Professional Documents
Culture Documents
Çağdaş UYDUR
Ders Sorumlusu Öğr.Gör.Dr. C. Çağdaş UYDUR
İletişim Bilgileri ccagdasuydur@trakya.edu.tr
İnternet Sitesi https://personel.trakya.edu.tr/ccagdasuydur
Biraz daha açıklamak gerekirse belirli bir kütleye sahip cismin konumunun
değiştirilebilmesi için iş, işi yapabilmek için kuvvet, kuvveti yaratabilmek için de enerji
gereklidir.
Enerji kaynaklarını birincil ve ikincil enerji kaynakları olmak üzere iki alt başlık altında
değerlendirmek gerekir. Birincil enerji kaynakları, doğadan alındığı gibi kullanılabilen
kaynaklardır. İkincil enerji kaynakları ise birincil enerji kaynaklarının işlenerek elektrik
enerjisi veya yakıt hâline dönüştürülmesiyle elde edilirler.
• Yenilenemeyen enerji kaynakları: kömür, ham petrol, doğal gaz ve nükleer yakıt.
• Atıklar
Yenilenemeyen enerji kaynakları arasında yer alan ham petrol dünyadaki bir numaralı
enerji kaynağıdır ve bu yerini 20. yüzyılın başından beri muhafaza etmektedir. Dünya,
taşımacılıkta kullanılan yakıtlar, petrokimyasallar ve asfalt nedeniyle petrole çok
bağımlıdır. Petrol sonlu bir enerji kaynağı olup yıllık üretim miktarı piyasa koşullarına
göre değişmektedir.
Petrol ile kuvvetli ilişkisi olan bir hidrokarbon enerji kaynağı da doğal gazdır. Normalde
doğal gaz, petrol rezervuarlarından ayrı rezervuarlardan üretilmekle birlikte petrol
rezervuarlarından da bir miktar gaz üretilmektedir.
Güneş, rüzgâr, biyokütle, jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji kaynakları birincil
enerji kaynakları olup genellikle kullanılabilir enerji olarak nitelendirilen elektrik veya
ısıl enerjiye dönüştürülürler.
Birincil Enerji
Dünya
2019
Elektrik Üretimi
Dünya
2019
CO2 Salınımı
Dünya
2019
Birincil Enerji
Türkiye
2019
Elektrik Üretim
Türkiye
2020
Kurulu Güç
Türkiye
2020
Kurulu Güç
Türkiye
2020
Kurulu Güç
Türkiye
2020
Kurulu Güç
Türkiye
2020
Kurulu Güç
Türkiye
2020
Elektrik Üretim
Türkiye
2020
Kurulu Güç
Türkiye
2020
Elektrik Üretim
Türkiye
2020
EPDK
Elektrik Üretim
Türkiye
2021
TEİAŞ
Kurulu Güç
Türkiye
2021
Kurulu Güç
Türkiye
2021
Elektrik
Aboneleri
Türkiye
2021
TEP diğer adıyla ton eşdeğer petrol; çeşitli enerji kaynaklarını tanımlamak ve birim
olarak karşılaştırma yapmamız sağlayan bir birimdir.
İşletmedeki doğalgaz, motorin veya elektrik gibi enerji tüketim odaklarını TEP’e
çevirerek yıllık enerji tüketimini bulabiliriz.
Her enerji kaynağının farklı bir katsayısı vardır. Bu katsayı o enerji kaynağının alt ısıl
değeri ile belirlenmektedir.
• 1 TEP = 41.868 GJ
• 1 TEP = 10 Gcal
Örnek:
Kömür, bitkisel kökenli organik maddeler ve inorganik bileşenlerden oluşan tortul bir
kayaçtır.
Kömürün diğer bir tanımını; bitki kalıntıları ile inorganik minerallerin yüksek basınç ve
sıcaklığa maruz kalarak sıkışması ve katılaşması neticesinde oluşan organik ve
inorganik bileşenlerden meydana gelen tortul bir kayaçtır, şeklinde de yapabiliriz.
Kömür, kömürleşme süreci denilen fiziksel (basınç, çökelme vb) ve kimyasal olaylar (ısı,
bozulma ve dönüşme vb) sonucu meydana gelmektedir. Kömürün oluşum süreci kısaca
şu şekilde özetlenebilir:
Turbalardan sonra daha yaşlı yani uzun dönemlerde oluşan kömürler sırasıyla linyit, alt
bitümlü kömür, taş kömürü ve antrasit olarak adlandırılır.
Sertlikleri de bu sıra ile artar ve turba en genç olanları antrasitler ise en yaşlı olanlarıdır.
Rank değeri yükseldikçe yaş ile birlikte kalite ve ısıl değerler de artar.
Kömürler bünyelerinde kil, silt, kum ve değişik oranlarda inorganik (mineral) madde
bulundururlar. Kömürlerin içerisinde bulunan bu inorganik maddeler kömürün
kalitesini direkt olarak negatif yönde etkilerler.
Bir kömürün kalitesi, kullanıldığı alana göre ölçülmektedir. Örneğin, kok kömürü eldesi
için şişen, gözenekli hale gelebilen, dayanıklı olan ve okside olmamış kaliteli kömürler
kullanılmaktadır.
Yakıt hammaddesi olarak ise koklaşabilir kömürlerden ziyade, alt ısıl değeri yüksek olan,
düşük kül, kükürt ve nem oranına sahip kömürler kullanılmaktadır.
Kömür, 2020 yılında, dünya birincil enerji tüketiminde %27,2’lik payla petrolden sonra
ikinci sırada yer almıştır. Dünya elektrik üretiminde ise %35,1’lik payla ilk sırada yer
almıştır.
BP 2021 verilerine göre, 2020 yılı sonu itibarıyla dünya üzerinde toplam görünür
antrasit ve bitümlü kömürler ile alt bitümlü kömürler ve linyit rezervleri 1,07 trilyon ton
olup bu rezerv toplamının 753,6 milyar tonu (%70) antrasit ve bitümlü kömür
(taşkömürü), 320,5 milyar tonu (%30) ise alt bitümlü kömürler ve linyittir.
Dünya antrasit ve bitümlü kömür rezervlerinin en büyük kısmı %29,1’lik payla (218,94
milyar ton) ABD’de yer almaktadır.
ABD’yi; %17,9 payla Çin (135,07 milyar ton), %14,1’le Hindistan (105,98 milyar ton),
%9,8’le Avustralya (73,72 milyar ton), %9,5’le Rusya (71,72 milyar ton) izlemektedir.
Dünya alt bitümlü kömür ve linyit rezervlerinin ise en büyük kısmı %28,2’lik payla
(90,45 milyar ton) Rusya Federasyonu’nda bulunmaktadır.
Rusya’yı; %23,9’la Avustralya (76,51 milyar ton), %11,2’yle Almanya (35,90 milyar ton),
%9,4’le ABD (30,00 milyar ton), %3,7’yle Endonezya (11,73 milyar ton) ve %3,4’le
(10,98 milyar ton) Türkiye izlemektedir.
Ülkemizin 19,32 milyar ton linyit ve asfaltit (%92,7) ile 1,52 milyar ton taşkömürüyle
(%7,3) birlikte toplam kömür kaynağı yaklaşık 20,84 milyar ton’dur.
Taşkömürlerimizin alt ısıl değeri 6.200 - 7.250 kcal/kg arasında değişmektedir. Linyit
kaynağımızın ısıl değerleri 1.000 kcal/kg ile 4.200 kcal/kg arasında değişkenlik
göstermekle birlikte yaklaşık %79’unun alt ısıl değeri 2.500 kcal/kg’nin altındadır.
BP 2021 verilerine göre, dünyada 2020 yılında toplam 7,74 milyar ton kömür üretimi
gerçekleştirilmiş olup Çin, 3,9 milyar ton (%50,4) üretimle ilk sırada yer almıştır.
TÜİK verilerine göre, ülkemizin 2021 yılı satılabilir kömür üretimi; 72,82 milyon ton
linyit ve asfaltit, 1,24 milyon ton taş kömürü olmak üzere toplam 74,06 milyon ton
olarak gerçekleşmiştir.
Ülkemizin 2016-2021
yılları arası ortalama
kömür (taşkömürü,
taşkömürü koku, linyit
ve asfaltit) tüketimi
yaklaşık 110 milyon
ton olmuştur.
2020 yılında kömüre dayalı santrallerden üretilen elektriğin toplam elektrik üretimi
içindeki payı %34,8 olurken, yerli kömürün (linyit+ taşkömürü+asfaltit) payı ise %14,3
olmuştur.
Latince petro (taş) ve oleum (yağ) kelimelerinden oluşan petrol kelimesi taşyağı
anlamına gelmektedir. Petrol, hidrojen ve karbondan oluşan, içerisinde az miktarda
nitrojen, oksijen ve kükürt bulunan bir bileşimdir; yalın bir formülü yoktur.
Rafine edilmemiş sıvı haldeki petrole ham petrol, gaz halindeki petrole doğalgaz, yarı
katı ve katı halde bulunan ve ağır hidrokarbon ve katrandan oluşan petrole ise
özelliklerine ve yöresel kullanımlarına bağlı olarak asfalt, zift, katran ve benzeri isimler
verilir.
Ham petrol ve doğalgazın ana bileşenleri hidrojen ve karbon olduğu için hidrokarbon
olarak da isimlendirilirler.
Ham petrol, sıvı hidrokarbonlarla değişen oranlarda çözünmüş gaz, katran ve katkı
maddelerinden oluşur.
Hafif (yüksek graviteli) petrol açık kahverengi, sarı veya yeşil renkli; ağır (düşük
graviteli) petrol ise koyu kahverengi veya siyah renklidirler.
Yüksek graviteli petrolün rafinajından çoğunlukla benzin, gazyağı ve motorin gibi hafif
ve beyaz ürünler; düşük graviteli petrolün rafinajından ise fuel-oil ve asfalt gibi ağır ve
siyah ürünler elde edilir.
Daha sonra petrol, göç etmiş olduğu bu yeni gözenekli kaya içerisinde sudan hafif olması
sebebiyle su ve diğer basınçlarla yanlara ve yukarıya doğru hareket eder. Gözenekli
(rezervuar – hazne) kaya içerisindeki bu göçe ikincil göç denir.
Bu şekilde bir kısım petrol, yol bulup yeryüzüne ve deniz diplerine sızarken, diğer bir
kısım da petrol kapanı olarak isimlendirilen bazı yeraltı yapılarında birikir; hazne
kayanın çatlak, yarık ve gözenekleri içerisinde milyonlarca yıl saklı kalır.
Oluşan petrolün kaybı anlamına gelen bu sızıntıların olmaması, yani petrolün hazne
kaya içerisinde kapanlanabilmesi için geçirimsiz bir tabakaya (örtü kaya) gereksinim
vardır.
Herhangi bir bölgenin petrol rezervi, o bölgenin petrol kaynaklarından ayrı ele
alınmalıdır. Bölgedeki rezervuarlarda bilinen petrol ve doğalgaz miktarı, yerinde rezervi
oluşturur. Ancak bu rezervin büyük bir kısmını üretmek mümkün değildir. Petrol
yatağının yayılımı saptandıktan sonra hazne kaya içerisindeki yerinde rezerv ile bu
miktarın ne kadarının üretilebileceği, yani üretilebilir rezervi hesaplanır.
BP, 2020 haziran tarihli raporuna göre, 2019 yılı dünya petrol rezervi, 1,73 trilyon varil
olarak açıklanmıştır. Küresel petrol rezervi 2018 yılına göre, %0,1 azalmıştır.
2019’da, Venezuela %17,5’lik payı ile en çok petrol rezervine sahip ülke; Orta Doğu da
%48,1 oranıyla en çok petrol rezervine sahip bölge olmaya devam etmiştir.
2018 ile 2019 arasında geçen sürede toplam petrol rezervinde kayda değer bir artış
görülen hiçbir bölge olmamıştır.
Dünya petrol rezerv miktarı, teknolojik gelişmeler ile birlikte sürekli yükselmektedir.
2019 yılında, dünya ham petrol rezerv miktarı 1,73 trilyon varil, ham petrol üretimi de
95,2 milyon varil olarak kaydedilirken, 2019 yılı sonunda petrol için küresel rezerv
ömrü yaklaşık olarak 50 yıl olarak hesaplanmaktadır.
Rezerv miktarında Orta Doğu birinci sırada yer alırken, rezerv ömrü bölgesel olarak
değerlendirildiğinde, 144 yıl ile Orta ve Güney Amerika ön plana çıkmaktadır.
Dünya
Petrol Üretimi
2019
Dünya
Petrol Tüketimi
2019
Türkiye
Petrol Tüketimi
2019
Türkiye
Petrol İthalatı
Ülkeler
2019
2018 yılında, 197,1 trilyon m3 olan dünya doğal gaz rezervleri, 2019 yılında %0,86
artarak 198,8 trilyon m3 olarak kaydedilmiştir.
Dünya doğal gaz rezervlerinin %38’i Orta Doğu’da, %32,3’ü Avrasya’da, %8,9’u Asya
Pasifik’te, %7,5’i Afrika’da, %7,6’sı Kuzey Amerika’da, %4’ü Orta ve Güney Amerika’da
ve %1,7’si ise Avrupa’da bulunmaktadır.
OECD ülkelerinin doğal gaz rezervi ise 20,1 trilyon m3 olup, toplam rezervin %10,1’i
olmuştur.
2019 Yılı En Fazla Doğal Gaz Rezervine Sahip İlk 10 Ülke (Kaynak: BP, 2020)
2019 yılı için, mevcut rezerv miktarı (198,8 trilyon m3) mevcut üretime (3,99 trilyon m3)
bölündüğünde, küresel rezerv ömrünün 49,8 yıl olduğu hesaplanmaktadır.
Genel tanım itibarıyla ortaya konulan 49,8 yıllık “doğal gaz rezerv ömrü” ifadesinde, söz
konusu “ömür” bugün için ispatlanmış olan rezervlerin, mevcut teknolojilerle ekonomik
olarak üretimi çerçevesindeki bir ömürdür.
Oysa yeni keşiflerle yeni rezervlerin devreye girmesi, gelişen teknolojiler sayesinde daha
ekonomik olarak üretilebilecek mevcut rezervlerin devreye alınması ile bu ömrün talebe
de bağlı olarak değişebileceği dikkate alınmalıdır.
Doğal gaz
Üretim
Dünya
2020
Doğal gaz
Tüketim
Dünya
2020
Türkiye’nin 2020 yılında yerli doğal gaz üretiminin tüketime oranı geçen yıla göre
azalarak %0,89 seviyesinde gerçekleşmiştir.
2008 yılında 1 milyar m3’e kadar çıkan doğal gaz üretimi, 2019 yılında yıllık toplam 483
milyon m3 iken, 2020 yılında toplam 441 milyon m3 olarak gerçekleşmiştir.
Doğal gaz tüketimi 2020 yılında toplam 44,9 milyar m3 olurken, net ithalat ise yaklaşık
44,4 milyar m3 seviyesinde gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin doğal gazda ithalata bağımlılığı geçen yıla göre artarak ve %99,1 olmuştur
Doğal gaz
Tüketim
Türkiye
2020
Doğal gaz
İthalatı
Ülkeleri
Türkiye
2020
Kojenerasyon:
Enerjiyi daha verimli kullanmak amacıyla elektrik ve ısı enerjisinin birlikte üretilmesini
sağlayan teknolojidir.
Basit çevrimde çalışan, yani sadece elektrik üreten bir gaz türbini ya da motoru;
kullandığı enerjinin %35-45 kadarını elektriğe çevirebilir. Bu sistemin kojenerasyon
şeklinde kullanılması halinde sistemden dışarıya atılacak olan ısı enerjisinin büyük bir
bölümü de kullanılabilir enerjiye dönüştürülerek toplam enerji girdisinin %85-95
oranında değerlendirilmesi sağlanabilir. Bu tekniğe "kombine ısı-güç sistemleri (CHP)"
ya da kısaca "kojenerasyon" denir.
Trijenerasyon:
Trijenerasyon sistemleri de kojenerasyon
sistemleriyle aynı aşamalardan oluşmakta
olup ek olarak soğutma fonksiyonu da
eklenir.
Yüksekten akan suyun gücünden yararlanılarak üretilen ilk elektrik enerjisi, 1879
yılında Niyagara şelalesinde kurulan hidroelektrik santralinden elde edilmiştir. Daha
sonra hidroelektrik santrallerin elektrik enerjisi üretiminde kullanımları dünya
genelinde hızla yaygınlaşmıştır.
Avantajları:
Dezavantajları:
Hidroelektrik santrallerde (HES) suyun sahip olduğu mekanik enerji HES türbinlerinde
elektrik enerjisine dönüştürülür. Sudaki enerji miktarı, suyun akış hızına ve suyun düşüş
yüksekliğine (Hidrolik düşü) bağlıdır.
Belli yüksekteki su potansiyel enerjiye sahiptir. Su bir cebri boru veya kanal yardımıyla
yüksek bir yerden alınarak türbine verilir.
Alçak ve orta düşülü santraller, genellikle büyük debili nehirlerde kurulan santrallerdir.
Yüksek düşülü santraller ise genellikle engebeli veya dağlık araziden farklı debilerde
akan nehirler veya barajlar üzerinde kurulan santrallerdir.
Depolamalı sistemde suyun önü bir baraj sistemi ile kapatılır. Yağışlı mevsimde su
barajda depolanır ve böylece yağışsız veya kurak mevsimlerde de gerekli potansiyel
enerjiyi sağlamak için kullanılabilir.
Pompa depolamalı HES, elektriğin fazla olduğu ve elektrik talebinin düşük olduğu
saatlerde, fazla elektrik enerjisi kullanılarak suyun yüksekteki bir rezervuara
pompalanarak daha sonra ihtiyacın daha yüksek olduğu saatlerde (pik saatler=puant)
alttaki başka bir rezervuara aktarılarak enerji üretilmesi işlemidir.
IHA Raporu
2021
Özet
HES
Kurulu Güç
IHA Raporu
2021
IHA Raporu
2021
IHA Raporu
2021
IHA Raporu
2021
Atatürk HES
Keban HES
Karakaya HES
Yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde biyokütle; enerji açısından önemli bir yere
sahiptir. Biyolojik kökenli, fosil olmayan, 100 yıllık periyottan daha kısa zamanda
yenilenebilen organik maddeler biyokütle olarak tanımlanmaktadır.
Biyokütle enerjisi ise, yeşil bitkilerin güneş enerjisini fotosentez yoluyla kimyasal
enerjiye dönüştürerek depolaması sonucu oluşan biyolojik kütle ve buna bağlı olarak
organik madde kaynaklarından üretilen enerji olarak tanımlanmaktadır.
Biyokütle enerjisi CO2 salınımına net katkısı olmayan başlıca enerji kaynağıdır, yani
atmosferdeki karbondioksit değişimini artırmaz.
Yapı bloğu olarak tanımlanan karbonhidrat (CH2O) ana organik üründür. 1 gmol sabit
karbon başına yaklaşık 470 kJ enerji tutulur. Yeryüzüne düşen güneş enerjisinin
178000x1012 Watt’lık kısmının sadece %0,02’si (40x1012 Watt) bitkilerde fotosentez
yoluyla tutulur ve biyokütle enerjisine dönüşür.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 127
BİYOKÜTLE ENERJİSİ
Bu da bize enerjinin yılda 220 milyar ton kuru biyokütle üretimi için depolandığını
göstermektedir. Bu rakam bize dünya enerji ihtiyacının 10 kat fazlasını sunar.
Günümüzde dünya enerji ihtiyacının %15’lik kısmı biyokütleden sağlanmaktadır.
Çimen:
Çimenler; park, bahçe ve benzeri yerlerden elde edilirler. Çim biçme makinelerinden
toplanan çimenler taze yetiştiği tat ve kokularını kaybettikleri için hayvanlar tarafından
da pek tüketilmezler. Bol bulunan biyokütle örneğidir. Dünyanın pek çok yöresinde 6000
türüne rastlamak mümkündür.
Enerji Ormancılığı:
Biyokütlenin enerji kaynağı olarak sürdürülebilirliğinde, enerji ormancılığının ayrı bir
yeri vardır. Enerji ormancılığı; birim alanda, mümkün olan kısa bir sürede odunsu ham
maddeler üretilmesi, kesimden sonra herhangi bir dikime gerek duyulmadan sürgünden
yetişebilen türlerden oluşan bu ham maddelerin enerji üretiminde kullanılmasını
amaçlayan orman yetiştirme yöntemidir.
Atık Biyokütle:
Atık biyokütle kaynakları çok çeşitlidir. Bunlar;
• kentsel katı atıklar,
• kanalizasyon atıkları,
• hayvansal atıklar,
• tarımsal ürün atıkları
• orman atıkları, çevre düzenleme ve ağaç budama atıkları ve
• su bitkilerini içerir.
Bu atıkların pek çoğu eğer uygun şekilde düzenlenmezlerse çeşitli sağlık ve çevre
problemlerine yol açabilirler. Kentsel katı atıkların içerdiği bazı atıklar enerji kaynağı
olarak kullanılabileceği gibi, cam ve metal gibi olanlar geri dönüştürülebilir kaynaklar
olarak değerlendirilebilir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 131
BİYOKÜTLE ENERJİSİ KAYNAKLARI
Kanalizasyon Atıkları:
Şehir kanalizasyonu çevreyi kirletici bir unsur değil de besleyici mineralleri yüksek bir
doğal kaynak, doğal gübre olarak kabul edilmektedir. Bu tip atıklar da hayvansal atıklar
gibi biyogaz üretiminde (atıkların havasız ortamda bozundurulması ile yakıt gazı
üretimi) değerlendirilmektedir. Kanalizasyon atıklarının değerlendirildiği diğer alan ise
piroliz (havasız ortamda bozundurma) yöntemidir.
Hayvansal Atıklar:
Hayvansal atıklar biyokütle potansiyeli olarak kullanılabilen potansiyel atıklardan
olmasına rağmen toplam biyokütle enerjisinin küçük bir bölümünü oluşturur.
Tarımsal Atıklar:
Bu tür atıklar hasat sırasında tarlada kalan ya da ayırma ve temizleme sırasında biriken
atıklardır. Bu atıkların büyük kısmını soya fasulyesi, buğday, yulaf ve arpa samanları,
mısır koçanı gibi tarla atıkları ile yerfıstığı ve fındık kabukları, pamuk atıkları, şeker
kamışı gibi değişik atıklar oluşturmaktadır.
Orman Atıkları:
Bu tür atıklar ağaç kesme sırasındaki dal, gövde, kütük, yapraklar gibi atıkları,
pazarlanabilir değeri olmayan hasarlı ağaçları, kereste üretimi sırasında oluşan odun
atıklarını içermektedir.
Bazı biyokütle ham maddeleri enerji dönüşüm prosesleri için uygun değildir. Örneğin; su
bitkileri, şehir biyo-katıları ve hayvan gübreleri yüksek nem içeriğine sahiptirler.
Toplama sistemi gereği şehir biyo-katıları %95’e yakın nem içerirken hayvan atıklarının
nem içeriği %80’lere ulaşabilmektedir.
Nem giderme ile kurutma arasındaki temel fark; kurutma işleminde nem, buhar olarak
uzaklaştırılmaktadır.
Boyut Küçültme:
Biyokütlenin direkt yakıt olarak kullanımı ya da dönüşüm prosesleri için yakıt pelletleri,
briketler hâlinde hazırlanması amacıyla ilk adım olarak uygulanır. Daha küçük boyutlu
biyokütle demek; depolama hacminin azalması ve taşıma kolaylığı demektir. Örneğin
kurutma işlemlerinde biyokütlenin parçacık boyutu önem taşımaktadır.
Yoğunlaştırma:
Yüksek yoğunluklu biyokütleler; taşıma ve depolamayı kolaylaştırır, biyokütle kararlılığı
sağlar, fırınlara biyokütleyi yakıt kaynağı ve reaktörlere de ham madde olarak beslemeyi
kolaylaştırır, yüksek enerji yoğunluğu sunarken daha temiz yanan bir yakıt kaynağı
olarak karşımıza çıkar.
Biriketleme ve Pelletleme:
Briketleme ve pelletleme; biyokütlenin yüksek sıcaklık ve en önemlisi basınç altında
sıkıştırılarak mümkün olan en küçük alana en fazla ürün sıkıştırma yöntemidir. Bu yolla
daha yüksek yoğunluklu ham madde elde edilirken taşıma ve depolama kolaylığı
sağlanmaktadır.
Ayırma:
Bazı durumlarda farklı uygulamalar için biyokütle ham maddesini fiziksel olarak iki ya
da daha fazla bileşene ayırmak gerekebilir. Örneğin; şehir katı katıları inorganik ve
organik maddeler içerir.
Biyogaz eldesi; ortam sıcaklığı, uygun pH, besin ve katkı maddeleri, alıkonma süresi ve
karıştırma gibi parametrelere bağlıdır.
Optimum biyogaz eldesi için çamurun pH değerinin ise 6,5-7,5 arasında olması gerektiği
de bilinmektedir.
Biyogaz içerdiği yüksek oranda metandan dolayı doğal gaza alternatif bir yakıttır.
Doğrudan yakma ile ısıtma proseslerinde, elektrik eldesinde kullanılabilir.
Fermantasyon:
Günümüzde etanol yakıt kaynağı olarak motorlu taşıtlarda tek başına veya benzine
karıştırılarak kullanılır.
Biyoetanol yüksek oktan sayısına sahiptir. Oktan sayısı benzinin kalitesini gösterir.
Kaliteli bir yakıt için oktan sayısının yüksek olması tercih edilir. Biyoetanolün
dezavantajı ise benzinden daha düşük yoğunluk, yüksek viskozite ve düşük enerjiye
sahip olmasıdır.
Biyodizel Eldesi:
Biyodizel; kolza, aspir, ayçiçek, soya gibi yağlı tohum bitkilerinden elde edilen yağların,
atık kızartma yağlarının veya hayvansal yağların kısa zincirli bir alkol ile (genellikle
metanol) bir katalizör eşliğinde reaksiyona girmesi ile oluşan C16-C18 yağ asidi
zincirlerinden oluşan metil ya da etil ester tipi bir yakıttır.
“Biyo” eki biyolojik kökenli olduğunu, “dizel” eki ise dizel yerine kullanılabileceğini
göstermektedir.
Isıl dönüşüm prosesleri; biyokütlenin içermiş olduğu kimyasal enerjinin ısıl işlemlerle
ürünlere aktarılmasıdır. Bu yolla üretilen ürünler enerji içeriği ve kolay kullanım
açısından biyokütleye üstünlük sağlamaktadır.
En umut verici termokimyasal dönüşüm prosesi ürünü olarak piroliz sıvısı ya da bio-oil
görünmektedir. Bio-oilin taşınma, depolanma kolaylığı yanında, değişik ısı ve güç
uygulamalarında ilgili ekipmana küçük bir modifikasyonla kullanılıyor olabilmesi bu
yakıtları yakın gelecek için tercih edilen bir yakıt türü yapmıştır.
Yanma:
Yanma; bir yakıtın oksijen ile tepkimeye girerek yanma ürünlerine dönüştüğü prosese
denir. Yanmada amaç, biyokütlenin doğrudan yakıt kaynağı olarak kullanılmasıyla ısı
elde etmektir. Bu yüzden yanma, bir dönüşüm süreci olarak kabul edilmemektedir.
Gazlaştırma:
Gazlaştırma katı karbonlu yakıtın kısmi yanma ile yanabilir gaz yakıta dönüştürülmesi
prosesidir. Gazlaştırma prosesi ile düşük ya da orta enerjili yakıt gazları üretmek, sentez
gazı üretmek (CO ve H2 gazlarının karışımı) ya da hidrojen üretmek mümkündür.
Piroliz:
Gazlaştırma çevrim tekniklerinden biri olan piroliz biyokütle kaynağının oksijensiz bir
ortamda 400°C-650°C’de ısıtılarak farklı enerji formlarına dönüştürülmesidir.
Bu süreç sonunda düşük maliyetli ve taşıması kolay biyoyağ (%60) üretilirken, artık
olarak singaz (sentez gazı) olarak bilinen yanıcı gaz (%20) ve biyokömür (%20)
oluşmaktadır.
Sıvılaştırma:
Sıvılaştırmada amaç; yüksek ısıl değerli, düşük oksijen içerikli maksimum verimli sıvı
ürün elde etmektir. Sıvılaştırmaya ilgi diğer ısıl dönüşüm sistemleri ile
karşılaştırıldığında daha düşüktür, çünkü reaktörler ve yakıt besleme sistemleri daha
karmaşık olup piroliz prosesine kıyasla daha maliyetlidir.
Dünyada kıtalar arası biyoyakıt üretim miktarları milyar litre cinsinden aşağıdaki
şekilde verilmiştir.
Bakanlığımız tarafından
biyokütle enerji potansiyelin
belirlenmesi amacıyla
hazırlanan Biyokütle Enerjisi
Potansiyel Atlası (BEPA)
verilerine göre atıklarımızın
toplam ekonomik enerji
eşdeğeri 3,9 MTEP/yıl
civarındadır.
Elektrik üretiminde de yaygın bir şekilde kullanılan biyokütle enerjisine dayalı kurulu
güç Aralık 2020 sonu itibariyle 1485 MW (369 MW’ı atık ısı), toplam elektrik üretimi
içerisindeki payı % 1,80 ‘dir
Elektrik üretiminde de yaygın bir şekilde kullanılan biyokütle enerjisine dayalı kurulu
güç Aralık 2020 sonu itibariyle 1485 MW (369 MW’ı atık ısı), toplam elektrik üretimi
içerisindeki payı % 1,80 ‘dir
Rüzgâr, güneş ışığının dünyanın farklı yüzeylerini farklı ısıtması ile gerçekleşen bir hava
hareketidir.
Güneş ışığı dünyamıza ulaştığı sürece rüzgâr dünyamızda hep var olacaktır ve bu
bakımdan da yenilenebilir bir enerji kaynağıdır.
Karaların üzerinde ısınan hava genleşir, yükselir ve yerini daha ağır ve soğuk havaya
bırakır. Bu hareket rüzgârı oluşturur. Gece ise karaların üzerindeki ısınan hava suların
üzerindekinden daha hızlı soğuyacağı için rüzgâr hareketi gündüzün rüzgâr hareketine
göre tersine gelişir.
Avantajları:
• Rüzgar enerjisi, güç üretmek için herhangi bir kimyasal proses içermediği için su ve
hava kirliliği yaratmaz. Sera gazı oluşmadığı için küresel ısınmaya katkısı yoktur. Yani
temiz bir enerji kaynağıdır ve çevre dostudur.
• Elektiriğin kablolarla ulaşamadığı uzak veya küçük yerleşim yerleri için rüzgâr tür-
binleri yerel elektrik üretimi için bir alternatif oluşturmaktadır.
• Rüzgâr türbinlerinin yer aldığı bölgelerde tarım ve hayvancılık olumsuz olarak et-
kilenmez.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 165
RÜZGAR ENERJİSİ
Dezavantajları:
• Rüzgâr oluşumu bir doğa olayı olduğu için rüzgârın hızını ve yönünü önceden
belirlemek zordur. Üretilecek enerji rüzgârın hızına bağlıdır. Rüzgâr hızı düşerse üretilen
enerji miktarı da düşmektedir. Yani rüzgâr enerjisi kesintisiz bir enerji kaynağı değildir.
Basit hız ölçüm cihazı olarak rüzgâr hızlarını elektriksel sinyale dönüş- türen
anemometre olarak bilinen sensörler kullanılır. Yaygın olarak kullanılan kepçe (cup)
anemometresi rüzgârı yakalamak üzere dikey olarak konuşlandırılmış üç adet kepçeden
oluşmaktadır. Bu yöntemle dakikadaki tam dönüş sayısı elektronik olarak ölçülmekte ve
kaydedilmektedir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 168
RÜZGAR HIZI VE YÖNÜ
Rüzgâr hızını ve yönünü belirlemek amacıyla yapılan ölçümler, ölçüm amacına göre
değişmektedir.
Enerji amaçlı rüzgâr ölçümlerinde ise rüzgâr hızı ve rüzgâr yönü 30 m yükseklikte
ölçülür. Rüzgâr hızı ölçümleri, mümkünse bu yükseklikte, gün boyunca her üç saatin ilk
10 dakikasında olmak üzere, 3’er saat ara ile en az bir yıl devamlı olarak yapılmalıdır.
Knot= Denizmili/sa
Rüzgârın sahip olduğu kinetik enerjinin türbinin rotor kanatları üzerinden mekanik
enerjiye dönüşümü, rüzgârın rotora giriş hızına, rotor kanatlarının süpürdüğü alana ve
havanın yoğunluğuna bağlıdır. Rüzgârın sahip olduğu enerji hava ile rotor kanatları
arasındaki sürtünme ihmal edilerek hesaplanmaktadır.
Rüzgârın enerji yoğunluğu (W/m2) havanın hızının üçüncü kuvveti ile orantılıdır. Bu
eşitliklerden de görülebileceği üzere bir rüzgârın sahip olduğu güç rüzgâr hızına
bağlıdır.
Bu şekle göre;
10 m/s rüzgâr hızında 5 m çaplı ve %40 verimle çalışan rüzgâr türbininden sağlanan
gücü ve bir günde üretilebilecek elektrik enerjisini kWh olarak hesaplayınız. (Havanın
yoğunluğu, ρ= 1,225 kg/m3 ve π= 3,14 olarak alınabilir).
Bütün türbinlerde, rüzgârın kinetik enerjisi türbin kanatlarını hareket ettirir, oluşan bu
mekanik enerji jeneratörlerde elektrik enerjisine dönüşür, daha sonra elektrik enerjisi
ya direkt olarak kullanılması için şebekelere gönderilir veya pillerde depolanır.
Günümüzde rüzgâr türbinleri 3-4 m/s’den 25 m/s’ye kadar geniş aralıktaki rüzgâr
hızları ile çalışabilmektedir.
Rüzgâr santralleri elektrik üretimi için kullanılan ve rüzgâr türbinleriyle aynı yerde
bulunan rüzgâr türbinlerinden oluşur. Rüzgâr santrallerinde üretilen elektrik şebekeye
verilmektedir. Rüzgâr çiftliği, rüzgâr tarlası ya da rüzgâr parkı olarak da
adlandırılmaktadır.
Rüzgâr santrali planlama aşamasında, rüzgâr atlasları ilk başvuru kaynaklarıdır. Rüzgâr
atlası, yer yüzeyinden 10 m yükseklikte, yer yüzeyinde ölçülmüş olan rüzgâr hızı ve
yönüne yeterli süre ve sayıdaki meteoroloji istatistiklerinin, özel bilgisayar programları
yardımıyla değerlendirilmesi sonucunda elde edilen, rüzgâr gücü ve kapsadığı alanlar
hakkında bilgi veren rüzgâr istatistikleridir.
Günümüzde deniz-üstü rüzgâr türbinleri daha çok kıyıdan uzaklığı 10-15 km ve derinliği
10-15 m olan sığ sulara kurulmaktadır. Burada kurulan rüzgâr türbinlerinin kule
yükseklikleri karadakilere göre daha kısadır.
Bu tür türbinlerin şebekeye bağlantısı deniz altı kabloları ile yapılmaktadır. Deniz-üstü
türbinlerin kurulum ve işletim maliyetleri karasal türbinlere göre çok daha fazladır.
Dünyada rüzgar enerjisi ile elektrik üretimi yapan 100'den fazla ülke vardır. En fazla
rüzgar enerjisi kurulu gücüne sahip olan ülkelere bakıldığında Çin, Amerika Birleşik
Devletleri ve Almanya uzun süredir ilk 3 sırada yer alır.
Türkiye, rüzgar enerji santrali kurulu gücü olarak Avrupa'da 7’nci, Dünyada ise 12’nci
sırada bulunmaktadır.
Türkiye
RES
Kurulu Güç
Türkiye
RES
Üretim Payı
Türkiye'de yer seviyesinden 50 metre yükseklikte ve 7,5 m/s üzeri rüzgâr hızlarına
sahip alanlarda kilometrekare başına 5 MW gücünde rüzgâr santralı kurulabileceği
kabul edilmiştir.
Bu potansiyele karşılık gelen toplam alan Türkiye yüz ölçümünün %1,30'una denk
gelmektedir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 198
DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE RÜZGAR ENERJİSİ
100 metrede yıllık ortalama rüzgar hızı dağılımına ait harita aşağıda yer almaktadır.
Ayrıca, gel-git ve dalga enerjisi gibi sulardaki diğer enerji biçimleri de çok büyük
potansiyele sahip olmasına rağmen bu enerjilerin kullanılabilmesi için gerekli
teknolojilerin verimli ve ucuz hâle getirilmesine yönelik araştırmalar devam etmektedir.
Okyanus dalgaları sonsuz bir enerji kaynağı olarak uzun yıllardır araştırma konusu
olmaktadır.
Okyanusların mekanik enerjisi termal enerjiden çok daha farklıdır. Güneş her ne kadar
okyanusları büyük ölçüde etkilese de, gel-gitler temel olarak ayın çekim kuvvetine,
dalgalar ise büyük oranda rüzgâra bağlı olarak oluşan periyodik enerji kaynaklarıdır.
Okyanus enerjisi genel olarak gel-git ve dalga enerjisi olmak üzere iki formda
karakterize edilmektedir.
1. Yüksek gel-git menziline sahip ırmak ağızlarının üzerine yarı geçirgen barajların
kurulması,
2. Açık denizlerdeki gel-git akıntılarının dizginlenmesi.
Gel-git dalgalarının el değmemiş bir yenilenebilir enerji kaynağı olup rüzgâr ve güneşle
karşılaştırıldığında sürdürülebilirlik açısından daha avantajlı olduğu görülmektedir.
La Rance
Gelgit
Enerji
Santrali
240 MW
Fransa
Gel-git enerjisi üretim tesisinin yatırım maliyeti yüksek, işletme maliyeti düşüktür.
Bunun sonucu olarak gel-git enerjisi üretim tesisinin getirisi yatırım maliyetini uzun
yıllar karşılayamayacağı için yatırımcılar bu konuda isteksiz davranmaktadır.
Gel-git enerjisi üretimi devlet tarafından desteklenebilir; fakat yatırımın geri dönüşünün
zaman alması ve risk teşkil etmesi herhangi bir girişimi engellemektedir.
Örneğin; İngiltere gel-git enerjisini yenilenebilir enerji kaynağı olarak kabul etmekte ve
bununla ilgili girişimlerde bulunarak gel-git enerjisi üretiminin teknik uygulanabilirliği
ve yer çekimi konularında araştırmalarına devam etmektedir.
Dalga, temelde rüzgâr tarafından üretilmekte olup oluşumundan yok oluncaya kadar
geçen zamanda enerjiyi binlerce kilometre uzağa taşımaktadır. Bu nedenle yenilenebilir
kaynaklar kapsamında önemli olan dalga enerjisi, küresel ısınmayı büyük ölçüde
azaltma potansiyeline sahiptir.
Dalga enerjisi, ilk yatırım ve bakım giderlerinden başka masrafı olmayan, girdi bedeli
gerektirmeyen, doğaya herhangi bir kirletici bırakmayan, ucuz, temiz, çevreci ve büyük
potansiyele sahip bir enerji kaynağıdır.
Dünya yüzeyinin farklı ısınması sonucu oluşan rüzgârların deniz yüzeyinde esmesi ile
meydana gelen deniz dalgalarındaki gücün diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının sahip
olduğu gücün 10-15 katından daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Dalgalar rüzgârın deniz yüzeyi ile etkileşimi sonucunda ortaya çıkar. Rüzgâr değişken
güneş ışınlarının bir sonucu olduğundan dalgalar güneş enerjisinin yoğunlaşmış hâli ola-
rak düşünülebilir. Rüzgâr ve güneş ışınlarının yayılımı bölgeden bölgeye değiştiği için
dalga enerjisi de buna bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Rüzgârdan dalgalara en büyük enerji transferi güçlü rüzgârların olduğu bölgelerde, 30°-
60° enlemleri arasında gerçekleşmektedir.
Dalga boyu (λ): Dalganın iki tepe noktası veya iki çukur noktası arasındaki mesafedir.
Dalga yüzeyinde su belirli bir harekete sahiptir. Açısal bir yörünge çizilip bakılacak
olursa bu hareket dalgaya dik bir daireye benzer. Yüzeyin civarında, dairenin çapı (H),
dalga yüksekliğine (h) yaklaşık eşit olurken, derinlik (d) arttıkça, çap (H) azalır. Böylece
çizilen dairesel yörünge daha da küçülür. Derinlere doğru giderek etkisi azalır.
Ayrıca, derin su bağlantılarına veya uzun su altı elektrik kablolarına ihtiyaç yoktur;
ancak, daha az güce sahip dalga rejimi nedeniyle elde edilen dalga enerjisi daha az
olmaktadır.
Bu tür uygulamaların yaygınlaşması kıyı şeridi jeolojisi, gel-git seviyesi ve kıyı yapısının
korunması gibi etkenlerle sınırlanmaktadır.
Güç çıkış ünitesi mekanizmasının tek hareketli kısmı bir generatörü doğrudan
döndürebilen hava türbininin pervanesidir. Salınımlı su kolonunda, su yüzeyinin
altından denize açılan ve havayı içteki serbest yüzeyin üzerinde hapseden sabit ya da
yüzen boşluklu bir yapı bulunur.
Pendular:
Bir tarafı denize açılan
dikdörtgen bir kutu şeklindedir.
Bu açıklık üzerinde sarkaç bir
kapak bulunmaktadır.
Bu hareket, generatörün ve
hidrolik pompanın çalışmasını
sağlar.
Açık deniz tipi enerji dönüştürücüleri genellikle su yüzeyinde yüzen ve dalga hareketleri
ile aşağı yukarı salınım yapan ve bu salınım hareketini elektrik enerjisine çeviren
sistemlerdir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 220
DALGA ENERJİSİ DÖNÜŞTÜRÜCÜLERİ
Kıyıdan uzakta daha fazla alanı kapsayarak dalga enerjisinden faydalanmak için
dönüştürücüler geliştirilmiş olup en önemlileri “Pelamis” ve “Oyster” jeneratörleridir.
Büyük su yılanı olarak bilinen bu sistem dört hareketli parçadan oluşur. Bu parçalar
dalgaların hareketine göre, parçaların birbirine bağlandığı noktadan bükülüp açılarak
hareket etmektedir. Hareketin sağlandığı noktalarda bulunan hidrolik jeneratörler
tarafından da elektrik enerjisine dönüştürülmektedir.
4 veya daha fazla tüp biçiminde deniz yüzeyinde duran birbirine bağlı bir sistemden
oluşmaktadır. 4 tüplüsünün uzunluğu 150 m, çapı 4,63 m’dir. Her biri 125 kW’lık
jeneratörlere sahiptir. Sistem 3 noktadan sabitlenmiş olup kendi yönlendirmesini
yapacak şekilde tasarlanmıştır.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 224
DALGA ENERJİSİ DÖNÜŞTÜRÜCÜLERİ
Oyster dalga jeneratörü, kıyıdan yarım kilometre uzaklıkta, 10 ila 15 metre arasında
değişen derinlikte deniz tabanına yerleştirilen, bir yüzeyi tabana oturmuş diğer yüzeyi
de taban yüzeyine bağlı dalganın yönüne göre açılıp kapanabilen bir sistemden
oluşmaktadır.
Oyster’ın hareketli kapağı dalganın gelişine göre açılıp kapanırken hareketli kapakla
tabanda sabit olan kapak arasındaki hidrolik pistonlar dalganın gücünü kullanmaktadır.
Enerji ise merkez duba ile diğer dubalar arasına monte edilen hidrolik tulumba
vasıtasıyla menteşe noktalarındaki hareketten sağlanmaktadır. 40 m uzunluğundaki
örnek bir sistem Kilbaha, County Clare ve İrlanda’da kurulmuştur.
Uzun periyot (yaklaşık 7-10 s) ve geniş genliğe (yaklaşık 2 m) sahip dalgaların enerji
akısı genellikle yaklaşan dalganın birim metre dalga genişliği başına 40-50 Kw’tır.
Yenilenebilir diğer kaynaklarda olduğu gibi dalga enerjisinin dünyadaki dağılımı düzenli
değildir.
Türkiye’nin yıllık dalga enerjisi doğal potansiyeli 150 milyar kWh ve teknik potansiyeli
ise 18 milyar kWh olarak tahmin edilmektedir.
Karadeniz’in diğer denizlere göre daha dalgalı olduğu iddialarının aksine, güneybatı
yönünde hâkim olan Ege ve Akdeniz üzerindeki rüzgâr potansiyeli 4-17 kW/m’lik yıllık
ortalama dalga gücünde bir yoğunlaşmaya neden olur.
Dalga enerjisinden yararlanmak için en uygun yer İzmir-Antalya arası olup tam olarak
belirtmek gerekirse Dalaman-Finike arasını kapsamaktadır.
Dalga Enerjisi
Dönüştürücü
Maliyeti
Dalga Enerjisi
Dönüştürücü
Montajı
Ve
Sistem
Maliyeti
Dalga Enerjisi
Yatırım
Maliyeti
Dalga Enerjisi
Elektrik
Üretim
Maliyeti
Yeryüzüne her yıl Güneş’ten gelen enerji, yeryüzünde şimdiye kadar belirlenmiş fosil
yakıt rezervlerinin 160 katıdır.
Güneş’ten bir yılda Dünya’ya gelen enerji, Dünya’da bir yılda kullanılan enerjinin
yaklaşık değeri olan 13 Terawatt (TW) =13x109 kW’dan yaklaşık olarak 20 bin kat daha
fazladır.
Bir başka ifadeyle yeryüzünde fosil, nükleer ve hidroelektrik tesislerinin bir yılda
üreteceğinden 15 bin kat daha fazladır.
Fotovoltaik Hücreler:
Fotovoltaik (PV) hücreler, yüzeylerine gelen
güneş ışığını doğrudan elektrik enerjisine
dönüştüren yarı iletken teknolojisi ile üretilmiş
bir elektrik enerjisi üretim aracıdır.
Fotovoltaik Hücreler:
Güneş hücrelerinin üzerine ışık düştüğü zaman
bağlantı uçlarında doğru akım (DC) oluşur.
Kristal Silisyum:
Önce büyütülüp daha sonra 150-200 mikron kalınlıkta ince tabakalar halinde dilimlenen
tek kristal silisyum bloklardan üretilen güneş pillerinde laboratuvar şartlarında %24,
ticari modüllerde ise %15’in üzerinde verim elde edilmektedir.
Dökme silisyum bloklardan dilimlenerek elde edilen çok kristal silisyum güneş pilleri ise
daha ucuza üretilmekte ancak verim de %2-5 kadar daha düşük olmaktadır. Verim,
laboratuvar şartlarında %18, ticari modüllerde ise %14 civarındadır.
Diğer yarıiletkenlerle birlikte oluşturulan çok eklemli GaAs pillerde %30 verim elde
edilmiştir.
Amorf Silisyum:
Kristal yapı özelliği göstermeyen bu Si pillerden elde edilen verim laboratuvar
şartlarında %10 dolayında, ticari modüllerde ise %5-7 mertebesindedir.
Günümüzde daha çok küçük elektronik cihazların güç kaynağı olarak kullanılan amorf
silisyum, direkt Güneş ışınımı az olan bölgelerde santral uygulamalarında
kullanılmaktadır.
Amorf silisyumun bir başka önemli uygulama sahası ise binalara entegre yarısaydam
cam yüzeyler, bina dış koruyucusu ve enerji üreteci uygulamalarıdır.
Laboratuvar tipi küçük hücrelerde %16, ticari tip modüllerde ise %7 civarında verim
elde edilmektedir.
Fotovoltaik
Hücre
Tiplerine
Göre
Üretilebilecek
Enerji
Üst Örtü: Toplayıcıların üstten olan ısı kayıplarını en aza indirgeyen ve güneş ışınlarının
geçişini engellemeyen bir maddeden olmalıdır. Cam, güneş ışınlarını geçirmesi ve ayrıca
soğurucu plakadan yayınlanan uzun dalga boylu ışınları geri yansıtması nedeni ile üst
örtü maddesi olarak son derece uygun bir maddedir.
Isı Yalıtımı: Toplayıcının arkadan olan ısı kayıplarını en aza indirmek için soğurucu
plaka ile kasa arası uygun bir yalıtım maddesi ile yalıtılmalıdır. Soğurucu plaka sıcaklığı,
toplayıcının boş kalması durumunda 150°C’ye kadar ısınması nedeniyle kullanılacak
olan yalıtım malzemesinin cam yünü gibi ısı yalıtım malzemesi olması gerekmektedir.
Bu tür güneş güç kulesi sisteminde, 290°C’de sıvı haldeki tuz eriğiyi, düşük sıcaklık
depolama tankından alıcıya doğru pompalanır. Burada sıcaklığı 565°C’ye kadar
çıkarılarak yüksek sıcaklık depolama tankına gönderilir. Tesisten güç çekileceği zaman
sıcak tuz, klasik bir Rankine çevrim türbini (jeneratör) sistemi için aşırı kızdırılmış
buhar üreten bir buhar üretme sistemine pompalanır. Buhar jeneratöründeki tuz, soğuk
tanka geri dönerek depolanır ve sonunda da alıcıda yeniden kızdırılır.
Güneş bacaları çok ileri teknoloji gerektirmez ve bu sistemde ilk yatırım maliyetinin 900
$/kWh’in altında olduğu kabul edilir. Bu özellikleriyle güneş bacaları, ülkemiz iklim ve
güneşlenme özelliklerine en uygun sistemlerdir.
Türkiye Güneş Enerjisi Potansiyeli Atlasına (GEPA) göre, ortalama yıllık toplam
güneşlenme süresi 2741,07 saat olup ortalama yıllık toplam ışınım değeri 1527,46
kWh/m2 olarak hesaplanmıştır.
Jeotermal enerji, ısının oluşturduğu bir enerji türü olup yerkabuğunun derinliklerinde
henüz soğumamış bir magma kütlesinden ortaya çıkar.
Jeotermal sistemler, akışkan içeriğine bağlı olarak 2 gruba ayrılır. Jeotermal sistemleri
oluşturan parametreler; ısı kaynağı, ısıyı taşıyan akışkan, örtü kaya (geçirimsiz kayaç) ve
rezervuardır.
Hidrotermal kaynaklar; gözenekli ve/veya çatlaklı yapıda olup ısı enerjisini yüzeye
taşıyan akışkana sahip olan kaynaklardır.
Isı kaynağı, yüksek sıcaklıklı (>600℃) magmatik sokulumlar olabileceği gibi düşük
sıcaklıklı sistemlerde derinlik ile artan normal sıcaklık da olabilmektedir.
Isıyı taşıyan jeotermal akışkan çoğu zaman meteorik (yağmur ve/veya kar) sudur ve
sıcaklık ve basınca bağlı olarak fazı (sıcak su, kuru buhar veya sıcak su-buhar)
değişkenlik gösterir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 272
JEOTERMAL ENERJİ
Jeotermal enerjinin kullanım alanları yüzeye, ısı enerjisini taşıyan akışkanın sıcaklığına
ve kimyasal bileşimine göre çeşitlenir.
Yüksek sıcaklıklarda elektrik üretimi, amonyak absorpsiyonu ile soğutma gibi işlemler
gerçekleşirken, düşük sıcaklıklar toprak ısıtma, balık çiftlikleri ve turizm sektöründe
doğrudan ısıtma projeleri için uygundur.
İzlandalı bilim adamı Baldur Lindal’ın geliştirdiği jeotermal akışkanın sıcaklığına bağlı
olarak jeotermal enerjinin kullanım alanlarını gösteren Lindal Diyagranı
kullanılmaktadır.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 274
JEOTERMAL ENERJİNİN KULLANIM ALANLARI
Kuru Buhar Santralleri, jeotermal elektrik santrallerinin ilk örneğidir. Diğer santraller
ile karşılaştırıldığında daha basit ve ucuzdur.
Boru hattı yakınındaki siklon ayrıştırıcı ile buhar içerisinde bulunan katı partiküller
uzaklaştırılır. Kuru buharın türbine girişiyle türbinde bir çevrim meydana gelir ve
jeneratör aracılığıyla elektrik üretimi gerçekleşir.
Bu santrallerde hiçbir ayırma işlemine ihtiyaç yoktur; çünkü kuyularda sadece buhar
üretilir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 278
JEOTERMAL ENERJİDEN ELEKTRİK ÜRETİMİ
Flaş buhar santralleri, tek flaşlı ve çift flaşlı olmak üzere ikiye ayrılır. Santral seçimi
kaynak karakteristiği, güç santralinin kapasitesi, ekonomik ve termodinamik
optimizasyon analizleri, ekipman kullanımı göz önüne alınarak yapılır.
İkili Çevrim Santralleri, 85℃ ile 200℃ arasında sıcaklığa sahip olan akışkanlardan
elektrik üretmek amacıyla kurulmuştur.
Bu santrallerde, yeraltından elde edilen akışkan (su gibi) ısı enerjisini ikincil akışkana
(örneğin izobütan, n-pentan gibi) aktarır ve sıfır emisyona sahip kapalı sistemde
elektrik üretimi gerçekleşir.
Suyun buharlaşma sıcaklığından daha düşük sıcaklık ve basınca sahip olan ikincil
akışkan ısı değiştiricisinde buharlaştırılır. Aktarılan ısı ile buharlaşan ikincil akışkan, flaş
buhar santrallerinde olduğu gibi çevrim oluşturarak türbini döndürür. Daha sonra
yoğuşturucuda sıvı faza dönüştürülür.
Açığa çıkan fazla ısı, soğutma kulesinden dışarı atılarak Rankine çevrimi tamamlanır.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 281
JEOTERMAL ENERJİDEN ELEKTRİK ÜRETİMİ
Bilindiği üzere ısı yüksek sıcaklıktan düşük sıcaklıktaki ortama doğru akmaktadır. Isı
pompaları, itici enerji kullanarak ısı akış yönünü tersine çevirebilmektedir.
Isı pompası uygulamalarında jeotermal enerjiden iki şekilde faydalanılır. Bunlar; yüzeye
ulaşmış düşük sıcaklıktaki jeotermal akışkanın ısı pompalarında ısı taşıyıcı akışkan
olarak kullanılması ve yeryüzünün derinliklerinde bulunan kayaçların jeotermal
ısısından yararlanılmasıdır.
Isı pompaları günümüzde birincil enerji yardımıyla ısıtma, soğutma ve sıcak kullanım
suyu elde etmek amacıyla kullanılmaktadır.
Bilindiği gibi jeotermal enerji, yenilenebilir, temiz, ucuz ve çevre dostu olan yerli bir
yeraltı kaynağıdır. Ülkemiz jeolojik ve coğrafik konumu itibarı ile aktif bir tektonik kuşak
üzerinde yer aldığı için jeotermal açıdan dünya ülkeleri arasında zengin bir konumdadır.
Ülkemizin her tarafında yayılmış yaklaşık 1.000 adet doğal çıkış şeklinde değişik
sıcaklıklarda jeotermal kaynaklar mevcuttur.
JES
Kurulu Güç
2020
ETKB
JES
Kurulu Güç
2020
ETKB
Hidrojenin çok daha az bulunan bir başka izotopu da, çekirdeğinde iki
nötron bulunan ve trityum adı verilen hidrojendir. Radyoaktif olan
trityum, hidrojen bombası yapımında kullanılır.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 303
HİDROJEN ENERJİSİ
Hidrojen, alevli yanmaya, katalitik yanmaya, direkt buhar üretimine, hidridleşme ile
kimyasal dönüşüme ve yakıt hücresi ile elektrik enerjisi üretimine uygundur.
Hidrojen alevli yanma özelliği ile içten yanmalı motorlarda, gaz türbinlerinde ve
ocaklarda yakıt olarak kullanılabilmektedir.
Hidrojen, içten yanmalı motorlarda saf olarak kullanılabileceği gibi benzin, mazot veya
biyolojik kökenli yakıtlarla çeşitli oranlarda karıştırılarak da kullanılabilir.
Hidrojen üretim yöntemlerinin başında suyun elektrolizi gelir. Bir diğer hidrojen üretim
yöntemi ise doğal gazın ve gaz hidrokarbonların katalitik su buharı dönüşümüdür.
Biyolojik kökenli katı atıklar da hidrojen üretimi için hammadde olup bu maddelerden
gazlaştırma işlemine bağlı olarak elde edilen sentez gazının katalitik su buharı
reformasyonu ile hidrojen elde edilebilmektedir.
Gelecek için üzerinde en çok durulan hidrojen üretim yöntemi ise fotovoltaik güneş
üreteçlerinin kullanılmasıdır. Hidrojen, suyun ısıl parçalanması ile de üretilebilmektedir.
En çok kullanılan yöntemler, doğal gazın katalitik su buharı dönüşümü, petrolün kısmi
oksidasyonu ve kömürün gazlaştırılması şeklindedir. Ancak birincil enerji kaynaklarının
gerek hidrojen üretim süreçlerinde enerji sağlamak için kullanılması gerekse de
hidrojen üretim kaynağı olarak kullanması çevreye oldukça fazla zarar vermektedir.
Eski kömür gazlaştırma fabrikalarında bu yöntemle üretilen gaz %60 hidrojen ve büyük
miktarlarda CO içerir.
Genel olarak kömür ucuz bir yakıt olmasına karşın kömür gazlaştırma işlemi hidrojen
elde etmek için ucuz bir yöntem değildir.
Ortalama olarak 6 kg kömürden 3,785 litre benzine eş değer 1 kg hidrojen elde edilir.
Reaksiyon endotermik olduğundan dışarıdan ısı verilmesi gerekir. Reforme edilmiş gaz
akımı fazla miktarda karbon monoksit (CO) içerir. Bu nedenle reformerden çıkan gaz
akımı su gaz değişim prosesinden geçirilerek içerisinde bulunan karbon monoksit,
karbon dioksite dönüştürülür ve fazladan hidrojen üretilir.
Bu yöntemin verimliliği, üretilen hidrojenin enerji girişine oranı ile hesaplanmakta olup
%65-75 arasındadır.
Ototermal reforming prosesleri, birleştirilmiş tek bir ototermik reaktörde veya gaz
ısıtmalı ototermik reaktörler kombinasyonunda yapılabilir. Bu reaktörlerde
hidrokarbonlar, katalizör varlığında oksijen ve su buharı ile reaksiyona sokulur.
Bu amaçla geliştirilmiş bir teknoloji plazma reformeri olup ~2000 °C’de çalışmaktadır.
Bu süreçte, tek basamakta termo-kimyasal işlem yerine, birkaç basamaklı işlemler ön
görülmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar sonucu, çok basamaklı ısıl kimyasal
işlemlerde gerekli sıcaklık 950°C’ye kadar indirilmiş ve sürecin toplam verimi ise %50
olarak elde edilmiştir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 320
HİDROJEN ÜRETİM YÖNTEMLERİ
Önce sudan hidrojen üretilmekte, sonra üretilen hidrojen havadaki oksijenle birleşerek
yandığında tekrar su oluşmaktadır. Bunun anlamı hidrojenin tamamen “yenilenebilir”
olmasıdır.
Metan katalitik ortamda su buharı ile reforme edilerek hidrojen ve karbon monoksite
dönüştürülür. Karbon monoksit de su buharı ile şift reaksiyonu uyarınca CO2’e
dönüşerek hidrojen verimini artırır.
Prosesin yan ürünü olan CO2, biyokütlenin yaşamı boyunca atmosferden alındığı için
tekrar atmosfere verilmesi durumunda atmosferdeki CO2 dengesi bozulmaz.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 323
HİDROJEN ÜRETİM YÖNTEMLERİ
Gerek sabit gerekse taşınabilir uygulamalar için hidrojenin etkin ve güvenilir tarzda
depolanabilmesi gereklidir. Taşınabilir uygulamalarda depolamadaki hafiflik önem
kazanmaktadır.
Hidrojen gaz veya sıvı olarak saf hâlde tanklarda depolanabileceği gibi, fiziksel olarak
nanotüplerde veya kimyasal olarak hidrür şeklinde depolanabilmektedir.
Hidrür şeklinde depolama; metallerde ve alanatlarda katı hâlde olabileceği gibi, sodyum
bor hidrür bileşiğinde olduğu gibi katı veya sıvı hâlde de olabilmektedir.
Tanklarda Depolama:
Hidrojen diğer gazlarda olduğu gibi uygun nitelikli tanklarda gaz veya sıvı olarak
depolanabilmektedir. Nitekim otomotiv firmalarınca geliştirilen araçların büyük
çoğunluğu hidrojenin tanklarda depolanmasını esas almaktadır.
Etkin depolama 150 atmosfer veya daha yüksek basınç değerlerini gerektirmektedir. Bir
taraftan yüksek basınç diğer taraftan tankın hafif olma gerekliliği tank tasarımı
açısından sınırlayıcı olmaktadır.
Nanotüplerde Depolama:
Hidrojen karbon nanotüplerde
depolanabilmektedir. Karbon nanotüpler
kısaca grafit tabakaların tüp şekline
dönüşmüş hâlidir.
Magnezyumun kullanımında en önemli engel ise hidrojen elde etme reaksiyonunun 400-
450°C’de gerçekleşmesi ve çok yavaş ilerlemesidir. Bu nedenle ilk yüklemelerde 30 bar
üzeri basınç değerlerine ihtiyaç vardır.
Alanatlarda Depolama:
Özellikle son 10 yıldır yüksek depolama kapasiteleri nedeniyle alüminyum ve bor içeren
kompleks hidrürler yoğun olarak çalışılmaktadır.
Sodyum hidrürün ayrılması esaslı son aşama ise yüksek sıcaklıklar gerektirmekte ve
pratikte kullanım dışı olarak değerlendirilmektedir.
Nitekim sıvı hâldeki çözelti alevle temas hâlinde olsa bile güvenli olmakta, ancak
katalizörün çözeltiyle teması durumunda hidrojen çıkışı sağlanmaktadır.
Hidrojen gazı, doğal gaz veya hava gazına benzer olarak borular aracılığıyla her yere
kolaylıkla ve güvenli olarak taşınabilmektedir.
Doğal gaz için kurulan yeraltı boru dağıtım ağının ileride çok az bir değişiklikle hidrojen
içinde kullanılması olanaklıdır.
Boru hatları dışında hidrojen, basınçlı tüplerde gaz olarak veya sıvılaştırılmış hâlde
tanklara konularak tankerlerle taşınabilir.
Hidrojen düşük yoğunluklu olduğundan bir kaçak anında yer seviyesinde birikinti
hâlinde kalmayarak atmosferde yükselir ve dağılır.
Benzin veya doğal gaz ile karşılaştırıldığında hidrojenin patlama yapması için havada
daha yüksek derişimde bulunması gerekir.
Yakıtlar içerisinde hidrojen birim depolanan enerji başına en düşük patlama enerjisine
sahiptir.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 333
HİDROJEN KULLANIM ALANLARI
Yakıt Hücreleri:
Yakıt hücreleri, bir elektrolitle birbirinden ayrılan ve bir dış devreyle birbirine bağlı iki
elektrottan oluşmaktadır.
Yakıt hücrelerinin, anot bölmesine yakıt olarak beslenen hidrojen gazı buradaki elektrot
üzerinde bulunan Platin (Pt) katalizör yardımıyla elektronlarını vererek iyonlaşır ve
oluşan protonlar polimer elektrolit membran boyunca katoda doğru aktarılır.
Yakıt Hücreleri:
1-Anot bölmesi
2-Polimer membran
3-Elektrik devresi
4-Katot bölmesi
5-Reaksiyon sonucu
açığa çıkan su
Yakıt Hücreleri:
• Termal enerji sistemlerine oranla daha yüksek verimle çalışırlar. Termal sistemlerde
elektrik enerjisi üretimindeki verim %35-40 civarındayken yakıt hücresi sistemlerinde
verim %70’e kadar çıkabilir.
• Saf hidrojen kullanılması durumunda yakıt hücrelerinde zararlı gaz emisyonu sıfırdır.
Yan ürün olarak sadece su oluşmaktadır. Yakıt olarak hidrojenin kullanılmadığı
durumlarda bile zararlı gaz emisyonu geleneksel sistemlere oranla oldukça düşüktür.
Yakıt Hücreleri:
Genel olarak bir yakıt hücresi güç sistemi, aşağıda verilen dört üniteden oluşmaktadır.
Bunlar, yakıt işleme ünitesi, güç üretim sistemi (yakıt hücresi grubu), güç dönüştürücü
(inverter) ve kontrol sistemidir.
Yakıt Hücreleri:
Otomobillerde güç sağlayan sistemlerde aranılan özelliklere bakıldığında; hızlı yanma,
yakıt ekonomisi, düşük oranda egzoz gazı miktarı ve istenilen gücü sağlama öne
çıkmaktadır.
Bugünkü araç karakteristiklerine göre yakıt hücreleri ile elde edilmesi gereken güç
ortalama 80–90 kW’tır.
Yakıt pili ile çalışan bir araca, 160 litre saf hidrojen doldurulduğunda ortalama 400–430
km yol almakta ve çıkabileceği maksimum hız ise 160 km/h’e ulaşmaktadır.
Enerji, çevre kirliliğinin önemli aktörlerindendir. Uluslararası Enerji Birliğine (IEA) göre
küresel enerji tüketiminin 2008-2035 yılları arasında %53 artacağı öngörülmektedir.
Aynı rapora göre 2008-2035 yılları arasında kömür tüketiminin %50, doğal gaz
tüketiminin %52, petrol ve diğer sıvı yakıtların tüketiminin ise %30 artacağı tahmin
edilmektedir.
Çevre kirliliği sadece enerjinin kullanılması sırasında ortaya çıkan bir problem değil- dir.
Kirlilik enerji kaynaklarının üretilmesinden itibaren başlar.
Kimyasal maddelerin yoğun olarak kullanıldığı, cevher içinde bulunan ekonomik değeri
olmayan maddelerin ayıklanması (zenginleştirme) işlemi sonucunda oluşan katı ve sıvı
atıklar önemli bir çevresel problemdir.
Dünyadaki en çok çeşit biyolojik ekosisteme ev sahipliği yapan yerlerden birisi olan
Ekvador yağmur ormanlarındaki binlerce dönümlük bir alandaki ağaçlar petrol
şirketleri tarafından kesilmiştir. Toprak dinamitlenerek bölge canlıları korkutulmuş,
akarsulara petrol dökülerek yaşam döngüsüne acımasızca müdahale edilmiştir.
Petrol üretim sırasında çıkan gazın yakılması diğer petrol üreten ülkelere göre
Nijerya’da daha fazladır. (2001 yılı için Nijerya’da gaz yakılması suretiyle kaybedilen
miktar İngiltere’nin toplam doğal gaz tüketiminin yaklaşık %25’ini oluşturmaktadır.)
Petrolün kuyulardan çıkarılması ve işlenmesi kadar bir diğer ciddi çevresel problem
petrolün taşınmasında ortaya çıkar. Bu problemlerden bir tanesi güvenlik ile ilgilidir.
Örneğin, Kolombiya’da gerillalar koka ağaçlarını yok ettiği gerekçesiyle petrol boru
hatlarına dinamitlerle saldırmışlar ve çevre kirliliğine sebep olmuşlardır. Boru
hatlarında sızıntı olamasa bile olası terörist ataklar büyük oranda bir petrolün çevreye
kontrolsüz olarak dökülmesine neden olur.
Doğal gaz rezervleri karada veya denizde olabilir. Doğal gazın yer altındaki gözenekli
kayaçların arasında sıkışmış olması yer tayinini zorlaştırır.
Doğal gaz rezervlerini bulmanın bir yolu sismik dalgalar oluşturup (dinamit patlatılarak
veya diğer yollarla) toprağın altındaki kayalar hakkında bilgi toplamaktır. Toplanan bilgi
doğal gaz rezervleri hakkında ipucu verir.
Benzer yöntem (gemiden üretilen sismik dalgalar ile) deniz ve okyanusların yüzlerce
metre altındaki doğal gaz rezervlerini aranırken de uygulanır.
Üretimin birinci aşamasında kullanılan aşırı şiddetli ses dalgaları o bölgede yaşayan
canlıları korkutur, bazılarını ise kaçırtarak doğal habitatı kısmen bozar.
Üretimin bir sonraki aşamasında bulunan rezervlerde kuyu açılır ve doğal gaz çıkarılır.
Bu aşama çevrenin ciddi boyutta kirletildiği bir aşamadır.
Genellikle bakir bölgelerde bulunan doğal gaz kuyuları, çevresindeki yaban hayata ve
biyolojik çeşitliliğe ciddi zararlar verir.
Bölgeye yapılan yollar ve sürekli araç trafiği bölge canlılarının doğal yaşamını bozar.
Kuyu kazma süresince tozlar havaya karışarak yaban hayatı rahatsız eder.
Üretimin üçüncü aşaması doğal gazın işlenmesi sürecidir. Evimizde kullandığımız doğal
gaz kuyudan çıkarılan doğal gazın işlenmiş halidir.
İşlenmemiş doğal gaz (kuyulardan çıktığı hali) yağ, su, cıva, karbondioksit ve çok zararlı
bir madde olan hidrojen sülfür gibi bileşikleri içerir.
Çeşitli yöntemlerle bu tip maddeler doğal gazdan uzaklaştırılır ve doğal gaz işlenmiş
olur. Bu süreçte atık maddelerin oluşturmuş olduğu çevre kirliliği söz konusudur.
Doğal gaz ihtiyacının kışın tavan yapması yazın ise azalması onun toprak altında
depolama sistemlerinde depolanması ihtiyacını doğurmuştur. Depolama sırasında
çevresel tehdit sızıntılardan gelir.
Doğal gaz taşımacılığında en bilinen iki yöntem sıkılaştırılmış doğal gaz (CNG) ve
sıvılaştırışmış doğal gaz (LNG) kullanılmasıdır. LNG okyanus aşırı ülkelere doğal gazın
taşınmasında, CNG ise kısa mesafe taşımacılığında kullanılır.
HET211 YENİLENEBİLİR ENERJİ TEKNOLOJİLERİ - Dr. C. Çağdaş UYDUR 354
GÜNEŞ PİLLERİ & ÇEVRE KİRLİLİĞİ
Scientific American isimli dergide çıkan bir makalede fotovoltaik aygıtlardan enerji
üretildiğinde fosil yakıtlara göre hava kirliliğinde % 90 azalma olduğu belirtilmiştir.
Güneş panellerinde silikon, civa, kurşun, kadmiyum gibi canlılar için zehirli olan
elementler vardır. Güneş panellerinin kurulumu sırasında PVC benzeri zehirli etkisi olan
malzemeler kullanılır. Dolayısıyla kullanılıp atılan güneş panelleri çevre kirliliğine sebep
olur.
Kirli dumanı ve atık külü olmayan rüzgâr türbinlerinin oluşturduğu temel kirlilik gürültü
kirliliğidir. Pervanelerin dönmesiyle ortaya çıkan sesler bazen o kadar rahatsız edici
olabilmektedir ki bölge insanlarını göç etmeye zorlar.
Jeotermal santrallerde oluşan hava kirliliği yer altında birikmiş sera gazlarının yer
üstüne çıkmasından dolayıdır.
Yer altından gelen sıcak akışkan türbini döndürdükten sonra yoğunlaşır. Fakat içerdiği
karbondioksit vb. gazlar yoğunlaşmaz ve soğutma kulelerinden atmosfere salınır.
Salınan sera gazları miktarı termik santrallerden salınan sera gazlarına oranla ihmal
edilebilecek kadar azdır. Örneğin jeotermal kaynaklı santrallerden atmosfere salınan
karbondioksit miktarı termik santrallerden salınan miktarın yüzde birinden daha azdır
(üretilen birim enerji başına).
Sıcaklığın birkaç derece artması, sıcaklık değişimlerine karşı hassas olan bazı su canlıları
için ölümcüldür. Bunun engellenmesi ve jeotermal rezervuarın beslenmesi için
kullanılan akışkan tekrar yerin altına gönderilmelidir.
Bu yöntemin bir diğer avantajı bor ve arsenik gibi kimyasal maddeleri içeren kullanılmış
akışkanın toprak üstü kirliliğinin önüne geçilmesidir.
Hidroelektrik santrallerin yapılacağı akarsuyun kendine ait bir biyolojik çeşitliliği vardır.
Bu doğal sistem, bir insan ömrü ile kıyaslanamayacak kadar uzun bir doğal süreç
sonunda oluşmuştur. Akarsuyun civarında yaşayan canlıların yaşamlarını
sürdürebilmesi için topraktan suya, sıcaklıktan rüzgâra kadar uygun bir doğal ortam
sağlayan ekosistem, bir hidroelektrik santrali ile bozulur.
Doğal akışında akan bir akarsuyun önüne yapılan bir setle akışını denetim altına almak
doğal olanı bozmaktır ve zincirleme reaksiyon ile bölge canlıları ve onlar ile beslenen
diğer canlıları ya göç etmeye zorlar ya da ölümlerine sebep olur. Akıp giden akarsuyun
ritmine müdahale edilmesiyle akarsuların aşındırma gücü ve taşınan besin maddeleri
değiştirilmiş olur.
Akarsuların akış hızı akarsuda yaşayan canlı türü ve sayısı üzerinde etkilidir. Örneğin
akarsu yatağındaki eğimin ortalama olduğu yerlerde balık türleri, eğimin az olduğu
yerlerde ise planktonlar daha fazladır.
Ayrıca suyun bir bölgede toplanması, su ile taşınan toprak ve besin maddelerini bitirir
ve verimli tarım alanlarının beslenmesini engelleyerek kaybedilmesine yol açar.
Barajda toplanan suyun akarsuya göre daha büyük yüzey alanına sahip olması suyun
normalden daha çok buharlaşmasına yol açar.
Bu ise havadaki nem oranının artışına sebep olarak bölgenin sıcaklık, yağış miktarı ve
rüzgâr durumlarını değiştirir.
Ayrıca sudaki buharlaşma nedeniyle suyun tuz yüzdesi de değişir. İklim değişimi
bölgedeki ağaçların kesilmesiyle daha da büyür.
Yenilenebilir bir enerji kaynağı olan hidrojenin kullanımı çevre dostudur. Üretiminin ise
kullanımı gibi çevre dostu olduğu söylenemez.
Hidrojen doğada serbest halde bulunmaz. Petrol ve kömür gibi madenciliği yoktur.
Hidrojeni enerji kaynağı olarak kullanmak için önce onu üretmek gerekir.
Hidrojen üretiminde en çok tercih edilen yöntem metan gazını (CH4) oluşturan hidrojen
atomunun çok yüksek sıcaklık ve basınç uygulayarak ayrıştırılmasına dayanır.
Örneğin kömür kullanılarak metan üretilmek istenirse, kömürün içinde bulunan sülfür
gibi diğer zararlı maddelerinin temizlenmesi gerekir.
Çıkan karbondioksit genel olarak yer altındaki terk edilmiş kuyularda veya kömür
yataklarının olduğu bölgede saklanır.
En basit ve en çok bilinen biokütle enerjisi kaynağı ağaçların, kesildiği kadar dikilip
dikilmediğinin denetlenmesinde yaşanan sorunlar ve dikilse bile yetişmesinin uzun
yıllar alması çevresel bir problemdir.
Azot döngüsünü bozan aşırı gübre tüketimi olumsuzluklardan bir diğeridir. Çok büyük
miktarlarda bitki yetiştirmek için gerekli olan suyun aşırı kaybı ise mavi gezegenimiz
için bir tehdittir. Etanol üretmek için temiz su kaynakları kirletilmekte, kirli sular ise
toprağa ve suya dökülmektedir.