You are on page 1of 93

CEZA MUHAKEMESİ HUKUKU

1. HAFTA – 20/09
Murat Çakır .....

Bu hafta ilk hafta olduğu için ceza muhakemesi hukuku hakkında


genel bilgiler, ceza muhakemesi sürecinin işleyişine dair genel bilgiler,
bu ders bağlamında kullanacağımız bazı temel kavramlar, bunlar
üzerinde duracağız.

Öncelikle şunu söyleyelim; ceza muhakemesi hukukunda genel


olarak ceza yargılamalarının nasıl başladığını, ceza muhakemesi
sürecinin nasıl başladığını, bu sürece katılan kişilerin kimler olduğunu,
bu sürecin nasıl devam ettiğini, hangi evrelerden oluştuğunu... gibi
bilgileri göreceğiz.

Peki, ceza muhakemesi süreci nasıl başlıyor? Ceza muhakemesi


süreci bir suç şüphesinin cumhuriyet savcılığı tarafından 1
öğrenilmesinden itibaren başlıyor. Yani ceza muhakemesi sürecini
başlatan şey bir suç şüphesinin soruşturma evresinin yürütülmesinde
yetkili olan cumhuriyet savcılarınca öğrenilmesiyle başlıyor.

Ceza muhakemesi süreci, soruşturma evresi ve kovuşturma


evresinden oluşmaktadır. Yani temel olarak iki süreçten oluşmaktadır.
Bu sürecin ilki soruşturma evresidir. Yani ceza muhakemesi sürecini
başlatan şey soruşturma evresinde cumhuriyet savcılığı tarafından veya
kolluk tarafından bir suç şüphesinin öğrenilmesiyle başlamaktadır. Peki
bu öğrenim hangi yollarla veya hangi şekillerle başlamaktadır. Bu da
yine önümüzdeki haftalarda göreceğimiz konulardan olan şikayet, ihbar
veya resen sürece başlamak şeklinde oluyor. Genel olarak esasında bir
suç şüphesinin başlaması; eğer suç şikayete tabi değilse çünkü suç
şikayete tabi olduğu zaman o suçla ilgili soruşturma veya kovuşturmanın
yapılabilmesi için şikayet hakkı sahibinin kolluğa veya savcılığa
başvuruda bulunması gerekir yani şikayetçi olduğunu beyan etmesi
gerekir. Eğer suç şikayete tabi değilse, ki biz buna şikayete tabi olmayan
suçlarda yetkili mercilere suçun bildirilmesi yani ihbar diyoruz. Eğer suç
şikayete tabi değilse sadece şikayet hakkı sahibi değil bütün vatandaşlar
yani herkes suçla ilgili yetkili makamlara bildirimde bulunabiliyorlar.
Yetkili makamlar esasında; savcılık veya kolluk şeklinde ifade ediliyor.
Yani bir suç şüphesinin, eğer suç şikayete tabi değilse yetkili makam olan
savcılığa veya kolluğa bildirimde bulunulmasıyla suç şüphesinin
başlaması söz konusu olmakta ve bu suç şüphesiyle de ceza muhakemesi
süreci başlamış olmaktadır.

Suç şüphesi öğrenilmesinden itibaren savcılık veya kolluk


tarafından, eğer kolluk tarafından öğrenildiyse kolluğun yetkili olan
cumhuriyet savcılığına derhal bildirmesi gerekiyor ve savcılığın bu
süreci yönetmesi gerekiyor.

Ceza muhakemesinde soruşturma evresini yürüten cumhuriyet


savcılığıdır yani yetkili savcıdır. Suç şüphesi öğrenildikten sonra peki ne
oluyor, nasıl devam ediyor süreç? Suç şüphesi öğrenildikten sonra
savcılık veya kolluk bu suçla ilgili delilleri toplamak için delil toplama 2
faaliyeti dediğimiz süreci başlatıyor. Genel olarak esasında soruşturma
evresi bir delil toplama faaliyetini içermektedir. Yani savcılığın
soruşturma evresinde yapmış olduğu şey delilleri toplamaktır.

Soruşturma evresinin bir de ceza muhakemesi kanununda tanımı


vardır. CMK m.2/e : “ Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç
şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen
evreyi,” Kanun da soruşturma evresinin başlama anını suç şüphesinin
yetkili makamlarca öğrenilmesinden itibaren başlatıyor.

Savcı genel olarak soruşturma evresinde delil toplama faaliyetini


yürütmektedir aslında demiştik. Bununla ilgili bilgiler yine ceza
muhakemesi kanununun CMK m.160 ve devamı maddelerinde yer
almaktadır. Peki delil toplama faaliyeti tamamlandıktan sonra ne
yapılıyor? Delil toplama işlemi bittikten sonra ki bu delillerin şüphelinin
lehine veya aleyhine olması önemli değildir. Dolayısıyla savcılık bu delil
toplama faaliyetini yerine getirirken sadece şüphelinin aleyhine olan
delilleri değil lehine olan delilleri de toplamak durumundadır. Ancak
uygulamada böyle yanlış bir algı var, çünkü savcı iddia makamı olduğu
için sadece savcının aleyhe olan delilleri topladığı önyargısı var ancak
kanunla bunun doğru olmadığı açıkça hüküm altına alınmıştır.

Delil toplama faaliyeti bittikten sonra yani şüphelinin özellikle


aleyhine olan ve lehine olan deliller toplandıktan sonra iddianame
dediğimiz bir belge düzenlenir.

Bu belge suçla ilgili bütün bilgileri, delilleri içeren ve yetkili ve


görevli mahkemeye hitaben düzenlenen bir belgedir. Buradaki yetkili ve
görevli mahkemeden kastımız; yetkili mahkemeden şu an için anlamanız
gereken şey suçun işlendiği yer mahkemesidir. Örneğin hırsızlık olayı
Yalova’da gerçekleşmişse Yalova’daki yer mahkemeleri yetkilidir.
Görevli mahkemeden kasıt; aslen asliye ceza mahkemesinin görevli
olmasıdır çünkü ceza adalet sistemimizde bizim şu an hali hazırda iki
çeşit, iki tür mahkememiz yer almaktadır. Bunlardan birincisi asliye ceza
mahkemesidir, ikincisi ağır ceza mahkemesidir. Asliye ceza mahkemesi
adından da anlaşılacağı üzere aslında ağır ceza mahkemesine girmeyen 3
bütün suçlarla ilgili görevli olan mahkeme türüdür. Ağır ceza mahkemesi
ise görev kanunu dediğimiz, teşkilat kanunu dediğimiz kanunda yer alan
ve görevleri açıkça düzenlenmiş olan ikinci tür ağır ceza mahkemesidir.
Ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmesinin tespitinde verilecek
cezanın üst sınırı dikkate alınır. Eğer soruşturma konusu olan suçun üst
sınırı 10 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suç ise o zaman
görevli mahkeme ağır ceza mahkemesi olmaktadır. Kanunda yine görev
kanununda, teşkilat kanununda her ne kadar üst sınırı 10 yılı aşmayan
bazı suç tipleri bakımından da ağır ceza mahkemesinin görevli olacağı
tespit edilmiştir. İddianamenin sunulacağı mercinin yetkili ve görevli
mahkeme olduğunu anlatmaya çalıştım onun için kısaca değindim.

Bu iddianameyi yetkili savcı düzenliyor, iddianamenin içerisinde


yer alması gereken bazı unsurlar var, kanunda bu unsurların ne olduğu
açıkça söylenmiştir. Dolayısıyla savcı iddianameyi düzenlerken bu
unsurları içerisinde yer alacak şekilde düzenlemesi gerekiyor. Eğer
savcılık bu unsurlara dikkat etmez ise, o eksik olan unsura rağmen
iddianameyi mahkemeye sunarsa iddianamenin sunulmasından itibaren
mahkemenin ara muhakeme evresi dediğimiz ve iddianamenin
unsurlarının olup olmadığını incelediği bir evre yer almaktadır. Buna biz
soruşturma evresiyle kovuşturma evresinin arasında küçük bir ara
muhakeme evresi deriz. Burada, yetkili ve görevli mahkeme, kendisine
sunulan iddianamenin içerisinde kanunda yer alması gereken ve tarif
edilen unsurların olup olmadığı konusunda bir inceleme yapar. İki çeşit
ihtimal vardır bu inceleme sonunda: 1) Mahkeme eğer iddianamenin
unsurlarının tamam olduğunu yani eksik bir hususun olmadığını,
örneğin suçun sübutuna etki eden mutlak bir delil eksikliği olabilir
iddianamede mesela olaya şahit olan bir tanığın ifadesi alınmamış
olabilir, bu durumda mutlak delil eksikliği gündeme gelir ve kanunda bu
mutlak delil eksikliği iddianamenin iadesi sebeplerinden biridir. Eğer
mahkeme kanunda tarif edilen iddianamenin unsurlarının eksik
olmadığını tespit ederse 15 gün içerisinde bu ara muhakeme evresinde
iddianamenin kabulüne karar verir. Ve iddianamenin kabulüyle birlikte 4
soruşturma evresi sona erer. Ama eğer iddianamede yer alması gereken
bazı unsurların, kanunda tarif edilen özellikle, eksik olduğunu
düşünüyorsa yetkili ve görevli mahkeme, o zaman iddianameyi kabul
etmez 15 gün içerisinde iddianamenin iadesi kararını verir.
İddianamenin iadesi kararıyla beraber iddianame tekrar iddianameyi
hazırlayan savcılığa gelir ve iddianamenin neden iade edildiğini,
eksikliklerin neler olduğuna dair bilgiler bu kararda yer alır. Savcı iade
kararından sonra bu eksiklikleri tekrar tamamlamaya çalışır ve
eksiklikleri tamamladıktan sonra yeniden iddianameyi yetkili ve görevli
mahkemeye sunar ve eksiklik artık yok ise mahkeme iddianameyi kabul
eder. Mahkemenin iddianameyi kabul etmesiyle birlikte soruşturma
evresi sona erer kovuşturma evresi başlar.

Bazı kişilerin soruşturma evresinde adları değişik oluyor,


kovuşturma evresinde yine adları değişiyor. Bunu da yine CMK tanımlar
başlıklı m.2 de görüyoruz. Örneğin ceza genel hükümlerde suç işleyen
kişiye fail diyorduk ancak ceza muhakemesi hukukunda özellikle ceza
muhakemesi sürecinde fail diye bir tanımlama yoktur. Yani suç işlediği
düşünülen veya suç işlediğinden şüphe edilen kişiye soruşturma
evresinde şüpheli diyoruz. CMK m.2/a: “ Şüpheli: Soruşturma evresinde,
suç şüphesi altında bulunan kişiyi,” Maddi ceza hukukunda fail
dediğimiz kişiye soruşturma evresinde şüpheli diyeceğiz, kovuşturma
evresinde de sanık diyeceğiz. CMK m.2/b: “Sanık: Kovuşturmanın
başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi
altında bulunan kişiyi,”

Kovuşturma ne zaman başlıyordu? İddianamenin kabulünden sonra


başlıyordu. Burada sadece niteleme değişiyor kişi değişmiyor.

Müdafi, şüpheli veya sanığın yani hem soruşturma evresinde hem de


kovuşturma evresinde adı müdafi, şüpheli veya sanığın ceza
muhakemesinde savunmasını yapan avukata denir. Yani şüpheliyi veya
sanığı savunan avukata müdafi denilir. Ceza muhakemesi sürecinde üçlü
sac ayağının bir ayağını oluşturan kişidir müdafi. Ceza muhakemesinin
üçlü sac ayağı nedir? İddia- savunma ve yargılama ayaklarıdır. İddia 5
ayağı savcı tarafından yürütülen soruşturma evresidir, savunma ayağı
soruşturmadan itibaren özellikle kovuşturma evresinde müdafi
tarafından yürütülen bir işlemdir savunma, yargılama da kovuşturma
evresinde yetkili ve görevli mahkeme tarafından yapılan iddia edilen
hususları ve savunma olarak iddia edilen işlemleri mukayesesiyle maddi
gerçeğin ortaya çıkartılmasını amaçlayan ve bu süreci yöneten merciye
yargılama makamı diyoruz yani mahkeme oluyor. Dolayısıyla müdafi,
üçlü sac ayağından biridir.

Vekil de bir avukattır, hatta hukuk muhakemelerinde avukatlara


vekil denilir. Ceza muhakemesinde olduğu gibi avukatlara müdafi
denmez çünkü vekil orada bir savunma faaliyeti yürütmez. Ceza
muhakemesinde savunma faaliyeti yürüttüğü için avukata müdafi
diyoruz ancak hukuk muhakemelerinde avukat müvekkili olduğu kişiyi
hukuken temsil etme yetkisine sahip olduğu için yani vekil olarak
adlandırıldığı için orada müdafi diye bir tanımlama yoktur ancak vekil
ifadesi; ceza muhakemesi hukukunda şüpheli veya sanığı savunan
avukata demiyoruz, neye diyoruz peki? Katılan, yani suçtan zarar gören
veya malen sorumlu kişiyi temsil eden avukata vekil diyoruz.

CMK m.2/f: “Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün


kesinleşmesine kadar geçen evreyi,” Bakınız, hükmün verilmesine kadar
olan evreyi söylemiyor hükmün kesinleşmesine kadar olan evreyi
söylüyor. Bunun ayırımı nedir? Kovuşturma evresinde mahkeme,
yargılama sonucunda delilleri değerlendirmekle birlikte bir kanaate
ulaşıyor bu kanaatle birlikte kişinin suçlu olup olmadığı konusunda bir
yargıya varıyor. Bu yargının somut olarak tezahürü hükümdür ve bu
hükümde kişinin suçlu olup olmadığına ilişkin bir kanaat belirtiyor. Peki
bu hüküm verildikten sonra ceza muhakemesi süreci bitiyor mu, hayır
bitmiyor. Hüküm verildikten sonra kanun yolları süreci dediğimiz ilk
derece mahkemesi tarafından verilen bu hükmün bir üst merci
tarafından veya başka bir merci tarafından hukuka uygun olup
olmadığının denetlenmesi sürecinin başlaması söz konusu oluyor buna
da kanun yolları süreci diyoruz. Örneğin, şu anki hukuk sistemimizde 6
ceza muhakemesi sürecinde hüküm verildikten sonra ilk denetim yolu ilk
kanun yolu istinaf dediğimiz kanun yoludur. İlk derece mahkemesi
hüküm verdikten sonra bu hükmün yanlış olduğunu düşünen taraflar
yani kanun yollarına başvurma hakkı olan taraflar istinaf mahkemesine
diğer adıyla bölge adliye mahkemesine bu hükmü denetlemesi için
başvuruyorlar, bu kanun yolları sürecinin başlangıcıdır. İstinafa
gidilebilecek kararların sınırları yine kanunda yer alıyor. İstinaf merci
hükmü denetledikten sonra bir de temyiz dediğimiz Yargıtay hükmü
inceler. Temyiz kanun yolundan sonra yargıtayın ilgili ceza dairesi
davaya konu suçla ilgili bir inceleme yapıyor. Bu ceza dairesinin vermiş
olduğu karardan sonra yargıtay cumhuriyet başsavcısı bu dairenin
vermiş olduğu karara karşı yargıtay ceza genel kurulu dediğimiz ceza
dairelerinin vermiş olduğu kararları denetleyen merciye başvurabiliyor.
Eğer böyle bir başvuru yok ise zaten yargıtayın ilgili ceza dairesinin
vermiş olduğu kararla hüküm kesinleşiyor. Ancak ilgili ceza dairesinin
vermiş olduğu karara bir şekilde itiraz edilirse yargıtay ceza genel
kurulu bir karar veriyor. Yargıtay ceza genel kurulunun vermiş olduğu
kararla artık bu hüküm ceza muhakemesi hukuku süreci bakımından
kesinleşmiş oluyor. Ceza muhakemesi sürecine doğrudan dahil olmasa
bile hukuk sistemimizde bireysel başvuru yolu diye bir mekanizma var,
Yargıtayın vermiş olduğu karardan sonra Anayasa Mahkemesi’nin
bireysel başvuru yoluyla hükmün denetlenmesine gidilebiliyor çünkü
temel hak ve özgürlükleri sınırlayan hükümlerde veya kararlarda
bireysel başvuruya gidilebiliyor. İç hukuk sistemimizde bireysel başvuru
yolu son yoldur. Bireysel başvuru yolundan sonra Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne taraf olduğumuz için AİHS bağlamında Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne yine temel hak ve özgürlükleri sınırlayan bu
mahkumiyet hükmü için başvuru yapılabiliyor. Genel olarak ceza
muhakemesi süreci dediğimiz süreç bu şekilde ilerliyor.

Muhakemeye hakim olan ilkelere örnek olarak; muhakemenin


şekline ilişkin yani usuli ilkeler dediğimiz bazı ilkeler var yani şekle
ilişkin bazı ilkeler var. Örneğin sözlülük ilkesi. Özellikle kovuşturma 7
evresi sözlü yürüyor ama soruşturma evresi yazılı şekilde yani
soruşturma evresinde yapılan işlemler yazılı şekilde yürüyor. Alenilik
ilkesi, ceza muhakemesinin şekline hakim olan ilkedir, yine sürece göre
değişiyor örneğin soruşturma evresinin gizli yürütülmesi esasken
soruşturma evresinin gizliliği esastır hatta soruşturma evresinin
gizliliğinin ihlal edilmesi TCK’da soruşturmanın gizliliğini ihlal suçu
olarak düzenlenmiştir çünkü henüz daha şüpheliyle ilgili net bir bilgi yok
yani şüphelinin suçu işleyip işlemediğine yönelik elde bir delil veri
olmadığı için çünkü bu delil ve veri soruşturmanın sonunda belli oluyor
ki bu deliller yeterli delil olarak kabul edildiğinde iddianame
düzenleniyor, yeterli delil olarak kabul edilmezse zaten iddianame
düzenlenmiyor soruşturma sona eriyor. Dolayısıyla bir kişi hakkında
yeterli delilin yeterli şüphenin olup olmadığını tespit etmeden o kişinin
suçlu olarak damgalanmasını, suçlu olarak lanse edilmesini engellemek
için soruşturma evresinin gizliliği esastır ancak kovuşturma evresinde
ise alenilik geçerlidir yani kovuşturma evresinde aksine bir karar
verilmediği sürece ki istisnası mevcut kanunda, aksine bir karar
verilmediği sürece duruşmalar aleni olarak yürütülür. Aksiyle ilgili
istisna ise; bazı duruşmalar kamu güvenliği veya başka sebeplerle gizli
yapılması gündeme gelebiliyor buna taleple mahkeme karar veriyor.
Delillerin kollektifliği diye bir ilke var, bu ilke şunu anlatıyor; ceza
muhakemesinde yargılama yapılırken sadece bir tarafın delili esas
alınmaz, ileri sürülen delil ki bu delili kim ileri sürer, kim iddia eder?
Savcı iddia eder. Savcının iddia etmiş olduğu bütün deliller savunma
makamı tarafından da kollektif bir şekilde iştirak edilerek mülahaza
edilir, muhakeme edilir, tartışılır, aynı zamanda mahkeme huzurunda bu
deliller tartışılır ve mahkeme buna göre kanaat getirir, buna delillerin
kollektifliği ilkesi diyoruz. Delillerin resen araştırılma ilkesi dediğimiz
ilke var, ceza muhakemesi hukukunda bir suç şüphesi başladıktan sonra
bunla ilgili delil araştırılması yapılması için bir talebe gerek kalmaz,
savcılığın delilleri resen araştırma görevi vardır. Delillerin serbestçe
değerlendirilmesi, serbestçe elde edilmesi ilkesi var, hukuka aykırı 8
olmamak şartıyla ceza muhakemesinde her şey delil olarak
kullanılabiliyor. Hukuk muhakemelerindeki gibi ceza muhakemesinde
yazılı delil şartı yoktur her şey delil olabilir sadece hukuka uygun olma
şartı vardır, hukuka aykırı olan delillerin toplanması veya toplansa bile
değerlendirilmesi mümkün değildir. Kamu davasının mecburiliği ilkesi
dediğimiz bir ilke var, aslında hem resen araştırma ilkesini kapsar bu ilke
hem davayı resen açma ilkesini kapsar hem de davayı resen yürütme
ilkesini kapsar. Aslında resen araştırma ilkesinin bir üst başlığıdır kamu
davasının mecburiliği ilkesi. Kamu davasının mecburiliği kendi içinde
davayı açma daha doğrusu davayı açıp davayı yürütme gibi bazı
zorunlulukları barındırır. Savcı sadece delilleri toplamakla yükümlü
değildir aynı zamanda yeterli şüpheye ulaştığında bu arada yeterli
şüphe; savcının soruşturma evresinde topladığı delillerden sonra yaptığı
değerlendirme ile eğer şüphelinin suç işlemiş olma ihtimalinin suç
işlememiş olma ihtimalinden bir tık bile fazla olduğu sonucuna
ulaşıyorsa burda yeterli şüphe vardır demektir, matematiksel olarak
açıklamak gerekirse savcı topladığı deliller sonucunda eğer yüzde elli bir
ihtimalle şüpheli bu suçu işlemiştir ve mahkumiyet alacaktır
diyebiliyorsa buna yeterli şüphe diyoruz, aksi durumda eğer yeterli
şüpheye ulaşmazsa savcı zaten iddianame düzenleyemiyor. Dolayısıyla
savcı yeterli şüpheye ulaştığında davayı açması yani iddianame
düzenlemesi mecburidir, zorunluluktur bu konuda bir takdir yetkisi
yoktur, Delilleri değerlendirmede yani yeterli şüphenin varlığı
konusunda takdir yetkisi varken yeterli şüphenin tespiti halinde
iddianamenin düzenlenip düzenlenmeme konusunda takdir yetkisi
yoktur. Yani eğer savcı yeterli şüpheye ulaştım diyorsa artık davayı
açmak, iddianameyi yetkili ve görevli mahkemeye sunmak zorundadır.
Ve yine savcı kovuşturma evresinde bu davayı yürütmek zorundadır.
Kovuşturma evresinde göreceğiz, savcının duruşmalara katılma
zorunluluğu var, bazı durumlarda hüküm verilmeden önce son
mütalaasını yani sanıkla ilgili düşüncesini vermek zorunda gibi
durumlar. Veya kanun yolları sürecinde kanun yollarına eğer 9
başvurulması gerekiyorsa başvurması durumu gündeme gelebiliyor.
Dolayısıyla kamu davasının mecburiliği ilkesi taa soruşturmanın
başlatılmasından davanın açılıp yürütülmesinden kanun yolları sürecine
kadar bütün ceza muhakemesi sürecine sirayet eden ve ceza
muhakemesine has bir ilkedir kamu davasının mecburiliği ilkesi. Bir de
şundan bahsedeyim biz sıklıkla ceza muhakemesinin amacına atıfta
bulunacağız. Peki nedir ceza muhakemesinin amacı? Ceza
muhakemesinin amacı maddi gerçeğe ulaşmaktır. Yani bir suç şüphesiyle
başlayıp devam eden süreçte o suç şüphesiyle ilgili gerçekten şüpheli
veya sanık o suçu işlemiş midir, öyle bir suç gerçekleşmiş midir gibi
sorularla maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasına hizmet eder ceza
muhakemesi süreci.
2.HAFTA - 27/09
Can Canpolat...

Ceza genel kurulu kararlarının bağlayıcı olduğunu zannediyor


insanlar, halbuki genel kurul kararları bağlayıcı değildir. İçtihadı
birleştirme genel kurul kararları bağlayıcıdır ama bağlayıcılık meselesi
bir kenara bizde şöyle bir tatbikat gelişmiş durumda; “emsal karar” yani
bir konuyla ilgili daha önce yargıtayın ya da istinaf mahkemelerinin ceza
dairelerinin verdiği kararlar hem dilekçelerde kullanılır hem de ilgili
taraf lehine olduğunu düşündüğü kararı bakınız böyle kararlar var buna
uygun karar verilmesi gerekir bizim vakamızda buna uygun gibi bir baskı
kurmaya gayret eder. De facto vaziyet yargılama bakımından böyledir.
Dolayısıyla kararlar da bu akışı değiştirebilir. Hukukçu da bu yaşayan
organizmaya uyum sağlamak zorundadır.

Şu zamana kadar sizin gördüğünüz dersler maddi ceza hukukuna


ilişkindi. İkinci sınıfta maddi ceza hukukunun tüm suç tiplerine şamil
10
olan uygulanabilecek genel hükümler kısmına dair bilgiler aktarıldı size.
Üçüncü sınıfta da maddi ceza hukukunun suç tiplerinin düzenlendiği
özel hükümlerinin konu edindiği bir ders gördünüz, ceza muhakemesi
hukuku da maddi değil şekli ceza hukuku olarak da kabul edilen ceza
muhakemesi hukukuna ilişkindir.

Maddi ceza hukukundaki hem genel hükümler hem de özel


hükümlerdeki suç tipleriyle ve genel esaslarla ilgili meseleleri ceza
muhakemesinde biz somut bir vaka üzerinden tespit etmeye ve bunun
sonucunda da ceza muhakemesi kurallarına göre yürüttüğümüz
muhakeme safahatı bitince m.223 e göre bir hükme varmaya çalışırız.
Maddi ceza hukukunda genel hükümler içerisinde suçun unsurlarını
anlatıyorduk ve diğer tüm suç tiplerine uygulanan genel hükümlerden
bahsediyorduk.

Bankacılık kanununda, orman kanununda, sermaye piyasası


kanunu gibi birçok kanunda suç tipleri var. Bütün bu suç tiplerine
baktığınızda bir tarif görüyorsunuz, bu tarifin tutamak yeri yani suç
tipinde tarif edilen suçun unsurlarının tutamak yeri fiildir. Yani bizim
bir suç olayımız var, geçmişte yaşanmış bir vakayla ilgili bir
değerlendirme yapıyoruz. Bu vakayla ilgili değerlendirmeyi hangi
vasıtayla yapacaz, elbette elimizde tek bulunan araç delil. Şimdi bu
değerlendirmenin nasıl yapılacağı soruşturma ve kovuşturma evrelerine
göre farklılık arz ediyor.

Yargılama sürecinin başlayabilmesi ve devamı için özellikle şikayet


şartının gerçekleşmiş olması gerekiyor. Buna biz olumlu dava şartı
diyoruz. Yani devam edebilmem için bu şartın gerçekleşmiş olması
gerekiyor. Bir suç haberini alan cumhuriyet savcısı derhal araştırmaya
başlar diyor ceza muhakemesi kanunu m.160 . Dolayısıyla bir suçun
kamusal makamlara bildirimi söz konusu olduktan sonra işlemeye
başlayan süreç gibi tarif ediliyor. O yüzden en azından özellikle devamı
için ifadesini kullandım çünkü başlayabilmesi açısından biraz daha
durum flu. Şikayet hakkını kullanan kişi yargılamaya kovuşturma evresi
itibarıyla katılma hakkı kazanıyor. Soruşturmada katılma yok ama 11
kovuşturma evresinde davaya katılma diye bir kurum var. Bu katılma
hakkının kullanılması kişiye ne gibi yetkiler sağlıyor? İlk derecede
verilen hükmü kanun yollarına taşıma yetkisi, yargılama içerisinde delil
ikamesi yani delil getirme veya delil toplanmasını mahkemeden talep
etme, şuraya müzekkere yazılsın burada bu tür deliller var, dolayısıyla
bu tarz taleplerde bulunma yetkisi de sağlıyor katılma hakkı. Yani
burada mağdur büyük ölçüde her zaman değil altını çiziyorum ama
büyük ölçüde şikayet hakkı sahibi olarak karşımıza çıkıyor, bu
muhakemenin devamı ya da yargılama içerisindeki gelişimi etkileyen
bazı yetkilere sahip olabiliyor.

Etkin pişmanlık cezaya etki eden bir şahsi sebep olabilir veya cezayı
kaldıran şahsi sebep olabilir.

Ceza muhakemesi hukukuyla ceza muhakemesi faaliyeti birbirinden


farklı ama birbirine çok yakın bağlantılı kavramlardır. Ceza muhakemesi
faaliyeti muhakeme içerisinde safahat içerisinde soruşturma evresi
başlangıcından hüküm kesinleşene kadar yargısal merciler tarafından
yapılan işlemlerin tamamını ifade eder. Hatta burada yargısal işlemleri
yürütmekle, ceza muhakemesini ileri taşımakla mükellef olan merciler
dışında buraya katılan kişilerin yaptıkları işlemler de ceza muhakemesi
faaliyeti içerisindedir. Yani muhakeme hukuku bu alanı düzenleyen
kuralları ifade eder. Ceza muhakemesi faaliyeti ise bir prosestir ve
burada yapılan işlemlerle yürütülen süreci ifade eder. Bunlar
birbirinden farklıdır. Bizde çok detayına girilmez ama özellikle Alman
hukukunda bunlara işaret edilmiştir. Çünkü bunların birbirinden
ayrılmasının bir anlamı var.

Maddi ceza hukuku; genel hükümler- özel hükümler, şekli ceza


hukuku da; ceza muhakemesi hukuku. Böyle bakınca gerçekten yani
eksik bir ifade olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü burada çok uzun
süreçler içerisinde şekillenen birtakım prensipler var ve bu prensipler
üzerine kurulu bir sistemden bahsediyoruz ceza muhakemesi hukuku
deyince.

Şimdi ceza muhakemesi hukukunun teorisinden bahsediliyor. Bu 12


teori işte belki şöyle söyleyelim bilimsel aydınlanmanın gerçekleşmeye
başladığı 16.yy dan itibaren şekillenen fakat bizim modern ceza hukuku
anlamında baktığımızda 2. Dünya savaşıyla beraber en azından 19.yy
itibarıyla bu işte pozitivistlere dahil olan düşünürlerin etkisi burada çok
büyüktür, felsefecilerin, burada daha ziyade oluşan birtakım prensipler
var. Yani en başında size laf olsun diye söylemedim hukuk yaşar hukuk
toplumla birlikte yaşar hukuk siyasetle birlikte yaşar egemen olan
siyaset neyse hukuk ona göre şekillenmese dahi ki şekillenebilir onun da
örneklerini görebiliyorsunuz, şekillenmese dahi tatbikatı ona göre
evrilir. Dolayısıyla hem siyaset hem kültür hem toplumsal yaşam ve
bunun gereklilikleri hukuku yönlendirir. Burada ortaya çıkan prensipler
de bu süreçteki gelişimlerle bağlantılı prensiplerdir, bizim bugün
itibarıyla içinde bulunduğumuz sistem 2. Dünya savaşı sonrasında adım
adım şekillenmiş olan prensipler üzerine kurulu muhakeme sistemidir.
Elbette ki bunun son dönemde ciddi tartışmalara da konu olduğuna şahit
oluyoruz. Yani son dönemde özellikle uzlaştırma, önödeme... Yargılama
hukukumuzdaki prensiplerimizi biraz kırıyor gibi en azından bunlardan
bir ölçüde feragat edilmiş gibi hissettiriyor. Yani uzlaştırma; tarafları
yargılamanın dışına çıkarıyorsunuz, bir uzlaştırmacı atıyorsunuz hadi
bakalım görüşün diyorsunuz bunlar görüşüyorlar ve diyorlar ki işte özür
dilesin benden ya da şu kadar miktar para versin ya da işte eşler arasında
hakaret, tehdit gibi suçlar işleniyor yani burada ben öyle şeylere şahit
oldum uygulamada diye söylüyorum bana çiçek alsın işte bizi tatile
götürsün ailecek, bir yemeğe çıkarsın uzlaştırmada edim olarak bunu
ortaya koyuyor yani neyse iki tarafın karşılıklı iradesinin uyuşmasıyla
bir suçun karşılıklı olarak amiyane söylüyorum halli söz konusu.

Ceza hukuku bir hukuki koruma tesis ediyor devlet aracılığıyla


bireylere ve aynı zamanda topluma. Ceza hukukunun amaçlarından bir
tanesi burada maddi ceza hukukundan bahsediyorum nedir genel
önlemedir bir tanesi de özel önlemedir. Genel önleme ne demek? Bunu
biz nasıl tatbik ediyoruz yani şunu demek istiyorum TCK’da bir suçun
cezası belli, herkes de bunu biliyor hani kanunu bilmemek mazeret 13
sayılmaz diye bir şey var ya hani yani hesapta öyle. Öyle değil de öyle .
Herkeste bunu gerçekten biliyor diyelim bak ben burda böyle bir ceza
öngördüm yapma, bu yeterli mi, değil, bunu nasıl temin edebilirsiniz, o
cezayı tatbik ederek ancak temin edebilirsiniz, yani şu mesajı vermeniz
lazım, ben bu fiilin karşılığında bir ceza öngörüyorum değil, bak ben bu
fiilin karşılığında ceza öngörüyorum ve bu işlendiğinde de karşılığını
veriyorum, yapmayın! Esası bu. Bunu neyle temin ediyorsunuz; ceza
muhakemesiyle temin ediyorsunuz. Bu özel önlem açısından da aynı
şekilde geçerlidir. Özel önleme de nedir; yaptın cezalandırdım bir daha
yapma, bu.

Ceza muhakemesi kuralları aslında maddi ceza hukukunu realize


eden bir araçtır. Bu, ders kitaplarında ödev veya fonksiyon olarak da
ifade edilebiliyor. Yani ceza muhakemesi maddi ceza hukukunun yaşama
geçirilmesinde realize edilmesine bir araç. Netice itibariyle konu şu: İcra
edilmedikten sonra yaptırımın hiçbir anlamı yok.
Ceza muhakemesi hukuku iki tercihe indirgenmiş bir alan olarak
görülmemelidir. Yani ya yaptırım ya beraat; hayır böyle bir şey değil.
Soruşturma veya kovuşturma sonunda bazı şartlarla farklı kurumların
tatbiki söz konusu olabiliyor. Mesela, soruşturma neticesinde şartları
varsa kamu davasının açılmasının ertelenmesi m.171 şeklinde karar
verilebilir. Kovuşturmada da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
karar verilebilir. Bunun dışında size az önce bahsettiğim uzlaştırma,
önödeme gibi ya da işte kriminolojik mülahazalarla ortaya çıkmış hapis
cezasının infazının ertelenmesi yani ceza veriyorsun ama diyorsun ki
içeriye girme, sebebi ney; kriminolojik mülahazalar yani içeri giriyor
suçu öğreniyor, suç mağduru oluyor, suç örgütlerine yakınlaşıyor, dışarı
çıkıyor aile düzeni bozuluyor, iş bulmakta zorlanıyor, boşuna mı iş
hukukunda hükümlü çalıştırma yükümlülüğü var. İşte bundan dolayı
var. Dolayısıyla yani biz ne yapalım, ya işte en azından kısa süreli
hürriyeti bağlayıcı cezalarda ya da bi tık yukarı çıkalım 2 yıl ve altındaki
hapis cezalarında içeriye almayalım, dışarda çektirelim mümkün 14
olduğunca bazı şartlar ortaya koyarak. Ha keza seri muhakeme geldi,
2020 itibariyle uygulanmaya başlandı, nedir o; cumhuriyet savcısı
soruşturma aşamasında seri muhakemenin uygulanmasını teklif ediyor,
indirilmiş bir ceza veya işte bu ceza üzerinden hapis cezasının infazının
ertelenmesi ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verilmesini öngörüyor, kabul ederse şüpheli, bitiyor mesele. Basit
yargılamada da mahkeme benzer bir süreci işletiyor ve bir sonuca
ulaşıyor. Bu yönüyle baktığınızda kitaplarda ceza muhakemesi hukuku
maddi ceza hukukunun gerçekleştirilmesine yarar gibi böyle tek
cümlelik ifadeler var bunlar tam anlamıyla doğru değil, en azından şunu
söyleyebiliriz; tek başına yeterli değil, neden; çünkü maddi ceza
hukukunda özel hükümlere baktığınızda suç tipinde ne söylüyor, şu fiili
işlerse, şu fail ya da herhangi bir kimse şu mağdura karşı ceza artırılır ya
da mağdurun da önemi yoksa, her kim bir başkasını öldürürse TCK m.81
değil mi, kasten öldürme suçu, cezalandırırım, pekiii, tipikliği anlıyoruz
bundan, şimdi burada HAGB maddi ceza hukuku içerisinde midir? Değil,
peki zamanaşımı suç tipine dahil mi, yani özel hükümlerdeki o maddi
ceza hukukunun suç tiplerini ve yaptırımlarını tanımlayan kısmını
realize etmek bakımından bunu nereye koyacam, zamanaşımı, dava
zamanaşımı geliyor, adam suçu işlemiş, keza kusur, evet suç teorisinin
içerisinde ama kusura suç tiplerinde özel bir atıf yoksa biz ne kabul
ediyoruz; kusurlu kabul ediyoruz yani kusurlu olmadığını ayrıca tespit
etmemiz gerekiyor. Mesela akıl hastalığı m.74; gözlem altına alırsın,
tatbikatı genel olarak şöyledir; adliyede cumhuriyet savcısı buna karar
verecekse önce bir tabibin sevki gerekiyor, ön incelemesi gerekiyor
ondan sonra gözlem altına alınıyor, bu gözlem altına alınması demek
hürriyetinin bağlanması demek, bir adli tıp incelemesi yapılıyor akıl
sağlığıyla ilgili, yerinde mi değil mi buna karar veriliyor. Gelen cevap,
akıl sağlığı baştan itibaren yok ya da akıl sağlığı yakın zamanda ortadan
kalkmış yani acaba fiilden sonra mı önce mi, buna göre de mesele
değişiyor değil mi. Yani bir cezasızlık sebebi olabiliyor akıl hastalığı veya
cezanın önüne geçebiliyor. Biz ceza muhakemesinde ne yapıyoruz yani 15
suçu işlediği sırada kusur yeteneği varsa bu kişi cezalandırılabilir mi?
Evet cezalandırıyoruz. Cezalandıracaksın da bu adam cezanın genel
önlemesini, özel önlemesini ya da kefaretini algılayabiliyor mu; hayır, o
zaman niye cezalandırıyorum, cezanın amacı ortadan kalkıyor değil mi.
Ceza teorilerini düşünün, kefaret amacı ortadan kalkıyor, genel önleme
ve özel önleme amacı ortadan kalkıyor, o zaman napıcam; ya
bekleyeceksin iyileşecek ya da ne yapacaksın ceza muhakemesinde bir
işlem yapman lazım yargılıyorsun adamı ve akıl hastalığına tutulduğunu
bundan malul olduğunu görüyorsun ne yapacaksın; DÜŞME kararı
vereceksin, çünkü sen artık yargılamaya devam edemiyorsun, iyileşme
olanağı yok adamın nasıl ceza verebilirsin. Hem cezanın sonuçlarını
algılayamıyor hem de yargılamaya nasıl devam edeceksin aklı olmayan
biriyle. Sadece müdafi yeter mi, müdafi bir temsil makamı ama o kişi
yerine geçebilir mi, kural olarak hayır, çok istisnai durumlarda kanun
koyucu buna müsaade ediyor, o da lehe olan kısımlarla ilgili olarak
müsaade ediyor. Bir kere suçu işledi mi işlemedi mi, nedir ne değildir,
tarihsel olarak vakayı ortaya çıkaramıyorum, demek ki maddi ceza
hukukunu gerçekleştiren bir araçtır ceza muhakemesi hukuku diyerek
ceza muhakemesini şekli ceza hukuku olarak tanımlamak bir
kategorizasyon yapmak açısından müsait olabilir lakin tam anlamıyla
doğru değildir, ceza muhakemesinin tek fonksiyonu tek hizmet ettiği
husus bu değildir bakın amaç demiyorum karıştırmayın, ama tek hizmet
ettiği husus bu değildir.

Ceza muhakemesinde somut olayın nasıl gerçekleştiğinin tespitinde


yegane aracın deliller olduğunu söyledik. Şüphe ile soruşturma evresi
başlıyor ve hakim tam anlamıyla vicdani kanaat oluşturursa o fiilin
işlendiğiyle ilgili tabi sanığın o fiili ika ettiğiyle ilgili o zaman ceza
veriyor veya diğer kurumları uyguluyor. Mesela bizim deliller
kategorizasyonunda forensik dediğimiz yani tespit edilebilir tıbbi
incelemeye tabi tutulabilir olan delillerden bahsediyorum. İşte kamera
kaydı izlersin, tapesini yaparsın bu bir dijital delildir, parmak izi ya da
işte kişinin üzerinde kıyafetlerinde bulunan vücut sıvıları, toprak 16
kalıntıları belli olayları kanıtlayabilir. Mesela bir vücut sıvısı tükürük,
kan kişinin orada bulunduğunu kanıtlayabilir ama suçu işlediğini
doğrudan doğruya kanıtlamaz.

Toplumsal sözleşme kuramı, ceza hukukunda bunun esasına


gireceğim. Tarihsel gelişim içinde çok önemli bir yeri var. Hukuk
dediğimiz sistem bunun üzerine kurulu.

Ultima ratio; nedir içeriği, son çare ilkesi, demek ki ceza hukuku en
son müdahale edecek.

Maddi ceza hukukunu sadece ceza muhakemesi hukuku


gerçekleştirmez, bu doğrudur ama kısmen her zaman değil şeklinde bir
düşünce ortaya koymuştum. Buna daha çarpıcı bir örnek vereyim; CMK
m.147 ifade ve sorguda birtakım usuller öngörülmüş m.148’de de yasak
sorgu yöntemleri yani ifade ve sorguda yasak usuller düzenleniyor. Bu
yasak usullere göre bir delil elde edilmişse kanun koyucu diyor ki m.217
de ; bu delili kullanamazsın. Peki delil hukuka aykırı elde edilmişse
diyelim ki kişi suç işlediğini kabul etmiş ikrar var diyelim o zaman
verilecek karar mahkumiyet olabilir mi olamaz mı? Olamaz, neden,
çünkü hukuka uygun elde edilmedi, sen bunu mahkumiyet hükmünün
gerekçesine alamazsın diyor kanun koyucu. Dolayısıyla ceza hukuku
genel hükümler içerisinde TCK’da düzenlenen ve tüm suçlara
uygulanabilecek olan kurallar tam anlamıyla gerçekleşmiş olsa, ceza
muhakemesi süreci bakımından da yani deliller açısından da herhangi
bir sorun bulunmasa dahi bazı durumlar mahkumiyeti yani maddi ceza
hukukunun gerçekleşmesini engelleyebilir. Bakınız burada önemli bir
konu daha var bununla bağlantılı olarak. Usul hukuku kuralları sadece
şekilden ibaret değil sadece muhakeme faaliyeti yürütülürken buna yön
vermek için ihdas edilen kurallardan ibaret değil aksine bunların altında
birtakım esaslar var, prensipler var. Ve bunlar tarihsel süreç içerisinde
gelişen ve ortaya çıkan prensiplerdir.

Bu gelişim süreci nasıl dersiniz, çok kabaca şöyle ifade edebilirim;


şimdi roma hukuku eski yunan hukuku orta çağ hukukunun yarısına
kadar dönem olarak da kabul edebilirsiniz, ki 5.yy dan İstanbul’un fethini 17
takip eden sürece kadar olan dönemdir bu, bu dönem içerisinde 5.yy dan
16.yy nin ilk çeyreğine kadar yani 1525’e kadar olan dönemin yarısını
düşünün yani 10.yy a kadar olan dönemi düşünün. Burada kabul edilen
muhakeme sistemi itham sistemidir. Yani nasıl şu an özel hukukta biz
medeni usul hukukunda istisnalar dışında tarafların hak sahibi
olduğunu iddia edenlerin dava açması ve bu davada dava malzemesinin
taraflarca getirilmesi ilkesini kabul ediyorsak, ikrar kesin delil
oluşturuyorsa, senet kesin delil oluşturuyorsa, tanıkla ispat yasağı olan
haller varsa, burada da buna benzer kuralların geçerli olduğunu
söylemek mümkündür. Yani aslında medeni usul hukuku ile şu anda ceza
muhakemesi hukuku arasındaki özel hukuk kamu hukukundan
kaynaklanan farklar o dönemde pek yok, minimum. Hakim, itham
sisteminde resen delil toplamaz. Ya da hakimle savcı arasında bir
farklılık yok. Herkes ithamda bulunabilir. Medeni muhakemeye benzer
bu anlamda bu söylediklerim. Şimdi taraflar eşit, hürriyeti bağlayıcı
tedbirler, kurallar pek yok yani bu kişi tutuklansın gibi normatif
anlamda sistematik bir çerçeve çizemiyoruz bunlara. Bunları daha ilkel
düşünün, muhakeme açık sözlü ve taraflar bakımından çekişmeli, burada
devlet adına işlem yapan süjelerin günümüz hukukunda yok. Peki ne tip
sakıncalar görülmüş, suç işlenmiş olsa dahi korkuyla bireyler ithamda
bulunamayabiliyorlar faile aşırı davranılması söz konusu olabiliyor, tam
olarak yunan felsefesi yani ilk çağ yunan felsefesi açısından söylüyorum
veya daha mısır medeniyeti açısından, orada ortaya konulan bilimle
beraber diyor, çok dinle birbirinden ayrılmıyor ama bazı şeylere bilimsel
açıklamalar yani akıl yoluyla açıklamalar üretilmeye çalışılıyor. Ve bir
bilim sistematiği oluşturulmaya gayret ediliyor, elbette bunun farkları
var ama dersimizin konusu değil. Aslında bakarsanız bir tespit var ama
bu tespit sebebi nedir, bilinemediği için farklı nednelere bağlanıyor
mesela işte bir zehirlenme olayı ortaya çıkıyor fakat bu işte şeytan bunu
esir almış diyerek ekzorsizim yapılmaya çalışılıyor. Ya da öldürülüyor.
Halbuki basit bir zehirlenme. Bilim meselesi buralarda henüz yerleşmiş
değil. İnsanlar daha pragmatik günlük ihtiyaçları için bazı teknikler 18
kullanıyorlar. İşte matematik gelişmiş ama dediğim gibi özellikle mısır
medeniyetinde felsefi anlamda baktığımızda bilimin gelişimi daha
günlük ihtiyaçlara bağlı olarak ortaya çıkmıştır.

Orta Çağ’ın ikinci yarısı itibarıyla sistem değişiyor. Tahkik sistemine


geçiliyor, merkeziyetçilik artıyor, burada sanık tamamen bir obje
konumunda yani hakkı falan yok, kamu adına hakim suç olayını
araştırıyor, yargılamayı yapıyor, neredeyse herhangi bir ölçü olmaksızın
ne pahasına olursa olsun suç olayının incelenmesine ilişkin bir faaliyet
yürütülüyor burada. Bakın ithamda neydi; mutlaka taraflar ortaya
koyacaktı iddiayı ve malzemeyi de onlar getirecekti yani kamu adına
devlet adına yapılan bir faaliyet yok, şimdi ne oldu; devlet araştıracam
diyor, ama bugünkü sistemden farkı ne fail dediğimiz ya da şüpheli-sanık
dediğimiz ceza yargılamasında bugünkü anlamda kişinin hakları yok,
tamamen bir engizisyon sistemi yani tahkik sistemi, bu bir prensip
arkadaşlar yani. Bunun sorunları ney; işte ölçü yok, ne pahasına olursa
olsun araştırılıyor, delillerin tartışılması bir kollektifliği söz konusu
değil, problemli. Şimdi, modern ceza hukuku tarihsel olarak büyük
ölçüde 19.yy ın son çeyreğinden itibaren baskın olarak 2. Dünya savaşı
sonrasına tekabül ediyor. Burada bir işbirliği sistemi hakim yani tarihsel
süreçte baktığınızda hukuk anlamında söylüyorum toplum barışını
korumak için yapılan birtakım kanunlar var buralarda da engizisyon var
ama yavaş yavaş tabi zaman içerisinde bunlar yumuşamış, bu bir süreç
yani keskin bir ayırımını söyleyemiyorum ama daha ziyade dediğim gibi
2. Dünya savaşı sonrası çünkü insan haklarıyla ilgili kabuller burada
bundan sonra ortaya çıkıyor. Burada işbirliği sistemi hakim, mevcut
sistemimizde işbirliği sistemidir. Yani iddia, savunma, yargılama
birbirinden ayırt edilmiş vaziyette. İşte ceza muhakemesinin prensipleri
bu süreç içerisinde ortaya çıkan ve gelişen prensipler olarak karşımıza
çıkıyor. Muhakeme hukuku kuralları ve elbette bir ceza muhakemesi
kanunu, burdan çıkan sonuç şudur; bu prensiplerde hangi tarafta
durulduğu yani hukuk devleti bakımından devletin hangi pozisyonda
bulunduğuyla ilgili de bir belirleyicidir. 19
Hukuk genel itibariyle ceza hukuku anlamında devletin kamu düzeni
tesis etme ve toplumu oluşturan bireylere hukuki koruma sağlama
ödevinin yerine getirilmesinde hukuk bir araç, bu çerçevede de modern
ceza hukuku nazarında hukuki koruma sağlama bir ödev. Bunun esasını
toplumsal sözleşme kuramı oluşturuyor. Sözleşmeciler var; Jon lucke J.J.
ROUSSEAOU, Thomas Hobbes, leviatan eserinde anarşi ile yani ütopik
bir dünya hayal eder. İşte bu bir anarşide nasıl olur, devlet düzeninde
nasıl olur bunları ortaya koyar.

Toplumsal sözleşme kuramı şu genel itibariyle; bireyler bir araya


geliyorlar, bu toplumsal sözleşmenin taşıyıcı sütununu günümüz
anlamında anayasa oluşturuyor. Bu anayasa etrafında bir araya geliniyor
ve eskiden beri ister varoluş deyin ister yaratılış deyin kendilerinde
bulunan doğal menfaatleri koruma noktasında sahip oldukları “hak ve
yetkilerin” bir kısmını devlete devrediyorlar. Bu devrin içeriği ceza
hukuku anlamında genel itibariyla hak alma yani ihkak-ı hak,
kendiliğinden hak alma.
Kişilerde bir gelişim evresi var, sosyolojik anlamda, işte barınma,
korunma, iletişim kurma sonra hak ve özgürlükler geliyor. Şimdi burada
devlet devreye giriyor ve bir hukuk sistemi oluşturuyor. Bu hukuk
sistemi içinde birtakım kurallar sevk ediliyor. İşte ceza hukuku kuralları
kamu düzeninin tesis edilmesinde bir araç olarak ortaya çıkan ve maddi
ceza hukukunun özel kısmında tanımlanan suçlar da bir kısım itibariyle
bireyin hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik düzenlemeler, diğer
kısım itibarıyla da toplum düzeninin korunmasına yönelik
düzenlemelerden oluşuyor yani kişilere karşı suçlarda kişilerin hak ve
menfaatlerinin korunması amaçlanıyor anayasanın işleyişine karşı
suçlarda sözgelimi ya da kamunun güvenilirliğine karşı işlenen suçlarda
devlet kendi oluşturduğu düzenin devamını sağlamak açısından birtakım
güvenceler oluşturmaya çalışıyor. İşte hukuki koruma sağlama ödevinin
yerine getirilmesinde kullanılan araçlar bu şekilde hukuk kuralları
olarak özelde de ceza hukuku kuralları olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi
burada hukuki korumayı sağlarken elbette sen eğer cezalandırma, senin 20
menfaatin ihlal edildiğinde buna karşılık verme yetkini bana
devrediyorsan devlet olarak benim de hem özel hukuku hem de kamu
hukukunu karşılayacak şekilde söylüyorum; bir yargısal mekanizma
oluşturmam gerekiyor. Yani madem sen kendiliğinden hak alamıyorsun
o zaman müracaat edeceğin bir sistem olmalı. Devlet burada, işte bu yargı
sistemi bu açıdan da çok önemli bir fonksiyona sahiptir.

Yargısal sistem oluşturma da devletin bu anlamda ödevidir. Ben


ihkak-ı hakkı yasaklıyorsam sen bu hakkı bana devrettiysen karşılığında
ne bekliyorsun; hakkım ihlal edilmesin diğerleri tarafından sen de benim
hakkımı ihlal etme, bak bu son ayağı, insan haklarının gelişimiyle ortaya
çıkan ayağı, ama diğer ayağı da şu; bu haklar ihlal edildiğinde benim
menfaatlerime halel geldiğinde cezalandır ya da bir yaptırım öngör yani
özel hukuk mu olacak bana söyle de ki; bu meselelerde sen şuraya
müracaat et, bu nasıl çalışıyor ben bunu bileyim, ceza hukukunda yani
bir zahmet toplum düzenini de etkiliyorsa o zaman sen bu sistemi çalıştır,
ceza yargılamasını. Bu anlamda da yargılama hukuku yani hem medeni
usul hukuku hem de ceza muhakemesi hukuku devletin sistem oluşturma
yükümlülüğünün sonucu olarak karşımıza çıkar. Şimdi burada ne var
adaletin sağlandığını düşünen bireyin intikam duygusunu bastırmış olur
bi taraf da elbette toplumun düzen içerisinde devamı sağlanmış olur.
Genel önleme özel önleme şeklindeki iki fonksiyon gündeme gelir.

Maddi ceza hukukuyla ceza muhakemesi arasında çok sıkı bir ilişki
vardır.

Muhakemeden özet itibarıyla 3 şey anlaşılıyor; maddi ceza


hukukunun gerçeğe uygun bir şekilde yerine getirilmesine yardım var
muhakeme faaliyetiyle, bu fonksiyon ya da ödev oluyor, aynı zamanda
bireylerin özgürlüğünü ve toplumsal düzenin korunmasına hizmet etme
durumu var burada yine muhakeme kuralları soruşturma makamlarının
kovuşturma makamlarının kişi hak ve özgürlüklerine ne kadar
müdahalede bulunacaklarının sınırını çiziyor bu kurallar işte cmk m.217
hukuka aykırı delili kullanamazsın diyor. M.148 bu yöntemlerle ifade
sorgu yapamazsın elde ettiğin delilleri kullanamazsın diyor. Müdafi 21
zorunluluğu getiriyor, müdafi önünde kabul edilmeyen ifade
kovuşturmada çelişkiyi gidermek açısından okunamaz diyor kanun. Yani
bu süreç yürütülürken muhakeme makamlarının yargısal mercilerin de
hangi sınırlamalara tabi olduğuna da işaret ediyor. Muhakeme
sonucunda verilen hüküm bozulan hukuki barışın yeniden tesis
edilmesinde önemli bir araç oluşturuyor.

İtham Sistemi- Tahkik Sistemi- İşbirliği Sistemi

Maddi ceza hukukunun gerçekleştirilmesi genel itibariyle fonksiyon,


görev diye kabul ediliyor.

En yalın ifadeyle 12.yy dan itibaren tahkik sistemiyle beraber maddi


gerçeğin ortaya çıkarılması amaçlanıyor ceza muhakemesinde.

Delil geç ortaya çıktı diye bunu reddedemezsin. Şartı: yargılamayı


uzatmaya matuf olmadıkça. CMK m.207 açıkça düzenlemiştir: “Delilin
ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç
bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez.” Bunun anlamı şu; ben
tahkikatı kapattım, gerekli incelemeyi yaptım, tanık dinledim, bilirkişiye
gönderdim, kayıt elde ettim, tapeleştirdim, olay yeri inceleme raporlarını
aldım, okudum, gerekli yerlere müzekkereler yazdım, bilgileri topladım,
denetledim, işte arama yaptırdım şu bu neyse karara çıkacağım ya bırak
artık ne tapesi ya da ne kaydı; bunu yapamaz. Kanun bunu açıkça ortaya
koyuyor. Tabi bu belli yargılamalar nezdinde kanunda şöyle bir şey ifade
edildi; yargılamayı uzatmaya matuf olmadıkça. Ya bunu istisna kabul
etmek lazım. Kural ne, delil geç ortaya çıktı diye sen bunu
reddedemezsin.

Ceza muhakemesi arkeolojik kazı faaliyeti gibidir.

Adil yargılanma hakkı içerisinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi


m.6’da ne var; makul sürede yargılanma hakkı var. Bu, parantez içinde
söylüyorum ceza muhakemesine hakim olan ilkelerden “Çabukluk
İlkesinin” subjektif yönüdür yani hakka tekabül eden yönüdür çabukluk
ilkesi. M. 190’da ne var işte tek case esası var. CMK m.190: “Duruşmaya
ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hallerde 22
davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette
duruşmaya ara verilebilir.” Muhakemeyi aç, dava malzemesini mümkün
olduğunca soruşturmada elde et, bunun sübatları da yerleştirilmiş m.174
mesela diyor ki mevcut haliyle suçun sübutuna doğrudan etki edecek
mevcut delil toplanmadan iddianame düzenlendiyse iade et. Ne demek
bu, ya burada düzgün hazırla ki biz yargılamada senelerce kovuşturma
yapmayalım neden, e makul sürede yargılanma hakkı var, neden,
iddianameden sonra artık isnat resmileşiyor, kişi neden mesela şikayeti
geri alma, neden sanığın kabulüne bağlı kovuşturmada, çünkü artık
iddianame düzenlendi artık açık yargılama sözlü yargılama kamuya açık
bir yargılama yürütülüyor artık ben aklanmak istiyorum beraat edecem
sebebi bu. İşte anlattığım bu çabukluk ilkesi, makul sürede yargılanma
hakkı, adil yargılanma bunların sübabları yani bunu nasıl temin ederim,
örneklerini vermeye çalışıyorum. İşte çabukluk ilkesinin subjektif yönü
bu, hak, makul sürede yargılanma hakkı. M.190 dediğim şey şu; tek case
yapılsın, birden fazla ve ardı ardına oturum yapılsın, mümkün olduğu
ölçüde soruşturmada delil toplansın, biz yargılamada tartışalım ve bir
hüküm kuralım. Şimdi neden mantıklı bu; sanık bir isnat altında
toplumsal düzen içerisinde bulunduğu konumdan bir ithamla ayırarak
yargılıyorsunuz kişiyi. Dolayısıyla mümkün olduğunca bu isnattan hızlı
kurtulsun, hızlıca çözüme ulaştır ki ne olacağını bilsin, ikincisi; ya bu
hükmü ver ki ben bunu denetletebileyim. Yani makul sürede
yargılamanın ikinci yönü de bu. Çabukluk ilkesi subjektif yönüne işaret
ediyor. Çabukluk ilkesinin objektif yönü ne; ceza adaletinin
işlevselliğidir. Yani burada hak nazarında değil de burayı fonksiyonel
kılmak, neden, anlattık ya toplumda bir karşılığı olsun bak karşılığını
buldu hak ettiğini buldu ya da adalet yerine geldi diyebilsin insanlar.

Bir de torba kanun diye bir şey var biliyorsunuz en büyük garabet
o günümüzde. İçinde bir sürü şey var. Nasıl tartışacağız biz bunları
düzgün. Her birinin alanı farklı. Torba yasa Roma’dan beri, konsüllerden
beri bu benim bahsettiğim gerekçeyle torba kanun olmasın kardeşim öyle
saçma şey olur mu diyorlar. Bir de torba kanun sıkıntısı içinde iyi 23
düzenlemeler var ama kötüler de var. E bu iyiler geçsin diye razı
olmadıklarımıza cevaz verelim gibi tuhaf bir durum ortaya çıkıyor.

Hukuk bütünlüğünü korumak ne demek; ya işte bir proses


yürütüyoruz bunun bazı ilkeleri var ilkelere göre oluşan kurallar var ve
çıkan bir sonuç var. Ama tabi bu modern hukuk anlamında çok ileri
sürülebilecek bir argüman değil artık. Şu açıdan değil, yargı organlarının
itibarı ya da işlevi kamunun itibarı bu tek başına bir anlam ifade etmiyor
günümüzde. Yani biz bakmayın 11 eylül sonrası işte birey için devlet mi
devlet için birey mi meselesinde hak ve özgürlükler sisteminden ve
doğrultusundan biraz kaydık saptık. Ne oldu özgürlük mü güvenlik mi
dengesinde biz güvenliğe ağırlık vermeye başladık. Yani dünyada birçok
yerde bu özellikle amerikada belli sınırlar dahilinde bu arada yapıldı.

Toplumsal düzeni dizayn eden hukuk kurallarının icrasını


sağlayarak hukukun bütünlüğünü korumak. Bu en azından günümüzde
teorik olarak kabul edilebilecek bir amaç. Toplumsal barışı tesis etmek.
Bireysel ve toplumsal adalet duygusunu tatmin etmek. Ama bu hangi
çerçevede; eğitimle birleşirse.

Maddi gerçeğe ulaşma amacı, öncelikle şunu söyleyeyim; neden


bunun detaylı anlatıyorum, sebebi şu, burada öngörülen teoriler gerçek
ne demek, neye göre tespit edilecek, ceza muhakemesi hukuku
içerisindeki işletilen faaliyetle ve burada yapılan işlemlerle faaliyeti
oluşturan işlemlerle yakın irtibatlı. Hangi fonksiyonu icra ediyor ceza
muhakemesi kuralları açısından bu çok önemli bizim için. Onun için
anlatıyorum. Yoksa teorik bi şeylerden bahsetmek için değil. Hiçbir
devlet yoktur ki ben şekli birtakım şeylerle yetineyim, tarafların ortaya
koyduğu argümanlar bana yetsin, ben de hüküm vereyim geçeyim, neden
anlattım toplumsal düzen ve toplum sözleşmesini; modern hukukun
zemini. Dolayısıyla ifade etmek istediğim şey şu; medeni usul hukuku da
aslında gerçeği araştırır ama birtakım ispat sınırları nedeniyle tarafların
ortaya koydukları ve kabul ettikleri gerçekle yetinmek, yargılamanın bir
sonucu olarak ortaya çıkar. Şimdi ceza yargılaması açısından bizde daha 24
net, resen araştırma, delil ikamesinde hukuka uygunluk dışında
herhangi bir kriter yok, süre ve materyal sınırımız yok, hukuka aykırı
olmadıkça deliller ileri sürülebilir, hakim bu delilleri tartışır,
yargılamaya getirir, çekişmeli muhakeme uygulanır, herkes diyeceğini
der, tartışır, taraflara söz hakkı verilir ve sonuca ulaşılır. Dolayısıyla
sınırlama çok daha az. Şimdi, elde edilen delillere göre bir karar
veriyorum, maddi gerçeği araştırıyorum. Maddi gerçek ifadesinden
anladığımız ne; maddi gerçek ifadesi, bence “tarihsel gerçek” yani suç
olayına ilişkin o arkeolojik kazının esasını oluşturan nedir, bunu ortaya
çıkarmaya çalışıyor, bunun da sebeplerini söyledim size. Bu yönüyle
aslında ceza muhakemesi hukukunun geçmişle günümüz arasında bağ
kurduğu ve iletişimsel bir yapıya sahip olduğu ifade edilmeli burada.
Şimdi maddi gerçek kapsamında CMK’daki düzenlemeler, m.160 diyor ki;
soruşturma işlemlerinin yürütülmesindeki amacı tarif ederken maddi
gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılama yapılması diyor. Bir suç
haberini alan cumhuriyet savcısı derhal işin gerçeğini araştırmaya
başlar diyor. M.161, savcı doğrudan veya emrindeki adli kolluk
marifetiyle her türlü araştırmayı yapabilir diyor. CMK m.63 e bakıyorsun
resen bilirkişiye başvuru imkanı var yani elde ettiğin delili bir uzmanın
bilgisiyle değerlendirmek durumundaysan müracaat et. Tarafların
talebiyle bağlı değilsin, resen. Hakim resen keşif yapabilir diyor, talep
üzerine değil mesela m.83 de. Kovuşturmada keşfi resen tekrar yapabilir
diyor mesela m.181. Her türlü makamdan yargılama konusuyla ilgili
yazılı bilgi istenebilir diyor m.332. CMK m.332: “Suçların soruşturma ve
kovuşturması sırasında cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme
tarafından yazılı olarak istenilen bilgilere on gün içinde cevap verilmesi
zorunludur. Eğer bu süre içinde istenen bilgilerin verilmesi imkansız ise,
sebebi ve en geç hangi tarihte cevap verilebileceği aynı süre içinde
bildirilir.”

Bütün bu saydığım hükümler maddi gerçeğin araştırılmasının esası


ontolojik teori, uygunluk teorisi, uyumluluk teorisi de deniyor, şimdi
hakim bir bakımdan tarihçi gibi hareket ediyor, hakimle tarihçi 25
arasındaki fark üzerinde çalışılan konunun niteliğinden başka bir şey
değil. Hakim tarihçiden farklı olarak geçmişi araştırması sırasında usul
hukuku kurallarına uygun hareket ediyor. Şimdi ontolojik teori, gerçeği
kendinden menkul bir bakış açısıyla tanımlıyor. Varlık felsefesi. Felsefe
yani felsefe teorilerinden bahsediyorum. Aristotalesçi yaklaşımdan
bahsediyorum aslında. Ne diyor; bir şey ya vardır ya yoktur. Dünya var
olan ve var olabilen şeylerden ibarettir diyor ontolojik yaklaşım. Bu
kapsamda gerçeklik, gerçek dediğimiz şey açıklanması ve
gerekçelendirilmesi gerekmeyen mutlak, objektif, kendinden menkul bir
yapıya sahiptir. Yani, bu anlayış diyor ki; gerçek var, yaşandı bitti, bunu
değiştiremezsin, sen bilmiyorsun, delillerle ortaya koyamıyorsun diye bu
gerçeklik ortadan kalkmaz. Bunun faydası ne; bu teorinin faydası ne; biz
bu ontolojik teori üzerinde şekillendirmişiz bir kere kuralları onu
söyleyeyim, işte bu resen araştırma, delil ikamesinde sınırın
bulunmaması, her türlü delilin hukuka uygun olmak kaydıyla
kullanılması, yani ontolojik teoriyi kullan ve mümkün olduğunca gerçeği
ortaya çıkarmaya gayret et, amaç bu.

Şu anda mesela tartışılıyor, yargıda hedef süre, hatta bazı


siyasetçiler şimdiden şey demeye başladı Mustafa Sarıgül mesela, bir
senede bitecek davalar, terfide dikkate alalım bunları, ne kadar sürede
bitirmiş, uygulaması nasıl biliyor musunuz; öngörülen hedef süre
sistemde renk değiştiriyor mavi, sarı, kırmızı, bitti diyelim, süre bitti diye
uyarı geliyor, ordan hakim butona tıklıyor, soru: Hedef sürede
bitirilmeme gerekçesi? Efendim olayın karmaşıklığı, işte delillere
ulaşılamamış olması işte vs.. tıklıyor ve geçiyor devam. Neden, çünkü
ceza muhakemesinin şeyi buna müsait değil. İyide kardeşim daha
ulaşamadık, bulamadık, elde edemedik. Neyse araştırıyoruz hala. Adam
kaçak, daimi aramada dosyası mesela, o zaman orayı ayır, tamam orayı
ayırdık, ama eldeki yargılama mevcut yargılama devam ediyorsa başka
sebeplerle uzuyorsa ne yapıcam, işte önemli olan bu, tartışmaların sebebi
bu, hedef süre uygun mu değil mi, değil. Neden değil işte ontolojik 26
teoriden dolayı değil. Gerçeği arıyorum ben. Bunu nasıl sağlayacaksın
düzgün tahkikat yapacaksın soruşturma aşamasında belki yargılamaya
taşımayacaksın. Ama uygulamada savcılar ne yapıyor; biz hukuka
uygunluğa bulaşmayalım, yargıtay da bunu destekliyor kararlarında işte
meşru savunma deyip ben takipsizlik vermeyim, mahkeme
değerlendirsin gibi bir anlayış üzerinden yürüyor. Ontolojik teorinin
esası bu.

Uygunluk teorisi, hakim delilleri aldı, vicdani kanaate esas


oluşturan vakalara ilişkin delillerle (ceza muhakemesindeki yansıması
bu), uygunluğu çerçevesinde vicdani kanaatini ortaya koyuyor. Nesne:
yargılama konusu olay, uyuşma, uygunluk: delil serbestisi çerçevesinde
yürütülen yargılama sonucundaki kanaat. Önerme diyor ya Aristotalesçi
anlayış, o da hakimin deliller aracılığıyla oluşturduğu algıyı yansıtan
kararı ifade ediyor. Defaatle söylüyorum, bunlar yüzyıllara dayanan
anlayışların ve birtakım teorilerin sonucu olarak ortaya çıkmış.
Çelişmeli muhakeme çerçevesine tüm sujeler yargılamaya katılıyor
bu anlatımlar değerlendiriliyor, diğer deliller toplanıyor, işte DNA, kan,
tükürük, dijital kayıtlar, belgeler bunlarla bakılıyor ve biz diyoruz ki
bunlar uygunsa maddi gerçeğe ulaştık.

Hakim olaya ilişkin öznel bilgisini ceza yargılamasında


kullanamıyor. Bu da bir sınırlama mesela.

Eleştiriler çerçevesinde bir teori daha ortaya atılıyor. Tutarlık


teorisi. Deniyor ki; eğer biz bir delilin ilişkin olduğu temel ve yan vakaya
dair diğer delillerle tutarlı olup olmadığına bakarsak daha objektif bir
sonuca ulaşırız. Yani dolayısıyla nihai kanaat, ortaya çıkan bütünü
nazara alarak hakimin vereceği kanaate bağlı oluyor. Daha elverişli bir
teori bu açıdan bakıldığında, ontolojik teori vazgeçilmez neden; maddi
gerçeği arıyor, tutarlık teorisi; bir delili ilişkin olduğu temel ve yan
vakaya dair delillerle tutarlı mıdır diye değerlendiriyor, buna bakıyor.
Tanığın beyanları tutarlı mı, mağdurun beyanları tutarlı mı, şüphelinin
sanık olduktan sonraki beyanları tutarlı mı,... Bir de son olarak uzlaşma 27
teorisi var; çelişmeli muhakemeye hizmet ediyor, doğruluğu yüksek olan
bir şey bulursun diyor, yargılama içerisinde sağlam bir delil bulmaya
çalışırsın diyor, bu da bilimsel verilerle destekleyebileceğin bir şey olur,
sonra gelenler bununla uyum içerisinde mi buna bakarsın ama esası ne,
doğrudan soru sorma var CMK m.201’de mesela, açıklatacaksın ya,
uyuşuyor mu uyuşmuyor mu, ben soru soracam, bir tanıkla diğer tanığın
beyanı arasında bir uzlaşma yok, diğer delillerle uzlaşma yok, bak tutarlı
mı bilim açısından bunu söylemiyor, yani bir uzlaşma yok bunlar
arasında, çelişmeli yargılama ama bunun esası şu aslında uzlaşma
teorisinde; alternatif uyuşmazlık çözümü veya alternatif kurumlar. Bu
seri muhakeme, basit yargılama, uzlaştırma gibi kurumların
uygulanmasına esas teşkil ediyor. Buna kişiselleştirilmiş uyuşmazlık
çözümü diyoruz, alternatif değil yani, çünkü devlet yargısını size
anlattım, alternatif olmaz. Burada bir toplumsal sözleşme kuramı var, bir
tane devlet var bir tane yargı olur o da devlet yargısıdır, bitti. Devlet
yargısının alternatif bir şeyi olmaz. O yüzden buna kişiselleştirilmiş
uyuşmazlık çözümü deniyor son dönemde. Şimdi burada uzlaşma teorisi
neyi ortaya çıkarıyor, ya taraflar gelmiş ikisi uzlaşmış, ya da işte savcıya
demiş ki şüpheli evet ben böyle işledim şöyle işledim, bak senin hakkında
yeterli şüphe var, bak vicdani kanaat değil, savcı karar verebiliyor mu ya
bir kişinin mahkumiyetine hayır. Demek ki burada yeterli şüphe var,
bundan feragat etmiyoruz, ama diyor ki bak ben dava açarsam şu kadar
isteyecem gel sen razı ol şu kadar hüküm kuralım hakime verelim hakim
onaylasın, seri muhakeme. Karşı taraf da kabul ediyor. Ne ortaya çıkıyor
buradan; buradan olay sonrası iradeye dayalı bir gerçeklik, taraf
gerçekliği ortaya çıkıyor. Esas uzlaşma teorisinin günümüzde
kullanıldığı ceza muhakemesinde dayanak bu; alternatif ya da işte
kişiselleştirilmiş uyuşmazlık çözümlerinin ceza muhakemesinin
amacıyla bağdaştırıldığı yer, bunun için kullanılan teori uzlaşma teorisi.
Çözüm anının esas alındığı bir gerçeklik, fonksiyonel bir gerçeklik,
tarafların mutabık kaldığı bir gerçeklik, bir gerçeklik var yine de diyor
uzlaşma teorisi. 28
Hangi teoriden hareket edersek edelim, neyi şekillendirirken gerekçe
olarak kullanırsak kullanalım bu teorileri, vardığımız sonuç şu; biz
maddi gerçeğe her zaman ulaşamayız, hatta çoğunlukla ulaşamayız, o
halde bizim ulaştığımız gerçeğin adı nedir; kazai- yargısal gerçekliktir.
Bir sonuca bağlıyorsun, bir teori kullanıyorsun, vardığımız sonuç en
azından benim görüşüm; kazai gerçek, yargısal gerçek. Ceza
muhakemesindeki netice itibarıyla amaç noktasında ulaştığımız gerçeğin
adı yargısal gerçek, hangi teoriden hareket ederseniz edin biz maddi
gerçeğe her zaman ulaşma imkanına sahip değiliz.

Ceza muhakemesinin evrelerinden biraz bahsedeyim. Bu ara


muhakeme; alman hukukundan alınan bir şeydir, bizde ara muhakeme
yoktur, yani bu hikaye. Alman hukukunda gerçekten ara muhakeme diye
bir muhakeme safahatı var, Zwischenverfahren diyorlar. Demek
istedikleri şu; burada delil toplanıyor, burada muhakeme işlemlerinden
bazıları yapılabiliyor. Biz ne yapıyoruz; iddianame değerlendiriyoruz.
İddianamenin değerlendirilmesi ya da incelenmesi her neyse, başka bir
özelliği yok dolayısıyla ara muhakeme değil aslında. Bu ara muhakeme
soruşturmaya dahildir, kovuşturma başlı başına bir evre, nereye kadar
kesinleşmeye kadar.

Bir de şimdi yeni bir şey geldi ceza muhakemesine; Soruşturma


yapılmasına yer olmadığı kararı. İşlenmemiş, soyut, genel nitelikte, ne
olduğu belli olmayan şikayetlerde hiç soruşturma numarası vermeden
bunlara SYOK verilir, CMK m.158/6’nın alameti farikası budur.

3. HAFTA – 04/10
Can Canpolat....

Ceza muhakemesinde iki tane evre var bir tanesi soruşturma evresi
diğeri kovuşturma evresidir. Bu evrelerin yani ceza muhakemesinin
yürüyüşü içerisinde ceza muhakemesi hukukunun evreleri değil bunlar,
ceza muhakemesinin evreleri özellikle bu anlatımlarda faydası olması
açısından geçen ders size ceza muhakemesi faaliyetiyle ceza muhakemesi
hukukunun nasıl ayırt edilmesi gerektiğini anlatmıştım. Şimdi bu evreler
29
de o faaliyetin yani ceza muhakemesi prosesinin, sürecinin evreleridir.

Soruşturma evresi, m.160’a göre suç haberinin alınmasından itibaren


başlayan, suç ile ilgili bir tahkikatın yürütüldüğü aşamaya takaddüm
eden soruşturma evresi, iddianamenin kabulüne kadar geçerli olan
evreyi ifade ediyor. Bizde gerçek manasıyla bir ara muhakeme yoktur.
İşte bu ara muhakeme denilen dönem soruşturma evresine dahildir, fakat
bunun önemi ve tek fonksiyonu iddianamenin incelenmesidir.
İddianame, m.170’e göre düzenlenir yani iddianamede nelerin yer alması
gerektiğini m.170 söylüyor bize. M.174’e göre bir iade söz konusu olmazsa
görevli ve yetkili mahkeme bunu değerlendirir, ki detaylı olarak
anlatacaz bunları, iddianame kabul edilir, bu genellikle tensiple beraber
ya da ayrı bir kararla yapılıyor, yani tensiple çok rastlamıyoruz artık
genelde ayrı bir iddianamenin kabulü kararından söz ediliyor.

Ara muhakemenin soruşturma evresine dahil olmasının önemi ne;


henüz kovuşturmaya başlamıyoruz, CMK iddianamenin kabulüyle
kovuşturma evresi başlar diyor, henüz iddianame incelendiğine göre o
zaman biz soruşturma evresindeyiz yani biz im bir ara muhakeme evresi
dediğimiz özel ayrı bir evre aslında bizim hukukumuz açısından yok
dolayısıyla burada iddianame değerlendirilirken mahkemenin somut
olayın esasıyla ilgili herhangi bir işlem yapması söz konusu değildir. Söz
gelimi bu aşamada bir delil ortaya çıkarsa, bu mutlaka ve mutlaka
cumhuriyet başsavcılığınca muhafaza altına alınacaktır.

Cumhuriyet savcıları soruşturmayı, tahkikatı yürütür lakin


burada hakim olan dosya uhdesinde yürütülen, dosyanın sorumluluğunu
taşıyan makam cumhuriyet başsavcılığıdır.

Görevli ve yetkili mahkeme iddianameyi değerlendirdikten sonra


ya 15 gün içerisinde herhangi bir karar verilmez, bu 15 günün sessiz
geçirilmesi iddianamenin kabulü anlamına gelir, sebebi ; iş sürüncemede
bırakılmasın. Veya bir iddianamenin kabulü kararı verilir ve iş artık
kovuşturmaya aktarılır.

Adli kolluk, yapılanması itibarıyla genel kolluktan suçla ilgili


tahkikatlarda görev alması bakımından ayrılan bir birimdir. Yani, 30
aslında bu tanım bize şunu da gösteriyor, bizde adli kollukla ilgili ayrı bir
yapılanma yoktur. Kolluğun görev aldığı birim bakımından yetki
nerededir; cumhuriyet savcısındadır. Cumhuriyet savcısı kollukla ilgili,
adli kollukla ilgili adli dönem sonunda bir değerlendirme tutanağı
hazırlar bunlar zaten genel itibariyle matbudur, oraya çok ayrıntılı
şeyler yazıldığını ben görmedim, yani iş olsun diye yapılıyor biraz da.
Kolluk iç işleri bakanlığına bağlıdır, adli kolluk olarak görev yaptığında
elbette cumhuriyet savcısının talimatlarıyla bağlıdır, yani bir adli
görevde bulunan kolluk adli işlerde altını çiziyorum adli işlerde
cumhuriyet savcısının emir ve talimatlarıyla bağlıdır. m.160 ve
devamındaki hükümler bize cumhuriyet savcısının soruşturmada
kullandığı yetkiyi adli kolluk aracılığıyla icra edeceğini söylüyor, aslında
buradaki işlemler adli kolluk aracılığıyla gerçekleştirilecek, cumhuriyet
savcısı tek başına uhdesinde bulunan derdest dosyaların tamamına
ilişkin işlem yapma imkanına elbette sahip değil dolayısıyla adli kolluk
bizim için son derece önemli, adli kolluk burada yetki kullandığı için ve
başında cumhuriyet savcısı denetim yaptığı için adli kolluğun yaptığı
işlemler ceza muhakemesi işlemler olduğu için, bunlar bizim için son
derece önemlidir. Özellikle bu alanın üzerine oturduğu zemin olan insan
hakları açısından önemlidir. Burada bir süje daha var o da; Sulh ceza
hakimliğidir. Sulh ceza hakimliği, sulh ceza mahkemeleriyle aynı şey
değildir, çünkü sulh ceza mahkemeleri bizde vardı bunlar kaldırıldı, yani
sulh ceza mahkemeleri kaldırıldı dosyaları asliye ceza mahkemelerine
devredildi. Sulh ceza hakiminin verdiği kararlara itirazda yine sulh ceza
hakimlikleri görev alıyor, yatay itiraz var.

Sulh ceza hakimliği, özgürlükler hakimliği olarak kuruldu. Sulh ceza


hakiminin fonksiyonu “güvence” fonksiyonudur. Şimdi burada güvence
ikili bir ayak üzerine oturtulmuştur. Bir tanesi adli kolluğun başında
hukukçu olan bir savcı bulunsun ve burada yapılan işlemleri denetlesin,
onun gözetiminde yapılsın, sorumluluk ona ait olsun, ikincisi, sulh ceza
hakimi burada soruşturma işlemlerini yürütürken bir temel hak ve
özgürlüğe bir anayasal özgürlüğe müdahalede bulunulmasına ihtiyaç 31
olduğunda sulh ceza hakimi de bu kararı verirken, şartları gerçekleşmiş
mi, ayrı bir denetim yapsın, yani soruşturmayı yürüten merciden farklı
bir merci bu konuda devreye girip bir fonksiyon icra etsin. Soruşturmada
patron savcıdır. m.119 itibarıyla baktığınızda aramayla ilgili,
gecikmesinde sakınca bulunan hal varsa cumhuriyet savcısı,
ulaşılamıyorsa kolluk amirine bazı durumlarda karar verme yetkisi
veriliyor. Soruşturma aşamasında delilleri değerlendirip önüne gelen
delilleri mahkeme kovuşturmada ceza muhakemesinin öngördüğü sistem
çerçevesinde değerlendiriyor.

Sulh ceza hakimliğinin resen hareket etmesi mümkün değildir


soruşturma aşamasında. Mutlaka savcının talebine ihtiyaç vardır. Savcı
delili değerlendirecek, sulh ceza hakimliğine talepte bulunacak, sulh
ceza hakimi de bunu değerlendirip gerçekten de bu deliller neticesinde
makul şüpheye ulaşmada bir rasyo varsa yani rasyonelse bu durum yani
delillerden çıkıyorsa bu şüphe o zaman diyecek ki tamam evet arama
kararı verdim siz bu aramayı yapın. Dolayısıyla burada cumhuriyet
savcısının da bir delil takdir yetkisi var. İddianamenin düzenlenmesinde
bir yeterli şüphe arıyor ceza muhakemesi kanunu, bunu da delillerle
mutlaka ilişkilendir diyor kanun da cumhuriyet savcısına. Şüphe delile
dayalıdır, delilden hareket etmek zorundasın. Soruşturmada cumhuriyet
savcısının delilleri takdir yetkisi var. Soruşturma aşaması, şüphenin
olgunlaştırıldığı ve ceza uyuşmazlığında ortaya çıkan şüphenin
kendisinde yoğunlaştığı kişinin yargılanmaya değer bulunduğu aşamaya
getirildiği şüphenin bir süreç soruşturma. Soruşturmada şüphe
olgunlaştırılır. Kovuşturma, şüphenin yenilmeye çalışıldığı aşamadır.
Vicdani kanaat dediğimiz şey; subjektifdir. Çünkü hakim bu vicdani
kanaate ulaşıyor, o bir insandır. Ama bu sübjektivite yalnızca o şüphenin
daha doğrusu o vicdani kanaatin oluşmasıyla ilgilidir, daha doğrusu
oluştuğu süjeyle ilgilidir. Peki, böyle mi varılıyor sadece; hayır. Önemli
olan bunun objektif tarafı, yani vicdani kanaatin objektif tarafı, nedir o;
“delillere dayanma zorunluluğu”. Bizde önüne gelen delilleri
değerlendirerek, hukuka uygun toplanmış delillere göre karar verilir, 32
m.217 bunu açıkça söylüyor, CMK m.217: “Hakim, kararını ancak
duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir.
Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir.”

Soruşturma sonucunda yeterli bir şüpheye ulaşılırsa iddianame


hazırlanıyor, soruşturma şüphe üzerine kuruludur, başlangıç şüphesi
soruşturmayı başlatır. İddianame hazırlamak savcının vazifesidir. Ben
yeterli şüpheye ulaştım ama iddianame hazırlamak istemiyorum, hayır,
kanun diyor ki hazırlayacaksın.

Adli Önleme Aramaları yönetmeliğinde diyor ki tanımlar


maddesinde; makul şüphe: hayatın olağan akışına göre duyulması
gereken şüphe düzeyidir. Yani tanımlarken başka bir tanım ihtiyacı var.
Ne demek ya hayatın olağan akışına göre duyulması gereken şüphe
düzeyi? Ya da kuvvetli şüpheyi tanımlarken mahkum olma ihtimali
beraat etme ihtimalinden daha güçlü ise, o ne demek? O da izaha muhtaç.

İddianamenin dayanağını oluşturan yeterli şüphe, bunların


içerisinde en subjektif olan şüphe düzeyidir. Neden? Çünkü tahkikatta
toplanan delillerin tamamını cumhuriyet savcısı değerlendirerek bir
sonuca ulaşır. Kararı veren süjeyle hayat olayı arasında doğrudan değil
de bununla bağlantılı olan yan olayları da, bunlardan sadır olan delilleri
de değerlendirerek sonuca ulaşması demektir. Ama mutlaka her şüphe,
yeterli şüphe de delile dayanmalıdır.

Ceza muhakemesine hakim olan ilkeler.

En başta hukuk devleti ilkesi diye zikredilebilir, üzerinde çok


konuşulabilecek bir ilkedir, kural olarak hukuk devleti ilkesi; kanun
devletinden ayrılır. Hukuk devleti ilkesinin maddi ceza hukukundaki en
önemli yansıması kanunilik ilkesidir, bunun içeriğindeki hususlardan
bir tanesi de belirliliktir. Yani öngörülebilirlik, yani hukuk devleti
ilkesinin en önemli özelliklerinden biridir. Yani insanlar daha önce
hareketlerini tanzim ederken, ben hangi davranışı işlersem suç olur,
bunu önceden öngörmek zorundadırlar, kanunilik ilkesinin en önemli
unsurlarından bir taneside bu, daha doğrusu ceza hukukunun güvence
fonksiyonu itibarıyla bunu söylüyorum. Hukuk devleti ilkesinin 33
içerisinde orantılık ilkesi var, ikincillik var ceza hukukunda son çare,
ceza yargılamasının devreye girmesi ikincildir son çare buraya müracaat
edilir, oranlık, aşırılık yasağı mesela koruma tedbirlerinde var mesela 2
yılın altında hapis cezasını gerektiren suçlarda tutuklama olmaz ya da
tutuklamadan önce adli kontrol ile aynı amaca ulaşabiliyorsan ki şartları
aynı onu kullan yani orantılılık, ölçülülük, ikincillik prensibi hukuk
devletinin unsurlarından bir tanesidir.

İnsan haysiyetinin korunması ilkesi, bu çerçevede değerlendirilebilir.


İnsan haysiyeti, bilinçli olma, kendi kaderini tayin etme, çevresini
şekillendirme yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan kaldıran bir ruh,
manevi bir güç olarak tarif ediliyor. İşte burada işkence, kötü muamele
yasağı, insan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesinin ceza
muhakemesindeki en önemli karşılıkları olarak sayılabilir.

Devlet, tazminat ödemekle hak ihlalleri izale olmaz. Yani çözülmez,


telafi edilmez çünkü devlet tarafından tazminat ödenerek bu ihlaller
yaptırımsız kalabilir ama önemli olan ortaya çıkan bu ihlallerin iç
hukukta yaptırım karşılıkları varsa bunların da uygulanması yani bu
ihlallerin devam etmesinin önüne geçilmesi. Anayasa mahkemesi
kararları bağlayıcıdır, herkesi bağlar, gerçek kişileri, tüzel kişileri
bağlar.

Adil yargılanma hakkı; AİHS m.6, AY m.36 içeriği genel itibarıyla


nedir; öncelikle ifade etmek lazım, soruşturma evresinde de geçerlidir
kovuşturma evresinde de geçerlidir. Silahların eşitliği ilkesi var yani
kamu gücünü kullanan süjelere bir tahkikat imkanı veriliyorsa bunu
karşılığında da elbette bazı güvencelerle donatılması ve bazı yetkiler
tanınması gerekiyor suç işlediği iddia olunan kişiye de. Bu da usul
kurallarıyla olur, usul esastan önce gelir denmesinin sebebi budur çünkü
usul hukuku kuralları hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı
ilkelerin yansımasını bizlere sunan kurallardır.

Dürüst işlem ilkesi mesela, hukuki dinlenilme hakkı yani meram


anlatma ilkesi, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, açıklık,
şeffaflık, masumiyet karinesi, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, suçu ve 34
suçlamayı öğrenme hakkı, savunma hakkı, müdafi yardımında
faydalanma, muhakemeye yön verme hakkı yani ceza muhakemesi
faaliyetine katılma hakkı, tercümandan faydalanma hakkı bu adil
yargılanma hakkı içerisinde torba hak deme sebebim o, AİHS m.6’da
bunlar alt unsur hakları olarak düzenlenmiş vaziyettedirler.

Delil ikame etme, tanıkları çağırma, m.178’de var dinlenilmesini


sağlama hakkı, dolayısıyla yetkilerle donatılma, güvencelere
kavuşturulma durumundadır silahların eşitliği.

Dürüst işlem çok üzerinde durulmayan fakat benim çok


önemsediğim bir ilkedir. Dürüst işlem, her yargılamada usul hukuku
kurallarının ve prensiplerinin aynı şekilde objektif biçimde
uygulanmasıdır. Delillerden sonuç çıkarılırken dürüstlük kurallarına
uygun hareket etmek demektir. İnsaflı, anlayışlı savunmayı kolaylaştırıcı
davranmak demektir. Dengeli, objektif hareket etmek demektir. Dürüst
işlem, bütün kuralların somut olaya olduğu gibi uygulanması demektir,
bunu aklınızda tutun avukatlık yaparken.
Meram anlatma ilkesi, bir kişinin yargılamada meram
anlatabilmesi için neye ihtiyaç var; önce muhakemeye müracaat etme
hakkı var. Müracaat edebilmesi için hukuki koruma, toplumsal sözleşme
gereği senin bir sistem bir zemin oluşturman gerekiyor. Muhakemeye bu
anlamda da yön vereceğim, meram anlatarak.

Şimdi doğrudan soru sorma hakkı var CMK m.201. Savunma


hakkıyla bağlantılı bu arada meram anlatma ilkesi birebir olarak.

Makul sürede yargılanma hakkının iki ayağı var bir tanesi subjektif
tarafı ki işte o hak, adil yargılanma hakkı içerisinde bulunan hak, bir
yargılamada birden fazla mesele bulunabilir, bunlar kalabalık bir sanık
olabilir birden fazla tabi ki bunlar süreyi etkiler, yargılanma süresini
mutlaka etkiler ama buna göre önlemler alabiliyor musun, soruşturma ve
kovuşturmada buna ilişkin önlemler alabiliyor musun, temel mesele,
makul sürede yargılanma hakkının subjektif tarafı yani hak tarafıyla
ilgili olan bu. Bir de bu hak yaklaşımından bağımsız bir konu daha var o
da aslında objektif olarak çabukluk ilkesiyle alakalıdır. Yani ben bir 35
yargılamayı yürütüyorum evet bu yargılamada bir mesafe almam
gerekiyor bir yandan evet haklar var ama bir yandan da şu önemli benim
için devlet olarak bunu yürüteceğim ve diğer insanlar nezdinde de
adaletli bir sonuca ulaştığıma ilişkin bir kanı oluşacak. Bu neyle ilgilidir
ceza adaletinin işlevselliği ile ilgilidir. Burada hak yaklaşımı yoktur.
Ceza muhakemesine hakim olan ilkelerden çabukluk ilkesi var bunu
subjektif tarafı makul sürede yargılanma hakkı objektif tarafı da ceza
adaletinin işlevselliği çerçevesinde muhakemenin hızlıca sonuca
ulaştırılması ve muhakemenin basitleştirilip hızlandırılarak suçla
mücadelenin ön plana çıkarılması ceza adaletine bir işlevsellik
kazandırılmasıyla ilgili bir özgürlükler hukukuna göre şekillenen usul
reformuna karşı reformist bir tezdir.

Soruşturmanın gizliliği neden var, henüz daha kovuşturmaya


geçmedik, bir suç isnadı var ama masumiyet karinesi var, en azından
sözlülük ilkesinin açıklık ilkesinin geçerli olduğu kovuşturmaya
geçilmeden önce masumiyet karinesini maksimum korumak zorundayız.
Hakimin reddine ilişkin m.22 ve devamında hükümler var. Görev
yasağı dediğimiz hakimlik yasağı dediğimiz m.22 ve bunun dışında
tarafsızlığı etkileyen haller varsa bunlarla ilgili müracaatta bulunma ve,
ya çekilecek hakim bunlar varsa ya da red talep edilecek, hakimin reddi
talep edilecek. Sebep; işte bir akrabalık ilişkisi olabilir, tanıklık durumu
ortaya çıkabilir, kanunda sayılmamasına rağmen mesela eski eş görev
yasağı olmakla birlikte eski nişanlı böyle değildir ama tarafsız
davranamayabilir yani masumiyet karinesini gözetemeyebilir. Bu
hükümler de masumiyet karinesini desteklemek için ceza
muhakemesinde bahsedilen hükümlerdir. Yine iddianamenin iadesi,
yeterli şüpheyi ortaya koyma zorunluluğu, delillerle ilişkilendirme
zorunluluğu, iddianamenin iadesi yani yeterli şüpheye ulaşmamışsa
kovuşturma aşamasına geçmeyelim deyip iade etme bu çerçevede
değerlendirilebilir.

4.HAFTA – 11/10
Can Canpolat....
36
Bu hafta ceza muhakemesi hukukunun uygulanma alanı, konu
bakımından, yer bakımından ve zaman bakımından ayrıca kişi
bakımından uygulamadan bahsedecem.

Öncelikle konu bakımından ceza muhakemesi hukuku kurallarının


uygulama alanı nedir? Neye uygulanır yani, ceza uyuşmazlıklarına
uygulanır. Devletle suç işlediği iddia olunan kişi arasında ya da bir
kabulden hareket edelim, suç işleyen kişi arasında ortaya çıkan bir
uyuşmazlık var, neden devletle bu kişi arasında uyuşmazlık çıkıyor
çünkü ceza hukuku alanında ortaya çıkan haksızlıklar içerikleri
itibarıyla yani nicelikleri itibarıyla diğer haksızlıklara göre, özel
hukukta yaptırımla karşılanan haksızlıklara göre daha ağır
olduklarından devlet bu alana doğrudan müdahale ediyor. Dolayısıyla
kişiyle devlet arasında ortaya çıkan bir uyuşmazlık var. Zaten CMK m.1’e
baktığınızda bu kanun ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı
hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve
yükümlülüklerini düzenler diyor. Bu ortaya çıkan devletle fail arasındaki
kamu hukuku ilişkisi yargılama yetkisini devlet adına kullanan ve
anayasadan yetki alan yargı mercileri olarak mahkemeler ve tabi ki
soruşturma evresinde bu uyuşmazlıkla ilgili ceza muhakemesi hukukuna
göre faaliyet gösteren cumhuriyet savcılığı ortaya çıkan ceza
uyuşmazlığının hali açısından adli işlemler yaparlar. İşte bu yürütülen
faaliyetin konusu ceza uyuşmazlıklarıdır. Bunun haricindeki muhakeme
alanları buradaki prensiplerden yani ceza muhakemesine hakim olan
prensiplerden elbette yararlanır özellikle biz idare hukuku alanında
idari yaptırımlarla ilgili olarak bir değerlendirme yaptığımızda özellikle
savunma hakkı, kanunilik ilkesi gibi prensiplerin bu alanda da uygulama
alanı bulduğunu görüyoruz, adil yargılanma hakkı çerçevesinde
uygulama alanı bulduğunu görüyoruz. Danıştay kararlarına baktığınızda
da birçok mesele yönünden bu ilkeler nazara alınmıştır.

Yer bakımından uygulama dediğimizde kural olarak ceza


muhakemesi hukuku kuralları nerede uygulanır; T.C. devletinin 37
egemenlik haklarını kullandığı sınırlar içerisinde, buna ne diyoruz,
mülkilik prensibi diyoruz, yargılama yetkisi ancak egemenlik yetkisinin
kullanıldığı yani kamu gücünün kullanıldığı alanlarla sınırlıdır. Demek
ki biz ceza uyuşmazlıklarını konu itibarıyla değerlendirdiğimiz, konu
edindiğimiz için Türkiye’de işlenen suçlardan bahsediyoruz. Peki
Türkiye’de işlenmiş suç deyince aklımıza ne geliyor; burada biraz maddi
ceza hukuku bilgilerinize müracaat etmeniz gerekecek. Bir suçun
Türkiye’de işlenmiş sayılması için hangi kabulden hareket etmemiz
gerekir, neyi dikkate almamız gerekir, bunun kriteri nedir, TCK’da buna
ilişkin bir kural var, TCK m.8: “Türkiye’de işlenen suçlar hakkında Türk
kanunları uygulanır. Fiilin kısmen veya tamamen Türkiye’de işlenmesi
veya neticenin Türkiye’de gerçekleşmesi halinde suç, Türkiye’de işlenmiş
sayılır.” Ve bununla ilgili soruşturma, kovuşturma yönünden Türk CMK
uygulanır.

Zaman bakımından uygulama da biz maddi ceza hukuku kuralları ile


ceza muhakemesi kuralları arasında ayırım yapıyor muyuz, yapıyorsak
TCK’da geçerli olan zaman bakımından uygulama prensibi nedir, CMK
bakımından geçerli olan prensip nedir, “DERHAL” uygulanır. Ceza
muhakemesi hukuku kurallarında derhal uygulama prensibini
benimsiyoruz. Burada bir ceza muhakemesi hukuku kuralı yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren yapılacak işlemlere uygulanır, derhal uygulanır
prensibinin anlamı budur. O kural yürürlüğe girdikten sonra onun işaret
ettiği işlemi bu kuralın öngördüğü esaslara göre gerçekleştiriyoruz.
Dolayısıyla lehe midir, aleyhe midir gibi sonuçları itibarıyla da bir
değerlendirme yapmıyoruz, bununla ilgilenmiyoruz. Zaman bakımından
uygulamada geçerli olan derhal uygulama prensibinde karma bir
uygulamanın da zaman zaman tercih edildiği uygulamada, yargıtay
içtihatlarında karşılaştığımız bir husus, burada ben hep şu örneği
veriyorum yargıtayın tatbik ettiği; uzlaştırmayla şikayeti birleştiren bir
vaka üzerinden. Suç tarihinde yürürlükte olan kanun düzenlemesine
göre şikayete bağlı olan bir suç daha sonra yürürlüğe giren bir kanun ile
resen soruşturulur ve kovuşturulur hale yani resen takip edilir hale 38
gelmiş fakat aynı zamanda daha sonra resen takip edilir hale gelmiş ama
uzlaştırmaya ilişkin hükümler de genişletilmiş, olması gereken nedir;
şikayete tabi suç sonradan resen kovuşturulan suç haline
dönüştürüldüyse bu arada da uzlaştırmaya ilişkin hükümler
genişletildiyse de bu suç işte şikayete tabi olmaktan çıkarıldığı için
uzlaştırma kapsamından çıkarılmış oluyor. Şimdi yargıtay diyor ki, her
ne kadar suç resen kovuşturulan bir suç haline geldiyse de daha önce
şikayete bağlı bulunduğu bu suçlar hakkında da artık uzlaştırma
hükümlerinin geçerli olduğu dikkate alındığında uzlaştırma kurumu
dikkate alınarak bir uygulama yapılmalıdır. Buradaki konu şu aslında
uzlaştırma her ne kadar bir ceza muhakemesi kurumu olsa da, ki dava
şartı, mahiyeti itibarıyla, sonuçları itibarıyla ceza hukuku ilişkisini
kamu hukukundan kaynaklanan ceza hukuku ilişkisini düşürüyor.
Devletle fail arasındaki ilişkiyi düşürüyor çünkü, soruşturma
aşamasında uzlaştırma usulü uygulanarak neticesinde bir uzlaşma
ortaya çıkarsa takipsizlik kararı yani KYOK veriliyor. Kovuşturma
aşamasında da uzlaştırma ile sonuçlanırsa m.223 uyarınca DÜŞME kararı
veriliyor. Demek ki bu ceza ilişkisini düşürüyor ve maddi ceza hukukuna
da etkisi var bunun. Yargıtayın uzlaştırma ile ilgili birçok kararında bu
ilişkiye yani uzlaştırmanın maddi ceza hukukuna bakan tarafına da
işaret ediliyor. Dolayısıyla uzlaştırma ile ilgili yapılan düzenlemeler bu
yönüyle geçmişe tatbik ediliyor. Ki şöyle düşününüz; diyelim ki infazı
devam ediyor, uzlaşma gerçekleştiğinde bu ilişki düşeceği için infaza da
son verilmesi gerekecek dolayısıyla infaz dosyaları da uzlaştırma ile ilgili
yeni düzenlemeler çerçevesinde bunlar dikkate alınarak geçmişe
uygulama yapılacak dedi yargıtay. İşte bundan kaynaklanıyor az önce
verdiğim örnek uzlaştırmada geriye yürüyeceği için kapsam
genişletilmiş bu daha önce de şikayete tabi suçmuş, o zaman, bu
uzlaştırma hükümlerinin geçmişe yürüyerek bu suç hakkında
uygulanması gerekir diyor ve adeta bir karma uygulama yapıyor gibi
gözüküyor. Normalde karma bir uygulama ceza muhakemesi hukukunda
yapılmaz. 39
Ceza muhakemesi hukukunda derhal uygulama prensibinin bir
sonucu şudur; ceza muhakemesinde yapılan bir işlem gerçekleştirilmiş
ve tamamlanmışsa o işlem artık ölü işlemdir tabiri caizse. Yani yapılmış
ve bitmiştir. Bir daha canlanmaz. Ama bu işlemin tekrar yapılması
gerekirse elbette ki orada yine derhal uygulama kuralı devreye girecektir
ve o hüküm değiştiyse daha sonradan bir daha işlemin yapılması
gerektiğinde, değişen hükme göre hareket edilmesi gerekecektir. Mesela,
ifade alınmıştır, sorgu yapılmıştır, diyelim ki mevcut düzenleme
itibarıyla bir müdafi bulundurma zorunluluğu yoksa, işlem yapılmış
bitmiş ise, burada bunun tekrar canlanması mümkün değildir yani
müdafi zorunluluğu geldi e biz geçmişte kanuna göre müdafi zorunluluğu
yoktu bir işlem yaptık ifade aldık, bunu tekrar yapalım; hayır böyle bir
zorunluluk yok. Ama ceza muhakemesi faaliyeti içerisinde ihtiyaç
duyulduğunda bu işlem tekrar yapılacak ise o zaman elbette müdafi
bulundurma zorunluluğuna uygun olarak o işlemin tekrar yapılması söz
konusu olacaktır. Derhal uygulama prensibi bazı sorunlara neden
olabilir; derhal uygulama prensibinin aksine bir tatbikat yapılmasını
öngören istisnai düzenleme bulunabilir, bu düzenleme gereğince biz
derhal uygulama prensibini benimsemeyebiliriz. KOD kanun
değiştiğinde bu tür uygulamalar istisnai olsa da söz konusu olabiliyor, ki,
2005 yılında çocuk koruma kanunu, infaz kanunu, cmk, tck tamamen
değişti, bunlar kod kanunlar, bu kanunlar değiştiği için bu tip
düzenlemelere ihtiyaç duyuldu. Örneğin, yürürlük ve uygulama şekli
hakkında kanunda bazı sakıncalar doğabileceği endişesiyle
zamanaşımına ilişkin hükümlerde bir geçiş hükmü sevk edilerek
zamanaşımı hükümlerinin TCK’dan farklı olarak yürürlük ve uygulama
şekli hakkında kanunun uygulanmasını öngördü ve bir uygulama
geliştirilerek bu geçiş sürecine ilişkin iradesini kanun koyucu ortaya
koymuştur. Derhal uygulama prensibinden sapabilir yani nasıl ki
sonradan yürürlüğe giren kanunla ya da geçiş hükümleriyle istisnalar
getirilebiliyorsa o zaman ceza muhakemesi hukuku kuralları açısından
da bu tip istisnalar söz konusu olabilir. Şimdi suç şikayete tabi, dava 40
şartıdır şikayet şikayete tabi suçlar bakımından aynı zamanda da bir
haktır tabi ki, 6 aylık bir süresi var, fiili ve faili öğrenme tarihinden
itibaren başlıyor, bu süre içerisinde mutlaka şikayet hakkının
kullanılması gerekiyor. Hak düşürücü bir süredir bu. Ve bu süre
geçmekle şikayet hakkı ortadan kalkar. Yazılı olarak veya sözlü tutanağa
geçirilmek üzere kullanılan bir haktır. Kanunda süre diyelim işte 40 gün,
ve kişinin daha 1 haftası var mevcut kanuna göre , yeni bir düzenleme
çıkıyor şikayet hakkı ile ilgili 30 güne çekiliyor, kişi daha 1 hafta şikayet
süresi olduğunu düşünüyor, ama yeni kanun bunu kısaltmış, yeni kanuna
göre, şikayet bir ceza muhakemesi hukuku kurumudur o yüzden buradan
hareket ediyorum, hakkanete ve adalete aykırı sonuçlar ortaya
çıkmaması adına bu ilkenin uygulanmasından feragat ediliyor, yani ağır
surette hakkaniyete ağır sonuçlar doğurabilecekse bundan feragat
ediliyor ve kişiye 30 güne düşürülmüş ama belli bir süre daha tanınır,
şunu demek istiyorum mesela 40 gündü 20 güne düşürüldü e benim daha
20 günüm vardı geçiş hükmünde 1 hafta daha uzatılmıştır gibi bir
hükümle bunun yani yeni düzenlemenin ortaya çıkarabileceği adaletsiz
sonuçların önüne geçilmeye çalışılıyor.

Kişi bakımından uygulama; burada şahsi cezasızlık sebebi olarak


öngörülen haller var mesela TCK m.167 malvarlığına suçlar bakımından
bunu öngörüyor. Bazen de muafiyetlerle karşılaşıyoruz, şahsi cezasızlık
sebepleri maddi ceza hukukunda düzenlenen haller ve en başından
itibaren kişide ya da öngörülen ilişkide ortaya çıkan yani eylem
gerçekleştirilmeden öncesinde, suç işlenmeden öncesinde bu sebebin
ortaya koyduğu işaret ettiği ilişki ya da özellik mevcutsa şahsi cezasızlık
sebebi kişi bakımından uygulamada neye sebebiyet veriyor; TCK’daki
hükümler gereğince ceza verilmez dediğine göre buna göre ceza
muhakemesi hukukunda da bir sonuç ortaya çıkıyor. Şimdi muafiyetlere
baktığımızda biz belli bir görevle ya da bu görevle ilintili olan bir statüyle
bu devam ettiği müddetçe soruşturulmama ya da kovuşturulmama
sonucunu doğuran bir hukuki durumdur. Milletvekilleri, diplomatlar,
yabancı askerler, cb, cb yardımcıları, görev suçu mu değil mi diye ayıran 41
anayasalar var hepsini tek başlık altında düzenleyen görev suçu/adi suç
ayrımı yapmayan anayasalar var, şimdi diplomatlarda mesela birinci
sınıf büyükelçiler, elçiler, müsteşar, ateşeler bunların yardımcıları
birinci sınıf olarak kabul ediliyor, bunların eşleri beraber yaşadıkları
kişiler çocukları aile efradı ikinci sınıfı oluşturuyor, diğer idari teknik
personel elçiliğin teknik personeli üçüncü sınıf olarak kabul ediliyor.
Misyon üyelerinin tamamı muafiyetten yararlanamıyor; eşleri, birlikte
oturdukları çocukları ve diğer aile mensupları memurların eşleri,
birlikte oturdukları çocukları, diğer aile mensupları diğer elçilik
mensupları kabul eden devlet vatandaşı olan elçiliklerde bahçıvan, aşçı
gibi garsonluk, şoförlük gibi işleri yapan kişiler muafiyetlerden
yararlanamazlar. Muafiyetlerde bizim için kişi dokunulmazlığı en
önemlisidir. Ceza muhakemesi işlemi yapabilir miyiz yapamaz mıyız yani
aslında bizim değerlendirdiğimiz ceza sorumluluğundan ziyade biz ceza
muhakemesi işlemi yapabilir miyiz yapamaz mıyız. Yani şunu demek
istiyorum işte milletvekilleriyle ilgili ne diyor tutuklanamaz, sorguya
çekilemez, tutulamaz, yargılanamaz diyor anayasa m.83. Zannediyorum
Leyla Zana’yla ilgili evleri arandı işte arama yapılabilir mi, bu kişiler
ifadeye çağrılabilir mi, daha ötesi, ceza muhakemesi kuralları
uygulanabilir mi dediğimizde elbette bunlar tanık olarak çağrılabilir mi
soruşturma ya da kovuşturma aşamasında, bu tip durumlar da gündeme
geliyor. Yani sadece şüpheli/sanık olabilir mi değil, bunun dışında tanık
olarak çağrılabilir mi, bunlar uygulanabilir mi, daha geniş bir
perspektiften değerlendirmek gerekiyor. Konsoloslukla ilgili elçilikleri
geçtikten sonra konsolosluk muafiyetleri yalnızca resmi görevlerin
yerine getirilmesi sırasındaki fiilleri nedeniyle yargı
dokunulmazlığından faydalanıyorlar. Başkonsoloslar, konsoloslar ve
diğer memurlar. Bunu düzenleyen 63 tarihli konsolosluk ilişkileri
hakkında viyana sözleşmesi m.41 itibarıyla düzenliyor. Bunun dışında
1961 tarihli bir sözleşme var diplomatik ilişkiler hakkında viyana
sözleşmesi, misyonlarla ilgili, elçiliklerle ilgili, işte elkonulamaz, arşiv
evraklarına dokunulamaz, haberleşmeleri sınırlanamaz, tutuklanamaz, 42
gözaltına alınamaz gibi 24 27 29 bu gibi hükümlerde bunları düzenliyor.
Birleşik arap emirlikleriyle alakalı Türkiye’de bir cinayet vakası söz
konusu oldu. Buraya girilip arama yapılabilir mi gibi tartışmalar oldu,
bunların cevabı hayırdı ancak müsaade edilmesi halinde bunlar
yapılabilirdi, yapıldı mı evet, müsaade edilen alanlarda bölgelerde daha
sonra yapıldı ama kural olarak buralar dokunulmazdır buralar diğer
devletin sözde kabul gören toprağı olarak değerlendirilir. Yabancı asker
kişiler bakımından durum biraz daha farklı. Kuzey Atlantik anlaşması
var buna taraf devletler arasında kuvvetlerin statüsüne dair sözleşmeye
biz tarafız, yabancı asker kişiler bakımından bu sözleşmeye uygun bir
yorum yapmak zorundayız, onda da gönderen devlete kabul eden
devletin vatandaşı yargılama yetkisi vermiyor. Viyana sözleşmesinde
diplomatik görevlilerin bazı muafiyetleri vardır; eşyalarına el
konulamıyor, bunlar tutuklanamıyor, gözaltına alınamıyor.
Konsoloslukla ilgili m.42-43 konsolosluk personeli hakkında uygulanan
herhangi bir tedbir varsa kabul eden devlet tarafından, diplomatik
yoldan bu hususun gönderen devlete bildirilmesi öngörülüyor.
Konsolosluk memurlarının ve konsolosluk hizmetlilerinin sadece resmi
görevlerini yerine getirirlerken işledikleri iddia edilen suçlardan, kabul
eden devletin yani bulundukları ülkenin yargı mercilerinin yetkisine tabi
olmayacağı belirtilmiştir, onun dışında adi suçlardan bu konsolosluk
memurları kabul eden devlet olsak da ceza muhakemesi kurallarına tabi
olacaklardır. AY m.105, bir suç işlediği iddiası varsa soruşturması meclis
tarafından yapılır ve yüce divan sıfatıyla anayasa mahkemesi devreye
girer gibi bir usul var demek ki ceza muhakemesinin genel usulü yani
cumhuriyet savcılarının soruşturmayı yürütmesi şeklindeki genel usulü
burada geçerli değil cb bakımından. AY m.106, cb yardımcıları ve
bakanlar açısından da durum benzer şekilde düzenlenmiştir. Cb ve cb
yardımcıları yönünden artık anayasada bir görev suçu ya da işte birlikte
imzayla gerçekleştirdiği işlerden sorumsuz olma durumu söz konusu
değil çünkü cb hükümet sisteminde hükümet eden cb’dir dolayısıyla
parlementer sistemdeki gibi bir tarafsız cb modeli yok, icra yetkisini 43
kullandığı için sorumluluğu var, zaten yapılan değişikliğin gerekçesi de
budur. Bir suç işlediği iddiası diyor artık görev suçu şahsi suç ayırımını
anayasa kaldırmış durumda ama netice itibarıyla soruşturması meclis
tarafından yapılacağı için burada başsavcılığın bir yetki kullanması ve
ceza muhakemesi işlemlerini yürütmesi mümkün gözükmüyor, AY m.105-
106 hem cb hem de cb yardımcıları ve bakanlar açısından durum böyledir.
Şimdi milletvekilleri açısından baktığımızda, şüpheli olarak bu kişiler
ceza muhakemesinde soruşturmaya dahil edilebilirler mi, yoksa, buna
olumsuz cevap verebileceksek sadece işte tanık olarak çağırma ya da ceza
muhakemesinin öngördüğü diğer muhakeme işlemlerinin yapılmasını
sağlamak adına mı bu kişiler faaliyete dahil edilebilir? Bu sorulara cevap
vermek açısından bir kere sorgu mümkün değil, ifade ve sorgu CMK
m.147’de aynı yerde düzenleniyor, farkı ne; sorgu mahkemede yapılıyor
ya da sulh ceza hakimliğinde yani bir mahkeme huzurunda bir hakim
huzurunda yapılıyor, ifade cumhuriyet savcısı tarafından ya da adli
kolluk tarafından yapılan bir işlemdir. Ama ikisi de nedir; savunma
hakkının icrasıdır. Dolayısıyla buradan sorguya çekilemez dediğine göre
ki bu eski bir hüküm, şu anki mevzuat uyarınca ikiye ayrılan ceza
muhakemesinde soruşturmada yapılan işlemleri de yani ifadeyi de buna
dahil edebiliriz. Arama yapılabilir mi, m.135 uygulanabilir mi, teknik
olarak baktığınızda bir engel yok gibi gözüküyor, bir milletvekili anayasa
açıkça yargılanamaz dediği için, yargılanması için neye ihtiyaç var,
dokunulmazlığın kaldırılmasına ihtiyaç var, AY m.83/2’deki hüküm
yargılanamaz dediği için soruşturma yapılabilir anlamına geliyor ama
sorgulanamaz ifadesinden alamıyorsun peki arama yapılabilir mi, iki
görüş var biri yapılabilir diğeri yapılamaz diyor. Bizim ülkemizde
yapıldı. AY m.83/4 da bir düzenleme var, diyor ki; yeniden seçilirse
soruşturma ve kovuşturma yapılması meclisin takdiriyle izne bağlıdır
diyor. Şimdi burada mevcut bir milletvekili var, yeniden seçilmiş,
yeniden seçilenle mevcutta milletvekili olan arasında fark gözetiyor
olabilir mi, burada özel bir duruma işaret ediyor, diyor ki; yeniden
seçilirse yine de izne ihtiyacın var burada ve soruşturma ve kovuşturma 44
demiş o halde soruşturma için de izin lazım mı? Ama biz tatbikatta
gördüğümüz ne, şimdi soruşturma için ayrıca izne ihtiyacım olsa e belki
delil kalmayacak, soruşturma kalmayacak e neden çünkü yıllarca
mecliste bekliyor, siyasi olarak gündeme getirilip alınanlar var, ama
birçoğu siyasi olup olmadığına bakılmaksızın birçok milletvekili
hakkında fezleke var ve bunlar bekletiliyor, hiç siz bir milletvekilinin
ifadeye çağırıldığını duydunuz mu, hayır, demek ki burada bir sorun yok
ama arama yapılabilir mi, burada soru işareti var, bana sorarsanız bu
dördüncü fıkradaki ifade de sıkıntılı yani soruşturulması ve
kovuşturulması izne bağlıdır, o zaman yeniden seçilen milletvekiliyle
mevcut milletvekili arasında fark mı gözetecem ben cumhuriyet
başsavcılığı olarak, tuhaf bir vaziyet var burada. Diğerlerine işaret
etmediği için bunlar yapılabilir, ben kendi görüşümü söylüyorum ama
burada da sorun şudur; milletvekili, arama kararı verdin, evinde delil
arayacaksın, milletvekili direniyor, hayır benim evime giremezsin benim
evimde arama yapamazsın, ne yapacaksın; yani onu zapt edip işlemi icra
edebilir misin, yani içeriye girip o işlemi tatbik etmek için onu zapt etmen
gerekiyorsa ne yapmış oluyorsun tutmuş oluyorsun, tutulamaz diyor ya
tutmuş oluyorsun, yani bunu yapamayacağına göre o zaman fiili olarak
bu işlemlerin gerçekleştirilmesinde bir problem olduğunu açıkça ifade
etmek gerekir.

KAYNAKLAR: Kaynaklar bakımından baktığımızda karşımıza ilk çıkan


kaynak anayasadır. Burada belli hükümler var, ceza muhakemesinin
faaliyeti itibarıyla konusunu oluşturan ceza uyuşmazlıklarının
soruşturulduğu ve kovuşturulduğu süreçte başvurulan tedbirlerin
konusunu oluşturan haklar bakımından ve bu hakların
sınırlandırılmasında esas alınacak prensip açısından da özüne
dokunmaksızın müdahalede bulunma zorunluluğu, öze dokunmama
ilkesi, demokratik toplumun gerekleri çerçevesinde bir müdahalede
bulunma işte detaylı bir düzenleme m.38 de var. Hem maddi ceza hukuku
hem de ceza muhakemesi hukuku bakımından en detaylı hükümleri
içeren madde, m.36 yine adil yargılanma hakkı bakımından bahsettik 45
zaten, hatta bu m.36 ile ilgili acaba sulh ceza hakimlikleri modeli
anayasada yer verilen yargı yetkisi mahkemeler eli ile kullanılır
şeklindeki anayasa hükmüne aykırı mıdır değil midir, bunla ilgili bir
müracaat vardı anayasa mahkemesine, anayasa mahkemesi özellikle sulh
ceza hakimlerinin hakimlik teminatına sahip olduğunu gerekçe gösterdi
ayrıca işte kanun yollarına müracaat edilmesinin mümkün olduğunu
söyledi ve anayasa mahkemesi yasaya aykırı değildir dedi.

Anayasanın 90. Maddesinde usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel


hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı
konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle ortaya çıkabilecek
ihtilaflarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır diyor. Yani
kanunun üzerinde bir pozisyon sağlamış anayasa lafzı itibarıyla bunlara.
Bunlarla ilgili anayasa yine anayasaya aykırılığı iddiasıyla anayasa
mahkemesine müracaat edilemez diyor bununla ilgili, konumlandırıldığı
yer normlar hiyerarşisinde nedir; kanundan üstün olduğu kesin,
anayasaya aykırılığı iddia edilemiyor dolayısıyla doktrinde genelde
anayasa hükmündedir denmekle birlikte bu az önce ifade ettiğim husus
dikkate alınarak anayasadan dahi bazı noktalarda üstündür deniliyor.

Kanunlar; ceza muhakemesi kanunu, ceza hukuku


uyuşmazlıklarının çözümünde bütüncül şekilde uyulması gereken
kuralları ortaya koyduğu için bizim kanunlar başlığı altında sayacağımız
temel kaynağımızdır. Bunun dışında; memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin yargılanması hakkında kanun, rüşvet ve yolsuzlukla
mücadele kanunu, çocuk koruma kanunu, birçok kanun var ceza
muhakemesi kuralları yönünden özel hükümler ortaya koyan, dolayısıyla
bunlar da ilgili olduğu ölçüde bizim kanun başlığı altında sayacağımız
kaynaklarımızdır. Bunları tamamlayıcı muhakeme kanunları olarak
genelde adlandırıyoruz. Adli yargı ilk derece mahkemeleri bölge adliye
mahkemelerinin kuruluş görev ve yetkileri hakkında kanun var
malumunuz, ceza mahkemelerinin görevleri kanunla belirlenir diyor ya
ceza muhakemesi kanunu m.3, buna dayanarak ihdas edilmiş bir
kanundur, Şimdi bunun dışında tamamlayıcı yani tali kaynaklarda var 46
nedir bunlar; örf adet kuralları mı, örf adet hukuku kuralları mı; ikisi
arasında fark var mıdır; örf adet kuralı bir bölgede geçerli olan ve belli
bir işin yürütülmesi yapılması ile ilgili kabul edilen takip edilen bir kural
olabilir ama örf adet hukuku kuralı dediğimizde burada işte baştan
itibaren insanların üzerinde uygulaması yönünde mutabakatla
durdukları, inandıkları bir yaptırımının bulunduğunu kabul ettikleri
kurallardır, örf adet hukuku kuralları.

Din ve ahlak kuralları var, mahkeme içtihatları var, şimdi bu din ve


ahlak kurallarına biraz değineceğim ama mahkeme içtihatları üzerinde
biraz duralım. Şimdi içtihadı birleştirme kararlarının bu noktada özel bir
yeri var bağlayıcı olmaları açısından buna karşılık ceza genel kurulu
kararları yürütülen bir uyuşmazlıkta müracaat edilen yüksek yargı
merci olarak kabul edildiği hallerde kararına karşı direnilemeyecek bir
mercidir dolayısıyla bağlayıcı ama bir ceza genel kurul kararı başka bir
yargılamada bağlayıcı olarak nitelenip de buna uymak zorundayız
diyebileceğimiz bir karar türü değildir yani burada yegane bağlayıcılığı
bulunan karar içtihadı birleştirme kararlarıdır.

Örf ve adet ile din ve ahlak kuralları açısından mesela örf ve adet
hukuku kurallarında şu olabilir özellikle taksirli suçlarda dikkat ve özen
yükümlülüğünün kaynağı biliyorsunuz illa ki bir mevzuat hükmü olmak
durumunda değil ya da kanun yönetmelik vs gibi bir mevzuat kuralı
olmak durumunda değil. Örf ve adetten de kaynaklanıyor olabilir. İşte
hem hukuk yargılaması açısından hem ceza yargılaması açısından bunun
bir değeri var ama biz ceza ile ilgileniyoruz. Dolayısıyla dikkat ve özen
yükümlülüğü acaba burada bir iş yapılırken o bölgede o işlerin
yapılmasıyla ilgili kabul edilen bir örf ve adet hukuku kuralı var mı buna
uygun davranılmış mı davranılmamış mı bunun tespiti yönünden önemli,
o da genelde nasıl olur, işte esnaf ve sanatkarlar odaları birliğinin o
yerdeki birimine müracaat edilir oradan genelde sicil aracılığıyla ya da
işte araştırma yapılarak işte bu husus şöyle şöyle uygulanıyor gibi bir
yazı yazılarak bu hususta yargılamaya yardımcı bir faaliyet söz konusu 47
olur, ki, bunun dayanağı ifade ettiğim gibi örf ve adet olacaktır. Bunun
dışında din ve ahlak kuralı, bunlar TCK bakımından bazı suçların
ihdasında bir karşılığı var mesela müstehcenlik suçu ahlak kurallarının
karşılığı olarak ihdas edilmiş bir suç tipidir. Ama ceza muhakemesi
hukuku kuralları açısından baktığınızda bunun doğrudan bir karşılığı
pek yok aslında ama bazen ahlak meselesinin de bu alandaki tedbirler
yönünden tartışıldığını ifade etmek mümkün.

Bunun dışında kaynaklar içerisinde sayılabilecek olan öğreti var yani


bu işle bilim sahasında iştigal eden kimselerin görüşleri kaynaklık
edebilir ki yargıtay kararlarında çokça rastlarsınız kitaplara atıf
yapıldığını, nitekim işte şöyle şöyle denilmiştir burada da diye. CMK
m.66-67 itibarıyla üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinin bir
yargılamada tarafların talebiyle uzman mütalaası, savcı da böyle bir
talepte bulunabilir, bunun da bilirkişi raporu gibi kabul edileceğine
ilişkin bir düzenleme var. Yani bir uzman mütalaası alınıp dosyaya
sunulması ve buna göre bir değerlendirme yapılması, talep edilmesi
gündeme geliyor, yargıtay bu tip görüşlerin de nasıl ki işte mahkeme
bilirkişi raporunda belirtilenlerin aksine bir karar veriyorsa hani burada
da bunu dikkate almalı mutlaka şeklinde bir görüşü var bazı
kararlarında, tabi şartlara göre değişiyor. Bunun dışında hukuki
sorunlar üzerine yazılan makaleler, monografiler, yapılan çalışmalar işte
sempozyumlar bunlar da elbette ki kaynaklık edebilir.

YORUM YÖNTEMLERİ: İlki sözel yorum; hukuk kurallarının


amacına bakılmaksızın, sadece kullanılan ifadeler dikkate alınarak yani
lafzı dikkate alınarak yapılan en basit yorum yöntemidir. Burada sorun;
bir terimin hukuk dilinde başka günlük dilde başka bir anlam
taşımasıdır. Tabi ki biz, hukuk dilindeki karşılığı anlam olarak neyse ona
bakarak bir yorum yapıyoruz. Sözel yorumda hukuk dilinin dikkate
alınması gerektiği söylenebilir.

Sistematik yorum: Son derece önemlidir. Hukuk devletinin temel esasları


ve tarihsel yorumla birlikte kullanılabilecek bir yorum tarzıdır. Şöyle;
tuhaflık var bizim uygulamamızda maalesef, her alan için geçerli bu 48
arada, bir hukuk kuralı yorumlanırken elbette mevzuat içerisinde nerede
düzenlenmiş yani hangi konuyu regüle ediyor buna bakmak lazım değil
mi, yani şunu demek istiyorum, TMK m.2’de hakim kanuna bakar, örf ve
adete bakar yoksa kendi kanun koyucuymuş gibi bir sevk eder ona göre
karar verir. Hakim canının istediğine göre mi hüküm sevk ediyor yoksa
onu düzenleyen diğer hükümlere mi bakıyor, sistematik olarak kanun
koyucunun iradesine en yakın olan görüşü mü tercih etmeli, elbette böyle
yapmalıdır değil mi. Dolayısıyla mesela yüzyıllardır şekillenen bazı
prensipler var ve bunların hukuk kurallarına yansımasından söz
ediyoruz işte bağımsızlık, tarafsızlık bunlardan bir tanesi, siz bununla
ilgili bir yorum yaparken işte şurada tarafsızlık burda tarafsızlık gibi
ayırımlar gözetirseniz tamamen siyasi, bu yorum tarzının dışına çıkmış
olursunuz. Neden çünkü gerek hakim ve savcı gerek anayasada
düzenlenen diğer tarafsızlık ve bağımsızlık düzenlemeleri kuralları
tarihsel sürece baktığınızda ve sistematik olarak baktığınızda bir anlam
ifade ediyor. Bu anlamı ortadan kaldırıp meseleyi bağlamından koparıp
buna başka bir anlam katılması elbette hukuk devleti açısından kabul
edilebilir bir husus değildir. Şimdi mesela fizik kimliğin tespiti tartışılır
işte, koruma tedbiri midir değil midir, moleküler genetik inceleme
koruma tedbiri midir değil midir, nerede düzenleniyor bu, koruma
tedbirlerinin içerisinde düzenleniyor o zaman sistematik bir yorum
tarzıyla bunların hukuki niteliğinin bir koruma tedbiri olduğu sonucuna
ulaşabiliriz. Geçelim, tarihsel yorum; bir kanun teklifi söz gelimi tasarısı,
yani yasal düzenleme, komisyon aşamasındaki değerlendirmeler, yapılan
tartışmalar, hazırlık çalışmaları, kanunun çıkarılış nedeni burada
kıymet arz eder tarihsel yorumda. Ve bunun esasını oluşturur bu yorum
türünün esasını oluşturur. Tarihsel yorum içerisinde biz genelde
“çıkarılış nedenine” (occasio legis) bakıyoruz. Yasanın çıkarılış nedenine
bakıyoruz. Amaç biraz daha sistematik yorumla ilgili, çıkarılış nedenine
bakıp, dikkate alarak buna göre yorum yapıyoruz. Amaçsal yorum,
teleolojik yorum da deniyor buna, sorunlar için çözümler geliştirmeyi
deneyen aslında metodolojiden hareket eden bir anlayış. Sistematik 49
yorumla bağlantılı ama ayrı bir yorum türü olarak düzenlendiği için ben
burayı alıp anlatıyorum. Yani kanunun konuluş amacı nedir, demek ki
sistematiği biz nerede düzenlenmiş bunun düzenlendiği ve bununla
konuyla irtibatlı diğer hükümler birlikte değerlendirildiğinde nasıl bir
sonuca ulaşılabilir buna bakıyoruz, tarihsel yorumda sürece bakıyoruz,
occasio legis, çıkarılış nedeni, yasal düzenleme, hazırlık çalışmaları,
komisyon, tasarı bunlara bakıyoruz veya kanun değişti ama daha önceki
kanunun çıkarılış nedeni ya da burdaki değişikliklerin yapıldıysa
değişiklik yapılan kanunların nedenine, amaçsal yorum- teleolojik yorum
burda da konuluş amacına bakıyoruz. Mesela yargıtayın TCK m.220 nın
CMK m.135’dan katalog suçlar içerisinden çıkarılmasını dikkate alarak
yaptığı yorum yani dedi ki kanun koyucu artık bu suçlarla ilgili
soruşturmalarda telekominikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesine
ilişkin koruma tedbirinin uygulanmasını istemiyor, iradesi bu, peki daha
önce bu madde katalog suçlar içerisindeyken TCK m.220, elde edilen
kayıtlar delil midir, işte bu amaçsal yorumla dedi ki hayır, değerlendirme
yasağının ortaya konulmasına ilişkin görüşüne dayanak olarak
gösterdiği şey aslına bakarsanız amaçsal yorumun ta kendisiydi. Burada
objektif, subjektif amaçsal yorum ayırımları var; amaçsal yorum
bakımından ne kadar kıymeti var son tahlilde ayrı bir meseledir, bunlar
içerisinde en önemsenecek mesele, ceza muhakemesi hukukunun temel
ilkeleri ve evrensel prensipler bu alana hakimdir. Yine karşılaştırmalı
hukuk söz konusu olabilir, yani alman hukukunda, germen hukukunda
ya da rus ceza kanununda birçok hükümler dikkate alınarak ceza
muhakemesi kanunu ihdas edildi evet ama nihayetinde bizim her ne
kadar iktibas etmesek de kaynak mehaz kanunumuz yine de almanyadır.
Dolayısıyla karşılaştırmalı hukuk da hem o kanunun içindeki
kurumların, düzenlediği kurumların gelişimi hem oralarda yazılan
çizilenler yani doktrini nasıl gelişmiş nasıl uygulanmış bunlar da
karşılaştırmalı hukuk da elbette bir kaynaktır, karşılaştırmalı hukukun
genel bir disiplini vardır yani bazı esaslardan hareket etmek gerekir
sadece işte şurada şöyle düzenlendi diye biz de alıyoruz, bu 50
karşılaştırmalı hukuk metodu değildir, oradaki sosyal yapı, kanunun ya
da diğer kanunların öngördüğü usullerin o ülkedekiyle benzeşip
benzeşmediği, suç politikası ya da ceza muhakemesine hakim olan
ilkelerin ne kadar geçerli olduğu gibi birçok esas karşılaştırmalı
hukukun metodolojisi itibarıyla dikkate alınır.

YORUM ÇEŞİTLERİ: Daraltıcı yorum; yani dar yorum, işte ifade ve


sorguda yasak usuller var CMK m.148, burada kişiye ilaç verilmesi bu
yasak yöntemler içerisinde değerlendirilen bir durumdur, ilaç ifadesini
biz nasıl yorumlayacağız, yani tedavide kullanılan her şey burada yasak
sorgu yöntemleri içerisinde midir, çünkü ilaç dediğinizde farmakolojik
özellikleri bulunan ve hastalıkların tıbbi tedavisinde kullanılan
kimyasallar veya organikte olabilir her neyse bunlar akla geliyor,
bunların hepsini mi düşüneceğiz, hayır, kanun koyucunun buradaki
iradesi ne, bununla beraber bir yani yorum yöntemiyle birleştirerek bir
değerlendirme yapacağız, kanun koyucunun iradesinde amaca
bakacağız, özgür iradeyle beyanda bulunsun, derdi bu değil mi, o yüzden
irade özgürlüğünü belli bir şekilde hiçbir etki altında kalmadan
şekillendirmek açısından özgür olsun düşüncesi olduğundan o hükmün
altında o zaman bu irade özgürlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik ilaçlar
diyeceğiz, bütün ilaçlar burada müsait değil, bunu dar yorumlamak
gerekir yani buradaki ilaç ifadesini yorum çeşidi olarak daraltıcı yorum,
yorum yöntemi olarak da amaçsal yorum üzerinden değerlendirmek
lazım.

Genişletici yorum; kanun koyucunun kastettiği anlamdan daha dar bir


çerçevedeyse eğer hüküm o zaman genişletici yorumla kanun koyucunun
kastettiği nedir, bunu dikkate alarak kanunun uygulama alanını,
hükmün uygulama alanını daha geniş bir çerçevede değerlendiriyoruz.
Genişletici yorumdan bahsederken karşımıza çıkan kavram “kıyas”.
Kıyas, genel itibarıyla hakkında hüküm bulunan bir şeyi hakkında
hüküm bulunmayan bir şeye benzeterek o hükmü benzer duruma
uygulamaktır. Maddi ceza hukukunda kıyasla ilgili ilke, kıyas yasaktır.
Kanunda düzenlenmeyen bir fiil suç kabul edilemez, hakkında bir ceza 51
tayin edilmeyen bir fiil cezalandırılamaz, cezada da kanunun
öngördüğünün dışında bir yaptırım uygulanamaz, güvenlik tedbirleri
dahil. O halde, biz maddi ceza hukukundaki gibi burada kıyas yasağı var
diyecek miyiz; ceza muhakemesi hukukunda kıyas mümkün kural olarak,
ancak istisnai hükümlerle bir kişi hak ve özgürlüklerine müdahale
oluşturan kurumların yer verildiği hükümlerde kıyasa müsaade
edilmiyor yani istisnai düzenlemeler kişi hak ve özgürlüklerine
müdahale eden düzenlemelerdir. Bunlarda kıyas mümkün değildir.

Mahkemelerin teşkilatlanması ve savcıların teşkilatlanması ile de


ilgili düzenlemeler var. Yargısal teşkilatta bir tarafta sulh ceza
hakimlikleri var bir tarafta ceza mahkemeleri var, ceza mahkemeleri adli
yargı içerisinde; ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve
yargıtay şeklinde üçe ayrılıyor çünkü üçlü bir denetim söz konusu bizde
artık, ceza uyuşmazlığı halinde üçlü bir sistem var. Genel mahkemeler;
asliye ceza mahkemeleri, ağır ceza mahkemesi. Özel mahkemeler; icra
ceza mahkemesi, çocuk mahkemeleri.
Sulh ceza hakimlikleri 2014’den itibaren kurulmuştur.

CEZA MUHAKEMESİ ŞARTLARI: Zamanaşımının gerçekleşmemiş


olması, yargılamaya devam edebilmem için zamanaşımının
gerçekleşmemiş olması gerekiyor, buna biz olumsuz muhakeme şartı
diyoruz. Şikayete tabi suçlarda şikayet hakkının kullanılmış olması
gerektiği için buna da olumlu muhakeme şartı diyoruz. Burda baktığımız
yer adli makamlardır, adli makamlara göre bir şart gerçekleşmiş olmalı
ki ben yoluma devam edeyim diyorsam ona olumlu şart, bir şart
gerçekleşmemiş olmalı ki yoluma devam edeyim diyorsam olumsuz
muhakeme şartı diyoruz. Şimdi bunlardan ilki şikayet; muhakeme
koşullarının, şartlarının bulunup bulunmadığının yargılamanın her
aşamasında hem soruşturmada hem de kovuşturmada resen kontrol
edilmesi gerekir. Zira dava açılamayacaksa soruşturma yapmanın bir
anlamı yoktur o yüzden soruşturmada da dikkate alınmalıdır bu şartlar
genel itibarıyla yargılama şartı da olsa soruşturmada da bazıları dikkate
alınması gereken şartlardır. Mesela kusur yeteneği, soruşturma ve 52
kovuşturma aşamasında kusur yeteneği, ama daha çok yargılama
aşamasında çünkü savunacak kendini, sorgusu yapılacak nasıl
yapacaksın, hadi soruşturmada ifade almadan da dava açılabiliyor ama
yargılayamayacağım kişi ile ilgili nasıl bir dava açacam yani
soruşturmayı nasıl sonlandıracam, bunlar yargılamanın her aşamasında
dikkate alınması gereken konulardır. Şikayet, hem soruşturma hem de
kovuşturmada dikkate alınması gereken şartlardan bir tanesidir.
Cumhuriyet savcısı soruşturmayı m.160’a göre suç haberini alıp başladı,
şikayete tabi olduğunu gördü bu bir dava şartıysa, muhakeme şartıysa
genel itibarıyla, cumhuriyet savcısı şikayetin bulunup bulunmadığının
tespit etmesi, şikayet hakkının kullanılıp kullanılmadığı belirlemesi
lazım. Eğer şikayet hakkı sahibi olan kişi şikayet hakkını
kullanmayacağını beyan ediyor ise diğer bir ifadeyle şikayet hakkından
feragat ediyor ise o zaman burada takibat yapmanın bir anlamı yoktur.
Ama bazen bu soruşturma aşamasında anlaşılmıyor ve kovuşturma
aşamasına geçiliyor m.158/7 itibarıyla burada özel bir düzenleme var,
kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikayete tabi olduğu
anlaşılırsa ayrıca şikayetten vazgeçmeye yönelik bir irade yoksa
yargılamaya devam edilir. CMK m.158/7: “Yürütülen soruşturma
sonucunda kovuşturma evresine geçildikten sonra suçun şikayete bağlı
olduğunun anlaşılması halinde; mağdur açıkça şikayetten vazgeçmediği
takdirde yargılamaya devam olunur.” Demek ki, kovuşturma aşamasında
da soruşturma aşamasında da muhakeme şartlarının dikkate alınması ve
değerlendirilmesi gerekir. Herhangi bir kurum veya kuruluşa yapılan
bildirim ihbar veya şikayet anlamına gelmez, ihbar ve şikayet
cumhuriyet başsavcılığına, kolluk makamlarına yapılır, valilik ve
kaymakamlığa veya mahkemeye yapılan ihbar veya şikayet cumhuriyet
başsavcılığına gönderilir. İhbar ve şikayet m.158’de yapılan mercilerden
birine yapılmamışsa hata ile kendisine müracaat yapılan merci bunları
m.158’deki yetkili makamlara iletsin sonucu çıkabilir buradan ama her
incelenecek şey bir yere gönderilecek o zaman, bunu kıyasen uygulamak
mümkün değilse de yani bu m.264’deki hükmü m.158’de ihbar ve şikayet 53
m.264 kıyasen uygulanarak; vergi dairesi olarak bana yapıldı ama ben
bunu ihbar ve şikayeti incelemeye yetkili merci neresi cumhuriyet
başsavcılığı buraya göndereyim, yani bu kıyası yapmak çok makul
gelmiyor neden çünkü her defasında o zaman müracaat edilen merci
bunu değerlendirip neresi yetkiliyse oraya göndermek zorunda, her yere
gidip müracaat edelim o zaman kafamıza göre, onlar göndermekle
mükellef olsun, bak m.264 kanun yolunu düzenliyor, bu başka bir şey,
yani m.264’deki kanun yolu ile ilgili iletim mükellefiyetini m.158’e
uygulayıp ihbar ve şikayete de aynı yol tercih edilsin demek, hani dedim
ya sanki bu daha makul gibi, çoğunluk böyle düşünüyor çünkü, bu çok
mantıklı değil, belirttiğim nedenlerle, ne olabilir, buna müracaat etti ya,
dilekçe hakkı, verdi, buna bir cevabi yazı düzenlenebilir, denilebilir ki ya
burada müracaat edilmesi gereken yer şurasıdır, peki bu geri bildirimi
uzun sürdü, burada da 2 görüş var, ilki diyor ki; buralara yapmadığın
sürece şikayet hak düşürücü süre geçer, hakkın zayi olur, bir daha
kullanamazsın, diğer bir görüş; eğer mercide yanılma varsa diğer taraf
bunun gönderilmesi sırasında ya da cevap verilmesi sırasında süre
işlemesin, hangisine itibar edeceğiz, çeşitli görüşler var. Bu aşamada
acaba hak düşürücü sürenin durduğu kabul edilebilir mi, bu zorlama bir
görüştür, biz şunu ifade ediyoruz: ihbar ve şikayet m.158’de belirtilen
mercilere yapılmalıdır.

Şikayet, şikayet hakkı sahibi tarafından yapılır. Genelde mağdurdur


bu ama bazı durumlarda TCK m.131’de olduğu gibi hakaret suçunda özel
bir düzenleme vardır, şikayet hakkını mirasçılarda istisnai olarak
kullanabilir, devam ettirebilir.

Üçüncü kişinin yaptığı bildirim ihbardır. Bildirim; vakanın


gerçekleştiğini ve bir suç teşkil ettiğini ilgili mercilere bildiriyor kişi.
Şikayet aynı zamanda “cezalandırma talebi” de içerir, çünkü hakkı ihlal
edilen kişiye bununla ilgili takibat yürütülmesi yönünde talepte bulunma
yetkisi veriliyor. Şikayet kullanıldıktan sonra geri alınabilir mi? Feragat,
hak doğdu ben bunu kullanmayacam demek, geri alma: şikayet hakkını
kullanıyorum, hüküm verilene kadar şikayeti geri alacağım demek. TCK 54
m.73/6’da şöyle bir ifade var; şikayetin geri alınmasının sonuç
doğurabilmesi sanığın muvafakatine bağlıdır, sanığın bunu kabul
etmesine bağlıdır, burada sanık diyor, demek ki soruşturma aşamasında
şikayetin geri alınmasına şüphelinin muvafakat etmesine gerek yok,
sanık ifadesinin kullanılması bilinçli bir tercihtir. Diğer bir sonucu; geri
alma mümkündür, kanun koyucu bunu düzenlemiş ve sanığın
muvafakatine bağlıdır diyerek kovuşturmada sonuç doğurabilmesini
sanığın rızasına bağlı tutmuştur, demek ki geri alma mümkün ve
soruşturmada şikayetin geri alınmasına şüphelinin muvafakat etmesine
gerek yok. Şikayetle ilgili hak düşürücü sürenin işlemesi için fiil ve failin
öğrenilmesini arıyoruz. Peki, 10 yıl sonra öğrendi, bu tarihten itibaren 6
ayı başlatmanın bir sınırı yok mu? Dava zamanaşımı süresiyle sınırlıdır
bu. Dava zamanaşımı süresi geçtiyse artık bundan sonraki öğrenmelerin
bir anlamı var mı? Eski hale getirme mümkün olabilir, bir hak düşürücü
süreyi kusuru bulunmaksızın geçirme, söz gelimi; işte süreyi kaçırdım
ama ne oldu, bir trafik kazası geçirdim hastaneye yattım, peki yine de
zamanaşımı süresiyle sınırlı değil mi ? Evet, benim bahsettiğim ikinci
olasılık zamanaşımı süresinde kalan fakat şikayet hakkı süresi olan 6 ayı
kusursuz geçiren kişilerle ilgili bu eski hale getirme CMK m.40.

Yazılı olacak veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü yapılabilir diyor


kanun koyucu, CMK m.158/5, yani belli makamlara yapılabilir, şikayet
edilen şey fail midir, fiil midir? Şikayet edilen şey, kim işledi bunu mu
önemsiyoruz yoksa ne işledi bunu mu önemsiyoruz? Kabul ettiğimiz esas
fiil ceza hukukudur, biz fiili yargılıyoruz, kişinin kim olduğunun bazı
nitelikli haller dışında bir önemi yok, ya da özgü suçlar dışında bir önemi
yok, bir haksızlık işlendi mi biz bunun peşindeyiz, “fiilin” peşindeyiz. Biz
fiil ceza hukuku sistemi üzerine kuruyoruz, bu ceza muhakemesi
sisteminde de böyledir, biz failden delile mi gidiyoruz, yani önce birini
yakalayıp ona ne olursa olsun bir şeyler söyletip, bilgi alıp, biz failden mi
elde ediyoruz? Hayır, m.160 bir suç işlendiği haberi üzerine diyor, fiilden
faile gidiyoruz, fiili araştırıyoruz, bakıyoruz, delil elde ediyoruz, delilden
faile gidiyoruz, bunun ceza muhakemesi kurumlarına yansıması var 55
mıdır? Var, nedir o, yani fiil ceza hukukunun ceza muhakemesinde de
fiilin esas teşkil etmesi, iştirak halinde işlenen bir suç var, bunu şikayet
ediyorum, bu kişiler cezalandırılsın, şu denilebilir mi? Ahmet, Mehmet
cezalandırılsın ama şu mahalleden ben tanırım karakteri düzgündür
diğerleri bunun aklını çelmiştir, bunlara uymuştur, o yüzden bu çocuk
cezalandırılmasın da Ahmet, Mehmet’i cezalandırın sadece denilebilir
mi? Denilemez. Fiil ceza hukukunun geçerli olmasının sonuçlarından,
yansımalarından bir tanesi de şikayette fiilin şikayet ediliyor olmasıdır.
Yani şikayetin yayılma etkisi, sen şu kişi şu suçu işledi dediğinde aslında
fiil üzerinden bir tahkikatı tetikliyorsun dolayısıyla savcılık o işi
araştırdığında diğer bazı kişilerin de bu suça iştirak ettiğini
değerlendirirse o zaman yayılma etkisi gereği o kişiler de şüpheli sıfatı
ile tahkikata tabi tutulacaktır.

Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar nedeniyle yetkili mercinin izin


vermesi kaydıyla dava açılabilecektir. Avukatlar bakımından adalet
bakanlığının izin vermesi gerekmektedir. Hakimler ve savcılar
bakımından da geçerlidir. Buradaki argüman şudur; kamu hizmetlerinin
aksamamasıdır. Haksız suçlamalar gündeme gelirse, hem kamu otoritesi
sarsılır hem de kamu hizmetleri aksar, bunlar devletçi kamu otoritesi
saygınlığı argümanlarıdır.

Aynı fiil nedeniyle aynı sanık hakkında daha önceden verilmiş bir
hüküm, kesin hüküm varsa veya açılmış bir dava varsa, davanın reddine
karar verilir diyor, CMK m.223/7. Demek ki bunlar da yargılamanın
yapılabilmesi için bir şart. Derdestlik, kesin hüküm dava engelidir,
yargılama engelidir.

TCK m.75 önödeme. Önödeme kapsamındaki suçlarla ilgili önödeme


yerine getirilmişse davanın açılması mümkün değildir. Demek ki bir şart
var.

Yine uzlaştırma CMK m.253, buna göre yürütülen bir süreç var,
m.253/1’de sayılan suçlarda dava açılabilmesi, iddianamenin
düzenlenebilmesi için uzlaştırmadan olumsuz bir sonuç çıkması lazım.
Uzlaştırmanın sonucuna göre ya iddianame düzenleniyor ya da 56
kovuşturmaya yer olmadığına karar veriliyor, bu da bir dava şartıdır.

Sanığın hazır bulunması, CMK m.193, kanunun ayrık tuttuğu haller


saklı kalmak üzere hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma
yapılamaz. Kaçaksa kişi kovuşturma yapılabilir, sorgusu yapılmamışsa
mahkumiyet kararı verilemez, m.244; bulunduğu yer bilinmeyen veya
yurt dışında bulunup da yetkili mahkemeye getirilemeyen veya
getirilmesi uygun olmayan sanık gaiptir diyor, kovuşturma aşamasında
bu kişiler gaip sayılır. Gaip hakkında duruşma açılamaz diyor, ne
yapılabilir; delillerin ele geçirilmesi ve korunması amacıyla gerekli
işlemler yapılabilir, istinabe suretiyle yapılabilir, mahkemece bizatihi
yapılabilir, müdafi, kanuni temsilci, gaibin eşi bu işlemlerde hazır
bulunabilir, demek ki esas ne m.193, hazır bulunacak, hazır
bulunmuyorsa duruşma açılamaz.

Bir mahkeme başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun
çözümüne bağlıysa yargılamaya devam etmek bakımından yüklenen
suçun ceza muhakemesi açısından isnadı başka bir mahkemenin görev
alanına giren sorunun çözümüne bağlıysa onun çözümü açısından, bu
hukuk mahkemesi olabilir idare mahkemesi olabilir, buradaki meselenin
hallini bekletici mesele yapacak, bu da, davanın devamını engelleyen
meselelerden bir tanesidir.

Dava veya yargılama şartı gerçekleşmezse ne olur? Gerçekleşeceği


umuluyorsa böyle bir ihtimal varsa, durma kararı verilir CMK m.223/8
açıkça bunu söylüyor, gerçekleşmesi mümkün değilse eğer açılmış bir
dava veya daha önce verilen bir hüküm varsa ret kararı verecek,
gerçekleşmesi mümkün değilse o zaman bir düşme kararı verecektir.

5.HAFTA – 18/10
Murat Çakır..

Bu haftaki konumuz hakimin bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusudur.


57
Bu kapsamda özellikle hakimin tarafsızlığı bağlamında hakimin reddi
sebeplerini göreceğiz. Haftaya ise mahkemelerin görev, yetki, istisnai
yetkili olmaları, bağlantı durumları gibi konuları görmüş olacağız.

Hakimin bağımsızlığı konusu esasında çok ayrıntılı bir konu değildir.


Bizi daha çok ilgilendiren şey hakimin tarafsızlığının sapğanması adına
özellikle CMK’da düzenlenen hakimin yasaklı olması, bu anlamda
hakimin ret sebebi ve hakimin tarafsızlığını düşüren sebeplerle hakimin
ret edilmesi gibi bu da, buna da nispi ret sebepleri diyoruz.

Hakim ve mahkeme de ceza muhakemesine katılan kişi olduğu için


bugünkü konumuz genel başlık itibarıyla aslında hakimdir. Ancak bizi
ilgilendiren konu itibarıyla; hakimin bağımsızlığının ve tarafsızlığının
sağlanmasıdır.

Hakim ceza davalarında yargılamayı yapıp dava konusunda,


soruşturmayla, soruşturma neticesinde düzenlenen iddianame ile
kovuşturma evresine intikal eden, yargılamanın yapılmasını sağlayan
merci olarak nitelendirebiliriz.

Ceza muhakemesi hukuku yönüyle hakimi biz nasıl anlamalıyız,


yani ceza muhakemesine katılan süje olarak hakimin ne tür vasıfları
olmalıdır, hakim nasıl olmalıdır, hakimin bağımsızlığını ve tarafsızlığını
sağlamak adına hangi kurumlar kanunda yer almaktadır, bunları
göreceğiz.

Öncelikle, hakimin bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusu başlığı


altında hakimin bağımsızlığından bahsedelim; Kısacası bağımsızlık şu
anlama gelir: Bir hakimin karar verirken talimat veya emir almadan
hiçbir baskı ve etki altında kalmadan karar vermesi anlamına
gelmektedir. Peki hakimin bağımsızlığı adına kanunda, anayasada veya
herhangi bir mevzuatta veya uluslararası bir sözleşmede bir hüküm var
mıdır, evet tabi ki vardır. Anayasanın m.9’a bakarsak şöyle bir ifade
geçer; Yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce
kullanılır ifadesi yer alır. Burada geçen bağımsız ifadesi hakimin 58
bağımsız olması gerektiğine işaret eder. Benzer bir hüküm ve hatta daha
somut bir hüküm anayasanın 138. Maddesinde yer alır; Hakimler
görevlerinde bağımsızdırlar. Peki bağımsızdırlardan kasıt ne? Devamı
hükmünde bunu görebiliyoruz; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun
olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Yani esasında, hakimin
bağımsız olması adına özellikle neye uygun olarak nasıl kanaat ederek
hüküm vereceklerini anayasa aslında açık açık söylüyor. Devamında
esasında hakimin bağımsızlığının sağlanması adına daha somut bir ifade
var o da şu; Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere veya hakimlere emir ve talimat veremez,
genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Dolayısıyla hakimin
bağımsızlığı konusu değerlendirilirken ceza muhakemesi yönüyle
esasında bu hüküm çok açıklayıcı olmaktadır. Bu konuda Birleşmiş
Milletler Bangalor Yargı Etiği İlkeleri diye bir ilke var, bu da birleşmiş
milletler bünyesinde biliyorsunuz birleşmiş milletlere üye olan ülkeler
bağlamında bazı konularda tavsiye niteliğinde bazı ilke ve kurallar
oluyor. Bu adını zikrettiğim bangalor yargı etiği ilkelerinde de hakimin
yine tarafsız ve bağımsız olması adına anayasa m.138’e benzer ifadeler
geçmektedir.

Hakimlerin bağımsızlığına müdahale edecek olan eylemlerin bir


yaptırımı var mıdır? TCK’da hakimin bağımsızlığı adına aykırı
eylemlerde bulunanlar için m.277’de yargı görevi yapanı etkilemeye
teşebbüs diye bir suç tipi vardır. Bu suç tipine bakarsanız, hakimin
bağımsızlığını zedeleyen eylemlerin kanunda suç olarak öngörüldüğünü
görürsünüz. TCK m.277 dışında bir de TCK m.288’de yine hakimin
bağımsızlıklarının zedelenmesi adına icra edilecek fiillerin suç teşkil
eden başka bir suç tipini görürsünüz o da adil yargılamayı etkilemeye
teşebbüs suçudur.

Hakimin bağımsızlığı adına söylenebilecek en önemli şeyler


bunlardır. Bizi daha çok hakimin tarafsızlığı konusu ilgilendiriyor.
Çünkü CMK’ya bakarsanız ceza muhakemesi kanununda hakimin
bağımsızlığı adına çok ayrıntılı bir düzenlemenin olmadığını ancak 59
hakimin tarafsızlığı adına hakimin reddi müessesesinin düzenlendiğini
görmüş olursunuz. Özellikle CMK m.22 ve devamı maddelerine
bakarsanız orada düzenlenen, hakimin reddi sebeplerinin, kanundaki
ifadesiyle yasaklılık sebeplerinin, tarafsızlığı şüpheye düşüren
sebeplerin hakimin tarafsızlığını sağlamak adına kanuni düzenlemeler
olduğunu görmüş olursunuz.

Hakimin tarafsızlığı ne demektir? Tarafsızlık; hakimin objektif


olmasını, taraflardan birini tutmamasını, birinin lehine veya aleyhine
tavır takınmamasını yani bütün taraflara tarafsız olması anlamına
gelmektedir. Şimdi hakimin tarafsız olmasının şöyle de bir yönü var ;
toplumun adalete olan inancının sarsılmaması adına hakimin tarafsız
olması gerekir. Bu hakimin tarafsız olması adına olması gereken ve
vazgeçilmez bir unsurdur, dolayısıyla toplumun adalete olan, yargı
mercilerine olan yani hakim ve mahkemelere olan güveninin
sarsılmaması için objektif bir şekilde karar vermesi gerekir, hiçbir tarafa
veya kişiye yönelik onun lehine olacak şekilde karar vermemesi gerekir.
Kanunda hakimlerin tarafsızlığını sağlamak için ne gibi
düzenlemeler vardır; CMK m.22 ve devamı maddelerine bakarsak
hakimlerin tarafsızlığını sağlamak için iki müessesenin, iki kurumun
düzenlendiğini görürüz.

Bunlardan biri; hakimin yasaklanması müessesesidir ki hakimin


yasaklanmasına biz doktrinde, öğretide mutlak ret sebepleri deriz.

İkinci müessese; tarafsızlığını şüpheye düşüren durumlarda


hakimin ret edilmesi buna da nispi ret sebepleri diyoruz.

Mutlak ve nispi ret sebebi olarak ayırmamızın sebebi şudur; mutlak


ret sebepleri yani hakimin yasaklanması durumları kanunda açıkça yer
almaktadır. Yani, kanun şöyle demektedir; şöyle şöyle bir durumda
olursa veya şöyle bir karar verirse veya daha önce şöyle bir karar
vermişliğin varsa veya böyle bir durumun içindeysen diye kazuistik
biçimde, açık bir biçimde, sayılı bir şekilde hatta medeni hukuktan
hatırlarsınız; numerus clausus deriz sınırlı sayıda diye, bunlar sınırlı
sayıda sayıldığı için böyle bir durumda o hakimin davaya bakması 60
mümkün değildir. Bunun için bu kuruma hakimin yasaklanması başlığı
altında bir düzenlemeye yer verilmiş olup biz buna mutlak ret sebebi
diyoruz.

Tarafsızlığını şüpheye düşüren sebeplerde hakimin reddine nispi


ret dememizin sebebi şudur; bu hallerde, durumlarda kanun, şu
durumlarda hakimin tarafsızlığı şüpheye düşer dolayısıyla hakimin
reddi gerekir diye kazuistik bir şekilde düzenlemeye yer vermemiştir.
Tam aksine mutlak ret sebepleri dışında, açıkça sayılan sebeplerin
dışında herhangi bir sebepten dolayı hakimin tarafsızlığının şüpheye
düşürülmesi söz konusu olur ise o hakim ret edilebilir veya o hakim
kendini ret edebilir şeklinde bir düzenleme yer almaktadır. Dolayısıyla
açık bir şekilde sayılmadığı için buna da nispi ret sebebi diyoruz.

→Kanunda hakimin yasaklanması şeklinde ifade edilen mutlak ret


sebeplerini görelim: CMK m.22’ye baktığımızda hakimin davaya
bakamayacağı haller başlığında bir düzenleme görürüz. CMK m.23’de de
yine yargılamaya katılamayacak olan hakim şeklinde bir düzenleme
görürüz. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz; m.22 ve m.23’de düzenlenen
durumlar açıkça düzenlendiği için genel olarak mutlak ret sebepleridir
yani bu hallerin birinin içerisinde olan hakimin davadan yasaklanması
gerekir ki zaten böyle bir hal içerisindeyse hakim, zaten yasaklı
demektir, ve hakimin reddi prosedürünün işletilmesi zorunludur. Peki
nedir bu haller; CMK m.22’de hakimin davaya bakamayacağı haller
açıkça yer alıyor. 1) Suçtan kendisi zarar görmüşse yani mağdur veya
suçtan zarar gören taraf hakimin kendisiyse böyle bir durumda o
hakimin davaya bakması mümkün değildir, yasaklıdır demektir neden;
çünkü kendisinin zarar gördüğü durumda bir hakimin tarafsız bir
şekilde karar vermesi beklenemez.

2) Sonradan kalksa bile şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlilik,
vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunursa, bakın burada sonradan kalksa
bile diyor yani suç işlendiğinde veya suç işlendikten önce böyle bir ilişki
olmayabilir ancak daha sonra biyle bir şey olabilir yani hakimin davaya 61
bakma sürecinde veya o sürece kadar ilişki var ise o hakimin o davaya
bakmaması gerekir, yasaklı olması gerekir.

3) Şüpheli, sanık veya mağdurun kan veya kayın hısımlığından üstsoy


veya altsoydan biri ise, yani davaya bakacak olan hakim, asliye ceza
mahkemesinde tek hakim olduğu için, davaya bakan hakim veya ağır
ceza mahkemesi 3 üyeden oluşuyor, bir üyesi eğer şüpheli, sanık veya
mağdur kan ve kayın hısımlarından birinin altsoyu ve üstsoyu ise yine o
hakimin o davaya bakamaması gerekir, yasaklanması gerekir.

4) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında evlat edinme bağlantısı var
ise, böyle bir durumda yine o hakimin davaya bakamaması gerekir.

5) Şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında üçüncü derece dahil kan
hısımlığı var ise,

6) Şüpheli, sanık, mağdur ile aralarında evlilik sona ermiş olsa bile ikinci
derece dahil kayın hısımlığı var ise, şimdi bu haller sınırlayıcı bir şekilde
sayıldığı için buradaki derecelere dikkat etmemiz gerekir.
7) Aynı davada cumhuriyet savcısı, adli kolluk görevi veya sanık
müdafiliği veya vekilliği yapmış ise, aynı davada tanık veya bilirkişi
sıfatıyla dinlenmiş ise, yine o hakimin davaya bakamaması gerekir,
hakimin yasaklanması gerekir.

CMK m.22’deki düzenlemeler bu şekildedir. CMK m.22’nin madde


başlığına baktığımızda hakimin yasaklanmasıdır yani hakimin yasaklılık
sebeplerinden herhangi biri gündeme geldiğinde o hakimin o davaya
bakmaktan yasaklı hale gelmesi gerekir.

CMK m.23’e baktığımızda, m.23’ün madde başlığı yargılamaya


katılamayacak olan hakimdir ve bu hallerde özellikle hakimin daha önce
yapmış olduğu bazı görev veya vermiş olduğu kararlar sebebiyle
yargılamaya katılamayacağının düzenlendiğini görürüz. CMK m.23’de
hakimin mutlak olarak ret edilebilmesinin sebeplerinin ikinci kısmı
düzenleniyor, birinci kısmı hakimin yasaklanmasıydı CMK m.22’de
düzenleniyordu, ikinci tür sebep yani mutlak ret sebeplerinin ikinci türü
yargılamaya katılamayacak olan hakimdir ve m.23’de düzenlenmiştir. 62
Bunlar;

- Bir karar veya hükme katılan hakim, yüksek görevli mahkemece bu


hükme ilişkin olarak verilecek karar veya hükme katılamaz. Örneğin,
asliye ceza mahkemesinde bir davayı karara bağlayan hakim, istinaf
aşamasında yani kanun yolu aşamasında istinaf mahkemesine atandığını
ve orada o davaya bakmakla görevli olduğunu düşünelim, veya yargıtaya
atanmıştır, böyle bir durumda, aynı dava ile ilgili ilk derece
mahkemesinde hüküm veren veya ağır ceza mahkemesinde o hükme
katılan üyelerden biri olan hakim, yüksek görevli mahkemede bu hükme
ilişkin olarak verilecek karar ve hükme katılamaz.
- - Aynı işte soruşturma evresinde görev yapmış olan hakim
kovuşturma evresinde görev yapamaz. Şimdi bu şu anlama geliyor,
mesela, cumhuriyet savcısı soruşturma evresini yürütürken bazı
kararlar için hakim kararına ihtiyaç duyabilir, örneğin tutuklama kararı
savcının veremediği sadece hakim ve mahkeme tarafından verilmesi
gereken bir karardır, dolayısıyla savcı soruşturma evresinde bir kişi
hakkında tutuklama talep ettiğinde o tutuklama kararını soruşturma
evresinde sulh ceza hakimi verir. Örneğin, soruşturma evresinde
tutuklama kararı veren hakimin kovuşturma evresinde mahkemenin
veya ağır ceza mahkemesindeyse üye hakimlerden biri olduğunu
düşünelim, böyle bir durumda, aynı işte soruşturma evresinde görev
yapmış olan hakim kovuşturma evresinde görev yapamaz hükmü dikkate
alındığında yine bu durumda o hakimin davaya bakamaması, o
yargılamaya katılamaması, yasaklı olması veya reddedilmesi gerekir
ancak CMK m.23/2 ile ilgili özel bir durum vardır; 5320 sayılı Ceza
Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun’da bir hüküm düzenlenmiştir. 5320 sayılı kanunun m.11’e
baktığımızda şöyle bir ifade yer alır; Bu kural yani; aynı işte soruşturma
evresinde görev yapmış olan hakimin kovuşturma evresinde görev
yapamaması yasağı, kuralı yani hakimin yasaklı olması durumu, ceza
muhakemesi kanununun m.163’nin dışındaki hallerde uygulanmaz diyor.
Peki ne demek bu? CMK m.163’e baktığımızda, bir sulh ceza hakiminin 63
soruşturma evresinde zorunlu olarak savcılık yapması gereken hal
görülür. Savcıya ulaşılamadığı durumlarda veya savcının hastalık veya
herhangi bir sebeple görevini yapamaz durumda olduğunda, savcının
yerine o yerdeki sulh ceza hakimi o soruşturmanın tamamını yürütüp
iddianame düzenleyebiliyor, buna “zorunlu hallerde sulh ceza hakiminin
savcılık görevini yerine getirmesi” denilir. Şimdi bu hüküm şunu demek
istiyor, 5320 sayılı kanunun 11. maddesi şunu demek istiyor; bir hakim
soruşturma evresinde görev yapmış olması yetmez, sadece soruşturma
evresinde zorunlu olarak, zorunlu savcı olarak yürüttüğü hallerde CMK
m.23/2 hükmü uygulanır demek istiyor. Yani ne demek; eğer bir sulh ceza
hakimi soruşturma evresinde bu dava ile ilgili bir görev almışsa mesela
tutuklama kararı vermişse, arama kararı vermişse, elkoyma kararı
vermişse yani o soruşturmanın tamamına yönelik zorunlu savcılık hali
değil de sadece bir karar veya işleme iştirak etmişse, böyle bir durumda
bu hakimin yasaklılık sebebi olarak CMK m.23/2’ye göre yasaklı olması
gündeme gelmez demek istiyor bu madde. Diğer bir ifadeyle m.23/2 sadece
hakimin zorunlu savcılık yaptığı hallerde uygulanıyor demek istiyor.
- Yargılamanın yenilenmesi halinde önceki yargılamada görev yapan
hakim aynı işte görev yapamaz. Yargılanmasının yenilenmesi olağanüstü
kanun yollarından biridir. Yargılamanın yenilenmesini icra edecek olan
hakim veya mahkemenin içerisinde daha önceki yargılamada görev yapan
hakim aynı işte görev yapamaz, burada karar veya hükme katılamaz
demiyor, aynı işte görev yapamaz dediği için burada esasında yargılamaya
katılamaması gerekir.

Dolayısıyla biz hakimin mutlak ret sebepleri dediğimiz ama


kanunda hakimin yasaklanması yani m.22’de düzenlenen haller,
yargılamaya katılamayacak hakim başlığında düzenlenen m.23’deki
haller özellikle m.23/2’deki sınırlamayı unutmayalım .

→ Şimdi, nispi ret sebebi olarak adlandırdığımız ancak kanunda


hakimin tarafsızlığını şüpheye düşüren durumlar şeklinde nitelenen
durumları göreceğiz. 64
→ Hakimin tarafsızlığını şüpheye düşüren herhangi bir durumdan
dolayı yani m.22 ve m.23 dışında kalan ancak hakimin tarafsızlığını
şüpheye düşürebilecek niteliğe haiz durumların nispi ret sebebi
olacağını öngörmüştür. Dediğimiz gibi hakimin tarafsızlığını şüpheye
düşüren sebepler kanunda tek tek sayılmamıştır, nispidir.

→Yasaklılık hallerinde de hakimin reddi istenebileceği gibi nispi


ret sebeplerinde de yani tarafsızlığını şüpheye düşüren sebeplerde de
hakimin reddi istenebileceği kanunda hüküm altına alınmıştır. Bu
kapsamda ihsas-ı rey diye bi şeyden söz etmek istiyorum. İhsas-ı rey, bir
insanın bir konu ile ilgili görüşünü önceden belli etmesidir. Yani hakimin
ne karar vereceği konusunda örneğin sanığın suçlu mu suçsuz mu olduğu
konusunda görüşünü önceden belli etmesidir. Fakat bu husus yani ihsası
rey, mutlak ret sebebi olarak düzenlenmemiştir, yani ne olabilir; hakimin
tarafsızlığını şüpheye düşüren bir sebep olabilir.
→ İhsası rey de, hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürebilecek
niteliğe haiz bir sebep olabilir. Hakimin tarafsızlığını şüpheye
düşürebilecek sebepler bu şekildedir yani kanunda sayılmayan ama
hakimin tarafsızlığını şüpheye düşürmeye müsait “HER DURUM”
hakimin ret sebebi olabilir.

→ Peki, hakimin reddini isteyebilecekler kimlerdir? CMK m.24/2’de


açıkça düzenlenmiştir: Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, müdafi,
katılan ve vekili bu kişiler hakimin reddini isteyebilir. Şunu da
söyleyelim; özellikle hakimin yasaklı olması hallerinde hakim, bu
durumu farketip yani m.22-23 deki durumların birinde olan hakimin
mutlaka kendini o davadan çekmesi gerekir.

Hakimin ret isteminin süresi var mıdır? Evet, süre öngörülmüştür.


Fakat süre hakimin yasaklılık sebepleri için ayrı, tarafsızlığı şüpheye
düşüren haller için ayrı olmak üzere düzenlenmiştir. Yani mutlak ret
sebebi olarak hakimin ret edilmesinin süresi şart olarak yargılamanın
sonuna kadar mümkündür. Yani hüküm verilinceye kadar, yargılama 65
sonlanıncaya kadar mümkündür, MUTLAK RET SEBEBİ İÇİN BİR SÜRE
ŞARTI YOKTUR. Yargılama bitene kadar bu hususlar ileri sürülüp
hakimin reddi istenebilir.

Peki tarafsızlığı şüpheye düşüren nedenlerden dolayı hakimin reddi


istemi süresi var mıdır? Evet, vardır. CMK m.25 e bakarsak şöyle bir
düzenleme yer alır: “Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı
bir hakimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu
başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme
raporu ve yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hakimi tarafından
yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer
hallerde, inceleme başlayıncaya kadar hakimin reddi istenebilir.” Yani
sanığın sorgusu başlayınca artık hakimin tarafsızlığını şüpheye düşüren
sebeplerden dolayı reddinin istenmesi mümkün değildir. CMK m.25/2:
“Sonradan ortaya çıkan veya öğrenilen sebeplerle duruşma veya inceleme
bitinceye kadar da hakimin reddi istenebilir. Ancak bu istemin, ret
sebebinin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde yapılması şarttır.”
Yani örneğin sorgusu yapıldı sanığın ancak sanığın sorgusu yapıldıktan
sonra ortaya çıktı mesela, böyle bir durumda duruşma veya inceleme
bitinceye kadar yapılabilir diyor ancak bu istemin ret sebebinin
öğrenilmesinden itibaren yedi gün içerisinde yapılması gerekir.

Ret isteminin usulü nedir: Hakimin reddi, mensup olduğu


mahkemeye verilecek bir dilekçe ile veya bu hususta zabıt katibine
tutanak düzenlenmesi için başvurulması suretiyle yapılır. Ret isteminde
bulunan öğrendiği ret sebeplerinin tümünü bir defada açıklamak ve
süresi içerisinde olgularla birlikte ortaya koymakla yükümlüdür. Yani
ret isteminde bulunan, bütün gerekçelerini, sebeplerini bir defaya
mahsus olmak suretiyle bir defada hepsini açıklamak ve sunmak
zorundadır. Reddi istenen hakim ret sebepleri hakkındaki görüşlerini
yazılı olarak bildirir, reddi istenen hakimin mensubu olduğu mahkeme
tarafından, tek hakimli mahkemelerde örneğin asliye ceza
mahkemesinde hakimin kendisi tarafından, heyet halinde çalışan
mahkemelerde örneğin ağır ceza mahkemelerinde ilgili hakimin de 66
katılımıyla bu ret talebi incelenir. Bu incelemeye biz esasında “ KABULE
ŞAYANLIK İNCELEMESİ” diyoruz. Diğer bir ifadeyle şekli inceleme
diyoruz. Ret isteminin usulü yani hakimin reddi talebinin incelenme
usulü 2 temel aşamadan oluşur: Birincisi: ret isteminin kabulüne yönelik
yani kabule şayanlık incelemesidir, buna şekli inceleme diyoruz, şekli
inceleme de 3 hususa dikkat edilir: 1) Ret istemi süresinde yapılmışsa,

2) Ret isteminin sebebi ve delilleri gösterilip gösterilmediği,

3) Ret istemi duruşmayı uzatmak amacıyla yapıldığı açıkça


anlaşılıyorsa, eğer bu hususlarda bir sorun varsa hakimin reddi talebi ret
edilecektir, yani hakimin reddi talebi şekli talebi reddedilir. Peki, bu 3
durumda hakimin reddi talebi reddedilirse bir imkan var mıdır? Evet,
vardır. Bu ret talebinin reddine dair karara itiraz edilmesi mümkündür.
Biz şu anda hakimin reddi talebinin incelenme usulünü görüyoruz ancak
kanuna bakarsak benim şu an anlattığım sırayla anlatılmadığını karışık
şekilde anlatıldığını görürüz, ben bu karışıklığı ortadan kaldırmak adına
olması gereken gibi anlatacam ancak kanuna baktığınızda bu durumun
karışık düzenlendiğini göreceksiniz, bunu aşmak için grafik var ona
bakalım. Bu redde itiraz imkanı CMK m.31/3’de düzenleniyor, CMK
m.31/3: “Bu konudaki kararlara karşı itiraz yoluna başvurulabilir.” Yani
hakimin reddi talebinin reddi kararına karşı itiraz imkanının olduğunu
söyleyelim peki bu itiraz nereye yapılır? Buradaki itiraz teknik anlamda
kanun yolu olan itirazdır CMK m.267 ve devamı maddelerine bakarsanız
yani şu an için incelediğimiz, gördüğümüz bir konu değil ama yeri geldiği
için kısaca bahsetmek istiyorum, burada CMK m.267 ve devamı
maddelerindeki itiraz hakim veya mahkeme kararlarına karşı itirazdır.
Kural olarak hakim kararlarına kanunda gösterildiği açıkça hallerde,
mahkeme kararlarına itiraz mümkündür, burada hakimin reddi
talebinin ret kararı da bir karardır, hakim veya mahkeme kararıdır,
asliye ceza mahkemesinin vermiş olduğu bir kararsa hakim kararı olur,
ağır ceza mahkemesinin vermiş olduğu bir kararsa mahkeme kararı olur,
kanunda kural olarak hakim kararlarına kanunda gösterilen hallerde,
mahkeme kararlarına itiraz dediği için ve CMK m.33/1’de bu karara itiraz 67
imkanı açıkça düzenlendiği için her halükarda yani asliye ceza
mahkemesi de bu talebi reddederse ağır ceza mahkemesi de bu talebi
reddederse her ihtimalde bu karara itiraz imkanının olduğunu
söyleyebiliriz. CMK m.267: “Hakim kararları ile kanunun gösterdiği
hallerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.” Bu
karara itiraz edildiğinde, itiraz merci kararı veren mercidir. Yani itiraz
kararı veren mahkemeye yapılır. Eğer mahkeme kararı yerinde görürse
kabul eder, kararı yerinde görmezse itiraz merci dediğimiz merciye
gönderir. Bu itiraz merci dediğimiz mercilerde CMK m.268/3’de yer alıyor.
Eğer karar veren hakim veya mahkeme sulh ceza hakimliğiyse numara
olarak bir sonraki hakimlik, asliye ceza mahkemesiyse yargı çevresinde
bulunan ağır ceza mahkemesi, ağır ceza mahkemesiyse eğer kararı veren
mahkeme numara olarak bir sonraki ağır ceza mahkemesi itiraza bakar.
Burada itiraz merci demek, itiraz buraya yapılır demek değildir. İtiraz
kararı veren hakim veya mahkemeye yapılır. İtirazın anlamı şudur; bak
sen bir karar verdin ama bu karar yanlış veya hukuka aykırı iddiasıyla
bu karara itiraz edilir ve dolayısıyla bu karar, kararı veren hakim veya
mahkemeye yapılır. Eğer bu mahkeme itirazı yerinde görürse zaten
kararını düzeltir, yerinde görmezse itiraz merci dediğimiz ve az önce
saydığım CMK m.268/3’de düzenlenen merciye gönderilir. Bu merciler de
itirazı yerinde görürse yine bu kararı düzeltirler yerinde görmezlerse
itirazı reddederler. Peki itiraz süresi var mıdır? Evet vardır. Kararı
öğrendiğinden itibaren 7 gün içerisinde kararı veren hakim veya
mahkemeye yapılır. İtiraz yerinde görülürse karar düzeltilir yerinde
görülmezse 3 gün içerisinde itirazı incelemeye yetkili olan merciye
gönderilir.

Bu itiraz sonucunda ne gibi ihtimaller gündeme gelir: Hakimin reddi


talebinin ret kararına karşı itiraz edilmezse mahkeme davaya bakmaya
devam eder. Bu şu anlama geliyor; bu hakimin tarafsız olması mümkün
değil biz bunu ret ediyoruz diye talepte bulunduk yani hakimin reddi
talebi yapıldı, bu talebi kabule şayanlık incelenmesinde 3 sebepten dolayı
hakim veya mahkeme reddetti, bu ret kararına karşı itiraz edilmemesi 68
demek bu hakimin reddi talebinin negatif sonuçlanması demek, bu da; o
hakimin veya mahkemenin davaya bakmaya devam etmesi anlamına
gelir. Peki, bu ret kararına karşı itiraz edilirse ne gibi ihtimaller var: Yine
ihtimal ikiye ayrılıyor: -Merci itirazı yerinde görmezse hakimin mensup
olduğu mahkeme davaya bakmaya devam ediyor ama merci itirazı
yerinde görürse yani; evet, gerçekten bu durum hakimin tarafsızlığını
şüpheye düşüren bir durumdur 3 sebepte bir sorun yoktur yani sürede
bir sorun yok, bu talebi yapanda bir sorun yok, sebepler deliller bir
defada sunulmuş ve duruşmayı uzatmak amacıyla yapılmıyor denildiyse
o zaman ikinci aşamaya geçilir yani kabule şayan olmadığına ilişkin
kararın, itirazın kabulü kararı gündeme gelir, bu şu anlama gelir; kabule
şayanlık yapılmıştır, esasa yönelik maddi incelemeye geçilmelidir sonucu
ortaya çıkar. Maddi inceleme dediğimiz yani esasa ilişkin inceleme nasıl
yapılır? Esasa ilişkin incelemeyi yine hakimin mensup olduğu mahkeme
veya üyeler yani ağır ceza mahkemesindeki üyeler tarafından maddi
inceleme yapılıyor ancak maddi incelemede bir özellik var maddi
incelemeye reddi istenen hakim katılmıyor, şekli incelemede yani kabule
şayanlık incelemesinde reddi istenen hakim de bu incelemeye
katılabilirken maddi incelemede yani gerçekten bu sebebin hakimin
tarafsızlığını şüpheye düşürüp düşürmediğinin yapıldığı yani esasa
ilişkin incelemenin yapıldığı incelemeye reddi istenen hakim katılmıyor.

Reddi istenen hakim katılmadığında mahkeme teşekkül ederse ne


olur etmezse ne olur? Mahkeme teşekkül ederse zaten sorun yok. Örneğin
asliye ceza mahkemesi hakiminin reddi istendiğinde tek hakimli olduğu
için dolayısıyla mahkeme teşekkül edemeyecektir başka bir mercinin
veya mahkemenin bu incelemeyi yapması gerekecektir veya örneğin ağır
ceza mahkemesi üyelerinden birinin reddi isteniyorsa o zaman 2 üyeye
düşecek ve dolayısıyla mahkeme toplanamayacaktır demektir, yedek üye
yoksa yine mahkemenin teşekkül edememesi söz konusu olacaktır. Yani
reddi istenen hakim duruşmaya, incelemeye katılmadığından mahkeme
teşekkül edemiyorsa kanunda bir imkan yer almıştır bu da şudur; reddi
istenen hakimin katılmaması sebebiyle mahkeme teşekkül edemiyorsa 69
örneğin ağır ceza mahkemesinin yedek üyesi yoksa mahkeme veya hakim
asliye ceza mahkemesi ise ağır ceza mahkemesi esas incelemesi yapar,
ağır ceza mahkemesi ise sonraki no’lu daire veya en yakın ağır ceza
mahkemesi bu incelemeyi yapar. Eğer reddi istenen hakimin incelemeye
katılmaması durumunda mahkeme teşekkül ediyorsa örneğin yedek üye
varsa reddi istenen hakim olmaksızın mahkeme teşekkül edebiliyorsa
maddi incelemeyi de aynı mahkeme yapar. Peki, maddi inceleme
sonucunda nasıl ihtimaller doğar: Bu esas incelemesi ya kabul edilir ya
da reddedilir. Kabul edildiğinde bu şu anlama gelir; evet bu hakimin
reddi talebini kabul ediyoruz, bu hakim tarafsızlığını yitirmiştir ve reddi
gerekir demektir ve başka bir mahkeme veya hakim görevlendirilir ve bu
karar kesindir. Peki, hakimin reddi talebinin esasa ilişkin
incelenmesinde reddedilmesi durumunda nasıl bir imkan ve ihtimal var;
iki şekilde bir durum doğabilir yine bu durumda; bu ret kararına karşı
itiraz edilmez ise hakim veya mahkeme davaya bakmaya devam
edecektir. Peki, bu ret kararına karşı itiraz mümkün mü? Evet mümkün.
Hakimin reddi talebinin esas incelemesinde ret kararına karşı itiraz
edildiğinde burada da yine ret kararına itiraz edildiğinde merci itirazı
reddederse yine negatif sonuçlanacaktır hakimin reddi talebinin
incelenme usulü ve hakim veya mahkeme davaya bakmaya devam
edecektir. Ancak merci itirazı kabul ederse bu şu anlama gelir; hakimin
reddi talebini esas olarak inceledik, evet burada hakimin tarafsızlığını
şüpheye düşüren sebep kabul edilmiştir dolayısıyla başka bir mahkeme
veya hakim görevlendirilir ve bu karar da kesin olur.

Reddi istenen hakim ret hakkında bir karar verilinceye kadar yalnız
gecikmesinde sakınca bulunan işlemleri yapabilir. Mesela tanık
dinletebilir, bu tanığın bir daha dinlenilme imkanı yoksa örneğin ağır
hasta ise veya bir kayıt var o kayıt hemen incelenmezse yok olacak gibi
gibi... Kanun, genel olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerle ilgili
işlemleri yapabilir diyor. Ancak hakimin oturum sırasında yani duruşma
sırasında reddedilmesi halinde bu konuda bir karar verilebilmesi için
oturuma ara vermek gerekse bile ara vermeksizin devam olunur ret 70
konusunda bir karar verilene kadar taraflar dinlenemez, diğer işlemler
yapılamaz diyor CMK m.29/2.

Ret istemi kabul edildiğinde reddi istenen hakimin yapmış olduğu


işlemlerin akıbeti ne olacak? Buna da CMK m.29/3 cevap veriyor; ret
istemi kabul edildiğinde gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle
yapılmış olanlar dışındaki bütün duruşma işlemleri tekrarlanır diyor
kanun.

6. HAFTA – 25/10
Murat Çakır...

Biz görev ve yetkiyi öğretide; görev konusuna madde bakımından


yetki, yetki konusuna yer bakımından yetki ve bu iki konu dışında bir de
kişi bakımından yetki ve görev bakımından yetki olmak üzere 4 ana
başlıkta inceliyoruz ancak bu konu yani 4 ana başlıkla zikrettiğim konu
kanunda ve uygulamada genelde görev ve yetki şeklinde ifade ediliyor.
CMK’ya bakarsak ilk düzenlenen konu görevin olduğunu, görevden sonra
yetki olduğunu görürüz. Ama dediğimiz gibi biz görev/yetki konusunu
göreve madde bakımından yetki, yetkiye de yer bakımından yetki
diyoruz.

→ Şimdi görevden kastımız şu; hangi mahkemenin hangi ağırlıktaki


suçlara bakacağına ilişkin yetki kuralıdır. Ama dediğimiz gibi görevin
öğretide ifadesi madde bakımından yetkidir yani bütün görev/yetki
konularının hepsi aslında yetki başlığı altında ancak madde bakımından,
yer bakımından şeklinde bir niteleme yapılarak anlatılıyor. Kanundaki
ifadesiyle yetki, öğretideki ifadesiyle de yer bakımından yetki kuralıyla
kastedilen şey coğrafi sınırlar bakımından bir suçun nerede işlendiğinin
ve nerede işlendiğinde hangi ilçe/il veya adli sınırlar içerisinde
işlendiğinde o suça hangi mahkemenin bakacağına ilişkin konuya da
yetki diyoruz. Şimdi görev/yetki konusuna girmeden önce temel bilgiler
vermek de fayda var onlardan biri de şudur; ceza uyuşmazlığını çözen
makamın yargılama makamı olduğu, yargılama makamlarının da
hakimler ve mahkemeler olduğunu özellikle belirtmemiz gerekir. 71
→Anayasadaki bir hükmü hatırlamakta fayda var. Hiç kimse
yasayla tabi olduğu hakimden başka bir hakim önüne çıkarılamaz. Buna
“doğal hakim ilkesi” diyoruz. AY m.37’de düzenleniyor. Aynı hüküm CMK
m.3’de de yine kendini buluyor. Doğal hakim ilkesinden kastımız da şu:
Bir suç işlenmeden önce, bir kişi yargılanmadan önce hangi suça ilişkin
hangi mahkemenin yargılama yapacağının önceden bilinmesidir. Bu,
hukuki güvenlik ilkesiyle dolayısıyla bir üst başlık olarak hukuk devleti
ilkesiyle de yakından ilgilidir. Yasal hakimden kastımızın önceden
kanunla kurulmuş görev ve yetkileri belirlenmiş olan hakim veya
mahkemenin olduğunu söylemekte fayda var. Bizim ceza
mahkemelerimizin örgütlenmesiyle ilgili yani adli yargı ceza
mahkemelerinin örgütlenmesiyle ilgili 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece
Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve
Yetkileri Hakkında Kanun adında bir kanunumuz yer almaktadır.
Kanunun ismi uzun olduğu için biz buna kısaca Teşkilat Kanunu diyoruz.
Yani mahkemelerin örgütlenmesinin düzenlendiği kanuna biz Teşkilat
Kanunu diyoruz.

→Dolayısıyla özellikle görev konusunu anlatırken yani hangi


mahkemenin hangi suç veya hangi ağırlıktaki davalara bakacağını
işleyeceğimiz görev konusunu anlatırken özellikle Teşkilat Kanununa
sıklıkla vurgu yapacağız.

→ Bizim mahkemeleriniz mahkeme teşkilatı olarak 3 derecelidir.


İlk derece mahkemesi olayla ilgili ilk yargılamayı yapan mahkemedir,
bunlar; asliye ceza mahkemesi veya ağır ceza mahkemesidir, ikinci
derece de bölge adliye mahkemeleri yer almaktadır buna istinaf kanun
yolu denir, üçüncü derecede ise temyiz kanun yolu dediğimiz ve denetim
merci olarak yargıtayın yer aldığı derece sistemidir.

→İlk derece ceza mahkemeleri yani birinci derecede olan, suçla


ilgili ilk yargılamayı yapacak olan mahkemeler asliye ve ağır ceza
mahkemeleridir.

→Ceza mahkemeleri nasıl kuruluyor, nerede kuruluyor? Her il


72
merkezi ile bölgelerin coğrafi ve iş durumları dikkate alınarak belirlenen
ilçelerde HSK’nın olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığı’nca
kuruluyor. İş durumu fazla olan yerlerde ceza mahkemelerinin birden
fazla dairesi kurularak bu şekilde numaralandırılıyor, ağır ceza
mahkemelerinin iş durumuna göre yargı çevresi birden fazla ilçeyi
kapsayacak şekilde genişletilebiliyor. Yani her ilçede ağır ceza
mahkemesi olmayabilir dolayısıyla bir ilin bir ilçesindeki bir ağır ceza
mahkemesinin yargı çevresi birden çok ilçeyi kapsayabilir. Hatta
Yalova’da mesela Çınarcık’ta adliye yok dolayısıyla ağır ceza mahkemesi
de yok muhtemelen Yalova merkezdeki ağır ceza mahkemesinin yargı
çevresi içerisinde kalıyordur, Çınarcık’ta işlenen suçlar bakımından.

→Ceza mahkemeleri bulundukları il veya ilçenin adı ile anılır,


mesela Yalova 1. Ağır Ceza Mahkemesi.

→Yargı çevreleri bulundukları il merkezi ve ilçelerle onlara adli


yönden bağlanan idari sınırlardır yani yargı çevrelerinden kastımız
aslında bir ilin veya ilçenin idari olarak yani merkez teşkilatı olarak
belirlenmiş olan sınırlarıdır. Bu sınırlar dolayısıyla bellidir, bu sınırlar
içerisinde işlenen suçlar bakımından özellikle yetkinin tespitinde
dikkate alınacağını ileride söyleyeceğiz.

→Bir genel bilgi daha; asliye ceza mahkemeleri, ilk derece


mahkemesi olarak asliye ceza mahkemeleri tek hakimlidir, bunu
zannediyorum geçen hafta söylemiştim, ağır ceza mahkemesi ise 3
üyelidir, bir başkan ve 2 üyeden oluşur. Ağır ceza mahkemesi 3 üye ile
toplanır ve 3 üye ile karar verir. Bir üyesi eksik olursa toplanamaz ve
karar veremez. Mesela geçen hafta anlattığımız konuyla bağlantılı olarak
ağır ceza mahkemesi üyelerinden birinin reddedildiğini düşünelim böyle
bir durumda mutlaka yedek üye yoluyla 3 kişinin tamamlanması gerekir
eğer mahkeme teşekkül etmiyorsa ne olacağını geçen hafta söylemiş idik.

→Bu genel bilgilerden sonra özellikle ceza mahkemelerinin


teşkilatlanması bakımından genel bilgilerden sonra görev ve yetki
konularına geçebiliriz. 73
→ Daha önce de söylediğim gibi bazı kaynakları incelediğimizde
görev ve yetki konularını anlatırken görev konusuna madde bakımından
yetki, yetki konusuna da yer bakımından yetki şeklinde anlatıldığını
görürüz. Yani madde bakımından yetkiyi gördüğünüzde bilin ki orada
görev konusu anlatılıyor demektir. Yer bakımından yetki ifadesini
gördüğünüzde bilin ki orada yetki, kanundaki ifadesiyle yetki konusu
işlenmektedir.

→Madde bakımından yetkiyle başlayacağız yani kanundaki adıyla


görevle başlayacağız. Ceza kanunlarındaki sadece TCK olarak
düşünmeyin birçok kanunda suç içeren, ceza içeren hükümler olabilir,
hangi mahkemelerin hangi suçlara bakacağına ilişkin yetki paylaşımını
ifade eder, görev konusu. Suçu yargılayacak makamın belirlenmesidir
görev, bu kurallar kanunla düzenleniyor, kural olarak kanunla
düzenleneceği CMK m.3’de açıkça söyleniyor. Bu kuralların 5235 sayılı
Teşkilat Kanunu’nda düzenlendiğini özellikle söylemiş olalım. Şimdi,
mahkemelerin görevlerini belirlerken özellikle ilk derece mahkemeleri
için konuşuyoruz, ağır ceza mahkemesi ve asliye ceza mahkemesi olarak
belirlememiz gerekir dolayısıyla ağır ceza mahkemesinin bakacağı yani
görevli olduğu suçlar, davalar, işler nedir, asliye ceza mahkemesinin
görevli olduğu davalar, işler nelerdir? Şimdi, asliye ceza mahkemesi adı
üstünde asli olan, asli görevli olan mahkemelerdir ve ağır ceza
mahkemesindeki görevli olan alanı belirledikten sonra bunun dışında
kalan bütün iş ve görevlere asliye ceza mahkemesi bakar dolayısıyla ilk
önce ağır ceza mahkemesinin görev alanını belirlersek asliye ceza
mahkemesinin görev alanı zaten onun dışında kalan haller olacaktır. Ağır
ceza mahkemelerinin madde bakımından yetkisi yani görevi teşkilat
kanununda açıkça sayılıyor. Şöyle bir sayım var; kanunların ayrıca
görevli kaldığı haller saklı kalmak üzere, bu şu demek; ben kanun koyucu
olarak şimdi ağır ceza mahkemesinin görevli olduğu suçları söyleyeceğim
ama bunun dışında bazı kanunlarda asliye ceza mahkemesinin görev
alanına girse bile kanunen ağır ceza mahkemesinin bakması gereken bazı
suçlar olabilir demek istiyor. TCK’da yer alan yağma, irtikap, resmi 74
belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık, hileli iflas suçları bunun
dışında Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar dolayısıyla
açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve 10
yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere ağır
ceza mahkemesi bakacaktır. Şimdi dikkat ederseniz, kanun suçun cezası
itibarıyla bir niteleme yapıyor, ceza olarak üst sınırı 10 yıldan fazla hapis
cezasını gerektiren suçlara ağır ceza mahkemesi bakar diyor. Bunun
dışında ceza bakımından bir belirleme dışında bir de bazı suç tiplerini
özellikle saymış; yağma, irtikap, resmi belgede sahtecilik, nitelikli
dolandırıcılık ve hileli iflas bu suç tiplerini unutmayalım çünkü ceza
miktarı bakımından asliye ceza mahkemesinin görev alanına girme
ihtimali varken ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren ve kanunda
ayrıca açıkça sayılan suç tiplerinden biridir. Bu ağır ceza mahkemesinin
görev bakımından bu tespiti yaptıktan sonra teşkilat kanununun 12.
maddesinde sayılıyor bunlar, bir de şöyle bir ifade var; Anayasa
Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askeri
mahkemelerin görev alanına giren hükümler ile çocuklara özgü
kovuşturma hükümleri saklıdır diyor, ne demek bu; ağır ceza
mahkemesinin görev alanına girse bile bazı kişiler bakımından
yargılamayı mesela anayasa mahkemesi yüce divan sıfatıyla yapıyor. Biz
buna hatta kişi bakımından yetki konusu başlığı altında inceliyoruz
mesela cb, bakanlar, yüksek mahkeme başkan ve üyeleri, genelkurmay
başkanı, kuvvet komutanları anayasa mahkemesinde yüce divan sıfatıyla
yargılanıyorlar, her ne kadar ordaki suç tipleri ağır cezalık olsa da.
Dolayısıyla kanun bu konuda ayrıca açıkça hüküm koymuş durumdadır.
Buradaki 10 yıllık ceza belirlenirken, suçun cezasına göre görevli
mahkeme belirlenirken ağırlaştırıcı ve hafifletici nedenler
gözetilmeksizin kanunda yer alan suçun cezasının üst sınırı dikkate
alınarak görevli mahkeme belirlenir yani somut olarak şu nitelikli hal
veya şu ağırlaştırıcı hal veya şu hafifletici neden uygulayıp 10 yılı veya
10 yılın altını tespit etmek yerine soyut ceza dediğimiz kanundaki direkt
nitelikli hallere girmeden suçun cezasının üst sınırına bakılarak bu 75
görevli mahkeme belirleniyor. Buna da somut ceza değil, soyut ceza esas
alınarak görevli mahkemenin belirlenmesi deniyor. Bu konu teşkilat
kanunu 14. maddede zaten açıkça düzenlenmiş durumdadır. Ağır ceza
mahkemesinin görev tanımı, görevli olduğu durumlar bu şekilde.

→Asliye ceza mahkemesinin görevli olduğu suçları, dava ve işleri


tespit etmek kolay olacaktır çünkü ağır ceza mahkemesinin görevi
dışında kalan işlere, suçlara, davalara asliye ceza mahkemesi bakar
demiştik. Bu konuda da teşkilat kanunu 11. maddede şöyle bir ifade
geçiyor; kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere sulh
ceza hakimliği ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava
ve işlere bakar diyor. Burada sulh ceza hakimliği ifadesi geçiyor. Bunu
örgütlenmeyi anlatırken bahsetmeyi unuttum, gerçi çok bahsetmeye
gerek yok şu an hala hazırda çünkü sulh ceza mahkemeleri yok, 2014’den
önce bizim adli ceza teşkilatımız 3 mahkemeliydi. 2014’de sulh ceza
mahkemeleri kaldırıldı, sulh ceza hakimlikleri kuruldu. Ama sulh ceza
hakimlikleri bir suçla ilgili yargılama yapacak mahkeme değildir. Sulh
ceza hakimlikleri soruşturma evresinde özellikle savcının hakim veya
mahkeme kararı gerektiren durumlarda o kararı soruşturma evresinde
veren yetkili yargı organıdır diyebiliriz sulh ceza hakimliğine. Görev
konusunda mahkemelerin asliye ceza mahkemesinin, ağır ceza
mahkemesinin görevleri bu şekildedir. Bu görevleri belirledikten sonra
görev konusunda istisnaen bir mahkemenin görevli olması durumlarını
göreceğiz ancak şunları söylemekte fayda var o istisnalara geçmeden
önce zannediyorum hukuk muhakemelerinde de görmüş olmanız gerekir
göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkindir, dolayısıyla davaya
bakan mahkeme iddianamenin kabulünden sonra kovuşturma evresinin
her aşamasında görevsizlik kararı verebilir. Taraflar da bu konuda
talepte bulunabilir. Hatta mahkemenin görevsizlik kararına karşı
tarafların itiraz kanun yoluna başvurabilmesi mümkündür. Fakat
mercinin itiraz üzerine verdiği kararlar kesindir.

Şimdi, görevli mahkemeleri tespit ettikten sonra görevli


mahkemeler konusundaki istisnaları göreceğiz. Şimdi, istisnalardan 76
kastımız şu; bazı mahkemeler o suç ve davaya bakmaya görevli
olmadıkları halde bir sebeple o suç ve dava o mahkemenin önüne gelip o
mahkemede o suç ve davaya bakmaya devam etmesi demektir istisnadan
kastımız. Özellikle burada karşımıza çıkacak istisna da “BAĞLANTI”
konusudur. Bağlantı konusunu hem görevde göreceğiz hem de yetkide
göreceğiz. Ancak ben şu anda görev konusunda bağlantıyı ayrıntılı
anlatacağım için yetki konusu altında bağlantıyı ayrıntılı şekilde
anlatmayacağım. Bağlantı nedeniyle davaların yüksek görevli
mahkemede görülmesi madde yönünden yetki kuralının istisnasıdır.
Bağlantı nedeniyle bağlantının yüksek görevli mahkemede görülmesi
diğer bir ifadeyle madde yönünden yetki kuralıdır yani görevin istisnası
başlığı içerisindeyiz. Buradaki konumuz da bağlantıdır.

Bağlantı, ne demek? Bağlantı, CMK’da özellikle bağlantının türleri


şeklinde ifade ediliyor. Yani, örnek verirsek; bir kişinin birden fazla
suçtan sanık olması, mesela; asliye ceza mahkemesinin görev alanına
giren bir suçtan dolayı bir kişinin sanık olması bir de ağır ceza
mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı sanık olması, böyle
bir durumda bu kişinin asliye cezadaki davasıyla ağır cezadaki davası
subjektif olarak bağlantı içerisindedir, çünkü kişi bakımından burada bir
ortak nokta yer almaktadır. Buna da doktrinde “subjektif bağlantı”
deniyor. Bir kişinin birden fazla suçtan sanık olmasıdır. Diğer bir
bağlantı türü; bir suçtan birden fazla sanık olması, buna da “objektif
bağlantı” deniyor. Dikkat ederseniz buradaki subjektif ve objektif ölçütü
kişi ve suça göre belirleniyor. Eğer kişi ortaksa subjektif bağlantı, suç
ortaksa objektif bağlantı deniyor. CMK m.8’de düzenleniyor. CMK
m.8/2’ye bakarsanız objektif ve subjektif bağlantı dışında bir de özel bir
bağlantı türünden bahseder. O da şudur; suçun işlenmesinden sonra yani
ana suçun örneğin hırsızlık veya kasten insan öldürme gibi, bu suç
işlendikten sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya
değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır. Bu şu demek; bir kişi bir suç
işledikten sonra eğer o suçla ilgili delilleri yok etme suçunu işlerse veya
suçluyu kayırma suçu işlenirse başka bir kişi tarafından, mesela A’nın bir 77
insanı öldürdüğünü düşünelim, A kaçıyor A kaçarken de birisi ona
yardım ediyor, gibi, böyle bir durumda o birisi olan yani A’ya yardım eden
kişi de bu kasten insan öldürme suçuyla ilgili davada bağlantılı kabul
ediliyor demektir bu. CMK m.8’de bahsedilen bu bağlantı dışında bir de
CMK m.11’de daha bir kıstas, ölçüt tespit edilerek bir bağlantı konuluyor
o da şu; Mahkeme bakmakta olduğu birden çok dava arasında herhangi
bir şekilde bağlantı görürse CMK m.8’de gösterilen türden olmasa bile
birlikte bakmak ve hükme bağlamak üzere bu davaların birleştirilmesine
karar verebilir. Şimdi biz bağlantıyı anlatıyoruz, bağlantıyı
anlatmamızın sebebi ve sonucu aslında bağlantılı suçların bağlantı
nedeniyle ortak olan davaların bir mahkemede birleştirilmesi sonucunu
göreceğimiz için bağlantı konusunu anlatıyoruz. Çünkü örneğin asliye
cezadaki ve ağır cezadaki iki farklı davaların bir mahkemede
birleştirilmesi gündeme gelecek ve birleştiren mahkemede görülen iki
davanın bir tanesi doğal olarak başka bir mahkemenin görev alanına
girdiği ancak bağlantı nedeniyle görülmesi ve bu anlamda görev
konusunun istisna teşkil etmesi anlamına geldiği için bağlantı konusunu
anlatıyoruz.

Görev bakımından bağlantı konusunun gündeme gelebilmesi için


özellikle bir kişinin birden fazla suçtan sanık olması gerekir. Veya, CMK
m.8/2’de sayılan suçların yani suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme,
gizleme veya değiştirme fiillerinin olması gerekir. Neden bir suçta birden
fazla sanık olmasını hariç tutuyorum, çünkü bu genelde görevde değil
yetkide karşımıza çıkan bir türdür. Örneğin, bir suçla ilgili bir
yargılamanın İzmir’de, başka bir yargılamanın Ankara’da, başka bir
yargılamanın İstanbul’da görüldüğünü düşünelim, bu yargılamalardaki
davaların birleştirilmesi konusu esasında görevle ilgili değildir. Üç farklı
coğrafi sınırlar içerisinde olduğu için buradaki bağlantı türü aslında
görevden değil yetkiden kaynaklanmaktadır onun için böyle bir
örneklendirme verdim. Peki, bu bahsettiğimiz bağlantı türlerinden biri
olduğunda sonuç ne olacaktır? Az önce de söylemiştik, bağlantının en
bariz ve ilk sonucu; farklı davaların bir mahkemede birleştirilmesidir. 78
Bizim için önemli olan konu birleştirmedir ancak bağlantının 2 farklı
sonucu daha var: Zannediyorum hukuk muhakemelerinden bunları
biliyorsunuz. Nispi muhakeme yapma ve bekletici mesele yapma diye
bağlantının iki ayrı sonucu da var. Ama bizi burada ilgilendiren konu
davaların birleştirilmesi olduğu için ben davaların birleştirilmesi sonucu
üzerinden konuyu anlatmayı düşünüyorum.

Bağlantının sonucu; davaların birleştirilmesi olacak demiştik.


Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa
bunlar birleştirilerek dava açılabilir. Şimdi bu husus, bu kural daha
doğrusu veya bu sonuç özellikle soruşturma evresiyle ilgili olduğunu
söylemek gerekir. Çünkü bağlantı hem soruşturmada gündeme gelebilir
yani soruşturma evresinde davaların birlikte açılması yani aynı
mahkemeye sunmak suretiyle veya farklı iddianamelerin aynı
mahkemeye intikal etmesi suretiyle olabilir veya kovuşturma evresinde
yani dava görülürken bağlantının tespiti yapılabilir ve böyle bir
durumda da görülmekte olan davaların birleştirilmesi söz konusu
olabilir. Dolayısıyla henüz dava görülmeye başlanmamışsa soruşturma
evresinde davaların birleştirilmesi demektir, böyle bir durumda yani
bağlantılı olan suçlar her biri değişik mahkemelerin yetkisine giriyorsa
bunlar birleştirilerek dava açılır, açılabilir. Peki, nerede açılır yani
mesela biri asliye ceza mahkemesinin görev alanına giriyor biri ağır ceza
mahkemesinin görev alanına giriyor; tabi ki böyle bir durumda yüksek
görevli olan mahkemede davaların birleştirilerek açılması söz konusu
oluyor.

→Peki görülmekte olan davaların birleştirilmesi mümkün müdür?


Mümkündür. Kovuşturma evresinin her aşamasında yüksek görevli
mahkemece davaların birleştirilmesi veya ayrılmasına karar verilebilir.
Dolayısıyla, kovuşturma evresinde de yani dava görülmekte iken
davaların birleştirilmesi mümkündür tabi burada da yüksek görevli
mahkemede olmak kaydıyla. Şimdi ağır ceza mahkemesi daha ağır
suçlara bakmaya görevli olduğu için daha ağırına bakabilen daha
hafifine de bakabilir mantığıyla yani usul ekonomisi mantığıyla ağır ceza 79
mahkemesi böyle bir durumda ağır ceza mahkemesinde birleştirilerek
açılabiliyor çünkü asliye ceza mahkemesi hakimi örneğin ağır ceza
mahkemesinin baktığı suçlara bakmıyor veya ağır ceza mahkemesi
hakim ve üyelerinin asliye ceza mahkemesi hakimlerine göre kıdem ve
tecrübeleri daha fazladır dolayısıyla ağır ceza mahkemesinde davalar
birleştirilerek görülüyor. Peki, şimdi birinci ihtimal soruşturma evresi
demiştik, davaların birleştirilmesi bakımından ikinci ihtimal
kovuşturma evresinde demiştik, bir de yer bakımından farklı
mahkemelerin yetkilerine giren davaların birleştirilmesi söz konusu
olabilir. Şimdi biz az önce mesela Yalova’da işlenen asliye ceza
mahkemesinin görev alanına giren suç örneğin hırsızlık suçu, A hırsızlık
suçunu işledi, A aynı zamanda irtikap suçunu da işledi dolayısıyla irtikap
ağır ceza mahkemesinin görev alanına giriyordu, A’nın hem irtikap hem
hırsızlık suçunu işlemesi böyle bir durumda Yalova ağır ceza
mahkemesinde davaların birleştirilerek açılması imkanı veriyor. Ancak
A Yalova’da hırsızlık suçunu işledi, Bursa’da da ağır cezalık bir suç işledi
örneğin nitelikli dolandırıcılık suçunu işledi, böyle bir durumda sadece
görevle çözemiyoruz farklı yargı çevrelerine giren bir durum olduğu için
böyle bir durumda birleştirme mümkündür, fakat böyle bir durumda
birleştirmeyi sağlarken yer bakımından yani coğrafi sınırlar bakımından
hangi mahkemelerin o suça bakacağına ilişkin kurallarla birlikte
çözmemiz gerekir. O kurallara baktığımızda soruşturma evresinde
yetkili mahkemelerin birinde birleştirilerek görülebiliyor aynı görevde
olduğu gibi yetki konusunda da, kovuşturma evresinde ise yani örneğin
görülmeye başlanmış A’nın Yalova’daki hırsızlık suçu asliye ceza
mahkemesinde görülmeye başlanmış nitelikli dolandırıcılık bakımından
Bursa ağır ceza mahkemesinde görülmeye başlanmış, A’nın bu iki
davasının görülmesine başlandığı için bu davaların birleştirilmesi
bakımından özel bir kural konuluyor, yetki kurallarında; cumhuriyet
savcılarının istemlerine uygun olmak şartıyla ve mahkemeler arasında
oluşacak uyuşma üzerine birleştirilebilir diyor kanun. Dolayısıyla, farklı
yargı çevrelerindeki mahkemelerde görülen davaların birleştirilebilmesi 80
için yetki kurallarına gidiyoruz, yetki kurallarında da kovuşturma
evresinde görülen davalar bakımından cumhuriyet savcılarının
istemlerine uymak koşuluyla ve mahkemeler arasında uyuşma olmak
koşuluyla diyor. Peki, uyuşulmazsa ne olacak? Uyuşulmazsa, cumhuriyet
savcısı veya sanığın istemi üzerine ortak yüksek görevli mahkeme
birleştirmeye gerek olup olmadığına veya gerek varsa hangi mahkemede
birleştirileceğine karar verir. ( ilk derece yargılama alanında zaten iki
tane mahkeme var yani asliye ceza mahkemesi ile ağır ceza mahkemesi,
asliye ve ağır ceza mahkemesinin olduğu bir yargılamada yüksek görevli
mahkeme otomatikman zaten ağır ceza mahkemesidir fakat buradaki
farklı yargı çevrelerinde görülen davaların birleştirilmesi bakımından
özellikle farklı görevde olan mahkemelerin görülmekte olan davaların
birleştirilmesi bakımından kanun ortak yüksek görevli mahkeme diyor,
şimdi ortak yüksek görevli mahkeme ile yüksek görevli mahkeme
kavramları farklıdır, yükseği aralarındaki yükseği demek, ortak yükseği
ikisinin de yükseği demek dolayısıyla asliye ceza mahkemesi ile ağır ceza
mahkemesi arasındaki ortak yüksek görevli mahkemenin açıkça
belirlenmesi gerekir. O da nedir? O da şudur: Eğer, bu uyuşmazlık hani
az önce dedik ya Yalova ile Bursa’daki mahkemeler arasında uyuşma
olması gerekir, Yalova asliye ceza mahkemesi ile Bursa ağır ceza
mahkemesi arasında uyuşulma olmazsa meseleyi ortak yüksek görevli
mahkeme çözer demiştik, eğer bu uyuşmazlık aynı bölge adliye
mahkemesi yargı çevresi içerisinde ise böyle bir durumda uyuşmayı
ortak yüksek görevli olan Bölge Adliye Mahkemesi çözecektir.
Dolayısıyla buradaki ortak yüksek görevli mahkemeden kasıt ya bölge
asliye mahkemesidir ya da yargıtaydır, eğer bu uyuşmazlık farklı bölge
adliye mahkemelerinin yargı çevresi içerisinde ise böyle bir durumda da
o uyuşmazlığı kanuna göre YARGITAY 5. CEZA DAİRESİ çözüyor.
Dolayısıyla ortak yüksek görevli mahkemeden anlayacağımız aynı BAM
sınırları içerisinde BAM, farklı BAM sınırları içerisinde de Yargıtay
olacaktır. Örneğimizde Yalova ile Bursa arasında muhtemelen aynı BAM
yargı çevresi içerisinde olacaktır ve Bursa Bölge Adliye Mahkemesi bu 81
uyuşmazlığı çözecektir, Bursa’da bölge adliye mahkemesi var diye
biliyorum çünkü. Eğer mesela yalovayla ankara olsaydı böyle bir
durumda farklı bam çevreleri içerisinde olacağı için bu uyuşmazlığı
yargıtay çözecekti.)

Şimdi davaların birleştirilmesinden bahsediyoruz, birleştirme


bakımından şunu da söylememiz gerekir farklı mahkemelerde
görülmekte olan davaların birleştirilebilmesi için burada 3 tane şarttan
bahsediliyor, şimdi bu şartlar kaynaklarda geçiyor ama mantıken zaten
bu şartların olması gerekiyor. 1- Fayda olmalı birleştirmede, 2- Gereklilik
olmalı, 3- Olanak bulunmalıdır. Yani birleştirmenin olabilmesi için
fayda/gereklilik/olanak bulunmalıdır.

Biri asliye diğeri ağır cezalık davalarda birleştirme olduğunda görev


kuralının istinası teşkil ediyor yani asliyenin bakması gereken bir
davaya birleştirme sonucunda ağır ceza mahkemesi bakacağı için burada
görev konusunda bir istisna teşkil ediyor. Diğer bir sonuçta
birleştirmenin şudur; CMK m.10/2’ye göre, birleştirilen davalarda bu
davaları görecek olan mahkemenin yani ağır ceza mahkemesinin örneğin
tabi olduğu yargılama usulü uygulanacaktır.

Bağlantı konusunu özellikle görev konusunun istisnası başlığında


anlattığımızı unutmayın çünkü görev konusunda bir istisna daha var
yani normalde görevli olmadığı halde kanundaki düzenleme gereği
görevli olma durumu var o da CMK m.6’dır, CMK m.6: “Duruşmada suçun
hukuki niteliğinin değiştiğinden bahisle görevsizlik kararı verilerek
dosya alt dereceli mahkemeye gönderilemez.” Bu şu demek; örneğin,
nitelikli dolandırıcılık ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir
suç tipidir, nitelikli dolandırıcılıktan dolayı dava açıldı ağır ceza
mahkemesinde, sonra suçun nitelikli dolandırıcılık değil basit hali yani
asliye ceza mahkemesinin alanına giren bir suç olduğunu tespit ettik,
böyle bir durumda kanunda bir çerçeve süre veriliyor, o da duruşmada
diyor yani yüksek görevli mahkeme ki yüksek görevli mahkemeden
kastımız ağır ceza mahkemesidir, ağır ceza mahkemesinde açılan bir
davada duruşma başladıktan sonra bakın buradaki süre önemli olan süre 82
duruşma başladıktan sonra çünkü duruşma hazırlıklarında veya
duruşma başlamadan önce böyle bir şeyin tespit edilmesi mümkündür
böyle bir şey tespit edilirse de CMK m.6’daki duruşma sınırına
takılmadığı için dosya asliye ceza mahkemesine gönderilebilir. Burada
önemli olan konu duruşma başladıktan sonra böyle bir şey mümkün
değil, ikincisi buradaki gönderilememe yani normalde asliye ceza
mahkemesinin görev alanına giren ama ağır ceza mahkemesinin
bakmaya devam edeceği olan duruma suçun hukuki niteliğinin
değiştiğinden bahisle deniyor yani mahkeme yaptığı inceleme sonucunda
hayır bu suç nitelikli hal değil veya bu suç yağma değil mesela hırsızlık
diyebilir dolayısıyla buradaki gönderememe gerekçesi her halükarda
görev konusunun değişmesi değildir, suçun hukuki niteliğinin
değiştiğinden bahisle ancak alt dereceli mahkemeye gönderilemiyor,
şimdi bunun sebebi ne; aslında yüksek görevli mahkemede davaların
birleştirilmesine benzemektedir, burada usul ekonomisi gereği daha
ağırına bakan mahkemenin daha hafifine de bakacağı kabul edilir ve
duruşma başladıktan sonra bir daha başka bir mahkemede başka bir
dosya aç, tanıkları- sanıkları bir araya getir, gibi gibi birçok usulü işlemi
tekrarlamasın diğer mahkeme diye böyle bir durumda kolaylık olması
bakımından her ne kadar asliye ceza mahkemesinin görev alanına girdiği
düşünülürse de böyle bir durumda ağır ceza mahkemesi dosyayı asliyeye
gönderemiyor bakmaya devam ediyor bu da görev konusunun istisnasını
teşkil etmektedir. İddianame kabul edildikten sonra dosyayı gören
mahkeme her zaman görevsizlik kararı verebiliyor bunu karıştırmayın,
CMK m.6 istisnai bir durumdur. Yani CMK m.5’e bakarsanız, CMK m.5:
“İddianamenin kabulünden sonra; işin, davayı gören mahkemenin
görevini aştığı veya dışında kaldığı anlaşılırsa, mahkeme bir kararla işi
görevli mahkemeye gönderir.” işin benim görev alanımda olmadığı
tespitiyle suçun hukuki niteliğinin değiştiğinden bahisle tespiti farklı
şeylerdir. Mesela, az önce gördük, nitelikli dolandırıcılık hangi
mahkemenin görev alanındaydı, ağır ceza mahkemesinin görev
alanındaydı, ola ki mesela yanlışlıkla asliye ceza mahkemesinde 83
açıldığını düşünelim, böyle bir durumda asliye ceza mahkemesi zaten
iddianameyi kontrol ettiğinde veya iddianameyi kabul ettikten sonra bile
böyle bir durumla karşılaşabilir, bunu tespit ettiğinde zaten direkt
görevsizlik kararı verip dosyayı ağır ceza mahkemesine gönderecektir
veya ağır ceza mahkemesi davaya bakarken örneğin, kendi görev alanına
girmediğini dolayısıyla suçun basit dolandırıcılık olduğuna karar
verebilir böyle bir durumda dosyayı her zaman gönderebilir, ama burada
gönderememesinin sebebini bakın bir daha söylüyorum; suçun hukuki
niteliğinin değişmesi gerekçesidir, eğer böyle bir gerekçe yoksa yani
mahkeme şunu diyorsa; yok kardeşim burada suçun hukuki nitelemesine
gitmemize hiç gerek yok zaten bu suç veya dava benim görev alanıma
girmiyor derse her aşamada zaten görevsizlik kararı verebiliyor.

Görev konusunda mahkemeler arasında uyuşmazlık çıkarsa; görevli


mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkeme belirliyor. Bir mahkeme
kendini görevsiz sayıp görevsizlik kararı verdiğinde görevli mahkemeyi
kararında gösterir ve dosyayı oraya gönderir. Dosyayı alan mahkeme de
kendisini görevsiz kabul edip kendine dosyayı gönderen mahkemeyi
görevli olduğuna kanaat getirebilir yani bu durumda her iki mahkeme de
kendisini görevsiz görmektedir. Buna “olumsuz görev uyuşmazlığı”
deniyor. Olumlu görev uyuşmazlığında ise bu da düşük bir ihtimal ama
görülme ihtimali var, aynı davaların farklı yargı çevrelerinde açılması
halinde genelde olabiliyor çünkü aynı yargı çevresindeki mahkemelerin
genelde olumlu olarak ben görevliyim hayır ben görevliyim demesi çok
mümkün değil çünkü ikinci mahkemede dava açıldığında o mahkeme o
davadan daha önce haberdar olduğu için derdestlik durumundan dolayı
genelde davayı reddediyor. Ama düşük de olsa, farklı yargı çevrelerinde
birbirlerinden haberdar olmayabiliyorlar. Böyle bir durumda, farkında
olan mahkeme yani aynı davanın ikinci yerde açılan mahkemede genelde
derdestlikten dolayı CMK m.223/7’ye göre davayı reddediyor.
Mahkemeler birbirlerinden haberdar değilse ki olumlu görev
uyuşmazlığı çıkarsa, uygulamada olumlu görev uyuşmazlığının çıkma
ihtimali çok zayıftır demiştik ama böyle bir durum çıkarsa buna görev 84
uyuşmazlığı deniyor ve ortak yüksek görevli mahkeme bu uyuşmazlığı
çözüyor. Çıkan uyuşmazlık farklı ağır ceza mahkemelerinin yargı
çevresinde bulunan mahkemeler arasında çıkmışsa bu uyuşmazlık bölge
adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından çözülüyor. Uyuşmazlık farklı
bölge adliye mahkemeleri yargı çevresindeki mahkemeler arasında
çıkarsa bu uyuşmazlık da yargıtayın 5. Ceza dairesi tarafından çözülüyor.
Bu merci, bu görev uyuşmazlığını çözerken nasıl çözüyor? Kanunda
yazmıyor ama özellikle yargıtay kararlarında görürsünüz bunu. Olumlu
görev uyuşmazlığında merci, hangi mahkemenin görevli olduğunu
düşünüyorsa diğer mahkemenin görevlilik kararını yani ben görevliyim
dediği kararı bozar ve kalan diğer mahkeme görevli hale gelir yani
olumlu görev uyuşmazlığında merci kimin görevli olduğunu düşünüyorsa
diğerinin görevlilik kararını bozuyor dolayısıyla diğeri ben görevliyim
görevli olan mahkeme benim dediği kararı esas oluyor ve o mahkeme o
davaya bakmaya devam ediyor.
Olumsuz görev uyuşmazlığında ise, merci, aslında görevli olan ama
görevsizlik kararı veren mahkemenin kararını bozuyor ve o mahkeme
görevli hale geliyor. Yani olumsuz görev uyuşmazlığında iki mahkeme
ben görevsizim diyor, merci kimin görevli olduğunu düşünüyorsa o
mahkemenin görevsizlik kararını bozarak o davanın o mahkemede
görülmesine imkan sağlıyor.

Peki, görevli olmayan hakim veya mahkemelerin akıbeti ne olacak?


Bu konuda CMK m.7’de düzenleme var. CMK m.7: “Yenilenmesi mümkün
olmayanlar dışında, görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılan
işlemler hükümsüzdür.”

Bu görev uyuşmazlığını da anlattıktan sonra yer bakımından yetki


konusuna geçiyoruz yani kanun ve uygulamadaki adıyla yetki konusuna
geçiyoruz.

Yer bakımından yetki kuralları ülkenin mahkemeler arasında


coğrafi alan olarak yargı çevrelerine bölünmesini ifade eder.
Mahkemelerin nerede işlenen suçlarda yetkili olduğunun tespiti 85
yapılmaktadır burada. Her mahkemenin kendi yargı çevresindeki
işlenen suçlarda faaliyet göstermesidir. Delilleri toplaması veya
muhakeme işlemlerini hızlı yapabilmesi için yetki konusu, yetki kuralları
kolaylık sağlamaktadır. Bu da esasında usul ekonomisiyle ilgili bir
şeydir. Kanunumuz yetki konusunda bazı başlıklarla yetki kurallarını
koymaktadır. Bu başlıklar; Türkiye’de işlenen suçlarda yetki, yabancı
ülkede işlenen suçlarda yetki ve ülke dışında Türk bayrağını taşıma
yetkisine sahip deniz-hava ve demiryolu taşıtlarında işlenen suçlarda
yetki, bağlantılı suçlarda yetki ve davanın nakli olmak üzere başlıklarla
yetki kurallarını ele alıyor.

İlk başlığımız Türkiye’de işlenen suçlarda yetki: Temel kural; suçun


işlendiği yer mahkemesinin görevli olmasıdır. Yani suç hangi
mahkemenin yargı çevresinde yani il veya ilçe, bu idari sınırlar içinde
işlenmişse o yer mahkemesinin yetkili olması temel kuraldır. CMK m.12:
“Davaya bakmak yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir.” Suçun
işlendiği yer hangi mahkemenin yargı çevresindeyse o suçun
yargılamaya o mahkemeye yetkili olması temel kuraldır dedik. TCK
m.8/1’de bu konuda bir hüküm var, fiilin kısmen veya tamamen
Türkiye’de işlenmesi veya neticenin Türkiye’de gerçekleşmesi halinde
suç Türkiye’de işlenmiş sayılır. Yani, suçun işlendiği yerden, suçun
işlenmesinden ne anlamamız gerektiğini söylüyor. CMK m.12/2’de bu
konuda temel kuralın açıklayıcısı olacak şekilde bir düzenleme var,
çünkü bazı suç tipleri özellik arz ediyor. CMK m.12/2: “Teşebbüste son icra
hareketinin yapıldığı, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve
zincirleme suçlarda son suçun işlendiği yer mahkemesi yetkilidir.” Bu
temel kuralın yanı sıra bazı yedek kurallar var. Mesela suçun işlendiği
yer belli değilse be yapılacak, yetkili mahkeme nasıl tespit edilecek? Bu
konuda da CMK m.13’de açıkça bir düzenleme var. CMK m.13: “Suçun
işlendiği yer belli değilse, şüpheli veya sanığın yakalandığı yer,
yakalanmamışsa yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.” CMK m.13/2:
“Şüpheli veya sanığın Türkiye’de yerleşim yeri yoksa Türkiye’de en son
adresinin bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.” CMK m.13/3: 86
“Mahkemenin bu suretle de belirlenmesi olanağı yoksa, ilk usul işleminin
yapıldığı yer mahkemesi yetkilidir.” Bu genel kuralın yani bu temel yedek
kuralların dışında bir de bazı istisnai kurallar öngörülmüştür. İstisnai
kurallar dememizin sebebi de; temel kuralın suçun işlendiği yer
mahkemesi olması ama istisnai kurallar da suçun işlendiği yerin
dışındaki mahkemelerin de yetkili olabilmesi anlamına geldiği için
istisnai kurallar diyoruz. Bu kurallar CMK m.12/3’de düzenleniyor. CMK
m.12/3: “Suç, ülkede yayımlanan bir basılı eserle işlenmişse yetki, eserin
yayım merkezi olan yer mahkemesine aittir. Ancak, aynı eserin birden çok
yerde basılması durumunda suç, eserin yayım merkezi dışındaki
baskısında meydana gelmişse, bu suç için eserin basıldığı yer mahkemesi
de yetkilidir.” Diğer bir istisnai kural CMK m.13/4’de yer alıyor. CMK
m.13/4: “Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan hakaret
suçunda eser, mağdurun yerleşim yerinde veya oturduğu yerde
dağıtılmışsa, o yer mahkemesi de yetkilidir. Mağdur, suçun işlendiği yer
dışında tutuklu veya hükümlü bulunuyorsa, o yer mahkemesi de
yetkilidir.” CMK m.12/5’de yine istisnai bir kural yer alır. CMK m.12/5:
“Görsel veya işitsel yayınlarda da bu maddenin üçüncü fıkrası hükmü
uygulanır. Görsel ve işitsel yayın, mağdurun yerleşim yerinde ve oturduğu
yerde işitilmiş veya görülmüşse o yer mahkemesi de yetkilidir.” Görsel ve
işitsel yayınlardan kastımız özellikle radyo veya tv kanallarında işlenen
suçlar bakımından düşünebilirsiniz. Bir de bu istisnai kuralların dışında
daha doğrusu bu kurallara ek olarak bu sene 7. ayda eklenen bir istisnai
kural var o da şu; yani kanuna yeni gelmiş bir düzenleme olduğu için
söylüyorum, eski kanunlarınız var ise bu düzenlemeyi
göremeyebilirsiniz; Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının
ya da banka veya kredi kartlarının araç olarak kullanılması suretiyle
işlenen suçlarda mağdurun yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir diyor
12. maddenin bu sene eklenen 6. fıkrası.

Ülke içerisinde deniz, hava veya demiryolu taşıtlarında işlenen


suçlarda yetki nedir? CMK m.15/3’de düzenleniyor. CMK m.15/3: “Ülke
içerisinde deniz, hava veya demiryolu taşıtlarında ya da bu taşıtlarla 87
işlenen suçlarda, bunların ilk ulaştığı yer mahkemesi de yetkilidir.”

Diğer bir başlığımız yabancı bir ülkede işlenen suçlarda yetki; CMK
m.14’de düzenleniyor. CMK m.14: “Yabancı ülkede işlenen ve kanun
hükümleri uyarınca Türkiye’de soruşturulması ve kovuşturulması
gereken suçlarda yetki, 13 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkralarına
göre belirlenir.”

CMK m.14/2: “Bununla birlikte cumhuriyet savcısının, şüphelinin veya


sanığın istemi üzerine Yargıtay, suçun işlendiği yere daha yakın olan yer
mahkemesine yetki verebilir.”

CMK m.14/3: “Bu gibi suçlarda şüpheli veya sanık Türkiye’de


yakalanmamış, yerleşmemiş veya adresi yoksa; yetkili mahkeme, Adalet
Bakanının istemi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusu
üzerine Yargıtay tarafından belirlenir.”
CMK m.14/4: “Yabancı ülkeler de bulunup da diplomatik bağışıklıktan
yararlanan Türk kamu görevlilerinin işledikleri suçlardan dolayı yetkili
mahkeme Ankara mahkemesidir.”

Diğer bir başlık ülke dışında ülke bayrağını taşıma yetkisine sahip
deniz, hava ve demiryolu taşıtlarında nasıl bir yetki kuralı
öngörülmüştür; CMK m.15: “Suç, Türk bayrağını taşıma yetkisine sahip
olan bir gemide veya böyle bir taşıt Türkiye dışında iken işlenmişse,
geminin ilk uğradığı Türk limanında veya bağlama limanında bulunan
mahkeme yetkilidir.”

CMK m.15/2: “Türk bayrağını taşıma hakkına sahip olan hava taşıtları
ile demiryolu taşıtları hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri
uygulanır.”

Fakat bir suç için, Türkiye’de işlenen bir suç bakımından özel bir yetki
kuralı daha var o da CMK m.15/4’de düzenleniyor. CMK m.15/4: “Çevreyi
kirletme suçu, yabancı bayrağı taşıyan bir gemi tarafından Türk kara
suları dışında işlendiği takdirde, suçun işlendiği yere en yakın veya 88
geminin Türkiye’de ilk uğradığı limanın bulunduğu yer mahkemesi
yetkilidir.” Diyor çevreyi kirletme suçu bakımından.

Diğer bir başlığımız bağlantılı suçlarda yetki; bağlantının ne olduğunu


görmüştük, yetki konusunda da bağlantıyı göreceğiz ama ayrıntılı
görmeyecez demiştim çünkü görevde bağlantının ne olduğunu ayrıntılı
gördük. Bağlantılı suçlarda yetki nasıl tespit ediliyor: CMK m.16’da
düzenleme mevcuttur. Henüz dava açılmamışsa bağlantılı ceza davaları
yetkili mahkemelerden herhangi birinde birleştirilerek görülebilir,
örneğin Yalova asliye Bursa asliye gibi, bu mahkemelerin herhangi
birinde birleştirilerek açılabiliyor. Ceza davalarının bakılmasına
başlanmışsa bunu da hatırlarsanız söylemiştik, savcıların istemlerine
uygun olmak koşuluyla mahkemeler arasında oluşacak uyuşma üzerine
bu davaların hepsi veya bir kısmının bu mahkemelerin birinde
birleştirilmesi mümkündür. Uyuşulmazsa savcı veya sanığın istemi
üzerine ortak yüksek görevli mahkeme hangi mahkemede
birleştirileceğine karar verir.
Bir diğer başlığımız CMK m.19’da düzenlenen davanın nakli konusudur:
bazı durumlarda dava başka bir yere nakil edilebiliyor m.19’da bu
ihtimaller yer alıyor, CMK m.19: “Yetkili hakim veya mahkeme, hukuki
veya fiili sebeplerle görevini yerine getiremeyecek halde bulunursa; yüksek
görevli mahkeme, davanın başka yerde bulunan aynı derecede bir
mahkemeye nakline karar verir.” Fiili sebeplere bir hakimin ölmesi,
hukuki sebeplere ise reddedilen bir hakimden dolayı o mahkemenin
teşekkül edememesini örnek verebiliriz. Böyle bir durumda yüksek
görevli mahkeme davanın başka yerde bulunan aynı derecedeki bir
mahkemeye nakline karar verebiliyor. Kovuşturmanın görevli ve yetkili
olan mahkemelerin bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için
tehlike olursa davanın naklini adalet bakanı yargıtaydan isteyebiliyor.
CMK m.19/2: “Kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin
bulunduğu yerde yapılması kamu güvenliği için tehlikeli olursa, davanın
naklini adalet bakanı yargıtaydan ister.” Mahkeme, fiili sebeplerle veya
güvenlik gerekçesiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde 89
yapılmasına da yine karar verebiliyor. CMK m.19/3: “Mahkeme, fiili
sebepler veya güvenlik gerekçesiyle duruşmanın il sınırları içinde başka
bir yerde yapılmasına karar verebilir. Bu karara karşı itiraz yolu açıktır.”
Davanın naklini de gördükten sonra hatırlarsanız yetki konusundaki
kurallarda 5 başlık söylemiştim, bunları görmüş olduk şimdiki konumuz
yetkisizlik iddiası.

→ Yetkisizlik görev gibi kamu düzeninden olmayan ancak belli süreler


içerisinde yetkisizlik iddiasının bulunabileceği bir konudur. CMK m.18:
“Sanık, yetkisizlik iddiasını, ilk derece mahkemelerinde duruşmada
sorgusundan, bölge adliye mahkemelerinde incelemenin başlamasından
ve duruşmalı işlerde inceleme raporunun okunmasından önce bildirir.”

CMK m.18/2: “Yetkisizlik iddiasına ilişkin karar, ilk derece


mahkemelerinde sanığın sorgusundan önce, bölge adliye mahkemelerinde
duruşmasız işlerde incelemenin hemen başlangıcında, duruşmalı işlerde
inceleme raporu okunmadan önce verilir. Bu aşamalardan sonra
yetkisizlik iddiasında bulunulamayacağı gibi mahkemeler de bu hususta
re’sen karar veremez.”

CMK m.18/3: “Yetkisizlik kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”

Yani yetkisizlik iddiası ilk derece mahkemelerindeki yargılamada


duruşmada sanığın sorgusundan önce yapılması gerekir. Eğer bu
süreden sonra yapılırsa mahkeme yetkili olmadığı halde yetkili hale
gelebilir, çünkü yetki, kamu düzeninden değildir.

Mahkeme talep olmaksızın da bu süre içerisinde yani sanığın


sorgusundan önce kendisi de re’sen yetkisizlik kararı verebilir, bu da
kanunda açıkça söyleniyor. Yetkisizlik kararına itiraz mümkün.

Peki, aynı görevde olduğu gibi yetki uyuşmazlıkları da mümkün yani


hayır Yalova yetkili hayır Bursa yetkili gibi veya hayır ben yetkili değilim
sen yetkilisin şeklinde yetki uyuşmazlıkları çıkabilir. Yani olumlu ve
olumsuz yetki uyuşmazlığı çıkarsa yine bu uyuşmazlığı ortak yüksek
görevli mahkeme bakın burada da ortak yüksek görevli mahkeme
deniyor, yetkili hakim veya mahkemeyi belirliyor, CMK m.17: “Birkaç
90
hakim veya mahkeme arasında olumlu veya olumsuz yetki uyuşmazlığı
çıkarsa, ortak yüksek görevli mahkeme, yetkili hakim veya mahkemeyi
belirler.”

Burada yalnız savcılar arasındaki yetki uyuşmazlığı konusunda CMK


m.161/7’da savcılar arasındaki yetki uyuşmazlığı konusunda özel bir
düzenleme mevcuttur. CMK m.161/7: “Yetkisizlik kararı ile gelen bir
soruşturmada cumhuriyet savcısı, kendisinin de yetkisiz olduğu
kanaatine varırsa yetkisizlik kararı verir ve yetkili savcılığın
belirlenmesi için soruşturma dosyasını, yargı çevresinde görev yaptığı
ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine gönderir.
Mahkemece bu konuda verilen karar kesindir.” Savcılar arasında
olumsuz yetki uyuşmazlığı çıkarsa bunun nasıl çözüleceğini kanun
açıkça söylüyor.

Peki, yetkisiz hakim veya mahkemenin yaptığı işlemlerin akıbeti ne


olacak? CMK m.20: “Yetkili olmayan hakim veya mahkemece yapılan
işlemler, sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz.” Görevsiz
hakim veya mahkemenin yaptığı işlemler yenilenmesi, tekrarlanması
mümkün olmayanlar dışında diğerleri hükümsüzdü ama yetki de böyle
değil. CMK m.21: “Bir hakim veya mahkeme, yetkili olmasa bile,
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, yargı çevresi içerisinde gerekli
işlemleri yapar.” Yani, yetki görev gibi kamu düzeninden olmadığı için
yani net, sert kurallar olmadığı için buradaki yetkisiz hakim veya
mahkemenin yaptığı işlemler sırf yetkisiz olduğu için geçersiz hale
gelmiyor.

→Mahkemelerin görev ve yetkilerini doktrinde, öğretide, teoride 4


başlık altında incelendiğini madde bakımından yetki, kanundaki ve
uygulamadaki adıyla görev, yer bakımından yetki, kanundaki ve
uygulamadaki adıyla yetki, kişi bakımından yetki ve görev bakımından
yetki şeklinde 4 başlıkta incelendiğini görmüştük. Biz şu ana kadar
madde bakımından ve yer bakımından yetki kurallarını görmüş olduk.
Kişi bakımından yetki ve görev bakımından yetki bütün kaynaklarda 91
bulamayabilirsiniz ama ben size kısaca bahsedeyim, çok önemli
olmamakla birlikte bilmenizde fayda var:

→Kişi bakımından yetkiden kasıt: Hangi mahkemenin hangi kişileri


hangi suçlardan dolayı yargılama yetkisine sahip olduğunu gösteren
kurallardır, kişi bakımından yetki kuralları. Belli kişiler belli suçlardan
dolayı belli mahkemelerin yargı yetkisine tabidir. Hatta, cb, yüksek
mahkeme başkan ve üyeleri, bazı askeri kişiler, Anayasa Mahkemesinde
yüce divan sıfatıyla yargılanıyordu. TBMM başkanı mesela yargıtay,
danıştay başkan ve üyeleri başsavcılıkları, cumhuriyet başsavcılıkları
vekilleri, HSK ve Sayıştay başkan ve üyeleri, Genelkurmay başkanı ve
hava, deniz ve kara komutanlarını Anayasa Mahkemesi yüce divan
sıfatıyla yargılıyor. Her ne kadar işledikleri suçlar ağır cezalık veya
asliye cezalık olsa da. Bu, anayasanın 148. maddesinde düzenleniyor.
Milletvekilleri bakımından da kişi bakımından yetki kuralları var. CMK
m.161/9’da bu konuda özel bir düzenleme var. CMK m.161/9: “Seçimden
önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili hakkında
soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi, Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı ve bu yer ağır ceza mahkemesine aittir. Soruşturmayı
cumhuriyet başsavcısı veya görevlendireceği vekili bizzat yapar. Başsavcı
veya vekili, suçun işlendiği yer cumhuriyet savcısından soruşturmanın
kısmen veya tamamen yapılmasını isteyebilir. Gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde suçun işlendiği yer cumhuriyet savcısı zorunlu olan
delilleri toplar ve gerekmesi halinde alınacak kararlar bakımından
bulunduğu yer sulh ceza hakimliğinden talepte bulunur.”

(Savcılar konusunda görev diye bir şey yok anca yetki söz konusu
olabilir, savcıların yetkileri konusunda özel bir düzenleme yok, ancak
Teşkilat Kanunu diyor ki; savcıların yetki kuralları mahkemelerin yetki
kurallarına tabidir diyor yani savcıların yetki kurallar tespit edilirken
yani nerenin savcısı nerede işlenen suçlara bakacak sorusunun cevabı
mahkemelerin yetki kuralları ile ilgilidir. Dolayısıyla savcıların
yetkilerinin tespit edilmesinde bir zorluk, bir güçlük yok bu anlamda,
sadece kanun, daha sonradan kanuna konulmuş bir hüküm bu arada bu, 92
2 savcı arasında ben yetkiliyim ya ben yetkisizim denildiğinde olay
ortada kalmasın diye savcılar arasında olumsuz yetki uyuşmazlığı
konusunda bir düzenleme yapmıştır CMK m.161/7, onun dışında savcılar
arasında yetki uyuşmazlığı konusunda, yetkisizlik iddiası konusunda bir
düzenleme mevcut değildir çünkü zaten savcının soruşturmaya
başlaması demek, kendini yetkili görmesi demektir ve savcıların yetkili
oldukları alanı tespit etmek çok da zor değil, mahkemelerin yetki
kurallarına göredir. Soruşturmayı yürütürken savcının yetkisizlik
iddiası diye bir şeyin olamayacağını söylemek gerekir çünkü savcı zaten
soruşturmaya başlayarak kendinin yetkili olduğu kanaatine ulaşıp zaten
soruşturmayı yürütecektir ama şöyle bir şey olabilir örneğin, mesela
Edirne’deki bir savcılık soruşturmayı yürütebilir, iddianameyi
Edirne’deki asliye veya ağır ceza mahkemesine sunabilir, burada
mahkeme kendisinin yetkili olmadığı kanaatine ulaşabilir, mesela her ne
kadar Edirne’deki savcılık soruşturma yapsa da buradaki yetkili
mahkeme hayır kardeşim Edirne değil Yalova’dır diyebilir, böyle bir
durumda bu yetkisizlik müessesesini işleten olan merci savcı değil
mahkeme olacaktır.)

→Kişi bakımından yetki kurallarını söylüyorduk, dolayısıyla kişi


bakımından milletvekillerinin yargılanması için özel bir yetki kuralı var
bu da milletvekilleri için olduğu için kişi bakımından yetki başlığı altında
inceleniyor. Benzer düzenlemeler hakim, savcılar için ve avukatlar için
de var mesela görevinden doğan ve görev sırasında işlenen suçlar
bakımından haklarında soruşturma yapılması adalet bakanlığının iznine
tabidir. Ama dikkat ederseniz milletvekilleri bakımından -görevi- diye
sınırlanmamıştır.

→Son başlık, görev bakımından yetki ne demektir? Görev


bakımından yetkiden kasıt şu; hakimler arasındaki iş bölümünün
sağlanması örneğin ihtisas mahkemelerinin olması, adli yargı
mahkemeleri idari yargı görev alanı itibarıyla ayrılması anlamında örnek
olarak verilebilir, bu anlamda görev bakımından yetki uyuşmazlıkları
çıktığında AY m.158’e göre bu görev uyuşmazlığını yani yetki 93
uyuşmazlığını “UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNİN” çözdüğünü söylemiş
olalım.

→Görev konusunu işlerken çocuklarla ilgili bir şeyi söylemeyi


unuttum. Çocuklar şüpheli, sanık diye anılmıyorlar, çocuğu korumak
adına kanun koyucu suça sürüklenen çocuk ifadesini tercih ediyor. Suça
sürüklenen çocuk olduğunda soruşturma bakımından bir özellik olmasa
da kovuşturma bakımından çocuk mahkemeleri görevlidir ve çocuklarla
ilgili yargılamayı kovuşturma evresinde özellikle çocuk mahkemelerinin
yapmış olduğunu ve bunun da çocuk koruma kanununa göre yapıldığını
özellikle söylemiş olalım. Hatta bunların yetişkinlerle birlikte işlediği
suçlardan dolayı, iştirak halinde işlenen suçlardan dolayı ne olacak, nasıl
yargılama yapılacak, bunun da cevabı çocuk koruma kanununda var.

You might also like