You are on page 1of 38

1.

HAFTA (4 Mart)

Din psikolojisi ilk kez Batıda gelişmiş bir bilim dalıdır. Din psikolojisi dinin
psikolojisi değildir. Biz din psikolojisi ile bir dine inanan insanın psikolojisini kastetmiş
oluyoruz. Denilebilir ki din, yeryüzünde insan hayatını en çok etkileyen olgulardan birisidir.
İnsanın her alanda hayatına nüfuz eder. İçinde yaşadığımız çevre insanın psikolojisini
etkilediği oranda psikolojisinin inceleme alanına giriyorsa, çok daha fazla insanı etkileme
kapasitesine sahip olan dinin psikolojik veçhesini incelemek, bilimin göz ardı edebileceği bir
alan olamaz.

Din psikolojisi, dinin Hz. Muhammed (s.a.v)’ in zihnine ve diğer insani kapasitelerine
inmeden önceki süreçleri (Allah, Cebrail vs.) kapsam dışı bırakır, incelemez. Bilim bunlara
inanmadığı için değil, bilimin kendi bilgi edinme yöntem ve metodları dahilinde bu alandan
herhangi bir bilgi toplanamayacağına olan görüşü açısından din psikolojisi bu alanı parantez
içine alır. Fakat bir bilgi, bir düşünce insanın hayatına girdiği andan itibaren psikolojinin,
felsefenin, sosyolojinin, tarihin, etnolojinin yani genel olarak insan bilimlerinin konusu haline
gelir. Din psikolojisi, din konulu bir insan ilmidir. (Burada biraz daha açıklıyor: İlahiyat
bölümlerinde Dini İlimler dediğimiz şeyler tefsir, fıkıh, hadis, kelam vs.; İnsani ilimler ise
tarih, felsefe, psikoloji, antropoloji vs. yi kapsar. İşte Din psikolojisi bu iki bilim alanının
kesişim noktasında bulunur. Buna din konulu İnsan İlimleri denir. İlahiyattaki ismi ise din
bilimleridir [Yani Dini Bilimler ilahiyattaki tefsir falan, Din bilimleri ise dini konu alan İnsan
bilimleridir.])

Din psikolojisi, din konulu insan ilmidir. Dini, insan ilimlerinin metod ve teknikleriyle
inceleyen bir alandır. Dini incelerken tamamen tabiat ve insan bilimlerinin inceleme
tekniklerinden yararlanır (Din psikolojisi dini bilimlerinden değil, din bilimlerindendir.)

Din Psikolojisinin Araştırma Konuları

Din ve Biyoloji: Bizim biyolojimiz dindarlığa etki etmekte midir sorusunu araştırır.

Din ve Fiziksel Sağlık: Bu da araştırma alanındadır. Bu da bolca araştırılır.

Din ve Manevi Tecrübe: Religious and Spiritual experience konusu din psikolojisinin demir
leblebilerindenmiş.

Dini Gelişim Dönemleri: Dini gelişim dönemlerinin çocuklukta, ergenlikte, yaşlılıkta, nasıl
algılandığını ve yaşandığını inceler.
Dindarlığın Ölçülmesi: Bu konu da önemli din psikolojisi alanlarındandır. Dindarlık artan
veya azalan bir şeydir. Din ölçekleri bu ölçümü mümkün kılar fakat bu imanometre veya
takvametre değildir. İnanç boyutunu değil dindarlık boyutu ölçülebilir.

İman, Şüphe ve İnançsızlık: Bu konuda önemli araştırma konusuymuş.

Dua ve İbadet: Bu da önemli.

Din ve Ahlak: Bu da önemli.

Tanrı Tasavvurları: Tanrı deyince aklımızda cezalandırıcı mı yoksa merhametli bir imaj mı
canlanıyor.

Din Değiştirme: Bir kişi bir dine karşı kayıtsız yaşarken nasıl oluyor da büyük bağlılığa sahip
olabiliyor? Burada birkaç kavram önemli. Başka bir dinden İslamiyet’e geçişe ihtida; zayıf
islami görüşten güçlü islami görüşe geçişe hidayet; İslamdan başka bir dine geçişe irtidat
denir.

Dini Tutumlar: Religious attitudes da önemli.

Birey ve Dini Gruplar: Dini grupların işlevi cart curt.

Din ve Ruh Sağlığı: Bu konu da önemli.

Din ve Kişilik: bu da çok önemliymiş. Hocanın çalışmaları bu yöndeymiş Sufi kişilik falan.

Ölüm psikolojisi; Mistisizm; Din ve Manevi Yaşam; Din ve Mutluluk diğer önemli
konulardandır.

Yeryüzünde pek çok insan hayatını dine göre anlamlandırmakta, kendini dine göre
tanımlamaktadır. Hatta William James demiştir ki “ Çok köklü bir değişim olmadığı sürece
din, dünyanın sonuna kadar devam edecektir.”. Dinin toplumsal bir yönü olduğunu kadar, en
derin arzuların ve bağlılıkların da kaynağıdır. Dinin oluşturduğu bağlılık hiçbir bağlılığa
benzemez.

Din bana iyi ve kötü olanı gösterir. Neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda bir
müfredat sunar, hazır bilgiler verir. Din insanların hayatında kendini ortaya koyan büyük bir
faktördür. Bu bilinçli veya bilinçsiz olabilir. Bazen tanrıtanımazlar bile “haspinallah” tarzında
dini söylemlerde bulunabilir. O yüzden bu psikolojik faktörün bireyin hayatında ne gibi etki
ve sonuçlara yol açtığı bilimsel araştırmaya değer bir konudur. Din psikolojisi dini nesnel ve
öznel yönleriyle inceleyen tek bilim dalıdır. Din hem psikolojik(öznel) bir gerçekliktir, hem
de nesnel bir gerçekliği vardır.

Nesnel Bir Gerçeklik Olarak Din

Din psikolojisi açısından din, kültürel bir gerçekliktir. Din, kültürel bir gerçeklik
olarak var olduğundan pek çok unsurdan oluşur. Bu anlamda Dinin kültürel açıdan nesnel
gerçeklikleri şunlardır:

Dini Topluluk ve Gelenek: Hanefilik, Sünnilik, Nakşilik, Ortodoksluk, Katolik gibi dini
topluluklardır bunlar. Bu ifadeler belli nesnel bir gruba ve onların çeşitli dini pratiklerini
işaret ederek zihinlerimizde bu grupların tezahürlerini ortaya çıkarırlar.

Dini Kurumlar: Şeyhülislamlık, Diyanet işleri başkanlığı, Müftülük, Papalık gibi dini
kurumlar da dinlerin nesnel bir gerçeklikleridir.

Din Dili: Kendi dilimiz içerisinde dini kavramlardan oluşan bir dilden bahsediyoruz. Allah,
helal, haram, günah, kafir, eyvallah, Allaha emanet ol, Elhamdülillah, estağfurullah gibi
söylemler de dinin nesnel birer gerçeklikleridir.

Dini Şahıslar: Peygamberler, imamlar, hoca, evliya, şeyh, papa, aziz gibi kimselerin varlığı
da dinin nesnel bir gerçekliğini gösterir.

Dini Nesneler: Mus’af, seccade, rahle, sarık, mahya, cübbe, hac gibi nesneler de dinin nesnel
gerçekliklerindendir.

Dini Zaman ve Mekanlar: Mekke, Medine, Mescidi Haram, Kandiller, Cuma vakitleri,
Kadir gecesi vs gibi zaman ve mekanlar da dinin nesnel gerçekliğidir.

Dini Törenler: Çocukların kulağına ezan okunması, cemaatle namaz, mevlüt okutmak, vaftiz,
günah çıkarma gibi dini tören ve ritüeller de dinin nesnel gerçekliklerindendir.

Bütün bunlar dinin nesnel gerçekliğini temsil eden sembolik unsurlardır. Bu kültürel
unsurlar dini duygu ve düşünceyi hareket ettirir. İşte din psikologları da insan tecrübesinde
ortaya çıkan bu tezahürleri inceler. İnsan tecrübelerini incelemek de bizleri dinin öznel
gerçekliklerine götürür.
Öznel Bir Gerçeklik Olarak Din

Dinin nesnel bir gerçekliği olduğu kadar öznel bir gerçekliği de vardır. Yani sübjektif,
kişinin kendisine ait, yalnızca kişinin farkına vardığı, dışarıdan doğrudan fark edilmeyen,
çeşitli yöntem ve metodlarla gösterilebilen öznel bir tarafı da mevcuttur.

Dış dünyada var olan dini olgular, bireyin iç dünyasında da bir gelişme süreci
içerisinde varlık bulurlar. İşte bir şey bireyin iç dünyasında varlık buluyorsa bu psikolojik bir
durumdur ve psikoloji bilimi bunu incelemek durumundadır. Din de insanın içerisinde varlık
bulan bir olgudur ve psikoloji de dinin insan psikolojisindeki etki ve sonuçlarını incelemekten
ayrı kalamaz. İşte dinin bireyin içerisinde varlık bulan tarafı öznel bir gerçeklik olarak dini
meydana getiri ve şu unsurları kapsar:

Dini İnançlar: Sizin yüzünüze baktığında hiç kimse inancınızı göremez. Bu sübjektif bir
şeydir ve içimizde olup bittiği için dinin öznel gerçekliğini ifade ederler.

Dini Tasavvurlar: Tanrı deyince aklımızda merhametli mi yoksa cezalandırıcı bir hayal mi
oluşuyor? İşte Tanrı tasavvuru dediğimiz dini tasavvurlar da kişiden kişiye farklılaşabilir ve
dinin öznel bir gerçekliğini yansıtır.

Dini Tutumlar; Dini Duygular; Dini Heyecanlar... vs. gibi unsurlar da dinin öznel birer
gerçeklikleridir. Liste uzayıp gider.

Bir dinin hiçbir öznel gerçekliği, onun nesnel gerçekliğinden bağımsız değildir.
Nesnel, yani bireyin dışında bir referansı veya atıf kaynağı olmayan bir dini inançtan söz
edemeyiz. Yani içimizde inancımız var fakat bunun dış dünyada karşılık geldiği olgu ve
unsurlar da vardır ve gereklidir.

****Önemli**** Din insanın saç diplerinden tırnak uçlarına kadar, insanın


kendisinde kendisine karanlık kalmış olan en sır gölgelere kadar inme kapasitesine sahiptir.
İnsanın hayatında dinin rolünü incelemeyen bir psikoloji bilimi, insanı anlamada şüphesiz
daima yetersiz kalacaktır.

Dinin Tabiatüstü Boyutu

Dinin nesnel veya öznel bir gerçekliği olduğu gibi tabiatüstü bir boyutu da vardır. Din
insanla başladığına göre dindeki her şeyin psikoloji ile ilişkisi, ruhsal dünyaya ait bir
yansıması vardır. Fakat dinin Bütünü psikolojiye indirgenemez. Çünkü dinin ilahi ve
tabiatüstü (aşkın) bir boyutu da vardır. Din dediğimizde aklımıza gelen ilk şey onun tabiatüstü
olması yönüdür. Bunu önemsiyorum ve tekrar ediyorum: Din, kendi psikolojik yüzü ile bir ve
aynı değildir. Din denince aklımıza gelen her neyse, onun bizatihi dinin kendisiyle bir ve aynı
olduğu söylenemez. Bu yüzden çeşit çeşit dindarlıklar söz konusudur. Dinin her insandaki
tezahürü farklıdır. Bu durum, diğer insanların benim yaşadığım dindarlığı yaşamaları
gerektiği düşüncesiyle birleşince sıkıntılı olmaktadır.

Dindarlık yaşantısıyla kişi; kendi dünyasını aşan, onunla sınırlı olmayan tabiatüstü
aşkın bir aleme açılmaktadır. İşte psikoloji bu tabiatüstü kısmı inceleyemez. Bu sadece
dindarların tecrübe edebileceği bir şeydir. Bu aynı zamanda benim idrak alanımı, dünya
görüşümü, hayat felsefemi, duygu durumlarımı da genişleten ve zenginleştiren bir durumdur
(transendans, transendental, tabiatüstü). Bu tabiatüstü, aşkın alemde bir insan teki ile Tanrı
arasındaki ilişki o kadar canlı bir ilişkidir ki, o kadar sürükleyici bir ilişkidir ki duaları,
adakları, teslimiyetleri, kendinden geçmeleri, pişmanlıkları, tövbeleri hep bu alemle irtibatlı
olarak gerçekleştirir.

Dinin tabiatüstü olması onun ilk bilinmesi gereken özelliğidir. Bir inanç, tabiatüstülük
barındırmıyorsa o dini olmayabilir, insani bir yaklaşım olabilir. “Bir inanç ve öğreti sistemi
tabiatüstülük içerdiği müddetçe dinidir.” denilebilir.
2.HAFTA (11 Mart)

Kitabın 3.bölümünden devamkee…

Din, bolca tanımı olan bir olgudur. Sosyologlar, Filozoflar, Psikologlar,


Antropologlar, Etnologlar dinin tanımıyla ilgilenirler. Bu kişiler din tanımlamalarını,
mensubu oldukları ekollere göre yaparlar. Dolayısıyla din, eskilerin ifadesiyle “efradını cami,
alyarını mani” bir tanımını yapmak oldukça zordur.

Dinin herkes tarafından kabul edilen genel geçer bir tanımı yoktur. Din psikologlarının
yaptığı tanımlamalarda ise göze çarpan belli başlı unsurlar vardır. Bu unsurlar şunlardır:

Tabiatüstülük Unsuru: Din deyince ilk önce göze çarpan şey dinin tabiatüstülük yönüdür.
Bu, dinlerin belki de en önemli yönüdür. Fakat bu tabiaüstülük ya da Allah, bilimsel
araştırmanın konusu değildir. Çünkü bu dini alem, insan ilimlerinin araştırma yöntem ve
metotlarıyla ulaşılabilecek bir alem değildir. Bu yüzden bu unsur bilimsel araştırma konusu
değildir. Allah ya da Tanrı, bilincin konusu ve davranışın etkili bir faktörü olduğu ölçüde
bilimsel incelemenin konusu haline gelir.

İçsel ve Şahsilik Unsuru: İnsanın ötesinde nesnel bir gerçekliği olan Allah, aynı zamanda
bireyin kendisiyle ilişkide bulunduğu içsel ve şahsi bir gerçekliktir. Dolayısıyla bu açıdan
bakıldığında Allah, kişisel ve öznel olarak içkin bir varlıktır. Allah’ın kişisel ve öznel olarak
bir insan tekinin zihninde var oluyor olması, onun nesnel olarak var olmadığı anlamına
gelmez. Yani Freud’un dediği gibi “Tanrı yok, her insan kendi Tanrısını yaratır.” gibi bir
durum söz konusu değildir. Tanrının nesnel bir gerçekliği de var.

Gerçekliğin Tanımını ve Anlamını İçermesi Unsuru: Din, insanda bağlılık ve sadakat


uyandırır. Din bizlere gerçekliğin bir tanımını yapar. Dünyanın gelip geçici olduğunu söyler
mesela. Onu ciddiye almamız gerektiğini söyler. Kabul edin veya etmeyin insanın içini yiyip
bitiren felsefi sorulara cevap vererek bir hayat anlamı sunar.

Bağlılık ve Sadakat Unsuru: Din büyük bir bağlılık içerir, sadakat uyandırır. Daha
çocukluktan birincil bakım verenimizle olan ve onların kollarında egzersizini yaptığımız
bağlanma güdümüz, daha ileri yaşlarda vatan, aşk, sevgili, para gibi alanlarda bir bağlılık
olarak gösterir kendini. Bunların arasında en önemli faktöre olarak din karşımıza çıkar. Dini
bir bağlılık her türlü bağlılıktan (sanat, felsefe, para vb.) daha güçlüdür.
Buraya kadar olan tanımlamalar dinin özsel tanımlamalarını içeriyordu. Dinin bir de
işlevsel tanımları mevcuttur.

Dinin İşlevsel Tanımı

Din, bireyin ve toplumun hayatında çok önemli işlevleri ve etkileri olan bir olgudur.
Dine inanan kişiler için dinin operasyonel bir tarafı olmasaydı şüphesiz insanlar dine
inanmazlardı. İşte bu işlevler bağlamında da din tanımlamaları yapılır. Bu tanımlamalardan
bir tanesini de Eric Fromm yapmıştır:

“Her türlü bağlanma din gibi iş görür (neye bağlanıyorsanız müzik, spor, para vb.).”

Bir dinin ahireti olması, Tanrısının olması, Peygamberi olması bir dini işlev gerekliliğidir. Bir
kişinin paraya, modaya, spora, cinselliğe bağlanabilir bunda bir sıkıntı yok. Hatta bu bağlılık
dinden daha büyük bir bağlılık da olabilir. Bu tanıma göre aslında herkes dindardır. Ama
bunların hiçbiri dine bağlanmanın kişiye sunacaklarını sunamaz.

Dinin ana konusunun ölüm olduğu görüşünden hareketle Batson-Ventis’in dinin


işlevsel tanımlaması şöyledir:

“Din, canlı varlıklar olduğumuzu ve mutlaka bir gün öleceğimizi bilmemiz olgusundan
doğan sorunların sorumluluğunu tek tek şahsen yüklenmeye bizi sevk eden her şeydir.”

Bu konuları “ölüm psikolojisi” konusuna geldiğimizde zaten daha detaylı konuşacağız.


İnsanın hayatını en çok etkileyen durumlardan bir tanesi ölümlülük duygusu ve ölüm
düşüncesidir. Bu da insanı sarıp sarmalayan, insan için çok önemli bir durumdur. Özellikle
varoluşçu psikolojinin kurucu babalarında olan Erwin Yalon(?) bu konuya çok eğilmiştir. (Bu
adamın Güneşe Bakmak kitabını hoca öneriyor.)

Bu ve benzeri tanımlamalarda dinin belli bir özelliği, işlevi merkeze alınarak, bütün
dini sistemleri ona göre düzenleme çabası göze çarpmaktadır. Genel olarak bakıldığında dinin
birey ve topluma yönelik işlevlerini şöyle sıralayabiliriz:

- Din, inanılması gereken doğruları açıklar; Allah’la ilişki kurmanın yol ve


yöntemlerini, kurallarını bize öğretir ve gösterir.
- Hayat, ölüm, kader, acı, mutluluk gibi temel varoluşsal sorunlarla ilgili
açıklamalarıyla insana bütüncül bir dünya görüşü, bir zihniyet, bir ideoloji sunar.
- Din, varoluşu ve gerçekliği yorumlayarak kimliğin bir tanımı vasıtasıyla insanı bu
bütünlüğün içerisine yerleştirir. Böyle yaparak dinler, bireyin hayatını anlamlı kılar,
insanlara daha fazla zihinsel sağlık sunar, insan hayatında köklü değişiklikler meydana
getirir ve bir kimlik tanımlaması yapar.
- Dini yönelimler insanlar arasında gönül birliği, karşılıklı güven aşıladığı gibi yüce
değerleri yıkıcı etkilere de sahiptir. Sanatı, insan potansiyelini önlemede yıkıcı tesirler
de meydana getirebilir. Bu, dinin bizatihi kendi öğretilerinden değil, dindarım diyen
insanların dini algılayış biçimlerinden kaynaklanır. Elbette dinlerin iyi insan
oluşturmak istediğini biliyoruz. Ama bazen yıkıcı eylemlere de neden olabiliyor.
(örnek olarak hoca otoriteryen kişiliği verdi).

Biz hep dinden, dindarlıktan bahsettik. Peki nedir bu dindarlık?

Dindarlık Kavramı

“Dindarlık, yaşayan dindir.” Yani dindarlık, bir insan teki içerisinde yaşayan bir
dindir. Dinin hayata geçirilerek bilfiil yaşanan biçimidir. Davranışlarda, duyuş-düşünüşlerde
gözlemlenen bir şeydir. Dolayısıyla biz bir insan hayatında dinin etkilerini takip ederken ve
incelerken o insanın dindarlığını incelemiş oluyoruz. (Din psikolojisinde dini değil, dindarı
inceliyoruz).

Dindarlık, bir dine inanan dindarın her türlü bağlanma, inanma ve dini davranış
biçimlerini içerir. Yani dindarlık dediğimiz şey insanı insan yapan bütün kompartımanlarla
ilişki içerisinde olan bir şeydir. Dolayısıyla biz dinin insan hayatındaki seyrini ya da dindarı
incelerken, insanın kendisine bile karanlık kalmış en sır bölgelerini de inceleme imkanı
buluruz. Bu da insani bilimler için değerlidir.

Dindarlık enteresan bir şekilde basit değildir. İman veya takva ile bunu karıştırmamak
lazım. İman dediğimiz şey artar mı azalır mı bilinmez; bu tartışmalı bir konudur. Takva ve
iman seviyesini kimse bilmez; o, Allah’a bırakılmıştır. Dindarlık ise kişiye, gruplara, kültüre,
coğrafyaya göre değişen ve gelişen bir süreçtir. Çocuklukta, gençlikte, yetişkinlikte farklıdır.
Sosyo-ekonomik statüye, medeni hale göre farklıdır. Dolayısıyla dindarlık olmuş bitmiş bir
olay değil, olmakta olan bir şeydir.

Dinin etkisi, bireyin içerisinde bulunduğu psiko-sosyo-spiritüel duruma göre değişir.


Özel olaylara göre artar veya azalır. İmanın eksilip arttığından bahsetmiyoruz. İlham, sosyal
baskı, rüya, olaylar, doğal afetlere göre dindarlık seviyesi değişkenlik gösterebilir. Hayatın
her alanında kendisini gösterir. Dolayısıyla dindarlık, incelenmesi gereken çok spektrumlu bir
kavramdır.

Manevi Yaşam

Batıda son dönemde maneviyatçılık (spiritualism) diye bir kavram gelişti. Spiritual
Counseling and Care gibi manevi bakım, manevi gelişim, spiritual psychology gibi alanlar
ortaya çıktı. Batı toplumlarında kurumsallaşmış dinin (Hristiyanlık, Yahudilik, İslam)
önemsiz olduğu, değişime ve gelişime engel olduğu, aşkın-yüce varlığın bireysel bireysel
tecrübesine engel olduğu düşünülmektedir. Yani kısacası kurumsal dinlerin yararlı değil,
zararlı olduğunu söyleyen anlayışlar gelişmiştir. Psikologlar ve psikoloji ile uğraşanlar da dini
lumsuz olarak değerlendirmişlerdir. Hatta Gordon Allport’ un din ile psikolojiyi yan yana
getirmeye korkar olduklarını dile getiren bir söylemi de bulunmaktadır. Başta Freud olmak
üzere Neo-Freudiyenler, davranışçılar; dini, insan potansiyeline engel olan hatta ruhsal
hastalıkların kaynağı olan (örn nevrotik eğilim) bir olgu olarak değerlendirmiştir ve dinden
olabildiğince uzak durmuşlardır. Böyle olunca Avrupada dindarlık yok seviyelerine gelmiştir.
Bundan kaynaklı olarak da anomalilerin, anormalliklerin, insan tabiatına aykırı davranışların,
bencilliğin hızla arttığı bir döneme girilmiştir. Hal böyle olunca da dinin yerine geçebileceği
düşünülen “new age religiosity” gibi imanın yeni şekilleri ortaya çıkmıştır. Maneviyatçılık,
yeni bir iman şekli olarak ortaya çıktı.(Dinin yerine ikame edilen bir din). Bu yönüyle
maneviyatçılık hem dinden ayrıldı, hem de imanın bazı unsurlarını içinde barındırdı.

Maneviyat Nedir?

İngilizcede çokça kullanılan “moral” kelimesinden gelerek “Moralim bozuk” gibi


kendi dilimizde de kullandığımız bir tabir var. Nedir burada bozulan şey? Moral nedir?

İşte Buradaki “moral” İngilizcede ahlak demektir. Biz moralimiz bozuldu derken aslında
ahlakımız bozuldu deriz. Hatta bundan 40-50 yıl öncesine kadar insanlar moralim bozuk
yerine “maneviyatım bozuk” da demiştir. “Moral” İngilizcede kural veya değer demektir.
Burada bozulan şey maneviyattır.

Maneviyat, nihai bir gücü düşünmektir. Maneviyat, evrende sonsuz bir gücün ve
enerjinin var olduğunun farkına varmaktır. Maneviyat dediğimiz şey hayatta bir anlam arama,
yücelik peşinde koşma, bir yücelikle karşılaşma, bir bağlanma hissi, yüce bir değer arama,
gizemli bir varlığa saygı ve minnettarlık gösterme, kişisel bir değişim ile ilişkilidir. Buna
bağlı olarak 3 çeşit “manevi yaşam tarzı” vardır:
1- Tanrı yönelimli maneviyat
2- Dünya yönelimli maneviyat
3- Hümanistik yönelimli maneviyat

Hoca dedi ki valla arkadaşlar ben çok yoruldum burada duralım. Haftaya bu yaşam
tarzlarından devam ederiz. (Ama hoca haftaya yeni konuya geçti ve bunu anlatmadı. Merak
edenler için burası kitapta 45.sayfada var.) İkinci hafta buraya kadar.
3.HAFTA (18 Mart)

Manevi yaşam kuralcı değildir. Oysaki kurulu dinler kuralcıdır. Maneviyatçılara göre
manevi yaşamda kişinin iç dünyasının özellikleri önemlidir. Maneviyatçılar bu özellikleri
yargılamadan, değiştirmeden daha da geliştirmek ister. İster bir şahıs ister bir olay veya
durum olsun, onun olduğu gibi değerli olduğunu düşünürler ve olduğu gibi kabul etmeye
çalışırlar. Dinler katı ve şekilci olarak algılanırken, maneviyat bireyi olduğu gibi kabul eder.
Bu anlamda din ve maneviyat birbirinden farklı ve kutuplaşmış bir durumdadır.
Maneviyatçılara göre din olumsuz olarak algılanırken, maneviyatçılık ise olumlu olarak
algılanır. Fakat maneviyatçılık da bazı açılardan eleştirilmektedir:

- Maneviyatçılar, kurumsal dinlerin de manevi meselelerle ilgilendiğini hesaba


katmıyor. Yani maneviyatçılar, kurumsal dinlerin de ya da kurumsal dinlerin
müntesiplerinin de manevi konularla ilgilendiğini hatta bunu dinlerinin merkezi
öğretisi olarak kabul edildiğini hesaba katmazlar.
- Maneviyatçılıkta duygusal coşkululuk çok önemlidir. Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk
gibi bir benzetme yapılabilir bu duruma. Yani coşku dolu bir ruhsal dünyaları söz
konusudur. Bu maneviyatçılık, bireyi tabiata, insana, Allah’a yaklaştırırken bazıları
için ise motivasyonel bir değer ifade etmeyebilir. Yani yapılan eleştirilerden biri de bu
ruhsal coşkululuğun bazıları için bir ifade etmeyeceği yönündedir. Mesela
maneviyatçılığı eleştirenler onu aşırı derecede ılımlı ve yüzeysel, sığ olarak
değerlendirirler. Yani dinin yerine ikame edilmiş maneviyatçılığın herhangi bir felsefi
ve bilimsel derinlik içermediği; aksine son derece sığ, ılımlı, kuralsız olduğunu
söylerler. Yeryüzünde hiçbir başarı yoktur ki düzenli, sistematik, bir disiplin, bir
kurallar manzumesi içermesin. Yani kuralsız olan bir şey gelişime açık değildir ve
insanı getireceği nokta da olumsuz olarak değerlendirilir, eleştirilir.
- Bir diğer eleştiri, manevi hayatın da yıkıcı boyutlarının olması yönündedir.
Maneviyatçılar bazen kendilerini dünyanın zevklerinden aşırı derecede mahrum
bırakıp Allah’a tabiata yaklaşmayı savunurlar (örn Buda, Hristiyan mistikler, bazı
sufiler, Diyojen gibi). Böylesine öldüresiye mahrum bırakma ile elbette maneviyatları
gelişmiş olabilir ama bir taraftan da zarar görmüşlerdir.
- Bazıları maneviyatçılığı, kutsalın bir arayışı olarak görürler. Eğer maneviyat kutsalın
bir arayışı ise dinin özü ve en merkezi fonksiyonu da budur aslında. Dolayısıyla din ve
maneviyatı kutuplaştırmadan ele almamız gerektiğini savunanlar da maneviyatçılığı
bu yönüyle eleştirirler. Çünkü zaten manevi yaşam dinin merkezi ve önemli bir
işlevidir. Kutuplaşmadan ziyade birlikte var olma durumu vardır. Hatta Emmons’un
tanımına bakacak olursak “ maneviyat; dünyaya, evrene, insana, canlı varlığa her türlü
merhameti içerir” der. Bu tanıma bakacak olursak maneviyat İslamiyetin (ve diğer
semavi dinlerin) en merkezi fonksiyonudur diyebiliriz. (Maneviyat Türk tasavvufunda
da önemlidir: Mevlana ve Yunus Emre).

Kitapta yeni bölüme geçiyoruz…

Dindarlığın Boyutları ve Ölçülmesi

Farklı din mensuplarının bile dindarlık yaşantıları bakımından ortak özellikleri söz
konusudur. Bu özellikler bilimin inceleme alanı içerisine girer. Farklılığın olduğu yerde
ölçüm söz konusudur. Kiliseye giden ve gitmeyen gibi bir farklılığın varlığı, bu iki grubu
ayıran durumları ölçmeyi mümkün kılar. Dolayısıyla dindarlık de çok boyutlu olduğundan bir
varyasyon içerir ve bu da onun ölçülebilir olduğu anlamına gelir.

Özellikle ilk dönemlerde Glock ve Stark adındaki din psikologları, dindarlığı 5 boyut
açısından inceleme ve ölçmeyi teklif etmişlerdir:

1- İdeolojik Boyut: Din bir ideoloji değildir fakat bir ideolojiyi doğurur. Türkiyenin yetiştirdiği
önemli sosyologlardan biri olan Şerif Mardin din ve ideoloji adlı kitabında bunu ayrıntılı
olarak ele alır. İnançlar, bütün din ve mezheplerde merkezi bir konuma sahiptir. Bu inançlar
doğrultusunda dünyaya yönelik kalıcı bir felsefemiz, bir hayat ve dünya görüşümüz olur ve
buna ideoloji denir. Ya da bu inançlar direkt bir ideoloji oluşturmak yerine varolan dünya
görüşümüzü etkileyebilir. İşte bu ideolojinin şiddetine veya zayıflığına göre bireylerde
dindarlık farklılık gösterir.
2- Törensel Boyut: Bir dini hayat için en temel unsurlar ibadet ve törensel uygulamalrdır.
İbadetlerini yerine getirme sıklığı, bu ibadetlerin bireyin hayatında taşıdığı önem, birinsanın
ne kadar dindar olduğu konusunda bizlere bilgi verir ve bu davranışlardaki artış veyaz azalışa
göre de dindarlığın ölçülmesi mümkün hale gelir. (ör. “5 vakit namaz kılarım” 1-hiç ……5-
her zaman)
3- Tecrübe Boyutu: Duygusal boyuttur (Religous Experience). Biz burada tecrübe demekle
inandığımız Allah’ın içimizde hissedilmesini kast etmiş oluruz. Bu da duygusal bir boyut
taşır. Şüphesiz her mümin inandığı Allah’ın varlığını içinde az ya da çok hisseder. Bundan
doğan etkileri de fark eder. İşte bireyin kendi iç dünyasında Allah’ı tecrübe etmesi ve Allah’la
karşılaşması durumuna dini tecrübe diyoruz. Bu dini tecrübe ile Allah’ı kendi içimde
bulduğumda bu vasıtasız (dolaysız) bir tecrübedir ve bir yöntem veya metot gerektirmez.
Mistik bir şeydir. Bu dini duygu, diğer boyutların da (ideolojik, törensel vb.) içerisindedir,
içkindir. Dini tecrübe boyutunu anlamadan diğer boyutları anlamak mümkün değildir. İşte bu
tecrübenin gücüne ve zayıflığına göre bireyin dindarlığı da ölçülebilir. (ör. “Yolda yürürken
bile Allah’ı içimden çok anarım, hissederim.” 1-hiç ….5-her zaman)
4- Zihinsel (Bilgi) Boyutu: Bu boyut dinin bilgi boyutudur. Din hakkındaki her türlü bilgi
dindarlığın ayrılmaz bir parçasıdır. Din hakkında ne kadar çok bilgi biliyorsa bireyler, o
ölçüde daha dindar kabul edilebilir. Ancak dini bilgi yalnızca inanç ile değer ve işlevsellik
kazanır. İnancı olmayan bir kişi gayet tabi bir din hakkında uçsuz bucaksız bilgilere sahip
olabilir. Ama bu, o kişiyi dindar yapmaya yetmez. İnanç, bu bilgilere işlevsellik kazandırır.
Dolayısıyla inancın varlığında sahip olunan bilgi miktarı, ona ayrılan zaman ve isteklilik
dindarlığın bir işareti olarak her zaman kabul edilir. (ör. “Ayda bir din hakkında kitap
okurum.” 1-hiç …. 2-her zaman)
5- Dinin Etki Boyutu: Dindarlık hayatımıza etki eden bir şeydir. Din hayatımızı etkilemiyorsa,
hayatımızın içerisine girip bir fonksiyon icra etmiyorsa bizim dindarlığımızın bir boyutu da
noksan kalmış demektir. Din bireyin hayatını hem geliştirir hem de hayatın bütün alanlarında
bir takım etkiler meydana getirir. Mesela beslenme alışkanlıklarından nezaket kurallarına,
oradan kişiliğe kadar tesir eder din. Bu etkinin seviyesi ne kadar büyükse dindarlıkta o kadar
fazladır denilebilir. (ör. “Yemekten önce besleme çekerim.” 1-hiç …. 5-her zaman)
Bunlar dinin boyutlarına göre ölçümleridir. Bir de yönelim çevresine göre dindarlık
boyutu vardır.
Yönelim Çevresine Göre Dindarlık
Himmelfarb (1975) 4 yönelim içerisinde 9 boyut teklif etmiştir. Bunlar tabloda var
s.55.
A. Doğaüstü Yönelim: 3 temel boyuttan oluşur
1- Devamlılık: Dini ibadet ve törenleri yerine getirmede devamlılık ve sebat.
2- İnanç: Dine ait temel akidelere inanmak.
3- Tecrübi: Tanrıya güvenmek, ondan korkmak, kendini Tanrının huzurunda
hissetmek

B. Toplumsal Yönelim: İki alt boyutu vardır.


4- Toplumsal İlişkiler: Bunun da 3 alt boyutu vardır.
4a. Ailevi ilişkiler: Dini miraslarının devamı için ana babalarının çocuklarını
dini okullara veya kamplara göndermelerini kapsar
4b. Arkadaşlık: Dindar gruplar içerisinde arkadaşlıklar, flörtler ve evlilikleri
kapsar.
4c. Kurumsal: Resmi dini kurulara üye olma katılma.
5- İdeolojik: Dinin içindeki düşünce ekollerine ve alt gruplarına karşı tutumları
belirler. Ortodoks sevmem falan gibi. (Irkı da içerebilir)

C. Kültürel Yönelim: 2 alt boyutu var.


6- Entelektüel/Estetik: Bireysel ve grupsal olarak dini öğrenme, araştırma davranışı,
dini nitelikteki yayınlarla birlikte müzik ve sanat içerikli dini uğraşlarda bulunmak
veya takip etmek.
7- Duygusal: Dine bağlılığı ifade eden duyguları içerir. Fakat sadece Tanrı veya
sadece insan için özel değildir.

D. Kişilerarası Yönelim: 2 alt boyutu vardır


8- Toplumsal Ahlaki: Toplumsal nitelikli ahlaki tutum ve davranışları kapsar.
9- Kişisel Ahlaki: Daha çok İnanç tarafı ön planda olan bireysel nitelikli ahlaki
özelliklerdir.

Günümüzde dindarlığın ölçülmesi konusunda bir ton araç vardır. 1999’da Hill ve
Hood 17 başlık altında toplamda 126 dindarlık ölçeği tanıtmıştır. Bugün bunlar 200’ e kadar
ulaşmıştır. (Hoca üstünde durmadı, s.57’de var.) 3.Hafta buraya kadar.
4. HAFTA (25 Mart)

Hoca 5’i atladı, 6. Bölümden devamkee…

Biz dindarlığın etkileri söz konusu olduğunda dindarlık ve anlam arayışı üzerinde
duruyoruz. Yani dindarlık bizim anlam arayışımıza katkıda bulunur. Peki nedir bu anlam
arayışı? Anlam nedir?

İnsanoğlu belirsizlik ve kapalılıktan kurtulma, anlamlı bir hayat sürme arzusundadır.


Herkes anlamlı bir hayat sürmek ister. Bu fıtri, tabi, doğasal bir şeydir. Bu güdü tatmin
edilmezse bunalım ve gerginliklere yol açar. Anlamsızlık duygusu ruhsal sorunlara,
depresyonlara, bazen nevrotik durumlara hatta psikotik eğilimlere yol açabilir. En azından
anlamsız bir hayat sürdüğümüzde daha stres dolu daha gergin bir hayat sürmüş oluruz. Peki
nedir bu anlam dediğimiz şey?

Dindarlık ve Anlam Arayışı

Anlam, bireyin hedeflerinin bir merkez etrafında toplanmasıdır. Başka bir ifadeyle
anlam bizim hedeflerimizi, amaçlarımızı, tutkularımızı, bize ait kompartımanlarımızı bir
merkez etrafında toplar. Dolayısıyla örümcek ağı gibi birbirine bağlanmış ve birbiriyle
irtibatlı bir hayatı yaşarız. Biz bütün hedeflerimizi, amaçlarımızı bir merkez etrafında
toplayamadığımızda kopuk kopuk parçalanmış bir hayat yaşarız. Yani Freud’un ifadesiyle
kendisini meydana getiren parçaların hızlıca bireyden ayrışması ve çözülmesi sonucunu
doğurur. Psikiyatristler de psikologlar da işte kendine bölünmüş, kendisini kendisi yapan
parçalara bölünmüş varlığı bir arada tutmaya gayret ederler. Yaptıkları danışmanlık faaliyeti
bunu içerir. Dolayısıyla din bizim hayatımızı bir merkez etrafında (Allah merkezi etrafında)
toplayarak hedeflerimizin de bir merkez etrafında toplanmasına vesile olur, katkıda bulunur.

Anlam arayışı bütünüyle dini olmamakla beraber en üst formunu dinde bulur. Elbette
din dışı hayat yaşayanlar da anlamlı bir hayat sürebilirler. Anlam, zorunlu olarak dine
bağlanan bir şey değildir. Ancak en üst formunu dinde bulur. Dindar olmayanların hayatı
anlamsızdır gibi bir şey söz konusu değildir.

Din, olağanüstü olayları anlamamıza katkıda bulunmanın yanında, olağan olayların da


bir anlam çerçevesini, bir anlam teorisini bize sunar. Bize hazır paket halinde olağanüstü
olayları ve sıradan olayları nasıl anlayacağımız noktasında bir bilgi verir. Bu bilgi de daha
anlamlı bir hayat sürmemize katkıda bulunur. Dolayısıyla hem kimlik konusunda, hem de
kişilik ve kimlik konusunda hazır bilgi paketleri ve hazır anlam paketleri sunar. Bireyler
bunları içselleştirir, introjekt hale getirebilirlerse daha anlamlı bir hayat sürebileceklerdir.

Din, bütün dünya görüşleri arasında en kapsamlı ve kendi içerisinde en tutarlı olanıdır.
Elbette birçok ideoloji, fikir, felsefi akım kendi içerisinde tutarlı olabilir ve insanları kuşatıcı
bir tarzda hareket edebilir. Sosyalist ideolojiye kendini adamış birisi için bu çok anlamlı
olabilir. Fakat insani sistemler insanın en uç noktalarına, en derin, en sır bölgelerine inme
kapasitesine sahip değildir. Elbette ruhsal dünyayı bir merkez etrafında toplayabilir. Fakat
din, bunlar içerisinde en kapsamlısı ve en tutarlısıdır. Dolayısıyla ne bilimin ne de başka bir
şeyin ruhsal dünyamızda nüfuz edemeyeceği alanlara nüfuz ederek bizlere anlamlı bir hayat
sürmemiz konusunda katkıda bulunabilir.

Din, anlaşılması en zor, en grift olayları insanların kabul edebileceği sade bir forma
sokar. Örneğin acı, keder, felaket olaylarında müminler inananlar vakur ve sakin bir tarzda
tepki verirler. Pek çok kişi felaketler karşısında altüst olurken (PTSD gibi), dindar insanlar
bundan daha az etkilenirler. Çünkü dindara göre Allah’ın lütfu da hoştur kahrı da hoştur. Bu
ve benzeri düşünceler son derece girift ve kompleks olaylarda basit ve sade anlam düzeyinde
getirilerek herkes tarafından anlaşılabilir ve katlanılabilir forma sokar. Bu esnada da bizlere
iyi ve kötü hakkında bir anlam çerçevesi sunar. Dolayısıyla iyi ve kötünün fark ediliyor
olması da hayatımıza anlam katma, anlam bulma bakımından da son derece önemlidir. Mesela
iyi ve kötünün ne olduğunun farkında olmayan kişiler anlamlı bir hayat süremezler (bozguncu
ve bencil insanlar). Evrensel iyi ile Allah’ın iyisinin bir olduğu esastır ve bu iyilere karşı
gelmek hayatın anlamının yitirilmesiyle sonuçlanır.

Dindarlık ve Benlik Saygısı

Benlik, bireyin kendine değer vermesi, kendini onaylaması, kendine güvenmesidir.


Benlik, bireyin abartmadan ve aşağı görmeden kendini beğenilir, sevilir ve güvenilir
bulmasıdır. Benlik, benim kendim hakkımdaki düşüncelerimden oluşur. Kişinin kendisi
hakkındaki kanaatlerinden oluşur. Bireyin kendisinin görüş ve algılayış biçiminden, başka
insanların birey hakkındaki görüşlerinden bireye yansıyanlardan oluşur. Bireyin kendisini
abartmadan ya da aşağı görmeden beğenilir, güvenilir ve sevilir görmesi de ruh sağlığının
temelini oluşturur.

Benlik aile içinde oluşmaya başlar. Sıcak ve kabul edici aile atmosferinde yetişen
bireylerin daha sağlıklı bir benlik yapıları olduğu hakikattir. “Ne işe yaramaz adamsın, tüü
kılıbına” gibi ifadeler aile içinde kullanılırsa bu çocuğun kötü bir benlik geliştirmesine neden
olacaktır ve bunun sonucunda da ruh sağlığı bozulacak, kişilik sağlığı bozulacak ve kişinin bir
takım kendini görüş ve algılayış biçiminde olumsuzluklar meydana gelecektir.

İleride yine bahsedeceğiz ama yeri gelmişken söyleyelim. İdeal benlik ve mevcut
benlik çatışması da önemlidir. İdeal benlik ben nasıl olmalıyım sorusuna verdiğimiz
cevaplarla ilgilidir, mevcut benlik ise ben şu an nasılım sorusuna verdiğimiz cevaplarla
ilgilidir. Bu benlik yapısı aile, okul ve arkadaş çevresinde gelişen bir yapıdır.

Benliğimiz herhangi bir toplumsal durumda ya da mutluluk ve kızgınlık durumlarında


nasıl davranacağımızı belirleyen şeydir. Benlik saygısının kaybedilmesi değersizlik
duygusuna yol açmakta, o da depresyona, burnoutlara, tükenmişliğe neden olmaktadır. Peki
bu benlik anlayışının dindarlık ile ilişkisi nasıldır?

Dini çevrelerde yetişen çocuk ve gençlerin daha ölçülü davrandıkları ve dengeli


davrandıkları, dolayısıyla da benlik saygılarının yüksek olduğu gözlenmiştir. Kendini manevi
bakımdan iyi hissetmek benlik değerini artırıcı bir rol üstlenir. Her kim ki kendisini manevi
açıdan, ahlaki ve değerlere bağlılık açısından iyi hissediyorsa, bu benlik saygısını da artırıcı
rol üstlenir. Özellikle ibadetler bireylerin daha fazla saygı görmesine yol açar.

Biz iç güdümlü ve dış güdümlü dindarlık konularını çok teferruatlı konuşmadık ama;
iç güdümlü dindarların seven, koruyan, merhametli bir tanrı imajına sahip bireylerin
diğerlerine oranla benlik saygılarının daha fazla olduğu, daha fazla üst seviyede olduğu
bulunmuştur. Cezalandırıcı bir tanrı imajına sahip insanların benlik saygıları daha düşüktür.
Bu bulgular tanrı tasavvurları ve benlik saygısı ile ilgili çalışmalardan gelmektedir. (iç
güdümlü ve dış güdümlü olayı 5.bölümde var, hoca o bölümü anlatmadı).

Dindarlık ve Başa Çıkma

Bu konu özellikle Pargament ve arkadaşları tarafından ortaya atılmış bir konudur.


Başa çıkma konusu din psikolojisinin önemli konularından biridir. Biz biliyoruz ki insanın
gücünü aşan olaylar kişilerde stres meydana getirir. Bizim gücümüzü aşan ve bizde stres
meydana getiren olaylarla başa çıkabilmek için, onlarla mücadele edebilmek için sürekli
değişen bilişsel ve davranışsal çabalara ihtiyaç duyulur. İşte insanlığı tükenmişliğe karşı
koruyan ve bu sürekli değişen çabalara başa çıkma denir. Gücümüzü aşan olaylar bizim
pilimizi bitirebilir. Bu bilişsel ve davranışsal çabalar bizi bu tükenmişlikten korur.
Acı veren olaylar karşısında din, anlama ve yorumlama çerçevesi sunar. Her şeye gücü
yeten, kudreti sonsuz bir tanrı inancı buna yardım eder. Yani acı veren olaylar konusunda
anlam bulabilmemiz için, anlamlı bir yorum çerçevesine ulaşabilmek için her şeye gücü yeten
bir Allah’a inanmamız lazımdır ki bu bizim başa çıkma süreçlerimize katkıda bulunsun.

Yüce güce inanma ve sığınma, felaketlerin yol açtığı korku ve kaygıyı yatıştırır.
Felaketler karşısında insan kendi acziyetini görür, yüzüstü vaziyetteyken Allah inancı onu
yeniden ayağa kaldırır. Dini öğretiler, yaşanan acıların ve hastalıkların günahlardan arınmanın
bir yolu olduğunu anlatır. Ağır bir başarısızlık veya hastalık, dini açıdan yepyeni bir anlam
kazandırabilir. Kişi bunun bir imtihan olduğunu bilir. İşte bu bilişsel ve davranışsal çabalara
başa çıkma diyoruz. Özellikle bu alandaki çalışmalarıyla bilinen Fargament ve arkadaşlarına
göre başa çıkma, olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılır.

Olumlu dini başa çıkmada bireyler olumsuz olayları hayra yorma eğilimindedir.
“Vardır bunda bir hayır” derler ve bu deyiş bir antidepresan gibi iş görür. Çünkü her olumsuz
olay PTSD değil, bazıları post-travmatik growth dediğimiz travma sonrası büyüme olarak
sonuçlanabilir. PT-growth olabilmesinin en büyük yollarından biri de travmatik yaşantının
hayra yorulması ile gerçekleşebilir. Yani olumlu dini başa çıkma sergileyenler PT-growth
yaşayabilirler. Bunu basit bir savunma mekanizması olarak ele almayalım, bu kişiler buna
inanırlar. Savunma mekanizmalarında bireyler kendini aldatma pahasına dahi olsa bir
davranış örüntüsü gerçekleştirirken, olumlu dini başa çıkma yaşayan bireyler olayları hayra
yorarak buna gerçekten inanırlar ve bilişsel sistemlerini de ona göre ayarlarlar. Mesela olumlu
başa çıkma sergileyen bireyler, Allah’tan, din adamı ve cemaatten destek arayışını öne
çıkaran iş birlikçi bir tavır içerisinde bulunurlar. O din adamlarını, Allah’ı, peygamberi ve
dindarları iyi insan olarak görürler.

Olumsuz dini başa çıkmada ise gerilim ve karmaşada Allah’la zayıf bir ilişki söz
konusudur. Uğursuz bir dünya görüşü vardır. Onlar için dünya kötü bir yerdir. Allah’ın
gücünü sorgularlar, bana mı gücün yetiyor bu musibeti verecek derler, hastalığı ya da felaketi
verecek başka birini bulamadın mı tarzında bir sorgulama içerisindedirler. Cemaat ve
dindarlara yönelik hoşnutsuzluk duyguları vardır. Bu tarz bir inanış kişisel menfaat üzerine
kurulu bir dindarlıktır ve uzun süre varlığını sürdürmesi söz konusu değildir. Bu kişiler uzun
süre kalamazlar. Mesela hastanelerde yapılan çalışmalarda olumlu başa çıkma yöntemini
uygulayan hastaneye yatmış yaşlı hastalarda daha düşük depresyon, daha kaliteli bir hayat ve
daha az strese rastlanmıştır. Mesela olumlu dini başa çıkmaya başvuran insanlarda, açık kalp
ameliyatları sonrasında daha düşük ölüm riski gözlenmiştir, ağrılarında azalma görülmüştür.
Diğerleri ise daha fazla şikayet ediyorlar, daha çok acı çekiyorlar. Mesela şu konu da ilginçtir;
olumlu dini başa çıkan ve yakınları öldürülen bireylerde daha düşük düşmanlık besleme
belirtileri görülüyor. Olumsuz dini başa çıkmada ise tam tersi olacak şekilde kin ve intikam
duyguları çok daha fazladır. Şunu unutmayalım ki insan kendi iç dünyasında kendi hayrına ve
iyiliğine çalışan aşk, sevgi, merhamet, fedakarlık, adalet, cesaret gibi duygu ve düşüncelere
sahip olduğu gibi insan kendi aleyhine ve şerrine çalışan güçlere de sahiptir –kibir, haset,
kıskançlık, kin ve intikam duyguları gibi. Olumlu dini başa çıkma sergileyen insanlarda kendi
hayrına ve iyiliğine çalışan duygularda da bir artış gözlenmektedir. Olumsuz dini başa çıkma
sergileyen insanlarda insanın aleyhine ve şerrine çalışan duygulara daha çok rastlanır.

Dolayısıyla dindarlık ve başa çıkma ilişkisi de son derece anlamlıdır. Olumlu dini başa
çıkma gerçekleştiren kişilerin daha güçlü başa çıkma sistemi geliştirdikleri ve olaylar
karşısında yıkılmadıkları ortaya çıkmıştır.
Din Psikolojisi 1 Nisan 6. Hafta Ders Notu
Dindarlık Hayat Tatmini ve Mutluluk İlişkisi
Yapılan araştırmalar dindarların hayatlarından daha memnun olduğunu ortaya koymuştur.
Hayatından memnun olmak İslam dini açısından bakacak olursak rıza göstermek razı olmak
ve şikayet olmamak anlamlarında kullanılabilir. Rıza makamı İslami literatürde makamların
en üstüdür. Makam olarak bunu şöyle düşünün Abraham Maslow’un ihtiyaçların hiyerarşisini
düşünün bu da bizim kültürümüzde ihtiyaçların en tepesindedir rıza makamı. Yani Allah’ın
kendisi için biçmiş olduğu kadere rıza göstermek. Bu olduğunda insan ister istemez mutlu
oluyor.
Örneğin hanımlar boyunu kısa görüyor olabilir burnum kemerli diyor olabilir. Böyle
durumlarda kadere rıza gösterilmemiş olur çünkü anatomi kaderdir. Eğer biz kaderimizi
sevmez ve razı olmazsak mutsuz oluruz. Rıza göstermemizi sağlayan ve isteyen kurumların
başında da DİN gelir. Din razı olun diyor. Biz mevcut yaratılma senaryolarında en iyisine
sahibiz. Kendimizi ailemizi coğrafyamızı sevmeliyiz. Sürekli şikayet etmek ve rıza
göstermemek insanın memnuniyetini azaltır. Dindarlar hayatlarından daha çok memnundurlar
sebebi ise RIZA göstermektir. En çok kullandığımız dua Allah razı olsundur. Allah’ın bizden
razı olması bizim ondan razı olmamıza bağlı olan bir eylemdir. Yani biz Allah’ın bize biçmiş
olduğu kadere rıza gösteriyor olmamız rıza makamının önemli bir basamağıdır ve bu razı
olma durumu bizi mutlu edecektir. Yapılan araştırmalar da dindarlar hayatlarından razıdırlar
ve kadere boyun eğerler der. Denetimimiz altında olan şeyler kaderimiz değildir.
Kaderimizden bağımsız olan şeyler kaderimizdir. Kader rüzgarın karşısında çiçek gibi
savrulmak demek değildir. Çünkü din insanların hayatlarından memnun olmalarını sağlayan
birtakım argümanlar bir takım hazır klişeler insana sunar. Örneğin hayatın anlamını sunar.
Bireylerin hayatlarından memnun olmalarına katkıda bulunur.
Birçok araştırma yaşlı insanlardaki ahiret inancının huzurlu bir hayat sürmelerine katkıda
bulunduğunu gösteriyor. Özellikle ABD ve batıda pek çok araştırma vardır.
Allaha ve insanlara bağlılık yaşam memnuniyetini arttıran bir durumdur. Jung gibi büyük
psikologlar da insanlara ve Allaha bağlanmanın insanların yaşam memnuniyeti ve doygunluk
hissi verdiğini ortaya koymuştur. Bütün semai dinler ve doğu dinler gibi pek çok din insanlara
yakın olmayı kendi kurallarında vurgulamaktadır. Allaha ve insanlara bağlı olmak koşulsuz
ve karşılıksız sevebilmek onlarla iyi diyalog ve iletişim içerisinde olabilmek hayat tatmini ve
mutluluk konusunda önemli bir faktördür.
Yunus Emre ve pek çok sufinin ortaklaşa söylediği söz:
- Yaratılanı severiz yaratandan ötürü.
Abraham Maslow’un yaptığı araştırma sonucunda kendini gerçekleştiren insanların 11 temel
özelliği ortaya çıkmıştır ve bir tanesi kendini insanlara yakın hissetmek özelliğidir. Yani
insanlarla özdeşleşmek. İnsanları sömürü değil hizmet ve sevme aracı olarak görmektir.
İnsanlardan olumlu şeyler beklemektir. Bu durum hayat tatmini ve mutluluk sağlar.
Dindar insanlar cemaatin içinde sevgi ve kabul görürler. Bu mutluluğu ve memnuniyeti
arttırıcı bir durumdur. Cemaatin içinde sevgi ve kabul görme kişilik sağlığı ve ruh sağlığı
açısından da son derece önemlidir. Dindarlık stresi azaltarak memnuniyeti arttırmaktadır.
Mazhar Osman Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi kurucu babalarındandır. Mazhar
Osmanlık derler hani. Bu insan “sağlıklı bir dindarın sinirleri çelik bir zırhla kaplamıştır ve
bunu din kapladı” der. Elbette dindar insanlar da sinirsel hastalıklar geçirebilirler.
Batıda ve Türkiye’de stres ve dindarlık ilişkisi üzerine yapılan pek çok araştırma vardır ve bu
araştırmalar Dindarlık ve Stresin negatif bir ilişki içerisinde olduğunu dindarlık arttıkça
stresin azaldığını ortaya koymuştur.
Cami cemaati olmak sıkıntı ve stresi azaltmıştır. Din mahrumiyet ve çaresizliğin meydana
getirdiği sıkıntıları azaltmaktadır. Umutsuzluğa karşı ego bütünlüğü sağlamaktadır. Bu da
yaşam memnuniyetini arttırır. Elbette zaman zaman umutsuzluğa düşebiliriz işte din bu
umutsuzluk durumlarında en çok insana ümit aşılar. Din asla ümidini kaybetmemek
gerektiğini vurgular. Bu yüzden çaresizlik durumlarında kaldığımızda dindarlık bize ego
bütünlüğü sağlar. Bunu yaparken de bizi biz yapan kompartımanları bir merkez etrafında
toplamak suretiyle yapar bu da Allah ya da dindarlık ya da iman olarak değerlendirilebilir.
Dindarlık ile öznel huzur arasında pek çok araştırma pozitif bir ilişki olduğunu ortaya
koymuştur. Dindarlık ve mutluluk arasındaki olumlu ilişki 3 temel sebebe dayandırılır:
1- Dini inançlar insan hayatına anlam ve güven katmaktadır. Bir insan hayatı için
anlam bulabildiğinde ve kendisini dalga kıranlarla çevrili sakin bir limana demirlemiş
bir tekne gibi düşündüğünde elbette hayat tatmini ve mutluluğu üst düzey olacaktır.
Hayatına anlam bulmak ile mutlu ve memnun olmak arasında pozitif bir korelasyon
vardır. Esirgeyen bağışlayan kadir merhameti öfkesini geçmiş olan bir tanrı anlayışı
bireye güven vermektedir. Temel güven duygusunu kaybetmiş olduğumuz birtakım
ruhsal bozuklukların içinde bulabiliriz kendimizi bu durumlarda Allah en büyük güven
kaynağıdır.
Örn. ABD dolarlarının üstünde Biz Allaha güveniyoruz ifadesi yazılıdır. Dolayısıyla hangi
dinden olursa olsun inandıkları rabbe güven duyan insanlarda hayat mutluluğu ve hayat
tatmini daha üst düzeydir. Tanrı tasavvurlarımızın bizim hayat tatminimizde doğrudan alakası
olduğunu ifade etmek isterim. Esirgeyen bağışlayan merhametli kerem sahibi bir tanrı
anlayışına sahip olan bireyler daha mutlu olurlar. Zor durumlarda bireyin Allah’ı yanında
hissetmesi ona güçlü bir psikolojik destek sağlamaktadır. Allah’ı yanında hissetmek her
bireye güçlü bir psikolojik destek sağlamaktadır.
2- Yaşanan dini tecrübeler ibadetleri yerine getirmekten kaynaklanan huzur ve
tatmin dua ve zikir gibi kişide değerlilik duygusu oluşturur. Birey kendisini
değerli hissetmeye başlar. Allah’ı hatırlama ve iletişimin kattığı tatmini başka hiçbir
şey sağlayamaz. Elbette bireyler cinsel ekonomik sanatsal bilimsel felsefi birtakım
tatminler yaşarlar ve bunlar da değerlidir ve doygunluk verir fakat bu tatminlerin
hiçbirisi Allah’a kendini yakın hissetmenin verdiği tatmin kadar üst düzey değildir.
En üst düzeyde bu Sufilerde kendini göstermektedir ve bu doruk deneyimler Abraham
Maslow’un eser ve araştırmalarında da ortaya çıkmıştır.
3- Hayatta kendini yalnız hissetmeyen bireyler kendilerini daha mutlu hisseder.
Günümüz insanının en büyük korkusu yalnızlıktır. Bir taraftan yalnız kalmak
istemekte bir yandan da yalnız kalmaktan korkmaktayız. Sosyal medyanın belki de en
bağımlı hale getirici tarafı bireylerin kendini yalnız hissetmekten alıkoymasıdır. Bu da
bir tür ego bütünlüğü sağlayabilir. İnstadaki takipçi sayınız yeteri kadar beğeni
almanız attığınız tivitlerin kabul görmesi gibi sizde yalnızlık hissini ortadan kaldıran
bir faktör olarak bulunabilir. Fakat adından anlaşıldığı gibi bunlar sanaldır ama
Allah’a kendini yakın hisseden bireyleri Allah asla yalnız bırakmayacak diye
düşünürler ve bu bir iman mevzusudur. Sanal alemle Allah’a inanmak aynı şey değil
mi diye düşünebilirsiniz ama biz asla instagrama göre hayatımızı ve ahiretimizi
düzenlemeye çalışmayız. Allah’a iman öylesine güçlü bir şekilde ruhsallığını sarıp
sarmalar ki bu durum bireylerde tatmin hissi doygunluk ve mutluluk hissi verecektir.
Örn. Mevlana “Allah’tan başka dost arayan dostsuz kalır” demiştir.
Özellikle dini grupta yer alan bireyler grubun sağladığı sosyal destek ile kendilerini yalnız
hissetmeyecek. Dert ve sıkıntılarının grubun psikolojik desteği ile ortadan kalkacağını
bileceklerdir. Bu da bireylere büyük bir güven ve dayanak hissi verecektir. Güvensizlik
ortadan kalkacaktır ve daha az ruhsal sorunlar yaşayacaklardır ve daha fazla hayat
tatmini/mutluluk yaşayacaklardır. Tabi ki mutluluğa giden yol zorunlu olarak dinden
geçmez. Dinsiz insanlar da mutlu olabilirler. Din insan hayatına anlam kattığı ve
katabildiği ölçüde birey mutlu olur. Din insanın yalnızlığını acılarını sıkıntılarını
dindirebildiği ölçüde Allah’ı kendisine dost ve arkadaş olarak algılandığı ölçüde dindarlar
kendilerini mutlu hissedeceklerdir.
Neden insanlar Nirvana’ya ulaşmak isterler? Biz hemostatik dengemiz bozulduğunda yeni
bir denge arayışına girişiriz. Mevcut durumundan daha iyi bir duruma geçme kapasitesi
yaratılışımızda var. Bunu Abraham Maslow’da görüyoruz. İnsan her zaman kendini aşan
ve aşması gereken bir varlık.
Yarının bugünden daha iyi olacağına dair bir inanç geliştirmediysen iyi bir dindar
olamazsın!
Din insana açıkça şunu söylüyor. Olmak zorundasın, olmalısın! Bu oluş bir süreçtir. Esas
olan yolda olmaktır. Olmak için çaba sarf etmektir.
Ahiret inancının bireyin kendini gerçekleştirmesinde bir faktör olduğu kanaatindeyim. Ne
kadar adil olursak olalım şartlar ne kadar iyi olursa olsun acılar, adaletsizlikler, kan,
gözyaşı gibi durumlar her zaman insanoğlu için mümkündür. Parasızlık çok zehirli ve ruh
sağlığını çökertici bir faktör olabilirken bir başkası için aşktaki hayal kırıklıkları ruhsal
dünyamızı çökertebilir işte bu bütün hayal kırıklıklarımız ne kadar çok olursa olsun
mutlaka bireye isabet ediyor ve bunların son derece adaletli olan ahirette sorgulanacağına
dair bir mutluluk bu dünyayı mutlu kılıyor. Ahiret inancı bu dünya için vardır ve bu
dünyayı düzenler. Tüm adil olmayan olayların karşılığının öbür dünyada bireye hakkıyla
verileceğini düşünüyor ve inanıyor olmak buna iman ediyor olmak bu dünyayı özellikle
ruhsallığımızı restore edici bir şeydir. Bizim restorasyona ihtiyacımız var. Allah da bunu
yapıyor. Ahiret inancı da bunu yapıyor. Neden Finlandiya Norveç gibi ülkeler intihar
olaylarında en tepelerde? Mesela orda birden trenin önüne atma trendi var. Japonya’ya
hepimiz özeniyoruz değil mi? Tokyo intihar oranları içerisinde belki de bir numara.
İntihar ormanlarını duymuş muydunuz? Devlet insanlara intihar edebilecekleri bir orman
tahsis ediyor. Neden çünkü adaletsizlik gönül kırıklıkları insanlar için hayatı çekilmez
kılıyor. Neden intihar etsin normalde değil mi? Din insanlara bunları sağlıyor. Elbette dini
olan insanlar da intihar edebilir tabi ki. Bu dünyada kendini gerçekleştirme beden sağlığı
ve ruh sağlığını korumada ahiret inancı ile bir ilişki görüyorum. Yani ahirete olan inanç ne
kadar artıyorsa kendini gerçekleştirme mutluluk öznel huzur halinde de birlikte ilerleme
ve artma söz konusu olduğunu bilimsel araştırmalar sonucunda da görüyoruz.
Dindarlık ve Beden Sağlığı
Son on on beş yıldır ABD’de Din Psikolojisi sahasındaki trend konulardan biri de
dindarlık beden sağlığı ilişkisi. Beden sağlığı ile dindarlık arasında bir ilişki var mıdır
sorusu.
Yapılan araştırmalarda dindarlığın uzun yaşamada ve fiziksel sağlığı korumada etkili
olduğu ortaya çıktı. Özellikle din adamlarının diğerlerinden daha sağlıklı ve daha uzun
ömürlü olduğuna dair pek çok araştırma var. Dini teslimiyet ve sağlık ilişkisi de her
zaman pozitif olma yönündedir. Dinen teslim oluş rıza gösteren kadere razı olan bireylerin
her zaman daha bedenen sağlıklı olduğuna daire araştırma sonuçları var.
Larson ve arkadaşları ibadetlerini yerine getirenlerin getirmeyenlere kıyasla daha az kalp
genişlemesi rahatsızlığına yakalandıklarını tespit etmişler. Özellikle kroner kalp
rahatsızlıkları kardiyovasküler rahatsızlık gibi hastalıkların dindarlarda daha az ortaya
çıktığı kanıtlanmıştır. Dini etkinlikler aracılığıyla din bireylerin sağlıklarını korumaktadır.
Dindar kanser hastalarının olmayanlara kıyasla daha az ağrı hissettikleri ortaya çıkmıştır.
Mesela duanın birtakım hastalıkların iyileşmesine ve çekilen acıların azalmasına katkıda
bulunduğu ortaya çıkmıştır. Hem tedavi hem hastalığın ilerlemesine engel oluyorken hem
de daha az ağrı duymalarına vesile oluyor dindarlık. Dindarlığı lütfen placebo olarak
görmemeye çalışın. Dindarlık kendini adamışlıktan oluşan bir inanma biçimi olduğunu
söyleyebiliriz.
Dindarlık ve Akıl ve Ruh Sağlığı İlişkisi
Pek çok psikolog dindarlığın ruh sağlığına katkıda bulunduğunu söylüyor. WHO sağlığı
ruhen bedenen ve sosyal açıdan tam bir iyilik hali olarak değerlendirmektedir. Din bu
durumu en üst düzeyde sağlayan kurumdur. Yapılan meta-analizlerde dindarlığın ruh
sağlığı ile büyük ölçüde olumlu bir ilişkide olduğu görülmüştür. Dini ve manevi başa
çıkma tarzları, öfke ve kızgınlığın kontrol edilmesinde önemli bir paya sahiptir. Ayrıca
ruhsal çöküntüye karşı bireyi dindarlık, korumaktadır. Dini manevi çöküntü ise ruhsal
çöküntüye davetiye çıkarmaktadır. Dindarlık ile yaşanılan memnuniyet arasında doğrusal
ilişki vardır ve bu da bireylerin ruh sağlığını olumlu etkilemektedir. Pek çok araştırma
dinin ruh sağlığını koruduğunu ortaya çıkarmıştır.
Ruhen sağlıklı insan dediğimizde kimi kastediyoruz? Özellikle pek çok psikolog ruh
sağlığını düşük oranda düşük oranda suçluluk ve öfke ile tanımlamaktadır. Dindarlarda
öfke daha az olması gerekir çünkü din öfke törpüleyici bir karaktere sahiptir. Öfkelerimizi
kontrol etmemize katkıda bulunan bir faktör olarak karşımızda durmaktadır ve bir hadise
göre en sağlıklı insan öfkelendiğinde öfkesini kontrol eden insandır. Eğer biz ruh sağlığını
düşük oranda öfke ve suçluluk duygusu olarak değerlendireceksek dindarlar ruhen daha
sağlıklı olacaktır.
Düşük oranda suçluluk duygusu, suç işleyip suçluluk duymamak anlamında değildir.
Bunu psikopatlar yapar. Bireyde suçluluk meydana getirebilecek yaşantıları daha az
yaşadığı için suçluluk duymama anlamına gelir. Bizim kastettiğimiz budur. Toplumsal
normlara örf adetlere sosyal kurallara daha iyi riayet edeceği için oralarda suç
işlemeyeceği için daha az suçluluk duyacaktır. Dolayısıyla din bunu sağlayan bir
faktördür ve dindarlar daha ruhen sağlıklıdır diyebiliriz. Din insanlar arası ilişkileri
düzenleyen bir kurumdur. Bireylerin Allah ile diğer bireylerle toplumlar ile diğer
canlılarla ilişkilerini düzenleyen bir kurumdur. Din ruh sağlığını koruyucu bir kurumdur.
Bireyin tanrısı ile kurmuş olduğu sağlıklı ilişki terapistin hastası ile kurduğu ilişki gibi
onarıcı ve restore edici bir ilişkidir. En suçlu en yüzüstü bırakılmış durumlarda
hissettiğinde bir dindar, Allah ile bir ilişkiye geçtiğinde tıpkı güçlü bir terapistin insana
etki ettiği gibi bireye etki etmektedir. Yine bunun yanında dini inanç sıkıntı zorlanma
gerilim kaygı öfke ile başa çıkmayı da sağlamaktadır. Özellikle felaketler karşısında
dindarlar vakur bir eda ile o felaketi karşılamak durumundadırlar ve bu dinlerinin bir
gereğidir. Mesela bu pandemi döneminde dindar insanlarda pandemiden kaynaklanan
kaygı bozukluklarına daha az rastlandı çünkü onlar felaketleri vakur bir eda ile
karşılamaları gerektiğine inanmaktadırlar.
Latince bir söz var. “Ridende diçere severum.” Acıları gülümseyerek karşılamak. Din
acıları gülümseyerek karşılamayı öğretir. Eğer sağlıklı yetiştirilmemişse insan acılar
içimize her türlü stres hormonlarının pompalandığı zehirli bir istasyona döner insanın içi.
Bu yüzden vakur bir eda ile karşılamak, felaketleri ahu figan eylemeden karşılamak tüm
dinlerde vardır ama islam dininde en üst düzeyde temsiliyeti söz konusudur. En yakınını
kaybettiğinde bile üç günden fazla yas tutmak yasaklanmıştır. Felaketler durumunda
vakuriyetimizi koruyabilmek hem dindarlık hem de güçlü bir kişilik göstergesidir.
İbadetler, korku depresyon yabancılaşma aşağılık duygusunu azaltır. Toplumsal
düzensizliklerin yaşandığı zamanlarda ibadet, boşalma ve rahatlama sağlayacaktır.
İbadetler insanları koruyor.
Din aynı zamanda sosyal destek sağlamaktadır. Yani nasıl sağlık WHO’ya göre ruhen
bedenen ve sosyal açıdan iyilik olarak tanımlamıştı işte din, ruhen bedenen ve sosyal
açıdan iyilik sağlama kurumu gibi iş görmektedir.
Dindarlık ve Toplumsal Ahlak
Din ahlaki toplumsal kurallara uymayı destekler. Yapılan araştırmalarda yardımlaşma
dostluk gibi değerler ile dindarlık arasında olumlu bir korelasyon keşfedilmiştir. Dindar
insanlar daha sorumluluk sahibi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dindarlar topluluk
kurallarına aykırı davranmazlar. Bu da onları daha mutlu eder ruhen ve toplumsal açıdan
daha uyumlu bireyler olmalarına katkıda bulunur. Evlilik ve cinsellik dinen önemli
konulardır. Dinde sapkın cinsel davranışlar yasaklanmıştır. Bu da bireylerin toplumsal
sağlığını ruh sağlığını ve beden sağlığını koruyucu etkide bulunmaktadır.
Din Psikolojisi 7. Hafta Ders Notu 08.04.2021 Perşembe MCK

Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre geleneksel isimlere sahip insanların asortik isimlere
sahip insanlara kıyasla akademik başarı olarak daha iyi seviyelerde oldukları tespit edilmiştir.

Aynı konuda Richard Wiseman’ın da görüşleri vardır. Bunun dersimizle çok da bir alakası
yok arkadaşlar.

İlm-i Sima Yüz Bilimi yüzlere bakarak kişilik ve karakter tahlili yapılması. Eskiler buna
Kıyafet Name de deniyor. Yeni dönemde bunun adı fizyonomi. Modern bilimlerde olduğu
gibi olgusal nesnel araştırmaya dayalı olmaktan ziyade irfani ve tecrübi olarak kabul edilir
eski bilimsel çalışmalarda. Geleneğimizde var olan bu tür bilimleri yine bilimin olgusal olarak
incelenip modern bilimin günümüz biliminin metot ve tekniklerini uygulayarak araştırmaya
açmamız lazımdır ve batıda özellikle ABD’de yapıyorlar. Yüksek başarılı ünilerin sınavlarını
büyük başarı ile kazanmış insanların isimleri tespit ediliyor ve yüzde seksenden fazlası
geleneksel isimler kullandığı görülüyor.

Alfabenin ilk on beş harfi ile başlayan soy isimli insanların daha fazla akademik başarılarına
sahip oldukları tespit edilmiş. Kaynak olarak da Amerikan makale bibliyografisi kullanılıyor.
Soy isim olmasının sebebi onlar daha çok öncesinde soy isim kullanıyor.

Bir bireyin ismi o bireyin isminin anlamının kendi ruhsal dünyasında bir çağrışım meydana
getireceğini düşünebiliriz. İsim ne işe yarıyor. Beni gördüğünüzde zamir olarak O Bu Sen
diye işaret edebilirsiniz. Ama kimdir o? İbrahim Gürses. Bana çocukluktan beri İbrahim diye
seslendiler. Bizim geleneksel isim verme merasimimiz dini ve kültüreldir. Sağ kulağa ezan sol
kulağa gamet/kamet getirilir. Bütün anne babalar çocuklarının isimlerini söylerler hitap
ederken. İster istemez anlam bilgisine sahip olmasak da yani semantik bilgisine sahip çok
değiliz ama ismi söylerken ismin anlamı da çağrışmaya çağrışıma bulunuyor ve sen o
çağrışımla bütünleşmeye başlıyorsun. Kırk gün deli dersen deli olur gibi. Attribution teorileri
gibi. Labelity. Yani isminin anlamına uygun davranmaya başlıyorsun. Mesela Ayşe isminin
yaşayan anlamındadır ve yaşantıya düşkün olduğu gözlemlenmiştir.

Sahabeler biriyle tanıştıklarında ben İbrahim falan demiyorlar. Haberdar değiller. Bir müddet
sonra İlm-i İsim konusunda başarılı olan sahabe senin ismin galiba İbrahim diyerek yüzde
seksen doksan tuttururmuş. Bizim bu konuda en önemli örneklerimizden birisi Yaşar
Kemal’dir. Baktığı gibi fizyonomi sayesinde sen muhtemelen Bileciklisin diyebiliyor. Bu da
bir bilim ama olgusal bir bilim değil. Dolayısı ile isim ile karakter arasında bir benzerlik
olabilir. Çünkü isim bir anlam taşır ve bize her o isimle seslenildiğinde o ismin muhtevası ve
anlam içeriği bizim aklımıza tohum olarak atılır. Ve günün birinde yeşerir. Ve insanların buna
uygun olarak davrandıkları ortaya çıkmış. İngiliz kraliyet ailesi isimlerini kullanan diğer
bireylerin yine onlar gibi daha aristokrat davranma eğilimde oldukları gözlenmiş. Fizyolojik
olarak da birbirlerine benziyorlar. Aynı kültürü paylaşan insanların birbirlerine benzedikleri
gözlemlenmiş. Hem de fizyolojik olarak.

Yapılan bir araştırmaya göre sevgisini ifade eden ve gösteren insanların daha güzel
birliktelikleri olduğu ortaya çıkmış ve “kaçan kovalanır” klişesinin en azından ABD
kültüründe bir halk hikayesi olduğu ortaya çıkmıştır.

Bilimsel bilgiyi diğer bilgilerden ayıran özelliği veriye dayalı olması, tekrarlanabilir olması,
objektif olması ve kayda geçirmesi gibi kriterlerdir.

İsim ile kişilik arasındaki ilişki hipnotik bir ilişkidir. Her bir düşünce bir tohumdur. Her
düşünce kendi cinsinden ürün verme eğilimindedir. Bu yüzden çocuklarımıza iyi anlamlı
isimleri vermeliyiz ki kendine hitap edildikçe bir tohum gibi zihne ekilir ve bunlar da kendi
cinsinden ürünler verecektir.

Evet buraya kadar Nazlı Nur Deniz’in isimler ve kişilik ilişkisi var mıdır? Sorusuna verilen
cevabı gördük şimdi gerçek derse geçiyoruz.

Dindarlık Modelleri

Bireysel anlamda bir tek dindarlık modeli yoktur. Hatta ne kadar dindar varsa o kadar da
model ve türden bahsetmek mümkündür. Aynı dinin ve cemaatin mensuplarında bile kendine
özgü yönelim tarzlarının olduğunu unutmayalım. Nakşi bir gelenek içerisindedir ama
diğerlerinden farklı bir eğilim içerisindedir. Dinler arasında da bütün din mensuplarında aynı
kültür havuzunda büyümüş olmalarına rağmen farklı davranış kalıplarına ve dindarlık
modellerine rastlamak mümkündür. Çünkü herkesin kişiliği yeteneği eğilimleri zekası onun
dini tarzını etkileyecek kapasitedir. Dinin insan üzerindeki etkilerini inceleyen bolca araştırma
var. Ama biz mesela kişiliğimiz dindarlığımızı zekamız yeteneklerimiz falan nasıl etkiliyor
dindarlığımızı? Batıda buna benzer konularda araştırmalar yapılıyor. Bizde yok desek yalan
olmaz.

Din psikolojisinin ilk çıktığı dönemlerde dindarlık daha çok tipleştirmeler şeklinde
kendini gösteriyordu ve dindarlık tipleri açısından bireyler inceleniyordu. Özellikle William
James’in dindar kişilerin dini tecrübeyi dinin duygusal tarafını yaşama bakımından bireyleri
ikiye ayırdığını biliyoruz yani iki tipe ayırdı:

1- Sağlıklı Düşüncelilik yani iyimserlik. Sağlıklı düşünebilen dindarlar diyebiliriz.


2- Hasta Ruhlular ya da kötümserler. Hasta ruhlu dindarlar diyebiliriz. Kötümser
yapılarının dindarlıklarını da kötümser hale getirdiği kötümser dindarlar.

Bu tiplere bolca rastlayabiliriz. James’e göre bazı insanlar kristalize olmuş bir iyimserlikle
doğmuş gibilerdir. Hayatlarında mutsuzluk yoktur. Onlar sağlıklı düşünceye organik olarak
sahiptirler. Sanki ona böyle sahip olarak doğmuşlardır. Kötümserler ve hasta ruhlular ise
isteyerek acı çekme eğilimlidirler. Mizaçları adeta onları hasta etmiştir. Sağlıklı düşüncelilik
doğuştan gelen talep etme ile elde edilemeyen bir şeydir. Bu kişiler mutsuzluk düşüncesini
kabul etmezler. Onu yanlış gibi görürler. Yoğun bir sevinç ve huzur hali yaşarlar. İnsandan ve
tanrıdan kötülük beklemezler. Kötümserler ise kendi şartlarından daha fazla sızlanıp dururlar.
Keder onların en yakın arkadaşıdır. İçlerinde küçük emrah oturur. Acıların çocuğu. Arabesk
takılırlar. Bunları tanıyabileceğimiz en belirgin hayat tarzı şikayettir. Her şeyden şikayet
ederler. Mantıklı şikayetlerden bahsetmiyoruz. Bu insanlar her şeyden şikayet ederler. Hayat
onların kontrolleri dışındadır ve maalesef hayat çok kötüdür ve insanlar çok kötüdür. Onların
gözünde ara renkler yoktur ya siyah ya gri. Paraları varken bile şikayet ederler ve şikayet
konusu bulmada üstlerine yoktur. Bir kez şuna inanmışlarsa iktidar kötüdür din kötüdür İslam
kötüdür ya da komünizm kötüdür demokrasi kötüdür gibi inanmışlarsa hayattaki bütün
olumsuzluk ve kötülükleri buna bağlama eğilimindedirler. İyimserlere göre insanlar çok
iyidir. Aralarında kötü davranan kötü insanlar olabilir bunlar da çıkabilir. Ama bunlar talihidir
yani kötülük asıl değil iyilik asıldır. Kötülük iyimser insanlara göre iyiliğin yerleşik hale
gelemeyişinden kaynaklanan iyilik yokluğundan kaynaklanan bir şeydir. Her zaman yüzleri
güler. Mütebessimdirler. İyilik de kötülük de bulaşıcıdır. İyi düşünür iyi davranırsak
etrafımıza da iyilik saçarız. Aksi durumda ise kötülük saçarız.

Günümüz Türkiye’sinde insanlar hatta dindarlar başta olmak üzere sirke satan bir yüze
sahibiz.

Tebessüm etmek dinimize göre sadakadır. Sanki tebessüm etmek haram kılınmışmış
gibi ondan kaçmaktayız. Halbuki din güler yüzlüdür. Ve güler yüzlü insanlar var etmeyi
hedefler. Bizler dini yanlış anlıyoruz. Suç dinde değil uygulayan insandadır.

William James’e göre iyimserlik doğuştan gelen bir şeydir diyor ve talep etmekle
olmayacaktır. Elbette genetik faktörlerin üzerimizdeki etkileri yadsınamaz. Ama İbrahim
hocamız bu fikre karşı. Depresif bir annenin karnından çıkan bir çocuğun depresif olma
eğilimi fazla olabilir belki ama bu bile kader değildir. İnsanlar hangi şartlara sahip olurlarsa
olsun çaba ve gayret ederek içinde bulundukları durumdan daha iyi bir duruma
gelebileceklerine her zaman inanırım ve insan böyle bir varlıktır. İyimserlik bence
öğrenilebilir bir şeydir. Kötümserlik kader değildir. Dünyayı kötü algılamak öğrenilmiş bir
şeydir ve Sosyal Öğrenme Kuramı çerçevesinde bakabilirsiniz. İnsan değişebilen bir varlıktır.
Dünden daha iyi olabiliriz. Öbür günümüz yarınımızdan daha iyi olabilir. Yani değişim
elimizdedir. En çok çaba gereklidir. Çaba için de bilmek, istemek ve gayret etmek gerekir. En
zor hasta modeli benim hiçbir şeyim yok gayet iyiyim diyen modeldir. İslam tasavvufunun
insanlığa armağan ettiği en değerli aforizmalardan bir tanesi de “kişi noksanın bilmek gibi
irfan olmaz” sözüdür. Bireyler kendi noksanlıklarını bilirler ve değiştirmek isterlerse ve de
sonucunda düzenli ve disiplinli bir çaba gösterirlerse değişim söz konusudur.

Benim bugünkü davranışlarım çocukluğumdan itibaren üst üste biriktirdiğim ve


kendime mal ettiğim kemikleşmiş yaşantılar haline gelir. Ben bugünümü değiştirmeye
kalktığımda alışkanlıklarımı, olumsuzluklarımı ve kişilik özelliklerimi değiştireceğim anlamı
çıkacaktır ve bu çok zordur. Ama bu kişinin gayretinin ve çabasının ötesinde bir şey değildir.
Değişim her zaman mümkündür. Ferhat nasıl dağları deldi?

Dinden bağımsız olarak da insanlar yapısal olarak böyle düşünüyor. İnsanlar sağlıklı
düşünceliliğe iyimserliğe sahiptirler ya da hasta ruhlular kötümserler diye düşünür ve ayırt
ederiz. İşte bunlara dikkat etmek lazım.

Arno Gruen 3 temel dindarlık tipi var diyor:

1- Akılcı tip dindarlık: Zihinsel fonksiyon yoğundur benlik fonksiyonu daha siliktir.
Filozof ve ilahiyatçılar genelde bu insanlardandır.
2- Mistik tip dindarlık: Benlik yeteneği ve duygu ağır basar. Akli yön ikinci sıradadır
ama aklı da kullanıyorlar elbette. Bu tipte dindarlıklarındaki ilerleyişi sağlayan
motivasyonel değer duygudur. Duygunun motive etme kapasitesi akıldan daha
fazladır.
3- Merkezi tip dindarlık: Akıl ve benlik dengelenmiş durumdadır.

Eric ….. neopsikanalist ismini tam anlayamadım din konusuyla ilgilenen seküler biridir.
Freud din konusuyla ilgilenen dinsiz bir psikologdur.

Eric’e göre dindarlık:


1- Otoriter
2- Humaniter dindarlık olmak üzere ikiye ayrılır.

Otoritere göre en büyük erdem itaat en büyük günah ise itaatsizliktir. Esas olan akıl etme
kendine mal etme gibi druumlara düşmeksizin gerçek erdem itaattir. Hümaniter dindarlıkta ise
kendini gerçekleştirme esastır. Bu dindarlarda daha fazla sevinç haline rastlanır. Aynı şey
William James’in iyimser dediği bireylerde de kendini gösterir. Yani onlar da sevinç
doludurlar. Bu çok değerli bir şeydir. İnsanın ruhen sağlıklı olmak için kaybetmemesi gereken
iki şey vardır. Ümit ve Sevinç. Her şeyi kaybetsek de bunları kaybetmeyelim. Bizi ayakta
tutacak hem fizyolojik hem psikolojik iki motivasyonel değer. Bu yüzden ümit ve sevinç
olmadığı içi gülmüyoruz.

Toplumsal ilişkilerde sosyal açıdan liberal muhafazakar ve dogmatik dindarlığa rastlanır.

Dindarlık Yönelimleri

İç güdümlü dış güdümlü ve araştırma olarak dindarlık diye üçe ayrılmış bir
dindarlık anlayışı Gordon Allport tarafından geliştirilmiş ve Ross ile birlikte geliştirmiştir.
Daha sonraları ikiye bölünmüş olan dikotomik dindarlık anlayışına araştırma olarak dindarlık
olarak bir üçüncüsü eklenmiştir. Bunlara göre araştırma olarak dindarlara göre din ne amaç ne
de araçtır. Onlar dini araştırma olarak algılarlar. Bunlar din ile zihinsel düzeyde ilgilenen
entelektüellerdir. İç güdümlü dindarlar içlerinden gelerek dine yönelirler. Dini bir araç ve
menfaat mekanizması olarak görmezler. Kendilerini dine adarlar. Din insan için değil insan
din içindir derler. Dini yaşarken mistik estetik bir anlayışla dini yaşarlar. Diğer dindarları
dışlamazlar. Allahtan insanlardan iyilik ile bahsedeler. Tebessümü kaybetmezler. Hangi
düzeyde olurlarsa olsun hep kendilerinde iyilik güzellikler görülür. Dini sanat olarak görürler
ve diğer insanları asla yargılamazlar. Kendi dindarlıklarını ve iyiliklerini dahja üst düzeye
çıkarabilmek için neler yapmaları gerektiğini düşünürler. Dış güdümlü dindarlar ise dini bir
araç bir enstrüman olarak görürler. Onlar için din kendi kişisel statülerini korumak ve onu
geliştirme adına bir menfaat aracıdır. Bu insanlar dindarları gördüklerinde dindar kesilirler.
Din onların işlerine yaradığı ölçüde anlamlıdır. Eğer menfaatlerine uyuyorsa din aracılığıyla
bir şey elde edebileceklerse herkesten daha dindar olurlar. Dinin insan hayatına elbette
katkıları vardır. Din yaşarken lezzet alınamayan bir şey olmasaydı kimse dindar olmazdı.
Elbette işimize yarıyor. Elbette fonksiyonel bir tarafı vardır fakat bu bireyler işe yaradıkları
için dindar olurlar. Benim dedem de hacıydı falan gibi şeyler söylerler. Özellikle siyasi
menfaat elde etmek için dindar insanlardan oy toplamak için yasin okuyanlar gösteriş
yapanlar gibi insanlardır.

Din psikolojisinde dindarlık araştırmalarında son dönemde en çok kullanılan dindarlık


ölçeklerinden bir tanesi de iç ve dış güdümlü dindarlık ölçeğidir. Hocamız bunu ilk kullanan
ve uyarlayan kişilerden biri.

Dindarlık Modelleri

- Özerk dindarlık
- İtaat dindarlığı olmak üzere iki ana model.

Özerk dindarlık bizim geleneksel kültürümüzde İslam düşünce tarihinin en büyük


insanlarından biri olan İmam Gazali’nin dile getirdiği bilgi ve araştırma ile temellendirdiği
tahkiki dindarlık ile içsel bir tecrübe düzeyindeki marifet zevk coşkusallık ve şevk düzeyine
yükselmiş bir dindarlığı en üst düzeyde kabul etme söz konusudur. Bu özerkliğe bireyleşmiş
bir dindarlığa ait bir durumdur. Buna da özerk dindarlık diyoruz. Bu anlayıştaki dindarlık
içten gelen bir güçtür. Gücünü dıştan değil içten alır. Allah’a daha yakın olma kendini dine
adama yoğun dini duygular en çok motive edici güdülerdir. Bu tür dindarlarda zeka üst
düzeydir ve ciddi bir eğitimden geçmiştir.

İtaat dindarlığında ise geleneksel ve toplum merkezli bir dindarlık hakimdir. Birey kendi
yeteneklerinden ve yönelimlerinden çok toplumun isteklerine ve standartlarına bağlıdır. Buna
taklidi dindarlık denir.

Biz hep dindarlığın insan hayatına olan etkilerinden bahsettik. Acaba dindarlığı etkileyen
faktörler nelerdir?

Yaş ve dindarlık ilişkisi her zaman araştırma konusu olmuştur ve din psikolojisi sahasında
çalışma yapanların merak edip araştırdığı konuların başında gelir. Arada pozitif mi negatif mi
korelasyon vardır sorusu araştırılmaktadır. Batıda yapılan araştırmalarda onlu yaşlardan
itibaren çocukların tanrıya yakın hissetmekte azalma görülmektedir. Bu konuda üç ana eğilim
tespit edilmiştir.

1- 15-30 yaş arası dindarlıkta bir düşüş sonrasında bir artışı ifade eden geleneksel görüş.
2- Yaş ile dindarlık arasında hiçbir ilişki yoktur değişiklik olmadığını ifade eden
Sabitlik Modeli. İlişki sabittir. Gençken de dindarsan dindarsın yaş ile alakası yok.
3- Yaşın yükselmesi ile dini hayatta bir düşüşü ifade eden Kayıtsızlık modeli. Batıda
çok rastlanır. Yaş ilerledikçe tanrıdan uzaklaşma modeli.
Türkiye’de yapılan araştırmalarda ise 15-25 yaştan itibaren dini hayatta bir artış olduğu
gözlenmiştir. Ergenlik dahil hiçbir yaş grubunda bir sarsıntı görülmemiştir. Ancak son 10 yıl
içerisinde özellikle sosyal medya gelişmeleri ile gençlerin hayatında da birtakım
olumsuzluklara rastlanmaktadır. Ancak gençler arasında deistik akımlar çok fazla artmıştır
ifadeleri gerçeği çok yansıtmaktadır.

Cinsiyet ve Dindarlık ilişkisi

Kadınlar mı daha dindardır yoksa erkekler mi? Batıda kadınların daha dindar olduğu
tespit edilmiş. Kadınlar erkeklerden dindarlık skalasında daha yüksek puanlar alıyorlar.
Türkiye’de ise erkeklerin daha dindar olduğu gözlenmiş. Türkiye’deki dini hayat yani evlerin
dışındaki hayat diyelim kadınların dindarlıklarını yaşamalarına uygun dizayn edilmiş değil.
Kadınların şadırvanları daha yeni yeni yapılıyor mesela. Ama geleneksel olarak bizim
evimizin dışındaki dini hayat kadın dindarlığını geliştirme üzerine kurulmamış. Erkek egemen
bir düzen var. Ama hızla değişiyor.

Öğretim Durumu ve Dindarlık İlişkisi

Eğitim düzeyi arttıkça dindarlık artıyor mu azalıyor mu? Batıda enteresan sonuçlar
var. Eğitim düzeyi arttıkça dindarlıkta azalma görülmüştür. Ters yönde bir ilişki var.
Ülkemizde her iki sonuç da gözlenmiştir. Hem pozitif hem negatif. Ülkemizde şöyle bir şey
fen bilimleri okuyanlar psikoloji sosyoloji okuyanlardan daha dindar çıkmıştır. Batıda da
bizde de.

Psikolojinin kaderi biraz da bu. Bu alanda çalışan pirlerimizin çoğu dinsiz. Gordon
Allport der ki “Biz din ile psikolojiyi yan yana anmaya kalktığımızda yüzümüz kızarıyordu
çünkü din bilim dışı kabul ediliyordu.” Mesela psikologlar ruhsal dünyalarında meydana
gelen hasarları restore etmek için kendilerine müracaat ederler tanrıya değil. Dindar insanlar
ise kendi ruhsal dünyalarındaki hasarları dine müracaat ederek restore ediyorlar. Dindarlar ile
fark da bu.

Sosyoekonomik Durum ve Dindarlık İlişkisi

Zenginlik arttıkça dindarlıkta bir zayıflık gözlenmiş. Zenginler daha az dindar


diyebiliriz değil mi? Mesela adam fakirdir ama dindarlığını etkileyen başka faktörler de
olabilir biz bunları dışta tutarak düşünüyoruz.
Kırsal/Kentsel Çevre ve Dindarlık İlişkisi

Kırda yaşayanlar mı daha dindar? Büyükşehirde yaşayanlar mı? Yapılan araştırmalar


Türkiye’de kırsal kesimin daha dindar olduğunu ortaya koyuyor ama son dönemlerde bir
takım demografik sosyal ve ekonomik değişikliklerden büyükşehir dindarlığı şehir
dindarlığında da birtakım farklılaşmalar ve artışlar söz konusu olmaktadır.

Dindarlık Medeni Durum İlişkisi

Evliler mi daha dindardır yoksa bekarlar mı? Bu dinde de var. Evlenen dininin yarısını
tamamlamış olur diyor peygamber. Eşler birbirlerini dindar olduklarında daha güvenilir
bulmaya eğilimliler. Batıda da bizde de yapılan araştırmalarda evli olanların bekar olanlardan
daha dindar olduğu ortaya çıkmıştır.
DİN PSİKOLOJİSİ 15 NİSAN

İslam Dünyasında Psikoloji ve Psikoloji Konuları

Psikoloji bilimi batıda çıkmış bir bilim dalıdır. Ama felsefe tarihinde gözlemliyoruz ki
psikolojiye ait konular felsefe içerisinde de spekülatif olarak ele alınmıştır. Bazı psikolojiye
yakın konuları felsefe içerisinde ele alındığını biliyoruz. Zaten psikoloji bilimi her zaman ana
hipotezini felsefeden alır.

İnsan psikolojisi olan ve ruhsal bir varlık. Bütün disiplinlerde insanı anlamaya yönelen bütün
disiplinlerde insanın psikolojisi incelenmiştir. İslam dünyasında da psikoloji konuları ele
alınmıştır. Bazıları günümüz psikolojisine çok yakındır.

İslam dünyasında psikoloji kuramları kavramlarının Kuran’dan alınan kavramlardır. Kuran


insana inmiştir. İnsana insanı anlatır. Psikoloji de insanı anlamaya çalışır. Kuran ve psikoloji
insanda buluşur. Batı, psikoloji ile din kavramlarını uzun yıllar yan yana kullanmaktan
çekinmiş, utanmış olmasına rağmen bugün artık din psikolojisi diye bir alt dalı vardır.

İslam ve psikoloji insanda buluşur demiştik. Kuran insana yönelik, psikoloji insanı anlamaya
yöneliktir. Kuran’da insan psikolojisine dair şeyler vardır. İnsana insanı anlatır. Mesela
kişilik özelliklerinden, grup psikolojisinden, insanın zayıf veya güçlü yönlerinden bahseder
insan. Eğer bugün islam psikolojisi diye bir şeyden bahsedeceksek, Freud nasıl insanı
anlamak için geçmişe yöneliyorsa, biz de islam psikolojisi için yaratılmışlığa dönmemiz
lazım. Yaratılma anına kadar gidip oradan günümüze kadar gelerek inceleme yapılmalıdır.

İslam dünyasında psikoloji adı altında bir bilim dalı yoktur. Ama psikoloji konularını
inceleyen İlmü’n nefs denen çalışmalar vardır. Nefs ilmi. Nefs günümüzde tam karşılığı
olmayan bir kelimedir ama burada benlik, kişilik gibi düşünebiliriz. Bir de İlmi ahvali ruh
diye bir bilim dalı vardır. Yani ruhun hallerinin bilimi. Kuranda ruh kavramı vardır. Bu ruh
kelimesi insan psikolojisini anlatmak için kullanmaz. İnsan psikolojisini anlatmak için kuran
NEFS kavramını kullanır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında psikoloji konusu Ruhiyat olarak ele alınır. Biz de şimdi ruh
sağlığı diyoruz. Ama psikoloji ruhu inceler diyemeyiz. Zaten ruh incelenebilecek bir olgu
değildir. Ama ilk dönemlerde psikolojiye ruh bilimi de dendi. Kuran’da kullanılan ruh
kavramı varoluşumuzu, yaratılışımızı anlatan ‘’spirit’’ anlamında ruh kullanılmaktadır. İslam
felsefesine göre varlık Allahın ruhundan pay alarak var olmuştur. Ya da ruh vahiy indirilen
meleği işaret eder. Yani Cebrail’e yöneliktir.

Kuran’da psikolojiye yönelik bir şey aramak için ruh kelimesine değil nefs kavramına
bakarız. Nefs ise ruh ve bedenden oluşmuş, benlik şuuruna sahip bütün halindeki somut insan.
İnsanın zatı, kendisi demek.

İslam felsefesine göre maddeyi düşünelim. İlk insanı düşünelim. Ortada ateş su toprak
havadan yapılmış bir Adem heykeli düşünelim. Allah ona kendi ruhundan üfürüyor. Allahın
99 ismini de düşünelim. Orada o yapı bir can alıyor, varlık değerine bürünüyor. İnsan kendi
varoluşunu Allahın varlığına bağlı olarak görür. Yani bir tarafta beden var. Bir tarafta ruh var.
Bu ikisinin birleşimiyle insan ortaya çıkar. Buna İslam felsefesinde nefs denir. Batı
psikolojisi de bunu başlarda böyle söyler. İnsanda ruh denen bir cevherin var olduğunu kabul
eder. Hatta bir zamanlar ruhu psikoloji anlamında kullanırdı. Paralelizm diye bir metot vardı.
Ruh kendi yolunda gider, beden kendi yolunda gider diye bir anlayış vardı. Sonradan bu
anlayış yok oldu. Sonra holistik bir bakış açısı oldu. Ruh ve bedeni ayırmadılar. Freud insanı
böler. İd, ego, süperego gibi ayrı parçalara böler. Ama ondan sonrası neopsikanalistler dahil
hepsi insana bütüncül bakmaya devam etmiştir. İslam kültürü de insanı bütüncül olarak ele
alır. Ruh ve bedenden bir araya gelmiş tek bir varlık olarak ele alınmıştır. Tevhiddir. İkisi de
çok önemlidir.

Aliya İzzetbegoviç’ten ilham alarak söylüyorum ki ‘’ İnsan ruh ve beden müteşekkilletini en


üst düzeyde temsil eden varlıktır’’.

Nefs dediğimiz şey ruh ve bedenden meydana gelmiş tek bir parçadır. İnsanın bizatıhı
kendisidir. Arapça bugün okula gittim derken cümlenin içerisinde nefs geçecektir. Neşet Ertaş
kendim ettim kendim buldum derken ‘’kendim’’ ne ise nefs odur işte. Kendimizi kendimiz
yapan bütün kendilik unsurlarıyla insan bütüncül olarak bir arada olur. İslamın felsefe
anlayışına göre insan bölünmüş değil bütüncüldür. Tevhid insanıdır. Yani elif gibi tek ve
monoblok bir varlıktır.

Nefs nasıl bir varlıktır?

Birbirine zıt eğilimleri taşır. Mesela duygular açısından bakalım. Modern psikoloji duygulara
nasıl bakar? Pozitif duygular, negatif duygular, yapıcı duygular, yıkıcı duygular gibi birkaç
başlıkta incelenebilir. Ama çift taraflıdır. İslam felsefesinde duygular böyle ayrılır. Bir tarafta
aşk, sevgi, muhabbet, adalet mevcuttur. Diğer tarafta nefret, kıskançlık, haset vs. gibi
duygular vardır. Yani insan birbirine zıt eğilimler taşır.

Mesela şunu ele alalım. Modern psikoloji de bunu ele alır. Optimal düzeyde uyarılma
gereksinimine bakalım. Evde sessiz oturuyoruz. Birden yüksek sesli müzik istiyoruz. Müzik
sesli ortamdayız. Bir yerden sonra sessizlik istiyoruz. Psikoloji bizim homeostatik dengemiz
için birbirinden farklı şeyler yapmaya sevk ediyor.

Zayıf, huysuz, aceleci, hevasını tanrı edinen, iyi, merhametli, adaletli gibi nefsin özelliklerini
tanımlayabiliriz. Kuran’da nefsin böyle tanımlandığını görüyoruz.

Kuran’da iman, inanç psikolojisi yani, tanrı tanımazlık inanç şekli yani, gibi kavramlar vardır.
Aynı şekilde vahiy, ilham, rüya, sosyal kalıpların etkisi, savunma mekanizmaları, grup
psikolojisi gibi konularda aydınlatıcı bilgiler Kuran’da yer almaktadır.

Geçtiğimiz yüzyılın en önemli islam alimlerinden biri de Muhammed İkbal idir. Muhammed
İkbal’e göre psikolojik fenomenin ilk tenkitçi psikoloğu Hz. Muhammed idir. Muhammed
İkbal diyor ki psikolojik durumları tenkitçi bir yaklaşımla gözleme dayalı bir yaklaşımla
inceleyen, yani psikolojik durumu veriye, gözleme, olgulara ve nesnel ilişkilere göre
gözleyerek inceleyen ilk tenkitçi psikolog Hz. Muhammed idir diyor. Bunu İbn Sayyad’a
dayanarak söylüyor.
İbn Sayyad Medine’de yaşayan 8-10 yaşlarında Yahudi bir çocuk. Mesela birine sen yarın
öleceksin diyor. Ölüyor adam. Sıradan insandan çok farklı bir yapısı var. Medyum gibi bir
çocuk. Hatta bir kere insanlar develerini bazı eşyalarını kaybettiğinde İbn Sayyad’a soruyorlar
ve onun dediği yerde eşyalar çıkıyor. Bu çocuktan peygambere bahsediyorlar. Çocuk da biraz
çekiniyor. Hz. Muhammed soruyor çocuğa benim şu an aklımdan ne geçiyor? Diye soruyor.
Çocuk biraz duruyor ve ‘’duh’’ diyor. Duh, duman demek. Hz. Muhammed o esnada Duhan
suresini içinden okumaktadır. Çocuk bildi diyip bırakıyor çocuğu. Sonra sahabeye diyor ki bu
çocuk yalnız kalınca bana haber edin inceleyeceğim diyor. Sonra sahabelerden biri haber
ediyor. Peygamber gidiyor uzaktan gözlemliyor. Gözlem ve deneyimde bulunuyor. O sırada
birden annesi geliyor. ‘’Sayyad Muhammed seni gözlemliyor.’’ Diyor ve çocuk trans halinden
çıkıp kaçıyor. Hz. Muhammed ‘’Annesi gelmeseydi çocuğun halini anlayacaktım.
Psikolojisini anlayacaktım diyor. Koskoca peygamber Cebrail’e sorsa muhtemelen çocuğun
durumunu anlayacak. Ama üşenmiyor bir bilim insanı edasıyla gözlemde bulunuyor. Buna
dayanarak Muhammed İkbal Hz. Muhammed’in ilk tenkitçi psikolog olduğunu söylüyor. Aile
de sonradan oradan göç ediyor. Peygamber de bu durumu öğrenemiyor ya da bize
aktaramıyor.

Bazı islam psikologlarından ve psikoloji anlayışlarından bahsedeceğim. Bir de islami


ilimlerde psikolojik konuların işlendiğini belirtmeliyim. Mesela islam inanç esaslarını
inceleyen bilim dalı olan Kelam bilimi idrak, irade, din değiştirme, hidayet gibi olaylarda
insanın etkisini belli ederek psikoloji konularını kendi metot ve teknikleriyle psikolojiye yakın
olarak incelemiştir. Tasavvuf bilimi ise islam psikolojisini bana göre en iyi inceleyen,
günümüz psikolojisine en yakın inceleyen bilim dalıdır. Makam, hal ve nefsin halleri gibi
konular mutasavvıflar tarafından incelenmiştir. Yine İslam Ahlak bilimi diye bir bilim dalı
vardır. Bu bilim dalı ise Allah’a ulaşmayı engelleyen ruhi şeylerden bahsederken psikoloji
konularını da ele alır.

Bazı islam psikologlarından bahsedebiliriz. Bunlar esasta psikolog değildir. Bunu demek
doğru değildir. Bunlar islam alimidir. Ama islamı günümüz psikolojisine yakın şekilde
incelemişlerdir. Bunlardan birincisi Haris El Muhasibi. El riyale adlı eseri de Türkçeye
çevrilmiştir. Orada felsefe ve psikoloji konularını önemle ele almıştır. Haris insanın varlık
yapısını Freud gibi 3 temel kavramla ayırmıştır. Haris’e göre insanın varlık yapısı 3 temel
kavramla açıklanır. Akıl, kalp ve nefs idir.

Haris’e göre akıl insanda doğuştan gelen bilme organıdır. Bu sadece Haris’e ait değil diğer
islam alimleri de aynı görüştedir. Fakat Haris de kavramlarını Kurandan alır. Akıl kavramı da
bu kutsal kitapta yer alır. Haris’e göre akıl iki şekilde bilir:

1. Fehm. (Fehim). Herkeste ortak olan dile getirileni anlama becerisidir. Duyularla dış
dünyadan alınan duyu verilerini anlamlı bir bütün haline getirir. Yani bizdeki algı
mekanizmasıdır. Yani reseptör. Pencereden dışarıya baktığımızda havanın güneşli olduğunu
anlamayı, üzerimize çok kalın kıyafet almamamız gerektiğini bize bildiren fehmimizdir yani.
Haris’inin İnsanda fehmetme kapasitesine yüklediği anlam ile bugün modern psikolojinin
algıya yüklediği anlam birbirine çok yakındır.
2. Basiret: Günümüzde de kullanılan bir tabirdir. Basiretim bağlandı deriz. Basiret aklın
pratik yönüdür. Bir şeyi hemen yapabilme kapasitesidir. Aynı şekilde Allah’ı ve hükümlerini
doğrudan anlamayı sağlar. Varlık hakkında, insan hakkında çok fazla deneyime ihtiyaç
duymadan doğrudan bir kavrayıştır. Bazen bir insan hakkında çok fazla gözlem yapmadan
fikirde bulunabiliriz. Buna sezi diyin, iç görü diyin, sağ duyu diyin ama bu vardır. Haris’e
göre basirete yüklediği anlam modern psikoloji de yer almaktadır. Fakat yine kavramları
Kuran’dan almıştır.

Haris’inin varlık yapısını oluşturan diğer temel kavram nefs idir. Nefs, içgüdü, istek ve
eğilimler bütünüdür. Arzularımız, isteklerimiz nefsten kaynaklanır. Haris’e göre nefsinde
nefsi vardır. Nefsün nefs der bu duruma. Ona da heva der. Hevanın muhtevası ise şehvettir.
Yani modern psikolojide yer alan libido idir. Nasıl Freud id’e iki enerji kaynağı veriiyor.
Libido ve destrüktif güdüler. İşte nefsin de birincil ana özelliği libidodur. (Bazı islam alimleri
şehveti zararlı olarak gösterir. Bunu dengeli kullandığımız sürece fazlasıyla yararlıdır.) Nefsin
muhtevasını şehvetler alır. Haris’i ye göre Şehvetler, nefs özellikleri gücünü şeytandan alır.
Bunlarla insanı aldatır. Yani insanı insandaki şeyle kandırır.

Psikoloji de bu var ama şeytan kavramı yok. Aradaki farklar kavramda yatıyor. İd’de yıkıcı
özellikler vardır. Kuran’a göre islam felsefesine göre de insanın içinde bunlar vardır. Allah
yeryüzünde bir halife var edeceğim diyince melekler yeryüzünde kan dökecek bir varlık mı
yaratacaksın yarabbi demiştir. Kan dökücülük, yıkıcılık insanın varlığında yer alır. İşte Haris
el Muhasibi diyor ki şeytan bizdeki bu güçler aracılığıyla bizi baştan çıkartır.

Bizim içimizdeki tüm duygular, anılar, arzular, şehvetler, hisler kaybolmaz. Ancak aklımıza
gelen her şey kalbe ulaştığında kalp tarafından kabul edilirse davranış onaylanır ve gerçekleşir
ve güdü karakteri kazanır. Kalp tarafından kabul edilmezse güdü karakteri kazanmaz ve kalp
tarafından geri gönderilir. Aynı idin isteklerinin ego tarafından geri gönderildiği gibi. Ancak
islam psikolojisindeki nefs anlayışının Freud’un id ego süperegosundaki yapısal kişilik
kuramıyla bir ve aynı görmeyelim. Farklı tarafları vardır. Daha iyi anlaşılsın diye söylüyorum.
Nefs insan bütünlüğünden ayrı olarak, bağımsız olarak bir davranış ortaya koyamaz. Şeytan
da bunu yapamaz. Oruç tutarsan vururum seni demez şeytan. Bizdeki güçler aracılığıyla
isteklerini taleplerini yerine getirir. Nefs, şeytanın avukatlığını yapan bir mekanizmadır.
Şeytanın taşeronudur. Ama ikisi de insanın isteği dışında bir davranış gerçekleştiremez. Bunu
insan gerçekleştirir. Bu psikolojinin holistik olma anlayışına son derece uygundur.

İslam psikologlarından olan Haris’i ye göre en etkili mekanizma kalptir. Bu psikolojik hayatın
merkezidir. Kalbi kardiyovasküler sistem olarak düşünebilirsiniz. Ama burada kast edilen
bütün psikolojik olayların içerisinde cerayan ettiği bir kap olarak düşüneceğiz. Yani
psikolojik hayatın merkezi.

Duyan, düşünen, aşkın alemiyle, gayb alemiyle ilişki kuran güçlerinin toplamından oluşan
nominal bir varlıktır. Yani kavramsal anlamda böyledir yoksa insandan ayrı değildir. Ayrı bir
ontolojisi yoktur. İnsana yakın olan ve ontolojisi var olan iki varlık vardır. Melek ve
şeytandır. Nefs ve kalp kavramsal varlıklardır. Gerçek, sahici varlıklar değildir.
Kalp, akıl ve nefsten gelen etkiler sayesinde bir davranış ortaya koyar. Eğer uyarıcılar kalbin
yapısına uygunsa davranış gerçekleşir. Yoksa kalp davranışı engeller. Mesela ‘’ yarın da bir
sürü ders var. Oruç da tutmasam nolacak? Daha iyi olur. Ne gerek var ya’’ diyebilir. Bu
düşünce insana gelir. İslam kültürüne göre bu nefs ve akıldan kalbe gelir. Kalp bunları tartar
ve reddeder ya da kabul eder. Onaylama mekanizması kalbin elindedir. Nasıl ego bu görevi
sağlıyorsa islam dünyasında bunu kalp gerçekleştirmektedir. Kalp aklın fehm ve basiret
güçlerinden yararlanır. Fakat kalbin bir de kendine ait bilme şekli vardır. Buna da kalpül
kalp olarak söylerken diğer adıyla buna MARİFET denir.

İçsel akıl ile bilme olarak düşünebiliriz. Bu da doğrudan sezgisel olarak bir akıllamadır.
Marifet, olgusal, nesnel ve veriye dayalı değildir. Tamamen sezgiseldir. Bu bir iç haldir.
Kişide marifet varsa ve geliştirilmişse bütün psikolojik fonksiyonların merkezidir. Biz zaten
kalbi eğitirken marifeti de geliştiririz. Zaten tasavvuf marifeti ve kalbi geliştirme sanatı
diyebiliriz. İşte irade dediğimiz şey marifetten kaynaklanır. Az önceki oruç örneğine bakın.
Adam hiçbir düşünceye odaklanmadan ne olursa olsun ben orucumu tutucam diyorsa bu
marifetin ürünü olan İRADE sayesinde olur. İslam alimleri ruhsal bozukluklarının çoğunu bir
irade ve marifet sorunu olarak görürler. Mesela en çok odaklanılan depresyona bakalım.
Depresif vakalardan en çok görülen olaylardan biri işte başarısızlık. ABD de yapılan
araştırmaya göre insanların %24 ünün kronik erteleyici olduğunu görürüz. Burada iradenin
zayıf olduğunu görürüz. Şeytan da burada devreye girer. ‘’Ne yapcaksın ki oruç tutup yahu,
sonra kaza edersin?’’ der. Silah tutmaz ama ben de ona çalışan bir taşeron vardır.
Olgunlaşmamış nefs vardır. Bende ki güçleri kullanmaya çalışır. Nefs’in biricik silahı
tembellik eğilimidir. Ama irade sağlam olursa bunu halledebiliriz.

Kısaca Şeytanın taşeronu olan nefs terörist. Kalbin bilme şekli olan marifetin güçlenmesi
sonucunda ortaya çıkarttığı ürün olan İrade ise counter teröristtir.

Kesintisiz bir şuur akışı olarak marifetin konusu Allah’tır. Marifet Allah’ ı bilmektir. Bunu
bilmenin yolu da kendini bilmekten geçer. Psikoloji sistemleri de kendini bil der.

Haris’i ye göre Allah korkusunun objesi Allah değil. Dini sorumluluktur. Ölüm korkusu, dini
arzu ve niyeti güçlendirici bir özelliğe sahiptir.

Bunlar ne kadar benzer görünse de birbiriyle alakası yoktur. Freud’ın idi islam psikolojisinde
yer alan nefsi anımsatıyor olabilir. Tamamen libidanel enerjiyle çalışır nefs. Ama çok önemli
bir fark vardır. Freud’un idi insan ne kadar eğitilirse eğitilsin, ne kadar medeni olursa olsun.
İd olarak kalmaya devam eder. İd oğlu iddir yani (aiğğğğ) . Ama islam psikolojisindeki nefs
çeşitli çabalarla, din ve ibadetle, takva ile ahlaklı davranma ile koşulsuz sevgi, merhamet, aşk,
sevgi gibi değerlere dikkat ederek dün insanın kötülüğüne çalışan nefs bugün insanın iyiliğine
çalışabilir. Freud’un id kuramında insanın özgürlüğü söz konusu değildir. Ama nefs tercih ve
özgürlük içerir. Freud insanın hayvandan geldiğini düşünür. Hayvandaki özelliği idle insana
yorumlar ve özgürlüğü kısıtlar. Ama islam felsefesine göre insan özgürdür. Bu tercihlerle
kendini şekillendirebilir.
İslam psikolojisinde yer alan nefs bugün nefs amare yani hep kötülüğü emreden nefs,
riyazetle, ibadetle, doğru işlerle iyiliği emreden bir yapıya dönüşebilir. Bu yüzden yapılan
iyilikler çok önemlidir.

You might also like