You are on page 1of 8

ARZULAR VE GERÇEKLER -MODERNLEŞEN TÜRKİYE'DE DİNİN REFERANS

GÜCÜ- (*)

Necdet Subaşı

Bu bildirimde gelenekselden modernliğe hızlı bir dönüşümün yaşandığı Türkiye


örneğinden hareketle, toplumsal bağlamda belirli düzeyde içkin ve etkin bir alan ürettiği
gözlemlenen dinin referans kullanımı açısından yaşadığı değişimler ele alınacaktır.

Dinin referans gücüne ilişkin modern literatürdeki tartışmaların seyrini Türkiye


örneğinde izlemenin ilginç olacağı açıktır. Din, Türkiye'nin toplumsal değişim ve dönüşüm
stratejisi içinde anahtar bir role sahiptir. Bu nedenle kendi içinde niteliksel olarak değişken bir
anlam çerçevesine sahip olsa da dinin genelde işlevsel açıdan belirleyici yönünü dikkate almak
gerekir.

Dinin referans gücü ele alınırken bununla gündelik hayat içinde kendisine yapılan
atıflar ve bu yolla elde edilmeye çalışılan meşruiyet kastedilmektedir. Bireysel ve toplumsal
düzeyde gündelik yaşam alanının örgütlenişinden sosyal hayatın organizasyonuna kadar din
olgusunun hem meşrulaştırma hem de strateji belirleme açısından önemi burada söz konusu
edilmektedir.

Sosyolojik yaklaşımlarda dinin geleneksel toplumlardaki kuşatıcı özelliğine sık sık


atıfta bulunulmaktadır (Berger, 1993; Gellner, 1992; Giddens, 1994). Bu yaklaşımlara göre din,
modernlik öncesi döneme has hayatın bütün sınırlarını teolojik anlamda kuşatmıştır. Kaynağı
ve vizyonu ne olursa olsun din bu süreç içinde toplumsalın kurgusunda istisnasız tek otoriteye
ve buna dayalı olarak da meşrulaştırma imkanına sahiptir. Yine bu genel yaklaşımlar içinde
dinin, modernlikle birlikte adeta devre dışı kalmasını mümkün kılan bir dizi epistemolojik
farklılaşma ve kopuştan da söz edilebilir. Bu bağlamda zaten sosyoloji de hep geleneksel-
modern karşıtlığı üzerine kurulan bir gerilim ekseninde kurgulandığı için, geleneksel yaşam
biçiminden kopan insanların, modern dünyada yeni ilişki biçimleri içinde kendilerini
dönüştürerek eski kalıplarından çıkacağı varsayılmıştır (Yelken, 1999: 87). Böylece din, ya
yaşam alanından çekilecek ya da etkisini giderek kısıtlamak zorunda kalacaktır. Bu tartışmalar
bugün laiklik ve sekülerleşme gibi kavramlar eşliğinde sürdürülmekte, dinsel olanın geri
çekilişi, aydınlanma, rasyonalizm ve dahası bilimin pozitivist vurgusu artık yeniden
temellendirilerek açıklanmaktadır.

Gelenekselden modernliğe geçişin en dramatik sahne ve göstergelerinin özellikle


dinsel tahayyül ve yaşam biçiminin çözülüşü sürecinde kendini açığa vurduğu görülmektedir.
Çünkü dinin geleneksel yaşam dünyasında merkezi bir boyutta ortaya çıkan rolünün,
modernlikle beraber zayıfladığı hatta "dünyanın büyüsünün bozulması"yla birlikte dinin de
etkisini daraltarak yok olacağı iddia edilmektedir. Ne var ki bu genel geçer gözlemin dayandığı
bulgular pek çok açıdan derin felsefî ve toplumsal nitelikli sorunların da doğmasını mümkün
kılmaktadır. Bu bağlamda dinin referans gücünde bir zayıflamadan çok bir farklılaşma ve
değişimden bahsetmek mümkündür (Arslantürk, 1998: 99; Voll, 1995: 286).

Dinin referans gücü, gerek birey gerekse toplumun haklılaştırma çabası içinde olduğu
eylemlerini dinle, dini olanla tanımlaması şeklinde açıklanabilir. Aslında yaşam dünyası yoğun
bir içselliği, rutinliği ve aleladeliği içinde taşımaktadır. Aykırı, farklı ve radikal değişim
taleplerinin ötesinde gündelik olanın akışı içindeki gerçeklik dünyası, meşrulaştırılmış bir
hayatı yansıtmaktadır. Bu yansıtmada dinin olumlama gücünü dikkate almak gerekir. Haklılık
ve meşruiyetini dinsel olandan almakla yetinmeyip kendi dünyevi tutum ve davranışlarını da
onunla temellendirme çabası içinde olması, günümüzün hızla değişen toplumsal gerçekliğinde
sosyal bilimcilerin Weber'den beri pek de yabancısı olmadığı bir realiteyi yansıtmaktadır.
Ancak bu bağlamda dinsel olanın tanım ve alanında bir takım değişimlerin varlığına da dikkat
etmek gerekir. Öyle ki gündelik hayatın dönüşümünü bile artık dinsellik bağlamında izlemek
mümkündür. Modern olanın tahakkümü içinde din de yeniden tanımlanarak
biçimlendirilmekte, dolayısıyla "din"in birey ve toplum düzeyindeki tezahürleri de gözden
geçirilmektedir. Burada hem dinin hem de toplumsal yapının karşılıklı değişim ve
farklılaşmasından söz etmek mümkün görünmektedir.

Bu bağlamda toplumsal yaşamda dinin hangi meşruiyyet sınırları içinde kullanıldığı


ve yine örneğin İslâm temelinde olduğu gibi geleneksel tasnifin yansıttığı şekliyle ibadet, hukuk
ve ahlak gibi alanların hangisinde dinin tek meşrulaştırma hakkına sahip olduğunu incelemek
gerekir. Dinin geleneksel tanımı, insanın dünya ve öte dünya (ahiret) evrenindeki gerçekliğini
kuşatacak şekilde yapılmıştır. Zaten bir doktrin olarak laiklik de bu geleneksel tanım üzerine
üretilen itirazlarla kendi çerçevesini çizmekte ve din ile siyaset arasında kesin ayırım yapmakta,
toplumda dinin sınırlı bir rol oynaması gerektiğini savunmaktadır. Böylece din, aile hayatından,
eğitimden, ekonomik ve siyasal hayattan ayrı tutulmakta ve esas olarak bireyin vicdanında
ancak yer bulabilen bir kurum haline dönüştürülmektedir (Özdalga, 1998: 21). Denilebilir ki
geleneksel olanda bütün bir hayatı türlü çeşitliliğiyle kuşatma iddiasında olan din, biricik
meşruiyet kaynağı olma hakkını elinde bulundururken, modern yaklaşım içinde bu alan
daraltılmakta ve hatta yaratılan bu sınır içinde din tamamıyla vicdanlara hasredilerek uhrevi bir
alana itilmektedir.

Bu sorunu modernleşen Türkiye'nin ürettiği anlam dünyası içinde ele almanın birkaç
göstergesinden söz etmek mümkündür: Türkiye'nin Tanzimat'tan itibaren içinde yer alma
azminde olduğu Batılı değer ve zihniyet yapıları ve yine giderek açık bir bütünsellik arzeden
sekülerleşme projesi içindeki dalgalanmalar ve bu sarsıntıların seyrini takip etmek üzere ortaya
konan stratejiler bir anlamda hem dinin değişen yönlerini keşfetmeyi hem de Türk toplumunun
farklılaşan tahayyül, tutku ve arzularını, sonuç olarak da yeni referans kalıplarını görmeyi
mümkün kılacaktır. Bu bağlamda modernleşmenin, istenilen tarz ve formda yürütülebilmesi
için öncelikle değerlerde devrim yapılması gerekmiştir. Nitekim bu alanda yapılan devrimlerin
de dinsel inançlar ve kültürel eğilimler açısından kitlelerin kimliğini derinden etkilemesi
kaçınılmazdı (Berkes, 1988: 511).

Kemalist reformların dinin konumuna ilişkin olarak başlangıçta ne gibi bir projeye
sahip olduğunu bugünün perspektiflerine bağlı kalarak açıklamak güçtür. Çünkü yeni bir
meşruiyet ve referans alanı olarak Kemalizmin temel değerleri, onun sağ ve sol eğilimler kadar
dinî ve din karşıtı eğilimler tarafından da çarpık bir şekilde algılanmasına yol açmıştır. Kemalist
projenin din konusundaki kaynaklarını bugün objektif olarak ele alabilmenin yolları giderek
kapanmaktadır. Öte yandan radikal sekülarizmin araçları, iktidarla desteklenip öncelendikçe
sosyolojik anlamda kurumsallaşmakta, kurumsallaştıkça da mutlak egemenliğini deklare
etmektedir. Bu yolla iktidara ulaşmayı başardığında da söz konusu mücadele sonsuz bir ivme
kazanmaktadır. Öyle ki artık dinle mücadele giderek iktidar olabilmenin bir payandası
olmaktadır (Birtek, 1998: 180). Bunun sonucu olarak Kemalist projenin, gelenekselden dine
kalan sınırlı yapıyla rekabet edecek bir strateji geliştirme çabası içinde olduğunu görüyoruz
(Mardin, 1991: 213-237).

Tanzimat'la birlikte Osmanlı toplumsal yapısında belirginleşen arayışlar içinde


Batılılaşma işlevsel olarak gündelik siyasetlerin başında yer almıştır. Bu süreç içinde günümüze
kadar devam edecek şekilde dinin konumu, dine tanınan statü, dinden kaynaklanan statü, rol ve
göstergelerin meşruiyetlerine ilişkin yeni belirleme ve tanımlamalar ilginç bir dönüşüm içinde
merkezileşmiştir. Artık Türkiye, kozmik olanla maddi olanın, dinî olanla din dışı olanın
neredeyse yarışarak kesiştiği bir alan olarak emsalsiz, bir başka gerçekliğe tekabül etmeyen
yalıtılmışlığı yaşamaktadır. Bu dönüşümün sadece terminolojik düzeyde olmadığı, sosyal
dönüşümün değişik veçheleriyle gündeme geldiği açıkça görülmektedir.

Bu nedenle modern Türkiye'nin laiklik anlayışını genelde din kavramına tanınan yeni
anlamları içinde ele almak gerekir. Söz konusu olan artık dinle devletin ayrılması şeklinde
yapılabilecek bir tanımlamayla sınırlandırılamaz. Burada hem din hem de devlet içerik
açısından yeniden kodlanmıştır. Türkiye'de laiklik, toplumsal oluşumun değil, Batılılaşmanın
bir gereği olarak algılanmış ve bu nedenle de yaşamsal nitelikte görülmüştür (Köktaş, 1997:
278). Birey ve toplumun gerçeklik dünyasına ilişkin temalar din açısından sınırlandırılmakla
kalmamış, özellikle dinin temel argümanları hakkında yeni birtakım düzenlemelere gidilmiştir.
Öte yandan dine ilgi duyanların da bu süreçte denge ve niteliklerini zamanla değiştirmek
durumunda kalmalarına rağmen yine de birden fazla kimliği ve yaklaşımı taşımaları söz konusu
olmuştur (Halliday, 1998: 139).

Laiklik ve sekülerliğin Türkiye örneğindeki tarihi henüz tamamlanmamıştır. Süreç


devam etmekte, din ve devletin sınırlarında ortaya çıkan her kargaşa ve kaos tarihsel
hareketliliği yeniden başlatmaktadır. Belki de Kemalizm kendi kuruluş bağlamını aşması için
radikal bir sekülarizme açıkca ihtiyaç duymuştu. Artık bugün Cumhuriyet'in radikal din
mücadelesini de aşması gerektiğini düşünebiliriz. Aksi takdirde doğuş "mobilizasyon"unun onu
amaçlarından saptıracak süreçlerin girdabına kaptırabilmesi söz konusu olabilir (Birtek, 1998:
179).

Ne var ki bugün din verili haliyle kamusal hayattan çekilmek ve görünürlük sahibi
olduğu alanlarda ise yeniden dizayn edilerek gözden geçirilmek durumundadır. Onun Tanrısala
mahsus sayılan düzenlemeleri, baskın bir laik söylem ve göstergeleri karşısında insani bir katkı
ve etkinin sınırlandırmalarına maruz bırakılmaktadır. Bu bağlamda dinin gündelik hayatın birey
ve toplum katmanlarındaki izdüşüm ve etkileri kategorik ayrışmalar temelinde farklılaşmakta,
bu vesileyle siyasi, dini ve entellektüel düzeyde problemlerin ortaya çıktığı görülmektedir.

Halk ve seçkinler düzeyinde farklılaşan dini anlayış ve yaklaşımlar bir modernlik


argümanı içinde dinselliğin modernleşmesini gündeme getirmektedir (Göle, 1998: 91).
Modernliğin devlet/iktidar resmiyeti içinde din ve ona bağlı alanlar üzerindeki etkisi sadece
bilgi düzeyindeki sorunları değil, sosyal hayattaki birtakım kırılma ve hassasiyetleri de
çoğaltmaktadır.

Gelenekselde var olan dinselliğin modern olanla birlikte değişime uğradığı


görülmektedir. Ancak bu durum dinin yok oluşu, ya da geri çekilişi şeklinde değerlendirilemez.
Genel öngörüler içinde din, sanayi öncesi toplumsal yapıları yansıtan ve buna bağlı yaşam
tarzlarını formüle eden bir olgu olarak değerlendirilmekteyse de aslında bu yorumlama kendi
bağlamında detaylı bir temellendirmeye ihtiyaç duymaktadır: Toplumsal değişim modernlik
stratejisi içinde gerçekleştikçe din de artık bu öngörü temelinde giderek işlevsiz bir konuma
sürüklenecektir. Yani bilim dini devre dışı bırakacaktır. Halbuki din inananları aracılığıyla
kendi alan ve sınırlarını yeniden kurmakta, modern tahayyülü zorlayacak şekilde yeni bir
referans aygıtı olarak gündeme gelmektedir. Dinin yeniden dönüşü, Tanrı'nın intikamı ya da
dinin denetim gücünün artması gibi adlandırmalara konu olacak bir gelişme trendi içinde din,
kendisini adeta yeniden var kılmaktadır. Burada söz konusu fenomenolojik gelişmenin kozmik
ya da metafizik anlamlarından çok toplumsal hayatta görülen çözülmelerini ele almak
gerekmektedir.

Geleneksel olanda tali ya da istisnai bir fenomen olarak gerekli ağırlığa sahip olamayan
sıradan kimi ritüellerin bile modern olanda güçlenme eğilimi gösterdiği, hatta bu tipik
davranışların yeni tanımlanmış din alanı içinde yeniden belirginleştiği görülmektedir. Bu
bağlamda ortaya çıkan dinî yapılanmalar şaşırtıcı bir şekilde tarihsel ilerleme, maddi gelişme,
milliyeti ön plana çıkarma, tarihe dayalı bir meşruiyet ve demokratik egemenlik gibi
modernliğin temel argümanlarını da dönüştürerek kullanmaktadır. Aslında modernleşme
arayışlarının dinle kendi arasındaki gerilimi aşmadan geçerli meşruiyete ulaşamadığı açıktır.
Başlangıçtan beri din ve modernlik arasında teknolojiden ahlaka kadar çeşitli biçimlerde
gerçekleşen sentezleme girişimleri içinde hatırlanan ilişkiler toplumsal bağlamda sürekli olarak
yenilenmektedir. Hatta bu ilişkiler içinde farklı türlerden birçok popüler eğilimin karmaşık
biçimlerde etkileşmelere yol açması söz konusudur. Bugün taleplerini din eksenli politikalar
eşliğinde sürdürme azminde olan siyasi yapıların bile din ve modernlik arasında ilginç
korelasyonlar kurmakta ısrarlı olduklarını görmek mümkündür. Ancak bu birleştirme çabasında
bile zihinsel bir dönüşümün gerçekleştiğini görüyoruz. Tekrarlamak gerekirse geleneksel
olanda hayatın tamamını kuşatma iddiasına sahip olan bir bütünsellikten yani dinden söz etmek
mümkünken, şimdilerde din ve... diye başlayan birbirinden açıkça ayrışmış kategorilerden söz
etmek mümkündür. Öyle ki din ve bilim, din ve laiklik, din ve dünya gibi karşılaştırmalar içinde
gündeme gelen korelasyonlar son tahlilde dindarların bile bu ayrışmayı zihinsel olarak kabul
ettiklerini göstermektedir. Artık bu yapılanmanın modernlik argümanını içselleştiren bir
bünyede açıkça seslendirilebilmesi söz konusudur. Özellikle toplumun işleyiş tarzını yapısal
açıdan mühendis yaklaşımları içinde ele alanların bu bütünleşmedeki vurguyu daha çok laiklik
lehinde bir gelişme ve atıf olarak keşfetme konusunda yeteneksiz oldukları görülmektedir.
Aslında mevcut profan değerler karşısında dinde gözlemlenen bu değişimin yeni bir fenomen
olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Nihayet din modernlik formunda yeniden ama farklı bir
boyutta tanımlanarak işlevsel kılınmaktadır.

O halde modernleşme sürecini kapsamlı bir devamlılık içinde sürdüren Türkiye'de de


din, kamusal alanda fonksiyonlarını geleneksel anlamda icra edememekte, varoluşunu ancak
modernleşerek mümkün kılabilmektedir. Siyasal düzlemde dinsel talepler kendisini modernlik
argümanının sınırları içinde yeniden üreterek bir meşruiyet arayışına girmektedir. Bu arayış
karşılıklı olarak değişim ve zayıflamayı gerektirmektedir. Sonuçta rekabet, işbirliği ve çatışma
alanları müslüman yaşamının en önemli göstergeleri arasında yer almakta, bu göstergeler,
rafine bir oluşumun doğmasına yol açmaktadır (Esposito, Voll, 1998: 8; Sezen, 1993: 296).

Laiklik ve daha somut düzeyde dünyevileşmenin teknik bir karşılığı olarak sekülerlik
yanlıları, Türkiye özelinde dini karşılıklı gerilim ve uzlaşma talepleri içinde ya da bireysel ve
duygusal bir sınırda görmek istemiştir. Böylece tanımı içinde kapsamlı olarak yer alması
gereken özelliklerinin hatırlanışı genellikle olumsuz bir istek olarak algılanmış ve dışlanmıştır.
Din böylece artık yeniden tanımlanmış bir ibadet alanına ve yerel ahlakın sınırlarına çekilmiştir.
Dinselliğin farkedilen bu dönüşümü (Ünal, 1997: 8) göstergeleri daha çok din ve siyaset
ilişkileri etrafında olmak üzere kendini somutlaştırmıştır (Günay ve diğ.: 1997: 109-156). Din
ve devlet farklılaşmasının laiklik temelinde ortaya çıkan bu görüntülerine rağmen yine de dinsel
organizasyonların hangi gerekçelerle devlet tekelinde ancak bir meşruiyet bulabildiklerine
ilişkin eleştirel yaklaşımlar zaman zaman söz konusu olmaktadır ki bu uygulamalar da son
tahlilde Cumhuriyet'in girdapları sayılabilecek kimi dokunulmazlıkların (Birtek, 1998: 180)
sürekli olarak tartışılmasını gerektirmektedir.

Bütün bu gerilim, uzlaşı ve kopuşma eğilimleri içinde acaba bireysel ve toplumsal


düzlemde dinin referans gücünü nasıl algılamalıyız? Bu algılama hangi görme biçiminin bir
yansıması olarak değerlendirilmelidir? Bu bağlamda dinin konumu nasıl değişmektedir?

80'li yılllarla birlikte bütün dünyada gözlemlenen ve genellikle dine dönüş ya da dini
hatırlama şeklinde tanımlanan gelişmeler içinde gündeme gelen dinin yeni nitelikleri, boyut ve
göstergeleri bugün pek çok sosyal bilimcinin gündeminde yer almaktadır. Bu yaklaşımlara göre
geniş coğrafya, tarih, kültür, öğreti ve deneyim farklılıklarına rağmen, bütün dünyada giderek
artan sayıda insan, yabanileşen ya da denetimden çıkan bir moderniteyle düş kırıklığına uğramış
ve bu yeni süreci eleştirmeye başlamıştır. Sosyal bilimciler dünyanın bütün başlıca dinlerde,
marjinal dini örgütlenmelerin yanısıra belli başlı siyasi örgütlerinde de yansımasını bulan dinsel
tema ve sorunların yeniden öne çıkışına tanık olmaktadırlar. Bilindiği gibi çok sayıda
müslümanın verili süreç içinde gerek kültür ikileşmesi, statü kaybı ve düzene yabancılaşmaktan
gerekse Batılı entellektüel tutumların aşındırmasından dolayı kendi kimliklerini kaybetme
tehlikesi içinde oldukları duygusuna kapılmaları onları başka toplumsal çalkantı ve kargaşaları
da bu türden yabancılaşma faktörlerine bağlanmalarına yol açmıştır. Sosyal bilimciler
tarafından, sesleri ve adlarının çokluğuyla dikkat çeken bu dışavurumlar köktendinci, reformist,
devrimci ya da kurtuluş hareketleri olarak nitelendirilmekte, bu gözlemcilerin ideolojik ve
siyasal duruş noktalarına bağlı olarak, yeni birtakım tipolojiler üretilmeye çalışılmaktadır.
Sosyal bilimciler, daha çok, kimlik, anlam ve değer, bu bağlamda aile ve cemaat değerleri,
siyasal katılım ve toplumsal adalet gibi sorunlarla ilgilenen söz konusu hareketlerin (Esposito,
Voll, 1998: 278; Yücekök, 1997: 31; Watt, 1997: 97) dine yaptıkları atıfların bilançosuna, ya
da dinin yüksek meşruiyet frekansına ve reform gücündeki farklılaşmalarına gereken dikkati
göstermedikleri görülmektedir. Oysa bir şeyi referans olarak vermek, bir otoritenin onayına ya
da desteğine ihtiyaç duymak çoğunlukla bir karşılıklılığı ve ortaklığı ima etmektedir. Çünkü
ortak bir zemin içinde kabul edilebilir bir referans eşiğinde buluşmak, meşruiyet tekelinin ilginç
boyut ve göstergelerini öne çıkarmaktadır. Çünkü artık inanan kişinin nihai doğruyla ilgili
kaygılarını dinin kitabi biçimlerine artan ilgisiyle karşıladığına olan inanç yaygınlaşmaktadır
(Özdalga, 1998: 115). Aslında dinin Türkiye özelinde itibarlı mevkii ve kendinden menkul
sosyal ve siyasal davranışları etkileme ve örgütleme başarısı, onun bir güç ve hatta toplumun
yumuşak karnı/referans noktası olarak kabul edilmesine yol açmaktadır. Böylece din bazen
daha yaygın bir biçimde politik araç ve örgütlenmenin kanalı olurken bazen de istismar ve
provakasyonlarn hazır imkanı olarak kullanılmaktan kurtulamamaktadır.

Modernleşen Türkiye'nin din konusunu laiklik ve daha ileri düzeyde gündelik hayatın
dünyevileştirilmesi bağlamında ele alan stratejisi, belli anlam kaymalarından ve yeni durumlar
içinde biçimlenen farklı dinsel taleplerin ortaya çıkardığı sorunlardan bağımsız olarak işleme
yanlısıdır. Esasen dinin Türk toplumu üzerindeki etkisi geleneksel olarak laiklik temelinde ele
alınmış ve gerek siyasi bilimler literatüründe gerekse kamuoyunda din öncelikli olarak değerler
sistemini değiştirmeye yönelik olarak Atatürk ilkeleri açısından ilericilik-gericilik
tanımlamalarının temelini oluşturacak şekilde yeniden kodlanmıştır (Toprak, ts. 387).

Dinin Türkiye'nin verili tarihi içindeki işlevsel konumunda dindar bireyin


yaklaşımlarını belirleme konusundaki referans işlevi bugün için açık bir tartışma alanı
yaratacak niteliktedir. Yaygın Hıristiyan zihniyetinde kişinin hem cinslerine gündelik hayatın
bütünleşmiş bir parçası olarak özel ilgi göstermesinden ayrı olarak, dindarlığın, kilise
seremonileri çerçevesinde yapılan katılım ve ayinler dışında hiçbir dışsal belirtisi yokken
İslâmiyet çerçevesinde bunun daha somut görüntülerine sürekli olarak tanık olması
mümkündür. Bu bağlamda modernleşen Türkiye'nin, dindarlığı tanımlayan türü giderek Batılı
anlamdaki örüntüye yakın hale gelmiştir. Sözgelimi kişi artık, sokakta yürüyen rasgele birinin
güçlü bir mümin olup olmadığını söylemekte zorlanmakta ya da buna açıkçası ihtiyaç
duymamaktadır. Bu nedenle yeni bir dini anlayışa duydukları ilgi, yöneticileri dini
uygulamalarda bir reformasyon programı uygulamaya bile yöneltmiştir (Özdalga, 1998: 40).

Dinin bağımsız bir etkileyici olarak kitleleri mobilize etmesinden, onun yeniden ama bu kez
birey öncelikli bir strateji içinde üretilmesine kadar (sembolik bütünleştirme, toplumsal kontrol
ve toplumsal yapılandırma) bir dizi değişim ve atıfta bulunma özelliği söz konusu olduğunda,
dinin belli vurgularını sürekli hatırlayan ve bunu ısrarla tekrarlayan bazı eğilimlerin
pekiştirildiği görülecektir. Kuşkusuz bu eğilimler dinsel bir talebi yansıttığı oranda gerçeklik
dünyasıyla da çatışma içine girmeyi göze almak durumunda kalmaktadırlar. Öte yandan bu
gelişmelere paralel olacak şekilde devletin de din karşısındaki tutumunu gelenekselleşen
yaklaşımlarıyla sık sık çelişen bir şekilde yeniden düzenleme ihtiyacı duyduğu hatta bunu
zaman zaman bir ihtiyaç gereği olarak algıyayıp öncülük ettiği görülüyor. Bütün bu girişimlerin
Türkiye'de dinin gerek geleneksel ve gerekse modern formlardaki görünümünü ciddi bir
dönüşüme uğratmaları söz konusu olmakla beraber onun hayatiyetinden hiçbir şey
kaybettirmediğini de vurgulamak gerekir. Nitekim farklı örneklem gruplarından oluşturulan
kategoriler içinde değişik zamanlarda ele alınarak ortaya konan çalışmaların pek çoğunun da
gösterdiği gibi (SİAR, 1985; Köktaş, 1993; Sezen, 1993; Koştaş, 1995; Seufert, 1995;
Arslantürk, 1998) din bağlamında artık çeşitli düzeylerde etkinlik çabasında olan dini/
toplumsal eğilimlerden ve yoğunlaşmalardan bahsetmek mümkün olabilmekte, yanısıra
dinselliğin artışı (Vergin, 1985) şeklinde tanımlanan bir sosyal olgu siyasal kültürün
literatürüne taşınmaktadır. Modern Türkiye'nin toplumsal tarihinde gözlemlenen bu değişim ve
yapılanmalar içinde dinin çerçevesinin genişleyecek bir şekilde farklılaşması gündeme
gelmektedir. Çünkü hayata gereği gibi uyum sağlama konusunda geleneksel İslâmi
yaklaşımların yetmezliği tartışılmaya başlanmıştır (Watt, 1997: 111).

Dindarlık düzeyinde ortaya çıkan tepki ve itirazların baskı altında olma durumu, bazen
de doğal olarak kendi içinde çarpıtılmış algılama biçimlerini üretmektedir. Mitlere dayalı tarih,
"öteki"lere karşı nefret ve şovenizm, her çeşit komplo teorileri, gerçek dışı özgürlüğe kavuşma
fantezilerini doğurmuştur (Fuller, Lesser, 1996: 42; Halliday, 1998: 16). Böylece din farklı
düzeylerdeki inanç ve eylem kalıpları içinde bir referans aygıtı olarak hem resmi hem de
karşıt/muhalif eğilimlerin onayını arzuladıkları bir meşruiyet alanı olmaktadır. Ancak bu
referans kalıplarında özellikli birtakım değişkenlerin de rol oynadığına dikkat etmek gerekir.
Çünkü önemli olan mevcut İslâmi kavram ve yapıların modern ve Batı esinli sosyo-politik
gerçekliklere uyarlanmasıdır ve bu da kendi içinde birtakım biçimlerle ortaya çıkmaktadır
(Esposito, Voll, 1998: 278). Bir yönüyle dine yapılan atıflarla meşrulaşan bu formlar, dinin
daha etkin bir laik katılımın parçası olarak sürekli değişim içinde yeniden kurgulanmasına
gösterilen ilgi ve destekle birleşerek, yeniden gözden geçirilmektedir.

Bu farklılaşma aslında Cumhuriyet'in Türkiye örneğindeki 75 yıllık serüveni içinde


dinsel referans alanlarının sınırlarını, arzuyla gerçeklik arasındaki gelgitleri yansıtacak şekilde
ortaya çıkarmaktadır.

KAYNAKÇA

ARSLANTÜRK, Zeki, Kutsala Dönüş Yeni Toplum Arayışları, İstanbul 1998

BERGER, Peter L., Dinin Sosyal Gerçekliği, Çev. Ali Coşkun, İstanbul 1993

BERKES, Niyazi, Türkiye'de Çağdaşlaşma, İstanbul 1988

BİRTEK, Faruk, "Bir Çağdaşlaşma/Çağdaşlaşamama Projesi: Bir


Deneme", Cogito, Sayı: 15 (Yaz 1998), s. 170-184

ESPOSİTO, John; VOLL, John, İslâmiyet ve Demokrasi, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul
1998

FULLER, Graham E.; LESSER, Ian O., Kuşatılanlar: İslâm ve Batı'nın


Jeopolitiği, Çev. Özden Arıkan, İstanbul 1996

GELLNER, Ernest, Uluslar ve Ulusçuluk, Çev. Büşra Ersanlı Behar, Günay Göksü
Özdoğan, İstanbul 1992

GİDDENS, Antony, Modernliğin Sonuçları, Çev. Ersin Kuşdil, İstanbul 1994

GÖLE, Nilüfer, "Modernleşme Bağlamında İslâmi Kimlik Arayışı", Türkiye'de


Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Ed. Sibel Bozdoğan-Reşat Kasaba, Çev. Nurettin Elhüseyni,
İstanbul 1998, s. 70-81

GÜNAY, Ünver ve diğ., Laiklik, Din ve Türkiye, Ankara 1997

HALLIDAY, Fred. İslâm ve Çatışma Miti, Çev. Umut Özkırımlı, Gülberk


Koç, İstanbul, 1998

KOŞTAŞ, Münir, Üniversite Öğrencilerinde Dine Bakış, Ankara 1995

KÖKTAŞ, M. Emin, Din ve Siyaset -Siyasal Davranış ve Dindarlık- , Ankara 1997

KÖKTAŞ, M. Emin, Türkiye'de Dinî Hayat, İstanbul 1993

MARDİN, Şerif, "2000'e Doğru Kültür ve Din", Çev. Gülşat Aygen Tosun, Türkiye'de
Din ve Siyaset, İstanbul 1991, s. 213-237
ÖZDALGA, Elisabeth, Modern Türkiyede Örtünme Sorunu: Resmi Laiklik ve Popüler
İslâm, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul 1998

POULTON, Hugh, Silindir Şapka Bozkurt ve Hilâl -Türk Ulusçuluğu ve Türkiye


Cumhuriyeti-, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul 1999

SEUFERT, Günter, "Türkiye'de ve Almanya'da Dinin Halk Üzerindeki Etkileri", -


Mukayeseli Bir Çalışma-"Bilgi ve Hikmet, Sayı: 10 (Bahar 1995), s. 64-70

SEZEN, Yümni, Türk Toplumunun Laiklik Anlayışı, İstanbul 1993

SİAR, (Sosyal ve İktisadi Araştırmalar), Dinî Değerler Araştırması, İstanbul 1985

TOPRAK, Binnaz, "Türkiye'de Dinin Denetim İşlevi", Türkiye'de Siyaset: Süreklilik


ve Değişim, Ed. Ersin kalaycıoğlu, Ali Yaşar Sarıbay, İstanbul ts., s. 387-396

ÜNAL, Ahmet Zeki, Dinselliğin Dönüşümü Bağlamında Laiklik ve Sekülerlik -


Modern Türkiye Örneği- Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Van 1997

VERGİN, Nur, "Toplumsal Değişme ve Dinsellikte Artış", Toplum ve Bilim, Sayı:


29/30 (Bahar-Yaz 1985), s. 9-28

VOLL, John Obert, İslâm, Süreklilik ve Değişim, Çev. Cemil Aydın ve diğ. İstanbul
1995

WATT, W. Montgomery, İslâmi Hareketler ve Modernlik, Çev. Turan Koç, İstanbul


1997

YELKEN, Ramazan, Cemaatin Dönüşümü -Geç Modern Dönemler İçin Bir Cemaat
Sosyolojisi-, Ankara 1999

YÜCEKÖK, Ahmet, Dinin Siyasallaşması: Din-Devlet İlişkilerinde Türkiye


Deneyimi, İstanbul 1997

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
--------------

Bu bildiri metni Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından düzenlenen Altıncı Ulusal Sosyal
Bilimler Kongresi'nde (17-19 Kasım 1999, ODTÜ/Ankara) sunulmuştur [Türkiye Günlüğü,
Sayı: 59 (Ocak-Şubat 2000), s. 79-85]
https://www.necdetsubasi.com/calismalar/makale/75-arzular-ve-gercekler

You might also like