You are on page 1of 309

MÖHUK

08.10.2020-İLK DERS

*Kanunlar ihtilafı, vatandaşlık hukuku, yabancılar hukuku, milletlerarası usul hukukunu


beraber işleyeceğiz.

*Milletlerarası Özel Hukuk dediğimizde aslında içerisinde yabancılık unsuru barındıran ve


özel hukuk konusu içerisine giren hukuki ihtilaf ve uyuşmazlıklardan bahsediyoruz. Şimdi bu
noktada bir hukuki uyuşmazlık tamamıyla ulusal nitelik taşıyabilir. Bu anlamda mesela
somutlaştırmam gerekirse Bir Türk vatandaşı kişiyi düşünün başka bir Türk vatandaşı kişi ile
evleniyor, aralarında bir özel hukuk ilişkisi var. Evlilik daha sonra bu ilişkiyi bir takım
çıkmazlara giriyor ve bir boşanma ortaya çıkıyor ve bu kişiler boşanıyorlar. Şimdi bu olayın
tamamen Türk vatandaşları arasında Türkiye'de gerçekleştiğini düşündüğümüzde olayımızda
hiçbir böyle milletlerarası hukuk ilgilendiren hiçbir şekilde bir yabancılık unsuru olarak
nitelendirebileceğimiz bir husustan bahsetmek mümkün değil. Dolayısıyla bu tamamen
ulusal karakterli uyuşmazlık ve bu ulusal karakterli uyuşmazlığı ulusal hukuku iç hukuk için
getirdiği kurallar çerçevesinde çözümleyeceğiz. Ama taraflardan biri Alman vatandaşı olsaydı,
o Alman vatandaşı ile Türk vatandaşı evlenseydi ve Türkiye'de veya Berlin'de boşanma davası
açılsaydı o zaman bu özel hukuk ilişkisi yabancılık unsuru içeren bir özel hukuk ilişkisi
olacaktı. Neden? Çünkü taraflardan birinin vatandaşlığının yabancı bir ülke vatandaşlığı
olması sebebiyledir. Dolayısıyla ortada bir yabancılık unsuru içeren bir hukuki ilişkiden
bahsetmemiz mümkün olacaktı.

*Dolayısıyla biz milletlerarası özel hukuk dediğimizde aslında içerisinde yabancılık unsuru
barındıran ve bu anlamda da birden fazla hukuku ilgilendiren hukuki uyuşmazlıklara
uygulanacak olan o usulün hukukun tespitinin söz konusu olduğu bir bilim dalından
bahsediyoruz. Adı üzerinde milletlerarası özel hukuk.

*Bu milletlerarası özel hukuk nitelemesinin yapılabilmesi için yabancılık unsuru dediğimiz o
unsurun varlığı tartışılır. Aksi takdirde tamamen ulusal nitelikli bir uyuşmazlıktan
bahsediyoruz. Ve milletlerarası özel hukuk kurallarına gitmemizin bir manası kalmıyor. Bu
yüzden içerisine yabancılık unsuru barındıran ve birden fazla hukuku ilgilendiren hukuki olay,
hukuki eylem, ilişki, ihtilaf, fiil olabilir.

*Milletlerarası özel hukuk, milletlerarası kamu hukuku/ devletlerarası genel hukuk dediğimiz
hukuk dalıyla da karıştırılabilen bir alan. Çünkü ortak konuları var. Mesela yargı bağışıklığı
konusu. Yani devletin konsolosların, büyükelçilerin görevleriyle alakalı olan birtakım hukuki
işlemlerinden dolayı yargılanamaması olarak ifade ettiğimiz yargı bağışıklığı kavramı, hem
devletler genelin hem de devletler özelin konusudur. Dolayısıyla iki disiplin aslında birbirine
bazı konularda iç içe geçmiş bulunmaktadır. Veyahut konsolosların hukuki ilişkileri dahil
oldukları hukuki eylemler veya aynı şekilde büyükelçilerin hukuki sorumlulukları vs. alakalı
işlemler, bunlar hep iç içe geçmiş konulardır. Bunlar hem devletler genel hem de devletler
özel hukukun ortak alanlarıdır. Ama biz biliyoruz ki devletler genel hukuku tamamen
devletlerarası ilişkileri idare eden veya bazı durumlarda devletle kişi arasındaki hukuki
husumetleri bu anlamda çözüme kavuşturan bir alan. Ama devletler özel hukuku tamamen
özel hukuk kişileri arasındaki hukuki uyuşmazlıkları çözüme kavuşturan bir hukuk disiplini.

1
Dolayısıyla kişiler arasında evlenme, boşanma, ticari faaliyet, evlat edinme, soybağının
kurulması, tüketici sözleşmesinin hükümleri(uluslararası nitelikten bahsediyoruz), klâsik bir
borçlar hukuku sözleşmesi bunların hepsi ve bu sözleşmelerin doğurduğu hukuki sonuçlar
veya bu hukuki ilişkilerin doğurduğu sonuçların hepsi milletlerarası özel hukukun konusu.
Dolayısıyla biz Milletlerarası Özel Hukukta, kişiler arasında(gerçek kişiler veya tüzel kişiler),
tüzel kişiliği olmayan topluluklarda olabilir ve yabancılık unsuru barındırması tabiki esas. Bu
noktada bu kişiler arasındaki hukuki ilişkilerle ilgileniyoruz. Burada egemen bir güç olarak
devlet kavramını bu kapsama dahil etmiyoruz. Şu soru aklınıza gelebilir: Devletlerin de özel
hukuk tüzel kişisi olarak faaliyet gösterdiği birtakım işlemlerde hukukî uyuşmazlıklar ortaya
çıkabilir. Bu durumda yine devletin egemenlik kaynaklı yargı muafiyetine mi gitmemiz
gerekiyor? Yani onunla ilgili hukuki husumetin ortaya çıkmaması gibi bir durum mu olabilir?
Hayır tabiki. Sonuçta devletlerin de özel hukuk tüzel kişisi olarak yani devlet egemenliği o
egemen güç sıfatı dışında gerçekleştirdiği faaliyetlerde tabiki özel hukuk ilişkisi ise devletin
hukuki sorumluluğuna gitmek kaçınılmaz olacaktır. Türkiye 1980 li yıllarda Deniz ticareti
yapıyordu. Şimdi bu Türkiye devletinin egemen güç olarak deniz ticareti yaptığı anlamına
gelmiyor. Bu, Türkiye Devleti kurmuş olduğu bir ticari şirket aracılığıyla yapması oluyor.
Dolayısıyla bu faaliyet sebebiyle ortaya çıkabilecek olan hukuki sorunlar hukuki ihtilaflar da
uyuşmazlığın taraflarından birinin bir devlet şirketi olması o hukuki uyuşmazlıkta bu devlet
sıfatını taşıyan ya da devletin uzantısı olan bu ticari şirketin hiç bir sorumluluğu olmayacağı
anlamına gelmiyor. Yani devlet bir egemen güç olarak özel hukuk ilişkileri dışında birtakım
hukuki sorunlardan muaftır. Ama devlet özel hukuk ilişkilerinden kaynaklanan
sorumluluklarını taşımakla yükümlüdür. Dolayısıyla bir devletin egemen güç olması dışındaki
özel hukuk ilişkilerinde her zaman için hukuki sorumluluğa gidilebilir

MADDE 49 – (1) Yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda
yargı muafiyeti tanınmaz.

-Devletler özel hukuk ilişkilerinden dolayı hiçbir zaman yargı muafiyetine tabi değildir.

*Buradaki Milletlerarası özel hukuk süjelerinin iyi kavranması gerekiyor. Uyuşmazlığın bir
tarafının özel hukuk kişisi olması( gerçek kişi, tüzel kişi) veya tüzel kişiliği olmayan topluluklar
veya özel hukuk tüzel kişisi olarak somutlaşan bir devlet veya özel hukuk ilişkilerinden
kaynaklanan bir husumet bu anlamda Milletlerarası özel hukukun konusuna girebiliyor.

*Tüzel kişiliği olmayan topluluk nedir? Uluslararası ticaret hukukunda coint vencir,
consorcium dediğimiz bir takım yapılara rastlayabiliyoruz. Bunlar genellikle adi şirket niteliği
taşıyor. Dolayısıyla adı şirketlerin de tüzel kişiliği olmuyor. Ama bunlar bir hukuk süjesi. Yani
Türkiye’de mesela bir sürü ihaleyi conit veancure adı altında şirket yapılandırmalarına
verildiğini, ihale edildiğini görüyoruz. Bir ihtilaf ortaya çıktığında karşımızda bir coint vencure
(ortak girişim) var. Dolayısıyla biz onu dava edemeyiz tüzel kişiliği yok mu diyeceğiz? Tabiki
bu sonuçsuz bir noktaya götüreceği için böyle bir duruma sebebiyet verilmez. Dolayısıyla
Milletlerarası özel hukukta da tüzel kişiliği olmayan toplulukların bu anlamda hukuki
sorumluluğunu ortaya çıkarmak için zaten kanunumuzda açık bir hüküm vardır bu noktada.
Her zaman için hak ehliyeti ve fiil ehliyeti bağlamında hukuki sorumlulukları vardır.

*Milletlerarası özel hukuku biz dört ana branşta inceliyoruz.

1- Kanunlar İhtilafı (1. Dönem)


2- Milletlerarası Usul Hukuku (2. Dönem)

2
3- Yabancılar Hukuku (2. Dönem)
4- Vatandaşlık Hukuku (1. Dönem)
*Biz Fransız sistemini esas almışız. Bütün dünyada bu şekilde değildir. Mesela Almanya’da
yabancılar hukuku bambaşka bir disiplin olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla her ülkede
MÖHUK’un konusu bizdeki gibi dört temel disiplini bir arada tutan bir yaklaşım sergilemiyor.

*Bizim gibi kabul etmiş olanlar da vardır. Vatandaşlık hukukunu medeni hukukun bir uzantısı
olarak kabul etmiş olanlar vardır. Milletlerarası usul hukukunu iç usul hukuku ile birlikte ayrı
bir disiplin olarak kabul edenler vardır. Bu şekilde farklılıklar vardır.

KANUNLAR İHTİLAFI

*Kanunlar ihtilafı ile alakalı kanunumuzdaki maddelere girmeden önce onun arkasındaki
temel, terminolojik ve kavramsal bir takım hususları anlamamız gerekiyor.

*Kanunlar ihtilafı dediğimizde aklımıza gelen şey şudur. Bir hukuki olay veya bir hukuki
uyuşmazlık vardır ve bu hukuki uyuşmazlığa birden fazla hukukun uygulanması gereklidir.
Acaba hangi hukuk uygulanacak?

*Örneğin bir İtalyan ve bir Fransız Türkiye’de evleniyorlar ve Türkiye’de yaşıyorlar. Fakat
anlaşmazlık içine düşüyorlar ve Türkiye’de boşanmak istiyorlar. Şimdi bu dava Türkiye’de
açılabilir mi? Bu dava Türkiye’de açılırsa Türk mahkemesi hangi hukuku uygulayacak? Dava
Türkiye’de açıldığı için Türk hukukunu mu uygulayacak yoksa taraflardan birinin vatandaşlığı
Fransa olduğu için Fransa hukukunu mu uygulayacak ya da İtalyan hukukunu mu
uygulayacak? Bu noktada üç tane hukuktan bahsediyoruz: Fransız, İtalyan, Türk. Hangisi
uygulanacak? Hukuki olay ortaya çıktığında ve birden fazla hukukun bu hukuki uyuşmazlığa
uygulanma ihtimali ortaya çıktığında acaba hangi hukukun uygulanması en adil ve
hakkaniyetli olacaktır sorusunun cevabına kanunlar ihtilafı ile ulaşırız. Fransız hukukunu mu
ya da İtalyan hukukunu mu veya Türk hukukunu mu uygularsak bu hukuki uyuşmazlık adil,
hakkaniyetli ve doğru bir şekilde sonuçlanır, buna bakmamız gerekiyor. İtalyan hukukunu
uyguladığımızda sadece İtalyan hukukunun uygulanması Fransız tarafın menfaatine
olmayacaktır. Fransız hukukunu uyguladığımızda ise bu İtalyan tarafın menfaatine
olmayacaktır. Türk hukuku da her iki taraf için çok alakasızdır ama yargılama Türkiye’de
devam ediyor. Türk hukukunun uygulanması acaba her ikisine de eşit mesafede ve doğru
olan mı gibi sorular aklımıza gelebilir.

*İşte MÖHUK bunun arayışı içindedir, bunu düzenlemeye çalışıyor. Acaba hangi hukuk
taraflar arasındaki hukuki ilişkiyi daha hakkaniyetli bir şekilde çözümler. Birden fazla hukuk
var, hepsinin uygulanma gücü var ama hangisi uygulanmalı? Bu sorunun cevabı kanunlar
ihtilafının amacıdır. Bu noktada birçok menfaatten bahsediyoruz. Tarafların menfaatini ve
işlem menfaatini dikkate almak gerekiyor. İşlemi ayakta tutmak gerekebiliyor.

*Örneğin bir vasiyetname ya da miras sözleşmesi yapılabiliyor, bir noter senedi


düzenlenebiliyor ve bu noter senedi alınıp Türkiye’de işleme konmak isteniyor. Dolayısıyla
dava Türkiye’de açıldığında o noter tarafından düzenlenmiş olan senedin hukuki geçerliliği,
şekli geçerliliği, içerik anlamında esastan geçerliliği gibi bunların hepsi birer çözümlenmesi
gereken aşama olarak çözüm süreci gerektiriyor. Sonuç olarak işlemi ayakta tutma menfaati,
taraf menfaati, düzen menfaati, maddi hukuk menfaati kanunlar ihtilafı kuralları
oluşturulurken dikkate alınan menfaatlerdir.

3
*Bir değil birden fazla menfaati düşünüyoruz. Neden? Çünkü taraf menfaatini düşünürken
yargılamayı yapacak olan ülkenin kendi kurallarının ihlal edilmesi de ortaya çıkabilir. Yabancı
bir hukukun uygulanması taraflar için adilken Türk mahkemesinin bunu uygulaması kendi iç
hukukuyla çelişiyor olabilir. Dolayısıyla Türk mahkemesi taraf menfaatini mi yoksa kendi
düzen menfaatini mi dikkate alarak uygulama yapacak? İşte kanunlar ihtilafı kuralları bu
dengeler üzerinden hareket eder ve bu dengeler çerçevesinde en adil olan hukuku bulmaya
çalışır. Bir hukukçu olaylara her şekilde objektif bakmak zorundadır.

*Örneğin iki tane Hollandalı erkek evlenmiş ve bir eşcinsel evliliği söz konusu. Bu kişiler
Türkiye’de boşanmak istiyorlar. Biz kendi kanunlar ihtilafı kurallarımıza baktığımızda
boşanma için hangi hukukun uygulanacağı noktasına ulaşırız. Hollanda hukuku açısından bu
evlilikte bir sıkıntı yoktur fakat bu durum Türk mahkemeleri önüne geldiğinde burada Türk
hukukunun kamu anlayışı düzeni devreye girer. Türk hukuku kamu düzenine göre böyle bir
evliliğin gerçekleşmesini mümkün kılmayan bir medeni kanunu karşımıza çıkar. Buna göre bu
evlilik yok hükmünde kabul edilir. Burada taraf menfaatini gözeterek ulaştığımız yabancı
hukuk(Hollanda hukuku) hiçbir şekilde uygulama bulamayacak çünkü düzen menfaati ya da
maddi hukuk menfaati ortaya çıkacaktır. Bu düzenin sağlanması önceliği ve Türk maddi
hukukunun uygulanma önceliği devreye girecek. Hiçbir zaman iç hukuk ahengini
bozmayacaktır. MÖHUK adaletini ve hakkaniyetini sağlarken ve MÖHUK karar ahengini de
hedeflerken hiçbir zaman milli karar ahengini bozmamalıyız. Dolayısıyla bu ve benzeri
durumlar ortaya çıktığında taraf menfaatinin önüne geçen düzen ve maddi hukuk menfaati
kavramlarıyla da karşılaşabiliyoruz. Ve o düzenin sağlanması o maddi hukukun kuralının yani
kült maddi hukukun, mahkemenin hukukunun uygulanma önceliği devreye girecek ve hiçbir
zaman iç hukuk ahengini bozmayacak. Yani biz milletlerarası özel hukuk adaletini ve
hakkaniyetini sağlarken ve milletlerarası karar ahengini de hedeflerken hiçbir zaman milli
karar ahengimizi bozmayacağız bunun için. Yani bunu onun uğruna feda etmiyoruz.
Dolayısıyla bu vb. durumlar ortaya çıktığında ne oluyor? Hakkaniyet kavramı çerçevesinde
taraf menfaatinin önüne geçen bir düzen menfaati, maddi hukuk menfaati kavramlarıyla da
karşılaşabiliyoruz. Dolayısıyla bunların hepsi bir bütün yani bu mesela evlat edinme
konusunda da ortaya çıkıyor. (Anlatacağız zaten, kamu düzenini anlatırken de anlatacağız)
.Mesela dünyanın en ünlü yönetmenlerinden biri Woody Allen’dır. Woody Allen, evlatlığı ile
evlenmiştir; karısıyla evlat edinmiş olduğu çocukla evlenmiştir. Şimdi biz buna ahlakiymiş
oymuş buymuş onlara bakmıyoruz; herkesin bu konuda bir fikri var zaten yani o fikir bizim
için şu anda önemli değil. Biz bunun hukuki boyutuna bakıyoruz ve milletlerarası özel hukuk
açısından oluşturduğu sorunlara bakıyoruz.

*Bizim hukukumuzda evlatlıkla evlenmek gibi bir şey kesinlikle kabul edilmez. Yani bu
tamamıyla bir ahlaki mesele olarak kabul edilmiş ve hukuk kuralı haline dönüşmüştür.
Dolayısıyla buna benzer bir durum Türkiye’de gerçekleşecek olsa hiçbir şekilde buna izin
verilmez yani bu konuda hiçbir şekilde taviz verilmez. Bunu taraflar istese bile taraf menfaati
gereği uygulanacak olan hukuk bunu gösterse bile yani olabileceğini gösterse bile Türk
hukuku bunu kabul etmeyecektir. Çünkü kamu düzeni adı verilen birtakım hassasiyetler
ortaya çıkar. Bu da işte o maddi hukuk menfaati, düzen menfaati kavramlarıyla açıkladığımız -
daha sonra detaylandıracağız- kavramlarla somutlaşır.

*Ya da mesela iki Türk gitti genellikle popüler kimlikler gidiyorlar yurtdışında evleniyorlar.
Nerede evleniyorlar? Türk konsolosluğunda evleniyorlar ya da Türk büyükelçiliğinde
evleniyorlar ya da gidiyorlar İspanya’da İspanyol makamları önünde evleniyorlar. Şimdi iki

4
Türk vatandaşının İspanyol makamları önünde evlenmiş olması Türk hukuku açısından acaba
geçerli bir evlilik doğurur mu, bu geçerli bir evlilik midir? Yani bu evliliğinin iki Türk
vatandaşının neden Türkiye’de evlenmemiş olması neden gidip İspanya’da evlilik yapıyor
olması ve bunun sonuçları sorgulanabilir bu anlamda. İspanyol hukuku hiçbir şekilde Türk
hukukunun aranmadığı bir şekilde bir evlilik düzeni getirebilir ki 1981 yılına kadar arkadaşlar
İspanyol Medeni Kanunu kilise evliliğini esas kabul ediyordu. Dolayısıyla ülkede evlenecek
olan bütün çiftlerin mutlaka Katolik Kilisesinde evlenmesi gerekiyordu. 1981 yılından sonra
bu değişti Medeni Kanunda yapılan değişiklikle. İki Türk vatandaşı 1980’de İspanya’da
evlenmeyi istemiş olduğunu varsayalım ve bu iki İspanyol’un evlenmek için Türk
konsolosluğu dışında İspanyol hukukuna göre evleneceği tek şekil Katolik Kilisesine gidip
evlenmesi. Dolayısıyla Katolik Kilisesinde yapılan bu evlilik acaba Türk makamları açısından
geçerli mi, bağlayıcı mı, bu evliliği Türk makamları kabul edecek mi gibi bir soru aklımıza
gelebilir. Genel olarak baktığımızda dünyada hala bu tarz esasları kabul eden ülkeler zaten
var ve milletlerarası özel hukuk menfaatinin o işlem menfaati dediğimiz favor negotii işlemi
ayakta tutma prensibi, esansı üzerine hareket eder. Dolayısıyla o ülkenin hukuk kuralları eğer
o hukuki işlemin o şekilde yapılmasına esas görüyorsa yapılan işlem diğer ülkeler açısından da
hukuken geçerli kabul edilir. Dolayısıyla iki Türk vatandaşının yapmış olduğu evlilik eğer o
ülkenin kuralları gereği esaslıysa, öyle o şekilde yapılması gerekiyorsa ve o şekilde yapılmışsa,
o kurallar uygulanarak yapılmışsa o zaman Türk makamları tarafından geçerli kabul edilecek.
İşte işlem menfaati olarak o yapılan evlilik işlemini ayakta tutma anlayışı olarak kabul
ettiğimiz sistem bu şekilde işliyor.

*Ya da bizim hukukumuzda mesela reşit olma yaşı ekstrem ve istisnai durumlar dışında 18.
Evlilikte de mesela 17 yaşında istisna demekle onu kastediyor evlilikte de biliyorsunuz 17 yaş
evlilik kişiyi reşit kılar diyoruz. Genel kuralımız 18 yaş Türk hukukuna göre; bu dünyanın her
yerinde farklıdır bazı ülkelerde 21’dir, bazı ülkelerde 25’tir 26’dır, bazı ülkelerde 17’dir, bu
her ülkeye göre değişir. Dolayısıyla Türkiye’de şöyle düşünelim bir Norveçli biri düşünelim,
Norveç hukukunda 19 yaşında mesela reşit olunuyor, gelelim çocuk Türkiye’de bir hukuki
işlem yapıyor bir şey satın alıyor ama çocuk 18 yaşında. Dolayısıyla bu tarz işlemlerde de
baktığımızda kişinin ehil olup olmadığı kendi milli hukukuna göre yani vatandaşlık bağıyla
bağlı olduğu hukuka göre tespit edilir, bunu göreceğiz. Fakat baktığınızda bu çocuk kendi
hukukuna göre daha reşit olmamış yani 19 yaşında değil, 18 yaşında ama işlemi yaptığı yer
Türkiye ve Türk hukukuna göre 18 yaşında reşit olmuş. Dolayısıyla biz acaba bu çocuğu
yaptığı hukuki işlemle bağlı kılacak mıyız yoksa hiçbir şekilde yaptığı hukuki işlemle bağlı
olmayacak mı, yaptığı dolandırıcılık yanında mı kalacak gibi düşünebiliriz. İşte bu noktada
mesela yapılan hukuki her ülke kendi hukuki yani milletlerarası özel hukukla alakalı
düzenlemeleri tabi ki kendi belirliyor. Bir kısmı birbirine benzer bunların, bir kısmı oldukça
farklı Anglo Sakson hukuku biraz daha farklı ama genel olarak bazı esaslar aynı. Dolayısıyla
mesela Türk hukukuna baktığımızda ve bu anlattığım olayda ortaya çıkacak aslında işlem
menfaati adını verdiğimiz kavram bütün hukuklar açısından geçerli. Burada yapılan hukuki
işlem mesela ayakta tutulma amacı gözetilen bir durum yaratıyor. Dolayısıyla kişi kendi milli
hukukuna göre 19 yaşında olmasa bile işlemi yaptığı yer hukukuna göre reşit olmuş olduğu
için o kişiyi yaptığı hukuki işlemle bağlı kılıyoruz ve dolayısıyla sorumluluğu ortaya çıkıyor. Bu
da işte o milletlerarası özel hukukta o işlemi ayakta tutma favor negotii dediğimiz işlemi
ayakta tutma, yapılan işlemin hukuki sonuçlarının doğmasına imkan sağlama anlayışını
veriyor. Aksi takdirde ne olur ? Herkes reşit olmadığı ülkeye gider bir sürü işlem yapar ondan
sonra da ben sorumsuzum der, ortadan çıkar. Çok önemli bir dava ile bu kanunlar ihtilafı
literatürüne girmiştir, Lizardi Davası olarak geçer; çocuk Güney Amerika ülkelerinden birinin

5
vatandaşı ama tabi bu 1800’lü yıllarda falan gerçekleşiyor, Fransa’ya gidiyor kuyumcudan
alışveriş yapıyor ama ödemiyor. Ondan sonra da dava açılıyor, kendi ülkesinde 25 gibi bir şey
reşit olma yaşı, ben daha o yaşa gelmedim sorumsuzum vs. hukuki sorumluluğum yok diyor.
Bunun üzerine açılan dava ve yürütülen yargılama sürecinde işte bu işlem menfaati, işlemi
ayakta tutma, yapılan işlemle kişiyi hukuki sorumluluğa tabi tutma anlayışı ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla bunlar hep işte milletlerarası özel hukuk hakkaniyetinin sağlanmasında dikkat
edilen hususlar.

*Şimdi kanunlar ihtilafından bahsediyorduk. Kanunlar ihtilafı; hangi hukukun uygulanacağı


yani birden fazla hukuk var acaba hangisi uygulanacak sorusunun hep cevabını arıyor.
Dolayısıyla bu sorunun cevabını ararken de tabi ki çok farklı yöntemler, metotlar kullanıyor
yani biz anlatacağız size “vasıflandırma” adını verdiğimiz yöntemi kullanacağız. İşte önce o
hukuki ilişkiyi niteleyeceğiz, ondan sonra işte acaba bu ilişki evet bu bir evlilik diyeceğiz, bu
bir nişanlanma diyeceğiz veya bu bir borç ilişkisi diyeceğiz. Bu nitelemeyi yaptıktan sonra yani
hukuki vasıflandırmayı yaptıktan sonra bu sefer kanunun bizi yönlendirdiği hukuku arayış
sürecimiz başlayacak. Acaba bu diyeceğiz nasıl bir şey yani bu aile hukukuyla alakalı bir şey
mi yoksa şahsın hukukuyla alakalı bir şey mi ya da mirasla alakalı bir şey mi veya ticari
hayatla mı? Bu nitelemeyi yaptıktan uygulanacak hukukunun tespitine geçeceğiz. Çünkü
orada da atıl, remboyi dediğimiz bir yöntemi öğrenmemiz gerekiyor; ona göre uygulanacak
olan hukuku tespit edeceğiz. Bunun dışında bu yöntemleri uygularken biraz önce de
söylemiştim bu alanın kendine has terimleri var; lex fori, lex causa, locus regit actum gibi vb.
diye devam eden. Bu kavramların ne ifade ettiğini bu belirlemeyi yaparken bu terminolojiden
nasıl yararlanacağımızı göreceğiz kanunlar ihtilafı meselelerine girmeden önce. Dolayısıyla
kısaca şimdi genel olarak toparlamak gerekirse kanunlar ihtilafı adı üstünde zaten kanunların
ihtilafı, kanunların yarışması bu anlamda aklımıza gelmeli. Bir hukuki olay, uyuşmazlık ortaya
çıktığında ve bir yabancılık unsuru içeriyorsa acaba hangi hukukun uygulanması gerekir
sorusunun cevabını arar kanunlar ihtilafı.

*Bunun dışında hakem kararları ve aynı şekilde mahkeme kararları konusu önemli. Yabancı
bir ülkede karar veriliyor ama o kararın Türkiye’de icra edilmesi, Türkiye’de tanınması
gerekiyor. Bunlar tanıma ve tenfiz prosedürü çerçevesinde gerçekleşiyor. Mesela bir Türk
vatandaşı İsviçre’de soyadını değiştiriyor, mesela adı İbrahim zor okunduğu için Abraham
yapıyor. İsviçre mahkemesi ismini Abraham yapıyor ama o kişi sonuçta bir Türk vatandaşı, bu
yüzden nüfusunda değişikliğin yapılması gerekiyor, çünkü o kütükte hala İbrahim olarak
kayıtlı. Dolayısıyla bir tanıma davası açılması gerekiyor.

*Veya iki Türk vatandaşı Almanya’da boşanıyor, ama Türk makamlarına göre onlar hala evli;
evlendiklerinde Türk makamlarına haberdar etmişler ve bu işlenmiş, ama artık boşanalı 10 yıl
olmuş hatta ikinci evliliklerini yapmışlar çoluk çocuk olmuş. Türk makamlarına göre hala evli
göründükleri için yeni eşlerinden olan çocukları bile evli görünen çiftin çocuğu olarak kabul
ediliyor. Bunun gerçeklikle alakası yok, bu yüzden yabancı mahkemelerde verilmiş olan o
kararın Türk makamlarına iletilmesi gerekiyor. Boşandıkları kaydedilsin, sonraki evlilikleri
tanınsın, diğer eşlerinden olan çocuklar o evlilikte görünmesin ki eğer o kayıtlar düzeltilmez
ve taraflardan birisi ileride ölürse o çocuklar bile mirasçı olabilecektir. Dolayısıyla tanıma
tenfizinin böyle önemli bir işlevi var.

6
MADDE 50 – (1) Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet
kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye'de icra olunabilmesi yetkili Türk
mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.

Not: Yabancı mahkeme kararlarının verildiği ülke dışında kabul edilmesi, hüküm ve sonuç
doğurması kararın tanınması ve tenfizi ile mümkündür. Tanıma ve tenfizin birbirinden farkı;
tenfiz kararı ile hükmün aynı zamanda icra edilebilir olması, icra faaliyetlerinde
bulunulabilmesi olarak açıklanabilir. Tanıma da mahkeme kararı sadece kesin hüküm ve kesin
delil olarak kabul edilirken tenfiz de aynı zamanda kararın icrai işlemleri de yapılabilmekte
hüküm sonuç doğurmaktadır.

*Milletlerarası Özel Hukuk ve özellikle Kanunlar İhtilafı denildiği zaman “birden fazla
kanunları ilgilendiren ve içerisinde yabancılık unsuru bulunduran hukuki olay, hukuki
uyuşmazlık ve hukuki ihtilaflara uygulanacak hukuk kuralları”ndan bahsedilir. Hangi hukukun
uygulanacağını, hangi hukukun daha doğru olduğunu elimizdeki kanunların hükümlerini takip
ederek bulacağız, ileride uygulanacak teknikleri öğreneceğiz.

*Her ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları vardır, dünya genlinde bir tane kanunlar ihtilafı
kuralından bahsedemeyiz. Birbirlerine benzerlikler ve farklılıklar olur; biz mesela Alman ve
İsviçre Medeni kanunlarını hukuki kaynak olarak almış olsak bile kanunlar ihtilafı meselesinde
farklı hususlar bulundurabiliyoruz. Çünkü bazen hukuk kuralları o ülkedeki sosyal yaşam,
kültürel değerler, bazı ülkeler için dini değerlerden etkilenerek de şekilleniyor. Dolayısıyla
doğru olan da bu; o ülkedeki kuralları tamimiyle alıp kendi ülkende intibak ettirmek doğru bir
şey değil. Çünkü her toplumun kendi dengeleri kendi hassasiyetleri kendi eğilimleri
birbirinden farklı oluyor, dolayısıyla yabancı hukuk kuralını biraz uyarlamak gerekiyor. Sonuç
olarak her ülkenin kendi kanunlar ihtilafı kuralları vardır, Japonya’nın da, İtalya’nın da,
Türkiye’nin de, Amerika’nın da bir sürü eyaletinin kendi kanunlar ihtilafı kuralları var.

*Kanunlar ihtilafları kuralları her ne kadar uluslararası nitelikli olsa da aslında ulusal
karakterlidir. Türkiye’deki kanunlar ihtilafı kuralları sadece Türkiye’de uygulanıyor, yabancı
ülkelere uygulanmıyor. Tabi onların kurallarını uygulamamız gerektiği durumlarla da
karşılaşabiliyoruz, örneğin bazı konularda Almanya mahkemesi Türk kanunular ihtilafı
kurallarını uygulayabilirken bunu külliyen her durumda uygulaması durumuyla
karşılaşamayız. Yani ulusal karakterli olduğu için her devletin kanunlar ihtilafı kuralları olması
esastır. Çünkü ne oluyor, Almanya’da da kanunlar ihtilafı meselesi çıksa Japonya’da da çıksa
önce kendi kanunlar ihtilafı kurallarımıza bakıyoruz. Kanunumuzdaki nitelendirmeler ve
değerlendirmeler çerçevesinde belki Alman kanunlar ihtilafı kurallarına belki de o Alman
kanunlar ihtilafı kuralının yönlendirdiği başka bir kurala gidiyoruz. Kanunlar ihtilafı kuralları
arasında bir etkileşim var bunu kabul ediyoruz ama her devletin de kendine öz kanunlar
ihtilafı kuralları olduğunu söylüyoruz.

*Bu noktada oluşan uyuşmazlıkları gidermek amacıyla uluslararası sözleşmeler imzalanıyor.


Örneğin Lahey, Hollanda’nın Lahey kentindeki Akademi 1800’lü yıllardan beri özellikle bu
alanda çalışır. Kanunlar ihtilafıyla ilgili meseleleri tespit eder, hem Anglosakson hukuku hem
Kara Avrupası hukukunu birleştirici sözleşmelere imza atar. Bu anlaşmaların çoğu çok
taraflıdır ve böylece tüm dünya genelinde bir aynılık yaratmaya çalışır. İmza atan ülkeler
arasında bir yeknesaklık ortaya çıkar.

7
*Nafaka özel hukuk alanında önemli bir mesele. Özellikle çocuk, boşanma, evliliğin devam
süresi, nafakanın tahsil edilmesi taraflar farklı ülkelerde olduğu zaman bu daha da zor bir hal
alıyor. Bundan dolayı uyumlaştırıcı çalışmalar ve pek çok uluslararası çalışmalar yapılmış.
Çocuklara karşı, çocuklarla birlikte yetişkinlere karşı nafakaya uygulanacak hukuk nafaka
kararlarının uygulanması ve tenfizi gibi bir sürü sözleşmeden bahsedilebilir. Bu konu önemli
ve sorun teşkil eden bir konu olarak kabul edilmiş ve bu nedenle tüm dünyada hemen hemen
her ülke de taraf olduğu için imzalanmış ve böyle yeknesak bir uygulama getirilmiş. Kanunlar
ihtilafının her alanında bunu yapmak mümkün değil ama yapılabilen noktalarda yapılıyor;
mesela tebligat, deliller, teminat meselesi gibi ortak düzenlemelere rastlıyoruz.

*Yani her ülkenin kendi kanunlar ihtilafı kuralları olduğundan bahsettik dolayısıyla kanun
ihtilafı aslında ulusal karakterli her ne kadar içerik olarak milletler arası nitelikli olsa da
aslında ulusal karakterli bir özellik taşıdığından bahsetmiştik. Şimdi kanun ihtilafı kurallarının
niteliğine baktığımızda bazen karşımıza bölgeler arası kanunlar ihtilafı çıkıyor bazen şahıslar
arası kanunlar ihtilafı kuralları ile karşılaşıyoruz bazen statü değişikliğinden kaynaklı bazen
zamanlar arası. Bu dörtlü ayrımı terminolojik de olsa öğrenmemiz gerekiyor.

1- Bölgeler Arası: Bazı ülkeler eyalet sistemiyle yönetiliyor bunun adı bazen İsviçre’deki gibi
kanton oluyor. Eyalet sistemini Amerika’da da görüyoruz Hindistan’da da Almanya’da da
görüyoruz yani dünyanın farklı yerlerinde farklı isimler altında görebiliyoruz. Her birinin ayrı
kendi özel bağımsız birbirinden ayrı kuralları var kanunlar ihtilafı kuralları da bu anlamda
bağımsız bir şekilde varlığını sürdürüyor dolayısıyla aslında eyalet sayısı kadar kanunlar
ihtilafı kuralları var.

2-Şahıslar Arası: Bazen şahıslar açısından aynı durum söz konusu oluyor. Belli bir aileden
gelenlere, belli etnik kesime, belli dine mensuplara belli kurallar uygulanıyor buna da şahıslar
arası kanunlar ihtilafı olarak ifade edilebilir.

3-Hukuki Statü: Bazen de sahip olduğunuz hukuki statü değişebiliyor. (Möhukta hukuki statü
kendisine uygulanacak olan hukuku belirleyen kavram) Diyelim ki kişi Türk vatandaşıdır bir
hukuki işlem yaptığında Türk vatandaşı olduğu için o kişinin hak ve fiil ehliyeti Türk
hukukunun maddi normlarına göre belirleniyor. Yani bu kişi ehil mi temyiz kudreti var mı
kısıtlı mı hukuki işlemin sebep ve sonuçlarını anlayabilecek durumda mı? Gibi birçok soruyu
hak ve fiil ehliyetiyle ilgili soruyu Türk hukukuna göre değerlendiririz çünkü kişi Türk
vatandaşıdır Ama kişi Türk vatandaşlığından çıkıp başka ülke vatandaşı olduğunda artık
kişinin hak ve fiil ehliyetini yeni ülkesine göre belirleriz. Hukuk statüsü değiştiği için aslında
ona uygulanacak olan hukuk da değişmiştir. Türk hukukuyla varılacak sonuç A sonucuysa
diğer ülke hukuku bizi B noktasına götürüyor. Dolayısıyla hukuki statü değişikliğinden
kaynaklanan o farklılık ve sonuç anlamında uygulanacak olan hukuk ve o hukukun doğuracağı
sonuçlar anlamında bizi 2 faklı noktaya götürüyor. Dolayısıyla uygulanacak o farklılık ve sonuç
anlamında olan hukukun tespiti çok önemli hangi andaki hangi hukukun uygulanacağı çok
önemli. Hukuki statü değişikliğinden kaynaklı kanunlar ihtilafı kuralları ile de aslında
kastedilen bu.

-Kanun özellikle şahsın hukuki ile ilgili konularda vatandaşlık ,mutat meskene, yerleşim yerine
atıf yapılması noktasında hep dava anını esas alır. Yani kişi mesela bir ülke vatandaşı daha
sonra vatandaşlık değiştirmiş özellikle aile hukuki ile ilgili bir meselede ya da vatandaşlık
hukukuna atıf yapan ya da mutat meskene atıf yapıyorsa dava anını esas alıcaz gibi. Burada

8
anlatılmak istenen hangi hukukun uygulanacağı yanında hangi andaki hukukun uygulanması
gerektiğidir.

4-Zamanlar Arası: Aslında bizim iç hukukumuzda da bildiğimiz bir kanun belli dönem
yürürlükte fakat sonra yürürlükten kalkıyor yerine yeni bir kanun giriyor bunun kanunlar
ihtilafı kuralı olduğunu düşünelim tabiki intikal hükümlerine göre hareket etmemiz gerekir
hangi anda yürürlüğe girdiyse o andan itibaren yürürlük kazanıyor ve o andan sonra ortaya
çıkan hukuki uyuşmazlıklara uygulama alanı buluyor.

*Bölgeler arası kanunlar ihtilafı kurallarına girdiğimizde tekrar başa dönüyorum, eyalet
sistemi kabul eden ülkeler var her bir eyaletin de kendi kanunlar ihtilafı kuralları var bazen bu
eyalet sisteminin tepesinde bütün eyaletleri bağlayan kanunlar ihtilafı kuralı görebiliriz bazen
göremeyiz.

-Örneğin: İsviçre 2014 ya da 2012 de kantonlardaki bağımsız farklı kanunlar ihtilafı kuralı
ortadan kaldırdı bütün kantonları bağlayacak tek bir milletlerarası özel usul hukuku
hakkındaki kanun düzenlemesine gitti.

-Halihazırda bunu yapmayan ülkeler açısından sıkıntı örneğin New York’ta oturan biri ile
Texas ta oturan biri arasında çıkan hukuki ihtilafta hangi kanunlar ihtilafı kuralı uygulanacak
sorusu ile karşılaşılabilir ya da Türk vatandaşıyla New York’ta oturan kişi arasında çıkan
hukuki ihtilafta acaba Amerika’yı bağlayan 3. Devletlerle olan hukuki ihtilafta acaba bağlayan
bir kanunlar ihtilafı kuralı var mı yoksa biz New York kanunlar ihtilafı kuralı mı olaya tatbik
etmeliyiz sorusu çıkabilir. Dolayısıyla bölgeler arası kik ile kastedilen bu aslında. Böyle
durumlar için bizim MÖHUK 2. Maddesinde aydınlatmış. Özellikle böyle eyalet sistemini
benimsemiş bölgeler için farklı kik getirmiş olan ülkeler açısından özellikle bunların tek bir
başlık altında, tek bir hukuki düzenleme olarak atıf yaptığı durumlar varsa onların açık bir
şekilde dikkate alınacağını açık bir şekilde söylüyor. Yani bütün eyaletleri bağlayan bir üst
düzenleme getirildiyse o zaman onun uygulanacağı belirtiliyor. Bizim 2. Kanunumuzun(genel
hükümler) 2.maddesinin 5.fıkrası hangi bölge hukukunun uygulanacağında üst normun karar
vereceğini açık şekilde belirtiyor. Yani 2 tane farklı bölgeler arası hukuk kuralının uygulanması
söz konusu.

Madde 2-(5) Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok bölgesel birime ve bu birimler de
değişik hukuk düzenlerine sahipse, hangi bölge hukukunun uygulanacağı o devletin hukukuna
göre belirlenir. O devlet hukukunda belirleyici bir hükmün yokluğu hâlinde ihtilâfla en sıkı
ilişkili bölge hukuku uygulanır.

*Bir Teksaslı ve New Yorklunun Türkiye’de hukuki ihtilafa düştüğünü düşünelim. Türk
mahkemesi bir kanunlar ihtilafı uygulayacak. Baktığınızda ya Teksas hukukuna gitmesi gerek
ya New York. Türk hakimi bunu kafasına göre yapamaz. İlk önce kanun ihtilafı kurallarına
bakacak. Türk hakimi kanunu açıp kanunlar ihtilafı kurallarına baktığında bir noktaya gelecek.
Bu noktada devlet bir veya birden fazla veya iki veya ikiden fazla bölgesel dilime ayrılmış olan
ülkelerle ilgili hukuki ihtilaflar ortaya çıktığında hangi bölgenin uygulanacağı meselesi ortaya
çıkıyor. Bu noktada Türk hakimi bu ülkeleri, bölgeleri bağlayan bir hukuk kuralı getirilmiş mi ?
Kabul edilmiş mi ? Bunu tespit ederse sıkıntı yok o hukuka göre uyuşmazlık çözülür. Eğer
böyle bir belirleme yoksa üst düzenleme getirilmemişse olayla en sıkı ilişki içerisinde olan
hukuku tespit etmeye çalışacak

9
* Hocam, kanunlar ihtilafı kurallarından herhangi birinin yanlış uygulanması Türk hakimi
tarafından ret veya bozma sebebi olarak kontrol edilebilir mi ? Tabi ki edilebilir. Bunu eyalet
sistemini benimseyen bir devlet yapmışsa bizim kanun ihtilafı kurallarımız Türk hakimi
tarafından bu bağlayıcı kuvvete bağlı olarak sonuca ulaşma yöntemini benimsemiş. Eğer
yoksa da en sıkı ilişkili hukuku uygulayacak.

* Şahıslar arası kanun ihtilafı kurallarına geldiğimizde; dediğim gibi bazı ülkeler, toplumun
geneline göre farklı olan bazı etnik kimliklere sahip olan, bazı dini inanç sistemlerini
benimsemiş gruplarına ayrı kanunlar ihtilafı kuralları getirir. Mesela İran’a baktığımız zaman
çoğunluğu Müslüman olan İran devleti, Müslüman vatandaşlarına uyguladığı kuralları Musevi
vatandaşları için uygulamıyor, özellikle aile, şahıs ve miras hukuku ile alakalı meselelerinde
kendi inanç sistemlerinin getirdiği hukukları uygulama yönünde kanuni düzenleme getirmiş.
Biz bunu Türkiye’ye yansıyan mahkeme kararlarında görebiliyoruz. Bununla ilgili 3-4 tane
karar var.
*Türk hâkimi bir miras davasıyla karşılaşıyor, İran vatandaşı olan bir Musevi’nin karısına
miras kalacak dolayısıyla İran hukukuna gidiliyor ama İran hukukuna gidildiğinde anlaşılıyor ki
İran’daki Musevilere özel bir düzenleme getirilmiş, bu yüzden Türk hâkimi o hukuki
düzenlemeyi uyguluyor. Bu işte şahıslar arası kanun ihtilafı dediğimiz bir durum. Türkiye’de
bu durum söz konusu değil. Çünkü bizim ülkemizde birçok etnik kimliğe, dini inanca sahip
olan ya da hiç inancı olmayan insanlar var ama Türkiye bu vatandaşlarına yönelik farklı
kurallar getirmemiş herkese aynı hukuk kuralı uygulanıyor, İran’daki gibi değil. Mesela
Hindistan’da kast sistemi var, hangi aileye mensup olduğun çok önemli belli bir aileden
geliyorsan o ailenin kurallarına göre yaşam biçimin ve yaşam felsefen ortaya çıkıyor,
evleneceğin kişi de aynen seninle aynı seviyede bir aileden gelmeli kast sisteminin katı olması
sebebiyle. Aynı şey dini farklı kişiler açısından da geçerli, bir Hindu ile bir Müslümanın
evlenememesi gibi. Bunu bütün dünya geneline yayabiliriz Afganistan’da da keza aynı
şekilde. Katolik inancı için de Musevilik inancı için de aynı şey geçerlidir. Örneğin Musevilik
inancında nesil anneden doğar dolayısıyla Musevi bir erkeğin muhafazakâr bir yanı varsa
Musevi bir eşle evlenmesi gerekir ki soy devam etsin. Çok muhafazakâr bir inanç sistemi olan
Katolik inancında da mesela sadece Katolik biriyle evlenebilirsin, boşanmış biriyle
evlenemezsin, boşanamazsın zaten, evlendiğin kişiyle ölene kadar evli kalmak zorundasındır
Katolik inancında. Dolayısıyla bunu esas alan ülkeler ve sistemler de var. Şahıslar arası kanun
ihtilafı sorunlarına sebep oluyor bu durumlar.
*Biri soru sormuş: “TBK’daki kanun olmadığı zaman örf adete bakılması bu kapsama alınabilir
mi?” Kanun olmadığı zaman bir boşluk var demektir, böyle durumlarda hakim ne yapardı örf
ve adet kurallarına bakardı, örf ve adet hukukunda da hüküm yoksa o zaman hâkim kendisi
kural koyarak önüne gelen meseleyi çözecektir tabi. Bazen kanun olmaması onun
düşünememesi, ahlak kurallarına bağlı bir durum olduğu da görülebilir.
*Toplu olarak yaşamaya başlayınca kurallara bir düzene ihtiyaç duyulmuş zaman içinde ahlak
kuralları, din kuralları hukuk kuralına dönüşmüş. Ancak ahlak kurallarına aykırı olan hiçbir şey
hukuk kuralı olarak ortaya çıkamaz. Diğer ülkelerde din kuralları bakımından ayrıcalıklar
uygulansa da bizim ülkemizde bu durum mümkün değil. Din kurallarına göre bir hukuk
kurallarını belirlemek doğru değildir, o insanın maneviyatı ile ilgilidir bu durum. Ama tabiki

10
dünyaya baktığımızda din esaslarına göre hukukları olan ülkeler de yok değil ama bizi çok da
ilgilendirmiyor. Hakim tabi hukuk boşluğu olduğunda hareket kabiliyeti olduğu bir durumdur
zaten kendi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyardı onu düşünüyor bazen de örf ve adet
kurallarına, hakkaniyete, ahlak kurallarına, din kurallarına göre karar veriyor tabi.
*İran ‘da Musevilere farklı hukuk uygulamaları var. Biz de ise hukuk önünde eşitlik bu
kapsamda sormuştum. Yani sonuçta Musevi inancının getirmiş olduğu tabi ritüeller vs. çok
daha farklı İran bu anlamda onları toplumun geneline uygulandığı hukuk dışında bırakmak
istemiş. Ya çok da gerekli mi ? Biraz farklı şeyleri var mesela evlilikte eşe yani mesela bu
davaya çok konu olmuş bir şeydi. Türkiye'de ölen İran vatandaşı kişinin mesela Musevi
hukukunda miras diye bir şey yoktur. Eşe miras bırakma diye bir şey yoktur. Yani eşin mirasçı
sıfatı yoktur. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda Türk kamu düzenine gayet aykırı bir durumla
karşı karşıyayız. Dolayısıyla yani farklı inançlara sahip olan kimselere farklı hukukun
uygulanması çok daha elzem ve gerekli bir şey olduğuna ben çok inanmıyorum. Yani sonuçta
herkes bu ülkenin vatandaşı. Nihayetine bizim sistemimizin doğru olduğuna ve eşitlik esasına
aykırı bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Dolayısıyla hani bu tabiki İran devletinin getirmiş
olduğu bir uygulama. Biz bunu Lübnan'da da görüyoruz. Lübnan’da da Museviler var,
Hristiyanlar var, Müslümanlar var çoğunlukla. Cezayir de de görüyoruz. Orada da aynı şekilde
Hristiyan nüfusunun olduğu bölgeler var onlar mesela biraz daha yumuşatılmış bir İslam
hukukunu uyguluyorlar bu Hristiyanlara. Farklı ülkeler bu anlamda farklı çözümler
yaratıyorlar. Ama ben bizim uygulamamızın doğru olduğunu düşünüyorum. Farklılığa da çok
gerek olmadığını düşünüyorum nihayetinde vatandaşlık esası var. Hukuk ve din kuralları
farklıdır. Musevi hukukunu uygulamak yine hukuk kurallarına din kurallarını sokmak gibi bir
şey oluyor. Hiç Gerek yok.
*Farklı ülkelerin farklı kanunlar ihtilafı kuralları olduğunu, özellikle eyalet sistemini
benimsemişlerse bazen şahıslar içinde farklı kanunlar ihtilafının ortaya çıktığını çıkabileceğini,
her devletin kendi kanunlar ihtilafı kurallarının olduğunu zaman zaman kanunlar ihtilafı ile
alakalı meselelerle karşılaşıldığında hangisinin uygulanmasının gerektiğini aslında kanunlar
ihtilafı alanının disiplininin en temel meselesi olduğunu söyledik. Bu anlamda bu taraf
menfaati, işlem menfaati, maddi hukuk menfaati, düzen menfaati dediğimiz birçok menfaat
dikkate alınarak kanunlar ihtilafı kuralları çerçevesinde bir hakkaniyet sağlanıyor.
*Milletlerarası özel hukuk hakkaniyeti nedir sorusunun cevabı. İşte o farklı menfaatlere
gözetilen amaçlar aslında. Ama bu noktada hiçbir zaman milletlerarası yani temel amaç
tabiki bir milletlerarası karar ahengi sağlanmak ama hiçbir zaman milletlerarası karar
ahengini sağlayacağız diye iç karar ahengimizden de fedakarlık etmeyeceğiz. Ama taraflara
uygulanacak olan hukukun tespiti şimdi bu noktada mesela aynı şeyi yapalım.
*Bir miras meselesi var bir kişi ölmüş malvarlığının mirasçılara dağıtılması söz konusu. Miras
hukukuna hangi hukuk uygulanacak? Malların bir kısmı Türkiye'de bir kısmı yabancı ülkede.
Mirasçılardan birisi Türk diğeri yabancı vatandaşı, alman vatandaşı ölen kişi alman. Şimdi biz
bu kimlerin mirasçı olup olmayacağı konusunda alman için Alman hukuku mu uygulayacağız?
Türk için Türk hukukunu mu uygulayacağız? Yoksa yeknesak bir hukuk mu tespit edeceğiz.
Mirasın, mirasçılara intikalini o hukuk çerçevesinde mi gerçekleştireceğiz? Veya Türkiye'deki
taşınmazlara hangi hukuk uygulanacak? Ya da Almanya'daki taşınmazlara ve taşınırlara hangi
hukuk uygulanacak? Bunların hepsinin çözümü o Milletlerarası menfaatlerin de dikkate

11
alınarak adil ve hakkaniyetli bir şekilde çözümünü gerektiriyor. Uygun bir hukuk bulmak
zorundayız.
*Aynı şekilde yine bu boşanma örneği biraz daha bunu somutlaştırıyor. Bir Fransız ile bir
İtalyan boşanıyor. Şimdi biz buna Fransız hukukunu mu yoksa İtalyan hukukunu mu
uygulayacağız? Ya da yargılama Türkiye'de Türk hukukunu da mı uygulayacağız acaba gibi
böyle sorular aklımıza gelebilir. İşte Kanunlar ihtilafı kuralları bizi yönlendiriyor, doğru olan
hukuka götürüyor. Boşanma dediğimizde boşanmaya uygulanacak olan hukuk. Diyelim ki bir
Türk ve Japon vatandaşı Türkiye'de boşanmak istiyor. Hangi hukuki uygulayacağız? Bir Türk
neden Japon hukukuna göre boşanıyor? Kanunlar ihtilafı bizi o hukuka götürüyor ise sıkıntı
yok ama kafadan AA taraflardan birisi Türk. Türk hukukunu uygularız dediğimizde o zaman
belki Türk tarafının menfaatine göre hareket etmiş japon vatandaşının menfaatine göre
hareket etmemiş olabiliriz. Menfaat ihlali oluyor. Kanunlar itilafı alanın gözettiği o menfaatler
dengesi dolayısıyla hakkaniyet dengesi de bozuluyor. İşte bunun önüne geçmek için her
devlet kanunlar ihtilafı kuralları getirmiş. Biz normalde bu bir boşanma boşanmaya
uygulanması gereken hukuk dediğimizde ne yapicaz? Kanunumuzu açacağız.
*Boşanma ve Ayrılık
MADDE 14 – (1) Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna
tâbidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku,
bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.
-Boşanma Madde 14: Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri (yani boşanmaya sebep
olacak durumlar ve Boşanmanın yaratacağı o etkiler, boşanma süreci, boşanmanın
hükümleri, boşanmaya uygulanacak olan hukuk) eşlerin müşterek milli hukuku, bulunmadığı
takdirde (işte ayrı vatandaşlıkta olmaları. Her ikisi içinde ortak müşterek hukuk arıyor.
Dolayısıyla kanunlar ihtilafı menfaati her ikisi için ortak menfaati gözetiyor. Sadece bir tarafın
menfaatini gözetmiyor. Çünkü boşanma her iki tarafı da ilgilendiren bir ilişki. Sadece bir
tarafa gidemezsiniz. Sadece bir tarafın hukukunu uygulayamazsınız. Her ikisi içinde adil eşit,
hakkaniyetli bir sonuç doğuracak bir hukuk bulmalısınız.
- kanun müşterek milli hukuku göstermiş. Eğer ikisinin de ortak bir vatandaşlık hukuku varsa
onu uygulayacağız. Bakıyoruz birisi japon birisi Türk var mi? Yok o zaman ikinci kademeye
geçiyoruz. Ne ? Müşterek mutad mesken(kişinin hayat ilişkilerini devam ettirdiği yer)
dolayısıyla ikisinin de müşterek mutad meskeni. Bunlar nerede yaşıyorlar, nerede hayat
ilişkilerini devam ettiyorlar? Dolayısıyla bu japon ve Türk'ün mutad meskenini tespit edersek
o ülkenin kurallarına göre boşanmanın sebep ve hükümlerini uyguluyoruz. O da yoksa Türk
hukukunu(son aşamada hiçbir hukuka ulaşamadığımız için) biraz kurtarıcı bir hukuk olarak
Türk hukukunu uyguluyoruz. İlişkinin niteliği türü vs. dikkate alınarak ortak hukuk bulunmalı.
Burada bahsedilen iki taraflı ilişkilerde uygulama alanı bulmasıdır.

*Tek taraflı ilişkilerde de kanunlar ihtilafı kuralları ışığında farklı uygulamalarla mesela
çözülür.

*Kanunlar ihtilafı kuralları çeşitli türlere ayrılır:

1.Kademeli Kanunlar İhtilafı Kuralları

12
-Bazı kurallar kademeli gider. Önce bir hukuka gidilir. Onunla sonuca ulaşılamazsa diğer bir
tanesine gidilir, onda da ulaşılamazsa başka bir hukuka yönlendirir. Bu kademe sıralaması
takip edilmek zorundadır. Sıra takip edilemezse yanlış hukuka gitmiş olunur ve mahkemenin
bozmasına kadar gider. Kademeli kanunlar ihtilafı kuralları söz konusu olduğunda sırayla
başka hukuklara yönlendiriliriz. Hukuki uyuşmazlık ortaya çıktığında ve uygulanacak madde
tespit edildiğinde o sıralama takip edilmelidir.

-Md. 13/3:“İkisi için ortak hukuk aranır. Yoksa müşterek mutat mesken o da yoksa Türk
hukuku uygular” maddesi kademeli kuralına örnektir.

-Kanunlar ihtilafı kuralları yol göstericidir. Sonuca ulaştırmaz. Medeni kanun veya ceza
kanunu gibi bu uygulanır. Şöyledir gibi bir maddi hukuk normunu tespit etmez. Soy bağı
kuruldu mu bakmaz soy bağı ilişkisini kuran hukuku tespit etmeye bakar.

-ÖR: “Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin milli hukukuna tabidir.” Milli hukuk bulunup uygulanması
kanunlar ihtilafını ilgilendirmez.

2. Alternatif Kanunlar İhtilafı Kuralları

a- Şekle İlişkin Kanunlar İhtilafı Kuralı

-md.7: “Hukukî işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında
yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun olarak yapılabilir.”

- TR hukukunda dini nikah esas değil. dini nikahı esas alan ülkede kıyılan nikah TR geçerli mi?
Geçerli.

-TR değerlerine aykırı değilse insan hakları, kişi özgürlükleri bakımından bir ihlal söz konusu
değilse geçersizlik olmaz.

(40-50dk)
*Genel olarak kanunların yarışması kanunların ihtilafı bu anlamda aklımıza gelmeli. Bir
hukuki olay bir uyuşmazlık ortaya çıktığında bir yabancılık unsuru içeriyorsa acaba hangi
hukukun uygulanacağı sorusunun cevabını arar kanunlar ihtilafı. Bunun dışında vatandaşlık
hukuku hem kanunlar ihtilafı hem milletlerarası usul hukukunun her zaman ön meselesidir.
Yani vatandaş olup olmadığı hususunun belirlenmesi önemlidir. Hangi hukukun uygulanıp
uygulanmayacağına cevap aradığımız için vatandaş olup olmaması çok önemlidir. Vatandaş
uygulanacak hukuk başkadır vatandaş değilse tespit edilecek hukuk başkadır. Dolayısıyla
vatandaşlık hukuku her zaman için kanunlar ihtilafının çözümlenmesi gereken ön meselesidir.
Ön mesele değil de daha çok bekletici mesele de denebilir. Öncelikle Vatandaşı mı değil mi ?
daha sonra vatandaş değil ise hangi ülkenin vatandaşı? Ondan sonra esas meseleye girme
şeklinde karşımıza çıkar. Dolayısıyla kimler vatandaş olur kimler vatandaşlıktan çıkarılır ve
vatandaşlıktan çıkarılma için bir takım şartların varlığı vatandaşlıktan çıkarılmasını gerektirir
mi ? yoksa onları yapsa bile vatandaşlıktan çıkarılmaz mı? kim bunlara karar verir gibi sorular
hep vatandaşlık hukukunda değerlendirilen sorulardır. Bunlar konuşulurken kanunlar
ihtilafını anlatırken milli hukuk bize her zaman vatandaşlık bağı ile bağlı olan hukuka
götürecektir. Çünkü bazı meselelerde kanunda milli hukuka atıf yapıldığını görürüz. Örneğin

13
Hak ve fiil ehliyeti kişinin milli hukukuna tabiidir der. Bu vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu
hukuka gideceğimizi gösteren bir ifadedir. Dolayısıyla öncelikle bu kişinin vatandaşları tespit
etmemiz gerekir ki biz kanunlar ihtilaf kuralları çerçevesinde hangi hukuku uygulayacağımızı
buluruz bu ikisi birbiri içine geçmiş iki ana disiplindir. Bu nedenle biz bu dört disiplini
birbirinin içine geçmiş şekilde uyguluyoruz.
*Yabancılar hukukunda göreceğimiz konu bunda da kim yabancıdır kim Türkiye
Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlıdır? Biz yabancılık kavramını aslında vatandaşlık
kavramına göre belirliyoruz. Yani vatandaş olmayan kişi yabancıdır deyip bırakıyoruz. Yani
vatandaş değilsen yabancısın demektir. Yabancıların tiplerini, özelliklerini detaylarını
göreceğiz yabancı kimdir? Göçmen yabancı mıdır azınlık kavramı yabancı mı ifade eder
Suriye’den kitleler halinde gelen insanlar yabancı mıdır? Mülteci kavramı, sığınmacı kavramı,
ikincil koruma kavramı ya da diplomatların hukuki statüsü, uluslararası mahkemelerin
hakimlerinin Türkiye’de bulunduğu sıradaki durumu , uluslararası askerler yabancı mıdır
yabancı sıfatını taşır mı? Türk Vatandaşı iken Türk vatandaşlığından çıkmış kişilerin statüsü
nedir? Bunların hepsini yabancılar hukuku çerçevesinde göreceğimiz konuların küçük bir
kısmıdır. Yabancılar hukuku kapsamında yabancıların hakları Türkiye’de ikamet etmeleri ,
ikamet türleri , çalışmaları , çalışma izin türleri , yabancı yatırımlar bir çok konu bu disiplin
içindedir.
*Peki kanunlar ihtilafı ile bağlantısı ne? orada da yabancı sıfatına sahip olduğunun tespiti
noktasında yabancılar hukuku uygulanır. Bazen çifte vatandaşlıkla karşılaşılabiliyor yani birisi
hem İtalyan vatandaşı hem Türk Vatandaşı. Fakat hiç Türkiye gelmemiş Türkçe bilmiyor ama
Türk vatandaşı hayatı boyunca Türkiye gelmemiş bununla ilgili miras davası ortaya çıktığında
Türkiye’de, Türk mahkemeleri acaba Türk vatandaşlığını mı dikkate alacaklar? İtalyan
vatandaşlığımı dikkate alacaklar? Türk vatandaşlığını esas alırsa zaten vatandaşlık esasına
göre bir kanunla ihtilaf değerlendirmesi yapılır. Acaba bu çocuğu Türkiye’ye gelmediği için
İtalyan Vatandaşı olarak mı kabul edeceğiz dolayısıyla bu kişi İtalyansa yabancı , o zaman
hangi hukuku uygulamamız gerekecek? Dolayısıyla yabancılık kavramının nitelenmesi
belirlenmesi noktasından sonra kanunlar ihtilafı meselesine girilir. Yabancıların hukuku
kanunlar ihtilafı için önemli bir alandır.
*Şimdi son alanda işleyeceğimiz milletler arası usul hukuku. Milletlerarası usul hukukunda
yargılamaya ilişkin konulardan bahsedeceğiz. Yani milletlerarası bir uyuşmazlık olacak
Türkiye’de yargılama devam edebilir, yabancı ülkede yargılama devam edebilir, mahkemeler
arası adli işbirliği söz konusu olabilir. Yargılama konusunda Türk mahkemelerinin
milletlerarası yetkisinin var olup olmadığı bu noktada en çok tartışılacak konudur. Bir davayı
Türkiye’de açarsınız ama belki Türk mahkemelerinin o davayı görme yetkisi yoktur.
Dolayısıyla o davayı görebilecek mi ? görmesi gerekir mi gerekmez mi? Mesela Yetki
anlaşması verdiğimiz ve yabancı mahkeme yetkilendirdiğimiz bir uyuşmazlık var. Onun
unsurlarından bahsedeceğiz. Türk mahkemeleri ile yabancı mahkemeler arasında Adli İşbirliği
Anlaşması. Mesela yargılama devam ediyor ama sadık başka bir ülkede veya keşif yapılması
gerekiyor keşfi kim yapacak. Hakimler yurtdışına keşfe gitmeyecek çünkü öyle bir yetkisi yok.
Neden çünkü egemenlik hakkı yok yargılama hukuku, egemenlik hukukunun bir uzantısıdır.
Başka bir ülkede yargı mekanizmasının unsuru olan bir şeyin gelip de başka bir ülkede
yargılama faaliyeti yapması kabul edilemez. Zaten devletler arasında işbirliğine yönelik

14
anlaşmalar imzalanmıştır. Gerek uluslararası iki taraflı veya çok taraflı anlaşmalar, Özellikle
delillerle ilgili anlaşmalar vardır, bu noktada o keşfin yapılması talep edilir. Türkiye’deki
mahkeme tarafından yabancı mahkemeden talep edilir veya oradaki kişinin isticvabı yani
sorgulanması talep edilir. Yabancı ülkedeki banka kayıtlarına ihtiyacın olabilir, o banka
kayıtlarını isteyebilirsin. Bu deliller buradaki kararı üzerinde etkili olacak. Ve dolayısıyla
milletlerarası usul hukuku anlamında da mahkemeler arasında bu delillerle ilgili, bir isticvapla
alakalı, adli işbirliği gibi konular milletlerarası usul hukukunun kapsamında
değerlendireceğimiz konulardır.
15.10.2020
2. HAFTA
(0-10 dk.)
*Gecen hafta biliyorsunuz bir giriş yapmıştık kanunlar ihtilafına, milletlerarası usul hukukuna.
Özel hukuk kapsamında milletlerarası özel hukuk ne demek, kanunlar ihtilafı ne demek,
yabancılar hukuku ne demek bunlarda bahsetmiştik. Bu alanı farklı teknikleri olduğundan
bahsetmiştik bu hafta bunlarda gireceğiz. Onun dışında kanunların ihtilafı ile neyi
anlattığımızı bu çerçeve de, ne işleyeceğimizden devam edelim. Kanunların ihtilafı üzerinden
tabi devam edeceğiz. Bu alanı kendine özgü esaslarına biraz gireceğiz. Bunun dışında her
zaman bu dönem de bu dersi işlerken her zaman karşımıza çıkacak olan bu kanunların ihtilafı
özellikleri hakkında bir değerlendirme yapmıştık hatırlarsanız. Kademeli bağlama kanun
ihtilafı şeklinde ya da alternatif kanunlar ihtilafı şeklinde diye ayrım yapmıştık ama tekrar
edeceğim kısa bir şekilde. Bunun dıșında yine bölgeler arası șahıslar arasında bahşetmiştik.
Șimdi bizim için önemli olduğu için șu kademeli bağlama kuralı, alternatif bağlama kuralı,
paylaşmalı kanunlar ihtilafı kuralı neymiș onlara tekrar bakalım.
*Kademeli kanun ihtilafını konusunda bahsetmiştik. Kanunumuzda özellikle kanunlar ihtilafı
ile ilgili 9. Maddeden başlar, 40. Maddeye kadar devam eder. 40. Maddeden sonra yetkiye
geçeriz biz. Milletler arası yetkiye. Milletlerarası usul, özel hukuk Kanunu dolayısıyla o ilk
sekiz maddenin usul hukukuna hem de kanunlar ihtilafı disiplini anlamında dikkat alırız. Bu
yüzden ilk sekiz madde genel hükümleri olarak geçer. Dokuz ve kırkıncı maddeler arası
düzenlemeler zaten bizim bu dönem içi işleyeceğimiz konuları aslında bir yandan da ortaya
koyuyor. Șimdi sekizde sonraki dokuz ve kırkıncı madde arasındaki kanun maddeleri
karşımıza zaman zaman kademeli bağlama kuralları zaman Zaman paylaşmalı kademe
kuralları, zaman zaman alternatif kanunlar ihtilafı kuralları çıkıyor iște bu ne demek onu
hatırlatacağım.
*Vasıflandırmayı geçeceğim ama evlik meselesi önemli milletlerarası özel hukukta zaman
zaman eşlerin farklı vatandaşlık durumları, onların farklı ülkede evlenmeleri, boşanmaları işte
birbirlerinden nafaka talep etmeleri, ortak çocukları varsa onlar ile ilgili nafaka talep etmeleri
VS. VS. İşin içine yabancılık unsuru girdiğinde tabi ki birden fazla hukukun ama hangi
hukukun uygulanması gerektiğini meselesi ile karşılanıyor. İște doğru hukuku bulmak için
milletlerarası hakkaniyetten yararlanıyorduk. Milletlerarası özel hukuk hakkaniyeti de bir
çok menfaatin dikkat alınması ile ortaya çıkıyordu. İşlem menfaatin, maddi hukuk menfaati ,
taraf menfaati demiştik, iște bunlar bu kanun ihtilafı kuralları çerçevesi içinde doğru olanı

15
bulunması da dikkat alınan menfaateler. Ama hiç bir zaman ortak geçerli bir karar sağlayacak
kendi iç hukukumuzun onlara aykırı bir noktaya ulaşıyorsak yabancı hukukun
uygulanmasında tabi ki kendi iç hukukumuzu da bunun için feda etmeyeceğiz. Ama șunu
unutmayalım bu bağlama da șu ters gelebiliyor Türkiye’de yargılama devam ettiği zaman
mahkemeler sadece Türk hukukunu uygulama zorunda değil. Iște kanunlar ihtilafının yararı
burada ortaya çıkıyor. Mahkemeler yeri geliyorsa Türk hukukunu uygular artık menfaat
gereklerine göre yeri geliyorsa japon hukukunu uygular yeri geliyorsa İtalyan hukukunu
uygular. Dolayısıyla şöyle bir yanılsamaya kapılmayın Türk mahkemeleri her zaman Türk
kanunu uyacak diye bir kanun yok. Milletlerarası Özel hukuku disiplini için gerekiyorsa ve
kanunlar ihtilafı bizi oraya atıyorsa o yabancı hukuku bulmak ve uygulamakla yükümlüdür
zaten bu bizim genel hükümlerimiz, kanunumuzun içindeki genel hükümleri kısmında da çok
açık bir şekilde yer alır. Bundan dolayısıyla Ben bu hukuku bilmiyorum nasıl uygulanır iște
Ben bunla uğraşamam gibi söz konusu değil. Adalet bakanlığı uluslararası ilişkileri dairesi var,
üniversiteler var, büyük elçilikler var, o yabancı hukuku bulunarak Türk hâkimi tarafından
uygulanmaması olmak takdirine aksi taktirde Adil ve hakkaniyete dahilinde bir karar çıkmaz.
Ancak tüm çabalara rağmen hukuk bulunamıyorsa o zaman son çare olarak Türk hukuku
uygulanacak.
*Genel olarak kanuna baktığımızda biz zaman zaman kademeli kanun ihtilafı kurallarını
görüyoruz serpiştirilmiş vaziyette. Bu ne demek önce kanun ihtilafı kuralı yani kanunla ilişkiyi
vasıflandıralım diyoruz ki işte bu bir evlilik ilişkisi veya bu bir boşanma ilişkisi veya soy bağı
ilişkisi veya bu bir nitelikli evlat edinme ilişkisi veya bu yabancılık unsuru taşıyan nafaka
ilişkisi diyoruz. Bu nitelendirmeyi yaptıktan sonra biz kendi kanunumuz da bununla alakalı
maddeyi açıyoruz yabancılık unsuru varsa biz MÖHUK ‘a bakıyoruz. Yabancılık unsuru yoksa
zaten külliyen bir yabancılık unsuru yoksa zaten bizim Möhuktan yararlanmaya gibi bir
ihtiyacımız doğmaz. Bizim möhuka başvurmamızın en temel gerekçesi yabancılık unsuru
barındıran ihtilaflardır. Yabancılık unsuru yoksa möhuka ihtiyaç yoktur. Yabancılık unsuru
varsa kalkıp bir evlenme ile ilgili Türk hukukunun uygulanmayacağı noktasındaki yol alırız.
Kanunların ihtilafı noktasında yol gösterici yönlendirici olduğunu söylüyoruz. Hiç bir zaman
somut bir şey getirmeyiz yani ceza hukuku da vardır. Ceza Hukukunda şu kadar haklı sebep
şu kadar hafifletici sebep vardır diye somut bir şeye ulaşır. Ama bizde öyle değil
uygulanmada ne gerektiğini tespit edip olayı orada bırakacağız yani șu hukuku uygular
ehliyetsizdir ceza almaz șu şöyledir falan ya da șu kadar ceza alır sorumludur sorumlu değildir
gibi o noktalara genel olarak gelmiyoruz. Șu hukuk uygulanır ehliyeti şuna göre tespit edilir
diyoruz bırakıyoruz bazen istisna durumlar oluyor işlem menfaati gereği. Bizim işimiz
uygulanacak hukuku tespit etmek ve hâkimi (?) olayda uygulamak.
(10-20 dk),
*Biz hangi hukukun uygulanması gerektiğini tespit edip olayı orada bırakacağız. İşte bu
ehliyetlidir, ehliyetsizdir; şu hukuku uygular dolayısıyla ceza alır almaz falan ya da şu kadar
ceza alır. Sorumludur, sorumlu değildir diyebiliriz belki ama genel olarak o noktaya bile
gelmiyoruz. Şu hukuk uygulanır işte ehliyeti bu hukuka göre tespit edilir diyoruz ya da
sorumludur bazen istisnai durumlar olabiliyor işlem menfaati gereği diyoruz bırakıyoruz.
Bizim işimiz uygulanacak olan hukuku tespit etmek ve hâkimin, olayda yani hâkimmiş tabi ki
olayda onu uygulamak. Ondan sonrası bizi ilgilendirmiyor.

16
1- Kademeli Kanunlar İhtilafı : Bu ne demek? Mesela evlilikte, nişanlanmada, boşanmada biz
bunu çok görüyoruz. Aşama aşama gidiyor kanunlar ihtilafı kuralı. Mesela geçen derste de
bahsetmiştik: Evlilikle ilgili 13.maddeyi açıp baktığımızda evlenmenin genel hükümleri
başlığını taşıyan c bendinde (3.bentte/fıkrada) evlenmenin genel hükümleri ifadesini
görürsünüz. Ve evlenmenin genel hükümlerine uygulanacak olan hukukun tespiti üzerinde
yoğunlaşır bu madde.
-Ne der: Evliliğin genel hükümleri eşlerin müşterek milli hukuku, yoksa müşterek mesken
hukuku, o da yoksa Türk hukuku uygulanacaktır der.
-Dolayısıyla biz otomatikman eşlerin evliliğin genel hükümleriyle alakalı düzenlemeler
çerçevesinde ortaya çıkan ihtilaflarını veya meselelerini Türk hukukunu uygulayarak
çözemeyiz. Biz önce ortak bir milli hukukları var mı yani ortak bir vatandaşlıkları var mı ona
bakarız. Ortak bir milli hukukları yoksa çünkü milli hukuk demek kişinin vatandaşlık bağıyla
bağlı olduğu hukuku gösterir. Yoksa ne yaparız? Müşterek mutad mesken yani birlikte hayat
ilişkilerini devam ettirdiği yer var mı ona bakarız. O da yoksa Türk hukukunu uygularız.
2-Alternatif Kanunlar İhtilafı Kuralları: Burada da kanun koyucu 2 tane kanunlar ihtilafı
kuralı getirdi ve ikisinden birine hukuki anlamda uygun ve geçerli kabul eder ki bunun en
güzel örneği şekil konusunda karşımıza çıkar.
-Hukukî işlemlerde şekil
MADDE 7 – (1) Hukukî işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o hukukî işlemin esası
hakkında yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun olarak
yapılabilir.
-Şimdi bu alternatif bir kanunlar ihtilafı kuralıdır. Neden? Çünkü veya ile bağlamıştır. Veya ile
bağladığı için biz ya esasa uygulanacak olan hukuka gideceğiz ya da locus regit actum olarak
da ifade edilen literatürde ve hâlihazır da kullanılan LRA kuralı diyoruz biz buna Latince. Yani
hukuki işlemlerin şekil olarak ,yapıldıkları yer hukukuna tabi olmasını ifade ediyor.
-Dolayısıyla demek ki bir hukuki işlem yapıldığında o hukuki işlem ya hangi ülkede yapılıyorsa
oranın aradığı şekil kurallarına tabi olacak ya da o hukuki işlemin esasına uygulanan bir hukuk
olacak ve o hukuki işlemin esasına uygulanacak olan hukuku biz tespit edeceğiz ve o esasa
uygulanacak olan hukuku o hukuki işlemin şekline de uygulayacağız.
-Yani bu arada şu noktada kafanız karışmasın: Hukuki işlemin esası farklı bir şeydir, şekli farklı
bir şeydir biliyorsunuzdur. Şekli geçerlilikle esas geçerlilik farklıdır. Dolayısıyla uygulanacak
olan hukuklarda değişken olabiliyor. Ama burada hukuki işlemleri ayakta tutmak o favor
negotii dediğimiz o hukuki işlemi ayakta tutmak ve taraflar açısından bağlayıcı kılmak adına
alternatif bir bağlama kuralı getirilmiş ve bu çerçevede ya hukuku işlem yapıldığı yer
hukukuna tabi, LRA kuralı, ya da işlemin esasına uygulanacak olan hukuka tabi diyoruz. İşte
bu, o “veya” ile bağladığı için bir alternatif kanunlar ihtilafı kuralı.
-Bir işlem yapılıyor ve biz hukuki sözleşme diyelim. Bu örnek güzel anlatıyor bunu çünkü.
İsviçre de yapılıyor demiştik. Taraflardan biri Türk biri İsviçreli olsun fark etmez. İsviçre de
yapılan bir hukuki işlemden bahsediyoruz. Taraflar aralarındaki sözleşmeye uygulanacak olan
hukuku seçebilirler. Çünkü borçlar hukuku anlamında ve akit hukuku anlamında akit

17
serbestisi diye bir kavram vardır. Sonrada inceleyeceğiz. Tarafların aralarındaki hukuki ilişkiye
istedikleri hukuku seçmeleri mümkün olabilir. Yani 2 Türk aralarındaki ilişkiye Japon
hukukunun uygulanmasını isteyebilirler. Ya da 2 Japon aralarındaki hukuki ilişkiye Türk
hukukunun uygulanmasını isteyebilir. Bu seçilen hukuk yani taraflarca seçilen hukuk o hukuki
ilişkinin içeriğini idare edecektir.
- İçerik ne demek? İşte esas demek: Sözleşme var mı yok mu, hukuken geçerli mi değil mi,
işte sözleşmede bir ayıp varsa bu hangi hukuka göre belirlenecek sorusu işte bu esasa
uygulanacak hukuk yani tarafların seçtiği hukuk olacaktır. Ya da mücbir sebep kavramı hangi
hukuka göre belirlenecek; ya da tarafların hakları, yükümlülükleri, sorumlulukları; ya da
zamanaşımı kavramı. Bir taraf iddiada bulunuyor diğer tarafa olarak zamanaşımı defi ileri
sürüyor. Acaba bu zamanaşımı hangi hukuka göre belirlenerek, evet zamanaşımı söz konusu
olmuş veya hayır olmamış tespiti yapılacak? İşte bunlar hep esasa uygulanacak olan hukuk
kapsamındadır. Ve siz sözleşmeye uygulanmak üzere bir hukuk seçtiğinizde o seçilen hukuk
esasa uygulanacak olan hukuktur. Dolayısıyla örneğimize dönecek olursak taraflar İsviçre de
bir sözleşme imzalıyorlar, borçlar hukuku sözleşmesi. Aralarındaki sözleşmeye Türk
hukukunun uygulanmasını kararlaştırıyorlar. Ve daha sonra bu kişiler arasında bir hukuki
ihtilaf çıkıyor sözleşmeden kaynaklanan. Şimdi baktığımızda bu sözleşmenin şekli geçerliliği
itiraz konusu oluyor. Diyor ki bu sözleşme zaten şeklen geçerli değil diyor bir taraf. Diğer
taraf hayır bu sözleşme şeklen geçerli diyor. Diğer taraf hayır şeklen geçerli değil dolayısıyla
bağlayıcılığı yok diyor ve Türk mahkemesine açtığı davada bunu iddia olarak ileri sürüyor.
Şimdi Türk mahkemesi ne yapacak? Bu sözleşme bir kere yabancılık unsuru içeriyor mu
bakacak. Evet, taraflardan biri İsviçreli diğeri Türk. Evet, bu sözleşme bir yabancılık unsuru
içeriyor. Bunun dışında bu sözleşme nerede yapılmış? İsviçre de yapılmış. Dolayısıyla yine bir
yabancılık unsuru var. Yabancılık unsurunu da anlatacağız. Dolayısıyla demek ki ben kalkıp
borçlar hukukuna gitmeyeceğim ben MÖHUK’a gideceğim. Çünkü bir yabancılık unsuru
içeren bir hukuki ihtilafla karşı karşıyayım diyecek Türk hâkimi. Ondan sonra ne yapacak?
Şekli geçerlilik iddiası ileri sürüldüğü için şekli geçerlilikle ilgili MÖHUK’ta ki ilgili maddeyi
açacak. Bakacak 7.madde ne diyor hukuki işlemlerde şekil. Karşımızda bir akit var. Bu akdin
şekli geçerliliği sorgulanıyor. Acaba şeklen geçerli mi değil mi? Dolayısıyla hâkim şekli
geçerlidir ya da değildir noktasından önce bu şekli geçerliliğe uygulanacak olan hukuku tespit
etmekle yükümlü. Dolayısıyla bakacak bu sözleşmenin imzalandığı yer neresi yani hukuki
işlemin yapıldığı( locus regit actum, LRA kuralı )olarak karşımıza çıkan hukuki işlemin yapıldığı
yer neresi? İsviçre. Dolayısıyla bu sözleşme şekli açıdan İsviçre hukukunun maddi kurallarına
göre geçerli mi değil mi tespit edilebilir diyecek onu kenara koyacak. Onun dışında veya ile
bağladığı için diyecek ki bu sözleşmenin esasına uygulanacak hukuk nedir acaba diyecek.
Bakacak taraflar Türk hukukunu seçmişler. Aralarındaki ilişkiye uygulanmak üzere Türk
hukukunu seçmişler. Diyecek ki aa evet burada bir esasa uygulanan hukuk var. Dolayısıyla bu
Türk hukuku diyecek ve Türk hukukuna göre de, Türk hukukunun maddi normlarına göre de
bu sözleşmenin şekli geçerliliği tespit edilebilir diyecek. Dolayısıyla Türk hâkimi ne yapacak?
Ya İsviçre hukukunun maddi normlarının şekli geçerliliğine göre sözleşmenin geçerliliğini veya
geçersizliğini tespit edecek veya Türk hukukunun maddi normlarına göre sözleşmenin şekli
geçerliliğini veya geçersizliğini tespit edecek. Dolayısıyla ne görüyoruz? Alternatif bir
kanunlar ihtilafı kuralı görüyoruz. İkisinden birine göre bu geçerliliği tespit edecek. İşte bu
burada baktığımızda alternatif bir kanunlar ihtilafı kuralıdır.

18
3- Paylaşmalı Kanunlar İhtilafı Kuralları: Burada da yine bunun için evlilik güzel bir örnektir.
Çünkü evlilikle ilgili 13.madde de evlilikte ehliyet konusu ayrı düzenlenir. Evliliğin genel
hükümleri ayrı düzenlenir. Evliliğin geçerliliği şekli geçerliliği ayrı bir kanunlar ihtilafı kuralı ile
düzenlenir. Dolayısıyla aynı müessese, evlilik müessesesi birden fazla kanunlar ihtilafı
kurallarıyla bölünmüştür. Yani o müesseseye her bir farklı işlemine, bölümüne ayrı bir hukuk
kuralı getirilir.
-Evlilik ve genel hükümleri
MADDE 13 – (1) Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlenme anındaki millî
hukukuna tâbidir.
(2) Evliliğin şekline yapıldığı ülke hukuku uygulanır.
(3) Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı
vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk
hukuku uygulanır.
- Evlenme ehliyeti ve şartları konusunda taraflardan her birinin milli hukukuna atıf yapıyor.
Evlenmenin şeklinde evlenmenin gerçekleştiği yer hukukuna atıf yapıyor. Evlenmenin genel
hükümlerinde nereye atıf yapıyor? Müşterek milli hukukla başlıyor, müşterek mutad mesken
ve Türk hukuku olarak devam ediyor. Burada da bölünmüş, paylaştırılmış bir kanunlar ihtilafı
kuralını görüyoruz.
4-Şartlı Kanunlar İhtilafı: Mesela rekabetin engellenmesi ile ilgili 38.madde de bunlardan
biridir.
- Rekabetin engellenmesi
MADDE 38 – (1) Rekabetin engellenmesinden doğan talepler, bu engellemeden doğrudan
etkilenen piyasanın bulunduğu ülkenin hukukuna tâbidir.
(2) Türkiye’de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk uygulanan hâllerde, Türk hukuku
uygulansaydı verilecek tazminattan daha fazla tazminata hükmedilemez.
-Ne der: Türkiye de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk uygulanan hallerde (çünkü
yabancı hukuk uygulama imkânımızın olduğunu söylemiştim kanunlar ihtilafında) Türk
hukuku uygulansaydı verilecek olan tazminattan daha fazla tazminata hükmedilemez. Yani
tazminatın üst sınırı Türk hukukunun getirmiş olduğu tazminat miktarıdır aslında demek
istiyor. Dolayısıyla ne getirmiş? Burada da şartlı bir kanunlar ihtilafı kuralını görüyoruz.
*Dolayısıyla bu tarz farklı kanunlar ihtilafı türleri, kurallarını, türlerini kanunların içine
serpiştirilmiş olarak görüyoruz. Bu sadece bizim MÖHUK’umuz da değil bütün ülkelerin
MÖHUK’larında karşılaşılan ve kanunun o maddesinin o ruhundan, niteliğinden kaynaklanan
bir durumdur.
(20-30 dk)
-Türkiye de rekabetin engellenmesine yabancı hukukun uygulanacağı hallerde md 38 göre
Türk hukuku uygulansaydı verilecek olan tazminatın üstünde tazminat uygulanamaz. Bu şartlı
bir kanun ihtilafı kuralıdır ve bu tarz kanunlar ihtilafı kuralları olmakta olup kanun içine

19
serpiştirilmiştir. Bu sadece bizim MÖHUK’ ümüzde de değil bütün ülkelerde kanunun
ruhunun niteliğinden kaynaklı olarak karşılaşılır.
*Yabancılık unsuru, Milletler özel ve kanunlar ihtilafı alanında yabancılık unsuru yoksa
MÖHUK’un konusu olmaz. MÖHUK’un konusu olması için yabancılık unsuru olmalıdır.
Yabancılık unsuru taşımıyorsa MÖHK için sıradan bir hukuki ilişki olur ve MÖHUK'un konusu
olmaz. Yabancılık unsuru nedir diye sorarsak yabancılık unsuru haksız fiil ya da borç
ilişkisinde yabancılık unsuru oluştuğu belirli olarak şunlardır diyerek sınırlanmaz kitapta
birçok örnek verilmiştir. Olayı okuyacağız her durumu kendine göre değerlendirmeliyiz.
Çünkü her olaya göre yabancılık unsuru değişir.
*Ama biz yabancılık unsuru nedir dersek şunlardan bahsedebiliriz:
1. Tarafların vatandaşlığı karşımıza yabancılık unsuru olarak çıkabilir.
Yabancılık unsuru kime göre neye göre ortaya çıkar? Biz burada her zaman Türk
hukukuna ve Türk hâkimine göre yabancılık unsuru oluşup oluşmadığına karar veririz.
Bazı durumlarda Türkiye de açılan dava Türkiye için yabancılık unsuru taşırken
Almanya da açıldığında dava yabancılık unsuru taşımaz. Burada Türk hukuku için
değerlendirilmelidir. Belki davanın bir tarafı Alman bir tarafı Türk olduğu durumda
hukuki uyuşmazlıktan kaynaklanan durumda bir taraf Alman olduğu için yabancılık
unsuru oluşurken diğer taraf Türk olduğu için yabancılık unsuru oluşmaz. Burada
Alman başka ülkenin vatandaşı olduğu için Türk hakimi için yabancılık unsuru içerir.
Bu durumda artık MÖHUK’a başvurup çözülmelidir durum. Vatandaşlık her zaman
karşımıza yabancılık unsuru olarak çıkar. İki Hintli hukukî ilişkiye girdiklerinde ihtilaf
çıkarsa ve davayı Türkiye de açarlarsa bu dava iki taraf içinde yabancılık unsuru taşır
bundan dolayı MÖHK uygulanır. Bunlar davayı Hindistan'da açsalardı yabancılık
unsuru oluşmazdı şahıs bakımından ama gerçekleştiği yer açısından yabancılık unsuru
oluşabilir.
2. Yabancılık unsuru mutat mesken
3. Yerleşim yeri.
4. Haksız fiil gerçekleştiği yer /zararın meydana geldiği yer.
5. Sözleşme konusunun ifa yeri
6. Sözleşmeye uygulanacak hukuk kuralını yabancı bir ülkenin kuralı olarak
kararlaştırılması örneğin iki Türk aralarında yapacakları sözleşmeye Polonya
hukukunun uygulanmasını daha uygun bulup Polonya hukukunun uygulanacağına
karar verebilirler. Bu yabancılık unsuru Almanla Türk vatandaşı boşanacaklarında
dava Türkiye de açıldığında Alman vatandaş bakımından şahıs yönünden yabancılık
unsuru oluşurken Almanya'da dava açılırsa Türk vatandaşı yönünden yabancılık
unsuru oluşur.
-Her hukuki ilişkiye muhatap olanların yabancılık unsuru değerlendirilmesi yer ve kişiye göre
değerlendirilmelidir. Yabancılık unsuru yoksa MÖHUK'un konusuna girmez.
Çifte vatandaşlığa onlar genel hükümlerin ilgili ama önce yöntemlerden bahsedeceğiz.
Bunlara bağlama kuralı denebilir kanunlar ihtilafı kuralları bağlama kuralları denir. Bunlar
kanunlar ihtilafı kurallarına yön gösteriler. Bağlama kuralları uygulanacak ya da uygulanması
gereken hukuk kurallarını bağlar. Bağlama kurallarının özellikleri nedir nasıl oluşur bunlara
bakmak gerekir.

20
(30-40 dk)
*Şimdi bu noktada bağlama kuralı dediğimiz şey aslında kanunlar ihtilafı kuralları .
*Bağlama kuralları her zaman için bir bağlama konusu ve bir bağlama noktasından meydana
gelir.
* Kanunlar İhtilafı Kuralları= Bağlama Kuralları= Bağlama Konusu+ Bağlama Noktası
*Dolayısıyla her bağlama kuralı, her kanunlar ihtilafı kuralı mutlaka bir bağlama konusu ve bir
bağlama noktasından meydana gelir ya olmazsa olmaz bu böyle ikisi mutlaka olması gereken
bir unsur.
*Şimdi kanunumuzu açıp baktığımızda size örnekleyelim mesela ehliyetle ilgili 9.maddeye
bakalım.
Ehliyet MADDE 9 – (1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin millî hukukuna tâbidir.
-Şimdi buradaki bağlama konusu dediğimiz şey aslında hukuken vasıflandırdığımız hukuki
çerçevesini çizdiğimiz o hukuki durumdur.
-Yani hak ve fiil ehliyeti bu olayımızda bu hak ve fiil ehliyeti çünkü hak ve fiil ehliyetini
napıyor bir hukuka bağlıyor dolayısıyla o bağlama konusu dediğimiz şey aslında önümüzdeki
hukuki mesele hukuki çerçevesini çizdiğimiz ya bir anlamda da vasıflandırdığımız hukuki
durum dolayısıyla hak ve fiil ehliyeti ilgilinin milli hukukuna tabidir dediğimizde biz bir hukuki
kurumu bir hukuka tabi kılıyoruz. İşte o hukuki kurum bağlama konusu olarak karşımıza
çıkıyor. Bu örneğimizde bu maddemizde bağlama konumuz hak ve fiil ehliyeti. Bu bağlama
konusu bizi nereye bağlıyor hak ve fiil ehliyeti hangi hukuka tabiymiş? Ne diyor ilgilinin milli
hukuku diyor dolayısıyla bağlanan noktada bağlama noktasını oluşturuyor yani ilgilinin milli
hukuku.
-Dolayısıyla bağlama konusu hak ve fiil ehliyeti, bağlama noktası ise ilgilinin milli hukuku.
-Bu milli hukuk olmaz bazı durumlarda mutat mesken olur. Bazen Türk hukuku olur ,bazen
işlemin gerçekleştiği yer olur. Dolayısıyla her zaman için bir bağlama noktasında ve her
zaman hukuken vasıflandırdığımız, nitelendirdiğimiz bir bağlama konusundan bahsetmek
durumundayız kanunlar itlafı kurallarından bahsedebilmemiz için.
* Vesâyet, kısıtlılık ve kayyımlık MADDE 10 – (1) Vesâyet veya kısıtlılık kararı
verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri, hakkında vesâyet veya kısıtlılık kararının verilmesi
veya sona erdirilmesi istenen kişinin millî hukukuna tâbidir.
-Şimdi burada hukuken vasıflandırdığımız şey ne? Vesayet kararı verilmesi ve sona erdirilmesi
halleri bu bağlama konusu peki bu sorunu nereye bağlamış ilgilinin milli hukukuna yani
hakkında vesayet kararı istenen kişinin veya sona erdirilmesi istenen kişinin milli hukuku
dolayısıyla buda bağlama noktası olarak karşımıza çıkıyor.
-Tabii ki bunu yabancılık unsuru yani içeren bir uyuşmazlık olması lazım yani burada vesayet
kısıtlılık kayyımlıktan bahsediyoruz ama siz bunu direkt böyle ulusal nitelikte bir şey gibi
algılamayın yani Türkiye’de bir yabancıya vesayet, vasi atanması veya Türkiye’deki bir
yabancı için kısıtlılık kararı verilmesi veya Türkiye’deki bir yabancı şirkete kayyım atanması

21
vesaire gibi böyle şeyleri de aklınıza getirmeniz gerekiyor. Bunların yani mutlaka bir
yabancılık unsuru taşıyan hukuki ilişki barındırması gerekiyor.
*Evlât edinme MADDE 18 – (1) Evlât edinme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlât
edinme anındaki millî hukukuna tâbidir.
-Şimdi buradaki bu evlat edinmeyle alakalı bağlama kuralındaki bağlama konumuz ne evlat
edinme ehliyeti ve şartları çünkü hukuku çerçeve hukuku sınırımız bu vasıflandırdığımız şey
ne evlat edinme ehliyeti ve evlat edinme şartları biz bunu bağlama konusu olarak
belirliyoruz hukuken vasıflandırıyoruz çünkü bir çerçevesini çiziyoruz peki evlat edinme
ehliyeti ve evlat edinme şartlarını hangi hukuka bağlıyoruz? Hangi hukuka bağlamış kanun?
Taraflardan her birinin evlat edinme anındaki milli hukuku diyor dolayısıyla o evlat edinme
anındaki milli hukukta ne oluyor ? Bağlama noktası oluyor.
*Haksız fiiller MADDE 34 – (1) Haksız fiilden doğan borçlar haksız fiilin işlendiği ülke
hukukuna tâbidir.
(2) Haksız fiilin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği yerin farklı ülkelerde olması hâlinde,
zararın meydana geldiği ülke hukuku uygulanır.
-Haksız fiil hukuken vasıflandırdığımız şey yani bağlama konusu .Haksız fiilin gerçekleştiği yer
hukuku uygulanır şeklindeki o kanun ihtilafı kuralında da bağlama noktası neresi oluyor
haksız fiilin gerçekleştiği yer hukuku oluyor ya da zarar yeri farklı bir yer ise yani haksız fiilin
gerçekleştiği yer farklı ama zarar başka bir yerde ortaya çıkmış yani bir adamı vurmuşsunuz
mesela adamı vurduğunuz yer Bulgaristan adamın öldüğü yer Türkiye mesela şimdi burada
haksız fiilin gerçekleştiği yerle zararın ortaya çıktığı yer farklı yerler oluyor dolayısıyla eğer
zarar yeriyle haksız fiilin gerçekleştiği yer örtüşmüyorsa o zaman zarar yeri her zaman için
öncelikli olarak uygulanır veya uygulanacak olan hukukun tespitinde öncelikli rol oynar. O
yüzden işte zarar yeri veya hukuki işle haksız fiilin gerçekleştiği yerde bu alanda ne oluyor
arkadaşlar bağlama noktası olarak kabul ediliyor.
* Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk MADDE 24 – (1) Sözleşmeden
doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme hükümlerinden
veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de
geçerlidir.
-Sözleşmeden doğan borç ilişkilerine uygulanacak olan hukuk noktasında taraflar bir hukuk
seçiyorlar. İşte o seçilen hukuk bağlama noktası oluyor. Seçilen hukuk taraflarca seçim
yapılmışsa seçilen hukuk bağlama noktası. Bağlama konusu nedir işte sözleşmeye
uygulanacak olan hukuk. Sözleşme var mı yok mu geçerli mi geçersiz mi işte tarafların
hakları yükümlülükleri sorumluluklarıyla uzatabileceğimiz birçok sözleşmeden kaynaklanan
hukuki mesele bağlama konusu olarak o sözleşmenin içeriğine tabidir dolayısıyla sözleşmeye
uygulanacak olan hukuk tarafların seçtikleri hukuk dediğimizde işte o bağlama konusunda
sözleşmeden doğan ilişki anlamında ortaya çıkabilecek meseleler olarak karşımıza çıkıyor
bağlama konusu olarak nitelendiriyoruz. Şimdi tabi bağlaması konusu ve bağlama noktasını
vasıflandırdığımızdan bahsediyoruz. Milletlerarası özel hukuk anlamında bu vasıflandırma
nedir bir de ona bakalım.

22
* şimdi burada temel ikili bir ayrım yapıyoruz halihazırda da terminoloji ve uygulamada da
kullanıldığı için bu kavramları size ifade etmemiz öğretmemiz gerekiyor. Şimdi bir kere Lex
fori dediğimiz yani latince halihazırda kullanılıyor sınavlarda da karşınıza çıkacak ölmemiş
diyelim kavram lex fori dediğimiz şey bizim özellikle millerler arası özel hukukta
kullandığımız hakimin hukuku kavramını ifade etmek için kullanılır yani Lex fori dediğimizde
bu hakimin hukukudur yani bu ne demektir yargılamayı yapan hakimin hukukunu ifade eder.
-Bazen de Lex causae ifadesini görürüz. Lex causae da bunun tam tersi olarak esasa
uygulanacak olan hukuku ifade eder.
-Bazen lex fori’ yi yani hakimin hukukuyla lex causae yani esasa uygulanacak hukuk çok
ekstrem zamanlarda örtüşebilir aynı hukuku gösterebilir ama genellikle bunlar ayrı hukukları
ifade eder. Yani hakimin hukuku başka bir şeydir sözleşmenin veya hukuki ilişkinin veya
hukuki işlemin esasına uygulanacak olan lex causae başka bir hukuktur yani kavramsal olarak
aslında farklı içeriklere sahiptir ama bazen zaman zaman benim mesela bazı sınavlarımda da
pratiklerde de bir bakarsınız denk gelir yani lex fori de lex causae da aynı hukuka atıf yapar
aynı hukuku gösterir zaman zaman olabiliyor bu ama bu o demek değil yani bunlar ikisi farklı
hukukları aslında daha doğrusu farklı içeriklere sahip farklı anlamları içeren uygulamalar
getiriyor aslında dolayısıyla lex fori dediğimiz şey neymiş hakiminin hukuku lex causae
dediğimiz şey neymiş esasa uygulanacak hukuk
-demek ki lex fori lex causae bizim için önemli neden bunları anlattık çünkü vasıflandırma
dediğimiz şey bir hukuki ilişkinin hukuki çerçevesini çizme onu hukuki olarak niteleme
anlamını taşıyor ve biz bu hukuki nitelemeyi yaparken ya lex fori den yararlanıyoruz ya da
lex causae’ dan yararlanıyoruz yani ya hakimin hukukuna göre bir niteleme yapılıyor ya da
esasa uygulanacak olan hukuku buluyoruz ve o esasa uygulanacak olan hukuka göre hukuki
nitelemeyi gerçekleştiriyoruz.
(40-50 dk)
VASIFLANDIRMA
*Vasıflandırma dediğimiz şey bir hukuki ilişkinin hukuki çerçevesini çizme, onun hukuki olarak
niteleme anlamını taşıyor. Biz bu hukuki nitelemeyi yaparken ya lex foriden yararlanıyoruz ya
da lex causadan.
Yani ya hakimin hukukuna göre bir niteleme yapılıyor ya da esasa uygulanacak olan o hukuku
buluyoruz ya da esasa uygulanacak hukuka göre hukuki niteleme gerçekleştiriyoruz.
-Önemli olarak bilmeniz gereken şu bu bir haksız fiildir, bu bir evlat edinmedir, bu bir
nişanlanmayla alakalı bir meseledir.
-Örneğin; iki Fransız geliyor Tr de nişanlanmak istiyor, kavga ediyorlar ve nişan bozuluyor.
Fransa Türk hükümeti gibi nişanlanmaya bakmıyor eğer nişan haksız şekilde bozulduysa
haksız fiil hükümleri devreye giriyor.
-Dolayısıyla her hukukun hukuki fiili nitelendirmesi farklı. Kimi hukuk evliliği başka
nitelendiriyor. Kimi akit olarak, kimi borçlar hukuku ilişkisi olarak nitelendiriyor, kimi aile
hukuku ilişkisi olarak nitelendiriyor. Her hukukun o hukuki kuruma yapmış olduğu
nitelemeler birbirinden farklı oluyor. Yani ulusal hukuklar bu yüzden birtakım farklılıklar
getiriyor, kanunlar ihtilafı da bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bu örnek yani, iki
Fransız Türkiye’de nişanı attıklarında ve bu haksız şekilde nişan atmaysa haksız fiil
hükümlerine giden bir nitelemeye yol açıyor.

23
*Hukuki ilişkiyi neye göre nitelendirdiğimiz hangi hukuka göre nitelendirdiğimiz önem arz
ediyor. Mesela mirasçısız malın devlete kalması kimi hukuklar açısından bu son mirasçının
devlet olmasından kaynaklanıyor, kimi hukuk sahipsiz mala el koyma kavramını ileri sürüyor.
Dolayısıyla sahipsiz mala el koyma hukuki nitelendirmesini yapan hukukun vardığı sonuç
başka bir hukuk oluyor, devletin son mirasçı olarak o mal varlığına sahip olması mirasçısız
terekede nitelemesi farklı bir noktaya ulaştırıyor. O yüzden hukuki nitelemenin nasıl ve hangi
hukuka göre yapıldığı çok önemli. Çünkü vardıkları sonuç birbirinden farklı noktalara
götürüyor.

*Vasıflandırmadaki temel problemi çözmek için yani o hukuki ilişkiyi nitelemek içinde ya lex
fori ya lex causa bazen de her ikisi birden kullanıldığı durumlarla karşılaşıyoruz.
-Mesela Türk hukuku zaman zaman ikisini bir öngörüyor ama çoğunlukla lex fori yani hakimin
hukuku dikkate alınarak niteleme yapılıyor.
-Bilmeniz gereken bir dava Türk mahkemelerine yansıdığında ve yabancılık unsuru taşıyan bir
ihtilaf içerdiğinde yüzde doksanlarda Türk hakimi Türk Hukukuna göre vasıflandırarak
çözdüğü yönünde. Yani Türk hukukuna göre haksız fiil veya nişanlanma olup olmadığını Türk
hukukuna göre vasıflandırıyor. Lex forisini dikkate alarak bunun hak ve ehliyet meselesi
sonucuna varıyor. Fakat bu yöntem tek bir yöntem değildir.
Örneğin, Türk hakiminin önüne bir olay geldiğinde taraflar Fransız diye bunu Fransız
hukukuna göre vasıflandırmaz. Tabiki zaman zaman lex causadan da yararlanılır. Bazen lex
foride vasıflandırılacak hukuki müessese olmaz o zaman esasa uygulanacak olan hukuku
bulup ona göre nitelendirme yapmak gerekir. Ama genelde lex fori kullanır. Lex fori bazen
yeterli olmayabiliyor, lex causa kullanır. Bazen yabancılık unsuru içeren bi hukuki ilişki
uygulanacak olan mesele çerçevesinde hukuki niteleme bulamayabiliriz ya da kanunlar
ihtilafı normu bulunmayabilir. Bu da norm eksikliği ortaya çıkar. O noktada Türk hukukuna
göre bir vasıflandırma yapacağız ama Türk hukukunda öyle bir müessese yok, yani neye göre
vasıflandırma yapacağız? Bu en çok karşımıza Anglo Sakson hukukuyla alakalı
uyuşmazlıklarda çıkıyor. Mesela bir İngiliz öldü Trde, mirası açıklanacak ve mirasla alakalı
süreç başlatılacak. İngiliz hukukunda miras külliyen mirasçılara geçmiyor o anlamda vasiyeti
tebriz memuru adı verebileceğimiz tam o değil de ona benzer bir kişi mirasa intikal ediyor. Bu
kişi mirası aktiflerinden pasiflerinden temizliyor geriye bir şey kalırsa ancak mirasçılara
geçiyor. Dolayısıyla Türkiye de böyle bir kurum yok, bu işlem yapılacak ama kim yapacak
norm eksikliğinin varlığından bahsediyoruz. Dolayısıyla bu sorun nasıl çözümlenecek? Bu
sorun o hukuki ilişkinin özellikleri nitelikleri dikkate alınmak suretiyle ona benzer kurumlar
dikkate alınarak çözümlenmeye çalışılacak. Norm eksikliği dediğimiz şey budur. Bazen de
norm kümelenmesi ortaya çıkar. Aynı anda iki hukukun ikisinin de etkin şekilde uygulanması
gerekir fakat ikisi de sizi farklı sonuçlara götürür. Dolayısıyla birini ekip uygulamak gerekir
olayda en sıkı ilişki içinde olan olayda en hakim olduğu düşünülen hukukun Türk hakimi
tarafından uygulanması gerekir. Orada da norm kümelenmesiyle karşılaşıyoruz.
-Bu noktaya tekrar gelecek olursak demek ki önümüzde yabancılık unsuru içeren hukuki
işlem, bir hukuki olay veya hukuki uyuşmazlıkla alakalı hukuki niteleme bu nasıl bir ilişki bu
ilişki tüketici sözleşmesinden mi kaynaklanmış, bu aile hukukunu ilgilendiren nitelemesini
yaparken biz her zaman vasıflandırma yapmak zorundayız. Biz bu vasıflandırmayı çoğunlukla
lex foriyle yapıyoruz.
-Mesela İngiliz hukukunda karşımıza çıkan değişik kurumlar vardır. (şirket hukuku ve ticaret
hukukuyla alakalı) O hukuki kurumu o hukuki kurumun bağlı olduğu hukuka göre yani lex
causaya göre vasıflandırmalıyız. Aynı şeyi bağlama konusu açısından söylediğimiz gibi
bağlama noktası açısından da söylemeliyiz. Bağlama noktası o vasıflandırdığımız hukuki olay,

24
ilişki veya eylemin bağladığımız hukuk milli hukuk, zararın gerçekleştiği hukuk, işlemin
gerçekleştiği yer hukuku, kişilik hakkı ihlalinin yapıldığı, mailin okunduğu yer oluyor o
bağlama noktasını da zaman zaman lex foriye zaman zaman da lex causaya göre
vasıflandırmamız gerekiyor.
(50-60 dk)
*Milli hukuk kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuktur. Yerleşim yeri mutat mesken
nitelemeleri kendi hukukuna göre yapılır. Lex forinin hakimiyetini görüyoruz ama zaman
zaman da lexcausanın da hakimiyetini görüyoruz. Hakimin lex fori ile bir sonuca ulaşamadığı
durumlarda bir boşluk olduğunda lexcausaya da başvurmaktadır. Türk hukukunda lexfori
hakimdir. Şahsi statü dediğimizde Türk hukuku, milli hukuk, kişinin hukuku meseleleri
bağlama noktasında milli hukuk çerçevesinde çözülür. Daha sonra mutat mesken ve yerleşim
yeri olarak devam ediyor. Ancak bu tarz meselelerde ilk olarak milli hukuk ile karşı karşıya
kalıyoruz. Bu ilişkilere en uygun olduğu hukuk kişinin vatandaşlık ile bağlı olduğu hukuk
sistemi olduğu için bu şekilde uygulanıyor. Kara Avrupası ve bizim hukukumuzda bu şekilde
uygulanıyor.
-İstisnaları var. Anglo Sakson Amerikan hukukunda yerleşim yeri ilkesi benimsenmiş. Her
hukuk düzeninde bağlama noktalarında farklı anlayışlar var. Amerikan hukuku yerleşim yerini
benimsemiş. Biz milli hukuku yaklaşımını benimsemişiz. Mutat mesken hukuku ,yerleşim
yerinden daha öncedir bizde. Avrupa birliği hukukunda mutat mesken hukuku milli hukukun
önüne geçer çünkü gerçektir reeldir. Bizim için 2.sıradadır.Gelelim atıf meselesine.
(60-70 dk)
*Bağlama noktası çerçevesi içerisinde de bağlama noktasının da Lex Fori mi Lex Causae mi
uygulanacak tartışmaları içerisinde nerenin mutat mesken olduğu, milli hukukun ne demek
olduğu, yerleşim yerinin ne demek olduğu gibi tartışmalar da kaçınılmaz oluyor.
ATIF MESELESİ
*Renvoi olarak da ifade edilir. Bunu bir çözseniz arkası zaten gelir. Kanunlar ihtilafı
kurallarında bir bağlama konusu ve bir bağlama noktası var diyoruz. Fakat bu atıf renvoi
noktasında izleyeceğimiz bir metodoloji var. Burada amacımız bağlama konusu ve bağlama
noktası çerçevesinde uygulanacak olan hukukun tespiti. Bu hukuku tespit ederken özelikle
atıf noktasında dikkat etmemiz gereken birkaç dereceli bir yol vardır.
*Miras MADDE 20 – (1) Miras ölenin millî hukukuna tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar
hakkında Türk hukuku uygulanır.
-Mirasla ilgili bir maddeyi açtığınızda 20. Maddede düzenlenir. Bu madde kanunlar ihtilafı
kuralları anlamında miras hukukunu düzenler. Tabi ki yabancılık unsuru içeren bir miras
ilişkisi kapsamında uygulanacak olan hukuk tespit edilmeye çalışılır 20. Madde kapsamında.
-Buradaki bağlama konumuz, hukuki nitelemesini yaptığımız şey miras. Bu maddeye gitmek
için yabancılık unsuru içeren bir miras ilişkisinin varlığı şart. Ya ölen kişi yabancı olacak
Türkiye’de ölecek ya mirasçıları yabancı olacak vs. Bağlama noktası ise bu hukuki çerçevesini
çizdiğimiz hukuki durumun çözümü için uygulanması gereken hukuku gösteren şeydi. Bu
bazen milli hukuk oluyor bazen mutat mesken oluyor bazen yerleşim yeri bazen de işlemin
gerçekleştiği yer olabiliyor. Uyuşmazlığı kamu olan malın bulunduğu yer de olabilir. Şimdi

25
burada ölenin milli hukuku demiş yani ölenin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuk
bağlama noktası olarak gösteriliyor.
*Acaba Türkiye’de ölen ve miras hukuku gerektiren bir İngiliz vatandaşının çözümünde
kanun ihtilafı çerçevesinde İngiliz hukukunun maddi normlarına giderek oradaki miras
hükümlerini uygulayarak mı bir çözüme ulaşacağız, yoksa ölenin İngiliz vatandaşı olması
sebebiyle İngiliz maddi normlarına değil de kanunlar ihtilafının metodolojisi çerçevesinde
acaba İngiliz Kanunlar İhtilafı kurallarına mı gideceğiz? Sorusuna cevap vermemiz gerekiyor.
Bu noktada giriş maddelerinden olan 2. Madde bizi yönlendiriyor.
Yabancı hukukun uygulanması MADDE 2 – (3) Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar
ihtilâfı kurallarının başka bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna
ilişkin ihtilâflarda dikkate alınır ve bu hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır.
-Bu madde aile hukuku, şahsın hukuku ve miras hukuku meselelerinde mutlaka renvoi
dediğimiz iade atıf ve devam eden atıf çerçevesinde bir yol izlenmesi gerektiğini dolasıyla
bizim örneğimiz olan İngiliz vatandaşının ölümü halinde İngiliz milli hukukundaki maddi
normlara değil de İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına gitmemiz gerektiğini açık bit şekilde
ifade ediyor. Burada atıf olarak ifade ettiğimiz kavramın özelliği işte bu.

-Bu olayın ortaya çıkış noktası aslında literatürde önemli bir davadan kaynaklanır. Bu dava
çerçevesinde atıf teorisinin ortaya çıktığını söyleriz.
Fransız yüksek mahkemesinin kararıyla somutlaşmış literatüre geçmiş ve kanunlar ihtilafı
anlamında tüm dünyada uygulanan bir metot haline gelmiştir. Bu olay; Forgo Davası. Forgo
Almanya’nın Bavyera eyaletinde (1800’lerde oluyor bu olay) doğmuş fakat daha sonra
annesinin evliliği sebebiyle Fransa’ya taşınmıştır. Hiçbir zaman Alman vatandaşlığını
bırakmamış terk etmemiştir. Çünkü doğum yoluyla Alman vatandaşlığını kazanıyor. Ama 5
yaşında Fransa’ya gidiyor annesiyle birlikte ve hayatının büyük bir kısmını Fransa’da geçiriyor
ve de Fransa’da ölüyor. Ölmeden önce çok zengin bir Fransız kontesiyle evleniyor. Hiç
çocukları olmuyor. Fransız kontes Forgo’dan daha önce ölüyor. Dolayısıyla bütün mal mülk
Forgo’ya kalıyor. Sonra Forgo’da ölünce kalan mirasın kime kalacağı Almanya’da bulunan
akrabalarla Fransız hazinesi arasındaki bir davaya tanıklık ediyor.
(70-80 dk)
- Olay 1800'lü yıllarda Almanya’nın Bayern bölgesinde yaşanıyor. Bayern bölgesinde doğmuş
fakat daha sonra annesinin evliliği sebebiyle Fransa'ya taşınmıştır. Hiçbir zaman Alman
vatandaşlığını bırakmamıştır ama 5 yaşında Annesi ile birlikte Fransa'ya gidiyor annesinin
evliliği sebebi ile de hayatının büyük bir kısmını Fransa'da geçiriyor ve Fransa'da ölüyor.
Ölmeden önce çok zengin bir Fransız kontesi ile evleniyor. Hiç çocukları olmuyor Fransız
kontes Forgo’dan daha önce ölüyor. Dolayısıyla bütün mal mülk Forgo’ya kalıyor. Hiç çocuk
yok. Forgo da ölüyor. Mirasın kime kalacağı Bayern’ de bulunan akrabalar ile Fransız hazinesi
arasındaki bir davaya tanıklık ediyor. Fransız devleti mirasın kendisine kalmasını istiyor
Bayern ’de bulunan Forgo’nun akrabaları ise mirasın kendilerine kalmasını istiyor Dolayısıyla
Fransız hazinesiyle Forgo’nun mirasçıları arasında ciddi bir dava süreci başlıyor. Fransa'da
görülen davada Fransız Yüksek Mahkemesi “RENVOİ” dediğimiz kavramı ortaya çıkartıyor.
-Mahkeme bakıyor ki; Forgo Alman vatandaşı. Mirasa ne uygulanıyor? Milli hukuk. Forgo
Alman vatandaşı olduğundan Bayern'e gitsin diyor. Forgo’nun vatandaşlık bağı ile bağlı
olduğu hukuk yani Bayern ise Fransız hukukuna atıf yapıyor. Kanunlar ihtilafı kuralları her
zaman gösterici kurallardır. Maddi bir sonuç getirmez. Ve bu da sınırsız bir döngüye kısır

26
döngüye sebebiyet verir. Maddi bir sonuç getirmediğinden de bir noktada kesilmesi gerekir.
Fransız yüksek Mahkemesi; Fransız kanunlar ihtilafı kuralları bunu kişinin milli hukukuna
gönderiyor diyor. Fakat Bayern kanunlar ihtilafı kuralları da yine gösterici hukuk kuralı olduğu
için kişinin hayat ilişkilerinin devam ettirdiği yaşadığı yere tekrar gönderiyor. Yani burada
kişinin yaşadığı yere atıf yapıyor. Yani tekrar Fransa'ya gönderiyor bu durumda iade atfı
gerçekleşmiş oluyor ve artık burada yapılan iade atfı orada kesiliyor. Fransız yüksek
Mahkemesi Forgo’nun yaşam ilişkilerini sürdürdüğü yerin Hayatını devam ettirdiği yerin
Fransa olması sebebiyle Fransız hukukunun maddi normlarını uygulayarak Forgo’nun
malvarlığını kendi hazinesine katıyor
**Bu karar kanunlar ihtilafı anlamında bir dönüm noktasını oluşturuyor.
-Bundan sonra Şahıslar hukuku, Aile hukuku, Miras Hukuku konularında her zaman için ilk
yapılan atfın o yapılan ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları olarak kabul edilmesi ve bu atfın 3.
derecede kesilmesi olarak algılanıyor.
-Biraz önceki örneğimizde anlattığımız gibi; Önce kendi hukukumuza gittik Türk milletlerarası
özel hukukuna gittik, miras hükümlerine baktık milli hukuku uygulanır dedik. İngiliz vatandaşı
dedi. İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına gittik. İngiliz maddi normlarına gitmedik. İngiliz
kanunlar ihtilafı kuralları da gösterici olduğundan yine atıf yapacak. Örneğin İngiliz kanunlar
ihtilafı kuralları malın bulunduğu yer hukuku uygulanacaktır desin. Mal nerede? Türkiye'de.
Bu durumda Türk hukukuna atıf yapmış oldu. Ve artık burada kesiyoruz Türk hukukunun
maddi normlarına uygulamak suretiyle mirasa uygulanacak hukuku tespit edeceğiz.
*Örneğin bir sözleşme ilişkisi düşünelim. Sözleşmede ehliyet meselesi gündeme gelsin. Bir
Türk ve bir Alman sözleşmesel ilişki içerisine girmişler. Alman olan fiil ehliyetine sahip
olmadığını söylüyor. Burada bir hak ehliyeti fiil ehliyeti meselesi olduğunu görüyoruz. Kanunu
açtığımızda bir hukuki vasıflandırma yapıyoruz. Yabancılık unsuru da var. Alman olduğu için
hemen MÖHUK’u açtık. MÖHUK 9. maddeye gittik.
Ehliyet MADDE 9 – (1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin millî hukukuna tâbidir.

-Hak ve fiil Ehliyeti şahsın hukuku ile alakalı bir meseledir.


-Kişinin ehliyetli olup olmadığını Alman Hukukunun maddi normlarına göre mi yoksa Alman
hukuku Kanunlar İhtilafı kurallarına göre mi belirleyeceğiz?
Cevap: Şahsın hukuku ile alakalı olduğu için ve MÖHUK Md. 2/3 bizi Şahsın hukuku, Aile
hukuku, Miras Hukuku meselelerinde gidilen hukukun kanunlar ihtilafı hukuk kurallarına
gönderdiği için Alman kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. Alman kanunlar ihtilafı kuralları
da gösterici olduğu için yine atıf yapacak.
-Örneğin: İşlemin yapıldığı yer diyebilir. İşlem İtalya'da gerçekleşmiş olsun. Türk hakimi ne
yapacak? İtalyan hukukunun maddi normlarını uygulayacak. Burada Devam Eden Atıf söz
konusudur. İtalyan hukukunun maddi normlarına bakarak kişinin hak ve fiil ehliyetine sahip
olup olmadığını belirliyoruz. İtalyan maddi normlarını uygulayarak olayı çözmezsek İtalyan
kanunlar ihtilafı kurallarına gidersek İtalyan kanunlar ihtilafı kuralları da fiil ehliyeti ile alakalı
mutlaka bir kanunlar ihtilafı kuralı belirtecektir.
-Örneğin: Davanın açıldığı yer diyelim. Tekrar davanın açıldığı yer Türkiye'ye gönderecektir
ama davanın açıldığı yerin maddi normları demiyor. Davanın açıldığı yer hukuku diyor.
Dolayısıyla davanın açıldığı yer hukuku Türkiye ama biz Türk hukukunun maddi normlarına
gitmiyoruz. Türk hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. Tabii İtalyan hukukunda
kesme yapmazsak. Türk hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gittiğimizde işlemi yapan
kişinin milli hukuku karşımıza çıkacaktır. Tekrar Alman kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz.
Dolayısıyla gördüğümüz gibi gösterici olduğundan bir kısır döngü bir çözümsüzlük söz konusu
olacaktır. Fransız hazinesinin bu mal varlığına el koyması durumunda da Fransız yüksek

27
Mahkemesi kasıtlı ve bilinçli bir şekilde hiç de tesadüfe dayanmayan bir şekilde bunu
gerçekleştirmiş ama bunu yapmasaydı yine böyle bir kısır döngü ortaya çıkacaktı.
-Örneğin; Türk hukukundan başlayıp tekrar Türk hukukunun maddi normlarına dönüş
yapılıyorsa buna İade Atfı diyoruz.
-;İtalya örneğinde verdiğimiz gibi Türk Hukukundan yola çıkıp Alman Hukukunun kanunlar
ihtilafı kurallarına gidip ondan sonra da İtalyan hukukuna giderse Orada devam eden Atıf
olduğunu söylüyoruz. Devam eden atıfta da artık ulaştığımız hukukun maddi normlarını
uyguluyoruz.
-NOT: Unutmayalım ki “RENVOİ” her zaman Aile hukuku, Şahısların hukuku, Miras Hukuku ile
ilgili meselelerde ancak söz konusu olur. Bunun dışındaki meselelerde renvoi uygulamıyoruz.
Renvoi uygulanması gereken durumlarda da çok istisnaen uyguluyoruz.
(80-90 dk)
…Türk hukukunun maddi normlarından ziyade kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz, eğer
İtalyan hukukunda kesme yapmazsak. Bu sefer Türk hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına
gittiğimizde karşımıza işlemi yapan kişinin milli hukuku çıkacak. Dolayısıyla tekrar Alman
kanunlar ihtilafı kuralları… Gördüğünüz gibi bir kısır döngü ve bir çözümsüzlük. Çünkü
kanunlar ihtilafı kuralları göstericidir. Yani Fransız hazinesinin malvarlığına el koyması
noktasında da Fransız yüksek mahkemesi, kasıtlı ve bilinçli ve tesadüfe dayanmayan bir
şekilde bunu gerçekleştirmiş ama bunu yapmasaydı, yine böyle bir kısır döngü ortaya
çıkacaktı kanunlar ihtilafı kurallarının gösterici olmasından dolayı. Çünkü gösterdiği için hiçbir
zaman maddi bir sonuca ulaşmıyoruz. Hep o ona atıyor, o ona atıyor... Ama bu atmanın bir
yerde kesilmesi lazım. Fransız yüksek mahkemesi de olayı kendi menfaatine uygun bir şekilde
kestiği için, kendisine malvarlığının kalması yönünde bir aksiyon ile hareket ettiği için onu
orada kesmiş ama bu da artık literatüre geçen bir durum olmuş. Türk hukuku anlamında
örnekleyecek olursak; eğer Türk hukukundan başlayıp tekrar Türk hukuku maddi normlarına
dönüş yapılıyorsa buna iade atıf diyoruz ama İtalya örneğinde olduğu gibi; Türk hukukundan
yola çıkıp Alman hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gidip ondan sonra da İtalyan
hukukuna giderse, orada da devam eden atıf olduğunu söylüyoruz. Devam eden atıf
noktasında da ulaştığımız hukukun maddi normlarını uyguluyoruz.
-Unutmayın! Bu, her zaman aile hukuku, şahsın hukuku ve miras hukukuyla ilgili meselelerde
ancak vücut buluyor. Bunun dışındaki durumlarda biz, atıf teorisi dediğimiz Renvoi ‘yi
kullanıyoruz. Bazen Renvoi ‘nin uygulanmasını gerektiren durumlarda da çok istisnaen
uygulamıyoruz ama bunu öğrendikçe söyleyeceğiz. Bu, çok önemli. Çünkü bu, kanunlar
ihtilafının en önemli ve en temel meselelerinden biridir.
-Yani Türk hakimi, önüne gelen ve yabancılık unsuru taşıyan, miras hukukunu, aile hukukunu,
şahsın hukukunu ilgilendiren, yabancılık unsuru taşıyan bir meselede bu kanunlar ihtilafı
kuralını doğru bir şekilde uygulamak zorundadır. Doğru bir şekilde uygulamazsa yanlış
hukuka gider. Yanlış hukuka gidince de sonuç, hüküm yanlış olur, otomatikman bozulur. O
yüzden, değerlendirmenin, hukuki nitelemenin iyi yapılması gerekiyor. Yani şahsın hukukuna
ait bir meseleyi kalkıp doğru bir şekilde nitelendirmezseniz yanlış bir noktaya gidersiniz.
Şahsın hukukuna ilişkin bir meseleyi doğru nitelendirip yanlış bağlama kuralına giderseniz,
yanlış uygularsanız, yine yanlış hukuka gidersiniz. Dolayısıyla bu temel şeyleri doğru bir
şekilde belirlememiz gerekiyor.

28
*Kanunun m.2/3’e yıldız koyun. Renvoi dediğimiz atıf teorisinin somutlaşmış halidir,
unutmayın. Bu maddede miras geçmez ama miras, aile hukukunun uzantısıdır genellikle
(ölüme bağlı tasarruflar dışında). Dolayısıyla miras hukukunu bu kapsamda
değerlendireceğiz. Miras hukukunda da iade atıf, devam eden atıf var, olabilir diyeceğiz. Yani
ya iade atıf olacak ya da devam eden atıf olacak.
-Her zaman renvoi var mıdır? Her zaman iade atıf, devam eden atıf söz konusu değildir.
Mesela haksız fiilde yoktur. Haksız fiil nerede gerçekleşiyorsa oranın maddi normlarına
gideriz, oranın kanunlar ihtilafı kurallarına gitmeyiz. Çünkü haksız fiil ne aile hukukuna
ilişkindir, ne şahsın hukukuyla alakalıdır, ne de miras hukukuyla… O bambaşka bir hukuki
durumdur. Dolayısıyla onda mesela renvoi yapmayız. Veya bir akit statüsü; yani akde
uygulanacak olan hukuku seçtiğinizde… Borçlar hukuku ilişkisinde mesela; taraflar bu
sözleşmeye şu hukuku uygulasın dediğimizde seçilen hukukun maddi normlarına gidilir.
Seçilen hukukun kanunlar ihtilafı kurallarına gidilmez. Ya da mesela şekil, şekli geçerlilik
(m.7)… Orada da kanunlar ihtilafı kurallarına gitmeyiz. Orada direkt şeklin yani hukuki işlemin
gerçekleştiği yerin maddi normlarına gideriz. Ya da bazen uluslararası sözleşmelerde
kanunlar ihtilafı yer alır ve bir bağlama noktasına atıf yapar. Mesela mutat meskene atıf
yapar.
-Mesela nafakayla alakalı… Nafaka kararlarında hep nafaka alacaklısının mutat meskenine
atıf yapar uluslararası sözleşmeler. Uluslararası sözleşmelerde geçen kanunlar ihtilafı
kurallarında renvoi yoktur. Biz, direkt o mutat meskenin maddi normlarını alırız.
-Ayni haklar mesela… Mutlaka malın bulunduğu yer hukukuna tabidir. Dolayısıyla orada da
renvoi anlamında bir iade atıf, devam eden atıftan bahsedemeyiz. Bunları, maddeleri işlerken
de göreceğimiz için somutlaşacaktır. O yüzden, ne zaman iade atıf, devam eden atıf, yani ne
zaman renvoi yapacağız, ne zaman yapmayacağız, bunun tespiti önemlidir.
-Soru üzerine: Her zaman 3.aşamada kesilir. Diyelim ki taraflar arasında bir uyuşmazlık söz
konusu oldu. Alman kişinin ehliyeti meselesinden bahsetmiştik. “Ben ehliyetsizim, bu
sözleşme beni bağlamaz” diyor. “Akıl sağlığım yerinde değil vs”. Dolayısıyla fiil ehliyetiyle
alakalı bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Önce kendi hukukumuza gidiyoruz. Burada
Alman vatandaşı kişinin iddia ettiği bu şey, fiil ehliyetiyle alakalı. Hemen hukuki çerçeveyi
çizdik. Yani fiil ehliyetinin varlığı veya yokluğuyla alakalı bir mesele dedik. Hemen Lex Fori…
Çoğunlukla Lex Fori’ya göre demiştik. Kendi hukukumuza o nitelemeyi yaptık, yabancılık
unsuru içerdiğini de tespit ettik, çünkü Alman. Türk hakimi açısından şahıstan kaynaklanan
bir yabancılık unsuru var ve Türk MÖHUK’unu açtık. Çünkü Türk MÖHUK’una
başvurabilmemiz için bütün şartlar gerçekleşmiş, bir yabancılık unsuru var. Hukuki nitelemeyi
de yaptık; fiil ehliyeti.
Hemen MÖHUK’ta fiil ehliyetini düzenleyen ehliyetle ilgili 9.maddeye baktık. Buna göre: “Hak
ve fiil ehliyeti, ilgilinin milli hukukuna tabidir” diyor. 1.aşamada kendi hukukumuza (Türk
MÖHUK m.9’a) gittik. İlgilinin milli hukuku diyor. Şimdi de bizim ilgilinin milli hukukunu
bulmamız gerekiyor. Bunun milli hukuku, yani vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuk Alman.
Biz burada Alman hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gitmemiz gerektiğini bileceğiz.
Çünkü kanunumuz m.2/3, renvoi dediğimiz iade atıf ve devam eden atfın şahın hukuku, aile
hukuku ve miras hukuku olaylarında ortaya çıkacağını bize açık bir şekilde söylüyor. Ehliyet

29
meselesi de şahsın hukukuyla, şahsi statüyle alakalı bir mesele. Şahsi statüyle alakalı bir
mesele olduğu için de biz, tespit ettiğimiz hukuku, yani o milli hukukun kanunlar ihtilafı
kurallarına gideceğiz. Dolayısıyla biz, ikinci aşamada Alman kanunlar ihtilafı kurallarına
gidiyoruz. Ama Alman kanunlar ihtilafı kuralları da maddi bir sonuç getirmiyor. Çünkü hiçbir
kanunlar ihtilafı kuralı, maddi bir sonuç getirmez. Hepsi göstericidir. Alman hukukuna da atıf
yapsa, Türk hukukuna da atıf yapsa, yine de gösterir, bir sonuç getirmez. Dolayısıyla
2.aşamada Alman kanunlar ihtilafı kurallarına gittiğimizde bize Alman kanunlar ihtilafı
kuralları mesela ehliyetle alakalı olarak şunu diyecek: “İşlemin yapıldığı yer hukuku” diyecek.
İşlem de İtalya’da yapılmış olsun. O zaman, Türk hakiminin önüne gelen davada hak veya fiil
ehliyetiyle alakalı meselede Türk hakimi... 3.aşamada çünkü İtalya’ya dönüyor.
1.aşama Türk MÖHUK’u.
2.aşama Alman kanunlar ihtilafı kuralı.
Onun yönlendirmesiyle 3.aşama da İtalyan hukuku. Biz orada kesiyoruz. Artık İtalyan
hukukunun maddi normlarını alıyoruz. İtalyan hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarını
almıyoruz. Çünkü kanunlar ihtilafı kurallarını alırsak, o zaman o bir kısır döngü içerisine girer.
Çünkü İtalyan kanunlar ihtilafı kuralları da bir hukuka atıf yapacak, gösterecek. Sonunu
alamayacağımız bir sirkülasyon… Dolayısıyla biz orada artık bırakıyoruz. Biz buna atıf diyoruz.
Bütün dünyada bu şekilde uygulanıyor. Dolayısıyla Türk hakimi, Alman kişisinin “ben bu
sözleşmeyle bağlı değilim” şeklindeki iddiasını yani fiil ehliyeti meselesini İtalyan hukukunun
maddi normlarına göre belirleyecek. Dolayısıyla bu İtalyan hukukunun maddi normları
3.derece oluyor.Her zaman 3.aşamada kesiliyor.
-Soru: 3.aşamaya kadar gittiğimizde kanunlarda veya kanunlar ihtilafı kurallarından
herhangi birinde boşluk olursa ne yapacağız? Yani 3.aşamaya gittik, orada bir hukuk yok.
Bunu ileride anlatacağız. Bir hukuku bulamama durumu her zaman ortaya çıkabilir,
düzenlenmemiş vs. olabilir. Ulaştığınız ya da ulaştığını zannettiğiniz hukukta da düzenleme
olmaması, bazen kamu düzeni müdahalesini gerektiriyor. Kamu düzeni anlatırken göreceğiz.
O zaman zaten kamu düzeni gereği Türk hukuku otomatikman uygulanıyor. Bazen yabancı bir
hukukun uygulanmasının yarattığı sonuçlar da Türk hukuku açısından kabul edilemez olabilir.
Bazen de yabancı hukukun o müesseseyi hiçbir şekilde düzenlememiş olması, dolayısıyla
uygulanacak bir hukukun bulunmaması da Türk hukukunun kabul etmeyeceği bir sonuç
doğurabilir. O zaman gerekiyorsa, istisnai de olsa Türk kamu düzeni kurallarının
uygulanmasıyla bir yol alınır, yani Türk hukuku uygulanır.
-Soru Üzerine: Şahsın hukukuyla alakalı bütün meselelerde evet geniş. Cinsiyet değişikliği de
mesela şahsın hukukuyla alakalıdır, soy ismin değişikliği de kişinin ehliyetiyle alakalıdır. Yani
aklınıza gelebilecek bütün şahın hukukunu ilgilendiren meseleler bu kapsamda
değerlendiriliyor.
(90-100 dk)
-Hocaya soru soruyorlar:
Hocam üçüncü aşamaya kadar gittiğimizde kanunlarda veya kanunlar ihtilafı kurallarında
herhangi birinde boşluk olursa ne yapacağız peki?
-Hoca cevaplıyor:

30
O zaman tabiki 3. Aşamaya gittiğimizde orda hukuk yoksa ki bir hukuk bulamama durumu
her zaman ortaya çıkabilir. O zaman kamu düzeni gereği Türk hukuku uygulanıyor. Onda bir
şey yok. Bazen yabancı hukukunun Türk hukuku açısından yarattığı sonuçlarda Türk hukuku
açısından kabul edilemez olur. Bazen yabancı hukukunun hiçbir şekilde bu konuda bir
düzenleme yapmaması Türk hukukunun kabullenemeyeceği bir sonuç doğurabilir.
Gerekiyorsa istisnai de olsa Türk hukuku kuralları uygulanabilir.
-Hocaya soru soruyorlar:
Hocam 2 bölü 3’teki bu şahıs kavramı çok geniş değil mi veya herhangi bir kıstas var mıdır
şahısa tabidir gibi yoksa sadece ehliyet kişilik bağlamında mı olur?
-Hoca cevaplıyor:
Şahsın hukukuyla alakalı bütün meselelerde geniş. Cinsiyet değişikliği de mesela şahsın
hukukudur. Soyadı değişikliği de şahsın hukukudur. Aklımıza gelebilecek şahsın hukukuyla
ilgili bütün meseleler zaten bu kapsamdadır. Bir cinsiyet değişikliği meselesi mesela bununla
ilgili hukuki meseleleri biz kendimiz yapacaz. Ya da mesela evlilik meselesi içerisinde
çocukların sorumluluğuyla ilgili bir uyuşmazlıkla karşılaştığımızda yabancılık unsuru mesela
çocukların eğitim yükümlülüğü kimin sorumluluğundadı?Bunların he değerlendirmesini
yapıcaz. Vesayet kısıtlılık ne demek? Hangi haller vesayet kısıtlılığın kaldırılmasına sebep
olur? Bunlara bakıcaz. Olay hukuki nitelene işi.
-Hocaya soruyolar:
Hocam misal İngiltere ve Fransa arasındaki mesele 4. Aşamada kesildi. Bunun neticeleri
neler olur?
-Hoca cevaplıyor:
4. aşamada kesilmez. 4. Aşamada kesilme diye bir şey olmaz. Kanunlar ihtilafı Hukuk
metodolojisinde de böyle uygulanır. 3. Aşamada bu kesilir. Yöntem bu. 4. Aşamaya gitse
nolcak yine kanunlar ihtilafı kuralı yanlış bir hukuk kuralının uygulanması söz konusu olacak.
Kabul edilmiş olan bir metodudur hukuk metodolojisinde.
Bide kanuna karşı hile ön mesele konuları gibi.
-Hocaya soruyolar:
Hocam kasıtlı geliştirilen bir kurala neden alternatif geliştirilmemiş.
-Hoca cevaplıyor:
Geliştirilmemiş. Yani bu benimsenmiş kabul edilmiş. Ama daha iyisi de olamaz. Ama yani
onun ordaki manevrası uygulamada bir sistemi ortaya çıkarmış. Mutlaka bir yerde kesilmesi
gerekiyor çünkü. Kanunlar ihtilafının ruhu bu. Hep bir yönlendirir. Sonuçta sürekli bir atıf
yapar. Dolayısıyla kanunlar ihtilafı kuralları her zaman gösterici kurallardır.
Kanuna karşı hile nedir? Milletlerarası özel hukuk meselelerinde her zaman kişiler
istedikleri sonuca ulaşamıyorlar? Neden?

31
Çünkü kendilerine uygulanması gereken bir hukuk kuralı ortaya çıkıyor. O hukuk kuralı
uygulandığında istedikleri sonucu elde edemiyorlar. İstedikleri sonucu elde edemediklerinde
de bağlama noktasının değiştirilmesi suretiyle aslında sahip olduğunuz ya da daha önce
nitelendirilen o hukuki nitelemeye başka bir hukukun uygulanmasını sağlayabiliyorsunuz.
Bunun da yine çok temel örneği 1888’li yılların sonlarındaydı sanırım bir tane bir kontes var.
Bu kontes eşinden boşanamıyor. Katolik inancına göre böyle. Eski İspanyol esaslarına göre
belirlenmiş Medeni Kanunda da esastır.
(100-110 dk)
Örneğin Katolik Kilisesi’ne mensup bir prenses boşanmak istediğinde boşanamamıştır.
Katoliklerde boşanma yoktur. Şu an yeni düzenlemeler mevcut ama. Şimdi bu prenses
boşanmak için ne yapıyor arkadaşlar?
-Vatandaşlığını değiştiriyor.
Vatandaşlığını değiştirmesi ne gibi bir imkan tanıyor ?
-Vatandaşlığı değişirse tabi olduğu bağlama noktası da değişecek. Vatandaşlık değişimiyle
size uygulanacak hukuk da değişecek.
Prenses Alman vatandaşlığına geçiyor. Dolayısıyla kendisine artık Fransız hukuku değil Alman
hukuku uygulanıyor. Bağlama konusu değişiyor. Böylelikle boşanmak için vatandaşlık
değiştirmiş oluyor. Bu da kanuna karşı hile olarak literatüre geçmiş örneklerden biridir.
Kanuna karşı hilede hep bağlama noktasını değiştirirsiniz.
Mesela yine Gretna Green adlı yerde tondern evlilikleri vardır. Veya Danimarka’nın küçük bir
köyü, Almanya’nın bir köyü, Galler de bir köy bu yerlerde gerçekleşen evlilikler oranın
hukukuna tabidirler. İngiltere de yaşları tutmayan yani yirmi bir yaşına gelmemiş kişiler bu
yerlere giderlermiş. Kendisine uygulanmasını istemedikleri veya uygulansa da sonuç
alamayacaklarını bildikleri kurallar için başka bir ülkenin hukukuna tabi oluyorlar. Bunu da
bağlama noktasını değiştirmek suretiyle yapıyorlar. Bazen vatandaşlığını değiştiriyor bazen
mutat meskenini bazen işlemin gerçekleştiği yeri değiştiriyor. Böylelikle bağlama noktası
değiştirilerek uygulanacak hukuk da değişiyor ve istenilen sonuca ulaşılıyor. Hukuki mi?
Baktığınızda bir hukuksuzluk yok. Diğer hukuklar tanıyor. Ancak kendisi dolanılan, kendisi
ihlal edilerek işlem yapılan hukuk bu işlemi tanımıyor.
Örneğin bir İsviçre mahkeme kararında gördüm. İsviçre de bir göl vardır. Bu göl Leman Gölü.
Gölün bir tarafında Fransa bir tarafında İsviçre’nin Lozan kenti vardır. Vapurla yirmi dakikaya
Fransa’ya geçilebiliyor. Kararda da şu şekildeydi. Şimdi normalde İsviçre’de şirket kurma
masrafları oldukça pahalı, vergisel yükümlülükler yüksek. İsviçreli ne yapıyor? Gidip gölün
öbür tarafında kuruyor şirketi. Şirket Fransa’da kuruluyor ama faaliyetlerine İsviçre’de devam
ediyor vs. Sonradan anlaşılıyor ki sahibi İsviçreli, sermaye İsviçre’den, her şey İsviçre’de.
Sadece vergisel muafiyetlerden kaçınmak amacıyla Fransa’da bunlar çok çok daha düşükmüş.
Bunlardan kaçmak amacıyla şirket o bölgede kurulmuş. Dolayısıyla bunu kanuna karşı hile
olarak kabul etmiş. Neden? Çünkü şirketin kuruluş yerini değiştiriyor. Yani masraflardan
kurtulmak için İsviçre hukukunu dolanarak Fransız hukukuna gidiyor. Tabi ki her hukuk bu
tarz eylemlere kendi hukukunun uygun görüldüğü şekilde cevap veriyor. Kanuna karşı hile

32
kasıtlı bir şeydir. Bu sadece kastın yapıldığı devlet açısından bir şey ifade ediyor. Diğerlerini
bağlayan bir şey yok. Onların hukukuna göre zaten yasal bir süreç var. Yani kendi
topraklarına bir şirket kuruluyor. Bu son örnekte Fransız hukukunu ihlal eden bir şey yok.
Fransa için hukuk dışı bir şey yok.
(110- sonrası)
Evet demek ki kanuna karşı hile de bu şekilde. Kast olacak ve bağlama noktası değiştirilecek.
Çünkü normalde size uygulanması gereken hukukta siz istediğinizi elde edemiyorsunuz. Elde
edemediğiniz için de ne yapıyorsunuz? Size uygulanması söz konusu olan hukuku
değiştiriyorsunuz. İşte buna biz kanuna karşı hile diyoruz ama buna kendisine karşı hilede
bulunulan devletin yaptırımları dışında bir yaptırım söz konusu değil.
ÖN MESELE
*Şimdi vorfrage, ön meseleyi de şu şekilde açıklıyoruz. Bu özellikle bizim sıklıkla
karşılaşabileceğimiz bir şey. Şimdi Türk mahkemesinin önüne gelen bir örnekle devam
edelim. Davanın Türkiye’de açıldığını varsayalım. Dava Türkiye’de açıldığında hakim bakacak
önce yabancılık unsuru var mı yok mu. Bu bizim için çok temel zaten yabancılık unsuru yoksa
hiç möhuk’larda falan zaman kaybetmeyeceğiz iç hukuktaki diğer düzenlemeleri gideceğiz.
Ama yabancılık unsuru varsa işte o zaman MÖHUK devreye giriyor. Şahıs da olabilir kişi de
mutad mesken de yerleşim yeri de seçilen hukuk da tüzel kişi başka bir ülkede kurulmuş da
olabilir ihtilaflı mal farklı bir ülkede bulunuyor da olabilir gibi bunu böyle uzatabiliriz demiştik
yabancılık unsuru için.
*Yabancılık unsurunun varlığına kanaat getirdikten sonra bunun nasıl bir hukuki ilişki
olduğuna bakar. Bu soy bağının iptali, babalık davası mesela. Yok bu imalattan kaynaklanan
bir sorumluluk. Bu kişilik hakkının ihlali mesela sokakta kahve içiyorsunuz dondurma
yiyorsunuz fotoğraflarınız çekilmiş çekilmiş koyulmuş gibi böyle devam edebiliriz. Bu hukuki
nitelemeyi yaptıktan sonra uygulanması gereken MÖHUK’u açacağız ve o hukuki nitelemeyle
ilgili uygulanması gereken kuralı bulacağız. Şimdi o kuralı uygulayacağız ama birden hiç
beklemediğimiz bir hukuki mesele çıkacak. Tam bir yabancılık unsuru içeren hukuki problemi
çözmeye çalışırken böyle bir hukuki sorun içinde kendinizi bulacaksınız. Bu Almanca vorfrage
dediğimiz ön mesele tanımsal olarak esas meselenin çözümü ön meselenin çözümüne
bağlıysa ön mesele çözülüp akabinde de esas meselenin çözümüne geçilmesidir. Çünkü esasa
meselenin çözümlenebilmesi için öncelikle ön meselenin çözümlenmesi gerekir. Ondan sonra
da esas meselenin ve ilgili kanunlar ihtilafı kuralının uygulanması gerekir.
*Şimdi bir Amerikalı adam ile bir Türk kadının evlilik birliği içerisinde olduğunu düşünelim.
Adam zaman içinde hastalanıyor ve vefat ediyor. Baktığımız zaman burada nasıl bir hukuki
ilişki var? Biri Amerikalı biri Türk. Yabancılık unsuru var dolayısıyla biz direkt MÖHUK’a
bakacağız. Burada tabi miras hukuku hukuki nitelendirmesini yaptığımız hukuki çerçevesini
çizdiğimiz olay. Ana noktaları bir sürü: belki ölüme bağlı tasarruf var, belki miras intikali var,
paylaşılmasıyla alakalı 20. maddede çeşitli düzenlemeler var, mirasa ölenin hukukunun
uygulanacağı ile ilgili düzenleme var, mirasa konu taşınmaz ile ilgili düzenleme var…
Miras MADDE 20 – (1) Miras ölenin millî hukukuna tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar
hakkında Türk hukuku uygulanır.

33
(2) Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin
bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
(3) Türkiye'de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır.
(4) Ölüme bağlı tasarrufun şekline 7 nci madde hükmü uygulanır. Ölenin millî hukukuna
uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir.
(5) Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki millî
hukukuna tâbidir.
-Şimdi bunların uygulanmasına geçeceğiz. Kim mirasçı olacak, yasal mirasçılar vs. İşte bunlar
hep kanundaki çerçeve 20. madde ile tespit edilecek. Dolayısıyla bizim için 1-5. maddeler
önem atfediyor. Özellikle kanuni mirasçı olarak bizim bu olayımızda aklımıza gelen kişi kim
olabilir?
-Türk bir kadınla evli, ölüyor, hiç çocukları yok. Tabi ki eşidir kanuni mirasçı. Dolayısıyla miras
ölenin hukukuna tabidir hükmüyle bir çözüm gerçekleştireceğiz. Fakat ansızın oradan biri
çıkıyor ben de varım ben de mirasçıyım diyor. Şimdi normalde Türk hakimi gereken mirasın
açılmasını gerek intikalini gerek taksimini gerek kanuni mirasçılarını vs. hepsini 20. Madde
çerçevesinde idare edecek ve bu süreci başlatacak. Ama birden biri çıkıyor bir dakika diyor
ben de mirasçıyım. Birden bir dönülüyor bakılıyor ki mirasçı çıkmış. Kim bu? Amerikalı
adamın eşinden gizli evlat edindiği Kamboçyalı çocuk olsun.
-Şimdi normalde mesele 20. Madde çerçevesinde çözülecek fakat başka bir mirasçı çıkıyor.
Şimdilik esas meseleyi kenara bırakacağız yani işte mirasın intikali, paylaşımı vesaire. Ön
meselenin çözülmesi gerekiyor. Ön mesele de evlatlık ilişkisi, evlatlık ilişkisinin varlığı veya
yokluğu, geçerliliği veya geçersizliği, taraflar açısından bağlayıcı olup olmadığı. Dolayısıyla
Türk hakimi esas meseleyi kenara bırakacak çünkü esas meselenin çözümü için ön meselenin
çözülmesi gerekir. Evlatlık mirasçıysa miras eş ve çocuk arasında intikal edecektir. Evlatlık
ilişkisi bir bağlılık taşımıyorsa veya geçerli değilse o defter kapanacak ve esas meseleye
devam edilecektir.
- Şunu anlatmaya çalışıyoruz, esas meselenin çözümünün, ön meselenin çözümüne bağlı
olduğu hallerde ön meseleden söz ediyoruz.
-Dolayısıyla hayati ve sonucu etkileyecek bir şey. Türk hakimi ne yapacak? Önce geçerli bir
evlatlık ilişkisi olup olmadığını tespit edecek. Bunu nasıl yapacak? Yine möhuk hükümlerine
gidecek. Yine niteleme yapacak burada bir evlatlık ilişkisi var diyecek. Adam Amerikalı çocuk
Kamboçyalı dava Türkiye’de açılıyor yani yabancılık unsuru var diyecek. Hukuki
nitelendirmesi evlatlık ilişkisi diyecek. Hemen açacak möhuk’taki evlatlık ilişkisi ile ilgili
düzenlemeye bakacak. Burada eşin haberinin olmamasının evlatlık ilişkisini ne ölçüde
etkilediğini değerlendirecek. Uygulanacak olan hukuku tespit edecek. Ondan sonra vardığı
sonuca göre evlatlık ilişkisi geçerli veya bağlayıcı ise ona göre 20. Maddeden devam edecek.
Bunun için tabi öncelikle ön mesele olan evlatlık ilişkisini 18. Maddeye göre çözümlemesi
gerekiyor. Dolayısıyla gördüğünüz gibi ön mesele ile esas meselenin bağlı olduğu bağlama
kuralları da birbirinden farklı.

34
-Aynı şey mesela boşanmada da karşımıza çıkabilir. Taraflar boşanacak ama evli olmadıkları
iddiası ortaya atılıyor diyelim. Boşanma davası durur bir kenarda. Gerçekten bunlar arasında
bir evlilik birliği var mı yok tespitine geçilir. Burada da meselenin milletler arası nitelikli
tarafların Japon olduğunu düşünelim .Türk mahkemesi evlilik geçerli mi değil mi diye evlilikle
ilgili kanunlar ihtilafı kurallarına gidip ön meseleyi çözdükten sonra boşanmaya geçecek.
22.10.2020 (3. HAFTA)
(0-10 dk)
*Geçen hafta hangi konulardan bahsettiğini başlık olarak söylüyor ve yeni konuya geçmeden
önce kısa bir bahsedelim diyor:
*Bizim için atıf çok önemli. Kanun ihtilafı kuralları gösterici, yönlendirici kurallardır.
Yönlendirici kurallar olduğu için de her zaman için bir atıf var aslında. Ama atıf dediğimiz
zaman bazen maddi norm atfı yani; bazen Türk Hukuku bazen Japon Hukuku bazen Alman
Hukukuna atıf yapıldığını görüyoruz. Bazen de bağlama noktası dediğimiz(biliyoruz ki her
kanunlar ihtilafı kuralı bağlama konusu ve bağlama noktasından oluşuyordu.) o belirlenen
noktalara atıf yapılmak suretiyle uygulanacak olan hukuku buluyoruz.
*Şimdi kısaca hepsini toparlayacak olursak kanunlar ihtilafı, kanunların yarışmasıydı.
*Yabancılık unsuru içeren bir uyuşmazlık, bir hukuki olay, bir hukuki fiil birden fazla hukukun
uygulama alanına giriyordu. Birden fazla hukukun uygulama alanına girdiği için acaba hangi
hukukun uygulanması gerekir ilişkin sorunun cevabını arıyorduk. Çünkü aynı olaya İtalyan
hukuku uygulanabilme imkanına sahipken aynı olaya Türk hukuku da uygulanabiliyordu.
Dolayısıyla hangi hukuk uygulanmalı sorusunun cevabının kanunlar ihtilafı kurallarıyla
verildiğini söylemiştik.
*Bunun dışında kanunlar ihtilafı kuralları gösterici, yönlendirici kurallardı. Hiçbir zaman
uyuşmazlığa çözüm getirmeyen, uyuşmazlığı çözmeyen kurallardı. Maddi hukukun getirdiği
çözüm gibi çözüm getiren kurallar değildi. Sadece gösterici, yönlendirici kurallardı.
* Bunun için bağlama konusu ve bağlama noktası dediğimiz kanunlar ihtilafı kurallarını
oluşturan iki temel unsurdan bahsetmiştik. Her kanunlar ihtilafı kuralının mutlaka bir
bağlama konusu ve bağlama noktası vardır. Bağlama konusu hukuken vasıflandırdığımız,
hukuki çerçevesini çizdiğimiz şeydi. Yani bir hukuki olay, uyuşmazlık veya hukuki ilişki haksız
fiil olarak nitelendirildiğinde biz vasıflandırma yapmış oluyorduk, onun hukuki çerçevesini
çizmiş oluyoruz ya da bu bir evlat edinme ilişkisi dediğimizde veya bu soybağının iptali
dediğimizde veya bu nafakanın tahsili ile alakalı birşey dediğimizde napıyoruz? Bir hukuki
değerlendirme yapıyoruz buna vasıflandırma diyorduk ve her kanunlar ihtilafı kuralının bir
bağlama konusu olduğundan bahsetmiştik.
-Aynı şekilde bir bağlama noktasının varlığından da aynı önemde bahsediyoruz. Bağlama
noktası da dediğimiz hukuken vasıflandırdığımız, o hukuki çerçevesini çizdiğimiz o ilişki, olay
veya fiilin hangi hukuk çerçevesinde çözümleneceğini gösteren aslında ipucu gibi birşey. Bu
noktada baktığımızda genellikle mutad mesken, milli hukuk, yerleşim yeri, olayın
gerçekleştiği yer, malın bulunduğu yer gibi bir çok bağlama noktası. Bunları böyle belirli bir
şeyin içinde sınırlandıramayız. Her kanunlar ihtilafı kuralı uygulanacak hukuk anlamında o

35
ilişkiyle alakalı gördüğü, yakın gördüğü bağlama noktasına sahiptir. Ona göre bir düzenleme
getirilir dolayısıyla biz bunları sınırlandıramayız.
-Şimdi bu noktada demek ki bağlama konusu ve bağlama noktasının varlığı tartışılmaz.
Bağlama konusu ve bağlama noktasının hukuken vasıflandırılması noktasında ne demiştik? Ya
“Lex Fori” ya “Lex Causae” ya da ikisi birden uygulanıyor. Lex fori nedir? Hakimin hukukudur.
Yargılamayı gören hakimin hukukuna denir. Türk hakimi görüyorsa Lex Fori Türk hukukudur.
Alman hakiminin önüne dava gelmişse lex fori alman hukukudur. İtalyan hakiminin önünde
bir yabancılık unsuru içeren uyuşmazlık varsa lex fori İtalyan hukukudur. Yani hakimin
hukuku lex foridir. Bide
-Lex Causae kavramından bahsetmiştik. Lex causae ise esasa uygulanacak olan hukuktur.
Esasa uygulanacak olan hukuk demek uyuşmazlığın içeriğine, kapsamına, o uyuşmazlıktan
kaynaklanacak meselelere uygulanacak olan hukuktur. Örneklersek mesela bir haksız fiil olayı
ortaya çıktı. Bir Bulgar vatandaşı ve Bir Türk vatandaşı Bulgaristan’da bir trafik kazasına
karıştılar. Baktığınızda bu dava Türk mahkemelerinin önüne geldiğinde bu yabancılık unsuru
taşıyan bir uyuşmazlık. Neden? Çünkü şahısta yabancılık unsuru ve haksız fiilin gerçekleştiği
yerde yabancılık unsuru var. Kim için? Türk Hakimi için. Çünkü Türk hakimi açısından
yargılama Türkiye'de başladığında Türk hakimi bakacak : Bu olay nasıl bir olay? yabancılık
unsuru içeriyor mu? içerdiği kanaatine vardığında ne yapacak MÖHUK mevzuatı
çerçevesinde kendisine bir çözüm arayışı içerisine girecek: Yabancılık unsuru var mı? Var.
Taraflardan biri Türk ama diğeri Bulgar vatandaşı. Vasıflandırdığımız, hukuki çerçevesini
çizdiğimiz olay ne? Haksız fiil. Haksız fiil nerede gerçekleşmiş? Bulgaristan’da gerçekleşmiş.
Aynı zamanda haksız fiilin gerçekleştiği yerin de Türkiye dışında yabancı bir ülkede olması bu
da bir yabancılık unsurudur.
-Bu olayda iki tane yabancılık unsuru vardır. Bu iki yabancılık unsurunun varlığı Türk
Hakiminin MÖHUK çerçevesinde bir çözüm arayışına girmesine yol açacak. Bu noktada
baktığımızda kendi hukukumuza göre haksız fiil nitelemesini yaptık. Her zaman Türk hakimi
kendi hukukuna göre nitelendirir. Dolayısıyla dava Türk hakiminin önüne geldiğinde (haksız
fiilden kaynaklanan bir tazminat davası veya başka birşey) Türk hakiminin o haksız fiili
nitelendirmesiyle başlayan o süreçte Lex fori yani hakimin hukukuna göre niteleme yapıyor
ve bu uyuşmazlığın gerçekleştiği yer Bulgaristan. Dolayısıyla lex fori yani olayla alakalı haksız
fiille alakalı hakimin hukuku Türk Hukukuyken olayın gerçekleştiği yerin Bulgaristan olması ve
haksız fiilde haksız fiilin gerçekleştiği yer hukukuna atıf yapılması sebebiyle haksız fiilde
Bulgaristan’da gerçekleştiğine göre haksız fiilin esasına uygulanacak olan hukukta Bulgar
Hukukudur. Şimdi burada görüyoruz işte lex fori yargılamayı yapan hakimin hukuku yani Türk
hukuku. Lex causae ise işlemin veya olayın esasına uygulanacak olan hukuk. Olayın esasına
uygulanacak olan hukuku da tabi ki kanunlar ihtilafı kurallarıyla belirliyoruz. O yüzden
baktığımızda haksız fiille alakalı möhuk’taki ilgili maddeyi açtığımızda ilk cümle ne der? Haksız
fiile uygulanacak olan hukuk, haksız fiilin gerçekleştiği yer hukukudur der.
-Dolayısıyla haksız fiilin gerçekleştiği yer hukuku lex causae dir, esasa uygulanacak olan
hukuktur. O yüzden lex fori ve lex causae özünde farklı olguları, farklı hukukları anlatmak için
kullanılan bir kavramdır. Ama zaman zaman ikisinin çatıştığı, aynı hukuk üzerinde birleştiği
görülebiliyor (bizim daha sonra yapacağımız pratiklerde de daha önceki yaptığımız sınav

36
sorumuzda da lex fori ve lex causae aynı hukuk üzerinde birleşmişti). Ama lex fori başka bir
şey lex causae başka bir şey.
(10-20 dk)
Ama kanun ihtilafı uygulaması içinde bazen istisnai olarak her iki olgu/kavram üzerinde de
aynı hukukun birleştiği durumlarla karşılaşabiliyoruz.
*Şimdi bu noktada lex fori ve lex causae nın farklı şeyler olduğunu biliyoruz, bunu öğrendik.
Her kanun ihtilafı kuralının bağlama konusunda bağlama noktasından oluştuğunu söyledik.
Bağlama konusu ve bağlama noktası belirlenirken ya lex causae ya da lex fori den
yararlanıldığını, ya da her iki sistemin birlikte uygulandığı sistemlerin varlığından bahsettik.
Türkiye’de aslına bakarsanız her iki sistem de uygulanıyor yani bazen lex fori bazen lex
causae yı uygulayabiliyoruz ama uygulamada Türk hakimi %90-95 kendi hukukuna göre yani
lex fori ye göre değerlendiriyor. Yani uygulama lex forinin hakimiyeti çerçevesinde gelişiyor.
Çünkü Türk hakimi önüne gelen uyuşmazlığı kalkıp da Fransız hukukunda acaba bu hukuki
olaya nasıl bir vasıflandırma getiriliyor gibi düşünmez bunun çabası içerisine girmez. Ben de
Türk hakimi olsam ben de Fransız hukukunda bu ne demiş/ nasıl vasıflandırmış demem.
Kendi hukukuma göre bu bir haksız fiil, bu bir evlat edinme, bu ikametgahla alakalı bir şey ya
da isim değişikliğiyle alakalı ya da bu kişisel hakların ihlaliyle alakalı bir haksız fiil ya da
imalattan kaynaklanan bir haksız fiil nitelemesini tabiki kendi hukukuma göre
değerlendiririm. Ama bazen iç hukukta ya da hakimin hukukunda bazı kavramların olmaması,
bazı hukuki müesseselerin olmaması bizim o değerlendirmeyi lex fori ye göre yapmamızı
imkansız kılıyor. O zaman işte lex causae nın yani esasa uygulanacak olan hukukun yorumuna
ihtiyaç duyuyoruz. Bazen kıyas yöntemini kullanıyoruz bazen kendi iç hukukumuzda o kurala
benzer müesseseleri düşünüyoruz “o müesseseyi şöyle işlettik bu müessese bizde yok ama
bizde de buna benzer bir şey var dolayısıyla biz de buna göre uygulayalım” şeklinde biraz
kıyas yöntemini kullanmak suretiyle değerlendiriyoruz. O yüzden sizin bilmeniz gereken biz
bağlama konusu ve bağlama noktasını çoğunlukla Türk uygulaması açısından kendi
hukukumuza göre yani lex fori ye göre yapıyoruz. Ama bazı istisnai durumlarda lex causae ya
göre de vasıflandırma yapıldığını söylemiş olalım.
*Bunun dışında atıftan bahsetmiştik. Renvoi dediğimiz atıf şimdi kanun ihtilafı kuralları zaten
hep atıf, yönlendiriyor, çözüm getirmiyor, çözmüyor bunu unutmayalım.
-Mesela sınavlarda falan da hep böyle olur, bazı arkadaşlarımız yazar yazar ehliyetsizdir
ehliyetlidir yapamaz işlemi olamaz vs. biz bununla ilgilenmiyoruz. Sonuç bizi ilgilendirmiyor

37
biz sadece hangi hukuk uygulanır ve hangi hukuka göre olay çözümlenir biz bunu istiyoruz. O
yüzden siz sorularınızı cevaplarken yorumunuzu yaparken kanunlar ihtilafı kurallarının bu
özelliğini hiç unutmayın. Biz sonuç getirmiyoruz biz hangi hukukun uygulanacağını
belirliyoruz bizim işimiz orda bitiyor. Ondan sonra hangi hukuku hangi hakim uygulayacaksa
onu uyguluyor bi noktaya varıyor. O artık zaman zaman ticaret hukukunun konusu haline
geliyor yabancı veya Türk fark etmez, ulusal veya yabancı ticaret hukukunun konusu içerisine
giriyor veyahut medeni hukukunun konusu içerisine giriyor ne gibi bir sonuç getirdiği bizi çok
da ilgilendirmiyor.
*Atıf önemliydi, bağlama kuralları olarak ifade edilen kanun ihtilafı kurallarının hep atıf
yaptığını söylemiştik. Bazen maddi norm atfını görürüz yani ne demek bu? Açarsınız kanunu
bakarsınız, bazı maddelerde otomatikman Türk hukukuna atıf yapar özellikle mesela
evlenmeyle alakalı düzenlemede, evlenmenin genel hükümlerinde kademeli bir bağlama
kuralıdır, gider gider gider ondan sonra Türk hukuku kuralı uygulanır. Yani “hiçbirinde bir
sonuca ulaşamıyorsan Türk hukuku uygulanır” der. Burada mesela Türk hukuku uygulanır
şeklindeki atıf bir maddi norm atfıdır. Yine yönlendirir yani Türk hukukunda ne olacağını bize
söylemez ya da Türk hukukunun buna ne gibi bir sonuç getirdiğini söylemez ama Türk
hukukunun uygulanacağını söyler. Dolayısıyla işte bu yüzden biz bu kurallara bağlama
kuralları diyoruz ve böyle net bir şekilde belli bir hukuka atıf yapan kurallara maddi norm atfı
yapan kurallar diyoruz.
-Bazen de özellikle aile hukuku şahsın hukuku ve miras hukuku meselelerinde ise Renvoi
adını verdiğimiz, geçen hafta da anlatmıştık, iade atıf veya devam eden atıf adı verilen bir
yöntemden yararlanılır. Burada özellikle yine olay Türk hakiminin önüne geldiğinde veya ilgili
makamların önüne geldiğinde eğer şahsın hukuku, vasıflandırmayı da yaptığımızda yani
hukuku olayı ya da işlemi de değerlendirdiğimizde vasıflandırdığımızda, belli bir noktaya
varacak o nokta çerçevesinde biz bu ilişkinin aile hukukuna mı ilişkin, şahsın hukukuna mı
ilişkin, miras hukukuna mı ilişkin olduğunu belirledikten sonra, kanunda ilgili kanunlar ihtilafı
kurallarına gidip o kanunlar ihtilafı kurallarının bizi yönlendirdiği ülkenin de kanun ihtilafları
kurallarına gidip oradaki maddi normu çekip çıkartıyoruz.
-Yani şu demekti hatırlarsanız; diyelim ki yine ehliyetten bahsedelim, hak ve fiil ehliyeti
ilgilinin milli hukukuna tabiidir demiştik. Şimdi burada ilgilinin hak ve fiil ehliyeti bağlama
konusudur. Yani hukuken vasıflandırdığımız şey hak ve fiil ehliyeti bağlama konusu. Hangi
noktaya bağlamış? İlgilinin milli hukukuna bağlamış. Milli hukuk burada bağlama noktasıdır.

38
Şimdi buradaki hak ve fiil ehliyetini düşündüğümüzde bu şahsın hukukuna ilişkin bir şeydir.
Şahsın hukukuna ilişkin bir mesele ortaya çıktığında biz bu atfın nasıl bir değerlendirmeye
tabi tutulacağını kanunumuzun 2. maddesinin 3. fıkrasından öğreniyoruz.
Yabancı hukukun uygulanması
MADDE 2
“ (3) Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının başka bir hukuku yetkili
kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilaflarda dikkate alınır ve bu
hukukun maddi hukuk hükümleri uygulanır.”
-Dolayısıyla olayımıza döndüğümüzde bizim buradaki temel sorunumuz hak ve fiil ehliyetine
uygulanacak olan hukukun tespiti olduğu için ve bunun bir şahsi statüye ilişkin bir mesele
olması sebebiyle burada biz Renvoi adını verdiğimiz o atıf teorisi çerçevesi içerisinde ya iade
atıf ya da devam eden atıf şeklinde karşınıza çıkan yöntemi uygulayacağız. Ne yapacağız?
Tabiki bunun bir hak ve fiil ehliyeti meselesi olduğunu değerlendireceğiz ve kendi
hukukumuza göre değerlendirdiğimiz için, önce yaptık kendi hukukumuza göre “bu bir fiil
ehliyeti meselesi veya bir hak ehliyeti meselesi” dedik vasıflandırdık olayı ve naptık hemen
MÖHUK’a gittik. Möhukta nereye gittik? Möhukta hak ve fiil ehliyetiyle alakalı ilgili
düzenlemeye gittik. 9. madde ne diyor?
Ehliyet
MADDE 9
“(1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin milli hukukuna tabidir.”
diyor. Çünkü bizim kanunumuz hak ve fiil ehliyetinde şahsi statüyü en yakın olarak milli
hukuku yani kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuku belirlemiş. Dolayısıyla hemen
ilgili kişinin vatandaşlığına bakmak durumundayız. İlgili kişi İspanyol vatandaşı olsun. Hemen
ne yapacağız? İspanyol milli hukukuna gideceğiz. Ama İspanyol milli hukukunun maddi
normlarına gitmeyeceğiz. İspanyol milli hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz.
Neden? Çünkü şahsın hukukuyla alakalı ve kanunumuzun 2. maddesinin 3. fıkrası şahsın
hukukuyla alakalı meselelerde gidilen yabancı kanunun kanunlar ihtilafı kurallarına gidilmesi
gerektiğinden bahsediyor. İspanyol kanunlar ihtilafı kurallarına gittik orda nereye gideceğiz?
Orda da hak ve fiil ehliyetiyle alakalı düzenlemeye gideceğiz. 2. Basamağımız bu.
1. Basamak: Kendi kanunlar ihtilafı kurallarımız (m.9),
2. Basamak: Kişinin milli hukuku sebebiyle bizim kanunumuzun, MÖHUK’un, bizi
yönlendirdiği İspanyol kanunlar ihtilafı kuralları.

39
-İkinci basamaktaki İspanyol kanunlar ihtilafı kuralları hak ve fiil ehliyetinde işlem yeri
hukukuna atıf yapabilir, çünkü o da gösterici kural biliyorsunuz ki kanun ihtilafı kuralı olduğu
için. Naptı bizi tekrar attı nereye attı işlem yerine attı. İşlem yeri Türkiye ise ve yargılama
Türkiye’de görüldüğü için bir iade atıf var. Neden? Türk hukukuyla başladı, İspanyol kanunlar
ihtilafı kurallarına gittik akabinde tekrar Türk hukukunun maddi normlarına geri döndü ve
orda kestik. Artık İspanyol kanunlar ihtilafı kurallarının bağlama noktası olarak işlem yeri
hukukuna atıf yapması ve işlem yerinin Türkiye olması sebebiyle bizi artık Türk hukukunun
maddi normlarını uygulayarak orda olayı bitireceğiz. İspanyol kanunlar ihtilafı kuralları (bu
varsayımsal bir şeyde) işlem yerine atıf yapmamış olabilir. Neye atıf yapmış olabilir? Kişinin
doğduğu yere atıf yapmış olabilir.
(20-30 dk)
Neden ? Türk hukukuyla başladık. İspanyol kanunlar ihtilafı kurallarıyla devam ettik akabinde
yine Türk hukukunun maddi normuna geri döndük ve artık orada kestik. Artık Türk
hukukunun maddi normlarını uygulayıp bitireceğiz.
-İspanyol hukuk kuralları işlem yerine atıf yapmamış olabilir kişinin doğduğu yere atıf yapmış
olabilir. İspanyol vatandaşıdır ama ispanyada doğmamış olabilir İngiltere’de doğmuş olabilir.
Dolayısıyla İspanyol kanunlar ihtilafı haksız fiil ehliyetinin belirlenmesi noktasında artık
doğum yerine atıf yapmışsa o zaman da Türk hakimi İngiliz hukukuna gidecek. Çünkü
İspanyol kanunlar ihtilafı kuralları onu doğum yeri bağlama noktasına götürecek ve biz de
artık orada keseceğiz. Bu atıf gereği İngiliz hukukuna göre Türk hakimi karar verecek. Yani atıf
kuralları 3. Dereceye kadar gittiğimiz ve orada kestiğimiz bir sistem öngörüyor. Fargo
davasında da anlatmıştık. Ren Moi kurumunun ortaya çıkmasına sebep olan davadır. Ama biz
her zaman için kendi vasıflandırmamızı kendimiz yapıyor bir vesayetle alakalı mı kısıtlılıkla
alakalı mı ya da bir borçlar hukuk sözleşmesi olup olmadığını değerlendirdikten sonra ve
yabancılık unsuru da varsa MÖHUK çerçevesinde ilgili maddeye gidiyoruz.
*Biz 20. maddeye kadar full atıf yapıcaz ama 20. maddeden sonra atıf yok. Ama 20 den
sonraki maddelerde de ren moi anlamında bu üç kademeli atıf yok normal atıf kuralları var.
Fiil ehliyeti ortaya çıkana kadar yapmayacağız. Ancak biz sözleşmeyi anlattığımızda
sözleşmeye uygulanacak olan hukuku bulduğumuz zaman atıf yapıcaz. O zaman tekrar bu 9.
Maddeye döneceğiz. Yani kısaca atıf ren moi konusu önemli.
SORU: Şahıs, aile ve miras hukuku dışındaki durumlarda kanunlar ihtilafının ilk atıf yaptığı
yerin maddi hukukunu uyguluyoruz dimi?
-Aynen öyle şahıs aile ve miras dışında atıf yapılan hukukun maddi normları uygulanır.
Örneğin 21/2’ye bakalım:
Aynî haklar MADDE 21 – (2) Taşınmakta olan mallar üzerindeki aynî haklara varma yeri
hukuku uygulanır.

40
-Bu şahsın hukukuyla mı miras hukukuyla mı yoksa aile hukukuyla alakalı bir şey mi var. Yok o
zaman burada kanunumuzun 2/3’unu uygulamamıza gerek yok. O zaman nereye gideceğiz
varma yeri hukuku. Bu gemi nereye gidiyor. Fransa’ya varacak diyelim. Tamam o zaman
Fransız hukuku uygulanır diyeceğiz geçeceğiz. Orda artık klasik anlamda anlattığımız sistemi
burada uygulamayacağız. Direk maddi normu uygulayacağız.
-Örneğin,
Haksız fiiller MADDE 34 – (1) Haksız fiilden doğan borçlar haksız fiilin işlendiği ülke hukukuna
tâbidir.
-Düşünelim haksız fiil, aile hukuku mu şahsi hukuk mu miras hukuku mu değil. Biz burada
maddenin yaptığı hükmü nasıl değerlendiricez. Biz burada haksız fiil nerde gerçekleşiyorsa
oranın maddi normlarına gidicez. İtalya’da gerçekleşiyorsa İtalya. Türkiye’de gerçekleşiyorsa
Türk maddi normlarına gidicez.. Aynı şey sözleşmelerde de geçerlidir. Genellikle uluslararası
nitelik taşıyan borç taşıyan sözleşmelerde hukuk seçimi getirilir yani taraflar aralarında
anlaşır ve bir sözleşme seçerler. Dolayısıyla seçilen hukuk o sözleşmeyi idare edecek olan
hukuktur. İki Türk Çin hukukunu seçebilir. Bunu engelleyecek bir şey yoktur. Artık bunu
seçmeleriyle ortada yabancılık unsuru içeren bir durum ortaya çıkar. Her iki tarafın şirketinin
Türk şirketi olması ya da ticaretin Türkiye’de gerçekleşiyor olmasına rağmen Rus hukukunu
seçmeleri bu onların ilişkisinin yabancılık unsuru taşıyan ilişki olmasına sebep olur. Yabancılık
unsurunun anlatırken bahsetmiştik. Yabancılık hukukunun seçilmesi de yabancılık unsurudur.
-Dolayısıyla Türk hakimi seçilen yabancılık unsuru çerçevesinde olaya çözüm getirecek.. Artık
Rus hukukunun maddi normlarını uygulayacak. Çünkü aile şahıs miras hukukuyla alakalı bir
durum yok biz o değerlendirmeyi yaptık. Burada direk maddi normlarına gidiyoruz diyeceğiz.
Ama nitelememiz aile hukuku şahsın hukuku miras hukuku ile alakalı ise o zaman orada farklı
bir yöntem uygulamamız gerektiğini unutmuyoruz.
-Bunun en şeyi miras hukukudur. Bu arada miras hukuku kanunda geçmez ama mirası
bilmeniz gerekiyor. Çünkü aile hukuk uzantılı bir şey. Daha önce de söyledik kişilerin ölüme
bağlı tasarruf yapması vs. aile hukukunu çok şey yapmıyor başka birine de miras bırakabilir
ama biz mirası da bu kapsamda kanunlar ihtilafı kuralları kapsamında kabul ederiz.
-Şimdi bir İngiliz vatandaşı Türkiye’de öldüğünde mirasa milli hukuk uygulanır dediğimizde biz
burada İngiliz milli hukukunun maddi normlarını mı uygulayacağız yoksa İngiliz hukuku
Kanunlar ihtilafını mı uygulayacağız? Öğrendiğimiz şekilde İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarının
mirasta getirmiş olduğu bağlama noktasına giderek o kuralları uygulayacağız. İngiliz kanunlar
ihtilafı da örneğin öldüğü yer hukukuna atıf yapıyor olabilir götürüyor olabilir. Buradaki
kanunlar ihtilafı kuralları da göstericidir. Bunu örnek olarak söylüyorum. Öldüğü yere
bakacağız Türkiye’de ölmüş. O zaman Türk hukukunun maddi normlarını uygulayacağız.
(30-40 dk)
*Türk hukukuna dönüyor. Türk möhukuyla başlıyoruz, İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına
gidiyoruz. İngiliz kanunlar ihtilafı kuralı Türk hukuku demiyor dikkat ederseniz, öldüğü yer
hukuku diyor. Dolayısıyla Türkiye de öldüğü için Türk hukukuna dönüyoruz. Eğer Türkiye’de
malvarlığı olan, yerleşim yeri olan bu İngiliz vatandaşı İspanya da ölseydi o zaman ne
diyecektik? İspanya maddi normlarını uygularız diyecektik, o zaman da ne olacaktı devam

41
eden atıf olacaktı. Çünkü İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları bizi öldüğü yer hukuku kurallarına
götürdüğü için ve öldüğü yer de Türkiye’de yaşamasına rağmen İspanya ise İspanyol maddi
normlarını uygulayarak mirasa uygulanacak olan hukuku tespit edecektik.
-Tabi bu maddelere daha geçmediğimiz için kafa karışıklığı olabilir. Yani biz mirasa milli hukuk
dediğimizde ya hocam nesine uygulayacağız, sorusu aklınıza gelebilir. Şimdi bunu böyle deyip
geçmek kolay. Çünkü sorgulamıyorsun, mirasın nesine yani, nesine İspanya hukuku
uygulayacağız? Nesine Türk hukuku uygulayacağız? Bu soru çok temel bir soru. Çünkü olaylar
gerçekleştiği zaman, evet siz o hukuki nitelemeyi yapıyorsunuz genel olarak bu bir miras
meselesi diyorsunuz ama önünüze gelen olay belki kanuni mirasçıların olup olmamasıyla
alakalı belki mirasın açılmasıyla alakalı belki mirasın taksimiyle alakalı belki mirasın nakliyle
alakalı belki ölüme bağlı tasarrufla alakalı. Miras meselesinin bizim karşımıza nasıl çıkacağını
bilemeyiz. Dolayısıyla o kanunlar ihtilafı kuralının nelere uygulandığını da bilmemiz gerekiyor.
Burada kastettiğim şey şu: bir İspanyol hukukunu uyguladığımızda mirasın esasına
uygulanacak hukuk İspanyol hukuku oluyor veya ölüm yeri Türkiye ise Türk hukuku oluyor,
ölüm yeri İspanya ise İspanyol hukuku oluyor. Peki biz İspanyol hukukunu mirasın nesine
uygulayacağız sorusunun cevabı da çok önemli. Aynı şey mesela sözleşmelerde de sözleşme
şu hukuk uygulanır zaten tamam kanun bizi yönlendiriyor. Biz zaten hangi hukuk
uygulanacağını biliyoruz onda bir sıkıntı yok ama her zaman karşınıza sözleşmede hangi
hukuk uygulanır diye bir mesele de çıkmıyor arkadaşlar. Ya o sözleşmeden kaynaklanan
zamanaşımı problemi oluyor, ya o sözleşmeden kaynaklı fiil ehliyetiyle ilgili bir problem
çıkıyor, ya o sözleşmenin haksız feshiyle ilgili bir problem çıkıyor ya ayıplı mal diyor ya farklı
bir mal gelmesi, eksik mal gelmesi, zararla ilgili mücbir sebeple ilgili meseleler, sözleşmenin
ifasıyla ilgili sorunlar vb. Birçok varyasyon çıkıyor. İşte biz bu varyasyonların hangi kapsam
içinde olduğunu iyi değerlendirmemiz gerekiyor ki kanunlar ihtilafı kuralını uygulayalım.
Evlenmede ehliyet ne demektir, evlenme engelleri mesela açtık evlenmeyle ilgili kanun
maddesini ne diyor:
Evlilik ve genel hükümleri
MADDE 13 – (1) Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlenme anındaki millî
hukukuna tâbidir.
-Tamam bağlama konusu evlenme ehliyeti ve şartları, bağlama noktası evlenecek çiftlerin
milli hukuku. Evlilik aile hukukuyla alakalı tamam iade atıf, devam eden atıf, renvoi gibi bir
sistem uygulayacağız tamam da burada evlenmeyle ilgili evlenme şartlarıyla ilgili kast ettiği
şey nedir? Yani burada evlenmenin maddi şartları, evlenmenin şekli şartları, evlenme
engelleri vs. Gibi şeyle hep aklımıza gelecek. Yani yoksa zaten evlenmenin şartları şu şu
hukuk uygulanır deyip geçsek olay gayet basit ama karşımıza ne bileyim bir Amerikalı çift
gelecek amca yeğen mesela Türkiye’de evlenmek isteyecekler.
Kendi milli hukukları Amerikan hukuku uygular mısın uygulamaz mısın? Ya da uygularsan
nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Türk hukuku açısından kabul edilir mi? Türk gelenek görenek
ahlak kuralları açısından nasıl sonuç doğurur gibi ya da Türk hukukundaki bir takım emredici
kuralları ihlal eder mi? Her emredici kuralın ihlal edilmesi o kuralın uygulanmamasını mı
gerektirir? Gibi birçok soru da devamında geliyor. Dolayısıyla bizim için önemli geniş bir alan.
Kanuna Karşı Hile
*Kanuna karşı hilede ne yapıyorduk bağlama noktasını değiştiriyorduk.

42
*Bağlama noktası değişirken aslında normal şartlarda bize uygulanması söz konusu olan
hukuki durumdan kaçınmak amacıyla bağlama noktasını değiştirerek, kendimize uygulanacak
olan hukuku değiştiriyorduk.
*İşte geçen ders bahsetmiştim, Danimarka'da ve İskoçya'daki evlilikler daha doğrusu
Almanya’nın Danimarka sınırındaki küçük bir köy bir dönem özellikle 1800 lü yıllarda
sonlarına doğru ve işte İskoçya'da küçük yaşta evlilikler,13 yaşında evliliğe müsaade eden
bölgelerde kişilerin evlenmek için oralara giderek evlilikleri gerçekleştirmeleri söz konusuydu.
Çünkü yapıldığı yer hukuku bu anlamda etkili oluyordu. Ya da işte ne bileyim evlilik yasağı
getiren bazı hukuklar, boşanma yasağı getiren bazı hukuklardan kaçınmak için kişiler
vatandaşlıklarını değiştiriyorlardı ki kendilerine uygulanacak olan hukuk değişsin ve böylece
istedikleri amaç gerçekleşsin. Biz buna kanuna karşı hile diyorduk. Kanunun dolanılması. Ve
uluslararası hukuk açısından diğer ülkeleri bağlayacak bir şey yok ama kendisine karşı hile
yapılan ülkenin bu hukuki işlemi tanımaması, kabul etmemesi gibi bir yaptırımın olduğundan
bahsetmiştik. Hani belki İspanyol hukuku yapılan ikinci evliliği tanımazdı o dönemde şu an
için geçerli değil de 1981 yılına kadar olan düzenlemede ikinci evliliği tanımıyordu,
boşanmayı tanımıyordu. Ne yapılıyordu işte vatandaşlık değiştirilmek suretiyle
boşanıyorlardı. Bu noktada da mesela boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisi de boşanma
kabul edilmediği için çocukların durumu açısından da muallak bir uygulama vardı. Hepsi
birbirine bağlı gördüğünüz gibi. O zaman da mesela ayrılıkla ilgili hükümler dikkate alınarak
bir çözüm getiriliyordu çocukların boşanma sonucu ortaya çıkan hukuki durumlarıyla alakalı.
Bu hukuki yaptırım sadece kendisine karşı hile yapılan ülke açısından geçerli yoksa Türk
hukuku açısından veya başka bir hukuk açısından farklı bir hukuk dışılık yok. Bir ülke
kendisine karşı kanunları dolanıldı diye diğer ülkelerin de bu hukuki ilişkiye karşı duracakları
gibi bir durum söz konusu değil. Nihayetinde yapıldığı yer hukukuna göre geçerli.
Biliyorsunuz bizim alanımızda yapılan işlemleri ayakta tutmak, favor negotii dediğimiz bir
anlayış hâkim. Dolayısıyla kendisine karşı hile yapılmış ülkenin o hukuki ilişkiye yaptırım
uygulaması diğer ülkeleri bağlamıyor. Neden ?Zaten işlemin yapıldığı yer hukukuna göre
geçerli bir işlem var onu ayakta tutmak daha çok o ülkenin kendi şahsi durumuyla alakalı yani
kendi hukukunun şahsi bakışıyla alakalı bir şey.
Ön Sorun
*Ön mesele neydi? Milletlerarası özel hukukta bir hukuki uyuşmazlık, ihtilaf olay
çözümlenecek fakat o olayın çözümlenmesi noktasında başka bir sorunun ortaya çıktığını ve
aslında öncelikli olarak o sorunun çözümlenmesi gerektiği noktasına geliyoruz. Yani bu
noktada asıl sorunun çözümü, ön sorunun çözümüne bağlı bir hal alıyor. O zaman önce ön
meselenin çözümlenmesi, yine o klasik kanunlar ihtilafı metodolojisinin uygulanması atıfsa
atıf renvoi ise renvoi iade atıfsa devam eden atıfsa neyse vasıflandırmaysa onların
uygulanması meselenin çözümlenmesi akabinde de o sonuca göre esas meselenin çözümüne
geçilmesi söz konusu oluyor.
(40-50 dk)
Biz buna milletlerarası özel hukukta, kanunlar ihtilafında ön mesele diyoruz. Bunun geçen
derste de örneğini vermiştik.
-Mesela bir çift boşanacak, boşanma davası açıldı ama diyor ki biz zaten evli değildik ki
boşanalım diyor bir tanesi biri boşanma davası açıyor. Diğer taraf diyor ki diyelim ki iki

43
Amerikalı Türkiye de boşanma davası açıyor (açabilirler.) Yani şöyle bir yanılma olmasın sizde
Türk mahkemesi her zaman Türk hukukunu uygular gibi bir şey yok. Yani Türk
mahkemelerinde sadece Türkler dava açacak diye bir kural yok çünkü herkes istediği yerde
davasını açabilir. Önemli olan mahkemenin kendisini yetkili kabul etmesi ve o davayı
görmesi. O davayı görürken de duruma göre o vasıflandırma ve kanunlar ihtilafı çerçevesi
içinde kendi hukukunu da uygulayabilir, başka bir ülke hukukunu da uygulayabilir. Yani Türk
hakimi başka bir hukuku uygulayamaz gibi bir yaklaşımınız ve düşünceniz olmasın. Dolayısıyla
Türk hakimi Alman hukukunu da uygular Japon hukukunu da uygular, Kore hukukunu da
uygular uygulaması gerekiyorsa o yüzden iki Amerikalının Türkiye de boşanma davası
açmasında hiçbir sakınca yoktur. Mahkeme kendini yetkili gördüğü sürece ve bir yetkisizlik
itirazı söz konusu olmadığı sürece dava görülebilir.
-Biliyorsunuz bizim doğrudan HMK ile de bir bağlantımız var biz de yetki itirazı ilk itiraz
biliyorsunuz, itiraz olmadığı sürece mahkeme yargılamaya devam edebiliyor. Dolayısıyla tabi
ki yapılan yargılamayla şunu da unutmayalım bizim HMK sistemimizde yargılama yetkisi,
taraflar, dava konusu ve mahkemenin yargı alanı sınırı bir bağlantının olması gerekiyor. Çok
alakasız, bağlantının olmadığı bir mahkemenin de yargılamayı görmesi de kabul görülmüyor.
Dolayısıyla bunu farklı dengeler üzerine oturtulmuş bir düzen olarak kabul etmemiz
gerekiyor. Bazen daha sonraki zamanlarda işleyeceğiz özellikle ikinci dönemde yetki
seçiyorsunuz başka bir ülke mahkemesini seçiyorsunuz yargılama orada görülsün diyorsunuz
ama o ülke ile ve taraflarla hiç ilgisi olmayabiliyor. Yani farklı uygulamalar da ortaya
çıkabiliyor. Biz bu alanı öğrendikçe onların dengelerini de öğreneceğiz. Hani burada anlatmak
istediğimiz şey esasen Türk hakiminin ikisi de yabancı sıfatını taşıyan iki taraf arasındaki bir
uyuşmazlığı çözülmesi noktasında bu yargılamayı yapabileceği. Olayımıza dönecek olursak iki
Amerikalı Türkiye de boşanma davası açıyor taraflardan biri diğerine:‘’ Biz zaten hiç evli
değildik ki.’’ Diyor. Şimdi Türk hakiminin boşanma davasını sonuçlayabilmesi için öncelikle bu
kişiler arasında geçerli ve bağlayıcı bir evliliğin var olup olmadığını tespit etmesi gerekiyor ki
ona göre boşanma davası bir sonuca varsın veya reddedilsin. İşte burada esas meselenin
çözümü ön meselenin çözümüne bağlı oluyor. Ön mesele burada evliliğin varlığı ve maddi
geçerliliği. Esas mesele ise boşanmadır. Boşanma kararının sonucunu öğrenebilmemiz
öncelikle muhtemel bir evliliğin varlığını ve yokluğunu bilmemize ve hakimin ona göre bir
kanaat getirmesine bağlıdır ki hakim boşu boşuna bir karar vermiş olmasın. Burada bir ön
mesele ile karşılaşıyoruz. MÖHUK açısından önemi ise her ikisinin de yabancı olmasıdır.
Dolayısıyla yabancılık unsuru içeren bir ihtilaf da ortaya çıkan bir ön mesele var ve hakim bu
ön meseleyi hukuki kurumu (evlilik) vasıflandırdığı kuruma uygulanması gereken kanunlar
ihtilafı kurallarını uygulayarak belirleyecek ve ondan sonrasında da aldığı sonuca göre
boşanma davasına geçecek. Eğer ki evlilik yoksa zaten boşanma davası gibi bir durum
olmayacak. Evlilik geçerli ve bağlayıcıysa o zaman boşanma davasına uygulanacak olan hukuk
noktasını tespit aşamasına geçecek. Ve boşanmada uygulanacak olan 14. Madde vs. Onu
uygulayarak çözüme kavuşturacak.
Kapsam MADDE 1 – (1) Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde
uygulanacak hukuk, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların tanınması
ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir.
(2) Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası sözleşme hükümleri saklıdır.

44
*Şimdi de genel olarak 1. Madde den giriş yapalım ve devam edelim. Bu terminolojik
tartışmalar sonrasında kanunumuza geçiş yapıyoruz. Hep dediğimiz şey kanunlar ihtilafı
içerisinde yabancılık unsuru olan milletlerarası özel hukuk ilişkilerini düzenleyen, onlara
uygulanacak olan hukuku tespit eden, bu bağlamda bir Türk mahkemelerinin milletlerarası
yetkisi bu davayı görür mü görmez mi, davayı görme yeterliliğine sahip mi , değil mi,
mahkeme kararlarının Türkiye de ki etkisi gibi alanları kapsayan bir alan. Zaten kanunumuzun
giriş kısmında da ilk madde de MÖHUK kanununun düzenleme amacı ve düzenlediği konular
detaylı bir şekilde anlatılmış. Tabi ki uluslararası antlaşmalara yeri geldiğince değineceğiz
bizim alanımız içinde uluslararası antlaşmalar var. Şuan da ilk aklama gelen nafaka. Nafaka ile
alakalı oldukça ciddi anlaşmalara tarafız (çok taraflı) ve dolayısıyla usul hukukunda iki taraflı
ve çok taraflı olmak üzere adli işbirliği antlaşmalarımız var. Bu anlamda uluslararası
sözleşmelerin zaten getirdiği hükümler saklı onu biliyoruz.
Yabancı hukukun uygulanması MADDE 2 – (1) Hâkim, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu
kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku re ’sen uygular. Hâkim, yetkili yabancı hukukun
muhtevasının tespitinde tarafların yardımını isteyebilir.
(2) Yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm araştırmalara rağmen tespit edilememesi
hâlinde, Türk hukuku uygulanır.
*Şimdi yabancı hukukunun uygulanması noktasında 2. Madde de hakimin tabi ki yabancılık
unsurunu tespit ettikten sonra bu tespiti yabancı hukuka resen uyguluyor bunda bir sıkıntı
yok. Bu noktada hakim (mesela Japon hukuku uygulayacak) bu hukuku uygularken
büyükelçiliğe yazacak, konsolosluğa yazacak, Adalet bakanlığı uluslararası ilişkiler ve genel
müdürlüğüne yazacak, üniversitelere yazacak, üniversitelerin bu konuda ki departmanlarına
yazacak, milletlerarası özel hukuk ana bilim dallarına yazacak, kendi yargı alanı içerisine
yazacak bu konu hakkında çalışan enstitülere yazacak veya taraflardan yabancı hukukun
bulunması için de yardım isteyebilir. Kısaca hakim bu hukukun bulunması için çabalayacak.
Ama bir şekilde hukuk bulunamazsa o zaman tabi ki son noktada Türk hukukunun
uygulanacağı kanunda açık bir şekilde ifade ediliyor. Tabi ki tüm araştırmalara rağmen
bulunamazsa son radde de bu hüküm geçerli olacaktır. Çünkü bu konu önemlidir ve bununla
ilgili yargı kararlarına bakarsanız bu konunun ihlali yargının bir bozma sebebidir. Yani hakim
önüne geldiği yabancılık unsuru içeren bir ihtilafta mahkemenin ilk derece mahkemesinin
doğrudan Türk hukukunu kafadan uygulayıp olayı çözümlemesi bir bozma sebebidir. Bunun
birçok kararı vardır. Dolayısıyla milletlerarası özel hukuk kapsamına giren ve yabancı
hukukunun uygulanmasını gerektiren kanunlar ihtilafı meselelerinde hakimin mutlaka
uygulanacak olayı tespit edip ona göre bir metodoloji içinde bir hukuk uygulaması gerekiyor.
(3) Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının başka bir hukuku yetkili
kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilâflarda dikkate alınır ve bu
hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır.
(4) Uygulanacak hukuku seçme imkânı verilen hâllerde, taraflarca aksi açıkça
kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır.
*3. Fıkrada zaten kanunlar ihtilafındaki o iade ya da devam eden atıftan söz etmiştik. (burada
hocanın tam olarak ne söylediğini anlamadım) 2. Maddenin 3. Fıkrası onu söylüyor. 4. Fıkrada

45
seçimlik, hukuk seçimidir. Taraflar, özellikle de borç ilişkisi içine giren kişiler. (biz bunu haksız
fiilde, sebepsiz zenginleşmede, borç ilişkilerinde görüyoruz. Aile hukukunda ise istisnai bir
şekilde görüyoruz.) Taraflar aralarındaki ilişkiye uygulanacak olan hukuku seçebiliyorlar. Bu
seçim iradi serbestisi kavramından güç alıyor.
(50-60 dk)
-İrade serbestisi: İki taraflı bir ilişkide tarafların istedikleri hukuku, o ilişkiyi idare etmek üzere
seçmelidir yani aslında o hukuku lex causa haline getirmeleri olarak da ifade edebiliriz. Bir
hukuku seçtiğimizde seçilen hukukun maddi normları uygulanır. Yani bir tüketici
sözleşmesinde bir hukuk seçtiğimizde artık bu hukukun maddi normlarına gideriz. Artık
kanunlar ihtilafı kuralları anlamında klasik renvoi sistemi kesinlikle uygulanmaz.
- Renvoi İstisnaları:

 Hukuki işlemlerde şekil renvoi dışıdır yani maddi norm atfıdır.


 Haksız fiilin gerçekleştiği yer veya zararın doğduğu yer renvoi dışıdır yani maddi norm
atfıdır.
 Uluslararası sözleşmelerde geçen kanunlar ihtilafı kuralları maddi norm atfıdır. Bu
uluslararası sözleşme aile hukukuna ilişkin olsa bile değişmez . Nafaka bir aile hukuku
meselesidir ancak bu konuda taraf olduğumuz oldukça uluslararası sözleşme vardır.
Ve hepsindeki genel kanunlar ihtilafı kuralı: Nafaka, nafaka alacaklısının mutad
meskeni hukukuna tabidir.
 Eşyanın bulunduğu yer hukukuna atıf yapılıyorsa yine maddi norm atfıdır.

(5) Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok bölgesel birime ve bu birimler de değişik
hukuk düzenlerine sahipse, hangi bölge hukukunun uygulanacağı o devletin hukukuna göre
belirlenir. O devlet hukukunda belirleyici bir hükmün yokluğu hâlinde ihtilâfla en sıkı ilişkili
bölge hukuku uygulanır.
*2. maddenin 3. fıkrası bölgelerarası kanunlar ihtilafı kuralları, şahıslar arası kanunlar ihtilafı
kuralları diye nitelemiştik. Bölgeler arası kanunlar ihtilafı kurallarından bahsediyordu 2.
maddenin 5. fıkrası. Ve eğer birden fazla bir bölgeye eyalet sistemine veya kantoner yapıya
sahip olan bir devletle alakalı bir yabancılık unsuru taşıyan bir hukuki uyuşmazlıkla
karşılaşılırsa o zaman o devletin hukukuna göre bir belirleme yapılacağından bahseder. Her
eyaletin kendi kanunlar ihtilafı kuralları vardır bir de onun tepesinde bütün devleti bağlayan
kanunlar ihtilafı kuralları vardır.
Değişken ihtilâflar MADDE 3 – (1) Yetkili hukukun vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad
mesken esaslarına göre tayin edildiği hâllerde, aksine hüküm olmadıkça, dava tarihindeki
vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad mesken esas alınır.
*Değişken İhtilaflar bizim kanunlar ihtilafı kurallarımızda özellikle aile hukuku, şahsın hukuku
ve miras hukuku ile alakalı meselelerde kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuk çok
önemlidir. Dolayısıyla devletimiz kişiye en yakın hukuk olarak kabul ettiği milli hukuka
odaklanmıştır. Her zaman her ülke açısından kabul edilen bağlama noktaları aynı öneme
sahip olmayabiliyor. Örneğin ABD hukuku ikamete önem verir. Ülkemiz için vatandaşlık

46
önemlidir. AB hukuku açısından mutad mesken önemlidir. Kişinin bağlama noktası ne olursa
olsun bu değişmez bir şey değildir. Kişinin vatandaşlığı da değişebilir mutad meskeni de
ikametgahı da değişebilir. Kişi vatandaşlığını ya da diğer bağlama noktalarını değiştirdiği
zaman kendisine uygulanacak olan hukuku da belli alanlarda değiştirmiş oluyor.
(60-70 dk)
-Kişinin sahip olduğu vatandaşlık ölene kadar ilelebet olacak vatandaşlık olmayabilir. Kişi
vatandaşlığını değiştirebilir. Değiştirdiği zaman da artık vatandaşlık esaslı bir hukuk kendisine
uygulanması söz konusu olduğundan artık başka bir hukuk uygulanacaktır. Yani vatandaşlık
değişimi öncesi mesela Türk hukuku uygulanacakken vatandaşlık sonrası artık Alman
hukukuna tabi olan bir kişiyle karşı karşıya kalacağız. Dolayısıyla kişilerin işte bu vatandaşlığı,
yerleşim yeri değiştirmesi, ikametini değiştirmesi kendisine uygulanacak olan hukuku
değiştirebilir. Aynı şekilde mutat meskeni değiştirmesi kendisine uygulanacak olan hukuku
değiştirebilir. Bu noktada hangi andaki hukuk, hangi andaki mutat mesken hukuku veya hangi
andaki vatandaşlık hukukunun dikkate alınması, hangi andaki yerleşim yeri hukukunun
dikkate alınması gerektiği sorusu gündeme gelir. Yani Türk Hâkiminin önüne bir olay
geldiğinde milli hukuka atıf yapan bir kanun ihtilafı kuralıyla karşılaştığında hâkim, örnek
vereyim hemen. Diyelim ki Fransız vatandaşı olan bir çocuğun fiil ehliyetiyle alakalı bir ya da…
Ya işte taraf olduğu bir sözleşmeyle alakalı bir ihtilaf ortaya çıkıyor. Türk mahkemesinin
önüne dava geliyor. Ve çocuğun fiil ehliyeti meselesi gündemde ve çocuk bu arada işlemi
yaparken Türk vatandaşı işlemden sonra Fransız vatandaşı. Şimdi burada Türk hâkimi hangi
hukuku uygulayacak? Hangi andaki milli hukuku uygulayacak? Yani işlemi yaparken ki milli
hukuku olan Türk hukukunu mu uygulayacak yoksa işlemi yaptıktan sonra değiştirdiği
dolayısıyla tabii olduğu Fransız milli hukukunu uygulayarak bir sonuca varacak. Buradaki o
hangi andaki milli hukuk veya hangi andaki mutat mesken hangi andaki yerleşim yeri
hukukunun tespiti önemli. Bu bir problem olduğu için işte bu değişken itilaflar isimli madde
gündeme geliyor. Mustafa Bey şimdi gelecek o çifte vatandaşlık meselesi o 4.maddede. Biz
şuan 3. Maddedeyiz. İşte o hangi andaki vatandaşlık, hangi andaki mutat mesken, hangi
andaki yerleşim yeri özellikle bu üçüne yapılan atıflar için geçerli bu çok önemli, unutmayın
değişken itilaflar çok önemli bu ilk 8 madde çok önemli. Dolayısıyla işte bu 3’e göre
belirliyoruz. Ne diyor 3 okuyalım:
-“Yetkili hukukun; vatandaşlık, yerleşim yeri, mutat mesken esaslarına göre tayin edildiği
hallerde aksine hüküm olmadıkça dava tarihindeki vatandaşlık yerleşim yeri ve mutat mesken
hukuku dikkate alınır.” Dolayısıyla biz buradan ne anlıyoruz: davanın açıldığı tarih bizim için
önemli. Ne yapıyor bir ‘’an’’ a sabitliyor. Sabitlemek zorunda. Sabitlemezse Türk hâkimi
kararsız kalacak. Hangi an? Hangi anı esas almalıyım? Her ikisi de mantıklı ama birini seçmek
zorunda. İşte bu kanun hâkimi yönlendiriyor. Sabitleme anı getiriyor. Hangi ana sabitliyor,
dava anına. Dolayısıyla dava anındaki milli hukuku dikkate alacak Türk hâkimi. Başka hukukta
başka sabitleme anı getiriyor olabilir. Ama sabitlemeyle alakalı hususları kanunumuzun
ilerleyen maddelerinde de göreceğiz. Hiçbir sabitleme anı getirmeyen kanunlar ihtilafı
kurallarımızda 3.madde bizim için yol gösterici olacak. Ama bazı maddeler kendi özel
durumlarıyla alakalı açık hüküm yani açık bir sabitleme anı getirir o zaman o ana bakmalıyız.
-Mesela soy bağı madde 16. Ne diyor?

47
Soybağının kurulması MADDE 16 – (1) Soybağının kuruluşu, çocuğun doğum anındaki millî
hukukuna, kurulamaması hâlinde çocuğun mutad meskeni hukukuna tâbidir.(...)
-Soy bağının kuruluşu çocuğun doğum anındaki milli hukuku diyor. Doğum anına sabitliyor.
Kurulamaması durumunda çocuğun mutat mesken hukukuna tabi ediyor herhangi bir
sabitleme getirmiyor. Yani soy bağının kuruluşu çocuğun doğum anındaki milli hukukuna
tabidir. Milli hukukuna göre kurulamıyorsa mutat mesken hukukuna tabi olduğunu anladık
devamında ama hangi an olduğunu söylemiyor. Hangi an olduğunu söylemediği için o zaman
biz bunu 3. Maddeye göre ne yapacağız belirleyeceğiz. Eğer madde içerisinde bir sabitleme
anı getirilmişse o zaman o anı dikkate alacağız. Ama sabitleme anı gelmemişse o zaman
3.madde genel bir düzenleme olarak zaten genel hükümler başlığı altında devreye girecek.
Evlilik ve genel hükümleri MADDE 13 – (1) Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her
birinin evlenme anındaki millî hukukuna tâbidir.
-Mesela evlenme ehliyeti ve şartları 13.maddeye geldim. Evlenme ehliyeti ve şartları
taraflardan her birinin evlenme anındaki milli hukukuna tabidir diyor. Şimdi ne görüyoruz
evlenme anına sabitlenmiş. Bir kanun maddesini sabitleme olduğunu göstermek amaçlı
söylüyorum evlenme anını biz esas alacağız. Evlenmeden 3 ay önceki hali esas almayacağız.
Belki 3 ay önce kişi bulaşıcı hastalık vs. ama şimdi artık temizlenmiş olabilir. Dolayısıyla bu bir
evlenme engeli olarak medeni hukukunda bir engel olmayacağı için evlenme anındaki
hukuku esas alacağız.
Miras MADDE 20 – (5) Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun
yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir.
-Ya da ölüme bağlı tasarrufta da mesela miras hukukunda da karşımıza çıkar aynı şekilde
tasarrufun yapıldığı andaki milli hukuka atıf yapar. Mesela biz orada ne görürüz? Tasarrufun
yapıldığı ana gitmemiz gerektiğini. Eğer böyle bir an belirtmeseydi o zaman 3.madde
çerçevesinde dava anını esas alacaktık. Dolayısıyla 3.madde bizde özellikle vatandaşlık, mutat
mesken ve yerleşim yerlerine atıf yapılan, buna göre tespit edilen kanunlar ihtilafı
kurallarında dava anına göre hangi andaki hukuk sorusunun cevabı olarak dava anını esas
almamız gerektiğini gösteriyor.
*Şimdi vatandaşlık esasına göre yetkili olan hukuka geçelim. Genel bir değerlendirme
yapacak olursak şimdi kişilerin, bu noktada baktığımızda vatandaşlık kavramı tatbiki kişiye
hukuken ve siyasi bir bağ. Ama dünya üzerinde herkes vatandaş değil. Vatandaşlık kişiyi
devlete bağlayan hukuki ve siyasi bir bağ fakat kişiyi çeşitli sebeplerle vatandaşlık bağını
kuramadığı veya mevcut vatandaşlık bağını kaybettiği durumlarla da karşılaşabiliyoruz ya da
o vatandaşı istemediği durumlarla da karşılaşabiliyoruz. İrtica dediğimiz işte kişinin göç
etmesine sebep olan mültecilik sürecini başlatan veya işte sığınmacı dediğimiz kendi yine
ülkelerini terk etmek zorunda kalan ve o ülkenin artık ne diplomatik himayesinde ne
vatandaşlığını istediği durumlarla karşılaşabiliyoruz. Ya da işte geçenlerde derse girişte
anlattığımız ikincil koruma dediğimiz özellikle çeşitli ülkelerdeki baskı iç savaş ve haklarında
verilmiş ölüm cezasının infazı gereken durumlar nedeniyle kişilerin kendi ülkelerinden
kaçması noktasında Türkiye’de bulundukları hukuki statü anlamında ikincil koruma
kanunundan bahsetmiştim. Türkiye’de bunlarla ilgili çok güncel şeyler var işte ülkelerinden

48
kaçan haklarında idam cezası verilmiş çeşitli aktivist kişilerle alakalı. Hatta geçenlerde
İran’daki başörtü yasağına karşı çıktığı için idam cezası alan bir bayandı Türk polisi tarafından
yakalanmıştı verilmemesi yönünde. Bu olay 2cil koruma statüsünde değerlendirebiliriz.
Suriyeliler geçici koruma.
-Dolayısıyla yabancıları farklı kategorilerde ve statülerde kabul edebiliyoruz. Bazen dediğimiz
gibi vatandaşlık fiilen hiç olmuyor. Bazen de var oluyor ama aslında o vatandaşlık istenmiyor
defacto bir durum söz konusu. Dolayısıyla vatandaşlığa sahip olunması halinde de bazen
çoklu bazen çifte vatandaşlık durumlarıyla da karşılaşılabiliyor. Bazen özellikle vatandaşlık
kanunlarının farklılığından kaynaklanan durumlar bunlar. Biz ne demiştik ilk dersimizde
kanun ihtilafı vatandaşlık, yabancılarla milletlerarası usul hukuku, milletlerarası özel hukuk
dersinin bir konusu. Özellikle vatandaşlık ve yabancılar hukuku kanunlar ihtilafı
meselelerinde bir bekletici mesele. Yani bir yardımcı mesele olarak karşımıza çıkıyor çünkü
gördüğünüz gibi milli hukuka atıf yapıyoruz. Milli hukuk dediğimiz şey vatandaşlık bağıyla
bağlı olan hukuk. Vatandaşlık demek vatandaşlık kanunları çerçevesinde kişiyi bir devlete
bağlayan hukuki ve siyasi bağ diyoruz dolayısıyla o kişinin vatandaşlığını tespit etmemiz
gerekiyor. Bazen de o kişinin yabancı olduğunu tespit etmemiz gerekiyor ve ya hiçbir ülkeye
vatandaşlık bağıyla bağlı olmadığını tespit etmemiz gerekiyor ki ilgili kanunlar ihtilafı kuralını
uygulayalım. Veya o kişinin mülteci sıfatını tanımış olmamız gerekir. Başka bir ülkece o kişiye
mülteci sıfatı verilmiş ve biz de o kişinin o mülteci sıfatını taraf olduğumuz Cenevre
sözleşmesi gereği tanımak durumunda kalıyoruz. Ama o kişinin önümüze gelen hukuki
ihtilaflarda da bu hukuki sıfatını durumunu statüsünde dikkate alıyoruz.
(70-80 dk)
-Dolayısıyla bu dört madde biraz onlarla alakalı çünkü hani mülteci dediniz kişi de
sonuçta yaşayan bir insan Yani baktığınızda bu kişi de evleniyor ve boşanıyor çalışıyor
da İşten de atılıyor birçok hakları birçok yükümlülükleri var sadece bu statüye tabi
olduğu için ve bu sıfatı taşıdığı için birçok şeyden izole gibi bir durum kafanızda
oluşmasın, sonuçta hayatın içinde... ya tabi insan. Kanunlar ihtilafı süjesi haline geliyor
ama mülteci sıfatını taşıdığı için ona uygulanacak olan hukukun tespitinde biraz daha
farklı biraz daha flu gibi gözüken aslında flu olmayan ama flu gibi gözüken bir durumla
karşı karşıya kalınıyor.
-Şimdi Melisa’nın bir şey soruyor, ne diyor, "hocam peki taraflar olaya uygulanacak
maddi hukuku" şimdi bu başka bir şey olaya maddi hukuk zaten aile hukuku
meselelerinde böyle hukuk seçimi falan olmaz . Dolayısıyla bu da önemli olan oradaki
bir şeyi ayırmamız gerekiyor tarafların maddi hukuk seçebilmesi çoğunlukla borçlar
hukuku ilişkilerinde söz konusu oluyor. Seçtikleri hukuk onların şansıyla alakalı bir
hukuk değil seçtikleri hukuk o hukuki ilişkiyi idare edecek. Yani bir akit düşünelim a ve
b bunlar bir alım satım ilişkisi içerisinde olsunlar Melis hanım alım satım ilişkisini idare
etmek üzere biri Alman vatandaşı olsun biri Türk vatandaşı olsun ve bir hukuki ilişki
içine girmiş olsunlar, Alım satı ilişkisi, şimdi bunlar hukuk seçebilirler ama seçtikleri
hukuk kendi ehliyetleri ile falan alakalı bir hukuk değil seçtikleri hukuk ile
seçebilecekleri hukuk o aralarındaki alım satım ilişkisini idare edecek olan hukuk yani
tarafların sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri, sözleşmenin ne zaman başlayıp ne

49
zaman sona ereceği, hangi hallerin sözleşmeyi sona erdirebileceği, tarafların hak ve
yükümlülükleri gibi sayabileceğimiz durumda seçilen hukuka tabi olurlar. Dolayısıyla biz
maddi hukuku ancak bu şekilde seçebiliyoruz ama madde 3'ü zaten burada
uygulayamayız. Madde 3 çünkü bu kapsamda değerlendirilebilecek bir şey değil ama
madde üçü bu ilişki ile alakalı şu noktada değerlendirebiliriz, tarafların ehliyeti konusu
bu sözleşmeye girdiklerinde taraf ehliyeti konusu, taraf ehliyeti konusunda biz hiçbir
zaman seçilen hukuku yapmayız. Seçilen hukukun sınırı bellidir. Seçilen hukuk bu ilişkide
sadece o sözleşmenin esasına ilişkindir. Yoksa o sözleşmenin imzalayıcıları olan kişilere
kapsayıcı bir etki doğurmaz dolayısıyla madde 3'ü biz bu a ve b'nin biri Alman vatandaşı
biri Türk vatandaşı olsun bunların ehliyetlerini, hak ehliyetlerini, fiil ehliyetlerini
belirlerken ne yapabiliriz kullanabiliriz. Dava açıldığında dava anındaki milliyetlerini
dikkate alarak onların hak ve fiil ehliyetine sahip olduklarını söyleyebiliriz ama sizin
dediğiniz o seçimle ortaya çıkan hukuk bunların ehliyetini kapsamaz zaten hiçbir zaman
kapsamaz. Seçilen hukuk sadece o hukuki ilişkiye kapsar ve sadece o hukuki ilişkiye
yöneliktir. O sözleşme ilişkisi ile alakalıdır yoksa kişilerin haklarına bunu genişletemeyiz.
Bilmiyorum anlatabildim mii?
Vatandaşlık esasına göre yetkili hukuk MADDE 4 – (1) Bu Kanun hükümleri uyarınca yetkili
olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği hâllerde, bu Kanunda aksi
öngörülmedikçe;
a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad mesken, o
da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukuku,
b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı zamanda Türk
vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku,
c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda Türk vatandaşı olmayanlar
hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları devlet hukuku, uygulanır.
*Şimdi gelelim 4. Maddeye, şimdi bakalım dediğim gibi Dünya üzerinde vatandaşlık
kavramı farklı sistemler benimsiyor, farklı sistemler benimsediği için ortaya çoklu
vatandaşlıklar çıkabiliyor, çifte vatandaşlıklar çıkabiliyor, bazen de vatansızlık
durumlarıyla karşılaşılabiliyor. O yüzden de zaten vatansızlığın önlenmesine dair vatan
sizden hukuki statüsüne dair Birleşmiş Milletler'in sözleşmeleri var bizde bu sözleşmeleri
taraf olmuşuz. Dolayısıyla vatansızlık ile ilgili durumlarda da ilgili taraf olduğumuz iki
önemli sözleşme çerçevesinde yükümlülüklerimizi, yapmamız gerekenleri yapıyoruz onda
bir sıkıntı yok. Ama bu vatansız kişilerin 1 milletlerarası özel hukuka kanunlar ihtilafı
meselesine taraf olmaları halinde işte o zaman bu 4. Madde çerçevesinde bir yöntem
belirlememiz gerekiyor uygulanacak olan hukuku bulmak adına. Şimdi dediğim gibi
vatandaşlık kanunlarındaki farklılıklar ister istemez ne yapıyor kişilerin vatandaşlık
edilmesini etkiliyor. Yani mesela bizim Türkiye kan esasını benimsiyor bunu vatandaşlık
hukukun anlatırken de detaylı anlatacağız bizde mesela kan esas yani Soybağı. Anne
veya babadan birinin Türk vatandaşı olması Türk vatandaşlığının kazanılması açısından
yeterli. İsterseniz açık denizde doğun hiç fark etmez anne ve babadan birinin Türk olması
halinde o çocuk o bebek Türk vatandaşı oluyor. Uçakta da doğsa Antarktika’da da
doğsa fark etmez o çocuk zaten kan esası yoluyla otomatikman Türk vatandaşı. Ama

50
bazı ülkeler doğum yeri esasını da kabul ediyor dolayısıyla doğduğumuz yer topraklar
önemli, hangi Topraklar içerisinde doğuyorsanız o toprakların vatandaşı olarak kabul
ediliyorsunuz. Dolayısıyla tabii birçok popüler tası tarağı toplayıp doğumları için 3 ay
önceden Amerika'ya veya İngiltere'ye atıyor kendini zaten bu bir turizm haline gelmiş
arkadaşlar doğum turizmi e dolayısıyla İngiltere'ye atıyor Amerika'ya atıyor kendini.
Dolayısıyla bu bir sektör Yani dünyada herkes En çok da Çinliler arkadaşlar gidiyorlar
doğum yapıyorlar geliyorlar 3 haftada kalıyorlar doğumdan sonra, sonra geliyorlar ve
çocuk otomatikman Amerikan vatandaşlığına alınıyor. Anne baba bundan yararlanıyor
mu? Çocuk 21 yaşına geldiğinde anne babanın da green card alma hakkı ortaya çıkıyor
öyle de bir şey var ama çok da iyi bir şey değil aslında vergi ile de doğuyorsunuz bir
anlamda da dolayısıyla çalışmaya başladığınız andan itibaren bir vergi yükümlülüğünüz
ortaya çıkıyor gibi gibi böyle çok uzantıları var edindiğiniz malvarlıkları ile alakalı.
-Şimdi bu noktada demek ki vatandaşlık kanunlarındaki farklılıklar kişilerin vatandaşlığı
üzerinde bazen çifte vatandaşlık , bazen çoklu vatandaşlık, bazen de vatansızlık halleri
olarak karşımıza çıkıyor. Bazen de anne babanın vatandaşlığını kazanamıyor bunun hep
bir klişesi ... Tabi Amerikan hukuku bunu kendi içinde düzenliyor o ayrı ama bazen
kafamızda oturması için mesela Amerikan sistemi Toprak esasını benimsiyor, Türk
sistemi kan esasını benimsiyor. Amerikalı çift Türkiye'de tatili geliyorlar kadın acil
doğum alınıyor çocuk Türkiye'de doğuyor ilk bakışta baktığınızda anne-babadan kan
esasıyla Amerikan vatandaşlığı alamadığı için Amerikan topraklarında doğmadığı için
Amerikan vatandaşı olarak doğmuyor gibi bir durum ortaya çıkıyor çocuk Türkiye'de
doğuyor ama anne baba Türk olmadığı için Türkiye'de kan bağı esas alındığı için kan
yolu ile Türk vatandaşlığı alması gibi bir durumda olmuyor. Çocuk ilk doğduğunda
vatansız gibi bir durum var neyden kaynaklanıyor bu çünkü doğduğu ülke kan esasını
benimsiyor anne babasının bağlı olduğu ülke ise Toprak esasını benimsiyor ee çocuk o
topraklarda doğmayıp başka bir ülkede doğuyor ama anne ve baba kan esasını
benimsemeyen bir ülkenin vatandaşı olduğu için onlardan da alamıyor e dolayısıyla
vatansız oluyor gibi bir durum ortaya çıkıyor. Işte bu ve benzeri durumlar, kişilerin
vatansız olarak doğmasına sebep olabiliyor gerçi Amerika'nın iç düzenlemesi tabii
Amerikan vatandaşı anne babadan dolayı o çocuğa sonradan Amerikan vatandaşlığı
veriyor ama Hani ben vatansızlığın nasıl ortaya çıkabileceğini böyle açık görmeniz
açısından böyle yaydım. Ne oluyor Türk hukuku vatansızlığın önlenmesi açısından
birtakım sözleşmelere taraf olduğu için bu çocuğa hemen Türk vatandaşlığı veriyor kim
normalde biz Toprak esasını benimsemeyen bir ülkeyiz bunun tek maddesi İşte bu
Türkiye'de vatansız olarak doğacak olan çocuklar için söz konusu veya Türkiye'de
bulunan çocuklar için söz konusu. Dolayısıyla vatandaşlık kanununda böyle doğum yeri
esasına dayanan istisna bir maddeden bahsediyoruz ama genel olarak bizim sistemimiz
kan esası. Tabii ki kan esası ve toprak esasından da bahsediyoruz. Ama genel uygulama
kan esasına dayalı vatandaşlığın kazanılması. Böyle extrem durumlarda da hukuki şartlar
mevcutsa o zaman da toprak esası geri Türkiye'de doğmuş Türkiye'de bulunmuş
çocuklara o anlamda Türk vatandaşlığı verildiğini söyleyebiliyoruz.
(80-90 dk)
-Şimdi bu bilgiler çerçevesinde 4. maddeye baktığımızda ne diyor?

51
Vatandaşlık esasına göre yetkili hukuk
Madde 4 – (1) Bu Kanun hükümleri uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre
tayin edildiği hâllerde, bu Kanunda aksi öngörülmedikçe;(...)
-Biz kanunlar ihtilafı kurallarında bağlama noktalarının özellikle şahsın hukuku, aile hukuku ve
miras hukuku meselelerinde en yakın hukuk olarak vatandaşlık bağı ile bağlı olunan hukuk
olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla kanun koyucu bu anlayıştan hareket ettiği için ve bu tip
meselelerde en yakın hukuku, kişinin milli hukuku olarak kabul ettiği için bizim bağlama
noktalarımızda bu tip meselelerde hep vatandaşlık bağıyla bağlı olunan hukuka atıf yapılır.
Dolayısıyla bu noktada biz işte o milli hukuka atıf yapılan hallerde bunun değerlendirilmesi
noktasında kişilerin çifte vatandaş mı, çoklu vatandaş mı, vatansız mı, mülteci mi olduğunu
değerlendirirken hangi bağlama noktalarına yöneleceğimizi göreceğiz.

Madde 4-(1/a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad
mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukuku uygulanır.

-Demek ki önümüze gelen bir ihtilafta taraflardan biri vatansızsa veya mülteciyse biz bu
kişiye uygulayacağımız kanunlar ihtilafı kuralını belirledikten sonra o kanunlar ihtilafı kuralı
bizi milli hukuka götürüyorsa bu kişilerin özellikle mültecilerin (normalde var olan ama kabul
edilmeyen bir vatandaşlık var dolayısıyla de facto bir durum var) yerleşim yeri, bulunmadığı
takdirde mutad meskeni, o da yoksa dava tarihinde bulunduğu ülke hukukuna gidiyoruz .
Çünkü vatansızların ve mültecilerin vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu bir hukuk yok. Hemen
örnekleyelim. Bir mültecinin veya bir vatansızın fiil ehliyeti ile alakalı bir meselede belirsizlik
yaşadığımızda yani mültecinin tabi olduğu meseleyle alakalı bir fiil ehliyeti problemi ortaya
çıktığında diyeceğiz ki bu yabancılık unsuru içeren bir olay. Dolayısıyla MÖHUK’un konusu
içerisinde. Hemen hukuki olayı vasıflandıracağız. Nedir? Ehliyet meselesi. Yabancılık unsuru
içeriyor. Hemen MÖHUK’a bakacağız. Ehliyetle alakalı düzenlemeye gideceğiz. Ehliyetle
alakalı düzenleme ne diyor bize?
Ehliyet
Madde 9 – (1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin millî hukukuna tâbidir.
-Yani vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuka tabidir. Tamam ama bizim hak ve fiil ehliyeti
meselesini sorguladığımız kişinin zaten bir milli hukuku yok. O zaman neye göre kişinin fiil
ehliyeti var veya yok diye karar vereceğiz? O mültecinin yerleşim yeri hukukuna göre; yoksa
mutad meskeni hukukuna göre; o da yoksa dava tarihinde (yine sabitleme noktası getirmiş)
neredeyse o ülkenin hukukuna göre bir değerlendirme yapmamız gerektiğini bize ifade
ediyor. Aynı şey vatansızlar için de geçerli. Biraz önce de söylemiştim. Vatansızlar olsun
mülteciler olsun bunlar insan en nihayetinde. Sadece bu sıfatlara sahipler. Vatansızlık bir
statü zaten. Dolayısıyla tabii ki evlenecek, boşanacak, suç işleyecek, nişanlanacak, çalışacak,
haksız fiilin konusu olacak, bir sözleşmenin tarafı olacak. Bunlar zaten kaçınılmaz. Yaşam
döngüsü içerisinde gerçekleşecektir. Dolayısıyla bunlar resmi makamların bir değerlendirme
yapması gerektiği durumlara konu olursa bakacak. Mesela bir mülteci bakalım evlenmek için
şartları taşıyor mu, ehliyete sahip mi? Neye göre belirleyeceğiz? Resmi makam evlenme ile
ilgili düzenlemeyi açacak.
Evlilik ve genel hükümleri

52
Madde 13 – (1) Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlenme anındaki millî
hukukuna tâbidir.
-Birisi Türk vatandaşı. O yüzden onu Türk hukukuna göre belirleyeceğiz. Burada bir sıkıntı
yok. Ama diğeri mülteci. Bir milli hukuku yok. Yani var da yok. Bu durumda ne olacak? İşte
burada 4. madde devreye girecek. O kişinin evlenme ehliyeti ve şartları; yerleşim yeri,
bulunmadığı hâllerde mutad mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukukuna
göre belirlenecek.

-Bu noktada mülteci konusunu bilmediğiniz için bir parantez açalım. Mültecilerin hukuki
durumuna ve statüsüne ilişkin Cenevre Sözleşmesi önemli bir sözleşmedir. Eski tarihli bir
sözleşme. Türkiye de taraf. Çok taraflı bir sözleşme. Dolayısıyla mülteci statüsünü hangi
devlet vermişse o devletin vermiş olduğu bu statü diğer devletlerce de tanınıyor. Dolayısıyla
İspanyol mülteciye İspanya Devleti mültecilik sıfatını vermişse biz de onun mültecilik sıfatını
tanıyoruz. Mesela İspanya Devleti tarafından mültecilik sıfatının verilmiş olduğu mülteciyle
bir Türk vatandaşının evlendiğini düşünelim. Bu noktada mültecinin yerleşim yeri İspanya
olabilir. O zaman İspanyol hukukunun getirmiş olduğu kanunlar ihtilafı kuralları çerçevesinde
bir çözüm arayışı içerisine girmemiz gerekiyor. Yerleşim yeri veya mutad meskeni Türkiye
olmayabilir. Bu yüzden yönlendirici bir düzenleme. Eğer milli hukuka atıf yapan bir durum
varsa bu kişilerin de bir milli hukuku olmadığı için yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad
mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukukuna gidiyoruz.

-Şimdi çifte vatandaşlık, birden fazla vatandaşlık konusuna geldik: Vatandaşlık esasına göre
yetkili hukuk,
MADDE 4 – (1/b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı
zamanda Türk vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku uygulanır.
-Bizim Türk Vatandaşlığı Kanunu çifte vatandaşlığı kabul ediyor. Bazı kanunlar, ulusal
düzenlemeler katıdır, sadece tek vatandaşlığı kabul eder. Bazıları da çifte vatandaşlığı kabul
eder. Türkiye Türk vatandaşlarının mağdur olmaması, vatandaşlıklarını kaybetmemeleri
adına başka ülkelerin vatandaşlıklarını kazandıkları takdirde onların çifte vatandaşlıklarını
kaybetmemelerine imkan veren bir anlayış benimsemiş. Hatta geçtikleri ülke tek vatandaşlık
kabul ediyorsa o durumda da Türk vatandaşlığını terk etmek zorunda kalan kişiler için çok
ılımlı, sanki Türk vatandaşıymış gibi muamele görecekleri bir düzenleme kabul etmiş TVK
md28. Hemen hemen Türk vatandaşlarına tanınan bütün haklardan yararlanırlar.
Yabancıdırlar ama doğumla Türk vatandaşı olup sonra çıkmak zorunda oldukları için onlara
böyle bir özel statü tanınmıştır. Yani bizim vatandaşlık kanunumuz özellikle doğumla Türk
vatandaşı olup ama daha sonra çıkmak zorunda olan kişileri mağdur etmeme anlayışıyla
böyle bir düzenleme getirmiştir.

-Bir uyuşmazlık Türk mahkemelerinin önüne geldiğinde ve bir tarafın çifte vatandaşlığından
birinin Türk vatandaşlığı olması halinde hakim tabii ki vatandaşlık esasını dikkate alarak bir
kanunlar ihtilafı kuralı uygulayacaksa Türk vatandaşlığını çekip alacak içinden. Mesela bir
Türk vatandaşı ile hem Türk hem İngiliz çifte vatandaşı olan kişi arasında meydana gelen bir
boşanma davasında ne yapacağız? Yabancılık unsurunun var olup olmadığına bakacağız.
Hukuki durumu boşanma olarak vasıflandıracağız.

53
(90-100 DK)
-Şimdi bu noktada iki taraf Türk vatandaşı diğerinin aynı zamanda İngiliz vatandaşlığı var. Bu
kanun hükümleri gereği bir boşanma davası söz konusu o çifte vatandaşlıklardan Türk
vatandaşlığını dikkate alarak olayı tamamen ulusal nitelikli değerlendireceğiz. Neden çünkü
biz o iki vatandaşlıktan sadece Türk vatandaşlığını çekip alıyoruz ona göre bir değerlendirme
yapıyoruz. Hangi konu Boşanma ehliyeti eşlerin müşterek milli hukuku olduğu için. Âmâ tabi
burada bir müşterek hukuk arayışımız da var. Bu örnek aslında sizin için yanıltıcı bir örnek
oldu. Şurada şu yanılsamaya kapılmayalım. Normalde boşanma iki taraflı bir ilişki. Bunun
sonradan üzerinde duracağım. Biz her zaman için iki tarafında ortak menfaatini gözetecek
hukuk arayacağız. Dolayısıyla bizim önümüzdeki olayda Türk hukuku ortak hukuk olarak
ortaya çıktı ve biri Türk vatandaşı diğerinin de Türk ve İngiliz vatandaşlığı olmasına rağmen
bizim için ortak hukuku Türk hukuku olduğu için biz Türk hukukunu çektik aldık .Boşanmanın
hükümlerine ortak bir hukuk arıyoruz. Yani burada şimdi taraflardan biri Türk diğeri İngiliz
olsaydı hiçbirinin çifte vatandaşlığı olmasaydı o zaman ortak bir hukuktan bahsedemicektik.
Hop ne yapacaktık mutad mesken hukukuna geçecektik. Ama olaya baktığımızda taraflardan
biri Türk vatandaşı aynı zamanda yabancı vatandaşlık taşıması halinde evlilikle bu örnek
daha doğru olabilirdi sizi yanıltmayayım şimdi evlilikte evlenme ehliyeti dediğimizde
taraflardan biri Türk vatandaşı tamam belirleyeceğiz diğeri hem İngiliz hem Türk vatandaşı.
Şimdi biz bu kişiye Türkiye’ye hiç gelmedi Türkçe konuşmuyor Türkiye’de hiç bulunmamış bu
sebeple Türk hukuku uygulayamayız diyemeyeceğiz. Kanun bize otomatikman onun ehliyeti
konusunda çifte vatandaşlıklardan biriyse o zaman milli hukuka atıf yapan bir konu varsa
hemen Türk hukukunu çekip ona göre uygulayacağız. Bireysel ilişkilerde önemli yani karşı
tarafı da ilgilendiren ortak bir hukuk arayışını hiçbir zaman terk etmeyeceğiz.
Miras ölenin milli hukukuna tabidir.
-Ne oluyor vatandaşlığa atıf yapan bir madde. Fakat ölen kişiye bakıyoruz hem Türk vatandaşı
hem İspanyol vatandaşı. Yani baktığınızda Türk hakimi ölen kişinin İspanyol hukukunu
almayacak Türk hukukunun maddi normlarına göre miras ölenin milli hukukuna tabidir
normunu işleticek.Çünkü neden artık o kişinin mirasıyla alakalı biz kalkıp da ispanyayla daha
ilişkileri iyi gibi bir değerlendirme yapmayacağız. Türk hukukunu çekip alacağız çünkü miras,
boşanma gibi böyle menfaatleri ilgilendiren bir durum arz etmiyor. Âmâ boşanmada ortak bir
hukuk aramak zorundayız .
-Biri İngiliz vatandaşı diğeri de İngiliz aynı zamanda Türk vatandaşı boşanmanın genel
hükümlerinden bahsediyoruz. Ortak bir hukuk aramak zorundayız. Ne zaman ortak hukuka
gideceğiz ne zaman kişiyle alakalı olarak kişinin vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuka
gideceğiz o tabi ilişkisinin niteliği ile alakalı bir şey. Sadece o kişiyi ilgilendiren isim değişikliği
olabilir karşı tarafı etkileyen hukuki bir durum söz konusu değilse o zaman ortak bir hukuk
arayışına girmiyoruz. Zaten kanun bizi yönlendiriyor. Âmâ ehliyet meselesi mesela doğrudan
o kişiyle alakalı milli hukuka atıf yapılarak çözümlenir. Dolayısıyla çifte vatandaşlık varsa biri
Türk vatandaşı ise Türk vatandaşlığını çekip alacağız. İki taraflı ilişkilerde kanun bizi ortak bir
hukuka yönlendirir.

54
Değişken ihtilâflar MADDE 3 – (1) Yetkili hukukun vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad
mesken esaslarına göre tayin edildiği hâllerde, aksine hüküm olmadıkça, dava tarihindeki
vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad mesken esas alınır.
-3.maddede yetkili hukukun hangi andaki yetkili hukuk olduğu önemli. Bu madde sabitleme
anı gerektiriyor. Kişi Fransız vatandaşıdır bir işi yaptığında ancak işi bitirdiğinde İtalyan
vatandaşıdır. İtalyan vatandaşlığıyla yaptığı için son bulması durumunda hakimin hangi
andaki hukuk sorusuna cevap bulması gerekir. Kişi ölüme bağlı tasarruf yapmıştır sonra
vatandaşlığını değiştirmiştir yeni değiştirdiği vatandaşlık böyle ölüme bağlı bir tasarrufu kabul
etmez ya da ölüme bağlı tasarrufa konu olan işlemi kabul etmez orda tasarruf yapamazsınız
der şimdi o zaman daha önceki yapılmış sahip olduğunuz ehliyete göre geçerli olan bir işlemi
yeni sahip olduğunuz vatandaşlık geçersiz saydığında geçerlimi geçersiz mi kabul edeceğiz?
Bu 3. Madde yerleşim yeri, mutad mesken, milli hukuka atıf yapılan kapsamında bir belirleme
yapıyor ama hangi andaki hukuk uygulanır sorusunun cevabını alıyor. Bir hukuki işlem
gerçekleştiğinde hukuki işlemi gerçekleştirdiği andaki mutad meskeni daha sonra farklı
olabilir. Yani davaya konu eylemi gerçekleştirdiği anda İtalya’da yaşıyordur. Sonra dava
konusu söz konusu olduğunda Türkiye’de yaşıyordur. Hangi andaki mutad meskeni ele
alacağız. Dava anındaki mutad meskeni ele almamız gerektiğini burada bize belirtiyor. Bu
genel bir madde.
Soybağının kurulması
MADDE 16 – (1) Soybağının kuruluşu, çocuğun doğum anındaki millî hukukuna,
kurulamaması hâlinde çocuğun mutad meskeni hukukuna tâbidir.
-Burada 3.maddeye gidilmez doğum anındaki milli hukuka gidilir.
-Kurulaması halinde, soybağına ilişkin dava ne zaman açılmışsa, çocuğun mutad meskeni
neresiyse oranın hukuku diyecek.
-Demek ki birden fazla ülkenin vatandaşlığına sahip olan bir kişi bir tanesi Türk diğeri yabancı
vatandaşlık o zaman hop Türk vatandaşlığını çekip alacağız. Sadece o kişiyi ilgilendiren
mesela cinsiyet değiştiriyor. Cinsiyet değişikliği ile alakalı Türkiye’de bir tanıma davası
açacak…2-3 sene öncesi sorumuzdu bu .Bazı öğrenciler cinsiyet değişikliği Türkiye’de olamaz
kamu düzenine aykırı falan demişti. Âmâ biliyorsunuz Yargıtay’ın kararları var bu konuda.
Heyet raporları falan gerekmesi halinde bu yasal bir durum.
(100-110 dk)
-Bu konuda da bilgi sahibi olalım. Şimdi diyelim ki kişi Türkiye’de dava açsın. Kişinin hem Türk
vatandaşlığı var hem de Portekiz vatandaşlığı var. Çifte Vatandaşlık. Dolayısıyla cinsiyet
değişikliği biliyorsunuz ehliyetle alakalı, fiil ehliyeti ile alakalı bir şeydir. Ehliyette milli hukuka
atıf yapar. Milli hukuk olarak baktığımızda hem Portekiz hem Türk vatandaşlığı söz konusu. O
zaman ne yapacağız Türk vatandaşlığını çekip alacağız , Türk hukukuna göre bu işlemi
gerçekleştirebilir mi gerçekleştiremez mi. Veya isim değişikliği, yaş düzeltmesi olabilir neyse
hep Türk hukukuna göre belirleyeceğiz, burada bunu İfade ediyor. Türk hukukuna göre
belirlediğimiz zaman da Türk hukukunun maddi normlarını dikkate alacağız bunu unutmayın.
Artık Türk hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına falan gitmeyeceğiz. Yani davanın

55
taraflarından biri Türk Vatandaşı ise kişiler hukuku, şahsın hukuku, aile hukuku fark etmez
artık yani Türk hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gitmenin mantığı yok. Ne yapacağız
kendimizi mi çıkmaza sokacağız. Taraflardan biri Türk vatandaşıysa o zaman Türk
hukukunun maddi normlarına gideceğiz. Bu noktada da Türk vatandaşlığını çekip alacağız,
Türk hukukunun maddi normlarına göre fiil ehliyeti yani medeni kanun vs ona göre bir
sonuca varacağız bunu unutmayalım pratiklerle şekillenecek bu konu. Son olarak C bendine
gelelim.
c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda Türk vatandaşı olmayanlar
hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları devlet hukuku, uygulanır.
-Burada da kastedilen şudur, yani taraflardan birinin vatandaşlığı Türk Vatandaşlığı ise zaten
sıkıntı yok hemen çat diye Türk Hukuku’nun maddi normlarına uyguluyoruz bitiriyoruz olayı.
Ama vatandaşlıklardan biri Türk Vatandaşlığı değilse, hem Alman hem İspanyol vatandaşlığı
var ama Türkiye’de dava açmış, açamaz mı açabilir. Bunu engelleyecek hiçbir şey yok. Bu
noktada dava açıldığında mesela yıllar önce bir İspanyol konsolosu Türkiye’de boşanma
davası açmıştı İspanyol eşine karşı. Dolayısıyla Türk hakimi, ben sizin boşanma davanıza
bakamam gibi bir durum içinde olmuyor. Yabancılarda Türkiye’de istedikleri davayı
açabiliyorlar. Bu anlamda da mahkeme hangi hukukun uygulanmasını MÖHUK kuralları
çerçevesinde uygun görürse ve yön verirse o hukuk uygulanarak sonuç çıkıyor. Tekrar olaya
dönecek olursak, kişi hem Alman vatandaşı İspanyol vatandaşı, şimdi bu noktada Türk hakimi
ne yapacak Özellikle yetkili hukuk vatandaşlık esasına göre belirleniyorsa o zaman hangi
hukuku seçecek, hangisini çekip alacak ,yani Alman hukukunu mu seçecek dikkate alırken,
yoksa İspanyol hukukuna mı seçecek . Yani milli hukuka atıf yapan bir sürü hükümden
bahsedebiliriz. Mesela onuncu maddeye bakalım farklı bir şey olsun vesayet, kısıtlılık ve
kayyımlıktan bahsediyor. Özellikle ilk fıkra vesayet ve kısıtlılığı dikkate alır kayyımlığı almaz.
MADDE 10 – (1) Vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri,
hakkında vesayet veya kısıtlılık kararının verilmesi veya sona erdirilmesi istenen kişinin millî
hukukuna tâbidir.
-Şimdi biz şöyle bir şey hayal edelim. Türkiye’de hem İspanyol hem de Alman vatandaşı olan
bir kişi hakkında vesayet kararı verilecek. Adam emekliliğini Türkiye’de geçirmek istemiş,
Türk Vatandaşı değil ama Fethiye’yi çok seviyor o yüzden Fethiye’de yaşamını sürdürüyor son
on yılı Fethiye‘de ikamet ederek geçmiş. Yerleşim yeri Fethiye, ama adam Türk Vatandaşı
değil. Bunun gibi binlerce insan var buna benzer. Ama bu kişi hakkında vesayet kararı alınıyor
veya kısıtlılık kararı alınması gerekiyor. Şimdi Türk hakimi ne yapacak, kafadan Türk
hukukunu mu uygulayacak? Uygulayamaz, uygularsa yanlış bir noktaya gelir. Uygulandığı
olmuyor mu oluyor. Ama yanlış olduğu için Yargıtay tarafından bozuluyor. O yüzden Türk
hakimi bakacak ,bu bir yabancılık unsuru içeren bir durum. Neden çünkü hakkında kısıtlılık
kararı alınması gereken kişi yabancı dolayısıyla ben MÖHUK hükümlerine bakmak
durumundayım, diyor ve hemen ne yapıyor MÖHUK’u açıyor. Ve kısıtlılık kararı verilmesi
gerektiği söz konusu olduğu için de hemen ilgili maddeye geliyor onuncu madde. Size
okuduğum maddeyi hakimde okuyor ve milli hukuk noktasında takılıyor. Bu kişinin
vatandaşlığı nedir milli hukuk dediğimiz şey kişinin vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuktur.
Dolayısıyla bakıyor nedir vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuk; hem İspanyol hem de Alman

56
hukukudur. Hangisini seçecek İspanyol hukukunu mu seçecek Alman hukukunu mu seçecek.
Orada bir belirleme yapması gerekiyor. Bu belirlemeyi hangi donelerden hareket ederek
yapmalı, yapmak durumunda, hangisini seçerse daha adil olur ve doğru bir sonuca ulaşır,
bunun kararını hakim vermek durumunda. Şimdi bu noktada da tabii ki dördüncü maddeden
yararlanacak. Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, Türk vatandaşı olmayanlar
hakkında daha sıkı ilişkili olduğu… Nedir bu daha sıkı ilişkili olma olayı. Daha sıkı ilişki ile
kastedilen nedir. Bir tane unsur daha sıkı ilişkinin ortaya çıkması için yeterli midir, gibi böyle
tartışmalar içine girilmesi gerekiyor. Daha sıkı ilişki ile kastedilen şey aslında kişinin hayat
ilişkilerini devam ettirdiği yer, kişi açısından önemli olan onun hayatıyla, yaşamıyla akrabalık
ilişkileri ile geçmişi ile daha çok bağlantı içinde olan aslında hukuku kastediyor. Bizim
olayımızda kişi on yıldır Türkiye’de yaşıyor. Mutad meskeni Türkiye. O yüzden biz daha farklı
kriterleri dikkate alacağız, yani kişi yatırımlarını daha çok nerede yapmış, daha çok nerede
mülkiyeti var. Taşınmazları ve taşınırları daha çok nerede ya da akrabalık ilişkileri nerede
yoğunlaşmış, hangi ülkede yaşıyorlar ya da eğitimini vs nerede tamamlamış. Çocukları nerede
çoğunlukla, akrabaları nerede annesi babası gibi böyle çok farklı doneleri dikkate alarak iki
farklı hukuk arasında bir seçim yapmak durumundayız. Bizim örneğimizde tabi yön biraz daha
farklı bir yöne kayıyor, biz daha böyle geçmişe yönelik değerlendirme içersine giriyoruz. Ona
göre mesela Almanya’da mali mülkü daha çok ,akrabalık ilişkileri orada adamın şirketi
Almanya’da vs o zaman diyoruz ki Alman hukuku daha sıkı ilişkili bir hukuk diyoruz.
Türkiye’de mutad meskeni olmasında tatillerde Türkiye gelsin diyelim adam. Ama tatile
geldiği zamanda diyelim ki üç ay tatile geliyor, evi var ve kısıtlılık kararı verilmesi gereksin,
adam birden Alzheimer olmuş. O zaman bakıyor bu adamın hayat ilişkileri nerede bütün
ilişkileri nerede geçiyor çoluğu çocuğu olmayabilir evli olmayabilir, akrabaları nerede
kardeşleri nerede onlara bile bakılıyor. Dolayısıyla o kişi ile daha sıkı ilişki içerisinde olduğu
bir hukuku hakim tespit edecek yani Alman hukukuysa Alman, İspanyol hukukuysa İspanyol
hukuku belirlemek suretiyle bu hukuku belirliyor.
-Bu noktada çok ünlü bir karar vardı Notubum(?) kararı. Literatüre de geçmiştir, Uluslararası
Adalet Divanının çok kült kararlarından biridir. O karar sonrasında zaten bir terminoloji ve bir
karar içtihatı oluşmuştur. Hem de hukuksal tartışma ve değerlendirme olarak da önemini
korur. Orada işte bu ilişki, gerçek vatandaşlık kavramının ortaya konduğu önemli bir karardır.
Bu karardan sonra artık o gerçek vatandaşlık, en sıkı ülke, bağlı olunan ülke vatandaşlığı gibi
o tartışmalar bir anlamda çözümlenmiştir. Bu kişi Almanya’da doğmuş bir kişi, dolayısıyla
Alman vatandaşlığını taşıyor anne baba vs. Fakat yirmili yaşlarında orta Amerika’ya gidiyor.
Orta Amerika’da Guatemala’da bir yaşam kuruyor kendisini ve bu yaşam çerçevesi içerisinde
zengin kişi haline dönüşüyor. Oranın ileri gelenlerinden biri oluyor. Fakat bu süreç içerisinde
İkinci Dünya savaşı süreci başlıyor.
05.11.2020
5. HAFTA
0-10 DAKİKA (Melek Özge Bozkurt)
*Geçen hafta nerede kalmıştık, nerede bırakmıştık konumuzu diye şöyle bir hatırlayacak
olursak kanunlar ihtilafıyla ilgili maddelerimize geçmiştik ve kamu düzenine geçmedik diye
hatırlıyorum. Vatandaşlık esasına göre yetkili hukuktan bahsedelim, sonra kamu düzenine

57
geçelim.
*Değişken ihtilafları hatırlamakta fayda var. 3.madde değişken ihtilaflardı hatırlarsanız. Bu
maddeler önemli. Her zaman kullanılır. İlk 8 maddenin genel hükümler olması itibariyle
önemli olduğunu söylemiştik zaten.
* Değişken ihtilaflarda kanunlar ihtilafı kurallarının her zaman için bir anı sabitlediğinden
bahsetmiştik. Yani kanunlar ihtilafı bağlama kuralını tespit edilirken hangi andaki bağlama
kuralının dikkate alınması gerektiği önemliydi.
-Çünkü milli hukuka, çünkü mutat meskene, çünkü yerleşim yerine atıf yapan bağlama
kuralları zaman içinde kişilerin statü değiştirmeleri itibarıyla değişebiliyordu.
-Yani bağlama noktamız vatandaşlık olduğunda, vatandaşlığımız değiştiğinde vatandaşlığa
uygulanacak hükümler de değişiyordu.
-Mutad mesken bağlama noktası olarak belirlendiğinde, mutad meskenimizi
değiştirdiğimizde bize uygulanacak hukuk da değişiyordu.
-Dolayısıyla yerleşim yeri bağlama noktası olarak tespit edildiğinde yerleşim yerimizi
değiştirdiğimizde uygulanan hukuk değişiyordu.
-Dolayısıyla kanunlar ihtilafı kuralları açısından bağlama noktası dediğimiz bu değişken
noktaların anının, hangi andaki vatandaşlığın, hangi andaki ikametin, hangi andaki mutad
meskenin olduğunun anlaşılması gerekiyor?
-Bu sebeple 3. madde bizi yönlendiriyor. Kanun maddemiz neydi; dava anını esas alıyordu.
Kanunumuzun diğer hükümlerinde aksi yönde bir ibare yoksa biz özellikle vatandaşlık, mutat
mesken ve yerleşim yeri bağlama noktalarına atıf yapan kanunlar ihtilafları kurallarını her
zaman dava anındaki milli hukuk, dava anındaki vatandaşlık ve dava anındaki yerleşim yeri
olarak dikkate alarak bizi o hukuk kurallarına götürmesi arayışında olacağız.
-Fakat kanunumuzun içerisinde farklı hükümlerde sabitleme anı olarak yani bağlama
noktasının sabitlendiği an olarak başka anlar da belirlenebilir.
-Nişanlanmaya baktığımızda, evlenmeye baktığımızda farklı sabitleme anları dikkatimizi
çekebilir. O zaman kanunun o diğer hükümlerindeki sabitleme anları varsa bağlama
noktalarıyla alakalı, biz o kanundaki özel olarak düzenleneni ele alacağız.
*Nişanlanmaya bakalım. 12.maddede ne diyor: "Nişanlanma ehliyeti ve şartları taraflardan
her birinin nişanlanma anındaki millî hukukuna tâbidir."
-Ne yapıyor, bir sabitleme getirmiş. Hangi anı getirmiş? Nişanlama anını getirmiş. Şey
demiyor mesela nişanlanmada ehliyetle alakalı taraflar davalık olduğunda işte o mal ve
hediyelerin vs. iadesi nişanın bozulması nedeniyle bir dava ortaya çıktığında ve ehliyet
meselesi de bir sorun olarak ortaya çıktığında ne yapıyoruz? Nişanlanma anını dikkate
alıyoruz.Çünkü nişanlandıktan sonra vatandaşlık değişebilir.
-Değiştiği zaman, o zaman hangi andaki vatandaşlık, nişanlanma anı mı, sonrası mı, öncesi mi
belirsizlik ortaya çıkabilir. Bunları önlemek amacıyla. Biz buna benzer şeyleri mirasta da
görüyoruz. Ölüme bağlı tasarrufun yapıldığı an diyor mesela. Ya da evlilik anı diyor.

58
Dolayısıyla kanunun diğer hükümleri böyle sabitleme anı açıkça bir şekilde belirlenmişse
onları dikkate alıyoruz. Yoksa 3. maddeye gidiyoruz. Değişken ihtilaflara göre davanın anını
esas alıyoruz. Bu şuan size çok bir şey ifade etmiyor olabilir ama pratiklerde ve bizim size
soracağımız soru stillerinde sorarız. Genelde kaynar gibi gözükür ama ona dikkat etmemiz
lazım.Çünkü dikkat etmezseniz sizi farklı bir hukuka götürür.O zaman da farklı bir cevap olur.
Yanlış olur. Değişken ihtilaflarla ilgili madde bizim için önemli.
*Madde 4- Vatandaşlık Esasına Göre Yetkili Hukuk'tan da bahsedelim. Vatansız olan kişiler,
mülteci sıfatına sahip olan kişiler, bu anlamda aslında defacto vatansızlar, yani sonuçta
bunların-özellikle mülteciler anlamında- bir vatandaşlığı var ama bu vatandaşlık kişinin
olmasını istediği diplomatik himayesini istediği bir ülke vatandaşlığı değil. Ondan kurtulmak
için giriyor mülteciler.Kendi ülkelerinden veya yaşadıkları ülkelerden kaçıyorlar. Ama
nihayetinde insanlar. Yaşıyorlar. Dolayısıyla hukuki işlemlerin içine dahil oluyorlar, dolayısıyla
mülteci veya vatansız olmaları hiçbir şekilde hukuki olay veya ilişkilerden ayrık veya muaf,
muaf doğru bir kelime olmadı belki ama veya bunların dışında bir hayatları olduğu anlamına
gelmiyor. Mülteciler de evleniyor, boşanıyor, çalışıyor, haksız fiilin veya borç doğuran işlemin
tarafı oluyor gibi gibi.
-Dolayısıyla Vatandaşlık Esasına Göre Yetkili Olan Hukuk kapsamındaki madde çerçevesinde
dahil oldukları ilişkilere uygulanacak olan hukukun tespitinde de özellikle a bendi bir
vatandaşlık bağı olmaması sebebiyle ama bu ilişkilerde de sürekli milli hukuka atıf yapılması
sebebiyle oradaki boşluğu dolduran bir düzenleme getiriyor demiştik. Ne demiştik?
- Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı hâllerde mutad mesken, o da
yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukukuna atıf yapmak suretiyle milli hukuka atıf yapan
kanunlar ihtilafı kurallarını bu kişiler açısından milli hukukları olmaması nedeniyle yerleşim
yeri, mutat mesken veya bulundukları ülke hukuk kriterlerine uygulanmak suretiyle tespit
ediyorduk.
-Burada bir hiyerarşik sıra var. Yani yerleşim yeri bulunmadığı takdirde mutad mesken, o da
yoksa dava tarihinde bulunduğu yer. Bu bir kademeli bağlama kuralı.
- Âmâ unutmayalım: Bunların bir vatandaşlığı olmadığı için yani mültecilerin teorik olarak
vatandaşlığı var ama ona gerçek vatandaşlık demiyoruz.Mülteciler zaten bulundukları veya
vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları ülkelerde kendi etnik kimlikleri, dini inançları sebebiyle
veya bir toplumsal gruba mensup olmaları sebebiyle, bulundukları veya vatandaşlık bağı ile
bağlı olduları ülkedeki iktidara muhalif bir anlayışı benimsedikleri için zulüm görme riski olan
kişiler vatandaşlık bağı ile bağlı olduları ülkeyi terk ediyorlar. Bir daha da dönmek
istemiyorlar. Ve mutlaka Avrupadan gelmesi gerekiyor demiştik.
10-20 DK (Tuğba 5331)
*Mesela Türkiye’deyse bunlara mülteci sıfatı verildiyse eğer Cenevre sözleşmesi kapsamında,
o zaman işte bu kişinin milli hukukunun uygulanmasını gerektiren bir kanunlar ihtilafı
kuralıyla mahkeme karşı karşıya kaldığında o zaman ne yapacak; yerleşim yeri, mutat mesken
veya en son olarak dava nedeninin bulunduğu yer hukukuna gidecek.

59
*Yani bir mülteci evli ve boşanmak istiyor mesela, boşanma davası açılıyor. Boşanma ehliyeti
ne olabilir diyor mesela? Hemen bir bakalım boşanmayla alakalı. Boşanma ve ayrılık
sebeplerinin hükümleri eşlerin müşterek milli hukukuna tabidir diyor. Şimdi birlikte iki tane
mülteci, Türkiye’de boşanma davası açıyor Türkiye’de evlenmişler ve Türkiye’de boşanmaya
karar veriyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de bir boşanma davası açabilirler bunda bir sıkıntı yok.
Tekrar ediyoruz örnekleyerek. Bu noktada iki mülteci Türkiye’de boşanma davası açtığında
ne oluyor? Türk hâkimi bir yabancılık unsuru olması sebebiyle kanunlar ihtilafı kurallarını
açacak. Ve boşanma davası olarak hukuki ilişkiyi vasıflandırdığı için hemen 14. Maddeye
gidecek. Hangi hukuku uygulamalıyım sorusunun cevabını bulmak için. Ne yapıyor boşanma
,eşlerin müşterek milli hukukuna tabidir. Şimdi bu iki mültecinin müşterek milli hukuku var
mı? Yok. İkisinin de müşterek milli hukuku yok. İşte bu noktada ne olacak 14. madde devreye
girerek yerleşim yerinden başlayarak hâkimi yönlendirecek. Yerleşim yeri hukuku da yoksa
davanın bulunduğu ülke hukukuna gidecek. Birden fazla devlet vatandaşlığından biri Türk
vatandaşı olma durumunda Türk vatandaşlığı dikkate alınıyor. Yani burada hep bir hata
yapılıyor. Onu da tekrar söylüyorum. İlerleyen zamanlarda bunu daha iyi idrak edeceksiniz.
*Ama şimdi bir kişinin çift vatandaşlık veya çoklu vatandaşlığa sahip olduğunu düşünelim.
Şimdi bunlardan biri Türk vatandaşlığı. Dava Türkiye’de açılıp veya bir hukuki ilişki tarafı için
Türkiye’de bulunduğunuzda eğer vatandaşlık esaslı bir mesele varsa o zaman tabi ki Türk
Bakanlığı ve Türk mahkemesi sizin Türk vatandaşlığınızı dikkate alarak Türk maddi normlarını
uygulayacak bunda bir sıkıntı yok.
-Ama bazen öyle hukuki ilişkiler vardır ki bunlar her iki tarafı da ilgilendiren ortak
meselelerdir ve hukuki olaylardır. O noktada, taraflardan birinin vatandaşlığı Türk vatandaşı
olması hususu bir şey ifade etmez. Çünkü kanun koyucu o noktada her iki tarafı da
ilgilendiren bir ilişki olduğu için müşterek bir hukuk arayışı içerisindedir. Biz en çok bunu işte
boşanmadır, evlenmedir bunlarda görürüz çünkü bir müşterek milli hukuk arayışı
içerisindeyiz. Bir Türk vatandaşı ve aynı zamanda İngiliz vatandaşı olan bir kişiyle bir İngiliz
vatandaşı arasında olan bir boşanma davasında, geçmişte mahkemelerin de vermiş olduğu
yanlış kararlar Yargıtay’ın bu konuda birkaç yanlış kararından bahsetmek gerekiyor, adamın
Türk vatandaşlığı dikkate alınarak tüm boşanma sürecinde Türk hukuku uygulanmıştır. Ama
biz ne diyoruz? Milletlerarası özel hukuk hakkaniyetinden bahsediyoruz. Doğru hukukun her
iki taraf için de olması gereken hukuk ve dolayısıyla bir boşanma davası bir çifte vatandaşlık
bu vatandaşlardan biri Türk vatandaşı olduğu için mahkemenin Türk hukukunu uygulaması
çok yanlış bir noktaya götürüyordu çünkü boşanmada kanun açık, müşterek milli hukuk
arıyor. O nedenle her iki taraf da İngiliz vatandaşıyken, ama taraflardan birinin aynı zamanda
Türk vatandaşlığı varken mahkemenin kalkıp boşanma ilişkisine Türk hukukunu uygulaması
yanlış bir noktaya götürür ve hiçbir şekilde bu noktada 4. Maddenin dikkate alınarak
çözülmesi gereken bir şey değildir. Bunda yanlış yapılıyor. Çünkü ortada ikili bir ilişki var
boşanma her iki tarafı da ilgilendiriyor. Ama diğerinde yani sadece kişiyi ilgilendiren
meselelerle sadece kendisiyle ilgili olan meselelerle ilgili olarak biz Türk vatandaşlığını çekip
alacağız. Biraz önceki verdiğimiz örnekte ise bir boşanma ilişkisi var ve her ikisinin de
müşterek bir milli hukuku var. Kanun koyucu da zaten bizden müşterek bir milli hukuk
bulmamızı istiyor.

60
-Kanun bu şekilde başlıyor kademeli bağlantılı dolayısıyla müşterek milli hukuk varsa
müşterek milli hukuk tespit edilmeli, yoksa diğer bağlama kurallarına devam edeceğiz. Birden
fazla devlet vatandaşı hani hiç birisi Türk vatandaşı değilse ne demiştik? Birtakım kriterler bir
kişinin gerçek vatandaşlığını ortaya koyan emareler oluyordu o şekilde anlatmıştık.
Dolayısıyla Türk hâkimi çift vatandaşlık veya çoklu vatandaşlık ama hiçbiri Türk vatandaşlığı
değilse o zaman ne yapıyordu? Bir arayış içerisine giriyordu en sıkı ilişki acaba yatırımı nerede
yapmış, eğitim nerede, aile nerede, çoluk çocuk nerede, bekârsa annesi nerede kardeşleri
nerede gibi böyle birtakım verilerden yola çıkarak sıkı ilişki hukuku bulmaya çalışıyor
demiştik.
KAMU DÜZENİ
*Kamu düzeni kanunumuzun 5. Maddesinde düzenleniyor. Kamu düzeni bizim klasik
anlamda anladığımız kamu düzeni konusundan farklıdır. Yani o kamu düzeni anlayışını
milletlerarası özel hukuk kamu düzeniyle örtüştüremeyiz. Orda çok daha farklı bir anlam
ifade edilir yani hani kamu düzenini sağlamak falan dediğimizde asayişin sağlanması falan
gelir aklımıza. Milletlerarası özel hukukta öyle bir anlamı yoktur. Çok daha farklı bir anlam
içerir. Şimdi bir bakalım maddeye nedir, o klasik anlamda anladığımız kamu düzeni iç
hukuksal kavramından çok farklı bir kavram olduğunu bir kere öncelikle anlamamız
gerekiyor. Bir maddeye bakalım madde 5 ne diyor?

Madde 5: Yetkili yabancı hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün Türk
kamu düzenine açıkça aykırı olması halinde bu hüküm uygulanmaz, gerekli
Bu görülen hallerde
biraz soyut Türk hukuku
bir madde uygulanır.
yani ilk bakışta çok bir şey ifade etmiyor ama örneklerle
açıkladığımda daha iyi anlayacaksınız. Şimdi, yabancılık unsuru içeren olaylarda biliyoruz ki
biz kanunlar ihtilafı kuralları elimizde, hangi hukukun uygulanacağı konusunda bir arayış
içerisine giriyoruz. Fakat her zaman için söylediğim gibi her ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları
farklı ve kanunlar ihtilafı kuralları gösterici nitelikli kurallardır. Nihayetinde bir kurala
ulaşacağız ve bunu Türk hâkimi uygulayacak.
20-30 DK (Selda)
Fakat yabancı hukuk her zaman için Türk hakimi açısından bir sürpriz sadece Türk hakimi
demeyebiliriz aslında bu Alman hakimi tarafından da aynı şekilde, İtalyan hakimi açısından da
aynı, Japonya’daki hakim açısından da aynı şekilde .Çünkü ne demiştik ?Her devletin mutlaka
bir kanun ihtilafı kuralı var. Ne demek bu yabancılık unsuru taşıyan olay ve ilişkilere
uygulanmak üzere kabul etmiş oldukları bir kanunları var her devletin.
*Hatta eyalet sistemini benimseyen ülkelerde eyaletlerin bile bütün ülkelerin dışında bağımsız
kendi kanunlar ihtilafı kuralları var.
-Dolayısıyla yabancılık unsuru içeren bir uyuşmazlığı ilişkin olarak kanunlar ihtilafı kurallarını
uygulayacak olan hakim dünyanın neresinde olursa olsun yabancı bir hukukla karşı karşıya bu
yabancı hukuk bir sürpriz ne çıkacağı belli değil belirsiz.
-Bazen kendi hukukunda bir takim mekanizmalar yabancı hukukta da olabilir bazen
olmayabilir. Bazen işte boşluğu doldurması gerekir, gelenek ve göreneklerden, adet, örf
kurallarından yararlanabilir vs. ya da işte kıyas yapabilir. Kendisinde olmayan bir kurala ilişkin

61
olarak o yabancı hukukun getirmiş olduğu kuralı kendi hukuki benzer kurumlarla
benzeştirerek o yabancı hukuku uygulayabilir ama nihayetinde çok defa diyebiliriz ki çok
defa bu belirsiz sürpriz bir hukuk.
-Dolayısıyla karşınıza çıkacak hukuk gelişmiş bir hukuk olabileceği gibi kendi sisteminizin
dışında çok daha az gelişmiş bir ülkenin hukuku da olabilir. Dolayısıyla dediğim gibi bu bir
sürpriz. Ama bu hukukun uygulanması kaçınılmaz. Çünkü biz ne demiştik kanun ihtilafı
kuralları amacı hakkaniyettir. Milletler özel hukuk hakkaniyetinin sağlanmasıdır. Dolayısı ile
yabancılık unsuru taşıyan bir olaya Türkiye üzerinden örnek verecek olursak otomatikman
Türk hukuku uygulayamayız. Türk hukuku uyguladığımız zaman bu adil ve doğru, hakkaniyetli
olmayacaktır. Oysa hakim gerekiyorsa yani o kanunlar ihtilafı kuralını biz yabancı hukuku
maddi normlarına göre götürülürse hakim bu hukuku ne yapmak zorunda uygulamak
zorunda. Doğru uygular yanlış uygular bu bizim şu anda tartışma konumuz değil ama o
yabancı hukuku ne yapmak zorunda uygulamak zorunda. Şimdi esas olay burada çıkıyor.
Şimdi her hukuk farklıdır yani çünkü hukuk dinamik bir kavram. İnsanların kültürlerinden
toplumsal yaşamlarından geçmişlerinden, teknolojiden vs. her şeyden etkileniyor. Dolayısı ile
değişken bir kavram. O yüzden her yabancı hukukun uygulayacak olan devletin hukuk
sisteminden de farklı olması çok doğal aksi takdirde bütün hukuklarda aynı olurdu zaten ve
kanunlar ihtilafı gibi disipline ihtiyaç olmazdı. Bütün dünyadaki hukukların aynı olduğunu
düşündüğünde zaten kanunların yarışması kanunların ihtilaf halinde olması gibi bir disipline
ihtiyaç olmayacaktı. Ama işte bu farklılık aslında .Bu noktada farklılık kabul edilir.
Çünkü dediğim gibi hukuk insanların yaşamlarından kültürlerinden geçmişlerinden
paylaşımlarından ortaya çıkan bir dinamik bir şey, bir olgu. Bu sebepten dolayı da yabancı
hukuku uyguladığımızda bu hukukun bizim hukukumuzdan çok farklı bir takım uygulamalar
getirmesi veya etkiler doğurması söz konusu olabilir. Zaten bunda sıkıntı yok. Yani zaten farklı
olması gerekiyor. Aynı olursa dediğim gibi herkes aynı olur. Aynı da olabilir onda bir sıkıntı
yok ama aynı olmayacağını zaten bilerek biz bu şeyi kabul ediyoruz. Yani her hukuk farklı bir
şeyi getirmiş. Arada benzer uygulamalarla getirebilir ama farklı uygulamalar bizim için bu
kuralın kabul edilemeyeceği anlamına gelmez.
Yani biz hukuksal uygulama ile alakalı ya da bir hukuki işlemle yada bir hukuki olayla alakalı
bir takım düzenlemeler getirmiş olabiliriz ama olaya uygulanması gereken Fransız hukukudur
ve Fransız hukuku bizden çok daha farklı bir şey getirmiştir ve hakim o farklı Fransız
hukukunun maddi normlarını olaya uygulayacaktır. Bunda bir sıkıntı yok

- Ama bazen öyle bir durumlar olur ki sizin o yabancı hukuku alıp uygulamanız hiçbir şekilde
kabul edilemez, temel insan haklarına aykırı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence
altına alınmış temel hak ve hürriyetlere aykırı, bizim anayasal düzenleme konusu bulmuş olan
temel hak ve hürriyetlere aykırı ,bizim temel kanunlarımızdaki bir takım hususlara aykırı bir
nitelik taşıyorsa ve toplum tarafından kesinlikle kabul edilemeyecek, o genel ahlak kurallarını
ciddi anlamda rencide edici bir etki doğuruyorsa, o zaman o yabancı hukukunun
uygulanması söz konusu olmaz.

-Yani baktığımızda yabancı hukukunun kendisi değil gördüğünüz gibi yabancı hukukunun
uygulanmasının yaratacağı sonuçlar aslında kamu düzenini müdahalesi gerektirir. İşte bu

62
noktada eğer yabancı hukuku insan haklarına aykırı ise ,yabancı hukuk Türkiye'deki temel
kanunların düzenlenmiş bir takım uygulamalara hükümlere aykırıysa, genel örf ve adet, ahlak
kurallarına aykırı ise ama hepsi için demiyorum yani buradaki özellikle eğer o aykırılığa
istisnai kısıtlaması olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Öyle her aykırılık kamu düzeninin
müdahalesini meşru kılmıyor.

-Yani bizim ilk derece mahkemelerimizin de Yargıtay’ın da bu kamu düzeninin uygulanması


ile alakalı oldukça fazla yanlış kararları vardı geçmişte. Yani bizim hukukumuzdan farklı olan
her yabancı hukukun sanki kabul edilemez bir durummuş gibi kabul edip hep kamu düzeni
müdahalesi ile Türk hukuku uygulamak ya da hiçbir hukuku uygulamamak şeklinde sonuçsuz
bırakmak şeklinde bir girişimlerde ve sonuçlarda girişimlerde bulunup sonuçlar yaratmış
kararlar var. Ama bu doğru değil. Biz her farklılığa her yabancı hukuktaki farklılığa kamu
düzeni müdahalesi çerçevesinde bir yaklaşım kabul edemeyiz. Özellikle burada korunması
gereken menfaatler korunması gereken değerler işte o anayasanın maddelerin ihlali diyoruz
.Orada hangi değerler ve amaçlar güdülmüş veya işte Türk Medeni Kanunu'ndaki çok temel
bir ilkeye aykırılık. O ilke ile ne hangi amaç güdülmüş, oradaki amaç gaye ne önem arz ediyor,
O amaç ve gayeye aykırılık bu anlamda bir kamu düzeni müdahalesini ne yapıyor? Meşru
kılıyor. Yani hakimler kamu düzeni gerekçesi ile o yabancı hukuku uygulamama yönünde bir
yetki kullanıyorlar ve biz buna kamu düzeni diyoruz.
*Kamu düzeni ama istisnaidir. Her zaman başvurulabilecek bir yol değildir. Her yabancı
hukuku farklı olduğu için kamu düzeni müdahalesi ile etkisiz hale getiremeyiz.
-Dediğim gibi geçmişte her farklılık Türk Hukuku nun uygulanması için gerekçe olmuş ve
kamu düzeni anlayışı Türk hukukunun uygulanmasının bir anahtarı olmuş ama bu doğru bir
uygulama değil yanlış bir uygulama biz. O yüzden kamu düzeninin istisnai olduğunu özellikle
ihlal ettiği düşünülen hükümlerin veya uygulamaların altında yatan değer ve anlayışları, yani
hangi değerleri ve anlayışları temsil ettiğini iyice değerlendirmek suretiyle belirtiriz.
-Yani şu anlamda şunu söyleyebilirim her anayasaya aykırı yabancı hukuk kamu düzeni
müdahalesine maruz kalmaz. Neden? Çünkü anayasada da bazı hükümler etkisini, önemini,
gücünü yitirmiş olabilir. Dolayısıyla o yabancı hukukun anayasadaki bazı düzenlemelere aykırı
olması kamu düzeni müdahalesini gerektirmez. O yüzden bu kamu düzeninin biraz daha dar
yorumlanması gerekiyor. Çünkü ne dedik değişken ve dinamik bir kavram. Bazen o
yürürlükteki kanunlar bu değişime ve gelişime ayak uyduramayabiliyor.
*Dolayısı ile gelişmiş veya farklı bir ülke hukukunun uygulanmasının anayasaya modası
geçmiş bir maddesine aykırılık kamu düzeni müdahalesini gerekli kılamaz. O yüzden kamu
düzenini biz burada biraz istisnai değerlendireceğiz ve her farlılığın kamu düzeni müdehalesi
olarak değerlendirilemeyeceğini söyleyeceğiz. Burada önemli olan şey yabancı hukukun
uygulaması yani hakim bakacak burada bir yabancılık unsuru var diyecek. Ne yapacak?

-Hemen MÖHUK’u açacak. MÖHUK’u açınca ne yapacak? Hukuki olarak vasıflandırdığı olayı
bulacak yani bu bir evlat edinme ilişkisi diyecek mesela ya da evlenme ilişkisi diyecek hemen
ilgili maddeye bakacak. O ilgili maddede ne yapacak işte atıf mı var devam eden atıf neyse
ilgili hukuku buldu. Hukuku uygulayacak ama hukuku uygulamasının sonuçları eğer dediğim
gibi anayasadaki bazı temel hak ve hürriyetlere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile kabul
ettiğimiz bir takım ilkelere, Türkiye'deki o temel yasa hükümlerine, toplumun genel ahlak ,örf

63
ve adet kurallarına aykırı ise o doğan sonuç, o yabancı hukuku uyguladığımızda ortaya
çıkacak sonuç aykırı ise o zaman ne yapıyor? Kamu düzenine müdahalesine istinaden o
yabancı hukuku uygulamıyor.

30-40 DK (Nilüfer)
*Biz burada kamu düzeninin olumlu etkisi ve kamu düzeninin olumsuz etkisi olmak üzere iki
şekilde değerlendiriyoruz. Kamu düzeninin olumsuz etkisi dediğimizde işte o yabancı
hukukun sonuçları kesinlikle kabul edilemez bir değer taşıdığından o yabancı hukukun hiçbir
şekilde uygulanmaması kamu düzeninin olumsuz etkisi olarak ortaya çıkıyor.
-Ama bazı durumlarda o yabancı hukukun uygulanmamasının yarattığı belirsizliğin Türk
hukukunun uygulanması suretiyle çözümü söz konusu olabiliyor. Bu noktada da işte kamu
düzeninin olumlu etkisi ortaya çıkıyor.
*Yabancı hukukun uygulanmaması kamu düzeninin olumsuz etkisi, onun yerine gerekli
görülen hallerde Türk hukukunun uygulanması ise kamu düzeninin olumlu etkisidir.
-Ama kamu düzeninin olumlu etkisi yani uygulanamayan yabancı hukukun yerine Türk
hukukunun uygulanması da her zaman karşılaşılan bir şey değildir. Kamu düzeninin olumlu
etkisini biz her zaman göremeyiz çünkü bazı durumlarda kanun uygulayıcı kamu düzeni
müdahalesi yapar kestirir atar. Bir daha artık onunla vakit kaybetmez. Bu hukuki ilişkiyi
ayakta tutmak amacıyla Türk hukukunun korumasından, kamu düzeninin olumlu etkisini
uygulamaktan uzaklaşır yani öyle bir şeye girmez.
-Bu durumlarla da karşılaşıyoruz dolayısıyla her zaman kamu düzeninin olumsuz etkisi vardır
ama olumlu etkisini de görmeniz mümkün olmaz. Kanun maddesinde de zaten bunu açık bir
şekilde görüyoruz. Ne diyor? Bu hüküm uygulanmaz ,gerekli görülen hallerde Türk hukuk
uygulanır. Yani gerekli görülmeyen hallerde Türk hukukuna bile gitmiyoruz ,kamu düzeninin
olumlu etkisini uygulamıyoruz.
*Şimdi örnekleyecek olursak mesela hukuk sistemlerinde ve hukuk uygulamalarında
farklılıklar var.
-Alman hukukunda amca ve yeğen evlilikleri geçerlidir ve yasaldır. Alman medeni kanunu
açtığınızda amca yeğen, teyze yeğen neyse evlenebilir. Bu bizim hukukumuzda kesinlikle
yasak. Yakın hısımlık biliyorsunuz evlenme engeli maddi şartlardan biridir. Dolayısıyla bizden
çok farklı bir anlayışla kaleme alınmış ve uygulanan bir düzenlemedir.
-Şimdi bu noktada ve bu örnekten yola çıkacak olursak Türkiye’de bir Alman vatandaşı
amcayla yeğenin evlenmesi söz konusu bulunduğunda biz zaten tarafların milli hukuku buna
izin vermiş olsa bile amca yeğen evliliğinin Türk kamu düzenine aykırı olması sebebiyle ne
yapacağız kamu düzeni müdahalesini devreye sokacağız. Çünkü hiçbir şekilde kabul
edilemeyecek bir durum. Toplumun ahlakı bakımından da bu evliliğin kabul edilmesi
durumunda toplum içinde rencide edici bir durum ortaya çıkacak. Dolayısıyla bu evliliğin
gerçekleşmesi durumu kesinlikle söz konusu olmayacaktır. Biz burada Türk kamu düzeninin
olumsuz etkisini görüyoruz. Türk hukukuna göre bu çiftleri evlendirme arayışına girmiyor
kestiriyor atıyor. Çünkü böyle bir evliliği kabul ettiğinde hem bizim bu konudaki ahlak

64
anlayışımız hem de bu konudaki temel düzenlemelerimizi ihlal edecek bir durum ortaya
çıkacak. Dolayısıyla bunu kamu düzeni müdahalesi ile yok kabul ediyor.
-Ya da aynı cinsiyeti taşıyan iki kişi evlenecek diyelim ki bunlar Hollanda vatandaşı olsunlar.
Hollanda’da yasal Malta’ da yasal ya da Malta vatandaşı olsunlar. Türkiye’de evlenmek
istiyorlar. Nihayetinde onların milli hukuku bu evliliğin gerçekleşmesi açısından bir sıkıntı
yaratmıyor. Onların kendi medeni kanunlarına göre vatandaşlık bağı ile bağlı oldukları
hukuka göre evlenme ehliyeti açısından bir sıkıntı yok. Ama bu evliliği Türkiye’de
gerçekleştirmek istediklerinde Türk makamlarının bu evliliğe izin vermesi en azından
günümüz açısından ve Medeni kanunda düzenlenmemiş olduğundan kabul edilemez bir
durum ve dolayısıyla yokluk hükmündedir. Malta hukuku belki uygulanacak veya Malta
hukukunun atıf yaptığı hukuk uygulanacak ve sonuçta o bir yabancı hukuk özellikle ehliyet
konusunda ama o yabancı hukukun uygulanması ve o çiftin evlenmesi noktasında bir
sıkıntının yaşanmıyor olması kendi hukukunu ilgilendiren bir durum. Bu evlilik Türkiye’de
gerçekleşecekse, Türk makamları önünde gerçekleşecekse, Türk hukuku buna kamu düzeni
anlayışıyla müdahale edecektir ve bu evlilik gerçekleşmeyecektir. Çünkü sonuç kabul
edilemez şu anda hani.
-Dünyaca ünlü bir yönetmen vardır Woody Allen. O mesela küçücük bir bebekken karısıyla
evlat edindiği çocuğu ile evlenmiştir yıllar sonra. Bebekken evlat edindikleri çocuk
büyümüştür onunla evlenmiştir. Baktığımızda sapıklık ötesi bir şeydir. Türk hukukunda
evlatlığınızla evlenemezsiniz, boşandığınız eşinizin çocuğuyla evlenemezsiniz. Bunlar
kesinlikle kabul edilmeyen şeylerdir. Dolayısıyla evlatlığıyla evlenmek isteyen biri Türkiye’ye
bu talepte bulunduğunda bu kamu düzeni müdahalesine maruz kalır. Çünkü sonuçlar o
yabancı hukukun uygulanması bunun kabul edilmesi ve uygulanması noktasında kesinlikle
toplumu rencide eden ve genel hukuk disiplinimize aykırı birtakım uygulamalar
gerçekleşebilir. Kendi düzenini ve sistemini ne yapmak durumunda, koruma durumundadır.
Dolayısıyla bu noktada müdahale eder. Kamu düzeni müdahalesi. Bunları evlendirmek için de
uğraşmaz.
-Mesela nafaka yükümlülüğüne gelelim. Bizim hukukumuzda nafaka yükümlülüğü diye bir
kavram var biliyorsunuz. Özellikle altsoy, üstsoy zor durumda olan kişilerin üst soyuna yardım
etmesi ya da alt soyuna yardım etmesi ekonomik açıdan eğer güçleri yetiyorsa. Şimdi
bununla ilgili de önemli bir karar vardır mesela Danimarka vatandaşıydı zannediyorum anne,
baba. Bunlar Türkiye’de yaşıyorlar çocukta Türkiye’de yaşıyor Danimarka vatandaşı. Anne
baba sefalet içinde çocukta gayet zenginlik ve refah içinde bir yaşam sürdürüyor. Anne baba
nafaka yükümlülüğü kapsamında dava açıyor. Oğullarından bu anlamda nafaka talep ediyor.
Türk hâkimi tabi bakıyor yabancılık unsuru içeren bir olay. Bakıyor işte bu nafaka ile alakalı vs
ilgili yabancı hukuka gidiliyor falan nihayetinde Danimarka hukuku uygulanacak. Fakat
Danimarka hukukunda böyle bir şey yok yani nafaka yükümlülüğü diye bir kavram yok. Öyle
bir hukuk kuralı getirmemiş öyle bir olgu yok. Danimarka hukuku açılıyor çünkü nafaka
yükümlülüğü kanunlar ihtilafı kuralları önce milli hukuk atıf yapıyor. Dolayısıyla milli
hukuklarına gidiliyor milli hukuklarına gidiliyor ama Danimarka kanunlar ihtilafı kurallarında
nafaka yükümlülüğü veya nafakayla alakalı bu anlamda bir düzenleme yok. Şimdi ne oluyor o
yabancı hukuka gidiliyor yabancı hukukta herhangi bir düzenleme olmaması da olayı
sonuçsuz bırakıyor. Oğulları gayet refah içinde yaşam sürerken yaşlı çiftin açlık sınırında bir

65
yaşam sürmesi kabul edilemez. Yani buna duyarsız kalamaz Türk makamları ve mahkeme.
Dolayısıyla ne yapıyor o yabancı hukukun uygulanması sonuç ne öyle bir düzenlemenin
olmaması. Nihayetinde burada neyi görüyoruz yabancı hukukun uygulanmasının etkileri her
zaman yani olumsuz olabilir veya yabancı hukukun uygulanamamasının da yani herhangi bir
hüküm getirememesinin de sonuçları kabul edilemez olabilir. Bazen yabancı hukuk
uygularsanız sonuçlar kabul edilmez. Bazen yabancı hukuku uygularsınız ortada sonuç yoktur
sonucun olmaması da kabul edilemez. Bu olayda sonucun olmaması çünkü yabancı hukukta
bu müessese düzenlenmemiş dolayısıyla bir sonuca ulaşamıyorsunuz. Şimdi bu noktada Türk
kamu düzeni arkadan mı bakacak ne halleri varsa görsün mü diyecek yoksa müdahale ederek
yani kamu düzeninin olumlu etkisini uygulayarak Türk hukukunu uygulayacak? tabii ki Türk
hukukunu uygulayacak. Türk hukukunda ki nafakayla yükümlülüğü ile ilgili o uygulamaları
getirerek yaşlı çiftin bu anlamdaki taleplerini dikkate alacak. Şimdi burada baktığımızda ne
görüyoruz bazen yabancı hukukun uygulanmasının sonuçları dikkate alınıyor kamu düzeni
müdahalesini gerekli kılıyor bazen de yabancı hukukun uygulanamamasının yarattığı olumsuz
etkiler dikkate alınıyor ve onun terine Türk hukuku uygulanıyor gibi.
40-50 DK (Gaye Etiler)
-Bunun dışında mesela ırk ayrımcılığına yönelik evlilikler örneğin aynı aileden evlenecek olan
kişilerin aynı mesela Hint sisteminde vardı bu kast sistemiydi biliyorsunuz aynı aile ağacından
gelmeli ya da aynı kökenden gelmeli veya aynı inanca sahip olmalı mesela Musevilik
inancında vardır. Çünkü Musevilikte biliyoruz ki nesil anneden gidiyor, anneden devam
ediyor. Anne museviyse çocuklarda o inanca –tabi bu muhafazakar ve katı anlayışlar için
geçerli bir şey- veya anneden devam ettiği için özellikle bu Musevi inancını çok radikal şekilde
benimsemiş olan gruplar için mutlaka Musevi biriyle evlenmesi gerekiyor erkek tarafının.
Şimdi baktığımızda bunu zorunluluk olarak kabul eden anlayışlar ve uygulamalar da var,
hukuk kuralları da var. Dolayısıyla bu anlayışı kabul eden sistemde mesela kamu düzeni
müdahalesini gerektirebilir veya işte aynı aileden olacak kişilerin evlenmesi Hindistan’daki
gibi. İnsan haklarına aykırı olması sebebiyle bir kamu müdahalesini getirebilir. Yani bu nasıl
olabilir diye sorabilirsiniz. Diyelim iki Hintli Türkiye’de evlenmek istiyor. İşte Hint hukukuna
gidiliyor aynı aileden olmaları yönünde bir kanun ihtilafı kuralı var ama öyle bir şey yok ikisi
de farklı aileden. Şimdi biz bu insanları evlendirmeyecek miyiz sorusu gündeme geliyor. Yani
biz bunu dikkate alacak mıyız? Başka bir hukuktaki bu evlenme engeli bizim açımızdan da
müdahale edilmesi söz konusu olan bir durum mu yoksa duyarsız mı kalacağız? Şimdi burada
doktrin biraz ayrılıyor ama çoğunluk hayır, böyle etnik köken, dini inanç esasına dayalı
evlenme engellerinin kesinlikle kabul edilemeyeceği yönünde. Dolayısıyla bu bir evlenme
engeli olamaz diyor. İnsan haklarına aykırı bir şeydir. Çünkü bizim imza attığımız, akit
olduğumuz uluslararası sözleşmeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi anlamında güvence
verdiğimiz hakların ihlali anlamına geliyor dolayısıyla kabul edilemez diyor. Kamu düzeni
müdahalesini uygulayarak Türk hukukunu uyguluyor uygulanması gereken yabancı hukuku
uygulamıyor. Çünkü o yabancı hukuku uygularsa o kişiler evlenemeyecek mesela.
-Ya da miras mesela. Miras konusunda da bu sıklıkla karşılaşılıyor. Örneğin bir kişiye miras
kalıyor. İran’da bir Musevi topluluk var ve İran’daki Musevi topluluğun aile hukuku, şahsın
hukuku ve miras ilişkilerine kendi özel kanunları uygulanıyor. İran devleti öyle bir düzenleme
getirmiş. Buradan dolayı ..?.. hukuku ve kendi vatandaşları olmasına rağmen onların inançsal

66
sistemi farklı olduğu için onlara bu kanunlarla sınırlı olarak farklı bir hukukun uygulanmasını
kabul etmiş. Dolayısıyla işte bu İranlı musevinin Türkiye’de –bunlar birkaç Yargıtay kararı
zaten görürsünüz kitaplarınızda- Türkiye’de vefat ediyor. Bu inanç sistemine göre de menkul
mirasın eşe kalması mümkün değil öyle bir sistem var. Türk hakimi ne yapıyor? İşte bu
İran’daki özel kanunun uygulanması gerektiği kanaatine varıyor ve onu uyguluyor. Onu
uyguladığında da eşin menkul mirasla alakalı mirasçılık sıfatına sahip olmadığı tespit ediliyor
ve bu noktada da eşin menkul mirasla alakalı miras hakkı kabul edilmiyor. Bu tartışma
konusu olmuş. Mahkeme biz buna müdahale edemeyiz bunlardan biri Türk vatandaşı olsaydı
iş farklı olurdu ama ikisi de İran vatandaşı dolayısıyla biz buna müdahale edemeyiz diyor.
Otomatikman menkul mirastan eşi ayrık tutan kuralı uygulamış ve bu noktada kamu düzeni
müdahalesini gerekli görmemiş. Ama bazı doktrin tartışmalarında bunun olması gerektiğini
miras hakkının evrensel hak olduğunu dolayısıyla kamu düzeni müdahalesini gerektirdiğini
ifade ediyor. Gördüğünüz gibi bu biraz hukuksal uygulamalardan ve sistemlerden
kaynaklanan farklılıklar.
-Mesela boşanma yasakları. Boşanma yasağı getiren hukuklar var. Halihazırda da var. Biz
daha önce İspanya ve Yunanistan örneğini vermiştik. Milli esasların hakim olduğu dönemler
için geçerliydi ama halihazırda da bazı ülkelerin inanç sistemleri anlamında boşanma
yasağının kabul edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla boşanma yasağını kabul eden bir ülkenin
vatandaşı olan kişinin gelip Türkiye’de boşanmak istemesi halinde milli hukuklarında olan
şerhin ya da kanunlar ihtilafı kuralları gereği bir hukuka ulaştıklarında o hukukun boşanma
yasağı getirmesi Türk hukukunun kamu düzeni müdahalesini gerekli kılacak. çünkü evlenmek
kadar boşanmak da evrensel bir hak nihayetinde ve bu noktada Türk kamu düzenin olumlu
etkisini görerek Türk hukukuna göre eşlerin boşanması sağlanacak.
-Mesela bir kişinin 3. eş olacak şekilde bir Türk vatandaşı kadının evlenme talebi kabul
edilmeyecek. Çünkü burada da bizim Medeni Kanundaki genel düzenlemelerimiz, tek eş vs.
hem de ahlaki açıdan da kabul etmediğimiz temel değerler açısından da kabul etmediğimiz
işte bir Türk kadınının bir adamın 3. eşi olması, bir Suudi’nin 3. eşi olmasına yönelik evlilik
Türk hukuku tarafından da kabul edilmeyecek. Yine kamu düzeni müdahalesiyle
karşılaşıyoruz. Ama şu aklınıza gelebilir. Bu Suudi hukukunda boşanmalar biliyorsunuz talak
yoluyla gerçekleşiyor. Erkek tarafının eşine boş ol demesi şeklinde kadını 3. sınıf vatandaş
haline getiren bir sistem. Ama her gün şükretmeliyiz. İyi ki bu topraklarda doğmuşuz, iyi ki
ATATÜRK diye dahiyane bir insan bize denk gelmiş. Her gün özellikle kadınlar olarak
şükretmemiz gereken bir insan. Hala da algılayamayanlara da diyecek bir şey yok! Bu
noktada talak beyanı var. Şimdi bu talak beyanıyla alakalı olarak da söz konusu olan bir
durum var. Bu noktada biz yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi ile alakalı
napıyoruz? Bunu daha işlemedik, işleyeceğiz de bunu burada bahsetmem gerekiyor talakı
anlatabilmem için. Talak, normalde yabancı bir boşanma kararı ki talak bir boşanma
işlemidir. Yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi adı verilen bir süreç içerisinde
kararları kendi iç hukukumuzda entegre ediyoruz. Şimdi bu noktada baktığımızda, talak bir
mahkeme kararı değil nihayetinde Türk makamı tarafından tescil edilen bir karar. Bir
mahkeme kararı niteliği taşımıyor dolayısıyla bu kararın tanınması ve tenfizi meselesi de biraz
sıkıntılı ama bununla ilgili bir mahkeme kararında özellikle bizim kabul etmediğimiz bir
boşanma biçimi. Mahkeme değil çünkü biz mahkeme kararlarını tanıyıp tenfiz ediyoruz, icra

67
ediyoruz ve o kararın etkisini tanıyoruz. Dolayısıyla ilginç bir kararda, talak beyanına tabii
olan kadının Türk vatandaşı olması ve onunda bu boşanmayı istemesi sebebiyle Türk
makamları bu talak müessesi ve kadınlık makamı tarafından verilen tescil işlemini kabul
etmiş. Normal şartlarda belki kamu düzeni müdahalesi vs. gündeme gelecekken farklı bir
uygulama olmasına rağmen kabul edilmeyen bir uygulama. Çünkü boşanma işleminin de
resmi şekilde mahkemeler aracılığıyla yapılması gerekiyor. Burada kadının da bu işlemi kabul
etmesi sebebiyle bunu kabul ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla her olayın biraz içeriğine, yapılma
biçimine, o olayın aktörlerine göre kamu düzeni değerlendirilmesinin yapılması gerekiyor.
-Mesela bir siyahla beyazın evlenmemesi yönünde bir yasak getiren düzenleme düşünelim.
Şimdi bu çağda olabilir mi? Siyahla beyaz evlenemez şeklinde bir kanun hükmüne ulaşıyor
Türk makamları. Ne olacak uygulayacak mı bunu? Tabi ki uygulamayacak. Çünkü evrensel
hukuka aykırı bir durumla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu vb. durumlar kamu düzeni
müdahalesini gerekli kılıyor. Ama kamu düzeni değişken bir kavramdır. Biz her zaman kamu
düzenini dar yorumlamak zorundayız. Bu önemli bir şey.
*Mesela söyleyeceğim emredici kurallar. Türk hukukunda da çok farklı alanlarda emredici
kurallarla karşı karşıyayız. Biraz Türk hukukuna giriş bilgilerinize dönelim. Emredici kurallar
neydi? Yani istisnası olmayan, hiç kimseye istisna getirmeyen mutlaka zorundadır,
yükümlüdür şeklinde kaleme alınmış çok açık, net ortaya konmuş kurallar. Herkese eşit
şekilde uygulanacak olan katı kurallar bunlar. Tabi ki her yapı içerisinde olması gereken
durumlarla alakalı olması gereken emredici kuralları görüyoruz. Bu noktada acaba emredici
kurallara aykırılık kamu düzeni müdahalesini gerektirir mi? Yani emredici kurallara aykırı olan
yabancı bir hukukun uygulanmaması söz konusu olabilir mi sorusu aklınıza gelebilir. Hayır,
buna böyle bir genelleme yapamıyoruz. Ne demiştik? Kamu düzeni istisnadır, her zaman
başvurulabilecek bir yöntem değildir. Biz Türk hakimi veya yetkili makam olarak yabancılık
unsuru içeren bir uyuşmazlık, olayla müessese ile ilgilenen kişiler olarak bizim hukukumuzda
farklı bir uygulama getiren yabancı hukuku sırf bu farklılıklarından dolayı kamu düzeni
müdahalesine maruz bırakamayız.
50-60 DK (Pak 6110)
Kamu düzeni istisnadır. Her zaman başvurulmaz. O kuralla korunması istenen değerler,
amaçlar dikkate alınarak kamu düzeni müdahalesinin gerekli olup olmadığına karar verilir. O
yüzden yabancı hukukun her emredici kurala aykırı olması da bu noktada kamu düzeni
müdahalesini gerekli kılmaz. Biz kamu düzenini ne yapmak durumundayız? Dar yorumlamak
zorundayız. Ama dediğim gibi: daha önceki kararlarda hiçbir şekilde böyle dar
yorumlanmamış. Hemen Türk hukukunu uygulayalım gitsin, Türk hukukundan farklı bu falan
gibi bir yaklaşım sergilenmiştir. Ama son yıllarda tabi bu kamu düzeni ile alakalı bir durum söz
konusudur. Yani daha olumlu gelişmeler söz konusudur.
Soru Üzerine: Diyelim ki iki Türk vatandaşı erkek Hollanda’da evlenmek istiyor. İlgili
evlendirecek makam Hollanda kanunlar ihtilafı kurallarını açacaktır. Ne yapacak? Ehliyet.
Milli hukuka gidilecek “izin vermiyor”. Şimdi onların hukukuna göre de izin verilmemesi kamu
düzeni müdahalesidir. Dolayısıyla onlar da kendi kamu düzeni hukukunu uygulayıp Hollanda
hukukuna göre onları evlendirecek. Ama Hollanda hukukunun yapmış olduğu bu evliliği Türk
hukuku tanıyacak mı? Tanımayacak. Yani Türk hukuku açısından (Hollanda hukukuna göre

68
geçerli bir evlilik olmuş olsa bile) Türk hukuku açısından bağlayıcı bir evlilik söz konusu
olmayacaktır. Yetkili makamlara “biz evlendik” diye bildirseler bile (biliyorsunuz Türk
Konsolosluğuna yurt dışında yapılan evliliklerin bildirilmesi gerekiyor ki Türkiye’de nüfusta
işlem yapılsın) böyle bir şey yapılamayacaktır. Öyle bir sonucu olacaktır. Yok hükmündedir.
Yokluk. Var olmamış, yaşanmamış, düşünülemez.
*Yabancı hukuku uyguluyoruz. Türk hâkimi kanunlar ihtilafı kurallarına gidiyor. Yabancı
hukuku uyguluyor. Yabancı hukukun uygulanmasının sonuçları kesinlikle kabul edilemez veya
Türk temel ilkelerine aykırı, genel örf ve adet hukukuna aykırı olabilir, temel insan haklarına
aykırı olabilir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki temel hak ve hürriyetlere aykırı olabilir,
Türkiye’deki temel bir takım yasalara aykırı olabilir. Bu anlamda o yabancı hukukun kabul
edilmemesi, gerekliyse de Türk hukukunun bu anlamda kabul edilmesi olarak ifade ediyoruz
kamu düzenini.
MÖHUK md. 6 – Türk Hukukunda Doğrudan Uygulanan Kurallar
*Bu doğrudan uygulanan kurallar ile kamu düzeni biraz karıştırılıyor. Aslında ikisi bambaşka
amaçlara hizmet eden düzenlemelerdir. Zaten ayrı ayrı maddelerdedirler. Buradaki
karıştırılma sebebi de aslında madde 6’nın kökeninin biraz da madde 5 odaklı olmasıdır. Yani
orada da bir kamu düzeni anlayışı vardır ama o bizim anladığımız anlamda bir kamu düzeni
anlayışı değildir, milletlerarası özel hukuk anlamında bir kamu düzeni anlayışı değildir.
Türk hukukunun doğrudan uygulanan kuralları

MADDE 6 – (1) Yetkili yabancı hukukun uygulandığı durumlarda, düzenleme amacı


ve uygulama alanı bakımından Türk hukukunun doğrudan uygulanan kurallarının
kapsamına
-Burada okuduk giren
bir şeyhâllerde o kural
anlamadık doğaluygulanır.
olarak. “Ne demek istiyor bu?” diyebilirsiniz.
Doğrudan uygulanan kurallar aslında bir yandan emredici kurallardır. Bunlara müdahaleci
normlar da diyoruz. Bunlar özellikle devletin ekonomik, sosyal, kültürel ve güvenliğiyle alakalı
konularda getirilmiş olan ve onun ekonomisini, kültürel değerlerini korumaya yönelik bir
takım amaçları olan düzenlemelerdir. Dolayısıyla bunlar açısından yabancı ülke vatandaşı
olsun, Türk vatandaşı olsun fark etmiyor. Herkese aynı şekilde otomatikman uygulama alanı
buluyor. Şimdi bu ne demek?
-Mesela; Türk Parasının Korunması Hakkındaki Kanun veya Gümrük Kanunu ya da Kaçakçılıkla
Mücadele Kanunu. Şimdi bunlar bu anlamda doğrudan uygulanan kanunlardır. Türk Parasının
Kıymetinin Korunması Hakkındaki Kanun tam bir doğrudan uygulanan kural örneğidir.
Neden? Çünkü orada Türk parasının korunması amacı vardır. Bu devletin ekonomik açıdan
kabul etmiş olduğu, ekonomik güvenliğini sağlayan bir şeydir. Mesela; sahte para basımının
önlenmesi yine devletin ekonomik değerleriyle alakalı koruma amacı güden bir
düzenlemedir. Gümrük ve Kaçakçılık Mevzuatı yine aynı şekilde ülkenin ticaret anlamında,
gümrükle alakalı düzenlemeleri anlamında doğrudan ekonomisini ilgilendiren bir şeydir.
-Mesela; kültürel değerlerin korunması, ülkeden tarihi eserlerin çıkarılamaması, kaçakçılıkla
mücadele edilmesi veya insan kaçakçılığının önlenmesine yönelik düzenlemeler.
-Burada görüyoruz ki düzenleme amacı bir şeye hizmet ediyor. Yani ucu devlet ile bağlantılı
olan, devletin ekonomik açıdan ya da sosyal açılardan korunmasını hedef alan bir takım

69
düzenlemelerdir ya da devletin vatandaşlarını korumak için getirdiği düzenlemelerdir.
Bireylerin temel hak ve hürriyetlerini korumak için getirdiği düzenlemelerdir.
-Mesela; Sosyal Güvenlik Mevzuatı tam bir doğrudan uygulanan kural örneğidir. Neden?
Çalışan herkesin yasal bir şekilde çalışması, işvereni tarafından primlerinin ödenmesi ve
sosyal güvenlik haklarının güvence altına alınması anlayışından hareket eder. Dolayısıyla
böyle bir anlayış altında yattığı için doğrudan uygulanan kuraldır.
-Örneğin; yabancı bir şirketin çalışanı bir Türk vatandaşı olsun. Yabancı şirket Türkiye’de
faaliyet gösteren bir şirket olsun. Yabancı şirket ile Türk vatandaşı işçi arasında bir iş
sözleşmesi olsun ve o iş sözleşmesine yabancı şirket olan Alman şirketinin kuruluş yeri
hukuku uygulansın. Alman şirket işçisi ile bir sözleşme yapıyor ve aralarındaki iş sözleşmesine
alman hukuku uygulanmasına ilişkin bir mutabakat sağlanıyor. Bu noktada alman hukukunun
iş sözleşmesine uygulanması demek; iş sözleşmesi ile alakalı bütün meselelerin alman
hukukunun maddi normlarına göre çözülecek olduğu anlamına gelir. Dolayısıyla işçinin
işverenden olan hakları, işverenin işçiden olan hakları, haklı fesih, haksız fesih, fazla mesai,
sözleşmenin ihlali vs. bunların hepsi sonuçta alman hukukuna göre çözümlenecek anlamına
gelir. Bu iş sözleşmesinin bir uzantısı olan SGK ile alakalı düzenlemenin de bu anlamda alman
hukukuna tabi olacağını düşünebilirsiniz. Ama iş Türkiye’deki bir şirket tarafından
gerçekleşiyorsa Türk vatandaşının alman hukukunun uygulandığı bir iş sözleşmesi ile işini
gerçekleştirmesi noktasında SGK ile alakalı bir ihtilafın gündeme gelmesi halinde o ihtilafa
otomatikman Türk hukuku uygulanır.
60-70 DK
*Bu iş sözleşmesinin uzantısı olan SGK’nın düzenlemelerinin de bu anlamda Alman
Hukuku’na tâbi olacağını düşünebilirsiniz. Ama, iş Türkiye’de bir Türk şirket tarafından
gerçekleştiriliyorsa, bir Türk vatandaşının Alman Hukuku’nun uygulandığı bir iş sözleşmesiyle
işini gerçekleştirmesi noktasında SGK ile ilgili bir ihtilafın söz konusu olması halinde o ihtilafa
otomatikman Türk hukuku uygulanacaktır. Orada Alman şirket çıkıp da; bu ihtilafa Türk
hukuku uygulanamaz bizim aramızda iş sözleşmesi var iş sözleşmesine Alman hukuku
uygulanacak dolayısıyla SGK ile ilgili düzenlemelerde de Alman Hukuku uygulanacaktır
diyemez, neden? Çünkü konu doğrudan uygulanan kurallar kapsamındadır ve doğrudan
uygulanan kapsamında olan her şeyde Türk Hukukunun maddi normları uygulanarak
çözümlenir.
-Tüketicinin korunması meselesi de aynı şekilde otomatikman doğrudan uygulanan kurallarla
düzenlenmiştir. Türk Hukuku’nun maddi normlarının uygulanmasını gerektirir. Mesela; Van
kedisinin ülkeden çıkışı yasaktır ya da Urfa Birecik’teki Kelaynak kuşlarının ülkeden çıkışı ve
satışı yasaktır -Şimdi bunlarla alakalı koruma kanunları çıkarılmış- ya da bir tarihi eserlerin de
ülkeden çıkarılamamasına ilişkin yasal düzenlemeler var. Şimdi bunlar otomatikman
doğrudan uygulanan kurallar bunu yabancı bir vatandaş da çıkarsa bir Türk de çıkarsa Türk
Hukuku’nun otomatik uygulanması ve ilgili yaptırımlarının gelmesi söz konusudur.
Dolayısıyla doğrudan uygulanan kurallarda böyle bir şey var yani bunlar hizmet ettikleri amaç
ve kapsam açısından belirli bir menfaat güdüyorlar ve otomatikman Türk Hukuku’nun
uygulanması ile sonuçlanıyorlar. Çünkü bu kanun düzenlemelerinde hukuk normlarının
altında yatan anlayış çok daha farklı. Ülkenin korunması, güvenliği ile alakalı olabilir. Ülkenin
ekonomik düzeni ile alakalı olabilir. Sosyal ve kültürel düzenlemeleri, ilişkileri ile alakalı

70
olabilir. Böyle geniş bir yelpazede düşünmemiz gerekiyor. Burada o konulan kuralın amacına
bakmamız gerekiyor. Nasıl bir amaç hedeflemiş, amacı ne, o amacın değerlendirilmesiyle bu
kuralın doğrudan uygulanan kural olup olmadığını anlıyoruz. Sahte para basımını Türk
vatandaşı biri de bassa doğrudan uygulanan kurallarla yasaklanmıştır, Alman vatandaşı biri
de bassa doğrudan uygulanan kurallarla yasaklanmıştır, hiçbir farkı yoktur. Doğrudan
uygulanan kurallarda yabancı hukukun uygulanmasından ziyade, çünkü kamu düzenine ne
demiştik? Yabancı hukuk uygulanıyor, yabancı hukukun uygulanmasının yarattığı sonuçlar
kesinlikle kabul edilemez oluyor. Ama doğrudan uygulanan kurallarda bu şekilde değil,
doğrudan uygulanan kurallarda zaten kafadan Türk hukuku uygulanıyor. Neden? Çünkü; o
işlemin önemi, o hukuki düzenlemeyle korunan kollanan menfaatler konunun doğrudan
uygulanan kurallarla düzenlemesini gerekli kılıyor. Mesela, ülkeye girmesi yasak olan bir
maddenin ülkeye sokulmaya çalışılması. Bunu bir Türk vatandaşı da yapsa yasak, Alman
vatandaşı yapsa da yasak. Hiçbir şekilde sokulmaması gerekiyor güvenlik gerekçesiyle. Ya da
silah yapımında kullanılacak bir maddenin bunun sadece alıcısı devlet olabilir satıcı da devlet
olabilir özel şahıslar olamaz. Bu konudaki yasak yani sadece devletin alıcı, sadece devletin
satıcı olabileceği bir madenle alakalı, kimyasal bir bileşenle alakalı bir durum doğrudan
uygulanan kuralla düzenlenmiştir ve Türk ya da yabancı fark etmeksizin kimsenin bu satışa
aracılık etmesi, aktüeri olması söz konusu olamaz. Çünkü doğrudan uygulanan kuralla
yasaklanmıştır.
-Özellikle savunma sanayiinde kullanılan birtakım maddelerin, madenlerin ülkeye sokulması
ile ilgili doğrudan uygulanan kurallarla getirilen düzenlemeler vardır. Mesela, bir kıta ülkesi
olan Avustralya’da covid-19’un bitmesi ile birlikte tekrar bulaşma riskine karşı Avustralyalı
havayolu şirketi Quantas şu anda İngiltere ve ABD uçuşlarını Ekim 2021’e kadar kaldırmıştır.
Bu ne demek aslında? Kimse gidemeyecek, adadan kimse çıkamayacak demek. Bu mesela bir
doğrudan uygulanan kuraldır baktığımızda, çünkü, ne yapmış? Ülkede covid vakaları bitmiş,
olay kapanmış, bir daha tekrardan ülkeye taşınmasının önüne geçmeye çalışılıyor. Niye?
Kamu sağlığıyla ilgili anlayışlar sebebiyle. Avustralya’nın yaptığı şu an kendi doğrudan
uygulanan kuralını uygulamak.- Adamlar bir sene sonraya kadar kapatmışlar yani buradan
çıkaracağımız şey bu olayın bir sene daha devam edeceği şeklinde herkes dikkat etsin diyelim
sonuç olarak.
HUKUKİ İŞLEMLERDE ŞEKİL
Hukuki İşlemlerde Şekil MADDE 7 – (1) Hukukî işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o
hukukî işlemin esası hakkında yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü
şekle uygun olarak yapılabilir.
-Şimdi biz burada bunu nasıl değerlendireceğiz? Bazı hukuki işlemlerin birtakım şekil
kurallarına istinaden yapılması gerekiyor. Mesela evlilik Türk hukukunda sıkı şekil şartlarına
Tabi bir hukuki müessese, hukuki işlem. Yani her iki tarafta Türk vatandaşı ise artık
müftülerin de evlendirme yetkisi var ama bizi her iki tarafında Türk vatandaşı olduğu vakalar
ilgilendirmiyor. Çünkü MÖHUK dersindeyiz, dolayısıyla mutlaka bir yabancılık unsuru
aradığımız için evlilik müessesesi anlamında birinin yabancı olması gerekiyor o yüzden de
evlendirme memuru tarafından bu evliliğin gerçekleştirilmesi gerekiyor. Türkiye'de
baktığımızda biri Türk bir yabancı bir çift veya Her ikisi de yabancı olan kişilerin evliliklerinin

71
sıkı şekil şartlarına bağlı olduğunu görüyoruz. Evlilikte şekil hem ayrı bir madde olarak
düzenlenmiş şekle ilişkin hem de sıkı şekil şartlarına tabi.
-Kanunumuzun 7. maddesi aslında şekle ilişkin olarak genel bir hüküm getirmiş ama kanunun
ilerleyen maddelerinde şekil konusuna ilişkin özel düzenlemelerde rastlıyoruz. Özellikle
ölüme bağlı tasarruf da şekil, evlilikte şekil gibi konularda özel şekil kuralları var tüketici
sözleşmelerinde keza.
-Dolayısıyla buradan anlayacağımız şu; Eğer hukuki müesseseler ile alakalı özel şekil kuralları
getirilmişse o özel şekil kurallarının dikkate alınması ama herhangi bir şekil kuralı yoksa o
zaman genel hükümlerdeki 7. maddedeki hükmün dikkate alınması şeklinde olacak.
-Yani hani o 3. maddede demiştik ya sabitleme anı bazı normlarda açık bir şekilde ifade
edilmiştir bazılarında edilmemiştir edilmezse 3'ü dikkate alacağız edilmişse ilgili maddeyi
dikkate alacağız. Burada da aynı şekilde. Şekle ilişkin herhangi bir ilgili madde içerisinde bir
hüküm yoksa o zaman şekil meselesi gündeme geldiğinde biz 7. madde hükmü çerçevesi
içerisinde bir sonuca ulaşmaya çalışacağız ama ilgili madde içerisinde şekle ilişkin bir özel
kural getirilmişse o zaman hiç 7. maddeye gitmeden ilgili maddenin şekil kuralı çerçevesinde
bir değerlendirme yapmamız söz konusu olacak.
*Şekil dediğimiz şey, -biraz önce de söyledim- mesela evlilikte şekilden bahsettik bazı hukuki
işlemler için sıkı şekil şartları gerekir ya da belli şekillerde yapılması gerekir. Bizim
hukukumuzda bazı işlemlerde mutlaka sıkı şekil şartı var ama hani bazı işlemlerde şekil şartı
aranmıyor. Şekil bazen ispat şartı olarak gündeme geliyor.
-Dolayısıyla yabancılık unsuru taşıyan hukuki ilişki ve uyuşmazlıklarla alakalı da şekli anlamda
geçersiz mi değil mi, şekli açıdan bağlayıcılığı var mı yok mu sorusunun cevabını da biz bu 7.
madde çerçevesinde belirleyeceğiz. 7. maddenin bir alternatif kural olduğunu daha önceki
dersimizde söylemiştik kanunlar ihtilafı kurallarını ayrılmıştık hatırlarsanız; kademeli bağlama
kuralları, alternatif bağlama kuralları, paylaşmalı bağlama kuralları şeklinde, şartlı bağlama
kuralları. Bu alternatif bir bağlama kuralı. Çünkü hukuki işlemlerin şekli konusunda ikili bir
ayrıma gidiyor; ya locus regit actum dediğimiz LRA kuralı olarak da ifade ettiğimiz, hukuki
işlemlerin şekil olarak yapıldıkları yer hukuku şekil kurallarına uygun olması ya da hukuki
işlemin esasına uygulanacak olan hukukun tespit edilmesi ve esasına uygulanacak olan
hukukun şekil kurallarına göre o hukuki işlemin şeklinin belirlenmesi şeklinde ikili bir ayrım.
70-80 DK (Ahmet 5116)
*Örnekleyeceğim o zaman daha net anlaşılacak ama burada maddi normlara gideceğimizi
unutmayalım. Atıfı anlatırken de söylemiştik; iade atıf devam eden atıf olarak ifade ettiğimiz
o renvoinin istisnalarından biriydi şekil. Burada iade, devam eden atıf kesinlikle yok. Zaten
kanun ne diyor: esası hakkında yetkili olan hukukun maddi hukuk hükümlerine öngördüğü
şekle uygun olarak yapılacaktır diyor. Dolayısıyla biz burada şekilde, maddi normu
uygulayacağız.
* Yani ya LRA’nın maddi normu ya da esasa uygulanacak olan hukukun maddi normunu
uygulayarak şekle uygulanacak olan hukuku belirleyeceğiz. Dolayısıyla şekilde atıf yok.

72
*Ya tabii ki bir atıf var .Maddi hukuka bir atıf yapılıyor. Ama bizim klasik anlamda anladığımız
renvoi iade atıf ve devam eden atıf şeklinde bir uygulama kesinlikle şekil konusunda yok.
*Burada renvoi yok, burada iade devam eden atıf yok ya da renvoi istisnası ya da renvoi
kapsamı dışında kalan haller olarak not alabilirsiniz.
* LRA dediğimiz işte hukuki işlem nerede yapılıyorsa oranın şekil kuralarına göre o işlemin
geçerli olması. Esasa uygulanacak olan hukuksa o işlemin esası, yani o işlem nasıl bir işlem
önce o işlemin vasıflandırılması gerekiyor. Vasıflandırdıktan sonra kanunumuzu kullanarak o
vasıflandırdığımız işleme uygulanacak olan hukuku tespit etmemiz gerekiyor. Tespit ettikten
sonra da o hukukun şekil kurallarına, şekle uygulanacak hukuk olarak dikkate alarak
değerlenmeliyiz.
*Mesela İsviçreli bir taraf düşünelim ve bir Türk taraf düşünelim. Bunlar bir borç sözleşmesi
içerisinde olsunlar. Distribütör sözleşmesi olsun mesela. Borç doğuran bir sözleşme içinde
olsunlar. Sözleşme İsviçre’de yapılsın. Sözleşmenin yapıldığı yeri İsviçre olsun. Ama taraflar
aralarındaki borç doğuran sözleşmeye uygulanacak olan hukuku Türk hukuku olarak
seçsinler. Bir taraf İsviçre bir taraf Türk vatandaşı, aralarında bir distribütörlük ilişkisi var,
alım satım ilişkisi var neyse. Aralarındaki ilişkiye uygulanacak hukuku da seçebiliyorlar.
Diyorlar ki bizim aramızda şöyle bir ilişki var. Biz aramızda çıkabilecek ihtilafların çözümünde
Türk hukukunu uygulayalım diyorlar ve seçiyorlar Türk hukukunu. Türk hukuku neye
uygulanmış olacak? Türk hukuku bu iki taraf arasındaki sözleşmeden kaynaklanan
uyuşmazlığa uygulanacak. Yani akdin doğru bir şekilde ifa edilip edilmediği, tarafların hak ve
yükümlülüklerini doğru bir şekilde yerine getirip getirmediği mesela bir ihtilaf ortaya çıktı.
Veya bir zarar kavramı ortaya çıktı. Akitten kaynaklanan bir zarar. Bunların hepsinde Türk
hukuku uygulanacak olarak bunu kabul ediyoruz. Bu noktada baktığımızda sözleşmenin şekli
geçerliliği ile alakalı taraflardan biri itirazda bulunuyor. Diyor ki bu sözleşme zaten şeklen
geçerli değil diyor mesela Türk mahkemesinde taraflar arasında bir ihtilaf söz konusu oluyor.
Diyelim ki akdin gereği gibi ifa edilememesinden kaynaklı İsviçreli Türk tarafı aleyhine dava
açıyor. Türk hâkimi davayı görecek, bakıyor evet yabancılık unsuru var bir taraf İsviçreli bir
taraf Türk alım satım ilişkisi var diyor dolayısıyla ben MÖHUK’a gidicem diyor. O sırada
taraflardan biri bu sözleşme zaten şeklen geçerli değil diyor. Şeklen geçerli değil noktasındaki
ihtilaf Türk hâkimi tarafından MÖHUK madde 7 ile çözülecek. Türk hâkimi ne yapacak bu
sözleşmenin şekli geçerliliğini tespit edecek. Neye göre madde 7’ye göre. Ne diyor 7.madde:
hukuki işlemler, yani buradaki sözleşme, yapıldıkları ülke hukukunun, nerede yapılmıştı
İsviçre demek ki Türk hâkimi İsviçre hukukunun maddi normlarına göre bu sözleşmenin şekli
geçerliliğini tespit edecek. Ama sonra ne diyor veya diyor işlemin esası hakkında yetkili olan
hukuk diyor. Şimdi baktığımızda taraflar işlemin esasına uygulanmak üzere Türk hukukunu
seçmişler. Dolayısıyla Türk hâkimi Türk hukukunu da seçebilir.
Yani taraflar arasındaki sözleşmenin şekli geçerliliğini tespit etmek adına Türk hâkimi, İsviçre
hukukuna da gidebilir yapıldığı yer olması itibariyle sözleşmenin. Türk hukukuna da gidebilir
esasa uygulanacak hukuk olması itibariyle.
-Dolayısıyla ikisinden birini dikkate alarak şekli geçerli ya da şeklen geçerli değil tespitini
yapacak. Burada şunu unutmayalım; bu şekil kuralıyla alakalı düzenlemeler hep işlem
menfaati yani favor negoti dediğimiz anlayış işlemi ayakta tutmayı yansıtan bir düzenlemedir

73
ve her yerde bu anlayışla kaleme alınmıştır. Dolayısıyla bunlardan birine göre geçersiz
diğerine göre geçerliyse işlem geçerli kabul edilecektir.
-Bu ne demek diyelim ki Türk hâkimi Türk hukukunu uyguladı bu şeklen Türk hukukuna göre
geçersiz dedi ama aynı sözleşme İsviçre hukukunun şekil kurallarına göre geçersiz olsa bile
İsviçre hukukunun şekil kurallarına göre geçerli olduğu için hukuki işlem şeklen geçerli kabul
edilecek çünkü veya ile bağlıyor ve alternatif getiriyor amaç işlemi ayakta tutmak.
-Dolayısıyla birinden birine göre işlem geçerliyse zaten geçerli kabul ediliyor. Bu maddenin
önemi buradan kaynaklanıyor. Yani esasa uygulanacak hukuka veya işlemin gerçekleştiği yer
hukukunun şekil kurallarına uygun olması gerekiyor. 2sinden birine uygunluk o işlemi şekil
açısından geçerli ve bağlayıcı kabul ediyor ama unutmayın burada sadece şekli geçerlilikten
bahsediyoruz yoksa içeriksel anlamda değil.
-Yani bir Almanya’da bir noterde yapılan işlemin sonuçta noter işlemi resmi bir işlem bir
vekâlet işlemi düşünelim oranın şekil kurallarına göre ne yapılmak durumunda
gerçekleştirilmek durumunda oranın şekli kurallarına göre gerçekleştirilmezse geçerli kabul
edilmiyor. Ya da Türkiye’deki bir evlilik Türk şekil kurallarına göre yapılmak zorunda. Yani
evlendirme memuru huzurunda yapılmalı. Dolayısıyla evlendirme memuru huzurunda değil
bir dini makamın önünde yapıldığında o evlilik geçerli kabul edilmiyor çünkü Türk makamları
açısından da bir geçerlilik yok. Hem resmi nikâh yapıp ondan sonra dini nikâh yapabilir bunda
bir sıkıntı yok Medeni kanun zaten bunun da bir güvencesi yani dini nikâhın da bir güvencesi
aslında her ne kadar toplum tarafından anlaşılmamış olsa da okumayan bir toplum
olduğumuz için aslında medeni kanun bunun da güvencesi ama sadece dini nikâh kabul
edilmiyor. Kabul edilmediği için zaten yapıldığı yer bunu kabul etmiyorsa bütün dünyada
kabul edilmiyor. Ama şu da var. Dini nikâhı esas kabul etmiş bir ülkede yapılan bir evliliği de
Türk hukuku kabul ediyor. Yani sonuçta Katolik nikâhın esas olduğu bir ülkede 2 Türk evlendi.
Başka bir evlilik şekli modeli biçimi yok. O ülkenin o şekilde. Ne yapıyor Türk hukuku bu bizim
sistemimizi çok çok ihlal etmediğinde kabul ediliyor bu evlilik. Yani dini nikâhla yapılmış olan
evlilikleri de Türk hukuk sistemi kabul ediyor. Dolayısıyla burada amaç işlemi ayakta tutmak.
Çünkü başka bir alternatif yok. Evliliğin yapıldığı ülkede başka bir kural yok. Başka bir kural
olsa zaten yapılır ama başka bir kural olmadığı için ve o ülkede evlenilmek isteniyorsa işlemi
ayakta tutmak adına ve Türk hukuku özelinde konuşuyorum; Türk kamu düzenini rencide
edici kabul edilemeyecek sonuçlar doğurmadığı sürece o her ne kadar bizim sistemimizin
kabul etmediği bir evlilik modeli de olsa kabul ediliyor.
80-90 DK (Emine)
*Ama diyelim ki bu noktada demek ki yani Türk hukuk sisteminin kabul etmediği bir evlilik
biçimi de olsa Türk hukukunu, Türk hukukunun getirdiği uygulamaları rencide etmediği sürece
kabul ediliyor. Çünkü işlemi ayakta tutmak.
-Ama tabii bir Türk kadını gidip bir adamın 5. eşi veya 2. eşi olacaksa onu tabii ki kabul
etmiyor.
-Veya insan haklarına aykırı bir evlenme modeli ile evlilik gerçekleşiyorsa, kişiye evleneceği
insanı hiç tanıma, onunla tanışma fırsatı veya kendi özgür iradesi ile bunu belirleme imkanı
tanınmamışsa tabii ki bunu kabul etmiyor. Mesela Pakistan’daydı zannedersem. Bazı

74
uygulamalar var bazı bölgelerde. Senin evlenmene biri karar veriyor. Senin evleneceğin kişiyi
biri seçiyor. Ve seni onunla evlendiriyor. Senin bu anlamda söz hakkı sahibi olman söz konusu
değil. Mesela bu kabul edilemez bir şey tabii ki. Bu evliliği kabul etmez. İnsan hak ve
hürriyetlerine aykırı bir evlilik biçimi olduğu için. Ama bu ekstrem bir örnek tabii. Bunun
dışındakileri kabul ediyor.
*Dolayısıyla demek ki hukuki işlemlerde şekil ya yapıldığı yerin kurallarına uygun olacak veya
esasa uygulanacak hukuk.
*Esasa uygulanacak hukuk, lex causa dediğimiz o işlemin esasını idare eden hukuk.
*Her bağlama kuralı açısından esasa uygulanacak hukuktan bahsediyoruz. Ne demek bu?
Çünkü biz bağlama kurallarıyla belli bir bağlama noktasına ulaşıyoruz. Ve o bağlama
noktasına ulaştığımızda bizi bir hukuka götürüyor. Yani biz bir maddi norma ulaşıyoruz
nihayetinde. Bu bazen iade atıf, devam eden atıf yoluyla oluyor bazen maddi norm atfı
yoluyla oluyor ama nihayetinde biz hukuka ulaşıyoruz. İşte o noktada o hukuka ulaştığımızda
ne oluyor? O hukuk, esasa uygulanan hukuk oluyor.
*Mesela 10. maddeye bir bakalım, ne diyor? Vesâyet, kısıtlılık ve kayyımlık ile ilgili bir
düzenleme. İlk fıkra kayyımlığı hiç dikkate almıyor. Vesayet ve kısıtlıkla ilgili.

MADDE 10 – (1) “Vesâyet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi
sebepleri, hakkında vesâyet veya kısıtlılık kararının verilmesi veya sona erdirilmesi
istenen kişinin millî hukukuna tâbidir”
-Şimdi biz buradan anladık tamam. Bir kişi hakkında vesayet kararı veya kısıtlılık kararı
verilecekse veya daha önce bir karar verilmiş ve vesayet/kısıtlılık kararının kaldırılması söz
konusu buna ilişkin sebepleri biz bu hakkında karar verilecek olan kişinin milli hukukuna göre
çözüyoruz.
-Şimdi milli hukuk dediğimizde biz bunun şahsın hukuku, vatandaşlık bağı ile bağlı olan hukuk
olarak algılandığını biliyoruz. Şahsın hukukunu ilgilendiren bir mesele olduğu için de hemen
ne diyoruz? 2.maddenin 3.fıkrası gereği burada renvoi, iade atıf, devam eden atıf
uygulamasından yaralanacağız diyoruz. Dolayısıyla kişinin milli hukukuna gidilecek ama milli
hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gidilecek. Kanunlar ihtilafı kuralları da bizi başka bir
hukuka gönderecek. O Türk hukuku da olabilir, devam eden atıf olarak başka bir ülke hukuku
da olabilir. Nihayetinde o gittiğimiz hukukunun maddi normunu uygulayacağız. İşte o maddi
norm, esasa uygulanacak hukuk, lex causa. Yani nihayetinde en sonunda ulaştığımız hukuk ne
oluyor? Lex causa. Yani her kanunlar ihtilafı kuralı için aslında bundan bahsedebiliriz.
*Bu noktada mesela 21.madde. Ayni haklarla alakalı düzenleme. Renvoi falan hiç yok burada
artık. Burada renvoi ’yi terk edeceğiz.

MADDE 21- (2) “Taşınmakta olan mallar üzerindeki aynî haklara varma yeri
hukuku uygulanır.”

-Yani bir geminin içinde, bir tırın içinde, bir konteynerın içinde mallar taşınıyor. Taşınmakta
olan mallar. Yani burada bu madde şeyi anlatmaya çalışıyor. Bir ulaştırma aracının (uçakta

75
da olabilir gemide de olabilir) içinde olan eşyanın taşınması, ayni hakka konu malların
taşınması. Hangi hukuka atıf yapıyor? Varma yeri hukuku. Sonuçta her eşya bir yere varacak.
Sonuçta konşimentoda ya da taşıma belgesinde mutlaka bir varma yeri olarak belirtilen yer
var. Yani orada o basit bir şekilde belirtilen o ibare aslında hukuki bir ibare olarak karşımıza
çıkıyor. Varma yerinin hukukunun uygulanması gündeme gelebiliyor. İşte o yüzden burada
baktığımızda varma yeri hukuku, bu konuyla alakalı esasa uygulanacak olan hukuk.
Nihayetinde vardığımız hukuk olarak kabul ediyoruz.
*Dolayısıyla esasa uygulanacak olan hukuku son kere söylüyorum. Bağlama noktasını
kullanarak vardığımız o son artık bizi maddi norm atfı ile mi bir yere mi atıyor yoksa iade atıf,
devam eden atıfla mı bir noktaya atıyor işte o son vardığımız şey ne oluyor arkadaşlar? Esasa
uygulanacak hukuk, lex causa.
-Dolayısıyla şekil konusunda ya lex causa ya da LRA kuralı Locus Regit Actum hukuki işlemleri
şekil olarak (…). Nerede yapıldılarsa oranın şekil kurallarına tabi olması ya da esasa
uygulanacak hukukun şekil kurallarına tabi olması birbirine alternatif. Birinden birine şekli
açıdan uygunsa o zaman şekil geçerliliği var diyoruz hukuki işlemin.
*Kanunlar ihtilafı kuralları genel olarak MÖHUK’ta düzenleniyor. Ama biz bazı kanunlarımızda
kanunlar ihtilafına ilişkin hükümler görüyoruz. Bu noktada bazı kanunlar ihtilafı kurallarının
dediğim gibi farklı kanunlarda düzenlendiğini görüyoruz. Yani şimdi uluslararası
sözleşmelerde zaten kanunlar ihtilafı kurallarını görüyoruz. Mesela nafaka konusunda
işlediğim gibi ciddi anlamda bizim için MÖHUK’un bir önemi kalmayacak. Çünkü biz direkt o
uluslararası sözleşmedeki maddelerle bağlıyız. Çok kısıtlı bir uygulaması var möhuk’taki
nafaka hükmünün. Ama bazen de farklı kanunlarda kanunlar ihtilafı kuralları görüyoruz.
Dolayısıyla mevzuat dediğiniz şey zaten bunun hepsi. Yani elinize möhuk mevzuatınızı
aldığınızda zaten ilgili kanunları görmeniz mümkün. Yani HMK’ya da atıf olduğunu görüyoruz,
TTK’ya da atıf olduğunu görüyoruz, Dernekler Kanunu’na da atıflar yapıldığını görüyoruz.
Harçlar Kanunu’na, Tebligat Kanunu’na birçok kanuna atıf yapıldığını görüyoruz. Çünkü iç içe
geçmiş. Yani bunların hepsi özellikle usul hukuku alanında daha fazla tabii. Ama farklı
kanunlarda da kanunlar ihtilafı kurallarını görüyoruz. Bunlardan en önemlisi ve ilk akla
gelmesi gereken kanun TTK. Türk Ticaret Kanunu’nda kanunlar ihtilafı üst başlığını taşıyan bir
bölüm var.
Bunun dışında özellikle milletlerarası özel hukuk alanına giren birtakım uyuşmazlıklara
uygulanması söz konusu olan hukuki normlar var, kurallar var, kanun hükümleri var.
Dolayısıyla TTK bu anlamda bizim için önemli ve yönlendirici kanunlardan biri.
-Şimdi tabii bizi ilgilendiren şey kanunlar ihtilafı ile alakalı olan, üst başlık altında yer alan
düzenlemeler. Şimdi bu noktada özellikle bono, çek ve poliçe yani kıymetli evrak niteliği
taşıyan düzenlemeler, bu uygulamalarla alakalı kanunlar ihtilafı kuralları özel olarak
düzenleme konusu yapılmış. Özellikle hak ehliyeti ve fiil ehliyeti konusuyla birlikte şekil
konusu da TTK’da kanunlar ihtilafı başlığı altında düzenlenen konulardan biri. Biz hak ve fiil
ehliyeti konusunu işlediğimizde de bu TTK’nın ilgili maddelerine döneceğiz. Şimdi 778’den
başlıyor, bonolarla başlıyor bono, çek, poliçe. 766, 818 falan şeklinde gidiyor.

76
-Fakat şu anda şekli geçerlilikten bahsettiğim için ve yabancılık unsurunu taşıyan bono, poliçe
ve çekle alakalı olarak da bu hususlara değinmemiz gerekiyor. Şimdi bu noktada bono, poliçe
ve çekle alakalı şekli geçerlilik meselesi gündeme gelebilir. O noktada işte mahkemenin veya
bu itiraza konu olan bu hususun çözüme kavuşabilmesi için kanun koyucu bu noktayı
aydınlatmaya ihtiyaç duymuş. Biz genellikle bono, poliçe için geçerli olan maddelerin
(767’den başlıyor zaten şekli anlamda) çek için de geçerli olduğunu söylüyoruz.
90-100 DK (Elif Tuğba)
-Ve bu noktada başvuru için gerekli süreler özellikle şekli geçerlilikle alakalı kişi değeri hukuku
yani imzalandığı ülke hukukuna atıf yaptığını görüyoruz.
-Bir bononun veya çekin veya poliçenin şekli geçerlilik durumunda kişi değeri hukukuna
gitmemiz gerekiyor.
-Yabancılık unsuru taşıyan bir ilişki ,özellikle çek, bono ve poliçeyi konu alan yabancılık unsuru
taşıyan bir hukuki uyuşmazlıkta bononun veya çekin veya poliçenin şekli geçerliliği itiraz
konusu olduysa hakim TTK’nın ilgili hükmünü açar MÖHUK’a gitmeyecek. Çünkü bono, çek ve
poliçeyle ilgili kanunda özel düzenleme vardır. Poliçe için getirilmiş olan bu düzenleme
ilerleyen maddelerde bono ve çek içinde geçerli.
-Çek için ekstra olarak bir hukuktan daha yararlanılıyor. Çek için ödeme yeri hukuku da şekli
geçerliliğin tespiti anlamında dikkate alınır. Çekte böyle bir farklılık var.
-Bono, poliçe ve çekte şekli geçerliliği noktasında imza yeri hukuku uygulanır çek için ayrıca
ödeme yeri hukuku da şekli geçerliliğin tespiti anlamında rol oynar.
*Bizim için TTK 767/2 önemli çünkü bu ikinci fıkrayı biz poliçe için düzenlenmiş olsa da
ilerleyen maddelerden bono ve çek için de geçerli olduğunu görüyoruz. 767/2 önemli ne
diyor?
762/2: Bir poliçeye ilişkin borçlanma, yapıldığı ülkenin hukuku uyarınca şekil bakımından
geçerli olmamakla beraber, aynı poliçeye ilişkin sonraki bir borçlanmanın yapıldığı ülke
hukukunca geçerli bulunursa, ilk borçlanmanın şekil bakımından geçerli olmayışı, sonraki
borçlanmanın geçerliliğini etkilemez.
-Ben sizin yerinizde olsam bu maddeye postit vs koyarım önemli.
-Bu ikinci fıkra ne anlatıyor bize? Sonuçta bonoda, poliçede, çekte bir yerde düzenliyor. Şekil
açısından, düzenlendiği yer hukuku açısından geçersiz olsa da sonuçta bunlar para yerine
kullanılan bir evrak, bir borçlanma aracı nihayetinde. İlk düzenlendiği ülkede şekli açıdan
geçerli değil ancak el değiştirdiği, dolandığı, borçlanmanın yapıldığı başka bir ülkede şekli
açıdan geçerli ise biz bunu Türk hakimi olarak geçerli kabul ediyoruz şekli anlamda. İlk
düzenlendiği ülkede şekli anlamındaki geçersizliği sebebiyle bir geçersizlik sonucuna
varmıyoruz. Bunlar dolaşımda olan kıymetli evraklar oldukları için düzenlediği yer hukukunun
şekil kurallarına göre geçersiz olsa bile el değiştirdiği ve başka bir ülkede borçlanmanın
gerçekleştiği ülkenin şekil kurallarına uygunluğunu Türk hakimi ilgili kıymetli evrakın şekli
geçerliliği kapsamında geçerli kabul ediyor. Bunu düzenliyor aslında bu madde.
-Örneğin siz Almanya’da bir poliçeyi düzenlediniz şeklen geçersiz ama Polonya’ya geçti orada

77
geçerli mesela ama daha sonra bir itilaf oldu Türk hakimleri bu şekli geçerliliği tespit etmeye
çalışıyor. Dolayısıyla biz Almanya’da şekli geçerliliğe sahip olmayan bu poliçenin Polonya’da
da geçersiz olduğunu kabul etmeyeceğiz, ileri süremeyeceğiz Polonya’ da şekli olarak
geçerli ise borçlanılan ülke şekli olarak kabul ediyorsa geçerlidir diyeceğiz. Neden? Çünkü (?)
işlemi ayakta tutmak için ruhu gereği zaten dolaşımda olan ve bir borçlanma aracı olan
kıymetli evraklar dolaysıyla nerede geçerliyse borçlanmanın yapıldığı ülke neresi olursa olsun
nerede geçerliyse o geçerlidir gibi durumlar o ihtilafa konu olduğunda değerlendirilecektir.
*Birde bu 767/3 önemli orada da özellikle Türk vatandaşlara yönelik bir şey getirilmiş aslında
yani bir Türkün bir Türk’e yaptığı borçlandırma olayından bahsediyor.
767/3: Bir Türkün, yabancı ülkede poliçeyle borçlanması, Türk hukukunun gösterdiği şekle
uygun bulunduğu takdirde, Türkiye’de başka bir Türke karşı geçerlidir.
-Bir türkün bir Türk’e karşı yabancı ülkede, yabancı ülkenin aradığı şekil kuralları (ses koptu)
-Devam edelim, 767/3’de özellikle Türk vatandaşları arasındaki bu borçlandırma aracı olan
işte çek, bono poliçenin özellikle Türk hukukunun şekil kurallarına uygun olması halinde
bağlayıcılığını sağlamak adına getirilmiş bir madde bu. Yani düzenlendiği yer hukukuna göre
geçersiz ama Türk hukukuna göre geçerliliği var. Her ikisi de Türk vatandaşıysa o zaman
napıyoruz kabul ediyoruz. (Tekrar ediyor) Bu madde poliçe için düzenlense de bono ve çek
içinde dikkate alıyoruz.
-Yabancı bir ülkede düzenlenen ve oranın şekil kurallarına uygun olmayan poliçenin bir Türk
tarafından başka bir Türk’e karşı ileri sürülmesi noktasında şekli geçerlilik anlamında (şekli
geçerlilik sorgulanırken) bu borçlanmayla alakalı ihtilafta şekli geçerliliği biz Türk hukukuna
göre belirleyebiliriz diyor. Yani bunun düzenlendiği yer, keşide edildiği yer hukukuna göre
çekler geçerli olmasa bile her iki tarafın Türk olması ve Türk hukukuna göre şekli geçerlilik
sağlaması durumunda bizim açımızdan geçerlidir şeklinde bir anlayışı benimsemiş TTK. Biz bu
maddeyi dediğim gibi bono ve çek içinde kullanıyoruz.
*Son bir hatırlatma; bono, poliçe ve çekte şekli geçerlilik konusunda keşide yeri hukukuna
bakıyoruz. Çek için ekstra keşide yeri hukukunun yanı sıra ödeme yeri hukuku da etkin dikkate
alınıyor.
*Ama dediğimiz gibi 767/2-3’ de de düzenlendiği yerin şekil kurallarına göre geçersiz,
borçlanmanın yapıldığı başka bir ülkenin hukukunun şekil kurallarına göre geçerliyse Türk
hukuku bu ilk geçersizliği dikkate almıyor. Ve ikinci ülkedeki (borçlanmanın yapıldığı ülkedeki)
geçerlilik dikkate alınıyor ve kabul ediliyor.
100-110 DK (Şebnem)
*Üçüncü fıkrada ise bir Türkün bir Türk’e karşı olan bono, poliçe ve çekle ilgili
borçlanmalarından ortaya çıkan ihtilaflarda şekli geçerlilik noktasında da Türk hukukunun
şekil kurallarına uygunluk yeterli kabul ediliyor.
*Şimdi gelelim zamanaşımı konusuna. Aslında çok açıktır. Zamanaşımı noktasında bizin
MÖHUK işlemin esasında uygulanacak olan hukuka doğrudan atıf yapar. 8. Maddeyi okursak
zaten çok açık bir şekilde görürüz. Burada bizim hukukumuzun zamanaşımını biz esasa

78
uygulanan bir mesele olarak ele aldığını görüyoruz. Özellikle kara Avrupası hukuk sistemleri
zaten genellikle zamanaşımı mevzusunu esasa uygulanan hukuka zamanaşımı müessesesini
tabi kılar.
-Bu noktada, mesela Amerikan hukukunda usul hukuku karakterlidir zamanaşımı meselesi.
Dolayısıyla bazı hukuklar için zamanaşımı usul hukuku karakterlidir. Sistemsel açıdan farklı
değerlendirildiğini unutmayın.
-Ama yabancılık unsuru taşıyan bir hukuki uyuşmazlıkla alakalı Türk makamlarının önüne bir
ihtilaf geldiğinde ve zamanaşımı da ihtilaf konularından biri olduğunda yani zamanaşımı defi
öne sürülerek itiraz yapıldığında bu noktada işlemin esasına uygulanacak olan hukuku
belirlemek suretiyle biz zamanaşımı var mı yok mu onu belirleyeceğiz yoksa işlemin usul
hukuku karakterli olması bizi çok bağlamıyor.
-Yani diyelim ki işlemin esasına uygulanacak hukuk olarak Amerikan hukukunu tespit etmişiz,
Amerikan hukukunun maddi normlarını uygulayacağız. Amerikan hukukunun zamanaşımını
usul hukuku karakterli görmesi orada bizi ilgilendirmiyor. Biz burada Amerikan hukukunun
esasa uygulanacak olan hukuk olarak tespit edilmesi sonrasında Amerikan hukukundaki
zamanaşımıma ilişkin maddi normları uygulama sürecine geçeceğiz. Bizde esas maddi hukuk
karakterli görüyoruz. Farklı bir sistemsel farklılık var ama dediğim gibi dava zamanaşımıyla
ilgili ihtilaf çıkıp mahkemelerin önüne geldiğinde biz sonuçta esasa uygulanacak olan hukuku
tespit edeceğiz.
-Zamanaşımı defi iddiası hangi hukuk dalıyla alakalı olursa olsun hiçbir şekilde biz o kısımlara
girmiyoruz. Zamanaşımı dediğimizde biz bunu direkt esasa uygulanacak olan hukuku maddi
normlara göre çözümleyeceğiz.
-Yani aile hukuku karakterliyse aile hukuku karakteriyle alakalı maddi normu bulacağız ve o
maddi normun getirdiği zamanaşımı hükümlerini dikkate alacağız.
-Bu konuyla ilgili yanlış verilmiş bir ilk derece mahkemesi kararı vardır, Yargıtay kararı
bozmuştur. Bir Alman şirketi tekstil satışıyla ilgili bir Türk firmasıyla alım-satım ilişkisine
giriyor. Bunlar aralarındaki sözleşmenin uygulanması ile ilgili Alman hukukunu seçiyorlar. Bu
seçim maddi norma atıftır biliyorsunuz. Bir borç doğuran sözleşmede taraflar aralarındaki
hukuki uyuşmazlığa uygulanacak olan hukuku serbestçe seçebilirler. Taraflar arasındaki
sözleşme akdin gereği gibi ifa edilememesi sebebiyle mahkemelik olma durumu oluyor.
Çünkü numunelere uygun bir şekilde üretimin yapılmadığı, bedenlerin yanlış olduğu,
dolayısıyla Alman şirketi tarafından verilmiş olan ölçülere uyulmaması nedeniyle Türk şirketi
aleyhine dava açılıyor. Alman şirket, bu davasını açarken sözleşmede Alman hukuku kabul
edildiği için Alman hukukunda belirlenen sürelere göre dava açıyor. Bunun üzerine karşı taraf
zamanaşımı definde bulunuyor, ilk derece mahkemesi de Türk mahkemelerinde dava açma
süresini kaçırmışsınız, dava açamazsınız diyor ve davayı reddediyor. Mahkemenin verdiği
karar yanlış çünkü yabancılık unsuru taşıyan bir hukuki ilişki var. Bu hukuki ilişki bir borç
doğurucu sözleşme. Bu borç doğurucu sözleşmeye uygulanacak olan hukuk olarak akit
serbestisi anlayışı çerçevesinde tarafların iradesini yansıtan bir hukuk seçilmiş: Alman
hukuku. Artık bir hukuk seçildiği zaman bu hukukun maddi normlarına gidildiğini biliyoruz.
Kanunumuzun ikinci maddesinin dördüncü fıkrasında uygulanacak olan hukuku seçme imkanı

79
verilen hallerde taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddi hukuk hükümleri
uygulanır. Dolayısıyla bu olayda da taraflar bir alım satım ilişkisi içinde, bir borç doğurucu
sözleşme var, bir hukuk seçimi var(Alman hukuku), dolayısıyla artık Alman hukukunun maddi
normları uygulanacaktır anlamını taşıyor bu ifade. Yani bunun dayanağı zaten 4. Madde.
110-120 DK ( Sümeyye Yıldırım)
Maddi normların uygulanacağına ilişkin esas dayanak 4. Madde, hukuk seçiminin
meşruiyetine ilişkin madde de 24.maddedir, bunu daha sonra işleyeceğiz zaten.
-Dolayısıyla bu noktada 24. Maddede de göreceğimiz üzere ilk fıkra şunu der: (özellikle borç
doğuran sözleşmeler açısından getirilmiş olan bir maddedir bu) sözleşmeden doğan borç
ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tabidir. Dolayısıyla hukuk seçimi varsa
otomatik olarak maddi normun uygulanacağı alana taşıyor. Bizim olaya dönecek olursak,
ortada bir zamanaşımı iddiası var. Zamanaşımı yabancılık unsuru taşıyan bir hukuki ilişkiden
kaynaklanıyor dolayısıyla zaman aşımı vasıflandırmasını yaptığımızda bizi 8.maddeye
götürüyor.
-8.madde der ki: Zamanaşımı hukuki işlem ve ilişkinin esasına uygulanacak olan hukuka
tabidir.
-Buradaki hukuki işlem ise borç doğurucu sözleşmedir. Borç doğurucu sözleşmemizin esasına
uygulanacak olan hukuk tarafların ortak iradeleriyle seçtikleri hukuktur. Çünkü seçilen hukuk
olan Alman hukuku taraflar arasındaki ilişkinin bütününe hakimdir. Sözleşmenin varlığı,
yokluğu, maddi geçerliliği, geçersizliği, tarafların hak ve yükümlülükleri, zamanaşımı, ayıp,
zarar, mücbir sebep gibi pek çok husus Alman hukukuna tabidir. Sözleşemeden doğacak olan
borç ilişkilerine uygulanacak olan hukuk dediğimizde o sözleşmeyi tamamen belli istisnalar
haricinde idare edecek hukuku kastederiz. Bu hukuk da zaten esasa uygulanacak hukuktur.
Olaya baktığımızda esasa uygulanacak hukuk Alman hukukudur, zamanaşımı da esasa
uygulanacak olan hukukun kapsamında olan bir meseledir ve hukuki da, yanağımız
8.maddedir. Dolayısıyla Türk mahkemesinin kendi hukukundaki zamanaşımı hükümlerini
dikkate almaması gerekiyordu, Alman hukukundaki süreleri dikkate alması gerekiyordu yani
8.maddenin gereğini yaparak Alman tarafından yapılan davayı dikkate alması ve Türk şirketi
tarafından yapılan defiyi reddetmesi gerekiyordu. Ama yapılan şey zamanaşımının tamamen
usul karakterli bir müessese olarak kabul edilerek Türk hukukundaki sürelerin dikkate
alınmasıyla bir cevap verilmesidir. Bu külliyen fahiş bir hatadır ama Yargıtay bunu bozarak,
Alman hukukundaki sürelerin dikkate alınması gerektiğini de vurgulamıştır.
-Sonuç olarak, zamanaşımının esasa uygulanacak bir konu olduğunu ve dayanağının 8.madde
olduğunu unutmamalıyız.
EHLİYET
MÖHUK md. 9 – (1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin millî hukukuna tâbidir.
-Hak ve fiil ehliyetinin en yakın ilişki içinde olacağı bağlama noktasının tabi ki vatandaşlık
olduğunu ve dolayısıyla bu sebepten milli hukuk atıf yaptığını biz artık biliyoruz.

80
-Çünkü şahsın hukuka ilişkin meselelerde bizim ve kanun koyucu en yakın ilişki içinde olacağı
hukukun vatandaşlık bağı ile bağlı hukuk olduğunu kabul ediyor. Bu yüzden de biz genellikle
milli hukuka atıf yapan kanunlar ihtilafı kuralları ile karşılaşıyoruz kendi kanun
düzenlememizde. Burada da aynı şekilde kişinin hak ve fiil ehliyetine en yakın olabilecek
hukuk kişinin milli hukukudur yani vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuktur anlayışı kabul
edilmiş. Hak ehliyeti ve fiil ehliyetini ayrı ayrı değerlendiriyoruz.
-Hak ehliyeti, haklara ve borçlara sahip olmadır. TMK md.28 sağ ve tam doğmak şartıyla ana
rahmine düştüğü andan bahseder.
TMK md. 28- Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona
erer. Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak
elde eder.
-Türk hukuku açısından bebeğin sağ ve tam doğması kaydıyla geçmişe yönelik olarak
haklarının ortaya çıkması söz konusu olur. Yani bir bebeğin babası o daha doğmadan 3 ay
önce vefat ettiyse sağ ve tam doğan bir bebeğin babasına mirasçı olması meselesi gündeme
gelir, onun soyadını alması söz konusu olur. Dolayısıyla geçmişe dönük olarak haklarla birlikte
dünyaya gelir.
-Ama her hukuk sisteminde bunu göremiyoruz. Mesela Fransa’da İspanya’da diğer ülkelerde
farklı düzenlemeler var. Bazı ülkelerde 48 saat yaşaması gerekir doğan bebeğin, eğer 48 saat
yaşamamışsa hiç doğmamış kabul edilir. Dolayısıyla 48 saat yaşamış; ama vefat etmiş
bebeğin babasına, annesine karşı ya da (?) olan kişiye karşı mirasçı sıfatını kazanması söz
konusu. Aynı durum Türk hukuku açısından çok farklı bir noktaya götürüyor bizi yani bir
bebeğin babası daha bebek doğ miras hukukuna gittiğimizde bebeğin babasına mirasçı
olduğunu ve bu hakla doğduğunu görüyoruz. Ama aynı olay İspanya’ya gittiğimizde İspanyol
hukuku için aynı şeyi söyleyemiyoruz. (hatırladığım kadarıyla) Bebeğin 24 saat yaşaması
(Fransız hukukunda 48 saat olması gerekiyordu) gerekiyor ve aynı sonuca gidemiyoruz.
Bebek Türk hukukunda 5 saat yaşayıp vefat etmişse babasına mirasçı olabilecekken İspanyol
hukukunda 5 saat yaşayıp vefat etmişse o zaman hiçbir sonuç doğurmayacak bir hukuki
işlemle karşı karşıya kalır. Hukuklar hak ehliyetinin doğuşu ile alakalı olarak farklı
düzenlemeler getirmiş.
-Hak ehliyetinin usul hukuku alanında da yansımaları var, taraf ehliyeti olarak biz bunu
değerlendiriyoruz. Dolayısıyla bu hak ehliyeti meselesini geniş bir şekilde ele almamız
gerekiyor. Yani taraf olma ehliyeti de hak ehliyetinin usul hukukundaki yansıması.
-Hak ehliyeti ölümle sona eriyordu. Ölüm karinesi, gaiplik bu anlamda hak ehliyetini sona
erdiren haller.
-Bazen medeni ölüm dediğimiz ömür boyu hapis cezasına çarptırılma bazı hukuklar açısından
hak ehliyetini sonlandıran bir durum.
-Bir de manastır ölümü diye bir şey var, kendinizi ilahi bir şeye adıyorsunuz haklardan her
şeyden vazgeçiyorsunuz. Bunu haftaya detaylı bir şekilde anlatacağız.
12.11.2020/ 6. HAFTA

81
0-10 DK
*Neydi arkadaşlar kamu düzeni?
-Dünya üzerinde her devletin kendi kanunlar ihtilafı kuralları vardı. Dolayısıyla yabancılık
unsuru içeren ve milletlerarası özel hukukun alanına giren hukuki olay ve ilişkilerde birden
fazla hukukun uygulanması söz konusu oluyordu ve bu hukukun hangisinin uygulanması
doğru, taraflar arasındaki ilişkiyi, maddi hukuku, işlemi, işlemin menfaatinin hangisinin daha
doğru bir şekilde karşılayacağıyla uğraşan bir bilim dalıydı biliyorsunuz kanunlar ihtilafı.
Dolayısıyla biz hangi hukukun milletlerarası özel hukuk hakkaniyetini gerçekleştirmek adına
doğru olduğuyla uğraşıyorduk. Şimdi bu noktada tabii her hukuk birbirinden farklıydı. Kara
Avrupası Hukuk sisteminden beslenen ülkeler arasında bile ulusal hukukların farklılığını açık
bir şekilde görebiliriz. Zaten sistemsel olarak …..la (burada bir kelimeyi anlayamadım) Kara
Avrupası sistemi zaten birbirinden farklı. Ama aynı sistem içerisindeki hukuk ulusal hukuk ile
arasındaki farklılıkları da çok net bir şekilde görebiliyoruz. Dolayısıyla bütün dünya genelinde
hukukların uyumlaştırılması, çalışmaların yapılabilmesi çok yani bütün hukukların
uyumlaşması çok da mümkün değil. Bazı alanlarda tabii ki bu uyumlaşma çalışmaları yapılıyor
ama her hukuk biliyoruz ki siz artık bunu birinci sınıfta da görmüşsünüzdür.
Her hukuk kendi kültürel değerlerinden, kendi sisteminden, kendi anlayışından, kendi
yönetim biçiminden şekilleniyor. Dolayısıyla da birbirinden farklı hukukların ortaya çıkması
kadar doğal bir şey yok. Şimdi bunun milletlerarası özel hukuk açısından önemi ne? Biz ne
demiştik yabancı bir hukukun uygulanması söz konusu. Sonuçta Türk mahkemelerinin her
zaman için Türk hukukunu uygulayacağı diye bir kaide yok. Yani milletlerarası özel hukuk
hakkaniyeti yabancı bir hukukun uygulanmasını gerektiriyorsa kanunlar ihtilafı kuralları bizi
yabancı bir hukukun uygulanmasına götürüyorsa o yabancı hukukun uygulanması doğal
olarak ortaya çıkacaktır. Türk mahkemelerinde her zaman Türk hukuku uygulanır gibi bir
bizim alanımız açısından söz konusu değil. Çünkü o milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku
hakkındaki kanun bu yüzden var. Yani özellikle kanunlar ihtilafı ile alakalı 40. Maddeye kadar
olan maddelerin amacı zaten bu. Türk hakiminin gerekiyorsa ya da işte kanunlar ihtilafı
kuralları yönlendiriyorsa o yabancı hukuku uygulaması ne yapacak edecek bulacak.
Taraflardan isteyecek biz buna kanunumuzun genel hükümler maddesinde, 2. Maddede
biliyoruz zaten. Çok açık bir şekilde ifade ediyordu.
-2. Maddenin 1. Fıkrasına göre hakimin yabancı hukuku re’ sen uygulayacağı bu hukuku
bulmak için elinden gelen her türlü çabayı sarf edeceğine, bunun için üniversitelere,
bakanlığa, ilgili kurumlara, enstitülere başvurulacağını konsolosluklara başvurulacağını ve
hakimin bunun re’ sen yerine getireceği bir görev olduğunu zaten kanun koyucu belirtmiş.
-Ha bütün araştırmalara rağmen yabancı hukuka ulaşılamıyorsa o zaman da Türk hukukunun
uygulanacağını da zaten açık bir şekilde söylüyor.
-Türk hukuku dediğimiz zaman biz bunu nasıl anlıyorduk? Türk hukukunun maddi normları
olarak anlıyoruz.
*Şimdi gelelim kamu düzenine yavaşça, bu bilgileri genel bilgileri hatırladıktan sonra. Ne
demiştik kamu düzeninde? Yabancı bir hukukun uygulanması söz konusudur. Hakim önüne
gelen, yabancılık unsuru taşıyan hukuki olay ve ilişkiye bakıyor. Yabancılık unsuru taşıyor,

82
möhuku açıyor, hukuki durumu vasıflandırıyor ve möhuktaki ilgili maddeye gidiyor ve yabancı
hukuku uygulaması gerektiğine kanaat getiriyor ve yabancı hukuku uyguluyor. Ama yabancı
hukuku uyguladığı zaman ortaya çıkan sonuçlar kabul edilemez, toplumun anlayışına ya da
toplum düzenini rencide edici, kesinlikle kabul edilemez, ahlaki açıdan kabul edilemez veya
temel hukuk ilkelerine aykırı, hak ve özgürlüklere aykırı Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmelerde geçen temel insan hak ve hürriyetlerine aykırı bir takım
sonuçların doğması söz konusu veya Türkiye’deki genel nitelikli diyebileceğimiz emredici her
emredici değil ama bazı emredici niteliklere sahip kurallara aykırı çıkıyor. O zaman ne
demiştik? biz kamu düzeninin müdahalesi söz konusu olur demiştik.
*İşte kamu düzeninde olumlu olumsuz etkisi vardı. O yabancı hukukun hiç uygulanmaması
ve Türk hakiminin bir çözüm yaratmak için hiçbir çabaya girmemesi, kamu düzeninin
olumsuz etkisiydi.
*Kamu düzeninin olumlu etkisi ise o yabancı hukukun hiç uygulanmaması ama onun yerine
gerekli olduğu için Türk hukukunun uygulanmasıydı.
-Yani bazılarını Türk hakimleri demek ki hiç kabul etmiyor yani onlar üzerinde bir çözüm
yaratmak çabasına bile girmiyor kamu düzeninin olumsuz etkisi.
-Ne demiştik işte amca yeğen evlilikleri mesela ya da yetkili makamlar sadece hakim
olmayabilir bazen yetkili makam açısından da bu durum ortaya çıkabilir. Yani onları
evlendirmek için bir çaba içerisine girmiyor veya işte iki Arap vatandaşının Türkiye’de bir
evlilik gerçekleştirmesi ve bunun işte kadının beşinci eş olarak evliliği istemesi hali kamu
düzeni müdahalesine takılıyor gibi örnekleyebiliriz.
*Bunun dışında Türk hukukunun uygulanması ise yani bazı durumlarda ne demiştik. İlk
dersimiz başladığında yabancı hukukun uygulanması noktasında yabancı hukukun bazı
durumlarda hiçbir hüküm getirmemesi de kamu düzeni müdahalesini zorunlu kılabilir.
Çünkü hiç hüküm getirmemesinin sonuçları da bazen dayanılamaz, katlanılamaz ya da temel
hukuk ilkelerimize aykırı olabilir. O noktada da kamu düzeninin varlığından bahsediyoruz
demiştik.
-Geçen haftada nafaka yükümlülüğü örneğini vermiştik mesela. Ne yapıyordu Danimarka
hukukunda böyle bir hukuki kurumun olmaması müessesenin olmaması buna Türk hakiminin
duyarsız kalması anlamına gelmiyordu. Kamu düzeni müdahalesiyle ilgili kişiye kendi
hukuklarında ya da olaya uygulanacak hukukta öyle bir müessesenin olmamasına rağmen Tür
hukukunu uygulamak suretiyle ne yapıyordu kamu düzeni müdahalesini harekete
geçiriyordu.
*Bu noktada kamu düzeninin istisnai olduğunu her farklılığın her farklı uygulamanın yani
yabancı hukukun her farklı düzenlemesini bu anlamda kamu düzeni müdahalesi
gerektirmediğini söylemiştik. Çünkü kamu düzeni istisnai bir durum yaratıyordu.
*Doğrudan uygulanan kurallara geçmiştik daha sonra hatırlıyorsanız. Onların amacı daha
farklıydı. Biz doğrudan uygulanan kurallarda bir yabancı hukukun uygulanması ve o hukukun
sonuçlarından bahsetmiyorduk. Burada devletin işte ekonomik açıdan veya genel
savunmasıyla alakalı, genel güvenliğiyle alakalı, kamu sağlığıyla alakalı ya da ülkedeki bazı

83
devletin denetimine tabi olan özellikle kontrol ettiği bazı hukuki durumlarla alakalı getirmiş
olduğu yasalar vardı. Bu yasaların altındaki amaç zaten farklı bir şeye dayanıyordu, farklı bir
anlayışa dayanıyordu. Biz doğrudan uygulanan kuralları şudur budur diyemeyiz. Çünkü hani
onlarca yüzlerce doğrudan uygulanan kural var. Sadece o kuralın konuluş amacından biz
onun doğrudan uygulanan kural olduğunu anlayabiliriz.
-İşte bunda da ne demiştik mesela işte SGK ile alakalı düzenlemeler dimi çalışan herkesin
işvereni tarafından priminin ödenmesi gerekliliği yönündeki düzenlemeler mesela doğrudan
uygulanan kurallardır ya da işte kişilerin fazla çalışma mesaisi sonrasında ek bir ücreti hak
kazanmış olmaları doğrudan uygulanan kurallarla düzenlenmiştir. İşte tüketicilerin sahip
olduğu haklar doğrudan uygulanan kurallardır. İşte kültürel değerlerimiz, işte Türkiye’deki o
işte eski medeniyetlere ait kültürel varlıkların ülkeden çıkarılmaması yönündeki kaçakçılığa
dönük uygulamalar ve düzenlemeler doğrudan uygulanan kurallardır. ya da işte daha önce de
söylemiştim herhalde Türkiye’de Van kedilerinin çıkarılamaması mesela koruma altına
alınmış buna yasak getirilmiş ama bu yapılmaya çalışılıyor. Bu mesela doğrudan uygulanan
kuraldır. Türk Parasının Korunması Hakkındaki Kanun, mesela para basılmasının sahte para
basılmasına yönelik cezalar ve yasaklar, bunların hepsi doğrudan uygulanan kurallardır.
Çünkü zaten altında belli bir amaç vardır. Yani ekonomiyle ilgili olur bu sosyal hayatla alakalı
olabilir. Devletin dediğim gibi istikrarıyla alakalı güvenliğiyle alakalı, savunmasıyla
sanayisiyle alakalı olabilir. O kuralların konuluş amacından anlıyoruz. Herkese geçerlidir. Yani
yabancıymış Türk vatandaşıymış fark etmiyor. Herkes için aynı şekilde uygulama ve aynı
şekilde yaptırım görme etkisine sahip.
10-20 DK
*Herkese geçerli yani yabancıymış Türk vatandaşıymış herkese aynı şekilde uygulama ve aynı
şeklide yaptırım görme etkisine sahip.
*Hukuki işlemlerde şekilden bahsetmiştik 7. Maddeydi.
*Hukuki işlemlerde şekil bizim için alternatif bir bağlama kuralıydı. Ya LRA dediğimiz ( locus
regit actum) hukuki işlemler yapıldıkları yer hukukunun şekil kurallarına tabidir. Hangi
ülkede yapılmışsa o ülkenin şekil kuralları o işlem için nasıl bir şekil öngörüyorsa o şekil
kurallarına tabidir veya işlemin esası hakkında yetkili olan hukuka tabidir şeklinde bir
düzenlemeydi 7. Madde.
-Dolayısıyla ikisinden birine göre şeklen geçerliyse, geçerli kabul ediyorduk. Buradaki
geçerliliği unutmayalım şekli geçerlilik.
-Yoksa esasa ve içeriğe ilişkin bir şeyden bahsetmiyoruz. Biliyoruz ki bazı işlemler bazı
sözleşmeler özel şekil şartlarıyla yapılıyor. Bazı Hukuki işlemler için dediğimiz gibi özel şekil
şartları var. Bizde de var bunlar yabancı ülke hukuklarında da var dolayısıyla bi işlemi eğer
yabancı bir ülkede yapıyorsanız o ülke hukuku o işlemin şekli için nasıl bir şekil getirmişse ona
uygun olarak yapılması gerekiyor. Belli bir şekil getirmemişte olabilir. Şekil serbestisi
getirmişte olabilir. O zamanda ona uygun yapmanız o işlemi geçersiz kılmaz.
-Nihayetinde LRA (locus regit actum) yapıldığı yer hukukunun şekil kurallarına atıf yapıyor.
Bu kuralı biz maddi norm atfı olarak kabul etmiştik.

84
-Ve şekil konusunda renvoi dediğimiz iade atıf ve devam eden atıfta o 3 dereceli kademeli
atıf sisteminin uygulanmadığını söylemiştik. Bu onun istisnasıdır.
-Dolayısıyla bize şekil sorulduğunda maddi norm atfı yani maddi kurallara gideceğimizi
bileceğiz.
-Yani bir hukuki işlem İtalya da yapıldıysa o zaman noterlik işlem sözleşmesel işlem veya
farklı bir hukuki işlem olsa bile İtalyan hukuku ne getiriyorsa şekil olarak o şekle uygun olarak
yapılması halinde Türk hukuku açısından da biz o işlemi şekli açıdan geçerli kabul ediyorduk.
Ama bazen Türk hukuku açısından yapıldığı yer şekil kurallarına göre geçersiz olsa bile o
işlemin esasına uygulanacak olan hukuka göre geçerliyse de o işlemi kabul ederiz.
-Bu madde bir alternatif bir düzenleme getiren bir amacı taşıyor. Çünkü yapılan işlemin ülke
dışında Türkiye dışında olacak tabiki yapılan işlemin amacı yapılan işlemi ayakta tutmaktır.
Yani Türk hukuku esaslı uygulanacak hukuktur mesela Türk hukukuna göre o işlem
geçersizdir. Ama işlemin yapıldığı yer hukukuna göre geçerlidir. Dolayısıyla biz bunu Türkiye
de geçersiz kabul etmeyeceğiz. Çünkü Türk hukukuna göre geçersiz olsa bile esasa
uygulanacak hukuka göre geçersizlik işlemin yapıldığı yer hukukuna göre geçerli olan işlemi
geçersiz kılmıyor.
-Dolayısıyla ikisinden birine göre geçerliyse ,geçerli kabul edeceğiz. Bu genel bir şekil
kuralıdır.
-Böyle olduğu içinde biz şekle ilişkin uygulanacak olan hukuk nedir sorusunun cevabını hep 7.
Madde içerisinde bulmaya çalışacağız.
-Ama bazen kanunumuzda özel şekil kurallarının düzenlendiğini görüyoruz. Böyle
durumlarda kesinlikle 7. Maddeye gitmeyeceğiz. Belki 7. Maddenin benzeri ifadeler kullanılır.
Ama ona rağmen 7. Maddeye gidilemez. Gidilirse yanlış bir noktadan başlamış oluruz.
-Dolayısıyla ölüme bağlı tasarrufta ,mirasta ,tüketici sözleşmelerinde yabancılık unsuru
içeren ya da evlenmenin şeklinde bu tarz özel şekil kuralı gerektiren hükümlerde tabiki o
şekil kuralının takip edilmesi gerekiyor. Eğer herhangi bir şekil kuralından bahsedilmemişse
o zamanda bu madde 7 deki düzenlemeye gidiyoruz.
*Kanunlar ihtilafı kuralı anlamında şekille alakalı TTK da bono çek poliçede de düzenleme var.
Çek, bono, poliçe için şekli geçerlilik açısından aynı hükümler geçerli. Ama çek için keşi (?)
değeri dışında ekstra ödeme yerinin o yabancılık unsuru içeren çeki geçerli hale getiriyordu.
İki önemli özelliği daha var.
-Para gibi dolaşımı olan kıymetli evraklar düzenlendiği yerin şekil kurallarına göre geçersiz
ama el değiştiriyor başka bir ülkeye gidiyor ve o gittiği yere göre geçerliyse biz onu geçerli
kabul ediyorduk. Bono poliçe ve çek içinde geçerlidir.
- Çek içinde bir Türk iki Türk arasında yapıldığı yer hukukuna göre geçersiz ama Türk
hukukuna göre geçerliyse geçerli kabul ediyorduk.
ZAMANAŞIMI
*8. maddedir. Maddi norm atfı dikkate alınıyor.

85
*Her zaman için esasa uygulanacak hukukun kurallarına göre zamanaşımı belirleniyor.
*Bu noktada biz öncelikle esasa uygulanacak hukuku uygulayacağız. Esasa uygulanacak
hukuku bulduktan sonra da zamanaşımı mevzusu gündemdeyse de esasa uygulanacak
hukukun zamanaşımına ilişkin kurallarını dikkate alacağız. Esasa uygulanacak hukuk lex
causae. Lex causae her bağlama kuralında ulaşabilecek bir hukuktur.
*Biz her hukuki işlemin esasa uygulanacak hukukunu tespit edebiliriz. Mesela haksız fiilin
yer gerçekleştiği yer hukuku. Haksız fiil nerde gerçekleşmişse haksız fiilin esasına
uygulanacak hukuktur.
-Evlenmenin genel hükümleri, eşlerin müşterek milli hukukuna tabidir der. Eşlerin müşterek
milli hukukunu bulup, müşterek milli hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına ulaştığımızda
oradaki yabancı hukuk, esasa uygulanacak hukuktur.
-Ya da miras hukukunda miras ,ölenin milli hukukuna tabidir der. Ölen kişinin vatandaşlık
bağıyla bağlı olduğu yere gideceğiz. Orası da Belçika. Belçika hukuku da bizi ölenin öldüğü
yere götürecek. Dolayısıyla Belçika vatandaşı ama Belçika hukuku onu tekrar Türk hukukuna
attı yani burada Türk hukuku yani lex causae esasa uygulanacak hukuktur. Her kanunlar
ihtilafı kuralında muhakkak esasa uygulanacak hukuka ulaşıyoruz.
*Zamanaşımının söz konusu olduğu veya itiraz konusu, defi konusu olduğu durumlarda önce
esasa uygulanacak olan hukuku buluyoruz. Sonra zamanaşımıyla ilgili iddiayı defiyi vesaire
neyse o zaman bu esasa uygulanacak hukuka göre tespit ediyoruz. Sözleşme ilişkilerinde bu
karşımıza çıkıyor.
Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk
MADDE 24 – (1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka
tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde
anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.
(2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını
kararlaştırabilirler.
(3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin
kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye
etkili olarak geçerlidir.
(4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o
sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun,
sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler
gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde
yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu
sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün
şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu
hukuka tâbi olur.
20-30 DK
*Borç doğuran sözleşmelerde uygulanacak hukukun konusu önemlidir.

86
Kanunlar ihtilafı kuralları ve ehliyet meselesi
*9. Madde /1: Hak ve fiil ehliyeti, ilgilinin milli hukukuna tabiidir diyor madde.
*Simdi hak ehliyeti ,haklara sahip olabilme; fiil ehliyeti hak ve borçlara sahip olabilme
ehliyetidir. Önce hak ehliyetinden başlayalım.
*Her hukuk düzeninde hak ehliyetinin düzenlenmesi doğumla gerçekleşiyor. Fakat ulusal
hukukların bu konuda farklı düzenlemeler getirdiğini söylemiştik. Türk hukukunda TMK tam
ve sağ doğmak şartıyla ana rahmine düştüğü andan itibaren şeklinde bir ibare içeriyor.
Sonuçta geçmişe dönük bir etkisi var. Ama hak ehliyetine sahip olmanın şartı tam ve sağ
doğum. Dolayısıyla bebek doğdu üç ay yaşadı ve daha sonra hayatını kaybetti. Bu noktada da
biz bebeğin hak ehliyetine sahip olduğunu ifade ediyoruz ama bu Türk Hukuku’ nun getirdiği
bir düzenleme. Farklı hukukların farklı düzenlemeler getirdiğini söylemiştik. Mesela Fransız
Medeni Kanunu’nda, İspanyol Medeni Kanunu’nda farklı düzenlemeler var. Özellikle yaşam
kabiliyeti arıyor bu iki düzenleme. Yaşama kabiliyeti de arıyor. Dolayısıyla İspanyol
zannedersem 24 saat yaşamış olma şartı arıyor. Bebeğin tam ve sağ doğması önemli değil,
yaşayabilme şartı da aradığı için bebek doğdu 10 saat yaşadı ve hayatını kaybetti. Bu noktada
hak ehliyeti hiç doğmamış gibi kabul edilir. Bunun aile ve miras hukuku açısından sonuçları
var, hak ehliyetinin sona ermesi noktasında o yüzden önem arz ediyor. Ulusal hukukların
hangi aşamalarla hak ehliyetinin ortaya çıktığını belirlediği kriterlerdir. Bu farklılığın önemli
etkileri var. Bir bebeğin doğması ve bizim kanunumuz açısından yaşama kabiliyeti aramıyor
olması ve yaşama kabiliyeti arayan hukuklarla kıyaslandığında sonuçları anlamında çok büyük
farklılıklar var. Yani bir bebeğin Türk Hukuku na göre doğması ama 10 saat sonra ölmesi
halinde hak ehliyetine sahip olduğunu dolayısıyla annesi doğum sırasında öldü, bebek doğdu
ve 10 saat yaşadı sonrasında vefat etti. Annesi ve mirasçı olması ve annesine mirasçı olması
sonucunda hayatını kaybetmesi noktasında mirasını babaya ve annenin mirasçılarına geçme
gibi bir durumuyla karşılaşıyoruz. Ama aynı bebeğin Fransız ya da İspanyol olduğunu
düşünelim, bebek doğdu ve 10 saat yaşayıp vefat etti. Bu noktada hak ehliyeti hiç
doğmayacağı için annenin mirasçı olması gibi bir durum söz konusu değildir. Dolayısıyla her
iki hukukunda aynı olay için farklı sonuçlara yaklaştığını görüyoruz. Neden? Çünkü oradaki
hak ehliyetinin doğumuyla alakalı kriterler farklı. Ama tabii ki biz burada yabancı hukukun
uygulanması gerekiyorsa onu uygulayarak, bizim hukukumuza ne kadar ters olsa da ne kadar
farklı olsa da o yabancı hukuku uygulayarak bir sonuca varmaya çalışacağız. Aksi kararları
Yargıtay bozacaktır.
*Hak ehliyetinin yanı sıra bir de taraf ehliyetinden bahsediyoruz. Taraf ehliyeti tabi herkesin
sahip olduğu bir şey değil. Bir takım şartlar gerekiyor. Medeni Usul Hukuku anlamındaki asıl
ifadesi yani dava açma ehliyeti olarak kabul edebiliriz. Aslında Hak ehliyetini biraz Medeni
Usul Hukuku’ndaki yansıması olarak ifade edebiliriz. Ama bunun tabi hak ehliyeti gibi sınırsız
bir şey arz ettiğini söyleyemeyiz. Onun için bazı şartlar gerekiyor.
*Haklara ve borçlara sahip olabilme her hukuk devleti tarafından, bütün ulusal hukuklar
tarafından tanınmış olan bir ehliyet. Yani esaret diye bir kavram artık bugün ki devletler özel
hukuku açısından kabul edilemeyeceği için devletler hukuku açısından da uluslararası kamu
hukuku açısından da kabul edilemeyeceği için bu noktada hiç bir etki doğurmayacaktır. Hani
esaret hukuku anlamında kamu düzenini ihlal eden bir durum olarak ortaya çıkacaktır. Sona

87
ermesi de bazı durumlarda hak ehliyeti değişiklik arz edebiliyor. Şimdi ölüm tabii ki hak
ehliyeti anlamında her hukuk sistemi açısından da hak ehliyetini sona erdiren bir şey. Hukuk
sistemlerine baktığımızda hak ehliyeti ve kişiliği sona erdiren bir şey ve dolayısıyla hak
ehliyetini de sona erdirdiğini söyleyebiliriz. Ama bunun dışında Medeni ölüm kavramından,
manastır ölümü kavramından bahsediyoruz. Ekvator da hali hazırda manastır ölümü kavramı
olgusu hali hazırda geçerli. Onun daha böyle dinsel boyutu olan bir şey. Uygulamasının çok
fazla yerde yürürlükte böyle bir kavram böyle bir hukuki düzenleme var ama manastır
ölümünü tercih edenlere çok fazla rastlanmadığı ifade ediliyor ama bence vardır mutlaka
kabul eden bir devlet olup da onu kabul etmeyen bir uygulama yok. Bununla ilgili bir karara
rastlamadım. Ama hukuk düzeni olarak hala manastır ölümünü kabul eden ülkeler var.
-Onun dışında medeni ölüm zaten çok kabul edilen bir şey, Hak ehliyetini sona erdirdiği için.
Bunu New York ,California eyaletlerindeki hukuklarda görüyoruz. Mesela kişinin ömür boyu
hapis cezasına çarptırılması ya da idam cezasının ömür boyu hapse çevrilmesi, bu gibi haller
medeni ölüm olarak kabul ediliyor ve hak ehliyetinden yoksun kalmanıza sebep oluyor. Bizim
hukukumuzda böyle bir hak ehliyetini sonlandıran şey yok.
*Peki Medeni ölümü kabul eden bir hukukun Türk hukuku açısından uygulanması söz
konusu olduğunda ne olacak? Tabii ki kamu düzeni müdahalesi ile karşılaşacak. Hak
ehliyetini sona erdiren bir durum olarak kabul edilmediği için ve bir insan hakkı ihlali olarak
kabul edildiği için kamu düzeni müdahalesiyle bu hukuku uygulamayacağız. Onun yerine Türk
Hukuku mu uygulayacağız?
-Bunun dışında gaiplik ve ölüm karinesi de hak ehliyetini sona erdiren durumlardır. Gaiplik
biraz da kişinin ölüm tehlikesi içinde kaybolma, cesedi bulunamama ama ölüm tehlikesi
içinde kaybolmasına rağmen her zaman için bir umut var olduğu için 5 yıllık bir süre kabul
ediliyor. O beş yıllık sürenin sonucunda gaiplik kararı verilebiliyor kişi hakkında. Dolayısıyla
gariplik kararı şahsın hukuku, miras hukuku ve aile hukuku açısından da sonuçları var. Bunun
milletlerarası özel hukuk anlamında da çok ciddi sonuçları olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla
hak ehliyeti kişiliği doğal olarak sona erdiren bir durumdur. Bunun dışında ölüm karinesi de
yine ölüm tehlikesi içerisinde kaybolma olarak ifade etmiştik. Bu noktada yine cesedi
bulamıyoruz ama kişinin öldüğüne kesin gözüyle bakılıyor. O zaman ölüm tehlikesi içerisinde
kaybolmaktan itibaren 1 senelik süre ölüm karinesi olarak kabul ediliyor. Ve o kişi hakkında
da artık ölüm karinesi sebebiyle hak ehliyeti ve kişiliğin sona erdiğini söylüyoruz.
30-40 DK
-Ölüm kararı bizim hukukumuzda yok. Ölüm kararı verilmesi taraf olduğumuz uluslararası bir
anlaşma çerçevesi içerisinde bazı ülkelerde verilmiş yani akit olduğumuz için akit ülkelerde
verilmiş bir ölüm kararını kabul etmemiz söz konusu oluyor ama bizde dediğim gibi ölüm
karinesi üzerinden giden bir durum söz konusu. Evet bizde tabi ki ölüm ve gaiplik, ölüm
karinesi ve gaiplik bir mahkeme kararına dayanıyor. Daha sonradan tabi o gaiplik kararı
tanıma tenfiz konusunu işlediğimizde daha da net oturacak yerine.
-Şimdi sonuçta Türkiye’de bir yabancı hakkında ölüm karinesi sebebiyle veya gaiplik
sebebiyle karar verilmesi bir mahkeme kararının çıkması söz konusu olabilir veya bir Türk
vatandaşı için bir yabancı ülkede bu kararın çıkması söz konusu olabilir onunda şöyle bir

88
etkisi oluyor yani biz yabancı mahkeme kararından bahsediyoruz. Şimdi hak ehliyetini sona
erdiren bir şey dedik gaipliğin veya ölüm karinesinin şimdi bu durum aile hukuku, şahsın
hukuku ve miras hukuku açısından sonuçlar barındıran bir durum e nihayetinde yabancılık
unsuru da barındırıyorsa direkt MÖHUK’un konusu haline geliyor. Her zaman için hakkında
ölüm karinesi veya gaiplik kararı verilecek olan kişinin Türk makamları tarafından bu kararın
verilmesine konu olması söz konusu olmayabilir. Ama etkilerinin Türkiye’de doğması söz
konusu olabilir yani kişinin malvarlığı Türkiye’dedir, eşi Türkiye’de yaşıyordur ne bileyim
çocukları buradadır, hısımları buradadır, akrabaları buradadır, mirasçıları Türkiye’de olabilir
vesaire. Dolayısıyla mirasçılar bu gaiplik kararından yararlanmak isteyebilirler ama yabancı
ülkede gaiplik kararı verilmiştir. O noktada da işte bu gaiplik kararının Türkiye’de tanınması
ve tenfizi gibi yani daha çok tanınması, tenfiz değil de tanınması noktasında bir işlem
yapılması gerekebilir dava açılması gerekebilir. Bu da tabi onun uzantısı ama biz biliyoruz ki
sonuç olarak hak ehliyetini ve şahsiyetini sonlandıran bir durum olarak bu durumlar her
zaman için kişinin milli hukukuna tabi.
-Neden hak ehliyeti milli hukukuna tabi kılınmış bizim hukukumuzda çünkü milli hukuk şahsi
statüde bizim için en yakın hukuk daha önceki derslerimizde de söylemiştim bağlama noktası
olarak ve her ülke milli hukuku kabul etmeyebilir bazı ülkeler ikametgah hukukunu kabul
eder bazı ülkeler mutad mesken hukukunu kabul eder Türk hukuku için şahsi statüyü
ilgilendiren bir mesele olması sebebiyle hak ehliyetinin biz ne yapmışız bunu milli hukuka
yani vatandaşlık bağıyla bağlı olan hukuka bağlamışız. Bağlama noktası olarak dolayısıyla bir
kişinin hak ehliyetine sahip olup olmadığını milli hukukuna göre belirliyoruz en yakın hukuk
olması itibariyle.
-Şimdi burada hak ehliyeti kişinin milli hukukuna tabidir dediğimizde bunun bir şahsi statü
meselesi olması, şahsın hukukuna ilişkin olması sebebiyle biz burada ne yapacağız renvoi
dediğimiz iade atıf ve devam eden atıf usulünü uygulayarak, uygulanacak olan hukuku
bulacağız yani bir kişinin hak ehliyetini tespit etmek için onun önce vatandaşlık bağıyla bağlı
olduğu hukuku bulacağız bu yüzden bizim için önemli.
-Bu kişi Türk vatandaşı da olabilir o zaman zaten yabancı hukuktan bahsetmemizin manası
yok Türk hukukuna göre otomatikman o kişinin hak ehliyetinin var olup olmadığını
belirlememiz söz konusu olacaktır. Ama kişinin yabancı olması noktasında Türk vatandaşlığı
ile bağlı olmadığı aşikardır o noktada o kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuka
gidilecektir ama hak ehliyetini belirlerken vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukukun maddi
normlarına gitmeyeceğimizi tekrar ediyoruz. Kişinin diyelim ki Mısır vatandaşlığı olsun,
diyelim ki biz Mısır vatandaşı bir çocuğun ya da bir kişinin hak ehliyetine sahip olup
olmadığını belirlemeye çalışıyoruz o noktada ne yapacağız vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu
hukuka gideceğiz neden çünkü ortada yabancılık unsuru barındıran bir hukuki ilişki var, bir
hukuki durum var daha doğrusu. Neden yabancılık unsuru? Çünkü Mısır vatandaşı dolayısıyla
yabancı. Yabancılık unsuru kişinin vatandaşlığında ortaya çıkıyor ne yapacağız? Mesele ne?
Vasıflandırdığımız hak ehliyetine sahip olup olmadığı. Ne yapacağız Mısır vatandaşı olması
sebebiyle Mısır’ın kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. Mısır’ın kanunlar ihtilafı
kurallarındaki hak ehliyetiyle alakalı düzenlemeye gideceğiz oradaki kanunlar ihtilafı kuralına
gideceğiz o kanunlar ihtilafı kuralı da bizi muhtemelen bir yabancı hukuka atacak bu Türk
hukuku da olabilir başka bir ülke hukuku da olabilir hak ehliyetinin doğumu anlamında.

89
Mesela doğduğu yer hukukuna atıf yapabilir doğduğu yer hukukuna bakacağız neresi,
İspanya’da doğmuş Mısır vatandaşı ama İspanya’da doğmuş o zaman Türk hakimi ne yapacak
İspanyol hukukunun maddi normlarını uygulayarak kişinin hak ehliyetine sahip olup
olmadığını tespit edecek. Yani ne oldu? Devam eden atıf oldu. Niye? Çünkü önce Türk
MÖHUK’undan yola çıktık Mısır vatandaşı olduğu için ve bunun bir hak ehliyeti meselesi
olduğu için önce 9.maddeye gittik, 9. Madde bizi 2. Aşamada Mısır kanunlar ihtilafı
kurallarına attı, Mısır kanunlar ihtilafı kuralları da gösterici kurallar olduğu için bizi ne yaptı
tekrar İspanyol hukukuna attı İspanyol hukukunda ne yaptık olayı kestik. Artık İspanyol
hukukundaki maddi normlara göre hak ehliyetinin var olup olmadığını ne yapacağız tespit
edeceğiz Türk hakimi olarak. Dolayısıyla hak ehliyeti noktasında 9.maddede iade atıf, devam
eden atıf noktasında renvoinin varlığından ne yapıyoruz bahsediyoruz. Şimdi hadi bizim
hukukumuz milli hukuka atıf yapmış dediğim gibi bazı hukuklar ikametgaha yapıyor bazı
hukuklar mutad meskene atıf yapıyor bakın mesela Mısır hukukuna gittik doğum yerine atıf
yaptı, doğduğu yere atıf yaptı dolayısıyla bilemeyiz biz yani burada doğru bir şekilde o sırayı
takip edeceğiz önce bağlama konusu tabi vasıflandıracağız ondan sonra bizi bağlama
noktalarına yönlendirdiği şekilde uygulanması gereken hukuka ulaşacağız.
*Fiil ehliyeti de haklara ve borçlara sahip olabilme ehliyetiydi .Türk hukukunda fiil
ehliyetiyle alakalı bu noktasında da ne demiştik fiil ehliyetine haklara sahip olabilme,
borçlara sahip olabilme ehliyetiydi. Şimdi biz buna tabi ki 1.sınıf medeni hukuka geri
döndüğümüzde hepimiz biliyoruz fiil ehliyeti dediğimizde aklımıza ne geliyordu? 3 tane unsur
geliyordu fiil ehliyetini ortaya çıkaran. Bunlar neydi? İşte 18 yaş reşit olma yaşı, kısıtlı
olmama ve ayırt etme gücüne sahip olma yani temyiz kudretine sahip olma olarak da biz
bunu ifade ediyoruz. Bu noktada bu üç unsurun varlığı fiil ehliyetin varlığı için yeterli. Her
hukuk sistemi bunu bu şekilde kabul etmiyor. Bu bizim medeni kanunumuzun getirmiş
olduğu düzenleme. Kısıtlı olmayacak, temyiz kudretine ayırt etme gücüne sahip olacak ve
18 yaşında reşit olacak kanunen istisna durumlar var tabi. Reşit olmayla alakalı, mahkeme
kararıyla veya ne bileyim evlilik sebebiyle evliliğin kişiyi reşit kılması vesaire bunlar istisnası
ama genelde 18 yaş bizim için bu noktada o üç unsurdan biri fiil ehliyetiyle alakalı. Bu
noktada tabi haklara sahip olabilme, borç altına girebilme noktasında hukukların farklı
düzenlemeler getirdiğini söylemiştik.
-Fiil ehliyetine uygulanacak olan hukuk da milli hukuk neden yine şahsi statüyü ilgilendiriyor
o yüzden şahsi statüye bağlı olarak biz ne demiştik bizim hukuk anlayışımız bu noktada
kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukukun çok kolay bir şekilde değiştirilemeyen bir
hukuk olması sebebiyle hani bunu böyle bu noktada sabitlemiş, milli hukuka sabitlemiş.
-Dolayısıyla kişinin vatandaşlığı bizim için önemli ilk derste söylemiştim hatırlarsanız kanunlar
ihtilafının temel meselesidir yani ön meselesidir aslında vatandaşlık ve yabancılar bakın
burada hemen karşımıza çıkıyor. Neden? Çünkü ilk kanunlar ihtilafına ilişkin maddeden
hemen milli hukuka atıf yapıyor milli hukuk ne demektir? Kişinin vatandaşlık bağı ile bağlı
olduğu hukuktur yani bir kişi o ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı değilse zaten yabancı
statüsüne tabidir. Dolayısıyla kanunlar ihtilafı açısından kimin yabancı, kimin vatandaş olduğu
bizim için önemlidir. Öncelikle çözümlenmesi gereken bir mesele ondan sonra aslında
kanunlar ihtilafı kuralını uygulamaya geçiyoruz diyebiliriz.

90
-Şimdi bu noktada şahsi statüyü ilgilendiriyor bizim kanun anlayışımız, kanun yapıcı bunun en
yakın hukuk olarak, milli hukuk olarak görmüş o yüzden vatandaşlık bizim için en temel kriter
fiil ehliyetinin belirlenmesi noktasında. Kişinin önce vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuku
bulacağız. Bu zaman zaman şu 4. Maddeyi de karşımıza çıkarak. (Unutmayın bak pratiklerde
karşınıza çıkacak sınavda da çıkabilir )Neydi 4.madde; kişinin iki vatandaşlığının olması, çifte
vatandaşlık olması, çoklu vatandaşlık olması ,çoklu vatandaşlıklardan hiçbirinin Türk
vatandaşlığı olmaması veya birinin Türk vatandaşlığı olması gibi şeylerle karşılaşabilirsiniz.
Orada işte bu hak ehliyeti, fiil ehliyetinde hemen bir 4.maddeye gidip gelebilirsiniz bunları
unutmayın.
40-50 DK
Çünkü kişi aynı anda çifte vatandaş olabilir, hak ehliyeti veya fiil ehliyeti meselesi problem
olabilir. Hangi hukuka gideceksiniz? Türk vatandaşlığını mı dikkate alacağız yabancı ülke
vatandaşlığını mı dikkate alacağız? İşte orda 4. maddeden yararlanacağız.
-Yani o maddeler (genel hükümler) orda anlattık kaldı bitti değil, bu maddelerin hepsini, yani
kanunlar ihtilafıyla alakalı 9. Maddeden itibaren anlattığımız her maddede genel hükümlere
gideceksiniz çünkü adı üstünde genel hükümler. Onlara da nüfuz ediyor. Ya da bir kişinin fiil
ehliyetini belirleyeceksiniz Türk makamları olarak fakat kişi Türk vatandaşı değil. Ama çoklu
vatandaşlığı var, 3 tane vatandaşlığı var. Nasıl belirleyeceğiz? İşte yine 4. Maddeye gideceğiz.
4. Maddenin c bendine gideceğiz. En yakın ilişki içerisinde olduğu, en gerçek vatandaşlık
olarak ifade edebileceğimiz vatandaşlığına gideceğiz. (Dolayısıyla bu ilk 8 maddeyi hatmedin,
anlayın ne demek istediğini. Ezberlemeyin, anlayın, önemli, kullanacaksınız. )
-Şimdi tekrar dönelim, fiil hukuku ilgilinin milli hukukuna tabiidir dedik. Vatandaşlık bağıyla
bağlı olduğu hukuk yine şahsi statü yine atıf (renvoi) söz konusu. Dolayısıyla fiil ehliyetini
belirlerken de ne yapacağız? Önce kanunlar ihtilafı kuralları yani önce kendi MÖHUK’umuz,
MÖHUK’un bizi yönlendirdiği bağlama noktasıyla ulaştığımız yabancı kanunlar ihtilafı
kuralları, ondan sonra da o kanunlar ihtilafı kurallının tekrar atıf yaptığı o yabancı hukuk.
Bazen Türk hukukuna dönüş yapabilir bazen yabancı bir ülke hukukuna dönüş yapabilir, artık
o neyse orda kestirip o hukuku uygulayacağız. Belçika vatandaşı bir çocuk diyelim hukuki bir
işlem yapıyor. Türkiye’de yapıyor bu işlemi veya başka bir ülkede yapıyor illa Türkiye’de
yapması gerekmiyor ama dava konusu Türkiye’de. Dava konusu Türkiye’de olacak ki Türk
hakimi MÖHUK’u açacak, MÖHUK’tan bizi yabancı ülke kanunlar ihtilafı kuralına gönderecek,
gibi. O yüzden Belçika vatandaşının ya Türkiye'de ya da başka bir ülkede yapmış olduğu bir
hukuki işlemden bahsedelim. Fiil ehliyetine sahip mi değil mi? Temel mesele bu. Adam diyor
ki bu işlem beni bağlamaz, ben zaten bu işlemi yapamam fiil ehliyetim yok diyor mesela. Biz
bunu nasıl belirleyeceğiz? Fiil ehliyetinin olup olmadığını hangi hukuka göre belirleyeceğiz,
bizim işimiz bu. Yoksa adamın fiil ehliyeti vardır, yoktur, işlemle bağlıdır, değildir biz bununla
ilgilenmiyoruz. Biz adamın fiil ehliyetine hangi hukukun uygulanması gerektiği tespit ediyoruz
o noktada onu bırakıyoruz. Artık o hakimin işi. Hangi hukuku uygulaması gerekiyorsa onu
uygulayacak, vardır veya yoktur diyecek. Biz son noktaya kadar sadece olayı yani bu disiplin
anlamında son noktaya kadar hakimin önüne getiriyoruz, budur budur budur, ondan sonrası
artık hakimin işi.

91
-Baktığımızda bu Belçika vatandaşı adam, diyelim ki 30 yaşında olsun, benim fiil ehliyetim yok
ben bununla bağlı değilim itirazında bulunuyor. İster Türkiye’de yapsın ister başka bir yerde
yapsın ama dava konusu ihtilaf Türkiye’de yargılama konusu. Türk hakimi ne yapacak?
Belçika vatandaşı, yabancılık unsuru var. Ben TMK’yı açmayayım diyecek çünkü yabancılık
unsuru var ben MÖHUK’u açayım diyecek. Bu nasıldır hukuki ilişki diyecek, hukuki ilişkiyi
vasıflandıracak, burada sözleşme ilişkisi var evet ama sözleşmeye uygulanacak olan hukuka
daha henüz geçmiyoruz diyecek, burada bir fiil ehliyetiyle alakalı mesela var diyecek, onun
hukuki çerçevesini çizecek. Dolayısıyla yabancılık unsurunu tespit etti, vasıflandırmayı da
yaptı fiil ehliyetiyle alakalı bir ihtilaf var burada. Hemen kanunun 9. Maddesine gitti. Ne diyor
9. Madde? Fiil ehliyeti, ilgilinin milli hukukuna tabiidir diyor.
Şimdi Türk hakimi ne yapacak Belçikalının fiil ehliyetini belirlemek için?
Belçika hukukuna gidecek. Ama Belçika hukukunun maddi normlarına gitmeyecek. Belçika
hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gidecek. Neden?
Çünkü fiil ehliyeti şahsi statüyü ilgilendiren bir şey ve renvoi dediğimiz iade atıf ve devam
eden atıf uygulamasının söz konusu olduğu bir kural.
O yüzden bizim hukuki dayanağımız ne? Kanunun genel hükümler 2. Maddesinin 3. fıkrası.
Ne diyor? Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının başka bir hukuku yetkili
kılması, yani Türk MÖHUK’u ne yaptı? Vatandaşlık hukuku sebebiyle Belçika kanunlar ihtilafı
kurallarına gitti. O ne yaptı? Belçika kanun ihtilafı kuralları da bizi fiil ehliyetiyle alakalı
muhtemelen başka bir bağlama noktasıyla başka bir hukuka başka bir kanunlar ihtilafı
kuralına atacak.
Ne diyor MÖHUK m. 2/3: “Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının başka
bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna ilişkin ihtilaflarda dikkate
alınır ve bu hukukun maddi hukuk hükümleri uygulanır” diyor. İşte renvoinin dayanağı olan
madde bu.
-Dolayıyla bakıyoruz fiil ehliyeti şahsi statüyü ilgilendiriyor. Şahsi statüyü ilgilendirdiği için de
renvoi var diyoruz. Belçika kanunlar ihtilafı kurallarına gidiyoruz. Belçika Kanunlar ihtilafı
kuralı da fiil ehliyetinde mesela işlem yeri hukukuna atıf yapıyor diyelim, yani kişinin fiil
ehliyeti işlemi yaptığı yer hukukuna tabiidir dediğinde, işlemi nerde yapmış bu Belçikalı?
İşlemi Türkiye’de mi yapmış, işlemi İtalya’da mı yapmış diyoruz. Bakıyor Türk hakimi, işlemi
İtalya’da yapmışsa İtalyan maddi normlarını uygulayarak fiil ehliyetine sahip olup olmadığını
tespit ediyor. İşlemi Türkiye’de yapmışsa TMK’ya göre Türk maddi normlarını uygulayarak fiil
ehliyetine sahip olup olmadığını tespit ediyor. Dolayısıyla bizim bu noktada renvoi uygulama
biçimimiz bu şekilde.
-Bu noktada hak ve fiil ehliyeti ilgilinin milli hukukuna tabiidir dediğimizde bağlama konusu
hak ve fiil ehliyeti. Bağlama noktası milli hukuk. Tamam, bunu anladık.
Fakat fiil ehliyetine uygulanacak olan hukukla kastedilen ne bu da çok önemli. Yani bunu
daha sonraki bütün kanunlar ihtilafı kurallarında sorgulayacağız . Artık bir noktadan sonra
hukuku bulmakta bir şey yok, hukuku bulacağız, yani o kanunlar ihtilafı kurallarının
metodolojisini uygulanma biçimini zaten öğreneceğiz ama ikinci temel mesele bu kanunlar
ihtilafı kuralının neye, kime, hangi içeriğe uygulayacağımızı da öğrenmek.

92
Şimdi hak ve fiil ehliyeti. Özellikle fiil ehliyeti anlamında, hak ehliyeti nispeten daha kolay, fiil
ehliyetinin uygulanacağı hukuku tamam bulduk vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuk,
renvoi var ona göre hukuku bulduk. Fakat fiil ehliyetinin nesine uygulanıyor bu? Yani
bulduğumuz hukuku biz fiil ehliyetinin nesine uygulayacağız bu soruya cevap verilmesi
gerekiyor. Bu noktada fiil ehliyetinin başlangıcı ne zaman, fiil ehliyetinin sona ermesi ne
zaman, dereceleri nedir, içeriği nedir muhtevası nedir, aslında bunları ifade eden bir kavram.
Fiil ehliyetine uygulanacak olan hukuk dediğimizde fiil ehliyeti ne zaman başlıyor, ne zaman
sona eriyor, fiil ehliyetinin içeriği nedir gibi sorular fiil ehliyetine uygulanacak olan hukukun
kapsamı içinde.
Dediğimiz gibi dava ehliyeti aslında medeni usul hukukundaki bir yansıma o sebepten dolayı
da medeni hakları kullanma ehliyeti de işte o fiil ehliyetine işte bu anlamda bir yansıması
yine.
Türk hukukunda sınırlı ehliyetli özellikle fiil ehliyetinin kullanılabilmesi açısından sınırlı
ehliyetliler, sınırsız ehliyetliler, tam ehliyetliler gibi birtakım ayrımların olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla fiil ehliyetinin sınırlandırılması noktası da kişinin milli hukukuna tabii yani bir fiil
ehliyetini sınırlandırma durumuyla karşı karşıyaysak mesela bir yabancının fiil ehliyetinin
sınırlandırılması noktasında yine milli hukuk bizim karşımıza çıkıyor. Zaten vesayet kısmında
bundan bahsedeceğiz.

-Madde 9/2:“Milli hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi, işlemin yapıldığı ülke hukukuna göre
ehil ise yaptığı hukuki işlemle bağlıdır. Aile ve miras hukuku ile başka bir ülkedeki taşınmazlar
üzerindeki ayni haklara ilişkin işlemler hükmün dışındadır.”
-Şimdi aslında bu maddeyi şöyle ifade etmemiz gerekiyor. Bu madde aslında ehliyetsiz bir
kişiye yani o işlemi normal şartlarda yapması mümkün olmayan yapsa bile bağlayıcılık
kazanamayacak olan bir kişiyi yaptığı işlemle bağlı kılıyoruz. Bu maddenin özeti bu. Ama
bunun için bir şart var o da işlemi yaptığı ülke hukukuna göre ehil olması. İşlemi nerde
yaptığının hiçbir önemi yok, işlemi Türkiye’de yapabilir, başka bir ülkede yapabilir, onun bir
önemi yok. Dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın kendi milli hukukuna göre ehliyetsiz ama
işlemi yaptığı yer hukukuna göre ehilse yani ehliyete sahipse o zaman Türk hukuku
açısından biz bu kişiyi yaptığı işlemle bağlı kılıyoruz.
-Bunun amacı şu; işlem güvenliği prensibi. Yani milletlerarası özel hukukta işlem güvenliği
diye bir kavram vardır. Bu yapılan işlemden dolayı mağdur sıfatını taşıyan ya da zarar gören
kişilerin menfaatlerini korumak adına işlem güvenliği prensibi ortaya çıkmıştır. Bu madde de
o anlayışı yansıtır. Dolayısıyla kendi milli hukukuna göre ehliyetsiz ama işlemi yaptığı yer
hukukuna göre ehliyetli. O zaman biz ne yapıyoruz? Bu işlemle o kişiyi bağlı kılıyoruz.
50-60 DK
- Bu eski kanunumuzda sadece Türkiye’de yaptığı işlemlerde bağlıydı. 2008 yılından beri
yürürlükte olan düzenlemede artık dünyanın neresinde yaparsa yapsın sadece Türkiye değil
kendi hukukuna göre ehliyetsiz ama işlem yaptığı hukuka göre ehliyetli ise Türk hukuku
açısından o kişiyi biz işlemle bağlı kılarız.

93
-Hem güvenliği prensibinin doğması literatüre geçmiş önemli bir karara dayanıyor. Lizardi
davası olarak da geçer. Lizardi denen kişi sanırım Meksika vatandaşıydı. Kişinin yaşı 25 fakat
bu kişi 25 değil daha küçük. Fransa’da alışveriş yapıyor. Birtakım mücevherler satın alıyor ve
bunların parasını ödemiyor. Kendi milli hukukuna göre ehil değilim dolayısıyla yaptığım
işleme bağlı değilim diyor. Normalde 21 yaşında fakat kendi hukukuna göre 25 yaşında.
Burada yaptığı işlemle bağlı mı değil mi fil ehliyeti gündeme geliyor. İşlem güvenliği açısından
Fransız mahkemelerinde bu kadar ortaya çıkıyor. Burada özellikle Fransa’daki mağdur sıfatını
taşıyan o dükkanın mağdur olmaması ve iyiniyetli olması kişinin yapmış olduğu hukuki işlem
de bulunduğu yer Fransa’da reşit olma yaşını geçtiğini, kendi milli hukukuna göre reşit
olmasa bile işlemi yaptığı yer olan Fransa hukukuna göre reşit olma yaşını tamamladığına
göre yaptığı hukuki işlemle bağlı kalmıştır. Ben işleme bağlı değilim çünkü kendi hukukuma
göre reşit değilim iddiası yanlış oluyor ve işleme bağlı oluyor. Bu kanunlar ihtilaf açısından
önemlidir. İşlem güvenliği çok yerinde bir işlem. Çünkü aksi taktirde ne oluyor bir kişi hiç reşit
olmadığı bir ülkeye giderek orada işlemleri yapar yapar ve ben reşit değilim der herkes bunu
kullanır. Hukuk sistemi ve mantığı açısından bu karar yerinde bir karardır. İşlem güvenliği ile
yapılan işlem ne oluyor ayakta tutuluyor. Bu noktada mağdurun hukuken korunması söz
konusu. İşlem güvenliği önemli bir kavramdır. Ama tabi kanun koyucu ne yapmış ?Aile
hukuku ,miras hukuku ve taşınmazları bunun kapsamı dışında tutmuş. Sizin için bir pratik
bilgi olsun.
-İşlem güvenliği prensibi ,sözleşmesel ilişkilerde söz konusudur. Sözleşmede bir menfaat
elde etmeye çalışıyorsun fakat aile hukuku miras oku ve taşınmaza biraz farklıdır. Dolayısıyla
onlarda işlem güvenliği prensibini dikkate almıyoruz. İşlem güvenliği prensibi çoğunlukla borç
doğuran işlemlerde ortaya çıkan bir durumdur.
Öğrenci: dokuzuncu maddenin ilk fıkrasında atıf var devam eden fıkralarda kural konulmuş,
biz atfı kural dışında kalan meseleler için mi yapacağız?

Hayır. Hak ve fiil ehliyeti kişinin milli hukukuna tabiidir diyor. Dokuzuncu maddenin ilk
fıkrasını biz her zaman için renvoi yani iade atıf veya devam eden atıf gibi göreceğiz.
Yani fiil ehliyetinin ve hak ehliyetinin konusunda bir çok şeye girebilir. O ilk derslerde
anlattığımız şey çok önemlidir yani Lex foriye veya Lex causaya göre vasıflandırılma
yapmak. Türk hakimi çok büyük oranda kendi hukukuna göre yani Lex foriye göre
vasıflandırırma yapmaktadır. Dolayısıyla bir meselenin hak ehliyetine mi yoksa fiil
ehliyetine mi girdiğini kendi hukukuna göre değerlendirecektir. O meseleyi
vasıflandırdıktan sonra ne yapacak yani bağlama konusunun sınırlarını da çizmiş
olacak. Yani fiil ehliyetinin kapsamına girdiğini düşünüyorsa ne yapacak işleye işleye
gidecek. Vatandaşlığı bulacak daha sonra milli hukuku bulacak. Milli hukuk sebebiyle
kanunlar ihtilafı kurallarına gidecek kanunlar ihtilaf kuralları da fiil ehliyetini bulacak.
Dolayısıyla iade atıfta görebiliriz, devam eden atıfta görebiliriz. Unutmayın şahsı
statü, aile hukuku meselelere miras hukuku meselelerine Lex fori dediğimiz iade atıf
devam eden atıf tekniğini kullanacak. Bunun da istisnaları vardır fakat şimdi
söylemiyorum. Yani aile hukuku meselelerine gidip renvoi yapmadığımız durumlarda
olacak. Ama o istisna şimdi ona girmiyorum.

94
-İkinci madde işlem menfaati dedik. Dolayısıyla reşit değil milli hukukuna göre, ama işlem
yaptığı yer hukukuna göre reşit. Bunla ilgili bir pratikte yapacağız o zaman netleşir. Kendi milli
hukukuna göre 25 yaşında reşit olması gerekiyordu ama Lizardi 21 yaşında Fransa’da işlem
yapıyor. Ama Fransa’da 21 yaşındaki kişiler reşittir. Lizardi bu Meksika vatandaş kendi milli
hukukuna göre reşit değil ama Fransız hukukuna göre reşit. Dolayısıyla bu işleme bağlı
diyoruz. Bu işlem ve Fotini birinci maddedeki renvoi ve atıflardan dışarda tutuyoruz.
*Madde 9/3: Kişinin millî hukukuna göre kazandığı erginlik, vatandaşlığının değişmesi ile
sona ermez.
-Bu nedir bu statü değişikliğidir. Milli hukukuna göre ergin olmuş ama vatandaşlığını
değiştiriyor belki gittiği hukuka göre henüz ergin değil. Diyelim ki 18 yaşında Türk vatandaşı
Norveç vatandaşlığına geçiyor Norveç Vatandaşında 21 yaşında reşit olunuyor. Türk
hukukuna göre biz bu kişiyi reşit kabul edeceğiz. Artık o Türk vatandaşı değil Norveç
vatandaşı fakat bizim kendi hukukumuza göre o reşit olmuş. Dolayısıyla kişinin vatandaşlığını
değiştirmesi onun kazanmış olduğu reşit olma durumunu ortadan kaldırmıyor. Türk
hukukunda hala reşit olarak kabul ediliyor. Bunun dışında mesela erginlik yaşının 21 olduğu
Norveç vatandaşı olan 19 yaşındaki bir kişi, Türk vatandaşlığına geçmek istiyor kendi
hukukuna göre ergin değil biraz önceki örneğimizin tam tersini verelim. Biz onu Türk
hukukuna göre reşit kabul ediyoruz böyle bir ters etkisi var.
60-70 DK
-Ama kişinin kazandığı rüşt hali demek ki Türk hukuku anlamında vatandaşlığı değişse bile
etki etmiyor. Bu bizim için önemli.
TÜZEL KİŞİ ve KİŞİ veya MAL TOPLULUKLARININ HAK ve FİİL EHLİYETİ (Madde 9/4)
*Tüzel kişiler konusu da bizim için önemli. Tüzel kişiler ,kişi ve mal toplulukları. Farklı
şekillerde karşımıza çıkabiliyor; bazen dernekler olarak, bazen vakıflar olarak, bazen şirketler
olarak bazen de tüzel kişiliği olmayan topluluklar olarak karşımıza çıkabiliyor. Mesela join
venture consortium (?), bunlar da etkin rol oynayan kişiler ama tüzel kişi değil bunlar. Adi
ortaklık vs. Ama etkin bir rol oynuyor yani bir join venture Türkiye Cumhuriyeti ile yapılan bir
sözleşmenin tarafı olabiliyor. Veya bir konsorsiyumun tarafı olabiliyor bir ihaleyi alıyor T.C. ile
sözleşmeyi imzalıyor. Baktığımızda bir tüzel kişiliği yok adi ortaklık vasfı taşıyor; bir ihtilaf
çıktığında o tüzel kişilik niteliği taşımayan tarafa da uygulanacak olan hukuk, hak ehliyeti var
mı fiil ehliyeti var mı meselesi gündeme gelebiliyor. O yüzden bizim için önemli bu tüzel
kişiler meselesi. Uygulamada da çık sık rastlanabiliyor.
-Madde 9/4: ‘Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının hak ve fiil ehliyetleri,
statülerindeki idare merkezi hukukuna tâbidir. Ancak fiilî idare merkezinin Türkiye'de olması
hâlinde Türk hukuku uygulanabilir’ diyor.
-Şimdi buradaki ilk cümleyi anlamak gerekiyor. Bu statülerindeki idare merkezi ne demek?
Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının hak ve fiil ehliyetlerini belirleyebilmek için
demek ki statülerindeki idare merkezi hukukuna gidecekmişiz. Ama bu statülerindeki idare
merkezi hukuku nasıl tesit edilir? Buradaki statü tabiri dernekler için, vakıflar için ne ifade
ediyor bunu anlamak gerekiyor.

95
-Dernekler dernek tüzüğü ile kuruluyor. Dolayısıyla dernek tüzüğünde merkez olarak
gösterilen yerler onun statüsündeki idare merkezi.
-Yani statünün farklı anlamları vardır ama buradaki anlamı işte o sözleşme veya onu kuran
metin. Bu dernek için dernek tüzüğüdür, vakıf için vakıf senedidir, tüzel kişi şirket için şirket
sözleşmesidir.
-Dolayısıyla statü dediğimiz şey işte o dernek açısından dernek tüzüğünü ifade eder. Tüzükte
merkez olarak gösterilen yer ‘statülerindeki idare merkezi’ ibaresiyle karşılanır. Dolayısıyla
statülerindeki idare merkezi neredeyse o derneğin de o yer hukukuna tabi olduğunu (hak ve
fiil ehliyeti anlamında) çıkarırız. Veya vakıf senedinde senette merkez olarak gösterilen vakıf
merkezi neresiyse oranın statülerindeki idare merkezi olduğunu anlarız. Şirketler açısından
da kuruluş sözleşmesinde merkez olarak gösterilen yer statülerindeki idare merkezidir.
Dolayısıyla vakıf senedinde ,dernek tüzüğünde veya şirket ana sözleşmesinde merkez olarak
gösterdikleri yerin neresiyse ki bu yabancı vakıf/dernek/şirketler açısından zaten yabancı bir
ülke olmak zorundadır. Dolayısıyla hak ve fiil ehliyeti anlamında o ülke hukukuna tabidir.
-Türkiye’de de faaliyet gösteren bir sürü yabancı vakıf var. Biz o vakıfların yabancılığını o
statülerindeki yani onları kuran hükümlerde merkez olarak gösterilen yer yabancı bir
ülkedeyse o zaman o yabancı bir vakıftır. Ya da Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı bir
dernek tüzüğüne baktığımızda merkez neredeyse (başka bir ülkedeyse) işte o yabancı bir
dernektir. Keza aynı şekilde şirketin yabancı bir şirket olduğunu şirket ana sözleşmesinde
merkez olarak gösterilen yer yabancı bir ülkedeyse o bir yabancı şirkettir. Dolayısıyla
statülerindeki idare merkezi, onu kuran o şirketi kuran o vakfı kuran kurallar topluluğunu
ifade ediyor. Nu noktada da idare merkezleri yabancı bir ülkedeyse o ülkenin hukukuna göre
hak ve fiil ehliyetini tespit edeceğiz.
-Devamında bir şey var. Bazı durumlarda fiili idare merkezinin farklı ülkelerde olması söz
konusu. Bunun hukuki uygulamada çeşitli sebepleri olabilir. Özellikle şirketler açısından söz
konusu olabilir bu (dernek ve vakıflar için de söz konusu olabilir). Bazen kuruluş
sözleşmesinde/dernek tüzüğünde/vakıf senedinde merkez olarak gösterdiğimiz yer farklıdır
(başka bir ülkededir) ama dernek/vakıf/şirket fiilen Türkiye’den idare ediliyordur. Yani fiili
idare merkezi Türkiye’deyse o zaman kanun koyucu ne demiş ‘Ancak fiilî idare merkezinin
Türkiye'de olması hâlinde ,Türk hukuku uygulanabilir’ (md. 9/4 2. cümle). Türk hukukunun
da uygulanabilme imkânını da ortaya koymuş; uygulanır dememiş, emredici bir kural
getirmiyor.
-Dolayısıyla burada Türk hâkimi fiili idare merkezinin Türkiye’de olması halinde Türk
hukukunu da uygulayabilme imkânına sahiptir. Aksi taktirde statülerindeki idare merkezinin
hukukunu tespit edip onu uygulaması gerekiyor. Bu tamamen Türk hâkimine kalmış. Ama
şunu da söylemeliyiz ki yabancı bir hukuku uygulamaktansa fiili idare merkezi Türkiye’deyse
Türk hâkiminin her zaman bildiği kendi hukukunu uygulamak daha işine gelmiştir. Kanun
koyucu da böyle bir imkân verdiği için, Türk hukuku da uygulanabilir ifadesi kanunda açık bir
şekilde yer aldığı için hâkim bildiği hukuku uygulamayı tercih eder. Türk hukukunu
uygulaması söz konusu olur. Ama uygulayacaktır, mecburdur gibi bir şey çıkarmıyoruz
buradan çünkü uygulanabilir diyor. Bu nasıl ortaya çıkar? Bazen fiili idare merkezinin
Türkiye’de olması söz konusu olabilir çünkü mesela şirketler açısından özellikle deniz

96
ticaretiyle alakalı meselelerde kuruluş masrafları, vergisel masraflar vs. bunların hepsi
özellikle kuruluşla alakalı masraflar çok ciddi bir maliyet getirir. Ama bazı ülkeler bu konuda
vergisel muafiyetler, kuruluşla alakalı kolaylıklar getirmektedir. O yüzden mesela Türk
armatörlerinin birçoğunun şirketlerinin aslında farklı ülkelerde olduğunu görürsünüz. Aslında
Türk şirketidir ama yabancı bir ülkede yabancı bir sicile tescil edilmiş bir gemi filosu vardır
baktığında sermaye Türk’tür sahibi Türk’tür vs. ama kuruluş masrafları ve yükümlülüklerden
dolayı hep farklı ülkelerde kurulmayı tercih ederler (örneğin panama gibi) çünkü
kolaylıklardan faydalanmak isterler. O zaman kuruluş sözleşmesinde evet o şirket yabancı bir
şirkettir âmâ fiilen Türkiye’den idare ediliyordur. Mesela Anamur’dadır şirketin merkezi,
İstanbul’dadır İzmit’tedir gibi. Dolayısıyla fiili idare merkezinin Türkiye’de olması sebebiyle de
hak ve fiil ehliyetinde Türk hukukunun maddi normların uygulanması söz konusu olur.
-Temsilcisinin Türkiye’de olması bir şey değiştirmiyor, temsilcilik başka bir şey. Dava açılması
noktasında acentenin, temsilcini Türkiye’de olması belki Türk mahkemesi yetkisini tesis eden
veya yargılamanın görülmesini tesis eden bir şey ama kanun böyle bir şey yazmıyor.
Yazmadığı için biz onu yorumlayamıyoruz. Ya kurum sözleşmesinde merkezin bulunduğu yer
hukukuna göre hak ve fiil ehliyeti belirleniyor ya da fiili idare merkezi Türkiye’deyse Türk
hukukuna göre belirliyoruz. Ama şirket veya derneğin Türkiye’deki temsilcisinin bulunduğu
birim fiili idare merkeziyse o zaman Türk hukukunun uygulanabilmesi mümkün. Ama
uygulanacaktır demiyoruz, uygulanabilir. Ama ne diyoruz Türk hukukunu uygulama imkânı
varken gidip de belirsiz ya da araştıracak soruşturacak vs. o hukuku uygulamayı tercih
edeceğini pek düşünmüyoruz, kendi bildiği hukuku uygulamak varken.
STATÜSÜ BULUNMAYAN TOPLULUKLAR(Madde 9/5)
*Statüsü bulunmayan topluluklar, biraz önce söylediğimiz join venture en temel örneği
mesela. Tüzel kişiliği yoktur bu anlamda baktığınızda.
*Madde 9/5:‘Statüsü bulunmayan tüzel kişiler ile tüzel kişiliği bulunmayan kişi veya mal
topluluklarının ehliyeti fiili idare merkezi hukukuna tabidir’
-Dolayısıyla fiili idare merkezi neredeyse oranın hukuku.
70-80 DK
*Şimdi mesela tüzel kişiliği bulunmayan, statüsü demeyeyim de tüzel kişiliği yani bizim bu
joint-venture örneğinde tüzel kişiliği bulunmayan kişi ve mal topluluğu.
*Konsorsiyum mesela aklınıza gelsin şimdi bu konsorsiyumla alakalı bir ihtilaf ortaya
çıktığında fiil ehliyeti var mı yok mu? Ben zaten konsorsiyumum, tüzel kişi bile değilim, bu
sözleşme ile bağlı değilim sözleşmeyi feshettim, haklı veya haksız beni bağlamaz dedi ve
projeyi bıraktı. Şimdi buna karşı ne yapılabilir? Fiil ehliyetine sahip olduğunun, bu sözleşme
ile bağlı olduğunun, böyle bir hakkı olmadığının ve sorumlu olduğunun dava konusu olması
gerekir. Bu noktada işte ne olacak, bunun fiili idare merkezinin nihayetinde konsorsiyum da
olsa joint venture da olsa bunlar belli bir amacı bir araya gelerek gerçekleştirmek amacıyla
ayrı tüzel kişilikleri olan şirketler. Yani evet birleştikleri yapının bir tüzel kişiliği yok ama
bunların her birinin bağımsız tüzel kişiliği var. Kendi bağımsız yapılarını kaybetmiyorlar
nihayetinde. Ve kendi aralarındaki idari ilişki çerçevesinde o ilişkiyi idare etmek adına bir

97
anlaşma yapıyorlar. Yani her konsorsiyumu joint venture’ı oluşturan şirketin kendi iç
sözleşmesi vardır.
-Hatırlatmak amacıyla söyleyeyim joint venture dediğimiz ortak girişim anlamını taşır klasik
örneği vereyim; bir metro inşaatının düşünün. Metro inşaatının tünellerin açılması işlemini
diyelim Almanlar yapıyor, ray sistemi ve vagonları Japonlar yapıyor diyelim. Sinyalizasyonları
da Hollandalıların yaptığını düşünelim. Türk şirketi de bunlara ihale ediyor, siz yapın diyor.
Şimdi karşısında ne var Türkiye Cumhuriyeti'nin? Üçlü bir ortak girişim var: Hollanda, Japon
ve Alman. Ama bunların kendi iç ilişkilerini idare etmek üzere de aralarında imzaladıkları bir
iç sözleşme var. Dolayısıyla bu iş sözleşme çerçevesinde veya bu ortak girişimi kuran yapı
içerisinde kendi kuruluş sözleşmeleri var. Bunlar her ne kadar Türk Hukuku açısından tüzel
kişilik barındırmasa da bunlar bir hukuk süjesi, bir sözleşmenin tarafı olmuş olan yapılar.
Dolayısıyla kendi aralarında bu iç ilişkide kendilerini ortaya koyan kendilerini yaratan o iç
ilişkide tabi ki mutlaka bir fiili idare merkezi olacaktır. Bizim açımızdan önemlisi işte o fiili
merkezin nerede olduğudur. Fiili idare Merkezi mesela Tokyo'da olabilir. Bu üç şirketin Japon
Hollanda ve Almanya dedik. Diyelim ki bu joint-venturein fiili idare merkezi Japonya olsun.
Japonya'dan yürütülsün işler, fiiller. İdare merkezi orası 3'ü tarafından kabul edilmiş. O
zaman ne olacak; fiili idare merkezi hukuku dikkate alınarak Türk hâkimi tarafından fiil
ehliyeti var mı yok mu bu tüzel kişiliği olmayan yapının tespit edilecek. O yüzden bizim için
önemli yani tüzel kişiliği olmayan topluluklar veya statüsü bulunmayan tüzel kişiler
noktasında fiili idare merkezi hukukuna gideceğimizi bilmemiz gerekiyor.
*Mesela Türk Hukukunda olmayan trans kavramı vardır İngiliz hukukunda. Mesela onlar
açısından da bizim ülkemizde olmayan bir yapıdır bu Trans dediğimiz şirketler hukuku ile
alakalı bir şey, bir müessese. Dolayısıyla fiili idare merkezi hukuku burada devreye girecektir.
Bizim hukukumuzda böyle bir şey yok biz bunu kabul edemeyiz diyerek olayı kapatmayacağız.
Yani o zaman ne olur milletlerarası hakkaniyete aykırı davranmış oluruz. Benzeri kurumları
kıyas yoluyla tespit etmeye çalışacağız ya da transın o ülke hukukuna nasıl bir anlam ifade
ediyor onu tespit edip iste fiili idare merkezi neredeyse oranın hukukuna uygulayarak
uygulanması gereken hukuku tespit edeceğiz.
CİNSİYET, İSİM Ve SOYADI DEĞİŞİKLİĞİ(Madde 9/1+Madde 2/3)
*Kanunumuzda belirtilmemiş olan bazı durumlar da var. Özellikle kişilerin cinsiyet
değişikliğinde hangi hukuku uygulanacak. Tabi bu çok çok özel bir durum olduğu için tabi ki
genel nitelikteki bir kanunun bahsetmesi söz konusu olamaz ama ne oluyor yaşanıyor,
karşılaşılıyor. Yani cinsiyet değişikliğini konu alan yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar ya
da talepler veya durumlarla karşılaşabiliyoruz. O zaman Türk hakimi ne yapacak kanunda
böyle bir hüküm yok ben bunu dikkate alamam mı diyecek?
*Halbuki biliyorsunuz Türk Hukuku açısından cinsiyet değişikliği kanunen gerekli şartların
olması halinde kabul edilen bir durum, yani yasal bir durum. Dolayısıyla buna uygulanacak
hukuku da bu anlamda hangi nitelikte değerlendirilecek, bunu nereye sokacak. Yani bunun
nitelendirilmesini ve bunun kanunun uygulanması noktasında hangi çerçevede
konuşlandırılacağı da önemli.

98
*Ya da mesela kişinin ismini değiştirmesi. Bununla ilgili bir sürü dava var. Türk vatandaşları
tarafından özellikle yabancı ülkelerde yaşayan Türk vatandaşları açısından isim değişikliğine
ilişkin davalar var. İsim değişikliği ile alakalı talepler ya da yabancıların açtığı davalar var. İsim
değişikliği ile alakalı bunlara hangi hukukun uygulanması gerekiyor? Biz bunu hangi
kapsamda değerlendirmeliyiz? Hangi kanunlar ihtilafı kuralını bu anlamda uygulamalıyız
sorusu ile karşılaşabiliriz. O yüzden ondan da kısaca bahsedelim.
*Gerçek kişilerin isimlerini ve soy isimlerini uygulanacak olan hukuk konusu kanunda özel
olarak düzenlenmemiş. Ama bunun bir kanun boşluğu olarak değerlendirilmesi gerekmiyor.
Biz bunu düşüneceğiz.
*Yani bir kişinin ismini değiştirmesi, soy ismini değiştirmesi hangi alanla alakalı olabilir? Tabi
ki hak ehliyeti ve aynı zamanda fiil ehliyeti olarak nitelendireceğimiz bir durum. Dolayısıyla
9. maddeyi uygulamak suretiyle kişinin isim değişikliğine ilişkin taleplerini değerlendireceğiz.
*İsim bu anlamda ne demiştik kanunda düzenlenme konusu yapılmıyor. Ama bu noktada
ehliyetle alakalı bir durum olduğunu söylemiştik. Dolayısıyla milli hukuk çerçevesinde
çözümlenmesi gerektiğini söylüyoruz.
*Ama tabi şimdi bazen evlilikle alakalı, evlat edinme ile alakalı ve boşanma ile alakalı isim
değişiklikleri söz konusu olabilir. O noktada yani benim buradaki anlattığım bireysel anlamda.
İsmini değiştirmek istiyor mesela; ismi, İbrahim. Almanya'da yaşıyor. Abraham olsun diyor
mesela daha kolay telaffuzu vesaire. Ya da ne bileyim eşinin soyadını almak istiyor gibi. Yani
bireysel talepler başka bir şey, evlat edinme ile soyadın değişmesi veya evlenme ile soyadı
değişmesi başka bir şey.
*Eğer evlilikle soyadı değişiyorsa tabi ki o soyadı değişmesi evliliğin genel hükümleri,
boşanmanın genel hükümleri, evlat edinmenin genel hükümleri çerçevesinde dikkate
alınacak.
*Ama kişi bireysel anlamda bir değişiklik talep ediyorsa o zaman 9. madde çerçevesinde
dikkate almamız gerekiyor diye düşünüyorum.
80-90 DK
*Yargıtay kararları kapsamında da mesela Türkiye'de yaşayan yabancı insanların isim
değişikliği için Türk mahkemeleri yaptıkları taleplerde milli hukuk çerçevesi içinde fikir beyan
edenler olduğu gibi Türk hukukunun uygulanması noktasında da fikir beyan edenler oldu.
Öyle değişik bir tartışma konusu. Bu yani Bence milli hukuku ilgilendiren bir mesele olduğu
için Türk hukukunun alakası yok. Yani ama dediğim gibi tartışma söz konusu.
*Cinsiyet değişikliğine baktığımız zaman kişinin milli hukukunun uygulanması gerektiğini
biliyoruz. Çünkü kişinin kendi tercihi ve bunu fiil ehliyeti kapsamında yani milli milli hukuk
eksenli çözeceğiz.
*Yani bir Slav vatandaşı Türkiye'de bu yönde bir dava açarak cinsiyet değişikliğinde
biliyorsanız dava açarak bu yönde bir mahkeme kararı kararına istinaden
gerçekleştirebiliyorsunuz. O yüzden Türkiye'de de bir dava açtığını farz edelim. Bunu niye
anlatıyorum. Artık hepimiz hukukçuyuz önyargılarımızı kaldırmamız gerekiyor. Kişinin kendi

99
hukukunda böyle bir şansı yoktur. Türk hukukunda yapmak istiyordur ve bu yüzden
Türkiye’de dava açıyor. Ve buna karar verilecek. O zaman bu anlamda fiil ehliyetine sahip
olup olmadığına bakacak. Hâkim ne yapacak? Yunan vatandaşın milli hukukunda fiil ehliyeti
olup olmadığına bakacak ve Yunan kanun ihtilafı kuralları vs. vs. İlgili hukuku tespit karar
verecek.
VESAYET, KISITLILIK Ve KAYYIMLIK(Madde 10+ Madde 2/3)
*Kayyımlık 10 maddenin son Fıkrasına düzenlenmiş. Kayyımlığı 1 ve 2. Maddede söz konusu
almayın. O 3 maddede söz konusu şimdi bakalım.
*MÖHUK anlamında kayyımlık, kısıtlılık, vesayet ne anlam ifade ediyor. Vesayet veya kısıtlılık
kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri hakkında vesayet veya kısıtlılık kararı
verilmesi veya sona erdirilmesi istenen kişinin milli hukukuna tabidir diyor. Neden milli
hukuka tabi? Çünkü şahsi statüyü ilgilendiren bir mesele. O yüzden de kanun koyucu bunu
milli Hukuk'a tabi kılmış ama kanunun bağlama konusu ve bağlama noktalarına dikkat etmesi
gerekiyor.
-Bağlama konusu ne? Vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi ya sona erdirilmesi sebepleri yani
kişi hakkında vesayet veya kısıtlılık kararı vermek için neler var bunların tespiti veya verilmiş
bir vesayet kararı veya kısıtlılık kararının sona erdirme sebepleri . Dolayısıyla vesayetin
hükümleri veya kısıtlılığın hükümleri falan değil sadece karar alınması gerektiren sebepler.
-Alınmış kararı sona erdirilmesi gereken sebeplere uygulanacak olan hukuku burada tespit
etmeye çalışıyoruz bu noktada milli hukuka atıf yapmış. Neden milli hukuk atıf yapmış
?Çünkü vesayet de kısıtlılık da kişinin şahsi statü yakından ilgilendiren meseleler. Şahsi statü
yakından ilgilendirdiği için de kanun koyucumuz neydi milli hukuk esasına dayanıyordu
bağlama noktası da kişinin milli hukuku. Neden? Çünkü kişinin şahsi statüsüne ilgilendiriyor.
Ve kişinin şahsi statüsüne en yakın hukuk vatandaşlığıdır diyor o yüzden de milli hukuku atıf
yapıyor. Çünkü milli hukuku kişinin vatandaşlık bağı ile bağlı oldu hukuku temsil ediyor.
*Ama Avrupa Birliği ülkeleri mutat meskene bağlar. Amerika'ya gittiğinizde ikametgaha
bağlar. Neden? Çünkü onlar için şahsi statü açısından önem arz eden bağlama noktası
yerleşim yeridir. Yani ikametgahtır. Kimi için mutat meskendir. Kimi için ise bizdeki gibi milli
hukukudur. Bunun altında yatan nedenler birbirinden farklıdır. Daha çok şu an anlayıştan
hareket edilir kolay kolay değiştirilemeyecek. Örneğin; bizim için vatandaşlık değiştirmek çok
da kolay bir şey değildir. Mesela biz de farklı bir ülkenin vatandaşı olamadan vatansız
olmamanız için vatandaşlıktan çıkmazsınız .Şimdi burada şayet kararı kısıtlılık kararı verilmesi
ve kaldırılması sebeplerine uygulanacak olan hukukun milli hukuk olduğundan bahsediyor.
Tabii burada hangi sebeplerin oldu kişinin milli hukukuna dair meseleler yani mesela Türk
hukukunun vesayet veya kararı vermesi için gereken sebeplerle yabancı bir ülkenin vermesi
gereken sebepler çok çok farklı işte bu noktada birine sebep olan diğerinde sebep
olmayabilir.
*Biz bu noktada kamu düzeni müdahalesine her daim aklımızın bir köşesinde tutmamız
gerekir. Yani bir çocuğun annesinin veya babasının ahlaksız bir yaşam içinde olması veya
çocuğun büyümesi açısından sıkıntılı bir durum yaratması yabancı bir hukuk tarafından
vesayet altına alınmasını gerekli görmeyebilir. Ama başka bir hukuk bu sebeplere vesayet

100
altına alınması için yeterli bulabilir. Dolayısıyla hukukların bu anlamda getirdikleri
düzenlemeler birbirinden farklıdır. Dolayısıyla biz kendi hukukumuza uygun olduğu ölçüde
tabii ki o yabancı hukuku uygulayacağız. Ama bizim açımızdan kabul edilemeyecek sonuçlar
doğuran durumları da kabul etmeyecektir. O zaman da hangi istisnai düzenlemeler
yararlanacaktır?Kamu düzeni dediğimiz gibi kamu düzeni istisnai her farklılık da bize kamu
düzeni müdahalesini uygulamayı meşrulaştırmaz.
*Dolayısıyla vesayet ve karar verilmesinde veya bu kararların kaldırılmasını kişinin milli
hukukun uygulayacağız.
*Fakat burada şunu da söyleyelim burada atıf teorisi dediğimiz renvoi uygulayacağımız bir
karardır, maddedir. Dolayısıyla şahsı statüyü ilgilendirir.
-Vesayet verilmesi veya kaldırılması, kısıtlılık kararı verilmesi veya kaldırılması kişinin şahsi
statüsü ile alakası olduğu için burada bize kanun madde 2/3’e atıyor. Yani Atıf teorisi
dediğimiz renvoiye atıyor.
-Yani biz burada eğer kişiyi İngiliz vatandaşı ise İngiliz hukukuna gitmiyoruz ,İngiliz kanunlar
ihtilafı kurallarına gidiyoruz. İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarındaki vesayet veya kısıtlılık kararı
verilmesinin sebepleri neler bunlara bakıyoruz ve bu bizi yönlendiriyor işte bize o
yönlendirdiği hukuk, Türk hakimlerinin uygulayacağı hukuk.
90-100 DK
*Bazen mahkeme ülkesine atıf yapar mesela varsayımsal olarak, kafadan atıyorum sadece
sizin açınızdan somutlaşsın diye söylüyorum.
-Diyelim ki biz vesayet altına alınmış biri var ve bu kişinin vesayet altına alınması kararının
kaldırılması noktasındayız, Türk hakimi karar verecek, bakıyor yabancı, mesela İngiliz
vatandaşı ne yapacak hemen ilgili kanunu açacak yabancılık unsuru içeriyor, vesayet
kararının kaldırılması ya da kısıtlılık kararının kaldırılması var burada diyecek hemen 10.
Maddenin 1. Fıkrasına gidecek, bizi nereye yönlendirecek milli hukuka, bakacak İngiliz
vatandaşı, hemen nereye gidecek? İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına gidecek. İngiliz kanunlar
ihtilafı kurallarında nereye gidecek?
-Kısıtlılık kararının kaldırılması örneğinden gidelim, kaldırılması sebepleri ile ilgili nasıl bir
yönlendirici kural getirmiş onu bulacak, onu bulduktan sonra nereye yönlendirmiş mesela
diyelim ki İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları kısıtlılık kararının kaldırılmasında mahkeme
ülkesine atıf yapmış. Mahkeme neresi Türkiye, demek ki Türk hukukuna iade atıf yapmış
diyeceğiz, o noktada işte Türk hâkimi, Türk hukukunun maddi normlarına göre kişi hakkında
kısıtlılık kararının kaldırılması sebepleri oluşmuş mu oluşmamış mı Türk hukukunun maddi
normlarına göre değerlendirerek bir sonuca varacak.
-Veya kısıtlılık kararıyla alakalı başka bir ülkeye atıf yapmış olabilir İngiliz kanunlar ihtilafı
kuralı, o zaman da Türk hâkimi ne yapacak? O ülkeye gidecek, ispanyaya gidecek mesela
malvarlığının bulunduğu yer hukuku diyecek bütün malvarlığı İspanya’da, o zaman İspanyol
maddi normlarına giderek kısıtlılık kararının kaldırılması noktasında İspanyol maddi
normlarını uygulayacak. Yani vesayet müessesesi, kısıtlılık müessesesi de şahsi statüyü

101
ilgilendirdiği için bu noktada renvoi iade atıf ve devam eden atıf metodolojisini
uyguladığımız bir kanun maddesi.
*Madde 10/2: “yabancının milli hukukuna göre vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi
mümkün olmayan hallerde bu kişinin mutat meskeni Türkiye’de ise, Türk hukukuna göre
vesayet ve kısıtlılık kararı verilebilir veya kaldırılabilir. Kişinin zorunlu olarak Türkiye’de
bulunduğu hallerde de Türk hukuku uygulanır” diyor.
-Burada da kişi hakkında vesayet ve kısıtlılık kararının verilememesi durumunu görüyoruz.
Yani bazen kişinin milli hukukuna gidiyoruz, diyelim ki İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına
gittik, bu kurallarda vesayet altına alınma, kısıtlılık kararı verilmesi durumu söz konusu değil
öyle sebepler de yok yani öyle bir şey yok, düzenlenmemiş veya biraz önce dolaylı olarak
anlattığım gibi, her hukuk kısıtlılık kararı verilmesi sebeplerini aynı şekilde düzenlemez, farklı
şekillerde de düzenler. Bizim için kısıtlılık kararı verilmesi gerektiren sebep başka ülke hukuku
için kısıtlılık kararı verilmesi sebebi olarak nitelendirilmeyebilir o noktada bu madde bir işleve
sahip oluyor. Ne diyor?
-Kişinin kendi yani milli hukukuna göre vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi mümkün
değilse, kişinin mutat meskeni yani yaşadığı yer Türkiye’de ise o zaman hiç o iade atıf,
devam eden atıf oralara gitmiyoruz, gitsek de zaten bir sonuç yok, kendi hukukunda zaten
bunu düzenlememiş o zaman otomatikman Türk hukukuna gidiyoruz, Türk hukukunun
maddi normlarına göre karar verilecek diyoruz.
*Bu noktada aslında biraz önce size söylediğim dolaylı olarak kamu düzeni anlayışının böyle
somutlaşmasını görüyoruz ama onu bir şarta bağlamış, mutat meskene bağlamış dolayısıyla
otomatikman kamu düzeni diyemeyiz buna çünkü kamu düzeni başka bir şey ama bu
anlayışın beslendiği fikri bu maddede görüyoruz. Yani kamu düzeninde bazen yabancı
hukukunda düzenleme olmaması bazen Türk hukukunun uygulanmasını gündeme getirebilir,
nafaka yükümlülüğü örneğini vermiştik mesela yabancı hukukta o düzenlenmemiş fakat Türk
hukuku bunu böyle bırakamaz çünkü bu temel hukuk kurallarına aykırıdır dolayısıyla kamu
düzeni müdahalesiyle Türk hukukunu uygular demiştik. Aslında bu anlayış bu maddede
benimsenmiş ama biz buna otomatikman kamu düzeni diyemeyiz çünkü burada mutad
meskenin Türkiye’de olması şartı getirmiş. Dolayısıyla aynı yaklaşımı farklı şekilde
somutlaştırmış madde ama aynı anlayıştan besleniyor. Dolayısıyla kişinin mutad meskeninin
Türkiye’de olması halinde kişinin milli hukukunun kısıtlılık ve vesayet altına alınma
sebeplerinin oluşturmayan hallerde Türk hukukuna göre kişi hakkında kısıtlılık ve vesayet
altına alınma kararının alınabileceğini veya kaldırılabileceğini görüyoruz bu madde
kapsamında.
*Son cümle çok önemli: “kişinin zorunlu olarak Türkiye’de bulunduğu hallerde Türk hukuku
uygulanır”.
-Kişi ne zaman zorunlu olarak Türkiye’dedir? Bir kişiyi zorunlu olarak Türkiye’de tutabilir
miyiz? Bir kişi nasıl Türkiye’de zorunlu olarak tutuluyor?
-Aklımıza soru işareti olarak gelebilir bunlar. Şöyle oluyor, bazen kişi hapishanede olabiliyor,
Türkiye hapishanelerinde sadece Türk vatandaşları yok yabancılar da var dolayısıyla kişinin
zorunlu olarak Türkiye’de bulunduğu haller, yabancının hapishanede yaşamını sürdürdüğü

102
bir durum olarak karşımıza çıkabilir ve kişi hakkında vesayet altına alınma veya kısıtlılık kararı
verilmesi sebepleri ortaya çıkabilir veya vesayet altına alınmışsa bunun kaldırılması söz
konusu olabilir. O zaman da neymiş Türk hukukunun maddi normları uygulanır, çünkü çok
açık bir atıf var.
-Biz daha önce ne demiştik? Eğer Türk hukuku uygulanır şeklinde açık bir atıf varsa biz bunu
her zaman Türk hukukunun maddi normları uygulanır olarak kabul etmek durumundayız
demiştim.
-Dolayısıyla kişinin zorunlu olarak Türkiye’de kaldığı durumlarda da kişi hakkında kısıtlılık
kararı veya kaldırılması ya da vesayet altına alınma kararı verilmesi veya kaldırılması
durumlarında da direk Türk hukukunun maddi normlarına gidiyoruz.
-Veya kişi yatalak olabilir, yatağa bağlı olarak Türkiye’de tedavi oluyor olabilir, kişi 1-1,5 sene
Türkiye’de tedavi görecektir. Türkiye’den kesinlikle çıkmaması gerekir, hastanede sürekli
cihaza bağlı olarak hayatını devam ettirmesi gerekir. O noktada da kişi hakkında karar
alınması gerekir. Bu da mesela kişinin zorunlu olarak Türkiye’de bulunduğu haller olarak
kabul edilebilir bir yabancı açısından. Yani biz bunları hep yabancı olarak kabul edeceğiz
zaten Türk vatandaşı olsa bunun bir esprisi kalmaz. Kişinin Türkiye’de zorunlu olduğu haller
bu şekilde örneklenebilir, kafanızda somutlaşsın diye söylüyorum. Türk vatandaşlarından da
yurt dışında hapiste olan var biliyorsunuz, bir zamanlar çok yakışıklı bir jön vardı 8 yıl falan
İspanyol hapishanelerinde yattı sonradan İspanyol vatandaşı oldu sanırım yani bir ülkede
sadece o ülkenin vatandaşları hapishanede değildir, farklı ülke vatandaşları da orada hayatını
sürdürebilir zorunlu olarak.
*Madde 10/3:(önemli)“vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi kararları
dışında kalan bütün kısıtlılık veya vesayete ilişkin hususlar ve kayyımlık Türk hukukuna
tabidir”
-Bu madde de bambaşka bir şeyden bahsediyor, burada vesayetmiş kısıtlılıkmış ondan falan
bahsetmiyor, neden bahsediyor? Vesayet ve kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi
sebepleri dışında kalan bütün haller ile kayyımlıkla ilgili aklımıza gelebilecek haller hepsi bu
maddede.
100-110 DK
-1. ve 2. maddenin içeriği benzeşiyor ama 3. madde içerik olarak bambaşka bir şey. İlk iki
maddede de sebeplerden bahsediyoruz.(hocanın maddeden kastı fıkra sanırım yanlış
söylemiş) Kısıtlama kararının kaldırılması veya karar verilmesi sebeplerinden, vesayet kararı
verilmesi ve kaldırılması sebeplerinden bahsediyoruz. Hep sebeplerden bahsediyoruz.
-3. fıkrada ise vesayetin hükümleri ,kısıtlık kararının hükümleri ,kayyımlığın hükümleri +
kayyımlık atanmasının sebepleri veya kayyım atanmışsa kaldırımla sebepleri olarak ekstra
burada görüyoruz. Dolayısıyla bunların hepsi de Türk hukukuna atıf yapmış, direkt maddi
norm atfı var. Yani biz burada artık vesayetin hükümleri, kısıtlılığın hükümleri, kayyımlığın
hükümleri veya kayyım atanması, kaldırılması sebeplerinde Renvoi yapmayacağız.
Otomatikman Türk hukukunun maddi normlarını uygulayacağız. Neden? Çünkü kanun
koyucu bu konuları özellikle uygulanacak hükümler anlamında bu konuları kendi yetkisi

103
dahilinde bulundurmak istemiş yani bu konuları yabancı hukukun uygulamasına terk etmek
istememiş konunun önemi dolayısıyla. Yani kısıtlılık kararı ,vesayet kararı, bunların konusu
olan kişiler bu kişilerin menfaatleri bunlar kanun koyucu tarafından Türk hukukuna göre
çözümlenmesi yönünde Türk hukukunun hakim kılınması anlayışını ifade ettiği için Türk
hukukuna tabi kılınmış. Dolayısıyla bunu bir yabancı hukukun hakimiyet alanına bırakmak
belirsiz bir hukukun hakimiyet alanına bırakmak istememiş çünkü bu konular hassas
konulardır. Vesayet, kısıtlılık ve kayyımlık içeriği. Dolayısıyla onu Türk hukukunun hakimiyet
altında bulundurmak istemiş. Aksi takdirde ne olacak hiç bilinmeyen hukukların bu alanda
aktif rol oynaması söz konusu olacak.
-Yani vesayet dediğimizde aklımıza direkt çocuk gelmiyor ama birçok kapsamı var ama çocuk
da vesayet konusunun önemli bir objesi. Dolayısıyla çocuğun menfaatleri vesayet kurumu
çerçevesinde hakları yükümlülükleri, çocuğa karşı olan yükümlülükler bunlar mesela akla
geliyor vesayette. Ya da yaşlı bir kişi olabilir vesayet altına alınan kişi onun haklarının ona
karşı olan sorumlulukların vasilik makamı tarafından dorğu bir şekilde yerine gitirlip
getirilmediğinin Türk hukuk kuralları çerçevesinde yabancı bir hukuk olmaksızın hakimin
bildiği bir hukuk çerçevesi içerisinde idare edilmesi, denetlenmesi, gözetilmesi anlayışı
sebebiyle Türk hukukuna bağlı kılınmıştır. Şimdi burada tabi işte mohük kapsamında ne diyor
arkadaşlar? Vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri dışında
kalan haller diyor şimdi bu bizim önemli biz burada türk hukukunu uygulayacağımızı anladık
ama Türk hukukunu neye uygulayacağımızı anlamadık. Vesayetin, kısıtlılığın, kayyımlığın
hükümleri diyor. Dolayısıyla bunun içeriğini bilmemiz gerekiyor. yani size vesayete
uygulanacak hukuk gelmez arkadaşlar onun içeriği dahilinde olan durumara uygulanacak
hukuk ne olur sorusu gelir. Dolayısıyla bizim genel ifadeyi bilmemiz gerekiyor.
Bu noktada mesela kısıtlı olan kişinin veya kendisine vasi atanan kişinin kişiliği kişiliğinin
korunması malvarlığı varsa malvarlığının korunması bu kişiliğin kendisine karşı korunması,
sağlığı, eğitimi ne bileyim onun temsil edilmesi, malvarlığının idare edilmesi gibi konular bu
anlamda işte bu vesayet makamı vasinin denetimi vasinin atandığı kişiye karşı hakları,
yükümlülükleri sorumluklukları vasilik makamının denetimi vasilik görevini doğru bir şekilde
yerine getirip getirmediğinin araştırılması bunların hepsi aslında işte bu vesayet ve kısıtlılık
kararı verilmesi ve sona erdirilmesi dışında kalan haller olarak nitelendiriliyor. Vasinin
denetimi vasinin atandığı kişiye karşı hakları, yükümlülükleri, sorumlulukları vasilik
makamının denetimi türk hukuku hakim kılınmıştır. Burada türk hakimini yabancı hukukun
içine sokup debelenmesi bir şey tanınmamıştır. Dolayısıyla Türk hakimi vasi görevini yapıyor
mu, atandığı kişinin haklarını koruyor mu küçükse eğitimini doğru bir şekilde yönlendiriyor
mu kişisel bakımını doğru bir şekilde yapıyor mu malvarlığını doğru mu idare ediyor yoksa har
vurup harman mı savuruyor aynı şey kısıtlı açısından da geçerli. Bunların hepsine
uygulanacak olan hukuk Türk hukuku olarak karşımıza çıkıyor.
GAİPLİK VEYA ÖLMÜŞ SAYILMA(m. 11+m.2/3)
*Madde 11:"Gaiplik veya ölmüş sayılma kararı, hakkında karar verilecek kişinin milli
hukukuna tabidir."
*Demek ki şahsi statü olduğu için ne yapmış en yakın hukuk kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı
hukuka gönderme yapmıştır.

104
*Dolayısıyla biz bir kişi hakkında gaiplik kararı verirken veya bir kişi hakkında ölmüş sayılma
kararı verirken kişinin milli hukukunun gösterdiği kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. Bu
kanunlar ihtilafı kuralları bizi hangi yabancı hukuka götürüyorsa bu hukukun maddi
normlarını uygulamak suretiyle kişi hakkında gaiplik kararı vereceğiz ve ölmüş sayılma kararı
vereceğiz veya vermeyeceğiz gibi.
*Hak ehliyetini ve fiil ehliyetini sona erdiren durumlar, gaiplik ve ölmüş sayılma karinesi.
Dolayısıyla bunun miras hukuku anlamında aile hukuku anlamında ve şahsın hukuku
anlamında etkileri var. Bir kere kişiliği sona erdiriyor. Evli ise bu kişi evliliğinin gaiplik veya
ölüm kararıyla evliliğinin son bulması durumu söz konusu oluyor. Miras hukukuna etkileri var
miras hukuku anlamında tabii ki mirasın intikali gerçekleşiyor. Dolayısıyla oranlara vs. gibi
konular bu noktada onların icrasına geçilecek. ister TR vatandaşı olsun ister yabancı fark
etmez. Türkiye’de gerçekleşen bir davada yabancı hukuk da uygulansa miras hukuku konuları
belli oranlar şeklinde mirasçılara geçmesi söz konusu.
*Gaiplik ve ölmüş sayılma kararı hakkında karar verecek kişinin milli hukuku dedik.
*Kişi mesela gelmiş İngiliz vatandaşı Fethiye’de yamaç paraşütü yapsın sonra yok oluyor
adam. Ulaşılamıyor cesedi bulanamıyor üzerinden 5 6 sene geçiyor eşi ve mirasçıları Türk
makamı huzurunda gaiplik kararı alınması yönünde bir dava açıyor. Bu karar alındığında tabii
ki hem eşi ile evliliği hem mirasçılık statüsü anlamında hükümler doğurması söz konusu. Ama
Türk hakimi açısından burada olay ne? Burada bir yabancılık unsuru olması İngiliz vatandaşı
bir kişinin Türkiye’de kaybolmuş olması ve bu çerçevede MÖHUK’un uygulanacak olması yani
Türk olsa tamamen iç hukuk uygulanacaktı. Hakim hemen MÖHUK’u açıp ilgili maddeye
ulaşır ne diyor hakkında gaiplik kararı verecek kişi milli hukuku uygulanır diyor. Bakıyor
hemen vatandaşlık İngiliz gidiyor hemen İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına oradaki gaiplik
hükmünü buluyor oradaki gaiplik hükmü bizi yönlendiriyor. İşte mesela gaip olduğu ülke ya
da doğduğu ülke hukuku mesela kişi İtalya’da doğmuş olsun o zaman Türk hakimi gaiplik
kararı verebilmek için İtalyan maddi hukuku normlarını uygulayarak karar veriyor ya da
vermiyor. Ya da kaybolduğu yer hukukuna atıf yapıyor. Türkiye’de kayboluyor o zaman ne
diyoruz iade atıf var diyoruz. O zaman Türk hukukundaki gaiplik hükümlerine göre kişi
hakkında gaiplik kararı verilmesi ya da verilmemesi söz konusu.
110-122 DK
*Türk hakimi gaiplik kararı verebilmek için İtalyan maddi normlarını uygulayarak kişi
hakkında gaiplik kararı veriyor yada vermiyor. Ya da kaybolduğu yer hukukuna atıf yapıyor.
Türkiye de kaybolmuş o zaman ne diyoruz, iade atıf var diyoruz. Burada Türk hukukundaki
gaiplik hükümlerine göre kişi hakkında gaiplik kararı verilmesi veya verilmemesi söz konusu
oluyor, yani mevcut şartlar ona göre değerlendiriliyor.
*Yabancı hukukta çok saçma sapan extrem şartlar varsa kabul edilmez sonuçlar
doğurabilecekse kamu müdahalesi ilkesi söz konusu olabilir. Ancak böyle bir şey olacağını
sanmıyorum.
*11.maddenin ikinci kısmında 'Millî hukukuna göre hakkında gaiplik veya ölmüş sayılma
kararı verilemeyen kişinin mallarının Türkiye'de bulunması veya eşinin veya mirasçılardan

105
birinin Türk vatandaşı olması hâlinde, Türk hukukuna göre gaiplik veya ölmüş sayılma kararı
verilir'
-Burada da biraz önce söylediğimiz gibi sanki bir kamu düzeni anlayışı hakim kılınmış. Ancak
biz kamu düzeni müdahalesi diyemeyiz.
-Çünkü kamu düzeninde yabancı hukuku uyguluyoruz ve uygulanmasının sonuçları kabul
edilemiyor. Burada şartlar var, eşin Türk vatandaşı olması, mirasçıların Türk vatandaşı
olması, malvarlığının Türkiye’de bulunması gibi. Buradaki şey farklıdır. Demek ki kendi
hukukuna göre gaiplik kararı verilemiyor veya ölmüş sayılma kararı verilemiyorsa o zaman
nolucak?
-Kişinin malı Türkiye’de ise veya eşi Türk vatandaşı ise veya mirasçılar Türk vatandaşıysa,
Türk hukukunun maddi normlarına göre o kişi hakkında gaiplik veya ölmüş sayılma kararı
verebiliyoruz.
*Hiçbir şekilde gaiplik kararı düzenlememişse ,hiçbir şekilde ölmüş sayılma kararı yoksa,
kişinin Türkiye’de malvarlığı da yoksa eşlerden veya mirasçılardan hiçbiri de Türk vatandaşı
değilse ama Türkiye’de dava açılmışsa ne olacak sorusunun cevabı muallaktır. Bu maddeye
göre bu soruyu cevaplayamıyoruz. Şimdi biz bu kişi kararı hakkında gaiplik kararı veremez
miyiz? Bunun sonuçsuz mu bırakacağız?
-Bu tabiki yetkiyi ilgilendiren bir şey. Milletler arası usul hukukuna yansıması olan bir şey.
Onunla ilgili özel bir madde var bu MÖHUK 42.madde. Ama bu madde tartışmalıdır. Bir kısım
hayır diyor bunun kamu düzeni müdahalesinin gerektirecek bir yanı yok diyor, bir kısımda
kamu düzeni müdahalesi gerekir diyor. Yani mahkemenin yetkisi açısından bir sorun yoksa,
yabancı hukukun bu hususu düzenlememesi kamu düzeni müdahalesini gerektirebilir
diyor(hoca da bu görüşte). Çünkü hukuk sistemi insanları çıkmaza götürmemeli çözüme
yönelik olmalı. Burada gaiplik kararı verilmemesinden kasıt örneğin yabancı hukukta gaiplik
kararı düzenlenmemiş olabilir. Türkiye’nin taraf olduğu bir uluslararası anlaşma var: Bazı
ölümlerin tespitine dair sözleşmedir ismi ve Türkiye’de buna taraftır. Dolayısıyla bu
ülkelerden birinde verilmiş olan ölüm kararı akit ülkelerinin tamamında da dikkate
alınabiliyor. Bunun dışındaki ülkelerde ise bu kararın tanınması ve tenfizi prosedüründen
geçmek gerekiyor. Yani akit tarafı ülkelerde gaiplik kararı gibi kararlar tenfize gerek
olmaksızın tanınıyor.

19.11.2020 7. HAFTA
0-10 DK
* Ehliyet M.9: ve bizim için Hak ve fiil ehliyeti olarak dikkate aldığımız bir husustu işte gerçek
veya tüzel kișiler için veya tüzel kişiliği bulunmayan topluluklar için madde dokuz maddeyi
uyguluyoruz. Bu noktada kanunu ehliyet için özel hüküm getirdiği durumlar var. O özel
hükümlerle alakalı madde çerçevesinde uygulanacak hukuk bulacağız.
-9. madde daha genel bir hüküm. Aynen genel hükümlerdeki gibi şekil içinde söylemiştik.
Özel hükümler düzenlenmiştir demiştik. Dolayısıyla özel şekil kuralları madde içinde yer
almıyorsa biz o zaman 7 .madde hükmüne kuralları dikkate alacağız demiştik. Ehliyet içinin

106
de aynı şekilde yani ehliyette de bazen maddeler içinde ehliyet ilişkin özel düzenlemeler
olabiliyor. Bu düzenlemeler çerçevesinde değerlendirme yapmak gerekecektir. Ehliyet
konusuna ilişkin olan madde de dokuzuncu madde.
-Geçen hafta hatırlarsanız bazı konumlarda kanun ihtilafı ile ilgili kanun maddelerinden
olduğundan bahsetmiştik. Türk Ticaret Kanunu da bunlardan biriydi. Şekli anlatırken
hatırlarsanız anlatmıştım. Bono, poliçe ve çekte şekil unsurun etkili olduğunu özellikle
düzenlendiği yer hukukun etkili olduğunu buna nispeten çekte ödeme yerinin de etkili
olacağını söylemiştik şekil kurallarının dikkate alınacağını söylemiştim hatırlarsanız.
-Ehliyette alakalı da bono çek ve poliçe de de ehliyet ile alakalı bir düzenleme var bunu
unutmayalım. Hem şekil ile alkali hem de ehliyet ile alakalı bono çek ve poliçe ile alakalı TTK
da kanunlar ihtilafı kuralları var. Ehliyet konusu bono ,poliçe çek konusu ile alakalı ehliyete
uygulanacak hukuk konusunda da TTK m. 766 m. 778 ve m. 818 bono çek ve poliçe için
düzenleme konusu vardır ve hepsi için aynı düzenleme konusu geçerlidir. Maddeleri falan
çok ezberlemenize gerek yok sadece kanunlarınızda olabilir benim elimde ki kanunda mesela
bir tanesi de var bir tanesi de yok. Bu yüzden siz dikkat edin unutmayın TTK 766, 778,818
maddeleri esas madde 766. Madde ve fıkralarında küçük atıf vardır hep aynıdır. Açıkçası
poliçe için getirilen düzenlemeler çek ve bono için de geçerlidir. Unutmayın ehliyet
konusunda.
TTK – Ehliyet
MADDE 766– (1) Bir kişinin poliçe ile borçlanması için gereken ehliyet tabi bulunduğu
devletin hukukuna göre belirlenir. Bu hukuk diğer bir ülkenin hukukuna göndermede
bulunuyorsa, o hukuk uygulanır.
(2) Birinci fıkrada öngörülen hukuk gereğince ehliyete sahip olmayan kişi, hukuku
bakımından kendisini ehil sayan bir ülkede imza koymuşsa, orada olduğu gibi geçerli
şekilde borçlanır.

TTK Madde 778 : j) Kanunlar ihtilâfına dair 766 ilâ 775 inci, maddeler hükümleri bonolar
hakkında da geçerlidir.

TTK MADDE 818 : ş) Ehliyete, poliçe ve bonolara ilişkin hakların korunması ile başvurma
hakkının kullanılması için gerekli işlemlere ilişkin kanun ihtilaflarına dair 766, 768 ve 769 uncu
maddeler.
-Burada da çekte ehliyet konusunda milli hukuka atıf yapar.
-Dolayısıyla bu çeki düzenleyenin ehliyetsiz olduğu ortaya çıktığında milli hukukuna giderek
değerlendirilir. Fakat bazen hukuk bu nokta da milli hukuk kuralları denilince ne anlıyorduk
kanunlar ihtilafı kuralları anlamında o hukukun kanunlar ihtilâfı kuralları anlıyorduk.
Dolayısıyla milli hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının atıf yaptığı yabancı hukuk anlamamız
gerekiyor. Bu durumda bono ,çek ,poliçe de ehliyet konusunda yine atıf teorisinden yani
renvoiden bahsediyoruz.
10-20 DK

107
*Bunun yanı sıra ehliyeti anlatırken 9.maddenin 2.fıkrasında bir işlem güvenliği ilkesinden
bahsetmiştik. Yapıldığı yer hukukuna göre ehliyetli ama kendi milli hukukuna göre
ehliyetsizse biz kişiyi yaptığı işlemle bağlı kılıyorduk ve buna da işlem güvenliği diyorduk.
*O sebepten dolayı aynı yaklaşım burada da aynen poliçenin tanzim ettiği yer hukukuna
göre kişi ehil değilse (bu poliçe olabilir, çek olabilir, bono olabilir fark etmez), milli hukukuna
göre ehil değil ama poliçeyi, çeki veya bonoyu tazmin ettiği yer hukukuna göre eğer ehilse(
yani yaş olarak reşit olma yaşını tutuyorsa) o zaman kişiyi yapmış olduğu bu işlemle ehliyet
bakımından bağlı kılacağız. Buna ne demiştik; işlem güvenliği.
-Aynen 9.maddenin 2.fıkrasındaki o işlem güvenliği prensibini biz TTK’de bono, poliçe ve çek
içinde kabul ediyoruz.
-Kişi ben ehliyetsizim milli hukukuma göre bu çeki veya bonoyu veya poliçeyi düzenleme
ehliyetim yok dese bile poliçenin veya çekin veya bononun düzenlendiği yer hukukuna göre
kişinin ehil olması halinde ne yapıyoruz, kişiyi düzenlemiş olduğu bu kıymetli evrakla alakalı
sorumlu hale getiriyoruz ve kabul ediyoruz. Buna ne demiştik işlem güvenliği.
*Vesayet, Kısıtlılık, Kayyımlık: Madde 10’un 1 ve 2.fıkrasında özellikle vesayet kararı
alınması, verilmesi sebepleri, sona erdirilme sebepleri veya kısıtlılık kararının kaldırılması
veya verilmesi sebepleri anlamında milli hukukun söz konusu olduğunu, çünkü şahsi statüyle
alakalı olduğunu, milli hukuk ve şahsi statü olduğu için de renvoi yani iade atıf ve devam
eden atfın söz konusu olacağını söylemiştik.
-Vesayet ve kısıtlılık kararı verilmesi ve sona erdirilmesi sebepleri dediğimiz şey bağlama
konusu, milli hukuk bağlama noktası.
*2.fıkraya göre; bazen kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri bir hukukta
olmayabilirdi. Çünkü ne demiştik ulusal hukuklar birbirinden farklıydı. Her ne kadar aynı
sistemin ürünü olan hukuklar olsa bile yani Kara Avrupası hukuk sistemi içerisinde onlarca
hukuk sistemi var bunlar bile birbirinden farklı. Aynı sistem ailesine dâhil olmalarına rağmen
hukuk dinamik bir kavramdı. İnsanların kültürlerinden, toplumların kültürlerinden, yaşam
biçimlerinden, teknolojiden, her şeyden etkileniyordu. Dolayısıyla her hukuk sistemi de her
ulusal hukukta tabi ki doğal olarak birbirinden farklı düzenlemeler getiriyor bazı noktalarda.
Bu farklılık bizim için zaten kanunlar ihtilafının temel koşulu, olması gereken bir şey. Farklılık
olmazsa zaten bütün dünyada hukuk sistemleri ve hukuk uygulamaları zaten yeknesak
olurdu. O zaman da kanunlar ihtilafı kurallarına gerek kalmazdı. Ama öyle bir şey yok. Biz
sonuç olarak farklı hukukların varlığını kabul ediyoruz, farklı hukukların uygulamasını kabul
ediyoruz. Bu konuda sadece tek çizgimiz kamu düzeni ve doğrudan uygulanan kurallar.
-Doğrudan uygulanan kurallar zaten biliyoruz ki otomatikman farklı düşüncelerle getirilmiş
olan kurallar. Kamu düzeni ise o yabancı hukukun uygulanmasına engel olan anlayışın
ürünü. Dolayısıyla farklı hukukları uygulayacağız. O yüzden bu 10.maddenin 2.fıkrasında
yabancının milli hukukuna göre vesayet ve kısıtlılık kararının verilmesi sebeplerinin olmaması
ihtimali dikkate alınarak her halükarda Türk hukukunun uygulanmasına yönelik bir madde
düzenlemesi getirilmiş ama bunun için şartlar var. Neydi onlar?

108
-Mutad meskenin Türkiye’de olması halinde ne diyor: Kişinin mutad meskeni Türkiye’de ise
,Türk hukukuna göre vesayet veya kısıtlılık kararı verilebilir diyor.
-Peki mutad mesken Türkiye’de değilse bu kişi hakkında kısıtlılık veya vesayet kararı
veremeyecek miyiz? İşte bu zaten tartışılan bir mesele. Yani burada o hukukun bu yönde bir
sebep düzenlememesi kısıtlılık kararı verilmesi gereken bir kişi hakkında kısıtlılık kararının
alınamamasına mı yol açacak, bu ne kadar doğru bir durum, bu tartışılıyor. Bu noktada yine
kamu düzeni müdahalesi ile mutad mesken Türkiye’de olmasa bile kişi hakkında kısıtlılık
kararı verilebilmesi çünkü kısıtlılık hem o kişiyi hem toplumu da ilgilendiren bir şey.
Dolayısıyla müdahalenin söz konusu olabileceğini düşünen görüşler içinde yer alıyorum ben
de.
*Kişinin zorunlu hallerde Türkiye’de bulunduğu hallerde de Türk hukuku uygulanır. Ne
demiştik mesela kişi Türkiye’de hapishanede veyahut hasta ve makineye bağlı olarak ülkede
1,5 sene kalmak zorunda ya da tedavi gereği gibi gibi. O yüzden bu durumlarda da Türk
hukukunun uygulandığını söylüyoruz.
*Bunun dışında kayyımlıkla alakalı bütün düzenlemeleri kapsayan ve vesayet, kısıtlılık kararı
verilmesi ve sona erdirilmesi dışındaki halleri kapsayan 3.fıkranın uygulanmasına bakıyoruz.
Bu zaten konunun Türk hukuku açısından önemi ve kendi hâkimiyetleri altında bulundurma
anlayışı ve yaklaşımının aslında hâkim olduğu bir şey. Çünkü vesayet makamı önemli bir şey,
kontrol mekanizmasını elinde tutmak istiyor. O sebepten dolayı zaten otomatikman Türk
hukukunun uygulanacağını görüyoruz. Vesayet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona
erdirilmesi sebepleri dışında kalan bütün kısıtlılık ve vesayete ilişkin hususlar, kayyımlık
Türk hukukuna tabidir diyor. Zaten bu meseleleri başka bir hukukun alanına sokmak
istemiyor. Bunlar Türk otoritelerinin hâkimiyeti altında olsun. O yüzden bu anlayışın
yansıması da otomatikman Türk hukukunun uygulanması şeklinde.
-Vesayet ve kısıtlılık kararı verilmesi ve sona erdirilmesi sebepleri dışında kalan haller
bağlama konusu, Türk hukuku bağlama noktası.
-Peki, nedir bu haller?
İşte o vesayet makamının sorumluluğu. Vesayet makamı sonuçta mahkeme tarafından
atanan bir yetkili, bir makam. Dolayısıyla bu makamın görevleri, yetkileri, atandığı kişiye karşı
sorumlulukları, atandığı kişinin o kişiye karşı sorumlulukları (vasiye karşı), malları ile ilgili
tedbirlerin alınması, eğitimiyle alakalı, ruhsal ve kişisel gelişimiyle alakalı tedbirlerin alınması
konusu, vesayetin kaldırılması vesayetin kaldırılmasına sebep olacak haller vs. vs. bunları
sayabiliriz. Kısıtlılık içinde aynı şey geçerli. Kayyımlıkta zaten hem kayyımlık kararı verilmesi
hem sona erdirilmesi sebepleri hem de kayyımlığın hükümleri. Yani kayyımlığı bu 10/3’te
tamamıyla düzenleyen bir madde olarak kabul edelim. Yani kayyımlık kararının verilmesine
sebep olacak, kayyım atanmasına sebep olacak durumlar ya da o atanmış olan kayyımın
görevinin sona erdirilmesine ilişkin sebepler veya kayyımlık makamının sorumlulukları,
atandığı o pozisyonla alakalı sorumlulukları, yükümlülükleri vs. bunların hepsi 10/3
kapsamında Türk hukuku çerçevesinde çözümlenecek.
-Türk hukuku dediğimiz zaman ne anlıyorduk? Maddi norm atfı anlıyorduk. Dolayısıyla Türk
hukuku dediğinde, Türk hukukunun maddi normlarını uygulayacağız.

109
*Gaiplik ve ölmüş sayılma kararı hakkında da yine kişisel bir hak olduğu için milli hukuk
uygulanıyor demiştik. Geçen hafta bu maddeyi incelemiştik. Şimdi tabi şahsi statü ama milli
hukuk dediğimizde biz önce vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuku buluyorduk, akabinde o
vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukukun kanunlar ihtilafı kurallarına gidiyorduk, ondan
sonra da kanunlar ihtilafı kurallarındaki o gaiplik veya ölmüş sayılma hükmünün bizi
yönlendirdiği yabancı hukuka giderek kişiye uygulanacak hukuku buluyorduk. Dolayısıyla 3
aşamalı o iade atıf, devam eden atıf, renvoi meselesini, sistemini, metodolojisini burada da
uyguluyorduk.
20-30 DK
-Bu noktada Türk hukukunun uygulanmasına imkan veren bir düzenlemeyle de devamında
karşı karşıyayız. Neydi o ? Milli hukukuna göre hakkında gaiplik kararı verilemiyor. Gaiplik
kavramı yok. Olabilir, bazı hukuklarda yoktur. Ama bu farklılık kamu düzeni müdahalesini
gerektirir mi gerektirmez mi? Bu bir tartışma noktası. Ne diyor kanun koyucu; milli hukukuna
göre hakkında gaiplik kararı verilemeyen kişinin mallarının Türkiye de bulunması yani
burada yabancı bir gaip veya ölmüş sayılma kararı verilecek olan kişinin yabancı olması
halinde o kişiye bir şekilde o kararı aldırmak, o kişi için kanun koyucunun çabaladığını
görüyoruz. Bu noktada demek ki; hakkında karar verilecek kişinin mallarının Türkiye de
bulunmasını veya eşinin Türk vatandaşı olması veya mirasçılarının Türk vatandaşı olması
halinde, Türk hukukuna göre gaiplik ve ölmüş sayılma kararı verilebilir. Dolayısıyla burada
Türk Hukuku’nun maddi normlarına göre yani Medeni Kanunda ölmüş sayılma için ve gaiplik
için hangi maddi şartlar gerekiyorsa normlara uygun bir şekilde kararın alınabilmesini
mümkün kılıyor. Dolayısıyla bu şartların varlığı Türk Hukuku nun uygulanması açısından
yeterli.
-Peki bu şartlar yoksa diye geçen hafta sormuştuk; o zaman da kişi hakkında karar
alınamayacak mı? Yani adam Türkiye de kayboldu. Dağ gezintisi yapıyormuş, kayakçıymış
mesela ve kayboluyor. Bu kişi hakkında gaiplik kararı verilemeyecek mi ? Verilebilir, bunda
bir sıkıntı yok. Çünkü biz bir yabancı hakkında Türkiye de de dava açılabileceğini söylüyoruz,
yabancı ülkede de dava açılabileceğini söylüyoruz.
-Dolayısıyla kişi hakkında gaiplik davası açıldığında bu olayın tabi iki aşamalı bir şeyi var önce
yetki, bakalım mahkeme bu davayı görmeye yetkili mi ?
Yetkide önce Türk mahkemesinin davayı görüp göremeyeceği esastır. Davayı göremeyecekse
yargılama yapmasının bir anlamı yoktur. Yani uygulanacak hukuk falan bulunmasının bir
manası yoktur. Önce yetkisinin tespit edilmesi gerekir ve olayın vasıflandırılması ve
uygulanacak olan hukuk tespiti noktasına geçilir. Zaten yargılama yetkisi yoksa uygulanacak
hukukun bulunmasının bir manası yoktur.
NİŞANLILIK (m.12+ m. 2/3)
*Madde 12/1: Nişanlanma ehliyeti ve şartları taraflardan her birinin nişanlanma anındaki
milli hukukuna tabidir.
-Bazı düzenlemeler kendi özel hükümlerini içerir. Dolayısıyla biz, burada nişanlanma ehliyeti
için napicaz, 9. Md'ye falan gitmeyeceğiz. Düzenleme kanunun kendi içinde ehliyete ilişkin bir

110
düzenleme var. Nişanlanan çiftlerin her birinin ayrı ayrı milli hukuklarının gösterdiği o
yabancı hukukun uygulanması çerçevesi içerisinde ehliyetinin tespit edilmesi söz konusu
olacak.
-Bu noktada sürekli nişanlanma ehliyeti ve şartlarının bağlama konusu olduğunu söylüyoruz.
Milli hukuk ise bağlama noktası. Gördüğünüz gibi her kanunlar ihtilafı kurallarının bir
bağlama noktası var .
-Burada zaten bunu açıklamaya çok gerek yok nişanlanma ehliyetini zaten biliyoruz bazı
kanunlar da tabii nişanlanma ile alakalı çok farklı düzenlemeler var bazı hukuklar
nişanlanmayı hiç düzenlenme konusu yapmamış nişanlılık diye bir kavram getirmemiş bazı
hukuklar ise nişanlanma ile alakalı düzenlemeler getirmiş bu önemsiz bir mesele gibi
gözüküyor. Yani o an nişanı attım gitti bir daha yüzünü görmem falan deriz geçeriz ama
aslında hukuk öyle yaklaşmıyor. Medeni kanunda biliyorsunuz nişanlanmayla alakalı özel
düzenlemeler var. Bu noktada aslında önem arz edilmiş. Bu sebeple de düzenleme konusu
yapılmış bir husus burada özellikle her bir tarafın kendi milli hukuku dikkate alınarak oradaki
şartlar nişanlanmayla yani birinin hukuku hiçbir şart getirmemiş olabilir diğerinin hukuku
getirmiş olabilir bilemeyiz biz artık hangi hukukun uygulanacağını ama her iki hukukun her bir
birey için dikkate alınarak. Yani a ve b nişanlanıyor diyelim a İngiliz b Türk, b de ki nişanlanma
hükümleri sadece b yi ilgilendirecek a’ daki nişanlanma hükümleri ise a’yı ilgilendirecek.
-Bunu niye söylüyorum? Çünkü bazı yaklaşımlar birinde olan şartın diğeri içinde aranması
gerektiğini, yani diyelim ki Türk hukukunda nişanlanma için gerekli olan şartların Türk
vatandaşıyla nişanlanacak olan kişiye de teşmil edilmesi onda da aranması gerektiği,
yönünde bir yaklaşım benimsiyor. Ama bunun çok mantıklı ve gerekli olduğunu
düşünmüyoruz. Artık her hukuk sistemi nişanlanacak bir çiftin kendi hukuk sisteminin
gösterdiği şartları her birinin kendi için dikkate aldığını söylüyoruz.
-Peki nişanlanmanın hükmü ne demek ?
(2) Nişanlılığın hükümleri ve sonuçlarına müşterek milli hukuk, taraflar ayrı vatandaşlıkta
ise Türk Hukuku uygulanır. Burada kademeli bir bağlama kuralı görüyoruz. Bağlama konumuz
nişanlılığın hükümleri ve sonuçları. Bağlama noktası müşterek milli hukuk eğer yoksa Türk
Hukuku diyoruz.
Burada dediğimiz gibi her zaman söylüyoruz bağlama konusu ve bir bağlama noktası var ve
bu bir kademeli bağlama kuralı çünkü önce müşterek bir milli hukuka gidiyor tarafların aynı
vatandaşlıkta olması anlayışından hareket ediyor aynı vatandaşlıkta değilse o zaman Türk
hukukunun maddi normlarına göre nişanlanmanın hükümlerine ve sonuçlarına uygulanacak
olan hukuku uyguluyoruz. Yani Türk hukukunun maddi normları burada etki kazanıyor.
30-40 DK
*Nişanlılığın hükümleri ve sonuçlarına uygulanacak olan hukuku anladık. Yani taraflar ikisi de
Türk vatandaşıysa ya da ikisi de İngiliz vatandaşıysa İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına
gideceğiz. İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları da bizi nereye gönderirse oranın yabancı hukukunu
uygulayıp tamam nişanlılık hükümlerine uygulanacak hukuku bulduk.

111
-Peki, taraflar müşterek milli hukuka sahip değilse biri Türk vatandaşı biri İngilizse o zaman
ne olacak?
O zamanda işte Türk hukukuna gideceğimizi zaten açık bir şekilde söylüyor. Veya biri İspanyol
biri İngilizse yine müşterek milli hukuk yok. O zaman yine Türk hukukuna gideceğiz. Türk
hukukunun nesine gideceğiz? Türk hukukunun maddi normlarına gideceğiz. Çünkü Türk
hukukuna atıf yapılan her kanun maddesini biz Türk hukukunun maddi normları olarak
dikkate almak zorundayız.
*Kademeli bağlama kuralında müşterek milli hukuka atıf yapıyor birinci aşamada onu maddi
norm olarak almayacağız. Onu kanunlar ihtilafı kuralı olarak alacağız.
-Ama ikinci kademede veya bir müşterek milli hukuk olmaması sebebiyle ikinci kademeye
başvurulduğu zaman o zaman onu maddi norm atfı olarak ne yapacağız, dikkate alacağız.
*(Çok çok önemli bir nokta!!) Şimdi bu noktada bir parantez açmak istiyorum. Daha önceki
derslerde de söylemiştim ama yeri geliyor tekrar hatırlatmakta fayda var çünkü hata
yaptığımız bir nokta şimdi biz 4. Maddeyi anlatırken ne demiştik ? Vatandaşlık esasına göre
yetkili hukuk demiştik. Bu ne demekti?
Milli hukuka atıf yapıldığında kişinin vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuk zaten milli
hukukuydu. Şimdi bu da bu 4. Maddenin b bendinde birden fazla devlet vatandaşlığına
sahip olup bunların aynı zamanda Türk vatandaşı olmaları halinde Türk hukuku uygulanır
diye bir düzenlemenin varlığından bahsetmiştik. Yani çifte vatandaş veya çoklu vatandaş
olan kişiler aklımıza gelsin. Bu vatandaşlıklardan biri de Türk vatandaşlığı olsun.
Şimdi bu çifte vatandaş olan bir kişi diyelim ki adam hem İngiliz vatandaşı hem Türk
vatandaşı bir yine İngilizle nişanlanıyor fakat bir nişan atılması durumu oluyor. Şimdi nişan
atılması durumunun tarafları biri İngiliz diğeri hem İngiliz hem de Türk vatandaşlığını taşıyan
bir kişi şimdi biz bu noktada nişanlanmanın hükümlerine ve sonuçlarına hangi hukuku
uygularız sorusunu size yönelttiğimde siz şey demeyeceksiniz, burada taraflardan birinin
vatandaşlığı hem Türk hem İngiliz vatandaşlığı dolayısıyla Türk vatandaşlığını çekeriz Türk
vatandaşlığını uygularız demeyeceksiniz. Bunu derseniz yanlış olur çünkü bunu her sene
söylüyorum ama bunu yine yanlış yapan arkadaşlarımız çıkıyor. Şimdi oradaki mesele yani 4.
Maddedeki çifte vatandaşlıklardan birinin Türk vatandaşlığı olması ve Türk vatandaşlığının
dikkate alınması pardon Türk hukukunun dikkate alınması meselesi burada sadece kişiyi
ilgilendiren meselelerde dikkate alınacak. Ama nişanlılık her iki tarafı da ilgilendiriyor.
Yani biz burada kalkıp da taraflardan birinin çifte vatandaşlığı var. Türk vatandaşı o yüzden
Türk hukuku uygularız dersek o zaman İngiliz vatandaşı olan kişinin nişanlılık hukukundan
kaynaklanan haklarını ve milletlerarası özel hukuk hakkaniyetini ne yapmış oluruz? İhlal etmiş
oluruz ve aynen Merve arkadaşımızın dediği gibi müşterek bir hukuk aramak zorundayız.
Yazıyor aşağıda o yüzden söyledim. Müşterek bir hukuk aramak zorundayız.
Burada nedir, ne diyor nişanlılığın hüküm ve sonuçlarında müşterek milli hukuk diyor.
Dolayısıyla taraflardan birinin Türk vatandaşı olması bizi ilgilendirmiyor. Biz önce müşterek
bir hukuk arıyoruz ve bu olaya baktığımızda biri İngiliz vatandaşı diğeri de hem İngiliz hem
Türk vatandaşıysa bunlar için müşterek hukuk İngiliz hukukudur. Dolayısıyla İngiliz

112
hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarını takip ederek nişanlılığın hüküm ve sonuçlarına
uygulanacak olan maddi hukuku ne yapacağız ? Bulacağız. Yani bazen şaşırtma için verilir
hemen böyle hop diye atlayıp Türk hukuku uygulanır demeyin.
Bu evlilikte de aynı şekilde Türk hukuku uygulanır derseniz o zaman karşı tarafın hakkını ihlal
etmiş olursunuz. Ya onun için ortak bir hukuk değil ki Türk hukuku ya da onu ilgilendiren bir
hukuk değil ki sadece bir tarafın menfaatine hizmet eden sadece ona yakın olan bir hukuk.
Biz 4. Maddenin b bendini sadece kişiyi ilgilendiren meselelerde dikkate alacağız.
-Mesela nişanlanma ehliyeti milli hukuka tabidir diyor. Diyelim ki 12. Maddenin 1. Fıkrası.
Kişi hem İngiliz vatandaşı hem Türk vatandaşı işte burada kişinin ehliyetini milli hukuka göre
belirlediğimizde sadece onun ehliyetiyle alakalı nişanlanma ehliyetiyle alakalı bir mevzudan
bahsediyoruz ve dolayısıyla o zaman Türk hukukunu seçebiliriz. Çünkü orada kişinin ehliyetini
belirleyeceğiz. Bakıyoruz kişi iki ülke vatandaşı aynı zamanda ama biri Türk vatandaşı o
zaman işte 4. Maddenin b bendini uygulayarak Türk vatandaşlığını dikkate alarak Türk
hukukuna göre nişanlanma ehliyetini ve şartlarını belirleyeceğiz.
Ama nişanlanmanın hükümleri için kanun koyucu direkt müşterek milli hukukla başladığı için
biz müşterek bir hukuk arayışı içine gireceğiz.
*Şimdi peki bu noktada nişanlılığın hükümlerine ve sonuçlarına uygulanacak olan hukuk
nedir sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Yani bizim her zaman için karşımıza geçen haftada
söylemiştim, nişanlanmanın hükümlerine ve sonuçlarına uygulanacak hukuk nedir diye bir
soru çıkmaz. Ya zaten çıksa çok kolay oku kanunu hop cevapla ama bize nişanlanmanın
hükümlerinin içeriğiyle alakalı bir şey çıkar. Yani biz o yüzden nişanlanmanın hükmü ne
demek, nişanlanmanın sonucu ne demek bu kavramların içeriğini bilmek zorundayız. Yani
bunun kapsama alanını ne yapmamız gerekiyor? İçeriğini bilmemiz gerekiyor.
-Mesela nişanın bozulması nedir? Nişanlılığın hükümleri ve sonuçlarıyla alakalı bir meseledir
veya nişanın bozulması sonucu ortaya çıkan maddi ve manevi tazminat davası bu da
nişanlanmanın hüküm ve sonuçlarıyla alakalıdır. Ya da nişanlılığın sona ermesi sebebiyle
hediyelerin iadesi yani bakmayın siz hani nişanlılık belki bizim artık daha böyle genç
jenerasyonda çok önemli bir şey gibi gözükmese bile Medeni Kanun düzenlemiş ve toplumun
belirli kesimleri için çok önemli bu hediye meselesi altınlar gidiyor, paralar gidiyor, masraflar
gidiyor ve nişan bozulduğu zaman bunlara katlanmış olduğu tarafın da uğramış olduğu
zararın giderilmesi için can hunaç açtığı davalar var yani mahkemeler bu davalardan
geçilmiyor. Dolayısıyla bu önemli bir şey yani bakmayın çok uyduruk gibi gelse bile ciddi
anlamda hukuki bir durum. O yüzden mesela bu hediyelerin iadesi meselesi ya da nişanın ne
ölçüde kişiyi bağlayacağı, işte nişan kişiyi evliliğe zorlar mı? Dimi evlenmeye zorlama hakkı
verip vermediği? Çünkü biz Türk hukuku uygulamıyoruz nihayetinde yani yeri gelecek belki
müşterek milli hukuk bizi yabancı bir hukuka gönderecek. O yabancı hukuk bizi nişanlılıkla
alakalı farklı noktalara atacak. Dolayısıyla bunları hep dikkate almamız gerekiyor.
-Ya da nişandan rücu olur mu olmaz mı meselesi bunların hepsi nişanlılığın hükümlerine ve
sonuçlarına uygulanacak hukuk kapsamında değerlendirdiğimiz hususlar. Tabi evlenmeye
zorlama yetkisi veren bir hukuk düzeni ne olacak tabi doğal olarak Türk hukukunun kamu
düzeni müdahalesine maruz kalacak. Yani çünkü hiçbir şekilde hiçbir durum kişiyi evlenmeye

113
bu anlamda dimi zorlayamaz. Bunun dışında tabi ek olarak da nişanın bozulması meselesi çok
enteresan. Kitaplarınızda da görürsünüz bazı hukuklarda bu haksız fiildir. Yani özellikle
nişanın haksız bir şekilde bozulması bir haksız fiil olarak değerlendirilir. Ya o anlamda bir
vasıflandırma problemi olarak da ortaya çıkabiliyor. Bazen de sözleşmenin ihlal edilmesi
olarak yani bunu bir sözleşme gibi kabul ediyor ve nişanın haksız bir şekilde bozulması
sözleşmenin ihlali olarak kabul ediliyor. Ya bu tabi hukukların olaya bakış açısı yani Fransız
hukuku farklı bakıyor, İngiliz hukuku farklı bakıyor e biz bunu bir aile hukuku meselesi olarak
daha çok dikkate alıyoruz. Dolayısıyla bu nişanın bozulması noktasında da bir vasıflandırma
problemiyle de zaman zaman karşılaşıldığını söylemek de fayda var. Yani şey demiştik ya
vasıflandırma meselesi nasıl karşımıza çıkıyordu? Ya lex causaya göre yani esasa uygulanacak
olan hukuka göre vasıflandırma ya da lex foriye göre vasıflandırma lex foriye göre
vasıflandırma hâkimin hukukuna göre şekilleniyordu yani lex fori dediğimiz şey hâkimin
hukukuydu.
-Dolayısıyla Türk hâkimi özelinde konuştuğumuzda yani genelde bütün dünyada da böyle
hâkim kendi hukukuna göre vasıflandırmayı çoğunlukla yapıyordu. Ama çok nadir
durumlarda kendi hukukunda bir karşılık veremediği bulamadığı durumlarda bazen esasa
uygulanacak olan hukuka göre de değerlendirme yapması söz konusu olabiliyordu. İşte esasa
göre esasa uygulanacak olan hukuka göre değerlendirme yaptığında işte mesela nişanın
bozulması sözleşmenin ihlali veya nişanın bozulması haksız fiil olarak nitelendirilebiliyor. O
noktada bir vasıflandırma problemi ortaya çıkabiliyor diyoruz. Bunu da böyle söylemiş olalım.
Yani siz çoğunlukla lex foriye göre Türk hâkiminin vasıflandırmayı yaptığını bilseniz şimdilik
en azından yeter. Yani arada da lex causaya göre yapılabildiğini bilmeniz yeterli.
40-50 DK
Evet Yusuf Bey bir şey sormuş:
-Hocam peki nişanlılık konusunda taraflardan biri farklı vatandaşlıklara sahip ve bu
vatandaşlıklardan biri müşterek ise müşterek milli hukuk mu yoksa çift vatandaş olan mı
uygulanır?

Hiç daha sıkı ilişkili hukuka gitmeye gerek yok yine aynı örneği veriyorum biri İngiliz diğer
taraf hem İngiliz hem Türk vatandaşı olsun biz bu noktada nişanlanacak olan bu
çiftin nişanlılığın hükümlerine ve sonuçlarına İngiliz hukukunu dikkate alarak belirleme
yapacağız yani çünkü bunların müşterek hukuku ne İngiliz hukuku hiç daha sıkı ilişkili hukuka
falan gitmeyeceğiz ama taraflardan biri İngiliz değeri çifte vatandaş değil de sadece Türk
vatandaşı olsaydı o zaman müşterek hukuku geçip Türk hukukuna göre Türk hukukunun
maddi normlarına geçecektik. Ama çifte vatandaşlık veya çoklu vatandaşlık varsa ve
bunların bu vatandaşlıklarından biri karşı tarafın vatandaşlıklarıyla eşleşiyorsa o zaman
işte müşterek hukukun varlığından bahsediyoruz. Ama bu tabii ki nişanlılığın hükümleri ve
sonuçları açısından çünkü orada müşterek hukuk arıyoruz. Ama mesela ehliyet konusunda
her birinin hukukunu ayrı ayrı dikkate alıyoruz o noktada İngiliz vatandaşının ehliyetini İngiliz
kanunlar ihtilafı kurallarına göre belirliyoruz
Türk vatandaşınınkini Türk hukukuna göre belirliyoruz o zaman 4. maddeye gidiyoruz 4.
madde ne diyor: Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı
zamanda Türk vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku uygulanır ki acaba şu mu sormak

114
istediğiniz Türk vatandaşlığı da yok o zaman iki vatandaşlık o zaman tabii ki daha sıkı olanla
gideceğiz 4. maddenin c bendine gideceğiz diyelim ki şöyle:
Bir İngiliz’le ve İtalyan- İspanyol vatandaşlığı olan bir kişi nişanlanıyor diyelim ki A İngiliz
vatandaşı B de hem İtalyan hem İspanyol vatandaşı şimdi biz önce birinci aşama ehliyet
aşaması Yani 12 maddenin 1. fıkrası ehliyetleri Nasıl belirleyeceğiz milli hukuklarına bakarak
belirleyeceğiz İngiliz vatandaşı için İngiliz Kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz İspanyol ve
İtalyan vatandaşı için karşı taraf için ise en sıkı ilişkili olan hukuka gideceğiz çünkü bunlardan
hiçbiri Türk vatandaşlığını taşımıyor dolayısıyla yine 4 maddenin 3. Fıkrasına göre en sıkı ilişki
hukuku bulacağız gelelim bu İngiliz ve İspanyol- İtalyan vatandaşlıkları Taşıyan çift arasındaki
nişanlılık hükümlerine bakalım müşterek hukuk arayacağız müşterek hukuk var mı yok biri
İngiliz diğeri İspanyol-İtalyan vatandaşı dolayısıyla orada müşterek hukuku atlayacağız
hemen Türk hukukuna geçeceğiz yani alakasız gibi gözükebilir ama milletlerarası özel hukuk
kanunlar ihtilafı adaleti bunu gerektiriyor İngiliz ve İtalyan-İspanyol vatandaşı olan karşı
tarafın nişanlılığın hükümlerine Türk hukukunu uygulayacağız eğer Türkiye’de görülen bi
dava veya Türkiye’de gerçekleşen nişanlılık ilişkisi ise dolayısıyla bu şekilde yani ilk madde
için milli hukuklara gidiyoruz milli hukuk bize kanunlar ihtilafı kurallarına götürüyor kanunlar
ihtilafı kurallarının bize gösterdiği yabancı hukuku uyguluyoruz bu noktada tarafların yabancı
vatandaşlığı olabilir bir İngiliz ve bir İtalyan vatandaş nişanlanmış olabilir bu nişanlılıktan
kaynaklanan Türkiye'de bir dava açılmış olabilir önce nişanlanan çiftlerin ehliyeti tartışma
konusu olabilir o zaman Türk hakim ne yapacak İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına göre
gidecek İtalyan için İtalyan kanunlar ihtilafı kurallarına giderek maddi normu bulacak ve
ehliyetleri olup olmadığını tespit edecek.

Eğer İngiliz vatandaşı ile aynı zamanda Türk vatandaşlığı olan bir İtalyan nişanlanıyor bundan
kaynaklanan bir dava varsa İngiliz için İngiliz kanunlar ihtilafına fıkralarına gideceğiz Türk ve
İtalyan vatandaşı için Türk hukukunu dikkate alacağız Çünkü 4 maddenin b bendine göre
geliyoruz bu sefer iki vatandaşlığı olan İngiliz vatandaşı ile İspanyol İtalyan vatandaşlığı olan
bir kişi İspanyol -İtalyan hangisi daha sıkı ise onu dikkate alıyoruz ehliyetini belirleyeceğiz
zaten İngiliz, İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarına göre bu anlattığım üç alternatif birinci fıkra
ile ilgili ikinci fırkaya geçtiğimizde ise her birey için işte müşterek hukuk arayacağız.
Çünkü nişanlılığın hükümleri ve sonuçları her iki tarafın üzerinde de etkili doğuruyor o yüzden
ortak bir hukuk arayacağız müşterek uyarsa müşterek hukuka gideceğiz .Müşterek hukukun
Türk hukuku olması önemli değil ,yabancılık olması önemli değil. Önemli olan müşterek
olması. Ne yapacağız müşterek hukukun Kanunlar İhtilafı kurallarına gideceğiz ve o hukukun
bize gönderdiği yabancı hukuku uygulayacağız yani müşterek hukuk İngilizse İngiliz
kanunlar ihtilafına gideceğiz . Kanunlar ihtilafı kurallarına gidersek nişanlılık hükümlerle ilgili
maddeyi bulacağız o hükümde bizi mutlaka yönlendirecek çünkü kanunlar ihtilafı kuralları
göstericidir. Dolayısıyla İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları nişanlığın hükümlerine ilişkin madde
de bize nişanlanmanın nişanlanmaya konu davanın görüldüğü yer mahkemesi diyecek
mesela ve o zaman ne yapacağız? Türkiye'de görülüyor Türk hukukuna uygulayacağız
diyeceğiz. Ne olur iade atıf gerçekleşmiş olur .Ama müşterek bir milli hukuk yoksa o zaman
da ne yapacağız Türk hukukunu uygulayacağız. Zaten bunu açık bir şekilde söylüyor.

*Nişanlanmanın hükmü dediğimiz şey nişanın bozulması, nişanın bozulması sebebiyle ortaya
çıkan maddi ve manevi tazminatlar, davalar, hediyelerin iadesi işte ne bileyim nişanının
bağlayıcılığının ölçüsü, nişandan rücu, nişanlının evliliğe zorlayıcı etkisinin olup olmadığı
gibi meseleler.

115
EVLİLİK (m. 13+ m.2/3)

*13'üncü madde evlilikle gelen hükümler başlığını taşıyor. Şimdi yabancılık unsuru taşıyan
evlenme ilişkileri açısından uygulanacak hukukun tayininde evlenme ehliyeti ile ilgili şartları,
evlenme şekli, evlenmenin genel hükümleri altında üçlü bir ayırım getiriyor kanun koyucu bu
konuda tam bir paylaşmalı kanunlar ihtilafı kuralından bahsediyoruz, ortak şey evlilik
kurumu. Fakat evlilik kurumunda evlenmenin ehliyeti ve şartları başka bir bağlama noktasına
bağlanmış evlenmenin şekli başka bir bağlama noktasına bağlanmış evliliğin genel hükümleri
başka bir bağlama noktasında bağlanmış. Dolayısıyla aslında aynı hukuku müessese fakat
farklı bağlama noktaları görüyoruz. Çünkü evliliğin farklı taraflarını Kanun koyucu düzenleme
konusu yapmış.
*Şimdi baktığımızda Evlenme ehliyeti ve şartları taraflardan her birinin evlenme anındaki
milli hukukuna tabidir. diyor .
-Şimdi burada dikkate alacağımız şey bir kere bir sabitleme anı getirmiş evlenme ehliyeti ve
şartları ile alakalı, evlenme anı. Evlenme anı neden? Çünkü kişilerin vatandaşlığı değişebilir,
değiştiği zamanda kişilerin bağlı olduğu hukuk değişebilir. O yüzden kanun koyucu özellikle
evlenme ehliyeti ile ilgili bir değişiklik olabilir. O yüzden bir karmaşa ortaya çıkabilir. Yani
evlenme ehliyeti ile alakalı bir problem ortaya çıktığında acaba evlenme anında hukuku
mu uygulayacağız? Yoksa evlilik gerçekleştikten sonra vatandaşlık değişimi şu anda
halihazırdaki vatandaşlığını mı uygulayacağız? Gündeme gelebilir işte bu gibi durumların
önüne geçmek adına ne oluyor bir sabitleme anı getiriliyor karmaşıklık olmaması için bir
sabitleme anı getiriliyor. Hangi ana sabitlemiş? Evlenme anındaki milli hukuk.
*Şimdi bu noktada eşleri ayrı ayrı dikkate alacağız yani evlenecek olan çiftlerin evlenme
ehliyeti ile ilgili hukukun belirlenmesinde hangi koşulların dikkate alınacağını sorduğumuzda
taraflardan ilgili erkeğin milli hukuku kendi vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukuk ve kadın
içinde vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu milli hukuku uygulayacağız. Ama burada tabii klasik
normal bir evlilik şeyinden bahsediyoruz .Burada şey olmasın biliyorsunuz ki burada
hukukçuyuz bunlar ne alaka diyebilirsiniz ama dememeniz . Biz hukukçuyuz, her şeye
objektif yaklaşmak zorundayız. Güncel ve gelişen konuları takip etmek zorundayız arkadaşlar
yani bunlar yabancı hukuklarda öyle çok ciddi tartışmalara ve hukuksal metinlere konu
olmuş yabancı Harvard'dan İsveçten birçok ciddi hocaların makalelerine konu olmuş
meseleler mesela eşcinsel evlilikleri ,aynı cinsiyet evlilikleri. Dolayısıyla biliyoruz ki bütün
ülkeler açısından değil ama bazı ülkeler açısından yasal bu medeni kanunların da kabul
edilmiş hukuki durum dolayısıyla bizim açımızdan yok hükmünde olması bunun hukuken var
olmadığı anlamına gelmiyor. Dolayısıyla biz tabii ki kendi kanunlar ihtilafı kurallarımıza ve
MÖHUK’a göre ve kendi iç hukukumuza göre şekil veriyoruz. Eşcinsel evlilik bazı ülkelerde
medeni kanunlarında kabul edilmiştir. Türk hukukunda bunun karşılığının yokluk olduğunu
biliyoruz. Ama uluslararası hukukta da böyle bir durumun var olduğunu ve sonuçları
olduğunu bilelim.
50-60 DK
*Evlilik beraberinde evlatlık, soybağı gündeme geliyor. Önemli bir konu. Her tarafın milli
hukuklarının getirdiği şartları ve ehliyet şartlarını dikkate alarak değerlendireceğiz. Tabi her
bir taraf hukukunun evlilik şartları farklıdır. Ehliyet yaşı farklıdır. Şart dediğimizde maddi ve
şekli şartlarını dikkate alacağız. Maddi şartlarından biri ehliyettir. Türk hukukunda 17 yaş
kabul edilmiş. İstisnalar mevcut. Daha küçük yaşta evlenilebilir. Türk hukukunda maddi

116
şartlar da vardır. Yakın hısımlık mevcut evlilik bekleme müddetinin olması evlilik engelleridir.
Aynı cinsi taşıyanlar ,akıl sağlığının yerinde olmadığı yine evlenme engelleridir. Butlan
kararına kadar geçerli olduğu kabul edilir.
Evlilik yaşı önemli bir şey. Bir tarafın hukuku evlenme engeli olması her ikisi için evlenme
engeli olarak kabul ediliyor. İki taraflı evlenme engeli durumundan bahsediyoruz. Evlenme
engellerinden bir kısmının içerdikleri öneme istinaden bu tür engellerin bir tarafın milli
hukukunda olsa bile her iki tarafın hukukunda aranacağıdır. Bir tarafın hukuku yeğeniyle
evliliği kabul ediyor olabilir. Diğer tarafın hukukunda kabul edilmese bile diğer taraf için de
aranacaktır. Alman ile Türk evlenmek istiyor Bunlar amca ve yeğen. Türk hukukunda kabul
edilmediği için evlilik engeli ortaya çıkacaktır. İki taraflı bir evlenme engeli ortaya çıkacaktır.
Kamu düzeni korunur. Afgan hukukunda 12 yaşında evlilik mümkün. Türkiye’de evlenmek
istiyor. Türk kamu düzenini ihlal eden bir durum olacaktır. Türkiye'de 2.evlilik yapacaktır milli
hukuku izin veriyor. Yine kamu düzenini ihlal eden bir durum oluşacaktır. Irk din dil ayrımı
getiren hukuklar vardır. Aynı ırklar ile evleneceği hukuklar vardır. Afgan hukukunda belirli bir
aileye mensup olanların evlenebileceği yazmaktadır. Farklılıkları kabul etmeyen hukuklar
vardır. Bunların da Türk kamu düzeninin bu evliliklere müdahalesi kaçınılmaz olacaktır. O
konuda bir şey yok.
60-70 DK
Mesela Hint hukukunda biz bunu görüyoruz, Afgan, Pakistan hukukunda görüyoruz. Belli bir
aileye mensup kişilerin ancak o evlilikleri gerçekleştirebileceği, beli bir yani farklı aileler
arasında evliliklerin söz konusu olamayacağı ya da bazı dini inançlarda da görürüz. Mesela
Musevilik inancında soy anneden gider. Daha önce de bahsetmiştik. Musevi bir anneden
doğan çocuk Musevi olur gibi düşünün bunu. Dolayısıyla bu kadar koyu bir anlayış
benimsemiş olan bir inanca sahip olan kişi yani daha muhafazakâr çünkü her dini daha
yumuşak bir şekilde kabul eden insanlar olduğu gibi daha koyu muhafazakâr biçimde kabul
eden insanlar da vardır. Her dini inanç açısından bu geçerlidir. O noktada yani bu yönde
böyle baskın bir uygulama getiren anlayışlar ve hukuklar kabul edilmez. Mesela Nelson
Mandela’ya kadar beyaz ve siyahların evlenmemesi gerektiği Güney Afrika yasalarında kabul
edilmiş bir hükümdü. Beyaz ırklı olanlar ten rengine göre ve siyah ten renginde olanların
evlenmemesi gerektiği bakın ne kadar ırkçı bir yaklaşım ne kadar ayrımcı.
Yani insan hak ve hürriyetlerine ne kadar aykırı bir yaklaşım. Tabi ki böyle bir durum Türk
hukuku açısından kesinlikle kabul edilemez bir durum olarak kabul ediyoruz bunu. Direkt
kamu düzeni müdahalesine tabi olacaktır eğer o günkü şartlarda Türkiye’de böyle bir evlilik
gerçekleşmesi söz konusu olsaydı. Yani 2 Güney Afrika vatandaşı gelip Türkiye’de evlenmek
istese biri siyah biri beyaz milli hukuklarına gittiğimizde ve milli hukukta bizi bir hukuka
gönderdiğinde neyse yabancı hukuk kesinlikle zaten evlenmelerine izin vermiyor böyle bir
evlilik gerçekleşemez o zaman ne yapacaktık Türk hukuku direkt kamu düzeni müdahalesini
işletecek ve bu kişilerin evlenmesine müsaade edecektik.
Bu noktada tabi Türkiye’de evlenecek olan kişilerin de evlenmelerine ilişkin müsaade
konusunda vatandaşlık bağıyla bağlı oldukları ülkelerden bir evlenme ehliyet belgesi
getirmeleri ve bunu Türk evlendirme memuruna teslim etmeleri gerekecektir.

117
Evlenme ehliyeti ve şartlarına aykırılığın müeyyidesi tabi ki ihlal edilen ülke hukukuna göre
belirlenecek.
Şimdi Türk hukuku kamu düzenine göre ırk veya etnik köken anlayışına dayalı hukuku
uyguluyor bunu kesinlikle insan haklarına aykırı kabul ediyor ve dolayısıyla uygulamıyor
çünkü onu uygulasa evlenemeyecek taraflar. Diyor ki ben bunu insan haklarına aykırı kabul
ediyorum ben bunu uygulamıyorum, Türk hukukunu uyguluyorum diyor. Kamu düzeninin
olumlu etkisini görüyoruz burada bakın yabancı hukuku uygulamıyor neden? Çünkü ırk
ayrımına dayalı bir evlilik yasağı getirmiş ben bunu uygulamıyorum diyor kamu düzeninin
olumsuz etkisi yabancı hukuku uygulamıyor onun yerine Türk hukukunu uyguluyor ve kişileri
evlendiriyor. Şimdi bu noktada bu evlilik Türk hukukuna göre geçerli bir evlilik fakat yabancı
kişilerin bağlı olduğu orijin ülke bu evliliği kabul etmeyecek yani müeyyide bizi ilgilendirmiyor
bu anlamda biz sonuçta kendi kamu düzenimizi uygulayarak ne yapıyoruz o evliliği
uluslararası hukuken korunmuş olan menfaatlere ve ilkelere aykırı bulduğumuz için kabul
ediyoruz. Kamu düzeninin olumlu müdahalesini görüyoruz.
Öğrenci: hocam peki iki farklı kast sınıfında olan Hintli Türkiye'de evlenmek istese Türk kamu
düzeni md.13 e aykırı olarak bu evliliği geçerli kılabilir mi?
Hoca: biraz önce aslında anlattığım şey. 2 Hintli burada evlenmek istiyor ve onların hukukuna
gidiyor. Bakıyor onların hukuku bu evliliği yasaklıyor. Türk kamu düzeni de diyor ki Türk
hukuku evlenmeyle alakalı böyle bir kast sistemi aile esasına dayalı ya da meslek esasına
dayalı veya din esasına dayalı bir ayrımı kesinlikle evlenme engeli olarak kabul etmez ve bu
insan haklarına aykırı bir durum diyor. Ben kamu düzeni müdahalesini işletirim diyor. Çünkü
kamu düzeni müdahalesi istisna olmakla birlikte evrensel hukuk kurallarına insanların temel
hak ve hürriyetlerine dayanan bir anlayışı ifade eder diyor. Dolayısıyla ben onların tabi
olduğu yabancı hukuku uygulamam bu hukuk insan haklarına aykırı diyor. Dolayısıyla yabancı
hukuku uygulayacakken uygulamıyor biz buna kamu düzeninin olumsuz etkisi diyoruz. Ama
olayı da sürüncemede bırakmıyor ne yapıyor Türk hukukunu uygulayarak o kişileri
evlendiriyor. Dolayısıyla Türk hukukuna göre ve diğer hukuklara göre bu evlilik geçerli. Ama
tarafların orijin ülkesine göre geçerli değil. Çünkü o evlilik şöyle diyelim bu evliliğin
karşılaşacağı müeyyide ihlal edilen ülke hukukuna göre belirlenecektir ve muhtemelen o ülke
hukukuna göre geçersiz olacaktır. Ama bu evlilik Türkiye’de geçerli olduğu için Türk
hukukunun aradığı şekillere de uygun bir şekilde yapıldığı sürece geçerli bir evlilik olacaktır.
Türk hukukuna göre de geçerli olduğu için de diğer yani orijin ülke dışındaki diğer ülkeler
açısından da geçerli olacaktır.
*
MADDE 13/(2) Evliliğin şekline yapıldığı ülke hukuku uygulanır.

-Bizim şekille alakalı maddemiz hangisiydi7. Madde .Neydi ? hukuki işlemlerde şekil. Bizim 7.
Maddemiz genel bir maddeydi. Ve 7. Maddeden sonraki kanunlar ihtilafı kurallarında eğer
şekille alakalı bir madde yoksa ve şekli geçerlilik tartışılıyorsa o zaman biz her zaman 7.
Maddeye geri dönerek o hukuki ilişkinin şekline uygulanacak olan hukuku bu madde
kapsamında belirleyecektik.

118
-Ama şimdi evlenmede 13. Maddede şekle ilişkin özel bir düzenleme getirilmiş. Dolayısıyla
biz artık burada 7. Maddeye gitmeyeceğiz. 7. Maddeye giderseniz yanlış yaparsınız. Biz
burada özel bir şekil kuralı getirildiği için artık o özel şekil kuralı çerçevesinde bir
değerlendirme gerçekleştireceğiz. Şimdi demek ki evliliğin şekline yapıldığı ülke hukuku
uygulanır diyor. Yani aslında locus regit actum dediğimiz kuralın yani “hukuki işlemler
yapıldıkları yer hukukunun şekil kurallarına tabidir” hâkim kılındığını söylemek istiyoruz
burada. Amacımız yapılan evliliği ayakta tutmak. Yani bir evlilik yapıldığında oranın şekil
kurallarına göre geçerliyse tarafların ülke değiştirdiği zaman çiftin veya başka bir ülkeye
gittiği zaman o evliliğin de geçerli kabul edilmesini sağlamak. Amacımız bu. Bütün dünyada
zaten hemen hemen evliliğin şekliyle alakalı kural aynıdır. Yani ulusal hukuklara baktığınızda
hep bu aynı kuralı görürsünüz. Amaç nedir?
-Evliliği ayakta tutmak. Yani oraya git evlilik geçerli buraya git evlilik geçersiz öyle bir şey
olmuyor. Bunun önüne geçmek adına yapılan evliliği geçerli kabul ediyoruz şekli açıdan. Bu
anlamda mesela Türkiye’de evlenen kişiler ister Türk vatandaşı olsun ister yabancı ülke
vatandaşı olsun hiç fark etmez. Türk hukukunda görülen şekil kurallarına uygun olarak bu
evliliği gerçekleştirmek durumundadırlar. Aksi halde Türk hukukunun aradığı şekil kurallarına
uygun olmayan Türk hukukuna aykırı Türk hukukuna göre geçersiz bir evlilikten bahsetmiş
oluruz. Yani bizim hukukumuzda evlenme şekli nasıldır?
-Evlendirme memurundan gün alınır memurun huzurunda tarafların bağımsız iradeleriyle iki
şahit huzurunda evlilik gerçekleştirilir. Dolayısıyla bu Medeni Kanunun getirmiş olduğu temel
evlenme şeklidir. Hocam dini nikâh da var diyenler aranızdan çıkabilir. Tamam dini nikâh da
var ama dini nikâh kanunda öncelikli yapılması gereken bir şey değildir. Önemli olan ve
öncelikli olan medeni nikâhtır. Dini nikâh yasaklanmamıştır. Medeni Kanun dini nikâhın da
güvencesidir aslında. Çünkü medeni nikâhını yapan kişilerin sonradan gidip serbest bir
şekilde dini nikâhlarını yapmalarına da müsaade edilmiştir. Dolayısıyla isteyen gidip kendi
inancına göre dini nikâhını da yaptırabilir ama asıl olan medeni nikâhtır çünkü tarafların
evlilik birliği içerisindeki haklarının korunması sorumluluğunu ortaya koyması böylelikle de
hukuken o devletin çağdaş hukuk sistemleri açısından bu şekilde olmak zorundadır. Bunun
öylesi böylesi yok. O yüzden bu şekilde diyoruz.
70-80 DK
Tabii burada şeyi ekleyebilirsiniz müftülerin evlendirme yetkisini. Artık evlendirme
memurlarının yanı sıra müftülerin de evlendirme yetkisi söz konusu ama milletlerarası özel
hukuk açısından da bizi ilgilendiren bir durum da yok zaten. Biz yabancılar hukuku ile
ilgilendiğimi için bizim için evlenecek olan çiftlerin yabancı olması esastır.
Taraflardan biri bile yabancı olsa müftülerin evlendirme ile ilgili bir yetkileri olmadığı için
bizim biraz kapsama alanımız dışında kalıyor. Çünkü bir yabancıyla bir yabancı Türkiye'de
evlenebilir. Ancak evlendirme, evlendirme memuru huzurunda olmak zorunda veya bir Türk
vatandaşıyla bir yabancı evlenebilir ancak bu evlendirme memuru huzurunda olmak zorunda
yani Müftünün taraflardan birinin yabancı olduğu veya ikisinin de yabancı olduğu bir çifti
evlendirme yetkisi bulunmamaktadır.
Müftüler, sadece Türk vatandaşlarını evlendirmeye yetkili kılınmışlardır. Dolayısıyla müftü
evlilikleri dediğim gibi bizim alanımıza girmiyor .

119
Bizim alanımıza evlendirme memurunun yaptığı evlilikler giriyor çünkü taraflardan birinin
yabancı olması halinde ancak evlendirme memuru huzurunda evlilik gerçekleşebiliyor.

Tarafların ikisi de yabancı olabilir.. Ne alaka diyebilirsiniz ama, ama öyle değil.
Türkiye çok ucuz ve çok güzel bir ülke dolayısıyla bu sektör idi bir dönem. Covid-19
dolayısıyla askıya alınmıştır Ama birçok insan ki ülkelerinin çok çok varlıklı olanları Türkiye'de
evleniyorlardı. İstanbul'da evleniyorlardı. Suudi Arabistan'dan gelen Dubai'den gelen
insanlar…
İki Yabancı da Türkiye'de evlenebilir Bunda bir sıkıntı yok yaptıkları evlilik Türk hukukunun
aradığı şekle uygun olduğu sürece de geçerli bir evlilik ve bütün dünyada geçerli bir evlilik
olarak kabul ediliyor.

SORU: Evlenmenin gerçekleştiği ülkede Dini nikah varsa?


Bu sonucu değiştirmez. Daha açık bir ifadeyle şöyle diyelim: 2 Türk vatandaşı Dini nikahın
esas olduğu bir ülkede evleniyor. Bu Türk Hukuku bakımından da şeklen geçerlidir. Neden
çünkü biz ne demişiz ne diyoruz bunu çifte standart olarak uygulayamayız. “Evlilik yapıldığı
yer hukuku kurallarına göre şeklen geçerli ise geçerlidir” demiştik.
Dolayısıyla bizim Türk hukukunun Temel değerlerini ihlal edici bir durum yaratmadığı
sürece o evlilik Türk Hukuku açısından kabul ediliyor.

Yani 2 Türk vatandaşı 1982 yılından önce 80'li yıllarda gidip İspanya'da evlenmek istese
İspanya'nın evlenme biçimi neydi? Kilise, Katolik nikahı. Kilisede evlenmek durumundaydılar.
2 Türk vatandaşı kilisede evlenecekti. Çünkü devletin başka evlendirme yöntemi yok. İspanyol
vatandaşları için de aynı, yabancılar için de aynı başka bir yöntemi yok. O zaman ne olacak,
yapılan o evlilik Türk makamları tarafından geçerli kabul edilecektir ya da İslam hukukunun
benimsemiş bir ülkede yapılan evlilik ne olacaktı, yine geçerli kabul edecekti. Şekli açıdan
geçerli kabul edilecekti. Bu anlamda dini nikahın geçerli olduğu bir ülkede dini nikahla
evlenen Türk vatandaşlarının veya yabancıların Türk Hukuku bakımından evlilikleri şeklen
geçerli kabul edilecek. Bunda bir sıkıntı yok. Ama tabii ki şunu ekliyoruz, çünkü evlendirme
yönetmeliği bu konuda açık bir hüküm içeriyor. Evliliğin Türk mevzuatına Aykırı olmaması
gerekiyor. Evlilik Türk mevzuatına aykırı ise o zaman tabi ki şekli olarak da geçerli değil.

Yani siz gidip bir Türk vatandaşı olarak bir adamın 3. eşi olarak evleniyorsanız. O evliliği
tanımıyor. Ne esas olarak tanıyor ne de şekli olarak tanıyor. Yani bunu kastediyoruz.
Dolayısıyla evliliğin şekli geçerliliği bu şekilde.

*Bu noktada şey sorusu gelmesi gerekiyor. Popüler olarak gidip Türk vatandaşlarının özellikle
konsolosluk evlilikleri yapmaları Paris Konsolosluğu'nda, Roma Konsolosluğu'nda popüler
evlilikleri görüyoruz. Gidiyorlar. Yok Roma Konsolosluğu'nda büyükelçilikte evlendik, yok
orda evlendik burada evlendik, Barselona'da evlendik.

*Bir de konsolosluk evlilikleri var bu konsolosluk evlilikleri de tabii yani hukuken şekli açıdan
kabul edilen bir evlilik biçimi. Bunlara daha çok ülkeler arası gerçekleştirilen anlaşmalarla
kabullerle aslında kabul ediyoruz ve özellikle evlendirme yönetmeliğinde de. İşte bu yurt
dışında yapılan ve konsoloslukta yapılan misyon şefi olan Türk büyükelçileri veya konsoloslar
veya Dışişleri Bakanlığının konsolosluk işlemlerini yürütmek amacıyla yetkili kıldığı görevliler
tarafından yapılan evlendirmelerin eşlerin her ikisinin Türk vatandaşı olması şartıyla
gerçekleşebileceğinden bahsediyoruz.

120
*Konsolosluk evlilikleri için bazı şartların varlığına ihtiyaç var:
 Konsolosun bulunduğu devlet, o konsolosun evlendirme yetkisini kabul edecek.

Örneğin; Bir Türk konsolosu ,Almanya'daki Türk konsolosluğunu düşünelim. Alman devletinin
o Türk konsolosluğunun evlendirme yetkisini tanımış olması gerekiyor. Neden ?Çünkü Alman
toprakları içinde nihayetinde bir yabancı devletin kendi hukukuna göre bir evlilik yapmasına
müsaade ediyorsunuz. Dolayısıyla bu yetkiyi ne yapmış olması gerekiyor. O yabancı ülkenin
yani konsolosun topraklarında bulunduğu yabancı ülkenin tanıması gerekiyor. Bu noktada
Almanya'nın Türk Konsolosluğu’nun evlendirme yetkisini tanıması gerekiyor.
 Gönderen devletinde yani Türk makamlarının da Türk Konsolosluğu'na evlendirme
yetkisini vermiş olması gerekiyor.

 Son olarak bu bizim koyduğumuz bir şart: Evlenecek olan kişilerin mutlaka Türk vatandaşı
olması gerekiyor.

Yani yurt dışında Türk konsolosluklarında evlenecek olan kişilerin mutlaka Türk vatandaşı
yani ikisini de Türk vatandaşı olması gerekiyor.
Özellikle evlendirme yönetmeliği bu konuda çok açık düzenlemeler içermekte .Aynı devlet
vatandaşı olan iki yabancıda kendi milli kanunları yetki vermiş olduğu takdirde de o devletin
Türkiye temsilcilikleri önünde evlenebilir. Demek ki Türk Hukuku bu konuda bir ayrım
getirmiş. Yani her devlet bu konuda bir ayrıma sahip değil, Türk hukukunda böyle bir ayrım
var. Evlendirme yönetmeliği de getirmiş.
Neymiş, demek ki Türkiye Cumhuriyeti'nin yurtdışındaki büyükelçiliklerinde veya
konsolosluklarında evlenecek olan kişilerin mutlaka her ikisinin de Türk vatandaşı olması
gerekiyor.
Aynı şekilde Türkiye'nin toprakları içerisinde bulunan yabancı büyükelçilik veya
konsolosluklarda evlenecek olan yabancılarında mutlaka o konsolosun bağlı olduğu
devletin vatandaşı olması gerekiyor.
Yani bu ne demek sadece 2 Türk vatandaşı Türk Konsolosluğu'nda yabancı ülkede evlenebilir
veya Türkiye'deki Hollanda büyükelçiliğinde veya Konsolosluğu'nda sadece iki Hollandalı
evlenebilir. Bir Hollandalı bir İspanyol evlenemez, ikisinin de Hollandalı olması gerekiyor gibi
anlamamız gerekiyor. Böyle bir evlendirme yönetmeliği kapsamında bir uygulama getirilmiş.
Bu anlamda bu koşullara uyumadan gerçekleştirilen konsolosluk evliliklerinin de geçersiz
olduğunu söyleyelim.
Evlenen kişilerin her ikisi de Türk vatandaşı değilse veya evlendirme işlemini yapan Türk
Konsolosluğunun bulunduğu devlet Türk konsolosluğunun evlendirme yetkisini kabul
etmemişse, yetkisini tanımıyorsa, aynı şekilde Türkiye'de bulunan yabancı konsolosluk kendi
vatandaşı olmayan kişileri evlendirdiyse o zaman bu evliliklerin şekli olarak geçerliliğinden
bahsedemiyoruz. Türk Hukuku açısından yok hükmünde olduklarını söylüyoruz.

Örneğin; 2 Türk vatandaşı İngiltere'de evlenmek istesinler ama desinler ki biz Türk hukukuna
göre evlenmek istiyoruz. İngiltere'de evleneceğiz ama, İngiliz hukukuna göre evlenmek
istemiyoruz, İngiliz hukukuna göre de evlenebilirler. Bu arada yani İngiliz hukukunun aradığı
şekil şartına uygun bir evlilik yaparlarsa bu Türk Hukuku açısından geçerli bir evliliktir. Ama
onlar diyorlar ki yok biz İngiliz hukukuna göre evlenmeyelim, biz Türk hukukuna göre
evlenelim o zaman nerede evlenecekler, Türk Konsolosluğu'nda evlenecekler. Türk
Konsolosluğu'nda evlenebilmesi için bu 2 Türk vatandaşının, bir kere İngiliz Devleti'nin Türk

121
Konsolosluğunun bu evlendirme yetkisini tanımış olması gerekiyor. Aynı şekilde Türkiye
Cumhuriyeti de İngiltere'deki bu konsolosluğa evlendirme yetkisi vermiş olması gerekiyor.
Evlenecek olan kişilerin her ikisinin de Türk vatandaşı olması gerekiyor. Biri çifte vatandaş
olabilir. Ama bunlardan birisi Türk ise yine Türk vatandaşlığını dikkate alacağız .Nihayetinde
ikisinin de Türk vatandaşı olması halinde bu evlilik gerçekleşir.
Eşlerden biri Türk vatandaşı, diğeri yabancı ülke vatandaşı ise bu evlilik gerçekleşmez. Şeklen
geçersizdir yok hükmündedir.

80-90 DK
Diyelim ki TR’de Polonya başkonsolosluğunda, İstanbul’da iki kişi evlenecek. Biri Polonya,
diğeri Türk vatandaşı veya biri Polonya, diğeri Amerika vatandaşı, Polonya konsolosluğunda
evlenecek. Türk hukuku bu evliliği geçerli kabul etmez. Türk hukukuna göre şekli bakımdan
geçerli bir evlilik yoktur. Çünkü Türk hukuku, kendi topraklarında bulunan konsolosların
evlendirme yetkisini tanımış olsa bile bu evliliğin sadece o konsolosluğun bağlı olduğu ülke
vatandaşları arasında olabileceğini kabul ediyor. Dolayısıyla bir Amerikalı ile bir Polonyalı
arasındaki evlilik, Türk hukuku açısından geçerli bir evlilik olmayacaktır. Çünkü konsolosluğun
bu yönde bir yetkisi Türk hukukuna göre yoktur.
Polonya konsolosluğunun bu yönde bir yetkisi olabilir ama Türk hukukunun böyle bir evliliği
tanımayacağını zaten açık bir şekilde hüküm altına aldığını görüyoruz. Dolayısıyla bir
Polonyalıyla bir Amerikalının Polonya başkonsolosluğunda evlenmesi, Türk hukuku açısından
şekli geçerliliğe sahip değildir. Polonya konsolosluğunda sadece iki Polonya vatandaşı
evlenebilir. Bunlar evlendikleri zaman Türk makamları, Polonya başkonsolosluğuna bu yetkiyi
vermişse, Polonya devleti de Polonya konsolosluğuna evlenme yetkisi vermişse, her iki çift de
Polonya vatandaşıysa o zaman bu evlilik, Türk hukuku açısından şeklen geçerli bir evlilik
olarak kabul edilir.
*Yabancı memleketlerde yapılan evlilik merasiminin kolaylaştırılmasına ilişkin T.C.’nin taraf
olduğu bir anlaşma var. Bu sözleşmenin 5.maddesinde özellikle akit devletlerden birinin,
özellikle dini nikahla yapılmasını zorunlu kılması halinde, yani dini nikahın esas olduğu bir
ülkede evlilik gerçekleştirilecekse, bu noktada akit devletlerin elçilik ve konsolosluklarının
kendi kanunları müsaade ettiği ölçüde eşlerden birinin yabancı ülke vatandaşı olması halinde
de bu evliliğin gerçekleşebileceğine ilişkin bir hüküm vardır.
-Evlilik merasiminin kolaylaştırılmasına ilişkin uluslararası sözleşme kapsamında, bu
sözleşmeye akit olan ülkeler var. Bu ülkelerden birinin dini nikahla evliliği esas kıldığını kabul
edelim ve bu akit ülke vatandaşlarının da bu ülkede olduğunu düşünelim. Evlenmek istiyorlar
ama dini nikahla evlenmek istemiyorlar ama bulundukları ülke dini nikahla evliliği
gerçekleştiriyor. O zaman bu sözleşme diyor ki: “Eğer taraflardan birinin, böyle dini nikahı
esas kabul eden bir ülke hukuku olması halinde ve evlenecek olan çiftlerin de bu ülkede
bulunmaları halinde ama dini nikah istememeleri halinde işte o taraflardan birinin
vatandaşlığını taşıdığı ülkenin konsolosluğunda evlenebilirler” diyor. O noktada diyor ki:
“Türk konsolosluğuysa mesela” diyor. Türk konsolosluğunda normalde sadece 2 Türk
vatandaşı evlendirebiliyordu ya, bu noktada buna bir istisna getirebiliriz, diyor: Türk
konsolosluğu, bir Türk ile bir Amerikalıyı evlendirebilir, diyor.
Böyle bir istisna… Normal şartlarda evlendirme yönetmeliği, sadece Türk konsoloslarının iki

122
Türk vatandaşını evlendirmesini esas kabul ediyordu ama bu yabancı memleketlerde yapılan
evlenme merasimini kolaylaştırmasına ilişkin anlaşma buna bir istisnai uygulama getiriyor.
Tarafların dini nikahın esas olduğu bir ülkede bulunması ve evlenmek istemeleri fakat dini
nikahla evlenmek istememeleri durumunda ilgili ülkenin konsoloslukları yani akit ülkelerin
konsoloslukları, tarafların vatandaşlıkları farklı olsa bile bu evliliği gerçekleştirebilirler,
diyor.
-Bunun tek şartı, evlenecek olan çiftlerden birinin, o ülkenin yani dini nikahı esas kılan
ülkenin vatandaşı olmaması, diyor.
Örneğimize dönecek olursak;
Bir Türk ve bir Amerikalı, Suudi Arabistan’da evlenmek istiyor mesela. Suudi Arabistan’da dini
nikah esas. Biri Türk, biri Amerikalı…
Normal şartlarda bu ikisinin Türk konsolosluğunun evlendirmesi mümkün değil. Çünkü ikisi
Türk vatandaşı değil. Ama dini nikahın esas olduğu bir ülkedeler ve dini nikaha göre
evlenmek istemiyorlar. O zaman “Türk hukukuna göre evlenebilirsiniz” diyor bu sözleşme ve
Amerikalı ile Türk vatandaşı olan kişiyi Türk konsolosu evlendirebiliyor.
Bu uygulama, bu uluslararası sözleşmenin getirdiği akit ülkelerle sınırlı bir uygulama.

Ama buradaki kriterimiz nedir? Türk vatandaşı değil ama karşı tarafın yani Amerikalı
olduğunu söylediğimiz tarafın Suudi Arabistan devleti vatandaşı olmaması gerekiyor. Eğer o
ülkenin vatandaşıysa yani Suudi ise o zaman Türk vatandaşıyla evlenmesi Türk
konsolosluğunda mümkün değil. Bulunulan ülkenin, dini nikahı esas getiren ülkenin
vatandaşı olmaması gerekiyor. Dolayısıyla Amerikalı ile Türkü Türk konsolosluğu
evlendirebiliyor. Bu sözleşmenin getirdiği uygulama bu ama akit ülkelerle sınırlı bir uygulama.
Biz, Türk konsolosluklarına ve TR’de bulunan yabancı konsolosluklara sadece kendi ülke
vatandaşlarını evlendirme yetkisi getiren bir düzenlemeyi kabul etmiş olmamızla birlikte
ülkeler, bu şekilde bir uygulama kabul etmiyor. Yani bizim gibi kabul eden birkaç ülke vardır
ama mesela Almanya’daki Fransız konsolosluğu, bir Fransız ile bir Türkü evlendirebilir.
Dolayısıyla “Taraflardan birinin Fransız vatandaşlığı yok. O yüzden Türk ile Fransız vatandaşını
evlendiremeyiz” diyemiyor. Bu, sadece bizim getirdiğimiz bir uygulama. Yani bütün ülkelerin
bu şekilde bir uygulama getirdiğini zannetmeyin. Biz sadece kendi topraklarımızdaki
konsoloslukların, sadece kendi ülke vatandaşlarını evlendirmesi ve Türk konsolosluklarının
sadece Türk vatandaşını evlendirmesi şeklinde bir kural benimsemişiz. Bu, bütün dünyadaki
ülkeler açısından geçerli olan bir kural değil. Almanya’da, Berlin’deki Fransız büyükelçiliği, bir
Türk ile bir Fransız’ı evlendirebilir. Bunda bir sıkıntı yok.
Evliliğin Hüküm ve Sonuçları
Evlilik ve genel hükümleri
MADDE 13

(1) Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlenme anındaki millî
hukukuna tâbidir.
(2) Evliliğin şekline yapıldığı ülke hukuku uygulanır.

123
(3) Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı
vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı
takdirde Türk hukuku uygulanır1.

-Burada Türk hukukunun evlenmenin kişisel ve mali sonuçları aslında, evliliğin müşterek bir
hayat ilişkisi olması sebebiyle müşterek bir hukuka tabi kılınmış. Yani burada evliliğin genel
hükümleriyle kastedilen aslında evliliğin kişisel yükümlülükleri, kişisel nitelikleri, mali
yükümlülükleri, mali nitelikleri… bunlar kastediliyor ve müşterek bir hukuk arıyoruz.
Dolayısıyla ortak bir hukuk arayacağız. Her ikisi için de ortak. İkisi de Alman vatandaşıysa
direkt Alman kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. İkisi de İtalyan vatandaşıysa İtalyan
hukuku müşterek hukuk.
Biri İtalyan, biri Türk ise o zaman müşterek hukuk yok diyeceğiz, diğer kademeli bağlama
kuralına geçeceğiz.
“Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı
vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde
Türk hukuku…”

-Burada da evlenmenin genel hükümleriyle alakalı kademeli bir bağlama kuralı görüyoruz.
Kademe kademe gideceğiz, hemen Türk hukukuna atlamayacağız, sırayla gideceğiz.
-Önce müşterek milli hukuk… Bakacağız, evliliğin genel hükümleriyle alakalı. Yoksa mutat
mesken; o da yoksa Türk hukukunun maddi normlarını uygulayacağız.
Aile hukukuna ilişkin bir mesele olduğu için renvoi uyguluyoruz. Yani iade atıf, devam eden
atıf…

 O yüzden, bağlama noktası olarak müşterek milli hukuka gittiğimizde tarafların


müşterek milli hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz ve o kanunlar
ihtilafı kurallarının bizi yönlendirdiği yabancı hukuku Türk hakimi olarak
uygulayacağız.
 Müşterek milli hukuk yoksa müşterek mutat mesken, yani tarafların müşterek olarak
hayatlarını devam ettirdikleri yer, daha reel olan bir şey, müşterek mutat mesken
hukukuna gideceğiz. Müşterek mutat mesken hukuku da bizi ne yapacak? Kanunlar
ihtilafı kurallarına gidecek yani nerede yaşıyorlarsa oranın kanunlar ihtilafı kurallarına
giderek oranın kanunlar ihtilafı kurallarının bizi yönlendirdiği maddi normu
uygulayacağız.
 O da yoksa… Yani ne müşterek mutat mesken, ne de müşterek milli hukuk. O zaman
Türk hukuku 3.kademede maddi norm atfı olarak uygulanacak.

-Eşlerin evlenmenin hüküm ve sonuçları noktasında (eşlerin evlenmenin genel hükümleri


dediğimiz şey, evlenmenin hüküm ve sonuçlarıdır.) tabi ki karı kocanın birbirlerine karşı
hakları, yükümlülükleri ve bu evlenmeyle doğan şahsi ilişkilerini aslında ifade ediyoruz. Bu

1
Sadece derste okunan kısım altı çizili olarak gösterilmiştir.

124
bağlamda tarafların evlilik birliğinin giderlerine güçleri oranında katılmaları, emekleri
oranında varlıklarıyla katılmaları, aile konutu dediğimiz kavram, evlilik birliğinin temsili,
çocukların bakımı, evlenmenin eşlerin soyadı üzerine olan etkisi, evlilik malları… Gerçi evlilik
malları, önemi dolayısıyla ayrı bir madde olarak düzenlenmiş ama aslında evliliğin genel
hükümleri kapsamında evlilik malları, çocuklar, evlilik sebebiyle ortaya çıkan velayet
meselesi… O da önemi dolayısıyla ayrıca düzenlenmiş ama genel olarak baktığımızda
evlenmenin hükümleri ve kapsamı içerisindedir. Ama önemi dolayısıyla ayrıca düzenlendiği
için biz onları daha sonra ayrı bir şekilde inceleyeceğiz. Özellikle boşanmada velayet konusu
dikkate alınmış.
Dolayısıyla biz, demek ki evlenmenin hüküm ve sonuçları dediğimizde tarafların evlilik
giderlerine katılmaları, birbirlerini temsili, eşlerin karşılıklı hak ve yükümlülükleri (başta
sadakat yükümlülüğü olmak üzere), soyadı üzerindeki etkileri vs bunları dikkate alıyoruz.
90-100 DK
* Türk hukuku uygulanır dediği zaman her zaman Türk hukukunun maddi normlarına
gidiyoruz. Unutmayın aile hukuku, şahsın hukuku ve miras hukuku meselelerinde her zaman
renvoi var. Buradaki hukuki dayanağımız 2. Maddenin 3. Fıkrası, onun dışında istisnaları var
ama onu daha öğrenmediğiniz için söylemiyorum.
-Bu noktada diğer alanlarda maddi norm atfı var, bunun dışında aile hukuku, şahsın hukuku,
miras hukuku olsa bile Türk hukuku dediğinde Türk hukukunun maddi normlarını dikkate
alıyoruz. Türk hukuku deyince başka bir şey aramayın yani direk maddi norm diye dikkate
alın.
1. Olay
liechtenstein vatandaşı 18 yaşındaki C, hep hayalini kurduğu Avrupa’yı trenle gezme hayalini
ailesinin kendisine lise bitirme hediyesi olarak verdiği tur biletleri sayesinde gerçekleştirir.
Her sene de bunu söylerim ne güzel bir aileymiş bu ne güzel bir hediye vermişler ne şanslı
çocukmuş. Yaklaşık 2 ayda orta ve doğu Avrupa’daki çeşitli ülkeleri dolaştıktan sonra, ününü
duyduğu İstanbul’u görmek üzere son durağı olan İstanbul’a gelir. İstanbul’a gelmeden önce
güvenlik konusunda birden fazla arkadaşı tarafından ikaz edilmiş olan C, önyargılarına yenik
düşer ve İstanbul’a gelmeden önceki gezi durağında nakit parasının çoğunu bir banka
hesabına yatırır. Ve sürpriz olarak İstanbul’dan annesinin yıllardır istediği Türk halılarından
birine yapacağı yüklü ödemede kullanmak üzere bir çek defteri edinir. İstanbul tatili
beklediğinden de güzel geçen C, dönmeden önce annesine hediye etmek üzere çok güzel bir
halı satın alarak ödemeyi çek aracılığıyla yapar. Halıcı oldukça güvenilir bulduğu ve annesine
sürpriz yapmak istemesinden oldukça etkilendiği C’ nin çekinin karşılıksız çıkması karşısında
hayrete düşer. Klasik Türk esnafı ve halının bedelinin tahsil etmek üzere vakit kaybetmeksizin
dava açar. Ancak karşı taraf C’nin hukuki işlem bakımından ehil olmadığı yönünde itirazda
bulunur.

NOT: liechtenstein ’da fiil ehliyetinin kazanılması için 19 yaşında olunması aranmaktadır.

1- C’nin gerçekleştirdiği hukuki işlemin geçerliliğini, ehliyet bakımından kanunlar ihtilafı

125
kuralları kapsamında değerlendiriniz. Burada sizden istediğimiz birtakım kavramları ortaya
koymanız yani burada olay ne, işte biz hangi kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz.
Şimdi arkadaşlar nedir burada baktığımızda 18 yaşında bir genç geliyor, Türkiye’de bir hukuki
işlem gerçekleştiriyor. Bu hukuki işlem sonucunda düzenlemiş olduğu çekin karşılıksız çıkması
sonucu aleyhine dava açılıyor, dolayısıyla hukuki işlem bakımından ehil olmadığı görülüyor
ehliyetsizim diyor yani. Bu işlem beni bağlamaz diyor bu şekilde olaydan yırtmaya çalışıyor.
Şimdi biz ne anlatmıştık hatırlıyor muyuz? Bir hukuki işlemde ehliyet konusunu neye göre
belirliyorduk? Yani Türk mahkemesinin önüne düştü bu dava. Bu çocuk ehil mi, değil mi neye
göre belirleyeceğiz ? Bu yapmış olduğu hukuki işlemle bağlı mı değil mi onu. Çünkü olayda bir
ehliyetsizim iddiası var. Dolayısıyla Türk hâkimi ne yapacak önce bakacak burada bir
yabancılık unsuru var diyecek. Yabancılık unsuru ne? Şahısta yabancılık unsuru yani kişinin
liechtenstein vatandaşı olması. Dolayısıyla diyecek ben Türk hukukuna gidemem kapat Türk
defterlerini gel buraya MÖHUK’a. Hemen MÖHUK u açacak ehliyet meselesi vasıflandırmış
kafasında değil mi?
Bu bir ehliyet meselesi adam ehliyetsizim diyor ehliyete yönelik bir itiraz söz konusu.
Dolayısıyla ne yapacak hemen vasıflandırmayı yapacak bu vasıflandırma yaptı bu bir ehliyet
meselesi diyecek 9. Maddeye gidecek. Ama 9. Maddeye gittiğinde ne görecek 9/2 bu
anlamda doğru ehliyet konusu ama burada ehliyette 9 a gitmiyoruz . Neden? Çünkü burada
bir çek var kıymetli evrak var dolayısıyla nereye gidiyoruz? TTK ’ya gidiyoruz TTK ‘da kıymetli
evrakla alakalı kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. Aslında dersin başında hatırlatma
amacıyla evet söylemiştim. TTK ’da bono, poliçe ve çekle alakalı ehliyet kuralları vardı, şekil
kuralları vardı. Şekil burada bizi ilgilendirmiyor biz ehliyet konusuna bakacağız. Dolayısıyla
ehliyet noktasında çekte ehliyet aynen bono ve poliçedeki ehliyet kurallarıyla hemen hemen
aynıydı ve neydi milli hukuka atıf yapıyordu. Şimdi milli hukuka atıf yaptığında... (ders
donuyor diye bölünüyor)
100-110 DK
Bono çek ve poliçe de demiştik kanunlar ihtilafı kuralları var, ehliyet konusu da aynı şekilde
demiştik, dolayısıyla burada da bono çek ve poliçe için aynı maddelerin hemen hemen aynı
anlayışın hakim olduğunu işte 766,778,818. maddelerde özellikle bu kıymetli evraklarla ilgili
ehliyet konusunun ifade edildiğini söylemiştik. Şimdi burada milli hukuka atıf yaptığını
söylemiştik. Baktık milli hukuk yani bu çekle alakalı kanunlar ihtilafı kuralları bize ne yapıyor
milli hukuka atıf yapıyor. Şimdi milli hukuka baktık 18 yaş ama aynı anlayış tabi ki TTK’da da
var. Neydi bu anlayış ?
-Biraz önce arkadaşlarımızın söylediği arkadaşlarımız kimdi dur bakayım hemen onarlın da
emeği şey olmasın Mustafa bey ve Aleyna da onlar dokuza gittiler ama dokuza
gitmeyeceğimizi söylemiştik ama mantık doğru işlem menfaati çünkü onlar 9/2 ye giderek
işlem menfaatinden aslında bahsettiler. Ona vurgu yapmak istediler ama bu işlem menfaati
olayı TTK’da da var Dolayısıyla TTK hükümleri gereği işlem menfaati gözetilmiş. Aynen Yusuf
Bey ve Mustafa beyin 766 işte 767 hükümlerine atıf yaptığı gibi Gürkan beyin aynı şekilde
keza poliçeyi veya bonoyu veya çeki tanzim ettiğiniz yer hukukuna göre ehilseniz yaptığınız
hukuki işlemle bağlısınız.

126
Bu işlemi nerde yaptığınızın hiçbir önemi yok önemli olan milli hukukunuza göre ehil
olmasanız bile tanzim yerine göre eğer ehilseniz bu işlemi yapacak çeki düzenleyecek
poliçeyi, bonoyu o zaman yaptığınız hukuki işlemle bağlı olacağınıza ilişkin TTK’ nın açık
hükmü var. Bu sebepten dolayı aynı işlem güvenliği anlayışını yani 9/2 de ifade ettiğimiz aynı
işlem güvenliği anlayışına ne yapıyoruz burada da kabul ediyoruz.
Ve bu çerçevede demek ki bu Lihtenştayn vatandaşının Türkiye de C’nin Türkiye de bu işi
yapmış olması ve Türk hukukuna göre de aranan 18 yaş, reşit olma yaşını taşımış olması
sebebiyle kendi milli hukukuna göre henüz daha 19 yaşında olmamasına rağmen işlem yeri
bakımından ehil olması sebebiyle yaptığı hukuki işlemle ne yapıyoruz, bu kişiyi bağlı kılıyoruz
biz buna da ne diyoruz işlem güvenliği ilkesi diyoruz. Dolayısıyla sorumsuzdur, ehliyetsizdir,
işte işlemle bağlı değildir falan şeklinde bir yaklaşım kabul etmeyeceğiz. Kişiyi bu anlamda
sorumlu kabul ediyoruz. Ama buradaki önemli şey işte o çek, bono ve poliçeyle alakalı hükme
giderek bu kanunlar ihtilafı kuralı ve işlem güvenliği ilkesini işletmemiz gerektiği yönünde.
2. Olay
Fransız vatandaşı Bay A ile Türk vatandaşı bayan B Paris’te yetkili makamlar önünde
evlenerek Paris’e yerleşir. Evliliklerinin üstünden uzunca bir süre geçmesine rağmen çift
çocuk sahibi olamamaktadır. Çocuk sahibi olmak isteyen ancak evlat edinme konusunda Bay
A’yı ikna edemeyen bayan B, Bulgar vatandaşı çocuk C’yi tek başına evlat edinir. Gizli saklı
evlilik ilişkisinde evet. Bunun üzerine Bay A ile bayan B, arasında şiddetli geçimsizlik başlar ve
bay A Fransa da boşanma davası açar. Bay A’nın açtığı boşanma davası karşısında bayan B, C’
yi de yanına alarak Türkiye’ye yerleşmeye karar verir. Bayan B bir süre sonra Türk
mahkemelerinden Bay A ile boşanmalarına hükmedilmesini talep eder. Ne yapmış Bay A
Fransa da boşanma davası açmış bayan B de çocuğunu yanına alıp Türkiye de boşanma
davası açmış. Bayan B Türkiye de Fransa’da ki boşanma davaları devam ederken bir trafik
kazasında vefat etmiş. Ay vallahi bu pratiğin sonu böyle miydi ya? Şimdi üzüldüm birden.
Evet şimdi baktığımızda arkadaşlar ne görüyoruz?
Taraflar arasında bir evlilik ilişkisi, bu evlilik ilişkisi çerçevesinde ortaya çıkan sorunlar. Şimdi
bakalım 1. Soruya, Fransız hukukunun öngördüğü şekle uygun olarak yapılan evlilik Türk
hukuku bakımından geçerli midir? Şimdi bugün biraz önce bu evlilikle ilgili konuları işledik
şimdi bu işlediğimiz konular çerçevesinde ne diyorsunuz bu evlilik yetkili makamlar önünde
yapılan Türk vatandaşı B ile Fransız vatandaşı A arasında yapılan evlilik geçerli bir evlilik midir
şekli açıdan? Evet Merve hanım, Gürkan bey doğru söyledi,Duygu hanım.13/2 ye gittiler
Mustafa bey aynı şekilde 13/2 ye gittiler. Çünkü 13/2 bize neyi gösteriyordu? Evliliğin şekli
,yapıldığı ülke hukukuna göre geçerlidir. Dolayısıyla Fransız hukuna göre geçerli bir evlilikse
biz bunu Türk hukuku açısından da kabul ediyoruz. Neden işlemi ayakta tutmak Favor
negotti yani evliliği geçerli kabul ediyoruz. Bu zaten Paris te yetkili makamlar önünde
evlenmişler .Dolayısıyla yani evliliğin geçerli olduğu, geçersiz olmadığına ilişkin bir bilgi yok
yetkili makamlar önünde evlendiklerine göre bu evlilik Türk hukuku açısından da geçerli 13.
Maddenin 2. Fıkrası şimdi burada tabi biz bu geçerlidir, geçersizdir yani bende farkında
olmadan geçerlidir falan diyorum ama yanlış anlamayın yani biz burada geçerlidir
geçersizdirden daha çok geçerliliğine hangi hukuk uygulanacaktır. Yani soruda aslında bizi bu
anlamda yanılttı biraz yani biz burada evliliğin şekline yapıldığı ilke hukuku uygulanır diyoruz.

127
Dolayısıyla Fransız hukukuna göre evlilik yapılmış şeklen de geçerli olduğunu ne yapıyoruz
bu anlamda kabul ediyoruz. Gelelim 2 ye, bu evliliğin Fransa’nın Leon kentinde ki Türk
konsolosluğunda yapılmış olması ihtimalinde de cevabımız değişir miydi?
Yani Fransa’nın Leon kentindeki Türk konsolosluğunda ve bu Fransız vatandaşı A ile Türk
vatandaşı B’ yi evlendireceğiz. Türk konsolosluğu bu evlenmeyi yapar mı? Demi değişirdi
Mustafa Bey, Gürkan Bey aynı şekilde geçersizdir diyorlar. Neden geçersizdir bilgilerimiz
dahilinde hatırlayalım neden geçersizdir bu evlilik çünkü bir kere konsolosluk evliliklerinin
gerçekleşebilmesi için bir takım şartların varlığına ihtiyaç vardı. Evlendirme yönetmeliği bu
konuda ikisinin de Türk vatandaşı olması gerektiğini bu anlamda ikisinin de Türk vatandaşı
olması gerektiğinden bahsediyordu. Dolayısıyla Fransa’nın Leon kentindeki Türk
konsolosluğunun her ikisini de evlendirmesi mümkün değildi. Çünkü taraflardan biri Türk
vatandaşlığı taşımıyordu. Bizim evlendirmeye yönetmeliğimiz her ikisinin de Türk vatandaşlığı
taşıması şartını arıyordu.
Peki burada yok ama ben soruyorum, diyelim ki bu iki kişi yani Fransa vatandaşı A ile Türk
vatandaşı B Fransız konsolosluğunda evlensinler ve İspanya da Fransız konsolosluğunda
evlensinler evlenebilirler miydi ve bu evlilik Türk hukuku açısından geçerli olabilir miydi ?
Neden evlenebilirler?
-Evlenebilirler evet aferin vallahi süpersiniz. Evet evlenebilirler. Şimdi bu noktada favor
negotii, yine işlemi ayakta tutuyoruz ama orda şöyle bir durum var. Şimdi biz ne demiştik
bizim evlendirme yönetmeliğimizde iki Türk vatandaşı veya iki yabancı ilgili Türkiye’de ki
yabancı konsoloslukta evlenebilir veya büyük elçilikte evlenebilir demiştik. Bizim örneğimizde
bir Türk bir Fransız, Fransız konsolosluğunda evleniyor. Şimdi ve nerde evleniyor, İspanya da
evleniyor. Şimdi bu evlilik Türk hukuku açısından eğer bu arada Fransız konsolosluğunda
yapılan evlilik Fransız hukukuna uygun olarak yapılacak onu unutmayalım yani İspanya da
Fransız konsolosluğunda yapılan evlilik İspanyol hukukuna göre yapılmaz. İspanya
topraklarında olsanız bile Fransız konsolosluğunda olduğu için Fransız hukukuna göre yapılır.
110-120 DK
Bu noktada Naim Bey sizin şeyinize geleceğim, çünkü Türk konsolosluğu açısından sadece
Türkler evlenebilir… ( x: çünkü Türk konsolosluğu açısından sadece Türkler evlenebilirler ama
Fransız konsolosluğu açısından problem yok). Evet, aynen bizim düzenlememiz iki Türk
vatandaşının Türk konsolosluğunda evlendirilmesi yönünde ama her ülkede böyle değil.
Dolayısıyla Fransa illa ikisinin de Fransız olacak şeklinde bir hüküm içermediği için bu
durumda her ikisinin Fransız vatandaşı olması söz konusu değil .Yani Fransız konsolosluğu
bunları Fransız hukukuna göre evlendirebilir. Tabi ki Fransız konsolosluğunun evlendirme
yetkisi olması gerekiyor, İspanya devletinin evlendirme yetkisini tanımış olması gerekiyor
bunları zaten kafadan var olacak şartlar olarak kabul ediyoruz. Bu noktada şimdi evlilik
Fransız hukukunun şekil şartlarına göre geçerli olduğu için ve tabi ki diğer şartların da var
olduğunu kabul ediyoruz, İspanya hukukuna göre bu evlilik geçerli. Buna göre geçerli olan
evlilik de Türk hukuku açısından geçerli. Biz o noktadan gidiyoruz, yani bir Fransız
konsolosluğunun Fransız hukukuna uygun olarak yaptığı evlilikten öte bu evliliğin taraflar için
geçerli kabul edilmesi ve geçerli olması sebebiyle biz de bu evliliği İspanyol hukukuna göre
geçerli olduğu için geçerli bir evlilik olarak kabul ediyoruz. Her ne kadar bizim evlendirme

128
yönetmeliği getirmiş olduğumuz uygulamansın farklı bir türü olsa da. Tamam, bu soru da
sorularda yok yani pratiği kaçırmış için söylüyorum. Bu soruyu ben yönelttim size.
Şimdi aslında bu 3. Soru biraz daha genel kanunlar ihtilafından daha çok milletlerarası usul
hukuku sorusu. Ama bence kanunlar ihtilafı anlamında da bilmemiz gereken bir husus. Ama
bu da önemli bir şey yani özellikle kanunlar ihtilafı anlamında Türkiye’de dava açılması,
yabancı bir ülkede dava açılması… Bu kavramı bence bilmeniz gerekiyor.
3.SORU: Boşanma davasının Fransız mahkemesinde görülmesi aynı konuda Türk
mahkemesinde dava açılmasına engel olur mu?
Bu biraz genel kültürle alakalı bir soru. Arkadaşlar egemen devletin en büyük unsurlarından
biri de bağımsız yargıdır biliyorsunuz. O sebepten de her egemen devletin bağımsız yargısı
vardır. O sebepten de bağlayacak olursak dava konusu, davanın tarafları bir ülke
mahkemesinde dava konusu olabilir, aynı davayı gelip başka bir ülkede de açabilirsiniz. İç
hukuktaki derdestlik konusu milletlerarası hukukta çok anlam ifade etmiyor. Ben daha önce
ilk derslerimde size anlatmıştım, bazı hukuki olgular ve kavramlar milletlerarası özel hukukta
biraz daha farklıdır, farklı yorumlanır. Yani bu klasik anlamdaki yaklaşımlarımızı milletlerarası
özel hukukta biraz daha farklı yorumlayacağız demiştim hatırlarsanız. İşte bu da onun
örneklerinden biri. Yani normalde dava konusu aynı, taraflar aynı, dava sebebi aynı; o kişi
hakkında iki defa açılabilir mi ? Açılamaz yani dava bir yerde sürerken aynı davayı başka bir
yerde açamayız, derdestlik söz konusu olur. Ama milletlerarası özel hukukta böyle bir durum
söz konusu olmuyor, bunun sadece istisnaları var. İki tane önemli istisnası var milletlerarası
derdestliğin öne sürülebileceği. Onun dışında da milletlerarası derdestlikten
bahsedemiyoruz. Bu noktada yani Fransa’da dava devam ederken kişi gelip Türkiye’de de
dava açabilir. Hangi dava önce sonuçlanırsa, hangisi tanıma tenfiz sürecinden önce geçerse o
zaman düşünülecek tabi başka konular var, onu ikinci dönem göreceğiz zaten. Aynı dava
konusu, aynı taraflar, aynı dava sebebi hiçbir şekilde başka bir yabancı ülkede dava
açılmasına engel olmuyor. Dolayısıyla derdestlik itirazı söz konusu olmuyor burada.
4.SORU: Türk mahkemesinde görülen boşanma davasında Bay A’nın banka hesapları üzerine
tedbir konulması yönündeki talebi hangi hukuka tabi olacaktır?
Bu aslında işlemediğimiz bir konu, cevaplamamıza gerek yok ama tedbir konusu zaten “lex
fori”dir, hakimin hukukudur. O sebepten dolayı da Türk hukuku uygulanacaktır.
5. soru da mal paylaşımıyla alakalı bu konuyu da işledikten sonra bu soruları yapacağız.
6.SORU: C’nin evlat edinilen sıfatıyla mirasçılığının kabulünde evlat edinme işleminin geçerli
olup olmadığı milletlerarası özel hukukta ne gibi bir sorun teşkil eder?
Bakın bunu öğrendik mesela bu şimdi size biraz kafa karıştı gelebilir ama bunu öğrendik.
Evet, Duygu Hanım bakın hemen cevapladı “ön sorun”. Olayımızda neydi?
Bayan B tek başına Bulgar vatandaşı C’yi evlat ediniyordu. Bu anlamda da şeyden
bahsetmiyordu, gizliyordu. Dolayısıyla trafik kazasında hayatını kaybettiğinde ne oluyor?
Mirasçılık söz konusu oluyor. O sırada B de çıkıyor ortaya, ben de mirasçıyım diyor. O zaman
C’nin mirasçı olup olmadığının mirasın intikalinden, taksiminden önce çözülmesi gerekiyor.
Esas hakkındaki bir meselenin çözümünden önce ön sorun niteliğindeki meselenin çözümü

129
gerekiyor. Biz buna milletlerarası özel hukukta ne diyorduk? Ön mesele diyorduk. Dolayısıyla
biz burada ön mesele vardır diyoruz. Sorunun devamına bakmıyoruz çünkü orada bir evlatlık
ilişkisine uygulanacak hukuku tespit etmemiz gerekiyor. Yani işlemedik ama söyleyeyim.
Kanun uygulayıcı evlatlık ilişkisinin varlığını ve bağlayıcılığını ilgili kanunlar ihtilafı kurallarına
giderek tespit edecek. O tespite göre mirasın intikali ve mirasa uygulanacak olan hukuka
gidilecek. Mirasa şahsın hukuku uygulanır evet Ömer Bey ama bilmeniz gerekmiyor bu
noktada miras konusu ayrı bir deryadır yani. O yüzden miras hukukuyla ilgili hiçbir
sorumluluğunuz yok ama sorduğunuz için cevap veriyorum tabi ki şahsın hukuku. Dolayısıyla
milli hukuka gidilecek, milli hukukun kanunlar ihtilafı kurallarına gidilecek, kanunlar ihtilafı
kurallarının gösterdiği maddi hukuk yani yönlendirdiği yabancı hukukun maddi normu
uygulanacak. Miras hukukunda da renvoi var yani bunu unutmayın her ne kadar kanunda
yazmasa da. Niye yazmıyor? Çünkü aile hukukunun uzantısıdır. Şahsın hukuku ve aile hukuku
diyor geçiyor ama biz bunun uzantısı olduğunu bildiğimiz için renvoi ’nin miras hukukunda da
olduğunu biliyoruz.
120-127 DK
OLAY 3
Türk mahkemesinde boşanma istemiyle dava açan eşler ABD vatandaşıdır. Bu da böyle güzel
bir Yargıtay kararı . Mahkeme, tarafların boşanmaya Türk hukukunun uygulanması
yönündekini istemini dikkate almış ve Türk hukuku uyarınca boşanmaya karar vermiştir.
SORU:
1. İlk derece mahkemesinin kararını, uygulanan hukuk bakımından değerlendiriniz.
Madde 14- Boşanma ve Ayrılık: Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri eşlerin
müşterek milli hukukuna tabidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları halinde
müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır. Yani
burada kademeli bir kanunlar ihtilafı kuralı vardır. Ve ilk kademe eşlerin müşterek
milli hukukudur.
Taraflar olayda hukuk seçimi yapmışlar ve hakim seçilen hukuku uygulamış. Ancak
Yargıtay bu kararı bozmuştur. Neden bozmuştur? Çünkü seçilen hukuk diye bir şey
yoktur kanunda. Biz kanunda olmayan bir durumu yaratamayız, kanunun lafzı dışına
çıkamayız. Kanuna göre önce müşterek milli hukuka gidilecektir. Müşterek milli hukuk
yoksa müşterek mutad mesken, müşterek mutad mesken de yoksa Türk hukukunun
uygulanacağını söyler kanun açık bir şekilde. Dolayısıyla seçilen hukuktan hiç
bahsedilmiyor kanunda. Seçilen hukuktan bahsedilmediği için de seçilen hukukun
uygulanması kadar yanlış bir uygulama olamaz. Hakim ne yapacaktı bu durumda?
Müşterek milli hukuka bakacaktı. Müşterek milli hukuk ABD vatandaşı olmalarıdır.
Ayrıca boşanma bir aile hukuku meselesidir ve aile hukuku meselelerinde seçim hakkı
yoktur, hukuk seçilmez. Bunun tek istisnası evlilik mallarındadır. Onun dışında kanun
bu konuda çok nettir, aile hukukunda hukuk seçilmez. O yüzden ilk derece
mahkemesinin kararı Yargıtay tarafından bozulmuştur.

130
Burada ABD hukukuna, ABD’nin kanunlar ihtilafı kurallarına gidilecektir. Aynı
zamanda bölgesel bir kanunlar ihtilafı kuralı durumu söz konusudur. Çünkü eyalet
sistemi söz konusu .Her birinin kendi kanunlar ihtilafı kuralları var. Dolayısıyla acaba
bütün ABD’yi 3. Ülkelerle hukuki ilişkilerde bağlayacak bir üst kanunlar ihtilafı kuralı,
normu, kanunu var mı ona bakılacak. Eğer varsa o üst kanunlar ihtilafı kuralı, kanunu
uygulanacak. Eğer yoksa o zaman Türk hakimi bölgesel kanunlar ihtilafı kuralları
arasında bu taraflarla en sıkı ilişki içerisinde olduğunu düşündüğü kanunlar ihtilafı
kuralını uygulayacaktır. O kanunlar ihtilafı kuralının bizi yönlendirdiği yabancı hukuk
uygulanacaktır.

VİZE SONRASI

03.12.2020/ 9. HAFTA

0-10 DK

*Mal rejimi önemli bir konu evliliğin hükümlerine dahil fakat kanun koyucu buna önem
verdiği için ayrı bir maddede düzenlenmiştir.
EVLİLİK(m. 13+m.2)
Evlilik ve genel hükümleri
MADDE 13 – (1) Evlenme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlenme anındaki millî
hukukuna tâbidir.
(2) Evliliğin şekline yapıldığı ülke hukuku uygulanır.>>R yok
(3) Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı
vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk
hukuku uygulanır.
*Evlilik 13. maddede düzenlenir üç fıkradır. Her fıkra birbirinden farklı kanunlar ihtilafı
kurallarını atıf yapar.
*Gerek evliliğin şekline gerekse evlenmenin genel hükümlerine gerekse evlenmenin ehliyet
ve şartlarına ilişkin düzenlemeler getirir.
*Evlilik dediğimiz zaman tek bir kanunlar ihtilafı kuralı yoktur birden fazla vardır.
*Evlenme ehliyeti dediğimiz zaman evlenmenin yaşı, temyiz kudretine sahip olunması,
hukukların getirdiği evlilik yaşları ve evlenme engelleri aklımıza gelir.

131
-Hukukumuzda yakın hısımlık mevcut evlilik aynı cinsiyeti taşıyan kişilerin evlenmesi gibi bir
takım evlenme engelleri vardır.
*Bunları evlenecek olan çiftler için ayrı ayrı değerlendirmemiz gerekir.
*Kanunumuzun ilk maddesi ne diyor evlenme ehliyeti ve şartları her birinin evlenme
anındaki milli hukukuna tabiidir.
-Kanunlar ihtilaf kuralları gösterici kurallardır.
-Burada milli hukuka atıf vardır.
-Milli hukuka atıf yapıldığı zaman bu konunun şahsi statüye, aile hukukuna veya miras
hukukuna ilişkin bir mesele ise klasik atıf teorisi yani renvoi uygulanır.
*Dolayısıyla evlenme ehliyeti ve şartları meselesinde evlenme anındaki milli hukuk
sabitlenmiştir.
-Burada bir sabitleme alanı vardır evlenme anı.
-Bireylerin vatandaşlıkları değişebilir demiştik. Dolayısıyla önceki vatandaşlığının mı sonraki
vatandaşlığının uygulanacağı konusunda hakimde bir tereddüt ortaya çıkabilir. Sonradan
boşanma davası açılabilir açıldığında da geçerli bir evlilik olmadığı iddiası ortaya çıkabilir. O
zaman da hakim ön mesele olarak geçerli bir evliliğin var olup olmadığını araştırır.
*Bu nedenlerle biz evlenme ehliyet ve şartlarına her bir tarafın ayrı ayrı vatandaşlık bağı ile
bağlı olduğu kanunlar ihtilaf kurallarına giderek o hukukun göstereceği yabancı hukuku
uygulayacağımızı söylemiştik.
*Burada bir parantez açmak istiyorum tek taraflı ve İki taraflı evlenme engelleri adı
verdiğimiz evlenme engellerinden bahsediyoruz.
-Tek taraflı evlenme engelleri dediğimizde sadece bir tarafın hukukunda olup sadece o
kişiyi ilgilendiren ,o kişinin evlenmesi açısından sıkıntı oluşturan kurallardır.
-Bazı kanunlar ihtilafı kuralları da iki engellidir. Sizin hukukunuzda engel olsa bile karşı
tarafta olmasa da onunda evlenmesini engelleyen kurallardır.
-Örneğin Türk ve Alman evlenecek Türk hukukunda var olan bir evlenme engeli bazen iki
taraflı bir evlenme engelidir. Türk hukukunda var olup Alman hukukunda var olmasa bile
karşı taraf içinde bir şey ifade eder. İki taraflı engel kastedilen budur. Bir kişinin hukukunda
olan, diğer kişinin hukukunda olmayan bir engelin diğer tarafın da evlenmesine engel
olduğu kurallardır diyoruz.
*Evlenmenin şekli genel bir kuraldır, yapıldığı yer hukukuna tabiidir. Nerede ,hangi ülkede
evleniyor diyorsa o ülkenin şekil kurallarına bağlıdır.

10-20 DK

-İki Türk vatandaşı gitti Suudi Arabistan’da evlenecek, dini nikah esas. O zaman oradaki o
dini nikah yani devletin genel kuralı, ritüel o şekildeyse ve hukuk kuralı o şekildeyse başka
çare yok zaten yani orada evlenmek isteyip de konsolosluk evliliği dışında başka bir evlilik

132
gerçekleştirmek istiyorsanız başka çareniz yok. O şekilde evleneceksiniz .Ama burada bir
evlendirme yönetmeliğinin getirdiği bir çekince vardı oda şuydu. Yani yapılan evlilik Türk
hukukunun genel ahlak, toplum ahlakı, insan haklarına aykırı olmayacak böyle bir durum söz
konusuysa o evliliği şeklen dahi geçerli kabul etmiyordu. Dolayısıyla bizim hukukumuzun
getirmiş olduğu ve kabul etmiş olduğu o temel standartlar insan haklarıyla alakalı
özgürlüklerle alakalı kişinin onuru haysiyetiyle alakalı birtakım durumlarla karşılanabiliyor.

*İnsan haysiyetiyle, onuruyla bağdaşmayacak şekilde bir şekli evliliğin gerçekleştirilmesi


Türk hukuku açısından bu evliliğin tanınmaması sonucunu doğruyor .

-Ama onun dışında Türk hukukunu ihlal edecek ya da Türk hukukundaki bir takım değerleri,
hukuk kurallarını ihlal edecek bir durum yoksa ,o zaman Türk hukukunda o şekilde bir
evlilik yapılmıyor olsa bile bu evliliğin şekli geçerliliğini ortadan kaldırmıyordu.

-Özel bir şekil kuralı getirdiği için biz kanunumuzun 7.maddesindeki şekil kuralına
gitmiyorduk. Sadece bu şekil kuralıyla bağlıydık. Dolayısıyla bu noktada özel bir hüküm
olduğunu söylemiştik.

*Konsolosluk evliliklerinden bahsetmiştik hatırlarsanız orada da konsolosluğun evlendirme


yetkisi, konsolosluğu kabul eden devletin evlendirme yetkisini tanımış olması ve evliliğinde
konsolosun bağlı olduğu devletin hukuku çerçevesinde gerçekleştirildiğini söylemiştik .
-Bu noktada, konsolosluk evlilikleri de bir alternatifti. Yani bir Türk vatandaşının gidip Türk
konsolosluğunda Almanya’da evlenmesi gibi. İkisinin de Türk olması gerekiyordu
unutmayalım, evlendirme yönetmeliğinde de böyle bir düzenlememiz var.
-Türkiye’de evlenecek olan yabancıların kendi konsolosluklarında evlenmeleri halinde
mutlaka o ikisinin de o konsolosluğun devletinin vatandaşı olması gerekiyordu.
-Aynı şey Türk vatandaşları için de geçerliydi Türklerde yabancı ülkede evleneceklerse Türk
vatandaşlığını taşımaları gerekiyordu eğer Türk konsolosluğunda evleneceklerse. Ama bu
sadece tabi ki Türkiye’ye has bir şey diğer ülkeler açısından böyle bir şey yok. Belki bazıları
için vardır da oturup araştırmak lazım ama genel olarak böyle bir kısıtlama yok. Bir Fransız’la
bir Türk Malta’daki Fransız konsolosluğunda evlenebilir diyoruz.
*Bunun dışında evliliğin genel hükümlerinden bahsetmiştik orada da kademeli bir bağlama
hukuku kuralı vardı.
-Müşterek milli hukuk, müşterek mutat mesken ve Türk hukuku olarak üç kademeliydi.
-Dolayısıyla evliliğin genel hükümleri dediğimiz tabi evliliğin aslında kişisel ve mali
sonuçlarını ifade ettiğini söylemiştik.
-Bu noktada işte bu kişisel ve mali ilişkilerin hükümleri ve sonuçları evliliğin genel
hükümlerine uygulanacak hukuk kapsamında.
-Her zaman için bir müşterek hukuk arıyoruz. Birinci kademede müşterek milli hukuk yoksa
eğer ikinci müşterek mutat mesken o da yoksa üçüncü olarak Türk hukuku.

133
-Türk hukuku dediğimiz zaman Türk hukukunun maddi normlarına gitmemiz gerekiyor.
-Ama müşterek mutat mesken veya müşterek milli hukuk bağlama kurallarıyla
karşılaştığımızda o zaman her ikisi içinde ortak bir hukuk aramak durumundayız.
-Müşterek hukuk ikisi de Alman vatandaşıysa Alman hukukuna gideceğiz ama Alman
hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz. O da bizi evlilikte genel hükümlerle alakalı
bir hukuka atacak. O atıf teorisini hatırlarsınız 3 kademeliydi.
-Türk hukukundan başladık, Alman kanunlar ihtilafı kurallarına gittik, Alman kanunlar ihtilafı
kuralları da bizi evliliğin genel hükümleriyle ilgili kendi kanunundaki başka bir bağlama
noktasına yönlendirdi ve orada olayı kestik. Artık Alman kanunlar ihtilafı kurallarının
yönlendirdiği o yabancı hukukun maddi normlarını uygulama durumunda bırakıyor.
-Dolayısıyla bu noktada demek ki kademeli, hop diye Türk hukukuna geçmiyor, hop müşterek
mutat meskene geçmiyoruz.
-Müşterek milli hukuk, müşterek mutat mesken daha sonra Türk hukuku şeklinde bir çizgi
takip etmemiz gerekiyor. İlk iki madde renvoi, sondaki Türk hukuku ise maddi norm atfı
diyoruz.
*Bu noktada evliliğin genel hükümleri dediğimizde aklımıza ne geliyor? Tabi ki evli çiftlerin
karşılıklı hak ve yükümlülükleri, evlilik birliğinin gerektirdiği yükümlülükler, bunlara
katlanma aynı şekilde, sadakat yükümlülüğü, evlilik birliğinin giderlerine emekleri ve
varlıkları ölçüsünde katılma, evlilik mallarını temsil etme, aile konutu, evlilik birliğini temsil
etme değil mi bunlar hep evliliğin genel hükümleri çerçevesinde dikkate alınan konular .O
yüzden biz hani daha öncede söylemiştim defalarca kanunlar ihtilafı kuralını bulmakta bir şey
yok artık onu az çok anladık ama bulduğumuz kuralı neye uygulayacağımızı da öğrenmemiz
gerekiyor. Yani evliliğin genel hükümlerinin içeriği nedir? Evliliğin genel hükümlerine tamam
müşterek milli hukuk uygulanacaktır ama müşterek milli hukuk neye uygulanacaktır? Bunu
bilmemiz gerekiyor, bunun içeriğini bilmemiz gerekiyor. Dolayısıyla işte o karşılıklı hak ve
yükümlülükler eşlerin evlilik birliğinden kaynaklanan işte o sadakat yükümlülüğü dedik,
varlıkları ve emekleri ölçüsünde evlilik birliğine katkıları dedik, evlilik birliğini temsil etme
dedik, evlilik birliğinin tarafların soy isimleri üzerindeki etkisi mesela bunlar hep evliliğin
genel hükümleri çerçevesinde dikkate alınacak olan hususlar.
EVLİLİK MALLARI(m.15)
*Şimdi bu noktada, biraz öncede söylemiştim mesela evliliğin genel hükümleriyle alakalı
evlilik malları önemli bir konu aslında o da genel hükümler kapsamında değerlendirilecek bir
konu. Fakat dediğimiz gibi konunun önemi dolayısıyla ona ayrı bir kategori yapmış ve onu 15.
Maddede evlilik malları başlığı altında somutlaştırmış.
*Alman hukuku ve karşılaştırmalı hukuka baktığımızda mesela bu evlenmenin genel
hükümleriyle alakalı bir hukuk seçimi görürüz. Bizim hukukumuzda aile hukukuyla alakalı
meselelerde hukuk seçimiyle karşılaşılmaz yani bu konuda taraflara böyle bir serbesti
verilmemiştir.

134
-Taraflar ABD vatandaşıydı, Amerika birleşik devletleri hukukunu seçmeyip Türk hukukunu
seçmişlerdi ama Türk hukukunu seçmek gibi bir imkanları zaten kanunen onlara verilmemişti.
Mahkemede ne yapmıştı ABD hukuku yerine müşterek hukuk olmasına rağmen Türk
hukukunu, bildiğim hukuku uygulayım yapmıştı .Ama ne olmuştu sonra karar bozulmuştu.
-Dolayışla bizim hukukumuzda hukuk seçimi gibi bir şey aile hukuku meselelerinde söz
konusu değil.
-Biz hukuk seçimini nerede göreceğiz? 24.maddede, sözleşmelerde göreceğiz. Borç
ilişkisinden kaynaklanan sözleşmelerde göreceğiz.
-Ama bir parantez açıyorum evlilik mallarıyla alakalı 15. Maddede kanun koyucu çok ilginç
bir şekilde bir seçim hakkı tanımış, bir hukuk seçme imkanı tanımış. Bu aile hukuku
meseleleriyle alakalı kanunumuzda görebileceğiniz tek hukuk seçimi imkanı veren maddedir,
evlilik malları.
-Yani biz genel olarak hep evlilik konusunda, aile hukuku konusunda hukuk seçimi yoktur
diyoruz bunun genel olarak kabul edilmiş bir kanun sistematiği açısından genel bir anlayış
olduğunu söylüyoruz ama 15.madde bunun istisnası.
-Kanun koyucu aile hukukuyla alakalı bir meselede tek bir madde olarak hukuk seçme
imkanını getirmiş. Bakalım ne demiş 15.madde, evlilik malları.
Evlilik malları
MADDE 15 – (1) Evlilik malları hakkında eşler evlenme anındaki mutad mesken veya millî
hukuklarından birini açık olarak seçebilirler; böyle bir seçimin yapılmamış olması hâlinde
evlilik malları hakkında eşlerin evlenme anındaki müşterek millî hukuku, bulunmaması
hâlinde evlenme anındaki müşterek mutad mesken hukuku, bunun da bulunmaması hâlinde
Türk hukuku uygulanır.>>> Seçim varsa Ryok. Seçim yoksa R var.
(2) Malların tasfiyesinde, taşınmazlar için bulundukları ülke hukuku uygulanır.
(3) Evlenmeden sonra yeni bir müşterek hukuka sahip olan eşler, üçüncü kişilerin hakları
saklı kalmak üzere, bu yeni hukuka tâbi olabilirler.
*Şimdi evlilik malları hakkında eşler evlenme anındaki mutat mesken veya milli
hukuklarından birini açık olarak seçebilirler.
*Kanun koyucu evlilik mallarıyla alakalı hukuk seçimi imkanı tanıyor. Hatta dört tane
hukuktan birini seçebiliyorsunuz.
-Ne bunlar? Eşlerin evlenme anındaki mutat mesken .
-Yani a ve b gibi düşünelim A’nın mutat meskeni de evlilik mallarıyla ilgili seçilebilir B’nin
mutat meskeni de evlilik mallarıyla ilgili uygulanacak hukuk olarak seçilebilir. Bir kere mutat
mesken böyle bir imkan vermiş oradan bir iki hukuk seçme imkanı var.
*Bunun dışında veya diyor milli hukuklarından biri yani taraflar farklı vatandaşlıktalarsa biri
İngiliz biri Türk’se o zaman Türk hukukunu da seçebilirler İngiliz hukukunu da seçebilirler.

135
*Dolayısıyla taraflara neredeyse dört tane farklı hukuktan birini evlilik mallarıyla alakalı
olarak seçebilme imkanı getirilmiş.
20-30 DK

*Şimdi bu hukuk seçimi dediğimizde biz bu hukuk seçimini nasıl anlıyorduk? Maddi norm atfı
olarak algılıyorduk? Yani seçilen hukukun maddi normlarına gideceğiz. Artık seçilen hukukun
kanunlar ihtilafı kurallarına gitmeyeceğiz.

*Şimdi burada da bir çelişki gelebilir aklımıza. Çünkü bir aile hukuku meselesi var diyorduk.
Klasik o öğrendiğimiz Renvoi ortaya çıkmasına sebep olan bir aile hukuku meselesi var.
Evlilik, aile hukukuyla alakalı bir müessesedir. Dolayısıyla aile hukukunda her zaman renvoi
uyguluyoruz gibi bir söylencemiz ve düzenlememiz vardı. Burada onun istisnasını
görüyoruz.

-Çünkü hukuku seçimi başlı başına seçilen hukukun maddi normlarının uygulanmasıdır. O
sebeple bir aile hukuku meselesi de olsa durum fark etmiyor. Seçilen hukukun maddi
normlarının uygulanması gerektiğini öğreniyoruz. Dolayısıyla Burada renvoi olmadığını ,aile
hukuku olmasına rağmen renvoiye gitmeyeceğimizi açık hukuk seçiminin var olması
durumunda seçilen hukukun maddi normlarına gideceğimizi söylüyoruz.

*Şimdi hukuk seçimi meselesini aslında 24. Maddede detaylı biçimde anlatacağız. Ama ben
genel olarak bir ön bilgi vermek adına hukuk seçimi dediğimiz şey aslında irade serbestisi
adını verdiğimiz ,taraf iradesine dayanan ve gücünü bu taraf iradesi, irade serbestisinden
alan bir anlayışı yansıtır aslında. Yani biz bunu akitlerde tabi daha çok görürüz. Akit serbestisi
diyoruz.

-Tarafların, akdin taraflarının o sözleşmeyi istedikleri gibi (anlamadım) sözleşmeye istediği


hukuk uygulayabilmeleri ,istedikleri mahkemeyi yetkili kılabilmeyi, istedikleri uyuşmazlık
çözüm merciini tespit edebilmeleri olarak da ifade ettiğimiz o akit serbestisi anlayışını
aslında aile hukukuna yansıması.

-Dolayısıyla burada da seçilen hukuk tamamen taraf iradesiyle ortaya çıkacak olan hukuk
olmalı. Yani her iki tarafın da iradesine dayanmalı. Bu olmazsa geçerli bir hukuk seçimi
olmaz. Hukuk seçimi dediğimiz şeyin iki tarafın ortak iradesiyle ortaya çıkması ve şekillenmesi
gerekir. Aksi takdirde geçerli bir hukuk olmuyor.

*Bunun dışında seçilen hukuk, bir ulusal hukuk olması gerekiyor.

-Yani biz uluslararası borç ilişkilerinde ve uluslararası ticaret hukukunun teamülü örf ve adet
hukukuna gelmiş ve uluslararası hukuktaki prensipler bu anlamda birçok kurallarla karşılaşırız
o prensipler bu anlamda hukuk olmuyor. Belki dünyadaki bütün ülkeler uyguluyoruz.
Japonya’sından Türkiye’sine Amerika’sından Fransa’sına herkes o prensipleri uyguluyor ama
o bir hukuk değil o bir uluslararası hukukun standartları prensipleri. Dolayısıyla bir hukuk
olmadığı için bu yönde yapılan seçim de bir hukuk seçimi de olmuyor.

136
-O yüzden seçilen hukukun her zaman için ulusal hukuk olması gerekir.

-Ulusal hukuk dediğimiz şey nedir? Bir devlete ait olan hukuktur.

-Yani yaşayan bir devlet olmalıdır. Ölmüş bir devlet, yaşamayan bir devletin hukukunu
uygulayamayız.

-Kalkıp Osmanlı hukukunun SSCB hukukunu uygulayamayız. Ya da Yugoslavya ortaya


çıkmadan önceki ya da Çek cumhuriyeti ortaya çıkmadan önceki devletlerin hukuklarını
uygulamayız çünkü artık yaşayan bir hukuk değil ölmüştür varlığı ortadan kalkmıştır.

*Peki tanınmayan bir devletin hukuku seçilebilir mi? Mesela Kıbrıs’ı Türkiye dışında bir iki
ülke dışında zaten hiçbir ülke zaten tanımıyor ama tanımaması diplomatik anlamda tanımıyor
anlamını taşıyor. Bir ülkenin diplomatik alanda tanınmaması hukuki anlamda da tanınmaması
anlamına gelmiyor. Sonuçta İngiltere’de de Kıbrıs ile ilgili birçok veriyor Kıbrıs’ı ama yeri
gelince Kıbrıs hukukunu uygulamayacağı anlamına gelmiyor. Uluslararası hukukta muhatap
kabul etmezsiniz ama hukukunun tanınmamasıyla hiç alakası olmayan bir şeydir. Dolayısıyla
kendisi diplomatik olarak tanımasa bile bu hukukunun da tanınmayacağı anlamına
gelemez.

*Evlilik mallarına tekrar dönecek olursak kanun koyucu açık hukuk seçimini taraflara veriyor .

-Dolayısıyla kişiler, evliliğin tarafları bu evlilik mallarıyla ilgili seçimi gerçekleştirebiliyorlar.

-Böyle bir seçimin yapılmamış olması halinde evlilik malları hakkında eşlerin evlenme
anındaki müşterek milli hukuku, bulunmaması halinde müşterek mutat meskeni o da
olmaması halinde Türk hukuk uygulanır diyor.

*Demek ki evlilik mallarıyla alakalı bir hukuk seçim imkanı getirilmiş ama hukuk seçiminin
açık yapılması imkanı getirilmiş.

-Hukuk seçimi açık yapılmamışsa veya yok ise o zaman kanunumuzdaki o artık diğer bağlama
kurallarına geçeceğiz.

-Hukuk seçimi var ise önce hukuk seçimi kurallarına gideriz.

-Yani hiyerarşiyi takip etmemiz gerekiyor. Çünkü hukuk seçimi her zaman önceliklidir. Buna
biz sübjektif bağlama kuralı deriz. Sübjektif bağlama kurallarının her zaman önceliği vardır.
Geçerlilik ve bağlayıcılık açısından kendisinden önce gelen kanunlar ihtilafından öncelikli
olarak uygulanır.

-Dolayısıyla biz hukuk seçimi varsa ve hukuk seçiminin geçerliliği ve bağlayıcılık açısından
sıkıntı yoksa o zaman o hukuku uyguluyoruz.

-Ama öyle bir hukuk yok ise müşterek milli hukuk o yoksa müşterek mutat mesken o da yok
ise Türk hukuku şeklinde kademeli bir bağlama kuralını takip ediyoruz.

137
*Şimdi burada baktığımızda evlilik mallarına uygulanacak olan hukukun tespiti yani 1. Fıkrada
gayrimenkul ve menkul ayrımı görmüyoruz.

-Dolayısıyla gayrimenkullerin evlilik malları içerisinde mi değil mi ya da bu evlilik mallarının


yönetilmesi ya da kullanılması gibi konular ya da bu evlilik mallarının değerliliklerinden
kaynaklanan haklar yükümlülükler bunların hepsi bu söylediğimiz hukuklar çerçevesinden
belirlenecektir. Burada menkuller ve gayrimenkuller ayrımı gözetmiyoruz.

-Demek ki ilk 15/1 de hem menkuller hem gayrimenkuller açısından bir uygulama söz
konusu.

-Bu noktada evlilik konusu malların yönetimi ,bunların temsil edilmesi ya da kullanılması
kullanılma sonucu mesela kiraya veriyor bir takım değerler. Mesela evlilik malı kabul edilen
bir takım değerler kiralanıyor ve onlardan bir kira geliri elde ediliyor. Bunların hepsi bu
kapsamda değerlendirilecek olan hususlar.

*Bunun dışında 15. Madde çerçevesinde kanuni olarak eşlerin hangi mal rejimine tabi olacağı
mal rejimini seçme hakkında sahip olup olmadığı çünkü biliyorsunuz mesela bizde evlilik
malları rejimine katılma diye bir genel uygulama var medeni kanunda. Ama taraflar alternatif
bir düzenleme imkanı yapma da getirilmiş. Dolayısıyla kişiler evlilik sözleşmesi adı altında
edinilmiş mallara katılma rejiminden çıkabiliyorlar.

-Ama kanunun genel ve otomatik uygulaması edinilmiş mallara katılma rejimi şeklinde
karşımıza çıkıyor. Ama dediğimiz gibi Türk hukuk bu yönde de taraflara bir imkan verebiliyor.

-Dolayısıyla kanunen hangi mal rejimin taraflar arasında geçerli olacağı ,tarafların mal
rejiminin seçme imkanının olup olmadığı meselesi 15. Maddenin ilk fırkası çerçevesinde
düzenleme konusu yapılacak.

-Ya da mal rejimi yapmışlar bu mal rejiminin dönüştürülmesi. Örneğin evlilik sözleşmesine
dönmek istiyorlar ya da evlilik sözleşmesinden vazgeçip diğer başka bir usule ( çünkü ulusal
hukukların bu konuda neler getirdiğini bilemeyiz Fransız hukuk, Alman hukuku ,Türk hukuk
hepsi birbirinden farklı evlilik mallarıyla ilgili düzenleme getiriyor. Bizim hukukumuzda
olamayan bazı işlemleri onlar düzenlemiş olabilirler) dolayısıyla bu işte uygulanacak olan
hukukun tespitiyle ortaya çıkacak mesele.

30-40 DK

Evlilik malları
MADDE 15 – (1) Evlilik malları hakkında eşler evlenme anındaki mutad mesken veya millî
hukuklarından birini açık olarak seçebilirler; böyle bir seçimin yapılmamış olması hâlinde
evlilik malları hakkında eşlerin evlenme anındaki müşterek millî hukuku, bulunmaması
hâlinde evlenme anındaki müşterek mutad mesken hukuku, bunun da bulunmaması
hâlinde Türk hukuku uygulanır.

138
*Ama dediğim gibi yani evlilik malları üzerinde eşlerin temsil yetkisi işte bu mal rejiminin
seçilebilmesi imkanının mevcut olup olmadığı, hangi mal rejiminin taraflar üzerinde etkin
bir şekilde söz konusu olacağı ya da mal rejiminin dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği, bu
malvarlığı üzerindeki tasarruf hakkı vs. Bunlar hep 15. Madde kapsamında değerlendiriliyor.
-Bu noktada bu konularla alakalı malın bulunduğu yerin bir önemi yok. Çünkü ne dedik;
gayrimenkul, menkul fark etmiyor yani bu anlattığımız md.15/1 uygulama alanına giren
konularla alakalı bir taşınır taşınmaz ayrımı yapmıyoruz.
*O yüzden tekrar söylüyorum taraflara kısıtlı da olsa seçim hakkı tanınmış, belirli hukukları
seçme imkânı tanınmış kısıtlılıkla bu kast ediliyor. Çünkü 24. Maddeye baktığımızda mesela
istediğiniz hukuku seçebilirsiniz, yeter ki hukuk seçimiyle alakalı genel şartları karşılasın. Ama
burada kısıtlı bir hukuk seçimi var. Çünkü hangi hukukları seçebileceğiniz belli.
-Mutad mesken hukuklarını (her iki tarafın) seçebiliyorsunuz, milli hukukları (her iki tarafın)
seçebiliyorsunuz. Bunun dışında da bir hukuk seçemiyorsunuz .Dolayısıyla kısıtlı bir hukuk
seçiminin varlığından bahsediyoruz.
*Hukuk seçimi de yoksa müşterek milli hukuk, müşterek mutad mesken ve Türk hukuku
olarak devam ediyoruz.
*Bu noktada bu maddenin ilk fıkrasının uygulama alanında menkul ve gayrimenkul ayrımı
olmadığını tekrar ediyorum.
*Bunun dışında tarafların hangi mal rejimine tabii oldukları, bu mal rejimini dönüştürüp
dönüştüremeyecekleri, bu malları yönetmesi, malların temsili, malların gelirlerinden
yararlanılması, malların üzerindeki tasarruf hakkı vs. Bunların hepsi md.15/1 kapsamında
değerlendirme konusu yapılıyor.
Şimdi 2. fıkraya geçecek olursak:
(2) Malların tasfiyesinde, taşınmazlar için bulundukları ülke hukuku uygulanır.
*Bu sadece tasfiyeye özgü bir şey. Bu sadece aynı zamanda gayrimenkulleri kapsayan bir şey.
Dolayısıyla malın tasfiyesi başka bir şeydir.
*Mal tasfiyesi dendiğinde bizim aklımıza gelen şey, ayni tasfiye mi nakdi tasfiye mi?
-Ayni tasfiyede ne olacak; malın tapu dairesinde el değiştirmesi ve başka birinin üzerine
geçmesi söz konusu.
-Ama nakdi tasfiyede satışının olması söz konusu.
-Dolayısıyla tasfiye dediğimizde ayni veya nakdi tasfiye mi meselesinin aklımıza gelmesi
gerekiyor.
*Bu noktada da zaten sadece taşınmazlara yönelik bir hüküm olduğunu görüyoruz ve her
zaman için bulunduğu yerin hukukunun uygulandığını söylüyoruz. Tabii ki burada maddi
norm atfı var.
*Taşınmazın bulunduğu ülke hukuku dediğimizde biz onu taşınmazın bulunduğu yer hukuku
olarak algılayacağız.

139
*Burada bir husus aklınıza gelebilir: katkı payı alacağı.
*Hoca olay anlatıyor: Bir dava var. Dava iki ünlü doktor arasında ve oldukça zenginler. Bir
boşanma süreci yaşıyorlar. Tarafların arasında 7-8 tane İstanbul’un farklı yerlerinde açılmış
davalar var ve bu davalar çok uzun süredir devam ediyor. Çünkü bayan tarafı aldatılmış ve
aldatılmış olması sebebiyle de bir sürü dava açarak bir anlamda da karşı tarafı zor duruma
düşürmeye çalışıyor. Davalardan birinde de hâkime hanım bizden ricacı oldu çünkü yabancılık
unsuru içeren bir davaydı. Tarafların farklı ülke vatandaşlıklarına geçmesi, evlilik sırasında
eşlerden birinin evlenmeden birkaç ay önce yabancı ülke vatandaşlığına geçmesi, evlilik
gerçekleştiğinde taraflardan birinin Türk vatandaşı diğerinin başka bir ülke vatandaşı olması,
bir süre o vatandaşlığına geçilen ülkede yaşanılması daha sonra diğer eşin de o ülke
vatandaşlığına geçmesi, o ülkede de bir sürü malların mülklerin alınması, Türkiye’de de bir
sürü mal mülk vs. Ve sonunda aldatmayla sonuçlanan bir boşanma süreci ve bir çocuk. Bütün
bunlar yargılama sürecinin genel özellikleri. Bize gelen davada evlilik malı söz konusu yine.
Yabancı ülkede alınmış beş katlı bir bina ve o binanın evlilik malı, evlilik sırasında alınması
sebebiyle karşı tarafın istediği meblağ. Dava konusu bu. Ve burada hangi hukuku
uygulayacağız, mesele bu. Burada baktığımızda, bir taşınmaz var. Buradaki bir ayni hak
iddiası mı yoksa kadın ben bu evi alırken çok ciddi masraf yaptım, Türkiye’deki birkaç
gayrimenkulümü satarak bu evin alınmasına destek oldum dolayısıyla biz bunun bir katkı payı
olarak mı değerlendirmeliyiz gibi bir durum söz konusuydu. Kanuna da bir baktığımızda
davayı açan tarafın talebi aslında şu: ben bu Almanya’daki taşınmazı alırken, Türkiye’deki
taşınmazlarımı sattım.
Dolayısıyla bu taşınmazlarımı satarak, bu binanın alınmasına katkı sağladım. Buradaki bu
değerleri istiyorum diyor. Baktığımızda bu katkı payı alacağı. Ayni hak iddiası olarak
değerlendiremeyiz. Hâkime hanım 2. fıkraya gitme eğilimi içerisindeydi ama aslında hiç
onunla alakası yok çünkü tamamen bir katkı payı yani verdiğiniz parayı, tasarrufu veya
taşınmazın alımında vermiş olduğunuz desteği istenmesi söz konusu.
Dolayısıyla bunun birinci fıkra çerçevesinde müşterek milli hukuk, müşterek mutad mesken
ve Türk hukuku takip edilerek gidilmesi gerekiyordu. Katkı payı alacağının .
Yargıtay’ın da bu konuda kararları vardır- malların tasfiyesiyle alakalı bir şey olmadığı ortada,
evlilik malları çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir husus olduğunu ifade ettik ve karar
o şekilde çıktı.
Şimdi burada yabancılık unsuru neydi diyebilirsiniz. Evlilikten 3 ay önce taraflardan birinin
Alman vatandaşlığına geçmesi, taşınmazın Almanya’ da olması, katkı payı alacağında bulunan
tarafın dava sırasında, davanın açıldığı esnada o ülke vatandaşlığına geçmiş olması tamamen
Türk hukuku açısından yabancılık unsuru oluşturan bir durumdu.
*Katkı payı alacağı ayni hakka ilişkin bir şey değil. O yüzden katkı payı alacağını md.15/1’e
göre değerlendiriyoruz.
*3.fıkra da önemli bizim için. Buradaki her madde yani kanunlar ihtilafıyla ilgili meseleler
meslek hayatınızda ne ölçüde karşınıza çıkacak bunu bilemeyiz. Eskiye nazaran tabii ki daha
fazla çıkıyor ama bu evlilik meseleleri ve boşanmayla alakalı meselelerde bu katkı payı
alacağı çok önemli. Çünkü herkes bir talepte bulunuyor. Kimi bazen o taşınmazın mülkiyetini

140
istiyor, ayni hakka ilişkin mülkiyet olmasa bile yapılan harcamaları faiziyle istenebiliyor. Katkı
payı alacağı her zaman bu tip davalarda karşılaşılır. O yüzden katkı payı alacağının md.15/1’e
tabi olduğunu unutmayalım.
(3) Evlenmeden sonra yeni bir müşterek hukuka sahip olan eşler, üçüncü kişilerin hakları
saklı kalmak üzere, bu yeni hukuka tâbi olabilirler.
*Şimdi bu noktada da bir bağlama kuralı getirmiş fakat bu tamamen takdiri dikkat ederseniz,
“olabilirler ”diyor.
40-50 DK

*Bizim kanun maddelerini çok iyi okumamız gerekiyor. Olabilirler, olur vs. bunlar kimi
emredicidir zorunludur şeklinde ibareler vardır. Dolayısıyla biz onların o ifadesinden onların
emredici olduğuna kanaat getiririz. Bazısı takdiridir.

*Dolayısıyla evlenmeden sonra yeni bir müşterek hukuka sahip olan eşler 3. kişilerin hakları
saklı kalmak üzere yeni bir hukuka tabi olabilirler dediğimizde de neyi görüyoruz? Bu
noktada tarafların bu yönde ,bu yeni hukuka tabi olmak için bir talepte bulanabilecekleri
evet ama bu bir zorunluluk değil.

-Yani bu o hukukun istenmesi çerçevesinde ortaya çıkacak bir durum taraflardan böyle bir
istem gelmediğinde hâkim de bu noktada bir şey kullanmadığı sürece bunun bir
zorunluluğu yok.

*Evet, bunun dışında tabi onu boşanmada anlatacağız evlilik mallarıyla ilgili ama yine de
söyleyelim evlilik mallarının söz konusu olması genellikle boşanma sonucunda karşımıza
çıkar.

*Yani bu ihtilaflar özellikle boşanma sonucunda ortaya çıkıyor ama ölüm, gaiplik, ölüm
karinesi ya da ölüm kararı gibi durumlarda da biz ne diyoruz evlilik, evliliğin sona ermesi
sebebiyle evlilik mallarının bu noktada evlilik mallarıyla ilgili temel meselelerinin ortaya
çıkacağını ne yapıyoruz söylüyoruz.

*Dolayısıyla sadece evlilik mallarını ihtilaf haline getiren zaman zaman mesele boşanma değil
ölüm ve gaiplik gibi durumlarda bu noktada evlilik mallarıyla alakalı temel meselelerin ortaya
çıkması olarak karşımıza çıkıyor.

Öğrenci: hocam seçim yapılmazsa renvoiye gidecek miyiz?

Hoca: Evet yani şimdi soruları okuyorum. Merve Hanım da aynı şeyi söylemiş evet. Yani
sonuçta evlilik malı da olsa bu bir aile hukuku meselesi burada renvoiye gitmemiz gerekiyor.
Onu dikkat edelim.

*Şimdi gelelim boşanma hukukuna, evlilik mallarını geçtik şimdi 14. Maddeye tekrar geri
dönüyoruz. Kitaplarınız da bazı konularda renvoiye direkt atıf vardır denir. Bazılarında yoktur
denir ya da hiçbir şey ifade edilmez. O yüzden orada sizin bir değerlendirme yapmanız

141
gerekiyor. Gerçi ben söylüyorum size mümkün olduğu ölçüde ne zaman renvoi yapacaksınız
ne zaman yapmayacaksınız ama o genel öğrendiğimiz bilgiler çerçevesinde kitapları okurken
bazen okursunuz burada renvoi var mıdır yok mudur gibi böyle bir şey oluşabilir. Zaten
renvoi olmadığı zaman onu açık bir şekilde söylüyor. Renvoi ’nin olduğu zaman bazı
maddelerde kitaplarda da bende kaç kere okuduğum için biliyorum. Hiç böyle bir orada ifade
geçmiyor. Yani bunu siz tabi ki işte bu bir aile hukuku meselesi mi işte mirasla alakalı bir
mesele mi gibi böyle bir değerlendirme yaparak ne yapacaksınız renvoi vardır yoktur
diyeceksiniz. İstisnalar her zaman gösteriliyor zaten.

Öğrenci: Katkı payı alacağı iddiasının olması 1. Fıkraya gitmek için yeterli mi yoksa hâkim
önce iddianın ispatı yapılmazsa taşınmaz yalnızca meselesi olduğundan direkt 2. Fıkraya
gidebilir miydi?

Hoca: Katkı payı alacağı için evet Anıl Bey 1. Fıkraya gitmek yeterli. (hoca soruyu okuyor) yok,
katkı payı alacağı dediğimiz zaman katkı payı alacağı her zaman için 1. Fıkra hükmüne
tabidir. Onu söyleyelim ama tabi bazen işte farklı meseleler var bilmiyorum onu mu kast
ettiniz ama evlilik mallarıyla uğraşırken başka bir şey çıkıyor o zaman tabii ki ön mesele, ön
sorun olarak tekrar ona dönüp ondan sonra esas meseleye dönmesi söz konusu olabiliyor. O
yüzden zaten bu terminolojik ve kavramsal kısmı daha önce şey yapmıştık ama katkı payı
şimdi kitaplarınızda da Yargıtay kararlarına falan atıf var. O dipnotları ben çok severim bu
arada her sene de söylerim bu dipnotlardan da sınavdan soru çıkar. Dolayısıyla dipnotları
okuyun bazı dipnotlarda tabi Yargıtay kararları detaylı bir şekilde anlatıldığı için kafanız
karışabilir anlayamayabilirsiniz ama katkı payı alacağı ile ilgili dipnotta da aynı şeyi
görebilirsiniz ama katkı payı alacağı her zaman m. 15/1 tabi onu unutmayın.

BOŞANMA VE AYRILIK (m.14+m.2/3+m.3)

*madde 14/1: Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri eşlerin müşterek milli hukukuna
tabidir. Tarafların ayrı vatandaşlık olmaları halinde müşterek mutad mesken hukuku
bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.

*Yine aslında tanıdık olduğumuz bir kanunlar ihtilafı kuralı. Boşanma sonuçta her iki tarafı da
ilgilendiren bir mesele yani her iki çifti, çiftlerden her birini ilgilendiren bir mesele dolayısıyla
kanun koyucu müşterek bir hukuk arayışı içerisine girmiş ve ortak bir hukuk bulma anlayışıyla
hareket ederek müşterek milli hukuktan başlamış.

*Bu yoksa müşterek mutad mesken o da yoksa Türk hukuku şeklinde bir maddi norm atfıyla
karşılaşıyoruz.

*Müşterek milli hukuk ve müşterek mutad meskenlerde genel atıf kuralını uyguluyoruz
,renvoi.

-Türk hukuku tabi ki atıf olduğu zaman onu maddi norm atfı değerlendiriyoruz.

142
*Burada şimdi önemli bir şey var an meselesi hangi andaki boşanma davası açıldı
uygulanacak olan hukuk tespit edilecek fakat hangi andaki hukukun uygulanacağı konusunda
bir belirsizlik var kanun maddesinde çünkü biz bir sabitleme anı görüyor muyuz kanun
maddesinde bakalım.

Boşanma ve ayrılık

MADDE 14 – (1) Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri, eşlerin müşterek millî


hukukuna tâbidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken
hukuku, bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.

*Şimdi bir sabitleme anı görmüyoruz. Görmediğimize göre hangi andaki vatandaşlığa dikkate
alacağız. Tabi ki bizi ne yapıyor 3. Maddeye gönderiyor. 3. Madde neydi? Değişken ihtilaflar
başlığını taşıyordu. Genel hükümler kapsamında önemli olduğunu söylemiştik. Ne demişti?

-Yetkili hukukun vatandaşlık, yerleşim yeri ve mutad mesken esaslarına göre belirlendiği
hallerde aksine hüküm olmadıkça; dava tarihindeki vatandaşlık ,yerleşim yeri veya mutad
meskenin hukuku dikkate alınır demiştik.

-Dolayısıyla tekrar boşanmaya döndüğümüzde demek ki bir sabitleme anı getirilmemiş


olması sebebiyle biz burada 3. Maddeyi dikkate alacağız.

-Dolayısıyla demek ki bir sabitleme anı getirmedi çünkü.

-Mesela evlilikte bakıyoruz mesela tarafların her birinin evlenme anı diyor. Atıf yapıyor
mesela.

-Ya da ne bileyim mirasa daha geçmedik ama mirasa da bir bakın sonuçta bilmediğimiz bir
konu değil miras dediğimizde mesela ölüme bağlı tasarruf konusu 4 ve 5’tir. Ölüme bağlı
tasarruflar da mesela tasarrufun yapıldığı andaki milli hukuk ehliyet açısından dikkate
alınır.

-Yani bir sabitleme anı getirir bazı kanun normları ama bu getirmemiş. Getirmediği zaman ne
yapıyorduk ?Getirmediği zaman eğer milli hukuk vatandaşlık yani mutad mesken veya
yerleşim yeri atıf varsa hemen 3. Maddeye gidip sabitleme anına bakıyorduk. Neydi DAVA
ANI.

-Dolayısıyla boşanma davası açıldığında biz dava anını dikkate alacağız. Dava anı esastır.

-Dava anında hangi ülke vatandaşıysalar o ülkenin kanunlar ihtilafı kurallarına gitmek
suretiyle ne yapacağız boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümlerini değerlendireceğiz.

*Eşlerin yine aile hukukuyla alakalı bir mesele olması için her iki tarafı da ilgilendirdiği için
ortak bir hukuk aranıyor.

-Müşterek hukuk yoksa müşterek mutad mesken yoksa Türk hukuku şeklinde bir durum söz
konusudur.

143
*Şimdi boşanma davalarında en çok da bununla karşılaşılıyor yani tam Türk hâkimi boşanma
davasını yapacak fakat oradan biri çıkıyor diyor ki evlilik geçersiz diyor. Şimdi evlilik geçerli mi
geçersiz mi? Ya da boşanma davasına karar veriyor ondan sonra mahkemenin kararı
bozuluyor.

-Neden bozuluyor çünkü ortada zaten geçerli bir evlilik yokmuş yani boşanmaya da zaten
karar verilemez şeklinde dolayısıyla geçerli bir evlilik olmadığı iddiası söz konusuysa bunun
boşanma davasına bir ön mesele olarak ne yapılması gerekiyor? Hâkim tarafından
çözümlenmesi gerekiyor.

-Ön mesele neydi? Esas meselenin çözümünün ön meselenin çözümüne bağlı olduğu
durumlarda öncelikle o ön meselenin çözümlenmesi gerekiyordu.

-Onun içinde o ön meselenin ne yapılması gerekiyordu işte hukuki çerçevesinin çizilmesi


gerekiyordu. Hukuki çerçevesi çizildikten sonra milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku
kanunda ilgili yere yerleştirilip oradan ilgili bağlama kuralı tespit edilmek suretiyle öncelikle
ilk kanunlar ihtilafı meselesinin çözülmesi gerekiyordu.

-Yani şimdi burada şeklen diyelim mesela geçerli bir evlilik olmadığını iddiası var ama
boşanma davası söz konusu. Taraflardan biri boşanma davası açmış diğer taraf diyelim
mesela geçerli bir evlilik olmadığı iddiası var.

50-60 DK

Öncelikle ilk kanunlar ihtilafı meselesinin çözülmesi gerekiyordu. Burada şeklen geçerli bir
evlilik olmadığı iddiası var. Fakat boşanma davası söz konusu, taraflardan biri boşanma
davası açmış diğer taraf da hayır zaten şeklen şekli açıdan geçerli bir evlilik yok diyor.
Boşanma davasına bakan hâkim direk kafadan boşanma davasına mı dalacak yoksa o itirazı
dikkate alarak önce bir bakalım bakalım geçerli bir evlilik var mı yok mu yoksa zaten boşanma
kararı vermemize gerek yok demesi gerekiyor normal şartlarda. Bunun farklı uygulamaları
var ama normali bu yani olması gereken bu.

-Bir evliliği şeklen geçerli mi değil mi hemen m. 13/2 ye gidecek evliliğin şekliyle alakalı
yapıldığı yer hukukuna tabidir genel kural zaten. Ona göre o evliliğin şekli geçerliliğini tespit
edecek.

*Şekli geçerlilikte unutmayın her zaman maddi normlara gidiyorduk. Yani 7. Madde de
maddi norma gidiyorduk atıf yapılan, evlenmenin şeklinde de aynı şekilde.

*Evlenmenin şekli şahsi hukuka ve aile hukukuna ilişkin olmasına rağmen şekil dediğimizde
her zaman o şekil formunun gönderdiği hukukun maddi normlarına gidiyoruz. Çünkü şekil
dediğimizde biliyorsunuz renvoinin istisnalarından biridir. Atıf kuralının dışında kalan bir
uygulama getirdiğini zaten söylemiştik. Bu evlilikte şekilde de aynı şekilde mirasta şekilde de
aynı şekilde. Her zaman maddi norma gidilir 7. Madde de aynı şekilde, sözleşmenin şeklinde
de aynı şekilde yani her hâlükârda bir maddi norma gideceğiz. Burada evlilikte şekil bu aile

144
hukuku meselesi burada atıf kuralı uygulayacağız şeklinde bir hata sakın yapmayın. Şekil
şekildir ve her zaman bir maddi norm atfı gerektirir.

*Konumuza dönecek olursak geçerli bir evliliğin olmadığı iddiası var boşanma davası
esnasında, hâkim yabancılık unsuru içeren bir ilişki öncelikle ne yapacak önce geçerli bir
evlilik var mı şekli açıdan onu değerlendirecek bunu da tabi ki KİK göre değerlendirerek bir
belirleme yapacak.

-Bu noktada mesela daha önce Yargıtay’ın bozmuş olduğu kararlar var. Mesela iki tane
sığınmacı arasında açılmış olan bir boşanma davasında tarafların boşanmasına karar vermiş
ilk derece mahkemesi fakat Yargıtay tarafından bu iki sığınmacı arasındaki boşanma kararı
bozulmuş. Çünkü evliliklerinin zaten var olmadığı buna ilişkin tarafların bir belgeyi
mahkemeye sunmadıkları böyle bir tescilin olmadığı, kendi Afgan Büyük Elçiliği’nden de
bunun sorulmadığı sebebiyle mahkemenin yanlış karar verdiği noktasına varılarak Yargıtay
tarafından bozulmuş. Sonuçta tarafların evli olduğuna karar vermeden onların boşanmasına
da karar verilemez. Bir itiraz geliyor ama mahkeme onu dikkate almıyor ve tarafların
boşanmasına karar veriyor. Fakat iki sığınmacı bu noktada Türk mahkemesi tarafından
boşanıyor. Nihayetinde baktığımızda daha sonradan anlaşılıyor ki mahkemenin taraflar
arasındaki bu boşanmayla alakalı olarak ileri sürülen itirazı dikkate alması gerekirdi. Ortada
bu evliliğin geçerliliğine ilişkin bir bilgi yok bu evliliğin geçerliliği ya da varlığıyla ilgili ilgili
büyükelçilikle temasa geçilmemiş bu konu netlik kazanmamış ondan sonra tarafların
boşanmasına karar verilmiş ezbere yapılmış bir hukuki durum olarak bakmış ve Yargıtay direk
kararı bozmuş.

Bazen sınavlarda yanlış yazılıyor Yargıtay ya onar ya bozar, tekrar karar vermez. Yüksek
mahkemenin görevinin ve karar niteliğinin ne olduğunu lütfen bilelim.

*Boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümlerine uygulanacak hukuku biliyoruz. Ama bu


bulduğumuz hukukları neye uygulayacağız. Ayrılık sebebi, boşanma sebebi, boşanma hükmü
ne demektir bunların içeriğine bakmak gerekiyor, bunların içeriğini öğrenmek gerekiyor. Bu
yüzden boşanma ve ayrılık sebepleri ve hükümleri dediğimiz kavramın içeriğini doldurmamız
gerekiyor. Nedir bunlar?

-Boşanma mümkün mü? Boşanma yasağı var mı? Boşanma sebepleri neler ya da ayrılık
kararı verilecekse ayrılık kararı sebepleri neler? Boşanmanın hüküm ve sonuçları nedir
taraflar açısından ne gibi sonuçlar ortaya çıkarır. Boşanma soyadı üzerinde bir etki doğurur
mu ya da Türk hukuku açısından cinsiyet değişikliği boşanma üzerinde bir etki midir?

*Bugün bir haber okudum dünyaca ünlü bir oyuncu, evli ve cinsiyet değiştiriyor evlilik
üzerinde etkisi ne olacak bunun Kanada hukukunda farklı ,Türk hukukunda farklı Malta
hukukunda farklıdır mesela. Dolayısıyla maddi ve manevi tazminat davası mesela ya da
evlilik sırasında ölüme bağlı tasarruf yapılmış. Bu boşanma davasının ölüme bağlı tasarruf
üzerinde etkisi ne olacak bunlar hep önemli. Dolayısıyla bunları biz boşanmanın ve ayrılık
sebepleri ve genel hükümleri başlığı altında değerlendiriyoruz.

145
-Demek ki boşanma mümkün, biliyoruz ki bazı hukuklar boşanma yasağı getiriyor. Boşanma
yasağı getiren bu hukukların Türk hukuku açısından doğurduğu sonuçlar oldukça tartışmalı.

-Boşanma yasağı ile alakalı çoğu hukukçu bu alanda çalışan bunun insan haklarına ve
özgürlüklerine aykırı evrensel hukuk kurallarına aykırı bir durum olduğunu ve boşanma yasağı
getiren hukukların hiçbir şekilde uygulanmaması gerektiğini bu noktada kamu düzeni
müdahalesini uygulanması gerektiğini düşünüyor.

-Ancak bunun karşısında olan görüşlerde var nihayetinde doktrin dediğimiz şey budur zaten.
Türk mahkemesi özelinde konuşursak, Türk hukukunu ilgilendirmediği sürece ve Türk
vatandaşları ile ilgili olmadığı sürece dikkate almaya gerek yoktur diyen kamu düzeni
müdahalesini gerektirmez diyen azınlık bir görüş de var.

-Dolayısıyla bu konu tartışmalı ama genel olarak baktığımızda tabi ki benimde katıldığım
görüş bir boşanma yasağı getiren ulusal hukukun, Türk mahkemelerinde dava konusu
olması halinde bunun kamu düzeni müdahalesi ile karşılaşacağı yönünde.

-Özellikle söylemiştim biliyorsunuz bütün Hristiyanlık inançlarında var aslında ama Katolik
inancının daha muhafazakâr bir inanç sistemi olduğunu söylemiştim. Toplum üzerinde ciddi
baskılar kurmuştur. Bu noktada Katolik inancı çok muhafazakâr bir inançtır ve boşanmayı
kesinlikle kabul etmez.

60-70 DK

Sizin başka biriyle evlenmenizi de kabul etmez. O evliliği de kabul etmez. Katolik inancına
sahip olan birinin başka biriyle evlenmesi durumunda o evlendiği kişinin 2. Evliliği yapmasını
da kabul etmez. Çünkü karşı tarafın da zaten boşanmış olduğunu kabul etmediği için onun
da evliliğini kabul etmez gibi farklı şekillerde uzatabiliriz. Yani bir Türk kadınının bir İspanyol
bir erkekle 2. Evliliğini gerçekleştirecek, 1981 yılı diyelim, İslam hukuku bunu da kabul etmez.
Çünkü zaten o Türk kadınının da başka bir boşanması olduğunu kabul etmediği için evliliğini
de kabul etmez diyelim. Böyle bir anlayış hakim. Tabi şuan ispanyada, daha önce de
söylediğim gibi medeni kanunda yürürlüğü olan bir düzenleme değil, ama boşanma yasağını
biz halihazırda farklı hukuklarda görüyoruz. Malta’da bile yeni kaldırılmış bir düzenlemedir.
Filipinlerde hala bu yasak devam ediyor. Vatikan da roma şehri içerisinde kurulu olan bir din
devleti. Dolayısıyla papanın başkanlığında dini kurallarla yönetilen, İsviçreli muhafızların
korumasında olan bir devlet. Orada da dini kurallar hakim ve bu anlamda boşanma yasağı
oranın kanunları açısından halihazırda yürürlükte.

-Şimdi tabi bunlar kamu düzeni çerçevesinde daha çok karşılaştığımız hususlar. Fakat dediğim
gibi boşanmaya uygulanacak olan hukuk nedir yada boşanmanın hükümleri nedir
dediğimizde biz boşanmanın hükümleri sonuçları ,ayrılık kurumunun sebepleri sonuçları, bu

146
noktada tarafların bu süreçle ilgili, özellikle boşanma davasındaki maddi-manevi tazminat
talepleri, ölüme bağlı tasarrufların etkisi…

-Mesela Türk hukukunda boşanmadan önce ölüme bağlı tasarruf yaptıysa boşanmayla
birlikte bu ölüme bağlı tasarruf hükümsüz kalıyor.
-Ama mesela farklı hukuklarda daha farklı uygulamalar var. Mesela kara avrupası hukukunda
almanyaya baktığımızda almanyada taraflar boşansa bile ölüme bağlı tasarruf boşandıktan
sonra da varlığını sürdürüyor.
-Bu ölüme bağlı tasarruflar açısından ne gibi sonuçlar getirdiği önemli.
-Bir alman çiftin Türkiye’de boşandığını düşünün veya bir Türk bir alman çiftin boşandığını
düşünün.

-O zaman uygulanacak olan hukuk ölüme bağlı tasarruflar, soyadının taraflar üzerindeki
etkisi, boşanmanın etkisi, boşanmanın hüküm ve sonuçları olarak karşımıza çıkacak.

*2. Fıkraya bakacak olursak boşanmış eşler arasındaki nafaka talepleri hakkında 1. Fıkra
hükmü uygulanır. Yani müşterek milli hukuk boşanmış eşler arasında. Bu hüküm ayrılık ve
evlenmenin butlanı halinde de geçerlidir.

-Boşanmış eşler arasındaki nafaka taleplerinde mutlaka 14/2 kapsamındaki düzenleme


gereği 14/1 de atıf yapıldığını bilelim.

*Nafaka konusunu biz 19. Maddede detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Çünkü Türkiye'nin bu
noktada taraf olduğu önemli anlaşmalar var nafakayla alakalı. Hem çocuklar hem yetişkinler,
hem çocuk ve yetişkinlerle ilgili. Lahey sözleşmeleri adını verdiğimiz bu nafaka sözleşmeleri
bu noktada uygulama alanına giriyor boşanma ve ayrılıkla alakalı. Dolayısıyla o konuyu
detaylı bir şekilde anlatırken 14/2 ye değineceğiz.

-Boşanmış eşler arasındaki nafaka taleplerine 1. Fıkra hükümlerine atıf yapıyor. Normalde
nafaka talepleri ile alakalı biz Lahey sözleşmelerine taraf olmamız sebebiyle o sözleşmelerde
geçen nafakaya ilişkin kanun ihtilafı kararlarını uygulayacağız. Orada da nafakaya
uygulanacak hukukta kanun ihtilafı ve nafaka sözleşmeleri, birden fazla sözleşmemiz var
çünkü, nafaka dediğimiz şey nafakanın niteliği miktarı vs. değildir. Nafakanın tahsili de bir
anlaşma konusudur.

*Mesela nafaka kararlarının tanınması, tenfizi de bu anlamda bir uluslararası sözleşmenin


konusudur. Hem içeriksel anlamda hem de icra niteliğinde etkileri olan bir hukuki durum
nafaka. Genel bağlama kuralı, özellikle niteliği, miktarıyla alakalı hep nafaka alacaklısının
mutad meskeni hukukuna atıf yapar. Bu da bir aile hukuku meselesi olmasına rağmen
uluslararası bir sözleşmeyle düzenlenmiş olması sebebiyle biz her zaman uluslararası
sözleşmelerde geçen bağlama kurallarını maddi norm atfı olarak kabul ediyorduk. O

147
sebepten dolayı nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna atıf yapan bağlama kuralını
maddi norm olarak düşüneceğiz.

-Yani, nafaka alacaklısı İtalya'da ise, İtalyan maddi normunu uygulayacağız, Türkiye’de ise
Türk hukukunu, Japonya’da ise Japon hukukunu uygulayacağız, Lahey hukukunu
uygulamayacağız. Her ne kadar aile hukukuyla alakalı bir mesele olsa da, bu bir istisnai bir
durum arz ediyor.
-Bunu atıf kuralını anlatırken anlatmıştım. Neydi onlar?
 Zamanaşımı,
 şekle ilişkin kurallar,
 hukuk seçiminin olduğu haller,
 uluslararası sözleşmelerde geçen kanun ihtilafı kuralları veya
 ayni hakka ilişkin davalar mesela.

Dolayısıyla bu noktada bunlar atıf teorisinin dışında kalan haller olarak aklımızda yer etmesi
gereken durumlar. O yüzden nafakayla alakalı, nafaka alacaklısının mutad meskenine atıf
yapan ve çoğunlukla da nafaka sözleşmelerine akit olmaması sebebiyle de uygulama alanı
çoğunlukla bulan bu sözleşmeler gereği biz her zaman nafaka alacaklısının mutad meskeni
hukukunun maddi normlarını dikkate alarak nafakaya uygulanacak olan hukuku tespit
edeceğiz.

*Tabi nafaka uygulanacak hukuk demek birçok şeyi kapsıyor, nasıl ödenecek vs. 19. Maddede
14/2 ye dönüş yaparak anlatacağız.

*Boşanmada velayete ilişkin sorunlar 1. Fıkra hükmüne tabi. Velayet önemli bir konu,
özellikle çocuk varsa. Dolayısıyla boşanma noktasında velayet ve velayete ilişkin sorunlarda
müşterek milli hukuk, müşterek mutad mesken ve Türk hukuku kademeli bağlama kuralı
çerçevesi içerisinde bir değerlendirme yapmak gerekiyor.

-Velayet dediğimiz şey anne babanın çocuklarına yönelik hak ve yükümlülükleri, velayet
ilişkisinin doğurduğu haklar, yükümlülükler, sorumluluklar, çocuğun ruhsal ve fiziksel gelişimi,
eğitimiyle ve psikolojik gelişimiyle alakalı tüm sorumluluklar bu anlamda velayet uygulanacak
hukuk kapsamında. Çocuğun malvarlığının idaresi, çocuğa mal varlığı bağışlanmış olabilir, 18
yaşına kadar bunlar anne-babanın veya velayet hakkı olan kişilerin yetkisinde olabilir
dolayısıyla bunların idaresi, doğru bi şekilde idare edilip edilmediğinin denetlenmesi vs.
Çocuğun yararı gözetilmediği takdirde velayetin nez’i, velayetin nezi sebeplerinin ne olduğu
velayetin kötüye kullanılması vs. Gibi birçok konu aslında velayete uygulanacak olan hukuk
kapsamında bizim dikkate almamız gereken konular. O yüzden müşterek milli hukuk,
müşterek mutad mesken veya Türk hukuku olarak kademeli bağlama kuralı getirdiğimiz o
bağlama kurallarında hep bu bahsettiğimiz hukuki durumları bu kapsamda ilgili hukuklar
çerçevesinde değerlendirmemiz gerekiyor.

148
-Tabiki müşterek milli hukuku, müşterek mutad mesken dediğimizde atıf teorisini dikkate
alacağız.
70-80 DK

-Son kısımda Türk hukukuna atıf yaptığında Türk hukukunun maddi normlarını ne yapacağız,
dikkate alacağız.
*Bu noktada velayet önemli şimdi velayete bahsettiğimiz zaman tabi sizin velayet kavramına
ve hakim olmanız ve yani velayetin kim tarafından kullanılabileceğini bilmeniz gerekiyor.
Medeni kanuna göre velayeti kim kullanır velayet hakkına sahip olan kimdir anne ve babadır.
Evlilik birliği içerisindeyse anne baba birlikte götürür. Evlilik birliği sona ermişse boşanma
sebebiyle veya başka sebeplerle neyse o zamanda mahkeme velayeti veya boşanmaysa kime
verdiyse o velayet hakkına sahiptir. Dolayısıyla bu noktada bu arada çocuğu ile kişisel ilişki
kurulması vs. velayetin kendisine verilmeyen tarafın çocukla kişisel ilişki kurmasına yönelik
düzenlemeler, bunların hangi hukuka tabi olacağı da hep 14/1 kapsamında değerlendirilecek
bunu da unutmayalım. Bu noktada velayetin işte o taraflar arasındaki hak ve sorumluluklar
velayetin ...? (bu kelimeyi anlamadım) sebepleri işte kötüye kullanılması eğitimi biyolojik
gelişimi işte ruhsal sağlığı, eğitimi, barınması vs. bunlar arasındaki hak ve yükümlülükler hep
bu velayetin kapsamında değerlendirilecek olan velayete uygulanacak olan bu kapsamda
değerlendirilecek olan konular.
-Bu noktada özellikle tanıma tenfiz kararları açısından ikinci dönem işleyeceğiz bu tanıma
tenfizi ama şöyle bir bahsedip geçeceğim. Biliyoruz ki yakın döneme kadar bizim
hukukumuzda ortak velayet diye bir şey yoktu yani şu anda ortak velayet bizim hukukumuz
boşanma sonucunda ya anne ya da babaya velayetin verilmesi yönünde bir yani eğer
uygunsa tabi yani anne baba uygun değilse o zaman onların velayeti söz konusu olmuyor tabi
ama normal şartlarda velayet birine verilecekse anneye veya babaya hakim tarafından uygun
görülen kişiye veriliyordu fakat son dönemde zaten yabancı hukuklarda da karşılaştığımız ve
Yargıtay davalarında da konu olan bu anlamda da bir içtihat olarak kabul edilen ortak velayet
konusunu görüyoruz yani boşanmış çiftler açısından da ortak velayet için söz konusu
olduğuna ilişkin Yargıtay’ın bu yöndeki yaklaşımını yani Yargıtay’ın buradaki yaklaşımını ortak
velayette sıcak baktığı yönünde çünkü ilk derece mahkemelerinin bu yönde vermiş olduğu
kararları tanınması tenfiz edilmesi yönünde bir yaklaşımı benimsediğini görüyoruz. Yani
onları bozmuyor nihayetinde. Bu anlamda hani ortak velayet konusuna sıcak baktığını
söylüyoruz.
Şimdi bu noktada tabii bazı hukuklar açısından velayetin anne baba dışında birine verilmesi
de söz konusu olabiliyor. Yani çok enteresandır. Bir Hollanda mahkemesi kararı vardır. Yani
hakikaten ilginç bir karardır. Hollanda’da bir Türk çift boşanıyor. İsimleri tam olarak
hatırlamıyorum ama birisi Ayşe olsun birisi Mehmet olsun Ayşe ile Mehmet Hollanda’da
boşanıyor ikisi de Türk vatandaşı ve bu tarz boşanma ile ilgili kararların yabancı ülkede
alınmış Türk makamlarına bildirilmesi gerekiyor .Neden ?Çünkü bu Türk makamlarına
boşanma bildirilmezse onlar Türk hukukuna göre hala evli gözüküyorlar. Evli gözüktükleri
içinde evlilik birliğinin gerektirdiği bütün sorumluluklar tarafların halihazırda varlığını
sürdürüyor. Oysa real olan o değil. Real olan boşanmış olmaları belki taraflar boşandı ve
kendilerini yeni hayatlar kurdular. Yeni evlilikler yaptılar yeniden çocuklara oldu vesaire Türk

149
hukukunun bundan bihaber olması tamamen ilk evlilik üzerinden bütün hukuki sürecin
yaşanmasına sebep olabilir işte bunu engellemek adına böyle bir olumsuz sonucun
doğmaması adına yabancı bir ülke mahkemesinden alınmış olan mahkeme kararlarının
Türk mahkemeleri tarafından tanınması veya tenfiz edilmesi yoluna gidilir ki böylelikle Türk
makamları açısından halihazırda kayıtlarda olan bir takım hukuki durumlarının değiştiğini
makamlar tarafından bilinmesi aksi takdirde ne oluyor?
Mesela en basit örneği diyelim ki a ve b Türkiye’de evlenmişler ve Türk makamlarına göre
evliler veya yabancı ülkede evlenmişler, evlendiklerine ilişkin bilgiyi konsolosluğa vermişler.
Konsoloslukta bunu Türkiye’ye yollamış .Türk nüfus memuru da bunu geçmiş dosyaya,
nüfusa ve onlar hala Türk makamlarına göre evli ama daha sonradan şiddetli geçimsizlik vs.
İki sene boşanıyorlar ve daha sonra kendilerine ayrı hayatlar kuruyorlar, ayrı evlilikler
yapıyorlar ve çocuk sahibi oluyorlar, daha sonra çiftlerden biri hayatını kaybediyor. Şimdi
Türk makamları açısından baktığımızda bu çiftler kimle evli? Tabi ki kendi kayıtlarında yazılı
olan kişilerle evli, doğan çocuklar kimin çocuğu? Tabi ki kendi kayıtlarında geçerli olarak
gözüken kişilerin çocukları ama aslında gerçek öyle değil bu ve benzeri veya kim mirasçı? Tabi
ki kayıtta gözüken eş mirasçı .Ama aslında alakası yok .Her ikisi de başka kişilerle evlenmişler
ve ayrı hayatlar kurmuşlar.
Bu en basit şekilde anlattığımız örnek, tanıma ve tenfizi 2. Dönem göreceğiz, bu ve buna
benzer yanlışların önüne geçmek adına kanunumuzun 50.maddesinden başlayarak 60’a
kadar devam eden kanunlarda bir tanıma ve tenfiz sürecinden bahsedilir.
Türkiye’de bir tanıma veya tenfiz davası açılması suretiyle o yabancı ülke mahkemesinden
alınmış olan kararın aynen bir Türk mahkemesi kararıymış gibi etki doğurması sağlanır.
Yani o tanıma veya tenfiz kararı bir Türk mahkemesinden çıktığı zaman, ayrı bir dava gibi
açarsınız, aslında bir tespit davası gibi bir nitelik taşır ama sonuçta dava açılmak zorundadır,
çok istisnası var açılmadan işlemin veya icranın gerçekleşmesinin, mutlaka bir tanıma veya
tenfiz davası açılır ve bu dava sonucunda artık o karar bir Türk mahkemesi kararıymış gibi
etki doğurur.
Bu noktada artık etki doğurduğu için de o kararın icra edilmesi gerekiyorsa onun icrasına
geçilir ya da nüfusta basit bir işlemse o basit işlem gerçekleştirilir, tanıma ve tenfizin farkı
budur aslında.
Tanıma tamamen basit, mesela yabancı bir ülkede dava açtınız: soy isminizi ya da isminizi
değiştirdiniz, isminiz İbrahim’di de insanlar söyleyemediği için isminizi Abraham yaptınız
mesela. Dolayısıyla bunu dava açarak yaptınız ama siz Türkiye’deki kayıtlarda hala İbrahim
olarak gözüküyorsunuz ama isminiz Abraham oldu. Dolayısıyla ne yapıyorsunuz?
-Mesela İsviçre Mahkemesinden aldığınız bu davaya ilişkin kararı geliyorsunuz Türk
makamlarından bir dava yoluyla istiyorsunuz. Burada da bu bir tanıma davası çünkü isim
değişikliği nüfusta yapılacak basit bir işlemle gerçekleşecektir ve bu basit işlem, sadece
tanıma, kesin hüküm etkisi tanınıyor burada bunu ifade ediyoruz.
-Ama bazen kesin hüküm etkisi yeterli olmaz yani yabancı mahkemenin verdiği kararın
kesinleşmiş olması yeterli değil bir de onun icra edilmesi gerekir aynen boşanmada olduğu

150
gibi. Taraflar boşanır, bunların sadece boşanması bir tanıma konusudur ama boşanmayla
birlikte bir de nafakanın tahsili varsa ya da velayetin alınması söz konusuysa o zaman bunun
icra edilmesi gerekir. Yani hem kesin hüküm etkisini tanırsınız hem de icra edilebilirlik
etkisini tanırsınız o yabancı mahkeme kararının işte o karar tenfiz kararıdır. Tanıma ve tenfiz
arasında böyle bir fark vardır bu anlamda.

80-90 DK

*Tanıma ve tenfizi niye anlattım? Tanıma ve tenfiz şöyle; tanıma bir yabancı mahkemeden
alınan kararın kesin hüküm ve kesin delil etkisinin tanınmasıdır.

-Tenfiz ise hem kararın kesin hüküm ve kesin etkisinin tanınması hem de icra
edilebilirliğinin sağlanmasıdır.

-Dolayısıyla tanıma ve tenfiz arasında böyle önemli bir fark vardır. Tenfiz, tanımayı da
kapsar.

-Nasıl yabancılar gelip Türkiye’de dava açıp karar alabiliyorsa Türk vatandaşları da gidip
yabancı ülke mahkemelerinde karar alabilirler. Dolayısıyla bunda bir sıkıntı yok. Ama alınmış
olan kararın eğer Türkiye’de bir hüküm etmesi veya icra edilmesi gerekiyorsa o zaman bu
yabancı ülke mahkemesi tarafından alınmış olan kararın ya tanınması ya da tenfiz edilmesi
gerekiyor.

-Tanıma ve tenfiz sizin ne amaçladığınızla alakalı. Yani siz sadece, örnekteki gibi isim
değişikliği, yaş düzeltmesi veya cinsiyet değişikliğiyle alakalı bir kararı Türk makamlarına
tanıtmak istiyorsanız burada tanıma davası açılacak. Burada bir icra edilebilir yanı yok.
Arkanıza cebri icra kuvvetini almanızı gerektiren bir şey yok. Yabancı mahkemede bir karar
alacaksınız. Türkiye’de dava açacaksınız. Bu dava tanıma davası olacak. Tanıma davası
sonucunda da mahkeme kararı verecek ve artık sizin yabancı mahkemeden almış olduğunuz
karar kesin hüküm kuvveti Türk makamları tarafından da tanınacak ve nüfusta da gerekli
işlemler yapılacak o kesin hüküm kararıyla. Çünkü o artık Türk mahkeme kararı olacak.

-Ama siz böyle basit bir işlemden ziyade devletin cebri icra gücünü de arkanıza alıp yabancı
ülke mahkemesi kararını icra etmek de istiyorsanız; örnek olarak boşanmayla beraber
nafakayı tahsil etmek istiyorsanız artık orda o nafakanın tahsili işlemine girmeniz gerekiyor.
Bunun için ilgili makamlardan bunu talep etmeniz gerekiyor. Cebri icra gücü devreye girerek
onu tahsil etmek yani sadece boşanma kararın nüfusa işlenmesi yeterli değil. Bir de cebri
icrası gerektiği için orada tenfis davası açılmalı.

-Dolayısıyla tanıma ve tenfis arasında böyle farklılık var. Tanıma yerine tenfiz, tenfiz yerine
tanıma davası açamazsınız. İlk derece mahkemesi tarafından reddedilmese bile Yargıtayca
bozulacaktır. Tekniktir ve basittir.

-Kesin hüküm ve kesin delil etkisi tanınacaksa o zaman tanıma davası; kesin hüküm ve
kesin delil etkisi ile birlikte icra edilebilirlik sağlanacaksa tenfiz davası açılmalıdır.

151
-Velayet olayına dönecek olursak; yabancı ülke mahkemelerinden verilmiş olan bir davada,
Hollanda mahkemesi demiştik, Ahmet ile Ayşe Türkiye’de evlenmiş, Hollanda’ya taşınmış ve
orada da Hollanda’da boşanma davası açmış olan ve boşanmış olan çiftin çocuklarını
Emine’ye veriyor. Mahkeme bakıyor Emine kim demiş. Sonra anlaşılıyor ki Emine bir aile
dostu. Hollanda mahkemesi bu noktada Ayşe anne, Mehmet baba ama velayeti alakasız
birine vermiş. Dolayısıyla direkt kamu düzeni. Çünkü bizim hukukumuzda velayet Medeni
Hukukta önemli bir konu. Aile hukukunu ilgilendiren emredici kural niteliği taşıyor. Tabiki her
emredici kuralı kamu düzeni istisnası olmadığını biliyoruz. Ama velayet çocuğu ilgilendiren bir
şey. 18 yaşından küçük olan çocuğun menfaati her zaman korunur. Dolayısıyla Ayşe ve
Mehmet dururken Emine’ye velayetin verilmesine ilişkin tenfiz davasını Türk hakimi kamu
düzeni gerekçesiyle reddetmiştir.

-Bir başka kararda velayet dedeye verilmiştir. Yine başka bir ülke mahkemesi. Bu bir sınav
sorumuzdu. Sınıfın çoğu manevi yaklaşıp soruyu yanlış yapmıştı. Dedeye velayet verilebilir
demişti. Ama dede burada vasi olarak atanabilir. Bizim kanunumuzda velayet sahibi olacak
kişiler bellidir: Anne veya baba. Onun dışında tabiki çocuğa bir kişi atanabilir. Ama o kişi
velayet hakkı sahibi olmaz. Emredici kural niteliği taşır. Aslında kamu düzeni müdahalesi
gerektiren kuraldır.

*Geçici tedbir taleplerine Türk Hukuku uygulanır(m.14/4). Boşanma sebebiyle ortaya çıkan
tedbir talepleri, yani boşanma sırasında malvarlığının başka bir ülkeye kaçırılmasının
önlenmesi adına ya da sahip olunan malvarlığının başka birine intikalinin önlenmesi adına bu
noktada bu tedbir kararlarına ihtiyaç var. Bunlar tabi hukuki güvenliği sağlayan hususlar.
Dolayısıyla geçici tedbir taleplerine de Türk Hukukunun uygulanması olayın lex foriye
dayanmasından kaynaklanıyor.

-Çünkü Tedbir talepleri tamamen yargılama hukukuna ilişkindir. Mahkemenin yani hakimin
hukukuna tabidir. Dolayısıyla yargılama hukukuna ilişkin meselesini unutmayın. Her zaman
lex forinin hakimiyeti altındadır yargılama hukukuna ilişkin meseleler. Neler yargılama
hukukuna ilişkin olduğuna bakacaksınız. Mahkemenin tedbir koyması mesela bankadaki
paraya el konulması, sahip olunan malların elden çıkarılmasına ilişkin tedbir kararı veya
arabaya tedbir konulması cebri icra gücünü de beraberinde getirir. O yüzden her zaman
tedbir talepleri lex foriye tabidir. Genellikle tüm dünyada böyledir. Yani hakimin hukukuna
tabidir. Bu sebeple hakimin hukukunun uygulanması bundan kaynaklanır.

90-100 DK

*... vasi olarak nitelendiremeyiz; çünkü o bir mahkeme kararı. Bizim tanıma ve tenfiz hâkimi
olarak böyle o kararı o şekilde nitelendirme yapma hakkımız yok. Biz sadece kanundaki
tanıma ve tenfiz şartlarına göre karar veriyoruz. O zaman geldiğinde anlatacağım zaten
revizyon yasağı diyoruz buna.

-Yani o kararın içeriğine giremiyoruz. O kararın içeriğiyle oynayamıyoruz. Biz sadece bize
kanunda verilmiş olan yetkiler ve yükümler çerçevesinde hareket edebiliyoruz. Yani

152
50.madde ve devamı noktasında özellikle 52. Madde ön şartlarıdır tanıma ve tenfizin, 54.
madde tenfiz şartlarıdır. Dolayısıyla sadece o iki madde çerçevesinde tanıma ve tenfizin
şartlarını değerlendirmek zorundayız. Onun dışına çıkamayız, çıktığımız zaman kararın
içeriğine girmiş oluruz. O kararı değiştirmiş oluruz, bizim o kararı değiştirme yetkimiz yok. O
zaman değiştirirsek o başka bir karar olur. Tanıma ve tenfizin ruhu ile örtüşen bir şey değil.

-Tanıma ve tenfiz de revizyon yasağı vardır. Ne demek bu? Yabancı mahkeme tarafından
verilmiş olan karar revize edilemez ve farklı bir şekilde vasıflandırılamaz.

-Yani biz kanunlar ihtilafı kurallarında evet bazen kıyas yöntemini kullanmıştık veya o
hukukta olmayan bizde olan veya bizde olmayan onlarda olan bir takım hukuki müesseseleri
revizeleştirme yöntemi uygulayabileceğimizi söylemiştik. Yakın olan veya ona benzer olan
kurumları işletebileceğimizi söylemiştik. Ama tanıma ve tenfizde böyle bir şey yapamıyoruz;
çünkü tanıma ve tenfizde revizyon yasağı denen bir yasakla sınırlı, kararın içeriğine
giremiyorduk. Biz sadece MÖHUK’ta ilgili maddede bize verilmiş olan tanıma tenfiz şartları
içerisinde değerlendirme yapmak durumundayız. O şartlar yerine geliyorsa tanınıyor veya
tenfiz ediliyor. O şartlar yerine gelmiyorsa tanınmıyor veya tenfiz edilmiyor diyoruz kestirip
atıyoruz.

SOYBAĞININ KURULMASI

MADDE 16 – (1) Soybağının kuruluşu, çocuğun doğum anındaki millî hukukuna,


kurulamaması hâlinde çocuğun mutad meskeni hukukuna tâbidir. Soybağı bu hukuklara göre
kurulamıyorsa, ananın veya babanın, çocuğun doğumu anındaki millî hukuklarına, bunlara
göre kurulamaması hâlinde ana ve babanın, çocuğun doğumu anındaki müşterek mutad
mesken hukukuna, buna göre de kurulamıyorsa çocuğun doğum yeri hukukuna tâbi olarak
kurulur.

(2) Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka tâbidir.

*Soybağının kurulması, nesep meselesi. Bir kimsenin anne ve babası arasındaki o hukuki bağı
biz ‘’soybağı’’ olarak ifade ediyoruz. Soybağı özellikle kurulması açısından farklı ülkelerde
farklı hukuklara tabi, ülkeden ülkeye çok değişik örnekleri var. Özellikle evlilik dışı çocuğun
soybağının kurulması böyle değişik durumlar karşımıza çıkarıyor. Türkiye’nin de içinde olduğu
birçok hukuk sistemi yani ülke hukuku, çocuğu doğuran kişinin anne olması sebebi ile çocukla
anne arasındaki nesep bağını yani soybağını otomatikman kuruyor. Fakat her hukuk böyle
değil. Bizim hukukumuzda hem evlilik içi hem evlilik dışı çocuklar açısından aynı anlayışı kabul
etmişiz; ama her hukuk böyle değil. Her hukuk bu anlayışı yansıtmıyor. Bazı ülke hukukları bu
noktada özellikle evlilik dışı çocukta annenin bile çocuğu tanıması gerektiğinden bahsediliyor.
Annenin tanımaması durumunda çocukla soybağı ilişkisinin kurulamayacağını ifade ediyor.
Mesela İtalyan hukukunda böyledir, evlilik dışı doğan çocuk anne bile olsa çocuğu doğuran
annedir dolayısıyla soybağı otomatikman doğar şeklinde bir yaklaşımı benimsemez Türk
hukukundaki gibi. Evlilik dışı doğan çocuğun anne tarafından mahkeme kararı ile tanınması
gerekir ki anne ile çocuk arasında soybağı ilişkisi kurulsun. Mesela Alman hukukunda anne ile

153
çocuk arasında soybağı ilişkisi kurulur evlilik dışı da olsa; fakat babayla kurulması için annenin
izin vermesi gerekir. Yani baba ile çocuk arasında soybağı ilişkisinin kurulabilmesi için anne
tarafından izin verilmesi gerekir. Dolayısıyla farklı hukuklarda farklı uygulamaları görüyoruz.
Belçika ve Fransız hukukları da keza (kitabınızın dipnotlarında okursanız) yakın döneme kadar
onlarında evlilik dışı çocuklar anlamında annenin çocuklarını tanımaları, tanıma beyanının
yapılması gerektiğine ilişkin düzenlemeler vardı. Ama şu anda yürürlükten kalktı. Ama mesela
Fransız hukuku hâlâ anneye doğurduğu çocukla kendisi arasındaki soybağını engelleme
yönünde bir yetki bir imkân sunuyor mesela enteresan bir şekilde. O yüzden yabancılık
unsuru içeren soybağı ilişkileri birbirinden farklı bir takım düzenlemelere tabi ulusal hukuklar
anlamında.

*Yabancılık unsuru içeren soybağı ilişkilerinde kanun maddemiz özellikle soybağının


kurulmasına ayrı bir kanun maddesi yapmış, soybağının hükümlerini ayrı bir kanun maddesi
olarak düzenlemiş dikkat ederseniz. Biri 16.madde biri 17.madde ikisi farklı madde
karıştırmayalım. Biri soybağının kurulmasını düzenliyor diğeri ise soybağının hükümleri ile
alakalı bir durum yani soybağı çerçevesinde ortaya çıkan hukuki sorumluluklar.

*Bu noktada baktığımızda soybağının kurulması ve iptaline hangi hukukun uygulanacağı


kuralı 16.maddede düzenleme konusu yapılmış.

*Şunu unutmayalım soybağı ile alakalı Türkiye birden fazla sözleşmeye taraf .Özellikle bu
sözleşmelerin içerikleri önemli. Yani uluslararası sözleşmeler biliyoruz ki özellikle birçok
ülkeyi bağlayıcı. Uluslararası sözleşmelerin ve yaratılmasındaki güçlük yani o uzuvlaştırma (?)
çalışmalarındaki güçlük sebebi ile sadece spesifik alanlarda bir uyumlaştırma çalışması olarak
karşımıza çıkıyor. Çünkü bütün hukuklara ulus hukuklara tek bir yapı altında birleştirmek ister
Kara Avrupası sınırlarına dahil olsun ister Anglo-Sakson hukuk sistemine dâhil olsun çok zor.
Bunun başarıldığı sözleşmeler yok mu? Var. Özellikle ikinci dönem göreceğiz hukuk usullerine
ilişki Lahey Sözleşmesi özellikle adli yardım konusuna ilişkin, istinabeye ilişkin anlaşmalar
evet çok taraflı birçok ülke hukukunun farklılıklarının bir noktada buluşturulduğu ve o
farklılıkların giderildiği uyumun sağlandığı anlaşmalar. Ama yargılamanın işleyişi ile alakalı
alanlar dışında özel hukuk ve maddi hukuk anlamında yani usul hukuku değil de maddi hukuk
alanında bu tarz çok taraflı anlaşmaları geniş kapsamlı yapmak çok mümkün olmuyor. Her
hukuk sisteminin her disiplinin kendine göre çekinceleri var, yani Kara Avrupası hukuk
sistemlerine dâhil olanlara baktığımızda birbiriyle örtüşmeyen uygulamaları var. Dolayısıyla
daha çok spesifik uygulama alanları çerçevesinde bu sözleşmelerin zaman zaman ortaya
çıktığını görüyoruz. Özellikle soybağının hükümleri kapsamında da böyle spesifik
anlaşmaların varlığı 16.maddenin bazen bu sözleşmeler sebebi ile de uygulanamamasını da
yol açabiliyor. Onu da söyleyelim. Kısaca aslında anlatmak istediğimiz şey madde hukuk
alanında uluslararası nitelikteki sözleşmelerin çok taraflı olarak gerçekleştirilmesi zaman
zaman zor oluyor, o yüzden daha spesifik alanlara yönelik bir uyum sağlamak adına
uluslararası sözleşmeler yapılıyor. Soybağı da bunlardan biri dolayısıyla soybağına yönelik bir
anlaşma söz konusu olduğunda o zaman 16.maddenin yerine geçtiğini dikkate alalım.

154
*Tabi soybağı ile birlikte (biraz önce velayet konusunda da bahsetmiştim) aslında soybağının
sonucudur velayet. Anne ve baba arasında bir takım hak açığa çıkıyor ki bunlardan da en
önemlisi velayet hakkı. Çocuk ile anne-baba arasındaki ilişkinin belirli kurallara tabi olması,
çocuğun anne-babanın soyadını taşıması veya onların vatandaşlığını kazanıp
kazanamaması, anne-babanın çocukla kişisel ilişki kurması buna izin verecek hukuki
düzenlemeler veya çocuğun bakımı, barınması, eğitimi (biraz önce belirtmiştim velayet
kapsamında) bunlar hep soybağının hükümleri olarak ifade edilen hususlardır. Dolayısıyla
17.madde kapsamında değerlendirme konusu olacaktır.

*Bunun dışında bir de evlat edinme var. Evlat edinme yolu ile de soybağının kurulması söz
konusu olabilir. Eğer evlat edinme geçerli bir şekilde kurulmuşsa o zaman o tabi olduğu
hukuk yani evlat edinmenin geçerli olarak kurulduğu hukuk evlat edinme yolu ile ortaya çıkan
soybağına uygulanacak olan hukuktur. Dolayısıyla evlat edinmeyi de kapsam dışı bırakıyor.
Evlat edinmede soybağı ilişkisini evlatlık ilişkisini kuran hukuka tabi kılıyor. Buna zaten
evlatlığı anlatırken de tekrar değineceğiz. Ama bilelim.

100-110 DK

*16 maddenin 1. Fıkrası, ne diyor çocuğun doğum anındaki milli hukukuna, kurulamaması
halinde çocuğun mutad mesken hukukuna, soybağı bu hukuklara göre kurulamıyorsa ananın
veya babanın çocuğun doğum anındaki milli hukuklarına, bunlara göre kurulamaması
halinde çocuğun doğumu anındaki mutad mesken hukukuna, buna göre de kurulamıyor sa
çocuğun .. ( ses kesiliyor )

*Evet bu noktada 16. Maddenin 1. Fıkrasında ne görüyoruz , maddenin 1. Fıkrasında birden


fazla bağlama kuralının soybağı ilişkisini kurmak üzere kanun koyucu tarafından getirildiğini
görüyoruz.

*Çocuğun doğumu anındaki milli hukukuna atıf yapıyor, çocuğun mutad mesken hukukuna
atıf yapıyor, onlara göre kurulamıyorsa ananın veya babanın çocuğun doğumu anındaki milli
hukuklarını atıf yapıyor, bunlara göre kurulamaması halinde müşterek mutad meskeni veya
doğum yeri hukukuna atıf yapılıyor.

*Şimdi aslında kanun kademeli bir bağlama kuralı yani soybağının kurulması noktasında
kanun koyucunun böyle 7-8 tane bağlama kuralına atıf yapması aslında çocuğun bir şekilde
soy bağının kurulması anlayışını benimsemiş olmasından kaynaklanıyor. Yani çocuğu
mezhepsiz bırakmamak soybağını kurulamamış bırakmamak anlayışının bir ürünü aslında.
Çocuk mutlaka bir şekilde bir soybağı ile bağlanacak. O anlayış tabii böyle birden fazla
kanunlar ihtilafı kuralı getirmiş, bağlama kurulu getirmiş.

*Ama tabi ki çocuk olduğu için ve Uluslararası hukuk çocuğu koruyan bir anlayış kabul ettiği
için aslında bu 16. Maddenin böyle kademeli bir bağlama kuralı olmasından ziyade böyle
hangisi çocuğun lehine ise onun uygulanması gerekir anlayışının benimsendiği ileri sürülüyor
doktrinde.

155
*Yani bu kanun maddesinin böyle kademeli olarak düzenlenmemesi gerektiğini hangi
bağlama kuralının çocuk için en doğru ve en elverişli soybağının kurulmasını sağlıyorsa o
bağlama kuralına gidilerek çocuk için bir an önce soybağının kurulması gerektiğini ifade
ediyor fakat tabii ki sonuçta biz kanunun lafzının dışına çıkamayız. Bu şekilde genişleten biz
çocukla alakalı soybağının kurulması ile alakalı kanun koyucu sırayla ve kademeli bir kanunlar
ihtilafı kuralı getirmiştir.

-Dolayısıyla biz ne yapmak zorundayız bu kanun maddesinin hiyerarşik düzenini takip etmek
zorundayız. Şimdi ne diyor, soybağının kuruluşu çocuğun doğum anındaki milli hukukuna
şimdi tabii ki burada vatandaşlık hukukuna dönem sonunda işleyeceğiz ama çocuğun doğum
anında milli sahip olabilmesi için tabii ki anne veya babadan veya her ikisinden vatandaşlık
kazanması gerekiyor doğumla birlikte ki soybağı buna göre kurulsun.

*Ve şunu unutmayalım soybağı anneyle ayrı kurulur babayla ayrı kurulur. Yani ikisi ile birlikte
evlilik birliği içerisinde ise evlilik birliğinin sonucu bile olarak olsa yani nihayetinde babayla ve
anneyle soybağı yani evlilik içinde doğan çocuk tabiki o evlilik sebebiyle soybağı ilişkisine
sahip ve kökeninde evlilik ilişkisi yatıyor. Ama nihayetinde baktığımızda özellikle evlilik dışı
ilişkilerde soybağı baba ile ayrı anneyle ayrı tamamen birbirinden bağımsız noktada. Şimdi bu
noktada vatandaşlık hukuku devreye giriyor demiştik kısa bir bilgi vermek gerekirse parantez
içerisinde bir kişinin Türk vatandaşlığı kanuna göre ve bütün dünyadaki vatandaşlık kazanma
biçimlerine göre iki şekilde kişinin vatandaşlık kazanması söz konusudur. Ya toprak esası ya
da kan esasıdır.

-Toprak esası o ülkedeki topraklarda doğmanız sebebiyle size vatandaşlık bahşedilmesidir.


Kan esası ise o anne veya babadan kan yoluyla yani anne ve babanızın hangi ülkenin
vatandaşı olması sebebiyle size bahşedilen vatandaşlıktır. Birini bazen de ikisini birlikte
uygularlar.

-Dolayısı ile ülkeler bu iki sistemden birisini bazen de her ikisini birlikte uygularlar.

-Mesela Türkiye için esas olan kan esasıdır ama bazı hallerde toprak esasının da
uygulandığını biz vatandaşlık kanununda görüyoruz.

-Dolayısıyla doğum anında milli hukuku mu olur çocuğun sorusunun cevabı bu yani çocuk
anne veya babadan mesela doğduğu anda Türk vatandaşı ise anne veya babadan biri
doğduğu anda Türk vatandaşlığını kazanıyor.

-Veya çocuk işte Amerika'da doğduysa doğduğu andan itibaren toprak esası gereği Amerikan
vatandaşlığı kazanıyor. Anne babası vatansız da olsa fark etmez ya da mülteci de olsa fark
etmez topraklarında doğan çocuk Amerikan vatandaşı oluyor. O yüzden çocuğun doğduğu
anda milli hukuku olur mu sorusuna bu şekilde cevap vermiş oluyoruz.

-Ve dikkat edersiniz doğum anına atıf yapıyor yani ne yapmış doğum anı ile sabitlemiş Milli
hukuku.

156
*Neyse kurulamaması halinde diyor, çocuğun mutad meskeni hukukuna tabidir diyor.

-Şimdi doğduğu anda çocuğun mutad meskeni olur mu veya nasıl tespit edilir ya da burada
bir sabitleme noktası var mı? Sorusuna cevap vermemiz gerekiyor .Yani biz burada çocuğun
mutad meskeni nasıl tespit edeceğiz ?Hangi andaki çocuğun mutad meskenini dikkate
alacağız sorusu aklınıza gelebilir. Çünkü burada bir sabitleme anı getirmemiş. Yani biz doğum
anındaki mutad meskeni mi dikkate alacağız yani o ilk fıkrayı buraya genişletebilir miyiz tabii
ki genişle temiz çünkü kanun zaten onu söylemek isteseydi söylerdi .

-Yani düzenlemek isteseydi kurulamaması halinde çocuğun doğum anındaki mutad meskeni
derdi ama dememiş. Demediğine göre biz onu demiş gibi yorumlayamayız. Demediğini göre
ne yapacağız dava anında dikkate alacağız yine üçüncü maddeye gideceğiz yani değişken
ihtilaflar.

-Ne diyordu ?Yetkili hukukun vatandaşlık, yerleşim yeri ve mutad meskenine göre
belirlendiği durumlarda aksine bir durum yoksa dava anı esas alınır.

-Dolayısıyla demek ki soybağı ile alakalı bir dava açıldığında çocuğun dava sırasındaki mutad
meskeni hukuku dikkate alınır. Tabii ki çocuk bu anlamda dava açamayacağı için çocuğun
yasal temsilcilerinin dava açması ve dolayısıyla çocuğun yaşadığı yer hukukun bu anlamda
uygulanması söz konusudur.

-Bu da olmazsa ananın veya babanın çocuğun doğumu anındaki milli hukuklarına, bunlara
göre kurulamaması halinde ana ve babanın çocuğun doğumu anındaki müşterek mutad
meskeni hukukuna, buna göre de kurulamıyorsa çocuğun doğum yerindeki hukuka tabi olur
şeklinde.

-Diğerlerini hep dikkat ederseniz doğumu anındaki diyor doğum anındaki diyor doğum yeri
hukuku. Yani sonuç olarak sabitleme anının verildiği her şeyi her bağlama kuralını ona göre
dikkate alacağız.

-Ama sabitleme anı verilmiyorsa hangi andaki mutad mesken hangi andaki milli hukuk hangi
andaki yerleşim yeri belirlememişse kanun maddesi hep 3. maddeye gidilerek dava anını ne
yapacağız, esas alacağız.

-Dolayısıyla bir önceki basamaktan sonuca ulaşılamaması halinde demiştik kademeli bir
bağlama kuralının varlığından ne yapıyoruz bu noktada bahsediyoruz.

*Şimdi buradaki kuralın sonraki basamağa gitmesi kanunun tamamen düzenlenişi ile alakalı
dediğim gibi bu konuda eleştiriler var .Yani burada çocuk var, çocuğun menfaati var
.Soybağının kurulması söz konusu. Dolayısıyla bunun aslında çocuğun menfaatine olacak
şekilde değerlendirilmesi daha doğru olurdu kademeli olmaması gerekirdi düşüncesi ileri
sürülüyor. Fakat dediğim gibi burada kademeli bir bağlama kuralı var .Dolayısıyla bu
bağlama kuralı ne yapılacak tatbik edilecek.

157
*Şimdi burada bu aile hukuku meselesi olması sebebiyle arada tabii alternatif bağlama
kurallarının olduğunu da unutmayalım .Anne veya babanın çocuğun doğum anındaki milli
hukuku diyor yani burada mesela bir alternatif kanunlar ihtilafı kuralı yazıyor. Diğer
basamaklar yani bir önceki basamakta sonuca ulaşılamıyorsa annenin veya babanın milli
hukuklarından birine gitmek gibi bir durumla karşılaşıyoruz. Yani kuralların uygulanış biçimini
dikkat edeceğiz yani sınavda falan böyle soru çıkarsa işte oradaki bu hiyerarşik düzeni
hiyerarşik düzen içindeki alternatif kurallara vesaireye ne yapmamız gerekiyor dikkat
etmemiz gerekiyor. Tabii bu kurallar çerçevesi içerisinde yani zikredilen bu 16'ya 1
kapsamında çocuk ile ana baba arasındaki soybağının hiçbir şekilde kurulamaması da ne
olabilir bir ihtimal dahilinde karşımıza çıkabilir.

110-124 DK

*Buradaki esas amaç çocuğun menfaatini korumak ve çocuklar ilgili kişiler arasında soybağını
kurmaktır. Eğer soybağı kurulmazsa ihtimalinde tartışmalar var.

*Peki bu kuralın uygulama alanı nedir, bununla kastedilen nedir? Aynı şekilde ikinci fıkraya
da bir bakmamız gerekiyor. 16/2 “Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka
tâbidir”.

-Çünkü bazen kurulmuş olan soybağının işte babalık davasının reddi gibi davalar açabiliyor.
Burada soybağının kurulması noktasında kuruluşunu, nelerin soybağını kuracağını iyi
bilmemiz gerekiyor. Bir kimsenin yasal temsilcisinin kimler olduğu ya da çocukla ana, baba
arasında soy bağının kurulmasını gerektiren şartların neler olduğu önemli. Gebelik süresi,
babalık karinesi (aksi ispat edilene kadar bu kişinin çocuğun babalık olarak kabul edilmesidir
babalık karinesi.) Misal bir evlilikte doğan çocuğun babası o evlilikte baba sıfatını taşıyan
kişidir. Bunu normal zekada bir insan kavrayabilir.

-Gebelik süresi kavramı, gebelik süresinin hesaplanmasındaki süreler azami ve asgari


sürelerin neler olduğu soybağının kurulmasıyla uygulama alanı içerisindeki meseleler.
Tanıma beyanı nasıl yapılır, babalık davasının şartları nelerdir? Bunların hepsi soybağının
kurulmasıyla uygulanacak hukuk alanındaki şeyler. Tanıma beyanının yapılma biçim, şartları,
ortaya çıkışı çocuğun doğum anındaki milli hukukudur yoksa diğer saydığımız kanunlar ihtilafı
kurallarına göre tespit edilecek.

-Annenin soybağının kurulması için beyanının gerekli olup olmaması vs. bu alana giriyor.
Bunun dışında soybağının evlat edinme dışında kalan bütün diğer kurulma yolları açısından
da uygulama alanı buluyor. Neden evlat edinme uygulanmıyor? Çünkü evlat edinmenin
geçerliliğine uygulanacak olan hukuk evlat edinmeden kaynaklanan soybağına uygulanacak
hukuk çerçevesinde belirleniyor. Dolayısıyla evlat edinmeyle gerçekleşen soybağını bu
16.maddenin kapsamı dışında tutuyoruz.

*Bu noktada soybağı kişinin biyolojik anne babası arasındaki ilişkiyi ifade etmek için kullanılır
genelde. Ama bazen biyolojik olmayan anne baba ile olan ilişkiyi de ifade edebiliyor. Yani

158
evlilik birliği içinde doğan babanın çocuğu biyolojik çocuğu olabilir. Dolayısıyla baba
soybağını reddetmediği sürece biyolojik olmayan çocuk ile baba arasında da soybağı
kurulur. Ya da yine benzeri bir şekilde erkekle soybağı bulunmayan çocuk hakkında da
tanıma beyanında bulunan kişi kendi çocuğu olmasa bile o çocukla arasında bir soybağı
ilişkisi kurmuştur. Veya evlilik dışı ilişkide ortaya çıkıp biyolojik babası olmamasına rağmen
onu tanıyana baba ile çocuk arasında da soybağı ilişkisi kurulur. Dolayısıyla bunlar
kapsamında da 16.maddenin ilk fıkrası hükümlerini burada uygulucaz. Evlat edinme bu
madde kapsamında değil, bu çok önemli. Çünkü evlat edinme evlat edinmeye ilişkin genel
hükümler çerçevesinde düzenlenmiştir.

*Yabancılık unsuru içeren bir hukuki ilişkiden meydana gelen bir çocuk ister evlilik içi ister
evlilik dışı olsun bence soybağının kurulması noktasında 16.madde hükümleri tatbik edilecek.
Fakat anne ve baba, özellikle baba ile soybağının ilişkisinin iptali noktasında o hukuki ilişki
hangi hukuka göre kurulmuşsa da iptali de o hukuka göre tabi olacak.

*Soybağının düzeltilmesi meselesi aklınıza gelebilir. Kişiler mesela evlilik dışı çocuk sahibi
olmuşlar ama sonra evleniyorlar. Dolayısıyla o çocuğun evlilik içi bir çocuk haline dönmesi ve
soybağının düzeltilmesi mevzusu gündem oluyor. Dolayısıyla biz soybağını düzeltilmesi
mevzusunu da yine 16.maddenin 1.fıkrası çerçevesinde dikkate alıyoruz. Dolayısıyla biz
soybağının kurulmasını ve düzeltilmesini 16/1 kapsamında tutuyoruz ve iptalini de yine aynı
hukuka tabi tutuyoruz.

10.12.2020/ 10. HAFTA


0-10 DK

Soybağının Kurulması (m. 16)

Madde 16 – (1) Soybağının kuruluşu, çocuğun doğum anındaki millî hukukuna,


kurulamaması hâlinde çocuğun mutad meskeni hukukuna tâbidir. Soybağı bu hukuklara göre
kurulamıyorsa, ananın veya babanın, çocuğun doğumu anındaki millî hukuklarına, bunlara
göre kurulamaması hâlinde ana ve babanın, çocuğun doğumu anındaki müşterek mutad
mesken hukukuna, buna göre de kurulamıyorsa çocuğun doğum yeri hukukuna tâbi olarak
kurulur.

(2) Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka tâbidir.

*Madde 16’da soybağının kurulmasına uygulanacak kanunlar ihtilafı kuralımız düzenleniyor.


Burada soybağının kurulmasının düzenlenmesinin sebebi nedir? Çünkü soybağının kurulması
ülkeden ülkeye farklılık teşkil edebiliyor.
*Bizde nasıl kuruluyor soybağı? Ana ile çocuk arasındaki soybağı doğumla, baba ile çocuk
arasındaki soybağı da ana ile evlilik, tanıma veya mahkeme kararı aracılığıyla kuruluyor.
*Kitaplarda da var, hoca da anlatmıştır mesela bazı ülkelerde bizde kabul edildiği gibi ana ile
çocuk arasındaki soybağı otomatikman kurulmuyor, ananın tanıma yapması gerekiyor. İtalya
örneği kitap da vardı sanırım. Hala öyle mi ona da bakmam lazım değişiklik olmuş olabilir.

159
Belçika'da mesela değişiklik oldu vesaire. Bu gibi sebeplerden dolayı yani ülkeden ülkeye
soybağının kurulması farklılık arz ediyor diyoruz. Bizim ülkemizdeki soybağının kuruluş
şekillerinden bahsettik.
*Bunun haricinde bizim hukuk soybağının kurulmasının bir diğer yöntemi de sizin de
bildiğiniz gibi evlat edinme, bu yapay soybağı olarak doktrinde nitelendiriliyor. Ama bu da
soybağını kuran yöntemlerden biri. Türk Medeni Kanunu’nda yer alan düzenleme uyarınca
kanun koyucu mümkün mertebe evlat edinme ile kurulan soybağını, kan bağına dayanan
soybağına yani bu normal bildiğimiz biyolojik bağlantıya dayanan soybağına yaklaştırmaya
çalışıyor. Hükümleri açısından da ikisi arasında bir fark yok. Yani o çocuk evlatlık edinildiği
tarihten itibaren doğan sonuçlar bakımından evlat edinenin kendi çocuğu gibi sonuçlara
tâbi oluyor. Başka farklılıklar var. Hısımlık cinsinden ya da mirasçılık cinsinden vesaire
farklılıklar var. 18. maddeyi konuşurken onlara değineceğiz.
*Burada kanun koyucu basamaklı/kademeli bir kural sevk etmiş. Bu ne demek? Birinci
basamakta çocukla anne veya baba arasında soybağı kurulamazsa, ikinci basamağı o da
olmazsa üçüncü basamağı o da olmazsa dördüncü, beşinci diye devam ediyor. Kanun koyucu
5 tane basamak öngörmüş 6 tane de bağlama noktası öngörmüş.
*İlk basamakta çocuğun doğum anındaki milli hukukuna göre kurulmaya çalışılır diyor.
-Şimdi bizim bu şeyi ilk okuduğumuz zaman aklımıza şu geliyor. Ya nasıl çocuğun doğumu
anında milli hukukuna göre oluyor, zaten soybağı kurulamamış nasıl olacak? Mesela siz baba
ile soybağını kurmaya çalışıyorsunuzdur ama anneyle zaten kurulmuş bir soybağı vardır. O
zaman doğumu anındaki milli hukuku alırız. Ya da toprak esasına göre elde ettiği bir
vatandaşlık vardır. Bu sebeplerle çocuk bir milli hukuka kavuşmuşsa o zaman buna göre bir
soybağı kurulmaya çalışılıyor.
-Velev ki yok. Çocuk toprak esasına göre vatandaşlık kazanabildiği bir ülkede doğmamış ne
anne ile ne baba ile soybağı sebebiyle vatandaşlık ilişkisi kurulmamış ya da herhangi başka bir
sebeple vatandaşlık kazanamamış. Ne yaptık birinci basamağı eledik. İkinci basamakta ne
var? Birinci basamağa göre soybağı kurulamazsa çocuğun mutad meskeninin bulunduğu
ülkenin hukukuna göre soybağı kurulur diyor.
-Burada iki tane mesele var önce birincisine değineceğim. Birincisinde şu var, şimdi diğer
basamakları geldiğimiz zaman göreceksiniz. Çocuğun doğumu anındaki diye her basamakta
tek tek belirtmiş ama burada belirtmemiş. (Yani hocamız demek istiyor ki sabitleme anı yok)
Burada hangi andaki çocuğun mutad mesken hukukuna tabi kılınacağına dair doktrinde farklı
görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüş diyor ki teşmil edilir yani birinci basamağın içine alınır,
onun gibi yorumlanır. Çünkü orada sanki cümlenin devamı birbirine bağlantılı bir cümle gibi
algılanabilir ve çocuğun doğumu anındaki mutad meskeninin hukuku esas alınır. Bir görüş de
diyor ki. Hayır burada çocuğun doğumu anındaki mutad meskeni esas alınmaz, burada dava
anındaki mutad meskeni esas alınır. Diyorlar ki dava anındaki mutad meskenin esas alınması
soybağının hükümlerine ilişkin uluslararası sözleşmelere daha uygundur. Dolayısıyla burada
da dava anındaki mutad mesken esas alınır. Bu dava anındaki mutad mesken hukukunun
alındığına nereden gidiyoruz? Hangi andaki mutad meskenin uygulanacağına dair açık bir
düzenleme olmaması sebebiyle nereye gittik komplik mobile kuralımız olan 3. maddeye gittik

160
ve 3 maddede ne diyor. Eğer ki spesifik andan bahsetmiyorsa o zaman biz uygulanacak
hukuku hangi ana göre belirliyorduk dava tarihindeki ana göre.
*Birinci basamakta soybağını kuramadık diyelim, ikinci basamakta da kuramadık üçüncü
basamağa geldik. Ana veya babanın çocuğun doğumu anındaki milli hukuklarına göre
soybağı kurulur.
-Bakın ana-babanın değil ana veya babanın diyor. Burada alternatif bir düzenleme getirmiş,
ananın veya babanın çocuğun doğumu anındaki milli hukuklarına göre soybağı kurulabilir
diyor. Burada ikisinden biri alternatif olarak kullanılabiliyor. Dolayısıyla daha avantajlı olan da
seçilebilir.
*Eğer ki burada da gene soybağını kuramadıysanız sonra dördüncü basamak neydi? Ana ve
babanın yani ikisinin birlikte çocuğun doğumu anındaki müşterek mutad meskeni varsa
buna göre kuracak.
*Buna göre de kuramıyorsak beşinci basamak yani çocuğun doğum yeri hukukuna tâbi
olarak soybağını kuracağız.
*Bu kadar çok kademenin sebebi şu aslında; çocuğa ilişkin meselelerde soybağı olsun,
çocuğun nafakasına ilişki meseleler olsun, evlat edinme olsun bu tarz hususlarda çocuğun
konu olduğu meselelerde hep bir onun menfaatini sağlama çabası var. Hem uluslararası
düzenlemelerde var hem de onunla paralel olarak bizim için hukukumuzda da var. Dolayısıyla
burada kanun koyucu milletlerarası özel hukuk bakımından farklı bir amaçla hareket ediyor.
*İlk zamanlarda hocamız anlatmıştır. Bizim milletlerarası özel hukuk hakkaniyeti amacı
dediğimiz bir mesele var. Biz burada sahip olduğumuz kanunlar ihtilafı kuralları aracılığı ile
uygulanacak hukukun yerine getirdiği hakkaniyetle ilgilenmeyiz. Yani X hukuku uygulanınca
daha avantajına oluyor Y hukuku uygulanınca daha dezavantajına oluyor .Dolayısıyla X
hukuku uygulansın diye bakmayız. Biz kanunlar ihtilafı kuralları uyarınca ilgili uyuşmazlıkta en
sıkı ilişkili hukuku bulup onun uygulanmasını sağlamaya çalışırız.
10-20 DK

*Burada ne yapmış kanun koyucu her bir basamakta çocuğa bir soybağı kurmaya çalışmış.
Burada o bakımdan genel amacından sapıyor ve çocuk mutlaka bir soybağına sahip olsun
diyor. Önemli, çocuğun bir soybağına sahip olması 17. Madde ve hükümlerinde göreceğiz
soybağının beraberinde getirdiği birçok şey olduğu için bu soy bağının kurulmasının önem
teşkil etmesinden dolayı kanun koyucu burada bu amacı güttüğü için basamak basamak
bunları düzenlemiş. Doktrinde eleştiriler var. Ne demiştir. Sen burada çok güzel basamak
koymuşsun ama basamaklı koyacağına alternatifli koysaydın. Yani birini tüketmeden diğerine
geçememe durumunu yaratmasaydın da bizde burada belki birazcık daha lehe olan göre
kurardık. Yani 1 e 2 ye göre kurdun ama 3 e göre kuruluyordu ve daha lehine hükümler vardı,
ona giderdik gibi basamak bakımından bir eleştiri de var.

Soru: 3. Basamakta örneğin ana ile kurulamazsa babanın milli hukukuna gidebilir miyiz?

Ana veya babanın çocuğun doğumu anındaki milli hukuklarına diyor ya dolayısıyla evet
ikisiyle aynı anda kurmak zorunda değilsiniz. Burada maksat anneyle ve babayla aynı anda

161
soybağı kurmaya çalışmak değil. İkisiyle ayrı ayrı farklı basamaklara göre de kurabilirsiniz.
Anneyle birine göre kurup babayla birine göre de kurabilirsiniz.

*Atıf meselesi, devam eden atıf, iade atfını hoca işledi. Biz bunu nerede uyguluyorduk: aile
ve şahsın hukukuna ilişkin meselelerde uygulanırdı.
-Hukuk seçimine izin verilen ve maddi hukuk seçimi yapılmamış olması gerekiyor.

-Bu durumlarda devam eden atıf ve iade atıf uygulanıyor. Yani bu ne demek. Ben kanunlar
ihtilafı kuralınca bulduğum hukukun maddi hukuk hükümlerini uygulamıyorum. Onların da
kanunlar ihtilafı kuralları hükümlerine gidiyorum. Onun uyarınca yetkili kılınan hukukun
maddi hukuk hükümlerini uyguluyorum.

*Burada doktrinde tartışma var. O kadar soybağını kurmaya uğraşmış. Buradaki amaç biraz
daha farklı dolayısıyla atıf uygulanmaz.

-Ben milli hukukuna göre dediğimde o milli hukukuna göre çocuğun doğum anındaki milli
hukukuna göre kurulur diyor ya 1. Basamakta mesela burada şunu savunuyorlar. Ben artık
çocuğun doğum anındaki milli hukukuna göre dediğimde milli hukuk kapsamına artık
kanunlar ihtilafı kurallarını almıycam.. Burada artık kastedilen ne olacak o şeyin maddi
hukuku olacak. Atıf kuralının burada uygulanmayacağı da ileri sürülüyor. Kanun koyucu bu
maddeyle çocuk anne baba arasında ilişki kurabilecek her türlü hukuku yetkili kılacak şekilde
bir basamak sistemi düzenlemiş. Böylece çocukla ana baba arasında bir soybağı kurmaya
çalışmış.

*2. Fıkrada da soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptalde o hukuka tabidir diyor.

-Bu zaten çok açık bir hüküm yani soybağının iptali meselesinde bu nasıl olabilir, işte adam
aslında anne ile evlilik içerisindedir, soybağı kurulmuştur. Ama biyolojik olarak aslında
çocuğun babası değildir. Soybağının iptali davası açar. Burada ne yapacak: hangi hukuka göre
soybağı kurulmuş ise o hukuka göre de iptali gerçekleşecek. Kurulması 16/1 kapsamında,
düzeltilmeside 16/1 kapsamında yani bu bizde kalktı ama eski medeni kanunda vardı. Evlilik
içi çocuk, evlilik dışı çocuk meselesi. Eğerki evlilik içi soybağı evlilik dışı soybağı olan bir
hukuk düzenlemesi ile karşılaşmışsak uygulanacak hukuk bakımından, evlilik dışı soybağının
evlilik için yani sonradan anne ile baba evlenmişse burada soybağının düzeltilmesi meselesi
söz konusu olacaksa o zaman orada da 16/1 uyarınca bu basamaklardan herhangi birini göre
yetkili olan hukuku belirliyoruz.

*Soybağının kurulmasına ilişkin Milletlerarası sözleşmelerden bahsedeceğim. Karşımıza 4


tane sözleşme çıkıyor.

 Evlilik dışı doğan çocukların tanınmalarını kabule yetkili makamların yetkilerinin


genişletilmesi hakkında kişi halleri komisyonu(CIEC) Sözleşmesi, 61 tarihli
 Evlilik dışı doğan çocukların tanınmasına dair sözleşme
 Meşru olmayan çocukların ana bakımından nesebinin tesisine dair sözleşme, 62 tarihli
 Evlilik ile nesep düzeltilmesi hakkında kişi halleri komisyonu sözleşmesi bu da 1970
tarihli.

162
*61 tarihli sözleşme evlilik dışında doğan çocukların tanınmalarını kabule yetkili makamların
yetkilerinin genişletilmesi hakkında kişi halleri komisyonu sözleşmesi, tanıma beyanı ile ve
çocuk arasında kişisel sonuçlarıyla bir soybağı kurulup kurulmadığına ilişkin her bir şeyde
farklı düzenlemeler var. Maddi hukuklardaki farklılıkları ortadan kaldırmak için tanıma beyanı
ile soybağı kurulan durumlardaki kişisel sonuç farklılıkları ortadan kaldırmak için bir
sözleşme bu. Günümüzde uygulaması ortadan kalkmış. Çünkü bizim medeni hukukumuzda
olduğu gibi bir çok hukuk sisteminde artık evlilik içi evlilik dışı çocuk ayrımı ortadan kalktı.
Evlilik dışı çocuk olunca ne oluyor baba tanıma yoluyla çocuğu tanımış olsa dahi kişisel ilişki
kurulması veya miras bakımından sonuçlar doğması açısından evlilik içi doğan çocuktan farklı
sonuçlar, yani miras hakkı bakımından falan farkları ortaya çıkabiliyor, bu sözleşme dediğim
gibi 61 tarihli ve ortaya çıkan farklılıkların giderilmesine yönelik bir sözleşmedir.
20-30 DK
Evlilik dışı çocuk dâhil kişisel ilişki kurulması, miras bakımından sonuçlar doğması açısından
evlilik içi çocuktan farklı sonuçlar yani miras hakkı bakımından falan farkları ortaya
çıkabiliyor. Bu sözleşmenin dediğim gibi 61 tarihli ortaya çıkan farkların giderilmesine ilişkin
bir sözleşmeymiş ama bugün itibariyle artık fazla uygulaması yok neden? Evlilik içi ve dışı soy
bağı farkı artık o kadar yok. Buradaki sözleşmenin temel amacı; ilgilinin vatandaş olduğu akit
devlet hukukunda tanıma beyanının bağladığı hukuki sonuçtan farklı sonuçlar bağlayan diğer
akit devlet makamları huzurunda da bir çocuğu tanımaya yönelik işlem yapmasını sağlamak
demiş. İşte dediğim gibi şu anda fazla işlerliği yok.
*Bir diğer sözleşme evlilik dışı çocukların ana bakımından soy bağının tesisi hakkında kişi
halleri komisyonu sözleşmesi 62 tarihli bu da. İlk başta soy bağının kurulmasından bahsettik
ya… Bize hani çok düz mantıkla ilerleyen bir şekilde daha doğrusu doğanın otomatik bir
sonucu olarak çocuğu doğuran belirli olduğundan dolayı, babanın belirlenebilmesi için
birtakım genetik testlere tabi tutulması gerekiyor ama anne bakımından ispatı kolay bir
husus. Dolayısıyla bizim hukukumuzda anayla çocuk arasındaki soy bağı doğumla kuruluyor
çünkü bu tartışılabilir bir husus değil.
-Ama bahsettiğim gibi işte bazı hukuklarda ana ile çocuk arasında soy bağı kurulmasında bir
tanıma beyanına bağlanmış. Bu sözleşmede bu farklılığın giderilmesine yönelik olarak farkları
azalmak için getirilmiş bir sözleşme bu da 65 tarihli.
*75 tarihinde evlenmeyle nesep düzeltilmesi hakkında kişi halleri komisyonu sözleşmesi var.
Bakarsanız evlilik içi-dışı çocuk ayrımına gidiyor. Dediğim gibi bunlar artık o kadar da
uygulanmıyor çünkü bu farklılık mevcut değil. Burada da evlilik dışı çocukların ana ve
babalarının çocuğun doğumundan sonra birbiriyle evlenmeleri üzerine çocuğun evlilik
statüsüne kavuşmasını sağlamak üzere yetkili hukuku bulmak üzere düzenlenmiş bir
sözleşme.
*Şimdi iptali bakımından yetkili hukuktan bahsedeceğim 16/2’den sonra hükümlerin
üzerinde biraz duracağız bir de nafaka meselesi…
*Yani şimdi aile hukukuna ilişkin kanunlar ihtilafı kurallarına baktığınız zaman milletlerarası
sözleşmeler açısından hem en sık sizin pratikte yani mezun olduktan sonra sizin karşınıza
çıkacak mesele hem de sınav manasın da üstünde durulan sözleşmeler nafakaya ilişkin

163
sözleşmelerdir. Neden olduğunu da işlerken görürsünüz çünkü ergo omnes uygulama alanı
olan sözleşmeler. Bu sebeple de uygulama alanları daha fazla ve kapsamlı işlenmeli.
*Şimdi iptal bakımından yetkili hukuk. 16/2 ne diyor?
*Tamam, soy bağının reddi, tanımanın iptali veya sonradan yapılan evlenmeyle kurulan soy
bağına itiraz gibi soy bağını kaldıran, sona erdiren tüm durumlar hakkında 16/2 uygulanacak
o da neydi? Soy bağının iptali soy bağının kuran hukuka tabidir diyordu.
*Şimdi burada şöyle bir eleştiri var. Soy bağını kuran hukuk sürekli şeye atıf yapıyor ya
çocuğun doğum anındaki diye. Burada da çocuğun soy bağı kurulduktan sonra meydana
gelen değişiklikleri 16/2 kuran hukuka attığı için dikkate almayacak bir hukuka… Yani oradaki
değişiklikler dikkate alınmadan belirlenen bir hukuka gönderiliyor diye bu da doktrinde
eleştirilmiş.
Soybağının Hükümleri (m.17+ m.3)
*Burada da bayağı milletlerarası sözleşme var. Soy bağının hükümleri ayrı bir madde olarak
düzenlenmiş. Yani 16’da belirlenen o basamaklı kurala tabi değil de 17’de ayrı bir kurala tabi.
*Madde 17- Soy bağının hükümleri soy bağını kuran hukuka tabidir. Ancak ana baba ve
çocuğun müşterek milli hukuku bulunuyorsa soy bağının hükümlerine o hukuk,
bulunmuyorsa da müşterek mutat mesken hukuku uygulanır.
*Şimdi bu tripli soru gibi ilk okuyorsun aa bu da aynısı diyorsunuz bu da beni 16/1 ‘e
gönderdi diyorsunuz. Ama öyle değil. Asıl neye tabi olduğunu 2.cümlesinde vd. bize
anlatıyor.
*Diyor ki soy bağının hükümleri soy bağını kuran hukuka tabidir ancak yani aslında soy bağını
kuran hukuka değil soy bağı hükümleri ana ,baba ve çocuğun müşterek milli hukuku
bulunuyorsa yani her birinin vatandaşlığına göre belirlenir. Soy bağından illa gitmek zorunda
değil.
*Yani anne, baba ve çocuk üçü de aynı milli hukuka tabiyse, üçü de aynı vatandaşlıktaysa,
ortak vatandaşlığı varsa daha doğrusu; atıyorum anne alman ve Türk, baba Türk, çocuk Türk
vatandaşı. O zaman üçünün de ortak müşterek milli hukuku Türk hukuku oluyor.
*Bu hukuka tabi eğer yoksa da müşterek mutat mesken hukukuna bakacağız. Aile zaten bir
arada yaşıyorsa o zaman zaten müşterek mutat mesken hukuku olur.
*Velev ki onu da bulamadık; müşterek milli hukukları yok hiç biri aynı vatandaşlıkta değil şeyi
de yok bir arada da yaşamıyorlar. Çocuk ne anneyle ne babayla yaşıyor. O zaman soy bağının
hükümlerine döneceğiz ve yine kuran hukuka göre uygulayacağız. Yetkili hukuk kuran hukuk
olduğu için ona göre soy bağının hükümlerine uygulanacak maddi hukuku bulacağız.
30-40 DK
*Şimdi burada kitaptan bakarak gidiyorum önce şeyden bahsetmişler burada soybağının
hükümleri bıdı bıdı mutad mesken hukuku olduğunu söylememiş.

164
-Daha önce de konuştuğumuz gibi eğer ki bu şekil belirtmediği ise özel olarak kanun koyucu
şu andaki bilmeme hukuku șu bilmeme hukuku uygulanacak şeklindeki bir şey yapmadıysa
,düzenleme içermiyorsa kanun metni o zaman biz dönüyoruz 3. Maddedeki genel kuralımız
olan kurala gidiyoruz. Ve ona göre ne yapıyoruz yine burada belirmediği için madde üçe gitti
ve ne dedim söylemediği için hangi andaki müşterek milli hukuk veya hangi andaki
müşterek,mudat mesken hukuku dava anındaki yani soybağının hükümleri anlamında bir
uyuşmazlık çıktı diyelim. Evet ben anladım bunun soybağı hükümlerinden çıktığını. Hangi
hükümler olacak soybağı hükümleri. Evet ama ne yapacağım soybağı hükümlerine gitti. 17
ilgili maddesi olan maddesine gittim tamam müşterek milli hukuku ama hangi andaki davayı
açtım dava anındaki müşterek milli hukuk .
-Yani bunlar 3 gün önce aynı vatandaşlıkta bugün değillerse ama hakime biz üç gün önce
aynı vatandaşlıkla deyip onun bunu uygulanması bekleyebilir ama hakim aynı vatandaşlıklar
demiyor .Dava anındaki hakimin karşısında diğer uyuşmazlığı geldiği andaki müşterek mutad
mesken hukuku varsa bunu uyguluyorum.
*Bu bakımdan da o iki basamağa göre daha doğru o iki kurala göre daha bulunamazsa
gittiğimiz soybağı kuran hukuka gidiyoruz. Bu açıdan bunun madde 3’ün istisnası oluşturur
artık burada kural oku doğrudan düzenlenen veriyor o anı hesaplanacak șey yok. Bu
bakımdan da soybağını kuran hukuk bağlamında uygulama bulur sonradan meydana gelen
değişikler bakımından uygulama alanı bulmuyor. Çocuğun doğum anındaki milli hukuk
uygulanmasıdır.
*Hükümleri ne yani, hükümden kast edilen bir fikri olan var mı ?Önümüzde kitaplar var tabii
açıp okuduğumuz zaman şey demiyorum ama hüküm dediğimiz zaman neyi kastediyor. Onu
anlatacak kafama çok takılıyor yani hükümleri dediğimde sonuçları yani bu hükümleri
meselesi karşılaştığımız andaki direk dönün bize kapsamı anlatıyordu.
*Soybağının sonuçlarını kapsamı ne olduğunu anlatıyor ?Orada da dönün hem ya Medeni
bilgilerinizde ya da borçlarla ilgili hukuku bilgilerini gideceksiniz. Milletlerarası özel hukuku ya
da icra iflas hukuku konuşuyorsunuz hükümler dediyse yansıma sonuçları .
-Aslında bizim alanın ilk dönem kanunlar ihtilafı hukukunda (șey Evet hükümler dediği
sonuçlar aslında) șöyle bir özelliği var kanun etrafta kuralları bakımından siz ticaretin hakim
olmanız gerekir Medeni Hukuk kadar hakim olması gerekiyor şeye de borçlar hukukuna da
hakim olması gerekiyor neden?
-Çünkü vasıflandırmanız konular hep o bilgiler üzerinde şimdi soybağı ne onu bile bilmemiz
için medeni hukuka gitmemiz lazım tabii ki farklılıklar oluyor ama başka ülkede maddi
anlamada nasıl düzenlendi bahsetmiyorum. Onunla zaten ilgilenmiyoruz ben onunla
ilgilenmiyorum zaten ben uygulanacak hukuku bulmaya çalışıyorum burada en fazla yaptığım
şey vasıflandırma olur .Vasıflandırmayı zaten lex foriye göre yapıyorum. Șey de de zaten
ikinci dönem göreceğimiz usul hukukunda da teknik usul bilgisi yani yetki nedir yetki
anlaşması tahkim vs. de iyi bir orada da var deli yargı bağışıklığı kesin yetki özel yetki bir sürü
şey var işte kavramlar usul hukukunda gelen kavramlar var .Dolayısıyla orda da usul
hükümlerine yani gelirken alt yapımızın sağlam olması gerekiyor .

165
*Soybağının hükümlerinin kastettiğimiz şeyler soybağı şunu söylüyor. Kurulmuş olan bir soy
bağı var bunun bazı sonuçları oluşuyor. Yani nedir soybağının hükümleri sonucu dendiğinde
akla tık diye gelen şey velayettir.
*Çocukla anne baba arasında çocuk kavramı aslında çocuk değil yani 18 yaşından küçük
olmak zorunda değil çocuk olması için. Birbirinden türeme manasını buradaki çocuk
soybağının 30 yaşındaki bir insanla da arasında sonra kurulabilir. Ama şimdi velayet tabii ki
istisnalar kaideyi bozmaz. Velayet için soybağı bakımda ilk aklımıza gelen velayet kapsamı
içinde kimler velayet altında olur. Kim kiminle küçük üzerine velayet hakkını kullanabilir, kim
velayeti altında olur mesela bizim hukukumuzda göre 18 yaşından küçükler ya da hakkında
kısıtlama kararı verilir.
-Ortak velayetin söz konusu olmadığı anne veya babanın verecek bir karardaki oyununu
diğerine bir üstün olmadığı, ondan sonra velayet hakkında sorumluluğu yerine
getirmemesinden ve velayet hakkı kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmemesi
nedeni ve başka sebeple ile hakkını kötüye kullanmasına neden olacak ya da kimin soy adını
taşıyacak annenin soyadını mı babanın soyadını mı taşıyacak, velayet hakkının bulunmayan
anne veya babanın kişisel ilişkisi, çocuğun ikametgâhı, evlenme yasağı, kimin olacak işte
bunların velayet çocuğum mallarına kimi kapsamı bir ülkede belki tüketemezsin belki
arttırabilirsin aktifi arttırabilirsin pasifini azaldı ama pasif yaptıramazsın gibi çocuğu temsilen
kimin hakkı vardır vs bunların hepsi 17 maddenin kapsamına girmektedir.
*Bununla birlikte boşanmanın velayet üzerindeki etkisi ve evlat edinmenin velayet üzerindeki
etkisi soybağından kaynaklanmaması, velayetin ortaya çıktığı belirlenen hukuka değil şeyde
boşanmada 14 evlat edinmede 18 uyarınca belirlenen hukuka orada kafanız karışmış
17.maddeye gelmeyeceksiniz hangi ilişkiden doğduysa ilişki kaynaklı bulunduğu ilişkiye göre
ilgili maddeye gideceksiniz çözeceksiniz.
*Soybağı hükümleri ve sonuçları olan bakım nafakası da burada her ne kadar da sor bundan
kaynaklansa da nafaka konusunun ayrı düzenlemedeki tabii orada da göreceksiniz ki bunu
sadece öyle bilin 19 uygulanacak.
MADDE 19 – (1) Nafaka talepleri, nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna tâbidir.
40-50 DK
Soybağının Hükümlerine İlişkin Milletlerarası Sözleşmeler

*Bu alanın özelliklerinden biri biliyorsunuz ki milletlerarası sözleşmeler. Evet bizim kanunlar
ihtilafı kurallarımız var, bize uygulanacak yetkili hukukun ne olacağını yani hakimin önüne
yabancılık unsuru içeren bir uyuşmazlık geldiği zaman ne yapıyor? Hemen iç hukukundaki
hükümlere gitmiyor.
*Bizim bir kanunumuz var: MÖHUK. Hakimin öncelikle MÖHUK’a göre uygulanacak yabancı
hukuku belirlemesi gerekiyor ama yine bu kanunun 1. maddesinin 2. fıkrası açıkça diyor ki;
“Bir milletlerarası sözleşme varsa onlar saklıdır”. Yani öncelikle milletlerarası sözleşme
hükümleri uygulanacak. Çünkü biz napıyoruz milletlerarası sözleşmelerin tarafı oluyoruz,

166
onları iç hukukumuza aktarıyoruz yani onları da bizim mevzuatımızın bir parçası haline
getiriyoruz.
-Burada da diyor ki eğer bir milletlerarası sözleşme varsa öncelikle o milletlerarası
sözleşmeyi uygulayacak ondan sonra ilgili milletlerarası sözleşmede hüküm olmayan
hallerde dönecek kanunu uygulayacak.

*Soybağının hükümlerine ilişkin de çeşitli sözleşmelerle karşılaşıyoruz. Üç tane çok taraflı


milletlerarası sözleşmeden bahsetmiş kitapta.

-Bunlardan birincisi, “Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler


Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair 1996 Tarihli La Haye
Sözleşmesi”. Biz bunu 2016 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla onayladık. 1 Şubat 2017’den
itibaren de bu sözleşme yürürlülüğe girdi.

-Diğeri, “Uluslararası Çocuk Kaçırmalarının Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme” var bu da çok
meşhur bir sözleşme.

-Üçüncüsü de, “Çocuklarla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Sözleşme”dir.

-Velayete ilişkin olan, soybağının hükümlerine ilişkin olan sadece bu üç sözleşme yok. Bunlar
haricinde de sözleşmeler var ama o sözleşmeler genellikle tanıma ve tenfize ilişkin.
Dolayısıyla onlar da kanunlar ihtilafının konusunu oluşturmuyor. Onlar usul hukukunun
konusunu oluşturuyor Dolayısıyla bu kısımda onlara değinmiyoruz.

*Biz bu kısımda uygulanacak hukuk bakımından etkili olan sözleşmelere bakıyoruz. Yani
hangi hukukun uygulanacağına ilişkin hüküm içeren sözleşmelerden bahsediyoruz. Bu
bağlamda da bu üç sözleşmeden, Küçüklerin Korunması Konusunda Makamların Yetkisine ve
Uygulanacak Kanuna Dair Sözleşme, Uluslararası Çocuk Kaçırmalarının Hukuki Veçhelerine
Dair Sözleşme ve Çocuklarla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Sözleşme’den bahsedeceğiz.

50-60 DK
*Sadece bu 3 sözleşme yok. Bunun haricinde de sözleşmeler var ama o sözleşmeler tanıma
ve tenfize ilişkin genellikle. Dolayısıyla onlar kanunlar ihtilafının konusunu oluşturmuyor.
Onlar usul hukukun konusunu oluşturuyor. Dolayısıyla da bu kısımda ona değinmiyoruz. Biz
bu kısımda uygulanacak hukuk bakımından etkili olan sözleşmelerden yani hangi hukukun
uygulanacağına ilişkin hüküm içeren sözleşmelerden bahsediyoruz. Bu bağlamda da bu 3
sözleşmeden;
1. Küçüklerin Korunması Konusunda Makamların Yetkisine ve Uygulanacak Kanuna Dair
Sözleşme
2. Uluslararası Çocuk Kaçırmalarının Hukuki Veçhelerine Dair sözleşme

167
3. Çocuklarla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Sözleşmelerden bahsedeceğiz.

Dediğim gibi bunun haricinde soy bağının hükümleri içerisinde yer alan ve velayete ilişkin
olarak velayet kararlarının tanınması ve tenfizine ilişkin hem uluslararası hem 2 taraflı
sözleşmeler var. Ama onlar burada konu edilmiyor. Şimdi biz ilk olarak 1 Şubat 2017’den bu
yana ülkemiz bakımından uygulama alanı bulan 1996 tarihli Lahey Sözleşmesine değinelim.
1961 Tarihli Lahey Sözleşmesi
Burada bu sözleşmeden önce eski kitaplarınız varsa, 2018 öncesi bir bası kitabı
kullanıyorsanız orada büyük ihtimalle bu sözleşme yoktur. Çünkü henüz ülkemiz bakımından
yürürlükte değildi. Orada 1961 tarihli Küçüklerin Korunması Konusunda Makamların
Yetkisine ve Uygulanacak Kanuna Dair Lahey Sözleşmesi diye bahsediliyordur. Yani 1996
tarihli sözleşmeden önce 1961 tarihli bir sözleşme var ve bu o sözleşme tatbik alanı
buluyordu. 1996 sözleşmesi 1961 tarihli sözleşmenin yerine yani revize edildikten sonra
onun yerine geçmek üzere yapılmış bir sözleşme. 2018 öncesinde 1961 tarihli sözleşme
uygulanıyordu bizim hukukumuzda.
Çünkü o hukukumuzun parçasıydı. Ancak 2017’den sonra o sözleşmenin artık uygulama alanı
kalmadı. Hatta kitapta da söylüyor sadece Çin’de bir bölgede uygulama alanı buluyormuş
onun haricinde uygulama alanı yok.
1996 tarihli sözleşme yani Lahey Sözleşmesi bizde 2017’den beri yürürlükte olan bir
sözleşme. Çocuğun şahsının veya mallarının korunmasına yönelik tedbirleri almak konusunda
hangi devlet makamlarının yetkili olduğunu, bu makamların yetkilerini kullanırken
uygulanacak hukuku ve velayet sorumluluğuna uygulanacak hukuku belirliyor.
Burada yer verilen sözleşmelerde mantık; velayet soy bağının hükümlerinden,
sonuçlarından biri ve velayet dediğimiz zaman konusu velayet olan birçok uluslararası
sözleşme var ama bizim burada değindiklerimiz uygulanacak hukuka ilişkin içinde hükümler
olan sözleşmeler. Burada da çocuğun şahsının ve mallarının korunmasına yönelik tedbirler
almak konusunda hangi devlet makamlarının yetkili olduğu, bu makamların yetkilerini
kullanırken uygulayacakları hukuku ve velayet sorumluluğuna uygulanacak hukuk
belirleniyor. Ve yine aynı zamanda akit devletlerde çocuğun mallarının veya şahsının
korunmasına ilişkin alınan tedbirlerin akit devletlerde otomatik olarak tanınmasına ve icrası
gereken kararlar bakımından da onların tenfizinin kolayca sağlanmasına yönelik aynı
zamanda akit devlet makamları arasında işbirliğine yönelik hükümlerde içeriyor.
Sözleşmede Düzenlenen Konular Neler?
Çocuğun şahsı veya mallarını korumaya yönelik tedbirleri almak konusunda hangi devletin
makamları yetkili, bu makamların yetkilerini kullanırken uygulayacakları hukuk nedir ve
velayet sorumluluğuna uygulanacak hukuk nedir? Burada velayet sorumluluğu dediğimiz
zaman sadece şey gelmesin: Çocuğun şahıs ve mallarına ilişkin ana, baba, vasi, yasal temsilci
hakkındaki hususları, yetkili hukuku, sorumluluğu, kapsamını da düzenliyor.
4.madde de şunu söylüyor: Sözleşme kapsamındaki hususları da açıkça düzenleme altına
almış. Yani kapsamını genel olarak belirtmiş. Ben şuna uygulanacak buna uygulanacak

168
hukuku belirtirim demiş. Bir de 4.madde de açıkça hangi hususlar benim kapsamımda
değildir diye söylemiş. Bunlarda;

 Ebeveyn-çocuk ilişkisinin kurulması,


 Evlat edinme kararları,
 Evlat edinmeye hazırlık niteliğindeki tedbirler,
 Evlat edinmenin iptali ve feshi,
 Çocuğun adı soyadı,
 Velayet altından çıkarılma,
 Nafaka yükümlülüğü,
 Trast, miras,
 Sosyal güvenlik,
 Eğitim ve sağlık ilişkilerine yönelik kamusal tedbirler,
 Çocuğun işlediği cezai suçlar sonucunda alınan tedbirler,
 Sığınma hakkı ve göçe ilişkin kararlar.

Bunlar bu sözleşme kapsamında değil. Yani bu sözleşmeye dayanarak bu konularda


uygulanacak yetkili hukuku bulmuyoruz.
Orada bu sözleşme dışındaki hükümlere giderek, bu başka bir uluslararası sözleşmenin
konusu olabilir veya yoksa böyle bir uluslararası sözleşme o zamanda MÖHUK’a giderek
uygulanacak hukuku ilgili kanunlar ihtilafı kuralı aracılığıyla tespit ediyoruz.
Sözleşmenin 50.maddesinde 1996 tarihli sözleşme ile 1980 tarihli Uluslararası Çocuk
Kaçırmalarının Hukuki Veçhelerine Dair sözleşmenin bağlantısından bahsetmiş.
Şimdi 1996 da aynı hususları zaman zaman ortak yerleri düzenliyorlar 1980’le. Ancak bu
50.madde uyarınca 1996 tarihli sözleşme 1980 tarihli bu Uluslararası Çocuk Kaçırmalarının
Hukuki Veçhelerine Dair sözleşmenin uygulanmasına engel teşkil etmiyor. Yine çocuğun şahsı
ve mallarının korunmasına yönelik tedbirlerin akit devlet ülkelerde otomatikman tanınması
ve icraya yönelik kararların tenfizinin gerçekleştirilmesi yani bu işlerin çabuklaştırılmasına
yönelik adli işbirlikleri sağlayan hükümler var. İşte akit devletlerarası işbirliği hükümleri var.
*Şimdi çocuğa ilişkin alınacak tedbirler bakımından esas yetkili makam çocuğun mutad
meskeninin bulunduğu akit devletin adli veya idari makamları. Eğer ki çocuğun mutad
meskeni yoksa çocuğun bulunduğu ülkedeki sözleşme uyarınca belirlenmiş yetkili
makamlarda yine çocuğun şahsı ve mallarının korunmasına yönelik tedbirleri alabilir.
*Ancak madde 8 ve 9’da bir istisna getirilmiş ve şöyle demiş: Çocuğun menfaatini daim
koruyacak olan ve mutad mesken makamı tarafından izin verilen akit devlet
makamlarından da koruma tedbiri alınabilir.
-Yani çocuğun mutad mesken makamı var ama çocuk bakımından alınacak koruma tedbirleri
çocuğun daha lehine olacaksa ve mutad mesken ülkesi o akit devlete koruma tedbiri
almasına imkân sağlıyorsa, müsaade diyorsa oradan da yine koruma tedbiri alınabilir.

169
-Ama her akit devlet için bu istisnayı getirmiyor. Bazı akit devletler için getiriyor o da çocuğun
vatandaşı olduğu ülke bakımından, mallarının bulunduğu ülke bakımından vs. söz konusu
olabilir bu istisna. Yine çocukla bir bağlantısı olması lazım yani.
60-70 DK
-Çocuğun şahsına ya da malına yönelik bir koruma tedbiri söz konusu olabilmesi için yine
çocuk ile arasında bir bağlantı arıyor. Ya çocuğun vatandaş olması ya da çocuğun malları
bulunması ya da boşanma, ayrılık veya iptal için başvuruda bulunduğu ya da çocuğun
önemli irtibatının olduğu ülkelerden birinin yetkili makamı da çocuk hakkında çocuğun
şahsını veya mallarını koruma yönelik bir koruma tedbiri alınabilir.

*Sözleşme kapsamında alınan bu koruma tedbirleri, yine diğer ülkelerde otomatik tanımaya
ya da tenfize tabi olabiliyor.

*Bir istisna daha var: Acil durumda çocuğun mallarının bulunduğu akit devlet makamı
sadece akit ülkede etkili olacak şekilde karar verebiliyor.

*Kim koruma tedbiri verir bunu tartışıyoruz.

*Kişinin mutat meskeninin bulunduğu ülke akit ülke koruma tedbiri verir.

İstisna 1 -Daha iyi korunacaksa başka bir yerde alınan tedbir kapsamında ve mutat mesken
ülkesi buna izin veriyorsa başka bir yerde de koruma tedbiri alınabilir.

İstisna 2 -Onun haricinde acil durumlarda mutat mesken ülkesi orda koruma tedbiri
alınmasına izin vermese bile çocuğun veya mallarının bulunduğu akit devlet makamı
sadece bu ülkede etkili olmak üzere koruma tedbiri verebilir. Otomatik korumadan
yararlanamayacak. Mutat mesken akit makamların iznini almasına gerek yok.

-Ama saydığımız yetkili makamlardan birinden aynı konuda koruma tedbiri çıkarsa bu acil
nitelikli verilen karar, etkisinin yitiriyor.

-Çocuğun korumasına yönelik alınan tedbirlere hangi hukuk uygulanacak bu da sözleşme


kapsamında.

-Tedbir almak konusunda yetkili makamın maddi hukuku yani mutat mesken maddi
hukuku. Hangi ülkeyse onun maddi hukuku. Burada atıf yok.

-Atıf prensibi uygulanır demiyorsa genel itibariyle maddi hukuk uygulanır.

-22’de de hangi hallerde tedbir almak konusunda yetkili makamın bulunduğu ülkenin
hukukunun uygulanmayacağı söylenmiş. Çocuğun yüksek yararı ve kamu düzenidir.

170
-Sözleşmenin bazı maddeleri çok teknik olabilir. Anlattığımız maddelerin üzerinden geçin.61
tarihli Lahey Sözleşmesi.

*Bir diğer uluslararası sözleşme

Uluslararası Çocuk Kaçırmalarının Hukuki Lehçelerine İlişkin Lahey Sözleşmesi

*Teknik olduğu için siz okursanız daha iyi anlayabilirsiniz. Bu sözleşme bir ara çok popülerdi.
Hala daha da kullanımı çokça olan bir sözleşmedir. Sözleşmelerde uygulama alanı
bakımından küçük tanımı değişebiliyor bazı sözleşmelerde 16 bazılarında 18 olabiliyor.

*Bu sözleşmede 16 yaşından küçükleri küçük kabul ediyor. Burada uygulama alanı
bakımından mutat meskenden bahsediyor 2 tarafında akit devlet olması gerekiyor.

*Mutat meskeni akit bir devlet ülkesinde bulunan 16 yaşından küçük çocukların kendi anne
veya babaları tarafından hukuka aykırı bir şekilde diğer bir akit devlete götürülmeleri veya
mutat meskenleri olmayan akit devlette alıkonulmaları.

*Sözleşmede amaçlanan çocuğun iadesidir.

*Çocukla kişisel ilişki kurulmasını amaçlıyor.


70-80 DK
*Şimdi burada velayet hakkından da bahsediyor ama velayet hakkına sahip olmayan anne
veya baba diyelim ki işte izin aldı çocuğu dedi ki ben işte bir ülkede yaşıyor işte Almanya’da
yaşıyorlar ben çocuğu Türkiye’ye annemlerin yanına götüreceğim dedi anne veya baba.
Tamam, götürebilirsin işte bir hafta zaten görüşmesi süren zaten boşanmış bir çift olarak
düşünelim. Bir hafta süren var zaten o süreyi istiyorsan Türkiye’de ailenle geçirebilirsin.
Götür dedi. Çocuğu hukuka aykırı bir şekilde götürmedi ama getirmedi geriye diyelim. Burada
da yine alıkonulduğu için ve mutad meskeni olan ülkeye götürülmediği için yine sözleşme
uygulama alanı bulacaktır.
*Yine bu sözleşmenin uygulanması ile ilgili usul ve esasları gösteren bir mevzuat bir kanun da
söz konusu 5717 sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmaların Hukuki Yön ve Kapsamına Dair
Kanun. Yine genelgeler de mevcut.
*Burada şeyi söylüyorum çocuk burada götürenin ,alıkoyanın veya çocuğun vatandaşlığının
bu sözleşmenin uygulama alanı bulması bakımından hiçbir önemi yok.
*Burada önemli olan çocuğun mutad meskeninin bir akit devlette olması ve hukuka aykırı
olarak götürüldüğü ya da hukuka aykırı olarak alıkonulduğu ülkenin de yine bir akit devlet
olması gerekiyor.
*Şimdi burada şartları açıkça söylemiş. Burada ne oluyor?
-Böyle bir durumda yani çocuk akit mutad meskeninin bulunduğu akit devletten hukuka
aykırı bir şekilde başka bir akit devlete götürüldüğü ya da hukuka uygun şekilde

171
götürüldüğü ama alıkonulması sonucunda diğer tarafın velayet hakkına tecavüz edildiği
durumlarda ne oluyor bu sözleşme kapsamında çocuğun iadesi sağlamaya yönelik sözleşmeyi
ya bir an önce iadesi ve kişisel ilişki sağlanması, çocukla kişisel ilişki kurulmasının tesisine
yönelik bir sözleşme.
*Mutad mesken burada belirleyici faktördür.
*Mutad meskenin neresi olduğu da sıkça işte hem doktrinde hem de yargı kararlarında
karşımız çıkıyor.
-Ya bu çocuğun mutad meskeni neresi yani ki ona göre şey belirleniyor artık iadesi oluyor
,olmuyor.
-Burada işte şurada diyelim ki çocuğu aldı götürdü. Aradan artık bir ,bir buçuk yıl geçti.
Mutad meskeni değişti mi çocuğun? Çünkü iade edilebilmesi için mutad meskeni söz konusu.
Burada bir parmak hesabına girmeyin diyor. Doktrin de söylüyor. Zaten normal de bunu
söylüyor. Mutad mesken kavramından biz hep nasıl bahsediyorduk hayat ilişkilerinin
toplandığı yer. Yani çocuğun hayat ilişkilerinin toplandığı yer onun mutad meskeni.
Dolayısıyla bu ülkede daha fazla yani çocuk belki kaçırıldı alıkonuldu Türkiye'ye gelmiş burada
alıkonuldu ama ne okula gitti ne evden çıktı ne bir şey yaptı. Belki işte ne bileyim 1 yaşında
getirildi burada Türkiye'de bir buçuk yaşında burada ya da işte ne bileyim 10 yaşında getirdi
işte 11 yıldır burada atıyorum çok önemli yani ya da en son mutad meskenin olduğu ülkede
zorla alıkonulduğunu ülkeden daha fazla vakit geçirdi. Bunların bir önemi yok. Hayat
ilişkilerinin yoğunluğuna çocuğun yani mutad mesken kavramın içini dolup dolmadığına
bakılması gerekiyor.
*Yine iade talebi için yani iadeyi talep eden kişinin velayet hakkının bir adli veya idari makam
kararından kaynaklanması gerekmiyor. Kanun gereği doğmuş olması iadenin sağlaması için
yeterli.
-3. Maddede bu da düzenlenmiş. İade talebinin yapılmasıyla beraber iade süreci de başlar.
Merkezi makamlar tespit edilir her ülkede.
-Bizde ki şey Adalet Bakanlığı bağlı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü. Tabi
onun alt kolları var işte cumhuriyet savcılıkları vs. bunun içine giriyor. Bu merkezi makamlar
arasında bağlantı kurularak iade talebi şey yapılıyor.
*He bir de burada bir güzellik var 8. Maddede. Ben alıkonulan ülkede iade talebi yapmak
zorunda değilim.
-Diyelim ki ben işte Almanya’dayım çocuk Türkiye’ye götürüldü. Ben Alman merkezi
makamına gidip çocuğum Türkiye’de alıkonuluyor diyerek Alman merkezi makamına
yaptığım başvuruyla da iade talebini gerçekleştirmiş oluyorum. Merkezi makamlar arasında
bu açıdan iletişim sağlanıyor. Önce ikna etmeye çalışıyorlar alıkonulan ülkedeki merkezi
makamı iade için. İkna edemezse de cebren pardon şeye başvuruyor ikna edilemezse
alıkonulan veya götürülen ülke merkezi makamı, iadesi hakkında karar vermesi için ilgili
adli veya idari makama başvuruyor.

172
-Türkiye'de bu kararı aile mahkemeleri veriyor ve karardan sonra eğer şey olmazsa da
cebren iadesi sağlanıyor.
*Şimdi reddi sebeplerinden bahsetmiş.
*Eğer ki çocuk götürüldükten ya da alıkonulduktan itibaren henüz bir yıl geçmemişse ancak
belirli hallerde iade talebi reddedilebiliyor. Sınırlı biçimde söylemiş bunu.
*Bunlarda nedir?
Velayet hakkı sahibi olan kişinin bu hakkını kaçırmanın gerçekleştiği sırada fiilen
kullanmıyor olması, velayet hakkı sahibinin çocuğun bir yere, akit devletlere götürülmesine
veya alıkonulmasına izin veya icazet vermiş olması, çocuğun iadesine karşı açılan karşı
çıkan davalarının iade edilmesi halinde çocuğun vücut tamlığı veya ruh sağlığına yönelik ağır
bir tehlikenin ortaya çıkma ihtimali bulunduğunu veya çocuğun katlanmasını
beklemeyecek başka bir durumunun durumun ortaya çıkacağını kanıtlaması yani çocuğun
yararına olmayacak durumlarda ya da işte velayet hakkının ihlal edilmediğini bir izin veya
icazet sonucu bu durumun gerçekleştiği kanıtlanması durumunda bir yıldan az süreli
şeylerde, bu sebeplere bağlı olarak şeyi reddedebiliyor merkezi makam ,iade talebini
reddedebiliyor.
*Bunun haricinde de yine kendisi bizzat iade edilmek istemediğini belirtiyorsa çocuk ya da
çocuğun iadesi insan hakları ve temel özgürlüklere ilişkin ana ilkelerin ihlaline yol açacak
nitelikte olması halinde yine başvuru talebi reddedilebiliyor.
*1 yılı aşmışsa yani çocuk götürüldükten veya alıkonulmaya başladıktan beri 1 yıldan fazla
süre geçmişse az önce saydığım sebeplerin yanında ayrıca yeni çevresine uyum sağladığı
veya mutad meskeninin artık değişmiş olduğu yani yeni çevresine uyum sağladığı ,buraya
alıştığı, burada bir hayat kurduğu gerekçesine dayanarak da yine iade talebini
reddedebiliyor.
-Başvurulan makam sadece iade talebine ilişkin karar veriyor. Tamam, iade ediyoruz ya da
evet tamam iade edilecek ya da hayır iade edilmeyecek şeklinde karar veriyor. Velayete
ilişkin herhangi bir hüküm kurmuyor yani başvuru konusu ile sınırlı olarak karar veriyor ve bu
kararların da yine temyizi mümkün.
*Eğer ki karara rağmen çocuk iade edilmezse de o zaman cebren bu karar icra ediliyor.
Çocuklarla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Avrupa Sözleşmesi
*Çocuklarla kişisel ilişki kurulmasını konu ediyor.
*Bu kişisel ilişki kurma hakkının konu edildiği bir sözleşme.
*Burada sadece çocukla fiziken bir araya gelme ya da işte değil aynı zamanda işte çocukla
telefonlaşma ,e-mail haberleşme veya çocukla görüşmemekle beraber onunla ilgili bilgi
alma işlemini ,fotoğrafı olabilir şeyleri olabilir. Okul durumuna ilişkin belgeler vesaire
olabilir .Bilgi edinilmesi ya da kendi hakkında çocuğa bilgi verilmesinin istenmesi de yine
sözleşme kapsamında kişisel ilişki kurma hakkı kapsamında kabul ediliyor.
80-90 DK

173
*Sözleşme anlamında çocuk on sekiz yaşın altında.

*Çocuk Kaçırmalarının Gerekçelerine Dair Sözleşme ’de on altıydı.

*Çocukla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Avrupa Sözleşmesi’nde 18.

*Kişisel ilişki kurma hakkının kullanılabilmesi için burada bir adli yardımlaşma sözleşmesi
aslında yani bu ilişkinin kurulması için nasıl farklı ülkelerdeki akit ülkelerdeki makamlar bir
arada rahat çalışır şeklinde bir sözleşme.

*Sadece akit devletlerarasında uygulanıyor.

*10. maddede düzenlenmiş iki tür tedbir var:

1. Fiilen kişisel ilişki kurulmasına yönelik tedbirler


2. Çocuğun tayin edilen kişisel ilişki süresi sonunda iade edilmesini güvence altına
alıyor.

Siz çocukla kişisel ilişki kapsamında bir araya geldiniz, bu sürenin sonunda çocuğun
iade edilmesine yönelik tedbirleri de içeren hükümlerdir.

Eğer çocuk bu kişi kişisel ilişki kurulduktan sonra alınmış tedbirlere rağmen iade
edilmezse artık bu sözleşmeye değil Uluslararası Çocuk Kaçırmalarının Hukuki
Lehçelerine Dair Sözleşme’ ye eğer uygulama alanı varsa ona gideriz.

*Bu 3 arasında ilk ikisi daha bir önemli.

*İkincisi çok önemli. Almanya, Hollanda, Belçika’yla evlilik çokça söz konusu olduğu için 60’lı
90’lı yıllarda yaşanan işçi göçü nedeniyle orada oluşan nüfustan kaynaklı olarak oradaki
evliliklerde meydana gelen artış sözleşme kapsamında birçok olay örneğinin ortaya çıkmasına
neden oluyor. Bu sözleşme uygulama alanı çokça buluyor.

EVLAT EDİNME

*Aile hukukuna ilişkin konulardan birini düzenleme altına alan bir diğer madde de
18.maddedir. 18.madde Evlat edinmeye ilişkindir. Yani yabancılık unsuru taşıyan bir evlat
edinmede uygulanacak olan hukukun ne olacağına ilişkin kural getiriyor.

*Evlat edinmede soy bağı kuran bizim hukukumuz uyarınca soy bağı ilişkisini ortaya çıkaran
yöntemlerden biri.

*Burada tabii ki kan bağına dayalı bir soy bağı değil tamamen hukuki zemine dayalı bir soy
bağı var. Yani tarafların genetik olarak birbirlerinden türemedikleri bir durumdan
bahsediyorum. Birbirine akraba olmalarında bir engel yok yani kardeş kardeşi bile evlat
edinebilir. Dayınızın, halanızın çocuğunu evlat edinebilirsiniz. Dayınız, halanızı, amcanız evlat
edinebilir. Evlat edinecek kişilerin akraba olmasında bir sakınca yok ancak tam anlamıyla
birbirinden türeme yani baba çocuk anne-çocuk ilişkisinin söz konusu olduğu hallerde
oradaki soy bağı kan bağına dayanan bir soy bağı yani dar anlamda bir soy bağı olur.

174
*Evlat edinme çok eski zamanlardan beri hukuk düzenlerince uygulanagelen bir kurumdur.
Roma hukukunda, Hammurabi kurallarında taaa o dönemlere kadar evlat edinmeye ilişkin
hükümler olduğunu görüyoruz. Kutadgu Bilig’de var, eski Türklerde var, yakutlarda var, bir
sürü kavimde var, İslamiyet öncesi Araplarda var. İslamiyette, Ahzap suresinin gelmesi ile
beraber evlat edinme yasaklanıyor. Uygulamalarda çok fazla yani çok eski zamanlardan beri
uygulanıyor. Bir dönem çocuğu işci olarak kullanmışlar, bir dönem mirasçım yok mirasçım
olsun diye… Bazı dönemlerde benden sonra atalarıma ibadet edecek kimse kalmayacak diye
evlat edinen olmuş Ben gittikten sonra dua mı etsin diye ortaya çıkışı var vs..
Günümüze yaklaştığımızda artık evlat edinmenin amacı çocuğun üstün menfaati. Burada
birincil amaç çocuğa ihtiyaç duyduğu aile ortamını sağlamak. Ondan sonraki amaç evlat
sevgisi evlat özlemini gidermek..

90-100 DK
*Yabancı unsurlu evlat edinmeye ilişkin bir uyuşmazlık hakimin önüne geldiği zaman 18.
maddeye gideceğiz.
Evlât edinme
MADDE 18
(1) Evlât edinme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlât edinme anındaki millî
hukukuna tâbidir.
(2) Evlât edinmeye ve edinilmeye diğer eşin rızası konusunda eşlerin millî hukukları
birlikte uygulanır.
(3) Evlât edinmenin hükümleri evlât edinenin millî hukukuna, eşlerin birlikte evlât
edinmesi hâlinde ise evlenmenin genel hükümlerini düzenleyen hukuka tâbidir.

*Evlat edinme ehliyet ve şartları TMK’da düzenlenmiştir. Her ülkede farklı şekilde
düzenleniyor. Mesela evlat edinme bakımından asgari yaş belirleniyor. Bu, bizde 30 ama
İsviçre’de 28 olabilir.
*Eşlerin sadece birlikte evlat edinebilmesi ya da taraflar arasında asgari bir yaş farkı olması,
küçüklerin evlat edinmesine ait hükümler var, ergin ve kısıtlıların evlat edinilmesine ait
hükümler var. Bazı ülkelerde ergin ve kısıtlıların evlat edinilmesine müsaade etmeyen hukuk
sistemleri var vs.
-Ehliyet ve şartlar, yani bir evlat edinmeye uygulanacak ehliyet ve şartların taraflardan her
birinin evlat edinme anındaki hukukuna uygulayacağız.
“Ama bundan önce şundan bahsetmek istiyorum: Uluslararası evlat edinme bakımından
birden fazla faktörü bir arada inceleme altına alıyoruz ama, size bahsetmiştim, evlat
edinmenin amacı zaman içinde değişikliğe uğradı. Geldiğimiz nokta itibariyle şu anda evlat
edinmenin amacı olarak evlat edinilenin (küçüğün) yararına olması, onun ihtiyaç duyduğu
aile ortamına kavuşturulması, şartların iyileştirilerek bir aile ortamı içinde bulunmasının
sağlanması… Bu, hemen hemen bütün hukuk sistemlerinde benimsenmiş bir ilke.

175
-Keza bu bağlamda dünya genelinde yaygın olarak kabul edilmiş olan BM Çocuk Hakları
Sözleşmesinde de bu husustan bahsediyor. Çocuğun yüksek yararı evlat edinme bakımından
korunuyor.
-O sözleşmenin 21.maddesinin d bendinde şöyle bir kural var: Uluslararası evlat edinme
ancak çocuğun kendi ülkesinde elverişli bir biçimde bakılmasının mümkün olmadığı veya
evlat edinilebilecek veya yanına yerleştirilebilecek bir ailenin bulunmadığı durumlarda
başvurulur, diyor.
-Yani sözleşmenin vurguladığı şey şu: Sen, yabancılık unsuru barındıran uluslararası bir evlat
edinmeyi en son seçenek olarak kabul et. Bu bakımdan aslında milletlerarası evlat edinmeye
bir sınır getirilmiş oluyor.
*Biz de Türk mevzuatının içine bu hükmü, Küçüklerin Evlat Edinilmesine Aracılık
Faaliyetlerinin Yürütülmesine İlişkin Tüzük diye bir tüzüğümüz var. Burada 1/b maddesine
bunu doğrudan almışız.
-Yani Türk hukuku olarak biz de diyoruz ki: “Evet, uluslararası evlat edinme mümkün ama ne
zaman mümkün? Eğer ki ben onu TR içinde o çocuğa evlat edinecek bir yer bulamazsam,
ona bakamayacak bir durumda olursam, o zaman uluslararası evlat edinme gerçekleşir.
-Bu da kapsamı daraltıyor ama bu demek değildir ki asla uygulama alanı bulmuyor. Tabi ki
uygulama alanı buluyor. Bizim hukukumuzda, ülkemizde sayılar az olabilir ama birçok
gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru geçişi sağlanan çocuklar var. Mesela
Çin’den Amerika’ya çok var. Hatta öyle oluyor ki dönem dönem bazı ülkeler, diğerlerine kota
uygulamalarına bile geçebiliyorlar.
-Mesela “Benim ülkemden X ülkesine evlat edinmeleri sınırlıyorum, vermeyeceğim” diyor,
belirli süre için bu tarz evlat edinme işlemlerini durdurabiliyor. Rusya’dan, Çin’den
Romanya’dan bunlar gönderen devlet olarak çokça uluslararası evlat edinmenin faaliyetinin
sıkça görüldüğü ülkeler olarak örnek verebilirim ama bizim ülkemizde bu sayı biraz daha
sınırlı, sıkı uygulanıyor. Sık karşılaşılan bir durum olmasa da bizde de yabancı unsurlu evlat
edinmelerin varlığından bahsedebiliriz.
100-110 DK
*Burada da uluslararası sözleşmeler var.
*En önemlisi aslında ilk aklımıza gelen sözleşme Ülkeler Arasında Evlat Edinme Konusunda
İşbirliğine Dair La Haye sözleşmesi. 93 Tarihli Ülkeler Arasında Evlat Edinme Konusunda
İşbirliğine Dair Sözleşmedir.
-Bu sözleşme uygulanacak hukuka dair bir sözleşme değil, bu sözleşme bir işbirliği
sözleşmesi.
-Bu sözleşme kapsamında artık devletlerde merkezi makamlar oluşturuluyor.
-Yabancılık unsuru barındıran birden fazla devletin bağlı olduğu evlat edinmeler bakımından
prosedürün nasıl işleyeceği ele alınıyor.

176
-Türkiye de bu sözleşmeye taraf ülkelerden biridir. Uygulanacak hukuka ilişkin herhangi bir
hüküm içermiyor.
*Genel olarak uygulanacak hukuk bakımından biz 18’e gidiyoruz.
*Modern hukuk sistemlerinin hemen hemen hepsinde evlat edinmeye yer verilmiş. İslam
hukuku evlat edinmeye izin vermiyor. Bildiğimiz manada biz hukuksal manada soybağı
kurulduğunu söylüyoruz ama İslam ülkelerinde hala evlat edinmeye yer verilmiyor.
-Açıkça evlat edinme yasaklanmış ama kefalet diye bilinen bir kurum var. Diyelim ki burada
evlat edinme ilişkisi yasaklandığı halde bu burada ilişki olarak benzer bir ilişki varsa biz
burada cemal şanlı ya göre vasıflandırma bakımından evlat edinme ilişkisi olarak ele
almamız gerektiği söyleniyor.
-Kefalet gibi koruyucu aile uygulamasına yaklaşan uygulamalar bakımından bunun evlat
edinme olarak vasıflandırılarak 18 uyarınca uygulanacak hukukun belirlenmesi gerektiği de
doktrinde ileri sürülen görüşlerden biri.
MADDE 18 – (1) Evlât edinme ehliyeti ve şartları, taraflardan her birinin evlât edinme
anındaki millî hukukuna tâbidir.
*Burada şu tartışma var her birinin milli hukuku dediğimiz için ayrı ayrı mı uygulayacağız?
-Doktrinde farklı yaklaşımlar var. Buradaki görüşlerden biri de bu şartın neye hizmet
edindiğine bakmamız gerektiğini söylüyor. Eğer ki evlatlığın yararını hizmet etmek üzere
öngörülmüş bir şart varsa burada evlat edinilenin hukukunun hiç dikkate alınmadan
doğrudan evlat edinenin hukukunun ya da taraflardan her birinin kendi hukukunun
uygulanmasının hakkaniyete ve gözetilmesi gereken menfaatler dengesine aykırı sonuçlar
doğuracağı söyleniyor.
-Dolayısıyla böyle bir durumda her iki ülkenin milli hukukunun birlikte uygulanması
gerektiği söylüyor.
-Bizim verdiğimiz örnekte 28 ve 30 yaş şartında 30 yaş şartı gözetilecek. Öbür türlü sen evlat
edinilenin menfaatini hiç dikkate almadan uygulama yaparsan bu gözettiğin menfaat
dengesine aykırı düşer diyor.
-Yargıtay’daki kararlarda evlat edinen ile evlat edinilenin milli hukukunun birlikte
uygulanması gerektiği söyleniyor.
110-120 DK
*Şimdi burada da yine karşımıza çıkan şeylerden bir diğer şey ne? 18. Maddenin birinci
fıkrasında karşımıza ne çıkıyor, her birinin evlat edinme anındaki milli hukuku diyor.
Dolayısıyla burada kanun koyucu özellikle hangi andaki hukukun uygulanacağını belirlediği
için artık değişken ihtilaflar yani Confilt mobile kuralına gitmiyoruz ve evlat edinme anındaki
milli hukuklarını dikkate alıyoruz dolayısıyla daha sonra vatandaşlıklardaki gerçekleşen
değişiklikler etki etmiyor.
*Madde 18/2 deki düzenlemede evlat edinmeye ve edinilmeye diğer eşin rızası konusunda
eşlerin milli hukukları birlikte uygulanır.

177
-Şimdi bu evlat edinmeye ve edinilmeye eşlerin rızası meselesi bizim medeni kanunun önceki
düzenlemesinde yani bu 743 sayılı medeni kanunda eşler diğerinin rızasını almak suretiyle
tek başına evlat edinebiliyordu. Yani siz evlisiniz birini evlat ediniyorsunuz ama eşiniz evlat
edinmiyor sadece siz evlat edinebiliyorsunuz. Velev ki, eşiniz bu evlat edinmeye rıza
gösterirse.
-Şimdiki medeni kanunumuzda bu kaldırılmış. Eşlerin, sadece eşlerin birlikte evlat
edinebileceği ve evli kişilerin de sadece birlikte evlat edineceği yani birlikte evlat edinme
hakkı sadece evli kişilere tanınmış ve evli kişilere de sadece eşinle birlikte evlat edinebilirsin
denmiş iki taraflı bir mecburiyet getirilmiş burada.
-Dolayısıyla ama kanun koyucu bu tarz düzenlemeleri hala yürüten ülkeler olabileceğini de
dikkate alarak hem evlat edinmeye hem de evlat edinilmeye diğer eşin rızası konusunda
düzenleme altına almış.
-Evlat edinmeye diğer eşin rızası bizim hukukumuzda hala uygulaması var. Erginlerin ve
kısıtlıların evlat edinilmesi bakımından eğer kişi evliyse ,evlat edinmesi için eşin rızasını
arıyor. Bu durumlarda da uygulanacak hukuk eşlerin milli hukuklarının birlikte
uygulanacağını söylüyor.
-Yani ama burada şunu söyleyeyim evlat edinenin daha doğrusu nasıl söyleyebilirim bunu,
evlat edinenin eşinin rızasının söz konusu olduğu durumlarda evlat edinen ve eşinin, evlat
edinilenin eşinin rızasının söz konusu olduğu durumda da evlat edinilen ve eşinin rızası
bakımından tarafların milli hukukları birlikte uygulama alanı bulacak.
-Yani biri evlat edinileninkinden bahsederken evlat edineni, evlat edineninkinden
bahsederken de evlat edinileninkininki dikkate almayacağız.
*Tamam, hükümleri uygulanacak. Hüküm deyince gene bir önceki anlattığım konudaki gibi
sonuçlarına uygulanacak hukuk.
*Yine burada evlat edinmenin sonuçlarının ne olacağı, kapsamının ne olacağı konusunda işte
soybağının sonuçları gibi benzer. İşte velayet ama evlat edinmeden kaynaklanan velayet
ilişkisinde biz ne yapıyoruz? Soybağına ilişkin hükme gitmiyoruz da onu da bahsetmiştim
buraya gidiyoruz.
*İşte evlenmeyle ilgili, işte nafaka ama nafakada da gene nafakaya gideceğiz tabi buna
gitmeyeceğiz . Ama HMK bakımından bir sonucu ama uygulanacak hukuk bakımından
nafakaya ilişkin özel hükme gidilir. İşte mirasçılara ilişkin bir tartışma bir durum var ondan
bahsedeceğim vs.
*Yani evlat edinmenin sonuçları bakımından uygulanacak hukuku kanun koyucu madde
18/3’ te düzenleme altına almış ve demiş ki evlat edinmenin hükümleri evlat edinenin milli
hukukuna, eşlerin birlikte evlat edinmesi halinde ise evlenmenin genel hükümlerini
düzenleyen hukuka tabidir.
*Şimdi hükümlerin kapsamının ne olduğundan biraz bahsedelim. İşte tarafların arasında
soybağının kurulup kurulmadığı, taraflar arasında hısımlık ilişkisinin kurulup kurulmadığı,
evlat edinilenin biyolojik ailesiyle hısımlık ilişkisinin, soybağı ilişkisinin devam edip

178
etmediği ki burada çok ülkeler arasında farklılıklar var mesela kimilerinde tam evlat edinme
denilen bir sistem var mesela İsviçre hem medeni kanununda hem de milletlerarası özel
hukukta orada mesela tam evlat edinme sistemi benimsenmiş durumda ve evlat edinmeyle
önceki aileyle, biyolojik aileyle olan bütün bağı kesiyor, hiçbir ilişki bırakmıyor.
-Ama bizde mesela öyle değil. Evet evlat edinen kişiyle bir soybağı kuruluyor ama biyolojik
aileyle olan soybağı ilişkisini, hısımlık ilişkini, miras ilişkisini sona erdirmiyor bizimkisi
mesela o bakımdan sınırlı evlat edinme sistemi.
*Velayet hakkının kendiliğinden evlat edinene geçip geçmeyeceği, kime ait olduğu işte
hangi yolla kaldırılacağı vs. gibi hususlar hep evlat edinmenin sonuçları kapsamında.
*Tartışmalı olan bir alan var demiştim miras hukuku bakımından şimdi burada şeyi söyledim
ya mesela nafaka bakımından dedim ki bunu uygulamayacağız döneceğiz nafakaya gideceğiz.
-Mirasta da bu tartışma yapılmış evlat edinmeye ilişkin kurala mı gideceğiz yani 18/3’ e göre
mi belirleyeceğiz yoksa miras statüsüne 20’ye göre mi uygulanacak hukuku belirleyeceğiz
diye.
-Burada doktrinde tartışmalı bir husus. Ağırlıklı olan görüş miras statüsünün yani mirasa
ilişkin 20. Maddenin ve evlat edinmeye ilişkin 18/3’ün birlikte uygulanması yönünde. Yani
hem 18/3 hem de 20. Madde uyarınca tarafların birbirine mirasçı olabilmesi öngörülüyorsa
o zaman miras ilişkisi, mirasçılık ilişkisinin kurulacağın ve tarafların birbirlerine mirasçı
olabileceğini kabul ediyor.
-Ancak bu ilişkinin varlığını yani 18/3 ve 20’yi bir arada uyguladıktan sonra evet burada bir
mirasçılık ilişkisi doğar dedikten sonra miras payları ne olacak işte evlat edinenin belki
durumu miras bakımından farklı düzenlenmiş olabilir vs. İşte burada uygulanacak hukuk ne
olacak hangi hukuka göre işte payları ne olacak vs. bunları nasıl belirleyeceğiz dersek o artık
18/3 kapsamında değil onu artık 20. Madde kapsamında belirlememiz gerekecek.
*Yine bir diğer evlat edinme sonucu olan evlenme yasağı bakımından da hem evlat
edinmeye ilişkin kuralın hem de evlenmeye ilişkin kuralın birlikte uygulanması.
*Yani bazı hususlar bakımından doktrinde yani çünkü bunlar açık açık söylenmiyor ama buna
bir mantıkla ulaşıyoruz. Bazı hususlar bakımından evlat edinmenin hükümlerine ilişkin kuralla
bu konunun düzenlendiği kural işte evlenme yasağı bakımından evlenmeye ilişkin hükmün,
miras bakımından mirasa ilişkin hükmün bir arada uygulanması gerektiği doktrinde
savunuluyor. Ama dediğim gibi nafaka meselesi buraya göre çözülmüyor, nafaka meselesi
erga omnes uygulanan bir sözleşme olması sebebiyle nafakaya uygulanacak sözleşmemiz var
Lahey Sözleşmesi, Nafaka Yükümlülüğüne Dair Lahey Sözleşmesindeki düzenleme
doğrultusunda çözümlenmesi gerekiyor. Yani nafaka yükümlülüğü var mı yok mu onu bu
18/3’e göre çözmüyoruz.
*Şekle uygulanacak hukuka ilişkin ayrıca bir kural getirmemiş kanun koyucu 18. Maddede.
Dolayısıyla ne yapmamız gerekiyor? Bizim genel hükümlerde şekle ilişkin bir kuralımız vardı
20. Maddede ona göre şekle uygulanacak hukuku belirlememiz gerekiyor.

179
-Burada da aslında 7’nin tam manasıyla uygulanıp uygulanmadığı bir tartışma götürür bence.
Çünkü buradaki şekle uygulanacak hukuk bakımından evlat edinme bakımından aslında
usülden bahsediyoruz. Usül de lex fori meselesi olduğu için oradaki seçimlik kural artık bence
uygulama alanı bulmuyor. Dolayısıyla yapıldığı yer hukukun şekline tabi. Ama kitap bu
kadarına değinmiyor sizin de bu kadarını bilmenize gerek yok ben sadece hani bir beyim
jimnastiği olarak söylüyorum. Çünkü göreceksiniz şeyde ikinci dönem özellikle usüle ilişkin
meseleler tamamen lex foriye ( hakimin hukukuna) tabi. Evlat edinmenin şekli de bu
bakımdan usule ilişkin bir mesele olduğu için lex forinin dominant olduğu bir durum kapsayıcı
olduğu bir durum ve bu bakımdan da lex cause dan bahsetmek de pek mümkün değil.
*Ama dediğim gibi bunu bilmeniz gereken bir husus sadece burada şekle ilişkin bir ayrıca
düzenleme olmadığı, olmaması nedeniyle şekle ilişkin olarak 7.maddenin uygulama alanı
bulacağını bilmeniz yeterli.
*Şeyden bahsetmiş 93 tarihli sözleşmeden bahsetmiştim .Sözleşmenin uygulanabilmesi için
4 tane şart Türkiye bu sözleşmeye taraf, 4 tane şart gerekiyor:

1. Çocuk 18 yaşından küçük olacak, bakın burada da 18 yaş karşımıza çıktı.


2. Mutad mesken akit bir devlette bulacak
3. Başka bir akit devlette bulunan kişiler tarafından evlat ediniliyor olacak
4. Bu evlat edinmenin sebebiyle küçüğün bulunduğu mutad meskenden başka bir
mutad meskene götürülüyor olması gerekiyor ki bu sözleşme uygulama alanı bulsun.

-Her bir ülke işte her bir merkezi makam feshediyor ve evlat edinmeler bu merkezi
makamlara akit devletlerdeki merkezi makamlar aracılığıyla ve onların gözetimi altında
gerçekleşiyor. Bu prosedüre yönelik bir sözleşme nasıl yapılacağına işte bu usulde yapılan
evlat edinmelerin ne olacağına dair otomatik tanınmasına dair hükümleri içeriyor zaten açık
açık ismini de iş birliğine dair bir sözleşme söyleniyor.
-Ama sözleşme uygulama alanı bulmadığı hallerde de yabancı evlat edinme kararlarının
akıbetine ilişkin nüfus hizmetleri kanunun 33. Maddesinde yine bir hüküm var.

17.12.2020/ 11. HAFTA

0-10 DK

*Nafaka konusu en çok tartışılan hukuki olaylardan biridir. Neden?

-Çünkü biliyoruz ki aile hukuku temelli birçok nafaka türü var siz benden çok daha iyi
biliyorsunuz. Medeni hukuku benden çok daha yakın zamanda öğrendiniz. Dolayısıyla orda
çok farklı nafaka türleri var. Dolayısıyla yabancı ülkede verilmiş nafaka kararlarının Türk
hukuku açısından etkisi, önemi bu nafakaların nasıl tahsil edileceği, hangi yöntemlerle
yabancı ülkede alınmış bir nafaka kararının Türkiye’de icraya konulacağı, ya da işte
Türkiye’nin bu konuda taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin nafakaya ilişkin etkinliğinin
sınırlılığı bunlar hep bu kapsamda ve bizim MÖHUK’ta da yine nafakayla ilgili açık
düzenlemeler var 14. Maddenin 2. Fıkrasında ve 19. Maddede.

180
*Dolayısıyla yine bu maddelerin Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler karşısındaki etkisi ne?
Bunlara bakmak gerekiyor. Ne kadar etkin bir şekilde uygulanıyor, kapsamı ne, uygulama
alanı ne, sınırları ne şeklinde. Kısa bir değerlendirme yapacağız. Burada sizin ordinaryüs falan
olmanız beklenmiyor ama konuyla alakalı en azından genel bilginizin oluşması amaçlanıyor.

*Şimdi nafaka dediğimiz şey biliyoruz ki aile hukukundan doğmakta ve bu noktada bireylere
yasalar çerçevesinde birbirlerine karşı bakım ya da yardım amaçlı ortaya çıkan bir kurumu
ifade ediyor.

*Biz tedbir, bakım, yoksulluk nafakası gibi birçok nafaka türüyle karşılaşıyoruz demiştik. Yani
özünde yatan şey nafakanın, aile bireylerinin birbirlerine karşı yardım ve bakım
yükümlülüğünden doğan sorumluluk. Yani bir hukuki çerçevesi çizilmiş sorumluluk.

*Şimdi tabi bunlar içinde baktığımızda en önemli nafaka türlerinden biri bakım nafakası. Her
hukuk sisteminde nafakanın farklı şekilde düzenleme yapıldığını bilmemiz gerekiyor. Bazı
hukuklarda bizim anladığımız anlamda nafaka türlerine rastlanmayabiliyor. Veya bizim
hukukumuzda düzenleme konusu yapılmış nafakalara rastlanmamış olabiliyor. Ya da bizde
olmayan bir nafaka başka bir ulusal hukukta düzenleme konusu yapılmış olabiliyor ama
hatırlarsanız dersin ilk başında kanun ihtilafını anlatırken bazen kıyas yönteminden
yararlanmak kaydıyla kendi hukukumuzda olmayan fakat benzer kurallardan yararlanarak
bazı hukuki vasıflandırmalar yapabileceğimizden bahsetmiştik.

*Mesela bu noktada da vasıflandırma yapabileceğimizi, kıyaslama uygulayabileceğimizi


söyleyebiliriz. Genel anlamda bizim hukukumuz nafaka türlerini birçok hukuka göre çok da
detaylı düzenlemiştir diyebiliriz. Şimdi her hukuk sisteminde farklı nafaka türleri var dediğim
gibi.

*Hatırlarsanız kamu düzenini anlatırken yardım nafakasından bahsetmiştik orda bir


Danimarkalı aileden bahsetmiştik burada ne olmuştu mesela onların hukukunda yardım
nafakasından hiç bahsedilmiyordu. Dolayısıyla bu anlatmak istediğim şey. Bizim
hukukumuzda düzenleme konusu yapılmış bir şey başka bir hukukta düzenleme konusu
yapılmamış olması söz konusu olabilir ama burada kullanılacak yöntemler her ulusal hukukun
getirmiş olduğu yöntemler çerçevesinde şekillenir.

*Şimdi bakım nafakası dediğimiz şey Türk hukukuna baktığımız zaman evlilik ilişkisinden
ortaya çıkıyor.

*Boşanma ve ayrılık davası açılınca davanın devamı boyunca eşlerin barınmasıyla alakalı
meselelerle ilgili olarak, eşlerin sahip oldukları malları yönetimiyle alakalı olarak ya da
eşlerin geçimiyle alakalı olarak ve çocukların bakımıyla alakalı olarak pek çok konu ortaya
çıkıyor. Dolayısıyla nafaka süreci özellikle bu süreçte bu saydığımız durumların hukuki
kararlar çerçevesinde doğru bir şekilde işleyişini sağlamak için getiriliyor. Şimdi tabi hâkim
tarafından bu nafaka resen düzenleme konusu yapılan bir şey. Hâkim bunu kendi akışına

181
bırakacak bir noktada değil. Bazen ayrı yaşam halinde de tarafların ayrı yaşaması durumu
olabilir bu durumda da mahkemenin nafakaya hükmetmesi söz konusu olabilir.

*Şimdi bu noktada boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek olan tarafın normal şartlarda
kusuru daha ağır olmamak şartıyla hâkim bu kişinin geçiminin sağlanması amacıyla bir
süresiz nafaka talebinde bulunarak kişiye nafaka bağlanmasına hükmedebilir.

*Bu noktada biraz önce söylediğim gibi kardeşler arasında veya bizim aile hukuku meseleleri
deyince akla daha çok bakım nafakası ,yoksulluk nafakası ,tedbir nafakası gibi nafaka türleri
geliyor .Ama yardım nafakası dediğimiz özellikle altsoy, üstsoy, kardeşler arasında söz
konusu olan nafaka türünün de bu anlamda önemli olduğunu biliyoruz. Özellikle kardeşlerin
refah seviyesi yüksekse diğer kardeşine bu anlamda nafaka verme yükümlülüğü ahlak kuralı
niteliğinde ortaya çıkar. Fakat zaman içinde hukuk kuralı haline dönüşen bir nitelik taşıyor.

*Evet, tedbir nafakasını zaten biliyoruz tedbir amaçlı getirilen bir nafaka.

10-20 DK

*Şimdi bizim genel olarak kanunumuza baktığımızda 14. Maddenin 2. Fıkrasında


kanunlarımıza bakalım nafaka nerede düzenleniyor.
MÖHUK 14/2:
‘Boşanmış eşler arasındaki nafaka talepleri hakkında birinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu
hüküm ayrılık ve evlenmenin butlanı halinde de geçerlidir.’
*Dolayısı ile boşanma ve ayrılık kararı alınması sonrasındaki nafaka kararlarının aslında
müşterek milli hukukla başlayan daha sonrasında müşterek mutad meskenle devam eden
ve daha sonra da Türk hukukuna uygulanmasını üçüncü kademede getiren bir bağlama
kuralına bağlıyor.
*Aynı şeyi boşanma ve ayrılık kararında geçici tedbir olarak nitelendireceğimiz kararlar içinde
söz konusu, bunun için de söyleyebiliriz.
*Dolayısıyla bizim için 14/2 nafakayla alakalı özellikle boşanma ve ayrılık kararı verilmesi
noktasında uygulama alanı bulan bir nafaka uygulaması.
*Bu nafaka düzenlemesi aslında Türkiye’nin bu alanda taraf olduğu 1973 tarihli nafaka
hükümlerine dair Lahey sözleşmesi ile de uyum içinde. Yani oradaki hüküm dikkate alınarak
kanun maddesi bu şekilde getirilmiş, o uluslararası sözleşmenin bir 8. Maddesi vardır. Aslında
o 8. Madde buradaki 14/2’nin birebir kopyasıdır.
*Dolayısı ile boşanma ve ayrılık davası sonucunda verilen nafakayı o uluslararası sözleşmeyle
uyum güdülmesi amacıyla tamamen boşanmanın tabi olduğu hukuka tabi kılmış ama aslında
bizim nafakayla alakalı genel uygulamamız genel kanunlar ihtilafı kuralımız bambaşkadır. Yani
biz nafaka dediğimizde aslında bizim aklımıza gelecek olan bağlama kuralı nafaka
alacaklısının mutad meskeni hukukudur.

182
*Biz biraz önce söyledim gibi nafaka ile ilgili olan düzenlemelerimizi bir MÖHUK’un 14/2, iki
MÖHUK’un 19. Maddesi, üç Uluslararası sözleşmeler kapsamında değerlendiririz.
*Yani nafaka dediğimizde üç tane temel hukuki düzenleme aklımıza gelir. Bu noktada tabi ki
uluslararası sözleşmeler kanunumuzun giriş kısmında özellikle 1. Maddenin 2. Fıkrasında
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu milletlerarası sözleşmesi hükümlerinin saklı olduğu
ifadesi açık bir şekilde geçmektedir. Dolayısı ile aslında nafaka ile ilgili düzenlemeler dikkate
alındığında bizim için öncelikle bu konuyu oldukça fazla çeşitte ve detaylı düzenlemiş olan
nafaka sözleşmelerinin önceliği bulunmaktadır.
*Biz Türkiye’nin taraf olduğu nafaka sözleşmelerindeki hükümleri uygulayamadığımız
zaman 19. Madde hükümlerine gidiyoruz.
*MÖHUK 19. Madde nafaka ile ilgili genel bir hükümdür. Uluslararası sözleşmelerin içine
dahil edemediğimiz durumları ne yaparız 19. Madde kapsamında değerlendiririz.
*14/2 başka bir şey o zaten boşanma ve ayrılık davaları ile ilgili olduğunu zaten sözleşme ile
uyumlu olduğunu söylemiştik. Özellikle 73 tarihli sözleşme ile.
*Dolayısı ile baktığımızda nafaka ile alakalı üç temel kaynak var: 14/2 , 19 ve Türkiye’nin
taraf olduğu sözleşmeler.
*Ama aslında genel olarak uluslararası sözleşmelerin çok yaygın bir alanı vardır. O
uluslararası sözleşmelerin uygulanmasından bir yer kalırsa ya da onların kapsamı dışında
bir durum ortaya çıkarsa o zaman biz Möhuk’taki 19. Maddeye gideriz nafaka ile alakalı
genel hükümdür. Şimdi 19. Maddeye bir bakalım.
19. Madde (Renvoi yok)
‘ Nafaka talepleri, nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna tabidir.’
*Şimdi dolayısı ile nafaka talep eden kişinin mutad meskeni hukukuna atıf yapıyor.
*Ben daha önce söylemiştim size yani aile hukuku karakterli olan konuları işleyen bağlama
kurallarında her zaman işte o atıf teorisi dediğimiz renvoi kurallarının uygulanacağını
söylemiştim ancak bunun bazı istinaları var demiştim işte nafaka da bunlardan biridir.
*Çünkü uluslararası Türkiye’nin taraf olduğu uluslara arası sözleşmede de aynı zamanda bir
kanunlar ihtilafı kuralı olarak nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna atıf yapılmıştır.
Nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna atıf yapıldığı için biz uluslararası
sözleşmelerde geçen kanunlar ihtilafı kurallarını maddi norm atfı olarak kabul edeceğimizi
söylemiştik. Bu renvoinin istisnasıydı.
*Dolayısı ile Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler çerçevesi içinde nafaka alacaklısının mutad
meskenine yapılan atıf bir bağlama kuralıdır, bir kanunlar ihtilafı kuralıdır ve biz buradaki
kanunlar ihtilafı kuralını tamamen uluslararası sözleşmelerde geçen bir kanunlar ihtilafı
kuralı olması itibarıyla maddi norm atfı olarak kabul ediyoruz.
*Renvoi anlatırken ne diyorduk, renvoi yani atıf teorisi, iade atıf veya devam eden atıf aile
hukuk, şahıslar hukuku, miras hukuku alanında geçerlidir diyorduk.

183
-Ve bu noktada renvoinin istisnalarından bahsediyorduk, bazı durumlarda renvoi
uygulanmaz diyorduk neydi? Mesela hukuk seçiminde renvoi uygulamıyorduk. Çünkü hukuk
seçimi ile seçilen hukuk maddi norm atfını bize ifade ediyordu veya şekil konusunda renvoi
yoktur diyorduk, çünkü şekle uygulanacak olan hukukla ilgili bağlama kuralları kanunlar
ihtilafı kuralları maddi norm atfı yapar diyorduk ya da işte haksız fiil, haksız fiilin gerçekleştiği
yer hukukuna yapılan atıf orada kanunlar ihtilafı kuralına değil oradaki haksız fiilin
gerçekleştiği yerdeki maddi hukukadır diyorduk. Ya da bir uluslararası sözleşmede geçen
kanunlar ihtilafı kuralı o kuralın maddi norm atfı olarak algılanmasına sebep olur diyorduk.
*İşte burada da aynı şey. Burada da nafaka ile alakalı Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası
antlaşmalar var ve özellikle uygulanacak olan hukuk anlamında ikisi de yani her iki sözleşme
de nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna atıf yapıyor.
*Dolayısı ile biz uluslararası sözleşmede bu yöndeki zaten o uluslararası sözleşmedeki kural
nafaka alacaklısının mutad meskenine atıf yaptığı için 19. Madde de aynı şekilde kaleme
alınmıştır ki Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeyle alakalı bir yeknesaklık
sağlansın, bir aynılık gerçekleşsin diye.
*Dolayısı ile 19. Madde hemen kazara tesadüfen çıkmış bir madde değildir. Türkiye’nin
nafaka ile alakalı taraf olduğu sözleşmelerde geçen kanunlar ihtilafı ile uyumlaşsın diye ikisi
arasında aynılık olsun diye o madde kabul edilmiştir. Dolayısı her iki hukuk düzenlemesindeki
yaklaşımda ne yapacağız aynı şekilde değerlendireceğiz. Yani uluslararası sözleşmede geçen
kanunlar ihtilafı kuralını nasıl maddi norm olarak dikkate alıyorsak MÖHUK 19. Madde de
geçen maddeyi de kanunlar ihtilafı kuralı kapsamında bir maddi norm atfı olarak alacağız,
yani siz nafakaya uygulanacak olan hukuk diyelim ki ekstrem bir şekilde 19. Maddeden
uygulanması gerekti o noktada siz nafaka alacaklısının mutad meskeni kanunlar ihtilafı
kurallarına gitmeyeceksiniz. 19. Maddeyi kısaca maddi norm atfı olarak algılayacağız.
*Bu zamana kadar anlattığım 19. Maddeyi neden maddi norm atfı olarak aldığımızı onu
anlattım size yani bu kadar konuşmamın sebebi 19. Maddenin neden maddi norm atfı olarak
algılanması gerektiğine ilişkindi. Kısaca 19. Maddenin çok da kısıtlı bir uygulaması vardır bu
arada. Yani dediğim gibi Türkiye uluslararası sözleşmelere taraf olduğu için öncelikle tabi
sözleşmeler uygulanıyor.
*Ekstrem bir şekilde bazen sözleşmelerin uygulama alanına girmeyecek, uygulama alanına
girmeyen nafaka durumlarıyla karşılaşılabiliyor. O noktada 19. Madde otomatikman devreye
girecek, 19. Madde devreye girdiği zaman da 19. Madde de geçen nafaka alacaklısının
mutad meskenine atıf yapan maddeyi de ne yapacağız maddi norm atfı olarak
değerlendireceğiz, bunun hukuki gerekçesi neydi?
*Bunun hukuki gerekçesi bu konudaki nafaka alacaklısının mutad meskeni atıf yapan
hükmün bir uluslararası sözleşmede geçmesi ve uluslararası sözleşmede geçen kanunlar
ihtilafı kuralları bizim maddi norm atfı olarak kabul etmemizden kaynaklanıyor.
*Şimdi genel olarak Türkiye’nin nafaka ile alakalı bizim için önemli olan o çünkü yani 14/2 nin
ne olduğunu aşağı yukarı anladık.

184
*19. madde de işte bu nafakaya ilişkin Türkiye’nin taraf olduğu anlaşmaların uygulama
alanı bulamaması durumunda uygulama alanına sahip olduğunu anladık.
Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Sözleşmeler

1-1956 tarihli Çocuklara Nafaka Hükümlerinin Uygulanacak Olan Hukuka İlişkin Lahey
Sözleşmesi
*Eski tarihli bir sözleşmedir.
*Türkiye tarafından onaylanmış ve yürürlüğü olan bir sözleşmedir.
*1956 tarihli Çocuklara Karşı Nafaka Yükümlülüğüne Uygulanacak Hukuka Dair Lahey
Sözleşmesidir.
20-30 DK

*Adı üstünde gördüğünüz gibi sadece çocukları hedef alan, çocukları konu kapsamına
oturtmuş bir sözleşmedir.
*Bu anlamda da nafaka talep eden sıfatına sahip olması sebebiyle çocuğun mutad meskeni
hukukuna atıf yapar.
-Aslında yine nafaka alacaklısının mutad meskeni hukuku ilkesinden hareket ederek çocuğun
mutad meskeni neredeyse çocuğun mutad meskeninin tabi olduğu hukuk bu sözleşme
çerçevesinde nafakaya uygulanacak olan hukuk olarak karşımıza çıkar.
*Lahey Sözleşmesi’nde öncelikli olarak çocuğun mutad meskeni hukukunun uygulanması
esastır.
*Burada çocuğun mutad meskeninin maddi normlarını uyguluyoruz.
*Nafaka kimden talep edilecek, kime karşı talep edilecek, nafakanın miktarı ne olacak,
nafakanın ödenmesi nasıl olacak gibi birçok soru bu kapsamda karşımıza çıkar.
*Çocuğun mutad meskeni hukuku tartışmasız en öncelikli bağlama noktamızdır.
*Ancak Lahey Sözleşmesi basamaklı bir bağlama kuralı getirir.
*Dolayısıyla mutad mesken hukukuna göre çocuğun nafaka alması söz konusu olamıyorsa, o
zaman nafaka talebinde bulunulan başvuru ülkesi hukukunun kuralları uygulanmak
durumundadır.
-Bu sözleşme çerçevesinde nafaka talep ettiğiniz kişi ile ilgili olarak hangi ülkeye başvuru
yaptıysanız, başvurunuzu hangi ülke makamlarına yönelttiyseniz o ülkenin hukuku nafakanın
içeriğine uygulanacaktır.
*Tabi burada kamu düzeni devreye girer. Yani çocuğun mutad meskeni hukukunun bu
noktada kural getirmemiş olması söz konusu olabilir ya da başvuru ülkesinin çocuğa nafaka
talebi çerçevesinde nafaka bağlaması söz konusu olmayabilir. Bu durumda kamu düzeni

185
devreye girer ve her zaman için kamu düzeni gerekçesiyle otomatikman o yabancı ülke
hukuku yerine Türk hukukunun uygulanması söz konusu olabilir.
*Çocuk uluslararası hukukta korunmaya değer bir süjedir. Dolayısıyla her zaman için onun
menfaatini sağlayacak bir anlayışla hareket edilir. Mesele çocuk Türk makamlarına
başvurmuş. Türk makamlarının, çocuğun mutad meskeni hukukuna göre nafakaya
hükmetmesi gerekir.
*Demek ki çocuklara karşı 1956 tarihli bir sözleşmeye tarafız. Dolayısıyla bu sözleşme
çerçevesi içinde sadece çocukların nafaka talepleri düzenleme konusu yapılmış. Yani
çocukların nafaka talebinde bulunması halinde uygulanması söz konusu olan bir sözleşme.
*Bu noktada çocuğun mutad meskeni hukukuna göre bir nafaka belirlemesi yapılıyor.
*Nafaka belirlemesi dediğimiz şey: Kim nafaka talep edecek, kime karşı nafaka talep
edilecek, nafakanın miktarı ne olacak, nafaka taksitle mi ödenecek, nafaka hangi para
cinsinden ödenecek gibi birçok soru nafakaya uygulanacak hukukun kapsamında yer alan
sorulardır.
*Dolayısıyla çocuk hangi ülkede yaşıyorsa o ülkenin hukuku nafakayla ilgili bu sorulara
cevap verecek olan hukuktur.
*Ama bir emniyet sibobu olarak ikinci bir kademe olarak başvuru ülkesinin de hukukun
uygulanabilmesine imkân tanınıyor.
-Bu imkân ne zaman tanınıyor? Mutad mesken hukuku eğer çocuğa bir nafaka hakkı
tanımıyorsa o zaman başvuru ülkesinin maddi normları çocuğa uygulanacak nafakanın
çerçevesini belirliyor.
-Örneğin Türkiye’de başvuru yapmış Alman vatandaşı olan ve Almanya’da yaşayan bir çocuk
söz konusu olsun ve çocuk Türkiye’deki babasından nafaka talep etsin. İlgili makamlar bu
başvuruyu aldıktan sonra nafakayla alakalı hukuki çerçeveyi Alman hukukuna göre
çözümlemek zorunda çünkü çocuk Almanya’da yaşıyor. Çocuğun milliyetinin burada bir
önemi yok. Çocuğun mutad meskeni Almanya olduğu için Türk makamları nafakanın niteliği,
nafakanın miktarı, özelliği, nasıl ödeneceği, hangi para cinsinden ödeneceği gibi birçok
soruyu Alman hukukuna göre çözümleyecektir. Ancak Alman hukukunda böyle bir nafakaya
hükmedilmesi eğer söz konusu değilse, yani kanun düzenlemesi bu yönde bir şey
getirmemişse o zaman da başvuru makamının yani Türk hukukunun maddi normlarının
çocuğa nafaka ödenmesi, nafakanın miktarı, nafakanın niteliğiyle alakalı hususları
belirlemesi söz konusu olur.
*Yani öncelikle nafaka alacaklısı olan çocuğun mutad mesken hukukuna gidilir. Mutad
mesken hukukuna göre bir nafaka sağlanamıyorsa o zaman da başvuru ülkesinin hukuku
uygulama alanı bulur.
*Türkiye bu sözleşmeye taraf olurken sözleşmenin akit ülkelere tanıdığı bir çekince, bir
imkândan da yararlanıyor. Bir ülke bir sözleşmeyi imzalarken çekince koyma imkanına sahip
olabilir. Ancak bu tek taraflı olarak yapılamaz, siz çekince koyduğunuzda diğer akit ülkelerin
de bunu kabul etmesi gerekir. O yüzden bu sözleşme Türk hukuku uygulaması açısından

186
gerekli mercilere bildirilmek suretiyle her ülkenin kendi kanunlarını uygulamasını sağlayacak
bir içeriğe sahiptir.
30-40 DK

O yüzden bu sözleşmeler Türk hukuku uygulaması açısından gerekli mercilere bildirilmek


suretiyle her ülkenin kendi kanunlarını uygulamasına da imkan sağlayacak bir içeriğe sahiptir.
Şimdi bu ne demek? Türk hukuku üzerinden gidelim.

-Mesela nafaka talep edilen kişi Türk vatandaşıdır. Nafaka talep eden kişi de Türk
vatandaşıdır. Dolayısıyla başvuru yapacağınız Türk makamlarıdır aynı şekilde. Yani
başvurunuzu Türk makamlarına yapacaksınız çünkü başvuru ülkesi vatandaşı olan kişiler hem
nafaka alacaklısı hem nafaka borçlusu. Aynı zamanda nafaka talep edilen kişinin mutad
meskeninin de Türkiye’de olması otomatikman başvuru ülkesinin hukukunun da
uygulanmasına sebep olur. Yani nafaka talep eden çocuk Türk vatandaşı ise nafaka talep
edilen kişi de Türk vatandaşı ise doğal olarak nafaka talep edilen kişinin mutat meskeni de
Türkiye’de ise nafaka talebinin yöneltildiği başvuru makamı Türk makamları ise bu noktada
artık Türk hukukuna göre de nafakanın uygulanacak olan hukuk kapsamında
değerlendirilmesi söz konusu olur.

*Tekrar söylüyorum. Normalde 56 tarihli çocuklara karşı nafakaya uygulanacak olan hukuka
ilişkin Lahey Sözleşmesi çocuğun mutad mesken hukukuna atıf yapar. Mutad mesken hukuku
ile nafaka eğer nafakaya uygulanacak olan hukuk için bir anlam ifade etmiyorsa o zaman
başvuru ülkesi hukukuna gidilir. Ama bu sözleşme bir istisnai uygulama getirmiştir.

-Eğer nafaka talep edilen kişi Türk vatandaşıysa veya.. yani ben tabi Türk örneğinden gittim
ki sizin kafanızda somutlaşsın.. illa Türk olmasına gerek yok.. ama nafaka alacaklısının mutad
meskeninin o ülkede olması, nafaka alacaklısının o ülke vatandaşı olması ,nafaka
borçlusunun o ülke vatandaşı olması halinde de o ülke hukukunun uygulanması söz konusu
olabiliyor.

-Türk örneğine döndüğümüzde de tekrar ediyorum. Bu noktada Türk vatandaşı bir çocuk
nafaka talep ediyorsa Türk vatandaşı bir kişiye karşı nafaka talep ediliyorsa yani nafaka
borçlusu Türk vatandaşıysa ve nafaka borçlusunun mutad meskeni Türkiye’de ise o zaman
biz bu 56 tarihli sözleşme çerçevesinde otomatikman nafakanın içeriğine ilişkin Türk
hukukunu uygulayabiliyoruz. Bunun da böyle bir uygulanması söz konusudur.

Soru: Bu durumda hocam zaten yabancılık unsuru var mı ki?

Cevap: Tabi ki var. Yabancılık unsurunu burada tartışmıyoruz ama sonuçta çocuğun mutad
meskeni başka bir ülkede. Burada bir uluslararası sözleşme var dedik ve uluslararası sözleşme
çerçevesi içerisinde Türk hukukunun uygulanabilmesine imkan tanınıyor dedik. Türk
hukukunun uygulanmasına imkan tanıyan durumda nafaka alacaklısının mutad meskenini
ortadan kaldıran bir hal olarak karşımıza çıkıyor. Sözleşmesinin uygulanması anlamında da
yabancılık unsuru vardır yoktur gibi bir şey içerisine girmiyoruz. Burada her hâlükârda zaten

187
baktığınızda hani sizin tezinizden yola çıksak bile yabancılık unsurunun varlığından da yine
bahsedebiliriz. Çocuk hem Alman vatandaşıdır hem Türk vatandaşıdır. Dolayısıyla Türk
vatandaşlığı dikkate alınacaktır ve Türkiye’de yaşayan babasına karşı nafaka talebinde
bulunduğunda yine Türk hukuku uygulanacaktır. Neye rağmen? Çocuğun Alman
vatandaşlığına rağmen. Ama bu hareket noktası yanlış bir noktadır. Burada zaten yabancılık
unsuru bizim için bir önem ifade etmiyor. Burada nafakaya uygulanacak olan bir hukuk söz
konusudur. Dolayısıyla Türkiye’nin bu anlamda taraf olduğu bir uluslararası sözleşme var ve
bu uluslararası sözleşme çerçevesi içerisinde getirilmiş olan bir bağlama noktası vardır. Bu
bağlama noktası çocuğun mutad meskenidir ve bu mutad mesken çerçevesinde uygulanacak
olan hukuk nafakaya uygulanacak olan hukuk olarak belirleniyor. Nafakaya uygulanacak
olan hukukun yabancı bir hukuk olabilmesi mümkün olabildiği gibi Türk hukuku olması da söz
konusu olabiliyor ama Türk hukukunun uygulanabilmesi için belli şartların varlığına ihtiyaç
vardır. O da hem nafaka alacaklısının hem de nafaka borçlusunun Türk vatandaşı olması ve
bu noktada da nafaka borçlusunun mutad meskeninin Türkiye’de olmasıdır. Dolayısıyla bu
üç şart mevcutsa Türk hukuku uygulanıyor bu üç şart mevcut değilse zaten Türk hukuku
uygulanmıyor yani yabancılık unsurunun varlığı noktasında hareket etmeyin. Onunla alakalı
bir durum yok burada ama sizin ileri sürdüğünüz tezle de yaklaşsak çocuğun çifte vatandaşlık
durumu olabilir ve yine yabancılık unsuru olmasına rağmen yine Türk hukuku uygulanır.
Çünkü buradaki hareket noktası yabancılık unsuru değil onu netleştirmiş olalım.

2- 58 Tarihli Sözleşme

*58 tarihli sözleşme de bu 56 tarihli çocuklara karşı uygulanacak olan nafakanın tespiti
sonrasında işleyecek olan nafakanın tahsiliyle tanınmasıyla ve tenfiziyle alakalıdır. Biz ikinci
dönem işleyeceğiz yabancı mahkemesi kararlarının tanınması ve tenfizi konusunu ama
burada bu 58 tarihli sözleşmeden bahsetmeden olmuyor.

*Çünkü biliyoruz ki yabancı bir ülkede verilmiş olan bir mahkeme kararının Türk hukuku
açısından hüküm ifade etmesi otomatikman gerçekleşmiyor. O sadece yabancı bir ülke
mahkemesi tarafından verilmiş olan karar taktiri delil niteliği taşıyabilir sadece hakim
açısından. O yüzden o kararın bir Türk mahkemesi kararıymış gibi etki doğurabilmesi için
biz tanıma ve tenfiz kurumlarından yararlanıyoruz.

*** Tanıma: Bir yabancı mahkeme kararının kesin hüküm etkisinin tanınmasıdır.

*** Tenfiz: Yabancı mahkeme kararının kesin hüküm etkisiyle birlikte icra edilebilirlik
etkisinin de tanınmasıdır.

*Dolayısıyla ikisi arasında böyle temel bir fark vardır. Demek ki tanıma neymiş? Kesin hüküm
etkisini tanıyorsunuz yani Alman mahkemesi tarafından bir karar veriliyor. O tanınana kadar
Türk hukuku açısından hiçbir şey ifade etmiyor ama Türk mahkemesinden tanıma kararı
çıktıktan sonra artık o bir Türk mahkemesi kararıymış gibi etki doğuruyor ve kesin hüküm
etkisine de tabi oluyor.

188
*Tenfiz açısından ise yine Alman mahkemesinden bir karar çıkıyor fakat aldığınız kararı icra
etmenizde gerekiyor. Dolayısıyla Türk makamlarına tenfiz başvurusunda bulunmanız
gerekiyor. Kararın hem kesin hüküm etkisini tanıyorsunuz hem de o kararı icra edebilmeniz
için tenfiz etmeniz gerekiyor.

-Tenfiz hem kesin hüküm hem de icra edilebilirlik etkisi sağlıyor o yabancı mahkeme
kararına.

-Dolayısıyla tenfiz kararı Türk mahkemesinden çıktıktan sonra da artık o bir yabancı
mahkeme kararından ziyade bir Türk mahkemesi kararıymış gibi etki doğuruyor ve Türk cebri
icra makamlarının gücünü arkanıza alarak o kararı icra ediyorsunuz.

*Tanımada icra etmek yok. Tanıma daha çok tespit gibidir. Basit işlemler gerçekleştiriliyor
nüfusta vs. ama tenfizde cebri icra kuvvetini arkanıza alıp o kararı işliyorsunuz yani icra
ediyorsunuz.

*Nafaka kararları için de aynı şey geçerlidir. Şimdi nafaka kararı yabancı bir ülke
mahkemesinden çıkabilir.

-Mesela Almanya’da yaşayan Fransız kadın ve çocuğu, Türkiye’de yaşayan Türk babaya karşı..
Evlilik dışı olabilir bu o zaman çocuğun vatandaşlığı Türk vatandaşlığı olmaz, olsa da fark
etmez nihayetinde Türk vatandaşı olsa da bu sözleşme uygulama alanı buluyor. Alman
mahkemesinden karar aldıktan sonra bu kararın Türkiye’de icra edilmesi gerekecek. O zaman
bu çocuklara karşı nafaka hükümlülüğüne ilişkin kararların tanınması ve tenfizi devreye
girebilecek diye biliyoruz. Bu noktada da bu kararın icra edilebilmesine ve nafakanın babadan
tahsil edilebilmesine bu sözleşme hükümleri imkan tanıyor.

*Yalnız bir hususa açıklık getirmek gerekiyor. Bu sözleşmenin uygulama alanı sadece
çocuklarla sınırlıdır.

*Dolayısıyla yapıldığı dönem için belki bir nebze ihtiyacı karşılamıştı fakat zaman içinde
sadece çocuklara yönelik bir nafaka talebinin ve nafaka içeriğinin yeterli olmaması sebebiyle..
Lahey, Hollanda’da bir şehirdir orada da dünyanın en eski uluslararası akademilerinden biri
vardır çok prestijli bir kurumdur ve oradaki o akademinin özellikle milletlerarası ve aile
hukuku ile alakalı meselelerde uluslararası sözleşmeler getirdiği ve bütün özellikle kara
avrupası ve anglo-sakson hukukunu birleştiren uluslararası ve çok taraflı sözleşmelere imza
attığını biliyoruz.

40-50 DK

*Dolayısıyla bu alanlarda kafa yoran bir akademi.

3-1973 yılında Nafaka Yükümlülüğüne Uygulanacak Kanuna Dair 73 Tarihli Sözleşme

189
*Bu çocuklara ilişkin bu sözleşmenin yeterli derecede bir şeye sahip olmaması, etkisinin
ortaya çıkmaması sebebiyle 1973 yılında Nafaka Yükümlülüğüne Uygulanacak Kanuna Dair
73 tarihli sözleşmeyi kabul etmiştir.

*Türkiye’de zaten bu sözleşmeye 10 sene sonra yani 1983 yılında taraf olmuştur.

*Bu sözleşme aslında her iki sözleşmeye de taraf olanlar açısından diğer sözleşmenin yerine
geçmiştir.

*Dolayısıyla yalnız çocuklar hakkındaki nafaka kararları için değil, bir bütün olarak bütün
nafaka talepleri için uygulama alanı bulan bir sözleşmedir, 73 tarihli sözleşme. Dolayısıyla
bizim için aslında uygulama alanı daha fazladır 73 tarihli sözleşmenin. Bu dediğim gibi 56 ve
onu tamamlayan 58 tarihli sözleşmenin yerini almış olan bir sözleşmedir bu 73 tarihli
sözleşme.

*Bu sözleşmenin çok temel bir özelliği vardır: Loi uniforme. Yani karşılıklılık aramaz,
karşılılıklığın aranmadığı bir sözleşmedir. Bu ne demek?

*Başvuru ülkesi olarak size nafaka talebinde bulunulduğu zaman başvuru yapan kişinin akit
ülke vatandaşlarından biri olmaması bu sözleşmenin uygulanmayacağı anlamına gelmez.

*Diyelim ki atıyorum Nijerya vatandaşı bir çocuk veya bir kadın, Türk eşine karşı nafaka
talebinde bulunuyor; bu nafaka talebinde bulunduğunda nafakaya uygulanacak olan hukuk
kapsamında taraflar arasındaki 73 tarihli sözleşmenin uygulanması söz konusu olur mu olmaz
mı noktasında söyleyeceğimiz şey otomatikman 73 tarihli sözleşmenin uygulanması
yönünde. Neden? Nijerya devleti, Nijerya vatandaşı olan bu kişinin Türk vatandaşına karşı
yönettiği nafaka talebi, Türk makamlarına yönettiği nafaka talebi Türkiye Cumhuriyetinin bu
sözleşmeye taraf olması sebebiyle zaten karşılıklılık şartının da aranmayacak şekilde
uygulamayı gerektirir. Bu noktada Nijerya vatandaşı olan kişinin milliyeti ve Nijerya’nın bu
sözleşmeye taraf olmamış olması Türk makamlarının bu sözleşmeyi uygulama çünkü nafaka
talebinde bulunan kişi bu sözleşmenin tarafı olan bir ülkenin vatandaşı değil itirazının da
önüne geçer. Neden? Çünkü o Loi uniforme dediğimiz karşılıklılık aranmadan uygulanması
gerekçesiyle.

*Dolayısıyla bu sözleşmeye taraf olan bir ülke makamına yapılan başvuru çerçevesinde
başvuruyu yapan kişinin milliyeti falan önem arz etmez. Taraf olmayan bir ülkenin
vatandaşı olsa da bu sözleşmelerin getirmiş olduğu hukuki uygulama otomatikman
uygulanır.

*Bu sözleşme çerçevesi içerisinde nesebi sahih olmayan yani evlilik dışı (şimdi sizin için bu
kavram biraz şey olabilir nesebi sahih. Bizim dönemimizde sahih nesep, gayri sahih nesep
gibi kavramlar vardı, evlilik içi evlilik dışı. Dolayısıyla bu sözleşmede tabi eski dönemlerde
tercüme edildiği için orada da bu sahih, gayri sahih kavramlarıyla karşılaşıyoruz.) Bu noktada
bu sözleşme evlilik dışı çocukların ilgili kişiye yönelttiği nafaka taleplerini de kapsayacak
şekilde aile, hısımlık, evlilik ve sıhriyet ilişkilerinden doğan bütün nafakaları kapsıyor.

190
*Yine burada da tüm nafaka talepleri de hemen hemen diyebiliriz aslında bakarsanız, burada
da nafaka alacaklısının mutad meskenine atıf yapan bir bağlama kuralı söz konusu.

*Nafaka alacaklısına mutad meskenine atıf yapan bu bağlama kuralı çerçevesi içerisinde biz
biraz önce de söylediğim gibi nafakanın türü, miktarı, nasıl ödeneceği, kapsamı, işte nafaka
ile ilgili konular; kimden nafaka istenecek, ne miktarda nafaka istenecek, nafakanın ortaya
çıkması için gerekli şartlar oluşmuş mu/oluşmamış mı, nafakanın kapsamının tayin
edilmesi gibi meseleler işte bu nafakaya uygulanacak olan hukukun konusu içerisine girer.

*O yüzden nafaka alacaklısının mutad meskeni hukuku ister çocuk olsun ister yetişkin olsun
bu anlamda o mutad mesken hukukuna tabidir.

*Mutad mesken sözleşmeye taraf olmayan bir ülke de olsa bu anlamda ne yapmıyor ? Fark
etmiyor. Bu da önemli.

-Yani, sizin mutad meskeninizin bulunduğu ülke sözleşmeye taraf değil mesela, fark etmiyor
yani yine o ülke hukuku uygulanıyor.

*İşte bu yüzden loi uniform dediğimiz bu karşılık aranmadan uygulanmanın böyle bir etkisi
var .Yani her sözleşme bu etkiye sahip değildir ama bu önemlidir.

*Yani, hani mutad mesken hukukuna atıf yapıp da mutad mesken hukuku akit ülke olmasa
bile o hukuku bulup o hukuku uygulamakla yükümlüdür.

*Yani, Nijerya örneğine dönecek olursak; Nijerya vatandaşı kişi ya da kişi Nijerya’da yaşıyor,
mutad meskeni Nijerya’da, bu durumda Nijerya hukukunun uygulanmasının önünde hiçbir
engel yok.

*Zaten konvansiyonun 3. maddesi de bunu açık bir şekilde ifade ediyor. Bunun dışında
mutad mesken, yani nafaka alacaklısının mutad meskeni dışında bir de farklı bağlama
kuralları getirmiş. Bunlardan biri; müşterek milli hukuk, müşterek milli hukuk da yoksa Lex
Fori’nin de yani, hakimin hukukunun da bu anlamda 1973 tarihli sözleşme çerçevesinde bir
nafakanın içeriği ile alakalı olarak uygulanmasının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.

-Ama bunu kademeli olarak algılayalım. Yani, bunu böyle kafamıza göre değil, tarafların
müşterek milli hukukuna göre nafaka alınması söz konusu olmazsa o zaman da başvuru
merciinin hukuku yani Lex Fori’ye göre; nafaka alacağının belirlenmesi söz konusu oluyor.

*Demek ki burada üç kademeli bir şey var.

*Çocukta öyle değildi hatırlarsanız. Çocukta iki tane mutad mesken ve başvuru ülkesiydi.

*Burada, öncelikle nafaka alacaklısının mutad meskeni, yoksa; müşterek milli hukuk, o da
yoksa; Lex Fori uygulama alanı bulur.

*Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeyi uygularken civar hısımları ve sıhri hısımlar arasındaki


nafaka talepleri açısından bu sözleşmenin uygulanmaması hakkını saklı tutmuştur. Yani bu

191
noktada demek ki sıhri hısımlar ve civar hısımlar arasındaki nafaka taleplerine bu sözleşme
uygulanmayacak. Yani, 73 tarihli sözleşme uygulanmayacak.

-73 tarihli sözleşme uygulanmayacaksa hangi tarihli sözleşme uygulanacak? 73


uygulanamazsa o zaman MÖHUK’taki hükümlere gidiyoruz. Yani, 19. Maddenin uygulanması
söz konusu. 19. Maddeyi uygularken ne diyorduk? Bu konuda zaten Türkiye’nin taraf olduğu
uluslararası sözleşmeler etkin bir şekilde uygulanıyor. Fakat, uluslararası sözleşmelerin
alanına ve konusuna girmeyen durumlarda o zaman MÖHUK 19 uygulama alanı buluyor.

-Şimdi biz 73 tarihli sözleşmeyi imzalarken Türkiye, sıhri hısımlar ve civar hısımları arasındaki
nafakaları kapsam dışı bırakmışız. Kapsam dışı bıraktığımıza göre bunlarla ilgili nafaka
talepleri 19. maddeye yine, nafaka alacaklısının mutad meskeninin maddi normlarına tabi
olacak.

-Onun dışındaki nafaka taleplerini ise, 73 tarihli sözleşme çerçevesinde değerlendireceğiz.

*Şimdi, Türkiye yine burada da Türk hukukunu uygulama açısından kendisine bir istisna
uygulama getirmiş. Yani, sözleşme bu anlamda bir imkan tanımış. Bu noktada yine nafaka
alacaklısının Türk vatandaşı olması, nafaka borçlusunun Türk vatandaşı olması, ve
borçlunun mutad meskeninin Türkiye'de olması hallerinde yine Türk hukukunun
otomatikman maddi normlarının uygulanabilmesi söz konusu olabiliyor.

-Çocukta da aynısını söylemiştik.

-Dolayısıyla burada da nafaka alacaklısının mutad meskeni veyahut müşterek milli hukuk
veyahut Lex Fori dışında Türk hukukunun da ayrı bir hukuk olarak uygulanmasını sağlayan
hukuki bir gerekçeyi ortaya koymuş oluyoruz.

*Demek ki neymiş? Nafaka alacaklısının ve nafaka borçlusunun Türk vatandaşı olması ve


borçlunun mutad meskeninin Türkiye’de bulunması hallerinde Türk hukukunun
uygulanabilmesi söz konusu oluyor.

*Türk Hukuku burada nafakanın nesine uygulanıyordu? Nafakanın içeriğine, nafakanın


kapsamına uygulanıyor.

*Yani, nafaka konusunda yetkili hukuk dediğimizde, nafakayla ilgili bütün konular ilgilinin
kimden, ne ölçüde nafaka talep edeceği, nafakanın verilmesi için gerekli olan şartların
mevcut olup olmadığı, nafakanın kapsamı gibi bir çok konu.Hatta nafakaya hükmedilmiş
olabilir ,nafakanın sona ermesi sebepleri mesela bu bile o kapsamda.

50-60 DK

* Şu noktaya gelelim. Bu sözleşmeler çerçevesi içerisinde devletlerin her iki sözleşmeye de


taraf olması, aynı Türkiye örneğinde olduğu gibi, her iki sözleşmeye de birden taraf olan
ülkeler açısından acaba hangi sözleşmenin öncelikli uygulama alanı bulacak? Yani 56 tarihli
sözleşmeye de tarafız, 73 tarihli sözleşmeye de tarafız. Acaba bir hukuki durum ortaya

192
çıktığında, çocukla ilgili mesela bir hukuki durum ortaya çıktı, çocuğa karşı nafaka. 56’yı mı
uygulayacağız yoksa73’ü mü uygulayacağız? Her ikisine de taraf olan ülkeler açısından 73
tarihli sözleşme tabi ki öncelikli uygulama alanına sahip.
-Yani 73 ün özelliği hem yetişkinleri hem de çocukları kapsayan bir nitelik taşıması.
-Ama son tarihli olduğu ve sözleşmenin kendisi de zaten bu yönde bir hüküm getirdiği için
hem 56 hem 73 e taraf olan ülkeler açısından öncelikli olarak 73 tarihli sözleşme uygulama
alanı buluyor.

*Peki diyelim ki 56 tarihli sözleşmeye taraf olan bir ülke var. Ama 73 tarihli sözleşmeye taraf
değil. Ve biliyoruz ki 73 tarihli sözleşme “loi uniforme” yani karşılıklılık aramadan uygulama
imkanına sahip. Ama 56’ya taraf bir ülkeden geliyor. Yani mutad mesken 56’ya taraf. O
zaman sadece 56’yı uyguluyoruz?

-Yani zaten 56’yı kabul etmiş olup 73’ü kabul etmemiş olan 3 tane ülke var hatırladığım
kadarıyla. Biri Avusturya, biri Lihtenştayn olması lazım, biri de Belçika’ydı zannedersem.
Sadece bu üç ülke açısından 56 tarihli sözleşme halihazırda yürürlükte. Avusturya,
Lihtenştayn, Belçika diye hatırlıyorum yanlış olmasın. Diğer ülkelerin hepsi 73 tarihli
sözleşmeyi imzalamış.

-Dolayısıyla 56 tarihli sözleşme yürürlükte olan ülkeler açısından eğer 56’nın konusuna giren
bir durum varsa, 73 bu anlamda uygulama imkanına sahip olmuyorsa 56 tarihli sözleşmeyi
imzalamış olmaları sebebiyle, o zaman otomatikman tabi ki 56 tarihli sözleşmenin
uygulanması söz konusu olacak.

*Şimdi burada bu 73 tarihlinin loi uniforme olduğunu aslında açıklamıştım ama bir daha
söyleyeyim önemli. Loi uniforme nitelikli sözleşme demek karşılıklılık şartı aranmaksızın
uygulanan yeknesak bir düzenleme demek. Dolayısıyla iç hukuku değiştirmekte ve hiçbir
karşılık aramadan ne yapıyorsunuz o kanun hükmünü uyguluyorsunuz. Peki bunu ne zaman
uygulayacaksınız?

-Tabi ki üye devlete bu yönde bir talep gelmesi halinde.

-Yani Türkiye’ye bu sözleşmeye taraf olmayan bir ülke vatandaşı veya mutad meskeni o
ülkede olmayan, akit ülke olmayan bir ülke vatandaşı tarafından ya da kişi tarafından bir
talep geldiğinde üye devletlerde yapılan bu nafaka taleplerini talebi yapan kişinin veya
kişilerin üye devlet vatandaşı olup olmamasına bakılmıyor ve geniş kapsamlı olarak böyle
aile hukuku, hısımlık ilişkisi, aile birliğiyle alakalı bu nafaka taleplerine ne yapılıyor
uygulanıyor.

-Şimdi bu sözleşmenin 8. maddesinin önemli olduğunu söylemiştim dersin başında. Neydi?


Özellikle boşanma, ayrılık, evliliğin butlanı ve iptali hallerinde zaten 14/2’nin
uygulanamadığını söylemiştik. Dolayısıyla bu uluslararası sözleşme yani 73 tarihli

193
sözleşmenin 8. maddesi de zaten bunu ifade ediyor. Ve bu noktada da boşanma ve evliliği
sona erdiren diğer hallerde uygulanan hukuk, bu noktada evliliğin butlanı, iptali, boşanma
ve ayrılık sonucu verilen nafaka talepleri açısından da uygulama imkanına sahip. Dolayısıyla
aslında 14/2 nin uygulama alanı ve hukuki dayanağı bu uluslararası sözleşmede de açık bir
şekilde belirlenmiş. Dolayısıyla sözleşmenin 14/2’nin uygulanması anlamında bir istisna
hükmü getirdiği ve bunun da bir kanun hükmü haline geldiğini söyleyebiliriz.
-Aynı şekilde 19. madde hükmünün de kabulüyle Türkiye yardım nafakası (Kendisine yardım
edilmediği zaman yoksulluğa düşecek kişinin, belirli bir kan hısımlığı bulunan kişilerden talep
edebileceği, miktarı ve koşulları hakim tarafından tespit ve takdir edilen nafakadır.)
konusunda da özellikle yardım nafakasına uygulanacak hukuk konusunda da Türkiye’nin
koyduğu çekinceler çerçevesi içerisinde sözleşmenin ana kuralı yani sözleşme içerisinde
geçen bu düzenlemelerle uyumlu bir MÖHUK uygulaması söz konusu olmuş.

*Şimdi bu 73 tarihli sözleşmenin icra edilebilmesi için tabi daha onu tamamlayan özellikle
nafaka alacaklarının yabancı ülkelerde tahsiline ilişkin bir sözleşme. Tabi ki uygulama
kapsamına pardon tanınma ve tenfizine ilişkin bir sözleşme söz konusu. Bu 73 tarihli
sözleşmeye bağlanıyor. Yani onun tamamlayıcısı diyebiliriz.

-Biz bu 56 tarihli sözleşmenin de 58 tarihli sözleşmeyle tamamlandığını söylemiştik tanıma


tenfiz anlamında.

-O yüzden 73 tarihli sözleşme de yine 73 tarihinde yapılan tanıma tenfiz sözleşmesiyle


tamamlanmıştır.

-Bu noktada da yabancı bir ülkeden alınan sözleşme kuralları çerçevesi içerisinde yabancı bir
hukukun uygulanması çerçevesinde söz konusu olan nafaka kararlarının da özellikle tenfizi
istenen ülkede bu sözleşme hükümleri çerçevesinde daha kolaylaştırıcı bir şekilde tanınması
ve tenfizi söz konusu oluyor.

-Tanıma ve tenfiz kapsamında ortaya çıkan bu uluslararası sözleşmeler çok bir şey ifade
etmiyor belki sizin için ama bunlar özellikle adli işbirliği anlaşmaları çerçevesi içerisinde o
işleyişi kolaylaştıran bir anlam ifade ediyor.

*Şimdi nafaka alacaklarının tabi nafaka kararlarının tanınması ve tenfizi başka bir şey, tenfiz
edildikten sonra bunun tahsil edilmesi de başka bir şey. Bu noktada da özellikle yabancı
mahkemeler tarafından verilmiş olan nafaka kararlarının tahsiline ilişkin de uluslararası
sözleşmeler imzalanmış.

-Bunlardan en önemlisi New York sözleşmesi 56 tarihli. Dolayısıyla nafaka alacaklılarının


yabancı ülkelerden tahsiline ilişkin bu New York sözleşmesi kapsamında Türkiye’nin de taraf
olduğu bir sözleşmedir bu.

194
-Nafaka kararlarının bu noktada nafaka kararlarına konu olan değerlerin tahsili ne olmuş
oluyor sağlanmış oluyor.

-Burada da yani bu sözleşmenin uygulanması bakımından da nafaka talebinde bulunan


kişinin yerleşim yerinin, vatandaşlığının veya mutad meskeninin hiçbir önemi yok.

-Nafaka alacaklısının ve nafaka borçlusunun sözleşmeye taraf farklı ülkelerde bulunuyor


olması bu sözleşmenin hükümlerinin uygulanması açısından nedir yeterlidir.

-Bu noktada genellikle nafaka borcu yabancı özellikle aynı ülke sınırları içerisinde yaşayan
insan açısından bile ne kadar zordur biliyorsunuzdur tahsili. Yani aynı ülke sınırları içerisinde
yaşayan kişilerin bile nafaka ödeme yükümlülüğünün yerine getirilmesi noktasında
karşılaşılan güçlükler bu noktada özellikle uluslararası nitelikli nafakaların tahsili noktasında
ki yaşanan sıkıntıların da tabi dikkate alınmasını gerektirmiş. Bu noktada da bu sözleşmenin
ortaya çıkmasına aracılık etmiştir. Çünkü nafaka alacaklısı ve nafaka borçlusu dediğim gibi
faklı ülkelerde bulunduğu durumlarda sorun çok daha çetrefilli bir mesele haline geliyor.
Özellikle nafaka borcunun yüksek bir miktar olmadığını genel olarak düşünürsek özellikle
harcanacak para, onun tahsili için harcanan para, yapılacak masraflar o nafaka alacağını kimi
zaman böyle kağıt üzerinde bir şey ifade eden bir durum haline getiriyor. Dolayısıyla bu
nafakanın tahsil edilmesinin kolaylaştırılması gerekliliği bu sözleşmenin ortaya çıkması için en
önemli gerekçe halini almış.

-Bakım nafakası olsun, yardım nafakası olsun, yoksulluk nafakası, tedbir nafakası yani
aklımıza gelebilecek nafaka türlerinin bu sözleşme kapsamına girdiğini söyleyebiliriz.

-Dediğim gibi sözleşmeye taraf farklı devletlerde olması özellikle nafaka alacaklısının veya
nafaka borçlusunun bu sözleşmenin uygulanması için yeterli ve gerekli .
60-70 DK

-Yani burada dediğim gibi biraz öncede söylediğim gibi nafaka alacaklısının ya da
borçlusunun vatandaşlığı, yerleşim yeri falan bunlar çok bir anlam ifade etmiyor.

-Peki bu nafaka alacaklarının yabancı ülkede tahsiline ilişkin sözleşme bize ne getiriyor? Nasıl
nafakanın tahsilini kolaylaştırıcı bir yaklaşım benimsiyor? Bir kere sözleşme bir adi işbirliği
sözleşmesi. Dolayısıyla sözleşmenin uygulanmasını sağlamak adına bir merkezi makam
yaratılıyor. Bizim genellikle Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu ve bir merkezi makamın o
sözleşme hükümleri çerçevesi bakımından somutlaşması gerektiği durumlarda genellikle
Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk Ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü bizim genellikle
merkezi makamımız olarak hizmet veren bir kurum. Milletlerarası usul hukukunda da
göreceksiniz. Milletlerarası tebligat olsun ,diğer delillerle alakalı olsun ,uluslararası
uygulamalarda olsun bu Adalet Bakanlığının Uluslararası Hukuk Ve Dış İlişkiler Genel

195
Müdürlüğü bizim merkezi makamımız olarak genellikle uluslararası sözleşmelerde kayıt altına
aldırdığımız yetkili merciimiz.

-Dolayısıyla bu nafaka alacaklılarının yabancı ülkelerde tahsiline ilişkin 56 tarihli sözleşme


kapsamında da her devlet bir merkezi makam belirtmesi hükümleri çerçevesinde Türkiye’de
merkezi makam olarak bu Adalet Bakanlığının bu kurumunu ne yapmış belirlemiş. Bunun
dışında Türkiye’den de nafaka alacağının tahsili için yurtdışına gönderilecek talepler
bulunabilir. Bu tarz çerçevede de bir gönderici makamın belirlenmesi gerekiyor. Bu noktada
da cumhuriyet başsavcıları gönderici makam olarak ne yapılmış belirlenmiş.

Yabancı ülkelerden yapılan nafaka taleplerinin Türkiye’de tahsili için yürütülecek işlemler
açısından da aynı şekilde aracı kurum olarak da ne yapıyor hizmet veriyor.

-Demek ki merkezi makamın Adalet Bakanlığı Uluslararası İlişkiler Genel Müdürlüğü nafaka
alacağının tahsili için yurt dışına gönderilecek talepler konusunda da cumhuriyet
başsavcılığı bu noktada gönderici makam.

-Aynı şekilde kendisi yabancı ülkeden gelecek talepler noktasında da yine aracı kurum olarak
da cumhuriyet başsavcılığı görev yapıyor.

-Merkezi makamsa sözleşmenin uygulanması sağlayan bir nitelik taşıyor.

-O yüzden de cumhuriyet başsavcılıklarının bu noktada biraz daha aktif rol oynadığını ne


yapabilir söyleyebiliriz.

-Her devlet merkezi makamı ve gönderici makamı ne yapıyor belirtiyor sözleşme hükümleri
çerçevesinde.

*Şimdi bu sözleşme hükümleri çerçevesinde 3 farklı şekilde nafakanın tahsili söz konusu :

1. Bunlardan birincisi nafaka alacaklısının akit devlette bulunan nafaka borçlusundan


aracı kurum yani cumhuriyet başsavcılıkları yoluyla sulh şeklinde, sulh yoluyla
nafakayı tahsil etmesi.
-Demek ki sözleşme çerçevesinde nafakanın tahsili için öncelikli yol aracı kurum aracılığıyla
sulh yoluyla nafakanın tahsil edilmesi.
2. Bunun dışında nafaka borçlusunun bulunduğu ülkede bir tanıma ve tenfiz sürecinin
gerçekleşmesi, bu noktada nafaka alacağına hükmeden yabancı akit devlet
tarafından verilmiş olan bir kararı akit devlet özellikle nafaka borçlusunun
bulunduğu akit devlete tenfiz edilmesi, bir tenfiz davasına konu olmasından
bahsediyoruz.
3. Bunun için de son yöntem ise alacaklı namına nafakanın tahsil edilmesi için aracı
kurum yani cumhuriyet başsavcılıkları ne yapacak nafaka davası açacak.
-Nafaka davası açmak suretiyle ne yapacak ?Nafaka ilamı alınacak ve daha sonrasında da bu
icra edilecek.
*Demek ki nafakanın tahsili açısından 3 yöntem söz konusu;

1. sulh

196
2. tenfiz edilmesi, nafaka borçlusunun bulunduğu diğer akit devlette tenfiz edilmesi
yabancı mahkeme kararının.
3. Nafaka davasının aracı kurum tarafından açılması şeklinde karşımıza çıkıyor.
-Tabi New York sözleşmesi hükümleri zorunluluk getirmiyor .Tamamen ihtiyari hükümler ve
Türk hukuk uygulaması açısından özellikle bu sözleşmenin uygulanması bakımından özellikle
Yargıtay’ın çok çelişkili kararlarının olduğunu görüyoruz. Özellikle tanıma ve tenfiz davasında
hiç gerek olmaksızın yabancı mahkeme kararını doğrudan icra edileceğine ilişkin karar
veriliyor. Bazen hayır diyor tanıma tenfiz davası mutlaka açılmalıdır şeklinde, tenfiz edilmesi
gerekir şeklinde karar veriyor dolayısıyla Yargıtay’ın bu yöndeki uygulaması biraz açıkçası
çelişkilerle dolu.

-Ama şu bir gerçek ki biz yabancı bir ülke mahkemesinden aldığımız nafaka kararını tanıma
tenfiz olarak söylüyorum hiçbir denetime tabi tutmaksınız otomatikman Türkiye’de icra
edersek bunun da sıkıntıları ortaya çıkabilir. Özellikle nafaka borçlusunun gıyabında verilmiş
bir nafaka kararı olabilir yabancı ülke mahkemesinde. Dolayısıyla ona savunma hakkı
verilmemiş olabilir. Yani her nafaka talebini bu anlamda hukuki görsek bile bu noktada o ülke
mahkemesindeki şartları tanıma tenfiz için aradığımız şartlarla örtüşmesi gerekir. Dediğim
gibi yani hiç tanıma tenfiz yapmadan o yabancı nafaka ilamının otomatikman uygulanması
tenfiz edilmeksizin sakıncalı olabilir. Dediğim gibi yabancı ülkede nafaka borçlusunun hiç
haberdar edilmeksizin gıyabında, onun yokluğunda veya onun bir itiraz etme imkanı
olmaksızın bu yönde bir karara muhatap olması ya da kararı veren devletin usul kurallarının
ihlal edilerek bu kararın verilmiş olması söz konusu olabilir. Bu noktada hiçbir itiraz hakkı
olmaksızın bu kararın Türkiye’de doğrudan icra ettirilmesini hiç hakkaniyetli olmayacaktır. O
yüzden otomatikman uygulanması yönündeki Yargıtay kararları da bu yönden
eleştirilmektedir. Yani burada şey de örnek gösteriliyor bizim yabancı yatırımlarla alakalı bir
dünya bankası kuruluşuna üye olmamız söz konusu. Bu özellikle yabancı mahkeme
kararlarının dışında bir tahkim adını verdiğimiz bir yargılama prosedürünü karşımıza çıkarıyor
ve ülkedeki yabancı yatırımların Türkiye Cumhuriyetiyle bir itilaf haline bir uyuşmazlık haline
düşmesi halinde direkt ICSID tahkimini ortaya çıkarıyor ve dünya bankasının tahkim
merkezinde yapılan yargılama sonucunda alınan karar otomatikman uygulanıyor. O kararı biz
Türkiye’de tanıma tenfiz prosedürüne tabi tutmuyoruz. Genellikle bu örnek veriliyor ama
hani otomatikman uyguladığımız yabancı hakem kararları da var ama bu öyle bir şey değil
yani sonuçta aile hukukunu ilgilendiren bir şey .Dolayısıyla zaten devletin o sözleşmeyi
imzalarken getirmiş olduğu ,bir kabul etmiş olduğu bir kriter. Buradaki ise Yargıtay’ın çelişkili
uygulamalarıyla ortaya çıkan bir durum .Dolayısıyla çok da doğru bir uygulama olduğunu
kabul etmiyoruz.

*Şimdi MÖHUK kapsamında nafaka hükümlerine uygulanacak olacak hukukun madde 19 ve


14/2 olduğunu söylemiştik.

* Yani 19. Maddenin nafakayla ilgili mutad meskenine, esası dikkate aldığını 14/2 ise
boşanma ve ayrılığa uygulanacak hukuka tabi olduğunu zaten söylemiştik.

*73 tarihli sözleşmenin kapsamına giren nafaka talepleri için de özel bir hüküm getirilmemiş .

197
-Biz artık biliyoruz yani 73 tarihli sözleşmenin kapsamına giren nafaka türleri için basamaklı
bir bağlama kuralı uygulanacak.

1. Nafaka alacaklısının mutad meskeni yoksa


2. müşterek milli hukuk yoksa
3. lex fori yani başvuru makamının hukuku.
*Bunun dışında nafaka sözleşmesi yani La Haye sözleşmesi kapsamına girmeyen nafaka
talepleri açısından da 19.madde hükmünün yine uygulanması gerektiğini söylüyoruz. Ve
nafaka alacaklısının mutad meskeni uygulanır diyoruz. Burada da maddi norm atfı olduğunu
ifade ediyoruz.

*Nafakada yine söylüyorum nafakaya uygulanacak hukuk dediğimizde nafakayla ilgili bütün
konular, kimden ,ne ölçüde nafaka talep edileceği bu noktada nafaka verilmesi için gerekli
olan şartlar nelerdir, nafakanın sona ermesi için gerekli olan şartlar nelerdir kısaca
nafakanın kapsamı, nafakaya uygulanacak hukuku ilgilendiren temel mesele.

70-80 DK

*Bunun dışında boşanmada ve ayrılıkta talep edilen geçici nafaka taleplerinde olduğu gibi
tüm hukuki ilişkilerden doğan geçici nafaka taleplerine Türk hukuku uyguluyoruz. Çünkü bu
biraz da usul hukuku karakterli ve aciliyet gerektiren meseleler.

-Dolayısıyla acele karar verilmesi zorunluluğu geçici tedbir taleplerini her zaman için hâkimin
kendi hukukuna göre bağlamasını gerektiren bir gerçek olduğunu unutmayalım. Yani sonuçta
geçici bir tedbir kararı veriliyor. Biz karşı mahkemeden veya başka ülkedeki mahkemeler
karar verene kadar o geçici korumayla da geçici tedbirle sağlamayı düşündüğümüz menfaati
zaten çoktan kaybetmiş oluruz. Daha sonrasında o kararı versek bile hiçbir anlam ifade
etmez.

-O yüzden genellikle bu geçici tedbir nitelikli nafaka taleplerinin bu noktada acele karar
verilmesini, ivedilikle karar verilmesini gerektiren durumlar olması sebebiyle bunun
tamamen lex fori yani hâkimin hukuku yani Türk mahkemelerinden talep ediliyorsa Türk
hukukunun uygulanması gerekir.

*Son olarak nafaka alacaklısının mutad meskeni uygulanır diyoruz. Diyelim ki 19. Madde
uygulamamız gerekti. 19. Maddeyi ne zaman uyguluyorduk→ 73 tarihli sözleşmenin
kapsamına girmezse. 73’ün kapsamına girmeyen haller …. (kelime anlaşılmıyor) arasındaki
hallerdi.

*Peki, nafaka alacaklısının mutad meskenini uygulayacağız dedik. Hangi andaki nafaka
alacaklısının mutad meskenini dikkate almamız gerekir? Burada herhangi bir sabitleme anı
getirilmediği için madde 3’teki değişken ihtilaflar- dava anını esas alacağız. Dava anındaki
mutad mesken hukuku uygulanır.

MİRAS HUKUKU

198
*Miras dediğimizde, mirasla alakalı bizim kanuni düzenlememiz açık bir şekilde hüküm
getiriyor. Mirasla ilgili olan madde 20 oldukça yönlendirici. Bu noktada tabi mirasın farklı-
öğrenci: dava tarihindeki, demesi üzerine hoca: evet doğru, dava tarihindeki hukuk
uygulanıyor.

*Miras hukukunun temel amacı mirasın terekesi kimlere kalacak, hangi oranda kalacak
,hangi sırada kalacak bunlara cevap arar. İşte, kimler vasiyetnameyle veya ölüme bağlı
tasarruf adını verdiğiniz genel düzenlemeyle kapsam dışı bırakılır, kimler bırakılamaz,
bırakılırsa bunun sonuçları neler olur gibi birçok hususu, muhtelif miras olaylarını, saklı pay
kavramını, mirasın kime ne oranda geçeceğini, ceninin bu anlamda miras hakkı sahibi olup
olmadığını, mirasın reddi, mirastan feragat ,mirastan çıkarılma hangi şartlarda olur gibi pek
çok konuya aslında cevap arayan bir disiplindir.

*Tabi yabancılık unsuru içeren bu miras ilişkilerinde mirasa uygulanacak hukuk hususunda
hangi hukukun uygulanması gerekir sorusuna da cevap veren bir anlam ifade ediyor kanunlar
ihtilafı açısından.

*Bu noktada tabi mirasın, özellikle yabancılık unsuru taşıyan miras ilişkilerinde uluslararası
sözleşmelerin, konsolosluk sözleşmelerinin de ayrı bir önemi olduğunu unutmayalım. Çünkü
bu noktada konsolosluk sözleşmeleri çerçevesi içinde de bazı sözleşmelerde mirasa
uygulanacak hukukla alakalı hükümler yer almakta. Bu çerçevede o hukukun tespiti söz
konusu.

*Aynı şekilde özellikle bu konsolosluk sözleşmeleri hakkındaki viyana sözleşmeleri (sizinle


daha işlemedik bunları dedi), özellikle bu konsoloslukların hukuki durumu, büyükelçilerin
sıfatları, yargı bağışıklığı vs. konularında işleyeceğiz.

-O Viyana Sözleşmelerinde de özellikle kabul eden devletin kanunlar ihtilafı düzenlemeleri


çerçevesinde gönderen devletin yani konsolosun görev yaptığı ülkede, konsolosluğun bağlı
olduğu ülke vatandaşlığını taşıyan gerçek ve tüzel kişilerin konsolosun görev yaptığı
devletteki miraslarıyla alakalı olarak onların çıkarlarını koruyucu birtakım sorumlu
olduklarından bahsedilir konsolosların.

*Dolayısıyla bu konu önemli. Zevkli de bir maddedir 24. Madde kapsamında uygulaması olan
bu madde.

*Şimdi, kanun 20. Maddeyi beş ana başlık, beş fıkra altında düzenlemiş. Bunlardan birincisi
mirasın ölenin milli hukukuna tabi olduğuyla alakalı, diğeri işte mirasın açılması iktisabı ve
taksimiyle alakalı. Diğeri mirasçısız terekeyle alakalı. 4 ve 5. fıkralar ise ölüme bağlı tasarrufla
alakalı bir düzenleme anlayışına sahip.

*Genele olarak baktığımızda bu miras ilişkilerinde uygulanacak olan hukuku gösteren 20/1’e
bakacak olursak bu fıkranın kapsamı aslında oldukça kısıtlı. Ne diyor:

Miras ölenin millî hukukuna tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku
uygulanır.

199
-Burada özellikle ‘miras, ölenin millî hukukuna tâbidir’ kavramının açıklanmaya ihtiyacı var.

-Bu kavram ne ifade ediyor? Biz kanunlar ihtilafı ve atıf teorisini anlatırken bu maddeden çok
yararlandık. Fakat buradaki bu kavramla mirasın içeriğinin ne olduğunu öğrenmemiz
gerekiyor.

-Bir kere, ölenin milli hukukuna tabidir kavramıyla karşımızdaki bağlama kuralı milli hukuka
atıf yapan bir niteliğe sahip. Şahsi statüyle, aile hukukuyla alakalı bir şey. Dolayısıyla 20/1’de
atıf teorisi yani renvoi uyguluyoruz bir kere. Çünkü aile hukuku kaynaklı bir nitelik taşıyor. Biz
miras hukukunun da renvoi kapsamında olduğunu ,iade atfıyla devam eden atıf kurallarının
uygulanması gerektiğini daha önce söylemiştik.

-Dolayısıyla 20/1 çerçevesinde iade atıfla devam eden atıf uygulamasının varlığından
bahsediyoruz.

-Bu tabi kişiye en yakın hukuk olması itibariyle şahsi statü dolayısıyla milli hukuk yani kişinin
vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukukun kanunlar ihtilafı kurallarının gösterdiği yabancı
hukukun uygulanması olarak karşımıza çıkacak.

80-90 DK

*Şimdi bu noktada baktığımızda tabi o klasik sorularımızı soruyoruz kanuna baktığımızda”


ölenin milli hukukuna tabidir” hangi andaki milli hukukuna orada bir sabitleme anı getirilmiş
mi? Öldüğü tarihteki milli hukukuna ama peki çifte vatandaşlık durumunda o zaman yine 4
maddeye gitmemiz gerekiyor. Türk vatandaşı ise Türk vatandaşlığına çekmemiz; eğer çifte
vatandaşlık söz konusuysa o iki vatandaşlık vatandaşlıktan hangisi ile daha sıkı ilişki
içerisinde ise onunla o vatandaşlığını dikkate alarak o hukukun kanunlar ihtilafı kurallarına
gitmemiz gerekir diyoruz.

*Peki m. 20/1 hüküm altına alınan” miras milli hukukuna tabidir” kavramının uygulama alanı
nedir? Yani buradaki tamam anladık ölenin milli hukukuna tabi. Ölenin milli hukuku,
vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu hukuk o burada renvoi olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla
vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu ülkenin kanunlar ihtilafı kurallarına gideceğiz, oradaki
miras hükmüne gideceğiz. O da bizi yönlendirecek bir hukuka ve biz hukuka gittiğimizde o
hukukun maddi normlarını uygulayacağız hemen örnekleyelim.

-Ölen kişi İngiliz vatandaşı diyelim ki Türkiye'de ölmüş. Mirasa milli hukuk uygulanır hukuk
çerçevesinde biz ne yapacağız İngiliz vatandaşlığını dikkate alacağız. İngiliz kanunlar ihtilafı
kurallarına gideceğiz .Ölen kişinin İngiliz vatandaşlığı olduğu için İngiliz kanunlar ihtilafı
kurallarına gidicez. İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları da gösterici kuralları olduğu için ,çünkü
kanunlar ihtilafı kurallarına gidiyoruz kanunlar ihtilafı kuralları her zaman göstericidir. Ondan
sonra oradaki miras hükümlerine gittik .Miras hükmü de biz nereye gönderdi ?Kişinin en son
mutad mesken hukukuna gönderdi. İngiliz vatandaşı adamda Türkiye'de yaşıyor olsun ne
yaptı ? İadeye atıf yaptı ve Türk hukukunun maddi hukuk hükümlerine uygulayacağımız
anladık miras hukukunda.

200
-Ya da adam tatil için Türkiye'ye gelmiş Aslında İtalya'da yaşıyormuş. Orada bir kıyıda yaşasın
ama Türkiye'de vefat ediyor. Dolayısıyla Türkiye'de dava açılıyor mirasla alakalı .Türk hakimi
ne yapacak ?Yabancılık unsuru var diyecek .İngiliz vatandaşı tespit etti. Hemen Türk kanunlar
ihtilafı kuralları açtı baktı .Ölenin milli hukuku 20. madde .Ölenin vatandaşlığına baktı İngiliz
.Hemen gitti indirip kanunlar ihtilafı kurallarını buldu İngiliz kanunlar ihtilafı kurallarındaki
miras hükmünü buldu. Kişinin son mutad meskeni diyor. Bir bakıyor İtalya. Artık burada Türk
hakimi ne yapacak ?İtalyan hukukunun maddi hukuk normlarına uygulayarak mirasa
uygulanacak olan hukukun tespitini gerçekleştirecek.

*Burada renvoi var .Uygulanacak olan hukuk artık tespit ettik .Fakat miras ,ölenin milli
hukukuna tabidir ifadesi ile aslında ne anlatılmak isteniyor? Yani bu mirası olan uygulanacak
hukuk kapsamı nedir tespit ettiğimiz hukuku neye uygulayacağız sorusuna cevap vermek
gerekir. Bu noktada kimler kanuni mirasçıdır mesela sorusu veya işte kaybolan hakkında
gaiplik kararı verilmiş olan bir kişi olabilir mi, ölüme bağlı tasarrufların hükmü, ölüme bağlı
tasarrufa koşul bağlanabilir mi veya yedek mirasçı atanabilir mi veya mirasçıların veya
kanuni mirasçıların pay hakları nelerdir, neler mirastan yoksunluk sebebi olabilir gibi böyle
bir çok soru bu noktada miras ölenin milli hukukuna tabidir hükmünün içeriğine giriyor bu.
Bunlar mirasın uygulama alanına ilişkin bahsettiğimiz konular.

*Yani iki kişi aynı anda öldü. Mesela bu ölüm halinde kim mirasçı? Birbirinin mirası olacak mı
bu kişiler ya da mirastan birini çıkarmak mümkün mü? Mümkünse kimler mirastan
çıkarılabilir ya da ölüme bağlı tasarrufla birlikte bir mirasçı atanması sonucunda bir mirasçı
atanması söz konusu olabilir mi? Ya da ölüme bağlı tasarrufun hukuki hükmünden
bahsediyoruz bunlar hep demek ki ölenin milli hukuku çerçevesinde tespit edilen hukuk
çerçevesinde belirlenecek. Kimler mirasçı olur. Bunların payları nasıldır? Mirasçıların miras
oranları belirlenmesi dışında miras hukukuna ait birçok meselede 20 maddeye m.20/1
çerçevesinde değerlendiririz .Yani demek ki en başta kimlerin mirasçı olacağı ve miras
paylarının ne olduğu .Ama buradaki miras oranları falan bu kapsamda değil. Bu kapsamda
değil oranlama kapsamı oranlama bu kapsam içerisinde değerlendirilmiyor kim mirasçıdır
bunların miras payları nasıl olacaktır bu 20 maddenin 1. Fıkrası kapsamı içerisinde.

90-100 DK

*Bu m. 20/1 içerisinde ayriyeten evlatlık hakkının, kanuni mirasçılık hakkı doğurup
doğurmadığı veya hangi hukukun uygulanacağı meselesi de bu madde kapsamında.
Özellikle evlatlık ilişkisinin miras açısından sonuç doğurup doğurmayacağı belirlenmesi
noktasında evlatlık statüsü yani evlatlık ilişkisine göre mi belimiz gerekiyor. Buna yoksa miras
hukukuna göre mi. Bu konu biraz tartışmalı. Bu noktada evlatlık ilişkisinin miras hakkı
doğurup doğurmadığı sorusu aslında hem evlatlıkla hem de miras statüsü dikkate alınarak
değerlendirilmeli. Her ikisini de ilgilendiriyor nihayetinde. Miras ilişkisi ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla sonuç olarak her ikisine dikkate alınarak sonuçlanması gerekiyor.

*Bunun dışında yine 1. fıkranın devamına baktığımızda Türkiye'de bulunan taşınmazlar


hakkında Türk hukuk uygulanır diyor.

201
-Bu zaten klasik taşınmaz üzerindeki haklar ile alakalı. Bu Türk hukukunun altında yatan
gerekçe Türkiye'de bulunan taşınır malları bu kapsam içerisine almıyoruz. Dolayısı ile onlar
miras statüsü dediğimiz m.20/1 tabiidir.

*Yani yabancı ülkedeki taşınırlar ve taşınmazlar ve bu ve Türkiye'deki taşınırlar için m.20/1.

20/2- Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin


bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

*Mirasın açılması başka bir şeydir ,mirasın taksimi ayrı bir şeydir ,mirasın iktisabı başka bir
şeydir. Kanun koyucu bunları böyle ayırmış. Yani özellikle baktığımızda iktisap ve taksim
birbiriyle doğrudan ilişkili ama kanun koyucu özellikle her bir durum birbirinden ayırarak
hepsine terekenin bulunduğu yani mal varlığının bulunduğu ülkenin hukukuna tabii kılmış.
Şimdi genel olarak mirasın açılma sebeplerine baktığımızda bütün hukuk sistemlerinde aynı
şey görürüz .Ölüm mesela bu tüm hukuk sistemleri açısından ortaktır.

-Miras bırakanın ölümü ,ölüm karinesi gaipliği gibi haller mirasın açılması ve bu olarak
dikkate alınır ve terekenin bulunduğu ülke hukukunun bu noktada getirmiş olduğu kurallar
çerçevesinde değerlendirilir.

-Bu noktada mesela yabancılık unsuru taşıyan bir miras meselesi bakımından gaipliğin
mirasın açılması sebebi teşkil edip etmediği terekenin bulunduğu yer hukukuna tabidir.

-Aynı şekilde ölüm karinesi içinde terekenin bulunduğu yeri hukukuna tabidir.

-Mesela Türk hukukunda bir kişinin gaipliğine karar verilip verilmemesi ve bunun şartları bir
ön mesele teşkil eder ve gaiplik konusunda yetkili hukukun uygulanması gerekir .Gaiplik
konusunda bir noktaya vardığımızda işte mirasın açılmasının sebebi olarak gaipliğin mirasın
açılma sebebi teşkil edip etmeyeceği dikkate alınır.

-Daha önce de söylemiştim bazı ülkelerde kişinin hak ehliyeti fiil ehliyetini sona erdiren bazı
halleri bizim kabul etmediğimizi söylemiştik. Medeni ölüm mesela veya kişinin yurt dışında
ölene kadar hapiste kalması nedeniyle miras hakkına sahip olup olmadığı vesaire. Bu açıdan
bu onların meselesi bizim açımızdan bütün dünyada kabul gören ölüm hali ,gaiplik ,ölüm
karinesi gibi halleri mirasının açılma sebebi olarak görüyoruz ve terekenin tabii olduğu
hukuka bunu uyguluyoruz. Şu soru aklınıza gelebilir. Ölümü olup olmadığını kendi
hukukumuza göre değerlendiriyoruz. Ondan sonra uygulanacak hukuku tespit ediyoruz .

*Mirasın iktisabı ,mirasın geçmesi olarak da ifade ediliyor. Bu noktada mirasın açılması ile
mirasçılar ölüm anında kanun terekeye kendiliğinden kazanır mı yoksa mirasçıların
terekeyi kazanmaları birtakım işlemlerin yapılmasını gerektirir mi?

-Ölümden sonra şimdi bizim hukukumuzda biliyorsunuz külli halefiyet söz konusu. Yani bir
kişi öldüğünde mal varlığı külli olarak mirasçılarına geçiyor .Bu şekilde geçtiği için de bütün
borçlardan ,alacaklardan mirasçılar otomatikman kendi mal varlıkları ile sorumlu oluyorlar. O
yüzden alacaklarını ölen kişilerden alamayan kişilerin mirasçılardan bu alacaklarını almak için
ölümü beklediği durumlar bile söz konusu olur. Bu durumda tabii borca batık ve miras olması

202
konusunda reddi miras hakkı doğar mirasçıların. Ama her hukukta böyle değil İngiliz
hukukuna baktığımızda miras vasiyeti tenfiz memuru gibi biri diyebileceğimiz birine geçiyor
ve o kişiye mirası aktif ve pasiflerinden birbirine ayırıyor yani borçlarından arındırıyor mirası.
Dolayısıyla geriye bir şey kalırsa bu mirasçılara intikal ediyor. Kalmazsa mirasçılara intikal
edecek bir şey kalmıyor.

-Dolayısıyla mirasçıların mirası kazanması ,mirasın intikali yani bizdeki gibi külli bir şekilde
mi yoksa belli bir işlem sürecinden sonra mı olduğu gibi meseleler mirasın intikali
durumunda karşımıza çıkıyor. Bizde külli halefiyet söz konusu ve tereke bir an için bile
sahipsiz kalmıyor. Ama dediğim gibi mesela İtalya'da görüyoruz Anglo sakson hukuku ve
İngiliz hukukunda görüyoruz yani mesela... SES GİTTİ

100-110 DK

*Demek mirasın ihtisabında da bu noktada işte kimlerin mirasa hangi ölçüde işte külliyen
mi iktisap edeceği yoksa cüzi halefiyet mi söz konusu olduğu işte bu noktada mirasçıların
mirası kabul edip etmesinin gerekmediği gibi bir çok meseleyide bu mirasın iktisabı
noktasında değerlendiriyoruz.

*Örneğin hakim İngiliz birisi İngiliz kanunlar ihtilafı kuralları çerçevesinde zaten kimlerin
mirasçı olduğu, miras paylarına kimin sahip olduğu vs. 1. Fıkra hükmüne göre
belirleyecek.

-Ancak İngiliz hukukunda olan önce temsilciye malvarlığının geçmesi gerekliliği terekenin
bulunduğu yer yani İngiliz hukukuna göre aksiyom alması gerekecek Türk hakiminin. Yani
şimdi İngiliz hukukunda bir aracıya mirasın intikali söz konusu. O zaman hakim kendi
hukukunda olmayan bu işlemi nasıl yapcam sorusu gelebilir akla. Burada işte terekenin
bulunduğu ülke hukukunun tanımadığı bir iktisap mekanizmasının o ülkede çıkarabileceği
zorluklar tartışmasız. Bu noktada biraz yumuşak bir şekilde bizim hukukumuzda var olan
benzer kurumları kullanmak suretiyle bu mirasın iktisabının sağlanması yönünde bir
uygulamanın gerçekleştirilmesi söz konusu oluyor.

*Son olarak mirasın taksimi 20/2 de düzenleniyor. Buna göre; MÖHUK 20/2 mirasın
açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine ilişkin hükümler terekenin bulunduğu ülke
hukukuna tabidir.

-Yine terekenin bulunduğu ülke hukukuna tabi.

-Burada da mirasın taksimi konusu özellikle birden fazla mirasçının var olması halinde
ortaya çıkan bir problemdir.

-Biliyoruz ki külli halefiyet Türk hukukunda mirasçılara ortak hak ve sorunluluk getiriyor.
Burada da birden fazla mirasçı arasında miras ortaklığı adını verdiğimiz bir hukuki durum
gerçekleşiyor. Buna karşı farklı hukuklarda çok daha farklı kuralları tabi olarak işlem
gerçekleşebiliyor. Bu noktada yani miras ortaklığı gibi bir durum yani hukuki olarak farklı

203
ifade eden kurumlarla karşılaşıyoruz. Mirasbırakanın borçlarından mirasçıların sorumlu
olmaması gibi bir durum ortaya çıkabiliyor.

*Bu noktada özellikle 20/2 gereği mirasın taksimi( ölen bir kimseden mirasçılarına intikal
eden taşınmazların mirasçılar arasında paylaşımı) konusunda ne anlaşılması gerektiği kısaca
şunlardır; mirasçılar arasında miras ortaklığı kuruluyor mu, terekeyi bağlı olan malları
kısmen tasfiye edebilir miyiz veya bunu devredebilir miyiz, mirasçılar mevcut terekenin
borçlarından ne ölçüde ve hangi sınırlar içerisinde sorumlu olacaktır, miras ortaklığı ne
kadar süreyle hüküm ifade edecektir ve bu süre içerisinde tarafların sorumluluğu nasıl
olacaktır müteselsil mi veya farklı bir sorumluluk mu olacaktır gibi meselelerde terekenin
bulunduğu yer hukukuna tabidir.

*Yani burada aslında mirasın açılması dediğimizde mirasın ortaya çıkmasına sebep olan
durumların neler olduğunun terekenin bulunduğu yer hukuku bakımından belirlenmesi.

*Mirasın iktisabı dediğimizde mirasın cüzi mi külli halefiyet yoluyla mı geçeceği, bunun
içinde aracı kuruma gerek olup olmadığı, kime geçeceği gibi meselelerdir.

*Mirasın taksimi dediğimizde ise işte bu taraflar arasında miras sebebiyle miras
ortaklığı kuruldu mu kurulmadı mı, kurulduysa ne kadar süre geçerli ve ne tarz bir
sorumluluk var aralarında. Miras payı devre konu olabilir mi, mirasçıların terekenin
borçlarından ne ölçüde sorumlu olacağı gibi meseleler girer.

*20/1 deki fıkrada ise daha farklı konulardan bahsedilir. Orada işte kimler kanuni
mirasçıdır, saklı pay mirasçı ne demektir, böyle bir şey var mı cenin mirasçı olabilir mi,
mirastan yoksunluk sebepleri nelerdir, ölüme bağlı tasarrufların hukuki içeriği nedir
,geçerlilik nasıl olmalıdır? Ehliyet ve şekil açısından değil) hükümleri nelerdir.

*MÖHUK 20/3 Türkiye’de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır. (içerik açısından
geçerli )

-Devlete kalır derken TÜRKİYE CUMHURİYETİ devletine kalacağından bahsediyor. Yani


aslında buradaki şey miras yoluyla bile olsa başka bir devletin yabancı bir ülke toprakları
üzerinde mirasçı olmaması anlayışına dayanıyor.

-Yani mirasçısız terekeye son mirasçı olarak yabancı bir devletin mirasçı olmasının önüne
geçmek adına eğer Türkiye’de bir mirasçısız tereke söz konusuysa son mirasçı olması
anlayışı ifade edilmiş.

-Bazı ülkeler son mirasçı olma bazı ülkeler sahipsiz mala el koyma esasına dayandırmaktır.
Türkiye son mirasçı olma esasına dayandırmıştır.

*Ölüme bağlı tasarruflar 4. ve 5. fıkrada düzenlenmiştir. Öncelikle ölüme bağlı


tasarruflarla ilgili genel bir bilgi verelim.

*Ölüme bağlı tasarruf deyince aklımıza ne geliyor? Vasiyetname ve miras sözleşmesi


aklımıza gelir.

204
*Bu ölüme bağlı tasarrufun amacı nedir? Miras bırakanın ölümünden sonra emirlerini
içeren hukuki işlemin somutlaşması ve geçerlilik kazanması.

*MÖHUK ölüme bağlı tasarrufun esasına hakkında uygulanacak olan hukuku ilişkin bir
hüküm içermiyor ama ben onu size m. 20/1 anlatırken anlatmıştım.

-Ölüme bağlı tasarrufların yani vasiyetname ve miras sözleşmelerinin esasına


uygulanacak olan hukuk her ne kadar bizim kanunumuzda açıkça düzenleme konusu
yapılmamış olsada 20/1 e göre yani ölenin milli hukukuna tabidir hükmü çerçevesinde
somutlaşır.

-Dolayısıyla ölüme bağlı tasarrufun esasına uygulanacak hukuku tespit ederken ölenin
vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu ülken hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarıyla tespit
ettiği hukuk uygulanır.

*Ölüme bağlı tasarrufun saklı payı ihlal edip etmediği ve saklı pay üzerindeki etkisi
konusu da m. 20/1 çerçevesinde düzenleme konusu olur.

*Türkiye’de bulunan taşınmazlar bakımından zaten Türk hukukunun uygulandığından


bahsetmiştik ölüme bağlı tasarrufa konu olabilir çünkü.

*Ölüme bağlı tasarrufun iptali açısından da 20/1 uygulama alanı bulur.

100-110 DK

*Ölüme bağlı tasarruflar 4. ve 5. fıkrada düzenlenmiştir. Öncelikle ölüme bağlı tasarruflarla


ilgili genel bir bilgi verelim.

*Ölüme bağlı tasarruf deyince aklımıza ne geliyor? Vasiyetname ve miras sözleşmesi


aklımıza gelir. Bu ölüme bağlı tasarrufun amacı nedir? Miras bırakanın ölümünden sonra
emirlerini içeren hukuki işlemin somutlaşması ve geçerlilik kazanması.

*MÖHUK ölüme bağlı tasarrufun esasına hakkında uygulanacak olan hukuku ilişkin bir
hüküm içermiyor ama ben onu size m.20/1 anlatırken anlatmıştım.

*Ölüme bağlı tasarrufların yani vasiyetname ve miras sözleşmelerinin esasına uygulanacak


olan hukuk her ne kadar bizim kanunumuzda açıkça düzenleme konusu yapılmamış olsa da
m. 20/1 e göre yani ölenin milli hukukuna tabidir hükmü çerçevesinde somutlaşır.

-Dolayısıyla ölüme bağlı tasarrufun esasına uygulanacak hukuku tespit ederken ölenin
vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu ülke hukukunun kanunlar ihtilafı kurallarıyla tespit ettiği
hukuk uygulanır.

*Ölüme bağlı tasarrufun saklı payı ihlal edip etmediği ve saklı pay üzerindeki etkisi konusu
da m.20/1 çerçevesinde düzenleme konusu olur.

*Türkiye’de bulunan taşınmazlar bakımından zaten Türk hukukunun uygulandığından


bahsetmiştik ölüme bağlı tasarrufa konu olabilir çünkü.

205
*Ölüme bağlı tasarrufun iptali açısından da 20/1 uygulama alanı bulur.

*MÖHUK 20/4: Ölüme bağlı tasarrufun şekline 7. madde hükmü uygulanır. Ölenin milli
hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar da geçerlidir.

-Bu fıkra ölüme bağlı tasarrufun şeklinden bahsediyor. Bunu okuduğumuzda saçma bir
düzenleme varmış gibi gelir.

-Çünkü biz zaten biliyoruz ki ölüme bağlı tasarrufun şekli yani şekli geçerliliğine ilişkin olarak
7. maddeye atıf yapıldığında 7. Maddenin genel bir şekil kuralı olduğunu, ya işlemin yapıldığı
yer şekil kurallarının ya da işlemin esası hakkında uygulanacak olan hukukun şekil
kurallarının geçerli olduğunu görüyoruz. Sonrasında birde noktadan sonraki cümlesini ölenin
vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukukun şekil kurallarına uygun yapılması olarak
algılıyoruz.

-Ama bunu algılayınca şey geliyor aklımıza o zaman ölüme bağlı tasarrufun esasına
uygulanacak olan hukuk nedir ?Yani daha doğrusu şeklinin esasına uygulanacak hukuk nedir?

-Şimdi bize 20. Maddenin 4. fıkrası aslında bize şekil konusunda 4 tane alternatif sunuyor.
Bunlar:

1. LRA kuralı
2. Esasa uygulanacak olan hukuk
3. milli hukuk.
-Peki işlemin esasına uygulanacak hukuk nasıl karşımıza çıkar yani bir ölüme bağlı tasarrufun
esasına uygulanacak olan hukuk noktasında nasıl bir belirleme yaparız?

-Bu bakımdan ilk başta MÖHUK 20/4 ölenin milli hukukunun aynı hükümde öngörülen diğer
alternatif hukuklardan olan bu esasa uygulanacak olan hukukla sanki aynı olduğu gibi bir
anlam yanılmasına kapılmamıza sebep oluyor. Yani bu noktada bu hükmün MÖHUK 7 de yer
alan lex causae prensibini tekrar ettiğini düşündürüyor. Ama bu böyle değildir bunların her
biri üçü de farklıdır.

-Yani burada biz lex causae dediğimizde ölenin milli hukukunu kastetmiyoruz ,başka bir şey
kastediyoruz.

-Dolayısıyla şekle ilişkin bu 3 bağlama noktasının da birbirinden farklı bağlama noktaları


olduğunu unutmayalım.

-Bu noktada mesela Türkiye’de bulunan bir taşınmaz terekeye ilişkin bir ölüme bağlı
tasarruf olduğunu düşündüğümüzde, taşınmaz terekeye ilişkin bu ölüme bağlı tasarrufun
ölenin milli hukukundaki şekil kurallarına uygun yapılabilme imkanına sahip olduğunu
söyleyebiliriz. Burada kişinin milli hukuku ile LRA aynı değildir.

206
-Taşınmaza konu bir ölüme bağlı tasarruf olabilir .O zaman taşınmazın bulunduğu yer
hukukunun uygulanması söz konusu olur. İşte o noktada mesela esasa uygulanacak hukuk
,taşınmazın bulunduğu yer hukuku üzerinde somutlaşır.

-Şekil kurallarının da buna uygun olması gerekir. Bu noktada bu milli hukuk değildir, milli
hukuk başka bir şeydir.

*Türkiye cumhuriyeti ölüme bağlı tasarrufun şekliyle alakalı ,yani vasiyetnamelerin şekliyle
alakalı bir uluslararası sözleşmeye taraftır. 1961 tarihli La Haye Sözleşmesidir. Bu sözleşmeye
taraf olması sebebiyle de özellikle vasiyetnamelerin şekliyle alakalı özel kurallar getirilmiştir.

-Dolayısıyla biz aslında m.20/4 sadece miras sözleşmesi niteliği taşıyan ölüme bağlı
tasarruflar için uygularız.

-Yani vasiyetname için m.20/4 uygulama alanı bulmaz. Çünkü Türkiye vasiyet tasarruflarının
şekline ilişkin bir uluslararası sözleşmeye taraftır. Dolayısıyla biz o sözleşmede yer alan
vasiyet sözleşmelerine uygun şekilde yapılmış olan vasiyetnameleri şekli açıdan kabul ederiz.

-O sebeple m. 20/4 ilişkili olan sadece miras sözleşmelerinin şekli geçerliliğiyle sınırlıdır.

-Bu sözleşme vasiyetlerin geçerliliğiyle ilgili 6 7 tane şekil kuralı getirmektedir:

1. Bunlardan bir tanesi vasiyetçinin vasiyet tasarrufunu yaptığı ülke hukuku veya
2. vasiyet tasarrufunu yaptığı anda veya ölümü anında vatandaşı olduğu ülke hukuku
ya da
3. ikametgahının bulunduğu ülke hukuku yada
4. mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku yada
5. taşınmaz söz konusu ise taşınmazın bulunduğu ülke hukukunun şekil şartlarına
uygunsa vasiyetname o zaman geçerlidir diyor.
Burada da yapılan işlemi ayakta tutma amacı hakimdir.

-Dolayısıyla eğer bir vasiyetname yapılmışsa ,yabancı ülkede bir vasiyetname yapılmışsa bu
sözleşmeye taraf olan ülkeler açısında bu vasiyetnamenin şekli geçerliliğine uygulanacak olan
hukukla alakalı bu sözleşme hemen hemen 6 7 tane şekle uygulanacak hukuk kuralı getirmiş.

-Bu noktada vasiyetçinin demek ki vasiyet tasarrufunu yaptığı ülke hukukunun şekil
kurallarına göre yapılırsa o vasiyetname geçerlidir veya vasiyetçinin ölümü anında veya
vasiyet yaptığı anda milli hukuku veya mutad meskenin milli hukuku veya yerleşim yeri
milli hukukuna uygun şekilde vasiyetname yapılmışsa oda geçerli. Yada vasiyetname bir
taşınmaza konu oluyorsa taşınmazın bulunduğu ülkenin şekil kurallarına uygun yapılmışsa
yine şeklen geçerli kabul ederiz.

110-120 DK

*Ama ben onu size 20.maddenin 1.fıkrasını anlatırken anlatmıştım. ÖBT’lerin yani
vasiyetnamelerin ve miras sözleşmelerinin esasına uygulanacak olan hukuk her ne kadar

207
bizim kanunumuzda açıkça düzenleme konusu yapılmamış olsa da m.20/1 yani ölenin milli
hukukuna tabidir.

-Dolayısıyla ÖBT’nin esasına uygulanacak hukuku tespit ederken ölen kişinin milli hukuku,
kanunlar ihtilafı kurallarının tespit ettiği o yabancı hukuk ,ÖBT’nin esasına da uygulanacak
olan hukuktur.

-Bu noktada ÖBT’nin saklı payı ihlal edip etmediği ve saklı pay üzerindeki etkisi konusu da
hep bu m.20/1 çerçevesinde düzeleme konusu olur.

*Türkiye’de bulunan taşınmazlar bakımından zaten Türk hukukunun uygulandığından


bahsetmiştik. ÖBT’ye konu olabilir çünkü bu noktada.

*Bunun dışında ÖBT’nin iptali açısından da yine m. 20/1’in uygulama alanı olduğunu
söyleyelim.

*4.fıkraya geçtiğimizde ÖBT’nin şeklinden bahsediyor. Ne diyor? ÖBT’nin şekline 7.madde


hükmü uygulanır. Ölenin milli hukukuna uygun şekilde yapılan ÖBT’ler de geçerlidir.

*Bunu okuduğumuzda acayip saçma bir düzenleme varmış gibi geliyor insana. Çünkü biz
zaten biliyoruz ki ÖBT’nin şekline yani şekli geçerliliğine ilişkin 7.maddeye atıf yapıldığında
7.maddenin genel bir şekil kuralı olduğunu ve ya hukuki işlemin yapıldığı yer şekil
kurallarının ya da işlemin esası hakkında uygulanacak olan hukukun şekil kurallarının
geçerli olduğunu görüyoruz.

*Ölenin milli hukukuna uygun şekilde yapılan ÖBT’ler de geçerlidir cümlesinden, ölenin
vatandaşlık bağıyla bağlı olduğu hukukun aradığı şekil kuralına uygun olarak yapılmış
olduğunu algılıyoruz.

*Ama bunu algılayınca bu sefer şey geliyor aklımıza, o zamanda ÖBT’nin esasına uygulanacak
olan hukuk nedir? Çünkü şimdi 20.maddenin 4.fıkrası şekil konusunda aslında bize 3 tane
alternatif sunuyor.

1. LRA kuralı
2. İşlemin esasına uygulanacak olan hukuk
3. Milli hukuk
*Peki, işlemin esasına uygulanacak hukuk nasıl karşımıza çıkar? Yani bir ÖBT’nin esasına
uygulanacak olan hukuk noktasında nasıl bir belirleme yaparız?

*Bu bakımdan ilk başta MÖHUK 20/4 ölenin milli hukukunun aynı hükümde öngörülen diğer
alternatif hukuklardan olan bu esasa uygulanacak olan hukukla sanki aynı olduğu gibi bir
anlam yanılmasına kapılmamıza sebep oluyor. Yani bu noktada MÖHUK 20/4 hükmünün
MÖHUK 7’deki genel şekil şartların da yer alan lex causae prensibini tekrar ettiğini aslında
düşünüyor olabiliriz. Ama bu böyle değil. Bunların üçü de farklı.

208
*ÖBT için karşımıza çıkan LRA kuralı(hukuki işlemin yapıldığı yer hukuku), lex causae ya da
ölenin milli hukuku her biri birbirinden farklı yani biz burada lex causa dediğimizde ölenin
milli hukukunu kastetmiyoruz, başka bir şey kastediyoruz.

*Bunların birbirinden farklı bağlama noktalarını ifade ettiğini unutmayalım. Bu noktada


mesela Türkiye’de bulunan bir taşınmaza ilişkin, taşınmaz terekesine ilişkin bir ÖBT olduğunu
düşündüğümüzde taşınmaz terekeye ilişkin bu ÖBT’nin ölenin milli hukukundaki şekil
kurallarına uygun yapılabilme imkanına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

*Dolayısıyla tekrar ediyorum 20.madenin 4.fıkrasında gelen ve ÖBT’nin şekli ile alakalı
düzenlemede somutlaşan hem LRA kuralına atıf yapan yani ÖBT’nin geçerliliğinin LRA’ya
veya lex cause’ya veya ölenin milli hukukuna tabi olacağı yönündeki 3 farklı bağlama
noktasına göre şekli geçerliliğin dikkate alınabileceğini söylüyoruz.

*Burada kişinin milli hukuku ile LRA aynı şey değildir. Taşınmaza konu bir ÖBT olabilir o
zaman taşınmazın bulunduğu yer hukukunun uygulanması söz konusu olur.

-O noktada mesela esasa uygulanacak olan hukuk taşınmazın bulunduğu yer hukuku
üzerinde somutlaşır. Şekil kurallarının da buna uygun olması gerekir. Bu noktada da bu milli
hukuk değildir. Milli hukuk başka bir şeydir.

*O yüzden şekle ilişkin kuralda getirilmiş olan 3 tane alternatif kural olduğunu unutmayın.
Lex causa ile ÖBT’yi yapan kişinin milli hukukunun aynı hukuk olduğu yanılsamasına
kapılmayın. Orada 3 tane farklı şekil kuralı var.

*TC, ÖBT’nin şekliyle alakalı yani vasiyetnamenin şekli ile alakalı bir uluslararası sözleşmeye
de taraftır. 1961 tarihli Lahey Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmeye taraf olması sebebiyle de
özellikle vasiyetnamelerin şekliyle alakalı özel kurallar getirilmiştir.

*Dolayısıyla biz aslında 20/4’ü sadece miras sözleşmesi niteliği taşıyan ÖBT’ler için uygularız
.

-Yani vasiyetname için 20/4 uygulama alanı bulmaz. Neden? Çünkü Türkiye vasiyet
tasarruflarının biçimine ilişkin yani şekline ilişkin bir uluslararası sözleşmeye taraftır 1961
tarihli.

-Dolayısıyla biz o sözleşmede yer alan vasiyet şekillerine uygun bir şekilde yapılmış olan
vasiyetnameleri şekli açıdan geçerli kabul ederiz. O sebeple de 20/4’te hiç işimiz olmaz.
20/4’le ilişkili olan hükmümüz sadece miras sözleşmelerinin şekli geçerliliği ile sınırlıdır.

*O zaman bu 1961 tarihli vasiyetnamelerin şekli geçerliliğine ilişkin sözleşme ne


getirmektedir? Bu noktada vasiyetnamelerin şekli geçerliliğine ilişkin bu sözleşme 6-7 tane
şekil kuralı getirmektedir.

1. Bunlardan bir tanesi vasiyetçinin vasiyet tasarrufunu yaptığı ülke hukuku veya

209
2. vasiyet tasarrufu yaptığı anda ya da ölümü anında vatandaşı olduğu ülke hukuku ya
da
3. ikametgâhının bulunduğu ülke hukuku ya da
4. mutad meskenin bulunduğu ülke hukuku ya da
5. taşınmaz söz konusuysa taşınmazın bulunduğu ülke hukukunun aradığı şekil
şartlarına uygunsa vasiyetname o zaman geçerlidir diyor.
Yani burada yine favor testamenti dediğimiz yapılan işlemi ayakta tutma anlayışı hâkim.

*Dolayısıyla eğer bir vasiyetname yapılmışsa, yabancı ülkede bir vasiyetname yapıldıysa bu
sözleşmeye taraf olan ülkeler açısından bu vasiyetnamenin şekli geçerliliğine uygulanacak
hukukla ilgili bu sözleşme hemen hemen 6-7 tane şekle uygulanacak hukuk kuralı getirmiş.

-Bu noktada vasiyetçinin demek ki

1. vasiyet tasarrufu yaptığı ülke hukukunun şekil kurallarına göre yapılırsa o


vasiyetname şekli veya
2. vasiyetçinin ölümü anında veya vasiyeti yaptığı anda milli hukuku veyahut
3. mutad meskenin bulunduğu ülke hukuku veya yerleşim yerinin bulunduğu ülke
hukukuna uygun bir şekilde vasiyetname yapılmışsa oda geçerli.
4. Ya da vasiyetname bir taşınmazı konu alıyorsa o ülkenin (taşınmazın bulunduğu) şekil
kurallarına göre yapıldıysa o zaman yine şeklen geçerli kabul ediyoruz.
-Bu kadar çok şekli geçerlilik kuralını barındırmasının sebebi de yapılan işlemi ayakta tutma
o şeyin geçersizliğini ortadan kaldırma.

*Dolayısıyla şekli geçerlilik için uluslararası sözleşme vasiyetnameler açısından uygulama


alanı buluyor.

*20/4’teki şekle ilişkin kural ise sadece miras sözleşmeleri açısından söz konusu.

120-127 DK

*madde 20/5: Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı
andaki milli hukukuna tâbidir.
-Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti de tasarrufta bulunanın, tasarrufun yapıldığı andaki milli
hukukuna göre belirlenecek.
-Dolayısıyla burada da n’apmış? Ehliyet konusunda özellikle tasarrufta bulunanın, tasarrufun
yapıldığı anda, yani bir sabitleme getirmiş.
-Bunun amacı da şu: Ölüme bağlı tasarrufu yapan kişi, burada hiç fark etmiyor bu
vasiyetname de olabilir, miras sözleşmesi de olabilir, bu noktada vasiyeti yaptığı ya da miras
sözleşmesini yaptığı andaki milli hukukuna sabitlemiş çünkü kişi tasarrufu yaptıktan sonra
vatandaşlık değiştirebilir, vatandaşlık değiştirdiği zaman da yapmış olduğu ölüme bağlı
tasarruf yeni vatandaşlığı tarafından geçersiz olabilir. Bu geçersizliğin önüne geçmek adına
kanun koyucu n’apmış? Ana sabitlemiş. Yani siz ölüme bağlı tasarrufu yaptığınız andaki
şartlarla sorumlusunuz, “o andaki milli hukukunuzun getirmiş olduğu ehliyet şartlarıyla

210
sınırlandırılacaksınız” anlayışını kabul etmiş ve bu noktada da uygulama özellikle o değişken
itilafları içeren 3. maddenin uygulama alanında da bir istisna getirmiş. Çünkü dediğim gibi
tasarrufun yapıldığı an itibariyle hangi vatandaşlık dikkate alınıyorsa, hangi vatandaşlık söz
konusuysa o vatandaşlık dikkate alınmak suretiyle ölüme bağlı tasarruf ehliyeti tespit edilmiş.

-Burada her iki yani hem miras sözleşmesi hem de vasiyetname açısından ehliyetin
belirlenmesi söz konusu. Her ikisi için de ortak bir hüküm olduğunu söylüyoruz.

-Dolayısıyla biraz önce de söylediğim gibi ölüme bağlı tasarruf işlemini yaptığı sırada milli
hukuku uyarınca tasarruf ehliyetine sahip olan bir kişi vatandaşlığını sonradan değiştirebilir.
Sonradan değiştirdiği, vatandaşlığını kazandığı devletin hukuku da önceki vatandaşlıkla bağlı
olduğu ülke hukukundan farklı bir düzenleme kabul etmiş olabilir ve bu noktada ölüme bağlı
tasarruf ehliyetine sahip bulunduğunu kabul etmeyebilir. Bu noktada işte sonradan
vasiyetnamenin veya miras sözleşmesinin geri alınması veya değiştirilmesi hakkında bir
anlamda da mahrum kalmış olacaktır. Buruda amaç o geçersizliği bu vatandaşlık değişim
sebebiyle engellemek amacı güdülmüş.
12. HAFTA

0-10 DK

AYNİ HAKLAR (m.21)

Aynî haklar

MADDE 21 – (1) Taşınırlar ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî haklar,
işlem anında malların bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

(2) Taşınmakta olan mallar üzerindeki aynî haklara varma yeri hukuku uygulanır.

(3) Yer değişikliği hâlinde henüz kazanılmamış aynî haklar malın son bulunduğu ülke
hukukuna tâbidir.

(4) Taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin hukukî işlemlere şekil yönünden bu malların
bulundukları ülke hukuku uygulanır.

-Taşınır ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer ayni haklar işlem anında malların
bulunduğu ülke hukukuna tabiidir.

-Taşınmakta olan mallar üzerindeki ayni haklara varma yeri hukuku uygulanır.

-Yer değişikliğinde malın son bulunma yeri hukukuna atıf yapıyor ve şekil yönünden de
taşınmazın yani malların bulunduğu yere atıf yapıyor.

*Yani biz bu maddeyi gayrimenkul- menkul ayrımına da bir ölçüde dikkat ederek
değerlendireceğiz. Çünkü genel olarak baktığımızda ayni haklarla alakalı uygulanacak

211
hukukun tespiti meselesinde bütün dünyada genel kabul gören bir kavram vardır.
Terminolojik olarak ifade edilen malin bulunduğu yer hukukuna atıf yapan bağlama
noktasıdır bu. Dolayısıyla bu lex rei sitae yani işlem anında malın bulunduğu yer hukukuna
atıf yapar. İşlem anında mal neredeyse o ülkenin hukukunun ayni haklarla üzerinde etkili
olacağını kabul eden anlayış genel kabul görmüş olan bir bağlama noktasıdır. Aslında daha
önce gayrimenkuller ve taşınırlar için bir ayrım söz konusuyken artık hali hazırda hem
taşınırlar hem de taşınmazlar için uygulama alanı olduğunu söyleyebiliriz. Lex rei sitae
kuralını.

*İlk maddeden gidecek olursak ne diyor, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı ve
diğer ayni haklar malın bulunduğu ülke hukukuna tabiidir.

-Öncelikle buradaki bağlama konumuz taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakkı, bağlama


noktası ise malların bulunduğu ülke hukukudur.

*Burada gördüğünüz gibi aile hukuku, şahsın hukuku ve miras hukukuyla alakalı bir mesele
söz konusu olmadığı için bu noktadan sonra renvoi ,atıf teorisi şeklinde iade atıf veya devam
eden atıf şeklinde bir uygulama söz konusu olmayacaktır.

*Artık malın bulunduğu yer hukuku, varma yeri hukuku şeklindeki atıfları hep maddi norm
atıfları olarak kabul edeceğiz.

*Bu noktada ayni haklar önemli. Bir kişi bir mal üzerinde doğrudan hakimiyet ,herkese karşı
ileri sürülen bir hak.

*Şimdi lex rei sitae kuralı pratik açıdan da çok kolay çünkü malın nerde olduğunu birsiniz.

-Dolayısıyla mal üzerindeki ayni hak iddialarını malın bulunduğu yer hukukuna tabii olması
işlevsel bir sonuca götürür.

*Şimdi burada tabi sabitleme anı bizim için önemli. Sabitleme anı nedir? Yani biz hangi
andaki bağlama noktasını dikkate alacağız. Ona göre uygulanacak olan hukuku tespit
edeceğiz. Tabi ki işlem anını dikkate alıyor; işlem anında malların bulunduğu yer hukuku.

*Bir sabitleme getirdiğini söylüyoruz. Lex rei sitae taşınırlar açısından sıkıntılı. İşlem anında
mal menkul niteliği taşıyan taşınmazlar açısından sıkıntı yok ama taşınırlar açısından işlem
anındaki malın bulunduğu yer belliyse bir sıkıntı yok. Ama mal hareket halindeyse, taşıma
aracındaysa veya bulunduğu yerde henüz o ayni hakkın kazanılmasına yönelik henüz o ayni
hakkın kazanılmasına yönelik işlem daha tamamlanmamışsa menkul mallar açısından bir
sıkıntı ortaya çıkıyor.

-Türk hukukunda zilyetliğin yani teslimiyetin kişiye geçmesi gerekir. Fransız hukukunda bu
böyle değildir. Dolayısıyla zilyetlik tamamlayıcı bir unsurdur. Uluslararası hukukta böyle
farklılıklar devreye girerek olayı değiştiriyor. Bunun dışında kıymetli evrak niteliği taşıyan
senetler de var biliyorsunuz. Bunlar da menkul niteliğindedir. Bunlar üzerindeki ayni hak
iddiaları noktasında da yine lex rei sitae veya lex cartae sitae (senedin bulunduğu yer

212
hukuku) uygulanması söz konusu oluyor. Yani lex rei sitae kuralının kıymetli evrak üzerindeki
ayni haklara ilişkin yansıması ise lex cartae sitae dir.

*21/2 bakarsak , taşınmakta olan mallar üzerindeki ayni haklara varma yeri hukuku
uygulanır.

10-20 DK

213
-Burada bu maddeyi nasıl algılayacağız biliyor musunuz? Taşınmakta olan mallar deyince
hemen aklımızda böyle bir konteynerin içinde bir deniz aracı içinde bir hava aracı içinde bir
tren içinde veya uçak içinde nakledilen bir menkul eşya yani resim transito olarak ifade
ediyoruz yani bir menkul eşyanın bir taşıma aracı içinde olmasını hayal edeceğiz nerde 21
inci maddenin ikinci fıkrasında yani bu dediğimiz gibi deniz aracı olabilir hava aracı olabilir
kara yolu vasıtası olabilir ama taşınmakta olan bir eşya olacak ve ilgili eşya ile ilgili ayni hak
iddiası söz konusu olacak bir tarafta diyor.

-Benim ayni hakkım olacak öbür tarafta başka birisinin ayni hakkı olacak diyor ama
unutmayalım bunun tek kriteri henüz daha taşınıyor yani hareket noktasından çıkmış işlemin
yapıldığı yer yok hareket halinde bir nakil aracının içinde ve bir rotaya doğru gidiyor her
ticarete konu veya uluslararası satıma konu borçlar ilişkisi içinde ortaya çıkan uluslararası
hukuk anlamında malın mutlaka varma noktası vardır transit geçeceği ülkeler vardır işte ne
bileyim nakliye aracının değişecek ülkeler vardır gemi ile gidip karayolu ile devam eden
ülkeler vardır vesaire ama mutlaka bunun bir varma yeri vardır.

-Dolayısıyla taşınmakta olan bir nakliye aracı içinde mal varlığı ile alakalı ayni hak
iddialarında ise varma yeri hukukunu uyguluyoruz.

-İtalya’ya varacaksa İtalya hukukunu, İspanya varacaksa İspanyol hukukunu uyguluyoruz.


Amerika'ya varacaksa Amerikan hukukunu uyguluyoruz .

-O zaman demek ki bizim bakacağımız şey bunun bir taşıma aracı içinde olması ve bu taşıma
aracı içerisinde olan menkul eşyaya ilişkin bir aynı hak iddiasını söz konusu olması .

*Şimdi burada şöyle bir ayrım yapmamız gerekiyor. Eğer menkul eşya üzerindeki bu
mülkiyet hakkı acaba bir belge ile temsil ediliyorsa yani bir konşimento veya bir taşıma
belgesi ile eğer taşınma aracı içerisindeki eşya bir kıymetli evrak niteliği taşıyan ya da eşyayı
temsil eden bir belge ,bir şey de temsil ediliyorsa acaba bu belgenin devredilmesi taşınmakta
olan bu eşyanın devrini gerektirir mi sorusuna çözüm bulmamız gerekiyor. Yani diyelim ki
geminin içinde mallar var ve bu mallar Japonya gidiyorlar ve bu malları temsil eden bir belge
,bir konşimentoyu biz başka birine devrettik. Bu konşimentoyu devretmemiz acaba geminin
içindeki mallarında devrini sağlıyor mu ?Bu noktada bir devir gerçekleşiyor mu? Bu sorunun
cevabını bulmamız gerekiyor.

Bunun için de iki aşamalı bir yol izlememiz gerekiyor:

Bir kere öncelikle belgenin ya da senedin kıymetli evrak olup olmadığını ve aynı zamanda
malı temsil etme yetkisinin bulunup bulunmadığını birinci aşamada tespit etmemiz gerekiyor.

Öncelikle taşınma aracı içinde olan menkul malı eğer kıymetli bir evrak da temsil ediliyorsa
bir kere senet kıymetli evrak niteliği taşıyor mu taşımıyor mu eğer taşıyorsa da malı temsil
etme yetkisi var mı yok mu öncelikle birinci aşamada bunların belirlenmesi gerekiyor.

214
-Kıymetli evrak niteliği taşıyor mu ve malı temsil etme yetkisi var mı bunu da lex cartae
sitae dediğimiz senedin bulunma yeri hukukuna göre inceleyeceğiz.

-Yani demek ki senedin bulunma yeri hukuku bize senet kıymetli evrak mı ve malı temsil
etme yetkisi var mı bunu bulacağız.

-Senedin kıymetli evrak olduğuna ve malı temsil etme yetkisine sahip olacağına vardığımızda
bu seferde ikinci aşamadaki problem de acaba bu senedin devri mülkiyet hakkının naklinin de
sonucunu doğurur mu doğurmaz mı ?Burada da bu naklin kıymetli evrak niteliği taşıyan ve
malı temsil etme yetkisi bulunan senedin devrinin mülkiyet hakkınında devredip
devretmeyeceğinin de ya malın bulunduğu yer hukuku lex cartae sitae ya da varma yeri
hukukuna göre belirlenmesi gerekiyor.

-Bazıları senedin bulunma yeri hukukunun da burada uygulanması görüşünü savunuyor bu da


doktrinsel bir görüş ama sonuçta varma yeri hukuku da malın bulunduğu yer hukuku da
senedin devrinin mülkiyetin devrini de oluşturup oluşturmayacağı konusunda yetkili hukuk

*Kanunlar ihtilafı kuralları her zaman için uygulanacak olan hukuku gösteren bir disiplindir.

*Dolayısıyla biz bir taşıma aracı içerisindeki bir menkul eşyanın üzerindeki ayni hak
itilaflarını genel olarak varma yeri hukukuna tabi kılıyoruz .

*Ama eğer bu menkul mallar bir kıymetli evraka bağlanmışsa taşıma senedi, konşimento
gibi ve eşyayı temsil ediyorsa öncelikle bu eşyayı temsil ettiği söz konusu olan bu belgenin
kıymetli evrak niteliğine sahip olup olmadığı ve malı temsil etme yetkisine sahip olup
olmadığını öncelikle birinci aşamada belirlenecek ve bu belirlediğimiz durumu neye göre
belirliyoruz. Senedin bulunma yeri hukukuna göre belirliyorduk.

-Buna kanaat getirdikten sonra bu taşınmakta olan mallar üzerindeki temsil eden bu kıymetli
evrak bir kıymetli evrak niteliği taşıyor ve malı kesinlikle temsil edebilir sonucuna
vardığımızda senedin bulunma yeri hukuku lex cartea sitae bize bu sonucu verdikten sonra
ikinci aşamaya doğru yol alıyoruz.

-Senedin devri mülkiyet hakkını da devreder mi bulmamız gerekiyor . Orada da bir malın
bulunma yeri hukuku veya varma yeri hukuku . Çok ekstrem oldukça senedin bulunma yeri
hukukuna göre bu noktada devrinin mülkiyeti nakletme de oluşturup oluşturmayacağına
karar veriyoruz.

*3. fıkraya geçtiğimizde yer değişikliği halinde henüz kazanılmamış ayni haklar malın son
bulunduğu ülke hukukuna tabidir.

-Yani bu aslında biraz önce verdiğim örnek mesela Fransa'da bir menkul malın satımında
zilyetliğin verilmesine gerek yoktur. Ama Türk hukukunda zilyetliğin geçmesi gerekiyor
.Dolayısıyla aynı işlem Fransa'da yapıldığında işlem tamamlanmıştır. Ama Türkiye'de zilyetlik

215
verilmediği için ,fiili hakimiyet sağlanmadığı için yapıldığı zaman daha işlem tamamlanmadığı
için ayni hak iddiası söz konusu olmayacağıdır. O yüzden yer değişikliği halinde henüz
kazanılmamış ayni haklar noktasında bizim dikkat edeceğimiz şey işlem tamamlanmış mı
tamamlanmamış mı ?Yani bu özellikle menkul mallar açısından söz konusu olur çünkü
eşyanın bulunduğu yer hukukunun uygulanması işlem anıyla sabitlenmiştir. Aslında ve bu
işlemi tamamlama anını ifade eder. O sebepten dolayı bir menkul eşya üzerinde henüz daha
işlem tamamlanmadan bu eşyanın başka bir ülkeye götürülmesi durumunda bu menkul eşya
üzerindeki ayni hak iddiaları ile alakalı olarak da ayni hak işleminin tamamlandığı yer
hukukunun etkisi söz konusu olur buna en güzel örnek zamanaşımı örneği ile görüyoruz.

-Şimdi diyelim ki bir menkul malın mülkiyetinin zamanaşımı ile iktisabını hayal edin
zamanaşımı ile iktisap süresi 5 yıl olduğu bir ülke varsayalım ve 5 yıl olduğu bu ülkeden
henüz daha 5 yıl dolmadan kişi zamanaşımı ile iktisabın mesela 8 sene olduğu bir ülkeye gitti
diyelim.
20-30 DK

Henüz daha 5 yıl dolmadan kişi zamanaşımıyla iktisabı mesela 8 sene olduğu bir ülkeye gitsin
yani o mal gitsin diyelim ki siz bir menkul eşya hâkimiyeti altında bulunduruyorsunuz ama o
menkul eşyayı zamanaşımıyla iktisap etmeniz için bulunduğunuz ülkede 5 yıla ihtiyacınız var.
Ama siz 5 yıl dolmadan 4. Yılda ne yapıyorsunuz o menkul malla birlikte başka bir ülkeye
gidiyorsunuz. Gittiğiniz ülkede de 8 yıl ancak bir menkul malın zamanaşımıyla iktisabını ilişkin
bir durum söz konusu şimdi gittiğiniz ülkede bir ayni hak o götürdüğünüz şeyle alakalı bir ayni
hak iddiası ortaya çıkarsa siz henüz daha 5 yıllık süre dolmadan 8 yıllık bir ülkeye gittiğiniz için
zamanaşımını gerektiren, henüz işlem dolmadığı için yani süreyi 5 yılı tamamlamadan ilk
ülkeyi terk ettiğiniz için ve diğer ülkeye gittiğiniz için henüz daha işlem tamamlanmamış
oluyor ve dolayısıyla yeni gittiğiniz ülkede ki zamanaşımı süresine tabi oluyorsunuz.

Yani oradaki 8 seneyi beklemek zorundasınız .Yani dediğim gibi bir menkul mal üzerinde
zamanaşımıyla iktisabın 5 yıl olduğu bir ülkedesiniz fakat siz daha 5 yılı tamamlamadan ülkeyi
terk ediyorsunuz menkul malla birlikte ve başka bir ülkeye gidiyorsunuz ve gittiğiniz ülkede
de o menkul mal üzerinde hak iddia ediyorsunuz ama siz geldiğiniz ülkede zaten işlem
tamamlanmamış daha 5 sene geçmemiş dolayısıyla siz daha o mal üzerinde bir mülkiyet
hakkı kazanamamışsınız ve üzerine bir ayni hak iddiası kazanamamışsınız çünkü geldiğiniz
ülke de işlem tamamlanmamış daha havada.

5 yılı doldurup gelseydiniz sıkıntı yoktu ama 4 yılı doldurup geldiğiniz için artık gittiğiniz
ülkenin hukukuna tabi olacaksınız ve orası 8 yıl diyorsa 8 yıl sonunda ancak zamanaşımıyla
iktisap hükümlerinin sonucu olarak o malın üzerinde ayni hak iddiasına sahip olacaksınız yani
burada yer değişikliği halinde hiç kazanılmamış ayni haklara tatbik edilecek hukukla
kastedilen budur.

Yer değişikliği oluyor ve siz geldiğiniz ülke de henüz o ayni hakkı kazanmamışsınız, ayrıldığınız
ülkeden henüz ayni hak iddiasında bulunduğunuz hakkı kazanmamışsınız çünkü işlem

216
tamamlanmamış ve geldiğiniz ülkede açısından da daha uzun süreli bir süre belirlenmişse o
zaman tabi ki o süreye tabi oluyorsunuz.

Ama gittiğiniz ülke yani daha az süreli bir şey kabul etmişse yani daha az bir zamanaşımıyla
iktisap süresi kabul etmişse o zaman gittiğiniz ülke geldiğiniz ülkeye göre daha az zamanaşımı
süresi iktisap kabul etmişse o zaman o şeyiniz de kabul ediliyor yani vardığınız ülke hukukuna
göre o taşınır malın üzerinde ayni hak iddia ettiğiniz hakkı kazanmış oluyorsunuz.

*Şimdi son olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklara ilişkin hukuki işlemler şekil
yönünden bu malların bulunduğu ülke hukukuna tabidir bunu da zaten şey yok bu bütün
genel bir kuraldır.

*Yani bir taşınmaz üzerindeki ayni hak aleniyet ilkesi gereği yani Türk hukukunu tapuda
işlem yapılmasını gerektiren bir işlemdir. Bir üst hakkı ,bir sükna hakkı bir intifa hakkı vs. ya
da bir mülkiyet satışı vs. yaptığınız da taşınmazlar açısından bunun zaten aleniyet ilkesi
gereği tapuda gerçekleştirilmesi gerekir. Dolayısıyla şekil açısından da böyle bir emredici
nitelik taşımaktadır.

*Şimdi burada kanunumuz bahsetmiyor ama bir husustan bahsetmek gerekiyor o da


mülkiyeti saklı tutma sözleşmesi çerçevesinde uygulanacak olan hukuk. Şimdi mülkiyeti saklı
tutma sözleşmesi bir borçlar hukuku sözleşmesi değil aslında .Çünkü bir tasarruf
sözleşmesiyle bir satım sözleşmesinin aslında bir arada olduğu böyle karmaşık bir sözleşme
türü .Dolayısıyla mülkiyeti saklı tutma sözleşmesinde ne oluyordu hatırlayacak olacaksak
bilgilerimizi, satıcı aslında mülkiyeti belirli bir şartın gerçekleşmesine kadar ya satış bedeli
tamamen ödenmediyse ödenmiyor.

Yani bu anlamda ve bir süre boyunca alıcının emin sıfatıyla zilyet olarak o mülkiyeti hakkına
konu olan şeyi elde bulundurması ama aslında gerçek mülkiyet sahibi olan kişi ancak şart
gerçekleşince mülkiyeti kazanıyor yani bir anlamda bir menkul rehni niteliği taşıyor ve bir
şart mülkiyeti saklı tutma sözleşmesinin esası aslında alacıyı alıcıya teslim edilen mal
üzerinde bir şartın gerçekleşmesine kadar satıcının o mal üzerinde mülkiyet hakkını devam
ettirmesi. Şart gerçekleşince bu bir ödeme olabilir işte ya da başka bir şart olabilir artık
ondan sonra bu mülkiyeti muhafaza sözleşmesi ile alıcı sıfatını taşıyan kişinin o malın
mülkiyetini kazanması söz konusu oluyor. Dolayısıyla mülkiyeti muhafaza kaydıyla yapılan
sözleşmelere uygulanacak olan hukuk bizim için önemli.

*Burada da aslında 21/1’den hareket ediyoruz ve işlem anında malın bulunduğu yer hukuku
genel kuralı mülkiyeti muhafaza sözleşmelerinde de uygulanıyor .

-Dolayısıyla mülkiyeti saklı tutma veya mülkiyeti muhafaza sözleşmelerinin kurulduğu


sırada sözleşmeye konu olan bu menkulün bulunduğu yer hukuku bu anlamda bu
sözleşmelere de uygulanacak olan hukuk olarak karşımıza çıkıyor.

-Dolayısıyla bunu küçük bir not alabilirsiniz m.demek ki tabiymiş mülkiyeti muhafaza kaydıyla
yapılan sözleşmeler.

217
TAŞIMA ARAÇLARI

MADDE 22 – (1) Hava, deniz ve raylı taşıma araçları üzerindeki aynî haklar, menşe ülke
hukukuna tâbidir.

(2) Menşe ülke, hava ve deniz taşıma araçlarında aynî hakların tescil edildiği sicil yeri, deniz
taşıma araçlarında bu sicil yeri yoksa bağlama limanı, raylı taşıma araçlarında ruhsat
yeridir.

*Hava, deniz ve raylı taşıma araçları üzerindeki ayni haklar menşei ülke hukukuna tabidir.

*Menşei ülkeyi açıklıyor devamında .Çünkü menşei kavramını anlattıktan sonra kanun
koyucu 2. Fıkrada menşeinin ne demek olduğunu anlatıyor .

*Şimdi biz biliyoruz ki her hava aracı her deniz aracı genellikle istisnaları da var ama raylı
taşıma araçlarının da mutlaka bir sicile kayıtlı olduğu, yer verdiği tescil edildiği yer vardır ya
da ruhsat yeri ya da bağlama limanı olarak ifade edebileceğimiz yerler vardır. Bunlar bu
araçların aslında bir anlamda kimlik bilgisi bir şeydir, kimliğini ifade eder.

-Dolayısıyla yani mesela uçağa bindiğiniz de ya da uçağa binerken uçağın kuyruk noktasına
baktığımızda orada bir amblem görürsünüz mesela bir ülke kısaltması görürsünüz. Mesela TR
ifadesini görürseniz onun bir Türk uçağı olduğunu ve Türk hava siciline kayıtlı bir uçak
olduğunu size anlatır veya işte NL görürsünüz Nederland onun bir Hollanda uçağı olduğunu
görürsünüz ya da gemi bayrak devleti boşuna demiyoruz.

-Gemi de bayrağı çekili olan devlet yani devlete ait olan bayrak orada onun aidiyetini belirler.
Aslında menşeini belirler. Yani nereye kayıtlı olduğunu belirler. O anlamda kimlik belgesidir.
Uluslararası kamu hukukun açısından da uluslararası özel hukuk açsından da önemlidir.
Devletler genel de işlemişsinizdir zaten .İşte kara suları içerisinde ya da kara sularının dışında
açık deniz sahasında ortaya çıkan hukuki olaylar, işlemler, eylemler vs. bunların özellikle bu
bayrak devlet veya işte o uçağın sicile kayıtlı olduğu yer hukuku anlamında da bazı etkileri
bulunmaktadır, önemlidir.

*Şimdi 2. Fıkraya geçtiğimiz zaman menşei ülke hava ve deniz taşıma araçlarında ayni
hakların tescil edildiği sicil yerini evet deniz taşıma araçlarında bu sicil yeri yoksa bağlama
limanı, raylı taşıma araçlarında da ruhsat yerini ifade ettiğini açık bir şekilde söylüyor.

*Bu noktada özellikle bu maddenin daha çok dediğimiz gibi hava araçları, deniz araçları ve
raylı taşıma araçlarının üzerinde mülkiyet hakkı iddia edilmesi ve özellikle rehin hakkı
kanunu gemi alacaklısının hakkı ve deniz hukuku açısından da önemli bir madde bu aslında.
Gemi alacaklısının hakkı ve gemi üzerinde ki kanuni rehin hakkı ya da geminin cebri icra
yoluyla satışı gibi konularda önem arz ettiğini unutmayalım. Aynı şey hava araçları açısında
da geçerli. Bu araçlar üzerinde ki hâkimiyet ayni hakların gerçekliğini iddia edildiği ölçüde
kime ait olduğunu hak sahibi olduğunu iddia eden kişinin bu noktada ki talebinin gerçekliğini
de ortaya koyuyor.

218
*Neden başka bir ülkenin gemi siciline kayıtlı olur gemi ya da neden başka bir ülkenin hava
siciline kayıtlı olur? Bunların tabi başka cevapları var. O bizim şu anda konumuz değil ama biz
biliyoruz ki mesela Türk gemi siciline kayıtlı tescil edilmiş bir gemi üzerinde ki ayni haklar
noktasında Türk hukukunun uygulanacağını biliyoruz. Türk ticaret kanununda da zaten ilgili
hükümler var. Bu noktada hükümler açık.

30-40 DK

Fikri mülkiyete ilişkin haklara uygulanacak hukuk

Madde 23

(1) Fikri mülkiyete ilişkin haklar, hangi ülkenin hukukuna göre koruma talep ediliyorsa
o hukuka tabidir.
(2) Taraflar, fikri mülkiyet hakkının ihlalinden doğan talepler hakkında, ihlalden sonra
mahkemenin hukukunun uygulanmasını kararlaştırabilirler.

*Şimdi gelelim fikri mülkiyet hukukuna. Fikri mülkiyet hukuku kişinin zaten beyninin ürünü
değil mi olan yaratıcılığının ürünü olan konular. Dolayısıyla bu noktada kişinin bu fikir
ürününü beyninin ürünü olan şeylerin hukuken korunması çok önem arz ediyor. AB
düzenlemeler açısından çok çok önemli bir konu. Biz nispeten biraz daha tabi nispeten biraz
daha sonuçta bizim de bu konudaki düzenlemelerimiz net ama Avrupa hukukuna göre
Avrupa’daki ülkeler ve Avrupa birliğine göre biraz daha bu konuda geç davranmışız. Onların
ciddi anlamda bu fikri haklar, lisans hakları ve benzeri patentler fikri mülkiyet haklarıyla
alakalı çok ciddi yaptırımları ,düzenlemeleri söz konusu.

Belki biliyorsunuzdur ilginiz varsa BM ‘nin WIPO adında Cenevre de bir kuruluşu vardır.
Dünya fikri haklar örgütüdür. Dünya genelinde Fikri hakların korunması noktasında görev
yapan bir kuruluştur. Fikri haklara merak duyuyorsanız bu WIPO’nun her sene staj yapma
imkanları vardır arkadaşlar. Araştırabilirsiniz. İsviçre Cenevre’de fikri mülkiyet alanına ilgi
duyuyorsanız eğer.

(1) Fikri mülkiyete ilişkin haklar, hangi ülkenin hukukuna göre koruma talep ediliyorsa o
hukuka tabidir.

*Fikri hak dediğimizde bir yazarın eserleri üzerinde haklar ,telif hakları ne bileyim lisans
hakları, bir heykeltraşın heykeli üzerindeki ,ressamın resmi üzerindeki ya da bir buluş yapan
kişinin bir icat yapan kişinin bir şey keşfeden kişinin bu keşfedişi üzerindeki hakları .İster
patent hakkı çerçevesinde karşımıza çıksın ister lisans hakkı çerçevesinde karşımıza çıksın
sonuçta bir fikri mülkiyet hakkı olarak kabul ediliyor. Bu noktada tabi bunların korunması
önemli. Hukuki koruma önemli. Önce ulusal bazda hukuki korunma ,daha sonra ulusal bazda
hukuki korunma talep ediliyor. Daha sayamayacağımız çok farklı çeşitleri var.

*Evet fikri mülkiyete ilişkin haklar hangi ülkenin hukukuna göre koruma talep ediliyorsa o
hukuka tabidir. Dedir. Bu önemli çünkü fikri hakkın ihlali her zaman için devamında yaptırımı

219
ve bundan zarar gören kişinin korunmasını gerektirir. Dolayısıyla nerede o fikri hak ihlal
edildiyse hangi ülkede o ihlal gerçekleştiyse o noktada o ülkede korunması doğal olarak talep
edilecektir. Kanun koyucu da bunu somutlaştırır bu maddeyle. Dolayısıyla koruma talep
edilen ülkenin hukukunun bu noktada uygulanması fikri mülkiyet hakkıyla alakalı iddialarda
söz konusu olacaktır. Hak nerede ihlal ediliyor ise nerede korunması isteniyorsa oranın
hukukunun maddi normları uygulanacaktır.

*2. Fıkrada ise seçimlik bir hak getiriyor . Ne diyor ?Taraflar fikri mülkiyet hakkının
ihlalinden doğan talepler hakkında ihlalden sonra mahkemenin hukukunun uygulanmasını
kararlaştırabilirler diyor. Yani tarafların bu anlamda lex forinin hakimiyetini seçebilmeleri
yönünde bir imkan tanınıyor.

-Bu sebepten dolayı da ihlal sonrası açısından hakimin hukuku yani yargılamayı gören
mahkemenin hukukunun uygulanması talep edilebilir.

-Yani mesela bir Türk'e at fikri hakların diyelim ki Almanya’da ihlal edildiğini varsayalım. Türk
vatandaşı kişi ne yapıyor geliyor Türkiye’de dava açıyor ve işte benim tescille korunmuş olan
fikri hakkım ihlal edildi diyor. Yani bu ulusal olarak da uluslararası alanda da o kişi adına tescil
edilmiş olabilir yani onun o fikri mülkiyet hakkı üzerinde bir hakkı söz konusu olabilir
uluslararası hukuk açısında da koruma altına alınmış olan.

Dolayısıyla Türkiye’de dava açtığını varsayalım şimdi bu noktada Türk hakimi otomatik olarak
Türk hukukunu uygulamayacak. Sonuçta bu fikri hakkın nerede ihlal edildiği ,hangi ülkede bu
fikri hakkın haline ilişkin koruma talep edildiği önem arz ediyor. Dolayısıyla hakim ne yapacak
muhtemelen koruma talep edilen yani Almanya’da bu hakkın ihlal edilmemesi istendiğinden
dolayı Alman hukukuna göre bir şey gerçekleştirecek.

Ama bu noktada tarafların bunu ihlal eden tarafla fikri hakkı ihlal edilen tarafın karar
vermesi halinde lex fori olan Türk hakiminin hukukun da uygulanması söz konusu olabilir.
Kararlaştırabilirler dediği için bu bir takdiri bir şey. Sonuçta seçimlik bir hak olduğu için de
otomatikman yani taraflara hukuk seçme imkanı lex foriyi seçme imkanı tanıdığı için de biz
bunu maddi norm atfı olarak kabul ediyoruz.

Sözleşmeden Doğan Borç İlişkilerinde Uygulanacak Hukuk( m.24)

MADDE 24 – (1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka
tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek
biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.

(2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını
kararlaştırabilirler.
(3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin
kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla,
geriye etkili olarak geçerlidir.

220
(4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o
sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim
borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya
meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun
işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun
birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri
hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı
ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.
*Akitten kaynaklanan borç ilişkilerine uygulanacak olan hukuk .İş sözleşmesi gibi gözüküp iş
sözleşmesi olmayan ya da tüketici sözleşmesi gibi gözüküp tüketici sözleşmesi olmayan,
fikri mülkiyete ilişkin sözleşme gibi gözüküp fikri mülkiyet sözleşmesi olmayan sözleşmeler
için de her zaman için bir ehliyet olarak bu 24. Maddeyi uygulayacağız. O yüzden 24.
Maddenin sözleşme hukuka ilişkin ve sözleşmelere uygulanacak olan hukuk anlamında genel
bir kural olduğunu unutmayalım.

-Yani hiçbir şeye sokamazsan 24. Maddeye sokacağız anlamında geliyor bu.

*Şimdi kanunda tabiki bazı özel sözleşme türleriyle alakalı. Kanunda bakıyoruz ne görüyoruz
?Bazı özel sözleşme türleriyle alakalı olarak tüketici sözleşmelerini görüyoruz. Fikri mülkiyete
ilişkin sözleşmeleri görüyoruz. Çeşitli sözleşme görüyoruz eşyanın taşınmasına ilişkin
sözleşmeleri görüyoruz. Dolayısıyla çok farklı sözleşme tipleri görüyoruz . Tabi ki bu sözleşme
tiplerinin nitelendirilmesi vasıflandırılması önemli bir şey. Bu vasıflandırma çerçevesi
içerisinde zaten o kapsama giriyorsa onların getirdiği kanunlar ihtilafı kurallarına göre o
sözleşmeye uygulanacak olan hukuku tespit ediyoruz. Ama o sözleşmelere girmeyecek veya
o sözleşmelerin dışında farklı sözleşme türleri açısında ise her zaman 24. Maddenin
uygulama alanı bulduğunu unutmayalım. Çünkü bazen bakıyoruz tüketici sözleşmesi gibi
geliyor okuyorsun aaa diyorsun bu bir tüketici sözleşmesi. Ama hayır o bir tüketici sözleşmesi
olmuyor. Dolayısıyla olmadığı zamanda gidip tüketici sözleşmesine uygulanacak olan hukuk
uygulamak yanlış bir uygulama oluyor.

40-48 DK

O yüzden 24. Madde bizim için çok önemli. Ne demek istiyor ne anlatıyor bunu çok iyi
anlamamız gerekiyor.

*24/1’e baktığımızda ne diyor: Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak
seçtikleri hukuka tabidir.

-Biz buradan ne anlıyoruz? Demek ki borç ilişkilerinden doğan sözleşmelerde borç, borçlar
hukuku kaynaklı sözleşmeler.. Ama bunu sadece borçlar hukuku olarak algılamayalım. Borç
ilişkisi doğuran birçok anlaşma vardır. Bu sadece borçlar hukukuyla sınırlı bir alan değildir.
Sözleşme ilişkisinden doğan borç ilişkilerinde tarafların hukuk seçme imkânı getiriyor. Burada
biz hukuk seçme durumunun tamamen irade serbestisine dayalı bir anlayışın ürünü
olduğunu, tarafların aralarındaki sözleşmeyi istedikleri hukuk çerçevesinde yürütebilmelerine

221
yönelik serbestliğin somutlaşmış halini görüyoruz. Biz bunu 2. dönem yetki anlaşmasında da
göreceğiz. Burada uygulanacak olan hukuku belirliyoruz. Burada taraflar bir hukuk seçiyor ve
o hukuk o sözleşmenin tamamını kapsıyor. Sözleşmenin esasına uygulanıyor.

-Biz buradaki hukuk seçme yönünde taraflara verilen yetkiye aslında sübjektif bağlama
kuralı olarak kabul ediyoruz. Bu hukuk seçme olayı sözleşmede sübjektif bağlama kuralıdır.
Çünkü tarafların iradesine dayalıdır. İstedikleri hukuku seçebilirler. Seçmeme imkanları da
vardır.

*Seçmezlerse biz o zaman zaten 24. Maddenin devamındaki diğer bağlama kurallarına
giderek o sözleşmeye uygulanacak olan hukuku belirleyeceğiz. Ama bir hukuk seçmişlerse
mutlaka öncelikle o hukuka gitmemiz gerekiyor. Sübjektif bağlama kuralını atlayarak
aşağıdaki diğer bağlama kurallarına gidemeyiz.

*Sübjektif bağlama kuralı varsa yani taraflar aralarındaki sözleşmeyi uygulanacak olan
hukukla alakalı bir hukuk seçmişler ise mutlaka o hukukun maddi normları taraflar
arasındaki sözleşmenin esasına uygulanacak olan hukuktur.

*Ama tabi ki seçilen hukukun geçerli hukuk, bağlayıcı bir hukuk olması gerekir. Var olmayan
ulusal nitelik taşımayan bir hukuk da seçilemez. O zaman tabi ki geçersiz bir hukuk seçimi
olur. Geçersiz hukuk seçiminin de bağlayıcılığı olmaz. Ama eğer hukuk geçerliyse taraflar bu
yöndeki iradelerini doğru bir şekilde kullanmışlarsa ve ortak iradeye dayanıyorsa taraflar
açısından o hukuk bağlayıcı hale gelmiştir.

*Artık bağlayıcı hale gelen o hukuk taraflar arasındaki sözleşmenin esasına uygulanacaktır.

*Sözleşmenin esasına uygulanması ne demektir? Sözleşmenin varlığı yokluğu, geçerliliği


geçersizliği, sözleşmeden kaynaklanan mücbir sebep hallerinin neler olabileceği, ayıp
kavramı, zarar kavramı, kusur kavramı, zamanaşımı kavramı, sözleşme ne zaman sona ermiş
sayılır ya da sözleşme ne zaman sona erecektir, hangi haller sözleşmenin sona ermesine
gerekçe olabilecektir gibi birçok konu sözleşmeye uygulanacak olan hukuk kapsamına
girecektir. Dolayısıyla alanı çok geniştir.

* Esasa uygulanacak olan hukuk dediğimiz zaman sözleşmenin bütününü ifade ediyoruz
aslında.

*Ama bazı hususlara esasa uygulanacak olan hukukun uygulanacak olması söz konusu
olamaz. Şekil mesela. Şekil, ehliyet buna tabii değildir.

*Sözleşmede ehliyet konusu gündeme gelirse o zaman biz ne yapacağız? 9. maddeye


gideceğiz. Özel bir hüküm varsa o başka. Ama genel olarak 9. maddeye giderek ehliyete
uygulanacak olan hukuku belirleyeceğiz. O zaman sözleşmeye göre seçilmiş olan hukuka göre
ehliyeti belirlemeyeceğiz.

222
*Sözleşmede bir hukuk seçme varsa seçilmiş olan o hukuk sadece o sözleşmenin genel
esasına yöneliktir, genel içeriğiyle alakalıdır. Yoksa o kişilerin ehliyetiyle alakalı uygulama
alanı bulmaz. Dolayısıyla yapılan hukuk seçiminin açık bir hukuk seçimi olması gerekir.

-Yani İtalyan hukuku uygulanacak, Japon hukuku uygulanacak, Türk hukuku uygulanacak
şeklinde açık bir belirlemenin yapılması gerekiyor.

-Bu noktada demek ki seçilen hukukun açık bir hukuk olması gerekiyor, ulusal bir hukuk
olması gerekiyor, yaşayan bir hukuk olması gerekiyor.

-Biz mesela uluslararası hukukun, borçlar hukuku alanında olsun uluslararası ticaret hukuku
alanında olsun teamül haline gelmiş lex mercatoria(?) dediğimiz uluslararası ticaretin
teamülü haline gelmiş kurallardan bahsederiz. Ya da uluslararası hukukta, borçlar hukukunda
kabul görmüş birtakım ilkelerden bahsederiz. Ama bunlar hukuk değildir. Dolayısıyla bunların
sözleşmede var olması hukuk seçiminin olduğu anlamına gelmez. Seçilen hukukun mutlaka
ulusal hukuk olması gerekir.

SON HAFTA 13. HAFTA

0-10 DK

Sözleşmeden Doğan Borç İlişkilerine Uygulanacak Olan Hukuk.

*Dolayısıyla 24. Madde bize borç ilişkilerinden kaynaklanan ilişkilere uygulanacak olan
hukuku gösteriyor demiştik genel olarak baktığımızda 24. Maddeyle yani kanuna
baktığımızda şu anda elimde 24. Maddeyle hemen hemen 29. , 25- 29. Yani 29’a kadar
bunların hepsi hep sözleşmelere ilişkin, sözleşmelere uygulanacak olan hukuku tespit
edeceğiz.

*Tabi 25’ten sonrası daha özel sözleşme türleri yani iş sözleşmesi, tüketici sözleşmesi, eşya
taşıma sözleşmesi gibi sözleşme türleri var.

*Dolayısıyla 24. madde bizim için genel bir madde .

*Diğer özel sözleşme türlerine sokamadığımız, onlara uygulanacak olan hukuku tespit
etmek noktasında onların kapsam içerisine sokamadığımız her türlü hukuki ilişkiyi 24.
Madde kapsamında değerlendireceğiz.

- Yani bir ilişkiyi ne bileyim tüketici sözleşmesi içine sokamıyorsak ,onun şartları mevcut
değilse ya da lex fori olarak nitelendirdiğimizde yani vasıflandırdığımızda o bir tüketici
sözleşmesi değilse ,tüketici sözleşmesi gibi gözüküp tüketici sözleşmesinin unsurlarını
taşımıyorsa o zaman biz onu ne yapacağız? 24. Madde borç ilişkilerinden kaynaklanan
hukukun tespiti şeklinde o sözleşmeye uygulanacak hukuku bulacağız

*yani kısaca özetle 24. Madde genel bir maddedir.

223
* Diğer kanunda düzenlenmiş özel sözleşme türleri içerisine sokamadığımız durumları 24.
Maddeyi uygulayarak uygulanacak olan hukuku belirleme yolunda bir tespit yaparız.

Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk

MADDE 24 – (1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri
hukuka tâbidir.

Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde


anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.

*Şimdi 24. Madde’ye bakacak olursak tekrar geçen derste biraz bahsetmiştik.

-Sözleşmeden doğan borç ilişkileri diyor tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tabidir.

-Sözleşme hükümlerinden veya hâl ve şartlarından tereddüte yer vermeyecek biçimde


anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir diyor.

*Şimdi şu anda 24. Maddenin 1. Fıkrasını okudum ben. Burada biz sözleşmeden doğan borç
ilişkilerinde bir kere öncelikli olarak bir sübjektif bağlama kuralı adını verdiğimiz hukuk
seçimi imkânının getirildiğini görüyoruz. Eğer siz bir kanunlar ihtilafı kuralında hukuk seçme
imkânı verildiğini görüyorsanız bunun adı ‘’sübjektif bağlama kuralıdır.’’ Çünkü akabinde yani
hukuk seçilmemiş olması halinde daha farklı bağlama noktalarına göre uyuşmazlığa
uygulanacak olan hukukun belirlenmesi yoluna gidilir ama o sonraki aşamadır.

*Öncelikli olarak taraf iradesine öncelik tanınır bu tarz ilişkilerde ve taraf iradesinin işte
objektif, serbest bir şekilde her iki tarafında arzusunu yerine getirecek şekilde olması gerekir.
Bu sebepten dolayı da biz bu bağlama kuralına ne diyoruz sübjektif bağlama kuralı diyoruz.

*Taraf menfaatine dayandığını söyledik, taraflar aralarındaki sözleşmeyi istedikleri


hukukun kurallarına uygun olarak ne yapabiliyor ,idare edebiliyorlar.

*Hukuk seçiminin nasıl olması gerektiğini görüyoruz? Açık bir hukuk seçimi olması gerekiyor.

- Yani alenen işte kişiler arasında mesela diyelim ki bir tarafı İtalyan bir tarafı Türk olan, biri
tüzel kişi olsun biri gerçek kişi olsun. Bir borç ilişkisi olduğunu düşünelim. Aralarındaki borç
ilişkisine uygulanmak üzere İtalyan hukukunun seçildiğini düşünelim. Bunun taraflar
arasındaki esas sözleşmede açık bir şekilde yer alması gerekiyor. Nasıl yer alacak bu? Taraflar
arasındaki işte şu şu ilişkiden doğan sözleşmeye İtalyan hukuku uygulanacaktır şeklinde bir
ibarenin yer alması yeterli. Bu esas sözleşmenin içinde bir madde olarak da yer alabilir esas
sözleşmenin yani taraflar arasındaki o borç ilişkisini idare eden esas sözleşmenin eki olan ya
da parçası olan bir hukuki metinde de seçilmiş olan hukuk yer alabilir. Sonuçta burada önemli
olan tarafların iradesi .

-İrade serbestisi tarafların o borç ilişkisine uygulanmak üzere bir maddi hukuk seçmeleri ve
sözleşmeye öncelikli olarak o hukukun uygulanması.

224
*Seçilen hukuku biliyoruz biz zaten MÖHUK’un ilk maddelerinden öğrenmiştik genel
hükümlerde değil mi? Seçilen hukukun maddi normları uygulanır.

- Artık bir hukuk seçtiğimizde mesela İtalyan hukuku seçtiğimizde İtalyan hukukunun maddi
normlarını uyguluyoruz. Artık İtalyan hukukunun kanunlar ihtilafı kuralları renvoi vs. burada
devreye girmiyor.

-Yani maddi hukuku otomatikman uyguluyoruz.

*O noktada hukuk seçiminin açık olması gerektiğini söylemiştik.

*Birden fazla hukuk seçimi olabilir mi? Genellikle olmayacağı çünkü hukuk seçiminin net
öngörülebilir aşağı yukarı taraflar açısından ne gibi sonuçlar doğuracağının belirlenir olması
gerekir. Dolayısıyla farazi bir hukuk seçimi, bu ilişki böyle olduğuna göre bunlar şu hukuku
seçmiş olabilir falan şeklindeki bir hukuk seçimi geçerli değildir. Yani hakim de bazen böyle
bir değerlendirme yapabilir. Biz buna farazi hukuk seçimi diyoruz. Yani taraflar arasındaki
ilişkinin ağırlığıydı vesaire yani bu hukuku seçseler çok iyi bir hukuk bu ilişkiyi idare eder
şeklindeki bir değerlendirmenin hiçbir geçerliliği yoktur.

-Mutlaka yapılan hukukun çok açık net taraf iradesini yansıtır şekilde açık bir şekilde
yapılması gerekir. Kanun bunu açık açık söylüyor zaten.

*Bu noktada şöyle bir soru aklımıza gelebilir. Zımni yani örtülü hukuk seçimi geçerli midir?
Yani bir zımni hukuk seçimi nasıl olabilir? Kitaplarınızda da örnek var ama en güzel örnek
şudur yani taraflar bir hukukta var olan bir kuruma mesela dayanırlar. Diyelim ki o kurum
Türk hukukunda yoktur ama İngiliz hukukunda vardır. Dolayısıyla İngiliz hukukunda var olan
bir hukuki müesseseyi ne yaparlar ileri sürerler aradaki ilişki ile alakalı olarak. Karşı tarafta
iddia olarak yine o ilişkiye dayalı karşı iddiada bulunur. Burada baktığınızda bunun bir zımni
hukuk seçim olduğunu söyleyebiliriz. Neden? Çünkü bir taraf sadece o hukukta var olan
sadece o hukuka özgü bir müesseseyi alıyor. Bunu bir itiraz sebebi veya bir gerekçe olarak
ortaya koyuyor ve dolayısıyla o müessese sadece o hukukta olduğu için o hukukun seçilmiş
olduğu izlenimini uyandırıyor. Karşı tarafta yine aynı argümanla aynı hukuki müesseseye
dayanan yaklaşana cevap veriyor.

-Dolayısıyla burada bu ikisinin belirli bir hukuka özgü kurumdan yararlandıkları, bunu
karşılıklı iddia ve savunmalarına dayanak yaptıkları noktasından hareketle örtülü bir hukuk
seçiminin olduğu ileri sürülebiliyor.

-Ama mesela sadece bir ülkenin mahkemesinin seçilmiş olması işte yargılama şu ülkede
yapılsın, o ülkenin mahkemeleri bu yargılamayı gerçekleştirsin şeklindeki bir yaklaşım da bir
örtülü, zımni hukuk seçim olarak kabul edilmiyor.

*Yani genel olarak hukuk seçiminin açık olması, tek olması, belirlenebilir olması ve ulusal
bir hukuk olması gerekiyor.

225
*Şimdi bizim mesela dünyada genel olarak borçlar hukuku ile alakalı uluslararası ticaret
hukuku ile alakalı temel prensipler var sana ilkeler var. Bunlar oturmuş artık. Yani Japonya'ya
da gitseniz aynı ilke ya da prensip uygulanıyor Amerika'ya da gelseniz Türkiye'ye de gelseniz
aynı ilke uygulanıyor.

10-20 DK

Mesela ne diyebilirsiniz; sözleşmede özellikle ticari sözleşmelerde genel işlem şartları


denilen bir kavram vardır. Incoterms adı altında uluslararası ticarete ilişkin prensipler vardır.
Şimdi bu aslında teslim şekliyle alakalı. Dünya üzerinde bütün ülkeleri ilgilendiren on tane
kavramdır. 2010 yılında değişikliğe uğradığı için sayısı azaldı.

-Mesela her ticari sözleşmede ya da borç doğuran sözleşmede görürsünüz onu. Sözleşmenin
belirli bir noktasında yer alır. Malın ne zaman satıcıdan alıcıya teslim edildiğini ,hangi andan
itibaren sorumluluğun sona erdiğini ,o mala karşı ortaya çıkabilecek risklerin hangi andan
itibaren alıcıya geçeceğini ifade eden küçük kısaltmalardır bunlar. İşte karayolu havayolu
denizyoluna göre farklılıkları vardır. Özellikle denizyolu ve karayolu taşımacılığında karşımıza
çıkar. Mesela FOB şeklinde karşımıza çıkar. Free on Board. Nedir bu malın gemi güvertesine
teslim edilmesinden itibaren malda gelebilecek zarar ziyan hepsinin sorumluluğu alıcıya aittir
anlamını taşır. Bu tabiki alıcı ve satıcı arasındaki mutabakata göre belirlenir. Kimi FASı seçer
kimi FOBu seçer kimi Fabrikada teslimi seçer. Dediğimiz gibi bu tamamen alıcı ile satıcı
arasında malın karşılasacağı risklerin kimin ne ölçüde sorumlu olduğunu belirleyen kavramlar
silsilesidir. Uluslararası ticaret alanında çok önemlidir. Uluslararası mal satımında çok
önemlidir çünkü malı fabrikadan çıkarırsınız yolda giderken yanar alev alır. Daha
ulaşamamıştır bile gideceği yere. Fabrikadan daha yeni çıkmıştır. O sırada hemen sözleşmeye
bakılır. Sigorta giriyor devreye birsürü şey giriyor. Kim ne ölçüde sorumlu. Mal teslim edilmiş
mi edilmemiş mi? Veya mal gemiye yükleniyor. Vinç devriliyor kopuyor vs. Rıhtım‘dan
ayrılırken gemi batıyor mallar çöküyor denizin dibine gibi. Fırtınada giderken gemi batıyor
mallarla birlikte. Kim ne ölçüde sorumlu mallardan. İşte bunları belirleyen kısa kısa
kısaltmalar vardır. Bunlar uluslararası ticaret hayatında kabul görmüşlerdir. Biraz önce
söyledim Japonya’ya da gitseniz aynıdır. İşte o Free on board ifadesi Haydarpaşa limanı
deyince Japonda aynı şeyi anlar İngiliz da bakınca aynı şeyi anlar bir Amerikalı bakınca da
aynı şeyi anlar çünkü artık bütün dünyada kabul edilmiş prensiplerdir.

-Ama bunlar bir hukuk değildir. Sözleşmeye bu tarz ibareler koyduğunuzda bunlar bir hukuk
seçimi olmuyor .Bana da burs vermişlerdi. İtalya’da Roma’da bir Uluslarası hukukun
uyumlaştırılmasın enstitüsü vardır.

İşte onlar sürekli kara Avrupası Anglosakson ne ölçüde uyumlaştırabiliriz gibi böyle
çalışmalar yaparlar. Onların da mesela birçok konuda yaptığı uyumlaştırma çalışmaları vardır
revize ettikleri eski dokümanlar vardır vs. onların da mesela muhtemelen iki üç sene içinde
yürürlüğe girecek olan birkaç maddesi tartışmalı o yüzden bir türlü mutabakat sağlanamıyor,
birtakım kuralları var. Şimdi biz kalkıp da sözleşmede genel işlem kuralları dediğimizde ne
olur o bir hukuk seçimi olmaz. O sadece genel kabul görmüş uluslararası anlamda

226
mutabakata sağlanmış birtakım kuralların o sözleşmeye konulması anlamını taşır. Dolayısıyla
bir hukuk değildir o. Sadece o sözleşmede konulmuş dikkate alınacak kurallardır.

*O yüzden hukuk seçimi dediğimizde bunu mutlaka bir devlet hukuku, bir ulusal hukuk
olması gerekiyor. Aksi taktirde yapılan hukuk seçimi geçerli bir hukuk seçimi olmuyor
,geçersiz bir hukuk seçimi oluyor ve subjektif bağlama kuralının geçerliliğinden
bahsedemiyoruz.

*Şimdi bu noktada tanınmayan bir ülkenin hukuk seçilebilir mi ?Mesela Kuzey Kıbrıs.

-Türkiye cumhuriyeti dışında ve bildiğin başka bir devlet dışında kimse tanımıyor Ama taraflar
arasındaki sözleşme arasında Kuzey Kıbrıs hukukunu seçtik. Şimdi tanınmayan bir devletin
hukukunu seçilir mi sorsun mu aklımıza getirebilir. Seçilir bu başka bir şeydir. Hukukunu
seçebiliriz çünkü bu bir ulusal hukuktur vardır, gerçektir, reeldir. Bu arada o da önemli. Sona
ermiş bir devletin hukuku seçemezsiniz. Kalkıp SSCB hukuku seçilmez. Dolayısıyla yaşayan
bir hukuk olmalı.

-KKTC de bir devlet ve onun diplomatik anlamda kabul görmemesi hukukunun kabul
edilmeyeceği, geçersiz olacağı anlamına hiç gelmez.

*Dolayısıyla hukuku seçimi dediğimiz şey tarafların serbest iradesiyle borç doğuran
sözleşmeye uygulamak üzere seçilen hukuktur.

- Bu seçilen hukukun maddi normları uygulanır. Buna sübjektif bağlama kuralı diyoruz.

-Bu noktada mutlaka açık hukuk seçimi olması gerekiyor. Ulusal bir hukuk olması gerekiyor.
Yaşayan bir hukuk olması gerekiyor. Açık hukuk seçiminin olmadığı durumlarda yani örtülü
hukuk seçimi de kabul edilebiliyor. Ama o durumun şartlarından anlaşılması gerekiyor .O
hukukun seçildiği yönünde emarelerin olması gerekiyor.

*Taraf iradesi geçersizse mesela tek tarafa hukuk seçme imkanı veren sözleşmeler var. Yani
böyle model sözleşmeler gibi hazırlanmış kişiye dayatılıyor. Kişi mecburen onu uygulamak
zorunda. O durumda hukuk seçiminin irade serbestine dayanmaması nedeniyle geçersiz
olduğunu söylüyoruz. Hiçbir bağlayıcılığı yoktur.

*Farazi hukuk seçiminde bu anlamda etkili olmadığını söyleyelim. Yani hiçbir anlam ifade
etmiyor farazi hukuk seçimi.

*Şimdi 2. Fıkraya baktığımızda ne görüyoruz. "Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin


tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler."

-Burada aslında bahsedilen kısmı hukuk seçimi. Taraflar sözleşmenin tamamına uygulanmak
üzere bir hukuk seçebilirler veya sözleşmeyi belirli bölümlere ayırarak her bölüme farklı
hukukun uygulanmasına karar verebilirler.

227
- Bu ne demek alacaklı ve borçlunun hakları ve sorumluluklarıyla alakalı İtalyan maddi normu
uygulansın, sözleşmenin geriye kalan kısmı için Türk hukuku uygulansın dediğimizde ne
oluyor.

*Sözleşmenin bir kısmı için bir hukuk ,diğer kısmı için bir hukuk seçilmiş oluyor. O yüzden
burada kısmi hukuk seçiminden bahsediyoruz.

-Kısmi hukuk seçimi sadece belirli bir noktaya göre de yapılabilir. Yani diyelim ki borcun
gereği gibi yerine getirilmemesi veya ayıplı mal halinde Türk hukuku, diğer kısma hiçbir
hukuk seçimi yapılmamış. Sadece o kısma Türk hukuku uygulanır. Diğer kısma ise sübjektif
bağlama kuralını atlayarak objektif bağlama kuralı yani 24.maddenim bağlama kuralları
çerçevesinde içerisinde bir bağlama noktası uygulanacak hukuk bulmaya çalışacağız.

*Seçilen hukuk mutlaka tüm sözleşmeye kısmi olarak getirilmişse sadece belirlenen kısımla
alakalı uygulama alanı bulacaktır. Mesela uluslararası hukukta join venture sözleşmeleri
vardır. Biz buna ortak girişim sözleşmeleri deriz. Girişim sözleşmeleri her sene örnek veririm.
Çünkü çok güzel örnek verir. Mesela çok büyük bir proje vardır. Bu projeye tek bir şirketin
girerek ihaleyi alması gerek ekonomik gerek teknik açıdan yeterli olunmaması açısından
ihaleyi alması mümkün olmaz. Bu nedenle üç şirket birleşir ve ortak girişim gerçekleştirirler.
Ortaklık niteliğinde. Her biri tüzel kişiliğini devam ettirir kendi alanlarında. Sadece o proje için
ortak bir girişim gerçekleştirirler.

20-30 DK

Fakat sadece o iş için, o proje için ortak bir girişim gerçekleştirirler tüzel kişiliklerini
kaybetmezler. Her biri işin belli bir yapımı noktasını üstlenir. Diyelim ki o metro inşaatını
düşünelim kimi vagonların ve rayların üretimi ile uğraşır mesela Alman şirketi, Hollandalı
şirket sinyalizasyon ile uğraşsın diyelim, Japonlarda tüneli açsınlar diyelim. Şimdi ne oldu üç
tane farklı şirketin, farklı ulusal kimlik taşıyan şirketin bir araya geldiğini düşünelim. Bunlar
tabi ki üstlendikleri ile sorumlular. Mesela Japonların yaptığı işlerle alakalı olarak sözleşmenin
o kısmına Japon hukuku uygulanabilir. Almanların sorumlu olduğu kısımla ilgili olarak Alman
hukuku uygulanabilir. Hollanda’nın sorumlu olduğu kısımla alakalı olarak da Hollanda hukuku
uygulanabilir. Ne görüyoruz bir sözleşme var ,ortak bir girişimle gerçekleştirilen bir sözleşme
var tabi ki bu sözleşmenin bir de tarafı var. Joint venture ile girişilen işlemle alakalı taraf var
bu genellikle bir devlet olur. Diyelim ki Türkiye Cumhuriyeti ile işte bu üçlü ortak girişim
arasında bir sözleşme var Türkiye Cumhuriyeti ile bu üçlü girişim arasındaki hukuki ilişkiden
kaynaklı ihtilaflar noktasında Japonların sorumluluğu ile alakalı olarak mesela Japon
hukukuna gidilebilmesi, Hollandalıların sorumluluğu ile alakalı Hollanda hukukuna
gidilebilmesi gibi böyle kısmi hukuk seçimlerinin yapılması ile karşı karşıya kalabiliriz.
Dolayısıyla bu tarz durumlarda işte bu kısmi hukuk seçimini çok sıklıkla uygulandığı
görüyoruz.

228
*Bu noktada demek ki sözleşmenin tamamına uygulanmak üzere aynı anda iki hukuk
seçilemez ama sözleşmenin belirli bir bölümüne bir hukukun, belirli bir bölümüne de bir
hukukun uygulanması yönünde bir seçim olabilir.

*Evet gelelim üçüncü fıkraya 24/3 ne diyor; Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir
veya değiştirilebilir, sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi üçüncü kişilerin
hakları saklı kalmak kaydıyla geriye etkili olarak geçerlidir.

-Burada da ne görüyoruz yani tarafların hukuk seçimi için bir zamana sahip olmadıklarını,
sözleşmenin ilk imzalandığı anda mutlaka bir hukuk seçiminin yapılmış olmasına gerek
olmadığını, sözleşmeye uygulanacak olan hukukun sonraki aşamalarda seçilebileceğini
söylüyoruz.

-Buradaki temel kriter ne üçüncü kişilerin haklarının sonradan seçilen hukuk sebebiyle
ortadan kalkmamasıdır. Dolayısıyla üçüncü fıkrada aslında geriye etkili olmanın geçerli
olabilmesinin, üçüncü kişilerin seçilen hukukun yarattığı olumsuz etkilerden zarar
görmemesinin amaçlandığını ifade edebiliriz.

*Evet dördüncü fıkraya geçecek olursak dördüncü fıkrada da objektif bağlama kuralından
bahsediyoruz. Objektif bağlama kuralı dediğimiz şey aslında eğer bir hukuk seçiminin
olmaması söz konusuysa artık otomatikman kafadan dördüncü maddeyi uygulayarak taraflar
arasındaki ilişkiye uygulanacak olan hukuku bulunması hususudur diyelim. Dördüncü fıkra
dediğim gibi objektif bir bağlama kuralıdır yani taraflar bu yönde bir irade tanınmış fakat
taraflar bu iradeyi kullanmamış yani hukuk seçimini gerçekleştirmemiş. O zaman
otomatikman biz uygulanacak olan hukukla alakalı otomatikman 24. maddenin 4.
fıkrasından devam ediyoruz.

*Şimdi burada borç doğuran sözleşmelerden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak olan
hukuktan bahsediyor. Burada aklınıza direk borç ilişkisi borçlar hukuku ilişkileri geliyor ama
bunlarla sınırlandırmayalım. Bu sadece ticari akitleri de ilgilendiren bir şey değil. Borçlar
hukukuna dahil olmakla birlikte ticari karakterde olmayan birçok sözleşme türü var o yani o
sebepten dolayı biz buradaki bu borç ilişkisinden kaynaklı ilişkileri çok genel anladık.

-Zaman zaman sebepsiz zenginleşmeye giren ilişkilerde bile ya da iş sözleşmesine


sokamadığınız ama borç ilişkisi doğuran birçok ilişkiyi de bu anlamda bu kapsama dahil
edebiliyoruz. Bazen vergi hukukunun özel hukuk boyutu oluyor onu da bu kapsamda
değerlendirmemiz söz konusu oluyor.

-Dolayısıyla burada sözleşmeden doğan borç ilişkisi geniş bir biçimde yorumlamalı. Borç
ilişkisi doğuran ve idari nitelik taşımayan, idare hukukuna ilişkin olmayan sözleşmeler bu
anlamda aklınıza gelebilir.

*Şimdi objektif bağlama kuralına baktığımız zaman 24/4 dikkatinizi çekiyor.

229
-Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları halinde demek ki taraflar hukuk seçimi yaparsa
bu mutlaka o hukuk seçilecek tabi geçerli ve bağlayıcıysa. Eğer hukuk seçimi yoksa o zaman
direk 24/4'ten başlayacağız.

-Hukuk seçimi varsa kesinlikle 24 /4'e gelmiyoruz direk 24/1’den devam ediyoruz. Seçilen
hukuk zaten külliyen uygulanıyor biliyorsunuz yani İtalyan hukuku seçtiğiniz zaman İtalyan
hukukunun tamamlayıcı, emredici kurallarının yanı sıra işte İtalyan hukukunun kapsamında
yer alan uluslararası sözleşmeler vs. bunların hepsi bu kapsamda değerlendiriliyor bunu
unutmayalım. Yani hukuk seçimi yaptığınız zaman hukukun külliyen seçiyorsunuz bir bütün
olarak.

Soru: Hukuk seçmelerine rağmen seçmemiş gibi hareket edebilirler mi?

Bu onları bağlayan bir şey, biz burada bir hukuk seçimi yapılmışsa ve bu hukuk geçerli ve
bağlayıcıysa ve bu taraflar arası ilişki ile alakalı bir husumet bir uyuşmazlık mahkeme önüne
geldiyse hakim öncelikle bakacak yani önce ilişkiyi nitelendirecek vasıflandıracak bu nasıl bir
ilişki işte borç doğuran bir ilişki dolayısıyla taraflar bir hukuk seçimi yapmış mı diyecek.
Dolayısıyla buradaki şey seçmeye rağmen seçmemiş gibi hareket etmek bu onları bağlayan
bir şey. Bir uyuşmazlık olduğu zaman hakim kanunu uygulamak zorunda. Hukuk
seçmişlerse de bu geçerli ve bağlayıcı bir hukuksa o zaman o hukuk hakim tarafından
uygulanmak zorunda ben bunu uygulamıyorum diyemez. O zaman 24. maddeye aykırı
davranmış olur çünkü ne diyor ?sözleşmelerden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak
seçtikleri hukuka tabidir diyor, tabi olabilir falan demiyor dolayısıyla orada bir açık kapı
bırakmamış hakimin de bu anlamda bir takdir yetkisi yok.

*Bu işte Türk hukuku benim daha kolayıma geldi taraflarda Türk hukuku seçmiş olabilir
çünkü ilişki Türkiye ile çok yakından ilişkili o yüzden Türk hukukunu uygulayalım diyemez
derse farazi hukuk seçimi olur ve geçerli olmaz. O yüzden kanunun sınırları içinde hakim de
hareket etmek durumunda.

(4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o
sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır.

Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun (paranın karşılığı olan karşı tarafın edimi),
sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler
gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde
yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu
sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir.

Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması
hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.

*Şimdi 24. maddenin 4. fıkrasına geldik ne diyor? Tarafların hukuk seçimi yapmamış
olmaları halinde sözleşmeden doğan ilişkiye o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk
uygulanır diyor.

230
*Demek ki taraflar arasında bir hukuk seçimi yoksa ya da var ama geçerli değilse o zaman
biz hemen hop 24/4'e geçiyoruz.

-Hukuk seçimi yoksa direk zaten 24/4'ten devam ediyoruz ve taraflar arasındaki en sıkı
ilişkili hukuku arıyoruz.

-En sıkı ilişkili hukuku nasıl arıyoruz yani en sıkı ilişkili hukuk ne demek onu maddenin
devamında anlatıyor. Bu hukuk karakteristik edim borçlusunun sözleşmenin kuruluşu
sırasındaki mutat meskeni, ticari veya mesleki faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde
karakteristik edim borçlusunun iş yeri, bulunmadığı taktirde de yerleşim yeri hukuku,
karakteristik edim borçlusunun birden çok iş yeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki
içinde bulunan iş yeri hukuku olarak kabul edilir.

*Şimdi bu maddede çok uzun ve çok anlaşılmaz gibi gelen bir madde ama arkadaşlar aslında
sadece teknik olarak farklı kavramlar var onların açıklanması gerekiyor.

*O nedir en sıkı ilişkili hukuku karakteristik edim borcuyla bağlayan yaklaşım diyen ifade
şimdi burada demek ki biz bir hukuk seçimi yoksa ama o borç doğuran bu ilişkiye
uygulanacak bir hukuk tespit ediyorsak bir kere en sıkı ilişkili olan hukuku bulacağız bu
hukuku nasıl bulmamız gerekiyor kanun bizi nasıl yönlendiriyor karakteristik edim borcu
ifadesi var. Karakteristik edim borcunu bulmamızı aslında ifade ediyor. Çünkü karakteristik
edim borçlusunun iş yeri diye bir atıf var. Karakteristik edim borçlusunun mutat mesken
hukuku şeklinde bir atıf var.

30-40 DK

-Dolayısıyla biz karakteristik edim borcu nedir önce onu anlamamız gerekiyor. Karakteristik
edim borcu ,her zaman için paranın karşılığı olan edimdir.

-Yani mesela bir avukatın vekalet sözleşmesi düşünün. Paranın karşılığı olan edim kimin
edimidir? Avukatın. Dolayısıyla burada paranın karşılığı olan edim, yani avukatın edimi
burada o sözleşme ilişkisiyle alakalı karakteristik edim borcudur.

-İşçi-işveren ilişkisini düşünelim. Şimdi işçi işverenden belli bir ücret karşılığı işini yerine
getirir ve bunun karşılığında belli bir ücret alır. Dolayısıyla aslında işverenin paranın karşılığı
olan edim nedir? Yani para karşılığı yapılan edim hangi edimdir? işi yerine getirme edimi.
Karakteristik edim borcu da o paranın karşılığı olan yani işi yerine getirme edimidir. Bunun
borçlusu kimse o karakteristik edim borçlusudur.

-Dolayısıyla her zaman için paranın karşılığı olan edimi biz karakteristik edim borcu olarak
ifade ediyoruz.

-Mesela bir alacaklı borçlu ve satış sözleşmesi düşünün. Satıcı 10 bin tane eşofman takımını
Almanya’daki bir şirkete satış olarak gerçekleştiriyor. Baktığımızda burada bu eşofmanları
verecek bunun karşılığında da bir bedel alacak. Buradaki karakteristik edim borcu, paranın
karşılığı olan edim, yani eşofmanları sözleşme şartlarına uygun şekilde teslim etme borcu,

231
dolayısıyla buradaki karakteristik edim borcu paranın karşılığı olan edim olarak satıcının
borcudur. Paranın karşılığında eşofmanları sözleşme şartlarına uygun bir şekilde üretiyor.

-Karakteristik edim dediğimizde demek ki her zaman için paranın karşılığı olan edimi ifade
ediyoruz. Hayatımızda paranın yeri çok büyük. Lidyalılardan beri. ama her zaman da paranın
karşılığı olmuyor. Sözleşme ilişkileri bazen paranın karşılığı olmadan da farklı bir şeyin edimi
olarak yerine getirilmesi şeklinde de söz konusu olabilir. Bu noktada da o ilişkinin o edimler
arasında yani bi para olmadığı için karakteristik edim borcunu biz paranın karşılığı edim
olarak belirleyemiyoruz. o noktada da o ilişkinin ağırlığı edimler arasındaki ağırlık dikkate
alınarak yani daha böyle hakim durumda olan edim dikkate alınarak karakteristik edim
borcu belirleniyor. Yani tabi bu ekstrem ve istisnai bir örnek, genellikle her zaman paranın
karşılığı olan edimle bi belirleme gerçekleştiriyoruz.

-Şimdi burada baktığımızda demek ki karakteristik edim borcu, paranın karşılığı olan edim
en sıkı ilişkili hukuk olarak karşımıza çıkıyor ve 2. aşamada bizim farklı bir değerlendirme
yapmamız gerekiyor o da şu: kanunda açıkça ifade ettiği üzere, karakteristik edim
borçlusunun sözleşmenin kurulduğu sıradaki mutad meskeni diyor. Dolayısıyla sözleşmenin
kurulduğu sırada karakteristik edim borçlusunun mutad mesken hukuku bu anlamda
objektif bağlama kuralı olarak karşımıza çıkan bir hukuk olarak tespit edilebilecek bir hukuk.
Ama devamında tespit edilebilecek ticari veya mesleki faaliyetler gereği kurulan
sözleşmelerde diyor. Dolayısıyla aslında bizim objektif bağlama kuralını belirlerken yapmamız
gereken ilk şey önümüze gelen sözleşme veya borç ilişkisi doğuran ilişki, ticari nitelik mi
mesleki nitelik mi taşıyor veya herhangi bir nitelik taşımıyor mu önce bunu belirlememiz
gerekiyor. Çünkü kanun koyucu burada ayırmış. Ticari ve mesleki nitelik taşıyan sözleşmeler
için başka bir bağlama kuralı getirmiş, ticari ve mesleki nitelik taşımayan sözleşmeler için
başka bir bağlama kuralı getirmiş.

-Dolayısıyla biz subjektif bağlama kuralını geçip objektif bağlama kuralı çerçevesinde
sözleşmeye uygulanacak olan hukuku belirlerken o sözleşmenin ticari bir sözleşme olup
olmadığını veya bu sözleşmenin mesleki nitelik taşıyan bir sözleşme olup olmadığını
belirlemek zorundayız ki 4. fıkradaki objektif bağlama kuralını doğru şekilde işletelim.

*Eğer ticari ve mesleki nitelik taşıyan bir sözleşme ise karakteristik edim borçlusunun yani
paranın karşılığı olan edimin işyeri, yoksa yerleşim yeri o da yoksa veya birden fazla işyeri
varsa bu sözleşmenin en sıkı ilişkilerin olan işyerinin bulunduğu ülke hukuku dikkate alınır.
Çünkü bazen çok uluslu, farklı ülkelerde faaliyet gösteren şirketler olabiliyor.

-Karakteristik edim borçlusunun o işyerlerinden sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan işyeri


hukuku dikkate alındı. ama bu ne zaman, taraflar arasındaki sözleşme ticari ve mesleki bir
nitelik taşıyorsa.

-Eğer taşımıyorsa o zaman biz zaten bunun öncesinde yer alan karakteristik edim
borçlusunu mutad meskeni hukuku uygulayarak uygulanacak olan hukuku tespit etmek
zorundayız.

232
-Yani mesela bir avukatlık sözleşmesi. Avukatlık sözleşmesi mesleki bir sözleşmedir.
Dolayısıyla bir avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan bir ihtilaf, uyuşmazlık, mesleki nitelikte
olması sebebiyle biz işyeri hukuku, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukukuyla devam
eden kanun ihtilafı hukukunu uygulayacağız.

-ama ticari/mesleki bir sözleşme değilse o zaman direkt karakteristik edim borçlusunun
mutad meskeni hukukunu uygulamak suretiyle taraflar arasındaki ilişkiye uygulanacak olan
hukuku tespit edeceğiz. …….

*madde 7yle ilişki kurulur mu?(soru ama anlaşılmıyor) madde 7 neydi?

-Hukuki işlemin şekline uygulanacak olan hukuku bize gösteriyordu. o bu kapsamda değil.
Onu zaten sözleşmelere uygulanacak olan hukuku tamamlarken anlatacağım.

*Neler sözleşmeye uygulanacak olan hukuk kapsamındadır neler değildir ama burada yeri
gelmişken söyleyeyim, burada bizim bulduğumuz hukuk yani isterseniz karakteristik edim
borcunun mutad meskeni hukuku olsun ister işyeri ister yerleşim yeri hukuku olsun isterse
objektif bağlama kuralı dışında subjektif bağlama kuralı için seçilmiş hukuk olsun, bu
sözleşmenin esasına uygulanacak hukuku belirler. Şekil bunun dışındadır. Biz şekilde de 7.
madde hükmüne göre gideceğiz. Çünkü gördüğünüz gibi 24. maddede şekle ilişkin özel bir
kural yok. burada seçilen hukuk veya karakteristik edim borcu çerçevesinde tespit edilen
hukuk sözleşmenin esasına ilişkindir, sözleşmenin şekline ilişkin değildir.

*Dolayısıyla sözleşmenin şekline uygulanacak olan hukuku biz madde 7 ye giderek ayrıca
belirleriz. Aynı sözleşmenin taraflarının ehliyeti meselesinde olduğu gibi.

*Şimdi taraflar borç doğuran bir sözleşme ilişkisine girmişlerdir ama ehliyetleri yoktur,
sonradan ehliyet itirazı ortaya çıkar. O zaman biz işte bu sözleşmeye uygulayacağımız hukuku
uygulayamayız. o zaman 9. maddeye giderek ehliyete uygulanacak olan hukuku tespit ederiz.
Dolayısıyla burada bu sözleşmeden doğan borç ilişkilerine uygulanacak olan hukuk o zaman
neye uygulanacak?

40-50 DK

Biz bunu niye öğreniyoruz? Yani ehliyete uygulanmayacaksa şekle uygulanmayacaksa ne


alaka? Biz bu hukuku niye tespit ediyoruz sorusu aklımıza gelebilir. O da şudur yani hep şey
diyoruz ya bir kanunlar ihtilafı göstericidir bizim Hani o uygulanacak hukuku bulmak
noktasında bi birinci aşamamız vardı onu buluruz. Ama aşama bitmez. Yani burada önemli
olan o bulduğumuz hukuku neye uygulayacağımızdır. Yani bunun içeriği nedir?

*Yani sözleşmeye uygulayacak olan hukuk tarafların açık olarak seçtikleri hukuktur ya da
objektif bağlama kuralıyla karakteristikleri edim borçlunun işyerinin bulunduğu yer
hukukudur.

*Ama nedir yani biz bu hukuku neye uygulayacağız sorusuna cevap vermemiz gerekir. O
noktada da dediğim gibi daha sonra anlatırım ama burada kafanızda bir netlik kazansın biraz

233
bir ölçüde. Taraflar arasındaki sözleşmenin geçerliliği ve bağlayıcılığı esasa uygulanacak olan
hukuktur çünkü burada tespit ettiğimiz hukuk her ne şekilde olursa olsun. İsterse objektif
bağlama kuralı isterse sübjektif bağlama kuralı isterse biraz sonra anlatacağım istisna
kuralla gerçekleşsin biz burada sözleşmenin esasına uygulanacak olan hukuku belirleriz.
Sözleşmede sözleşmesinin esasına uygulanacak hukuk dediğimizde de sözleşme var mı yok
mu? Taraflar açısından geçerli, bağlayıcı mi değil mi ? Ya da sözleşmede tarafların hak ve
yükümlülükleri neler nasıl düzenlenmiş? Sözleşmede ortaya çıkabilecek ayıp kavramı. Ayıplı
mal ne ifade ediyor? İşte sözleşmede yine ortaya çıkabilecek zamanaşımı defi, zamanaşımı
kavramı esasa uygulanacak olan hukuk kapsamında ya da sözleşmenin ne zaman sona
erdiği ya da sona ereceği ya da sona ermiş sayılacağı halleri esasa uygulanacak hukuk
kapsamında.

*İşte zarar kavramı mesela. Taraflar arasındaki sözleşmeye konu olan birşeye zarar gelmesi,
zarar kavramından türleri, çeşitleri. Zarar sonucunun ne gibi sonuçlar doğuracağı ,
sözleşmede mücbir sebep halleri, neler mücbir sebep olabilir? Bunların hepsi daha da
uzatabiliriz. Hep esasa uygulanacak olan hukuk kapsamındadır.

-Dolayısıyla ,yani olay hâkimin önüne bu sözleşmeye bir hukuku uygulayın hangi hukuk
uygulanacaksa uygulansın diye gelmez olay. Olay zamanaşımı ile alakalı gelir. Veya olay
sözleşmenin sözleşme şartlarına, edimlerin sözleşme şartlarına uygun şekilde ifa edilmemiş
olmasından kaynaklanan meselelerle gelir. Ya da işte numuneye uygun olmayan bir üretim
gerçekleşmiştir. Bir şey vardır, sözleşmenin ihlali vardır. Ayıplı mal mesela olabilir yine
sözleşmenin ihlali anlamında. Dolayısıyla mahkeme önüne gelen bu hukuki durumu
vasıflandırarak, o vasıflandırdığı hukuki meseleyi de ne yapacak ? O sözleşme çerçevesinde
uygulanacak olan hukuku tespit etmek suretiyle çözümleyecek. Ama burada o sözleşmenin
içeriği, esası kavramıyla sözleşmenin şekli veya sözleşmede ehliyete uygulanacak hukuk
kavramlarını ne yapmamız gerekiyor? Birbirinden ayırmamız gerekiyor.

*Bir de negatif hukuk seçimi adı denilen bir kavram var. Yani burada aslında bir hukukun
seçilmemesi, uygulanmaması yönünde bir ifade bu.

*Şimdi normalde biz objektif bağlama ,subjektif bağlama kuralı bir hukuku seçiyoruz. O
hukukun maddi normlarının uygulanmasını istediğimizi aslında bir anlamda belirtiyoruz.

*Negatif hukuk seçiminde ise aslında bir hukukun uygulanmasını istemiyoruz. Ve o


hukukun uygulanmasını istemediğimizi de sözleşmede açık bir şekilde belirliyoruz.

-Bunun en güzel örneği Türkiye'nin de taraf olduğu 2014 yılı zannedersem BM'nin menkul
mal satımına ilişkin Viyana Konvansiyonu CISG olarak da kısaltılabiliyor, sözleşmedir. Orada
mesela itiraz edilmediği sürece taraflar arasındaki menkul mal satımına ilişkin mutlaka o
sözleşmede yer alan kanunlar ihtilafı kuralı uygulanır. Bu birazda böyle çok taraflı bir
sözleşme olduğu için aslında uluslararası hukukta bir borçlar hukuku sözleşmesi olarak da
kabul edilir çok taraflı. O yüzden bir anlamda başarıdır yani böyle bir sözleşmenin çıkması .O
anlamda da otomatikman uygulama getiriyor. Yani taraflar açısından, üye ülkeler açısından o

234
sözleşmeye taraf olan kişilerle ilgili olarak otomatik uygulanma imkanı getiriliyor. Eğer CISG
sözleşmesindeki hükümlere bağlı kalmak istemiyorsanız oradaki çünkü orada alıcı ve satıcının
sorumluluğuna ilişkin özel hükümler vardır. Onlara ve onlara ilişkin kanunlar ihtilafı kuralları
vardır. Onların uygulanması istemiyorsa onu açık bir şekilde belirtmek zorundasınızdır
sözleşmede. Yani normalde CISG sözleşmesinin kapsamına giren bir sözleşme otomatikman
ilgili olduğu ölçüde CISG’ e tabidir. Ama siz CISG’ e tabi olmasını istemiyorsanız esas
sözleşmenizde bunu açık bir şekilde belirtmeniz gerekir yani bu sözleşmeden kaynaklanan
durumlarla alakalı olarak CISG sözleşmesinde yer alan hükümler dikkate alınmayacaktır
şeklinde. O zaman ne oluyor? Otomatikman uygulanması gereken bir hukuku koymuş
olduğunuz kayıtla kaldırıyorsunuz. Buna da “negatif hukuk seçimi” adı veriliyor.

*Gelelim son fıkraya, 24.maddenin 4.fıkrasının son cümlesi: “Ancak hâlin bütün şartlarına
göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi
olur.” diyor. (istisna kural)

-Şimdi bu maddenin önemini şu şekilde anlamamız gerekiyor: Ancak ile bağlayan kısım
sadece 4.maddenin baş kısmında yer alan kanunlar ihtilafı kuralının yerine geçebilir.

-Yani halin günlük şartlarına göre karakteristik edim yöntemini kullanarak bulduğumuz
hukuktan daha ilişkili bir hukukun var olması halinde o hukukun uygulanması yönünde.

-Yani bu farklı bir hukuk, karakteristik edim borcu ile tespit ettiğimiz hukuktan başka bir
hukuk, nasıl bir hukuk bu? Taraflar arasındaki ilişkiyle, tarafların sözleşmeye koymuş olduğu
birtakım kayıtlarla aslında farklı bir hukuka gönderme yaptıklarını, farklı bir hukukun
uygulanabilmesi imkanının önünü açıyor.

-Dolayısıyla bu sadece 24/4’ün ilk cümlelerinin yerine geçecek bir maddedir. Biz bunu
seçilen hukukun yerine koyamayız, onu unutalım.

-Yani seçilen hukuk gücünü irade serbestisinden alır.

*Dolayısıyla bu halin bütün şartlarına rağmen daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması halinde,
o hukukun uygulanmasını biz seçilen hukukun bir alternatifi olarak kabul edilmesini kesinlikle
kabul etmiyoruz. Seçilen hukuk varsa, geçerliyse ve bağlayıcıysa mutlaka zaten o
uygulanıyor.

*Ama 4.fıkrada belirtilen karakteristik edim borcu ile bir hukuka ulaşılıyor ama buna
rağmen daha sıkı ilişkili bir hukuk var, o zaman hâkim daha sıkı ilişkili hukuku uyguluyor
burada bir takdir yetkisi yok çünkü ne diyor? Daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması halinde
sözleşme bu hukuka tabi olur diyor yani gayet açık ve net şeyini belirtmiş, tabi olabilir
dememiş çünkü ilerleyen maddelerde göreceğiz mesela istisna kuralı diyoruz bu tarz
kurallara. Tabi olur dediğine göre demek ki karakteristik edim borcu ile ulaştığımız hukuktan
daha sıkı ilişkili bir hukuk varsa o zaman mutlaka o hukuk uygulanır.

235
*Peki karakteristik edim borcuyla tespit ettiğimiz hukuktan daha sıkı ilişkili bir hukuk nasıl
ortaya çıkabilir? Nasıl daha sıkı ilişkili olabilir? Bunda da birçok donenin bir araya gelmesi
gerekir. Yani tarafların vatandaşlığı, uyruğu da o anlamda etkili olabilir, o bir hukuku
gösterir. Bunun dışında taraflar aynı anda aynı ülke mahkemesini yetkili kılmış olabilirler.
Yine o hukukta yer alan ufak bir müessese tercih edilmiş olabilir. Taraflar arasındaki
sözleşme, gönderilen hukuku yani bahsettiğimiz ülke hukukunun uygulandığı bir yerde ya da
o ülkede yapılmış olabilir. Ya da o ülkenin parası üzerinden o sözleşme yapılmış olabilir vs.
Bir tanesi yeterli değildir, birden çok donenin bir arada olması lazım.

-Yani sözleşmenin yapıldığı yer, sözleşmeye konu olan uyuşmazlıkla ilgili para birimi,
tarafların uyrukları… Bunların üçü de mesela aynı yeri gösteriyor olabilir.

-Diyelim ki mesela; bir İtalyan şirketiyle, Türk vatandaşı arasında bir borç ilişkisinden
kaynaklanan bir sözleşme söz konusu ama bundan dolayı bir ihtilaf ortaya çıkıyor. Dolayısıyla
taraflar arasındaki esas sözleşmeye baktığımızda diyelim ki bir hukuk seçimi yapılmamış.
Karakteristik edim borcuna göre sözleşmeyi belirlediğimizde ticari bir sözleşme olsun işyeri
hukukuna bakıyoruz.

50-60 DK

İşyeri İtalya’da. Baktığımızda karakteristik edim borcu, paranın karşılığı olan edim.
Dolayısıyla diyelim ki karakteristik edim borçlusu İtalyan şirket olsun, dolayısıyla onun işyeri
de İtalya olduğuna göre İtalyan hukukunun uygulanması söz konusu olabilir.

-Ama taraflar sözleşmeyi Türkiye’de imzalamışsa, sözleşme Türkiye’de ifa edilecekse,


sözleşmenin diğer tarafı Türk vatandaşı ise ve sözleşme Türk lirası üzerinden belirlenmişse o
zaman burada objektif bağlama kuralına göre karakteristik edim borçlusunun işyeri hukuku
İtalya dolayısıyla İtalyan maddi normları uygulanabilir. Ama burada objektif bağlama
kuralından önce bir istisna kuralı var:

• Taraflardan biri Türk vatandaşı

• Türk lirası üzerinden sözleşme yapılmış

• Sözleşme Türkiye’de yerine getirilecek (ifa edilecek)

• Türkiye’de gerçekleştirilmiş.

4 tane done Türk hukuku üzerinde yönlendirme yapıyor. Dolayısıyla Türk hukuku
uygulanabilir dediğimizde biz istisna kuralını çekerek Türk hukukunu taraflar arasındaki
ilişkiye uyguluyoruz. İstisna kuralı ile anlatılan bu. Birden fazla done bir hukuku gösterecek o
zaman o objektif hukuk kuralının yerine geçerek uygulanma imkânına sahip oluyor. Objektif
bağlama kuralını ortadan kaldırabilecek, onu etkisiz kılabilecek tek şey istisna kuralının
varlığıdır. Ama istisna kuralı varsa uygulanır yoksa uygulanmaz. Yani birden çok donenin
üzerinde birleştiği ve objektif bağlama kuralı dışında başka bir ülke hukukuna atıf yapan bir

236
kuralın var olması hâlinde uygulanması söz konusudur yoksa onu yaratamaz hâkim. O zaman
otomatikman objektif bağlama kuralı ile devam edecek.

*Hukuk seçimi noktasında bir husustan bahsedelim: Hukuk seçiminin geçerliliği.

Yapılan hukuk seçimini kim geçerli ve bağlayıcı kabul edecek? Genellikle bu konuda farklı
görüşler var, esasa uygulanacak olan hukukun bunu belirlemesi gerektiği yönündeki ağırlıklı
görüş. Yani yapılan hukuk seçimi geçerli bir hukuk seçimi mi zaten seçilen hukuk
sözleşmenin esasını da ilgilendiren hukuk, devamına da uygulanan hukuk. Dolayısıyla yapılan
hukuk seçiminin bu anlamda geçerliliğini tespit edecek hukuk genellikle sözleşmenin
esasına uygulanan hukuk olarak zaten seçilen hukukun kendisi olacaktır. Çoğunlukla kabul
edilen görüş bu şekilde.

*Normalde bir hukuk seçtiğimizde o hukukun maddi normları yani seçilen hukukun maddi
normlarını uygularız. Dolayısıyla sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde de aynı şekilde hukuk
seçildiğinde o hukukun maddi normu uygulanıyor.

*Bu noktada incorporation (?) adı verilen bir kavram ile karşı karşıya kalıyoruz.
İncorporation, taraflar arasında ilişkiye idare eden bir sözleşmenin (bir takım hukukun genel
şartları ile alakalı olabilir, model sözleşmeler olabilir veya belli bir hukuk uygulaması ile
alakalı olabilir kanunun uygulanması ile alakalı olabilir) bir takım hukuksal metinlerin
sözleşmenin eki veya parçası haline getirilmesine denir. Aslında incorporate (?) yani bu
ticaret hukukunda anonim şirket kavramını karşılayan bir ifadedir; ama milletlerarası özel
hukukta özellikle uluslararası ticaret hukukunda anlamı biraz değişiyor.

-Sonradan esas sözleşmenin (yani bir hukuksal dokümanın) eki veya parçası haline
getirilmesi anlamını ifade ediyor.

-İncorporation edilebilecek metinlerin oldukça sınırlıdır, eskiye göre daha geniş olsa da.
Muhtemelen ileride daha da genişleyecek; ama şu anda incorporate edebileceğiniz yani esas
sözleşmenin eki ve tamamlayıcısı olarak kabul edebileceğiniz hususlar: Genel işlem şartları.

-Genel işlem şartları, uluslararası hukukta kabul edilen bir takım kavramlar, olgular,
uygulamalardır. Mesela inco-turns (?) dediğimiz bütün dünyada kabul gören teslim biçimleri
genel işlem şartı olarak kabul ediliyor, artık kabul görmüş herkes tarafından.

-Yahut bir model sözleşme olabiliyor. Dünya üzerinde böyle prestijli kuruluşlar var mesela
bunlar model sözleşmeler hazırlıyorlar işte altyapı yatırımları ile alakalı, fikri ve sınai haklar ile
alakalı, distribütörlükle alakalı, tahkimle alakalı, enerji ile alakalı böyle modern sözleşmeler
hazırlıyorlar.

-Taraflar aralarındaki sözleşmenin eki veya parçası haline getirebilecekleri o model


sözleşmeleri incorporate ediyorlar; yani sözleşmenin eki veya parçası haline getirebiliyorlar.

-Yahut esas sözleşmede yer vermedikleri bir hususu sözleşmenin eki veya parçası haline
getirdikleri o işlemle incorporate ederek sözleşmeye ekliyorlar .

237
-Mesela genellikle buna çok rastlanır: taraflar arasındaki uyuşmazlığın hangi yolla
çözüleceğine ilişkin bir ibare koymak gözden kaçmıştır, onun üzerine bir incorporate yoluyla
bir tahkim prosedürü ve bir tahkim yargılaması sözleşmenin eki veya parçası haline getirilir.
Dolayısıyla incorporation yoluyla yapılan bu işlemle artık o sonradan eklenilen parça,
sözleşmenin bir parçası haline gelir ve uygulama alanına sahip olur.

*Bu noktada dikkati ve önemi çeken hususlardan biri: Bazen de incorporate edilecek olan
şey belirli bir ülkenin ,belirli bir kanuni düzenlemesidir.

-Mesela İsviçre Borçlar Kanununun borçlunun yükümlülüğüne ilişkin ilgili maddeleri


incorporate edilir. Burada baktığımızda bir hukuk seçimi yoktur. Bu hukuk seçimi ile çok
karıştırılır. Hukuk seçimi yoktur; çünkü sadece uyuşmazlığın belirli bir konusuna ilişkin
olarak ( o da işte diyoruz borçlunun yükümlülüğü konusuyla ilgili olarak) İsviçre Borçlar
Kanunun belirli maddelerine atıf yapılmıştır. Dolayısıyla biz burada külliyen İsviçre Borçlar
Kanunu seçildi diye bir anlam çıkaramayız. Burada sadece borçlunun sorumluluğu ile alakalı
olan bölümde belirli bir hukuk kuralının uygulanması gerektiği taraflarca kabul edilmiştir.
Yahut İsviçre Borçlar Kanunu uygulanacak şeklinde bir ifade yer alabilir, bir madde olmaz da
bu kanunu külliyen uygularsınız. Ama o da bir hukuk seçimi olmaz. Yani biz ilişkinin belirli bir
bölümüne bir ülkenin kanunun uygulanması ya da kanun düzenlemesinin uygulanmasın
hukuk seçimi olarak kabul etmeyiz. Dolayısıyla incorporation yoluyla bir kanuni
düzenlemenin taraflar arasındaki ilişkiye uygulanacak olması ortada bir hukuk olduğunu
göstermez.

-Çünkü hukuk seçimi dediğimiz şey o sözleşmeye tamamıyla ve külliyen o hukukun


uygulanması demektir. Tamamlayıcı, yorumlayıcı, emredici bütün kurallarının uygulanması
demektir.

-Dolayısıyla belirli bir kanuni düzenlemesinin uygulanması hukuk seçimi olarak


nitelendirilmez.

-Dolayısıyla o kanun düzenlemesinin şu anda hali hazırda değişmiş olmasının da bir önemi
yoktur. Siz 1987 yılındaki İsviçre Borçlar Kanunun uygulanmasını istiyorsanız onu incorporate
edebilirsiniz bunda bir sıkıntı yok. Ya da 2010 yılından önceki teslim şekillerinden birini şu
anda hâlihazırda olmayan yürürlüğü olmayan bir teslim şeklini istiyorsanız bunu
sözleşmenize incorporate edebilirsiniz. Dolayısıyla çok güncel olması noktasında da bir
önem gerektirmez.

-Yani hâlihazırda uygulaması olmayan bir düzenlemeyi de incorporation yoluyla


sözleşmenizin eki veya parçası haline getirebilirsiniz.

*Ama hukuk seçimi öyle değildir. Hukuku seçtiğinizde hukukta meydana gelecek olan
değişikliklerden ileriye dönük olarak etkiler doğurur.

-Bazen seçilen hukukta değişiklikler ortaya çıkar. Eğer geçmişin etkisi söz konusu ise ki kanun
bunu her alanda getirmemiştir çok istisnai noktalarda kanunların geçmişe yürürlüğü söz

238
konusudur yürürlüğe girdiği andan itibaren ileriye doğru bir hüküm ifade eder. Dolayısıyla
hukuk seçimi gerçekleştiğinde de taraflar arasındaki ilişki noktasında eğer geçmişi etkileyen
bir durum söz konusu değilse o zaman o değişim ile birlikte taraflar arasındaki sözleşme
bundan etkilenir.

60-70 DK

*Ama orada da istikrar kaydı adını verdiğimiz tarafların arasındaki sözleşmeyi imzaladıkları
andaki haliyle dondurulmasına imkan veren bir fonksiyon vardır. İstikrar kaydı dediğimiz şey
bunu ifade eder.

-Dolayısı ile ortaya çıkabilecek hukuktaki değişikliklerin taraflar arasındaki sözleşmeyi ve


tarafları doğrudan etkilemesinin de önüne geçilmiş olur. Taraflar arasındaki sözleşme
istikrar kaydını koymak suretiyle sözleşmeyi imzaladıkları anda ki hukukla dondururlar.

-Artık o hukukta meydana gelebilecek değişiklikler taraflar arasındaki ilişkilere hiçbir


şekilde etki etmez. Ama bunun için dediğim gibi sözleşme istikrar kaydı, stabilizasyon kaydı
adı verilen bir kaydın konması gerekmektedir.

O kayıt konmazsa o zaman hukukta meydana gelebilecek değişiklikler, çünkü bir hukuk
seçiyorsunuz ve seçtiğiniz hukukta değişiklik oluyor. Ve siz sözleşmeyi imzaladığınızda aslında
o hukuk yok. Siz sözleşmeyi imzaladıktan sonra hukukta bir değişiklik ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla geçmişe etkili olan bu sistem de esas olan yürürlüğe girdiği tarihten sonraki
ilişkiler açısından bir anlam ve etki doğuracağıdır. Bunu da bu şekilde ifade etmiş olalım.

Taşınmazlara İlişkin Sözleşmeler

MADDE 25 – (1) Taşınmazlara veya onların kullanımına ilişkin sözleşmeler taşınmazın


bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

* Taşınmazı konu alan sözleşmeler bu noktada zaten otomatikman taşınmazın bulunduğu


yer hukukuna tabi.

*Taşınmazlara veya onların kullanımına ilişkin sözleşmeler taşınmazın bulunduğu ülke


hukukuna tabidir.

*Çünkü taşınmaz zaten tüm dünyada genel kabul görmesi itibarıyla mutlaka aleniyet ilkesini
sağlamak durumundadır. Bir taşınmazın satışı, mülkiyetin intikali sonucunu doğurur.
Dolayısıyla taşınmazın üzerinde birtakım haklar sağlanması bu intifa olabilir irtifak olabilir
sükna hakkı olabilir. Dolayısıyla bu tip konularda özellikle taşınmazın bulunduğu yer
hukukunun uygulanması gerektiğini kanun açık bir şekilde ifade ediyor.

*Bu tabii sadece satış ve kullanım değil bizim aklımıza trampada geliyor bağış da geliyor
.Miras taksim sözleşmesi gibi taşınmaz üzerinde ayni hak sağlayan haklar da bu kapsamda.

239
*Dolayısıyla biz taşınmazların veya onların kullanımına ilişkin sözleşmelerde taşınmazın
bulunduğu ülke hukukuna tabidir dediğimizde bunu biraz daha geniş bir şekilde alacağız.

*Çünkü taşınmazlarda biliyoruz ki Türk tapu memuru önünde işlem yapılması gerekmektedir
bu tarz intikal işlemlerinde veya kullanıma ilişkin işlemlerin gerçekleşmesinde.

*Bu yüzden biraz önce de söylediğim gibi satış, satış vaadi, ölünceye kadar bakma,
bağışlama gibi sözleşmelerim hepsini o anlamda taşınmazı nerede bulunuyorsa o yer
hukukuna uygun bir şekilde yapılması gerekiyor.

*Burada bir inşaat sözleşmeleri aklımıza gelebilir. İnşaat sözleşmeleri de aynı hükme mi
tabii? Çünkü kanun onu açık bir şekilde düzenlemiyor. Bu noktada daha çok müteahhitin
işyeri hukukuna atıf yapıldığını görüyoruz uluslararası uygulamada. Dolayısıyla inşaat
hukukunda kaynaklanır. Çünkü onlar da çok önemli sözleşmeler, inşaat hukukuyla alakalı
sözleşmeler. Kanunumuzda bu yönde bir düzenlemenin olmamış olması bizi bir boşluğa
götürmüyor. Müteahhitin işyerinin bulunduğu yer hukuku bu anlamda inşaat
sözleşmelerine uygulanacak olan hukuktur.

Zehra hanım bir şey sormuş; Seçilen hukukun mesela teslime ilişkin hükümleri devre dışı kalır
mı?

Yani şimdi seçilen hukukun genellikle teslime ilişkin hükümlerine gerek kalmaz zaten. Çünkü
neden yüzde yüz böyledir diyelim yani ben teslim şekli içermeyen bir sözleşme görmedim
çünkü uluslararası nitelikli sözleşmelerde yani mutlaka o satışa konu olan şeyin kime ne
zaman teslim edildiği büyük önem taşır o yüzden her iki taraf da bu riski gereksiz yere
taşımak istemez çünkü yapılan her taşıma bir risktir uçakla mal gider uçak düşer gemiyle mal
gider fırtınaya yakalanır gemi batar ya bu dünyada ticaret hayatı başladığından beri bu böyle
arkadaşlar geçmişten günümüze ya da karayoluyla giderken telef olur mesela işte bunlardan
doğabilecek riskleri herkes kendi üzerinden atmaya çalışır o yüzden de taraflar sözleşme
ilişkisi içerisine girerken naparlar bu riskleri karşılıklı olarak düzenlerler bazen bu riskler
satıcının lehine düzenlenir bazen alıcının lehine bunlar zaten satıcının lehine olandan alıcının
lehine olana doğru gider basamak basamaktır. Taraflar hangisini tercih ederse kimini
fabrikada teslim edersin fabrika bahçesine koyarsın alıcı gelir tırını yanaştırır yüklemeyi bile
yapmazsın satıcı sadece malı üretir ve fabrikada teslim şartı koyar. Fabrikada teslim şartı
koyunca da alıcı gelir onu o fabrikadan teslim alır artık teslim aldığında tıra yüklediği an
fabrikanın bahçesinden daha çıkmamış yani gidiyor tır alev aldı bitti artık hiçbir şekilde
satıcının sorumluluğu yoktur. Bu mesela satıcının lehine olan bir şeydir. Daha fabrikanın
bahçesinden çıkmadan mallar yanmaya başladı .Daha alıcı malı görmedi bile ama tarafların
sözleşmeye koyduğu kayıt gereği her şey satıcının lehinedir. Çünkü o mal tıra yüklendiği anda
artık bitmiştir malın nerde olduğunun bir önemi yoktur ama bazen de işte dediğim gibi
limana doğru giderken yok olur mal ama mal güvertede teslim edileceği için hâlâ sorumluluk
satıcıdadır. Daha güvertede malı teslim etmemiş ya da ne bileyim gümrük işlemlerini
yaptıktan sonra risk satıcıya geçecek daha gümrük işlemlerini yapmamış mal daha çıkışı
gerçekleşmemiş yok olmuş ya da yağmur yağmış sel basmış gitmiş mallar. Hâlâ alıcının

240
sorumluluğunda dolayısıyla bunu taraflar kendi aralarındaki sözleşmelerde naparlar
belirlerler ve ona göre kimi işte satıcının lehine kimi alıcının lehine bu tarafların artık ortak
iradesiyle şekilleniyor. Mutlaka olmazsa olmazdır onun olmaması çok büyük bi boşluk çok
büyük bi hata yani baştan kaybedilmiş bir sözleşme karşımıza çıkar. O yüzden teslim şeklinin
olmaması gibi bir durum söz konusu değildir .Ama diyelim ki oldu o zaman tabiki esasa
uygulanacak olan hukuk çerçevesinde bu seçilen hukuk da olabilir. Objektif bağlama
kurallarıyla veya istisna kuralıyla ortaya çıkan hukuk da olabilir. Ona göre ne yapacaktır?
Oradaki hukuk kurallarına göre teslim edilecektir.

*Ama dediğimiz gibi bide risk sözleşmesi var: Birleşmiş Milletlerin Menkul Mal Satımına
İlişkin Risk Sözleşmesi .

-Tabi sözleşmenin içeriğine bakmak gerekiyor. Sözleşmenin içeriğinde neler menkul mal?
Neler risk sözleşmesi kapsamında ?Orda da yine aynı şekilde borçlunun ve alacaklının hukuki
sorumluluklarını düzenleyen maddeler var. Onların da uygulanması devreye girebiliyor. Eğer
uygulanmaması yönünde bir şart koyulmamışsa o da deveye giriyor o da belirleyici olabiliyor.

Tüketici Sözleşmeleri

MADDE 26 – (1) Meslekî veya ticarî olmayan amaçla mal veya hizmet ya da kredi
sağlanmasına yönelik tüketici sözleşmeleri, tüketicinin mutad meskeni hukukunun emredici
hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri
hukuka tâbidir.

(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olması hâlinde, tüketicinin mutad meskeni hukuku
uygulanır. Tüketicinin mutad meskeni hukukunun uygulanabilmesi için;

a) Sözleşme, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkede, ona gönderilen özel


bir davet üzerine veya ilân sonucunda kurulmuş ve sözleşmenin kurulması için
tüketici tarafından yapılması gerekli hukukî fiiller bu ülkede yapılmış veya
b) Diğer taraf veya onun temsilcisi, tüketicinin siparişini bu ülkede almış veya
c) İlişkinin bir satım sözleşmesi olması hâlinde, satıcı tüketiciyi satın almaya ikna
etmek amacıyla bir gezi düzenlemiş ve tüketici de bu gezi ile bulunduğu ülkeden
başka ülkeye gidip siparişini orada vermiş,

Olmalıdır.

(3)İkinci fıkradaki şartlar altında yapılan tüketici sözleşmelerinin şekline, tüketicinin


mutad meskeni hukuku uygulanır.
(4) Bu madde, paket turlar hariç, taşıma sözleşmeleri ve tüketiciye hizmetin onun
mutad meskeninin bulunduğu ülkeden başka bir ülkede sağlanması zorunlu olan
sözleşmelere uygulanmaz.

70-80 DK

241
*Tüketici sözleşmelerinde, tabi Türk hukukunda “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”
bizim için büyük ipucu veriyor. Ve bu anlamda hangi hukuki ilişkinin tüketici ilişkisi olup
olmadığını değerlendirmesi noktasında bize yardımcı oluyor. Sözleşmenin 26.fıkrasına bir
bakalım.

Tüketici sözleşmeleri

MADDE 26 – (1) Meslekî veya ticarî olmayan amaçla mal veya hizmet ya da kredi
sağlanmasına yönelik tüketici sözleşmeleri, tüketicinin mutad meskeni hukukunun emredici
hükümleri uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri
hukuka tâbidir.

*Şimdi biz burada bir kere tüketici sözleşmesinde tüketicilere bir hukuk seçimi imkânı
getirildiğini görüyoruz. Hukuk seçimi reddedilmemiş. Neden? Gücünü iradeden, irade
serbestîsinden alıyor.

-Dolayısıyla tüketici sözleşmeleri noktası da taraflara bir sübjektif bir bağlama kuralı
getirilmiş. Yani bir hukuk seçme imkânı getirilmiş.

*Ama buradan şu soru aklınıza gelebilir. Hukuk seçme imkânı getirilmiş olabilir ama tarafların
biri güçlü biri zayıf. Zaten otomatikman zayıf kişi önüne kurulan hukuk kuralını uygulamak
zorunda. Ben bunu istemiyorum deme şansına sahip değil. İlişkinin güçlü tarafı istediği
hukuku belirleyebilir. Senden tüketici olarak o şeyi almanı istediği zaman zaten otomatikman
sen o hukuku kabul ediyorsun.

Ama bu yanıltıcıdır neden? Çünkü farkındaysanız ne diyor tüketicini mutad meskenine atıf
yapıyor. Yani tüketici ilişkilerinde tüketicini mutad meskeni çok önemli bir kavramdır.

Çünkü mutad mesken gerçektir, reeldir, yaşadığı yer hukukudur. Dolayısıyla ona en yakın yer
hukuku olması sebebiyle onun korunma altında olduğuna inanılır. Yani mutad mesken
hukuku gerçek bir kişini yaşam ilişkilerine devam ettirdiği, gerçek bir yer olması itibariyle de
tüketiciyi fazla koruyacağı düşünülen hukuk. Tüketicilerin kolayca buluşabileceği hukuk.
Hükümlerin uygulanmasının çok daha kolay ve tartışmasız olduğu hukuk olarak kabul edilir.
Dolayısıyla onu en yakın olduğu hukuk koruması altına alınmasını sağlar. O yüzden
tüketicinin mutad meskeni hukukuna bu yönde bir atıf vardır tüketici sözleşmelerinde.
Dolaysıyla hukuk seçimi yapılmış bile olsa bunun aslında böyle sınırlı bir hukuk seçimi
olduğunu söylememiz gerekir. Neden?

Çünkü zaten tüketicinin mutad meskeninin o sağlamış olduğu hukuki korumaların dışında
onu ihlal eden, o hukuki korumadan daha elverişsiz hükümler getiren bir hukuk seçilmişse
zaten o hukuk seçiminin hiçbir anlamım ve bağlayıcılığı olmuyor. O yüzden biz burada aslına
sınırlı bir hukuk seçiminden bahsediyoruz. Buradaki hukuk seçiminin sınırı da tüketicinin
mutad meskenin hukukunun sağlamış olduğu korumada, daha elverişli bir koruma
sağlanması halinde (en az ona yakın bir koruma sağlanması halinde) seçilen hukukun
hükmünün uygulanacak olası: eğer tüketici için daha elverişsiz ise, tüketici aleyhine bir takım

242
düzenlemeler getiriyorsa o zaman otomatikman tüketicini mutad meskeni hükümleri
devreye giriyor. Ve bu anlamda da seçilen hukuk, yani sübjektif bağlama kuralının bir etkisi
kalmıyor. O yüzden biz burada sınırlı bir hukuk seçimi vardır diyoruz. Şimdi burada 26/1’Deki
hukuk seçimi bağlamında, bağlanan korumanın tamamı yani buradaki şartlar ikinci fıkra
açısından da geçerlidir.

*Bir de 26/2’ye bakalım, oradaki şartlar neler hangi hallerde biz otomatikman tüketicin
mutad meskeni hukukunun korumasına gidiyoruz, başka hiçbir hukuka gitmiyoruz. Burada
uluslararası hukuk bakımından bir sözleşmenin Tüketici sözleşmesi olarak nitelendirilmesi ve
bu anlamda da tüketicinin mutad meskeni hukukunun uygulanmasının hukuki
gerekçelerinden de bahsediliyor, şartlarından da bahsediliyor. 26/2’ye bakalım ne diyor;

Tüketici sözleşmeleri

MADDE 26 (2) :Tarafların hukuk seçimi yapmamış olması hâlinde, tüketicinin mutad
meskeni hukuku uygulanır. Tüketicinin mutad meskeni hukukunun uygulanabilmesi için;

a) Sözleşme, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkede, ona gönderilen özel bir
davet üzerine veya ilân sonucunda kurulmuş ve sözleşmenin kurulması için tüketici
tarafından yapılması gerekli hukukî fiiller bu ülkede yapılmış veya

b) Diğer taraf veya onun temsilcisi, tüketicinin siparişini bu ülkede almış veya

c) İlişkinin bir satım sözleşmesi olması hâlinde, satıcı tüketiciyi satın almaya ikna etmek
amacıyla bir gezi düzenlemiş ve tüketici de bu gezi ile bulunduğu ülkeden başka ülkeye
gidip siparişini orada vermiş,

Olmalıdır.

*Diyor ki tarafların hukuk seçimi yapmamış olması hâlinde, tüketicinin mutad meskeni
hukuku uygulanır.

*Tüketicinin mutad meskeni hukukunun uygulanabilmesi için diyor. Demek ki taraflar hukuk
seçimi yaptıysa hukuk seçimi uygulanıyor ,ama seçilen hukuku mutlaka tüketicini mutad
meskeninin sağladığı hukuki korumaya en az onun kadar sağlaması lazım. Sağlamazsa diğer
hukuk geçerli değil. Bu noktada hukuk seçimi yapılmamış veya hukuk seçimi geçersiz.

*O zaman biz bu ikinci fıkrada saydığımız şartlara bakıcaz. O şartlardan birinin varlığı halinde
biz yine tüketicinin mutad meskeni hukukuna gidebiliyoruz.

*Eğer şartlar yoksa, hukuk seçimi geçersiz ise ve şartlar söz konusu değilse o noktada da
tüketicinin mutad meskeni hukukuna gitmekten ziyade o hukuki ilişkinin belki tüketici ilişkisi
olmaması gibi bir durumla karşılaşabiliyoruz. O zaman da genel hükümlere giderek
uygulanacak olan hukuku tespit ediyoruz.

243
*Şimdi bakalım, ikinci fıkra ne diyor. Biz ne zaman taraflar arasında tüketici ilişkisi olarak
nitelendirilen ilişkide hukuk seçimi olmazsa veya geçersizse ne zamana tüketicini mutad
meskenine gidiyoruz ona bakıcaz.

-Diyor ki Sözleşme, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkede, ona gönderilen özel
bir davet üzerine veya ilân sonucunda kurulmuş ve sözleşmenin kurulması için tüketici
tarafından yapılması gerekli hukukî fiiller bu ülkede yapılmışsa diyor.

-Yani size bir ilanla, bir davetiyeyle bir taleple geliniyor. Ve siz kendi ülkenizde tüketici olarak
mutad meskeninizin bulunduğu ülkeden bu sözleşmeyi gerçekleştiriyorsunuz. Dolayısıyla
taraflar arasındaki ilişki de bir tüketici ilişkisi ise, bu noktada tüketicinin mutad meskeni
hukukunun maddi normları uygulanarak taraflar arasındaki bu tüketici sözleşmesinden
kaynaklanan bu ihtilaf çözümlenebiliyor. Demek ki şartlardan birisi bu. Bu şart varsa
tüketicini mutad meskeni hukukunun maddi normları uygulanabiliyor. Neymiş? Kişiye kendi
ülkesinde tüketiciye kendi ülkesinde ilan yoluyla veya özel bir davet yoluyla teklifte
bulunulacak ve tüketici o teklife icap kabul şeklinde o daveti kabul edecek ve kendi
bulunduğu ülkede bu sözleşmeyi gerçekleştirecek.

*İkinci olarak diğer taraf veya onun temsilcisi, yani tüketici, malı satan veya tüketiciye malı
hizmeti sunan taraftan bahsediyor. Diğer taraf tüketicinin siparişini bu ülkede almış olacak.
Siparişini mutad meskeni ülkesinden alınacak tüketicinin.

*İlişkinin bir satım sözleşmesi olması halinde satıcı tüketiciyi satın almaya ikna etmek adına
bir gezi düzenlicek. Ve tüketici bu geziyle bulunduğu ülkeden başka bir ülkeye gidip
siparişini orada verebilecek.

-Bazen duyarsınız , bir ürünü satmak için alırlar herkesi bir toplarlar. Hadi bakalım Yalova’ya
termale gidiyoruz derler. Orada o otelde o ürünün satışı yapılır. Kişiler de bir gece tatil
yaparlar. Sabah uyandıklarında da o hizmeti almış, tüketici sözleşmesini imzalamış halde o
otelden çıkarlar. Dolayısıyla bunun uluslararası özellikler taşıyanlarını da görüyoruz. Yani o
malı almaya ikna etmek amacıyla sizin için size bir gezi düzenliyor. Siz mutad meskeninizin
bulunduğu ülkeden başka bir ülkeye gidiyorsunuz. Ve bu gezi sebebiyle siparişlerinizi burada
o gezide bulunduğunuz ülkede veriyorsunuz. Bu noktada bulunduğunuz ülke sizinle hiç
alakası olmayan bir ülke. Dolayısıyla sizi tüketici sıfatı taşıyan birisi olarak bulunduğunuz
ülkenin hukukuna tabi kılmak çok elverişsiz bir durum oluşturabilir. He elverişli de olabilir
ama bilemeyiz bunu. Kanun koyucu bunu, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkeden
uzaklaşması halinde tüketici için bir risk olarak kabul etmiş ve onu en yakın korumayı
sağlayacağını düşündüğü mutad mesken hukukuyla ödüllendirmiş.

*O sebepten dolayı bu 26.maddenin 2.fıkrasında sayılan o a, b ve c bentlerinde sayılan


durumlardan herhangi birinin gerçekleşmesi halinde, bunları kümülatif olarak almıyoruz
herhangi birinin gerçekleşmesi halinde ortada tüketicinin mutad meskeninin uygulanmasına
sebep olan bir hukuki durumun olduğunu hâkim belirliyor. Ve tüketicini mutad meskeni
hukukunu uyguluyor. Bunu sadece Türk vatandaşları içinde düşünmeyin.

244
80-90 DK

Yabancı bir ülke vatandaşı da Türkiye’de tüketici, uygulamış olduğu tüketici sözleşmesi ile
ilgili mağduriyet sebebiyle Türkiye’de dava açabilir. O zaman Türk hakimi ne yapacak
sözleşme tüketicinin mutat meskeni hukukunda mı imzalanmış, siparişini kendi mutat
meskeninin bulunduğu ülkede mi vermiş veya tüketici onu gezi ile almış Avrupa’nın bir
şehrine mi götürmüş orada mı siparişini almış mesela bunları değerlendirecek. Dolayısıyla
bunu sadece Türk vatandaşları için değil bütün kişiler açısından yabancılar açısından
uygulanan bir madde olarak değerlendirin. Çünkü Türkiye’de dava açıldığı takdirde hakim
öncelikli olarak tabii ki yabancılık konusuna bakacak ve akabinde de MÖHUK’un
uygulanması noktasında sözleşmeyi nitelendirecek, vasıflandıracak. Bu bir tüketici sözleşmesi
mi önce onu değerlendirecek.

-Zaten tüketici sözleşmesi değilse bizi otomatikman 24. maddeye gideceğiz. 24. maddeye
göre uygulanacak olan hukuk tespit edilecek. Borç doğuran bir ilişki olması sebebiyle ama
tüketici sözleşmesi olduğuna kanaat getirirsek burada tüketici kanunuyla belirlenecek olan
bir şeydir. Yani bir sözleşmenin ticari olup olmadığını Ticaret kanunu belirler. Ticaretle ilgili
bir sözleşme mi değil mi? Tabi yani Türk hakiminin önüne gelen bir dava ile alakalı olayı
nitelendirdiğimizde tüketici sözleşmesi mi değil mi onu tabii ki tüketici kanunu Türk hakimi o
ilişkinin tüketici ilişkisi içinde olup olmadığını değerlendirirken tüketici kanundan
yararlanacak. Tüketicinin haklarının korunması hakkındaki kanunda ve bu çerçevede eğer bir
tüketici ilişkisi söz konusuysa o zaman yabancılık unsuru içeren bu tüketici ilişkisine de 26.
madde uygulanacak. Bu 26. Maddenin uygulanmasında tekrarlıyorum son olarak, aslında
temel şey taraflar arasında bir seçim yapılmış mı yapılmamış mı? Eğer taraflar arasında bir
hukuk seçimi yapılmışsa ve bu hukuk seçimi tüketicinin menfaatini en az mutat mesken
hukuku kadar koruyorsa o zaman seçilen hukukun maddi normları taraflar arasındaki
tüketici sözleşmesine uygulanacak olan hukuk olarak belirlenecektir.

-Ama seçilen hukuk tüketicinin mutat meskeni hukuku kadar hatta ondan daha elverişsizse
o zaman seçilen hukuk bağlayıcı olmayacak ve tüketicinin mutat meskeni hukuku zaten
otomatikman uygulanacak.

*Tüketici ve tüketici sözleşmesi çerçevesinde hiçbir hukuk seçilmemişse veya seçilen


hukukun hiçbir geçerliliği yoksa ama taraflar arasındaki ilişki tüketici sözleşmesiyse o
zamanda yabancılık unsuru içeren bu sözleşmeyle alakalı olarak hakim üç şarttan birinin
varlığını arayacak kanunda. İşte sipariş nerede verilmiş ya da bir ilan, davet üzerine mi bu
sözleşme gerçekleşmiş veya sözleşme başka bir ülkede yapılmış olsa bile yani tüketicinin
mutat meskeninin bulunduğu ülke dışında yapılmış olsa bile bu süreç nasıl gerçekleşmiş. Yani
bu hizmet sunan tüketiciye bu şeyi yapan kişi, bunu almış götürmüş gezdirmiş bu gezi
vasıtasıyla mı bu sipariş verilmiş bunlara bakacak. Bunlardan birinin varlığına kanaat getirirse
de yabancılık unsuru içeren bu tüketici sözleşmesine, tüketicinin mutat mesken hukukunu
uygulayacak.

245
-Buna ben her sene şu örneği veririm: Benim babam teknoloji ürünlerine meraklı bir
insandır. Ben de o zaman Ankara hukukta Yüksek lisans yapıyorum. O zamanlar rainbow diye
süpürgeler var, dolarla falan satılıyor. Süpürgeler uçak motoru varmış diye satılıyor tabi
saçma bir şey yani uçak motoru olsa kilim mi kalır? Neyse çok güçlü makine. Adamlar
geleceğiz dediler şimdi Amerikalı firma bu. Babama dedim sakın bu makineyi alma hiç gerek
yok. Sabah derse gittim akşam eve geldim salonun ortasında rainbow duruyor. Ne yaptın
falan, babam çok beğendim çok etkilendim şöyleydi böyleydi falan filan kabusum olmuştu o
makine. Hakikaten makine çok özellikleri olan bir makine .Ama nedir yani ne gerek var. Bu
işte bir tüketici sözleşmesidir. Bir davet üzerine bir ilanla bir şekilde ulaşıyorlar ve geliyorlar.
Neyse sonra evi su bastı işe yaradı gerçekten bütün halıyı çekmişti. Ben şok olmuştuk hak etti
verilen parayı. Neredeyse evde 5 10 santim su vardı hepsini çekti makine değermiş dedim.

*Şimdi gelelim 3. Fıkraya: burada özel bir şekil kuralı getiriyor. Biz ne demiştik şekle ilişkin
özel bir hüküm varsa o zaman o şekle ilişkin özel hüküm dikkate alınır. Yoksa yedinci
maddeye gidilir demiştik. Burada da tüketici sözleşmeleri ile alakalı özel bir şekil kuralını
getirmiş. Dolayısıyla biz 26. maddenin üçüncü fıkrasında geçen bu özel şekil kuralını dikkate
almak durumundayız.

Ne diyor:

(3) İkinci fıkradaki şartlar altında yapılan tüketici sözleşmelerinin şekline, tüketicinin mutad
meskeni hukuku uygulanır.

*Dolayısıyla 26/2’ deki şartlar için biz ne yapacağız 26/3 gereği tüketicinin mutat meskeni
hukukunun aradığı şekil şartlarına yani o kümülatif tek tek aradığımız şartlar kapsamında 26.
Maddenin ikinci fıkrasında aradığımız şartlar açısından o tüketici sözleşmesinin şekli
geçerliliği de söz konusu olursa tüketicinin mutat meskeni hukukuna tabi.

*Peki birinci fıkra kapsamında ki tüketici sözleşmeleri yani burada bahsettiğimiz şartlar yok.
Birinci fıkra kapsamında o zaman madde 7’ye gidiyoruz. Kanun koyucu öyle demiş yani biz
olmayan bir şeyi olmuş gibi kabul edemeyiz.

-Ne demiş ikinci fıkradaki şartlar altında yapılan tüketici sözleşmesi demiş ayrıştırmış.
Dolayısıyla sadece ikinci fıkradaki tüketici sözleşmeleri için tüketici sözleşmesinin şekline
ilişkin uygulanacak hukuk, tüketicinin mutat meskeni hukuku ile sınırlıdır.

-Birinci fıkra için ise 7. madde hükümlerine giderek oradaki şekil şartları yani LRA veya lex
cause devreye girecek.

*Bu 26/4.maddeye de dikkat edelim ne diyor:

(4) Bu madde, paket turlar hariç, taşıma sözleşmeleri ve tüketiciye hizmetin onun mutad
meskeninin bulunduğu ülkeden başka bir ülkede sağlanması zorunlu olan sözleşmelere
uygulanmaz.

246
*Aslında burada da tüketici sözleşmesinin kapsamı dışında değerlendirilemeyecek ve
değerlendirilecek sözleşmelerden bahsediyor. Demek ki biz Paket turları tüketici
sözleşmeleri kapsamında değerlendiriyoruz.

-Paket tur ne demektir? Paket tur konaklama, ulaşım, yeme içme, kültürel faaliyetler neyse
ya da sağlıkla alakalı olabilir hepsinin bir arada olduğu bir paket tur olarak ifade ederiz.
Dolayısıyla paket turlar demek ki tüketici sözleşmesi olarak kabul ediliyor.

*Ama neleri tüketici sözleşmesi olarak kabul etmiyor; taşıma sözleşmesi ve tüketiciye
hizmetin onun mutat meskenin bulunduğu ülkeden başka bir ülkede verilen sözleşmeleri
kabul etmiyor.

-Yani size verilecek olan hizmet eğer başka bir ülkede ise, orada verilmek zorundaysa o
zaman o bir tüketici sözleşmesi olmuyor. Mesela kaplıca tedavisi görmek için başka bir
ülkeye gidiyorsunuz.

-Şimdi baktığınızda bu paket tur belki. Ama hizmeti zorunlu olarak, o tedaviyi zorunlu olarak
orada alacaksınız. Dolayısıyla mutat meskeninizin bulunduğu ülkenin dışında o hizmeti
almak zorundasınız. Çünkü gelip o kaplıca tedavisini Türkiye’de almayacaksınız ya da fiziki
rehabilitasyon neyse dolayısıyla o noktada demek ki tüketici sözleşmesi olarak kabul
edilmiyor. Tüketici sözleşmesi olarak kabul edilmediği için 24. maddeye gidiyoruz. 24.
madde kapsamında bir uygulama gerçekleştirilir.

*Karakteristik kuralı(?), subjektif bağlama kuralı, objektif bağlama kuralı, istisna kuralı onları
uygulamak suretiyle uygulanacak hukuku tespit ediyoruz. Paket turlar tüketici sözleşmesi
kapsamında .

-Fakat taşıma sözleşmeleri ile tüketiciye hizmetin onun mutat meskeni dışında verildiği bir
ülkede konu alan sözleşmeler bu kapsam dışında kalıyor, tüketici sözleşmesi olarak kabul
edilmiyor.

*Taşıma sözleşmelerini göreceğiz mesela insan taşıma, hayvan taşıma ,eşya taşıma.

-Eşya taşıması ile ilgili zaten kanunumuzda açık bir madde var.29. madde.

- Ama onun dışında Türkiye zaten bu konuda birçok uluslararası sözleşmeye taraf. Dolayısıyla
o Uluslararası sözleşmeler uygulama alanı bulacak.

-Ama o sözleşmelerin kapsamı içine girmeyen durumlar açısından tabiki 29. maddenin
uygulanması söz konusu olacak.

-İnsan taşınması söz konusu olabilir o noktada da özel hüküm olmadığı için biz yine 24.
madde kapsamında bir değerlendirme yapmak zorundayız. İnsan taşımasını konu alan
sözleşmeler 24. Madde kapsamında değerlendirilir.

İş Sözleşmeleri

247
*Şimdi bakalım iş sözleşmeleri 27. Madde. Bunlar farkındaysanız kanuna baktığımızda bu
tüketici sözleşmesi, iş sözleşmesi gibi sözleşmeler bunlar özel sözleşme türleri fikri mülkiyet
devam ediyor arkasından. İşte eşya taşınması ile ilgili sözleşmeler 30’a kadar bunlar özel
nitelikli sözleşmeler. Dolayısıyla özel nitelikli sözleşmeler olduğu için önümüze olay
geldiğinde biz önce bu hukuki sözleşmeleri vasıflandırırcaz.

90-100 DK

Bu bir iş sözleşmesi mi, bu bir tüketici sözleşmesi mi, bu bir fikri mülkiyete ilişkin sözleme mi,
bu bir eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşme mi? Bu vasıflandırmayı yaptıktan sonra, ya da
hiçbirine girmiyor mu, bu vasıflandırmayı yaptıktan sonra uygulanacak olan hukuku tespit
edeceğiz.

*İş sözleşmeleri de aynen tüketici sözleşmelerinde ifade ettiğimiz gibi bir tarafın güçlü bir
tarafın zayıf olduğu sözleşmeler. Bir tarafta işveren bir tarafta işçi var. Dolayısıyla işçinin bu
anlamda kanun koyucu tarafından korunması amaçlanmış ve aynı şekilde burada da bir
hukuk seçimi imkânı getirilmiş olmakla beraber bunun biz sınırlı bir hukuk seçimi olduğunu
söylüyoruz. 27/1 okundu…

İş sözleşmeleri

MADDE 27 – (1) İş sözleşmeleri, işçinin mutat işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca
sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş sözleşmesine, işçinin işini mutat
olarak yaptığı işyeri hukuku uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması
hâlinde, bu işyeri mutat işyeri sayılmaz.

(3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutat olarak yapmayıp devamlı olarak birden fazla ülkede
yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

(4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması
hâlinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir.

*Şimdi biz iş sözleşmelerinde de demek ki sübjektif bağlama kuralının varlığından


bahsediyoruz. Yani bir hukuk seçimi söz konusu ve iş sözleşmesine seçilen hukukun maddi
normları uygulanır diyoruz. Renvoi yok diyoruz.

-Fakat buradaki seçimin 24. Maddedeki gibi böyle sınırsız bir seçim olduğunu
söyleyemiyoruz. Burada da işçinin işini mutad’en yaptığı yer hukuku çerçevesinde korunması
standart olarak belirlenmiş.

-Aynen, nasıl tüketicinin mutat meskeni hukuku standart olarak belirlenmişse işçi açısından
da işçinin mutad’en yani sürekli olarak yaptığı yer hukukunun koruması altına alınması
gerektiği çünkü bu hukukun işçiye en yakın hukuk olduğu anlayışı kabul edilmiş. O yüzden de
maddenin bütün genelinde bu işçinin işini mutad’en yaptığı yer hukukunun etkin bir şekilde

248
uygulama alanına sahip olduğunu görüyoruz. Burada da o iş sözleşmesi noktasında seçilen
hukukun uygulanmasına engel olabilecek olan standart da işçinin işini mutad’en yaptığı yer
hukukunun emredici kuralarının sağladığı korumanın altında bir şey getirmesi işçi aleyhine.
Dolayısıyla seçilen hukuk bu anlamda uygulama alanı bulunmuyor. Mutat işyeri hukukunun
işçi açısından sağladığı haklar, asgari koruma hakları çerçevesinde belli hukuki koruma
sağlanmış oluyor.

-Kısaca, seçilen hukukun bu anlamda en az işçinin işini mutad’en yaptığı yer hukuku kadar
koruma sağlaması gerektiği hatta daha fazla da sağlayabilir. 2.fıkra okundu.

(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş sözleşmesine, işçinin işini mutat
olarak yaptığı işyeri hukuku uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması
hâlinde, bu işyeri mutat işyeri sayılmaz.

*İşçinin işini mutat olarak yani sürekli olarak yaptığı yer hukuku bu anlamda işçiye en yakın
yer hukuku olarak belirlendiği için işçi ve işveren arası hukuki ilişkilerde işyerini çok alakasız
bir hukuku tercih etmek suretiyle ilişkiyi oraya götürmesinin önüne geçmek adına işçiye en
yakın hukuk olarak işçinin işini mutad’en yaptığı yer hukuku uygulama alanı buluyor

-Bu noktada işçinin işini mutad’en yaptığı yer hukuku olarak ifade edilen şey aslında işçinin
işini sürekli olarak yaptığı yer, düzenli olarak yaptığı yer ifade eder. Ekonomik yönden zayıf
olan işçinin aslında menfaati korunmak istenmiş.

* Şimdi bazen tabi işçi, geçici olarak başka bir yerde de gerçekleştirebilir işi. Biz bunu tabi
uluslararası ilişkiler anlamında düşünelim. Yan işçi mesela işini Türkiye’de yapıyor ama 6 ay
süreli görevlendiriliyor. Sen diyor Dubai’de inşaatın başında dur ve orada işini gerçekleştir. O
sırada da iş sözleşmesiyle alakalı bir sıkıntı ortaya çıkıyor ve taraflar davalık oluyor. Şimdi
burada işçinin işini mutad’en yaptığı yer Dubai değil. Mutad’en Türkiye. O sadece belirli bir
süre için oraya gitmiş. Belirli süre sonunda geri dönenecek dolayısıyla biz bu geçici olarak
başka bir ülkede bulunma durumunu da işçinin işi yaptığı yer olarak kabul etmiyoruz.
Buradaki bu geçicilikle kast edilen şey bu.

-Bunun dışında bazen bazı kişilerin belirli bir işyeri yoktur. Yani işlerini mutad’en yaptıkları bir
yer yoktur. Mesela sirk çalışanları, hostes, pilot… Sirk çalışanlığı çöp bir iş değilmiş ondan
bahsetti. Mutad’en(sürekli) işlerini yaptıkları bir yer olmaması sebebiyle bunlarda da
doğrudan işverenin merkezinin bulunduğu yer hukukunun uygulanması hususuna gidiliyor.
Dolayısıyla yani mutat bir işyerinin olmaması mesela THY çalışan bir pilot düşünelim. İş
sözleşmesinden kaynaklanan bir durumla karşılaşıldığında ,davalık olduğunda, Amerikalı
pilotla THY arası husumet sonuçta THY merkezinin bulunduğu İstanbul dolayısıyla Türk
hukukuyla çözülecek bir ihtilaf olarak karşımıza çıkıyor. 3. Fıkrada aşağı yukarı bunu ifade
ediyor. >>

(3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutat olarak yapmayıp devamlı olarak birden fazla ülkede
yapması hâlinde iş sözleşmesi, işverenin esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

249
(4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha sıkı ilişkili bir hukukun
bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri yerine bu hukuk
uygulanabilir.

-Dikkat edin uygulanabilir diyor. 24. Maddede uygulanır diyordu. İstisna kuralı varsa hâkim
buna kanaat getiriyorsa istisna kuralı uygulanacak demektir. Ama burada öyle değil. İş
sözleşmesinde öyle bir şey yok. Uygulanabilir dediğine göre istisna kuralını hâkim tespit
edebilir. Yani bu noktada işte kişinin olarak yaptığı yer hukuku veyahut işyeri hukuku yani
işverenin esas iş merkezinin bulunduğu yer hukukundan daha sıkı ilişkili daha içli dışlı onların
menfaatini gerçekleştireceğini düşündüren bir hukuk var olabilir 3. bir ülke hukuku. O
noktada hâkimin bu hukuku tercih ederek taraflar arasındaki iş sözleşmesinde bu hukuku
uygulaması da mümkün olabilir. Ama bu sadece bir tercih olarak rol oynar. 2. Ve 3. Fıkranın
alternatifi olarak. Hâkim bu anlamda bir zorunluluk taşımıyor. İstisna kuralına rağmen mutat
mesken hukukunu uygulayabilir, esas işyeri hukukunu uygulayabilir. Dolayısıyla hâkime
istisna kuralını uygulama, iş sözleşmeleri anlamında, bir zorunluluk getirilmemiş. Şimdi
burada tabi iş sözleşmeleri açısından da aynı şey tüketici sözleşmeleri açısından da aynı şey.
Bu belirlediğimiz yani tüketicide tüketicinin mutat mesken hukuku ya da seçilen hukuk neyse.
İş sözleşmelerinde seçilen hukuk ya da neyse işçinin işini mutad’en yaptığı

100-110 DK

yer hukuku ya da işverenin esas işinin bulunduğu yer hukuku ya da istisna kuralı ile tespit
edilen hukuk yani bu hukuklar neye uygulanacak sorusuna cevap vermemiz gerekiyor . Bu
noktada sözleşmenin bütün her şeyi esası aslında bu tespit ettiğimiz hukuklara tabi yani
sözleşmenin taraflar açısından geçerliliği, bağlayıcılığı, tarafların hak ve yükümlülükleri, ne
zaman bu yükümlülükleri yerine getirmiş olacağı sayılacağı sözleşmenin taraflar açısından
ne zaman sona ereceği, ne zaman sona ermiş sayılacağı, zamanaşımı vs. bunların hepsi
taraflar arasındaki bu tespit ettiğimiz tüketici sözleşmeleri için tüketicinin mutad meskeni
hukuku ya da seçilen hukuk neyse işçi için işçinin mutad meskeni hukuku ya da istisna
kuralı ile tespit edilen hukuk kapsamında düzenleme konusu olur.

*Toplu iş sözleşmeleri bakımından uygulanacak hukuk konusu biraz sıkıntılı. Bu konuda ortak
bir hükümden bahsedemiyoruz. Bunun dışında sadece şu geliyor aklıma işçi işveren ilişkisi
noktasında özellikle SGK uygulamaları ile alakalı bir takım ihtilaflar uyuşmazlıklar ortaya
çıkabilir yabancı bir işçinin Türk işverenle çalışması ve sgk sı ile alakalı ya da fazla mesaisi ile
alakalı durumlar ortaya çıkabilir . Burada zaten biz bu hususların doğrudan uygulanan
kurallar olduğunu ve otomatikman Türk hukukuna tabi olduğu söylemiştik. Hatırlarsanız o
yüzden tüketici sözleşmeleri için de aynı şey geçerli .Bazı konular otomatikman doğrudan
uygulanan kurallar kapsamında değerlendirilir. Tüketici sözleşmesi noktasında da iş
sözleşmeleri noktasında da dolayısı ile işte bu sgk ile düzenlemeler dediğim gibi biz orda
oturup da işçinin işini mutaden yaptığı yer hukukunu uygulamayız buna ya da fazla mesai ile
alakalı ya da tazminat kıdem tazminatı ile alakalı meselelerde bu işçinin işini mutaden yaptığı
yer hukukunun kurallarına göre bir belirleme yapmayız çünkü bunlar doğrudan uygulanan

250
kurallar tarafından düzenlenmiştir. Dava Türkiye’de ise Türk hukukunun maddi normları
uygulanacaktır.

Öğrenci: Hocam mesela yabancı Türk vatandaşı aldı Yemen’ inşaata götürdü 2 yıl çalıştı
ücrette sorun oldu neresi uygulanır bu durumda?

Hoca: Şimdi işçi Türk vatandaşı mı karşı taraf Türk şirketi mi bunların hepsi belirleyici
arkadaşlar ama sonuçta aldı yemene götürdü sonuçta baktığımızda işçinin işini mutaden
yaptığı yer neresi Yemen dolayısı ile Türk hakimi yemen hukukunu uygulanacaktır.
Baktığımızda işçinin işini mutaden yaptığı yer hukuku olması itibariyle ama tabi ki burda farklı
şeyler devreye girebilir, dengeleri değiştirebilir. Evet ülkemizde çok fazla oluyor işçi özellikle
yurt dışına işçi götüren bu Türki cumhuriyetleri de oluyor işte Libyada çok yaşandı, Özellikle
Libya Kaddafi rejimi devrimi devrildiğinde orada bir sürü Türk firması vardı vs. onların durumu
biraz daha farklıydı ama onun öncesinde orada bir sürü işçi çalışıyordu en fazla Türkiye’den
Türk firmaları oradaki ihaleleri almıştı keza önümüzdeki dönemde de benzeri sözleşmelerin
olduğunu biliyoruz haberlerden Libya’da değil de başka arap ülkelerinden dolayısı ile sıklıkla
karşılaşılan bir durum ama burada biraz önce söylediğim gibi şey devreye giriyor orda işçi ve
işveren arasındaki bu ilişki sebebiyle farklı dengeler devreye girebiliyor. Yani işçinin Türk
vatandaşı olması işverenin Türk vatandaşı olması dolayısı ile Türk hakimi açısından Türk
hukukunu daha nitelikli, daha sıkı ilişkili bir hukuk olarak kabul etmesine yol açabilir. Bu
nokta evet işçi Yemen de yapmıştır Yemen hukuku uygulanacaktır ama burada hakim takdir
yetkisini değerlendirmesini kullanarak sıkı ilişkili hukuk Türk Hukukunu da değerlendirip
ortaya koyabilir mesela ve uygulanacak hukuk olarak tespit edebilir. Neden? Çünkü işçi Türk
vatandaşı yabancı şirkettir işçi Türk vatandaşıdır, sözleşmeyi Türkiye’de imzalamıştır, imzayı
Türkiye’de atmıştır mesela ondan sonra gitmiştir.

Bu da mesela en sıkı ilişkili hukuk olarak Türk hukukunun uygulanmasına Türk hakiminin
karar vermesine yol açabilir. Burada genelde biz işçinin zayıf taraf olması nedeniyle onun
daha çok menfaatine bir düzenleme getirecek olan hukukun uygulanmasını tercih ederiz ama
burada hakim bakmaz tabi belki yemen hukuku daha elverişlidir. Türk işçisi için o zaman da
Türk hukukunun uygulanmasının gereği yok yani Yemen hukuku daha elverişli ise Türk
hukukuna göre o zaman da ona hiç dokunmamak gerek yani baktığımızda.

Öğrenci: Hocam ama yemendeki iş inşaat bitene kadar yine mutad iş sayılır mı?

Hoca: İnşaat bitmesi ne ifade ediliyor yani hani şantiye orda ve devam ediliyor işçide orda
nihayetinde bir mühendis de orda bir mimar da orda çalışıyorsa sürekli şantiye başladığından
beri sürekli işini orada yapıyorsa ondan kaynaklanan bir ihtilaf ortaya çıktıysa o zaman tabiki
mutad işyeri sayılır. İşini sürekli olarak nerede yapıyorsan bazen onlarla ilgili çok fazla dava
var işte hani sözleşme bazen de şöyle bir yanıltmalar da oluyor biz işi Türkiye’de yapacağımızı
sanıyorduk, o yüzden sözleşmeyi Türkiye’de imzaladık, Türk hukuku uygulansın falan
mahkeme ona bakmıyor mahkeme işin nerede yaptığının tabi ki önemi var Türk işçisi
olduğunda bu sıkı ilişki tesis ettikten sonra kendi bildiği hukuku uygulamayı Türk
mahkemeleri daha çok tercih ediyor bu yüzden bu istisna kuralı hakime bu yönde kendi

251
bildiği hukuku doğru bir şekilde uygulama imkanı vermesi açısından mantıklı olabilir, dediğim
gibi seçilen hukuk veya uygulanması gereken hukuk belki çok daha elverişli hükümler
getiriyor, çok daha elverişli hükümler getiriyorsa o zaman Türk hukukunun uygulanmasına
gerek yok o zaman zayıf tarafın korunması mantığının tam tersi durumla karşılaşılabiliyor.
Her işveren de kötü değildir yanı o anlamda belki işçi lehine hukuk seçilmiş olabilir neden
olmasın ileride belki bu tarz uygulamalarla daha fazla karşılaşabiliriz. Ama nedense İşveren
sıfatını taşıyan kişiler bir değişime uğruyor arkadaşlar benim de çevremde var. Çok farklı
düşüncelerle yola çıkıp çok farklı dönüşüm içerisine girdiklerini görüyorsunuz.

En çok hak hukuk işçi hakları diyen insanların yıllar sonraki değişimlerinde işçinin haklarını
yeme ve gasbetme yönünde dönüşüm içerisine girdiklerini görüyorsunuz. Enteresan yani çok
enterasan.

Fikri Mülkiyet Haklarına İlişkin Sözleşmeler

*Fikri mülkiyet haklarını biliyoruz zaten kişinin düşüncesinin ürünleri olan markalar, buluşlar
coğrafi işaretler bunu böyle sayabiliriz, lisans, patent vs.

MADDE 28: (1)Fikri mülkiyet haklarına ilişkin sözleşmeler, tarafların seçtikleri hukuka
tabidir.

(2)Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları halinde sözleşmeden doğan ilişkiye, fikri
mülkiyet hakkını veya onun kullanımını devreden tarafın sözleşmenin kuruluşu sırasındaki
işyeri, bulunmadığı takdirde, mutad meskeni hukuku uygulanır. Ancak halin bütün şartlarına
göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması halinde sözleşme bu hukuka tabi
olur.

(3)İşçinin işi kapsamında ve işinin ifası sırasında meydana getirdiği fikri ürünler üzerindeki
fikri mülkiyet haklarıyla ilgili işçi ve işveren arasındaki sözleşmelere iş sözleşmesinin tabi
olduğu hukuk (m.27) uygulanır.

*Fikri mülkiyet haklarına ilişkin sözleşmeler bir sübjektif bağlama kuralı var ilk fıkraya
baktığımızda hukuk seçimi imkanı getiriyor. Ve bu noktada da seçilen hukukun maddi
normlarını uyguluyoruz ama taraflar hukuk seçimi yapmamışsa özellikle bir fikri hakkın
devri veya belirli bir süre kullanılmasını konu alan sözleşmeler tabi ki yani fikri mülkiyet
haklarına ilişkin sözleşmeler dediğimizde bunlara uygulanacak olan hukuk dediğimizde bu
fikri hakkın devrini konu alan bir sözleşme veya bu fikri hakkın belirli bir süre kullanımını
konu alan sözleşmeleri aklımıza getirmemiz gerekiyor mesela lisans sözleşmeleri değil mi
çevremizde sıklıkla karşılaştığımız bir şey bir şeyin lisansını aldığımızda onu belirli bir süre
kullanıyorsunuz 10 yılsa 10 yıl 8 yılsa 8 yıl neyse o lisans hakkı sahibi o hakkı o süre boyunca
kesintisiz bir şekilde kullanma imkanına sahip oluyor. Dolayısı ile fikri mülkiyete ilişkin
sözleşmelerde kastettiğimiz şey bu o yüzden fikri haklara ilişkin sözleşmelerle
karıştırmayalım.

110-120 DK

252
Hatırlarsanız daha önce 23. maddede fikri haklara ilişkin uygulanacak hukuktan
bahsetmiştik. Burada bambaşka bir şey var. Burada fikri hakkın devrini veya kullanımını konu
alan sözleşmelere uygulanacak olan hukuku ifade ediyoruz. Şu anda sözleşmeler konusu.
Oysa 24 ile 29 arası hep sözleşmelere uygulanacak olan hukuku belirliyor.

*Şimdi ikinci fıkraya baktığımızda demek ki birinci fıkrada seçimlik hak var. Seçilen hukuk.
Zaten ne demiştik bir hukuk seçimi geldiyse mutlaka o madde uygulanır. Geçerli ve bağlayıcı
hukuksa seçilen hukukun maddi normları uygulanır demiştik ama uygulanacak hukuk
seçilmemişse taraflar bu yönde bir irade kullanmamışsa o zaman ne olur? İşte ikinci fıkra
onu anlatıyor.

-Bakalım: Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları halinde sözleşmeden doğan ilişkiye
fikri mülkiyet hakkını veya onun kullanımını devreden tarafın sözleşmenin kuruluşu
sırasındaki iş yeri, bulunmadığı takdirde ise mutad mesken hukuku uygulanır diyor.

*Demek ki bu fikri hakların kullanımını devreden veya o fikri hakkı devreden kişiye sabitleme
anı da getirmiş o sözleşmenin kurulduğu sırada işyeri hukuku yoksa mutad mesken hukuku
bu sözleşmeyi idare eden hukuk olarak karşımıza çıkacak. Zaten çok net bir madde.

-Maddi normu uyguluyoruz önce iş yeri hukuku yoksa mutat mesken hukuku.

*Hangi andaki işyeri, hangi andaki mutad mesken? Sözleşmenin kurulduğu andaki işyeri ve
kurulduğu andaki mutad mesken.

-Diyelim ki bu noktada istisna kuralının varlığından bahsedebilir miyiz? Tabii ki bahsedebiliriz.


Çünkü neden? Ancakla bahsediyor. Bu noktada da diyebiliyoruz ki yani ancak ile başladığında
anlıyoruz ki bir istisna kuralı geliyor. Devam ediyor ne diyor: halin bütün şartlarına göre
sözleşme ile daha sıkı ilişkide bir hukukun bulunması halinde sözleşme bu hukuka tabi olur.

-Burada da dediğim gibi birden fazla donenin aynı hukuku gösterir şekilde o hukuk üzerinde
birleşmesi lazım.

-Yani diyelim ki bir Alman firmasından lisans hakkını devralıyorsunuz. 10 yıl süreyle o lisans
hakkını Türkiye'de kullanacaksınız baktığımızda taraflar arasında bir hukuk seçilmişse zaten o
seçilen hukukun maddi normları uygulanır. Bu anlamda diyebiliyoruz ki renvoi yok. Maddi
norm atfı.

-Hukuk seçilmemiş dolayısıyla Alman firma ile Türk firması arasında lisans hakkının devri ile
alakalı bir ihtilaf ortaya çıkıyor ve Alman şirket; lisans hakkının gereği gibi kullanılmadığını
veya süresinin dolduğunu, süre aşımı olduğu iddialarıyla Türkiye'de dava açıyor. Baktığımızda
Türk hakimi davayı fikri mülkiyet sözleşmesine ilişkin bir dava olarak vasıflandıracak.
Yabancılık unsuru var diyecek. Dolayısıyla 28. maddeye gelecek, 28. madde kapsamında
bakacak taraflar arasında hukuk seçimi var mı? Yok. O zaman ne yapacak hemen ikinci
fıkraya geçecek ve bu noktada lisans hakkını devreden kişinin sözleşmenin yapıldığı andaki
iş yeri hukukuna bakacak. Örnekte Alman firma demiştik dolayısıyla Alman hukukunun

253
maddi normları uygulayarak Türkiye'de lisans hakkını kullanan kişiye karşı açılan davada
Alman hukukunun maddi normlarını uygulayacak. Fikri mülkiyet hakkına ilişkin sözleşmeden
kaynaklanan ihtilafı çözecek ama bu arada tabii taraflar arasındaki sözleşme mesela Alman
şirketi tarafından fakat Alman şirketinin fiili idare Merkezi Türkiye'de. Bu anlamda
taraflardan biri Türk, Türk Lirası üzerinden yapılmış, sözleşmenin kurulduğu yer- lisans
hakkının kullanıldığı yer Türkiye. Hakim, halin bütün şartlarına göre sözleşme ile daha sıkı
ilişkili bir hukukun varlığına kanaat getirebilir. Bu noktada Türk hukukunun uygulanması
yönünde bir belirleme yapabilir. Dolayısıyla bunu yaptığı zaman da Türk hukukunu
uygulayacak demektir. Ama bu belirlemeyi yapmazsa o zaman zaten iş yeri hukuku olarak
Alman hukukunun maddi normları uygulanacaktır.

*Son fıkraya geçelim: İşçinin; işi kapsamında ve işinin ifası sırasında meydana getirdiği fikri
ürünler üzerindeki fikri mülkiyet hakları ile ilgili işçi ve işveren arasındaki sözleşme, iş
sözleşmesinin tabi olduğu hukuka tabii (m. 27) dir.

-Burada da aslında işçinin iş ilişkisi çerçevesinde yani iş sözleşmesiyle bağlı olduğu sırada
üretmiş olduğu yaratmış olduğu bir fikri hakkın aslında fikri hakla alakalı ortaya çıkan
ihtilaflara uygulanacak olan hukuku belirliyor. Burada da ne yapıyor atıf yapıyor, orada da ne
hatırlıyoruz sınırlı bir hukuk seçimi vardı.

-Dolayısıyla hukuk seçimi geçerli değilse, bağlayıcı değilse, yapılmadıysa işçinin işini yaptığı
yer hukukuna bizi götürür. Dolayısıyla demek ki işçi ile işveren arasında iş sözleşmesi
çerçevesinde bir bağımlılık esnasında ortaya çıkan bir fikri hak oluşu ve bu fikri mülkiyet
haklarıyla alakalı işçi ve işveren arasındaki sözleşmelere biz 28. maddenin 1. ve 2. fıkrasını
uygulamıyoruz. Bu sözleşmelere biz atıf sebebiyle iş sözleşmesinin tabi olduğu hukuku
uyguluyoruz yani bu çerçevede 27. madde hükümlerine atıf yapıyor. O yüzden, işçinin işini
gerçekleştirdiği sırada bulmuş olduğu bir icat belki de işverenin işini daha hızlı yapmasına
sebep oldu işçiyle arasında yaptığı bir sözleşme ile de bunu somutlaştırdı. Artık bu
sözleşmeden kaynaklanan fikri hakka ilişkin ihtilafları biz iş sözleşmesine uygulanacak olan
hukuka tabi( m.27) kılıyoruz .Bu noktada fikri mülkiyete ilişkin sözleşmelerde uygulanacak
olan hukuk bu kapsamda değerlendirilmiyor.

07.01.2020 14. HAFTA

0-15 DK

*En son olarak da fikri mülkiyet sözleşmelerinden bahsetmiştik ve orada kalmıştık.

Eşyanın Taşınmasına İlişkin Sözleşmeler

MADDE 29 – (1) Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde, sözleşmenin kuruluşu sırasında
taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın

254
yapıldığı ülke veya gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke ise bu ülkenin sözleşmeyle en
sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku uygulanır.

Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma olan diğer sözleşmeler de bu
madde hükümlerine tâbidir.

(3) Hâlin bütün şartlarına göre eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir
hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye bu hukuk uygulanır.

*Zaten bu maddeyle beraber akitten kaynaklanan borç ilişkilerini kapatmış olacağız.

*Bundan sonra akit dışı borç ilişkilerine geçeceğiz.

-Haksız fiil, sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme vs.

- Kanunda vekaletsiz iş görme yok ama ondan da biraz bahsedeceğiz.

*Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler kapsamında Türkiye birçok anlaşmaya taraf. Gerek
karayoluyla olsun gerek denizyoluyla olsun. (burada sesim geliyor mu maillere cevap
vereceğim vs diyor yarım kalıyor.)

*Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmelerle alakalı olarak ne demiştik; Türkiye bu konuda


birçok sözleşmeye taraf.

-Dolayısıyla Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler eğer kanunlar ihtilafına ilişkin
kurallar varsa biz o sözleşme hükümlerini doğrudan uygulama alanına alacağız ve bu alanda
uluslararası sözleşmelerde geçen kanunlar ihtilafı kurallarını maddi norm atfı olarak direkt,
işte mutad meskene atıf yapıyorsa mutad mesken, borçlunun ikametgahına atıf yapıyorsa
borçlunun ikametgahı hukuku olarak alıp uyguluyoruz.

*Dolayısıyla eşyanın taşınmasıyla ilgili olarak da ister karayolu ister denizyolu ister havayolu
ister demir yolu olsun birçok uluslararası sözleşmeye tarafız.

*Yani aklınıza gelebilecek her taşıma modeliyle her kombine taşımayla, yani karayoluyla
başlar denizyoluyla devam eder; denizyoluyla başlar karayoluyla devam eder. Buna da
kombine taşımacılık diyoruz. Dolayısıyla bu tarz taşıma işlemlerine ilişkin olarak Türkiye’nin
öncelikle taraf olduğu uluslararası sözleşmeler uygulanacak.

-Ama eğer o sözleşmelerin kapsamına girmeyen durumlar söz konusuysa biz 29.maddedeki
bağlama kuralı çerçevesinde eşyanın taşınmasına uygulanacak hukuku tespit edeceğiz.

*Baktığımızda havayolu taşımacılığıyla ilgili mesela Varşova Sözleşmesi başta olmak üzere
birçok uluslararası sözleşmeden bahsedebiliyoruz ama temel olan Varşova Sözleşmesi ve
onun ek protokolleri.

*Karayolları dediğimiz zaman CMR Sözleşmesi aklımıza gelir. Özellikle karayoluyla giden
taşımalarda mala gelecek zararlar ve ziyanlarla alakalı özellikle uygulama alanı bulur ve

255
zorunludur. Dünya üzerinde birçok ülke hemen hemen bu sözleşmeye taraftır. Eşyanın
taşınmasıyla alakalıdır. Eşyanın taşınması sırasında mala gelecek zarar ziyanda tarafların
sorumluluğuna ilişkin sözleşmedir.

*Uluslararası taşımacılık yapan tır şoförlerinin mutlaka o uluslararası geçiş belgelerinin


arasında CMR belgesi olur. Fransızcadır, o Fransızca evrakı sınırda göstererek uluslararası
dolaşımı sağlarsınız. Dolayısıyla mesela bu da bu alanla sınırlı olarak eşyaya gelebilecek zarar
ve ziyanla alakalı olarak uygulanacak bir uluslararası sözleşmedir.

Aynı şekilde kombine taşımacılığı da kapsar. Yani karayoluyla İngiltere’ye gidecek bir mal var.
Gider ve oradan deniz yoluyla devam eder gibi. Onu da kapsar. Böyle bir özelliği var bu
sözleşmenin.

*Denizyolu konusunda da Türkiye’nin taraf olmadığı sözleşmeler ve prensipler var. Başta


Hamburg kuralları olmak üzere ama deniz hukukuna ilişkin olarak da kabul edilen birtakım
prensipler de kabul görmüşse, genel işlem şartı haline gelmişse uygulama alanı buluyor.

Tren yolu ile de COTIF Sözleşmeleri adını verdiğimiz sözleşmeler var. Bunlar da 1 2 şeklinde
düzenlenmişler. COTIF B gibi vs. Bunlar da tren yolu ile eşya taşımayı düzenleyen uluslararası
düzenlemeler.

*Bu sözleşmelerin kapsamına girecek bir eşya taşıma sözleşmesi hukuku bulamıyorsak
direkt MÖHUK madde 29 kapsamında hukuku buluyoruz.

*29. madde demir, hava, kara, deniz her tür yolu kapsıyor. Ama insan taşımacılığını
kapsamıyor. Bunu unutmayalım.

*Çünkü insan taşımacılığına ilişkin sözleşmeler 24.madde kapsamında değerlendiriliyor.

*Yani maddenin adı üzerinde eşya taşımaya ilişkin sözleşmeler.

* Yani biz hayatımızın içinde, otobüse biniyoruz şehirlerarası seyahat ediyoruz veya uçağa
biniyoruz gidiyoruz. Bu anlamda eşyaya ilişkin sözleşmeler(yani seyahat ederken yanımızda
taşıdığımız eşyalar) MÖHUK 24. maddeye tabi.

*Bakalım 29. madde ne diyor. Yani uluslararası sözleşme hükümlerine sokamadığımız eşya
taşımaya ilişkin sözleşmeler hangi hukuka tabi.

Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler

MADDE 29 – (1) Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.

(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde, sözleşmenin kuruluşu sırasında
taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın
yapıldığı ülke veya gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke ise bu ülkenin sözleşmeyle en
sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku uygulanır.

256
Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma olan diğer sözleşmeler de bu
madde hükümlerine tâbidir.

(3) Hâlin bütün şartlarına göre eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir
hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye bu hukuk uygulanır.

*Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir. Demek ki


sübjektif bir bağlama kuralı var. Hukuk seçimi görüyoruz.

*Seçilen hukuk geçerli veya bağlayıcı bir hukuk olmayabiliyor. Seçilen hukuk geçerli veya
bağlayıcıysa sıkıntı yok. Ama seçilen hukuk geçerli veya bağlayıcı değilse bir anlam ifade
etmiyor.

*Buradaki hukuk seçimiyle alakalı geçen ders anlattığım tüm hususlar burda da geçerli.
Geçerli bir hukuk olacak. Ulusal bir hukuk olacak. Yaşayan bir hukuk olacak.

-Aslında maddi norma atfıdır. Öncelikli olarak uygulanması gerekir. Daha sonra gelen
bağlama kurallarına her zaman önceliklidir. Taraf iradesini yansıtır, her iki taraf da ortak
iradesi olacak. Bunları söylemiştik 24ü anlatırken. Burada 29.maddenin 1. fıkrasında da yine
aynı yaklaşımı söylüyoruz.

*2. fıkrada tarafların hukuk seçimi yapmamaları halinde burada bir bağlama kuralı getiriyor.
Sözleşmenin kuruluşu sırasında taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülke aynı zamanda
yüklemenin veya boşaltmanın yapıldığı ülke veya gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke
ise bu ülkenin sözleşmeyle en sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku
uygulanır.

-Şimdi burda biz ne görüyoruz. Aslında burada karakteristik edim kavramının eşya taşımacılık
sözleşmelerine uygulamasını görüyoruz. Neresi ile atıf yapıyor. Bir kere bir bağlama noktasını
sabit tutuyor. Diğerlerini o bağlama noktasıyla birleşmesi şartını arıyor. Nedir o. sözleşmenin
kuruluşu sırasında taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülke. Çünkü taşıyıcı edimin karşılığını
yapan kişi dolayısıyla aslında karakteristik edimi aslında yansıtan taraf. Taşıyıcının işyerinin
bulunduğu ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın yapıldığı ülke veya gönderenin
esas işyerinin bulunduğu ülke ise; dolayısıyla bu üç tane boşaltma, yükleme veya
göndericinin esas iş yeriyle birleşmesi gerekiyor.

-Yani taşıyıcının esas iş yeri ya boşaltmanın yapıldığı ülke hukukuyla birleşecek ya


yüklemenin yapıldığı ülke hukukuyla birleşecek ya da göndericinin esas iş yeri hukukuyla
birleşecek. Bu üç alternatiften birinin taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu ülkeyle örtüşmesi
gerekiyor. Örtüşme gerçekleşirse bu hukukun en sıkı ilişkili hukuk olduğu kabul ediliyor ve bu
hukukun uygulanması kabul ediliyor.

*Devamında: Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma olan diğer
sözleşmeler de bu madde hükümlerine tâbidir, diyor.

257
*Çarter seferler ne demek. Böyle belirsizdir. Yani siz şimdi uçak bileti alacağınızda girersiniz
internete bundan 8 ay sonranın uçakları nereye gidecekleri bellidir. Çarterlarda böyle bir şey
yok. Münferit olarak gerçekleşen uçuşlar bunlar. Özellikle Hindistanda çok görülür.
Programsız uçuşlar da deriz biz buna.

-Dolayısıyla bu uçuşlarda ve söz konusu eşya taşıma olan diğer sözleşmelere de bu kapsama
alınıyor.

*Ya bu maddede seçilen hukuk yoksa da göndericinin esas iş yerinin, boşaltma veya
yüklemenin yapıldığı yerin taşıyıcının esas iş yeriyle birleştiği ülke hukuku en sıkı ilişkili
hukuk.

*3.fıkrada istisna kuralı görüyoruz. İstisna kuralı neydi. Her şeye rağmen daha sıkı ilişkili
hukukun varlığı halinde o hukuk uygulanır. Bunu 24.maddede de iş hukukuna ilişkin
sözleşmelerde de gördük. Dolayısıyla istisna kuralı her şeye rağman bu tespit edilen
hukuklardan daha yakın ilişkide olan hukukun varlığını bize anlatıyor.

15-30 DK

*Ama bence yani bu zamana kadar öğrendiğiniz bilgilere göre istisna kuralına uygulamalar
çerçevesinde biz hep ne diyorduk istisna kuralı objektif bağlama kuralının önüne geçebilir
diyorduk bu maddede bunun aksini söylemenin bir manası yok çünkü maddenin lafzından da
bu durumu çıkarabileceğimiz durum yok dolayısıyla daha sıkı ilişkili hukuk varsa öncelikli
olarak bu hukukun uygulanması söz konusu olacaktır

Ömer güzel bir soru sormuş Hayvanlar hangi kapsama alınır?

Yani şimdi hayvan kavramını ya niteleme ekle yani bizim ülkemizde hayvan yasası ile alakalı
neden çıkarılmaz neden çıkaramaz hala anlamış değilim tabii insanlarımızın da can güvenliği
zaman zaman sorgulanıyor o da ayrı ama yani bir kedinin bacağını kesmekten bir köpeği
asmaktan nasıl zevk alınır gerçekten cani ruhlu insanlara doluyuz. Herkes kendini kollayacak
dolayısıyla keşke bir an önce kanun çıksa sizin sorununuzla alakalı olarak yani hayvan
kavramının nasıl bitirildi ile alakalı yani bazı hukuklar lex fori olarak ya hukuki şeyi
vasıflandırma mız gerekiyor dolayısıyla hayvan nasıl vasıflandırılacak yani bir eşya olarak mı
değerlendirilecek yoksa yoksa ayrı bir canlı mı olarak değerlendirilecek de ki soruya göre
nihayetinde bu o hukukların o vasıflandırmaya yapma biçimine göre değişiyor.

Yani bazı hukuklar hayvanı eşya olarak kabul ettikleri için bu tarz sözleşmenin konusu haline
getirebilirler ama biz mesela hava yolu özellikle hayvan taşımasına ilişkin Varşova sözleşmesi
özellikle bunu ifade eder açık bir şekilde hayvan taşıması insan taşıması hükümleri altında
somutlaştırır Dolayısıyla uluslararası sözleşmelerin kapsadığı ölçüde 29.madde kapsamına
gitmiyoruz o Varşova sözleşmesine göre hem insan hem taşıma sözleşmesine göre kabul
ettiği için o sözleşmenin hükümleri çerçevesinde bağlama kuralını tespit etmemiz mümkün
ama tabi iç taşıma iç hukukla hukukla alakalı bir şey yani mesela buradan Ankara'ya
gideceğiz kedimiz de beraberinde götürmek istiyoruz. Ya da kedi içeri almıyorlar kediyi

258
aşağıda valizlerin oraya koymaya çalışıyorlar gibi mesela şimdi bu noktada tabi yabancılık
içeren bir durum yok yabancı içeren şeyler uluslararası sözleşmelere göre düzenleme yapılıyor
ama yabancılık unsuru içermeyen durumlarda bu nasıl nitelendirilir bunu sormak lazım ama
genel olarak dediğim gibi Uluslararası Hukuk sözleşmenin tarafı olmayan ülkeler açısından bu
lex fori meselesi ama uluslararası sözleşmelere taraf olan ülkeler açısından bu zaten bazen
ayrı sözleşmelerle bazen de taraf olunan ve eşya insan taşımasına konu olan sözleşmelerin
yanı sıra düzenlenmiş olan konulardır bunun da o sözleşme hükümleri çerçevesinde
uygulanması söz konusu olacaktır.

*Şimdi evet eşyanın taşınması ile alakalı olarak sözleşmeyi de bitirdikten sonra şimdi artık
temsil oradan uygulamanın kurallar sözleşmenin geçerliliği ve ifanın geçerli ile ilgili
tedbirlerden bahsedeceğiz .Fakat bu birazcık öncelikle akde uygulanacak hukuk kapsamında
değerlendirilecek .Yani bu maddeler biraz temsil yetkisi dışında. Akde uygulanacak hukukun
kapsamında neler var neler yok onları genel bir toparlarken bu aslında 31 32 33
maddelerinde bahsedilecek .

Şimdi biz akit şuana kadar anlattığımız 29.maddenin bitimi ile birlikte ne demiştik? Akte
uygulanacak hukuktan bahsetmiştik. Yani taraflar arasında bir akit ilişkisi olacak ve o akit
ilişkisine uygulanacak olan hukuk tespit edilecek .bu zamana kadar bunu anlattık. Şimdi bu
noktada şu soruyu sormamız gerekiyor akde uygulanacak olan hukukun kapsamı nedir? Bunu
biz zaman zaman da söyledik.

*Akde uygulanacak hukuktan ne anlamamız gerektiğini zaman zaman söyledik . Ama şimdi
tekrarlamamız gerekiyor .

*Akde uygulanacak hukuk dediğimizde akdin varlığı, maddi geçerliliği ,akdin ne zaman sona
erdiği ,akitle alakalı ayıp kavramı ,zarar kavramı ,zamanaşımı kavramı işlemiş, mücbir bir
sebep vesaire bunların hepsi akde uygulanacak hukuk kapsamındadır.

* Ama her meselesinde ya da ilgili her meseleye akde uygulanan hukuk kapsamında
değerlendiremeyiz .Neden? Bu noktada şöyle bir şey var. Daha öncede bahsettiğimiz bir şey
akitle alakalı her şey akde uygulanacak hukuk kapsamda değerlendirilmez.

- Mesela ehliyet meselesi ehliyet dediğimiz zaman ,akde uygulanacak hukuk dediğimiz
zaman, ister subjektif bağlamakla olsun ister objektif bağlama kuralı olsun, isterse de istisna
kuralı olarak ortaya çıksın. Biz akitle alakalı olarak ehliyet meselesini hiçbir zaman akde
uygulanacak hukuk kapsamında değerlendirilmez o başka bir şeydir. Orada biz işte 9.
maddeye giderek orada ehliyet meselesini çözmemiz gerekiyor. gerçek kişi olabilir ,tüzel kişi
olabilir, tüzel kişiliği niteliği taşımayan mal topluluğu olabilir vesaire.

- Biz bu noktada akde uygulanacak olan hukuku uygulayamayız. Orada hak ehliyeti ile fiil
ehliyeti ve bunu medeni usul yansıması olan taraf ehliyeti ,dava ehliyeti bunların hepsi akit
statüsü dışındadır.

259
*Aynı şekilde şekil meselesi .Akdin şekli geçerliliği nedir? Zaten madde 7 de açıkça
genelinde söylemiştik.

-Özel şekil kuralı varsa zaten onu tüketici sözleşmeleri olduğu gibi kanun koyucu açık bir
şekilde söylüyordu .Eğer özel şekli kuralı yoksa şekil için biz nereye gidiyorduk 7. maddeye
gidiyorduk .

-Dolayısıyla şekil konusunda da şekle uygulanacak olan hukuk konusunda da maddi norm
atfından bahsetmiştik. Dolayısıyla şekil konusu da akit statüsü dışında değerlendirilecek olan
bir konu .

Doğrudan Uygulanan Kurallar

*Bunun dışında doğrudan uygulanan kurallar için, doğrudan uygulanan kurallar dediğimiz
zaman aklımıza ne geliyor? Hemen 6. madde geliyor. Çünkü biz genel hükümleri anlatırken 6.
maddeden bahsetmiştik. Ne demiştik? Yetkili yabancı hukukun uygulandığı durumlarda
,düzenleme amacı ve uygulama alanı bakımından Türk hukukunun doğrudan uygulanan
kurallarının kapsamına giren hallerde o kural uygulanır demiştik.

- Bu her türlü hukuki ilişki açısından geçerli olan bir şeydir ve sözleşme olsun ister diğer
kanunlar ihtilafı ilgilendiren yabancılık unsuru içeren meselelerde olsun isterse iç hukuk
olsun fark etmez. Devletin ekonomik olur ,sosyal olur, güvenlikle ilgili olur ,ekonomik
politikası ile alakalı olarak birtakım kurallar da direkt otomatik olarak uygulanması .

-Yani burada toplum menfaati ,devlet menfaati gibi bir takım menfaatlerden hareket ediyor.
Dolayısıyla yabancı hukuk varmış yokmuş hiç bir önemi olmuyor. O kafadan doğrudan
uygulanan kurallar kavramına giriyordu.

*Şimdi bu madde 6, lex foriden kaynaklanan bir doğrudan uygulamalı kural eğer olmasaydı
ama bizim bir de 31.maddede lafzı geçen ve düzenleme konusu olan bir de 3. ülkelerin
doğrudan uygulanan kuralları vardır .Bir de ona bakalım ne diyor 31. madde.

Doğrudan uygulanan kurallar

MADDE 31 – (1) Sözleşmeden doğan ilişkinin tâbi olduğu hukuk uygulanırken, sözleşmeyle
sıkı ilişkili olduğu takdirde üçüncü bir devletin hukukunun doğrudan uygulanan kurallarına
etki tanınabilir.

Söz konusu kurallara etki tanımak ve uygulayıp uygulamamak konusunda bu kuralların


amacı, niteliği, muhtevası ve sonuçları dikkate alınır.

*Şimdi burada doğrudan uygulanan kurallar o bizim madde 6 da lex foriyle ortaya çıkan
doğrudan uygulanan kurallar değil .Burada ortaya çıkan doğrudan uygulanan kurallar
tamamen 3. bir ülkenin doğrudan uygulanan kuralları ve sözleşme ile ilişkisi.

*Buradaki kural sözleşme ilişkisi ile ortaya çıkıyor .Bunu unutmayalım.

260
-Madde 6 da öyle değildi doğrudan uygulanan kural her türlü işlem ve ilişki açısından söz
konusu olabiliyordu .

-Ama madde 31 de ortaya çıkan doğrudan uygulanan Kural tamamen sözleşmeden kaynaklı
olacak bunun özelliği bu ve 3. bir ülkenin doğrudan uygulanan kuralına etki tanıyoruz .

-Yani burada aslında yargılamanın yapıldığı ülke malı ,gideceği ülke ifade edilecek ülke değil
.Ama siz malın ifa edileceği ülkenin doğrudan uygulanan kuralını ne yapıyorsunuz Türk
mahkemesi olarak? Uyguluyorsunuz .O ülkenin hukukunu dikkate alarak kendi mahkememiz
de o ülkenin doğrudan uygulanan kuralını uygularız .

*Bu zorunluluk arz eden bir durum değil .Buna hakim karar verecek. Uygulayabilir diyor.
Dolayısıyla bir zorunluluk arz etmiyor.

*Bu noktada akit ilişkisi uygulanan hukuk dışında ,lex fori dışında başka bir ülkenin
hukukunun dışında başka bir ülkenin hukukunun uygulanması ile karşı karşıya kalınıyor.
Hangi sınırlar içerse doğrudan uygulanan kurallar içerisinde mesela örnekleyelim diyelim ki
satışı yasak ve sadece savunma sanayinde kullanılan bir madde var. Ve siz bunu Haydarpaşa
limanında Türk güvenlik kuvvetleri tarafından istihbarat sonucu yakaladınız ve tespit
ediyorsunuz bununla alakalı bir dava açıldığını varsayalım taraflar arasındaki bir sözleşme
ilişkisinden kaynaklı bunun satımı belki bu sözleşmenin yapıldığı ülkede geçerli olabilir belki
bizim ülkemizde de geçerli olabilir ama bunun teslim edilmesi söz konusu olan ülkede bu mal
yasak olabilir. Genel Güvenlik açısından ya da sadece devletin alıcısı olabileceği bir nitelik
taşıyabilir. Ne yapıyoruz? Türkiye'de devam eden yargılama ile alakalı kendi hukukumuzda
böyle bir yasak olmamasına rağmen o malın teslim edileceği yer hukukundaki bu yasayı
dikkate alarak bu da o doğrudan uygulanan kuralı uygulayabiliriz.

-Burada ifade edilmek istenen mi bu tabi burada üçüncü ülke hukuku ile akitin daha sıkı bir
ilişki içinde olması gerekiyor. Tabii ki bunun hakim tarafından tespit edilmesi gerekiyor.
Malın orada teslim edileceği olması için özellikleri ilişki .Dolayısıyla kafadan da herhangi bir
ülkeye alıp onun doğrudan uygulanan kuralını almıyoruz . Bir ilişki olması gerekiyor .Taraflar
arasındaki akit ilişkisine göre üçüncü ülke ile alakalı .Dolayısıyla bu anlamda örnek olarak
verilebilir.

* Dolayısıyla biz 31. madde kapsamında, üçüncü bir ülkenin doğrudan uygulanan kuralını ne
yapıyoruz ?Taraflar arasında olan sözleşme ilişkisi arasında uyguluyoruz .

İfanın Gerçekleştirilme Biçimi Ve Tedbirler

*Bunun dışında özellikle ifa biçimleri, yani akdin kurulması sonrasında ortaya çıkan ifa nasıl
gerçekleşecek? İfanın gerçekleştirme biçimi nasıl olacak? şeklindeki sorular karşımıza çıkabilir
ki burada da zaten 33. maddede düzenlemesi yapılmıştır. Bu da akit statüsü dışında kalan bir
alandır. 33 maddededir. Zaten okuduğumuzda anlayacağız akit statüsünde hiçbir şekilde
uygulamakla yükümlü değiliz. Ne diyor 33. madde:

261
İfanın gerçekleştirilme biçimi ve tedbirler

MADDE 33 – (1) İfa sırasında gerçekleştirilen fiil ve işlemler ile malların korunmasına ilişkin
tedbirler konusunda bu işlem veya fiillerin yapıldığı veya tedbirin alındığı ülke hukuku
dikkate alınır.

*Şimdi burada kastedilen şu aslında taraflar arasındaki sözleşme kapsamındaki ilgili


sözleşmeye konu olan malların ,akde konu olan malların sayılması, tartılması ,korunması
,geçici bir şekilde bir depoya geçici bir suretle konulması, yargılama sonuçlanıncaya kadar
belki koruma altına alınması gerekebilir bu noktada.

* İşte bu koruma ile alakalı tedbirler veya yargılamanın sonuçlanmasına kadarki süreç
içerisinde ya da bir tespit amacı taşıyan birtakım işlemlerin mahkeme tarafından yapılması
gerekiyor.

* Dolayısıyla burada artık akit statüsü şuymuş İtalyan hukukundaki malların koruma biçimini
alalım vakit yok öyle bir lüksümüz yok o yüzden.

* Bu İfa nasıl gerçekleşecek veya nasıl tedbirler alınacak bunları aciliyet gerektiren konular
oldukları için lex fori yani hakimin hukuku burda devreye girecek ve burada en hızlı en etkili
bir biçimde tedbirler nasıl alınacaksa o şekilde alınır yani malın tartılması gerekiyorsa mallar
hemen tartılır belki mallar bozulacaktır bir an önce malların satılması gerekiyordur veya
dondurucu içinde olan malları düşünün mesela soğuk hava deposundaki malları düşünün
şimdi. Bu malları beklet beklet nereye kadar bir an önce belki elden çıkarılması gerekiyor
satışı gerçekleştirmek durumunda kim karar verecek buna.

* Yani biz taraflar arasındaki akit statüsü İtalyan hukukunu olsun diyelim italyanı hukukunu
bulacağız ondan sonra onu uygulayacağız falan filan bunlarla vakit kaybetmemek adına bu
malların bedeli, sayılması ,tartılması gerekiyorsa depolanması, satışı ile alakalı aciliyet
gerektiren bu kararların ne olması gerekiyor lex forinin hakim olduğunu söylüyor.

30-45 DK

Sözleşmeden doğan ilişkinin varlığı ve maddî geçerliliği

MADDE 32 – (1) Sözleşmeden doğan ilişkinin veya bir hükmünün varlığı ve maddî
geçerliliği, sözleşmenin geçerli olması hâlinde hangi hukuk uygulanacaksa o hukuka tâbidir.

(2) Taraflardan birinin davranışına hüküm tanımanın, uygulanacak hukuka tâbi


kılınmasının hakkaniyete uygun olmayacağı hâlin şartlarından anlaşılırsa, irade beyanının
varlığına, rızası olmadığını iddia eden tarafın mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku
uygulanır.

*Dolayısıyla yine aynı noktaya geldik. Akit statüsü dışında kalan bir durumla karşı karşıya
kalıyoruz.

262
*Bunun dışında akit statüsünün kapsamı dışında olan bir başka durum ise 32. maddede
düzenleme konusu yapılıyor.

*Sözleşmeden doğan ilişkinin varlığı ve maddi geçerliliği olarak ifade edilen bir madde bu.

*Şimdi burada tabii hukuki ilişkiler kurulduğu zaman ve siz o hukuki ilişki ile bağlı olup
olmadığınızı bilemeyebilirsiniz, bazen susma beyanı sizi bu ilişki ile bağlı hale getirir ya da
bazen hiçbir şey yapmazsanız fikir beyan etmezsiniz dolayısıyla bağlı hale gelmezsiniz.

-Bu noktada aslında yani genel kuralımız aslında bu tarz susma beyanının ya da herhangi bir
harekette bulunmama, söylemde bulunmama ya da örtülü bir ifadede bulunma ya da
sözleşme ile bu hareketlerin bağlı olup olmama anlamına gelip gelmediğini aslında açık
statüsü belirler. Genel kural budur fakat bazen akit statüsünün sözleşme ile sizin bağlı hale
gelip gelmediğinizi tespit etme noktasında hakkaniyetli sonuçlar vermemesi söz konusu
olabilir. Yani siz akite uygulanacak olan susma beyanın uyguladığınızda aslında çok iyi
niyetlisinizdir sadece bilmiyorsunuzdur, yani susma beyanınızın aslında sözleşme ile bağlı
hale gelme anlamını taşıdığını bilmiyorsunuzdur. Sözleşme ile bağlı hale gelmek
istememektesinizdir.

Dolayısıyla hiçbir fikir beyan etmemişisinizdir ama o susma beyanı, akit statüsü
uygulandığında sizi sözleşme ile bağlı hale getirebilir işte getirmeli midir getir memeli midir
sorusu aslında bu 32. maddenin cevabı.

*Dolayısıyla bu noktada eğer akit statüsüne uygulanacak olan hukuk, kişinin bu noktada
yani uygulanması noktasında beyanda bulunduğu ya da hiçbir beyanda bulunmadığı iddia
edilen kişinin açısından hakkaniyetli sonuçlar vermeyecekse o zaman başka bir bağlama
kuralına gidilmesi yönünde 32. maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemeyi uyguluyoruz yani
mutad mesken hukukuna atıf yapan bir uygulama söz konusu. Dur bakalım ne diyor:

*Sözleşmeden doğan ilişkinin veya bir hükmünün varlığı ve maddi geçerliliği sözleşmenin
geçerli olması halinde hangi hukuk uygulanacaksa o hukuka tabiidir.

-Sözleşmeden doğan ilişkinin varlığı ve maddi geçerliliği akit statüsüne tabidir hep bunu
söylemiştik.

* Ama sözleşmeden doğan ilişkinin varlığı ve bağlayıcılığının akit statüsüne tabi olması
hakkaniyetli sonuçlar vermiyorsa o zaman ikinci fıkrada başka bir bağlama kuralı getiriliyor.

-Ne diyor bakalım: taraflardan birinin davranışına hüküm tanımanın uygulanacak hukuka
tabii kılınmasının hakkaniyete uygun olmayacağı halin şartlarından anlaşılırsa irade
beyanının varlığının rızası olmadığını iddia eden tarafın mutad meskeni hukuku uygulanır.

*Yani demek ki öncelikli olarak irade beyanının varlığı geçerli olan durumlarda akit
statüsünü uyguluyoruz fakat akit statüsünü uyguladığımızda sonuç hakkaniyetli olmuyor
yani aslında kişi bununla bağlı olmak istemiyor, sadece susma beyanında bulunmuş ama bu
bir rıza anlamını taşımıyor rıza anlamı taşıdığını da bilmiyor dolayısıyla biz Medeni Kanunda

263
iyi niyet diyoruz bu duruma. Dolayısıyla biz bu noktada akit statüsünü değil bu irade beyanı
ile bağlı olmadığını iddia eden tarafın mutad meskeni hukukunu uyguluyoruz

-Tabii burada iyi niyetin tespiti gerekiyor. Normal şartlarda bunu bilmemesi gerekiyor
,bilmemesi veya bilecek durumda olmaması gerekiyor. Tabi bu çok menfi bir şey. Olumsuz
bir şey ispat etmeye çalışıyorsunuz. Burada ispat yükü yer değiştiriyor.

- Burada aslında bu susma beyanı ile bağlı olduğunu bildiğini iddia eden tarafa ispat yükü
geçiyor bu noktada sözleşmenin geçerli ve bağlayıcı olarak kurulduğunu iddia eden taraf
bunu ispat etme yükümlülüğü altına giriyor.

*Bu noktada akit statüsü dışında bir hukukun, yani o irade beyanında bulunmadığını iddia
eden tarafın mutad meskeni hukukunun kuralları uygulanmak suretiyle irade beyanı ile bağlı
mı değil mi, o işlem onu o sözleşme ile bağlı hale getiriyor mu getirmiyor mu bu mutad
mesken hukukuna göre tespit edilecek.

*Yine aynı noktaya geldik akit statüsü dışında akite uygulanacak olan hukukun dışında bir
hukukun uygulanması söz konusu. Demek ki:

 hak ve fiil ehliyeti,


 akitin şekli geçerliliği,
 irade beyanının bağlayıcı olup olmadığı,
 ifanın gerçekleştirilme biçimi
 doğruda uygulanan kurallar.

Bu anlamda akit statüsü dışında kalan haller.


-Bunu anlatırken 31. 32. ve 33. maddeyi de anlatmış olduk

*şimdi gelelim temsil yetkisine. 30. madde kapsamında temsil yetkisi ne demek. 30. maddeyi
anlatırken aslında bir ayrım yapmamız gerekiyor. Aslında maddenin hükmünü okurken de
onu anlayacağız ama burada başlangıç olarak söyleyeyim temsil yetkisini okurken bu
uygulanacak olan hukuku tespit ederken ilk önce ilişkiyi iki açıdan değerlendirmemiz
gerekiyor. İlki temsilci ile temsil olunan arasındaki ilişki diye diğeri temsilci ile üçüncü kişi
arasındaki ilişki.
Dolayısıyla maddeyi değerlendirirken bu iki farklı ilişki türünü dikkate alarak ve bağlama
kurallarını ona göre uygulayarak tespit etmemiz gerekiyor. İlk fıkra temsilci ile temsil olunan
arasındaki ilişkiyi düzenliyor 30. maddenin 1. fıkrası: temsilci ile temsil olunan arasındaki
hukuki ilişkiden doğan temsil yetkisi, aralarındaki sözleşmeden doğan ilişkiye uygulanacak
olan hukuka tabidir. Yani burada demek ki biz temsilci ile temsil olunan arasındaki hukuki
ilişki de eğer altta bir sözleşme varsa o sözleşmeye gideceğiz ve o sözleşmeye uygulanacak
olan hukuku bulacağız önce, bu hukuku bulduktan sonra bunu temsilci ile temsil olunan
arasındaki ilişkiye uygulanacak olan hukuk olarak tespit edeceğiz Burada karşımıza birçok

264
ilişki çıkabilir, tarafların arasındaki ilişki vekalet ilişkisine dayanabilir, o zaman vekalet
ilişkisinden kaynaklanan bir temsilci ile temsilci olunan arasındaki bir ilişkiye uygulanacak
olan hukuku tespit ederken önce vekalet sözleşmesine uygulanacak olan hukuku bulacağız
daha sonra temsil ilişkisi. Ya da avukatlık sözleşmesi olabilir. Önce avukatlık sözleşmesine
uygulanacak olan hukuku bulacağız ondan sonra temsilci ile temsil olunan arasındaki ilişkiye
uygulanacak olan bu hukuku bulacağız.

Dolayısıyla taraflar arasındaki ilişkinin bir akit ilişkisine dayanması halinde öncelikli olarak
ilişki hangi ilişkiye dayanıyor, hangi ilişkiden kaynaklanıyor onu tespit etmemiz gerek daha
sonra vekaletsiz iş görme vesaire noktasında da yine buna döneceğiz. Dolayısıyla birinci fıkra
temsilci ile temsil olunan arasındaki ilişkiyi düzenliyor. Tekrar söylüyorum temsilci ile temsil
olunan ilişkide altta hangi sözleşmesel ilişki yatıyorsa ona uygulanacak olan hukuku bulacağız
o hukuk zaten temsilci ile temsil olunan arasındaki ilişkiye uygulanacak olan hukuktur. İkinci
fıkraya geçelim. İkinci fıkranın subjeleri farklı. Bu sefer başka kişiler arasındaki temsilden
bahsediyoruz: temsilcinin bir fiilinin temsil olunanı 3. kişiye karşı taahhüt altına sokabilmesi
aranan şartlara temsilcinin iş yeri hukuku uygulanır. Orada biz aslında temsilci ile 3. kişi
arasındaki ilişkiye uygulanacak olan hukuku buluyoruz. İlkinde temsilci ile temsil olunandı.
İkinci fıkrada ise temsilci ile 3. kişi arasındaki ilişki. Dolayısıyla bu noktada temsilcinin yapmış
olduğu bir fiilin temsil olunan 3. kişiye bu anlamda ne ölçüde sorumlu kılacağı temsilcinin iş
yeri hukuku ile belirlenir. Temsilcinin işyeri olmayabilir…

Devam ediyor: Temsilcinin iş yerinin bulunmadığı veya üçüncü kişi tarafından bilinmediği
veya yetkinin işyeri dışında kullanıldığı durumlarda temsil yetkisi fiilen yetkinin kullanıldığı
ülke hukukuna tabiidir. Dolayısıyla temsilcinin işyeri hukuku kısaca şöyle diyelim: temsilci ile
3. kişi arasındaki temsil ilişkisi kaynaklı hukuki sorumluluklar da temsilcinin işyeri hukuku
esastır fakat temsilcinin işyeri hukuku bir şekilde tespit edilemiyorsa bilinemiyorsa o zaman o
yetki fiilen nerede kullanıldıysa o yerin hukukuna tabidir. Bu milletlerarası özel hukuk
ilişkilerinde çok önemli bir maddedir çünkü siz bir temsilci atıyorsunuz ve sizin yerinize gidip
başka bir ülkede sözleşme gerçekleştiriyor bu temsilcinin avukat olması halinde ve üçüncü
kişiler ile alakalı bir hukuki durum ortaya çıkması halinde, evet işyeri hukukunu tespit etmek
mümkün ama avukat değil ise başka bir kişi ise o zaman iş yeri olmayabilir o halde fiilen
yetkiyi nerede kullandıysa oranın hukukuna göre, temsilci ile üçüncü kişi arasındaki ilişkileri
bu hukuka tabi kılıyoruz. Ama dediğim gibi ikinci fıkra sadece temsilci ile üçüncü kişi
arasındadır. Devamında yetkisiz temsil diyor, yani temsilcinin 3. kişi ile arasındaki ilişkide eğer
bir yetkisiz temsil hükümleri söz konusu ise o zaman yine bu fıkra hükümlerine tabidir diyor
yani temsilcinin işyeri hukuku maddi normları yoksa fiilen yetkinin kullanıldığı yer hukuku.
Atıf yapıyor.

Temsil olunan ile temsilci arasındaki yetkisiz temsilde ise bu madde uygulanmıyor onda zaten
1. fıkra hükmü. Aralarındaki sözleşmeyi bulacağız sözleşmeyi uygulanacak olan hukuk zaten
taraflar arasındaki temsil ilişkisine de uygulanacak olan hukuktur. Temsilci ile temsil olunan
arasındaki yetkisiz temsil ilişkisi söz konusu ise o zaman da yine birinci fıkra hükmüne tabi
yani ikinci fıkradaki yetkisiz temsil sadece temsilci ile 3 kişi arasındaki ilişkiye uygulanıyor. 3

265
fıkra ise hizmet ilişkisinden bahsediyor taraflar arasında bir hizmet ilişkisi var mı yok
mu.(kesinti)Nerede kaldık hatırlamıyorum ama kısa bir tekrar yapalım. Temsilci ile temsil
olunan arasındaki ilişkide Bu bir sözleşme ilişkisine dayanıyorsa öncelikle bu sözleşme
ilişkisine uygulanacak olan hukuku bulacağız ondan sonra temsil ilişkisine bu hukuku
uygulayacağız. Yetkisiz temsil de buna dahil. Temsilci ile 3. kişi arasındaki hukuki ilişkiye ise 2.
Fıkrayı uyguluyoruz. Orada da temsilcinin işyeri yoksa fiilen yetkinin kullanıldığı yer hukuku.
Aynı şekilde yetkisiz temsil de bizim için geçerli. Burada Ömer Bey bir şey sormuş, ondan
öncesinde de hayvan hakları ile alakalı bir arkadaşımız bir şey söylemiş bir bakayım

Öğrenci :Hocam hayvanlar hangi kapsamda ele alınıyor

Öğrenci: Hayvanları koruma derneği tarzında bir derneğin avukatlığını yapan bir hukukçu
ceza hukuku bağlamında sahipli hayvana zarar verildiği takdirde mala zarar vermeden ceza
verilebildiğini söylemişti. Hayvanları koruma yasası taslağı yasalaşırsa durumun farklı
olacağından bahsetmişti

hımm yabancılık unsuru. Yabancılık unsuru her şekilde karşımıza çıkabilir. Bunu biz biliyoruz.
Kişiler açısından çıkabilir, tarafların sözleşmeyi yaptıkları yer açısından çıkabilir. Mesela siz
yabancı ülkedeki ticaret sahasında faaliyet göstereceksiniz ya da bir borçlar hukuku
sözleşmesine gireceksiniz fakat o hukuku bilmiyorsunuz. Oradaki bir kişiyi o dile hakim
olduğu için yetkilendirdiniz. Alın size yabancılık unsuru, sözleşmeyi sizin adınıza yapmasını
istiyorsunuz dolayısıyla şahısta da bu durum ortaya çıkabiliyor. Yabancılık unsuru aslında ilk
derslerimizde anlattığımız gibi her şekilde karşımıza çıkabilir işlemin yapıldığı yerde ortaya
çıkabilir, şahısta çıkabilir malın bulunduğu yer anlamında çıkabilir gibi gibi devam edebiliriz.

45-60 DK

Yabancılık unsuru her şekilde karşımıza çıkabilir. Şahısta ortaya çıkabilir, işlemin yapıldığı
yerde ortaya çıkabilir, malın bulunduğu yer anlamında yabancılık unsuru ortaya çıkabilir,
seçilen hukuk anlamında ortaya çıkabilir.

‘…… aralarındaki sözleşmeden doğan ilişkiye uygulanacak olan hukuka tabidir.’ Burada direkt
hukuk seçiminden bahsedilmiyor. Ama tarafların arasındaki ilişki hukuk seçimini öngören bir
ilişkiyse o zaman seçilmiş olan hukuka bağlı olarak ortaya çıkan ve bu anlamda temsil
ilişkisine uygulanacak olan hukuktan bahsetmemiz mümkün olur.

Temsil ilişkisi incelerken bize temsilci ile temsil olunan arasındaki ilişki mi soruluyor, yoksa
temsilci ile 3.kişi arasındaki ilişki mi soruluyor ona dikkat edeceğiz. Eğer temsilci ile 3.kişi
arasındaki ilişki soruluyorsa kesinlikle m.30/2’ye gidip m.30/1’e gitmeyeceğiz. Ama temsilci
ile temsil olunan arasındaki ilişkiye uygulanacak hukuk soruluyorsa m.30/1’e gidip m.30/2’ye
gitmeyeceğiz.

m.30/3. Temsilci ile temsil olunan arasında hizmet ilişkisi varsa ve temsilcinin bağımsız bir
işyeri yoksa temsil yetkisi, temsil olunanın işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.

266
Dolayısıyla taraflar arasında bir hizmet ilişkisi varsa ve temsilcinin de bağımsız bir işi yoksa
kanun koyucunun temsil olunanın işyeri hukukuna atıf yaptığını görüyoruz.

##

Birleşmiş Milletler’in kısaca CISG Sözleşmesi olarak da bilinen Menkul Mal Satımına İlişkin
Viyana Sözleşmesi adında önemli bir sözleşmesi vardır. CISG Sözleşmesi neden önemlidir?
Bu sözleşme uluslararası hukukta bir milletler arası borçlar kanunu olarak da
nitelendirilmektedir. Çünkü Birleşmiş Milletler Sözleşmesi olması sebebiyle çok fazla ülke bu
sözleşmeye taraf ve çok fazla uygulaması var. Taraflar arasındaki sözleşme de menkul mal
satımına ilişkinse ve sözleşmenin sınırları içerisinde kalan mallara ilişkinse otomatik olarak
uygulama alanı bulur Viyana Sözleşmesi. Yani siz Viyana Sözleşmesi’nin uygulanmasını
istemiyorsanız bunu sözleşmede açıkça belirtmeniz gerekmektedir. Eğer açık bir şekilde
belirtmezseniz Viyana Sözleşmesi otomatik olarak uygulanır. Tabi ki uygulama alanı sınırlı.
Sözleşmenin tamamına uygulanmıyor. Alıcının ve satıcının hukuki sorumluluklarını,
yükümlülüklerini konu alan bir sözleşme aslında. O yüzden de borçlar hukuku sözleşmesi
diyoruz. Ancak gerek Anglo-Sakson gerekse Kara Avrupası Hukuk Sistemlerin, kabul eden
ülkeler tarafından açıkça kabul edildiği için bütün dünyada yeknesak bir düzenleme getirmiş
olan bir sözleşmedir CISG Sözleşmesi. Sistemsel farklılıklar olan ülkelerin hukuklarını
birleştirmek çok zordur.

Dolayısıyla uluslararası hukuk ve özel hukuk anlamında böyle bütün ülkeleri bağlayıcı
sözleşme yapmak zordur. CISG Sözleşmesi bu anlamda önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti de bu
sözleşmeye taraftır. Dolayısıyla menkul mal satımına ilişkin milletlerarası nitelikli satışlarda
otomatik olarak uygulama alanı bulan bir sözleşmedir Viyana Sözleşmesi. Daha önce de
belirtildiği gibi bu sözleşmenin uygulanması istenmiyorsa bunun açık bir şekilde söylenmesi
gerekmektedir.

CISG Sözleşmesi kapsamında hangi malların kapsam dışı olduğunu uluslararası sözleşme
belirlemiştir. Dolayısıyla sözleşme metnine baktığımızda aslında sözleşmenin kapsamına
girmeyen malları görüyoruz. Bunun dışına sokabileceğimiz her türlü mal ise menkul mal
satımına ilişkin CISG Sözleşmesi’ne tabidir. Elektrik, gemi, hava yastıklı araçlar, tekneler, hava
taşıtları, menkul kıymetler, kambiyo senetleri, cebri icraya konan ya da açık artırmaya tabi
olan mallar, kişisel ve ailevi mallar sözleşmenin kapsamı dışındadır. Bunun dışındaki bütün
mallar CISG Sözleşmesi kapsamında değerlendirilir. Anlaşmanın kapsamına giren satış
sözleşmeleri bakımından doğrudan bu CISG Sözleşmesi’nin uygulanması söz konusu olacaktır.
Bu noktada da karşımıza yani CISG Sözleşmesi’nin uygulama alanı bulduğu hallerde borç
doğuran sözleşmeye ilişkin 24. Maddenin ise uygulanmaması gibi bir durumla
karşılaşıyoruz. Ancak sözleşmenin uygulama alanı oldukça sınırlı. Alıcının ve satıcının hakları
ve yükümlülükleriyle alakalı konularla sınırlı olmak üzere uygulama alanına sahip. Dolayısıyla
bu noktada 24. Maddenin uygulaması ortadan kalkıyor CISG Sözleşmesi kapsamındaki
hükümler devreye giriyor.

CISG Sözleşmesi’nin uygulanabilmesi için:

267
• Satış akdine konu olan kişilerin iş yerleri farklı ülkelerde bulunacak ya da mutad
meskenleri farklı ülkelerde olacak,

• Tarafların işyerlerinin bulunduğu devletler CISG Sözleşmesi’ni imzalamış,


sözleşmeye taraf olan devletler olmalı,

• Taraflar CISG Sözleşmesi’ni imzalamamış olabilirler. Fakat taraflar arasındaki hukuki


ilişkiye konu olan ihtilafın görülmekte olduğu ülke CISG Sözleşmesi’ne taraf ise ya da
davanın görüldüğü ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları CISG Sözleşmesi’ne taraf olan ülkenin
hukukuna atıf yapıyorsa yine CISG Sözleşmesi’nin uygulanması söz konusu olacaktır.

Dolayısıyla uygulama alanı bakımından bu sözleşmenin tarafların vatandaşlığının veya


tarafların tacir olup olmadığının veya taraflar arasındaki sözleşmenin ticari bir nitelik ya da
adi bir nitelik taşıyıp taşımadığının çok önemli olmadığını söyleyebiliriz.

60-70 DK

Tekrar söylüyorum bu sözleşmeye konu olan mallar aslında nasıl suretle belirleniyor.
Sözleşmenin ikinci maddesinde sözleşmenin kapsamına girmeyen malların neler olduğu
belirleniyor. Dolayısıyla aslında bunların dışında kalanlar sözleşmenin kapsamında kalıyor.
Peki bu sözleşme hangi şartlarda uygulama alanı buluyor. Bu sözleşme bir kere tarafların iş
yerlerini akit ülkelerde ve farklı akit ülkelerde olması halinde uygulama alanı buluyor ki
yabancılık unsuru taşıyan bir borçlar hukuku ilişkisinden bir satım ilişkisinden bahsedelim.
Dolayısıyla ya iş yerleri ya mutad meskenleri farklı ülkelerde olacak bunun dışında tarafların
iş yerlerinin bulunduğu ülkeler akit ülke olacak ya da anlaşmaya taraf olacak ya da dava bu
ülkede görülecek ve o ülkenin kanunlar ihtilafı kuralları iş sözleşmesine taraf olan ülkenin
hukukuna gönderme yapacak. Sonuçta her ülkenin kendi kanunlar ihtilafı kuralları var. Yani
mesela biz madde 24 ü uygularken karakteristik edim borcu ya da seçilen hukukun maddi
normlarına uyguluyoruz. Seçilen hukukun maddi normlarına derken neyleri kastediyoruz, o
hukukun külliyen yani tamamlayıcı emredici yorumlayıcı kuralları ile birlikte o hukuka tabi
olan uluslararası sözleşmeleri söylemiştik. Sözleşmeye taraf olmayan bir ülkede yargılama
yapılıyor ve o yargılama sırasında kik dikkate alınarak sözleşmeye taraf olan ülke hukukuna
gönderme yapıyor. O noktada da sözleşmenin uygulanması söz konusu oluyor. Tarafların
vatandaşlıklarının, tacir olup olmamasının önemli olmadığını söylemiştik. Sözleşmenin
uygulama alanı özellikle alıcının ve satıcının yükümlülükleri ile alakalı kısımlarda geçerli olmak
üzere uygulanan bir sözleşme bu. Sözleşmeyle bağlı kalınmak istenmiyorsa bunun çok açık
bir şekilde belirtilmesi gerekiyor

Özellikle mesela Türkiye bu sözleşmeye taraf olmadığı dönemlerde kik gereğince tespit
edilen yabancı hukuk diğer iş sözleşmesine tarafsa o zaman Türk mahkemelerince o iş
sözleşmesinin uygulanması söz konusu olabiliyor.

####

268
Akit dışı borç ilişkileri 34. Maddeden itibaren başlıyor haksız fiiller beraber. Akit dışı borç
ilişkileri dediğimizde genel olarak haksız fiil karşımıza çıkıyor. Onun dışında sebepsiz
zenginleşme ve vekâletsiz iş görmeyi bu anlamda akit dışı borç ilişkileri olarak söyleyebiliriz.
Özellikle bu akit dışı borç ilişkileri şeklinde kanunun bu şekilde düzenlemesi Avrupa Birliği
Roma 1, Roma 2 düzenlemelerinden kaynaklanıyor. Oradan esinlenerek yapılmış olan kanun
düzenlemesidir. Akit dışı borç ilişkilerinin içinde en önemli ilişki haksız fiildir. Neydi haksız fiil
borçlar kanunu 49. Kusurlu ve hukuka aykırı bir şekilde ahlaka aykırı bir fiiller başkasına zarar
verme. Kusur, illiyet bağı, hukuku aykırılık bunlar olması gereken şartlar haksız fiil için. Tabi
bu noktada hukuka haksız fiil kavramının ulusal hukuklar tarafından da çok farklı şekillerde
nitelendirildiğini biliyoruz yani milletlerarası özel hukuk açısından da bazı durumların bizim
için haksız fiil olarak kabul edilmediğini ama bazı hukuklar için bazı hukuki durumların haksız
fiil olarak kabul edilebileceğini daha önceden ifade etmiştik. Mesela hemen aklımıza gelen
Fransız hukukunda anlatmıştım hatırlarsanız. Fransız hukukunda nişanın haksız bir şekilde
bozulması haksız fiil hükümlerine tabii olarak yani vasıflandırılması haksız fiil olarak
nitelendiriliyor ama bizim hukukumuzda bu söz konusu değil. Dolayısıyla haksız fiil
kavramının çok geniş bir içeriğe sahip olduğunu ve ulusal hukuklarda da farklı şekillerde
değerlendirildiğini söyleyebiliriz . Şimdi bu noktada genel olarak 34. Md ye bakalım. Haksız
fiile ilişkin genel bir maddedir.

Ne diyor 34. Md deki kik

İlk fıkra haksız fiillerden doğan borçlar haksız fiilin işlendiği ülkenin hukukuna tabiidir. Buna
özellikle atıf teorisi yani renvoinin istisnalarını anlatırken, haksız fiil nerde gerçekleşiyorsa
oranın maddi normlarının burda renvoi yok biliyorsunuz bu istisnadır zaten haksız fiilin
gerçekleştiği yerin maddi normlarına otomatikman uyguluyorduk. Akabinde haksız fiilin
işlendiği yer ile zararın meydana geldiği yere öncelik tanımış. Eğer haksız fiil ile zarar aynı
yerde gerçekleştiyse sıkıntı yok yani zaten haksız fiilin gerçekleştiği yer zararında gerçekleştiği
yerdir. Üçüncü fıkrada yine haksız fiil ile alakalı istisna kuralını görüyoruz. Haksız fiilden
doğan borç ilişkisinin başka bir ülkeyle daha sıkı ilişki içinde olması durumunda bu ülke
hukuku uygulanır yani biz burda haksız fiil ve özellikle bir istisna kuralının varlığından ve daha
sıkı ilişkili bir hukukun varlığından bahsediyoruz dolayısıyla her şeye rağmen haksız fiilin
gerçekleştiği yer veya zararın gerçekleştiği yerden daha sıkı ilişkili bir hukukun varlığında sıkı
ilişkili hukuk uygulanır mesela iki Türk vatandaşı arasında Polonya'da gerçekleşen bir durum
olsun. Haksız fiil Polonya’da gerçekleşsin zarar da İtalya’da gerçekleşsin. Ama ikisinde Türk
vatandaşı burada Türk hakimi daha sıkı ilişkili hukuk varsa o zaman o hukukun uygulanması
söz konusudur.

70-80 DK

Mesela iki Türk Vatandaşı arasında haksız fiil olsun, haksız fiil Polonya’da gerçekleşmiş.
Zarar da Polonya’da gerçekleşmiş veya İtalya’da gerçekleşsin. Türk hakimi daha sıkı ilişkili
olarak Türk hukukunu alabilir. Burada kastedilen yani daha sıkı ilişkili bir hukuk varsa bu

269
hukukun uygulanması söz konusu. Sonuçta ikiside Türk Vatandaşı olduğu için hakim bildiği
hukuka gidebilir.

“(5) Taraflar, haksız fiilin meydana gelmesinden sonra uygulanacak hukuku açık olarak
seçebilirler.”

Beşinci fıkrada gidelim orada subjektif bağlama kuralını görüyoruz. hukuk seçimi var. Hukuk
seçimi olduğu zaman ne diyoruz, burada artık taraf iradesine dayanan bir maddi norm atfı
vardır. Bunun haksız fiil meydana geldikten sonra açık ve net bir şekilde taraflar bakımından
belirlenmiş olması gerekiyor muallak olmayacak. Dolayısıyla bir hukuk seçimi varsa da bu
hukukun maddi normlarının uygulanması gerektiğinden bahsediyoruz. Yine seçilen hukukun
maddi normları diyoruz. Taraflara seçebilmeleri yönünde bir yetki veriyor ama artık
seçtiklerinde taraf iradesinin o yönde olduğunu düşündüğümüz için de seçilen hukukun
maddi normlarının uygulanması söz konusu. Bu noktada aklımıza tazminat meselesi geliyor.
Yani haksız fiile uygulanacak olan hukuk ister seçilen hukuk, ister haksız fiilin işlendiği yer
hukuku olsun, ister zararın meydana geldiği yer olsun, nihayetinde haksız fiil kaynaklı bir
zarar ve bu zarar yüzünden verilecek olan tazminat var. Baktığımızda haksız fiilden
kaynaklanan tazminatın miktarı konusunda temel prensip de zararın tazmini amacını
gütmesidir. Çünkü bazı hukuklarda bu cezalandırma amacını güder örneğin Amerikan
hukuku. Dolayısıyla eğer Türk hukukunun bu anlamda getirdiği sınırın üstünde bir tazminat
miktarı yabancı hukukun uygulanması sebebiyle ortaya çıkıyorsa da o da artık Türk
hukukunun getirdiği üst sınırdan belirlenir. Amerikan mahkeme kararlarına da geçmiş olan
bir olay vardır. Bir adam Almanya’dan Porshe marka araba alıyor. Araba Amerika’ya geliyor.
Arabanın kapısında belli belirsiz bir Çizik var. O küçük Çizikten dolayı adam çok ciddi bir
tazminat davası açıyor. Arabanın 2-3 katı kadar burada karar verilen tazminat miktarı bizim
kokunuzu hiç olmayacak bir durum. Çünkü Amerika’da tazminatın cezalandırma amacı vardır.
Bu amaç bizim hukukumuz açısından geçerli değil.

-Öğrenci: Seçilecek hukuk haksız fiille bağlantılı mı olmalıdır yani haksız fiilin gerçekleştiği yer
ya da zararın gerçekleştiği yer?

-Tabii ki yani haksız fiilin gerçekleştiği yer mesela arabayla gidiyorsunuz Türk Vatandaşısınız
Bulgaristan’da birisine Çarpıyorsunuz. Bu haksız fiildir haksız fiilin gerçekleştiği yer
Bulgaristan dolayısıyla siz Türkiye’de bir davayla karşı karşıya kaldığınızda bu durumla ilgili
dava sıfatını taşıyarak. Bu durumda ne oluyor mahkeme haksız fiilin gerçekleştiği yer Yani
Bulgaristan hukukunun maddi normlarını dikkate alarak karar veriyor.Yani haksız fiile
uygulanacak maddi hukuk dediğimizde aklımıza ne geliyor Haksız fiil hükümleri bu çerçevede
ortaya çıkacak olan tazminatın miktarı hukuki niteleme bunların hepsi haksız fiile
Uygulanacak olan hukukun maddi normları ile alakalı. Dolayısıyla zarar başka bir yerde
meydana geldi mesela siz adama Bulgaristan’da çarptınız adam bisikletçi diyelim adam
Bulgaristan sınırını geçti Almaya’ya gitti mesela adam orada öldü. Hayatına veyauz bunu
kaybetme olayı nerede meydana çıktı Almanya’da. O zaman eylemle bağlantılı zararın
meydana geldiği yer Almanya olduğu için bu seferde Türkiye’deki yargılama da Alman

270
hukuku uygulanır. Zarar kavramı kusuru kavramı tazminat miktarı bunların hepsi alman
hukukuna göre tespit edilecektir. Şimdi bir de dördüncü fıkra var. Özellikle sigorta
şirketlerine bu anlamda talep hakkı veriyor haksız fiil kaynaklı. Ne diyor 34. maddenin
dördüncü fıkrası.

“(4) Haksız fiile veya sigorta sözleşmesine uygulanan hukuk imkân veriyorsa, zarar gören,
talebini doğrudan doğruya sorumlunun sigortacısına karşı ileri sürebilir.”

Dolayısıyla burada da haksız fiil kaynaklı durumlar da aslında haksız fiili gerçekleştiren kişiden
ziyade sigortaya karşı yöneltilmesi söz konusu. Bunun içinde tabii ki haksız fiile uygulanacak
olan hukuk haksız fiili gerçekleştiren kişi ile sigortacı arasındaki sözleşme de sigortacıya
gitmeye ilişkin bir hüküm olması gerekiyor. Haksız fiile uygulanacak olan hukuk kapsamında
haksız fiile sebep olan kişinin sigortacısına gidilmesi yönünde bir düzenleme olması
gerekiyor. Bu noktada doğrudan haksız fiili gerçekleştiren kişinin yerine sigortacıya gitme söz
konusu oluyor. Haksız fiil mağduruna aslında bir imkan tanınıyor ödeme gücü yüksek olan
sigortacıya doğrudan gidebiliyor. Tabii ki sigortacı bu anlamda daha sonra rücu edecektir.
Haksız fiile uygulanacak hukuk buna imkan veriyor olabilir veya sigorta sözleşmesi veya bir
alternatif bağlama kuralı vardır. Bunların doğrudan sigortacıya gitme imkanı tanıması
gerekiyor.

Benim en sevdiğim maddelerden biri 35. maddedir. Kişilik haklarının ihlalinde sorumluluk.
Özel nitelikli bir haksız fiil. Biz söylemiştik 34 genel bir haksız fiil kuralıdır, 35-38 arasıysa özel
nitelikli bir haksız fiil düzenlemeleridir.

“Kişilik haklarının ihlâlinde sorumluluk

MADDE 35 – (1) Kişilik haklarının, basın, radyo, televizyon gibi medya yoluyla, internet
veya diğer kitle iletişim araçları ile ihlâlinden doğan taleplere, zarar görenin seçimine göre;

a) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek durumda ise zarar
görenin mutad meskeni hukuku,

b) Zarar verenin işyeri veya mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku veya

c) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek durumda ise zararın
meydana geldiği ülke hukuku,

uygulanır.

(2) Kişilik haklarının ihlâlinde cevap hakkı, süreli yayınlarda, münhasıran baskının
yapıldığı ya da programın yayınlandığı ülke hukukuna tâbidir.

(3) Maddenin birinci fıkrası, kişisel verilerin işlenmesi veya kişisel veriler hakkında bilgi
alma hakkının sınırlandırılması yolu ile kişiliğin ihlâl edilmesinden doğan taleplere de
uygulanır.”

271
Md 35 Bu aslında yanlış kaleme alınmış bir maddedir kişilik haklarının ihlalinde sorumluluk
dediğimizde sanki bütün kişilik haklarının ihlali bu madde kapsamındaymış gibi düşünülüyor
ama doğru değil burada özellikle medya, kitle iletişim araçları veya bu kişisel verilerin
paylaşılması, dağıtılması yoluyla ortaya çıkan ihlallere uygulanacak olan hukuktan
bahsediyor. Yani burada kişilik haklarının tamamına yönelik ihlalleri 34. madde kapsamında
değerlendirmek zorundayız. Yani bu maddenin özel bir şey var o sınırlı bir madde her kişilik
hakkı ihlalini kapsamıyor.

80-90 DK

Ne diyor 35. maddenin birinci fıkrası?

Madde 35/1

“Kişilik haklarının, basın, radyo, televizyon, gibi medya yoluyla, internet veya diğer kitle
iletişim araçları ile ihlalinden doğan taleplere, zarar görenin seçimine göre” diyor.

Şimdi biz burada bir kere buradaki kişilik hakkı ihlalinin kitle iletişim araçları ile
gerçekleşmesi gerektiğini. Bu radyo olabilir, basın olabilir, televizyon olabilir, internet
yoluyla olabilir, instagram vs. gibi bunları genişletebiliriz. Kamuoyunun bu durumdan
haberdar olması gerekiyor. Yani siz evinizde oturmuşsunuz sadece sizin kişiliğinize yönelik bir
şey olmuş sadece siz biliyorsunuz, bu değil. Bu 34. Madde kapsamındadır. Biraz önce de
söylemiştim. Size biri mail atıyor mesela siz evde açıyorsunuz mailinizi okuyorsunuz hakaret
dolu bir şey. Evet, kişilik haklarına aykırı bir durum söz konusu fakat bunu sadece siz
görüyorsunuz ve siz biliyorsunuz. Kamuoyuna yansımış bir durum yok, kitlelerin bundan
haberdar olması gibi bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla o durum 34. madde
kapsamındadır. Buradaki başka bir şey, burada sizinle ilgili mesela bir resminiz konulsa
sahilde arkadaşlarınızlasınız ve gazeteciler geliyor resminizi koyuyor. Bütün dünya basınında
aslında istemediğiniz bir şekilde lansa ediliyorsunuz. Veyahut ırkınızla, etnik kökeninizle ya da
inançlarınızla alakalı basın yayın organlarında uluslararası medyada sürekli bir şey. Herkes
bundan haberdar oluyor mesela. Dolayısıyla bu bununla ifade edilen bir şeydir. Burada kitle
iletişim araçlarıyla, mesela instagramda bir şekilde sizin izniniz ve bilginiz dahilinde olmadan
alınıyor resimler konuyor ve herkes o resimlerden haberdar oluyor gibi.

Dolayısıyla burada dediğim gibi basın, televizyon, radyo ve diğer kitle iletişim araçları internet
yoluyla gerçekleşen bir ihlal söz konusudur. Burada tabii ki mağdura dönük bir şey var,
mağdurun durumuna bir sempati ile yaklaşılıyor ve o yüzden ona birden fazla hukuku seçme
imkanı tanınıyor.

Mağdur bu birden fazla hukuktan birini seçmek suretiyle mevcut yargılamaya uygulanacak
olan hukuku belirliyor. O yüzden (a), (b) ve (c) bentleri aslında bu anlamda mağdura duyulan
bir sempatinin somutlaşmış halidir. Dava açıldığı taktirde mağdur hangi hukukun kendisi için
daha avantajlı sonuçlar vereceğine inanıyorsa o hukuku seçiyor.

272
Bakalım ne diyor?

1- Madde 35/1(a) - Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek durumda
ise zarar görenin mutad meskeni hukuku.

Şimdi burada tabi bir şart getirmiş. Yani zarar gören mağdur kişinin bu yönde bir imkanı var
ama bu imkanı kullanırken de belirli şartlara tabidir. Dolayısıyla zarar veren kişinin eğer
zararın meydana geldiği ülkede gerçekleşeceğini bilmesi durumunda o zaman zarar görenin
mutad meskeni hukuku seçilebiliyor.

2- Madde 35/1(b) - Zarar verenin işyeri veya mutad meskeninin bulunduğu ülke
hukuku seçilebiliyor.

3- Madde 35/1(c) - Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek


durumda ise zararın meydana geldiği ülke hukuku.

3. de yine aynı şartlarda.

Yani demek ki zarar veren zarar görenin mutad meskeni hukukunda zararın meydana
geleceğini biliyorsa zarar görenin mutad meskeni hukuku. Veyahut zararın meydana geldiği
ülkede gerçekleşeceğini biliyorsa ve bilmesi gerekiyorsa zararın meydana geldiği yer
hukuku. Ya da zarar verenin işyeri ile mutad meskeni hukukunun uygulanması söz
konusudur. Yani 4 tane hukuktan birini, mağdur sıfatını taşıyan zarar gören seçebilir.

Demek ki zarar görene duyulan sempati zarar görenin bazı ülke hukuklarını seçebilmesine
imkan tanıyor. Şimdi burada özellikle (a) ve (c) bentlerinin bir takım şartlara bağlı olduğunu
görüyoruz. Yani zarar görenin mutad meskeni hukukun ve zararın meydana geldiği yer
hukukunun seçilebilmesi için bir kere zarar verenin zararın bu ülkelerden birinde meydana
geldiğini bilmesi gerekiyor. Ya da zarar verenin işyeri veya mutad meskeninin bulunduğu yer
hukuku. Yani 4 tane hukuktan bahsedebiliyoruz. Bu 4 tane hukuktan birini zarar gören
seçebiliyor. Seçimlik bir hak olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu kişilik hakları ihlalinde
önemli olan şey unutmayın kitle iletişim araçları ile meydana gelecek. Öyle oturdunuz
mailinizi açtınız sadece siz gördünüz bu değil. Bu 34. madde kapsamında değerlendiriliyor.
Kitle iletişim araçları, herkes, kamuoyu ne oluyor bilgilendiriyor.

Dünya medyasında bu tarz olaylar sık sık yaşanıyor. Mesela dünyaca ünlü bir top model
vardı. Uygunsuz resimleri ortaya çıktı. Toplum sağlığı açısından bütün şirketler onunda
sözleşmelerini feshettiler mesela kötü bir örnek olması sebebiyle. Dolayısıyla baktığınızda
işte mesela kitle.. Daha sonra tabi davalar açtı. Baktığınızda örnek olarak gösterilebilir.

Yani kişisel haklarla alakalı, kişilik haklarının ihlal edildiği ile alakalı, bu anlamda zarar
görmesiyle alakalı davalar noktasında böyle kafanızda somutlaşsın diye bir örnek verebiliriz.
Ya da mesela bir kişi kendisiyle ilgili asılsız haberler ortaya çıktı. İtalya’da Sardunya adasında
tatildesiniz mesela. İngiliz bir iş adamısınız. Sizinle alakalı böyle abuk subuk haberler çıkıyor
ve siz tatildeyken bu haberleri görüyorsunuz. Dolayısıyla arkadaşlar demek ki 35. maddede

273
böyle 4 tane hukukun uygulanması ile alakalı bir seçimlik haktan bahsedebiliyoruz. Bunların 2
tanesinde de ne var? Bir takım şartların gerçekleşmesi gerekiyor.

Madde 35/2

“Kişilik haklarının ihlâlinde cevap hakkı, süreli yayınlarda, münhasıran baskının yapıldığı ya da
programın yayınlandığı ülke hukukuna tâbidir.”

2. fıkra kişilik haklarının ihlaline cevap hakkı ile alakalı. Yani sizin kişilik haklarınızın ihlal
edilmesi halinde bir cevap hakkı doğuyor doğal olarak. Dolayısıyla bunun için getirilmiş olan
bir düzenlemedir md. 35/2. Bir süreli yayın yoluyla mı yapıldı yoksa program televizyonda mı
veya internet kanalıyla mı yayınlandı onun ayrımının yapılması gerekiyor. Eğer bir süreli
yayınsa o zaman baskının yapıldığı ülke hukuku, eğer bir program yayınlanması biçimindeyse
o zaman programın yayınlandığı ülke hukukuna tabidir. Şimdi burada da bir dergi birçok
ülkede aynı anda yayınlanıyor olabilir. Farklı baskıları olabilir. Ya da bir program aynı anda
birden fazla ülkede yayınlanabilir. Acaba hangisinde daha çok etki doğurmuş ona bakılır.
Hangisinde haksız fiil nitelikli eylem mağdur açısından daha ağırlıklı sonuçlar doğuruyorsa,
daha rencide edici, daha onun kişilik haklarına ciddi anlamda zarar verici bir nitelik taşıyorsa
o zaman tabii ki o ülke yani o programın yapıldığı ülke veya o basımın yapıldı ülke dikkate
alınacaktır.

Şimdi tabi bu biraz farklı bir şeydir. İnsanların ve toplumların ahlaki anlayışları, bakış açılarıyla
da doğrudan alakalıdır. Yani bir topluma göre ahlaksız olarak nitelendirilebilecek bir durum
başka bir ülke hukukuna ve toplumlarına göre gayet de hiç o kapsamda
değerlendirilmeyebilir. O yüzden bunun dengesini o ahlak kuralları, o hukuk kuralları biraz da
belirleyecektir.

Evet, son fıkraya gelelim. Ne diyor?

Madde 35/3

“Maddenin birinci fıkrası, kişisel verilerin işlenmesi veya kişisel veriler hakkında bilgi alma
hakkının sınırlandırılması yolu ile kişiliğin ihlâl edilmesinden doğan taleplere de uygulanır.”

Şimdi burada tabi kişisel veriler falan önemlidir. Yani baktığımızda kişinin parmak izi, kişinin
kişisel bilgileri, soyadı, ismi, resmi, sağlık problemleriyle alakalı bilgiler, kullandığı ilaçlar,
sağlıkla alakalı bilgiler, vergi numarası, TC numarası bunların hepsi aslında kişisel data
olarak değerlendirebileceğimiz, kişisel veri olarak değerlendirebileceğimiz konulardır.
Dolayısıyla bunların aktarılması ve işlenmesi sırasında da ortaya birtakım ihlaller çıkabilir.
Veya sizin bu verilere ulaşmanız sınırlandırabilir. Bunlarla alakalı bilgi alma hakkınız
sınırlandırılabilir. İşte kişisel veri tabiri olarak ifade ettiğimiz bu.

Telefon numaranız bile bir kişisel veridir, pasaport numaranız zaten otomatikman kişisel
veridir. Kültürel düzeyiniz, bu anlamda kişinin dini ve siyasi görüşleri, cinsel tercihleri vs.
bunların hepsi kişisel veri olarak değerlendirebileceğimiz hususlardır.

274
90-100 DK

Veya sizin bu verilere ulaşmanız sınırlandırılabilir, bunlarla alakalı bilgi alma hakkınız
sınırlandırılabilir. İşte, kişisel veri tabiri olarak ifade ettiğimiz işte bu telefon numaranız bile
kişisel veridir yani, pasaport numaranız zaten otomatikman kişisel veridir. Kültürel düzeyiniz,
bu anlamda kişinin dini ve siyasi görüşleri, cinsel tercihleri vs.bunların hepsi kişisel veri olarak
değerlendirebileceğimiz hususlardır. Dolayısıyla bunların toplanması, taahhüt verilmesi,
nakledilmesi, paylaşılması, kullanılması vs. bunların hepsi, bunların ihlâlini doğurabilecek
yani bunlara ulaşımın engellenmesi veya bunların arşivlenmesi sırasında ya da kullanılması,
aktarılması sırasında birtakım hukuk dışı durumların ortaya çıkması veya işte ya da silinmesi
mesela, bunların hepsi kişilik hakkı ihlali olarak değerlendirilebilir. Bundan dört beş sene
önceydi mesela Sağlık Bakanlığının kişisel verilerle alakalı sistemine girip birçok insanın bu
kişisel verileri ifşa edilmişti. Dolayısıyla baktığımızda bu kişilik haklarının ihlali olarak
değerlendirilebileceğimiz bir durum. İşte bu noktada bu üçüncü fıkra tabi bunun uluslararası
nitelikli boyutlarıyla ilgileniyor baktığımızda, ne diyor? “Kişisel verilerin işlenmesi veya kişisel
veriler hakkında bilgi alma hakkının sınırlandırılması yoluyla kişiliğin ihlal edilmesinden doğan
taleplere de yine aynı şekilde 1. Fıkradaki hükümler işte; zararın gerçekleştiği yer, zarar
verenin işyeri veya mutad meskeni veya zarar görenin mutad meskeni hukuku uygulanır.”
diyor. Dolayısıyla biz bu kişisel verilerin toplanması, aktarılması, silinmesi noktasında ortaya
çıkan kişilik haklarının ihlallerine de demek ki 35/1’i uyguluyoruz.

Şimdi, tekrar devam edelim 36. maddeye . 36. maddede de karşımıza ne çıkıyor? İmalatçının
sözleşme dışı sorumluluğu. Şimdi, imalatçının sözleşme dışı sorumluluğu önemli çünkü,
hiçbir zaman son tüketici ile imalatçı karşı karşıya olmaz. Çin’den bir ürün geliyor mesela;
imalatçı Çinli bir firma. Siz onu artık kaçıncı alıcı olarak alıyorsunuz, muhatap olabiliyor
musunuz aranızda bir hukuki ilişki var mı, yok. Dolayısıyla; siz onu çeşitli el değiştirmeler
şeklinde elde ediyorsunuz. Ya da Hindistan’dan bir ürün geliyor. Şimdi o Hindistan’daki
üreticisiyle aranızda doğrudan bir akit ilişkisi oluyor mu, olmuyor. Fakat; bazen o üretilmiş
ürün yüzünden ne oluyor? Hayatınızı kaybedebiliyorsunuz, bir uzvunuzu kaybedebiliyorsunuz
veyahut sahip olduğunuz bir malvarlığına zarar gelebiliyor. Dolayısıyla bu noktada işte o
imalatçının yarattığı bu hukuki zarar noktasında onun yükümlülüğünün ortaya çıkması
gerektiği anlayışından hareket edilerek uluslararası hukukta imalatçının sözleşme dışı
sorumluluğu adı verilen bir hukuki düzenleme getirilmiş ve bizim bunu tabii Roma
Tüzüğü’nden aldığımız bir hükümdür. Bu çerçevede de kendi kanunumuza ne yapmışız?
uyarlamışız ve koymuşuz.

Şimdi bu noktada, imalatçının sorumluluğu tabii imal edilen mal ve üründeki ayıp nedeni ile
gerektiğinde üreticiye ve üretici sayılan kişilere karşı aslında talep hakkını sağlayan bu
anlamda onların işte ölüm, bedensel zarar veya mala gelen zarar ile alakalı sorumluluklarını
ortaya çıkaran sözleşme dışı bir sorumluluk hali olarak karşımıza çıkıyor. Biraz önce
söylediğim gibi yani son kullanıcı ile imalatçı hiçbir zaman yüz yüze bir akit ilişkisi içerisine
girmez ama son kullanıcının zarar görmesi durumunda bunun bir şekilde imalatçıya
yöneltilebilmesinin söz konusu olan taleplerinin olması gerektiği anlayışı ile bu madde ortaya

275
çıkmış. Dolayısıyla uluslararası, özellikle imalatçının sorumluluğu ile alakalı olarak da bu
uluslararası hukukta ortaya çıkan ve hangi hukukun uygulanması gerektiği noktasında ortaya
çıkan o karmaşıklık çünkü haksız fiili oluşturan unsurlar, daha önce de bahsetmiştim yani, bir
ülke hukukuna göre haksız fiil diğer ülke hukukuna göre değil, falan şeklinde. Bu farklı
unsurlar ve bu karmaşıklık özellikle 34. maddedeki haksız fiil kurallarının da bu anlamda
yetersiz kalacağı düşüncesiyle 36. maddenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Şimdi, akit dışı borç ilişkilerine uygulanacak olan hukuka bir bakalım. İmalatçı ne anlamda
sözleşme dışı sorumlu oluyor? İmal edilen şeylerin sebep olduğu zarardan doğan
sorumluluğa yine zarar görenin seçimi. Yine burada, zarar gören mağdura duyulan sempati
ile yaklaşılmış ve yine onun seçimine uygun bir şekilde hukuklar belirlenmiş. Ne diyor? “Zarar
verenin mutad meskeni veya işyeri hukuku ya da imal edilen şeyin iktisap edildiği ülke
hukuku uygulanır.” Demek ki zarar verenin mutad meskeni hukuku ya da işyeri hukuku ya
da iktisap ülkesi hukuku uygulanıyor. Yalnız, yine bir şart var yani özellikle iktisap ülkesi
açısından. Ne diyor? İktisap yeri hukukunun uygulanabilmesi için zarar verenin, mamulün o
ülkeye rızası dışında sokulduğunu ispat edememiş olması gerekir. Yani ‘ben bu malın bu
ülkeye girdiğinden haberim yoktu, ben hani bu ülkede satıldığını bilmiyordum bile’ şeklinde
eğer bir ispat gerçekleştirirse imalatçı, zarar veren; o zaman iktisap yeri hukukuna gidemeyiz
diyor kısaca kanun. Ama bunu ispat edemezse o noktada yani zarar verenin, mamulün o
ülkeye rızası dışında sokulduğunu ispat edememiş olması halinde o zaman ne oluyor? Bu
hukukunda iktisap ülkesi hukuku olarak uygulanması söz konusu oluyor. Dolayısıyla burada
bu imalatçı ne yapacak? Benim bilgim yok, ben o ülkeye satış yapmadım, ya bu birçok şekilde
şey yapılabilir yani sonuçta distribütör başka bir ülkededir o distribütöre satmıştır. Daha
sonra distribütör onu başka bir şekilde el değiştirerek satmış olabilir. Dolayısıyla bunu ortaya
koyarsa o zaman iktisap ülkesi hukukuna gidilemez burada bu ifade ediyor ama ispat
edemezse o zaman mağdur o üç hukuktan birini seçmek suretiyle iktisap ülkesi veya işyeri
hukuku veya mutad mesken hukukunu seçmek suretiyle imalatçının sorumluluğunu
düzenleyecek.

Şimdi burada aslında önemli olan bir şey var arkadaşlar onu bahsedelim. O da buradaki zarar
görenin seçimine göre zarar verenin mutad meskeni veya işyeri hukuku uygulanır şeklindeki
o 36. maddenin ilk bölümündeki bağlama noktalarının da tamamıyla tesadüf olduğu
zannedilmesin. Buradaki o zarar verenin işyeri hukuku veya zarar verenin mutad meskeni
hukuku aslında bilinçi olarak kurulmuş olan bağlama noktalarıdır.

Çünkü genellikle imalatçılar düşük standartların olduğu, düşük standartlarda sorumluluklar


öngören ülkelerde üretim yapmak isterler. Yani mesela en basiti gidiyoruz mesela bir
mağazadan alıyoruz atıyorum mesela Zara’dan bir şey aldınız made in Vietnam, İndia,
Pakistan der. Şimdi baktığınızda İspanyol şirket gidiyor, niye İspanya da yapmıyor, tamam
ucuz, ham madde ıvır zıvır ama bazen de standartların yani bazen değil bu çok esaslı bir
şeydir; her anlamda standartların çok düşük olduğu, imalatçıya ve üreticiye düşük
standartlarda sorumluluklar yükleyen ülkelerde faaliyet göstermek isterler. Dolayısıyla bu
ürünlerini de daha düşük standartlarda sorumluluk öngören ülkelerde satışa sunmak isterler

276
genellikle. Genel olarak baktığımızda işte bu işyeri hukuku veya mutad mesken hukukunun
konmasıyla aslında o ülkelerde yapılan üretim veya o ülkelerde yapılan o satış sebebiyle o
ülke hukuklarına gidilmesinin de aslında bir anlamda önü kesilmiş olur. Çünkü zaten bunlar
büyük firmalardır. Dolayısıyla işyerleri nerede olacaktır? İspanya’da, İngiltere’de, Almanya’da
olacaktır ya da mutad meskenleri yine bu ülkelerde olacaktır. Dolayısıyla onları o düşük
standartlar getiren, düşük sorumluluklar getiren ülkelerin hukuklarından uzaklaştırmak adına
kendilerinin doğrudan bağlı oldukları hukuklara tabi kılmak suretiyle de işte bu zarar gören
kişilerin mağduriyetlerini ortadan kaldırma amacı taşımaktadır. Çünkü yani bir İspanya’da bir
İngiltere’de, Fransa’da, İtalya’da, Almanya’da ya da bir Amerika’da bu tarz ürünlerin yaratmış
olduğu hukuki sorumluluklar çerçevesinde tazminat miktarları ile ya da sorumluluğun
çerçevesi ile düşük standartlar getiren ülkeler işte Hindistan, Pakistan, Vietnam vs.
buralardaki standartlar aynı değildir.

100-110 DK

Dolayısıyla o ülkelerin hukuklarına başvurulmasına engel olmak adına zarar verenin mutat
meskeni veya iş yeri hukukunun getirmiş olduğu hükümlerden yararlanılarak bu yolun da önü
kapatılmış olur. Amaç bu. Dolayısıyla burada dediğim gibi üç tane hukuk görüyoruz;
imalatçının iş yeri hukukunu veya mutat meskeni veya iktisap ülkesini görüyoruz. İktisap
ülkesinin ortaya çıkabilmesi için imalatçının o malın orada satıldığını ispat edememiş
olması lazım. İspat etmiş olursa iktisap edildiği ülke hukukuna gidemiyoruz. Yine maddi
normal atfı burada uygulanıyor. Haksız fiil var mı yok mu, haksız fiilin içeriği, bu haksız fiilin
nitelemesi sonrasında haksız fiilin sonuçları, taraflar açısından doğuracağı sonuçlar hep bu
tespit edilen hukukun hükümlerine göre belirlenecek.

####

Madde 37’ye gelelim. Haksız rekabet dediğimiz şey aslında satıcıların müşterilere bir
anlamda kârını arttırmak adına da giriştikleri bir şey. Bunun adil ve olması gerektiği şekilde
yapılması halinde rekabet iyi bir şeydir. Sonuçta tüketiciye yarar, bu hizmetlerden
yararlanacak olan kişilere yarar. Dolayısıyla sosyal adaletin sağlanması, ekonomik dengenin
sağlanması açısından rekabet ticaret hukuku içerisindeki kurallara uygun, ahlaka uygun
yapıldığı sürece hiçbir zararı yoktur faydası fazladır. Ancak hukuk dışı yollarla rekabet
yapılmaya başlandığında meşru vasıtalar kullanılmaksızın bir rekabet yapılmaya
başlandığında ne olur piyasadaki birçok firma, şirket bundan zarar görür. Dolayısıyla bunun
önüne geçebilmek adına rekabete ilişkin kuralların getirilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Şimdi
baktığımızda kartelleşmeler görüyoruz, uyumlu davranış modelleri görüyoruz, bazen
tekelleşmeler görüyoruz. Bunlar hep rekabeti ortadan kaldıran şeylerdir.

Yani bir sektörün sadece birkaç şirket arasında bölüşülmesi veyahut bir alanda faaliyet
gösteren tek bir şirketin olması dolayısıyla o şirketin bu hakimiyetini kötüye kullanması
tekelleşme dediğimiz şey kartelleşme dediğimiz şeyler bunlardır ya da uyumlu davranış
modeli. Bu ürünü bu fiyatın altında satmayalım şeklinde karar alıyorlar aslında o ürünün fiyatı
o değil ama insanlar mecburiyetten alıyor. Mesela bu maskeler ilk çıktığında öyle olmuştu

277
hatırlarsanız. Yani aslında benden çok daha iyi biliyorsunuz gabin gibi bir durum söz konusu.
Dolayısıyla bu ticari uygulamaları Türk ticaret kanunu da ve diğer ticaret kanunu da hem
rakip kişiler arasında sektörde faaliyet gösterenler hem de tedarikçiler müşteriler arasındaki
ilişkileri aldatıcı reklamlardan faaliyetlerden uzak dürüstlük kuralları çerçevesinde
gerçekleştirmek adına rekabet kurallarına her zaman için ihtiyaç olduğunu söylüyoruz.
Dolayısıyla Türk ticaret kanunu hükümleri çerçevesinde de ve Borçlar kanunu hükümleri
içinde de bu rekabet kurallarına uygun bir şekilde davranılması gerekiyor. Şimdi 37. maddeye
bir bakalım.

Madde 37: Haksız rekabet

(1) Haksız rekabetten doğan talepler, haksız rekabet sebebiyle piyasası doğrudan etkilenen
ülke hukukuna tabidir.

(2) Haksız rekabet sonucunda zarar görenin münhasıran işletmesine ilişkin menfaatleri ihlal
edilmişse, söz konusu işletmenin işyerinin bulunduğu ülke hukuku uygulanır.

İkinci fıkrayı da okuyalım ikisini birlikte değerlendirmek daha doğru oluyor. Şimdi burada
haksız rekabetle alakalı düzenlemeleri ya da uygulamaları ya da fiilleri ikiye ayırmamız
gerekiyor.

Biri acaba bu haksız fiil nitelikli eylem doğrudan işletmeyi mi hedef almış yoksa bu haksız fiil
acaba bütün bir piyasayı mı etkisi altına almış ona bakmalıyız. Bu ayrımı yapmalıyız.

Mesela işte bir şirketin çalışanlarına o işe gitmeyin diyorsunuz, gerek yok o çok kötü bir
işveren diyorsunuz. Şimdi burada sadece o iş yerine yönelik bir haksız rekabet durumu söz
konusu.

Yani o Amerikan şirketinde çalışmayın çök sömürücü bir şirket diyerek oradaki çalışanlara
sürekli baskı uyguluyorsunuz. Veyahut o şirketin kişisel sırlarını bir şekilde elde etmeye
çalışıyorsunuz. Sadece o şirkete yönelik bir haksız fiil niteliği taşıyacak eylemler
içerisindesiniz. Bu noktada şirkete yönelik bir durum söz konusu olduğunda bu şirketin
menfaatlerini ihlal edecek bir durum ortaya çıktığında o zaman menfaatleri ihlal edilen
şirketin iş yerinin bulunduğu ülke hukuku uygulanıyor. Burada bir sıkıntı yok.

Ama eğer piyasaya dönük bir haksız fiil varsa mesela bu sene tavuk yemeyin, tavukların
hepsi ilaçlı dediğimizde tamamen tavuk piyasasına yönelik ya da Amerikan fast food zincirini
protesto ediyoruz. Türkiye’deki hiçbir Amerikan fast food zincirini kabul etmiyoruz,
yemeyeceğiz dediğimizde Amerikan fast food zincirine yönelik bir aksiyon alıyorsunuz.
Dolayısıyla piyasa doğrudan etkileniyor. Şirketler de etkileniyor ama şirketlerden daha çok
amerikan fast food zincirinin o piyasadaki durumu etkileniyor. Ya da tavuk yemeyeceğiz
deyince ne oluyor bütün tavuk üreticileri ve bu alanda faaliyet gösteren restorantlar bundan
etkileniyor. Tabi bunun yabancılık unsurlu halini düşündüğünüzde ya da işte mesela balık, bir
sürü yabancı firma var. Mesela suşiciler var Japon restoranları, Çin restoranları bulaşıcı

278
hastalık taşıyorlar dediğinizde sadece o Japon restoranlarına Çin restoranlarına yönelik bir
şey oluyor. Sektör bundan etkileniyor.

Dolayısıyla firmanın yanı sıra piyasa da doğrudan etkilendiği için piyasası doğrudan
etkilenen ülke hukuku uygulama alanı buluyor.

Yani bu haksız fiil Türkiye’de meydana geliyorsa ve Türkiye’deki Çin lokantalarına yönelik bir
şeyse o zaman piyasa doğrudan etkilendiği için Türk hukukunun maddi normları uygulanıyor.

Sadece o işletmeye yönelikse yabancı firmaya yönelikse o firmanın iş yerinin bulunduğu


ülke hukuku uygulanır. Burada da kastedilen bu.

¶ Yani burada tabi rekabet piyasasındaki tüm rakiplerin bir kere aynı mesafede olması
gerekiyor. Çünkü piyasada yer alan rakipler tüketiciler ve kamuoyunun aynı oranda kurulması
gerektiği anlayışından hareket ediliyor. Aynı şey Türk yatırımcıları açısından da geçerli.
Mesela Türk yatırımcı belki Almanya’da faaliyet göstermek istiyor. Ama alman firmalar onu
aralarına almıyorlar. Üç tane alman firması o sektörü paylaşmış. Türk firmasının o sektöre
girmesine izin vermiyorlar. Mesela bir tekelleşme var bir haksız rekabet uygulaması var. O
zaman Türkiye’de dava açıldığında bundan piyasa etkilendi için alman hukukunun maddi
normların uygulamak söz konusu olacak.

Şimdi 38. madde rekabetin engellenmesine gelelim. Aslında bu 38. madde bir ölçüde de biraz
önce söylediğim gibi kartelleşmeler vs ile doğrudan alakalı. Biraz onları anlatırken bundan da
bahsetmiş oldum.

Madde 38: Rekabetin engellenmesi

(1) Rekabetin engellenmesinden doğan talepler, bu engellemeden doğrudan etkilenen


piyasanın bulunduğu ülkenin hukukuna tabidir.

(2) Türkiye’de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk uygulanan hallerde, Türk hukuku
uygulansaydı verilecek tazminattan daha fazla tazminata hükmedilemez.

Bu şartlı bir bağlama kuralı

110-120 DK

Yani biraz önce dedim aslında meşru yollardan yapıldığı sürece sıkıntı yok. Ama işte
karteller, teşebbüsler arası birleşmeler, uyumlu model davranışlar vesaire ortaya çıkacak.
Rekabet kısıtlamaların da aslında şirketlerden ziyade piyasalar zarar görmekte. Dolayısı ile
devletler işte birleşmeler konusunda piyasayı denetleyerek yeni tekellerin oluşmasını
engellemekle yükümlüdür. Çünkü bu zaten hazıra konması açısından gerekli olan bir
eylemdir. Biz Tabii Türkiye'de 94 yılı itibari ile rekabetin korunması ile alakalı bir kanun kabul
ettik. Dolayısı ile rekabetle ilgili güncellemeler bu kanun çerçevesi içerisinde düzenleniyor.
Şimdi bu da kanunlar ihtilafı kuralı olarak rekabetin engellenmesinden doğan talepler bu

279
engellemeden doğrudan etkilenen piyasanın bulunduğu olduğu ülke hukukuna tabidir
diyor.

Biraz önce dediğim gibi hangi ülkede bu tekelleşmeler ve birleşmeler oluyorsa o ülke
hukukunun maddi normlarının uygulanması söz konusu olacak.

Biraz önceki örneğim de bu durumu biraz karşılıyor. Yani siz İtalya’da bir Tekstil sektörüne
girmek istiyorsunuz. Ama bir türlü şey bulamıyorsunuz. İki tane firma arasında olay
paylaşılmış. Dolayısıyla ne oluyor piyasa doğrudan etkileniyor. Buna devletler izin vermemek
durumunda.

Çünkü rekabet hukuk alanındaki düzenlemelerin aslında amacı ve doğrudan koymak istediği
unsur rakipler ve tüketiciler değildir. Rekabete dayanan serbest piyasa ekonomisidir.
Dolayısı ile devletler bu alanı doğrudan düzenleme gerekliliği içindedirler.

Piyasası doğrudan etkilenen ülke hukuku da Aslında bu amaca hizmet etmekte. Dolayısı ile
örneğimizde olduğu gibi o şirketin İtalyan piyasasına girememesi o iki İtalyan şirketin bu
noktadaki hakimiyeti kartelleşmesi veya piyasayı etkisi altında bulundurması ve haksız
rekabetin oluşması bunun sonucunda haksız rekabetin ortadan kalkması için açılacak olan
davada doğrudan ülke piyasası etkilendiği için o ülke hukukunun uygulanması. Yani İtalyan
hukukunun uygulanması gerekecektir. Burada amaç tüketiciler rakipler değil o piyasanın
korunmasıdır. Rekabete açık bir piyasanın sistemli ve istikrarlı bir biçimde yürütülmesidir.

Diğer fıkra ise yani 2. fıkra ise şartlı bir bağlama kuralı. Özellikle rekabet düzenleme ile
alakalı ortaya çıkacak tazminatlarda her ülkenin bu konuda düzenlemesi vardır. İtalyan
hukukunu uygulayıp İtalyan hukukunun verdiği tazminat miktarına uygularsanız o zaman
belki Türk hukukunun getirmiş olduğu tazminat miktarının çok çok üstünde bir miktar olarak
karşımıza çıkabilir.

Biraz önce anlattığım şey gibi bazen tazminatlar cezalandırma amacıdır bazı tazminatlar
zararı giderme amacı taşır. Anlattığım gibi bu noktada Türk hukukunun getirmiş olduğu
tazminat miktarı ile ilgili uç sınırda kesilir. Dolayısıyla yabancı hukuk uygulandığı takdirde
hâkim tarafından takdir edilen tazminat miktarının çok çok ötesinde bir tazminat miktarı
kabul edilmez.38'e 2 bundan bahsediyor.

#####

Son olarak sebepsiz zenginleşmeye gelelim.

Sebepsiz zenginleşme geçerli bir neden olmaksızın veya bir kişinin emeğinden zenginleşerek
bir kişinin mal varlığının artması anlamını taşıyor. Burada bir sebep yok haksız bir şekilde
ortaya çıkan bir zenginleşme var.

Tabii bunun Borçlar Kanunu düzenlendiğini biliyoruz. Milletlerarası özel hukuk kapsamında
da bağlama noktası kavramında kanun koyucunun farklı bağlama noktalarından hareket
ettiğini biliyoruz.

280
Şimdi baktığımızda 39. Madde sebepsiz zenginleşmeden doğan talepler zenginleşmeye
sebep olan mevcut veya mevcut olduğu iddia edilen hukuki ilişkiye uygulanan hukuka
tabiidir diyor. Diğer hallerde sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği ülke hukuku uygulanır
diyor.

Sebepsiz zenginleşme MADDE 39 – (1) Sebepsiz zenginleşmeden doğan talepler,


zenginleşmeye sebep olan mevcut veya mevcut olduğu iddia edilen hukukî ilişkiye
uygulanan hukuka tâbidir. Diğer hâllerde sebepsiz zenginleşmeye, zenginleşmenin
gerçekleştiği ülke hukuku uygulanır.

(2) Taraflar, sebepsiz zenginleşmenin meydana gelmesinden sonra, uygulanacak hukuku


açık olarak seçebilirler.

(39. Madde 2 fıkrayı okuyor)

Şimdi 39. Maddenin ikinci fıkrasında Sebepsiz zenginleşme de bir hukuk seçimi olduğunu
görüyoruz. Ikinci fıkranın biraz manasız olduğu iddia ediliyor.

Sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan taraflar arasında bir ihtilaf olduğunda bu zaten iki
tarafından masaya oturmadığı anlamına geliyor. Yani bu bir dava konusu olduğunda iki
tarafın uzlaşamadığı anlamı taşır. Dolayısıyla anlaşılmamış tarafların bir masaya oturup hangi
hukukun uygulanacağı seçmeleri ihtimalinin düşük olduğunu savunanlar var. Fakat kanun
koyucu yine de bu ihtimali değerlendirmiş.

Dolayısıyla Kanun koyucu bu şeyi kapatmamış. Ve sebepsiz zenginleşmenin sonrasında açık


bir şekilde tarafların hangi hukukun uygulanabileceğini seçmelerine izin veriyor.

Dolayısı ile seçilen hukukun maddi normları uygulanacak. bizim için önemli olan 39 Uncu
maddenin 1. Fıkrası orada ikili bir bağlama noktası olduğunu söyleyebiliriz.

Ne görüyoruz birincisi bir kere taraflar arasında bir hukuki ilişkisi varsa o hukuki ilişkiye
uygulanacak olan hukuku tespit edeceğiz. Ondan sonra da o hukuki ilişkiden kaynaklanan
sebepsiz zenginleşmeye uygulanacak olan hukuku da o bulduğumuz hukuka tatbik edip
uygulayacağız diyor.

Dolayısıyla taraftar arasında bir alım satım ilişkisi olabilir. sebepsiz zenginleşmeye konu olan
nokta veya bir rekabet ilişkisi olabilir. Bir hizmet ilişkisi olabilir. Önce o hukuki ilişki
bulunacak. Ve o ilişkiye uygulanacak olan hukuk tespit edilecek. Sonrasında sebepsiz
zenginleşme uygulayacağımız hukuk o tespit ettiğimiz hukuk olacak.

İşte o sebepsiz zenginleşme vekalet sözleşmesinden kaynaklanabilir. Veya bir meslek


sözleşmesinden satım sözleşmesinden kaynaklanabilir.

Önce biz bu sözleşmeleri vasıflandıracağız. Bu sözleşmelere uygulanacak olan hukuku


bulacağız. Daha sonra da bulduğumuz bu hukuku o hukuki ilişkiden kaynaklandığı iddia edilen
sebepsiz zenginleşmeye tatbik edilecek olarak değerlendireceğiz. Diyor 39 maddenin 1.

281
Fıkrasının ilk cümlesi: diğer hallerde yani taraflar arasında bir hukuki ilişki yoksa. O zaman
da sebepsiz zenginleşme nerede gerçekleştiyse oranın hukuku uygulanır diyor. Böyle ikili bir
bağlama kuralı getirilmiş hukuk seçiminin olmadığı durumlarda.

Aslında da gerçekten baktığımızda çoğu kez sebepsiz zenginleşme ilişkisi taraflar arasında bir
hukuki ilişki bulunmakta. Dolayısı ile biz bu hukuki ilişkiye tespit edip sebepsiz zenginleşmeye
uygulanacak hukuku tespit ediyoruz nokta fakat taraflar arasında bir ilişki söz konusu değilse
yani bir fiili durum sonucu gerçekleşiyorsa o zaman sebepsiz zenginleşmenin gerçekleştiği yer
hukukunu uyguluyoruz. Bu noktada aslında çok önemli bir karar var. kitabımızda da vardır.
Bu örneği verince kolayca anlaşılıyor. Hemen örneği Kısaca anlatayım. Bir Türk Ailesi
Hollanda'da yaşıyor nokta şehri hatırlamıyorum nokta Hollanda'da genel geçim yasası
denilen bir yasa var. Yani o Belediye sınırları içerisinde yaşayan kişiler eğer çalışmıyorsa ve
geçim yardımı almak istiyorlarsa her yıl düzenli olarak beyanname vererek…

10.01.2021/ 14. HAFTA EK DERS

0-10 DK

Ben şimdi size aslında vatandaşlık hukuku genişte bile alan yarğıtay kararları ,idare
mahkemesi kararları ile incelenen bir alan. Biz daha genel olarak Türk vatandaşlığı ile ilgili
nasıl kaybedilir vatandaşlık, bu konu da anayasada hükümler var mi veya uluslararası hukuku
da vatandaşlık ile alakalı genel görmüş kabul edilen sözleşmeler var mı biz buna bakıcaz.
Anlattığımız yere kadar sorumlusunuz arkadaşlar sınav içinde . Özellikle bizim klasik anlamda
yaptığımız sınav formatında yapamadığımız için Test olmadı bence daha kolay. Tabi zor
anlamda olan test sorularıda var ama klasik anlamada cümle yazmak ile cümleyi tam
toparlmak gibi şeyler yok. Ama seneye staj yapacaksınız dilekçe yazacaksınız yazdığınız
dilekçeyi avukat okuyacak anlamalı ifade etmeniz gerekecek. Klasik sınavda sizlerin nasıl
ifade ettiğinizi gösteriyor bu anlamda bana.

Türk vatandaşlık hukuku nedir den önce vatandaşlık nedir den bahsedelim. Vatandaşlık ;
kişiyi bir devlete bağlayan hukuki ve siyasi bir bağdır aslında. Biz bunu gerçek kişiler içinde
tüzel kişiler içinde ifade edebiliyoruz. Gerçek kişiler için söylediğimizde daha çok tabiyet
kavramını karşılayanbir şey . Vatandaşlık hukuku için uyrukluk kavramaları da
kullanılabiliyor. Özellikle uçakların, gemilerin uyrukluğu kavramı kullanılıyor.Daha üst bir
kavram gerçek kişileride kapsayacak şekilde kullanılıyor. Daha çok biz tabiyet kavramını
gerçek kişiler için uyrukluk kavramınıda işte daha çok tüzel kişiler ve gerçek kişleri
kapsayacak şekilde bir üst kavram olarak kabul ediyoruz. Vatandaşlık dediğimiz şey de
aslında beraberinde mahfuz dediğimiz yetkiyide beraberinde getiriyor. Nedir bu mahfuz yetki
; devletlerin kimleri kendi vatandaşlığı yapıp kimleri yapmayacağına kara vermedeki
eğemenlik hakkı yani iradesi . Mahfuz yetki ile devlet kimi kendi vatandaşi yapıp
yapmayacağına kendi larar veriri bu konuda herhangi bir yetkili mercii olmaması .Yani bir
kişinin türk vatandaşlığı almak için yapmış olduğu başvuru halinin reddedilmesi halinde bu
kişi kalkıp Romada İtalyada dava açamaz beni niye türkiye vatandaşlığına almadılar diye
çünkü bu tamamen devletlerin kendi içlerini ilgilendiren bir konudur. Bazen de tüm şatları

282
taşırsınız ama ona rağmen vatandaşlığa alınmazsınız. Bu tamamen orda ki şartlar kişinin
hukukui durumu ve doğal olarak devletin eğemenlik hukuku ile ilgili olan bir husustur.

Şimdi uluslararası hukuka baktığımızda vatandaşlık bir takım genel ilkelerin eskiden bu güne
geldiğini görürüz. Tabi bunların bir kısmının çokta şeyi önemi kalmadı arkadaşlar. Ama
bakmamız gerekiyor. Nedir bunlar? Bir kere bu ilkelerden ilki vatandaşlığı olmaya hiç kimse
olmamalıdır. Bu ne demek aslında vatandaşlığı bulunmayan hiç kimse olmamalıdır bu ne yani
herkesin mutlaka bir vatandaşlığı olmalıdır. Burdan çıkarıyoruz ki vatansızlık istenmeyen bir
şeydir. Asıl olan istenmemesidir ama vatandasızlık ortaya çıkmıyor mu çıkıyor neden?
Devletlerin vatandaşlık kanunu temal alan esasların farklılığından dolayı ortaya çıkıyor.

Aslında vatansızlık istenmeyen bir şey ama bazen bu ulusal yasalar çatıştığı zaman kişi
vatansız kalması gibi bir durum ile karşılaşılıyor yada beklenmeyen durum ile karşılaşılıyor
mesela siz bir tatil için bir ülkeye gidiyorsunuz ama o sırada vatandaşlık bağı ile bağlı
olduğunuz ülke ortadan kalkıyor gibi. Yada başka bir ülke tarafından toprakları ilhak ediliyor .
Şimdi böyle bir durum gerçekleştiğin de vatansız kalıyorsunuz çünkü vatandaşlık bağlı ile
bağlı olduğunuz ülke ortadan kalkıyor. Bu gibi hallerde her ne kadar vatansızlık istenmese
de ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden

Birleşmiş Milletler vatansızların hukuki bir duruma bağlamış ve vatansızlığın azaltılması için
iki önemli sözleşme imzalanmış . Dünyada hemen hemen bir çok ülke bu sözleşmeye taraftır.

10-20 DK

Hemen hemen birçok ülke bu sözleşmelere taraftır. Çok taraflı sözleşmezlerdir. Hem
Anglo Sakson hem Kara Avrupa’sı hukuk sistemlerini kabul etmiş olan ülkeler Birleşmiş
Milletlerin vatansızlık hallerinin azaltılmasına dair sözleşme

Birleşmiş Milletler sözleşmesi ile vatansızların hukuki statüsüne dair Birleşmiş Milletler
sözleşmesini imzalamıştır. Bizim için önemli bir sözleşmedir bu. Çünkü bu sözleşmeleri
imzalayan devletler kendi toprakları içerisinde bulunan vatansızlara uluslarası hukukun
getirmiş olduğu bir takım yükümlülükleri yerine getirmekle sorumlu tutulmuşlardır.

Yani bu ne demek yani bu sözleşmeyi imzalayan bir ülke kendi ülkesindeki vatansıza belirli
standartlarda davranabilir. O klasik anlamda anladığımız yabancı statüsünde değildir , o farklı
bir statüdür. Çünkü vatansızlık bir statüdür.

Dolayısıyla ev sahibi devlet yani topraklarında bulunduğu devlet ona bir kimlik belgesi verir
bu seyahat belgesidir vatandaşlık belgesi falan değildir, rahat rahat ülkesinden girer
çıkar.ikameti ile alakalı sıkıntılar yoktur ikinci dönem işleyeceğiz yabancılar hukukunda.

Yabancıların ülkede kalabilmesi için ikamet izni alması gerekir genel olarak. Ama vatansızlar
için bu durum gerekli değildir çünkü onların hukuki statüsü bu uluslarası sözleşmelerle
garanti altına alınmıştır.

283
Dolayısıyla vatansızlık vatandaşlık hukuku anlamında istenmeyen bir durumdur ama ortaya
çıktığı zamanda bu taraf olan devletler bu vatansızlık konusuna ilişkin olarak üstlenmiş
oldukları sorumlulukları da yerine getirmek durumundadırlar.

İkinci önemli klasik ilkemiz: Kimsenin aynı anda iki vatandaşlığı olmamalıdır, yani burada
aslında çifte vatandaşlığı istemeyen bir yaklaşımdır.

İlki vatansızlığı istemeyen bir yaklaşımdı bu ilke kimsenin aynı anda iki vatandaşlığı
olmamalıdır ilkesi ise çifte vatandaşlığı kabul etmeyen bir ilkedir.

Bunun altında yatan en temel gerekçe ise yani sadakat bağı biliyorsunuz çok önemlidir yani
bir ülkenin vatandaşıysanız dolayısıyla ülkenize sadakat bağıyla bağlısınızdır yani her ne
olursa olsun onu bir koruma iç güdüsü içerisine girersiniz. Bazı şeylerin yanlış olduğunu
bilseniz bile yurtdışında sizin için o doğrudur, hayır kesinlikle hata yapılmamıştır.Öyle değişik
bir duygu geliyor insana, o anlamda sadakat bağını esas alan bir ilke olduğu için çok bir
uygulaması ve gerçekliği yok bakarsanız ama sadakat bağını esas aldığı için bazı ülkeler tek
vatandaşlığı kabul etmiştir bu ilke sebebiyle. Neden? Aynı anda iki ülkeye vatandaşlık bağı ile
bağlı olamazsınız yani sadakat bağı parçalanamaz.

İki ülke arasında savaş çıktığını düşünelim hangi ülkenin yanında taraf olacaksınız gibi böyle
tartışmalarında aslında yapıldığı bir ilkedir bu. Ama biraz önce söylediğim vatansızlık halinde
olduğu gibi çoklu vatandaşlık veya çifte vatandaşlık halinde de, Kimsenin aynı anda iki
vatandaşlığı olmamalıdır noktasında yine vatandaşlık kanunları farklı düzenlemeler
getirebilir. Kimi kan esasını kabul eder yani anne veya babadan birinin bir ülkenin vatandaşı
olması otomatikman o çocuğun da yani doğan kişinin de vatandaş olmasını sağlıyor. Bu kan
esasıdır. Bazen de bir ülkenin topraklarında doğduğunuz için vatandaş olursunuz. Mesela
Amerika Birleşik Devletleri değil mi?

Popüler kimlikler tası tarağı topluyor doğumdan 3 ay önce hop gidiyorlar Kanada’ya veya
Amerika’ya veya toprak esasını benimseyen diğer ülkelere ve doğumu gerçekleştiriyorlar.

Artık bir turizm haline gelmiş, doğum turizmi diyoruz.. İşte orada doğan çocuk vatandaşlık
kazanıyor. Vatandaşlık kazandığı için zaten anne veya baba Türk vatandaşı olduğu için
doğduğu anda Türk vatandaşlığını kan esasına göre kazanıyor diğer toprak esası gereği de
topraklarında doğduğu için vatandaşlık kazanıyor. Daha sonra çocuk doğduğu andan itibaren
çifte vatandaş oluyor.

Bazen çoklu vatandaşlıklara da rastlarız. İkiden fazla vatandaşlık olduğu zaman buna çoklu
vatandaşlık diyoruz. Annenin mesela vatandaşlığı İtalyan Vatandaşlığıdır kan esası gereği
İtalyan Vatandaşı olur çocuk doğduğu anda. Babanınkide Türk vatandaşlığıdır. Babanın Türk
Vatandaşı olması sebebiyle çocuk doğduğu anda Türk vatandaşlığını da kazanır.. Bir de çocuk
Amerika’da doğmuşsa doğduğu anda Amerika vatandaşlığını da kazanır. Doğduğu andan
itibaren 3 vatandaşlığı birlikte çocukta olmuş olur. Dolayısıyla bu çifte vatandaşlığın artık

284
engellenmesi önüne geçilmesi gibi bir ilkemizde çokta işlemiyor. Çünkü vatandaşlık
kurumundaki farklılıklar bunu yaratıyor.

Son ilkemiz, klasik ilkelerden sonuncusu. Güncelliğini kaybetmemiş bir ilkedir. Bu da


Uluslararası hukukun 3 temel ilkesi vatandaşlık hukukuyla alakalı. Herkes vatandaşlığını
değiştirme hakkına sahip olmalı. Kimse zorla vatandaş olarak bulundurulamaz. Kimseyi
zorla vatandaşlıkta tutamazsınız. Eğer mevcut şartlar gerçekleşmişse kişi vatandaşlığını
değiştirme hakkına sahiptir. Yani bu 3 temel ilke klasik ilkeler olarak kabul ediliyor

Uluslararası vatandaşlık hukuku anlamında. Ama işlevsel olarakta özellikle 1. ve 2. İlkelerde


saydığım vatansızlığın engellenmesini sağlamayı amaçlayan ya da çifte vatandaşlığı
engelleyen ilkenin çokta bir zaman zaman işlevi olmuyor. Ama bazı ülkeler sadece tekli
vatandaşlığı kabul ediyor. Karar ver diyor hangisini seçeceksin. O zaman o ülkenin
vatandaşlığını kazanmak için diğer vatandaşlıktan çıkıyorsunuz. Hangisi sizin hayat şartlarınız
ve düzeniniz açısından gerekliyse ona göre bir tercih yapıyorsunuz. Ama mesela Türk hukuku
çifte vatandaşlığı kabul eden çoklu vatandaşlığı kabul eden bir anlayışa sahip. Bu anlamda
Türk vatandaşı olan kişilerin de Türk vatandaşlığını kaybetmek zorunda kalmamaları
anlayışıyla hareket ediyor. Bizim hukukunuzda böyle bir çifte vatandaşlığı engelleyen bir
yaklaşım yok.

Vatandaşlık hukukuyla alakalı Anayasanın 66. Maddesi önemli. Ne diyor: bir kere 1. Fıkra
önemli “Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” Bu çok polemik
yapılan bir madde. Aslında polemiğe gerek yok. Daha önce belki söylemişimdir. Etnik köken,
dini inanç, ırk bu anlayışı artık bir an önce terk etmemiz gerekiyor.. Bunlar gerçekten ilkel
yaklaşımlar. İnsanlar artık Mars’ta, kolonileşme falan modunda, biz hala ırkı, dini inancı vs
bunlara takılmış vaziyetteyiz. Bunlara hiç gerek yok. Baktığımızda “Türk Devletine vatandaşlık
bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” Diyor. Burada Türk kelimesi aslında Türkiye
topraklarında, Türkiye cumhuriyetinin sınırları içerisinde yaşayan herkesi nitelemek için
kullanılmıştır yoksa bir etnik kökene, bir kimliğe falan atıf yapmamaktadır.. Türkiye
cumhuriyeti sınırları içerisinde vatandaşlık bağıyla, burada yaşayan insanların, vatandaşlık
bağı ile bağlı olan kişilerin bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan
kişiler olduğunu ifade etmek için söylenmiş.

İkinci fıkraya baktığımız zaman anayasanın “Türk ananın veya Türk babanın çocuğu Türk’tür”
.

2001 yılında değişti anneyle alakalı sıkıntılar vardı, eşitlik esası anayasada hakim oldu. İster
Türk anneden olsun ister Türk babadan olsun doğan çocuk her zaman Türk vatandaşlığına
sahip oluyor.

Sadece annenin Türk olması veya sadece babanın Türk olması vatandaşlığın kazanılması
açısından yeterli.

285
Nerede doğduğunuzun hiçbir önemi yok. İsterseniz açık deniz sahasında doğun, isterseniz
havada doğun hiçbir ülke topraklarına ait olmayan ya da bir ülkenin kara hava sahası
içerisinde doğun fark etmez. Nerede doğdunuz bir önemi yok. Anne ya da babadan biri
Türkse Türk vatandaşlığını kazanıyorsunuz.

Anayasayada m.66/3 “ Vatandaşlık kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda


belirtilen hallerle kaybedilir.” Tabiki kanunilik esasını görüyoruz burada. Vatandaşlığın
kazanılmasını da kaybedilmesinide kanuni esaslara bağlamış. Dolayısıyla ancak kanunda yer
alan şartlarla biz Türk vatandaşı oluyoruz. Onun dışında Türk vatandaşı olma biçimi yok. Aynı
şekilde Türk vatandaşlığını kaybetmemiz gerektiğinde de kanunda belirtilen şartlar
çerçevesinde kaybediyoruz onu ifade ediyor.

Dördüncü fıkraya baktığımızda ne diyor “ Hiçbir Türk vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir
eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.” Yani burada vatana ihanetten
bahsetiyor. Vatana İhanetin bir tanımı yok. Her olayın durumuna, şartlarına göre
şekillenecek bir durum. Ama en ağır yaptırım olarak gözüküyor. Yani Türk vatandaşlığından
ancak vatana ihanet sebebi olursa çıkarılabileceği, bununda vatandaşlığı kaybetme
anlamında en ağır yaptırımlardan biri olduğunu görüyoruz.

20-30 DK

Bu arada vatana ihanet biraz sonra inceleyeceğiz özellikle Türk vatandaşlığından çıkarılma
noktasında vatana ihanet ettiği düşünülen işlerinde otomatikman Türk vatandaşlığından
çıkacak diye bir kaide de yok. En son cumhurbaşkanı karar veriyor.

Ama dolayısıyla anayasada bu anlamda ne yapıyor bu vatandaşlık Türk vatandaşlığının kaybı


anlamında en büyük yaptırım vatana ihanet olabileceğini bu vatana ihanet sebebiyle Türk
vatandaşlığını kaybedebileceğini ifade ediyor. Ve son olarak “vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili
karar ve işlemlere karşı yargı yolu kapatılamaz” Anayasanın 66 maddesinin son fıkrası
bunlar önemli arkadaşlar bu anayasa maddeleri ne dikkat edelim. Önemli çünkü kanunundan
önce anayasa maddeleri geliyor biliyorsunuz zaten. Buna kendiniz açıp baktığımızda da
kanunundan önce TMK dan önce anayasanın ilgili maddelerini görürsünüz o yüzden burada
da yani vatandaşlıktan çıkarılıyorsa kanun yolları kapatılamaz. Yani bütün yargı yoluna
kararın haksız olduğu yönündeki gerekçeleri de ileri sürerek dava hakkınız ne yapıyor
aslında anayasa hükümleri çerçevesinde koruma altına alınmış oluyor.

Bu arada Seçil Hanım bir şey sormuş ne demiş **hocam birkaç sene önce bazı Avrupa
ülkeleri çifte vatandaş olan Türk vatandaşlarına, sadece Türk vatandaşlarına iki
vatandaşlıktan birini seçin gibi bir şey sunmuşlardı ve insanlar da birini bıraktılar. Bu hukuka
uygun muydu - Bu tamamen onların egemenlik hakkı biraz önce söylemiştik ya Mahfuz yetki
egemenlik hiçbir şey diyemezsiniz. Yani Almanya bunu yapmış özellikle belli belli bir yıldan
sonrakiler için aramıza belki Almanya'da doğmuş arkadaşlarımız vardır. Belli bir yıldan sonra
doğmuş olan arkadaşların Türk vatandaşlığını korumalarına Alman hükümeti izin veriyor.
Ama Almanya mesela tek vatandaşlığı tercih eden bir ülke. Bir dönem Türk vatandaşlıklarına

286
seç dedi hangi vatandaşlığını koruyacaksın o dönemde şöyle olmuştu birçok insan Türk
vatandaşlığından ayrılmıştı. Alman vatandaşlık kalmıştı ama sonradan Türk vatandaşları
tekrardan dolanarak Alman vatandaşlığını kazandıktan sonra tekrar toplanarak Türk
vatandaşına başvurup Türk vatandaşlığını geri almışlardı. Arkadaşlar tabii Almanya uyanmadı
kendi vatandaşı olan birinin aynı zamanda Türk vatandaşı olduğunu nereden bilecek
uyanamadı o yüzden ama ondan sonra bir şekilde bu ortaya çıktı. Birkaç sene sonra Alman
vatandaşlığını almak isteyen bu sebeple de Türk vatandaşlığından çıkan ama Alman
vatandaşlığını aldıktan sonra tekrar Türk vatandaşlığına alan kişileri tespit etti. Hatta bu
bildirisinde de bildirenler için Alman vatandaşlığını muhafaza imkânı tanıdı vesaire
bildirmeyenler Alman vatandaşlığından atıldı falan.

Birisi mavi kart soruyor hoca bunun bambaşka bir şey olduğunu söyledi. Mavi kart aslında
madde 28 onu işleyeceğiz daha sonra o başka bir şey. Onlar Türk vatandaşı doğuyorlar ve
daha sonra Türk vatandaşlığından çıkıyorlar başka bir ülke vatandaşlığına geçiyorlar. Türk
vatandaşlarına Tanınan hakların hemen hemen hepsinden yararlanıyorlar yararlanamadıkları
birkaç tane hak var askerlikmiş mal ithal etmekmiş falan gibi haklar ya da devlet memuru
olan yollar ama devlette özel sözleşmeli çalışabiliyorlar vesaire. Bunlar özel statüdeki
yabancılar. Bunlar doğumla Türk vatandaşlığını kazanmışlar ama sonra çeşitli sebeplerle Türk
vatandaşlığından çıkmak durumunda kalan kişilerdir. ** mütekabiliyet gündeme gelebilir mi
hocam - yani gelebilir ama ben daha önce hiç görmedim. Sonuçta bu bir egemenlik tasarrufu
ikinci dönem işleriz. Zaten arkadaşlar mesela Siz Amerika'ya Almanya gidiyorsunuz vizenizi
aldınız bilmem ne hiçbir sorun yok verdi size vizeyi gittiniz Alman sınırların içine girdiniz
mutlusunuz falan kapıdaki adam gelemezsin dedi havaalanında. Hayır, sokmuyorum dedi
sokmayabilir yani. Dolayısıyla yine egemenlik hakkı yine Mahfuz yetkisi yani ülkesinin kimin
girip kimin çıkmayacağına karar veriyor vize vermiş olması alacağı anlamına gelmiyor.

250.000 dolar kısmı benim de canımı sıkıyor biraz 2. dönem tartışacağız arkadaşlar.
Yabancıların taşınmaz edinmesinin sonuçları falan tartışacağız sıkıntılı bir maddedir o. Tapu
Kanunu 35. madde benim öğrencilik yıllarımda 98-99 gibi sürekli Anayasa mahkemesine
gider gelirdi bu madde sürekli revize edilirdi falan. Tabii şimdi son dönemde artık karşılıklılık
yok biliyorsunuz. Tapu Kanunu 35. madde gereği yabancıların Türkiye'de taşınmaz edinimi
Eskiden karşılıklılık esasına bağlıydı yani Türkiye'de taşınmaz alabilmeniz için Türk
vatandaşının da diğerinden olabilmesi gerekiyordu. Yoksa hiç olaya bile görünmüyor yani
tartışma konusu bile olmuyor da şimdi Tabii karşılıklılık vesaire yok biraz tartışma konusu Bu
bir kısım diyor ki 250.000 dolar bu kadar ucuz mu yani bize göre evet iyi bir para ama bir
Amerikalıya göre hiçbir şey yani ya da Arap ülkelerine göre gayet iyi ucuz. Dolayısıyla çatır
çatır alıyor adamlar bu kadar kolay verilmeli mi bu bir tartışma konusu.

Diğer tarafta şey diyor Amerika'da da böyle alıyorsunuz vatandaşlık kazanıyorsunuz falan
filan ama 250 bin dolar da çok az yani. Amerika'da da aldın mı direkt almıyorsun bunun bir
süreci var öyle hemen toprak aldı diye vatandaşlık olmuyor. AB ülkelerinde de nedir
arkadaşlar. Diyelim ki biz Yunanistan'da taşınmaz alsak deniz kenarında alamıyoruz. Bu arada
Adalar ve deniz kenarında alamıyoruz. Diyelim ki Atina’dan aldık. Hemen aldık diye vatandaş

287
olmuyoruz bunun bir 5 yıl şeyi var önce belli bir süre oturma iznine sahip oluyorsunuz
taşınmazı aldığınızda kaç seneydi hatırlamıyorum sonra vatandaş oluyorsunuz. Dolayısıyla bu
250.000 dolar sıkıntılı (burada Hoca bir anısı anlatıyor kendini Türkiye'de yabancı hissetme
anısı) ** hocam bizdeki Turkuaz kart uygulaması da benzer nitelikte mi -yok Turkuaz kart
bambaşka bir şey. Turkuaz kart özellikle Türkiye'ye beyin göçü çekmek amacıyla yetişmiş
kaliteli üst segmentte olan yabancıları ülkeye çekmek amacıyla getirilmiş olan bir yaklaşımın
ürünü. Bütün dünyada vardır özellikle Kanada ve Amerika'da. Zaten bizim de biraz bunu
oradan uyarlamamız söz konusu. Türkiye'ye beyin göçünü çekmek amacıyla getirilmiş olan
bir madde. Ülkeye teknolojik yatırımlar getireceği düşünülen ya da ARGE olabilir o alanlarda
ülkenin gelişmesine katkıda bulunacağı düşünülen kişilere çok fazla sorun çıkarmadan gerek
ikamet izinleri anlamında olsun gerek ailesinin gelmesi ve çalışması ile ilgili şartlar anlamında
olsun kolaylıklar getirilmesini sağlayan bir anlayışının ürünü. Çünkü biliyorsunuz özellikle
kişiler evliyse ailelerine getirmek durumundalar aile birleşimi Falan diyoruz Bunlar çok temel
meselelerdir yabancılar hukuku anlamında

30-40 DK

Çünkü biliyorsunuz özellikle kişiler evliyse ailelerini de getirmek durumundalar. Bunlar temel
meselelerdir yabancı uyrukluluk anlamında. İşte o gelen kişinin çalışması kalması eşinden
kastediyorum çocukları varsa onların eğitimi yani hepsinin ekonomik açıdan bir garanti altına
alınması gerekiyor. Dolayısıyla bu tarz bir üst segmentte gelecek kişiler açısından bu iş
kolaylaştırılıyor. Hatta turkuaz kartla ilgili görücez zaten vatandaşlığa alınmada istisnai olan
türk vatandaşlığına alınma imkanı da tanınıyor kısa bir süre sonra dolayısıyla o ayrı bir şey.

Kanunun eğer 5. Maddeden itibaren vatandaşın kaybını da ifade eden 23. Madde den başlar
vatandaşlığın kaybı 32. Maddeye kadar olan şeyi size şematik olarak anlattım. O şemaya iyi
bakın. Kanunu şematize ettim .kanunun 5. Maddesi türk vatandaşlığının kazanılmasıyla
başlıyor.

Biz normlade türk vatandaşlığını ya doğum yoluyla kazanırız ya da sonradan kazanırız. 5.


Madde bunu açıklıyor.

6. Madde doğumla kazanılan türk vatandaşlığından bahsediyor. Doğumla kazanılan türk


vatandaşlığı soybağı vey a doğum yeri esasına göre kendiliğinde kazanılır. Doğumla kazanılan
vatandaşlık doğum anından itibaren hüküm ifade eder. Burda kasedilen yani kişi doğum
yoluyla türk vatandaşlığını kan esası gereği ya doğum yoluyla anne ve babasından birinin türk
vatandaşı olması sebebiyle kazanır 7 madde. Ya da 8. Madde türk topraklarında doğduğu için
türk vatandaşlığını kazanır. 6 7 7 aslında birbirine bağlı. Demekki türk vatandaşlıını doğumla
ya sonradan kazanıyoruz.fakat doğm yoluyla kazandığımız türk vatandaşlığı ya kan esasına
göre ya da toprak esasına göre kazanıyoruz.kan esasına göre kazanmamız 7. Madde de
zaten açıklaması yapılıyor.

Soy bağı MADDE 7 – (1) Türkiye içinde veya dışında Türk vatandaşı ana veya babadan evlilik
birliği içinde doğan çocuk Türk vatandaşıdır

288
Annemiz veya babamız türk vatandaşıysa biz zaten türk vatandaşı oluyoruz.

(2) Türk vatandaşı ana ve yabancı babadan evlilik birliği dışında doğan çocuk Türk
vatandaşıdır.

Zaten anne çocuğu doğuran kişi olduğu için otomatikman soybağı ilişkisi kuruluyor.

(3) Türk vatandaşı baba ve yabancı anadan evlilik birliği dışında doğan çocuk ise soy bağı
kurulmasını sağlayan usul ve esasların yerine getirilmesi halinde Türk vatandaşlığını
kazanır.

Annenin türk vatandaşı olmadığını ama babanın türk vatandaşı olduğunu varsaydığımızda
soybağının kurulması sebebi sonucunda türk vatandaşlığı kazanılıyor. Babalık davası veya
tanıma davasının açılmasıyla birlikte soybağı ilişkisi kurulduğunda çocuk doğduğu andan
itibaren soybağı ilişkisinin kurulduğu andan itibaren değil türk vatandaşı oluyor evlilik birliği
dışında doğan türk vatandaşı babadan doğan çocuk.

2. fıkra annenin Türk olması 3. Fıkra babanın Türk olması anlayışına dayanıyor.

8. maddeye geldiğimizde

Doğum yeri MADDE 8 – (1) Türkiye'de doğan ve yabancı ana ve babasından dolayı doğumla
herhangi bir ülkenin vatandaşlığını kazanamayan çocuk, doğumdan itibaren Türk
vatandaşıdır

Burda da anne baba toprak esasını benimseyen bir ülkede yaşıyor geliyor türkiye de doğum
yapmak durumunda kalıyor o zaman türk vatandaşlığını türkiye de doğduğu için o küçük
çocuk alıyor amaç vatansızlığı önlemek. Aksi takdirde çocuk anne ve babadan vatan
alamayacağı için vatansız kalıcak. Vatansızlık istenmeyen bir durum. Vatansızlığın önlenmesi
için ulusal hukuklar ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Bu anlamda uluslararası sözleşmelere
taraf olurlar.sadece küçükler için geçerli. Türkiyede doğan ve anne babasından vatan
alamayan çocuk toprak esası gereği türk vatandaşı oluyor.türkiye topraklarında doğduğu
için.

(2) Türkiye'de bulunmuş çocuk aksi sabit olmadıkça Türkiye'de doğmuş sayılır.

Şimdi sonradan türk vatandaşlığının kazanılmasına geçiyoruz. 2. Önemli ayrım. 5. Madde de


ayırmıştık ya doğum yoluyla ve sonradan. Doğum yoluyla zaten toprak esası ya da kan
esasıydı.

Sonradan kazanılan vatandaşlıklardan bir tanesi yetkili makam kararıyla kazanılma. Diğeri
seçme yoluyla türk vatandaşlığının kazanılması diğeri de evlat edinme yoluyla. 3 farklı yolla
türk vatandaşlığının kazanılması sonradan kazanılma şeklindedir.

Yetkili makam kararına bakalım. Bu da kendi içerisinde 5 e filan ayrılıyor. Şimdi sonuçta türk
vatandaşlığını kazanmak isteyen bir yabancı olduğunda bunun belli kişilerin karar

289
vermesiyle türk vatandaşlığını kazanması söz konusu oluyo. Bu tabi vatandaşlığı nasıl
kazanacağınızla da alakalı. Siz özel statünüz itibariyle türk vatandaşlığını kazanacaksınız
cumhurbaşkanı sizin türk vatandaşı olmanıza karar veriyor. Cb kararnamesiyle.

Ama siz sıradan bir türk vatandaşıysanız. Kanunda aranan o genel türk vatandaşlığına
alınmada türk vatandaşlığı olucaksanız o zaman içişleri bakanlığı yetkili oluyo.

Şimdi 10. Madde genel yolla türk vatandaşlığının kazanılmasından bahsediyor.

Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılması

MADDE 10 – (1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen bir yabancı, bu Kanunda belirtilen
şartları taşıması halinde yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilir. Ancak,
aranan şartları taşımak vatandaşlığın kazanılmasında kişiye mutlak bir hak sağlamaz.

Şartların olması muhakkak Türk vatandaşlığının kazanılacağı anlamına gelmiyor.

(2) Bu Kanun uyarınca sonradan Türk vatandaşlığının kazanılmasında uygulanacak temel ilke
ve esaslar ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınmak suretiyle Bakanlıkça belirlenir.

Şimdi genel yolla Türk vatandaşlığına alınmak bunu 11. Madde söylüyor. Özel spesifik bir
durumunuz yoksa o zaman 11. Maddeye tabisiniz.

Başvuru için aranan şartlar

MADDE 11 – (1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda;

a) Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne
sahip olmak,

b) Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,

c) Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek,

ç) Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,

d) İyi ahlak sahibi olmak,

e) Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,

f) Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak


gelire veya mesleğe sahip olmak,

g) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak,
şartları aranır.

5 yıllık ikamet önemlidir kesintisiz olması gerekiyor. Çünkü yani kanunda tabi bunun beliri
süreleri var.

290
40-50 DK

Genel olarak Türk vatandaşlığına alınma ne demekmiş? Hangi şartlarda olur?

Bunu 11’inci madde söylüyor. Yani Hiçbir böyle özel bir spesifik bir durumunuz yoksa o
zaman 11’inci maddeye tabisiniz

Başvuru için aranan şartlar

MADDE 11 –(1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancılarda;

a) Kendi millî kanununa, vatansız ise Türk kanunlarına göre ergin ve ayırt etme gücüne
sahip olmak,

b) Başvuru tarihinden geriye doğru Türkiye'de kesintisiz beş yıl ikamet etmek,( Kesintisiz
olması gerekiyor. Yani kanunda tabi bunun belirli süreleri var yani ne kadar süre yurt dışında
kalırsan o kesintiye uğramış oluyor tekrar. Örneğin; Durmuşsunuz 3 sene oturmuşsunuz
oturmuşsunuz o sırada gitmişsiniz yurtdışına kalmışsınız bir sene ondan sonra tekrar geri
gelmişsiniz ve 5 sene Türkiye'de oturduğunuzu iddia ediyorsunuz. Işte o zaman olmuyor o
zaman süre tekrar başa dönüyor yani ülkeden çıktığınızda ülke dışında Türkiye dışında
kalacağınız süre belirlidir. Biraz sonra göreceğiz o süreyi aşmamız gerekiyor o süreyi aşarsanız
Türkiye'de kesintisiz 5 yıl ikamet etmiş olmuyorsunuz ve yasal bir şekilde ikamet etmeniz
gerekiyor.,

Yasal şekilde ikamet etmek ne demek?

Türkiye’ye belirli giriş kapılarından işte o yasal izinler alınmış olmak suretiyle ve yasal
yollarla girmek öyle kaçak yollarla girdiyseniz Türkiye'de Ikamet etmiş olmuyorsunuz. Ya da
pasaportsuz bir şekilde girdiyseniz olmuyorsunuz vize süreniz bittiyse pasaportsuz ya da
ikamet süreniz bittiyse ve ikamet ihlali vize ihlali yapıyorsanız o kesintisiz olmuyor. Her
şeyin yasal ve doğru bir şekilde olması gerekiyor.

c) Türkiye'de yerleşmeye karar verdiğini davranışları ile teyit etmek, ( Yani taşınmaz satın
alabilir yine bir iş kurabilir vesaire bunlar kişinin Türkiye'ye yerleşmesine karar verdiğine
ilişkin bir emare olabilir.)

ç) Genel sağlık bakımından tehlike teşkil eden bir hastalığı bulunmamak,

d) İyi ahlak sahibi olmak, (bu önemli de yani ahlak kime göre, ahlak neye göre ahlak toplum
ahlak değerleri burada dikkate alınıyor tabi )

e) Yeteri kadar Türkçe konuşabilmek,

f) Türkiye'de kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlayacak gelire


veya mesleğe sahip olmak, (Yani burada tabii çökmesin üstümüze bizim çalışmamıza
annelerimizin babalarımızın kendimizin vergileriyle vesaire ödediğimiz şeylere çökmesinler

291
diye sigortalar vesaire en azından kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini
sağlasın.)

g) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak,
(Yani adam mesala işte kafa kesmiş falan gelmiş ondan sonra Türk vatandaşlığına alınmak
Istiyormuş alabilir mi arkadaşlar ya da alınmalı mıdır Tabii ki alınmamalıdır adam IŞİT çiymiş
ondan sonra pişman olmuş gelmiş Türkiye'ye girmiş yan bloğunuzda oturuyor mesela ister
misiniz ben istemem şahsen ne yapacağı belli olmaz. Dolayısıyla Tabii ki devlet bu tarz
kişilerin vatandaşlık başvurularını değerlendirirken gerek emniyet istihbarat gerek MİT
vesaire jandarma bunları soruşturmasını yapıyor ona göre reddediyor.)

Şartları aranır.

12. madde: İstisnai Yoldan Vatandaşlık Alınması

Burada da spesifik durumda olan kişiler, bu herkese açık bir şey değil ama mesela Naim
Süleymanoğlu dediğimdeki o zaman başka vatandaşlık kanunu vardı ama aynı anlayışın
ürünü bir maddedir bu ya da neydi arkadaşlar Fenerbahçe'de oynayan Bobby Dixon mıydı
Fenerbahçeli şey vardı basketçi vardı sonra Türk vatandaşı yapıldı bir şart çerçevesinde Türk
vatandaşı olmuş olan biridir genelde.

Futbolcularda bu çok oluyor, yani Futbolcularda da böyle istisnai yoldan da Türk


vatandaşlığına alınma vesaire söz konusu oluyor.

Sadece Sporcular değil tabi bu şimdi bu Naim Süleymanoğlu ile ilgili örneği de vereceğim her
sene veririm o da böyle bizi hakikaten gururla temsil etmiş bir sporcudur. Allah rahmet
eylesin.

12.maddeye bakalım. Milli Güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali
bulunmamak şartıyla cumhurbaşkanı kararı ile aşağıdaki belirtilen yabancılar Türk
vatandaşlığını kazanabilir.

Şimdi burada ne gördük arkadaşlar, Cumhurbaşkanlığı kararını gördük demek ki istisnai


yoldan Türk vatandaşlığına alınabilme noktasında tek yetkili makam var o da
Cumhurbaşkanı kararnamesiyle bu kişileri Türk vatandaşı yapabiliyor.

Kimler peki bunlar bakıyoruz:

Türk Vatandaşlığının Kazanılmasında İstisnai Haller

MADDE 12 – (1) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali
bulunmamak şartıyla Bakanlığın teklifi, Bakanlar Kurulunun kararı ile aşağıda belirtilen
yabancılar Türk vatandaşlığını kazanabilirler.

a) Türkiye'ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif,
kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili

292
bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler. (Yani şimdi burada tabi bu kişiler
için bu 11. madde aradığımız o genel şartlar falan aranmıyor sadece kamu düzeni ve kamu
güvenliği, Türkçe konuşabilmesi önemli değil arkadaşlar baktığımızda ya da Türkiye'de
bilmem kaç ay yıl ikamet etmesi falan aranmıyor bunlar için o 11'de aradığımız şartları
hemen hemen aramıyoruz. Özel statüdeki yabancılar bunlar.)

Daha sonra biraz önce de söylemiştim mesela Turkuaz kart sahibi olan kişilerin istisnai yoldan
Türk vatandaşlığına alınma bilmesi söz konusu oluyor

b) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler. ( Aynı şekilde vatandaşlığa alınması zaruri
görülenler var c bendinde 1’inci fıkranın c bendinde bunlarda arkadaşlar bazen birtakım
statülerinden dolayı kişiler Türk vatandaşı yapılırlar)

c) Göçmen olarak kabul edilen kişiler. ( Özellikle mesela c bendinde göçmen olarak kabul
edilen kişiler diyoruz mesela, Göçmen olarak kabul edilen kişiler kavramı c bendinde geçen
yani bireysel bir şeydir yani herkes göçmen olamaz mesela, göçmen aşağı göçmen yukarı
diyoruz ama herkes göçmen olamaz göçmen için eskiden Bakanlar Kurulu kararıydı artık
Bakanlar Kurulu olmadığı için Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile haklarında, iskan kanununda
düzenlenir göçmenlerin hukuki statüsü haklarında göçmen statüsü kazandırılmış olan kişiler
Mesela en son Ahıska Türk’leriydi zannedersem toplu bir gelmişlerdi Türkiye'ye bundan 5-6
sene önce onlar için bu şey getirilmişti. Dolayısıyla ancak Karar verilenler iskan kanunu
çerçevesinde Göçmen statüsüne Tabi oluyor.

Örneğin; Göçmen olan kabul edilen Bu kişiler bir süre sonra istisnai yoldan Türk
vatandaşlığına alınıyor Ama bu göçmenlik dediğimiz gibi bireysel yani Göçmenin, Göçmen
sıfatına sahip olup Türk vatandaşlığını kazanan kişinin eşi Göçmen değilse o zaman ama yine
Türk vatandaşlığına girmek istiyorsa o zaman onu işte mesala C bendine alabiliyoruz.
Vatandaşlığa alınması zararın görülen kişiler. Yani göçmen statüsünde değil Dolayısıyla
istisnai yoldan Türk vatandaşlığını kazanamayacak ama göçmen statüsüne sahip olan bir
kişinin eşi Dolayısıyla c bendinden yararlanmak suretiyle Türk vatandaşı olabilir.)

a bendi: istisnai yoldan. Naim Süleymanoğlu Sidney Olimpiyatları O zaman da benim


Çocukluğum Hayal meyal vesaire Turgut Özal hükümeti Sidney Olimpiyatları Bulgaristan
adına olimpiyatlara giriyor Naim Süleymanoğlu ve iltica ediyor arkadaşlar. Olimpiyatlar
sırasında iltica ediyor Türk Büyükelçiliği’ne kaçıyor ve sığınıyor Türk Büyükelçiliği’ne
sığındıktan sonra Olimpiyatlar esnasında Türk vatandaşı oluyor yani Türkiye Cumhuriyeti çok
ciddi miktarlarda bedel ve tazminat ödeyerek Türkiye adına olimpiyat komitesine sunduğu
şeyinde Türkiye adına yarışlara katılmasının istiyor ve Olimpiyatların devamında Türk
vatandaşı olarak devam ediyor vakit olsaydı bir de size Ayla'yı anlatırdım. O da ayrı bir

293
enteresandır biz tabi böyle çok şey misafirperver ve sevecen bir toplum olduğumuz için Naim
Süleymanoğlu'nun zaten dünyaca ünlü ve bizi gerçekten gururla temsil eden bir sporcu ona
diyecek hiçbir şey yok yani Allah rahmet eylesin Naim Süleymanoğlu’nu bağrımıza bastık
vesaire Ama tabi adamı evlendirmek istiyoruz Türk toplumu olarak, hemen onunla aynı
şartlara tabii Bulgaristan'da azınlık olarak hayatını sürdüren bir Türk Ayla’yı Türkiye'ye bir
şekilde getirdik ondan sonra o da işte şöyle sıkıntı çektim böyle sıkıntı çektim vesaire falan
ona da Türk vatandaşlığını hemen verme yönünde sanıyorum girişimler vardı çok da net
hatırlamıyorum.

Neyse Aylayı evlendireceğiz biz Naim Süleymanoğlu ile o dönem herkes birbirine yakıştırıyor
falan sonra Ayla Bulgar ajanı çıktı. Sonra ülkeden sınır dışı edilerek gitti. Şimdi bunlar spesifik
durumu olan kişiler ama yine genel kriterimiz Milli Güvenlik açısından sıkıntılı olmayacak
Bunun dışında Yetkili makam kararıyla genel olarak Türk vatandaşlığına alınmalı dedik, istisna
yoluyla Türk vatandaşlığına alınma dedik,

İkamet şartlı ve ikamet şartsız Türk vatandaşlığına alınmadan bahsediyoruz. İkamet şartlı ve
ikamet şartsız Türk vatandaşlığına alınma, aslında şey yani bundan Aslında Eskiden Türk
vatandaşıymış ama bir şekilde Türk vatandaşlığından çıkmak durumunda kalmışlar bunlar
tekrar Türk vatandaşlığına geçmek

Türk vatandaşlığının ikamet şartı aranmaksızın yeniden kazanılması

MADDE 13 – (1) Millî güvenlik bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla
aşağıda belirtilen kişiler Türkiye'de ikamet etme süresine bakılmaksızın, Türk vatandaşlığını
Bakanlık kararıyla yeniden kazanabilirler.

a) Çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler.

b) Ana veya babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybedenlerden 21 inci maddede
öngörülen süre içerisinde seçme hakkını kullanmayanlar.

50-60 DK

İkamet şartlı ve ikamet şartsız Türk vatandaşlığına alınma aslında şey. Yani bunlar aslında
eskiden Türk vatandaşıymış ama bir şekilde Türk vatandaşlığından çıkmak durumunda
kalmışlar ve tekrar Türk vatandaşlığına geçmek istiyorlar. Bu yüzden 13. Madde ve 14.
Maddeyi aslında yeniden Türk vatandaşlığına alınacaklar olarak bir üst başlık olarak
nitelendirebiliriz.

Yeniden Türk vatandaşlığına alınacak olan bu kişilerin bir kısmı için ikamet şartı aranıyor, bir
kısmı içinse ikamet şartı aranmıyor. Şimdi bakalım 13.maddede ikamet şartı aranmayan,
yeniden Türk vatandaşı olmak isteyen kişiler kimler?

294
Türk vatandaşlığının ikamet şartı aranmaksızın yeniden kazanılması

MADDE 13

(1) Millî güvenlik bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla aşağıda
belirtilen kişiler Türkiye'de ikamet etme süresine bakılmaksızın, Türk vatandaşlığını Bakanlık
kararıyla yeniden kazanabilirler.

a) Çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenler.

Bu, normal, klasik Türk vatandaşlığından çıkma yönünde talepte bulunuyorsunuz valiliklere.
Oradan da İçişleri Bakanlığına ve daha sonra da vatandaşlıktan çıkıyorsunuz. Ama çıktıktan
bir süre sonra tekrar Türk vatandaşlığını kazanmak istiyorsunuz. O zaman m.13/1
kısmındasınız.

Çıkma izini almak suretiyle vatandaşlıktan çıkma, Türk vatandaşlığı kaybının en basit ve en
doğal halidir. Herkes vatandaşlıktan çıkabilir, yani ilerde mesela aranızdan Kanada’ya
yerleşecek olanlar olabilir. Kanada’da yaşamaya başladınız, 20 yıl yaşamışsınız, “Ben artık
Türk vatandaşlığından çıkayım” diyebilirsiniz. Yani Kanada, çifte vatandaşlığı kabul ediyor
ama belki başka imkanlardan yararlanmak istiyor, bilemeyiz. Dolayısıyla çıkma izni alarak
Türk vatandaşlığından çıkabilirsiniz ama sonradan tekrar Türk vatandaşlığına dönmeniz söz
konusu.

b) Ana veya babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybedenlerden 21 inci maddede
öngörülen süre içerisinde seçme hakkını kullanmayanlar.

21.madde, seçme hakkını kullanarak Türk vatandaşlığını kazanacak olan kişileri düzenliyor.
Bizim bu ikamet şartsız, yani m.13/b bendinde ise bu hakkı kullanmamış olan kişiler için
ikamet şartı aramadan Türk vatandaşlığını kazanma imkanı… Bunlar da tabi anne veya
babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını küçükken kaybeden kişiler aslında ifade ediliyor.
21.maddeye baktığımızda anne veya babaya bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybeden kişiler,
reşit olmalarından itibaren 3 yıl içerisinde Türk vatandaşlığına dönebilirler.

Türk vatandaşlığının seçme hakkı ile kazanılması

MADDE 21

295
(1) 27 nci madde uyarınca ana veya babalarına bağlı olarak Türk vatandaşlığını kaybeden
çocuklar ergin olmalarından itibaren üç yıl içinde seçme hakkını kullanmak suretiyle Türk
vatandaşlığını kazanabilirler.

Eğer bu hakkı kullanırlarsa 3 sene içinde, o zaman 21. Maddeye dahiller. Eğer 3 sene içinde o
hakkı kullanmazlarsa, 21.maddeden yararlanamıyorlar. O zaman da 13.maddeden ikamet
şartsız Türk vatandaşlığının kazanılması imkanından yararlanıyorlar.

14.maddede de vatana bağlılıkla bağdaşmayan birtakım hareketlerde bulunulduğu için Türk


vatandaşlığını kaybetmiş olan kişiler var ya da kanunun atıf yaptığı 34.madde. Yani bir şekilde
Türk vatandaşlığını seçme yoluyla kaybediyorsunuz. Ya doğduğunuz yerin vatandaşlığını
tercih ediyorsunuz veya babanızın değil de annenizin vatandaşlığını tercih ederek Türk
vatandaşlığından çıkıyorsunuz ya da evlat edindiğiniz için Türk vatandaşı olmuştunuz ama
daha sonra Türk vatandaşlığından ayrılıyorsunuz… gibi çeşitli sebeplerle ya da doğum yeri
esasına göre Türk vatandaşı oldunuz ama daha sonra anne veya babanızın vatandaşlığını
kazanıyorsunuz. O vatandaşlığı seçme yoluyla kaybediyorsunuz. Yani Türk vatandaşlığını,
başka bir ülkenin vatandaşlığını seçerek ayrılıyorsunuz. Daha sonra yine size Türk
vatandaşlığına dönebilme imkanı tanınıyor ama o zaman ikamet şartı 3 yıl TR’de kesintisiz
ikamet etmeniz gerekiyor.

Türk vatandaşlığının ikamet şartına bağlı olarak yeniden kazanılması

MADDE 14

(1) 29 uncu madde uyarınca Türk vatandaşlığı kaybettirilenler Cumhurbaşkanı kararıyla,


34 üncü madde uyarınca Türk vatandaşlığını kaybedenler Bakanlık kararıyla, millî güvenlik
bakımından engel teşkil edecek bir halinin bulunmaması ve Türkiye'de üç yıl ikamet etmek
şartıyla Türk vatandaşlığını yeniden kazanabilirler.

Demek ki 14.madde, 29. ve 34.maddeye atıf yapıyor. Bunlar, TR’de Türk vatandaşlığını
kazanmak için 3 yıl ikamet etmeleri şartı aranan kişiler. Kimler bunlar?

1-) 29.madde … Yani vatana bağlılıkla bağdaşmayan birtakım hareketlerde bulunan kişiler.
Vatandaşlığın kaybında da anlatacağız, yani başka bir ülkenin ordusunda askerlik hizmeti
yapıyorsunuz ya da TR ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü hizmetinde CB izni
olmadan çalışmaya devam ediyorsunuz. Ülkeye dön diyorlar, dönmüyorsunuz. Gönüllü
olarak askerlik yapıyorsunuz vs. Bunlar, sizin vatandaşlıktan çıkarılabilmeniz için gerekçeler.
Eğer çıkarılırsanız, daha sonra tekrar 14.madde kapsamında vatandaşlığı kazanabilmeniz söz
konusu oluyor.

34.maddeyi de biraz önce söylemiştik; Türk vatandaşlığına çeşitli şekillerde seçerek, yani
başka bir ülke vatandaşlığını kazandığınız için Türk vatandaşlığını seçme yoluyla

296
kaybediyorsunuz. Ama kaybettikten yıllar sonra da “Ben tekrar Türk vatandaşı olayım”
derseniz, yine 14.madde çerçevesinde ikamet şartlı 3 yıl, kesintisiz ikamet şartı aranıyor.

İkamet sürelerinin hesaplanması önemli. Türk vatandaşlığının kazanılmasında süreler çok


önemli. Yasal bir şekilde TR’de oturmanız gerekiyor, ikamet sürelerinin hesaplanması
anlamında. Bu noktada 2017 tarihinde sürelerle ilgili bir değişiklik oldu. Bu noktada yurt
dışında bulunulan süre 12 ayı geçemez. Yani 1 senenin dışında bulunursanız artık otomatik
olarak süre tekrar sıfırlanıyor. Maksimum 12 ayla sınırlı. TR’de bulunabiliyorsunuz. Mesela
gittiniz, Türk vatandaşlığı talebinde bulundunuz… Bu süre çok uzun, bu kadar olmamalı ama
neyse. Gittiniz, vatandaşlık talebinde bulundunuz, 10 ay TR dışında yaşadınız, sonra tekrar
geri geldiniz. Vatandaşlık başvurusu anlamında bir sıkıntı yok.

Bu da yetkili makam kararı içinde. Yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığının kazanılması;

1. Genel yolla

2. İstisnai yolla

3. İkamet şartlı

4. İkamet şartsız

5. Evlenme yolu

Bir Türk vatandaşıyla evlenme, otomatikman Türk vatandaşlığını kazandırmıyor. Bunun için
belirli bir süreye ihtiyaç var. Eskiden öyle değildi; eskiden evlendiğiniz anda, nüfus memuruna
“Ben evlendim, Türk vatandaşlığını kazanmak istiyorum” dediğiniz anda Türk vatandaşlığını
kazanıyordunuz. Ama bu, birçok cali (?) evlilik dediğimiz yasal olmayan, sadece kağıt üstünde
kalan, insanların sadece vatandaşlık kazanmak için yaptıkları evlilikleri ortaya çıkarttır.
Dolayısıyla kanunda düzenleme yapma ihtiyacı hissedildi ve TVK, bu 2009 yılında
düzenlenerek bu şey getirildi.

En az 3 yıldan beri kişilerin evli olması ve evliliğin devam etmesi gerekiyor bir kişinin eşi
sebebiyle Türk vatandaşlığını kazanması için. Bunun dışında;

Türk vatandaşlığının evlenme yoluyla kazanılması

MADDE 16

(1) Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Ancak bir
Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olan ve evliliği devam eden yabancılar Türk
vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir. Başvuru sahiplerinde;

a) Aile birliği içinde yaşama,

b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama,

297
c) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmama,

şartları aranır.

Baktığımızda; aile birliği içinde yaşama, aynı evde yaşama gibi algılanıyor ama Danıştay’ın
bu konuda kararları var. Bazen mecburiyetler gereği bir kişinin… İşte memuriyeti vardır,
zorunlu hizmettir, Van’da yaşıyordur, diğeri İstanbul’da yaşıyorlardır. Aynı evde yaşamıyorlar
ama bu, evlilik birliğini ve onların aile birliği içinde olmadığı anlamına gelmez. Bazen bu,
yurtdışı olur; adam mühendistir, çalıştığı firma onu 2 seneliğine Kazakistan’a göndermiştir.
Sonuçta birlikte yaşamıyorlar ama ortada bir aile birliği vardır. Önemli olan budur, yani bu
aile birliğinin korunması, dolayısıyla biz bunu motamot, aynı evde şu kadar süre vs gibi, yılın 5
ayı birlikte olacaklar, 3 ayı olmayacaklar gibi falan anlamıyoruz. Burada nicelikten çok,
niteliksel bir yaklaşım kabul etmek gerekiyor.

(2) Başvurudan sonra Türk vatandaşı eşin ölümü nedeniyle evliliğin sona ermesi halinde
birinci fıkranın (a) bendindeki şart aranmaz.

Kişinin birlikte yaşaması artık mümkün olmayacağı için, o Türk vatandaşı kişiyle vefat ettiği
için o şart aranmıyor ama diğer şartlara göre kişi ölse de Türk vatandaşlığıyla ilgili başvuru
yapılmışsa kişinin bunu kazanması söz konusu oluyor.

(3) Evlenme ile Türk vatandaşlığını kazanan yabancılar evlenmenin butlanına karar
verilmesi halinde evlenmede iyiniyetli iseler Türk vatandaşlığını muhafaza ederler.

İyiniyetli değillerse Türk vatandaşlığını kaybediyorlar.

Türk vatandaşlığının evlat edinilme ile kazanılması

Bu da sonradan kazanılan bir vatandaşlık ama yetkili makam kararıyla kazanılan bir
vatandaşlık değil, evlatlık ilişkisi sebebiyle kazanılıyor. Burada evlatlık ilişkisi sebebiyle Türk
vatandaşlığının kazanılması noktasında dikkat edilecek tek bir husus var: Evlatlık yoluyla Türk
vatandaşlılığını kazanacak olan kişinin küçük olması. Yani ergin bir kişi evlat edinse bile Türk
vatandaşlığını kazanması için yeterli olmuyor. O genel yolla Türk vatandaşlığını kazanacak.

MADDE 17

(1) Bir Türk vatandaşı tarafından evlat edinilen ergin olmayan kişi, millî güvenlik ve kamu
düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla, karar tarihinden
itibaren Türk vatandaşlığını kazanabilir.

60-70 DK

298
Şimdi bu ayrı bir tür olan evlat edinme yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılması bu da tabi
sonradan kazanılan bir vatandaşlık ama yetkili makam kararıyla kazanılan bir vatandaşlık
değil evlatlık ilişkisi sebebiyle kazanılıyor burada evlatlık ilişkisi sebebiyle Türk vatandaşlığının
kazanılması noktasının dikkat edilecek tek bir husus var o da evlatlık yoluyla Türk
vatandaşlığını kazanacak olan kişinin arkadaşlar küçük olması yani ergin bir kişi evlat edinilse
bile Türk vatandaşlığını kazanması için yeterli olmuyor genel yolla Türk vatandaşlığını
kazanacak. Dolayısıyla evlatlık ilişkisi sebebiyle Türk vatandaşlığının kazanılması sadece
küçükler için geçerli. Yani siz atıyorum Angelina Jolie gibi Vietnamlı bir çocuğu, Kamboçyalı
bir çocuğu evlat edindiğinizde o çocuk küçük olduğu için Türk vatandaşlığı kazanabilir. Ama
siz yetişkin birini evlat edindiğinizde onun öyle kazanma gibi bir durumu söz konusu olmuyor
ne diyor bir Türk vatandaşı 17. Madde de evlat edinilen ergin olmayan kişi milli güvenlik ve
kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla kararın verildiği
andan itibaren tabi burada önemli bazen cumhurbaşkanlığı tarafından verilen kararın resmi
gazetede yayımlanmasıyla birlikte bazen Türk vatandaşlığı kazanılıyor, ya da kaybediliyor
bazen işte o makamın karar vermesiyle içişleri bakanlığı kararıyla vatandaşlık kazanılıyor. Yani
hangi makamın o vatandaşlığa alınma yönünde karar verdiyse ona göre o vatandaşlığın bir
kazanılma anı söz konusu.

Normalde arkadaşlar vatandaşlıkla ilgili başvurular illerde yapılır. Bu içişleri bakanlığının,


yani valiliklerde bu vatandaşlık başvurularını inceleyen bir komisyon görev yapar ve
dolayısıyla ön aslında inceleme bu komisyonlarda gerçekleşir. Dolayısıyla ön şartlar
gerçekleşince dosya içişleri bakanlığına gönderiliyor ve bakanlık kararıyla Türk vatandaşlığı
kazanılıyor uygun görülmeyenler ise bakanlıkça reddediliyor kararları. Bu konuda da mesela
özellikle başvuru komisyonu vatandaşlığa talepleri reddettiği için onlar aleyhinde davaların
açıldığı haller var bunlar hep reddediliyor çünkü burada içişleri bakanlığı muhatap dolayısıyla
davanın husumetinin içişleri bakanlığı olması esas ama böyle bu komisyon reddettiği için
davalı olarak hep bu komisyona karşı açılmış olan davaları görüyoruz. Yanlış.

Taraf yokluğundan zaten şey oluyor çünkü burada taraf içişleri bakanlığı arkadaşlar ve
yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığının kazanılmasının geçerliliği ve sonuçlarına bakacak
olursak arkadaşlar bir kere karar tarihinden itibaren hüküm ifade ediyor. Bununla birlikte
Türk vatandaşlığını kazanan kişinin eğer küçük çocukları varsa bunlarda Türk vatandaşlığını
kazanabiliyorlar bununla birlikte yani ya da anne baba birlikte kazandıysa zaten otomatikman
Türk vatandaşlığını kazanıyorlar. Yani otomatikman. Ama bu noktada anne Türk
vatandaşlığını kazandı veya baba Türk vatandaşlığını yetkili makam kararıyla kazandı bu diğer
eşinde otomatikman kazanacağı anlamına gelmiyor ama çocuklar açısından eğer diğer eş
muvafakat ederse o zaman çocukların da Türk vatandaşlığını kazanan kişiyle birlikte Türk
vatandaşlığını kazanması mümkün oluyor ve son olarak arkadaşlar Türk vatandaşlığının
seçme yoluyla burada bunu aslında biraz öncede bahsetmiştik. Vatandaşlığı, Türk
vatandaşlığını anne veya babasına bağlı olarak bir şekilde kaybeden kişiler ergin yani reşit
olmalarından itibaren 3 sene içerisinde eğer tekrar Türk vatandaşlığına dönme yönünde bir
talepte bulunurlarsa 3 yıllık süre içerisinde onlar Türk vatandaşlığına alınıyor buna biz seçme

299
yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılması diyoruz. 3 seneyi kaçırırlarsa ne oluyordu
arkadaşlar? İkamet şartsız Türk vatandaşlığına alınıyorlardı 13.madde hükümleri gereği.
Demek ki 21’i kullanamazlarsa 13.madde hükümlerine tabi oluyorlar. O zaman tabi 3 yıl gibi
bir şart da aranmıyor ama en azından o imkânı kaybetmemiş oluyorlar. Ama dediğim gibi
reşit olmalarından itibaren 3 sene içerisinde bu hakkı kullanırlarsa o zaman seçme yoluyla
Türk vatandaşlığını kazanmış oluyorlar.

Seçme yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılmasında ise bu seçme yoluyla Türk


vatandaşlığını kazanan kişinin şartlarının tespit edildiğine ilişkin karardan itibaren ne oluyor
hüküm ifade ediyor. Bu kişilerin yani seçme hakkını kullanarak Türk vatandaşı olan kişilerin
de arkadaşlar bu anlamda eşleri otomatikman Türk vatandaşı olmuyor genel hükümlere
tabiler. Ama bu noktada çocuklar karşı taraf izin verdiği takdirde o zaman Türk vatandaşlığını
kazanabiliyor anne veya baba seçme yoluyla Türk vatandaşlığını kazanırsa reşit olmayan
çocukların da Türk vatandaşlığını da kazanması söz konusu oluyor. Şimdi buraya kadar
anlattıklarımız Türk vatandaşlığının kazanılmasıydı. Şimdi geliyoruz 3.kısma Türk
vatandaşlığının kaybı. Şurada bir soru görmüştüm Ömer Faruk Bey geçen senelerde 80 bin
Suriyeliye… Bilmiyorum aslında istatiksel olarak ne kadar Suriyeliye vatandaşlık verildi ama
devletler bu tarz kararlar verebiliyor yani ona diyoruz ya mahfuz yetki arkadaşlar verebiliyor
yani 80 bin de verir, 100 bin de verebilir, 90 bin de verebilir sonuçta vatandaşlığa
alınmalarında bir sakınca görülmüyorsa genel güvenlik açısından alınmıştır yani. Ama ciddi
bir araştırma yapılması gerekiyor bir de yani böyle kafatasçı bir yaklaşım da sergilemek
istemiyorum aslında ama vasıflı insanları bari alalım yani alacaksak bari vasıflı insanlar vatana
millete hayırlı olacak ülkeye hayrı dokunacak insanlar değil mi?

Madem o kadar şey içine giriyoruz bari öyle bir şey olsa inşallah da o şekilde olmuştur. Yani
mesela kanada bunu çok düzgün bir şekilde yapıyor çok seçiyor, seçe seçe öyle herkesi
vatandaş yapmıyor yani. Belli niteliklere sahip olmanız gerekiyor devletin aradığı asgari. Evet,
şimdi gelelim arkadaşlar Türk vatandaşlığının kaybı meselesine, şimdi Türk vatandaşlığının
kaybında da yine ikili bir ayrım yapıyoruz.

Türk vatandaşlığının kaybı yine yetkili makam kararıyla Türk vatandaşlığını kaybediyoruz ya
da seçme hakkını kullanarak Türk vatandaşlığını kaybediyoruz. Şimdi yetkili makam kararıyla
Türk vatandaşlığının yani bir makam karar veriyor sizin vatandaşlığınızı kaybetmenize
bunlardan kendi içinde 3’e ayrılıyor. O şemalara bakın arkadaşlar benim anlattığım bu şeyleri
orada şematik olarak göreceksiniz sisteme yükledim sabiste. Vatandaşlığın yetkili makam
kararıyla kaybını biz 3’e ayırıyoruz. Bunlarda biri Türk vatandaşlığının çıkma yoluyla yani o
klasik anlamda Türk vatandaşlığından çıkmak beyanını yönünde harcıyorsunuz biz buna
çıkma diyoruz Türk vatandaşlığından çıkma. İkincisi Türk vatandaşlığını kaybettirme.
Üçüncüsü ise vatandaşlığa alınmanın iptali. Bu üç hal yetkili makam kararıyla Türk
vatandaşlığının kaybı hallerini oluşturuyor. Şimdi arkadaşlar çıkmaya bir bakalım zaten 25.
Madde hemen bu 23 ve 24 ‘ün akabinde altta yer alıyor. Kimler Türk vatandaşlığından
çıkabilir bunu bir açıklayacağız birazdan. Okuyalım bir Türk vatandaşlığından çıkmak için izin
isteyen kişilere aşağıdaki şartları taşımaları halinde Bakanlıkça çıkma izni veya çıkma belgesi

300
verilebilir. Bakanlık burada tabiî ki kimi ifade ediyor arkadaşlar? İçişleri bakanlığını ifade
ediyor. Genel müdürlük ifadesi ise nüfus ve vatandaşlık ilişkileri genel müdürlüğünü. Şimdi
burada neymiş şartımız?

Türk vatandaşlığından çıkma

MADDE 25 – (1) Türk vatandaşlığından çıkmak için izin isteyen kişilere aşağıdaki
şartları taşımaları halinde Bakanlıkça çıkma izni veya çıkma belgesi verilebilir.

a) Ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak.

b) Yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış olmak veya kazanacağına ilişkin


inandırıcı belirtiler bulunmak.

c) Herhangi bir suç veya askerlik hizmeti nedeniyle aranan kişilerden olmamak.

ç) Hakkında herhangi bir mali ve cezai tahdit bulunmamak.

Şimdi bu noktada arkadaşlar baktığımızda Türk vatandaşlığından çıkma dediğimiz şey biraz
önce anlatmıştım aslında Türk vatandaşlığından çeşitli gerekçeleriniz olabilir. Yani burada
şudur budur diyemeyiz insanların Türk vatandaşlığından ayrılmak için gerekli farklı bir sürü
gerekçesi olabilir. Beki uzun yıllardır başka bir ülkede yaşıyordur orda memur olacaktır,
oranın bir devlet kademesinde çalışacaktır veya ne bileyim oranın vatandaşı olunca sosyal
haklardan daha fazla yararlanacaktır. Hayatı orda devam ediyordur. Yılda bir kere ya
geliyordur ya gelmiyordur Türkiye'ye vs. yani bilemeyiz ne gerekçe olduğunu bilemeyiz ama
nihayetinde Türk vatandaşlığından ayrılmanın böyle klasik yöntemi olan Türk
vatandaşlığından en doğal yöntemi olan Türk vatandaşlığından çıkma yönündeki talebi yetkili
makamlara iletmek suretiyle Türk vatandaşlığından ayrılmanız mümkün olur. Fakat bunun
için işte bu 4 şartın mevcut olması gerekiyor. Bir kere tabiî ki ayırt etme gücü, ergin olma,
yabancı bir devlet bu önemli yani siz başka bir ülkenin vatandaşlığını kazanmışsanız eğer o
zaman Türk vatandaşlığından çıkma talebiniz olumlu sonuçlanır.

70-80 DK

Klasik en doğal yöntemi olan Türk vatandaşlığından çıkma yönündeki talebi yetkili makamlara
iletmek suretiyle türk vatandaşlığından ayrılmanız mümkün olur.

Fakat bunu için bu 4 şartın mevcut olması gerekir. Bir kere tabi ki Ayırt etme gücü, ergin
olma, yabancı bir devlet. Bu önemli. Yani siz başka bir ülkenin vatandaşlığını kazanmışsanız
eğer o zaman türk vatandaşlığından çıkma talebini olumlu sonuçlanır. Ama siz daha başka
ülke vatandaşlığını kazanmadıysanız o zaman bu talebini geçerli olmaz. Çünkü daha
vatandaşlık kazanmadan kendi ülke vatandaşlığınızdan ayrıldığınızda vatansız kalma

301
durumunuz var. İşte T.C. Vatandaşlık Kanunu bu ihtimali göz ardı etmemiş. Sizin başka
ülkenin vatandaşlığına geçtiğinize dair kesin bir kanıt istiyor. Dolaysıyla siz o belgeyi
getirirseniz türk vatandaşlığından çıkabiliyorsunuz. Ama henüz başka ülke vatandaşlığı
kazanmanız belli değilse, çok yüksek ihtimalse o zaman size çıkma izin belgesi veriliyor. Bu
ikisi farklı veriliyor. Birinde çıkmaya izin veriyor, diğerinde çıkma izin belgesi veriyor.
Dolayısıyla çıkma izin belgesi henüz daha yabancı bir ülke vatandaşlığını kazanamamış olan
kişiler için geçerli ve onun belirli bir süresi var. O süre içinde siz kazanırsanız zaten onu çıkma
belgesiyle değiştirirsiniz. Ama o süre içinde türk vatandaşlığında ayrılmamışsanız ama henüz
daha başka ülke vatandaşlığını da kazanmamışsanız o zaman o izin belgesi o sürenini
sonunda geçerliliğini kaybediyor ve tekrar düzenleniyor. Buradaki temel amaç yabancı bir
ülke vatandaşlığını kazanmış olmanız. Kazandıysanız Türk vatandaşlığından çıkma belgesi
veriyor, eğer kazanmamışsanız ama kazanacaksanız da o zaman da çıkma izin belgesi veriyor.
Ama çıkma izin belgesi sizin türk vatandaşlığını kaybettiğinizi gösteren hiçbir anlam ifade
etmiyor.

Suç teşkil edecek veya mali veya cezai bir sınırlandırmanı olmamanız gerekiyor,
askerlik hizmetinde de aranan kişilerden biri olmamanız gerekiyor. Bu tartışmalı, mahkeme
kararlarında da tartışmalı. Yani burada askerlik hizmetini yapmış olması mı gerekli? Yoksa o
anlamda askerlik hizmetini yapmasa da çıkabilir mi türk vatandaşlığından. Ama zaten diyor
burada askerlik hizmetini yapıp yapmamış olması değil, askerlik hizmeti bakımından aranan
kişilerden olmaması gerekir diyor. Yani tescil ettirdiyse o zaman sıkıntı yok. Zaten tecil
ettirmiş, aranmıyor yani. O süre de vatandaşlıktan çıkabilir.

Çıkma belgesi veya çıkma izin belgesi olarak ikili bir arım var. Çıkma izin belgesinin 2
yıllık bir süresi var. 2 yıl geçerli, dolayısıyla bu 2 yılın sonunda yabancı bir ülke vatandaşlığı
kazanılmamışsa geçersiz hale geliyor, yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Ama eğer başka bir
ülkenin vatandaşlığı kazanılmışsa o zaman türk vatandaşlığında çıkma belgesi düzenleniyor.
Dolayısıyla artık çıkma belgesinin imza karşılığı karşı tarafa teslim edilmesi ile birlikte artık
türk vatandaşlığı kaybediliyor arkadaşlar. Türk vatandaşlığını da kaybeden kişinin de doğal
olarak aile nüfus kaydı kapatılıyor. Ve artık kapatma tarihinden itibaren artık yabancı
muamelesi görüyor.

Bir eşin Türk vatandaşlığından çıkmasında diğer eşinde vatandaşlıktan çıkmasına etki
etmez, diğer eşin vatandaşlığı devam eder. Bu noktada çocuklarımın da benle birlikte Türk
vatandaşlığında ayrılmasını istiyorsam o zaman eşimin de bana muvafakat etmesi gerekiyor,
eğer eşim muvafakat etmiyorsa hâkimin iznine bağlı. Bunlar 27.madde de dile getiriliyor.

Madde 27;

302
Türk vatandaşlığından çıkmanın geçerliliği ve sonuçları

MADDE 27 – (1) Çıkma belgesinin ilgiliye imza karşılığı teslimi ile Türk vatandaşlığı kaybedilir.
Türk vatandaşlığını kaybeden kişilerin nüfus aile kütüklerindeki kayıtları kapatılır ve kayıp
tarihinden itibaren yabancı muamelesine tabi tutulurlar.

(2) (Değişik:6/12/2019-7196/63 md.) Eşlerden birinin çıkma izni almak suretiyle Türk
vatandaşlığını kaybetmesi diğer eşin vatandaşlığına tesir etmez. Türk vatandaşlığını kaybeden
ana ya da babanın talebinin bulunması ve diğer ebeveynin de muvafakat etmesi halinde
çocukları da kendileri ile birlikte Türk vatandaşlığını kaybederler. Muvafakat verilmemesi
halinde hâkim kararına göre işlem yapılır.

(3) Vatandaşlığın kaybı, çocukları vatansız kılacak ise bu madde hükümleri uygulanmaz.

Ama şu çok önemli özellikle çocuk açısından getirilmiş, türk vatandaşlığının kaybedilmesi bu
anlamda çocukları eğer vatansız kılacaksa, o zaman bu madde hükmü hiçbir şekilde
uygulanmaz çocuklar türk vatandaşı olarak kalmaya devam eder.

Bu noktada 28.madde karşımıza geliyor. TVK 28(Çıkma izni almak suretiyle Türk
vatandaşlığını kaybeden kişilere tanınan haklar)(madde uzun diye koymadım buraya
arkadaşlar.)

Bunlar türk vatandaşı olarak doğan kişilerdir arkadaşlar. Doğarak türk vatandaşlığını
kazanmışlardır. Doğum yoluyla türk vatandaşlığı kazanmak nasıl oluyordu ya anne baba kan
esası ya da Türkiye’de doğduğunu veya bulunduğunuz için toprak esası.

Aynen 25.Madde de anlattığımız gibi türk vatandaşlığından çıkma izni alarak çıkıyorlar. Ama
Türkiye Cumhuriyeti, mavi kartlılar o kadar çok ki. O anlamda onların Türkiye ile ilişkilerini
koparmaması ve bağlarının devam etmesi bağlamında onlar özel statü sağlıyor. O yüzden biz
mesela madde 28’i normla yabancı gibi kabul etmeyiz, onlar aslında yabancıdır türk
vatandaşı değildir. Ama kanun koyucu onlara daha farklı yaklaşmış dolaysıyla özel statüdeki
yabancılar olarak yaklaşmış ve sadece hangi haklardan yararlanamayacaklarını açıkça ifade
etmiş. Dolayısıyla onun dışında kalan haklardan yararlanabilecekleri şekilde bir yaklaşım
hakimdir. Çünkü yararlanamayacakları şekil haklar açıkça kanunda belirtilmiş. Dolayısıyla
bunlarında dışında kalan hakların hepsinden yararlanabilir. Bunu ikinci dönemde görücez.
Yabancılar Türkiye’de dava açarken teminat yatırmak zorundadır mesela. Dolaysıyla biz o
sırada TVK 28’e bakcaz. Bunlarda teminat yatırmak zorunda mıdır, özel statüdedirler.
Yararlanabilir veya yararlanamaz dicez. Dolaysıyla bu hak bunların kapsamı dışında değil
dicez, dolayısıyla teminat yatırmak zorunda değil dicez. Mavi kartların yararlanamayacağı
haklar politik haklar. Bunlar oy kullanamıyorlar. Devlette, kamuda memur olarak
çalışamıyorlar. Ama devlette sözleşmeli olarak çalışabilirler mesela. Ya da yurt dışından mal
ithal edemezler ve askerlik hükümlülükleri yok.

303
Bunların böyle 4 tane kanunda sayılan hakları yok. Bir kere ev eşyası ve araç ithal
edemiyorlar. Devlet memuru olamıyorlar, politik hakları yok ve askerlik yapmıyorlar. Bunun
dışında her haktan yararlanabiliyorlar. Yani böyle yorumlanıyor. Dolayısıyla bu kişiler
açısından bunların 3.dereceye kadar altsoyları da aynen bu haklardan yararlanıyorlar.
Dolaysıyla bunlar özel statü mavi kartlar kütüğü adı verilen elektronik ortamda da bunlarla
ilgili usul ve esaslar bakanlık tarafından yürütülüyor.

Şimdi ikinci türk vatandaşlığını yetkili makam kararıyla kaybına bakalım. Türk
vatandaşlığını kaybettirme. BU zaten biraz önce de söylemiştim 29.madde türk
vatandaşlığının yeniden kazanılmasının ikamet şartlı olarak gerçekleştiği hallerde 29.maddeyi
söylemiştik.

Soru: Çocukları Türk Vatandaşlığını kazanırlar mı?

Cevap: Tabi kazanmazlar, çünkü türk vatandaşı değil bunlar nihayetinde. Ama sonradan türk
vatandaşlığını kazanmak isterlerse başvurabilirler.

Bu noktada otomatikman kazanma gibi bir durumları yok zaten türk vatandaşı değiller,
sonuçta yabancılar. Türk vatandaşlığı ancak kanunda belirtilen şekillerde kazanılır demiştik.
Bunlar özel statüdeki yabancılar ama doğunca türk vatandaşı olmuyorlar. Sonradan türk
vatandaşlığını TVK 28’in çocukları kazanabilir, anladınız siz beni.

Evet, 29.maddeye dönelim arkadaşlar.29.maddeden bahsetmiştik CB’nın kararnamesiyle türk


vatandaşlığının kaybedilmesi noktasındaki en büyük yaptırıma tabi olan kişiler. Kimlermiş
bakalım bunlar;

Türk vatandaşlığını kaybettirme

MADDE 29 – (1) Aşağıda belirtilen eylemlerde bulundukları resmi makamlarca tespit edilen
kişilerin Türk vatandaşlığı Cumhurbaşkanı kararı ile kaybettirilebilir.(1)

a) Yabancı bir devletin, Türkiye'nin menfaatlerine uymayan herhangi bir hizmetinde bulunup
da bu görevi bırakmaları kendilerine yurt dışında dış temsilcilikler, yurt içinde ise mülki idare
amirleri tarafından bildirilmesine rağmen, üç aydan az olmamak üzere verilecek uygun bir
süre içerisinde kendi istekleri ile bu görevi bırakmayanlar.

b) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü hizmetinde Cumhurbaşkanının izni
olmaksızın kendi istekleriyle çalışmaya devam edenler.(1)

c) İzin almaksızın yabancı bir devlet hizmetinde gönüllü olarak askerlik yapanlar.

(2) (Ek: 2/1/2017 - KHK-680/75 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7072/73 md.) 26/9/2004 tarihli
ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302 nci, 309 uncu, 310 uncu, 311 inci, 312 nci, 313 üncü,

304
314 üncü ve 315 inci maddelerinde yazılı suçlar nedeniyle hakkında soruşturma veya
kovuşturma yürütülen ve yabancı ülkede bulunması nedeniyle kendisine ulaşılamayan
vatandaşlar, bu durumun soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı veya kovuşturma
aşamasında mahkeme tarafından öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde vatandaşlıklarının
kaybettirilmesi amacıyla Bakanlığa bildirilir. Bakanlıkça Resmî Gazetede yapılan yurda dön
ilanına rağmen üç ay içinde yurda dönmemeleri halinde, bu kişilerin Türk vatandaşlıkları
Cumhurbaşkanı kararıyla kaybettirilebilir.

80-92 DK

Kimlermiş bakalım bunlar. Yabancı bir devletin Türkiye’nin menfaatine uymayan herhangi
bir hizmetinde bulunup da bu görevi bırakmaları kendilerine yurt dışında dış temsilcilikler
yurt içinde mülki idare amirleri tarafından bildirilmesine rağmen üç aydan az olmamak üzere
verilecek uygun bir süre içerisinde kendi istekleri ile bu görevi bırakmayanlar. Demek ki
mesela ajan olabilir. Yabancı bir ülkenin Türkiye’nin menfaatlerine uymayan bir şeyde
çalışıyorsun sen yani. Ya da Türkiye’ye savaş halinde bulunan bir devletin her türlü
hizmetinde cumhurbaşkanlığı izni olmadan çalışıyorsun.

İzin olmaksızın yabanı bir devlette Gönüllü olarak askerlik yapıyorsun. Demek ki bu haller
Türk vatandaşlığının kaybının en ağır yaptırımı olarak karşımıza çıkan haller.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bu ilgili kişilerin Türk vatandaşlığı kaybettirilmesi söz
konusu oluyor. Ama unutmayın bu bir zorunluluk değil. Cumhurbaşkanı isterse karar verir
istemezse vermez. Kalsın derse kalın Gitsin derse gider. Öyle düşünelim o şekilde kaleme
alınmış. Dolayısıyla arkadaşlar 29. Maddenin uygulanması da bu şekilde. Bir de bu özellikle
bu 2. Fıkra yeni eklendi. Özellikle bu 15 temmuz olayları sonrasında eklenen ve ceza
hukukuyla aslında bağdaştırılan ve ceza kanunun ilgili maddelerine oldukça fazla atıf yapılan
29. Maddenin 2. fıkrasında yer alan haller. Özellikle bu 311, 312 siz benden çok daha iyi
bilirsiniz 312 314 315 vs. buradaki suçlar nedeniyle işte ülkenin genel güvenliği ihlali vs.
sebebiyle yabancı ülkeye kaçanlar orada bulunanlar vs. kendilerine ulaşılamayanlarla alakalı
bunların ülkeye belirli süre içerisinde dön ihtarına rağmen dönmeyenlerle ilgili bunların Türk
vatandaşlığının kaybettirilmesi yönünde Cumhurbaşkanlığının bir yetkisi söz konusu.
Dolayısıyla 29. Maddede bunu ifade ediyor.

Ders dışı bir anısını anlatıyor.

C bendi de önemli arkadaşlar gönüllü olarak askerlik yapmak. Şimdi burada gönüllü olarak
yapılması yani siz gidiyorsunuz başka bir ülkenin askeri şeyinde paralı asker olarak
çalışıyorsunuz falan. bu biraz gönüllülük esası rahatsız edici bir şey kanun koyucu da o şekilde
kararlarda da o şekilde özellikle bu gönüllülük esasına vurgu yapılıyor. Dolayısıyla
vatandaşlığın kaybettirilmesi kararı verilirken bu gönüllülük gerekçesi çok dikkat edilen bir
hukuki dayanak olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi vatandaşlığın kaybettirilmesine baktığımızda
bu tabiki bireysel yani sadece vatandaşlığı kaybettirilen kişiyle alakalı sonuçlar doğuruyor ve
resmi gazetede yayınlanıyor kaybettirme kararı. Resmi gazetede yayınlandığı andan itibaren
de hüküm ifade ediyor. Eş ve çocukları hiçbir şekilde etkilemiyor.

305
Çünkü bireysel yani kaybettirmenin etkileri bireysel. Şimdi son olarak 31. Maddeye gelelim
o da vatandaşlığı alınmanın iptali. Vatandaşlığa herhangi bir şekilde alınabilirsiniz bu
cumhurbaşkanlığı kararı ile olur evlenme yolu ile olur yetkili makam kararı ile olur veya evlat
edinme ile Türk vatandaşlığı ile olur. Hangi yolla kazandığınızın hiçbir önemi yok. Ama Türk
vatandaşlığını kazanma yönündeki başvurunuzu birtakım yalan beyanlar sahte evraklar veya
vatandaşlık kazanmanıza sebep olacak hususları yani vatandaşlık kazanmanıza engel olacak
hususları gizleyerek gerçekleştirdiyseniz o zaman bunun tespit edilmesi ve sonrasında
vatandaşlığa alınma kararı vermiş olan makamın bu sefer bu kararı iptal etmesi ile Türk
vatandaşlığını kaybedersiniz.

Vatandaşlığa alınma kararının iptali ile kast edilen de budur arkadaşlar. Yani hangi makam
vatandaşlığa alınmanıza karar verdiyse o makam tekrar vatandaşlığın iptali yönünde karar
verir.

İptal kararı da verildiği an yani karar tarihinden itibaren hüküm ifade ediyor. Eş ve
çocuklar da eğer bu vatandaşlığa alınma sebebi kararıyla etkilenmişlerse o zaman iptal
kararları onlara da uygulanıyor. Yani iptal kararı ilgili kişiye bağlı olarak Türk vatandaşlığı
kazanan kişileri de etkiliyor. Eğer eş ve çocuklar vatandaşlığı iptal kararı ilgili kişi sebebiyle
vatandaşlığı kazanmışlarsa iptal kararından onlar da etkileniyor. Ama onlar yok eğer bireysel
olarak başvurmuşlar ve Türk vatandaşlığı kazanmışlar ise o zaman iptal kararı onları
etkilemiyor ve Türk vatandaşlığını ne yapıyorlar. Onlar muhafaza ediyorlar Zaten Türk
vatandaşlığı iptal edilenler de malların tasfiyesi yani kendilerine belirli bir süre tanımlanıyor
tasfiye için. Bu süre sonucu da malları tasfiye etmesi için belirli bir süre veriliyor bu gerekli
hallerde. Eğer kişi en geç 1 sene içerisinde bu malları tasfiye edemez ise yani etmek zorunda
1 sene içinde. Edemezse o zaman mallar yetkili makamlar yani hazine tarafından satılıyor.
Bedelleri de O ilgili kişi hesabına yatırılıyor ve kişilerin oradan bunu tahsil etmeleri söz
konusu oluyor. Dolayısıyla arkadaşlar yani vatandaşlığın iptali bu anlamda demek ki hangi
makam bu kararı aldıysa o makamın tekrar iptal kararı vermesi gerekiyor. Neden ? İşte ilgili
makamları yanıltmak, sahte belge kullanmak, normal şartlarda o bilgiler olsa Türk
vatandaşlığı kazanmaları mümkün olmayacak Ama o bilgileri gizleyerek kazanıyorlar o şekilde
kazanıyorlar. Bunun da ortaya çıkması halinde iptal kararı veriliyor diyoruz. Ve son olarak
arkadaşlar. Türk vatandaşlığının seçme yoluyla kaybı. Aslında bundan da Türk vatandaşlığının
ikamet şartlı kazanılmasında bahsetmiştik. Türk vatandaşlığının ikamet şartlı kazanılmasını
düzenleyen 14. madde 29 a ve 34 e atıf yapıyordu. Dolayısıyla Türk vatandaşlığının seçme
yoluyla kaybı ile ifade edilen şeylere bir bakalım neymiş. Aşağıdaki durumlarda belirtilenler
ergin olmadan itibaren 3 yıl içinde Türk vatandaşlığından ayrılabilirler. yani bu kişiler aslında
Türk vatandaşlığına sahipler ve bir şekilde vatandaşlığını kazanmışlar ama başka bir ülke
vatandaşlığını seçerek Türk vatandaşlığından çıkıyorlar. 3 sene içerisinde kullanamazlar ise o
zaman vatandaşlığından çıkma suretiyle Türk vatandaşlığın çıkacaklar ama 3 sene içinde
kullanılırlarsa seçme yoluyla Türk vatandaşlığından çıkmış olacaklar. Kimdir bunlar?

Anne veya babadan dolayı soy bağı nedeniyle Türk vatandaşı olanlardan yabancı anne veya
babasının vatandaşlığını doğumla veya sonradan kazanan. Yani kişi aslında anne veya

306
babasından dolayı Türk vatandaşlığı kazanıyor ama sonradan ya da doğumla anne veya
babasının vatandaşlığını kazanmış ya da kazanacak. Dolayısıyla Türk vatandaşlığından çıkıyor.
Ya da evlat edinme yolu ile Türk vatandaşlığını kazanmış ama ergin olmadan itibaren sonra
seçme yoluyla 3 yıl içinde çıkıyor. Ya da doğum yeri esasına göre Türk vatandaşlığı kazanmış
ergin olmasından itibaren 3 yıl içerisinde Türk vatandaşlığından çıkıyor. Ya da herhangi bir
şekilde Türk vatandaşlığı kazanmış D bendinde yine ergin olmasından itibaren 3 sene
içerisinde seçme yoluyla tür vatandaşlığından çıkıyor. Dolayısıyla daha sonra da tekrar Türk
vatandaşlığına gelmek isterse o zaman da Türkiye’de 3 sene içerisinde kesintisiz ikamet
etmek şartıyla 14. Madde hükümlerine göre tekrar yeniden Türk vatandaşlığını kazanması
mümkün oluyordu.

Seçme hakkı ile kayıp Türk vatandaşlığının kaybı hangi andan itibaren hüküm ifade
edecektir diye sorabilirsiniz. Kanun zaten çok açık. 35/1 ifade ediyor. Ne diyor seçme hakkıyla
Türk vatandaşlığının kaybı bu hakkın kullanılmasının şartlarının varlığının tespitine ilişkin
karar tarihinden itibaren. Hangi gerekçeyle seçme hakkının kullanıyorlar ise ona istinaden
işte ne bileyim anne veya babasının vatandaşlığını kazanmış mı doğum yoluyla veya sonradan
kazanmış mı ya da (çünkü başka bir ülkenin vatandaşlığını kazanmış olması gerekiyor.
Kazanmazsa çıkamaz. Çünkü vatansızlık engel bu anlamda.)

Dolayısıyla doğum yeri esasına göre Türk vatandaşı ama daha sonra anne veya babasının
vatandaşlığı kazanıyor mesela. Yine keza bunlara ilişkin tespit kararı sonrası o ülkeye ait
vatandaşlık belgesinin sunulmasıyla birlikte Türk vatandaşlığının seçme yoluyla kaybına ilişkin
karar verildiği an itibariyle artık kişi seçme yoluyla Türk vatandaşlığını kaybetmiş oluyor. Biz
Türk vatandaşı olduğumuz nasıl ispat ederiz. Birçok yolu var. Öncelikle tabi Türk nüfus
cüzdanlarımız, kimliklerimiz nüfus kayıtlarımız yurt dışına gittiğimizde pasaportumuz. Ya da
mesela pasaport yerine geçen belgeler var. Pasaport kanununda bunlar detaylı şekilde
belirlenmiş mesela 2. Dönemde göreceğiz mesela pasavan vardır gemi adamı cüzdanı vardır
mesela. Bunlar mesela pasaport yerine geçer. İşte uluslararası tren yollarında çalışan kişiler
mesela veya gemilerde hava yollarında çalışan kişiler. Bunların böyle özel kimlik kartları
vardır bunların uluslararası geçerliliği vardır. Kimlik belgesi yerine geçer. Pasavan Dediğimiz
hudut geçiş belgesi dediğimiz özellikle sınırda çalışan kişileri kullandıkları belgeler var vs.
bunlar Türk vatandaşlığını ispata yarar. Mesela yurt dışına gittiniz çantalar çalındı her şey
çalındı cüzdan gitti. Hemen en yakın konsolosluğa veya Türk Büyük Elçiliğine gideceksiniz.
Oradan vatandaş olduğunuza ilişkin belgeyi alacaksınız. Hemen belgeyi alacaksınız ve
Türkiye’ye giriş yapacaksınız. Fakat hep aynı şey olur Pazar kapalıdır vs. kapalıysa da o zaman
uçağınıza bineceksiniz o zaman da Türkiye’ye giriş yaparken emniyet sizin Türk
vatandaşlığınız için mernise girecek sisteme hemen. Ne yapacak hemen Türk vatandaşlığınızı
o anlamda tespit edecek.

92-103 DK

Vatandaş olduğunuza ilişkin belge alacaksınız ondan sonra Türkiye’ ye giriş yapacaksınız.
Fakat hep aynı şey olur bilirsiniz pazara denk gelir cumartesiye denk gelir vs. o zaman yine

307
uçağınıza bineceksiniz geleceksiniz o zaman da Türkiye’deki giriş yaparken ki emniyet sizin
Türk vatandaşı olduğunuzu girecek sisteme hemen. Ne yapacak arkadaşlar Türk
vatandaşlığınızı tespit edecek.

Türk vatandaşlığının kazanılması veya kaybına ilişkin başvurular muhakkak yurtiçinde


ikamet...(anlaşılmıyor) veya yurtdışındaki dış temsilciliklere başvurarak yapılıyor. Bu kişinin
Türk vatandaşı olup olmadığı zaten Bakanlıklara sorarak tespit ediliyor. Bu noktada bir de son
olarak 42 ve 43’den bahsedelim. Bizim konumuzda Türk vatandaşlığının yasaklanmadığını
biliyoruz. 44. Madde bunu çok net bir şekilde söylüyor. Ama KKTC vatandaşları özel bir
düzenleme getirmiş bu kanun.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşları

MADDE 42 – (1) Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunan Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti vatandaşları, Türk vatandaşı olmak istediklerini yazılı olarak beyan ettikleri
takdirde Türk vatandaşlığını kazanırlar.

Buradaki doğuştan KKTC vatandaşı olanlar. Yani onlar için hiçbir şart aranmıyor. Onlar Türk
vatandaşlığına geçmeye yönelik taleplerini ilettikleri andan itibaren Bakanlığın karar vermesi
halinde güvenlik açısından bir sıkıntı olmamak şartıyla KKTC vatandaşlarının Türk vatandaşı
olmasında bir sıkıntı yok. Sonradan KKTC vatandaşlığını kazanmışlarsa o zaman onlar genel
hükümlere tabii oluyorlar. (Arada 1 cümle söyledi tam anlayamadığım için yazmadım).
Dolayısıyla doğum yoluyla KKTC vatandaşı olanlar açısından daha çok elverişli bir anlayışın
hâkim olduğunu söyleyebiliriz.

403 sayılı Kanuna göre Türk vatandaşlığını kaybedenler

MADDE 43 – (1) Mülga 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 25 inci maddesinin (a),
(ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca Türk vatandaşlığını kaybetmiş olan kişiler başvurmaları
halinde, millî güvenlik bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak kaydıyla,
Türkiye'de ikamet etme şartı aranmaksızın Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden Türk
vatandaşlığına alınabilirler.

Son olarak arkadaşlar 43. Maddeye bir bakalım. Ya şimdi aslında bu çok bizimle alakalı değil
diyeceğim aslında ama yine de etkileri devam ediyor. Bundan önceki vatandaşlık kanunu 403
sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu idi arkadaşlar. O kanunda da vatandaşlığın kaybettirilmesi,
vatandaşlıktan çıkarılması gibi böyle farklı başlıklar vardı. Birtakım gerekçeler Türk
vatandaşlığını kaybetmeniz için şu an ki kanunumuzda olmayan birtakım gerekçeler Türk
vatandaşlığını kaybetmemize neden oluyordu. Mesela askerlik yapmak üzere kıtaya gittiniz.
Kıtanıza teslim oldunuz. Sevkiyat sırasında kaçıyorsunuz. Ondan sonra da yurtdışına
kaçıyorsunuz. Bu noktada arkadaşlar, gel ülkeye dön askerlik hizmetini yap vs. Diyorlar yoksa

308
vatandaşlıktan çıkaracağız vs. ondan sonra yok falan deyince Türk vatandaşlığından
çıkarılıyordu. Ya da kişiler askerlik yükümlülüklerini hiç yapmamak sebebiyle yurtdışına
kaçıyorlardı. Gel askerlik yükümlülüğünü yap demelerine rağmen yine gelmiyorlardı bu da
mesela vatandaşlığın kaybettirilmesi sebebiydi.

Bizim öğrencilik yıllarımızda da çok gündeme gelmişti. Merve Kavakçı davası vardı. Orada
da olay şuydu arkadaşlar, yüksek mahkemenin kararlarını incelerdik hep derste. Merve
Kavakçı milletvekili oluyor fakat Türk vatandaşlığı yanı sıra Greencard yoluyla Amerikan
vatandaşlığını da kazanmış ama yetkili Türk makamlarına Amerikan vatandaşı olduğunu
söylememiş. Dolayısıyla eski vatandaşlık kanununda başka bir ülke vatandaşlığınızı
kazandığınızı yetkili makamlara bildirmediğinizde yetkili makamlar sizin başka bir ülke
vatandaşlığınızı kazandığınızı tespit edene kadar bildirmek şartıyla bir sıkıntı yok. Fakat siz
bildirmeden yetkili makamlar bunu tespit ederlerse o zaman Türk vatandaşlığından
çıkarılıyordunuz arkadaşlar. Merve Kavakçı da o dönem milletvekiliydi. Çifte vatandaşlığı
olduğu ortaya çıktı ve Türk yetkili makamlarının bundan hiçbir şekilde haberdar olmadığı
ortaya çıktı. 403 sayılı Türk vatandaşlık kanunu o madde gerekçesine istinaden Türk
vatandaşlığından çıkarıldı. Tabii milletvekilliği de düştü ve Türk vatandaşlığından çıkarıldı.

Yıllarca ABD’de yaşadı. Daha sonra bu vatandaşlık kanunu 2009 da yürürlüğe girince
özellikle bu 43. Madde az önce bahsettiğim sebeplerle Türk vatandaşlığından çıkarılan veya
Türk vatandaşlığı kaybettirilen kişilere tekrar Türk vatandaşlığına dönebilme imkânı tanıdı.
Dolayısıyla Merve Kavakçı gibi birçok kişi 43. Maddeden yararlanmak suretiyle Türk
vatandaşlığına tekrar başvurarak Türk vatandaşlığını tekrar kazandılar. 43. Madde dediğim
gibi 403 sayılı kanun sebebiyle Türk vatandaşlığını kaybetmiş kişilere tekrar Türk
vatandaşlığına dönmeye imkan tanıyan bir maddedir.

309

You might also like