You are on page 1of 51

MEDENÎ USUL

5. Hafta
HUKUKU 2
İSPAT VE
DELİLLER
İSPATIN
GENEL
KONUSU ve DELİL
HÜKÜMLER
 Dava konusu hakkın ve (hak iddiasının) buna karşı yapılan savunmanın
dayandığı
vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine
ispat denir.

 İspatın konusunu, tarafların üzerinde anlaşamadıkları (m. 140, 3) ve fakat


uyuşmazlığın çözümünde (talep sonucunun karara bağlanmasında) etkili olabilecek
çekişmeli vakıalar oluşturur (m. 187, 1/c. 1).

 İspat faaliyeti, soyut (koşul) vakıalardan hareketle ileri sürülen, talep sonucunu haklı
kılan somut vakıaların (olay ve olguların) doğru olduğu konusunda hâkimin bir kanıya
ulaşmasını sağlama çabasıdır.

 İşte, talep sonucunun dayandırıldığı (taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan)


bu
çekişmeli vakıanın ispatı için başvurulan araçlara delil (kanıt) denir (m. 187, 1/c. 2).
Bir hukuk kuralının uygulanması, o kuraldaki hukuki sonucun kendilerine bağlandığı vakıanın
(koşul vakıanın) o olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespitine bağlıdır.

** Bir hukuk kuralındaki hukukin sonucun olaya uygulanması için bir araya meydana gelmesi
gereken vakıalar, o hukuk kuralının koşul vakıalarıdır.

Koşul vakıalar her somut olayda değişiklik gösterir. Koşul vakıası, kanunun hakkın doğumu için
aradığı vakıa iken, somut vakıa, bizzat somut olayda gerçekleşen vakıadır. Eğer somut olaydaki
vakıa çekişmeli ise işte o vakıanın ispatı gerekir.

İspat faaliyeti, koşul (soyut) vakıalara (mevzuatta ortaya konulmuş olan vakıa) uygun şekilde
ortaya konulan, somut vakıaların (olayımızdaki vakıa) doğruluğu ve gerçekliği konusunda
hâkimde kanaat uyandırma faaliyetidir.
İspatın konusunu oluşturan vakıalar, öncelikle taraflar arasında, çekişmeli olan
vakıalardır. Sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu
oluşturur. Hâkim kural olarak, taraflarca ileri sürülemeyen vakıaları araştıramaz ve
bunların ispatını isteyemez. Bu nedenle mahkemeden talepte bulunan tarafın talebinin
temelini oluşturan vakıa veya vakıaları iddia etme yükü mevcuttur. İspatı gerekli olan
vakıalar, hâkimin vereceği kararı etkileyen, hâkimin karar verirken dikkate alması
gereken vakıalardır.

Doğrudan önemli olan vakıalar bizzat hukuk kuralının dayandığı, o hukuk kuralındaki
hukuki sonucun doğumu için ön koşul olarak düzenlenen vakıalardır.

Dolayısıyla önemli olan vakıalar (Emare vakıalar) uygulanacak hukuk kuralının koşul
vakıasının gerçekleşmiş olduğu sonucunu ortaya koymaya elverişli olan komşu
vakıalardır.
DELİLİN KONUSU

 Delilin konusu, maddî vakıalardır (olay ve olgulardır). Bu vakıalar, davanın ve


savunmanın esasını (temelini) oluşturan, bunların dayandıkları, taraflarca ileri sürülen
vakıalardır. Bu vakıalar olumlu veya olumsuz olabilir.

 Hukuk kuralları delilin konusunu teşkil edemezler. Hukuk kurallarının ispatına gerek
yoktur; çünkü, hukuk kuralları hâkim tarafından kendiliğinden araştırılır ve uygulanır
(m. 33).

 Bir davada, o davanın çözümünü etkileyebilecek (davanın konusu olan


uyuşmazlığın çözümü için gerekli) olan vakıalar hakkında delil gösterilir ve ancak
bu deliller, inceleme konusu yapılır.
 Hâkim, ön incelemede tarafların bildirdikleri ve fakat davanın çözümü için gerekli
(dava ile ilgili) olmayan vakıaları ayırır ve bunları tahkikat konusu yapamaz (m.
140).

 Dava ile ilgili olmayan vakıalar için delil gösterilemez, gösterilmiş ise incelenemez.
Çünkü, bu vakıaların (ilgili olmadıkları o davada) ispat edilmesi ile edilmemesi
arasında, o davanın çözümü (halli) bakımından hiçbir fark yoktur.

 Taraflar arasında çekişmeli olmayan vakıalar için de delil gösterilmesine gerek


yoktur. Taraflar arasında çekişmeli olmayan vakıalar, tarafların üzerinde anlaştıkları ve
özellikle ikrar edilen (m. 187, 2; 188) vakıalardır.

 Ayrıca, herkesçe bilinen vakıalar çekişmeli sayılmaz (m. 187, 2).


İSPAT HAKKI

 Davada tarafların (ve hatta dava ile ilgili üçüncü kişilerin) iddia ve savunma haklarını
fiilen kullanabilmeleri, kendilerine, ispat etme hakkının verilmesiyle sağlanabilir; bu
şekilde hak arama özgürlüğü somutlaşır ve fiilen gerçekleşir.

 Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir (m.
189/1). İspat hakkı her iki tarafa da ait olduğu için ispat, Kanunda (m. 189) taraflar
bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde aynı zamanda bir hak olarak
düzenlenmiştir.

 İspat hakkı, tarafların Kanunun belirlediği süre içinde ve Kanunun düzenlediği usule
uygun olarak ortaya koyduğu delillerle sağlanır. Ancak ispat hakkı pahasına, hukuka
aykırı olarak elde edilen delillerin kullanımına izin verilemez.
 Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın
ispatında dikkate alınamaz (m. 189/2).

 Bu düzenlemede, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin


mahkeme tarafından kendiliğinden gözönüne alınması ve delilin her ne surette olursa
olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde, diğer tarafça bir itiraz
ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında
değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

 Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar (m. 200-201; İİK m. 68 gibi),
başka delilerle ispat olunamaz (m. 189/3). HMK’nun da HUMK’nun kabul ettiği
‘kesin delil’ sistemini benimsediğini göstermektedir.
 Bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar
verilir (m. 189/4).

 Hâkim, tarafların ispat hakkı çerçevesinde ibraz ettikleri (toplanan) bütün


delilleri kararında tartışır, değerlendirir ve bundan çıkan sonucu kararına yazar (m.
297, 1/c).

 Mahkeme kararında delillerin hiç değerlendirilmemesi, istinaf mahkemesinin duruşma


yapmadan, kararın kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın
gönderilmesi kararı vereceği hallerden birisidir (m. 353).

 Keza, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanunî bir sebep
olmaksızın kabul edilmemesi, temyizde bozma sebepleri arasında sayılmıştır (m. 371).
İSPATIN KONUSU
1. Vakıalar: VAKIALAR İKİYE AYRILIR. MÜSPET VAKIALAR, MENFİ VAKIALAR.
Menfi vakıa: Bir hukuk kuralındaki sonucun, bir vakıanın mevcut olmamasına, gerçekleşmemesine veya bir
süreç veya kişi hakkındaki değer yargısının somut duruma uygun olmamasına bağlandığı durumlarda, koşul
vakıayı menfi vakıa olarak adlandırmak gerekir.
Bir vakıanın gerçekleşmediği şeklindeki vakıaların ispatı çoğu kez dolaylı ispat yoluyla olur. Örneğin nesebin
reddinde, çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse, davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek
zorundadır. Çocuğun kendisinden olmadığını doğrudan ispat edemeyen koca, müspet bir vakıa aracılığıyla
örneğin kısır olduğunu veya karısıyla ayrı yaşadıklarını ispatlayarak, çocuğun kendisinden olma ihtimalinin
bulunmadığını ortaya koyabilir. Yine, bir kimse belli bir tarihte belli bir yerde olmadığının ispatını, aynı
tarihte başka bir yerde bulunduğunu ispatlayarak gerçekleştirebilir.
Bazı hallerde ise, menfi vakıayı müspet bir vakıa aracılığıyla ispatlamak mümkün olmaz. Örneğin, bir kimse
bir hususu bilmediğini, başka bir şeyi bildiğini ortaya koyarak ispatlayamaz. Yer ve zaman yönünden belirli
olmayan menfi vakıaların ispatı hemen hemen imkansızdır. Bu durumda, ispat yükü taşımayan diğer tarafın
olayın aydınlanmasına katılması yükümlülüğü vardır. Karşı taraf açıklama ödevi kapsamında savunmasını
somutlaştırmalı ve menfi vakıayı belirli hale getirmeye çalışmalıdır.
2. Yabancı Kanun Hükümleri: Bir davada, yabancı bir ülke kuralının uygulanması gerektiğinde Türk hakimin
yabancı hukukun ilgili hükümlerini de resen tespit edip uygulama görevi vardır. Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkındaki Kanun’a göre, somut olayda yabancı hukukun uygulanacağının ispatına gerek yoktur. Çünkü
hakim, Türk kanunlar ihtilafı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku resen uygular. Ancak
mahkeme, yabancı hukuk kuralının muhtevası ile ilgili yeterince bilgi sahibi değilse, taraflardan yardım isteyebilir.
Hakim, gerekli araştırmaya rağmen yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerini tespit edemezse, uyuşmazlığa Türk
hukukunu uygular.
3. Örf ve adet kuralları: Hukuk kuralları, kural olarak ispat faaliyeti gerektirmez. Çünkü, hakim, kanunları
kendiliğinden uygular. Hakim, Türk Hukukunu resen uygular (HMK. m.33).
Türk kanunlarını uygulayacak olan hakimin, kanunlara ulaşması mümkün iken, her yörenin farklı örf ve adet
kuralına ulaşması bu kadar kolay değildir. Hakim bu konuda taraflardan yardım alabilir. Bir davada, bir örf adet
kuralına dayanan taraf bunu ispat etmelidir.
İSPAT ZORUNLULUĞU OLMAYAN HALLER
1. İkrar 2. Çekişmesiz vakıalar 3. Herkesçe bilinen vakıalar 4. Karineler
İKRA
R
A) İKRARIN NİTELİĞİ ve KONUSU
 İkrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. Örneğin,
davacı davalıya beşbin lira ödünç verdiğini iddia eder, davalı da bu parayı (davacıdan) ödünç
olarak aldığını bildirirse, ödünç para verilmiş olduğu vakıasını ikrar etmiş olur.

 HMK m. 188/1: Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli
olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez. Bu hükümle, ikrarla doğrulanan bir vakıa için başka bir
delile ihtiyaç olmadığı, ikrarın kesin delil gücünde bir beyan olduğu anlatılmaktadır.

 Davalı davacının ileri sürdüğü vakıaları ikrar edebileceği gibi, davacı da davalının ileri sürdüğü
vakıaları ikrar edebilir.

 İkrar, bunu yapan tarafın tek taraflı açık bir irade beyanı ile olur.
 Susma (sükût) ikrar sayılmaz. Ancak, bu kuralın bazı istisnaları vardır (bkz. m. 171, 2; 220;
229 gibi).
 İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Karşı tarafın ileri sürdüğü
hukukî sebepler, ikrara konu teşkil etmez.
 Herkesin kullandığı ve anlamı herkesçe bilinen hukukî terimler, bunların dayanağı olan
vakıaları da kapsamak üzere ikrar olunabilir; örneğin, bir tarafın aralarında kira, satış,
mülkiyet, vekâlet gibi bir sözleşmenin varlığı iddiasını diğer taraf ikrar edebilir.

 İkrar, tek tek vakıalar hakkında olur. İkrar, talep sonucunun kabulünden farklıdır.
Kabulde karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar değil, onlardan çıkardığı talep sonucuna
rıza gösterilmektedir.

 İkrar da talep sonucunun doğruluğu (haklılığı) değil, sadece ileri sürülen şu veya bu
vakıanın doğru olduğu bildirilmektedir.

 Kabul ile, kabul edilen miktar hakkında dava sona ermekte iken, ikrarda sadece
ikrar edilen vakıa doğru olarak kabul edilir ve diğer vakıalarla ilgili tahkikata devam
olunur.

 İkrar da her iki taraf da aleyhine olan vakıanın doğruluğunu bildirebilirken;


kabul, yalnızca davalı tarafça gerçekleştirilebilen bir işlemdir.

 Bir vakıayı ikrar için, vekilin özel yetkiye ihtiyacı yokken, kabul bakımından
vekilin vekâletnamesinde bu konuda özel yetkisinin bulunması gerekir (m. 74).
B) İKRARIN YAPILIŞ
ŞEKLİ
I-MAHKEME DIŞI
 Taraflar, mahkeme dışındaİKRAR
ikrarda bulunabilir; örneğin, karşı tarafa yazdığı bir
mektupta veya başka kişiler (tanıklar) önünde, karşı tarafın iddia ettiği bir vakıayı ikrar
edebilir.

 Mahkeme dışı ikrar, kesin bir delil değildir.

 Hâkim, mahkeme dışı ikrarı doğrulayacak (teyit edecek) delilin veya belirtinin
(emarenin) bulunması halinde, bu ikrara dayanarak hüküm verebilir. Buna göre,
mahkeme dışı ikrar bir takdiri delildir ve bununla ancak takdiri delillerle (örneğin
tanıkla) ispat edilebilen hususlar ispat edilebilir.

 Yargıtay kararlarına göre, savcılıkta, haciz sırasında veya polis önünde yapılan ikrar,
mahkeme dışı ikrardır; o nedenle buradaki ikrarlar da ancak takdiri delil olarak kabul
edilir.
II-MAHKEME İÇİ
İKRAR
 Mahkemeye karşı yapılan (mahkemeye yönelik) ikrara mahkeme içi ikrar (adlî ikrar)
denir.

 Mahkeme içi ikrar, mahkeme önünde sözlü olarak (tek taraflı açık bir irade beyanı)
yapılabilir (m. 188, 1). İkrar için karşı tarafın kabulü gerekli olmadığı için onun
yokluğunda da yapılabilir.

 Tarafın ikrarı tutanağa yazılır; ikrar eden tarafın önünde okunarak imza ettirilir (m.
154, 3/ç).
Bu husus, ikrar için geçerlilik şartıdır.

 Yetkisiz veya görevsiz mahkemede yapılan ikrar da geçerlidir.

 Bir davada yapılan (mahkeme içi) ikrar, başka bir davada da geçerlidir. Ancak,
sulh müzakeresi (m. 313 vd.) sırasında yapılan ikrar geçerli değildir (m. 188, 3).
III-İKRARDAN
DÖNME
 İkrar eden, kural olarak ondan dönemez (rücu edemez, cayamaz); yani ikrarı ile
bağlıdır.

 Hukukî bir hata (yani, ikrarın hukukî sonucunu bilmede hata) ikrardan dönme için
yeterli değildir.

 İkrar eden, ikrarın maddi bir hatadan (TBK m. 30) doğduğunu ispat ederek
ikrarından
dönebilir (m. 188, 2). Ancak bunun için iki hususu birlikte ispat etmek
durumundadır.
1. İkrar edilen vakıanın gerçeğe uygun olmadığı (gerçeğe aykırı olduğu)
2. İkrarın maddî bir hata sonucunda yapıldığı
 Bu nedenle, taraf, gerçeğe uygun olmayan bir vakıayı bilerek ikrar etmiş ise
bundan dönemez.
C) İKRARIN
ETKİSİ
 İkrar olunan vakıalar (hususlar), çekişmeli sayılmaz ve ispatı gerekmez (m. 172, 2;
188, 1).

 Lehine ikrar yapılan taraf, ikrar edilen vakıa için artık delil göstermek ve o vakıanın
doğruluğunu ispat etmek zorunda değildir.

 Hâkim de ikrar ile bağlıdır; ikrarın doğru olup olmadığı hakkında delil dinleyemez, bu
hususta delil gösterilmesini isteyemez; ikrar edilmiş olan vakıanın doğru olduğunu
kabul etmek zorundadır.

 Bu hususlar taraflarca getirilme ilkesinin (m. 25) uygulandığı davalar içindir. Buna
karşılık, kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda, hâkim ikrar ile
kural olarak bağlı değildir; yani bu halde ikrar bir takdiri delildir.
 Ancak, TMK m. 166, III ve TMK m. 149, II’deki ikrarla hâkim bağlıdır.
D) İKRARIN ÇEŞİTLERİ VE
BÖLÜNMESİ
I-BASİT
İKRAR

 Karşı tarafın ileri sürdüğü bir vakıanın doğru olduğunu kayıtsız şartsız bildirmeye basit
ikrar (adî ikrar) denir.

 Örneğin, davacı davalıya onbin lira ödünç verdiğini bildirir ve davalı da ‘evet bu
parayı ödünç olarak aldım’ derse, bu bir basit ikrardır.

 Basit ikrarın bölünmesi söz konusu olmaz. Yani, örnekte ikrar edilmiş olan ödünç
para verme vakıası, çekişmeli sayılmaz (m. 188, 1); ispat edilmesine gerek kalmaz.
II-NİTELİKLİ (VASIFLI)
İKRAR

 Nitelikli (vasıflı) ikrarda, ikrar eden, karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru
olduğunu
bildirir; ancak, bunun hukukî niteliğinin iddia edildiğinden başka olduğunu ifade
eder.

 Örnek, davacı davalıya onbin lira ödünç verdiğini bildirir ve davalı, davacıdan onbin
lira aldığını ikrar eder, fakat bu parayı ödünç (karz) olarak değil de bağışlama (hibe)
olarak aldığını bildirirse, davalının ikrarına vasıflı ikrar denir. Burada davacının ileri
sürdüğü vakıa ikrar edilmekte, fakat onun iddia ettiği hukukî nitelik (ödünç) inkâr
edilmektedir. Bu nedenle, nitelikli ikrara gerekçeli inkâr da denir.
 Davalı onbin lirayı aldığını ikrar etti diye, davalının bu parayı ödünç olarak değil
bağışlama olarak aldığını mı ispat etmesi, yoksa davacının bu parayı ödünç olarak
verdiğini mi ispat etmesi gerekir?
 Davalı parayı bağışlama olarak aldığını ispat etsin denirse, onun ikrarı bölünmüş olur;
aksi halde (davacı ödünç verdiğini ispat etsin denirse) ikrar bölünmemiş olur.

 Hukukumuzda nitelikli (vasıflı) ikrarın bölünemeyeceği, yani, vasıflı ikrarın ikrar eden
aleyhine delil teşkil etmeyeceği, aksine o vakıayı ileri sürenin onu ispat etmesi
gerektiği genel olarak kabul edilmektedir.
 Yani, vasıflı ikrarda ispat yükü (m. 190; TMK m. 6), vakıayı ileri süren tarafta olup o
vakıayı ikrar eden (gerekçeli olarak inkâr eden) tarafta değildir. Yargıtay da aynı
görüştedir.
 Örneğin, yukarıda ödünç-bağışlama örneğinde, davacı, davalıya ödünç (para) verdiğini
ispat etmelidir; yani, ispat yükü davacıdadır.
III-BİLEŞİK
İKRAR

 Bileşik (mürekkep veya karmaşık) ikrarda bulunan taraf, diğer tarafın ileri sürdüğü
vakıayı ikrar eder; fakat ikrarına, bu vakıadan çıkan hukukî sonucu hükümden
düşüren (ortadan kaldıran) ve bu (ikrar edilen) vakıanın doğumu ile ilgili
bulunmayan başka bir vakıa (veya vakıalar) ekler.
 Örneğin; a. davalı ‘davacının bana verdiği onbin lirayı ödünç olarak aldım, fakat bu
parayı kendisine ödedim’ diyebilir.
 b. yahut davalı, ‘bu onbin lirayı davacıdan ödünç olarak aldım, fakat ben de
davacıdan onbin lira alacaklıyım, bu alacağım ile borcumu takas ediyorum’
diyebilir.
 Her iki örnekte de davalı, ödünç verme vakıasını tam olarak ikrar etmektedir; ancak
ikrarına, bundan (ikrardan) çıkan hukukî sonucu hükümden düşüren ve ödünç
vermenin (karz sözleşmesinin) doğumu ile ilgili olmayan bir vakıa (ödeme veya karşılık
bir alacağın varlığı vakıasını) eklemektedir.
1) Bağlantılı Bileşik
İkrar
 Bağlantılı bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa
arasında doğal bir bağlantı vardır; ikrarına eklenen vakıa, ikrar olunan vakıanın doğal
bir sonucudur. (ödünç aldım, fakat ödedim)
 Bağlantılı bileşik ikrarın bölünüp bölünemeyeceği tartışmalıdır:
 Bağlantılı bileşik ikrar bölünemez (doktrin ve bazı Yargıtay): Ödünç aldım, fakat
ödedim örneğinde, davacı onbin lirayı davalıya ödünç olarak verdiğini ispat etmelidir;
yoksa davalının, bu parayı ödemiş olduğunu ispat etmesi gerekmez. Aksi halde,
ikrar eden taraf, iddia edilen vakıayı inkâr edebilir. O taraf inkâr etmez dürüst davranır
ve ödünç alıp ödediğini iddia etmekte ise, onun ikrarının karşı tarafın işine gelen kısmını
(ödünç alma vakıasını) ikrar edilmiş sayıp, diğer kısmını (ödeme vakıasını) kendisine ispat
ettirmenin mantıki bir çözüm biçimi olmaz.
 Bağlantılı bileşik ikrar bölünebilir (doktrin ve Yargıtay ağırlıklı görüş): İkrarla çekişmeli
olmaktan çıkmış bir vakıanın ispatına ihtiyaç yoktur. Davalının ‘ödünç aldım, fakat
ödedim’ demesinden sonra, davacının verdiğini ispat etmesinin anlamı olmaz;
davacının ödüncü (parayı) davalıya verdiği hususu taraflar arasında çekişmeli olmaktan
çıkmıştır. Artık çekişmeli olan husus davalının ödediği iddiasıdır; bunu da davalı ispat
etmelidir.
2) Bağlantısız Bileşik
İkrar
 Bağlantısız bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa
arasında hiçbir bağlantı yoktur; yani ikinci (ikrara eklenen) vakıa, ikrar edilen vakıa
olmadan da mevcuttur.
 Örneğin, davalının ‘dava konusu onbin lirayı davacıdan ödünç olarak aldım, fakat
ben de davacıdan onbin lira alacaklıyım, bu alacağım ile borcumu takas ediyorum’
şeklindeki beyanı, bağlantısız bileşik ikrardır. Çünkü, davalının karşılık alacağı ile,
davacının alacağı arasında hiçbir bağlantı yoktur.
 Doktrinde çoğunluk, bağlantısız bileşik ikrarın bölünebileceği görüşündedir.
 Çünkü, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıanın, diğer tarafın da iddia ettiği vakıa ile bir
ilgisi (bağlantısı) yoktur. İkrara eklenen vakıa, tamamen diğer tarafın savunmasının
dayandığı bir vakıadır ve bunu da o taraf ispat etmelidir. Aksi halde, diğer taraf
olumsuz bir durumu ispat zorunda bırakılmış olur.
KARİNELER
Karine, belli bir olaydan, belli olmayan diğer bir olay için çıkarılan
sonuçtur.
Karine iki parçadan oluşur. Karine temeli ve karine sonucu. Örneğin, zilyetliğin
mülkiyete karine teşkil etmesinde, zilyetlik karine temelidir, mülkiyet ise karine
sonucudur. İspata gerek olmayan, karine sonucudur. Ancak, karine temelinin
gerçekliği ispat edilmelidir. Karinede, belirli olan karine temeli ispat edilince,
belirli olmayan karine sonucunun da gerçek olduğu kabul edilir.
 a) Fiili Karineler
 Belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için hâkim tarafından çıkarılan
sonuçlardır.

 Fiili karinelere, yaşam deneyimi (hayat tecrübesi) kuralları da denir.


kararlarında bu durum hayatın Yargıtay, olağan akışı veya normal
belirtilmektedir. durum olarak
 Fiili karine (yaşam deneyimi kuralı) lehine olan taraf, o hususu (vakıayı) ispat
etmiş sayılır. Ancak, fiili karineye dayanan tarafın karineye temel olan vakıayı
(karine temelini) ispat etmesi gerekir.
 Karine temelini (örneğin, alacaklının senedi geri verdiğini) ispat eden borçlu taraf,
karine sonucunu (borcun ödendiğini) ispat yükünden kurtulur. Örneğin, alacaklı
tarafından borç senedinin borçluya geri verilmesi, borcun ödendiğine karine sayılır.
 Kural olarak, fiilî karinenin aksini karşı taraf ispat edebilir.
 b) Kanunî Karineler
 Belli bir olaydan, belli olmayan bir olay için kanun tarafından çıkarılan sonuçlardır.
 Kanunî karineler, ispat yüküne gerçek bir istisnadır. Çünkü, karine lehine olan
taraf o olayı ispat etmekle yükümlü değildir.
 Kesin Kanunî Karineler: Bazı kanunî karineler kesindir; karşı taraf, bunların aksini
ispat edemez (m. 190, 2).
 Örneğin, kimse, tapu sicilinde kayıtlı olan bir durumun kendisince bilinmediği yolunda
bir iddia ileri süremez (TMK m. 1020, II).
 İrade bozukluğuna uğrayan kimse, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da
korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı
olmadığını bildirmezse sözleşmeye onay vermiş sayılır (TBK m. 39). Bu kimse, bir yıl
geçtikten sonra, gerçek iradesinin onay verme olmadığını ileri süremez.
 İİK m. 278’de sayılan tasarruflar iptal davası bakımından, bağışlama ile bir
tutulmuştur;
ilgililer, bu tasarrufların bağışlama olmadığını (ivazlı olduğunu) iddia ve ispat
edemezler.
 Adi Kanunî Karineler: Adi kanunî karineler, aksi ispat edilebilen karinelerdir.
 Bunlar aksi ispat edilinceye kadar delil teşkil eder. Ancak, karine aleyhine olan taraf, karinenin
aksini ispat edebilir.
 Kanunî bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü
altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanunî karinenin aksini ispat edebilir.
 Örnekler:
 İyiniyet karinesi (TMK m. 3, I). Duruma göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse,
iyiniyet iddiasında bulunamaz (TMK m. 3, II); yani TMK m. 3, I’deki iyiniyet karinesine dayanamaz.
 Resmî sicil ve senetlerin, doğru olmadığı ispat edilinceye kadar, doğru olduğu kabul edilir (TMK
m. 7).
 Hangisinin önce veya sonra öldüğünü tayin mümkün olmaksızın ölenler, aynı anda ölmüş sayılırlar
(TMK m. 29, II).
 Bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmayı gerektiren durumlar içinde kaybolursa, cesedi
bulunamamış olsa bile ölmüş sayılır (TMK m. 31).
 Soybağının reddine ilişkin karineler (TMK m. 288); babalık karinesi (TMK m. 285)
 Taşınır bir malın zilyedi onun maliki sayılır (TMK m. 985). Taşınmazlarda tescil mülkiyete karinedir
(TMK m. 992).
 (Faiz ve Kira bedeli gibi) Bir taksit için makbuz veren alacaklı ondan önceki taksitleri de almış sayılır
(TBK m. 104).
İSPAT YÜKÜ
I-GENEL
BİLGİ

 Hâkim, davada hangi (çekişmeli) vakıaların ispat edilmesi gerektiğini tespit edip ön
inceleme tutanağına yazdıktan sonra, bu vakıaların kimin tarafından ispat edilmesi
gerektiği konusunu inceler ve karar bağlar. Hâkimin kararında gösterdiği bu kişiye
(tarafa) verilen yüke, ispat yükü denir.

 Kendisine ispat yükü düşen taraf için, bu bir yükümlülük değil, sadece bir yüktür. Taraf
kendisi tarafından ispatı gereken bir vakıayı ispat edemezse, karşı taraf (ve mahkeme)
onun mutlaka ispat etmesini isteyemez (yükümlülük). Bu durumda kendisine ispat
yükü düşen taraf, o vakıayı ispat edememiş sayılır.
II-İSPAT YÜKÜ, ZAMANI ve
ÖNEMİ

 Her iki taraf da, ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden (m. 119, 1/f; 129, 1/e
hükümleri gereğince) delil göstermişler ise, bu halde hâkimin ispat yükünün hangi
tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü hâkim, ilk önce tarafların
gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür.

 İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli vakıalar
aydınlanmış ise, gene ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir
yarar yoktur.
 Buna karşılık, gösterilen delillerin hâkime dava hakkında tam bir
kanaat vermemesi halinde, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit
edilmesi gerekli olur.

 Çünkü, hâkim, gösterilen delillerin davayı karara bağlamak için yeterli olmadığı
hallerde de esas hakkında bir karar vermekle yükümlüdür. Bu halde, hâkimin
ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü tespit etmesi ve o taraftan uyuşmazlık konusu
vakıayı ispat etmesini istemesi gerekir.

 Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu


vakıayı ispat edemezse, davayı kaybeder. O taraf, davacı ise davası reddedilir,
davalı ise mahkûm edilir.
 Yalnız bu halde, kendisine ispat yükü düşen ve fakat bunu yerine getirmemiş olan
tarafın, karşı tarafa yemin teklif etme hakkı vardır (m. 225 vd.).
III-İSPAT YÜKÜ KONUSUNDA GENEL
KURAL
 TMK m. 6: Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını
dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.
 HMK m. 190/1: İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen
vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
 Bu iki kurala göre;
 İspat yükü, ilk önce kural olarak davacıya düşer; yani, davacı davasını dayandırdığı
vakıaları (olguları) ispat etmelidir. Örneğin, davacı, davalıya onbin lira ödünç verdiğini
idda ederek, davalının bu parayı ödemeye mahkûm edilmesini istiyorsa, ilk önce bu
ödünç verme vakıasını ispat etmelidir. Davacı bunu ispat ederse, ödünç aldığı
parayı ödediğini iddia eden davalının, ödeme vakıasını ispat etmesi gerekir.
 İspat yükü davacıya düşebileceği gibi, davalıya da düşebilir. Bu konudaki genel
kurala göre, hakkını bir vakıaya dayandıran taraf (iddia edilen vakıaya bağlanan
hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf) o vakıayı ispat etmelidir. Bu taraf
davacı olabileceği gibi davalı da olabilir.
IV- GENEL KURALIN
İSTİSNALARI

 Genel kuralı düzenleyen TMK m. 6 ve HMK m. 190, 1’den, genel kuralın bazı
istisnalarının bulunduğu anlaşılmaktadır.

 Buna göre, istisna olarak, ispat yükü hakkını bir vakıaya dayandıran tarafa değil, o
vakıa aleyhine olan (karşı) tarafa aittir:

1. Normal Durumun Aksinin İspatı


2. İspat Yükünün Kanunla Belirlendiği Haller
3. Karineler: Bir vakıa hakkında kanuni bir karineye dayanan taraf, karine temelini
oluşturan vakıayı ispat yükü altında olmakla birlikte karine sonucunu ispat yükü
altında değildir.
1) Normal Durumun Aksinin
İspatı
 Normal bir duruma dayanan tarafın, bu iddiasını ispat etmesi gerekmez; tam tersi, ispat
yükü normal durumun aksini iddia eden tarafa düşer.
 Örneğin, bir sözleşmeye dayanarak dava açan davacının, bu sözleşme yapılırken
(imzalanırken) gerek kendisinin gerek davalının fiil ehliyetinin bulunduğunu ispat
etmesine gerek yoktur. İddiası, bu sözleşmenin geçerlilik şartlarından olan fiil
ehliyetinin varlığını da kapsayan davacı, bunu ispat etmekle yükümlü tutulamaz;
çünkü, bu normal bir durumdur. Normal olmayan (istisna), sözleşmeyi yapanların fiil
ehliyetinin bulunmamasıdır. Davalı bunu iddia ederse, bu iddiasını kendisi (davalı)
ispat etmelidir.

 Bir hakkın doğumu için kanunen iyiniyet şart kılınan hallerde normal (asıl) olan,
iyiniyetin varlığıdır (TMK m. 3, I). Bu nedenle, karşı tarafın (iyiniyetli olmadığını iddia
edenin) kötüniyeti ispat etmesi gerekir.
 Örneğin, başkasının arsasına iyiniyetle inşaat yaptığını iddia eden kimse (TMK m. 724),
iyiniyet, kural olarak, asıl olmakla (TMK m. 3, I) beraber, iyiniyetini ispat etmelidir.
Çünkü, başkasının arsasına inşaat yapan bir kimse, normal olarak o arsanın başkasına ait
olduğunu bilir; yani (normal olarak) iyiniyetli değildir. Şu halde, normal olmayan
durumu, yani iyiniyetini ispat etmelidir.
2) İspat Yükünün Kanunla Belirlendiği
Haller
 Bu hallerde, ispat yükünün (genel kurala göre) kime düştüğü araştırılmaz; ispat
yükü, özel kanun hükümlerinde yazılı olan kimseye düşer.
 Örnekler:
 Velayetin kaldırılmasının sebepsiz olduğunu ispat yükü, kadına (anaya) düşer
(TMK m.
191).
 Evlendikten en az yüzseksen gün sonra doğan çocuğu reddeden kocanın,
çocuğun kendisinden olması ihtimali bulunmadığını (yani menfi bir vakıayı) ispat
etmesi gerekir (TMK m. 287).
 Soybağının düzeltilmesine itiraz davasında, çocuğun o ana ve babadan
olmadığını
ispat davacılara aittir (TMK m. 294).
 Haksız fiilde zararı ispat etmek davacıya düşer (TBK m. 50).
 Adam çalıştıranın, sorumluluktan kurtulabilmesi için, zararın meydana
gelmemesi (doğmaması) için gerekli özeni gösterdiğini ispat etmesi gerekir (TBK m.
66).
 Araç sahibinin, sorumluluktan kurtulabilmesi için, zararın mücbir sebepten veya
kazaya uğrayanın veya üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini veya kendisinin
veya fiil ve hareketlerinden sorumlu olduğu kimselerin kusurunun bulunmadığını
ispat etmesi gerekir (Trafik K. m. 50, II).
 Hayvan bulunduranın hayvanın verdiği zarardan sorumlu olmaması için,
zararın
doğmasını engellemek için gerekli özeni gösterdiğini ispat etmesi gerekir (TBK m.
67).
 Sözleşmeyi yerine getirmeyen borçlunun, bundan doğan zararı ödemekten
kurtulabilmesi için, kendisine hiçbir kusurun isnat edilemeyeceğini ispat etmesi
gerekir (TBK m. 112).
 Ancak cezaî şartta, alacaklının uğradığı zarar kararlaştırılan ceza tutarını aşıyorsa,
alacaklı, borçlunun kusuru bulunduğunu ispat etmedikçe aşan miktarı
isteyemeyeceğinden, borçlunun kusurlu olduğunu ispat yükü alacaklıya düşer (TBK
m. 180, 2).
 Kıymetli evrakta, ihtarı yapmakla mükellef olan kimse, bunu belli süre içinde
yaptığını
ispat etmek zorundadır (TTK m. 723, 6).
DELİL İKAME YÜKÜ: Subjektif ispat yükü de denir. İspat yükü ile delil ikame yükü aynı
değildir. İspat yükü, olayın ispat edilememe riskinin kime ait olduğunu belirler. Delil gösterme,
ispat yükünün yerine getirilmesinin biçimi ve yöntemi ile ilgilidir. İspat yükü örneğin
davacıdadır, davacı bu ispat yükünü deliller ileri sürerek yerine getirmelidir. İşte bu, delillerin
gösterilmesi faaliyeti konusundaki yük, delil ikame yüküdür. Çoğu kez, ispat yükünü taşıyan
taraf, delil ikame yükünü de taşır. Ancak her zaman böyle olmayabilir.
Delil ikame yükü, başta davacı tarafta olmakla birlikte dava sırasında yer değiştirebilir.
Örneğin, sebepsiz zenginleşmeye dayanan tazminat davasında, davacı, karşı tarafın geçerli bir
hukuki sebebe dayanmaksızın zenginleştiği vakıasını ispat için, davanın başında ispat ve delil
ikame yükünü taşımaktadır. Sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan davada, zenginleşmenin
hiçbir hukuki sebebe dayanmadığı iddiası karşısında davalı, savunmasını geçerli bir sebebin
varlığına dayandırmakta ise, sebebin gerçekleştiği konusunda delil ikame yükü kendisine
yüklenir.
KARŞI İSPAT

 Kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, ispat yükü kendisinde olan (diğer) tarafın
iddiasını ispat etmesini beklemeden, onun iddiasının aksini ispat için delil gösterebilir.
İşte bu delile, karşı delil denir.
 Ancak, ispat yükü kendisinde olmayan taraf, karşı delil göstermekle, ispat yükünü
kendi üzerine almış sayılmaz (m. 191).
 Karşı delil gösteren taraf, bununla sadece kendisi bakımından diğer (ispat yükü
düşen) tarafın iddiasını çürütmeye çalışır ve böylece diğer tarafın iddiasını ispat
etmesini güçleştirir veya imkânsız hale getirir.
 Örneğin, iş davalarına ilişkin uyuşmazlıklarda, iş sözleşmesinin haklı olarak bozulduğunun
ve bir emek karşılığı olmayan hafta ve genel tatil ücretlerinin ödenmiş
bulunduğunun ispat yükü, işverene düşer. Ancak işçinin de aynı konuda delil
gösterme ve sunma hakkı vardır. Ancak davacı işçi, delil gösterme talebiyle ispat
yükünün kendisine düştüğünü kabul etmiş sayılmaz; bu hususların ispatı davalı
işverene düşer.
İSPAT TÜRLERİ:

ASIL İSPAT: Somut bir vakıa iddiasında bulunan tarafın, yerine getirmesi gereken ispat faaliyetidir.
KARŞI İSPAT: Asıl ispat faaliyeti yerine getirildikten sonra hakimde oluşan geçici kanaati sarsmak,
çürütmek üzere karşı tarafça yapılan faaliyettir. Karşı ispatta, asıl ispat yükünü taşıyan tarafın ispat
faaliyetinden sonra, ispat edilmiş bir vakıaya karşı yeni ve bağımsız bir ispat faaliyeti değil, diğer tarafın
ispat faaliyetine karşı, onu çürütmeye yönelik bir faaliyet bulunmaktadır.
AKSİNİ İSPAT: Asıl ispat konusunu oluşturan vakıanın ispat edilmiş sayılmasından sonra, karşı tarafın o
vakıanın aksini ispata çalışmasıdır. Karşı ispatta, asıl ispat konusu vakıa hakkında kesin bir kanaat
oluşmamıştır, geçici bir kanaat vardır ve bu kanaat ortadan kaldırılmaya çalışılır. Aksini ispatta, asıl ispat
konusu hakkında bir kanaat oluşmuştur, bu kanaat ortadan kaldırılmaya çalışılır.
DOĞRUDAN İSPAT: İspat konusu vakıa doğrudan, o vakıanın varlığını gösteren
deliller aracılığıyla ispat edilir. Haksız fiilde fiilin işlendiğini gören doğrudan
tanık ifadesiyle, teslim borcuna ilişkin davada teslim borcunu içeren sözleşme.
DOLAYLI İSPAT: İddia olunan vakıayı doğrudan yansıtan deliller mevcut
değildir, Bu vakıaya komşu vakıaların ispatı suretiyle asıl vakıa ispat edilmeye
çalışılır. Hakim, komşu vakıalardan hareketle asıl vakıa hakkında kanaat sahibi
olur. Örneğin, kiralayanın kiracıya karşı açtığı tazminat davasında, kiracının
kendisinden önceki kiracının zamanında da duvarın kendiliğinden kabararak
döküldüğü iddiasından hareketle zararın sebebinin binadaki bir kusurdan
kaynaklandığını ispat etmesi. Dolaylı ispatta, hakim tecrübe kurallarından
yararlanır.
Dolaylı İspatla İlgili Kavramlar

a. Emare İspatı: Uygulanacak koşul vakıaya yabancı komşu vakıaların


ispatlanmasıdır. Hayat tecrübeleri kuralına dayanır. Örneğin evinde yangın çıkan
kimsenin yangından kısa bir süre önce evini sigortalatması ve o sırada mali
durumunun da çok kötü olması ve bir bidon benzin satın almış olması evin ev
sahibi tarafında yakıldığını kuşkusu uyandıracaktır. Tüm bu komşu vakıalar evin ev
sahibi tarafından yakıldığının emareleridir.

Emare, dolaylı ispatta dayanılan vakıa olarak da tanımlanabilir. Emarelerin ispatında


komşu vakıalardan hayat tecrübeleri ve mantık kuralları çerçevesinde somut vakıa
hakkında bir sonuç çıkarılmaya çalışılır. Fiili karine yoluyla ispatta aslında bir emare
ispatıdır.
Emare vakıa ve bu vakıanın dayanağı olan tecrübe kuralı kuvvetli ise “kuvvetli
emare ispatı” zayıf ise “basit emare ispatı” karşımıza çıkar. Yargıtay bu konuda
“hayatın olağan akışı” deyimini kullanmaktadır. Hayatın olağan akışına aykırı
bir olaya dayanan kimse bu olayı ispat etmesi gerekir. Öğrenildiği zaman
sıradan alışılagelmiş ve doğruluğundan tereddüt edilmeyen olaylar hayatın
olağan akışına uygundur. Hayat tecrübelerine göre kabulü zor ve imkânsız olan
olaylar ise hayatın akışına aykırıdır. Yargıtay’a göre olayda dayanılan vakıalar
hayatın olağan akışına uygun ise bu vakıalar ispatlanmış sayılmaktadır.
b. İlk Görünüş İspatı: Buna nitelikli emare ispatı da denilmektedir. İlk görünüş ispatının esası,

nitelikli bir emare ispatına dayanmaktadır. İlk görünüş ispatında, emare ispatından farklı
olarak, olayların tipik akışı, ilk bakışta belirli bir kanaat oluşmasına neden olmaktadır. İlk
görünüş ispatı, hayat tecrübelerine özellikle de tipik hayat akışına göre bir vakıa iddiasının
ancak öyle gerçekleşmiş olabileceğini ve ilk göründüğü şeklinin kabulünü esas alır. Emare
ispatında olduğu gibi ilk görünüş ispatı da yüksek tecrübe kurallarının varlığını gerekmektedir.
Yapılan iğneden sonra felç olan hastanın iğne sebebiyle felç olduğu ilk görünüş ispatıyla kabul
edilir. Bir hastanın karnından makas, tampon çıkarılırsa ve ilk ameliyat ile bu objelerin
unutulduğunun tespit edildiği ikinci ameliyat arasında başka bir ameliyat da geçirmemiş
olması halinde bu objelerin, ilk ameliyatta unutuldu yine ilk görünüş ispatı ile kabul edilir. Bir
ağaca çarpan şoför yine bu kurala göre kusurlu sayılır. İki aracın çarpışmasındaki kazada sol
şeritte seyreden aracın kusurlu olduğu örnekleri verilebilir.
İSPAT ÖLÇÜSÜ:
Hakimin bir vakıanın aydınlanmış sayılabilmesi için o vakıanın doğruluğu hakkında bir kanaate sahip
olması gerekir. Bu kanaatin derecesini ispat ölçüsü belirler. İspat ölçüsü, iddia edilen vakıanın hakim
tarafından ne zaman ispatlanmış kabul edileceğini belirler.
TAM İSPAT (KESİN İSPAT): İspat ölçüsünde asıl olan, iddia edilen vakıanın gerçekliği ve doğruluğu
konusunda hakimde tam bir kanaatin oluşmasıdır. Yargılamada asıl olan tam ispattır
YAKLAŞIK İSPAT (GERÇEĞE YAKIN İSPAT): Hakim, tam ispatta olduğu gibi tam ve kesin bir
kanaate sahip olmaz veya işin niteliği gereği bu mümkün değildir. Yaklaşık ispatta iddia edilen
vakıanın kuvvetle muhtemel görülmesi, o vakıanın mevcut olup olmadığı konusunda yaklaşık bir
kanaatin oluşması yeterlidir. Yaklaşık ispatta ya, tam ispat için araştırma yapacak zaman yoktur.
Örneğin geçici hukuki korumalarda veya işin niteliği gereği tam ispat mümkün olmaz örneğin bir
kimsenin cesedi bulunmasa dahi ölümüne kesin olarak bakılacak şekilde kaybolması veya gaip olması.
DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ VE DELİL
ÇEŞİTLERİ
A) DELİLLERİN GÖSTERİLMESİ
I-GENEL BİLGİ

 Davacı, dava dilekçesinde, iddia ettiği her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini
belirtir (m. 119, 1/f) ve dilekçelerinde gösterilen ve elinde bulunan belgelerin asıllarını veya
örneklerini dava dilekçesine ekleyerek mahkemeye verir (m. 121).
 Davalı da, cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan her bir vakıanın hangi
delillerle ispat edileceğini belirtir (m. 129, 1/e).

 Ön inceleme duruşmasına davetiyede, davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre
içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye
sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken
açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile
dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği ihtar edilir (139/1,ç). Ön inceleme
duruşmasında, 139. madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri
sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere
dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.(m. 140, 5).
 Deliller, kural olarak taraflarca gösterilebilir. Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi
delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur (m. 194).
 Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hâkim, davanın ispatı için
gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; yine bu tür davalarda taraflar da
yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler.
 Taraflarca getirilme ilkesinin (m. 25) uygulandığı davalarda ise, deliller kural
olarak taraflarca gösterilir; hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz. Hâkim,
taraflarca gösterilen delillerin hangisinin ispat için caiz (geçerli) olacağına karar
verir (m. 189, 4). Örneğin, senetle (kesin delille) ispatın söz konusu olduğu ve
senetle ispat zorunluluğunun istisnalarının bulunmadığı bir durumda, tarafın gösterdiği
tanık delili geçerli delil sayılmaz.
 Ancak hâkim, bilirkişi ve keşif deliline kendiliğinden de başvurabilir (m. 266; m. 288).
Hâkim, isticvaba da kendiliğinden karar verebilir (m. 169, 1).
 Delil gösteren taraf, karşı tarafın açık izni olmadıkça, o delile dayanmaktan
vazgeçemez (m. 196).
II-DELİLLERİN
HASREDİLMESİ

 Bir tarafın, ispat yükü altında olduğu bir vakıayı ispat için bütün delillerini
göstermesine ve bundan başka delili olmadığını bildirmesine delillerini hasretmesi
denir.

 Taraflar delillerini, esasen dilekçelerinde hasrederler; ancak sunulmayan bazı bilgi ve


belgelerin sağlanması için iki haftalık bir süre verilebilir. Tarafların tanığa
başvuracaklarını belirtmeleri yeterli olup, tanıkların isim ve adreslerini içeren listeyi
hâkim tarafından verilen süre içinde ibraz etmeleri mümkündür.
III-DELİLLERİN
İNCELENMESİ

 Deliler hasredildikten ve delillerini göstermeleri için taraflara gerekli süre verildikten


sonra belirlenen duruşmada delillerin incelenmesine geçilir.
 Deliller, kural olarak mahkeme huzurunda (mahkemede) incelenir ve
değerlendirilir (m.
197, 1).
 Başka yerde bulunan ve mahkemeye getirilmeyen deliller, o yerde istinabe
yoluyla toplanabilir (m. 195; m. 197, 2).
 Gerek mahkemede gerek mahkeme dışında yapılan delil incelemesi ve işlemler
ayrıntılı
biçimde tutanağa yazılır (m. 154, 3).
 Deliller hep birlikte ve mümkün olduğu kadar aynı duruşmada incelenir (m. 197,
1/c. 1).
Gerekirse yeni duruşmalar da yapılabilir (m. 197, 1/c. 2).
IV-DELİLLERİN İNCELENMESİNDEN SONRA YENİ DELİL
GÖSTERİLMESİ

 Mahkemenin verdiği iki haftalık kesin süreden sonra, delil ileri sürülmesi, kural
olarak mümkün değilse (m. 140, 5) de, yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa
veya süresinde ileri sürülememesi ileri süren tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa,
mahkeme, o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir (m. 145, 1; ayrıca bkz.
m. 185).

 HMK m. 145, 1 hükmü, m. 140, 5 hükmü ile ilgili bir istisnadır. Buna karşılık bir taraf,
hâkimin izni ile dahi (aynı vakıa için), ikinci (yeni) bir tanık listesi veremez (m. 240,
2).
B) HUKUKA AYKIRI YOLLARDAN ELDE EDİLEN
DELİLLER

 İspat hakkı, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen bir temel hak olarak, m. 189
hükümlerine uygun olarak kullanılır. Bu hak, hukuka aykırı olmayan yollarla elde edilmiş
ve yargılamanın belli aşamasında mahkemeye sunulmuş delillerle kullanılabilir.

 Bu kural uygulanırken, gösterilen delilin uyuşmazlık konusu olan vakıa/vakıalarla sınırlı


olması gerektiği; delilin hukuka aykırı bir şekilde (yöntemle) elde edilmiş olmaması
gerektiği; delilin hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olmadığının belirlenmesinde
mahkemenin dürüstlük kuralına (m. 29) başvurabileceği, kişilik haklarının çiğnenmesi
sonucu veya özel hayata müdahale ile elde edilen delilin hukuka aykırı yolla elde
edilen delil olarak kabul edilmesi gerektiği; mahkemenin hukuka aykırı yolla elde
edildiği kanısına vararak değerlendirmediği delili neden bu şekilde nitelendirdiğini,
hükmünün gerekçesinde açıklaması gerektiğini; Anayasanın 38, VI ve HMK m. 189, 2
hükümlerinden anlaşılır.
C) DELİL
ÇEŞİTLERİ
I-KESİN
DELİLLER
 Kesin deliller; kesin hüküm (m. 303), senet (m. 199 vd.) ve yemin (m. 225 vd.)
olmak üzere üç tanedir.

 Bu delillere kesin delil denilmesinin nedeni, bu delillerin hâkimi bağlayıcı nitelikte


olmasıdır. Hâkim, kesin delillerden biri ile ispat edilen bir vakıayı, ispat edilmiş (doğru)
olarak kabul etmek zorundadır; yani, hâkimin kesin delilleri takdir yetkisi yoktur.

 Ancak, kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda, hâkim, kesin


deliller ile dahi bağlı değildir; örneğin, soybağına ilişkin davalarda hâkim resen
araştırma yetkisine sahiptir ve delilleri serbestçe takdir eder (TMK m. 284, 1).
II- TAKDİRÎ
DELİLLER

 Takdirî deliller; tanık (m. 240 vd.), bilirkişi (m. 266 vd.), keşiftir (m. 288 vd.) ve
kanunda düzenlenmemiş diğer delillerdir (m. 192).

 HMK m. 293’te düzenlenmiş bulunan uzman görüşü de takdiri delil


olarak
değerlendirilebilir.

 Kural olarak (istisnalar dışında) hukukî işlemler hakkında başvurulamayan, hukukî


fiillerin ispatında başvurulan bu delillere takdiri delil denilmesinin nedeni, hâkimin bu
delilleri serbestçe takdir (değerlendirme) yetkisine sahip olmasıdır (m. 198;
282).

You might also like