Professional Documents
Culture Documents
İnsan câmi bir varlık olması itibarıyla, hem âlem-i ulvî hem de âlem-i süflîye ait bir kısım istidatlarla donatılmıştır.
Yani onun, hem mülk hem melekût, hem cismanî hem ruhanî, hem bedenî hem de kalbî hususiyetleri vardır.
Dolayısıyla insanın yükselip kurtuluşa ermesi, mahiyetine konulan bütün bu nüveleri yaratılış gayesi istikametinde
kullanmasına bağlıdır. Evet, ahsen-i takvîme mazhar yaratılan insanoğlu, melekûtî ve ruhanî keyfiyetini tam olarak
ortaya koyabildiği ve değişik hikmetlere binaen mahiyetine konulan menfî duygulara karşı da iradesinin hakkını
verip meşru daire içinde hayatını sürdürebildiği takdirde, meleklerle atbaşı hâle gelebilir. Hazreti Mevlânâ’nın da
ifade ettiği gibi, insan öyle bir noktada durmaktadır ki, mahiyetinde cismanî, nefsanî ve şehevanî hisler bulunmasına
rağmen ortaya koyduğu güzel işlerden dolayı kimi zaman melekleri hâline imrendirir, kimi zaman da şeytanları bile
utandıracak duruma düşebilir.
Bu hakikati şu şekilde de ifade edebiliriz: İnsanın mahiyetinde bulunan müspet duygular işlettirildiği takdirde
doğrudan doğruya onun terakkisine vesiledir. Negatif gibi görünen nüveler ise teyakkuz, temkin ve Allah’ın emir ve
yasaklarına riayet etmek suretiyle baskı altına alındığı ve negatif tesirlerinden uzak durulduğu takdirde, onlar da
Allah’ın ayrı bir ihsanına vesile olur. Başka bir ifadeyle, sizin onlara karşı tavır almanız, kararlı ve dik duruşunuz Allah
indinde ibadet hâlini alacaktır. Meselâ namaz, insanı yükselten, onu arş-ı kemalat-ı insaniyeye îlâ eden çok önemli
bir ibadettir. Aynı şekilde cismanî arzular karşısında başkaldırma da en azından onun kadar önemli bir ibadettir.
Cenâb-ı Hak:
َو َأَّما َم ْن َخ اَف َم َقاَم َر ِّبِه َو َن َه ى الَّنْف َس َع ِن اْلَه ٰو ى َفِإَّن اْلَج َّنَة ِهَي اْلَم ْأٰو ى
“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırmış bulunan kimsenin varacağı yer, şüphesiz
Cennet’tir.” (Nâziât sûresi, 79/40-41) buyurmak suretiyle bu hakikate işarette bulunmuştur. Bu açıdan bir kez daha
ifade edelim ki, zahiri yönleri itibarıyla negatif gibi görünen bu duygular, zapturapt altına alınır ve hayra tevcih
edilirse insanın Cennet’e girmesinin en önemli vesilelerinden biri olabilir.
ٰاَل ِتَي َّن ُهْم ِمْن َب ْي ِن َأْيِديِه ْم َو ِمْن َخ ْلِفِه ْم َو َع ْن َأْيَماِنِه ْم َو َع ْن َش َۤم اِئِلِه ْم َو اَل َت ِج ُد َأْك َث َر ُه ْم َش اِك ِر يَن
Konuyla alâkalı bir hadis-i şeriflerinde de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
ُح َّفِت اْلَج َّن ُة ِباْلَم َك اِر ِه َو ُح َّفِت الَّن اُر ِبالَّش َهَو اِت
“Cennet çepeçevre nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle sarılmış, Cehennem de (bedenî arzu ve iştihâları kabartan)
şehevâtla...” (Buhârî, Rikâk 28; Müslim, Cennet 1) Buna göre Cennet nefse ağır gelen, insanın zor yapabileceği
şeylerle kuşatılmıştır. İnsan, onları aşa aşa, atlaya atlaya, derelere ine ine, yokuşlara tırmana tırmana, kandan
irinden deryaları geçe geçe Cennet’e girecektir. Cehennem’e götüren yol ise, insanın cismanî, nefsanî ve şehevanî
duygularıyla muhattır. Bu açıdan şeytan insanı en çok, yeme, içme, yan gelip kulağı üzerine yatma gibi cismanî ve
bedenî arzularının arkasında koşturarak vurabilir. Hz. Pîr de insan mahiyetinde bulunan ve bilhassa günümüzde çok
öne çıkan bu boşluklara Hücümat-ı Sitte’de dikkat çekmiştir. Orada sayılan zaaflar, makam sevgisi, korku, tamah,
menfî milliyetçilik, enaniyet ve tenperverliktir. Bunları daha da çoğaltmanız mümkündür. Meselâ hırs, başkalarını
çekememe, şunun bunun ırz ve namusuna göz dikme, millete caka yapma, sürekli davul gibi ötme gibi zaaflar da
şeytanın içimize nüfuz edeceği boşluklardır.
“Senin izzetine yemin ediyorum ki, onların hepsini baştan çıkaracağım.” (Sâd sûresi, 38/82) demesine karşılık
İnsanlığın İftihar Tablosu da bizlere: “Allahım, ayıplarımı ört ve beni korkularımdan emin kıl. Allahım, önümden-
arkamdan, sağımdan-solumdan ve üstümden (gelecek tehlikelerden) beni koru. (Yere batırılarak) altımdan helâk
edilmekten de azametine sığınırım.”(Ebu Dâvûd, Edeb 110) duasını öğreterek, sabah akşam bu duayı okumayı çok
görmeden bizi şeytandan Allah’a sığınmaya davet etmiştir.
Zira şeytan çok profesyonel bir varlıktır. O, öyle fentler, öyle oyunlar biliyor ki, bu oyunlarını kullanarak şimdiye
kadar nice devleri devirmiştir. Meselâ şeytan teheccüde kalkmak isteyen insanın kalkmaması için gece boyu elli
türlü oyun oynar, çeşitli telkinlerde bulunur. Bunda başarısız olduğu ve o insan her şeye rağmen sıcak yatağını terk
edip teheccüde kalktığında şeytan yine boş durmaz; kul, abdest almaya doğru giderken ayrı bir oyun oynar,
namaza durduğunda ise daha farklı bir oyunla onun karşısına çıkar. Meselâ, o ferdin sesini bir başkasına
duyurmaya çalışır ya da alt kattaki insanların “Maşallah adam gece yarısı kalkmış ibadet ediyor.” demeleri için
zeminin üzerinde gezinirken ona ses çıkartır. Evet, şeytanın o kadar çok farklı farklı fendi vardır ki, onlarla başa
çıkmak bir hayli zordur, ciddi bir azim ve irade ister ve her zaman Cenab-ı Hakk’ın inayet ve sıyanetine sığınmak
gerekir. Bu açıdan bize düşen, şeytanın bu oyunlarına karşı bir surla yetinmeyerek o surun kenarına bir sur daha, bir
sur daha… yapmaktır. Hiçbir zaman inşa edilen bu surları çok görmemek gerekir. Bakın İnsanlığın İftihar Tablosu
(aleyhissalâtü vesselâm) istirahat buyurmadan önce, Kur’ân-ı Kerim’den Mülk Sûresi, Yâsîn Sûresi, Secde Sûresi,
Muavvizeteyn Sûreleri, Bakara Sûresi’nin son iki âyeti gibi yerleri okumanın yanı başında;
ّٰل
آَم ْن ُت ِبِك َت اِبَك، َال َم ْلَج َأ وَال َم ْن َج ى ِم ْن َك إَّال إَلْي َك، َر ْغ َب ًة َو َر ْه َب ًة إَلْي َك. وأْلَج ْأُت َظ ْه ِر ي إَلْي َك، َو َفَّو ْض ُت أْم ِر ي ِإَلْي َك، َو َو َّج ْه ُت َو ْج ِه ي ِإَلْي َك، َالّٰل ُهَّم أْس َلْم ُت َن ْف ِس ي إَلْي َك
وِبَن ِبِّي َك اَّلذي أْر َس ْلَت، اَّلِذي أْن َز ْلَت
“Allah’ım! Hem ümit ederek hem de korkarak kendimi Sana teslim ettim, yüzümü Sana çevirdim, işimi Sana
ısmarladım, sırtımı Sana dayadım. Sana karşı yine Senden başka sığınak, Senden başka dayanak yoktur. İndirdiğin
kitabına, gönderdiğin Peygamberine iman ettim.” (Buhârî, Vudû 75; Müslim, Zikr 56-58) gibi dualarla Cenâb-ı
Hakk’a sığınmış ve bize “Zinhar, kendinizi gaflete salmayın, şeytandan her zaman Allah’a sığının!” ikazında
bulunmuştur.
O halde inanan fertler olarak bizim yapmamız gereken de, beşerî boşluk ve zaaflarımızı insan olmamızın bir gereği
şeklinde görmek, onlara karşı sürekli Cenab-ı Hakk’a iltica etmek, irademizin hakkını vermek ve böylece o menfî
unsurları bir yükselme basamağı haline dönüştürmek; aynı zamanda hakiki mürşitlerin rehberliğinde kalb ve ruhun
derece-i hayatına ulaşma ve o yörüngede seyahatimizi sürdürme gayreti içinde bulunmak olmalıdır.
Yazdır