You are on page 1of 10

PRATİK ÇALIŞMA

OLAY I:
Ailesiyle birlikte Bolu’da yaşamakta olan Türk vatandaşı Bay T, Hollanda’nın İstanbul
Başkonsolosluğu’nda aşçı olarak çalışmaktadır. Bay T, konsolosluğun Hollanda’nın milli bayramı
vesilesiyle vereceği bir resepsiyonun yemeklerini hazırlamak üzere baş aşçı olarak görevlendirilmiştir.
Söz konusu resepsiyona katılan Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Bay H, Bay T’nin, son kullanma tarihi
geçmiş olan malzemeleri kullanarak yapmış olduğu kremalı tavuk sebebiyle zehirlenmiştir.
Resepsiyonun hemen ertesinde görev yeri Ankara’ya dönen Bay H uçakta rahatsızlanmış, Ankara’da
hastaneye kaldırılmıştır. Bay H’nin konsoloslukta verilen resepsiyonda yediği yemek dolayısıyla
zehirlendiğinin anlaşılması üzerine Bay T’nin işine son verilmiştir.

SORULAR

1. İşine haksız olarak son verildiğini düşünen Bay T, konsolosluğa karşı kıdem tazminatı talebiyle
dava açmak istemektedir. Bu dava bakımından Türk mahkemelerinin yargı yetkisini
değerlendiriniz.

CEVAP: Yargı yetkisi ve milletlerarası yetki farklı kavramlardır. MA yetki dediğimizde yabancı
unsurlu bir davada Türk mahkemelerinin yer itibariyle yetkisinden bahsederiz. Yargı yetkisi ise
kaynağını devletler hukukundan alan ve sınırlamalarını da buradan alan bir kavramdır. Kural olarak
devlet kendi toprakları üzerindeki her konu ve kişi bakımından yargılama yapma (yetkisine) hakkına
haizdir. Bunun uluslararası hukuktan kaynaklanan bir sınırlaması mevcuttur. O da yargı
muafiyetidir (bağışıklığı). Yabancı devletlerin ve devlet temsilcilerinin yargı muafiyeti vardır.
Devletin muafiyeti, egemenin egemeni yargılayamaması hususundan kaynaklanmaktadır.
Olayımızda Hollanda konsolosluğuna yöneltilmiş olsa bile konsolosluğun herhangi bir tüzel kişiliği
bulunmadığından Hollanda devleti karşı konumdadır. Bu soruda yalnızca yargı yetkisi
sorulduğundan sadece o kısma ilişkin bir cevap verilecektir. Bay T’nin konsolosluğa karşı açtığı bir
dava mevcuttur ve Bay T iş sözleşmesine haksız bir sebeple son verildiğini düşünmektedir. Yargı
yetkisi sorulmuş olduğundan yargı bağışıklığı incelenmelidir. Öncelikle yargı yetkisi incelenmelidir
ki sonrasında işçiye ilişkin özel yetki kuralları bakımından MÖHUK maddeleri devreye girsin. Bu
sebeple öncelikle MÖHUK m. 49’a bakılmalıdır. MÖHUK m. 49 uyarınca sınırlı yargı bağışıklığı
kabul edilmiştir. Artık günümüzde mutlak yargı bağışıklığı kabul görülmemektedir. Sınırlı yargı
bağışıklığı bir yabancı devletin, egemenlik tasarrufu sebebiyle Türk mahkemeleri önünde
yargılanamamasıdır. Yani egemenlik tasarrufları halinde yargı muafiyetleri/bağışıklıkları
mevcuttur. Ancak yabancı devletin bir özel hukuk tasarrufu söz konusuysa Türk mahkemeleri
önünde yargılanabilecektir. Olayda yargılanmak istenen sebebin egemenlik tasarrufu mu yoksa özel
hukuk tasarrufu mu olduğunun tespiti gerekmektedir. Tespit, hakimin kendi hukukuna göre
yapılacaktır. Burada bir iş sözleşmesi vardır ve bay T’nin talebi iş sözleşmesinin haksız sebeple
feshinden kaynaklıdır. Dolayısıyla uyuşmazlık özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlıktır
denebilir. Bu sebeple de Hollanda devletinin olayda yargı bağışıklığı söz konusu olmadığından
hareketle dava bakımından Türk mahkemelerinin yargı yetkisi mevcuttur. Yargı yetkisinin olup
olmadığı yargı hakkıyla alakalı ve HMK m. 114 uyarınca da bir dava şartıdır. Dava şartı olduğu için
davanın her aşamasında ve mahkeme tarafından resen gözetilebilecektir. Yani göz önünde
bulundurulması için Hollanda devletinin ilk itiraz niteliğinde bir itirazda bulunması şart değildir.
Yargı yetkisi, devletlerin egemenliğiyle ilgili bir meseledir. Devletin kendi toprakları üzerindeki
konu/kişiler hakkında yargı hakkının olup olmamasıyla ilgilidir. Yargı hakkının olup olmaması ilk
itiraz kapsamında mıdır? İlk itirazlar HMK’da düzenlenmektedir. Bunlar tahkim ve yetki ilk
itirazıdır. Hakim bunu davalının itirazı üzerine mi yoksa resen mi gözetecektir? (Davalı
pozisyondayken buna ilişkin bir itirazda bulunmaması feragat kabul edilmez. Devlet özellikle
davacı pozisyonundayken itiraz etmediği takdirde feragat ettiği genellikle kabul edilmektedir.)
Yargı hakkı da resen inceleneceğinden HMK m. 114 uyarınca dava şartıdır.
Eğer bir egemenlik tasarrufuysa bir yargı bağışıklığı var ve dolayısıyla devletin yargı yetkisi yoktur.
Ama bir özel hukuk tasarrufuysa devletin yargı bağışıklığı olmayacak ve yargı yetkisi söz konusu
olacaktır. Peki Türk mahkemesi bunun nitelendirmesini yani bir egemenlik tasarrufu mu yoksa özel
hukuk tasarrufu mu olduğunu hangi hukuka göre yapacaktır? Kendi hukukuna (lex fori) göre
vasıflandırma yapacaktır.

2. Bay T, Bay H’nin kendisine iftira attığına inanmakta ve kendisine yöneltilen ithamların mesleki
itibarı ve kariyeri üzerinde yaratabileceği etkileri düşündükçe büyük bir acı ve elem içerisinde
adeta boğulmaktadır. Bu hususlara dayanarak Bay T, Bay H’ye karşı bir manevi tazminat davası
açmıştır. Buna karşılık Bay H ise alkol tedavisi görmeye başladığını, bu nedenle kendisine karşı
dava açılamayacağını ileri sürmüştür. Bay H’nin iddiası hangi hukuka göre
değerlendirilmelidir?

CEVAP: Manevi tazminat talebinin sözleşme kaynaklı mı yoksa haksız fiil kaynaklı mı olduğu
belirtilmelidir. Olayımızda T ile H arasında herhangi bir sözleşmesel ilişki bulunmadığından haksız
fiil kaynaklıdır denilebilecektir. Burada Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi sorulmamıştır.
Davanın açılıp açılamaması dendiğinde dava şartları göz önünde bulundurulmalıdır. Dava
şartlarından bir kısmı taraflara ilişkin bir kısmı da… Türk hukukuna göre vasıflandırılır. Dolayısıyla
alkol bağımlılığı Türk hukukunda bir kısıtlılık sebebi olarak fiil ehliyetini sınırlandırır. Kişinin fiil
ehliyetinin sınırlandırılmış olması dava ehliyetine etki edecek niteliktedir (HMK. 51). Medeni
hakları kullanma ehliyetine sahip olanlar tam fiil ehliyetine sahip olanlarda geçerlidir. Kişinin dava
ehliyetine sahip olması usuli bir mesele olmakla birlikte bir dava şartıdır (HMK m. 114). Dava
ehliyeti hangi hukuka göre uygulanır (sorulan bu)? HMK’da dava şartı olarak düzenlenen bu ehliyet
türünün içeriği HMK kapsamında tanımlanmamış olup maddi hukuka bırakılmıştır. Hükme göre fiil
ehliyetine sahip olanlar dava ehliyetine de sahip demiştir. Ama kimlerin fiil ehliyetine sahip olacağı
usul kanununda değil TMK’da düzenlenmektedir. Ancak fiil ehliyetini araştırdığımız kişi bir
yabancı kişi olduğundan doğrudan TMK hükümleri doğrudan uygulanmaz, öncelikli olarak
kanunlar ihtilafı kurallarına bakılmalıdır. MÖHUK m. 9’a gidildiğinde hak ve fiil ehliyetinin
ilgilinin milli hukukuna tabi olduğu görülmektedir. Yani olaydaki kişinin milli hukuku olarak fiil
ehliyeti Hollanda hukuku hükümlerine tabi olacaktır.

3. Bay H, Bay T’nin yapmış olduğu yemekten zehirlenmesi nedeniyle Bay T’ye karşı dava açmak
istemektedir. Bu dava bakımından Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi mevcut
mudur? Açıklayınız.

CEVAP: Sorulan soru iki kişi arasındaki talebin hukuki dayanağı tespit edildikten sonra ilgili
MÖHUK maddelerinin hangisi olduğu ve Türk mahkemelerinin yer itibariyle yetkisi var mı varsa
hangi mahkemenin yetili olduğudur. Aralarındaki herhangi bir sözleşmesel ilişki mevcut değildir
yani haksız fiil tazminine dayalı bir zarar tazmini talebi mevcuttur. MA yetki ile ilgili genel
düzenlememiz MÖHUK m. 40’tır. Ancak 41 vd. özel yetki düzenlemeleri de mevcut olduğundan
eğer bu özel yetki kurallarının kapsamında ise m. 40 artık uygulama alanı bulamayacaktır. Bir haksız
fiile dayalı taleple ilgili özel düzenleme MÖHUK’ta mevcut olmadığı için genel yetki kuralı olan
MÖHUK m. 40 uygulama alanı bulur. Söz konusu hükme göre de iç hukuk yetkilendirilmiş
bulunduğundan öncelikli olarak HMK hükümleri uygulanır. Ancak dikkat edilmelidir ki bu tür bir
uyuşmazlıkta bir kesin yetki kuralı öngörülmüşse bu HMK dışında da düzenlenmiş olabilir. Yani
hukuki ilişkinin tespit edildiği noktada buna ilişkin bir kesin yetki kuralının mevcut olup olmadığı
da göz önünde bulundurulmalıdır. Haksız fiilde kesin yetki kuralı öngörülmemiştir. Dolayısıyla
HMK’nın genel yetki kuralı ile konuya ilişkin özel yetki kuralı mevcutsa ikisi birlikte uygulama
alanı bulacaktır. Her bir hüküm ayrı ayrı incelenecek olup ondan sonra Türk mahkemelerinin yetkisi
olup olmadığı söylenebilecektir. İlk olarak HMK m. 6 uyarınca genel yetkili mahkeme davalının
dava tarihindeki yerleşim yeridir. Olayda davalı, bir gerçek kişidir ve gerçek kişilerin yerleşim yeri
ise TMK m. 19 bakımından yerleşme niyetiyle… Yani Bolu mahkemeleri yetkilidir diyebiliriz.
İkinci olarak başka bir genel yetki kuralı da bulunmamaktadır. HMK m. 9’a hiç gidilmez, çünkü bu
maddenin uygulanma koşulu davalının Türkiye’de yerleşim yeri olmaması halinde devreye girer.
Özel yetki kurallarına geçecek olursak HMK m. 16’ya bakarız. Birden fazla yetki kuralı öngörülmüş
olup bunlar kademeli olarak sayılamamıştır, alternatiftir. İlk kriter fiilin işlendiği yer olarak fiil
İstanbul’da işlendiğinden İstanbul mahkemeleri yetkilidir diyebiliriz (zarara neden olan fiil yemeğin
yapılıp verilmesidir). İkinci alternatif ise zararın meydana geldiği yerdir. Görünüşte zarar yeri
Ankara’da ortaya çıktığı için Ankara mahkemeleri yetkili olacaktır. Belirtmek gerekir ki
şehirlerarası/ülkelerarası şekilde mesafeli haksız fiiller usul hukuku bakımından yetki tesis ederken
Türkiye’de zararın meydana gelmesi yeterlidir. Zarar yerinin birden fazla olması da etki etmez,
nerede zarar yeri mevcutsa o yerin Türk mahkemeleri yetkili olacaktır. Üçüncü alternatif olarak da
zarar görenin yerleşim yeridir. Zarar gören Bay T’nin TMK hükümleri kapsamında yerleşme
niyetiyle sürekli oturduğu yer olarak yerleşim yeri mevcut değildir. Belki mutat meskeni olabilir
diyebiliriz ama yerleşme amacı olduğunu söyleyemeyiz. (Hollanda mahkemeleri yetkilidir
denemez. Türk mahkemeleri ancak kendi mahkemelerinin yetkisinden bahsedebilir. Dolayısıyla
yerleşim yeri Hollanda olan Bay T açısından bu uyuşmazlık kapsamında Türk mahkemelerinin MA
yetki tesisi söz konusu değildir demesi gerekmektedir.) Son alternatif ise zararın meydana gelme
ihtimalinin bulunduğu yerdir. Görünüşte bir zarar varsa zaten muhtemel zarardan
bahsedilemeyeceğinden bu kriter uyarınca da yetki tesisi mümkün olmayacaktır.
**Kesin yetkinin söz konusu olmadığı hallerde HMK m. 19/4 de unutulmamalıdır (Bir cümleyle
yazın dedi hoca.)

4. Bay H’nin açtığı davada, Bay T, Bay H’nin teminat yatırması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu
iddiayı değerlendiriniz.

CEVAP: Olayda Hollanda vatandaşı Bay T, Bay H’ye dava açmıştır ve teminat yatırılması
gerekliliği ile ilgili bir iddiası mevcuttur. Teminat konusunda Türk hukukunda 2 farklı düzenleme
vardır. Biri MÖHUK m. 48 (Yabancı gerçek ve tüzel kişilerin…), diğeri ise HMK m. 84’tür
(Türkiye’de mutat meskeni olmayan Türk vat…). Olayda uygulamamız gereken hüküm MÖHUK
m. 48’dir. Davacı yabancı bir gerçek kişi olduğu için davalı önem arz etmemektedir. Teminatın
kapsamı ile ilgili MÖHUK m. 48 uyarınca bir düzenleme mevcutken (karşı tarafın…); miktarı ve
şekli konusunda herhangi bir düzenleme olmadığı için HMK hükümlerine bakılmalıdır. HMK m.
114 uyarınca teminat bir dava şartı olması sebebiyle davanın her aşamasında hakim tarafından resen
gözetilecek ve tüm dava süresince o şartın sağlanmıyor olması halinde davanın usulden reddi
gerekecektir. Teminattan muafiyet hususu MÖHUK m. 48/2’de düzenlenmiştir. Hakim karşılıklılık
esası çerçevesinde hakime bir takdir yetkisi bırakılmaksızın muafiyet durumu düzenlenmiştir. Yani
böyle bir durum söz konusu olduğu takdirde kararı vermek zorundadır. Karşılıklılık; kanuni,
sözleşmesel, fiili olabilir.
Sözleşmesel karşılıklılıkà davacının vatandaşlık bağı olduğu devlet ile Türkiye arasında teminattan
muafiyeti öngören iki veya çok taraflı bir MA sözleşme varsa söz konusu olur. 1954 tarihli Hukuk
Usulüne Dair Lahey Sözleşmesi’ni göz önünde bulundurmak gerekir. Bu sözleşmeye taraf devlet
vatandaşları ve taraf devletlerde ikamet eden kişilerin yine taraf devletlerde açacakları davalarda
teminattan muaf olacakları düzenlenmiştir. Türkiye de bu sözleşmeye taraftır. Dolayısıyla eğer bir
karşılılık kapsamında bir muafiyetten bahsedersek sözleşme hükümleri dikkate alınmalıdır.

OLAY II:
İzmir’de yaşayan Türk vatandaşı Bay Y, merkezi İstanbul’da bulunan X A.Ş.’nin %60 oranında pay
sahibidir. Bay Y, sahip olduğu payları Portekiz’de yaşamakta olan Portekiz vatandaşları Bay A, Bay B
ve Bay C’ye eşit oranda satmıştır. Taraflar aralarında yaptıkları pay devri sözleşmesine Türk hukukunun
uygulanacağını kararlaştırmışlardır. X şirketinin yeni ortakları olan Bay A, Bay B ve Bay C ile X A.Ş.
arasındaki pay sahipliği sözleşmesinde ise, ortakların şirket ile aynı alanda ve aynı pazarda faaliyet
gösteren başka bir şirketin pay sahibi olamayacaklarına dair bir “rekabet yasağı” yer almakta, Bay A,
Bay B ve Bay C’nin bu yasağı ihlal etmeleri halinde doğacak zarar hakkında eski ortak sıfatıyla Bay
Y’nin de müteselsil sorumlu olacağı düzenlenmektedir. Bay Y ile Bay A, Bay B ve Bay C arasındaki
pay devri sözleşmesinde, X şirketine karşı olan müteselsil sorumlulukları bakımından eşit paylara sahip
oldukları hükmü yer almaktadır.

Buna karşın, Bay A, Bay B ve Bay C, Portekiz’de kurulmuş olan ve X A.Ş. ile aynı alanda faaliyet
gösteren W şirketine de ortak olmuş ve X A.Ş.’nin Portekiz’deki müşteri portföyünü W şirketi ile
paylaşarak X A.Ş.’nin Portekiz’deki ticaret hacminin azalmasına neden olmuşlardır.

SORULAR
1. X A.Ş.’nin Portekiz’deki ciro kaybı nedeniyle müteselsil sorumlu Bay Y’ye karşı tazminat
davası açmış ve davayı kazanmış olması ihtimalinde; Bay Y’nin ödediği tazminat dolayısıyla
pay devri sözleşmesine aykırılık sebebiyle Bay A, Bay B ve Bay C’ye açacağı rücu davasında
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi var mıdır? Açıklayınız.

CEVAP: Bay A, B, C Portekiz vatandaşlarıdır. Bay Y, ise Türk vatandaşıdır. X şirketinin merkezi
de İstanbul’dadır. A, B, C ile Y arasında pay devri sözleşmesi mevcuttur. Y kendi payını
devretmektedir. X şirketi ile A, B, C arasında da pay sahipliği sözleşmesi vardır. Pay sahipliği
sözleşmesinin içinde de bir rekabet yasağı vardır. Dolayısıyla rekabet yasağına aykırı bir durum
olduğu takdirde X şirketine karşı bir sorumlulukları olacaktır. Aynı zamanda Y ve X uğrayacağı
zararın müteselsil sorumlu olacağı da pay devri sözleşmesinde yer almaktadır. Pay devri
sözleşmesine de hukuk seçimi olarak Türk hukukunun uygulanacağı kararlaştırılmıştır. Rücu
davasının hukuki dayanağı pay devri sözleşmesine aykırılık dolayısıyladır. Talep ettiği şey de
ödediği paranın tazminidir. Bakılması gereken ilk nokta herhangi bir özel düzenlemenin olup
olmadığıdır. Özel yetki kuralları MÖHUK m. 41 vd. düzenlenmiştir. Bunlarda bulunmadığından
genel yetki kuralı olan MÖHUK m. 40 uyarınca iç hukukun yer itibariyle yetki kurallarına gidersek
ve iç hukukta da kesin yetki söz konusu olmadığı için HMK’nın genel/özel yetki kurallarına bakılır.
İlk olarak genel yetki kuralı olan HMK m. 6 bize davalının dava açıldığı tarihteki yerleşim yerinin
yetkili olduğunu gösterir. Eğer davalılardan birinin yerleşim yeri Türkiye’deyse de HMK m. 7
uyarınca Türk mahkemelerinin yine yetkisi doğacaktır. Gerçek kişiler bakımından yerleşim yeri
TMK m. 19’da yerleşme niyetiyle oturulan yer olarak, tüzel kişiler için ise TMK m. 51’de işlerinin
yürütüldüğü yer yani idare merkezi olarak belirtilmiştir. Olayımızda davalı gerçek kişi olduğundan
TMK m. 19 kapsamında yerleşme niyetiyle fiilen oturulan yer mahkemesi yetkilidir. Söz konusu
yerin de Portekiz’de bulunması sebebiyle Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi yoktur
diyebileceğiz.
Davalının Türkiye’de yerleşim yeri olmaması ihtimalinde ise genel yetki düzenlemesi olarak HMK
m. 9/c. 1 uyarınca… A, B, C Portekiz’de yaşadıklarından bu kişilerin hayat ilişkilerinin merkezinin
Türkiye’de olduğunu söyleyemeyiz. Yani hükmün ilk cümlesi kapsamında yine Türk mahkemeleri
bakımından tesis edemeyiz. Fakat HMK m. 9/c. 2, davalının Türkiye’de yerleşim yeri olmaması
halinde malvarlığı haklarına ilişkin davalarda malvarlığının bulunduğu yerde de dava açılabileceği
şeklinde bir özel yetki kuralı getirmiştir. Malvarlığı hakları neler olabilir? Konusu para ile
ölçülebilen haklar yani taşınır/taşınmazlar, alacak hakları vb. Somut olaydaki para alacağı
malvarlığına ilişkin bir uyuşmazlıktır. AMA olayda bahsi geçen paranın elimizdeki veriler
çerçevesinde Türkiye’de olduğu söylenemez. Dolayısıyla HMK m. 9/c. 2 kapsamında da yetki tesis
edilemez.
Genel yetki kuralı uyarınca da yetki tesis edilemediğine göre HMK m. 10’a bakıldığında
sözleşmeden doğan davalarda yetkinin sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabileceği
düzenlenmiştir. İki tarafa da borç yükleyen bir sözleşmede hangi edimi esas alırım? Uyuşmazlık
konusu edimin ifa yerini baz alırız. Olayımızda bu bir para alacağıdır. Para alacaklarının ifa yeri
olarak doktrinde 2 görüş vardır (hangisi mantıklı geliyorsa ona göre çözümle dedi). Hocaların da
katıldığı görüşe göre para alacaklarının ifa yeri lex foriye yani hakimin hukukuna göre
çözümlenmelidir. Türk hukukuna göre TBK m. 89 uyarınca para alacakları alacaklının yerleşim
yerinde ifa edilir. Alacaklının yerleşim yeri İzmir olduğu için İzmir mahkemeleri yetkilidir
diyebiliriz.
** Mesela İstanbul’da dava açtım taraflar yetki itirazında bulunmadı, kesin yetki söz konusu
olmadığı için yetkisiz mahkemede açılan davaya taraflar da ilk itiraz olarak öne sürmezlerse yetkisiz
mahkeme yetkili hale gelecektir.

2. X A.Ş., merkez ofisini Mecidiyeköy’den Levent’e taşımak istemektedir. Bu amaçla, Levent’te


bir ofis kompleksinin maliki olan, Kuveyt vatandaşı olan ve orada yaşayan Bay K ile X A.Ş.
arasında 5 yıllık bir kira sözleşmesi imzalanmış ve X A.Ş. ilk yılın kira bedeli olarak 1 milyon
Türk lirasını Bay K’nın X Bankasının Levent şubesinde bulunan hesabına peşin olarak havale
etmiştir. X A.Ş. temsilcileri daha sonra ofis binasını görmeye gittiklerinde taşınmazın
durumunun fotoğraflarda ve videolarda göründüğü gibi olmadığını, binanın ofis olarak
kullanılmasının mümkün olmadığını tespit etmişlerdir. Bunun üzerine X A.Ş. sözleşmeden
döndüğünü Bay K’ya bildirmiş ve ödemiş olduğu bedelin iadesi talebi ile Bay K’ya karşı
İstanbul’da bir dava açmıştır. X A.Ş.’nin Bay K’ya açmış olduğu dava bakımından Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisi bulunmakta mıdır? Açıklayınız.

CEVAP: Levent’te ofis kiralamak istiyorlar. Ofisin sahibi K, X A.Ş. ise Kuveyt vatandaşıdır ve
Kuveyt’te yaşamaktadır. Aralarında da taşınmaz kirası sözleşmesi vardır. İlk yılın kira bedeli de X
bankasının Levent’teki şubesinde bulunan hesaba atılmıştır. Yetkililer incelemeye gittiklerinde
kararlaştırdıkları gibi olmadığını görerek en başta sözleşmeden dönerek ödedikleri bedelin iadesini
istemektedir. Öncelikli olarak genel yetki kuralı olarak MÖHUK m. 40’a bakılır. Çünkü özel yetki
kurallarından birini kapsayan bir uyuşmazlık niteliğinde değildir. MÖHUK m. 40 ise yer itibariyle
yetki kurallarına atıf yaparak HMK’ya gönderir. HMK m. 6’da genel yetki kuralı uyarınca davalının
dava açtığı tarihteki yerleşim yeri yetkili kılınmıştır. Davalının yerleşim yeri de Kuveyt olduğundan
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi bulunmamaktadır. Diğer genel yetki düzenlemesi olan
HMK m. 9/c. 1 uyarınca davalının Türkiye’de mutat meskeni bulunmamaktadır. HMK m. 9/c. 2’de
ise malvarlığı haklarına ilişkin davalardan bahsedilmiş olduğundan ve uyuşmazlık konusu
malvarlığı da Türkiye’de bulunduğundan (Levent’teki banka hesabı) bu hüküm uyarınca
malvarlığının bulunduğu yer mahkemesi kapsamında Türk mahkemeleri yetkilidir diyebiliriz. HMK
m. 10’a baktığımızda da sözleşmeden doğan bir dava olmalıdır. Olayımızda sözleşmeden doğan bir
dava değil, sözleşme feshedilmiş. Yani geçersiz sözleşmeler bakımından HMK m. 10’un
uygulanabilirliği tartışmalıdır. Eğer sözleşmeden dönülmüşse sözleşme geçerliymiş gibi ifa edilmiş
olan bir edimin hukuki dayanağı sebepsiz zenginleşme olur. Dolayısıyla olayda sebepsiz
zenginleşme mevcuttur ve HMK m. 10’a gidilemez. Ancak sözleşmeden dönme + menfi zararın
tazmininde Yargıtay HMK m. 10’un uygulanabileceği görüşünde. Ama burada geçersiz bir
sözleşme dolayısıyla ifa edilen edimin iadesi talebi vardır.
(Uyuşmazlık bakımından kesin yetki yine yoktur.)

**Bağımsız Not: MÖHUK m. 41 ile ilgili açıklamaà İlk kademesinde (Türklerin kişi hallerine
ilişkin…) iç hukukun yer itibariyle yetki kurallarına gönderiyor. Bu da TMK m. 168 eşlerden birinin
yerleşim yeri davadan önce son defa birlikte oturdukları… Yargıtay boşanma davalarında kesin yetkiyi
kabul etmiyor yani özel yetkiyle birlikte genel yetkiye de gidebiliyoruz. Yargıtay kesin yetki kabul
etmediği için HMK m. 6/9’a da gideriz. TMK m. 168’deki ilk kriter eşlerden birinin yerleşim yeri, HMK
m. 6/9 davalının dava tarihindeki yerleşim yeridir ve zaten TMK’daki kuralı sağlamaktadır. Mesela
vesayette iç hukuktaki yetki kuralı TMK m. 411’dir ve kamu düzeninden kabul edildiği için kesin yetki
mevcuttur. Yani özel yetki kuralıyla birlikte genel yetkiye gidemeyiz.
8. Ders (01.04.24)
PRATİK ÇALIŞMA

OLAY I:
İstanbul’da doğup büyümüş olan Bayan T, lisans eğitimi için gittiği Roma’da İtalyan vatandaşı Bay İ
ile tanışmış ve kısa süre içinde evlilik kararı almıştır. Roma’da evlenen çift buraya yerleşmiştir. Çift, bir
süre sonra Bayan T’nin kıskançlıkları nedeniyle kavga etmeye başlamıştır. Bay İ’nin kendisini
aldattığına inanan Bayan T, teyzesini ziyaret için geldiği Ankara’da Bay İ’ye karşı boşanma davası
açmıştır.
SORULAR:
1. Bayan T’nin açmış olduğu davada Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi mevcut mudur?
Açıklayınız.

CEVAP: Yabancılık unsuru içeren bir boşanma davası mevcuttur. Taraflardan biri Türk vatandaşıdır.
Türk vatandaşlarının kişi hallerine ilişkin uyuşmazlıklar bakımından Türk mahkemelerinin
milletlerarası yetkisi MÖHUK m. 41’de özel bir yetki kuralı olarak düzenlenmiştir. MÖHUK m. 41’in
kapsamına giren bir uyuşmazlık söz konusu olabilmesi için gereken şey kişi hallerine ilişkin bir
uyuşmazlığın varlığıdır (yani şahsi statüde değişiklik meydana getirecek nitelikteà kısıtlılık, vesayet,
hak ehliyetinin sınırlandırılması, gaiplik, ölmüş sayılma, boşanma vb.). MÖHUK m. 41 kademeli bir
yetki kuralıdır. Eğer önceki kademede yetki tesis edilebilecekken bir alt kademedeki yetkiye göre tesis
edilmişse davalı yetki ilk itirazında bulunmalıdır. İlk kademede iç hukukun yer itibariyle yetki
kurallarından bahsedilmiştir. Boşanma davası için iç hukuktaki yetki kuralımız TMK m. 168’dir. Bu
hüküm uyarınca yetkili mahkeme eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesi veya eşlerin davadan önce
son defa 6 aydan beri oturdukları yerleşim yeri mahkemesidir. Yerleşim yeri tesis edilirken yine TMK
hükümlerinden yola çıkılarak her iki tarafın da yerleşme niyetiyle fiilen oturdukları yer diyebiliriz.
Olayımızda yerleşim yerlerinin Türkiye’de olmadığını görmekteyiz ve bu kriter uyarınca da Türk
mahkemelerinin yetkisi olamayacaktır. Çiftin davadan önce son defa 6 aydan beri birlikte oturdukları
yer de Roma olduğuna göre bu kriter uyarınca da Türk mahkemelerinin yetkisi tesis edilemeyecektir.
İkinci kademeye geçtiğimizde ilgilinin sakin olduğu yer mahkemeleri yetkili kılınmıştır. İlgili denen
kişi şahsi statüsünde değişiklik meydana gelecek Türk vatandaşıdır. Olayda bu kişi bir Türk vatandaşıdır
ve davacı pozisyondadır. Davalı da olabilirdir veya her ikisi de olabilirdi. Sakin olduğunu kabul
edebilmek içi belirli döngüde bir süreklilik gerekmektedir. Bayan T Ankara’ya ziyaret için gitmiş
olduğundan sakin olduğu yer olarak kabul edilemez. Dolayısıyla ikinci kademedeki kriter uyarınca da
yetki tesis edilemeyecektir. Bir sonraki kademede ilgilinin Türkiye’deki son yerleşim yeri yetkili
kılınmıştır. Bayan T’nin yerleşim Roma’da ancak Türkiye’deki son yerleşim yeri İstanbul’dur.
Dolayısıyla İstanbul mahkemeleri yetkili olacaktır. Dava Ankara’da açılmıştır fakat ilk itirazda
bulunulduğu takdirde davanın Ankara’da görülmesi söz konusu olamayacak ve yetkisizlik kararı
verilecektir.
**NOT (cevaba dahil değil!): Nafaka ya da mal rejiminin tasfiyesi gibi boşanmayı yani şahsi statüyü
ilgilendiren bir davanın serisi bakımından bağımsız bir talep olsaydı MÖHUK m. 41 uyarınca yetki tesis
edilebilir miydi? Yani boşanma kararı verildi ve boşanmaya bağlı nafaka talebi bağımsız bir davaya
konu oldu, bu durumda yetki nasıl tesis edilir. Nafaka/mal rejiminin tasfiyesi, boşanmaya bağlı olarak
fakat ondan bağımsız bir dava şeklinde talep ediliyorsa MÖHUK m. 41 uyarınca yetki tesis edilemez, o
zaman iç hukuka gidilmesi gerekecektir. Boşanmanın serisi olarak onunla birlikte talep edilirse de
MÖHUK m. 41 uyarınca yetki tesis edilebilecektir.

2. Bay İ’nin Roma Mahkemelerinde Bayan T’den önce boşanma davası açmış olması ve davanın
görülmekte olması ihtimalinde, Ankara’da açılan boşanma davasında Türk hakiminin ne şekilde
karar vermesi gerekir? Açıklayınız. Bay İ’nin Roma Mahkemelerinde açmış olduğu davanın
yetkisizlik nedeniyle reddedilmiş olması halinde cevabınız değişir mi?

CEVAP: MÖHUK m. 41’in uygulama alanında olduğunu biliyoruz, bunu tekrar etmemize gerek yok.
Bu soruyu ilgilendiren usul meselesi ise iç hukuk bakımından bir dava şartı olan milletlerarası
derdestliktir. MA derdestlik dediğimizde, Türkiye’de açılmış bulunan bir dava görülmekteyken aynı
davanın bir başka Türk mahkemesinde açılması halinde; ikinci davanın derdestlik sebebiyle
görülmesinin mümkün olmamasıdır. Hakim tarafından resen gözetilecek olup davanın her aşamasında
öne sürülebilecek ve tespit edilmesi halinde de davanın usulden reddi gerekecektir. Davanın aynı olması
da tarafların, konunun (talep sonucu), sebeplerin (davaya konu olan vakıalar) aynı olmasıdır. Derdest
olmama HMK m. 114’te Türkiye’de açılan davalar bakımından dava şartı olarak düzenlendiyse de MA
derdestliği düzenleyen bir hükmümüz mevcut değildir. Dolayısıyla iç hukuktaki derdest olmama şartının
kabulünün gerekçelerinin MA alanda geçerli olmaması nedeniyle kural olarak çoğunlukla dikkate
alınmayacağı kabul edilmektedir. Ancak bunun MA sözleşmelerden ve kanun hükmünden kaynaklanan
bazı istisnaları vardır. Kanun hükmünden kaynaklanan 2 istisnadan biri olayımızda olduğu gibi
MÖHUK m. 41’dir (Türklerin kişi hallerine ilişkin davalar). MÖHUK m. 41’deki “Dava, yabancı
mahkemede açılmadığı” ifadesinden yola çıkılarak burada MA derdestliğin dikkate alınacağını kabul
edebiliriz. Yani bir Türk vatandaşının şahsi statüsünde değişiklik yaratacak bir dava, yabancı bir
mahkemede açılmış ve hala görülmekteyken Türk mahkemelerinde de açılacak olursa mahkeme, MA
derdestlik sebebiyle usulden reddedecektir. O zaman hükmün lafzından çıkan anlama göre dava şartı
olan MA derdestliğin dikkate alabileceğimiz bir haldir diyebiliriz. Ancak hakim resen mi gözetecektir?
Doktrinde çoğunluk görüşü resen gözetilebileceği yönündedir. Peki Roma’da dava açıldıysa ve
mahkeme yetkisizlik kararı verdiği için dava orada görülemezse Türk mahkemelerinde bu davanın
görülebilmesi mümkün olacaktır. Çünkü MÖHUK m. 41 dava yabancı ülkede açılmadığı/açılamadığı
şeklinde bir ifade kullanmıştır.

OLAY II:
Fransa’da yaşamakta olan Fransız vatandaşı Bayan F, her sene yaz aylarını İzmir’deki yazlığında geçirir.
Bayan F, İzmir’de bulunduğu bir esnada, merkezi Yunanistan’da bulunan ve İzmir kalkışlı Yunan
Adaları gezileri düzenleyen Y şirketinden bir paket tur satın alarak, Y şirketine ait gemiyle seyahate
çıkar. Gemi, Yunan karasularında seyir halindeyken, İzmir’de yaşamakta olan Türk vatandaşı kaptan
Bay T’nin dikkatsizliği sonucu, seyir halinde olan bir başka gemi ile çarpışır. Çarpışma sonucu
yolcuların büyük bir kısmı ağır yaralı olarak Yunan hastanelerine nakledilirken, Bayan F’nin Fransa’da
yaşamakta olan oğlu Bay E’ye, Bayan F’nin bu kazada kaybolduğu bilgisi verilir. Bayan F’nin seyahate
çıkmadan önce, İzmir’deki evini, düzenlediği bir vasiyetname ile bir arkadaşına bıraktığını öğrenen Bay
E, bu vasiyetnamenin iptali için Türk mahkemelerinde bir dava açmaya karar verir.
SORULAR:
1. Bay E’nin Türk mahkemelerinde vasiyetnamenin iptalini talep edebilmesi için, Türk
mahkemelerinden öncelikle ne talebinde bulunması gerekir? Bu talep bakımından Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisi mevcut mudur? Açıklayınız.

CEVAP: Türk mahkemelerinin MA yetkisi MÖHUK m. 41 vd. düzenlenmektedir. Dolayısıyla öncelikli


olarak bu kapsama giren bir uyuşmazlık var mı ona bakmalıyız. Olayımızda da bir yabancı hakkında
gaiplik kararı talebi söz konusu olacağından var olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bir ölüme bağlı
tasarrufun iptali için yani bir miras hukuku uyuşmazlığının görülebilmesi için ölüm tehlikesi içinde
kaybolan bu yabancı hakkında bir gaiplik kararı alınmalıdır. Gaiplik kararı, kişi hallerine ilişkin bir
karardır ve olayımızda da yabancı kişi açısından uygulanması gerektiğinden yabancıların kişi hallerine
ilişkin uyuşmazlıklar bakımından MÖHUK m. 42’deki özel yetki kuralı devreye girecektir. Gaiplik
kararının Türk mahkemelerinde alınabilmesi için hakkında karar verilecek kişinin Türkiye’de yerleşim
yerinin bulunmaması gerekmektedir. İlgili kişi yine şahsi statüsünde değişiklik meydana gelecek
yabancıdır. Olayımızda bayan E’nin Türkiye’de yerleşim yeri bulunmamasından hareketle MÖHUK m.
41’in uygulanma koşulunun gerçekleştiğini söyleyebiliriz. MÖHUK m. 41 kademelidir ve ilk kademede
sakin olduğu yerdir. Bayan E’nin yaz aylarını Türkiye’de geçirdiği bilgisinden yola çıkılarak belirli bir
döngüde Türkiye’de/İzmir’de sakin olduğu yerin varlığı mevcuttur. Ancak sakin olduğu yer tartışmalı
ise yine İzmir mahkemeleri yetkili olur. Çünkü ikinci kademede mallarının bulunduğu yer yetkili
kılınmış olup Bayan E’nin mallarının İzmir’de olması sebebiyle İzmir mahkemeleri yetkili olur.

2. Bay E’nin vasiyetnamenin iptali için açacağı davada Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi
mevcut mudur? Açıklayınız.

CEVAP: Somut olayda bir ölüme bağlı tasarrufun iptali ve o vasiyetname içerisinde İzmir’deki yazlık
ile ilgili bir tasarruf vardır. Yetki kuralları yorum yoluyla genişletilemez/daraltılamaz. Türk
mahkemelerinin görev ve yetkisi ancak kanunla düzenlenir (AY m. 142). MÖHUK m. 43’e
baktığımızda ise terekeye dair mallarının bulunduğu yer yetkili kılınmıştır. Burada uyuşmazlık konusu
ile bağlantılı olan malvarlığı unsuru dememiştir. Yorum yoluyla da bu hükmün uygulama alanı
daraltılamaz. Dolayısıyla vasiyetname hangi yerdeki malvarlığını içerse dahi terekeye dair Türkiye’de
mallarının bulunduğu her yerde aslında görülmesi mümkündür. Olayda İzmir’de olduğundan İzmir
mahkemeleri yetkili olacaktır.
Neden HMK’ya gitmedik? HMK’daki yetki kuralı ölenin son yerleşim yeridir ve zaten MÖHUK m. 43
de ilk kademede bu kuralı içermektedir.

3. Söz konusu kaza nedeniyle yaralanan yolculara ve ölen yolcuların yakınlarına yüklü miktarda
ödeme yapan Y şirketi, Bay T’nin iş sözleşmesini feshederek uğramış olduğu zararın tazmini
talebiyle Bay T’ye karşı Türk mahkemelerinde dava açmak istemektedir. Bu dava bakımından
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi mevcut mudur? Açıklayınız.

CEVAP: Bu sorunun tek tip bir cevabı yoktur, 2 farklı şekilde yol izlenebilir. Tartıştığımız konulardan
ilki sınırlar arası seferler yapan gemilerde çalışanlar mutat iş yeri var mıdır? İkincisi ise eğer mutat iş
yeri yoksa MÖHUK m. 44 uyarınca yetkinin tesis edilemediği halde iç hukuka gidilebilir mi? 2 şekilde
cevaplanır. İlk cevap iş sözleşmesine dayalı bir talep vardır ve yabancılık unsuru mevcuttur. Somut olay
bakımından Türk mahkemelerinin MA yetkisi MÖHUK m. 44 uyarınca belirlenir. MÖHUK m. 44’te
davacının işçi veya işveren olmasına göre farklı yetki kriterleri düzenlenmiştir. Olayda işverenin işçiye
karşı açtığı bir dava söz konusudur. Hükümde işverenin işçiye açtığı davalarda işçinin işini mutaden
yaptığı yer mahkemesi yetkilidir denmiştir. İşçinin mutat iş yeri dediğimizde, iş görme edimini nerede
yerine getirmek üzere işe alındı buna bakılır. Yunan şirketine bağlı çalışan kaptan mevcuttur ve bu gemi
devamlı olarak iki ülke arasında sefer yapıyor. Belirli bir yerden bahsetmek güç olduğundan mutat iş
yerinden bahsedemezsek Türkiye’de yetkinin tesis edilemeyeceği ihtimali doğacaktır. Bu sebeple
MÖHUK m. 44 atfı uyarınca iç hukuka gittiğimizde İş Mahk. K. m. 6’yı da uygulayabiliriz. Yani ilk
versiyonda İş Mahk. K. m. 6 uyarınca davacının kim olduğundan bağımsız şekilde işin mutaden
yapıldığı yer ve davalının yerleşim yeri mahkemeleri yetkili kılınmıştır. MÖHUK m. 44’ün iç hukuku
bertaraf etmediği/tamamlayıcı nitelikte olduğu görüşüne katılıyorsak, İş Mahk. K. m. 6 davalının
yerleşim yeri mahkemeleri yetkili kılındığı, olayda da davalı işçi olduğu ve işçinin yerleşim yeri de
İzmir olduğu için İzmir mahkemeleri yetkilidir deriz. (Hoca buna katılıyor) Ancak ikinci olarak
yabancılık unsuru barındıran iş uyuşmazlığı için yine MÖHUK m. 44’e gideriz. Her seferinde İzmir’e
döndüğünden yine İzmir mahkemeleri yetkilidir diyebiliriz. Burada zaten iç hukuka gitmemiz gerek
kalmıyor.

OLAY III:
Merkezi Almanya’da bulunan havayolu şirketi A’ya ait uçak İstanbul’a inişi sırasında kaza yapmıştır.
Yolculardan İngiliz vatandaşı Bay İ vefat etmiştir. Bay İ’nin Londra’da yaşamakta olan kızı X, A
şirketine karşı destekten yoksun kalma tazminatı talebiyle dava açmak istemektedir. Bu davada Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisi var mıdır?

CEVAP: Destekten yoksun kalma tazminatı mevcuttur ve bu talep de haksız fiilden kaynaklanır. Yani
olayımızda yabancılık unsuru barındıran bir haksız fiil uyuşmazlığı olduğunu söyleyebiliriz. Haksız fiil
ilişkisine ilişkin Türk mahkemelerinin MA yetkisi bakımından MÖHUK m. 41 vd. özel bir düzenleme
yoktur. Bu sebeple genel hüküm olan MÖHUK m. 40 uygulama alanı bulur. Hüküm uyarınca iç
hukukun yer itibariyle yetki kurallarına atıf yapılmıştır. Öncelikli olarak HMK kaynağımızdır. Eğer
kesin yetki söz konusu değilse (ki haksız fiilde değildir) genel yetki ve özel yetki kurallarını alternatif
olarak bir arada uygularız. Yani eğer yetki kriterleri Türkiye’de bir yere işaret ediyorsa bu yerlerden
birinden davacı davasını açabilecektir. Ancak kesin yetki varsa zaten sadece o mahkemede dava
açılabilecektir. Haksız fiile ilişkin kesin yetki bulunmadığından ilk olarak genel yetki kuralı olan HMK
m. 6’ya bakabiliriz. Davalının dava tarihindeki yerleşim yeri yetkili kılınmıştır ve yerleşim yeri de TMK
hükümlerine göre tayin edilir. Olayda davalı bir şirket yani tüzel kişi bakımından TMK m. 51 uyarınca
kuruluş belgesinde aksi belirtilmedikçe işlerinin yürütüldüğü yer merkezinin bulunduğu yerdir. Şirketin
yabancı bir ülkede olmasından hareketle HMK m. 6 uyarınca Türk mahkemelerinin MA yetkisi yoktur.
Diğer bir genel yetki kuralı olan HMK m. 9’da (Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan davalılara karşı
açılacak dava) ise davalının mutat meskeni mahkemesi yetkili kılınmıştır. Mutat mesken kanunda
tanımlanmamış ancak doktrine baktığımızda gerçek kişilere özgü olduğu sonucuna ulaşıyoruz.
Dolayısıyla HMK m. 9 açısından da tüzel kişi için Türk mahkemelerinin yetki tesisinden bahsedilemez.
Fakat HMK m. 9/c. 2; kesin olmayan bir yetki kuralı olarak malvarlığı haklarına ilişkin uyuşmazlıkların,
uyuşmazlık konusu malvarlığı unsurunun bulunduğu yerde de açılabileceğinden bahsetmiştir. Tazminat
alacağı her ne kadar malvarlığına ilişkin olsa bile bu malvarlığı Türkiye’de olmadığı için bu kriter
uyarınca da Türk mahkemelerinin yetkisinden söz edilemeyecektir. Özel yetki kurallarına geçtiğimizde
HMK m. 16’da düzenlenen haksız fiilden doğan davalarda yetki dört farklı alternatif olarak
öngörülmüştür. Bunlar; fiilin işlendiği yer, zararın meydana geldiği yer, gelme ihtimalinin bulunduğu
yer ve zarar görenin yerleşim yeri mahkemesidir. Somut olayda kaza İstanbul’a iniş esnasında meydana
geldiği için İstanbul mahkemelerinin MA yetkisi olacaktır. Zarar yeri, olayda destekten yoksun kalan
kişiye bağlı olarak bu kişinin yaşadığı yerdir. Destekten yoksun kalan kişinin yaşadığı yer de Londra
olduğu için yetki tesis edilemez. Muhtemel zarar yerinde ise görünüşte zaten bir zarar mevcut
olduğundan bu kriter uygulama alanı bulmaz. Son olarak da zarar görenin yerleşim yerine baktığımızda;
olayda zarar gören kızı olduğu için ve onun da yerleşim yeri Londra’da olduğu için yine bu kriter
uyarınca yetki tesis edilemeyecektir.
**Olayda kesin yetki olmadığından dava, yetkisiz bir mahkemede açılır ve davalı yetki ilk itirazında
bulunmaz ise yetkisiz mahkeme yetkili hale gelir.
Yani sonuç olarak yalnızca İstanbul mahkemelerinin yetkili olduğu sonucuna ulaştık.
(Yabancılar 15p geriye kalan kısım ise 25p olabilir. En az 4-5 soruluk)

You might also like