksın. •
Friedrich: "{E!]}er birisi bir ...... mus s{ı!Jır} satarsa ve: ·o öldü" derse
(ve e!}er) sahibi bunun izini takip eder bulursa, onu kendine alır. Ve bu­
na karsılık ona 2 kisi verir. O (onu) evine iter de. ·
Madde 1 5 1 , Hoffner: "Eger bir kimse bir saban öküzü kiralarsa bir
ay için bir seke/ {gümüs] {öder]. {Eger] bir kimse bir [inek] bir ay için
yarım seke/ gümüs {öder].
Friedrich: "Eger birisi bir pulluk-saban sıgırı kiralarsa, bir ay için 1 se-
ke/ {gümüs verir. Eger] birisi [. ........] kiralarsa, bir ay için _ seke/ g[ümüs
verir]. •
Madde 1 52, Hoffner: "Eger bir kimse bir at. bir katır veya bir esek ki­
ralarsa bir ay için bir seke/ gümüs verir. • Friedrich; "Eger birisi bir at. bir
katır (veya) bir esek kir[atarsa, bir ay için] 1 seke/ gümüs verir. •
Madde 1 57, Hoffner: "Eger bronz bir balta 1,54 kg (degisik: 0,5 1 3
kg) agırlıgında ise kirası bir ay için bir seke/ gümüştür. Eger bakır bir
balta O, 77 kg (degisik 0,25 kg) agırlıgında ise kirası bir ay için 1/2 se­
ke/ gümüştür. Eger bronz bir tapufli aleti 0,54 kg agırlıgında ise kirası
bir ay için _ seke/ gümüstür. •
Friedrich: "Eger bronzdan bir balta 1 mina agırlıgında, bir ay için
onun ücreti 1 seke/ gümüs(tür). Eger bir balta _ mina agırlıgında, bir
ay için onun ücreti 1/2 seke/ gümüs(tür). Eger bir ......... 1 mina agırlı­
gında, bir ay için onun ücreti 1/2 seke/ gümüs(tür). •
Madde 1 58, Hoffner: "Eger (özgür) bir adam hasat mevsiminde üc­
ret -karsılıgında ise girıp, demetleri baglar (onları) yük arabasına yük­
ler. ambara boşaltır ve.harman yerini temizlerse ücreti 3 ay için 1, 500
litre arpadır (=3, 75 seke/ gümüş). § 1 58/b Eger bir kadın hasat mev­
siminde ise girerse ücreti 3 ay için 600 litre arpadır (= 1 seke/ gümüs). •
Friedrich: "Eger bir adam demet(ler)i (?) baglamak, (onları) arabaya
koymak, samanlıgı kilitlemek, harman yerini süpürmek gereken bir üc­
ret ilişkisine girerse, 3 ay (için) onun ücreti 30 yarım ölçü tahıldır. Eger
bir kadın hasatta bir ücret ilişkisine girerse 2 ay için 1 2 yarım ölçü ta­
hıl verir. ·
Madde 1 59, Hoffner: "Eger bir kimse çift öküzlerini bir günlügüne
Notlar / 1 85
boyunduruga koşarsa kirası 25 litre arpadır. ·
Friedrich: "Eger birisi bir çift sıgıra kosum takarsa, onun ücreti _ ya­
rım ölçü tahıl(dır). •
Madde 1 60/a, Hoffner. "Eger bir demirci 100 mina agırtıgında ba­
kır bir kap yaparsa ücreti 5,000 litre arpadır (- 1 2,5 seke/ gümüs). •
1 60/b: "Eger 2 mina agırtıgında bronz bir balta yaparsa ücreti 50
litre bugdaydır (=<J,33 seke/ gümüş). •
Friedrich: "Bir demirci 1 _ minalık bronzdan bir boru yaparsa, ücreti
1 00 yarım ölçü tahıl(dır). Kim 2 mina agırtıgında bronzdan bir balta­
keser yaparsa, onun ücreti 1 yarım ölçü Spelt (Almanca) (dir). •
Madde 1 6 1 , Hoffn er. "Eger bir mina agırlıgında bakır bir balta ya­
parsa ücreti 50 litre bugdaydır (=0, 1 25 şekel gümüş). ·
Friedrich: "Eger (birisi) 1 mina agırtıgında bir balta üretirse, ücreti 1
yarım ölçü tahıl(dır). •
Madde 1 69 Hoffner. "Eger bir ekin alanı satın alır ve onun sınırları­
nı ihlal ederse kalın bir somun ekmek alır ve onu Güneş Tanrısı için b�
/er ve "Sen yeryüzünde benim terazimi topraga ... tın " {der}. Ve şunu
söyler: "Güneş Tanrısı, Fırtına Tanrısı. Hiçbir kavga (niyeti olmamıştır). ·
Friedrich: "Eger birisi bir tarla satın alırsa ve sınırı asarsa kalın bir ek­
mek alır ve onu Güneş tanrısına kırar ve der ki 'Sen benim terazimi dün­
yaya diktin ' . ve sunu söyler 'Günes tanrısı(mı) (veya) Fırtına tanrısı(mı)
hiçbir kavga nedeni degildir. ' •
Madde 200/a, Hoffner. "Eger bir kimse oglunu, marangoz. demirci,
dokumacı, deri işçisi veya çırpıcı olarak egitilmek üzere verirse, egitim
(gideri) olarak 6 şekel gümüş verir. Eger ögretmen onu bir usta yapar­
sa (ögrencinin ailesi) ona (ögretmene) bir kisi verir. ·
Madde 200/a, Friedr!ch: "Eger bir kimse bir oglanı dogramacı-dül­
ger, demirci, dokumacı, deri işçisi veya çırpıcı olarak e�itilmek üzere ve­
rirse, egitimin (ücreti olarak) 6 şekel gümüs verir. Eger onu {usta] mü­
kemmel egitirse, o zaman o ona bir kişi verir. •
(69) Hoffner'in The Laws of Hittites adlı eseri nden yararlanılmıştı r.
(70) Egil mez, Hitit Ekonomisi, 1 2- 1 7 .
(7 1 ) "Bundan dört bin yı l önce m i l attan önce üçüncü b i n i n sonları ve ikin­
ci binin baslarında Anadol u ' da çok yaygı n bir Asur ticareti vardı. Asur­
l u tüccarlar Anadolu halklarıyla yaygın bir ticareti n içine girm işlerd i .
Anadol u ' da As u r ticaret koloni leri vard ı . Bu kolonilerin merkezi Kayse-
1 86 / Hitit Hukuku
ri yakınlarındaki Kültepe ' de bulunan Neşa (ya da Kaneş) Karumu 'ydu.
Anadol u ' da yapılan kazılarda o döneme ilişkin ticari ilişkileri açıkla­
yan pek çok tablet bulunmuştur. Bu tabletlerden anlaşıldıgı kadarıyla
Asurlu tüccarlar Mezopotamya ' dan çogunl ukla tekstil ürünleri ve ka­
lay getiriyorlar, bunun karşılıgında altın, gümüş ve bakır alıyorlardı.
özellikle Kapadokya bölgesi altın ve giimüş madenleri açısından zen­
gin bir bölgeydi. Asurlu tüccarlar getirdi kleri malların bir bölümünü
kredili olarak sattıkları için bunların kayıtlarını tutmak zorundaydılar.
Ticarete ilişkin tablet bollugu buradan kaynaklanıyor.
Asurlu tüccarlar içi n Anadolu çekici bir yerdi. Her şeyden önce bi rbi­
rine yakın birçok kent krallıgı vardı. Dolayısıyla nihai hedefe gidene ka­
dar gündüzleri yolculuk yapıp geceleri konaklayacak güvenli kentler
bulunuyordu. Kentlerin kralları, kendi haraçlarını aldıkları sürece tüc­
carlara karşı barışçıl bir yaklaşım içindeydiler. Asurlular satış için Ana­
dol u ' ya getirdikleri mallarını eşeklerle taşıyorlardı. Eşeklerin iki yanın­
da tekstil ürünleri ya da teneke taşınan agzı kapalı heybeler vardı. Sır­
tında ise yol boyunca yenilecek yemekleri saklayan bir başka heybe.
Asurlu tüccarların ol uşturdugu tica ret kervanları içinden geçtikleri
kentin kralına geçiş vergisi ödüyorlardı. Bu vergiler genellikle taşınan
malın cinsine göre oransal olarak hesaplanıyordu. Bu tür vergi leri öde­
meden kentten geçmek ve malını satabilmek olanagı yoktu. Vergiden
kurtulmanın iki yolu vardı: İ l ki, vergiden kaçınma biçi m i nde çıkıyordu
ortaya. Kentin içinden geçmeyip dışarıdan dolaşı lırsa vergi ödeme yü­
kümlülügü dogmuyordu. Buna karşın kent dışında özellikle geceleri
kervanın saldı rıya ugraması her an söz konusu olabiliyordu. İ kincisi,
vergi kaçakçılıgıydı. Bunun yolu ise malları kente, nöbetçilerle anlaşıp,
gizlice sokmaktı. Nöbetçilere verilecek pay, vergiden düşük oldugu sü­
rece bu çekici bir seçenekti. Ama riski çok fazlaydı. Bunu yapan tüccar
yakalanırsa, kent kralının onun mallarının tümüne el koyma hakkı d�
guyordu. Anadol u ' da bulunan Asur tabletlerinden tüccarların hangi
kentte daha kolay vergi kaçakçılıgı yapıldıgı konusunda bi rbirleriyle
yazışmalar yaptıgı anlaşıl ıyor.
Asurlular, Hurriler, Hattiler, o dönemde Anadol u ' da yerleşik diger
kavimler ve sonraları H ititlere, kredili olarak sattıkları mallar içi n çok
yüksek oranlı faiz uyguluyorlardı. Bulunan Asur ticaret tabletleri nden
anlasıldıgı kadarıyla faiz oranları yüzde 30 ile yüzde 1 80 gibi yüksek
Notlar / 1 87
oranlar arasında degişiyordu. Borçlarını ödeyemeyen yerel halk kralla­
ra şikayette bulunuyordu. Kötü hasat yıllarında borcunun tem inatı
olan ürünü elde edemeyen i nsanlar son derecede güt durumlara düşü­
yorlardı. Ya ailesinden birisini tüccara köle olarak veriyor, ya da bazen
kendisi de dahil olmak üzere bütün ailesi köle oluyordu. Bazen yerel
krallar bu tür borç-alacak i lişkilerini çözmek iti n borçların silinmesi hak­
kında yasalar çıkarıyorlardı. Söz konusu yasalar dogal olarak borçl uyu
kurtarırken alacaklıyı sıkıntıya sokuyordu. O nedenle de alacaklı, bu tür
bir sıkıntıya düşmemek itin kredili satış yaptıgı kişin i n ödeme yapma­
ması halini engellemek itin başka kişilerin kefaleti ni alıyordu.
Aşagı yukarı 4000 yıl öncesinde Anadol u ' da Asurl uların katkısıyla
da gelişen bir rüşvet, vergiden kaçınma, tefecil i k d üzeni kurulmuş oldu­
gu a nlaşılıyor.
M ilattan önce l BOO ' lerde Anadol u ' nun ortasında nereden ve nasıl
geldikleri henüz tam ve doyurucu olarak açı klanamayan H ititler orta­
ya tı ktılar. H ititler i l k ve ikinci kralları Pithana ve Anitta ' nın önderligin­
de Asur ticaret kolonisinin merkezi olan Neşa 'yı ele geçirdi ler. Ne­
şa ' nı n ele geçirilmesi Asurluların uyguladıgı tefeciligin sonunu geti r­
miş olsa gerek. Bu gelişme Asur ticaret ve tefecil i k sömürüsü altında i n­
leyen komşu kent krallıklarında da H ititlere karşı bir sempati dogması­
na yol açmış olsa gerek. Çünkü Neşa ' nın ele getiri l mesi sonrasında Hi­
titler, Anadol u ' nun büyük böl ümüne egemen oldular.
H ititleri n, ekonomik sorunu dogru bir çözüme kavuşturmak suretiyle
Anadol u 'ya egemen olmaları bugün itin de öneml i bir gösterge olarak
kabul edilebilir." (Egilmez, http;l.lwww mahfieQilmez.nom.tr.web)
(72) Brandau-Hartmut, 1 49.
(73) Aygül Süel, " H itit Kaynaklarında Tapınak Görevli leriyle İlgili Bir Di rek·
tif Metni", s. 50 vd.
(74) Madde 1 72, Hoffrıer. "Eger bir kimse bir kıtlık yılında özgür bir ada­
mın hayatta kalmasını saglarsa (kurtarılan adam) kendi yerine gececek
birisini verir. Eger o bir köle ise 1 0 seke/ gümüs verir. ·
Friedrich: •Eger birisi özgür bir adamın kıtlık olan bir yılda hayatta
kalmasını saglıyorsa, kendi yedeklerini verir (desteklenen kisinin des­
tekcisine daha sonra yiyecek maddelerini tüm degeriyle telafi etmesi
gerekir) Eger (o) bir köle (ise), 10 seke/ gümüs verir. ·
Madde 1 62, Hoffrıer. "Eger bir kimse bir sulama hendeginin yönünü
1 88 / Hitit Hukuku
asagıdan yukarıya dogru(?) kısmen (?)degistirirse o insan/hayvan ... ır.
Eger (yolu belli bir noktada) asagı alırsa (digerinin kolu) onun (kullanı­
mı) içindir. •
Friedrich: "Eger birisi bir su yolunun rotasını arkada degistirirse, 1 se­
ke/ gümüş verir. Birisi bir su yolunun rotasını arkadan yukarıya dogru
çevirirse, o zaman zor olur (karar vermesi) (??). Ve o (onu) asagıya alır·
sa, o zaman o onun(durr
Madde 1 63, Hoffner: "Eger bir kimsenin hayvanları bir tanrı tarafın·
dan (bir hastalıkla) çarpılmıssa ve (hayvanların sahibi) onlar için arın·
dırma töreni yaparsa ve onları eve götürürse ve çamuru(?) (ayinde kul­
lanılan) çamur yıgınının (?) üstüne koyarsa ama bunu is arkadaş/arına
söylemezse, is arkadaşı da -bunu bilmeksizin- kendi hayvanlarını ora·
ya götürürse ve hayvanlar ölürse tazminat söz konusudur. •
Friedrich: ·Eger birinin hayvanları tanrı tarafından (bir hastalıkla)
çarpılırsa ve o onları ortalıkta serbest (do/asmaya) bırakırsa ve onları
sürmeye devam ederse, ancak bulasıcılık(??) etkili olmaya(??) baslarsa,
ama o bunu arkadasına-yoldasına söylemezse ve arkadası-yoldası (bu·
nu) bilmezse (ve) hayvanlarını (oraya) sürerse ve onlar ölürlerse, ta�mi·
nat ödemesi (gerçek/esir). • .
Madde 1 73, Hoffner: •Eger bir kimse kralın kararına karsı çıkar5a
onun evi harabe yıgını olur. Eger bir kimse saygıdeger kisinin-yargı� ·
(magistrate) kararına karsı çıkarsa bası kesilir. •
Friedrich; § a: "Eger birisi kr{al]ın bir kararına itiraz ederse, evi ...... edi·
lir. {E)ger birisi "saygıdeger·in kararına itiraz ederse, ka[fa]sı kesilir. • §
b. •Eger bir köle sahibine karsı ayaklanırsa, tencereye gider. •
Madde 1 96, Hoffner: •Eger bir kimsenin erkek ve kadın köleleri yasak
bir cinsel bir/esme yaşarsa ve (sehir halkı?) onların başka yere taşınma·
sını (kararlastırırsa) birini bir kente ötekini başka kente yer/estirirler ve
birinin yerine bir koyun digerinin yerine bir (başka) koyun koyarlar. •
Friedrich: "Eger insanın köleleri (ve) kızları (hizmetkar kızları?)
z{ul]üm-kıyıcılık yaparlarsa-isler/erse, onlar uzaklastırılır ve biri bu seh·
re, digeri başka bir [seh]re yer/estirilir. Biri yerine(?) biı koyun, digeri ye­
rine(?) 1 koyun yetiştirilir-büyütülür. ·
Madde 1 99, Hoffner: •Eger bir kimse (cinsel olarak) bir domuzla (ve­
ya) bir köpekle günah islerse o öldürülür. Onu Sarayın kapısına (Kralın
Mahkemesine) götürürler. Kral onları (insanı ve hayvanı) öldürebilir ve-
Notlar / 1 89
ya hayatlarını bagıslar ama (insan) krala bir daha gözükmez. Eger bir
öküz bir adamın üzerine (cinsel olarak) atlarsa öküz öldürülür, erkek öl­
dürülmez. Erkegin yerine bir koyun koyarlar ve o ölür. Eger bir domuz
(cinsel olarak) bir erkegin üzerine atlarsa bu suç degildir. •

Friedrich: "Eger birisi domuz ile (ve) köpek ile günaha girerse, öldü­
rülür. O (onu) sarayın kapısına getirir. Kral onları öldürebilir, kral onla­
rı hayatta bırakabilir. Ama o kralın yanına giremez. Bir sıgır bir adama
dogru harekete geçerse, sıgır öldürülür ve adam ö[ldü]rülm[ez]. Ada­
mın yerine (?) 1 koyun yetistirilir-büyütü/ür ve öldürülür. Eger bir do­
muz bir adama dogru harekete geçerse, sebep yok(tur). .
Madde 200/a, Hoffner: "Eger bir erkek bir atla veya katırla (cinsel
olarak) günah işlerse bu suç degildir ama o krala gözükmez ve de din
adamı olamaz. Eger bir kimse düzenli olarak bir arnuvalas kadınla bir­
likte yaşıyorsa ve onun annesiyle ve kız kardesi ile cinsel ilişkiye giriyor­
sa bu suç degildi r."
Friedrich: "Eger bir adam bir at ya da katırla günaha girerse, sebep
yok(tur). Ama kralın yanına girmez. papaz da olmaz. Eger birisi bir sür­
gün kadınla yatarsa [(ve) bir de] annesini cinsel olarak kullanırsa, se­
bep yok(tur). •
Madde 1 97, Hoffn er: "Eger bir erkek bir kadına dag(lar)da sahip
olursa (ve ona tecavüz ederse) bu erkegin suçudur ve öldürülür, ama
eger ona (kadınının) evinde sahip olursa bu kadının suçudur kadın öl­
dürülür. Eger (kadının) kocası (kelimeten: adam) onları (suç is/erken)
yakalarsa onları öldürür bu suç degildir. •
Friedrich: "Eger bir adam bir kadını daglarda yakalarsa (tecevüz
ederse), (bu} adamın suçu-cürümü(dür) ve öldürülür. Ama eger o (onu)
evde yakalarsa (tecevüz ederse), (bu) kadının suçu-cürümü(dür); kadın
öldürülür. Eger adam onları bulur ve onları öldürürse, onun sebebi
mevcut degil(dir). •
Madde 1 98, Hoffn er: "Eger onları sarayın kapısına getirirse (Kralın
Mahkemesi) ve şöyle derse: "Karımı ölüme mahküm etmeyin " ve karısı­
nın hayatını bagıslarsa onun asıgının da hayatını bagışlamak zorunda­
dır. Sonra onun (karısının) basını örtebilir. Ama eger derse: "İkisi de öl­
sün " "tekerlegi çevirirler· kral onları öldürebilir veya hayatlarını bagıs­
lar. •
Friedrich: "Eger o onları sarayın kapısına getirirse ve derse ki: "Karım
1 90 / Hitit Hukuku
ölmemeli! � böylece karısını hayatta bırakabilir (ve) (böylece) asıgı da
hayatta bırakır. Ve onun kafasını giydirebilir (muhtemelen zinacı için
onur kmcı-serefini lekeleyici bir isaret). Eger: "İkisi de ölsün! " derse, o
zaman onlar tekerlegirı-carkın önünde diz çökerler. Kral onları öldüre­
bilir, kral onları hayatta bırakabilir. •
(75) Dinçol, 1 6.
(76) Çıg, 75.
(77) Mantık, empati, matematik, teknoloji, strateji, güçlü bir devletlerara­
sı antlaşma ve diplomasi hukuku gelenegine dayalı bu savaş başarı la­
rının, modern algılama ile algılanmasının zorlaştıgı anda bu algının H i­
titlerin ne kadar savaşçı bir uygarl ı k oldugu şeklinde ilanı ve sunul ma­
sı gibi sonuçlarla karşılanmaktadır ki, bu da o dönemin ve özelde H itit
uygarlıgının karakteristik özgünlüklerinin bir bütün olarak kavranma­
sından uzak olundugunun şaşı rtmayan ve tahmin edilen sonuçların­
dandır.
(78) Günümüz modern uluslararası hukuk mevzuatı nda yer alan, savaşan
devlet ve tarafları uymaya zorunlu kılan ve i nsancıl savaş hukuku ola­
rak adlandırılan (Cenevre konvansiyonu gibi) yükümlülüklerin, H itit
devletlerarası hukuk ve savaş hukuku pratigi ile bir nevi hayata geçi ril­
digine şahit olmaktayız.
(79) İsabelle Klock-Fontanıille, Hititler, 1 07, 1 08, 1 47, çevi ri N uriye Yigit-
ler.
(80) Süel, "Hititlerde Suç ve Ceza", 1 2.
(81 ) Brandau-Hartmut, 99-1 02.
(82) Karauguz, 2 5 7-262.
(83) Antlaşmalar oldugu gibi Güngör Karauguz'un Hitit Devletinin Siyasi
Ant/asma Metinleri adlı çalışması ndan alınmıştır (s. 1 39-1 50, 244-
248). Antlaşma metinleri aktarılırken metin içerisinde kullanılan işaret
ve kısaltmalara olabildigi nce sadık kalınmıştır. İşaretlerin anlamları ise
aynen şöyledi r: [ ]: Tabletin o kısmının kırık oldugunu,
( ): çevirinin anlaşılması için yapılan ilaveyi, (?): çevirideki kelimenin
şüpheli oldugunu, göstreri rler. Ayrıca; . : Sümerce birden fazla işaretler­
den oluşan kelimelerde işaretlerin arası na konur, ... : Metinde çevrile­
meyen kelime ya da cümleyi, < > : Metni yazan H ititli katip tarafından
yanlışlıkla unutul muş olan kelimeyi, § :Paragraf başı nı, ± : Yaklaşık ola­
rak, Akn. : Alt kenarı, Ay.: Arka yüz, öy.: Ön yüz, Kn.: kenar, bel i rtirler.
Notlar / 1 91
(84) Ayrıca ilgilililerin yukarıda tarafları geçen diger antlaşmaların içerik
ve ayrıntıları için bu bölümde degerli çalışmasından sıkça yararlandıgı­
mız Güngör Karauguz'un Bogazköy ve Ugarit Çivi Yazılı Belgelerine Gö­
re; Hitit Devletinin Siyasi Ant/asma Metinleri isimli kitabına başvurma­
ları tavsiye olunur.
(85) CTH: E. Lorca, Catalogue des Tektes Hittites, Paris, 1 97 1 ; "Catalogue
des tektes Hittites, Primer Supplement", RHA. XXX. 1 972, 94-1 33.
(86) Diger devletlerle yaptıgı siyasi ve hukuki antlaşmalar da benzerdir.
(87) H ititlerin, Troya'yı diger devletlerin baskısı ve saldırısından korumayı
misyon edindigini ve Troya'nın da H ititlerle sürekli barış içinde olma
çabası dikkat çekicidir.
(88) Bu m isyonu Wilusa Ü l kesi için kendisi bir garantör devlet konumun­
da yüklenmişti r.
(89} öyle olmadıgı tarihleriyle verilen diger H itit devletlerarası antlaşmay­
la bellidir.
(90) Sedat Alp, Hitit Çagında Anado/U.Çiviyazılı ve Hiyeroglif Yazılı Kay­
naklar, l 08-1 1 5.
(91 ) Bu antlaşma Bogazköy'de bulunmuştur ve kil tablet üzerine çiviyazısı
ile yazılmış olan kopyası ista n bul'da Eski Şark Eserleri Müzesi'inde ser­
g ilenmektedir.
(92} Türkçe çevirisi için bakınız. Sedat Alp, Hitit Çagında Anadolu- Çiviya­
zılı ve Hiyeroglif Yazılı Kaynaklar. 1 1 5-1 2 5 .
(93} Alp, Hitit Güneşi, 7 8 , 90.
(94) horkia temnein, syyntheke kai horkos, filia kai symmachia, amicitia et
societas, parabaineinde/lesasthai, rampere/fragere
(95) Karauguz, 40,4 1 .
(96) Parha (Perge)'dan Anadolu'nun g üney sahilleri ile Kizzuwatna'yı da
kontrol ederek, Konya-Kulu'ya kadar uzanan cografi bölgedi r.
(97) Karauguz, 1 2, 72, 8 1 .
(98) H ititlerin yukarıda ismini andıgımız hükümdarlar ve devletlerle yap­
tıkları antlaşma metinlerinin tüm ayrıntıları için lütfen bakınız ; Gün­
gör Karauguz'un Bogazköy ve Ugarit Çivi Yazılı Belgelerine Göre; Hitit
Devletinin Siyasi Ant/asma Metinleri adlı eserine.
(99} Süel, Hititlerde Suç ve Ceza, 1 2 .
( 1 00) Dinçol, Önsöz Vl l, Vl l l .
(1 01 } Dinçol, l , 2 .
1 92 / Hitit Hukuku
(1 02) Hukukta her vakayı münferit olarak ve ona i l işkin ir;eri kle hükme
baglama metodu, yani tek tek sur; sayılan eylemleri art arda sıralayan
yasa sistemi.
(1 03) Gözü baglanmış eline kılır; tutturulmuş adalet simgesi tanrır;a misali.
(1 05) H itit, Eşnuna ve Orta Asur yasaları dışında, prolog/önsöz, maddeler
ve epilog/sonsözden ol uşa n kalı plaşmış düzeni ve bazı maddelerin
benzerli kleri
(1 05) Roma H ukukunun On İ ki Levha Yasaları'nda da, taksi rle (kazayla)
adam öldürme kavramı H ititr;edekine benzer şekilde si teleum manu
fugit magis quam iecit atmaktan r;ok, silah eli nden kar;arsa' olarak ta­
'

nımlanmıştır.
(1 06) Dinr;ol, 4, 5, 7.
(1 07) Dinr;ol, 4 3.
(1 08) Fransız Devrimi'nin yasalar karsısı ndaki herkesin eşitligi savun usu ve
ül küsünün dalga dalga günümüz Modern Hukuk ve hak kavram ı üze­
rindeki nüfuzu, sorgulanmaksızı n vazger;i lemez m utlak bir adalet anla­
yışı olarak kabullenilmiştir. Bu nitel iksel bir;i m lenme durumu, i nsan
bellegi üzerinde Roma H u kukundan sonraki en etkili bilinr; yan ılsama­
sıdır. Eşitl i k vurgusuyla amar; adil bir karara, süreciyle birl i kte varmak
ise; öncel ikle taraflar arası nda bi rr;ok konuda eşit koşulları n var ol ma­
sı gerekir. Aksi halde hak arama sürecinde, kişilerin toplum, devlet ve
hatta uluslararası düzeydeki kon um, mevkii ve sınıfsal statüleri n i n tüm
yargılama sürer;lerini nası l etkilemiş oldugu, ne yazık ki bugün artık
tartışılmamaktır dahi. Adalet simgesi gözleri baglı, bir eli nde terazi, di­
ger elinde kılır; ve bazı zamanlarda bu kılıcı terazin i n ortasında tutan
Yunan-Roma antik adalet tanrır;ası ile simgeleni r. Adalet dagıtıcısı tan­
rır;anın tarafların h ir;bir subjektif somut hal ve farklı l ıklarını gözetme­
den (Bu durum ise adaleti n tecell isi ir;i n mutlak usul olarak görülüp be­
nimsetil mektedir) önüne gelen vakayı soyut norm kal ı bına vurarak, var­
dıgı karar, düzenin, statükonu n devamından başka bir şeyi ifade et­
mez. Kendi ir;inde eşitsizl i kler barındıran statünün devamı ir;in elzem
olan bu tarz adli kararların icrası ise simdi ger;misten daha örgütlü ve
donanımlı olan devlet kollugunca itina ile icra olunmaktad ı r. C. W. Ce­
ram, Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler, 265, r;ev. H ayrullah Örs.
SON UÇ

i le rl e m eci Tekçi Ta ri h ve H u ku ksal •Gel işim•

"Modem tari h bilimi", tarihin yazıyla başladığını i leri sür­


mektedir. Fakat insanın ya da en azından insansı canlıların,
yaklaşık 3 milyon yıldır yeryüzünde yaşamakta olduğu, hatta
potasyum-argon yöntemleriyle daha alt insan ailesi canlı fo­
sillerinin, 5 milyon yıl öncesine kadar tarihlenebi lmesi01 bu­
gün için mümkünken, tarihi yazıyla başlatmanın ve yaklaşık
5000 yıla hapsetmenin hiçbir tutar yanı bulunmaz.
Fakat yazının, tarihi, söylence ve olasılıklardan kurtardığı
da bir gerçektir. İlk yazılı hukuklardan Hitit Hukukunun, in­
san ve doğayı, bugünden daha iyi, modem söylemle ' ileri ' ,
algılama v e konumlandırma hal i , günümüz mevcut hak ve
hukuk mücadelesinin konumunu büyüteçleyip ifşa ederek,
düşmüş olduğu "geri" hattan kaybettiği "ileri" mevzilere
dönme çabasının trajedesini gösterir. Bu modem mücadele­
nin yüceltilip, fetişleştirilmesi ise ayn bir dramdır.
İlkçağdan günümüze, yoğunlaşan mutlakiyetçi egemenlik,
sömürgecilik, yağma, işgal ve köleliğin karşısında gelişen
sosyal devrimler ve hak mücadelesi, matbaa ve teknoloj inin
gelişim olanaklarından yararlanarak, tarihi ve iktidarı "mo­
dem iktidar" biçim ve ideolojisi üzerinden şekillendirip, dil­
lendirmiştir. Modem tarih ideolojisi, kara kıtası olarak sahip­
lendiği "batı" coğrafyasındaki 'hak kazanımlarını ' birer ' ilk'
olarak sıralayıp, gerçeğe yakın bir yanılsamayı da tüm dünya­
da başarıyla gerçekleştirmiştir. Böylelikle somut uygarlık ta­
rihini tersine çevirmeyi başarabilmiş, hegemonyasını , sürekli
ve yeniden üreterek de her daim yeni koşullara uyarlayıp dur­
muştur. Buradaki hukuki ' gelişim ' ve "ilerlemeci" felsefe ya-
1 94 / Hitit Hukuku
nılsaması, temsilcisi devlet aygıtıyla, mevcut sistemi koruyup
geliştirmekle kalmayıp, akıl, sorgulama ve "değerleri" kendi
tekçi kültürel hamurunda yoğurarak, insanların, birer modem
köleye dönüşüvermesini de başarıyla sonuçlandırmaktadır.
İlkçağ, ortaçağ ve modem çağı siyasal ve hukuksal etkisi
altına alan Roma Hukuk Sisteminin, etkilemiş olduğu mo­
dem devlet yapısı ve yasalarının, uluslarüstü hukuk sözleş­
melerinin ve bunların içerik ve dayanaklarının tıkandığı za­
man eşiğinde yaşamaktayız. Bu tıkanış, siyasal analiz, idari
yapılanma, felsefi düşünce, resim, müzik, gibi akla gelebile­
cek birçok alanda kendini göstermekte ve sürekli kendini ay­
nı kaynaktan üretip durarak tekrarlamaktadır. Kendini, yakla­
şık 2000 yıllık tarihine hapseden Batı merkezli düşünce ve
ideolojisinin böyle bir sonuca varabileceğini, bugünden ana­
liz etmek elbette ki daha kolay olabilmektedir. Bu değerlen­
dirme ışığında modemitenin 300-400 yıllık geçmişten çok
daha ötesinde, iki bin yıllık tarihsel bir sürecin sürprizsiz so­
nucu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Hatta modemitenin do­
ğuşunun ilk temellerini, merkez kabul ettiği Avrupa kıta yarı­
madası dışında, yok saydığı eskiçağ Önasya uygarlıklarına
kadar götürmek de mümkündür. Fakat bu hususun modem
ideolojinin tarihçesi bakımından farklı bir tartışma ve analiz­
le ele alınması- gerekeceğinden, bu noktada başka bir araştır­
maya ve ilgiye ihtiyaç vardır.
Hititte sosyal, ekonomik, siyasal ve teknolojik vb. geliş­
mişlik dikkate alındığında, suçların oldukça sınırlı tutulduğu,
değer ve vicdanlarla olabildiğince adilane şekillendiği, ceza­
larınkinden çok, zarar görenin zararını telafiye yönelik olarak
tazmin edici, barışı sağlamaya yönelik olduğu hukuksal örgü­
nün düşündüreceklerinin, "hak kuramı" tartışma zeminini
zenginleştireceği şüphesizdir. Bu sorgulama perspektifini
sağlayan , yukarıda önemli bir kısmını aktarmaya çabaladığı­
mız ve yaklaşık MÖ 1 700 ile MÖ 1 200 yıllarında yaşam bul­
muş, ezberi tarumar edici güçteki Hitit Hukuk gerçeğidir.
6. yüzyılda İmparator Justinianus tarafından Constantino­
polis 'te Corpus Iuris Civilis kanun kodifikasyonunda toolan-
Sonut / 1 95
mış olan Roma Hukuku, yine aynı dönemlerde Hıristiyanlı­
ğın resmi din olarak kabulü ile tektanncılılığa geçiş temelle­
ri üzerinden inşasını sürdürerek, bugüne taşınan Modem Hu­
kuk ve hak kavramı, oluşturmuş olduğu miladi süreçleri ve
birikimlerini diğer tüm sosyal bilimlere de aktann ayı ihmal
etmemiştir. İnsan, toplum ve devletin tarihsel süreci, bu ne­
denle Kıta Avrupası üzerinden başlatılarak, buradaki ekono­
mik, siyasal, dinsel tüm gelişmeler kıta ötesi tüm insan ve
coğrafyaya uygulanabilecek "teşhis", "reçete" ve "tedavi"yi
oluştunnuştur.
Buradaki bilinen mevcut "gelişim" özellikle ilk, orta ve
yeni çağ olarak düz bir çizgisel gelişim olarak adlandırılıp,
tek doğru kabul ettirilerek tüm toplumların bu güzargahtan
kendilerine bakıp çeki düzen venneleri beklenmiştir. Bazen
de beklenmeden öykündürülmüştür.
"Modernlik anlatımlarının ideolojik zaman anlayışı, yani
gelişmiş Batı dışındaki toplumların zamanın gerisinden gel­
dikleri, ancak ilerlemeci felsefe ve tekçi modernlik anlayışı­
na uygun olarak onlarla aynı güzargfill ı takip etmeleri gerek­
tiği görüşü, bilgiyi de belirlemiştir. Şöyle ki, Batı ' nın dışında­
kiler zaten Batı 'ya tabi olduklarından ' bilinmeye ' gerek du­
yulmazlar. Zaten geçecekleri aşamaları ve çizecekleri yolu
B atı önceden yaşamıştır ve bugün bilmektedir. Modernlik ve
' avant-garde ' , yani öncü entelektüel profili birbirlerini ta­
mamlarlar. Entelektüel, toplumun bir adım ilerisinde, öncü
konumdadır. Batılı olmayan toplumlar karşısında her zaman
bir ' bilen ' , bir ' öncü ' konumundadır. Batılı olmayan toplum­
lar yeterince saygınlığı olan bir merak ve bilgi konusu değil­
dirler. m Ancak Batılı olmayan toplumlar Batı ' nın dışından
kendilerine bir 'öteki ' konumu atfedip, Batılı modeline siya­
sal ve bilimsel bir meydan okuma oluşturunca bu durum de­
ğişir.'><3> Yaklaşık bir asırdır toprak altından çıkan bilgi hazi­
nesi ile, tarihi toptan bir ilerleme olarak kabul ve görüşün ar­
tık hiçbir tutar yanı kalmamıştır.141
O dönemin hem verileri hem de siyasi tercihleri sebebiyle
1 96 / Hitit Hukuku
1 7 . ve 1 8. yüzyıl modern "bilimsel ve düşünsel" atılımlarının
bu süreci tartışmasız şekilde kemikleştirme boyutlarına ulaş­
tırdığını görmekteyiz.
Dünya, "özgürlük", "kardeşlik" ve "eşitlik" üçlemeli slo­
ganist ve sosyal atılımlarıyla, 1 789 Fransız jakoben devrimi­
nin tekleştirici, katmanlaştıncı, militarist yapısı ve kutsallık­
larıyla, eski minvalde yeni çağın "bilimci" ve "sosyal" Mo­
dern Hukuk Felsefesinin yeni çağ projesiyle tanışmıştır. Pro­
jenin mimarları olan yeni iktidar odaklarının çağa, topluma
ve dünyaya eskisinden daha hakim olduklarını gösterebilme­
leri için çok da zamana ihtiyaçları olmamıştır.
Platon 'un Antik Çağda kurucu misyonunu yüklendiği Mo­
dem Hukuk Felsefesini, yeniçağda Alman idealistleri Kant ve
Hegel ' in omuzladığını görebilmekteyiz. Kant' ın ahlak yasa­
sında her defasında insanlığa, "kendi kişinde olduğu kadar
başka herkesin kişisinde de, sırf araç olarak değil, aynı za­
manda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulunması­
nın " kestirmeden dile getirdiği pratik buyruk15> bugünkü mo­
dem düşüncenin omurgasındaki ' insan merkezci kutsallığın'
doğrudan kendisi değil midir ki?
Hukuk kavramının özünü Kant ' ın "hukukun insana özgü
davranış normuna" tartışmasız bir biçimde indirgeyip kabul
eyleyen 1 9. ve 20. yüzyıl insancıl hukuk ekolleri16> ile birlik­
te diğer hukuk ekollerinin de felsefi tartışmalarının dayanak­
larını Hıristiyanlığa yaptıkları atıfla kimin insan sayılıp sayıl­
mayacağını belirleme çabalarının at başı gittiği düşünülecek
olursa bu tablo daha da netleşmektedir.17 1 Hatta Hegel ' in, in­
sanın özgürlüğü düşüncesinin Hıristiyanlık'ta ortaya çıktığı
ve köleciliğin Hıristiyanlıkla kaldırıldığı düşüncesi ve iddi­
ası,181 tarihi iki bin yıllık Avrupa geçmişiyle sınırlandırarak (ki
bu sınırlandırma içinde de zaman zaman yanlışlara düşerek)
değerlendirmenin sonucu değil midir ki?
Başka bir amaç ve niyetle yola çıkılmış olsa da, burada
çok kısa olarak, yeni çağın Alman düşünürlerinden Kari
Marx ' ın, modemitenin dünyaya ihracındaki hiç de küçüm-
Sonuc / 1 97
senmeyecek payına değinmek gerekmektedir. Kari Marx ' ın
bu büyük etkisi; her şeyden önce diyalektik materyalist felse­
fesi ve çok zeki ekonomik çözümlemelerle ilerlemeci tarih
ideolojisi üzerinde yükselttiği başka bir dünyanın inşası ide­
ali; ' Modem Komünizm ' düşüncesinin, benzer biçim ve ta­
leplerle hareket eden dünya üzerindeki milyonlarca insanda
kuşaklar boyu cevap buluşu ile yakından ilgilidir.
Aynı şekilde Kari Marx ' ın istisnasız tüm düşün dünyasın­
da en çok atıf ve kaynak gösterilen olması, modemiteye kat­
kısal payını büyüttükçe de büyütmüştür.
Kari Marx, yabancılaşma teoremiyle dünyanın belki de en
v icdanlı teorik çıkanın ve tespitini yapmış olmasına rağmen,
Aydınlanma Felsefesi etkisindeki pragmatik modem çözüm­
lemelere rahatlıkla uyarlanabilmiş ve uyarlanabilecek olan
Diyalektik Materyalizm teorisiyle, tarihi, insanı, toplumu,
coğrafyayı donduran modem ideolojiye amacının dışında
yaptığı katkının büyüklüğünü herhalde kendisi dahi tahmin
edemezdi. Aynı nedenle 1 9. , 20. ve halen 2 1 . yüzyılda düşün­
ce ve felsefesinin Avrupa kıtası dışında sınır tanımadan tüm
dünya coğrafyasındaki insanları etkilemiş ve etkiliyor olması
anlaşılırdır. Fakat Marksist felsefe, farklılıkları gerektiği ka­
dar önemsemeyerek, ekonomik çözümleme temeli esasına in­
şa ettiği diyalektik materyalizmiyle dünya tarihini düz, belli
bir doğrusallık çizgisine oturtan çözümlemeleriyle, modem
ideolojinin en baskın tekçi karakteriyle tek tanrılı dinlerin
mutlakıyetçi ve merkeziyetçi ideoloj isinin en "halkçı" yansı­
masını oluşturmuştur. İnsanın özgürleşmesini savunarak yola
çıkan bu düşünce akımı; tarihten yasalar çıkarmaya yönelik
rasyonalist ve pragmatik ideolojik kalıplarıyla, hem Kıta Av­
rupası hem de dışındaki insanlarca hiçbir farklılık gözetilme­
den başvuru rehberi alınarak, ekonomiye, sosyolojiye, etnik,
sınıfsal yapılara birebir uygulanmaya çalışılmıştır ve halen de
çalışılmaktadır. Tersinden insanın özgürleşmesini savunan bu
modem düşünce projesinin; bu yoğun etkileme gücüyle son
iki yüzyıldır dünya halkları ve sınıflarında yayılma süreci ve
içselleştirilmesi kolay olabilmiştir. Bu projenin tersi niyet ve
1 98 / Hitit Hukuku
amacıyla, aynı modem sürece büyük katkısının, düşünce sa­
hibi tarafından hiç istenmediğini düşünsem de; bu misyonun
yerine getirilmesinin Marksist ideoloji tandanslı, parti, hare­
ket, militan ve "aydınların" kraldan daha çok kralcı olan ide­
olojileriyle başarıldığı söylenebilir. <9ı
Hitit Hukuku incelememizde görüleceği üzere, o dönem­
deki halkın sosyolojik, ekonomik ve siyasal yapısı üzerine
çarpıcı somut bilgiler, tüm dünyaya ihraç edilerek öğretilen
modem tarih ve diyalektik gelişimi hakkındaki verilerin dı­
şındadır. Yani yaklaşık 3700 yıl öncesinde Hititlerde bugün
para olarak adlandırdığımız ekonomik değerin değişim aracı
olarak ekonomik sistemde sıkça kullanımı ve ticari ilişkiler
ağının sosyal ve teknik gelişmişliği yanında devletler arası ti­
cari ilişkilerin ulaştığı aşama oldukça önemlidir. Bu paralelde
Hitit ekonomik yapısının ülke içi ve gümrük vergilendirme
rejiminin, günümüz kapitalist sistemle benzerliği ve bu reji­
min muhafazasındaki devlet oluşum ve yapısı dikkate alındı­
ğında, yine tüm cins ve kişilerin, doğa ve diğer canlılarla bir­
likte haklar ve sorumluluklara sahip oluşu, idari şeffaf yöne­
tim hukukunun merkeze yerleştirildiği tüm hal ve konumun,
idelojik modem tarih çerçevesinin dışına taşmaktadır. Çünkü
Hitit gerçeğinin, kabaca modem tarih sıralamasındaki ilkel
komün-feodalizm-kapitalizm-emperyalizm düzeneğinin düz
çizgisel (lineer) tekçi tarihsel gelişim sıralamasına hem tarih,
hukuk ve ekonomi hem de siyasal ve kültürel bakımdan yer­
leştirilemeyecekuoı kendine özgü orijinalitesi ortadadır.< 1 °
Matematik ve astronomi yönünden gözlerde o denli büyü­
tülen antik Yunan ve Roma dünyasında, l 0.000 sayısı Yunan­
lılar için sayılamaz derecede büyük bir sayı iken, ve milyon
kavramı Batı 'da ancak 1 9. yüzyılda doğmuşken, Koyun­
cuk 'ta bulunan çiviyazılı bir metindeki sayısal dizinin son
toplamının 1 95 .955 .200.000.000 ile gösterilmesi, yani Des­
cartes ve Leibniz zamanında herhangi bir biçimde hesap sı­
nırları içine alınmamış olan bir sayının, o dönemin güncel ve
ekonomik yaşamında kullanılır olması en basitinden,0 21 Batı-
Sonuç / 1 99
lı düz "gelişim" çizgisinin içeriğini ters yüz eder.
Modemitenin, antik Roma ve Yunan uygarlıklarını merkez
ve milat alarak, tarihi, "ilerlemeci" ve kategorize edici karak­
teriyle çağlan sınıflandırarak, gelişim ve değişimi kendi doğ­
rusal çizgisi üzerinden belirlediğini ve tek hayranlık besledi­
ği antik dünya dışındakileri, kendi terminolojisinde ya gör­
mezden gelerek ya da küçümseyerek, belleğin tarihsel kodla­
rı dışında özenlice tutmaya çalıştığını yenilersek; bu ideolo­
jik yaklaşımın, kendine üs aldığı antikiteyi de belleksizleştir­
diğini belirtmek gerekecektir. Çünkü evren tarihi nihayetin­
de, kendiliğinden böyle bir sıralama ve belirlemeciliği ters
yüz edecek potansiyeliyle, çok yönlü düşünmeyi zorunlu kı­
lar ve dayatır. Aksi halde kişilerin bu açılımla antikite hakkın­
daki görüşleri son derece yanlış, kelimenin aslıyla tamamen
ilişkisiz olmaktadır. Çünkü dünyanın büyük çağı ve yaşlılığı­
nın, ancak eskilerin çağı olan o gençlik çağlarına göre değil
de, zamanımıza atfedilmesi durumunda gerçek antikiteden
söz edilebilir. O çağ, bizimkine göre daha eski ve yaşlıdır; fa­
kat dünyanın kendisine göre daha yeni ve gençtir. Nasıl ki
gördüğü, işittiği ve hakkında kafa yorduğu şeylerin niceliği,
çeşitliliği ve deneyimi bakımından yaşlı bir insanın genç bir
insana göre beşeri işler hakkında daha iyi bir bilgiye ve daha
sağlam bir yargıya sahip olması kendisinden bekleniyorsa,
aynı şekilde çağımızdan da eski çağlara göre daha çok şey
beklemek meşru bir şeydir; çünkü bu çağ sonsuz deneyim ve
gözlemlerle güçlenmiş ve zenginleşmiş dünyanın yaşının
önemli bir uğrağını oluşturmaktadır.°31
Modem insanın pek övündüğü ve gerçekten sıkıntı veren
konumu; ünlü tarihsel nesnelliği dolayısıyla kendini güçlü,
yani adil, eski çağların insanından daha yüksek derecede adil
olarak göstermesi gibi bir sonuçla karşılanmaktadır ki; buna
hakkı var mıdır? O nesnelliğin kaynağının adalet isteğinden
ve gittikçe artan bir şekilde adalet gereksiniminden doğduğu
yukarıda sunulanlarla birlikte açığa çıkmaz mı?u4>
Bu nesnel bilimciliğin çokça şişirilip abartılması, modem
200 / Hitit Hukuku
insanın erdemleri hakkında bir önyargıya götürmez mi?
"Son 5000 yıldır (250 kuşak) dünya coğrafyası üzerindeki
değişikliklerin çoğu insanların müdahalesi sonucudur. Irmak­
ların, göllerin, denizlerin ve dağların bugünkü yerleri buldo­
zerlerle veya diğer etkenlerle insan eliyle değişikliğe uğratıl­
mıştır.•>(l5J
B izim eskiler diye adlandırdıklarımız, gerçekte, her bakı­
mından daha yeniydiler ve insanlığın çocukluğunu oluşturu­
yorlardı; 1 161 şimdi, madem ki onların bilgilerine sonraki asır­
ların deneyimini ilave etmişiz o halde başkalarında saygı
duyduğumuz şu antikiteyi/eskiliği kendimizde bulabiliriz.u7ı

Modern Avru pa H u k:u k:u

Yarım yüzyılı aşkın bir süredir, Avrupa'nın da kendi kıta


yarım adasında, "yeni dünyadan" (ABD) ve "eski dünyadan"
muadili Roma İmparatorluğu gibi ekonomik ve siyasal birli­
ğini, tek merkezde toplama çabası, 2 1 . yüzyılın kendine özgü
hızı ile sürmektedir. Devletler de, (doğası gereği) tüm statü­
kocu ve savunmacı yapılarıyla kişiler karşısında "güvenlik"
ve "demokrasiyi" "ikame eden" modem kurum olma özellik­
lerini koruyup, her "yeni" duruma kendilerini uyarlayabil­
mektedirler.
Kişi ve halkların temel hak ve özgürlük güvencelerinden
"ilerlemeci tarihin" iddiasına tezat biçimde giderek yoksun­
laşma hali, her geçen gün kendini daha çok hissettirmektedir.
2. Dünya Savaşı ' nda yaşanan faşizm ve bıraktığı yıkıcı fela­
ketten sonra, Fransa, Almanya 'yı da yanına alarak, " insan
haklarına saygılı bir barış ortamı ve Avrupa ' da siyasi ve eko­
nomik birlikteliği sağlamayı " amaçlayan fikri öncülüğünde
bir atılımda bulunmuşlardır.
Atılımın ilk girişimi de, amaçlanan hedefin güzargahında
yol kat edip denetleyecek öncelikle bir hükümetler arası ör­
güt işlevi görecek Avrupa Konseyi 'ni kurmak olmuştur. Bu
Sonuc: / 201
kurum da ikinci adım olarak, Birleşmiş Milletler Genel Kuru­
lunca 10 Aralık l 948 ' de çok tartışmalı bir şekilde kabul edi­
lenu•ı ve tüm tarihin statüko müsebbilerinden biri olan mülki­
yeti "kutsayan" İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 'nin temel
kabul edilen bazı düzenlemelerine daha somut güvenceler
sağlamak için Rene Cassin ' in hazırladığı tasan ile ikinci bir
girişimde bulunmuştur. Bu girişim ve fikirle de 04. 1 1 . 1 950
tarihinde Roma'da İnsan Haklan ve Temel Özgürlüklerinin
Korunmasına İlişkin Sözleşme 'yi (Avrupa İnsan Haklan Söz­
leşmesi) hazırlayarak taraf üye devletlere imzaya açmışlardır.
Aranan asgari onayın gerçekleşmesinden sonra da 1 953
yılı Eylül ayında bu proje yürürlüğe girmiştir. Projenin bir da­
yanağı olarak anılan bu sözleşmenin, dayanak aldığı İnsan
Haklan Evrensel B ildirgesi 'nden farkı, uluslararası bir söz­
leşmeye taraf üye devletlerin üstlendikleri yükümlülüklerin
denetleniyor olmasıdır.u9ı Bu denetlemenin bir aracı da, söz­
leşmeye taraf devletlerin, sözleşmeye aykırı ihlallerinin de­
netlenmesi amacıyla kurulmuş Avrupa İnsan Haklan Mahke­
mesi ' ne kişisel başvuru hakkı nı tanımalarıdır. Sözleşmenin
ihlaline dair mahkemeden çıkan kararların, denetim ve icrası
ise; Avrupa Konseyi bünyesinde üye devletlerin Dışişleri ba­
kanlan veya görevlendirilmiş hükümet üyesi delegelerinden
oluşturdukları Bakanlar Komitesi aracılığıyla yürütülmekte­
dir (Avrupa Konseyi statüsünün 1 4. maddesi).
Sözleşme bağlamında ele alınan ve ihlaline "karar verilen
binlerce vaka içtihadına girmeden, yalnızca şözleşme içeriği­
nin bir kısmına değinmek ve hatta bazı sözleşme maddeleri­
nin lafzının kendisini sunmak dahi sanının modem dünyanın
halen hangi hukuki olgularla yaşamsal düzeyde yoğun biçim­
de meşgul olduğunu göstermeye yeterlidir. Yani mevcut ulus­
lararası hukuk düzeni ve buna bağlı oluşturulmuş uluslarara­
sı mahkemelerle bu yapıya göre kendini biçimlendirmek zo­
runda kalan yerel mahkemelerin bugün itibariyle iştigal ko­
nularının ve kararların üstünkörü incelenmesi, mevcut fotoğ­
raftan öte resmi okumaya yeterlicedir.
202 / Hitit Hukuku
Aynca yine bugün gelinen noktada da Avrupa İnsan Hak­
lan Mahkemesi 'ne yapılan temel bir hak ihlali başvurusunun
neticelenmesinin uzun yıllar alıyor olmasının kendisi dahi ilk
etapta adil ve etkin başvuru sürecinin baltalanması açısından
trajikomiktir(.ıoı.
Bu durumun kendisi dahi ne kadar trajikse de bunun daha
ötesinde bu sözleşme bağlamında hedefler içinde "insanın"
sistem içinde konum ve biçimlendiriliş tasarımının modem
Avrupa için ulaşılacak en son ideal olarak sunulması da o ka­
dar vahimdir. Bu nedenlerle insan haklan olgusunun standar­
dize biçimi ve kuramsal hak ideolojisinin nitelik ve çerçeve­
si üzerinde bir daha düşünmeye değer. Trajedi ötesi bu halin
şöyle bir gerçeği de vardır; o da modem hak kuramı içersin­
de standardize edilen bu düzenin(ı ıı sosyal ve ekonomik. gü­
venlik kurum ve haklarından yoksun hali dahi, birçok Avrupa
Konseyi üye ülkesi için ulaşılması halen Kaf Dağı ' nın arka­
sındaki anka kuşu kadar zor bir hedeftir. Bu da mevcut duru­
mun vehametini bir kez daha göstermektedir. (ııı
İnsan Haklan ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İliş­
kin Sözleşme ' nin içeriğine kısaca değinirsek eğer;(231 bu söz­
leşmeyi imzalayan Avrupa Konseyi üyesi hükümetler önce­
lilde, 1 O Aralık 1 948 tarihinde B irleşmiş Milletler Genel Ku­
rulu ' nda kabul ve ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildiri­
si 'nde açıklanan hakların her yerde etkin olarak tanınmasını
ve uygulanmasını hedeflemişlerdir. Ve üyeler arasında daha
sıkı bir birlik kurulması ve insan haklarıyla temel özgürlükle­
rinin korunması ve geliştirilmesinin bu amaca ulaşma yolla­
rından birini oluşturduğuna inanarak, dünyada barış ve adale­
tin sağlanıp korunabilmesinin ancak Evrensel B ildiri 'de yer
alan bazı hakların or!ak güvenceye bağlanar?.k sağlanacağını
ileri .:;ürmüşlerdir.
Anlaşmanın belli başlı hususları ise şunlardır: üye devlet­
ler, öncelikle İnsan Haklarına "saygılı" olma ön yükümlülük­
leriyle, "yasal meşru" kabul edilen istisnalar dışında herkesin
yaşam hakkının yasayla koruma altına alınacağını, hiç kimse-
Sonuç / 203
nin köle ve kul halinde tutulamayacağını, zorla çalıştırılama­
yacağını ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamayacağını, yine hiç
kimsenin işkence, insanlık dışı ya da onur kıncı ceza veya iş­
lemlere tabi tutulamayacağını yükümlenmişlerdir.
Akabinde, suçlanan kişilerin "meşru" yasalar nezdinde
yetkili yargı organlarınca yakalanması, tutuklanması veya
mahkOm edilmesi sözleşme güvencesine bağlanmış, aksi ha­
lin kişilerin özgürlük ve güvenlik haklarının ihlali anlamına
geleceği vurgulanmış ve herkesin gerek medeni hak ve yü­
kümlülükleriyle ilgili doğan nizalar, gerekse kendisine yönel­
tilen suçlamalar hakkında yasayla kurulmuş bağımsız ve ta­
rafsız bir mahkeme tarafından makul süre içinde, hakkaniye­
te uygun, şeffaf yargılanma hakkı da sözleşme güvencesine
alınmıştır.
Yine kişiler hakkındaki hükümlerin istisnalar dışında açık
oturumlarda verilmesini, bir suçla itham edilen herkesin, suç­
luluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masumiyet karine­
sinden yararlanacağını gözetmektedir.
Mahkemelerde sanık kişilerin kendilerine yöneltilen suç­
lamanın niteliği ve nedeninden en kısa zamanda, anladığı bir
dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmesi gerekmektedir. İ t­
ham edilenin savunmasını hazırlaması için gerekli zaman ve
kolaylıkların yaratılması, kendi kendini savunması veya ken­
di seçeceği bir savunmacının yardımından yararlanması hak­
kı bulunmaktadır. Eğer savunmacı tutmak için mali olanak­
lardan yoksun ise ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahke­
mece görevlendirilecek bir avukatın hukuki yardımından üc­
retsiz olarak yararlanabilmesi, iddia tanıklarını sorguya çek­
mek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıkla­
rıyla aynı koşullar altında çağınlmasını ve dinlenebilmesi dü­
zenlemesi mevcuttur.
Sanık, duruşmada kullanılan dil veya konuşmaları anla­
madığı takdirde kendisine ücretsiz tercüman sağlanması, iş­
lendiği iddia edilen zamanda ulusal ve uluslararası hukuka
göre bir suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı kimse­
nin suçlanamayacağı ve mahkum edilemeyeceğini ve hiç
204 / Hitit Hukuku
kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek olan ceza­
dan daha ağır bir ceza verilemeyeceğini, kişilerin özel ve ai­
le hayatına, konutuna ve haberleşmesine ulusal güvenlik, ka­
mu emniyeti, dirlik ve düzenin korunması gibi istisnalar dı­
şında saygı gösterilmesi hakkını düzenlemektedir.
Herkesin yine benzer istisnalar dışında düşünce, vicdan ve
dinsel özgürlük hakkının sağlanması ve görüşlerini açıklama
ve anlatım, asayişi bozmayan örgütlenme özgürlüğüne sahip
olduğu konusunda anlaşan üye Avrupa Konseyi devletleri,
sözleşmede tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen
herkese, ihlal fiili resmi görev yapan kimseler tarafından bu
sıfatlarına dayanılarak yapılmış da olsa, ulusal bir mak�ma
etkili bir başvuru yapabilme hakkını tanımıştır.
Sözleşmedeki hak ve özgürlüklerden yararlanmada, cinsi­
yet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal ve­
ya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, do­
ğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayı­
rımcılık yapılamayacağı, savaş veya ulusun varlığını tehdit
eden tehlikeler halinde ise sözleşmeci tarafın, durumun ge­
rektirdiği ölçüde ve uluslararası hukuktan doğan başka yü­
kümlülüklerine ters düşmemek koşuluyla öngörülen yüküm­
lülüklerine karşı aykırı tedbirler alabileceğini de bağıtlamış­
tır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ' nin ölüm cezasının her
koşulda kaldırılmasını öngören 1 3 no'lu protokolü 3 Mayıs
2002 tarihli olup yenidir.
Devletin hukuksal meşruiyetle yargısal ölüm kararlarına
dayanarak kişilerin yaşam hakkına son vermesi usulen kaldı­
rılmış olmasına rağmen, sözleşme ve protokol taraftarı bazı
Avrupa Konseyi üyeleri kendi iç hukuklarında güvenlik kay­
gısıyla hazırladıkları yeni yasal düzenlemelerle, eski ölüm
cezası hakkındaki infaz süreçlerinin tüm yetkisini doğrudan
kolluğa vermiş gibidir. Yeni çağın "Terörle Mücadele Kon­
septi'.cuı bağlamında getirilen hukuki düzenlemeler, kolluk
gücüne verdiği geniş silah kullanma ve müdahale yetkisı ile
kişilerin yaşam hakk ı nı bir nevi ellerinde tutmaktadırlar. Ya-
Sonuç / 205
şam hakkı güvencesiz ve askıdadır. Artık yargı kararına dahi
gerek görülmeden, görülen lüzum üzerine "kamunun huzuru"
için kolluk, idam infaz memuru gibi çalışabilmektedir. Ben­
zer bir süreçle ömür boyu hapis cezası ve "izalosyon esasl ı,
yoğun güvenlikli" hücre tipi hapishanelerle de tutuklu ve
mahkumlara verilen hapis cezalarıyla ölüm yavaş yavaş ger­
çekleştirilmektedir.
Söz söyleme hak sahipleri ve temsilcilerinin sustuğu ve
susturulduğu böyle bir ortamda, statükocu, devletçi ve birlik
taraftarlarının ön planda sürekli mağduru oynayarak, kişiler
ve halkın değil "o birliğin, devletin veya kamunun çıkarları­
nı korumayı" ön plana alan gerekçelerle yasalar çıkartması
artık yadırganmamaktadır.
Binlerce madde mevzuatı ve öngördüğü "değerleriyle"
örülen Avrupa Birliği müktesebatının, modem zamanların ha­
kimiyetini, o "küçük" yaşamlarımız karşısındaki rakipsizliği­
ni ilan ediverişi, tüm hızıyla devam edegelmektedir.<25ı Bu
ışıkta yol kat eden, "pozitif', "normatif', "standart" demok­
rasi ve hukuk ideolojisi, tüm kıtalardaki etki ve yoğunluğunu
tek alternatif reçete olarak sunuvermektedir.
Siyasal idari yapı olarak Sibirya steplerine kadar uzanan
Avrupa B irliği hukukunun, günlük yaşamda tüketilecek do­
mates, patlıcan ve salatanın boy ve hacim standartlarını dahi
belirleyen halihazır uygulamadaki yönetmeliklerinin yanın­
da, bir sonraki adımı da bu "metaların" yurttaşları tarafından
nasıl yenilmesi gerektiği hakkında hazırlayacağı mevzuat
programıdır.
Günümüz Modem Hukuk ve adalet sistemi, genel olarak.
yabancılaşmış insan merkezli, tekçi, ırkçı, sınıfsal, eşitsizler
arasında "eşitlikçi", cinsiyetçi, militarist, doğa karşıtı, bürok­
ratik, muhafazakar, empati damarları iğdiş edilmiş, sevgi ve
nezaketten yoksun,1261 çeşitli şiddet ve iktidar odaklı yapısı ve
profesyonel kadrosu ile birlikte, günü kotarmakta, "hukukun
üstünlüğü" şiar ve dogmatik teminatıyla da mevcudu kutsa­
yıp geleceği örmektedir.
206 / Hitit Hukuku
Yen i den Düşü n m e

Modem düşüncenin, eksenine yerleştirdiği, doğaya hakim


olma mücadelesinin, Hititlere olan yabancılığı bile tek başına
Hitit Hukuku üzerinden Modem Hukuk eleştirisini açıklama­
ya yeterlidir. Çünkü tüm okumalarımızdan çıkarılan sonuca
göre; Hititler, körü körüne itaatkirlığı, boyun eğme ve misti­
sizmi benimseyerek değil, diğer canlılarla birlikte doğanın
dengelerini gözetip, koruyarak, bilinç ve yaşam tarzlarını
oluşturmuş ve içselleştirmiştir. Yani; Hititlerde yaşam kültü­
rü, insanla doğanın birbirine karşılıklı saygı, uyum ve inanç
esasına dayalı, ayrılmaz bir parça olduğu görünümündedir.
Böylece oluşturulmuş bir "hukuksal yapı", doğal Hitit top­
lumsal yaşamını yansıtmakla beraber, aynı zamanda özen ve
sorumluluğun da eşit oranda duyulduğu bir düzeni tasavvur
ettirir. Hititlerde içselleştirilmiş doğa anlayışı ve yaşamını,
aşağıya aktardığımız bir Hititlinin bir dağla olan kısa diyolo­
gu herhalde en iyi şekilde özetlemektedir:

"Bundan başka büyücü yag, bal, somu n ekmegi (ve) şarap kase­
sini alır (ve) daga çıkar. (Daglara) şöyle hitap eder: 'Ey yüce dag­
lar huşu veren vadilerin sayısız çocukları ! Ben (size) acaba n iye
geldim dersiniz? Çünkü ben artık bittim tükend i m, çünkü i nsan­
lık bir inek gi,bi ahırda hapis kalmıştır. Şimdi sizi n yard ı m ı n ıza
çok ihtiyacım var, ey daglar! ' Daglar şöyle yanıtlarlar: 'Sen hiç
korkma ! Biz sana yardım ederiz. Agaç kendi dalları n ı kırar mı
hiç? Maki kendi büyümesi ne engel olur mu hiç? Geyik kendi
yavrusunu, d ünyaya getirdigi yaratıg ı öldürür m ü hiç?' •<27l

Yaşanan süreç kaçınılmazdı belki , ama haklar tarihinin


başlangıç konağını, tek merkez üzerinden oluşturma çabası,
dünyayı, insanı, tarihi açıklamayı güçleştirerek, geleceği de
bulanıklaştırmaktadır. İnsan, modem aklın rasyonelliğiyle
özgür düşünce atmosferini yitirerek, yaşanılan simülasyon ta­
rih ve zeminde, sarmal bir yay üzerinden yaylanıp savrularak
Sonuç / 207
eski çıkış noktasına daha kötü koşullarda düşüp durmaktadır.
Bugüne değin bir kral mezarının dahi bulunmadığı ya da
bulunamamış olduğu Hitit tarihinde, kralların görkemden
uzak saray ve tahtsal bir konumdadır. Kral, hemen hemen
herhangi bir Hititlinin yaşam koşullarına benzer hal ve düze­
yi ile, denetlenebilir, hesap sorulabilir ve yargılanabilirdir.
Kendine özgü içe dönük ama sosyal, barışçı ve "insancıl", ya­
lın ve işlevsel kent mimarisinin<21> statükocu demokrasi tarihi
ve iktidarlar açısından hiç çekici gelmemiş olması şaşırtıcı
değildir. Oysa Hititler, güç ve iktidar sahasının, piramiter ya­
pılanması karşısında, 'popülerlikten' uzak, yalın, şeffaf, ya­
tay, demokratik katılım ve doğa eksenli "insancıl" bir dünya­
nın tüm kültürel renklerini, grileşmiş yaşamlarımız önünde
fütursuzca sergilemektedirler. Niteliksel bu yapı Hitit diline
de yansımıştır. Merkezi iktidar fetişizminden uzak yönetim
ve toplumsal yaşam karakteristiği ve felsefesinin, Hitit diline
ve oradan da yasalar, mahkeme zabıtları, talimatnameler, dip­
lomatik yazışma, antlaşmalar, dua, yıllık ve efsanelere yansı­
dığı görülmektedir. Konuşma ve yazı dili oldukça sade, "ço­
cuksu", meseleyi doğrudan algılama ve kavrayışı ile anlaşılır­
dır. Bugünkü algılayışımızla zaman zaman sevimli ve gülüm­
seten diyologlar içerir. Hitit toplumunun sofistike olmayan
doğal bu yaşam kültürü kaçınılmaz olarak, Hitit yazı diline
yalın ve sade olduğu kadar kendine özgü derin ve zengin ede­
bi özellikler sağlamıştır. Bu duygu ve düşünce felsefesiyle
oluşmuş yazılı eserler, bugün dahi aynı etki ve güçte hissedi­
lebilmektedir.
Doğadan kopuşun kendisi, haliyle onun simülasyon olarak
algılanması ile sonuçlanmaktadır. Batılı modem düşünceye
Roma kültüründen aktarılan bu "zengin kültürel miras" ken­
dini yaşam ve ölüm karşısındaki algılama ve konumlandın­
hşta da gösterir.
Çünkü Roma'da ölümün yakınında olmak dehşet uyandır­
dığından, mezarlar kutsal yerler haline getirilerek, onları ken­
dilerinden uzak tutmayı yeğlemişlerdir. Böylelikle yaşayanlar
dünyası ile ölüm dünyası diye iki ayn yaşam düşünülerek,
208 / Hitit Hukuku
birbirinden ayrılmıştır.ı 29 1
Mezarlıkların kentin dışında, örneğin Roma 'da Appia Yo­
lu veya Arles'da Alyscamps boyunca yer almalarının nedeni
budur. On İki Levha Kanunu sitenin içinde, ' in urbe ' ölü gö­
mülmesini yasaklarken, aynı yasaklamayı Tehodosius yasası
da devam ettirmiştir. Böylece kent halkının evlerinin ' sancti­
tas 'ı korunmuş olacaktı.130>
MÖ 1 5 . yüzyılda Prens Kantuzzzili 'nin herhangi bir Hitit­
linin iç konuşmasına benzer şekilde yaptığı duada, yaşam ve
ölüm hakkı ndaki düşünceleri, bir nevi Hitit sosyal ve inanç­
sal yaşam kültürünü yansıtması bakımından önemlidir. Du­
ada, sonsuzluk düşünce yanılsamasına ve "dehşetine" düşül­
meden, ölüm ve yaşam gerçeğinin vurgusu dikkate değerdir:

"Yaşam ö l ü m le, ö l ü mse yaşa m l a ya k ı n d a n i l g i l i d i r. i nsa n og l u­


n u n ö m rü so nsuz deg i l d i r. (Aksine) o n u n g ü n leri sayı l ı d ı r. Eger
i nsa nog l u n u n ö m rü sonsuz olsayd ı, bir s ü re içi n kötü bir hasta­
l ı g a katl a n a bi l ı rd i ve bu hasta l ı k o n u n içi n b i r i ntikam o l m a kta n
çıkard ı ."131 )

Öte yandan Hititlerin ülke sınırlarına kattıkları diğer ülke


ve toplulukların inanç dünyalarındaki tanrılarını kendi tanrı­
ları olarak benimseyip, içselleştirmeleriyle güçlü bir empati
yeteneği geliştirdikleri görülmektedir. .
Kendi dışındaki halkla aynı inanç ve duyguları hissetme
ve yaşama hali; hegemonik ırkçılıktan, emperyal dayatma ve
ötekileştirme politikalarından uzak bir kültürün sonucudur.
Bu nedenledir ki kendi inanç ve yaşam biçimlerini emperyal
bir dayatmayla o ülke insanlarına benimsetme yoluna değil, o
halkın idari ve kültürel geleneklerini sürdürebilmeleri için,
onlara bir tür otonomi hakkı tanıma yoluna gittikleri görül­
mektedir. Bu yaklaşım, Hititleri, modemitenin kamplaştırıcı,
tekçi, militarist ve ırkçı dünyasından tamamen ayırarak, onla­
rın barışçıl, doğacı ve insancıl siyaset ve (bence en önemlisi)
felsefesinin karakteristiğini yansıtmaktadır.
Sonut / 209
Çağına göre demokratik, denetlenebilir, şeffaf yönetim ve
yargı mekanizmasıyla, cezada şahsilik, delillerin ikamesi,
kast/taksir ayrımı, eksik teşebbüs, kanunilik, lehe olan ülke
hukukunun uygulanması, kadınların "eşitlikçi" konumu, ev­
lenme akitleri ve aile hukukunun diğer meseleleriyle, miras
hukukunun yasal prosedüre bağlanışı, suçluların başka devle­
te iadesi kriterinde iade edilecek devlette ölüm cezasının olup
olmadığının gözetilmesi , günümüzün mültecilik hukukunun
başlangıç konaklan, kölelerin ekonomik durumları nedeniyle
ceza yaptırımlarında pozitif ayrımcılığa tabi tutulması, sabı­
kasızlık halleri, basit ama masumiyet karinesini temel alan
yargılama hukukuyla, vicahilik (tarafların yüzlerine karşı) il­
kesiyle suçlananın kendini savunabilmesi için tüm olanakla­
rın sağlandığı (tüm tanıkların ve delillerinin rahatlıkla sunul­
duğu ve dinlendiği vs.), güvenceli yargılama hukukuyla, ce­
za yaptırımlarında mağdurun mağdurluğunun tazminat huku­
ku gereği giderilerek, intikam ve kin üzerine kurulu, ilkel, kı­
sasa kısas (dişe diş, kana kan) hukukunun terk edildiği, ölüm
cezalarının süreç içinde kaldırılarak çok istisna tutulduğu (bu
hallerde dahi kralın, yetkili adalet mahkemesinin işleyişi ve
af yetkisi), devletler arası hukukta kuvvet kullanımının ilk
olarak sınırlandi.rılarak istisnalarının devletlerarası barış ant­
laşmalarında belirtildiği, iktidarların sınırlandırıldığı ve yu­
karıda aktarmaya çalıştığımız demokratik, insancıl ve diğer
canlı organizmasıyla birlikte ete kemiğe bürünen Hitit Huku­
ku, mütevazı varlığıyla karşımızda durmaktadır.
Modem kültürel yapının dayattığı ve işlevselleştirdiği hu­
kuksal örgü, kısa zamanda muhataplarının yaşamında, olmaz­
sa olmazlar haline dönüşüverip, içselleşivermektedir. Piyasa
nesneleri, hukuku çepeçevre sarmalamasıyla yabancılaşmayı
derinleştirmekte, yaşam içerisinde dokunulan, içilen, yenilen,
kullanılan, yararlanılan şeylerin ve atılacak adımın dahi nasıl
olması gerektiğinin standartlarını belirleme yolunda hızla yol
almaktadır. Binlerce maddeden oluşan onlarca klasörlük
mevzuat ve direktiflerle donatılmış modem yaşam karşısında,
başka bir dünyayı dillendiriyor olmak; uzayın bilinmezine
21O/ Hitit Hukuku
veya kocaman bir "hiçe" davetiye gibidir. Yaygın, kökleşmiş
ve içselleştirilmiş ezberin bozulması, korkutucudur.
Modem zamanların hakim hukuki ve siyasal rejimlerinin
yasa hazırlamalarında,<321 zarar mefhumu üzerinden, eylem ile
ceza arasında bir oranlamada yoğunlaşılması, pozitif hukuk
ve adalet anlayışında, "kötülüğe" karşı kötülük olarak "ilkel"
cezalandırma sistemi kısasa kısasın yansıması olan hapsetme
cezasını günümüze taşımıştır. Hapsetme, mutlak yaptırım hu­
kuku olarak bellenmiş ve belletilmiştir. Bununla yetinilmeye­
rek, daha ileri gidilerek, eylem olmadan tehlike varsayılmak­
ta, kendi içinde ceza infazı içeren önlem olarak da, hedef alı­
nan tüm varlıkların imhasının mümkünlüğü aşamasına gelin­
miştir ki; bu durum dünyanın vardığı en vahşi modem "bar­
barlık" dönemidir. <"1 Sürekli beslenen ve yaratılan korku,
kaygı, kendine yabancılaştırılmış "insanı" çepeçevre sarma­
lamıştır. Bu kuşatılmışlık hali hiç de yeni olmamasına rağ­
men, son dönemlerdeki sanal terör ideolojisiyle yeniden dev­
şirilen güvenlik merkezli algılama, önleme ve cezalandırma
anlayışı ile yoğun bir kayıtsızlıkla kendisini ifşa etmekten hiç
de çekinmemektedir. Yeni iktidar stratejisi, 1341 "suçla mücade­
le" için yaramığı korku cehenneminde1351 hedefteki insanı
maddi ve manevi yönden tümüyle yok etmeye ayarlanmış ye­
ni "ceza" anlayışıdır. Artık "suçluları" en iyi tretman usulüy­
le ıslah etmek, onları bedenen veya ruhen imha etmeye denk
düşmektedir. Yaklaşık 2000 yıllık modem tarihin "suçla mü­
cadelede" finale taşıdığı "başarısıdır" bu.
"Non quia peccatum est, sed ne peccetur"(De Ira, lib.I, 1 6)
özdeyişiyle, cezanın salt yararcı bir işlevi bulunduğunu ileri
süren Seneca'dan; cezanın yalnızca bireyde doğurduğu kor­
kuya dayandığını ve bu temel nedenle bireyin hukuku çiğne­
mediğini ileri süren Aristoteles 'ten (Retoricas, Lib.I); cezanın
"korkutma" işlevi üzerinde direnen Doğacı Okul yanlısı Tho­
mas Hobbes'a ve aydınlanma yüzyılının düşünürleri Montes­
quieu, Rousseau ve Voltaire 'e dek durum böyleyken, "Önle­
mek, cezalandırmaktan iyidir" dogmasını kurallaştıran Bec-
Sonuç / 21 1
caria' nın Suçlar ve Cezalar Hakkında 'ki yapıtının ekseni­
ne1361 oturan, tüm bu anlayışların çoğu günümüzün "en ileri­
ci" insancıl hukukunun ilkleri ve dayanakları olarak kabulle­
nilmektedir. Dönemlerinden bugüne "çığır" açarak kutsanan
ve modem insancıl hukukun özsel dayanakları olan bu yakla­
şımları, bilinen tarih içindeki yerleriyle dikkate alarak altüst
etmek gerekmez mi? Çünkü "insancıl hukuk" denilen bu mo­
dem yaklaşımlarda amaç, diğer modem anlayışlardaki gibi ,
ceza ve korku ilişkisini hep canlı tutarak, toplumsal önleme
sistematiğine işlevsellik kazandırıp, mevcut yapıyı kendi içe­
risinde sürekli güvenlikçi restorasyona tabi tutmaktır.
Restorasyon yeni bir toplum ve "insan" amaçlamanın öte­
sinde, "modem insancıl" önleme aygıtlarıyla, var olanı revi­
ze ve muhafaza etmeyi sağlar. Anılan 2000 yıllık dönemden
bugüne sömürgeciliğin egemen baskın ideolojisi de trajik bir
şekilde, benzer önalıcı savaş doktrini ile toplumsal güvenliği,
hem uluslararası hukukta hem de iç ulusal hukuklarda ege­
men kılmıştır. Önalıcı savaş doktrini önleyici hukuk doktrini­
nin biraz daha evrimleşmiş ("gelişmiş") halidir. Çünkü "ön­
görülen suçların önlenmesi" aşaması muktedirlerin çeşitli
şiddet araçlarını fütursuzca kullanmasına yeterince zemin ve
somut olanaklar sağlamaktadır. Yine de yukarıda ismi zikre­
dilen düşünürlerden hiçbirinin böyle bir sonucu öngörmeyip,
her birinin amacının farklı farklı olduğu ileri sürülebilir. Bu
durumda cevaben kendilerine şu soruyu sormayı yeterli gör­
mekteyim; 'potansiyel önleyici kaygı ve anlayışın", ve buna
bağlı olarak geliştirilen "önleme araçlarının ' , bizzat kendisi
"bir ceza normunun çiğnenmesi veya onu yaratan ceza nor­
mundan başka bir şey olmayan" suç kavramı ile yapılandırı­
lan ' normatif düzenin' kendisi kadar sorunlu değil midir ki?
20. yüzyılda, özellikle de ikinci yansından sonra arkeolo­
ji alanında elde edilen yeni bilgi ve bulgularla, yaklaşık 3500
yıldır hiç bilinmeyen ya da unutturulan Hitit toplumsal yaşam
kültürünün haklar felsefesiyle birlikte "keşfi'', sofistike olma­
yan basit bir okuma ve sorgulama ile bile, bizleri, başka bir
dünyanın mümkünlüğünün hiç de abartılacak bir ütopya ol-
212/ Hitit Hukuku
madığı gerçeğiyle tanıştınr.
Modem Hukuka dayalı merkeziyetçi iktidar sistemi, genel
olarak insan içgüdülerinden en beterlerinden birini, yani yır­
tıcılık, yıkıcılık ve kendisi için güç biriktirerek başkalarını
yok etme içgüdüsünü en yüksek düzeye çıkarma eğilimini1371
neredeyse tüm sivil ve resmi yapıya ve pozitif bilimlere taşı­
mıştır ve taşımaya devam etmektedir. Bu içgüdü antik Yunan
ve Mısır idesi ile birlikte tarih sahnesinde yer almaya başla­
yıp, Roma Hukukuyla sistematize olmayı başararak, işlerlik
kazanan bir içgüdünün devamı şeklindedir. Bu tezin savun­
ması; modemitenin yaptığına benzer şekilde; bir gönderme,
bir standardizasyon, kategorize etme veya bir başlangıç kona­
ğı arayıp oluşturmak değil,1381 aksine, insana ve doğadaki her
canlıya ve doğanın kendisine yabancılaştırılmış hukuk ve hak
kavramının röntgenini vererek, kavramların kendisine dahi
anlamsızlaştığı,<39> doğa ve insandan kopuşun hegemonik ik­
liminden bir nebze de olsa kurtararak, dünü ile birlikte dün­
yayı ve evreni yeni bir dil ve bakışla anlamlandırıp, "içkinleş­
tirmektir.'>140> Bu sayede, ancak gizlenen ve tahrif edilmiş "in­
sanlık" tarihimizi, tüm resmi ve ideolojik kimlik çitlerinden
arındırarak, geçmişi yargılayabilme ve onunla yüzleşebilme
hakkını elde edip, geleceğe ümitle bakabiliriz.
Böylece bugünü çöle çeviren ve her dinginliği, her barış­
çıl gelişme ve olgunlaşmayı hemen hemen olanaksız kılan o
basmakalıp modem pragmatik çözümleyici içgüdülerini sö­
nümlendirip, modem çağın tümden kötürüm olup gerilemiş
bu kültürünü artık sonsuz bir susmaya, sessizliğe iterek,<4 ıı
yerini yine ancak yaşlandıkça gençleşen ve güzelleşen bir
dünyaya bırakmasını sağlamak neden mümkün olmasın?

Notlar

(1 ) "Fakat henüz tam anlam ıyla insanın nasıl tanımlanması gerektigi ko­
nusundaki sorunların halen çözümlenememesi nedeniyle, genell i kle 3
Notlar / 213
milyon yıl öncesi dikkate alınmaktadır. 3 milyon yıllık süreni n ne kadar
uzun olduQunu ilk anda tassavur edebilmek oldukca güçtür. 3 milyon
yıllık süreyi, 24 saatlik tam bir gün olarak var sayarsak, $Öyle bir görü­
nümle belki anlaşılabilir. Tam gün içinde şu anın, gece yarısı olduQu­
nu kabul eyleyelim. Bu duruma göre İsa 57 saniye önce doQmus, ilk ya­
zılı tarih 2 dakika 20 saniye önce başlamıştır. 23:57'den önceki her
olay da tarih öncesiyle baglantılanaca ktır. 3 milyon yıllık zaman uzun­
lugunu kuşak olarak ele alırsak eger, bili necegi üzere tari h öntesi ola­
rak nitelenen dönemde insanlar daha erken evlenip çocuk sahibi olma
egiliminde olduklarından, 20 yılı ortalama bir kuşak oldugu kabulü ve
oranlamasıyla 3 milyon yıl 1 50.000 kusaQa tekabül edecektir. Bu tak­
vime göre; Amerika Birleşik Devletleri kuruldugundan beri yalnızca l O
kuşak geçmiş, 20 kuşak öncesi ise �izleri Kristof Kolomb'tan önceki dö­
neme götürür; l 00 kuşak öncesi Jü l Sezar'ın yasadıQı Roma'ya, 2 50
kuşak öncesi ise yazılı tarihin başlangıcına götürür. Yazı lı tarih başla­
madan önte ise 1 49.750 kuşak gecmiştir. Bizler ilk i nsanlar olan aust­
ralopitekuslar'dan yalnızca yaklaşık 1 50.000 kuşak sonrasıyız." ( Ro­
bert J. Braidwood, Tarih Öncesi İnsan, 1 3)
(2) Bu küçümseme i ronik bir biçimde Batılı olmayan entelektüellere de si­
rayet etmiş, kendi toplumları üzerine çalışan sosyal bilimci lere 'yerli',
'taşralı' konumu atfedilerek hafif yukarıdan bakılmıştı r.
(3) N i lüfer Göle, Melez Desenler, 1 68.
(4) C. W. Ceram, Tanrılar Mezarlar ve Bilginler, 342.
(5) ioanna Kuçuradi, Cogito, sayı: 4 1 -42, 2 38.
(6) Gramatica, 48.
(7) Paul Guyer, Cogito, sayı: 4 1 -42, 483.
(8) Manfred Baum, Cogito, sayı: 4 1 -42, 482.
(9) "Ekstra modernlik ancak her ne kadar analiz perspektifimizi Avrupa­
merkezli bilgiden ve tek g üzargahlı modernlik anlayışı ndan çogul mo­
dernliklere dogru genişletse de, Batı ile Batı-dışı toplumlar arası tam
bir simetriden, tam bir göreceli farkl ılıktan söz etmek mümkün degildir.
Es zamanlılık, eş gerçeklilikler anlamına gelmemelidir. Eszamanlılık
modernitenin paylaşılan bir olgu olduguna, ancak farkl ı konumlarda
ve farkl ı biçimlerde yansıma bulduguna, carpıtıldıQına ya da yeniden
şekil bulduguna işaret eder. ÇoQul modernlik kavramı yerine Batı-dışı
modenlik kavramının kullanımı asimetrik yönleri daha aydınlatmakta-
214/ Hitit Hukuku
dır cünkü konumlar arası farklılıklara, iktidar ve güc il'şikilerinin tanım­
lanmasına olanak saglamaktadır. Çogul modernlikler kavramı tekci ge­
lişim modellerinin eleştirisini yapar; ancak Batı lı olmayan toplumları
yalnızca göreceli farklılıklar tezinden hareketle anlamak, güc, egemen­
lik, iktidar i l işkilerini yadsımak anlamına gelecektir. Bir kere Batı-dışı
toplumların tarihsel güzergahları, toplumsal muhayyilleri, politik ku­
rumları, bilim anlayışları, Batı'nın yörüngesi nde yol almıştır. Batı-dışı
toplumların ortak özellikleri Batı modernligine olan bu bagımlılıkları­
dır. ister sömürgeciligin zorlaması altında, ister gönüllü modernizasyon
aracılıgıyla, bu toplumların tarihi Batı'nın izdüşümüne yeniden yazı l­
mıştır. Zayıf tarihsellik, nitekim bu bagımlılıgı, ekonomik ilişkileri n öte­
sinde kavramsallaştırmayı amaçlamıştır; Batı bagımlılıgının toplumsal
muhayyile ve toplumsal eylem üzerindeki izdüşümünü tasvi r edebi lir.
Modernlige öykünme yani Batıcı lık ya da modernist tutum Batı-dışı
topl umların ortak özelligidir. Batı modernliginin zaman ve mekana ba­
gımlı olarak nasıl tekrar kurgulandıgı, Batılı olmayan aktörler tarafın­
dan Batı modernliginin hangi özelliklerinin seci lerek digerlerinin gözar­
dı edildigi asimetrik modernlik üzerine i p ucları vercektir. Batı-dışı top­
lumlarda modernlik, Batı ile simetri ya da tam bir dışardanlık ve farklı­
lık icerisinde degil, ama yarattıgı ekstra modernl i k diyecegimiz, aşırı
modernlik ya da modernlik fazlasında anlaşılabilir. "Ekstra modernl i k"
Batılı olmayan toplumların modernlik istenci ni dile getiriyor. "Ekstra"yı
hem (Batı'nın) dışında hem fazladan anlamıyla d üşünebiliriz. Batılı ol­
mayan toplumları geri kalmış (zaman acısı ndan) ve Batı'ya yetişeme­
miş, böylelikle bir şeylerin gerisinde kalmış bir "eksik modernlik" olarak
tanımlamaya alışkınız. Bazı alanlarda modernlik fazlası olabi lcegini ta­
sawur edemeyiz (Şerif Mardin'in, Tanzimat Dönemi modernleşmesin­
deki "aşırı Batılılaşma" tezi bu yönde bir ilk teşhistir: Mardin 1 992).
Modernligin fetişleşti ril mesi, gösterişçi bir tutkuya dön üşmesi Batı-dışı
modernligin bir özelligidir. Din degişti renlerde oldugu gibi, yüzünü mo­
dernlige dönenlerin de aidiyetlerini sergilemeye, ispatlamaya calıştık­
larını söyleyebiliriz.• (Göle, Melez Desenler. 1 69, 1 70)
( 1 0) "Marx ve Engels'in, Asya üreti m tarzı dedikleri kavramın inceleme­
sinden edinilen diger bir intiba, topl umların devirleşmesinde bu tarihi
aşamanın hangi sı rayı işgal ettigi sorusudur. Özellikle, Asya üretim tar­
zının feodal üretim tarzı ile olan il işkisinin aydınlıga kavuşması, tarihi
Notlar / 21 5
devirlesme konusunda muhakkak halledilmesi gereken bir meseledir.
Çünkü, Asya üretim tarzı ile feodal üretim tarzı arasında tespit edile­
cek yakınsallık ve ıraksaklıklar, toplumlann gelişme kanunlarının tek
dogrusal mı, yoksa çok dogrusal mı olarak belirlendigine cevap vere­
cektir." ( Divitçioglu, 1 29.)
(1 1 ) Asya üretim tarzı konusundaki titiz çalışmasıyla bilinen Marksist d ü­
şünür ve eylemci Dr. H ikmet Kıvılcımlı'yı burada anmamak haksızlık
olacaktır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın Mezopotamya ve Kuzey Afrika co!}
rafyası üzerinde 7000 yıllık tarihi kapsayan araştı rmasının sonucunda
yayınladıgı eserler ve özellikle -rarih Tezi' başl ıgı altında yayımlanan
çalışmasının özgünlügünü belirtmekte yarar var. Marks ve Engels'in
kendi aralarında üzerinde tartıştıkları ve tarihin hangi aşamasını işgal
ettigi konusunda bir çözüme varamadıkları, bu alanla ilgili Kıvılcım­
lı'nın Sümerler, Asurlar ve diger uygarl ı klar ve halklar üzerindeki çalış­
masıyla vardıgı sonuçlar öneml i oldugu kadar çok da çarpıcıdır. Göce­
be topluluklar, barbarlar, i l k kent devlet ve uygarlık i lişkileri, yine ken­
dine özgü tefeci bezirgan ekonomi k yapının tespit ve analizleriyle, Av­
rupa ve diger kıta tarihlerinde benzerine rastlanmayan şekildeki eker
nomi k, sosyal ve siyasal farklılıklann gün ışıgına çıkartılması bakımın­
dan tarihin düz (lineer) bir çizgi hattı üzerinde oluşmadıgı veya geliş­
mediginin tespiti açısından dikkate degerdir. Fakat Kıvılcımlı'nın bu ka­
dar öneml i ve şahsına münhasır çalışmasının, yine de diyalektik mater­
yal izmin modern kalıp ve biçimleri çerçevesi nde alt ve üst başl ıklar ve
adlandırmalarla tarihi d üz. yalınkat bir dogrusallıkla yine ve yeniden sı­
nıflandırma çabası, modernitenin o büyüleyici, ama o kadar da dogma­
tikleştiren ve standardize edici biliminin "çekiciligi" ve "pragmatizmin­
den· kendisini ve çalışması nı kurtaramadıgı gözükmekted ir.
H ikmet Kıvı lcımlı'nın çalışmasının sonrasında yani 1 9 50'1i yıllarda
elde edilen arkeolojik bulgu ve bilgiler ışıgında, Hititlerin hukuk, siya­
set, sosyoloji ve kısmen de ekonomi bakı mından çagdaşı olan Sümer
ve Asurlardan çok farklılıklar taşıdıkları bugün artık bili nmektedir.
(1 2) C. W. Ceram, Tanrılar Mezarlar ve Bilginler. 264.
(1 3) Bacon, Novum Organum, Cogito, 28. sayı, 34, 35.
(1 4) Friedrich Nietzsche, Tarih Üzerine, 1 1 5, çev. Nejat Bozkurt.
(1 5) Braidwood, Tarih Öncesi insan, 1 4.
(1 6) "i nsan, yaşamının ilk çagında bilgisizl ik içerisindedir; ancak gelisimi
216/ Hitit Hukuku
içerisi nde sürekli bilgilenir. Çünkü o, daima, kendi kazandıgı ve eskile­
rin geriye bıraktıgı kitaplarla ona sundugu bilgi leri bellegi nde muhafa­
za ettigi için yalnızca kendi deneyiminden degil, dahası selefleri n i n ki n­
den de fayda saglar. Bu bilgileri muhafaza ettigi nden, kolayca arttı ra­
bilir de; öyle ki bugün i nsanlar bu eski filozoflarla bir bakıma aynı du­
rumdalar; eger onlar günümüze kadar yaşayıp gelebilselerdi sah i p ol­
dukları bilgilere gecen onca asırda yaptı kları i ncelemelerle kazandıkla­
rını ilave etmiş olacaklardı zi ra. Demek ki söz konusu olan ayrı ayrı her
bir insanın bilimlerde günbegün ilerleme kaydetmesi degil sadece; şu
da var ki .b i r bütün olarak tüm insanlık, evren yaşlandı kça, bilimler de
sürekli bir i lerleme gösteri r; biri digeri nden farkl ı çaglar söz konusu ol­
dugunda vuku bulan şey i nsanların birbiri ardı sıra gelişinde de aynen
vuku bulur. Öyle ki insanlar ögrenen aynı bir adam olarak düşünül me­
lidir: Böylece fi lozofları itibariyle antikiteye nasıl bir haksızl ı kla saygı
duydugumuz görülür; zira yaşlı l ı k, çocukluktan en uzak çag olduguna
göre, bu evrensel i nsandaki yaşlılıgı, onun dogumuna yakın zamanlar­
da degil de oradan en uzak zamanlarda aramak gerekmez mi?" Pascal,
Cogito, 28. sayı, 35, 36.
(1 7) Bacan tarafından başlatı lan ve Pascal tarafından yeniden ele alınan
zaman-dönem eleştirisi Ankite'nin i l k vakanüvistlerinden bu ya na ka­
bul görmüş kuramları n ı ters yüz etmektedir.
( 1 8) Bildirgeni n hararetli tartışmalarla kabul edildigi 1 0 Ara l ı k 1 948 ta­
rihli oturumdaki, devlet delegasyonları n ı n karşı oy, kabul ve çeki mser
oy ve beyanlarının ayrıntıları için lütfen bakınız BM resmi İ nternet site­
sindeki İ ngil izce ve Fransızca olarak yer veri len tutanak. Son oturumun
İngilizce ve Fransızca karşılaştırmalı Türkçe çevirisi için de lütfen bakı­
nız Humanite, 9. sayı, s. 1 1 6-1 44, çev. Selina Özuzun.
(1 9) Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Oguz Sancaktar, AİHS lşıgında
Türkiye'nin İnsan Hakları Sorunu, 34.
(20) Erdal Dogan, "Müdafi l i k ve Sanık Hakları," 73.
(2 1 ) Bu d üzen birinci kuşak haklarla örü l ü olarak tanımlanmaktadır.
Dogan, "Müdafilik ve San ı k Hakları", 62.
(22) 04. 1 1 . 1 950 tarih inde Roma'da i mzalanan sözleşmen i n 1 1 . Protokol
ile degiştirilen ve yeniden d üzenlenerek yürürlüge giren 1 Kasım 1 998
tarihli sözleşme metnine göre.
(23) "( ... ) Ülkeden ülkeye degişebilen ama yine de yerel ölçekte de olsa be-
Notlar / 217
lirligi olan siyasal sut kavramının, yerine tamamen popüler, muglak,
keyfi, faşizan, egemen yapının ideolojik degerlendirme ve cezalandır­
ması ile karsıl ı k bulan "terör ve terörisr kavramı yerleştirilmiştir. "Ön
alıcı savaş doktrini-terörle mücadele ideolojisi veya terör hukuku", ola­
rak anabilecegimiz bu yaklaşım, bilinç çarpıtması ve yok ettigi bellek­
lerle fobik egemenl igini tüm sivil söyleme de yayagelmektedi r. Artık
bundan böyle $okaktaki herkese "terörist" oldugu paranoyasıyla yak­
laşmamız. daha da öneml isi kendi mizden dahi şüphelenmemiz gerek­
tigini yasam görevi olarak ögütleyen bir ceza anlayışıyla karsı karşıya­
yız. i nsani tüm bagların tözüldügü, hakim, ögretmen, avukat, savcı, iş­
siz. polis, vs. tüm kisiler olarak mahküm alındıgımız yerküre "Guanta­
namo"sunda zaman ve uzamı yaşamaktayız. George Orwell'in 1 984
adlı roman kurgusu tüm dünyaya başarıyla uyarlanmış ve büyük bira­
der herkesi gözetlemektedir!
Bu gözetleme ve mahküm olunma isi o kadar hızla devam etmekte­
dir ki, adi veya adli suçlar kategorisi olara k bilinen "suçlarda" da, suç­
lu yaratıp yogun bir artışa sebep olmanın karsılıgında, ('modern' ve
'modernleşmekte' olan tüm ülkelerde hemen hemen böyledir) tözüm
yeni hapishanelerin atı lması ile sonuçlanmaktadır. Siyasi tutukluların
ceza infazları, 'yogun g üvenlikli tecritle' yaşamlarını sonlandırmayı
amaçlarken (bedenle birl i kte aklın da hapsini saglamayı hedefleyen,
Türkiye'de de traji komik adlandırıl ısla F, D, H ve L tipi cezaevlerinin ya­
pım ve açı l ışlarının ardı arkası gelmezken), diger suçlardan hapishane­
lerde tutulanlar ise, bugünün ve gelecegin ucuz işgücü potansiyeli ola­
rak görülmekte, serbest ekonomi k piyasanın en kar getiren projeleri
içerisine dahil edilmektedi rler. Bu köleler patronlarına yüksek karlar
sag layacak infaz mahkümu yasal kölelerdir! Şu an ABD hapishanele­
rinde tutulanların sayısı 2 milyonun üstünde oldugu ve sayı nın son 1 3
yı lda d üzenli olarak artış gösterdigi dikkate alınacak olunursa, yeni
d ünya d üzeninin bu alana özel bir önem verdigi atıkta görülmektedir.
Artan yoksull ukla beraber (ki tüm dünyada yükseliş bu yöndedir) yuka­
rıda anlatılan çerçeve baglamında uyuşturucu kullanımının fazlalaş­
ması ve bu 'suçlarda' artışla birl i kte, son yasal degişikliklerle "halkı us­
lanmaz suçlardan korumak itin" California'da çıkarılan 'üt hata' yasa­
sı ile basit hırsızl ı k suçlarından dolayı insanların 25 yıl hapisle cezalan­
dırılması gündeme gelmişti r. New York'ta iki ons (bir ons 2B.3 gram)
2 1 8 / Hitit Hukuku
uyuşturucu satmaktan mahküm olmuş biri 1 5 yıl hapis cezası almakta­
dır ki; bu, bir insan öldürene verilen cezanın da aynısıdır. Bugün uyuş­
turucu yüzünden sadece New York eyaleti nde hapsedi lenlerin sayısı,
1 978 yılında tüm suçlardan dolayı hapishanelerde bulunanların iki ka­
tından daha fazladır. l 990'dan bu yana kadın hükümlü sayısı ndaki ar­
tış yüzde 92'dir. Çogu anne olan bu kadınlar çocuklarını ya akrabala­
rına ya da devletin bel irledigi bakıcı ailelere bıra kmak zorundadırlar. is­
tatistiklere göre, annesi babası hapishanelere girmiş çocukların kendi­
lerinin aynı kaderi paylaşmaları kuwetle muhtemeldi r. Önce 'suç' orta­
mı yaratılmakta, sonra 'suçlular' ve agır hapishane cezaları. "Birleşik
Devletler Adalet Bakanlıgı'nın NCJ l 7 5687 numaralı bültenine göre,
1 998 yı l ı sonu itibariyle hapishanelerde tutu l a n ların sayısı
l .82 5.400'dür. ( ... ) Yükselme devam ediyor. William Blum, Rogue Sta­
te: A Guide to the World's Only Superpower (Serseri Devlet: Dünyanın
tek Süpergücü'nün Rehberi) adlı kitabında, ' 1 99 1 -1 999 yılları arasın­
da Birleşik Devletler hapishanelerindeki insan sayısı nın %50'nin üze­
rinde artış gösterdigini' yazıyor. Yani mevcut hücreler şimdiden dol muş
durumda. Durmadan yeni hapishaneler acıl ıyor.
"Uluslararası Af Örgütü'ne göre: 'Devletler, maliyetlerini d üşürmek
için artan bir bicimde çeşitli tesislerin ve saglık gibi hizmetlerin yöneti·
mini özel firmalara devrediyor. Bunun sonucu hapishaneler yarattıkla­
rı büyük karlarla Birleşik Devletler'de en hızlı büyüyen iş alanlarından
biri oluyor.' Bu endüstride kar etmek, hücrelerin insanlarla dolu olma­
sına baglı. Bu yüzden cezaevleri ne düzenl i bir mahküm akışı gerekmek­
tedir. Özel cezaevi işletmeleri kar edebil mek için yüzde 90-95 doluluk
oranını tutturmak zorundadırlar. Cezaevlerinde tutuklu insanların saati
45 sentten günde 9 saat çalıştırılmaları ise yaygın bir uygulama. Ha­
pishanelerdeki mahkümlara dogrudan veya aracıları yol uyla iş veren
şirketler arasında; AT&T, Bank of America, Boeing Chevron, Costco,
Deli Computers, Eddie Bauer, I BM, Microsoft ve Starbucks gibi tanın­
mış büyük şirketler bulunuyor. Cezaevlerinin özelleştirilmesi hakkında
Texas'ta Aralık 1 996 yılında yapılan bir konferansın broşüründe şun­
lar yazmaktadır: Tutuklamalar ve mahkümiyetler sürekli artarken kaza­
nabilecek karlar var. Suçlardan kazanılacak karlar bunlar. Siz de patla­
ma yapan bu endüstride şimdiden yerinizi alın.'
Türkiye' deki durum ise: 2002 yılında Ceza i nfaz Kurumları ve İş
Notlar / 219
Yurtları, mahküm basına günlük 4 milyon TL vererek 1 2 .5 trilyon lira
"kar" etmiş oldugunu övünerek açıklamıştır. Türkiye bu konuda da üs­
tadının yol undan hızla ilerlemekte olusunun sinyallerini vermekte ge­
cikmemiştir. Yakın zamanda cezaevlerinin özelleşti rilerek içerisinde tu­
tulan insanların (kölelerin), vahşi liberal ekonominin hizmetine sunul­
masını savunacak akademik hizmetlilerin hukuk dünyamızda mantar
gibi patlaması şaşırtıcı olmayacaktır ! " ( Erdal Dogan, Humanite, 5. sa­
yı, 94, 95)
(24) Dogan, Yeni CM K Nereden Nereye?, Ülkede Özgür Gündem,
03.05.2005.
(25) "Küresellik Batı'nın tüm d ünyaya ithal edilmesidir." Baudri llard
(26) "Adalet arayışında aynı zamanda gerçekligi olan insancıl ve degerli
adalet, nezaket, sevgi, şefkat ve sempati kavram ve olguları da el yor­
damıyla da olsa hedeflenmelidir" Noam Chomsky, insan Dogası: İkti­
dara Karşı Adalet-Michel Foucault'la Tartısma-1 97 1 , 58, çeviren Tun­
cay Birkan.
(27) Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, 2. cilt, 1 83.
(28) Bilinen ilk beled iyecilik uygulamalarının yasama geçtigi Hititlerde,
uzun ömürlü saglam alt yapı inşaatlarının günümüze kadar uzanan iz­
leri, benzer şekilde kaldırım, cadde ve konut alanlarının kullanım ama­
cına uygun, işlevsel ve kendine özgü matematiksel plan ve estetigi içe­
ren, yalın ve sade yapı mimarisi ile günlük yasamda kullanılan eşyal a­
rın aynı şekilde sanatsal ve işlevsel tasarımlarının hepsi bir bütün ola­
rak degerlendirdigiride; Hitit dünyasının idari ve sosyal işleyişinin, ya­
sam kültürüne dogrudan bir yansıma olarak hayat buldugu görülmek­
tedir. Ya da belki de tam tersidir veya karşılıklı bir etkileşim söz konu­
sudu r.
H itit m imari ve sanatsal yasamına dair daha fazla bilgi için lütfen
bakınız Tahsin Özgüç'ün Masat Höyük Kazılan ve Çevresindeki Araştır­
malar ile Masat Höyük il Bogazköy'ün Kuzeydogusunda Bir Hitit Mer­
kezi isimli çalışması yanında Muhibe Darga'nın H itit MimarlıgVl , Ya­
pı Sanatı, Arkeolojik ve Filolojik Veriler adlı çalışmaları önemli eserler­
dir. Buma ek olarak ayrıca Şapinuva'da (Ortaköy) ortaya çıkan yapı
kompleksleri tapınak, kütüphane, surlar ve diger yapılar mimari este­
tikte ve yapı saglamlagında güdülen kaygı ve amaçlara oldukça güzel
örnek oluştururlar.
2 20 / Hitit Hukuku
(29) Bir bütün olarak yaşanması gereken yaşamı, Romalılar, Ahmet Ham­
di Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı eserindeki deyimiyle
"zamanı iki hadde ayırarak" yaşamaktadırlar.
(30) Philippe Aries, Batılının Ölüm Karşısında Tavırları, 1 3, l 4.
(3 1 ) Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, 3. ci lt, 76
(32) Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birligi'ne aday Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin tam üyeli k için birlikle müzakere süreci ndeyken, Avrupa Bir­
ligi'ne uyum amacıyla, insancıl ve özgürlükçü felsefe ve güvencelerden
yoksun, kutsal devlet doktrinini kutsayan, yasakçı ve güvenlikçi zi hni­
yetle 01 .06.2005 tarihinde çıkarıp yürürlüge soktugu, yeni Türk Ceza
Yasası, Ceza Muhakemesi Yasası ve Ceza İ nfaz Yasa'larını, kendi kamu­
oyu ve ilgililerinin tartışma ve gündemine sokmaya dahi gerek görme­
den (aynı mantıkla 2006 yılında degişiklige gittigi Terörle Mücadele
Yasası'ndaki gibi), toplumsal yaşamın ve hukukçuların gündelik ruti n
işleri arasında normalize edivermiştir. Bu normalize etme hali tüm dün­
yada o kadar yaygınlaşmıştı r ki, toplumsal muhalef gücünün etkili ve
güçlü oldugu kabul edilen ülkelerde dahi, muhalefet reflekslerinin san­
ki igdiş edildigi izlenimini vermektedi r.
(33) Dünya halklarının barışçı özlemine, insan haklarının özünün ve doga­
nın korunmasına karşılık gelebilecek ve herkesin üzeri nde ortak muta­
bık kalabilecegi bir " terör " tanımlanması yoktur ve yapılamaz da. "Te­
rörün" uluslararası hukuk baglamında tanımlaması için 1 996 yılında
BM insan Haklarının Gelişti ril mesi ve Korunması Alt Komisyonunun
yaptıgı girişimde, özel raportör Kalliopi Koufa'ya hazırlattıgı ve 200 1
yılında açıklanan gelişme raporunda • 'terör' kelimesinin tanımlanma­
sının mOmlciln olamayacagını, yogun duygusal ve siyasi anlam içer­
mekte oldugunu• cok acıkça kayıtlamış ve raporlamıştır. Bu nedenle
"terör" kavramına her degişik kişi, grup ve devlet farklı anlam ve tanım­
lamalar yükleyebilmektedir. Kavramın subjektif algılana ra k tanımlan­
ması, buna baglı yaptı rımları dogurur ki, bunun da normatif uluslara­
rası hukuk ve ceza hukuku baglamında hic bir gecerliligi bulunamaz.
Aksine uygulama ve anlamlandırmalar gücün ve keyfiyeti n hukuku
olur. l rkcı ve sınıfsal sömürgeci bu yaklaşı m neticesinde, hedef seci len
kesimlerin, önce sosyal ve ekonomik yaşamda, ardından yasal ceza sis­
temi ile infazsal linç hükümleri ya uygulanmakta ya da hali hazırda
bekletilmektedir. Bu anlayış uluslararası hukuk anlayışı na da evrilerek,
Notlar / 221
günümüzün "terOrle mOcadele lconsepti ne• dönüşmüş, güçlünün huku­
kunun uygulanmasını hedefleyen uluslar arası önalıcı savaş doktrini­
nin rahatlıkla uygulanmasını saglamıstır.
İdeolojik bu hazırlıgın onlarca yıla dayanan gecmisi ile cok ustalıkla
örüldügü görülmektedir. İdeolojinin üreti m, yayılma ve uygulamaya
başlangıç konagı ve merkezi 1 970'1i yıllarda İngiltere i ken birikim ve
üs olma bayraktarlıgı 1 980'1i yıllarda ABD'ye devredilmiştir. Pax Ame­
rikan emperyal ideolojisi de, akademisyenleri, kütüphaneleri, strateji
üreten düşünce merkezleri ve sinemasıyla cok başarıl ı şekilde bu yeni
yaklaşımı dolasıma soktu ve sokmaya devam etmektedir. Böylel i kle bi­
l ine, dil ve h ukuk, bellekleri yavaş yavaş kemirilerek yok edildi. Sonuc
olarak da, sogu k savaş sonrası boşalan "mücadele edil mesi gereken
düşman hattı" yen i dünya düzeninin de ideolojik tasanmı ve argüman­
larını çoktan hazırlamıştı. Bu yeni ideolojik atılım ve saldırganlık eski·
sinden daha tehl i keli ve yıkıcıdır. Tek kutuplu, subjektif yaklaşımların
yogunca yaşanacagı ve en temel uluslararası hukuk standartlarının da­
hi altüst olacagı yeni dönemin arac ve argümanlarıyla, ilk 1 99�9 1
I rak-Körfez saldırısı ve işgaliyle baslayan sürecin, strateji k müteffik İs­
rail'le birl i kte Lübnan'la devam edilerek, hedefe Suriye ve İ ran'ın yerles­
tirildigi malumunuzdu r. ( Erdal Dogan, Jineps, Agustos 2006).
(34) Modernite ve Marksist teori, tarihin, bazı geri düşüşlere ragmen, hep
ilerledigi iddiasındadır. Halbuki Mekodanyalı İskender ve Roma İmpa­
ratorl ugu'ndan sonra tarihin, bu tezin a ksine bir hareket icinde oldugu­
nu söyleyebilirim. Ne yazık ki, 2000 yıllık veri li ve ezber bilgilerle teori
üretilip ve hareket edildigi içindir ki bu sürec hızla devam etmektedir.
Yakın zamanda halkın ve aydınların büyük bir cogunlugu bu hukuk si­
yasetini kabullenme yoluna giderek, sonuçlarını tartışamayacak nokta­
ya geleceklerdir. Ve nihayetinde sorumlularını büyük olası lıkla magdur­
larında arayacaklardır. Zaten bu da terör ideolojisinin en büyük başa­
rısıdır. Yani bellek yitimini sagl ayarak, linc ve imha anlayışı na hukuki
form hazırlamak, baskı ve iktidar odaklarının gücüne güc katmak. (Do­
gan, Jineps).
(35) "Otorite, tahakküm ve erk cogu zaman aynı anlamda kullanı lsa da,
birbirinden farklı ancak aynı zamanda birbirine göbekten baglı kav­
ramlar ve olgulardır. Nasıl ki hukukun toplum tarihi nden bagımsız bir
tarihi yoksa, hukukun da temel konularından olan otorite, tahakküm
222 / Hitit Hukuku
ve erkin de toplum tarihinden bagımsız bir tarih i düşünülemez. Otori­
tenin de, tahakkümün de kaynagında eşitsizlik vardır. Eşit ol mayan il iş­
kiler, otorite ve tahakkümü beslemektedir. Otorite, tahakküm; güven­
sizlik, korku, korkutmak, sindirmek figürlerini sürekli üretmek durumun­
dadır." ( Kanar, Humanite 2. sayı, 33, 34.)
(36) Gramatica, 64, 93.
(37) Noam Chomsky, İnsan Dogası: İktidara Karşı Adalet-Michel Fouca­
ult'la Tartışma, 1 97 1 , 69, çeviren Tuncay Birkan.
(38) "Tabii hukukçular da pozitivistler de hukuk ve hakların kaynagında
bir yaratıcı ararlar. Bu, onların ortak yanıdır. Aralarındaki pek de önem­
l i olmayan fark ise yalnızca birinden ötekine merkezin degişmesidir. Ta­
bii hukukçular kaynaga Tanrı ya da Tabiat'ı oturturken, pozitivistler
kaynaga devleti, sentezci "eti k görüş" yanlıları da moral haklarla do­
nanmış "birey"i oturtacaklardır. Ama kaynak ne olursa olsun, başvuru­
lan yöntem farksızdır. Kaynak arayışı, kendisine kaynak arananla kay­
nak arasında bir meşruiyet il işkisi kurmaktı r. "A", "B"ye gönderilerek
aoklanır ve anlamlandırılır. Ama "A"yı dogrulamak icin "B"ye yapılan
gönderme aynı zamanda bir aşkı nlaştırmadır. Örnegin hakları Tanrı'ya,
devlete ya da bireye göndererek açıklama ve anlamlandırma cabası,
açı klanmaya çalışılanı açıklayan karşısında i kincil kılan bir yüceltme iş­
lemidir. Hakkı hak yapan, kend iligi nden sahip oldugu bir özell i k degil,
gönderildigi kaynagın önemidir. Bu baglamda göndermeler, kayna k
farklı olsa bile, o farklı kaynagın aynı bicimde kutsallaştırı ldıgını göste­
ri r. Bu yüzden pozitivistlerin devleti Tanrı'nın yeri ne oturturken yaptık­
ları da etik görüş yanlılarının bi reyi kutsarken yaptıklarından farklı de­
gildir: Aşkınlaştırma işlemi. ( ...) Spinoza bunun karşısında, ickinlikci
yaklaşı mıyla, göndermesiz açıklamalarıyla başka bir yolu seçecekti r.
G/Jndenne modellerinin aşJfamaması modemit.enin tamel sorunudur.
DofaylSlyfa, modemit.enin bir s1n1n vaısa, insan haldanm geleneksel re­
feranslann wı üç ana ya/daşJm1n {il) d1$1nda yeniden diisünmek mDm­
lcDn olabilecelctir. Yoksa modem mantlk içinde yeni bir hak lcuramı ara­
f1$1 cok mantlldı olmayacaktır, yôntam aym ka/acagı için, farldı tasa­
nmlar olsa olsa g6ndermesiz bir hak lcuram1na ilişkin olabilir. Bu, hak·
lan kaynagma ilişkin gelenekse/ araytŞtn sonu demektir. Bundan b6yle,
halda kendisiyle açJ/dama çabast, haldan somut/aştınfması, maddi/esti·
rifmesi ama bu yapılırlam de belki onun yerine bir başka kavramm ge-
Notlar / 223
çirilmesi demek olacaktır. Dogtudan dognıya tekil hayatı, yasama is­
tendni ya da bedenin varo/ma 1Stannda be/iten gDdi dile gtJliten bir
kavram." bu bir yandan insanı başka tekil vatlıldan da içenm biçimde
aşan bir hak gDç- beden r.erreı;esi o/uşturulmasma -yol açarak, tilm var­
lıldann -hak w IJzgDtlD/derinden çok- 6zJetfdilderinden si1z edilebilme­
sini saglayacalctır.
Öznenin yok oluşunu düşünmek, geleneksel hak ve özgürlük anlayı·
şından mutlak bir kopuşu ifade eder: Soyut insan yoktur, herkes itin
herkes tarafından inşa edilmiş (toplum ve tabiatla özdeşleşmiş) bir i n­
sanlık vardır." (Akal, Varolma Direnci ve Özerklik·Bir Hak Kuramı icin
Spinoza'yla, 2 20, 2 2 1 .)
(39) "Deger monizmi ve bu monizmin yarattıgı simgeler tiranlıgı, özgür bi­
reylerden oluşan toplum paradigmasına yabancıdır. Bu daha c:ok, birey
varlıgının itinde eriyip yok oldugu, kendi başına bir organizma olarak
kurgulanan 1 9. yüzyıl Alman topl u m projelerini anımsatır. Toplumu or­
ganizma teorileriyle açıklamaya çal ışan bu anlayışın sonucu 20. yüzyıl­
da ortaya tıkan Nazi felaketidir.
İ nsanın yabancılaşması yalnızca Marksist anlamda üretim i lişkilerine
dayalı olarak ya da Tocqueville'nin beli rtti gi gibi siyasal katılımdan dış­
lanması nedeniyle gerçekleşmez. İ nsanın yabancılaşması, her ne şekil­
de olursa olsun, i nsanın kendi yarattıgına tabi olmasıyla, kendi dışın­
da olana varlık kazandırıp ona tapınmaya başlamasıyla gerçekleşir.. ."
(Can, "Simgeler Tıranlıgı", Radikal İ ki.)
(40) "Pinturas Nehri'ndeki bir magaranın derinliklerinde bir avcı, kandan
kıpkırmızı olmuş elini taşa bastırdı. Adam elini orada bıraktı, öldürme­
nin aciliyeti ve ölüm korkusu arasındaki bir ateşkeste. Bir süre sonra,
bir başka avcı bu elin yanına, kurumdan simsiyah olmuş kendi elinin
baskısını yaptı. Ve daha sonra başka avcılar da taşın üzerine kandan,
kurumdan, topraktan ya da bitkilerden gelen farklı renklere bulanmış
ellerinin izlerini bıraktılar.
On üç bin yıl sonra, Pinturas Nehri yakınlarındaki Perito Moreno şeh­
rinde, birisi bir duvara şunu yazdı: 'Ben buradaydım '. • Galeano, Zama­
nın A{Jızları, 1 59.
(41 ) Nietzsche, Tarih Üzerine, 1 28, 1 2 9.
/ 225

KAYNAKÇA

Cemal Bali Akal, Varolma Direnci ve Özerklik-Bir Hak Kuramı için Spino­
za 'y/a, Hukuka Karsı Haklar. 2 20, 2 2 1 , Dost Kitabevi Yayınlan, Ekim
2004, Ankara.
İktidarın Üç Yüzü, Dost Kitabevi, 2. baskı, Ocak 2003, Ankara.
Bedia Akarsu, Kant'ın Ahlak Felsefesi, İ nkılap Yayınevi, 1 999.
Ali Akay, Dogu-Batı Dergisi Agustos-Eyl ül-Ekim 2004 tarihli 28. sayı, "Dün
Bugün Yarın İdeolojiler l , "Moderniteyi Yeniden Ele Almak: İdeoloji-
"

sizleştirme" başlıklı makalesi. -...


Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Tübita k Yayınlan, 1 7. basım Ocak
2005.
Hatti ve Hitit Uygarlıkları, Yaşar Egitim ve Kültür Vakfı, özel baskı, Ey­
lül 1 995, İzmir.
İ rfan Albayrak, Koloni Çagında Yerli Bir Bayan "Madawada", 1 1 1 . Uluslara­
rası H ititoloji Kongresi Bildirileri, Yayı na Hazırlayanlar Sedat Alp-Aygül
Süel, Ankara 1 998.
Sedat Al p, "Hitit Kanunları Hakkında", A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, Cilt V, 5, An­
kara 1 947, s. 465-482.
Hititlerin Mektup/aşmaları, Ege Yayınlan, 2. baskı, 200 1 , İstanbul.
Hitit Güneşi, Tübitak Yayı nları, 2. basım, Temmuz 2003, Ankara.
Hitit Çagında Anadolu-ÇiviYazılt ve Hiyeroglif Yazılı Kaynaklar. Tübita k
Yayı nlan, 5. basım Oca k 2005.
Maşat-Höyük'te Bulunan Çivi Yazılı Hitit Tabletleri, Türk Tarih Kurumu
Bası mevi, 1 99 1 , Ankara.
Phi l i ppe Aries, Batılının Ölüm Karsısında Tavtrları, Gece Yayı nları, cev.
Mehmet Al i Kılıcbay, l . baskı, 1 99 1 Ankara.
Phili ppe Aries-Georges Duby, Özel Hayatın Tarihi 1 -Roma İmparatorlu­
gu'ndan 1 000 Yılına, çevi ren Turhan Ilgaz, Yapı Kredi Yayı nlan, l . bas·
k•, Temmuz 2006, İstanbul.
H üsametti n Arslan, "Bilim, Bilimsel Bilgi ve İ ktidar", Oogu-Batı Dergisi 7.
sayı, ı 999, 2 . baskı.
Francis Bacon, "Novum Orqanum, Arkeoloji: Bir Bilimin Katmanları" özel
226 / Hitit Hukuku
dosya ko nulu Cogito 28. sayı, 200 1 .
Jean Baudri l lard, 1 5.04.2005 tarihli İstanbul Bilgi Ü niversitesi'ndeki kon­
ferans sunumu.
Cesare Beccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında, İtalyanca aslından çeviren
Sami Selçuk, İmge Kitabevi, 1 . baskı, Haziran 2004.
Horst Blanck, Eski Yunan ve Roma'da Yasam, cev. İslam Tanrıkut, Arion Ya­
yınevi, 1 . basım, Haziran 1 999, İstanbul.
Alain de Botton, Öp ve Anlat, çeviren Çigdem Akpınar, Sel Yayı ncılık, 2.
baskı, Nisan 2002.
Birgit Brandau- Schickert Hartmut, Hititler. Bilinmeyen Bir Dünya İmpara­
torlugu, cev. Nazife Mertoglu, Arkadaş Yayınevi, Ankara, Şubat 2 003.
Robert J. Bra idwood, Tarih Öncesi İnsan, çev. Bilgi Altınok, Arkeoloji ve Sa­
nat Yayınları, 1 995, İstanbul.
Trevor Bryce, Hitit Dünyasında Yasam ve Toplum, çev. Müfit Günay, Dost
Yayınevi, 2002, Ankara.
Osman Can, Radikal İki, 444. sayı, 1 0.04.2005.
C. W. Ceram, Tannlar Mezarlar ve Bilginler. cev. Hayrullah Örs, Remzi Kita­
bevi, 6. baskı, Agustos 2003.
Noam Chomsky ile Michel Foucault Tartışıyor. "i nsan Dogası: İ ktidara Kar­
şı Adalet", 1 97 1 , cev. Tuncay Birkan, Bgst Yayı nları, 1 . basım, Kasım
2005, İstanbul.
Muazzez İlmiye Çıg, Hititler ve Hattusa-İstarın Kaleminden, Kayna k Yayı n­
ları, 3. basım, 2002.
Muhibe Darga, Eski Anadolu'da Kadın, İstanbul Edebiyat Fakültesi Matba­
ası, 1 976.
Muhibe Darga ile Söyleşi, İdol (Arkeologlar Dernegi Dergisi), Ocak-Şu bat­
Mart 2006, sayı 28, Ankara.
Hitit Mimarlıgı/1, Yapı Sanatı, Arkeolojik ve Filolojik Veriler. İstanbul Ü ni­
versitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 3 2 2 1 , Edebiyat Fakültesi Ba­
sımevi, 1 985.
Hilary J. Deighton, Eski Roma Yaşantısında Birgün, çev. Hande Kökten Er­
soy. Homer Kitabevi, birinci basım 1 999.
Besim F. Dellaloglu, "Bir Giriş: Adorno Yüz Yaşında" isimli makalesi, Cogi­
to Dergisi, sayı 36, yaz 2003, Adorno: Kitle, Melankoli, Felsefe adlı
özel sayısı.
Timur Demi rbaş, Kriminoloji, Seçkin Yayınevi, Ankara, 200 1 .
Kaynakça / 227
Belkis Dinc:ol, Eski Önasya Toplumlarında Suç Kavramı ve Ceza, Türk Eski­
cag Bilimleri Enstitüsü Yayınlan, İstanbul 2003.
Eski Önasya ve Mısır'da Müzik. Eskicag Bilimleri Enstitüsü Y., Sayı 1 1 ,
1 999, İstanbul.
Ali Dinçol, " Hititler-Dogu ile Batı'nın Buluşma Noktasındaki İmparatorluk",
National Geographic (Türkiye), Ocak 2006, Hititler Özel Sayı.
Sencer Divitı;ioglu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Köz Yayınları,
2 . baskı, Şubat 1 97 1 , İstanbul.
Erdal Dogan, Yaratılan Sanal İdeoloji: Terör: Humanite 5. sayı, Nisarı-Ma­
yıs 2004, Chiviyazıları Yayınevi.
"Yeni CMK Nereden Nereye?", Ülkede Özgür Gündem, 03.05.2005.
Müdafilik ve Sanık Hakları, biri nci basım, İstanbul Barosu Yayınları,
Şubat 2006.
"Total iter mi, Demokratik Dürüst Bir Yargı mı?", Birgün, 05.04.2006.
" H ukukun Gücü Degil, G Ô cün Hukuku", Jineps, Agustos 2006.
Çigdem Dürüşken, Roma Dini, Türk Eskicag Bilimleri Enstitüsü Yayınları, İs­
tanbul, 2003.
Zerrin Ediz. Kadınların Tarihine Giriş -Hititlerden Günümüze-, Adım Yayın­
cılık, l . baskı, 1 995.
Mahfi Egilmez. Anitta'nın Laneti, Om Yayınları, 200 1 , İstanbul.
Anadol u ' da Asur Ticaret Sömürüsü, H ititlerden Günümüze Dersler l ,
http//www. mahfiegil mez.com.tr.
Hitit Ekonomisi, Türk Eskicag Bilimleri Enstitüsü Yayınları, İstanbul,
2 005.
Belgin Erdogmuş, Roma Hukuku (Tarihi Giriş - Hukuk Tarihi - Genel Kav­
ramlar), Filiz Kitabevi, 1 992, İstanbul.
Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, İstanbul Bilgi Üniversite­
si Yayınları, l . baskı, İstanbul, Eyl ül 2004.
Belgin Erdogm us-Bülent Tahiroglu, Roma Hukuku Dersleri, Der Yayınları,
3. basım, 2003, İstanbul.
Roma Usul Hukuku, Fili� Kitabevi, 1 989, İstanbul.
Hayri Ertem, Hitit Devletinin İki Eyaleti: Pala-Tum(m)ana ile Yakın Çevrele­
rindeki Yerlerin lokalizasyonu Üzerine Yeni Denemeler, A. Ü. Dil ve Ta­
rih Cografya Fakültesi Yayınları, No: 295, 1 980, Ankara.
Bogazköy Metinlerine Göre Hititler Devri Anadolu'sunun Florası, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Vl l. Dizi-Sa. 6 5a, 2. baskı, 1 987, Ankara.
228 / Hitit Hukuku
Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Fransız­
ca ' dan çev. Kenan Somer, Sol-Onur Yayınları, Ankara, Sonbahar 1 992,
1 0. Baskı.
Michel Focault, Hapishanenin Dogusu, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Ki­
tabevi, 2. baskı, Kasım 2000.
Poweı/Knowledge ... , 1 3 1 -1 32, Garry Gutting, Micheal Focault's Arche­
ology of Scientific Reason, Cambridge University Press, Cambridge
1 995, çev. Hüsamettin Arslan.
Marcella Frangipane, Yakındogu'da Devletin Dogusu, çev. Z. Zühre İ l kge­
len, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2002, İstanbul.
Johannes Friedrich, Die Hethitischen Gesetze, Leiden, E. J. Bri ll, 1 97 1 .
Kayıp Yazılar ve Diller. cev. Recai Tekoglu, Arkeoloj i ve Sanat Yayınla­
rı, 2000, İstanbul.
Eduardo Galeano, Zamanın Agızları, çev. Bülent Kale, Çitlembik Yayınları,
2004, İstanbul.
Nilüfer Göle, Mühendisler ve İdeoloji, Metis Yayınları, 2 . baskı, Haziran
1 998.
Melez Desenler. Metis Yayı nları, 2. baskı, N isan 2002.
Filippo Gramatica, Toplumsal Savunma İlkeleri, İtalyanca aslından çev. Sa­
mi Selçuk, İmge Kitabevi, 2. baskı, Agustos 2005.
Oliver Robert Gurney, Hititler. İngilizceden çev. Pınar Arpaçay, Dost Yayı­
nevi, 1 . baskı, Mart 200 1 .
G. W. Friedrich Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, çeviren Cena p Kara­
kaya, Sosyal Yayınlar, 2. baskı, Agustos 2004.
Harry A Hoffner, The Laws of Hittites, 1 997, Leiden.
"Agricultural Perspectives on Hittite Laws § 1 67-1 69", 1 1 1 . Uluslararası
H ititoloji Kongresi Bildiri leri, Çorum 1 6-2 2 Eylül 1 996, Ankara.
Homeros, İlyada, çev. Azra Erhat, A Kadir; Can Yayınları, 1 5. basım, 2003,
İstanbul.
Fiorella l mparati, "H itit Yasaları", İtalyan Kültür Heyeti Arkeoloji Araştır­
maları Bölümü, çev. Prof. Dr. Erendiz Özbayoglu, Ankara 1 992.
İncil, Yunancadan Türkçeye çevi risi, Kitab-ı Mukaddes Şi rketi, 1 998, İstan­
bul.
Safa Kaçmaz, Tevrat. İncil ve Kuran'ın Mezopotamya Yazın Kaynakları, El
Yayı nevi, Birinci Basım, Ekim 2007, Ankara.
Ercan Kanar, Hegomonik Kusatmalara Boyun Egmeme, İdeoloji, Hego-
Kaynakça / 229
manya, İktidar ve İnsan Hakları dosya konulu Humanite 2. sayı, Chivi­
yazı ları Yayınevi, Haziran 2003, İstanbul.
l mmanauel Kant, Pratik Aklın Elestirisi, çev. loanna Kuçuradi, Türkiye Fel­
sefe Kurumu, 1 999.
"Sonsuzlugun Sınırında", Cogito Özel Sayı, Yapı Kredi Yayınları, Kıs
2005, sayı 4 1 -42.
Evrensel Doga Tarihi ve Gökler Kuramı, çev. Seçkin Selvi, Sarmal Yayı­
nevi.
Güngör Karauguz, Bogazköy ve Ugarit Çivi Yazılı Belgelerine Göre; Hitit
Devletinin Siyasi Ant/asma Metinleri, Çizgi Kitabevi, 1 . baskı, Ocak
2002.
Hititler Dönemi'nde Anadolu'da Ekmek, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
2006, İstanbul.
lsabelle Klock-Fontanille, Hititler, çev. N u riye Yigitler, Dost Yayınevi, Mayıs
2005, Ankara.
H ikmet Kıvılcımlı, Tarih Tezi: "Tarih, Devrim, Sosyalizm ", Sosyalist Yayı nla­
rı, 1 99 1 , İstanbul.
Manfred Korfmann, Troia: Düs ve Gerçek, Homer kitabevi, Çeviren Dr. Sel­
ma Bulgurlu Gün, 2 00 1 , İstanbul.
Kemalletti n Köroglu, Hititler-Etiler ve Anadolu Uygarlıkları, Eti bank Yayın­
ları, İstanbul 1 999.
Ders notları özetleri, fef.marmara.edu.tr/tarih/koroglu/hititler.htm.
Thomas S. Kuhn, The Essentia/ Tension/Seleded Studies in Scientific Tra­
dition and Change, The U niversity of Chicago Press, Chicago and Lon­
don 1 977.
Mehmet Kurt, Yazılı Kaynaklara Göre MÖ 1 binde Mezopotamya-Anadolu
İliskileri, Murat Kitabevi, Agustos 2007, Ankara.
Berrin Koyuncu Lorasadagı & Hilal Onur, "Avrupa Merkezcil i k Üzeri nden
Uygarlık Kavramına İki Farklı Bakış: Nobert Elias ve Cemil Meriç", D<r
gu-Batı Dergisi, Dün Bugün Yarın-İdeolojiler 2 , sayı 29, Agustos-Eylül­
Ekim-2004.
Stefano De Martino, Hititler, İtalyancadan çev. Erendiz Özbeyoglu, Dost
Yayınları, Agustos 2006, Ankara.
Kari Marx, 1 884 El Yazmaları, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara,
1 993.
Hegel'in Hukuk Felsefesinin Elestirisi, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları,
2 30 / Hitit Hukuku
Ankara, 1 997.
Kapital, Birinci Cilt, Sol Yayınları, Ankara 1 975.
Kapital, 3. Cilt. Sol Yayınları, Ankara 1 978.
Kari Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. M. Erdost, Ankara,
1 993.
Fredrich Nietzsche, The Will To Power, trans. Walter Kaufmann and R. J.
Hollingdale, ed. Walter Kaufmann, Vi ntage Books, New York ·1 967,
549-5 50, çev. H üsamettin Arslan, Dogu-Batı Dergisi, 7. sayı, 1 999, 2.
baskı.
Tarih Üzerine, çev. Nejat Bozkurt, Say Yayınları, 1 . baskı, Eyl ül 1 986,
İstanbul.
Tan Kızıllıgı-Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler, çevi renler H üse­
yin Salihoglu ve Ümit Özdag, İmge Kitabevi, 3. baskı Agustos 200 1 .
N iyazi Öktem, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi Ders Notları, Güryay
Matbaacıl ı k, 1 985, 3. baskı, İstanbul.
Tahsin Özgü<;, Maşat Höyük Kazıları ve Çevresindeki Araştırmalar, Türk Ta­
rih Kurumu Yayı nları, V. Dizi-Sa. 38. 1 978, Ankara.
Maşat Höyük il Bogazköy'ün Kuzeydo{Jusunda Bir Hitit Merkezi, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, V. Dizi-Sa. 38. 1 982, Ankara.
İnandıktepe Eski Hitit Çagında Öneml i Bir Kült Merkezi, TTKY V.Dizi,
Sayı 43, 1 988, Ankara.
Blaise Pascal, Boşluk Üzerine İ nceleme'ye Önsöz, Arkeoloji: Bir Bilimin Kat­
manları Özel Dosya, Cogito Dergisi, 2 8. sayı, 200 1 .
Pauline Marie Rosenau, Post Modernizm ve Toplum Bilimleri, c:ev. Tuncay
Birkan, Bilim ve Sanat Yayınları, 2. basım 2004, Ankara.
Cari Schmitt, Siyasi İlahiyat-Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, çev.
Emre Zeybekoglu, Dost Yayınevi, 1 . baskı Temmuz 2002, Ankara.
Jürgen Seher, Hattuşa Rehberi, Hitit Başkentinde Bir Gün, Ege Yayınları,
Gözden Geçirilmiş 3. Baskı, 2006, İstanbul.
Aygül Süel, H itit Kaynaklarında Tapınak Görevlileriyle İlgili Bir Direktif
Metni, Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih.Cografya Fakültesi Yayını, No:
3 50, 1 985, Ankara.
"H ititlerde Suc: ve Ceza", Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Konferans
Metni, 1 8 Aralık 1 986, Ankara.
" H itit Kadınının H ukuki Durumu", U l uslararası 1 . H ititoloji Kongresi
Bildiri leri, Ünal Ofset, 1 990, Ankara.
Kaynakça / 231
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları, 6.
baskı, 1 999.
Durm uş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem-Oguz Sancaktar, AİHS lşıgında Tür­
kiye'nin İnsan Hakları Sorunu, Seçki n Yayınevi, 2002, Ankara.
İl Han Özay, İkinci Bine Kavuşurken Günışıgında Yönetim, Alfa Yayınları,
1 994, İstanbul.
Ziya Umur, Roma Hukuku Ders Notları, İstanbul, 1 987.
Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, 1 . cilt, Arkeoloji ve Sanat Yayınla­
rı, 2002, İstanbul.
Hititler Devrinde Anadolu, 2 . cilt, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2003,
İstanbul.
Hititler Devrinde Anadolu, 3. cilt. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2005,
İstanbul.
Tayfun Yıldırım, "Hüseyindede Tepesinde Bulunan Yeni Bir Kült Vazosu" V .

Uluslararası Hititoloji Kongresi Bildiri leri, s. 76 1 -779, 2005, Ankara,


Pau l Vinogradoff, Ortaçag Avrupa'sında Roma Hukuku, çev. Ferhat Düzgö­
ren, Sevtap Metin, Ahmet U lvi Türkbag, Rol Öz, Taner Ayanoglu, Göçe­
be Yayınları, 1 . basım, İstanbul, 1 997.
1 2. 000 Yıl Önce "Uygarlıgın Anadolu'dan Avrupa'ya Yolculugunun Bas­
/angıcı " Neolotik Dönem, Proje Koordinatörü Şennur Şentürk, Yapı
Kredi Yayınları, Eylü l 2007, İstanbul.

You might also like