You are on page 1of 13

KARAHANLILAR (840-1212)

1. Karahanlılar; Doğu ve Batı Türkistan’da hüküm sürmüş olan ilk Müslüman Türk
sülalesinin (840-1212) kurduğu devlettir. Bu isim, aynı soydan gelen hükümdarların unvanları
arasında yükseklik ve yücelik anlamındaki Kara sözünün sık sık kullanılması ile ilgilidir. Daha
sonra bu sülale ve onların kurdukları devlete farklı çevrelerce;
--İlek Hanlar,
--Türkistan Uygur Hanları,
--Osmanlılar tarafından Türkistan Hakanları,
--Muasır İslam kaynaklarında el-Hâkâniyye, el-Hâniyye, el-Mülûku’l-Hâkâniyye,
Mülûku’l-Hâniyye, Âl-i Afrasyâb gibi isimler verilmiştir.
2. Karahanlıların menşei ile ilgili görüşler:
a. Uygur faraziyesi,
b. Türkmen faraziyesi,
c. Yağma faraziyesi,
d. Karluk faraziyesi,
e. Karluk-Yağma faraziyesi,
f. Çigil faraziyesi,
g. Tu-chüe (Tukyu-Göktürk) faraziyesi.
Çok farklı farazilerin bulunması5na rağmen Karahanlılar hakkında köklü araştırmalar
yapan Reşat Genç, Karahanlılar devletinin Yağmalar tarafından kurulmuş olduğunun
kesinleşmiş olduğunu belirtmektedir. Ona göre Yağmalar, Uygurların bir kolu veya onlara
bağlı bir kavimdir.1

KÜLTÜR VE MEDENİYET
Tarihte ilk Türk-İslam devletini kurmuş olan İdil (Volga) Bulgarlarından sonra, coğrafî
muhit olarak Maveraünnehir ve Türkistan’da kurulan ilk Türk-İslam devleti Karahanlılardır. Bu
devlet döneminde, uzun bir süreden beri Türkler arasında İslamlaşma daha da hız kazanmış
ve Türk tarihinde yeni bir dönem başlamıştır.
Bu döneminde artık Türkler de sadece askerî alanda değil, kültürel açıdan da İslam
Medeniyetine katkıda bulunarak eski Türk medeniyetinin Türk-İslam medeniyeti adıyla ilk
ürünlerini ortaya koymaya başlamıştır. Türk kültür ve medeniyeti, İslam kültür ve medeniyeti
ile karışarak Türk-İslam Medeniyeti denilen tarihî gelişiminin temelleri atılmıştır.
İtici gücünü İslam’ın temel kaynaklarından alan İslam medeniyeti, çok değişik ırkî
unsurların katkılarıyla oluşmuş ve gelişmiştir. Ancak bu döneme kadar Arapların İslam
medeniyetine katkılarını da unutmamak gerekir. Kur’an merkezli İslam medeniyeti, Arap
olmayan milletlerin İslam dairesine dâhil olmadan önceki dönemde, Bağdat Hilafetine bağlı
Tahirî (821-873) ve Sâmânî (819-1005) devletleri kurulduktan X. Yy.a kadar Arap dil ve
kültürünün yanında İran dili ve kültürü de yerini aymıştır. Dolayısıyla İslam medeniyetine
Araplardan sonra katkı sağlayan ikinci grup İranlılar olmuştur.
Üçüncü bir grup ise, bir Türk-İslam devleti olan Karahanlılarla beraber, inkârı mümkün
olmayacak şekilde Türk unsuru ağırlığını koymuştur. Samimi olarak İslam’ı kabul eden
Karahanlı hükümdarları, dönemin İslamî devlet anlayışının bir gereği olarak halifeler ve kendi
adlarına hutbeler okutmuşlar, halifelerden hil’atler giymişler ve onlar tarafından verilen
lakapları kullanmışlardır. Diğer yandan Karahanlılar, gaza ve cihada önem vererek Budist
Uygurlara ve diğer gayri Müslimlere karşı İslam’ı korumak ve yaymak için mücadeleler

1
Reşat Genç, Karahanlı Devlet Teşkilatı, İstanbul 1981, s. 36-37, 125-127.
vermişler, bu yolda şehit olmuşlar ve gazi, mücahid gibi dinî yönü ağır basan sıfatları
taşımaya hak kazanmışlardır.
Karahanlılar, sahip oldukları topraklarda çok sayıda cami, medrese, kervansaray,
bîmaristan gibi dinî ve sosyal müesseseler kurmuşlar, Kaşgar, Balasagun, Semerkant, Buhara
ve Maveraünnehir’de yüksek bir ilim ve kültür muhiti oluşturmuşlardır. Bütün bu
merkezlerde Türk kültürü, İslamî prensipler içerisinde kaynaşarak yeni bir Türk-İslam
medeniyetinin temellerini atmışlardır.
Değişik dinî inançlara sahip olan Türklerin İslamiyet’i kabulleri, onların hayatlarında
büyük ve derin bir değişiklik meydana getirmiştir. Bu yeni mefkûrenin/idealin gerçekleşmesi
için bazı kahramanlar ortaya çıktı. Bunlar; Satuk Buğra Han gibi “hükümdarlar”, bir takım
“veliler” ve Ermanas gibi “kahramanlar”dır. Dar anlamda Karahanlılar, geniş anlamda Türk
kültür ve medeniyetinde büyük yer tutan ve bunların çevresinde gelişen olayları destanlaşan
ve dönemin kültür ürünlerini teşkil eden eserler üzerendi duracağız.
Türklerin İslam’ı kabullerinden sonra daha önceki dönemi ait, Oğuz Destan’ı gibi
tanınmış bazı destanları bile İslamî ruhla tekrar işlemişlerdir.2 İslam’ı kabulleri ve yayılışı ile
bu çevrede gelişen savaşlar ve türlü olayları yeni dinin yansıması olarak İslamî destanlar
haline getirmişlerdir. Bu dönemde ortaya çıkan destanlar;
SATUK BUĞRA HAN DESTANI: Dinî-millî bir karakter arz eden bu destan,
Karahanlıların ilk Müslüman hükümdarı Satuk Buğra Han’ın İslamiyet’i kabulü, yayma
çalışmaları, ailesi ve onun kerametlerinden bahsetmektedir. Araştırmacıların elinde bulunan
oldukça geç bir dönemde istinsah edilen bu destanın nüshaları Tezkire-i Satuk Buğra Han
adını taşımaktadır. Eser bu haliyle Türkçe mensur bir “Menakıb Mecmuası”dır.3
MANAS DESTANI: Wilhelm Radloff tarafından toplanan ve daha sonra başka
varyantları/rivayetleri tespit edilen Manas Destanı, XI-XII. yüzyıllarda gelişerek ortaya
çıkmıştır. 400 000 mısradan oluşan destan, Karahanlılar döneminde Subaşı olarak hizmet
eden bir kahramanın, Manas’ın ve etrafındakilerin İslamiyet namına, millet ve vatan uğruna
kâfirlere yaptıkları mücadeleden bahseder. Bu destanda İslamî motifler ile eski Türk
motiflerini, Türklerin eski gelenek ve göreneklerinden izler bulmak mümkündür.4 Destanda
geçen bazı kelimeler;
Müslüman kelimesinin karşılığı olarak busurman 61 yerde, musulman ise bir yerde
geçer.
Huda (Kırgızca Koday) kelimesi destan en çok kullanılan kelimelerdendir.
Alda (Allah), Koday, Tenir ve Tenri kelimeleri Huda kadar olmasa da çok kullanılan
kelimelerdendir.
Manas Destanı’nda Kur’an mukaddes bir kitap olarak bilinir ve adı sık sık zikredilir.
İslamiyet ile ilgili helal-haram, namaz, abdest, kıyamet, selamlaşma, dua ve ervah gibi
birçok inanç, uygulama ve kavram destanda yer almıştır.

KUTADGU BİLİG
Yusuf Has Hacib tarafından manzum olarak Hâkâniye lehçesi ile yazılmıştır. Eser
462/1069-70’de tamamlanarak Kaşgar hükümdarı Tavgaç Buğra Kara Hâkân Ebu Ali Hasan
b. Süleyman Arslan’a takdim edilmiştir. 85 başlık altında 6654 beyitten oluşmasının yanında
sonradan nazım halinde 77 beyit ile iki önsöz ilave edilmiştir.

2
M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1980, s. 48-53; Necla Pekolcay, İslamî Türk Edebiyatı, İstanbul
1996, s. 28-32.
3
Necla Pekolcay, İslamî Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1967, I/15-19.
4
Fuad Köprülü, age, s. 158-161; Necla Pekolcay, age, C. I, s. 19-26.
Eserin yazarı hakkında fazla bilgiye sahip olunamamıştır. Eserinden anlaşıldığına göre
Yusuf Has Hacib, Balasagun’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. Karahanlı sarayında bir
müddet görev yapmış ve daha sonra Ebu Ali Hasan onu sarayında hacibliğe getirmiştir.
Yusuf Has Hacib eserinde dört unsuru bünyesinde canlandıran dört temsili kişiyi
konuşturmuştur. Bu dört kişi;
Hükümdar (Kun-Toğdı): Dığru yol, adalet.
Vezir (Ay-Toldı): Saadet, devlet.
Vezirin oğlu (Öğdülmiş): Akıl, mantık.
Vezirin zahit kardeşi (Odgurmış): Âkıbet.
Kutagu Bilig; “Kutlu olma bilgisi” veya “hükümranlık bilgisi” veyahut da “siyasî
hâkimiyet bilgisi, devlet olma, devletle olma bilgisi” anlamlarına gelir. Yusuf Has Hacib bu
eserde devlet adamlarına öğütler vermiş ve ideal devlet idaresinin temel ilkelerini
göstermeye çalışmıştır. Bundan dolayı bu eseri bir Siyasetname olarak görebiliriz.5 Kutadgu
Bilig sayesinde Karahanlı devlet idaresi hakkında çok değerli bilgilere ulaşmaktayız.
Kutadgu Bilig müellifi, İslam’ı onun imanını gönlüne iyice yerleştirmiş sadık bir
mü’mindir. İslamî değerler üzerinde dururken yerli ve milli değerleri de ihmal etmemiştir.
Başarılı bir Türkçe ile yazılan eserde, yabancı kelimelere çok az yer verilmiştir. Yazar yeni
girilen bir medeniyet dairesinde bir fikir ve kültür eserinin Türkçe kelime ve deyimlerle
yazarak büyük bir başarı sağlamıştır. Yine eserinde Türk halkı arasında yaygın edebî
söyleyişler, halk deyimleri ve atasözlerini kullanarak milli bir hale sokmuştur. Onu sadece bir
şair kabul etmek doğru değildir. Çünkü o verdiği bilgilerle büyük bir mütefekkir ve kuvvetli bir
yazar olduğunu göstermektedir.
Eser, büyük ölçüde dinî, ahlakî, hukukî, sosyal, siyasî ve pedagojik problemler
üzerinde düşünen, yeri geldikçe de aynı konularda hikmetler sıralayan didaktik bir kitaptır.
Kutadgu Bilig, İslamî Türk Edebiyatının ilk örneklerinden birisi olmasından dolayı, ondaki eski
Türk kültürü izleri ile İslam’ın, Kur’an ve hadis gibi iki önemli kaynağından intikal etmiş
esaslarının, uyumlu bir şekilde kaynaştırılmış olduğu görülür.
Kutadgu Bilig ilim âlemince tanındığı 1825’ten itibaren yerli ve yabancılar tarafından
çok sayıda araştırmaya konu olmuştur.6 Yerli ve yabancı birçok dilci, tarihçi, hukukçu ve
edebiyatçı bu kitabı araştırmış, içindekilerden bahsetmiş ve değerlendirmeye almıştır. Bu
eserle ilgili ülkemizde yapılan çalışmalar;
Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig I, İstanbul 1947,
Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig II, Ankara 1959,
Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig III, İstanbul 1979 (İndeks)
Halil İnalcık, “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariyesi ve Gelenekleri”, Reşit
Rahmeti Arat İçin, Ankara 1966, s. 259-271.
İbrahim Kafesoğlu, “Yazılışının 900. Yılı Münasebetiyle Kutadgu Bilig ve Kültür
Tarihimizdeki Yeri”, Tarih Enstitüsü Dergisi (TED), İstanbul 1970, S. 1, s. 1-38.
Mahmut Arslan, Kutadgu Bilig’deki Toplum ve Devlet Anlayışı, İstanbul 1987.

5
Nizamülmülk muhtemelen bundan etkilenerek eserini yazmış olabilir.
6
Bu araştırmalardan bazıları için bkz; Çemal Sofuoğlu, “Kur’an ve Hadis Kültürünün Kutadgu Bilig’deki İzleri”,
Dokuz Eylül Ün. İlahiyat Fakültesi Dergisi, İzmir 1989, C. V, s. 127-180; A. Dilaçar, Kutadgu Bilig İncelemesi,
Ankara 1988; Halil Ersoylu, “Kutadgu Bilig’de Kur’an-ı Kerim Ayetlerinden İlhamlar”, TDA, Ankara Aralık 1981, S.
15, s. 17-41; Osman Cilacı, “Kutadgu Bilig’de Sosyal ve Dinî Motifler”, Milli Kültür (MK), Ankara Eylül 1987, S. 58,
s. 10-19; Mehmet Kara, Bir Başka Açıdan Kutadgu Bilig, Ankara 1990.
DİVÂNU LUGATİ’T-TÜRK
Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan eser, 466/1074’te tamamlanmış, 470/1077’de de
Selçukluların korumasında bulunan Abbasi Halifesi Muktedî Billah’a sunulmuştur. Yusuf Has
Hacib’te olduğu gibi, eserin yazarı Kaşgarlı Mahmud hakkında da bildiklerimiz oldukça
sınırlıdır. Kâtip Çelebi’nin Keşfu’z-Zünûn’daki kaydına göre tam adı Mahmud b. Hüseyin b.
Muhammed’dir. Babasının Barsganlı olduğu Karahanlı hükümdar ailesi ile iyi ilişkiler içinde
bulunduğu, Kaşgarlı Mahmud’un çok iyi eğitim gördüğü ve kendisini tama olarak yetiştirdiği
bilinmektedir.
Kaşgarlı Mahmud ne pahasına olursa olsun Araplara Türk dilini öğretmek, Türk dilini
küçümseyenlere karşı da, onun Arapçadan hiç de geri kalmayacak zenginlikte olduğunu
göstermek istiyordu. Bundan dolayı bize kadar ulaşmayan Arapça bir Türk dili grameri Kitabu
Cevahiri’n-Nahv fî Lügati’t-Türk’ünü yazdığı gibi Divânı’nı da bizzat İslam dünyasının en
büyüğüne takdim etti. Divân’ındaki metot ve zenginlik, ele aldığı konuların kendisinden
asırlarca sonra gelen âlimlerin dikkatini çekerek konusu olması, onun ve eserinin
büyülüğünün ispatıdır. Türkler bu sırada, bir yandan yeni katıldıkları İslam’ın imanını
gönüllerine iyice yerleştirirken, diğer yandan da Kaşgarlı’nın çalışmaları sayesinde, kaybolma
tehlikesi geçiren Türk kültür ve varlığını koruyorlardı.
Divânu Lugati’t-Türk, isminden de anlaşılacağı gibi, Türk lügatlerinin bir nevi Divanı
olup, şive ve ağız malzemesini içine alacak bir sözlük olarak düşünülmüştür. Eserde Türk
dünyasının kültürü, dili, etnik yapısı, folkloru ve diğer alanlardaki malzemesi eksiksiz yer
almıştır. Eserin muhtevası şöyledir;
1. Kelimelerin izahı sırasında Türk atasözlerinden7 ve halk edebiyatından örnekler,
2. Dört uzun mersiye, destan parçaları, hikmet ve vecizeler,
3. Pendnâme8 ve Bahariyeler,9
4. Çuçu10 adlı Türk şairi,
5. Türklerin yaşadığı yerler ve onlarla ilişki içinde bulunan millet ve memleketleri
tespit eden Türk Cihan Haritasını içermektedir.
Yukarıdaki bilgileri veren Divânu Lugati’t-Türk, Türk dünyasının tarihî coğrafyası,
günlük hayatı, ekonomik durumu, kültürü, dili, etnik yapısı ve folklorunu yansıtan bir
ansiklopedi gibidir. Diğer yandan eser, Türkçeden Arapçaya bir sözlük şeklinde tertip
edilmiştir. Eserin 8000 civarında olan madde başları Türkçe, açıklamaları ihtiva eden kısımları
ise Arapçadır. Kaşgarlı eserinin başlangıcında bazı hadislere de yer vermiştir. Onu Buharalı iki
hadisçiden işittiğini kaydettiği bir hadiste Hz. Peygamber, “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların
uzun saltanatı vardır” dediğini nakleder. Kaşgarlı hadisin sıhhati konusunda da şöyle

7
Bkz; Saim Sakaoğlu, “Divânu Lugati’t-Türk’te Bazı Atasöleri Üzerine”, Uluslararası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü
Kongresi Bildirileri, Ankara 1977, s. 261-267.
8
Pendnâme, kelime anlamı olarak öğüt kitabı demektir. Pendname 16. yüzyıl divan edebiyatının önde gelen
eserlerindendir. Bir ahlak kitabıdır. Fabl ağırlıklıdır. Eserde 500 kadar atasözü ve deyime yer verilmiştir. Mesnevi
türünde yazılmış eserin sahibi olan Güvahi'nin, Osmanlı padişahı I. Selim'in Mısır seferine katılmış bir sipahi şair
olduğu bilinmektedir.
9
Divan Edebiyatı’nda bir şiir türüdür. Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını, kelebeklerin
uçmasını konu edinen kasidelerdir.
10
Divanu Lugati’t-Türk‘te adı geçen, fakat hiçbir eserini bilmediğimiz Çuçu‘dan daha önce yaşadığı
sanılan Aprınçur Tigin, adı ve şiiri bilinen ilk Türk şairi sayılmaktadır. Uygur Türkçesiyle yazdığı dinî nitelikli
şiirlerin yanında sevgi konulu şiirleri de olan Aprınçur Tigin, aynı zamanda Türkçenin ilk lirik şairidir.
demektedir; “Bu hadis eğer sahih ise, Türkçenin öğrenilmesi vacip olur; şayet düzme ise,
Türkçenin öğrenilmesini akıl ve izan icap ettirir.”11
Elde edilen bu nüsha üzerinde yerli ve yabancı çok sayıda araştırmacı çalışmıştır.
Divânu Lugati’t-Türk üzerinde çalışan araştırmacılar;
1. Kilisli Rıfat (Bilge): Üç cilt halinde yaptığı çalışma ilk olarak 1333-35/1913-1917
tarihleri arasında Matbaa-i Âmire’de basılmıştır.
2. Kilisli Rıfat’ın üç cilt halinde basılan çalışması esas alınarak; M. Fuad Köprülü, Z.
Velidi Togan, Necip Asım ve Ahmet Caferoğlu tarafından yurt içinde araştırmalara devam
edilmiş ve yayınlanmıştır.
3. Batı’da da Alman, Rus, Macar ve Fransız bilim adamları tarafından çalışmalar
yapılmıştır.
4. Divânu Lugati’t-Türk çalışmalarında özel bir yeri olan C. Brockellman, Divân’daki
kelimeleri alfabetik sıraya koyarak açıklamıştır. Bu eser daha sonra Besim Atalay tarafından
Türkçeye çevrilmiş, Türk Dil Kurumu tekrar Kilisli Rıfat’ın neşrine uygun bir şekilde 1939-1941
yılları arasında üç cilt halinde yayınlamıştır.
5. Arap alfabesine göre Divânu Lugati’t-Türk İndeksi 1943 yılında yayınlanmıştır.
6. Dehri Dilçin, Divânu Lugati’t-Türk’deki kelimeleri Arap harflerine göre bir indeks
içerisinde toplamış ve yine TDK tarafından Arap Alfabesine Göre Divânu Lugati’t-Türk Dizini
adıyla 1957 yılında yayınlamıştır.12

Karahanlılar döneminde ortaya çıkan kültürel bazı kültürel faaliyetler;


Ebu’l-Fütûh Abdülgâfir b. Hüseyin el-Almaî (ö. 1096), Tarih-i Kaşgar,
Mecdüddin Muhammed, Tarih-i Mülûkı’l-Hâniyye, Karahanlılar Tarihi de denilen bu
eser, Batı Karahanlılardan Tamgaç Buğra Karahan İbrahim (1046-1067) adına yazılmıştır.
Ebu Nasr Ahmedü’l-Buharî, Tarihu’l-Kısas (Karahanlılar Tarihi),

Daha sonra özellikle geçici İlhanlılar devrinde, meydana getirilen bazı dinî-edebî
eserler de çok önemlidir. Bunlar;
ATEBETÜ’L-HAKÂYIK (Hakikatler Eşiği)
Edib Ahmed b. Mahmud Yüknekî tarafından yazılan eserin yazılış tarihi bilinmemekle
birlikte, “Kaşgarî til” yani Karahanlı Türkçesi’yle XII. yy.’da yazıldığı kabul edilmektedir. Konu
ve edebî türüyle Kutadgu Bilig’in devamı olan Atebetü’l-Hakayık, sadece dil bakımından bazı
farlılıklar gösterir.
Kaynakların bildirdiğine göre Arapça ve Farsça bilen Edib Ahmed, tefsir ve hadis gibi
İslamî ilimleri de tahsil etmişti. Takva sahibi, âlim ve fazıl bir şair olan müellif, anadan doğma
kör idi. Ancak zeki ve okuduğunu iyi anlayan ve değerlendiren birisi idi. Doğum yeri
günümüzde yerini tama olarak tespit edemediğimiz Yüknek’tir.
Edib Ahmed’in yazdığı Atebetü’l-Hakayık, Türk-İslam kültürü sahasında ferdî ahlak
hakkında tamamıyla dinî bir görüşe göre yazılmış, Türkçe manzum bir “nasihat-name”’dir.
Eser 14 bölüm halinde, 242 beyit yani 484 mısradan oluşmaktadır. Bölüm başlıkları;
1. Tanrı’nın medhi hakkında (İslam kültüründe hamdele karşılığı),13

11
XIV. Yy.’dan beri az çok bilinen Divan-ü Lugati’t Türk’ün tanınması son dönemde olmuştur. I. Dünya Savaşı
yıllarında büyük kitap meraklısı ve âlim Ali Emirî Efendi tarafından Sahaflar’da bulunarak 30 altına satın
alınmıştır. Bu nüsha kitabın günümüzdeki bilinen tek yazmasıdır.
12
Bunların dışında Divânu Lugati’t-Türk’li ilgili yapılan bazı çalışmalar; Ahmet Cafeoğlu, Kaşgarlı Mahmud,
Ankara 1985; F. Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934, s. 78 vd. Reşat Genç,
Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Ankara 1997, s. 1-17; Ali Osman Coşkun, “Kaşgarlı Mahmud
ve Mültecilik Meselesi”, MK, Ankara Ağustos 1982, C. III, S. 35
2. Peygamberin medhi hakkında (Salvale karşılı),14
3. Dört sahabenin (Hulefâ-i Raşidîn) hakkında,
4. Büyük Emir Muhammed Dâd İşpehsalar Beg’in medhi hakkında,
5. Kitabın yazılması hakkında,
6. Bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı hakkında,
7. Dilin muhafazası hakkında,
8. Dünyanın dönekliği hakkında,
9. Cömertliğin mehdi ve hasisliğin zemmi hakkında,
10. Tevazu ve kibir hakkında,
11. Harislik hakkında,
12. Kerem, hilim ve diğer iyi huylar hakkında,
13. İçinde bulunulan devrin bozukluğu hakkında,
14. Kitap sahibinin özrü hakkında.
Yazar kitabında ayet ve hadislerden de faydalanarak Kur’an-ı Kerim ve hadislerin
Türkçeye çevrilmesinde de önemli bir adım atmış olmaktadır. Müellif bu eseriyle; “Türk-İslam
kültürünün çevresi ve çerçevesi içerisinde fertlerin eğitimi ve toplum düzeninin temel ilkelerini
Türkçe ile manzum bir şekilde telkin ve tavsiye ederek, bir vaiz gibi konulara eğilerek ahlakî
değerleri ortaya koyan bir risale biçiminde” yeni İslamî kabul edene toplumlara dersler
vermiştir.
Uygur Hakanları zamanında devletin resmî dili Türkçe olduğu gibi “Yarlıg-
Ferman”larda, defterlerde kullanılan yazı da –Arap yazısı bilinmesine rağmen- Uygur yazısı
idi. Atebetü’l-Hakayık’ın yazıldığı dönemde Karahanlılarda ileri seviyede bir fikrî hayat
mevcuttu. Çok sayıda eser yazılmış, İslamî ilimlerde büyük gelişme olmuş ancak bu eserler ve
gelişmelerin ürünleri çeşitli istilalar, savaşlar ve diğer sebeplerle günümüze kadar
ulaşmamıştır. Bölgenin kültürel gelişmesinin sonucu olarak, Türkler arasında çok sayıda
müfessir, muhaddis, fakih, lisan ve edebiyat uzmanları yetişmiştir.

DİVÂN-I HİKMET
Türklerin manevi hayatı üzerinde uzun süreler, kalıcı etkiler bırakmış olan Yesevîlik
tarikatının kurucusu ve Karahanlıların hâkimiyeti altındaki şehir ve bölgelerde yaşamış olan
Ahmed Yesevî tarafından yazılmıştır. Pîr-i Türkistanî olarak bilinen Ahmed Yesevî, Batı
Türkistan’da Çimkent şehrinin doğusunda bulunan Şahyâr nehrinin küçük bir kolu olan
Karasu üzerindeki Sayram’da doğmuştur.15
Hoca Ahmed Yesevî’nin babası, Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen, Sayram’ın
tanınmış şahsiyetlerinden, keramet ve menkıbeleriyle bilinen Şeyh İbrahim’dir. Annesi ise
Şeyh İbrahim’in halifelerinden Musa Şeyhin kızı Ayşe Hatun’dur. Küçük yaşta önce annesini
sonra da babasını kaybeden Ahmed Yesevî, ablası Gevher Şehnâz ve kardeşini de yanına
alarak, Sayram’dan Yesi’ye (bugünkü Türkistan) gitmiştir. Burada Arslan Baba’nın terbiye ve
irşadında kalan Ahmed Yesevî, onunu vefatı üzerine hayatındaki üçüncü ve önemli İslam
merkezlerinden birisi olan Buhara’ya geçmiştir. Karahanlılara bağlı olan bu şehir, çok zengin
ve aynı zamanda Hanefi mezhebine mensup olup içlerinden önemli sayıda âlim yetişmiş bir
aile olan Âl-i Birhan tarafından yönetiliyordu. İslam dünyasının en dikkat çekici ilim ve kültür

13
Senin birliğine delil aramaya kalkışan kimse küçücük ve tek bir nesnede bile binlerce delil bulur. Ben şuna
kesin olarak inandım: Yok iken beni yarattığın gibi yok eder ve sonra diriltirsin. (Atebetü'l Hakâyık, Tanrı'yı
Ululama - s. 13).
14
Onun adını anmak ve övmek şerbet olmalı ki dilim adını andıkça ağzım tatlanıyor. Bugün benden salâvat
ulaşsın ki yarın beni bunaltı sardığında elimden tutar olsun. (Atebetü'l Hakâyık, Peygambere Övgü - s. 14)
15
Buraya kaynaklarda İsfîcab, İspicâb veya Akşehir de denilmektedir.
merkezlerinden birisi olan Buhara’da Şeyh Yusuf el-Hemedânî’ye intisap eden Ahmed Yesevî,
şeyhinin vefatına kadar (535/1140) onun yanında kalmış, hem tahsilini tamamlamış, hem de
Tasavvuf yolunda epey mesafe katetmiştir.
Ahmed Yesevî’nin Buhara’daki yaşamı, şeyhinin vefatından sonra da devam etmiş ve
bu sırada irşad mevkiine önce Abdullah el-Berkî, sonra da Hasan Endâkî geçmiş ve bunun
ölümü üzerine de Ahmed Yesevî postnişin olmuştur. Ancak şeyh olup burada kısa bir süre
kaldıktan sonra makamı Şeyh Abdulh3alık-i Gücdüvânî’ye bırakarak Yesi’ye dönmüş, 63
yaşında vefatına kadar buruda irşad görevine devam etmiştir. Ahmed Yesevî’nin bugünkü
türbesi, Timur (ö. 1405) tarafından yaptırılmış ve dönemin önemli mimarî yapılarından
birisini oluşturmuştur.
Ahmed Yesevî’nin hikmetlerini içine alan eserinin adı Divân-ı Hikmet’tir. Ancak daha
sonra farklı kişiler tarafından kaleme alınan Divân-ı Hikmet nüshaları arasında hem muhteva
hem de dil bakımından değişik özellikler taşımaktadır. Eser Kemal Özergin’in ifadesiyle bir
“güldeste”’dir ve Ahmed Yesevî’nin inanç ve düşüncelerini ihtiva etmektedir. Divân-ı Hikmet
dışında Ahmed Yesevî’ye izafe edilen bir de Fakr-nâme adlı eseri bulunmaktadır. Bazı
araştırmacılara bu eser, Divân-ı Hikmet’i tertip edeler tarafından ilave edildiği
söylenilmektedir.
Hoca Ahmed Yesevî, Türk-İslam dünyasında çok sevilmiş ve çok geniş alanlarda itibar
görmüş ki, dünyada onun hikmetlerinden feyiz alan Türkler, öldüklerinde ondan uzak kalmak
istememişler, onun yanına gömülmek için vasiyetler yapmışlardır. Onun Türk-İslam kültürüne
katkıları içerisinde öncelikle ruh ve mana itibariyle İslamî, şekil bakımından da millî özellikler
içeren hikmetleri, bunun yanında da doğrudan İslamlaşmaya ve İslam’ın bölge ahalisi
tarafından yaşanmasını hedeflemiştir.
Bir mutasavvıf olarak Hoca Ahmed Yesevî’nin, özellikle de Yesi’ye döndükten sonraki
irşad faaliyetlerine baktığımızda, onun kendisinden önce bölgede gelişmiş olan tasavvufî
ekollerle müsait bir ortam oluştuğu görülmektedir. Orta Asya’da tasavvufî akımların en
önemli merkezlerinden birincisi olan Horasan’ın tasavvuf ve tarikat gelenekleri
Maveraünnehir’e geçmiş X. yy.’da Buhara, Semerkant, Fergana ve Kaşgar gibi kültür
merkezlerinde sûfîlik akımı yayılmıştı. XII. yy.’da Türkistan’da, Kulça civarında, Yedisu
havalisinde bir taraftan tasavvuf hareketleri, tekkeler diğer taraftan çok medrese kurularak
kuvvetli bir İslamlaşma ve Türklerin İslamiyet’i iyi öğrenmeleri sağlanmıştı.
Hoca Ahmed Yesevî’nin müridleri Türkistan’dan çıkarak İslam’ın yayılması ve
korunması için büyük çaba harcamışlardır. Anadolu’ya kadar gelerek, Anadolu’nun
İslamlaşması ve Türkleşmesine çok büyük katkı sağlamışlardır. Menkıbeleri hala tasavvuf ehli
tarafından okunan Ahmed Yesevî, özellikle örnek olduğu insan sevgisi, dürüstlük, doğruluk ve
güven gibi manevi değerler alanlarında İslam tarihi ve medeniyeti açısından büyük izler
bırakmıştır.

TAMGAÇ BUĞRA KARAHAN İBRAHİM’İN MEDRESE VE DÂRU’L-MERZA’SI


İslam’da İslam eğitim-öğretim tarihinde medreselerin çok özel yeri vardır. Şimdiye
kadar yapılan çalışmalarda medreselerin başlangıcı olarak, Bağdat Nizamiye Medreselerinin
faaliyete geçişini yani 459/1067 tarihini kabul ediyordu. Ancak bundan önce de Türk-İslam
dünyasının değişik bölgelerinde medreselerin açıldığı görülmektedir. Bunlardan birisi de
muhtemelen Bağdat Nizamiye Medresesinden az evvel veya onunla yanı zamanda Batı
Karahanlılar sınırlarında Semerkant’ta Tamgaç Buğra Karahan İbrahim (1045-1067)
tarafından kurulan bir medresenin varlığından bahsedilmektedir.
Batı Karahanlıların en önde gelen hükümdarlarından biri olan Tamgaç Buğra Karahan
İbrahim, Semerkant’ta bir medrese kurmuş ve yöneticisi, hocaları, öğrencileri ve diğer
görevlileriyle bu kurumun düzenli bir şekilde devam etmesi için yeterli maddi imkânlar
ayırmıştır. Gerek bunların harcanması ve gerekse diğer bir kısım konularla ilgili olarak
uyulmasını istediği esasları vakıf senedinde ayrıntılı bir biçimde göstermiştir. Külliye şeklinde
çok amaçlı yapılardan oluşan bu müessese; mescid, kütüphane, Kur’an öğrenme/okuma,
halkın eğitimi, inceleme/araştırma ve benzeri amaclar için kullanılacak salon ve odalarla,
yatılı öğrenciler için ayrılmış yurttan oluşuyordu.
Vakfiyede Medrese, Medresede Çalışan ve Diğer Görevlilerle İlgili Şartlar:
1. Medresede eğitim Hanefi fakih/müderris tarafından bu mezhebin esaslarına göre
ders verecektir.
2. Fakih ya da müderrise, ayda 300, yılda 3600 dirhem ücret ödenecektir.
3. Vakfiyeye göre Edep öğretmenlerine 1200, Kur’an öğretmenine 1500, Kur’an
okuyacak dört kurrâya toplam 3000 dirhem ödenecektir.
4. Vakfın yönetimini yapan “kâim”e (mütevelli) 2000,
5. Medrese ve kütüphaneyi açıp kapayacak, koruyacak, ihtiyaçların temini için iş bilir,
terbiyeli bir veya iki kişiye toplam 1200,
6. Mutemede 600,
7. Tuvalet, bahçe ve diğer yerlerin temizlik, bakım, onarım ve her türlü diğer
hizmetleri yerine getirecek olan iki kişiye 1200 dirhem ödenecektir.
Vâkıf Tamgaç Buğra Karahan İbrahim, eğitim ve öğretime büyük önem verdiğinden
buranın mekânı olan medrese ile eğitimin temel unsuru talebelere geniş imkânlar ayırmıştır.
Medresede muhtemelen çoğunluğu yatılı burslu olmak üzere elliden fazla öğrenci eğitim-
öğretim görmüştür.
Vakıf gelirlerinin diğer sarf yerleri ve hizmetler:
1. Aydınlatma giderleri 700,
2. İçme suyuna konulacak buz için 400,
3. Ramazan ayında yapılacak yemekler için 3350,
5. Ramazanın son gecesi aydınlatma gideri 50,
6. Kurban Bayramında fakirlere dağıtılacak kurban alımı için 1000,
7. Aşure günlerinde elli yoksul ve güçsüzü giydirmek, akşamında medresede
karınlarını doyurmak için 1000 dirhem ayrılmıştır.
Vakfiyede dikkat çekici bir husus da, vakıf senedinin düzenlendiği tarihte 47 dirhemin
bir miskal altın değerinde olmasıdır.16 Vakfiyede, medrese arazisindeki uygun yerlere ağaç
dikilmesi şart koşulması hem çevrecilik hem de o-ekonomik açıdan kayda değer bir
gelişmedir.
Vakfın vakfiyede belirtilen bazı özellikleri;
1. Vakfın ilk kâimi Ebu Tahir Hasan b. Abdurrahman el-Gazzâli idi.
2. Kendisinden sonra ise, Medresenin müderrisinin teklifi ile Semerkant’ta fetva
verecek seviyedeki ulemanın kararıyla, inançlı ve ahlaklı bir kişinin kâim olması şarta
bağlanmıştır.
3. Gerekli şartları yerine getiren müderrisin bulunamaması durumunda onun yerine
Semerkant valisi görev yapacaktır.
4. Sultan kaimin atamasına kesin olarak karışmayacaktır.17

16
Zekât nisabında 20 miskal 80.18 gramdır. Dolayısıyla 1 miskal de 4.009 gram olmaktadır.
17
Sultan’ın atamaya karışmamasının sebebi, muhtemelen medresenin, siyaset karşısında ilmî ve malî özerkliği
hedeflenmiş olabilir.
5. Herhangi bir sebeple medrese temel amacını kaybedip hizmet veremez hale
gelirse, vakıf gelirlerinin Semerkant’ta Hanefi Mezhebi üzere eğitim-öğretim yapan
öğrencilere, onlar da bulunmazsa fakir Müslümanlara dağıtılması şart koşulmuştur.18
Tamgaç Buğra Karahan İbrahim’in 458/1066 tarihli vakfiyesinde Semerkant’ta bir de
Dâru’l-Merzâ kurduğu anlaşılmaktadır. Vakfiyeye göre;
1. Dâru’l-Merzâ; kimsesiz, yardıma muhtaç, garip, ümitsiz, yoksul, aciz, yerli ve
yabancı Müslümanların tedavi edilerek şifa bulmaları ve kurucusunun da böylece Allah’ın
rızasını dilemesi amacıyla kurulmuştur.
2. Dâru’l-Merzân kendisinden beklenenleri yerine getirebilecek maddi imkânlarla
donatıldığı kayda alınmıştır.
3. Dâru’l-Merzâ’ya katkı sağlayacak akarât ayrı ayrı belirtilmiştir.
4. Dâru’l-Merzâ’ya müracaat eden hastalar, tedavileri süresince burada kalacaklar,
nekahet dönemi dâhil çıkmaları yönünde zorlanmayacaklardır.
5. Vakfın gelirleriyle;
a. Öncelikle vakfın imarı, israfa kaçmamak şartıyla vakfın ıslahı yapılacak.
b. Bunun % 15’i yıl içerisinde meydana gelecek bakım ve onarıma,
c. % 15’i hastaların gıda ihtiyaçlarına,
d. % 8’i hastaların çorbalarına konacak ete,
e. % 10’u doktor maaşlarına,
f. % 2’si kan almakla görevlendirilenlere,
g. % 5’i mutfak yakacağı ve ısınmaya,
h. % 3’ü aşçılara,
ı. % 3’ü beş vakitte görev yapan imam ve müezzine,
i. % 3’ü hastanede ölenlerin kefin masrafına,
k. % 5’i hastanede, hastalarla ilgilenmek, mescidi temizleme, hastanenin temizlik,
aydınlatma hizmetlerini üstlenene ve bunun için gerekli malzemeye,
l. % 3’ü tuz, soğan, baharata,
m. % 2’si aydınlatma, hasır, bardak, temizlik bezine,
n. % 5’i Semerkant’taki caminin imarına ve kalan kısım da vakfın gelirine ilave
edilecektir.
5. Abdulmelik b. Muhammed es-Seffâr’ın yöneticiliğine tayin edildiği vakıf bir gün
işlemez hale gelirse, onun gelirleri Müslüman fakirlere dağıtılacaktır.19

Not: Bu notlar Prof. Dr. Nesimi Yazıcı’nın “İlk-Türk İslam Devletleri Tarihi” kitabı esas
alınarak hazırlanmıştır.

18
Emel Esin, “Börü Tigin Tamgaç Kara Hakan İbrahim’in (444-60/1052-68) Semerkand’da Yaptırdığı Abideler”,
Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul 1979, S. 8/1978, s. 37-55; Saffet Bilhan, 900 Yıllık Bir Türk Öğretim Kurumu Buğra
Han Tamgaç Medresesi”, AÜEBFD, Ankara 1982, C. XV, S. 2, s. 117-124.
19
Arslan Terzioğlu bu hastanenin gerek yapı gerekse organizasyon bakımından Uygur, Selçuk ve hatta
Osmanlıların benzer kurumları ile paralellikler arz ettiğini belirtmektedir. Dâru’l-Merzâ’nın vakfiyesinde geçen
bir kayıttan, Semerkant’ta bundan daha önce kurulmuş, Nimek Bîmaristanı adlı başka bir hastanenin varlığı
anlaşılmaktadır.
KARAHANLILARDA KÜLTÜR VE MEDİNEYET
1. Tarihte ilk Türk-İslam devletini kurmuş olan İdil (Volga) Bulgarlarından sonra,
coğrafî muhit olarak Maveraünnehir ve Türkistan’da kurulan Türk-İslam devletlerinin ilkini
Karahanlılar oluşturur.
2. Bu devlet döneminde, artık uzunca bir süreden beri hız kazanmış olan, Türklerin
İslam’ı din olarak seçmeleri olgusu, büyük kitlelerin Müslüman olmasıyla Türk tarihinde yeni
bir dönemi başlatmıştır.
3. Bu dönemin en önemli ve dikkat çekici yönü, Türklerin İslam Medeniyetine katkıya
başlaması ve eski Türk gelenekleri ile İslam’ı anlayışın sentezinden oluşan yeni eserlerin
ortaya çıkmasıdır.
4. Karahanlılardan itibaren, özellikle Göktürklerle başlayıp Uygurlar zamanında çok
büyük bir gelişme sağlayan Türk kültür ve medeniyeti ile İslam kültür ve medeniyeti karışıp
kaynaşmış ve Türk-İslam medeniyeti adıyla tarihi gelişimin temelleri atılmıştır.
5. Hareket noktasını İslam’ın temel kaynaklarının oluşturduğu İslam medeniyeti, çok
değişik ırkî unsurların katkılarıyla oluşmuş ve gelişmiştir.
6. Abbasilerin ilk dönemlerinden hemen sonra yavaşlayan ve duran İslam’ın yayılması,
Türklerin İslamiyet’i kabul edip, omuz vermesi ve devletler kurmasıyla tekrar harekete
geçmiştir.
7. Karahanlı hükümdarları;
a. İslamiyet’i samimi olarak kabul etmişler,
b. dönemin İslamî devlet anlayışının bir gereği olarak halifeler ve kendi adlarına
hutbeler okutmuşlar,
c. halifelerden hil’atler fiymişler ve onlara tarafından tevcih edilen lakapları
kullanmışlardır.
d. Gaza ve cihada önem vererek, Budist Uygurlara ve diğer gayrimüslimlere karşı
İslam’ı korumak ve yaymak için mücadele etmişlerdir.
e. Yaşadıkları topraklarda çok sayıda cami, medrese, kervansaray, hastane gibi dinî ve
sosyal müesseseler kurmuşlardır.
f. Değişik dinî inanışlara sahip olmuş olan Türklerin İslamiyet’i kabulleri, onların
hayatlarında büyük ve derin bir inkılap meydana getirmiştir.
8. Türkler, İslam’ı kabullerinden sonra daha önceki dönemi ait, Oğuz Destanı gibi en
tanınmış bazı destanlarını bile İslamî bir ruhla tekrar işlemişlerdir.

DEVLET TEŞKİLATI
• Karahanlılarda devlet teşkilatı, uzun zaman içerisinde gelişerek olgunlaşan Türk
hakimiyet anlayışıdır. Onlara göre hükümdarda Tanrı’nın verdiği bazı üstün vasıflar
vardır. Bu da idare etme hakkıdır ve doğrudan Tanrı tarafından ona bağışlanmıştır.
Türklerin bu anlayışı Abbasi hükümdarlarının kendilerini yeryüzünde Allah’ın gölgesi
olarak görmeleriyle uyuşmaktadır. Türklerin İslam’ı kabul etmelerinde bu anlayışın
büyük etkisi olmuştur.
• Karahanlı hakimiyet telakkisi Yusuf Has Hacib’in eseri Kutadgu Bilig’de
anlatılmaktadır. Türklerin Türk Cihan Hakimiyeti mefkuresinin temel anlayışı da
buradan yatmaktadır. Bununla birlikte Türk hükümdarları asla insan üstü bir varlık
olarak görülmemiş, onun önce Tanrı’ya sonra da törelere karşı sorumluluğu olmuştur.
Sorumluluklarını yerini getirdiği sürece hükümdar kalmıştır.
HÜKÜMDAR
• Karahanlılarda hükümdarlık anlayışı, Türk tarihinin geleneksel anlayışı ile İslamî
ilkelerin karıştırmasından oluşmuştur. Hükümdar İslam’a tamamen bağlı, müttaki bir
Müslüman’dı. Birçok güzel hasletlere sahip, erdemli vasıfları olan, kavim üzerinde
babalık velayeti bulunurdu. Bunun için de halka bayramlarda şölen verirdi. Hakimiyet
anlayışının Hükümdara yüklediği bazı görevler:
• a. Hükümdarlık halk için olduğundan halkın refahını sağlamak.
• b. Törü’yü (kanun) düzenlemek, ülkenin dirlik ve düzenini sağlayıp adaleti temin
etmek.
• c. Orduyu devamlı hazır halde bulundurmak ve fetihler yapmak.
• d. Halk ile ilişkilerinin düzenlenmiş olması.
• Tebeanın hükümdar üzerinde üç temel hakkı vardı. Bunlar: Paranın ayarını (değerini)
korumak, âdil bir yönetim kurmak ve yolların emniyetini sağlamaktır.
• Hükümdarın da halk üzerindeki hakları vardı ve bunlar; emre itaat, vergileri vermek ve
hükümdarın dostuna dost, düşmanına düşman olmak idi.

• Karahanlılar Devleti’nin başında efsanevî destan kahramanı Alp Er Tunga’nın


soyundan geldiğine inanılan Âl-i Afrâsiyâb denilen bir aile
bulunuyordu.
Karahanlı hükümdarları çeşitli lakap ve unvanlar ile maddî ve manevî hakimiyet
alametlerini kullanmışlardır.
Hükümdarın saray merkezli hayatı, resmî ve hususî diye ikiye ayrılmıştı. Resmî hayatı
denildiğinde onun saray’da resmî işlerin görüldüğü yer olan Kapu’da devlet idaresiyle
ilgili faaliyetleri anlaşılmaktadır.
Hükümdarın resmî hayatından çok farklı olmayan özel hayatı hakkında
kaynaklarımızda fazla bilgiye sahip değiliz.

SARAY TEŞKİLATI

• Karahanlılarda Saray (Karşı), hükümdar ve ailesinin oturduğu yer ve devletin


yönetildiği merkez olduğu gibi aynı zamanda bir okul konumunda idi.
• Sarayda devlet işlerine yardım eden çok sayıda görevli vardı. Bu da devletin köklü
gelenekler üzerine kurulduğunu göstermektedir.
• Karahanlılar İslamiyet’i kabul ettikten sonra kendilerinde olmayan bazı kurumları da
alarak daha da geliştirmişlerdir.

MERKEZ TEŞKİLATI
• Karahanlı Devleti’nin merkezinde başta hakan ve Öge, Bilge Öge, Kök Ayuk, Er Ögi gibi
haklarında bilgi sahibi olamadığımız müşavirler bulunurdu.
• Bunların dışında Yuğruş (Vezir), Ağıçı (Hazinedâr), Tamgaçı (Mühürdâr) ve Ay Bitiği
(ordunun işleriyle ilgilenen) denilen makamlar da mevcuttu.

TAŞRA TEŞKİLATI
• Karahanlılarda adlî işleri kadılar, malî konuları Batı Karahanlılarda âmiller, Doğu da
ise umgalar yürütürdü. Ayrıca şehirlerde halk tarafından seçilmiş reisler ve belediye
hizmetlerini üstlenmiş muhtesipler bulunurdu. Şehirlerin emniyet ve asayişi
mahallindeki kale komutanları ve emrindeki askerlerle sağlanırdı.
• Şehirler ve kasabalar arasında eşkinci denilen atlı postacıların görev yaptığı düzenli bir
posta teşkilatı vardı.
• Karahanlılarda en küçük yerleşik birimi köy ve obalarda resmî devlet görevlileri
yanında boy, oba ve oymak beyleri de görevli idi.

ASKERÎ TEŞKİLAT

• Türklerin ordu-millet olma özelliği Karahanlılar döneminde de devam etmiştir.


Karahanlıların ordusu dört ana unsurdan oluşurdu:
• Saray Muhafızları:Sarayda kapucubaşı ve subaşının komutasında sarayı ve hükümdarı
korumakla görevli Yatgaklar, gece nöbetçileri; turgaklar gündüz nöbetçileri
bulunurdu. Ayrıca saray ve askerî teşkilatta gulâmlarında yer aldığı görülmektedir.
• Hassa Ordusu:Hükümdarı korumakla görevli ücretli askerlerden oluşurdu.
• Hanedân mensupları, valiler ve diğer devlet adamlarının kuvvetleri:Söz konusu
kişilerin hizmetinde olup, savaş sırasında hükümdarın emrine giren askerlerdi.
• Devleti bağlı Türk teşekküllerine mensup kuvvetler: Farklı isimler altında Karahanlı
askerî gücüne destek veren kuvvetlerdi.

KÜLTÜR VE MEDENİYET

• Göktürklerle başlayıp Uygurlarla devam eden Türk kültür ve medeniyeti İslam kültür
ve medeniyeti ile karışarak Türk-İslam medeniyeti denilen tarihi gelişimin temelleri
atılmıştır.
• İslam medeniyetinde Araplar ve İranlılardan sonra Karahanlıların bir Türk-İslam
devleti olarak üçüncü bir unsur olarak girmeleri asla inkar edilemez.
• Karahanlılar samimi olarak İslam’ı kabul ettikten sonra gazâ ve cihada önem vererek,
Müslüman olmayan Budist Uygurlar ve diğer gayrimüslimlere karşı İslam’ı savunarak
yayılması için çalışmışlar, bu yolda şehit olmuşlar ve gazi ve mücahit gibi dini yönü
ağır basan sıfatları hak etmişlerdir.
• Karahanlılar, Kaşgar, Balasagun ve Semerkant ile beraber bütün Maveraünnehir’de
yüksek bir ilim ve kültür muhiti oluşturarak, sahip oldukları topraklarda çok sayıda
cami, medrese, kervansaray, hastane gibi sosyal kurumlar inşa etmişlerdir.
• Türklerin İslam’ı kabulleriyle, içine girdikleri dinin ilkeleriyle yeni yeni destanlar
yazmışlar. Bunların içinde en önemlisi Karahanlıların ilk Müslüman hükümdarı Satuk
Buğra Han’ın Tezkire-i Satuk Buğra Han adını taşıyan Türkçe mensur bir “Menâkıb
Mecmuası”dır.
• Bu dönemin İslamî Türk edebiyatının sözlü ürünlerinden biri de 400 000 mısradan
oluşan ve XI-XII. Yüzyıllarda gelişerek ortaya çıkan “Manas Destan”’dır.
• Dönemin edebiyat tarihi açısından en önemli iki eserden birisi, Yusuf Has Hacib
tarafından manzum olarak yazılan ve 85 başlık altında 6654 beyitten oluşan Kaşgar
Hakaniye lehçesi ile 462/1069-1070 tamamlanarak Kaşgar hükümdarına sunulan
“kutlu olma,hükümranlık, siyasî hakimiyet, devlet olma, devletli olma bilgisi”
anlamına gelen Kutadgu Bilig’tir.
• Yusuf Has Hacib eseri, sadık bir mü’min olarak yerli ve milli değerleri ihmal etmeden,
çok az yabancı kelime kullanarak başarılı bir Türkçe ile yazmıştır.
• Yusuf Has Hacib, eserini Türk halkı arasında yaygın edebî söyleyişler, halk deyimleri ve
atasözleri ile besleyip, meseller ve manilerle süsleyerek daha milli hale sokmuştur.
• Kutadgu Bilig, büyük ölçüde, dinî, ahlakî, hukukî, sosyal, siyasî ve pedagojik
problemler üzerinde düşünen, yeri geldikçe de aynı konularda hikmetler sıralayan
didaktik bir kitaptır.
• Karahanlılar Döneminde edebî açıdan önemli olan diğer eser ise, Kaşgarlı Mahmud
tarafından 466/1074’de tamamlanarak Selçukluların korumasında bulunan Bağdat’ta
Abbasi halifesi Muktedî-Billah’a sunulan Doğu Karahanlıların kültür dairesine giren
“Divânu Lügati’t-Türk”’tür.
• Kaşgarlı Mahmut eseri, Araplara Türk dilini öğretmek, Türk dilini küçümseyenlere
karşı da, onun Arapçadan geri kalmayacak kadar zengin olduğunu göstermek için
yazmıştır. Eserindeki metot ve zenginlik, ele aldığı konuların, kendisinden asırlarca
sonra gelen alimlerin araştırma konusu olması, onun büklüğünü eserinin de önemini
göstermektedir.
• Bu dönemin değin eserleri ise; Ebu’l-Fütûh Abdülgâfir b. Hüseyin el-Almaî (ö.
1096)’nin Tarih-i Kaşgar, Mecdüddin Muhammed’in Tarih-i Mülûk-i Hâniyye
(Karahanlılar Tarihi) ile Ebû Nasr Ahmedü’l-Buharî’nin Tarihu’l-Kısas (Karahanlılar
Tarihi)’dir.
• Karahanlılar, diğer bir deyimle geçici İlhanlılar döneminde meydana getirilen bazı
eserler de mevcuttur. Bunlar; Edib Ahmed’in Akabetü’l-Hakâyık, Ahmed Yesevî’nin
Divân-ı Hikmet ve Rabguzî’nin Kısasu’l-Enbiya adlı eserleridir.

İMAR FAALİYETLERİ

• Karahanlı hükümdarları imar faaliyetleri de büyük önem vererek bu alanında kalıcı


eserler bırakmışlardır.
• Ülkede birçok medeni kurum inşa etmişler, şehirlerini medrese, türbe, köprü, cami,
mescit, saray ve ribatlarla süslemişlerdir.
• Bu dönemde Şir Kebir Camii, Kışlak Hazara Camii, Talhatan Camii ve Arslan Han’ın
Buhara’daki Kalyan Camii imar faaliyetlerinin önemli örnekleridir.
• Karahanlılar döneminde türbe mimarîsi de büyük bir gelişme kaydetmiştir.
• 978 tarihli Arap Ata türbesi, XII. yy. başlarından kalmış olan Bibi ve Balaci Hatun
türbeleridir.
• Bu üç türbe zengin bir süslemeye sahip olduğu gibi, abidevî kapıları birer yüksek sanat
eseridir.
• Bu dönemde ribatların inşasına devam edilmiş, kervansaraylar da dikkat çekecek bir
seviyeye ulaşmıştı.
• Nasr b. İbrahim 1079’da Ribat-ı Melik ile Semerkant-Hocent arasında Ak-Kütel
kervansarayını yaptırmıştır. Ayna hükümdar Buhara Ulu Camii’ni tekrar inşa ettirmiş,
Şemsâbâd sarayının temellerini atmıştır.
• Diğer yandan Karahanlılar, İslam mimarîsine sırlı tuğla ve kiremit tekniğini
getirmişlerdir.

You might also like