You are on page 1of 169

www.gnctpk2021.

org

6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ

KONGRE
BİLDİRİ KİTABI
5-7
MART
2021
DERNEK İLETİŞİM BİLGİLERİ ORGANİZASYON SEKRETARYASI
TÜRK PEDİATRİ KURUMU SOLO EVENT
Tel : 0212 632 86 33 • Faks : 0212 632 86 33 Tel: 0212 279 00 20 • Faks: 0212 279 00 35
E-Mail: info@turkpediatri.org.tr E-Mail: gnctpk2021@soloevent.net
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

Sevgili Meslektaşlarımız,

Türk Pediatri Kurumu Genç Pediatristler Kongresi, 5-7 Mart 2021 tarihlerinde dijital
kongre olarak düzenlenecektir.

Genç Pediatristler Kongresi, dinamik ve kariyerlerinin henüz başındaki genç hekim-


lerimizin düzenlenmesinde büyük katkı sahibi olduğu ve gelecekteki kariyerlerine
önemli derecede yol veren bir kongre olarak benimsenmiş ve 6. senesine başarıyla
ulaşmıştır.

İstikrarı ve katılımıyla giderek gelişen kongremizde bu sene teknolojinin tüm imkan-


larını kullanarak, 57 sözlü bildiri, 38 poster bildiri ile birlikte 145 konuşmacı ve oturum
başkanının katkılarıyla zengin bir program hazırladık.

Bir sonraki kongremizde yüz yüze görüşebilmek dileğiyle,

Prof. Dr. Mehmet Vural


Türk Pediatri Kurumu Başkanı

Doç. Dr. Ertuğrul Kıykım


Doç. Dr. Kenan Barut
Kongre Başkanları

2
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

İÇİNDEKİLER

KURULLAR 4

BİLİMSEL PROGRAM 5

KONUŞMA ÖZETLERİ 9

SÖZLÜ SUNUMLAR 62

POSTER BİLDİRİLER 126

3
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

Kurullar

TÜRK PEDİATRİ KURUMU BAŞKANI


Prof. Dr. Mehmet Vural

KONGRE BAŞKANLARI
Doç. Dr. Ertuğrul Kıykım
Doç. Dr. Kenan Barut

TÜRK PEDİATRİ KURUMU YÖNETİM KURULU ÜYELERİ


Prof. Dr. Özgür Kasapçopur
Prof. Dr. Tiraje Celkan
Doç. Dr. Nur Canpolat
Doç. Dr. Kenan Barut
Doç. Dr. Ayşe Çiğdem Aktuğlu Zeybek
Prof. Dr. Salim Çalışkan
Doç. Dr. Ertuğrul Kıykım
Prof. Dr. Hüseyin Tufan Kutlu
Prof. Dr. Fügen Çullu Çokuğraş
Prof. Dr. Hilmi Apak

KONGRE SEKRETERLERİ
Uz. Dr. Gözde Apaydin
Uz. Dr. Nujin Uluğ
Dr. Emre Ceyhun
Dr. Berrak Öztosun

DÜZENLEME KURULU
Uz. Dr. Erkan Akkuş Dr. Emine Ülgen Dr. Merve Karaca Şahin
Uz. Dr. Hande Turan Dr. Ezgi Mollaoğlu Dr. Mirsaid Aghalarov
Uz. Dr. Tuğçe Damla Dilek Dr. Gizem Yilmaz Dr. Müge Deveci
Dr. Aybüke Gurup Özen Dr. Gulustan Musayeva Dr. Neslihan Gücüyener
Dr. Aylin Günay Dr. Gülçin Ünlü Dr. Nur Çebi
Dr. Berfin Ayla Hastürk Dr. Hasan Karakaş Dr. Nursena Koloğlu Ateş
Dr. Büşra Hotaman Dr. Hülya Tikiroğlu Dr. Oğuzhan Tin
Dr. Cansu Koç Dr. Ilayda Altun Dr. Özge Kaynar
Dr. Döndü Ceren Suna Dr. Iremnaz Karahan Dr. Şevki Varol
Dr. Çisem Duman Dr. Kağan Çalişgan Dr. Şule Papağan
Dr. Ece Söylem Avlaç Dr. Mehmet Durukan Dr. Yusuf Günay

4
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
5 MART 2021, CUMA
YOĞUN BAKIM EĞİTİM OTURUMU
17.00-18.15 Çocukta Solunum Yetmezliğinde Mekanik Ventilasyon Ugulamaları

KURS 1
Emine Ülgen, Agop Çıtak, Müge Deveci, Cansu Durak
18.30-19.00 Non İnvaziv Mekanik Ventilasyon Uygulamaları
Mirsaid Aghalarov, Fatih Aygün
19.15-19.45 Yüksek Frekanslı Osilatör Ventilasyon Uygulamaları
Cansu Durak, Fatih Aygün
Moderatörler:
19.45-20.00 Tartışma ve Kapanış
Agop Çıtak, Fatih Aygün

NEFROÜROLOJİ EĞİTİM OTURUMU

KURS 2
17.00-17.45 Antenatal Hidronefroz
Hülya Tıkıroğlu, Seha Saygılı
18.00-18.45 Enürezis’e Yaklaşım
Ece Söylem Avlaç, Ayşe Ağbaş
19.00-19.45 Taş Hastalıklarına Yaklaşım
Büşra Hotaman, Ebru Demirgan
Moderatörler:
19.45-20.00 Tartışma ve Kapanış Nur Canpolat

YENİDOĞAN EĞİTİM OTURUMU

KURS 3
17.00-17.45 Doğum Salonu Uygulamaları
Cansu Koç, Aslan Yılmaz
18.00-18.45 Respiratuar Distres Sendromu
Çisem Duman Kayar, Ersin Ulu
19.00-19.45 Nekrotizan Enterokolit Moderatörler:
Ceren Suna, Nesrin Kaya Tuğba Erener Ercan,
19.45-20.00 Tartışma ve Kapanış Evrim Kıray Baş
Hasan Sinan Uslu

DERMATOLOJİ EĞİTİM OTURUMU


KURS 4

17.00-17.45 Olgularla Sık Karşılaşılan Döküntüler-1


Yusuf Günay
18.00-18.45 Olgularla Sık Karşılaşılan Döküntüler-2
Neval Altunkalem
Moderatörler:
19.00-19.30 Tartışma ve Kapanış
Zekayi Kutlubay

KARDİYOLOJİ EĞİTİM OTURUMU


17.00-17.45 Çocukluk Çağı EKG Değerlendirmesi
KURS 5

Funda Öztunç
18.00-18.45 Çocukluk Çağı Disritmileri
Yakup Ergül
19.00-20.00 Olgular ve Tartışma Moderatörler:
Ezgi Mollaoğlu, Fatih Karagözlü,
Funda Öztunç, Rukiye Eker,
Nujin Uluğ, Yusuf Coşkun
Celal Akdeniz, Reyhan Dedeoğlu

5
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
6 MART 2021, CUMARTESİ
PROF. DR. SEZAİ BEDRETTİN TÜMAY SALONU PROF. DR. ÖZDEMİR İLTER SALONU
10.00 AÇILIŞ
- Fügen Çullu Çokuğraş, Ertuğrul Kıykım, Kenan Barut
10.30

NEFROLOJİ
10:30
ÇOCUK ENFEKSİYON VE - Oturum Başkanı: Salim Çalışkan, Cengiz Candan
ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI 11:30 Deprem ve Tecrübelerimiz
10.30 Şule Papağan, Lale Sever
- Oturum Başkanları: Haluk Çokuğraş, Ergin Çiftçi
12.30 Olgularla Çocuklarda COVID-19 Yönetimi ACİL
İremnaz Karahan, Gözde Apaydın, Berfin Ayla Hastürk,
11.30
- Oturum Başkanı: Metin Uysalol, Mehmet Satar
Pınar Önal, Azer Kılıç Başkan, Gizem Yılmaz 12.30 Pediatrik Kardiyopulmoner Resusitasyonda Güncellemeler
Berrak Öztosun, Sinem Oral Cebeci

12:30-13:00 YEMEK ARASI

NADİR OTOİNFLAMATUAR HASTALIKLAR:


SİSTEMİK JIA VE CAPS
13.00 Moderatör: Balahan Makay
-
14.00 Sistemik JIA ile Gelişen Artrit
Kenan Barut
Kriyopirin İlişkili Periyodik Sendrom (CAPS) Habercisi Tekrarlayan Ateş
Balahan Makay

ROMATOLOJİ
Oturum Başkanları: Özgür Kasapçopur, Kenan Barut SOSYAL PEDİATRİ
14.00 14.00
- Olgular ile MIS-C - Oturum Başkanları: Emel Gür, Perran Boran
15.00 Nur Çebi, Fatih Haşlak 15.00 Anne Sütü ve Tamamlayıcı Beslenmeye Geçiş
Olgular ile HSP Gülçin Ünlü, Mehmet Cihan Şentürk
Mehmet Durukan, Mehmet Yıldız

15.00-15.15 ARA

0-1 YAŞ FONKSİYONEL GIS PROBLEMLERİNE YAKLAŞIM


15.15
- Moderatör: Tufan Kutlu
16.15 Konuşmacı: Turan Tunç

HEMATOLOJİ GASTROENTEROLOJİ
Oturum Başkanları: Tiraje Çelkan, Özcan Bör Oturum Başkanı: Fügen Çullu Çokuğraş, Ömer Faruk Beşer
16.15 16.15
- Pulmoner Emboli Tanı ve Tedavisine Yaklaşım - Malnutrisyon: Nasıl tanıyalım?
17.15 Merve Karaca Şahin, Ayşe Gonca Kaçar 17.15 Aybüke Gurup Özen, Erkan Akkuş
Olgularla Yenidoğan Dönemi Trombozuna Yaklaşım Besin Alerjileri
Özge Kaynar, Burcu Kılınç, Simge Çınar Özel Aylin Ünver Günay, Ahsen Dönmez Türkmen

ONKOLOJİ GASTROENTEROLOJİ
17.15 Oturum Başkanı: Dildar Bahar Genç, Çağlar Çıtak 17.15 Oturum Başkanları: Yaşar Doğan, Zerrin Önal
- -
18.15 Çocuk Kanserlerinde Uyarıcı Bulgular (Malignite Olmasın?) 18.15 Transaminaz Yüksekliği Olan Hastaya Yaklaşım
Taha Yasin Akın, Hasan Yanık, Süheyla Ocak Asiye Elvan Kumkayır, Elif Küçük, Yaşar Doğan

6
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
7 MART 2021, PAZAR
PROF.DR. SEZAİ BEDRETTİN TÜMAY SALONU PROF.DR. ÖZDEMİR İLTER SALONU

ALERJİ ADOLESAN
10.00 Oturum Başkanı: Hasan Yüksel, Mustafa Özgür Pirgon 10.00 Oturum Başkanı: Oya Ercan, Hasan Hakan Seyisoğlu
- Anafilaksi Ayırıcı Tanısı
-
11.00 11.00 Adolesanda Menstruasyon İlişkili Sorunlar:
İlayda Altun, Sezin Aydemir Endokrinolog ve Jinekolog Görüşleriyle İki Olgu
Astımda Akılcı İlaç Kullanımı Hasan Karakaş, Elif Akşahin, Gürkan Tarçın
Şevki Varol, Ayça Kıykım

HİPOGLİSEMİYE MULTİDİSİPLİNER
ALERJİ
Oturum Başkanı: Zeynep Tamay, Tufan Kutlu
YAKLAŞIM
Oturum Başkanı: Olcay Evliyaoğlu, Fatma Nilgün Köksal
11.00 Çocuklarda Solunum Yolu Alerjilerinde Tamamlayıcı ve 11.00
- Alternatif Tıp Kullanımının Değerlendirilmesi; - Yenidoğan Döneminde Acil Yaklaşım
12.00 Tek Merkez Deneyimi 12.00 Emre Ceyhun, Ersin Ulu
Zeynep Hızlı Demirkale Endokrinolojik Açıdan Hipoglisemi Ayırıcı Tanısı
Emre Ceyhun, Hande Turan
Çocuklarda Bağışıklık Güçlendiriciler Nasıl Etki Eder?
Esra Yücel Metabolik Açıdan Hipoglisemi Ayrıca Tanısı
Gulustan Musayeva, Duhan Demircioğlu Hopurcuoğlu

12.00 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA ASTIM VE YÖNETİM NASIL OLMALI


- Oturum Başkanı: Velat Şen
13.00
Konuşmacı: Bülent Karadağ

13:00-13:30 YEMEK ARASI

PROF. DR. NADİR HATEMİ SALONU


PANDEMIC EFFECTS ON PEDIATRIC RESIDENCY-
13.30 VIEWS FROM DIFFERENT COUNTRIES
- Oturum Başkanı: Massimo Pettoello Mantovani
15.30 Rüya Meriç- Türkiye, Roy Gavin Stone- İrlanda, Vasile Valeriu Lupu- Romanya, Marija Slobođanac- Hırvatistan, Enrica Manca- Italya,
Dmitry Sladkov- Rusya, Maria Palyvou- Yunanistan, Joao Vieira Dos Santos- İspanya, Anca Lavinia Postolache- Romanya

13.30 TEDAVİ EDİLEBİLEN LİZOZOMAL DEPO HASTALIKLARI


- Oturum Başkanları: Ertuğrul Kıykım, Hilmi Apak
14.30 Konuşmacı: Ayşe Çiğdem Aktuğlu Zeybek

AKADEMİK TOPLANTI KARDİYOLOJİ


14.30 Oturum Başkanı: Özgür Kasapçopur 14.30 Oturum Başkanları: İbrahim Halil Demir, Cenap Zeybek
- -
15.30 Bilimsel Makale Yazımı 15.30 Ne Zaman Konjenital Kalp Hastalığı Düşünelim?
M. Şükrü Sever Murat Kardaş, İlker Kemal Yücel

15:30-16:00 ARA

7
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
7 MART 2021, PAZAR
PROF.DR. SEZAİ BEDRETTİN TÜMAY SALONU PROF.DR. ÖZDEMİR İLTER SALONU
OTİZME MULTİDİSİPLİNER
YAKLAŞIM NÖROLOJİ
Oturum Başkanı: Sema Saltık, Hacer Ergin
16.00 Oturum Başkanı: Tayyip Kadak, Soner Sertan Kara 16.00
- Periferik Fasiyal Paraliziye Yaklaşım
- Çocuk Psikiyatrisi Gözüyle Otizm
17.00 17.00 Neslihan Gücüyener, Ceren Bibinoğlu Amirov
Burak Doğangün
Akut Yürüme Bozukluğuna Yaklaşım
Metabolizme Gözüyle Otizm Nursena Kologlu Ateş, Esma Şengenç
Kağan Çalışgan, Oğuzhan Tin, Ertuğrul Kıykım

GENETİK
NÖROLOJİ
Oturum Başkanı: Beyhan Tüysüz, Çiğdem El 17.00
17.00 - Oturum Başkanları: Hasan Tekgül, Feyza Koç
- Dismorfik Çocuğa Yaklaşım
18.00 Enfeksiyöz-Otoimmün Ensefalitler ve Klinik İpuçları
18.00 Banu Nur
Gülşah Ortan, Seda Kanmaz, Sanem Yılmaz
Ne Zaman Hangi Genetik Testi Isteyelim?
Dilek Uludağ Alkaya, Esra Usluer

18.00
- BİLİM SINAVI
19.00

8
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

KONUŞMA ÖZETLERİ

9
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Transaminaz Yüksekliği ile Gelen Çocuk Hastaya Yaklaşım

Asiye Elvan Kumkayır

Günlük klinik pratiğimizde serum transaminaz yüksekliği giderek artan sıklıkta görülmekte-
dir. Bu enzimler amino asitlerle keto asitlerin birbirine dönüşümünü katalizleyen enzimlerdir.
Klinik önemi olan transaminazlar aspartat transaminaz (AST)(SGOT) ve alanin transaminazdır
(ALT)(SGPT).

Enzim yüksekliği tamamen asemptomatik çocuk hastadan kronik karaciğer hastalığı bulgu-
ları olan hastaya kadar çok çeşitli klinik spektrumda karşımıza çıkabilir. Vücudumuzun en bü-
yük iç organı olan karaciğer; metabolik, hematopoetik ve immün bir organdır. Pek çok fonk-
siyonu olmasından dolayı ilaçlar, enfeksiyonlar gibi dış faktörlerden etkilenebilirliği de o kadar
fazladır. Hipertransaminazemi ayırıcı tanısında yaş ve enzim seviyeleri önem arzetmektedir.
Yaş gruplarına göre etyolojide de farklılık görülmektedir.

Aminotransferazların yüksekliğini karaciğer hastalıkları dışında miyopatiler, hemoliz, ağır eg-


zersiz, travma ve tiroid bozukluklarında da görmekteyiz. Transaminaz yüksekliği olan çocuk
hastada ayrıntılı değerlendirme yapılmaktadır. Bu sunumda aminotransferaz yüksekliğine
yaklaşım olgularla birlikte anlatılmıştır.

10
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Doğum Salonunda Neonatal Canlandırma Uygulamaları ve Güncel
Değişiklikler

Aslan Yılmaz1, Cansu Koç2, Tuba Erener Ercan3, Mehmet Vural


Neonatoloji Bilim Dalı, İstanbul Üniversitesi- Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Üniversitesi- Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Neonatoloji Bilim Dalı, İstanbul Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

Doğum öncesi prenatal öykünün, malzemeler ve ısı düzeninin, ekipte kimlerin yer alacağının
ve ön hazırlıkların planlanacağı toplantı yapılmalıdır. İLCOR-2015’e göre doğum öncesi sırasıy-
la: gebelik yaşı nedir?, amniyotik sıvı temiz mi?, ek risk faktörleri var mı?, kaç bebek? bekleni-
yor sorularına cevap aranır. Her doğumda canlandırmanın başlangıç basamaklarını bilen bir
kişi, riskli doğum beklentisinde, NRP eğitimi almış ve canlandırma basamaklarını tam olarak
uygulayabilen ikinci kişi yer almalıdır. Çoğul gebeliklerde bu sayı, her bebek için iki kişi ola-
cak şekilde ayrı hesaplanmalıdır. Canlandırma gereken bebekte başlangıç basamakları (ısıtın,
hava yolu açma manevrası, gerekirse aspirasyon, kurulayın, uyarın) yapıldıktan sonra kalp atım
hızı, solunum ve oksijen ihtiyacı değerlendirilir. Apne ya da iç çekme tarzında solunum veya
kalp atım hızının 100 atım/dk altında olması veya serbest akış oksijen (%100) ya da CPAP uy-
gulanmasına karşın hedef değer altında kalan oksijen satürasyonu olması durumunda pozitif
basınçlı ventilasyon (PBV) başlatılır. PPV’nin etkin olduğunun en önemli gösterge kalp atım
hızının (KAH) artmasıdır. Steteskop, nabız oksimetre veya EKG kullanılabilir. En az 30 saniye
süren PPV’de göğüs hareketleri görülmezse ventilasyon düzeltici adımlar yapılıdır (MR SOPA;
maskeyi tekrar yerleştir, pozisyonu gözden geçir, aspirasyon uygula, ağzını aç, basıncı artır ve
alternatif hava yolunu düşün). Ventilasyon düzeltici adımlar sonrası en az 30 saniye süren et-
kin PPV’ye rağmen kalp atım hızı 60 atım/dakika altında kalırsa göğüs kompresyonu başlatılır.
Kalp atım hızı 60-99 atım/ dakika ise PBV’ye devam edilir veya KAH 100 atım/dakika üzerin-
de ve spontan solunumu varsa PBV sonlandırılır. Eş güdümlü 60 saniye süren ventilasyon ve
kompresyona rağmen (3 kompresyon 1 ventilasyon) KAH 60 atım/dakika altında kalıyorsa ad-
renalin (IV veya IO dozu = 0,01 mg/kg , endotrakeal doz = 0.05 mg/kg) olacak şekilde uygulanır.
Uygulanan tüm uygun adımlardan sonra KH’nin olmadığı doğrulanırsa, resüsitasyon çabala-
rını doğumdan yaklaşık 10 dakika sonra durdurmayı düşünülmesi önerilmektedir. Mekonyum
boyalı deprese bebekte başlangıç basamakları sonrası PBV başlatılmalı, entübasyon için tek
endikasyon solunum yolunda mekonyum tıkacı düşünülmesidir. 32 gebelik hafta altındaki
pretermler: ısı kaybı önlenmeli (ısıtılmış küvez ve doğum odası, polietilen torbaya konulması,
kurulanmaması), erken CPAP uygulanalıdır. Hipoksik doğum şüphesinde kord kan gazı hız-
lıca değerlendirilmeli, hipotermi tedavi uygulayacak merkezlere hızlıca sevk edilmelidir. İL-
COR-2020’de yapılan değişiklikler sırasıyla: doğum öncesi sorularında kaç bebek yerine göbek

11
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
kordonu yönetim planı yer alıyor, başlangıç basamaklarında hava yolu açma manevrasından
önce kurulama ve tatil uyarı yapılması, elektrokardiyografi izlemi alternatif hava yolu gerek-
tiğinde yapılmalı, adreanalin başlangıç dozu İLCOR-2015 dozun iki katı yapılmalı, uygulanan
yeterli resüsitasyona KAH hiç alınamazsa en az 20 dk resüsitasyon yapılması önerilmektedir.

12
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Astımda Akılcı İnhaler Kullanımı

Şevki Varol, Sezin Aydemir2, Ayça Kıykım2, Haluk Çokuğraş2


1İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Alerji ve İmmunoloji Bilim Dalı

Astım çocukluk çağının kronik tekrarlayıcı enflamatuvar hastalıklarındandır. Nefes darlığı, gö-
ğüste sıkışma ve öksürük ile kendini gösterir. Sigara, kokular ve egzersiz gibi tetikleyiciler rol
oynayabilir. Tanı için klinik bulgularla beraber değişken hava yolu darlığının varlığı gerekir.

Tedavide atakların kontrolü ve enflamasyonun baskılanması esastır. İnhaler steroidler tedavi-


de kullanılan ana ilaçlardır. Astımda tedavi basamaklarının belirlenmesi ve tedavi düzenleme-
leri hastalık kontrolünde önemlidir.

Rehberlerde yeni güncellemeler ışığında olgular üzerinden astımda akılcı inhaler kullanımı
tartışılacaktır.

13
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Ürtiker-Anjioödem-Anafilaksi Ayırıcı Tanı

Ilayda Altun1, Sezin Aydemir2, Ayça Kıykım2, Haluk Çokuğraş2


1İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Alerji ve İmmunoloji Bilim Dalı

Ürtiker; değişik boyutlarda, kaşıntı veya yanma hissinin eşlik ettiği, çoğunlukla 24 saat içinde
kaybolan etrafı eritemle çevrili kabarık cilt lezyonlarıdır.

Akut ürtikerde, anjioödemle birlikte ya da tek başına ürtikeryal lezyonlar 6 haftadan kısa sürer-
ken, kronik ürtikerde bu süre 6 haftadan daha uzundur

Anjioödem, ağrı yakınmasının kaşıntıdan daha ön planda olduğu, deri renginde deği- şiklik-
lerin eşlik edebildiği, dermis, deri altı tabaka ve submukozada ödem ile karakterize yavaş dü-
zelen (sıklıkla 72 saat) şişliklerdir. Anjioödem, olguların önemli bir kısmında ürtikere eşlik eder.
Genellikle dil, dudak, yüz , ağız, boğaz ve ekstremiteler gibi gevşek yumuşak dokuyu etkileyen
asimetrik ve kaşıntılı olmayan lezyonlardır.

Klinik olarak ürtikerin eşlik ettiği anjiyoödem histamin aracılıklı iken ürtiker ve kaşıntının eşlik
etmediği anjiyoödem kinin aracılıklı ortaya çıkan herediter anjiyoödemdir. Tanıda diğer tüm
hastalıklarda olduğu gibi öykü ve fizik muayene çok önemlidir. Öyküde klinisyeni yönlendiren
en önemli nokta anjiyoödeme ürtiker ve/veya kaşıntının (veya mast hücre aracılıklı bulgular)
eşlik etmemesidir.

Anafilaksi; şiddetli, yaşamı tehdit edebilen sistemik alerjik bir reaksiyon olarak tanımlanır. Hızlı
başlangıçlı, yaşamı tehdit eden, havayolu, solunum ve dolaşım problemleri ile karakterizedir.
Anafilakside erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcıdır. Hasta ve hekimin eğitimi esastır.

14
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Olgularla Çocuklarda COVID-19 Yönetimi

Azer Kılıç

KLİNİK BULGULAR
SARS-CoV2 enfeksiyonu çocuklarda genellikle asemptomatik seyirlidir. Ağır hastalık, mekanik
ventilasyon ihtiyacı ve ölüm erişkinlerde kıyaslandığında oldukça düşüktür. Çocuklarda ko-
morbidite bulunması durumunda hastalık ağır seyredebilir.
1- Hafif hastalık (üst solunum yolu enfeksiyonu veya hafif pnömoni)
2- Ağır hastalık (ağır pnömoni, sepsis, multiorgan yetmezliği)

Hafif Hastalık
Asemptomatik enfeksiyonu olan, üst solunum yolu enfeksiyonu olan ve hafif pnömonisi olan
olgular bu grupta değerlendirilir. Ateş <38,5 olup, burun kanadı solunumu, retraksiyon ve cid-
di takipnesi olmayan, radyolojik olarak normal ya da hafif pnömoni bulguları olan hastalar
evde izole edilerek izlenir.

Komplike Hastalık
Hastaneye yatış gerektiren pnömoni, ağır pnömoni, organ yetmezliği, septik şok /sepsis ol-
guları bu grupta sınıflandırılır. Solunum sıkıntısı, kan gazı parametrelerinde bozukluk, bilinç
bozukluğu, beslenme güçlüğü, kronik hastalık varlığı veya organ tutulumunu gösteren ek
bulgular ağır hastalığa işaret eder.

RADYOLOJİ
SARS-CoV2 enfeksiyonunda akciğerlerin görüntülenmesi oldukça önem kazanmıştır. Çocuk-
luk çağında akciğer grafisi ilk tercihtir. Solunum yolu bulguları akciğer grafisi ile açıklana-
mayan vakalarda düşük doz toraks BT görüntülemesi yapılır. Tomografide periferik yerleşimli
bilateral yamasal infiltrasyon ve buzlu cam görünümü görülür.

LABORATUVAR İNCELEMELERİ
Tam kan sayımı, CRP, prokalsitonin, karaciğer enzimleri,CK-MB, troponin, böbrek fonksiyon
testleri, kan gazı, d-dimer, koagülasyon testleri, ferritin, kan ve balgam kültürü, viral solunum
yolu paneli istenir.

TEDAVİ
Asemptomatik/ hafif semptomatik hastalarda semptomatik tedavi ve hidrasyon dışımda ek
tedavi önerilmez. Yatırılarak izlenmesi gereken tüm hastaların yeterli kalori ve sıvı alımının

15
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
sağlanması gerekmektedir. Hidrasyon durumunun sağlanması özellikle hiperkoagülopatiyi
azaltan bir faktör olması nedeni ile büyük önem taşımaktadır. Güncel yayınlar ışığında farklı
ilaçların COVİD-19 tedavisinde etkili olduğu gösterilmiş olsa da, çocuklarda yeterli kanıt olma-
ması nedeniyle, bu ilaçların tedaviye eklenmesi altta yatan ek hastalıklar, hastalık şiddeti, ilaç
etkileşimi ve toksisitesi göz önünde bulundurularak vaka bazlı olarak değerlendirilmelidir.

Kullanılan ilaçlar:
• Favipiravir
• Remdesivir
• Lopinavir/ritonavir
• Hidroksiklorokin/azitromisin
• İnhaler İlaçlar
• Steroid
• Antikoagülan tedaviler
• Proteaz inhibitörleri
• Anakinra , tosilizumab
• Monoklonal antikorlar

Antikoagülan kullanımı
Covid-19 hastalığı süresince erişkinlerde venöz ve arteryel trombotik hadise gözlenmiştir. Ço-
cuklarda tromboz gelişimi ile ilgili veriler oldukça yetersizdir. Bu nedenle antikoagülasyon kul-
lanımı ile ilgili standart veriler olmamakla birlikte vaka bazında değerlendirme yapılmalıdır.

Bu amaçla D- dimer, PT, PTT, fibrinojen ve trombosit değerlerine bakılır. Hastanede yatırılarak
tedavi edilme kararı alınan hastalarda d- dimerin normalden > 2 kat yüksek olması durumun-
da, aktif kanama ve trombositopeni yoksa (<25-30.000/µl) antikoagülan proflaksisi başlanma-
lıdır.

16
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Kriyopirin İlişkili Periodik Sendrom Habercisi Tekrarlayan Ateş

Balahan Bora

Ateşin belirli zaman aralıklarıyla tekrarladığı ve sebebinin anlaşılamadığı durumlarda ‘periyo-


dik ateş sendromları’ düşünülmelidir. Genel olarak periyodik ateş sendromlarında, tekrarla-
yan ateşli dönemler arasında en az yedi gün bulunması ve altı aylık bir zaman dilimi içinde en
az üç defa ateşli dönemin görülmesi ortak bulgudur. Çocuklarda periyodik ateşe yol açabile-
cek pek çok sebep olabilir. Başlıca nedenler arasında infeksiyon hastalıkları, immun yetmez-
likler, malign hastalıklar, multifaktoryal inflamatuvar hastalıklar olabildiği gibi genetik geçiş
gösteren monogenik otoinflamatuvar hastalıklar da sayılabilir. Altı aydan uzun sürede, düzenli
ya da düzensiz aralıklarla tekrarlayan ateş atakları; ani başlayan ve ani kaybolan ataklar; tüm
ataklarda benzer bulgular ve ataklar arası iyilik hali olması; tekrarlayan ve sebebi bulunama-
yan artrit, serozit, döküntü, kas ağrısı gibi sistem bulguları; antibiyotiklere cevapsızlık, atak-
larda artmış akut faz göstergeleri; otoantikor yokluğu ve solunum bulgularının yokluğu bize
otoinflamatuvar hastalık düşündüren başlıca bulgulardır.

Periodik ateşin başlıca bulgu olduğu otoinflamatuvar hastalıklar ailesel Akdeniz ateşi, kriyopi-
rin ilişkili periodik ateş sendromu (CAPS), mevalonat kinaz eksikliği (MKD/HIDS) ve TNF resep-
tör ilişkili periodik ateş sendromu (TRAPS)’dur.

Kriyopirin ilişkili periyodik sendrom (CAPS); ailevi soğuk otoinflamatuvar sendromu (FCAS),
Muckle-Wells sendromu (MWS) ve Neonatal Başlangıçlı Multisistemik Enflamatuvar hastalık
(NOMID) veya diğer ismiyle Kronik İnfantil Nörolojik Kütanöz Artiküler Sendrom (CINCA) adın-
da üç ayrı alt tipi olan, otozomal dominant geçişli bir otoinflamatuvar hastalıktır. Kriyopirin
proteinini kodlayan “NLRP3 genindeki” işlev kazandıran mutasyonlardan kaynaklanmaktadır.
Bu mutasyon sonucu interlökin (IL)-1 üretimi artmakta ve bu durum hastalığın klinik bulgu-
larına yol açmaktadır. Hastalarda ateş, ürtiker benzeri döküntü, kas-iskelet sistemi, göz tutu-
lumu, işitmede etkilenme ve santral sinir sistemi bulguları görülebilmektedir. Hastalığın en
önemli komplikasyonlarından birisi amiloidozdur. Hastalığın tedavisinde anakinra, kanakinu-
mab ve rilonacept,gibi anti-IL1 ajanlar kullanılır.

17
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Olgu Sunumu

Dr. Berfin Ayla Hastürk


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Çocuk Göğüs Hastalıkları BD

11 yaş, kız hasta

YAKINMA:
Solunum Sıkıntısı, Öksürük

HİKAYE:
Mart 2017: Akut Lenfoblastik Lösemi Kemoterapi+Radyoterapi
Eylül 2019: Kemik İliği Transplantasyonu
Takrolimus tedavisinin 4.ayında kuru öksürük ,efor dispnesi ile dış merkeze başvurmuş.
COVİD testleri negatif sonuçlanmış.
Toraks BT COVİD 19 lehine yorumlanmış. 5 gün hidroksiklorokin tedavisi uygulanmış.
Tedaviye yanıt olmaması ve 20 gün boyunca artan solunum sıkıntısı olması üzerine ileri tetkik
amaçlı Cerrahpaşa Tıp fakültesi Çocuk Göğüs Hastalıkları Kliniğinde hastanın izlemine devam
edildi.
Fizik muayenesinde Siyanoze SAT:%83(oda havasında)
DSS:40/dk SS: bilateral yaygın krepitan raller(+)
Akciğer grafisinde yamasal infiltrasyonlar ve toraks BT sinde plevral tabana uzanan nodüler
opasiteler, buzlu cam görünümü mevcuttu. Yapılan DLCO tetkikinde mikst tipte solunum
bozukluğu vardı. Difüzyon kapasitesi azalmış, DLCO: %56 FEV1/FVC <%80
BAL’ da SEPSİTEST 700 farklı enfeksiyon etkeni dışlandı. Hasta kriptojenik organize pnömoni
olarak değerlendirildi. Hastaya prednizolon 2 mg/kg/gün başlandı. Tedavinin 1.ayında BT bul-
guları büyük oranda geriledi ve DLCO %82 olarak saptandı.
Hastamız organize pnömoni açısından multiple risk faktörü taşımaktaydı ve literatürde yer
alan nadir vakalar arasında yer aldı. Bizim vakamızda ek risk faktörü olarak radyoterapi uygu-
laması ,takrolimus (mTOR İnh.) kullanımı mevcuttu.
Organize pnömoni çocuklarda nadir görüldüğünden risk faktörü olan çocuklarda mutlaka
akılda tutulmalıdır ve pre-HCT hastaların pediatrik pulmonologlar tarafından değerlendiril-
mesi önemlidir.
BT bulguları COVID 19 açısından karakteristik değildir, diğer patolojilerle karışabileceğinden
dikkatli olunmalıdır.

18
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Neonatal Purpura Fulminanslı Hastaya Yaklaşım

Dr. Burcu KILINÇ

Neonatal dönemde purpura fulminans(PF), konjenital veya edinsel olarak protein C veya S ek-
sikliğine bağlı görülen, nadir, hayatı tehdit edici bir durumdur(1). En sık sepsise sekonder olarak
görülür. Yenidoğan döneminde vücutta gelişen akut deri renginde değişikliklerden purpu-
rik döküntünün acil olarak değerlendirilmesi gerekir. Purpura fulminans, eritem ile başlayıp
mavi- siyah renge dönüp hemorajik nekroza ilerler(2). Purpura fulminans tanısı konulduktan
sonra hastanın acil olarak sepsis ve multiorgan yetmezliği açısından değerlendirilip destek
tedavileri başlanılmalıdır. Klinik genellikle dissemine intravasküler koagülasyon bulgularıyla
beraberdir. Tedavisinde amaç altta yatan nedene yönelik tedavidir. Sepsis bulguları varsa uy-
gun antibiyotik, hidrasyon ve destek tedavi verilirken protein C veya S eksikliğinde antikoa-
gülan tedavi ve taze donmuş plazma kullanılır(3). Protein C eksikliğinde mevcut olan protein C
konsantreleri de kullanılabilir. Purpura fulminans’ın idame tedavisinde düşük molekül ağırlıklı
heparin veya warfarin kullanılır. Olgu sunumumuzdaki hastamızda anne ve baba protein c ve
s değerleri normal olması, genel durumunun kötü ve instabil olup hemokültürde üremeleri
olması nedeniyle hastayı sepsise sekonder olarak gelişen PF olarak değerlendirip tedavisini
planladık.

1. Chalmers E, Cooper P, Forman K, Grimley C, Khair K, Minford A, et al. Purpura fulminans:


Recognition, diagnosis and management. Arch Dis Child. 2011;96(11):1066–71.
2. Price VE, Ledingham DL, Krümpel A, Chan AK. Diagnosis and management of neonatal
purpura fulminans. Semin Fetal Neonatal Med [Internet]. 2011;16(6):318–22. Available from:
http://dx.doi.org/10.1016/j.siny.2011.07.009
3. Nolan J, Sinclair R. Review of management of purpura fulminans and two case reports. Br
J Anaesth. 2001;86(4):581–6.

19
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Çocukluk Çağında Periferik Fasiyal Sinir Felcine Yaklaşım

Dr. Neslihan Gücüyener1, Dr. Ceren Bibinoğlu Amırov2


1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.B.D
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.B.D, Çovuk Nörolojisi
B.D

Periferik fasiyal sinir felci çocukluk çağının en sık görülen akut mononöropatisidir. Fasiyal sinir
felci ile gelen çocukta, iyi bir öykü ve fizik muayene ile periferik / santral sinir felci ayırımının
yapılması ve eşlik eden ek sistemik ve nörolojik patolojilerin tespit edilmesi, ayırıcı tanının doğ-
ru yapılabilmesi ve bir sonraki adımda gerekli tetkik ve tedavinin yapılabilmesi açısından çok
önemlidir.

Kliniğimize fasiyal sinir felci, çift görme, yürümede dengesizlik şikayetleri ile başvuran 12 ya-
şındaki vakamız sunulacak, sunulan vaka üzerinden periferik sinir felçlerine yaklaşımı tartışa-
cağız.

20
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Malnutrisyon: Nasıl Tanıyalım?

Erkan Akkuş - Aybüke Grup Özen

Büyüme vücut kitlesinde artış olarak tanımlanmaktadır. Gelişme de dil, zihin, motor, duygu ve
sosyal alanlardaki olgunlaşma olarak tanımlanmaktadır.

Malnutrisyon Yetersiz veya fazla beslenmeye bağlı vücut kütlesi ve fonksiyonlarında ölçülebilir
olumsuz etkilere neden olan beslenme bozukluğu olarak tanımlanmaktadır. Çocukluk döne-
minde malnutrisyona birçok hastalık sebep oalblirken, anne sütü/gıda alınmaması, sosyoeko-
nomik faktörler, anoreksi veya erken ek gıdaya başlanma gibi temel nedenler de yol açabilir.
Dünyada çocukların üçte birinde büyüme geriliği mevcuttur ve %5’inde de obezite görülür.
TNSA çalışmasında büyüme geriliğinin kırsal alanlarda daha sık olduğu obezitenin ise kentsel
alanlarda daha sık olduğu gösterilmiştir. Anne eğitimi ile büyüme geriliği ters orantılıdır fakat
eğitim düzeyi arttıkça obezite sıklığı artmaktadır.

Büyümeyi değerlendirmede vücut ağırlığı, boy uzunluğu, baş çevresi, göğüs çevresi, vücut bö-
lümlerinin oranları gibi ölçümlerden yararlanılır. Çocukların takiplerinde gelişim normallerini
bilmek gerekir. Bebekler 5. Ayda doğum ağırlığının 2 katına 1 yaşta 3 katına ve 2 yaşta 4 katına
ulaşmaktadır. Doğum boyları da ilk 12 ay sonunda 1,5 kat uzamakta, 4 yaşında 2 katına ve 12
yaşında 3 katına ulaşmaktadır. Baş çevresi de 12 ay sonunda yaklaşık 11 cm artmaktadır. Antro-
pometrik değerlendirmeler Olcay Neyzi tarafından geliştirilen persantil tabloları ile veya WHO
tarafından önerilen persantil kartları ve/veya ANTRO-ANTRO+ programları ile yapılmalıdır.

Malnutrisyon tanısı, antropometrik ölçümler, hastanın beslenme öyküsü, ebeveyn boyları, öz-
geçmişi, fizik muayene ve laboratuvar tetkikleri bir arada değerlendirilerek konulmalıdır.

Kronik hastalığı olan, hastalığına bağlı rölatif tartı alımı olan, asit, organomegali gibi durumlar-
da, ağırlığı etkileyen tıbbi cihaz varlığında hastalarda boy ve kilo uyumu yetersiz olduğunda
üst orta kol çapı, triseps cilt kalınlığı mutlaka bakılmalıdır. Özellikle nörolojik problemi olan,
palyatif bakım alan, bazal metabolizma hızı düşük, hastalığına bağlı moblitesi azalmış hasta-
larda ağırlık artışlarına dikkat etmeliyiz.

İzlem için mutlaka takip ölçümleri gerekmekte ve persentil kayması varsa mutlaka tetkik et-
mek gerekir. 2 yaşın üstündeki çocuklarda anne-babaya göre hedef boy hesaplamalıyız. Boyu
hedef boydan 2 persentil aşağıdaysa veya kilosu boya uygun kilodan 2 persentil aşağıdaysa
tetkik etmek gerekir. 2 yaşın altındaki çocuklarda doğum ağırlık-boyuna göre hesaplama yap-

21
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
malıyız ve boy / kilo hedefin altındaysa hastanın durumuna göre izlemeli veya tetkik etmeliyiz.
Yaşa göre boy veya BMI skorları -1 ile -2 standart sapma arasında ise anne-babaya göre hedef-
ten 2 persentil sapma varsa zaten tetkik edelim. Anne-babaya göre hedef aynı seviyedeyse iz-
leyebiliriz ancak çok dikkatli olmalıyız (çünkü bu grup hastaların -2’nin aşağısına düşme riskle-
ri yüksek!) Persentil değerlerinden bağımsız olarak, hekim muayene sonucunda malnutrisyon
lehine bulgu saptadıysa veya kuvvetli şüphesi varsa tetkik edebilir.

Ağır malnütrisyonu olan, oral yeteri kadar beslenemeyen, yaygın ödemleri olan, ciddi enfek-
siyonu olan, elektrolit bozukluğu olan, ağır deri bulguları, ağır anemisi olan ve 6 ay altındaki
malnutre hastalar mutlaka hastanede izlenmelidir.

Sonuç olarak; Malnütrisyon sosyoekonomik nedenlerle primer veya altta yatan hastalığa bağlı
sekonder olabilir. 3 aydan kısa ise akut; 3 aydan uzun ise kroniktir. Malnütrisyonlu çocukların
bağışıklığı kötü, enfeksiyona eğilimi fazla, nörolojik gelişimleri yetersizdir. Malnütrisyonlu bir
hastada bütün hastalıklar daha ağır seyreder mortalite ve morbidite artar ve ilk 2 yaş OLDUK-
ÇA ÖNEMLİDİR!

Beslenme bir destek değil hasta için temel bir tedavidir.

22
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Yenidoğan hipoglisemisi

Dr. Ersin Ulu


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatri/Neonatoloji

Hipoglisemi, uzun sürmesi ve tekrarlaması durumunda nörolojik zedelenme riski nedeniyle,


yenidoğanın en önemli ve en sık metabolik sorunlarından birisidir.

Bu nedenle, hipoglisemi riski taşıyan yenidoğanlar, doğum sonrası hemen beslenmeli ve bes-
lenme sonrası 30. dakikadan itibaren 2-3 saat aralıklarla kan glukozuna bakılmalıdır.

Anahtar Bilgiler:
• Risk faktörleri arasında prematürite, gebelik yaşına göre küçük olma, maternal diyabet ve
perinatal asfiksi bulunur. 
• En yaygın nedenler, yetersiz glikojen depoları, gecikmiş beslenme ve hiperinsülinemidir. 
• Belirtiler arasında taşikardi, siyanoz, nöbetler ve apne bulunur. 
• Tanıdan ampirik olarak şüphelenilir ve glukoz testi ile doğrulanır. 
• Prognoz, altta yatan duruma bağlıdır. 
• Tedavi sıklıkla enteral beslenme veya IV dekstrozdur.

Yeni doğanlarda hipogliseminin tanımlanması zordur;


Hipoglisemi eşik değerleri;
• İlk 24 saat için belirtisi olanlarda 40 mg/dL, asemptomatik olanlarda 0 - 4 saatte 25 mg/dL,
• 4-24 saat aralığında 35 mg/dL, 24 saatten sonra 50 mg/ dL, 48 saatten sonra ise 60 mg/dL
olarak kabul edilebilir.

• Tarama hasta başı test çubukları ile yapılmalı, sınıra yakın değerlerde, laboratuvar yöntemi
ile doğrulama yapılırken, gerekliyse tedavi başlanmalıdır.

• Tedavi ile ulaşılması hedeflenen düzeyler,


• beslenme öncesi postnatal ilk 48 saatte 50 mg/dL,
• 48 saatten sonra riskli olanlarda 60 mg/dL,
• kalıcı hipoglisemili olgularda ise 70 mg/dL’nin üstünde olmalıdır.

Yenidoğan hipoglisemisinde risk faktörleri:

• Anneye ait nedenler

23
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
• Pregestasyonel ya da gestasyonel diyabet
• Preeklampsi /eklampsi, gebelikle ilişkili hipertansiyon
• İlaç tedavisi (β-blokerler, oral hipoglisemik ajanlar, β-agonist tokolitikler, geç antepartum ve
intrapartum dekstroz

Bebeğe ait nedenler:


• Prematürite
• İntrauterin büyüme kısıtlılığı
• LGA veya SGA (gestasyon haftasına göre küçük bebek)
• Postmatürite
• Perinatal asfiksi, mekonyum aspirasyon sendromu (MAS)
• Enfeksiyon
• Polisitemi
• Hipotermi
• İlaç kullanımı (İV indomethacin)
• İmmün hemolitik hastalık (Rh uyuşmazlığı)
• Konjenital kalp hastalıkları
• Endokrin bozukluklar
• Fizik inceleme bulgularında özellik
• Hipoglisemili kardeş öyküsü
• İyi beslenememe

Belirtiler ve Bulgular
• Çoğu bebek asemptomatik kalır. 
• Uzun süreli veya şiddetli hipoglisemi hem adrenerjik hem de nöroglikopenik belirtilere
neden olur. 
• Adrenerjik belirtiler arasında terleme, taşikardi, uyuşukluk veya halsizlik ve titreme yer alır. 
• Nöroglikopenik belirtiler arasında nöbet, koma, siyanotik ataklar, apne, bradikardi veya so-
lunum sıkıntısı ve hipotermi bulunur. 
• Halsizlik, zayıf beslenme, hipotoni ve taşipne meydana gelebilir.

TANI
• Yatak başı glikoz kontrolü

Tüm belirtiler spesifik değildir ve asfiksi, sepsis veya hipokalsemi veya opioid yoksunluğu olan
yenidoğanlarda da görülür. 
Bu nedenle, bu belirtilere sahip olan veya olmayan risk altındaki yenidoğanlar, bir kapiller nu-
muneden hemen yatak başında kan şekeri kontrolü yapılmasını gerektirir. 
Anormal derecede düşük seviyeler, bir venöz numune ile doğrulanır.

24
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Ayırıcı Tanı
Neonatal hipoglisemi geçici (transient) veya kalıcı (persistent) olabilir.

Geçici Yenidoğan Hipoglisemisi


Geçici hipogliseminin nedenleri şunlardır:
• Yetersiz substrat (örneğin glikojen)
• Yetersiz glikojen depolarına yol açan olgunlaşmamış enzim işlevi
• Geçici hiperinsülinizm

Fizyopatoloji
• Göbek kordonunun klemplenmesiyle glukoz geçişi kesilir, ancak insülinin baskılanması
tam olarak sağlanamaz.
• Yenidoğanlarda insülin salgılanmasının baskılanabilmesi için gerekli glukoz düzeyi daha
düşüktür.
• Salınımı kesilmeyen fetal insülin, yaşamın ilk saatlerinde kan glukozunda düşüşe neden
olur.
• Sağlıklı yenidoğanlarda, kan glukozu, doğum sonrası 2. saatte en düşük düzeylerine ulaşır-
ken, normal düzeylere (70-100 mg/dL) ulaşması 2-3 gün alabilir (sıklıkla 24-48 saat) ve yeni-
doğanın geçici (geçiş) hipoglisemisi olarak adlandırılır.
• Baskılanmamış insülinin, keton cisimciklerinin oluşumunu da engellemesi nedeniyle, ye-
nidoğanın geçici hipoglisemisi hipoketotik hipoglisemidir.
• Geçici hipoglisemi, sağlıklı ve beslenen term yenidoğanlarda endojen kaynaklar aracılığı ile
kompanse edilebilir ve sağlıklı term yenidoğanlarda hipolisemi taraması gerekmez.
• Hiperinsülinizm en sık  diyabetik annelerin bebeklerinde  görülür  ve maternal diyabetik
kontrolün derecesi ile ters orantılıdır. 
• Daibetik anne bebeklerinde, anne kan şekeri yükselmesi ile fetüsü yüksek glukoza maruz
kalır. 
• Fetüs, insülin artışı ile yanıt verir. 
• Göbek kordonu kesildiğinde, yeni doğana glukoz infüzyonu kesilir
• Yenidoğanın insülin üretimini azaltması saatler hatta günler alabilir. 
• Hiperinsülinizm, genellikle gebelik yaşına göre küçük olan fizyolojik olarak stresli bebek-
lerde de görülür . 
• Her iki durumda da hiperinsülinizm geçicidir.
• Bir IV dekstroz infüzyonu aniden kesilirse hipoglisemi de ortaya çıkabilir. 
• Son olarak, hipoglisemi, göbek kateterinin yanlış yerleştirilmesi veya sepsis nedeniyle ola-
bilir.

Doğumda glikojen depolarının eksikliği, çok düşük doğum ağırlıklı erken doğmuş bebekler-
de  ,  plasenta yetmezliği nedeniyle  gebelik yaşına  göre  küçük olan  bebeklerde ve perinatal

25
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
asfiksi olan bebeklerde yaygındır. 
Anaerobik glikoliz, bu bebeklerde glikojen depolarını tüketir ve özellikle beslenmeler arasında
uzun bir aralık varsa veya beslenme alımı yetersizse, ilk birkaç saat veya gün içinde herhangi
bir zamanda hipoglisemi gelişebilir. 
Bu nedenle, sürekli bir eksojen glikoz girdisi, hipoglisemiyi önlemek için önemlidir.

Bir IV dekstroz infüzyonu aniden kesilirse hipoglisemi de ortaya çıkabilir. 


Son olarak, hipoglisemi, göbek kateterinin yanlış yerleştirilmesi veya sepsis nedeniyle olabilir.

Tedavi
• Enteral beslenme
• IV dekstroz (önleme ve tedavi için)
• Bazen IM glukagon
• Yüksek riskli yenidoğanların çoğu önleyici olarak tedavi edilir. 
• Örneğin, insülin kullanan diyabetik annelerin bebekleri veya aşırı derecede erken doğmuş/
solunum sıkıntısı varlığı gibi hasta bebekler genellikle doğumdan sonra % 10 Dekstrozlu
serum IV infüzyonu başlanır veya bazen oral glikoz verilebilir.
• Hastalık bulgusu olmayan diğer riskli yenidoğanları, karbonhidrat sağlamak için erken ve
sık formul mama ile beslemek gerekebilir.
• Kan glukozu eşik değerin altında olan ve beslenme ile yükseltilemeyen durumlarda, 6-8
mg/kg/dk glukoz infüzyonu başlanmalı,
• Semptom varsa 2 ml/kg %10 dekstroz minibolus eşlik etmelidir.
• Hedef düzeye ulaşılamaması durumunda artışlar ve beslenme ile stabilizasyonun sağlan-
ması durumunda azaltmalar 2 mg/kg/dk olarak yapılmalı,
• İnfüzyon hızının 3-5 mg/kg/dk’ye inmesi durumunda ise infüzyon sonlandırılmalıdır.
• İntravenöz tedavi başlansa bile, enteral beslenme ihmal edilmemeli, enteral beslenmenin
kan glukozunda daha dengeli bir artış sağlayabileceği unutulmamalıdır.
• Herhangi bir yenidoğan bebekte glukoz  eşik değerin altına düşerse enteral beslenme ya
da % 12.5 Dekstroz konsantrasyanuna kadar olan bir IV serum infüzyonu ile (2 mL / kg 10
dk) hızlı bir tedavi başlamalıdır.
• Gerekirse daha yüksek dekstroz konsantrasyonları bir merkezi kateter yoluyla verilir. 

26
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

Kaynak: Aliefendioğlu D, Çoban A, Hatipoğlu N, et al. Approach to hypoglycemia in the newborn: Turkish Neonatal and Pediatric
Endocrinology and Diabetes Societies consensus report. Turk Pediatri Ars 2018; 53(Suppl 1): S224-S233.

• İnfüzyon hızındaki ayarlamaları yönlendirmek için serum glikoz seviyeleri izlenmelidir. 


• Yenidoğanın durumu düzeldiğinde, enteral beslenme, glikoz konsantrasyonu izlenmeye
devam ederken, IV dekstroz infüzyonunun yerini kademeli olarak alabilir. 
• IV dekstroz infüzyonu her zaman azaltılarak kesilmelidir çünkü ani kesilme hipoglisemiye
neden olabilir.

Uzamış Hipoglisemi
• Hipogliseminin 5-7. günden sonra da devam etmesi olarak tanımlanabilir.
• Uzamış hipoglisemi geçici ya da kalıcı olabilir.
• Geçici olan tipinde hipoglisemi uzun süre devam edebilir ancak sonrasında tamamen dü-
zelir.
• Örneğin, SGA bebeklerde gözlenen hipoglisemi aylarca sürebilir ve glukoz infüzyonu dışın-
da ek tedavi gereksinimi olabilir, ancak geçicidir.

İleri İnceleme Ne zaman Yapılmalı?


• Kan glukozununun ilk 48 saatte 50 mg/dL,
• 48 saatten sonra ise 60 mg/dL’nin üstünde sürdürülememesi
• Hipogliseminin ciddi, dirençli ya da uzamış olması
• Konjenital hipoglisemi açısından aile öyküsü olması

27
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
• Dismorfik bulguların varlığı (sendromik hipoglisemiler)
• Sıklıkla ilk 48 saat içinde gözlenen ve inceleme gerektirmeyen yenidoğanın geçici (geçiş)
hipoglisemisi ile, daha fazla tetkik ve tedavi gerektiren ve geçici olmayan hipoglisemiyi
ayırt etmek zordur.
• Endokrin Topluluğu, ilk 48 saat içinde sadece kan glukoz düzeyinin korunmasını, etiyolojik
araştırmanın daha sonra yapılmasını önermektedir.
• Riskli bebeklerde, ilk 48 saatteki yaklaşım, erken beslenme (özellikle anne sütü ile) ve hi-
poglisemi semptomları açısından yakın izlem şeklinde olmalıdır.
• Yaşamın ilk saatlerinde erken beslenme, fetal dönemden yenidoğan dönemine geçişte
kan glukozunun uygun şekilde sürdürülmesini sağlarken, semptomların fark edilmesi, uy-
gun girişim ile zararın önlenmesi için gereklidir.

Kalıcı Neonatal Hipoglisemi


• Ciddi hipoglisemi: Semptomların eşlik ettiği hipoglisemi.
• Dirençli hipoglisemi: Yüksek glukoz infüzyonuna gereksinim duyulan hipoglisemi.
• 24 saat süre boyunca glukoz gereksinimi 8 mg/kg/dk’nın üstünde ise insülin düzeyi bakıl-
ması önerilmektedir.
• Gereksinim daha yüksek düzeylerde ise, ayırıcı tanı açısından diğer incelemelerin yapılma-
sı tartışılmalıdır.
• Uzun süre devam eden, kendiliğinden düzelmeyen ve İV glukoza ek tedavi gerektiren hi-
poglisemi ise kalıcı hipoglisemi olarak adlandırılır (konjenital hiperinsülinizm vb.).
• Bu olgularda hipogliseminin ayırıcı tanısı, ek tedavi kararı ve bebeğin izlemi çocuk endok-
rin bölümü ile birlikte planlanmalıdır.
• Hiperinsülinizmin çoğu geçici olmasına rağmen, daha az yaygın ve daha uzun süren ne-
denler arasında konjenital hiperinsülinizm (hem otozomal dominant hem de resesif şe-
kilde iletilen genetik durumlar), şiddetli  eritroblastozis fetalis ve Beckwith-Wiedemann
sendromu (makroglossi ve göbek fıtığı bulgularının eşlik ettiği adacık hücre hiperplazisi )
bulunur. 
• Hiperinsülinemi karakteristik olarak, plasentadan devamlı glikoz sağlanması kesintiye uğ-
radığından, doğumdan sonraki ilk 1 ila 2 saat içinde serum glikozunda hızlı bir düşüşe ne-
den olur.

Kan şekeri seviyeleri, birbirini etkileyen birçok faktöre bağlıdır. 


İnsülin birincil faktör olmasına rağmen, glikoz seviyeleri aynı zamanda büyüme hormonu, kor-
tizol ve tiroid hormonu seviyelerine de bağlıdır. 
Bu hormonların uygun şekilde salgılanmasını engelleyen herhangi bir durum hipoglisemiye
neden olabilir.
• IV dekstroz infüzyonu her zaman azaltılarak kesilmelidir çünkü ani kesilme hipoglisemiye
neden olabilir.

28
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Dirençli Hipoglisemi Tedavisinde Kullanılan İlaçlar

İlaç adı Etkisi Doz Tercih Yan etki

200 mcg/kg 1 Hiponatremi


Glukagon Glikojenoliz Hiperinsülinizm tanısı
mg/gün Trombositopeni

Hiperinsülinizm tedavisinde Sıvı yükü Hirsutizm


Diazoksid İnsülin 5-20 mg/kg
ilk basamak Bulantı, kusma

Oktreotid İnsülin 5-10 mcg/kg Hiperinsülinizm tedavisi Büyüme geriliği

Periferik glukoz Adrenal yetmezlik Sınırlı (1-2 Hipertansiyon


Hidrokortizon 5-15 mg/kg
Glukoneogenez gün) kullanım Büyümede yavaşlama

• Hipoglisemik bir yenidoğanda hemen bir IV infüzyonu başlatmak zorsa, glukagon 100 ila


300 mcg / kg IM (maksimum, 1 mg) genellikle serum glikozunu hızla yükseltir, bu etki, gli-
kojen depoları tükenmiş yenidoğanlar dışında 2 ila 3 saat sürer. 
• Yüksek oranda glikoz infüzyonuna dirençli hipoglisemi; hidrokortizon (12.5 mg/m2 /6 saat)
ile tedavi edilebilir . 
• Hipoglisemi tedaviye dirençli ise, diğer nedenler (örn. Sepsis) ve muhtemelen kalıcı hipe-
rinsülinizm ve kusurlu glukoneogenez veya glikojenoliz bozuklukları için bir endokrin de-
ğerlendirmesi düşünülmelidir.
• Hipoglisemi tedaviye dirençli ise, diğer nedenler (örn. Sepsis) ve muhtemelen kalıcı hipe-
rinsülinizm ve kusurlu glukoneogenez veya glikojenoliz bozuklukları için bir endokrin de-
ğerlendirmesi düşünülmelidir.

Anahtar Bilgiler
• Küçük ve / veya prematüre bebekler genellikle düşük glikojen depolarına sahiptir ve erken
ve sık beslenmedikçe hipoglisemik hale gelirler.
• Diyabetik annelerin bebeklerinde yüksek maternal glikoz seviyelerinin neden olduğu hipe-
rinsülinemi vardır; maternal glikoz çekildiğinde doğumdan sonra geçici hipoglisemi geliş-
tirebilirler.
• Belirtiler arasında terleme, taşikardi, letarji, zayıf beslenme, hipotermi, nöbetler ve koma
bulunur.
• Diyabetik anne bebeklerine, aşırı prematüre bebeklere ve solunum sıkıntısı olan bebeklere
önleyici tedavi (oral veya IV glikoz kullanarak) verin.
• Glikoz belirlenen eşik değerlerin altına düşerse , derhal enteral beslenme veya 10 dakikada
% 10 ila % 12.5 Dekstrozlu serum, 2 mL / kg IV infüzyonu verin; bu bolusu tamamlayıcı IV
veya enteral glukoz ile devam edin ve glukoz seviyelerini yakından izleyin.

29
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Akut Yürüme Bozukluğuna Yaklaşım

Dr. Esma ŞENGENÇ1, Dr. Nursena KOLOĞLU ATEŞ2


1İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk Nöroloji BD
2İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Akut yürüme bozukluğu: Gevşeklik, ağrı, güçsüzlük veya deformitenin neden olduğu yürüyüş-
te bir anormallik olarak tanımlanır. Çocukluk çağında görülen yaygın bir şikayettir. Altta yatan
neden dikkatli bir anamnez ve fizik muayene ile belirlenebilir.  En yaygın nedenleri kalça ve
diz patolojileridir. Yürüyüş Bozukluk nedenlerinden nörolojik sorunlar; serebral palsi, periferik
nöropati(GBS), kas distrofi, miyasteni gravis, kene paralizisi, refleks sempatik distrofi, poste-
rior fossa tm, spinal tm, stroke-İKK, serebellar ataksi sayılabilir. Ataksi ise insan vücudunun
duruş ve dengesinde bozukluk, istemli veya otomatik hareketlerde olması gereken uyumun
ve sonuç olarak ince becerilerin bozulması halidir. Akut ataksi nedenleri arasında çocuklarda
sık gözlenen nedenler akut serebellar ataksi, guillan-barre sendromu , akut miyozit, transvers
miyelittir. Bu sunumumuzda akut ataksi ile başvurmuş Guillan-Barre sendromu tanısı alan 5
yaşında kız hastayı anlatacağız.

Kaynaklar:
1. Fischer SU, Beattie TF. The limping child: epidemiology, assessment and outcome. J
Bone Joint Surg Br. 1999;81(6):1029
2. Jones HR. Childhood Guillain-Barré syndrome: clinical presentation, diagnosis, and the-
rapy. J Child Neurol 1996; 11:4.
3. Yuki N, Hartung HP. Guillain-Barré syndrome. N Engl J Med 2012; 366:2294.
Willison HJ, Jacobs BC, van Doorn PA. Guillain-Barré syndrome. Lancet 2016; 388:717.
4. Ryan MM, Engle EC. Acute ataxia in childhood. J Child Neurol. 2003;18(5):309. 
5. Garone G, Reale A, Vanacore N, Parisi P. Acute ataxia in paediatric emergency depart-
ments: a multicentre Italian study. Arch Dis Child. 2019;104(8):768. Epub 2019 Apr 4. 
6. Hahn AF. Guillain-Barrésyndrome. Lancet. 1998;352(9128):635.
7. Yuki N, Hartung HP. Guillain-Barrésyndrome. N Engl J Med. 2012 Jun;366(24):2294-304. 
8. Korinthenberg R, Schessl J, Kirschner J. Clinical presentation and course of childhood Gu-
illain-Barrésyndrome: a prospective multicentre study. Neuropediatrics. 2007;38(1):10. 
9. Kaplin AI, Krishnan C, Deshpande DM. Diagnosis and management of acute myelopat-
hies. Neurologist. 2005;11(1):2. 
10. Barkin RM, Barkin SZ, Barkin AZ. The limping child. J Emerg Med. 2000;18(3):331. 
11. Smith E, Anderson M, Foster H . The child with a limp: a symptom and not a diagnosis.
Arch Dis Child Educ Pract Ed. 2012;97(5):185. Epub 2012 Jul 21. 

30
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Covid-19 Pandemisi Adı Verilen Buzdağının Yeni Keşfedilen Bir
Yüzü: Çocukluk Çağının Çoklu İnflamatuvar Sendromu (MIS-C)

Uzm. Dr. Fatih Haşlak


İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Romatolojisi Bilim Dalı

Aralık 2019’dan beri insanlık, Wuhan kaynaklı Severe Acute Respiratory Syndrome-Coronavi-
rus-2 (SARS-CoV-2) adı verilen yeni bir virüse bağlı salgından ve bu virüsün neden olduğu has-
talık olan Coronavirus Disease-2019 (COVID-19)’dan mustarip. Tüm dünyada hızla artan olgular
nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü, bu salgını 11 Mart 2020 tarihinde pandemi olarak niteledi.
Pandeminin ilk günlerinde hastalık gelişimi için ve enfekte olmak için erkek cinsiyet, ek has-
talık varlığı ve ileri yaş en önemli risk faktörleri olarak değerlendirildi. Öte yandan, ön veriler
virüsün çocukları nadir olarak enfekte ettiğini ve daha hafif kliniğe neden olduğunu düşün-
dürmekteydi. Ancak 2020 yılının nisan ayında İngiltere’den virüsle ilişkilendirilmiş, ağır klinik
seyri olan, Kawasaki hastalığı (KH) benzeri bulguları olan 8 çocuk olgu yayınlandı. Daha sonra
birçok diğer ülkede de benzer olgu bildirimleri gelmeye başladı. Bu olguların verileri arttıkça
bu hastaların KH dışında, Toksik şok sendromu (TŞS) ve Makrofaj aktivasyon sendromu (MAS)
benzeri bulguları da olduğu, ama aynı zamanda bazı farklarının da olduğu görüldü. Dolayısıy-
la bu yeni klinik durum farklı bir hastalık olarak, Multi-inflammatory syndrome in childhood
(MIS-C) adıyla tanımladı. Hastalığın tanısı için çocukluk çağında olmak, ateş yüksekliğinin ol-
ması, enflamasyonun laboratuvar göstergelerinin varlığı ve en az iki organda hasar kantının
olması gibi kriterler geliştirildi. MIS-C olgularının çoğunun PCR negatifken antikor pozitif ol-
duğu görüldüğü için hastalığın patogenezinde antijen-antikor kompleksinin indüklediği bir
hiperinflamatuvar tablo olduğu öne sürüldü. Tedavide steroid ve intravenöz immünglobulin
(IVIG) oldukça faydalı bulunmuş olup dirençli olgularda anakinra ve tosilizumab gibi biyolojik
ajanlar önerilmektedir.

31
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Anne Sütü İle Beslenme

Ass. Dr. Gülçin Ünlü

Dünya sağlık örgütü ve UNICEF bebeklerin sağlıklı büyüme ve gelişmesi için anne sütünün
eşsiz bir besin kaynağı olduğunu belirtmektedir.

İnsan yaşamında ilk 2 yaş büyüme, yaşam boyu sağlık, davranışsal ve bilişsel gelişim için çok
önemlidir. Bu dönemde optimal beslenme gereklidir. Bebeğin doğumdan sonraki ilk 1 saat
içinde emmesi ilk 6 ay tek başına anne sütü ile beslenmesi, sonrasında tamamlayıcı beslen-
me ile birlikte anne sütünün en az 2 yaşının sonuna kadar sürdürülmesi önerilmektedir

• Anne sütünün büyüme ve gelişme, enfeksiyonlardan korunma başta olmak üzere psiko-
lojik, sosyal ve ekonomik yönden de yararları olduğu kanıtlanmıştır.Ayrıca anne ve bebek
arasındaki bağın oluşmasını sağlamaktadır.
• UNICEF ın verilerine göre gelişmekte olan ülkelerde altı aylıktan daha küçük çocukların
%39’u yalnızca anne sütü ile beslenmektedir. Doğumu izleyen ilk 6 ay içinde bebeklerin
tek başına anne sütü ile beslenmelerinin yaygın çocuk hastalıkları ve beslenme yetersizlik-
lerine bağlı bebek ölümlerini azalttığı bilindiğinden anne sütü ile beslenme desteklenmeli
ve yaygınlaştırılmalıdır.
• Dünyada Türkiye’nin de içinde bulunduğu pek çok ülke tarafından imzalanan ve uygula-
maya konulan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde çocukların en temel haklarından birisi olarak
beslenme hakkı gösterilmekte anne sütü ile beslenme hakkı üzerinde önemle durulmak-
tadır
Laktasyonun oluşumunda 2 ana evre bulunmaktadır;
• Evre I-Gebelik ve 2. Trimesterden oluşur: Östrojen, progesteron, plasental prolaktinin et-
kisi ile duktal ve alveolar yapının olgunlaştığı dönemi kapsar
• Evre II-Doğum ile başlayan dönemdir: Östrojen,progesteron

Düşer ve prolaktin yüksek düzeyde kalır.Meme glandı prolaktine duyarlı hale gelir. Süt yapımı
başlar.

Emzirme ile beraber Hipotalamus uyarılır, Arka hipofizden oksitosin salınımı ve Ön hipofiz-
den prolaktin salınımı artar. Prolaktain meme alveol epitelyum hücrelerindeki süt salınımını,
oksitosin ise myoepitelyal hücre kontraksiyonunu sağlıyarak laktasyonun oluşmasına katkıda
bulunur.

32
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Anne Sütünün Bileşimi ve Özellikleri
Anne sütü bileşiminin en önemli özelliği bebeğin yaşına ve durumuna uygun değişim gös-
termesidir.İçeriği bir anneden diğerine ve aynı annenin sütünde değişkenlik göstermektedir.

Anne sütünün miktarı ve besin içeriği; bebeğin doğduğu gebelik haftasına, bebeğin yaşına,
gün içindeki zaman dilimine, emzirmenin başında ve sonun olunmasına göre değişir. Sütün
besin içeriği bebeğin o andaki gereksinimlerine göre değişkenlik gösterir ve mucizevi olarak
her anne kendi bebeği için en uygun sütü üretir.

Doğumdan sonra süt bileşenleri kolostrum, geçiş sütü ve olgun süt olmak üzere 3 evrede de-
ğişkenlik göstermektedir.

Kolostrum içerdiği B-karotenden dolayı sarı renklidir, doğumdan sonraki ilk günlerde salgı-
lanır ve yenidoğanın gereksinimleri açısından çok büyük önemi vardır. Kolostrumun olgun
süte oranla enerji ,yağ ve laktoz içeriği düşük, protein içeriği yüksektir. Ayrıca A, E vitaminleri,
B-karoten, çinko ve eser elementlerden de zengindir.Kolostrum olgun süte oranla Na, Cl ve
Mg içeriği daha yüksek, K ve Ca oranı ise daha düşüktür.

Bebeğin ilk aşısı olarak da nitelendirilen kolostrumun bebeği enfeksiyonlardan koruyucu etki-
si içerdiği lenfosit, makrofaj, komplemanlar,laktoferrin , laktoperoksidaz, lizozim ve antikorlar
ile sağlanır

Ayrıca kolostrum, salgısal IgA içeriğinin yüksek olmasıyla da bebeğin mukozal bariyerinin güç-
lenmesi sonucu dış patojenlere karşı koruyuculuk sağlar.

Normal barsak florasının oluşumu için önemli olan kolostrum, mekonyum çıkışını kolaylaştı-
ran laksatif etkisiyle de yenidoğan sarılığını önleyici özellik gösterir.

Geçiş sütü, kolostrumdan sonra salgılanan ve 15. güne kadar devam eden laktoz, yağ ve enerji
miktarı kolostruma oranla daha yüksek, protein içeriği daha düşük olan süttür. Salgılanması
doğumdan 2 hafta sonra başlayan ve emzirme süresince devam eden süte olgun süt denir .
Süt yapımı artışı 40. saatde başlar (3.- 4. gün) , 4.-6. Hafta Max 800 ml/gün, 6. Ayın sonuna ka-
dar 750-1000ml arası olup sonrasında miktarı korunur .Kolostrum ve olgun sütün en önemli
farklarından biri de Kolostrumdaki whey/kazein oranı 90/10 iken olgun sütteki 60/40 olmasıdır.

• Term bir gebelik sonucu olgun sütün ortalama makrobesin içeriği :9-12 gr/l protein, 32-36 gr/l
yağ ve 67-78 gr/L laktozdan oluşur. Enerji içeriği 65-70 kcal/dl olup anne sütünün yağ içeriği ile
ilişkilidir .Olgun sütün protein içerği (9-12 gr/l)inek sütüne oranla (33 gr/l) daha düşük olmasına
karşın biyoyaralanımı yüksektir. Anne sütündeki protein içeriklerilerini sIgA,IgM,IgG, Laktofer-

33
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
rin, Laktalbumin, Lizozim, Kazein, Whey oluşturur. Anne sütündeki başlıca proteinler kazein
ve whey proteinleridir. Kazein ester bağlı fosfat, yüksek oranda prolin ve düşük miktarda sistin
içeren bir süt proteininidir. Anne sütünün inek sütüne oranla daha düşük kazein içermesine
ek olarak içerdiği kazein miçellerinin çapının daha küçük olması yenidoğanın gereksinimleri-
ne uygunluk sağlar. İnek sütündeki alerjen proteinlerden olan B-lactoglobulinin aksine anne
sütünün başlıca whey proteini olan alfa lactoalbumin laktozun sentezlenmesini sağlayan lak-
toz sentetaz enzimini yapısında bulunur. Glukoz ve galaktozdan sentezlenen laktoz anne sü-
tündeki başlıca karbonhidrattır. Yavaş ve kolay sindirilen Laktoz yenidoğanın kan şekerinin
düzenlenmesinde önemlidir. Anne sütünde bulunan yağların %97 si trigliseridlerden oluşur
ve enerji içeriğinin%35-55 i yağlardan oluşur. Anne sütündeki lipid içerikleri: Trigliserid, FFA,
linoleik asittir.

Anne sütünde bulunan ve birçok enzimatik yolakta görev alan kalsiyum miktarı inek sütüne
oranla düşük olsa da emilimi yüksek olduğundan ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenen bebe-
ğin gereksinimlerini karşılamaktadır. Anne sütündeki sodyum miktarı inek sütüne oranla çok
daha düşüktür. Bu durum anne sütü ile beslenen bebeklerin gelişimini tam olarak tamamla-
mamış böbreklerindeki solüt yükünü önemli ölçüde azaltır. Anne sütündeki demir yoğunluğu
0.2-.0.4 mg/L olmasına karşın demirin %50 ye yakını emilebildiğinden biyoyararlanımı yüksek-
tir.
Anne Sütü ile Beslenmenin Bebek ve Anne için Yararlarından Bahsedicek olursak ASYE, Otitis
media, İYE, Gastroenterit, NEK,Alerjik hastalıklar, Ani bebek ölüm sendromu, Obezite, Ülseratif
kolit, İnsüline bağımlı DM, Hiperlipidemi gibi akut ve kronik hastalıklardan korur.
Büyüme gelişmeyi olumlu yönde etkiler
Anne bebek arasındaki bağı kuvvetlendirir
Çene ve diş gelişimini iyi yönde etkiler
Over ve meme kanseri riskini azaltır
Anneyi osteoporozdan korur
Uterusun eski durumuna dönmesine yardımcı olur
Menstrasyonu baskılayarak gebelikten korunmayı sağlar
Anne sütünden yararlanmayı maksimuma çıkarmak için doğru emzirme yöntemini anneye
öğretmek gerekir;

Annenin Bebeği Memeye Tutuşunda Dört Temel Nokta Vardır;


• Bebeğin başı ve gövdesi düz bir hatta olmalı
• Yüzü memeye bakmalı, burnu meme ucunun karşısında olmalı
• Vücudu annesininkine yakın olmalı
• Yeni doğmuşsa poposundan desteklenmeli
• Areolanın bebeğin alt çenesine yakın olan kısmı, üste kıyasla daha fazla oranda ağız içinde
olmalı

34
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
• Bebeğin alt dudağı dışa dönük olmalı
• Bebeğin çenesi meme ile temasta olmalıdır

Bebeğin etkin ve doğru emdiğini gösteren bazı göstergeler vardır, bunlar:


• Bebeğin yanakları dolgun görünmeli
• Bebek ağır ağır ve ritmik emmeli
• Yutkunma sesleri duyulmalı
• Emme-yutma-nefes alma eşgüdümlü olmalıdır.

Bir çok hastanede uygulanan Bebek Dostu Hastane Girişimi Temelini Oluşturan ‘Başarılı em-
zirmede 10 adım uygulamlarına göz atıcak olursak
1. Kuruluşta çalışan tüm sağlık görevlilerine düzenli olarak iletilen yazılı bir emzirme politikası
oluşturmak
2. Bu politikayı yürütmek için gerekli becerileri tüm sağlık görevlilerine kazandırmak üzere
bir eğitim programı sunmak
3. Tüm hamile kadınları emzirmenin yararları ve uygulaması hakkında bilgilendirmek
4. Annelere doğumdan sonraki ilk yarım saat içinde emzirmeye başlamaları için yardım et-
mek
5. Annelere nasıl emzireceklerini göstermek bebeklerinden ayrı kalsalar da emzirmeyi nasıl
sürdürebileceklerini öğretmek
6. Tıbbi bir gereksinim olmadıkça yenidoğana anne sütü dışında herhangi bir yiyecek ya da
içecek vermemek
7. Anne ve bebeğin 24 saat aynı odada kalmasını sağlamak
8. İsteğe bağlı emzirmeyi özendirme
9. Anne sütü ile beslenen bebeklere biberon veya yalancı emzik vermemek
10. Anneleri, taburcu olduktan sonra da emzirmeye devam edebilmeleri, karşılaşabilecekleri
sorunları çözebilmeleri ve bebekleri ile kendilerinin kontrollerini yaptırabilmeleri için baş-
vurabilecekleri sağlık kuruluşları hakkında bilgilendirmek

Anne sütü her bebek için mucizevi bir besindir ve her bebek anne sütü almalıdır, bazı istisna
durumlarda bebeklere anne sütü vermekten kaçınmak gerekir bunlar
• Annenin ağır hastalığı
• Annenin psikozu
• Annenin HIV infeksiyonu
• Annenin HTLV-I (İnsan T-hücre lenfotropik virusu-I) infeksiyonu
• Annenin aktif akciğer tüberkulozu
• Göğüs ve civarında aktif HSV lezyonu
• Annenin kemoterapi ya da radyoterapi alması
• Bebeğin metabolik hastalıkları (galaktozemi, fenilketonüri vs.)

35
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Adolesanda menstruasyon ilişkili sorunlar: Endokrinolog ve
jinekolog görüşleriyle iki olgu

Gürkan TARÇIN1, Hasan KARAKAŞ2, Elif AKŞAHİN3


1 İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı
2 İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
3 İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı

Giriş
Anormal uterin kanama (AUK), adolesanda sık görülen bir sorun olup adetlerin anormal sık-
lık, süre ve miktarıyla ilişkilidir. Adolesanda bu durum en sık olgunlaşmamış hipotalamo-hi-
pofizer-ovaryan (HHO) aksa bağlı olup genellikle reprodüktif özelliklerin gelişmesi sırasında
fizyolojik bir durumdur. Anormal uterin kanama nedeniyle tetkik edilen adolesanlar sistemik
hastalık ve ilaç kullanımı açısından sorgulanmalı; tam kan sayımı, tiroid fonksiyon testleri, pro-
laktin, koagülasyon parametreleri incelenmeli ve pelvik ultrasonografi (USG) görüntülemesi
yapılmalıdır. Bu tetkiklerde bir anormallik bulunması durumunda altta yatan patolojinin dü-
zeltilmesi gerekir. Anormal uterin kanamanın henüz immatür olan aksa bağlı olduğu düşü-
nüldüğü durumlarda ise kanamanın miktarına göre ve bu durumun adolesanın yaşam kalitesi
ve psikolojik durumuna olan etkisi göz önünde bulundurularak kombine oral kontraseptifler
(KOK) veya progesteron tedavisi kullanılabilir (1).

Polikistik over sendromu (PKOS), hiperandrojenizm ve düzensiz adet kanamaları ile ortaya
çıkan, kronik anovulasyon ile ilişkili bir durumdur. Adolesan yaş grubunda anovulatuar dön-
gülerin fizyolojik sürecin bir parçası olması tanıda zorluklara neden olsa da; ovulatuar disfonk-
siyonun göstergesi olarak yaşa göre anormal adet düzeni ve ovulatuar disfonksiyon bulguları,
hiperandrojenizmin klinik ya da biyokimyasal olarak gösterilmesi PKOS tanısını düşündürür.
Tedavide amaç adetlerin düzenlenmesi, metabolik durumun düzeltilmesi ve yaşam tarzının
değişikliklerinin sağlanmasıdır. İlk yaklaşım diyet düzenlenmesi ve egzersiz olup gerekirse
metformin, antiandrojenik ajanlar ve kombine ya da sadece progesteron içeren oral kontra-
septifler kullanılabilir (2).

Olgu 1: 13 yaş 4 aylık kız hasta baş dönmesi ve senkop nedeniyle acil servise getirildi. Bilinen
bir hastalığı ya da ilaç kullanımı olmayan hastanın 15 gündür yoğun miktarda vajinal kanaması
olduğu öğrenildi. Fizik bakısında soluk, taşikardik ve hipotansif olan hastada hemoglobin 7,2
g/dL saptanıp protrombin zamanı (PT) ve aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT) normal
saptandı. Kanaması devam eden hasta, acildeki ilk müdahaleden sonra servise yatırıldı. Tiroid
fonksiyon testleri, prolaktin ve von Willebrand faktör (vWF) düzey ve aktivitesi gönderildi. Pel-

36
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
vik USG’de over ve endometrium doğal izlendi. Traneksamik asit, demir replasmanı ve yüksek
doz kombine oral kontraseptif tedavisi başlanan hastada tedavinin ikinci günü kanama dur-
du. Von Willebrand faktör düzeyi düşük saptanan hasta vWF eksikliği tanısıyla hematolojiye
yönlendirildi. Traneksamik asit tedavisi 5 günün sonunda kesildi ve oral kontraseptif tedavisi
21 güne tamamlandı.

Olgu 2: 16 yaş 5 aylık kız hasta adet görmeme yakınmasıyla polikliniğe başvurdu. Adet gör-
meye 5 yıl önce başladığı ve her zaman düzensiz seyrettiği, en son 6 ay önce adet gördüğü
öğrenildi. Fizik bakısında obez görünümde; karın, sırt, göğüs ve yüzünde kıllanma olduğu gö-
rüldü. FSH, LH, estradiol, beta-hCG, anti-mülleryan hormon, tiroid fonksiyon testleri, prolaktin,
17 (OH) progesteron düzeyleri normal saptandı. Total testosteron, serbest testosteron, DHEA-S
düzeyleri yüksek saptandı. Pelvik USG’de her iki over hacmi artmış, periferik yerleşimli folikül-
ler görüldü. Endometrium kalınlığı artmış olarak ölçüldü. Hiperandrojenizm kliniği ve uyumlu
laboratuvar bulguları, ayrıca kronik anovulasyon bulguları saptanan hastada PKOS düşünüle-
rek diyet ve egzersiz önerilerinde bulunuldu. 3 ay boyunca her ay 10 günlük medroksiproges-
teron tedavisi uygulandı. 1 yıllık izlem sonucunda kilo veren ve düzenli egzersiz yapan hastanın
kıllanma yakınması azaldı ve adetlerinin düzene girdiği görüldü.

Sonuç
Ağır menstrual kanama acil bir durum olup altta yatabilen nedenler aydınlatılarak hemostatik
ajanlar ve gerekirse oral kontraseptifler ile kontrol altına alınmalı, olgular yakın izlenmelidir.
Adolesan dönemde önemli bir diğer sorun PKOS tanısının konulmasıdır. Bu dönemde ölçütle-
rin geçerliliği hala tartışmalıdır ve bir dışlama tanısı olarak değerlendirilmelidir. Adolesanlarda
menstruasyon ilişkili sorunlara yaklaşımda endokrinologlar ve jinekologlar arasında farklılıklar
olsa da bu dönemde HHO aksın tam oturmadığı göz önünde tutularak mümkün olduğu ka-
dar konservatif bir yaklaşımda bulunulmalıdır.

Kaynaklar
1. Screening and Management of Bleeding Disorders in Adolescents With Heavy Mens-
trual Bleeding: ACOG COMMITTEE OPINION, Number 785. Obstet Gynecol. 2019
Sep;134(3):e71-e83.
2. Peña AS, Witchel SF, Hoeger KM, Oberfield SE, Vogiatzi MG, Misso M, et al. Adolescent poly-
cystic ovary syndrome according to the international evidence-based guideline. BMC Med.
2020;18(1):1–16.

37
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Hipoglisemiye Endokrinolojik Yaklaşım

Hande Turan
İUC-Cerrahpaşa Tıp Fakultesi, Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye

Hipoglisemi, plazma glukoz düzeyinin 50 mg/dl den düşük olması olarak tanımlanır. Yenido-
ğan döneminde görülen hipoglisemilerin bazıları geçici olurken, bir kısmı kalıcı olup direnç-
lidirler. Yenidoğan döneminde başlayıp, süt çocukluğu döneminde devam eden bu dirençli
hipoglisemilerin nedenleri arasında hiperinsülinizm, hormon eksiklikleri, glikojenoliz bozuk-
lukları, glukoneogenez bozuklukları, yağ asit oksidasyon bozuklukları sayılabilir. Yenidoğan
döneminin persiste eden hipoglisemi ve hipoglisemiye bağlı gelişen beyin hasarının en sık
nedeni kojenital hiperinsülinizmdir. Görülme sıklığı toplumlara göre 1/2500-1/50000 sıklıkta
değişkenlik gösterir. En sık rastlanan ve en ciddi mutasyonlar beta hücresinin KATP kanalının
2 subünitesinin (KCNJ11 ve ABCC8) aktive edici mutasyonlarıdır.

Dikkatli bir öykü ve doğru bir fizik muayene tanıda önemli ip uçları verir. Hipogliseminin nede-
ni açık olmadığında, en değerli teşhis bilgisi hipoglisemi sırasında alınan bir kan örneğinden
(“kritik kan örneği”) elde edilir. Saptanabilir miktarlarda insülin anormaldir ve hiperinsüliniz-
min neden olabileceğini gösterir. Kişinin metabolik durumunun diğer yönleri, özellikle düşük
seviyelerde serbest yağ asitleri, beta-hidroksibutirat ve ketonlar ve yüksek veya düşük seviye-
lerde C-peptid doğrulama sağlayabilir. Erken dönemde yapılacak genetik analizler ve f dopa
pet görüntülemesi hastanın tanı, tedavi seçimi ve izlemi açısından oldukça değerlidir.

Tedavide hafif ve orta düzeyde hipoglisemide, ağızdan beslenmeyle meyve suyu veya süt ve-
rilerek normoglisemi sağlanabilir. Ağızdan beslenmeyle düzelmeyen veya ağır hipoglisemi-
lerde intravenöz tedavi yapılır. Yenidoğan döneminde orta ve ağır hipoglisemi tedavisinde ilk
seçenek parenteral tedavi olmalıdır. Kritik kan örneği alındıktan hemen sonra 2 ml %10 luk
glukozun intravenöz olarak 5-10 dakikada verilmesini takiben 6-8 mg/kg/dakika olacak şekilde
glukoz infuzyonu başlanır. İntravenöz(İV) bolus glukozdan 15 dakika sonra plazma glukoz dü-
zeyi belirlenir, eğer hipoglisemi devam ediyorsa 5 ml/kg %10 luk dekstroz İV bolus olarak verilir
ve glukoz infüzyonu perifer damar yolundan %12,5 , santral kataterden %20 derişime kadar art-
tırılabilir.İntravenöz glukoza yanıt alınamıyorsa glukagon, hidrokortizon, adrenalin verilebilir.
Hiperinsülinizmin medikal tedavisinde ilk seçenek diazoksit kullanımıdır. Tedaviye yanıt yeterli
değilse somatastatin analogları, İV glukagon, kalsiyum kanal blokörleri eklenebilir. Medikal
tedaviye yanıt alınamayan vakalarda cerrahi tedavi olarak tümör eksizyonu, subtotal pankrea-
tektomi veya total pankreatektomi yapılır.

38
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
SONUÇ
Yenidoğan ve infantlarda hiperinsülinemik hipoglisemi nörolojik sekelleri önlemek için acil ve
etkin tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Konjenital hiperinsülinizm yenidoğandaki kalıcı
hiperinsülinizmin en sık nedenidir. Moleküler genetik testler pankreatik histolojiyi ve klinik
süreci tahmin etmede , tedavi seçimine karar vermede ve rekürrens risklerini tanımlamada
çok değerlidir.

39
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Pnömoni Tablosu İle Başvuran Lenfoblastik Lenfoma Olgusu

Hasan Yanık
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği

4 yaş 2 aylık erkek hasta, solunum sıkıntısı, ateş şikayetleri ile başvurduğu dış merkez çocuk
acil servisinden takipnesi, subkostal ve interkostal çekilmeleri olması üzerine pnömoni, co-
vid-19 ön tanıları ile çocuk yoğun bakım ünitemize sevk edildi. Özgeçmişinde prenatal, natal,
postnatal öyküsünde özellik yok. 3 yıl önce astım tanısı alan hasta evde budesonid 2x1 mg ne-
bul, salbutamol 3x2,5 mg nebul tedavisi alıyormuş. Büyüme gelişmesi yaşıtlarıyla uyumlu. Soy-
geçmişinde anne baba arasında 1. derece kuzen evliliği mevcut. Ailede malignite öyküsü yok.
Fizik muayenede ağırlık/pers: 14 kg (5-10 p.) boy/pers: 105 cm (25-50 p.) Ateş:38,1° C, solunum
sayısı:53/dk nabız:128/dk tansiyon:110/78 mmHg . Genel durumu orta. Solunum sistemi mua-
yenesinde solunum sesleri sol hemitoraksta belirgin olmak üzere bilateral azalmış, takipneik,
ral yok, bilateral ronküs, subkostal ve interkostal retraksiyon mevcut. Sindirim sistemi muaye-
nesinde sağ kot altında karaciğer yaklaşık 3-4 cm palpable, sol kot altında dalak yaklaşık 3 cm
palpable, traube kapalı idi. Alınan tetkiklerinde hemogram, koagülasyon, kan gazı normal sap-
tandı. Biyokimyasında ürk asit yüksekliği fosfor yüksekliği mevcuttu. LDH yüksekliği de olan
hasta Laboratuvar tümör lizis ile uyumlu bulgular vardı. Rezervuarlı maske ile 10 lt/dk oksijen
tedavisiyle izlenen hastaya kontrastlı torakoabdominal BT götüntüleme yapıldı. Mediasten-
de perikard etrafında yumuşak doku dansitelerine ait görünümler dikkati çekmekte, solda 3
cm kalınlığına varan plevral effüzyon saptandı. Komşu parankimde kompresyon atelektazileri,
komşu segmentte konsolidasyon alanları mevcuttu. Yapılan ekokardiyografide minimal pe-
rikardiyal efüzyon, patent foramen ovale saptandı. Solunum sıkıntısı devam eden hasta yük-
sek akımlı nazal kanül ile oksijen desteğine geçildi. Covid-19 pcr sonucu negative saptandı.
Seftriakson ve klindamisin tedavisi başlanarak antibiyoterapi 7 güne tamamlandı. Salbutamol,
ipratropiyum bromür, budesonid nebul tedavisi uygulandı. 2000 cc/m2 intravenöz mayi (%5
dextroz %0,45 NaCl), allopurinol 10 mg/kg, furosemid 1 mg/kg tedavisi başlandı. Torasentez
yapılan hastanın plevral mayinin sitopatolojik incelemesinde blastik hücreler görüldü. Len-
foblastik lenfomayı düşündürdü. Yapılan tru-cut biyopside Hafif iri nükleus, kontürleri hafif
düzensiz ince kromotinli dar sitoplazmalı lenfoid hücreler, fagositik aktivite gösteren makro-
fajlardan oluşan karyopiknotik indeksi yüksek infiltrasyon izlendi. Morfolojik ve immünohis-
tokimyasal bulgular T hücreli lenfoblastik lösemi / lenfoma ile uyumluydu. Kemoterapi; NHL-
BFM-LBL-2012 protokolü ile 60 mg/m2/gün prednizolon iv ve H2 bloker 3x1 mg/kg/doz iv tedavi
başlandı. Kemik iliği aspirasyon örneğinden immünfenotiplendirme için tetkikleri gönderildi
(Bayram tatili nedeni ile tedavinin 7. Gününde yapılabildi.). Kemik iliğinden yapılan yaymanın
mikroskobik incelemesinde, atipik hücre-blast gözlenmedi. Tedavinin 8. gününde biyokimya

40
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
tetkikleri normal saptanan hastanın tümör lizis için verilen allopürinol tedavisi sonlandırıldı.
Remisyon sağlanan hastanın çocuk onkoloji kliniğimizde takip ve tedavisi devam etmekte-
dir. Sonuç olarak yeni başlayan solunum sıkıntısı fizik muayenede ekspiryum uzunluğu olsa
bile tanımız astım olmayabilir. Solunum sıkıntılı hastanın yönetiminde ampirik steroid tedavisi
başlamadan etyolojinin kitle olmadığı gösterilmelidir.

41
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Tamamlayıcı beslenme

Mehmet Cihan Şentürk

Dünya sağlık örgütü (DSÖ) ilk 6 ay (180 gün) sadece anne sütü ile beslenmeyi önermektedir.
Ayrıca doğum sonrası ilk 1 saatte emzirmenin sağlanması, doğumdan itibaren vitamin D kul-
lanımı ve term infantlarda 4. ayın sonundan itibaren demir desteği verilmesi, emzirmenin en
az 2 yaşına kadar sürdürülmesi önerilmektedir.

Tamamlayıcı beslenmeye geçiş için önerilen yaş en erken 17 hafta en geç 26 hafta olup, has-
ta bazında karar verilmesi gerekmektedir. ESPGHAN 2017 raporuna göre 4. ayın sonundan
itibaren infantların sindirim sistemleri püre kıvamında besinlerin sindirimi için gelişmiş olup;
anne sütü temel besin kaynağı olacak şekilde tamamlayıcı beslenmeye başlanabileceği be-
lirtilmektedir. Bu husuta yapılan Cochrane analizlerinde ise ilk 6 ay sadece anne sütü alımı
önerisini değiştirmek yeterli kanıt düzeyi sağlanmamıştır. DSÖ’nün ilk 6 ay sadece anne sütü
ile beslenilmesi önerisi geçerlidir. Bebeğin tamamlayıcı beslenmeye başlayabilmesi için des-
teksiz başını tutması, destekli veya desteksiz oturabilmesi, besine ağzını açması ve doydu-
ğunu belli edebilmesi gerekmektedir. Tamamlayıcı beslenmeye başlandığında temel besin
anne sütü olmak üzere; sabırla, zorlamadan, püre kıvamında meyve veya sebzeler ile günde
2-3 öğün olarak 1-2 tatlı kaşığı miktarında başlanması önerilmektedir. Yeni besinin öğle öğü-
nünde, bebek çok aç veya uykulu değilken verilmesi önerilmektedir. Gıda tercihi oluşması için
bebeğin besini en az 8-10 kez tatması gerekmektedir. Miktar zamanla 3-4 yemek kaşığı olacak
şekilde artırılmalıdır. Meyve ve sebzeleri tercih ederken öncelik mevsim gıdalarına verilmeli ve
demir ve çinko açısından zengin besinler tercih edilmelidir.

Eski önerilerin aksine; et, balık, yumurta beyazı, yer fıstığı gibi allerji potansiyeli olduğu düşü-
nülen besinler tamamlayıcı beslenmeye geçiş ile birlikte başlanabilir. 8-9. aydan itibaren pü-
türlü ve parmak besinlere geçilmelidir ve bir öğünde 120-200 ml tüketilmesi önerilmektedir. 1
yaşından itibaren ailenin tükettiği besinleri tüketebilir.

İnek sütü ilk 1 yaş temel besin olarak önerilmez, besinlere az miktarda eklenerek tüketilebilir. 1
yaş sonrasında günlük tüketimin 1 bardağı (250 ml) geçmemesi önerilir.

42
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Bilimsel Makale Yazımı

Prof. Dr. Mehmet Şükrü Sever

Bilimsel makalelerin yazımı makalenin türüne göre farklılık gösterir. Aşağıda orijinal makale
yazımı hakkında özet bilgi verilecektir.

Makalenin genel yapısı: Başlangıçta makalenin bütünü hakkında bir planlama yapılır. Maka-
lenin uzunluğu genellikle şu şablona uygunluk gösterir: toplam uzunluk: 15 sayfa (çift aralıklı);
başlık sayfası: 1 sayfa; özet: 1 sayfa; giriş: 1 sayfa; materyal - metod: 4-5 sayfa; sonuçlar: 3 sayfa;
tartışma: 3-4 sayfa. Kelime sayısı dergiler arasında farklılık gösterir. Genelde 3000 - 3500 keli-
me civarındadır.

Başlık: Pek çok kimse makaleyi okuyup okumayacağına başlığa bakarak karar verir. Başlık
dikkatle seçilmeli; basit ve kısa (10 - 12 kelime) olmalı, çekici olmalı ve kısaltma içermemelidir.

Özet: Makalenin öncelikli (veya yalnızca okunan) bölümüdür. Makaleyi temsil etmelidir. Ge-
nellikle 150 - 300 kelime arasındadır. Özette referans, şekil, tablo ve sitasyon bulunmaz. Özetler
yapılandırılmış (temel bilgi, materyal metod, bulgular ve sonuçlar bölümleri ayrılmış) veya ya-
pılandırılmamış (bir bütün metin halinde) yazılır. Özette çalışmanın niçin yapıldığı (1 - 2 cüm-
le), çalışmanın kurgusu, popülasyonu ve ölçülen parametrelerin kısa özeti (2-3 cümle), önemli
bulgular (nümerik değer ve p değerlerini de içeren) (3 - 4 cümle) halinde verilir ve çıkan (eve
götürülecek) sonuç (1 - 2 cümle) yazılarak bitirilir.

Ana Metin: Beş temel bölümden oluşur: Giriş (Introduction), yöntem (Methods), bulgular (Re-
sults) ve (And) tartışma (Discussion). Bu bölümlerin İngilizce anlamlarından esinlenerek söz
konusu yapıya “IMRAD” yapısı adı verilir. Günümüzde orijinal makalelerin %95’inden fazlası
IMRAD yapısına göre düzenlenir.

Bu yapı içinde:
Giriş bölümünde makalenin odaklandığı problem özetlenerek tanıtılır; çalışmanın gerekli ol-
duğuna dikkat çekilir; amaç tam olarak aktarılır; problemi vurgulayan önceki çalışmalar ta-
nımlanır; çalışılacak hipotez ve çıkacak sonuçların önemi kısa ve öz olarak anlatılır. Özetle, oku-
yucu makaleyi okumaya teşvik edilir. Genelde 3 - 5 paragraftır.

Yöntem ve gereçler bölümünde çalışmanın kurgusu (ileriye dönük, kesitsel, geriye dönük,
kontrollu vb.) açıklanır. Primer ve sekonder amaçlar ortaya konur. Araştırma materyali (hasta-

43
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
lar / deney hayvanları); çalışmaya alınma / dışlanma kriterleri, kullanılan ilaçlar, kimyasal mad-
deler, jenerik adlar, dozlar, uygulama yolları, analizlerde kullanılan yöntemler, araçlar, işlemler
ve istatistiksel yöntemler hakkında bilgi verilir. Etik özellikler vurgulanır.

Bulgular - sonuçlar bölümünde “Giriş”te belirlenen ve çözümü aranan sorunları yanıtlayan


ve çalışma sonucunda ulaşılan veriler anlaşılır ve etkili bir şekilde ortaya konur. Hoşa giden /
gitmeyen veriler objektif şekilde sunulur; yorum yapmadan yalnızca bulgular verilir. Bulgular
bölümünde tablolar repetitif özellikli verileri özetleyerek sunması bakımından, şekiller ve algo-
ritmalar ise çalışmanın materyal ve metodoloji veya bulguları içinde bulunan önemli bölümle-
ri anlaşılır şekilde okuyucuya sunmak bakımından çok önem taşır.

Tartışma’da ise öncelikle yapılan çalışmada ulaşılan ana bulgular çok kısaca vurgulanır; sonuç-
lar değerlendirilir; diğer çalışmalar ile karşılaştırılır; zayıf yönler (limitasyonlar) anlatılır; buna
rağmen çalışmaya niçin inanıldığı belirtilir. Limitasyonlar materyal ve metodoloji ile veya bul-
gular ile ilgili olabilir (kurgu yanlışlığı, seçim ikilemi, karıştırıcı faktörler, örneklem küçüklüğü,
bazı parametrelerin tayin edilememesi, takip dışı kalan hastalar, veri eksikliği vb.). Sonuçlarda
verilmeyen bulgu kesinlikle tartışılmaz. Önemli olarak da hiç bir bulgu ilk defa tartışmada
geçmez. Tartışmanın en son bölümünde varılan sonuçlar ve ileride yapılabilecek çalışmalara
yönelik öneriler ile makale bitirilir.

Kaynaklar. Makalenin son bölümüdür. Konu ile doğrudan ilgili (dergiye göre değişmek üze-
re genellikle) 30 - 35 tane kaynağı içerir. Kaynaklar makale içi referans numaraları ile tutarlı
olmalı, yalnızca güncel kaynakları değil, o konuda yapılmış en önemli çalışmaları da içermeli-
dir. Referansların kolaylıkla yerleştirilmesi ile ilgili olarak mutlaka bir referans yazılım programı
(Reference Manager®; End Note®; Mendeley® vb). kullanılmalıdır. Bu programlar yazarlara çok
büyük kolaylık sağlar. Her genç akademisyen en kısa zamanda bu programlardan birini öğ-
renmelidir.

44
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Ateş İle Prezente Olan MIS-C Olgusu

Prof. Dr. Özgür Kasapçopur, Uzm. Dr. Fatih Haşlak, Dr. Memnune Nur Çebi
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji
Bilim Dalı

Olgu Sunumu
5 Yaş erkek hasta tarafımıza beş gündür olan antipiretik dirençli ateş, iki gündür olan baş ve
boyun bölgesinde ateş sonrasında beliren döküntü, kusma ve ishal yakınmasıyla başvurdu. Öz-
geçmişinde özellik olmayan hastanın soygeçmiinde babada 1 ay önce COVID öyküsü mevcut-
tu. Fizik muayenesinde genel durumu orta düşkün olarak değerlendirilen hastanın subfebril
ateşi ve taşikardisi mevcuttu. Inspeksiyonla; yüzde ve boyunda yaygın, basmakla solan birleş-
me eğilimi gösteren maküler döküntüleri, bilateral konjonktival hiperemisi olduğu gözlendi.
Orofarenksi hiperemik olan ve kırmızı çilek dili saptanan hastanın bilateral anterior servikalde
1cm çapında lapları vardı. Kardiyovasküler sitem muayenesinde mitral odakta daha belirgin
olmakla birlikte tüm odaklarda duyulan 2/6 sistolik ejeksiyon üfürümü saptandı. Diğer siste-
mik muayenesinde patoloji saptanmayan hastanın tetkiklerinde hemogramında lenfopenisi
olduğu gözlendi. Biyokimya tetkilerinde akut faz reaktanlarında belirgin artış olan hastanın
eşlik eden hiponatremisi ve hipokloremisi mevcuttu. Koagülasyon tetkiklerinde D-Dimer ve
fibrinojen sınırda artmıştı. Tam idrar tetkikinde keton 2+ saptanan hastanın eşlik eden piyü-
risi de mevcuttu. Kardiak markerlarında patoloji saptanmayan hastanın ekokardiyografisinde
de patolojik bir bulgu gözlenmedi. Mevcut patolojik bulgular değerlendirildiğinde MIS-C ön
tanısıyla hasta çocuk acil servise yatırıldı. Asetilsalisilik asit 50mg/g, IVIG 2gr/kg başlandı,dek-
sametazon 2mg/kg uygulandı.COVID IgM- IgG+ geldi, lipit paneli çalışıldı, trigliserid yüksekli-
ği saptandı.Kontrol tetkiklerinde panstitopenisi geliştiği gözlendi, pulse steroid ve seftriakson
tedavisi başlandı.İzleminde dirençli ateşi devam eden ve döküntülerinde artış saptanan has-
taya 3 gün boyunca Anakinra(İnterlökin-1 reseptör antagonisti) başlandı.Antipiretik yanıtsız
ateşi devam eden, sıvı tedavisine yanıtsız hipotansiyonu gelişen hasta yoğun bakım ünitesine
transfer edildi. Hastanın almakta olduğu anakinra, pulse steroid ve aspirin tedavilerine devam
edildi.Hemokültür ve idrar kültürlerinde üreme olmayan hastanın ateşi ilk dört gün dirençli
seyretti,akut faz reaktanlarındaki artış devam etti.Antibiyoterapisi sulperazon,teikoplanin ve
amikasin olarak düzenlendi.Yatışının dördüncü gününden sonra ateşi tekrar etmeyen has-
tanın pulse steroid tedavisi profilaksi dozuna düşürüldü,sitopenileri ve döküntüleri gerileme
eğilimine girdi.Hasta yatışının dokuzuncu gününde sefiksim,asetil salisilik asit, prednol ve lan-
soprazol tedavileri düzenlenerek taburcu edildi. Güncel poliklinik kontrollerinde aktif yakın-
ması saptanmayan hastanın asetilsalisilik asit ve metilprednisolon tedavileri sonlandırıldı.

45
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Çocuklarda noninvaziv mekanik ventilasyon
Olgu sunumu

Sunan: Dr. Mirsaid AGHALAROV


Danışman: Doç. Dr. Fatih AYGÜN

9 yaş, erkek hasta, 6 aylıktan itibaren tuberoskleroz nedeniyle takip ediliyor. İntrakraniyal lez-
yon eksizyonu nedeniyle 2 kez opere olmuş, postop takipte ateşi olup bilateral vp şant ile izle-
nen hastanın tetkiklerinde Covid İgM (+) saptanması, hemokültürde candida+pseudomonas
üremesi, sepsis bulguları ve solunum sıkıntısı nedeniyle YBÜ ihtiyacı için tarafımıza yönlendi-
rilmiş. Genel durumu kötü.

Oda havasında SpO2: %87, KTA: 170/dk, DSS: 40/dk TA: 143/90 mmHg
Bilinç açık, oryente, koopere, GKS 15, pupiller izokorik. İR +/+ KDZ<2sn.
Solunum sistemi: solunum sesleri bilateral eşit, yaygın krepitan ral + taşipneik, subkostal çe-
kilme +.
Kardiyovasküler sistem: S1+ S2+ ek ses ve üfürüm yok, taşikardik.
Batın muayenesi rahat, distansiyon yok, bağırsak sesleri normoaktif.
Organomegali yok.
Bilateral VP şant mevcut.
Beyaz küre: 11500 /mm3
Nötrofil: 10800 /mm3
Lenfosit: 400 /mm3
Monosit: 300 /mm3
Hgb: 7,5 g/dl
HCT: % 21,9
Trombosit: 89800 /mm3
Üre/kreatinin: 9/0,11 mg/dL
AST/ALT: 21/13,5 IU/L
Na/K/Cl: 144/3,4/105 mmol/L
Ca: 7,6 mg/dL
P/Mg: 2/2,35 mg/dL
Total protein/Alb: 5,3/3,3 gr/dl
CRP: 188,78 mg/L
Prokalsitonin: 2,16 ng/ml
Koagulasyon
PT/APTT: 15,2/33,7 sn

46
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
İNR: 1,3
Kan gazı
pH: 7,451 pCO2: 48 mmHg Lac: 1,9 mmol/L HCO3: 31,6 mmol/L
pO2: 34,1 mmHg ABE: 8,4
PAAG: bilateral infiltrasyon mevcut
Solunum sıkıntısı olan hasta NİV-PS ile izleme alındı;
Ayarlar: PEEP: 8 cmH2O PEEP üstü: 10 cmH2O FiO2: 45 (TV: 200)
Sağ juguler HD kateteri ile sol femoral CVK açıldı.
Kan ve idrar kültürü gönderildi.
Dış merkezde başlanılan vankomisin, sefepim, kolistin, flukonazol antibiyoterapilerine devam
edildi.
Hidroksiklorokin 200mg tb 2x100mg tedaviye devam edilmesi planlandı.
Favipravir 200mg tb 2x1200mg yükleme, 2x600mg idame şeklinde başlaması planlandı.
Plazmafarez tedavisi (TPE 2000 filtre ile) uygulandı, komplikasyon gelişmedi, vitalleri stabil
seyretti. Ardından CRRT (oxiris filtre ile) başlandı.
İzlem süresince yakın monitorizasyon ve günlük akciğer grafileri ile takip edildi.

Yatışının 2. gününde çekilen kontrol PAAG`de havalanması az, yaygın infiltrasyon görülen
hastanın NİV basınç parametreleri; PEEP: 15 cmH2O PEEP üstü: 12 cmH2O olarak düzenlendi.
Aralıklı kan gazı ve tidal volüm takibi ile basınç değişiklikleri yapıldı.
Hidroksiklorokin ve Favipravir tedavisine devam edildi.
EKG çekildi, QTc:0.32 normal değerlendirildi.
Yatışında alınan kan kültüründe maya sinyali mevcut. Tedavisine kaspofungin eklendi.

KÜLTÜRLER
29/04/2020 Hemokültür: Candida albicans
29/04/2020 İdrar kültürü: Bakteri üremedi
03/05/2020 İdrar kültürü: Bakteri üremedi
03/05/2020 Hemokültür: Candida albicans
03/05/2020 Hemokültür: 5 günlük inkübasyonla bakteri üremedi. 
08/05/2020 Hemokültür: 5 günlük inkübasyonla bakteri üremedi.

Yatışının 4. günü
Hastadan COVİD PCR negatif sonuçlandı.
Genel durumu kötü, oda havasında SpO2:%85, KTA: 138/dk DSS: 35/dk, TA:136/94 NIV ile izlem-
de PEEP:12 PS:10, sedatize.
Tetkiklerinde; Hb:10,1 g/dL WBC:27,200 /mm3 PLT:236.000/mm3, Üre/Kre:8/0.38 Na:146 mmol/L
K:3,8 mmol/L Ca:9,2 mg/dL P:2mg/dL AST/ALT:16,9/12IU/L Albumin:3.67 g/dL CRP:31,96 mg/L
Pct:0,02 ng/mL,PTZ:14,8 aPTT:38,9 INR:1,22

47
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Kan gazı; pH:7.42 pcO2:46,6 Lac: 2,3 HCO3:28 saptandı.
Çekilen PAAG›de sol akciğerde havalanmada azalma, bilateral infiltrasyonların devam ettiği
izlendi. PEEP: 13 cmH2O PEEP üstü: 13 cmH2O olarak düzenlendi.
CRRT (oxiris filtre ile) devam edildi,kan: 100, kan öncesi:600, diyalizat:0 , replasman:900, UF: 0
ayarlandı. Aralıklı kan gazı ve koagulasyon kontrolleri yapıldı, CRRT heparin doz ayarlaması dü-
zenlendi. TMP değeri; 90-100 arasında izlendi. Akut faz yüksekliği gerileme eğiliminde olduğu
için plazmaferez bugün başlatılmadı.

Yatışının 6. gününde hastaya torax BT çekildi.


Genel durumu kötü, oda havasında SpO2:%85, KTA: 128/dk DSS: 35/dk, TA:120/100 ,NIV ile izlem-
de PEEP: 14 cmH2O PEEP üstü: 8 cmH2O , sedatize.
Çocuk Göğüs Hastalıklarının önerisiyle favipravir idame dozdan devam edildi.
Hidroksiklorokin tedavisi 5 güne tamamlanarak kesildi.
SVK ve Hemodiyaliz kateterinden kan ve idrar kültürü NDE.
TPE 2000 filtre ile Plazmaferez 5. seans uygulandı. Plazmaferez sonrası CRRT’ye devam edildi;
kan: 100, kan öncesi:600, diyalizat:0 , replasman:900, UF: 0 ayarlandı. Aralıklı kan gazı ve koagu-
lasyon kontrolleri yapıldı. Antikuagülan doz ayarlaması yapıldı.

Yatışının 9. gününde
Genel durumu orta, oda havasında SpO2:%95, KTA: 108/dk DSS: 20/dk, TA:121/83 mmHg, aralıklı
NIV ile izlemde PEEP: 11 cmH2O PEEP üstü: 4 cmH2O, fr: 14, bilinç açık, uyanık.
Enteral beslenme (NG ile) 6x250 cc beslenmekte.
Solunum muayenesinde solunum sesleri bilateral eşit, bazallerde azalmış.
Çekilen PAAG›de bilateral infiltrasyonların devam ettiği izlendi.
CRRT ve plazmafareze son verildi.
SVK kateteri çekildi.
Tetkiklerinde: wbc: 15900 neut: 13500 lymph: 1200 hgb: 10,1 HCT: 31,3 plt: 259700 Na: 137 K: 3 Ca:
8,5 P: 2,7 Mg: 2,3 üre: 33 kre: 0,32 AST/ALT: 24/26,5 alb: 3,57 CRP: 7,26 PCT: 0,249
Kontrol kan gazı: pH: 7,563 Pco2: 35,1 laktat: 1,5 HCO3: 32,8

BİPAP ihtiyacı azalmaya başlayan hastanın NİMV’den ayrıldığı süreler kademeli olarak arttırıla-
rak nazal oksijen desteği ile izlenmeye başlandı. Alınan kan ve idrar kültürlerinde üreme sap-
tanmadı. 13 gün izlem sonrası klinik, radyolojik ve laboratuvar (CRP: 4.1 mg/L) olarak düzelme
sağlanan hasta servis izlemine devredildi. Son kontrolünde akciğer grafisindeki infiltrasyonla-
rın belirgin olarak azaldığı gözlemlendi. Takibine serviste devam edildi.

48
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Neonatal Purpura Fulminans
Olgu Sunumu

Dr. Özge KAYNAR


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hematoloji Onkoloji Bilimdalı

Hastamız 30+6. Gestasyonel haftasında, 1860 gr, sezeryan ile doğan erkek bebekti. Postnatal
solunum sıkıntısı ve prematürite ile yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Prenatal takip-
lerinde barsak anslarında dilatasyon ve postnatal dönemde de batın distansiyonu olan hasta
ileal atrezi tanısı aldı. Çocuk cerrahisi tarafından 3 günlükken ileal rezeksiyon yapıldı ve ileos-
tomi açıldı. Postop dönemde akut faz yüksekliği olup kan kültürlerinde C. Albicans üremesi
olan hastanın yapılan ekokardiyografisinde sağ atriumda 11x3mm boyutunda kitle görünümü
saptandı. Vejetasyon ve tromboz ayrımı yapılamadığı için profilaksi dozunda düşük moleküler
ağırlıklı heparin(DMAH) tedavisi başlandı, izlemde kitle görünümü geriledi fakat hastanın 40
günlükken sağ el 2. 3. ve 4. parmaklarda siyanozu ve dijital nekrozu gelişti. Purpura fulminans
olarak değerlendirilen hastaya mevcut kullanmakta olduğu DMAH, tedavi dozuna çıkıldı, taze
donmuş plazma verildi. Antibiyotikleri ve antifungal tedavisi düzenlendi. İzlemde nekrozu be-
lirgin gerileyip sağ el 3. parmakta hafif mor renk kaldı. Aralıklarla TDP tansfüzyonuna devam
edildi. DMAH tedavisi profilaksi dozunda devam edildi. Hastanın purpura fulminans ayırıcı
tanısına yönelik anne ve babadan gönderilen protein C, protein S, antitrombin III tetkikleri
normal saptandı. Hastadan gönderilen Protein C: %44.4(15-59), Protein S: %58.4(22-90), Antit-
rombin III: %98.9(37-81) olarak saptandı. Hastanın dijital nekrozu tamamen geriledi ve DMAH
tedavisi de kesilip 165 günlükken taburcu edildi.

49
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Yenidoğanda Renal Ven Trombozu

Simge Çınar Özel, Özge Kaynar, Tülin Tiraje Celkan


İstabul Üniversitesi- Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı, İstanbul

Giriş
Çocuklarda ve yeni doğanda tromboz etiyolojisinde çoğunlukla birden fazla etken rol oyna-
maktadır. Görülme sıklığı giderek artmasına rağmen çocuklarda ve yeni doğanda erişkine
göre tromboz görülme olasılığı daha düşüktür. Yenidoğan, çocukluk dönemi, adolesan dö-
nemi ve erişkin dönemde tromboemboli etiyolojisinde farklı nedenler rol oynamaktadır. (1)
Renal ven trombozu (RVT) yenidoğanlarda kateter ilişkili olmayan venöz trombozlar içinde en
sık görülen tromboembolik olaydır. Yenidoğanlarda görülen trombozların yaklaşık %10’unu
oluşturur. (2) Trombotik komplikasyonlar asemptomatik olabileceği gibi organ kaybına neden
olan bir klinik tablo ile de sonuçlanabilir.

Olgu
Olgumuz 33 yaşında gestasyonel diabetes mellitus (GDM) tanılı ve diyetle kan şekeri regüle
olan annenin ilk gebeliğinden ilk canlı doğumu olarak 34. gebelik haftasında fetal distress
nedeniyle sezeryan ile 3350 gr olarak doğurtulmuştu. Doğumda siyanotik ve solunumu ye-
tersiz olması üzerine resusitasyon uygulanıp, takip amacıyla dış merkezde yenidoğan yoğun
bakımına alınmıştı. Göbek kataterizasyonu yapılan hasta postnatal 2. gününde karında şişlik
ve hematüri saptanması üzerine tarafımıza yönlendirilmişti. Prenatal öyküsünde, annenin oral
glukoz tolerans testi sonrası kan şekeri düzeyinin yüksek olarak saptandığı, ancak diyet uygu-
lanarak kan şekeri düzeylerinin normal sınırlarda tutulduğu ve insülin gereksinimi olmadığı
öğrenildi. Anne baba arasında akrabalık yoktu. Hastanın fizik muayenesinde takipne ve kar-
nın sağ hipokondriumunda yaklaşık 5 cm boyutunda düzgün yüzeyli kitle dışında özellik sap-
tanmadı. Hastanın başvuru hemoglobin 17 mg/dl, hematokrit %51, lökosit sayısı 10900/ mm3,
trombosit sayısı 128.000/mm3 saptandı. Makroskobik hematürisi olan hastanın tam idrar tet-
kikinde de bol eritrosit vardı, lökosit görülmedi, idrar kültüründe üreme saptanmadı. Hasta-
nın bilateral renal arter doppler ultrasonografisinde sağ böbrek boyutları 54*53 mm olup art-
mış, sağ renal ven içerisinde trombüs saptanıp akım azalmış olarak izlendi. Sol böbrek renal
ven, bilateral renal arterlerde akım normal saptandı. Hastaya yakın diürez takibi planlanarak,
tedavi dozunda antikoagülan (düşük molekül ağırlıklı heparin) başlandı. Ailesinde tromboz
öyküsü olmayan hastanın annesinden çalışılan protein C, protein S aktivitesi, antitrombin III
düzeyi, protrombin zamanı ve parsiyel tromboplastin zamanı normal bulundu. Hastanın mu-
tasyon analizinde MTHFR, Protrombin ve Faktör V Leiden mutasyonu negatif saptandı. Tedavi-
nin 2.gününden itibaren hematüri geriledi. Üç hafta tedavi dozunda antikoagülan tedavi alan

50
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
hastanın kontrol doppler ultrasonografisinde böbrek boyutlarında gerileme ve sağ renal ven
kan akımında artış saptanması üzerine hastanın antikoagülan tedavisi tek doza düşülerek ye-
nidoğan yoğun bakımdan taburcu edildi. Hastanın antikoagülan tedavisi 6.aya kadar uzatıldı,
kontrol ultrasonografisinde sağ böbrek boyutları 27 mm’ye kadar küçüldü, sol böbrek boyut-
ları normal saptandı. Hastanın takibine çocuk nefrolojisi ile beraber devam edilmektedir.

Tartışma
Yenidoğan dönemi çocukluk çağı trombozlarının en sık rastlandığı dönemdir. Bu dönemde
hematokrit yüksekliği, katater kullanımı ve doğal antikoagülanların düzeylerinin düşük olması
trombozu tetikler. Renal ven trombozu, her canlı doğumda 2.2:100000 olup yenidoğan yoğun
bakım ünitesine kabul edilen bebekler arasında 0.5:1000 oranında görülmektedir. (3) Protrom-
botik risk faktörleri ile beraber asfiksi, sepsis, dehidratasyon, maternal diyabet, hiperviskozi-
te, doğum travması, damar içine kateter yerleştirilmesi gibi hazırlayıcı faktörler patogenezde
majör rol oynamaktadır. En sık bulgular abdominal kitle, makroskobik hematüri, trombosito-
peni ve geçici hipertansiyondur. RVT ilerleyen dönemlerde hipertansiyon, renal atrofi, kronik
böbrek yetersizliği gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilmektedir. (4) Hastamızda da tedavi-
ye rağmen sağ börekte renal atrofi gelişti. Medikal tedavi yaklaşımları tartışmalı olup genel
olarak tromboz tek taraflı ise ve VCİ’a yayılım yok veya üremi eşlik etmiyorsa hasta izlenebilir
veya üç ay süreyle antikoagülan tedavi verilebilir. Bilateral RVT olgularında böbrek yetmezliği
varsa trombolitik ve antikoagülan tedavinin birlikte kullanılması önerilmektedir. (3,5) Bu has-
talarda tedavi en kısa zamanda mümkünse ilk 24 saat içinde başlanmalıdır. Tedavide gecikme
böbrekte kalıcı zedelenmeye neden olabilmektedir. Trombolitik tedavinin tek taraflı olgularda
çok etkili olmamasına karşın, bilateral RVT saptanan iki olguda renal fonksiyonları düzelttiği
gösterilmiştir. (5)

Sonuç
Klinisyenlerin klasik neonatal RVT belirti ve bulguları konusunda daha dikkatli olmaları gerek-
mektedir. Unilateral RVT olgularına tedavi başlanıp başlanılmaması konusu henüz net olarak
belirlenmiş olmamasına rağmen özellikle predispozan faktör ve/veya aile öyküsü olan bebek-
lerde diğer bebeklere göre daha yakın izlem yapılması ve tedavi başlanması önerilmektedir.
Unilateral ve risk faktörü olmayan bebeklerde destek tedavi yeterli olurken, bilateral olan ol-
gularda trombolitik tedavi fayda sağlamaktadır. Altta yatan trombofilinin araştırılması da bu
hastaların takibinde önemli rol oynamaktadır. Tüm bu bilgiler göz önüne alındığında neonatal
RVT takip ve tedavisi ile ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.

Kaynaklar
1. Management  of  thrombosis  in  children  and  neonates:  practical  use of  anticoagu-
lants  in  children, Monagle P ve ark, Hematology Am Soc Hematol Educ Program.  2018:
30;:399-404

51
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
2. Non Catether Induced Renal and Inferior Vena Cava Trombosis in a Neonate: A Case Re-
port, Aluloska N ve ark, Open Access Maced J Med Sci. 2018 : 23;6:1678-1681
3. Spontaneous neonatal renal vein thromboses: Should we treat them all? A report of five
cases and a literature review, Niada F ve ark, Pediatr Neonatol. 2018 ;59 :281-287
4. Prematüre bebekte bilateral renal ven trombozu, Arzu Akdağ ve ark, Çocuk Sağlığı ve Has-
talıkları Dergisi 2014; 57: 31-34
5. Renal outcome of neonatal renal venous thrombosis: review of 28 patients and effecti-
veness of fibrinolytics and heparin in 10 patients. Messinger Y ve ark, Pediatrics 2006; 118:
e1478-1484

52
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Pediatrik Kardiyopulmoner Resüsitasyonda Güncellemeler

Uzm Dr SİNEM ORAL CEBECİ

Kardiyopulmoner Resüsitasyonla (KPR) ilgili toplantılar ilk olarak 1990 yılında başlatılmış olsa
da Amerikan Kalp Derneği tarafından (American Heart Association) ilk kılavuz 2000 yılında
yayınlanmıştır. Her 5 yılda bir kez düzenli olarak yayınlanan bu kılavuzların amacı pre-arrest ve
post-arrest çocukları erken tanıyabilmek ve temel ve ileri yaşam desteği yönetimi için kaynak
oluşturmaktır.

Hastane içinde kardiyak arrest geçiren hastalarda sağ kalım oranları yıllar içerisinde artış gös-
terdiği halde hastane dışı kardiyak arrest olgularında aynı oranda artış gözlenmemiştir. Bunun
başlıca nedeninin hastane dışında sağlık çalışanı olmayan kişilerce yapılması gereken KPR’nin
yeterince bilinir olmaması olduğu düşünülmektedir.

Yeni kılavuzda yaşam kurtarma zinciri hastane içi ve dışı olarak iki farklı şekilde tanımlanmış,
mevcut zincirlere aile eğitimi ve rehabilitasyonu içeren yeni bir halka eklenmiştir.

Yaş grubu tanımlaması yeniden düzenlenmiş; <1 yaş infant, 1 yaştan puberteye kadar geçen
dönem çocuk olarak tanımlanmıştır. Puberte işareti olarak da kız çocuklarda meme gelişimi
erkek çocuklarda aksiller kıllanma kabul edilmiştir.

Temel Yaşam Desteği


Temel yaşam desteğinin basamakları dolaşımın sağlanması, hava yolunun açılması ve solu-
numun sağlanmasıdır (C-A-B). Öncelikle yapılması gereken hem uygulayıcının hem de hasta-
nın güvenliğinin sağlanmasıdır. Hastaya uyaran verilip yanıt olup olmadığı değerlendirilir. Bu
esnada çok sayıda kurtarıcı varsa hemen 112 aranmalıdır. Tek kurtarıcı olan durumlarda eğer
akıllı telefon mevcutsa hemen 112 aranmalı yoksa önce hastaya müdahale edilmelidir.

Solunum ve nabzın değerlendirilmesinden sonra solunum ve dolaşımı mevcut ve yeterli hasta


“rahatlama pozisyonuna” alınır. Solunumu olmayan dolaşımı mevcut hastaya 20-30 kez/dk so-
lunum desteği verilerek 2 dakika sonra tekrar değerlendirme yapılır. Eğer hem solunum hem
dolaşım yoksa hastaya göğüs basısı : solunum desteği oranı tek kurtarıcı varsa 30:2; çok kurta-
rıcı varsa 15:2 olmak üzere uygulanır. İleri yaşam desteğine ulaşana kadar hasta 2 dakikada bir
tekrar değerlendirilmelidir.

Dolaşımın değerlendirilmesinde altın standart nabzın kontrol edilmesidir. Infantlarda brakial

53
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
arter, büyük çocuklarda karotis ya da femoral arter nabzın kontrol edilmesi için tercih edime-
lidir. Göğüs basısı uygulaması sırasında infantlarda tek kurtarıcı varsa “iki parmak tekniği”, çok
kurtarıcı varsa “başparmak tekniği” uygulanmalıdır. Başparmak tekniğinde koroner perfüzyon
daha iyi, bası derinliği daha uygun (ortalama 5,6 mm daha derin) sağlandığı, kan basınçları
daha yüksek idame ettirilebildiği için öncelikli olarak önerilmektedir. Büyük çocuklarda ise bir
ya da iki el kullanılarak bası uygulanır.

Hava yolunu açmak için infantlarda omuz altına, daha büyük çocuklarda baş altına ufak bir
yükselti konulabilir. Bununla hava yolu açıklığı sağlanamadığında “baş geri çene yukarı ma-
nevrası” servikal travma şüphesi olan vakalarda “çene itme menevrası” uygulanmalıdır.

Solunum desteği ileri hava yolu olsun olmasın hastaya 20-30 kez/dk verilir. Göğsü kaldırırken
tidal volümü oluşturacak güçte olmasına, yaklaşık 1 saniyede soluk vermeye, yükselen göğsün
tekrar ilk pozisyonuna gelmesi için zaman tanınmasına özen gösterilmelidir.

İleri Yaşam Desteği


KPR’ye başlanarak oksijen desteğinin sağlanmasının ardından hasta defibrilatöre bağlanma-
lıdır. Defibrilatörde hastanın ritmi değerlendirilerek şok verilebilecek bir ritim olup olmadığı
saptanmalıdır.

Ventriküler fibrilasyon ya da nabızsız ventriküler aritmi gibi şok verilebilecek bir ritim söz ko-
nusu olduğunda hastaya zaman kaybetmeden 2 J/kg dozunda defibrilasyon uygulanmalı ar-
dından KPR’ye devam edilmeli, intravenöz/intraosseöz yol sağlanmalıdır. 2 dakikanın sonun-
da hastanın tekrar değerlendirilmesi gerekir. Tekrar şok verilebilir bir ritim söz konusu ise bu
kez 4 J/kg dozunda defibrilasyon uygulanmalı ara verilmeden KPR’ye devam edilmelidir. Bu
esnada 1:10000’lik konsantrasyonda 0,01 mg/kg adrenalin uygulanması gerekirse 3-5 dakika
aralarla tekrarı önerilir. 2 dakika sonra tekrar değerlendirilen hastada gereklilik durumunda
defibrilasyon ve KPR uygulamasının ardından antiaritmik (amiodaron 5 mg/kg ya da lidokain
1 mg/kg) verilebilir. Bu aşamada tedavi edilebilir nedenler olan hipovolemi, hipoksi, asidoz,
hipoglisemi, hipotermi, hipopotasemi, hiperpotasemi, toksinler, kardiyak tamponad, tansiyon
pnomotoraks, pulmoner ya da kardiyak tromboz gözden geçirilmeli, saptanması durumunda
hızla tedavi edilmelidir.

Nabızsız elektriksel aktivite ya da asistol durumunda ise zaman kaybetmeden adrenalin uygu-
lanmalı, intravenöz ya da intraosseöz yol açılırken adrenalin 3-5 dakikada bir tekrar edilmelidir.
Adrenalin uygulamasının ilk 5 dakikada mutlaka yapılması hatta ilk 1 dakikada uygulanma-
sı gerekmektedir. Adrenalin uygulamasında her 1 dakika gecikmenin mortaliteyi %9 oranın-
da arttırdığı gösterilmiştir. Her 2 dakikada bir hasta yeniden değerlendirilmeli, hastanın ritmi
kontrol edilmelidir.

54
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

KPR yaparken dikkat edilecek noktalar:


• Göğüs basısı 100-120/dk hızında
• Göğüs ön-arka çapının 1/3 derinliğinde
• Bası sonrası normal pozisyonuna dönecek şekilde olmalıdır
• Göğüs basıları arası minimal ara verilmelidir.
• CPR 2 dakika kesintisiz sürmeli
• 2 dakikada bir uygulayıcı değiştirilmeli
• Nabız palpasyonu <10 sn yapılmalıdır
• Sert uygun yükseklikteki zeminde uygulanmalıdır

Kardiyak arrest sonrası bakım sırasında hasta monitörize edilmeli, invaziv arter kateteri ile kan
basıncı takip edilmeli, orogastrik ya da nazogastrik sonda takılmalı, endotrakeal tüp kontrol
edilmeli, normoglisemi sağlanmalıdır. Takip sırasında hipotansiyon, hipoksi, hiperoksi, hiper-
kapni ve hipertermiden hasta korunmalıdır.

KPR sonrasında taburcu edilen hastanın rehabilitasyon kliniklerine yönlendirilmesi, en az 1 yıl


nörolojik açıdan takip edilmesi sağlanmalıdır.

Kaynaklar:
Topjian AA, Raymond TT, Atkins D, et al. Part 4: Pediatric Basic and Advanced Life Support
2020 American Heart Association Guidelines for Cardiopulmonary Resuscitation and Emer-
gency Cardiovascular Care. Pediatrics. 2020.

55
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Çocuk kanserlerinde Uyarıcı Bulgular: Malignite Olmasın?

Süheyla Ocak
İÜ-Cerrahpaşa, Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Çocuk Hematolojisi ve Onkolojisi Bilim Dalı

Çocukluk çağı kanserleri nadir olmakla birlikte 18 yaş altı çocuk ölümleri nedenleri arasında
2. Sırada yer alır. Gelişmiş ülkelerde çocuk kanserlerinden sağ kalım %80-85 düzeyinde iken
ülkemizde bu oran %70 civarındadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki daha düşük sağ
kalım oranlarının erken tanı ve uygun tedavi şartlarının sağlanamaması ile ilişkili olduğu öne
sürülmektedir. Yapılan çalışmalarda çocukluk çapında sık görülen tümörlerde ortalama tanı
sürelerinin nöroblastom için 58 gün, beyin tünörleri için 93 gün ve Ewing sarkomu için 127 gün
olduğı gösterilmiştir. Erken tanı ve tedavi kansere bağlı mortalite ve morbiditenin önlenmesi
açısından çok önemlidir.

Çocuk kanserlerinde tanıda en büyük zorluk, belirti ve bulguların genellikle non-spesifik ol-
masıdır. En sık başvuru nedenleri ateş, halsizlik, kemik ya da kas ağrısı, boyunda beze, karın
ağrısı gibi sık görülen çocukluk çağı hastalıkları ve sorunları ile ilişkili yakınmalardır. Bu neden-
le farkındalık ve kanser olasılığının akla getirilmesi çok önemlidir. Çocukluk çağı kanserlerinde
sık yakınmalar ve ilişkili oldukları malign ve benign durumlar Tablo-1 de gösterilmiştir.

Tablo-1: Çocukluk çağı kanserlerinde sık başvuru yakınmaları ve ilişkili oldukları hastalıklar
Yakınma Malignite Non-malign tanı
Ateş Lösemi, Lenfoma Enfeksiyon
Kusma Beyin tümörü, abdominal kitle Enfeksiyon, Gastroözofageal reflü
Konstipasyon Abdominal tümör Kötü beslenme
Cough Mediastinal Kitle ÜSYE, reaktif hava yolu hastalığı, Pnömoni
Kas ve/veya Kemik Lösemi, Primer kemik ve yumuşak Enfeksiyon, muskuloskeletal travma
ağrısı doku tümörleri, Nöroblastoma
Baş ağrısı Beyin tümörü Sinüzit, migren
Lenfadenopati >2cm Lösemi, Lenfoma, Metastaz Lenfadenit, sistemik enfeksyion, bağ dokusu hasta-
lıkları
Hematüri Nefroblastom (Wilms tümörü) İdrar yolu enfeksiyonu, glomerulonefrit
İşeme disfonksiyonu Rabdomyosarkom Konhenital ürogenital anomali

Pediatrik tümörler çocukluk çağı boyunca ortaya çıkabilir ancak farklı tanıların daha sık ol-
duğu yaş grupları mevcuttur. Nöroblastom ve Wilms tümörü 0-5 yaşları arasında, lösemi 1-6
yaş arasında daha sık görülürken, Non-Hodgkin lenfoma ve primer kemik tümörleri daha çok
adölesan dönemde ortaya çıkarlar.

56
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Çocukluk çağında kanser tanısında en kritik basamak ayrıntılı öykü ve fizik muayenedir.
Non-spesifik semptomların dikkatli sorgulanması, ana belirti ve bulgunun iyi tanımlanması
ayırıcı tanıda büyük yarar sağlar. Hastada eşlik eden konjenital anomali ya da kronik hastalık
ve ailede kanser, benzer olgu, immün yetmezlik, erken yaşta çocuk ölümü öyküsü olup olma-
dığı ayrıntılı değerlendirilmelidir.

Bazı belirtiler malignite dışı hastalıklarda da sıklıkla başvuru nedeni olduklarından dikkatli yo-
rumlanmalıdır:
Ateş: Ateş çocuklarda çok sık karşılaşılan bir olgu olmakla birlikte en sık neden enfeksiyon-
lardır. Yapılan çalışmalarda uzamış ateş yakınması ile başvuran çocukların sadece %2 -9’unda
altta yatan neden kanser olarak belirlenmişken, pediatrik akut lösemilerin üçte ikisinde ilk
başvuru yakınması ateştir. Ateş varlığında, enfeksiyon bulguları olmaksızın lenfadenopati, or-
ganomegali ve /veya tam kan sayımında anormalliklerin olması malignite açısından uyarıcı
olmalıdır.

Kemik ve eklem ağrısı: Kemik ağrısı primer kemik ya da kemik iliği ilişkili tümörlerin erken
belirtileri arasındadır. Osteosrcom ya da Ewing sarkomu gibi primer kemik tümörlerinde ağrı
genellikle lokalize, aralıklı başlayıp giderek artan şiddette ortaya çıkar. Lösemi ilişkili kemik ağ-
rıları ise daha çok muskuloskeletal ağrı paterninde, aralıklı, bazen topallamanın da eşlik ettiği
ağrılardır. Romatolojik hastalıkları taklit edebilir. Özellikle okul öncesi ve erken okul çocuklu-
ğunda geceleri zonklama şeklinde ve özellikle cruris bölgesinde ortaya çıkan ağrılar büyüme
ağrıları olarak yorumlanabilir. Ancak kemik ağrısı olan çocukta radyolojik ve laboratuar anor-
malliklerin varlığında öncelikle malignite düşünülmelidir.

Kilo kaybı, baş ağrısı, patolojik lenfadenopatiler, peteşi, m, tam kan sayımında herhangi bir se-
ride anormal değer varlığı gibi bulgular da sık çocukluk çağı hastalıkları dışında malignitenin
ilk belirtisi olabilir. Sabah kusmaları, fokal nörolojik bulgular, abdominal ya da mediastinal kitle
varlığı ise acil değerlendirme gereken bulgular arasında yer alır.

Sonuç olarak nadir hastalıklar grubunda yer alan çocukluk çağı malignitelerinde başvuru be-
lirti ve bulguları non-spesifik ve değişkendir. Bu nedenle her belirtinin ayrıntılı sorgulanması
ve fizik muayene ve laboratuar bulguları eşliğinde yorumlanması erken yanı ve etkin tedavi
planlaması için hayati önem taşır.

Referanslar:
1. Pollock BH, Krischer JP, Vietti TJ. Interval between symptom onset and diagnosis of pedi-
atric solid tumors. J Pediatr. 1991 Nov;119(5):725-32. 
2. Malogolowkin, MH, Quinn, et al. Clinical assessment and differential diagnosis of the child
with suspected cancer. In: Principles and Practice of Pediatric Oncology, 5th, Pizzo, P, Pop-

57
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
lack, DG (Eds), Lippincott Williams & Wilkins, Philadelphia 2006. p.145
3. Dang-Tan T, Franco EL. Diagnosis delays in childhood cancer: a review. Cancer. 2007 Aug
15;110(4):703-13
4. Barbel, Paula PhD, RN, PNP; Peterson, Kathleen PhD, RN, PNP-BC Recognizing subtle sig-
ns and symptoms of pediatric cancer, Nursing: April 2015 - Volume 45 - Issue 4 - p 30-37
5. Fragkandrea I, Nixon JA, Panagopoulou P. Signs and symptoms of childhood cancer: a gu-
ide for early recognition. Am Fam Physician. 2013 Aug 1;88(3):185-92. 

58
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Tek Taraflı Ekstremite Ağrısı İle Gelen Ewing Sarkomu Olarak
Tanılanan Olgu

Taha Yasin Akın


Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi

15 yaşında erke hasta, 3 ay önce başlayan sol bacakta olan, hareketle artan tek taraflı ağrı şi-
kayeti ile dış merkeze başvurmuş. Alınan tetkiklerinde ferritin:18 ng/ml, vitamin B12:160 pg/ml
saptanan hastanın şikayetleri bu düşüklüğe bağlanmış ve hastaya vitamin B12 ve demir rep-
lasmanı yapılmış. Vitamin B12 ve demir replasmanından 2 ay sonra halen şikayetleri devam et-
mesi, sol bacakta uyuşma ve güç kaybı şikayetleri de eklenmesi üzerine çocuk nörolojiye yön-
lendirilmiş. Çocuk nöroloji polikliniğinden istenen lomber ve sakrailiak eklem MRI’ında sakrum
sol yanında sol sakroiliak ekleme ve kısmen sol iliak kemiğe uzanım gösteren 103*72*50 mm
boyutunda, nöral foromenlere uzanım göstererek foromen içerisindeki nöral yapıları invaze
eden solid kitle saptanması üzerine tarafımıza yönlendirilmiş. Sol bacakta güçsüzlük, uyuşma,
yürüyememe şikayeti devam eden hastanın ayrıntılı sorgusunda kabızlık, gayta kaçırma, idrar
kaçırma şikayetlerinin de olduğu öğrenildi. Prenatal, natal, postnatal takipleri normal olan,
bilinen bir hastalığı bulunmayan, büyüme gelişmesi yaşıtlarıyla uyumlu olduğu öğrenilen has-
tanın yapılan fizik muayenesi doğaldı. MRI ile saptanmış olan kitleden yapılan trucut biyop-
si materyalinin patoloji incelemesinde MİC-2, NKX2-2, Ki-67, CD99 pozitifliği saptandı. Hasta
Ewing Sarkomu olarak tanılandı. Çekilen FDG-PET-CT’de uzak organ metastazı görülmeyen
hasta lokal hastalık olarak değerlendirildi. Hastanın kitlesi cerrahi eksizyon için uygun bulun-
madı. VAC+İE protokolünde kemoterapi ve ardından radyoterapi uygulandı. İndüksiyon teda-
visi sonrası ağrı ve uyuşma, topallama tamamen kayboldu. Nörojen mesane için temiz aralık-
lı kateterizasyon önerildi ama hasta uyumu sağlanamadı. Hastanın miksiyon sonrası rezidü
miktarı giderek azaldı. Hastanın izlemine şikayetsiz olarak devam ediliyor.

Tek taraflı ekstremite ağrılarının mutlaka patolojik olduğu bilinmelidir. Bacağın ağrıması ba-
cak dışındaki yerlere bakmaya engel olmamalıdır. Persistan muskuloskeletal ağrılarda amaç
malignitenin dışlanması olmalıdır.

59
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Çocuklarda Solunum Yolu Alerjilerinde Tamamlayıcı ve Alternatif
Tıp Kullanımının Değerlendirilmesi: Tek Merkez Deneyimi

Dr. Zeynep Hızlı Demirkale

Giriş: Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) mevcut geleneksel tıbbın ayrılmaz parçası olmayan
geniş sağlık hizmetleri uygulamaları, ürünleri ve terapileri olarak tanımlanmaktadır. Diğer kro-
nik hastalıklarda olduğu gibi alerjik solunum yolu hastalıklarında da hastalar tarafından sık
olarak kullanılmaktadır. Çalışmamızın öncelikli amacı; TAT kullanımı ile hastalık kontrolü, kon-
vansiyonel tedaviye uyum ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi belirlemektir.

Yöntem: Çalışma 6 aylık bir sürede kesitsel olarak planlanmıştır. Astım ve/veya alerjik rinit (AR)
tanısıyla takip edilen; erken doğum öyküsü, belirsiz astım ve/veya AR tanısı, immün yetmezlik,
kronik akciğer hastalıkları, doğuştan kalp veya akciğer hastalıkları, nöromüsküloskeletal veya
ortopedik hastalıkları olmayan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 1-18 yaş arası çocuklar çalış-
maya dahil edilmiştir.

Üç bölüm (i.demografik özellikler, ii.hastalıkla ilgili özellikler iii. TAT yöntemleri ve ilgili özellik-
ler) ve 31 yapılandırılmış sorudan oluşan anket ayrıntılı literatür taramasından sonra araştır-
macılar tarafından geliştirilmiştir. Standart ankete ek olarak 12 yaşın üzerindeki çocuklar için
astım kontrol testi (ACT), 4-11 yaş arası çocuklar için çocukluk çağı astım kontrol testi (C-ACT)
ve 7 ile 17 yaşları arasındaki astımlı çocuklara pediatrik astım yaşam kalitesi anketinin (PAQLQ)
onaylanmış Türkçe versiyonları kullanılmıştır.

İstatiksel analizler SPSS yazılım paketi v.26.0 sürümü ile yapılmıştır. P değeri <0,05 anlamlı ka-
bul edilmiştir. Katılımcılar, TAT kullananlar ve kullanmayanlar olarak iki grupta incelenmiştir.
Çalışma öncesi İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurul onayı
alınmıştır.

Bulgular: Anket astım ve/veya AR’li 210 hasta ve/veya ebeveynleri tarafından dolduruldu. Has-
taların yaş ortalaması 10,04 ± 4,01 yıldı ve %59,5’i erkekti. Ankete katılanların %79,05’i son 6 ay
içinde bazı TAT modalitelerini kullanmıştı. Ailede atopik hastalık öyküsü, anne ve babanın yaşı
TAT kullanımı ile anlamlı şekilde ilişkili idi. Yanıt verenlerin %60,48’i hem astım hem de AR
tanısı ile takipli idi. Bu iki grup arasında astım ve AR’nin şiddeti açısından istatistiksel olarak
anlamlı bir fark yoktu. Her iki gruptaki astımlı hastaların çoğu geleneksel ilaçlarını düzenli ve
doğru inhalasyon teknikleriyle kullanıyordu. Acil servis ziyaretleri TAT kullanıcıları grubunda
kullanmayanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (p = 0,001). TAT kullanımı ile deri prick testi

60
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
sonuçları ve FEV1 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmedi. Grupların
ACT, C-ACT ve PAQLQ skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi.

Bitkisel ürünler, TAT kullanıcıları arasında en sık kullanılan yöntemdi (%96,39). Bal ürünleri, zen-
cefil, keçiboynuzu ve nane-limon bu ürünlerin en yaygın formlarıydı. Bitkisel ürünler dışındaki
TAT yöntemlerinin kullanımı çalışma popülasyonumuzda göreceli olarak daha düşüktü (%20
,49). Bunlardan en yaygın olanları tuz lambaları, tuz odaları ve kaplıcalardı. Daha az sıklıkta
kupa terapisi, sülük tedavisi ve kurşun dökme gibi geleneksel yöntemler kullanılıyordu. Aileler
tarafından kullanılan bitkisel ürünlerin yüzdesi ve türleri çocuklar ile benzerdi (%93,48). Aileler-
de bitkisel ürünler dışındaki en popüler TAT yöntemi kupa terapisi idi (74.47). Tüm katılımcılara
bitkisel ürünler ve diğer TAT modaliteleri hakkında fikirleri soruldu. Ebeveynlerin %73,34’ü ve
%35,72’si bitkisel ve diğer TAT modalitelerinin sırasıyla etkili veya çok etkili olduğuna inanı-
yordu. Üst solunum yolu enfeksiyonları TAT kullanımının en yaygın nedeniydi. Katılımcıların
%34,76’sı hekimlerine TAT hakkında konuştuklarını belirtti. Katılımcıların hiçbiri herhangi bir
TAT yöntemi ile yan etki bildirmedi.

Sonuç: Verilerimiz solunum yolu alerjisi olan hastaların geleneksel ilaçları ile birlikte sıklıkla do-
ğal sağlık, beslenme ve bitkisel ürünleri kullandıklarını göstermektedir. TAT kullanımının yan
etkileri ve olası ilaç etkileşimleri ayrıntılı olarak ele alınmalıdır. Ek olarak, hekimler hastalarının
TAT kullanımını sorgulamalı ve hastalarının sağlıkla ilgili davranışlarını ve tedavi tercihlerini
değerlendirmelidirler.

61
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

SÖZLÜ SUNUMLAR

62
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-01
Büyüme hormonu tedavisi alan hastalarda etiyolojinin, tedavi öncesi ve sırasındaki klinik,
biyokimyasal ve radyolojik verilerin değerlendirilmesi

Bahar Özcabı1,2, Gül Yeşiltepe Mutlu1,3


SBÜ, Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk En-
1

dokrinoloji Bölümü
2
Memorial Bahçelievler Hastanesi, Çocuk Endokrinoloji Bölümü
3
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı

Amaç: Büyüme hormonu (BH) tedavisi alan çocuk/ergen olgularda etiyolojinin, tedavi öncesi
ve sırasındaki klinik, biyokimyasal ve radyolojik verilerin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem ve Gereç: 2015-2019 yılları arasında BH tedavisi başlanan ve en az 1 yıl düzenli taki-
be gelen 50 olgunun (28 kız) başvuru ve tedavi başlanma yaşları, yakınmaları, tanıları, tedavi
başlangıç ve takipteki antropometrik ölçümleri, ergenlik evreleri, biyokimyasal ve radyolojik
bulguları ile gelişen komplikasyonlar kaydedildi.
Bulgular: Ortanca başvuru yaşı 10,6 (8,3) yaş, tedavi öncesi izlem süresi 1 (1,6) yıl idi. En sık ya-
kınma (%84) boy kısalığı/yetersiz uzama idi. Olguların %58’i izole BH eksikliği (İBHE), %10’u
biyoinaktif BH sendromu, %10’u Turner sendromu, %8’i panhipopituitarizm (doğumsal/ikin-
cil), %8’i SGA, %4’ü Noonan sendromu, %2’si Prader Willi sendromu tanısı almıştı. İBHE tanılı
hastaların başvuru (p=0,02) ve tedavi başlanma yaşları (p=0,03) diğer olgulardan büyük idi.
Tüm olgulardaki hedef boy standart sapma değeri (SDS) -0,88±0,81, tedavi öncesi boy SDS
-2,76±0,69 idi. Olguların %58’i prepubertaldi. Ortanca kemik yaşı 10,5 (8) idi. Tedavi birinci, ikinci
(n=21) ve üçüncü (n=3) yıla ait veriler sırasıyla boy SDS -1,97±0,79, -1,67±0,88, -1,28±1,09; boy SDS
farkı +0,78±0,59, +0,5±0,39, +0,36±0,67; insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) SDS +0,7±1,9,
+0,17±1,75, 0,48±2,99 idi. Tedavinin birinci yılındaki boy SDS farkı (p<0,001) diğer yıllara göre faz-
la idi. Prepubertal olgularda birinci yıl boy SDS farkı (p=0,005) ve boy uzama hızı SDS (p=0,06)
daha yüksek idi. Hipofizer/kraniyal MRI’da 8 olguda hipoplazi/parsiyel empty sella, 3 olguda
non-fonksiyonel mikroadenom, 2 olguda Chiari malformasyonu, 2 olguda araknoid kist sap-
tandı. Mikroadenom saptanan olgulardan birinde adenomun boyutu değişmezken diğer
olgularda adenom görüntüsü kayboldu. Kraniofaringeoma tanılı olguda nüks izlenmedi. İki
olguda bozulmuş açlık glukozu, bir olguda hipotiroidi saptandı. Sadece iki olguda tedavi baş-
langıcında baş ağrısı gözlendi; ancak papil ödem saptanmadı. Ek komplikasyon gözlenmedi.
Sonuç: İBHE olan olgular daha geç tanılandırılabilmektedir. Tedaviye en iyi yanıt birinci yılda
ve prepubertal olgularda alınmaktadır. Tedavi öncesi MRI görüntülemeleri deneyimli radyo-
loglar tarafından değerlendirilmeli, adenom/benzeri görüntüler yakın izlenmelidir.

63
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-02
Covid-19 Tanılı Çocuk Hastalarda Böbrek Tutulumu Sıklığı

Ayşe Ağbaş1, Gülşen Akkoç2, Cevher Kızılırmak3, Murat Elevli3


1
Çocuk Nefrolojisi, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye
2
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye
3
Çocuk Kliniği, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye

Amaç: Korona virüs hastalığı 2019 (COVID-19) ve akut böbrek hasarı özellikle erişkin yoğun
bakım hastalarında %20-40 oranında bildirilmiştir. Yine erişkinlerde hastane başvurusundaki
proteinüri oranı %34 olarak bildirilmiştir. Çocuklarda böbrek tutulumu daha az sıklıkla görül-
mekle beraber bu konuda sınırlı bilgi mevcuttur. Çalışmamızda çocuk COVİD-19 vakalarında
böbrek tutulumu sıklığını ve ilişkili olduğu faktörleri araştırmayı amaçladık
Yöntem ve Gereç: Mart-Ağustos 2020 tarihleri arasında hastanemize başvuran 0-18 yaş arasın-
daki, oro-nazofarengeal sürüntü PCR testi ile SARS CoV-2 pozitif saptanan ve tam idrar tahlili
çalışılmış olan 235 çocuk hasta çalışmaya alındı. Böbrek tutulumu; hematüri (<5 eritrosit/HPF)
ve/veya proteinüri (≥2 pozitif veya protein/kreatinin oranı>2) ve/veya serum kreatinin yüksekliği
(yaşa ve cinsiyete göre üst sınırın üzerinde olması) olarak tanımlandı.
Bulgular: 235 çocuk hastanın %51’i erkek, yaş ortalaması 11,6±5yıl idi. Akciğer tutulumu 51 has-
tada (%23) mevcuttu. İdrar dansitesi hastaların %70 inde 1015 in üzerindeydi. Akut böbrek ha-
sarı gözlenmedi. Serum kreatinin yüksekliği 7 (%3), proteinüri 14 (%6) , hematüri 35 (%15) has-
tada gözlendi. Her üç kriterden en az birine sahip olan (böbrek tutulumu olan) 53 (%22) hasta
vardı. Böbrek tutulumu olan hastalar diğer hastalar ile karşılaştırıldığında kız cinsiyet oranı
daha yüksekti (%62 ve %45, p=0,03). Albümin ve hemoglobin ortanca değerleri anlamlı olarak
daha düşük (sırasıyla 4,4 ve 4,5 g/dl, p=0.04; 12,8 ve 13,3 g/dl, p=0,015), fibrinojen ortanca değeri
ise anlamlı olarak daha yüksek (317 ve 287 mg/dl, p=0.03) saptandı.
Sonuç: COVID-19 çocuk hastalarda erişkine göre daha hafif seyretmektedir. Akut böbrek ha-
sarı gözlenmese de böbrek tutulumu oranı çalışmamızda %23 oranında saptanmıştır. İzlem-
de yeterli hidrasyonun sağlanması ve nefrotoksik maddelerden (antibiyotik, kontrast madde)
uzak durulması gibi önlemlere dikkat edilmelidir.

64
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-03
Prematüre Retinopati Muayenesinde Ağrıyı Azaltmada Oral İbuprofen ve Parasetamol Te-
davisi

Özgül Bulut1
Göztepe Prof. Dr. Süleyman Yalçın Şehir Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
1

Neonatoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Prematüre retinopatisi (ROP) için yapılan göz muayeneleri, ROP ile ilişkili görme kay-
bını azaltmak için önemlidir, ancak prosedür ağrılı ve rahatsız edicidir. Topikal anestezik dam-
lalar kullanılmasına karşın, ağrıyı tamamen ortadan kaldırmamaktadır.  Bu çalışmanın amacı,
preterm bebeklerde ROP muayanesi sırasında oluşan ağrı tedavisinde oral tek doz ibuprofen
ve parasetamol kullanımının etkilerini karşılaştırmak. 
Yöntem ve Gereç: Çalışmaya yenidoğan yoğun bakım ünitemize Ocak 2020-Ağustos 2020
tarihleri arasında yatan, gebelik yaşı ≤ 32 hafta olan ve ROP muayenesi yapılan 44 bebek dahil
edildi. ROP muayenesinden bir saat önce preterm bebeklere oral ibuprofen 10 mg / kg (n =
22) veya oral parasetamol 10 mg / kg (n = 22) uygulandı. ROP muayenesi video kameraya alın-
dı. ROP muayenesi sırasında bebeklerin ağrıları Neonatal Ağrı, Ajitasyon ve Sedasyon Ölçeği
(N-PASS) ile değerlendirildi. Bebeklerin oksijen satürasyon değerleri ve kalp atım sayıları pulse
oksimetre cihazı ile ölçüldü ve ağlama süreleri kaydedildi. Her iki grup arasında N-PASS puan-
ları, bebeklerde taşikardi (KTA>180/dk), bradikardi (KTA<100/dk), desatürasyon (>10 sn, SpO2< %
85  ) görülme oranları ve ağlama süreleri karşılaştırıldı.  
Bulgular: Gruplar arasında bebeklerin gebelik haftası, doğum kilosu ve ROP muayenesi sı-
rasındaki postnatal yaş açısından istatistiksel olarak önemli bir fark saptanmadı. Her iki grup
arasında ortalama N-PASS puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı
ve her iki grupta N-PASS puanları yüksek saptandı (sırasıyla, 8.64 ± 1.57 ve 8.50 ± 1.71, p = 0.605)
Ayrıca, her iki grup arasında taşikardi / bradikardi ve desatürasyon görülme oranları ve ağlama
süresi açısından anlamlı bir fark saptanmadı.
Sonuç: Preterm bebeklerde, ROP muayenesi sırasında oluşan ağrı tedavisinde oral ibuprofen
veya parasetamol kullanımının benzer analjezik etkilere sahip olduğu ve yeterli analjeziyi sağ-
layamadıkları görülmüştür. Günümüzde preterm bebeklerde ROP muayenesi sırasında ağrı
tedavisi, sağlık çalışanları için hala zorluk teşkil etmektedir. Ağrı giderici ile ilgili birçok proto-
kol uygulanmasına rağmen halen yeterli analjezi sağlanamamaktadır. Yenidoğanlarda, ROP
muayenesi sırasında oluşan ağrı tedavisinde güvenilir ve etkili yöntemlere ihtiyacımız olduğu
görülmektedir.

65
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-04
Çocukluk çağında vitamin B12 eksikliğinin geniş klinik spekturumu ve infantlarda nöro-
radyolojik bulgular

Beril Dilber1
1
Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Her yaşta farklı semptomlarla görülebilen Vitamin B12 eksikliği tedavi edilebilir bir
durumdur. İnfantta huzursuzluk, beslenme problemleri, nöromotor gelişim geriliği ilerleyen
yaşlarda çocuklarda nöbet, algılama güçlükleri, migren ve migren varyantları gibi bulgularla
karşımıza gelebilir. Çalışmamımızın amacı çocuklarda vitamin B12 eksikliğinin klinik çeşitlili-
ğini ve infantlarda nörogörüntüleme bulgularının da geriye dönüşlü olabileceğini göstermeyi
amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Kliniğimize 15 Ocak 2019–2021 tarihleri arasında başvuran 3 ay ile 18 yaş
aralığında hastalar retrospektif olarak değerlendirildi ve 216 hasta çalışmaya dâhil edildi. Has-
talar nörolojik bulgularına göre altı gruba ayrıldı. Hastaların demografik özellikleri, klinik yakın-
maları, muayene bulguları, laboratuvar değerleri, görüntüleme ve elektrofizyolojik özellikleri
kaydedildi. Hastaların başvuru şikayetleri hipotonisite grup/1, baş dönmesi ve/veya bayılması
olanlar grup/2, nöbet geçirme grup/3, ögrenme ve algılama zorluğu grup/4, baş ağrısı grup/5,
uyuşma, karıncalanma ve çoklu semptomlar grup/6 olarak gruplandırıldı.
Bulgular: Hastaların en sık görülen yakınması Grup 3;74/120, %61,7 idi. Grup 1 hastalar 21 infan-
tın yaş ortalamaları 11.1±7.7 aydı (3-21 ay) ve hepsinin metilmalonik asit ve homositein düzeyleri
yüksek idi. Kranial MRG’de 6’sın da (%28.5) kortikal atrofi, 7’sin de (%33.3) geniş silvian fissür
(Fig 1a. b), 5’inde (%23.8) ventriküler dilatasyon (Fig 2), 6’sında (%28.5) korpus kallozumda in-
celme (Fig 3),2’sinde (%10) miyelinizasyon da gecikme (Fig 4), 6 infantın ise normaldi. Korpus
kallozumda incelme ve de kortikal atrofisi olan infantların vitamin B12 düzeyleri normal MRG
bulguları olanlarına göre anlamlı olarak düşüktü (p<0.05).
Sonuç: Vitamin B12 eksikliği tedavi edilebilir olmasından dolayı hipotonisite ve nöromotor
gelişim geriliği olan infantlarda korpus kallozumda incelme, kortikal atrofi ve myelinizasyon-
da gecikme tanıyı yönlendirmede önemlidir. Uzun dönemde kalıcı nörolojik hasarlanma ve
mental retardation önlenmesi; metilmalonik asit ve homosistein yüksekliğinin maruziyetinin
engellenmesi ile olur. Daha büyük yaş gruplarında özellikle çoklu semptomları ve  baş dön-
mesi/bayılma şikâyetleri ile gelen tüm hastalarda  normal B12 düzeyleri olsa dahi homosistein
düzeyi bakılarak tedavi verilmelidir. Hastalığın klinik bulguları tamamen oluşmadan, sinir sis-
teminin kalıcı hasarlardan korunması her yaş grubunda önceden tespit edilerek önlenebilir.

66
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-05
Koronavirüs Tip-19 (COVID-19)’da mukozal bağışıklığın rolü

Burçin Beken1, Çiğdem Aydoğmuş2


1
İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Çocuk İmmunolojisi ve Alerji Hastalıkları, İstanbul, Türkiye
2
İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, Çocuk İm-
munolojisi ve Alerji Hastalıkları, İstanbul, Türkiye

Amaç: SARS-CoV-2 virüsü ile bir bireyin bağışıklık sistemi arasındaki yakın etkileşim, COVID-19
hastalığının şiddeti üzerinde etkili olmaktadır. Virüsün vücuttan temizlenmesi için edinsel ba-
ğışıklık yanıt gerekliyken, makrofajlar gibi doğal bağışıklık hücreleri hastalığın bazı hastalarda
şiddetlenmesine katkıda bulunabilmektedir.1
Bu çalışmada, COVID-19 enfeksiyonu geçiren çocukların immünolojik yanıtlarının değerlendi-
rilmesi ve hastalık şiddeti ile immünolojik parametreler arasında ilişkinin incelenmesi amaç-
lanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Araştırmaya Mart - Aralık 2020 tarihleri arasında İstanbul Kanuni Sultan
Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde klinik, radyolojik ve serolojik olarak kanıtlanmış
COVID-19 enfeksiyonu tanısı alan 0-18 yaş arası çocuklar alınmıştır. Hastaların başvuru anın-
daki demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar tetkikleri incelenmiştir. Hastalık şiddeti; hafif
(ÜSYE bulguları, ateş, halsizlik), orta  (hipoksi ve/veya respiratuar asidozun eşlik etmediği pnö-
moni bulguları veya ishal) ve ağır (hipoksi ve/veya respiratuar asidozun eşlik ettiği pnömoni
bulguları, MISC veya yoğun bakım ihtiyacı) olarak 3 grupta sınıflandırılmıştır. Bu gruplar im-
münolojik parametreler açısından karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Çalışma tarihleri arasında COVID-19 şüphesi ile başvuran 719 çocuktan 322’sinde PCR
pozitifliği saptanmış, bunlardan verileri tam olan 98 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastala-
rın ortanca yaşı 121 ay (IQR: 43 – 188 ay) olup, 45’i (%46) kız, 53’ü (%54) erkekti. Hastaların %38,8’i
hafif, %34,7’si orta ve %26,5’i ağır gruptaydı. Hastaların ortanca IgA, IgG ve IgM değerleri sıra-
sıyla 89 mg/dL (IQR: 42-134 mg/dL), 1058 mg/dL (IQR: 769-1223 mg/dL) ve 105 mg/dL (IQR:73-141
mg/dL) idi. Hastalık şiddet grupları arasında IgG ve IgM değerleri arasında fark saptanmzken,
IgA değeri hafif grupta ortanca 71 g/dL (IQR: 35-124 gdL), ağır grupta ise 111 g/dL (IQR: 70-148
g/dL) olarak bulundu (p=0,016). Hastalık başlangıcında bakılan lenfosit değerlerinin hafif ve
ağır grupta sırayla 2600/mm3 (IQR:1850-3125) ve 1750/mm3 (1100-2525) iken (p=0,012) lenfosit
subgrupları bakımından farklılık saptanmadı.
Sonuç: SARS-CoV-2’nin giriş noktasının üst solunum yolları olması nedeniyle virüse karşı sa-
vunmada mukozal bağışıklığın da rol oynayabileceği düşünülmüştür.2 Bu konuda yapılacak
ileri çalışmalar SARS-CoV-2’ye karşı bağışıklık sistemin yanıtının aydınlatılması bakımından
önem taşımaktadır.

67
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-06
Tüberküloz Veya Hepatit A Enfeksiyonu Geçirenlerde Atopi İnsidansı İle Alerjik Hastalığı
Olanlarda Tüberküloz Ve Hepatit A Sıklığının Karşılaştırılması

Yavuz Özer1, Haluk Çokuğraş2


1
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
2
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Alerji ve İmmunoloji BD

Amaç: Son yıllarda atopik hastalıkların prevalansı gelişmiş ülkelerde artmaktadır. Prevalastaki
bu artışa infeksiyonların azalması ve aşılama programlarının neden olduğu ileri sürülmektedir.
Hijyen hipotezine göre alerjik duyarlılık ile tüberküloz (TB) ve orofekal yolla bulaşan özellikle
hepatit A virüsü (HAV) enfeksiyonları arasındaki ters ilişki bildirilmektedir. Bu çalışmada, TB ve
hepatit A ile atopik hastalıklar arasındaki ilişki araştırıldı.
Yöntem ve Gereç: Yüz atopik olgu, 40 TB tanılı olgu ve 40 HAV seropozitif olgu çalışmaya alın-
dı. Hepatit A infeksiyonu için serolojik testler (anti-HAV IgG), atopinin saptanması için prick cilt
testi ve PPD (Purified Protein Derivative) yapıldı.
Bulgular: Ailede atopi öyküsünün varlığı, atopik hastalıklar açısından risk faktörü olarak sap-
tandı; ancak evde hayvan beslenmesi ve pasif sigara içiciliği atopik hastalıklar açısından risk
faktörü olarak değerlendirilmedi. Tüberküloz  grubunda hasta ile temas öyküsü TB hastalığı
açısından risk faktörüydü. Prick cilt testi pozitifliği HAV seropozitif grupta (%15) ve TB grubun-
da (%27,5) atopi  grubundan (%74) daha düşük saptandı (p<0,0001). Hepatit A  seropozitiflik
prevalansı atopi grubunda (%22), TB grubundan (%45) daha düşük saptandı (p=0,012). Atopik
çocukların PPD endürasyonu (6,01 ± 6,43 mm) HAV seropozitif sağlıklı çocuklarınkinden daha
büyük bulundu ancak aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). PPD pozitif-
lik (endürasyon >10 mm) oranı atopik çocuklarda (%33) sağlıklı HAV seropozitif gruptan (%30)
daha yüksek olmasına rağmen aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05).
Sonuç: Sonuç olarak atopi ile TB ve hepatit A arasında ters bir ilişkinin mevcut olduğu, atopi
varlığının PPD pozitifliğini etkilemediği, TB geçiren çocuklarda atopik hastalık sıklığının sağ-
lıklı (HAV seropozitif) çocuklara göre daha fazla olduğu görüldü. Sık rastlanan enfeksiyonların
immun matürasyon döneminde karşılaşılmasının, atopiden koruduğu varsayımının multifak-
töriyel (genetik, gelişimsel ve çevresel) nedenlerle ortaya çıkan bir durum olduğunu düşün-
mekteyiz.

68
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-07
Çocukluk Çağında Kuruyemiş Duyarlılıklarının Demografik, Labaratuvar ve Klinik
Özellikleri

Erdem Çebişli2, İlknur Bostancı1


1
SBÜ Ankara Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Yoğun
Bakım Bilim Dalı

Amaç: Besin alerjileri içinde incelenmekte olan kuru yemişler Türkiye’de sık tüketilmektedir.
Bu çalışmada kuru yemiş alerjilerinde demografik, klinik ve laboratuvar bulgularının değer-
lendirilmesi hedeflendi.
Yöntem ve Gereç: 2013 ve 2017 yılları arasında Çocuk İmmünoloji ve Alerji polikliniğinde de-
ğerlendirilerek deri testinde kuru yemişlerle duyarlılık saptanan 96 hastanın dosya bilgilerine
ulaşıldı. Hastaların demografik ve klinik bilgilerinin yanısıra Deri prik testi, tam kan sayımı,
total immünoglobulin E ve özgül immünoglobulin E değerleri kaydedildi Veriler SPSS (version
20.0) paket programı ile analiz edildi.
Bulgular: Hastaların 92’sinde kuru yemişler ile klinik öykü mevcuttu. Tolerans durumları 13
hastada provakasyon testi sonucuna, diğer hastalardan besini sorun olmadan tüketebilme
durumuna göre değerlendirildi. Cinsiyetler arasında fark saptanmadı. Kuru yemişler ile semp-
tomların başlama yaşı ortanca 6 ay (IR:2-15) saptandı. Atopik hastalıklardan en sık atopik der-
matit (%60) görüldü, diğerleri sırasıyla astım/bronşiolit (%20), ürtiker/anjiyoödem (%16), rino-
konjonktivit (%6) ve ilaç alerjisi (%3) idi. Kuru yemiş duyarlılıkları fındık (%53), ceviz (%40), yer
fıstığı (%31) badem (%20), antep fıstığı (%20), kaju (%9), birer hastada da ay çekirdeği ve leblebi
olarak görüldü. Kuru yemiş duyarlılığına eşlik eden diğer besin duyarlılıklarında en sık yumur-
ta (%52), ardından sırasıyla inek sütü (%33), buğday (%9) ve soya (%7) saptandı. 11 hastada (%11)
inhaler alerjen duyarlılığı görüldü. 9 hastada (%9) anafilaksi mevcuttu ve en sık fındık (7 hasta)
ile geliştiği gözlendi. Yüksek eozinofil sayısı ve D vitamini profilaksisi alma öyküsü daha az to-
lerans gelişimi ile ilişkili bulundu.
Sonuç: Kuru yemişler tekli ve çoklu duyarlılıklar şeklinde görülebilir. Duyarlılık saptanan hasta-
larda zaman içerisinde tolerans gelişebilir.

69
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-08
Çocuklarda Artan Alerji ve Anafilaksinin Değerlendirilmesi

Duygu Yılmaz1, Muzaffer Enes Pehlivan1, Mustafa Berber1, Hülya Ercan Sarıçoban2
1
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
2
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Alerji ve İmmünoloji Bölümü

Amaç: Anafilaksi, hayatı tehdit eden ciddi sistemik bir aşırı duyarlılık reaksiyondur. Anafilaksi-
nin sıklığı her geçen gün artmaktadır.
Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda, 2018-2020 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi Hastanesi
Çocuk Allerji ve İmmünoloji Bölümü’ne anafİlaksi nedeniyle başvuran hastaların klinik ve labo-
ratuvar değerlendirilmesi retrospektif olarak yapılmış, SPSS v23.0.0  ile analiz edilmiştir.
Bulgular: 10 kız(%40),15 erkek(%60), median yaş 5.0 (0.5-16) olmak üzere 25 hasta değerlen-
dirildi. 11(%44)’i kasım-şubat aylarında başvurdu. Anafilaksi ev(n=13(%52)), hastane(n=9(%36)),
okul(n=3(%12))’da geçirildi. Semptomlar sıklık sırasıyla cilt (n=22(%88)), solunum sistemi
(n=16(%64)),gastrointestinal sistem (n=13(%52)) ve kardiyolojik sistem(n=4(%16)’di. Cilt+solunum
sistemi (n=13,%52), cilt+gastrointestinal sistem (n=10,%40), solunum+gastrointestinal sistem
(n=7,%28) birlikte tutulumu vardı. Etkenler sıklık sırasıyla ilaç (n=15(%60)), besin(n=13(%52)), in-
haler ajanlar(n=3(%12))’dı. İlaçlardan antibiyotikler (n=6(%30), sefalosporinler (n=5 (%83), en sık
seftriakson) ve alerji tedavisinde kullanılan ilaçlar (n=6(%30)) (en sık metilprednizolon (n=3(%50))
olduğu gözlendi. Besinlerden en sık kuruyemiş(n=5(%38)) (özellikle  ceviz(n=3(%60)),süt ve süt
ürünleri(n=4(%30)) görüldü. Hastaların 12(%48)’sinin mevcut veya o anda eşlik eden hastalığı
(astım (n=3(%25)),üst solunum yolu enfeksiyonu (n=2(%16)), akut gastroenterit(n=2(%16)), eo-
zinofilik özofajit(n=2(%16)) vardı. Hastalardan 15(%60)’in önceden bilinen alerji ve 4(%16)’ünün
anafİlaksi öyküsü vardı. Hastların 9(%36)’u dış merkezden refere edildi ve geldiğinde stabildi.
Hastalardan 11(%44)’ine adrenalin uygulandı.15 (%60)’i hastaneye yatırıldı. Hiçbir hastada bi-
fazik reaksiyon izlenmedi.10(%40)’nunda triptaz düzeyi ölçüldü ve 2(%20)’si yüksek bulundu.
14(%56) hastaya ileri alerji testleri yapıldı.Bunlardan 12(%85)’sinde etken saptanırken 2 (%15)
hastanın idiopatik anafilaksi olduğu belirlendi.
Sonuç: Çocuklarda anaflaksinin en önemli etkeni besin olarak bilinse de bizim çalışmamızda
ilaçların daha sık sebep olduğu belirlendi. Özellikle allerji ilaçları ile anafilaksi riskinin olduğuna
dikkat çekilmektedir. Besin olarak başta ceviz olmak üzere kuryemişler riskli bulundu. Hasta-
ların %12’sinde cilt katılımı olmaksızın anafilaksi geliştiği dikkat çekmektedir. Ev ve okul ortamı
özelikle risklidir. Bu nedenle anafilaksi eylem planının ve adrenalin otoenjektör kullanımının
toplum tarafınca bilinmesi günümüzde artan alerji ve anafilaksi sıklığı nedeniyle önem kazan-
maktadır.

70
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-09
Multipleks PCR kullanarak yenidoğanda şiddetli T-hücre ve B-hücre lenfopeni taraması:
Türkiye’de ilk pilot çalışma

Şeyhan Kutluğ1, Medine Karadağ Alpaslan2, Gonca Hancıoğlu1, Sariye Elif Özyazıcı Özkan3, Di-
dem Cemile Yeşilırmak1, Hasan Bulu5, Canan Aygün3, Gönül Oğur6, Alişan Yıldıran1
1
Çocuk İmmunoloji ve Alerji Bilim Dalı, Tıp Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun
2
Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun
3
Yenidoğan Bilim Dalı, Tıp Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun
5
İstatistik Bölümü, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun
6
Çocuk Genetik Bilim Dalı, Tıp Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Samsun

Amaç: Şiddetli kombine immün yetmezlik (ŞKİY), ŞKİY olmayan T-hücre lenfopenisi ve T-hüc-
re ve B-hücre lenfopenisi ile birlikte seyreden diğer primer immün yetmezliklerin çoğu kanda
düşük düzeyde T-hücre reseptör eksizyon halkaları (TRECs) ve kapa-silici rekombine eksizyon
halkaları (KRECs) içerir. DNA parçaları olan bu halkalar yenidoğanın kurumuş topuk kanın-
da ölçülebilir. Batı toplumlarında yenidoğanların TRECs taramasında ŞKİY ve ŞKİY olmayan T
hücre lenfopeni sıklığı sırasıyla 1: 58.000 ve 1: 7300 olarak bildirilmiştir. Ülkemizde benzer bir
çalışma olmadığından, biz yenidoğan tarama aracılığıyla ŞKİY ve ŞKİY olmayan T-hücre lenfo-
peni sıklığını belirlemek için Türkiye’de ilk pilot çalışma yapmayı amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Çalışma, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hastanesinde ve Özel Samsun Medi-
kal Park Hastanesinde, 1 Ocak 2015 – 31 Ocak 2016 arasında doğan yenidoğanların topuk ka-
nında, ailelerinden onam alınarak yapıldı. Çalışmaya etik kurul onayı alındıktan sonra başlandı
(No: 2014/678). Guthrie kağıdında kurumuş topuk kanındaki TRECs ve KRECs kopyaların ölçü-
mü, kantitatif multipleks PCR aracılığıyla yapıldı. Her topuk kandaki kopya sayısı 7’nin altında
ise patolojik kabul edildi. Başarılı ölçüm kabulü için kontrol DNA parçası olarak ACTB kullanıldı.
ACTB kopyası 1000’nin altı olanlar alınmadı. Patolojik sonuçlara sahip olan ve ulaşılabilen be-
bekler immunolojik yönden değerlendirildi.
Bulgular: Toplamda 1960 yenidoğanın kurumuş topuk kanı test edildi. Bunlardan 1856 örnek,
çalışma için değerlendirildi. Düşük TRECs ve/veya KRECs düzeyi 71 yenidoğanda (% 3,8) sap-
tandı. Düşük TRECs oranı %1,1 idi. Pretermlerin TRECs ve KRECs düzeyleri termlere göre daha
düşük idi (p <0.0001). Patolojik sonuca sahip olan ve ulaşılabilen bebeklerde yapılan lenfosit
alt grup analizinde ŞKİY saptanmadı. Ancak 2 yenidoğanda (1:928) ŞKİY olmayan T-hücre len-
fopenisi saptandı. Bu 2 yenidoğan 3 yaşlarına geldiğinde, sık ve şiddetli enfeksiyon hastalıkları
veya hipogamaglobulinemiye sahip olduğu görüldü.

71
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Sonuç: ŞKİY olmayan T-hücre lenfopenisi batı ülkelere göre ülkemizde daha sıktır. Ülkemizde
yenidoğan topuk taramasında TRECs ve KRECs ölçümü yapılmalıdır. Yenidoğan topuk tara-
masında ŞKİY saptamak için daha fazla sayıda yenidoğan içeren çalışma yapılmalıdır.

72
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-10
Çoğul Gebelik Sonucu Doğan Bebeklerin Tek Merkezli 5 Yıllık İzlem Verileri.

Emine Genç1, Şükrü Küçüködük2


1
Marmara Üniversitesi
2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi

Amaç: Çoğul gebeliklerde artan fetus sayısı nedeniyle fetal ve maternal komplikasyonlar art-
maktadır. Çoğul gebeliklerin sıklığı artan yardımcı üreme tekniği (YÜT) kullanımı ile tüm dün-
yada artmaktadır. Biz de çalışmamızda çoğul gebeliklerde morbidite ve mortaliteyi saptama-
ya ayrıca bunlara etki eden faktörleri bulmaya çalıştık.
Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda merkezimizde çoğul gebelik sonucu ölü ya da canlı doğan
ve abortus olan 5 yıllık süreçteki tüm bebekleri kapsamaktadır. Hastalarımızın ve annelerinin
verileri retrospektif olarak toplandı ve ulaşabildiğimiz hastalarımıza Denver 2 gelişimsel tara-
ma testi uygulandı. Hastaların yaşadıkları sağlık problemleri ve doğum haftası, doğum ağırlığı,
üreme tekniği, fetus sayısı, cinsiyet gibi demografik verileri toparlanarak bu faktörlerin yaşa-
dıkları sağlık problemleri üzerine etkileri tespit edilmeye çalışıldı. Çalışmamızda multivariate
analiz, tanımlayıcı istatistikler ve Ki-Kare karşılaştırma testi kullanıldı.
Bulgular: Toplam 488 bebeğe ait veriler toplandı. Bunlardan 151 (%30,09) ine Denver uygulan-
dı. YÜT sonucu doğanların oranı %49,6 bulundu. Hastaların %60,9’u 32-37 gestasyonel yaş aralı-
ğında ve %53,9’u 1500-2500 g doğum ağırlığında idi. Yardımcı üreme tekniği sonucu doğanlar-
da prematürite ve şiddeti artmakta idi(p=0,00). Denver uygulanan hastaların %44,4’ünde en
az bir gelişim basamağında gecikme vardı ancak gecikme olan grupta YÜT sıklığında anlamlı
bir artış yoktu.
Sonuç: Üreme tekniği, fetus sayısı ve cinsiyetin gelişimsel değerlendirme sonuçlarına etkisi
bulunamadı. Ancak prematürite ve düşük doğum ağırlığı anormal DENVER sonuçları ile ilşkili
idi. Çoğul gebelik sonucu doğan bebeklerin uzun dönemde gelişimsel basamaklarda gecik-
me yaşama riski prematürite ve düşük doğum ağırlığı arttıkça artmaktadır. Dolayısıyla çoğul
gebeliklerde prematüritenin önlenmesi uzun dönem izlemin iyileştirilmesinde çok önemli gö-
zükmektedir.

73
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-11
Grisel Sendromunda Erken Tanı, Konservatif Yaklaşım

Çiğdem EL1, Osman Fırat ÇALIŞKAN1


1
Mustafa Kemal Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları

Amaç: Baş ve boyun enflamatuvar süreçlerine sekonder olarak gelişen atlanto-aksiyal ekle-
min spontan subluksasyonu Grisel sendromu olarak bilinir ve çoğunlukla çocuklarda görülür.
Primer tedavisi konservatiftir. Tanı klinik ve radyolojik bulgular ile konulur. Gecikmiş tanı ve
tedavi, ağrılı ve kalıcı servikal deformiteye neden olabilir hatta cerrahi tedavi gerektirebilir. Ol-
gumuzda 10 yaşında bir kız hastamızın tanı alma süreci ve tedavi sürecinden bahsederek bu
sendroma dikkat çekmek istedik.
Yöntem ve Gereç: 10 yaşındaki kız hasta, yaklaşık 1 ay önce ateş ve halsizlik nedeniyle dış mer-
keze başvurmuş. ÜSYE ön tanısı ile ayaktan tedavisi düzenlenen hastanın ateş ve halsizlik şi-
kayetleri gerilemiş fakat boyun ağrısı mevcutmuş. Tedavinin sonunda hastada boyun hareket-
lerinde ağrı şikayeti olmuş. Hastaya dış merkezde yapılan boyun US görüntülemede multipl
LAP gözlenmiş.
Hasta mevcut kliniği ile polikliniğimize başvurdu. Muayenesinde özellikle servikal bölgede
yerleşimli ağrılı LAPları mevcuttu. Orofarenks hiperemik görüldü. Boyun hareketleri kısıtlan-
mış olduğu görüldü.
Bulgular: Hastanın başvuru sırasında CRP : 5.05 mg/L, ASO : 591 IU/ml görüldü. Biyokimya ve
hemogram tetkiklerinde özellik görülmedi. Alınan viral seroloji panelinde özellik gözlenmedi.
Periferik yaymasında atipik hücre gözlenmedi, tam kan sayımı ile uyumlu görüldü. Hastada
travma öyküsü yoktu. Hastada baş ve boyunda enflamutar süreç sonrası gelişebilecek komp-
likasyonlar açısından servikal BT çekildi. Atlanto-aksiyal eklemde şüpheli sublukse görünüm
görülmesi üzerine servisimize yatırılarak intravenöz antibiyotik tedavisi ile birlikte FTR eşliğin-
de konservatif tedavi uygulandı. Analjezik tedavi ve egzersizler sonucu klinik olarak düzelen
hasta, tedavi sonucu taburcu oldu.
Sonuç: Atlantoaksiyel subluksasyon fazla rastlanılmayan, iyi tamımlanamayan, daha çok ço-
cukluk çağı dönemini ilgilendiren bir probIemdir. Travma sonrası görülebileceği gibi baş, bo-
yun enfeksiyonları ve cerrahisinden sonra da rastlanabilir. Grisel Sendromunda erken teşhis,
konservatif tedavi çoğu zaman problemi çözer ve kalıcı tortikolis, nörolojik defisit ve hatta
ölüm engellenir. Bu tür vakaların erken tanınıp konservatif tedavi ile çözülebileceğini bu olgu-
muz ile dikkat çekmek istedik.

74
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-12
Otizm Spektrum Bozukluğu Tanısı Olan Çocuklarda Tanı Yaşı, Başvuru Yakınması ve Ekran
Süresi Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi

Ayşe Mete Yeşil1, Nartan Demirok2, Bernanur Toprak2, Emel Ömercioğlu1, Elif N. Özmert1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Gelişimsel
Pediatri Bilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Otizm spektrum bozukluğu (OSB) prevelansı artış göstermekte ve erken tanılama
önem taşımaktadır. Bu çalışmada, OSB tanısı olan çocukların tanı yaşı ve gelişimi olumsuz
etkilediği bilinen  günlük ekran süresi dağılımlarının belirlenmesi ve başvuru yakınmalarıyla
olan ilişkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Hacettepe Üniversitesi Gelişimsel Pediatri Polikliniğinde takip edilen OSB
tanılı 187 hastanın dosyası geriye dönük olarak tarandı. Hastaların başvuru yakınmaları, sosyo-
demografik verileri ve tanı anındaki ekran süresi verilerinin birbirileriyle olan ilişkileri değer-
lendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama tanı yaşı 32.79 ay (+10.43), %79.1’i (n=148) erkek cinsiyetteydi. En
sık görülen başvuru yakınmaları konuşma gecikmesi (%68.6); göz temasında kısıtlılık (%20) ve
ismine dönmeme (% 17.8)idi. Diğer yakınmalar arasında atipik hareketler; sinirlilik, komutlara
uymama ve gelişme geriliği yer almaktaydı. Günlük ekran süresi çocukların %39’unda 2 saat-
ten daha az; %32’sinde 4 saat ve üzerindeydi. Çocuklar ekran süresine göre gruplandırıldığında
başvuru yakınmaları açısından anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Üç yaş altı tanı alan çocuk-
lar ismine dönmeme ve komutlara uymama yakınmasıyla daha sık olarak başvururken; ekran
süresi yaş gruplarına göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p<0.01, p<0.05, p>0.05). Başvuru
anında ismine dönmeme, komutlara uymama ve motor gecikme yakınması olan çocukların
tanı yaşı medyan değerleri anlamlı olarak olmayanlardan daha düşük bulundu (p<0.01, p<0.05,
p<0.01).
Sonuç: OSB tanısında, çocukların şikayetlerine göre tanı yaşı farklılaşabilmektedir. Konuşma
gecikmesi ile başvuran çocuklarda diğer OSB bulgularının değerlendirilmesi önemlidir. Ayrıca
ebeveyn-çocuk etkileşim kalitesinin kritik önem taşıdığı OSB tanılı çocukların %68’inin ekran
süresinin 2 saat ve üzerinde olması nedeniyle, başvuru yakınmasından bağımsız olarak ailele-
re ekran maruziyeti konusunda rehberlik edilmelidir.

75
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-13
PARENTS’ EVALUATİON OF DEVELOPMENTAL STATUS -PEDS (EBEVEYNİN GELİŞİMSEL
DURUMU DEĞERLENDİRMESİ-EGDD) TARAMA ÖLÇEĞİNİN TÜRK ÇOCUKLARI İÇİN UYAR-
LAMA ÇALIŞMASI

Tuba Çelen Yoldaş1, Elif Nursel Özmert2


1
SBÜ. Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Gelişimsel Pediatri Bilim Dalı

Amaç: Pediatri uygulamalarında gelişimsel sorunları olan çocukları tanımak ve gerekli du-
rumlarda ileri değerlendirme ve erken müdahaleye yönlendirmek önemli ve genellikle zorla-
nılan bir konudur. Günümüzde ebeveyn değerlendirmesine dayalı gelişimsel tarama testleri
oldukça popüler ve dünya çapında sıkça kullanılmaktadır. Bu çalışmadaki amaç Amerikan
Pediatri Akademisi tarafından kullanılması önerilen evrensel gelişimsel tarama araçlarından
biri olan Parents’ Evaluation of Developmental Status-PEDS (Ebeveynin Gelişimsel Durumu
Değerlendirmesi-EGDD)’ in Türkçe geçerlilik ve güvenilirliğini araştırmaktır.
Yöntem ve Gereç: Çalışma  Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Ge-
lişimsel Pediatri Bilim Dalı tarafından etik kurul onayı ve Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’
nden araştırma izni alındıktan sonra Nisan 2018 ve Mart 2020 tarihleri arasında 327 çocuk ve
ailesinin çalışmaya katılımı ile yapılmıştır. Katılımcıların %41.3’ ü aile sağlığı merkezlerinden,
%42.2’ si genel pediatri polikliniklerinden ve %16.5’ i gelişimsel pediatri polikliniğinden çalış-
maya dahil olmuştur. Benzer yaş grubunda daha önce Türkçe uyarlaması yapılmış ve yüksek
geçerlilik ve güvenilirliği olan Erken Gelişim Evreleri Envanteri (EGE) referans test olarak kabul
edilmiştir. Önce EGDD, sonra EGE uygulanmıştır. Gelişimsel güçlükleri olan çocuklar da dahil
olmak üzere belirlenen sağlık merkezlerine başvuran her çocuk çalışmaya dahil edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya dahil olan çocukların ortanca yaşı 35.1 ay (aralık 3-72 ay) olup, %55.4’ ü er-
kekti. Tüm maddeler için EGDD’ nin iç tutarlık Cronbach alfa katsayısı 0.886, spesifitesi %80.1,
sensitivitesi %62.2 idi. Yaş gruplarına göre bakıldığında spesifitesi tüm yaş grupları için kabul
edilebilir sınırdaydı (%73-84.4). Sensitivitesi göreceli olarak daha düşük, ancak 25-36 ay (%63.6)
ve 37-48 ay (%73.9)’ da diğer yaş gruplarına göre (%44.4-60) daha yüksek olma eğilimindeydi.
Sonuç: Bu çalışma evrensel bir gelişimsel tarama testi olan EGDD’ nin performansını ve mev-
cut bulgularla pediatri klinik uygulamalarında kullanılabilir olduğunu göstermiştir.

76
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-14
Tekrarlayan ve / veya Tedaviye Dirençli Perianal Dermatitin Olağandışı Nedeni: Anal Stenoz

Mirzaman Huseynov1
1
Çocuk cerrahisi / Özel ADN International Hospital, Gaziantep, Türkiye

Amaç: Anal stenozun tekrarlayan ve / veya dirençli perianal dermatitin etiyolojisindeki rolünü
incelemektir.
Yöntem ve Gereç: Çalışmaya Ekim 2019 – Ekim 2020 arasında tekrarlayan ve/veya dirençli pe-
rianal dermatiti olan 8 hasta dahil edildi. Hastaların kurumsal veri tabanındaki bilgileri retros-
pektif olarak değerlendirildi. Preterm doğum anamnezi, eşlik eden intestinal sistem hastalı-
ğı, anorektal malformasyonu veya metabolik hastalığı olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.
Stenoz tanısı anüsün yaşa uygun Hegar bujisi ile kalibre edilememesi ile konuldu.
Bulgular: Hastalardan 3’ü erkek, 5’i kızdı. Ortalama doğum haftası 38.4 hafta (37 – 40 hafta),
ortalama başvuru yaşı 3 aydı (6 hafta – 7 ay). Başvuru şikayetleri; karın şişliği (n:2), dışkılamada
zorluk (n:8) ve gıdavi kusmaydı (n:4). Perianal dermatit, hiçbir hastada ilk başvuru şikayeti de-
ğildi ve tüm hastalarda muayene sırasında insidental olarak saptanmıştı.
Olguların başvuru sırasındaki anal kalibrasyonları; üç hastada 9 mm, iki hastada 8 mm, bir
hastada 7 mm, bir hastada 10 mm ve bir hastada 11 mm idi. Buji ile dilatasyon programına or-
talama 4 hafta (3 – 8 hafta) devam edildiği görüldü. Perianal dermatitin hastaların tamamında
buji tedavisi altında gerilediği ve ortalama 11 aylık (5 – 16 ay) takip süresinde tekrar etmemiş
olduğu saptandı.
Sonuç: Anal stenoz, tekrarlayan ve/veya tedaviye dirençli perianal dermatitte etiyolojik fak-
törlerden biri olabilir. Gözlemimizin prospektif veya çok merkezli çalışmalarla desteklenmesi
gerekmektedir. Tekrarlayan veya tedaviye dirençli perianal dermatiti olan hastaların, özellikle
karın şişliği veya defekasyonda zorlanma anamnezi de varsa, anal stenoz açısından çocuk cer-
rahisi ile konsülte edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

77
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-15
Turner sendromu tanısı alan olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi

Derya Tepe1, Pınar Kocaay1


1
bilkent şehir hastanesi

Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen Turner sendromlu olguların demografik özel-
liklerinin belirlenmesi ve uzun dönem klinik izlemlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Ay-
rıca boy kısalığı ile başvuran kız çocuklarında tipik fenotipik özellikleri tanıyarak erken tanı
konulması, eşlik edebilecek ek anomalilerin erken belirlenip komplikasyonların önlenmesi için
yol gösterici olacaktır.
Yöntem ve Gereç: Son 10 yıllık Çocuk Endokrinoloji poliklinik kayıtları taranarak Turner send-
romu tanısı almış olan 10 yaş üstü olgular çalışmaya dahil edilmiştir.Tüm hastaların geliş şika-
yetleri, fizik muayeneleri, antropometrik ölçümleri ve puberte bulguları değerlendirildi. Labo-
ratuvar testleri, renal ve pelvik ultrasonografi, ekokardiyografi, göz ve işitme bulguları, genetik
sonuçları dosyalarından tarandı.
Bulgular: Çalışmaya 33 Turner sendromlu olgu dahil edildi.Ortalama yaş 17,29 yaş (10,04-25,11)
idi. En sık başvuru şikayeti boy kısalığı idi(29/33).En sık tesbit edilen karyotip anomalisi 45 XO
(10/33)idi. En sık görülen kardiyolojik defekt biküspit aort kapağı idi (6/33).En sık görülen re-
nal anomali atnalı böbrek (5/33) idi.Dört olguda işitme kaybı mevcuttu. Üç olguda strabismus
mevcuttu.En sık eşlik eden otoimmun hastalıklar Hashimato tiroidi(16/33), Çölyak hastalığı
(2/33),Tip 1 diyabetes mellitus (1/33) idi. Psöryazis , tırnak hipoplazisi, alopesi , nevüs en sık gö-
rülen cilt bulgularıydı.
Büyüme hormonu 25 olguya verilmişti. Tedavi başlanan hastalardan 24 olgu son boya ulaş-
mıştı. En kısa boy 134,2 en uzun ise 151,4 cm idi. Mozaik olan 3 olgu hariç tüm olgularda streak
gonad mevcuttu.Yanlızca bir olguda spontan menarş vardı(Mozaik 45, X(20)/46, XX(20). En er-
ken östrjen başlama yaşı 11,5 yaş iken en geç 15 yaş idi. Evlenen ya da çocuk sahibi olan olgu
yoktu. İki olgu hafif mental retarde idi.
Sonuç: Turner sendromunda erken tanı; tedavinin erken başlanması ve son boy kazanımında
fayda sağlayacaktır. Çalışmamızda son boyu büyüme hormonu tedavisine rağmen 140 cm
altında olan hastalar mevcuttu. Bu durum hastaların ve ailesinin tedaviye uyum ve motivas-
yonunun çok önemli olduğunu ve daha fazla eğitim verilmesi gerektiğini göstermiştir. Ayrıca
erken tanı ile bu sendroma eşlik edebilecek hastalıkların saptanması mümkün olabilecek ve
gerekli tedaviler zamanında planlanacaktır.

78
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-16
Sendromik Obez Olgularımızın Retrospektif Değerlendirilmesi

Pınar Kocaay1
1
bilkent şehir hastanesi

Amaç: Obezite; Türkiye’de ve dünyada, sıklığı giderek artan önemli bir halk sağlığı sorunudur.
Obezitenin ortaya çıkmasına sağlıksız beslenme alışkanlıkları, fiziksel hareketsizlik, hormo-
nal bozukluklar daha nadiren genetik faktörler sebep olabilir. Genetik kaynaklı obezite, ener-
ji alımı ve harcanımını kontrol eden genlerdeki sorunlar nedeni ile ortaya çıkar; monogenik
veya poligenik olabilir. Monogenik obezite, leptin melanokortin eksenindeki genlerden biri-
nin fonksiyon kaybı sonucu görülür; sendromik ve sendromik olmayan obeziteye neden olur.
Sendromik obez olgularda obeziteye, hiperfaji, gelişimsel anomaliler, dismorfik bulgular, or-
gan anomalileri, mental retardasyon ve hipotalamik disfonksiyon eşlik eder.
Çalışmada amaç obez olgularda poliklinik değerlendirmesinde hangi hikaye ve fizik muayene
bulguları ile sendromik obeziteden şüphenilmeli sorusunu akla getirmek ve böylece bu olgu-
lara daha erken tanı konularak erken tedavi ve hayatı tehdit edebilecek ek anomalilerin erken
farkedilmesini sağlamaktır.     
Yöntem ve Gereç: Bu çalışmada Bilkent Şehir Hastanesi Çocuk Endokrin polikliniğine 2019-
2021 yılları arasında başvurmuş ve bu yıllarda takip edilmekte olan 18 yaş altı toplam 17 send-
romik obez olgu dahil edilmiştir. Olguların fizik muayene ve antropometrik değelendirmeleri,
laboratuvar bulguları, görme ve işitme muayeneleri, renal görüntülemeleri, ekokardiyografik
değerlendirmeleri, psikiyatrik değerlendirmeleri, ek hastalıkları, kulllandıkları ilaçlar ve mev-
cut genetik sonuçları toplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya toplam 17 olgu dahil edilmiştir. Bu olguların dokuzu kız , sekizi erkek idi .
Olguların en erken tanı yaş 2 yaş en geç tanı yaşı 12 yaş 6 ay idi. Dört olgu Prader willi, üç olgu
Bardet Biedel, altı olgu Alstrom , dört olgu pseudohipoparatiroidi idi. Başvuru şikayeti %76
olguda kilo fazlalığı, aşırı yeme isteğiydi. Ancak pseudohipoparatiroidi nedeniyle başvuran üç
olguda hipokalsemiye bağlı semptomlar ve bir olguda ise boy kısalığı idi.
Sonuç: Olgularımızda en erken tanı yaşının 2 yaş olması poliklinik muayenelerinin daha dik-
katli yapılması gerektiğini göstermiştir. Ayrıca olguların son poliklinik muayeneleri tanı konu-
lan olgularda obezitenin önlenmesi ve ek hastalıkları takipte ailelerle iş birliğinin ve ailelerin
eğitimin iyi olması gerektiği ve takiplerin daha sık ve dikkatli yapılmasını işaret etmektedir.

79
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-17
Hirsutizm Tanılı Olguların Klinik ve Laboratuvar Parametrelerinin Karşılaştırılması

Aynur Bedel1, Mesut Parlak1


1
Akdeniz Üniversitesi, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı, Antalya

Amaç: Hirsutizm kadın vücudunda androjene duyarlı bölgelerde terminal kılların aşırı büyü-
mesi ile ortaya çıkan erkek tipi kıllanma olarak tanımlanmaktadır (1). Klinik değerlendirmede
dokuz bölgeyi içeren modifiye Ferriman-Gallwey (mFG) puanlama sistemi kullanılmakta olup,
puanın 8 ve üzerinde olması hirsutizm olarak tanımlanır (2,3). Çalışmamızda hirsutizm şikayeti
ile başvuran adolesan olguların klinik ve laboratuvar bulgularının değerlendirmesini amaçla-
dık.
Yöntem ve Gereç: 2019-2021 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Klini-
ği’nde hirsutizm tanısı almış 100 olgu değerlendirildi. Olguların klinik özellikleri ve laboratuvar
parametreleri incelelendi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 15,6 ± 1,5, boy SDS’si medyan -0,2 (1,5), vücut ağırılığı SDS’si
medyan 0,7 (2,4), VKİ SDS’si medyan 1,1 (2,2) idi. Ortalama mFG skoru 14 ± 3,6, luteinleştirici
hormon 7,5 ± 5,8 mIU/mL, folikül uyarıcı hormon 5,9  ± 3,5 mIU/mL, estradiol 68,6 ± 52,8 pg/mL,
prolaktin 13,3 ± 7,3 ng/ml saptandı. Ortalama dehidroepiandrosteron sülfat (DHEASO4) 239,3 ±
136,6 ug/dl, 17 hidroksiprogesteron 1,6 ± 0,9 ng/ml, 11 deoksikortizol 12,8 ± 1,6 ng/ml, andresteno-
dion 2,3 ± 1,4 ng/dl, total testosteron 0,3 ± 0,1 ng/ml, serbest testosteron 2,3 (3,4) pg/ml, seks hor-
mon bağlayıcı globulin (SHBG) 33,3 ± 24 nmol/L tespit edildi. Hastaların 46’sında adet düzen-
sizliği şikayeti vardı. Olguların 28’i polikistik over sendromu (PKOS), 11’i heterozigot konjenital
adrenal hiperplazi (KAH),  68’ i idiyopatik hirsutizm tanısı aldı. Takipte 18 olguya kombine oral
kontraseptif (oks), altı olguya siproteron asetat, iki olguya metformin ve oks, bir olguya sipro-
teron asetat ve oks, bir olguya metformin tedavisi başlandı. Vücut kitle indeksi ile mFG skoru,
total testosteron, DHEASO4 arasında pozitif korelasyon saptanırken  (sırasıyla p=0,013, r=0,248,
p=0,016, r=0,251, p=0,048, r=0,224), SHBG ile negatif korelasyon saptandı (p=0,000, r=552).
Sonuç: Çalışmamızda literatür ile uyumlu olarak (4) hirsutizm ile başvuran olgularda altta ya-
tan en sık nedenin PKOS, ikinci sırada heterozigot KAH olduğunu tespit ettik. İdiyopatik hir-
sutizm tanısı bir ekartasyon tanısı olup serum androjen düzeyleri normal ve adet düzensizliği
olmayan olgularda düşünülür (5).

80
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-18
Kliniğimizde Hiperinsülinemik Hipoglisemi Tanısı İle Takip Edilen Olguların Değerlendi-
rilmesi

Enver Atay1
1
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Kliniğimizde hiperinsülinemik hipoglisemi tanısı alan olguların klinik, laboratuar, rad-
yolojik ve genetik sonuçları açısından değerlendirilmesi, tedaviye yanıtlarının irdelenmesi
amaçlandı.
Yöntem ve Gereç: 2017-2020 tarihleri arasında kliniğimizde hiperinsülinemik hipoglisemi ta-
nısı alan 9 hasta çalışmaya dahil edildi. Plazma glukozu < 50 mg/dL iken plazma insulin dü-
zeyi > 1 μU/mL, glukagona glisemik cevap ?> 30 mg/dL (15–45 dakika), öglisemiyi sağlamak
için gerekli glukoz infüzyon hızı > 7?mg/kg/min, β-hidroksibutirat < 2 mmol/L, plazma serbest
yağ asit düzeyi < 1.5 mmol/L tanı kriteleri olarak kullanıldı. Diyabetik anne bebekleri çalışmaya
dahil edilmedi. Hiperinsülinemik hipoglisemiye yol açtığı bilinen ABCC8, KCNJ11, GCK, HADH,
HNF1A, HNF4A, INSR, GLUD1, SLC16A1, UCP2 gen analizleri yapıldı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 9 hastanın 5’i erkek 4’ü kızdı. Altı hastada hipoglisemi post-
natal ilk 24 saat içinde gözlenirken 2 hastada 1.haftadan sonra, bir hastada ise 6 aylık iken
ortaya çıktı. Median glukoz değeri 36 mg/dl (16-49); median insulin değeri 17 μU/mL ( 5.3-83)
idi. 2 hastada  heterozigot ABCC8, 1 hastada homozigot ABCC8, 1 hastada heterozigot KCNJ11,
1 hastada homozigot KCNJ11 mutasyonu  olmak üzere 5 hastada genetik patoloji saptandı. 4
hastaya F18 DOPA PET çekimi yapılabildi. 3 hastada fokal 1 hastada difüz hiperplazi saptandı. 5
hasta diazoksid yanıtsızdı. Tedavisi kesilebilen 6 hastanın 4’ünde genetik analiz sonucu normal
iken 2’sinde heterozigot ABCC8 ve KCNJ11 mutasyonu mevcuttu. 2 hastada pankreatektomi
yapıldı. Her iki hastada da pankreatektomi sonrasında hipoglisemi atakları devam ettiği için
sandostatin tedavisine devam edildi. Genetik analizinde mutasyonu saptanmayan hastaların
tamamında tedavi kesilebildi.
Sonuç: Hiperinsulinemik hipoglisemi sıklıkla yenidoğan döneminde görülmekle beraber ha-
yatın herhangi bir döneminde ortaya çıkabilir. ABCC8 ve KCNJ11 mutasyonları en sık saptanan
genetik patolojilerdir. Homozigot mutasyonu olan hastalarda klinik ağır seyirlidir. Tanı anında
ölçülen glukoz ve insulin düzeylerinin sürekli tedavi gereksiniminin belirlenmesinde önemi
yoktur. Genetik analizlerde mutasyon saptanması ömür boyu tedavi gereksinimi olduğu anla-
mına gelmez. F18-DOPA PET incelemede fokal lezyonu olan hastalarda bile cerrahi müdahale
her zaman tam iyileşmeyi sağlamayabilir.

81
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-19
Çocuklarda Farklı Yaş Gruplarında COVID-19 Başvuru Semptomları Değişiyor mu?

Selin Taşar1, Aslıhan Şahin1, Gülnihan Üstündağ1, Ayşegül Elvan Tüz1, Yıldız Ekemen Keleş1, Eda
Karadağ Öncel1, Ahu Kara Aksay1, Dilek Yılmaz Çiftdoğan2
1
Sağlık Bilimleri Üniversitesi, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon
Hastalıkları Kliniği
2
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Faku?ltesi, Çocuk Enfeksiyon HastalıklarI Bilim Dalı

Amaç: Aralık 2019’dan bu yana SARS-CoV-2 virüsünün neden olduğu hastalıklar tüm dünyada
yaygın olarak görülmektedir. Çocuklarda COVID-19 erişkinlere göre daha hafif seyirli olsa da
ciddi akciğer enfeksiyonları ve MİS-C gibi çoklu organ tutulumu görülebilmektedir.  Çocuklar-
da başvuru semptomları da yaşlara göre çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışmada çocuklarda
yaş gruplarına göre başvuru semptomlarının irdelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Hastanemiz Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Polikliniği’ne Mart 2020 - Ocak
2021 tarihleri arasında başvuran, SARS-CoV-2 için yapılan PCR testi pozitif olan çocuk hastalar
tarandı. Bu hastaların demografik özellikleri, başvuru şikayetleri ve hastaneye yatış durumları
kaydedildi. COVİD-19 temaslı olup PCR pozitifliği olan asemptomatik vakalar ve MIS-C tanısı
alan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.  Yaş gruplarına göre semptomların yaygınlığının araş-
tırılması için hastalar 1-12 ay, 1 -3 yaş, 3-5 yaş , 6-12 yaş , 12 yaş ve üzeri olarak sınıflandırıldı .
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 648 semptomatik hastanın 349’u (%53.8) kız, 299’u (%46.2)
erkekti, yaş ortancası 167 aydı (min-maks=1-226 ay).Hastaların 88’i (%13.5) hastaneye yatırılarak
takip edilmişti. En yaygın başvuru şikayeti ateşti (%54.2, n=351), bunu sırasıyla öksürük(%40,
n=259) ve halsizlik (%21, n=136) takip ediyordu.Cinsiyete göre başvuru semptomları karşılaştı-
rıldığında; öksürük ve koku kaybının kızlarda istatistiksel anlamlı olarak daha sık olduğu sap-
tandı (p=0.002 ve p=0.035).Yaş gruplarına göre semptomların yaygınlığı araştırıldığında; ateş
adolesan dönemde daha sık semptom olarak karşımıza çıkarken diğer gruplara göre istatis-
tiksel olarak anlamlı farklıydı (p<0.01).Boğaz ağrısı, baş ağrısı, tat ve koku kaybı, halsizlik, miyalji,
gibi beyana dayalı semptomlar 12 yaş ve üzeri hastalarda diğer hasta gruplarına göre anlamlı
olarak daha sık görüldü (tüm parametreler için p<0.01).Bakım verenin ve hastanın bizzat beya-
nına dayalı semptomlardan ishal ve solunum sıkıntısı adolesan öncesi çocuklarda istatistiksel
anlamlı olarak daha az sıklıkta görüldü (p<0.01, p=0.03).Hastaneye yatış sıklığı 1 ayş altı infant-
larda ve 12 yaş üstü adolesanlarda daha yüksekti (p<0.01).
Sonuç: COVID-19 seyri sırasında çocuklarda semptomlar farklılık gösterebilmektedir. Çalışma-
mızda özellikle adolesan dönemde başvuru semptomları daha çeşitli olup hastaneye yatış sık-
lığı daha yaygın bulunmuştur.

82
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-20
Bronşiolit tanısıyla izlenen çocuklarda hastalığın şiddeti ile nötrofil/lenfosit oranı
arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi

Ömer Güneş1, Meltem Erol1, Özlem Bostan Gayret1, Abdulrahman Özel1


1
SBÜ Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatri Kliniği

Amaç: Akut bronşiyolit süt çocuklarında görülen ve akut solunum sıkıntısı ile karakterize klinik
bir tablodur. Ödem, mukus ve hu?cresel kalıntılarla brons?iollerin obstru?ksiyonu ile karakte-
rize, inflamatuar bir süreçtir. Süt çocukluğu döneminde alt solunum yolu hastalığının en sık
nedeni akut bronşiyolitlerdir. Çalışmamızda çocuk servisinde yatırılarak tedavi edilen bronşio-
lit tanısı alan 0-2 yaş arası çocuklarda nötrofil lenfosit oranının (NLO), hastalık şiddeti ile ilişki-
sinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. 
Yöntem ve Gereç: Bu prospektif kesitsel çalışmaya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağcılar Eği-
tim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Servisinde 01.12.2018 – 04.01.2020 tarihleri arasında bronşio-
lit nedeniyle yatırılarak takip edilen 0-2 yaş arası 158 hasta dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti,
laboratuar sonuçları ve hastalık ciddiyet skorlanması kaydedildi. Bu skorlamaya göre hastalık
ciddiyeti hafif, orta ve ağır olarak değerlendirildi. Çalışma için hastanemiz yerel etik kurulun-
dan onay alındı.
Bulgular: Hastalık ciddiyet skoru ile grupların yaş ortalamaları arasında ve cinsiyet dağılımları
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmemiştir (sırasıyla p=0,061, p=0,392). Hasta-
lık ciddiyet skoru ile nötrofil/lenfosit (N/L) oranı değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık gözlenmiştir (p=0,007). Hafif grubunun N/L oranı orta ve ağır gruplardan istatistiksel
olarak anlamlı derecede düşük bulunmuş (sırasıyla p=0,003, p=0,006), orta ve ağır grupların
hastalık ciddiyet skoru ile yaş değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon gözlen-
memiştir (r=0,081 p=0,311).
Sonuç: Nötrofil lenfosit oranı son yıllarda kullanımı giderek artan bir sistemik inflamatuar ya-
nıt belirtecidir. Ucuz olması ve kolay ulaşılabilir olması değerini arttırmaktadır. Aynı zamanda
yapılmış çalışmalarda klinik anlamlılığının ortaya konmuş olması da değerini arttıran bir diğer
faktördür. Nötrofil lenfosit oranında artış bronşiolit tanılı hastaların klinik ciddiyetiyle ilişkilidir
ve çocuk servisinde yatan 0-2 yaş arası bronşiolit tanılı hastaların prognozunu değerlendirmek
için kullanılabilecek faydalı bir parametredir.

83
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-21
Çocukluk çağında safra kesesi taşı: eşlik eden hastalıklar, risk faktörleri ve
komplikasyonların değerlendirilmesi

Nevzat Aykut Bayrak1, Erdal Sarı2


1
SBU Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji
ve Beslenme Bölümü
2
SBU Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klini-
ği

Amaç: Ultrasonografinin yaygın kullanımıyla birlikte çocukluk çağında da artan sıklıkta safra
kesesi taşı saptanmaktadır. Olguların neredeyse yarısından fazlasında bir neden saptanama-
maktadır. Amacımız, çocukluk çağı safra kesesi taşlarını eşlik eden hastalıklar, risk faktörleri ve
komplikasyonlar açısından değerlendirmektir.
Yöntem ve Gereç: Ocak 2018–2019 tarihleri arasında ultrasonda safra kesesi taşı saptanmasıy-
la çocuk gastroenteroloji polikliniğine başvuran ve 1 yıl süreyle düzenli takibe gelen 24 aydan
büyük olgular çalışmaya alındı. Yakınma, eşlik eden hastalıklar, uygulanan tedavi ve kompli-
kasyonlar hasta dosyaları üzerinden değerlendirildi. Daha önce tanı almış olgular ve sadece
safra çamuru saptananlar çalışmaya alınmadı
Bulgular: Polikliniğe başvuran 10752 hastanın 279’unda (%2,6) safra kesesi taşı mevcuttu. Bu
olguların 214’ü (ortalama yaş: 9,69±4,71 yıl, %51,4 kız) çalışma kriterlerini karşılayarak çalışmaya
alındı. Yaş gruplarına göre 2-10 yaş arası 96 (%44,9), 10-18 yaş arası 118 (%55,1) olgu vardı ve 10
yaşın üzerindeki olgularda kızların sıklığı daha fazlaydı (42 vs. 68 kız, p<0,05). Yaş büyüdükçe
safra taşının boyutu artmaktaydı (r2:0,43, p<0,05). Olguların 176’sı düzenli olarak ursodeoksiko-
lik asit (UDKA) tedavisi aldı. Olguların 82’sinde (%38,3) çeşitli eşlik eden hastalıklar ve olası risk
faktörleri saptandı (21 olguda obezite, 14 olguda seftriakson kullanımı, 9’ar olguda lösemi veya
kistik fibrozis, 8 olguda serebral palsi, 6’şar olguda down sendromu veya total/periferik paren-
teral nutrisyon hikayesi, 5 olguda herediter sferositoz, 3 olguda çölyak hastalığı, 1 olguda ko-
lestatik hastalık). Bir yıllık takip sonunda 8 olguda (3 obez, 3 herediter sferositoz, 2 idiyopatik)
semptomatik olmaları üzerine ERCP/kolesistektomi uygulandı. 206 olgunun 48’inde (%23,3)
taşın büyüdüğü, 52’sinde (%25,2) aynı boyutta kaldığı, 61’inde (%29,6) boyutunun küçüldüğü ve
45’inde (%21,8) tamamen iyileştiği gözlendi. Taşın boyut değişikliklerinde yaş gruplarına göre
bir fark saptanmadı (p>0,05).
Sonuç: Çalışmamıza göre safra taşı çoğunlukla idiyopatik olarak gelişmektedir. Adölesan kız-
larda daha sık görülmektedir. Çoğu olgu düzenli UDKA tedavisi almasına rağmen tedavi ba-
şarısı düşüktür.

84
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-22
Kronik İshalde Genetik İnceleme ve Klinik Seyir: 2 yıllık Tek Merkez Deneyimi

Hasret Ayyıldız Civan1


1
S.B.Ü. Dr. Sadi Konuk Eğitim Ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Kronik ishal 4 haftadan daha uzun süren ishal olarak tanımlanır. Kronik ishale neden
olan en ciddi etiyolojik neden konjenital ishal hastalıkları olarak adlandırılan, daha sıklıkla ye-
nidoğanlarda görülen ve farklı genetik nedenlerle oluşan bir grup hastalıktır. Kliniğimizde kro-
nik ishal nedeniyle başvuran ve genetik analiz sonucu konjenital ishalli hastalık tanısı alan
olguların klinik bulgularını ve genetik inceleme sonuçlarını sunmayı amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Kliniğimize kronik ishal nedeniyle başvuran olgularda, hastanın aile ve bes-
lenme öyküsü, klinik bulguları not edildi. Rutin laboratuvar ve dışkı tetkikleri, gastroskopi ve 
kolonoskopi yapıldı. Bu tetkikler normal sonuçlandıktan sonra genetik incelemeler yapılarak
tanı konuldu.
Bulgular: Çalışmaya kronik ishali olup konjenital ishalli hastalık şüphesi ile genetik inceleme
yapılan 9 hasta(5 kız, 4 erkek)  alındı. Genetik inceleme sonucunda 1 hasta DGAT-1 enzim eksik-
liği, 1 hasta Mikrovillus inkülüzyon hastalığı, 1 hasta Triko-hepato-enterik sendrom tip 2, 1 has-
ta Kistik fibroz, 2 hasta Enterik anendokrinozis,  1 hasta Konjenital tufting enteropati, 1 hasta
Mednik sendromu  ve 1 hasta da Glukoz-galaktoz malabsorbsiyonu tanısı aldı.
Sonuç: Konjenital ishal hastalıkları, nadir görülmekle birlikte morbidite ve mortalite riksi yük-
sek olan ve genellikle otozomal resesif geçişli hastalıklardır. Akraba evliliğinin sık olduğu toplu-
mumuzda hayatın erken döneminde başlayan kronik ishal olgularının ayırıcı tanısında akılda
tutulması gereken bu hastaların tanı almasında genetik tetkikler önemli bir basamak oluştur-
maktadır.
 

85
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-23
Çölyak Hastalığı Tanısı Alan Çocukların Diyet Uyumuna Göre Demografik, Klinik,
Laboratuvar Ve Histopatolojik Bulgularının Değerlendirilmesi

Sibel Yavuz1
1
Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Gastroenteroloji BD, Adıyaman, Türkiye

Amaç: Çölyak hastalığı, diyet ile alınan glutenin tetiklediği intestinal inflamasyonla seyreden
kronik bir hastalıktır(1). Bilinen tek tedavi, yaşam boyu glutensiz bir diyettir(2). Bu çalışmada,
diyet uyumuna göre hastalığın klinik, laboratuvar ve histopatolojik bulgularını değerlendirme-
yi amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Çalışmamıza Haziran 2020-Ocak 2021 tarihleri arasında kliniğimizde Çölyak
hastalığı tanısı alan ve takip edilen 102 hasta dahil edildi. Hastaların dosyalarından yaş, cinsi-
yet, vücut ağırlığı, boy, başvuru yakınması, histopatolojik inceleme, diyet uyumu, laboratuvar
değerleri standart veri toplama formuna kaydedildi. Hastalar diyet uyumu olanlar (grup 1; 79
olgu, %77.5) ve diyet uyumu olmayanlar (grup 2; 23 olgu, %22.5) olmak üzere iki gruba ayrıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 102 hastanın 63’ı (%61.8) kız ve 39’u (%38.2) erkek idi. Hastaların, or-
talama yaşı 118±50.7 ay ve ortalama glutensiz diyet başlangıç yaşı 84.4±41.7 ay olarak saptandı.
Hastaların ortalama vücut ağırlığı 31.1±15.1 kg, ortalama boy 130.1±26 cm ve ortalama vücut kitle
indeksi (VKİ) 16.8±3.2 olarak ölçüldü. Grup 1 deki hastaların 47’si kız 32’si erkekdi. Grup 2 deki
hastaların 16’si kız 7’si erkek idi. Grup 1 ve grup 2 de en sık başvuru yakınması büyüme geriliği
saptandı (%46.8 ve %47.8). Her iki grupta da en sık eşlik eden hastalık anemi olarak saptan-
dı (%29.1 ve %34.8). Patoloji tanıları açısından değerlendirildiğinde grup 1’deki 11(%14) hastada
Marsh 3a, 43(%54.4) hastada Marsh 3b, 25(%31.6) hastada Marsh 3c, grup 2’deki, 3(%13) hasta-
da Marsh tip 3a, 17(%73.9) hastada Marsh 3b, 3(%13) hastada Marsh 3c olduğu saptandı. Grup
2 hastalarında grup 1 deki hastalara göre hemoglobin ve ferritin değerleri istatistiksel olarak
daha düşük saptandı (p=0.048, p=0.018). Diğer laboratuvar değerleri açısından iki grup arasın-
da istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Glutensiz diyet hem semptomatik, hem de asemptomatik hastalara önerilmektedir.
Büyüme geriliği gibi malabsorbsiyonla ilişkili sorunlar diyet uyumu ile kendi yaş gruplarının
normal vücut ağırlığı ve boy persentillerine ulaşmaktadırlar(3). Tedavide glutensiz diyetin yanı
sıra anemi gibi bulgular göz önünde bulundurularak tedavinin buna göre düzenlenmesi ge-
rekmektedir.

86
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-25
Williams-Beuren Sendromu Tanılı Çocukların Klinik Bulgularının Değerlendirilmesi

Serdar Bozlak1, Dilek Uludağ Alkaya1, Esra Usluer1, İbrahim Bayrak1, Veysel Altındağ2, İpek Ül-
kersoy2, Beyhan Tüysüz1
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim
Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk sağlığı ve Hastalıkları Ana-
bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Williams-Beuren Sendromu tipik yüz bulguları, nörogelişimsel gerilik, kardiyovasküler


sorunlar başta olmak üzere birçok sistemi ilgilendiren, genetik temeli bilinen bir hastalıktır.
Bu çalışmanın amacı Willliams sendromu tanısıyla takip edilen geniş bir kohortta tanı ve takip
için yol gösterebilecek klinik bulgularının incelenmesidir.
Yöntem ve Gereç: 1994-2020 tarihleri arasında Çocuk Genetik Hastalıkları Bölümü tarafından
Williams sendromu tanısıyla takip edilen toplam 78 olgu, hasta dosyalarından ve fotoğrafların-
dan geriye dönük olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmada 37’si kız (%48), 41’i erkek (%52) olan 78 hasta değerlendirildi. Hastaların
%87 sinde moleküler sitogenetik yöntemlerle 7q11.23 bölgesinde mikrodelesyon saptandı. Wil-
liams sendromları için tariflenen dismorfik yüz bulguları hastaların tamamında görüldü. En
sık saptanan bir diğer bulguysa, hastaların tümünde görülen ani ve/veya yüksek sesle oluşan
hoşnutsuzluk, korkma, çığlık atma gibi tepkilerin saptanmasıydı. Başvuru anında hastaların
%32’sinde boy, % 30,5’inde tartı ve %47.1’inde baş çevresi -2sds altında saptandı. Hastaların %84’
ünde görülen doğumsal kalp hastalığının en sık nedeni %53 ile supravalvüler aort stenozuydu.
Eşlik edebilecek olası endokrinolojik problemler nedeniyle yapılan taramalarında 23(%52) has-
tada hipotroidi, 13(%19) hastada da idiyopatik hiperkalsemi saptandı. Göz muayenesi yapılan-
larda 16 (%38) hastada saptanan şaşılık en sık saptanan patolojik muayene bulgusuyken, Wil-
liams sendromunda daha çok görülen iriste yıldız benzeri görüntü 16(%20) hastada saptandı.
Sonuç: Williams sendromu dismorfik yüz bulgularının yanı sıra en sık görülen ancak gözden
kaçabilecek özelliği olan ani ve/veya yüksek sese karşı verilen anormal tepkileri olan çocuklar-
da akla gelmelidir. Williams sendromu birçok sistemik etkileyen bulgularının olması nedeniy-
le multidisipliner yaklaşımla takip edilmesi gerekmektedir.

87
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-26
Akut Bronşiyolit Tedavisinde Nebülize Budesonid, Adrenalin Ve Salbutamol Etkinliğinin
Araştırılması

Betül Karaatmaca1, Metin Aydoğan2, Dilek Yavuzcan Öztürk3, Rengin Şiraneci4


1
S.B. Ankara Şehir Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
2
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
3
S.B İstanbul Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
4
S.B.Ü İstanbul Kanuni Sultan Süleyman E.A.H, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Amaç: Akut bronşiyolit, süt çocukluğu döneminde en sık görülen, sıklıkla viral etkenlerin ne-
den olduğu akut alt solunum yolu enfeksiyonudur.  Hafif öksürükten akut solunum yetmez-
liğine kadar çeşitli klinik bulgularla seyredebilir. Tedavide bronkodilatörlerin etkisi belirsizdir.
Çalışmamızda orta şiddette 1. veya 2. atak akut bronşiyolit tanısı alan süt çocuklarında, ne-
bülize budesonid, adrenalin ve salbutamol, etkinliğinin prospektif, randomize, çift kör olarak
kontrol grubuyla karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: 1 Kasım 2007-31 Aralık 2007 tarihleri arasında, İstanbul Bakırköy Kadın Do-
ğum ve Çocuk Hastalıkları E.A.H çocuk acile başvuran ve bronşiyolit tanısı alan bebeklere 0. ve
30. dakikalarda   toplam 2 doz, nebülize olarak budesonid(0,5 mg/ 1 ml, 0,5 mg/doz); adrenalin(1
mg/1 ml, 1: 1000 L-Adrenalin, 3 mg/doz) veya salbutamol(2,5 mg/2,5 ml, 0,15 mg/kg/doz) toplam
5 cc olacak şekilde serum fizyolojik(SF) ile tamamlanarak verildi. Kontrol grubuna 5 cc SF uy-
gulandı. Hastaların tedavi öncesi, 30., 60. ve 120. dakikalardaki uluslararası RDAI(Respiratory
Distress Assessment Instrument) skorlaması, DSS(dakika solunum sayısı), KTA(kalp tepe atımı
sayısı), standart pulse oksimetre ile oksijen saturasyonu(SaO2) ölçümü yapıldı ve oluşabilecek
yan etkiler açısından takip edilerek çalışma formuna kaydedildi.
Bulgular: Toplam 60 çocuk(%66,erkek) çalışmaya dahil edildi. Hastaların başvuru anındaki or-
tanca yaşı 6,5(3,5-9,5) ay, prodromal semptomların ortanca süresi 5,5(3-7) gün ve hırıltılı solu-
num semptom süresi 3(2-5) gün idi. Her 4 grup demografik özellikleri, başlangıç klinik skor
ortalamaları, DSS, KTA ve SaO2 açısından karşılaştırıldığında benzer bulundu. Tüm gruplarda
RDAI skorları ve DSS’de 2. saatte anlamlı düzelme oldu(p<0,05).  Grupların birbirleriyle karşı-
laştırılmasında 30. dakika DSS’de salbutamol grubunda diğerlerine göre anlamlı düzelme var-
dı(p=0,031). Ayrıca grupların kontrol grubuyla ikili karşılaştırılmasında salbutamol grubunda
60. dakika DSS’de anlamlı fark bulundu(p=0,01).
Sonuç: Çalışmamızda, nebülize tedavilerin tümü başlangıç skorları ile karşılaştırıldığında ikinci
saatte DSS ve RDAI değerlendirilmesinde iyileşme göstermiştir. Ancak salbutamol, DSS’nin

88
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
kısa vadeli iyileştirilmesinde biraz daha fazla etkiye sahipti. Akut bronşiolit tedavisinde bron-
kodilatör tedavisinin etkinliğini değerlendirmek için uzun süreli takiplerle büyük örneklem
boyutları ve çok merkezli, plasebo kontrollü araştırmalara ihtiyaç vardır.

89
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-27
Sağlık Bilimleri Alanında Okuyan Öğrencilerin Serviks Kanseri Ve Human Papilloma Virus
Aşısı Hakkındaki Bilgi, Tutum Ve Farkındalık Düzeyleri

Uzm.Dr.Hatice Irmak Çelik1, Uzm.Dr.Begümhan Demir Gündoğan1, Prof.Dr.Hacer Çetin1, Prof.


Dr.Elvan Çağlar Çıtak1
1
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı

Amaç: HPV aşılama ile önlenebilir bir hastalık olup serviks kanseri gelişiminde önemli bir yere
sahiptir. HPV aşılamasının başlama yaşının çocukluk yaş grubunda olması nedeniyle sağlık
bilimlerinde okuyan öğrencilerin aşılama hakkında bilgi sahibi olmaları çok önemlidir. Bu ne-
denle çalışmanın amacı üniversitemiz Hemşirelik ve Tıp Fakültesi öğrencileri arasında HPV
enfeksiyonu, serviks kanseri ve HPV aşısı hakkındaki bilgi, tutum ve farkındalık düzeylerini be-
lirlemektir.
Yöntem ve Gereç: 2017-2018 yılları arasında Tıp Fakültesinden 803, Hemşirelik Fakültesinden
298 öğrencinin cevapladığı anketler üzerinden değerlendirme yapılmıştır.
Bulgular: Fakülteler kendi içerisinde, eğitim sürecinin ilk yarısı ve ikinci yarısı olacak şekilde
de karşılaştırılmıştır. 281 Hemşirelik Fakültesi öğrencisinin 140’ı 1., 2. sene öğrencisi olup ortala-
ma puanları 38,93±6.4 olarak, 3. ve 4. sınıf öğrencisi olan 141 katılımcının ortalama puanları ise
43,21±4.9 olarak bulunmuştur (p<0.001). 1-2-3. sene Tıp öğrencisi olan katılımcıların ortalama
puanı 41,26±6.26 iken, 4-5-6. sınıf olan katılımcıların puanı ise 48,50±3.78 olarak kaydedilmiştir
(p<0.001). Hemşirelik fakültesi 1-2.sınıf öğrencileri (38.93±6.4 ) ile Tıp fakültesi 1-3.sınıf öğrencile-
ri(41.26 ±6.26) arasında alınan toplam puan bakımından istatistiksel olarak Tıp fakültesi lehine
anlamlı bir farklılık vardır (p<0.001). Benzer şekilde son sınıflarda okuyan öğrenciler için yapılan
karşılaştırmada da, Hemşirelik fakültesi 3-4. sınıf öğrencileri ile Tıp 4-5-6. sınıf öğrencileri ara-
sında alınan toplam puan bakımından Tıp fakültesi lehine istatistiksel olarak anlamlı bir farklı-
lık vardır. (p<0.001).Hemşirelik fakültesi öğrencileri ile Tıp Fakültesi öğrencileri arasında alınan
toplam puan bakımından da ilk yıllar ve son yıllardaki gruplar karşılaştırıldığında anlamlı fark-
lılık (0,92 kat daha az puan) olduğu görülmüştür (p<0.001).Bu bulgularla genel puan ve tutum
olarak incelendiğinde Tıp Fakültesi puanları bir miktar daha iyi saptanmıştır.
Sonuç: Sağlık alanında eğitim sürecinde HPV ve aşısı hakkında yeterli eğitimin verilmesi önle-
nebilir bir hastalık için bilgi düzeyinin arttırılması önemli gibi durmaktadır.
 
 

90
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-28
Semptomdan Tanıya Çocukluk Çağı Kanserleri

Melek Erdem1, Gökalp Rüstem Aksoy1


Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları AD, Çocuk Onkoloji Bilim
1

Dalı

Amaç: Çocukluk çağı kanserleri,risk sınıflandırmasına uygun tedaviler, destekleyici bakımın


artırılmasıyla başarılı bir şekilde tedavi edilirken; tanı ve tedaviyle ilişkili gecikmeler kötü so-
nuçlara neden olabilmektedir. Bu çalışmada malignite tanısı alan hastaların tanısı, başvuru
yakınması, yakınma süresi, tanı alıncaya kadar geçen süre değerlendirilmiştir.
Yöntem ve Gereç: Çocuk Onkoloji Bölümünde Ocak 2019- Ocak 2021 yılları arasında  malign
tümör tanılı 161 hasta alınmıştır. Hastaların demografik özellikleri, başvuru yakınması, tanı ta-
rihi, tanısı, evresi, tanı gecikme süresi, ön tanıları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Semp-
tomların başlangıcından onkoloji bölümüne başvuru (T1), onkoloji   başvurusu sonrası tanı
konulması (T2) ve semptom başlamasından sonra tanı alınmasına kadar geçen süreler(T3) de-
ğerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan 161 olgunun (E:68 K:93) ortanca yaşı 83 aydı. (15 gün-212 ay) En sık
görülen tanı merkezi sinir sistemi (SSS) tümörüydü (n:41, %25,5), bunu lenfomalar (%20.5) ve
Wilms tümörü (%9.3) izledi. Ortanca T1 süresi 38 gün (1-700 gün), T2 süresi 13 gün (1-90 gün),
T3 süresi 40 gündü (2-705 gün). Tanı öncesi başvurulan hekim ortalaması üçtü. Malignite şüp-
hesi (%42), enfesksiyon (%20.5), lenfadenit (%13,7), gastrointestinal hastalık(%10) en sık konulan
ön tanılardı. Primer tümör lokalizasyonu en sık abdominal bölgeydi (%30), bunu intrakranial
(%27) ve baş-boyun (%20) bölgesi izliyordu. Uzak metastaz 14 (%9) hastada mevcuttu. GİS ya-
kınması olanlarda T1 ve T3 anlamlı olarak daha kısaydı (p=0,001; 0,008). Kas –iskelet yakınması
olanlarda T1 ve T3 istatistiksel olarak daha uzun bulundu (p=0,006; 0,005). Nörolojik semptom-
la başvuran/ başvurmayan hastalarda süre açısından fark gözlenmedi. Kemik iliği tutulumu,
uzak metastazı olan ve olmayan olguların tanı alma süreleri farklı değildi. Malignite şüphesi ile
sevkedilenlerin T1,T2 ,T3 süreleri anlamlı olarak diğer ön tanılardan kısaydı (p< 0,001)
Sonuç: Pediatrik kanser olgularıyla karşılaşma olasılığı yüksek sağlık çalışanlarının, özellikle
pediatrik hastaları gören diğer uzmanların, çocukluk çağı kanserinin semptomları konusunda
daha duyarlı ve dikkatli olmaları, bu hasta grubunun erken tanı alması, erken evrede daha hızlı
tedaviye başlanması ve tedaviye yanıtlarının iyileştirilmesi açısından önemlidir.

91
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-29
Akut Lösemili Çocuk Hastalarda Tanı Sırasında B12-Vitamini ve Folik Asit Eksikliği Sıklığı
ve Kan Sayımı Değerleri Üzerine Etkileri

Seda Aras1, Rabia Emel Şenay1, Burcu Tufan Taş1, Ahmet Koç1
1
Marmara Üniversitesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı

Amaç: B12 vitamini ve folik asit eksiklikleri çocukluk çağında sık görülürler. Bu çalışmada akut
lösemili çocuklarda tanı zamanında B12 vitamini veya folik asit eksikliği sıklığı ve bu eksiklikle-
rin hematolojik değerleri nasıl etkilediğinin gösterilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Kasım-2017 ile Aralık-2020 tarihleri arasında tanı alıp tedavi edilen 88 akut
lösemi hastasının kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Hastalarımızın 70’i akut lenfoblastik lösemi (ALL), 18’i akut myeloblastik lösemi (AML)
tanılı, 38’i (%41.8) kızdır ve yaş ortalaması 80.7 ay’dır (ALL’lilerde 75.07 ay, AML’lilerde 107.33 ay,
(p=0.08)). Seksen sekiz hastamızın 45’inde (%51.1) B12-vitamini ve 27’inde (%30.6) folik asit eksik-
liği bulundu. B12-vitamini eksikliği, kızların %56.7’inde, erkeklerin %48’inde, folik asit eksikliği
ise kızların %31.5’unda, erkeklerin %31.2’sinde saptandı (p=0.419, p=0.74). Ortalama B12-vitamini
düzeyi ALL’li hastalarda 233 ng/ml, AML’lilerde 556.22 ng/ml (p0.05). Folik asit düzeyi düşük
olan grupta ortalama yaş 100 ay, ortalama lökosit sayıları 46119/µL, ortalama nötrofil sayıları
2948/µL, ortalama trombosit sayıları 107640/µL, ortalama hemoglobin değerleri 8.21g/dl’dir.
Folik asit düzeyi normal olan grupta ortalama yaş 73.77 ay, ortalama lökosit sayıları 28247/µL,
ortalama nötrofil sayıları 5320/µL, ortalama trombosit sayları 105970/µL, ortalama hemoglobin
değerleri 7.87g/dl’dir. Folik asit eksikliği olan grubun yaş ortalaması, eksiklik olmayan gruba
göre anlamlı derecede düşük bulunurken (p=0.041), diğer parametreler arasındaki farklılıklar
istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (hepsi için p>0.05).
Sonuç: Bulgularımız akut lösemili çocuklarda tanı sırasında B12-vitamini ve folik asit eksikliği
sıklıklarının yüksek olduğunu, ancak eksiklik bulunmasının akut lösemi tanısı sırasındaki kan
değerleri üzerine belirgin etkisinin olmadığını göstermektedir.

92
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-30
Çocuklarda ekstremite yerleşimli büyük vasküler malformasyonlar: Tek merkez deneyimi

Süheyla Ocak1
1
İÜ-Cerrahpasa Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Onkoloji

Amaç: Bu çalışmada ekstremite yerleşimli pediatrik vasküler malformasyonların demografik,


klinik ve prognostik özeliklerinin geriye dönük değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Merkezimizde 2000-2020 yılları arasında ekstremite yerleşimli ve < 5 cm’den
büyük kapiller, venöz, lenfatik ya da kompleks vasküler malformasyon tanısı ile takip ve tedavi
edilen çocuk olguların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Demografik, klinik verilere
ek olarak tedavi ayrıntıları, lezyon ilişkili komplikasyonlar ve son durumları kaydedildi.
Bulgular: Vasküler malformasyon tanısıyla takip edilen ekstremite yerleşimli 330 vasküler
malformasyon olgusu saptandı. Tanı anında lezyon boyutu > 5 cm olan 51 olgu değerlendirildi.
Hastaların 29’u (%57) kız ve ortanca tanı yaşı 15 ay (10 gün-15 yaş) bulundu. Olguların 8’inde pre-
matüre doğum öyküsü mevcuttu. Vasküler malformasyon 21 (%41) olguda üst, 27 (%53) olguda
alt ve 3 olguda birden fazla ekstremite ile ilişkiliydi. Lezyon yerleşimi altı olguda intramüsküler
ve 2 olguda intraartiküler olarak değerlendirildi.   Çalışma grubunda 16 (%31) lezyon kapiller
(hemanjiom), 19 (%37) lezyon venöz, 11 (%22) lezyon lenfatik ve 5 (%10) olgu hipertrofinin eşlik
ettiği kompleks vasküler malformasyon olarak değerlendirildi. Tanı çoğunlukla öykü ve klinik
bulgular temelinde belirlendi. Ancak 22 olguda MR inceleme ve solid içerik varlığı nedeniyle
4 olguda biyopsi yapıldı. Patolojik inceleme sonucu bir olguda fibrosarkom olarak raporlandı.
Ondokuz olguda tüketim koagülopatisi (6), kanama (3), tromboz(3), lokal enfeksiyon(6), trom-
bofilebit (1) gelişti. Yirmi-bir olgu tedavisiz izlendi, diğer olgulara propranolol (14), sirolimus (4),
kombine medikal tedavi (5), intralezyonal bleomisin (3)ya da cerrahi girişim uygulandı. Son
kontrolde, tüm hemanjiom olguları tama yakın geriledi. Venöz ve kompleks malformasyonlar-
da lokal cerrahi girişim uygulanan 5 olgu dışında belirgin yanıt gözlenmedi.
Sonuç: Çocukluk çağında vasküler malformasyonlar heterojen ve kompleks lezyonlar olup,
tanı klinik ve radyolojik bulgulara göre biçimlendirilir Lezyon yapısının doğru tanımlanması
izlem, tedavi planı ve prognostik beklenti için en kritik basamaktır. Bu lezyonların tedavisinde
klinik ve radyolojik bulgulara göre kişiye özel algoritmalar kullanılmalıdır.

93
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-31
Çocukluk Çağı Kardiyak Üfürümlerinde Anemi Varlığının Değerlendirilmesi

Elif Çelik1, Serkan Fazlı Çelik1, Ayşe Anık1


1
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Çocukluk çağındaki kardiyak üfürümlerin en sık sebebi masum üfürümlerdir. Üfürüm
ve anemi ilişkisi hakkında ülkemize ait güncel veriler kısıtlıdır. Bu çalışmanın amacı birinci ve
ikinci basamak sağlık merkezlerinden kardiyak üfürüm işitilmesi nedeni ile yönlendirilen ve
ekokardiyografisi (EKO) yapılan çocuk hastalarda üfürüm ile anemi varlığı arasındaki ilişkinin
araştırılmasıdır.
Yöntem ve Gereç: Çalışmaya Ocak 2018 ile Ocak 2021 tarihleri arasında Genel Pediatri polik-
liniklerine kardiyak üfürüm nedeni ile yönlendirilen, 1-15 yaşları arasındaki 290 hasta ile yaş
ve cinsiyet açısından hasta grubu ile benzer olan 148 kontrol dahil edildi. Hasta verileri dosya
kayıtlarından geriye dönük olarak elde edildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların %42,4’si kızdı ve ortalama yaşı 6,04±3,5 yıldı. Hasta gru-
bunun %18’i anemik iken kontrol grubunun %5’i anemikti. Hemoglobin (Hb), ortalama eritrosit
hacmi (MCV) ve eritrosit (RBC) düzeyleri, hasta grubunda anlamlı olarak düşük saptandı (sı-
rasıyla, p<0,01, p=0,04 ve p<0,01). Ferritin düzeyleri açısından ise anlamlı farklılık saptanmadı
(p=0,87). Multivarite analiz testinde, Hb düzeyi ve hasta yaşı ile üfürüm varlığı arasında anlamlı
negatif korelasyon tespit edildi (R = 0,339; p= 0,03 ve R = 0,60; p= 0,04). Hastaların %75,8’inin
EKO bulguları normal olarak saptandı. Otuz dokuz hastada (%13,4) hemodinamiyi bozmayan
ve patolojik üfürüm oluşturmayan EKO bulguları, 31 hastada (%10,6) ise hemodinamiyi boza-
bilecek ve patolojik üfürüm oluşturan EKO bulguları saptandı. Hb seviyesi ile patolojik EKO
bulgusu arasında korelasyon tespit edilmedi (R=0,56; p= 0,1).
Sonuç: Çocuklarda Hb düzeyi düştükçe masum üfürüm sıklığı artmaktadır. Üfürüm duyulan
çocuklarda ayrıntılı öykü ve fizik muayene ile birlikte, tam kan sayımı ölçümlerinin yapılması,
altta yatan anemi varlığında tedavinin düzenlenmesi, üfürüm nedeni ile yapılan yönlendirme-
leri azaltabilir.

94
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-32
Gestasyonel Diyabetik Anne Bebekleri ve Gestasyon Yaşına Göre İri Bebeklerin Kardiyolo-
jik Açıdan Değerlendirilmesi ve Karşılaştırılması

Deniz Yıldız1, Osman Özdemir2


1
Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi
2
Özel Klinik

Amaç: Gestasyon yaşına göre iri (LGA) bebeklerde ve diyabetik anne bebeklerinde (DAB) me-
tabolik ve kardiyolojik sorunların arttığı gösterilmiştir. Bu nedenle hem gestasyonel DAB hem
de LGA bebekler hayatlarının ilk aylarında çocuk kardiyoloji polikliniğine yönlendirilmektedir.
Bu çalışmadaÇocuk Kardiyoloji Polikliniği’nde gestasyonel DAB  ve LGA bebek nedeniyle de-
ğerlendirilen olguların klinik ve ekokardiyografik (EKO) özelliklerini belirlemek amaçlandı.
Yöntem ve Gereç: Çalışmaya 2011-2014 yılları arasında çocuk kardiyoloji polikliniğinde DAB ve
LGA olması nedeni ile değerlendirilen bebekler dahil edildi. Annesinde gebelik öncesinde tanı
alan tip 1 veya tip 2 DM olan bebekler çalışmadan dışlandı. Çalışmaya alınan olguların cinsi-
yetleri, doğum şekilleri, doğum ağırlıkları, doğum haftaları gibi doğum özellikleri; annelerinin
GDM tanısı ve bu tanı nedeniyle annelerine verilen tedaviler, ebeveyn akrabalık durumları,
polikliniğe başvuru yaşları, geliş vücut ağırlıkları, fizik muayenede kardiyak üfürüm duyulma
durumları ve EKO bulguları değerlendirildi. İstatistiksel analizde gruplar arası değerlendirme-
de bağımsız t testi ve Mann Whitney-U test analizi kullanıldı. p <0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya 91 DAB (% 67.4) ve 36 LGA (% 26.6) olmak üzere 135 bebek alındı.DAB ve
LGA bebekler doğum özellikleri, muayenede üfürüm duyulması, EKO bulguları ile değerlen-
dirildiğinde; 2 grup arasında istatitiksel anlamlı fark saptanmadı (sırasıyla p = 0.55, p = 0.14).
DAB ve LGA’lı bebeklerin üç temel patolojik EKO bulguları karşılaştırıldığında; gruplar arasında
VSD, ASD ve HKMP varlığı açısından istatistiksel fark izlenmedi (sırasıyla p = 1, p = 0.80, p= 0.44).
Sonuç: Çalışmaya alınan ve fizik muayenesinde kardiyak üfürüm duyulan DAB’lere veya LGA’lı
bebeklere yapılan EKO’larda patolojik bulgu saptanma sıklığının arttığı, ancak bunun üfürüm
duyulmayan olgulardakinden istatistiksel açıdan farklı olmadığı saptandı.

95
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-33
Nörofibromatozis Tip1 Tanılı Çocuk Olgularda Kalp ve Diğer Organ Tutulumları

Merve Özen1, Nurdan Erol2, Emek Uyur Yalçın3, Nilüfer Eldeş Hacıfazlıoğlu3
1
SBÜ Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Çocuk Sağlığı
ve Hastalıkları,İstanbul
2
SBÜ Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Çocuk Kardi-
yoloji,İstanbul
3
SBÜ Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Çocuk Nörolo-
ji,İstanbul

Amaç: Nörofibromatozis (NF), otozomal dominant nörokütanöz sendromlardan biridir. Has-


talık NF1 genindeki mutasyonlar nedeniyle ortaya çıkar. Doğumdaki insidansı yaklaşık 1:3000
-1:4000 olarak bildirilmektedir(1). Riccardi NF’yi 8 farklı tipe ayırmıştır (2). En sık görülen NF1
ve NF2’dir.Birçok sistemi etkilemektedir.Tanı 1987’de National Institute of Health (NIH) tanım-
lanan tanı kriterlerinden en az ikisinin bir arada olması ile konur(2).Bulgular hastalar arasın-
da,aynı aile içerisinde etkilenen bireylerde farklılık gösterebilir(3).NF tanısı almış olgulardaki
bulguları değerlendirmek için bu çalışma planlandı.
Yöntem ve Gereç: Bu çalışmada 01.02.2016-01.02.2021 tarihleri arasında çocuk polikliniklerinde
nörofibromatozis tanısı ile takip edilen olgular retrospektif olarak hastane kayıtlarından taran-
dı.
Bulgular: Çalışma grubu 20 (%57,1) erkek, 15 ( %42,9) kız olmak üzere 35 olgudan oluşmak-
taydı.9 (%25,7)olgunun genetik tanısı mevcuttu.Diğer olgular tanı kriterlerini karşılamaktaydı.
Olguların hastanemize ilk başvuru yaşları 1 ile 17 yaş arasında ortalama 8 2/12 yaş arasında de-
ğişmekteydi. Eşlik eden organ tutulumlarına bakıldığında 33 (%94,2) olguda çok sayıda cafe
au lait lezyonu veya aksiller çillenme şeklinde görülen cilt tutulumu, 23(%65,7) olguda krani-
al görüntülemede T2A serilerde farklı lokalizasyonlarda hiperintens lezyonlarBu olguların 2’si
astrositom,1’i serebellar bölgede şüpheli gliom odakları nedenli takip edilmekteydi.11(%31,4)
olguda göz tutulumu(7 olguda bilateral lisch nodülü,4 olguda optik gliom),9 (%25,7) olguda
orta-ağır bilişsel gerilik, konuşma bozukluğu veya otizm benzeri bulguların eşlik ettiği nöro-
motor gelişim geriliği, 6(%17,1) olguda iç organ bulguları(2 aksesuar dalak,2 splenomegali,2
böbreklerde ektazi),6(%11,4) olguda endokrin bozukluk(4’ü boy kısalığı,2’si puberte precox),2
(%5,7)olguda hipertansiyon görüldü.
Olguların ekokardiyografi sonuçları değerlendirildiğinde 17 olgudan 11’inde (%64,7) ekokardi-
yografi normal,1’inde(%5,8) patent foramen ovale,1’inde(%5,8) hiperekojen odak ,2’sinde (%11,7)

96
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
mitral,2’sinde (%11,7) pulmoner kapakta hafif stenoz görüldü.Diğer olguların ekokardiyografi
sonuçlarına erişilemedi.
Sonuç: Nörofibromatozis toplumda en sık görülen nörokutanöz hastalık olup farklı bulgu ve
komplikasyonları mevcuttur.Klinik takiplerinin multidisipliner ekip tarafından düzenli olarak
yapılması gereklidir.Kardiyak anomali bildirilen pek çok NF-1 olgusu olmasına rağmen bu ko-
nuda çalışma sınırlıdır.%2.3 -%2.7 arasında değişen oranlar bildirilmiştir(4,5).Literatürde NF-1
olgularında kardiovasküler anormallikler ile ilgili yapılan çalışma sayısının az olması ve farklı
oranlar bildirilmesi daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
 

97
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-34
Herediter tirozinemi tip 1 hastalarında tiyol disülfid homeostazı aracılığıyla oksidatif
stresin değerlendirilmesi

Mehmet Şerif Cansever1


1
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu

Amaç: Herediter tirozinemi tip 1 (HT1), fumarilasetoasetat hidrolaz enzimindeki eksikliğe ikincil
gelişen bir doğumsal metabolizma hastalığıdır. Defektif enzim aktivitesi, fumarilasetoasetat,
maleilasetatoasetat, süksinilasetoasetat ve süksinilaseton birikimi ile sonuçlanır. Hastalığa ait
klinik bulgular bu toksik metabolitlerin birikiminden kaynaklanıyor olsa da, toksisitenin altın-
da yatan patofizyolojik nedenler halen tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızda, HT1 hasta-
larında olası bir toksisite nedeni olabilecek oksidatif stres, tiyol disülfid homeostazı aracılığıyla
değerlendirilmiştir. 
Yöntem ve Gereç: Çalışmamıza HT1 tanısı idrarda ya da kanda süksinilaseton atılımı ve/veya
FAH gen analizi ile konfirme edilmiş olan 24 hasta ile 25 sağlıklı kontrol dahil edildi. Düzenli
poliklinik kontrolü olmayan, NTBC tedavi uyumu iyi olmayan ve eksik verisi olan hastalar ça-
lışma dışında bırakıldı. Hastalara ait demografik veriler, tanı yaşları, tanı metodu, biyokimyasal
verileri, almakta olduğu tedaviler ile karaciğer transplantasyonu olma durumları kaydedildi.
Serum native tiyol (-SH), disülfid (-S-S), total tiyol (-SH+ -S-S) düzeyleri her 2 grupta ölçüldü.
Disülfid/native tiyol, disülfid/total tiyol ve native tiyol/total tiyol oranları ham verilere göre he-
saplandı.   
Bulgular: Herediter tirozinemi tip 1 tanısı ile NTBC tedavisi almakta olan hastalar ile sağlıklı
kontrol grubu arasında tiyol-disülfid homeostazına ait parametreler arasında anlamlı istatistik
fark saptanmadı. Ek olarak, tedavi altındaki HT1 hastaları ile NTBC tedavisi kesilmiş karaciğer
transplantasyonu yapılmış 5 hasta arasında da oksidatif stres parametreleri açısından istatis-
tiksel olarak anlamlı fark yoktu. 
Sonuç: Herediter tirozinemi tip 1 hastalarında klinik bulgular ile komplikasyonların gelişimi
açısından sorumlu olan patofizyolojik mekanizmalar halen aydınlatılamamıştır. NTBC tedavi-
sine tam uyum ve tıbbi beslenme tedavisi ile sağlanan metabolik kontrol, hastalık şiddetinden
sorumlu olabilecek oksidatif stres üzerinde etkili olabilir. Herediter tirozinemi tip 1’de standart
tedavi rejimlerine ek olarak antioksidan tedavilerin de kullanılması gerekliliği, daha çok sayıda
hasta ile yapılacak gelecek çalışmalar ile önem kazanabilecektir. 

98
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-35
İdrar Yolu Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Görüntüleme Yöntemlerinin Retrospektif Değer-
lendirilmesi

Çağrı Arda Hatipoğlu1, İbrahim Etem Pişkin2, Zühal Örnek1, Hakan Kardeş1
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
1

2
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk
Yoğun Bakım

Amaç: İdrar yolu enfeksiyonu (İYE), çocukluk yaş grubunda görülen ikinci en sık enfeksiyondur
(1). Tedavi edilmemiş olgularda ileri dönem komplikasyonları, komorbid durumları ve son dö-
nem böbrek yetmezliği riskleri nedeniyle İYE hastalarının erken tespit ve tedavisi önemini ko-
rumaktadır. İdrar yolu enfeksiyonu ile başvuran hastalarda yapılan tetkikler ile birlikte özellikle
ultrasonografi (USG), voiding sistoüretrografi (VCUG) ve dimerkaptosüksinik asit (DMSA) renal
kortikal sintigrafi ile çocuklarda tedavi ve ileri dönem komplikasyonlarının önüne geçilmeye
çalışılmaktadır (2-4). Bununla birlikte tekrarlayan DMSA ve VCUG tetkiklerinin hem maliyet
hem de radyasyon maruziyeti nedeniyle çocuklarda sık kullanımı tartışılan bir konudur. Bu
çalışmada İYE tanısı konmuş olan hastalar geriye dönük olarak taranmış olup bu hastaların
DMSA, VCUG ve USG sonuçları ve birbirleri ile olan ilişkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne 2013-2019
yılları arasında başvurmuş 226 hasta çalışmaya dahil edilmiş olup bu hastalardan hem DMSA
hem de VCUG sonucu olan 83 hasta çalışmaya dahil edilmiştir.
Bulgular: İYE tanısı ile başvuran hastalarda DMSA ve USG sonuçları arasında anlamlı ilişki
saptanırken, VCUG sonuçları ile USG sonuçları arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır. Ayrıca
DMSA sonucunda renal skar saptanmayan hastalarda VUR ihtimalinin özellikle de yüksek de-
receli VUR ihtimalinin çok düşük olduğu görüldü. Bununla birlikte hem USG hem de DMSA
tetkiklerinin VUR saptamada VCUG yerine kullanılamayacağı, USG ve DMSA ile renal skar sap-
tanmayan hastalarda VCUG çekilmemesi gerektiği görüldü.
Sonuç: İdrar yolu enfeksiyonu ile başvuran hastalarda USG ve DMSA normal saptanması ha-
linde VCUG çekilmemesi hem maliyet hem de radyasyon maruziyetini azaltmakta ve VUR
ihtimalinin az olması sebebiyle gereksiz proflaksi tedavilerinin önüne geçmektedir.

99
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-36
Üriner Sistem Enfeksiyonlarında 3. Kuşak Sefalosporin Direncine ve Tekrarlayan Üriner
Sistem Enfeksiyonu Geçirmeye Etki Eden Faktörler

Fatma Zehra Öztek Çelebi1, Mehmet Bülbül2


1
SBÜ, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıklları Eğitim Araştırma Hastanesi,
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği
2
SBÜ, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıklları Eğitim Araştırma Hastanesi,
Çocuk Nefroloji Kliniği

Amaç: Üriner sistem enfeksiyonu (ÜSE) çocukluk çağındaki önemli bakteriel enfeksiyonlardan
biridir. Artan antimikrobial direnç oranları ÜSE’nin tedavisini zorlaştırmaktadır. Bu çalışma ile
toplum kaynaklı ÜSE olan hastalardan izole edilen patojenlerde 3. kuşak sefalosporin direnç
oranlarını değerlendirmeyi ve 3. kuşak sefalosporin direnci için prediktif faktörleri saptamayı
amaçladık.
Yöntem ve Gereç: 01.01.2018-31.12.2018 tarihleri arasında Dr. Sami Ulus Kadın-Doğum, Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi’nde toplum kaynaklı ÜSE tanısı nedeniyle
yatırılarak izlenen, yaşları 1ay-18yaş arasında olan hastaların verileri retrospektif olarak ince-
lendi. Hastaların yaşları, cinsiyetleri, son 6 ayda hastanede yatış öyküleri, yatış sırasındaki şikâ-
yetleri, laboratuar verileri, genitoüriner sistem (GÜS) ultrasonografi bulguları, tedavileri, yatış
süreleri ve ÜSE açısından 6 aylık izlemlerine ait veriler toplandı. 
Bulgular: Yüz bir hasta çalışmaya dâhil edildi.  Hastaların 54’ü kız, 47’si erkekti.  Yaş ortancaları
7 (IQR:27) aydı. 72 hastanın ilk ÜSE’si idi. 29 hastanın ultrasonografisinde anormal GÜS bulgusu
vardı. Başlangıç tedavisi 87 hastada 3. kuşak sefalosporindi. 38 idrar kültüründe (%38) 3. kuşak
sefalosporin direnci saptandı. İdrar kültüründe 3. kuşak sefalosporin duyarlı suş üreyen hasta-
larla dirençli suş üreyen hastalar kıyaslandığında yaş, ateş varlığı, beyaz küre sayısı, CRP düzeyi,
GÜS anomalisinin varlığı, geçirilen ÜSE sayısı, son 6 ayda hospitalizasyon varlığı ve taburculuk
sonrası 6 ay içinde tekrar ÜSE geçirme oranları arasında herhangi bir fark bulunmadı. Hasta-
ların hastanede ortanca yatış süresi 6 gündü. Ortanca yatış süresi, idrar kültüründe 3. kuşak
sefalosporin dirençli suş üreyen hastalarda daha uzundu (7 güne 5 gün, p<0,01). Taburculuk
sonrası kontrole gelen 88 hastanın 57’sinin ilk 6 ay içinde hiç ÜSE geçirmediği tespit edildi
(%65). Taburculuk sonrası tekrar ÜSE geçirmeyi etkileyen faktörler kız cinsiyet ve herhangi bir
GÜS anomalisine sahip olmak olarak tespit edildi. Sefalosporin direncinin tekrarlayan ÜSE ge-
çirmek üzerine etkisi bulunamadı.
Sonuç: ÜSE’de ilk tercih edilen antibiyotiklerden olan sefalosporinlere direnç oranı hastane-
mizde yüksektir. Dirençli suşlarla geçirilen ÜSE’de morbiditeyi önlemek için akılcı antibiyotik
kullanımına dikkat edilmeli ve başlangıç tedavi protokolünde revizyon gündeme gelmelidir.  

100
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-37
Ürolityazisli Çocuklarda İdrar Kalsiyum, Sitrat Oranlarının Belirlenmesi

Okan Akacı1, Osman Dönmez2


1
SBÜ Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Kalsiyum üriner sistem taşlarındaki en önemli metabolik bileşendir ve kalsiyum taşla-
rının oluşumu için en büyük risk faktörüdür. İdrar (U) Ca/kre oranının yaşa oldukça bağımlı ol-
ması, özelliklede küçük yaştaki çocuklar için bildirilen değerlerin farklılık göstermesi nedeniyle
taşı olan hastaların tespit edilmesinde İdrar Ca/kre oranına alternatif birçok belirteç üzerinde
araştırmalar yapılmaktadır. UCa/sit oranının yaş, cinsiyet ve kas kitlesinden etkilenmemesin-
den dolayı; bu çalışma ile spot idrar örneğinde idrar Ca/sit oranının ürolityazis ile olan ilişkisini
saptamak ve idrar Ca/sit oranıyla taşı olan çocuklar ile sağlıklı çocukları ayırmak için sınır değer
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Çalışmaya yaşları 1 yaş ile 18 yaş arasında değişen ürolityazis tanısıyla izle-
nen 121 hasta alındı.  Kontrol grubu olarak ise yaş ve cinsiyet bakımından benzer,  bilinen her-
hangi bir akut veya kronik hastalığı olmayan ayrıca ailesinde ürolityazis öyküsü bulunmayan
107 sağlıklı çocuk çalışmaya dahil edildi.  Çalışmanın yapıldığı sırada ürolityazis için tedavi alan
hastalarımızın tedavileri idrar örneği alınmadan 1 hafta önce kesildi ve normal diyet yapmaları
sağlandı. Toplam 228 olgunun hepsine TİT ve spot idrarda Na, K, kre, Ca ve sitrat analizi yapıldı. 
Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 8.8±5.0 yıl olup, 65 tanesi kız (%53.7), 56 tanesi erkek
(%46.3) idi. Ortalama Ca/kre, ve Ca/sit oranı hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı ola-
rak daha yüksek bulundu. Ortalama Na/kre, K/kre ve sit/kre oranları hasta ve kontrol grubunda
farklılık göstermedi. Her 2 grupta da UCa/kre oranları yaşla birlikte azalma gösterirken, UCa/
sit oranında yaşla birlikte değişiklik görülmedi. UCa/kre, Usit/kre ve UCa/sit oranlarının her iki
grupta da cinsiyetten etkilenmediği görüldü. UCa/sit oranının taşı olan çocuklar ile sağlıklı ço-
cukları ayırmada kullanılabilecek sınır değeri 0.39 mg/mg olarak bulundu.
Sonuç: UCa/kre oranı yaş başta olmak üzere birçok faktörden etkilenmektedir. UCa/sit oranı
ise yaş ve cinsiyetten etkilenmemektedir. UCa/sit oranının UCa/kre oranına göre daha stabil
bir belirteç olması nedeniyle hiperkalsiürik taş oluşumu gözlenen çocuk hastaların tespitinde
ve hastaların takibinde kullanılabilecek bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz

101
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-38
İki Yaş Altı Nefrolitiazis Tanılı Çocuk Hastaların Demografik, Klinik Ve Laboratuvar
Özellikleri

Ayşe Ağbaş1, Eda Dilara Bay2, Bağdagül Aksu1


1
Çocuk Nefrolojisi, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye
2
Çocuk Kliniği, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul, Türkiye

Amaç: Özellikle süt çocuklarında proflaktik D vitamini kullanımı ve ultrasonografiye kolay


ulaşım nedeniyle nefrolitiazis tanı sıklığı giderek artmaktadır. Çalışmamızda erken çocukluk
çağında nefrolitiazis tanısı alan hastaların demografik, klinik ve laboratuvar özelliklerini ince-
lemeyi amaçladık.
Yöntem ve Gereç: 2016- 2020 yılları arasında Çocuk Nefroloji polikliniğimizde nefrolitiazis ta-
nısı ile takip edilen 24 aydan küçük 128 hasta değerlendirildi. İkinci USG de taş görülmeyen
24 hasta dışlandı. Toplam 104 hastanın demografik, klinik ve laboratuvar verileri hasta dosya-
larından retrospektif olarak kaydedildi. Yaşa göre normal değerlere göre metabolik tetkikler
değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 104 çocuk hastanın %58,7’si erkek, yaş ortancası 6 ay (1-24 ay) idi. Taşların
çoğu rutin kontrol sırasında (%46) veya huzursuzluk (%19) nedeniyle yapılan ultrasonografide
saptanmıştı. Prematurite, yenidoğan döneminde hastane yatışı, idrar yolu enfeksiyonu, sıklığı
sırasıyla %%15, %20, %19 idi. Eşlik eden üropati %17 hastada mevcuttu. D vitamini kullanımı 67
hastada (400-600 IU) mevcuttu. Akraba evliliği %%22 ve ailede taş hikayesi %54 idi. Taş boyutu
ve sayısı bildirilen 94 vakada mikrokalkül %58, çoklu taş %80, bilateral taş %53 idi. Taş lokalizas-
yonu bildirilen 71 vakanın %56 sında alt pol taşı mevcuttu. En sık metabolik risk faktörü hiper-
kalsiüri (%21) idi. Hipositratüri, hipomagnezüri, hiperoksalüri ve hiperürikozüri sıklığı sırasıyla
%%14,7, %11,7, %7,5 ve %3,2 idi. Sekiz hastaya taş kırma veya cerrahi uygulanmıştı. Taş boyutu
>3mm olan vakaların yaşı daha büyük (ortanca 9,2 ve 5,6 ay, p=0.03), idrar sitrat/kreatinin de-
ğerleri daha düşük (ortanca 1000 vs 1700 mg/gr krea, p=0.04) saptandı.
Sonuç: Hastaların çoğunda taş tanısı rutin kontrolde saptanmıştı. Önemli bir kısmında prema-
türite, hastane yatışı, üropati gibi risk faktörleri mevcuttu. Hastaların yarısında alt polde taş ve
her iki böbrekte taş mevcuttu ayrıca çoğunluğunda çoklu taş vardı. En sık metabolik risk fak-
törü hiperkalsiüriydi. Taş boyutu büyük olan hastaların idrar sitrat düzeyi daha düşüktü. Erken
çocukluk çağında metabolik risk faktörlerinin taranması ve uygun tedavi seçimi önemlidir.

102
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-39
Bayılma: Ne Sıklıkta Nörolojik?

Çağatay Günay1, Gamze Sarıkaya Uzan1, Ayşe Semra Hız1, Uluç Yiş1
1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Bayılma, pediatride her yaş grubunu etkileyebilen ve etiyolojik yelpazesi geniş bir şi-
kayettir. Etiyolojide sıklıkla senkop görülmesine rağmen epilepsi, katılma, santral sinir site-
mi enfeksiyonları, inme ve geçici iskemik atak gibi nörolojik tablolar, endokrin, metabolik ve
psikiyatrik bozukluklar da bayılma şikayeti ile gelebilir. Burada, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp
Fakültesi çocuk nöroloji bilim dalı tarafından 2016-2018 yılları arasında bayılma şikayeti ile de-
ğerlendirilen olgularda etiyolojide nörolojik hastalık oranını saptamayı amaçladık.
Yöntem ve Gereç: 2016-2018 yılları arasında bayılma şikayetiyle değerlendirdiğimiz olgular ge-
riye yönelik olarak demografik, klinik, radyolojik ve eleftrofizyolojik açıdan değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmamızda bayılma şikayetiyle getirilen 62 olgu vardı. Olguların yaş ortalaması
9.7’ydi (6 ay-17 yaş). Olguların 38 tanesi (%61.3) kız, 24 tanesi (%38.7) erkek cinsiyetteydi. Bayılma
şikayetine 28 (%45) olguda şüpheli nöbet geçirme, 11 (%17.7) olguda baş dönmesi, 4 (%6.5) ol-
guda baş ağrısı, 3 (%4.9) olguda yürüyememe, 2 (%3.2) olguda bilinç değişikliği, 2 (%3.2) olguda
bulanık görme ve birer olguda (%1.6) ateş, kasılma (nonkonvulzif), duyu değişikliği şikayetleri-
nin eşlik ettiği görüldü. Ensefalit tanısı alan olgu hariç nörolojik muayeneleri normal saptandı.
Olgulardan 31 (%50) tanesi beyin BT ile değerlendirildi, bir tanesinde serebellumda şüpheli
atrofi, bir tanesinde beyin tümör operasyonuna sekonder ensefalomalazi saptandı, diğerleri
normaldi. Olgulardan 26 tanesi (%41.9) beyin MR görüntülemesi ile değerlendirildi, 2 tanesin-
de (%3.2) araknoid kist, 1 tanesinde (%1.6) pineal kist saptandı, diğerleri normaldi. Olgulardan
41 tanesi elektroensefalografi ile değerlendirildi, her biri 2 (%3.2) hastada olmak üzere fokal,
jeneralize epileptik deşarjlar, zemin ritmi düzensizliği görüldü. Olguların değerlendirmeler so-
nucunda aldıkları tanılar senkop (n:44, %71), katılma nöbeti (n:11, %17.7), konversiyon bozukluğu
(n:3, %4.9), epilepsi (n:2, %3.2), ensefalit (n:1, %1.6), migren (n:1, %1.6) şeklindeydi. Sadece 1 (%1.6)
olguda nörolojik acil (ensefalit) saptandı.
Sonuç: Bayılma şikayetiyle değerlendirilen olgularda en sık tanılar senkop, katılma nöbeti,
konversiyon bozukluğu idi. Altta yatabilecek olası kardiyolojik patolojiler ve diğer hastalıklar
açısından bayılma şikayeti olan pediyatrik olguların multidisipliner değerlendirilmesini önem-
li buluyoruz.

103
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-40
COVİD-19 Pandemisinde Fazla Kilolu veya Obez Olma Durumu Pediatrik Psödotümör
Serebri Olguları Etiyolojisinde Ne Kadar Risk Faktörüdür ?

Seda Kanmaz1, Hepsen Mine Serin1, Sanem Yılmaz1, Hasan Tekgül1


1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Literatürde fazla kilolu veya obez olma durumu ile psödotümör serebri (PTS) arasındaki
ilişki net olarak gösterilememiştir.  COVİD-19 pandemisi döneminde alınan önlemler nedeni
ile çocukların fiziksel aktivitelerinde azalma ve beslenme alışkanlıklarında değişme sonucu ço-
cuklarda  kısa sürede  kilo artışı  olduğu izlenmiştir. Bu klinik çalışmada  COVİD-19 pandemisi
sırasında pediatrik PTS olgularının etiyolojisinde fazla kilolu veya obez olma durumunun etkili
olup olmadığı araştırılmıştır.
Yöntem ve Gereç: 2011-2020 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Bi-
lim Dalı’nda PTS tanısı ile izlenen 41 çocuk olgu retrospektif olarak değerlendirildi.  PTS tanısı
klinik, radyolojik, beyin omurilik sıvısı (BOS) basınç ölçümleri ile gerçekleştirildi. Çalışma grubu
PTS tanısı alma zamanı göre (Grup I: COVİD-19 pandemisi öncesi - Mart 2020 öncesi, Grup II:
COVİD-19 pandemisi - Mart 2020 sonrası) yapılandırıldı. Gruplar arası karşılaştırılma, kilo du-
rumları (vücut kitle indeksi persentiline göre <%85 normal, %85-95 fazla kilolu, >%95 obez) ve
etiyoloji (primer PTS, sekonder PTS) klinik parametreleri ile yapıldı.
Bulgular: BOS basıncı ölçümü olgularda 40/41 (%97,5) oranında gerçekleştirilmiştir; 10 (%24,4)
olguda normal sınırlarda olup, 30 (%73,2) olguda yüksek saptanmıştır. Tüm olguların %36,6’sı-
nın pandemi yılı olan 2020’de tanı almış olması dikkat çekmiştir. COVİD-19 pandemisi başla-
dıktan sonra PTS olguları (n:13, %31,7) daha önceki yıllara göre daha yüksek oranda izlenmiştir.
Çalışma grubu kilo durumlarına göre %53,7 (n:22) normal, %46,3 (n:19) ise fazla kilolu/obez ola-
rak değerlendirilmiştir.  COVİD 19 pandemisi sonrasında tanı alan olgularda fazla kilolu/obez
olma durumu, öncesi döneme göre istatiksel olarak daha yüksek bulunmuştur (p=0,045). CO-
VİD-19 pandemisi döneminde fazla kilolu/ obez olma Odds ratio oranı 4,050 (%95 CI ile 0,990-
16,559) ve fazla kilolu/obez olma durumunun rölatif riski ise 2,89 (%95 CI ile 0,883-4,82) olarak
saptanmıştır.
Sonuç: COVİD-19 pandemisi dönemindeki hızlı kilo alımı nedeni ile olan fazla kilolu/obez olma
durumu, PTS açısından bir belirgin risk faktörü olarak bulunmuştur. Bu durum pandeminin
çocuk sağlığı açısından ikincil bir etkisi olarak değerlendirilebilir.

104
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-41
Katılma nöbeti olan çocukların B12 vitamin seviyelerinin değerlendirilmesi

Senem Ayça1, Canan Yolcu2


1
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nöroloji Bölümü
2
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kardiyoloji Bölümü

Amaç: Katılma nöbetleri çocukluk çağında sık karşılaşılan, olumsuz uyarılarla tetiklenen apne,
bilinç kaybı ile cilt rengi ve postural tonusta değişikliklerle karakterize nonepileptik paroksis-
mal bir olaydır.1 Etyolojisi net olmayıp otonom sinir sisteminin disfonksiyonuna bağlı olabile-
ceği, demir eksikliği anemisi ile ilişkisi olduğu ve otozomal dominant kalıtımla geçtiği düşü-
nülmektedir.2
Yöntem ve Gereç: 6 ay-5 yaş arası çocuk nöroloji polikliniğine başvurmuş olan ve katılma nö-
beti tanısı alan 29 hasta ile kronik bir hastalığı olmayan benzer yaş ve cinsiyetteki 31 sağlıklı ço-
cuk çalışmaya dahil edildi. Her iki grup arasındaki B12 vitamin seviyeleri karşılaştırıldı. Katılma
nöbeti tanısı öncesi kardiak ve diğer nörolojik hastalıklar elektroensefalografi, elektrokardiog-
rafi ve ekokardiyografi ile dışlandı.
Bulgular: B12 vitamin düzeyleri karşılaştırılan 2 grup arasında katılma nöbeti olan çocukların
B12 vitamin düzeyleri (187+94.3 pg/ml), kontrol grubunun B12 vitamin düzeyi (331+126 pg/ml)
idi.Katılma nöbeti olan çocuklarda b12 vitamin düzeyi anlamlı olarak düşük saptandı(p:0.00).
Sonuç: Katılma nöbeti sıklıkla demir eksikliği ile ilişkilendirilmiş olup tedavide demir takviyesi
önerilmektedir ancak bu çocuklarda çoğu kez B12 vitamin düzeyi değerlendirilmeyip göz ardı
edilmektedir. Katılma nöbeti olan çocuklarda B12 vitamin düzeyi mutlaka değerlendirilmeli ve
eksikliğinde tedavisi mutlaka planlanmalıdır.

105
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-42
Pediatrik COVİD-19’da Nörolojik Tutulum

Esra Gürkaş1, Betül Dünya1, Özlem Yayıcı Köken1, Tuğba Bedir Demirağ2, Deniz Yılmaz1, Hamit
Özyürek1, Ayşegül Neşe Çıtak Kurt1
1
Ankara Şehir Hastanesi, Çocuk Hastanesi, Çocuk Nörolojisi Kliniği
2
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü

Amaç: Çocuklarda COVID 19’un nörolojik tutulumu ilgili veriler sınırlıdır. Öte yandan; nörolojik
belirtilerin sıklığı ve risk faktörleri de henüz netlik kazanmamıştır. Bu nedenle; geniş bir CO-
VID-19 enfeksiyonu tanılı çocuk ve adolesanlar hasta grubunda nörolojik semptomların sıklığı
ve nörolojik belirtilerin gelişimi için klinik ve laboratuvar risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Mart -Haziran 2020 tarihleri ??arasında Ankara Şehir Hastanesi Çocuk Has-
tanesi’ne başvuran ve/veya yatırılarak izlenen Covid-19 hastalarını çalışmaya alındı.Hasta ve
ebeveynleri ile görüşülerek nörolojik bulgular sorgulandı ve hastaların taylı nörolojik muaye-
neleri yapıldı.
Bulgular: Çalışmaya COVID-19 tanıLI 312 hastanın %21.2’si (n:66) COVID-19 hastalığı sırasın-
da nörolojik semptomlar gösterdi. En sık görülen nörolojik bulgu; baş ağrısıydı ve vakaların
%14’ünde (n: 44) mevcuttu. Diğer nörolojik semptomlar ise; miyalji (n: 30, %9.6), anozmi / hi-
pozmi (n:6, % 1.9), aguezi (n: 2, %0.6) ve vertigo (n:1, %0.3) idi. Nörolojik semptom eşlik eden 
hastaların eşlik etmeyenlere göre daha büyük yaşta olduğu, lökosit, lenfosit ve trombosit sa-
yılarının daha düşük olduğu ancak cinsiyet ve komorbid hastalık açısından gruplar arasında
farklılık olmadığı gözlendi. ve semptomları olmayan hastalarla karşılaştırıldığında nörolojik
semptomları olan hastalarda önemli ölçüde arttığı gösterildi. PLR ve PLT istatistiksel olarak
anlamlı (p <0.05), NLO ise sınırda anlamlıydı (0.05 <p <0.10) (Tablo 2). Trombosit-lenfosit oranı
(PLR), Nötrofil-lenfosit oranı (NLR) arttıkça ve PLT değeri düştükçe nörolojik bulgu görülme
riskinin arttığı saptandı.
Sonuç: Baş ağrısı COVİD-19 seyrinde görülen en sık nörolojik bulgu olması yanısıra erişkin po-
pülasyon ile karşılaştırıldığında daha düşük insidansta görüldüğü saptanmıştır. En önemli
bulgu ise klinisyenler açısından rutinde kullanılmayan ancak COVİD-19 hastalaırı için önemli
hale gelen NLR ve PLR ??oranı, pediatrik vakalarda nörolojik belirtilerin gelişimi için tahmin
edici bir değere sahip olabilir.

106
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-43
Covid -19 Pandemisi Sürecinde Sığınmacı Ailelerin Çocuklarının Çocuk Nöroloji Poliklinik
Başvurularının Değerlendirilmesi

İpek Dokurel Çetin1, Gülhan Atakul2, Atika Çağlar3


1
Çocuk Nöroloji Kliniği, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Balıkesir Atatürk Şehir Hastanesi,
Balıkesir, Türkiye
2
Çocuk Yoğun Bakım Kliniği, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Balıkesir Atatürk Şehir Has-
tanesi, Balıkesir, Türkiye
3
Yenidoğan Yoğun Bakım Kliniği, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Balıkesir Atatürk Şehir
Hastanesi, Balıkesir, Türkiye

Amaç: COVİD-19 Pandemisi sürecinde, her ne kadar çocuklar erişkinler kadar ağır etkilenmese
de, aile bireylerinin enfekte olması ve sosyal hayattan izolasyonu, kaygı ve korku yaratmaktadır.
Savaş veya gelir dağılımı eşitsizliğiyle ülkemize sığınma ihtiyacı duyan aileler; sağlık ve ekono-
mi alanlarında sorunlar yaşamaktadırlar. Çalışmamızda, pandemi sürecinde, çocuk nörolojiye
başvuran sığınmacı çocuklarının özelliklerini retrospektif olarak değerlendirip; nörolojik prob-
lemlerine dikkat çekmeyi amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Çocuk nöroloji polikliniğine başvuran 0-17 yaş arası sığınmacı ailelerin ço-
cuklarının sosyo-demografik verileri, yakınmaları,B12 vitamini, ferritin seviyeleri, tiroid, böbrek
ve karaciğer fonksiyon testleri retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Çalışma grubunu oluşturan 38 çocuğun %58’ i erkek, %42’ si kızdı. Yaşlarının orta-
lama değeri 56.4± 67.1 aydı. Ailelerin, % 31.5’ i Suriye, % 26.3’ ü Afganistan, % 23.6’ sı Irak, % 13.1’
i Azerbaycan, % 2.6’ sı Somali ve % 2.6’ sı Pakistan göçmeniydi. Ailelerin Türkiye’ de bulunma
süreleri ortalama 3.6 ± 1.6 yıldı. Aileler ile iletişim % 47.4 oranında Türkçe konuşularak sağlana-
bilmekteyken; %52.6’ sı iletişim kurmak için anadillerinde tercüman ihtiyacı duymaktaydılar.
Başvuru yakınmaları; nöbet geçirme (% 15.7), serebral palsi (%15.7), travma (%10.5), doğumsal
nedenlere bağlı hipoksik iskemik ensefalopati (%10.5), B12 eksikliği ilişkili yakınmalar (%7.8),
otizm (%7.8), hiperbilüribinemiye bağlı nörolojik etkilenim (%7.8), gerilim tipi baş ağrısı (%5.2)
ve sırasıyla birer hastada hidrosefaliye bağlı şant komplikasyonu, tüberküloz menenjiti, nöro-
metabolik hastalık şüphesiydi.  Hastaların tiroid fonksiyon testlerinin değerlendirilmesinde; üç
hastada subklinik hipertiroidi ve bir hastada subklinik hipotiroidi saptandı.
Sonuç: Göç ve Pandemi gibi yaşanan travmalar; özel ihtiyaçları olan çocuklarda, dil problem-
leri ve sosyal nedenlerle, ihtiyaçları olan sağlık hizmetlerine ulaşmayı güçleştirebilmektedir.
Çalışmamızda, hastaların başvuru sebepleri değerlendirildiğinde; pandemi sürecinde kronik

107
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
hastalıklar sebebi ile başvuru sıklığının arttığı gözlenmiştir. Rutin çocuk nöroloji deneyimleri
göz önünde bulundurulduğunda; pandemi öncesi en sık başvuru şikayetleri; baş ağrısı, sen-
kop gibi sebeplerden oluşmaktadır. Çalışmamızda, pandemi süreci boyunca başvuru sıklığı
sıralamasının, bu hasta gurubunda değiştiğini gözlemledik. Bu durumun sebebinin; hasta-
neden COVİD-19 bulaş riski endişesi ve sağlık hizmetine ulaşımda ekonomik imkansızlıklar
olduğunu düşünmekteyiz.

108
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-44
Annelerin Demografik Özelliklerine Göre Bebek Beslenmesi Tutumlarının Iowa Ölçeğine
Göre Değerlendirilmesi

Efnan Aydın1, Özgül Yiğit1, Meltem Erol1


1
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği

Amaç: Dünya Sağlık Örgütü bebeklerin sağlıklı büyümesi için ilk 6 ay tek başına anne sütü, 6
aydan  sonra  anne sütü ile birlikte ek gıdaya geçilmesini ve 2 yaşından sonrasına kadar anne
sütüne devam edilmesini önermektedir. Çalışmamızda annelerin demografik özelliklerine
göre bebek besleme tutumlarını IOWA ölçeğine göre değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Hastanemiz kadın doğum kliniği gebe polikliniği ve çocuk polikliniğine
başvuran  onam  veren gebe kadınlar ile çalışma planlandı. Annede emzirmeyi engelleyecek
ilaç kullanımı, kronik hastalık, psikolojik bozukluk, bebekte emmeyi engelleyecek anatomik
bozukluk, sendromik durum, hastaneye yatış endikasyonu gibi problemleri olanlar çalışma
dışı bırakıldı. Annelerin demografik özellikleriyle ilgili form ve IOWA bebek beslenme skalası
yüzyüze dolduruldu.. Doğum sonrası   yedinci günde, üçüncü ayda ve altıncı ayda annelere
telefonla ulaşılarak; bebeğin gelişimi ve beslenmesi ile ilgili  bilgi alındı.
Bulgular: Toplam  96 anne ile çalışma tamamlandı. Annelerin IOWA bebek beslenme skalası
puanlarına göre emzirmeye yatkın grupta 26 (%27,1) anne ve kararsız grupta 70 (%72,9) anne
vardı. Mama ile beslemeye yatkın grup oluşmamıştır. Gruplar arasında yaş, aile tipi, doğum
şekli,bebeğin cinsiyeti ile ilgili anlamlı farklılık yokken; annelerin eğitim durumu, bilgilenme
durumları arasında anlamlı farklılık saptandı.
Sonuç:  Annelerin emzirme oranının ve süresinin   arttırılması için gebelerin hangi bebek bes-
leme yöntemine (anne sütü/formül mama) daha yatkın olduğunun belirlenmesine yönelik
geliştirilen IOWA (Infant Feeding Attitude Scale IIFAS) bebek beslenme ölçeği; doğum öncesi
dönemde annenin bebeğini besleme konusundaki görüşünü saptayarak, anne sütü ile bes-
lemeye uzak duran anne adaylarının bilgilendirilmesi ile emzirme oranlarının artmasına ve
emzirmenin daha uzun süre sürdürülmesine yardımcı olacaktır.
Yedinci günde, üçüncü ayda ve altıncı aydaki emzirme oranlarına baktığımızda kararsız ve
yatkın grup arasında anlamlı farkın olmaması, eğitim ve bilgi almanın yanı sıra  emzirmenin
aslında içgüdüsel bir davranış modeli olduğunu ve annelerin kültürel olarak emzirmeye yatkın
olduğunu göstermektedir.

109
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-45
Altı ay - 6 yaş arası Türk ve Suriyeli çocuklarda nütrisyonel anemilerin karşılaştırması

Yılmaz Zindar1, Meltem Erol1, Özlem Bostan Gayret1, Abdulrahman Özel1


1
SBÜ Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatri Kliniği

Amaç: Nütrisyonel anemiler tüm dünyada yaygın görülen ve oldukça önemli bir sağlık prob-
lemidir. Göç, nutrisyonel anemi gibi beslenmeyle ilgili hastalıklar başta olmak üzere bir çok
sağlık sorununu da beraberinde getirmektedir. Suriye’ de 2011 yılında başlamış olan iç savaşla
birlikte, ülkemize ve tüm dünyaya Suriyeli vatandaşlar göç etmeye başlamıştır. Çalışmamızda
Suriyeli göçmen çocukları Türk çocukları ile karşılaştırarak nutrisyonel anemi durumunun de-
ğerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda 01 Kasım 2018 ile 31 Ocak 2019 tarihleri arasında hastanemiz
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine başvuran 6ay-6yaş arası sağlıklı 109 Suriyeli göçmen
çocukla yine aynı yaş aralığında sağlıklı 109 Türkiye Cumhuriyeti (TC) vatandaşı çocuk; hemog-
ram, demir, demir bağlama kapasitesi, transferrin saturasyonu, ferritin, vitamin B 12 ve D vita-
mini düzeyleri açısından retrospektif olarak karşılaştırıldı. Çalışma için hastanemiz yerel etik
kurulundan onay anlındı.  
Bulgular: Suriyeli çocuklar ile Türk çocukların yaş ortalamaları ve cinsiyet dağılımları arasın-
da istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0,005). Suriyeli çocukların D vitamini ve
B12 vitamini ortalamaları, Türk çocuklardan anlamlı derecede düşük bulunmuştur (sırasıyla
p=0,0001, p=0,040). Her iki grubun hemoglobin ortalamaları (p=0,095), hematokrit ortalama-
ları (p=0,072) ve ferritin ortalamaları (p=0,960) arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık göz-
lenmemiştir. Suriyeli çocukların MCV ortalamaları (p=0,018), serum demir düzeyi ortalamaları
(p=0,0001) Türk çocuklardan anlamlı derecede düşük bulunmuştur. Suriyeli çocukların demir
bağlama kapasitesi ortalamaları Türk çocuklardan istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek
bulunurken (p=0,029), Suriyeli çocukların transferrin satürasyonu ortalamaları Türk çocuklar-
dan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p=0,0001).
Sonuç: Nutrisyonel anemiler, ülkemizde ve tüm dünyada, özellikle göçmen ve mülteci popü-
lasyonunda önemli bir sağlık sorunudur. Bu sağlık problemiyle savaşabilmek için tüm ülkele-
rin kendi topraklarında yaşayan göçmen ve mülteciler için ayrıntılı tarama ve ücretsiz nütris-
yonel desteği de kapsayan tedavi politikaları geliştirmeleri gerekmektedir.

110
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-46
Süt Çocuklarında D Vitamini Profilaksisini Uygun Dozda Veriyor Muyuz?

Şenay Türe1, Mine Erkan2, Sevtap Velipaşaoğlu1


1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Sosyal Pediatri
Bilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

Amaç: Ülkemizde sağlıklı term bebeklere yaşamın ilk bir yılında 400 IU/gün D vitamini proflak-
sisi önerilmektedir. Birçok firma “gıda takviyesi” adı altında, 1 damlası 130 IU ila1000 IU arasında
değişen D vitamini içeriğine sahip  preparatlar üretmekte ve eczanelerde satışa sunmaktadır.
Preparatlardaki bu geniş doz farklılıkları D vitamininin doğru şekilde kullanımını önleyebilir.
Bu çalışma ile çocuk sağlığı izlem polikliniğine rutin izlem için başvuran 0-12 aylık sağlıklı term
bebeklerin profilaktik D vitamini kullanım şeklinin incelenmesi amaçlandı
Yöntem ve Gereç: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Sosyal Pediatri Polikliniği’ne
1 Eylül 2020 ve 18 Şubat 2021 tarihleri arasında başvuran bir yaş altındaki hastaların dosyaları
retrospektif olarak incelendi. Hastaların anamnez bilgilerinden D vitamini profilaksisi amacı ile
hangi preparattan hangi dozda kullanıldıkları bilgilerine ulaşılmaya çalışıldı. 400 IU’den fazla
dozda D vitamini kullanan olguların bakılan D vitamini, serum Ca ve P düzeyleri, spot idrarda
kalsiyum/kreatinin oranları kaydedildi.
Bulgular: Belirtilen tarihlerde, bir yaştan küçük 681 çocuk polikliniğe başvurmuş idi. Söz ko-
nusu tarihlerde 18 (%2,6) bebeğin sağlıklı term bebekler için önerilen proflaksi dozundan daha
yüksek dozda D vitamini kullandığı saptandı. Yüksek doz D vitamini kullanan 18 olgunun 14
tanesinin D vitamini düzeyi ölçülmüştü. Bu bebeklerin 5’inde (%35,7) 25-hidroksi D vitamini
düzeyi 20-50 ng/ml arasında; 6’sında (%42,9) 50-100 ng/ml arasında ve 3’ünde (%21,4)100 ng/
ml’nin, yani bu yaş grubu için D vitamini intoksikasyonu olarak belirtilen değerin üzerinde
idi. Ondört hastanın 4 (%28,57) tanesinde hafif hiperkalsemi (10,5-12 mg/dl) mevcut iken idrar
tahlili verebilen 8 hastanın 2 (%25) tanesinde yaşa göre spot idrarda kalsiyum/kreatinin oranı
yüksek idi. Aynı tarihler arasında 8 (%1,2) bebeğin ailesinin ise bebeklerine D vitamini profilak-
sisi vermediği saptandı. 
Sonuç: Vitamin D hipervitaminozunun yaratabileceği klinik ve subklinik olumsuz sonuçları
önleyebilmek için; bir yaş altı rutin çocuk sağlığı izleminde D vitaminini profilaksi dozu olan
400 IU/gün’den daha fazla doz önermemek, önerilen preparatın içeriğine dikkat etmek, bebe-
ğin hangi preparattan hangi dozda D vitamini kullanıyor olduğunu ayrıntılı olarak sorgulamak
önemlidir.

111
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-47
İki Yaş Altı Çocuğu Olan Annelerin Tamamlayıcı Beslenme Yaklaşımları

Hülya Şeker Yıkmaz1, Saliha Şenel1


1
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi

Amaç: Bu çalışma, annelerin tamamlayıcı beslenme yaklaşımlarının tespiti amacıyla yürütül-


müştür.
Yöntem ve Gereç: Çalışmamız, 2 yaş altı çocuğu olan anneler üzerinde online bir anket aracılı-
ğıyla yapılmıştır. Çalışmaya çocukları 5-24 ay yaş aralığında olan 22-44 yaşları arasında toplam
239 anne katılmıştır. Annelerin demografik özellikleri, bebekleriyle ilgili genel sağlık bilgileri,
tamamlayıcı beslenme uygulamaları ve annelerin bilgi düzeylerini sorgulamak amacıyla 32
soruluk bir anket formu uygulanmıştır.
Bulgular: Çalışmada, annelerin %54’ünün (n=130) 6. ayda tamamlayıcı beslenmeye geçtiği
saptanmıştır. Çalışmaya katılan annelerin %51’inin (n=122) tamamlayıcı beslenmeye başlamak
için ilk tercih ettikleri besin sebze olmuş, %36’sı (n=85) ise yoğurdu tercih etmiştir. Annelerin
tamamlayıcı besinleri çatalla ezilmiş pütürlü ve püre kıvamı olmak üzere sıklıkla 2 formda ver-
meye başladıkları görülmüştür. Parmak gıdanın verilme oranı katılımcılar arasında %64 (n=153)
olmuştur. Annelerin %54’ünün (n=129) tamamlayıcı besin verirken bebek kontrollü beslenme
(BLW) ile ebeveyn kontrollü duyarlı beslenme yöntemlerini birlikte kullandıkları %38’inin ise
yalnızca ebeveyn kontrollü (klasik) duyarlı beslenmeyi tercih ettiği tespit edilmiştir. Çalışmada
annelerin tamamlayıcı beslenmeye geçiş sürecindeki bilgi ve uygulamaları tercih yoğunluğu-
na göre başta internet olmak üzere, çocuk doktoru, kitaplar ve aile yakınlarından öğrendikleri
belirlenmiştir. Bebeklerin tamamlayıcı beslenmeye geçişte temelde tamamlayıcı besinleri ye-
mek istememesi, bazı gıdaların tadını beğenmemesi, yeni gıdaları denemeye direnç göster-
mesi, kabızlık, yutma zorluğu gibi çeşitli problemler yaşadıkları belirlendi. Annelerin tamam-
layıcı beslenmede yaşadıkları temel zorlukların ise tamamlayıcı gıdalarını bebeklerinin boğazı
kaçırmaktan endişelenme, bebeklerinde alerjik reaksiyon olacak diye tedirgin olmaları ve be-
bekleri için uygun porsiyon ölçüsünü ayarlayamamaktan korkmaları olduğu gözlenmiştir.
Sonuç: Çalışmada tamamlayıcı beslenmeye geçiş sürecinde annelerin yaşadıkları güçlüklerin
geçiş sürecine ilişkin tekrarlı eğitimler verilmesi yoluyla aşılabileceği değerlendirilmiş olup, bu
süreçte çocuk sağlığı izlemlerinde tüm anne ve babalara tamamlayıcı beslenme konusunda
danışmanlık verilmesi yararlı olacaktır. Ayrıca internetin yaygın kullanılan bilgi kaynağı olduğu
göz önüne alındığında internet üzerinden bakım verenlere doğru ve güvenilir bilgilerin veril-
mesi konusunda sağlık politikaları oluşturulması ve uygulanması hedeflenmelidir.  

112
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-48
Zonguldak ili 6-14 yaş arasındaki çocuklarda anemi prevalansı

Neslihan Dinçer1, Nazmiye Yüksek2, Zühal Örnek1, Hakan Kardeş1


Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
1

Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD, Çocuk
2

Onkolojisi

Amaç: Anemi tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından birisidir (1). Anemi en sık demir
ve diğer nutrisyonel maddelerin eksiklikleriyle gelişmektedir, ancak her ülke için farklı yerle-
şim bölgeleri ve yaş gruplarına göre değişebilecek risk faktörlerinin belirlenip, önlem alınması,
ülke genelinde yapılacak taramalarla mümkün olabilir (2,3). Çalışmamız ile Zonguldak ili okul
çağı çocuklarında anemi prevalansı, risk faktörlerini saptamayı amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Bu çalışma kesitsel bir araştırma olup, 2019-2020 yılında aile hekimlerince
rutin taramaları yapılan ve yaşları 6-14 arasında değişen toplam 700 çocuk üzerinde yürütüldü.
İl Sağlık Müdürlüğü’nden gerekli izinler alındı ve tarama sonuçlarına ulaşıldı.
Bulgular: 700 hastanın 373’ü (%53,3) kız, 327’si (%46,7) erkekti. Yaş ortalamaları 10,56±2,53 (min:
6 yıl, max: 14 yıl) idi. Ortalama hemoglobin değeri 13,0±0,93 mg/dl (min: 10,2 mg/dl max: 16,6
mg/dl), eritrosit volümü (MCV) değeri 80,5±4,23 fL (min: 63,3 fL max: 95,3 fL), ferritin değe-
ri 40,3±24,1 ng/mL (min: 2,5 ng/mL max: 199 ng/mL), vitamin B 12 değeri 349,1±138,9 pg/mL
(min: 83,0 pg/mL max: 934 pg/mL) olarak saptandı. Yedi yüz çocuktan 74’ünde (%10,5) anemi,
97’sinde (%13,8) demir eksikliği, 38’sinde (%5,4) demir eksikliği anemisi, 63’ünde (%9) vitamin
B 12 eksikliği, 14’ünde (%2) ise vitamin B 12 eksikliği anemisi saptandı. Kız çocuklarında anemi
görülme sıklığı, erkek çocuklara göre anlamlı oranda yüksek bulundu. Vitamin B 12 eksikliği
anemisinin ise 10 yaş üstünde anlamlı oranda yüksek olduğu görüldü. Risk faktörleri açısından
10-14 yaş grubu kızlarda anemi ile ağır menstrüel kanama, yetersiz beslenme, aile öyküsü ve
emilimi bozan ilaç kullanımı arasında anlamlı ilişki saptandı.
Sonuç:  Dünya Sağlık örgütü kriterlerine göre Zonguldak ilinde 6-14 yaş arasındaki çocuklarda
%10,5 prevalansla anemi hafif düzeyde bir sağlık sorunudur (1). 10-14 yaş grubundaki anemi
prevalansı 6-9 yaş grubundaki anemi prevalansına göre yüksek oranda saptanmıştır. Bu du-
rum okul öncesi dönemdeki çocuklar gibi, ergenlik dönemindeki çocukların da nutrisyonel
eksiklikler ve anemi açısından yakın tarama ve takiplerinin yapılması ile ilgili ulusal program-
ların oluşturulmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.

113
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-49
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Pediatristleri Neler Bekliyor?

Aslı Okbay Güneş1


1
Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları 2018 verilerine göre ülkemizin en yüksek doğur-
ganlık hızına sahip bölgeleri Güney ve Doğu Anadolu bölgeleri’ dir. Pediatristlerin Güneydoğu
Anadolu bölgesi’ ndeki bir eğitim ve araştırma hastanesinde bir yılda karşılaşacağı yenidoğan
sayısı, gebelik sıraları, yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatırılan yenidoğanların sayı ve uy-
ruklarının belirlenmesi amaçlandı.
Yöntem ve Gereç: Hastanemizde 2020 yılında doğan canlı bebek sayısı, gebelik sırası, yenido-
ğan yoğun bakım ünitesi’ ne yatırılan bebek sayısı ve yatırılan bebeklerin uyrukları hastanemi-
zin bilgi işlem sisteminden öğrenildi.
Bulgular: Hastanemizde 2020 yılında 24.714 canlı doğum ve 277 ölü doğum oldu. Sırasıyla ilk,
ikinci ve üçüncü kez doğum yapan anne sayıları; 5023 (%20.3), 4984 (%20.2) ve 4727 (%19.13) idi.
Annelerden 9958’ i (%40.29) ≥ 4- ≤ 9 defa, 436’ sı (%1.76) ise ≥10- ≤ 17 defa doğum yapmıştı. Yüz
on yataklı yenidoğan yoğun bakım ünitemizde bir yılda 2833 bebek yatırılarak tedavi edildi.
Yatırılan yenidoğanların 660’ının (%23.3) ailesi yabancı uyrukluydu.
Sonuç: Yüksek doğurganlık hızı bu bölgede çalışan pediatristlerin çok fazla sayıda yenidoğan
gördükleri ve görecekleri anlamına gelmektedir. Takipsiz gebeliklerin ve gebelik sayılarının
fazla olması, akraba evliliklerinin sık (%43) olması pediatristlerin genetik ve metabolik hasta-
lıklar açısından dikkatli olmaları gerektiğinin düşündürmektedir. Ayrıca yabancı uyruklu be-
beklerin aileleriyle iletişim kurulmasındaki sıkıntılar bu bölgede çalışmanın diğer zorluklarıdır.

114
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-50
Yenidoğanlarda ve Annelerinde İdrarda İyot Düzeyi Ölçümü

Gözde Apaydın1, Mehmet Vural2, Olcay Evliyaoğlu3, Abdurrahman Fatih Aydın4


1
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Neonatoloji Bilim Dalı
3
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı
4
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı

Amaç: Çalışmamızın amacı; Cerrahpaşa Tıp Fakültesi›nde takip edilen ve doğum yapan an-
neler ile yenidoğan bebeklerinde idrar iyot düzeyi, TSH, Serbest T4 düzeyleri ölçülerek iyot
elementinin alım yeterliliğinin tespit edilmesi ve tiroid fonksiyonlarına olan etkisinin gösteril-
mesidir. 
Yöntem ve Gereç: Çalışmaya 102 anne ve onların yenidog?an bebekleri ile devam edildi. İyot
düzey ölçümü için idrar örnekleri; annelerden doğum sabahı, yenidoğan bebeklerden 0-5.
günlerde  1 ml’lik 3 adet tüpe bölüştürülerek -20 derece muhafaza edildi. TSH ve sT4 ölçümü
için kan örnekleri; annelerden doğum öncesi, yenidoğan bebeklerden 1-3. Günlerde santrifüj
edilerek -20 derecede muhafaza edildi. 
Bulgular: Çalışmamıza katılan 102 annenin ortalama idrarla atılan iyot düzeyi 84,07 μg/L sap-
tandı. Annelerde %58,8 (n=60) oranında iyot eksikliği (<150 µg/L) saptandı. Çalışmamıza katılan
102 annenin tiroid fonksiyonları; TSH (mIU/L) 2,26±1,36 , sT4 (ng/dl) 1,08±0,38 (0,73-3,45) idi. Yeni-
doğan bebeklerin ortalama idrarla atılan iyot düzeyi 102,6 μg /L saptandı. Çalışmamıza katılan
102 yenidoğan bebeğin tiroid fonksiyonları; TSH (mIU/L) 12,31±5,86 , sT4 (ng/dl) 2,40±0,54 sap-
tandı. İyotlu tuz kullanan annelerin bebeklerinde idrarla atılan iyot düzeylerinin yeterli olması,
iyotsuz tuz kullanan annelerin bebeklerine göre istatistiksel açıdan anlamlı derecede yüksek
tespit edildi (p=0,043). 
Sonuç: İyotlu tuz kullanan annelerin bebeklerinde idrarla atılan iyot düzeylerinin yeterlilik
oranının, iyotsuz tuz kullanan annelerin bebeklerine göre istatistiksel açıdan anlamlı derece-
de yüksek saptanması, iyotlu tuz kullanımının toplumsal iyot yetersizliği ile mücadelede çok
önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 102 yenido-
ğan ve annelerini dahil ederek yaptığımız çalışmada, idrar iyot düzeyleri, DSÖ’nün belirlediği
hedef düzeyden  düşük saptanmış olup; iyot eksikliğinin bölgemizde hala önemli bir sağlık
sorunu olmaya devam ettiği görülmüştür. İyotlu tuz kullanım oranının %92,2 saptanmasına

115
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
rağmen, ortalama idrar iyot düzeylerinin düşük saptanmış olması, iyotun diyet ile başka kay-
naklardan da alınması gerektiğini; yalnızca tuzların iyotlanmasının iyot yetersizliği ile baş et-
mede yetersiz kaldığını göstermektedir. 
 

116
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-51
Son 10 Yılda Çölyak Hastalığının Değişen Yüzü

Bilge Şahin Akkelle1, Burcu Volkan1, Engin Tutar1


1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme B.D.

Amaç: Çölyak hastalığı (ÇH), otoimmun karakterde bir enteropati olup genetik yatkınlığı olan
bireylerde gluten içeren gıdaların tüketilmesiyle ortaya çıkar. Semptomatik hastalar malab-
sorpsiyon ilişkili klasik semptomlar veya atipik semptomlar ile karşımıza çıkabilir. Çalışmamız-
da ÇH tanılı hastalarımızın başvurudaki klinik bulgularının yıllar içinde değişkenlik gösterip
göstermediğinin değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda 18 yaş ve öncesinde ÇH tanısı alan, kliniğimizce takip edilen
311 hastanın verileri incelendi. Hastalar tanı yılına göre; Grup 1 (n=83): 2001-2010 yılları arasında,
Grup 2 (n=228): 2011-2020 yılları arasında tanı alanlar olmak üzere gruplara ayrıldı. Hastalara
ait demografik veriler, klinik ve laboratuvar bulguları gruplar arasında karşılaştırmalı olarak
değerlendirildi.
Bulgular: Grup 2’ de tanı yaş ortalaması 95 ± 54 ay olup Grup 1’e göre (78 ± 51 ay) istatistiksel
olarak anlamlı yüksekti (p<0.05). Cinsiyet açısından her iki grup benzer dağılım göstermektey-
di (p>0.05). Karın ağrısı her iki dekatta en sık başvuru semptomu iken (%48’e karşı %47); ishal
(%46’ya karşı %23), büyümede gerilik (%42’ye karşı %34) ve karın şişliği (%43’e karşı %18) gibi
klasik ÇH semptomlarının sıklığı Grup 1’de daha yüksekti (p<0.05). Kabızlık (%6’ya karşı %12) ve
dirençli demir eksikliği anemisi (%14’e karşı %22) gibi atipik ÇH semptomlarının ise Grup 2’de
daha sık olduğu görüldü (p<0.05). Her iki dekatta önemli oranda zayıflık (%22’ye karşı %16) ve
bodurluk (%62’ye karşı %24) gözlendi. Grup 2’ de hastaların %5.7‘si fazla kiloluydu. Çölyak has-
talığı açısından artmış risk gruplarında olup tarama ile tanı alan asemptomatik hasta oranının
Grup 2’de, Grup 1’e göre daha yüksek olduğu tespit edildi (%14’e karşı %31; p=0.003).
Sonuç: Çalışmamıza göre; son 10 yılda ÇH tanılı hasta sayısında artış söz konusudur. Bu du-
rumun ÇH farkındalığının artması ve risk gruplarının taranması ile ilişkili olabileceği düşünül-
mektedir. Son 10 yılda tanı alan hastalarda klasik semptomların sıklığında azalma, atipik bul-
gularda ise artış gözlenmesi ÇH açısından şüphe indeksinin yüksek olması gerektiğine işaret
etmektedir. Erken tanı ile başta malnutrisyon olmak üzere hastalık illişkili komplikasyonların
önlenebileceği unutulmamalıdır.

117
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-52
Çocuk Servisimizde Takip Edilen MIS-C Vakalarının Değerlendirilmesi

Emine Ergül Sarı1, Latife Büşra Gözütok1


1
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği

Amaç: Çocuklarda Nisan 2020’de COVİD-19 enfeksiyonu sonrası tanımlanan multisistem infla-


matuvar sendrom tanılı olgularımızın değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: MIS-C tanısıyla yatan hastaların dosyaları retrospektif incelenmiştir.
Bulgular:  Çalışmamıza 5›i kız 9›u erkek 14 hasta dahil edildi. Yaşları ort:6,85 yaş olarak saptan-
dı. Hastaların biri dışında tüm hastalarda en az 2 en çok 7 gün süren ateş şikayeti mevcuttu.
Yedi hastanın ailesinde en az bir kişinin pcr pozitif  COVİD-19 enfeksiyonu geçirdiği öğrenil-
di, bu dönemde hastalara pcr bakılmadığından COVİD-19 hastalığı geçirip geçirilmediği bilin-
memektedir.
Ondört hastanın 12›sinde en az iki sistemi ilgilendiren semptomlar vardı. Ateş dışında başvu-
ru şikayetleri incelendiğinde 4 hastada döküntü, 2 hastada diplopi ve ense sertliğiyle bulgu
veren nörolojik semptomlar, 5 hastada mitral yetmezlik ve ejeksiyon fraksiyonunda azalma,
4  hastada respiratuvar sistem bulguları ve 10 hastada kusma, karın ağrısı ve ishal şeklinde
gastrointestinal sistem bulguları saptandı. Hiçbir hastamızda renal patoloji saptanmadı.
 Tüm hastaların COVİD-19 PCR sonuçları negatif olarak saptandı. Altı hastaya COVİD-19 anti-
koru bakılabildi ve hepsi pozitif olarak sonuçlandı. WBC:12600/mm3 olarak değerlendirildi. Altı
hastanın lökositozu mevcutken bir hastada lökopeni saptandı. Hastaların yarısında lenfopeni
mevcuttu. Tüm hastalarımızda CRP ve prokalsitonin pozitifliği tabloya eşlik etmekteydi. CRP
değeri ort:194,65mg/L olarak (23-402,79mg/L) saptandı. Çekilen ekokardiyografilerinde 9 has-
tada patoloji saptanmazken 4 hastada hafif mitral yetmezlik, 1 hastada ejection fraksiyonu-
nun azaldığı görüldü. Onüç hastanın PAAC grafisi normal değerlendirilirken bir hastanın para-
kardiyak infiltrasyonu mevcuttu, çekilen 4 toraks BT’den, bir hastanın BT’si normal, bir hastada
buzlu cam görünümü ve 2 hastada plevral effüzyon saptandı. Nörolojik semptomu olan iki
hastanın çekilen kranial MR görüntülemesinde ensefalit ve papil ödemle uyumlu bulgulara
rastlandı. Tedavide tüm hastalara IVIG uygulanmış olup 8 hastaya metilprednizolon tedavisi
de eklenmiştir. Onüç hastamız tedavilerinin ardından taburcu edilirken 1 hastanın çocuk yo-
ğunbakım ünitesi ihtiyacı olmuştur.
Sonuç: Aralık 2019’ da Çin’den başlayıp tüm dünyaya yayılan COVİD-19 virüsü sonrası çocuk-
larda tanımlanan ‘’Multisistem İnflamatuvar Sendrom’’  çocuk romatoloji, çocuk enfeksiyon ve
çocuk kardiyoloji tarafından takip edilmesi gereken bir tablodur.

118
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-53
Aşırı Büyüme Sendromlu Çocukların Klinik ve Genetik Bulgularının Değerlendirilmesi

Aylin Yüksel Ülker1, Dilek Uludağ Alkaya1, Kaya Bilguvar2, Beyhan Tüysüz1
1
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalı Ço-
cuk Genetik Bilim Dalı
2
Department of Genetics, Yale Center for Genome Analysis, Yale School of Medicine, New Ha-
ven, CT, USA.

Amaç: Generalize aşırı büyüme sendromu (overgrowth) dismorfik bulgularla birlikte boy ve/
veya baş çevresinin +2 SDS üzerinde olmasıdır. Ayrıca term bebeklerde doğum ağırlığının
4500 gr üzerinde olması da aşırı büyüme sendromları açısıdan değerlendirilmelidir. Sıklığı
1/10.000 olarak bildirilmiştir. Zihinsel yetersizlik, maligniteye yatkınlık ve konjenital anomaliler
bu sendromların ortak bulgulardır.  Aşırı büyüme sendromları hücre büyümesini kontrol eden
genlerdeki genetik/epigenetik bozukluklar sonucu oluşur. Özellikle son yıllarda yeni nesil dizi-
leme yöntemlerinin kullanıma girmesiyle aşırı büyüme sendromlarının tanısında büyük artış
olmuştur. Doğru genetik tanı konulması ile hastalığın kesin klinik ve genetik tanısı belirlene-
cek, prognozu, kanser riski ve tedavisi hakkında aileye doğru genetik danışma verilebilmesi-
ne olanak sağlanacaktır. Biz çalışmamızda maternal diabet ve diğer endokrin patolojilerden
kaynaklanmayan, karyotipleme ile tanısı konulamayan aşırı büyüme sendromu olan 18 hastayı
değerlendirdik.
Yöntem ve Gereç: İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Genetik kliniğine aşırı
büyüme bulguları ile başvuran 18 olgu tek gen analizi veya tüm ekzom dizileme ile değerlen-
dirildi.
Bulgular: Çalışmamızda prenatal veya postnatal başlangıçlı aşırı büyüme tespit edilen 3’ü kız
(%16), 15’i erkek (%84) 18 hasta değerlendirildi. Geniş alın, belirgin çenenin eşlik ettiği yüz yapısı
ve zihinsel yetmezliğin görüldüğü 11 hastanın moleküler sitogenetik analizinde NSD1 mutas-
yonu tespit edilip Sotos sendromu tanısı konuldu. Zihinsel engellilik, aşırı büyüme sendromu,
dismorfik yüz yapısı, skolyoz ve ileri kemik yaşı olan 27 yaşındaki bir erkek hastaya EED ilişkili
overgrowth sendromu tanısı konuldu ve bu literatürde bildirilen ilk vakadır. Aşırı büyümeye
dismorfik bulguların ve zihinsel yetersizliğin eklendiği birer hastada HIST1H1E, FIBP, GPC4,
CCNK, MAP3K7 ve SUZ12 mutasyonu saptandı ve sırasıyla literatürde oldukça nadir bildirilmiş
olan Rahman, Thauvin-Robinet-Faivre, Keipert, Intellectual developmental disorder with hy-
pertelorism and distinctive facies, Frontometafizyel displazi 2 ve Imagawa-matsumoto send-
romu tanısı konuldu.

119
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Sonuç: Aşırı büyüme sendromları örtüşen klinik özelliklerin olduğu bir hastalık grubudur. Kan-
ser riski nedeniyle erken tanı için öğrenme bozuklukları veya hafifte olsa dismorfik görünümü
ve boy ve/veya baş çevresi +2 SDS çocuklarda akla getirilmelidir.

120
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-55
Covid-19 Pandemisi Öncesi Altı Aylık Dönemde Alt Solunum Yolu Enfeksiyonu Tanısı Alan
Hastalarda Solunum Paneli Taranması

Volkan Tosun1, Abdulrahman Özel1, Özlem Bostan Gayret1, Meltem Erol1


1
Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği ,İstanbul

Amaç: Solunum yolu enfeksiyonları tüm dünyada en yaygın görülen enfeksiyon hastalıkları
arasındadır. Covid-19 pandemisi de mart ayında ülkemizde görülmeye başlanan  hayatı tehdit
eden  önemli bir alt solunum yolu hastalığıdır. Bu çalışmada covid-19 pandemisi öncesi dö-
nemde hastanemizin çocuk servis, yoğun bakım ve acil polikliniklerine başvuran çocuk hasta-
ların solunum yolu enfeksiyonlarında viral patojenlerin saptanması amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Bu çalışmaya, Ekim 2019-Mart 2020 tarihleri arasında, alt solunum yolu en-
feksiyonu ön tanısı alan, belirtileri ile hastaneye başvuran 112 çocuk (%38 kadın, %62 erkek, yaş
aralığı 0 ay-18 yaş) dahil edildi. Hastalardan alınan örneklerden viral solunum patojenleri ola-
rak RSVA/B , Rhinovirus, İnfluenza A- H1N1, Influenza B, Human parainfluenza virus 4, Human
metapneumoviruses A/B, Human coronavirus NL63, Adenovirus multipleks polimeraz zincir
reaksiyonu yöntemi ile çalışıldı. Örnekler entübe olmayan hastalarda nazofarengeal sürüntü-
den, entübe olan hastalarda trakeal aspirasyon materyalinden alındı.
Bulgular: Toplam 112 hastanın, 63 (%57)’sinde bir veya birden fazla solunum virüsü saptanmış
olup hastaların 40 (%35)’inde virüs saptanmamış ,9(%8) ‘inde ise test geçersiz sayılmıştır. Çalış-
mamızda solunum yolu virüslerinin dağılımı; Adenovirüs (%4.7), Bokavirüs (%1.5), Koronavirüs
NL63 (%3.5), Enterovirüs (%4.7), Metapnömovirüs A/B (%4.70), Parainfluenza 4 (%1.5), Rinovirüs
(%25), RSV A/B (%33, İnfluenza A (%22) şeklindedir. Etkenlerin dag?ılımına baktığımızda co-
vid19  öncesi dönemde en sık rastlanılan etken RSV olarak görülmüş diğer coronavirüs tiple-
rinden NL63 ise 2 hastada gözlenmiştir. 
Sonuç: Solunum yolları virüsleri, çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarının ana nedenlerin-
dendir. Özellikle covid-19 pandemisinin toplum sağlığını tehdit ettiği içinde bulunduğumuz
dönemde virüslerin zamanında ve doğru saptanması gerekmektedir. Solunum yolu virüsleri-
nin saptanması epidemiyolojik sonuçlara ve aşı çalışmalarına da katkıda bulunmaktadır. Ça-
lışmamıza dahil edilen hastaların yaklaşık %57’sinde klinik belirtilerden sorumlu olabilecek bir
viral etken saptanmıştır. Bu nedenle viral solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan virüslerin
hızlı ve duyarlı tanısı tedavi maliyetini düşürecek, gereksiz antibiyotik kullanımını azaltacak ve
antibiyotiklere direnç gelişimini engelleyecek, bu virüslerin neden olabilecekleri hastane en-
feksiyonlarının önlenebilmesi açısından klinisyene yol gösterici olacaktır.

121
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-56
Enflamatuvar Bağırsak Hastalarında Hepatit B Aşı Antikor Yanıtının Kontrol Grubu İle
Karşılaştırılması

Didem Gülcü Taşkın1


1
Çocuk Gastroenteroloji, Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Adana, Türkiye

Amaç: Enflamatuvar Bağırsak Hastalığında (EBH) malnutrisyon, geçirilen cerrahi işlemler, im-
munsupresif ilaç ve biyolojik ajan kullanımı olması nedeniyle immun sistemin enfeksiyona
karşı yanıtı yetersiz olabilmektedir. Bu hasta grubu normal popülasyona göre enfeksiyona kar-
şı daha fazla risk altındadır. Bu nedenle aşı ile önlenebilen hastalıklar açısından özel aşılama
protokolleri geliştirilmeye çalışılmaktadır. Çalışmamız ile EBH tanılı hastaların hep B aşısına
karşı oluşmuş antikor titresini ölçerek immun cevabı değerlendirmek ve ek doz gerekliliği açı-
sından bilgi edinmeyi amaçladık.
Yöntem ve Gereç: Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Gastroenteroloji Polikli-
nik 1’de takip edilen EBH tanılı 39 hastanın tedavi öncesi Anti Hbs antikor titresi değerlendiri-
lerek , 125 sağlıklı kontrol grubu ile kıyaslandı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalamaları kontrol grubunda 12,35 yaş ( 2,39-20,94 ) iken EBH gru-
bunda 15,10 ( 2,37-20,95 ) idi. Anti Hbs antikor titresi >10 olanlar pozitif, Anti Hbs antikor titresi
< 10 olanlar ise negatif olarak kabul edildi. EBH grubundaki hastaların % 66,7’si nin Anti Hbs
antikor titresi pozitif iken kontrol grubunda bu oran % 56,8 idi. EBH grubunda ortalama Anti
Hbs antikor titresi 39,57 iken, kontrol grubunda bu ortalama 21,21 idi. Her iki grubun antikor
titre ortalaması arasında anlamlı fark vardı. Cinsiyetler arasında antikor titresi açısıdan hiç fark
yoktu. Yaş irdelendiğinde antikor titresi negatif ve pozitif olan iki grup arasında istatistiksel
olarak anlamlı fark vardı.
Sonuç: EBH’da tedavi öncesi bakılan Anti Hbs antikor yanıtı pozitif olan hastalar kontrol gru-
bundan daha fazla idi.   Fakat Anti Hbs antikor titresi gruplandırılarak değerlendirildiğinde
kontrol grubunun antikor titresi EBH grubuna göre yüksek idi. Hasta yaş arttıkça AntiHbs an-
tikor titresi ortalaması düşmektedir. Bu çalışma ile değerlendirildiği üzere EBH hastalarında
hastalık yaşı ilerledikçe Hep B aşısı açısıdan ek doz gerekliliği değerlendirilmelidir.

122
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
S-57
Çocuklarda Efor Testi: Tek Merkez Sonuçlarımız

Abdüsselam Genç1 ,  Tuğberk Akça1 ,  Hasan Türkmen1 ,  Özlem Mehtap Bostan1 ,  Fahrettin
Uysal1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Kardiyo-
loji Bilim Dalı, Bursa

Amaç: Efor testi; pediyatrik yaş grubundaki hastalarda eforla ilişkili göğüs ağrısı, baş dönme-
si, bayılma, çarpıntı gibi şikayetlerin araştırılmasında sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun yanında
spora uygunluk değerlendirmesinde, herediter aritmisi olan hastalarda, konjenital kalp has-
talığı sebebiyle opere olmuş hastalarda, miyokardit ve Kawasaki Hastalığı gibi edinsel kalp
hastalıkları geçiren hastaların fonksiyonel kapasitelerinin belirlenmesi ve tedavi etkinliğinin
takibinde de efor testi kullanılabilmektedir. Bu çalışmada, merkezimizde yapılan efor testi so-
nuçlarımız sunulmuştur.
Yöntem ve Gereç: Merkezimiz Çocuk Kardiyoloji Polikliniği’ne Ocak 2019 ile Aralık 2020 tarih-
leri arasında başvuran ve efor testi yapılmış, 21 yaş altı 311 hastanın verileri retrospektif olarak
tarandı. Verileri eksik olan 11 hasta çalışmadan çıkarıldı. Hastaların demografik verileri, başvuru
şikayetleri, elektrokardiyografi (EKG), ekokardiyografi (EKO), 24 saatlik ritim Holter monitöri-
zasyonu ve efor testi sonuçları ile klinik takipleri kaydedildi. Efor testleri modifiye edilmiş Mc-
Master protokolü kullanılarak bisiklet ergometresi ile gerçekleştirildi. Hastaların kalp hızlarının
200 atım/dk’nın üstüne çıkması hedeflendi.
Bulgular: Hastaların 193’ü erkek (%64) olup ortanca yaş 13,4 (7,2-20,9) idi. Efor testi için en sık
endikasyonlar göğüs ağrısı (98), EKG veya ritim Holter anormalliği (84), spor uygunluğunun
değerlendirilmesi (59), tedavi etkinliğinin takibi (48), çarpıntı (43) ve bayılma (41) idi. Hastala-
rın 22’sinde konjenital kalp hastalığı sebebiyle operasyon, 16’sında yaşamı tehdit eden aritmi
öyküsü mevcut iken 15 hastanın ailesinde ritim bozukluğu, 9’unda da ani kardiyak ölüm hika-
yesi mevcuttu. 59 hastanın EKO’sunda, 93 hastanın EKG’sinde, 71 hastanın ise ritim Holterinde
anlamlı patoloji saptandı. 40 hastanın efor testi pozitif olup bunların 10’unda yüksek riskli ak-
sesuar yol, 8’inde uzun QT değerleri, 5’inde majör aritmi, 5’inde miyokardiyal iskemi bulguları
saptandı. Hastaların 58’ine spor uygunluğu verilirken 35’ine ilaçla izlem, 9’una elektrofizyolojik
çalışma ve/veya ablasyon yapıldı. 25 hastadan ileri tetkik istenirken 1 hastaya sempatektomi
uygulandı, 1 hastaya kalıcı kalp pili takıldı.
Sonuç: Efor testi birçok hastalığın tanısında başlangıç tetkikleri arasında yer aldığı gibi tedavi
başlanması ve etkinliğinin değerlendirilmesinde önemli bilgiler vermektedir.

123
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
Anahtar Kelimeler: aritmi ,  efor testi ,  göğüs ağrısı ,  konjenital kalp hastalığı

Kaynakça
Fletcher GF, Ades PA, Kligfield P, Arena R, Balady GJ, Bittner VA, Coke LA, Fleg JL, Forman DE,
Gerber TC, Gulati M, Madan K, Rhodes J, Thompson PD, Williams MA; American Heart Asso-
ciation Exercise, Cardiac Rehabilitation, and Prevention Committee of the Council on Clinical
Cardiology, Council on Nutrition, Physical Activity and Metabolism, Council on Cardiovascu-
lar and Stroke Nursing, and Council on Epidemiology and Prevention. Exercise standards for
testing and training: a scientific statement from the American Heart Association. Circulation.
2013 Aug 20;128(8):873-934.
Paridon SM, Alpert BS, Boas SR, Cabrera ME, Caldarera LL, Daniels SR, Kimball TR, Knilans TK,
Nixon PA, Rhodes J, Yetman AT; American Heart Association Council on Cardiovascular Dise-
ase in the Young, Committee on Atherosclerosis, Hypertension, and Obesity in Youth. Clinical
stress testing in the pediatric age group: a statement from the American Heart Association
Council on Cardiovascular Disease in the Young, Committee on Atherosclerosis, Hypertension,
and Obesity in Youth. Circulation. 2006 Apr 18;113(15):1905-20.
Massin MM. The role of exercise testing in pediatric cardiology. Arch Cardiovasc Dis. 2014
May;107(5):319-27.

124
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

POSTER BİLDİRİLER

125
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-01
Hupra Sendromu Olan Bir Olgu Sunumu

Ayşe AŞIK1, Nilüfer GÖKNAR1, Ayşe Merve Güngör1, Diana Üçkardeş1, Emre Keleşoğlu1, Cengiz
Candan1
1
Medeniyet Üniversitesi Dr. Süleyman Yalçın Şehir Hastanesi

Amaç: HUPRA sendromu; kan ürik asit yüksekliği, pulmoner hipertansiyon, böbrek yetmezliği
ve metabolik alkaloz ile karakterize nadir görülen bir mitokondriyal hastalıktır(1). Bu sendrom,
missense SARS 2 mutasyonu ile oluşmakta olup, olgularda renal tutuluma bağlı etkiler ön
plandadır(2).
Bu olgu sunumu böbrek yetmezliği etiyolojisi açısından araştırılan ve HUPRA sendromu teşhi-
si konulan bir kız hasta sunulmuştur.
Yöntem ve Gereç: İki yaşındaki kız çocuğu mide bulantısı, kusma ve ateş şikâyetleri ile acil ser-
visimize başvurdu.  Fizik muayenesinde hafif dehidratasyon bulguları dışında patolojik özellik
yoktu. Özgeçmişinde benzer yakınmalar ile mükerrer başvuruları olduğu ve intravenöz hid-
rasyondan sonra düşen fakat normalin üst sınırlarında seyreden serum üre ve kreatinin yük-
sekliği olduğu öğrenildi. Soygeçmişinde anne ve baba aynı köydendi. Ayrıca KBY, metabolik
alkaloz, anemi, trombositopeni ve pulmoner hipertansiyon nedeniyle araştırılan ve HUPRA
sendromu teşhisi konulan ve ex olan bir kuzeni vardı.
Tetkiklerinde böbrek fonksiyon testlerinde artış (serum kreatinin: 0.74mg/dl (N:0.24-0.41), üre:
83mg/dl (N:0-50)), anemi (Hb : 8.6g / dl, MCV: 78.6fL), hafif asidoz (pH: 7.31, HCO3: 17), hiperü-
risemi (9.5mg/dl N: 2.6-6mg/dl), hafif proteinüri (1+) saptandı. Ultrasonografi ile hiperekojenik
böbrekler gösterildi. Ekokardiyografide pulmoner hipertansiyonu mevcuttu. Kan basıncı yük-
sek saptandı (138/91mmHg) ve amlodipin başlandı. Asidoz için sodyum bikarbonat ve hiperüri-
semi için allopurinol verildi. Coenzim Q10, alfa lipoik asit ve L karnitin antioksidan ve muhtemel
mitokondrial enzimleri güçlendirici etkileri nedeni ile başlandı.
Bulgular: Miseq-Illumina tarafından yeni nesil dizileme yapıldı. SARS2 geninde homozigot
mutasyon bulundu (c.515A> G (p.N172S). Bu mutasyon daha önce tanımlanmamıştı, ancak
in-siliko analiz ile mutasyonun patojenik ve zararlı (PP3) olduğu gösterildi. Takiplerinde Arnold
Chiari Tip 1 malformasyon, Graves hastalığı ve immün yetmezlik de saptandı. Bu bulguların
mitokondrial sitopatiye bağlı olduğu düşünüldü. Bir yıllık takibin sonunda evre 3b KBY olarak
izlenmektedir.
Sonuç: HUPRA sendromu nadir, multisistemik, ağır seyirli bir mitokondriyal sitopatidir. Özel-
likle aile öyküsü varlığında ekstrarenal belirtileri olan çocuklarda açıklanamayan kronik böb-
rek hastalığının ayırıcı tanısında HUPRA sendromunun akılda tutulması gerektiği vurgulan-
mak istenmiştir.

126
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-02
Covid 19 un Çocuklardaki önemli komplikasyonu: MIS-C

Meryem Turuç1
1
Mustafa Kemal üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi

Giriş: Şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) enfeksiyonu, çocuklarda


multisistem enflamatuar sendroma (MIS-C) neden olabilir. MIS-C, iltihaplanmanın laboratuar
kanıtı ve SARS-CoV-2 enfeksiyonunun laboratuvar veya epidemiyolojik kanıtı ile birlikte ateş,
ciddi hastalık, iki veya daha fazla organ sisteminin tutulmasını içerir. MIS-C’nin, SARS-CoV-2
enfeksiyonu sonrası immün düzensizlik ve aşırı yanıttan kaynaklandığı düşünülmektedir. Hızlı
klinik kötüleşme meydana gelebileceğinden dikkatli olunmalıdır.. 
Vaka Sunumu:  14 yaşında erkek  hasta ateş, karın ağrısı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu.
Yaklaşık 4  gün önce ateş ve karın ağrısı yakınmalarıyla dış merkeze başvurduğu, antibiyotik
ve  ateş düşürücü reçete edildiği, tedavisinin 4.gününde şikayetlerinin devam ettiği öğrenildi.
Özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik yok. Genel durumu orta, vitalleri stabil olan hastanın fizik
muayenesinde batında sağ alt kadranda hassasiyet  mevcut.  Hemogramında beyaz küre yük-
sekliği ( nötrofil hakimiyeti ) mevcut. CRP: 255 mg/L. Sedim 44.  D-dimer: 4140 ng/ml. Troponin
0,4 ng/ml. Biyokimya değerlerinde özellik yok. Batın USGsi mezenterik Lenfadenit lehine ra-
porlandı.  Covid temas öyküsü olan hastadan bakılan Covid Antikor testi pozitif görüldü. MIS-C
değerlendirilen hastaya  IVIG, aspirin ve ntibiyotik tedavisi başlandı. EKO çekildi. Sol koroner
içerisinde minimal ekojenite, septal hereketlerde hipomobilite olarak raporlandı. Lasix ve Kap-
ril eklendi. Klinik ve troponin takibi yapıldı. Klinik ve laboratuvar iyileşmesi gözlenen hasta şi-
fayla taburcu edilen hasta poliklinik takibinde izlenmektedir. 
Bulgular: Genel durumu orta, vitalleri stabil olan hastanın fizik muayenesinde batında sağ
alt kadranda hassasiyet  mevcut.  Hemogramında beyaz küre yüksekliği ( nötrofil hakimiyeti
) mevcut. CRP: 255 mg/L. Sedim 44.  D-dimer: 4140 ng/ml. Troponin 0,4 ng/ml. Biyokimya de-
ğerlerinde özellik yok. Batın USGsi mezenterik Lenfadenit lehine raporlandı.
Tartışma ve Sonuç: MIS-C organ tutulumu ile giden  klinik kötü gidişli hayatı tehdit edici bir
komplikasyon olduğundan  açıklanamayan ateş, karın ağrısı, genel durum bozukluğu, kusma
vs semptomu olan  ve covid temaslı tüm çocuklarda akla gelmeli ve acil tedavi edilmelidir. 
 
 

127
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-03
Travma Zemininde Yabancı Cisim Aspirasyonu

Hasan Müjdeci1, Çiğdem El1


1
Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi

Amaç: Akciğerde , yabancı cisim aspirasyonu bazen morbidite ve mortaliteye neden olup cid-
di sonuçları olabilir. Bu hastalar
bazen astma veya tekrarlayan akciğer enfeksiyonu nedeni ile tedavi edilebilir. Bu da tanının
gecikmesine ve granülom oluşmasına neden olur. Yabancı cisim aspirasyonu 1 -3 arası çocuk-
larda sıktır.  Yabancı cisimler genellikle sağ bronş ve
dallarına kaçarken her iki bronşa da kaçabilir. Özellikle ay çiçek çekirdeği, fındık, fıstık, oyun-
cak parçaları aspire
edilir. Bunların  fizik muayene ve radyolojik görüntülemeler ilk etapta normal olabilir.
Yöntem ve Gereç: •1 yaşında erkek  hasta  1,5 ay önce burun travması sonrası anne ağlayan
bebeğe bir fıstık eline vermiş. Kendini sırt üstü atan hasta morarma, nefes darlığı ve burun
kanaması şikayeti ile acile başvurmuş. Hastaya tetkikler yapılıyor. Paac grafisi çekiliyor. Tetkik-
leri normal görülüyor. Burun kanaması için kbb’de  travma açısından BT çekiliyor ve  normal
görülüyor
•Travmadan sonra  özelikle gündüz hırıltı şikayeti başlamış. Son 1,5 aydır hastada bu şikayet
mevcut. Bu şikayet ve öykü ile birkaç kez doktora başvuran hastaya  antibiyotik reçete edilmiş
ve eve yollanmış. Şikayeti  geçmeyen hasta polikliniğimize başvurdu.
Bulgular:
•Kan gazında , hemogram ve biyokimyasında bir bir özellik yoktu. Crp negatif idi.
•Hastaya çekilen PAAC  grafisinde gölgelenme artışı görüldü.
•Çekilen toraks BT’sinde hava hapsi görüldü.
•Hasta bronkoskopi için çocuk cerrahisine verildi.Bronkoskopide hastadan bir adet fıstık çıka-
rıldı. Hasta  taburcu edildi.
Sonuç: Her ne kadar travma zemininde yabancı cisim aspirasyonuna ulaşmak zor olsa da de-
taylı ve iyi bir anamnez ile uzun süren hırıltı şikayet olan hastalarda yabancı cisim aspirasyonu
ekarte edilmelidir. Farkındalık oluşturmak amacıyla bu vaka paylaşıldı.

128
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-05
Anne Sütü Eksikliğine Bağlı Ağır Hipernatremi

Haşim Acartürk1, Çiğdem El1


1
Mustafa Kemal Üniversitesi

Amaç: Hipernatremik dehidratasyon ,komplikasyonları nedeniyle dehidrasyonun en tehlikeli


şeklidir.Mss kanamasına bağlı ağır nörolojik sekel oluşabilir.Beyin nöronlarındaki suyun, hiper-
tonik ekstraselüler sıvıya yer değiştirmesine bağlı beyin hücrelerinde büzülme ve  venlerde yır-
tılma sonucu kanama ile oluşur. Hipernatremik dehidratasyon, yenidoğan döneminde uygun
tedavi edilmediğinde hiperbilirubinemi, beslenme yetersizliği, kilo alımında azalma, serebral
ödem, konvulsiyonlar, venöz tromboz, intrakranial kanama, dissemine intravasküler koagü-
lasyon, böbrek yetmezliği, kalıcı beyin hasarı ve ölüm gibi ciddi sonuçlara yol açabilmektedir
Yöntem ve Gereç: 23 yaşındaki anneden USG e göre 38w+2d GH anneden NVD ile 3215 gr ola-
rak doğan erkek bebek. 8. Günde Oral alım bozukluğu bozukluğu nedeniyle  acil servisimize 
başvurdu.
Bulgular: Ateş ve kusmasıolmayan hastanın idrar çıkışı yoktu.VA:2300 gr %28 kilo kaybı vardı.
Ön fontanel 2*2 cm çökük mukozaları kuru, göz küreleri çökük, uykuya meyilli,yenidoğan ref-
leksleri zayıf, turgor-tonus azalmıştı.Tetkiklerinde Na:205 mmol/L Cre:6,34 mg/dl AST:203 U/L
ALT:110 U/L, Bun:220 mg/dl, Glukoz: 109 mg/dl.Hastanın çekilen beyin bt sinde fronto-parietal
bölgede 2*2 cm kanama görüldü. 20cc/kg sf yüklendi. Na açığı hesaplanarak defisit tedavisi
verildi. Allopurinol, ampisilin–sefotaksim başlandı. Takipne ve solunum sıkıntısı gelişmesi ne-
deniyle Ncap ‘ a alındı. Nöbet geçiren hastaya midazolam ,levetirasetam başlandı.Hasta ya
açt,elektrolit , konvülsiyon takibi yapıldı.Takiplerinde idrar çıkışı olan hastanın tedavisinin 8.
Gününde  tam enteral beslenmeye geçildi.  Tam enteral beslenen hasta antiepileptik tedavisi
ile 15. Gününde taburcu edildi. Çocuk nöroloji takipleri önerildi.
Sonuç: Anne sütü yetersizliği ve/veya emzirme sorunlarına bağlı olarak gelişen hipernatremik
dehidratasyon yenidoğan döneminde ciddi, hayatı tehdit edebilen bir durumdur. Yenidoğan
dönemi yaşamın sıvı ve elektrolit dengesi yönünden duyarlı bir dönemi olarak bilinmektedir.
Anneler dehidratasyonun spesifik olmayan bulguları hakkında da bilgilendirilerek, hastane-
den taburcu olduktan sonraki erken dönemde (3. ve 7. günlerde) bebeklerini kontrole getir-
meleri konusunda özellikle bilgilendirilmelidir
 

129
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-06
Akut Batın Bulgularıyla Prezente Olan MIS-C Vakası

Servet Kartal1
1
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi

Amaç: Covid-19’lu çocuklarda üst solunum semptomları görülürken, MIS-C’de ateş (%100), kus-
ma (%68) ve karın ağrısı/ishal (%73) görülmektedir. MIS-C’deki karın ağrısı o kadar şiddetli ola-
bilir ki bazı vakalarda hastaların apandisit olduğu sanılabilir. Abdomen (karın) görüntülemele-
rinde (ultrason, bt veya mr) asit, bağırsak/kolon iltihabı ve mezenterik adenopati gözlenebilir.
Yöntem ve Gereç: Çocuk acil
Bulgular: 5 yaş 5 ay erkek hasta. 3 gün önce başlayan ateş ve karın ağrısı şikayeti ile dış mer-
keze basvuran hasta antibiyotik verilerek takip edilmiş ancak ateşi kontrol altına alınamayıp
karın ağrısı şiddetlenen hastaya bakılan batın ultrason ve batın bt incelemeleri ile peritonit ve
ileus saptanması üzerine hasta tarafımıza sevk edildi. Başvuru sırasında ateş: 39.6 derece, ss:
26/dk, kta: 128 atım/dk, ta: 100/60 fizik muayenesinde genel durumu orta orofarenks hipere-
mik batında yaygın hassasiyet, defans ve rebound pozitif olan hastadan kontrol kanları alındı.
Batın BT tekrar çekildi. Akut apandisit lehine bulgu saptanmadı ancak batın için yaygın mayisi
mevcut olup çocuk cerrahi tarafından takip önerildi. Kan değerlerinde wbc 8500, neu:%90
lym:%8, crp 130 (0-5),   d dimer 8420, sedimentasyon 40, fibrinojen 589, ınr: 1,43, troponin 1,1
(0,02-0,06) ve covid19 ıgg pozitif olması ve eko bakısında koronerlerde ekojenite saptanması
üzerine MIS-C ön tanısı ile yatırıldı. Vankomisin, seftriakson, prednizolon, aspirin, enoksaparin
başlanan hastanın yatışının 24. saatinde ateşi geriledi ve 48.saatinde batın muayenesi normal
olarak saptandı. Akut faz belirteçleri normale dönen hasta yatışının 8.gününde taburcu edildi.
Sonuç: Multisistem inflamatuar sendrom(MIS-C) aşırı inflamasyon, ateş, abdominal (karın)
semptomlar, konjunktivit ve döküntü ile karakterize olmakla birlikte geniş gastrointestinal pa-
toloji yelpazesi söz konusudur. Bizim hastamız da akut batın bulgularıyla başvurmuştu. Gast-
rointestinal semptomlarla veya fizik muayene bulgularıyla başvuran dirençli ateşi olan olgula-
rın mutlaka MIS-C açısından değerlendirilmesi gerekitiğine dikkat çekmek istedik

130
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-07
Osteosarkom Hastasında Toksik Epidermal Nekrozun Başarılı Tedavisi

Mehmet Arda Kılınç1, Hilal Öztürk1, Eser Doğan1, Hatice Sınav Utku1, Tuba Tınaztepe1
1
Başakşehir Çam ve Sakura Eğitim Araştırma Hastanesi

Amaç: Her türlü ilaç kullanımı sonrasında döküntü cilt lezyonu gelişebilmekte olup, uzun
süre hastanede yatış öyküsü ve  proflaktik bactrim kullanımı olan osteosarkom tanılı hastanın
bactrim kullanımı sonasında gelişen eritema multiforme ile başlayan yaygın eritemli büllöz
lezyonlar ile devam eden sonuçta toksik epidermal nekrozisle sonuçlanan cilt döküntüsü ol-
muştur. Çalışmamızın amacı ilaç kullanımı sonrası gelişebilecek lezyonlarda toksik epidermal
nekrozun tanısının ve tedavisinin hatırlatılmasıdır.
Yöntem ve Gereç: Olgu sunumudur.
Bulgular: 13 yaşında osteosarkom tanılı sağ bacak ampüte kemoterapi alan erkek hasta-
da  metotreksat sonrası eritema multiforme ile başlayan devamında gövdede, sol alt ve üst
ekstermitede eritemli yaygın büllöz alanlar olarak ilerleyen vücudun % 20 olarak değerlendi-
rilen lezyonları nedeniyle çocuk yoğun bakımda takip edildi. Kemoterapi sonrası nötrofil sa-
yısı 0 olan hasta izole odada yanık gibi yakın takip edildi. Lezyon bölgelerine steril pansuman
yapıldı.   Ağız mukozasında eritemli krutlu lezyonları olan oral alımı olmayan hastaya özofa-
gus mukozasında da aynı tip lezyonların olabileceği riski ve hastanın trombositopenik sey-
retmesi nedeniyle nazogastrik sonda takılmadı. Vücudun % 20’sini bulan lezyonları ile hasta
yanık takibi planına göre tedavisi düzenlendi, mayi desteği arttrıldı. İlaç ile ilişkili toksik epi-
dermal nekrozis olarak değerlendirilen hastanın tedavisi düzenlendi, etyolojide rol oynayan
ilaçlar durduruldu.   Gelişinde aktif melenası olan hastanın tedavi süresince melanada azal-
ma gözlendi. Hastaya 5 gün ıvıg tedavisi 2 hafta steroid tedavisi uygulandı. Tedavi sırasında
lezyonların ilk olarak renginde solma sonrasında lezyonların boyutunda belirgin gerileme
gözlendi. Kademeli olarak oral alımı açıldı. Cilt biyopsisinde epidermiste tam kat nekroz, su-
bepidermal ayrışma saptanan, steroıd 2 hafataya tamamlanması planlanan hastada 2. haf-
tanın sonunda epitelizasyon geliştiği ciltte lezyonların % 80’inin tamamen iyileştiği görüldü.
Sonuç: Özellikle uzun dönem hastane yatış öyküsü olan ve çoklu ilaç kullanımı hastalarda cilt
lezyonu gelişmesi durumda toksik epidermal nekroz akılda bulundurululmadır. Toksik epider-
mal nekrozis tanısı alan multisistemik yaklaşımla yönetilen bu hastada ıvıg ve steroid tedavi-
sinden olumlu sonuç alınmıştır.

131
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-08
Intraoperatıf Lokal Anestezi Uygulamasına Baglı Gelısen Bir Methemoglobinemi Olgusu

Rabia Kuş1, Tuba Tınastepe2, Mehmet Arda Kılınç3, Nurettin Onur Kutlu3
1
Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu Şehir Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
2
Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
3
Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi, Çocuk Yoğun Bakım

Amaç: Bupivakain cerrahi operasyonlarda kullanilan uzun etkili bir lokal anestezik olup nadir-
de olsa bupivakaine bagli methemoglobinemi gelişen vakalar tanimlanmistir. Hemoglobin-
deki demirin okside olup, üç degerlikli duruma geçmesiyle methemoglobinemi olusur. Doku-
larda hipoksiye yol açan bu durum, konjenital ve edinsel nedenlere bağlı olarak olusabilir. Bu
yazıda koledok kist eksizyonu operasyonu sırasında bupivakain uygulanan, sonrasinda gelişen
siyanoz ve satürasyon düşüklüğü etyolojisi olarak akut methemoglobinemi saptanan bir vaka
sunulmuştur.
Yöntem ve Gereç: Retrospektif bir olgu sunulmuştur.
Bulgular: Neonatal kolestaz nedeniyle servisimizde yatan 2 aylik kız hastanin, özgeçmisinde
ailenin 2. çocuğu olarak normal doğum ile 3500 gram dogdugu, anne sütü aldigi, yenidoğan
yoğun bakım ünitesinde 3 gün yatış öyküsü olduğu belirtildi. Soy geçmisinde bir özellik olma-
dığı öğrenildi. Akraba evliligi ve ailede benzer vaka belirtilmedi. Sariliginin uzamasi ve kolestaz
tespit edilmesi üzerine çocuk hekimi tarafından çocuk cerrahisine yönlendirilen ve ileri tetkik-
leri planlanarak, koledok kisti saptanıp eksizyon kararı verilen hasta opere edildi. Operasyon
sonrası tarafımızca çocuk yoğun bakım ünitesine devralınarak monitorize edildi. Postoperatif
yoğun bakımda izleme alınan hastanın vital parametrelerinde taşikardi ve hipotansiyon sap-
tanan hastaya 2 kez 20 cc/kg serum fizyolojik yüklemesi yapıldı. Bakılan kan gazında ph:7.28
laktat:5.5 saptandı. izlemi sırasında saturasyon düşüklüğü tespit edilmesi üzerine kontrol kan
gazı çalışılan hastada ph:7.22 methemoglobin değeri :20.3 saptandı. G6PD enzim eksiklik du-
rumu bilinmeyen hastaya methemoglobinemi tanısıyla c vitamini tedavisi başlandı. Alınan
kontrol kan gazında methemoglobin degeri:18.9 saptandı. Satürasyon düşüklüğü devam eden
hastaya metilen mavisi intravenöz olarak uygulandi. Takipte siyanozu gerileyen saturasyonu
normal aralıkta ölçülen hastanin kontrol kan gazinda methemoglobin değeri normal aralık-
ta saptandi. Hastanın santral siyanozu ve saturasyon düşüklüğünün koledok kist eksiyonu sı-
rasında uygulanan lokal bupivakain uygulamasindan yaklaşık iki saat sonra ortaya çıktığı fark
edildi
Sonuç: Bupivakain, yenidoğan ve süt çocuklarında methemoglobinemiye neden olabilen bir

132
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
ajandir. Oksijene yanıtsız satürasyon düşüklüğü, santral siyanoz saptanan, dolaşım  ve solu-
num sistemi bulguları  normal saptanan her hastada methemoglobinemi düsünülmeli ve
mutlaka oksidan maddeye maruziyeti ve  ilaç kullanımı sorgulanmalıdır.

133
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-09
Non-Ketotik Hiperglisinemili olgumuz

Şeyma İyişenyürek1, Abdulrahman Özel1, Özlem Bostan Gayret1, Meltem Erol1, Selvinaz Edizer1,
Dilek Güneş1
1
SBÜ Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pediatri Kliniği

Amaç: Non-Ketotik Hiperglisinemi (NKH) mitokondriyal glisin parçalayıcı enzim kompleksinin


aktivite eksikliğine bağlı glisin yıkımında bozukluk sonucu ortaya çıkan otozomal resesif ge-
çişli ender bir metabolik hastalıktır. Klinikte emme güçlüğü, apne, hıçkırık, zayıf ağlama, ağır
hipotoni, nöbet ve komaya ilerleyen letarji ile karakterize ensefalopati tablosu görülür. NKH’de
tanı; klinik ve serum, Beyin Omurilik Sıvısı (BOS) ve idrarda glisin artışı, beyin veya karaciğerde
enzim tayini veya enzimle ilgili mutasyonun gösterilmesi ile konulur. Bu vaka ile kontrol altına
alınamayan nöbetler sonucunda NKH tanısı alan olgumuz sunulmuştur.
Yöntem ve Gereç: 4,5 aylık kız bebek günde 4-5 kez olan kollarda kasılma, gözlerde kayma
şeklinde tonik-klonik nöbet geçirme şikayetiyle Çocuk Nöroloji polikliniğine başvurdu. Muaye-
nesinde bilinç açık, pupiller izokorik, ışık refleksi bilateral pozitif, cisim takibi yok, baş tutamı-
yor, fleksör spazm mevcut, DTR canlı, alt ekstremite hipertonik, batında gastrostomisi mevcut,
diğer sistem muayeneleri doğal idi. Özgeçmişinde takipsiz gebelik olduğu, dış merkezde mia-
dında, acil C/S ile deprese doğduğu, canlandırma uygulandığı, kord kan gazında asidozu sap-
tanıp hipotermi uygulandığı, 4 ay küvözde kaldığı, perinatal asfiksi tanısı aldığı, levetrasetam
ve fenobarbital başlandığı öğrenildi. Soy geçmişinde anne-baba 1. Derece kuzen idi. 
Bulgular: Yapılan tetkiklerde kan gazı, tam kan sayımı, serum elektrolitleri normaldi. Hastanın
enfeksiyon parametreleri negatif idi, kültürlerinde üreme saptanmadı. EEG’de burst supres-
yon paterni izlendi. Beyin MR’da patolojik bulgu izlenmedi. Servis izleminde nöbetlerin kont-
rol altına alınamaması nedeniyle Çocuk metabolizma görüşü istendi. Hastanın Tandem MS
sonucu C0:50 iken tigliykarnitin üst sınıra yakın (0,23 normali >0,25 ), eş zamanlı bakılan BOS
glisin:38,4, serum glisin:305,3 BOS/serum glisin:0,125 ( normali <0,08) olması üzerine hasta-
ya non-ketotik hiperglisinemi tanısı konuldu. Genetik tetkikleri istendi. Henüz sonuçlanmadı.
Tedavisine sodyum benzoat ve destrometorfan, folinik asit, protein kısıtlı diyet eklendi. Hasta
mevcut tedaviler ile ayaktan izlenmek üzere taburcu edildi.
Sonuç: Sonuç olarak akraba evliliklerinin sık olduğu ülkemizde nedeni açıklanamayan hipoto-
ni, nöbet ve koma durumunda NKH akla gelmelidir.

134
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-10
Enfekte Gluteal Hemanjiom Olgusu

Büşra Kartal Duvarcı1, Emine Polat1, Kübra Güllüoğlu1, Şule Yeşil2


Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
1

Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pe-
2

diatrik Hematoloji ve Onkoloji Bölümü

Amaç: İnfantil Hemanjiomlar (İH); vasküler endotel hücrelerinin çoğalması ile ortaya çıkan,
çocukluk çağının en sık görülen benign tümörleridir. Kızlarda erkeklerden daha sık görülmek-
tedir. IH’lerın  %50’si baş-boyun bölgesinde yerleşirken, %25’i gövdede, %15’i ekstremitelerde
yerleşir. Burada ülsere olup üzerine enfeksiyon eklenen  gluteal bölge yerleşimli bir infantil
hemanjiom sunuldu.
Yöntem ve Gereç: Dört aylık kız hasta gluteal bölgede şişlik yakınması ile getirildi. Öyküsün-
den doğumdan itibaren olduğu ve son 10 gündür büyüdüğü öğrenildi. Daha sonra patladığı
ve çevresi kızarık iltihaplı olması üzerine hastanemize başvurdu. Fizik incelemede; Sol gluteal
bölge medialinde 2 cm x 3cm çapında sirküler tarzda ülsere, üzeri enfekte kapiller hemanjiom-
la uyumlu lezyon gözlendi. Eşlik edebilecek patolojiler açısından yapılan batın ultrasonografisi
ve transfontanel ultrasonografisi normal olarak değerlendirildi. Hastaya enfekte hemanjiom
tanısı ile intravenöz Ampisilin-Sülbaktam ve Rifampisin ile lokal yara bakımı tedavisi başlandı.
Hasta izleminin  7 . gününde lezyonda belirgin gerileme gözlenerek taburcu edildi.
Bulgular: Çocukluk çağında İH’ler en sık karşılaşılan vasküler tümörlerdir ve bebeklerin %
4-5’ini etkiler. Asemptomatik olması nedeniyle genellikle hasta için bir sorun yaratmaz. An-
cak, periorbital, servikofasyal, kulak, hepatik bölge, dudak gibi bölgelere yerleşerek ya organ
fonksiyonunu tehdit edebilen ya da kozmetik şekil bozukluğu yaratma riski olan ya da ülsere
olmuş lezyonlarda tedavi gündeme gelmektedir. Olgumuzda hemanjiomun gluteal bölgede
yerleşmesi idrar ve gaita bulaşı sonucu enfeksiyon geliştiği için intravenöz Ampisilin-Sülbak-
tam ve Rifampisin ile lokal yara bakımı tedavisi başlandı.
Medikal tedavinin amacı tümör boyutunda küçülme sağlamaktır. Propranolol 2008 yılında İH
tedavisinde kullanıma girmiştir. Hastamıza enfeksiyon döneminde lezyon kanlanmasını etki-
leyerek yara iyileşmesini geciktireceği düşünülerek Propranolol tedavisi başlanmadı.  Enfeksi-
yon dönemi geçtikten sonra oral propranolol tedavisine başlanması planlandı.
Sonuç: Sonuç olarak; tedavi endikasyonu bulunan vakalarda propranololun güvenli ve etkin
olduğu akılda bulundurulmalıdır. Bu vaka aracılığıyla enfekte hemanjiomlarda enfeksiyon te-
davi edildikten sonra Propranolol kullanımının daha uygun olacağını vurgulamak istedik.  

135
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-11
Çocuk Palyatif Servisinde Multisistem İnflamatuar Sendromu Olgusu

Merve Çetin1, Fatma Zehra Öztek Çelebi1, Şanlıay Şahin1, Tamer Yoldaş2, Fatma Nur Öz3
1
Dr.Sami Ulus Kadın Doğum,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Pal-
yatif Bölümü
2
Dr.Sami Ulus Kadın Doğum,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk
Kardiyoloji Bölümü
3
Dr.Sami Ulus Kadın Doğum,Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk
Enfeksiyon Bölümü

Giriş:  Komplike kronik hastalığı olan çocukların bir kısmında uzamış hastane yatışları nedeniy-
le nozokomiyal enfeksiyonlar sık görülür. Ancak bu hastaların yönetiminde diğer ateş neden-
leri de akılda bulundurulmalıdır. Burada çocuk palyatif servisinde takip edilen ve taburculuk
sonrası 8. saatte ateş yakınması ile başvuran ve MIS-C tanısı konulan bir hasta sunulmuştur.  
Olgu Sunumu: Pnömoni tedavisini tamamlayıp taburcu olan beş yaşındaki erkek hasta, aynı
gün akşam ateş, 2 kez kusma ve ishal yakınmasıyla başvurdu. Hasta araç içi trafik kazasına
bağlı anoksik beyin hasarı nedeniyle ev tipi mekanik ventilatörde takipteydi. 
Fizik incelemesinde;  ateşi 39,8°C, nabzı 221/dk, soulunum sayısı 50/dk, tansiyonu 100/70
mmHg idi. Ekstremitelerinde kontraktürleri ve ağır skolyozu mevcuttu. EKG’si sinüs taşikardi-
siyle uyumluydu. 
Laboratuvarında; Hb:10,4 g/dl, beyaz küre sayısı 20.600/mm3 (%70 nötrofil), platelet 557.000/
mm3, C- reaktif protein 3,95 mg/L, troponin 4,69 ng/ml, D-dimer 13.285mg/dl, fibrinojen 201ng/
ml, ferritin 801 ng/ml, pro-BNP 4859 pg/ml idi. Hastaya geniş spektrumlu antibiyotik başlan-
dı. İki ay öncesinde COVID-19 geçirme öyküsü nedeniyle MIS-C ön tanısına yönelik yapılan
ekokardiyografisinde (EKO), sınırda sol ventrikül sistolik fonksiyonları, sol ventrikül dilatasyonu
ve mitral yetmezlik saptandı. CDC MIS-C kriterlerini sağlayan ve mevcut kliniği başka tanı ile
açıklanamayan hastaya, ateşinin 3. gününde, 2 gr/kg’den intravenöz immunoglobulin (IVIG)
verildi. Enalapril, propranolol, furosemide başlandı. IVIG sonrası ateşi olmadı. EKO bulguları
tedavi sonrası 7. günde normale döndü.  
Sonuç: Çocuklarda MIS-C, COVID-19’un nadir bir komplikasyonudur. Gastrointestinal semp-
tomlar (karın ağrısı, kusma, ishal) olguların %60-100’ünde, miyokard disfonksiyonu ise olgula-
rın %50-90’nında bildirilmiştir. Palyatif bakımda takip edilen çocukların diğer sağlıklı çocuklar-
dan farklı medikal problemleri bulunur. En sık hastaneye yatış nedenleri pnömoni, sepsis gibi
ağır enfeksiyonlardır. Hasta pnömoni tedavisi sonrası tekrar ateş yakınması ile yatırıldığında,

136
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
nozokomial enfeksiyonlar düşünülerek geniş spektrumlu anitibiyotik tedavisi başlanılmış an-
cak ateş yanıtı alınamamıştı. Geçirilmiş COVID-19 öyküsü ve MIS-C ile uyumlu klinik, laboratu-
var bulguları olan hastanın, IVIG sonrası tüm yakınmaları geriledi. Komplike kronik hastalığı
olan çocuklarda da ayırıcı tanıda MIS-C de akılda tutulmalıdır.  
 

137
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-12
BCG aşısı sonrası gelişen bir aşı komplikasyonu

Aslıhan Turpçu İlkbahar1, Zühal Örnek1


1
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Amaç: Bacille Calmette-Guérin (BCG), tüberkülozu ve diğer mikobakteriyel enfeksiyonları ön-


lemek için zayıflatılmış bir aşı olarak Calmette ve Guérin tarafından geliştirilen bir Mycobacte-
rium bovis türüdür. Güvenilirliği yüksek olan BCG aşısı Türkiye’de Ulusal Bağışıklama Takvimi-
nin bir parçası olup, 2. ayda uygulanır.
Yöntem ve Gereç: 6 ay 23 günlük, ek hastalığı olmayan kız hasta sol kolunda şişlik, kızarıklık
şikayetiyle başvurdu. İki aylıkken BCG aşısı yapılmış, bir ay sonrasında aşı yerinde kızarıklık ve
şişlik olmaya başlamış. O zamandan beri şişlik giderek büyümüş. Kolundan akıntısı olmayan
hastanın ateş, öksürük, huzursuzluk gibi eşlik eden semptomu olmadığı öğrenildi. Tüberkü-
lozlu biriyle teması yoktu. Özgeçmişinde miadında normal vajinal yolla doğduğu, yenidoğan
yoğun bakımda yatışı olmadığı, bir kez bronşiyolit nedenli hastanede yatışı mevcuttu.  Soy-
geçmişinde özellik saptanmadı. Fizik muayenesinde boy 72 cm (>97p) ağırlık 7440 gr (50p) 
baş çevresi 43 cm  (50-75p ) idi.  Sol deltoid bölgede BCG aşısı yapılan yerde yaklaşık 2 cm’lik
yumuşak hiperemik nodüler lezyonu mevcut, ısı artışı akıntı yoktu. Aksiller lenfadenopatisi
yoktu. Diğer sistem muayenesi olağandı. Laboratuvar değerlerinde; hemoglobin  11,7 g/dL, lö-
kosit 13.400/mm3, trombosit sayısı 473.000 /mm3, üre 19 mg/dL, kreatinin 0,2 mg/dL, AST 36
U/L, ALT 18 U/L idi.  Hastada lokal aşı reaksiyonu düşünülüp kontrole çağrıldı.
Bulgular: OLGU SUNUMU
Sonuç: BCG; sol deltoid bölgeye, intradermal uygulanan canlı atenüe bir aşıdır.  Aşıdan sonra,
5-6 mm çapında papül oluşur, 20-30 dakikada kaybolur, 3-4 hafta aşı yerinde bir şey görülmez,
3-4 hafta sonra bir nodül oluşur. Nodül kızarır, 6. haftaya doğru hafif şekilde akar, 8. haftada
kabuk bağlar ve kabuk düşerek skar bırakır, yaşam boyu kaybolmaz. BCG, yan etkileri az olan
bir aşıdır. İstenmeyen etkileri arasında; püstüller, deri ülseri, servikal lenfadenopati, lenfadenit ,
lenfadenopati , BCG enfeksiyonu (BCG osteomiyelit) , enjeksiyon yerinde sertleşme, hassasiyet
bulunur. Olgumuzda fizik muayenesi, yaşı ve lezyonun başlama tarihi dikkate alınarak lokal aşı
reaksiyonu düşünüldü. Kontrol başvurusu önerilerek, hastada ek tedavi planlanmadı.

138
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-13
Neonatal Dönemde Dakriyosistosel Zemininde Gelişen Dakriyosistit: Olgu Sunumu

Seyhan Çelik1, Gül Arga2, Serra Kalfa1, Ümmügülsüm Alkan1, Batuhan Akdeniz1, Esra Çakmak
Taşkın2, Hatice Hübra Konca2, Cem Meço4, Suat Fitöz3, Halil Özdemir2, Ergin Çiftçi2
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı
3
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı
4
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun ve Boğaz Anabilim Dalı

Amaç: Nazolakrimal drenaj sisteminde en sık görülen gelişimsel anomali nazolakrimal kanal
tıkanıklığıdır. Yenidoğanlarda görülme oranı %0,5-6’dır. Nazolakrimal kanalın en sık tıkanma
nedeni, kanalizasyonun tamamlanamamasıdır. Lakrimal kesede pnömatosel, lakrimal kese di-
vertikülü, kanalikül ve punktum atrezisi diğer görülen lakrimal drenaj sistemi hastalıklarıdır.
Lakrimal drenaj sistemindeki tıkanıklık ise dakriosistite yol açabilir.
Yöntem ve Gereç: Otuz yedinci gestasyonel haftada vajinal yolla 2630 g doğan 17 günlük kız
bebek, sol göz medialinde şişlik ve kızarıklık ile dış merkeze başvurmuş. Doğumdan itibaren
bilateral gözlerde kızarıklık, gözün medial bölgesinde şişlik ve morluk mevcutmuş. Fizik ince-
lemede hastanın sol göz medialinde 4x5 cm boyutunda fluktuasyon veren şişlik ve hiperemi
saptanmış. Dakriyosistit tanısıyla sol göz medialindeki şişlik drene edilerek hastaya intravenöz
(IV) ampisilin ve sefotaksim antibiyoterapisi başlanmış. Gönderilen abse materyalinde Ente-
rococcus spp. üremesi üzerine IV ampisilin tedavisi 5 gün verilerek, oral amoksisilin ile teda-
vi ayaktan 14 güne tamamlanmış. Taburculuktan 7 gün sonra, oral antibiyoterapi altında sol
gözde tekrar şişlik ve kızarıklık olması üzerine hastanemize başvurdu. Hastaya IV ampisilin ve
sefotaksim antibiyoterapisi başlandı. Paranazal sinüs tomografisinde solda konjenital dakri-
osistosel, nazolakrimal kesede kistik dilatasyon, geniş nazolakrimal duktus ve inferior mea-
ya protrüde nazal kistik bileşen, nazolakrimal kese komşuluğu yumuşak dokularda ödem ile
uyumlu dansite artışı, sol maksiller sinüste mukozal kalınlaşma saptandı. Kulak burun boğaz
tarafından endoskopik cerrahi yapıldı ve sol nazal kavite alt meatusta akut dakriyosistit ve
dakriyosistik abse ile uyumlu lezyon izlendi. Ardından alt konka medialize edildikten sonra
abseye insizyon yapılarak drenaj yapıldı ve abseden kültür alındı. Abse drenaj sonrası gözdeki
şişliğin gerilediği izlendi, nazolakrimal duktus ağızlaştırıldı. Abse materyalinden gönderilen
kültürde üreme olmadı.
Bulgular: Antibiyoterapisi intravenöz ampisilin- sulbaktam olarak değiştirilerek 7 güne ta-
mamlandı. Sol göz medialinde şişlikte gerileme izlenen hasta lakrimal kanala masaj önerilerek
taburcu edildi. Taburculuk sonrası oral amoksisilin-klavunat antibiyoterapisine 1 hafta daha

139
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
devam edildi ve hasta iyileşti.
Sonuç: Yenidoğan döneminde görülen dakriyosistit olgularında öncelikle nazolakrimal kanal
tıkanıklığı olmak üzere drenaj sisteminin konjenital anomalileri akılda tutulmalıdır.

140
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-14
Çoklu İlaca Dirençli Acınetobacter Baumanni Menenjitinin Tigesiklin Ve Levofloksasin İle
Başarılı Tedavisi

Selin Taşar1, İrem Nur İngenç1, Yıldız Ekemen Keleş1, Deniz Kızmazoğlu1, Eda Karadağ Öncel1,
Ahu Kara Aksay1, Dilek Yılmaz Çiftdoğan2
1
Sağlık Bilimleri Üniversitesi İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi
2
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Acinetobacter türleri özellikle hastane enfeksiyonlarına yol açabilen, tedavisinde kulla-
nılan antibiyotik seçeneklerinin giderek azalması ile endişe yaratan gram negatif kokobasiller-
dir. Tigesiklin, Acinetobacter baumannii’nin de içinde bulunduğu enfeksiyonların tedavisinde
ümit vaadeden bir ajandır. 
Yöntem ve Gereç: Burada intrakranial kitle nedeni ile opere olan, çoklu ilaç dirençli (MDR) A.
baumannii menenjiti gelişen olgunun başarılı şekilde tedavisi paylaşılmak istenmiştir.
Bulgular: Daha önce sağlıklı olan 5 yaş kız hastanın acil servise baş ağrısı, baş dönmesi, bilinç
bulanıklığı şikayetleri ile başvurduğu, yapılan tetkiklerinde fossa serebellariste kitle formas-
yonu saptanması üzerine opere edildiği, postoperatif yoğun bakımda trakeostomi ve ekstra
ventriküler drenaj (EVD) sistemi ile izleme alınarak, ampirik vankomisin ve meropenem baş-
landığı öğrenildi. Ateşi dirençli seyreden hasta derin trakeal aspirat kültüründe ve BOS kül-
türünde MDR A.baumannii saptanması üzerine servisimize devralındı, tedavisine intravenöz
kolistin eklenerek vankomisin kesildi. Mevcut tedavi altında ateşi ve dirençli üremeleri devam
ettiğinden intraventriküler kolistin başlandı, kranial MR‘ında ventrikülit ile uyumlu görünüm
saptanması üzerine sinerjistik etki düşünülerek tedavisi meropenem, sulbaktam-ampisilin ve
kolistin şeklinde devam etti. Sonraki BOS kültüründe A.baumannii’nin kolistin dirençli hale
geldiği rapor edildi ve karbapenem direnç geninde OXA-51 pozitifliği saptandı.Tedavisinin 17.
gününde halen üremeleri devam ettiğinden endikasyon dışı rapor ile hastanın tedavisi tige-
siklin ve levofloksasin olarak düzenlendi. Son başlanan tedavinin dördüncü gününde halen
ateş yüksekliği devam ettiğinden tedaviye intraventriküler tigesiklin eklendi. İntravenöz ti-
gesiklinin 9.gününde BOS kültüründe mikrobiyolojik eradikasyon sağlandı, hastanın EVD’si
çekilerek şant takıldı. Tigesiklin 30, levofloksasin 22 gün ve intraventriküler tigesiklin 10 gün
verilerek radyoterapi almak üzere Onkoloji Bölümü’ne devredildi.
Sonuç: Çok ilaca dirençli A.baumannii enfeksiyonları ve tedavileri günümüzde önemli bir so-
rundur. OXA-51 direnç geni saptanan, çoklu ilaç direnci olan A.baumannii ’ye bağlı gelişen
menenjitli hastamızda tigesiklin ve levofloksasin tedavisi ve EVD’nin çıkarılması ile klinik ve
laboratuvar yanıt alınmıştır.

141
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-15
Hemoptizi İle Prezente Olan Özofagus Varis Kanaması

Didem Gülcü Taşkın1, Zerrin Özçelik2


1
Çocuk Gastroenteroloji, Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Adana, Türkiye
2
Çocuk Cerrahi, Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Adana, Türkiye

Amaç: Gastrointestinal sistem (GİS) kanaması , çocuk acil servis başvurularının yaklaşık 80-
90/100.000’ını oluşturan, hastane yatışlarının % 0,5 inden sorumlu bir klinik durumdur (1,2). GİS
kanma insidansı %6,4 olarak bilinmektedir (3). GİS kanaması sıklıkla kendini sınırlayabilse de
bazı durumlarda yaşamı tehdit edecek boyutlara ulaşabilmektedir. Özellikle eözofagus varis
kanması gibi durumlarda mortalite % 11-14’e kadar artan oranlarda bildirilmiştir (4). GİS kana-
ması olan hastalarda klinik bulgular her zaman kanamanın ciddiyetini yansıtmayabilir. Üst GİS
kanaması özofagus, mide ve duodenumdan kaynaklandığında sıklıkla hematemez (5) şeklin-
de prezente olabilmektedir, biz hemoptizi ile başvuran hastamızda özofagus varis kanaması
tanısı koyarak farkındalık yaratmak istedik.
Yöntem ve Gereç: Altı yaş kız hasta, açık kırmızı renkte kan kusma yakınması ile acil servisimi-
ze başvurdu. Anamnezinde 2 yıl öncede yine aynı şekilde hastaneye başvurduğu, kulak burun
boğaza yönlendirildiğini, muayenesinin normal olması nedeniyle taburcu edildiğini belirtiyor
idi. Muayenesin’de epigastrik hassasiyet yoktu, dalak 4cm ele geliyor idi. Laboratuvar ‘ında
Hemoglobin: 12 g/dl, Trombosit: 160000 /µL, Protrombin zamanı: 11 sn, AST: 23 U/L, ALT: 15 U/L
idi. Hastanın takibinde nazogastrik sonda ile drenajından geleni yoktu. Gastroskopik muaye-
nesinde Evre 2 Özofagus varisi ve fundusta varisi vardı. Splenomegali nedeniyle istenen Batın
Ultrasonografi’sinde portal vende kavernöz transformasyon mevcut idi. Sorgulandığında yeni-
doğan döneminde 2 hafta sepsis nedeniyle yoğun bakım ünitesinde yattığı öğrenildi, epikrizi
istenerek incelendiğinde umblikal ven kateterizasyonu yapıldığı öğrenildi. Hastaya portal ven
trombozuna bağlı portal hipertansiyon tanısı konularak propronolol tedavisi başlandı.
Bulgular: GİS kanaması ile başvuran hastalarda ilaç kullanımının yanısıra yenidoğan döne-
minde umblikal kateterizasyon varlığı mutlaka sorgulanmalıdır. Muayenede splenomegali
mutlaka dikkatle değerlendirilmelidir. Hemoptizi ile prezentasyonun sadece üst solunum yol-
larına bağlı değil portal hipertansiyona bağlı özofagus varis kanaması nedeniyle de olabileceği
her zaman akılda tutulmalıdır.
Sonuç: Multidisipliner yaklaşım ile kanamanın nerden kaynaklandığının hızla değerlendiril-
mesi, varis kanaması gibi mortalitesi yüksek durumların erken tanı ve tedavisinin önemini
vurgulamak istedik (6).

142
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-16
Kolestastatik Hepatit İle Gelen Çölyak Olgusu

Nurel İNAN AYDEMİR1, Arzu ARAS1, Aygen YILMAZ1, Reha ARTAN1


1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi -Çocuk Gastroenteroloji, Hepatoloji Ve Beslenme

Amaç: Çölyak hastalığı, toplumda %0.5 sıklıktadır(1). Atipik belirtilerle ortaya çıktığı görülebil-
mektedir.
Yöntem ve Gereç: On beş yaş erkek hasta, akut karın ağrısı ile başlayan sarılık üzerine, transa-
minaz yüksekliği nedeniyle Hepatit A ön tanısı ile yönlendirildi. Özgeçmişinde iki yıldır isotreti-
noin kullanıyor, soygeçmişinde özellik yoktu. İkter dışında fizik bulgusu saptanmadı. ALT: 2555
U/L, AST: 1611 U/L, GGT: 145 U/L, Total bilirubin: 9,68 mg/dl, Direk bilirubin: 6.57 mg/dL, INR, NH3
normal idi. Karın ultrasonunda özellik yoktu. Akut viral hepatit ve toksik hepatit ön tanıları ile
izleme alındı, kullanmakta olduğu ilaca ara verildi. Viral hepatit serolojik testleri, Wilson, otoim-
mun hepatit için incelemeleri olumlu bulgu vermedi. Anti-endomisyum 1/10 (+), Doku transg-
lutaminaz Ig A >200 RU/ml ve HLA DQ2/DQ2 bulundu. Endoskopik duodenum biyopsisi sonu-
cunda parsiyel villöz atrofi, intraepitelyal lenfosit artışı ve kript hiperplazisi saptanması üzerine
çölyak tanısı kondu. Glutensiz diyet ile tüm belirti ve bulgularının hızla gerilediği izlendi.
Bulgular: Glutene duyarlı enteropati ( çölyak hastalığı), HLA-DQ2 ve / veya -DQ8 taşıyan kişiler-
de besinlerdeki gluten ve ilgili proteinlere duyarlılığın neden olduğu, ince bağırsağın bağışık-
lık aracılı inflamatuar bir hastalığıdır(2).
Tipik hastalık belirtileri arasında kronik ishal, yorgunluk ve gelişme geriliği yer alır. Bu semp-
tomla, üst ince bağırsakta, villöz atrofi, kript hiperplazisi yanısıra lenfositler, makrofajlar ve
plazma hücreleri ile lamina propria ve epitel infiltrasyonu ile karakterize edilen lezyonlar tanı
koydurucudur(3).
Pediyatrik çölyak hastalarının % 50’ye varan bir kısmında karaciğer hastalığı görülmektedir.
Çoğunluk benign hipertransaminazemi veya ‘çölyak hepatiti’nin yanı sıra otoimmün hepatit,
primer biliyer siroz ve sklerozan kolanjit geliştirebilmektedir. Karaciğer hasarının neden mey-
dana geldiği açık olmasa da barsak geçirgenliğinin artmasıyla barsak bakterilerinden gelen
endotoksinlerin portal vene ulaşması düşünülmektedir. Endotoksinler, ‘toll’ benzeri reseptör
aracılı inflamatuar yanıtı tetikleyerek karaciğer hasarına yol açar(4). Çölyak hepatiti olan has-
taların, 12-24 ay sıkı bir diyet ile karaciğer enzimlerinde % 75-95 oranında normalleşme sağla-
nabilmektedir(5).
Sonuç: Sarılık ve hipertransaminazemi, çölyak hastalığının atipik bulgusu olabilir.

143
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-17
Çocuk Palyatif Bakım Ünitesinde Özofageal Darlık Vakası

Fatma Zehra Öztek Çelebi1, Emine Polat1, Yasemin Taşçı Yıldız2, Ferda Özbay Hoşnut3, Gülse-
ren Şahin3, Ayşegül Tok3, İbrahim Karaman4, Şanlıay Şahin1
1
SBÜ, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH, Çocuk Sağlığı ve Hasta-
lıkları Kliniği
2
SBÜ, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH, Çocuk Radyoloji Kliniği
3
SBÜ, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH, Çocuk Gastroenteroloji
Kliniği
4
SBÜ, Dr. Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH, Çocuk Cerrahisi Kliniği

Giriş: Nörolojik sorunu olan çocuklarda gastrointestinal sistem (GİS) problemleri sıktır. En sık
görülen bulgular yutma güçlüğü, kronik pulmoner aspirasyon epizodları, gastroözofageal ref-
lü hastalığı (GÖRH), regürjitasyon ve kusma, abdominal ağrı ve kronik konstipasyondur. Bu-
rada çocuk palyatif servisinde takip ettiğimiz ağır nörolojik sekeli olan hasta persistan kusma
ayırıcı tanısında özofageal darlığın unutulmaması için sunuldu.
Olgu sunumu: 5,5 yaşındaki erkek hasta her beslenme sonrası kusma şikayeti ile başvurdu.
Öyküsünden 8 aylıkken beslenme sırasında besinleri aspire ettiği ve solunum arrestine bağlı
olarak anoksik beyin hasarı geçirdiği öğrenildi. 2 yıldır kusma şikayetinin olduğu fakat son 2
ayda şikayetlerinin daha da arttığı belirlendi. Hastanın kusmasının her beslenme sonrasında
olduğu, yine beslenme sonrası sekresyonlarının arttığı ve daha önce 2 sefer GİS kanaması şi-
kayeti ile hastanede yatış öyküsü olduğu belirlendi. 4 gündür kusma şikayetlerinin daha da
artması üzerine dış merkezden hastanemize sevk edilmişti. Fizik muayenesinde vücut sıcak-
lığı 37°C, nabzı 80/dk, soulunum sayısı 28/dk, tansiyonu 90/60 mmHg vücut ağırlığı 10,8 kg idi.
Hasta spastik tetraplejikdi. Diğer sistem muayeneleri doğal idi. Alınan kan gazı, hemogram ve
tam biyokimya tetkikleri normal sınırlarda idi. Hasta bu şikayetlerle çocuk palyatif servisine ya-
tırıldı. Beslenme sırasında hemen beslenmenin arkasından kustuğu gözlendi. Oral almadığın-
da kusmasının olmaması üzerine anatomik bir sorun düşünüldü. Hastanın yapılan abdomen
ultrasonografi tetkikinde safra kesesi içerisinde seviye veren multipl taşlar ve yoğun çamur
tespit edildi. Kontrastlı özofagografisinde özofagusun distal 1/3’ünün tama yakın obstrükte ol-
duğu belirlendi.   Öyküsü derinleştirilen hastanın striktüre neden olabilecek koroziv madde
alımı olmaması nedeniyle reflü özofajitine sekonder özofageal darlık olarak değerlendirildi.
Dilatasyon işlemi için çocuk cerrahi bölümüne devredildi.
Tartışma: Çocuk palyatif bakım hastaları arasında en önemli grubu nörolojik engeli olan has-
talar oluşturmaktadır. GÖRH ise bu hastalarda sık bir durumdur. Ağır nörolojik engeli olan
hastalar ağrılarını ve şikayetlerini bildirememektedir. Bu nedenle bu hastalarda GÖRH’nin et-
kin tedavisi ve özofageal darlık gelişmeden bu durumun düzeltmesi önemlidir.

144
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-18
Trombositopeni-Radius Yokluğu (TAR) Sendromlu Bir Yenidoğan Olgusu

Gökcen KARAMIK1, Nuray ÖZTÜRK1, Banu NUR1, Gülsün KARASU2, Ercan MIHÇI1
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi , Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Genetik
Hastalıkları Bilim Dalı, Antalya, Türkiye
2
Medikal Park Antalya Hastanesi, Çocuk Hematolojisi Bölümü, Antalya, Türkiye

Amaç: Trombositopeni-Radius Yokluğu (TAR) sendromu, trombositopeni ve her iki başparma-


ğın korunduğu bilateral radius yokluğu ile karakterize nadir bir konjenital hastalıktır.
Yöntem ve Gereç: Burada TAR sendromu tanısı alan bir yenidoğan olgusu sunulmuş, radyal
anomalilerin ayırıcı tanısı tartışılmıştır.
Bulgular: G1P1Y1 olarak 36 haftalık CS ile doğan, Genetik polikliniğinde değerlendirilen 16 gün-
lük kız bebeğin prenatal USG’de kol ve önkol yokluğunun tespit edildiği, gebelik ve aile öykü-
sünde özellik bulunmadığı öğrenildi. Fizik muayenede baş parmak deformitesi bulunmayan
bilateral üst ekstremitede fokomeli, radyal club hand, splenomegali saptandı. Alt ekstremite-
lerde anomali kaydedilmedi. Abdominal US görüntülemesi normaldi. Transtorasik ekokardi-
yografide küçük ventriküler septal defekt görüldü. Lökosit sayısı 4,200/mm3, Hemoglobin 9 g/
dL ve Trombosit sayısı 11,000/mm3 idi, kemik iliği aspirasyon biyopsisinde megakoryositer seri
görülemedi. Kromozomal analizinde normal karyotip (46,XX) görüldü. Mikroarray dizin ana-
lizinde kromozom 1q21.1 bölgesinde RNA bağlanma motif proteini 8A (RBM8A) dahil olmak
üzere 562 kb’lik patojenik bir interstisyel delesyon tespit edildi.
Sonuç: TAR sendromunun tahmini prevelansı 1/100,000-200,000’dir. Kesin patofizyoloji belir-
sizdir. Trombositopeni kanama riski oluşturmakla birlikte tipik olarak yaşamın ilk yılında düze-
lir. Üst ekstremite anormalileri daha şiddetli olma eğilimindedir. Anomaliler hipoplaziden fo-
komeliye kadar değişir. Genitoüriner malformasyonlar, kalp anomalileri, dismorfik özellikler ve
inek sütü intoleransı görülebilir. TAR sendromunun talidomid embriyopatisi, Holt-Oram send-
romu, Roberts sendromu, Fanconi anemisi gibi radyal anomalilerin görüldüğü sendromlar-
dan ayırt edilmesi gerekir. Holt-Oram sendromunda kardiyak anormali ve üst ekstremite mal-
formasyonları (başparmaklar genellikle yok veya hipoplazik), Roberts sendromunda büyüme
geriliği, uzuv defektleri, kraniyofasiyal anomaliler görülür. Fanconi anemisi, DNA onarımındaki
kusurun neden olduğu, kemik iliğinde baskılanma, başparmak ve/veya radyal deformiteler,
kansere yatkınlığın görüldüğü bir hastalıktır. TAR sendromunda her iki başparmağın varlığı
anahtar noktadır. Genetik kalıtım paterni belirsizdir. Kesin tanı koymak için genetik testler
kullanılmalıdır. Mikroarray dizin analizinde 1.kromozom q kolundaki mikrodelesyon (TAR send-

145
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
romu ile ilişkilendirilen RBM8A genini içeren) klinik tanıyı doğrular. Prenatal tanı da mümkün-
dür. Bu olguda  TAR sendromunun farkındalığını arttırmayı, erken tanı, etkin tedavi sağlamayı,
ayırıcı tanıda dikkate alınması gereken sendromları tartışmayı amaçladık.

146
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-19
Hipokondroplazide Sık Görülen N540K Genotipinin, Akondroplazi Fenotipli Olguda Sap-
tanması

Nuray Öztürk1, Gökçen Karamık1, Banu Nur1, Ercan Mıhçı1


Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları AD, Çocuk Genetik Hastalıkları
1

BD

Amaç: Akondroplazi ve hipokondroplazi, iskelet displazisinin en yaygın iki formudur. Her ikisi
de FGFR3’teki fonksiyon kazanım mutasyonlarından kaynaklanır, otozomal dominant kalıtılır.
Hem akondroplazi hem de hipokondroplazi benzer klinik ve radyolojik özellikleri paylaşır. Hi-
pokondroplazi genel olarak akondroplaziden daha az şiddetlidir ve hipokondroplazi hastala-
rında dismorfik yüz özellikleri görülmez.
Yöntem ve Gereç: Burada hipokondroplaziye özgü N540K mutasyonu saptanan akondroplazi
fenotipinde bir olgu sunulmuştur.
Bulgular: Aralarında akrabalık olmayan 36 yaşında sağlıklı anne ve 40 yaşında sağlıklı babadan
prenatal izleminde sorun olmayan, G3P3Y3 olarak miad 3400 gram sezaryen ile doğan hasta,
6 aylıkken makrosefali, nöbet nedeniyle genetik polikliniğine yönlendirildi. Fizik muayenede
makrosefali, frontal bossing, hafif orta yüz hipoplazisi, rizomelik boy kısalığı mevcuttu. Altı ay-
lıkken boyu 62,5cm (3p,-2sds), 28 aylıkken boyu 82cm (<3p,-2,74sds) idi. Kemik grafilerinde;
metafizlerde genişleme-düzensizlik, kısa tübüler kemikler, yuvarlak–küçük iliak kemik, ver-
tebra korpuslarında düzleşme mevcuttu. Hastanın izleminde lomber lordozu ve genu varum
deformitesinde belirgin artış görüldü. FGFR3 geninde heterozigot N540K mutasyonu tespit
edildi.
Sonuç: Akondroplazi, rizomelik orantısız boy kısalığı, makrosefali, frontal bossing ve orta yüz
retrüzyonu gibi karakteristik yüz özellikleri, brakidaktili, dirsek ekstansiyonunda kısıtlılık, genu
varum, kifoz, lordoz bulgularıyla seyreder. Kısa tübüler kemikler, vertebralarda interpedinküler
mesafenin daralması, dar sakrosiyatik çentik, metafiz düzensizlikleri, yassı-yuvarlak iliak ke-
mik, dar toraks radyolojik bulgularındandır. Hipokondroplazide benzer ancak akondroplaziye
kıyasla daha hafif bulgular görülür. Hipokondroplazide boy kısalığı genellikle okul çağında
belirgin olmakla birlikte daha erken tanı alan vakalar da vardır. FGFR3 geninde G380R mutas-
yonu, akondroplazi vakalarının %98’ini oluşturur. Hipokondroplazi klinik değişkenlik gösterir,
vakaların %60’ından fazlası N540K mutasyonundan kaynaklanır. Hastamızda, hipokondrop-
laziye özgü olan N540K mutasyonu saptanmıştır. Bununla birlikte, hastamızda akondropla-
zideki gibi daha ağır radyolojik ve klinik değişiklikler vardı. Daha önce yapılan çalışmalarda

147
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
N540K mutasyonu gösteren akondroplazi ve akondroplazi/hipkondroplazi ara fenotiplerine
sahip hastalar bildirilmiştir. Yapılan çalışmalarda G380R ve N540K mutasyonlarının fenotipik
spektrumunda örtüşme olduğu görülmüş. Bu çalışmada, akondroplazi veya hipokondropla-
ziden şüphelenildiğinde, her iki bozuklukta da bulunan mutasyonları test etmenin önemli
olduğunu vurgulamak ve farkındalığını artırmak amaçlandı.

148
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-20
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu İle Obezite Risk Faktörleri Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi

Gözde Taniş1, Pınar Akça Boylu1, Sebla Gökçe Tanju2, İlhan Asya Tanju1
1
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı
2
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı

Amaç: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) çocuk ve ergenlerin en sık psikiyat-
rik bozukluklarından biridir. DEHB ile obezite arasında anlamlı bir ilişki olduğunu gösteren
çalışmalar bulunmaktadır. Ancak bu iki sık görülen hastalık arasındaki ilişkiyi araştıran çalışma
sayısı ülkemizde kısıtlıdır. Çalışmamızda kliniğimize başvuran DEHB tanısı alan ancak medikal
tedavi başlanmamış çocuklar ile sağlam çocukların obezite sıklığı ve obezite risk faktörleri ara-
sındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Örneklemimiz 1 Eylül 2018-1 Ekim 2018 tarihleri arasında çocuk ve ergen ruh
sağlığı hastalıkları polikliniğe başvuran ve DEHB tanısı alan medikal tedavi başlanmamış , 5-12
yaş arası 137 çocuk ve hastanemiz çocuk sağlığı ve hastalıkları polikliniğine başvuran bilinen
bir kronik hastalığı olmayan ve sürekli kullandığı ilaç olmayan 130 çocuktan oluşan kontrol
grubundan meydana gelmektedir. Tüm olgulara obezite risk faktörlerinin sorgulandığı anket
uygulanmıştır. Yaşa ve cinsiyete göre 85-94 persentiller arası aşırı kilolu ve ≥95 persentil obez
olarak kabul edilmiştir. İstatistiksel analizlerde, SPSS for Windows 11.5 paket programında ya-
pılmıştır. p<0,05 değeri anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Örneklemin yaş ortalaması 9,05±2,57 yıl olarak belirlenmiştir. DEHB tanısı konulmuş
çocukların VKİ leri değerlendirildiğinde %20,6 sı obez, kontrol grubunda obezite %14.8 ola-
rak saptanmış ve bu fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Yaptığımız anket çalışmasın
sonucuna göre dikkat eksikliği olan çocukların yaşı daha büyük, babada obezite varlığı daha
yüksek oranda, anne ve babanın eğitim düzeyinin daha düşük ve ailede gelir düzeyinin daha
düşük olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda DEHB tanılı grupta haftada 4 ya da daha fazla fast
food tüketimi %8,8 iken sağlam çocuk grubunda bu oran % 1,5 olarak saptandı. Bu fark istatik-
sel olarak anlamlıydı.
Sonuç: Güncel literatür bilgisi ve çalışma sonuçlarımız incelendiğinde; obezite risk değerlen-
dirmesi  DEHB klinik pratiğinin  parçası olmalıdır. DEHB ve obezitenin sık birlikteliği dikkate
alındığında klinisyenlerin obezite tanı ve tedavisinde, özellikle başarısız kilo verme çabası olan
olguları DEHB açısında ilgili bölümlere yönlendirmesi faydalı olabilir. Bu alanda yapılacak
yeni çalışmalar bu birlikteliğinin daha iyi anlaşılması bakımından yararlı olacaktır.

149
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-21
Covid 19 un Çocuklardaki önemli komplikasyonu: MIS-C

Çiğdem El1, Ferhat Sarı1, Meryem Turuç1


1
Mustafa Kemal üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi

Giriş: Şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) enfeksiyonu, çocuklarda


multisistem enflamatuar sendroma (MIS-C) neden olabilir. MIS-C, iltihaplanmanın laboratuar
kanıtı ve SARS-CoV-2 enfeksiyonunun laboratuvar veya epidemiyolojik kanıtı ile birlikte ateş,
ciddi hastalık,  iki veya daha fazla organ sisteminin tutulmasını içerir. MIS-C’nin, SARS-CoV-2
enfeksiyonu sonrası immün düzensizlik ve aşırı yanıttan kaynaklandığı düşünülmektedir. Hızlı
klinik kötüleşme meydana gelebileceğinden dikkatli olunmalıdır.. 
Vaka Sunumu: 14 yaşında erkek  hasta ateş, karın ağrısı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu.
Yaklaşık 4  gün önce ateş ve karın ağrısı yakınmalarıyla dış merkeze başvurduğu, antibiyotik
ve  ateş düşürücü reçete edildiği, tedavisinin 4.gününde şikayetlerinin devam ettiği öğrenildi.
Özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik yok. Genel durumu orta, vitalleri stabil olan hastanın fizik
muayenesinde batında sağ alt kadranda hassasiyet  mevcut.  Hemogramında beyaz küre yük-
sekliği ( nötrofil hakimiyeti ) mevcut. CRP: 255 mg/L. Sedim 44.  D-dimer: 4140 ng/ml. Troponin
0,4 ng/ml. Biyokimya değerlerinde özellik yok. Batın USGsi mezenterik Lenfadenit lehine ra-
porlandı.  Covid temas öyküsü olan hastadan bakılan Covid Antikor testi pozitif görüldü. MIS-C
değerlendirilen hastaya  IVIG, aspirin ve ntibiyotik tedavisi başlandı. EKO çekildi. Sol koroner
içerisinde minimal ekojenite, septal hereketlerde hipomobilite olarak raporlandı. Lasix ve Kap-
ril eklendi. Klinik ve troponin takibi yapıldı. Klinik ve laboratuvar iyileşmesi gözlenen hasta şi-
fayla taburcu edilen hasta poliklinik takibinde izlenmektedir. 
Bulgular: Hemogramında beyaz küre yüksekliği ( nötrofil hakimiyeti ) mevcut. CRP: 255 mg/L.
Sedim 44.  D-dimer: 4140 ng/ml. Troponin 0,4 ng/ml. Biyokimya değerlerinde özellik yok. Batın
USGsi mezenterik Lenfadenit lehine raporlandı.
Tartışma ve Sonuç: MIS-C organ tutulumu ile giden  klinik kötü gidişli hayatı tehdit edici bir
komplikasyon olduğundan  açıklanamayan ateş, karın ağrısı, genel durum bozukluğu, kusma
vs semptomu olan  ve covid temaslı tüm çocuklarda akla gelmeli ve acil tedavi edilmelidir. 

150
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-22
Postprandiyal Karın Ağrısı Her Zaman Gastrit Değildir ! Median Arkuat Ligaman
Sendromu

Arzu ARAS1, Nurel İNAN AYDEMİR1, Aygen YILMAZ1, Reha ARTAN1


1
Akdeniz Üniversitesi Çocuk Gastroenteroloji

Amaç: Median arkuat ligament sendromu (MALS), medyan arkuat ligaman olan diyafragma-
tik kruranın fibröz ekleri tarafından çölyak eksenin sıkışmasından kaynaklanan nadir bir has-
talıktır(1).
Yöntem ve Gereç: On altı yaş kız hasta beslenme ile şiddetlenen mide ağrısı yakınması ile baş-
vurdu. Özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik saptanmadı. Fizik muayenesinde epigastrik has-
sasiyet mevcuttu. Diyet önerileri ve proton pompa inhibitörü ile iki aylık tedaviye yanıt verdi.
Yakınmalarının yinelemesi üzerine, üst endoskopik incelemesinde antral gastropati saptandı.
Patolojik değerlendirmede Helikobakter pilori saptandı ve eradikasyon tedavisine yanıt alındı.
Karın ağrısı tekrarlayan hastanın özellikle postprandiyal karın ağrısının olduğu ve sol yana yat-
tığında yakınmasının arttığı dikkati çekti. Doppler inceleme sonucunda trunkus çölyakusun
büküntülü seyir göstemesi ve basınç artışı izlenmesi üzerine, median arkuat ligaman sendro-
mu tanısı BT anjiografi ile doğrulandı. Cerrahi tedavi kararı alındı.
Bulgular: MALS, medyan arkuat bağ tarafından çölyak arter sıkışması ile ilişkili klinik belirti
ve bulgularının birlikteliğidir. Gerçek prevalansı bilinmemektedir. Üst gastrointestinal sistem
iskemik belirtileri (bulantı, kusma, postprandial karın ağrısı) görülür.
Bigisayarlı tomografide hastaların % 25’inde çölyak arterde kompresyon görülmesine rağmen
klinik olarak semptomatik MALS çok nadirdir(2). Hastalar genellikle karın ağrısı için birden faz-
la tetkik yaptırmış 30-50 yaş arası genç kadınlardır. Karın ağrısı genellikle epigastrik bölgede
bulunur ve yemekten sonra daha kötüdür. MALS için spesifik fizik muayene bulgusu olmama-
sına rağmen, semptomatik hastaların % 35’inde epigastrik hassasiyet görülebilir(3).
Medyan arkuat bağın cerrahi dekompresyonu, semptomatik MALS hastaları için tercih edilen
tedavidir. Cerrahi dekompresyonu takiben sonuçlar çeşitlidir. Ameliyattan hemen sonra geç-
meyen karın ağrısı olan çok sayıda vaka raporu vardır(4).
Sonuç: MALS, spesifik olmayan semptomları nedeniyle sıklıkla gözden kaçan bir dışlama ta-
nısı olup, rekürren karın ağrısı ile başvuran çocuk ve ergenler değerlendirilirken MALS düşü-
nülmelidir.

151
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-23
Talasemi Hastalarında Büyümenin, Ergenlik Gelişiminin ve Endokrin Fonksiyonların
Takibi

Musa KILINÇ1, Çiğdem EL1


1
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi

Amaç: Talasemi Hastalarında Büyümenin, Ergenlik Gelişiminin ve Endokrin Fonksiyonların Ta-


kibinin Önemi
Yöntem ve Gereç: 2 yaşından beri Talasemi İntermedia tanısıyla takipli 15 yaşında erkek has-
tanın ; 11 yaşında transfüzyon ihtiyacının artması nedeniyle splenektomi öyküsü mevcut. Sple-
nektomiden 1 yıl sonra klinik izlemine devam edilen hasta araştırıldı.
Bulgular: Boy:116 cm (-4.7 SDS), Kilo:21,4 kg(-4.2 SDS), VKİ :-0.9 SDS; prepubertal testis çapı: 2
cc olup    çocuk endokrinolojiye konsülte edildi. Hastadan kemik yaşı ölçümü, hormon bazal
düzeyleri istendi. Son 1 yıldaki uzama hızı değerlendirildi. Yapılan tetkiklerinde kemik yaşı 10-
11 yaş, Fruktozamin 240 umol/dl (<285), IGF-BP 1.2 ug/ml, D-vit:18 ng/dl (>30), TSH:5.08 uIU/ml
(0.6-4.84), Anti TPO:9.6 ıu/ml (0-35), T4:1.1 ng/dl  0.97-1.67), ACTH:25.1 pg/ml (7.2-63.3), FSH:0.3
mIU/ml (1.5-12.4), Kortizol:12.9 ug/dl (6.2-19.4), Prolaktin 10.3 ng/ml (0.9-12.9), Somatomedin C:
<25 ng/ml (143-693), ALP:119 u/l (0-300), Ca:9.3 mg/dl (8.8-10.8), P:4.3 mg/dl (3.2-5.7), PTH:20 pg/
ml (2.5-25) idi. Bu bulgularla hastaya GnRH uyarı testi yapıldı ve sonuçları hipogonadotropik
hipogonadizm ile uyumlu saptandı. Hastaya testosteron başlandı.Yapılan takiplerinde 6. ayda
Boyu: 120,5 cm (-4.7 SDS), Kilosu:23,5 kg (-3.9 SDS) olup 4 cm boy uzaması olduğu görüldü. 3
doz testosteron tedavisi tamamlanan hastanın yapılan muayenesinde Boy:122,5 cm (-4.2 SDS),
Kilo:23.9 kg (-3.9 SDS), testis hacmi 3-4 cc olarak ölçülüp 3 doz daha testosteron tedavisi al-
ması planlandı.Takiplerinde yapılan muayenesinde grade 1-2 jinekomasti tespit edildi. Kemik
yaşı 11.5-12.5 yaş ile uyumlu saptandı. Hastanın çekilen Hipofiz MR’ ı hipofiz volümünün azal-
mış olup herniye görünümde olduğu ve parsiyel empty sella varyasyonu lehine değerlendi-
rildi. Takiplerinde Boy:135 cm, Kilo: 28.9 kg, testis hacmi 4 cc ölçüldü. Takiplerinde  geldiğinde
Boyu:140 cm (-3.6 SDS), Kilosu:30.5 kg (-4.6 SDS), testis hacmi 5-6 cc olarak ölçüldü.
Sonuç: Büyüme gelişme geriliği Talasemili çocuk ve adölesanlarda sık görülmektedir. Hasta-
mızda olduğu nadir de olsa bazı hastalarda hipofizer yetmezlik ve buna bağlı hipogonadotro-
pik hipogonadizm görülebilir. Bu nedenle hastalarda iyi bir yaşam kalitesi elde edebilmek için
büyümenin, ergenlik gelişiminin ve endokrin fonksiyonların yakın izlemi gerekmektedir

152
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-24
Üç Yaşında Kronik Myeloid Lösemi Tanısı Alan Olgu Sunumu

Gulustan Musayeva1, Burcu Kılınç2, Simge Çınar Özel2, Gonca Kaçar2, Süheyla Ocak2, Hilmi
Apak2, Tiraje Celkan2
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa ,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana
Bilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa ,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bi-
lim Dalı

Amaç: KML(Kronik Miyeloid Lösemi ),  pluripotent kök hücrenin myeloid progenitör hücreler-
de artmış proliferasyon ve azalmış apoptozu ile karakterize klonal bir bozukluktur.  Genelde
orta ve ileri yaşta görülür. Tüm çocukluk çağı lösemilerinin% 1-3 teşkil etmektedir. KML,  Phi-
ladelphia (Ph1) kromozomunun varlığı ile karakterizedir. Bu anormal kromozom, kromozom 9
ve 22’nin uzun kollarını içeren karşılıklı translokasyondan sonucu oluşur[t (9; 22) (q34; q11)]. . Biz
de üç yaşında KML tanısı  alan bir olguyu paylaşmayı amaçladık.
Olgu sunumu: Hastamız bilinen hastalığı olmayan  3 yaşında erkek hastaydı. On beş gün önce
karında şişlik nedeniyle dış merkeze başvurmuştu. Fizik bakısında splenomegali ve tetkikle-
rinde Hgb: 7,8 gr/dl, beyaz küre: 38 *10^3/µL Plt:200 *10^3/µL, periferik yaymasında immatür
hücreler görülen hasta KML ön tanısıyla ileri tetkik ve tedavi amaçlı merkezimize yönlendiril-
mişti.Fizik bakısında; bilateral servikal, aksiller, inguinal mikrolenfadenopatileri ve masif sple-
nomegalisi mevcuttu. Tekrarladığımız kan değerlerinde beyaz küre: 49,6 *10^3/µL, nötrofil: 35,2
* 10^3/µL, lenfosit: 5,9 * 10^3/µL, trombosit: 310,6  * 10^3/µL, monosit : 5,6 * 10^3/µL, eozinofil : 1,8
* 10^3/µL, bazofil : 1,1 * 10^3/µL, CRP 6,5 mg/l , LDH : 1209 IU/l, sedimentasyon : 8mm/saat idi.
Periferik kan yayması kemik iliği görünümde olup; PNL 32%, çomak %16, metamyelosit %2 asi-
dofil %6 ,myelosit % 4, promyelosit %2, blast %4, lenfosit % 16 , monosit %8, bazofil %6 eosinofil
% 2, immatür eosinofil %4 saptandı. Hasta kronik faz KML olarak değerlendirildi. Bcr/abl %32
oranında pozitiflik saptandı. İmatinib tedavisi başlandı.
Sonuç: KML çocukluk çağında nadir görülen lösemi tipidir. Çocukluk çağında en sık adolesan
dönemde görülmekte olup 0-5 yaş arası %29 oranında görülmektedir. 0-5 yaş arası 2 yıllık sağ-
kalım adolesan döneme göre 3 kat daha azdır. TKI kullanılması ile sağkalım artsa da 0-5 yaş
arası ölüm riski daha fazladır. İmatinib tedavisinin uzun süreli kullanımının belirgin büyüme
gelişme geriliği riski yaratması nedeniyle bu hastalara tam uygun veri varlığında allojenik ke-
mik iliği transplantasyonu da  önerilmektedir.

153
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-25
Yenidoğan Dönemi Supraventriküler Taşikardi Yönetimi

Fatih İnan1, Işıl Yıldırım Baştuhan1


1
Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi

Yöntem ve Gereç: Supraventriküler taşikardi (SVT) yenidoğan döneminde en sık karşılaşılan


taşiaritmidir. Huzursuzluk emmeme takipne taşikardi ile bulgu verebilir. Genellikle eşlik eden
kardiyak anomali yoktur. Tedavide acil yaklaşım çok önemlidir.
Bulgular: VAKA: 24 günlük erkek hastaya emmeme, huzursuzluk şikayeti ile başvurduğu has-
tanede SVT tanısı ile 5 defa adenozin uygulanmış. Taşikardisinin devam etmesi nedeniyle es-
molol infüzyonu başlanan hastada infüzyon sonrası kardiyak arrest gelişmiş, hastaya kardi-
yopulmoner resüsitasyon (CPR) uygulanarak merkezimize sevk edilmiş. Hastanın geliş fizik
muayenesinde genel durumunun kötü olduğu, periferik nabızlarının alınamadığı, kapiller
dolum zamanının >2 sn olduğu, kalp tepe atımının 180/dk olduğu ve çekilen EKG’de p dal-
galarının görülmediği izlendi. Hastaya hemodinamik şokun eşlik ettiği SVT tanısı ile 0,5 ve 1
Joule/kg’dan iki defa kardiyoversiyon yapıldı. Yanıt alınamaması üzerine amiodaron infüzyonu
başlanan hastanın, infüzyonun 30. dakikasında sinüs ritmine döndüğü ancak, kalp hızının 60/
dk altında olduğu görüldü. Hastanın amiodaron infüzyonu kesildi, CPR’a başlandı. 50 dakika
CPR’a rağmen kalp kontraksiyonları dönmeyen hasta exitus kabul edildi.
Sonuç: Sık görülen ve uygun tedavi ile yüz güldürücü sonuçları olan SVT kontrol altına alı-
namadığı zaman kalp yetmezliği ve kardiyak arrest gibi komplikasyonlarErken tanı ve doğru
tedavi özellikle süt çocukluğu döneminde hayat kurtarıcı olabilir.

154
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-26
Hiperlipidemiye Bağlı Gelişen Pankretit Olgusuna Yaklaşım

Mehmet Arda KILINÇ1, Eser Doğan1, Tuba Tınaztepe1, Hatice Sınav UTKU1
1
Başakşehir Çam ve Sakura Eğitim Araştırma Hastanesi

Amaç: Hiperlipidemiye bağlı pankreatit kliniğinde olan hastanın değerlenedirilmesi amaçlan-


dı.
Yöntem ve Gereç: Hasta olgu sunumu olarak değerlendirildi.
Bulgular: 15 yaşında olan ve daha önce karın ağrısı ile gastroenterit atakları geçiren, anne ba-
bası akraba olmayıp annesinde ailesel hipertrigliseridemi hikayesi olan  obez kız hasta ; son 3
gündür karın ağrısı ve ateş şikayeti ile önce dış merkeze başvurmuş.ilaç tedavisi düzenlenen
hasta tedaviye yanıt alamayınca acil servisimize başvurdu. hiperglisemi varken amilaz ve li-
paz değeri aşırı yüksek değildi. Hastanın laktat değerleRi normal iken bakılan usgde batında
morrison poşunda ve sağ parakolik oluktapelvik düzeye kadar uzanan yoğun içerekli serbest
sıvı  saptandı. hastanın fizik muayenesinde epigastrik bölgesinde hassasiyeti vardı. hastanın
hikayesi ve fizik muayenesi sonrası hastaya batın tomografisi çekildi. tomografide pankreas-
ta ödem ve etrafında serbest sıvı saptanırken hasta orali stoplanıp medikal tedavisi düzenle-
nerek yoğun bakıma alındı. Hastanın tedavisinde pankreas dokusuna daha efektif geçecek
antibiyotikler başlandı. Hastanın trigliserit düzeyi 1350 ye kadar yükselirken lipid aferez yapıl-
madan medikal destek ile makul sınırlara geriledi. hastanın kliniği 3. gün toparladı, yürütüldü.
Hastanın medikal gözlemi boyunca amilaz ve lipaz değerlerinde anlamlı bir yükselme olmadı.
Sonuç: Bu vaka temelinde akut pankreatite yaklaşımı ve hiperlipideminin eşlik ettiği pankre-
atit vakasını vurgulamak istedik

155
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-28
Türkiye’den Bildirilen İlk Spinoserebellar Ataksi Tip 29 Vakası ve İdebenon Tedavisinin
Prognoz Üzerine Etkisi

Gürkan Gürbüz1, Soner Günder1, Özge Berfu Gürbüz2, Nedim Samancı1


1
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi
2
Tekirdağ Devlet Hastanesi

Amaç: Spinoserebellar ataksiler, genetik tipe göre değişen, serebellar ataksi ve ekstraserebel-
lar merkezi sinir sistemi bulgularına neden olan klinik olarak heterojen bir nörogenetik hasta-
lık grubudur. Herediter ataksi tanısı ile takip edilen, “yeni nesil sekans çalışması” ile SSA tip29
tanısı alan ve idebenon tedavisi alan olgu bildirilecektir.
Yöntem ve Gereç: Olguda ön planda sık görülen herediter ataksilerin dışlanması açısıdan ATM
ve Frataxin gen analizleri gönderildi ve mutasyon saptanmadı. Marinesco-Sjögren sendromu
ve Gillespie sendromu açısından göz bakısı yapıldı ve miyopi dışında özellik saptanmadı. Kro-
nik progresif ataksi sebebi olabilecek metabolik hastalıklar açısından yapılan metabolik tet-
kikleri normal saptandı. MRG’da ilk MRG’de olmayan serebellar atrofi bulguları gözlendi. Yeni
nesil sekans analizi uygulanan hastada ITPR1 geninde c.805C>T mutasyonu saptandı. Hasta
spinoserebellar ataksi tip 29 tanısı ile izleme alındı. Kullanmakta olduğu idebenon tedavisi
hastanın fayda görmemesinden dolayı kesildi. Hastamız Türkiye’de tanımlanan ve yayınlanan
ilk vaka özelliği taşımaktadır.
Bulgular: Miadında, akraba olmayan ancak aynı köyden olan ebeveynlerden NSVYD ile doğan
kız hastanın 7 aylıkken gelişim geriliği nedeniyle tetkik edilmeye başlandığı öğrenildi. 7 ay-
lıkken yapılan metabolik tetkiklerinin ve beyin manyetik rezonans görüntülemesinin normal
saptandığı, oturma dengesinin olmaması ve titubasyonunun saptanması sebebiyle herediter
ataksi tanısı ile bir yaşında idebenon tedavisi başlandığı öğrenildi. Merkezimize 6 yaşında baş-
vuran hastanın başvurusunda iki kolundan destekle yürüyebildiği, dismetri, dizartri ve yürüme
ataksisinin belirgin olduğu, derin tendon reflekslerinin alınamadığı ve hafif mental geriliğinin
olduğu saptandı.
Sonuç: Inositol 1,4,5 trifosfat reseptör tip 1 geni 3. Kromozom üzerinde bulunur ve hücre içi
kalsiyum kanal proteinlerini kodlar. ITPR1 genindeki heterozigot mutasyonlar Gillespie send-
romu, spinoserebellar ataksi tip 15 ve tip 29 fenotipleri ile ilişkilendirilmiştir. SCA29 özellikle
infantil dönemde hipotoni, nöromotor gelişim geriliği ve serebellar atrofisi olan çocuklarda
akılda bulundurulmalıdır. Literatür ile karşılaştırıldığında hastamızın idebenon kullanmasına
rağmen ortalama yürüme yaşında belirgin bir farklılık gözlenmemiştir ve idebenon tedavisi
etkin olmayan ve önerilmeyen bir tedavi olduğundan tanı anında kesilmiştir. Bu konuda geniş
hasta gruplarını kapsayan prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.

156
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-29
17 Yaşında Multipl Skleroz Olgusu

Özge Yerlioğlu1, Hülya Baykız1, Nedim Samancı1


1
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

Amaç: Multipl skleroz (MS); enflamasyon, demiyelinizasyon ve akson hasarı ile karakterize, eks-
tremitelerde güçsüzlük, duysal belirtiler, ataksi, diplopi, görme bulanıklığının olabildiği oto-
immün bir santral sinir sistemi hastalığıdır. Miyelin kılıflar, oligodendrositler, daha az oranda
akson ve sinir hücresinin kendisi hasarlanır.Sıklıkla genç erişkinlerde ortaya çıkar. Prevalansı
100000’de 2-200 arasında değişmektedir.MS kronik bir hastalıktır.Bir bölümü ataklarla seyre-
derken, bir bölümü baştan veya sonradan ilerleyici olarak seyreder.MS’li olguların %3-5’i çocuk-
luk çağında başlar.
Yöntem ve Gereç: Bu yazıda acil servisimize başvuran 17 yaşında bir MS hastası sunulmuştur.
Bulgular: 17 yaşında erkek hasta, bir haftadır sağ ayağında his kaybı, yere sürüyerek yürüme,
düşme şikayetleriyle acil servisimize başvurdu.Yapılan muayenesinde bilinç açık, koopere or-
yanteydi, ense sertliği görülmedi. Göz hareketleri dört yöne serbestti, nistagmus saptanmadı.
Kas gücü tam, derin tendon refleksleri normoaktifti, pandüler patella refleksi mevcuttu.Taban
derisi refleksi bilateral ekstansördü, yüzeyel duyu kusuru saptanmadı, serebellar sistem mua-
yenesi sağda azalmıştı, romberg pozitifti.Tetkiklerinde WBC:14000/mm³,NEU#:12000/mm³,L-
YM#:1470/mm³,CRP:1 mg/L.Yapılan lomber ponksiyonda mm³’te 30 hücre görüldü.Beyin omu-
rilik sıvısı (BOS) proteini:27,9 mg/dl, glukozu:65 mg/dl, eş zamanlı hastanın kan şekeri:134 mg/
dl.Hastanın kontrassız beyin tomografisi normal olarak değerlendirildi.Kranial manyetik rezo-
nans görüntülemesinde (MRG); bilateral periventriküler derin ak madde ve sentrum semio-
vale düzeyinde çok sayıda hiperintens odak görüldü.Servikal MRG’nda C2 vertebra düzeyin-
de 10 mm’lik lezyon görünümleri izlenmiş olup, torakal spinal kordda hiperintens lezyonları
mevcuttu. Lezyonlar demiyelinizan plak açısından anlamlı kabul edildi.Yapılan bilateral görsel
uyandırılmış potansiyelde (VEP) uzamış P100 latansı saptandı.Hastamızın şikayetleri yapılan
tetkiklerle beraber MS atağı olarak değerlendirildi, pulse steroid tedavisi uygulandı.Tedavi son-
rası şikayetlerinde gerileme yaşandı, nöroloji polikliniği takiplerine devam etmek üzere tabur-
cu edildi.
Sonuç: MS hastalığı  çocuk hastalarda gözden kaçabilmektedir. Bu yazımızda acil servislerin
yoğunluğu sırasında nörolojik muayenenin önemine ve sağ ayakta his kaybı, yürüme bozuk-
luğu sonrası yakalanan bir MS vakasına dikkat çekmek istedik.

157
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-30
Kazanılmış Fonksiyonların Kaybı ile Gelen Bir Çocukta Ağır Malnutrisyon

Esra Tepedelen Bozdağ1, Elif Çelik1


1
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilimdalı, Aydın

Amaç: Malnutrisyon, bir veya daha çok besin öğesinin yetersiz veya dengesiz alınması sonucu
ortaya çıkan patolojik bir durumdur. Risk faktörleri arasında yeterli süre anne sütü alınmama-
sı, ek besinlerin uygunsuz başlanması ve düşük sosyoekonomik/eğitim düzeyi gibi nedenler
sayılabilir. Bu yazıda günümüz pratiğinde sık karşılaşılmayan ağır malnutrisyonlu bir olgu su-
nulması amaçlanmıştır.
Yöntem ve Gereç: 3 yaş 10 aylık kız olgu, kilo alamama ve kazanılmış fonksiyonların kaybı ne-
deni ile dış merkezden hastanemize sevk edildi. Öyküsünde kilosunun hep geri olduğu, otur-
ma ve sıralamayı başvurudan 3 ay önce bıraktığı öğrenildi. Başlangıç fizik muayenesinde, VA:
8,7 kg (-4,81 SDS, <0,02 p), boy: 89 cm (-2,79 SDS, 0,26 p) ve BÇ: 51 cm (0,74 SDS, 77,04 p)
idi. Genel durumu orta, halsiz, soluk görünümde, turgoru, cilt altı yağ dokusu azalmış, kasları
atrofik görünümde ve hipotonikti. Otomatizma şeklinde anlamsız el çırpma hareketleri mev-
cuttu. Nöromotor gelişim basamaklarından yürüme, desteksiz oturma, konuşma yoktu.
Bulgular: Laboratuvar bulgularında Hb: 3.5 g/dL, ferritin: 1.38 ng/ml, folat: 1.9 ng/ml, vitamin
B12: 154 pg/ml, Total Protein: 7.1 g/L, albumin: 3,2 g/L. Ağır malnutrisyon nedeni ile tetkik, te-
davi ve beslenmesinin düzenlenmesi amacıyla yatırıldı. Malnutrisyona yönelik uygun kalorili
diyet ve destek tedavisi başlandı. Refeeding sendromu yönünden yakın takip ve tetkik edildi.
Malnutrisyon ayırıcı tanısı amacıyla gönderilen metabolik tarama testleri dahil tüm sonuçları
normaldi. Primer malnutrisyon nedeninin hastanın, ek gıdaya başlandığı dönemden bu yana
annenin yanlış beslemesine bağlı olduğu düşünüldü.  Takibinde genel durumu düzelen, kilo
alan (VA: 12,4 kg ; -1.97 SDS, 2.44 p), desteksiz oturmaya başlayan, etrafla etkileşimi artan has-
ta, kontrollere çağırılarak taburcu edildi.
Sonuç: Malnütrisyon özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde hala ciddi bir problem-
dir. Önlenebilen veya tedavi edilebilen bir problem olması ve tedavi edilmezse ciddi morbidite
ve mortalite ile ilişkili olması açısından erken tanı ve tedavisi önemlidir. Uygun tedavi ile de
sonuçlar oldukça yüz güldürücüdür.

158
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-31
Rotavirüs enteritine bağlı dehidratasyon

Kemal Can Balıkçı1, Çiğdem El1


1
Mustafa Kemal Üniversitesi

Amaç: Rotavirüs gastrointestinal sistemde enfeksiyona neden olabilen bir virüstür. Dünyada
bebek ve çocuklarda ishallerin en sık sebebidir. Özellikle 2 yaşın altında gastroenterit etkeni
olarak rotavirüse daha sık rastlanır. Dünyada her yıl 2 milyon hastane yatışına ve 527.000 ölü-
me neden olmaktadır. Bu çalışmada amacımız rotavirüs enteritine dikkat çekmektir.
Yöntem ve Gereç: 6 aylık erkek hasta ishal, kusma, ateş şikâyetiyle acil servise başvurdu. Hi-
kayesinde 2 gün önce başlayan, günde 7-8 kez olan ishal şikayeti mevcutmuş. Bol sulu, kansız
ve mukussuz ishali olduğu öğrenildi. Kusma şikâyeti günde 7-8 kez beslenme sonrası yediğini
içerir tarzda oluyormuş. Hastanın özgeçmişinde rotavirüs aşısının yapılmadığı, diğer aşılarının
yaşına göre tamamlandığı öğrenildi. Hastanın fizik muayenesinde genel durumu orta-iyi.Vital
bulguları; ateş:36.3 derece, kta:125/dk, tansiyon:70/50 mmHg, sO2:95 olarak ölçüldü. Hastanın
cilt turgor tonusu azalmış, bağırsak sesleri artmış, batında palpasyonla huzursuzluk, hassa-
siyet mevcuttu. Diğer sistem muayeneleri olağandı. Hasta orta dehidrate olarak kabul edil-
di. Hastaya 2 kez 20 cc/kg olacak şekilde toplam 40 cc/kg mayi yükleme tedavisi verildi.
Bulgular: Laboratuvar tetkiklerinde; kan gazında pH:7.35, pCO2:22.8, pO2:126, HCO3:12.6, BE:-
11.4, Lac:1.4 olarak saptandı. Hemogram tetkikinde; WBC:8780, Hb:9.9, Hct:30.4, plt:500.000
olarak saptandı. CRP:3.23(negatif), AST:45, ALT:28, BUN:8.2, cre:0.45, sodyum:136, potasyum:4.1
olarak saptandı. Gaita tetkikleri gönderildi.Adenovirüs antijeni negatif, rotavirüs antijeni pozi-
tif olarak saptandı. Pediatri servisine yatırılarak izole takip edilen hastaya sıvı yükleme tedavisi
sonrası idame sıvı, probiyotik, çinko, ranitidin tedavisi başlandı. Tedavinin 7. gününde klinik
iyileşme gözlenen hasta şifa ile taburcu edildi. 
Sonuç: Gastroenteritler çocuklarda görülen enfeksiyonlarda morbidite açısından 2. sırada
yer alır. Viral etkenler çocuklarda görülen gastroenteritlerin en sık nedenlerinden biridir. Viral
gastroenteritlerde en sık etken rotavirüslerdir. İlk 5 yaşta görülen şiddetli ishallerde rotavirüs
önemini korumaktadır. Viral gastroenteritlerin temel tedavi prensibi destek tedavisidir. Bu ça-
lışma ile süt çocuğu döneminde görülen gastroenterit vakalarında rotavirüsenfeksiyonuna
dikkat çekmek amaçlanmıştır. Erken tanı ve uygun tedavi ile rotavirüsenfeksiyonlarında mor-
bidite ve mortalite en aza indirilebilmektedir.Aynı zamanda rotavirüs aşısı yapılarak ve genel
hijyen kurallarına uyularak hastalığın bulaşması minimum düzeye indirilebilir.

159
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-32
Konjenital Sifiliz Olgu Sunumu

Ilayda Altun1, Aslan Yılmaz2, Nesrin Kaya2, Ersin Ulu2, Zekeriya Mehmet Vural2
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,Neonatoloji

Amaç: Sifiliz,Trepanoma Pallidum etken cinsel yolla bulaşan hastalıklardandır. Gebeliğin her-
hangi bir döneminde plasentayı geçerek fetüsü enfekte edebilir. Erken doğum, ölü doğum,
konjenital enfeksiyon’a neden olabilir. Erken doğuştan sifilizin yaşamın ilk üç ayında uygun
tedavisi, doğuştan sifilizin geç belirtilerinin hepsini olmasa da bir kısmını engeller. Bu vaka ile
amacımız konjenital sifilize farkındalık yaratmaktır.
Yöntem ve Gereç: Bu çalışmada son adet tarihine göre  39+6 gestasyonel haftasında G1P1A0
aralarında akraba evliliği olmayan anne, babadan;spontan vajinal yolla, 1. ve 5. dakika Apgar
skoru 8 ve 9 olarak doğan erkek bebeğin annenin Venereal Disease Research Laboratory
(VDRL) +, Treponema pallidum Hemaglütinasyon Testi (TPHA) + olması nedeni ile  tetkik ve
tedavi amacı ile yenidoğan yoğun bakım ünitesine  yatısı yapılmış vaka ele alınmıştır.
Bulgular: Doğum tartısı 3515 gr,doğum boyu 51 cm, doğum baş çevresi 34 cm olup bebekte
fizik muayenede bir bulgu saptanmadı. Bebeğin annesinde 2 yıl önce sifiliz geçirme öyküsü
olduğu ve aileden alınan bilgiye göre o dönem tedavi olduğu öğrenildi. Annenin hamileliği
döneminde bakılan tetkiklerinde Sifiliz IgG+, VDRL1/2+, TPHA 1/160+ olması nedeni ile doğum
sonrası anneden ve bebekten serolojik testleri istendi. Bebeğin Sifiliz IgG+,VDRL +,TPHA 1/40
+; Annenin sifiliz IgG+,VLDR+,TPHA 1/320+ gelmesi ve bebeğin titresinin karşılık gelen mater-
nal titreden dört kat daha yüksek olması nedeni ile konjenital sifiliz tanısı konulmuştur. Lum-
bar ponksiyon yapılarak BOS VLDR – saptanmıştır. Konjenital sifiliz tedavisi kristalize penisilin
100.000 ü/kg/gün 12 saatte bir 10 güne tamamlanmıştır. Anne ve bebek aralıklı olarak kontrol-
lere çağrılması planlanarak taburcu edilmiştir.
Sonuç: Bu vaka ile amacımız konjenital sifilizi önlemede, maternal sifilizin taranması, tedavi-
si, takibi önem kazanmaktadır. Sifiliz için reaktif serolojik testleri olan veya doğumda seroreak-
tif olan annelerden doğan bebekler, konjenital sifilizin klinik veya serolojik belirtileri açısından
izlenmelidir. Geçirilmiş sifiliz öyküsü olan annelerde; tedavi başlama zamanı (hamilelik önce-
si veya sırasında) ve tedaviye uyum ayrıntılı sorgulanmladır. Konjenital sifiliz tedavisi ayrıntılı
öykü, fizik muayene ve laboratuvarın birlikte değerlendirilmesinin tedavi kararında yol göste-
rici olduğu vurgulanmak istenmiştir.

160
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-33
Preterm Bir Yenidoğanda Konjenital Penil Lenfödem

Gülay Sönmez Demir1, Özmert M.A. Özdemir1, Hacer Ergin1


1
Pamukkale Üniversitesi

Amaç: Lenfödem, primer (idiyopatik) olarak süperfisyal lenfatik sistemin konjenital hipoplazisi
veya yokluğu nedeniyle ya da sekonder bir bozukluğa bağlı olarak gelişebilmekte; ancak ne-
deni tam olarak bilinmemektedir. Primer lenfödemin görülme sıklığı 20 yaş altında 100.000’de
1,15 olarak tahmin edilmektedir. Primer lenfödem, başlangıç yaşına göre lenfödem konjenita
(%10-20), lenfödem precox (%80) ve lenfödem tarda olmak üzere üç grupta sınıflandırılmakta-
dır. Konjenital lenfödem doğumda ya da postnatal 3 aydan önce ortaya çıkmakta, genellikle
bir veya daha fazla ekstremitede lokalize ödem şeklinde görülürken, çok nadiren ekstremite-
lerde ödem olmaksızın, penis ve skrotal bölgeye lokalize şekilde de görülebilmektedir.  
Yöntem ve Gereç: Konjenital lenfödemin spesifik bir tanı testi olmadığı için, tanı iyi bir öykü,
klinik değerlendirme ve laboratuvar incelemeleri (ultrasonografi, dopler ultrasonografi gibi)
göz önünde bulundurularak konulmaktadır. Bu hastalığın spesifik bir tedavisi de bulunma-
makta, konservatif yaklaşımlarla lenf akışındaki bozukluğun ilerlemesi önlenmeye çalışılmak-
ta, bu amaçla kompresyon tedavisi ve etkilenen uzvun elevasyonu önerilmektedir. Büyüyen
ve fonksiyonel kayba neden olan lenfödem vakalarında ise cerrahi tedavinin uygulanabileceği
bildirilmektedir.
Bulgular: 26 yaşındaki annenin ilk gebeliğinden son adet tarihine göre 29 hafta 6 günlük, 980
gram olarak hastanemizde sezaryen ile doğan erkek bebeğin izleminde postnatal 20. günde
belirgin hale gelen ve sonraki haftalarda azalarak perineal bölgeye, penis ve skrotuma loka-
lize, lenfödem saptanan olgumuzda tam kan sayımı, biyokimyasal tetkikleri ve tiroid fonksi-
yon testleri normaldi. Bölgesel, abdominal ve üriner ultrasonografide patoloji saptanmazken;
skrotal renkli dopler incelemede skrotumda yaygın cilt ve cilt altı ödem görüldü. Klinik ve la-
boratuvar bulgularıyla hastaya konjenital genital/penil lenfödem tanısı konuldu. Fonksiyon
kaybı olmayan ve konservatif tedaviye iyi yanıt veren olgumuza cerrahi tedavi uygulanmaya-
rak klinik izleme alındı.
Sonuç: Bu olgu sunumuyla yenidoğan döneminde oldukça nadir de olsa konjenital lenföde-
min görülebileceği ve klinik açıdan iyi değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmak istenmiştir.

161
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-34
Lenfadenopati İle Gelen MIS-C Vakası

Ecem Fırtın1, Ceren Ayça Yıldız1, Seda Geylani Güleç1, Gülşen Akkoç2
1
İstanbul Gaziosmanpaşa Eğitim Araştırma Hastanesi
2
Sultangazi Haseki Eğitim Araştırma Hastanesi

Giriş: COVİD 19 çocuklarda genellikle hafif seyretmektedir.  Nisan 2020’de çocuklarda inkomp-
let Kawasaki hastalığı veya toksik şok sendromuna benzer klinik tablo bildirilmiştir. Bu tablo
MIS-C olarak tanımlanmıştır. Adölesan hastanın lenfadenopati ile gelip MİS-C tanısı alması
nedeniyle sunmak istedik.
Olgu: Onbeş yaşında kız hasta 2 haftadır çene altında şişlik ve ateş nedeniyle başvurdu. 2 ay
önce annesinin COVİD-19   geçirdiği öğrenildi. Geliş fizik muayenesinde genel durumu düş-
kün, vitalleri normal, ateş 37.1 olarak ölçüldü. Kilo: 85 (>97P), BMİ:31 (>%95) idi. Kalp ve akciğer
sesleri doğal, batın rahat, organomegali yok. Submental bölgede 3x4 cm sert, fikse şişlik mev-
cut. Tüm vücutta ürtikeryal döküntü mevcuttu. Nörolojik muayenesi doğaldı.
Bulgular: Gelişinde bakılan hemogram normaldi.Akut faz reaktanlarından CRP 20.8 mg/L,
ESR 53, ferritin  461, prokalsitonin 0,3 saptandı. D-dimer 2300 saptandı. Periferik yaymada sola
kayma gözlendi. Hastaya ampisilin-sulbaktam ve klindamisin başlandı.Boyun USG’de sub-
mental lojda büyüğü 30x20 mm solda büyüğü submandibüler lojda 30x17 mm boyutların-
da mutlipl total hipoekoik LAP saptandı. Hasta LAP tetkiki ve dirençli ateşleri nedeniyle
yatırıldı. Yatışında bakılan TORCH, EBV, Parvovirüs antikorları negatifti. Batın USG’de hafif
hepatosplenomegali mevcuttu ve servikal MRG’de solda en büyüğü 27x28 mm boyutunda
korteksi kalın, hilusları izlenmeyen LAP izlendi.Toraks BT’de akciğerler normal  her iki aksilla-
da yağlı hiluslu lenf nodları mevcuttu. Covid-19 IgM ve IgG antikorları pozitif, COVID -19 PCR
negatif sonuçlandı.Takibinde döküntüleri eritemli plaklara dönüştü. Antibiyoterapiye rağmen
lenf nodunda küçülme olmayan hastaya yapılan tru-cut biyopside reaktif lenfoid folikül hi-
perplazisi, histiyosit, plazma hücreleri, eozinofiller saptandı. Hasta dirençli ateşi, döküntüsü,
yaygın LAP’ları, akut faz reaktanlarındaki dirençli yükseklik nedeniyle MIS-C ön tanısıyla Hase-
ki Eğitim Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi. Hastaya IVIG ve prednisolon tedavisi verildi. Hasta
yatışının 7. gününde taburcu edildi.
Sonuç: MİS-C’nin mortalitesi %1-2 arasındadır. Prognozu belirsizdir. Farklı semptom ve bulgu-
larla seyredebildiği için tanı koymak güçtür. Bu durumda tedavi yanıtı da azalmakta ve süreç
uzamaktadır. MIS-C’nin klinik bulgularını iyi bilmeli ve hastaların COVID-19 temas ve öykülerini
çok iyi sorgulamalıyız.

162
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-35
Gözden kaçan yabancı cisim aspirasyonu vakası

Süleyman Mengüllüoğlu1, Çiğdem El1, Servet Kartal1


1
Mustafa Kemal üniversitesi

Amaç: Yabancı cisim  aspirasyonu, çocukluk çağında özellikle 3 yaş öncesinde sık görü-
len, morbidite ve mortalitesi yüksek olan, yineleyen solunum bulgularında mutlaka düşünül-
mesi  ve sorgulanması gereken bir durumdur.
Yöntem ve Gereç: Olgu: 22 aylık kız hasta, yaklaşık 10 gün önce başlayan öksrük ,hırıltı şikayet-
leri ile  birinci basamak sağlık kuruluşuna başvurmuş ve akut bronşiolit ön tanısı ile oral+ in-
haler  tedavi başlanmış ancak tedavinin 5. gününde hastanın şikayetlerinin gerilememesi
üzerine aile tarafından özel bir sağlık kuruluşunda yine aynı tanı ile  paranteral antibiyotera-
pi+inhaler tedaviler  başlanmış ancak  hastanın öksürük ve hırıltılı solunum şkayetlerinin geri-
lememesi nedeniyle hasta merkezimize getirildi. 
Bulgular: Hastanın  fizik muayenesinde genel durum orta, bilinç açık, solunum sayısı:34/dk, na-
bız : 122/dk atım, vücut ısısı aksiller 37°C, dispneik, subkostal retraksiyonları(+), Dinlemekle sağ
akciğerde solunum sesleri belirgin şekilde  azalmıştı.Laboratuvar  incelemesinde hemoglo-
bin 12.5 gr/dl, MCV 84.2 fl, trombosit 230.000/mm3, beyaz küre 22.200/ mm. Py:: %79 nötrofil,
%21 lenfosit,CRP 68.2 mg/dl,karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normal olarak değerlendiril-
di.PA Akc grafisinde sağ akc lobunda  havalanma artışı, interkostal aralıkta artış, toraks CT’de
sağ akc lobta havalanma artışı görülmesi üzerine hastada trakeobronşial yabancı cisim aspi-
rasyonu düşünüldü ve hastaya rijid bronkoskopi uygulandı.Hastada rijid bronkoskopide  sağ
akciğer ana bronşta salatalık parçalarına rastlandı. 
Sonuç: Ayırıcı tanıda en önemli basamağı ayrıntılı  anamnez oluşturmasına karşın  anemne-
zin  tam alınamadığı durumlarda tanı konması gecikmekte ve hasta tedavileri aksamaktadır
bu da özellikle pediatrik yaş hasta gurubunda hayati önem arz etmektedir.Bu olgumuzda da
hem ayrıntılı anemnezin önemine vurgu yapmak istedik hem de akut başlayan ancak tedavi-
ye refrakter  solunum bulgularının olduğu çocuklarda  trakeobronşial yabancı cisim aspiras-
yonlarına dikkat çekmek istedik. 

163
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-36
Hastanede yatarken gelişen nadir bir olgu: Miller-Fisher Sendromu
Gamze Kule1, Çiğdem El1
1
Mustafa Kemal Üniversitesi

Amaç: Miller-Fisher sendromu (MFS) sıklıkla viral bir enfeksiyon sonrası ortaya çıkar. Biz bura-
da ensefalit tanısıyla yatarak tedavi gören bir hastamızda gelişen MFS olgusunu  sunuyoruz.
Yöntem ve Gereç: Miller-Fisher sendromu (MFS), Guillain-Barre sendromunun (GBS) nadir
görülen bir şekli olup 2-3 hafta içerisinde geçirilmiş gastroenterit veya üst solunum yolu en-
feksiyonunu takiben ortaya çıkan eksternal oftalmopleji, arefleksi ve ataksi ile karakterizedir.
MFS genellikle kendi kendini sınırlayarak 8-10 hafta içerisinde iyileşme gösteren bir hastalık
olmakla beraber nadiren tekrarlayıcı MFS olgularından da bahsedilmektedir.MFS olguları tüm
GBS olgularının %5-%8’ini oluşturur.
Bulgular: 5 yaşında kız hasta yaklaşık 2 hafta önce mide bulantısı, halsizlik, ateş yüksekliği ne-
deniyle dış merkeze başvuran hasta semptomatik tedavi sonrası şikayetlerinde gerileme olma-
ması ve halsizlik şikayetinin artması üzerine tekrar dış merkeze başvurmuş.Orada bilinç bula-
nıklığı olan hasta tarafımıza yönlendirilmiş.Hasta çocuk acil servisimize kabul edildi.Özgeçmiş
ve soygeçmişte özellik yoktu.Hastanın yapılan fizik muayenesinde genel durumu orta-kötü,
bilinç bulanık-uykuya meyili var, GKS:10, DTR ler normal olarak değerlendirildi.Hastanın yapı-
lan tetkiklerinde hemogram ve biyokimya tetkikleri olağan olarak tespit edildi.Hastaya yapılan
BOS incelemelerinde; BOS mikroskopisi ve biyokimyası normal olarak tespit edildi.Hastanın
çekilen beyin BT’si normal olarak değerlendirildi.Çekilen kranial MR ensefalit lehine raporlan-
dı.Hastaya ensefalit tanısı konuldu ve hasta servisimize yatırıldı.Tedavisinin 5.gününde klinik
iyileşme gözlenen hastada oftalmopleji, arefleksi ve ataksi gelişti.Hastaya MFS tanısı konarak,
IVIG tedavisi başlandı.Hastada IVIG tedavisi ile birlikte klinik iyileşme olduğu gözlendi.Hastaya
fizik tedavi önerildi.Hastanın kliniğinin hem oftalmolojik açıdan hem de nörolojik açıdan stabil
seyretmesi üzerine hasta 4.gün taburcu edildi, hastaya poliklinik kontrollerle takip kararı alın-
dı. 3.haftadan sonra ataksisi ve konuşma bozukluğu düzeldi. 6.haftadan itibaren oftalmoplejisi
düzeldi.
Sonuç: MFS akut olarak ortaya çıkan klasik triadı olan oftalmopleji, ataksi ve arefleksi ile seyre-
den bir sendrom olup prognoz genelde iyidir.MFS’de prognozu belirleyen ve akut fazda geli-
şen en ciddi komplikasyon bulber paralizi ve otonom tutulumdur.İlk bir haftada plazmaferez
ve IVIG  tedavisinin yoğun bakım ihityacını azalttığı bildirilmektedir.Her ne kadar MFS nadir
görülse de yatarak tedavi gören hastalarda da gelişebileceği akılda tutulmalıdır.

164
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-37
Çocuklarda Brusella’nın Nadir Bir Prezentasyonu: Brusella Spondilodiskiti ve Kronik
Osteomiyelit

Aytolun Aytan2, Semra Şen Bayturan1


1
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalı
2
Manisa Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi

Amaç: Bu olgu sunumunda, osteoartikular tutulumla seyreden brusellozlarda periferal artrit,


sacroileit, spondilit, osteomyelit açısından ilerleyen evrelerde oluşabilecek komplikasyonların
önlenmesi açısından erken tanı ve tedavinin önemi vurgulanmıştır.
Yöntem ve Gereç: Bu olgu sunumunda, pozitif serolojiye sahip vertebra tutulumu mevcut
olan 16 yaş brusella tanılı erkek hasta ele alınmıştır. 
Olgu: 16 yaşında erkek hasta, yaklaşık 10 gündür devam eden bel ağrısı, kilo kaybı şikayetleri ve
hepatosplenomegali bulgusuyla dış merkezden tarafımıza malignite öntanısıyla yönlendirildi.
Annesini lenfoma sebebiyle kaybeden hastanın, babasının çiftçilikle uğraştığı ve hastanın çiğ
sütten yapılma peynir tükettiği öğrenildi. Yapılan tetkiklerinde Rose Bengal , 2-merkaptoeta-
nol ve Coombs aglutinasyon testleri pozitif olarak saptandı. Vertebra MR’ında: L1-L2 interver-
tebral diskinde dejenerasyon, L1 vertebrada ödem ve litik lezyon izlendi. Nöroşirurji ve Fizik
Tedavi ve Rehabilitasyon bölümlerine danışılan hastaya torakolomber korse önerildi. Doksi-
siklin, rifampisin ve gentamisin tedavilerine başlanan hastanın gentamisin tedavisi 5 güne
tamamlandı. Doksisiklin ve rifampisin tedavilerinin 4. Haftasında bel ağrısı gerilemeyen has-
tanın görülen kontrol lomber MR’ında L2 anterior vertebra korpusunda destrüktif değişiklikler
ve yükseklik kaybı , L1 ve L2 vertebrada ödem ve L1 vertebrada abse görüntüsü izlendi. Hasta
Kas-İskelet Konseyinde değerlendirildi. Hastaya konsey kararınca vertebra korpusundan tru-
cut ve insizyonel biyopsi yapıldı, patoloji sonucu kronik osteomiyelit olarak değerlendirildi.
Hastanın mevcut doksisiklin ve rifampisin tedavisine levofloksasin eklendi . Korse kullanım ve
medikal tedaviye uyumu zayıf olan hastaya 4-6 hafta ara ile kontrol MR ile kemik konseyince
takibi yapıldı. Radyografik bulgularında gerileme olmaması ve hastanın vertebra korpusunda
kontrast tutulumu devamı ve kompresyonda artış izlenmesi sebebiyle, hasta vertebra cerrahi-
sine yönlendirildi.
Sonuç: Osteoartiküler brusellozlu hastaların başarılı bir şekilde yönetilebilmesi için hastalığın
erken teşhis ve tedavisi önemlidir. Bu yüzden özellikle ülkemiz gibi endemik bölgelerde ateşli
hastalık ve uzun süredir devam eden sırt ağrısı ile gelen özellikle adolesan yaş grubundaki ço-
cuklarda ayırıcı tanıda mutlaka brusellozis göz önünde bulundurulmalıdır.

165
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-38
Çocukluk Çağında Korenin Nadir Bir Nedeni Sistemik Lupus Eritematozus

Harun Terin1, Meltem Akçaboy1, Rukiye Demet1, Mehmet Fatih Akif Özdemir2, Mehmet Bül-
bül3, Saliha Şenel1
1
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, SBÜ Dr. Sami Ulus Kadın-Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, Türkiye
2
Çocuk Nöroloji Bölümü, SBÜ Dr. Sami Ulus Kadın-Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eği-
tim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, Türkiye
3
Çocuk Nefroloji Bölümü, SBÜ Dr. Sami Ulus Kadın-Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eği-
tim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, Türkiye

Amaç: Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) artmış oto-antikor üretimi, immün kompleks olu-
şumu ve immün sistemin sebep olduğu doku zedelenmeleri ile giden multisistemik ve infla-
matuar bir hastalıktır. Hastalığın ilk başvuru şikayetinin Kore olması SLE seyrinde nadir olarak
görülür. Burada hareket bozukluğu ile başvuran ve ileri değerlendirme ile SLE tanısı konulan
bir vaka sunulmaktadır.
Yöntem ve Gereç: On üç yaşında kız hasta ellerde ve ayaklarda istemsiz hareket, sol diz ka-
pağında ve sol ayak bileğinde ağrısı olması şikayeti ile başvurdu. Travma öyküsü ve geçirilmiş
enfeksiyon öyküsü yoktu. Hastanın özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik yoktu. Fizik muayene-
sinde baş bölgesi, üst ve alt ekstremitede  istemsiz koreiform hareketleri mevcuttu, sol diz ka-
pağında hafif şişlik gözlenen hastanın eklem hareketleri kısıtlı değildi. Kardiyovasküler sistem
muayenesinde 1/6 sistolik üfürüm saptandı ve EKO’su mitral yetmezlik olarak raporlandı. Diğer
sistem muayenelerinin doğal olduğu görüldü.
Bulgular: Hastanın alınan  tetkiklerinde tam kan sayımında Wbc:4370,  ALS: 1080, Hgb:11.1 ve
biyokimya normal , ANA pozitifliği ve yüksek titre anti-dsDNA antikorları pozitif, idrar tetki-
kinde protein :++ saptandı. Hastanın anamnezi derinleştirildiğinde zaman zaman elin küçük
eklemlerinde sabah katılığı, eklem şişliği ve eklem ağrısı olduğu ve ara ara oral aft şikayeti
olduğu belirtildi. SLE skorlamasına bakıldığında  lökopeni (3 puan ), direkt Coombs pozitifliği
(4 puan), oral aft öyküsü (2 puan ), sabah tutukluğuyla küçük eklem tutulumu (6 puan) , prote-
inüri (4  puan), C3 düşüklüğü (3 puan ) , Lupus antikoagülan taraması (2 puan ) ve  anti dsDNA
pozitifliği (6 puan) olması sonucu 30 puan aldığı görüldü (bu skorlamaya göre >10 puan SLE
lehine değerlendirilir). Hastanın çekilen MR’ının normal olmasıyla koreiform hareketlerinin
SLE’nin beyin tutulumuna bağlı olduğu düşünüldü.
Sonuç: Merkezi sinir sistemi tutulumu, SLE’deki çoklu sistem bozukluğunun belirtilerinden

166
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
biridir ve kore patofizyolojisi net olarak tanımlanmamıştır. Pediatrik yaşlarda SLE’ye bağlı kore
%0-7 prevalansıyla nadir görülen ilk bulgu olmaya devam etmektedir ve her pediatrik hastada
ayırıcı tanı için ayrıntılı klinik değerlendirme gereklidir.

167
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021
P-39
Supraventriküler Taşikardili Olgu Sunumu

Orçun Coşgun1
1
Mustafa Kemal üniversitesi eğitim ve araştırma hastanesi

Giriş: Supra Ventriküler taşikardi (VT), Purkinje fibrillerinden kaynaklandığı düşünülür ve ge-
nellikle yapısal kalp hastalığı olmayan genç hastalarda ortaya çıkar. Karakteristik elektrokardi-
yografi bulgusu; superior aks ve sağ dal bloğudur. Burada amiodaron tedavisi sırasında anaf-
laktoid reaksiyon gelişen SVT olgusu sunuyoruz.
Olgu:  Prenatal bilinen bir hastalığı olmayan 4 günlük erkek hasta emmeme ve huzursuzluk
şikayeti ile acil servisimize getirildi. Yapılan fizik muayenesinde genel durum orta,bilinç açık,
solunum ve diğer sistem muayenesi doğal olan hastanın taşikardisi saptandı, arteriyal tansi-
yon(TA): 75/30mmHg ve çekilen EKG sinde  geniş QRS li 210/dk hızında taşikardi görüldü. Ön
tanıda supraventriküler taşikardi(SVT) düşünüldü.Yüze buz uygulaması yapılarak(5 sn) vagal
manevra uygulandı. EKG bulguları düzelmeyen hastaya 1.doz  50 mcg/kg  2.doz 100 mcg/kg
dozunda iki doz adenozin uygulanmasının ardından EKG de taşikardisi devam eden hastaya
amiadoran infüzyonu(5 mg/kg dan) başlandı ancak infüzyonun hemen sonrasında solunum
sıkıntısı ve ürtikeryal döküntüleri olan hastada anaflaktoid reaksiyon düşünülerek infüzyon
sonlandırıldı. Hemodinamisi bozulmayan ancak geniş QRS akslı taşikardisi devam eden has-
taya esmolol 500 mcg/kg dozunda yükleme başlandı ve EKG de normal sinüs ritmi izlenen
hastaya ardından 100 mcg/kg/dk dan idame başlandı.
Bulgular: Emmeme ve huzursuzluk
Sonuç: Ayaktan acil servisimize başvuran normotansif  ve taşikardili hastamızın EKGsinde
supraventriküler taşikardi saptandı.Hastamızın yönetiminde uyguladığımız ve literatürde ör-
neği az olan amiodaron infüzyonunun hemen sonrasında gelişen anaflaktoid reaksiyona vur-
gu yapmak istedik.

168
6. GENÇ
PEDİATRİSTLER
KONGRESİ 5-7 MART 2021

www.gnctpk2021.org

DERNEK İLETİŞİM BİLGİLERİ ORGANİZASYON SEKRETARYASI


TÜRK PEDİATRİ KURUMU SOLO EVENT
Tel : 0212 632 86 33 • Faks : 0212 632 86 33 Tel: 0212 279 00 20 • Faks: 0212 279 00 35
169
E-Mail: info@turkpediatri.org.tr E-Mail: gnctpk2021@soloevent.net

You might also like