You are on page 1of 6

2.

HAFTA

TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMALARINDAN SONRA


 Türkler, kitle halinde 10. Yüzyılın ilk yarısında Karahanlılar devletinde kendi istekleri ile Müslüman
olmuşlardır.

 İslâm, Orta Asya Türk toplumları içinde önce Oğuzlar arasında "gâzi"ler ve din hocaları (murabit)
tarafından yayıldı. Özellikle 751'deki Talas Savaşından sonra, Çin'in yayılmacılığına karşı Türkleri
birleştiren, onlara yüksek bir moral gücü sağlayan bir din olarak Türklerin ana dini İslâm oldu

 Türklerin tek Tanrı düşüncesi, savaşçı, yoksulları doyurma, kurban törenleri, bilim sevgisi gibi
gelenekleri; İslamiyet’in Tanrı anlayışı, cihat, zekat, sadaka, kurban, bilim anlayışı ve uygulamalarıyla
benzerlikler gösterdiği için bu dini benimsemeleri zor olmadı.

 İlk Müslüman Türk Devleti’nin İtil Bulgar Devleti olduğu da ileri sürülmüştür.

 Türklerin, çok dinli Orta Asya kültür hayatından İslâma geçiş döneminde; Kutadgu Bilig, Atabetü'l-
Hakâyık ve Dîvân-ı Lûgati't-Türk olmak üzere ortaya üç eser çıkmıştır.

 Kutadgu Bilig, 1069-1070 yıllarında BalasagunluYûsuf Hâs Hâcib tarafından, aşağı yukarı 18 ayda
yazılmış ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Karahan'a sunulmuştur.

 Eser, Uygur harfleriyle, Türkçe ve şiir halinde yazılmıştır. Eserde Budizm inançlarıyla yoğrulmuş bir
Türk kültürünün, Orta Asya Türk ahlâk ve geleneklerinin genel özelliklerinin ve Türklerin yeni girmeye
başladıkları İslâm kültür ve inanç sisteminin etkisi vardır.

 Atabetü'l-Hakayık; Kutadgu Bilig'e göre çok daha kısa, basit ve hattâ bir dereceye kadar kaba, cansız
bir başka Türk eseri, Edip Ahmed'in Atabetü'l-Hakayık adlı eseridir.

 Eser, Kutadgu Bilig'den çok daha İslâmi'dir; önce Allaha, Peygambere ve dört halifeye övgü ile
başlaması, onun İslâm geleneğine daha çok girdiğini gösterir.

 Kutadgu Bilig'in Türkçe adlı, Türkçe bir kitap olduğu; Atabetü'l-Hakayık'ın Arapça adlı, Türkçe bir
kitap olduğu, Divan-ı Lûgati't-Türk'ün ise Arapça adlı Arap harfleriyle yazılmış bir kitap olduğu görülür.
Bu, Türk kültüründeki o zamanki değişimin kalın ana hattını vermektedir.

TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ BENİMSEMELERİ EĞİTİME YENİ ÖZELLİKLER KAZANDIRMIŞTIR.

 İlk kez medrese denen planlı düzenli güçlü bir örgün eğitim – öğretim kurumu olan bir okul ortaya
çıkmıştır.

 Araplı, İranlı vb. düşünür ve eğitimciler; eğitimöğretim konularından eserler yazmışlardır.

 Eski değerler ve töre değişme yoluna girmiştir.

 Gazi ve veli insan tipleri ortaya çıkmıştır.

 Arapça ve Farsça, aydınların dili üzerinde giderek artan bir etkide bulunmuş ve bilim dili Arapça
olmuş.
MEDRESELER ÖNCESİNDE VE DIŞINDAKİ İSLÂMÎ EĞİTİM KURUMLARI:

Cami ve mescitler: Cami ve mescitlerde ibadetin yanı sıra toplantı, mahkeme, ziyafet ve hatta pazar
gibi çeşitli işler de yapılıyordu, ama bunların arasında ibadetten sonra en çok yapılan iş, eğitim ve
öğretimdi. İbadetten önce ve sonra Kur'an ve ilâhiler okunur, vaaz ve hutbeler verilirdi. Camilerde dinî
ve ahlâkî hikâyeler anlatarak kıssadan hisse çıkaran "kıssas"lar da bir zamanlar önemli bir rol
oynamışlardı.
 İslâmî ilimlerin kaynakları Kur'an-ı Kerim ve hadisler idi. Halk çeşitli problemlerini ibadetten önce ve
sonra camide bulunan din adamlarına ve âlimlere sorar, onlar da problemin İslâmî kurallar
çerçevesinde çözümünü anlatırlardı. Zamanla bu açıklamalar o kadar dikkati çekti ki, problemi
olmayan insan da bu âlimlerin çevresinde "halka"lanarak onları dinlemeye başladılar ve bu bir
gelenek haline geldi. Artık günün belli saatlerinde âlimler caminin bir köşesine oturuyor, dinleyiciler
etrafında halka şeklinde oturuyor ve sorulara bağlı olmayan hadis ve fıkıh (İslâm Hukuku) dersleri
veriliyordu.
 Zamanla dersler iyice düzenli bir hale gelmeye, âlimler "müderris" olmaya ve dinleyicilerin sürekli
olanları da "talebe" olmaya başlamışlardı. İslâmiyetin daha birinci yüzyılından itibaren gerek İslâm
ilkelerini gerekse ibadet kurallarını öğreten birçok "halka sahibi" ve "kürsü sahibi" müderrisler vardı.
 Camilerde kurulan öğretim halkalarının öğrenci sayısı beş-altı öğrenciden yüzlerce öğrenciye kadar
çıkıyordu. İsteyen istediği müderrisin halkasına katılabiliyordu. Müderrisler, bu öğretim halkalarından
yeni müderrisler yetiştirdikleri gibi, yaptıkları öğretim karşılığında zamanlar vakıflardan veya
zenginlerden belli bir ücret almaya da başlamışlardı. Cami ve mescitlerde ibadetle öğretim her zaman
iç-içe olmuştur.
HANKÂH, RİBAT, TEKYEVE ZAVİYELER:

 "Hahkâh"lar, İran'dan kaynaklanan Doğu eğilimli tasavvuf tekkeleri idiler.


 . "Zaviye" ise "köşe" anlamındadır ve genellikle Batı ve Kuzey Afrika'da yer alan küçük tasavvuf
tekkeleri idi.
 "Ribat"lar ise sınırlarda cihat edenlerin oturdukları bir nevi sınır karakolları durumunda idiler; kendi
tarikatlarını ve tasavvufî görüşlerini sınır bölgelerinde yaymak isteyen şeyhlerin ve dervişlerin
kaldıkları yerlerdi.
 "Tekye" (tekke) ise bunların genel adı veya daha belirgin şekliyle, bizim kültür çevremizde bunlara
verilen bir isim idi.
 Bu kurumlarda genellikle tasavvuf eğitimi ve bunun uygulaması sayılabilecek "murakabeye dalma"
ve "çileye girme" işleri yapılırdı.
 Tasavvuf, bütün dinlerde var olan, genelde Allah'a aşk ve sevgi yoluyla ulaşmayı amaçlayan,
kendinden geçmeyi ve bu dünyada iken kendi isteği ile Allah ile bütünleşmeyi amaçlayan bir dinî
görüş idi. Normal insanların kullandıkları dinî bilimleri genelde kabul etmezler, bunların, insanın
Allah'a ulaşmasını engelleyeceğini savunurlardı.
 Bu kurumlarda yer alan dervişlerin ve sufilerin bilimleri "yokluk bilimi" veya "gerçeklik bilimi" idi.
Gerçeği perdeli olarak değil de apaçık bilmeyi amaçlıyorlar, bu nedenle akıl yolunu pek
kullanmıyorlardı. Bu dünyanın renklerinden, şekillerinden, tat ve nimetlerinden kaçarak gerçek
evrene ulaşmak isterler, Bu da oldukça uzun bir çabayı gerektirirdi.
 Tasavvufa yeni başlayanlara "fakir", biraz ilerlemiş olanlara "zâhid", "ârif","şeyh" veya "mürşit"
denirdi.
 Tekkelerde şeyhler ile müritleri arasında esası saygıya ve sohbete dayanan, şeyh sohbetlerini
dinlemek şeklinde gelişen bir eğitim vardı. Bu şekilde tasavvuf üzerine oldukça bilgi sahibi olan
öğrenciler "halvethane" veya "çilehane" denen özel hücrelerde genelde 40 gün süren çilelere
girerlerdi. Bir nevi staj mahiyetinde olan bu kendi kendine düşünme, bütün dünyadan, zaman ve
mekândan soyutlanarak kendi üzerine dönmüş düşünmeyi (teemmül, refleksiyon) gerçekleştiren ve
bu arada yüzlerinde ve davranışlarında bunun etkileri gözüken dervişler başarılı bir şekilde
değerlendirilir ve eğer isterse veya şeyhi uygun görürse, şeyhten alacağı postu başka topraklarda
sererek şeyhin görüşlerini orada yayarlardı.
 Tekkelerdeki eğitimde halvete veya çileye çekilmenin yanı sıra zikir ayinlerine katılmak, semaa oturmak ve
başka şekillerde, kişileri vecd haline getirecek törenler düzenlenirdi. Bu şekilde teorik eğitim ile uygulamanın en
yoğun ve en ciddî olarak yapıldığı eğitim merkezlerinin başında tekkeler geliyordu, Pratik eğitimde başarılı
olamayanların teorik bilgisine çok fazla güvenilmiyor; gerekirse defalarca çileye sokuluyor, çilede kalınan günler
normaldeki kırk günü çoğu kere aşıyordu.

KÜTÜPHANELER:
 İslâm dininin İran'daki yayılması sırasında eski İran dini inançlarıyla karşı karşıya gelmesi, Orta
Asya'da Türk Budizmi ve Hint Budizmi ile, Anadolu'da başta Hıristiyanlık olmak üzere çeşitli
inançlarla karşılaşılması çeşitli mezheplerin ve tarikatların çıkmasına yol açtığı gibi; gerek
İslamî gerekse dağılma alanlarındaki değerli kitapların Arapçaya çevrilerek mevcut bilginin
"İslâmileştirilmesi çalışmaları" bir çok özel ve yarı-resmî kütüphaneleri doğurdu.
 Bu kütüphanelerden "Beytü'l-Hikme"ler, Emeviler zamanından itibaren kurulmaya başlayan
ve Abbasiler zamanında da devam eden büyük tercüme, araştırma ve inceleme merkezleri
idiler. Başta Circis bin Cibril olmak üzere çeşitli tercümanlar Yunanca, Latince, Pehlevice,
Farsça ve Süryanice'den bir çok eserleri Arapçaya çevirmişler; bu çeviriler kütüphanelerde
okunmaya, araştırılmaya ve çoğaltılmaya başlanmıştı. Özellikle Harun er-Reşit ve el-Me'mun
zamanında kitap çevirme ve çoğalma çalışmaları altın devirlerinden birini yaşamıştır
 Bu kütüphanelerde aynı zamanda bilimsel toplantılar da düzenleniyor ve meşhur tartışmalar
yapılıyordu. Bu tartışmalara hadisçiler, fakihler, "mutezile" denen rasyonel akımın temsilcileri
de katılıyorlardı. Abbasi halifeleri Bağdad'tan Samarra'ya geçince ve medreseler öğretim
faaliyetinin büyük kısmını üzerlerine alınca yavaş yavaş etkinliklerini kaybetmeye başladılar.
 "Dârü'l-İlim"ler ise daha ziyade şîi kütüphaneleri ve eğitim kurumları olarak gelişti. Özellikle
Mısır'daki el-Hakim Dârü'l-İlimi, şii İsmailiye mezhebinin propagandasını yapacak "dâî"ler
yetiştiriyordu. Bu kütüphanelerdeki tartışmaları İsmaili âlimleri yönetiyorlar, buralara
topladıkları gençleri uzun ve yoğun bir eğitim sürecinde istedikleri biçimde eğittikten sonra
propaganda için Suriye, Irak ve İran'a gönderiyorlardı. Kur'an'ın şii görüşlere göre tefsirinin
yapıldığı, hadisçilerin gene bu anlamda seçilip yorumlandığı bu merkezlerde çalışan öğretmen
ve öğrencilere, vakıflar tarafından belli ölçülerde burs ve başka yardımlar da yapılıyordu.
 Dârü'l-İlimler daha sonra Suriye ve Irak'a da yayıldı. Bu ülkelerde açılmış olan bu
kütüphanelerin ortak özellikleri olarak şunlar tespit edilmiştir: Buradaki çalışmalar vakıf
düzenine göre yapılıyordu, özel bir bina içinde idiler, genel kütüphane hizmeti görüyorlardı,
şiî propagandası yapıyorlardı, âlimler ve öğrenciler burada kalabiliyordu ve düzenli bir
öğretim yapılıyordu.
 Dârü'l-İlimler, Irak, Suriye ve Mısır'da bulunan Müslümanlar arasında Şii görüşlerini yayacak adamlar
yetiştirirken uyguladıkları eğitim sistemi ile hem medreselerin kurulma sebeplerinden birini yaratmışlar
hem de düzenli öğretim, öğrencilere yatacak yer, malî yardımlar gibi yönlerden onlara örneklik de
etmişlerdir. Bunun yanı sıra medreselerle zıt bir öğretim içinde bulunduklarından, bir yerde birisi
kurulurken diğeri yıkılma durumuna gelmiştir.
KÜTTABLARVE MEKTEPLER:
 "Küttab" veya "mekteb" denilen yerlerin esas amacı yazı yazmayı ve okumayı öğretmekti. Zaman
içinde okuma-yazmanın yanı sıra Kur'anı okuma, basit dinî bilgiler ve ibadet şekilleri, hatta zamanla
basit hesaplama yolları da öğretilmeye başlandı ve bu eğitim kurumları çeşitli yönleriyle bir eğitim
kurumu haline geldi.
 Bu şekilde ortaya çıkan mektepler kısa zamanda İslâmiyet'in yayıldığı her yere yayıldı. Burada ders
veren öğretmenlerin vergiden ve askerlikten muaf olmaları, yaptıkları eğitim-öğretim karşılığında
ailelerden belli bir ücret ("hak") almaları bu okulların hızla yayılmalarına neden oldu. Burada ders
veren öğretmenlere "kâtib", "fakih", "muallim" gibi adlar verilmiştir ve bizim kültür çevrelerimizde
"muallim" ismi yaygın kabul görmüştür. Burada ders veren öğretmenlerin yardımcılarına "kalfa"
(halife) dendiği gibi, bu okullar Anadolu'da "mekteb-i sebil", "sıbyan mektebi" gibi adlar da
almışlardır.
İÇ ASYA MÜSLÜMAN TÜRKLERİ, KARAHANLILAR
İç Asya Müslüman Türkleri ve Karahanlılarda eğitimin temel özellikleri şunlardır:
 Müslüman olmaları ve yerleşik bir düzene geçmeleri eğitime olumlu yansımıştır.
 Devlet adamları eğitimi desteklemiştir.
 Medreseler kurulması eğitim için büyük atılım olmuş ve ülkenin her bir tarafına yayılmıştır.
 Farabi, İbn-i Sina gibi düşünürler bu zamanda yetişmiştir.
 “Eğitim bilimine” ilişkin ilk açıklama başta Farabi olmak üzere bu dönemde görebilmekteyiz.
KARAHANLILARDA EĞİTİM, MEDRESELER:
Medreseler, İslam eğitim tarihinde, öğretimin giderek önem kazanıp yapılageldiği mescitlerden
taşması, vs. gibi gelişmeler sonunda oluşmuşlardır.
 Medreselerin Orta Asya İslam kentlerinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir.
 Karahanlılar medreseleri Semerkant, Buhara, Taşkent, Balasagun, Yarkent, Kaşgar gibi önemli
kentlere yaydılar.
 Karahanlı hükümdarların bilime önem vermeleri, bilim adamlarını korumaları nedeniyle toplumun
bilgi düzeyi yükseldi.
 Karahanlı hükümdarlarının medreselerin kurulup yayılmalarına çok önem vermelerinin iki nedeni;
1. Medreselerden, yeni Müslüman olan Türk boylarının yeni inanışlarını pekiştirme, yeni dinleri ile
çelişen eski inanışları kaybettirme aracı,
2. Medreselerden, çevrelerindeki Şiilere karşı kendi Sünni-Hanefi inançlarını koruma aracı olarak
yararlanmak.
 Medresede, bilim ve din adamları için bir toplantı yeri olacak, bir camii, çalışma odaları, kütüphane,
halk için Kur’an okunan bir salon, Edeb (genel olarak eğitim, muaşeret ve genel kültür bilgisi)
öğretmeni için bir oda, küçük odalar (muhtemelen öğrenciler için), bir avlu ve bir bahçe bulunacaktır.
FARABİ’NİN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ NEDİR?
 Aristo’dan sonra İKİNCİ ÖĞRETMEN (muallim-i sani) denir.
 Farabi paraya şöhrete önem vermemiş ahlaklı bir hayat sürmüştür.
 Yüzden fazla eser vardır.
Mantık, Felsefe, Fizik, Kimya gibi…
FARABİ’NİN EĞİTİM GÖRÜŞLERİ :
 Eğitimin amacı, mutluğu bulmak ve bireyi topluma yararlı hale getirmektir,
 Farabi eğitimciyi üçe ayırmıştır bunlar;
 Aile reisi, aile fertlerinin; öğretmen, çocuk ve gençlerin; devlet başkanı, milletinin eğitimcisidir
 Öğretim ve eğitimi ayırır: “Öğretim, milletler ve şehirlerde nazari (kurumsal) erdemler var etme
demektir.”
 “Eğitim ise, milletlerde ahlaki erdemleri ve iş sanatlarını var etme yöntemidir.”
 Öğretimde kolaydan zora gidilmesini istemiş.
 Bir şey öğretilmeden ötekine geçilmeyeceğini söylemiş.Sorunlar tek tek incelenmeli demiştir.
 Öğretmen öğrencilerle Sokrat gibi tartışmalıdır.
 Öğretimde Mantık ve Felsefe’ye yer verilmelidir.
 Öğrencinin öğrenme isteğini sürdürülmesine çalışılmalıdır.
 Çocuklar, karar verme yeteneği güçlü ve sorumluluk duygusuna sahip olarak yetiştirilmelidir.
 Disiplin ne sert ne yumuşak olmalıdır.
 Farabinin, araştırma yöntemlerine ilişkin görüşlerine gelirsek eğer; bilimsel meseleleri çeşitli
yöntemlerle çözümlenmesi gerektiğini söylemekle, bilimsel yöntem alanında değerli görüş ortaya
koyar.
 Farabi’nin hükümdarın siyasi eğitimine ilişkin görüşüyse; hükümdarları Milletin eğitimcisi olarak
görmekte bazen ikna bazen zorlama yöntemine başvurulmalı demektedir.
İBNİ SİNA’NIN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİYERİ NEDİR?
 İbni Sina’nın eğitim tarihindeki yeri tartışılmaz fakat Türkiye’de pek az tanındığından dolayı eğitim
görüşlerine pek önem verilmemiştir.
 İbni Sina’ya Farabi’den sonra ÜÇÜNÇÜ ÖĞRETMEN (muaallim-i salis) denmiştir.
 İbni Sina eğitim görüşlerine gelirsek bildiğiniz gibi İbni Sina tıp alanında çalışmaları çoktur yani İbni
Sina Kanun ve Şifa adındaki eserleriyle tıp bilimini o dönemde doruk noktalarına çıkarmıştır.
 Ahlak ve fazilet eğitimine ilişkin görüşleri ise; İbni Sina’ya göre ahlak ve fazilet önemlidir. Ahlak’a ve
fazilete önem verilmeyen bir hayatın ne önemi vardır demiştir.
 İbni Sina ahlaki davranışlara ve fazilete ulaşmak için şunlara dikkat etmiştir; nefsin isteklerine
uymamak, gazap, hırs… eseri ortaya çıkacak davranışları yok etmek, yalan söylememek, insanlara
önem vermek.
 İbni Sina bilime ve Beden eğitimi önem vermiştir. Ayrıca çocuk sağlığı ve çocuk eğitiminde
durmuştur
 İbni Sina eğitim ve öğretimin altı türünden söz etmekte bunlar;
 Zihni Öğretim, Sınai Öğretim, Telkini Öğretim, Tedibi Öğretim, Taklidi Öğretim, Tenbihi Öğretim.
BALASAGUNLU YUSUF’ UN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİYERİ NEDİR?
 Karahanlılar döneminde yaşamıştır ve yazdığı Kutadgu Bilig adlı kitapla Türk tarihindeki yeri ayrıdır.
Farabi ve İbni Sina etkisinde kalmıştır.
 Kutadgu Bilig: Mutluluk veren bilgi anlamına gelmekte olup Türkçe Uygur yazısı ile manzum olarak
(6645 beyit) yazılmıştır. Kutadgu Bilig’e göre devlet yönetiminde vezir, kâtip, hazinedar, hükümdara
öğütler verilmiştir.
 Ayrıca ahlaki davranışlar, çocuk eğitimi hakkında da birçok bilgiye yer verilmektedir
KAŞGARLI MAHMUT’ UN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİYERİ NEDİR?
 Büyük eser olan Divan-ü Lügat-it Türk adlı eseriyle Türkçe’nin ilk lügatını düzenleyen ve onu
öğreten olarak eğitim tarihimizde önemli bir yer tutar.
 Arapça’nın bilimde kullanıldığı vakit Türkçe’nin ne kadar zengin bir dil olduğundan bahsetmiştir.
 Divan yalnızca zengin bir sözlük değildir. Türk toplumlarının lehçeleri yaşayışları, inanışları, töreleri,
atasözlerini de kapsar. Türklerin ilk dünya haritası da buradadır. Bu eser, yazıldığı dönemde çok ileri
ve kökleri eskilere giden büyük bir Türk varlığını gösterir.
 Divan’da; Ailede çocuğun bakımı, yetiştirilmesi, Türk bilgi geleneği üzerinde durması, Türkçe’yi
öğretim yöntemi yer almaktadır.
AHMET YESEVİVE EDİP AHMET BİN MAHMUT YÜKNEKİ’NİNTÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİYERİ NEDİR ?
Ahmet Yesevi, ilk Türk tarikatını kurmuş ve Divan-ı Hikmet adında eseri vardır.
 Edip Ahmet, Atabetü-l Hakayık adındaki nasihatnamesi ile İslami esasları öğretmeye çalışmıştır.

You might also like