You are on page 1of 43

(04.03.

2021)
KAVRAMLAR
Adli bilimler denilince ne kastedildiğini bilmemiz önemli. Adli bilimler kavramı ile kastedilen şey aslında
bilirkişilik faaliyetidir. Bilirkişilik kavramının ve müessesinin artık Türkiye ve dünyada gelmiş olduğu çizgiyi ve
karmaşayı izah edebilmekten çok uzak olduğunu ve bunun bağımsız bir bilim dalı olarak ele alınması ve bu
şekilde adlandırılması gerekir. Bu sebeple bilirkişilik uygulamalarına artık adli bilimler adı veriliyor ve
multidisipliner (çok disiplinli) özel bir bilim dalı olarak ele alıp inceliyoruz. Aslında yapılan şeylerin tamamı
bilirkişilik faaliyetleri içerisinde değerlendirilebilecek şeylerdir. Mesela adli tıp kurulu bilirkişilik yapar. Ama
bu kurulu adli bilimler uygulaması içerisinde görürüz. Çünkü bilirkişilik aslında adli bilimlerin günlük
kullanımdaki ifadesidir. Jandarma kriminal laboratuvarları, polis kriminal laboratuvarları da Türkiye’ye
yayılmış merkezi ve taşra teşkilatı olan birtakım bilirkişilik kuruluşlarıdır ve soruşturma aşamasında jandarma
ve polise teknik konularda destek vermek üzere faaliyet gösterirler ve bunların yaptığı iş de aslında adli
bilimlerin uygulamaları içerisindedir. Bunların faaliyetlerini ise ancak adli bilimler içerisinde
değerlendirebiliriz. Peki kriminal nedir?
 Kriminal; kriminalistlik, kriminal teknik olarak ifade edilen bir başka çalışma şekli ve disiplindir. Kriminal
laboratuvarlarda bu kavramın kısaltılmış hali gösterilir. İçerisinde kriminalistlik ile ilgili uygulama ve
çalışmalara yer verilmektedir. Kriminalistlik de adli bilimlerin içerisinde yer alır. Kriminaslistlik, suçun ve
suçlunun aydınlatılabilmesi için kullanılan bütün teknikleri ve yapılan tüm çalışmaları sağlar.
Kriminal teknik ve adli bilimleri birbirinden nasıl ayıracağız? Kriminal teknik dediğimizde bir takım teknik ve
yöntemlerden bahsetmiş oluruz. Mesela DNA izole ediyorsak kullandığımız bir yöntem söz konusudur,
CMK’da buna moleküler genetik analiz denir. Bu analizi gerçekleştirip bundan bir sonuç elde ederiz. Elde
edilen materyalin kişiye ait olup olmadığını buluruz. Bu tamamen kriminal bir belgedir.
Bu disiplinler içerisinde kriminoloji dediğimiz bir başka kavram vardır. Kriminoloji çok daha geniş bir
kavramdır. Yani kriminolojinin adli bilimlerle çakışan noktaları olsa da adli bilimlerle çakışmayan geniş
noktaları da var. Kriminoloji suç bilimini ifade eder. Ancak içeriğine baktığımızda değişik kavramlar ve
olgularla suç arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı olduğunu görüyoruz. Mesela yaşla suç arasındaki
ilişki inceleniyorsa buna kriminolojik çalışma denir. Mesela sağ elini kullanan insanlarla sol elini kullanan
insanların suç işleme eğilimi incelendiğinde bu çalışma kriminolojik bir çalışma olur. Kriminoloji adli bilimlere
yakın olsa da adli bilimlerle tamamen örtüşmez. Yani kriminoloji kriminal teknik gibi adli bilimleri içerisine
almaz, bunun dışına taşan çok farklı yönleri vardır. Kriminoloji çalışanların çoğu hukukçu değildir, farklı
disiplinlerde çalışan kimselerdir. Pataloglar, psikologlar vb. kimseler suçla ilgili çok fazla çalışma yapar.
OLAY YERİ İNCELEME
Adli bilimler nasıl başlar ve devam eder? Adli bilimlerin ilk adımı, bir numarası olay yeri incelemedir. Olay
yerinin her vakada önem taşımadığını işlenen suçun niteliği itibariyle göz önünde bulundurmalıyız. Ama olay
yeri yüzde seksen, doksan gibi olasılıkla her suçta önem taşır. Örneğin sahtecilik suçunda kişi evrakta tahrifat
ya da sahte bir evrak üretme şeklinde eylemlerini gerçekleştirir. Burada olay yerinin önemi olabilir. Olay
yerinde birtakım iz ve eserler bırakabilir. Olay yeri incelemesi dediğimiz zaman mutlaka suçun işlendiği yerin
suçun aydınlatılabilmesi, delillerin toplanabilmesi ve tespiti açısından büyük önemi var.
Olay yeri incelemesinde; her şeyden önce olay yerinin izole edilmesi şarttır. Olay yerine dışarıdan yetkililer
dışında kimselerin girmesini ve çıkmasını ve olay yerine dışarıdan bir şey sokulmasını ya da olay yerinde var
olan bir materyalin dışarıya çıkartılmasını veya kendiliğinden çıkmasını engellemek anlamına gelir. Dolayısıyla
izolasyonun nasıl sağlanacağı konusu teknik bir konudur. Bu konuda 1997 yılında ilke olarak emniyet teşkilatı
içerisinde kurulmuş olay yeri inceleme şube müdürlükleri, hemen akabinde jandarma teşkilatı içerisinde
kurulmuş olay yeri inceleme timleri söz konusudur ve kendi yönetmelikleri çerçevesinde bu faaliyeti
sürdürürler. Olay yeri inceleme ekiplerinin her olaya müdahale etmemesi, olay yerinin önem taşıdığını
gösterir. Olay yerine ilk intikal eden mahalli kolluk biriminin (Asayiş büroya bağlı birtakım birimler, kırsal saha
söz konusuysa orada jandarmanın genel ekipleri olay yerine müdahale ediyor) olay yerine intikal etmesine
kadar geçen süreçte olay yerinin korunması önemli. Hiçbir şey yapılamazsa olay yerinin etrafının
bandajlanması suretiyle giriş çıkışları kontrol altına almalıyız.
Eğer olay yeri izolasyon altına alınmıştır diyebiliyorsak bundan sonra ikinci bir aşamaya geçilir. İkinci aşama
olay yerinde delil hüviyeti taşıyan, delil niteliğinde olabilecek herhangi bir materyalin olup olmadığının
tespit edilmeye çalışılmasıdır. Bunu tespit etmeye çalışırken kullanabileceğimiz değişik yöntemler vardır.
Değişik daireler çizerek bu dairelerin içinin değişik kişiler tarafından incelenmesini sağlamak; spiral yöntem
denilen olay yerinin merkezinden ya da en dış noktasından başlanarak dönerek olay yerinin merkezine ya da
dış noktasına ters istikamette hareket ederek yol almak suretiyle karşı karşıya kalınan ve işlenen suça ilişkin
delil olma hüviyeti gösteren herhangi bir materyale rastlanıldığında bunu mutlaka tespit etmek ve
işaretlemek ikinci adımı oluşturacaktır. Bu işaretleme mutlaka numaralama sistemiyle yapılmalıdır. Olay
yerinde biyolojik materyallere rastlayabiliriz ve bunlar faile ya da mağdura ait olabilir. Bu açıdan bunlara
yüksek bir dikkat gösterilmelidir.
Biyolojik materyaller lekedir. Bu leke kan lekesi, sperm lekesi ya da salya lekesi vb. olabilir. Vücut sıvılarının
adli bilimler açısından bu yönden önemi çok büyüktür. Parmak izlerine rastlanması halinde parmak izlerinin
de muhafaza altına alınması gerekir. Olayda kullanılma ihtimali bulunan birtakım suç aletleri (silah, mermi,
kovan, mermi çekirdeği) bulunabilir. Bu suç aletleri numaralandırılır. Sigara içilmiş olabilir ve bu sigarayı
mağdur ya da fail içmiş olabilir. Bu sigaranın üzerinde de biyolojik materyaller olabileceği için bunların da
işaretlenmesi gerekir.
Bunları yapması gerekenler olay yeri inceleme şube müdürlüklerinde veya jandarma olay yeri incelemede
görev alan teknik ekipler, yani kriminalistlerdir. Bunların yaptığı işin doğru ve eksiksiz olmasını kontrol etme
görevi hukukçulardadır. Avukatlar çoğunlukla bu delilleri yargılama aşamasında tartışmaya başlarlar.
Biyolojik örneklerden elde edilen amaç DNA’yı izole edebilmektir. Buna da moleküler genetik analiz deriz.
DNA’yı izole etmemizin amacı identifikasyon (profilleme) yapabilmektir. İdentifikasyon kişileştirmektir. Yani
bir örneğin kime ait olduğunu ya da olmadığını ortaya koyabilmektir. Bunu ortaya koymak yetmez, dışlama
olasılığı çok yüksek bir şekilde ortaya koyulmalı ki güvenilirliği de yüksek olsun. Elde edilen biyolojik örnek
kan değil de tükürükse o tükürüğün de identifikasyonunun yapılması mümkündür. Mideden gelen
materyaller ve dışkıda normalde DNA mevcut değildir. Ancak bunların içerisinde de birtakım DNA örneklerine
rastlayabiliyoruz. Bunlardan da identifikasyon yapılabiliyor. Yemek borusu ve mide içerisindeki, yani mide
yüzeyindeki ve yemek borusunun iç yüzeyindeki döküntü hücre dediğimiz epital hücreler bu materyale
karışmış olabiliyor. Bunları sadır olan kişiye ilişkin DNA kodu kayıtlıdır. Amilaz enziminde de ağız içi epital
hücreler, yani döküntü hücreler kişinin salyasına karışık vaziyette olduğu için kişi herhangi bir yere tükürür ya
da salyasını bırakırsa bundan DNA’yı izole edebilmek mümkündür. Kişi kustuğunda bunlardan da DNA’nın
izole edilebilmesi mümkündür. DNA tetiklerinin ülkemizde ne zamandır ve nasıl şekilde yapıldığı başlı başına
önemli bir konu.
DNA Tetiklerinin Ülkemizdeki Kronolojisi: Moleküler genetik, DNA tetikleri ve bizi bunlara götüren biyolojik
örnekler bu derste bizim ağırlıklı olarak durduğumuz konulardır. Ancak bu konular derste ana hatlarıyla
bahsedilir, teknik yönüyle fazla ilgilenmeyiz. Ancak neyi nasıl yaptıklarını hukukçular olarak belli düzeyde
bilmek zorundayız. Moleküler genetiğin (DNA tetikleri) yargı hayatımıza girişi (ilk kez yargı kararlarıyla bu
yılda bahsediliyor, yoksa daha önce de bulunan bir kavram) ilk kez 1992 yılında oldu. 1992 yılından önce
babalık davaları, nesebin reddi davaları gibi davalarda kan grupları alt gruplar üzerinden birtakım basit
tetikler yapılmak üzere raporlar veriliyor ve bu raporlarla mahkemeler karar vermeye çalışıyordu. Bunlar o
kadar dışlama olasılığı düşük analizlerle gerçekleştiriliyordu ki yüzde 70, 60, 65 gibi olasılıklarla kişilerin baba
olabileceklerini söylüyordu ve mahkemeler de eğer yanlarında birkaç tanık dinlemişlerse bunlardan yola
çıkarak kişinin baba olup olmadığına karar veriyordu. Bu son derece sakıncalı ve hatalı sonuçlar hasıl
ediyordu. Çünkü alakası olmayan kişiler baba çıkabiliyordu. Kriminal laboratuvarlar sadece ceza davalarında
bilirkişilik yapabildiği için özel hukuk davalarında kan grubu ve alt gruplara bakılıyordu. Eritrosit antijenleri ve
enzim proteinleri dediğimiz birtakım tetikler gerçekleştiriyorlardı. Sonra buna HLA doku tipi denilen bir tetik
daha ilave edildi ve bu tetik identifikasyon olayını bir tık daha yükseltti, yani doğruluk payı yüzde seksenlere
yaklaştı.
Öte yandan yüzde yirmilik olasılık daha ortada duruyordu. 1992 yılında ise en nihayetinde Yargıtay 2.Hukuk
Dairesi Türk hukukunda milat sayılan bir karar verdi (Sınavda çıkma olasılığı çok yüksek, 92 senesi çok
önemli). Bu milat sayılan içtihadın bugün uygulanması mümkün değildir, zaten uygulanmıyor. Bu içtihada
göre önce klasik, konvansiyonel, dışlama olasılığı düşük tetikler uygulanmalıdır. Yani kan gruplarının ve alt
gruplarının eritrosit antijenlerine ve enzim proteinlerine bakılmalıdır. Bunlar komplikasyon olasılığı çok
yüksek yöntemlerdi. Hem pahalı hem uzun süren hem de yanılma payı çok yüksek yöntemlerdi. Ama klasik
yöntemler olduğu için birden bire bunları terk edebilmek, tamamen sırt çevirmek o dönem itibariyle
mümkün değildi. Bunları uyguladıktan sonra yeterli bulunmuyorsa HLA da (doku tipi analizi) yapılacaktı. Eğer
bütün bunları yaptıktan sonra sonuç %99.73’ün (bu oran eşit değer kabul edilmişti, bugün bile kabul edilen
değer budur) altındaysa bu tetik güvenilir değil demektir (%99.73 eşit değeri çok önemli). Eğer bu oran
yakalanamamışsa arkasından mutlaka DNA tetiklerine geçilmeli ve %99.73 oranı yakalanmalıdır, oran
yakalanamamışsa yüksek güvenirlikte bir rapor verilmiyor demektir.
Eğer bu olasılık yakalanıp bu oran geçiriliyorsa verilmiş olan rapor teknik açıdan delil hüviyeti taşıyabilir,
yanında başka deliller de varsa mahkeme bunlarla birlikte karar verebilir. Ama yine de burada bilirkişi olarak
bir kanaat verilmiş olunur. Çünkü verilen raporun sonucu %100 değildir. Tabi o tarihlerde adli tıp kurumu
bünyesinde DNA analizi yapılamıyordu.
Adli tıp kurumu bünyesinde DNA analizi yapılamıyor olması bir mazeret sebebi değildir. Bu analizler nerede
yapılabiliyorsa orada yapılmak zorundaydı. Üniversitelerin tıp fakültelerinde; tıbbi biyoloji, moleküler analiz
ve moleküler genetik bölümlerinde ya da adli tıp enstitülerinde bunların yapıldığı yerler var. Mutlaka
buralardan rapor alınmalı ve inceleme adli tıpla sınırlı tutulmamalıdır. Buralardan rapor alınarak %99.73 eşit
değeri tutturulmalı, bunun üzerine çıkılmalı ve bunun altında kalınmamalıdır. Ancak bu şekilde yapılan analiz
güvenilir kabul edilebilir ve bundan delil olarak yararlanılabilir. 1992 tarihli içtihatlar bu şekildeydi. Yargıtay
2.Hukuk Dairesi bir dizi içtihatlar serdetmeye başladı ve Türkiye’de ilk defa 1992 yılında bu konu gündeme
geldi. Hatta bu tarihten önce davası bitmiş, karara bağlanmış olanlar da iade-i muhakeme talebinde bulundu
ve ‘’davamızda çok düşük olasılıklarla karar verilmişti’’ dediler.
1992 yılından sonra bu konuda çok yol kat edildi. %99.73 değerinin tutturulması için mutlaka DNA analizini
yapılması gerekiyordu. DNA analizlerinin yapılması gündeme gelince talepler de çoğaldı. Mahkemeler bu
konuda değişik taleplerde bulunmaya çalışınca bu analizleri yapanların sayısında artışlar söz konusu oldu. Bir
süre bu böyle devam etti. Hemen akabinde bunları özel olarak yapmaya başlayanlar ortaya çıktı. O yıllarda
aslında bunları özel olarak yapmak pek mümkün değildi. Çünkü husumetli olunan kişi biyolojik örnek vermek
istemiyordu. Bu sefer gizli gizli biyolojik örnek alıp bunları yurtdışına yollayan kuruluşlarla işbirliği yapılarak
birtakım raporlar alınmaya çalışıldı, birtakım hukuk dışı yöntemler arayışına gidildi.
Bu çalkantılı süreç bir süre sonra rayına oturdu. 2000’li yıllardan sonra Türkiye’de her türlü moleküler genetik
analizi yaptırabilmek gündeme gelir. Ama moleküler genetik ve analizin ceza yargılamasında uygulanması çok
daha sonradır. Moleküler genetik analiz kavramı ceza hukukunda 2005 yılında 5237 sayılı TCK’nın yürürlüğe
girmesiyle ve kısmen Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlüğe girmesiyle beraber gündeme gelmiş, tabi ilk
kez yargı kararlarıyla özel hukukta 1992 yılında gündeme gelmiştir. Ancak belirtildiği üzere 1992 yılındaki
içtihatlar özel hukuk ile ilgilidir. Ancak ceza davalarında da gündeme geliyordu. 765 sayılı eski ceza kanunu
yürürlükteyken birtakım cinsel suçlar sonucunda dünyaya gelmiş çocuklar olabiliyordu. DNA tetikleriyle ırza
geçme suçunun söz konusu olup olmadığı bu suretle araştırılabiliyordu. Çocuğun DNA’sıyla çalışmak suretiyle
kimin ya da kimlerin cinsel saldırı suçunu gerçekleştirdiğini tespit etmek noktasında bu analizlerden istifade
edilebiliyordu. Tabi çocuğun sağ ve tam doğumla meydana gelmesine gerek yoktu, düşük yapılmasında da
düşük materyalinden yola çıkarak DNA izole edilebiliyordu ve ortada bir cinsel saldırı iddiası varsa kimin
tarafından gerçekleştirildiği aydınlatılmaya çalışılıyordu (Tarihçe, özellikle %99.73 eşdeğer oranı çok önemli,
sınavda soru gelme ihtimali çok yüksek).
Üçüncü safhamız ise tespit aşamasıdır. Tespit aşamasında olay yeri çok ciddi şekilde kayda alınır. Bu bir
kamera kaydı olabilir, fotoğraflama tekniği ile gerçekleştirilebilir ya da her iki teknik de birlikte kullanılabilir.
Çünkü olay yeri kamera kullanılmak suretiyle kaydedildiğinde çözünürlük çok yüksek olmadığından
materyalin doğru teşhisi noktasında bazı problemler yaşanabilir. Onun için çözünürlük standardı daha yüksek
olan fotoğraf makineleriyle önem taşıyan delilleri bulunduğu yerde ve bulunduğu pozisyonla görüntülemeye
çalışırız. Bu noktada karşımıza adli fotoğrafçılık (adli fotografi) meselesi çıkıyor. Adli fotografi tamamen
bağımsız bir bilimdir ve üzerinde durulması gereken bir meseledir. Burada dikkat etmemiz gereken bazı
hususlar var:
1) Eğer olay yerini, delili fotoğraflıyorsanız asla ve asla kameranın zoomu kullanılmamalı, standart haliyle
fotoğraf çekilmelidir.
2) Zemindeki bir lekenin fotoğrafı çekilecek diyelim. Zoom kullanılmasa da biyolojik sıvının büyüklüğü ve
hacmi önem taşır. Kan lekesiyse kişinin ne kadar kan kaybettiği ortaya koyulmaya çalışılır. Buradan yola
çıkarak da çok önemli sonuçlar elde edilmeye çalışılır. Her materyalin büyüklüğü önem taşır. Bu büyüklük
nasıl tespit edilir? Eğer cetvel varsa cetvelle tespit edilir. Ama cetvel her zaman bulunmayabilir. O halde
standart olarak büyüklüğü belli olan bir materyal fotoğraflanan materyalin yanına bırakılır. Kullanılacak
bu materyal sigara kutusu, çakmak, kibrit kutusu vb. olabilir. Bu materyali fotoğraflanacak materyalin
yanına bıraktığımızda aşağı yukarı bir sigara paketine, kibrit kutusuna oranla ne kadar büyüklükte ya da
küçüklükte olduğu konusunda çekilen fotoğrafta bir fikir beyan edilir. Onu inceleyen kişiler de lekenin ya
da materyalin büyüklüğünü daha isabetli olarak belirleyebilirler. Önceden yüksek lisans derslerinde adli
fotoğraflama dersleri anlatılırdı. Adli fotoğraflama ayrı bilimdir.
11.03.2021
GEÇEN HAFTAYA KISA BİR BAKIŞ: Geçen hafta olay yeri inceleme bahsini ele almıştık. Öncelikle bir sıralamamız
olduğunu görmüştük. Bu sıralamanın ilk aşaması olay yerinin izolasyonudur. İzolasyon Olay yerine dışarıdan yetkililer
dışında kimselerin girmesini ve çıkmasını ve olay yerine dışarıdan bir şey sokulmasını ya da olay yerinde var olan bir
materyalin dışarıya çıkartılmasını veya kendiliğinden çıkmasını engellemek anlamına gelir. Bu aşama adli bilimlerin ilk
aşamasıdır. Bu aşamanın atlanması halinde soruşturmadan netice alınabilmesi, bu şekilde toplanan delillerle olayın
aydınlatılabilmesi mümkün değildir. Olay yeri izole edilirken olay yerinin etrafı kuşatılıp kontrol altına alınır. Böylece olay
yerinin içerisine görevliden başka kimse giremez, olay yerinin içerisinden de dışarıya bir şey çıkartılmaz. 1997 yılında
Türkiye’de ilk kez emniyet müdürlükleri bünyesinde olay yeri inceleme şube müdürlükleri kuruldu. Bunun hemen
akabinde kırsal sahada görev yapmak üzere (kırsal saha emniyet birimlerinin görev yapmadığı alandır, bu alanlarda suç
işlendiği için bu tim kurulmuş) jandarma bünyesinde olay yeri inceleme timleri kuruldu.

DELİL TRANSFERİ: Olay yerinde delil transferi gerçekleşebiliyorsa, yani olay yeri incelemeyle yetkili birim olay
yerine intikal ettikten sonra dahi delil transferinin önüne geçilemiyorsa olay yerinden elde edilebilecek
delillerle adaletin tecelli edebilmesi mümkün değildir. Peki delil transferi nedir? Bir delilin bir yerden başka
bir yere aktarılmasına delil transferi denir. Ancak delil transferi delilin iradi bir şekilde başka bir yere
aktarılması değildir. Örnekle açıklayacak olursak, görevlinin A delilini olay yerinden alıp kriminal laboratuvara
getirmesi delil transferi değildir (Hocamız bunun vizede sorulabilecek güzel bir soru kalıbı olduğunu
söyledi). İzole edilmemiş ya da izole edilmesi ihmal edilen bir olay yerinden silahın, lekenin ya da delil
olabilecek başka bir materyalin alınıp iradi ya da iradi olmayan bir şekilde olay yerinin dışına çıkarılması o
delilin transfer edilmiş olduğu anlamına gelir. Olay yeri dışından delil olabilecek bir unsurun olay yerinin
içerisine sokulması da delilin transfer edilmesidir. Olay yerinde delil transferi yaşanmışsa söz konusu olay
yerinden toplanan ya da toplanamayan delillerin yargılama aşamasında kullanılabilmesinde ciddi sorunlar
yaşanmaktadır. Bu sorunla karşılaşmamak adına olay yeri izole edilmelidir. Delil transferi negatif bir şeydir,
yani aslında delil transferinde bir şey taşınmaz.
KRİMİNAL LABORATUVAR
Tespit edilip fotoğrafı çekilen deliller için bir sonraki aşamada ne yapılmalıdır? Bu deliller kriminal
laboratuvara getirilir. Kriminal laboratuvarlar adli tıp kurumu, jandarma kriminal laboratuvarları, emniyet
kriminal laboratuvarları olabilir. Bu alanda yoksunluk çekiliyorsa delil olabilecek materyal üniversitelerin ilgili
birimlerine de getirilebilir. Ancak genel olarak ifade edilecek olursa delil olabilecek materyal kırsal sahadaysa
jandarma kriminal laboratuvarlarına, şehir merkezindeyse emniyet kriminal laboratuvarlarına gidecektir.
Bizim bu birimlere vereceğimiz üst başlık kriminal laboratuvarlardır.
Adli tıp kurumu aslında ihtisas daireleri düzeyinde kriminal laboratuvarlardan ibarettir. 2659 sayılı Adli Tıp
Kurumu Kanunu adli tıp yapılanmasında ikili bir ayrıma yer verir. Adli tıp içerisinde iki kademeli bir çalışma
şekli söz konusudur ve yapılanma da buna göredir:
1) İlk kademede birinci kademe ihtisas daireleri vardır.
2) İkinci kademede ise ihtisas kurulları vardır.
Adli tıpla ilgili bir rapor adli tıp kurumuna gittiğinde adli tıp kurumunda bakılacak ilk şey ihtisas dairesi
incelemesi mi yoksa ihtisas kurulu incelemesi mi yapılacağıdır.

İHTİSAS DAİRELERİ
İhtisas daireleri, ihtisas kurullarından farklıdır. İhtisas daireleri aslında kriminal laboratuvarlardır. Cesetle,
biyolojik materyallerle, kimyasal materyallerle, trafik kazalarında araçların görüntüleri, araçlardan alınan
parçalarla meşguldürler.
1) Morg İhtisas Dairesi: Morg ihtisas dairesi adli tıp kurumunun bir numaralı dairesidir. İhtisas dairelerinin
ilk görevi materyallerle uğraşmaktır. Morg ihtisas dairelerinin materyalleri ceset parçaları veya cesetlere
ait organlar ya da organ muhteviyatı olabilir. Morg ihtisas dairesinin temel konusu bu materyallerle
uğraşmaktır. Morgda yapılan ilk şey otopsi faaliyetidir. Otopside; vücutta üç bölgede boşluk açılır: Kafa,
göğüs boşluğu ve karın. Otopsi, son bir ameliyat olarak da tarif edilir. Bu ameliyat, ölüm sebebinin
bulunmasına yönelik bir faaliyettir.
2) Gözlem İhtisas Dairesi: Gözlem ihtisas dairesinin materyali deli olma ihtimali bulunan (akli dengesi
bozuk olma ihtimali olan) kişilerdir. CMK m.74 gözlem altına alınmadan bahseder. CMK m.74 deli olma
ihtimali bulunan kişilerin durumunu aydınlığa kavuşturmak için yapılabilecek işlemleri anlatır. CMK
m.74’ün temel işlevi TCK m.32’deki tam veya kısmi akıl hastalarının durumunun aydınlatılabilmesi için
gereken işlemleri açıklamaktır. Adli tıp gözlem ihtisas dairesi CMK m.74 çerçevesinde faaliyet gösteren
kriminal laboratuvarlardır.

Gözlem altına alınma


Madde 74 – (1) Fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup
olmadığını, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki
etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet savcısının ve müdafiin dinlenmesinden
sonra resmî bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza
hâkimi,kovuşturma evresinde mahkeme tarafından karar verilebilir.
(2) Şüpheli veya sanığın müdafii yoksa hâkim veya mahkemenin istemi üzerine, baro tarafından bir müdafi
görevlendirilir.
(3) Gözlem süresi 3 haftayı geçemez. Bu sürenin yetmeyeceği anlaşılırsa resmî sağlık kurumunun istemi
üzerine, her seferinde 3 haftayı geçmemek üzere ek süreler verilebilir; ancak sürelerin toplamı üç ayı
geçemez.
(4) Gözlem altına alınma kararına karşı itiraz yoluna gidilebilir; itiraz, kararın yerine getirilmesini durdurur.
(5) Bu madde hükmü, 223 üncü maddenin sekizinci fıkrası gereğince yargılamanın durması kararı verilmesi
gereken hâllerde de uygulanır.

Gözlem altına alma, mutlaka hakim tarafından karar verilmesi gereken koruma tedbiridir. Çünkü kişinin
hürriyeti ortadan kaldırılmaktadır. Gecikmesinde sakınca dahi olsa savcılar gözlem altına alma kararı
veremez. Ancak fiili işlediği sırada kuvvetli şüphe bulunan ya da sanık olan kişi hakkında gözlem altına
alma kararı verilebilir. Gözlem altına almak ancak kişinin akıl hastası olup olmadığını, akıl hastası ise ne
zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için
yapılmalıdır. Gözlem altına alma kararı için uzman hekimin görüşü gerekir (psikiyatri uzmanı, nörolog).
Bunların akabinde cumhuriyet savcısı ve müdafinin dinlenmesi gerekir. Müdafi yoksa mahkemenin istemi
üzerine baro tarafından müdafii görevlendirilir. Daha sonra resmi bir sağlık kurumunda gözlem altına
alınmasına ancak sulh ceza hakimi, dava devam ediyorsa o davanın hakimi karar vermelidir.
Gözlem süresi üç haftayı geçemez. Gözlem altına alınma kararına karşı itiraz yoluna gidilebilir; itiraz,
kararın yerine getirilmesini durdurur. Türkiye’de akli melekelerin yerinde olup olmadığını yalnızca gözlem
ihtisas dairesi incelemez. Gözlem ihtisas dairelerinin dışında ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri
bünyesinde de kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığına ilişkin incelemeler yargısal makamların
talebi doğrultusunda CMK m.74 çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.
3) Kimyasal Tahlil İhtisas Dairesi: Alkollü içki söz konusu ise bunun içinde etil alkol yerine metil alkol
bulunup bulunmadığı; uyuşturucu ve uyarıcı maddeler, bunların saflık dereceleri, bu kategoride mallar
olup olmadıkları, TCK’ya göre uyuşturucu kapsamında değerlendirilecek madde olup olmadığı kimya
ihtisas dairelerinde incelenir. Bir maddenin kimyasal incelemesi nasıl yapılır? Belli maddelerin
tanımlanmış olduğu cihazlar vardır. Elinizdeki kimyasal maddeyi bu cihaza koyduğunuzda, cihaz koyulan
kimyasal maddeyi kendisine tanımlanmış olan kimyasal maddelerle karşılaştırır. Cihaz kendisine koyulan
kimyasal maddeyi kendisine tanımlanan maddelerden biriyle eşleştirirse bu maddenin eşleştirilen
maddeyle aynı olduğunu ifade eder.
Kontaminasyon, bulaşma demektir. Bulaşma; bir şeyin bir yere temas etmesi, karışması ya da onunla tek
bir vücut oluşturması anlamına gelir. Kimyasal tahlil ihtisas dairelerinde bu tür durumlarla karşılaşılabilir.
Adli tıp kurumuna bir materyalin getirildiğini düşünelim. Kimyasal tahlil ihtisas dairesinde bu madde
yüklü miktarda uyuşturucu maddeyle yan yana durmuşsa ya da onun ölçülüp incelendiği bir yere
konulmuşsa, bu madde incelendiğinde içinde eser miktarda eroin, morfin vb. ihtiva ettiği sonucuna
ulaşılır. Aslında bu sonuçlar o maddenin içerisinde morfin, uyuşturucu, eroin vb. maddeler olduğu
anlamına gelmez. Tetkikin yapıldığı laboratuvara çok fazla madde girdiği için bunların üst üste konulduğu,
birbirlerine bulaştığı, yani kontamine olduğu anlamına da gelebilir.
4) Biyoloji İhtisas Dairesi: Biyoloji ihtisas dairesi biyolojik örneklerle çalışır ve biyolojik örnekler üzerinde
her türlü incelemeyi yapar. Bazen kimyasal ihtisas dairesiyle ortak çalıştığı da olur. Biyolojik ihtisas dairesi
moleküler genetik analiz, babalık tetkiki, idantifikasyon yapar. Bir biyolojik örneğin kime ait olup
olmadığını öncelikle tespit eder ve onun bulgularından yola çıkarak adli olayları çözmeye çalışırız.
5) Fizik İncelemeleri İhtisas Dairesi: Fizik incelemeleri ihtisas dairesinin içerisinde çok fazla bölüm vardır.
Mesela balistikte ateşli ya da ateşli olmayan silahlarla ilgili çalışmalar yapılır; belge incelemesi şubesinde
imza ve yazıyla ilgili incelemeler yapılır; astronomi şubesinde suç saatleri ile daha çok ilgilenir. Mesela 12
Aralık akşam saat 18.00’da mahkeme olaya dair bir keşif gerçekleştiriyor, fizik ihtisas astronomi dairesi
ise saat 18.00’a denk gelecek eş tarihler bildiriyor. Olay yerinde şu tarihlerde keşif yaparsanız ayın ve
güneşin durumu aynı olacak diyor. O tarihte olay yerine gidip olay aynen canlandırılır, tanıktan olay
yerinde olaya tanıklık yaptığı konuma geçiriliyor. Olay yerine farklı birisi koyuluyor ve tanığa bu kişiyi tam
olarak görüp göremediği soruluyor. Tanığın görebildiği kanaatine varılıyorsa tanığın ifadesi güvenilir
bulunur, tanığın bunu göremediği açıkça belliyse tanığın hayal gücü sonucu tanıklık yaptığı ifadeyi
oluşturduğu sonucuna varılır.
6) Trafik İhtisas Dairesi: Trafik ihtisas daireleri trafik kazalarında kusur tespitini, kazaların neden meydana
geldiğini ya da gelmediğini, kazanın meydana gelmesinde etkili olan faktörleri tespit eder ve yaya, şoför
ve yolcuların kusur derecelerini ortaya koyar. Bu tespiti araçta teknik arıza olup olmadığı, yol durumunda
herhangi bir elverişsizlik olup olmadığı, sürücülerin ehliyet durumları vb. hususları gözeterek yapar. Bazı
araç parçalarını celp edip inceleyebilir. Türkiye’de trafik kazalarında kusur tespiti büyük bir keşmekeştir.
Bu tespitleri yapan trafik ekipleri çok büyük olayları çok basit tekniklerle çözmeye çalışınca büyük
sorunlar çıkıyor. Kavşakta kimin daha önce geçeceğine dair bir işaret ya da işaretçi yoksa kavşak
içerisindekinin geçmesi gerekir. Kavşaklardan her biri anayol durumunda değilse, yani tali yol
durumundaysa o zaman anayoldan gelen geçer. Hangi yol diğerine göre daha önemli pozisyondaysa
anayol o yoldur. Gidiş-geliş şeklinde trafiğe ayrılmış olan yol, tek araç seyredebilen yola göre anayoldur.
Dolayısıyla yol üzerinde anayol ya da tali yol yazmasına gerek yoktur Bu ayrım Karayolları Trafik
Kanununa göre yapılır. Kavşağa girmiş olan araç kavşağa girmeyen araca göre geçiş üstünlüğüne sahiptir.
İHTİSAS KURULLARI
İhtisas dairelerinin üstünde toplam 8 tane ihtisas kurulu vardır. Her biri bir ya da birden fazla ihtisas
dairesinin üstü olarak görev yapar. İhtisas dairesinin incelemiş olduğu materyalden elde edilen bulgularla
dava dosyasındaki diğer teknik olmayan verileri bir araya getirip inceleyerek rapor tanzim eder. İhtisas
kurulları laboratuvar değildir. İhtisas kurulları laboratuvardan gelen sonuçlarla dosya verilerini birlikte işler,
değerlendirir, kurul raporu yazar. İhtisas kurullarında yorum daha fazlayken ihtisas daireleri tamamen
materyallerle meşgul oldukları için kriminal laboratuvar statüsündedir.
Olay yerine başka bir yerden delil aktarılmasını ya da olay yerindeki bir delilin olay yeri dışına çıkarılması
istemediğimiz bir durumdur (delil transferi). Olay yerinde kontrol altına aldığımız, tespit ettiğimiz ve
görüntülü olarak kaydettiğimiz delilleri kriminal laboratuvara (jandarma kriminal laboratuvarı, emniyet
kriminal laboratuvarı, adli tıbbın ihtisas daireleri) aktarılır. Bahsettiğimiz bu son hususa delil teslim zinciri
denir. Delil teslim zinciri istenen bir durumdur. Delil teslim zinciri yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın dört bir
yanında önem arz eden bir durumdur. Örnek verecek olursak, olay yerinde 14 numaralı delili (sigara izmariti)
işaretli olduğu ve kayıt altına alındığı yerden alan kişi kendisine özgü zarfa bu delili yerleştirir. O zarfın
üzerinde, o delili zarfa yerleştiren kişiden bu delili teslim alan, araç kullanıldıysa araca yerleştiren, kriminal
laboratuvara götüren, laboratuvardan teslim alan ve çalışılacak laboratuvarın ilgili bölümüne getiren ve
orada delili teslim alan kişiye kadar herkesin kayıtlı olması şarttır. Burada sayılan şahısların hepsi delil teslim
zincirine katılmış olur ve imzalarıyla birlikte o zarfın üzerine kaydedilirler. Ancak zincirde bulunması gereken
şahıslardan birisi zarfın üzerinde isminin bulunmasından haberi olmadığını, bu delili teslim almadığını iddia
ediyorsa delil zincir tesliminde kopukluk meydana gelir. Son durumda delil hukuka aykırı gelmiş olur ve böyle
bir delile itibar edilemez. Olay yerinin izolasyonu delillerin doğru tespiti için, yani sağlam bir delil teslim
zinciriyle bu delilin kriminal laboratuvara götürülebilmesi açısından önemlidir.
18.03.2021
Geçen Haftaya İlişkin Kısa Bir Hatırlatma: İhtisas daireleri kriminal laboratuvar niteliğindedir. İhtisas daireleri
de her ne kadar raporlarında bazı kararlar verseler de bildirmiş oldukları neticeler dava dosyası ve delillerle
birlikte mütalaa, yorum niteliği taşımazlar. İhtisas daireleri delil mahiyetindeki materyalleri inceler ve elde
ettiği bulguları bildirir. Bu sebeple materyallerle meşgul bu daireler kriminal laboratuvar statüsündedir.
Hocanın Tavsiyesi: Delilin şüpheden uzak olmasına delilin güvenilir olması denir. Şüpheden sanık yararlanır
ilkesi dile pelesenk olmuştur. Ancak yargısal alanda şüpheden sanık yararlanır kavramı pek kullanılmaz. Hoca
da bu kavramı kullanmamızı pek tavsiye etmez. Elde edilen deliller değişik kriminal laboratuvarlara
getiriliyor. Kriminal laboratuvarlarda yapılan incelemeler sonucu bir takım raporlar ortaya çıkıyor. Bu raporlar
doğrultusunda iddianame hazırlanıyor ve dava açılıyor. Taraflardan biri bu delilin güvenilir olmadığını
söylüyor. O delille ilgili ortaya atılan mesele delili şüpheli hale getirse bile o delil olmaksızın o şahsı mahkum
etme imkanımız yoksa yargılama makamları o delilden vazgeçmek istemez.

ZABIT MÜMZİLERİNİN DİNLENMESİ


Dava dosyasında sanığın aleyhine delillerin tespit edilmesi önemlidir. İkinci etapta ise aleyhe olan bu
delillerin güvenilir olup olmadıkları gözden geçirilmelidir. Güvenilir olup olmama noktasında aklımıza gelmesi
gereken en önemli şey olay yerinin izole edilip edilmediği, delil transferi yaşanıp yaşanamadığı ve delil teslim
zincirinde sorun olup olmadığı ile birlikte kriminal laboratuvara kadar gelip gelmediği sorularıdır. Delil teslim
zincirinde kopukluk olma ihtimali varsa bu husus mahkeme önüne getirilmelidir ve dinlenilmelidir. Bu şekilde
hazırlık soruşturmasına yani ceza soruşturmasına katılmış, tutanaklara imza koymuş kişilerin mahkeme
huzuruna gelip dinlenmelerine zabıt mümzilerinin dinlenmesi denir. Zabıt mümzisi zabıtları imzalayan
anlamına gelir. Zabıt mümzilerinin dinlenmesi her zaman talep edilebilir bir uygulamadır. Mahkeme delil
teslim tutanağında imzası bulunan kimseleri duruşma salonuna getirtip hepsini dinleyebilir. Bunlar yan yana
geldiklerinde her biri bir öncekinden delili teslim aldığını beyan ediyorlarsa delil teslim zincirinde bir kopukluk
yok demektir. Ancak aksini beyan ediyorlarsa buna delil teslim zincirinde bir kopukluk olduğu söylenebilir.
Delil teslim zincirinde kopukluk varsa o delil güvenilir değil demektir. Delilin güvenilir olmaması onun hukuka
aykırı delil olduğu anlamına gelir.
Delil teslim zincirinde bir kopukluk olma ihtimali olduğunu varsayalım. Mahkemeden bunun üzerine zabıt
mümzilerinin dinlenmesini talep ederiz. Delil teslim zincirinde kopukluk ifade alınması esnasında kendini
göstermesi halinde, delilin güvenilirliğini kaybettiğini ve davaya dayanak olamayacağını mahkemenin kabul
etmesi ve tek delilin bu olması halinde sanığın beraat etmesi gerekir. Ancak Türk yargısının bu noktaya
gelemediğini söylemek gerekir. Bu noktaya gelememek Türk yargısına özgü değildir, dünyanın her yerinde bu
durum aynıdır. Bunu açıklamak için izahat ile üzerinde durulması gereken ‘’zehirli ağacın meyvesi de
zehirlidir’’ kuralı üzerinde biraz durmak gerekir. Soruşturma ekipleri bir kimseden işkence yaparak ikrar
almışsa ve o ikrarla olayda kullanılan silahın belli bir yere saklandığını öğrenip o silahı parmak iziyle ele
geçirdiğinde suçu işkenceyle ifadesi alınan kişinin ya da başka kimsenin işlediği ortaya çıkarsa ifade hukuka
aykırı şekilde elde edildiği için o silah delil olarak kullanılamayacaktır. Ancak dünyanın hiçbir yerinde bu kural
anlatılan şekilde uygulanmamaktadır. Dünya genelindeki uygulamada soruşturma makamları o delile farklı
yöntemlerle ulaşabilecek idiyseler o delil hukuka uygun kabul edilir. Mesela olayın tanığı gördüklerini ihbar
edebilir. Böylece tanık deliliyle işkence sonucu elde edilen delile başvurulabilmektedir. Böylece işkenceyle
ulaşılan delilin hukuka uygun olması için başka yöntemlere başvurulabilmektedir. Böylece bu alternatif
yöntemlerle suç işlediği yönünde yüksek şüphe oluşturan sanığın aklanması önlenmiş oluyor.

KRİMİNAL LABORATUVARLARIN STANDARDİZASYONU VE AKREDİTASYONU


Kriminal laboratuvarların adli tıp kurumu, polis ve jandarma kriminal laboratuvarları olduğunu geçen hafta
konuşmuştuk. Devlet ya da vakıf üniversitelerinde de böyle kurumların olduğunu görüyoruz. Devlet ya da
vakıf üniversitelerinde kriminal laboratuvarlar daha çok özel hukuk davaları için çalışsalar da ceza davaları
için de faaliyet gösterebilirler. Kriminal laboratuvarlar, kendi çıkardıkları raporların mahkeme kararlarına
dayanak teşkil etmesi için nasıl özellik taşımalıdırlar? Kriminal laboratuvara delil olabilecek materyali kriminal
laboratuvara getirdikten sonra tabi olacağı süreçte son derece hassas, ileri teknoloji söz konusudur.
Kontaminasyonun bulaşma anlamına geldiğinden geçen hafta bahsetmiştik. Kontaminasyon durumunun
önlenmesi gerekir. Yani aynı olayda elde edilen delillerin birbirine temas etmesi yahut o olayda şüpheli olarak
bulunan veya ileriki aşamalarda sanık olarak adlandırılan kişilerden alınan örneklerle olay yerinden alınan
materyallerin birbirine karışmasının önlenmesi ya da farklı olaylara ait materyallerin birbirine karışmasının
önlenmesi son derece önemli bir olaydır. Demek ki öncelikle kontaminasyon riskinin sıfıra indirgenmesi
gerekir. Bu kadar karmaşık işlerin yapıldığı ileri teknoloji gerektiren ünitelerin dışarıdan takip edilebilmesi,
denetlenebilmesi, öngörülebilmesi mümkün değildir. Kriminal laboratuvarların çalışma şekli ve usulüyle
alakalı olarak başka bir müessesenin söz konusu olması, başka bir mesele üzerinden bu hadisenin
halledilmesi gerektiği söylenebilir. Yani öyle bir şey olmalı ki bu kriminal laboratuvarlar şaşmaz kesinlikte
sonuçlar verebilsin. Bu noktada karşımıza kriminal laboratuvarların standardizasyonu ve akreditasyonu
(önemli) kavramı karşımıza çıkıyor. Akridite ve standardite olmak kriminal laboratuvarın iç ve dış denetiminin
eksiksiz yapılması anlamına gelir. İç denetimle internal controlü, dış denetimle external controlü kastederiz.
İç denetimin ve dış denetimin tam olarak yapıldığı kriminal laboratuvarın akredite ve standardite olduğundan
söz edebiliriz.
 İç Denetim ve Dış Denetim: İç denetim, bütün müesseselerin kendi kendini kontrol ettiği ve kontrol
etmeye çalıştıkları bir yapıdır. Suçla ilgisi olmayan yerlerde dahi orada çalışanların orayı kontrol etmeye
çalıştığını duyarız. Kriminal laboratuvarlarda yönetici ya da çalışan olarak görev alan kimselerin birtakım
denetimler gerçekleştirmesi ve buralardaki işleyişin düzenli olmasını, hatalar yapılmamasını önlemeye,
azaltmaya yönelik gayretler göstermesine iç denetim denir. İç denetim çoğu müessesede yapılan bir
denetimdir. Ancak iç denetim akreditasyon ve standardizasyon için yeterli değildir. Bunun dışında
mutlaka dış denetim de yapılmalıdır. Dünya üzerinde kurulu merkezi adli bilim ağları var. Türü içerisine
dahil olabileceğiniz adli bilim ağlarına dahil olunur. Jandarma kriminal laboratuvarlarımız, adli tıp kurumu
laboratuvarlarımız Avrupa Adli Bilimler Ağına dahildir. Periyodik olmayan aralıklarla, ne olduğu belirli,
daha önce yüksek standartlardaki bir laboratuvarda çalışılmış numuneler rutin olarak tetkik ve tahlil
gerçekleştiren laboratuvara bağlı olduğu ağ tarafından gönderilir. Laboratuvar araya karışan, ne olduğu
bilinen ve kendisinin de dahil olduğu ağ tarafından kontrollü bir şekilde sistemine sokulmuş olan
materyalleri çalışır. Bu kontrollerde daha önce ne olduğu belli olan materyal için aynı sonucu
verebiliyorsa bu laboratuvarlar akridite ve standartize olarak tescil eder ve denetim yapmaya devam
eder. Buna da dış denetim denir. Bu noktada verilen her sonucun doğru olduğu varsayılır. Bir
laboratuvar, çok iyi cihazlarla donatılmış ve çok iyi çalışanlar barındırıyor olsa bile akridite ve standardize
değilse, uluslararası adli bilim ağına dahil değil ve dış denetimi (external control) gerçekleştirilemiyorsa
bu laboratuvarın vermiş olduğu sonuçlara itibar edilemiyor.
Bir laboratuvarın tabi bulunduğu adli bilimler ağı içerisinde kendisine numuneleri her defasında doğru
çalışabilip doğru sonuçlar verebilmesi bir noktadan sonra o laboratuvarın standardize ve akridite olduğu
anlamına gelir. Bu statüyü kazandıktan sonra bu laboratuvarın içerisinde herhangi bir kontaminasyon
olmadığını, dolayısıyla cihazların kalibrasyonunda sorun yaşanmadığını, madde miktarıyla oynama yahut
bilgisayar defactı dediğimiz sorunların olmadığını ya da minimum seviyede olduğu kabul edilir ve bu
laboratuvarlardan elde edilen sonuçların doğru olduğuna kanaat getirilir.
Materyallerin incelemesinin hangi cihazlarla yapıldığı kriminal raporlarda yazmaktadır. Mutlaka bu cihazları
üreten firmaların yayınlamış olduğu manuellere bakmak gerekir. Her ne kadar laboratuvarlar standart ve
akridite olsa da özellikle taşralarda modernize edilmemiş cihazlarla yapılan analizler söz konusu
olabilmektedir. Söz konusu firmaların ürettiği cihazların marka ve modellerinin internet üzerinden
araştırıldığında ‘’X cihazıyla yapılan tetkikin Y cihazıyla tekrarlanması gerekir’’ tarzında ibareler
görülebilmektedir. Bu takdirde mutlaka firmanın uyarılarına riayet edilip edilmediğini görmek için rapora
bakmak gerekecektir.

ŞAHİT (EŞ) NUMUNE


Olay yerinden elde edilen deliller şüpheli ya da sanık olarak isimlendirdiğimiz kimselerin biyolojik örnekleriyle
mukayese edilir. Olay yerinden biyolojik örnek elde edildiğini düşünelim. Bu biyolojik örneğin üzerinde
çalışılarak DNA izole ediliyor ve şüphelilerden C'ye ait olduğu tespit ediliyor. Mahkeme de bu şekilde C’yi
mahkum edecek. CMK’da ve AİHM kararlarında tetkiklerin devamı diye bir kavram vardır. Yani aleyhinize
netice gösterecek tetkik hasıl olmuşsa sizin başkaca argüman ileri sürmeden bu tetkiki aynı kriminal
laboratuvarda ya da başka kriminal laboratuvarda tekrar yapılmasını ve hatalı olabileceğini ileri sürme
hakkınız vardır. Buna tetkiklerin tekrarlanabilirliği denir. Tetkiklerin tekrarlanabilirliği hakkının
kullanılabilmesi, şahit numune ayrılmasına bağlıdır. Bu yüzden kriminal laboratuvarın olmazsa olmazı şahit
numunedir, çalıştığı materyalden bir örnek ayırmasıdır. Tetkiklerin tekrarlanabilirliğini istediğiniz takdirde eş
numune kullanarak aynı laboratuvarda ya da standardize ya da akridite olan başka bir laboratuvarda bu
tetkik yapılacaktır. Adli bilimler açısından ikinci kez yapılan tetkikin sonuçları çok önemlidir.
25.03.2021
Savunma dediğimiz şey davanın son celsesinde sanığa söz verilmesi ve sanığın kendisinin veya avukatının ya
da her ikisinin de çıkıp 15-20 dakika ya da daha fazla konuşup bunun heyet tarafından dinlenmesi demek
değildir. Savunma aslında yargılama safhasının hatta soruşturma safhasının tamamına yayılmış birtakım
işlemler ve taleplerin kabul görüldüğü, birtakım tahkikatların yapıldığı bir dizi işlemler manzumesidir. Bu
sebeple savunmanın yanlış anlama gelen kullanımından kaçınılmalı ve aradaki talepler değerlendirilmeli.
Örneğin bilirkişi raporuna itiraz ileri sürüldüğü zaman bu itirazın değerlendirilmesi ve karara bağlanması
gerekir, yeni bilirkişi incelemesi isteniyorsa bu da çok ciddi bir şekilde incelenmeli ve reddedilecekse de
doğru ve doyurucu gerekçelerle reddedilmeli, aksi halde kabul edilmeli ve yeni bilirkişi incelemelerine ya da
yeni tetkiklere başvurulmalıdır.
 Hocanın Sorusu: Bir kişi hakkında kamu davası açılması için yeterli olan şüphe ve delil durumu ile
aynı kişiyi mahkum etmek için yeterli olan şüphe ve delil durumu arasındaki fark nedir?
Cevap: Bir kişi hakkında kamu davası açılabilmesi yani iddianame hazırlanabilmesi için mutlaka zihab düzeyinde
olmayan şüphe bulunması gerekir. Ancak bu düzeydeki şüphe ve delillerde o kişinin mahkum edilmesi mümkün
değildir. İdeal olan delillerin soruşturma safhasında toplanılması, duruşma aşamasında bunların tamamıyla
tartışılması gerekir. Ancak duruşma aşamasında ilave delillerin toplanıldığını, mahkemelerin de birtakım
araştırmalar yaptığı görülüyor. Bunların hepsi niçin yapılıyor? İddianamenin tanzimine kadar olan delillerin ortaya
koyduğu şüphenin kuvvetlenip kuvvetlenmediği, yani şahsın mahkumiyetine yeterli hale gelip gelmediği, daha
başka şüphe sebeplerinin ortaya çıkıp kişinin hiç mahkum edilemeyecek hale gelip gelmediğinin görülebilmesi için
gerekli değerlendirmelerin yapılması duruşma safahatında mümkündür. İddianamede aslında kişinin suçu
işlediğinin anlaşıldığı noktaya ulaşılmıştır, ancak kişinin Cumhuriyet savcısı tarafından suç işlediğinin anlaşılması o
kişinin hakkında mahkumiyet kararı verilmesi anlamına gelmez. Bu husus şüphenin delillerle birlikte belirli
olgunluğa ulaştığını, o kişinin yargılanabilir hale geldiğini, sanık statüsünü kazanabilir hale geldiğini, hakkında
iddianame düzenlenerek kamu davası ikame edilebilir hale geldiğini ifade eder. Duruşma aşamasında sanığın
savunmasında ileri sürdüğü hususlar dikkate alınır. Bu hususlardan hangilerinin masumiyetini ortaya koyup
koymadığı irdelenmelidir.
Cinsel saldırıya uğrayan bir kişiden biyolojik örnek alındığını düşünelim. Bu biyolojik örnek üzerinde
moleküler inceleme yapılıyor ve üç numaralı şüpheye ait olduğu tespit ediliyor. O şahıs sanık olarak
mahkemeye çıkarılıyor. O şahıs başka bir şey söylemeden ‘’bu cinsel saldırıyı gerçekleştiren ben değilim, o
yüzden başkaca herhangi bir delil ortaya koymaksızın bu delilin standardize ve akridite bir laboratuvarda
saklanan eş bir numuneyle tekrarlanmasını istiyorum’’ diyebilir. Bu çok temel bir savunma hakkıdır. Kişiyi bu
savunma hakkından yoksun bırakamayız. Ceza yargılamasında böyle bir savunma gerçekleştirilebilmesi için
öncelik doğru düzgün bir olay yeri incelemesi gerçekleştirilmelidir, deliller doğru dürüst toplanmalıdır, doğru
dürüst bir delil teslim zinciriyle akriditize ve standardize bir laboratuvarda o delil üzerinde çalışılmalı, ancak
mutlaka şahit numune ayrılması gerekir.
 Bu husus tetkiklerin tekrarlanabilirliği olarak ifade edilebilir.
 Demek ki böyle bir savunmanın gerçekleştirilebilmesi için yegane şartımız şahit(eş) numunenin
bulunmasıdır.
Tetkiklerin tekrarlanabilirliği vazgeçilmez bir unsurdur. Dolayısıyla tetkiklerin tekrarlanabilirliğini ayakta tutan
tek husus şahit numune ayrılmasıdır. Şahit numune çok eski bir uygulamadır. 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu
Kanunu’nda, özellikle kimyasal tahlil ihtisas dairesinin yönetmeliğinde, adli tıp kurumu kanunu
yönetmeliğinde şahit numune ayrılmasıyla ilgili ve bunların hangi sürelerle saklandığına dair süreler vardır.
Kişiden alınan örneklerin (kan örnekleri, idrar örnekleri vb.) ve bu örneklerin içerisinde bulunmaması gereken
ya da değişik kimyasallara rastlanılmışsa bu kimyasalların saklanılması ve bunlara dayalı olarak itirazlar ileri
sürüldüğünde bunların saklanıldığı yerden çıkarılıp usulünce üzerinde çalışılma imkanının sağlanması gerekir.
Biyolojik delillerin kullanılabilirliğinin genişlemesi ve laboratuvar tetkiklerinin ceza yargılaması içerisine
doğrudan girmesi bunların önem arz ettiğini gösterir.
Geçen hafta standardizasyon ve akriditasyonundan bahsetmiştik. Dış denetim ve iç denetimin bir arada
yapılmasının arandığını gördük ve bunların içerisinde en önemlisi dış denetimdir. Dış denetim periyodik
olmayan aralıklarla ne olduğu bilinen numunelerin bir kriminal laboratuvara bağlı bulunduğu merci
tarafından gönderilmesi ve o laboratuvarın kendi rutininde, yani günlük 50 vakıa çalışıyorsa 51.vakıa olarak
çalışıp önceden tespit edildiği şekliyle doğru bir sonuca ulaşılmasıdır. Mesela maddenin uyuşturucu türevi
olduğunun tespit edilmesi gerekiyor, çünkü daha önce çalışılmış ve bu yönde bir tespit yapılmış. Bu
laboratuvar günlük çalıştığı 40-50 vakıa arasında bu vakıayı da çalışıp sonucu tekrarlanabilir şekilde ortaya
koyması gerekir. Dış denetim sonucu laboratuvarın akridite ve standardize edilmesi, belirli sayıda
tekrarladığında kendisine verilen adeta bir lisanstır. Ancak böyle bir laboratuvara güvenilebilir ve böyle bir
laboratuvarın verdiği raporlarla ceza yargılamasını yönlendirebilir ve kişinin beraatine ya da mahkumiyetine
karar verilebilir. İç ve dış denetim önemli olsa da asıl önemli olan denetim yargısal denetimdir, savunmanın
yapmış olduğu denetimdir.
Bir laboratuvarın akridite edildiği tespit ediliyorsa bu akriditasyona güvenilip güvenilemeyeceği noktasında
bir faaliyet yürütmek gerekli değildir. Çünkü akriditasyon iç ve dış denetimin tamam olduğu anlamına gelir.
Bu kadar geniş bir laboratuvar zincirini akridite eden, denetleyen ve buna akriditasyon veren bir teşkilattan
öte bu denetimi gerçekleştirebilmek mümkün değildir. Önemli olan önceden ne olduğu belirli olan
numuneler gönderildiğinde bunları çalışıp doğru sonuçlar verebiliyorsa o laboratuvar akriditasyon kazanmış
ve verdiği sonuçların da doğru olduğu kabul edilir. Laboratuvarın verdiği sonucun yanlış olduğundan eminiz
diyelim. Bu takdirde bu sonucun üzerine gidilmelidir, çünkü akridite bir laboratuvar mutlaka doğru sonuç
verecektir diye bir kaide yoktur.
Ancak laboratuvar akridite değilse o laboratuvarın verdiği her sonuç şüphelidir. Akridite bir laboratuvarın
sonuçlarına ise itibar edilebilir. Ancak yine de akridite bir laboratuvarın verdiği sonucun hatalı olduğundan
eminseniz tetkiklerin tekrarlanabilirliği hakkından istifade edilerek tekrardan başka bir laboratuvarda şahit
numune kullanılmak suretiyle tetkikin yapılabilmesi talep edilebilecektir.

Özetle; ceza yargılamasındaki esas amaç maddi gerçeğe ulaşabilmektir. Bunun için de belli standartların
yakalanabilmesi gerekir. Bir kişi ısrarla raporun doğru olmadığını söylüyorsa o kişiden delil istenmeden
tetkikin tekrar edilebilmesi gerekir. Bunun için de o laboratuvarın mutlaka akridite ve standardize
olması gerekir. O laboratuvar akridite ve standardize değilse; raporlarına güvenilemez
.
 Eski CMUK m.266 ‘’Bir Mahkumiyet Hükmünün Gerekçesinde Bulunması Lazım Gelen Hususlar’’ başlığını
taşıyordu. Maddede de ‘’sabit ve muhakkak addedilen vakıalar mahkumiyet hükmünün gerekçesinde
gösterilir’’ yazıyordu. Sabit ispatlanmış demektir. Sabit Arapça ‘’sbt’’ den gelmektedir. Sabit kelimesi
sübuttan gelir. Sübut ise ispatlanmış anlamına gelir. Sabit ve muhakkak addedilen vakıalardan kasıt
ispatlanmış ve kesinlik kazanmış vakıalardır. Yani elinizde ispatlanmış ve kesinlik kazanmış vakıalar yoksa
kişi hakkında mahkumiyet kararı veremezsiniz. Bunlar mutlaka kararın gerekçesine yazılmalıdır. Yani
aslında mahkumiyet kararı verebilmek çok güçtür. Bütün şüphelerden ari, ispatlanmış ve kesinlik
kazanmış bir vakıa olmalıdır ki bunlar kararın gerekçesine yazılsın. Yeni CMK’da ise bu düzenlemeyi
karşılayan bu kadar güzel hazırlanan bir madde yoktur.

MADDE MİKTARIYLA OYNAMA VE BİLGİSAYAR ARTEFAKTLARI


1.MADDE MİKTARIYLA OYNAMA
Moleküler genetik analiz genellikle iki tür numuneyle gerçekleştirilir:
 Bu numunelerden birincisi olay yerinden elde edilen ya da mağdur ve mağdurenin vücudundan ya da
cesetlerinden alınan örneklerdir.
 İkinci ise şüphelilerden elde edilen örnekler.
Mağdur ya da mağdurenin genital bölgesinde bir kıl bulunmuş olabilir ve bu kıl şüphelinin kılı olabilir. Bu bir
biyolojik örnektir ve olay yerinde elde edilmiş şekilde mütalaa edilir. Olay yerinde ya da mağdurun vücudunda bir
salya izine rastlanabilir. Salyanın içinde aslında DNA yoktur, amilaz enziminden ibarettir. Ama bunların içerisinde
döküntü hücreler bulunmaktadır ve bu döküntü hücrelerden yani epital dokulardan yola çıkılarak DNA izole
edilebilir.
Bugün şüphelilerden kan almak artık fazla uygulanan bir uygulama değildir. Ancak bundan önceki dönemlerde
şüphelilerden kan alınmasına sıklıkla rastlanılırdı. Mesela Amerika’da O.J Simpson davasında meşhur Amerikalı
futbolcu O.J.Simpson karısını öldürmekten yargılandı. O.J.Simpson bu davada beraat etti. Olay yerinden elde
edilen kanların O.J.Simpson’a ait olup olmadığını görmek için ondan kan almışlardır. O.J.Simpson’ın avukatları
Amerikan FBI laboratuvarının elinde O.J.Simpson’a ait kaç cc kan kaldığını sordu. Laboratuvarın başındaki kişi ise 3
cc civarı kan kaldığını söyledi. O.J.Simpson’dan 20 cc kan alınmıştı. Bu kalan 17 cc kanın nerede kullanıldığının ve
nasıl kullanıldığının izahını istediler. Amerikan FBI laboratuvarı elindeki 17cc kanı nasıl kullandığını, 3cc kan
kalmasının haklı nedene dayanıp dayanmadığını ispat edemedi.

 Polis olarak O.J.Simpson’ın bu olayın falili olduğundan eminseniz olay yerine götürüp bunu transfer
etmiş olabilirsiniz dediler. Bunun aksini FBI laboratuvarı ispatlayamadığı için madde miktarıyla
oynandığını kabul eden mahkeme bu delilin, yani olay yerinden elde edilen ve O.J.Simpson’a ait
olduğundan en ufak şüphe bulunmayan numunelerin madde miktarıyla oynanabileceğini, yani bizzat
O.J.Simpson’dan alınan kanın bir kısmının transfer edilerek (Transfer delil teslim zinciri değildir,
istenmeyen durumdur) madde miktarıyla oynanma ihtimaline karşı O.J.Simpson’a beraat kararı verildi.
Olayı yürüten soruşturma makamı elindeki şüphelilerden bir tanesini ya da tek şüphelinin olayın faili
olduğuna kendince emin. Ancak eldeki deliller kişiyi mahkum etmek için yeterli değil. O halde olay
yerine kişinin olayın faili olabileceğini kanıtlayabilecek deliller nakil edebiliyorlar. Bu düşünce çok
yanlıştır, yapılmaması gerekir. Böyle bir düşünceyle hareket eden polisin şüpheliden alınan örneğin olay
yerine transfer edebileceği düşüncesi sanık bakımından bir şüphe sebebi olarak gösterilir. Bütün bu
anlatılanlar artık mazide kalsa da bir zamanlar bunlar yaşanabiliyordu.
2.BİLGİSAYAR ARTEFAKTLARI
Bilgisayar artefaktları moleküler genetik analiz yapan laboratuvarların kullanmış olduğu bilgisayarların kendi
üretmiş olduğu, gerçekte var olmayan birtakım sonuçları ortaya koyması, raporlarda birtakım iz ve eserler
bırakmasıdır. DNA analizi alellerle yapılır. Bir genetik özelliği ortaya koyan genellikle çift alel vardır. Bunların
kişinin kendisine ait olduğunu tespit ediyoruz, babalık testlerinde de alellerden birinin anneden diğerinin
babadan geldiğini varsayıyoruz. Anneden gelenler hep sabit kabul edilir, annede bulunmayanları babaya
kıyaslarız. Bunlardan birkaç tanesi birbiriyle uyuşmuyorsa buna dışlama diyoruz ve o şahsın çocuğu olmadığı
sonucuna ulaşıyoruz.
İdentifikasyonda da benzer bir yöntem söz konusudur. Alelleri koyarız ve olay yerinden elde edilen moleküler
genetik analiz sonuçlarını götürürüz ve kişiden elde edilenle birlikte karşılıklı mukayese edilerek elde edilen
sonuç rakamsal olarak gösterilir. DNA düzeyinde yapıldığı zaman %99.9’lara kadar çıkılıyor. Bu konuda eşit
değerimiz %99.73’tür. Bu değerin altındaysa o sonuç bizim için pek bir anlam ifade etmez. Bilgisayarlar bu
çalışmaları yaparken kendileri cihaz çıktılarında gerçekte var olmayan bazı izler ve eserler oluşturabilir.
Tetkiklerin tekrarlanabilirliği önemini burada gösteriyor. Mesela kadın cinsel saldırı sonucu hamile kalmış ve
bu hamilelikten düşük materyali ele geçirilmiş. Bu düşük materyali üzerinde moleküler genetik analiz
gerçekleştirilmesi gerekir. Bu analizler esnasında gerçekte var olmayan, ancak çalışmanın gerçekleştirildiği
bilgisayardaki sorunlar nedeniyle bazı imajlar ortaya çıkabiliyor. Bunlara bilgisayar artefaktları denir. Mesela
bilgisayar artefaktları nedeniyle bir dışlamayla karşılaşılabilir. Bu nedenle bir dışlama söz konusuysa bu
materyal bu şahsa ait değil diyorsak kaç dışlamanın bulunduğuna bakılır. Laboratuvar analizi yaptıktan sonra
mesela iki dışlama tespit etti diyelim. Bunu mutlaka tekrar tekrar çalışıp bu dışlama sayısını üçe, dörde
çıkarmaya çalışır. Çünkü o iki biyolojik materyalin sahibi arasında irtibat yoksa çok sayıda dışlama ile karşı
karşıya kalınması beklenir. Bir ya da iki dışlamayla rapor yazılamaz. Tabi standardize ve akridite bir
laboratuvar bunu bu şekilde yapar, böyle olması esastır. Ancak elinize gelen raporda bir ya da iki dışlama
görüldüğünü görüyorsunuz ve A’ya ait değil, o halde size aittir deniliyor. Bu duruma çok dikkat edilmelidir.
Yeterli sayıda dışlama yoksa bunun bilgisayar artefaktı olabileceğini yahut benzerlik çok az sayıdaysa o
konuda bilgisayar artefaktı ihtimalini kullanmak gerekir. Bu durumda tetkiklerin tekrarlanabilirliği imkanından
faydalanılmalıdır ve bunun için gerekçe sunmaya gerek yoktur.
 Bilgisayar artefaktı ve madde miktarının değiştirilmesi negatif kavramlardır.

Dr.M.Ercüment Aksoy

İstanbul 2020

- Spontan (kendiliğinden) solunum, dolaşım ve beyin fonksiyonlarının geri dönüşümsüz kaybına SOMATİK
ÖLÜM (Hukuki ölüm) denilmektedir.

- Ülkemizde Savcılık tarafından adli muayenesi ve otopsisi yapılan adli vakaların defin ruhsatı Savcılık
tarafından düzenlenmektedir. - Ceza Muhakemesi Kanununun 67. maddesine göre Cumhuriyet savcısı,
katılan, vekili, şüpheli veya sanık, müdafii veya kanunî temsilci, yargılama konusu olayla ilgili olarak veya
bilirkişi raporunun hazırlanmasında değerlendirilmek üzere ya da bilirkişi raporu hakkında, uzmanından
bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.

- Günümüzde kişinin ne zaman öldüğü (ÖLÜM ZAMANI TAYİNİ) konusunda bilimsel veriler ile ancak bir
zaman dilimi belirlenebilmektedir.
 CMK’ya gore OTOPSİ, Cumhuriyet savcısının huzurunda biri adlî tıp, diğeri patoloji uzmanı veya diğer
dallardan birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılır.
 CMK’a göre adli otopside, resmi görevliler dışında hekimler de hazır bulunabilmektedir.
 CMK’ya göre otopsi, cesedin durumu olanak verdiği takdirde, mutlaka baş, göğüs ve karnın açılmasını
gerektirir. - Ölü lekelerinin dağılımı kişinin bulunduğu pozisyon ile ilgili bilgi verebilmektedir. Ölü
lekelerinin incelenmesi, kişinin son 5-10 saat içinde pozisyonunun değişip değişmediğinin
yorumlanmasında da yararlı bilgiler verebilmektedir.
 CMK’a gore ölümünden hemen önceki hastalığında öleni tedavi etmiş olan tabibe, otopsi yapma
görevi verilemez.
 CMK’a gore gömülmüş bulunan bir ceset, incelenmesi veya otopsi yapılması için mezardan
çıkarılabilir. Bu husustaki karar, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde
mahkeme tarafından verilir. Mezardan çıkarma kararı, araştırmanın amacını tehlikeye
düşürmeyecekse ve ulaşılması da zor değilse ölünün bir yakınına derhâl bildirilir.
 Çürüme nedeni ile toksikoloji ve patolojik inceleme çok fazla etkilendiğinden, otopsi mümkün olan
en kısa sürede yapılmalıdır.
 Ölü sertliği ortalama şartlarda (20 derece sıcaklık ve % 50 nem) 3-5 saatte başlar ve 10-12 saatte tüm
vücutta sertlik meydana gelir.

ATEŞLİ SİLAHLAR

- Kasten yaralama eyleminin ateşli silah ile yapılması ağırlaştırıcı nedenlerdendir.

- Bir ateşli silah yaralanmasında tanık ifadeleri, olay yeri inceleme ve otopsi bulguları uyum içinde olmalıdır.

- Ateşli silah ile yaralanmalarda atış mesafesi, BİTİŞİK, YAKIN VE UZAK ATIŞ olarak belirlenebilmektedir.

- Tabancalar ve uzun namlulu tüfekler yivli setli, av tüfekleri yivsiz setsiz silahlardır.

- Bir ateşli silah namlusundan ALEV (10-15 cm.), İS (15-20 cm.), BARUT (30-50 cm.), ÇEKİRDEK, VE TAPA (5-7
metre.) çıkmaktadır.

- Barut yandığı zaman 1’e 1000 oranında genişlemektedir. Bu nedenle kuru sıkı silahlar bitişik atış
mesafesinden tehlikeli olabilmektedir.

- BALİSTİK İNCELEME ( Kullanılan silahın belirlenmesi) ATEŞLİ SİLAH MERMİ ÇEKİRDEĞİ, KOVAN ve FİŞEKTEN
yapılabilmektedir.

- Av tüfeği (Yivsiz setsiz) saçmalarından balitik inceleme yapılamamaktadır. Fişekler bu nedenle önemli
delildir.

- BARUT nitroselüloz bileşiğidir. Ellerde ve elbiselerde artıkları aranabilmektedir.

- Kapsül içeriğinde BARYUM (Ba), ANTİMON (An), ve KURŞUN (Pb) elementleri bulunmaktadır. Ellerde ve
elbiselerde aranabilmektedir.

- Elde edilebilen elbiseler KURUTULARAK, KAĞIT TORBALARA konularak saklanmalı ve gönderilmelidir.

- Havaya dik olarak yapılan atışlar serbest düşüş ile 100 metre çapında bir alana düşmektdir. Bu nedenle
bulunmaları oldukça zor olmaktadır.

- Eğik atışlar 5- 6 kilometre gibi uzak mesafelerde yaralayıcı olabilmektedir. Bu olaylarda çekirdeğin balistik
incelemesi en önemli delildir.

- Elbiselerin kalın olması durumunda barut artıkları, alev ve is deriye ulaşamayabilir. Bu nedenle elbiseler
mutlaka fotoğraflanmalı ve kimyasal olarak incelenmelidir.
- Yere düşen veya darbe alan bir ateşli silah, tetiği çekilmeden kendiliğinden ateş alabilir. Bu özellik silahın
laboratuvarda incelenmesi ile anlaşılabilir.

- Tetiğin kaç kiloluk kuvvet ile çekilebileceği laboratuvarda incelenerek anlaşılabilmektedir.

ASFİKSİ

ASI
1. Boyun bölgesine uygulanan kuvvetin kaynağı kişinin kendi ağırlığıdır.
2. Ası noktasına kendisinin çıkıp çıkamıyacağı kontrol edilir.
3. Ası noktasının yerden yüksekliği ölçülür.
4. Ası eylemi, kişinin boyundan kısa noktaların kullanılması ile de gerçekleştirilebilir.
5. İpin boyu, yapılma maddesi, dayanıklılığı, ilmiğin özellikleri (sabit, hareketli) fotoğraflanarak tespit
edilir. İp ve diğer cisimler adli emanete alınır.
6. Telemin yükselici ve yüzeyelleşici olup olmadığı, ip ile uyumlu olup olmadığı kontrol edilir.
7. Olay yerinin detaylı fotoğrafı çekilir.
8. Yerlerde kişinin sürüklenme izleri aranır.
9. Kişinin elbiselerinde yırtık ve sürüklenmeye bağlı değişiklikler aranır.
10. Ellerinde, bileklerinde, ayaklarında, boynunda ve diğer vücut
11. bölgelerinde yaralanma ve izler aranır.
12. Kişide başkaca bir ölüm sebebi olup olmadığı aranır.
13. Ası noktaları genellikle tozlu olduğundan, bu tozun kişinin ellerinde olup olmadığına bakılır.

ELLE BOĞMA, BAĞLA BOĞMA


Kişiler arasında kuvvet farkı az ise genellikle çok fazla bulgu bulunmaktadır. Kişinin şuurunun ve savunmasının
ortadan kaldırıldığı durumlarda çok az bulgu bulunabilmektedir.

YETERSİZ OKSİJEN İÇEREN HAVA SOLUNMASI


Sinema gibi çok sayıda kişinin bulunduğu kapalıortamlar genellikle tehlikesizdir.
Sıkıca kapatılmış konteyner gibi mekanlar tehlikeli olabilir.
Mağaralar ve kuyular tehlikelidir. Kuyu dip kısımlarında oksijen tükenmiş olabilir. Bu gibi mekanlara suya dalış
hava tüpleri ile girilmesi gerekmektedir.
Doğal gaz (Metan), LPG Tüpgaz (Bütan propan karışımı) genellikle direk soluma ile değil daha çok gazın hava
ile karışımının patlaması ile hasar verir. Bu olaya Gaz Sıkışması da denilmektedir.
Ortamda oksijen yerine hangi gaz alırsa alsın oksijenin % 12 nin altına düşmesi ölümcül olabilir.

SUDA BOĞULMA
 Çoğunlukla kazadır.
 Tanı başkaca bir ölüm sebebi olmadığında konulabilir.
 Ellerde ve ayaklarda çamaşırcı eli değişikliğinin görülmesi, kişinin boğularak öldüğünü değil, kişinin
bir süredir suda bulunduğunu gösterir.
 Mantar köpüğü kişinin canlı olarak suya düştüğünün kuvvetli bir delilidir.
 +4 derece suya düşen kişilerin bir çoğu 20 dakikada hipotermiden ölebilirler. Vücut sıcaklığının 28
dereceye düşmesi genellikle ölüme neden olur.

KARBON MONOKSİT ZEHİRLENMESİ:


 Her organik maddenin yanması sonucunda az veya çok karbonmonoksit çıkar. Odun, kömür, petrol,
doğalgaz, bütan, propan en sık rastlanılan örneklerdir. Karbon monoksit hemoglobine bağlanarak
Karboksihemoglobin bileşiğini yapar.
 Havadaki %1 karbonmonoksit, 20dakikada ölüme sebep olabilir.
 Kanda karbonmonoksit ölçülerek tanı konur. % 20-30’un üzerinde karboksihemoglobin ölüme sebep
olabilir.
 Yangında bulunan cesetlerde Karboksihemoglobinin % 10’un üzerinde olması kişinin yangın sırasında
canlı olduğunun delili olarak değerlendirilir.

YARALAR
 Yara terminolojisi: Abrazyon (Sıyrık, sürtünme yarası, erezyon)
 Ekimoz (Berelenme, morluk)
 Kontüzyon (İç organlardaki ekimoz, Karaciğer gibi)
 Laserasyon, Kırık.
 Yaraların yaşının tam olarak tayin edilmesi henüz mümkün değildir.
 Ekimozlar ancak 2 günden yeni ve 2 günden eski şeklinde sınıflanabilmektedir.
 Ekimozda sarı veya yeşil renk değişikliği görülebiliyorsa 2 GÜNDEN ESKİ,
 renk değişikliği yok kırmızı gözüküyorsa 2 GÜNDEN YENİ olarak tanımlanabilmektedir.

ELEKTRİK YARALANMALARI

- Bir elektrik yaralanmasında elektrik kaynağının bir uzman veya teknisyen tarafından muayene edilmesi
şarttır. Gerekir ise alete incelenmek için ilgili birime gönderilmek üzere el konulmalıdır.

- 50 miliamperlik 50 Hertzlik alternatif akımlar hiç bir bulgu yapmadan ölüme neden olabilmektedir. O
nedenle vücutta gözle görülebilir hiç bir bulgunun olmaması, kişinin elektrik akımından ölmediğini
ispatlamaz.

BİLİRKİŞİLERİN RAPOR YAZARKEN DİKKAT ETMESİ GEREKENLER

1- Kesinlikle yazmamanız gerenler:

Kişinin ..... suçundan ...yıl ile cezalandırılmasının uygun olduğunu bildirir rapordur. Gibi...

2-Rapor yazmamanız gerektiği durum.

Ceza muhakemesi kanunlarını ekle.

Daha önce herhangi bir şekilde başka bir kurumda şu anda bulunduğunuzdan başka bir konumda iken görüş
verdiğiniz veya bir şekilde karıştığınız bir vakada tekrar görüş istenir ise görüş vermeyebilirsiniz. Aynı vakada
daha önce şahit olarak görüş verdiniz veya üniversitenin soruşturmacısı olarak karıştığınız bir vakada tarafsız
olamayacağınız için görüş vermemeniz uygun olacaktır.

Her hangi bir şekilde tarafsızlığınızı yitirdiğinizi hissettiğiniz anda bunu belirterek bilirkişilikten çekilebilirsiniz.

3-Rapor yazmak istemediğiniz durum.


Kişinin bir ... uzmanı tarafından ( ... üniversitesi ... kliniği tarafından) muayene edilmesinin uygun olacağı
sonucunu bildirir rapordur.

4-Rapor yazabileceğiniz durum.

5-Rapor yazmanız gereken durum.

6- Rapor sonucunda yazabileceğiniz ifadeler:


 ...mevcut bulgular (deliller) ile kanaat belirtilmesinin mümkün olmadığını bildirir rapordur.
 ...mevcut bulgular (deliller) ile kanaat belirtilemeyeceği, yeni deliller ortaya çıktıktan sonra tekrar
değerlendirilmesinin uygun olduğunu bildirir rapordur.
 ...kişinin tedavi olduğu tıbbi belgelerin temininden sonra görüş bildirilmesinin uygun olacağını bildirir
rapordur.
 ...hususunun tıbbi bir konu olmadığı, konunun adli tahkikat ile aydınlatılabileceğini bildirir rapordur.
 ...Kişinin 6 ay sonra tekrar muayenesinin uygun olduğunu bildirir rapordur.
 ... kişinin zehirlenerek öldüğünü bildirir rapordur.
 ...bulguların kişinin zehirlenerek ile ölmesi ile ileri derecede uyumlu olduğunu bildirir rapordur.
 ... bulguların kişinin zehirlenerek ile ölmesi ile uyumlu olduğunu bildirir rapordur.
 ...kişinin zehirlenerek öldüğünün kabulu gerektiğini bildirir rapordur.
 ...kişinin zehirlenerek öldüğünün tıbbi kanıtlarının bulunmadığını bildirir rapordur.
 ...kişinin zehirlenerek ölmediğinin kabulu gerektiğini bildirir rapordur.
 ...kişinin zehirlenerek ölmediğini bildirir rapordur.

ZEHİRLENMELER
Zehirlenme herhangi bir kimyasal maddenin dokulara hasar vermesi demektir. Her madde eğer yeterli
miktarda verilirse vücutta zehirlenmeye neden olabilmektedir. Tıbbi tedavide kullanılan ilaçların hemen
hepsinde önerilen dozun aşılması zehirlenmelere neden olabilmektedir. Tedavi edici doz ve toksik doz
arasındaki sınır bazı ilaçlar için çok dardır. Teröpetik etkinin görüldüğü dozun çok az üstüne çıkılması
istenmeyen yan etkilere neden olabilmektedir.
Bazı maddeler çok az dozlarda zehir etkisi gösterebilmektedir. Bazıları için ise bu doz çok fazladır. Bilinen en
toksik maddelerden biri plutonyum, diğeri ise hint yağı tohumundan elde edilen Ricin'dir(1).
Endüstride, kimya sanayiinde, tarımda ve evlerde yaklaşık 80.000 çeşit kimyasal madde kullanılmakta ve her
yıl 1000 kadar yenisi sentetik yolla veya doğal bitkilerden elde edilerek bunlara katılmaktadır. Bu maddelerin
her biri değişik organlara etki ederek zehirlenmelere yol açabilme özelliğine sahiptir (2).
Her bir maddenin organizmadaki etkileri kendine hastır. Tüm bunları tek tek bilebilmek pratik olarak
mümkün değildir. Ayrıca her koşulda konu ile ilgili yazılı kaynak bulmak kolay değildir. Bu ihtiyaçlar ülkelerin
büyük çoğunluğunda, ulusal zehirlenme merkezlerinin kurulmasına neden olmuştur. Ankara'da kurulmuş
bulunan böyle bir zehirlenme merkezi telefon ile yurt çapında 24 saat ücretsiz danışmanlık hizmeti
yapmaktadır.
Zehirlenme olgularında orijin:
Zehirlenmelerin büyük çoğunluğu kaza sonucu oluşmaktadır. Intiharlara da rastlanılmaktadır. Cinayet ise
nadirdir(1).
Kazaya bağlı ölümlerin bir bölümünü çocukların yanlışlıkla ilaç yuttuğu olgulardır. Tek tek kaza olguların
yanında toplu ölümler de görülebilmektedir. Bhopal (Hindistan) zehirlenmesi bunun en tipik ve trajik
örneklerinden birisidir. Burada tarım ilacı imal fabrikasından sızan zehirli gazlar çevrede oturan insanlar
arasında büyük sayılarda ölüme neden olmuştu.
Zehirli mantar yenmesine bağlı toplu ölümler ülkemizde de görülmektedir. Özellikle tarımda ve sanayide
kullanılan organofosfor bileşiklerinin dikkatsiz kullanımı ölümlere yol açabilmektedir.
Intihar amacıyla ilaç içme yöntemine gelişmiş toplumlarda sıkça rastlanılmaktadır. Toksik ilaçların elde
edilmeleri nispeten kolaydır. Intihar olgularında kişi hangi ilaca daha kolayca ulaşabiliyorsa onu
kullanmaktadır. Tarımsal bölgelerde diazinon gibi insektisitler (organofosfor bileşikleri), gelişmiş bölgelerde
aspirin, parasetamol gibi ilaçlar daha sıklıkla kullanılmaktadır. Ayrıca kuvvetli asit veya alkalilerin içilmesi ile
de intiharlara rastlanılmaktadır.
Cinayet amacıyla zehirlenme olguları 20. yüzyılda azalmıştır.Bunda, toksikolojik inceleme yöntemlerinin
gelişmesi ve bu tür cinayet olgularının kolayca tespiti de rol oynamıştır. Striknin, arsenik bu amaçla
kullanılabilen zehirlere örnek olarak söylenebilir(3).
Aşağıda cinayet amaçlı yapılan 2 adet zehirlenme olgusu bulunmaktadır. Birinci olgu Ukrayna başbakanı
Yuşenko dioxin ile zehirlenmiş ancak ölmemiştir. Yüzündeki değişiklikler “Chlor akne” olarak bilinmektedir.
Dioxinin kanser gelişme ihtimalini 1000 misli arttırdığı bilinmektedir. Aşağıdaki resimler Yuşenko’nun dioxin
kullanımından önceki ve sonraki dönemde yüzünde meydana gelen değişimleri göstermektedir.
Diğer bir olgu ise 2006 kasım ayında ölen eski KGB ajanı Alexander Litvinenko’dur. Polonium 210 ile
zehirlenmiştir. Zehirlenmeden haftalar sonra ölmüştür. Toksik ve lethal doz kavramı
Her bireyin ilaçlara karşı cevabı değişiktir. Yaş, cins ve beslenme durumu bu cevabı etkileyebilen faktörlerden
birkaçıdır. Aynı dozda ilaç alan herkeste aynı cevap olmamaktadır. Örneğin kimi kişilerde 2 adet aspirin
tableti içtikten sonra aşırı duyarlılık sonucu ölüm görülürken, başka kişilerde 100 mg/kg. gibi yüksek dozlara
tolerans tespit edilmektedir. Bu sebepten dolayı da minimal lethal dozu tespit etmek çok zor olmaktadır.
Benzer etkideki ilaçları kıyaslamak, ilaçların toksik potansiyellerini ve güvenilirliğini söyleyebilmek için LD 50
(Lethal Dose 50) ölçüsü kullanılmaktadır(4). Bu terim deney hayvanlarının % 50'sini öldüren doz
anlamındadır.Bunun tespiti şöyle yapılmaktadır. Bir grup deney hayvanına artan dozlarda ilaç verilir. Doz
artışı ile birlikte ölümlerin oranı da artar. Başlangıçta çok yavaş olan bu artış sonraları hızlanmakta ve tekrar
yavaşlamaktadır. Grafik olarak çizildiğinde ise sigmoid tarzında bir eğri ortaya çıkmaktadır. Deney
hayvanlarının % 50'sinin öldüğü doz o madde için LD 50 değerini ifade etmektedir.
Tolerans ve idiosenkrazi
Ilaçların toksik ve fatal dozunun etkileri değerlendirilirken bir diğer sorun da tolerans gelişmesidir. Bazı
ilaçların kısa aralıklarla tekrarlayan dozlarda kullanılması, aynı terapötik etkinin görülebilmesi için ilaç
dozunun arttırılmasını gerekli kılmaktadır. Buna tolerans denir. Bu özellik analjeziklerde ve özellikle opium
türevlerinde kısa sürede ortaya çıkmaktadır. Ilaçların otopsi sırasında alınan kan örneklerindeki
konsantrasyonları değerlendirilirken tolerans dikkate alınmalıdır. Sıklıkla tolerans gelişen ilaçlar arasında
amfetamin, barbitüratlar, morfin, heroin, methadone ve benzodiazepinler sayılabilir.
Idiosenkrazi toleransın aksine çok küçük dozlarda dramatik veya fatal yani ölümcül etkinin görülmesidir.
Penisilin, aspirin ve kokain bu tip etki yapan ilaçlara örnektir. Bu tür çok az dozlarda ilaç alımından sonra
görülen ölümlerde genellikle anafilaktif tipte aşırı duyarlık reaksiyonları söz konusudur.
Şüpheli zehirlenmeler
Zehirlenmelerin tanınması oldukça zordur. Özellikle anamnezde ve klinik bulguların içinde şüphe uyandıracak
bir bilginin olmaması durumunda kolaylıkla atlanabilmektedir. Son yıllarda intihar amacıyla kullanılan ilaçlar
otopside minimal makroskobik bulguya neden olmaktadır. Tanı genellikle bir şüphe üzerine alınan örnekte
toksikolojik inceleme ile konulmaktadır. Bu nedenle kişinin ölüm öncesi durumu hakkında mümkün olduğu
kadar çok bilgi toplamaya çalışılmalıdır. Aile veya çevredeki kişiler sıklıkla bir zehirlenmeden şüphelendiklerini
söyleyebilirler. Bu tür bilgilerin her zaman doğru olmayabileceği de unutulmamalıdır. Klinik toksikolojinin
genişliği ve kullanılabilen maddelerin sayısının fazlalığı dikkate alınınca problemin karmaşıklığı anlaşılabilir.
Öncelikle hikayedeki bilgilerden yola çıkılmalıdır. Her bir maddenin ayrı klinik bulgusu bulunmaktadır.
Bunların tümünün akılda tutulması mümkün değildir
Şu gibi bulguların varlığı bir zehirlenmeyi hatırlatabilir:
1- Ani başlayan kusma ve ishal.
2- Özellikle çocuklarda izah edilemeyen koma.
3- Depresif bir hastalığı olduğu bilinen bir erişkinde koma.
4- Ani gelişen periferik sinir hastalığı.
5- Kimyasal bir maddeye maruz kaldığı bilinen kişide ani başlayan nörolojik ve gastrointestinal bulgular(1).
Zehirlenmelerde ölüm sonrası tanı konması
Zehirlenme tanısında 3 önemli faktör bulunmaktadır.
a- Hikaye b- Klinik ve otopsi bulguları c- Laboratuar analizi.
a-Hikaye:
Bazı ilaç ile intihar olgularında ilaç kullanıldığı yönünde bir bilgi bulunmayabilir. Genellikle kullanılan ilaçlar
eğer hemen ölüme neden olmuş ise otopside dikkat çekici bir lezyon bulunmamaktadır. Otopside bulunan
başka bir hastalık ölüm sebebi olarak değerlendirilerek o yönde rapor verilebilir. Veya bunu aksine ilaç
almadığı halde ilaç kullanıldığı yönünde bilgi bulunabilir. Özellikle kişinin yanında bulunan boş ilaç kutuları bu
tür bir kanıya sebep olabilmektedir.
b-Klinik veya otopsi bulguları:
Hikayede elde edilen bilgiler otopsi esnasında yol gösterici olacaktır. Alınan ilaca uygun bulgular aranmalıdır.
Intiharlarda kullanılan barbitüratlar gibi ilaçların büyük çoğunluğu fizik bulgu meydana getirmemektedirler.
Bu tür zehirlenmelerin tanısı zordur. Fakat yine de rutin patolojik inceleme yapılmalıdır.
Dış muayene:
Ölü morlukları (lividite) karbonmonoksit zehirlenmelerinde pembe renkte, potasyum klorat ve anilin
zehirlenmelerinde kahverengi olabilir. Intravenöz narkotik kullananlarda önkolda enjeksiyon izleri
bulunabilir. Kronik arsenik zehirlenmesinde hiperkeratoz ve pigmentasyon olabilir. Intihar amacıyla korozif
veya benzeri bir madde içilmiş ise dudak çevresinde ve ağız içinde lezyonlar bulunabilir.
İç muayene:
Otopsiye beyinin muayenesi ile başlamak uygun olabilir. Bağırsaklardan açığa çıkacak kokunun etkisi ile
siyanür zehirlenmesinin acıbadem kokusunun maskelenmesi böylece engellenmiş olur.
Ayrıca alkol, phenol, krezol, eter, kloroform ve kafur kokuları ile tanınabilen diğer maddelerdendir.
Asit maddelerin içilmesi ile özofagus ve mide mukozalarında koagülasyon nekrozları bulunabilir. Lezyonlar
derin ise perforasyonlar da olabilir. Alkali maddeler ise mukozalarda yumuşamaya ve soyulmaya neden olur.
Midede ise asit içeriğin varlığından dolayı pek fazla bir lezyon bulunmayabilir. Bu tür maddelerin cinayet
amacıyla kullanılmaları fevkalade nadirdir. Daha çok erişkin intiharlarında ve çocukluk kazalarında görülürler.
Özofagus ve midenin post-mortem otolizini yanlışlıkla alkali madde içilmesi olarak değerlendirmemeye dikkat
etmelidir. Içilen korozif maddeler aynı zamanda solunum yollarında da lezyonlar yapabilmektedir. Civa
zehirlenmelerinde ise assendan ve transvers kolonda akut basilli dizanteriyi andıran bir kolit olur.
Kalpte ise özellikle arsenik zehirlenmelerinde subendokardial kanamaların bulunması oldukça tipiktir.
c)Laboratuar analizi:
Toksikolojik inceleme için örnek alma.
Sadece adli olaylar için değil tıbbi tedaviyi değerlendirebilmek için de toksikolojik inceleme yapılmaktadır.
Özellikle kriminal bir şüphe durumunda alınan örnekler titizlikle işaretlenmeli ve kapatılmalıdır. Örneklerin
üzerine kişinin adı, numarası gibi bilgiler mutlaka yazılmalıdır. Laboratuara elde edilen klinik bilgiler ve varsa
şüphelenilen madde mutlaka laboratuara bildirilmelidir. Eğer örnekler otopsinin yapıldığı kuruluştan ayrı bir
laboratuara gönderiliyorsa örneklerin teslim tarihinin ve teslim alan kişi ya da kişilerin kayıt edildiği bir
defterin tutulması şarttır. Ileride oluşabilecek karışıklıklar böylece engellenebilir. Örnekleri laboratuara
gönderirken kullanılacak olan koruma maddeleri şüphe edilen maddeye göre değişmektedir. Bu konuda
incelemeyi yapacak laboratuarın tavsiyelerine uyulmalıdır. Eğer böyle bir öneri yoksa genel kurallara
uyulmalıdır.
Alınacak örnekler ve dikkat edilmesi gereken noktalar:
a- Kan: Bir çok analiz için kuru tüpe alınmış 15ml. kan, antikoagülan eklenmiş 5-10 ml. kan ve alkol tetkiki
için sodium flouride eklenmiş kan örnekleri yeterli olmaktadır. Antikoagülan olarak heparin, potasyum
oksalat kulanılabilir.
b- Idrar: 20-30 ml idrar kapalı bir kaba konulmalı ve koruyucu eklenmemelidir. Eğer alınan numunenin
laboratuara ulaşma süresi çok uzun ise sodyum asit eklenebilir.
c- Mide içeriği ve kusma materyeli: Canlı iken olan kusmalardan ölüm yerinde örnekler alınarak kapalı
kaplara konulur. Faydalı bilgiler elde edilebilir. Otopsi işleminde ise curvatura minor açılarak alınan mide
içeriği ayrı bir kaba konulmalıdır. Bazı laboratuarlar midenin kendisinin de gönderilmesini
isteyebilmektedirler.
d- Feçes: Arsenik, civa ve kurşun gibi ağır metal zehirlenmesi şüphesi haricinde feçes rutin olarak
incelenmemektedir.
e-Karaciğer ve diğer organlar:
Otopside ençok örnek alınan doku karaciğerdir. Kas ve diğer dokularda ilaçların konsantrasyonu azalsa bile
ana metabolizma yeri olan karaciğerde ilaçlar bulunabilirmektedir. Tüm karaciğerin numune olarak alınması
uygundur. Bunun yanında safradan da özellikle klorpromazin ve morfin zehirlenmelerinde örnek alınması
uygundur.
f- Saç ve tırnak örnekleri:
Arsenik, antimon ve talyum zehirlenmesi gibi olgularda saç ve kıllar incelenebilir. Keratin doku içinde biriken
bu zehirlerin saçlar büyüdükçe saçlarda tespit edilmeleri mümkün olmaktadır.
Post-mortem alınan örneklerde tespit edilen ilacın ölüme neden olup olmadığına karar vermek sanıldığı
kadar kolay değildir. Ilk olarak ilaç vücutta eşit olarak dağılmamış olabilir. Özellikle periferik venlerden alınan
kan örneklerindeki konsantrasyon, kalp ve büyük damarlardaki konsantrasyondan daha az olabilir.
Otopsi sırasında bulunan ilaç konsantrasyonunu ve alınan ilaç dozunu değerlendirirken şu noktalara
dikkat edilmelidir:
a- Ilaç alımı ve ölüm arasındaki süre ne kadardır?
b- Ilacın emilin hızı nedir?
c-Ilacın tümü ölmeden önce emilmiş midir?
d-Ilacın yıkımı sabit midir?
e-Ilaç vücutta tüm dokulara eşit olarak mı dağılmaktadır?
f-Kişinin toleransı var mıdır?
Tüm bu sorular , otopside bulunan kan konsantrasyonuna dayanarak alınan ilaç miktarının söylenmesini
olanaksız kılmaktadır.
Sık rastlanılan bazı zehirlenmeler şunlardır:
Parasetamol zehirlenmesi:
Analjezik olarak saf veya diğer kodein benzerleri ile kombine olarak sıkça kullanılmaktadır. Kişilerin toleransı
çok değişik olmakla birlikte 10 gramın üzerindeki dozlarda toksik etki görülmektedir. Özellikle karaciğere
toksiktir ve karaciğer yetmezliği sonucunda ölüme neden olabilir.
Otopside hiç bir bulgu bulunmayabilir(5). Midede tabletlerin artıkları bulunabilir. Eğer kişi bir süre yaşarsa
karaciğer hasarına bağlı ikter(sarılık) ve gastrointestinal sistemde peteşial kanamalar görülebilir. Böbrekte
tubuler nekroz ve serebral ödem de olabilmektedir. Terapötik kan konsantrasyonu
2-25mg/100ml.'dir. Toksik konsantrasyon ise 40mg/100ml.,lethal konsantrasyon ise 150mg/100ml. olarak
kabul kabul edilmektedir. Bu ilacın diğer bir ismide asetaminofendir.
Salisilat zehirlenmesi:
Salisilat zehirlenmelerinin büyük çoğunluğunda bulantı ve tinnitustan başka bir klinik bulgu olmamaktadır.
Yine de bu olgularda 24 saate kadar ani ölümler görüleceğinden bir süre gözlem altında tutulması faydalıdır.
Otopside midede aspirin artıkları bulunabilir. Bu artıklar ilaç alımından uzun bir süre sonra bile
bulunabilmektedir. Bu bulgu geç dönemde de olsa yapılacak gastrik lavajın kıymetli olduğunu
göstermektedir.Aspirin asit karakterde olduğundan mide mukozasında erezyonlar bulunabilir. Aspirinin
sistemik etkisi sonucu kanamaya eğilim artabilir(6). Post-mortem incelemede tüm mide içeriği, idrar, kan ve
karaciğer inceleme için alınır.
Siyanür zehirlenmesi:
Laboratuarlarda çalışan öğretmen, fotoğrafçı gibi maddeye ulaşabilenlerde zehirlenmeler görülebilir. Etkisini
çok kısa sürede gösterir. Nadiren kurtulan olmaktadır. Ölü morluklarının pembe renkli olması ve tipik kokusu
ile tanınabilir. Eğer intihar amacıyla çok fazla miktarda yutulmuş ise otopsi sırasında mideden açığa çıkan
hidrojen siyanür gazı otopsi yapan personeli de etkileyebileceğinden bu konuda dikkatli olmalıdır.
Olayın hikayesi, çevre ve koku dikkat çekici olabilir. Kanın rengi de parlak kırmızıdır. Etki mekanizması,
mitokondrilerdeki sitokrom oksidaz aktivitesini inhibe ederek hücresel seviyede anoksi oluşturmak
şeklindedir.

ALKOL
Etil alkol tüm dünyada sık olarak kullanılan maddelerden birisidir. Bir çok kazada ve bazı cinayetlerde önemli
bir faktör olarak etki etmektedir. Bu nedenle de adli tıp pratiğinde ayrı bir önemi bulunmaktadır.
Alkol tedavide kullanılan bir çok ilaç ile etkileşmektedir. Alkol ilaçların etkilerini arttırabilmekte, bunun
sonucunda da beklenmeyen ölümlere sebep olabilmektedir. Kronik alkol kullanılması sonucunda sadece
belirli organlarda hasar olmamakta, aynı zamanda ihmal, hipotermi ve yanıklara bağlı ölümlerde de etkili
olmaktadır.
Alkolün etkileri
Alkol küçük moleküllü, su ile her oranda kolaylıkla karışabilen, böylece vücutta su içeren dokulara dağılabilen
bir maddedir.
Dokularda alkol konsantrasyonlarında hafifde olsa farklılıklar olabilmektedir. Örneğin eritrositlerde plazmaya
göre daha düşük konsantrasyonda alkol bulunmaktadır. Bu nedenle tam kandan yapılan alkol ölçümleri
plazma veya serumdan hafifçe daha düşük sonuçlar vermektedir. Seröz sıvıların bir çoğunda alkol düzeyleri
eşittir, fakat plevra ve perikard sıvılarında alkolün plazmadan daha yüksek olduğunu ileri sürülmektedir. Göz
içi sıvısının serebrospinal sıvı ve kan ile eşit seviyede olduğu belirtilmektedir.
Alkolün su içeren dokularda hızla dağıldığı bilinmektedir. Fakat alkol yağda erimediğinden yağ dokusuna
geçememektedir. Bu bilgi pratik açıdan önemlidir. Aynı miktarda alkol alan aynı ağırlıktaki iki kişiden vücut
yağ miktarı fazla olanda kan alkol düzeyi daha yüksek olmaktadır. Bu durum kadınlar için özellikle önemlidir.
Yağ dokusu (panniculus adiposus) daha fazla olduğundan kadınlarda kan alkol konsantrasyonu eşit miktarda
alkol alınmasından sonra erkeklerden % 25 daha fazla olmaktadır. Bu özellik kan alkol konsantrasyonundan
içilen alkolün hesaplanmasında dikkate alınmalıdır.
Alkolün davranışlara etkisi beyin hücrelerine olan etkiden kaynaklanmakta ve kan alkol seviyesi ile doğrudan
ilişkilidir. Alkol kan-beyin seddini kolaylıkla geçerek ve serebral ekstrasellüler sıvı yoluyla nöronları
etkilemektedir. Alkolün etkisi tamamen depresandır. Alkol, hipoksi gibi nöronların aktivitesini azaltmaktadır.
Düşük konsantrasyonlarda öncelikle serebral korteksteki hücreler etkilenmekte, başlangıçta beyin sapı ve alt
merkezler etkilenmemektedir. Korteksin depresyonu, bu merkezlerin alt merkezler üzerine olan inhibitör
etkisini kaldırmakta, ilkel ve kontrol edilmemiş davranışların açığa vurulmasına neden olmaktadır.
Alkol konsantrasyonlarının artışı sonucunda daha alt beyin faaliyetleri deprese edilmektedir. Orta beyin ve
medulla etkilendiğinde kardiyo respiratuvar yetmezlik gelişmesi ihtimali artmaktadır. Alkol aynı zamanda
hem merkezi hem de vazomotor etki ile ısı regülasyonunu bozmaktadır. Özellikle deride ısı kaybına ve
tehlikeli hipotermiye neden olabilen yaygın vazodilatasyon olmaktadır. Düşük konsantrasyonlarda kalp hızı
artmakta fakat 300 mg/100ml gibi yüksek konsantrasyonlarda bradikardi gelişebilmektedir. Kan basıncında
özellikle sistolikte düzensiz bir artış sözkonusudur. Alkolün koroner arterlerde ve serebral arterlerde
dilatasyona neden olduğu yönünde kesin deliller bulunmamaktadır. Alkol aynı zamanda diüretik etkilidir.
Aşırı bira içilmesi gibi çok fazla miktarda sıvı alkol alınmasında hiponatremi gibi elektrolit bozukluklarına
neden olabilmektedir.
Alkolün emilimi
Adli tıp pratiğinde alkol genellikle oral yolla alınmaktadır. Alkol solunum yoluyla da emilebilmektedir. Fakat
bu yolla ciddi bir entoksikasyon ve adli tıbbı ilgilendiren olgular çok nadirdir.
Alkol, oral yolla alınmasından hemen sonra kana karışmaya başlamakta, karaciğere ulaştıktan hemen sonra
da yıkılmaya başlar. Bu nedenle kan alkol seviyesi (bir anlamda beyin konsantrasyonu) emilim ve yıkım
arasındaki dinamik denge sonucu oluşmaktadır. Bu denge fizyolojik etkilerin şiddetini ve süresini gösteren
kan alkol eğrisi ile gösterilebilmektedir.
Alkol, gastrointestinal kanalın her hangi bir bölgesinden emilebilmektedir. Pratik olarak ise mideden ve
jejunumdan emilmektedir. Çok az bir miktarda alkol iseileum ve kolondan emilmektedir. Alkolun gıdalar ile
birlikte alınması, emilen toplam alkol miktarında bir azalmaya neden olmakta, alkolün bir kısmı kan
dolaşımına katılmamaktadır. Bu kaybolan alkolün bir kısmı feçes ile atılmış olabilir veya emilim hızı
yavaşlayınca portal sistemde daha fazla alkol kan dolaşımına katılmadan yıkılıyor olabilir. Gıda ile alınan
alkolün % 17-20’sinin sistemik dolaşıma girmeden kaybolduğu belirtilmektedir. En hızlı emilim deudenum ve
jejunumdan olmaktadır. Bunları mide mukozası izlemektedir. Emilim yerlerinin pratik anlamı bulunmaktadır.
Daha önceden gastrektomi veya gastroenterestomi geçirenlerde ve midenin boş olduğu durumlarda alkol
hızla deudenuma geçmekte ve sonuç olarak kan alkol seviyesi daha yüksek olmaktadır.
Bunların aksine eğer midede gıdalar var ise alınan alkol gıdalar sindirilene kadar midede kalmaktadır. Yağlı bir
yiyecek bu süreyi daha da uzatmaktadır. Sütlü besinler de emilimi geciktirmektedir. Alkolün midede kaldığı
süre boyunca mide mukozasından emilim olmaktadır. Fakat bu emilim deudenum ve jejunumdan çok daha
azdır. Dolu bir mide, emilimi geciktirmenin yanında alkolün gıdalar ile karışmasına neden olarak mide
mukozası ile olan ilişikisini de azaltmaktadır.
Emilimi etkileyen diğer bir faktör de içilen alkol konsantrasyonudur. En hızlı emilim % 20 alkol
konsantrasyonlarında gerçekleşmektedir. Soda veya su ile sulandırılmış viski ve rakıda yaklaşık bu oranlar
oluşmaktadır. Gazlı içecekler (şampanya, tonik, soda veya limonata gibi içinde erimiş karbon dioksit içeren
içkiler) hava kabarcıklarının yüzey alanını genişletmesi nedeniyle emilimi arttırmaktadır.
Düşük alkol konsantrasyonu içeren içecekler (bira %4) hacimin çok olması alkolün mide duvarı ile temasını
engellediği için daha yavaş emilmektedir. Bira diğer kuvvetli içeceklere göre 2 misli uzun sürede
emilmektedir. Bu gecikmenin bir diğer sebebi de biradaki karbonhidratlardır. Örneğin viski bira ile aynı
oranda alkol içerecek kadar sulandırılıp içildiğinde kan alkol oranı biraya göre daha hızlı ve yüksek
oluşmaktadır.
Kuvvetli içecekler (%40 alkol içerenler, rakı, votka, cin gibi.) alkolün kana karışmasını geciktirmektedir. Bunun
sebebi olarak a- midenin boşalmasını geciktiren pilor spazmı. b- Mide mukozasının irritasyonu sebebiyle
emilimi azaltan muküs salgılanması. c- Midenin boşalmasını geciktiren mide motilitesinin azalması sayılabilir.
Boş mideye, optimum konsantrasyonda alkol alınması ile 30-90 dakika arasında alkolün büyük çoğunluğu
emilmektedir. Süreler kişiden kişiye, aynı kişide bile değişik zamanlarda alkol alınmasına göre değişmektedir.
Fakat alınan alkolün ortalama olarak %60’ının 1 saat içinde, %90’ının ise 1.5 saat içinde emildiği söylenebilir.
Midede gıdanın bulunması bu süreleri ikiye katlayabilir. Yağlı bir yemek, emilimi bir kaç saate kadar
uzatabilir. Midede gıda bulunup bulunmadığı, emilim ve yıkım arasındaki denge açısından önemlidir. Çünkü
yıkım sabit olduğundan emilim süresinin uzaması kan alkol eğrisinin yüksek olmasını engelleyecektir. Araç
kullanma konusunda kanuni sınırların olmasında dolu mide ile alınan alkol normal sınırlarda kalabilirken boş
mide ile alınan alkol sınırın geçilmesine neden olabilmektedir. Benzer şekilde aynı miktarda alkolü alan erkek
ve kadınlarda kan alkol konsantrasyonu farklı olabilmektedir.
Alkolün yıkılması
Alkolün neredeyse tümü karaciğerde yıkılmaktadır. Sadece % 2-10’u değişmeden atılmaktadır. Alkol içilmesi
karaciğere bir yük getirmektedir ve bu nedenle uzun süreli alkol alınması sonucunda karaciğerde hasar
olabilmektedir. Alkol karaciğerde asetaldehit ve asetik asite yıkılmaktadır. Birinci kademede alkol
dehidrogenaz enzimi etkili olmakta, ikinci aşama daha hızlı olduğundan çok az miktarda asetaldehid
birikmektedir. Asetik asit ise karbondioksit ve suya kadar parçalanmaktadır.
Yıkım hızı kan alkol düzeyini ve alkolemi süresini etkilemektedir.
Alkol emiliminin bir çok faktörden etkilenmesi ve çok değişken olmasına karşın karaciğerde alkolün yıkımı
nispeten sabittir ve dış etkenlerden fazla etkilenmemektedir. Bu, yıkımın sabit ve kişide her zaman aynı
olduğu anlamında yorumlanmamalıdır, fakat yaklaşık bir değer verilebilmektedir. Bu konuda bir çok çalışma
yapılmıştır ve sonuçlar birbirine çok yakındır. Genelleme yapmak gerekirse kan alkol seviyesi tepe noktasına
ulaştıktan sonra alkolün saatte 15mgr/100ml azaldığı söylenebilir. Bu değer alkol içme alışkanlığı olmayan
erişkinler için geçerlidir. Bu konuda bir çok çalışma yayınlanmıştır. Değerler esas olarak 11-24 mg/100ml/saat
arasında değişmektedir.
Ortalama değer 15 mg olarak kabul edilirse, normal bir erişkin karaciğerinde saatte 7 gm alkol yıkılmaktadır.
Bu değerler 5-13 gm/saat arasında değişebilmektedir.
Kronik alkoliklerde yıkım hızı bu değerlerin çok üzerinde olabilmektedir. Fakat karaciğer hücrelerinde
hasarlanma başlayınca değerler hızla düşmektedir. Yapılan çalışmalarda çok farklı oranlar bildirilmektedir.
Yıkım hızının 40 mg hatta 50 mg/100ml/saat olduğu da bildirilmiştir.
Alınan alkolün % 90-98’i karaciğer tarafından kandan alınarak parçalanmakta, kalan çok azı böbrekler,
akciğer, ter, tükrük ve süt salgıları ile atılmaktadır. Glomerüler filtratta kan ve plazma alkolü eşit
değerlerdedir. Renal tubuluslarda su geri emilmekte ve idrar alkol konsantrasyonu plazmadan daha yüksek
olmaktadır. İdrar alkolünün kana oranı 1.23’e 1.00 olarak hesaplanmaktadır. Yani kanda müsade edilen 50
mgr/100 ml değeri idrarda 61.5 gm/100ml olarak kabul edilmelidir.
Fakat katater ile alınan idrar dışında spontan miksiyon ile alınan idrarın incelenmesi ile gerçek kan alkol
değerinin hesaplanması mümkün değildir. Çünkü kan alkol düzeyi hiç bir zaman sabit değildir ve glomerüler
filtrattaki alkol konsantrasyonu sürekli değişmektedir. Bu idrar mesanede bulunan idrar ile karışmaktadır.
Sonuç olarak idrarda yapılan alkol incelemesi ancak ortalama bir değer verebilmektedir.
Alkol içilmesinden önce mesanede alkol içermeyen idrar varsa, idrar alkol düzeyi bu durumda düşük
bulunabilecektir.
Bu gibi faktörleri ortadan kaldırabilmek için önce kişinin idrarını yapması sonra beklenen bir kaç saat içinde
toplanan idrarın incelenmesi daha doğru olacaktır.
Bir çok ülkede solunum havası alkol içilmesinin taranmasında ve ölçülmesinde kan ölçümü yerine
kullanılabilmektedir. Bu metodun bilimselliği konusunda hala tartışmalar bulunmasına rağmen değerlerin çok
yüksek olduğu durumlarda hata payı kabul edilebilir sınırlardadır. Değerlerin sınırda olması durumunda kan
alkolü incelenmesi önerilmektedir.
Pulmoner kapiller plazma alkolü ve 37 derecedeki alveol havası arasında bir denge bulunmaktadır. Bu oran
1/2300 v/v olarak belirtilmektedir. Oranın 2100 ile 2400 arasında değişebildiği söylenmektedir. Ölçüm
yapılırken önce derin bir ekspirasyon ile solunum yollarındaki ölü boşluk atılmalı ve ondan sonra alınan soluk
havası ile ölçüm yapılmalıdır. Ölü boşluğun tam olarak atılamaması ve havanın soğuması sonucunda
değerlerde hafif sapmalar olabilmektedir. Solunum testinin delil olarak kullanıldığı ülkelerde kişi, kan ile
orantılı yüksek solunum alkolü bulunması ile değil solunum havasında yüksek alkol bulunması suçu ile karşı
karşıyadırlar. Böylece solunum testlerinin kan alkolünü ne kadar yansıtabildiği konusundaki farklı bilimsel
görüşlerin öne sürülmesi engellenmektedir.
Değişik maddelerdeki alkol konsantrasyonları
Kan, idrar ve solunum havasında alkol konsantrasyonları değişik metrik ölçümler ile ifade edilebilmektedir.
Bu da bazen karışıklıklara neden olabilmektedir.
En sık olarak birim sıvı madde hacminde alkol ağırlığı olarak ifade edilmektedir. Örneğin miligram/100
milimetre (mg/100ml) Bazı durumlarda 100 ml yerine desilitre (mg/dl) kullanmaktadır. Bazı ülkelerde
gram/litre (gr/l) ve miligram/mililitre (mg/ml) anlamında olan “pro mille” kullanılmaktadır.
Ölçü birimi olarak oran kullanıldığı zaman bazı durumlarda oranın hacim/hacim, hacim/ağırlık, ağırlık/ağırlık
veya ağırlık/hacim olduğu belirtilmeyebilir. Eğer aksi belirtilmiyor ise ağırlık/hacim (gr/ml) anlamında
yorumlanmalıdır. Solunum havası ölçümünde ise standart olarak 100 mililitrede microgram ( g/100ml)
kullanılmaktadır.
Alkolün özgül ağırlığı 0.79 olduğu için ağırlık veya hacimin kullanılması önemlidir. Alkollü içki üreticileri
genellikle hacim/hacim (v/v) ölçüsünü kullanmaktadır. Fizyolojik ölçümlerde ise ağırlık/hacim (w/v)
kullanılmaktadır. Bu sebepten dolayı özellikle yüksek alkol konsantrasyonu içeren içecekler için hesap
yapılmalıdır. Örneğin %40 (v/v) olarak etiketlenmiş bir viski aslında % 32 (gm/v)’dir.
Bazı içkilerin alkol konsantrasyonları şöyledir:
Bira...................................... . % 2.5-5
Şaraplar............................ . % 9-12
Sherry, Port, Vermut.......... . % 18-20
Brandy, Gin, Viski, Rom, Votka % 37-42
Likör % 15-55.
İçilen alkolden kan alkol konsantrasyonun hesaplanması
Bu konuda yapılan hesaplamaların güvenilir olmadığı ve hatalı olabileceği herzaman akılda tutulmalıdır.
Sadece tahminlerin yapılması mümkündür.

Otopside elde edilen kan alkol seviyesinden kişinin belirli bir zamandaki kan alkol düzeyi sorulabilmektedir.
Uçak kazaları, tren kazaları ve sanayi kazalarında bu tür problemler olabilmektedir. Hukuk davalarında kişinin
alkollü olması soruşturmayı ve kararı etkileyebilmektedir.

Sebebi ne olursa olsun otopsideki kan alkol konsantrasyonundan yorumlar yapılması istendiğinde çok dikkatli
olmalıdır. Hesaplamalarda en çok Widmark metodu kullanılmaktadır.
Aşağıdaki özelliklere dikkat edilmelidir.
1) Kan alkol eğrisinin tepe noktasından sonra 15mg/100ml/saat azaldığı kabul edilebilir.
2) Alınan alkol içkinin v/v değerinden ve içilen miktardan hesaplanabilir. Örneğin % 40’lık (v/v) rakıdan
100 ml içilmesi durumunda 40x0.8=32% (gr/v), 32x100=32 gram alkol alınmış olur.
3) İçilen alkol ağırlığı / vücut ağırlığı oranı hesaplanır.
4) 0.2 oranı (alkol ağırlığı/vücut ağırlığı) midenin boş olması durumunda yaklaşık 20 mg/100ml kan alkol
seviyesine neden olur.
5) Kadınlarda bu oran %20-30 daha yüksek olabilir.
6) Eğer sadece bira içilmiş ise tepe değeri düşük olabilir. Bazen bu değer şarap ve votka gibi içkilerin
%50’si seviyesinde olabilir.
Alkolün fizyolojik etkileri:
Belirli bir kan alkol konsantrasyonunun etkileri veya belirli dozdaki içkinin etkileri sorulabilmektedir. Bu
konuda yapılmış tablolar her zaman tam gerçeği yansıtmayabilir. Bazı kişiler aynı konsantrasyonlarda hiç
klinik belirti vermezken, kadınlar daha düşük konsantrasyonlarda daha çok etkilenebilmektedir. Kan alkol
konsantrasyonun 1100 mg/100ml gibi çok yüksek değerler de olduğu olgular da bildirilmektedir.
30 mg üstü Araba kullanmak gibi karmaşık becerilerin bozulması
30-50 Araba kullanmanın açıkça bozulması
50-100 İnhibisyonların kalkması, gülme, algılama bozuklukları.
100-150 Konuşmanın bozulması, bulantı.
150-200 Açık sarhoşluk, yürümede bozulma
200-300 Stupor, kusma muhtemelen koma.
300-350 Stupor veya koma, kusmanın aspire edilmesi tehlikesi.
350 üstü Solunum merkezlerinin felci ile ölüm tehlikesi.
Akut alkolizmde ölüm mekanizması
- Alkol zehirlenmesine bağlı ölümler 300 mg/100ml seviyesinden itibaren görülmektedir. Hatta daha
düşük konsantrasyonlarda da ölümler görülebildiği belirtilmektedir.
- Ölüm beyin sapındaki solunum merkezlerinin depresyonuna veya kusmanın aspirasyonuna bağlı
olabilir. Eğer ante mortem klinik durum ile ilgili bilgiler bulunmuyor ise ölüm sebebi olarak “mide
içeriği aspirasyonu” tanısı koyarken dikkatli olunmalıdır. İstisnai olarak eğer mide içeriği terminal
broşlarda bulunur ve başka bir hastalık, travma veya zehirlenme bulunmadığı durumlarda kan alkol
seviyesi de yüksek olarak bulunur ise bir akut zehirlenme olgusunda “aspirasyona bağlı ölüm” tanısı
belirli bir kesinlik ile konulabilir.
- Sarhoş kişiler sıklıkla travmaya maruz kalmaktadır. Cinayetlerin bir kısmı alkol kullanılması ile
işlenmektedir.
- Trafik kazalarının oluşumunda da alkolün özel bir katkısı bulunmaktadır.
- Alkollü kişilerin yandığı ve CO zehirlenmesi ile öldüğü bir çok olgu bulunmaktadır. Alkol dikkati ve
refleksleri azalttığından, kazaların oluşmasını kolaylaştırıcı bir faktör olmaktadır.
- Alkollü kişilerin suya düşerek öldüğü bir çok olgu bulunmaktadır. Bu olguların bir kısmında ölüm suda
boğulmaktan değil, soğuk suyun deriye teması veya solunum yollarına girmesinin oluşturduğu şok ile
olmaktadır. Derideki vazodilatasyon muhtemelen şoka zemin hazırlamaktadır.
Kronik alkolizm
Kronik alkolizm terimi alkolün uzun süreli ve yüksek dozda alınması anlamındadır. Aralıklı olarak yüksek doz
alınmasında dokuların rejenerasyonu için zaman bulunmaktadır.
Otopside genel malnütrisyon bulguları bulunabilmektedir. Fakat bazı alkolikler şişman hatta muhtemelen
kalp yetmezliğinden dolayı ödemli olabilmektedir. Lezyonlar tipik olarak karaciğer, kalp ve beyine lokalizedir.
Karaciğerde erken dönemde yağlı dejenerasyon olmaktadır. Karaciğer normal ağırlığı 1300-1600 gram
kadardır. Fakat yağlı dejenerasyonda 2000 gram kadar olabilmektedir. Yüzeyi soluk ve yağlı görünümdedir.
Fakat bu bulgu özellikle erken dönemlerde pek dikkat çekici olmayabilir. Normal karaciğer dokusu içinde
lokal sarımtırak bölgeler dikkat çekebilir.
Eğer alkol kullanımı devam ederse yağlı dejenerasyon fibrozis ile sonlanmaktadır. Karaciğer kapsülü altında
nodüler yapı oluşur. Bu nodüller genellikle küçük boyuttadırlar. Bunların çapları 5-10 milimetre kadardır.
Daha geç dönemlerde karaciğer küçülür ve sert, gri-sarı renkte 800-1200 gram ağırlığında bulunur.
Uzun süreli alkol kullanımım anamnezi bulunmadığında kesin tanının konulması çok zordur. Benzer
görünümdeki bir karaciğer hem hepatit sekeli olarak hem de daha nadir olarak belirli metabolik
bozukluklarda ve diyet sonrasında görülebilmektedir. Dalak büyük ve sert, gastro-osofajiyal bileşkede varisler
bulunabilmektedir. Bu bulgular portal hipetransiyonun bir belirtisidir ve akciğerlerdeki fibrozis etyolojisini
göstermemektedir. Karaciğer hücre hasarının durumunu en iyi gösteren bulgulardan birisi serumda -
glutamyl transpeptidaze enzimi seviyesidir. Normali 36 ünitedir. Bir karaciğer hasarında en az bir kaç misli
artmaktadır.
Alkolik kardiomiyopati başlıbaşına bir lezyondur ve klinik olarak tanınana bilmektedir. Sadece
histolojik inceleme ile kesin tanının konulup konulamayacağı henüz tartışma konusudur. Kalp genişlemiştir ve
değişik oranda karışık selüler infiltrasyon, kas lifleri hipertrofisi, yama tarzında nekroz, hiyalinizasyon, ödem,
ve vakuoller ile beraber yama tarzında fibrozis görülmektedir. Nükleus genişlemesi ve polimorfizm de
görülür, fakat bunların hiçbiri alkolik kardiomiyopati için özel değildir. Çünkü benzer lezyonlar hipertansif
kalp hastalığı, koroner yetmezlik ve diğer miyokardit tiplerinde de görülmektedir. Kronik alkol kullanımı
anamnezi ile birlikte bu bulguların bulunması ve diğer olasılıkların elimine edilmesi halinde tanı konulabilir.
Biralara konulan kobaltın etkisi ile oluşan özel miyokard hasarları bildirilmektedir. Alkolik yağlı karaciğer
olgularında sistemik yağ embolileri de bildirilmektedir. Beyinde ve kalpte mikro enfarktüsler görülebilir. Bu
özellik pek incelenmemiştir. Rutin uygulamada yağ boyaları yapılmamaktadır. Bu nedenle yağlı dejenerasyon
bulunan olgularda yağ embolisinin etkilerini söyleyebilecek durumda değiliz.
KARBON MONOKSİT ZEHİRLENMESİ
Karbon monoksit (CO) zehirleyici, renksiz ve kokusuz bir gazdır. CO temel olarak hemoglobine bağlanarak
oksijen taşınmasını engellemekte ve dokularda hipoksiye neden olmaktadır. Bu sebepten dolayı CO
zehirlenmeleri genellikle asfiksi başlığı altında incelenmektedir.
Asfiksi havasızlıktan ölme demektir. Adli tıp pratiğinde ise genellikle solunumun mekanik engellenmesi için
kullanılmaktadır (1).
Kişilerin sıkıca kapatılmış mekanlarda, odanın içinde veya yakın çevrede CO kaynağı olabilecek bir alet ile
beraber bulunduğu durumlarda, ölüm sebebi olarak CO zehirlenmesi akla getirilmelidir. Bunlara örnek olarak
araba içinde ölü bulunan olgular ve açıklanamayan toplu konut içi ölümler gösterilebilmektedir. Bu olgularda
tanı ancak tam bir otopsi ve laboratuar incelemesi ile konulabilmekte ve bu şekilde fark edilmemiş bir CO
kaynağı tespit edilerek tesirsiz hale getirilebilmektedir.
CO zehirlenmesi olgularının çoğunluğunda orijin kazadır. İntihar olguları oldukça az sayıdadır. Çok nadiren de
orijin cinayet olabilmektedir (2).
Orijin toplumlara göre değişebilmektedir. Adli Tıp Kurumunda 1976-1980 yılları arasında otopsisi yapılan CO
zehirlenme olgularının orijin dağılımına göz attığımızda; kazaların tüm olguların %95ini, intiharların ise %5'ini
kapsadığı görülmektedir (3).
İstanbul’da yapılan diğer bir çalışmada ise olguların %99.3'inin kaza, % 0.7'sinin ise intihar olduğu
belirtilmiştir. Cinayet ise bildirilmemiştir (4). Bu orijin dağılımı diğer ülkelerdeki çalışmalarla paralellik
göstermemektedir (5).
Batı toplumlarında intihar olgularının oranının çok daha fazla olduğu bildirilmektedir (3,5).
Havagazında % 7-20 gibi yüksek konsantrasyonda CO bulunmaktadır. Ulaşılması oldukça kolaydır ve kısa
sürede etkili olmaktadır. Bu sebeplerden dolayı intihar aracı olarak sıklıkla kullanılmıştır. İntihar olgularının
meydana geldiği evlerde genellikle pencerelerin ve kapıların dışarıya karşı izole edildiği ve ocak vanalarının
açık olarak bırakıldığı görülmektedir (1,6,7).
Örneğin İngiltere'de 1970 yılına kadar CO zehirlenmelerinin büyük çoğunluğunda orijin intihar olarak tespit
edilmiştir (6). 1970 li yıllardan başlayarak havagazının yerine doğal gaz kullanılmaya başlamıştır. Doğal gaz
bileşiminde karbonmonoksit bulunmamaktadır. Doğal gazın kullanıma girmesi ile CO zehirlenmesine bağlı
ölüm sayısında belirgin bir düşüş olmuştur (4,7). Buna karşılık toplam intihar olgularının sayısı nispeten sabit
kalmıştır. Bunun sebebi olarak da CO'in yerini muhtemelen başka araçların alması gösterilmektedir (6).
Diğer bir intihar yöntemi de arabaların kapalı garajlarda çalıştırılmasıdır. Küçük, az havalanan bir garajda orta
büyüklükte bir arabanın çalıştırılması sonucunda 5 dakikada ölümcül konsantrasyonlarda CO birikimi
olabilmektedir. Diğer bir yöntem açık arazide çalıştırılan arabanın egzozuna bağlanmış bir hortumun aracın
penceresinden içeri sokulmasıdır (7). Bu gibi intihar düşünülen olgularda iki kişi beraberce intihar etmeye
teşebbüs eder ve birisi kurtulur ise durum daha dikkatli incelenmelidir.
Karbon monoksit zehirlenmelerinin incelenmesinde alkol kullanımının özellikle yangın olgularında etkili
olduğu bildirilmiştir. Alkolün dikkati ve refleks cevabı azaltıcı etkisiyle kişilerin acil durumlardaki tutum ve
davranışlarını etkilendiği, bunun da yangınların daha kolay oluşmasında etken olduğunu bildirilmiştir (4). Aynı
çalışmada zehirlenmelerin özellikle ısınma amacıyla CO kaynağı olabilecek aletlerin sıkça kullanıldığı kasım,
aralık, ocak, şubat, mart aylarında yoğunlaştığı belirtilmiştir (3,4).
KARBONMONOKSİTİN ÖZELLİKLERİ:
Karbonmonoksit gazı kokusuz, renksiz ve tahriş edici olmayajn bir gazdır. Özgül ağırlığı havadan hafiftir.
Karbonmonoksitin özgül ağırlığı hava ile kıyaslanınca 0.97'dir.
Normal şartlarda atmosferde % 0.001'den az oranda bulunmaktadır (=10 ppm) (28).
KARBON MONOKSİT KAYNAKLARI
Endojen:
Endojen karbonmonoksit, hemoglobin katabolizması sırasında protoporfirin halkasında bulunan alfa metanın
metabolizması sırasında oluşmaktadır. Bu endojen CO üretimi sonucunda, kan COHb oranı %0.4-0.7
seviyesine çıkabilmektedir. Hemolitik anemilerde ise artan CO üretimi COHb oranını %4-8 seviyesine
çıkarabilmektedir (28).
Eksojen:
Atmosfer havasında normal şartlarda önemli oranlarda CO bulunmamaktadır. Çevredeki CO'in ana kaynağı,
organik maddelerin tam olmayan yanmasıdır. CO ya içten yanmalı makinelerde ya da gazyağı, odun, kömür,
gibi yakıtların evlerde veya endüstride yanması sonucunda oluşmaktadır. Yangınlarda da çeşitli maddelerin
yanması sonucunda oldukça yüksek miktarlarda CO oluşmaktadır. Şehir hayatında özellikle benzin ve mazot
ile çalışan araçlar CO kaynağı açısından ön planda bulunmaktadırlar.
CO taşıtların eksoz gazlarında (eğer katalitik konvektör ile donatılmamış ise) %4-8, havagazında %7-20, sigara
dumanında %2 ve kömürün yanması sonucu açığa çıkan gazlarda değişik oranlarda bulunmaktadır (2,7,8).
Bileşkesinde CO bulunmayan butan, propan (tüpgaz = LPG) veya metanın (doğalgaz) düşük oksijen
konsantrasyonunda yanması sonucunda da CO açığa çıkmaktadır. Bu tür yakıt kullanan su ısıtıcıları ve sobalar
gibi aletlerin bacaya bağlanmadan az havalanan kapalı mekanlarda kullanılması halinde ortama yayılan CO,
hayati tehlike oluşturabilmektedir (8).
 Günde 1 paket sigara içenlerde COHb oranı % 5-6, 2 paket içenlerde ise %7-9 gibi oranlar
bulunabilşmektedir (28).
Kömürün yanması sonucu karbondioksit, karbonmonoksit ve hidrojen gazları açığa çıkmaktadır. Evlerde kış
aylarında ısınma amacıyla yaygın olarak kömür kullanılmaktadır. Bu yüzden kazalar daha çok kış aylarında
görülmektedir. Bacaların yeterince çekmemesi ve özellikle geceleri sobanın ısısının kaybolmaması amacıyla
baca anahtarlarının kapatılması yanma sonucu oluşan CO'in sobadan çevreye yayılmasına yol açabilmektedir.
Ayrıca aşırı derecede ısınmış sobaların cidarından CO'in sızabildiği belirtilmektedir (2).
Kömürün mangalda yakılarak kapalı mekanlarda kullanılması sonucunda da çok daha kısa sürede ölümcül CO
birikimi meydana gelebilmektedir. Toplumumuzda odun veya kömürün iyice yanması sonucunda tehlikeli
olmadığı gibi yanlış bir inanış bulunmaktadır. Yakıtların hiç bir yanma aşamasında CO çıkmayacağı garanti
edilemediğinden yakıtların bu şekilde kullanılmasından kaçınmak gerekmektedir.
Evlerde pişirme ve ısınma amacıyla kullanılabilen havagazının içeriğinde oksijen, karbonmonoksit, formen,
etilen, asetilen, azot, butilen, vs. bulunmaktadır (2). CO içeriği %7-20 arasında değişebilmektedir. Diğer bir
kaynakta bu oran % 18-30 olarak belirtilmiştir (28). Havagazı normal olarak kokusuz bir gazdır. Tehlikeli
olduğundan içerisine özel olarak koku katılmıştır. Toprak altından geçen ana havagazı borularında meydana
gelebilecek çatlaklardan sızan havagazı toprak altında uygun bulduğu kanallardan ilerleyerek evlerin alt
katlarına sızabilmektedir. Gaz toprak içinden geçerken kokusunu yitirebileceğinden tehlikesi daha da
artmaktadır (1). Yaşlı kişilerin ocakların gözlerini açarak unutmalarına bağlı olarak meydana gelmiş kazalara
da rastlanılmaktadır.
Son yıllarda ülkemizde de havagazı yerine kullanılmaya başlanan doğal gaz içeriğinde metan bulunmaktadır.
Bunun yanması sonucunda karbondioksit ve su açığa çıkmaktadır. Eğer yanma için yeterli oksijen yoksa bu
takdirde CO meydana gelebilmektedir. Bundan dolayı doğalgaz ile çalışan aletler iyi havalandırılmış
ortamlarda ve mutlaka bacaya bağlanarak kulanılmalıdır. Evlerde ısınma ve pişirme amacıyla çok sık olarak
kullanılan LPG (Liquid Pressure Gas) diye bilinen sıvılaştırılmış butan ve propan gazları da mutlaka iyi
havalandırılmış mekanlarda ve bacaya bağlanmış aletlerde kullanılmalıdır. Bu aletlerin bacaya bağlanmadan
kullanılması veya bacanın yeteri kadar fonksiyon göstermemesi durumunda meydana gelen CO tehlike
oluşturacaktır. Banyonun total hacminin azlığı ve hava girişinin, yani oksijenin azlığı CO oluşumunu
hızlandıracaktır. CO'in kokusuz olması ve zehirlenme belirtilerinin belirgin olmaması da banyolarda görülen
dramatik ölümlerin meydana gelmesini kolaylaştırmaktadır.

Yine aynı şekilde katalitik sobalar olarak bilinen LPG kullanılan aletler de havalandırılmayan yerlerde
kullanılmamalıdır. Yanma işlemi için mutlaka oksijene ihtiyaç bulunmaktadır. Bu aletlerde birim zamanda
harcanan gaz miktarı su ısıtıcılarındaki ile kıyaslanamayacak kadar azdır. Şofbenlerin kullanılması sırasında
ortaya çıkan CO'in sorumlu olduğu ölüm olgularının sık görülmelerinin nedeni budur
Ülkemizde halk arasında japon sobaları olarak bilinen kerozen sobaları da bacasız çalıştıkları için çalıştıkları
ortama CO gazı verebilmektedirler.
 Son yıllarda evlerde ısınma maliyetlerini azaltmak için izolasyona daha çok dikkat edilmektedir.
Pencere ve kapı aralarından hava girişi tamamen kesilmektedir. Bu da, oluşabilecek CO miktarını
arttırıcı bir faktör olarak rol oynayabilmektedir.
Araçlarda organik yakıtların kullanılması sonucu CO oluşmakta ve bu da diğer egsoz gazları ile beraber
çevreye atılmaktadır. Benzinli arabalarda katalitik konvektör yok ise ortalama % 4-8 oranında CO, egsoz
gazları ile birlikte çevreye atılmaktadır. Katalitik konvektör varlığında ise CO büyük oranda karbondioksite
çevrilerek atıulmakta, CO oranı %1'in altına kadar inebilmektedir (7). Katalitik konvektörlü bir arabanın egsoz
gazlarını bir hortum ile pencereden içeriye alarak intihar girişiminde bulunan ve arabanın bu pozisyonda 5
saat çalıştırılmasına rağmen HbCO oranının %21 olarak tespit edildiği ve tedavi ile kişinin tamamen düzeldiği
olgular bulunmaktadır (9). Dizel araçlar ise sanılanın aksine benzinli araçlardan daha az CO açığa
çıkarmaktadır.
Arabaların çalışır durumda beklediği uzun tüneller ve geçitlerde havadaki CO konsantrasyonu nadiren de olsa
ölümcül düzeye ulaşabilmektedir. Bu durum özellikle kardiovasküler hastalığı olan kişiler için bir tehlike
oluşturmaktadır. Otoyollar kenarında havadaki karbonmonoksitin 25-100 ppm seviyesinde olabildiği
bildirilmiştir (28).
Kireç söndürülmesi işlemi sırasında çok fazla miktarda CO oluşmaktadır. Açığa çıkan gazlar çalışan işçiler ve
kireç ocaklarının yakınında oturan insanlar tehlike oluşturduğu bildirilmektedir (2).
Karbonmonoksitin en sık ve bol kaynağı yangınlardır. Bu yangınlarda yanan maddeye göre farklı gazlar açığa
çıkmaktadır Bunların arasında hidrojen siyanür, nitrojen dioksit, nitrojen tetroksit, hidrojen sülfit, acrolein,
fenol ve benzen sayılabilir. Bu maddelerin herbiri ölüme neden olabilirken yangınlarda ayrıcaasfiksi ve ısı
çarpması gibi çeşitli mekanizmalar ile de ölümler görülebilirken en fazla sıklıkta CO zehirlenmesi nedeni ile
ölümlere rastlanmaktadır.
Boya sanayisinde boya ve vernik çıkarıcı olarak metilen klorid (methylene Chloride CH2 Cl) kullanılmaktadır.
Bu maddenin 3 saat süre ile solunması COHb oranının % 5-10 seviyesine çıkmasına neden olmaktadır (28). Bu
maddenin kapalı hacimde kullanılması sonucunda miyokard enfarktına bağlı ölüm olgusu bildirilmiştir (28).
Bu maddenin solunması sonucunda COHb oranının % 50 seviyesinde bulunduğu olgular bildirilmiş, fakat
semptomların bu şiddetteki bir zehirlenmede beklendiği kadar şiddetli olmadığı gözlenmiştir.
Soğuk bir yüzey ile temas eden alevlerin CO açığa çıkardığı Handerson ve Haggard tarafından gösterilmiştir
(10). Bu koşullar kutuplarda karların ateş üzerinde eritilmesi sureti ile su elde edilmesi işlemi sırasında
oluşmaktadır.
Sanayi limitleri:
Havada 35 ppm CO bulunması 8 saat çalışma için sınır değerdir. Bu oranda CO'in solunmasının normal bir
aktivite sonucunda kan COHb oranının % 5 olacağı öngörülmektedir. Bu sınır 6 Lt/dakika ventilasyon ve 30
ml/dakika/kg CO diffüzyon kapasitesi olduğuna dayanmaktadır (28).
Bir işçinin geçici maruz kalabileceği (STEL Short Term Exposure Limit) 200 ppm olduğu belirtilmektedir (28).
Bu sınır kriteri olarak gazın solunması kesildikten 15 dakika sonra kişinin semptomsuz olması şartına bağlıdır.
KARBONMONOKSİTİN ETKİLERİ
Karbonmonoksit akciğerler tarafından hızla alınarak kana karışır ve oksijenden 230-270 defa daha fazla
hemoglobine bağlanır ve stabil karboksihemoglobin (COHb) bileşiği oluşmaktadır (11,28).
Karboksihemoglobin oksijen taşıyamamaktadır. Bunun sonucunda dokularda hipoksi meydana gelmekte,
karboksihemoglobin oranı arttıkça hipoksi derinleşmekte ve sonuçta ölüm görülmektedir.
CO'in eliminasyonu akciğerler yolu ile olmaktadır. HbCO'nin yarılanma süresi 1 atmosfer basıncında hava
solunmasında 240-250 dakikadır (10,12). Bu yarılanma süresi ventilasyon hızına bağlı olarak değişmektedir.
Geçen süre ile orantılı olarak COHb oranı düşmektedir. Bu sürenin saf oksijen solunması ile 80 dakikaya,
hiperbarik oksijen (2-3 atmosfer basınçta saf oksijen solunması) solunması ile 23 dakikaya indirdiğini
belirtilmektedir (13). Diğer bir kaynakta bu süreler 30-40 dakika ve 14-20 dakika olarak verilmektedir (28).
Metilen klorid solunması sonucunda oluşan COHb yarılanma süresi, CO'in dönüşümünün devam etymesi
nedeniyle 2 misli daha uzundur.
FİZYOLOJİ
CO zehirlenmesi oksijenin salınımı ve kullanımının bozulması sonucunda hücresel hipoksi ile etkili olur.
Etkiler
1- Hemoglobin molekülünde olsijenin yerine CO bağlanır. Bu da relatif anemiye neden olur. Vücutta bazal
metabolizma ihtiyacı için 100 ml kanda 5 ml oksijen bulunmalıdır. Kanda 100 ml'de 2 ml oksijen
eriyebildiğinden diğer 3 ml hemoglobin ile sağlanmaktadır. Oksihemoglobin oluşumunun engellenmesi
hipoksiye neden olmaktadır.
2- COHb oksijenin hemoglobine bağlanmasonı arttırarak oksijen serbestlenmesini engeller.Sonuç
oksihemoglobin dissosiyasyon eğrisinin sola kaymasıdır. Tablo oksihemoglobin değişikliğini göstermektedir
XXX. Egzersiz (asidoz, hipoksi, hipernatremi ) eğriyi sağa, toksinler sola kaydırmaktadır.
3- İn vitro olarak CO sitokrom oksidazı bağlamaktadır. Fakat in vivi oksijenin sitokrom oksidaza affinitesi o
kadar çoktur ki, sitokrom oksidaza bağlanan CO çok azdır. Bazı yazarlar zehirlenme ve kan COHb oranları
arasındaki uyumsuzluğun izahı ve hiperbarik oksijen kullanımının gerekliliği için hücresel inhibisyonu ileri
sürmüştür.
4- CO, iskelet kasından 3 defa daha çok miyoglobine bağlanmaktadır. Sonuçta miyokard depresyonu ve
hipotansiyon iskemiye neden olmakta ve hipoksinin etkileri artmaktadır.
MMS
Ciddi Co zehirlenmesi anatomik değişklikliği neden olmaktadır (serebral ödem, hemorajik fokal nekroz,
venodilatsyon, peteşiler, perivasküler enfarktüs gibi). Bilateral globus pallidus nekrozunun karakteristik
olduğu söylenmektedir. Diğer hassas bölgeler substantia nigra, hipokampus, serebral korteks ve
serebellumdur. Histopatolojik bulgular hipoksi, kardiyo respiratuvar arrest, hipoglisemi, siyanür
zehirlenmesinden ayrılamamaktadır. Nadiren post anoksik demiyelinizasyon olabilmektedir.
KVS
Kalp en hassa dokudur. Normal oksijen ekstrasyon oranı (arter/venöz O2 farkı) %75'dir. Vücudun diğer
dokularında ortalama % 25'dir. Karbonmonoksitin artması iskemiye neden olur.
100 ppm CO'e 2 hafta süre ile maruzx kalan tavşanlarda yama tarzında miyokard nekrozu ve iskemik
değişiklikler tanımlanmıştır.
Deri
CO zehirlenmelerinde komada veya sedatif-hipnotik ilaç zehirlenmelerinde olduğu gibi büller
görülebilmektedir. Histolojik inceleme subepidermal bül ve ter bezlerinde nekroz, intradermal vesikülasyon
veya aşırıepidermal nekroz görülmüştür.
klinik bulgular
Karbon monoksitin etkileri başka hastalıkları taklit edebilmektedir. Esas olarak kalp ve MSS bulguları
görülmektedir. Fakat her organ etkilenebilmektedir.
KVS: önceden KVS hastalığı olması zehirlenmeyi şiddetlendirmektedir ve %1.5-10 gibi düşük COHb
oranlarında angina ağrıları görülebilmektedir.
Laboratuvar
Klinik bulgular laboratuvar sonuçları ile her zaman uyumlu olmamaktadır. Letarjik bir kişide COHb %58,
asemptomatik bir kişide ise % 38 bulunabilmektedir.
CO oranları tanıda, tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Fakat sadece COHb'ye
dayanmak hatalara neden olabilmektedir.
Hidrojen sülfit (H2S), COHb ölçülmesi ile etkileşmektedir. Fakat methemoglobinemi COHb ölçülmesi ile
etkileşmemektedir.
Beklenmedik oranda COHb bulunmasının bazı sebepleri, -zehirlenmenin çok aniolması, kişinin hipoksiye
dayanıksızlığı (kalp hastalığı), diğer ilaçların etkileri, resüssitasyonun etkisi ve uygun olmayan örnek
alınmasıdır. Örneklerden CO kaybı kan ile O2 içeren havanın temas ı etkileyen sıcaklığa ve COHb oranına göre
değişmektedir.
Diğer anormal laboratuvar bulguları:
Kan gazları: PO2 normal, O2 satürasyon oranı düşüktür. PCO2 Normal veya düşük, metabolik asidoz CO
zehirlenmesinin sonucudur ve iskemi ve hipoksiyi yansıtmaktadır.
EKG: ST depresyonu, T dalgası düzleşmesi, ST yükselmesi, aritmiler, sinüs taşikardisi.
EEG: Anormal dalgalar (yaygın yavaş dalgalkar, düşük voltaj) hipoksik ensefalopati bulgularıdır.
CAT Scan: CAT bulgusu olması ciddi nörolojik sekeli göstermektedir. (düşük yoğunlukta globus pallidus
lezyonları)
TEDAVİ:
Derhal ortamdan uzaklaştırılmalı, solunum kontrolu, solunum desteği, %100 solunum desteği, damar yolu
açılması, kalp monitörizasyonudur.
Oksijen (%100) sıkıca oturan bir maske ile veya endotrakeal tüp ile verilmelidir. Oksijen COHb % 15-20'ye
düşene kadar verilmelidir.
Yangın kurbanları, solunum yollarının kapanması, termal ve kimyasal yaralanma, pulmoner ödem, travma
serebral ödem, toksik madde inhalasyonu (siyanür, methemoglobinemi) açısından incelenmelidir.
Eliminasyon
%100 oksijen COHb yarılanmasını 1.5 saate indirir. Bu işlem kanda erimiş oksijeni 0.3 ml/100 ml'den
2ml/100ml'ye çıkarır. Hiperbarik oksijen COHB yarılanmasını 20-30 dakikaya indirir.
Hiperbarik oksijen
COHb yıkımını arttırır ve kanda erimiş oksijen miktarını arttırır. Fakat tedavideki rolü tartışmalıdır. Kimilerine
göre dokulardaki CO'in temizlenmesi, ödemin azalması, sitokrom oksidazın inhibisyonunun engellenmesi
avantajlarındandır.
Diğerleri maliyet, komplikasyon ve transport zorlukları, HBO kullanımını selektif yapmaktadır. Tedaviye
cevapta kişisel farklar da çoktur. Karar verirken komplikasyonlar da değerlendirilmelidir. Bunlar arasında
dekompresyon hastalığı, kulak zarı yırtılması, sinir yaralanması, serebral hava embolisi, oksijen toksititesi
(pulmoner ödem, konvülzyon), pnömotoraks tehlikesi ve nakil zorluklarıdır.
Şu hastalara önerilmektedir:
 %40 COHb üzerinde semptomlu hastalar.
 2- Nörolojik bulguları olan komadaki hastalar.
 3- COHb % 20 nin üzerinde olduğu ve fetal izleme distress bulguları gösteren hamileler.
 4- Şuurun kısa bir süre de olsa kapandığı ve hastanede semptomların devam ettiği hastalar.
Yarılanma süresinin uzun olması havada çok düşük konsantrasyonda CO bulunduğu durumlarda bile birikici
etkinin görülmesine neden olmaktadır. %1 konsantrasyonda CO içeren havanın 20 dakika solunması şuur
kaybına neden olabilmektedir. %0.1 konsantrasyonda 2-3 saat içinde karboksihemoglobin saturasyonu %55-
60 değerine ulaşabilmektedir. Çok fazla miktarda CO'in açığa çıkabileceği laboratuvar kazalarında ise birkaç
dakika içerisinde ölüm görülebilmektedir.
CO aynı zamanda oksihemoglobin bünyesindeki oksijenin kapiller düzeyinde de serbest bırakılmasını da
engellemektedir. Bunun sonucunda oksijen-hemoglobin disosiasyon eğrisi sola kaymakta ve doku hipoksisi
derinleşmektedir. Bu nedenle CO zehirlenmesinde anemi ile kıyaslanınca daha fazla doku hipoksisi
olmaktadır. %50 karboksihemoglobin saturasyonunda, yani total 16 gm, hemoglobinin 8 gm'ı CO ile
birleştiğinde kalan 8 mg oksihemoglobin varlığında bile ölüm görülebilmektedir. Bu etkinin görülmesindeki
diğer bir faktör karbon monoksitin doku proteinlerini de (miyoglobin, sitokrom oksidaz, sitokom P450,
katalaz, peroksidaz gibi) etkilemesi olduğu belirtilmiştir (7).
Klasik olarak COHb oranının % 60-70 seviyesinde olması öldürücü olarak kabul edilmektedir (7). Bunun
yanında ölüme neden olan HbCO oranın %33 ve %88 sınırları arasında olduğu da bildirilmiştir (7). Fakat hiçbir
zaman %100 gibi bir oran bulunmamaktadır. Çünkü %80 gibi yüksek oranlarda genellikle ölüm meydana
geldiğinden CO'in hemoglobin ile reaksiyonu kesilmektedir. %100 oranı ancak laboratuvarda direkt olarak
kanın içine CO'in verilmesi yolu ile elde edilebilmektedir.
Kişilerin CO'e reaksiyonları farklı olabilmektedir. Önceden var olan serebral ve kardiyopulmoner hastalıklar,
özellikle ileri yaşlardaki kimseleri daha duyarlı kılmaktadır. Aynı havayı soluyan kişilerde farklı kan
karboksihemoglobin oranı ve farklı klinik cevaplar çeşitli faktörlerin etkili olduğunu akla getirmektedir.
Pulmoner ve kardiovasküler sistem fonksiyonu, eritrosit sayısı, hemoglobin miktarı, yaş, fizik aktivite,
metabolizma hızı, CO'e maruz kalındıktan sonra geçen süre bu cevabı etkileyebilen faktörlerden bazılarıdır.
CO zehirlenmesi çok çeşitli faktörler ile şiddetlenmektedir. BU faktörlerden bazıları şunlardır.
 Barometre basıncının düşüklüğü (yüksek yerler)
 Alveoler ventilasyonun artması (fizik aktivite)
 Yüksek metabolizma hızı (çocuklar ve kuşlar),
 Kardiyovasküler ve serebral hastalıklar,
 Kardiyak atım hacminin azalmış olması,
 Hemoglobinin CO'e affinitesinin artmış olması (Fetal hemoglobin oksijen dissosiyasyon eğrisi, erişkin
hemoglobininegöre daha soldadır.Bu sebeple fetal hipoksi eş CO'e maruz kalmaya göre daha
şiddetlidir.)
 Anemi, -- Hipovolemi, --Endojen Co üretiminin artması,
 Pulmoner CO diffüzyon kapasitesinde artış.

COHb oranının %10-20 arasında olmasına rağmen ölümün görüldüğü olgular da bildirilmiştir (4). Bunların CO
zehirlenmesinden sonra bir süre hastanede tedavi gördükleri, bu sebepten dolayı COHb oranlarının düşük
bulunduğu düşünülmüştür.
CO zehirlenmesinin belirtileri nonspesifiktir. Başlangıçta basit bir influenza enfeksitonu zannedilebilir.
Koma gelişene kadar başağrısından başka hiç bir bulgu da bulunmayabilir. %30 karboksihemoglobin
saturasyon oranında başağrısı, hafif bulantı, konsantrasyon kaybı ve hafif sarhoşluk hissi olabilir. Özellikle bu
durumu alkol sarhoşluğu ile karıştırmamak gerekmektedir. %30-40 seviyesinde bulantı, kusma, halsizlik,
görme ve işitme kaybı, stupor, %40-50 seviyesinde yorgunluk, koordinasyon kaybı, konvülzyon, koma
kardiyorespiratuar yetersizlik ve ölüm görülebilecektir. CO'in meydana getirdiği hipoksi sonucu solunum
başlangıçta tipik hipoksi olaylarında olduğu gibi uyarılmadığından zehirlenmeye maruz kalan kişiler
başlangıçta bir solunum sıkıntısı hissetmemektedirler.
Bazı olgularda zehirlebnmeden sonra geç dönemlerde nörüpsikiyatrik bulgular görülebilmektedir. Bunların
arasında kişilik değişiklikleri ve hafıza bozuklukları sayılabilir).
Solunan karbonmonoksitin % 85'i hemoglobine, kalanı ise miyoglobine ve kas proteinlerine bağlanmakta ve
sitokrom oksidazı da inhibe etmektedir (13,28). Sitokrom oksidaz mitokondrideki respiratuvar taşıyıcıların
son komponentidir. Sitokrom oksidaz siyanür ve hidrojen sülfür ile de inhibe edilmektedir (4). CO'in bu etkisi
mitokondrial seviyede anoksiye neden olmaktadır. Bu sebeplerden dolayı CO zehirlenmesine uğrayan
kişilerin serum HbCO oranlarının her zaman doku CO miktarını yansıtmayabileceği, yani toksemi derecesi ile
orantılı olmayabileceği, semptom ve klinik bulguların da tedaviyi yönlendirmede önemsenmesi gerektiği
bildirilmiştir.
Fetus, karbonmonoksitin fetal kanda daha yüksek oranda olması (maternal kandan %10-15 daha çok) ve fetal
PO2'nin daha düşük olması nedeni ile (erişkindeki 100 mmHg'ye kıyasla fetusta 20-30 mmHg'dir) daha çok
etkilenmektedir. Bunlara ek olarak fetal hemoglobin dissosiyasyon eğrisi erişkindekinden daha soldadır. Bu
da eş COHb seviyesine göre daha derin hipoksiye neden olmaktadır (28). Annenin ölümcül olmayan CO
zehirlenmesine maruz kalması durumunda bile kalıcı nörolojik sekeller oluşabilmektedir. Fetusun uzun süre
düşük dozda karnonmonoksite maruz kalması (sigara içenlerde COHb oranı %5-10 olabilmektedir) bebğin
küçük ve neonatal mortalitenin yüksek olmasına neden olmaktadır (28). Sigara içen annelerde CoHb'nin
yüksek olöasının yanı sıra fetal kordon kanında pH ve pO2 düşük, pCO2 yüksektir.
Yeni doğanlar da ilk 3 süresi boyunca fetal hemoglobinin % 20 olması sebebi ile daha çok etkilenmektedirler.
Yangınlardaki ölüm sebepleri çok çeşitli olabilmektedir. Bunların arasında ısı çarpması, yanıklar, duman
inhalasyonu (hidrojen siyanür, HbCO, vb.), ventilasyon perfüzyon bozuklukları sayılabilmektedir (15,16,17).
Bunların arasında CO'in ayrı bir yeri vardır. Özellikle ev gibi kapalı mekan yangınlarında açık arazi yangınlarına
oranla daha fazla CO oluşmaktadır (18,19,20). Kapalı mekan yangınlarında %85 oranında CO zehirlenmesi
bulunurken açık arazi yangınlarında eser miktarda HbCO oranları tespit edilmiştir (19,21). Kanda CO'in
bulunmasının adli tıp açısından iki önemli boyutu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi gerçek ölüm nedeninin
söylenebilmesi ikincisi ise yangın sırasında kişinin canlı olup olmadığı sorusuna cevap vermede yardımcı
olmasıdır.
COHb'nin bir akut zehirlenme durumu olmadan da yüksek bulunabilmektedir. Örneğin günde bir paket sigara
içenlerde %5-6, 2-3 paket sigara içenlerde %7-9, trafik polisi gibi meslek guruplarında %1-9 oranlarında kan
COHb oranı bildirilmiştir (7,22). Genel bir kriter olarak kan HbCO oranı %10'un üzerinde ise kişinin yangın
esnasında CO'i soluduğu yani canlı olduğu kabul edilmektedir (23,24). %10'un altında COHb bulunan
olgularda ise kişinin canlı olup olmadığı sorusuna cevap vermek daha zor olmaktadır. Açık alan yangınları,
patlamalı yangınlar gibi durumlarda kişi yangın esnasında canlı bile olsa çok düşük HbCOHb oranları
bulunabilmektedir.
CO zehirlenmesi görülmesini etkileyen diğer bir faktör de kapalı mekanın havalandırılma derecesidir. Pencere
ve kapıların sıkıca kapalı olduğu durumlarda daha kısa sürede CO birikimi meydana gelirken, aynı oda içinde
CO gazını soluyan fakat pencere veya kapı kenarında olduğu için kurtulan olgularda bulunmaktadır. Bu olay
aynı oda içinde kömür sobasından zehirlenen bir aile üyelerinden bazılarının kurtulabilmesini
açıklayabilmektedir.
KEŞİF VE OTOPSİ BULGULARI
Bir karbonmonoksit zehirlenmesi olgusu keşfinde muhtemel gaz kaynakları aranmalı ve cihazların test
amacıyla çalıştırılması gerekebilir. CO kaynağı olabilecek aletler keşif muayene tutanağına işlenmeli ve olay
yeri, havalandırma durumu, aletlerin özellikleri, bacaya bağlı olup olmadığı, mümkün ise bacanın yeteri kadar
fonksiyon gösterip göstermediği keşif esnasında incelenmelidir.
Bu cihazların testleri olay yerinde yapılmalıdır. Böylece ölüm anındaki koşullar sağlanabilecektir. Genellikle
birden fazla faktör etkili olmaktadır. Bu test sırasında meteorolojik koşulların aynen sağlanması mümkün
değildir. Odaya veya eve ilk girenlerden pencerelerin ve kapıların açık olup olmadığı, cihazların çalışıp
çalışmadığı, kişilerin yerleri ve pozisyonları, muhtemel gaz solunma süresi ile ilgili bilgiler almaya
çalışılmalıdır.
Araştırma sırasında kaza yerinde daha öncede hafif zehirlenmeyi akla getiren bulgular olduğuda
öğrenilebilir. Ölüm yerinde cihazların çalıştırılarak test edilmesinden önce cesetler incelenerek nakil
edilmelidir. Cesetlerin oda içindeki yeri ileride testlerde örnek alınacak yerin belirlenmesi amacıyla not
edilmelidir. Olay yerinde cihazların çalıştırılarak test edilmesi kişinin CO zehirlenmesi ile öldüğünün otopsi
incelemesi ile kesinleşmesinden sonra yapılmalıdır.
CO zehirlenmesi bulantıya neden olabildiğinden oda da kusma materyeli bulunabilmektedir. Bu bulgu kişinin
az da olsa hareket edebildiğini gösterebilir. CO zehirlenmesi sonucu ölmüş bir kişinin dıştan muayenesinde
ölü lekelerinin açık kırmızı rengi dikkat çekicidir. Bu rengin sadece postmortem dönemde görülebildiği
unutulmamalıdır. Ölü lekelerinin açık kırmızı renk alması siyanür zehirlenmelerinde ve donmalarda da
görülebilmektedir (25). Bu renk değişikliği aynı zamanda tüm viseral organlarda da belirgin olarak
gözlenebilmektedir. Otopsi bulgularını ani ve gecikmiş ölümlerde olmak üzere iki ayrı grubta incelemekte
fayda vardır.
Ani oluşan ölümler
CO'e maruz kalınmasını takip eden bir kaç saat içinde ölümün görüldüğü olgulardır. Bu gibi durumlarda
lezyonlar minimaldir. İç organlarda pembe renk ve şiddetli konjesyon görülebilmektedir. Serozal yüzeylerde
peteşiler tesbit edilebilmektedir. Beyinde şiddetli ödem vardır. Başağrısının sebebi de bu ödemdir. İç
organlardaki renk değişikliği beyinde de görülmektedir. Bu renk değişikliğinin formalin solüsyonuna
konulmuş beyin dokusunda bir kaç gün değişmeden kalabildiği, normal dokuların çok daha kısa sürede gri
renk aldıkları, bu özelliğin CO zehirlenmesi lehine bir bulgu olarak değerlendirilebildiği belirtilmektedir (10).
Gecikmiş ölümler Ölümün zehirlenmeden 1-6 gün sonra görüldüğü olguları kapsamaktadır. Süre uzadıkça
tespit edilebilen lezyonlar artmaktadır. CO'e maruz kalan ve daha sonra tedavi edilerek yaşayanlarda kanda
CO düzeyinin düşük bulunabileceği akılda tutulmalıdır.
En tipik lezyonlar beyinde pallidumda görülmektedir. En önemlisi de pallidum nekrozudur. CO'e maruz kalma
süresi uzadıkça makroskobik olarak görülme ihtimali artmaktadır. Ortalama olarak bu süre 6 gün kadardır. Bu
lezyon nadiren tek taraflı olmaktadır. Sıklıkla bilateraldir. Nekroz genellikle pallidumun iç segmentindedir.
Fakat lateral olarak dış segmente ve dorsal olarak internal kapsüle yayılabildiği belrtilmektedir (27)
Palladium nekrozunun CO zehirlenmesine özgü olmadığı unutulmamalıdır. Bu lezyonlar tüm hipoksik
durumlarda gözlenebilmektedir.
Pallidum nekrozunun sebebinin anterior koroidal arterlerin pallidal dallarındaki dolaşım bozukluğu olduğu
söylenmektedir (26). Serebral kortekste ve Ammon boynuzunda da kanama ve nekroz alanları
gözlenebilmektedir. Serebellumda ise Purkinje hücrelerinde ve internal granüler tabakadaki hücrelerde
azalma bulunabilmektedir.
KARBON MONOKSİTİN TESPİTİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Klinik ve otopsi bulguları ile kesin olarak CO zehirlenmesini tanımak her zaman kolay değildir. Otopsi ve klinik
bulguları çoğunlukla nonspesifiktir. Başka bir çok durumla karışabilmektedir. Bu yüzden en iyi yöntem 10cc
venöz kan almak ve bunun kimyasal veya spektroskobik incelenmesini sağlamaktır.
COHb'in tespitinde iki ana tetkik yöntemi kullanılmaktadır. Bunlar; gaz kromatografisi ve spektrofotometri
yöntemleridir. Spektrofotometri diğer hemoglobin tiplerinden etkilenmektedir. Örneğin; çürüme veya
yangınlar sonucu oluşan sulfohemoglobin sonuçları etkileyebilmektedir. Aynı şekilde methemoglobin de
etkili olmaktadır. Methemoglobini ve oksihemoglobini indirgemiş hemoglobine çevirmek için kan örneklerine
sodyum ditionat eklenmektedir (27). Hemoglobin türevlerinin etkileşimleri gaz kromatografi yöntemi
kullanarak azaltılabilir. Fakat bu yöntem vakit alıcıdır ve rutin kan örneklerinin tetkiki için uygun olmadığı
belirtilmektedir (27).
COHb tespiti için genellikle venöz kan kullanılmaktadır. Eğer venöz kan alınamazsa direkt injeksiyonla kalpten
kan almak da uygundur. Bu da mümkün olmazsa kan içeren akciğer, dalak, kemik iliği ekstresi de
kullanılabilmektedir. Cesetin fazla miktarda yandığı durumlarda en uygun işlemin miyokard dokusu üzerinde
inceleme yapmak olduğunu gösteren çalışmalar da bulunmaktadır (10).
Post-mortem dönemde çevre havasındaki CO kana ulaşamamaktadır. Bir araştırmada ceset 42 saat CO'e
maruz bırakılmış ve kan CO düzeyinde bir değişiklik bulunmamıştır (10). Kan COHb oranı şehirlerde
yaşayanlarda %1 seviyesinde olabilmektedir. Taksi sürücüsü, garaj işçisi gibi meslek gruplarında %6 gibi
yüksek oranlar bulunabilir. Aşırı derecede sigara içenlerde de yüksek oranlara rastlanılabilir. Fakat bu oran
hiçbir zaman %10'u geçmemektedir (1).
Yangınlarda alevler kişiye ulaştığında kişinin canlı olup olmadığı sorusu değerlendirilirken %10'un üzerindeki
COHb oranı kişinin canlı olduğu, yani nefes aldığı lehinde kabul edilebilmektedir. Bunun aksi, her zaman
kişinin ölü olduğu anlamına gelmemektedir. Ölüm sebebi yangında oluşan hidrojen, siyanür gibi gazlar,
larinks spazmı, korku veya ağrı şoku olabilir. Ayrıca patlama tarzındaki yangınlarda, özellikle uçak ve araba
kazalarında %10'un altında COHb oranları bulunabilmektedir (10).
Yangına bağlı ölümlerin post-mortem incelemelerinde kalbin sağ ve sol ventriküllerinde COHb düzeyleri
arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bunun sebebi muhtemelen COHb'in yavaş yıkılması ve böylece tüm
dolaşımda eşit konsantrasyonların bulunmasıdır (25). Ayrıca CO'e maruz kalmış ve COHb'nin yıkılması için
yeterli süre yaşamış kişilerde COHb oranı %10'un altında bulunabilmektedir. Ölüm sebebi yine de CO
zehirlenmesidir. Böyle şüpheli durumlarda ölümün meydana geldiği ortam CO açısında incelenmeli ve gerekli
ölçümler yapılmalıdır. Bazen ölümün meydana geldiği fizik koşulların aynen sağlanması da faydalı
olabilmektedir.
CO zehirlenmesi olgularının büyük çoğunluğunun önlenebilir kazalar olması konunun önemini artırmaktadır.
Kamuoyunun, evlerde kullanılan ısınma aletlerinin CO açığa çıkarabileceği konusunda aydınlatılması kazaların
önlenmesinin birinci adımıdır. Aletlerin üzerlerine CO'in etkileri ve alınması gereken önlemler ile ilgili
tavsiyeler yazılabilir. Ayrıca bu tür aletleri evlere monte eden ve tamirini yapan kişilerin eğitimi ve sertifikalı
çalışması bu tip kazalardan korunmak için alınabilecek diğer önlemlerdir.

27.05.2021

GÖZLEM ALTINA ALMA

Gözlem altına alınma

MADDE 74

(1) Fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl
hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini
saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet savcısının ve müdafiin dinlenmesinden
sonra resmî bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi,
kovuşturma evresinde mahkeme tarafından karar verilebilir.

(2) Şüpheli veya sanığın müdafii yoksa hâkim veya mahkemenin istemi üzerine, baro tarafından bir
müdafi görevlendirilir.

(3) Gözlem süresi üç haftayı geçemez. Bu sürenin yetmeyeceği anlaşılırsa resmî sağlık kurumunun
istemi üzerine, her seferinde üç haftayı geçmemek üzere ek süreler verilebilir; ancak sürelerin toplamı
üç ayı geçemez.

(4) Gözlem altına alınma kararına karşı itiraz yoluna gidilebilir; itiraz, kararın yerine getirilmesini
durdurur.

(5) Bu madde hükmü, 223 üncü maddenin sekizinci fıkrası gereğince yargılamanın durması kararı
verilmesi gereken hâllerde de uygulanır.

CMK m.74, TCK’da düzenlenen akıl hastalığı ile yakından ilişkilidir. Adli tıbbın yapısını işlerken kriminal
laboratuvarları da görmüştük. Bu ihtisas dairelerinden birisi de gözlem ihtisas dairesidir. Gözlem ihtisas
dairesinin materyali deli olup olmadığı konusunda iddialar oluştuğu, mahkemenin de bu yönde karar verdiği
kişilerdir ve bu kişiler de gözlem altına alınmaktadırlar.

 Adli tıp gözlem dairesi sadece Yenibosna’daki Adli Tıp Merkezinde bulunmaz, bu merkezin dışında adli tıp
kurumunun taşra teşkilatı da var. Adli tıp kurumu Türkiye’de merkezi İstanbul’da bulunan tek teşkilattır.
İstanbul’dan bütün Türkiye’ye yayılır. Bir yerde birden fazla ihtisas dairesi varsa grup başkanlıkları
kurulur. Yani gözlem ihtisas sadece İstanbul’da değil, anadolunun birçok yerinde yapılır.
 Mahkeme bazen adli tıp kurumu dışında ruh ve sinir hastalıkları hastanesinden de güvenlik tedbiri olarak
gözlem altına alma ile ilgili rapor isteyebilir. Adli tıp kurumunda yapılan incelemeye itiraz gelince ruh ve
sinir hastalıkları hastanesi de gerçekleştirilebilir ya da usul ekonomisi gerektirirse ruh sinir hastalıkları
hastanesinde yapılabilir.
Akli melekelerin herhangi bir yerinde ortaya çıkan patolojinin (araz) bir akıl hastalığına sebebiyet verdiğini,
yani akıl hastalığının bir mantık silsilesi içerisinde ortaya çıktığını ve günlük kullanımda akıl hastalıklarını
birbiriyle karıştırdığımızı, bu hastalıkların birbiriyle keskin çizgilerle ayrıldığını ve birbirlerinden farklı
semptomları olduğunu bilmeliyiz. Bu sebeple bu akıl hastalıklarını bilmekte fayda var. Asla her önümüze
gelen davada ilgili şahıs hakkında akıl hastası, deli gibi gelişigüzel yargılamalarda bulunulmamalı, bunların
teşhisi ilgili uzmanlara bırakılmalıdır. Tabi kişide bu yönde bir anormallik olduğunu anlayabilmemiz lazım,
bunu ise ilgili uzmanlara tespit ettirmemiz gerekir. Burada işletilecek prosedür ise CMK m.74’teki gözlem
altına almaktır. TCK m.32, CMK m.74 ile birlikte işlemektedir.

AKIL HASTALIKLARI

Akıl sağlığı konusunun altında birçok alt başlık ve unsur var. Bu alt başlık ve unsurlara akli melekeler denir.
Yani bir insanın akli melekeler tek bir bütünden ibaret değil, içerisinde birçok unsurlar var.

Bu akli melekelerden bazıları şunlardır:

1. DUYGULANIM

Duygulanım kişinin duygu dünyasına tesir eden birtakım olaylar yaşandığında bunlara doğal olarak reaksiyon
vermesidir. Mesela caddeden geçen bir araba köpeğin üzerinden geçerse bizde yarattığı tesir üzüntü olur.
Mesela ailemizden birine piyango çıkarsa bu sevindirici haber bizde de mutlu olma reaksiyonu geliştirir.
Mesela yakınımızda bir bomba patladığında korkma ve heyecanlanma gibi tepkiler geliştiririz.

Duygulanım melekesi hastalanabilen bir melekedir. Duygulanım melekesi hastalandığı zaman ortaya çıkan
tabloya klasik psikiyatri tabiriyle lakaydi denir. Lakaydi ortaya çıktığı zaman kendini gösteren hastalığa
şizofreni denir. Şizofreni lakaydi ile kendisini gösteren hastalıktır. Şizofren olan kişide lakayt bir hal vardır,
olaylara tepkisiz kalır, Dış dünyayla irtibatlarını keserler.

Hastalanan Meleke Ortaya Çıkan Tablo Tanısını Koyabileceğimiz Hastalık

Duygulanım Lakaydi Şizofreni

Şizofreni çok ileri bir hastalıktır. Bir de şizoid kişiler vardır. Mesela her şeyi bir yerlerde unutan, buzdolabının
kapısını sürekli açık unutan vb. kişiler böyledir. Bunlar lakaydi kişilerdir ama şizofreni değillerdir. Şizofren
diyebilmemiz için ileri seviyede bu arazları göstermeli ve duygulanım melekeleri ciddi derecede hasar
görmelidir.

2. MANTIK

Mantık melekesi hastalandığında ortaya hezeyanlar çıkmaktadır. Hezeyanın türkçesi saçmalamadır. Mantık
melekesi yıkılan bir kişi hezeyanlar ortaya çıkarır ve bazı konularda saçmalar. Hezeyanlar üç şekilde ortaya
çıkar:
1. Bazen sistematiktir, kişi aynı saçmalığa takılır ve onu anlatır.
2. Bazen sistematik değildir (nasistematik) ve devamlı değişik hezeyanlar anlatır.
3. Bazen yarı sistematiktir, değişik şeyler anlatsa da aynı şeyleri sürdürür.

Tıpta hastalık yok, hasta var. Her hastalığın farklı tezahürleri ve buna bağlı farklı hastalar vardır. Dünya
üzerinde insan sayısı kadar hasta bulunmaktadır. Bu kategoride de birçok hastalık var ve bunlara paranoyik
sendrom denir. Mesela alkol paranoyası, paranoyaklık, paranoid şizofrenlik (paranoyaklık ve şizofreninin aynı
anda görülmesi)…

Paronayaklarda çok ciddi bir şüphecilik hali vardır, her şeyden şüphe ederler. Aynı zamanda perseküsyonlar
da ortaya çıkıyor, yani bazı insanlara düşman oluyorlar ve onlara kafayı takıyorlar. Paranoidlik için zeki insan
hastalığı derler ve bu hastalığa yakalanan insanlarda belli seviyede zeka artışı gözlemlenir. Çünkü bu insanlar
kafalarını çok fazla yorarlar ve çok ciddi şüpheler geliştirebilirler.

Bu kişiler çok fazla zeki oldukları için içinde bulundukları şüpheyi anlatmayabilirler, o yüzden bizim buna
ilişkin konuyu açmamız gerekir.

 Paronayaya İlişkin Bir Dava: Karadeniz vilayetlerinden birinde Adli Tıbba sevk edilen bir dava var
ve bu davada kişinin akli melekelerinin gerçekleştirilmesi isteniyor. Muayeneyi gerçekleştiren
hekim raporunda bu kişiye mutlaka telsizle ilgili soru sorulmasını istiyor. Çünkü telsizle ilgili soru
sorulmazsa paronayasının tespit edilemeyeceğini iddia ediyor. Şahıs üzerinde gözlem
gerçekleştiriliyor ve mülakat da yapılıyor ancak herhangi bir akıl hastalığına rastlanılmıyor. Ancak
rapor doğrultusunda şahsa telsiz ile ilgili soru soruluyor ve adam telsizi kendisinin icat ettiğini,
Amerikalı ajanların telsizi kendisinden çaldığını ve bütün dünyaya böyle yayıldığını söylüyor.
Dolayısıyla paranoidleri tespit etmek çok zordur.

Mantık Hezeyanlar Paranoid Bozukluk

 Not: Hezeyanlar sonucu ortaya çıkan tanı paranoid bozukluktur. Buna paranoyaklık dememeliyiz.
Paranoid bozukluk içerisinde birçok hastalık vardır ve paranoyaklık da bu hastalıklardandır.

3. HAFIZA

Hafıza yaşadıklarımızı ve gördüklerimi kayıt altına alır ve bunları hatırlamamızı sağlar. İki tür hafıza vardır:

1. Tespit Hafızası (Kısa Süreli): Bir görüntüye veya başka bir şeye bakıyoruz ve daha sonra unutuyoruz, yani
kısa vadede hafıza onu kaydediyor. Buna tespit hafızası denir.
2. Kalıcı Hafıza: Uzun vadede unutamayacağımız bilgilerdir (mesela meslek bilgileri).
Alzheimer, parkinson gibi hastalıklar hafıza ile ilgilidir. Bu hastalıklara genel bir başlık olarak bunama denir.
Hafıza hastalandığı zaman derin ve değişik dozlarda unutkanlıklar ve bunama ortaya çıkıyor.

Ribot Yasaları: Bu yasaya göre hafıza geriye doğru yıkılır. En son öğrenilenler en önce unutuluyor. Yaşlılarda
bu durum çok sık görülür. Mesela 40 yıl önce yaşadığı olayı tüm detayıyla anlatabilirken dün akşam ne
yediğini hatırlamayabilir. Buna ribot yasaları denir.

Hafıza Unutma Bunama

Bunların dışında da birçok akli meleke bulunmaktadır. Şunları örnek gösterebiliriz:

 Dikkat: İki tane dikkat vardır. Bunlar spontane dikkat ve iradi dikkattir. Dikkat melekesi zayıflayan kişide
özellikle spontane dikkat zayıflar. Yanında olanların farkına varamazlar. Bu hastalık psikozmanik depresif
insanlarda çok sık görülür. Çok hareketlidirler, neşelidirler, çok borç altına girebilirler, bunların
arkasından çok büyük depresyona girebilir. Bipolar bozukluk bu başlık altında bir hastalıktır.
 İrade
 Oryantasyon

74.maddeden devam ediyoruz…

1. Gözlem altına alma kararı için öncelikle o kişinin fiili işlediği yolunda kuvvetli şüphe bulunmalıdır. Yani
basit bir iddia ve şüphe ile gelen kişi için böyle bir karar alınamaz. Aksi takdirde tatbikatına geçilen
güvenlik tedbiri hukuka aykırı olur.
2. Kişi akıl hastasıysa ne zamandan beri akıl hastası olup olmadığı önemlidir. Kişinin önemli olan suçu
işlediği tarihte akıl hastası olmasıdır. Suç tarihinden sonra gerçekleşen akıl hastalığı bizim için pek önemli
değil. Bu sebeple kişinin ne zamandan beri akıl hastası olduğunun da araştırılması gerekir.
3. Kişinin bu suçu o akıl hastalığının tesiri altında işlemesi gerekir. Kişinin sahip olduğu akıl hastalığının
işlediği suça etki edip etmediğine bakılır. Mesela paranoyak bir kişi denizler altı ülkesinin padişahı olduğu
şeklinde saçmalamada bulunuyor. Aynı zamanda bu kişi bir miras meselesi yüzünden amcasının oğlunu
öldürüyor. Sahip olduğu akıl hastalığı işlediği suç cihetinde önem taşımıyor. Ancak denizler ülkesinin
padişahı olduğunu ileri sürüp ‘’bu adam denizler ülkesine ihanet etti’’ deyip o kişiyi öldürürse o zaman
hastalıkla suç arasında bir illiyet bağı olur. Demek ki suç ile hastalık arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Bu
da ancak adli psikiyatrik incelemeyle yapılabilir. Kişinin davranışları üzerindeki etkileri saptamak tabiri de
bunu ifade eder.
4. Gözlem altına almaya hakim kendi kendine gönderemez, mutlaka uzman hekim görüşü olmalıdır.
5. Deli olma ihtimali olan bu kişilerde zorunlu müdafilik müessesesi vardır.
6. Gözlem süresi üç haftayı geçemez. Ancak bu sürenin yetmeyeceği anlaşılırsa süre uzatılabilir. Çünkü
kişinin akıl hastalığını saptamak çok zor olabilir. Her seferinde 3 hafta olarak uzatılır ancak üç ayı
geçemez. Bu süreleri geçerse ve hala akıl hastalığı tespit edilemezse adamın sağlıklı olduğu kabul edilir.
7. İtiraz güvenlik tedbirleri içerisinde yalnızca gözlem altına alma kararının yerine getirilmesini durdurur.
BEDEN MUAYENESİ VE VÜCUTTAN ÖRNEK ALINMASI

Şüpheli veya sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması

MADDE 75

(1) Bir suça ilişkin delil elde etmek için şüpheli veya sanık üzerinde iç beden muayenesi yapılabilmesine
ya da vücuttan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınabilmesine;
Cumhuriyet savcısı veya mağdurun istemiyle ya da re'sen hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört
saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmidört saat içinde
kararını verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller kullanılamaz.

(2) İç beden muayenesi yapılabilmesi veya vücuttan kan veya benzeri biyolojik örnekler alınabilmesi için
müdahalenin, kişinin sağlığına zarar verme tehlikesinin bulunmaması gerekir.

(3) İç beden muayenesi veya vücuttan kan veya benzeri biyolojik örnekler alınması, ancak tabip veya
sağlık mesleği mensubu diğer bir kişi tarafından yapılabilir.

(4) Cinsel organlar veya anüs bölgesinde yapılan muayene de iç beden muayenesi sayılır.

(5) Üst sınırı iki yıldan daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda, kişi üzerinde iç beden muayenesi
yapılamaz; kişiden kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler alınamaz.

(6) Bu madde gereğince alınacak hâkim veya mahkeme kararlarına itiraz edilebilir.

Diğer kişilerin beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması

MADDE 76

(1) Bir suça ilişkin delil elde etmek amacıyla, mağdurun vücudu üzerinde dış veya iç beden muayenesi
yapılabilmesine veya vücudundan kan veya benzeri biyolojik örneklerle saç, tükürük, tırnak gibi örnekler
alınabilmesine; sağlığını tehlikeye düşürmemek ve cerrahî bir müdahalede bulunmamak koşuluyla;
Cumhuriyet savcısının istemiyle ya da re'sen hâkim veya mahkeme, gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından karar verilebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört saat
içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur. Hâkim veya mahkeme, yirmidört saat içinde kararını
verir. Onaylanmayan kararlar hükümsüz kalır ve elde edilen deliller kullanılamaz.

(2) Mağdurun rızasının varlığı halinde, bu işlemlerin yapılabilmesi için birinci fıkra hükmüne göre karar
alınmasına gerek yoktur.

(3) Çocuğun soy bağının araştırılmasına gerek duyulması halinde; bu araştırmanın yapılabilmesi için
birinci fıkra hükmüne göre karar alınması gerekir.
(4) Tanıklıktan çekinme sebepleri ile muayeneden veya vücuttan örnek alınmasından kaçınılabilir.
Çocuk ve akıl hastasının çekinmesi konusunda kanunî temsilcisi karar verir. Çocuk veya akıl hastasının,
tanıklığın hukukî anlam ve sonuçlarını algılayabilecek durumda olması hâlinde, görüşü de alınır. Kanunî
temsilci de şüpheli veya sanık ise bu konuda hâkim tarafından karar verilir. Ancak, bu hâlde elde edilen
deliller davanın ileri aşamalarında şüpheli veya sanık olmayan kanunî temsilcinin izni olmadıkça
kullanılamaz.

(5) Bu madde gereğince verilen hâkim veya mahkeme kararlarına itiraz edilebilir.

Kadının muayenesi

MADDE 77

(1) Kadının muayenesi, istemi halinde ve olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır.

Eski CMUK’ta bu konuyla ilgili hüküm bulunmamaktaydı. CMUK’yı Almanya’dan almıştık ve 1926’da buna
ilişkin hükümler Almanya’dan alınmamıştı. Eski yasanın 66.maddesinde sadece ‘’hazırlık aşamasında
bedellerinin muayenesi icap edenlerin bu durumlarının halledilebilmesi için Cumhuriyet savcısı gereken
emirleri verir’’ şeklinde bir cümle vardı. Bunun dışında hüküm yoktu. Cumhuriyet savcısı emrettiği için
yapılmak zorundaydı. Bu durumda insan haklarına yakışır düzeyde hükümler konulması icap etti. İnsan
Haklarından Sorumlu Bakanlık bünyesinde üst kurul oluşturuldu ve hazırlıklar başladı. Dolayısıyla eski
CMUK’ta 78.maddeye fıkralar eklenmesine dair kanun tasarı taslağı hazırlandı. Mecliste eş zamanlı olarak
imzaya açıldı. Dönmezer tasarısı olarak bilinen blok Ceza Muhakemesi Kanunu tasarısı vardı. Mecliste imzaya
açılan tasarıdan eklemeler yapılarak Dönmezer tasarısı CMK’nın 75, 76, 77, 78, 79 ve 80.maddelerini husule
getirdi.

CMK m.76’ya baktığımız zaman maddenin başlığında diğer kişiler ibaresi yer almaktayken madde metninde
mağdur kelimesi yazmaktadır. Bunun sebebi için mehaz yasaya bakmalıyız. Bu düzenleme mehaz yasada
şüpheli dahi olmayan kişilerden örnek alınmasına yönelik bir maddeydi. Ancak bu CMK’ya geçirilirken sadece
mağdura indirgendi ancak madde metninin düzeltilmesi unutuldu. Almanya’da küçüğün cinsel saldırıya
uğrayarak öldürüldüğü bir olayda hiçbir delil elde edilemiyor. Yalnızca olay yerinden uzaklaşan bir beyaz
kamyonet tespit ediliyor ve beyaz kamyoneti olan herkesten kan alınıyor. Beyaz kamyonet sahibi olmak kişiyi
şüpheli yapmaz. Bu insanlardan suçlu olduğu varsayılarak kan alınıyor. CMK m.76 kişinin vücudundan kan
alınmasına yasal dayanak yaratılması için ortaya koyulmuştur.

 Bu düzenlemeye başvurabilmek için delil elde etme amacının bulunması gerekir. Delil elde etme amacı
yoksa yapılan bu tatbikat hukuka aykırıdır. Bu bağlamda 75 ve 76 aynı şekilde düzenlenmiştir.
 Kural olarak beden muayenesine hakim karar verse de gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
Cumhuriyet savcısı da bu kararı verebilmektedir. Ancak 24 saat içerisinde hakime onaylatılmalıdır. Kanun
koyucunun bu konuda ciddi bir endişesi olduğunu görüyoruz. Her konuda hakimin kararını almak
gecikmelere sebep olabilir. Sanık haklarının güvenliği konusunda önemli bir gelişmedir.
 İç beden muayenesi anal ve genital muayenelerdir. Ağız, burun, kulaktan da kontrol yapılıp örnek alınır.
Kişinin sağlığını olumsuz yönde etkilememe şartı vardır. Bu muayeneler cerrahi müdahaleler değildir.
 Tabiplerin dışında yetkili sağlık görevlileri de bu muayeneyi yapabilir. Mesela adli hemşireler yapabilir.
Önemli olan delillerin zamanında ve doğru bir şekilde toplanabilmesi ve yok edilmesinin önüne
geçilmesidir, temel gayemiz budur.
 Üst sınırı 2 yıldan daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda beden muayenesi yapılamaz. Mesela
hırsızlıkta üst sınır 3 yıl olduğu için beden muayenesi ve biyolojik örnek alınabilir. Ancak basit yaralama 4
aydan 1 yıla kadar olduğu için beden muayenesi ve biyolojik örnek alınamaz. Cinsel tacizde üst sınır 3
aydan 2 yıla kadardır, burada üst sınır 2 yıldan daha az denildiği için 2 yıl kapsam dışındadır. O halde
cinsel taciz suçunda da beden muayenesi ve biyolojik örnek alınabilir. Tehdit suçunda da 2 yıla kadar
dediği için beden muayenesi ve biyolojik örnek alabiliriz.
 Hırsızlar dokundukları yerlerde epital (döküntü) hücrelerini bırakır. Bu hücrelerden slotlama yoluyla
örnek alıp DNA çalışmak mümkündür.
 CMK m.76’da sağlığı tehlikeye düşürmemek koşulu ilk fıkrada yazarken m.75’te ikinci fıkrada
yazmaktadır. Aynı zamanda CMK m.76’da cerrahi müdahalede bulunmama koşulu geçerken m.75’te
böyle bir ifade bulunmamaktadır. Kişi mağdursa cerrahi müdahalede bulunulamıyor. Ancak sanıksa sanki
cerrahi müdahalede bulunulabilirmiş gibi bir anlam çıkıyor.
 Mağdurun rızası varsa ayrıca karar alınmasına gerek yoktur.
 Çocuğun nesebinin araştırılması gerekebilir. Çocuğun mensubiyetini farklılaştırmak üzere yapılan her
eylem nesep suçuna vücut gelir. Böyle bir suçta çocuk üzerinde araştırma yapılması gerekebilir. Bu suçun
mağduru da çocuktur. Bu madde de suç mağduriyetini düzenler.
 Cinsel bir suç işleniyor ve bir çocuk meydana geliyor. Cinsel saldırıya uğrayan kişi zihinsel engelli
olduğu için cinsel saldırıya uğradığının bile farkında değil. Fark edildiğinde 10 haftayı geçiyor, çocuk
da doğuyor. Bu durumda olayın failinin araştırılması için çocuğun nesebinin araştırılması gerekir. Bu
tür durumda çocuk mağdur kabul edilerek 75.maddedeki prosedüre uymak suretiyle iç beden
muayenesi suretiyle biyolojik örnek gerçekleştirilmesi şarttır. Çocuklar rıza beyan edemedikleri için
bu prosedüre tabidirler.
 Yakın akrabalar ya da sır saklama mükellefi olan kişiler tanıklıktan çekinebilirler ve vücutlarından örnek
alınmasını ve beden muayenesini reddedebilirler. Çocuk ve akıl hastalarının çekinmesi noktasında
menfaatleri gereği kanuni temsilcileri karar verebilir. Çocuk zihinsel olarak gelişmiş seviyedeyse ya da akıl
hastalığı ileri seviyede değilse kanuni temsilci oy verse de çocuğun ya da akıl hastasının da görüşü alınır.
 Eğer olanaklar elverirse ve kadının isteği varsa onun muayenesi kadın hekim tarafından yapılacaktır
(Hocamız böyle bir şeyin kanuna yazılmasının anlamsız olduğunu, zaten olması gerekenin bu olduğunu
söylüyor). Cinsel suç mağduresi olan kişilerin statüsü dünyada her yerde farklı bir konumda
değerlendirilmiştir. Çünkü bu durum çok büyük bir travmadır. Bu travma ağır neticeler doğurabilir. Bu
durumda mutlaka bu mağdureler özel bir statüye tabi tutulmalıdır. Bu kadınların tabi tutulacakları
uygulamalar konusunda dünyada çok farklı manueller vardır. Muayenenin gerçekleştirileceği odalardaki
duvar ve perdelerin rengine kadar her ayrıntı düşünülmüş. Bu suçun mağduru olan kadının erkeklere
karşı çok ciddi antipati geliştireceği düşünülerek dünyada her yerde kadın hekim ya da adli hemşire
olması gerektiği yönünde fikirler var. Kanunumuzda bunun etkisinde kalarak böyle bir düzenleme tesis
etmiştir.
MOLEKÜLER GENETİK İNCELEMELER

Moleküler genetik incelemeler

MADDE 78

(1) 75 ve 76 ncı maddelerde öngörülen işlemlerle elde edilen örnekler üzerinde, soybağının veya elde
edilen bulgunun şüpheli veya sanığa ya da mağdura ait olup olmadığının tespiti için zorunlu olması
hâlinde moleküler genetik incelemeler yapılabilir. Alınan örnekler üzerinde bu amaçlar dışında tespitler
yapılmasına yönelik incelemeler yasaktır.

(2) Birinci fıkra uyarınca yapılabilen incelemeler, bulunan ve kime ait olduğu belli olmayan beden
parçaları üzerinde de yapılabilir. Birinci fıkranın ikinci cümlesi, bu hâlde de uygulanır.

Hâkimin kararı ve inceleme yapılması

MADDE 79

(1) 78 inci madde uyarınca moleküler genetik incelemeler yapılmasına sadece hâkim karar verebilir.
Kararda inceleme ile görevlendirilen bilirkişi de gösterilir.

(2) Yapılacak incelemeler için resmen atanan veya bilirkişilikle yükümlü olan ya da soruşturma veya
kovuşturmayı yürüten makama mensup olmayan veya bu makamın soruşturma veya kovuşturmayı
yürüten dairesinden teşkilât yapısı itibarıyla ve objektif olarak ayrı bir birimine mensup olan görevliler,
bilirkişi olarak görevlendirilebilirler. Bu kişiler, teknik ve teşkilât bakımından uygun tedbirlerle yasak
moleküler genetik incelemelerin yapılmasını ve yetkisiz üçüncü kişilerin bilgi edinmesini önlemekle
yükümlüdürler. İncelenecek bulgu, bilirkişiye ilgilinin adı ve soyadı, adresi, doğum tarihi bildirilmeksizin
verilir.

Moleküler genetik incelemeler DNA analizleridir. Başka türlü sonuca ulaşılabilmesi halinde moleküler genetik
analiz yapılmamalıdır. Kanun koyucu moleküler genetik analizi son derece istisnai kabul etmiştir. Moleküler
genetik analize ancak zorunlu ve gerekli olduğu takdirde başvurulmalıdır. Bu tetkikler son derece ağır, ileri
seviyede ve pahalıdır. Bu sebeple çok dikkatli kullanılması gerekir.

Adam öldürülme suçu gerçekleşmiş. Olay yerindeki sigara izmaritlerinin üzerindeki salyadan DNA izole
edilmiş. Bu sigarayı içenin cinayeti işlemesi gibi bir zorunluluk yoktur, ama olay yerinde bulunmuştur. Bu
durumda dikkatli bir şekilde hareket edilmelidir. Bu kişilerden alınmış olan örnekler üzerinde farklı amaçlarla
incelemeler yapılmamalıdır, yegane amacın dışına taşınmamalıdır. İnsan DNA’sı üzerinde iki tür bölge vardır:

1. Kodlayan bölgeler
2. Kodlamayan bölgeler

Genetik incelemeler genellikle kodlamayan bölgeler üzerinde yapılır. Kodlamayan bölgelerin ne olduğu henüz
belli değil ama bunlar üzerinde belli teoriler var. Bu teoriler bu bölgelerden insanların suç işlemeye yönelik
olup olmadıkları, belirli hastalığa yakalanma potansiyeli olup olmadığı vb. konularda veriler elde
edilebileceğini söylüyor. Bu korkunç bir durumdur. Mesela bir ülkeye gittiğinizde bu incelemelere bakarak bu
suçu işleyebilirsiniz diyebilirler. Dolayısıyla böyle bir facianın önüne geçilmesi için m.78’deki düzenleme bu
incelemelerin yasak olduğunu göstermektedir.

Kime ait olduğu belli olmayan, mesela çöpte bulunan organlar üzerinde moleküler genetik analiz yapılıp kime
ait olduğu belirlenebilir.

Hakim kararı olmadan bu incelemeler yapılamaz. Sadece hakim karar verebilir. Ancak hakim tek başına karar
veremez. Bilirkişi olarak mutlaka bir yer göstermelidir.

CMK m.79/2’de az önce anlatılan CMUK 78’e fıkralar eklenmesine dair kanun taslağından cümleler de var.

Türkiye’de ilk moleküler genetik analizler İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsünde yapılıyordu. O tarihlerde
bile gelen numuneler sosyal bilimci ekip insanlarla görüşüp birer kod numarası verir, kanlarının alınmasını
sağlar ve laboratuvara kod numarasıyla sokardı. Laboratuvar da kişiyi sadece kod numarasıyla tanırdı,
dolayısıyla kanıyla çalıştığı kişinin kim olduğunu bilmezdi. Sonuçlar heyet halinde açılır ve çaprazlamalar
yapılır, mukayeseler gerçekleştirilir, identifikasyon var mı vb. hususlar heyet huzurunda yapılırdı. Yani
kimsenin bir şeyi değiştirme ihtimali bulunmuyordu. O tarihlerde tasarı taslağında yazıyordu. O taslaktaki
düzenleme aynen CMK m.79’a sokulmuş.

 Bu madde düzenlenmesiydi jandarmanın yürüttüğü bir soruşturmada elde edilen biyolojik örnekleri
jandarma çalışamıyor olurdu. Polis ya da adli tıbbın çalışması gerekirdi. Polisin elde ettiği kendi
soruşturmasındaki biyolojik örnekleri de polis çalışamıyor, jandarma çalışıyor olurdu. Çünkü aynı teşkilat
yapısında oldukları için elde ettikleri delilleri kendilerine göre çalışıp istedikleri kişileri fail yapabilmeleri
gibi endişe vardı. Eğer uygulamaya böyle geçseydi jandarma hiçbir zaman kendi elde ettiği delilleri
çalışabilecek yüksek vasıfta kriminal laboratuvar kurmak için yatırım yapmayacaktı. Polis de aynı şekilde
yatırım yapmayacaktı. Çünkü polisinkilere jandarma, jandarmalarınkine polis ya da hepsine adli tıp
bakmak zorunda kalacağı için bu teşkilatlar kendi içinde gelişmiş kriminal laboratuvara sahip olmayacaktı.
Çünkü jandarmaya hizmet versin diye polis, polise hizmet versin diye jandarma teşkilatı ve kriminal
laboratuvar kurmaya yanaşmayacaklardı. Bu sebeple böyle bir düzenleme getirilmiştir. Emniyet birimleri
içerisinde terörle mücadele ya da asayiş büro ya da organize suçlar bir delil elde ettiği zaman bunu
kriminal laboratuvara aktarabilsin diye. Jandarmanın da polisin de içinde kriminal laboratuvarla bakanlığa
kadar ayrı bir hiyerarşiye bağlıdır. Asayiş büro gibi soruşturma yürüten birimlerin hiçbirisi jandarma
kriminal laboratuvarlara sonuçla ilgili talepte bulunma hakkına sahip değildir. Bunların teşkilat yapısı
kendi içerisinde izole edilmeye ve birbirinden ayrılmaya çalışılmıştır. Böylece laboratuvarlar daha objektif
çalışmak üzere konumlandırılmıştır. Aynı durum jandarma için de geçerlidir.
Genetik inceleme sonuçlarının gizliliği

MADDE 80

(1) 75, 76 ve 78 inci madde hükümlerine göre alınan örnekler üzerinde yapılan inceleme sonuçları,
kişisel veri niteliğinde olup, başka bir amaçla kullanılamaz; dosya içeriğini öğrenme yetkisine sahip
bulunan kişiler tarafından bir başkasına verilemez.

(2) Bu bilgiler, kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya
ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde Cumhuriyet savcısının huzurunda
derhâl yok edilir ve bu husus dosyasında muhafaza edilmek üzere tutanağa geçirilir.

Her şeyimiz kişisel veri olduğu için bütün bu kişisel verileri toplayacak yasal düzenleme çıkarmak mümkün
değildir. İhtiyaç olduğu zaman kullanılırsa da önemli olan amacına uygun olarak kullanılması ve işi bitince
imha edilmesidir. Önceden mahkeme kişi hakkında ifade vermedi diye yakalama kararı çıkarıyordu, kişi bunu
haber alıp mahkemeye geliyordu, üzerinden 2 ay geçiyordu ve bu adamı yakalayıp nezarete atıyorlardı.
Halbuki bu şahıs zaten ifade vermişti. Yani kişiler takip edilecekse doğru takip edilmeli, veriler aydınlatılarak
tespit edilmeli, işi bitince ya güncellenmeli ya da ortadan kaldırılmalı.

 DNA ilk kişisel veridir. Bu sebeple DNA’ya sahip çıkmalıyız.

Uzun yılladır bütün kriminal laboratuvarlar elde ettiği bilgileri saklıyor ve jandarma, polis ve adli tıp
kurumunda illegal DNA bankaları bulunuyor. Türkiye’de bu konuda yasal faaliyet olmadığı için illegal faaliyet
olarak sürdürülüyor. Ancak bu konuyla ilgili bir hamle yapıldı. Türkiye henüz DNA bankası işletecek konumda
değil. Türkiye’de bu banka kurulduğu anda konvansiyonel deliller tamamen bir kenara atılacak ve bütün faili
meçhul cinayetlerle birlikte DNA’lar karşılaştırılacak ve kişi alakası olmayan olayla mukayese edilerek irtibat
sağlanıp sağlanamayacağı şüphesinde olunacaktır. Böylece kişi böyle bir iddia ile karşılaştığında suçlu
olmadığını ispat etmek zorunda kalacaktır.

You might also like