You are on page 1of 116

MEDENİ USUL HUKUKU YAZ OKULU

(22/07/2020) DAVA ŞARTLARI


Dava şartları genel ve özel dava şartları olarak ikiye ayrılır. Genel dava şartları HMK m.114’de
sayılmıştır. Genel dava şartları her yargılama aşamasında niteliği itibariyle denk gelebilir. Özel
dava şartları yalnızca belli uyuşmazlıklar için belli kanunlar içerisinde düzenlenir.

Genel dava şartlarının bir kısmı dava açılırken ve yargılamanın devamı sırasında mevcut olmalı,
bir kısmı ise mevcut olmamalıdır (Mesela derdestlik olmaması gereken dava şartıdır).

Yargılamanın her aşaması kanun yolunu da içeriyor. Hakim dava şartlarını resen inceliyor.
Hakim dava şartları konusunda resen araştırma ilkesini de uygulayabilir. Hakim taraflar
getirmese de bu hususları araştırabilir.

Maddi hukuka ilişkin (mesela zaman aşımı) şeyler dava şartı olmaz. Çünkü dava şartları usul
hukukuna ilişkin hususlardan oluşur.

Dava Şartları
HMK Madde 114
(1) Dava şartları şunlardır:
a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.


c) Mahkemenin görevli olması.
Ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.
d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu
hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.
e) Dava takip yetkisine sahip olunması.
f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve
usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.
g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

Ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

1
h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

I) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.


i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır

AÇIKLAMALARI
1. Usul kurallarının yer bakımından uygulanmasıdır. Türk mahkemeleri Türkiye hudutları
içerisinde yargısal faaliyette bulunabilir. Bu yargı sınırlarının dışındaki uyuşmazlıklarda Türk
mahkemelerinin yargı hakkı bulunmaz. Bazı hallerde bu hudutlar içerisinde uyuşmazlıklar olsa
bile Türk mahkemelerinin yargı yetkisi bulunmuyor. Mesela diplomatlar bu hususta Türk
mahkemeleri tarafından yargılanamaz. İstisnaları:

• Taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklar


• Mirastan doğan uyuşmazlıklar
• Diplomatın ticari faaliyetinden doğan uyuşmazlıklar
2. Uyuşmazlığın hangi yargı kolunun görev alanına girip girmediği meselesidir. Hukuk
mahkemelerinde dava açılması için adli yargının görev alanına giren uyuşmazlık olmalıdır.
3. Mahkemelerin görevli olduğu kanunla düzenlenir. Bizde mahkemeler özel ve genel olarak
ikiye ayrılır. Genel mahkemeler asliye hukuktur (sulh mahkemesi özel olarak da
değerlendiriliyor). Mahkemenin görevli olup olmadığı tespit edilirken önce uyuşmazlık
bakımından özel bir mahkeme görevli mi ona bakılır. Özel mahkemenin görevleri kanunlarda
sayılır. Her mahkemenin kurulduğu kanun farklı olabilir. Mesela İş mahkemeleri İş Kanununa
göre kurulur. Bunların görevleri, hangi husus ve esaslara göre yargılama yapacağı bu
kanunlarda yer alır. 5235 sayılı kanunda da Asliye hukuk ve bölge adliye mahkemelerine ilişkin
bilgiler var. Uyuşmazlık için bu mahkemelerden biri görevli değilse görevli olacak mahkeme
asliye hukuk mahkemesidir. Sulh hukuk mahkemesi önceden genel mahkeme olarak
değerlendiriliyordu. Çünkü önceden belli miktarın altındaki davalara sulh hukuk mahkemesi
bakıyordu. Asliye hukuk ve sulh hukuk mahkemesinin görevleri HMK’ da bulunur. Ama Asliye
hukuk ayrıca diğer mahkemeler görevli değilse görevli olur.
4. Yetki kesin yetki ve kesin olmayan yetki olarak ikiye ayrılır. Yetki kesin değilse mahkeme
yargılamaya devam eder. Fakat yetki kesinse bu durumda dava şartı olduğu için hakim
tarafından resen ileri sürülebilir.
5. Taraf ehliyeti hak ehliyeti, dava ehliyeti ise fiil ehliyetidir. Kanuni temsilcinin gerekli
özelliklere sahip olması da maddi hukuka ilişkin bir husustur.
6. Dava takip yetkisi bir uyuşmazlıkla ilgili hüküm alabilme yetkisini ifade eder. Uyuşmazlık
bakımından tasarruf yetkisine sahip olan tarafın o hak bakımında hüküm alabilme yetkisi
olduğu kabul edilir. Bir kişi taraf ehliyeti ve dava ehliyetine sahip olabilir. Ama bu bütün
uyuşmazlıklar için dava açabileceğiniz anlamına gelmez. Mesela babanızın alacağı için dava
açamazsınız. Çünkü o hak bakımından tasarruf yetkisi ve dava takip yetkisi babanıza aittir.

2
7. Avukatın baroya kayıtlı, yani vekalet ehliyetine sahip olması gerekiyor ve usulüne uygun
vekaletnamenin olması gerekiyor. Yani burada iki ayrı dava şartından söz ediliyor.
Yargılamanın yenilenmesi diye bir kurum var. Bir kara kesinleşince onun için yapılacak başka
bir şey yok. Yargılamanın yenilenmesi bazı hallerde karar kesinleşse bile devreye giriyor ve bu
sayede yargılama yenileniyor. Sahte bir vekaletnameyle davaya bakılması yargılamanın
yenilenmesi sebebidir. Avukat olduğunu düşündüğünüz birine usulüne uygun noterde
düzenlenmiş bir vekaletname veriyorsunuz. Vekaletname usulüne uygun ama avukatın kendisi
avukat değil. O halde dava, dava şartı yokluğundan reddedilir. Bu husus bir şekilde tespit
edilemiyor ve karar kesinleşiyor. Bu husus sebebiyle yargılamanın yenilenmesine gidilemez.
Ancak gerçek bir avukata usulüne uygun olmayan vekaletnamenin verilmesi yargılamanın
yenilenmesi sebebidir.
8. Gider avansı yargılama boyunca giderlerin karşılanması için davacıdan alınır, dava kazanılırsa
davalıdan alınır. O halde davacı gider avansını yatırmak zorundadır.
9. Teminat bütün davalar için zorunlu olmasa da bazı davalar için zorunlu olabilir. Mesela
yabancının açtığı davalarda teminat gerekli olabilir.
10. Hukuki yarar hakkın ihlal edilmesi iddiasıyla mahkemeden istenilen hukuki korumanın ihlali
ortadan kaldıracak derecede olmasıdır. Hak iddiası var mı, ihlal iddiası var mı, bu iddialar için
dava açmak gerekli mi ve seçilen dava yolu yeterli mi bunların tespit edilmesi gerekir. Bunlar
tespit edilirse hukuki yararın var olduğu kabul edilir. Babanızın alacağı için sizin hukuki
yararınızın olmadığı kabul edilir. Çünkü hukuki bir ilişkinin tarafı değilsiniz ve ortada bir
hakkınız yok. Ama diyelim sizin bir alacağınız var ve sizin talebiniz ‘’bu miktar şu şu yere
dağıtılsın.’’ Burada hukuki yarar yok kabul edilir.

(Bundan sonraki iki dava şartı olumsuz dava şartıdır, yani bu ikisinin bulunmaması gerekir)
11. Derdestlik de denir. Aynı husus, olay bakımından bir dava açılmışsa ve hala devam ediyorsa
burada derdestlikten bahsederiz. Davanın bir başka mahkemede ya da aynı mahkemede hala
görülmesi derdestlik durumudur. Derdest bir davanın olmaması gerekir. Böyle bir durum söz
konusuysa karşı taraf derdestlik itirazında bulunur. Bu iki davanın aynı olması için üç unsur
ararız. Bu üç unsurun aynı olması gerekir:
1. Taraflar
2. Vakıalar
3. Netice-i Talep

Bu üçü aynıysa iki tane aynı dava var diyebiliriz. Bir davanın söz konusu olması için davalı ve
davacı olması gerekir. Davalı ve davacı birden fazla olabilir. İlk şart tarafların aynı olmasıydı.
Açılan ilk dava ya da ikinci davada her iki tarafın aynı şekilde davacı ya da davalı olması
gerekmiyor. Mesela alacak davası açtınız. Bu dava devam ederken borçlu tespit davası açtı. Bu
durumda tespit davasında alacak davasındaki davalı kişi davacı, siz de davalı oluyorsunuz.
Burada taraflar aynı değil diyemeyiz. Tarafların sıfatları farklı olsa da aynı husus bakımından
aynı taleple ve aynı şekilde dava ileri sürüldüğü için (Davalı tespit davasında borcum yok
demek istiyor. Bunu sizin açtığınız davada da zaten ileri sürebilir) derdestlik ileri sürülebilir.

3
Mesela 100.000 TL’lik dava açtınız. Daha sonra dediniz ki hakim bunu vermez. Siz o dava devam
ederken başka dava açtınız ve 99.000 TL talep ediyorum dediniz. Burada miktar farklı olsa da
talep edilen şey aynı yönde olduğu için burada da derdestlik bulunur.
12. Bir dava hakkında kesin hüküm verilmişse yeniden o davayı aynı taleple açmanız mümkün
değil. Mesela bir alacağı tespit davası açtınız, alacağınız olmadığına karar verildi ve kesinleşti.
O halde bir daha böyle bir dava açamazsınız.

HMK m.114/2
(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır
AÇIKLAMA: Mesela arabuluculuk dava şartı. İş sözleşmesine dayana işçi veya işveren alacağı
ve tazminat ile işe iade talebiyle açılan davalarda arabuluculuğa başvurulması dava şartıdır. O
halde bu halde dava açılması için önce arabuluculuğa başvurulmalı. Ticari uyuşmazlık
bakımından da dava açmadan önce arabuluculuğa başvurulması gerekir.

Dava Şartlarının İncelenmesi


HMK Madde 115
(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden
araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak,
dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu
süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden
reddeder.
(3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş,
taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava
şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.
AÇIKLAMALAR: Bazı davalar süre verilerek tamamlattırılabilir niteliktedir. Mesela
vekaletname. Bu süre içinde eksiklik giderilmezse dava, dava şartı noksanlığı nedeniyle
usulden reddedilir.
Diyelim ki hüküm anına gelindiğinde dava şartı giderilmişse dava usulden reddedilmez. Bütün
dava şartları için bu mümkün değil. Mesela görevli mahkemede dava açılmamışsa bu
tamamlanabilecek nitelikte değil. Vekaletname tamamlanabilir niteliktedir ve hüküm anında
bu noksanlık giderilebilir.

4
Dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar

MADDE 138- (1) Mahkeme, öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden
karar verir; gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu konuda tarafları ön inceleme
duruşmasında dinleyebilir.
AÇIKLAMALAR: Kanun dava şartlarını hakim dilekçeler teatisi aşamasında inceleyebilir diyor.
138.maddeden bu anlaşılır. Mesela görevsiz mahkemede dava açtınız. Hakim dilekçeler teatisi
aşamasının geçmesini bekleyecek, öninceleme aşamasına geçildiğinde hakim dava şartlarını
inceleyerek karar verecek. Olması gereken budur. Yani hakim dava şartlarını duruşma açarak
incelemek zorunda değil, dosya üzerinden de inceleyebilir. Ama dilekçeler teatisi bitince
inceleyebilir. Dilekçeler teatisi bitmeden dava şartı bakımından karar veremez. Öninceleme
aşamasında tarafları dinleyerek de karar verebilir, dinlemeden dosya üzerinden de karar
verebilir.
Özellikle göreve ilişkin olarak yapılan dava şartı incelemelerinde mahkemeler dava dilekçesini
karşı tarafa tebliğ etmeden görevsiz olduğu sebebiyle davayı usulden reddediyor. Normalde
hakimin dilekçeler teatisi aşamasını tamamlayıp dava şartına ilişkin kararını vermesi gerekir.
Yargıtay bir kısım kararlarında ‘’görev bakımından karar verebilmesi için dava dilekçesini karşı
tarafa tebliğ etmesine gerek yok, dosya üzerinden dava dilekçesi gelince de yapabilir, usul
ekonomisi açısından bu daha uygundur’’ diyor. Hukuk genel kurulu kararında da mahkeme
görevsizse dava dilekçesini karşı tarafa tebliğ etmeden görevsizlik kararı verebilir diyor.
Doktrinde bu çok eleştiriliyor. Çünkü hakim dilekçeler teatisi aşamasını bitirmeden bunu
yaparsa hukuka aykırı olur denilerek hocalar tarafından eleştiriliyor.
İşçi veya işveren alacağı ve tazminat talebi ile işe iade talebiyle açılan davalarda arabulucuğa
başvurulmasının bu davalar için dava şartı olduğundan bahsettik. İş mahkemeleri kanununda
eğer davacı taraf arabulucuya başvurduğuna dair tutanağın aslını ya da onaylanmış örneğini
dava dilekçesine eklemezse mahkeme son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye
sunulması gerektiğini, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye
gönderir deniliyor. İhtarın gereği yerine getirilmezse dava dilekçesi karşı tarafa tebliğ
çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir diyor. Arabulucuya başvurulmaksızın dava
açılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı nedeniyle usulden
reddine karar verilir. Bu hüküm HMK’ nın dava şartı incelenmesine ilişkin hükümlere uygun
değil. HMK’ da önce dilekçeler teatisi aşaması tamamlanır, öninceleme aşamasında hakim
dava şartlarına ilişkin karar verir. Ama iş mahkemelerine ilişkin kanunda başka hiçbir işlem
yapılmadan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilir diyor. Bu hüküm
hatalıdır. Normalde HMK’ da hangi dava şartının öncelikli olarak incelenmesi gerektiğine dair
bir hüküm yok. Ama bazı dava şartlarının olmaması durumunda hakim diğer dava şartlarına
bakmaya gerek duymuyor. Mesela mahkemenin görevsiz olması durumunda diğer şartların
incelenmesine gerek duyulmuyor. O halde bazı dava şartlarının öncelikle olarak incelenmesi
daha sağlıklı sonuçlar doğuruyor. İş mahkemeleri kanunundaki dava şartı arabuluculuk
kısmındaki incelemede arabuluculuğa başvurulmadığı anlaşılırsa başka hiçbir işlem
yapılmadan usulden reddedilir diyor. Peki mahkeme görevli bir mahkeme mi? Hakim bunu
incelemeden arabuluculuğa göre karar verir. Belki de mahkeme görevsiz mahkeme. O yüzden
bu hüküm bunun için de sakıncalıdır.

5
- HMK m.114’deki şartlar taraflara ilişkin, mahkemeye ilişkin olarak ikiye ayrılı ama bu farazi
bir ayrımdır. Önce mahkemeye ilişkin şartların incelenmesi usul ekonomisi açısından daha
sağlıklıdır.
- Dava şartlarının yargılama boyunca kural olarak mevcut olması gerekiyor. Başlangıçta olan
dava şartı daha sonra ortadan kalkabiliyor ya da yargılamanın başında bulunmayan dava şartı
sonradan oluşabilir. Bu yüzden dava şartları davanın başında incelenir ki daha sonra bir
problem ortaya çıkmasın. Davanın başında olan dava şartı davanın ortasında ortadan kalkarsa
yine dava şartı eksikliğinden usulden reddedilir. Ama hiç dikkat edilmemiş bir dava şartı
eksikliği hükme kadar bir şekilde tamamlanırsa hakimin usulden reddetmesine gerek yok.
Fakat bu her dava şartında olmaz.

- Dava şartları yargılamanın bütün aşamalarında bulunmalıdır. Dava şartı eksikliği istinaf
dilekçesinde ileri sürülmese de bölge adliye mahkemesi dava şartının eksik olup olmadığını
inceleyip karara bağlayabilir. Çünkü dava şartlarının incelenmesi hususunda resen araştırma
ilkesi geçerlidir. Yargıtay zaten incelemelerde temyiz dilekçesindeki huşulara bağlı değil, o da
inceleyebilir.

DAVA TÜRLERİ
İSTENEN HUKUKİ HİMAYENİN NİTELİĞİNE TALEP SONUCUNUN NİCELİĞİNE GÖRE
GÖRE DAVALAR DAVALAR
1. Eda Davası 1. Kısmı Dava
2. Tespit Davası 2. Terditli Dava
3. İnşai Dava 3. Topluluk Davası
4. Belirsiz Alacak davası (hem hukuki 4. Objektif Dava Birleşmesi
himayenin niteliğine, hem de talep
sonucunun niceliğine göre incelenebilir)
5. Seçimlik Dava
6. Müteallik Dava

1. İSTENEN HUKUKİ HİMAYENİN NİTELİĞİNE GÖRE DAVALAR


A. EDA DAVASI

- Bir şeyi yapma, yapmama ya da verme taleplerini içeren davalardır.


- HMK m.105 eda davasını düzenler.
- Eda davasında verme tazminat, satın alınan malın teslim edilmesi, kiralanan yerin kiracının
kullanımına sunulması vb. olabilir. Yapma; bir hizmeti görmek şeklinde de ileri sürülebilir,
maddi bir şey olmasına gerek yok. Bir şeyi yapmaktan kaçınmak da eda davasıdır. Menfi tespit

6
davasından farklıdır bu. Örnek; site yönetiminde evcil hayvan beslemek yasak ama orada birisi
köpek besliyorsa site yönetimi bu şahsa karşı bir eda davası açıp bunu yapmamasını talep
edebilir.
- Usul Bakımından Önemi: Eda davasında bir şeyi yapma, yapmama ya da vermeyle ilgili talepte
bulunurken aynı zamanda mahkemeden o edimle ilişkili olarak hakkınızın var olduğunu tespit
ediyorsunuz. Yani eda davası tespiti de içinde barındırıyor.
- Eda davasında önce hakkın ve onun dayandığı hukuki ilişkinin tespiti talebi açıkça
zikredilmese de edayı istediğiniz için mahkeme doğrudan aranızda ilişki olup olmadığını ve bu
ilişkiden kaynaklanan hakkınız var mı tespit eder. O yüzden içinde tespiti barındırıyor. Bir ilişki
ve bu ilişkiden kaynaklanan hak olduğunu tespit ederse eda hükmünü koyuyor ve talebe göre
eda hükmünü karara bağlıyor.
- Eda hükmünün açık olması gerekiyor. Bizde talebe bağlılık ilkesi var. Mahkeme tarafın talep
etmediğini ve talebinden fazlasını veremez. Bu yüzden talep tam ve açık olarak mahkemeye
yöneltilmeli.
- Eda davası incelendikten sonra hakim üç çeşit karar verir:
1. Davanın Kabulü
2. Davanın Reddi
3. Kısmen Kabulü ve Kısmen Ret: Mahkemeler talep edilenden azını verebilir. Bu kısmen
kabul ve kısmen ret anlamına gelir.
- Talebin kabulüne ilişkin karar eda davasında hem hakkın hem de onun dayandığı hukuki
ilişkinin tespitini ve hem de talep ettiğiniz şeyden dolayı edayı da içeriyor. Dolayısıyla edanın
kabulüyle verilen hüküm hem bir tespit hem de eda hükmü olur. Eda hükmü yeni bir hak
yaratmaz. Sizin zaten bir hakkınız var ve onu tespit ediyorsunuz. Sıfırdan bir hak yaratmaz.
Mahkeme var olan hakkınızı alabilmeniz için lehinize karar verir. Peki karşı taraf bu eda
hükmünü yerine getirmezse ne olur? Eda hükmü olduğu için icra kabiliyeti olacak. Siz bu
hükmü cebri icra yoluyla yerine getirilmesi için icra dairelerine başvuruyorsunuz.
- Eda davası esastan reddedilirse bu karar kendiliğinden tespit hükmü oluşturur. Mesela B’ye
dava açıp 100.000 TL alacağınız olduğunu söylediniz. Mahkeme davayı reddetti. Yani 100.000
TL alacağınız olmadığına hükmetti. Bu karar B için bir tespit hükmü içerir. Yani size borcu
olmadığına dair tespit kararı var. Mahkemenin bunu ayrıca kararında belirtmesine gerek yok.
Ama dava usulden reddedilirse bu hüküm tespit hükmü haline gelmiyor.

- Eda davalarında hukuki yararın prensip olarak mevcut olduğu kabul edilir. Bu hukuki yararın
mevcudiyetine yönelik bir tereddüt ortaya çıkarsa bu takdirde hakim tarafından araştırılır.
Ama kural olarak hukuki yararın olduğu kabul edilir ve bir tereddüt yoksa hukuki yararla ilgili
inceleme yapılmaz.

B. TESPİT DAVASI
- HMK m.106’da düzenlenir.

7
- Tespit davası yoluyla mahkemeden bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da
yokluğunun veya bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilebiliyor.
- Tespit davasının açılabilmesi için kanunda belirtilen istisnalar dışında bu davayı açmakta
hukuken korumaya değer güncel bir yararın bulunması gerekir. Mesela birisinden 100.000 TL
alacağınız var. Bu davayı eda davası açabilecekken tespit davası açmakta hukuki yararınız yok.
Çünkü eda davası içinde zaten tespiti barındırıyor. Dolayısıyla bunu eda davası kullanarak
tespit ettirmeniz gerekir. Tespit davası ile verilecek kararın zaten icrai kabiliyeti yok (eda
davasında var). Çünkü içinde bir eda hükmü yok. Eda davası açarsanız elinizde eda hükmü
olacak ve bunu icra yoluyla alabileceksiniz.
- Ne zaman tespit davası açılabilir? Mesela A, B’den alacaklı olduğunu söylüyor ve noterden
ihtarname göndermiş. B karşı tarafın icra takibi başlatmasını ya da dava açmasını beklemeden
hemen tespit davası açmalıdır. Tespit davasında ‘’benim borcum yok, bunu tespit ettirmek
istiyorum’’ diyecek. Burada eda davası açamaz, çünkü olmayan borcunu tespit ettirecek. Bu
durumda güncel bir yarar vardır ve tespit davası açabilir (burada bahsettiğimiz menfi tespit
davasıdır).
- Bir şeyin olduğu da tespit ettirilebilir. B bir yeri konut olarak kiraladı. Daha sonra o binadaki
yerler ofise çevrilirdi. B de ofis olarak kullanmak istiyor. Ev sahibi diyor ki hayır kullanamazsın.
B‘nin elindeki sözleşmeyle mahkemeye gidip burayı ofis olarak kullanabilir mi onu tespit
ettirmesi lazım. Bu olumlu (müspet) tespit davasına örnek. Mahkeme evet kullanabilirsin derse
artık ev sahibi herhangi bir yaptırımda bulunamayacak.
- ‘’Bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi’’ noktasında delillerin tespiti kavramına
bakmalıyız. Delil tespiti HMK m.400’de düzenlenir. Delil tespiti geçici hukuki himayedir, yani
dava değildir. Belgenin sahte olup olmadığının tespitiyle delil tespitini nasıl ayırt edeceğiz?
Mesela A evini kiraya verdi. Kiracı evi tahliye etmiş, giderken eve zarar vermiş. A tazminat
davası açsa 3-4 ay sonra mahkeme ancak gelip inceleme yapar. Bu sürede A evi harabe olarak
bırakamaz. Bu durumda gidip delil tespiti yapar. Çünkü A’nın evin durumunu karar altına
almasının sebebi o delil daha sonra ortadan kalkarsa bunu önceden kararla tespit ettirsin ve
bu delilin mevcut olduğunu ispat edebilsin. Delil tespitine başvurulduğu zaman mahkeme gelip
evi inceleyip zarar var mı ona bakar. Zararı kimin yarattığına bakmıyorlar. Delil tespiti daha
sonra hukuki ilişkiden doğan hakkınızı kullanırken o hak için kullanacağınız delilin daha sonra
yok olması ihtimaline karşı sizi garantiye alıyor. Ama belgenin sahte olup olmadığını tespit
ettireceğiniz zaman o belgeden kaynaklanan hukuki ilişkiniz var ve onun devam etmesini
istiyorsunuz ya da o hukuki ilişkiden sonra hakkınız doğacak onu tespit etmek istiyorsunuz, o
zaman o belgenin sahte olup olmadığını tespit ettiriyorsunuz. Bu asla delil tespiti değildir. Yani
delil tespiti bir vakıa tespitidir. Gelip bu zararı kim yapmış önemli değil. Ama belgenin sahte
olup olmadığının tespiti sizin o hukuki ilişkiyi devam ettirip ettirmeyeceğinize sonuç bağlayan
tespittir.

8
C. İNŞAİ DAVA (HMK M.108)

- Mahkemeden yeni bir hukuki durum yaratılması, mevcut hukuki durumun değiştirilmesi ya
da onun ortadan kaldırılması talep edilir.
- Bir inşai hakkın dava yoluyla kullanılmasının zorunlu olduğu durumlarda inşai dava açılır ve
kanunda aksi belirtilmediği müddetçe inşai davalardaki hükümler geçmişe etki etmiyor.
Mesela boşanma davasında bulunulan hukuki mahkemeyle değiştiriliyor ve yeni bir hukuki
durum yaratılıyor. Mesela derneğin ya da vakfın mahkeme kararıyla haklı sebeple feshinde de
yeni bir hukuki durum yaratılıyor (Eda davasında yeni bir hak yaratılmıyor). Babalık ve soybağı
davası da inşai davadır.
- İnşai davayla elde edilen hükümler inşai hükümlerdir. Bu hükümlerin icrai kanalla
yöneltilmesine gerek yok. Çünkü bu kanalların böyle bir kabiliyeti yok hem de icra yoluyla zaten
uygulatmaya gerek yok. Hukuki ilişki zaten değişiyor.

2.TALEP SONUCUNUN NİCELİĞİNE GÖRE DAVALAR


A. KISMİ DAVA (HMK M.109)

- Talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda sadece bir kısmı dava
yoluyla ileri sürülebiliyor.
- Para alacakları niteliği itibariyle bölünebilir. A’nın B’den 100.000 TL para alacağı var. 100.000
TL’nin tamamını eda davası olarak ileri sürüp alabilir. Kısmi dava da aynı zamanda bir eda
davasıdır (kısmi eda davası). 100.000 TL’nin 10.000 TL’sini talep ederek kısmi dava da açabilir.
Kısmi dava açmanız talep konusunun diğer kısmından feragat ettiğiniz anlamına gelmez.
Geriye kalan 90.000 TL için de dava açabilirsiniz.
- Neden kısmi dava açılır:

• Dava sonucunda alacağınızı tespit ettirme imkanınız çok yüksek olmayabilir, davayı
kaybetme riskiniz olabilir. 100.000 TL’nin tamamı için dava açarsanız daha fazla harç
ödersiniz, davayı kaybederseniz boşuna daha fazla harç ödersiniz ve aynı zamanda
100.000 TL üzerinden vekalet ücreti ödenir. O halde önce bir miktarı için dava açılıp
alacağın mahkemeyle hüküm altına alınıp alınamayacağı öğrenilir ona göre geri kalanı
için de dava açılır. Diyelim ki A 100.000 TL’lik alacağının 10.000 TL’lik kısmı için dava
açtı. Dava ilerleyip tahkikat aşamasına geçildi ve 100.000 TL alacağınız olduğu tespit
edildi. Bu durumda talebini artırmak istiyor ve 100.000 TL’nin tamamını talep etmek
istiyor. Bu durumda yapabileceği tek bir şey var: Islah yolunu kullanmak. Islah
yargılama boyunca bir defa boyunca kullanabiliyor. Islah iddia ve savunmanın
genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına takılmaksızın iddianızı ya da netice-i talebinizi
artırmanızı veya değiştirmenizi sağlıyor. Islah yargılama boyunca bir defa
kullanılabildiği için tarafların pek işine gelmiyor.
- Kısmi dava açıldığı zaman zamanaşımı yalnızca talep edilen miktar için kesiliyor. Mesela 10
yıllık zamanaşımına tabi bir alacağınızın 10.000 TL’lik kısmı için dava açtığınız zamanaşımı

9
sadece 10.000 TL’lik kısım için kesilir, 90.000 TL’lik kısmı için zamanaşımı devam eder. Bu
sebeple kısmi dava belirsiz alacak davasına kıyasla pek fonksiyonel olmuyor.

B. BELİRSİZ ALACAK DAVASI


- Mesela A’nın bir alacağı var ama bu alacağının miktarını davayı açarken tam ve kesin olarak
belirleyemiyor ya da belirleyebilmesi beklenmiyor.
- A gidiyor ve belirsiz alacak davası açıyor ve diyor ki: ‘’Benim bir alacağım var ama tam olarak
tespit edemiyorum, şimdilik 100 TL’lik kısmi için belirsiz alacak davası açmak istiyorum’’ diyor.
Bu durumda iki tane avantajı var:
1. Tahkikat aşamasında alacağı belirleniyor ve belirlendiği anda A talebini 100.000 TL’ye
çıkarabilir ve ıslah hakkını da kullanmıyor. Yani ıslah hakkı kullanılmadan talep
artırılabildiği için kısmi davaya göre daha avantajlı oluyor.
2. Belirsiz alacak davasında zamanaşımı alacağın tamamı için kesilir. Oysa ki kısmi davada
sadece talep edilen miktar için zamanaşımı kesiliyordu.
Bu avantajlar nedeniyle belirsiz alacak davası çıktığı zaman kısmi dava yerine taraflar belirsiz
alacak davası açmaya başladı. Oysaki başlangıçta bu davaların asıl hedeflediği uyuşmazlıklar
haksız fiillerdir. Mesela trafik kazası geçirdiniz, dava açacaksınız ama ne kadar zarara
uğradığınız belli değil, o sırada bunu belirleyemiyorsunuz. Bu tarz davalar için belirsiz alacak
davası getirilmişti. Ama kısmi davaya göre avantajlı olduğu için uygulamada kısmi dava yerine
belirsiz alacak davası açılmaya başlandı.
- Belirsiz alacak davalarında en büyük problem işçilik alacakları için ortaya çıktı. Mesela B
işinden atılıyor. Kıdem tazminatı, tatilde çalıştığı için alacağı ücretler vb. alacakları var. 250.000
TL’lik alacağı var diyelim ama işçinin 250.000 TL’lik davayı açtığında harcı karşılayabilecek
parası yok. Kısmi dava açsa zamanaşımı hem açtığı kısım için kesinleşir hem de artırmak için
ıslahı kullanmak zorunda olacak ve ıslahı tüketmiş olacak. Bu yüzden işçilik alacakları için
sürekli belirsiz alacak davası açılmak zorunda kaldı. Yargıtay işçiler lehine karar verdiği için
buna göz yumdu. Yargıtay’da dairelerden biri belirsiz alacak davası açabilir dedi. Diğer bir daire
de ‘’hayır açamaz, çünkü işçi az çok bu alacağını kendisi belirleyebilir, belirlenmesi imkansız
değil’’ dedi. Daha sonra işçilik alacakları ile ilgili Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı çıktı. Bu
kararda ‘’işçilik alacakları bakımından hepsi için belirsiz alacak davası açılamaz ya da hepsi için
açılabilir şeklinde genel bir ifade kullanmak mümkün değildir, somut olayın niteliklerine göre
bazı hallerde açılabilir, bazı hallerde açılamaz, bu konuda içtihadı birleştirmeye yer yoktur’’
dedi.
- HMK 107
Bazı durumlarda problemler çıktı. Mesela A 100 TL’lik belirsiz alacak davası açtı ve
yargılamanın sonunda 100.000 TL’lik alacağı olduğu ortaya çıktı. Talebinizi buna göre
artırmadığınız zaman ne olacak, hakim nasıl karar verecek? Bu çok azla tartışmaya neden oldu.
Zamanaşımı bütün alacak için kesildi, yargılama sırasında bütün meblağ ortaya çıktı. Peki

10
zamanaşımı devam edecek mi, etmeyecek mi, hakim nasıl karar verecek? Yargıtay şöyle dedi:
‘’Davacı davasını artırmazsa hakim kısmi davaymış gibi karar verir’’ dedi.

11
(23/07/2020)
- Dava dilekçesinin davanın başlangıcı sayılması için mahkeme olarak isimlendirilen bir merciye
sunulması gerekir. Davacının lehine doğan sübjektif hak ihlal ediliyor. Davacı o hakkın tespiti
ya da kendisine teslimini dava ile istiyor. Davalı bakımından davacının bu iddianın haksız
olduğunun tespiti istenir.
- Davada davalı ve davacı olmak üzere iki taraf mevcuttur.
- Hukuki yarar ve dava hakkı birbirinden farklıdır. Dava hakkı dava şartı değildir. Davacının ileri
sürdüğü sübjektif hak ile bağlantılıdır. Kimse dava açmaya zorlanamaz kuralından hareketle
kimse dava açmaya zorlanamaz. Tasarruf ilkesi göz önünde bulundurulacak olursa dava
hakkının kullanılıp kullanılmamasında davacı serbest bir iradeye serbesttir.
- Dava hakkının bertaraf edilmesi konusunda sözleşme yapılabilir mi? Alman hukukunda
sözleşmelerle feragat edilmesi mümkün. Ama Türk hukukunda dava hakkı sözleşmeyle
bertaraf edilemeyecek görüşe sahip bir doktrin ve yargı kararlarına sahip. Bunun sebebi
Anayasadaki tarafların yargıya ulaşma hakkı, adil yargılanma hakkı vb. usul hukuku açısından
kabul edilmiyor. Önceden yapılan sözleşmelerle dava hakkı bertaraf edilemez. Ama tahkime
uygun bir uyuşmazlık varsa taraflar bu uyuşmazlığın çözümü açısından uyuşmazlığın tahkimde
görülmesi şartı koyabilir. Ama bu dava şartının kaldırılması anlamına gelmiyor. Burada
kanunun imkan verdiği ölçüde tahkime uygun uyuşmazlıkların tahkimde görülmesi şartını
koyuyorlar.
- Kötüniyetle veya Haksız Dava Açılmasının Sonuçları

HMK Madde 329


(1) Kötüniyetli davalı veya hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan taraf, yargılama giderlerinden
başka, diğer tarafın vekiliyle aralarında kararlaştırılan vekâlet ücretinin tamamı veya bir kısmını
ödemeye mahkûm edilebilir. Vekâlet ücretinin miktarı hakkında uyuşmazlık çıkması veya
mahkemece miktarının fahiş bulunması hâlinde, bu miktar doğrudan mahkemece takdir
olunur.
(2) Kötüniyet sahibi davalı veya hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan taraf, bundan başka
beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezası ile mahkûm edilebilir. Bu
hâllere vekil sebebiyet vermiş ise disiplin para cezası vekil hakkında uygulanır.
Açıklama: Mesela taraflar sözleşme yapmışlar. Bu sözleşme sürekli edimli sözleşme ve şekle
aykırı yapılmış. Taraflar bu sürekli edimi devam ettiriyorlar ve sözleşmeden doğan edimleri ifa
ediyorlar. Edimleri ifa edemedikleri anda dava açıp sözleşmenin şekle aykırı olduğunu iddia
ediyorlar. Bunların dava hakkı önceden başlamış, davayı edimi ifa edemedikleri için açıyorlar.
Bu durumda kötüniyetli açılan davalar kabul edilmiyor. Bu konuda Yargıtay içtihadı birleştirme
kararları da var.

12
DAVANIN AÇILMASI
Davanın Açılma Zamanı
HMK Madde 118

(1) Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Dava dilekçesine davalı sayısı
kadar örnek eklenir.
(2) Dava dilekçesinin kaydına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir.

AÇIKLAMALAR: Bu hüküm genel geçer bir hüküm. Bizim için asıl davanın açılma anı olarak
belirlememiz gereken hüküm yönetmelikte yer alıyor (2015 Tarihli İlk derece mahkemeleri ve
bölge adliye mahkemeleri kalemlerine ilişkin yönetmelik). Davanın açılma anı olarak
yönetmeliğin 197.maddesi esas alınmalı. Bu yönetmeliğe göre dava, dava dilekçesinin tevzi
edilerek kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Yani dava bu anda derdest olmuş sayılır. Bizim
davanın açılmasında esas alacağımız da yönetmeliğin bu maddesidir.
- UYAP’la birlikte nöbetçi hakim uygulaması kalktı. Tevzi bürosu ön büro gibi merciler eliyle
davanın hangi an itibariyle açıldığı belirlenebiliyor ve UYAP sisteminden açılan dava tevzi
bürosu o an gönderdiği için o an açılmış sayılıyor.
- Tevzi formunda saatte önemlidir. Çünkü davanın derdest olması açısından saat önemli
olabiliyor.
- Dava açılması için mesai saatlerinde açılması gerekir. UYAP ‘ta o gün için davayı 23.59’a kadar
davayı açabilirsiniz. UYAP’ tan ayrıca haftasonu da dava açılabilir.

Dava Nasıl Açılır


Dava, dava dilekçesi düzenlenerek hazırlanıyor. Dava dilekçesinin neleri içermesi gerektiği
HMK m.119’da yazıyor:

Dava Dilekçesinin İçeriği


HMK Madde 119
(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.

b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.


c) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.

13
f) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.

g) Dayanılan hukuki sebepler.


ğ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
(2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde,
hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin
tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.
AÇIKLAMALAR: Dava dilekçesi tek taraflı usuli işlemlerdir. O halde dava tek taraflı usuli işlemle
başlar. Usuli işlemler bakımından şekle riayet esastır.
a. Mahkemenin adı belirlenirken hem görev hem de yetki belirlenmiş olur. Mesela İstanbul
Asliye Ticaret Mahkemesinde İstanbul yetkiyi, Asliye Ticaret görevi ifade eder. Peki biz 5. Asliye
ticareti mi yoksa 10. Asliye Ticareti mi yazacağız? Kaçıncı asliye ticarete gideceği tevziden sonra
belli oluyor. Siz dava dilekçesini tevzi bürosuna veriyorsunuz, büro davayı tevzi ettiği anda
kaçıncı mahkemeye gideceği belli oluyor. O halde 10. Ya da 5. Asliye Ticaret diye belirtmeye
gerek yok. Bazı mahkemeler iş bölümü haller yaptığı için bu belirlenebilir ama yine de bunu
araştırmaya gerek yok. Tevzi işleminden sonra zaten belli oluyor.
b. Davacı olarak elbette adınızı soyadınızı ve adresinizi yazmak zorundasınız, aynı şekilde
davalınınkilerini de yazmak zorundasınız. Bu belirtilen adrese tebligat yapılamazsa mahkeme
adresi tespit ediyor ve oraya tebligat yapılıyor.
c. Davalının TC’sinin bilinmesi zorunlu değildir.
ç. Dava dilekçesini müvekkili adına vekili yani avukatı hazırlar. Bu durumda vekil olarak ismin,
soy ismin ve adresin yazılması gerekir. Davalının vekillerinin bilgileri dava dilekçesine yazılmaz.
Karşı taraf davada yazılan avukatla birlikte çalışmayabilir. Daha vekaletnamesini sunmayan
vekilin de dava dilekçesine yazılarak davaya dahil edilmesi mümkün değil.
d. Dava Konusu: Davanın ismini davacı koyar (Mesela alacak davası, boşanma davası). Davacı
ismi koyarken hangi dava türüne girdiğini düşünerek belirtebilir. Ama dava türünü açıkça
belirtmeye gerek yok. Dava konusu ve dava türü birbirinden her ne kadar farklı olsa da davacı
dava türü sebebiyle menfaat elde edecek olursa bu hususu dava dilekçesinde belirtmesi onun
yararına olacaktır. Mesela belirsiz alacak talebimize ilişkin dava dilekçemiz… diyebilir. Elde
edeceği bir menfaati yoksa alacak davasına ilişkin ya da boşanma talebimize ilişkin dava
dilekçesi diyebilir. Dava Konusunun Değeri: A, B’ye karşı 100.00 TL değerinde malvarlığına
ilişkin dava açıyorsa bu değeri dava dilekçesine yazmalı. Çünkü bu tür davalarda genellikle
gider avansı ve harç nispi yani talep ettiğiniz miktarla orantılı alındığından dolayı bu harç ve
gider avansının belirlenmesi için dava konusunun değerinin dilekçeye yazılması gerekir. Ama
şahıs varlığına ilişkin olan davalarda dava konusunun değerinin belirtilmesine gerek yok, zaten
ortada bu tür bir değer yok. Malvarlığı konusu değeri olmayan davalarda da elbette gider
avansı ve harç ödeniyor. Bazılarında matbu alınıyor. Yani alacağınız harç belirli bir mebladır ve
gider avansı da otomatik olarak belirlenir. Gider avansı yargılama boyunca yapılacak giderleri

14
karşılar. Burada gider avansının belirlenmesi için davalı ve davacı sayısı da önemli. Ne kadar
tebligat yapılacağı belirlenir ve ardından gider avansı belirlenir.
e. İddia ettiği vakıalar 1, 2, 3… diye alt alta sıralanıyor. Bunların her biri vakıadır ve bunlar dava
sebebi olarak adlandırılır. Dava dilekçesinde davacının sübjektif hakkının lehine karara
bağlanması için beyan ettiği vakıaların tümünü oluşturur. Dava dilekçesinde ileri sürülen
vakıalar iki şekilde karşımıza çıkar:
1. Hukuki İşlem: Mesela uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklanmışsa hukuki işleme ilişkin
vakıalar anlatılmış olur.
2. Hukuki Fiil: Mesela haksız fiil.

f. Hukuki fiiller her türlü delille ispat edilebilir ama hukuki işlemlerin bazı durumlarda senetle
ispatı zorunludur. Hangi vakıayı hangi delille ispat ettiğinizi belirttiğiniz noktada ispat etmiş
olduğunuz vakıayla delilin ispat edilebiliyor olması gerekiyor. Hangi vakıanın hangi delille ispat
edildiğinin eşleştirilmesi gerekir.
g. Hukuki sebeplerin işlevleri aslında kanun hükümleridir. Hakim HMK m.33 gereği hukuku
resen uygular. Dolayısıyla hakim bizim yazdığımız dayanılan hukuki sebeplerle bağlı değil. Ama
biz yine de dayandığımız hukuki sebebi göstererek hakime yol göstermiş oluruz.
ğ. Sonuç olarak mahkemeden ne istenildiğinin belirtilmesi gerekir. Şu şu vakıalar gerçekleşti,
100.000 TL alacak vardı, karşı taraf ödemedi, ihtar çektik vb. diyeceksiniz, talep sonucu olarak
da mesela:
1. 100.000 TL’nin karşı taraftan verilmesine
2. Yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin karşı tarafa yüklenmesine

Diyerek talebinizi tek tek sıra numarasıyla açık bir şekilde belirtilmesi gerekir. Vakıalar
belirtildikten sonra gereğinin yapılması diye yazamazsınız. Çünkü taleple bağlılık ilkesi vardır.
h. İmza da dava dilekçesinde bulunmalı.

İKİNCİ FIKRA AÇIKLAMASI:

- Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde,
hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin
tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.
- Yani a, d, e, f ve g bentleri dışındaki bentler zorunlu bentlerdir. Bu bentler dışındaki bentler
eksikse hakim davacıya eksikliğin tamamlanması bir haftalık kesin süre veriyor. Bu sürede de
tamamlanmazsa dava açılmamış sayılıyor.
- Peki a, d, e, f ve g bentleri eksikse ne olacak? Doktrinde iki farklı görüş var:
1. Bu bentler yoksa hakim yargılamaya devam eder. A bendi yoksa ortada zaten yapılacak
bir şey ve kazanma ihtimali yok, zaten daha mahkemenin adı belirtilmemiş. D’ de dava

15
konusunun değeri belirtilmezse yargılamaya bir şekilde devam edilebilir, yargılama
sırasında tespit edilebilir. E’ de vakıalar dava dilekçesine yazılmazsa dava zaten
kazanılamaz. Hakim bakacak: ‘’Vakıalar yazmıyor, sen bunu ispat etmemişsin, o halde
esastan reddediyorum’’ diyecek. Hangi vakıaların hangi delillerle ispatı da belirtilmezse
iddiasını ispatlayamıyor demektir, o halde hakim zaten davayı reddeder. Dayanılan
hukuki sebepler konusunda iki görüşte aynı düşüncededir, yazılmasının önemi yoktur.
Çünkü hakim hukuku resen uygular. Bu görüşün dayanak noktası şu: ‘’ Bunları
yazmayan davacı bunun külfetine zaten katlanacaktır.’’
2. Vakıalar yoksa ortada davadan bahsedilemez. Ortada ileri sürülen bir şey yoktur.
Hakimin yargılamaya bakması mümkün değildir. Özellikle vakıalar, deliller ve mahkeme
adı yoksa hakimin davanın açılmamış sayılması kararı verilmesi gerekir. İki görüşte
ortak olan dava konusunun değeri ile hukuki sebeplerin yazılmasına gerek olmayışıdır.
Kısacası birinci görüş hakim davaya bakmalı ve esastan reddetmeli diyor, ikinci görüş
hakim davanın açılmamış sayılmasına karar vermeli diyor.

Dava dilekçesi hazırlandı, tevzi bürosuna verildi, tevzi bürosu yukarıya yollanıldı ve 5 Asliye
Hukuk’a gönderildi dedi. 5 Asliye Hukuk da bir tensip zaptı düzenler. Yönetmeliğin
200.maddesinde tensip zaptı düzenlenir.
Tensip tutanağı
MADDE 200 ‒ (1) Davanın açılmasından sonra, dilekçeler aşamasının başında her dosya için
bir tensip tutanağı düzenlenir. Tensip tutanağında yer alacak hususlar hâkimin takdirinde
olmak kaydıyla; tensip tutanağının başına mahkemenin adı, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev
yapıyorsa hangi sıfatla görev yaptığı, hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları
ile sicil numaraları, tarafların kimlikleri ile T.C. kimlik numaraları, varsa kanunî temsilcileri ve
vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri yazıldıktan sonra aşağıdaki hususlara yer verilebilir.
a) Dava dilekçesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 119 uncu maddesinde
düzenlenen unsurları taşıyıp taşımadığının tespiti ile eksiklik bulunması hâlinde ne gibi işlemin
yapıldığı.
b) Davanın türü.
c) Davanın tabi olduğu yargılama usulü.

ç) Karşılıklı dilekçelerin ve eklerinin tebliği ile gerekli işlemlerin yapılması.


d) Tarafların, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 121 inci maddesi ve 129 uncu
maddesinin ikinci fıkrası gereğince delil olarak gösterdikleri belgeleri dilekçelerine ekleyerek
vermeleri ile başka yerden getirilecek belgelere ilişkin gerekli bilgileri vermeleri, davacının
delilleri için gider avansının kullanılacağı, davalının gerekiyorsa tespit edilecek delil avansını da
yatırması, tarafların bu hususları yerine getirmedikleri takdirde, basit yargılama usulüne ilişkin
hükümler saklı olmak üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 140 ıncı maddesinin

16
beşinci fıkrası gereğince ancak ön inceleme aşamasında bu eksiklikleri tamamlayabilecekleri,
aksi hâlde bu delillerinden vazgeçmiş sayılacakları.
e) Dilekçelerin tamamlanmasından sonra ön incelemenin duruşmalı yapılıp yapılmayacağına
karar verileceği, ön incelemenin duruşmalı yapılmasına karar verilmesi hâlinde duruşma
tarihinin dilekçelerin tamamlanmasından sonra belirleneceği ve avanstan karşılanarak
bildirileceği.
f) Ön incelemede yargılamaya devam edilmesine karar verilmesi hâlinde, ön incelemenin
sonunda ya da daha sonra tahkikat duruşması için gün verileceği.
g) Dosyanın durumuna göre gerek görülen diğer hususlar.
(2) Tensip tutanağının düzenlenmesinden sonra ilgili her aşamada gerekli kararlar verilerek
işlemler yerine getirilir.
AÇIKLAMALAR:
- 1.fıkradaki bütün unsurların tensip zaptında bulunması hakim tarafından ihtiyaç meselesidir.
Bu şekilde hakim dava dilekçesindeki unsurların olup olmadığını belirliyor. Harca esas değeri
gördüğünü ve buna ilişkin harcın yatırıldığını dava dilekçesi üzerinden kendi mahkemesinin
başlatacağı yargılamaya ilişkin davalıya ışık tutuyor. Çünkü davalıya sunulan dava dilekçesi ile
birlikte tensip zaptı tebliğ edilir. Davalı dava dilekçesine cevap verirken tensip zaptında
hakimin varmış olduğu sonuçların dava dilekçesini nasıl analiz ettiğini görür ve onlara ilişkin
itiraz savunması onları da cevap dilekçesinde iletiyor. Mesela hakim tensip zaptında dava
dilekçesinin 119’ a uygun olduğunu söylüyor ama davalı uygun görmüyor. Bunu cevap
dilekçesinde ileri sürebilir. Dolayısıyla cevap dilekçesi iki yönlü oluyor:

• Dava dilekçesine yönelik


• Tensip zaptına yönelik

VAKIALARA DAYANDIRMA TEORİSİ: HMK dava sebeplerinin belirlenmesinde vakıalara


dayandırma teorisini benimsemiş. Bunun üzerine de dava ve cevap dilekçesinin verilmesini
inşa etmiş. Dava dilekçesinin sağlıklı olabilmesi için bu unsurların oluşması gerekir.
Dezavantajları dilekçenin uzun olması, detaylı araştırma gerektirmesidir.
FERDİLEŞTİRME TEORİSİ: Daha çok Anglo Sakson hukukunda söz konusudur. Davacı davalı taraf
ile arasındaki muhalefeti anlatıp ihtilafı belirtmekle yetiniyor. Gerisini hakime bırakıyor.
Burada dava dilekçesi daha kısadır, çünkü geri kalanları aydınlatmak hakime kalmıştır.

HMK Madde 120


(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde
belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

17
(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin
tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.
AÇIKLAMALAR:
- Bu maddede iki husus var: Harç ve avans (gider avansı). Bir de delil avansı diye bir şey var.
Uygulamada genellikle gider ve delil avansı birlikte ele alınıyor.

- Harç Kanununa göre belirleyip öderiz. Harcın yatırılmadığı durumda dava açılamaz, çünkü
tevzi bürosu harç ve gider avansı yatırılmadan davayı tevzi etmiyor. Harç davalı ve davacı sayısı
kadar belirleniyor. Her mahkemenin belirlediği bir meblağ var ve o meblağ üzerinden gider
avansı yatırılır. Gider avansının yeterli olmadığı durumlarda hakim iki haftalık kesin süre
veriyor. Bu süre içinde de yatırılmazsa gider avansı dava şartı olduğu için dava usulden ret
edilecek.
- Adli yardımdan faydalanan davacının gider avansı yatırma zorunluluğu yoktur. Adli yardım
talebinde bulunan davacıdan gider avansı hemen istenmez. Öncelikle yardım talebi incelenir,
karara bağlanır, yardım talebi kabul edilirse gider avansı istenmez, kabul edilmezse süre verilip
gider avansının yatırılması istenir.

BELGELERİN BİRLİKTE VERİLMESİ


- Dava dilekçesinde şu ve şu vakayı şu sözleşmeyle ispat edeceğim derseniz sözleşmenin aslını
ya da sadece örneğini davalı sayısından bir fazla olacak şekilde dava dilekçesine eklemek
zorundasınız. Bir fazlası olmasının sebebi o bir fazlasının dava dosyasında saklanmasıdır.
- Siz delillerin hepsine sahip olmayabilirsiniz, deliller başka yerden getirilecek olabilir. Mesela
tapu kaydına ilişkin dava açılırsa belgenin tapudan alınması gerekir. Bunun belirtilmesi gerekir.
Tapudan örneği gelsin o şekilde ispat edeceğim diyebilirsiniz (dava dilekçesinde yazacaksınız).
- Bu belgelerin örneklerinin de sunulması mümkündür. Avukatlık kanunundaki bir hükme göre
vekil temsilci olduğu davalarda bir belge için aslı gibi yapma yetkisine sahiptir. Mesela elinizde
belgenin aslı var ve bunu dosyaya koymak istemeyebilirsiniz. O halde örneği aslı gibi yapıp
noter zahmetinden kurtulursunuz.

- Avukatlar dava açarken vekaletnameyi dosyaya sunarlar. Ama ellerinde vekaletnamenin


aslından bir tane var. O vekilin bir sürü davasını görüyorsunuz ve aslının sizde kalması
gerekiyor. Dolayısıyla dosyaya vekaletnameyi sunarken elinizdeki vekaletnamenin örneğini de
aslı gibi yapma yetkisi vardır. Vekiller kendi elleriyle bunu yapabiliyor.

18
Dava Dilekçesinin Tebliği

HMK Madde 122


(1) Dava dilekçesi, mahkeme tarafından davalıya tebliğ edilir. Davalının iki hafta içinde davaya
cevap verebileceği tebliğ zarfında gösterilir.

AÇIKLAMA: Yazılı yargılamada dilekçeler aşaması dört dilekçeden oluşuyor: Dava dilekçesi,
cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve ikinci cevap dilekçesi. Dava dilekçesi dışındaki
dilekçeler için süre iki haftadır. Bu iki hafta dilekçenin tarafa tebliğinden itibaren başlıyor.
Gerekli olduğu durumlarda hakim süreyi uzatabilir.

Davanın Açılmasına Bağlanan Sonuçlar

1. MADDİ HUKUK BAKIMINDAN SONUÇLARI


a. Davanın açılmasıyla birlikte zamanaşımının kesilmesi ve hak düşürücü sürenin korunması.
Zamanaşımında TBK hükümleri esas alınır.
TBK MADDE 156- Zamanaşımının kesilmesiyle, yeni bir süre işlemeye başlar. Borç bir senetle
ikrar edilmiş veya bir mahkeme ya da hakem kararına bağlanmış ise, yeni süre her zaman on
yıldır.
Demek ki zamanaşımının kesilmesi o zamana kadar geçen sürenin sıfırlanıp yeni sürenin
başlamasıdır. Zamanaşımının durmasında ise süre sıfırlanmıyor, zamanaşımını durduran sebep
ortadan kalkınca süre kaldığı yerden işlemeye devam ediyor. Davanın müteselsil borçlulardan
ya da bölünemeyen borçlularda borçlulardan birine karşı açılması zamanaşımını diğerleri için
de kesiyor. Eğer açılan dava kısmi davaysa zamanaşımı yalnızca açılan kısım için kesilmiş
oluyor. Yargılamaya ilişkin her işlem zamanaşımını tekrar tekrar kesmiş oluyor. Davanın
dışındaki işlemler değil de davaya ilişkin yapılan her işlem zamanaşımını kesiyor.
MADDE 154- Aşağıdaki durumlarda zamanaşımı kesilir:
1. Borçlu borcu ikrar etmişse, özellikle faiz ödemiş veya kısmen ifada bulunmuşsa ya da rehin
vermiş veya kefil göstermişse.
2. Alacaklı, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuşsa, icra takibinde
bulunmuşsa ya da iflas masasına başvurmuşsa.
Önemli olan bizim için 2.fıkradır.
Zamanaşımı sadece davanın tarafı için mi kesilir yoksa davaya taraf olmamış üçüncü kişiler
bakımından da kesilir mi? Çeşitli ihtimaller söz konusudur. Mesela TBK’ ya müteselsil- kefil

19
ilişkisi varsa davayı asıl borçluya yöneltirsek zamanaşımı diğer borçlular için de kesilir. Ama
kambiyo senedinde mesela 100.000 TL alacak doğuran bir çek var diyelim. Çeki davacı dava
ekinde sundu. Aslı ya da onaylı örneğini sundu. Burada sadece borçlu için zamanaşımı kesilir,
cirantalar için kesilmez. Cirantalar için de kesilmesi için davada taraf olarak gösterilmeleri
gerekir.

E. Davanın reddinde ek süre


TBK M.158: Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek
bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o
arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde
haklarını kullanabilir.

Buradaki süreye munzam süre denir. Dava görevsiz ya da yetkisiz mahkemede açıldı diyelim.
Mahkeme görevsizlik ya da yetkisizlik kararı verilmişse zamanaşımının kesilmesine dair olan
davanın açılmasına bağlı sonuç korunur mu meselesi söz konusu. Davanın açılmamış sayılması
halinde davanın açılmasıyla birlikte doğan bütün sonuçlar ortadan kalkıyor. O halde
zamanaşımını kesen işlem de ortadan kalkıyor ve zamanaşımı hiç kesilmemiş gibi devam
ediyor. Bu durumda TBK bir ek süre öngörüyor. Mesela siz yetkisiz mahkemede dava açtınız.
Davayı zamanaşımının dolmasına 15 gün kala açıyorsunuz. Davanın açılmamış sayılmasına
karar veriyorsunuz. O sırada da 15 gün geçiyor. Zamanaşımı da kesilmemiş sayıldığı için
zamanaşımını kaçırmış oldunuz. Kanun bunun önüne geçmek için görevsizlik ve yetkisizlik
sebebiyle böyle bir karar varsa 60 günlük bir ek süre verilir diyor. Bu 60 günlük süre içinde
davacı yeniden dava açarak zamanaşımı dolmamış gibi işlem yapar diyor. Bu süreye de
munzam süre denir ve Borçlar Kanunundan kaynaklanır.

b. Şahsa bağlı hakların malvarlığı haklarına dönüşmesi. Bazı haklar şahsa bağlı olduğundan
dava hakkı ancak o kişi tarafından kullanılır. Dolayısıyla kişi ölünce külli haleflerinin onun
hakkına bağlı dava açması mümkün olmuyor. Ama bazı durumlarda, mesela boşanma
davasında nafaka hükümleri gib şeyler söz konusu olabiliyor. Böyle bir dava açıldı ve taraf öldü.
Normalde şahsa bağlı hak olduğu için davaya devam edilmemesi gerekir. Ama davanın
açılmasıyla birlikte şahsa bağlı hak malvarlığına bağlı hakka dönüştüğü için boşanma davası
yönünden karar değil ama boşanma sonucu ortaya çıkacak maddi hususlara ilişkin olan nafaka,
manevi tazminat gibi hususlar bakımından o ölen kişinin mirasçıları tarafından takip edilmesi
mümkün oluyor. Bu hükümleri uygularken ilgili kanun düzenlemelerine bakmak lazım.

c. İyi niyetin ortadan kalkması. İyi niyet kuralı TMK m.3’te düzenlenir. Davalı dava ortaya
çıktıktan sonra iyi niyetli olduğunu iddiasını ileri süremiyor. Çünkü dava ile birlikte o hukuki
durumun farkında oluyor. Dava açılınca iyi niyet ortadan kalkıyor.

d. Davalının temerrüde düşmesi. İhtarı gerektirmeyen haller dışında borçlu alacaklının ihtarıyla
temerrüde düşer (TBK m.117). Borçlu alacaklı tarafından daha önce temerrüde

20
düşürülmemişse davanın açılması ve dava dilekçesinin tebliği ile borçlu temerrüde düşmüş
olur. Çünkü dava dilekçesi bir çeşit ihtar sayılır. Dolayısıyla dava açılınca davalı temerrüde
düşmüş olur.

2. USUL HUKUKU BAKIMINDAN SONUÇLARI

a. Mahkemenin davayı inceleme zorunluluğu. Bu usul hukuku bakımından doğan ilk sonuçtur.
Anayasanın 36.maddesinde hak arama hürriyeti düzenlenmiştir. Bir dava açıldığında yargı
görevini üstlenen hakimin o dilekçeyi istinaden karar verme zorunluluğu bu maddeyle
düzenlenmiştir. Bir şekilde esasa ya da usule ilişkin bu dilekçeye cevap vermek zorunludur. Bir
işlem yapma mecburiyeti vardır. Hakim Anayasanın 36. Maddesini uygulamazsa hakimin
hukuki sorumluluğu gündeme gelir. Hakimin sorumluluğu HMK m.46’ da düzenlenir. İdari
sorumluluk da bununla birlikte değerlendirilir.
b. Derdestlik. Davanın dersdestlik kazandığı anda dava şartları o anki duruma göre inceleniyor.
Davanın açıldığı an itibariyle dava dilekçesinin 114’teki şartların tamamını taşıması lazım. Dava
derdestken, incelenmekteyken eksik olan bir dava şartı tamamlanırsa geçmişe yönelik olarak
bir dava şartı yokluğundan dolayı bir karar vermenin önüne geçiliyor. Davanın açılma tarihiyle
birlikte derdestlik doğuyor. Derdestlik doğduğu zaman davanın davalıyla davacı arasında belli
bir konuya ilişkin olmak üzere aynı yargı merci önünde incelenmesi anlamına geliyor. İlk derece
mahkemesi, bölge adliye mahkemesi, Yargıtay gibi yargı mekanizmaları içinde faaliyet
gösteren merciler bu sistem içerisinde derdestlik durumundan etkileniyor. Dolayısıyla
derdestlik denildiğinde davanın sadece ilk derece mahkemesinde olmasını değil aynı zamanda
bölge adliye mahkemesi ya da temyiz aşamasında olmasını göz önünde bulundurmamız
gerekiyor. Çünkü dada karar kesinleşene kadar dava derdest olmuş olur. Derdestlik bir dava
şartıdır. Yani aynı taraflar arasında aynı konuya ilişkin aynı netice-i talep esas alınarak bir dava
açılması mümkün değil. Dolayısıyla derdestlik davanın açılmasıyla ortaya çıkıyor ve bu hususta
başka davanın açılması mümkün olmuyor.
c. İhtiyati tedbir ve ihtiyati haczin korunması. İhtiyati tedbir hukuki koruma tedbiri talebidir,
dava konusu üzerinde davanın taraflarının tasarruf işlemi yapmasını engelleyen mahkeme
kararıdır. Bu mahkeme kararı marifetiyle davacı dava sonunda lehine elde etmiş olduğu hükmü
kolaylıkla icra edebilme kabiliyeti kazanıyor. İhtiyati tedbir dava konusu üzerinde davalının
tasarruf etme yetkisini kısıtlıyor. Böylece dava sonun davacı malın devredilmesi ya da başka
bir sonuçtan kurtuluyor. Rahatlıkla talebine ulaşmış oluyor. İhtiyati tedbir kararı alındıktan
sonra bu kararın uygulanması gerekiyor. İhtiyati tedbir kararı icra marifetiyle uygulanıyor.
Uygulandıktan sonra dava açılıyor. Dava açıldığında davacı dava sonuna kadar ihtiyati tedbir
ve ihtiyati haciz kararından faydalanabiliyor. Süresinde dava açmaz ya da süresinde
uygulamaya koymazsa ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kendiliğinden ortadan kalkıyor.
d. Davanın geri alınması.
Davanın Geri Alınması
HMK Madde 123

21
(1) Davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir. (Ek
cümle:22/7/2020-7251/10 md.) Bu takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.
Davadan feragatle davanın geri alınması farklı şeylerdir. Davadan feragat için davalının
davacıya rıza vermesine gerek yok. Çünkü davadan feragat edilince o konuyla ilgili hakkın dava
ile ileri sürülmesi mümkün olmuyor. Eğer dava geri alınırsa aynı konuyla ilgili dava açma hakkı
oluyor. O yüzden davanın geri alınması için davalının açık rızası aranıyor. Davanın açıldığı
andan itibaren davayı geri alma yasağı başlıyor, geri alma için davalının açık rızası gerekiyor.

(29/07/2020)

CEVAP DİLEKÇESİ
HMK 126. Maddeden itibaren cevap dilekçesi düzenleniyor.
Cevap dilekçesinin verilmesi

MADDE 126- (1) Davalı, cevap dilekçesini, davanın açılmış olduğu mahkemeye verir.
(2) Cevap dilekçesine davacı sayısı kadar örnek eklenir.
(3) Cevap dilekçesi, havale edildiği tarihte verilmiş sayılır.
(4) Cevap dilekçesinin örneği mahkeme tarafından davacıya tebliğ edilir.

AÇIKLAMALAR: Cevap dilekçesinin karşı tarafa ne zaman tebliğ edildiğinin önemi yok.
Mahkemeye sunulduğu tarih dilekçeye işleniyor. O tarih için cevap dilekçesi verilmiş sayılır.
Bunu mahkemenin görmesi önemli değil. Süresi içinde mahkemeye sunulduğunda havale
tarihi işlenmiş olur, o tarih cevap dilekçesinin verilmiş olduğu tarihtir. Daha sonra mahkeme
cevap dilekçesinin örneğini davacıya tebliğ ediyor. Davacı birden fazlaysa hepsine tebliğ
ediyor.

Cevap dilekçesinin verilmesi Anayasa 36’daki hak arama hürriyetinin bir sonucudur. Dava
dilekçesi davalıya tebliğ edilince davalının reaksiyonunun ne olacağının belirlenmesi hak
arama hürriyetinin sonucudur.
Dava dilekçesi davalıya tebliğ edildiğinde davalının yapacağı üç şey var:
1. Davaya cevap dilekçesi hiç vermeyebilir,
2. Cevap dilekçesi verebilir,
3. Ya da davayı kabul eder.

22
Dava kabul edilirse hakim davacının talebi doğrultusunda karar vermiş olacak. Davaya cevabı
cevap dilekçesiyle verir.
Davalı yazılı olarak cevap dilekçesi verir. Cevap dilekçesine davacı sayısı kadar örnek ekler.
Cevap dilekçesi 126’daki dört şart uygun olarak verilmelidir.

Davaya Cevap Verme Süresi


HMK m.127’de düzenlenir.
MADDE 127- (1) Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden
itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde
hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında
mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir
defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. Ek cevap süresi talebi
hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir
AÇIKLAMALAR: Davalı cevap dilekçesini dava dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren iki
hafta içerisinde sunmalıdır. Ek süre cevap süresinin bitiminden itibaren başlar (durum ve
koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içerisinde hazırlanması zor ya da imkansızsa bu
sürede mahkemeye başvuran davalıya bir defaya mahsus ve bir ayı geçmeyecek ek süre
verilir). Mesela B’ye dava dilekçesi tebliğ edildi. Mahkemeden ek süre talebinde bulundu. Ek
süre talebini 5. Gün yaptı ve mahkeme 6.günde karar verdi. 1 aylık ek süre verdi. Bu ek süre
cevap süresinin bitiminden itibaren başlayacaktır. Yani mahkemenin karar verdiği 6.günden
itibaren değil, iki haftalık sürenin bitiminden itibaren ek süre başlar.

Cevap Dilekçesinin İçeriği


HMK m.129’da düzenlenmiştir.
Cevap dilekçesinin içeriği
MADDE 129- (1) Cevap dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili
işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres.
c) Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.

d) Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
e) Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
f) Dayanılan hukuki sebepler.

23
g) Açık bir şekilde talep sonucu.

ğ) Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.


(2) 121 inci madde hükmü cevap dilekçesi hakkında da uygulanır.

AÇIKLAMALAR:

a. Dava dilekçesinde mahkeme adı için sadece yetkili ve görevli mahkemenin adının yazılması
yeterliydi. Zaten tevziden sonra kaçıncı mahkemeye gideceği belli oluyordu. Cevap
dilekçesinde ise mahkeme adı tam yazılmalı. Artık tevziden sonra belli olan mahkeme (Mesela
İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi) adı yazılmalıdır.
b. Davacının ve davalının adı, soyadı ve adresleri dava dilekçesinde de yazılıyordu. Buna ek bir
yükümlülük olarak davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt
içinde göstereceği bir adres cevap dilekçesinde olmalıdır.
c. Davalı TC’sini eklemelidir. Dava dilekçesinde davacının davalının TC’sini belirtmesine gerek
yok, burada davalı kendi TC’sini ekliyor.

ç. Davacı varsa kendi vekilinin adı, soyadı ve adresini yazıyordu. Davalının vekilinin bilgilerini
yazmaması gerekiyordu. Cevap dilekçesinde davalının ve davacının vekilinin adının soyadının
ve adresinin yer alması gerekir.
d. Dava dilekçesinde de davacının iddiasına dayanak olan bütün vakıaların sıra numarası
altında açık özetlerinin yer alması gerekiyordu. Burada da savunmalar aynı şekilde yer almalı.
Buradaki sıralama kronolojik sıralamadır. Dolayısıyla hem dava dilekçesinde hem de cevap
dilekçesinde vakıaları kronolojik sırayla sıra numarası altında belirtmeliyiz.
e. Dava dilekçesinde de bunu belirtmesi zorunluydu. Burada savunmanın dayanağı olarak
hangi vakıanın hangi delille ispat edileceği belirtilmelidir. Buradaki belirtilen delillerin dava
dosyasına eklenerek mahkemeye sunulması gerekir. Başka bir yerden getirilecek belgeler
bakımından davalı cevap dilekçesinde o belgeler için açıklama yapmalıdır.
f. Dava dilekçesinde olduğu gibi burada da davalı dayanılan hukuki sebepleri belirmelidir.
g. Dava dilekçesinde olduğu gibi burada da açık bir şekilde talep sonucu belirtilmelidir. Hakim
tarafların netice-i talebinde istediği talep sonucunda belirttiği hususlar bakımından karar
verebiliyor. Talep sonucunda istenenden daha azına karar verebilir, fazlasına karar veremez.
ğ. Dava dilekçesinde de bu imza meselesi söz konusuydu. Asaleten dilekçe veriliyorsa davalı
imza atar, vekil veriyorsa vekil imza atar.

121.madde (belgelerin birlikte verilmesi) burada da uygulanır. Davalı elinde bulunan delil ve
belgeleri cevap dilekçesiyle birlikte sunar. Elinde bulunmayan belgeler içinse nereden
getireceğine dair açıklama yapmalıdır.

24
Cevap dilekçesinde eksiklik bulunması

MADDE 130
(1) 129 uncu maddenin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (ç) ve (ğ) bentlerinin cevap dilekçesinde
eksik olması hâlinde, bunun giderilmesi için hâkim tarafından bir haftalık süre verilir; eksikliğin
bu süre zarfında da giderilmemesi hâlinde cevap dilekçesi verilmemiş sayılır.

AÇIKLAMA: Dava dilekçesinde de böyle bir bent mevcuttu. Orada verilen süre içerisinde bu
eksikler giderilmezse dava açılmamış sayılıyordu. Burada ise belirtilen bentler için ek süre
verildiğinde bu ek süre içinde de bu eksiklikler tamamlanmazsa cevap dilekçesi verilmemiş
sayılıyor. D, E, F ve G bentlerinde ek süre verilmiyor. A, B, C, Ç ve Ğ bentlerinde ek süre
veriliyor. Dava dilekçesinde de bazı bentlere ek süre verilmiyordu. Bunun sonucunda da iki
görüş ortaya çıkmıştı. Bunlardan birisi hakim davaya bakmaya devam edecek, zaten o hususlar
eksikse davacının kazanması mümkün değildir. Diğer görüş ise hakim davaya bakmaz, süre de
vermeksizin davanın açılmamasına karar verir. Cevap dilekçesinde ise süre verilmeyen hallerde
hakim yargılama yapmaya devam edecek. Çünkü hukuki gerekçeyle hakim bağlı değil, çünkü
Türk Hukukunu resen uygular. Önemli olan netice-i talep, vakıalar ve deliller cevap
dilekçesinde yoksa mahkeme neden yargılamaya devam eder de süre vermez? Burada cevap
dilekçesi hiç verilmemiş gibi bir sonuç ortaya çıkar. Çünkü içerisinde bir vakıa yok, neyi
savunduğu belli değil, delil yok, netice-i talep yok. Dilekçenin verilmemiş sayılmasının sonucu
nedir? Madde 128’de düzenleniyor:
Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu
MADDE 128
(1) Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri
sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.

Dersin başında davalıya dava dilekçesi tebliğ edilirse yapabileceği üç şey var demiştik.
Bunlardan birisinde de cevap dilekçesini hiç vermez demiştik. Cevap dilekçesi hiç verilmemişse
davalının davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaları inkar etmiş sayılır. Cevap dilekçesi
vermeyerek davacının dava şartına ilişkin yapmış olduğu eksiklik ileri sürülmüş olmaz. Maddi
hukuka ilişkin bir meseledir. Davacının maddi hukuka ilişkin vakıaları inkar anlamına gelir.

Cevap dilekçesi verilmesinin sonucu

MADDE 131
(1) Cevap dilekçesinin verilmesinden sonra, cevap süresi dolmamış olsa bile ilk itirazlar ileri
sürülemez.
AÇIKLAMALAR: HMK m.116’da ilk itirazlar düzenlenmiştir.

İlk İtirazlar

25
Konusu

MADDE 116
(1) İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir:
a) Kesin yetki kuralının bulunmadığı hâllerde yetki itirazı.
b) Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazı.

Yeni kanun değişikliğiyle birlikte iş bölümü ilk itirazlardan çıkarıldı. Artık mahkemeler
arasındaki iş bölümü uyuşmazlıkları ortadan kaldırıldı. Yetkinin kesin olduğu hallerde
yargılamanın her aşamasında ileri sürülebiliyor. Yetki kesin değilse bu ilk itirazı olarak ileri
sürülür. İlk itirazları cevap dilekçesiyle ileri sürülebilir. Cevap dilekçesi verildikten sonra süresi
içinde bile olsa ileri sürülemez. İtirazda bulunan davalı yetkili mahkemeyi dilekçesinde
göstermeli, göstermezse yetki itirazı yapılmamış sayılır. Birden fazla yetkili mahkeme varsa
davalı seçmiş olduğu yetkili mahkemeyi gösterir. İtiraz yapılmamış sayılırsa yetkisiz mahkeme
yetkili hale gelir.
Kanun bazı uyuşmazlıklar bakımından devlet tarafların yargıya gitmeyip uyuşmazlığın tahkim
yoluyla çözülmesine yönelik imkan tanımış. Uyuşmazlık tahkime elverişliyse taraflar tahkim
anlaşması yaparak uyuşmazlığı tahkim yoluyla çözer. Taraflardan birisi anlaşmaya aykırı
davranmak suretiyle devlet yargısında o uyuşmazlığa yönelik dava açabilir. Buna yönelik
tahkim ilk itirazı yapılmalıdır. Usulüne uygun ilk itirazı yapılmazsa mahkeme yargılama
yapmaya devam ediyor.

DAVA DİLEKÇESİNDE İLERİ SÜRÜLMESİ GEREKENLER


Yapılan savunmalar ikiye ayrılır:

1. Usule İlişkin Savunmalar: Dava şartlarına itiraz, ilk itirazlar ve karşı dava meselesi burada
karşımıza çıkar. Bunlar usule ilişkin savunmaları kapsar.
2. Esasa İlişkin Savunmalar: İtiraz ve defi olarak ikiye ayrılır. Bir de takas var ama o ayrıca
anlatılacak.
A. İtiraz: İtiraza ilişkin teorik olarak iki tür vakıa kabul edilir. Hak engelleyici vakıa ve hak düşürücü
vakıa olarak ikiye ayrılır. İtiraz teorik olarak bu ikisinden birinin içerisine girer.
a. Hak Engelleyici Vakıa: Davacının dayandığı hükmü uygulayabilmek için
dayandığı tüm vakıalar gerçekleşmiştir. Buna karşılık davalı sunmuş olduğu
vakıalarla hükmün sonuç doğurmasını engelleyebiliyorsa bu hak engelleyici
vakıa olarak itiraz şeklinde ileri sürülebiliyor. TMK ‘’kanunda gösterilen ayrık
durumlar saklı kalmak üzere ayırt etme gücü bulunmayan kimselerin fiilleri
hukuki sonuç doğurmaz’’ diyor. Mesela alacaklı alacağını iddia ederken bütün
vakıalardan bahsediyor, aralarında alacak var, sözleşme ilişkisi var. Fakat bu
vakıalar maddeye birebir uysa bile davalı öyle bir şey söylüyorken haktan
faydalanılmasını engelliyor. Benim ayırt etme gücüm yoktu, bu ilişki hiç
doğmamış gibi olur diyor. Mesela fiil ehliyeti olmadığından bahisle davalı

26
itirazda bulunuyorsa hak engelleyici itiraz sebebiyle hakkın doğmasını
engelliyor. Davalı öyle bir itirazda bulunuyor ki davacının o haktan
yararlanmasını engelliyor.
b. Hak Düşürücü Vakıa (İtiraz): Mesela TBK m.136’da ifa imkansızlığı düzenleniyor.
Bu hükümde davalı ile davacı arasında sözleşmeden doğan hükümle ilgili
136’daki hal söz konusuysa davalı bundan istifade edebilir. Edimin imkansız
olduğunu söyleyebilir. Bu da esasa ilişkin hak düşürücü itiraz olarak kabul edilir.
Mesela itfaların tamamı alacağın itfa edildiği anlamına gelir. Dolayısıyla bu
yönde itiraz yapılırsa hak düşürücü vakıa olur.
B. Defi: Davalının esasen borçlu olsa bile özel bir sebeple ifa etmekten kaçınma halidir. Bu
özel sebep ileri sürülerek ifa edilmekten kaçınılır. Bazı hallerde borçlu, borçlu olduğu
edimi ifadan kaçınıyor, bazı hallerde de borcu olmadığı edimi ifadan kaçınıyor. Edimler
TBK’da düzenleniyor. Mesela zamanaşımı defi. Zamanaşımının ispatı davalının defi
talebi ile birlikte zamanaşımının bulunduğunu, bu sebeple kendi aleyhinde talepte
bulunulamayacağını vakıalar karşılığında ileri sürüp ispat faaliyetine girebiliyor. Demek
ki zamanaşımı dolduysa defi olarak ileri sürülebiliyor. İtirazdan Farkı: İtiraz konusu olan
vakıaları hakim dosya içerisinden çıkarabiliyorsa, bunları anlayabiliyorsa, görebiliyorsa
bunları dikkate alabilir. Mesela hakim dosya üzerinden dava konusu alacağınızı
ödediğinizi görebiliyorsa bunu kendisi dikkate alabilir. Ama defiler hakim tarafından
resen göz önünde bulunduramıyor. Ancak davalının bunu doğrudan ileri sürmesiyle
hakim tarafından inceleme konusu yapılabiliyor. Mesela TBK’ya göre ‘’karşılıklı borç
yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın sözleşmenin koşulları ve
özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça kendi borcunu ifa etmiş ya da
ifasını önermiş olması gerekir.’’ Burada ödemezlik defi düzenleniyor. Ödemezlik defi
yine taraflar tarafından ileri sürülmesi gerekir. Mesela satış bedelinin indirilmesi
definin ileri sürülmesi (TBK m.227, 231), bağışlayanın defi, ödünç verenin defi, kefilin
defisi… Davalı zamanaşımı definde bulunacak, ifadede bulunurken hak düşürücü süre
dolmuştur diyor. Mahkeme bunu zamanaşımı defi olarak kabul eder mi? Doktrine ve
Yargıtay’a göre yanlış bir şekilde defi ileri sürülmüşse hakim yine de tolere edip
inceleyebilir. O defiye ilişkin husus ileri sürülmeli, hakimin önüne getirilmeli.
C. Takas: Takas itiraz ve defi yanında üçüncü bir yol değil, yani bu ayrımda sayılmıyor.
Ancak takas hak düşürücü nitelikte savunma sebebidir. Ancak diğerlerinden farklı.
Mesela ifadan farklıdır. Davalı cevap dilekçesinde bunu ileri sürmek durumunda.
Mesela dava dilekçesi veriliyor. Dava bu dava dilekçesinin ileri sürülmesiyle derdest
oluyor. Diğer dilekçeler veriliyor ve dilekçeler teatisi tamamlanıyor. Dilekçeler teatisi
tamamlanınca m.141 devreye giriyor ve davalının ve davacının eli ayağı bağlanmış
oluyor. Bu madde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağını
anlatıyor. Eğer dilekçeler teatisi tamamlandıktan sonra itfa hali varsa mevcut davada
davalı tarafından ileri sürülebilir. Ama itfa hali dilekçeler teatisinden önce varsa
davalının kullanabileceği yol yok, çünkü iddia ve savunmanın d. Ve g. Yasağı var. Ödeme
ve itfa hususunda böyle bir husus söz konusu. Hukuk genel kurulunun verdiği
kararlarda itfa hali sonradan gerçekleşirse ileri sürülebileceği yönünde. Takas itirazı da
savunma sebebi. TBK m.143’e göre takas ancak borçlunun takas iradesini alacaklıya
bildirmesiyle gerçekleşir. Bu durumda her iki borç takas edilebilecekleri anda daha az

27
borç tutarınca sona erer. Davalı cevap ya da ikinci cevap dilekçesinde takas beyanını
sürmemiş, sürememiş ya da sürmeyi unutmuşsa artık bu takas itirazını kullanması
mümkün değil. Yani takas itfa gibi ödemeye ilişkin olarak yargılamanın her aşamasında
kullanılabilecek bir itiraz değil. Ancak dilekçeler teatisi aşamasında kullanılabilir. İşte
takasın itiraz ve defiden farklı olarak anlatılmasının sebebi budur.

İKİNCİ DİLEKÇELER
Tarafların ikinci dilekçeleri
MADDE 136

(1) Davacı, cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde cevaba cevap
dilekçesi; davalı da davacının cevabının kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde ikinci
cevap dilekçesi verebilir.
(2) Davacının cevaba cevap, davalının da ikinci cevap dilekçesi hakkında, dava ve cevap
dilekçelerine ilişkin hükümler, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanır.

AÇIKLAMALAR: Bu iki dilekçe HMK’da cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi olarak
düzenlenmiştir. Cevaba cevap ve ikinci cevap yazılı yargılama usulünde geçerli dilekçelerdir.
Basit yargılama usulünde yalnızca iki dilekçe verilir. Bir dilekçeyi davacı, diğerini cevap dilekçesi
olarak davalı verir ve dilekçeler teatisi aşaması tamamlanır. Yazılı yargılama usulünde bu dört
dilekçenin verilmesiyle dilekçeler teatisi aşaması tamamlanır. Her dilekçe için verilen süre iki
haftadır. Bir önceki dilekçenin tebliğinden itibaren bu süre başlar. Cevaba cevap dilekçesi için
ek süre isteme mümkün. Cevap dilekçesindeki ek süre hükmü burada da geçerli. Yargılamanın
beş aşaması var: Dilekçeler teatisi, öninceleme, tahkikat, sözlü yargılama ve hüküm. Bu dört
dilekçenin sunulmasıyla dilekçeler teatisi aşaması bitiyor ve öninceleme aşamasına gidiliyor.
Dilekçeler teatisi aşaması bitince mahkeme bir ara karar yazıyor. Bu ara kararda dilekçeler
teatisinin sona erdiğini, tarafların öninceleme aşamasına davet edileceği hakkında karar
yazılıyor. Öninceleme ve tahkikat da ara kararla biter. Sözlü yargılama ve hüküm bir arada
oluyor, esasa ilişkin hüküm verilerek yargılama sona ermiş oluyor.
Yazılı yargılama usulünde dava dilekçesi davalıya tebliğ ediliyor ama davalı hiç cevap
vermiyorsa ne olacak? HMK m.128’e bakılır.
Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu
MADDE 128

(1) Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri
sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.
AÇIKLAMA: Yargıtay ve doktrindeki baskın görüş davalı cevap dilekçesi vermemişse 128’teki
sonuç doğar ve dilekçeler teatisi aşaması tamamlanır diyor. Doktrindeki bir başka görüş ise
şudur: Yazılı yargılama usulünde davalı ve davacının belki de bir taktik manevrası olduğu için
böyle bir husus yarattı. Kanun buna uygun. İkinci dilekçeler zaten iddia ve savunmayı

28
değiştirmek ve genişletmek için getirilmiştir. Mesela bir kısmını dava dilekçesinde yazıp karşı
taraf buna ilişkin bir şey derse diğer argümanları da cevaba cevap dilekçesinde yazabilir. Bu
şekilde kanun bir hak tanıyor. Hala dilekçeler tamamlanmış değildir. Davalı belki de taktik
yaptığı için ya da bilgisizlikten dolayı cevap dilekçesi vermiyordur. O cevap dilekçesi vermedi
diye davalının cevaba cevap verme ve iddia ve savunmayı değiştirip genişletme ve yeni delil
sunulma hakkı elinden alınıyor. Ağırlıklı görüş bu yüzden bazı hocalarca kabul edilmiyor.

KARŞI DAVA
HMK m.132 ve devamında düzenleniyor.
Karşı dava açılabilmesinin şartları
MADDE 132
(1) Karşı dava açılabilmesi için;
a) Asıl davanın açılmış ve hâlen görülmekte olması,
b) Karşı davada ileri sürülecek olan talep ile asıl davada ileri sürülen talep arasında takas veya
mahsup ilişkisinin bulunması yahut bu davalar arasında bağlantının mevcut olması, şarttır.
(2) Belirtilen bu şartlar gerçekleşmeden karşı dava açılacak olursa, mahkeme, talep üzerine
yahut resen, karşı davanın asıl davadan ayrılmasına; gerekiyorsa dosyanın görevli mahkemeye
gönderilmesine karar verir.

(3) Karşı davaya karşı, dava açılamaz.


AÇIKLAMALAR:
a. Yani derdest bir dava bulunmalıdır, hala o davanın görülmekte olması gereklidir.
b. Asıl dava ile karşı dava arasındaki talep arasında hukuki bir bağlantı olmalıdır.

Fıkra 2: Mahkeme açılan karşı davanın belirtilen şartlara uymadığını görürse resen karşı
davanın asıl davadan ayrılmasına karar verebilir ve gerekirse görevli mahkemeye gönderebilir.
Eğer karşı davadaki talep bakımından kendisi görevliyse ayrı bir dava olarak kendisi bakmaya
devam ediyor.
Fıkra 3: Karşı davaya karşı bir karşı dava açılması mümkün değildir.

Karşı dava cevap dilekçesiyle birlikte ya da cevap dilekçesi süresi içinde ayrı bir dilekçe verilerek
açılabilir. Süresinden sonra karşı dava açılmışsa mahkeme davaların ayrılmasına karar verir.
Asıl davanın sona ermesi karşı davanın karara bağlanmasına engel olmaz, karşı dava bağımsız
olarak görülmeye devam eder. Aksine bir hüküm yoksa karşı davaya ilişkin olarak dava
hakkındaki hükümler uygulama alanı bulur.

(BÖYLECE DİLEKÇELER TEATİSİ AŞAMASI BİTMİŞ OLDU)

29
ÖNİNCELEME AŞAMASI
HUMK zamanında öninceleme aşaması yoktu. Önceden dilekçeler teatisinden sonra hemen
tahkikat aşaması başlıyordu. Hakimler dilekçeler teatisi aşamasında dilekçeleri, dava şartlarını
vb. incelemiyordu, bunların incelemesi tahkikat aşamasına kalıyordu. Bunların arasına bir
öninceleme aşaması getirilerek bazı hususların öninceleme aşamasında incelenmesi,
netleşmesi ve sonucunda tahkikat aşamasına hazır bir şekilde geçilmesi amaçlandı.

KAPSAMI
Ön incelemenin kapsamı
MADDE 137
(1) Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılır. Mahkeme ön incelemede;
dava şartlarını ve ilk itirazları inceler, uyuşmazlık konularını tam olarak belirler, hazırlık
işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapar,
tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa
teşvik eder ve bu hususları tutanağa geçirir.

AÇIKLAMALAR: Öninceleme aşamasında hedeflenenler:


1. Dava şartları ve ilk itirazlar incelenip karara bağlanacak
2. Uyuşmazlık konuları tam olarak belirlenecek
3. Tahkikat için gerekli hazırlık işlemleri yapılacak (başka yerden getirilecek olan dilekçeler
getirilecek, bunlar için yazılar yazılacak
4. Taraflar sulh ve arabuluculuğa teşvik edilecek. Bunun için de tarafların serbestçe
tasarruf edebileceği bir uyuşmazlık söz konusu olmalıdır.
Dava şartları bakımından Yargıtay’ın kararlarında bir problem söz konusu. Özellikle
mahkemenin görevsiz olduğu durumda mahkemeler uygulamada dava dilekçesini aldığında
dava dilekçesini karşı tarafa tebliğ etmeden mahkemenin görevsiz olduğuna dair karar verip
davayı usulden reddediyorlar. Kanundaki düzenlemede dava şartları ve ilk itirazlar öninceleme
aşamasında değerlendirilir diyor. Dolayısıyla öninceleme aşamasına geçmeden mahkemenin
görevsizlik kararı vermesi mümkün değil. Yargıtay hukuk genel kurula göre hakimin görevsiz
olduğunu dava dilekçesinden anlayarak görevsizlik kararı vermesi usul ekonomisine uygundur,
dilekçenin karşı tarafa tebliğ edilmesine gerek yoktur, bu şekilde karar verilmesi mümkündür.
Bu karar aslında hukuka aykırıdır. Çünkü siz bir kişiye dava açıyorsunuz, o kişinin dava
açıldığından haberi yok, haberi olmadan görevsizlik nedeniyle davayı reddediyorsunuz. Bu da
hak arama hürriyetine engel bir durum teşkil ediyor.
Öninceleme aşamasında daha sonra bir duruşma yapılması zorunludur. Fakat hakim dava
şartlarını ve ilk itirazları duruşma yapmadan inceleme hakkına sahip. HMK m.139 şöyle diyor:

30
Ön inceleme duruşmasına davet

MADDE 139
(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen
incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara
bildirir. Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:

a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.


b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi
durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.
ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde
gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden
getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların
verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş
sayılacaklarına karar verileceği.

AÇIKLAMALAR: Ç bendinde değişiklik yapılmış ve genişletilmiştir. Öninceleme duruşmasında


artık hiçbir şekilde iddia ve savunmalar değiştirilip genişletilemeyecek. HMK m.141’de de
böyle bir değişiklik oldu. Yani dilekçeler teatisinin bitmesiyle iddia ve savunmaların
değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı başlamış olur. Verilen iki hafta süre içinde belgeler
sunulmazsa o delilden vazgeçilmiş sayılır. Hakim ilk inceleme ve dava şartları hakkındaki
incelemeyi yaptıktan sonra tarafları öninceleme duruşmasına davet eder. Davetiyede hangi
hususların bulunacağı yine bu maddede düzenlenmiş.

Ön inceleme duruşması
MADDE 140
(1) Hâkim, ön inceleme duruşmasında, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında karar verebilmek
için gerekli görürse tarafları dinler; daha sonra, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde,
anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.

(2) Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulh ve arabuluculuğun esasları,
süreci ve hukuki sonuçları hakkında aydınlatarak sulhe veya arabuluculuğa teşvik eder; bu
konuda sonuç alınacağı kanaatine varırsa, bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma
günü tayin eder.

(3) Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir
sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret
olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır.
Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.

(4) Ön inceleme tek duruşmada tamamlanır. Zorunlu olan hâllerde bir defaya mahsus olmak
üzere yeni bir duruşma günü tayin edilir.

31
(5) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri
sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere
dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 ve 2 = Hakim öninceleme duruşmasına tarafları çağırıyor. Önce dava şartları ve ilk
itirazlar hakkında sormak istediği bir şey varsa onu soruyor, yoksa öncelikle uyuşmazlığın
neyden kaynaklandığını tespit etmeye çalışıyor. Daha sonra ikinci fıkraya göre hakim sulh ve
arabuluculuğun esasları, süreci ve hukuki sonuçları hakkında aydınlatarak sulhe veya
arabuluculuğa teşvik eder. Hakimde tarafların arabuluculuk yoluyla anlaşabilecekleri ya da
sulh olabilecekleri kanaati uyanırsa o zaman bir defaya mahsus olmak üzere yeni bir duruşma
günü tayin eder. Bu duruşma da öninceleme duruşmasıdır.
Fıkra 3 = Öninceleme tutanağı önemlidir. Taraflar sulh ve arabuluculukla anlaşamazsa bu
tutanaktaki belirlenmiş olan uyuşmazlığın ne olduğu yönünde tahkikat devam ediyor.
Fıkra 4 = Öninceleme duruşması tek bir duruşma şeklinde yapılır. Zorunlu hallerde bir defaya
mahsus olmak üzere yeni bir duruşma günü tayin edilebilir (Mesela fıkra ikideki durum).
Fıkra 5 = Hakim sunulmayan delillerle ilgili artık bir karar vermiş olacak. Davetiyede bir süre
veriliyor, ihtara rağmen dilekçeler gösterilen belgeler sunulmazsa bu delillerden vazgeçilmiş
sayılır.

İDDİA VE SAVUNMALARIN GENİŞLETİLMESİ VE DEĞİŞTİRİLMESİ YASAĞI


İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi
MADDE 141

(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını
genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya
savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık
muvafakati hükümleri saklıdır.
AÇIKLAMALAR: Bu maddeye göre taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleriyle serbestçe
iddia ve savunmalarını değiştirip genişletebiliyorlar. Dilekçelerini karşılıklı verdikten sonra
iddia ve savunmalar genişletilip değiştirilemiyor. Islah ve karşı tarafın açık muvafakati iddia ve
savunmaların değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının istisnalarıdır. Tarafların yargılama
boyunca bir defa boyunca ıslaha başvurma hakkı var. Islahla birlikte iddia ve savunmalar
genişletilip değiştirilebiliyor. Karşı taraf diğer tarafın iddiasını değiştirilip genişletmesine açıkça
muvafakat gösterirse iddia ve savunmasını genişletebiliyor. Önceden öninceleme aşamasında
taraflardan birisi öninceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse gelen taraf itiraz ve
savunmasını serbestçe değiştirip değiştiriyordu. Yeni kanun değişikliği ile bu husus kaldırıldı.

32
Artık dilekçeler teatisi aşaması sona erdiği andan itibaren iddia ve savunmaların genişletilmesi
ve değiştirilmesi yasağı başlamış olur.

Süreler hakkında karar

MADDE 142
(1) Ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra, hâkim tahkikata başlamadan önce, hak
düşürücü süreler ile zamanaşımı hakkındaki itiraz ve def’ileri inceleyerek karara bağlar.

(30/07/2020)
Konuya Devam…
- İddia ve savunmanın d. g. yasağı tarafları kapsar. Tarafta iradi değişikliğin şartları varsa
taraflar isdg. yasağına takılmadan tarafı değiştirebilir (HMK m.124’te belirtilen haller varsa söz
bu kaide söz konusu olabilir. Aksi halde taraf değiştirilemez).

- İ. S. D. g. yasağının içeriği kanunda yoktur, doktrinlerde ve Yargıtay kararlarıyla şekillenir. Ama


günümüzde tartışmalar neredeyse nihayete ermiş ve yasağın kapsamı netlik kazanmış
durumda.
- Bu yasak davalı ve davacı tarafından ayrı ayrı ele alınmalıdır. Davacı tarafından iddianın
değiştirip genişletilmesi, davalı bakımından savunmanın değiştirip genişletilmesini anlamamız
gerekir. Davacı bakımından vakıalar, netice-i talep bu kapsama alınır. Netice-i talep dava
sonucunda istediğimiz sonuçtur. Mesela alacağın tahsili, malın teslimi…
- Davacı Bakımından İddia ve Savunmanın Değiştirilmesi ve Genişletilmesi Yasağı Kapsamı:
Yasak henüz başlamamışken mesela tazminat talep ettiysek bu talebi iki katına çıkarabiliriz,
mesela X parsel numaralı taşınmazın tescilini istediysek şimdi de Y numaralınınkini istiyoruz
diyebiliriz. Yani yasak başlamadan değiştirip genişletebiliriz. Demek ki davacı tarafından yasak
kapsamına giren ilk husus netice-i talep. Burada değiştirme ya da artırma söz konusu. Bu
yasağın davacı tarafından ikinci yönü vakıalardır. Yasak başlamadan önce mesela ehliyetsizliğe
dayanılmışsa o zaman bu değiştirilip muvazaya dayanılabilir. Yasak başlamadan önce zaten
mevcut olan şeyler yasak başlamadan ileri sürülmelidir. Yasak başladıktan sonra ortaya çıkan
vakıaları yasağın kapsamına takılmadan ileri sürmek mümkün. Mesela boşanma davasında
yasak başladıktan sonra eşin alkol bağımlısı olduğunun ortaya çıkması gibi. Hakimin
kendiliğinden gözetebileceği bir vakıa varsa bu da yasağın kapsamında olur. Bu HMK m.24’teki
tasarruf ilkesinin gereğidir. Çünkü taraflarca getirilmesi ilkesine göre taraflar getirmedikçe
hakim inceleyemez. İstisnai olarak kamu yararına yönelik davalarda hakimin resen araştırma
ilkesi söz konusu olabiliyor. Mesela iflas davasında aleyhinde dava açılan kişinin tacir olup

33
olmadığının araştırılması resen araştırılma ilkesinin gereğidir. Bunun gibi hakimin resen
araştırabileceği vakıa varsa bu vakıa yasak başlayana kadar ileri sürülmese bile sonradan da
ileri sürülebilir. Çünkü yasak kapsamında değil, hakimin resen araştırma ilkesi gereği
kendiliğinden araştırma hakkı var. Dava şartları vb. bazı hususlar hakim tarafından resen
araştırılır. O yüzden bunların yasak başladıktan sonra ileri sürülmesi mümkün. İleri sürülen
vakıanın içinde bulunan, ona dahil olan huşuların daha sonra ileri sürülmesi mümkün. Mesela
kusur hareketiyle sürüş kurallarını ihlal ettiği için birisinin kaza yaptığını düşünelim. O kişinin
trafik kuralını ihlal ettiğini söyleyerek kaza yaptığını ileri sürüyoruz. Hızlı limitinin 50 olduğu
yerde 70 ile gittiğini yazmışız. Aynı zamanda kırmızı ışıkta geçtiğini yazmışsak ‘’bu trafik
kurallarına uyulmaması sebebiyle kazanın gerçekleşmesi’’ cümlesinin içindedir, ayrıca ileri
sürülmesi gerekmez, yasak kapsamında da değildir. Herkesçe bilinen vakıaları hakim resen
dikkate alabiliyor. Bunların ispatına da gerek yok, yasak kapsamında da değerlendirilmiyor.
Mesela Suriye’deki iç savaş herkesçe bilinen vakıadır. Bu husus dava için önemliyse (mesela
davalının sözleşmeyi ifa edememesinin sebebi Suriye’den gelen mallarsa) bunu yasak
başladıktan sonra da ileri sürebiliriz. Yeni bir taleple yasak başladıktan sonra faizin ileri
sürülmesi ya da maddi tazminatla birlikte manevi tazminatın ileri sürülmesi mümkün olmaz.
Talebin azaltılması yasak kapsamında değildir. Bu mahiyeti itibariyle davanın geri alınması
sayılabilir. Dolayısıyla miktarın azaltılması yasak kapsamında değildir.

- Bu yasak her hukuki ilişkiye yönelik bir yasak değil. Hatta mahiyeti gereğiyle adalete erişimi
engelleyen bir yasak. Peki neden bu yasak getiriliyor? Yargılamanın ilerlemesini sürdürmek,
yargılamanın sekteye uğramasını engellemek, davalı ve davacının sundukları dilekçeyi tahkikat
aşamasına kadar özenli ve dikkatli bir şekilde hazırlamalarını sağlamak ve usul ekonomisine
uygun bir şekilde yargılamanın sürdürülmesin sağlamak.
- Yasak başladıktan sonra mevcut olan vakıaları artırmak ya da topyekun değiştirmek yasak
kapsamındadır. Ancak yasağı aşma yollarından biriyle değiştirilip değiştirilemeyecek hususlar
değiştirilip genişletilebilir. Islah, karşı tarafın açık muvafakati, resen araştırma ilkesinin geçerli
olduğu durumlar, bu yasağın istisnalarıdır.

- Yasağın Davalı Bakımından Kapsamı: Davalı savunmasını yasak başladıktan sonra


değiştiremez ve genişletemez. Peki davalının savunmasının kapsamına neler girer? Davalı
cevap dilekçesinde usule ilişkin hususlara (dava şartları, ilk itirazlar gibi) ve esasa ilişkin
hususlara (davalının dava dilekçesinde belirttiği hususlara karşı) karşı savunma yapabiliyor.
Davalının esasa ilişkin savunmaları ikiye ayrılıyordu: İtirazlar ve defiler. İtirazlar hak yoluna
engel oluyordu ve hakkı düşüren savunmalardan oluşuyordu. Defilerde ödemezlik defi,
zamanaşımı defi vb. oluyordu. Bunlar davalının savunma vasıtalarıdır. Bu savunma vasıtası
olan vakıaların mevcudiyeti hakkında hakimde kanaat uyandıran araçlar olan delilleri davalı
dilekçesinde ileri sürebiliyor. Peki bu vasıtalardan (itiraz ve defi) hangisi itiraz kapsamında?
Doktrindeki hakim görüş itirazın yasak kapsamında olduğudur. Azınlık görüş ve Yargıtay’ın az
sayıdaki kararları bu yasağın kapsamına münhasıran defilerin dahil olduğu, itirazların usulüne
uygun şekilde davaya dahil edildiği takdirde hakim tarafından gereğince resen gözetilmek ve
dikkate alınmak durumunda olduğudur. Hakim görüşü bilmek yeterlidir.

34
YASAĞIN AŞILMASI

- Yasağın aşılması ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati ile mümkündür. Bunun dışında
dilekçeler teatisi aşaması bitince yasak başlamış olur.

TAHKİKAT
- Yargılamanın en uzun aşamasıdır.
- Tahkikat aşaması tarafların dilekçelerinde ileri sürdükleri iddia ve vakıaların gerçek olup
olmadıklarının, gerçekse mahiyetlerinin ne olduğunun ortaya çıkarılmasını amaçlayan
aşamadır. Bu yapılırken hakimin yararlandığı neredeyse tek yol ispat meselesidir. İspat
delillerle yürür. İspat hakimi inandırma safhasıdır, o yüzden zordur ve kanunda ayrıca
düzenlenmiştir.

- Tahkikat aşaması davanın çözüldüğü, ispat faaliyetlerinin yürütüldüğü, hakimin bu faaliyetler


neticesinde bir kanaatinin oluştuğu ve karar kısmına giden en uzun aşamadır.
Tahkikat
Tahkikatın konusu

MADDE 143
(1) Tarafların davada ileri sürdükleri bütün iddia ve savunmalar birlikte incelenir.
(2) Hâkim, muhakemeyi basitleştirmek veya kısaltmak için resen veya taraflardan birinin talebi
üzerine tahkikatın her aşamasında iddia veya savunmalardan birinin veya bir kısmının
diğerinden önce incelenmesine karar verebilir.

AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Tahkikatın konusu tarafların davada ileri sürdükleri bütün iddia ve savunmaların
incelenmesini, değerlendirilmesini, artık olayın çözümlenmesini, ispat faaliyetinin
yürütülmesini ve buna ilişkin işlemlerin yürütülmesini oluşturuyor. Dolayısıyla tahkikat
aşamasıyla birlikte 143 ve devamındaki hükümler uygulama alanı buluyor.
Fıkra 2 = Tahkikat aşamasına gelinmiş, hakim yargılamayı basitleştirecek ve daha çabuk karara
ulaştıracak bir yol varsa iddia ve savunmalar bakımından hangisinin önce ya da sonra
inceleneceğine karar verebiliyor, taraflar da bunu talep ederek mahkemeden tahkikatın bu
şekilde yürütülmesini isteyebiliyor.

- Tahkikatta tarafların dinlenilmesi söz konusu. Tahkikat aşamasında mahkeme her iki tarafı da
usulüne uygun davet edip davada ileri sürülen vakıalar hakkında dinleyebiliyor.

35
Tarafların duruşmaya daveti
MADDE 147
(1) Taraflar, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat ve sözlü yargılama için
duruşmaya davet edilir.

(2) Taraflara gönderilecek davetiyede, belirlenen gün ve saatte geçerli bir özrü olmadan
mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde, duruşmaya yokluklarında devam edileceği ve
yapılan işlemlere itiraz edemeyecekleri, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya
geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi hâlinde taraflara ayrıca davetiye
gönderilmeyeceği ve 150 nci madde hükmü saklı kalmak kaydıyla, yokluklarında hüküm
verileceği bildirilir.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Tahkikat aşamasında bir duruşma söz konusudur.
Fıkra 2 = Tahkikat aşamasından sonra hemen sözlü yargılamaya geçilir(Önceden sözlü
yargılama için ayrı bir davetiye çıkarılırdı ve yeni bir duruşma günü belirlenirdi). Taraflardan
birisi davetiyede belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde
duruşmaya yokluklarında devam edilir ve yapılan işlemlere itiraz edemezler. Taraflar tahkikat
aşamasını dikkatli bir şekilde takip etmeli, sözlü yargılama için ayrı bir davetiye çıkarılmıyor ve
tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçilebilir, sözlü duruşma için duruşma
ertelenirse tekrar davetiye çıkarılmıyor. Taraflardan biri ya da hiçbiri duruşmaya mazeretsiz
olarak katılmadıysa ve tahkikat o duruşmada bittiyse hakim taraf olmasa bile sözlü yargılamaya
geçecek ve yokluğunda hüküm dahi verebilecek. Celse ve duruşma birbirinden farklı
terimlerdir. Celse mahkeme huzurunda yargılama işlemlerinin yapılması için ayrılan zaman
dilimidir. O celsede veya oturumda yapılan işlemler ise duruşmanın kendisini oluşturur.
Önincelemede de duruşma yapılır. Öninceleme duruşması yalnızca bir kez yapılır, bazı hallerde
bir defaya mahsus olmak üzere iki defa da duruşma yapılıyor. Öninceleme aşamasından
sonraki duruşmaların tamamı ilk derece yargısında tahkikat aşamasında yapılıyor. İstinafta da
duruşma yapılması mümkündür. Yargıtay’da da bazı hallerde tarafların talebiyle duruşma
yapılması mümkün. Yargıtay’daki duruşma ancak gerekli görülüp talep kabul edilirse duruşma
yapılır. Yargıtay’da yapılan duruşmaya murafaa denir. Murafaa tahkikat aşamasındaki
duruşmasından farklıdır. Murafaa tarafların sözlü olarak temyiz sebeplerini ifade etmelerine
olanak sağlayan bir duruşma türüdür. Öninceleme duruşmasında da davet vardı ve o
davetiyede bir ihtar yer alıyordu. Tahkikat duruşmasında da davetiye var ve o davetiyede de
bu maddedeki hususlar ve bazı hususlar ihtar ediliyor.

- Tahkikat aşamasında iddia ve savunmaların değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı söz


konusudur. Dolayısıyla yapılacak tüm incelemeler tarafların dilekçelerinde ileri sürdükleri iddia
ve savunmalar üzerinden ilerleyecektir.

36
MADDE 148

(1) Mahkemeler, resmî çalışma gün ve saatlerinde görev yaparlar. Ancak, zorunluluk veya
gecikmesinde zarar olan hâllerde, keşif, delillerin tespiti ve günlük duruşma listesinde yazılı
işler gibi işlemlerin, resmî tatil günlerinde veya çalışma saatlerinin dışında da yapılmasına karar
verilebilir.

AÇIKLAMALAR: Mahkemeler mesai saatlerinde çalışır. Mesai saatlerinin hangi saat aralığında
olacağına adli yargı adalet komisyonu karar verir. O günkü duruşma listesinde bulunan
duruşmalar mesai saati bitse bile o listedeki duruşmalar bitince mahkemeler çalışmayı bırakır.

Duruşma düzeni
MADDE 151
(1) Hâkim, duruşmanın düzenini bozan kimseyi, bunu yapmaktan men eder ve gerekirse,
avukatlar hariç, derhâl duruşma salonundan çıkarılmasını emreder.
(2) Bir kimse, ihtara rağmen mahkemenin düzenini bozar veya mahkeme huzurunda uygun
olmayan bir söz söylemeye veya davranışta bulunmaya devam ederse derhâl yakalanır ve
hakkında dört güne kadar disiplin hapsi uygulanır. Bu fıkra hükmü avukatlar hakkında
uygulanmaz.
(3) Mahkemenin düzenini bozan eylem veya mahkeme huzurunda söylenen uygun olmayan
söz veya davranış, ayrıca bir suç oluşturuyor ise bu durum bir tutanak ile Cumhuriyet
başsavcılığına gönderilir ve gerekiyorsa, avukatlar hariç, fiili işleyenin tutuklanmasına da karar
verilir.
AÇIKLAMALAR:

Fıkra 1 = Çıkarılmaya ilişkin hüküm avukatlara uygulanmaz. Avukatların duruşmanın düzenini


bozması çıkarılma nedeni değil, hakim en fazla duruşmayı erteleyebilir.
Fıkra 2 = Hakimin ihtarında rağmen mahkemenin düzenini bozmaya devam ederse ya da kötü
söz söylerse derhal yakalanır ve hakkında dört güne kadar disiplin hapis cezası uygulanır. Bu
fıkra da avukatlar için uygulanmaz. Disiplin hapsinde soruşturma ve kovuşturma yapılmasında
gerek yok, hakim disiplin hapsi kararı verdiği an hemen yakalanıp götürülür (tabi ki avukatlar
için bu hüküm uygulanmaz).
Fıkra 3 = Mahkemenin düzenini bozan fiil ve sözler ayrıca suç oluşturuyorsa bu durum tutanak
ile Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir ve gerekiyorsa fiili işleyenin tutuklanmasına da karar
verilir. Bu hüküm de avukatlara uygulanmaz.

37
Ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla veya başka yerde duruşma icrası

MADDE 149
(1) Mahkeme, taraflardan birinin talebi üzerine talep eden tarafın veya vekilinin, aynı anda ses
ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri
yapabilmelerine karar verebilir.

(2) Mahkeme resen veya taraflardan birinin talebi üzerine; tanığın, bilirkişinin veya uzmanın
aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine karar
verebilir.
(3) Mahkeme, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerde ilgililerin,
aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine resen karar
verebilir.
(4) Mahkeme, fiilî engel veya güvenlik sebebiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde
yapılmasına, yargı çevresi içinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi adalet komisyonunun
uygun görüşünü alarak karar verebilir.
(5) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Özellikle korona günlerinde SEGBİS üzerinden duruşmaların görüntü üzerinden
yapılması gündeme geldi. Önceden de mümkündü ama tarafların rızası gerekiyordu. Yeni
düzenlemeyle taraflardan birisi duruşmanın SEGBİS üzerinden yapılmasını talep ederse talep
eden taraf ya da tarafın vekili SEGBİS üzerinden duruşmaya katılabilir. Mahkeme buna karar
verebilir.
Fıkra 2 = Mahkeme bilirkişi ya da tanığın SEGBİS üzerinden dinlenilmesine karar verebilir.

Fıkra 3 = ‘’ tarafların serbestçe tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle ilgili SEGBİS üzerinden
dinlenilmesine karar verebilir.
Fıkra 4 = Taraf sayısının çok fazla olduğu ya da güvenlik yaratılmasının sıkıntılı olduğu
duruşmalar olabilir. Bu duruşmaların il sınırı içinde başka bir yerde yapılmasına yargı çevresi
içinde yer alan bölge adliye mahkemesi adalet komisyonunun uygun görüşü alınarak karar
verilebilir.

Tarafların duruşmaya gelmemesi, sonuçları ve davanın açılmamış sayılması (Önemli ve


Kapsamlı Bir Madde)

MADDE 150
(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de
davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar
verilir.

38
(2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse,
gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya
işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan
işlemlere itiraz edemez.
(3) Duruşma gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hâllerde gün tespit
ettirilmemişse, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden kaldırılır.
(4) Dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde
taraflardan birinin dilekçe ile başvurusu üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, duruşma
gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten
başlayarak bir ay geçtikten sonra yenileme talebinde bulunulursa, yeniden harç alınır, bu harç
yenileyen tarafça ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava,
eski davanın devamı sayılır.
(5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin
dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt
kapatılır.
(6) İşlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilenmeden
sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde dava açılmamış sayılır.
(7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır.

AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Her iki tarafın da duruşmaya gelmemesi ya da gelip de davayı takip etmeyeceklerini
bildirmesi üzerine oluşan bir fıkradır.
Fıkra 2 = Bir taraf duruşmaya mazeretsiz olarak gelmezse ve diğer taraf gelirse hakim davayı
takip ediyor musunuz (yargılamaya devam mı edelim yoksa dosyayı işlemden kaldıralım mı)
diye sorar:
1. Eğer duruşmaya gelen taraf davayı takip ediyoruz derse yargılama gelmeyen tarafın
yokluğunda devam ediyor ve gelmeyen taraf yokluğunda yapılan işlemlere itiraz
edemez.
2. Duruşmaya gelen taraf eğer davayı takip etmek istemiyoruz derse dosya işlemden
kaldırılır.
Davacı tarafın vekilin duruşmaya geldiğinde hakim davayı takip etmek istiyor musunuz diye
sorduğunda ‘’evet’’ demeli. Çünkü vekil davacıdır. Elbette davayı takip etmek istemediğini de
söyleyebilir.
Fıkra 3 = Dosyanın işlemden kaldırılmasının neticesi fıkra 4 ve devamında düzenleniyor.
Fıkra 4 = Dosya işlemden kaldırıldı diyelim. Taraflardan birisi dosyanın işlemden kaldırıldığı
tarihten itibaren 3 ay içinde dilekçe ile başvurarak işlemiş yenileyebilir. 3 ayın ilk bir ayında
yenileme başvurusunda bulunursa yeniden harç yatırılmaz. Ama 1 ay geçtikten sonra yenileme
talep edilirse dosyayı yenileyen taraf yeniden harç öder. Yeniden yatırılan harç karşı tarafa
yükletilemez. Yenilenen dava eski davanın devamı olarak görülmeye devam eder.

39
Fıkra 5 = Dosya üç aylık sürede yenilenmezse dava sürenin dolduğu gün itibariyle açılmamış
sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır. Davanın açılmamış
sayılmasıyla birlikte davaya bağlanan usuli ve maddi sonuçlar ortadan kalkar. Davanın
açılmamış sayılması için mahkemenin karar vermesine gerek yok. Mahkemenin yapacağı tek
şey bunu karar olarak yazmasıdır.

Fıkra 6 = Bir dava en fazla iki defa takipsiz bırakılabilir. Bir defa yenilendi, ikinci defa da takipsiz
bırakılıp yenilendiyse bundan sonra takipsiz bırakılamaz. Aksi halde dava açılmamış sayılır.
Fıkra 7 = Dava açılmamış sayılınca davadaki talep dahi ileri sürülmemiş sayılır.
- Davanın açılmamış sayılmasından sonra dava tekrar açılabilir. Çünkü zaten talep dahi ileri
sürülmemiş sayılıyor, bütün bunlar yaşanmamış gibi oluyor.

Tutanak
MADDE 154
(1) Hâkim, tahkikat ve yargılama işlemlerinin icrasıyla, iki tarafın ve diğer ilgililerin sözlü
açıklamalarını, gerekirse özet olarak zabıt kâtibi aracılığıyla tutanağa kaydettirir.
(2) Taraflar veya diğer ilgililer sözlü açıklamalarını hâkimin izniyle doğrudan da tutanağa
yazdırabilir.
(3) Aşağıdaki hususlar mutlak olarak tutanağa yazılır:

a) Mahkemenin adı, duruşmanın açıldığı yer, gün ve saat.


b) Hâkim, zabıt kâtibi, hazır bulunan taraflar ve varsa vekilleri, kanuni temsilcileri, fer’î müdahil
ve tercümanın ad ve soyadları.
c) Yargılamanın aleni ya da gizli yapıldığı.

ç) Beyanda bulunana okunmak ve imzası alınmak kaydıyla ikrar, yeminin edası, davanın geri
alınmasına muvafakat, davadan feragat, davayı kabule ilişkin beyanlar ve sulh müzakereleri ile
sonucu.
d) Beyanda bulunana okunmak kaydıyla taraf, tanık, bilirkişi veya uzman kişi beyanı.
e) Duruşma dışında yapılan işlemlerin özeti.

f) Tarafların sundukları belgelerin neler olduğu.


g) Tarafların soruşturmaya ilişkin istekleri ile diğer kanunların tutanağa yazılmasını emrettiği
konular.
ğ) Ara kararları ve hükmün sonucu.

h) Karar veya hükmün açıklanma biçimi.


(4) Tutanakta sözü edilen veya dosyaya konduğu belirtilen belgeler de tutanağın eki sayılır.

40
(5) Tahkikat ve yargılama sırasında yapılan işlemler teknik araçlarla kayda alınırsa, bu durum
bir tutanakla tespit olunur.

ÖNSORUN VE BEKLETİCİ SORUN


- Asıl işimizi erteleyecek bir olayla karşılaşılabilir. Bunların bir kısmı bir başka mahkeme
hallediliyor. Davayı mahkemenin önceden bakıp halledeceği sorunlar varsa bunlara ön sorun
denir. Mahkemenin kendisinin halledemeyeceği bir sorun söz konusuysa, başka bir mahkeme
ya da idari makam sorunu çözecekse ve davaya devam edilmesi için beklenmek zorundaysa
buna da bekletici sorun denir.

ÖNSORUN
Mahkemenin kendisinin çözeceği sorunlardır. Ön sorunların bir kısmıyla ilgili kanunun kendisi
bir prosedür öngörmüştür (örneği hakimin reddi meselesi bir ön sorun teşkil eder ama hakimin
reddi prosedürünün nasıl olacağı kanunda düzenlenmiş, mesela sahtelik iddiasının nasıl ileri
sürüleceği, resmi belge ön sorunu da bunlardandır). Öyleyse ayrı prosedür düzenlenmişse
kanundaki 163 ve 164. Maddelere bakılmaz. Ön sorunla ilgili düzenleme yoksa 163 ve 164
uygulanır.

Ön sorunun ileri sürülmesi


MADDE 163

(1) Yargılama sırasında, davaya ilişkin bir ön sorun ortaya çıkarsa, ilgili taraf, bunu dilekçe
vermek suretiyle yahut duruşma sırasında sözlü olarak ileri sürebilir.

Ön sorunun incelenmesi

MADDE 164
(1) Hâkim, taraflardan birinin ileri sürdüğü ön sorunu incelemeye değer bulursa, belirleyeceği
süre içinde, varsa delilleriyle birlikte cevabını bildirmesi için diğer tarafa tefhim veya tebliğ
eder.

(2) Ön sorun hakkında iki taraf arasında uyuşmazlık varsa, hâkim gerekirse tarafları davet edip
dinledikten sonra kararını verir.
(3) Hâkim, ön sorun hakkındaki kararını taraflara tefhim veya tebliğ eder.
AÇIKLAMALAR: İncelenmesi için kanunun prosedür düzenlemediği durumlarda bunu
mahkemeye iletirken dilekçe verilmek zorunluluğu yoktur, sözlü olarak da iletilebilir, duruşma
dışında yazılı olarak da iletilebilir. Ama özel bir prosedür varsa o prosedüre göre ileri
sürülmelidir. Hakim ön sorunu incelerken öncelikle ön sorunun incelemeye değer olup

41
olmadığına değerlendirip karara bağlaması gerekir. İncelemeye değer bulmazsa talebi
reddeder. İncelemeye değer bulursa diğer tarafa süre verir. Diyelim ki duruşmada ileri sürüldü
ve belge sahte denildi. Hakim ciddi bulursa diğer tarafa sahtelik iddiasına ilişkin cevaplarınızı
delillerinizle birlikte bir hafta içinde bildirin. Bunu yüzene karşı söylerse tefhim, tebligat yoluyla
bildirilirse tebliğ olur. İki taraf arasında ön sorun hakkında uyuşmazlık varsa hakim tarafları
davet edip dinledikten sonra kararını verir. Hakim ön sorun hakkındaki kararını taraflara tefhim
veya tebliğ eder. Diyelim ki ön sorun olarak bir belgenin sahteliği tartışıldı. Hakim bu belge
sahtedir dedi. Artık o belgesiz davaya devam edilecek. Yetki itirazı da ön sorundur. Davanın
esasına geçebilmek için hakimin incelemesi gerekir bir ön sorundur. Kanunun bunlara genel
bir hüküm koymamasının sebebi her ön sorun bakımından verilecek kararın farklı olmasıdır.

BEKLETİCİ SORUN
- Hakimin tahkikatın konusuna yani vakıaların deliller üzerinden incelenmesi aşamasına mani
olan ve o mani olan sorunun kendisinin çözemeyeceği bir husus olmasıdır. Bir başka mahkeme
ya da başka bir kurumun halledeceği bir sorundur.

Bekletici sorun
MADDE 165
(1) Bir davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava
konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise
mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar yargılama
bekletilebilir.
(2) Bir davanın incelenmesi ve sonuçlandırılması başka bir davanın veya idari makamın
çözümüne bağlı ise mahkeme, ilgili tarafa görevli mahkemeye veya idari makama başvurması
için uygun bir süre verir. Bu süre içinde görevli mahkemeye veya idari makama başvurulmadığı
takdirde, ilgili taraf bu husustaki iddiasından vazgeçmiş sayılarak esas dava hakkında karar
verilir.
AÇIKLAMALAR: Ön sorun mahkemenin kendisinin çözebileceği bir sorunken bekletici sorun
mahkemenin kendisinin değil başka bir mahkeme ya da idari bir makam veya kurumun
çözebileceği bir sorundur. Mesela mirasın taksimi isteniyor. İlgili taraf ortada bir vasiyetname
olduğunu söylüyor ve bu vasiyetname yapılırken de miras bırakanın sakatlandığı iddia ediliyor.
Vasiyetnamenin iptali isteniyor ve dikkate alınmaması isteniyor. Mahkeme buna bakmayacak
ve başka bir mahkemenin başka gerektiğini söylüyor. Başka bir mahkemede dava aç, bunu
bekletici mesele yapacağız diyor. Açmazsa iddiasından vazgeçmiş sayılacak ve vasiyetname
doğruymuş gibi hareket edilir. Bekletici mesele yapmak bazen zorunlu oluyor. İlgili kanunlarda
şu hususu beklemek zorundasın hükmü olabiliyor. Onun dışında başka bir mahkeme ya da
kuruma verilip bekletilmesi konusunda mahkemenin serbestisi var.

Zorunlu bekletici sorunun en tipik örneği Anayasa m.152’deki Anayasaya aykırılığın ciddi
bulunmasıdır. Bir diğer zorun bekletici sorun örneği de borca batıklıktır, bunun sulh hukuk

42
mahkemesi tarafından karara bağlanması gerekir. Mesela bir kişi öldüğünde yasal mirasçıları
3 aylık süre içinde açık irade beyanıyla mirası reddedebiliyorlar. İntikal eden malvarlığı ve
borçları da istemiyoruz diyebiliyorlar. Borca batıklık söz konusuysa borca batıklık kararı
beklenir şeklinde kanunda düzenleme var.
Hakim ileri sürülen zorunlu olmayan hususta somut olayın şartlarına göre bekletici sorun
yapabilir.
Yargıtay görülmekte olan davayı küçük de ola etkileyecek sorun varsa bekletici sorun
yapmalıdır.

ISLAH
- Islah, iddia ve savunmaların değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağının istisnasıdır. Tahkikat
aşamasında ıslahtan faydalanarak bu yasak delinebilir.
- Islah müessesesi bize İsviçre Hukukundan gelmiştir. Alman Hukukunda bu müessese yoktur.

- İddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesinde karşı tarafın açık muvafakati yoksa


bunu bertaraf edebilmek için bu müessese getirilmiştir.

Islah ve Maddi Hataların Düzeltilmesi

Kapsamı ve sayısı
MADDE 176
(1) Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.
(2) Aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir.
AÇIKLAMALAR: Islahla tarafların yapmış oldukları usul işlemlerini kısmen ya da tamamen ıslah
edilebilir. Demek ki ıslahın kısmen ve tamamen olmak üzere iki türü vardır. Aynı davada
taraflar ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilir. Islah tahkikat aşamasının sonuna kadar yapılır.
İki tarafın da birer kez ıslah hakkı mevcut.

- Usul işlemleri tek taraflı (tarafların mahkemeye yönelik yapmış olduğu, çoğunlukla talep ve
bilgi açıklaması, bazen irade açıklaması şeklindeki bildirimler) ve iki taraflı (usul sözleşmeleri:
yetki sözleşmesi, tahkim sözleşmesi, teminata ilişkin sözleşmeler…) usul işlemleri olarak ikiye
ayrılır. Bu işlemlerin hiç birisinin ıslahla düzeltilmesi mümkün değil. Çünkü hepsinin eksikliğine
(şekil eksikliği veya içerik eksikliği) ilişkin olarak farklı farklı müeyyideler, düzeltme yolları zaten
kanunda öngörülmüş. Kanunun hiçbir usul işlemi ile ilgili düzenlemesinde ıslaha atıf
yapılmıyor. Yalnızca HMK m.141’de iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağının ıslahla
aşılabileceği söyleniyor.

43
- Islahın Zamanı:

• Islah, iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı başladıktan sonra


yapılır. Yasaktan önce başvurmak biraz enayiliktir, çünkü bir kez ıslah hakkı mevcuttur.
• Islah tahkikatın sonuna kadar yapılabilir. Tahkikat bittikten sonra vakıaların gerçekliğine
ilişkin mesele bitmiş oluyor, artık bu aşamadan sonra hukuki değerlendirme başlar. Bu
sebeple o noktadan sonra ıslah yapılabilecek bir durum yok.
• İstinaf incelemesi sırasında ıslah mümkün mü? Kanun koyucu HMK m.357’de bunu
yasaklamıştır.
• Temyizde ıslah yapılabilir mi? Temyiz aşamasındaki denetim hukuki denetimdir, vakıa
denetimi olmadığı için niteliği itibariyle zaten orada ıslah yapılması mümkün değil. O
halde ıslah yalnızca ilk derece yargısında tahkikat aşamasında yapılabilir.
• Dosya Yargıtay’a gitti ve Yargıtay da kararı bozup ilk derece mahkemesine geri gönderdi.
Acaba ilk yargılama sırasında ıslah hakkı kullanılmadıysa Yargıtay’dan geldikten sonra
ıslah hakkı kullanılabilir mi? Bu husus çok tartışıldı ve iki tane içtihadı birleştirme kararı
çıktı:
o İlk İçtihadı Birleştirme Kararı: Bozmadan sonra ıslah mümkün olmaz
o İkinci İçtihadı Birleştirme Kararı: Bozma esasa ilişkin değil de usule ilişkin bir
husussa dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde daha önce ıslah hakkı
kullanılmadıysa ıslah hakkı kullanılabilir.
o Son bir içtihadı birleştirme kararı çıktı ve: ‘’ Dosya Yargıtay’dan geldikten sonra
hiçbir şekilde ıslah yapılması mümkün değil, Yargıtay kararı usulden de bozsa,
esastan da bozsa ıslah yapılması mümkün değildir’’ dedi.
Islahın zamanı ve şekli

MADDE 177

(1) Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.


(2) Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından
sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata
ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak
bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.
(3) Islah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah
talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek
amacıyla karşı tarafa bildirilir.
AÇIKLAMA: Kanunun son düzenlemesiyle son içtihadı birleştirme kararının aksi durum kabul
edildi (fıkra 2). Bu kanun hükmü içtihadı birleştirmede kabul edilen durumun tam aksini
kabul ediyor. O halde bozmadan sonra ya da bölge adliye mahkemesinin dosyayı ilk derece
mahkemesine gönderdiği durumlarda ilk derece mahkemesi tahkikata ilişkin bir işlem
yapıyor ve taraflar da daha önceden ıslah hakkını kullanmadıysa ıslah haklarını kullanabilir.
Bizi bağlayacak olan da zaten kanunun bu düzenlemesidir.

44
- Islahın Çeşitleri:

1. Davanın Tamamen Islahı

Davanın tamamen ıslahı


MADDE 180
(1) Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden itibaren bir hafta
içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi hâlde, ıslah hakkı kullanılmış
sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.
AÇIKLAMALAR: Tamamen ıslahta süresi içerisinde davayı ıslah eden taraf yeni bir
dava dilekçesi vermezse ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi
davaya devam edilir.
Hangi hallerde, ne zaman kısmen ya da tamamen ıslah yapılacağı kanunda
yazılmamış. Kabul edilen hakim görüşe göre tamamen ıslahın sadece davacı
yapılabileceğidir, davalı tamamen ıslahı yapamaz. Maddede bir hafta içerisinde dava
dilekçesi verilir diyor. Dava dilekçesini de davalı verir. Bu görüşün kaynağı da
burasıdır. Davacı, dava konusunu toptan değiştiriyorsa tamamen ıslaha
başvurmalıdır. Mesela tapu iptali tescil davasında X taşınmazının değil de ıslahla Y
taşınmazını davaya getirmek istiyorsa davanın başında talep ettiği X taşınmazını
davanın konusu olmaktan çıkarıyor, aynı vakıalar dayanarak Y taşınmazını hüküm
altına almak isterse, yani netice-i talebini toptan değiştirirse bu tamamen ıslahla
mümkün. Davacı netice-i talebini aynı tutup vakıaların tamamını değiştirip başka bir
vakıa grubuna dayanıyorsa tamamen ıslah yoluna müracaat eder. Mesela tahliye
davasında taşınmaza zarar verilmesi sebebiyle tahliye istenirken bu sefer önemli bir
tadilat sebebine dayanması durumunda tahliye sebebi istiyorsa bu durumda davacı
tam ıslah yoluna başvurmak zorundadır. Mesela haksız fiilden kaynaklanan tazminat
davasını kiracıya açtık. Kiracı ev sahibinin arabasına dikkatsizlik nedeniyle çarpmış.
Bu dava devam ederken kiracısını çıkarmak için tahliye talebinde bulunmak istiyor.
Davacının bunu ıslah yapması mümkün mü? Burada artık hukuki ilişkinin dışına
çıkıyor ve hukuki ilişkinin dışında başka hukuki ilişkiye ilişkin olarak farklı bir talep ve
sonuç ileri sürüyor ve az önceki hususla arasında hiçbir ilişki kalmıyor. Hakim görüş
hukuki ilişkinin tamamen değiştiği hallerde bu durumun tamamen ıslah şeklinde
yapılamayacağı yönünde, burada dava resmen başka bir dava haline geldiğinden
ağırlıklı görüş bunu kabul etmiyor. Yani boşanma davası açtıysanız bunu ıslahla
alacak davası yapamazsınız diyor. Davayı bambaşka dava haline getirmek tam ıslahla
dahi mümkün değil. Kanunda 1 hafta süre içerisinde verilecek olan dava dilekçesi,
doktrinde tartışmalı durumda. Buradaki dava dilekçesi, dava dilekçesi maddedeki
unsurların hepsini içermeli mi noktasında tartışma olmuş. Elbette ki bütün unsurları
taşımasına gerek yok. Çünkü ıslahla birlikte verilecek olan dava dilekçesi verildikten
sonra diğer davanın devamı şeklinde görülecek. Tekrardan davalının adı soyadı
adresi vb. yazmaya gerek yok. Sadece tamamen ıslah yaparken tamamen ıslah
yapılan hususlar neler onlar açıklanmalı. Mesela netice-i talebim şu iken şu oldu ya
da vakıalarımı şu şekilde değiştirmek istiyorum şeklinde yazılabilir.

45
2. Davanın Kısmen Islahı

Kısmen ıslah
MADDE 181
(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık
süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi
davaya devam edilir.
AÇIKLAMALAR: Kısmen ıslahta süresi içerisinde gereken işlem yapılmazsa ıslah hiç
yapılmamış gibi davaya devam edilir ama ıslah hakkı ortadan kalkmaz.
Kabul edilen hakim görüşe göre kısmen ıslahı hem davalı hem de davacı yapabilir.
Talep sonucunu değiştirmiyor sadece artırıyorsa (mesela maddi tazminat talep
etmişti, manevi tazminat da istiyorsa) kısmen ıslah yoluna başvurulur. Ya da aynı
talep sonucunu haklı gösteren bir başka vakıayı dava dilekçesinde ileri sürdüğü
vakıalara ekleyecekse kısmen ıslaha müracaat edilir. Mesela kötü muameleden
boşanma davası açılmış, bu kötü muameleden boşanma davasına başka bir kötü
muamele eklenecekse kısmen ıslaha başvurulur. Davalı dava boyunca yalnızca
kısmen ıslah hakkına sahiptir. Davalının burada yapabileceği şeyler sınırlı. Davalı
ıslahla zamanaşımı defi yapamaz. İtiraz noktasında değerlendirebileceğimiz
hususlarda ıslah hakkını kullanabilir. Defiler noktasında ıslah hakkını pek
kullanabileceği gözükmüyor.

Islah sebebiyle ortaya çıkan yargılama giderleri ve karşı tarafın zararının ödenmesi
MADDE 178
(1) Islah eden taraf, ıslah sebebiyle geçersiz hâle gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri
ile karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin takdir edeceği
teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Aksi hâlde, ıslah
yapılmamış sayılır.
(2) Karşı tarafın zararının kesin olarak tespit edilmesinden sonra, mahkeme veznesine yatırılan
miktar eksikse tamamlattırılır, fazla ise iade edilir.
AÇIKLAMALAR: Islah bakımından kanun koyucu ıslaha maruz kalan tarafın uğradığı ya da
uğrayacağı zararları güvence altına almak adına ıslah yapan tarafa bir teminat yükümlülüğü
yüklemiştir. Bu teminat yükümlüğünü uyulmazsa ıslah yapılmamış sayılır ve davaya devam
edilir.

46
Islahın etkisi

MADDE 179
(1) Islah, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün usul işlemlerinin
yapılmamış sayılması sonucunu doğurur.
(2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine
getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine
getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile
geçersiz kılınamaz.
(3) Şu kadar ki, ıslahtan sonra yapılacak tahkikat sonucuna göre, bu işlemlerin göz önünde
tutulması gerekmiyorsa, bunlar da yapılmamış sayılır.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Islah konusu hususa bakılır. Bunula ilgili daha önce yapılmış usul işlemlerinden
hangileri anlamını kaybediyorsa onlar bu davada dikkate alınmayacak.
Fıkra 2 = Islahla yapılamayacak bazı işler var: Feragat, kabul ve sulh. Maddi hukuk işlemelri
ıslahla geçersiz kılınamaz. Dolayısıyla ıslahla bunlar değişemez. Geçersiz kılınamayacak usul
işlemleri de var. Onların hepsi fıkra 2’de sayılmış, mesela yemin teklifi.
Fıkra 3 = Mesela bir malın ayıplı olduğu iddiasıyla dava açıldı. Dosya bilirkişiye gitti, malın ayıplı
olup olmadığı açıldı. Daha sonra dava ıslah edildi, paranın iadesi istendi. Burada bilirkişi
raporunun artık değerlendirilmesine gerek olmaz ve göz önünde bulundurulmaz.

- Islahla zamanaşımının ileri sürülüp sürülemeyeceği meselesi ile ıslahta yeni bir talep ile
zamanaşımının kesilip kesilemeyeceği meseleleri karıştırılmamalıdır. Tamamen ıslah yapıldı ya
da kısmen ıslahla yeni bir talep eklendi diyelim. Bu noktada zamanaşımının kesilmesi ne zaman
söz konusu olacak, nasıl olacak? Yargıtay’ın %90’ı ve öğretinin tamamı zamanaşımının ıslah
yapıldığı anda (yani dilekçenin verildiği anda) zamanaşımı kesilmiş olduğunu ileri sürer.

Maddi hataların düzeltilmesi


MADDE 183
(1) Tarafların veya mahkemenin dava dosyasında bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap
hataları, karar verilinceye kadar düzeltilebilir. Taraflardan birinin yazı veya hesap hatasını
düzeltmesi sonucu yargılama uzamışsa, yargılama giderlerinin belirlenmesinde bu durum da
dikkate alınır.
AÇIKLAMALAR: Maddi hataların düzeltilmesi ıslah kapsamında değildir. Islah yoluna
başvurmadan maddi hataların düzeltilmesi mümkündür. Mesela dava dilekçesine karşı tarafın
ismi Muhammet olarak yazıldı ama aslında Muhammed ile yazılması gerekiyor. Bu maddi
hatadır, düzeltilebilir, ıslaha başvurmaya gerek yok. Mesela kira alacağı söz konusu. Aylık kira

47
bedeli 1200 TL. 12 aylık kira bedeli ödenmemiş. Dilekçeye 14.400 yazacağına 1440 yazmış. Bu
basit bir hesap hatasıdır. Açık bir şekilde dosya üzerinden görülebilen bir hata olduğu için
düzeltilebiliyor.

(05/08/2020)

DAVA KONUSUNUN DEVRİ


- Dava açılmadan önce hak sahibi nasıl tasarruf yetkisini kullanıyorsa dava sırasında da bu
tasarruf yetkisini kullanabilir. Dava devam ederken davalı dava konusunu üçüncü kişiye
devrederse ne olacak? Bununla ilgili kanunda özel bir düzenleme mevcut. Böyle bir düzenleme
olmasaydı hakimin sıfat yokluğuyla davayı reddetmesi gerekir. Usul ekonomisi gereği HMK
m.125 getirilmiştir.

Dava konusunun devri


MADDE 125

(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse,
davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:
a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye
karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu
devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.
(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış
olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam
eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
AÇIKLAMALAR:
1. Dava Konusunun Davalı Tarafından Devri: Davalı, dava konusunu devrederse kanun koyucu
davacıya iki tane seçimlik hak veriyor. Mesela taşınmaza ilişkin bir dava var. Davacı taraf
taşınmazın kendi adına tescilini istiyor. Davalı taraf taşınmazı üçüncü kişiye devrediyor. Bu
noktada davacı iki şekilde hareket edebiliyor:

• Birinci Hakkı: İsterse devreden tarafla olan davasından vazgeçerek devralan kişiye karşı
davaya devam edebiliyor. Bu durumda dava konusunu devralan üçüncü kişi davayı
kaybederse eski davalıyla birlikte yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu
olacaktır.

48
• İkinci Hakkı: Davasını davalıya karşı sürdürmeye talep eder. Ama dava konusu üçüncü
kişide olduğu için dava tazminat davasına dönüşecek. Bu durumda üçüncü kişi davaya
dahil olmadığı için üçüncü kişi yargılama gidferlerinden sorumlu değildir, davalı tek
başına yargılama giderlerinden sorumludur.
2. Dava Konusunun Davacı Tarafından Devri: Davacı dava konusunu devrederse devralan kişi
davacı yerine geçiyor. Davacı taraf davayı kaybederse hem birinci hem de ikinci davacı
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

- Dava konusuna ilişkin bir ihtiyat-i tedbir varsa dava sonuçlanana kadar dava konusu üzerinde
tasarruf yetkisi sınırlanacağı için bu husus hiç gerçekleşmemiş olacak.

İSPAT
- Davayla birlikte davacı tarafından mahkemeye bir talep yöneltiliyor. Bu talebin
karşılanabilmesi için bir soyut hukuk kuralının o hakkı gerçekten tanıyor olması lazım. Yani bir
maddi hukuk kuralının bu talebi ileri sürebilir demesi lazım. Sözleşmeden kaynaklanan talepse
kanunda bahsedilen sözleşmeden kaynaklanması lazım. Bunun gibi daha birçok örnek
verilebilir. O halde hukuk düzeninin o korumaya ilişkin bir düzenlemesi olması lazım. Hukuk
kuralları soyut ve geneldir. Kanunun hiçbir yerinde bu yüzden Bay A Bay B’ye şunu verir gibi
şeyler yazmaz. Soyut koşulların somut olaylara uygulanabileceğini ortaya koymak lazım. İspat
bu durumda bir inandırma faaliyetidir. Bu inandırma faaliyeti hakime karşı yapılır. Soyut hukuk
kuralına dayanarak somut olayın gerçekleştirildiği ispat edilmelidir.
* O halde ispat, dayanılan, ileri sürülen hakkın kendisine dayandırılan soyut hukuk kuralının
somut olayda gerçekleştiğini hakime inandırma faaliyetidir.
- İspat faaliyeti delillerle yapılır. İspat delile dayanır. Delil akla ve mantığa uygun araçlardır.
- İspat çoğu zaman geçmişe yönelik olaylara ilişkindir. Çok istisnai hallerde ispatın konusunu
oluşturan vakıa dava sırasında mevcut olmayabilir. Mesela bir binanın plana aykırı olarak inşası
veya standartlara uygun olmayan şekilde inşası varsa bunu ispatlayabiliriz ve dava sırasında
mevcuttur. Mesela bir trafik kazasına dayanılıyorsa ve burada hukuki işlem yapıldığı anda
iradeyi sakatlayan bir durumun ileri sürülmesi halinde geçmişte vuku bulmuş bir vakıa vardır,
delil de geçmişteki vakıaya ilişkindir.

- Taraflarca hazırlanma ilkesi gereğince hakim ancak tarafın getirdiği vakıayı değerlendirebilir.
Taraf vakıayı getirmek istemediyse mahkeme o vakıayı hiç dikkate almayacaktır.

İSPAT HAKKI
- İspat hakkı adil yargılanma hakkının bir sonucudur. Adil yargılanmanın bir unsuru da hukuki
dinlenilme hakkıdır. İspat hakkı da hukuki dinlenilme hakkının bir parçasını oluşturur. Hukuki

49
dinlenilme hakkı somut olayla ilgili her durumdan bilgili kılınmayı, açıklamada bulunma hakkını
ve ispat hakkını kapsar. HMK m.129’da ispat hakkı düzenlenir.
İspat hakkı
MADDE 189
(1) Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.

(2) Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında
dikkate alınamaz.
(3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.
(4) Bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir.
AÇIKLAMALAR: İspat hakkı hem davacı hem de davalıya tanınır. İspat hakkının belirtilen süre
ve usule göre kullanılması gerekir. İspat hakkını kullanırken:

• Hukuka aykırı delillere başvurulmamalı,


• Bir kanun bir hususu belirle delillerle ispat etmemizi gerekiyorsa o delillerle ispat
etmeliyiz (mesela senetle ispat kuralının geçerli olduğu hususta tanıkla ispat mümkün
değildir).

İSPATIN KONUSU
İspatın konusu
MADDE 187
(1) İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili
olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.
(2) Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = İspatın konusunu:
1. Tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve hem de
2. Uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu
vakıaların ispatı için delil gösterilir.
Mesela şiddetli geçimsizliğe dayalı bir boşanma davası var. Şiddetli geçimsizliğin sebebi görücü
usulüyse dilekçede vakıa olarak ileri sürülebilir. Eğer boşanmanın sebebi sadakat
yükümlülüğünün ihlaliyse tanışarak evlenip evlenmedikleri önemli değil. Yani uyuşmazlığın
durumu bakımından bunun bir önemi yok. Yani hem uyuşmazlığın durumu için önemli hem de
tarafların üzerinde anlaşamadıkları vakıaların olması lazım. Mesela kira sözleşmesine dayalı bir
tahliye davası var. Sebebi de ev sahibinin ihtiyacı olarak ileri sürülmüş. Davalı taraf ihtiyacı
samimi değil ya da inandırıcı değil, bu durum gerçeği yansıtmıyor diyor. Kira sözleşmesinin
kendisi bir vakıa ama sonuç olarak tahliye davasında kira sözleşmesinin geçerliliği uyuşmazlık

50
açısından önem arz etmiyor. Dolayısıyla uyuşmazlık bakımından önemli olan vakıalar ve bu
vakıalar arasında çekişmeli olanların ispatlanması önemli.
Bir şeyi bilmek, bilmemek, bir yer de olmak ya da olmamak da bir vakıadır. Önemli olan şey
olayın mutlaka dışarıya yansıması gerekir, dışarıya yansımıyorsa bu vakıa değil vaka olur.
İspatın konusunu oluşturan şey vakıadır. Dışa yansımayan vakalar ispatın konusunu teşkil
etmez. Vakıalar ikiye ayrılır :
1. Menfi Vakıalar (Mevcut Olmayan Vakıalar): O anda mevcut bir vakıanın ispatı menfi
vakıaya göre daha kolaydır. Menfi vakıaların ispatı çok zordur. Bu zorluğa dayanarak
kanun koyucu birtakım karineler getirmiştir. Bazen bir olumsuz durumu ispat etmek
zorunda kalırız. Olmayan bir vakıayı ispat için çeşitli yöntemler vardır.
a. Sebebin ortaya çıkmaması. Sebep ortaya çıkmamış ki sonuç da ortaya
çıkmamış. Mesela bir adamın baba olmaması için kısır olması gerekir.
b. Sonuçtan hareket ederek gelmedi, gelseydi yangın büyümeyecekti gibi
yöntemlerle olumsuz vakıalar ispat edilir. Mesela aydınlatılmadım,
aydınlatılsaydım merdivenden düşmeyecektim.
2. Müspet Vakıalar (Mevcut Olan Vakıalar)

Fıkra 2 =

Herkesçe bilinen vakıaların ispatı gerekmez. Mesela Suriye’den gelecek olan bir mala ilişkin
dava açılıyor. Suriye’de savaşın olması herkes tarafından bilinen bir vakıa olduğu için bunun
ispatı gerekmiyor.
İkrar:

İkrar
MADDE 188
(1) Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan
çıkar ve ispatı gerekmez.
(2) Maddi bir hatadan kaynaklanmadıkça ikrardan dönülemez.
(3) Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar tarafları bağlamaz.
İkrar bir tarafın kendisinin aleyhine olan bir ilişkiyi kabul etmesi ve aleyhine mahkemeye
yapacağı yorumlamadır. O halde ikrar bir irade beyanı değildir. İrade beyanı hukuki sonuca
yönelik irade açıklamasıdır. İkrarda halihazırda bir vakıa kabul edilir ve bunun aleyhe olacak
şekilde mahkemede ileri sürmek durumu vardır. İkrar vakıaya ilişkindir, talep sonucuna ilişkin
değildir. Kişinin vakıayı kabul etmesi ikrardır. Ama karşı tarafın talebinin sonucunun kabul
edilmesi davanın kabulüdür. Mesela A, B’ye dava açtı ve B’nin bana 100.000 TL borcu var bunu
bana ödemesini istiyorum diyor. Eğer B evet 100.000 TL borcum var diyorsa bu ikrardır.
Hukukta sükut ikrardan gelmez. Hukuk düzeninin susmaya sonuç bağlaması için üç halin
gerçekleşmesi gerekir:

51
1. Taraflar açıkça daha önce kararlaştırmışsa
2. Kanunda bununla ilgili bir düzenleme varda ya da
3. Dürüstlük kuralı gereği o hal ve şartlar gereği susmak bir anlam ifade ediyorsa o zaman
ikrar ya da irade beyanı söz konusu olur.
Normal şartlarda sukut ikrardan gelmez. Usul Hukukunda sukuta ikrara benzer sonuçlar
bağlandığı durumlar var. Mesela isticvap. Usulüne uygun olarak isticvap duruşmasına davet
edildiği halde mazeretsiz gelmezse isticvap konusunu kabul etmiş olur.
Süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin sonucu
MADDE 128
(1) Süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olan davalı, davacının dava dilekçesinde ileri
sürdüğü vakıaların tamamını inkâr etmiş sayılır.
AÇIKLAMA: Buradaki durum da aslında susmadır.

Dolayısıyla ikrar bir vakıayı açıkça doğrulamaktır. Dava tartışmalı ve çekişmeli olmaktan
böylece çıkar. Bu yüzden ikrar mutlaka mahkemede yapılmalıdır. Mahkeme önündeki ikrar
sözlü şekilde yapılabilir.
İkrar Yolları:
1. Sözlü bir şekilde ikrar yapılmışsa bunun mutlaka tutanağa geçirilmesi ve altında ikrar
edilen tarafa imza attırılması gerekir. Tutanağı prensip olarak hakim ve zabıt katibi
imzalar. Ancak bazı hallerde tutanağın taraflar ya da vekilleri tarafından da imzalanması
gerekir. İşte bu gereken hallerden biri de ikrardır. İkrar sözlü şekilde mahkeme içi ikrar
halini alır. Tutanak hazırlanır fakat taraf imzalamazsa ikrar m.188 anlamında ikrar
olmaz. O halde sözlü olarak yapılan ikrar mutlaka tutanağa geçirilip altına taraflar
imzalarını atmalıdır.
2. Mahkemeye sunulan dilekçe ya da dilekçe ekinde sunulan belgeyle ilgili vakıayı
doğrulamak da bir ikrardır. Ama bu anlamda ikrardan bahsedebilmek için bunun
mutlaka mahkemeye sunulması gerekir. Aksi takdirde bu ikrar olmaz. Diyelim ki belge
karşı tarafa verilmiş ama mahkemeye sunulmamış. Karşı taraf ‘’bu adam ikrar etmiş,
ben sunuyorum’’ diyor. Burada yapılan şey ikrar değil. Çünkü ikrar eden tarafın ikrarı
kendisi sunması gerekir. Karşı taraf bunu delil olarak sunabilir.
Sulh müzakereleri sırasında gerçekleşen ikrar hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Arabuluculuk
süreci içerisinde vuku bulan ikrarların daha sonra mahkeme önünde vakıayı tartışmalı
olmaktan çıkarıp ileri sürülemeyeceği kanunda açıkça düzenlenmiş durumda. Çünkü
arabuluculuk ve sulh müzakerelerinde tarafların sulhte ve arabuluculuk görüşmelerinde
çekinme söz konusu olmadan bir sonuca varabilmeleri gerekir.

İkrar bir davada o vakıaya yönelik yapılmışsa o iddiayı başka bir davada kullanılabilir. Mesela
davalı vakıayı ikrar etti, mahkeme sonra görevsiz olduğunu söyledi, görevsizlik kararı üzerine
HMK m.20’ye başvurulmadı ve dava açılmamış sayıldı. Daha sonra zamanaşımı süresinde dava

52
yeniden açıldı ve yeni açılan davada davalı önceki vakıayı ikrar etmiş olsa bile bu davada da o
iddia kullanılabilir. Hatta bir başka davada yapılan ikrarı sonradan yapılan davada kullanmak
mümkün. Ceza mahkemesinde de kullanmak mümkün ama Cumhuriyet Savcılığı önünde
yapılmışsa orası mahkeme olmadığı için oradaki ikrar kullanılamaz.

İKRARIN TASNİFLERİ
Yeni Kanunun Yer Vermediği Tasnif:
a. Mahkeme İçi İkrar: Şu anda HMK’da düzenlenen ikrar çeşitidir.
b. Mahkeme Dışı İkrar: Mesela birisiyle alacak ilişkimiz var. Kahvede karşılaştılar ve borçlu
evet borcum vardı dedi. Onları iki kişi gördü. Daha sonra dava açıldığında bu adam bana
borçlu olduğunu söyledi, bu iki kişi de şahittir deyip ikrar gibi kullanamaz. Bu noktada
ancak tanık deliline başvurulabilir. Ama mahkeme dışı bu ikrar mahkeme içi ikrar gibi
değerlendirilemez.
Önemli Bir Tasnif:
a. Basit İkrar: İkrara bir vakıa veya vasıflandırma açısından yeni bir vasıf eklenmemişse
buna basit ikrar denir. Basit ikrarda ileri sürülen vakıa aleyhine olan kişi tarafından
doğrudan doğrulanıyor. Basit vakıa ilgili vakıayı tartışmalı olmaktan çıkarır,
doğrulanmamış kısım olmadığı için artık üzerinde daha fazla durmaya gerek kalamaz.
Basit ikrar ilgili vakıayı olduğu gibi kapsar, yeni bir vasıf da eklemez.
b. Vasıflı İkrar (Nitelikli İkrar): Burada ileri sürülen iddia vakıa boyutu itibariyle
doğrulanmakta, bununla birlikte vakıaya atfedilen hukuki vasıf değiştirilir. A, B’ye
10.000 TL vermiş. B ise ‘’ Evet aldım, ama borç olarak değil bağış olarak aldım. Çok zor
durumdaydım, o da yardım etti. Yardım da bağış olarak yapıldı’’ diyor. Burada ileri
sürülen iddiada vakıanın olay boyutu doğrulanıyor, ama atfedilen hukuki vasıf
reddedilip başka bir hukuki vasıf getiriliyor. Burada vakıa tartışmasız hale gelmez.
Aslında vasıflı vakıa bu yüzden ikrar sayılmaz. O halde vasıflı ikrar dikkate alınmaz,
yokmuşçasına vakıayı ispat yükü altında olan delillerle o vakıayı ispat eder. Bu noktada
vasıflı vakıada ikrar edilen tek şey o olayın kendisidir.
c. Bileşik İkrar: İkrar olunan vakıaya ikrar eden bir başka vakıa ilave ediyor. A, B’ye 10.000
TL verdim diyor. B ise ‘’evet 10.000 TL borç aldım, ama ödedim’’ diyor. Ayrı bir vakıa
eklenmiş ve mesela borç aldım ama benim de zaten ondan alacağım vardı ve takas ettik
diyor. İlk örneğimizdeki borcumu ödedim kısmında ilk ikrar edilen vakıa ile sonradan
ileri sürülen vakıa arasında doğal bir bağlantı var. Ama ikinci örnek olan takas
örneğinde eklenen vakıa ile doğal bir bağlantı yok. O halde bileşik ikrarın bu birinci
çeşidine bağlantılı bileşik ikrar, ikincisine bağlantısız bileşik ikrar denir. Bu ikrarlarda
vakıa tartışmalı olmaktan çıkar mı? Doktrindeki hakim görüş bağlantılı ikrarın tartışmalı
olmaktan çıkarılmasıdır. Bileşik ikrar bakımından ikrar bölünebilir mi? Bağlantılı bileşik
ikrar bölünmez. Bağlantısız bileşik ikrarda vakıa tartışmalı olmaktan çıkar ve
bölünebilir.

53
HERKESÇE BİLİNEN VAKIALAR

- Herkesçe bilmekten kasıt herkesin bilmesi demek değildir. Özel bir yetenek, çaba ve ilgi
gerekmeksizin herkesin bilebileceği bir vakıa ise herkesçe bilinen vakıa olduğu kabul edilir.
Mesela Ajda Pekkan’a açılan tazminat davasında Ajda Pekkan’ın çok meşhur olduğunu herkes
bilebilir.

- Hakim herkesçe bilinen durumun gerçekten de olaya etki edip etmediğini tespit edip onu
değerlendirmelidir.

KARİNELER
İspat yükü

MADDE 190
(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan
hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat
yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat
edebilir.
AÇIKLAMALAR (İspat yükü konusu daha sonra işlenecek, burada karinelere göz atıyoruz):
Fıkra 2 = Karine bir vakıanın tartışmalı olarak kabul edilip edilmemesine, dolayısıyla karineye
ilişkin olarak delil gösterme yükümlülüğü olup olmamasına yöneliktir. Mesela mülkiyette
zilyetlik mülkiyete karinedir. Eğer bir vakıaya ilişkin karine varsa o sonuca ilişkindir. Sonuç bu
aşamada tartışmalı olarak kabul edilmiyor. Ama karinenin temeli olan hususu buna dayanan
taraf ispatlamalıdır. Örneğin zilyetlik mülkiyete karinedir dediğimizde zilyedin malik olduğunu
ispat yükü altında öncelikle bulunmamasına karşın zilyet olduğunu ispat etmek durumundadır.
Yani karinenin dayandığı vakıaya ispatla mükellef. İspat yükü ters dönmüyor, yine karineyi
iddia eden taraf ispatlıyor ama sonucu değil temel olan vakıayı ispatlıyor. Karinenin en önemli
iki sebebi şudur:
1. İspat güçlüğü
2. İşlem güvenliği
Karine kanun tarafından kabul edilmişse ya ispat güçlüğünden ya da işlem güvenliğinden kabul
edilmiştir. Kanunda düzenlenmeyen ama öğretide kabul edilen bir karine vardır ve buna fiili
karine denir. Bunun doğal kaynağı herkesçe bilinen vakıalardır. Fiili karine hayatın olağan
akışına göre bir vakıanın hep aynı şekilde cereyan etmesi hususuna dayanır. Mesela
karayolunda arkadaki araç öndekine çarparsa arkadaki kusurlu sayılır. Bunun aksi öne
sürülebilir, mesela öndekinin fren lambası yanmıyordur. Mesela borçlunun borçlu olduğunu
gösteren bir senet hayatın olağan akışına göre alacaklının elindedir. Ama HMK’daki karineler
kanuni karinelerdir, fiili karineye ilişkin değildir. Çünkü fiili karinelerin aksi her zaman
ispatlanabilir.

54
Kanuni (yasal) karineler de var. Burada karine sonucuna, belirli bir karine temeline dayanarak
kanun koyucu kendisi yazmış. Mesela iyi niyet arandığı halde mevcut olduğunun kabul
edilmesi, zilyetlik, babalık karinesi…
1. Kanun kendisinin kabul ettiği karinenin aksinin ispatına izin veriyorsa buna kesin
olmayan kanuni karine denir. Mesela iyi niyet, babalık gibi karinelerinin aksine ispatına
izin verilir. Kesin olmayan kanuni karinenin bir kısmı işlem güvenliği sebebiyle, bir kısmı
da ispat güçlüğü sebebiyle kabul edilmiştir.
2. Aksinin ispatlanmasına kanun koyucu müsaade etmiyorsa kesin kanuni karineden söz
edilir. Tapu sicilindeki kaydın kendisi tarafından bilinmediğinin iddia edilemeyeceği
herkes tarafından bilinebileceği şeklindeki karine kesin kanuni karinedir. Kesin kanuni
karine münhasıran işlem güvenliği sebebiyle kabul edilmiştir. Varsayım kesin kanuni
karine olarak kabul edilebilir.

İSPAT YÜKÜ (bu fıkrayı ezbere bilmek gerekiyor)


İspat yükü
MADDE 190
(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan
hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.

AÇIKLAMA: Bu fıkradaki tanımı ezberlemek gerekir. Öncelikle ispat yükü belirlenmeli ki hangi
vakıayı kimin ispat edeceği tespit edilmelidir. Daha sonra yapılacak olan ispat faaliyetinin hangi
delillerle yapılacağı delil hukukuna göre tespit edilir.
İddia Yükü: İspat yüküyle birlikte bir de iddia yükü mevcut. İddia yükü ispat yükünden önce
gelir. İddia yükü HMK m.25’ten geliyor.
Taraflarca getirilme ilkesi
MADDE 25
(1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya
vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz

AÇIKLAMALAR: Bu fıkraya göre taraflar iddiaları kendileri getiriyor. İddia yükü taraflar üzerine
bırakılıyor. Taraflarca yargılamaya getirilmemiş olan bir vakıanın ispata konu teşkil etmesi
mümkün değildir. O halde vakıayı yargılamaya getirmek, davaya taşımak yükü ona dayanarak
bir sonuç isteyen tarafa ait. Bu bir yükümlülük değil yük olduğu için bunu yerine getirmeyen
taraf için bir şey yapılmaz, ancak bu yüke dayanmayan taraf bunun sonucuna dayanır. O halde
birisi bir husus bakımından kendi lehine karar almak istiyorsa öncelikle mahkemeye hangi
iddiaları getireceğine karar verecek, getireceği o iddialar bakımından ispat yükü neticelenecek.
Hiç getirmediği vakıa tarafından kendi lehine sonuç alamaz. O halde o delili getirmezse
katlanacağı sonuç getirmediği vakıanın ispata konu olamayacağıdır. O vakıa dikkate
alınmayınca da dava kaybedilebilir. İddia yükü taraflarca hazırlama ilkesinin bir sonucu, delil
hukukunun da bir parçasıdır. Resen araştırma ilkesine dayanılan davalarda ya da taraflarca

55
getirilme ilkesine dayanılıp da resen araştırılacak hususlarda (mesela dava şartı) iddia yükü söz
konusu olmayacaktır.
Somutlaştırma Yükü:
Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi
MADDE 194

(1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.


(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini
açıkça belirtmeleri zorunludur.
AÇIKLAMALAR: Somutlaştırmak bir vakıayı, ispatı elverişli hale getirmek, benzerden ayırt
etmek, bunu yaparken de yer, zaman, ölçü, korunak gibi ayırt eme unsurlarını kullanarak
ferdileştirmektir. Somutlaştırılma bir yüktür. Somutlaştırılmayan vakıa ispata konu olmaz.

İspat yükü TMK m.6’da da düzenlenir.


İddia yükü bir vakıanın ispatsız kalmasının sonucunda kimin katlanacağını belirtiyor. Delilin kim
göstereceği husus bu durumdan farklıdır. Mesela ödünç sözleşmesi yaptık diyelim. Sözleşme
tek nüsha yazılı belge olarak tanzim ediliyor. Bir nüsha var ve o da davalı tarafa bırakılıyor.
Davacı ‘’Ödünç sözleşmesiyle taşınmazı kendisine teslim ettim. Teslim ederken içinde şunlar
vardı. Taşınmazı naklen TL olarak verdim. Şu tarihte iade edecekti, senet var’’ diyor. Sözleşme
davalının elinde. Bu ödünç sözleşmesine dayanarak dava açıldığında sözleşme vakıasına
dayanan davacı, öyleyse ispat yükü davacıda. O vakıaya dayanarak kendi lehine bir sonuç
istiyor. Sözleşme tek nüsha olarak düzenlendi ve sözleşme davalının elinde. Davacı:
’’sözleşmeyi ibraz etsin, ben o belgeyle vakıamı ispat edeceğim’’ diyor. Burada iddiayı ispat
etmeye ilişkin kısım ispat yükü, diğeri delil, ikame yüküdür. İspat yüküyle delil ikame yükü farklı
şeylerdir. Bir vakıayı tarafların birisi ispatla yükümlü olabilir ancak onun ispatına yarayacak
olan delil başka birisi tarafından ikame edilmek zorunda olabilir. Delil ikame yükü HMK
m.220’de düzenlenir. Bir vakıayı ispatlayamazsan bu senin aleyhinedir. HMK m.220’deki
durum söz konusuysa delil ikame yükü bizde ispat yükü karşı tarafta, duruma göre ispat yükü
bizdeyse delil ikame yükü karşı taraftadır. İspat yükü kural olarak bir vakıadan kendi lehine
sonuç çıkaran tarafa aittir (kanun aksini düzenlemiş olabilir), delil ikame yükümlülüğü duruma
göre değişiklik gösterebilir. Her bir vakıayı ileri süren tarafın delilleri de kendisinin ileri sürmesi
eşyanın doğası gereğidir, özel olarak düzenlenmeye gerek yoktur. Vakıanın ispatsız kalması
vakıanın ileri sürülmesi ile ilgili değil delilin ileri sürülmemesi ile ilgili bir husustur. Delil elinizde
bulunmayabilir. Bu durumda delil ikame yükü ile ispat yükü farklılık gösterir.

TMK m.6’daki ispat yükü usul hukuku bakımından esas alınmaz. TMK’daki düzenlenen ispat
yükündeki esas yanlış oradaki ispat yükünden ispat yükümlülüğü olarak bahsetmesidir.
Yükümlülükte o şeyi yerine getirmeyen tarafa müeyyide uygulanır, yükte ise kişi sonucuna
katlanır.

56
- İspat yüküne ilişkin kural bakımından ağırlıklı görüş bunun maddi hukuk kuralı olduğudur.
Çünkü hakkı düzenleyen, soyut koşulları karşılayan vakıaları getirmemenin sonuçlarını
gösteriyor. Bir hakka ulaşmaya engel bir yüktür, ispatlanamazsa hak yok olarak kabul edilir. O
halde ağırlıklı olarak maddi hukuk kuralı olarak kabul ediliyor.

İSPATIN TÜRLERİ
1. ASIL İSPAT
- İddia edilen vakıaların ileri sürülen delillerle doğrudan ileri sürülmesidir.

2. KARŞI İSPAT
Karşı ispat
MADDE 191
(1) Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir.
Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz.

AÇIKLAMALAR: Karşı ispat, ispat yükü kendisine düşmeyen tarafın ispat yükü taşıyan tarafın
iddialarının aksini kanıtlamak için giriştiği bir ispat faaliyetidir. İspat yükü davacıda da olabilir,
davalıda da olabilir. Eğer kişi ispat yükü yokken diğer tarafın ispatları sonucu hakimin zihninde
oluşan fikirleri bertaraf etmek için ispat faaliyetine girişiyorsa bu karşı ispattır. Mesela bir kaza
oluyor ve bunun karşısında sigorta şirketine dava açılıyor ve tazminat talebinde bulunuluyor.
Sigorta şirketi bu tazminattan kurtulmak için hangi maddi hukuk kurallarıyla bunun
kendisinden istenemeyeceğini ispat etmesi gerekli olursa onu ispat etmesi ve karşı tarafın
iddialarının ispatlarının emareleriyle çürütülmeye çalışılması karşı ispattır. Karşı ispatla ispat
yükü karşı ispat faaliyetinde bulunan diğer tarafa geçmez, ispat yükü hala o tarafta kalmaya
devam eder.

3. AKSİNE İSPAT

- Aksine ispat kanunda ayrı olarak düzenlenmemiştir ancak kanunun çoğu yerinde aksine ispatı
gösteren işaretler var.
- Aksine ispat, varlığı karine olarak kabul edilen bir vakıanın gerçekte öyle olmadığının ispat
edilmesidir. Tipik örneği kesin olmayan karineler ve fiili karineler. Bunların ispatlanması karşı
ispat değil aksine ispattır. Gerçek karineyle uyuşmuyorsa bu ispat edilir. Mesela ölüm karinesi.
Kişinin o an ölmediği, sadece baygın olduğu ispatlanır. Mesela kesin olmayan karinelerden iyi
niyet karinesi böyle. Mesela resmi sicil ve senetler belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt
oluşturur. Resmi sicil ve senetlerin yanlış oldukları ispatlanana kadar doğru olduğu kabul edilir.
Bunu ispat faaliyeti ise aksine ispat olur.

57
4. DOĞRUDAN DOĞRUYA İSPAT VE DOLAYLI İSPAT

- Doğrudan ispat, doğrudan vakıanın kendisine yönelik bir ispat faaliyetidir. Dolaylı ispat o
vakıanın değil ama o vakıanın çevre vakıalarının ispatıyla hakimde asıl vakıanın doğru
olmadığına ilişkin bir düşünce uyandırmaktır. Mesela sigorta şirketi kamera kaydıyla kişinin
kendisinin yangın çıkardığını ispatlarsa bu doğrudan ispattır. Sigorta şirketi ‘’20 yıldır iş yapan
adam 1 hafta önce sigorta yaptırıyor. Bundan önce sigorta yaptırmayı düşünmediği yeri uzun
süredir işleri kötü gittiği için sigortalattı, sigortalattıktan 1 hafta sonra yangın çıkarttı’’ gibi
emarelerden yola çıkarak hakimde yangını kendi kendisine çıkardığına yönelik bir düşünce
uyandırırsa dolaylı ispat olur. Yani yan vakıalar (emareler) ispatlanıp asıl vakıa hakkında
hakimde düşünce uyandırır.

- Hakim dolaylı ispat araçlarıyla tam ispat ölçüsünde karar verebilir. Yani dolaylı ispat yaklaşık
ispat değildir.

DELİLLER
- Delil, hakime bilgi taşınmasını sağlayan araçlardır.

- Deliller yazılı ya da sözlü olabilir. Vakıanın ne olduğu ve mahiyeti hakkında hakime deliller
marifetiyle bilgi taşınmış olur.
- Delil şu üç unsuru aynı anda bulundurmalıdır:
1. Mahiyete dair bilgi taşımaya elverişli olmalıdır. Bir ses kaydı, tanık, bilirkişi vb. bunlara
elverişlidir. Geçmişte mahiyeti hakkında bilgi veren delil bu özelliğini kaybetmiş olabilir.
2. Delilin akla, mantığa ve bilime uygun olması gerekir. Mesela fal delil değildir.
3. Delilin hukuka uygun olarak elde edilmiş olması gerekir. Bazen hukuka uygun olsa bile
bazı şartları taşımadığı için delil sayılmıyor. Mesela yabancı ülkede geçerli olan resmi
belgenin burada kullanılabilmesi için Türk Konsolosluğu tarafından kullanılması gerekir.
Bizim hukukumuzda senetle ispat kuralı var. Bu senetle ispat kuralı parasal sınırı ifade
ediyor. Parasal sınırın altında kalanların diğer delillerle ispatı mümkünken parasal
sınırın üstünde kalanların senetle ispatlanması gerekir. Senetle ispattaki parasal sınır
her sene değişir. Senetle ispat zorunluluğu hukuki işlemle ilgili vakıaların
ispatlanmasına yöneliktir. Hukuki fiiller bakımından böyle bir zorunluluk yoktur.

- Delillerle ilgili üç tip sistem vardır:


1. Serbest Delil Sistemi: Herhangi bir vakıanın ispatı için kanun herhangi bir delil aramıyor.
Üç şartı sağlayan her türlü delili kabul ediyor.
2. Kanuni Delil Sistemi: Belli başlı vakıaların ispatı için kanun özel tür deliller arıyor.
3. Karma Sistem: Her iki tür sistemi içinde barındırıyor. Bizim hukukumuzda karma sistem
geçerlidir. Belli maddelerde her türlü delil kabul edilirken bazı maddelerde ancak belli
delil araçları istenmiştir (mesela senetle ispat). Senetle ispat ve senede karşı senetle

58
ispat (HMK m.200 ve 201) kanuni delillerdir. HMK m.192 serbest delil sistemini ifade
eder.
Deliller kesin deliller ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılır:
Eğer bir vakıanın ispatlanması için belirli bir delil aranıyorsa ve o delil gösterilmediğinde hakim
için o vakıa tam olarak ispatlanmış olmuyorsa bu delile kesin delil denir. Kesin delille birlikte
hakimin takdir yetkisi bertaraf edilmiş olur. Hakim bir husus hakkında kesin delil sunulan vakıa
için ‘’ben buna inanmıyorum, doğru değildir’’ diyemiyor. Hakim o kesin delil neticesinde karar
vermek durumunda kalıyor.
Bizim hukukumuzda üç tane kesin delil var: Senet, yemin ve kesin hüküm. Bazı kitaplarda ikrar
da kesin delil olarak gösteriliyor ama ikrar ispat olduğu için biz bunu delil yerine sokamıyoruz.

HMK m.192’de kanunda düzenlenmemiş olsa da ispat aracı olarak kullanılabilecek şeyler de
var. Ama bir sınırlama yapmak gerekirse takdiri delil dörde ayırarak inceleyebiliriz. Takdirde
kanuni deliller sınırlandırılmış, ama bunlar dışındaki deliller de olabilir demiş. Ama dört tane
olarak ifade edebiliriz: Belgeler, tanık, bilirkişi ve keşif. Belgeler biraz ortada kalmış bir
konudur, ayrı olarak incelenecektir.
Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı olan metin, senet, çizim, kroki,
plan, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer
bilgi taşıyıcılar bu kanuna göre belgelerdir. Belge çok geniş bir kavramdır. Bazı belgeler kesin
delil olarak kullanılabiliyor. Mesela belgeler senet niteliğine ulaşmışsa kesin delil olur.
Tanık bir vakıa hakkında bizzat kendi duyu organlarıyla bilgi sahibi olan ve edindiği bu bilgileri
doğrudan mahkemeye aktaran gerçek kişidir.
Keşif hakimin bir olay hakkında bizatihi kendisinin duyu organlarıyla bilgi sahibi olmasıdır.

Takdiri deliller hakimde kanaat oluşturursa bunlara bağlı bir hüküm verebilir. Ama takdiri
deliller kesin hüküm kadar kuvvetli değildir. Bunun dışında kanuni tanıma uyan herhangi bir
şey delil olarak kullanılabilir.
(İleride bunlar ayrıntılı olarak incelenecek)

HUKUKA AYKIRI OLARAK ELDE EDİLMİŞ DELİLLER


İspat hakkı
MADDE 189
(1) Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.

(2) Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında
dikkate alınamaz.
(3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.
(4) Bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir.

59
AÇIKLAMALAR: Hukuka aykırı elde edilen deliller yasak delil değildir. Delilin yasak olması
mümkün değildir. Hukuka aykırı deliller kullanılamaz.
Anayasa m.38’deda kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez diyor.
38.madde ceza yargılamasını düzenliyor. Bu hüküm kanuna koyulurken anayasal gerekçe
olduğu ifade edildi. Öğretideki hakim görüş bu ilkenin medeni yargılamada da geçerli olduğu
yönünde. Dolayısıyla hakim görüş Anayasanın ceza yargısını düzenleyen hükmünün medeni
yargılamada da kullanılabileceği yönünde. Anayasa 36’da hak arama hürriyeti var. Adil
yargılanma hakkı hem medeni yargıda hem de idari yargıda mevcuttur. Görev ve yetkiye ilişkin
husus da m.36’da yer alıyor. Anayasadaki hukuka aykırı delilin kullanılamayacağına ilişkin
hükmün tarihsel bir sebebi var. Türkiye’de işkence olayları zamanında yoğun bir şekilde
yaşanıyordu. Mesela hırsızlık suçunda hukuka aykırı çok delil elde ediliyordu. Bu sebeple bu
ilke ceza yargılaması adı altında anayasaya koyuldu. Hukuk yargılaması açısından ise böyle
hukuka aykırı delil edilmesi tarihsel açıdan böyle bir sorun yok. Yine de medeni yargılamada
da hukuka aykırı delilin kullanılmaması benimsenmesi gereken bir husustur.

Gerek özel hukukun gerekse ceza hukukunun koruduğu değerler ihlal edilmek suretiyle bir delil
elde edilmişse burada bir hukuka aykırılık söz konusudur. Özel hukukta koruma alanı değişiyor
(mesela sır alanı var, şahsiyet alanı var, ünlü birisini alanı daha da genişliyor). Şahıs bakımından
sır alanının ne kadar geniş olduğuna bakarak korunan değerlerinin neler olduğunu tespit edip
bu değerlerin ihlal edilerek elde edilmiş olan deliller hukuka aykırı olarak değerlendirilebilir.
Bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi başka bir husus, onun kullanılması ise başka bir
husustur. Mesela bir kişinin ailesiyle fotoğrafını gizlice çekip yayınlamak medeni hukuka göre
mümkün değil (şahsiyet hakkı bakımından). Ama ebe olan birisi bir kadın ve erkekle aralarında
cinsel ilişki olduğu çağrıştıracak bir fotoğraf çekerse ona ulaşmak için herhangi bir delil ihlal
edildi mi edilmedi mi hususu başka bir husus.
Şahsiyet hakkı ihlal edilen deliller hiç kullanılamaz mı? Uygulamada bu deliller bazı alanlarda
vazgeçilmiş değil. Özellik aile hukuku ve iş hukukunda bunlarla çok karşılaşılır. Mesela zina
bakımından gizli kamera kurmak ya da telefon karıştırmak gibi. Hukuka aykırı olmasına rağmen
bunlarla çok karşılaşılıyor. Hukuka aykırı deliller kamusal alanda mı gerçekleşiyor yoksa iş yeri
vb. mi gerçekleşiyor somut olaya göre değerlendirilir. Yargıtay işyerinde bile olsa iş yapıldığı
süre boyunca kamera kaydı altında olmak kişilik haklarının ihlali olabilir diyor. Bir mağazada
mesela kabine koyulan kamera hukuka aykırı delildir, çünkü kişilik hakkını ihlal eder. Bazı
hallerde hukuka aykırı delil olmaksızın ispat mümkün değil. Mesela aldatan eş aldatırken
yaşadıklarını günlüğe yazıyor. Aldatılan eş günlüğü mahkemeye sunuyor. Yargıtay da ‘’eğer
evlilik birliğinin müşterek olarak sürdürüldüğü alanlarda eşlerden birinin diğerinden saklı alanı
olmayacağı düşünüleceğinden günlüğün yatak odası gibi müşterek bir yerde bulunması o delili
hukuka aykırı yapmaz’’ diyor. Burada hukuk genel kurulu hatalı. Çünkü yatak odası bile olsa
birbirlerinden gizli şeyleri olabiliyor. Yargıtay ‘’eğer bir hususu ispat etmek konusunda başka
hiçbir imkan yoksa ancak bu tür durumlarda hukuka aykırı delil kullanılmasına müsaade
edilebilir’’ diyor.

60
(06/08/2020)

MEDENİ USUL HUKUKU II YAZ OKULU PRATİK ÇALIŞMA I

OLAY:
Yerleşim yeri Kadıköy olan Ahmet Asım, Şişli’de bulunan taşınmazı için yerleşim yeri
Bakırköy olan Burak Bora ile noterde bir taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapmıştır. Burak Bora
sözleşmede belirlenen tarihte 800.000 TL’lik satış bedelini ödemiş olmasına rağmen Ahmet
Asım devir işleminden kaçınmaktadır. Burak Bora, Ahmet Asım’a karşı tapu iptali ve tescil
davası açmayı düşünmektedir.
SORULAR:

1. Burak Bora, İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesine hitaben hazırlamış olduğu dava dilekçesiyle
08.09.2016 tarihinde Ahmet Asım’a karşı tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Burak Bora, dava
dilekçesinde a. Davalının adresine b. Hukuki sebeplere c. İmzaya yer vermemiştir. Bu durumda
ilk derece mahkemesi hâkimi ne şekilde karar vermelidir? Belirtiniz.

2. Dava dilekçesinin mahkemeye sunulması üzerine ilk derece mahkemesi hâkimi


hangi usuli işlemi yapacaktır? Belirtiniz.
3. Davalı taraf, dava dilekçesini tebellüğ ettikten sonra savunmalarını hangi süre içinde hangi
şekilde ileri sürecektir? Yapabileceği savunmaları da göstermek suretiyle anlatınız.
4. Davanın İstanbul Sulh Hukuk Mahkemelerinde açıldığını farz edelim. Davalı, davacının
görevsiz mahkemede dava açtığını hangi süre içinde ileri sürebilir? Detaylı olarak açıklayınız.
5. Davacı Burak Bora, dava dilekçesinde delil olarak taşınmaz satış vaadi sözleşmesini
göstermiş ancak bu delilini mahkemeye henüz sunmamıştır. Davacı Burak Bora, dava
dilekçesinde göstermiş olduğu delillerini hangi süre içinde mahkemeye ibraz etmek
durumundadır? Anlatınız.
6. Davanın devamı sırasında davalı Ahmet Asım’ın işbu taşınmazı Can Coşar’a devrettiğini farz
edelim. Bu devrin davanın seyri üzerinde etkisi ne şekilde olacaktır? Açıklayınız.
7. Davacı ve davalı ön inceleme aşamasının akabinde usulüne uygun olarak tahkikat aşamasına
davet edilmiştir. Bununla birlikte davacı Burak Bora herhangi bir mazeret göstermeksizin
07.02.2017 tarihli duruşmaya katılmamıştır. Bu durumda ilk derece mahkemesi ne şekilde
karar vermelidir? İlk derece mahkemesinin bu kararı üzerine taraflar ne şekilde hareket
edebilirler? Açıklayınız.

61
CEVAPLAR

1. Bu soru HMK m.119’a ilişkindir. HMK m.119/2’de sayılan bazı hususların dava dilekçesinde
bulunmaması durumunda ne olacağı konusu geçer.
MADDE 119
(2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde,
hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin
tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.
Pratik olayda:
a. Davalının adresine yer verilmemiş. Davalının adresi (b bendi) tamamlatılması
için davacıya bir haftalık kesin süre verilir. Verilen süre içerisinde eksiklik
giderilmezse dava açılmamış sayılıyor.
b. Hukuki sebepler kanunda g bendinde geçer. G bendi tamamlanması için kesin
süre verilmesi gereken bir bent değil. Zaten hakim hukuki sebeplerle bağlı
değildir, çünkü hakim Türk Hukukunu resen uygular. Dolayısıyla dilekçede
hukuki sebebin yer almaması yargılamanın devam etmesine engel değildir, bu
konuda doktrinde görüşler ortaktır. Süre verilmesine gerek olmayan hallerde,
özellikle iddia ve vakıaların hangi delillerle ispat edileceği gibi hususlar dava
dilekçesinde yer almazsa hakim davaya devam mı edecek yoksa davanın
açılmamış sayılmasına mı karar verilecek tartışması var. Doktrindeki bir görüş
davanın devam edileceği, zaten bu eksiklikler varsa davacı davayı kazanamaz.
Diğer görüş bu eksiklikler varsa bunlar ilk başta bulunması gereken hususlar
olduğu için hakimin davanın açılmamış olmasına karar vereceği yönünde. Ama
hukuki sebepler yönünden böyle bir tartışma bulunmamaktadır.
c. İmza h bendinde geçer. H bendinin eksik olması durumunda hakim bu eksikliğin
tamamlanması için 1 haftalık kesin süre verecek. Bu süre içerisinde eksiklik
tamamlanmazsa dava açılmamış sayılır ve hakim dava açılmamış sayılır
yönünde kararını verecek. Davanın açılmamış sayılmasının sonucu olarak
davanın açılmasıyla ortaya çıkan bütün sonuçlar ortadan kalkar, bu işlem sanki
hiç yapılmamış gibi olur. Davacı davasını daha sonra tekrar açabilir.
2. Hakim dilekçeyi aldıktan sonra hakim dilekçenin içeriklerini inceleyecek, sonra davacıya
gerekirse süre verecek, bu süre de tamamlanıp eksiklik giderildikten sonra hakimin dava
dilekçesini tebliğ etmesi gerekir. Dava dilekçesini tebliğ ederken hakim tensip zaptı gibi bir zapt
hazırlıyor. Dava dilekçesini tebliğ ederken zarfın üzerinde davalının davaya ne kadar süre
içerisinde cevap vermesi gerektiğini belirtiyor ve bununla birlikte dava dilekçesi ve eklerini
davalıya tebliğ ediyor. Dava dilekçesinin karşı tarafa tebliğ edilmesinin sebebi karşı tarafın da
adil yargılanma hakkının ve hukuki dinlenilme hakkının korunmasını sağlamak ve onun da bir
cevap dilekçesi verebilmesini sağlamak.
3. Dava dilekçesini davalı tebellüğ ettikten sonra 2 hafta içerisinde cevap dilekçesi vermelidir.
Bu süre dava dilekçesinin tebliğ edildiği tarihten itibaren başlıyor. Bu cevap dilekçesi
mahkemeye yazılı olarak sunulmalıdır. Davalının yapabileceği savunmalar usuli savunmalar

62
esasa ilişkin savunmalar olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin savunmalarda bazı hususlar
süreye tabi değildir, daha sonra da yapılabilir. Mesela kamu düzenini ilgilendiren ya da dava
şartı olan hususlar. Ama bazı usuli savunmalar ilk itiraz olarak ileri sürülmelidir. İlk itirazların
cevap dilekçesiyle ileri sürülmesi gerekir. Cevap dilekçesiyle sürülmediyse daha sonra ileri
sürülmesi mümkün olmaz. Esasa ilişkin savunmalar itirazlar ve defiler olmak üzere ikiye ayrılır.
İtirazlar hak engelleyici savunmalar ve hak düşürücü savunmalar olmak üzere ikiye ayrılır.
Açılan davada yapılan savunma hakkı engelliyorsa bu hak engelleyici savunmadır. Bir borç
ilişkisi var ama davalı ben bunu ödedim diyorsa bu itiraz hak düşürücü itirazdır. Defilerin
kanunda ödemezlik defi, zamanaşımı defi gibi çeşitleri var. Bu defilerin de davalı tarafından
savunma olarak ileri sürülmesi gerekir. Dolayısıyla davalı cevap verirken hem usule ilişkin
savunmalarını hem de esasa ilişkin savunmalarını ayrı ayrı yazacak.
4. Burada yetki bakımından bir problem yok. Çünkü taşınmazın aynından doğan
uyuşmazlıklarda kesin yetki kuralı geçerlidir. Taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklarda
taşınmazın bulunduğu yer kesin yetkilidir. Somut olayda taşınmaz Şişli’de bulunuyor. Şişli’nin
yargı çevresi Çağlayan’da bulunan İstanbul mahkemeleridir. İstanbul Sulh Hukukta dava
açılırsa o zaman davalının görev itirazında bulunma hakkı ortaya çıkacaktır. Görev kamu
düzenindendir, kanunla düzenlenir, aynı zamanda dava şartıdır. Dolayısıyla hakim göreve
ilişkin incelemesini davanın her aşamasında yapabilir, kanun yolu incelemesinde de yapılabilir.
Taraflar da yargılamanın her aşamasında göreve ilişkin itirazda bulunabilirler. Davalı o zaman
görev itirazını yargılamanın her aşamasında yapabilir. Ama bu noktada dava açıldıktan sonra
dava dilekçesi kendine tebliğ edildikten sonra davalının ilk olarak cevap dilekçesinde göreve
itiraz edebilir. Hakim bunu öncelikle inceliyor ve görevsizlik kanaatine varırsa görevsizlik kararı
verir. Görevsizlik kararı verilince HMK m.20 uygulama alanı bulur. İlk derece mahkemesi
görevsizlik kararını kesin olarak vermişse bu kararın tebliğinden itibaren, kesin olarak
vermemişse ve görevsizlik kararı üzerine kanun yoluna başvurulmuşsa kanun yolunda da
yapılan başvuru olumsuz karşılanmışsa yani ret edilmişse bu ret kararının tebliğinden itibaren
ya da kanun yolu açık olmasına rağmen taraflar kanun yoluna başvurmamışsa ve karar bu
şekilde kesinleşmişse kesinleşme tarihinden itibaren taraflardan birisi görevsizlik kararı veren
mahkemeye başvurarak dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar verir. Bu süre
içerisinde mahkemeye başvurulmazsa davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Bu görev
itirazı mahkeme tarafından olumsuz karşılanırsa, yani mahkeme ben bu davaya bakmaya
devam edeceğim derse görev itirazının reddi ara karar olduğu için bu karara karşı ancak esas
hükümle birlikte kanun yolu açıksa kanun yoluna başvurulacak.
Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler
MADDE 20

(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği
anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise
kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının
tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının
görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, dava
açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar
verilir.

63
(2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

5. Davacı ve davalı delillerini dilekçelerinde gösterir. Bu deliller ellerinde bulunuyorsa


dilekçeye ek olarak ekleyip mahkemeye göstermekle yükümlüdür. Taraflardan biri delilini
dilekçede gösterip de delili mahkemeye sunmamışsa kanun ön inceleme duruşmasında bu
eksikliğin tamamlanabilmesi amacıyla bir düzenleme yapmıştır.

Ön inceleme duruşmasına davet


MADDE 139
(1) Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen
incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara
bildirir. Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:
a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi
durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.

ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde
gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden
getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların
verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş
sayılacaklarına karar verileceği.
AÇIKLAMA: Verilecek iki haftalık süre ön inceleme duruşmasına davet edilirken verilir. Eğer
davacı dava dilekçesinde delil olarak göstermiş olduğu taşınmaz satış vaadi sözleşmesini
mahkemeye sunmamışsa mahkeme ön inceleme duruşmasına davet çıkarırken davacıya
dilekçede gösterip delil olarak sunmadığı delili mahkemeye sunması için iki haftalık süre
verecek. Bu delil başka yerden getirtilecek bir delilse bunun nerden getirtileceğine ilişkin
açıklama yapması için süre verecek. Bu süre içinde taşınmaz satış vaadi sözleşmesini
mahkemeye sunmazsa o delile dayanmamış sayılır. O halde kuralımız delillerin dilekçelerle
birlikte sunulmasıdır.

6. Burada dava konusunun devri söz konusu. Dava konusunun devri HMK m.125’de düzenlenir.
Dava konusunun devri
MADDE 125
(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse,
davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:
a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye
karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu
devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.
b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.

64
(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış
olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam
eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan
yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

Davanın devamı sırasında davalı dava konusunu başka birisine devrederse davacının
yapabileceği iki tane seçimlik hakkı var:
1. İsterse davasını malı yeni devralan kişiye yöneltip ilk sahibine karşı açtığı davadan
vazgeçecek ve yeni sahibine karşı davaya devam edecek. Dava, davacı lehine
sonuçlanırsa yargılama giderlerinden dava konusunun eski ve yeni sahipleri
müteselsilen sorumlu olacaktır.
2. Davacı dava konusunu devreden davalıya karşı davasını tazminat davasına
dönüştürerek malın ilk sahibine karşı davaya devam edebilir devam edebilir.
7. Bu soru tahkikat aşamasındaki duruşmaya katılmamasına ilişkin bir husustur.
Tarafların duruşmaya gelmemesi, sonuçları ve davanın açılmamış sayılması
MADDE 150
(1) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflar, duruşmaya gelmedikleri veya gelip de
davayı takip etmeyeceklerini bildirdikleri takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar
verilir.
(2) Usulüne uygun şekilde davet edilmiş olan taraflardan biri duruşmaya gelir, diğeri gelmezse,
gelen tarafın talebi üzerine, yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilir veya dosya
işlemden kaldırılır. Geçerli bir özrü olmaksızın duruşmaya gelmeyen taraf, yokluğunda yapılan
işlemlere itiraz edemez.
(3) Duruşma gününün belli edilmesi için tarafların başvurması gereken hâllerde gün tespit
ettirilmemişse, son işlem tarihinden başlayarak bir ay geçmekle dosya işlemden kaldırılır.
(4) Dosyası işlemden kaldırılmış olan dava, işlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde
taraflardan birinin dilekçe ile başvurusu üzerine yenilenebilir. Yenileme dilekçesi, duruşma
gün, saat ve yeri ile birlikte taraflara tebliğ edilir. Dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten
başlayarak bir ay geçtikten sonra yenileme talebinde bulunulursa, yeniden harç alınır, bu harç
yenileyen tarafça ödenir ve karşı tarafa yüklenemez. Bu şekilde harç verilerek yenilenen dava,
eski davanın devamı sayılır.

(5) İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin


dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt
kapatılır.
(6) İşlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilenmeden
sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde dava açılmamış sayılır.
(7) Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır.

65
AÇIKLAMALAR: Usulüne uygun şekilde davet edilen taraflar duruşmaya her ikisi de gelmezse
ya da her ikisi de duruşmaya gelip davayı takip etmeyeceklerini bildireceklerse dosyanın
işlemden kaldırılmasına karar verilir. Usulüne uygun davet edilen taraflardan biri gelip diğeri
gelmezse gelen tarafın talebi üzerine yargılamaya gelmeyen tarafın yokluğunda devam ediliyor
ya da dosya işlemden kaldırılıyor. Mazeretsiz olarak gelmeyen taraf yokluğunda yapılan
işlemlere itiraz edemez. Olayımızda taraflardan birisi duruşmaya gelmiş, diğeri mazeretsiz
olarak gelmemiş. Bu durumda hakim duruşmaya gelen tarafa dosyayı takip ediyor musunuz
diyecek. Gelen taraf evet takip ediyoruz derse yargılamaya gelmeyenin yokluğunda devam
edilecek ve gelmeyen taraf yokluğunda yapılacak işlemlere itiraz edemeyecek. Ama gelen taraf
davayı takip etmiyoruz derse mahkeme dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verecek.
İşlemden kaldırılan dosyanın yeniden canlandırılabilmesi için kanun üç aylık süre öngörmüş.
Bu üç aylık süre dosyanın işlemden kaldırıldığı tarihten itibaren başlar. Bu üç aylık süre
içerisinde taraflardan birisi dilekçeyle başvuru yaparak dosyayı yenileyebilir. Yenileme
dilekçesi ile birlikte mahkeme duruşmanın gün ve saatini yeriyle birlikte taraflara tebliğ eder.
Üç aylık yenileme süresinin ilk birinci ayında yenileme dilekçesi verilirse yeniden harç alınmaz.
Ama üç aylık sürenin ilk ayı geçtikten sonra son iki ayında yenileme dilekçesi verilirse yeniden
harç alınır ve bu harç yenileyen tarafça ödenir ve karşı tarafa yükletilemez. Dosya bu üç aylık
süre içerisinde yenilenirse dava eski davanın devamı sayılır ve yargılama kaldığı yerden devam
eder. Bu üç aylık süre içerisinde dosya taraflarca yenilenmezse dava sürenin dolduğu gün
itibariyle açılmamış sayılır ve mahkeme kendiliğinden karar vererek kaydı kapatır. İşlemden
kaldırılmasına karar verilmiş sonradan yenilenmiş olan dava ilk yenilemeden sonra bir defadan
fazla takipsiz bırakılamaz. Dolayısıyla bir yargılama boyunca bir dosya en fazla iki defa takipsiz
bırakılır. Eğer ikiden fazla kez takipsiz bırakılırsa dava açılmamış sayılır. Davanın açılmamış
sayılmasıyla davanın açılmasına bağlanan bütün sonuçlar ortadan kalkar, açılmamış sayılan
davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır.
(PRATİK BURADA BİTİYOR)

DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ (İBRAZI) VE DELİLLERİN SUNULMASI


(İKAMESİ)
- Delillerin gösterilmesi delillerin neler olduğunu mahkemeye ve dolayısıyla karşı tarafa
göstermek, belirtmek, ibraz etmek, bariz hale getirmektir.
- Delillerin gösterilmesi davalı ve davacı açısından kanunda ayrı ayrı gösterilmiştir.
Davacı açısından delillerin gösterilmesi; dava dilekçesi ve cevaba cevap dilekçesiyle mümkün
olur.
Davalı açısından; davaya cevap dilekçesi ve ikinci cevap dilekçesiyle mümkün olur.
- Bu deliller tarafların elinde bulunuyorsa taraflar bu delilleri dilekçeyle birlikte fiziken
mahkemeye vermelidir. Normal şartlarda tarafların dilekçeyi göstermesi ve sunması dilekçeler

66
teatisi aşamasında bitmelidir. Bazı hallerde tarafların dilekçelerinde göstermiş oldukları deliller
kendi ellerinde bulunmayabilir. Bu durumda deliller başka yerden getirilecekse dilekçelerinde
delillerin nereden getirtileceğine dair açıklama yapması gerekir. Eğer dilekçeleriyle birlikte
belgelerini sunmazlarsa mahkeme tarafları öninceleme duruşmasına davet ederken çıkardığı
davetiyeye tarafların dilekçelerin gösterip sunmadığı belgeleri sunmaları için ya da belgeleri
başka yerden getirteceklerse ona ilişkin açıklama yapmak için 2 haftalık eksin süre vereceği
hususunu ekler. Taraflar bu delili mahkemeye sunmazlarsa ya da gerekli açıklamayı
yapmazlarsa delili kullanmaktan vazgeçmiş sayılırlar.
- Bütün bunların sonucu olarak delillerin gösterilmesi ve delillerin sunulması birbirinden farklı
şeylerdir.

- Bazı deliller mahiyeti gereği ibraza elverişlidir. Onu ibraz etmek mümkündür ama onu
mahkemeye sunma gücü tarafta bulunmayabilir. Mesela bilirkişiye dayanma delil olarak
gösterilebilir ama bu mahkemeye sunulamaz, bu mümkün değil. Hakimin seçeceği uzman
kişiye dosya tevdi edilince ve bilirkişi de raporunu yazıp sunarsa bilirkişi delili dosyaya girer ve
mahkemeye sunulmuş sayılır. Dolayısıyla bilirkişi deliline başvurulacaksa bunun dosyada
gösterilmesi yeterli. Hakim bunu bilirkişiye gönderip bilirkişi de raporunu hazırlayıp dosyaya
sunduğu zaman bilirkişi delili mahkemeye sunulmuş sayılır. Tanık delili de böyledir. Dilekçeye
tanık deliline başvurulacağı ve hangi dava için ispatlanacağının belirtilmesini yeterli. Bazı
hocalar tanık isimlerinin yazılması gerektiğini düşünüyorlarsa da Yargıtay kararları yazılmaması
yönünde.

Sonradan delil gösterilmesi

MADDE 145
(1) Taraflar, Kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan
ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi
ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin
verebilir.

AÇIKLAMALAR: Sonradan delil gösterilmesi tahkikat aşamasına ilişkindir. Birinci cümledeki


kanunda belirtilen süre iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağına kadar
geçen süredir. Bu süreden sonra delil gösterilemez. En son delil gösterileceği nokta hakimin
tarafların öninceleme duruşmasına çağırırken davetiyede verilen süredir. Fakat HMK m.145’e
göre sonradan izin gösterilmesi hakimin iznine bağlıdır. Sonradan izin gösterme tahkikat
aşamasında olur. İleri sürülmek istenen delil yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa ya da
süresinde ileri sürülmemesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa mahkeme o delilin
sonrada ileri sürülmesine izin verebilir:

1. Sonradan delil gösterilmesi mahkemenin iznine bağlı


2. Delilin sonradan gösterilmesi yargılamayı uzatma amacı taşımamalı veya süresinde ileri
sürülmemesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmamalı. Mesela bir delil sonradan
ortaya çıkmış olabilir ya da delilden tarafın sonradan haberi olmuş olabilir. Tabi kural
olarak dilekçelerin sunulmasının son zamanı dilekçeler teatisinin sona erdiği zamandır.

67
Gösterilen dilekçelerin sunulacağı son zaman öninceleme aşamasında hakimin verdiği
ek sürenin sonudur. Tanık ve bilirkişi delili kullanılacaksa bunların dilekçede yazılması
yeterlidir.
Eğer o delilin gösterilmemesi haklı bir nedene dayanıyorsa izin vermek mümkün. Ama Yargıtay
bu maddeyi çok dar bir şekilde uyguluyor. Genel Kurul Kararıyla birlikte bu madde birazcık
daraltılmış durumda. Hukuk genel kuruluna göre başlangıçta sunulması mümkün bir delili
yargılamayı geciktirme aşamasına bakılmaksızın daha sonra gösterilmesine izin verilmez. İzin
verilmesinin usul ekonomisine aykırı olacağını iddia ediyor. İspat hakkı, adil yargılanma hakkı
gözetilerek bu madde bu kadar dar yorumlanmamalı ama doktrin ve Yargıtay’ın görüşü bu
yönde.

İddia ve savunmaların değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı karşı tarafın açık muvafakati ya da


ıslahla aşılabilir. Bu iki yoldan biriyle sonradan delil gösterilebilir. Islah yargılama boyunca bir
defa kullanılır ve karşı tarafın açık muvafakati pek karşılaşılan bir şey değil.
Resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalarda delillerin gösterilmesi ve sunulması süreye
bağlı değil ve hakim de resen araştırma ilkesine göre araştırma yaptığından hakim istediği
zaman delilleri araştırıp dava dosyasına ekleyebilir. Ama hukukumuzda genel kural taraflarca
getirilme ilkesidir.

1. KESİN DELİLLER
1. SENET
- Senet uygulamada en çok karşılaşılan kesin delildir. Kanunda senedin tanımı yok. Bu tanım
içtihatlar ve doktrine göre yapılır. Bir vakıanın doğruluğunu hakkında tam bir bilgi ihtiva eden,
aleyhine kullanılacak kişiden sadir olunan (imzasını taşımak) yani aleyhine kullanılacak kişinin
el ürünü imzasını taşıyan, fiziki varlığı olan bir cisim üzerine yansıyan belgeye senet denilir.
Buradaki fiziki varlık genellikle kağıt olsa da bu aynı zamanda tahta, duvar vb. olabilir. Yani az
çok üzerindeki yazıyı taşımaya elverişli olmalıdır. Bu elverişliliği bulunmayan cisimler senet
oluşturmaya yeterli olmaz.
- Yazının alfabesi önemli değil, başka dilde olabilir. Bu dilin bugün için kullanılan ve çözebilecek
birisinin olduğu bir dil olması gerekir.
- Cismin üzerindeki yazı biz neyi ifade etmek istiyorsak onunla ilgili tam bir bilgi ihtiva eder.
Mesela B, A’nın kiracısı, her seferinde kirayı elden veriyor. Zarfın içine yazı yazıyor. Merhaba
ben B, bu ayın 1000 TL olan kirasını naklen ödüyorum deyip altına imza atıyor ve bu şekilde
senet oluşturuyor. Mesela merhaba ben B, parayı A’dan alıyorum diyor ve altına da imzasını
atıyor. Burada ödünç mü bağış mı olduğunu yazmamış. O halde bu bir senet olmaz, sadece
belge sayılır.

RESMİ SENETLER

68
- Az önce bahsettiğimiz senetler adi senetlerdi. Resmi senetler üç türlü şekilde
düzenlenebiliyor:
1. Noterde Düzenlenen Senetler
a. Düzenleme Şeklinde
b. Uyarlama Şeklinde
2. Resmi Makam ve Mercilerin Düzenlediği Senetler: Mesela tapu dairesi ve icra
dairesinin düzenlediği senetler…
3. Yabancı Ülkede Düzenlenmiş Olan Senetler: Bunlar Türk Konsolosluğu tarafından
onaylanmışsa Türk Mahkemeleri nezdinde resmi senet sıfatı kazanır.

- Şunu unutmamak gerekir ki bütün senetler belgedir ama bütün belgeler senet değildir.

Senetle ispat zorunluluğu


MADDE 200

(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve
itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri
ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin
miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından
aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme
hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.
AÇIKLAMALAR:

Fıkra 1 = Buradaki iki bin beş yüz ifadesi şaşırtmamalıdır, bu miktar her sene değişiyor. 2020
için senetle ispat zorunluluğunun sınırı 4480 TL’dir. Bu sınırın üstünde kalan uyuşmazlıklarda
senetle ispat zorunludur. Burada bakmamız gereken parasal sınır davanın açıldığı tarih değil.
Bakmamız gereken tarih hukuki işlemin tarihidir. Hukuki işlem ne zaman yapılmışsa o tarihin
parasal sınırı dikkate alınır. 2020’de yapılan hukuki işlemler için parasal sınır 4480 TL’dir.
Diyelim ki 10000 TL’lik alacak var, bu alacağın 6000 TL’si ödenmiş ve 4000 TL kalmış. Bu 4000
TL 4480 TL’lik parasal sınırın altında kalıyor. Ama kanun ödemeyle bu sınırın altına düşülse de
parasal sınırdan kurtulamazsın, esas borç üzerinden parasal sınır dikkate alınır.
Senetle ispat = Kesin delille ispat zorunluluğudur. Senetle ispatla zorunluluğu olduğunda
sadece senetle değil diğer kesin delillerle de ispat etmek mümkündür yani diğer kesin deliller
de bağlayıcıdır.
Fıkra 2 = Senetle ispat zorunluluğunun olduğu durumda karşı taraf açıkça rıza gösteriyorsa bu
husus hakkında tanık dinlenilmesi mümkündür. Senetle ispat zorunluluğu delil sözleşmesiyle
de bertaraf edilebilir. O halde senetle ispat kuralı kamu düzeninden değil. O halde senetle
ispatın istisnaları Fıkra 1’in son cümlesi, fıkra 2 ve delil sözleşmesi olmak üzere üç tanedir.

69
- Hukuki işlem belli bir beyanda bulunulmak için ortaya konulmuş bir şeydir. Hukuki işlem tek
taraflı ya da iki taraflı olabilir. Bunların tümü HMK 200 açısından hukuki işlem olarak kabul
edilir.
- Hukuki işlemin niteliği açısından tasarruf işlemi ve borçlandırıcı işlemin ikisine de HMK m200
uygulanabilir.
- Geçerlilik şartıyla ispat şartı birbirinden farklı şeylerdir. Kanun tarafından bir hukuki işlemin
sağlıklı olması için bir şart öngörülmüşse bu geçerlilik şartıdır. Mesela taşınmaz satışı tapu
memurunun önünde alıcıyla satıcının açık irade beyanlarının tapu kütüğüne yansıtılmasıyla
olur. Bu resmi geçerlilik şartıdır, bu geçerlilik şartı olmazsa burada artık bir sözleşme
olduğundan bahsedemeyiz, geçerlilik şartına aykırılık olur. Diyelim ki kira sözleşmesi yaptık.
Kira sözleşmesi şekle bağlı değil. Kira sözleşmesi yazılı olarak yapmak ispatı kolaylaştırır.
Dolayısıyla ispat şartı ile geçerlilik şartı birbirinden farklıdır.
- Davada tek bir hukuki işlemin değil, hukuki ilişkinin tüm unsurlarının senetle ispat edilmesi
gerekir. Mesela sözleşme yapıldı, sözleşmede talep 100.000 TL. Bu dava kapsamında tarafların
yapması gereken edimler vardır. Bu edimlerin de senetle ispat edilmesi gerekir. Dolayısıyla
hem ödenecek meblağ bakımından hem de edimin senetle ispatlanması gerekir.

Senede karşı tanıkla ispat yasağı


MADDE 201
(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan
kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir
miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.
AÇIKLAMALAR: Buradaki parasal sınır da her sene güncellenir. Diyelim kisenetle ispat
zorunluluğu olmayan bir durum var. Ama taraf iddiasını senetle ispat etmiş. Eğer onun senetle
yapmış olduğu ispatı bertaraf etmek istiyorsanız yine senet sunmak zorundasınız. Senede karşı
tanıkla ispat yasağı bunu ifade eder. Karşı taraf ortaya senet koyduysa sen de senet koymalısın.
Yani bir taraf ortaya kesin delil koyduysa sen de ortaya kesin delil koymalısın. Tanıkla ispat
takdiri delildir. Yani buradaki yasak takdiri delillerde yasaktır.

Belgelerin halefler aleyhine kullanılması ve adi senetlerin üçüncü kişiler için hüküm ifade
etmesi
MADDE 215

(1) Bir kimsenin aleyhine delil olarak kullanılabilecek belgeler, o kimsenin halefleri aleyhine de
delil teşkil eder.

70
(2) Bir adi senet bakımından, kendisine ibraz olunduğu noter veya yetkili memur tarafından
usulüne uygun olarak onaylanmış ise ibraz tarihi, resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihi,
imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihi, imza edenlerden birinin imza etmesine fiilen imkân
kalmamışsa bu imkânı ortadan kaldıran olayın meydana geldiği tarih üçüncü kişiler hakkında
da hüküm ifade eder. Adi senette bahsedilen diğer senetlerin tarihleri, üçüncü kişiler hakkında
ancak son senet tarihinin onaylanmış olduğunun kabul edildiği tarihte hüküm ifade eder.
AÇIKLAMALAR: Tüm belgeler buy kapsamdadır, yani hem 200.maddedeki senetler hem de
m.199’daki belgeler bu kapsamdadır. Bu belgeler, deliller halefiyet ilişkisi söz konusuysa
halefleri de bağlar.

Senetle İspat Kuralının Önemi


1. Tanıkla ispat kuralının güvenirlik bakımından şüphe uyandırması,
2. Yargılamayı hızlandırmak.

SENETLE İSPAT KURALININ İSTİSNALARI


1. Delil Başlangıcı (HMK m.202): Mesela senetle ispat zorunluluğunun olduğu bir hal var ve
elinizde senet yok. Ama elinizde delil başlangıcı sayılacak bir belge varsa tanık dinlenebiliyor,
yani takdiri delil kullanılabiliyor. Mesela ortada bir imza yok, ama bir belge var ve o belge
hukuki işlemi muhtemel gösteriyor. Belge tek başına bu madde bağlamında senetle ispat
kuralının istisnasını oluşturuyor ama onu bir takdiri delille desteklemek şartıyla bu istisnayı
oluşturuyor. Delil başlangıcında olması gereken şeyler
i. Belge olacak
ii. Bu belgeyi düzenleyen gerçek veya tüzel kişinin el yazısıyla verilmiş ya da gönderilmiş
olacak, o belgeyi doğuran kişi bunu intikal ettirebilecek
iii. Vakıayı tam olarak belirtebileceği gibi muhtemel göstermesi de yeterli olacak.
Bu üç husus birlikte sağlanırsa o belge delil başlangıcı olarak kullanılabilir.
B el yazısıyla A’ya borcum var demiş ama altında imzası var. Bu bir belgedir ancak delil
başlangıcı olması için takdiri delille desteklenmesi lazım. Yazarkasa fişleri senet mi? Yazarkasa
fişleri el yazısıyla yazılmıyor. Ama düzenlenme usulünde onu düzenleyen kişinin kim olduğu
belirlenebiliyorsa bunun delil başlangıcı olduğu kabul edilebilir. Çünkü önemli olan fişin
aramızdaki hukuki ilişkiyi muhtemel kılmasıdır. Bu bir belge ve önemli olan fişin gerçekten
belgenin aleyhine kullanılacak kişi tarafından mı düzenlenmiştir onun tespit edilmesidir.
Delil başlangıcı
MADDE 202
(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.

71
(2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte,
söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya
temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.

2. HMK m.203: Tanık dinlenebilir demişse zaten takdiri delil kullanılabilir demektir.

Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları


MADDE 203
(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.
b) İşin niteliğine ve tarafların durumlarına göre, senede bağlanmaması teamül olarak yerleşmiş
bulunan hukuki işlemler.
c) Yangın, deniz kazası, deprem gibi senet alınmasında imkânsızlık veya olağanüstü güçlük
bulunan hâllerde yapılan işlemler.
ç) Hukuki işlemlerde irade bozukluğu ile aşırı yararlanma iddiaları.

d) Hukuki işlemlere ve senetlere karşı üçüncü kişilerin muvazaa iddiaları.


e) Bir senedin sahibi elinde beklenmeyen bir olay veya zorlayıcı bir nedenle yahut usulüne göre
teslim edilen bir memur elinde veya noterlikte herhangi bir şekilde kaybolduğu kanısını
kuvvetlendirecek delil veya emarelerin bulunması hâli.

AÇIKLAMALAR: Bu haller varsa tanık dinlenebilir (takdiri delilden yararlanılabilir).


e. Mesela senet işyerinin kasasındadır. Orada yangın çıkmıştır. O yangını ispat edip senedin
orada yandığı hususunda hakimde bir kanaat oluşturarak senetle ispat zorunluluğunu bertaraf
ederek takdiri delilden yararlanılabilir.

Adi senetlerin ispat gücü


MADDE 205
(1) Mahkeme huzurunda ikrar olunan veya mahkemece inkâr edenden sadır olduğu kabul
edilen adi senetler, aksi ispat edilmedikçe kesin delil sayılırlar.

(2) Usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulan elektronik veriler, senet hükmündedir.
(3) Hâkim, mahkemeye delil olarak sunulan elektronik imzalı belgenin, güvenli elektronik imza
ile oluşturulmuş olup olmadığını resen inceler.
AÇIKLAMALAR:

Fıkra 1 = Bizim elimizde adi senet varsa ve mahkemece ikrar olunmuşsa ya da inkar edilenden
sadır olduğu anlaşılıyorsa bu adi senetler aksi ispat edilmedikçe kesin delil sayılır.

72
Fıkra 2 = Usulüne göre güvenli elektronik imza ile oluşturulan elektronik veriler, senet
hükmündedir.
Fıkra 3 = Elektronik imzaya ilişkin kanundaki düzenlemelere göre hakim imzanın geçerli bir
elektronik imza olup olmadığını değerlendirir.

Yazı veya imza inkârı


MADDE 208
(1) Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı
inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak
kullanılır.

(2) Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde, belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp
mühürlenerek, saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.
(3) Bir belgenin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri
sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabilir.

(4) Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka
resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara
bağlanabilir. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa,
dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir.

AÇIKLAMALAR: Taraflardan birinin mevcut bir senede karşı inkarda bulunmuş olması durumu
o belge bakımından bir sahtelik iddiasıdır. Bu bir ön sorun olduğu için hakimin bunu öncelikli
olarak değerlendirmesi gerekir. Sahtelik iddiası söz konusu olduğunda hakim öncelikli senet
hakkında bir işleme karar verene kadar o senedi herhangi bir işleme esas almıyor. Peki hakim
sahtelik iddiasını nasıl inceleyecek? HMK m.211’de düzenlenen bir prosedür var.
Bir belgenin sahteliğini iddia eden taraf bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebilir,
isterse de sahtelik ile ilgili ayrı dava açabilir.
Adi senedin iptal edilmesini isteyen kişi ister davanın görüldüğü mahkemede bunu yapabilir,
isterse de ayrı dava açabilir. Ama resmi senet iptal edilecekse o zaman resmi senedi
düzenleyen kişiyi de taraf göstererek ayrı dava açması gerekir. Hakimden bu durumda dava
açılması için iki haftalık kesin süre istenebilir.

Sahtelik incelemesi
MADDE 211
(1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da
dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:

73
a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse,
huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri
değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar
verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir
karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı
takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine
çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.
b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir
kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce,
mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden
getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak
inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı
yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir.
AÇIKLAMALAR: Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın
açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir
(hakim bu sıralamaya uymak zorunda):
1. Hakim yazı veya imzayı inkar eden tarafa bu senin imzan mı diye sorar. Adam benim imzam
değil derse kendi huzurunda bu kişiye yazı yazdırır ve imza attırır.

2. İnkar edilen senetle arasında karşılaştırma yapar ve bir kanaate varamazsa bu durumda
inkar edenin imzalamış olduğu resmi kurumlardaki evrakları isteyecek. Bu evraklardaki imza
ve yazıları karşılaştıracak.
3.Yine de bir kanaate varamazsa hakim bilirkişi marifetiyle imzanın bu kişiye ait olup olmadığını
tespit ettirecek. Bu inceleme ise genellikle makineyle yapılır. Uygulamada zaten hakim
bilirkişiye gönderir, çünkü bu sorumluluk altına girmek istemezler. Ama bilirkişiye bu
sıralamayı gözettikten sonra gönderirler. Önce isticvap ettirirler (soru sorarlar), ondan sonra
huzurunda yazı yazdırıp imza attırır, anlayamazsa resmi kurumdan evrakları isteyecek, yine
anlayamazsa bilirkişi marifetiyle imza tespit ettirilecek.

Güvenli elektronik imzalı belgenin inkârı


MADDE 210
(1) Güvenli elektronik imzayla oluşturulmuş verinin inkârı hâlinde, hâkim tarafından veriyi
inkâr eden taraf dinlendikten sonra bir kanaate varılamamışsa, bilirkişi incelemesine
başvurulur.

Sahte senedin iptali

MADDE 212

74
(1) Bir senedin sahte olduğuna dair karar kesinleştikten sonra, senedin altına sahte olduğu
yazılarak senet iptal olunur. Resmî senetlerde, senedin ilgili dairedeki aslı da bu yolla iptal
edilir.

Haksız yere sahtelik iddiası


MADDE 213
(1) Sahtelik iddiası sonunda haksız çıkan taraf kötüniyetli ise bu sebeple ertelenen her bir
duruşma için celse harcına ve talep hâlinde bu sebeple diğer tarafın uğradığı zararları tazmin
etmeye mahkûm edilir.

(2) Resmî senetteki imza veya yazı inkâr edildiğinde, yukarıdaki harç miktarı iki katı olarak
uygulanır.
(3) Bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmesinden önce, tarafların sahteliğe ilişkin
iddialarından vazgeçmeleri hâlinde, hâkim, tazminattan indirim yapabileceği gibi tazminata
hükmetmeyebilir.
AÇIKLAMALAR: Resmi senede ilişkin bir haksız yere iddia varsa harç miktarı para cezası olarak
iki kat artırılır.

Sahtelik hakkında hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının etkisi


MADDE 214
(1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz
konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez.

(2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da
beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini
engellemez.
AÇIKLAMALAR: Normal şartlarda mahkemelerin vermiş olduğu karar birbirini bağlamaz ama
burada hukuk mahkemesince verilmiş olan belgenin sahte olmadığına ilişkin karar kesinleşirse
söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde sahtelik iddiası dinlenmez.
Bir belgenin sahteliğine ilişkin ceza mahkemesinde bir beraat kararı verilmiş olsa bile hukuk
mahkemesi yine de belgenin sahteliğini inceleyebilir.
- Sahtelik iddiası bir defi ya da itiraz değil. Sahtelik iddiası kendine münhasır bir muhalefettir.
O yüzden ayrı bir prosedürde düzenlenir.

75
(12/08/2020)
(Ses Kaydını Hoca Geç Başlattığı İçin Kaçırdığım Kısımlar Var)

Ticari defterlerin ibrazı ve delil olması


MADDE 222

(1) Mahkeme, ticari davalarda tarafların ticari defterlerinin ibrazına kendiliğinden veya
taraflardan birinin talebi üzerine karar verebilir.
(2) Ticari defterlerin, ticari davalarda delil olarak kabul edilebilmesi için, kanuna göre eksiksiz
ve usulüne uygun olarak tutulmuş, açılış ve kapanış onayları yaptırılmış ve defter kayıtlarının
birbirini doğrulamış olması şarttır.

(3) İkinci fıkrada belirtilen şartlara uygun olarak tutulan ticari defter kayıtlarının sahibi ve
halefleri lehine delil olarak kabul edilebilmesi için, diğer tarafın aynı şartlara uygun olarak
tutulmuş ticari defterlerindeki kayıtların bunlara aykırı olmaması veya diğer tarafın ticari
defterlerini ibraz etmemesi yahut defter kayıtlarının aksinin senet veya diğer kesin delillerle
ispatlanmamış olması gerekir. Diğer tarafın ikinci fıkrada yazılan şartlara uygun olarak tutulan
ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi hâlinde ticari defterler, sahibi lehine
delil olarak kullanılamaz. Bu şartlara uygun olarak tutulan defterlerdeki sahibi lehine ve
aleyhine olan kayıtlar birbirinden ayrılamaz.
(4) Açılış veya kapanış onayları bulunmayan ve içerdiği kayıtlar birbirini doğrulamayan ticari
defter kayıtları, sahibi aleyhine delil olur.
(5) Taraflardan biri tacir olmasa dahi, tacir olan diğer tarafın ticari defterlerindeki kayıtları
kabul edeceğini belirtir; ancak, karşı taraf defterlerini ibrazdan kaçınırsa, ibrazı talep eden taraf
iddiasını ispat etmiş sayılır.

- Ticari defterlerin açılış ve kapanış onaylarının mutlaka noterce yapılmış olması gerekir.
- Yıllık onaylarda noter tasdiki zorunluluğu kaldırıldı ama yine de açılış bakımından noter
zorunluluğu var.

- Kayıtların birbirini doğrulaması gerekir. Karşı taraf tacirse onun da aynı şartlara bağlı olarak
tutulan defterlerle burada tutulan defterlerin uyuşması gerekir veya diğer tarafın sunduğu
kesin delilin bizim sunduğumuz ticari defterlerdeki ticari kayıtları çürütmemesi, onların aksini
söylememesi gerekir.
- Diğer taraf da tacirse, onun da ticari defterleri kanuna uygun tutulmuşsa, buradaki kayıtlar
bizim kayıtlarımızdan farklıysa bizim kayıtlarımızın lehimize delil teşkil etmesi mümkün olmaz.
Ama onun ticari defterleri doğru tutulmamışsa onun kayıtlarının bizi doğrulamaması bizim
defterlerimizin delil niteliğini etkilemiyor. Eğer diğer taraf tacir değilse bizim ticari

76
defterlerimize dayanmamız diğer taraf için ispatı büyük ölçüde zorlaştıracak bir durum olur.
Dolayısıyla bundan dolayı karşı tarafın tacir olmadığı hallerde ticari defterlere dayanılması için
tacir olmayan tarafın muvafakat etmesi gerek.
- Ticari delillerle ispat kesin delillerle ispat mıdır yoksa takdiri delil midir? Bu konuda usul
hukukçuları arasında bir ihtilaf yok. Ancak ticaret hukukçularının bir kısmı kesin delil olarak
kabul etmiyor.
- Ticari defterleri usulüne uygun tutulmamışsa bu ticari defterler sahibi aleyhine delil olmuş
olur.
- Burada aynı zamanda tacir olan kişilerin defterlerini kanuna uygun olarak tutmalarını
sağlamak esas alınmış. Ticari defterlerin bunları düzenleyen aleyhine delil oluşturması halinde
bunların delil vasfı nedir? Böyle bir durumda kesin bir delil olamaz, takdiri delil olabilir. Çünkü
bunlar zaten kanuna uygun olarak tutulmadıkları açıkça görülmüş olan belgelerdir. Bu da olsa
olsa takdiri delil açısından kabul edilir.
- Eğer tutulan defterler usulüne uygun olarak tutulmuşsa, noter kayıtlarını içeriyorsa, kayıtlar
birbirini doğruluyorsa, karşı tarafın tacir olduğu durumda onun usulüne uygun tutmuş olduğu
defterindeki kayıtlarla örtüşüyorsa ticari defter tutan kişinin lehine kesin delil olarak kabul
edilir, usulüne uygun tutulmayan defter karşı tarafın lehine takdiri delil olarak kabul edilir.

2. YEMİN DELİLİ
- Şekil serbestisini kabul etmiş usul hukukunda senetle ispat kuralı getirilmiş. Borçlar
hukukunda açıkça şekil şartına bağlanan hukuki işlemeler bakımından şekil serbestisi söz
konusu. Ama ana kural şekil serbestisidir. Geçerliliği şekil şartına bağlamanın istisna olduğu
hukuk sistemine senetle ispat kuralı getirilmişse bunun aşmanın yolunu da ortaya getirmek
gerekir. Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları var ama bunlar yeterli olmuyor. Senetle
ispatın zorunlu olduğu hallerde ortada senet olmadığında ve istisnaları uygulanamadığında
vakıanın ispatsız kalma tehlikesi ortaya çıkıyor. Bunun bertaraf edilmesi için yemin kesin delil
olarak kabul edilmiş.
- Yemin aşağı yukarı tüm hukuk sistemlerinde mevcut. İspat yükü kendisine düşen tarafın
hasma yönelteceği şekilde düzenlenmiş. İspat yükü bendeyse ve ben de bunu
ispatlayamıyorsam hakim bey bunu yeminle ispatlayacağım diyemem. Bu yemin değil. İspat
yükü kendisine düşen tarafın hasma yöneltileceği şekilde düzenlenmiştir.
- Bizde kesin delille ispatlanacak bir vakıa var diyelim ama ispatı gereken vakıa hakkında senet
ibraz edememişiz, kesin delil sunamamışız. İspat yükü bizde, o vakıa ispatsız kalacak. İspatsız
kalınca sonucuna da ben katlanacağım. Bu sebeple son çare olarak karşı tarafın ahlaki ve
manevi değerlerine ilişkin hassasiyetine sığınarak ona yemin teklif edilir.
- Sözleşme serbestisinin olduğu bir hukuk sisteminde senetle ispat zorunluluğu getirilmişse
yeminin hukuk sistemine girmesi normaldir.

77
- Yemin prensip itibariyle kesin delille ispatın gerekli olacağı durumlarda müracaat
edilebileceği bir kurumdur. Ama takdiri delille ispatı mümkün olan bir vakıaya ilişkin durumda
ispat yükü kendisine ait olan tarafın elindeki takdiri delil de bulunmaması durumunda yemine
başvurabilir. Kesin delille ispat zorunluluğu olduğu halde elde kesin delil yoksa ama takdiri delil
varsa yine de yemine başvurulabilir. Kesin delille ispat zorunluluğu yok ama kişide hiç takdiri
delil de yoksa takdiri delil bulunmadığı için yemine başvurulur.
- Bir vakıaya ilişkin ispat yükü kendisine düştüğü halde bunu diğer delillerle ispatlayamayan
tarafın son çare olarak karşı tarafın ahlaki ve manevi değerlerine sığınılmasına yemin denilir.
- Yemin kesin delildir, ama başka yerlerde de yemin karşımıza çıkar.

Yeminin konusu
MADDE 225
(1) Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin
kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden
kaynaklanan vakıa sayılır.
AÇIKLAMA: Burada bilmesinden öte bilebilecek durumda olması daha makuldür. Mirasçının,
külli halef sıfatıyla hareket eden murise yemin ettirmek mümkün değil.

Yemine konu olamayacak vakıalar


MADDE 226
(1) Aşağıdaki hususlar yemine konu olamaz:
a) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar.

b) Bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller.
c) Yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da
kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar.
AÇIKLAMALAR:
C bendi bizim için önemlidir. Mesela şu belge benim elimdeydi ama geldi bunu çaldı.
Çalmadığına yemin etsin derse karşı tarafın vereceği yemin ceza soruşturması ve
kovuşturmasıyla karşı karşıya bırakacağından mümkün değildir.
Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar bakımından resen araştırma ilkesi
kullanıldığı için yemin teklifine müracaat mümkün değil.

B bendi: İşlemin geçerliliği bakımından kanunun özel bir şekil aradığı, tarafların iradesinin
yetmediği durumlar olabilir. Mesela resmi şekilde yapılması gereken hukuki işlem adi şekilde
yapılmışsa iki tarafın iradesinin uyuşması kafi değildir.

78
Hakimin reddi söz konusuysa yemine müracaat edilemeyeceği açıkça düzenlenmiştir.

Yemini yerine getirecek kimseler


MADDE 232
(1) Yemin, tarafa teklif olunur ve tarafça eda yahut iade olunur.

(2) Taraflardan biri tüzel kişi yahut ergin olmayan veya kısıtlı bir kimse ise onlar adına yapılmış
bir işleme ilişkin vakıanın ispatı için yemin, tüzel kişiyi temsile yetkili kişi veya organ yahut
kanuni mümessil tarafından eda ya da iade olunabilir.
(3) Ergin olmayan veya kısıtlı kimselere bizzat dava hakkı tanınan hâllerde, ikinci fıkra hükmü
uygulanmaz.

Bu maddede tüzel kişiler için şöyle bir sorun çıkıyor. Tüzel kişilerin ömrü insan hayatından çok
daha uzun olabiliyor ve onların ortak ve temsilcileri zaman içerisinde değişiyor. Acaba yemini
hangi zamandaki temsilci yapacak? Yeni kanuna göre o an tüzel kişiyi temsil etmekte olan
gerçek kişinin yemini eda edeceğini kabul etmek gerekir. Aksi durum yemin gerçekleştirmeyi
zorlaştırır.
Yemin teklifi edebilmek için eğer vekilse vekaletnamesinde buna ilişkin özel bir yetkinin
bulunması gerekir. Vekaletnamesinde buna ilişkin bir yetki yoksa vekil genel vekaletnameye
dayanarak karşı tarafa yemin teklifinde bulunamaz. Karşı taraf vekilin vekaletnamesinde de
özel bir yetki yoksa karşı tarafı temsil eden taraf karşı tarafa yöneltilen yemin teklifini iade
edemez. Tabi ki yeminini kendisini sadece tarafın kendisi yapar.
Dava veya cevap dilekçesinde yemini delil olarak gösterirken bu gösterimin geçerli olarak kabul
edilip edilmemesi açısından daha dava açıldığı ya da cevap dilekçesi yazıldığı sırada
vekaletnamede özel yetki bulunması gerekir mi yoksa bu özel yetki koşulunu yemin
prosedürünün başladığı sırada mı tamamlanması gerekir? Bu konuda yemin teklifi açısından
kanun özel yetki aradığı için dilekçede yazılsa bile ilgili vakıanın ispatı sırası geldiğinde ilgili taraf
yemine dayandığını açıkça belirtmedikçe yemin lehine dilekçe verilmiş olması herhangi bir
sonuç doğurmaz. Dava açıldığı sırada dava dilekçesi ya da cevap dilekçesi hazırlanırken yeminli
bir vakıanın ispatı için kullanılacağını göstermiş olan tarafın vekilinin vekaletnamesinde yemine
ilişkin özel bir yetki bulunmuyorsa bile bu önemli bir noksanlık teşkil etmeyecektir. Tahkikat
aşamasında gösterdiği yemine dayanmak istediği anda özel yetkinin tamamlanmış olması
gerekir.

Taraflar tüm yasal deliller şeklinde genel bir ifade kullanmışsa hakim ilgili vakıanın incelenme
sırası geldiğinde vakıanın ispatı henüz gerçekleşmemişse vakıanın ispatı için tarafa yemin
teklifini hatırlatmak zorunda mıdır? Yargıtay bu tartışmayı bitirdi. Hakim ona yemini
hatırlatmak zorunda değildir. Ama olması gerektiği gibi vakıaları sıra numaraları altında ayrı
ayrı yazmışsa ve yemini de yazmışsa hakimin o zaman yemini hatırlatması gerekecektir.
Taraf davasını kendisi takip ediyorsa yemini kendisi teklif edebilir ya da kendisine teklif edilen
teklifi iade edebilir. Karşı taraf kendisini davada herhangi bir avukatla temsil ettirmiyor ve

79
davasını kendisi takip ediyorsa kendisine sunulan yemin teklifini kabul edebilir ya da iade
edebilir.
Bir taraf kesin delili dışında başkaca bir delili olsa da yemine dayanabilir. Bu akıllıca bir iş
olmayabilir.
Yemin teklif etmek oku yaydan fırlatmak demektir. Diğer taraf yemin teklifini kabul ettikten
sonra artık yemin teklifi geri çekilemez. Karşı taraf yemin teklifini kabul etmiyorum, iade
ediyorum diyebilir. Yani hayır ben yemin etmiyorum, o olayın kendi söylediği gibi olduğuna
yemin etsin diyebilir. Buna yeminin iadesi denir.
Yemin edecek taraf haklı bir mazereti olmaksızın duruşmaya gelmezse yemin konusu vakıayı
ikrar etmiş sayılır ve bu hususa davetiyede yer verilmelidir.

Yemin etmemenin sonuçları


MADDE 229
(1) Yemin için davet edilen kimse, tayin edilen gün ve saatte mahkemede geçerli bir özrü
olmaksızın bizzat hazır bulunmaz yahut hazır bulunup da yemini iade etmez ya da yemini eda
etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılır.
(2) Kendisine yemin iade olunan kimse, yemin etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıa ispat
edilememiş sayılır.

Yemin edecek kişi o anda yargı çevresi dışındaysa yine davanın görülmekte olduğu mahkemeye
gelmesi istenecek. Bulunduğu yerde ses ve görüntü teçhizatı mevcutsa ve karşı tarafın rızası
varsa bu yolla yemin edebilecek. Bu yoksa istinabe yoluyla yemin verilebilir.
Yeminin şekli

MADDE 233
(1) Yemin, mahkeme huzurunda eda olunur.
(2) Hâkim, yeminin icrasından önce yemin edecek kimseye, hangi konuda yemin edeceğini
açıklar, yeminin anlam ve önemini anlatır ve yalan yere yemin etmesi hâlinde cezalandırılacağı
hususunda dikkatini çeker.

(3) Yemin edecek kimse, yemin konusunun yeterli açıklıkta olmadığını ileri sürerse; hâkim,
karşı tarafın görüşünü aldıktan sonra derhâl bu konuda kararını verir.
(4) Sonra "Size sorulan sorular hakkında, gerçeğe uygun cevap vereceğinize ve hiçbir şey
saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine
yemin eder misiniz?" diye sorar. O kimse de "Bana sorulan sorular hakkında gerçeğe uygun
cevap vereceğime ve hiçbir şey saklamayacağıma namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün
inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum." demekle yemin eda edilmiş sayılır.
(5) Yemin eda edilirken, hâkim de dâhil olmak üzere hazır bulunan herkes ayağa kalkar.

80
AÇIKLAMALAR: Yemin mahkeme huzurunda eda edilir. İspat yükü kendisine düştüğü halde bir
vakıayı ispat edememiş olan taraf yemini teklif eder. Taraflar ve vekilleri hazır bulunurlar. Önce
yemin konusu vakıa davetiyede kendisine duyurulmuş olsa da hakim ilgili tarafa konuyu
hatırlatır. Yalan yere yemin etmenin hukuki ve ahlaki sonuçları hatırlatıyor ve yemini doğru
yapması hususunu ihtar etmiş oluyor.
Anayasa’da yer alan hiç kimsenin dini inancını açıklamak zorunda bırakılmaması ifadesi var.
Buna bağlı olarak yemin ifadesi değişikliğe uğramıştır. Ama yine de içine dini öge katılmış oldu.
"Size sorulan sorular hakkında, gerçeğe uygun cevap vereceğinize ve hiçbir şey
saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine
yemin eder misiniz?" diye sorar hakim. Yemin edecek kişi de "Bana sorulan sorular hakkında
gerçeğe uygun cevap vereceğime ve hiçbir şey saklamayacağıma namusum, şerefim ve kutsal
saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum." demekle yemin eda edilmiş
sayılır.

Taraf sebat ediyorum derse tutanak ona imzalatılarak yemin merasimi tamamlanmış olur.
Yemin merasimi tamamlandıktan sonra tutanak okunur ve hakim de dahil herkesin ayağa
kalkması gerekir. Yalan yere yemin etmek TCK tarafından ayrı bir suç kabul edilir. Edilen
yeminin yalan olduğu kanıtlanırsa buna ilişkin suç duyurusunda bulunulabilir ve ceza
soruşturması açılır.

İddia yükü kendisine düşen taraf yemin teklifin yaptıktan sonra karşı taraf bunu reddederse
vakıa ispatsız kalır. Kabul eder ve cevap verirse kişi yemininde ne dediyse o şekilde kabul
edilecek. Kendisine yemin teklifi edilen kişi ölür ya da fiil ehliyetini kaybederse yemin teklifi
geçersiz sayılır ve yemin teklifi edilmemiş duruma gelinir.
Yemin ancak kanundaki yollar izlenerek yapılabilir. Bunun dışındaki yeminler takdiri delille dahi
yapılamıyor.

3. KESİN HÜKÜM
- Kesin hüküm ancak ilk derece yargılaması bitirildiğinde elde edilecek delildir. Bir davanın
konusunu oluşturan uyuşmazlıkla ilgili olarak hukuki sebep ve vakıalar ile taraflar aynı olmakla
birlikte talep sonucu farklı olarak bir dava açılmışsa daha sonra aynı hukuki ilişki çerçevesinde
ileri sürülen vakıalar için önceki davada verilmiş olan karar kesin hüküm teşkil eder.

81
2. TAKDİRİ DELİLLER
- Takdiri deliller; tanık, bilirkişi ve keşif delilleridir. Belge de takdiri delildir (kitaplarda sayılmaz).
Belgenin kapsamı çok geniş. Bir kimsenin elinde senet niteliğinde olmayan evraklara belge
denilir. Evrakın üzerinde imza varsa bu bir senettir ve senetler kesin delillerdir.

1. TANIK DELİLİ
- Hukuki işlemlerde prensip olarak tanık söz konusu değil.

- Medeni yargının konusunu oluşturan uyuşmazlıkların kendisinden kaynaklanan hukuki


ilişkiler kurulurken gizlilik söz konusu değil. İşlem yapılırken orada bulunanlar duyu organlarıyla
bilgi sahibi olurlar. Uyuşmazlığın çözümü bakımından önem taşıyan bir vakıa hakkında duyu
organlarıyla edindiği bilgiyi daha sonra mahkemeye sözlü olarak aktaran kişiye tanık denir.

- Tanık maddi vakıa ile doğrudan doğruya karşı karşıya gelen kişidir. Buna karşılık başkasından
duyduğunu söyleyen kişinin durumu tanıklık değildir. Bu olsa olsa 192.maddede kanunda
düzenlenmeyen deliller çerçevesine girebilir.

Tanık gösterme şekli


MADDE 240
(1) Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir.
(2) Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı
ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar. Bu listede
gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez.
(3) Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa
adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez
veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır.

AÇIKLAMALAR: Buna göre tanık ancak taraf olmayan 3.kişi olabilir. Mesela feri müdahil tanık
olabilir. İhtiyari dava arkadaşları birbirlerine tanık olabilir, çünkü dava arkadaşı sayısı kadar
dava vardır, birbirlerine karşı davanın tarafı değildir üçüncü kişi konumundadırlar. Ama
mecburi dava arkadaşlığında o kişiler için tek bir dava söz konusu olduğu için birbirlerine karşı
tanık olamazlar.

- Bir kimsenin avukatı o kişinin tanığı da olabilir. Avukatlık cübbesini çıkartıp tanık olarak
duruşmada dinlenebilir. Daha sonra cübbesini giyip temsilcilik görevine devam edebilir. Yasal
temsilci ayrıca tanık olamaz.
- Tanıklık bakımından ayırt etme gücü olan herkes tanıklık yapabilir, ergin olmak ve tam
ehliyetli olmak zorunda değildir. Ayırt etme gücü tanıklar bakımından her somut olayda ayrı

82
ayrı değerlendirilir, mesela yabancı lisanla yazılmış sözleşmeye tanıklık eden birisi o dili
bilmiyorsa o zaman tanıklık yapabilecek durumda olmaz.
- Tanıklıkta akraba, nişanlılık gibi yasaklılık söz konusu değil. Çünkü tanığın yerine başkasını
ikame etmek mümkün değil, tanıkların sayısı zaten o an sınırlıdır.
- Tanık sayısı konusunda kanun koyucu bir sınırlama getirmemiştir.

Tanıklardan bir kısmının dinlenilmesiyle yetinilmesi


MADDE 241
(1) Mahkeme, gösterilen tanıklardan bir kısmının tanıklığı ile ispat edilmek istenen husus
hakkında yeter derecede bilgi edindiği takdirde, geri kalanların dinlenilmemesine karar
verebilir.

AÇIKLAMALAR: Özelikle hakkı kötüye kullanarak davaya uzatmak amacıyla bunu yapmakta
ısrarcı olunursa hakim bu maddeye dayanarak diğer tanıkların dinlenilemsinden imötina
edebilir.

- Tanık delilinden yararlanmak için bunun mutlaka dilekçede belirtilmesi gerekir. Tanığın
isminin yazılmasına gerek yok. Hangi vakıanın tanıkla ispatlanacağını belirtmek yeterli. O
vakıanın ispatlanması sırası geldiğinde hakim tanıkların bildirilmesi için süre verir ve bu süre
içerisinde tanıkların isimleri bildirilmelidir.

- Bir vakıaya ilişkin olarak bütün tanıkların isimlerini tek bir liste halinde hakime bildirilmelidir.
Tanık gösterme şekli
MADDE 240
(3) Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa
adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez
veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır.

Aynı vakıaya ilişkin ikinci bir tanık listesi verilemez. İki vakıadan ikisi de ayrı tanık listesiyle
sunulabilir.
- Tanık delilini sunduktan sonra hakim tanık deliline müracat edilip edilmeyeceğini resen
değerlendirecek. Tanık deliline müracaat edilemeyeceği kanaatine ulaşırsa karşı tarafın
muvafakatini soracak. Karşı taraf muvafakat etmezse tanıklar dinlenilmeyecek. Karşı taraf
muvafakat ederse ya da karşı tarafın muvafakati olmaksızın tanık deliline müracaat etmenin
mümkün olduğu durumlar söz konusuysa tanıkların dinlenilmesi karar verilecek.
- Gösterilen tanıklar mahkeme tarafından mahkemeye çağırılacak. Taraflara bu konuda bir şey
yüklenmez. Taraflar tanıkları getirmek zorunda değildir. Tanıklar gelmezse mahkeme zorla
getirtir.

83
Tanığın davet edilmesi

MADDE 243
(1) Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan
tanık da dinlenir. Şu kadar ki, tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün
belirlendiği hâllerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar
dinlenir.
(2) Davetiyenin duruşma gününden en az bir hafta önce tebliğ edilmiş olması gerekir. Acele
hâllerde tanığın daha önce gelmesine karar verilebilir.
(3) Tanığı davet, gerektiğinde telefon, faks, elektronik posta gibi araçlardan yararlanılmak
suretiyle de yapılabilir. Ancak, davete rağmen gelmemeye bağlanan sonuçlar, bu durumda
uygulanmaz.
AÇIKLAMALAR: Mesela taraf listeyle ilgili tanıklarını mahkemeye sunmuş. İkinci duruşmaya
gelirken tanıkları yanında getirmiş. Mahkeme tebligat onlara ulaşmasa da onları dinler.

Çağrıya uyma zorunluluğu


MADDE 245
(1) Kanunda gösterilen hükümler saklı kalmak üzere, tanıklık için çağrılan herkes gelmek
zorundadır. Usulüne uygun olarak çağrıldığı hâlde mazeret bildirmeksizin gelmeyen tanık zorla
getirtilir, gelmemesinin sebep olduğu giderlere ve beşyüz Türk Lirasına kadar disiplin para
cezasına hükmolunur. Zorla getirtilen tanık, evvelce gelmemesini haklı gösterecek sebepleri
sonradan bildirirse, aleyhine hükmedilen giderler ve disiplin para cezası kaldırılır.

Çekinmenin kabul edilmemesinin sonucu


MADDE 253
(1) Tanık, kanuni bir sebep göstermeden tanıklıktan çekinir, yemin etmez veya göstermiş
olduğu sebep mahkemece kabul edilmemesine rağmen tanıklık yapmaktan çekinirse beşyüz
Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezasına ve bu yüzden doğan giderleri
ödemesine hükmedilerek, yeniden dinlenilmek üzere yargılama başka güne bırakılır.
(2) Tanık kendisine sorulan sorulara cevap vermez veya yemin etmemekte direnirse o
mahkemece iki haftayı geçmemek üzere disiplin hapsine mahkûm edilir.

Tanığa soru kâğıdı gönderilmesi


MADDE 246
(1) Hâkim gerekli görülen hâllerde, sözlü olarak dinlenmesi yerine, belirlenecek süre içinde
cevaplarını yazılı olarak bildirmesi için tanığa soru kâğıdı gönderilmesine karar verebilir. Bu

84
şekilde işlem yapılması, tanığın vereceği cevabın hükme yeterli olup olmadığı hususunu
hâkimin takdir etmesine engel olamaz. Hâkim, verilen yazılı cevapların yetersiz olması hâlinde,
tanığı dinlemek üzere davet edebilir.

Kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinme


MADDE 248
(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilirler:
a) İki taraftan birinin nişanlısı.

b) Evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi iki taraftan birinin eşi.
c) Kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyu.
ç) Taraflardan biri ile arasında evlatlık bağı bulunanlar.
d) Üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı ortadan
kalkmış olsa dahi kayın hısımları.
e) Koruyucu aile ve onların çocukları ile koruma altına alınan çocuk.

Sır nedeniyle tanıklıktan çekinme

MADDE 249
(1) Kanun gereği sır olarak korunması gereken bilgiler hakkında tanıklığına başvurulacak
kimseler, bu hususlar hakkında tanıklıktan çekinebilirler. Ancak, 19/3/1969 tarihli ve 1136
sayılı Avukatlık Kanunu hükmü saklı kalmak üzere sır sahibi tarafından sırrın açıklanmasına izin
verildiği takdirde, bu kimseler tanıklıktan çekinemezler.

Menfaat ihlali tehlikesi nedeniyle tanıklıktan çekinme


MADDE 250
(1) Aşağıdaki hâllerde tanıklıktan çekinilebilir:

a) Tanığın beyanı kendisine veya 248 inci maddede yazılı kimselerden birine doğrudan doğruya
maddi bir zarar verecekse.
b) Tanığın beyanı kendisinin veya 248 inci maddede yazılı kimselerden birinin şeref veya
itibarını ihlal edecek ya da ceza soruşturmasına veya kovuşturmasına sebep olacaksa.

c) Tanığın beyanı, meslek veya sanatına ait olan sırların ortaya çıkmasına sebebiyet verecekse.

85
- 250. maddenin c bendi çok dar kapsamda tutulmalıdır. Pek çok meslek grubuyla ilgili olarak
o mesleğin icrasına yönelik sırrı olabilir. Bunun ifşa edilmemesi gerekiyorsa tanıklıktan
çekinilebilir.

Tanıklığın izne bağlı olduğu hâller

MADDE 242
(1) Kamu görevlileri, görevlerinden ayrılmış olsalar bile, görevleri gereğince sır olarak saklamak
zorunda oldukları hususlar hakkında, sırrın ait olduğu resmî makamın yazılı izni olmadıkça tanık
olarak dinlenemezler. Bu izin, milletvekilleri hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri,
Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında Cumhurbaşkanı ve diğerleri hakkında bağlı
oldukları bakan veya kuruluşun amiri tarafından verilir.

Tanıklıktan çekinme hakkının istisnaları

MADDE 251
(1) 248 ve 249 uncu maddeler ile 250 nci maddenin (a) bendindeki hâllerde;
a) Bir hukuki işlemin yapılması sırasında tanık olarak bulundurulmuş olan kimse o işlemin esası
ve içeriği hakkında,

b) Aile bireylerinin doğum, ölüm veya evlenmelerinden kaynaklanan olaylar hakkında,


c) Aile bireyleri arasında, ailevi ilişkilerden kaynaklanan mali uyuşmazlıklara ilişkin vakıalar
hakkında,
ç) Taraflardan birinin hukuki selefi veya temsilcisi olarak kendisinin yaptığı işler hakkında,

tanıklıktan çekinilemez.

TANIĞIN DİNLENMESİ
- Tanıklar usulüne uygun olarak mahkemeye çağırılır. Çağırılan taraflar hakim tarafından
dinlenilir. Taraflar da hazır bulunacaklar. Gizli duruşma olsa bile taraflardan gizli duruşma
yapılamaz.
- Tanıkların mahkemeye gelmesi mümkün değilse naip hakim eliyle dinlenebilirler. Başka bir
yargı çevresinde bulunuyorlarsa istinabe yoluyla dinlenirler.

- Tanıklar duruşma salonunda tek tek dinlenir. İfadesi alınan tanık salondan çıkarılamaz. Varsa
diğer tanık içeriye alınır, o da dinlendikten sonra oturtulur

86
- Tanıkların beyanının alınmasından önce hakimin onları aydınlatması gerekir. Yaptığı işin
önemi, dava bakımından sonuçları, yalan tanıklık yapması halinde bunun ceza hukuku
bakımından suç teşkil edileceği tanığa ihtar ediliyor. Sorguya başlamadan önce 258. Maddeye
göre tanığa yemin ettiriliyor. Bu yeminin metni maddede yazıyor. Kanun maddesinde yeminin
nasıl yapacağı yazıyor.

Yeminin zamanı ve şekli


MADDE 258
(1) Yemin, tanığın dinlenilmesinden önce eda edilir.
(2) Yemin eda edilirken, hâkim de dâhil olmak üzere hazır bulunan herkes ayağa kalkar.
(3) Hâkim tanığa, “Tanık sıfatıyla sorulacak sorulara vereceğiniz cevapların gerçeğe aykırı
olmayacağına ve bilginizden hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal
saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin ediyor musunuz?” diye sorar. Tanık da
cevaben, “Sorulacak sorulara, hiçbir şey saklamadan doğru cevap vereceğime namusum,
şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum.” demekle
yemin eda edilmiş sayılır.

- Tanığa sorular sözlü olarak sorulur. Alınan cevaplar tutanağa yazdırılır. Taraflar asil olarak
davada bulunuyorsa ancak hakim üzerinden sormak istedikleri soruları yöneltebilir. Avukatlar
doğrudan doğruya tanığa soru yöneltebilir.
- Bizde çapraz yargı söz konusu değil. O sorunun caiz olup olmadığına ve soruya verilen cevabın
yeterli olup olmadığına hakim karar verir.
- Tanığın açıklamada bulunurken yazılı not kullanması caiz değildir. Sadece tarih, isim gibi
akılda tutması zor olan hususları bir defaya mahsus olarak notlarından kontrol etmesine hakim
izin verilebilir.
- Bu şekilde tanığın beyanı alındıktan sonra başkaca sorulacak herhangi bir soru yoksa tutanağa
geçirilen beyanların altı çıktısı alınmak suretiyle tanığa da imzalatılır. Tutanağın imzalanmamış
olması tanığın beyanını geçersiz kılmıyor. Ama durumun değerlendirilmesi bakımından hakim
için bir anlam ifade edebilir.
- Tanığa Adalet Bakanlığının çıkardığı tarifeye uygun olarak belli bir miktar ücret ödenir.

Tanıklara itiraz

MADDE 255
(1) Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren
sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir.

87
2. BİLİRKİŞİ İNCELEMESİ
- Uyuşmazlığın çözümü bakımından önem taşıyan vakıa hukuk dışında özel uzmanlık alanı
gerektiriyorsa hakimin bu bilgiye vakıf olması beklenemez.

Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller

MADDE 266
(1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan
birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.
Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle
çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş
kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi
olarak görevlendirilemez.

- Hukuki konularda bilirkişiye gidilmez. Doktrindeki görüşler de bu yöndedir.

- Uyuşmazlığın çözümünde önem taşıyan ve tarafların arasında çekişmeli olan vakıa hukuk
bilgisiyle çözülebilecek vakıa olmayabilir. Mesela boşanma davası akıl hastalığı sebebiyle
açılabilir. Burada bilirkişiye gidilmesi gerekir.
- Hakimin önüne gelen uyuşmazlıklarda o vakıayı ilişkin olarak tarafın sunacağı bir delil söz
konusu olmayabilir. Mesela taraf bu bina projeye uygun değil diyor. Hakimin binanın projeye
uygun olduğu saptayabilmesi için birisinden yardım alması lazım. O sebeple bilirkişiler hakim
yardımcısı olarak kabul edilir. Bilirkişi hakimin yargılamada çözemeyeceği uyuşmazlıklarda ona
yardım eden kimsedir diyebiliriz.

- Bilirkişi ceza hukuku anlamında kamu görevlisidir. Bilirkişinin yaptığı iş itibariyle kamu
görevlisi olmayabilir. Ama bilirkişi olarak atandığında kamu görevlisi kabul edilir.

Bilirkişinin görevini yapmaktan yasaklı olması ve reddi

MADDE 272
(1) Hâkimler hakkındaki yasaklılık ve ret sebepleriyle ilgili kurallar, bilirkişiler bakımından da
uygulanır. Ancak, bilirkişinin, aynı dava veya işte daha önceden tanık olarak dinlenmiş
bulunması, bir ret sebebi teşkil etmez.
(2) Hâkimler hakkındaki yasaklılık sebeplerinden biri, bilirkişinin şahsında gerçekleşmişse,
mahkeme, hüküm verilinceye kadar, her zaman bilirkişiyi resen görevden alabileceği gibi,
bilirkişi de mahkemeden, görevden alınma talebinde bulunabilir.
(3) Ret sebeplerinden birinin bilirkişinin şahsında gerçekleşmesi hâlinde taraflar, bilirkişinin
reddini talep edebileceği gibi, bilirkişi de kendisini reddedebilir. Ret talebi veya bilirkişinin

88
kendisini reddetmesinin, ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren en geç bir hafta içinde
yapılmış olması şarttır. Ret sebeplerinin ispatı için, yemin teklif edilemez.
(4) Görevden alınma, ret ve bilirkişinin kendisini reddetmesine yönelik talep, bilirkişiyi
görevlendiren mahkemece dosya üzerinden incelenir ve karara bağlanır. Kabule ilişkin kararlar
kesindir. Redde ilişkin kararlara karşı ise ancak esas hakkındaki kararla birlikte kanun yoluna
başvurulabilir.
AÇIKLAMALAR: Bunlar hakimin yasaklılığı ve reddi haline benzer. Bu maddeyle hakimin reddi
ve yasaklılığına atıf yapılmış durumda.

Bilirkişinin hukuki sorumluluğu


MADDE 285
(1) Bilirkişinin kasten veya ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun,
mahkemece hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olanlar, bu zararın tazmini için
Devlete karşı tazminat davası açabilirler.

(2) Devlet, ödediği tazminat için sorumlu bilirkişiye rücu eder.


AÇIKLAMALAR: Bilirkişinin hukuki sorumluluğu hakimin hukuki sorumluluğuyla paralel
düzenlenmiştir.
- Tüzel kişiler de gerçek kişiler gibi bilirkişi olarak atanabilir.

Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller


MADDE 266

(1) Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan
birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir.
Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle
çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş
kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi
olarak görevlendirilemez.
AÇIKLAMALAR: Bu maddede hukuki konularda bilirkişiye gidilemeyeceği defalarca
vurgulanıyor.
- Peki hakim kendi teknik bilgisini kullanabilir mi? Bu durumda kabul edilen görüş özel veya
teknik bilgi gerekiyorsa ve bu bilgi hukuk dışıysa hakim bu konunun uzmanından bilirkişi raporu
almak zorunda. Hakim tanıklıkla ilgili kişisel bilgisini kullanamaz. Bilirkişi raporunda da hakimin
sahip olduğu teknik görüşle ilgili görüşünü kullanması uygun değil.

89
- Mahkeme bilirkişiye taraflar istemese de başvurabilir. Yani hakim kendiliğinden bilirkişiye
başvurabilir (taraflarca hazırlama ilkesi geçerli olsa da hakim kendiliğinden başvurabilir).
- Bilirkişinin masraflarını taraflar karşılar. Bilirkişiye mutlaka gidilmesi gerekiyorsa ancak
taraflar bilirkişiye gidilmesi için gerekli masrafı yatırmazsa hakim bu masrafın hazineden
karşılanmasını isteyerek bilirkişiye başvurabilir.

- Bilirkişi davanın taraflar ve temsilcileri dışında her gerçek ve tüzel kişi olabilir. Ancak
bilirkişinin mutlaka bölge adliye mahkemeleri nezdinde tutulan bilirkişilik bölge kurumundaki
sicili kayıt olması gerekir. Bu husus m.268’de düzenlenmiş.
MADDE 268
(1) Bilirkişiler, bölge adliye mahkemelerinin yargı çevreleri esas alınmak suretiyle bilirkişilik
bölge kurulu tarafından hazırlanan listede yer alan kişiler arasından seçilir. Ancak kendi bölge
listesinde ilgili uzmanlık alanında bilirkişi olmasına rağmen diğer bir bölgedeki bilirkişinin,
görevlendirme yapılan yere daha yakın bir mesafede bulunması durumunda, bu listeden de
görevlendirme yapılabilir.
(2) Bölge kurulunun hazırladığı listede bilgisine başvurulacak uzmanlık dalında bilirkişi
bulunmaması hâlinde, diğer bölge kurullarının listelerinden; burada da bulunmaması hâlinde,
Bilirkişilik Kanununun 10 uncu maddesinin (d), (e) ve (f) bentleri hariç birinci fıkrasında yer alan
şartları da taşımak kaydıyla listelerin dışından bilirkişi görevlendirilebilir. Listelerin dışından
görevlendirilen bilirkişiler, bölge kuruluna bildirilir.
(3) Kanunların görüş bildirmekle yükümlü kıldığı kişi ve kuruluşlara görevlendirildikleri
konularda bilirkişi olarak öncelikle başvurulur. Ancak kamu görevlilerine, bağlı bulundukları
kurumlarla ilgili dava ve işlerde, bilirkişi olarak görev verilemez.

AÇIKLAMALAR: Buradaki d. e ve f bentleri; listeye kayıtlı olmak, tecrübe koşulu ve bilirkişilik


eğitiminin alınması şartıdır. Listede başvurulacak uzmanlık alanıyla ilgili bilirkişinin
bulunmaması halinde diğer bölge kurullarının listelerinden, burada da yoksa bilirkişilik
kanunun d, e ve f bentleri hariç birinci fıkralarındaki şartları taşımak kaydıyla liste dışından
bilirkişi görevlendirilebilir.

Bazı kurumların resmi olarak bilirkişilik görevleri söz konusudur. Mesela adli tıp kurumu. Bu
kurumların ihtisas alanı söz konusu olduğunda mutlaka buralardan bilirkişi raporu alınmalıdır.
Ama bu kurumların verdiği rapor mahkemelerin listeden ya da şartları taşıyorsa listede
dışından atadığı bilirkişi raporlarından daha üstün değil.

Bilirkişi sayısının belirlenmesi


MADDE 267
(1) Mahkeme, bilirkişi olarak, yalnızca bir kişiyi görevlendirebilir. Ancak, gerekçesi açıkça
gösterilmek suretiyle, tek sayıda, birden fazla kişiden oluşacak bir kurulun bilirkişi olarak
görevlendirilmesi de mümkündür.

90
AÇIKLAMALAR: Tek sayıda yapılmamışsa rapor geçerli değildir. Mesela iki kişi atanmıştır ve iki
kişi de aynı yönde karar vermişse bu rapora dayanılarak verilen karar daha sonra bozulamaz.
Yargıtay bir usule aykırılık var ama bu usul hatası yapılmasaydı bile verilen hüküm başka şekilde
verilmesi mümkün müydü bunu değerlendirecek. Eğer usul hatası yapılmasaydı verilen hüküm
maddi hukuk anlamında daha farklı olurdu diyebiliyorsa o zaman usul hatası sebebiyle hüküm
bozulacak.

- Taraflar belli bir kişinin bilirkişi olarak tayin edilmesini isterlerse ve ikisi de mutabık olurlarsa
hakim bu istekle bağlı değildir. Ama taraflar söz konusu kişiyle ilgili hakim bilirkişi sözleşmesi
yaparlarsa o takdirde mahkeme onunla bağlı olur.

- Bilirkişi yerine ikamesi mümkün olduğu için zorunlu değildir. Bilirkişi, bilirkişilik görevini bu
yüzden kabul etmeyebilir. Ancak kanun bazı yerlerde bilirkişilik görevini zorunluluk olarak
sayar.
Bilirkişilik görevini kabulle yükümlü olanlar
MADDE 270
(1) Aşağıda sayılmış olan kişi ya da kuruluşlar, bilirkişilik görevini kabulle yükümlüdürler:
a) Resmî bilirkişiler ile 268 inci maddede belirtilmiş bulunan listelerde yer almış olanlar.
b) Bilgisine başvurulacak konuyu bilmeksizin, meslek veya zanaatlarını icra etmesine olanak
bulunmayanlar.
c) Bilgisine başvurulacak konu hakkında, meslek veya sanat icrasına resmen yetkili kılınmış
olanlar.
(2) Bu kişiler, ancak tanıklıktan çekinme sebeplerine veya mahkemece kabul edilebilir diğer bir
sebebe dayanarak, bilirkişilikten çekinebilirler.
AÇIKLAMALAR:
a) Bölge adliye mahkemeleri esas alınarak oluşturulan bilirkişilik kurumları nezdinde tutulan
listelere adına yazdıranlar bilirkişilik görevini almakla yükümlüdür.
b) Listelerde ismi yok ama arıcılık yapıyor diyelim ve liste dışında bilirkişi olarak atanıyor. Ben
listede değildim, bilirkişilik yapmak istemiyorum diyor. Kendisine sorulan soruyu bilmeksizin
arıcılık yapması düşünülemeyecek durumdaysa bilirkişilikten kaçınılamaz.
c) Meslek veya sanatın icrası ruhsatla yapılabiliyorsa bilirkişilik yapmaktan kaçınılamaz.

91
Bilirkişilik görevinin kapsamı

MADDE 269
(1) Bilirkişilik görevi, mahkemece yapılan davete uyup tayin edilen gün ve saatte mahkemede
hazır bulunmayı, yemin etmeyi ve bilgisine başvurulan konuda süresinde oy ve görüşünü
mahkemeye bildirmeyi kapsar.

(2) Geçerli bir özrü olmaksızın mahkemece yapılan davete uyup, tayin edilen gün ve saatte
mahkemede hazır bulunmayan yahut mahkemeye gelip de yemin etmekten veya süresinde oy
ve görüş bildirmekten kaçınan bilirkişiler hakkında, tanıklığa ilişkin disiplin hükümleri uygulanır
ve durum bilirkişilik bölge kuruluna bildirilir.
AÇIKLAMALAR: Hakim bilirkişiyi sözlü olarak da dinlemek isteyebilir. O halde bilirkişinin
raporunu yazılı olarak vermesi yeterli değildir, duruşmaya da gelmek zorundadır.

Bilirkişiye yemin verdirilmesi

MADDE 271
(1) Listelere kaydedilmiş kişiler arasından görevlendirilmiş olan bilirkişilere, bilirkişilik bölge
kurulu veya bulunduğu yer il adli yargı adalet komisyonu huzurunda, “Bilirkişilik görevimi
sadakat ve özenle, bilim ve fenne uygun olarak, tarafsız ve objektif bir biçimde yerine
getireceğime, namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin
ederim.” şeklindeki sözler, tekrarlattırılmak suretiyle yemin verdirilir. Bu bilirkişilere,
görevlendirildikleri her dava veya işte ayrıca yemin verdirilmez; sadece görevlendirme
yazısında, bilirkişilere önceden etmiş bulundukları yemine bağlı kalmak suretiyle oy ve görüş
bildirmek zorunda oldukları hususu hatırlatılır.
(2) Listelere kaydedilmemiş olan kişiler arasından bilirkişiler görevlendirilmişse, kendilerine,
görevlendiren mahkemece, huzurda, göreve başlamadan önce, birinci fıkrada belirtilen şekilde
yemin verdirilir. Yemine ilişkin tutanak, hâkim, zabıt kâtibi ve bilirkişi tarafından imzalanır.
AÇIKLAMALAR: Listelere kayıt olurken kendisine yemin verdirilen kişilere bilirkişilik yapacakları
zamanlar her zaman yemin ettirilmiyor. Ama liste dışından temin edilen bilirkişilere her
defasında yemin verdirmek gerekir. Bu yeminler tanığın yeminine benzer.

Bilirkişinin görev alanının belirlenmesi

MADDE 273
(1) Mahkeme, tarafların da görüşünü almak suretiyle bilirkişinin görevlendirilmesine ilişkin
kararında, aşağıda belirtilen hususlara yer vermek zorundadır:
a) İnceleme konusunun bütün sınırlarıyla ve açıkça belirlenmesi.

92
b) Bilirkişinin cevaplaması gereken sorular.

c) Raporun verilme süresi.


(2) Bilirkişiye, görevlendirme yazısının ekinde, inceleyeceği şeyler, dizi pusulasına bağlı olarak
ve gerekiyorsa mühürlü bir biçimde teslim edilir; ayrıca bu husus tutanakta gösterilir.

- Bilirkişilik raporunun hazırlanması için verilecek süre 3 ayı geçemez. Bilirkişinin talebi üzerine
kendisini görevlendiren mahkeme gerekçesini de göstererek süreyi 3 ayı geçmemek üzere
uzatabilir. Basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde bu süreler 2 ay olarak kullanılır. Bilirkişi
görevini bizzat yapmak zorunda. Bilirkişi sır yapmak zorundadır.

Bilirkişinin yetkileri
MADDE 278
(1) Bilirkişi, görevini, mahkemenin sevk ve idaresi altında yürütür.
(2) Bilirkişi, görev alanı veya sınırları hakkında tereddüde düşerse, bu tereddüdünün
giderilmesini, her zaman mahkemeden isteyebilir.
(3) Bilirkişi, incelemesini gerçekleştirirken ihtiyaç duyarsa, mahkemenin de uygun bulması
kaydıyla, tarafların bilgisine başvurabilir. Taraflardan birinin bilgisine başvurulacağı hâllerde,
mahkemece bilirkişiye taraflardan biri bulunmaksızın diğerinin dinlenemeyeceği hususu
önceden hatırlatılır.
(4) Bilirkişinin oy ve görüşünü açıklayabilmesi için bir şey üzerinde inceleme yapması zorunlu
ise mahkeme kararı ile gerekli incelemeyi yapabilir. Bu işlemin icrası sırasında taraflar da hazır
bulunabilir.

- Kanun hep oy ve görüşten bahsediyor. Oydan kasıt bilimsel görüştür.

Bilirkişi raporuna itiraz


MADDE 281

(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda
eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar
hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını
mahkemeden talep edebilirler. Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının
çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu
süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir
defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir.

93
(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa
kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor
alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da
kendiliğinden isteyebilir.
(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi
aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Bilirkişi raporuna yapılacak itiraz çok kapsamlı çalışma gerektiriyorsa taraflardan biri
mahkemeden ek süre isteyebilir.
Fıkra 2 = Hakim kendiliğinden bilirkişi raporundan tatmin olmazsa ek rapor isteyebilir ya da
bilirkişiyi dinleyebilir.

Bilirkişinin hukuki sorumluluğu


MADDE 285

(1) Bilirkişinin kasten veya ağır ihmal suretiyle düzenlemiş olduğu gerçeğe aykırı raporun,
mahkemece hükme esas alınması sebebiyle zarar görmüş olanlar, bu zararın tazmini için
Devlete karşı tazminat davası açabilirler.
(2) Devlet, ödediği tazminat için sorumlu bilirkişiye rücu eder.

AÇIKLAMALAR: Bu husus hakimin hukuki sorumluluğuyla paralel.

- Bilirkişinin reddi ve yasaklılık halleri de kanunla düzenleniyor. Bilirkişinin reddedilmesi


durumunda bunu doğrudan doğruya hakim değerlendirir ve o konu hakkında karar verir. Bu
karar kabule ilişkinse kanun yoluna müracaat edilemez. Bilirkişinin reddi talebi reddedilirse bu
durum hakim talebi reddedince bilirkişiden aldığı rapor hükmünü esas almışsa ve o bilirkişi
hakkında red sebebi olduğu ve onun usulüne uygun olarak ileri sürüldüğü lakin mahkemece
reddedildiği gerekçesiyle kanun yoluyla ileri sürülebilir.

(13/08/2020)
- Bir yargılamanın en uzun aşaması tahkikat aşamasıdır. İspat faaliyetinin haklılığınızı ortaya
koyma faaliyetinin gerçekleştiği aşamadır. Kanun koyucu da buna ilişkin olarak delil
düzenlemesini gerçekleştirmiş. Kanun koyucu her ne kadar delilleri düzenlemiş olsa bile bir
düzenleme daha yaparak kanunda düzenlenmemiş olan delillere ilişkin bir atıf gerçekleştirilir
(HMK m.192). Kanunda bu sadece bu delille ispat edebilirsin, kesin delille ispatlayabilirsin gibi
bir kısıtlama olmadıkça her türlü delille ispat olunabilir. Kesin delil ve takdiri delil ayrımı

94
yapmıştık. Kesin deliller; senet, yemin ve kesin hükümdür. Takdiri deliller; tanık, bilir kişi ve
keşiftir. Kimi kaynaklar kanunda düzenlenmemiş olan delilleri de takdiri delil kapsamında
değerlendirir. Kimi kaynaklar ikrarı, kimi kaynaklar da ikrarı takdiri delil olarak zikrediyor.
Takdiri delillerden devam edelim:

3. KEŞİF
- Hukukumuzda taraflarca getirilme ilkesi hakimdir. Dava malzemesinin (vakıalar ve deliller)
kural olarak taraflarca mahkemeye getirilmesi ve sunulmasıdır. Fakat keşif ve bilirkişide durum
farklılaşır. Kanun koyucu HMK m.206’da taraflardan birinin isteği üzerine ya da kendiliğinden
diyor. Yani burada kendiliğinden ibaresi bizim için önemlidir.

Keşif kararı
MADDE 288
(1) Hâkim, uyuşmazlık konusu hakkında bizzat duyu organları yardımıyla bulunduğu yerde veya
mahkemede inceleme yaparak bilgi sahibi olmak amacıyla keşif yapılmasına karar verebilir.
Hâkim gerektiğinde bilirkişi yardımına başvurur.
(2) Keşif kararı, mahkemece, sözlü yargılamaya kadar taraflardan birinin talebi üzerine veya
resen alınır.
AÇIKLAMALAR: Dikkat edileceği üzere burada da bilirkişide olduğu gibi taraflardan birinin
talebi üzerine ya da resen diyor. O halde bilirkişi ve keşifi ayrı olarak incelemeliyiz. Bu iki delil
de tarafların talebi olmasa dahi hakimin müracaat edebileceği delillerdir (Fıkra 2).
Hakim uyuşmazlık konusu hakkında duyu organlarıyla inceleme yapıyor. Yani hakim
uyuşmazlık konusu şeyi yerinde inceliyor ama birebir temas halinde inceliyor. Mesela bir
tablonun mülkiyeti konusunda uyuşmazlık var. Hakim yerinde inceleme imkanına sahip.
Önemli olan yerinde incelemesinden ziyade hakimin o delille bizzat baş başa olması, o delili
incelemesi. Hakim keşif yapmak isterse tablonun asılı olduğu duvara gitmek zorunda değil,
tablo mahkeme salonuna getirilebilir. O halde keşif dediğimiz şey ille de hakimin duruşma
salonundan çıkıp bir yere gidilmek suretiyle gerçekleştireceği bir şey değil. Uyuşmazlık konusu
şey mahkemeye gidilebilir. Maddenin birinci fıkrası da zaten bunu söylüyor (Fıkra1). Keşif
taşınırla sınırlı değildir, taşınmaz da olabilir.

- Temel kural keşfe dilekçede dayanılmasıdır. Bu delil hakimin resen müracaat edebileceği
delillerden olduğundan hakim buna resen de karar verebilir.
- Keşif hakim tarafından gerçekleştirilir.

95
Toplu mahkemelerde tahkikat

MADDE 183/A
(1) Dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra talep edilen delil tespiti, ihtiyati haciz ve
ihtiyati tedbir gibi geçici hukuki koruma tedbirleri de dâhil olmak üzere toplu mahkemenin
görevine giren dava ve işlerde tüm yargılama aşamaları heyet tarafından yerine getirilir ve
karara bağlanır.
(2) Heyet, diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, iş veya davanın özelliğine göre
tahkikatın, tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından yapılmasına karar
verebilir.
(3) Tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş veya davalarda mahkeme başkanı, belirli bazı tahkikat
işlemlerini yapmak üzere, üyelerden birini naip hâkim olarak görevlendirebilir.
(4) Mahkeme başkanı, mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli çalışmasını sağlar ve bu yolda
uygun göreceği önlemleri alır.
AÇIKLAMALAR: Bu madde mevzuatımıza yeni geldi. Ama bu maddede naip hakim ve tahkikat
hakimi olmak üzere ikili bir ayrıma gidilmiş. İkinci fıkraya göre Heyet biz aramızdan bir üyeyi
tahkikat hakimi yapalım, tahkikata ilişkin bütün işlemleri o yapsın diyor. Tahkikata ilişkin o üye
keşfe de gider. Üçüncü fıkraya göre tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş ve davalarda mahkeme
başkanı biz üçümüz keşfe gitmeyelim, aramızdan şu şahsı naip hakim olarak atayalım diyebilir.
Keşif davaya bakan mahkemece yerine getirilir, keşif konusu mahkemenin yargı çevresi
dışındaysa muhakkak istinabeyle yapılacak. Ama inceleme büyükşehir sınırları içerisindeyse
keşif davaya bakan mahkemece yapılabilir.

- Keşfi mahkeme yapar. Yer, zaman ve kapsam mahkeme tarafından tespit edilir. Kural olarak
keşfe taraflar da katılmalıdır. Keşiften taraflar da haberdar edilir. Ama gelmeseler de
yokluklarında keşif yapılabilir.
- Bizim mevzuatımıza göre keşif sırasında bilirkişinin yardımına müracaat edilebilir, keşif
sırasında tanığın dinlenilebilmesi söz konusudur. Ama uyuşmazlığa ilişkin bir çok davada
Yargıtay sen tanığı mahkemede dinlemişsin, bilirkişi keşif mahallinde incelemeyi yapmamış, o
halde ben senin verdiğin kararı bozarım diyor. Çünkü bilirkişi keşif mahallinde incelemeyi
yapması gerekirdi, tanığın keşif mahallinde dinlenilmesi gerekirdi.
- Keşfin en önemli özelliği tutanak tutulmasıdır. Keşif tutanağında keşifte yapılan tüm işlemler
gösterilir, beyanlarda bulunulmuşsa beyanlar yazılır. Keşifte zabıt katibi mutlaka bulunmalıdır.
O yüzden tutanak tutulurken zabıt katibi bulunmalıdır, tutanak zabıt katibinin belirtmiş olduğu
hususlar çerçevesinde tutulur.
- Keşif sırasında herhangi bir fotoğraf çekildiyse, çizim yapıldıysa vs. tutanağa eklenir ve
tutanağın eki olarak kabul görür.

96
- Uygulamalı keşifler söz konusu olabilir. Özellikle haksız fiile ilişkin kazalarda söz konusu olur,
bir nevi olayın nasıl gerçekleştiğine ilişkin canlandırmadır. Bunun da keşif mahallinde yapılıp
tutanağa geçirilmesi söz konusu olur.
- Keşfe karşı koyma olabilir mi? Üçüncü kişiler keşif mahallinde keşfin gerçekleşmesini
engellemek istiyor olabilirler. Temel kuralımız taraflar ve üçüncü kişiler keşif kararına uymak
zorundalar. Ama hakimlerin de keşif durumlarında özellikle üçüncü kişileri ilgilendiren hallerde
üçüncü kişilere de uygun olan zaman dilimi içerisinde uygun olan bir şekilde saat gün ve zaman
belirlenmesinde menfaat dengesi tutulmalıdır.
Taraflardan birisi keşfin yapılmasına karşı çıkıyorsa bu kişi üzerine ispat yükü düşen tarafsa
delilden vazgeçmiş sayılır, eğer karşı koyan diğer tarafsa iddia edilen vakıayı kabul etmiş sayılır.
Bu vatandaşın neden karşı koyduğuna bakmak lazım. O gerekçeye göre hakim kanunun
belirlemiş olduğu müeyyideyi uygulamamaya karar verebilir. Hakimin de o gerekçeyi çok iyi
temellendirmesi gerekir. Özellikle anayasal hak ve ilkelerin ihlali halinde söz konusu olur. Böyle
bir şey varsa bu sonucun doğmamasını hükmünde belirleyebilir.

Üçüncü kişi tarafından keşfin yapılmasına karşı çıkıyorsa üçüncü kişi keşfin giderlerine mahkum
edilip disiplin ceza parasına mahkum edilebilir. Hatta zor kullanma imkanı da var. Ancak
üçüncü kişinin keşiften çekilme ihtimali söz konusu olabilir. Tanıklığa ilişkin hükümlere bakarak
keşfe katlanma yükümlülüğünden kaçınması söz konusu olabilir. Tanıklıktan çekilme
mevzuatımızda üç halde düzenlenmiştir (kişisel nedenlerle, sır nedeniyle, menfaat ihlali
tehlikesi nedeniyle). Bu gibi nedenlerle keşfe katlanma yükümlülüğünden kurtulunur. Bunun
da hakime iyi bir şekilde anlatılıp gösterilmesi lazım. Hakimin üçüncü kişiye keşfin zamanını
söylemesi gerekir. Ama ortada bir tehlike mevcut ise yani üçüncü kişi tarafından keşif
konusuna, keşif yerine müdahale varsa bildirim yapılmaksızın icra gerçekleştirilebilir. Keşifle
soybağının tespitinin incelenmesi hususunda soybağının tespiti keşif türünden olduğu için
kanun koyucu tarafından keşif altında düzenlenmiştir. Üçüncü kişiler soybağının tespitinde
keşfe katlanmak durumundadır, tanıklıktan çekilme hakkını ileri sürerek bu yükümlülükten
kaçınamaz. Bunun sınırı sağlık bakımından tehlikedir. Gerektiğinde zor kullanılarak yapılabilir.
Fakat vücut dokunulmazlığının ihlali ileri sürülebilir (anayasa hükmü).

UZMAN GÖRÜŞÜ
- Taraflardan birisi dava konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak uzmana gidiyor ve kendi lehine
inceleme yapmasını istiyor. Mantık tamamen kendisini davada haklı çıkartmak. Bu minvalde
uzmana gidip görüş alınıyor. Kişi uzmana :
1. Bunu ücret karşılığı yaptırıyor.
2. Uzmanla lehine olan hususları tespit edip yazması için anlaşır.

- Bazı görüşler uzman görüşüne bilirkişi delili olarak görür ve bunun üzerine delil
mahiyetindedir der. Aslında uzman görüşü bir delil değildir, taraf beyanı gibi değerlendirilir.
Ancak o konuda uzman kişinin yazmış olduğu şeydir. Yani her ne kadar taraf beyanı olsa da
Yargıtay’ın bu konuda kararları vardır. Yargıtay bu görüş uzman tarafından yazıldığı için bilirkişi

97
raporuyla çekişme olduğu takdirde hakimin bunu dikkate alması gerekir diyor. Yani Yargıtay’a
göre bilirkişi raporuyla uzman görüşü çeliştiği takdirde hakimin buna yönelik tedbirleri alması
gerekir. Hakimin uzman görüşünün içeriğine dikkat etmesi gerekir. Yani bildiğimiz temel
hukuki hususlara aksi bir uzman görüşü olduğu takdirde bilirkişi raporunun biraz daha geri
atması gerekir, tabi ki bunu da gerekçesinde belirtmelidir.

- Uzman görüşü alınırken ek süre istenilmesi söz konusu değil. Talep üzerine ya da resen uzman
getirilip dinlenebilir. Uzmanın çağırıldığı duruşmaya gelmesi gerekir. Mazereti olmaksızın
gelmediği takdirde hazırlamış olduğu rapor dikkate alınmayacaktır.
- Uzmanla görüş almak için anlaşılmış, ücret ödenmiş. uzman görüşü alınmış diyelim. Hakim
uzmanı duruşmada dinlemek istiyor. Peki uzman duruşmaya gelmezse ne olacak? Usul hukuku
açısından tabi ki değerlendirilmeyecek ama acaba uzman görüşüyle yapılan anlaşma içeriğinde
duruşmaya davet edileceği takdirde duruşmaya gitmeyi de kapsıyor mu, bu husus bir
sözleşmeyle ortaya konulmalı mıdır? Bu konu üzerinde çok tartışılabilecek bir konu. Mesela
uzman hukuki gerçeklere uymayan huşuları belirtip hakim buna göre kararı tesis ettiğinde
yalnızca hakimi mi bu konudan sorumlu tutacağız yoksa uzmanı da bu işin içine sokabilir miyiz?
Bu şekilde çok fazla tartışmaya açık konu var.
- Uzman duruşmaya gelince hakimin ve tarafların uzmana soru sorup gerekli cevapları alabilme
imkanı bulunmalıdır, uzman bu sorulara gerekli cevapları verme yükümlülüğü altındadır.

- Uzmanın duruşmaya gelmemesi için gerekli bir mazereti olmalıdır. Geçerli bir özrü varsa
hakim uzmana ek süre verebilir. Yeni düzenlemeler çerçevesinde uzmanın da SEGMİS yoluyla
dinlenilmesi imkanı söz konusu olabilmelidir. Tabi SEGMİS’ in olabilmesi için o sistemin tüm
yargı birimlerinde geniş bir şekilde uygulama alanı bulması gerekir.

Deliller kanunda zikredilmiş. Ama kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillerden de kanun
bahsetmiş ve bunlar da delil olarak kabul edilir. Ancak bunun sınırı kanunda bir vakıanın belirli
bir şekilde ispat edileceğine ilişkin hususlardır. İspata ilişkin bir delil türü ortaya konuluyorsa
kanunda düzenlenen diğer delillere başvuramayız.

İSTİCVAP
- İsticvap bizim mevzuatımızda yer almış, kimi Yargıtay kararlarında vurgulanmış ama
yargılama uygulamasına çok fazla geçememiş bir kurumdur. Hatta isticvabın delil olduğu
yönünde görüşler dahi vardır, bu kadar önemlidir.

- Bir kişinin aleyhine olan vakıalar hakkında kendisine sorular sorulması, bir nevi hukuk
yargılamasına ilişkin sorguya çekilmektir. Bu sorguya çekilme hukuk yargılamasına ilişkin usul
içerisinde yapılır.

98
- İsticvapta tarafın dinlenilmesi söz konusu. HMK’ da tarafların dinlenilmesine ilişkin hüküm,
hakimin davayı aydınlatma yükümlülüğü ve isticvap kapsamında dinlenilme ayrı şeylerdir.
İsticvapta temel şey aleyhe olan hususlarda taraf dinleniyor, sorguya çekiliyor ve sonuç olarak
aleyhe olan vakıalar konusunda ikrar elde edilmeye çalışılıyor.
- İsticvabı delil olarak değerlendirenler var. Ama İsticvap HMK’ da delil kısmında alınmamış.
Tahkikat kısmında ele alınmış, tahkikata ilişkin bir müessese olduğunu biliyoruz ama delil
olarak görülmediğini kabul ediyoruz. Amaç ikrar etmeye çalışmaktır. İkrar elde edilirse artık o
uyuşmazlık konusu şey ispat konusu olmaktan çıkar.
- İsticvap bizim mevzuatımızda taraf tarafından talep edilebilir, hakim de resen karar verebilir.
Hakim her şeyi böyle kolay kolay resen yapamaz. Resen yapabiliyorsa demek ki uyuşmazlık için
önemli bir kurumdur. Demek ki isticvap da önemli bir kurumdur.
- İsticvap tarafın aleyhine olan vakıalar hakkında olur. Vakıalar ancak dava bakımından önemli
olan, davanın temelini oluşturan vakıalardan olmalıdır.
- Kimler isticvap olunur? Kural davanın tarafları isticvap olunmasıdır. Tüzel kişi varsa onun
temsilini yetkiye sahip kimse isticvap olunur. Ergin olmayan kısıtlı bir kimse varsa onun kanuni
temsilcisi isticvap olunur. Ama ergin olmayan kısıtlılar için TMK hakları ehil borç altına
girebilecekleri işlemler var ise bunlarda dava da açabildikleri için isticvap olabilecekler.
- İsticvaba Davet: İsticvap varsa dinlenilen tarafın çağırılması söz konusu olur. Onun usulüne
uygun olarak davet edilmesi gerekir. Davetiyeyle davet edilir, o davetiyenin içerisinde ihtar
bulunur. Eğer davet edilecekse gelmemesinin yaptırımı olmalı, o yaptırım da tebligatta
bulunmalıdır. O yaptırım yazılmadan sadece davet varsa ve o davete icap edilmezse kanunda
yazılan sonuç, müeyyide uygulanmaz. Yani müeyyidenin kanunda yazması yeterli değildir.
Demek ki isticvapta mantık olarak:
1. Hangi gün ve saatte nerede isticvap olunacağı
2. Hangi konuda isticvap edileceğine dair bilgi
3. Gelmediği takdirde uygulanacak yaptırım (geçerli bir özrü olmaksızın gelmediği ya da
gelip de cevap vermediği takdirde isticvap konusu vakıaları ikrar etmiş sayılacağı)

yazacaktır. İsticvaba davet edilen ‘’ben gelmeyeceğim, avukatım gelecek’’ diyemez.


Mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyorsa SEGBİS yoluyla dinlenebilir. Bu da mümkün
değilse istinabe yoluyla dinlenebilir. Hastalığı sebebiyle gelememe durumu varsa bulunduğu
yerde isticvap olunur. Bizzat kendisi isticvap olur, vekili isticvap olamaz. İsticvap öncesi
doğruları söylemesi gerektiği kendisine belirtilmelidir. Tanıklıkta da aynı şey geçerlidir. Yazılı
not kullanması mümkün değildir. İsticvapta da tutanak düzenlenir. Tutanağa da öncelikle
mahkemenin yapması gereken şeyler yazacak (mesela isticvaptan önce hatırlatılması
gerekenler hatırlatıldı). Tutanak tutulduktan sonra isticvap olunana tutanak imzalattırılacak.
İmzalamaktan kaçınırsa bu da tutanakla tespit edilir.
- Diyelim ki bir beyanda bulundunuz. Beyanınız tutanağa geçirildi. Duruşma bittikten sonra
tutanak getirilip imzalattırıldığında bu tutanak yanlış tutulmuş, böyle demedim dediğiniz
zaman artık tutanak tutuldu, yapacak bir şey yok diyenden çıkabilir.

99
(Tahkikatla devam ediyoruz)

- Tahkikat yargılamanın en uzun aşaması. Tahkikat tarafların iddia etmiş olduğu hususlarda
ispat faaliyetine girişmiş oldukları, delillerin incelendiği aşamadır. Elde edilen deliller
neticesinde hakimin artık kanaate vardığı aşamadır. Bu sebeple tahkikat aşaması yargılamanın
en uzun aşamasıdır.

- Tahkikat aşamasının sonunda dosyada konulmuş vakıa ve delillere bakıldığı zaman elimizde
birinci aşamada ortaya konmuş olup gerçekten hakimin takdiri sonucu sübut bulmuş vakıalar
olacak. İkinci olarak da ispat edilememiş vakıalar olabilir. Üçüncüsü dava dilekçesinde
gösterilmiş olmasına rağmen ya çekişmeli olmayan ya da uyuşmazlık konusu olmayan vakıalar
olacak. Sonuç olarak hakim tahkikat aşamasının sonunda ‘’size tahkikatın tümü hakkında
açıklama yapmak istiyorum, tahkikata ilişkin diyecekleriniz var mı’’ diye soracak. Tahkikata
ilişkin bu soruyu sorduktan sonra karşısına iki şey çıkabilir:
1. Bizim için bir şeye gerek kalmamıştır cevabını alabilir.
2. Tahkikatın genişletilmesi cevabını alabilir. Bu cevabı alırsa hakim hemen tahkikatı
genişletelim demez. Oradaki en önemli nokta yargılamayı uzatma amacı taşıyor mu
taşımıyor mu hususudur. Tahkikatın genişletilmesini mesela HMK m.145’e göre
isteyebilir ya da tanık deliline dayanmıştır, tanığa gerekli soruların sorulmadığı, tanığın
tekrar dinlenilmesine ilişkin beyanlarda bulunup tahkikatın genişletilmesini talep
edebilir. Hakim bu noktada tahkikatın genişletilmesini kabul edebilir ya da artık
tahkikatı gerektiren husus kalmadığı düşüncesindeyse tahkikatın bittiğini taraflara
tefhim eder. Toplu mahkemede tahkikatı yapmakla heyetçe bir hakim
görevlendirildiyse (buna tahkikat hakimi adı verilir) o tahkikat işlemlerini tahkikat
hakimi yapıyor. Tahkikatın tamamlandığı kanaatine varıyor. Ama tahkikat hakimi tek
başına tahkikatı bitiremiyor. Tahkikat hakimi tahkikatın tamamlandığını düşününce
dosyayı heyete veriyor (tahkikatı birlikte bitirmek için). O yüzden taraflar heyet önünde
son açıklamalarını yapar. Bu durumda toplu mahkemelerde heyet de gerçeğin ortaya
çıkması için tanığı dinlemek isteyebilir. Tahkikat hakiminin yapmış olduğu şeyde eksiklik
görülürse heyet o eksikliği tamamlayabilir. Taraflar da tahkikatın tümü hakkında
açıklama yaptıktan sonra toplu mahkeme heyet halinde tahkikatın bittiğini taraflara
tefhim edebilirler. Ama hemen hüküm aşamasına geçilmez, önce sözlü yargılama
aşaması vardır.

SÖZLÜ YARGILAMA
- Önceden sözlü yargılama için ayrı bir davetiye çıkarılması söz konusuydu. Sözlü yargılamaya
ilişkin HMK’ da ve 7251 sayılı kanunda değişiklik yapıldı. Değişiklik kendisini tahkikatın
başındaki maddelerde buluyor. Aslında sözlü yargılama için de duruşma daveti var ama bu
davet öninceleme aşaması tamamlandıktan sonra yapılıyor. Taraflar öninceleme aşamasının
tamamlanmasından sonra tahkikat ve sözlü yargılama aşması için duruşmaya davet ediliyor.

100
Yani bu davetiye yargılamanın iki hususu için davet içeriyor (HMK m.147). Davetiyenin
içeriğinde eskiden ‘’belirlenen gün ve saatte, geçerli bir özrü olmadan mahkemede hazır
bulunmadığında yokluğunda duruşmaya devam edilir, yokluğunda yapılan işlemlere itiraz
edemezsin’’ yazılır. Bu içeri başka hususlar da eklendi: ‘’Tahkikatın sona erdiği duruşmada
sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi halinde taraflara
ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve yokluklarında hüküm verecekleri bildirilir’’. Yani yeni
düzenlemeyle birlikte şunlar ortaya çıkıyor:
1. Tahkikatın bitmesiyle birlikte aynı duruşmada sözlü yargılamaya geçiliyor. Sözlü
yargılama için ayrı bir duruşma yapılması söz konusu değil. Bunu m.147 ve 186’ da
görüyoruz. Ayrı bir duruşma verilmesi söz konusu değil, aynı duruşmada yapılır. Talep
üzerine duruşmanın iki haftadan az olmamak üzere ertelenmesi söz konusudur. Hazır
bulunsun ya da bulunmasın sözlü yargılama için taraflara davetiye gönderilmez.

- Sözlü yargılama aşamasının amacı artık tarafların yargılamaya ilişkin olmak üzere son
beyanlarını almaktır. Buna göre taraflar hakimi etkilemeye çalışacak son sözleri söyleyerek
hakimin ulaştığı kanaatten hakimi döndürmeye çalışır.

TEBLİGAT
- Tebligat Kanununu iyi bilmek lazım. Tebligat Kanunu ile birlikte bir de Tebligat kanununun
uygulanmasına ilişkin yönetmelik var.
- Tebligat Kanunu önce genel hükümleri içeriyor. Genel hükümler tebligat kanununa göre
tebligat yapması gereken bütün merciler tarafından uygulanır.

- Tebligat Kanununun üçüncü babında özel hükümler gelir. Özel hükümler üç bölüme ayrılır:
1. Kazai Tebligat: Sadece yargı organları tarafından kullanılabilecek hükümleri düzenler.
Tebligat Kanunu’nun ikinci babındaki kazai tebligata ilişkin hükümleri ve birinci
babındaki genel hükümleri uygular.
2. İdari Tebligat
3. Mali Tebligat
- Tebligat kanununun üçüncü babında cezai hükümler yer alır.
- Son babında diğer bölümlerde yer almayan ilgili hükümlere yer verilir (müteferrit hükümler)
- İki tane de geçici madde vardır.

- Tebligat çıkaracak merciler tebligat kanununun 1.maddesinden geçer.


- 5018 Sayılı Kanuna ekli dört adet cetvel. Bu cetvelde yer alan idare ve kurumlar tebligat
kanununa göre tebligat çıkarırlar.
1. Birinci cetvelde genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri yer alır.
2. İkinci cetvelde özel bütçeli idareler yer alır. Bunların başında üniversiteler yer alır.

101
3. Üçüncü cetvelde düzenleyici ve denetleyici kurumlar yer alır (mesela RTÜK).
4. Dördüncü cetvelde sosyal güvenlik kurumları yer alır (mesela SGK).
Bunların haricinde vakıf yükseköğretim kurumları, noterler, barolar vb. tebligatlarını tebligat
kanununun ilgili hükmüne göre yapmak zorundadırlar. Elektronik tebligat da bunlara dahildir.
- Ya memur vasıtasıyla yaparlar ya da PTT vasıtasıyla yaparlar. Yani tebligat kendi
bünyelerindeki memurları vasıtasıyla yapabilirler. Ama kanun koyucu bazı hallerde memurla
yapılmasını emreder. Gecikmesi zarara uğratacak hallerde memurla yapılmak zorunda.
- Tebligat kanununa göre tebligat çıkarması gereken yerler aynı yerde diyelim. Kazai merciler
için konuşalım. Mesela İstanbul 2 Asliye Hukuk (A) ve İstanbul 5 Aile Hukuk (B) mahkemelerini
düşünelim. B’de bir boşanma davası var ve o boşanma davası A’nın hakiminin davası (Yani A
eşinden boşanacak). Aynı yerde bulunan daire ve müesseseler arasında veya bu daire ve
müesseseler arasında bulunan şahıslara yapılacak tebligat, kendi memurları ya da mahalli
mülkiye amiri emri ile zabıta vasıtasıyla yaptırılır. Yani memur vasıtasıyla yaptırılacak. Ama şartı
aynı yerde bulunmaları.
- Tebligat için iki önemli şart var: Bilgilendirme ve belgelendirme. Bu iki şart olmadığı takdirde
tebligat olmayacaktır.
Bilgilendirmeden kasıt; tebliğ edilen şeyin ulaşmasıyla bilgilendirme unsuru gerçekleştirme
olur. Yani mazbatalı zarfın içeriğindeki belgeye ulaşmakla bilgilendirme unsuru gerçekleşmiş
olur. Mesela bilgimize sunulmak istenen bir evrak olabilir. Belirli bir sürede bir başvuruyu
yapmamız için gönderilen bir evrak olabilir. İİK 58 de bir örnektir. Bilgilendirilmek istenen
husus bir davetiye de olabilir. Yani belir gün, saat yerde olmanızı isteyen davetiye olabilir.
Davetiyenin içinde bulunması gereken en önemli unsur ihtar yani çağrıya uyulmadığı takdirde
doğacak sonucun yazmasıdır, ihtar bulunmazsa o sonuç gerçekleşmez. Davetiyede usulsüzlük
olup olmadığına bakarken davetiyenin ait olduğu kanuna göre düzenlenip düzenlenmediğine
bakılır. Davetiyedeki eksiklik ileri sürülüp usule aykırılıktan bahsedilebilir. Mevzuat ‘’kanuna
göre davetiyeye yazılması gereken unsurlar yazılmalıdır’’ diyor.
Bizim hukukumuzda adreste tebligat esası kabul edilmiş. Yani tebligat, tebligat yapılacak
şahsın bilinen son adresine yapılır. Dikkat edilirse yerleşim yeri demiyor, daha geniş bir kavram
kullanıyor. Yani bu yerleşim yeri yanında işyeri vb. de olabilir. Amaç işbu şahsa ulaşıyor mu
ulaşmıyor mu hususudur. Bilinen en son adres tebligata elverişli değilse ya da tebligat
yapılamıyorsa muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine bakılır. Bu
adres bilinen en son adres kabul edilir. İlan yoluyla tebligat çok zorluk yaşatmıştı. Çünkü bu
tebligat farazi tebligattır. Çünkü hata ile ilanlı tebligat yapıp ilanen tebligat yapılırsa
Yargıtay’dan cevap gelir: hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilmiş, tebligatı nasıl yaparsınız,
tebligat kanununun diğer hükümlerine göre tebligat yapabilmek varken nasıl ilanen tebligat
çıkartırsınız (çünkü ilanen tebligat farazi bir tebligattır, şahsın ilanı okuyup okumadığını
nereden bileceksin). O yüzden kanun koyucu muhatabın adres kayıt sisteminde adresi varsa
bilinen son adresi kabul edilir oraya tebligat yapılır diyor, yani ilanen tebligat yapılmasına izin
verilmiyor. Adresle tebligat kabul ediliyor ama kendisine tebligat yapılacak şahıs başvurursa ya
da kabul ederse her yerde tebligat yapılması caiz. Mesela yılların posta memuru çok iyi tanıdığı

102
birisini yolda gördüğünde normalde tebligat yapamaz, çünkü adreste tebligat kabul edilmiş.
Ama o şahıs bunu kabul ederse elbette orada tebligat yapabilir.
Tebligat kanunu 54/2’de ilginç bir düzenleme var.
Tebliğ evrakının muhatabına verilmemesi ve tebligatı kabulden kaçınma
MADDE 54

Muhatap namına kendilerine tebligat yapılan kimseler tebliğ evrakını muhataplarına en kısa
zamanda vermedikleri ve bundan gecikme veya zarar vukua geldiği takdirde bir yıla kadar hapis
cezasıyla cezalandırılır.
Kendisine yapılması gereken tebligatı almayan muhatap ile muhatap adına tebligatı kabule
mecbur olup da tebligatı kabul etmeyenler hakkında da yukarıda belirtilen cezalar uygulanır.

Belgelendirmeden kasıt; tebligatın yapıldığına ilişkin evrakın oluşturulmasıdır. Tebliğ mazbatalı


bir zarfın içinde evrak gelir. Tebliğin yapıldığı tebliğ mazbatalı zarf ile mutlaka ortaya koymalıdır
ama doğru bir şekilde ortaya konulmalıdır. Tebliğ tutanağı tebliğ maddelerini madde madde
göstermesi gerekir. Tebliğ mazbatası önemli. Tutanak mevcut değilse tebliğ yoktur. Çünkü
Tebliğ mazbatası belgelendirme unsurudur. Tebliğ mazbatası (tebliğ tutanağı) resmi belgedir.
Tebliğ mazbatasında yer almayan bir şey başka şekilde ispat edilemez. Tebliğ mazbatasının
resmi belge olduğunu Yargıtay da kabul eder. Tebliğ çıkartacak mercii ilgili şahıstan muhakkak
masrafı alır. Masraf verilmemişse tebliğden vazgeçilmiş sayılır. Ortadaki bir yargı mercii ise ve
dava söz konusu ise ne olur = Tebliğ giderleri gider avansları içerisinde değerlendirilmesi
gerektiğinden, gider avansı eksikliğinden iki haftalık kesin süre verilir. İki haftalık kesin süre
içerisinde de tamamlanmazsa dava usulden ret edilir.

- Adres değiştirilirse ne olur? Yargılama sırasında adres değiştirme çok önemli. Tebligat kanunu
35. Maddede adres değişikliğinin bildirilmesinin zorunluluğundan bahsetmiş. Daha önce
yargılamada kanunun gösterdiği usulde tebliğ yapılmışsa, adresini değiştirirsen yeni adresini
kazi merciye bildirmelisin. Bildirirsen artık bütün tebliğler o adrese yapılır. Yeni adresi
bildirmezsen, adres kayıt sisteminden de tespit edilemezse eski adrese gidilir, oradaki binaya
bir nüshası asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır ve bütün tebliğler o binaya asılır. Bu madde
kazai tebligata ilişkin maddedir. Yani sadece yargı merciileri tarafından kullanılabilir.
- Tebligat muhataba yapılır. Muhatap adına tebligatı kanunen almaya yetkili olan kişiler diye
bahseder kanun koyucu. Bunlar da muhatap yanında tebligatı kabul etmek zorunda olan
şahıslardır. Kendisine tebliğ yapılacak şahıs adresinde bulunmazsa tebliğ kendisiyle aynı
konutta oturan kişilere ya da hizmetçilerinden birine yapılır. Mesela tebliğ memuru adrese gitti
diyelim. Ahmet Arı’nın kapısını çaldı ve kapıya annesi Büşra Arı çıktı. Tebliğ memurunun
yapması gereken şey tebliğ edilecek şahıs adresinde mi değil mi onu öğrenmek. Adresinde
yoksa kendisiyle aynı konutta oturan kişilere ya da hizmetçilere tebligat yapılır. Yani ön şart
tebligat yapılacak şahsın adreste bulunmamasıdır. Tebliğ memuru tebliğ mazbatası hazırlarken
‘’adrese gidildi, ilgili şahsın adreste olmadığı tespit edildi, tebliğ kendisiyle aynı konutta oturan

103
Büşra Arı’ya yapıldı’’ diye yazacak. Muhatap yerine kendisine tebligat yapılacak şahsın
görünüşüne nazaran on sekiz yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz
bulunmaması gerekir. Yani burada tamamen takdir imkanı veriliyor. Mesela 15 yaşında ama
1.80 boyunda, sakallı ve sesi kalın. Bu şahsa tebliğ yapılabilir. Ayırt etme gücü yerinde olup
iletişim kuramama gibi bir halde olursa ehliyetsiz olma durumu gerçekleşebilir (çünkü bariz
surette ehliyetsiz bulunması diyor).
Kanun koyucu imza atamayacak olması durumunda ne olacağını düzenlemiş. Komşularından
bir kişi huzurunda sol elinin baş parmağıyla basılır. O parmağında problem varsa diğer elinin
baş parmağıyla basılır. Her ikisiyle de atamayacak durumdaysa tebligat kendisine yapılır ama
bütün bunlar okur yazar bir komşusu huzurunda yapılır. Tabi ki bunların hepsi tebliğ
mazbatasına yazılır. Komşu bulunmaz ya da imza atmaktan kaçınırsa tebliğ memuru
mahallenin muhtarını, ihtiyar heyeti azasından birini, zabıta memurunu davet ederek tebligat
onların huzurunda yapılır. Tebliğ tutanağı harfiyen bunların hepsini içermelidir. Bizdeki en
büyük sorun bu tebliğ tutanağının doğru tutulmamasıdır.

Muhatap adına tebligatı kabul edebilecek kişiler bunlarla sınırlı değil. Mesela muhatap bir
yerde mesleğini yerine getiriyor diyelim. Orada kendisine tebligat yapılabilir. Muhatap orada
bulunmuyorsa tebligat aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerine yapılır. Eğer
mesleğini evinde icra ederse ve kendisi bu adreste bulunmazsa önce yanında çalışan memur
veya istihdamlarına yapılır, o da yoksa aynı konutta oturan kişilere ya da hizmetçilerinden
birine yapılır. Yani burada bir sıralama öngörülmüş. Mesela kapıyı ilgili şahsın eşi açtıysa önce
eşini soracak, yoksa memur ya da müstahdem çalışanlardan var mı diye soracak, o da yoksa
aynı konutta oturan kişilerden birine ya da hizmetçilerden birine tebligat yapılır. Bu sıralamaya
uyulmazsa usulsüz tebligat olmuş olur.
Otel, hastane, fabrika, okul gibi yerlerde tebligata ilişkin özel bir düzenleme var. Yer itibariyle
muhatabına ulaşılmasının zor olması durumunda tebligatın nasıl gerçekleştirileceğini söylüyor.
Mesela bir otelde muhataba ulaşmak zor olabilir. Bu gibi içine serbestçe girilmesi mümkün
olmayan yerlerde, aranan kişinin kolayca bulunması mümkün olmayan yerlerde tebliğ
yapılması için muhatabın bulunduğu yerin kısmın amirinden yardım alınır. Onlar tebliği temin
ederler. Tebliği temin etmekten maksat şudur: Muhatabı bulup getirmek ve tebligatın ona
yapılmasını sağlamak. Muhatabın hemen bulunması sağlanamıyorsa, muhatabın hemen
bulunması mümkün değilse veya tebliğ temini gerçekleştirmek bir şekilde mümkün değilse
tebliğ bu şahıslara gerçekleştirilebilir.
Mahkumlar ve tutuklar açısından tebliğin yapılmasını bulundukları yerdeki müessese müdürü
veya memur temin eder. Tutuklular ve hükümlüler açısından ayrı bir değerlendirme yapılması
gerekir. Hükümlüler açısından; TMK’ ya göre hükümlülük senesi önemli, bir yılı aşıyorsa o şahsa
bir temsilci atanmalıdır, o halde tebliğ o temsilciye yapılır. Hükümlülük süresi bir yıldan azsa
ya da tutukluysa o zaman tebliği bulunduğu yerdeki müessese müdürü ya da memur temin
eder. Tebliğ bu şahıslara gerçekleştirilemezlerse müessese memuru ya da memura tebliğ
yapılmaz.

104
* ÇOK ÖNEMLİ BİR MADDE:

Vekile ve kanuni mümessile tebligat


TEBLİGAT KANUNU MADDE 11
(1)Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan
birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan
ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun,
kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.
(2)Avukat tarafından takip edilen işlerde, avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar, resmî
çalışma gün ve saatleri içinde yapılır.
(3)Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara
göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır.
AÇIKLAMALAR: Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunludur.
Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılır. Yani bu durumda tebligatın muhataba
yapılması mümkün değil. Eğer tebliğ konusu evrak muhatap açısından önemli sonuç doğuracak
nitelikteyse, muhatabın yerine getirilmemesi halinde bir takım yaptırımlar öngörülüyorsa
tebligatın muhataba da yapılması gerekir (mesela isticvap, yemin… İsticvap için usulüne uygun
davet edilen taraf duruşmaya gelmediği takdirde aleyhine olan vakıaları ikrar etmiş sayılır.
Böyle bir halde bu şahsa isticvap davetinin tebliğ edilmesi gerekir. Davetiyenin içinde
muhakkak gelmediği takdirde sonucu yazılmalıdır). Normalde tebligatın belli bir sat ve günü
mevcut değildir. Ama avukatla takip edilecek işlerde avukatın bürosunda yapılacak tebligatlar
resmi çalışma günü ve saatleri içerisinde yapılmalıdır.

- Muhatap tebliğ saatinde adresinde bulunmayabiliyor. Kendisi adına tebliği alacak birisi de
bulunmayabiliyor. Bu durumda tebliğ imkansızlığı ortaya çıkıyor. İkinci bir ihtimalde bu şahıslar
var ama tebellüğden imtina ediyorlar yani kaçınıyorlar. Böyle bir hal mevcut olursa tebliğ
memuru o evrakı o yerin
1. muhtar,
2. ihtiyar heyetinin azalarından birisi,
3. zabıta amiri ya da memurlarına
imza karşılığı teslim edecek ve teslim alanın adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen
adresteki binanın kapısına yapıştırır. Adreste bulunmama halinde o şahsa işbu durumu haber
vermek için en yakın komşularından birine, varsa yönetici ve kapıcıya bu durum bildirilecek.
Yani muhatap dağıtım adresleri sırasında orada değil, onun adına tebligatı almak için kimse
yoksa ya da hepsi varsa ama tebligatı almaktan kaçınıyorlarsa tebliğ memuru o evrakı muhtara;
ihtiyar heyeti üyelerinden birine; zabıta amiri ya da memuruna imza karşılığı verecek. Ondan
sonra kime verdiyse onun adresini ihtiva eden ihbarnameyi binanın kapısına yapıştıracak. Bu
yapıştırma tarihi tebliğ tarihi sayılır. Adreste bulunmama sebebiyle bu prosedür izleniyorsa
memur mümkün oldukça muhatabın en yakın komşularından birine varsa yönetici veya

105
kapıcıya bu durumu bildirmelidir. Mümkün oldukça dediği için eğer bunlar da yoksa bunlara
da bildirilmez (tebligat kanunu m.21).
Tebliğ imkânsızlığı ve tebellüğden imtina
MADDE 21
(1)Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat
yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse,
tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine
veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin
adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber,
adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün
oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin
kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
(2)Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç
oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru tebliğ olunacak
evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya
memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden
ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı
tarih, tebliğ tarihi sayılır.

(3)Muhtar, ihtiyar heyeti azaları, zabıta amir ve memurları yukarıdaki fıkralar uyarınca
kendilerine teslim edilen evrakı kabule mecburdurlar.

Memur tebliğe geliyor ve ilgili şahıs adreste yok. Ama muhatap adına tebligatı kabul
edebilecek şahıslardan birisi mevcut. Böyle bir halde bu şahıslardan biri muhatabın geçici
olarak başka bir yere gittiğini beyan ediyorsa bu şahsın beyanı alınır, kendisine imzalattırılır ve
evrak bu kişiye verilir. Bu kişilerin normalde tebliğ evrakını alması zorunlu. Bu kişiler imzadan
kaçınırsa memur bu hususu bildirecek ve kaçınma halinde 21.maddeye göre işlem yapılacak
(muhtar ihtiyar heyeti üyeleri zabıta amirine imzalattırılır ve teslim edilir). Muhatap adına
tebligatı kabul etmiş olan şahıs tebligatı kendisi alıyor ise bu kişilere verildiği tarihte,
ihbarname kapıya yapıştırıldıysa yapıştırılma tarihinden itibaren 15 gün sonra tebligatın
yapılmış olduğu sonucu doğar (Tebligat kanunu madde 20).

Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi


MADDE 20
(1)13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin
muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı
tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ
evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ
yapılacak kimsenin, muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan

106
imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının
kabulden çekinme halinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. Bu maddeye göre yapılacak
tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği
tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış
sayılır.

Muhatap öldüyse ya da gösterilen adresten sürekli ayrılmış ve yeni adresi memurca tespit
edilemiyorsa tebliğ evrakı çıkarılan merciye geri gönderilecek. Muhatap adresinden ayrıldıysa
adresi tespit etmeye çalışmalıdır. Adresi tespit edemiyorsa tebligatı çıkaran merciye geri
gönderecek. Yeni adresi tespit ediyorsa yeni adres kendisinin tevzi bölgesinde mi ona bakacak.
Yeni adres kendisinin tevzi bölgesindeyse tebligatı yapar. Ama yeni adres kendisinin bağlı
olduğu tevzi bölgesinin diğer bir bölgesindeyse veyahut başka PTT merkezinin bölgesi
içindeyse kendi merkezine götürür ve kendi merkezi gerekli işlemleri yapar.
Bütün bu sayılan prosedürlere uyulmazsa usulsüz tebligat ortaya çıkar. Usulsüz tebligat kural
olarak geçersiz bir tebligattır. Lakin bu geçersizlik askıdadır. Muhatap tebligatı öğrenirse
tebligat geçerli hale gelir, ama tebligatı öğrenmediyse tebligat yapılmamış sayılır. Lakin tebliği
öğrendiyse tebliğ tarihi muhatabın tebliği öğrendiğini beyan ettiği tarihtir. Tebliğ usulüne
aykırı olarak yapılması halinde muhatabın tebliği öğrendiğinin ve bunu öğrendiği tarihin iddia
ve ispatı mümkün değil. Tebligatın yokluğu ile tebligatın usulsüzlüğü arasındaki farkı iyi bilmek
gerekir. Tebligat yok ise tebligatın usulsüzlüğünden bahsedemeyiz. Tebligatın usulsüzlüğü için
vücuda gelmiş (bilgilendirme ve belgelendirme) bir tebligat olmalıdır. Tebligatın yokluğunda
ise bilgilendirme ve belgelendirme unsurlarının olmadığını, bu unsurlarda eksiklik olduğunu
görüyoruz. Tebligatın yokluğunda tebligat sonuçları doğmaz. Ama usulüne aykırılık varsa
muhatap sonucu öğrendiğinde tebligat sonuçlarını doğurmaya başlar.

- Elektronik Tebligat: Kanun koyucu elektronik tebligatı ikili bir ayrıma tabi tutmuştur.
1. Elektronik Tebligatın Yapılmasının Zorunlu Olduğu Haller: Baro levhasına yazılı
avukatlara elektronik tebligat yapılması zorunlu. Sicile kayıtlı arabuluculara,
bilirkişilere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, genel bütçe
kapsamındaki kamu idarelerine, özel bütçeli idarelere elektronik tebligat yapılmak
zorunludur.
2. Elektronik Yapılması Zorunlu Olan Şahıslar Haricindeki Şahısların Bana Elektronik Yolla
Tebligat Yapın Demesi: Bunu isteyen kişiye elektronik tebligat yapılır.
Elektronik tebligat sistemdeki problemeler nedeniyle yapılamazsa yine tebligat kanunundaki
diğer hükümlere göre tebligat yapılır.

Elektronik tebligat muhatabın elektronik adresine ulaştığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda
yapılmış sayılır ve bundan itibaren süreler işlemeye başlar. Normalde bir tebligat yapıldığında
mesela ilam tebliğ edildi, kanun yoluna başvuru süresi ilamın tebliğinden itibaren iki hafta.
Normalde avukat olarak ofise teslim edilseydi iki haftalık süre bugünün üzerine eklenirdi. Ama
elektronik tebligatta bugün posta adresine düşünce beş gün sonra tebligat yapılmış sayılır ve

107
tebliğ edildiği günün üzerine iki hafta sonra gelecek gün hesaplanır. Yani elektronik tebligatta
+5 gün kazanılır.
Bizim mevzuatımız çerçevesinde mevzuat hiçbir şekilde gerçekleştirilemiyorsa ilanen tebligat
yapılır. Yani tebliğ memuru adresi tespit edemiyor, adres kayıt sisteminde adresi yok, tebligatı
çıkaran merci adres araştırması yapıyor, bu adres araştırması için her yere soruyor, adres tespit
edilemiyor bu şekilde ilanen tebligat yapılır. İlgili merci muhakkak ilanen tebligat yapılmasına
ilişkin bir karar tesis edecek. İlanen tebligat yapılması söz konusuysa tebligatı isteyen şahsın
tüm giderleri yatırması gerekir. Tebliğ yapılacak kişinin en güvenilir biçimde öğrenmesini
sağlayacak gazetede ve elektronik ortamda basın ilan kurumu ile yapılan tebligat ilanen
tebligattır. En güvenilir biçimde öğrenmesini sağlayan gazete tebliği çıkran merciin bulunduğu
yerde yayınlana gazeteyse diğer bir gazeteyle ilanın yapılması gerekmez. Bunun haricinde
tebliğ edilecek evrak ve ilan sureti herkesin kolayca görebileceği yere bir ay müddetle asılıyor.
İlan yoluyla tebliğ tarihi son ilan tarihinden itibaren yedi gün sonra yapılmış sayılır ancak daha
uzun bir süre de verilebilir, bu süre 15 günü geçemez.

- Celse esnasında kalemde soruşturmaya, davaya, takibe (yani ceza yargısı, hukuk yargısı, icra
takibi açısından söz konusu olabilir) ait evrak taraflara, ilgili üçüncü kişilere, katılana ya da
vekillerine tutanağa geçirilmek suretiyle veya imza karşılığında tebliğ konusu belirtilerek tebliğ
edilebilir. İcra dairesine herhangi bir iş için gidilirse orada tebliğ gerçekleştirilir. Tutanağa
geçirilmek suretiyle imza karşılığı verilir. Sonuçta tebliğe ilişkin bir tutanak var. Ayrıca ekstra
tebliğ mazbatasının düzenlenmesine ve masraf yapılmadığı için masraf da gerekmiyor.
Stajyerler için bir düzenleme var. Yargı mercii celse esnasında sıfatı temsil edilen avukat katibi
ya da stajyerine bir sonraki celsenin gün ve saatini bildiriyor, bu da avukata tebliğ
hükmündedir. Ama dava ile ilgili başka bir hususun bildirilmesi avukata tebliğ hükmündedir.
Ama bu kazai tebligat içerisinde değerlendirilen bir şeydir.

- Yabancı ülkede Türk vatandaşı olmayan bir şahsa tebligat çıkartıldığı takdirde oradaki
konsolosluğumuz o kişiyi davet edip tebligat yapamaz. Kural oradaki konsolosun tebligat
yapmasını yetkili makamdan istemesidir. Ama yabancı ülkede tebligat yapacak kişi Türk
vatandaşıysa o yerdeki Türk siyasi memuru konsolosu tebliğ evrakı kendisine gelince o ülkenin
kendi usulüne göre o vatandaşa ihtarname (bilgi) gönderiyor. İhtarnamede konsolostan 30 gün
içinde tebligatı almazsan tebliğ yapılmış sayılacak diyor. 30 gün içinde alırsa tebligat yapılmış
sayılır. 30 gün içinde gelmezse 30.günün sonunda tebligat yapılmış sayılır. Yani her ülke kendi
toprağı üzerinde egemenlik hakkına sahiptir. Bir tek istisna yabancı ülkede Türk vatandaşı
varsa o konsolosluğa çağrılabilir ve orada tebligatı Türk siyasi memuru ya da konsolos ya da
görevlendirecekleri memur yapabilir.

108
(19/08/2020)
DELİL SÖZLEŞMESİ
- Taraflar aralarında anlaşmak suretiyle kesin delille ya da takdiri delille ispata ilişkin kuralları
değiştirebiliyorlar (HMK m.1903).

Delil sözleşmesi
MADDE 193

(1) Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla
kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını
kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli
delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler.

(2) Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil
sözleşmeleri geçersizdir.
AÇIKLAMALAR: Taraflar senetle ispat kuralının zorunlu olduğu durumlarda bunu delil
sözleşmesiyle aşabilecekleri gibi takdiri delillerle ispatı mümkün olan husus için de kesin delille
ispatlanması konusunda sözleşme yapabilirler. Mesela sadece ‘’banka kayıtları esas
alınacaktır’’ diyebilirler. Kesin delille ispatı zorunlu olan durumlarda bu zorunluluğu ortadan
kaldırır. Burada hakimin resen gözeteceği bir husus tarafların iradesiyle bertaraf edilmiş olur.
Kesin delille ispatı zorunlu olan durumlarda hakim o vakıanın kesin delille ispat edilmesi
gerektiğini resen inceliyor ve değerlendiriyor. Çünkü hakimin resen alacağı her şey kamu
düzenine ilişkin değil. Kesin delil hususu da kamu düzenine ilişkin olduğundan delil sözleşmesi
yapılabilmesi mümkündür. Delil sözleşmesini en yaygın uygulamalarından biri de hakem
bilirkişi sözleşmeleridir. Bilirkişiyi normalde mahkeme kendisi atar. Doktrinde madem bilirkişi
takdiri delil, hakim de rapordan tatmin olmadığı zaman davayı yeni bir bilirkişiye gönderme
durumunu elde edebiliyor, o zaman bilirkişiyi hakem bilirkişi olarak belirlenecek birinin kararını
baştan kabul ederek bir sözleşme yapabiliriz. Hakem uyuşmazlığı çözer. Taraflar hakem için biz
mahkemeye gitmeyelim, mahkeme uzun sürer, davayı hakem çözsün derler. Hakem bilirkişi
bu ikisi arasında kalan kişidir. Hakem bilirkişi vakıaya ilişkin görüşüne müracaat edilen kişidir.
Fakat hakem bilirkişinin görüşü mahkeme için bağlayıcıdır. Normal bilirkişinin görüşü bağlayıcı
değildir. Taraflar hakem bilirkişi hususunda delil sözleşmesi yapıyorlar (Mesela eser
sözleşmesinde zararın tespitine ilişkin olarak münhasıran İstanbul inşaat odası başkanından
alınan rapor taraflar ve mahkeme için bağlayıcı olacaktır). Bu müessese delil sözleşmesinin en
sık ortaya çıktığı alanlardan birisidir (fıkra 1). Ama bunun bir sınırı var. Mesela hukuki fiilin kesin
delillerle ispat etmek gibi bir hususun sözleşmeyle konulması hukuki fiilin ispatını fevkalade
güçleştireceğinden yapılan delil sözleşmesi kanun tarafından geçersiz kılınmıştır (fıkra 2).
- Delil sözleşmesi yazılı olarak yapılır veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek beyanla
yapar ve bu beyanları imzalı olacak.

109
- Bu konuların hepsi tamamlanınca tahkikat aşaması bitmiş olur. Tahkikat sona erdiğinde
uyuşmazlığın çözümü bakımından önem taşıyan, taraflar arasında çekişmeli veya çekişmesiz
olan vakıalar belirlenmiş oluyor. Çekişmeli olanlar için ispat faaliyetini girilmiş oluyor. Hakim
hangilerinin ispatlandığını, hangilerinin ispatlanmadığını kendince çözmüş oluyor. Bütün
tahkikata ilişkin olarak değerlendirmelerinin sunulması için hakim tarafından taraflara birer
defa söz veriliyor (HMK m.184).
Tahkikatın sona ermesi
MADDE 184
(1) Hâkim, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada
hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir.

(2) Mahkeme tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı


gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder.
AÇIKLAMALAR: Hakim tahkikatın sona ermesinden sonra iki tarafa da vakıalara ilikşin
söyleyecekleri bir şey var mı diye söz veriyor, daha sonra tahkikatın bittiğini taraflara tefhim
ediyor. Bundan sonraki aşamamız sözlü yargılama aşamasını oluşturuyor.

SÖZLÜ YARGILAMA AŞAMASI


- Sözlü yargılama aşaması önceden başka bir duruşma olarak yapılıyordu. Tahkikat bittikten
sonra sözlü yargılama ve hüküm için hakim başka bir duruşma günü tayin ederek taraflara
davetiye gönderiyordu. Ama yargılama süresinin kısaltılması amacıyla yapılan değişikliye göre
mahkeme tahkikatın bittiğini tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına
geçilebiliyor. Taraflardan birisisin talebi üzerine 2 haftadan az olamamak üzere sözlü yargılama
duruşması için erteleme söz konusu olur. Taraflar hazır bulunsun bulunmasın sözlü yargılama
için erteleme olursa taraflara davetiye gönderilmez. Sözlü yargılamada hakim taraflara son
sözlerinin soruyor ve hükmünü veriyor.

Sözlü yargılama
MADDE 186
(1) Mahkeme, tahkikatın bittiğini tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama
aşamasına geçer. Bu durumda taraflardan birinin talebi üzerine duruşma iki haftadan az
olmamak üzere ertelenir. Hazır bulunsun veya bulunmasın sözlü yargılama için taraflara ayrıca
davetiye gönderilmez.
(2) Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir. Şu kadar ki,
150 nci madde hükmü saklıdır.

110
- Sözlü yargılama neticesinde hakim en son hükmünü açıklıyor. Hüküm aşaması yeni bir aşama
olarak karşımıza geliyor. Hüküm aşaması sona erdikten sonra kanun yolu aşaması gündeme
geliyor.
- Sözlü yargılama hakim iki tarafa da son değerlendirmelerini sunduktan sonra söz verdikten
sonra aydınlatılması gereken başka bir husus kalmadıysa hakim hükmünü açıklar.

Hüküm
Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi
MADDE 294
(1) Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda
uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.
(2) Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur.
(3) Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması
suretiyle olur.

(4) Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın
tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir.
(5) Hükmün tefhimini, duruşmada bulunanlar ayakta dinler.
(6) Hükme ilişkin hususlar, niteliğine aykırı düşmedikçe, usule ilişkin nihai kararlar hakkında da
uygulanır.
AÇIKLAMALAR:
Fıkra 1 = Hüküm yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karardır. Hakim
yargılama sonunda usule ilişkin bir nihai kararla da davayı sona erdirebilir. Fakat kanun açıkça
usule ilişkin nihai kararı hüküm olarak değerlendirmemiş.
Fıkra 4 = Uygulamada zaten gerekçeli karar okuyan hakim sayısı çok az. Genel olarak hakimler
duruşmada kısa kararı yani hüküm sonucunu okuyorlar, gerekçeli kararları taraflara daha sonra
yazıp tebliğ ediyorlar. Gerekçeli karar tefhim tarihinden itibaren bir ay içinde yazılmalıdır.
Fıkra 6 = Hakim usule ilişkin nihai karar vermişse bu nihai kararın da gerekçesini açıklamakla
mükelleftir.

111
Hükmün kapsamı

MADDE 297
(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil
numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.

b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa
kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları,
çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini,
sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının
iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden
her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası
altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
AÇIKLAMALAR: Burada hakimin hükme neleri yazması gerektiği ifade edilir.

112
113
114
115
116

You might also like