You are on page 1of 60

Olmaz dediğin ne varsa olur.

Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın.

Öldüm der durur yine de yaşarsın.

Mevlâna

Engellilerin Topluma Tam ve Eşit Katılımı

Engelliler ve Engellilere Yönelik Sosyal Politikalar

https://pixabay.com/photos/action-adult-paralympics-prosthetic-1867014/

https://tr.wikipedia.org/wiki/Stephen_Hawking

1
OKUMA PARÇASI

GERÇEKTEN EŞİT MİYİZ? PARALİMPİK OYUNLARININ ELEŞTİREL ANALİZİ

Engellilere yönelik iki temel yaklaşımdan söz edilebilir. İlki bireyin yetersizliğine, patolojisine dayalı
olarak engelliliği açıklayan “tıbbi model”. İkincisi engelliliği, eşitsiz bir toplumun ürünü, kurumsal
ayrımcılığın ve sosyal dışlanmanın bir biçimi olarak ele alan “sosyal model”.

Tıbbi modele göre engellilik tedavi edilebilir, kısmen de olsa düzeltilebilir bir hastalık halidir ve engelli
birey mümkün olduğu kadar “normale” yaklaştırılmalı, “normalleştirilmelidir”. Bu modelde engellilere
kendi yaşamları üzerindeki söz hakkı tanınmaz, onun yerine müdahalelerde bulunulur. Değişiklikler
çevre üzerinde değil, birey üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılır. Oysa bugün geçerli olan ya da en
azından geçerli olmasını beklediğimiz “sosyal model” engelliyi olduğu gibi kabul eder ve “sağlamcı”
ideolojiyi değiştirmeye, “sakatlayıcı” toplumun ortaya koyduğu, engelli bireylerin toplumla gerçek
anlamda bütünleşmelerinin önünde engel oluşturan tutum, davranış ve kuralları dönüştürmeye yönelir.
Konuya insan hakları ve eşitlik perspektifinden bakar.

Bu çerçevede Paralimpik Oyunları, esas itibariyle engelli bireylerin de spor yapabilmesini temin gibi
doğru bir amaçla yola çıkmasına karşın, bizce konuya tıbbi model çerçevesinde yaklaştığı için
eleştirilmelidir.

Zira olimpiyatlarda hem bireysel olarak hem de milli düzeyde büyük bir sportif rekabet söz konusudur
ve milyarlarca kişi bu etkinliği heyecan içinde takip eder. Ülkeler olimpiyat oyunlarına ev sahipliği
yapabilmek için kıyasıya bir mücadele verir ve çok büyük bütçeler ayırır.

Elbette Paralimpik Oyunlarda da sportif bir rekabet söz konusudur ve burada elde edilen başarılar çok
kıymetlidir. Ancak bu oyunlar (!) çok az kişinin ilgisini cezbeder ve Paralimpik Oyunlarını düzenlemek
olimpiyatlara ev sahipliği yapan ülkeler için katlanılması gereken bir yük olarak görülebilir.
Olimpiyatlarla kıyaslanamayacak küçük bir bütçe ayrılır. Biraz da bu nedenlerle Uluslararası Olimpiyat
Komitesi, Paralimpik Oyunlarının yaz ve kış olimpiyatlarının bitiminden iki hafta sonra aynı şehir ve
tesislerde düzenlenmesini olimpiyatlara ev sahipliği yapan ülkeler açısından zorunlu tutar.

Sonuç olarak Paralimpik Oyunlarının, engelli bireyleri toplumsal alana dâhil ettiği, ancak toplumsal
yaşama “tam, etkin ve eşit katılım” hedefine ulaştırmadığını söyleyebiliriz.

Zira, gerçek anlamda topluma dâhil olmak, toplumun içinde herkesle birlikte ve toplumsal yaşamın tüm
alanlarında (ekonomik, sosyal, politik, kültürel ve sportif vb.) aktif olarak yer almaktır. Bu anlamda
engellilerin evlerinden çıkabilmelerinin, istedikleri yer, kişi ve kurumlara ulaşmada kolay ve bağımsız
ulaşım imkânlarına sahip olabilmelerinin, kültürel, sanatsal, sportif etkinliklere katılabilmelerinin
sağlanması durumunda topluma dâhil olduklarından söz edilebilecektir. Bulunduğumuz noktada ise
engelli bireylerin topluma katılımda karşılaştıkları engellerin bedensel sınırlılıklarından çok daha
kısıtlayıcı olduğu; eğitimin, üretimin, sanatın dışında kalan engelli bireylerin spor alanında da var olma
imkânından yoksun bırakıldığı görülmektedir. Üstelik spor, insanları birleştiren, dostluğu geliştiren bir
faaliyet olması gerekirken.

Bu durumun temel nedeni binaların, yolların, araçların, eğitim sisteminin, hizmetlerin ve benzerlerinin
yanı sıra Olimpiyatların da planlanması, üretilmesi aşamalarında “herkesin” değil, “genel olanın”
dikkate alınması, engelli olan “ötekilerin” sonraya bırakılmasıdır.

Bizce bu noktada ayrımcılıktan uzak, adaletin egemen olduğu, farklılıklara saygı temelinde modern bir
toplum oluşturabilmek için; ilk olarak toplumun engelliye yönelik algısını değiştirmek üzere çaba
gösterilmeli, sonrasında ise kuralların eşitlendiği, dezavantajların ortadan kalktığı âdil bir toplum
oluşturulmalıdır.

Oysa, halen tıbbi model çerçevesinde engelli bireyler “yapamayacakları” üzerinden algılanmakta ve
tanımlanmaktadır. Örneğin, bedensel engelli denildiğinde algı “yürüyemez” şeklinde oluşmaktadır.
Evet, birey yürüyemeyebilir ya da duyamayabilir ama bu durum çok da önemli değildir. Sorun

2
yürüyemediği için eğitime erişemez, duyamadığı için iletişim kuramaz, engelli olduğu için
Olimpiyatlarda yer alamaz ise ortaya çıkar.

Bizim bu çerçevede önerimiz Paralimpik Oyunları yerine mevcut olimpiyatların engelsizleştirilmesidir.


Bu anlamda oyunlar ve kurallar, “herkes” göz önüne alınarak hazırlanmalı, gerekirse yeni oyunlar ve
yeni kurallar oluşturulmalıdır.

Örneğin Paralimpik sporlar olarak kabul edilen “Oturarak Voleybol”, “Tekerlekli Sandalye Basketbol”
gibi spor dalları olimpik spor olarak kabul edilmelidir. Bu alanların “Körling 1” kadar kitleleri
ilgilendireceği de muhakkaktır.

Ancak örnek olarak verdiğimiz “Oturarak Voleybol” olimpik bir spor haline getirildiğinde, engelli ya
da değil tüm bireyler herhangi bir kota bulunmaksızın tüm takımlarda yer alabilmelidir. Böylece
bedensel dezavantajlar ortadan kalkacak, adil bir mücadele gerçekleşebilecektir.

Ayrıca, muhteşem bütçeli, tüm dünyanın takip ettiği Olimpiyatlar ile göreli küçük bütçeli ve çok az
kişinin izlediği Paralimpik Oyunları biçiminde tezahür eden, adaletten uzak, eşitsiz yapı da bir nebze
olsun değiştirilebilecek, tüm insanlar aynı kurallar çerçevesinde ve sporun evrensel mayasıyla bir arada
bu büyük coşkuyu paylaşabilecektir.

Diğer yandan, fırsat verildiğinde engellilerin de toplumsal yaşamın her alanına katkıda bulunabileceği
algısının yerleştirilebilmesi için bu tür sportif etkinliklere katılım olumlu sonuçlar doğuracaktır.

Şişman, Yener (2014). ESO Dergi, Cilt: 3 Sayı: 7, s:104 – 105’ten kısmen değiştirilerek alınmıştır.

Yazar Önerisi

Film

- Gönüllü olarak Vietnam'a savaşmaya giden ancak evine belden aşağısı felç olarak geri dönen genç bir
adamın gazilere saygı gösterilmediğini görmesi sonrasında verdiği savaş karşıtı mücadele: “Born on
the 4th of July” (Doğum Günü Dört Temmuz) (1989), Yönetmen: Oliver STONE.

- Henüz 19 aylıkken geçirdiği hastalık nedeniyle hem gözlerini hem de duyma yetisini kaybeden Helen
Adams Keller ve onu iyileştirmek için hayatını adayan bilge bir öğretmen Anne Sullivan’ın hikayesi:
The Miracle Worker (Karanlığın İçinden), (1962), Yönetmen: Arthur PENN.

Kitap

- Cavkaytar, Atilla ve Artar, Tahir Mete (2019). Zihin Yetersizliği Olan Bireyler İçin İş ve Meslek
Eğitimi, Eğiten Kitap, Ankara.

- Altuntaş, Betül ve Atasü-Topcuoğlu, Reyhan (2016). Engelli Bakımı, Sosyal Bakım ve Kadın Emeği,
Nika Yayınevi, Ankara.

- Kağnıcıoğlu, Deniz; Şişman, Yener; Akgül, Taylan; İlhan, Zeynep ve Belgin Boyacı, Nil (2021).
Türkiye’de Engelli İstihdamı, Kota Yöntemi Açısından Durum Analizi: İşveren ve İşveren Vekilleri İle
Bir Araştırma, Nobel Yayınevi, Ankara.

Roman

- Katedralin önünde bir bebek bulan papaz, çok çirkin bir bebek olduğundan ona Latince'de “eksik-
tamamlanmamış adam” anlamına gelen Quasimodo ismini verir. Notre Dame'ın Kamburu (orijinal
ismi: Notre Dame de Paris), Victor Hugo (1831); Notre Dame'ın Kamburu, (Çev. Volkan Yalçıntoklu),
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.

1
“Körling, 42×4,3 metrelik buzdan bir pist üzerinde oynanan olimpik bir takım oyunudur. En basit tanımıyla oyunun amacı,
granitten yapılmış dairesel taşı buz üzerinde kaydırarak hedefin merkezinde durdurmaktır.

3
4
Kısaltmalar listesine eklenecekler

ASHB Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı

BM Birleşmiş Milletler

DİE Devlet İstatistik Enstitüsü

EKHDK Engelli Kişilerin Haklarına Dair Komite

EKPSS Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı

Eurostat Avrupa Komisyonu İstatistik Ofisi (Statistical Office of the European Commission)

KOSGEB Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı

SHÇEK Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu

SGK Sosyal Güvenlik Kurumu

SSGSSK Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu

SYDV Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları

ICF Fonksiyonlara Göre Uluslararası Sınıflama Sistemi (The International Classification


of Functioning, Disability and Health)

ILO Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization)

İŞKUR Türkiye İş Kurumu

TDK Türk Dil Kurumu

TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu

UNESCO Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (United Nations Educational, Scientific and
Cultural Organization)

WHO Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization)

5
1. ENGELLİ VE ENGELLİLİK KAVRAMLARINA İLİŞKİN BİLGİLER
1.1. Uluslararası Kuruluşların Tanım ve Yaklaşımları
1.2. Ulusal Düzenlemelerdeki Tanım ve Yaklaşımlar
1.3. Tanımlamada Karşılaşılan Güçlükler
2. ENGELLİLİĞE İLİŞKİN MODELLER
2.1. Moral Model
2.2. Tıbbi Model
2.3. Sosyal Model
3. ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR
3.1. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Tarihsel Gelişimi
3.1.1. Dünyada
3.1.2. Türkiye’de
3.2. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Düşünsel Temelleri
3.2.1. Engellilerin Sayısal Çokluğu
3.2.2. Psikolojik ve Sosyal Yararlar
3.2.3. Konunun Makro Ekonomik Boyutu
3.2.4. Ahlaki Sorumluluk
3.2.5. Hukuki Gereklilik
3.3. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Uluslararası Dayanakları
3.4. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Ulusal Dayanakları
3.4.1. Bakım Hizmetlerine İlişkin Düzenlemeler
3.4.2. Gelir Desteğine İlişkin Düzenlemeler
3.4.3. Habilitasyon ve Rehabilitasyon Hizmetlerine İlişkin Düzenlemeler
3.4.4. Eğitim ve Öğretime İlişkin Düzenlemeler
3.4.5. Erişebilirliğe İlişkin Düzenlemeler
3.4.6. Ayrımcılığa İlişkin Düzenlemeler
3.4.7. Sosyal Güvenliğe İlişkin Düzenlemeler
3.4.8. İstihdama İlişkin Düzenlemeler
4. ENGELLİLERİN ÇALIŞMA YAŞAMINA ENTEGRASYONUNA YÖNELİK POLİTİKALAR
4.1. Çalışma Yaşamına Girmeden Önce İzlenecek Politikalar
4.1.1. Tıbbi Tedavi, Rehabilitasyon ve Habilitasyon Uygulamaları
4.1.2. Özel ve Temel Eğitim
4.1.3. Mesleki Habilitasyon ve Rehabilitasyon
4.2. Çalışma Yaşamına Girme Aşamasında İzlenecek Politikalar
4.2.1. Engellilerin Kendi İşlerini Kurmaları Doğrultusunda Desteklenmesi
4.2.2. Bağımlı Statüler Altında Çalışma Yaşamında Yer Alabilmeleri Doğrultusunda
Desteklenmesi
4.2.2.1. Rekabetçi İstihdam
4.2.2.2. Kota Yöntemi
4.2.2.3. Korumalı İşyeri
4.2.2.4. Destekli İstihdam
4.2.2.5. Tahsis Yöntemi
4.2.2.6. Evde Çalıştırma
4.3. Çalışma Yaşamına Girdikten Sonra İzlenecek Politikalar
5. TÜRKİYE’DE ENGELLİ İSTİHDAMININ GENEL GÖRÜNÜMÜ VE SORUNLAR
6. GENEL DEĞERLENDİRME

ÖZET

ÇALIŞMA SORULARI

ARAŞTIRMA KONULARI

Yararlanılan Kaynaklar

6
1. ENGELLİ VE ENGELLİLİK KAVRAMLARINA İLİŞKİN BİLGİLER

Kavramların açık şekilde tanımlanması önemlidir. Zira kavramlar net değilse benzer çalışmalar ile
sağlıklı karşılaştırmalar yaparak yeni bilgiler üretilmesi büyük ölçüde imkânsızlaşır. Ayrıca
geliştirilecek politikalar ve gerçekleştirilecek uygulamaların kapsamının belirginleştirilmesi açısından
da kavramların doğru şekilde tanımlanması gerekir. Bu nedenle çalışmamızda, öncelikle uluslararası
kuruluşlar ve ulusal düzenlemelerdeki tanım ve yaklaşımları açıklayacak, ardından konuya ilişkin
kavramların tanımlanmasında karşılaşılan güçlükleri ortaya koyarak engellilik alanında kullanılan
kavramları netleştirmeye çalışacağız.

1.1. Uluslararası Kuruluşların Tanım ve Yaklaşımları

Birleşmiş Milletler (BM); 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 1971 tarihli BM Genel Kurul
İlke Kararları, 1975 tarihli Engelli Kişilerin Hakları Bildirgesi, 1982 tarihli Engelliler İçin Dünya
Eylem Programı, 1989 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi, 1989 tarihli Engelliler Alanında İnsan
Kaynakları Geliştirme Eylem Planı İçin Tallinn Çerçevesi, 1993 tarihli Engelliler İçin Fırsat Eşitliğinin
Sağlanması Konusunda Standart Kurallar, 2006 tarihli Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme gibi pek
çok belgesinde dilimize sakatlık, engellilik, yetersizlik olarak çevirebileceğimiz “disabilitiy”, yine
dilimize sakatlar, engelliler, yetersizliği olan bireyler olarak çevirebileceğimiz “disabled persons”,
“persons with disabilities” kavramlarını kullanmıştır.

Aynı biçimde Uluslararası Çalışma Örgütü’ de (ILO) 1955 tarih ve 99 sayılı Mesleki Rehabilitasyon
(Engelliler) Tavsiyesi, 1964 tarih ve 121 sayılı İş Kazaları Durumunda Kazanımlar Hakkında
Sözleşme, 1983 tarih ve 159 sayılı Engellilerin Mesleki Rehabilitasyon ve İstihdamı Hakkında
Sözleşme, 1983 tarihli ve 168 sayılı Mesleki Rehabilitasyon ve İstihdam (Engelliler) Tavsiyesi gibi
belgelerinde “disabled” kavramı tercih edilerek kullanılmıştır.

WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) yaptığı ve kısaca ICF (The International Classification of
Functioning, Disability and Health) olarak adlandırılan Fonksiyonlara Göre Uluslararası Sınıflama
Sistemi, Engellilik ve Sağlık çerçevesinde belirlenen kavramlar ve tanımlar ise şöyledir.

İşlev ve yapı farklılıkları (Impairment): Vücut yapısında veya psikolojik fonksiyonlarda (zihinsel
fonksiyonlar da dâhil olmak üzere) kayıp veya farklılık. Buradaki farklılık, nüfusun genelinden önemli
ölçüde farklı olma durumunu ifade eden tıbbi bir değerlendirmedir. İşlev ve yapı farklılıkları, bir uzvun
hiç veya kısmen olmaması ya da bir uzuv, organ veya vücut işlevinin bozuk olması biçiminde de
tanımlanabilir. Felç veya körlük gibi.

Etkinlik sınırlılıkları (Activity limitations): Bireyin “işlev ve yapı farklılıkları” nedeniyle bir
aktiviteyi normal kabul edilen sınırlar içinde gerçekleştirmede yaşayabileceği kısıtlılık, yetersizlik veya
güçlüklerdir. Faaliyet sınırlılıkları, sağlık sorunu olmayan kişilerin faaliyetleri yürütme tarz ve
derecelerinden niteliksel veya niceliksel olarak çok az veya önemli derecede bir sapmayı ifade eder.
Yürümede ya da merdiven çıkmada güçlük çekilmesi gibi.

Katılım kısıtlılıkları (Participation restrictions): Bireyin, toplumun beklentilerine yanıt verememesi


sonucunda fiziksel ve sosyal çevresiyle etkileşimde yaşadığı / yaşayabileceği sınırlılık ya da
sorunlardır. Katılım kısıtlılıklarının varlığı, söz konusu bireyin katılımı ile belirli bir kültür veya
toplumda, engelli olmayan kişilerden beklenebilecek katılımın karşılaştırılması suretiyle belirlenir.
İstihdam alanında, eğitim veya ulaşımda olduğu gibi.

Örneğin Serebral Palsili2 bir çocuğun bacaklarını hareket ettirememesi “işlev ve yapı farklılığı” iken bu
nedenle bağımsız yürüyememesi “etkinlik sınırlılığı” olarak tanımlanabilir. Katılım kısıtlılıkları ise;
çalışma yaşamında yer alma, kurumsal eğitim hizmetlerinden yararlanma, sosyal ilişkilere girme gibi
alanlarda sıkıntıların olması durumudur. Dikkat edilirse “işlev ve yapı farklılıkları” ve “etkinlik
sınırlılıkları” ile bireye bir atıf söz konusu iken “katılım kısıtlılıkları” ile sosyal bağlama atıf

2
Serebral Palsi (beyin felci), bebeklikte ya da çocukluk çağının başlarında ortaya çıkan ve vücut hareketlerini ve kas
koordinasyonunu kalıcı şekilde etkileyen fakat zaman içinde kötüleşme sergilemeyen bir dizi nörolojik bozukluktan herhangi
birini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Serebral palsi kas hareketlerini etkilemekle birlikte kaslardaki ya da sinirlerdeki bir
problemden kaynaklanmaz. Beynin, kas hareketlerini kontrol eden bölgelerinde söz konusu olan anormalliklerden kaynaklanır.

7
yapılmaktadır. Engellilik (disability) ise üçlü sınıflandırmanın içinde yer almayarak üst başlık olarak
kullanılmış, bu işlev alanlarının birinde veya tümünde yaşanan güçlükler biçiminde tanımlanmıştır.

Ancak bu sınıflandırmanın, sağlıkla ilgilenen profesyoneller, diğer ilgili sektörler ve disiplinler ile
engelli bireyler arasında iletişimi arttırmak, standart dilin oluşturulmasını sağlamak, ülkelerdeki sağlık
sistemi ve hizmetlerinin değerlendirmesini kolaylaştırmak, sağlık bilgi sistemi için sistematik bir
kodlama oluşturmak için geliştirildiğinin unutulmaması gerekmektedir. Bu çerçevede ICF, örneğin
engellilik ile ilgili istatistiklerinin standartlaşmasını sağlayabilir ve önemlidir. Diğer yandan, Dünya
Sağlık Örgütü’nün kendi hedefleri doğrultusunda geliştirdiği bu sınıflandırmanın, sağlık alanı dışında
kalan alanlarda da büyük oranda benimsendiği ve kullanıldığı görülmektedir. Elbette engelli bireye hak
ya da ayrıcalıklar tanınacaksa, engel türü ve düzeyine göre kişinin belirlenmesi ve bu aşamada belirli
ölçülerde tıbbi ölçütlere başvurulması gerekebilir. Lakin politika oluşturma ve hizmet sunumu için işlev
ve yapı farklılıklarının derecesi, etkinlik sınırlılıkları veya katılım kısıtlılıklarına yönelik bir dizi eşiğin
belirlenmesi gerekeceği için bu kavramların hukuk alanında kullanımının güç olduğu da söylenmelidir.

Ayrıca “işlev ve yapı farklılıkları” kavramında olduğu gibi “toplumun genelinden farklı olma”,
“etkinlik sınırlılıkları” kavramında olduğu gibi “normal kabul edilen sınırlar içinde bir aktiviteyi
gerçekleştirmede yaşanabilecek güçlükler”, “katılım kısıtlılıkları” kavramında olduğu gibi “bireyin,
toplumun beklentilerine yanıt verememesi sonucunda yaşayabileceği sınırlılıklar” denilerek yapılan
tanımlamalar, toplumun genel kabulleri üzerinden engelliliği ele alması dolayısıyla eleştiriye açıktır.
Zira toplumun genel kabulleri üzerinden “normal” veya “anormal” olanın belirlemesi bu kavramların
durumsal ve kültürel göreceliliğini göz ardı eder.

Diğer yandan bu sınıflandırmanın aşağıda ele alacağımız tıbbi model ile sosyal model arasında “biyo-
psiko-sosyal model” olarak adlandırılan dengeli bir yaklaşımı içerdiği ve politika geliştirmeye ilişkin
bir perspektif sunduğu ifade edilmektedir. Buna göre, “işlev ve yapı farklılıkları” söz konusu
olduğunda “tedavi” önerilebilir. Etkinlik sınırlılıkları söz konusu olduğunda ise
rehabilitasyon/habilitasyon veya gözlük, protez, tekerlekli sandalye gibi “kolaylaştırıcıların” kullanımı
çözüme katkı sağlayacaktır. Katılım kısıtlılıklarının ortadan kaldırılmasına veya azaltılmasına ilişkin
tedbirler ise, engelliler açısından dezavantajları ortadan kaldıracak bir biçimde ve engelli bireylerin
içinde yaşadıkları topluma tam katılımı ve eşitlik hedefiyle sosyal yapının ve toplumun değiştirilmesi
çabalarının bütününü içerir. Örneğin, binalardan hizmetlere, ulaşım araçlarından bilişim ve iletişim
teknolojilerine kadar her alanda engellilerin erişimine uygun düzenlemelerin yapılması, film ve
dizilerin sesli betimlemelerinin yapılması, işaret dili bilgisinin yaygınlaştırılması gibi alanlarda
gösterilecek tüm çabalar şüphesiz katılım kısıtlılıklarının azaltılmasında etkili olabilecektir (Gül, 2006,
s:15-16).

Engellilik alanında kullanılan kavramlara ilişkin ayrıntılı bilgi için Bkz. Şişman, Yener (2012).
“Özürlülük Alanında Kullanılan Kavramlar Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Sosyal Politika
Çalışmaları Dergisi, 7(28), 69-85.

1.2. Ulusal Düzenlemelerdeki Tanım ve Yaklaşımlar

Engelliler Kanunu’nun 3. maddesi engelliyi, “fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal yetilerinde çeşitli
düzeyde kayıplarından dolayı topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımını
kısıtlayan tutum ve çevre koşullarından etkilenen birey” olarak tanımlamaktadır.

Erişkinler İçin Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik ise 4. maddesinde “engelli bireyi”
Engelliler Kanunu ile bire bir aynı şekilde tanımladıktan sonra “engellilik durumu”, “engellilik durum
değerlendirmesi”, “kısmi bağımlı engelli birey” ve “tam bağımlı engelli birey” kavramlarını
tanımlamıştır. Buna göre:

Engellilik durumu: Bireyin doku, organ ve/veya fonksiyon ve psikiyatri tanısı ve buna bağlı
muhakeme yeteneği kaybından kaynaklı engelliliğini uluslararası yöntemleri temel alarak
belirleyen derecelendirmeler, sınıflandırmalar ve tanılamaları,

Engellilik durum değerlendirmesi: Engelliliğin tespiti amacı ile hastalık şiddeti, organ veya
fonksiyon kaybını içeren değerlendirmeyi,

8
Kısmi bağımlı engelli birey: Doku, organ ve/veya fonksiyon kaybı ve/veya psikiyatri tanısına
bağlı olarak muhakeme yeteneği değerlendirilmesi gereken fonksiyonel bağımsızlık
ölçeklerine göre günlük yaşam aktivitelerini yardım alarak gerçekleştirebileceğine karar
verilen bireyi,

Tam bağımlı engelli birey: Engel durumuna göre engel oranı %50 ve üzeri olduğu tespit
edilenlerden doku, organ ve/veya fonksiyon kaybı ve/veya psikiyatri tanısı bağlantılı olarak
muhakeme yeteneği değerlendirilmesine göre günlük yaşam aktivitelerini yardım almasına
rağmen kendi başına gerçekleştiremediğine karar verilen bireyi ifade eder.

4857 sayılı İş Kanunu ise “engelli” tanımı yapmamış olmakla birlikte bu Kanun’a dayanarak çıkarılan 2009 tarihli
Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik3 çerçevesinde engelli “Doğuştan ya da sonradan
herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde
kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada
güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmetlerine ihtiyaç duyan
kişilerden tüm vücut fonksiyon kaybının en az yüzde kırk olduğu sağlık kurulu raporu ile
belgelenenler” biçiminde tanımlanmıştır.

1.3. Tanımlamada Karşılaşılan Güçlükler

Türkçe literatürde sıklıkla “engelli” kavramı kullanılmakla birlikte “yetersizliği olan birey”, “özel
gereksinimli birey”, “özürlü”, “sakat” gibi kavramlar da zaman zaman aynı anlama gelecek biçimde
kullanılmakta, bu kavramlar arasındaki farklılıklar ise genel olarak görmezden gelinmekte veya ihmâl
edilmektedir. Türk Dil Kurumu (TDK) da “sakat” sözcüğünü, “vücudunda hasta veya eksik bir yanı
olan, engelli, özürlü” olarak tanımlanmakta ve üç kavram iç içe geçmektedir. Benzer bir karışıklık
TDK’nin sözlüklerindeki “engelli” ve “özürlü” sözcüklerinin karşılıklarında da görülmektedir.

Diğer yandan sivil toplum örgütleri; Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, Engelli Hakları Federasyonu,
Zihinsel Özürlüler Federasyonu, Damla Özgereksinimliler Derneği, Altı Nokta Körler Derneği, Sağırlar
Konfederasyonu örneklerinde olduğu gibi adlarında kimi zaman “engelli”, kimi zaman “özürlü”,
“sakat, “özel gereksinimli”, kimi zaman ise “kör”, “sağır ve dilsiz” gibi kavramları kullanarak faaliyet
göstermektedir. Hatta Tufanbeyli İlçesi Engelliler ve Özürlüler Derneği’nde olduğu gibi bazı sivil
toplum örgütlerinin engelli, sakat, özürlü kavramlarını bir arada kullanabildikleri de görülmektedir.
Ancak “engelli” kavramının özellikle son yıllarda artan bir biçimde kabul gördüğü ve sivil toplum
örgütlerinin de isimlerinde “özürlü”, “sakat” kavramları yerine “engelli” kavramını tercih ederek
kullandıkları belirtilmelidir.

Mevzuatımızda ise tarihsel süreçte (sonraki yıllarda, önce “özürlü” daha sonra “engelli” kavramı
kullanılarak güncellenmiş ya da yürürlükten kaldırılmış bile olsa) engelli bireyleri ifade etmek üzere
birçok farklı kavrama yer verilmiştir. “Âlil veya akli zayıf”, “âma”, “kör”, “sağır”, “lâl”, “çolak”,
“topal”, “deliler, dalanmış ve kudurmuşlar”, “ahraz”, “âlil ve işten acizler”, “mecnunlarla sair ruhi
hastalar”, “malûl veya herhangi bir noksani hilkate mâlik olanlar”, “kör, sağır ve dilsizler”, “akılca ve
bedence arızalı” “bedeni ve ruhi kabiliyet ve melekeleri azalmış”, “körler, felçliler veya bu gibi bedeni
sakatlığı açıkça belli olanlar”, “sağır, dilsiz, kör, vücutça sakat veya ruhen arızalı ve intibaksız veya
benzeri” durumda olanlar, engelliler için kullanılan ifadelerden sadece birkaçıdır. Ayrıca kavram tercihi
ile ilgili 1998 ve 2013 yıllarında yapılan yasal düzenlemelerin Anayasayı etkilememesi nedeniyle
Anayasamızın 61 ve 104. maddelerinde “sakat” kavramının, 2010 tarihinde değiştirilen 10. maddesinde
ise “özürlü” kavramının halen kullanılmakta olduğunun belirtilmesi gerekir.

Elbette konuya ilişkin tek bir kavramı tercih ederek kullanmanın, bu kavrama ilişkin her zaman ve her
yerde geçerli olacak tek ve eksiksiz bir tanım yapmanın, güç olması yanı sıra gereksiz olduğu
söylenilebilir. Zira Türkçede kullanılan bu kavramlar aynı şeyi ifade etmemektedir. Bu nedenle, bu
kavramlardan birisinin seçilerek, her durumu ifade etmek üzere bu kavramın kullanılması da esasen
olanaklı değildir. Diğer birçok dilde de engellilere ilişkin birden fazla kavram kullanılmaktadır.
Örneğin İngilizce’de handicap, handicapped, defective, disabled, with obstacles, having obstacles,
retarded persons, incapable of working, infirm, malformed gibi kavramlar kullanılırken; Almanca’da
verkrüppelt, arbeitsunfähig, faul, körperbehindert, behinderte(r), beschrankt, rüppel, versehrte(r),
beschädigt, fehler, mangel, entschuldigt, mangelhaft ve Fransızca’da ise handicapé/e, infirme,

3
Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik, Yayımlandığı Resmî Gazete: 25.04.2009/27210.

9
d'obstacles, bot/e, impotent/e, hors de combat, inapte à estropié/e [le][la], infirme [le][la], invalide [le]
[la], mutilé/e [le][la] gibi sözcükler kullanılmaktadır.

Ayrıca genel bir tanım yaparak farklı sorunları, farklı beklentileri olan kişileri (süreğen rahatsızlığı
olanlar ile işitme engellileri ya da az görenler ile hiç görmeyenleri) bir arada değerlendirmeye yönelik
bir yaklaşımın sağlayacağı katkı da belirsizdir. Ancak geldiğimiz noktada tek bir kavramı tercih
edilerek kullanmak durumunda isek bu kavramı net olarak tanımlamalı ve diğer kavramlardan
farklılığını ortaya koymalıyız.

Ancak yukarıda verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı üzere, ülkemizde “engelli”, “özürlü” ve “sakat”
başta olmak üzere konuya ilişkin kavramların tanımları ve kullanımları oldukça tartışmalıdır. Resmi
kaynaklar başta olmak üzere kavram tercihi konusunda tarihsel süreçte önemli değişimler meydana
gelmiştir.

1990’lı yılların sonlarına kadar uluslararası düzenlemelerin ülkemizdeki resmi çevirilerinde, literatürde
ve yasal düzenlemelerde ağırlıklı olarak “sakat” kavramı kullanılmış, sonrasında ise “özürlü”
kavramının “sakat” kavramı ile eş anlamlı olacak bir biçimde kullanımı tercih edilmiştir. Günümüzde
ise “Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme” ve “Engelliler Hakkında Kanun” örneklerinde olduğu gibi
“engelli” kavramı yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Bu değişimi aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.

1998 yılına kadar 1998-2008 yılları arası 2008 yılı sonrası


Uluslararası insan hakları Sakat Özürlü Engelli
belgelerindeki “disabled
person” ve “people with
disabilities” ifadelerinin
resmi çevirilerdeki
karşılığı
Ulusal Mevzuat Sakat 1998 tarih ve 572 sayılı 2013 tarih ve 6462
Kanun Hükmünde sayılı Kanun ile
Kararname ile “sakat” “özürlü” kelimesi terk
yerine “özürlü” edilerek engelli
kavramı kullanılmaya kavramı kullanılmaya
başlandı başlandı
Kamusal yapılar 1981 Sakatları 1997 Özürlüler İdaresi 2013 Engelli ve Yaşlı
Korumu Milli Başkanlığı Hizmetleri Genel
Koordinasyon Müdürlüğü
Kurulu

Kavram tercihi ile ilgili tarihsel değişimin temel nedeni ise; öncelikle “sakat” daha sonraki yıllarda ise
“özürlü” kavramının büyük bir olumsuzlukla (kişisel trajedi, büyük bir felaket gibi) damgalanmış
olmasıdır “Sakat” ve “özürlü” kavramlarının olumsuz anlam ve değer yüklü olduğu düşünülmekte bu
nedenle “sakat” ve “özürlü” kavramlarının kullanımından kaçınılmaktadır.

Ancak asıl kırıcı olanın kelimenin kendisi değil, algısal karşılığı olduğu unutulmamalıdır. Algısal
karşılık ise işaret edilen grubun içinde bulunduğu güç koşullar ve olumsuz toplumsal konumdan
kaynaklanır. Sadece kullanılan kelimenin değiştirilmesi ise engellilerin toplumsal statü ve konumlarına
yüklenmiş olan olumsuzlukları ortadan kaldırmaz. Bu nedenle, günümüzde “engelli” olarak
nitelendiren bireylerin toplumsal yaşama tam ve eşit olarak katılımını sağlanamaması durumunda
“engelli” sözcüğünün de kırıcı bir algısal karşılık oluşturacağını öngörebiliriz. Esasen “engelli”
kavramı yerine “özel gereksinimli birey” kavramının kullanılmasını öneren tartışmaların uzun süredir
devam ettiği ve bu tartışmanın düşüncelerimizi doğruladığı açıktır.

Diğer yandan “disabled person” ve “people with disability” kavramlarının karşılığı olarak bizce doğru
kavram olan “sakat” yerine “engelli” kavramını tercih etmenin terminolojik açıdan hatalı olduğunu da
söylemeliyiz. Şöyle ki; Türkçede kullanılan engelli, özürlü ve sakat kavramları tek ve aynı şeyi ifade
etmemektedir. “Sakat” tam işlevsizliği ya da yokluğu anlatırken, Arapça a-z-r fiilinden türemiş olan
“özürlü” ise sakatlıktan farklı olarak tam değil kısmi bir kaybı, eksikliği ifade eder. Örneğin belirli bir
oranda görme veya işitme kaybı söz konusu ise kişi “özürlü” olarak nitelendirilirken, hiç göremeyen,

10
hiç duymayan kişiler “sakat” olarak tanımlanır. “Engelli” (handicapped) kavramı ise kişinin bazı
özellikleri ya da toplumun yapısı ve koşulları nedeniyle, toplumun diğer bireyleriyle eşit fırsatlara
sahip olamadığını “engellendiğini” ifade eden bir kavramdır. Bu nedenle sosyal politika yönünden
“engelli” sözcüğü, “özürlü” ve “sakat” sözcüğüne göre çok daha geniş bir anlam taşır. Örneğin;
göçmenler, eski hükümlüler, yaşlılar, bazı toplumlarda renkleri, inançları, din ve mezhepleri, cinsel
yönelimleri farklı kesimler sosyal politika bakımından engelli, handikaplı kesimler olarak kabul edilir.
Bu yüzden de engelli ve sakat sözcüklerinin sosyal politika yönünden kapsamları ve buna bağlı olarak
taşıdıkları anlamlar farklıdır.

Sosyal politika yönünden “engelli” sözcüğü, “özürlü” ve “sakat” kavramları

Engelliler
Özürlüler
Sakatlar

Ayrıca “engelli” kavramının İngilizce karşılığı olan “handicapped” sözcüğünün, dilencilik yapan
bedensel engelli kişiler için kullanılan “cap in hand” ifadesinden gelen kökeni nedeniyle olumsuz
çağrışımlar yaptığı ve yoğun şekilde eleştirildiği belirtilmelidir. Dünya Sağlık Örgütü de bu eleştirilerin
bir neticesi olarak 2001 yılından itibaren sınıflandırmasında “handicapped” kelimesinin kullanımından
vazgeçerek; işlev ve yapı farklılıklarının (impairment), etkinlik sınırlılıkları (activity limitations) ve
katılım kısıtlılıklarının (participation restrictions) bütününü kapsayacak bir şekilde “disability” terimini
benimsemiştir. Esasen İngilizce literatürde genel olarak çevresel engellere de işaret eden bir biçimde
“disability” kavramının kullanıldığını, Türkçe literatürde ise kimi zaman aynı yaklaşımla “disability”
kavramının “yetersizlik” biçiminde çevrildiğini söyleyebiliriz.

Bu çalışmada ise tüm çekincelerimize karşın4, yeni bir kavram ve akıl karışıklığına neden olmamak
amacıyla ulusal mevzuat ile kamusal kurumlarda ağırlıklı olarak kullanılan “engelli” kavramını tercih
edeceğimizi belirtmeliyiz.

2. ENGELLİLİĞE İLİŞKİN MODELLER

Engelliliğe ilişkin modeller, bedenin ve engelliliğin tarihsel süreçte insanlar tarafından nasıl
algılandığını, engellilikten kaynaklanan sorunlara nasıl yaklaşıldığını, nasıl müdahale edildiğini ortaya
koymak açısından önemlidir. Örneğin engelliliği trajik bir durum, engelliyi bu durumun kurbanı olarak
gören bir yaklaşımın davranışlarımızda ve üretilen kamusal politikalardaki yansıması; sorunun bireyin
bedeni üzerinden telafi edilmesine yönelik davranışlar, politikalar ve hizmetler olarak ortaya çıkar.
Diğer yandan engellilik çevre üzerinden tanımlanırsa, konu kişisel bir trajedi değil sosyal bir sorun
olarak görülebilecektir.

Engelliliğe ilişkin çok sayıda model var olsa da en genel biçimiyle üç temel modelden söz edebiliriz.
Bu modeller; moral model, tıbbi model ve sosyal modeldir. Bu modellerin her biri farklı dönemlere
egemen olan düşünceleri ifade eder. Ancak her birinin farklı düzeylerde de olsa günümüze kadar etki
eden yansımalarının bulunduğu söylenebilir. Örneğin kimi zaman engelli bir bireyin “neden ben”
sorusuna cevap ararken moral modelde olduğu gibi, günahlarıyla durumunu açıklamaya çalıştığını
görebiliriz. Aynı biçimde işitme engellilere görsel işitsel yöntem ile dudak okumayı ve sesleri taklit
ederek konuşmayı öğretirken tıbbi modelden etkilendiğimiz iddia edilebilir.

4
“Sakat” sözcüğünün, hem günlük konuşma ve yazı dilinde hem de akademik yazında kullanmanın ifade edileni daha doğru
yansıttığını düşünüyoruz. Bu konuda daha ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Altan, 2009, s:249.

11
18. Yüzyıl'ın ortalarına kadar geçerli.
Engelli; özünde kötü ya da günahkâr olan kişi.
Çözüm; diri diri toprağa gömmek, yakmak, uçurumlardan atmak gibi yollarla
Moral model toplumdan uzaklaştırmak.

18. Yüzyıl'ın ortalarından 1970'li yıllara kadar geçerli.


Engelli; toplumun genelinden farklı ve bu anlamda “normale” yaklaştırılması,
“normalleştirilmesi” gereken kişi.
Çözüm; gerekirse engelliye rağmen, onun adına gerçekleştirilecek tıbbi müdahale
Tıbbi model ve bakım gereksinimi varsa kurum bakımına zorlayarak toplumdan izole etmek.

1970'li yıllardan bugüne kadar geçerli.


Engelli; kurumsal ayrımcılığın ve sosyal dışlanmanın sonucu olarak toplumsal
yaşama katılımda engellenen kişi.
Çözüm; engelli bireylerin toplumla gerçek anlamda bütünleşmelerinin önündeki
Sosyal model engelleri kaldırmaya yönelen hak temelli bir yaklaşım.

2.1. Moral Model

Batı’da 18. Yüzyıl’ın ortalarına kadar kısmen egemen olan bu yaklaşıma göre engellilik doğrudan
günahkârlık ve kötülükle bağlantılıdır. Ancak engelliliğin nedeni kötülük yapmak ya da günah işlemek
değil, özünde kötü ya da günahkâr olmaktır.

Bu görüşün temeli muhtemelen insanların cin, şeytan gibi insanüstü ve bedensiz güçler tarafından ele
geçirildiği inancına dayanmaktadır.

Eski Yunan ve Roma uygarlıklarında felsefe, hukuk, mitoloji ve inanışlar benzer bir engellilik algısı
üzerinden şekillenmekteydi. Biyolojik anomalileri veya kusurları olan insanlara karşı belirgin bir
kültürel önyargının var olduğu bu toplumlarda engelli bireyler, tanrılar tarafından cezalandırılan
“lanetlenmiş” kişiler olarak kabul ediliyor, mükemmel olma idealine karşı bir tehdit olarak
algılanıyordu. Bazen de toplumun gelişmesini engelleyen, günahkâr kişiler olarak görülen engelliye
bakış açısı bu toplumlarda çok acımasızca olmuş, engelli bireyler kimi zaman diri diri toprağa
gömülmüş ya da yakılmış kimi zaman ise uçurumlardan atılmış ya da şehir dışında ölüme terk
edilmiştir. Bu örnekler sözü edilen toplumlarda engelli bireylere yönelik genel yaklaşımların “moral
model” çerçevesinde kaldığını göstermesi açısından önemlidir.

Orta çağda ise Antik dönemden pek de farksız bir biçimde engellilik, işlenen günahların ilahi bir cezası
olarak kabul edilmeye devam edilmiştir. Bu çerçevede Kilise, konuşamayan kişileri tedavi ederek
konuşturmaya çalışmayı, ilahi iradeye bir karşı geliş kabul etmektedir. Belirli hastalıklar için belirli
Azizlerden şifa istenmekte, migren, epilepsi gibi hastalıklar ile akıl ve ruh hastaları ise iblis ya da cin
gibi sihirli ve doğaüstü güçlerin etkisi altında oldukları varsayımı ile hekimler değil papazlarca tedavi
edilmektedir. Sorun doğa üstü güçlerle ilişkilendirildiği için de tedavi, kişinin kafasına bir delik açmak
ya da kişiyi kırbaçlamak, sıcak suya batırmak, aç bırakmak gibi yöntemlerle kötü ruhu çıkarmak ile
sınırlıdır. Ayrıca aynı dönemde engelli bireylerin kimi durumda “cadı” muamelesi gördüğü de
belirtilmelidir. Hekimlerce mahiyeti tam olarak bilinmeyen akıl ve ruh hastalarının, fiziki yönden
yıpranmış ve çirkin görünen, bedenen deforme olmuş kişilerin cadı olarak kabul edildiği ve Engizisyon
mahkemelerince ölüm cezasına çarptırılarak diri diri yakıldığı bilinmektedir. Engelli bireylerin dini ve
insani gerekçelerle korumaya çalışıldığı durumlarda dâhi engelliler, dini yapıların çatısı altında ve bu
anlamda toplumdan izole bir bakım hizmetine mahkûm edilmiştir.

12
Sonuç olarak engellilerin insanlık tarihinin çok önemli bir kısmında ve dünyanın pek çok bölgesinde,
batıl inançlardan kaynaklanan korku, farklılıklara duyulan hoşgörüsüzlük ve önyargılar nedeniyle
toplum dışına itildiğini ve sosyal sorunları çözmeye yönelen modern devlet düşüncesi ile
uygulamaların ancak yakın bir dönemde ortaya çıktığını söyleyebiliriz.

2.2. Tıbbi Model

Tıbbi model; “insanların mükemmel hale gelebilecekleri” şeklinde tanımlanan Aydınlanma Çağı
düşüncesi ve gelişen tıbbi olanaklar sonrasında 1800'lü yılların ortalarında ortaya çıkmıştır. Bireyin
yetersizliği ve patolojisine odaklanan ve bu nedenle toplumsal yaşamda engellendiğini savunan bu
model çerçevesinde engellilik; bireyin bedeni üzerinden “tedavi edilebilir, düzeltilebilir bir hastalık
hali” olarak tanımlanır. Örneğin yürüyemeyen bir kişi engellidir. Toplumun geneli ile karşılaştırılarak
“anormal” şeklinde etiketlenen engelli bireyin mümkün olduğu kadar “normale” yaklaştırılması,
“normalleştirilmesine” çalışılır. Ancak engelli “acizdir”, “yardıma muhtaçtır”. Bu nedenle engellilere
kendi yaşamları üzerinde söz hakkı tanınmaz. Müdahaleler gerekli ise engelliye rağmen, onun adına
gerçekleştirilir. İstemeseler de acı veren uygulamalara zorlanabilir, bakım gereksinimi varsa kurum
bakımı ile toplumdan izole edilebilirler. Engellilik bireysel bir trajedi olarak kabul edilir, engelli bireyin
hakları; tıbbi tedavi, rehabilitasyon, özel eğitim alanına hapsedilirken; insan hakları, toplumsal yaşama
eşit katılım, çevresel engeller gibi konular görmezden gelinir.

Bu yaklaşım çerçevesinde, örneğin görme engelli bir kişinin, matematik dersinde başarısız olmasının
nedeni tahtada yazan bilgileri görememesidir. Yani sorun kişidedir.

2.3. Sosyal Model

Sosyal modelin başlangıcı, 1972 yılından itibaren ABD’de kurulmaya başlanılan “bağımsız yaşam
merkezleri” ya da İngiltere’de Ayrımcılığa Karşı Fiziksel Engelliler Birliği (The Union of the
Physically Impaired Against Segregation) tarafından 1976 yılında yayımlanan Engelliliğin Temel
İlkeleri (The Fundamental Principles of Disability) adlı yayına dayandırılmaktadır. Elbette bir bütün
olarak engelli hakları hareketi yanı sıra bu hareketin vücut bulduğu ekonomik, sosyal ve siyasi bağlam
da sosyal modelin oluşumu açısından oldukça önemli bir altyapı hazırlamıştır.

Sosyal model, engellilere yönelik yaklaşımda önemli bir paradigma değişikliği getirmiş, BM Engelli
Hakları Sözleşmesi’nde olduğu gibi engellilere yönelik sosyal hakların ve sosyal politika
uygulamalarının gelişiminde de önemli rol üstlenmiştir.

Sosyal modele göre işlev ve yapı farklılıkları yaşamın olağan bir parçasıdır. Engelli bireylerin
yaşamlarını şekillendiren ve onları bağımlı hale getiren düşük istihdam oranları ve eğitim eksikliği gibi
sorunlar ise engelli bireyin yetersizliklerinden kaynaklanmaz. Engellilik, kurumsal ayrımcılığın ve
sosyal dışlanmanın sonucu, eşitsiz bir toplumun ürünüdür. Bu nedenle sosyal model, engelliyi olduğu
gibi kabul eder. Engelli bireylerin toplumla gerçek anlamda bütünleşmelerinin önündeki engelleri, bir
başka ifade ile engelli bireyi kuşatan olumsuz tutum, davranış, inanış ve önyargılar yanı sıra olumsuz
fiziksel, çevresel ve sosyal yapıları değiştirmeye yönelir. Hak temelli bir yaklaşımı savunur.

Sosyal modelin yaklaşımına ilişkin çarpıcı bir örnek Massachusetts eyaletindeki, West Tisbury ve
Chilmark kasabalarından verilebilir. Bu kasabalarda pek çok insan doğuştan işitme engellidir. Fakat
herkes işaret dilini bildiği ve işaret diliyle konuştuğu için “işlev ve yapı farklılıkları bulunanlar”
dışlanmaz, toplumsal yaşama tam, etkin ve eşit olarak katılabilirler. Aksine, bu kasabalara dışarıdan
gelen bir kişinin işitme engelli olmamasına karşın işaret dilini bilmediği için toplumsal yaşama
katılımda güçlük çekeceği iddia edilebilir. Aynı şekilde herhangi bir uzuv kaybı ya da organ veya vücut
işlevinde bozukluk olmamasına karşın solak bireylerin, kolçaklı sandalyeler, bilgisayar fareleri ve kapı
kolları gibi şeylerin temelde sağ elini kullananlar için tasarlandığı günümüz dünyasında toplumsal
yaşama katılımla ilgili kimi engeller yaşayacağı söylenebilir. Bu anlamda birey açısından engel,
bedeniyle ilgili değil, örneğin kamu kurumlarında işaret dili bilen personel bulundurulmaması ile ya da
tekerlekli sandalye kullanan bir kişinin kullanımına uygun olmayan çevresel düzenlemeler ile ilgilidir.

Bireye düşen görev ise konunun tartışmaya açılması için “engelli” kimliğini sahiplenmesi ve
kendilerine karşı ayrımcılık yapan “sağlamcı” ideolojiyi (ableism, disablizm) ve “sakatlayıcı toplumu”
(disabling society) dönüştürmek üzere örgütlenmesidir.

13
WHO’nun konuya ilişkin yaklaşımını içeren ve “biyo-psiko-sosyal model” olarak adlandırılan model, bu ünitenin başında
“Uluslararası Kuruluşların Tanım ve Yaklaşımları” başlığı altında değerlendirilmiştir. Bu nedenle tekrar ele alınmayacaktır.

3. ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

İşlev ve yapı farklılıkları, engellilerin etkinliklerini sınırlayabilir ve toplumsal yaşama katılımlarını


kısıtlayabilir. Bu nedenle engelli bireylerin dezavantajlarını ortadan kaldırmak, içinde yaşadıkları
topluma tam katılımı ve eşitliği (topluma dâhil olma) sağlamak üzere tıbbi tedavi,
rehabilitasyon/habilitasyon, temel ve mesleki eğitim hizmetlerinin sağlanması, ayrıca sosyal yapının
değiştirilmesi doğrultusunda çaba gösterilmesi gerekir.

İşlev ve yapı
A farklılığı
bulunan birey
kişisi
B
kişisi

Toplumsal yaşam

Bu doğrultuda devlet başta olmak üzere, toplumdaki tüm bireylerin, kurum ve kuruluşların
sorumlulukları bulunur. Çalışma yaşamına katılım yönünde engellilere yardımcı olunmasının ise nihai
hedefi bu olmamakla birlikte engellilerin “tam katılım ve eşitlik” hedefine yardımcı olacağı açıktır.
Zira basit bir biçimde nakit ve ayni yardımlarla engelli bireylere düzgün bir yaşam sağlanabilir. Ancak
topluma tam katılım ve eşitlik hedefi gerçekleştirilemez.

3.1. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Tarihsel Gelişimi

Engellilere yönelik sosyal politikaların tarihsel gelişimini dünyada ve Türkiye’de ayrı başlıklar altında
ele alarak inceleyelim.

3.1.1. Dünyada
18. ve 19. Yüzyıllar özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika açısından çok hızlı değişimlerin
yaşandığı bir döneme işaret eder. 1776 yılındaki Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve 1789 Fransa’sında
ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi; özgürlükleri, mülkiyeti ve yasa önünde eşitliği güvence
altına almış, Liberal düşüncenin egemen olduğu yeni bir devlet düşüncesini ortaya çıkarmıştır.
İngiltere’den başlayan Sanayi Devrimi ise önce Kıta Avrupa’sına ardından Kuzey Amerika’ya doğru
bir yayılım göstermiştir.
Sanayileşmenin yaşandığı tüm toplumlarda, uzun çalışma süreleri, iş sağlığı ve güvenliğine aykırı
çalışma koşulları gibi son derece olumsuz koşullar içeren bir çalışma yaşamı ve iş ilişkileri sistemi
ortaya çıkmış, engellilerin sayısında büyük artış yaşanmıştır. Ancak “sefalet ücreti” olarak
nitelendirilebilecek düşük ücretlerin, aileleri tüm bireyleri ile çalışmak/gelir sağlamak zorunda
bırakmasına ve işgücüne yönelik hızlı talep artışına karşın bu dönemde engelliler, fabrika sanayiinin
gerektirdiği çalışma hızını, yoğunluğunu ve beceriyi karşılayamadıkları için çalışma yaşamının
tümüyle dışında kalmıştır. Geçimlerini ailelerinden sağladıkları destekle ya da dilencilik yaparak
sağlamak zorunda kalan engelli bireyler bir anlamda hayatta kalma mücadelesi vermiştir.
18. Yüzyıl’ın sonları ve 19. Yüzyıl’ın başında ise Locke, Montesqieu ve Rousseau gibi düşünürlerin
insan hayatının kutsallığı ve vazgeçilmezliği konusundaki düşünceleri sonucunda çeşitli grup ve
dernekler engellilere yardım konusunda harekete geçmiştir. Ancak engellilere yardımcı olmak,
çoğunlukla özel ve temel eğitim, tıbbi tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinden yararlandırmak, parasal
ya da ayni nitelikte yardımlarda bulunmak, barınma ve beslenme gereksinimlerini karşılamaktan ibaret
bir içerikle tanımlanmış, toplumsal yaşama “tam katılım ve eşitlik” hedefi yakın geçmişimize dek
gündeme gelmemiştir.

14
Engelli bireylere yönelik modern sosyal politika uygulamalarının 19. Yüzyıl’ın son çeyreğinde
başladığı ve birbirini izleyen dört aşamalı bir süreç çerçevesinde geliştiği söylenebilir.

Engelliler, 19. Yüzyıl’ın son çeyreğinde sosyal nitelikli politikalara konu olmaya başlamışlardır. Birinci
Dünya Savaşı’na dek, engellilerin özel ve temel eğitim hizmetlerinden olabildiğince yaygın biçimde
yararlandırılmaları engellilere yönelik sosyal politikaların öncelikli hedefidir. Daha çok görme ve
işitme engelli çocuklara yönelik özel eğitim tekniklerinin uygulandığı ilk merkezler ABD’de bu
dönemde kurulmaya başlanmış, daha sonraları İngiltere, İsveç ve Danimarka’da yayılım göstermiştir.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise “tıbbi ve mesleki rehabilitasyon uygulamalarının” önem kazandığı
görülür. Zira savaş bittiğinde yüz yirmi üç binden fazla Amerikalı ve çok daha fazla sayıda Avrupalı
ülkesine fiziksel bir engellilik ile dönmüştür. Bu nedenle birçok rehabilitasyon merkezi kurulmuş ve bu
merkezlerde engellilerin, engellilikleri ile yaşayabilir hale gelebilmelerine ve sağlam yeteneklerini
değerlendirebilecekleri işler için hazırlanabilmelerine yönelik hizmetler verilmiştir. Ayrıca, harp
malûllerinin istihdamını kolaylaştırmak amacıyla pozitif ayrımcı bir uygulama olarak aynı dönemde
Almanya’dan başlayarak kota yöntemi uygulanmaya başlanmış ve hızla yaygınlaşmıştır.

Bu dönemde engellilere yönelik yaklaşımların önemli ölçüde geliştiği gözlenir. Bu değişimin iki temel
nedeni bulunmaktadır.

İlk olarak, savaş nedeniyle engelli duruma gelen kişilerin savaş öncesi durumunu da bilen yakınları
engelli bireylere duygusal olarak yaklaşmış ve minnet yanı sıra yakın hissetme duygusu ağır basmıştır.
Böylece engellilerin bütününün olmasa da savaş nedeniyle engelli duruma gelen kişilerin tüketici ve
sosyal yönden aşağı olduklarına yönelik önyargılar kısmen de olsa değişmiştir. İkinci olarak ise
çalışacak çok sayıda kişiye ihtiyaç duyulan bu yıllarda, ciddi bir nüfusun üretim süreçlerinin dışında
tutulmasının ekonomik açıdan topluma büyük bir yük getireceğinin düşünülmesidir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise devlet düşüncesi değişerek, “sosyal devlet” veya “refah devleti”
olarak adlandırılan ve devletin görev alanını genişleten bir devlet düşüncesi gelişmiştir. Eğitim, sağlık,
sosyal konut, sosyal yardım gibi toplumun geneline yönelik kamusal hizmetlerin gerek nitelik gerekse
nicelik olarak geliştiği bu dönemde refahın geniş toplum kesimleri arasında dengeli ve adil biçimde
dağıtılmasına çalışılmıştır. Savaş nedeniyle sayıları büyük oranda artan engelli bireyler ise toplumsal
yaşama yeniden katılabilme ve önceden sürdürdükleri işlere geri dönebilmede güçlüklerle
karşılaşmıştır. Bu durum engellilere yönelik sosyal politikaların sorgulanmasına ve yeni tekniklere
yönelinmesine yol açmış “engellilerin istihdam edilmeleri ve çalışma yaşamı ile iş ilişkilerinin
engelliler yönünden özel olarak düzenlenmesini” öngören sosyal politikalar bu koşullar altında
yapılanıp işlerlik kazanmaya başlamıştır. Bu alandaki hukuki düzenlemeler ise önce İngiltere, Almanya
ve bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde, daha sonra da Kanada ve Japonya’da yürürlüğe konmuştur.

15
Birinci Dünya Savaşı’na dek geçen dönem
Engelli bireylerin “özel ve temel eğitim hizmetlerinden olabildiğince yaygın biçimde
yararlandırılmaları” engellilere yönelik sosyal politikaların öncelikli hedefi durumundadır. Görme
ve işitme engellilere yönelik ilk özel eğitim uygulamaları bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönem


“Tıbbi ve mesleki rehabilitasyon uygulamaları” önem kazanmış, harp malûllerinin istihdamını
kolaylaştırmak amacıyla 1919 yılında Almanya’dan başlayarak kota uygulamaları başlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası ile 1980'li yıllar arasındaki dönem


Engellilerin istihdam edilmeleri ve çalışma yaşamı ile iş ilişkilerinin engelliler yönünden özel olarak
düzenlenmesini öngören sosyal politikalara işlerlik kazandırılmıştır.

1980'li yıllar ile başlayan dönem

“Tam katılım ve eşitlik” teması ile ilan edilen BM Uluslararası Engelliler Yılı (1981) ile başlayan,
BM Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmenin kabulü (2006) ile zirveye ulaşan dönemde
“engellilerin topluma tam katılımı ve eşitliğin sağlanması” sosyal politikanın temel hedefi haline
gelmiştir.

1960’lı yılların sonundan itibaren ise dönemin kendine özgü politik iklimi içinde güçlü ve organize bir
engelli hakları hareketi ortaya çıkmış, engelliliği insan hakları sorunu olarak görme eğilimi
yaygınlaşmıştır. Benzer bir yönelim uluslararası örgütler açısından da geçerlidir. Örneğin BM sistemi
içerisinde ilk olarak 1945 yılından itibaren engellilikle ilgili çalışmalar başlamakla birlikte genel olarak
çabaların; engelliliğin önlenmesi, engellilerin eğitimi, tıbbi tedavi ve rehabilitasyonu doğrultusunda
yoğunlaştığı görülür. 1980’li yıllardan sonra ise BM sistemi içerisinde engelliliğe bir insan hakları
meselesi olarak yaklaşılmaya başlanmış, engellilerin toplumsal yaşama tam ve etkin katılımı ile gelişen
ekonomik ve sosyal olanaklardan “eşitlik” çerçevesinde yararlanmalarını sağlamak temel hedef haline
gelmiştir.

16
“Hellen Keller (ABD: 1880-1968). Amerikalı pedagog/aktivist/yazar

Helen KELLER, 19 aylık sağlıklı bir çocukken, geçirdiği ateşli bir hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma yetilerini
yitirmiştir. Buna karşın inatla ve büyük bir çaba göstererek beş yabancı dili, bisiklete binmeyi, yüzmeyi, kano kullanmayı
öğrenmiş, eğitim süreçlerini tamamlamıştır. Yaşamı boyunca, kendisi gibi olanlara yardımcı olabilmek için çalışmış, makale ve
kitaplar yazmış, çok sayıda organizasyonda görev almış, birçok ülkeyi dolaşıp, konferanslar vermiştir. Bu yolla, görme, işitme
ve konuşma engelli olanlara yönelik öğrenme tekniklerinin geliştirilmesine, kamuoyunun oluşmasına ve politikaların üretilip,
uygulamaya konulmasına yardımcı olmuştur.

Ailesi Keller küçük yaşlardayken telefonun mucidi Graham Bell ile ilişki kurmuş, onun yardımını talep etmiş, bulunan pedagog
Anne Mansfield Sullivan, Helen Keller’e okuma-yazmayı öğretmeye başlatmıştır. Eğitim süreci, Keller’in yaşamının ilk on
dokuz ayında zihninde yer etmiş "su" sözcüğünden yola çıkarak başlamıştı. Öğretmeni Anne Sullivan, Helen Keller'i bir su
pompasının yanına götürüp elini oraya tuttu ve hemen ardından eline "su" sözcüğünü yazdı. Bu ilk sözcüğü takip eden birkaç
saat içinde Helen Keller, 30 yeni sözcük daha öğrenmeyi başardı. Önce Massachusetts’de görme engelliler okulunu sonra New
York’ta işitme engelliler okulunu bitirdi. Ardından günümüzde Harvard Üniversitesi ile birleşmiş olan Radcliffe kolejinde lisans
eğitimini tamamladı.

“The World I Live” (Yaşadığım Dünya), “The Story of My Life” (Hayatımın Öyküsü), “Light in my Darkness” (Karanlık
Dünyamdaki Işık), “Out of The Dark” (Karanlığın Dışında) ve pek çok kitabı çeşitli dillere çevrilerek yayınlanmış hakkında
dokümanter filmler çekilmiştir.

1953 yılında Helen Keller'in hayatı hakkında belgesel bir film yapıldı. "The Unconquered" (Yenilmeyen) adıyla çekilen film,
daha sonra "Helen Keller in Her Story" (Helen Keller’in Hikayesi) adını aldı ve 1955 yılında "En İyi Uzun Metrajlı Film"
dalında Oscar Ödülü’nü kazandı. 2005 yılında Sanjay Leela Bhansali tarafından çekilen “Black” (Siyah) adlı film de Hellen
Keller'in hayatından ve mücadelesinden esinlenerek yapılmıştır. Uğur Yücel tarafından 2013 yılında çekilen “Benim Dünyam”
filmi de Black adlı filmin bir uyarlamasıdır.

1964'te ABD’nin en büyük sivil madalyası olan Özgürlük Madalyasını alan Helen Keller, 1968'de hayatını kaybetti”.

3.1.2. Türkiye’de

Osmanlı İmparatorluğu’nda kamusal nitelikli olmasa da vicdani ya da dini düşüncelerle engellilere


yönelik yardımların tarihi hayli eskidir. Bu yardımlar, bireysel ve gönüllü kuruluşlar tarafından
sağlanan hizmetler ya da nakdi nitelikte olmuştur. Kimi zaman kalabalık aileler kimi zaman akrabalık
ve komşuluk ilişkileri de bu alanda bir boşluğu doldurmuştur. İslam dininden kaynaklanan ve zekât,
fitre, sadaka, kurban vb. şekillerde ortaya çıkan yardımların önemli bir işlev gördüğü de yazılanlara
eklenebilir. Ancak engellilere yönelik modern sosyal politika uygulamalarının ilk örneklerinin ortaya
çıkması için Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinin beklenmesi gerekecektir.

Örneğin; camilerin külliyelerinde ya da yakınlarında kurulu bimarhane, şifahane, darüşşifa, darüssıhha olarak adlandırılan
yerlerde zihinsel ya da ruhsal engellilerin bakım ve tedavileri yapılmaktaydı (Altan, 1976, s:167 ) O dönemlere ilişkin
kaynaklardan; Bursa’da (1399), Edirne’de (1484), İstanbul’da Fatih’te (1470), Aksaray’da (1539), Süleymaniye’de (1556),
Toptaşı’nda (1583) çoğunlukla zihinsel, psikolojik, ruhsal rahatsızlıkları olan engellilere hizmet veren bu tür merkezlerinin
olduğunu öğreniyoruz. Ahi örgütleri ve loncaların kurulu olduğu dönemlerde de bir iş ve mesleği yaparken engelli olan ve
“mâlûlin” olarak anılan esnaf ve zanaatkârlara, ortaklaşa oluşturulan ve “teavün sandığı” denilen bir fondan parasal nitelikli
yardımların yapıldığını da biliyoruz.

19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında engellilere yardım ve hizmet vermeyi de görevleri arasına alan “Osmanlı
Mecruhuni Askeri Muavenet Cemiyeti” (1868) kurulmuştur. Adı sonraları “Osmanlı Hilali Ahmer
Cemiyeti” (1877) ve ardından da Kızılay olarak değiştirilen bu kuruluşa, 1895 yılında kurulan
Darülaceze de eklenmiştir.

17
Engellilerin özel eğitimlerine yönelik ilk uygulamalar ise II. Abdülhamit döneminde (1876-1909)
başlar. İstanbul Ticaret Mektebi çatısı altında önce işitme engelli çocuklar için “Sağır ve Dilsiz
Mektebi” (1889) ve bir yıl sonra da görme engelli çocuklar için “Â’mâ Mektebi” (1890).

Ülkemizde engellilere yönelik kamusal nitelikli ilk politikalar, maden ocaklarındaki iş kazalarını
önlemeyi ve olası kazalarda yaralanan, malul kalanlara sağlık hizmeti vermeyi, parasal yardımlarda
bulunmayı öngören nizamnameler ile başlamıştır. Nitekim madenlerde çalışma koşullarını düzenleyen
nizamnameler ve Cumhuriyet Döneminde bu alanda yürürlüğe konulan ilk kanunlarda bu yönde
hükümler bulunduğu görülür.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında, 1918’de Bursa Askeri Hastanesi’nde savaşlarda yaralananlara yönelik
ülkemizdeki ilk tıbbi tedavi ve rehabilitasyon merkezi kuruldu.

Cumhuriyet Döneminde, 1920’de “Sıhhiye ve Muavenet-İ İçtimaiye Vekâleti” kurularak, özellikle


Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da trahom, frengi, lepra gibi bulaşıcı ve engelliliğe neden olabilecek
hastalıkların tedavisine ve önlenebilmesine yönelik politikalara işlerlik kazandırılmıştır. 1927 yılında
yapılan ilk nüfus sayımında nüfusun maluliyetler itibariyle de sayılması, engellilerin ülkemizde nicelik
ve niteliklerinin saptanmasına bu dönemde önem verildiğini gösteren bir başka gelişmedir.

1930’lu yıllarda ise daha çok iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemek ve uğrayanlara yönelik tedavi
ve yardım hizmetlerini sağlamaya yönelik hükümler içeren hukuki düzenlemeler art arda yürürlüğe
konulmuştur. Borçlar Kanunu (1926), Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (1930), Belediye Kanunu (1930),
3008 sayılı İş Kanunu (1936) bunlara örnek olarak verilebilir.

Engellilere yönelik koruma alanı ve kapsamı sınırlı bu politikalar, 1950’li yıllardan sonra merkezine
Batı ülkelerinde de gözlendiği üzere mesleki rehabilitasyon ve istihdam hedefini almıştır. Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından İstanbul’da ilk mesleki rehabilitasyon merkezleri açılmış, Millî
Eğitim Bakanlığı adını alacak olan Maarif Vekaleti tarafından ise görme ve işitme engelli okulları
hizmete sokulmuş, daha sonra bu okullara bedensel ve zihinsel engelli çocukları mesleki yönden
rehabilite etmeyi amaçlayan okullar da eklenmiş ve zaman içinde bunlar çoğalarak, yaygınlaşmaya
başlamıştır. Örneğin; 1954 yılında mesleki rehabilitasyon hizmeti veren Heybeli Sanatoryumu, mesleki
terapi hizmeti veren Yedikule Hastanesi ve sadece kadınlara yönelik mesleki rehabilitasyon hizmeti
veren Şişli Dispanseri bu dönemde açılmıştır.

1945’li yıllarda ise Türkiye’nin ILO ile ilişkilerinde bir canlanma olmuş ve Örgütün 1948 yılında kabul
ettiği engellilerin istihdamına ilişkin düzenlemeleri de kapsayan “İşçi ve İşçi Bulma Servisler
Kurulması Sözleşmesi” 1949 yılında Türkiye tarafından onaylanmıştır. Gelişen ilişkiler neticesinde
Türkiye, ILO’dan engellilerin mesleki rehabilitasyonları ve istihdamlarına yönelik var olan olanakların
değerlendirilmesini ve bu çerçevede geliştirilecek yol ve yöntemler üzerinde çalışılarak önerilmesini
talep etmiştir.

Bu çerçevede ILO uzmanlarından A. Bennett 1954 yılında, M. A. Jones 1958 yılında çalışmalar
yapmış, önerilerini içeren ve kendi adlarıyla anılan ayrıntılı raporlar hazırlayarak o zamanki adı İş ve
İşçi Bulma Kurumu olan İŞKUR aracılığı ile hükümete sunmuştur. Türk hükümetinin bu bağlamda
ILO katındaki taleplerinin sonraki yıllarda da devam ettiğini görüyoruz. 1967 yılında yine ILO’nun
bölge uzmanlarından H.D. Muggass bu alanda yararlanılacak personelin eğitimi, işverenlere yönelik
danışmanlık hizmetlerinin düzenlenmesi ve bazı işlerin ülke genelinde seçilerek engelliler için tahsis
edilmesine yönelik çalışmalar yapmış, öneriler getirmiştir. 1971 yılında ise A. C. Sparshott, Türkiye’ye
gelerek çalışmalar yapmış ve engellilere yönelik istihdam yol ve tekniklerine, özellikle de korumalı
işyerlerinin kurulmasına yönelik önerilerini hükümete sunmuştur.

Bu yöndeki çalışmalar aslında engellilerin istihdam edilerek çalışma yaşamına dahil edilmelerini
hedefleyen sosyal politikaların ön hazırlıklarıdır. Çünkü, 1961 Anayasası’nın “Devlet, herkesin beden
ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesi ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla görevlidir” hükmü uyarınca,
931 sayılı İş Kanunu 1967 yılında yürürlüğe girmiş ve bu kanunun “Sakat ve Eski Hükümlülerin
İstihdamı” başlığını taşıyan 25. maddesi hükümleri ile ülkemizde engellilerin “kota sistemi” ile
istihdamına yönelik sosyal politikalara işlerlik ve ivme kazandırılmıştır.

18
1961 Anayasası’nda yer alan hükümler ve bu hükümler çerçevesinde yürürlüğe konulan 931 sayılı İş
Kanunu’nun 25. maddesinde yer alan düzenlemeler, Türkiye’de engellilere yönelik geleneksel sosyal
politikalar yönünden kanımızca bir başlangıç noktası olarak kabul edilebilir.

1961 Anayasası’nda; “Temel Hakların Niteliği ve Korunması” başlığı altında yer alan “Devlet…
insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar”, “Çalışma ve Sözleşme
Hürriyeti” başlığı altında yer alan “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir”,
“Çalışma İle İlgili Hükümler” başlığı altında yer alan “Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir…Devlet,
çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için, sosyal, iktisadî ve
malî tedbirlerle çalışanları korur ve çalışmayı destekler; işsizliği önleyici tedbirleri alır”, “Sağlık
Hakkı” başlığı altında yer alan “Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbî
bakım görmesini sağlamakla ödevlidir”, “Öğrenimin Sağlanması” başlığı altında yer alan “Devlet,
durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları, topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” hükümleri ile
Türkiye’de izlenecek sosyal politikaların çerçevesi çizilmiştir.

Engellilerin çalışma yaşamına dâhil edilmesini öngören sosyal politikalar ise 1960’lı yıllarda izlenmeye
ve 1961 Anayasası ile 1967 yılında yürürlüğe giren 854 sayılı Deniz İş Kanunu ve 931 sayılı İş
Kanunu’nda yer alan hükümler çerçevesinde yönlenip, biçimlenmeye başlamıştır. 2005 yılından
itibaren de “korumalı işyeri” kavramının hukuk sistemimize kazandırıldığı gözlenir.

Ülkemiz açısından engellilere yönelik kapsamlı ve bütünsel sosyal politikaların gelişimi yanı sıra yasal
mevzuat ve kurumsal yapıyı oluşturma faaliyetlerinin ise 1980’li yıllar ile başladığını, 1990’lı yılların
sonlarından itibaren yoğunlaştığını söyleyebiliriz. BM tarafından Uluslararası Engelliler Yılı ilan edilen
1981 yılında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın başkanlığında “Sakatları Koruma Milli
Koordinasyon Kurulu” oluşturulmuş, Kurul 1983 yılında “sürekli kurul” şekline dönüşmüş ve 1997
yılında Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın kurulmasına kadar çalışmalarını sürdürmüştür. 1999 yılında ilk
Özürlüler Şûrası toplanmış, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurularak, Özürlüler
İdaresi Başkanlığı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne (SHÇEK)
bağlı Özürlü Bakım Hizmetleri Dairesi Başkanlığı ve Yaşlı Bakım Hizmetleri Dairesi Başkanlıkları
birleştirilmiş ve yeni kurulan Bakanlığa bağlı Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü
oluşturulmuştur. 2013 yılında adı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü olarak değiştirilen
Müdürlük, 2018 tarihli ve 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı
Kararnamesi ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na bağlanmıştır.

Engelli bireylerin sorunlarının çözümü için yeni sosyal politikalara ve engellileri ilgilendiren
mevzuatın yeniden düzenlenmesine duyulan ihtiyaçtan hareketle hazırlanan ve bugün kısaca
“Engelliler Kanunu” olarak adlandırılan 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ise 2005 yılında kabul edilmiştir 5. Bir yandan
yeni düzenlemeler yapan, diğer yandan engellileri ilgilendiren bazı yasal düzenlemelerde değişiklikler
getiren Engelliler Kanunu, engelli bireylerin haklarını koruma altına alan ve engellilere özel bir yasal
düzenleme olarak büyük bir önem taşımaktadır.

3.2. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Düşünsel Temelleri

Engelli bireyler toplumun geneli ile kıyaslandığında; işlev ve yapı farklılıkları, etkinlik sınırlılıkları ve
toplumsal yaşama katılımdaki kısıtlılıkları yanı sıra yüksek yoksulluk ve bağımlılık oranları nedeniyle
daha dezavantajlı durumdadır ve bu nedenle daha yoğun bir desteğe ihtiyaç duyarlar.

Bu bölümde, engellilere yönelik sosyal politikaların temelinde bulunan nedenleri alt başlıklar halinde
biraz daha ayrıntılı olarak açıklamaya çalışalım.

3.2.1. Engellilerin Sayısal Çokluğu

WHO, dünya nüfusunun yaklaşık %15’inin yani bir milyardan fazla insanın bir tür engellilik deneyimi
yaşamakta olduğunu tahmin etmektedir. Ayrıca; küresel bir eğilim olarak nüfusunun yaşlanması ve
ilerleyen yaşlarda engellilik riskinin yükselmesi, diyabet, kalp-damar hastalıkları, kanser ve obezite

5
5378 sayılı kanunun adı 2013 yılında “Engelliler Hakkında Kanun” olarak değiştirilmiş ve 2014 yıllında sözü edilen kanunda
esaslı değişiklikler yapılmıştır.

19
gibi kronik hastalıkların artış göstermesi neticesinde engellilik oranının daha da artmakta olduğunu
ifade etmektedir.

Türkiye’deki engelli bireylerin sayısına ilişkin olarak ise net bir sayı verebilmek güçtür. Zira ülkemizde
Dünyaya paralel biçimde, engellilik tanımları ve sınıflandırma sistemleri değişmiş, buna bağlı olarak
engellilerin profiline ilişkin veri toplama kriterleri de dönüşüm göstermiştir. Bu nedenle ülkemize
ilişkin iki buçuk milyon ila on milyonun biraz üzerinde değişebilen farklı engelli rakamları verilebilir.

Ülkemizde engelliler ile ilgili en kapsamlı istatistiki çalışma 2002 yılında yapılan Türkiye Özürlüler
Araştırmasıdır. Bu araştırmaya göre ülkemizde nüfusun %12,29’u engellidir. Fiziksel, görme, işitme,
dil ve konuşma ile zihinsel engellilerin oranı %2,58 iken, süreğen hastalığı olanların toplam nüfusa
oranı %9,70 olarak tespit edilmiştir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre Türkiye nüfusunun 31
Aralık 2020 tarihi itibarıyla 83 milyon 614 bin 382 olduğu düşünülürse toplam engelli sayısının 2021
itibariyle 10.276.207 olduğu sonucuna ulaşılabilir.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nden elde edilemeyen bazı verilere ulaşmak için yapılan ve engelli
bireylerin il bazındaki dağılımını da içeren son araştırma ise 2011 Nüfus ve Konut Araştırmasıdır.
Araştırmada engellilik; görme, duyma, konuşma, yaşıtlarına göre öğrenme/basit dört işlem yapma,
hatırlama/dikkatini toplama ve hareket güçlüğü (merdiven inme çıkma; bir şeyler taşıma-tutma)
alanlarında tanımlanmıştır. Araştırma kapsamında bu alanlardan en az birinde çok zorlandığını veya hiç
yapamadığını belirten kişiler en az bir engeli olan nüfus kapsamına alınmıştır. Nüfus ve Konut
Araştırması sonuçlarına göre, en az bir engeli olan (3 ve daha yukarı yaş) kişi sayısı 4.876.000, nüfusa
oranı %6,9 olarak bulunmuştur.

Ülkemizde engellilikle ilgili göstergelerin elde edildiği bir diğer araştırma da TÜİK tarafından Avrupa
Komisyonu İstatistik Ofisi (Statistical Office of the European Commission, Eurostat) metodolojisiyle
uyumlu biçimde ve iki yılda bir yapılmakta olan Türkiye Sağlık Araştırmasıdır. Son araştırma 2019
yılında gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmaya göre 15 ve daha yukarı yaştaki bireyler içinde;

Görme sorunu olanlar %5,8


İşitme sorunu olanlar %4,4
Herhangi bir yardım almadan ya da yardımcı bir araç kullanmadan yürüyemeyenler %5,5
Herhangi bir yardım almadan ya da yardımcı bir araç kullanmadan merdiven inip %7,9
çıkamayanlar
Yaşıtlarına göre öğrenmekte ve hatırlamakta zorluk çekenler %5,4
Kendi kendine beslenemeyenler %2,3
Kişisel bakım

Yatağa girme/kalkma veya sandalyeye oturma/kalkma faaliyetini %4,2


faaliyetleri

gerçekleştiremeyenler
Kendi kendine giyinemeyen ve elbiselerini çıkaramayanlar %3,7
Kendi kendine tuvalet ihtiyacını gerçekleştiremeyenler %3,5
Kendi kendine banyo yapmayanlar %4

Kaynak:

2011 yılında gerçekleştirilen Avrupa Birliği İşgücü Araştırması sonuçlarına göre, en az 6 aydır devam
eden (ya da devam etmesi muhtemel olan) görme, işitme, yürüme, iletişim kurma gibi temel bir
aktivitede zorluk yaşayanlar %1,4; en az 6 aydır devam eden (ya da devam etmesi muhtemel olan) bir
sağlık sorunu olanlar %15,6; hem temel bir aktivitede zorluk yaşayan hem de uzun süredir devam eden
bir sağlık sorunu olanların oranı %16,2 olarak bulunmuştur.

Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), ASHB Aile Bilgi
Sistemi verileri ile hazırlanan ve Engelli Sağlık Kurulu Raporlarını esas alan Ulusal Engelli Veri
Sistemi’ne göre ise ülkemizdeki toplam engelli sayısı 2.511.950 kişidir.

Sonuç olarak Dünyadaki her ülke gibi Türkiye’de de engelli sayılarının küçümsenemeyecek kadar çok
olduğunu ve aile üyeleri ile birlikte düşünüldüğünde, konunun toplumun çok büyük bir kesimini
doğrudan ilgilendirdiğini söyleyebiliriz.

3.2.2. Psikolojik ve Sosyal Yararlar

20
Kişinin fiziksel ve sosyal yönden varlığını sürdürebilmesi çoğu zaman yeterli gelir elde edebileceği bir
işe sahip olmasına bağlıdır. Ücret gelirinden başkaca bir geliri bulunmayan ya da bakmakla yükümlü
olduğu kişilerle birlikte yaşayan bireylerin bir işe sahip olmaları ise gereksinim olmaktan öte, yaşamsal
bir zorunluluktur. Ancak bireyler salt gelir sağlamak amacıyla çalışmazlar. Çalışmak, başarılı olmak ve
bu yol ile kişiliğini ve özgüvenini geliştirmek, toplumdaki tüm bireyler için aynı zamanda bir
gereksinim, onları mutlu kılan bir yaşam biçimidir. Ayrıca her birey gibi engelli bireylerin de
yetişkinlik dönemine ilişkin en büyük beklentisi çalışma yaşamına katılımdır.

Diğer yandan engelli bireylerin çalışma yaşamında yer alması, toplumsal yaşama tam ve eşit biçimde
katılma imkânlarını büyük ölçüde geliştirebilecek, üretkenliklerini artırarak sadece engelli bireylerin
yaşamları üzerinde değil, toplumun bütünü üzerinde olumlu etkiler oluşturacaktır. Böylece, engelli
bireylerin toplumla esasen duyarlı olan ilişkileri de gelişip, güçlenebilecektir.

3.2.3. Konunun Makro Ekonomik Boyutu

Engelli bireylerin çalışma yaşamına katılım oranları gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan
ülkelerde toplumun genelinden belirgin ölçüde düşüktür. Çalışma yaşamında yer alan engellilerin ise
çoğunlukla daha az talep edilen düşük statülü işlerde, daha düşük ücretlerle, nispeten kötü çalışma
koşullarında, çoğu zaman enformel sektörde ya da kısmi süreli işlerde yer aldıkları ve bu anlamda çoğu
zaman gerçek performanslarını ortaya koyamadıkları görülür. ILO ise engelli bireylerin çalışma
yaşamında yeterince yer almamasının GSMH’de %3-7 arasında bir kayba neden olduğunu
bildirmektedir. Ülkemizdeki veriler de engellilerin sadece %14’ünün çalıştığını ve çalışmayanların
sadece %6,3’ünün iş aradığını göstermektedir.

Oysa engelli bireyler de gerekli düzenlemelerin yapılması ve hizmetlerin sağlanması şartıyla çalışma
yaşamında rahatlıkla yer alabilir ve sağlam yetenek ve yeterliliklerinden yararlanarak engelli
olmayanlar kadar ya da en azından onlara yakın ölçüde verimli olabilir ve işletmeler yönünden yararlar
sağlayabilir. Bir iş bulup, o işi ellerinde tutabilmede büyük güçlük çektikleri için engellilerin işe geç
gelme, devamsızlık yapma ve işlerinden ayrılma olasılıkları daha düşüktür. Kendilerine güven duyulup,
fırsat tanındığı için işyerlerine bağlı, işverenlerine karşı sadık olurlar. Bu anlamda, engelli bireylerin
çalışma yaşamında yeterince yer almamalarının, en değerli kaynak durumundaki insan gücünün israfı
anlamına geldiğini ve yüksek bir istihdam düzeyine kavuşamadıkları için toplumların refah düzeyini
arttırma olanaklarını yitirdiklerini söyleyebiliriz.

Bir başka yönden istihdam edilerek bir gelir güvencesine sahip kılınmamaları durumunda engellilerin,
kurulu sosyal güvenlik sisteminden yararlandırılmaları da gerekecektir. Böylece sosyal güvenlik
harcamaları çoğalacak ve bu çoğalmaya koşut olarak sosyal yardım ve hizmetlerin maliyeti
yükselecektir. Bu koşullar altında sosyal güvenlik sistemini finanse eden vergi yükümlülerinin ve aktif
sigortalıların ekonomik yükleri de çoğalacaktır.

Ayrıca çalışma yaşamı içinde yer alamayan engelliler, ekonomik yönden aile üyelerine bağımlı
olacaktır. Hatta engelli kişi bakım ihtiyacı duyuyorsa, bakımını üstlenen bir aile üyesinin çalışma
yaşamı içinde yer alabilmesini de engelleyebilecektir.

3.2.4. Ahlaki Sorumluluk

Ulusal ve uluslararası birçok düzenleme ile engellilerin hakları garanti altına alınmış olsa da engelli
bireylerin uygulamada pek çok temel hak ve özgürlükten mahrum edildiği küresel anlamda kabul
edilmektedir. Engellilik hem engelliler hem de aileleri için yoksulluğa, eğitime ve sağlığa erişimin
azalmasına, dışlanma ve ayrımcılığa katkıda bulunan bir faktör durumundadır. Örneğin dünyadaki en
yoksul kesimlerin %20’sinin engelli olduğu ileri sürülmektedir. Engelli çocukların %2’den azı okula
gidebilmektedir. Ayrıca engellilerin %80’i ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli imkânlardan yoksun az
gelişmiş ülkelerde yaşamakta tüm dünyada engelliler daha düşük yaşam standartlarında bulunmaktadır.

Oysa engelliler de varlıklarını koruyup, geliştirebilme olanaklarına, tüm diğer bireyler kadar sahip
olabilmelidirler. Bu kişilere toplumsal yaşama katılabilmeleri doğrultusunda yardımcı olmak, bu alanda
onlara fırsatlar tanımak toplumdaki tüm bireylerin ortak sorumluluğudur. Bu sorumluluk duygusu, aynı
zamanda ahlaki bir boyut da taşır.

21
KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK, FIRSAT EŞİTLİĞİ, FİİLİ EŞİTLİK

Ülkemizde başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargı organlarının çoğu kararında, onaylayarak “ulusalüstü”
hukuksal değer kazandırılan ve “doğrudan” uygulanması gereken insan hakları sözleşmelerine ve bu sözleşmelerle oluşturulan
yetkili denetim organlarının kararlarına aykırı biçimde, “biçimsel eşitlik” yaklaşımı benimsenmekte çoğu zaman “eşitlik” için
“kanun önünde eşitlik” yeterli görülmektedir.

Oysa, “kanun önünde eşitlik” biçimsel bir eşitlik anlayışıdır ve sonuçlarda bir eşitlik sağlamaz. Zaten bu da beklenmez. Kanun
önünde eşitlik anlayışı, insanların doğuştan birbirine eşit olduklarını, asalet, sınıf veya soy gibi nedenlerle insanlar arasında
ayırım yapılamayacağını, hukuk kurallarının herkes için bağlayıcı olması ve hukukun aynı durumda olanlara aynı (ya da
benzer), farklı durumda olanlara farklı uygulanması gerektiğini belirten bir düşüncedir. Bu eşitlik anlayışına göre aynı ya da
benzer durumda olanlara farklı davranış bir ayrımcılığa yol açar. Öyleyse eşitliğin sağlanması için insanlar arasında ayrımcılık
yaratan yasal düzenlemelerin değiştirilmesi yeterlidir. Liberal olarak nitelenebilecek bu eşitlik anlayışı hem bireysel farklılıkları
hem farklı yetenek ve ihtiyaçları dikkate almaz, hem de toplumsal ve ekonomik açıdan mutlak farklılıkları göz ardı eder. Bu
nedenle “kanun önünde eşitlik” anlayışı eşitlik sağlamak bir yana eşitsizliği daha da pekiştirir.

“Fırsat eşitliği” ise, bazı kişi ya da grupların özel durumları nedeniyle diğerlerinden daha başlangıçta farklı olduğunu ve bu
kişilerin fırsatlara erişimleri sağlanmadığı ve yasal güvenceye kavuşturulmadığı sürece toplumun geri kalanıyla eşit
olamayacağını savunan bir eşitlik türüdür. Bu anlamda fırsat eşitliği “başlangıçta eşitliği” savunur. Diğer bir ifadeyle, herkesle
birlikte eşit şansa sahip olmak önemlidir ve “oyunun kurallarının” eşit olması yeterlidir, bu şansın kullanılması sonucunda
meydana gelecek sonuç ise herkes için eşit olmayabilir. Bu anlayışa göre önemli toplumsal kurumlara girme hakkı herkese
tanınmalıdır. Başarı, yetenek gibi evrensel kriterlere dayalı olarak ise bir farklılık gözetilebilir. Ancak böyle bir anlayış da
engellilerin tarihsel dezavantajlarını ve sorunun sistematik yapısını göz ardı etmektedir.

Bu nedenle eşitlik anlayışının engelliler açısından gerçek bir anlam ifade etmesi için eşitlik doğurucu mekanizmaları da
beraberinde taşıması gereklidir. Avrupa Birliği (AB-European Union) direktifleri de uygulamada eşitliğe ulaşabilmek açısından
ayrımcılığı yasaklamanın yetersizliğini kabul ederek tarihsel dezavantajların giderilmesi veya tazmini için önlemler alınmasına
izin verir. Zira eğitime ulaşma, iş bulma gibi insanların birbiriyle rekabet halinde bulunduğu bir konuda engelliliğe dayalı bir
ayrım yapılmamasına önem vererek sadece “oyunun kurallarının” eşit olması yeterli değildir, “oyuncuların” başlangıç
donanımlarının da göreli eşit olması gereklidir. Yani yine oyun benzetmesi üzerinden gidilecek olursa oyun âdil olmalıdır. Hatta
eşitlik somut sonuçlar açısından ele alınmalı, veri bir durum değil, sürekli üretilmesi, elde edilmesi gereken bir ideal olarak
kabul edilmelidir. Eş değişle ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik tedbirler yeterli olmaz. Engelli bireylerin haklarını
fiilen kullanabilmesi için bazı özel tedbirlerin de alınması gerekir. Bu aşamada amaç geçmişten gelen ayrımcı uygulamalar
nedeniyle dezavantajlı konuma düşmüş engellilerin bu dezavantajlarının ortadan kaldırılması veya başka fiili durumlar
nedeniyle ortaya çıkan ve haklarından fiilen yararlanmalarını engelleyen dezavantajların sonuçlarını ortadan kaldırmak
olmalıdır. Aksi halde eşitlik anlayışının engelli bireylere sağladığı özgürlük alanı da sınırlı olacaktır. Engelliler açısından
sonuçlarda bir eşitlik sağlamayan bu eşitlik anlayışı özgürlükçü de olmayacaktır. Bu anlamda engelli bireyler hukuki anlamda
eşit haklara sahip olmalı, bu haklardan ayrımcılığa uğramadan yararlanmalı, ayrımcılık yaratan durumlarda ise olumlu eylem ve
olumlu ayrımcı uygulamalarla desteklenmelidir.

FIRSAT EŞİTLİĞİ VE FİİLİ EŞİTLİK


“Olumlu eylem” ve “olumlu ayrımcılık” bu açıdan eşitliği (adaleti) sağlamaya yönelik bir araç olarak değerlendirilebilir. Eğer
yaşamın bütünü 100 metrelik bir yüzme müsabakası olarak kabul edilirse, “kanun önünde eşitlik” anlayışı çerçevesinde, engelli
ya da değil tüm bireylerin yarışmaya aynı anda başlamak üzere yerini alması ve yarışmanın aynı anda başlaması yeterlidir.
“Fırsat eşitliği” ise yüzme yarışmasının başladığı atlama tahtalarının engelli bireylerinde havuza rahatça atlaması için uygun
hale getirilmesini yeterli görebilecektir. Oysa diğer bireylere çok erken yaşlarından itibaren yüzme eğitimi vermiş, engelli
bireylere ise yüzmeyi öğrenme imkânı dahi sağlamamış iseniz, hayatın bütünü olarak gördüğümüz bu yüzme müsabakasında
engelli bireylerin hiçbir şansı olmayacak, yarışma adaletten uzak, eşitsiz bir hal alacaktır. Eşitliğin gerçek bir anlam ifade
edebilmesi için ise yapılması gereken, engelli bireylere diğer tüm bireylerden daha uzun süreli ve belki de daha masraflı bir
yüzme eğitimi vermek hatta engellilerin yarışa 10 metre daha önde başlamaları doğrultusunda bir uygulama gerçekleştirmektir.

Olumlu eylem, engelli bireylerin topluma eşit ve tam katılımını sağlamak için yapısal dezavantajlarının azaltılması, çevresel
engellerin yok edilmesi, uygun seçim şanslarının yaratılması anlamına gelmektedir. Engelli bireylerin eğitimi için özel eğitim
okullarının finansal açıdan desteklemesi ve teşviki gibi uygulamalar “olumlu eylem” olarak nitelendirilebilir.

Olumlu ayrımcılık deyimi ise, alınan özel önlemlerin gerçekleştirilmesinin engelli bireylere ayrı haklar sunmadığı, diğerlerinin
sahip olduğu hakları engelliler için de kullanılabilir hale getirdiğini; bu anlamda ayrımcılık oluşturmayacağını anlatmak üzere
kullanılır. Diğer bir deyişle olumlu ayrımcılık, engelli bireyler farklı oldukları için değil, eşit oldukları ama bu eşitliğin hayata
geçirilmesine engel olan ayrımcı ve farklı deneyimlere sahip oldukları için, bu deneyimlere karşı “nötr” olmayan politikaların
geliştirilmesi gerektiğinde bir araç olarak kullanılır. Bu anlamda örneğin Ortaöğretime Geçiş Sistemi Seviye Belirleme

22
Sınavı’nda engelli öğrencilere ihtiyaçlarına göre 30 dakikalık ek süre verilmesi bir olumlu ayrımcılık uygulaması olarak
karşımıza çıkar.

Kaynak: Şişman, Yener (2014). “Engelliler Açısından Eşitlik, Ayrımcılık ve Eğitim Hakkı”, Sosyal Politika Çalışmaları
Dergisi, (14)32’den kısmen değiştirilerek alınmıştır.

3.2.5. Hukuki Gereklilik

İşgücü piyasasına düşük düzeyde katılım, engelli bireyler açısından gelir eşitsizliği ve yoksullukla
birlikte sosyal dışlanma riskini doğurur, toplumsal yaşama tam ve eşit katılımı olanaksızlaştırır. Bu
nedenle, işini serbestçe seçme, sosyal güvenlik, adil ve elverişli çalışma koşullarına ulaşma ve
işsizlikten korunma haklarını da kapsayan “çalışma hakkı”, engelli ya da değil tüm bireylerin insan
onuruna yaraşır bir yaşam sürebilmesini sağlayacak haklardan birisi ve temel bir insan hakkı olarak
değerlendirilir.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar
Uluslararası Sözleşmesi, ILO sözleşmeleri, Avrupa Sosyal Şartı, AB belgeleri vb. temel insan hakları
belgeleri ile de güvence altına alınan çalışma hakkına ilişkin yükümlülüklerini kabul etmek ve bu
hakkın fiilen gerçekleştirilmesi için çaba göstermek ise sosyal devlet düşüncesinin doğal bir gereğidir.
Zira sosyal devletin en önemli göstergesi, tüm yurttaşlarına eşitlik çerçevesinde insanca yaşama olanağı
sağlamaya yönelmesidir. Bu anlamda, çalışmanın ve bu yol ile toplumsal yaşama katılmanın, engelliler
için de vazgeçilmez temel bir hak olarak tanınması ve devletin kamu yararı gözeterek, engellilerin
istihdam edilebilmeleri doğrultusunda ekonomik, hukuki ve sosyal düzenlemelere işlerlik
kazandırması, koordine etmesi ve denetleme yükümlülüğünü üstlenmesi gerekir.

3.3. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Uluslararası Dayanakları

Engellilere yönelik sosyal politikaların uluslararası dayanaklarını iki grup altında ele almak
mümkündür: Evrensel nitelikli düzenlemeler ve Avrupa ile sınırlı düzenlemeler. Ancak hem bu
çalışmanın sınırlılıkları dolayısıyla hem de evrensel nitelikleri ile konumuz açısından daha önemli
olduğunu düşünmemiz nedeniyle bu başlık altında sadece Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Çalışma
Örgütü çerçevesindeki belgeler değerlendirilecektir. Ancak bu tercihimiz gerek Avrupa Konseyi’nin
gerekse de Avrupa Birliği’nin herkesle birlikte engellileri de kapsayan düzenlemeleri yanı sıra
doğrudan engellilere yönelik bağlayıcı veya tavsiye niteliğindeki düzenlemelerinin önemsiz olduğu
şeklinde algılanmamalıdır.

Birleşmiş Milletler (BM)

Birleşmiş Milletler belgelerinde engellilik ilk kez 1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nde dile getirilmiştir. Bildirge’nin 25. maddesinde “Her şahsın gerek kendisi gerekse ailesi
için işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkanlarından iradesi dışında mahrum
bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır” denilmektedir.

BM tarafından hazırlanan ve doğrudan engellilerle ilgili ilk belge ise 1971 yılında kabul edilen Zihinsel
Engellilerin Haklarına Dair Bildirge’dir (Declaration on the Rights of Mentally Retarded Persons).
Sadece 7 maddeden oluşan Bildirge; zihin engelli bireylerin mümkün olduğu ölçüde diğer bireylerle
aynı haklara sahip olduğunu, uygun tıbbi bakım ve tedavi hakkının bulunduğunu düzenlemiş,
yeteneğini ve potansiyelini geliştirmeyi sağlayacak eğitim, öğretim, rehabilitasyon ve rehberlik hakkına
yer vermiştir. Bunun yanı sıra, zihinsel engelli bireyin ekonomik güvenlik ve iyi bir yaşam standardına
hakkı bulunduğu belirtilmiş, üretken bir iş yapmak veya yeteneklerini mümkün olan en iyi şekilde
kullanabileceği anlamlı bir işle meşgul olma hakkından söz ederek tüm bu hakların korunması için
ulusal ve uluslararası eylem çağrısında bulunmuştur.

BM Genel Kurulu 1975 yılında ise tüm engellilerin haklarını vurgulamak ve engelli bireylerin topluma
üretken bireyler olarak katılmasını sağlamak amacıyla Engelli Hakları Bildirgesi’ni (Human Rights of
Persons with Disabilities) kabul etmiştir. İlk maddesinde engelli tanımına yer veren Bildirge, tüm
engelli bireylerin tüm yurttaşlarla eşit haklara sahip olduğunu ve bu hakların herhangi bir istisna
olmaksızın ve herhangi bir ayrımcılık yapmaksızın tüm engelliler için geçerli olduğunu dile getirmiştir.

23
1976 yılındaki BM Genel Kurulunda ise 1981 yılı toplumsal yaşama “tam katılım ve eşitlik” teması ile
Uluslararası Engelliler Yılı (The International Year of Disabled Persons 1981) olarak ilan edilmiş
ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde, fırsatların eşitlenmesi, rehabilitasyon ve engelliğin
önlenmesine vurgu yapan bir eylem planı çağrısında bulunulmuştur.

1982 yılında BM Genel Kurulu’nda, engelliliğin bir insan hakları meselesi olduğu kabul edilmiş,
engellilerin toplumsal yaşama tam ve etkin katılımı ile gelişen ekonomik ve sosyal olanaklardan
“eşitlik” çerçevesinde yararlanmalarını sağlayacak etkili önlemleri teşvik etmek üzere Engelliler İçin
Dünya Eylem Programı (World Programme of Action Concerning Disabled Persons) kabul edilmiştir6.

Konuya insan hakları perspektifinden yaklaşılan Programda engellilik “engelliler ve çevreleri


arasındaki ilişkinin bir işlevi” olarak ele alınmış, oluşturulacak politikalar üç başlık altında
toplanmıştır. Bunlar “Önleme” (Prevention); “Rehabilitasyon” (Rehabilitation) ve “Fırsat Eşitliği” dir
(Equalization of opportunities).

Önleme, zihinsel, fiziksel ve duyusal bozuklukların başlamasını önlemeyi (birincil önleme) veya ortaya
çıktığında, olumsuz fiziksel, psikolojik ve sosyal sonuçlara yol açmasını önlemeyi amaçlayan
önlemlerin tümüdür.

Rehabilitasyon, engelli bir kişinin en iyi işlevsel düzeye (zihinsel, fiziksel ve/veya sosyal açılardan)
ulaşmasını ve böylece ona kendi hayatını değiştirmesi için gerekli araçları sağlamayı amaçlayan, amaca
yönelik ve zaman sınırlı bir süreç olarak tanımlanmıştır.

Fırsat eşitliği, fiziksel ve kültürel çevre, barınma ve ulaşım, sosyal ve sağlık hizmetleri, eğitim ve iş
fırsatları, spor ve dinlenme tesisleri dahil olmak üzere kültürel ve sosyal yaşam gibi toplumun genel
sisteminin herkes için erişilebilir hale getirildiği süreç anlamına gelir.

Engelliler İçin Dünya Eylem Programı, engellilerle ilgili uzun dönemli ve küresel politikaları ortaya
koyan ilk uluslararası belgedir. BM Genel Kurulu’ndaki aynı toplantıda, Engelliler için Dünya Eylem
Programı’nın tavsiye ettiği faaliyetlerin hükümetlerce uygulanmasını ve tüm dünyada engellilerle ilgili
küresel bir kalkınma sağlamak amacıyla 1983-1992 yılları arası Birleşmiş Milletler Engelliler Onyılı
(United Nations Decade of Disabled Persons) ilan edilmiştir.

1989 yılında, Engelliler Alanında İnsan Kaynakları Geliştirme Eylem Planı İçin Tallinn Çerçevesi
(Tallinn Guidelines for Action on Human Resources Development in the Field of Disability) kabul
edilmiş, engelli kişilerin eşit eğitim alma ve eşit çalışma hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır.

Bildirgeler, standart kurallar, Tallinn Çerçevesi gibi belgeler hukuksal açıdan bağlayıcılığa sahip değildir. Bu anlamda sözü
edilen belgelerin sadece yol gösterici öneriler ve temennileri ifade eden metinler olduğu söylenmelidir. Diğer yandan bu
metinler insanlığın ortak amaç ve değerlerini dile getirmesi bakımından şüphesiz bir moral değer taşır ve ulusal düzenlemeler
içinde önemli bir ilham kaynağı oluşturur. Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ise uluslararası andlaşma niteliğindedir ve
gereği gibi onaylanması durumunda hukuksal bağlayıcılığa sahip olacaktır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1993 yılında kabul ettiği Engelliler İçin Fırsat Eşitliği
Konusunda Standart Kurallar (The Standard Rules on the Equalization of Opportunities for Persons
with Disabilities) belgesinde ise engellilerin topluma eşit katılımı için alınması gerekli tedbirlerden söz
edilmektedir. Ancak tüm dünya ülkelerine politika oluşturmada yol gösteren eşsiz bir belge
durumunda bulunan, engelli kişileri birer hak öznesi olarak kabul ederek devletleri ahlaki ve politik
sorumluluk almaya davet eden bu belgenin de Engelli Hakları Bildirgesi ve o güne kadarki tüm diğer
Birleşmiş Milletler belgeleri gibi hukuksal bağlayıcılıktan yoksun bir metin olduğu ifade edilmelidir.

Engelliler için Dünya Eylem Programı’nın bir özeti olarak kabul edilebilecek bu belge; e ngelli
bireylerin yaşamının tüm yönlerini kapsayacak biçimde “eşit katılım için ön koşullar”, “eşit katılım için
hedef alanlar”, “yürütme önlemleri” ve “izleme mekanizması” başlıklı dört bölüm ve toplam 22
kuraldan oluşmaktadır.

6
.

24
İnsan hakları alanında ‘standart kurallar’ deyimi, özellikle güçsüz ve korumasız durumdaki kişilerin korunarak ve
güçlendirilerek haklardan yararlanır hale getirilmesini sağlamaya yönelik olarak geliştirilen ilkesel normları ifade eder”.

Bu belgeye göre bir önkoşul olarak devletler; toplumdaki tüm kişi ve kesimleri bilinçlendirmeli, engelli
bireylerin bütünü için etkin tıbbi bakım imkânlarını teminat altına almalı, hem bireysel ihtiyaçları
gideren hem de tam katılım ve eşitlik prensibine dayanan ulusal rehabilitasyon programları geliştirmeli,
engellilerin kendi başlarına yaşayabilme kapasitelerini arttırmak ve haklarını kullanabilmelerini temin
için yardım servisleri geliştirmeli, fırsat eşitliğini sağlamak açısından engellilerin ihtiyaç duyabileceği
yardımcı alet ve teçhizatı ulaşılabilir kılmalı, fiziksel çevre, bilişim ve iletişim teknolojilerini
engellilerin erişimine uygun hale getirmeli, engelli bireylere herkesle aynı şekilde ilk, orta ve yüksek
eğitim fırsatı verilmesi prensibini kabul etmeli ve engellilerin eğitiminin milli eğitim sistemlerinin
ayrılmaz bir parçası olmasını garanti altına almalı, çalışma hakkının engelliler açısından da en doğal
hak olduğunu kabul etmeli, istihdama ilişkin tüm yasal düzenlemelerini engelli bireyler açısından
ayrımcılık oluşturmayacak ve engellilerin istihdam edilmelerinde engel çıkarmayacak şekilde
düzenlemeli, engellilikleri yüzünden ya da engelliliğe bağlı faktörlerden dolayı gelirlerini kaybetmiş ya
da gelirlerinde bir azalma olmuş veya çalışma yaşamının dışında kalmış engellilere yeterli düzeyde bir
gelir desteği sağlamalı, engelli bireylerin aile yaşamına tam olarak katılımlarını desteklemeli,
kanunların engellilere cinsel ilişkiler, evlilik ya da analık ve babalık bakımından ayrım yapmamasını
temin etmeli, engellilerin kültürel faaliyetlere hem üretici olarak hem de izleyici olarak tam katılımını
temin etmeli, eğlence ve sporda eşit haklara sahip olmalarını sağlayacak önlemleri almalı, engellilerin
içinde yaşadıkları toplumun dini gelenekleri doğrultusunda yaptıkları tüm faaliyetlere diğer bireylerle
aynı haklara sahip olarak katılmaların teşvik edecek önlemleri almalıdır. Kuralların uygulanmasını
izlemek üzere ise bir Özel Raportör atanması öngörülmektedir.

Engellilik olgusunu ve engellilerin ihtiyaçlarını çağdaş bir biçimde yorumlayan, kapsamlı bir haklar
demeti sunan ve hukuki bağlayıcılığı olan temel belge ise 2006 yılında kabul edilen “Engellilerin
Haklarına İlişkin Sözleşme” dir (Convention on the Rights of Persons with Dısabilities). Bu Sözleşme
ile “engellilerin toplumsal yaşamın tüm alanlarına ayrımcılığa uğramaksızın ve diğer bireylerle eşit
katılımlarının sağlanması” sosyal politikanın temel hedefi haline gelmiş, engellilik konusunun bir insan
hakları meselesi olduğu tescil edilmiştir. Artık engelliler kendileri hakkında başkalarının karar verdiği,
koruma ve yardıma muhtaç bireyler olarak görülmek yerine kendi yaşamları üzerinde yetki ve karar
sahibi, hak öznesi, özerk bireyler olarak kabul edilmektedir.

Esasen, engellilerin talepleri ve engelli hakları hareketinin mücadeleleriyle birlikte engellilik konusu bir insan hakları meselesi
olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Ancak konunun bir insan hakları meselesi olduğunun resmen kabulü BM Engellilerin
Haklarına İlişkin Sözleşme ile olmuştur.

Engelliliğe insan hakları perspektifinden yaklaşan ve engellilerin eğitim, sağlık, siyasal ve kamusal
yaşama katılım, istihdam gibi toplumsal yaşamın her alanında ayrımcılığa uğramaksızın diğer
bireylerle eşit şekilde katılmalarının ve tüm karar alma süreçlerine dâhil edilmelerini genel ilke olarak
kabul eden Sözleşme, engelliler açısından uluslararası anlamda büyük bir kazanım olarak
nitelendirilebilir.

Engellilerin yaşam standartlarını yükseltmek ve çalışma koşullarını iyileştirmek temel hedefi ile
hazırlanan Sözleşme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşülmüş ancak oylanmaksızın kabul
edilmiştir. Bu açıdan da EHİS’nin uluslararası hukuk tarihi açısından özel bir yeri bulunduğu
belirtilmelidir. Ayrıca EHİS 21. Yüzyıl’ın ilk kapsamlı insan hakları belgesidir ve Şubat 2022 itibariyle
184 ülke tarafından onaylanmıştır.

Anayasamızın 90. maddesine göre “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar
hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak
ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek
uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”. Bu nedenle ulusal düzenleme olmasa dâhi doğrudan
Sözleşme’ye dayanılarak hak iddia edilebilir. Hatta ulusal düzenlemeler ile Sözleşme arasında fark varsa ulusal düzenleme
değil, Sözleşme’nin uygulanması gerekir.

25
Türkiye, Sözleşme’nin hazırlanması sürecine etkin olarak katılmış, 2007 yılında çekince koymadan ve
bir beyanda bulunmadan imzalamış, 2009 yılında onay sürecini tamamlamıştır 7. Sözleşme’nin Ek
ihtiyari protokolü ise aynı yıl imzalanarak onay süreci 26 Mart 2015 tarihinde bitmiştir.

Türkiye’nin insan haklarına ilişkin temel uluslararası metinleri genel olarak gecikmeli bir biçimde
onayladığı düşünüldüğünde Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme’nin gerek hazırlanması sürecine
etkin olarak katılması ve desteklemesi gerek ilk imzalayan ülkeler arasında yer alması gerekse de çok
kısa bir sürede onaylayarak mevzuatına katması ülkemiz açısından önemli bir gelişme olarak
nitelenebilir.

50 maddeden oluşan Sözleşme’nin ilk 30 maddesi, tanımlar ve genel ilkeler yanı sıra, ayrımcılık
yasağı, erişilebilirlik, eğitim, sağlık, çalışma ve istihdam, siyasi ve kamusal yaşama katılım gibi çeşitli
başlıklar altında engellilerin haklarını ve taraf devletlerin yükümlülüklerini düzenlerken sonraki 20
maddesi ise veri toplama, uluslararası iş birliği gibi teknik hususları ve sözleşmenin izlenmesi ile rapor
süreçlerini düzenlemektedir.

Sözleşmenin “genel ilkeler” bölümünde (m.3) ele alınan ilkeler şöyle sıralanmıştır:
• Kendi seçimlerini yapma özgürlükleri ve bağımsızlıklarını da kapsayacak şekilde, kişilerin
insanlık onuru ve bireysel özerkliklerine saygı gösterilmesi;
• Ayrımcılık yapılmaması (istihdam, eğitim, sağlık, rehabilitasyon hizmeti ve adalet sisteminden
yararlanma gibi alanlarda);
• Engellilerin toplumsal yaşama tam ve etkin katılımlarının sağlanması;
• Farklılığa saygı ve engelli bireylerin insanlığın ve insan çeşitliliğinin bir parçası olarak kabul
edilmesi;
• Fırsat eşitliği;
• Erişilebilirlik (binalardan hizmetlere, bilişim ve iletişim teknolojilerine kadar, engellilerin her
alanda erişim olanaklarına kavuşturulması);
• Kadın-erkek eşitliği;
• Engelli çocukların gelişim kapasitesine ve kendi kimliklerini koruyabilme haklarına saygı
duyulması.

Sözleşmeye onaylayarak taraf olan devletler, engelli bireylere yönelik her türlü ayrımcı uygulamayı
ortadan kaldıracağını, hayatın her yönüne eşit katılım imkânı ve bağımlı olmadan yaşam olanakları
sağlayacağını taahhüt etmektedir. Bu anlamda Sözleşme yeni bir hak öngörmekten ziyade, var olan
insan haklarının engelliler için de yararlanılabilir hale getirilmesini amaçlamakta, devletlerin engelliler
açısından kendi sorumluluklarını kavrayabilmelerini sağlamak üzere insan haklarını yeniden tarif
etmektedir.

Sözleşmenin 4. maddesi, “Taraf Devletler engelliliğe dayalı herhangi bir ayrımcılığa izin vermeksizin
tüm engellilerin insan hak ve temel özgürlüklerinin eksiksiz olarak yaşama geçirilmesini sağlamak ve
engellilerin hak ve özgürlüklerini güçlendirmekle yükümlüdür” demekte, bu şekilde ayrımcılığın
önlenmesi görevini esas olarak devletlere vermektedir.

Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgiler için Bkz. Gül, İdil Işıl (2015). “Birleşmiş Milletler
Engelli Hakları Sözleşmesi”, Engellilik ve Ayrımcılık: Eğitimciler İçin Temel Metinler ve Örnek Dersler, (Der. Çayır, Kenan;
Soran, Melisa; Ergün Melike), Karekök, İstanbul ve Çelik, Elif (2016). Onuncu Yılında Birleşmiş Milletler Engelli Kişilerin
İnsan Hakları Sözleşmesi ve Sözleşme Ruhu, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 7(1), 219-246.

Tüm engelli gruplarını kapsayarak, engellilerin eşit haklara sahip bireyler olarak yaşamasını öngören
Sözleşme, 7. maddesi ile doğrudan engelli çocukların haklarını düzenlemiştir. Bu madde ile taraf
devletler, engelli çocuklar için diğer çocuklarla eşitlik temelinde bütün insan hakları ve temel
özgürlüklerin tam olarak kullanmasını sağlamak için ek tedbirler almak, eylemlerinde çocuğun üstün
yararına öncelik vermek ve onlarda kendilerini ifade olanakları oluşturarak, hak bilincinin
anlaşılmasını sağlamak gibi yükümlülükler yüklenmiştir.

26
Sözleşme, taraf devletlere, engellilerin kamu binalarına ulaşımı ve toplu taşıma araçlarını
kullanabilmelerini kolaylaştırma yükümlülüğü de getirmektedir. Ayrıca, toplumda engellilere karşı
oluşmuş olumsuz önyargılarla mücadele edilmesi de istenmektedir.

Asıl önemlisi Sözleşme, bir paradigma değişikliğini beraberinde getirmektedir. İlk olarak Sözleşme ile
kişinin kendi hayatını kontrol edebilme ve hayatıyla ilgili kararları alma hakkı tanınmakta, engellilerin
kendilerini doğrudan ilgilendirenler de dâhil olmak üzere politika ve programlarla ilgili karar alma
süreçlerine dâhil edilmeleri gerektiğini genel bir ilke olarak düzenlenmektedir. Ayrıca Sözleşme,
engelli bireylerin haklarını yasal olarak teslim etmekte, topyekûn bir toplumsal değişim hedefleyerek
ayrıntılı bir yol haritası sunmaktadır. Diğer yandan Sözleşmede, engelli kişinin eksiklikleri ve
yetersizlikleri yerine toplumsal katılımlarını kısıtlayan tutum ve çevre koşullarına atıf yapılmış, asıl
engelin toplumdaki önyargılar ve bariyerler olduğu vurgulanmıştır. Bu anlamda Sözleşmenin “tıbbi
model” yerine “sosyal modeli” benimsediği, engellileri yardıma muhtaç insanlar olarak değil, insan
haklarının eşit özneleri olarak ele aldığı, bu yönüyle de bir yardım ve hayırseverlik metni olmaktan
ziyade temel bir insan hakları metni niteliği kazandığı söylenilebilir.

Avrupa Birliği, 2009 yılında tarihinde ilk defa hukuki bir kişilik olarak BM’nin Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmesine taraf
olmuş ve Sözleşme 2010-2020 Avrupa Engellilik Stratejisine yansıtılmıştır.

Sözleşme’nin uygulanmasını denetlemek üzere BM bünyesinde bağımsız uzmanlardan oluşan “Engelli


Hakları Komitesi” kurulması öngörülmektedir. Sözleşmeyi onaylayan ülkeler, yükümlülüklerini yerine
getirmek üzere aldıkları önlemler ve kaydettikleri gelişmeleri düzenli aralıklarla ve Komite istediğinde
rapor etmekle yükümlüdürler. Bu raporlar taraf devletlerin engelli haklarının geliştirilmesi amacıyla
aldıkları tedbirleri, iyi uygulama örneklerini ve karşılaştıkları güçlükleri içerecek şekilde hazırlanmakta
ve Komite tarafından değerlendirilmektedir.

Sözleşmeye ek olarak kabul edilen 18 maddelik İhtiyari Protokol ise Engelli Hakları Komitesi’ne
kişisel başvuru hakkı ve Komiteye inceleme yetkisi tanımaktadır. Komiteye yapılan başvuruların
sonuçlarına ilişkin kararların taraf Devletler üzerinde hukuki bir bağlayıcılığı olmasa da taraf Devletler,
Komitenin yetkisini kabul ederken, kendilerine yapılacak tavsiyeleri dikkate almakla yükümlü
olduklarını vaat etmektedirler.

Protokole göre, bireyler, bireylerden oluşan gruplar ya da onlar adına üçüncü kişiler, Sözleşmede yer
alan haklardan birinin ihlali sonucu mağdur olduğu iddiası ile iç hukuk yolları tüketildikten sonra
Komiteye kişisel başvuruda bulunabilir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)

ILO 1944 tarihli ve 71 sayılı İstihdam (Savaştan Barışa Geçiş) Tavsiyesinin (Employment (Transition
from War to Peace) Recommendation) “Engelli Çalışanların İstihdamı” başlıklı 10. Bölümünde; engelli
bireylere yönelik eğitim, mesleki rehabilitasyon ve işe yerleştirme hizmetlerine dikkat çekmiş,
işverenlerin gerektiğinde makul bir engelli işçi kotası ile engelli işçi çalıştırmaya zorlanmalarını tavsiye
etmiştir8.

Örgütün engellilere özel ilk belgesi ise 1955 tarih ve 99 sayılı Engellilerin Meslek Eğitimine Dair
Tavsiyedir (Vocational Rehabilitation (Disabled) Recommendation). Bu Tavsiye kararına göre; koşullar
elverdiği ölçüde, engelliler engelli olmayan kişilerle ve aynı koşullar altında eğitim almalı, aynı
mesleki eğitim; ilke, önlem ve yöntemleri kullanılmalıdır. Ancak engelliliğin niteliği veya ciddiyeti
nedeniyle diğer bireylerle birlikte eğitim alamayan engellilerin eğitimi için özel hizmetler oluşturulmalı
veya geliştirilmelidir. Ayrıca engellilerin istihdamını teşvik etmek üzere; kota yöntemi, tahsis yöntemi
ve korumalı işyerleri önerilmektedir.

8
Ancak 71 sayılı bu Tavsiye kararının 2017 yılında değiştirildiğini ve yerine kabul edilen 205 sayılı Barış ve Dayanıklılık için
İstihdam ve İnsana Yakışır İş Tavsiyesinde (Employment and Decent Work for Peace and Resilience Recommendation) engelliler
için ayrı bir bölüm açmadığını, çeşitli bölümlerinde engelli bireylere ayrımcılık yapılmaması hususunu vurgulamakla birlikte
istihdama ilişkin olarak uluslararası çalışma standartları ile diğer uluslararası belgelerin dikkate alınmasını tavsiye etmekle
yetindiğini belirtmeliyiz.

27
Örgütün 1975 tarih ve 150 sayılı İnsan Kaynaklarını Geliştirme Tavsiyesinde de (Human Resources
Development Recommendation), engellilerin üretken yaşama mümkün olduğunca entegre olmasını
veya yeniden bütünleştirilmesini sağlayacak önlemler alınması gerektiği dile getirilmiştir.

ILO, 1983 yılında, pek çok ülkenin yasa ve uygulamalarında ortaya çıkan olumlu ve kayda değer
gelişmeleri dikkate alarak ve BM Genel Kurulunda 1981 yılının “Uluslararası Engelliler Yılı” olarak
ilan edilmesi, 1982 yılında ise Engelliler İçin Dünya Eylem Programının kabul edilmesi sonrasında
ortaya konulan hedeflerin gerçekleştirilmesine katkı sağlamak üzere 159 sayılı Mesleki Rehabilitasyon
ve İstihdam (Sakatlar) Sözleşmesi’ni 9 (Vocational Rehabilitation and Employment (Disabled Persons)
Convention) kabul etmiştir. Bu Sözleşme ILO çerçevesinde münhasıran engellilere yönelik ve hukuki
bağlayıcılığı olan ilk ve Ocak 2022 itibariyle tek belgedir.

Türkiye tarafından da 1999 yılında onaylanan ve 26 Haziran 2000 tarihinden itibaren yürürlüğe giren
Sözleşme; uygun mesleki rehabilitasyon tedbirleri ile açık işgücü piyasasında engelliler için istihdam
imkânlarını artırmak ve istihdam vasıtasıyla engelli bireyin topluma entegre olmasını veya yeniden
bütünleştirilmesini sağlamayı amaçlanmaktadır. Son hükümler haricinde sadece 9 maddeden
oluşmasına karşın Sözleşme, engellilerin çalışma yaşamına dâhil edilmesini öngören sosyal
politikaların temel dayanağı durumundadır.

3.4. Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Ulusal Dayanakları

Anayasamızın 50. maddesi, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak
korunurlar” demekte, çalışma yaşamının engelliler açısından özel olarak düzenlenmesini
öngörmektedir.

Anayasası’nın sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenlerin sıralandığı 61.
maddesinde “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır”
denilmekte ve bu doğrultuda devlete görev yüklenmektedir.

12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunularak kabul edilen metin ise Anayasamızın 10. maddesine
“Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malûl ve gaziler için
alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz” hükmünü getirmiştir.

Bu maddeler dışında Anayasamızda doğrudan engellilere yönelik bir düzenleme bulunmamaktadır.


Ancak, yapılan genellemeler engellileri de kapsar niteliktedir. Örneğin Anayasa’nın 17. maddesinde
“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir” hükmü, 49.
maddedeki “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiş ve çalışma hakkı engellileri
de kapsar bir biçimde anayasal bir hak olarak düzenlenmiştir.

Engellilere Yönelik Sosyal Politikaların Ulusal Dayanakları ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgiler için Bkz. Şişman, Yener
(2011). Türkiye'de Özürlülere Yönelik Yasal Düzenlemeler, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, (60), 169-221.

Ayrıca 42. maddede “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” ve “Devlet, durumları
sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” denilmekte, engellilerin
özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karşılanması anayasal bir hak olarak düzenlenerek, devlete bu
alanda bir sorumluluk yüklenmektedir.

Son olarak Anayasanın bazı maddelerinin hiçbir ayrım gözetmeksizin kullanılan herkes sözcüğü
nedeniyle engelliler için aynen geçerli olduğu söylenmelidir. Örneğin Anayasanın 10. maddesinde
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”, 60. maddesinde “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir”
denilmektedir. Öyle ise ayrımcılık yasağı engellileri de kapsar ve engellilerin de sosyal güvenlik hakkı
anayasal koruma altındadır demek yanlış olmaz.

9
Örgütün sözü edilen Sözleşmesi ülkemiz tarafından onaylanarak 10.07.1999 tarih ve 23751 sayılı Resmî Gazetede yayınlanmış,
yapılan resmi çeviride ise “sakat” kavramı kullanılmıştır. Bu nedenle çalışmamızda kavram tercihinde bulunulmamış, resmi
çeviri aynen aktarılmıştır.

28
5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun ise; ulaşılabilirlik, istihdam, bakım ve sosyal güvenliğe ilişkin
sorunların çözümü, engelli bireylerin her bakımdan gelişmeleri, toplumsal hayata tam ve etkin
katılımlarının sağlanması ve bu hizmetlerin koordinasyonu için gerekli düzenlemeleri yasal bir
çerçeveye oturtmuştur.

3.4.1. Bakım Hizmetlerine İlişkin Düzenlemeler

Bilindiği gibi, bakım hizmetleri, evde bakım veya kurum bakımı modelleriyle sunulabilir. Bakım
hizmetlerinin bu amaçla özel olarak hazırlanmış bir kurumda sağlanması biçiminde tanımlanabilecek
kurum bakımı, çoğu zaman yararlanıcıları pasif alıcılar haline getirdiği için, yüksek maliyeti nedeniyle,
insanları alışkın olduğu çevreden, ailesinden ayırdığı böylece sosyal bir izolasyona neden olduğu için
ve benzeri birçok açıdan eleştirilmekte ve ancak evde bakım verilmesinin çok güç olduğu özel
durumlarda tercih edilebilir bulunmaktadır. Engelliler Kanunu bu nedenle, engelli kişilerin “öncelikle
bulundukları ortamda” bağımsız yaşayabilmeleri için durumlarına uygun olarak gerekli psikososyal
destek ve bakım hizmetleri sunulur diyerek aile bütünlüğünün korunması temel ilkesine de uygun bir
düzenleme yapmıştır.

2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu Ek madde 7 ile evde bakılan ve geliri kanunla belirtilen miktarın
altında kalan engellilere 10.000 gösterge rakamı ile memur aylık katsayısının çarpımı (2022 yılı için
2.354,45 TL) tutarında “evde bakım desteği” sağlanmakta, özel bakım kurumlarından bakım hizmeti
alan engellilere de kurum bakımı masraflarını karşılamak amacıyla 20.000 gösterge rakamı ile memur
aylık katsayısının çarpımını (2022 yılı için 4.708,9 TL) geçmeyecek tutarda bir ödeme yapılmaktadır.

Evde bakım aylığı engelli bireylerin kendisine değil, bakımını üstlenen akrabası, vasisi gibi üçüncü
kişilere yapılan destektir. 2022 yılı itibariyle aylık 2.354,45 TL destek sağlanmaktadır. 2021 itibariyle
535.700 kişi evde bakım desteğinden yararlanmıştır.

Evde bakım desteği alabilmek için üç şart gereklidir.

GELİR TESTİ
Her türlü gelirleri toplamı (menkul-gayrimenkul) dikkate alındığında hane içinde kişi
başına düşen ortalama aylık gelirin, asgari ücretin aylık net tutarının 2/3’ünden daha
az olduğunun gelir testi raporu ile tespit edilmesi,

AĞIR ENGELLİ
Engelli bireyin heyet raporu veren hastanelerden alacağı engelli sağlık kurul
raporunda engel oranını en az %50 olması ve ağır engelli kısmında mutlaka “Evet”
yazan bir ibare bulunması,

BAKIMA MUHTAÇ
Engelli bireyin başkasının yardımı olmadan hayatını devam ettiremeyecek şekilde
bakıma muhtaç olduğunun bakım heyeti raporu ile tespit edilmesi.

3.4.2. Gelir Desteğine İlişkin Düzenlemeler

Engelliler Kanunu’nun 25. maddesinde getirilen değişiklik ile 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş
Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanununda değişiklik
yapılmış ve ekonomik sıkıntı içindeki engelli bireylere aylık bağlanabilmesi olanaklı hale getirilmiştir.

Engelli aylığı 2022 sayılı Kanun kapsamında, sosyal güvenlik kurumlarından (SSK, BAĞ-KUR,
Emekli Sandığı) hiçbirine tabi olmayan ve muhtaçlığı ilgili Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı
tarafından belgelenen, 18 yaşından büyük engellilere ya da 18 yaşından küçük engelli yakını
bulunanlara verilen bir aylıktır. Engelli aylığından yararlanmak için gelir kriteri bulunmaktadır.
Hanenin toplam gelirinin (menkul-gayrimenkul), hanede ikamet eden kişi sayısına bölündüğünde
ortaya çıkan tutarın net asgari ücretin üçte birini geçmemesi gerekmektedir.

29
Sosyal güvencesi
Muhtaç ENGELLİ AYLIĞI
bulunmayan

Ayrıntılı olarak incelenirse;

Engelli aylığı (%40-69 arası engelli bulunanlar)


18 yaşından büyük 65 yaşından küçük olan,
Engelli olduğunu sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan,
Talebine rağmen İŞKUR tarafından işe yerleştirilememiş,
SYDV tarafından muhtaç olduğuna karar verilen,
Türk vatandaşlarına,
Muhtaçlık hâlleri devam ettiği müddetçe (2022 Ocak itibariyle 865,75 TL) aylık
bağlanır.

Bakıma muhtaç engelli aylığı (%70 ve üzeri engelli bulunanlar)


18 yaşını doldurmuş,
Başkasının yardımı olmaksızın hayatını devam ettiremeyecek şekilde engelli olduğunu
sağlık kurulu raporu ile kanıtlayan,
SYDV tarafından muhtaç olduğuna karar verilen,
Türk vatandaşlarına,
Muhtaçlık hâli devam ettiği müddetçe (2022 Ocak itibariyle 1.298,63 TL) aylık
bağlanır.

18 yaş altı engelli yakını aylığı


Kanunen bakmakla yükümlü olduğu ve aynı hanede ikamet ederek fiilen bakımını
gerçekleştirdiği 18 yaşını tamamlamamış, %40 ve üzerinde engelli Türk vatandaşı bir
yakını bulunan,
Türk vatandaşlarına,
SYDV tarafından muhtaç olduğuna karar verilmesi durumunda
Muhtaçlık hâli devam ettiği sürece (2022 Ocak itibariyle 865,75 TL) aylık bağlanır.

Ancak uzun vadeli sigorta kolları açısından zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte
çalışanlar, sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birisinden (SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı) bir gelir
veya aylık alanlar (18 yaş altı engelli yakını aylığı açısından, uzun vadeli sigorta kolları açısından
zorunlu olarak sigortalı olunması gereken bir işte çalışan durumunda kendisine bakmakla yükümlü bir
yakını bulunan engelli çocuklar), nafaka bağlanmış ya da nafaka bağlanması mümkün olanlar bu
haktan yararlanamaz. Diğer yandan her türlü gelirleri toplamı (menkul-gayrimenkul) dikkate
alındığında hane içinde kişi başına düşen ortalama aylık gelir tutarı asgari ücretin aylık net tutarının
1/3’ünden daha fazla olanlar ile (2022 Ocak itibariyle 1.417,8 TL) aynı tutardan fazla gelir sağlaması
mümkün olan engelli veya engelli yakınları muhtaç kabul edilemez ve kendilerine aylık bağlanamaz.
Ayrıca, 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu hükümlerine göre harçlık ödenenler de muhtaç olarak
kabul edilemez ve kendilerine bu Kanun hükümlerine göre aylık bağlanamaz.

Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yetim olarak aylık veya gelir almakta olan çocuklardan bu
kurumlardan aldıkları aylık veya gelir toplamı tutarları bu madde gereğince durumlarına göre
ödenebilecek tutardan daha az olanlara ise, aradaki fark ilgili sosyal güvenlik kurumu tarafından
ödenir.

2020 itibari ile 346.752 kişi engelli aylığı, 277.553 kişi bakıma muhtaç engelli aylığı, 95.540 kişi
engelli yakını aylığından yararlanmıştır.

3.4.3. Habilitasyon ve Rehabilitasyon Hizmetlerine İlişkin Düzenlemeler

Esenlendirme olarak da ifade edilebilecek “rehabilitasyon” kavramı; önceden var olan becerilerini
çeşitli nedenlerle (kaza, hastalık vb.) yitirmiş kişilere, kaybedilen becerilerinin yeniden
kazandırılmasını ifade eder. Kelime olarak “re-yeniden”; “habilitas-yapabilir hale gelmek” anlamına
gelir.

30
5378 sayılı Engelliler Kanunu rehabilitasyonu, “Herhangi bir nedenle oluşan engelin etkilerini
mümkün olan en az düzeye indirmeyi ve engellinin hayatını bağımsız bir şekilde sürdürebilmesini
sağlamayı amaçlayan fiziksel, sosyal, zihinsel ve mesleki beceriler geliştirmeye yönelik hizmetler”
biçiminde tanımlamaktadır. “Habilitasyon” ise “Engellinin bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını
karşılayabilmesini ve yaşamını bağımsız bir şekilde sürdürebilmesini sağlamayı amaçlayan fiziksel,
sosyal, zihinsel ve mesleki beceriler kazandırmaya yönelik hizmetler” olarak tanımlanmaktadır.

Engelliler Kanunu, habilitasyon ve rehabilitasyon hizmetlerinin “toplumsal hayata katılım ve eşitlik


temelinde” verilmesi gerektiğini, habilitasyon ve rehabilitasyon kararının alınması, planlanması,
yürütülmesi ve sonlandırılması dâhil her aşamada engelli ve ailesinin aktif ve etkin katılımının
sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca habilitasyon ve rehabilitasyon hizmetlerinin mümkün
olan en erken evrede başlaması ve engellinin yerleşim yerine en yakın yerde verilmesi esastır.

Mesleki rehabilitasyona ilişkin olarak ise Engelliler Kanun’un 13. maddesi, yapılacak iş ve meslek
analizleri doğrultusunda engelliler için mesleki habilitasyon, rehabilitasyon ve eğitim programları
geliştirileceğini belirtmektedir. 2009 tarihli Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik ise
“Kurum; mesleklerin gerektirdiği nitelik ve şartlar ile engelli ve eski hükümlülerin özelliklerini göz
önünde bulundurarak; bunların istek ve durumlarına en uygun iş ve mesleği seçmesi, seçtiği meslekle
ilgili eğitim imkânlarından yararlanması, işe yerleştirilmesi ve işe giriş sürecinde mesleki eğitim,
danışmanlık ve rehabilitasyon programları veya işyerinde mesleki eğitim programları
uygular/uygulatır, iş danışmanlığı hizmeti verir/verdirir” diyerek bu doğrultuda İŞKUR’a sorumluluk
yüklemektedir.

3.4.4. Eğitim ve Öğretime İlişkin Düzenlemeler

Anayasamızın 42. maddesinde “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” ve “Devlet,
durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” denilerek,
engellilerin özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karşılanması çabalarına hukuki bir dayanak
oluşturulmuştur.

Engelliler Hakkında Kanunun eğitim ve öğretim başlıklı 15. maddesi ise “Hiçbir gerekçeyle
engellilerin eğitim alması engellenemez. Engelliler, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak,
yaşadıkları çevrede bütünleştirilmiş ortamlarda, eşitlik temelinde, hayat boyu eğitim imkânından
ayrımcılık yapılmaksızın yararlandırılır” demektedir.

Ülkemizde 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu “Eğitim kurumları dil, ırk, cinsiyet, engellilik ve
din ayırımı gözetilmeksizin herkese açıktır” (Md. 4) hükmü ile “genellik” ilkesini, “Özel eğitime ve
korunmaya muhtaç çocukları yetiştirmek için özel tedbirler alınır” hükmü ile “fırsat ve imkân
eşitliğini” düzenlemiş, Millî Eğitim Bakanlığı’na bu doğrultuda görev yüklemiştir.

Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin eğitim haklarından yararlanmalarını sağlamaya yönelik usul ve
esasları düzenlemek amacıyla 2018 yılında çıkarılan Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği 10
çerçevesinde;

Özel eğitim ihtiyacı olan birey: Bireysel ve gelişim özellikleri ile eğitim yeterlilikleri açısından
akranlarından anlamlı düzeyde farklılık gösteren bireyi,

Özel eğitim: Bireysel ve gelişim özellikleri ile eğitim yeterlilikleri açısından akranlarından
anlamlı düzeyde farklılık gösteren bireylerin eğitim ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere
geliştirilmiş eğitim programları ve özel olarak yetiştirilmiş personel ile uygun ortamlarda
sürdürülen eğitimi,

Kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim uygulamaları: Özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin


her tür ve kademede diğer bireylerle karşılıklı etkileşim içinde bulunmalarını ve eğitim
amaçlarını en üst düzeyde gerçekleştirmelerini sağlamak amacıyla bu bireylere destek eğitim
hizmetleri de sunularak akranlarıyla birlikte tam zamanlı ya da özel eğitim sınıflarında yarı
zamanlı olarak verilen eğitimi,

10
Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği, Yayımlandığı Resmî Gazete: 07.07.2018/30341.

31
ifade etmektedir.

Bu Yönetmelik çerçevesinde; özel eğitim hizmetlerine erken dönemde başlanması, ailelerin, her
aşamada aktif katılmalarının sağlanması, bireyleri sosyal ve fiziksel çevrelerinden mümkün olduğu
kadar ayırmadan hizmetlerin planlanıp yürütülmesi, bireysel farklılıkları, gelişim özellikleri ve eğitim
ihtiyaçları dikkate alınarak eğitim hizmetinin sunulması, bireylerin ilgi, istek, yeterlilik ve yetenekleri
doğrultusunda özel eğitim hizmetlerinden yararlandırılması, özel eğitim ihtiyacı olan bireylerin eğitsel
performansları doğrultusunda amaç, içerik ve öğretim süreçlerinde uyarlamalar yapılarak diğer
bireylerle birlikte eğitim görmelerine öncelik verilmesi ve eğitim programlarının bireyselleştirilerek
uygulanması esastır. Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği 22. maddesinde ise “Özel eğitim ihtiyacı
olan bireyler Özel Eğitim Değerlendirme Kurulu Raporu doğrultusunda her tür ve kademedeki
eğitimlerini kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla sürdürebilirler” hükmü ile kaynaştırma/bütünleştirme
uygulamasını öncelikli seçenek ve temel yöntem olarak düzenlemiştir.

2020-2021 öğretim yıl itibariyle ülkemizdeki özel eğitim okulu sayısı 1.517, bu okullarda görevli
öğretmen sayısı 16.671’dir. Aynı dönemde özel eğitim okullarındaki öğrenci sayısı 55.588, özel eğitim
sınıflarındaki öğrenci sayısı 49.194, kaynaştırma eğitimindeki öğrenci sayısı ise 319.881 kişidir.

Engelli bireylerin eğitim hakkı ile ilgili olarak daha ayrıntılı bilgiler için Bkz. Şişman, Yener (2014). Engelliler Açısından
Eşitlik, Ayrımcılık ve Eğitim Hakkı, Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, (14)32, 57-85.

Engelli öğrencilerin yüksek öğrenimleri ile ilgili düzenlemeler ise yine Engelliler Hakkında Kanunun
15. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde hükmü gereğince engelli üniversite öğrencilerinin öğrenime
etkin katılımlarını sağlamak amacıyla Yükseköğretim Kurulu koordinasyonunda, yükseköğretim
kurumları bünyesinde, engellilere uygun araç-gereç ve ders materyallerinin, uygun eğitim, araştırma ve
barınma ortamlarının temini ile eğitim süreçlerinde yaşadıkları sorunların çözümü gibi konularda
çalışma yapmak üzere Engelliler Danışma ve Koordinasyon Merkezleri kurulmuştur.

Engelliler Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanunu'nda da değişiklikler yapılmış, devlet
memurlarının, hayatını başkasının yardım veya bakımı olmadan devam ettiremeyecek derecede engelli
olduğu sağlık kurulu raporu ile tespit edilen eşi, çocukları ile kardeşlerinin, memuriyet mahalli dışında
resmî veya özel eğitim ve öğretim kuruluşlarında eğitim ve öğretim yapacaklarının özel eğitim
değerlendirme kurulu tarafından belgelendirilmesi hâlinde, ilgilinin talebi üzerine eğitim ve öğretim
kuruluşlarının bulunduğu il veya ilçe sınırları dahilinde kurumunda bulunan durumuna uygun boş bir
kadroya atamasının yapılmasına imkân sağlanmıştır.

Diğer yandan engelli bireylerin eğitim olanaklarından etkin bir biçimde yararlanabilmelerini sağlamak
amacıyla, pozitif bir ayrımcılık uygulanarak, başarılı ve ihtiyaç sahibi engelli öğrencilere,
Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından öncelikli olarak öğrenim kredisi, katkı kredisi ve
yurt tahsisi yapılmaktadır. Üniversite sınavına giren engelli öğrenciler için gerekli fiziksel
düzenlemeler yapılmakta, ortopedik ve görme engellilere uygun olarak düzenlenmiş sınav mekânları
hazırlanmakta, görme engelliler ve az görenler için 30 dakikalık ek sınav süresi verilmekte, sınav
sorularını okuyacak ve söylenecek yanıtları yazacak uygun eğitimli ve düzgün diksiyonlu “yardımcı
refakatçi” eşliğinde sınava girme olanağı tanınmaktadır. Özel eğitime gereksinim duyan çocuklar
okullarına ücretsiz olarak taşınmaktadır.

3.4.5. Erişebilirliğe İlişkin Düzenlemeler

Fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel çevreye ulaşabilme, bu çevrelerde verilen hizmetlerden


yararlanma ve katkıda bulunma olanaklarına sahip olmayı ifade eden erişebilirlik (accessibility),
toplumun genelinden farklı ihtiyaçlara sahip olan engellilerin haklarını kullanabilmeleri açısından özel
bir önem arz eder. Çünkü binalar, yollar, araçlar, eğitim sistemi vesaire, “herkes” için değil, “genel
olan”, “çoğunluk” durumunda bulunanlar dikkate alınarak oluşturulmuştur ve toplumun geneli için
hiçbir engel oluşturmayan bu yapılar veya kurallar, engelli bireyler açısından sınırlayıcı olabilir.
Haklarını kullanmalarını önleyebilir. Örneğin tekerlekli sandalye kullanan bir birey, merdivenleri
nedeniyle eğitim kurumuna erişim imkânından yoksun ise eğitim hakkını kullanamayacaktır. Aynı
biçimde, devletin olumsuz bir müdahalesi olmadığı sürece kullanılabileceği varsayılan oy hakkının
öznesi engelli bir seçmen ise oy verilecek binaya ve sandığa erişime yönelik ilave tedbirleri alması
gerekir, ki hakkın fiilen kullanımı mümkün olabilsin.

32
Bu anlamda engellilerin toplumun diğer üyeleriyle eşit şekilde fiziksel çevreye, ulaşıma, bilgiye ve
iletişime, internete, halka açık diğer tesis ve hizmetlere erişiminin sağlanması aynı zamanda engelli
bireylerin eğitim, çalışma, kültürel hayat vb. toplumsal yaşamın tüm alanlarına tam ve eşit olarak
katılabilmelerinin, bağımsız ve insan onuruna uygun bir yaşam sürebilmelerinin de bir ön koşulu kabul
edilmeli, engelliler açısından bağımsız bir hak olarak tanınmalıdır.

Erişebilirlik hakkına ilişkin ayrıntılı bilgi için Bkz. Çağlar, Selda (2012). Engellilerin Erişebilirlik Hakkı ve Türkiye’de
Erişebilirlikleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 61(2), 541-598.

Konuya ilişkin mevzuatımızdaki temel düzenlemeler Engelliler Hakkında Kanun çerçevesinde


yapılmıştır. Engelliler Hakkında Kanun kapsamında kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmî
yapılar, tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel
alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü
yapıların 1 Temmuz 2005 tarihinden başlamak üzere sekiz yıl içerisinde engellilerin erişebilirliğine
uygun duruma getirilmesi kararlaştırılmıştır. Ayrıca özel ve kamu toplu taşıma sistemleri ile sürücü
koltuğu hariç dokuz veya daha fazla koltuğu bulunan özel ve kamu toplu taşıma araçlarının engellilerin
erişebilirliğine uygun olması zorunludur. Erişilebilirliğin izlemesi ve denetlemesi için 81 ilde valilikler
bünyesinde komisyonlar kurulmuştur. Bu komisyonlar kanun ile belirlenen kamu kullanımına açık
bina, açık alan ve toplu taşıma araçlarının inceleme ve denetimlerini gerçekleştirmekte erişilebilirlikle
ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediği tespit edilen gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine idari
para cezası kesmektedir.

Ancak erişebilirlik için sadece fiziki erişilebilirliğin sağlanması yeterli değildir. Hukuken bir
ayrımcılığın bulunmaması yani hukuki erişim imkânının sağlanması yanı sıra ekonomik olarak
erişebilirliğin de sağlanması gereklidir.

Bu yaklaşımla engelliler bazı vergilerden muaf tutulmakta veya kendilerine belirli vergi indirimleri
sağlanarak toplumsal hayata katılımları arttırılmaya çalışılmaktadır. Konuya ilişkin kanun ve
uygulamalar aşağıda özetlenmiştir.

Engelliler Hakkında Kanun çerçevesinde 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununa eklenen bir
madde ile “Engellilerin eğitimleri, meslekleri, günlük yaşamları için özel olarak üretilmiş her türlü
araç-gereç ve özel bilgisayar programları” Katma Değer Vergisi’nden muaf tutulmuştur.

Gelir Vergisi Kanunu’na göre engellilik nedeniyle verilen tazminat ve yardımlar, işsizlik ödemeleri ve
İş Kanunu’na göre ödenen işe başlatmama tazminatı gelir vergisinde muaftır. Aynı Kanuna göre,
çalışma gücünün asgarî %40'ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabının engelli dereceleri itibariyle
belirlenen aylık tutarlar, hizmet erbabının ücretinden indirilir. Yani Gelir Vergisinden bu kısımlar muaf
tutulur. Kendisi engelli olmasa bile ailesinde engelli kişi bulunan serbest meslek erbabı ile hizmet
erbabı gelir vergisi indiriminden yararlanabilir.

Gümrük Kanunu’na göre ise malûl ve engellilerin kullanımına özel eşyalar gümrük vergisinden
muaftır.

Emlak Vergisi Kanunu’na göre Cumhurbaşkanı, engellilerin Türkiye sınırları içinde brüt 200 m²'yi
geçmeyen tek meskeni olması halinde, bu meskenlerine ait vergi oranlarını sıfıra kadar indirmeye
yetkilidir.

Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu’na göre ise, “engellilik oranı %90 ve daha fazla olan malûl ve
engellilerin adlarına kayıtlı taşıtlar ile diğer malûl ve engellilerin, bu durumlarına uygun hale getirilmiş
özel tertibatlı taşıtlar” motorlu taşıtlar vergiden müstesnadır.

Taşıtlar ile ilgili bir başka vergi indirimi de Özel Tüketim Vergisi üzerinden sağlanmaktadır. Buna göre
engellilik oranı %90 veya daha fazla olan malûl ve engelliler, beş yılda bir defaya mahsus olarak yeni
otomobil ve bir kısım ticari araçlarda özel tüketim vergisinden muaftır. %90 oranının altında engelli
olmakla birlikte, engelli birey tarafından bizzat kullanılabilecek biçimdeki özel tertibatlı taşıtlarda
engelli bireyin H sınıfı sürücü belgesine sahip olması veya sürücü belgesinde taşıtta bulunması gereken

33
özel tertibatlara ilişkin özel tertibat kodunun bulunması durumunda özel tüketim vergisinden muaf
tutulabilmektedir.

Yine bu çerçevede düşünülebilecek bir biçimde, elektronik haberleşme sektöründeki hizmetlerden


engellilerin azami ölçüde faydalanabilmelerinin sağlanması amacıyla Bilgi Teknolojileri ve İletişim
Kurumu engelliler ile malûller için cep telefonu operatörlerinin diğer abonelere uygulanan fiyatlar
üzerinden asgari %25 oranında ek indirim uygulanmasını zorunlu tutmaktadır. Aynı şekilde Kamu
Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri İle Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun gereğince %40 ve üzerinde engelli olduğunu belgeleyen Türk
vatandaşlarının kendileri, ağır engellilerin kendileri ile birlikte birden fazla olmamak üzere birlikte
yolculuk ettikleri refakatçileri, demiryolları ve denizyollarının şehir içi ve şehirlerarası hatlarından, tüm
resmi ve özel halk otobüslerinin şehir içi toplu taşıma hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanırlar (Md.
1). Engellilerin müze ve ören yerlerine milli parklar, tabiatı koruma alanları ve tabiat parklarına
ücretsiz girebilir, Devlet tiyatrolarından ücretsiz yararlanabilirler.

Engelliler Hakkında Kanun’un 31. maddesi çerçevesinde ise Karayolları Trafik Kanunu’na eklenen bir
madde ile engelli araçları için ayrılmış park yerlerine park etmek yasaklanarak bu yasağın ihlali halinde
“hatalı park cezasının” iki kat arttırılması gerektiği düzenlenmiştir.

5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun’un 30. maddesi ise Sosyal Hizmetler Kanunu’na “İşitme ve
konuşma engellilerine gerek görüldüğü hâllerde tercümanlık yapmak üzere illerde işaret dili bilen
personel görevlendirilir” hükmünü eklenmiş, engelli bireylerin sunulan hizmetlere erişebilirliğinin
sağlanması amaçlanmıştır.

3.4.6. Ayrımcılığa İlişkin Düzenlemeler

Anayasa’nın 10. maddesinde “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep
ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” denilmektedir.

Engelliler Hakkında Kanun’un 3. maddesi ile “engelliliğe dayalı ayrımcılık”, “siyasi, ekonomik,
sosyal, kültürel, medeni veya başka herhangi bir alanda insan hak ve temel özgürlüklerinin tam ve
diğerleri ile eşit koşullar altında kullanılması veya bunlardan yararlanılması önünde engelliliğe dayalı
olarak gerçekleştirilen her türlü ayrım, dışlama veya kısıtlama” biçiminde tanımlanmıştır.

Engelliler Hakkında Kanun’un genel esaslarının ortaya konulduğu 4. maddesi ise “Engelliliğe dayalı
ayrımcılık yapılamaz, ayrımcılıkla mücadele engellilere yönelik politikaların temel esasıdır” ve “Engeli
olan kadın ve kız çocuklarının çok yönlü ayrımcılığa maruz kalmaları önlenerek hak ve özgürlüklerden
yararlanmalarının sağlanması esastır” demekte ve ayrımcılık konusuna vurgu yaparak devlete
engellilere yönelik ayrımcılık ile mücadele etme görevi yüklemektedir. Ancak kapsam ve içeriği net
olarak ortaya konulmayan ve bir müeyyideye bağlanmayan bu düzenlemenin etkinliği tartışmalıdır.
Oysa engelli bireylerin toplumsal yaşama tam ve etkin katılımı için engelliliğe dayalı dışlanma ve
ayrımcılık fiillerinin önlenmesi, toplumsal hizmetlere erişimlerinin önündeki yasal, toplumsal ve
siyasal tüm engellerin kaldırılması gereklidir.

Engelliler Kanun’una 2014 yılında eklenen “Ayrımcılık” başlıklı 4/A maddesi “Doğrudan ve dolaylı
ayrımcılık dâhil olmak üzere engelliliğe dayalı her türlü ayrımcılık yasaktır. Eşitliği sağlamak ve
ayrımcılığı ortadan kaldırmak üzere engellilere yönelik makul düzenlemelerin yapılması için gerekli
tedbirler alınır. Engellilerin hak ve özgürlüklerden tam ve eşit olarak yararlanmasını sağlamaya yönelik
alınacak özel tedbirler ayrımcılık olarak değerlendirilemez” hükmünü getirmiştir.

Engelliler Hakkında Kanun’un 41. maddesi ise Türk Ceza Kanunu’nun 122 inci maddesinin birinci
fıkrasına "engellilik" ibaresini eklemiştir. Sonrasında Türk Ceza Kanunu 122. maddesi;

“Dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep
farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle;

a) Bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya
verilmesini,
b) Bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını,

34
c) Bir kişinin işe alınmasını,
d) Bir kişinin olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını,
engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” demektedir.

Engelli bireylere yönelik yapılabilecek dayanaksız ve keyfi ayırımların önüne geçilmesini amaçlayan
bu düzenleme ile ayrımcılıkla mücadele temelinde ciddi yaptırımlar getirildiği görülmektedir.

Ceza Kanunu’nun 122. maddesi çerçevesinde istihdam alanındaki ayrımcılık ile ilgili olarak ise
“kişinin işe alınmasını veya alınmamasını” denilerek salt işe alımla ilgili bir ayrımcılık yasağı
getirildiği belirtilmelidir. İş ilişkisinin devamı ve sona ermesi aşamalarında ayrımcılığın önlenmesine
yönelik bir düzenleme ise yapılmamıştır. Elbette bu açıdan ortaya çıkan boşluk İş Kanunu’na tabi iş
ilişkileri bakımından “eşit davranma” ilkesini düzenleyen İş Kanunu’nun “İş ilişkisinde dil, ırk, renk,
cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım
yapılamaz” diyen 5. maddesi hükmü ile doldurulabilir.

Ancak bu eksiklik asıl olarak 2009 yılında çıkarılan Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında
Yönetmelik de giderilmiştir. Zira sözü edilen Yönetmeliğin “Ayrımcılık yasağı” başlıklı 17.
maddesinde:

“İşe alınmada; iş seçiminden, başvuru formları, seçim süreci, teknik değerlendirme, önerilen çalışma
süreleri ve şartlarına kadar olan aşamaların hiçbirinde engelliler, eski hükümlüler veya terörle
mücadelede malûl sayılmayacak şekilde yaralananlar aleyhine ayrımcı uygulamalarda bulunulamaz.

Çalışan engellilerin ve eski hükümlülerin veya terörle mücadelede malûl sayılmayacak şekilde
yaralananların aleyhine sonuç doğuracak şekilde, diğer kişilerden farklı muamelede bulunulamaz.

Ayrımcılık veya farklı muamele gösteren kamu kurum ve kuruluşları ile işverenler için 26/9/2004
tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesi hükümleri uygulanır” denilmektedir.

Böylece gerek işe alınma gerekse de iş ilişkisinin devamı ve sona ermesi aşamalarında ayrımcılığın
önlenmesi mevzuatımızda düzenlenmiş olmaktadır.

Diğer yandan Engelliler Hakkında Kanun’un “İstihdam” başlıklı 14. maddesi cezai bir yaptırım
öngörmemekle birlikte; işe başvuru, alım, önerilen çalışma süreleri ve şartları ile istihdamın sürekliliği,
kariyer gelişimi, sağlıklı ve güvenli çalışma koşulları dâhil olmak üzere istihdama ilişkin hiçbir hususta
engelliliğe dayalı ayrımcı uygulamalarda bulunulamayacağını düzenlemektedir. Aynı madde
çerçevesinde “çalışan veya iş başvurusunda bulunan engellilerin karşılaşabileceği engel ve güçlükleri
ortadan kaldırmaya yönelik istihdam süreçlerindeki önlemlerin alınması ve engellilerin çalıştığı iş
yerlerinde makul düzenlemelerin11, bu konuda görev, yetki ve sorumluluğu bulunan kurum ve
kuruluşlar ile işverenler tarafından yapılması zorunludur” denilmektedir. Ancak bizce makul
düzenlemelerin yapılmaması açık bir biçimde “ayrımcılık” olarak tanımlanmalıdır.

11
Engelliler Hakkında Kanun’un “tanımlar” başlıklı 3. maddesine göre “Makul düzenleme: Engellilerin insan haklarını ve temel
özgürlüklerini tam ve diğer bireylerle eşit şekilde kullanmasını veya bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere belirli bir
durumda ihtiyaç duyulan, ölçüsüz veya aşırı bir yük getirmeyen, gerekli ve uygun değişiklik ve tedbirleri” ifade eder.

35
ENGELLİ KADINLAR

Dünyada yaklaşık 300 milyon kadın zihinsel ve fiziksel engellidir. Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde, kıt kaynakların
tahsisinde ve hizmetlere erişimde cinsiyet temelli bir ayrımcılığa maruz kaldıkları için kadınların yaşamları boyunca engelli olma
olasılığı erkeklerden daha fazladır. Hasta olduklarında, özellikle tıbbi bakımın evden oldukça uzakta olabileceği gelişmekte olan
ülkelerde, kız çocukları ve kadınların tıbbi yardım alma olasılıkları erkek çocuklara ve erkeklere göre daha düşüktür. Ayrıca
aşılama gibi koruyucu sağlık hizmeti alma olasılıkları daha düşüktür. Bu nedenlerle düşük ve orta gelirli ülkelerde engellilerin
yüzde 75’ini kadınlar oluşturmakta ve engelli kadınlar tüm dünyada gerek engellilik gerekse de kadın olmaktan kaynaklanan çoklu
ayrımcılığa dayalı sorunlar yaşamaktadır.

Engelli kadın ve kız çocuklarının okula gitme oranları hem engelsiz bireylerden hem de engelli erkeklerden daha düşüktür.
Özellikle, kırsal kesimde okula uzaklık, ulaşım imkânlarının yetersizliği ve erişebilirlik sorunları kız çocuklarını okul ortamından
uzaklaştırmakta, birçok aile engelli kız çocuğunu “saklamakta”, onu okula göndermekte tereddüt etmektedir. Özel eğitim
hizmetlerine erişim konusunda da kız çocukları, erkeklere oranla daha fazla engelle karşılaşmakta, daha kısıtlı bir biçimde eğitime
dâhil olabilmektedir.

Özürlülerin Sorun ve Beklentileri Araştırması’na göre (2010), okuryazar olmayan engelli kadın oranı %54,9 iken, engelli
erkeklerde bu oran %32,1’dir. Aynı araştırma, eğitimin tüm düzeylerinde engelli kadınlar ile engelli erkekler arasında belirgin
farklar bulunduğunu ortaya koymaktadır.

Çalışma yaşamında da engelli kadın ve erkekler arasında farklar bulunur. Ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ve zihinsel
engellilerin erkelerde işgücüne katılma oranı %32,22, işsizlik oranı %14,57 iken, kadınlarda aynı oranlar sırasıyla %6,71 ve
%21,54 olarak gerçekleşmektedir.

Esasen işgücü piyasasının genel olarak cinsiyetçi bir yapıya olduğu, eş değişle toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü ve bu
işbölümü üzerinden toplumsal cinsiyet rolleri çerçevesinde şekillendiği düşünülürse, işgücüne katılım ve işsizlik oranları
arasındaki farklar daha rahat anlaşılabilir. Zira engelli ya da değil tüm kadınların temel sorumluluğu ev işleri ve çocuk bakımı
olarak görülmekte, kadının ev içi sorumlulukları da formel işgücü piyasasına katılım konusunda zaten engel teşkil etmektedir
(Şenyurt ve diğerleri, 2016, s.31). Üstelik sözü edilen kadın bir de engelli ise çalışma yaşamında hem diğer kadınlardan hem de
engelli erkeklerden çok daha güç şartlarda olacaktır. Dünyada da durum farklı değildir.

 BM’ye göre dünyadaki engelli kadınların sadece dörtte biri işgücüne dâhildir.
 Engelli kadınların mesleki rehabilitasyon almaları veya işgücü piyasası programlarına katılmaları daha az olasıdır.
 İş bulma ihtimalleri engelli erkeklerin yarısı kadardır.
 Önyargılar nedeniyle potansiyel işverenler engelli kadınları, işin gereklerini yerine getiremeyecekleri ya da makul
düzenlemelerin pahalı olacağı düşünesiyle baştan ret etmektedir.
 Engelli kadınının eğitimi artsa da, daha çok kadın rolüne atfedilen ve nitelik gerektirmeyen temizlik gibi işlerde
çalıştırılmakta, engelli erkekler ise engelli kadınlara göre profesyonel ve idari işlerde daha fazla yer alabilmektedir.
 Engelli kadınlar, engelli erkeklerden daha düşük ücretler almaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde, 1994-95
yıllarında engelli erkeklerin, engelli kadınlardan %55 daha fazla kazandığı bulunmuştur.
 Engelli kadınlar, daha güçsüz oldukları, kendini ifade etmede güçlük çektikleri, toplum tarafından küçük görüldükleri
ve kimsenin kendilerine inanmayacağı düşünüldüğü için yabancılar, arkadaşlar, aile dostları hatta akrabalar tarafından
diğer kadınlardan daha sık cinsel istismara maruz kalabilmektedir.
 Engelli kadınların cinsel ve üreme hakları büyük ölçüde istismar edilmektedir. WHO dahi Afrika’daki zihin engelli
erkeklerden farklı biçimde zihin engelli kadınlar için koruyucu bir yöntem olarak kısırlaştırmayı önermektedir.
 Engelli kadınların engelsiz erkeklerle evlenme olasılıkları, engelli erkeklerin engelsiz kadınlarla evlenme
olasılıklarından daha düşüktür.
 Engelli kadınlar evlenme ve aile kurma haklarında sınırlamalarla karşı karşıya kalmakta ve sıklıkla çocuklarının
velayetini kaybetmektedirler. Bazı ülkelerde engelli kadınların evlat edinmesi neredeyse imkânsızdır.

3.4.7. Sosyal Güvenliğe İlişkin Düzenlemeler

Çalışma hayatına girmeden engelli olan bireylerin de işe girdikten sonra engelli olan bireylerin de %40
ve üzeri engel oranına sahip olmaları durumunda erken emeklilik hakları bulunur.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nu (SSGSSK) gereğince sigortalı
olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihten önce malûl sayılmayı gerektirecek derecede hastalığı veya
engelliliği bulunan ve bu nedenle malûllük aylığından yararlanamayan sigortalılara, aşağıdaki koşulları
sağlamış olması şartıyla, diğer sigortalılarda aranan yaş şartları aranmaksızın yaşlılık aylığı bağlanır.

36
Çalışma gücündeki kayıp oranı %40 ilâ %49 arasında
en az 18 yıldan beri sigortalı olma
en az 4680 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmak

Çalışma gücündeki kayıp oranı %50 ilâ %59 arasında


en az 16 yıldan beri sigortalı olmak
en az 4320 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmak

Çalışma gücündeki kayıp oranı %60 ve üzerinde


en az 15 yıldan beri sigortalı olmak
en az 3960 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olmak

Ayrıca, emeklilik veya yaşlılık aylığı bağlanması talebinde bulunan kadın sigortalılardan sürekli
bakıma muhtaç derecede malûl çocuğu bulunanların, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
sonra geçen prim ödeme gün sayılarının dörtte biri, prim ödeme gün sayıları toplamına eklenir ve
eklenen bu süreler emeklilik yaş hadlerinden de indirilir. 2021 Ocak-Haziran dönemi itibariyle
toplamda 2.502 kadın sigortalı bu haktan yararlanmıştır.

SSGSSK gereğince geçirilen bir iş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve engellilik
nedeniyle meslekte kazanma gücünün en az %10'unu kaybeden bireylere sürekli iş görmezlik geliri
verilirken, çalışma gücünün %60 ya da daha fazlasını sürekli olarak kaybeden bireylere en az on yıldan
beri sigortalı bulunup, toplam olarak 1800 gün, başka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malûl
olan sigortalılar için ise sigortalılık süresi aranmaksızın 1800 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları
primi bildirilmiş olması şartıyla malullük aylığı bağlanır.

Sürekli işgöremezlik geliri


İş kazası veya meslek hastalığı sonucu oluşan hastalık ve engellilik nedeniyle meslekte kazanma
gücünün en az %10'unu kaybedenlere bağlanır.
Malullük aylığı
Çalışma gücünün %60 ya da daha fazlasını sürekli olarak kaybedenlere bağlanır.

Engelli çocuğu bulunan kadının emekliliği


Sürekli bakıma muhtaç derecede malûl çocuğu bulunanların, prim ödeme gün sayılarının dörtte biri,
prim ödeme gün sayıları toplamına eklenir

3.4.8. İstihdama İlişkin Düzenlemeler

Anayasamızın 17. maddesinde “herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme
hakkına sahiptir” hükmü, 49. maddedeki “çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir” hükmü ile bütünlenmiş
ve çalışma hakkı engellileri de kapsayacak biçimde anayasal bir hak olarak düzenlenmiştir.

Düşünülebileceği gibi, engelliler çalışma yaşamı içinde iki biçimde yer alabilir. Ya bağımsız bir iş
kurup, kendi işlerinde çalışabilirler ya da bağımlı bir iş ilişkisi içinde yer alabilirler.

Bağımsız iş kurmak

Bağımsız iş kurmak isteyen engellilerin hazırlayacağı projelere İŞKUR tarafından destek


sağlanabilmektedir. Bu desteklerin finansmanı kota sistemi kapsamında çalıştırması zorunlu engelli
bireyleri çalıştırmayan işverenlerden tahsil edilen idari para cezalarının aktarıldığı fondan
sağlanmaktadır. Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı da
(KOSGEB) girişimcilik eğitimleri düzenlenmekte ve eğitimi başarı ile tamamlayan engellilere kredi ve
hibe desteği sağlamaktadır.

Ancak engellilerin nitelikleri ve bağımsız bir iş kurup, çalışabilmenin güçlükleri birlikte düşünülecek
olursa, engelli bireylerin kendi işlerini kurabilmelerinin ne kadar güç olduğu ortaya çıkar. Diğer yandan

37
işverenlerin, engelli bireyleri yasal bir zorunluluk bulunmaksızın, kendi istekleri ile istihdam etmeleri
de ender rastlanan bir durumdur. Kısacası, engelliler açısından bağımsız bir iş kurabilmek ne kadar
güçse bağımlı çalışacakları bir iş bulabilmelerinin de bir o kadar güç olduğu söylenebilir. Bu nedenle
engellilerin çalışma yaşamında yer alabilmeleri için hukuki düzenlemelerle işlerlik kazanabilen ve bazı
yol ve yöntemlerden yararlanılır. “Çalışma Yaşamına Girme Aşamasında Yapılması Gerekenler” başlığı
altında ayrıntılı olarak ele alacağımız bu yol ve yöntemlerden sadece ikisi (korumalı işyeri, kota
yöntemi) ülkemizde yasal olarak düzenlenmiştir.

Korumalı işyeri

Ülkemizde uygulamadaki başarısı tartışılır olmakla birlikte 2005 yılından itibaren “korumalı işyeri”
kavramı hukuk sistemimize kazandırılmıştır. Engelliler Hakkında Kanun korumalı işyerini; “İş gücü
piyasasına kazandırılmaları güç olan zihinsel veya ruhsal engellilere mesleki rehabilitasyon sağlamak
ve istihdam oluşturmak amacıyla Devlet tarafından teknik ve mali yönden desteklenen ve çalışma
ortamı özel olarak düzenlenen işyeri” olarak tanımlanmakta, korumalı işyerlerinin statüsü ve bu
işyerleriyle ilgili usul ve esasların bir yönetmelikle düzenleneceği öngörülmektedir.

Sözü edilen Korumalı İşyerleri Hakkında Yönetmeliğe göre korumalı işyeri statüsünün kazanılması
için üç şartın bir arada gerçekleşmesi gereklidir.

En az sekiz engelli Engelli bireylerin 15 Engelli bireylerin


(md. 4)

(md.1 4)

(md. 4)
bireyin çalışması yaşını bitirmiş olması, sayısının toplam işçi
en az %40 oranında sayısına oranının yüzde
zihinsel veya ruhsal yetmiş beşten az
engelli olması, Türkiye olmaması
İş Kurumuna kayıtlı
olması

Korumalı işyeri statüsünün kazanılması için başvuru Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl
Müdürlüğüne yapılır. Korumalı işyeri statüsü kazanmış işyerlerine; kuruluş sermayesi ve işletme gider
desteği, gelir ve kurumlar vergisi indirimi, çevre temizlik vergisi muafiyeti ve sigorta prim teşviki gibi
çeşitli avantajlar sağlanır. Korumalı işyerlerinde çalışacak engellilerin maaşlarının bir kısmı ve
işverenlerinin işsizlik sigorta primleri Hazine’den karşılanır.

Kota yöntemi

Kota yöntemi İş Kanunu ve Devlet Memurları Kanunu ile düzenlenmiştir.

İş Kanunu md. 30
50 veya daha fazla işçi çalıştırdıklaran özel sektör işvereni %3 engelli çalıştırmakla yükümlüdür.
(Tarım ve orman işletmelerinde 51 veya daha fazla işçi çalıştırdıklaran özel sektör işvereni %3
engelli çalıştırmakla yükümlüdür)
50 veya daha fazla işçi çalıştırdıklaran kamu işvereni %4 engelli çalıştırmakla yükümlüdür.
KamuMemurları
Devlet işyerlerinde engellimd.
Kanunu istihdamında
53 EKPSS puanı gerekmektedir.
Her kamu kurum ve kuruluşu %3 engelli çalıştırmakla yükümlüdür.
%3’ün hesaplanmasında ilgili kurum veya kuruluşun (taşra teşkilatı dâhil) toplam dolu kadro
sayısı dikkate alınır.

Kota yöntemi ile işçi kadrosunda istihdam

İşverenler, çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri İŞKUR aracılığı ile sağlarlar (İş Kanunu Md.30).
Ancak Kurumun aracılığı olmaksızın da engelli işçi işe alınabilir. Bu durumda engelli işçiyi işe alan
özel sektör işverenleri durumu en geç 15 işgünü içinde Kuruma bildirmeli ve tescil ettirmelidir.

Konuya ilişkin ayrıntılı düzenleme Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmelik
çerçevesinde yapılmıştır. Buna göre; kamu ve özel sektör işverenleri, çalıştırmakla yükümlü
bulundukları işçileri, yükümlülüğün doğmasından itibaren beş iş günü içinde niteliklerini de belirterek
Kurumdan talep eder. Taleplerde, işyerinde yapılan işin gerektirdiği ağırlıklı vasıfların üstünde

38
istihdamı zorlaştırıcı şartlar öne sürülemez. Engelli statüsündeki işçi taleplerinde, işin niteliği
gerektirmediği sürece engellilik oranına üst sınır getirilemez ve engel grupları arasında ayrım
yapılamaz.

Engelli çalıştırma yükümlülüğüne uymamanın cezai müeyyidesi ise İş Kanunu’nda düzenlenmiştir.


Buna göre, yükümlülükleri yerine getirmeyen işveren veya işveren vekiline çalıştırmadığı her engelli
ve çalıştırmadığı her ay için 1.700 TL para cezası verilir. Kamu kuruluşları da bu para cezasından
hiçbir şekilde muaf tutulamaz. Bu rakam yeniden değerleme oranındaki artırım sonucu 2022 yılı için
5.917 TL olmuştur.

Tahsil edilen cezalar, engellilerin mesleki eğitimi ve mesleki rehabilitasyonu, kendi işini kurmaları,
engellinin iş bulmasını sağlayacak destek teknolojileri ve bu gibi projelerde kullanılmak üzere
İŞKUR’a aktarılmaktadır.

Diğer yandan, engelli istihdamının teşvik edilmesi amacıyla, özel sektör işverenlerinin çalıştırdıkları
her bir engelli için asgari ücret düzeyindeki sosyal güvenlik primi işveren paylarının tamamı (2022 yılı
için 1.025,82 TL) Hazine ve Maliye Bakanlığınca karşılanmaktadır.

Kota yöntemi ile engellilerin memur olarak işe yerleştirilmesi

Engellilerin memur olarak işe yerleştirilmesi ile ilgili düzenlemeler Engelli Kamu Personel Seçme
Sınavı ve Engellilerin Devlet Memurluğuna Alınmaları Hakkında Yönetmelik ile yapılmıştır.

Lise, önlisans veya lisans mezunları EKPSS (Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı) ile işe
yerleştirilirken, ilkokul, ortaokul, ilköğretim ve özel eğitim iş uygulama merkezi veya okulu mezunları
“kura çekimi” yapılarak işe yerleştirilir.

EKPSS’de engel grupları (genel engelliler, görme engelliler, işitme engelliler, zihinsel engelliler) ve
eğitim durumlarına göre farklı sınavlar yapılmakta, sorular, engel grupları itibarıyla öğrenme ve
algılama düzeyleri ile dil gelişimleri ve sözel iletişim güçlükleri esas alınmak suretiyle engellilerin
bilgi, yetenek ve becerilerini ölçecek şekilde hazırlanmaktadır.

Öte yandan Engelliler Hakkında Kanun’un istihdam başlıklı 14. maddesi gereğince, işe alım sürecinin
hiçbir aşamasında engellilerin aleyhine ayrımcı uygulamalarda bulunulamaz. Çalışan engellilerin
aleyhinde sonuç doğuracak şekilde, engeliyle ilgili olarak diğer kişilerden farklı muamelede
bulunulamaz.

Benzer bir düzenleme 4857 sayılı İş Kanunu’nun “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce,
felsefi inanç, din ve mezhep vb. sebeplere dayalı ayrım yapılmayacağını’’ belirten 5. maddesinde de
yapılmıştır.

Belirtilen işe alım ve istihdam yükümlülüklerine bağlı olarak engelli bireylerin özellikle kamu
kurumlarında işe alım için karşı karşıya kaldıkları kuralları da belirtmek gereklidir.

Engelliler Hakkında Kanuna göre; mevzuata uygun olmak kaydıyla, engellilerin mesleklerine uygun
münhal kadrolara atanması, mesleklerini icra veya infaza yardımcı araç ve gerecin kurumlarınca temin
edilmesi esastır. Engellilerin Devlet memurluğuna alınma şartları ile hangi işlerde çalıştırılacakları,
mesleklerini icra ve infazda hangi yardımcı araç ve gereçlerin kurumlarınca temin edileceği, zihinsel
engellilerin hangi görevlere atanmasında asgari eğitim şartından istisna edileceği hususları hazırlanacak
bir yönetmelikle düzenlenir.

4. ENGELLİLERİN ÇALIŞMA YAŞAMINA ENTEGRASYONUNA YÖNELİK


POLİTİKALAR

Engellilerin çalışma yaşamına dâhil edilmesini öngören politikalar Birleşmiş Milletler’in belirlediği
Standart Kurallara uygun bir biçimde, engelliler işe yerleştirilmeden önce izlenmeye başlanır. Bu
politikalar, engellilerin işe yerleştirilmesi aşamasında ve işe yerleştirilmesinden sonra da sürerek
tamamlanır. Şimdi bu süreci kademelendirerek sıralandıralım ve biraz daha ayrıntılı olarak açıklamaya
çalışalım.

39
Engellilerin çalışma yaşamına entegrasyonunu hedefleyen sosyal politikaların çerçevesi

Çalışma Yaşamına Girmeden


Tıbbi tedavi, rehabilitasyon ve Mesleki habilitasyon ve
Özel ve temel eğitim
habilitasyon uygulamaları rehabilitasyon

Çalışma Yaşamına Girme Aşamasında


Destekli İstihdam Korumalı İşyeri Kota Yöntemi Tahsis Yöntemi Evde Çalıştırma

Çalışma Yaşamına Girdikten Sonra


Sosyal güvenliğe ilişkin İşyeri ve çalışma koşullarının
Ayrımcılık karşıtı politikalar
düzenlemeler engellilere göre hazırlanması vd.

Kaynak: Engellilere yönelik sosyal politikaların aşamaları; Altan, 1976 ve Altan, 2009’dan
esinlenilerek hazırlanmıştır.

4.1. Çalışma Yaşamına Girmeden Önce İzlenecek Politikalar

Çalışma yaşamına girmeden önce yapılması gerekenler; tıbbi tedavi, rehabilitasyon ve habilitasyon
uygulamaları, özel ve temel eğitim ile mesleki eğitim/mesleki rehabilitasyon hizmetlerini kapsar. Bu
çerçevedeki düzenleme ve hizmetler ayrı ayrı ve aşamalı biçimde ya da aynı ortamlarda bir arada
verilebilir.

4.1.1. Tıbbi Tedavi, Rehabilitasyon ve Habilitasyon Uygulamaları

Rehabilitasyon; önceden var olan becerilerini çeşitli nedenlerle (kaza, hastalık vb.) yitirmiş bireyleri
tıbbi, psikolojik, sosyal ve mesleki yönlerden mümkün olan en iyi düzeye ulaştırmayı amaçlayan,
tedavi edici bir çalışma sürecidir. Geleneksel “rehabilitasyon” düşüncesinde; engellik veri bir durum
olarak kabul edilir, engelli bireyin “yapamadıklarına” odaklanılarak bireyin “normalleştirilmesi” için
çaba gösterilir.

Örneğin, göz transplantasyonu yapılması, protez kol takılması, koklear implant uygulamaları ve kişinin
bunları kullanmaya alıştırılması vb. uygulamalar eş deyişle kaybedilen becerilerin yeniden
kazandırılmasına ilişkin uygulamalar tıbbi tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları kapsamında
irdelenebilir. Bu anlamda rehabilitasyon, daha çok edinsel engelliler ile ilişkilendirilir.

“Habilitasyon” ise Latincede “yapabilir hale getirmek” anlamını taşır. Var olmayan ve/veya
kullanılmayan bir yeteneğin kazandırılmasına ilişkin süreci tanımlar ve genel olarak doğuştan ya da
hayatın erken evrelerinde engelli duruma gelen bireyler ile ilişkilendirilir. Habilitasyon düşüncesinde,
bireyin en üst seviye kapasite ve bağımsızlığa ulaşabilmesi için “yapamadıkları” yerine
“yapabileceklerine” odaklanılarak daha önceden bilmediği ve/veya kullanmadığı becerilerini
geliştirmek üzere gösterilen çabaya vurgu yapılır. Engelli bireyin “bedeninden” ziyade “yaşam
koşullarının normalleştirilmesine” çalışılır.

Örneğin, engelli bir bireye protez kol takılması veya bir iş kazası sonrasında engelli olan bir bireyin
eski işini yeniden yapabilir duruma gelmesi için gösterilen çabalar rehabilitasyon kavramı kapsamında
incelenirken; görme engelli bireye Braille alfabesinin öğretilmesi veya iş kazası sonrasında engelli olan
bir bireye mevcut kapasitesi ile yeni bir iş/meslek öğretilmesi habilitasyon kavramı kapsamında
değerlendirilebilir.

40
Kaybedilen yeteneğin yeniden kazandırılması çabası
Amaç; engelli bireyin “yapamadıklarına” odaklanarak
Rehabilitasyon bireyin “normalleştirilmesi”

Var olmayan ve/veya kullanılmayan bir yeteneğin


kazandırılması çabası
Habilitasyon Amaç; bireyin "yapabileceklerine" odaklanarak en üst
seviye kapasite ve bağımsızlığa ulaştırılması

Tıbbi tedavi ve rehabilitasyon/habitilasyon, bireyin en üst seviye kapasite ve bağımsızlığa ulaşabilmesi


açısından önemli, hatta çoğu zaman gereklidir. Örneğin zihinsel yetersizliğe sahip bir bireyin günlük
yaşam içerisinde gerekli olan psiko-motor becerileri geliştirilememişse yemek yeme gibi özbakım
becerileri yetersiz kalacak, engelli birey; özelde çalışma yaşamı içinde yer alabilmede genel olarak ise
toplumsal yaşama katılabilmede büyük güçlüklerle karşılaşacaktır.

Diğer yandan, doğuştan ya da hayatın erken evrelerinde engelli duruma gelen bireylerin tıbbi tedavi ve
rehabilitasyon/habitilasyon hizmetlerinden mümkün olan en erken yaşlarda yararlandırılmaları hem
daha ekonomik olacaktır hem de başarılı sonuçlar alınabilme şansını çoğaltarak engelli bireylerin
toplumsal yaşama katılımda karşılaşmaları muhtemel güçlükleri azaltacaktır. Örneğin, 2 yaş öncesinde
iç kulağına koklear implant yerleştirilen işitme engelli çocukların çok kısa sürede normal işiten
yaşıtlarının dil düzeyine ulaşabildiği, 4 yaş öncesi ameliyat olan çocuklarda ise dil gelişiminin daha
hızlı gerçekleştiği ve konuşma becerisinin normale çok yaklaştığı bilinmektedir.

4.1.2. Özel ve Temel Eğitim

Özel ve temel eğitim hizmetleri, eğitime eşit erişimin sağlanması, engelli bireylerin bağımsız bir yaşam
kurabilmesi ve toplumsal yaşama tam ve eşit olarak katılabilmesinde önemli bir role sahiptir.

Ancak yetersizlikleri kimi zaman engellilerin temel eğitim hizmetlerinden yararlanabilmelerini


engeller. Bu nedenle engelli bir bireyin temel eğitim hizmetlerinden yararlanabilmesi için, mevcut
hizmetlere ek ya da onlardan farklı bazı özel düzenlemeler yapılması gerekir. İşte bu düzenlemelerin
bütünü özel eğitim olarak adlandırılır.

Özel eğitim, özel gereksinimi olan bireylerin bağımsız yaşama olasılığını en üst düzeye çıkarmayı
hedefleyen, bireysel olarak planlanan, sistematik olarak uygulanan ve dikkatli bir biçimde
değerlendirilen öğretim hizmetlerinin bütünü olarak tanımlanmaktadır. Genel eğitim ile arasındaki en
önemli fark ise öğretimin bireysel olarak planlanması, daha sistematik olarak uygulanması ve
değerlendirilmesidir.

Özel eğitimin, kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla, eş değişle engelli çocukların engelli olmayan


akranlarıyla birlikte, genel eğitim ortamlarındaki eğitim-öğretim sürecine, gerekli destek ve
düzenlemeler yapılarak dâhil edilmesi önemlidir. Zira, kaynaştırma/bütünleştirme uygulamalarının
çocukların akademik, bireysel ve sosyal gelişimleri ile toplumla bütünleşmelerini sağlamada yararı
bilinmektedir. Diğer yandan, bu yararlar engelli olmayan bireyler açısından da söz konusudur. Örneğin,
erken yaşlardan itibaren engelli akranlarıyla bir arada olan çocukların, bireysel farklılıklara karşı
farkındalıkları artar ve böylece engelli akranları ile daha güçlü ve pozitif bir iletişim kurabilirler.
Önyargılar ve koşullanmalardan arınarak engellileri tanır, anlar ve birlikte yaşamayı daha kolay
öğrenirler.

Toplumsal Temas Hipotezi

Toplumsal gruplar arasındaki temas eksikliği bu gruplar arasındaki sınırları belirginleştirir ve “öteki” ile ilgili önyargıları
pekiştirir. İşte bu noktadan hareketle farklı gruplar arasında sosyal mesafenin önlemek ve nihayetinde önyargıların önünü
almak üzere 1950’li yıllarda “toplumsal temas” bir hipotez olarak ortaya atılmıştır. Buna göre, eğer çeşitli gruplardan insanlar
arasındaki etkileşimsizlik ve ayrışma önyargıları besliyorsa, toplumsal teması arttırmak önyargıları azaltır. Hatta temas
arttıkça olumsuz önyargılara sahip grubun üyeleri, “öteki” grup ile arasındaki benzerlikleri keşfederek o grubun üyelerini

41
yeniden “insan” olarak algılayabilir.

Ancak kaynaştırma/bütünleştirme uygulamalarına devam edemeyecek durumda olan engellilerin


eğitimleri özel sınıf ya da kurumlarda ayrı olarak da verilebilir. Bu durumda dâhi çocuğun yetersizliği
olmayan yaşıtlarından, ailesinden ve yaşadığı sosyal çevreden mümkün olduğunca az uzaklaştırılması
eş değişle eğitimin en az kısıtlayıcı ortamda verilmesi önemlidir. Çünkü özel sınıf ya da kurum, engelli
çocukları akranlarından ve genel eğitim sisteminden ayırır. Ayrıca, örneğin ülkemiz özelinde özel
eğitim kurumlarından alınan diploma bir işe başvurma ve istihdam edilmeyle ilgili yeterlilikleri
karşılasa da yükseköğretime devam hakkı sağlamaz.

Elbette engelli bireye verilecek eğitimin içeriğinin farklı olması gerekiyorsa; örneğin görme engelli bir
çocuğa Braille ile okuma yazma öğretilmesi gerekiyorsa ya da ağır derecede yetersizliği olan bir
çocuğa yemek yeme, giyinme gibi özbakım becerilerinin öğretilmesi eğitim programında önemli bir
yer tutacaksa, özel sınıf ya da kurumlarda eğitim kabul edilebilir bir durum olarak ortaya çıkacaktır.
Zira verdiğimiz örneklerde engelli çocuğa farklı muamelenin dayandığı kriterler makûl ve objektiftir.
Ayrıca ulaşılmak istenen sonucun meşru ve haklı bir sebebe dayandığı söylenebilir. Ancak engelli
çocukların büyük çoğunluğunun, zaruri olmamasına karşın genel eğitim sisteminin dışında, özel sınıf
ya da kurumlarda eğitim görmek zorunda bırakılması ayrımcılık olarak kabul edilebilecektir.

4.1.3. Mesleki Habilitasyon ve Rehabilitasyon

Engellilerin tıbbi tedavi, rehabilitasyon ve habilitasyon uygulamaları ile özel ve temel eğitim
hizmetlerinden yararlanmaları, çalışma yaşamına dâhil edilebilmeleri yönünden gerekli olmakla
birlikte, yeterli değildir. Aynı zamanda engelli bireylerin, gerekli mesleki bilgi ve becerilere de sahip
kılınması gerekir.

Bu aşamada, ilk olarak engelli bireyin durumu ve açık işgücü piyasasının koşulları göz önünde
tutularak uygun iş ya da meslek tespit edilir. Ardından engelli bireyi belirlenen iş ya da meslek için
hazırlamak üzere müdahalede bulunulur ve destek sağlanır.

4.2. Çalışma Yaşamına Girme Aşamasında İzlenecek Politikalar

Bu aşamada, engellilerin çalışma yaşamında yer alabilmeleri için, çoğunlukla hukuki düzenlemelerle
işlerlik kazanabilen çeşitli yol ve yöntemlerden yararlanılır.

Düşünülebileceği gibi, engelliler çalışma yaşamı içinde iki biçimde yer alabilir. Ya bağımsız bir iş
kurup, kendi işlerinde çalışabilirler ya da bağımlı bir iş ilişkisi içinde yer alabilirler.

42
Engelli bireyler açısından çalışma yaşamı

Bağımsız çalışma Bağımlı çalışma


(kendi işini kurma)
*Kişisel çalışma
*Kooperatif kurma
Rekabetçi istihdam *Kota yöntemi
*Korumalı işyeri
*Destekli istihdam
*Tahsis yöntemi
*Evde çalıştırma

4.2.1. Engellilerin Kendi İşlerini Kurmaları Doğrultusunda Desteklenmesi

Engelli bireyler kendi işlerini kurmaları durumunda; çalışma saatlerini serbestçe belirleyebilir, ilgi,
yetenek, beceri ve ihtiyaçlarıyla tam uyumlu bir çalışma ortamı ve iş yaşamı oluşturabilir. Bu nedenle
kendi işini kurarak bağımsız çalışmak engelli bireyler açısından tercih edilebilir bir seçenektir.

Ancak, özellikle kişinin engelliliği doğuştan gelmiş ve tıbbi tedavi, rehabilitasyon/habilitasyon


uygulamalarından, temel ve mesleki eğitim hizmetlerinden yeteri ve gereğince yararlanamamış ise
bağımsız bir iş kurabilmesi güçtür. Diğer yandan bir iş deneyimleri ya da mesleki formasyonları
bulunan engelliler açısından dâhi bağımsız çalışmanın çok kolay olduğu söylenemez. Zira, yeni bir iş
kurmak engelli ya da değil herkes için zorluklar içeren bir süreç iken engellilerin durumları nedeniyle
fazladan zorlukla karşılaşması muhtemeldir. Örneğin engelli bireylerin toplumun genelinden daha
yoksul oldukları ve bu anlamda kendi işlerini kurarken daha fazla finansal zorlukla karşılaşacakları
söylenebilir. Aynı biçimde, sosyal yardım gelirlerini kaybetme endişesiyle bağımsız bir iş kurmayı
riskli bulabilirler ya da bağımsız bir iş kurmakla ilgili bilgi, beceri ve motivasyonları eksik olabilir. Bu
nedenle, engelli bireylere bir iş kurup, bağımsız olarak çalışmaları doğrultusunda destek verilmelidir.

Bu destekler parasal, ayni ya da hizmet niteliğinde olabilir. Örneğin engelli bireylere; hibe, faizsiz veya
düşük faizli kredi gibi finansal destekler verilebilir. Vergi bağışıklıkları ya da muafiyetleri tanınabilir.
İşyeri için mekân tahsis edilebilir. İşyerinde kullanılacak araç, gereç ve hammaddeler sağlanabilir.
Mesleki danışmanlık ya da girişimcilik eğitimi verilebilir.

Engelli bireyler kendi işlerini tekil olarak eş değişle “kişisel çalışma” biçiminde kurabileceği gibi
birkaç kişi bir araya gelerek kendi çabaları ile ya da devlet desteğiyle kooperatif biçiminde
örgütlenerek de kurabilir. Sosyal kooperatif olarak nitelendirilen çok sayıda başarılı örnek
bulunmaktadır.

Engellilerin Kendi İşlerini Kurmaları Doğrultusunda Desteklenmesi


Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
Çalışma saatleri esnek olarak belirlenebilir. Özellikle işin kurulması aşamasında finansal
güçlüklerin aşılması zor olabilir.
Engelli bireylere; ilgi, yetenek, beceri ve Engelli bireyler sosyal yardım gelirlerini
ihtiyaçlarıyla tam uyumlu bir çalışma ortamı ve kaybetme endişesiyle bağımsız bir iş kurmayı
iş yaşamı oluşturma imkânı tanır. riskli bulabilirler ve bağımsız bir iş kurmaktan
kaçınabilir ya da girişimlerini saklayabilirler.
Toplumsal yaşama tam ve eşit katılım imkânı Engelli bireylerin bağımsız bir iş kurmakla ilgili
sunar. bilgi, beceri ve motivasyonları eksik olabilir ve

43
bunun sıkıntısını yaşayabilirler.
Engelli birey kendi işinde çalıştığı için yasal Bağımsız çalışmanın getirdiği “zarar etme” gibi
düzenlemelere uygun biçimde sosyal güvenceye riskler her zaman var olacaktır.
sahip olur.

4.2.2. Bağımlı Statüler Altında Çalışma Yaşamında Yer Alabilmeleri Doğrultusunda


Desteklenmesi

4.2.2.1. Rekabetçi İstihdam

Engelli bireylerin açık iş piyasasındaki rekabetin var olduğu herhangi bir işte, yasal herhangi bir
zorunluluk olmadan istihdam edilmeleri literatürde “rekabetçi istihdam” olarak nitelendirilir ve engelli
bireyler; detaylı iş analizlerinin yapılarak uygun işe yerleştirilmeleri, kendilerine işyerinde gerekli
bilgilendirmenin sağlanması, işveren tarafından uygun ücretlendirme stratejilerinin kullanılması, etkin
bir eğitim ve oryantasyon programının yapılması ve işyerinde gerekli kimi düzenlemelerin yapılması
şartıyla rekabetçi işlerde de başarıyla yer alabilir.

Bu yapı içinde engelli birey, işyerinde farklı görev ve sorumluluklar üstlenebilir, yeni işler öğrenerek
kariyer gelişimi olanaklarına sahip olabilir. En azından asgari ücret düzeyinde bir ücret elde eder. Tüm
çalışanlar gibi iş hukukunun koruyucu nitelikteki tüm hükümlerinden ve sosyal güvenlik
imkânlarından yararlanabilir. Çalışma arkadaşları ve müşterilerle iletişim kurarak sosyalleşebilir ve
üretken bir birey olarak topluma tam ve eşit biçimde katılabilir.

Ancak çalışanların performansının temel ölçüt olarak değerlendirildiği rekabetçi koşullarda, korumalı
işyeri veya destekli istihdam modellerinden farklı olarak işten çıkarılma riski hep var olacaktır. Ayrıca
özellikle zihin yetersizliği olan bireyler, gereksinim duydukları ve destekli istihdam modeli
çerçevesinde kendilerine sağlanan desteklerden de yoksun kalacaklardır. Bu nedenle mesleki yeterlilik
düzeyi yüksek, zihin yetersizliği hafif düzeyde olan bireyler için uygun olan “rekabetçi istihdam”
başka engelliler için zorlayıcı olabilirb. Elbette engelli bireylerin açık işgücü piyasasındaki olağan
koşullar altında engelli olmayan bireylerle birlikte ve onlarla aynı koşullarda istihdam edilmesi ideal
olan durumdur.

Diğer yandan, işveren açısından engelli istihdamı, işyerinde kimi zaman yeni bir organizasyonu gerekli
kılarken kimi zaman donanım bakımından belirli bir maliyetin üstlenilmesini gerektirebilir. Bu
anlamda engelli istihdamının özel zorluklar arz ettiği kabul edilmeli, açık işgücü piyasasındaki
rekabetçi işlerde engelli istihdamının arttırılabilmesi açısından işverenler parasal ya da ayni nitelikte
yardımlar ve hizmetlerle desteklenmelidir.

Örneğin engelliler için istihdam olanakları oluşturan özel kesim işverenlerini daha istekli kılmak üzere
vergi bağışıklıkları ya da indirimleri tanınabilir. İşverenlerin ödemekle yükümlü olduğu sigorta, fon
gibi kesintilerde belirli bir oranda indirim yapılabilir. Engellilerin iş bulmasını sağlayacak destek
teknolojilerinin finansmanına katkıda bulunulabilir. Engellinin işe yerleştirilmesi, işe ve işyerine
uyumunun sağlanması amacıyla ortaya konulacak somut ve verimli olabilecek benzeri projelerin
finansmanında engelli istihdam etme yükümlülüğünü yerine getirmeyen işverenlerden alınan parasal
yaptırımlarla oluşan, daha önce de değinilen fonun desteği alınabilir.

Öte yandan sözleşme serbestisine dayalı olarak engelli bireyleri istihdam edip etmemenin önemli
ölçüde işverenin iradesine bırakıldığı bu uygulamada, özellikle mesleki yeterlilik düzeyi düşük ve
engellilik oranı yüksek bireylerin istihdam olanaklarının sınırlı kalacağı da söylenebilir. Bu nedenle
sosyal politikanın konuya ilişkin temel hedefi durumundaki “engellilerin toplumsal yaşama tam
katılımı ve eşitliğin sağlanması” ve bu amaçla “engelli bireyi çalışma yaşamına dahil etme” ilkesinin
gerçekleştirilmesi açısından farklı istihdam modellerine gereksinim duyulur. Bu doğrultuda kullanılan
başlıca yöntemler aşağıda ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır.
Rekabetçi İstihdam
Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
Toplumsal yaşama tam ve eşit katılım imkânı Destek gereksinimi karşılanmaz.
sunar.
Engelli birey açık iş piyasasında bulunduğu İşten çıkarılma riski her zaman var olacaktır
için kariyer gelişimi imkânına sahip olabilir.

44
Engelli birey iş ve sosyal güvenlik hukukunun İşveren açısından engelli istihdamı, işyerinde
korumasından yararlanır. kimi zaman yeni bir organizasyonu gerekli
kılarken kimi zaman donanım bakımından belirli
bir maliyetin üstlenilmesi gerektirebilir.

Engelli bireylerin çalışma yaşamına katılımına ilişkin yol ve yöntemlerin olumlu ve olumsuz yönleri; engelli birey, engelli
bireyin ailesi, engelli bireyin iş arkadaşları, engelli bireyin işvereni ve elbette genel olarak toplumsal açılardan
değerlendirilebilir. Ancak bu çalışmadaki tablolarda yer alan değerlendirmelerin sadece engelli birey dikkate alınarak
hazırlandığı belirtilmelidir.

4.2.2.2. Kota Yöntemi

Tarihsel olarak kota yöntemi, Birinci Dünya Savaşından sonra harp malûllerinin istihdamını
kolaylaştırmak amacıyla, ilk kez Almanya'da uygulamaya konulmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası
dönemde ise kota yönteminin kapsamı kademeli olarak genişlemiş ve harp malûlü olmayan engelliler
de kota yöntemi kapsamına dâhil edilmiştir. Bugün, engellilerin çalışma yaşamında yer alabilmelerini
temin için kullanılan yol ve yöntemler içinde en yaygın olanı kota yöntemidir ve dünya genelinde 103
ülkede fiilen istihdam kotası bulunmaktadır.

Kota yöntemiyle, özel ve/veya kamu sektörü işverenlerine, yasalarda saptanan oranlarda engelli
bireyle iş sözleşmesi yapma ve onları istihdam etme yükümlülüğü getirilir. Yüzde %1-7 gibi
belirlenen bu kota oranı genellikle sabit tutulurken, bazen istihdam edilen toplam kişi sayısı bazen de
çalışılan sektöre göre değişiklik gösterebilir. Kota zorunluluğu çoğunlukla 20 ila 50 gibi belirli
sayıda istihdam kapasitesi bulunan işverene getirilir ve kota oranları ülkeden ülkeye farklılık gösterir.
Kota oranları; Fransa’da %6, Brezilya’da %2-5 arasında, Şili’de %1, İspanya’da %2, Çin’de %1,5,
Hindistan’da %3, Avusturya’da %4, Almanya’da %5, ABD’de %7’dir (http-1). Çoğunlukla kotaya
uyulması zorunludur ve uyulmamasının cezai bir yaptırımı bulunur. Bu açıdan kota yöntemi kendi
içinde ikiye ayrılabilir.

 Kota-Ceza Yöntemi

İtalya, İspanya ve Türkiye gibi birçok ülkede yaygın bir uygulama olanağı bulan bu uygulamada kotaya
uyulması zorunludur. Öngörülen yükümlülüğe uyulmamasının ise cezai yaptırımı bulunur. Engelli
istihdam eden işverenlere yönelik bazı teşvik uygulamaları söz konusu olabilir.

 Kota Yöntemi

Çin, Japonya, Almanya, Güney Kore, Moğolistan, Polonya gibi kota uygulaması bulunan ülkelerin
yaklaşık dörtte birinde, öngörülen kotaya uyulması zorunlu değildir. Madencilik, denizcilik gibi
sektörlerde, kota yöntemi ile istihdam olasılığının çok düşük olması durumunda meşru bir seçenek
olarak işveren özel bir fona, mali bir bedel ödeyerek yükümlülükten kurtulabilmektedir. Ödenen bu
bedel, ceza olarak nitelendirilmez ve bir fonda toplanarak engelli bireylerin çalışma yaşamına
uyumlarının sağlanması amacıyla işverenlere, engellilere veya hizmet sağlayıcılara çeşitli şekillerde
yeniden dağıtılarak kullanılır. Örneğin istihdam imkânları daha kısıtlı ağır engellilerin, zihin
engellilerin istihdamının sağlanmasında, engellilere uygun yeni iş olanakları yaratılmasında,
eğitimlerinde, var olan işyerlerinin engelli bireyler için elverişli hale getirilmesinde bu fondan
yararlanılır.

Özelde kota yöntemine genel olarak ise engelli istihdamına yönelik eleştiri ve önerilere ilişkin ayrıntılı bilgi için Bkz.
Kağnıcıoğlu ve diğerleri (2021). Türkiye’de Engelli İstihdamı, Kota Yöntemi Açısından Durum Analizi: İşveren ve İşveren
Vekilleri ile Bir Araştırma, Nobel Yayınevi, Ankara.

Ancak, dünyada konuya ilişkin ilk kapsamlı uygulamalar 70 yılı aşkın bir zaman önce başlamasına ve
pek çok ülkede fiilen kota uygulaması var olmasına karşın (ILO ve OECD, 2018, s:14; ILO, 2019,
s:iii) gerek istihdam edilen engelli sayısı gerekse oluşturulan istihdamın kalitesi bakımından istenilen
başarıya ulaşılamadığı görülmektedir. Başarısızlığın bir nedeni şüphesiz kota yönteminin dayandığı

45
temel varsayımlar ve bu varsayımların geliştirdiği önyargılardır. Şöyle ki, kota yöntemi temelde iki
varsayıma dayanır. Birincisi, yasal bir zorunluluk olmaksızın işverenlerin engellileri işe almayacağı
varsayımı, ikincisi engellilerin diğer çalışanlardan daha az verimli olduğu varsayımı. Bu varsayımlar
ise “engelli bireyin verimsiz olduğu”, “çalıştırma yükümlülüğü” getirilmeksizin işverenlerin engelli
bireyleri çalıştırmayacağı önyargısının yerleşmesi ve gelişmesine neden olunmakta, sonuçta
işverenler mümkün olduğunca yükümlülükten kurtulma yolları aramakta, yüksek bir maliyete
katlanması gerektiğini ön yargısal olarak düşünerek işyerinde gerekli düzenlemeleri yapmaktan
kaçınmakta, engellileri “duygusallık yaratacağı”, “iş akışını yavaşlatacağı” gibi gerekçelerle işe
almaktan kaçınmaktadır.

Kimi zaman zorunlu kotanın önemli bir kısmı boş bırakılmakta kimi zaman ise işverenler kotayı
doldurmak yerine ceza ödemeyi tercih edebilmektedir. Bazı durumlarda işverenler engelliden işe
gelmek yerine evde kalmalarını isteyebilmekte ya da çalışan engellilere düşük statülü işler
verebilmektedir. Örneğin Çin’de kamu sektöründe kota yöntemi çerçevesinde gerçekleşen engelli
istihdam oranı %0,03 ile %1,5 olarak belirlenen kotanın çok altındadır (Liao, 2020, s:328). Japonya,
Fransa, Almanya gibi ülkelerde ise kota oranları kısmen sağlansa da tam olarak
doldurulamamaktadır.

Ayrıca kota yönteminin tıbbi modelin bir yansıması olduğu eleştirileri bulunmakta (Sargeant ve
diğerleri, 2018, s:408 ve 414), kota uygulaması yerine, işverenleri engelli istihdamına teşvik etmenin
daha doğru bir çözüm olacağı literatürde sıklıkla dile getirilmektedir. Destekli istihdam
uygulamalarının gündeme geldiği bu süreçte İngiltere, ABD, Avustralya, Kanada, Hollanda, İsveç,
Finlandiya, Danimarka gibi ülkelerde zorunlu kota uygulamasından vazgeçilmiştir. Kota
uygulamasına devam eden bazı ülkede ise yöntemin revize edildiği ve işverenlerin engelli istihdamına
teşvik edilmesi doğrultusunda daha yoğun çabalar gösterildiği gözlenmektedir.
Kota Yöntemi
Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
Toplumsal yaşama tam ve eşit katılım imkânı İşten çıkarılma riski her zaman var olacaktır.
sunar.
Engelli bireyler en azından asgari ücret İşveren açısından engelli istihdamı, işyerinde
düzeyinde bir ücret elde eder. kimi zaman yeni bir organizasyonu gerekli
kılarken kimi zaman donanım bakımından belirli
bir maliyetin üstlenilmesi gerektirebilir.
Engelli birey açık iş piyasasında bulunduğu için Destek gereksinimi karşılanmaz.
kısıtlı da olsa kariyer gelişimi imkânına sahip
olabilir.
Engelli birey iş ve sosyal güvenlik hukukunun
korumasından yararlanır.

4.2.2.3. Korumalı İşyeri

Çalışma ya da meslek atölyesi olarak da adlandırılan korumalı işyerleri, çalışma ortamının engelliler
için özel olarak düzenlendiği, bir başka deyişle engellileri koruyucu ve ayrılmış ortamlarda istihdam
eden bir kurum olarak tanımlanabilir. Korumalı işyeri devlet tarafından kurulabileceği gibi, devletin
teknik ve mali desteği ile yerel yönetimler, sosyal güvenlik kuruluşları, özel sektör işverenleri ve
gönüllü kuruluşlarca da kurulabilir.

Korumalı işyerleri uygulamasının öncelikli hedef grubu, açık iş piyasasındaki rekabete açık işlerde yer
alma olasılığı düşük, zihinsel engelliler, ağır engelliler, eğitim seviyesi düşük engelliler ile engelli
kadınlardır. Geleneksel olarak korumalı işyerleri, engeli bulunan bireyler için uzun vadeli veya kalıcı
istihdam imkânı sağlar. Ancak engelli bireyi geçici olarak istihdam ederek, açık iş piyasasına girmeye
hazırlamak gibi bir hedefle de kurulabilir.

Engelliler, korumalı işyerlerinde, genellikle öğrenmesi ve yapması kolay işler için istihdam
edilmektedir. Bu görevler bireyin performansına, ilgi ve yeteneklerine uygun olabilse de çoğu zaman,
vasıf gerektirmeyen imalat, montaj ve paketleme gibi tekrarlayan eylemleri, sınırlı iş ve görevleri ve
bazen de ağaç işleri ve tarımsal faaliyetleri içermektedir. Temel amaç, engelliler için güvenli yerler
oluşturmak olduğu için, korumalı işyeri birçok açıdan tipik işyerlerinden farklılık gösterir. Engellilerin
bu kurumlara yerleştirilmesi, açık iş piyasasında işe girmesinden çok daha kolaydır. Ayrıca, aileler de

46
engeli olan bireyleri korumalı işyerlerine yerleştirmeyi tercih etmektedir. Çünkü bu yerler kısa vadede
engelli bireyler için uygun, güvenli ve daha öngörülebilir işler sunmaktadır. Bu kurumlara kabul
edilmek için uzun bekleme listeleri olmasına rağmen, engelli birey korumalı işyerlerinden birine
yerleştirildikten sonra, iş piyasasındaki rekabetten etkilenmez ve kriz dönemlerinde dahi işini kaybetme
kaygısı yaşamaz.

Korumalı işyerleri, iş imkânları sunmanın yanı sıra, koruma, rehabilitasyon/habilitasyon ve açık iş


piyasasına geçiş için bir eğitim merkezi olmak gibi farklı amaçlara da sahip olabilir. Önceden
belirlenmiş rutin programlar sunar ve iyi denetlenen güvenli bir ortam sağlar. Korumalı işyerinde
çalışanların benzer özellikler göstererek kendi aralarında bir iletişim kurmaları ve sonucunda işyeri
ortamında sosyalleşmeleri de daha kolay olabilir. Diğer yandan, korumalı işyerlerinin bazı
dezavantajları da bulunmaktadır.

Öncelikle kuruluş aşamasında, bu işyerleri için bir finansman kaynağı gereksinimi duyulacağı açıktır.
Ayrıca ekonomik açıdan kendi kendilerine yetebilmeleri için sürekli desteklenmeleri de gerekebilir.
Ancak iyi bir planlama ve yönetimle serbest rekabet koşullarında gelirleri ile giderlerini karşılayabilir
hatta Almanya örneğinde olduğu gibi kâr da elde edebilir.

Ayrıca, bu kurumlarda istihdam edilen engelliler, ayrılmış bir ortamda bulundukları için toplum ile
yeterince entegre olamamakta, hayatın içinde kendisini dışlanmış ve yalnız hissedebilmektedir. Elbette
engelli bireyler korumalı işyerinde, şef, eğitimci ya da işveren gibi engelli olmayan bireylerle de
etkileşime girebilmektedirler. Ancak bu bireylerin hiyerarşik olarak engelli bireylerden üstte bulunması
sosyal etkileşimin niteliğini düşürür. Diğer yandan açık iş piyasasındaki işlere geçiş olasılıkları çok
sınırlıdır. Korumalı işyerleri de “en iyi çalışanlarını” kaybetmek istemediği için engelli bireyleri açık iş
piyasasına yönlendirme konusunda isteksiz olabilmektedir.

Korumalı işyeri uygulaması, kendi içinde farklılıklar gösterebilir. Uygulamada temel olarak dört farklı
modelden söz edilmektedir.

İlk model olan “tedavi edici (terapotik) model”, genelde zihinsel engelli bireyler için korunaklı bir
ortam oluşturulması amacıyla yaygın olarak uygulanmaktadır. Bu model çerçevesinde korumalı
işyerinde çalışan engelli bireyler; faydalanıcı, kursiyer veya müşteri gibi kabul edilir. İş sağlığı ve
güvenliği ile ilgili, tipik işyerlerine kıyasla ilave tedbirler var olmasına karşın, engelli bireyler gerçek
anlamda çalışan olarak kabul edilmediği ve bu anlamda bir hizmet akdi bulunmadığı için iş hukukunun
koruyucu nitelikteki pek çok hükmü engelli çalışanlar için uygulanmaz. Sendikaya üye olma hakları
bulunmaz. Çalışan engellilerin gelirleri, hemen her zaman asgari ücretin önemli derecede altındadır,
sosyal güvenlik hakları ile ilgili düzenlemeler ise ülkeden ülkeye farklılık gösterir. Ancak genel olarak
çalışma dolayısıyla oluşan bir sosyal güvenlik hakkından ziyade engellilik nedeniyle sağlanan sosyal
güvenlik yardımlarından söz edilebilir.

İkinci model olan “ara model” de engelliler, “çalışan” olarak değerlendirilse de iş hukukunun koruyucu
nitelikteki bazı hükümleri uygulanırken bazı hükümleri uygulanmaz. İş sözleşmesi önerilir ancak
uygulamada genellikle iş sözleşmesi yapılmaz. Sendika üyeliğine izin verilir ancak uygulamada
sendika üyeliği düşük düzeydedir ya da hiç görülmez. Çalışma saatleri genellikle haftalık 35 ila 42 saat
arasındadır. Sosyal güvenlik hakkı ise tedavi edici modelden daha yaygın olarak tanınır.

Üçüncü model olan “karışık model” de, farklı korumalı işyeri modelleri bir arada kullanılabilmekte ve
uygulama ülkeden ülkeye değişmektedir. Bazı uygulamalarda, “tedavi edici model” e yaklaşılarak
tedavi amacı ön plana çıkarken, bazı uygulamalarda engelli bireyin genel bir ilke olarak “çalışan”
biçiminde değerlendirildiği “ara model” e yaklaşılmaktadır. Farklı modeller arasında geçişe olanak
tanıması bu modelin bir avantajı olarak kabul edilebilir.

Dördüncü model olan “ücrete dayalı istihdam modeli” nde belli bir sayıda ve oranda engelli istihdam
eden işyeri korumalı işyeri statüsünü elde eder. Korumalı işyerlerine vergi, sigorta primi, teknik
donanım yardımları gibi teşvikler verilir. Bu modelde engelli bireyler bir hizmet akdine dayalı olarak
korumalı işyerlerinde çalışır. Dolayısıyla çok az farkla tüm diğer çalışanlar gibi aynı hak ve borçlara
sahiptir. Sendikalara üye olma hakkına sahiptirler.

47
Korumalı İşyeri
Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
Engelli bireyin işten çıkarılma riski düşüktür. Kuruluş aşamasında yüksek finansal gereksinim
Uzun vadeli veya kalıcı istihdam imkânı sunar. bulunabilir.
Açık iş piyasasında yer alma olasılığı düşük Sosyal açıdan dışlanma riski mevcuttur.
engelli bireyler için çalışma yaşamına kolay giriş
imkânı tanır.
Engelli birey ile tam uyumlu, iyi denetlenen bir Tekrarlayan eylemler, sınırlı iş ve görevler
çalışma ortamı, uygun, güvenli ve daha bulunur.
öngörülebilir işler sunar.
İşyeri ortamında sosyalleşme imkânı sağlar. Hiyerarşik ayrımlar nedeniyle düşük nitelikli
sosyal etkileşim vardır.
İşyeri ortamında engelli birey, sürekli ve yoğun Ücretler genellikle asgari ücretin altındadır.
destek alabilir.
Rehabilitasyon/habilitasyon ve açık iş piyasasına Engelliler çoğu zaman gerçek bir çalışan olarak
geçiş için eğitim merkezi olma işlevi görür. kabul edilmediklerinden iş ve sosyal güvenlik
hukukunun koruması dışında kalır.
Kariyer gelişimi imkânları çok sınırlıdır.
Açık iş piyasasındaki işlere geçiş olasılığı
düşüktür.
Bağımsız yaşam, topluma tam ve eşit katılım
imkânları sınırlıdır.

4.2.2.4. Destekli İstihdam

Destekli istihdam; engelli bireylerin bir iş koçu vasıtasıyla iş piyasasının ihtiyaçlarını karşılayacak
becerileri edinmeleri, kendi ilgi, yeterlilik ve tercihlerine göre iş sahibi olmaları, çalışma sürecinde de
yoğun biçimde desteklenmelerini içeren bir yöntem olarak tanımlanabilir. Nihai hedef ise engelli bireyi
sürdürülebilir bir biçimde açık iş piyasasına dâhil etmek ve bağımsız yaşama hazırlamaktır.

Düşünsel alt yapısı “sosyal model” ile uyumlu olan ve engelli bireyler için “insan hakları” ile “tam
katılım” ilkelerine dayanan “destekli istihdam” yönteminin ilk olarak 1970’li yıllarda ABD’de ortaya
çıktığı, İngiltere gibi birçok ülkede önce çeşitli projelerle yaygınlaştığı, ardından da ana akım politika
haline geldiği görülmektedir.

BAĞIMSIZLIK VE BAĞIMSIZ YAŞAM


Bağımsızlık, sadece “yıkanma, giyinme, tuvalet, yemek pişirme ve yeme gibi günlük yaşam faaliyetlerini yardım almadan
yapabilmek” biçiminde tanımlanamaz. Zira modern toplumlarda karşılıklı bağımlılık kaçınılmazdır. Hiç kimse kendi
ekmeğini yapmak, kendi giysilerini üretmek, kendi evini inşa etmek gibi tüm ihtiyaçlarını kendisi gideremez. Aslında
hiçbirimiz ne tam bağımlıyız ne de tam bağımsız. Bu nedenle bağımsızlık kavramını yeniden tanımlamalı, engelli bireyler
açısından çevreyi erişilebilir kılan yardım ve hizmetleri (örneğin kişisel bakım yardımı, iş koçluğu, yardımcı teknolojiler,
gelir desteği) kişinin bağımlı olduğunun bir göstergesi olarak değil aksine bireyi özgürleştiren ve bağımsızlığını destekleyen
eylemler olarak kabul etmeliyiz. Sonuç olarak bağımsızlığın, “kendi hayatını kontrol edebilme ve hayatıyla ilgili kararlar
alabilme” eş deyişle “seçme özgürlüğü” olarak tanımlanması daha doğru olacaktır. BM Engellilerin Haklarına İlişkin
Sözleşme ile kurulan Engelli Kişilerin Haklarına Dair Komite’nin 2017 yılında yaptığı 5 numaralı yorum da “bağımsız
yaşamı” tam olarak bu perspektifte tanımlamıştır. Buna göre bağımsız yaşam; bütün günlük faaliyetleri kendi başında
yapabilme kabiliyeti olarak yorumlanmamalı, insan onuru ve bireysel özerkliğe saygı çerçevesinde seçim ve kontrol
özgürlüğü olarak görülmelidir.
1960’lı yılların sonunda ABD’de ortaya çıkan ve engellilerin kendi kaderlerini tayin etme, öz saygı ve fırsat eşitliğini
desteklemeye yönelik bir felsefeye dayanan Bağımsız Yaşam Hareketi ve bu hareketin çabaları ile 1970’li yıllardan itibaren
kurulmaya başlanılan Bağımsız Yaşam Merkezleri sözünü ettiğimiz “bağımsızlık” düşüncesine dayanmaktadır.
Ayrıca unutulmamalıdır ki, ihtiyaçlarına saygı gösterilir ve gerekli destekler sağlanırsa toplumdaki tüm bireyler gibi engelli
bireyler de bağımsız ve bu anlamda “normal” bir yaşam sürebilir. Örneğin İsveç’te engelliler için yatılı kurumsal bakım
hizmeti verilmemekte ve tüm engel gruplarındaki çocuk ve gençler sağlanan destekler ile aileleriyle bir arada yaşarken,
yetişkin engelliler yine personel desteği alarak özel konutlarında yaşamlarını sürdürmektedir. Benzer biçimde Avusturya’da
bağımsız yaşamın teşvik edildiği ve 1990’lı yıllardan itibaren kurulan STK’lar vasıtasıyla tek başına yaşayan engelliler için
eve bakım hizmeti sağlandığı görülür. Bu anlamda bağımsız bir yaşam ütopik bir talep değildir.

Ağır engelli özellikle de belirgin zihinsel engeli olan, sürekli destek hizmetlerine ihtiyaç duyan ve bu
nedenlerle çalışma yaşamına girebilmede büyük zorluklar yaşayan kişilerin biraz ilave destekle açık iş
piyasasındaki işlerde de rahatlıkla çalışabileceğini göstermek amacındadır. Engelliler için önemli bir
fırsat olarak değerlendirilen destekli istihdam, bireyin yapamadıklarına değil güçlü yönlerine,

48
yeteneklerine ve yapabildiklerine odaklanan yeni bir bakış açısı sunmakta ve birçok açıdan geleneksel
istihdam yöntemlerinden ayrılmaktadır.

Öncelikle, geleneksel istihdam yöntemlerinde engelli birey; iş arama, işe yerleşme ve o işte
tutunabilme konusunda çoğu zaman yalnız ve destekten yoksundur. Destekli istihdam yönteminde ise
engelli birey; ilgi, yetenek, beceri ve ihtiyaçlarının belirlenmesi, yapılacak değerlendirmelerden elde
edilen verilerle uyumlu bir işe yerleştirilmesi ve çalışma sürecinin bütününde bir iş koçu tarafından
yoğun biçimde desteklenir. Engelli bireyin ailesinden başlayarak, çalışma arkadaşları ve işveren gibi
tüm işyeri bileşenleri hatta sosyal çevresi, okul arkadaşları gibi sürece katkı sunabilecek tüm kaynaklar
iş koçu vasıtasıyla sisteme dâhil edilir.

Ayrıca, kota gibi geleneksel istihdam yöntemleri, potansiyel çalışanların, işe girmeden önce mesleki
becerilerle donatılmış olmalarını talep eder. Eş deyişle “önce eğit, sonra işe yerleştir” yaklaşımını
benimser. Destekli istihdamda ise farklı biçimde “işe yerleştir, sonra eğit” yaklaşımı ile engelli bireyler
öncelikle yetenek ve özelliklerine uygun işlere yerleştirilir, sonrasında gerçek çalışma ortamında iş
koçları vasıtasıyla gerekli eğitim ve destek ihtiyaçları kendisine sağlanır. Bu yaklaşımın hem sosyal
transfer harcamalarına kıyasla daha az maliyetli hem de engellilerin mesleki eğitimleri açısından daha
başarılı olduğu ifade edilmektedir.

İş koçları tarafından verilen destek beş alanda sağlanmaktadır: uygun işleri bulma, işe yerleştirme, iş
başı eğitim, performansın sürekli değerlendirilmesi ve engelli bireyin sürdürülebilir şekilde çalışma
yaşamında yer alması için gerekli prosedürleri yerine getirme. Sunulan destek; amirler ve iş
arkadaşlarıyla ilişkilerin geliştirilmesi, idarecilere ve çalışma arkadaşlarına eğitim verilmesi, engelli
bireyin çalışma arkadaşları ile sosyalleşmesinin teşvik edilmesi gibi alanlarda da olabilir. Gerekli olan
desteğin biçimi ve derecesi bireyin ihtiyaçlarına göre belirlenir (Karaaslan, 2019, s:90). Destek, işveren
ve engelli bireyin ihtiyaç duyduğu durumlarda, ihtiyaç duyduğu kadar sağlanmalı ve işyerindeki
çalışma arkadaşları vb. doğal destekler de devreye girip ihtiyaç azaldıkça kademeli olarak
azaltılmalıdır.

Çin’de uygulanan “yoğunlaştırılmış istihdam” (concentrative employment) uygulaması, korumalı işyeri uygulamasına
benzetilebilir. Ancak bizce destekli istihdam yöntemi içinde yer alan “girişimci modele” daha yakın bir uygulamadır. Zira
girişimci modelde destekli istihdam hizmeti sunan kurumlar bir işletme kurmakta ve engelli bireyler, engelli olmayan bireylerle
bir arada istihdam edilmektedir. Çin’deki uygulamada ise benzer bir biçimde, en az 10 engelli çalıştıran ve toplam
çalışanlarının %25 ve daha fazlası engelli olan işyerleri “yoğunlaştırılmış istihdam” çerçevesinde değerlendirilerek devlet
tarafından kurulmakta veya desteklenmektedir.

Nitelikli bir destekli istihdam uygulaması, dört temel ölçütü karşılamalıdır. Öncelikle destek sunulan
engelli bireyin, bu desteklerin yokluğunda çalışamayacak bir birey olması gerekir. İkinci olarak engelli
birey, haftalık en az 20 saat ve en az asgari ücretle çalıştırılıyor olmalıdır. Üçüncü olarak engelli
bireyin diğer çalışanlarla birlikte ve onlarla sıklıkla sosyal etkileşim kurabileceği bir ortamda çalışması
gereklidir. Son olarak ise çalışma yaşamının sürdürülebilir şekilde devam etmesi için engelli birey
işyerinde gereksinim duyduğu desteklere rahatlıkla ulaşabilmelidir.

Destekli istihdam ile engelli bireyler gerçek bir işe ve ücret gelirine sahip olabilirler. Diğer tüm
çalışanlarla aynı hakları elde ederler. Ayrıca engelli birey diğer çalışanlarla ve müşterilerle her türlü
iletişimi de kapsayacak şekilde sosyalleşme imkânına sahip olur.

Gerçek bir işte çalışmak, gerçek bir toplulukta çalışma arkadaşlarına sahip olmak ve günlük çalışma
rutinlerinin varlığı, engelliler üzerinde tedavi edici etkilere de sahiptir. Destekli istihdam hizmetlerinin,
engelli çalışanların toplumsal entegrasyonlarını arttırdığı, bağımsızlıkları, özgüvenleri ve yaşam
memnuniyeti üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu da çeşitli araştırmalarda ortaya konmuştur.

Tüm bu nedenlerle destekli istihdam, korumalı işyeri gibi tesis temelli çözümlerden daha iyi bir
alternatif olarak görülmekte, engelli bireyler ve ebeveynleri tarafından diğer istihdam modellerine göre
daha çok tercih edilmektedir.

Destekli İstihdam
Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
Toplumsal yaşama tam ve eşit katılım imkânı Katlanılan maliyet olası sağlık ve sosyal bakım

49
sunar. harcamalarına kıyasla düşüktür. Ancak özellikle
ilk aşamalarda iş koçları tarafından sağlanacak
destek belirli bir maliyetin üstlenilmesini
gerektirir.
Engelli bireylere; ilgi, yetenek, beceri ve İşten çıkarılma riski her zaman var olacaktır.
ihtiyaçlarıyla uyumlu bir iş imkânı tanır.
Engelli birey her aşamada iş koçlarının yoğun
desteğine sahip olur.
Engelli birey sürdürülebilir istihdam
olanaklarına sahip olur.
Engelli birey gerçek bir iş ve adil bir ücret
imkânına kavuşur.
Engelli birey en azından asgari ücret düzeyinde
bir ücret elde eder.
Engelli birey iş ve sosyal güvenlik hukukunun
korumasından yararlanır.
Engelli birey açık iş piyasasında bulunduğu için
kariyer gelişimi imkânına sahip olabilir.
Engelli bireylerin bağımsız yaşam olanaklarının
gelişimine katkı sağlar.

4.2.2.5. Tahsis Yöntemi

Pozitif ayrımcılığın keskin bir biçimi olan ve rezerve edilmiş istihdam olarak da adlandırılan bu
yöntem, işitme engelli, bedensel engelli gibi çeşitli engelli gruplarının farklılıklarını göz önünde
bulundurarak, bahçıvanlık, santral operatörlüğü, fizyoterapistlik, danışma, bilet gişe hizmetleri gibi
bazı iş ve mesleklerin kısmen veya tamamen engelliler için ayrılmasını öngören bir istihdam
yöntemidir. Tahsis edilecek iş ve meslekler, istihdam piyasasının koşulları ile engellilerin istihdam
edilebilirlik ihtimalleri göz önünde tutularak belirlenir. Örneğin İtalya’da, en az 5 telefon hattı bulunan
tüm kamu ve özel sektör işverenleri, görme engelli bir telefon santrali operatörü çalıştırmakla
yükümlüdür. Birden fazla santral operatörünün bulunduğu kamu işyerlerinde ise, tüm pozisyonların en
az %51’i görme engellilere ayrılmaktadır. Yunanistan ve Danimarka’da da telefon santral
operatörlükleri için görme engelliler istihdam edilmektedir. Çin’de masaj işleri görme engellilere
ayrılmıştır.

Büyükşehirlerimizin ana caddelerinde simit satış arabalarının belediyeler tarafından engelli bireylere
tahsisi uygulaması da bağımsız bir çalışma durumu söz konusu olmasına karşın, tahsis yöntemine
örnek olarak gösterilebilir. Ancak tahsis edilen iş ve mesleklerin düşük statülü işler olması durumunda
bu yöntemin engelli bireyler üzerinde olumsuz yansımaları olacağı da değerlendirilmelidir. Diğer
yandan, geçmiş yıllarda engelliler için tahsis edilen “asansör operatörlüğü”, “santral operatörlüğü” gibi
işlerin modasının geçtiği ve bu işlerde çok daha az personele ihtiyaç duyulduğu, bu nedenle de tahsis
yönteminin dünya ölçeğinde çok sınırlı bir uygulama imkânı bulduğu.

Tahsis Yöntemi
Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
İşyeri ortamında sosyalleşme imkânı sağlar. Tahsis edilen iş ve mesleklerin düşük statülü
işler olması durumunda bu yöntemin engelli
bireyler üzerinde olumsuz yansımaları olur.
Engelli birey iş ve sosyal güvenlik hukukunun Kariyer gelişimi imkânları sınırlıdır.
korumasından yararlanır.
Destek gereksinimi karşılanmaz.

4.2.2.6. Evde Çalıştırma

Yöntem; işlerin belirli günlerde engelli bireylerin evlerine götürülüp, bırakılmasını, tamamlandıktan
sonra da yine belirli günlerde evlerinden alınarak toplanılmasını öngören bir düzenleme çerçevesinde
işlerlik kazanır. Engellilerin bu yol ile evlerinde çalışarak, bir gelir güvencesine sahip kılınmaları
hedeflenir. Ancak burada yapılan çalışmanın bir işverene bağlı olarak yapıldığı özellikle

50
vurgulanmalıdır. Elbette engelli birey evde kendi işini de yapabilir. Fakat bu tür bir çalışma “bağımsız
çalışma” kapsamında irdelenmelidir.

Evde çalıştırma yöntemi, özellikle ağır engelli olanlar, evlerinden çıkarak işyerine ulaşmada büyük
güçlükler yaşayan engelli bireyler ile istihdam öncesinde sağlanan hizmetlerden yeterince
yararlanamayanlar yönünden önem taşır.

Bu programları taşıyan işletmeler kamu kurum ve kuruluşları tarafından kurulabileceği gibi, sosyal
güvenlik kuruluşları, yerel yönetimler ve gönüllü kuruluşlar tarafından da kurulup, işletilebilir. Evde
çalıştırma programlarından başta Fransa, Almanya ve ABD olmak üzere günümüzde pek çok ülkede
yararlanılmaktadır. Yeni teknolojilerin gelişmesi ve web tasarım, bilgisayarlı muhasebe gibi evden
çıkmadan yapılabilecek yeni işlerin ve bu işleri teknolojik olarak yapabilme imkanlarının ortaya
çıkması ile birlikte günümüzde önem kazanmış olan bu yöntemin engellilerin toplumsal yaşama tam ve
eşit katılımını sınırlandırdığı söylenebilir. Bu nedenle evden çalıştırma yönteminin ilk ve temel seçenek
değil alternatif bir seçenek olduğu söylenebilir.

Evde Çalıştırma Yöntemi


Olumlu Yönleri Olumsuz Yönleri
Açık iş piyasasında yer alma olasılığı düşük Destek gereksinimi karşılanamaz.
engelli bireyler için çalışma yaşamına giriş
imkânı tanır.
Çalışma saatleri esnek olarak belirlenebilir. İşleri organize etmek işveren açısından güç
olabilir.
Engelli bireyler gelir elde etme imkânına Sosyal açıdan dışlanma riski mevcuttur.
kavuşur.
Engelli birey çalışma ortamını ihtiyaçlarına göre Kariyer gelişimi imkânları çok sınırlıdır.
serbestçe düzenleyebilir.
Genel olarak iş ve sosyal güvenlik hukukunun
koruması kapsamı dışında kalınır.

4.3. Çalışma Yaşamına Girdikten Sonra İzlenecek Politikalar

İşyeri ve Çalışma Koşullarının Engellilere Göre Hazırlanması

Binalar, toplu taşıma araçları, eğitim sistemi ve benzerlerinde olduğu gibi çalışma yaşamı ve iş ilişkileri
de engelli bireyler dikkate alınmaksızın, toplumda “genel olan”, “çoğunluk” durumunda bulunanlar
için uygun olacak biçimde organize edilmiştir. Oysa çalışma yaşamının çoğu durumda, “makul
düzenleme” ve “evrensel tasarım” ilkeleri dikkate alınarak engellilerin özel durumlarına uygun hale
getirilmesi gerekir, ki engelli bireyler çalışma yaşamında etkin, verimli, başarılı olabilsin.

Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşmeye göre;

“Makul düzenleme”, engellilerin insan haklarını ve temel özgürlüklerini tam ve diğer bireylerle eşit şekilde kullanmasını veya
bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere belirli bir durumda ihtiyaç duyulan, ölçüsüz veya aşırı bir yük getirmeyen, gerekli ve
uygun değişiklik ve düzenlemeleri ifade eder.

"Evrensel tasarım" ürünlerin, çevrenin, programların ve hizmetlerin özel bir ek tasarıma veya düzenlemeye gerek
duyulmaksızın, mümkün olduğunca herkes tarafından kullanılabilecek şekilde tasarlanmasıdır.

Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmeliğin 18.maddesine göre; “İşverenler,


işyerlerini engellilerin çalışmalarını kolaylaştıracak ve işin engelli çalışana uygunluğunu sağlayacak
şekilde hazırlamak, sağlıkları için gerekli tedbirleri almak, mesleklerinde veya mesleklerine yakın
işlerde çalıştırmak, işleriyle ilgili bilgi ve yeteneklerini geliştirmek, çalışmaları için gerekli araç ve
gereçleri sağlamak zorundadırlar”.

Benzer bir düzenleme Engellilerin Devlet Memurluğuna Alınma Şartları ile Yapılacak Yarışma
Sınavları Hakkında Yönetmelikte de yer almaktadır. Buna göre “Kamu kurum ve kuruluşları çalışma
yerlerini ve eklentilerini, engellilerin erişebilirliğine uygun duruma getirmek, engellilerin çalışmalarını
kolaylaştıracak gerekli tedbirleri almak ve engellilerin görev yaptıkları kadronun gereği olan işleri

51
yapabilmeleri için özür durumlarına göre gerek duyulan yardımcı ve destekleyici araç-gereçleri temin
etmek zorundadır”. Devlet Memurları Kanunu ise engelliler için; engel durumu, hizmet gerekleri, iklim
ve ulaşım şartları göz önünde bulundurulmak suretiyle günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile
öğle dinlenme sürelerinin farklı belirlenebileceğini, engelli memurlara isteği dışında gece nöbeti ve
gece vardiyası görevi verilemeyeceğini düzenlemiştir.

Bu anlamda uygun koşulların varlığı halinde çalışma sürelerinin başlangıç ve bitiş saatleri engellinin
durumuna göre belirlenmeli, Çölyak hastası bir engelli birey için glütensiz diyetine uygun yemek
çıkarılmalı ve bu tür uygulamalar “makul düzenleme” olarak kabul edilmelidir.

Ancak, getirilen tüm bu yükümlülüklerle, çalışma düzeni bozulmamalı, işverene bu bağlamda


taşıyamayacağı bir yük getirilmemelidir. Aksi halde, engellilerin çalışma yaşamında korunmasını
öngören bu hükümler, onların istihdam edilebilmelerini daha da güçleştiren bir başka engel haline
dönüşebilir. Bu yönde uygulamaların, engellilerin çalışma yaşamına dâhil edilmesini öngören
politikaların özü ile çelişeceği de açıktır.

Bu nedenle işveren bu yükümlülüklerinden yukarıda da ifade edildiği gibi imkânları ölçüsünde sorumlu
olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla engelli işçinin çalışması için gerekli görülen araç ve gerecin
sağlanması işveren açısından çok masraflı olacaksa veya işyerindeki gerekli görülen özel düzenlemeler
işletmenin gereği bakımından talep edilebilir bir nitelikte değilse, işverenin herhangi bir
yükümlülüğünden söz edilemeyecektir. Bu doğrultuda işverenin gerekli düzenlemeleri yapabilmede
devlet tarafından desteklenmesi önemlidir.

Çalıştırma Yasakları

Çalışma yaşamında nitelikleri birbirinden farklı çok sayıda iş bulunur. Bunlar, çeşitli yönlerden tasnif
edilebilir. Fiziksel güç ve üstünlüğe dayalı bazı işlerde ya da yürütüm koşulları ağır olan işlerde engelli
bireylerin çalıştırılmaları uygun olmayabilir. Örneğin; madencilik, inşaat, savunma sanayii engellilerin
istihdam edilebilmeleri yönünden uygun görülmeyebilir. Ancak, engellilerin çalıştırılamayacakları
işlerin işkollarına göre yapılacak bir ayrımlaştırma ile belirlenmesi yanılgılara yol açabilir. Çünkü
değinilen işkollarının, örneğin maden işletmelerinin yer üstündeki tesislerinde ya da savunma sanayii
kapsamındaki askeri dikimevlerinde sürdürülen işlerde engelliler istihdam edilebilir.

Bu nedenle ulusal mevzuat hükümleriyle bu alanda bir sınır çizilirken, engellilerin


çalıştırılamayacakları işlerin ayrı ayrı belirlenerek gösterilmesi daha uygun olur. Bu çerçevede çeşitli
ülkelerde; yer ve sualtında, gece dönemlerinde sürdürülen ya da ağır ve tehlikeli olarak nitelendirilen
işlerde engellilerin istihdamı yasaklanabilmektedir.

Anayasamızın 50. maddesi, “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz.
Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak
korunurlar” demekte, çalışma yaşamının engelliler açısından özel olarak düzenlenmesini
öngörmektedir.

Ayrıca İş Kanunu’nun 30. maddesine göre “Yer altı ve su altı işlerinde engelli işçi çalıştırılamaz”.
Yurtiçinde İşe Yerleştirme Hizmetleri Hakkında Yönetmeliğin 19. maddesinde de “Yer altı ve su altı
işlerinde engelli işçi çalıştırılamaz. Engelliler, sağlık kurulu raporunda çalıştırılamayacakları belirtilen
işlerde çalıştırılamaz” denilmektedir. Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı ve Engellilerin Devlet
Memurluğuna Alınmaları Hakkında Yönetmelik’te de “engellilerin engelliliklerini artırıcı işlerde
çalıştırılamayacağı” düzenlenmiştir.

İş İlişkisinin Son Bulması

Bir iş ilişkisi hangi nedenlerle, nasıl son buluyorsa ve hangi hukuki sonuçlar doğuruyorsa, bu
çerçevedeki hukuki düzenlemeler engelliler için de aynen geçerlidir.

Ancak, engellilerin uygun bir iş bulup çalışabilmede karşılaştıkları güçlükler nedeniyle buldukları işte
kalıcı olmalarının gerektiği ortadadır. Oysa özellikle kriz dönemlerindeki işten çıkarmalarda ilk gözden
çıkarılan yine engelli birey olmaktadır. Bu nedenle işverenin fesih işlemini sınırlayan düzenlemeler
yapılmalı, işverenin engelli çalışanın hizmet ilişkisini sona erdirmesi durumunda, fesih işlemini

52
gerekçelendirilmesi ve haklı bir nedene dayandırması istenmeli, ihbar önelleri ile iş arama izni daha
uzun tutularak belirlenmelidir.

Ayrımcılık Yasağı

Engelli bireylerin istihdamını güçleştiren önyargılar, iş ilişkisinin devamı ve sona ermesi aşamalarında
da ayrımcı davranışlara neden olabilmektedir. Oysa engelli bireylere yönelik dayanaksız ve keyfi
ayırımların önüne geçilmesini amaçlayan ulusal ve uluslararası düzeydeki pek çok düzenleme
mevcuttur. Bu düzenlemelerin etkin olarak uygulanması engelli bireylerin çalışma yaşamında verimli,
başarılı olabilmesi açısından önemlidir.

5. TÜRKİYE’DE ENGELLİ İSTİHDAMININ GENEL GÖRÜNÜMÜ VE SORUNLAR

Türkiye’de engelli bireylerin işgücüne katılım oranları %22,1 ile genel nüfusun işgücüne katılım
oranlarının çok altındadır.

Tablo 1: Engelli ve Genel Nüfusun İşgücüne Katılım Oranları (2011 yılında gerçekleştirilen
Nüfus ve Konut Araştırması’na göre)
İşgücüne Katılım Oranı Erkek Kadın Toplam
Engelli Nüfus 35,4 12,5 22,1
Genel Nüfus 68,2 32 49,9
Kaynak:

Kota yöntemi ile istihdam edilenlerin sayısı ise toplamda 163 bin civarındadır. Ocak 2021 itibariyle
engelli kotasının üzerinde çalışan engelli birey sayısı 9.570 iken, engelli birey çalıştırmakla yükümlü
olan kurumlardaki kota açığı 19.500 kişidir.

Ulusal Engelli Veri Sistemi’ne göre ülkemizdeki toplam engelli sayısının 2.511.950 kişi olduğu
hatırlanır ise kota yönteminin engelli bireylerin çalışma yaşamına dâhil edilmeleri noktasında ne ölçüde
başarıdan uzak olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.

Tablo 2: Çalışma Yaşamında Engelli Bireyler

Engelli Birey Çalıştırmakla Engelli Kotasının Üzerinde


Çalışan Engelli Birey
Yükümlü Olan Çalışan Engelli Birey
Sayısı Engelli
Yıllar Kurumlarda Kota Açığı Sayısı
Memur Sayısı
Kamu Özel Kamu Özel Kamu Özel

2021 16.910 88.483 3.906 15.594 2.894 6.676 -


(Ocak)

2020 16.366 91.679 4.092 16.875 2.456 6.62 57.809


(Kasım 2020)

2019 16.965 109.705 3.958 33.082 3.222 8.221 55.196

Ayrıca kota yöntemi ile istihdam edilen engellilerin genel olarak, temizlik, çaycılık gibi daha az talep
edilen, düşük ücretli, vasıfsız veya az vasıf gerektiren, nispeten kötü çalışma koşullarına sahip, çok az
bir yükselme olanağı bulunan ve düşük statülü işlerde çalıştıkları görülmektedir. Diğer yandan zorunlu
kota yöntemi, “engelli bireyin verimsiz olduğu”, “çalıştırma yükümlülüğü” getirilmeksizin işverenlerin
engelli bireyleri çalıştırmayacağı önyargısının yerleşmesi ve gelişmesine neden olunmakta, işverenler
mümkün olduğunca yükümlülükten kurtulma yolları arayarak engellileri işe almakta çekingen
davranmaktadır. Yine bazı işverenler sadece cezadan kurtulmak amacıyla, fiili olarak çalıştırmaksızın
engellilere ücret ödemekte, bu anlamda çalışma kâğıt üzerinde kalmakta ve engellilerin toplumsal
yaşama tam ve eşit olarak katılması amacına ulaşılamamaktadır.

53
Diğer yandan kota yöntemi kapsamındaki işyerleri, genelde büyük şehirlerde ve özellikle sanayi ve
hizmetler sektörünün gelişmiş olduğu merkezlerde toplandığı için kırsal bölgelerde ve az gelişmiş
yörelerde yaşayan engellilerin iş bulma ve işe girme şansları düşüktür.

Ülkemizdeki kota yönteminin revizyonu açısından şunlar önerilebilir:

• Türkiye’de kota yöntemi ile sadece 50 ve üzeri işçi çalıştıran işverenlere engelli çalıştırma yükümlülüğü getirilmektedir. Ancak
bilindiği üzere Türkiye’deki işletmelerin büyük çoğunluğu küçük ölçekli işletmelerdir. Büyük ölçekli kabul edilebilecek 50 ve
üzeri işçi çalıştıran işletme sayısı azdır. Bu nedenle bizce, engelli çalıştırma yükümlülüğü Almanya ve Fransa’da olduğu gibi 20 ve
üzeri işçi çalıştırılan tüm işyerlerine getirilmelidir. Bu noktada kademeli bir kota yükümlülüğü de getirilebilir. Örneğin 20 ila 49
arası işçi çalıştıran işyerlerine en az 1 engelli çalıştırma yükümlülüğü, 50 ile 99 arası işçi çalıştıran işyerlerine %2, 100 ile 249
arası işçi çalıştıran işyerlerine %3, 250 ve üzeri işçi çalıştıran işyerlerine %4 engelli çalıştırma yükümlülüğü getirilebilir. Diğer
yandan, bankacılık gibi kârlılığı yüksek işkollarında daha yüksek kota oranları getirmek, tekstil gibi göreli kârlılığın daha düşük
olduğu işkollarında daha düşük kota oranları belirlemek gibi bir yöntem de tercih edilebilir. Ayrıca işverenin aynı il sınırları içinde
bulunan işletmelerinde çalışanlar yerine Türkiye genelindeki tüm girişimlerinde çalışanlarının toplam sayısı üzerinden kota
yöntemine ilişkin yükümlülüklerin belirlenmesi de olumlu olacaktır.

• Ülkemizdeki sistemde bir işverenin sadece “engelli” çalıştırma yükümlülüğünden söz edilmekte, bu engelli bireyin; yaşı,
cinsiyeti, engellilik oranı veya engel türü dikkate alınmamaktadır. Neticede işverenler engellilik oranları düşük olan (%40-50
arası) veya işitme engelli gibi örneğin temizlik işinde rahatça kullanabileceği engellileri, erkek olanları ve daha genç olanları
tercih etmekte, çoklu engellilerin, kadın engellilerin ve zihin engellilerin istihdamında kota yöntemi çerçevesinde büyük güçlükler
yaşanabilmektedir. Bu anlamda engellilik oranı belirli bir rakamın üzerindeki engellilerin (örneğin 80 ve üzeri engellilerin), zihin
engellilerin veya kadın engellilerin istihdamında, bu engelli işçilerin bir yerine iki ya da üç kişi sayılması uygulamada olumlu
sonuçlar verebilir.

• Engellilik oranı belirli bir rakamın üzerindeki engellilerin (örneğin 80 ve üzeri engellilerin), zihin engelliler, kadın engelliler gibi
en dezavantajlı konumda bulunan engelli bireylerin, eğer engelli aylığı (2022 Ocak itibariyle 865,75 TL) veya bakıma muhtaç
engelli aylığı (2022 Ocak itibariyle 1.298,63 TL) alıyorlar ise bağımlı olarak bir işte çalışmaya başlasalar dahi aldıkları aylıkların
kesilmemesi önerilebilir. Zira çalışmak istemesine karşın, yetersiz de olsa belirli bir miktarda ve düzenli olarak verilen, bu
anlamda güvenilebilecek bir gelire sahip engelli bireyler için bir işe girerek çalışmak “macera” olarak değerlendirilmektedir. Bir
işe girip daha önce aldığı gelir desteğinden mahrum kalan engelli birey, birkaç ay sonra işten çıkarılması ve engelli aylığı veya
bakıma muhtaç engelli aylığının yeniden yapılacak değerlendirme sonrasında yeniden bağlanmaması ihtimalinden korkmaktadır.

• Yer altı madenciliği, açık denizlerde gemi adamı olarak çalışma gibi iş sağlığı ve güvenliği açısından çok tehlikeli sınıfta yer alan
iş ve işletmelerde engelli istihdamı ve bu anlamda kota yönteminin uygulanması uygun olmayabilir. Bu nedenle işletmenin içinde
bulunduğu sektör, yapılan işin nitelikleri, çalışma koşulları vb. nitelikler dikkate alınarak farklı işletmeler için farklı kota
uygulanması yerinde olacaktır.

• Engelli istihdamının güç olduğu sektör ve işletmelere, engelli kotasını kendi işletmelerinde tamamlamasını dayatmak yerine,
engellilerin daha rahat istihdam edilebileceği başka işletmelerle alt-istihdam kontratları yapma olanağı tanınabilir. Böylece, söz
konusu işletmede engelli istihdamı mümkün olmasa bile, kota yükümlülüğünün yerine getirilmesi sağlanabilir.

• Engellinin işyerinde çalışabilmesi çoğu zaman özel bir düzenlemeyi veya organizasyonu gerektirir. Makul düzenleme olarak
nitelendirilebilecek bu tedbirler ve yapılacak yeni mimari düzenlemeler vb. nedeniyle belirli bir maliyetin üstlenilmesi gerekir ve
bu durum engelli istihdamı açısından yeni zorlukları beraberinde getirir. Bu anlamda devletin imkânları çerçevesinde engelli
istihdam edilecek işyerlerinin mali ve teknik olarak desteklenmesi, engelli istihdamı için işverenlerin gerek duyabileceği biçimde
işin, işyerinin yeniden tasarlanması, yapılandırılması, gerekli ekipmanın alımı ve uyarlanması vb. konularda destek sağlaması
gerekir. İŞKUR’un bu çerçevede engelli çalışanların işini yapmasını sağlayacak veya kolaylaştıracak bilgisayar vb. alet ve teçhizat
konusunda sağladığı destekler olumludur. Ayrıca, ucuz enerji sağlanması, Çevre Temizlik Vergisi gibi vergilerde indirim sağlaması
gibi sübvanse edilmiş istihdama yönelik uygulamalar da devlet tarafından gerçekleştirilebilir. Kota uygulamasına devam eden
birçok ülkede de yöntemin revize edildiği ve işverenlerin engelli istihdamına teşvik edilmesi doğrultusunda artan bir biçimde yeni
çabalar gösterildiği gözlenmektedir.

Kotanın üzerinde engelli istihdam eden işletmelere Ticaret ve Sanayi Odaları üyelik aidatlarında muafiyet veya indirim
sağlanmalıdır. Araştırmamızda da işverenlerin genel talebinin bu doğrultuda yoğunlaştığı görülmektedir.

Kaynak: Kağnıcıoğlu, Deniz; Şişman, Yener; Akgül, Taylan; İlhan, Zeynep ve Belgin Boyacı, Nil (2021). Türkiye’de Engelli
İstihdamı, Kota Yöntemi Açısından Durum Analizi: İşveren ve İşveren Vekilleri ile Bir Araştırma, Nobel Yayınevi, Ankara,
s:144-146.

6. GENEL DEĞERLENDİRME

Sosyal politikanın konuya ilişkin temel hedefi; engellilerin toplumsal yaşama tam ve eşit katılımıdır.

Bu amaçla; öncelikle binalar, yollar, araçlar gibi fiziksel çevre herkes için erişilebilir hale getirilmelidir.
Aynı zamanda destek hizmetlerin erişilebilirliği için her engel türüne göre uyarlamalar yapılmalıdır.
Engellilerin kullandıkları materyaller ve diğer hizmetler bireyselleştirilmelidir.

54
Ardından, engellileri kuşatan olumsuz tutum, davranış ve kurallar değiştirilmeli, engelli bireyin
toplumla gerçek anlamda bütünleşmesinin önündeki görünmez engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Farklılıklara saygı duyulan, engelli bireylerin insan çeşitliliğinin ayrılmaz parçası olarak kabul edildiği
bir toplumsal yapı inşa edilmelidir.
Engelli bireylerin topluma katılımını sınırlayan olumsuz tutum ve davranışlar bazen doğrudan, çoğu
zaman ise dolaylı olarak karşımıza çıkar. Doğrudan ayrımcılık içeren tutum ve davranışlar, hukuki
eşitliği güvence altına alan düzenlemeler yardımıyla, kısmen kolay biçimde ortadan kaldırılabilir.
Ancak dolaylı ayrımcılık içeren tutum ve davranışların, kuralların ortadan kaldırılması gerçekten
zordur.

Bu aşamada, fırsat verildiğinde engellilerin de toplumsal yaşamın her alanına katkıda bulunabileceği
düşüncesinin yerleştirilmesi önemlidir. Bu nedenle sanatta, sporda, çalışma yaşamında vb. tüm
toplumsal alanlardaki iyi örneklerin çoğaltılması ve görünürlüğünün arttırılması faydalı olacaktır.
Böylece hem engelli bireylere yönelik önyargılardan kaynaklı ayrımcı uygulamalar, olumsuz tutum ve
davranışlar azaltılabilir hem de engellilere yönelik kamusal politikaların toplumsal olarak kabul
görmesi sağlanarak uygulamada başarı şansı arttırılabilir. Zira toplumsal kabul görmeyen hiçbir
kamusal politikanın gerçek bir başarı şansı bulunmaz.

Aynı süreçte, engellilerin hak ve özgürlük sahibi bireyler olduğu konusunda farkındalık da
oluşturulması gerekir. Bilindiği gibi ülkemizde engelli bireylerin haklarına ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı
pek çok yasal düzenleme mevcuttur. Ayrıca konuya ilişkin temel uluslararası belgelerin de bütünü
onaylanmış ve mevzuatımıza eklenmiştir. Ancak yasal düzenlemeler, hak öznesi bireyler açısından
hukuki bir zemin oluşturmak veya hak taleplerine meşruiyet kazandırmak açısından önemli olsa da
yeterli değildir. Asıl önemli olan, mevcut yasal düzenlemelerin ne ölçüde uygulandığı ve ne ölçüde
başarılı olduğudur. Unutulmamalıdır ki, kamunun “kabul etme” ve “saygı duyma” yanı sıra “güvence
altına alma” yükümlülüğü de bulunur. Bu çerçevede, geçmişten gelen ayrımcı uygulamalar veya fiili
durumlar nedeniyle dezavantajlı konumda bulunan engelli bireylerin haklarını fiilen kullanabilmesi için
olumlu eylem ve olumlu ayrımcı uygulamalarla desteklenmesi gerekir.

Ayrıca; genel olarak tüm toplumun özelde ise engelli bireylerin, ailelerinin, tüm idari ve adli
otoritelerin engellilerin hakları konusunda eğitilmeleri gerekir, ki yasal düzenlemeler ile arzulanan etki
gerçekleşebilsin.

Diğer yandan, çalışma yaşamı, toplumsal yaşama tam ve etkin katılım açısından önemli bir araç olarak
kabul edilmelidir.

Ancak engelli bireylerin çalışma yaşamına girebilmeleri, çoğu zaman, çalışma yaşamı öncesinde yeteri
ve gereğince desteklenmeleri ile mümkün olabilir. Bu anlamda engelli bireyler tıbbi tedavi,
rehabilitasyon/habilitasyon uygulamaları yanı sıra özel ve temel eğitim hizmetlerinden etkin biçimde
yararlandırılmalıdır.

Engelli bireylere çalışma yaşamına girebilmeleri doğrultusunda da destek verilmeli, destekli istihdam,
tahsis yöntemi gibi tüm farklı yöntemlerin kullanım olanakları araştırılmalıdır. Oysa ülkemizde
ağırlıklı olarak kota yöntemi kullanılmakta ve işverenlere engelli çalıştırma yükümlülüğü getirilerek,
sıkıntıların çözüleceği varsayılmaktadır. Ancak kota yönteminin uygulamada istenen başarıyı sağladığı
söylenemez. Bu nedenle kota yöntemi önyargısız bir biçimde sorgulanmalı, daha başarılı sonuçlar elde
edilebilmesi için başka ülkelerde yaşanan deneyimlerden yararlanılarak revize edilmelidir.

Engelli bireylerin çalışma yaşamında etkin, verimli, başarılı olabilmesi için ise çalışma yaşamı, “makul
düzenleme” ve “evrensel tasarım” ilkeleri dikkate alınarak engellilerin özel durumlarına uygun hale
getirilmeli, konuya ilişkin sosyal politikalar engelli birey çalışma yaşamına girdikten sonra da
sürmelidir.

ÖZET

Engelli bireyler toplumun geneli ile kıyaslandığında; işlev ve yapı farklılıkları, etkinlik sınırlılıkları ve
toplumsal yaşama katılımdaki kısıtlılıkları yanı sıra yüksek yoksulluk ve bağımlılık oranları nedeniyle
daha dezavantajlı durumdadır ve daha yoğun bir desteğe ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle engelli bireylerin
dezavantajlarını ortadan kaldırmak, içinde yaşadıkları topluma tam katılımı ve eşitliği sağlamak üzere

55
tıbbi tedavi, rehabilitasyon/habilitasyon, temel ve mesleki eğitim hizmetlerinin sağlanması, ayrıca
sosyal yapının değiştirilmesi doğrultusunda çaba gösterilmesi gerekir.

Bu doğrultuda devlet başta olmak üzere, toplumdaki tüm bireylerin, kurum ve kuruluşların
sorumlulukları bulunur. Ancak, engellilerin insanlık tarihinin çok önemli bir kısmında ve dünyanın pek
çok bölgesinde, batıl inançlardan kaynaklanan korku, farklılıklara duyulan hoşgörüsüzlük ve önyargılar
nedeniyle toplum dışına itildiğini ve sosyal sorunları çözmeye yönelen modern devlet düşüncesi ile
uygulamaların ise yakın bir döneme kadar gelişmediğini söyleyebiliriz.

Engelliler 19. Yüzyıl’ın sonlarında, özel ve temel eğitim gereksinimlerinin karşılanabilmesi


doğrultusunda sosyal politikalara konu olmaya başlamışlardır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra tıbbi
ve mesleki rehabilitasyon hizmetleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından da istihdam edilebilmeleri bu
politikalar kapsamında öne çıkmıştır. Yaşadığımız dönemde ise, engelliliğe bir insan hakları meselesi
olarak yaklaşılmaya başlanmış, engellilerin toplumsal yaşama tam ve etkin katılımı ile gelişen
ekonomik ve sosyal olanaklardan “eşitlik” çerçevesinde yararlanmalarını sağlamak temel hedef haline
gelmiştir.

Bugün de olumlu birçok gelişmeye karşın, engelli bireylerin içinde yaşadıkları topluma tam ve eşit
katılımı hedefinin gerisinde olduğumuz görülmektedir. Engelli bireylerin çalışma yaşamına katılım
oranları gerek gelişmiş gerekse de gelişmekte olan ülkelerde toplumun genelinden belirgin ölçüde
düşüktür. Çalışma yaşamında yer alan engellilerin ise çoğunlukla daha az talep edilen düşük statülü
işlerde, daha düşük ücretlerle, nispeten kötü çalışma koşullarında, çoğu zaman enformel sektörde ya da
kısmi süreli işlerde yer aldıkları ve bu anlamda çoğu zaman gerçek performanslarını ortaya
koyamadıkları görülür. Ülkemizdeki veriler de engellilerin sadece %14’ünün çalıştığını ve
çalışmayanların sadece %6,3’ünün iş aradığını göstermektedir.

Oysa engelli bireyler de gerekli düzenlemelerin yapılması ve hizmetlerin sağlanması şartıyla çalışma
yaşamında rahatlıkla yer alabilir ve engelli olmayanlar kadar ya da en azından onlara yakın ölçüde
verimli olabilir ve işletmeler yönünden yararlar sağlayabilir. Bir iş bulup, o işi ellerinde tutabilmede
büyük güçlük çektikleri için engellilerin işe geç gelme, devamsızlık yapma ve işlerinden ayrılma
olasılıkları daha düşüktür. Kendilerine güven duyulup, fırsat tanındığı için işyerlerine bağlı,
işverenlerine karşı sadık olurlar.

Engelli bireylerin açık iş piyasasındaki rekabete açık herhangi bir işte, yasal herhangi bir zorunluluk
olmadan istihdam edilmeleri literatürde “rekabetçi istihdam” olarak nitelendirilir. Bu yapı içinde
engelli birey, işyerinde farklı görev ve sorumluluklar üstlenebilir, yeni işler öğrenerek kariyer gelişimi
olanaklarına sahip olabilir. En azından asgari ücret düzeyinde bir ücret elde eder. Tüm çalışanlar gibi iş
hukukunun koruyucu nitelikteki tüm hükümlerinden ve sosyal güvenlik imkânlarından yararlanabilir.
Çalışma arkadaşları ve müşterilerle iletişim kurarak sosyalleşebilir ve üretken bir birey olarak topluma
tam ve eşit biçimde katılabilir. Ancak çalışanların performansının temel ölçüt olarak değerlendirildiği
rekabetçi koşullarda, korumalı işyeri veya destekli istihdam modellerinden farklı olarak işten çıkarılma
riski hep var olacaktır. Ayrıca özellikle zihin yetersizliği olan bireyler, gereksinim duydukları ve
destekli istihdam modeli çerçevesinde kendilerine sağlanan desteklerden de yoksun kalacaklardır. Bu
nedenle mesleki yeterlilik düzeyi yüksek, zihin yetersizliği hafif düzeyde olan bireyler için uygun olan
“rekabetçi istihdam” başka engelliler için zorlayıcı olabilir.

Öte yandan sözleşme serbestisine dayalı olarak engelli bireyleri istihdam edip etmemenin önemli
ölçüde işverenin iradesine bırakıldığı bu uygulamada, özellikle mesleki yeterlilik düzeyi düşük ve
engellilik oranı yüksek bireylerin istihdam olanaklarının sınırlı kalacağı da söylenebilir. Bu nedenle
sosyal politikanın konuya ilişkin temel hedefi durumundaki “engellilerin toplumsal yaşama tam
katılımı ve eşitliğin sağlanması” ve bu amaçla “engeli bireyi çalışma yaşamının içine alarak koruma”
ilkesinin gerçekleştirilmesi açısından farklı istihdam modellerine gereksinim duyulur.

Bugün, engellilerin çalışma yaşamında yer alabilmelerini temin için kullanılan yol ve yöntemler içinde
en yaygın olanı kota yöntemidir ve dünya genelinde 103 ülkede fiilen istihdam kotası bulunmaktadır.

Kota yöntemiyle, özel ve/veya kamu sektörü işverenlerine, yasalarda saptanan oranlarda engelli
bireyle iş sözleşmesi yapma ve onları istihdam etme yükümlülüğü getirilir. Ancak, dünyada kota
yöntemine ilişkin ilk kapsamlı uygulamalar 70 yılı aşkın bir zaman önce başlamasına ve pek çok
ülkede fiilen kota uygulaması var olmasına karşın gerek istihdam edilen engelli sayısı gerekse

56
oluşturulan istihdamın kalitesi bakımından istenilen başarıya ulaşılamadığı görülmektedir. Bu nedenle
kota uygulaması yerine, işverenleri engelli istihdamına teşvik etmenin daha doğru bir çözüm olacağı
literatürde sıklıkla dile getirilmekte destekli istihdam uygulamaları gündeme gelmektedir.

Destekli istihdam; engelli bireylerin bir iş koçu vasıtasıyla iş piyasasının ihtiyaçlarını karşılayacak
becerileri edinmeleri, kendi ilgi, yeterlilik ve tercihlerine göre iş sahibi olmaları, çalışma sürecinde de
yoğun biçimde desteklenmelerini içeren bir yöntem olarak tanımlanabilir. Nihai hedef ise engelli bireyi
sürdürülebilir bir biçimde açık iş piyasasına dâhil etmek ve bağımsız yaşama hazırlamaktır. Düşünsel
alt yapısı “sosyal model” ile uyumlu olan ve engelli bireyler için “insan hakları” ile “tam katılım”
ilkelerine dayanan “destekli istihdam” yönteminin ilk olarak 1970’li yıllarda ABD’de ortaya çıktığı,
İngiltere gibi birçok ülkede önce çeşitli projelerle yaygınlaştığı, ardından da anaakım politika haline
geldiği görülmektedir.

Çalışma ya da meslek atölyesi olarak da adlandırılan korumalı işyerleri ise engellilerin çalışma
yaşamına dahil edilmesi için kullanılan başka bir yöntemdir. Çalışma ortamının engelliler için özel
olarak düzenlendiği, bir başka deyişle engellileri koruyucu ve ayrılmış ortamlarda istihdam eden bir
kurum olarak tanımlanabilir. Korumalı işyeri devlet tarafından kurulabileceği gibi, devletin teknik ve
mali desteği ile yerel yönetimler, sosyal güvenlik kuruluşları, özel sektör işverenleri ve gönüllü
kuruluşlarca da kurulabilir. Korumalı işyerleri uygulamasının öncelikli hedef grubu, açık iş
piyasasındaki rekabete açık işlerde yer alma olasılığı düşük, zihinsel engelliler, ağır engelliler, eğitim
seviyesi düşük engelliler ile engelli kadınlardır. Geleneksel olarak korumalı işyerleri, engeli bulunan
bireyler için uzun vadeli veya kalıcı istihdam imkânı sağlar. Ancak engelli bireyi geçici olarak istihdam
ederek, açık iş piyasasına girmeye hazırlamak gibi bir hedefle de kurulabilir.

Pozitif ayrımcılığın keskin bir biçimi olan ve rezerve edilmiş istihdam olarak da adlandırılan “tahsis
yöntemi” işitme engelli, bedensel engelli gibi çeşitli engelli gruplarının farklılıklarını göz önünde
bulundurarak, bahçıvanlık, santral operatörlüğü, danışma, bilet gişe hizmetleri gibi bazı iş ve
mesleklerin kısmen veya tamamen engelliler için ayrılmasını öngören bir istihdam yöntemidir. Tahsis
edilecek iş ve meslekler, istihdam piyasasının koşulları ile engellilerin istihdam edilebilirlik ihtimalleri
göz önünde tutularak belirlenir. Örneğin İtalya’da, en az 5 telefon hattı bulunan tüm kamu ve özel
sektör işverenleri, görme engelli bir telefon santrali operatörü çalıştırmakla yükümlüdür.

ÇALIŞMA SORULARI

1. Engellilerin neden ve hangi alanlarda desteklenmeleri gerekir?

2. Rehabilitasyon ve habilitasyon kavramlarını açıklayarak, arasındaki farklılıkları belirtiniz?

3. Mesleki ve sosyal rehabilitasyonu açıklayarak, aralarındaki farklılıkları ortaya koyunuz?

4. Engellilerin istihdam edilmesinde yararlanılan yöntemleri sıralayarak kısaca açıklayınız?

5. Engelliler çalışma yaşamına dâhil edildikten eş değişle çalışmaya başladıktan sonra, çalışma
hukukunun hangi alanlarında hukuki düzenlemelerin yapılanmasını gerektirir? Bu düzenlemelerin
sınırlarının önemine de değinerek açıklayınız.

6. Engellilere yönelik sosyal politikalar, günümüze dek süregelen dönem içinde, hangi yönde ve nasıl
gelişmiştir?

7. Engellilerin çalışma yaşamına girmeden önce, sırasıyla hangi hizmetlerden yararlandırılmaları


gerekir? Kısaca açıklayınız.

8. Akit (Sözleşme) serbestisi, engelli çalıştırma yükümlülüğü ile hangi amaçla sınırlandırılmaktadır?

9. Engelli bireylerin ekonomik erişebilirliğine ilişkin olarak ülkemizde ne tür düzenlemeler bulunur?

10. BM Engelli Hakları Sözleşmesinin ülkemiz açısından normlar hiyerarşimizdeki yeri neresidir?

57
11. Engellilere yönelik sosyal politikanın hedefleri geçmişten günümüze değin tarihsel süreçte nasıl bir
değişim göstermiştir?

12. Engellilerin toplumsal yaşama tam ve eşit katılımı açısından “erişebilirlik” kavramı nasıl
tanımlanabilir?

13. Ekonomik erişebilirlik kavramını açıklayınız?

ARAŞTIRMA KONULARI

1. “Engelli”, “özürlü” ve “sakat” kavramlarını irdeleyerek, bu kavramların birbirleri yerine


kullanılabilirliklerini tartışınız.

2. Engellilerin istihdam edilebilmeleri doğrultusunda bazı işlerin seçilerek ayrılmasını içeren tahsis
yöntemi çerçevesinde ülkemizdeki hangi işler engellilere tahsis edilebilir.

3. Engelliliğe ilişkin; moral model, tıbbi model ve sosyal model dışında başka hangi modeller bulunur?
Araştırınız.

4. Sosyal model ile insan hakları modeli arasındaki benzerlik ve farklılıkları araştırınız.

5. Kaynaştırma ve bütünleştirme kavramları arasında ne gibi farklılıklar bulunur?

6. Politika belirleme ve uygulama konumunda olsaydınız, engelli bireylerin toplumsal yaşama tam ve
eşit katılımı açısından hangi tedbirleri alır, nasıl ve ne şekilde uygulardınız?

7. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde engellilere yönelik sosyal politikalar açısından en önemli
değişim nedir? Tartışınız.

8. Makul uyumlaştırma ve evrensel tasarım kavramlarını araştırarak engelliler açısından bu


kavramların önemini tartışınız?

58
KAVRAM DİZİNİ

Destekli istihdam: Engelli bireylerin bir iş koçu vasıtasıyla iş piyasasının ihtiyaçlarını karşılayacak
becerileri edinmeleri, kendi ilgi, yeterlilik ve tercihlerine göre iş sahibi olmaları, çalışma sürecinde de
yoğun biçimde desteklenmelerini içeren yöntem.

Engelli: Doğuştan ya da sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal
yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük
gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan ve korunma, bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek
hizmetlerine ihtiyaç duyan kişi.

Engelliliğe dayalı ayrımcılık: Siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, medeni veya başka herhangi bir
alanda insan hak ve temel özgürlüklerinin tam ve diğerleri ile eşit koşullar altında kullanılması veya
bunlardan yararlanılması önünde engelliliğe dayalı olarak gerçekleştirilen her türlü ayrım, dışlama veya
kısıtlama.

Erişebilirlik: Fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel çevreye ulaşabilme, bu çevrelerde verilen


hizmetlerden yararlanma ve katkıda bulunma olanaklarına sahip olma.

Etkinlik sınırlılıkları (Activity limitations): Bireyin “işlev ve yapı farklılıkları” nedeniyle bir
aktiviteyi normal kabul edilen sınırlar içinde gerçekleştirmede yaşayabileceği kısıtlılık, yetersizlik veya
güçlükler. Yürümede ya da merdiven çıkmada güçlük çekilmesi gibi.

Evde çalışma yöntemi: İşlerin belirli günlerde engelli bireylerin evlerine götürülüp, bırakılmasını,
tamamlandıktan sonra da yine belirli günlerde evlerinden alınarak toplanılmasını öngören bir
düzenleme çerçevesinde işlerlik kazanan yöntem.

Evrensel tasarım: Ürünlerin, çevrenin, programların ve hizmetlerin özel bir ek tasarıma veya
düzenlemeye gerek duyulmaksızın, mümkün olduğunca herkes tarafından kullanılabilecek şekilde
tasarlanması.

Habilitasyon: Engellinin bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılayabilmesini ve yaşamını bağımsız


bir şekilde sürdürebilmesini sağlamayı amaçlayan fiziksel, sosyal, zihinsel ve mesleki beceriler
kazandırmaya yönelik hizmetler.

İşlev ve yapı farklılıkları (Impairment): Vücut yapısının veya psikolojik fonksiyonların (zihinsel
fonksiyonlar da dâhil olmak üzere) nüfusun genelinden önemli ölçüde farklı olması. Felç veya görme
yetisinin yitirilmesi gibi.

Katılım kısıtlılıkları (Participation restrictions): Bireyin, toplumun beklentilerine yanıt verememesi


sonucunda fiziksel ve sosyal çevresiyle etkileşimde yaşadığı / yaşayabileceği sınırlılık ya da sorunlar.
İstihdam alanında, eğitim veya ulaşımda yaşanan kısıtlılıklar gibi.

Kısmi bağımlı engelli birey: Doku, organ ve/veya fonksiyon kaybı ve/veya psikiyatri tanısına bağlı
olarak muhakeme yeteneği değerlendirilmesi gereken fonksiyonel bağımsızlık ölçeklerine göre günlük
yaşam aktivitelerini yardım alarak gerçekleştirebileceğine karar verilen birey.

Korumalı işyeri: Çalışma ortamının engelliler için özel olarak düzenlendiği, engellileri koruyucu ve
ayrılmış ortamlarda istihdam eden kurum.

Kota yöntemi: Çoğunlukla 15 ila 50 gibi belirli sayıda istihdam kapasitesi bulunan özel ve/veya
kamu sektörü işverenlerine, yasalarda saptanan oranlarda engelli bireyle iş sözleşmesi yapma ve
onları istihdam etme yükümlülüğü getiren yöntem.

Makul düzenleme: Engellilerin insan haklarını ve temel özgürlüklerini tam ve diğer bireylerle eşit
şekilde kullanmasını veya bunlardan yararlanmasını sağlamak üzere belirli bir durumda ihtiyaç
duyulan, ölçüsüz veya aşırı bir yük getirmeyen, gerekli ve uygun değişiklik ve düzenlemeler.

59
Özel eğitim: Özel gereksinimi olan bireylerin bağımsız yaşama olasılığını en üst düzeye çıkarmayı
hedefleyen, bireysel olarak planlanan, sistematik olarak uygulanan ve dikkatli bir biçimde
değerlendirilen öğretim hizmetlerinin bütünü.

Rehabilitasyon: Herhangi bir nedenle oluşan engelin etkilerini mümkün olan en az düzeye indirmeyi
ve engellinin hayatını bağımsız bir şekilde sürdürebilmesini sağlamayı amaçlayan fiziksel, sosyal,
zihinsel ve mesleki beceriler geliştirmeye yönelik hizmetler.

Rekabetçi istihdam: Engelli bireylerin açık iş piyasasındaki rekabete açık herhangi bir işte, yasal
herhangi bir zorunluluk olmadan istihdam edilmesi.

Tahsis yöntemi: İşitme engelli, bedensel engelli gibi çeşitli engelli gruplarının farklılıklarını göz
önünde bulundurarak, bahçıvanlık, santral operatörlüğü, danışma, bilet gişe hizmetleri gibi bazı iş ve
mesleklerin kısmen veya tamamen engelliler için ayrılmasını öngören yöntem.

Tam bağımlı engelli birey: Engel durumuna göre engel oranı %50 ve üzeri olduğu tespit edilenlerden
doku, organ ve/veya fonksiyon kaybı ve/veya psikiyatri tanısı bağlantılı olarak muhakeme yeteneği
değerlendirilmesine göre günlük yaşam aktivitelerini yardım almasına rağmen kendi başına
gerçekleştiremediğine karar verilen birey.

60

You might also like