Professional Documents
Culture Documents
GÜCÜ- (*)
Necdet Subaşı
Dinin referans gücü ele alınırken bununla gündelik hayat içinde kendisine yapılan
atıflar ve bu yolla elde edilmeye çalışılan meşruiyet kastedilmektedir. Bireysel ve toplumsal
düzeyde gündelik yaşam alanının örgütlenişinden sosyal hayatın organizasyonuna kadar din
olgusunun hem meşrulaştırma hem de strateji belirleme açısından önemi burada söz konusu
edilmektedir.
Dinin referans gücü, gerek birey gerekse toplumun haklılaştırma çabası içinde olduğu
eylemlerini dinle, dini olanla tanımlaması şeklinde açıklanabilir. Aslında yaşam dünyası yoğun
bir içselliği, rutinliği ve aleladeliği içinde taşımaktadır. Aykırı, farklı ve radikal değişim
taleplerinin ötesinde gündelik olanın akışı içindeki gerçeklik dünyası, meşrulaştırılmış bir
hayatı yansıtmaktadır. Bu yansıtmada dinin olumlama gücünü dikkate almak gerekir. Haklılık
ve meşruiyetini dinsel olandan almakla yetinmeyip kendi dünyevi tutum ve davranışlarını da
onunla temellendirme çabası içinde olması, günümüzün hızla değişen toplumsal gerçekliğinde
sosyal bilimcilerin Weber'den beri pek de yabancısı olmadığı bir realiteyi yansıtmaktadır.
Ancak bu bağlamda dinsel olanın tanım ve alanında bir takım değişimlerin varlığına da dikkat
etmek gerekir. Öyle ki gündelik hayatın dönüşümünü bile artık dinsellik bağlamında izlemek
mümkündür. Modern olanın tahakkümü içinde din de yeniden tanımlanarak
biçimlendirilmekte, dolayısıyla "din"in birey ve toplum düzeyindeki tezahürleri de gözden
geçirilmektedir. Burada hem dinin hem de toplumsal yapının karşılıklı değişim ve
farklılaşmasından söz etmek mümkün görünmektedir.
Bu sorunu modernleşen Türkiye'nin ürettiği anlam dünyası içinde ele almanın birkaç
göstergesinden söz etmek mümkündür: Türkiye'nin Tanzimat'tan itibaren içinde yer alma
azminde olduğu Batılı değer ve zihniyet yapıları ve yine giderek açık bir bütünsellik arzeden
sekülerleşme projesi içindeki dalgalanmalar ve bu sarsıntıların seyrini takip etmek üzere ortaya
konan stratejiler bir anlamda hem dinin değişen yönlerini keşfetmeyi hem de Türk toplumunun
farklılaşan tahayyül, tutku ve arzularını, sonuç olarak da yeni referans kalıplarını görmeyi
mümkün kılacaktır. Bu bağlamda modernleşmenin, istenilen tarz ve formda yürütülebilmesi
için öncelikle değerlerde devrim yapılması gerekmiştir. Nitekim bu alanda yapılan devrimlerin
de dinsel inançlar ve kültürel eğilimler açısından kitlelerin kimliğini derinden etkilemesi
kaçınılmazdı (Berkes, 1988: 511).
Kemalist reformların dinin konumuna ilişkin olarak başlangıçta ne gibi bir projeye
sahip olduğunu bugünün perspektiflerine bağlı kalarak açıklamak güçtür. Çünkü yeni bir
meşruiyet ve referans alanı olarak Kemalizmin temel değerleri, onun sağ ve sol eğilimler kadar
dinî ve din karşıtı eğilimler tarafından da çarpık bir şekilde algılanmasına yol açmıştır. Kemalist
projenin din konusundaki kaynaklarını bugün objektif olarak ele alabilmenin yolları giderek
kapanmaktadır. Öte yandan radikal sekülarizmin araçları, iktidarla desteklenip öncelendikçe
sosyolojik anlamda kurumsallaşmakta, kurumsallaştıkça da mutlak egemenliğini deklare
etmektedir. Bu yolla iktidara ulaşmayı başardığında da söz konusu mücadele sonsuz bir ivme
kazanmaktadır. Öyle ki artık dinle mücadele giderek iktidar olabilmenin bir payandası
olmaktadır (Birtek, 1998: 180). Bunun sonucu olarak Kemalist projenin, gelenekselden dine
kalan sınırlı yapıyla rekabet edecek bir strateji geliştirme çabası içinde olduğunu görüyoruz
(Mardin, 1991: 213-237).
Bu nedenle modern Türkiye'nin laiklik anlayışını genelde din kavramına tanınan yeni
anlamları içinde ele almak gerekir. Söz konusu olan artık dinle devletin ayrılması şeklinde
yapılabilecek bir tanımlamayla sınırlandırılamaz. Burada hem din hem de devlet içerik
açısından yeniden kodlanmıştır. Türkiye'de laiklik, toplumsal oluşumun değil, Batılılaşmanın
bir gereği olarak algılanmış ve bu nedenle de yaşamsal nitelikte görülmüştür (Köktaş, 1997:
278). Birey ve toplumun gerçeklik dünyasına ilişkin temalar din açısından sınırlandırılmakla
kalmamış, özellikle dinin temel argümanları hakkında yeni birtakım düzenlemelere gidilmiştir.
Öte yandan dine ilgi duyanların da bu süreçte denge ve niteliklerini zamanla değiştirmek
durumunda kalmalarına rağmen yine de birden fazla kimliği ve yaklaşımı taşımaları söz konusu
olmuştur (Halliday, 1998: 139).
Ne var ki bugün din verili haliyle kamusal hayattan çekilmek ve görünürlük sahibi
olduğu alanlarda ise yeniden dizayn edilerek gözden geçirilmek durumundadır. Onun Tanrısala
mahsus sayılan düzenlemeleri, baskın bir laik söylem ve göstergeleri karşısında insani bir katkı
ve etkinin sınırlandırmalarına maruz bırakılmaktadır. Bu bağlamda dinin gündelik hayatın birey
ve toplum katmanlarındaki izdüşüm ve etkileri kategorik ayrışmalar temelinde farklılaşmakta,
bu vesileyle siyasi, dini ve entellektüel düzeyde problemlerin ortaya çıktığı görülmektedir.
Geleneksel olanda tali ya da istisnai bir fenomen olarak gerekli ağırlığa sahip olamayan
sıradan kimi ritüellerin bile modern olanda güçlenme eğilimi gösterdiği, hatta bu tipik
davranışların yeni tanımlanmış din alanı içinde yeniden belirginleştiği görülmektedir. Bu
bağlamda ortaya çıkan dinî yapılanmalar şaşırtıcı bir şekilde tarihsel ilerleme, maddi gelişme,
milliyeti ön plana çıkarma, tarihe dayalı bir meşruiyet ve demokratik egemenlik gibi
modernliğin temel argümanlarını da dönüştürerek kullanmaktadır. Aslında modernleşme
arayışlarının dinle kendi arasındaki gerilimi aşmadan geçerli meşruiyete ulaşamadığı açıktır.
Başlangıçtan beri din ve modernlik arasında teknolojiden ahlaka kadar çeşitli biçimlerde
gerçekleşen sentezleme girişimleri içinde hatırlanan ilişkiler toplumsal bağlamda sürekli olarak
yenilenmektedir. Hatta bu ilişkiler içinde farklı türlerden birçok popüler eğilimin karmaşık
biçimlerde etkileşmelere yol açması söz konusudur. Bugün taleplerini din eksenli politikalar
eşliğinde sürdürme azminde olan siyasi yapıların bile din ve modernlik arasında ilginç
korelasyonlar kurmakta ısrarlı olduklarını görmek mümkündür. Ancak bu birleştirme çabasında
bile zihinsel bir dönüşümün gerçekleştiğini görüyoruz. Tekrarlamak gerekirse geleneksel
olanda hayatın tamamını kuşatma iddiasına sahip olan bir bütünsellikten yani dinden söz etmek
mümkünken, şimdilerde din ve... diye başlayan birbirinden açıkça ayrışmış kategorilerden söz
etmek mümkündür. Öyle ki din ve bilim, din ve laiklik, din ve dünya gibi karşılaştırmalar içinde
gündeme gelen korelasyonlar son tahlilde dindarların bile bu ayrışmayı zihinsel olarak kabul
ettiklerini göstermektedir. Artık bu yapılanmanın modernlik argümanını içselleştiren bir
bünyede açıkça seslendirilebilmesi söz konusudur. Özellikle toplumun işleyiş tarzını yapısal
açıdan mühendis yaklaşımları içinde ele alanların bu bütünleşmedeki vurguyu daha çok laiklik
lehinde bir gelişme ve atıf olarak keşfetme konusunda yeteneksiz oldukları görülmektedir.
Aslında mevcut profan değerler karşısında dinde gözlemlenen bu değişimin yeni bir fenomen
olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Nihayet din modernlik formunda yeniden ama farklı bir
boyutta tanımlanarak işlevsel kılınmaktadır.
Laiklik ve daha somut düzeyde dünyevileşmenin teknik bir karşılığı olarak sekülerlik
yanlıları, Türkiye özelinde dini karşılıklı gerilim ve uzlaşma talepleri içinde ya da bireysel ve
duygusal bir sınırda görmek istemiştir. Böylece tanımı içinde kapsamlı olarak yer alması
gereken özelliklerinin hatırlanışı genellikle olumsuz bir istek olarak algılanmış ve dışlanmıştır.
Din böylece artık yeniden tanımlanmış bir ibadet alanına ve yerel ahlakın sınırlarına çekilmiştir.
Dinselliğin farkedilen bu dönüşümü (Ünal, 1997: 8) göstergeleri daha çok din ve siyaset
ilişkileri etrafında olmak üzere kendini somutlaştırmıştır (Günay ve diğ.: 1997: 109-156). Din
ve devlet farklılaşmasının laiklik temelinde ortaya çıkan bu görüntülerine rağmen yine de dinsel
organizasyonların hangi gerekçelerle devlet tekelinde ancak bir meşruiyet bulabildiklerine
ilişkin eleştirel yaklaşımlar zaman zaman söz konusu olmaktadır ki bu uygulamalar da son
tahlilde Cumhuriyet'in girdapları sayılabilecek kimi dokunulmazlıkların (Birtek, 1998: 180)
sürekli olarak tartışılmasını gerektirmektedir.
80'li yılllarla birlikte bütün dünyada gözlemlenen ve genellikle dine dönüş ya da dini
hatırlama şeklinde tanımlanan gelişmeler içinde gündeme gelen dinin yeni nitelikleri, boyut ve
göstergeleri bugün pek çok sosyal bilimcinin gündeminde yer almaktadır. Bu yaklaşımlara göre
geniş coğrafya, tarih, kültür, öğreti ve deneyim farklılıklarına rağmen, bütün dünyada giderek
artan sayıda insan, yabanileşen ya da denetimden çıkan bir moderniteyle düş kırıklığına uğramış
ve bu yeni süreci eleştirmeye başlamıştır. Sosyal bilimciler dünyanın bütün başlıca dinlerde,
marjinal dini örgütlenmelerin yanısıra belli başlı siyasi örgütlerinde de yansımasını bulan dinsel
tema ve sorunların yeniden öne çıkışına tanık olmaktadırlar. Bilindiği gibi çok sayıda
müslümanın verili süreç içinde gerek kültür ikileşmesi, statü kaybı ve düzene yabancılaşmaktan
gerekse Batılı entellektüel tutumların aşındırmasından dolayı kendi kimliklerini kaybetme
tehlikesi içinde oldukları duygusuna kapılmaları onları başka toplumsal çalkantı ve kargaşaları
da bu türden yabancılaşma faktörlerine bağlanmalarına yol açmıştır. Sosyal bilimciler
tarafından, sesleri ve adlarının çokluğuyla dikkat çeken bu dışavurumlar köktendinci, reformist,
devrimci ya da kurtuluş hareketleri olarak nitelendirilmekte, bu gözlemcilerin ideolojik ve
siyasal duruş noktalarına bağlı olarak, yeni birtakım tipolojiler üretilmeye çalışılmaktadır.
Sosyal bilimciler, daha çok, kimlik, anlam ve değer, bu bağlamda aile ve cemaat değerleri,
siyasal katılım ve toplumsal adalet gibi sorunlarla ilgilenen söz konusu hareketlerin (Esposito,
Voll, 1998: 278; Yücekök, 1997: 31; Watt, 1997: 97) dine yaptıkları atıfların bilançosuna, ya
da dinin yüksek meşruiyet frekansına ve reform gücündeki farklılaşmalarına gereken dikkati
göstermedikleri görülmektedir. Oysa bir şeyi referans olarak vermek, bir otoritenin onayına ya
da desteğine ihtiyaç duymak çoğunlukla bir karşılıklılığı ve ortaklığı ima etmektedir. Çünkü
ortak bir zemin içinde kabul edilebilir bir referans eşiğinde buluşmak, meşruiyet tekelinin ilginç
boyut ve göstergelerini öne çıkarmaktadır. Çünkü artık inanan kişinin nihai doğruyla ilgili
kaygılarını dinin kitabi biçimlerine artan ilgisiyle karşıladığına olan inanç yaygınlaşmaktadır
(Özdalga, 1998: 115). Aslında dinin Türkiye özelinde itibarlı mevkii ve kendinden menkul
sosyal ve siyasal davranışları etkileme ve örgütleme başarısı, onun bir güç ve hatta toplumun
yumuşak karnı/referans noktası olarak kabul edilmesine yol açmaktadır. Böylece din bazen
daha yaygın bir biçimde politik araç ve örgütlenmenin kanalı olurken bazen de istismar ve
provakasyonlarn hazır imkanı olarak kullanılmaktan kurtulamamaktadır.
Modernleşen Türkiye'nin din konusunu laiklik ve daha ileri düzeyde gündelik hayatın
dünyevileştirilmesi bağlamında ele alan stratejisi, belli anlam kaymalarından ve yeni durumlar
içinde biçimlenen farklı dinsel taleplerin ortaya çıkardığı sorunlardan bağımsız olarak işleme
yanlısıdır. Esasen dinin Türk toplumu üzerindeki etkisi geleneksel olarak laiklik temelinde ele
alınmış ve gerek siyasi bilimler literatüründe gerekse kamuoyunda din öncelikli olarak değerler
sistemini değiştirmeye yönelik olarak Atatürk ilkeleri açısından ilericilik-gericilik
tanımlamalarının temelini oluşturacak şekilde yeniden kodlanmıştır (Toprak, ts. 387).
Dinin bağımsız bir etkileyici olarak kitleleri mobilize etmesinden, onun yeniden ama bu kez
birey öncelikli bir strateji içinde üretilmesine kadar (sembolik bütünleştirme, toplumsal kontrol
ve toplumsal yapılandırma) bir dizi değişim ve atıfta bulunma özelliği söz konusu olduğunda,
dinin belli vurgularını sürekli hatırlayan ve bunu ısrarla tekrarlayan bazı eğilimlerin
pekiştirildiği görülecektir. Kuşkusuz bu eğilimler dinsel bir talebi yansıttığı oranda gerçeklik
dünyasıyla da çatışma içine girmeyi göze almak durumunda kalmaktadırlar. Öte yandan bu
gelişmelere paralel olacak şekilde devletin de din karşısındaki tutumunu gelenekselleşen
yaklaşımlarıyla sık sık çelişen bir şekilde yeniden düzenleme ihtiyacı duyduğu hatta bunu
zaman zaman bir ihtiyaç gereği olarak algıyayıp öncülük ettiği görülüyor. Bütün bu girişimlerin
Türkiye'de dinin gerek geleneksel ve gerekse modern formlardaki görünümünü ciddi bir
dönüşüme uğratmaları söz konusu olmakla beraber onun hayatiyetinden hiçbir şey
kaybettirmediğini de vurgulamak gerekir. Nitekim farklı örneklem gruplarından oluşturulan
kategoriler içinde değişik zamanlarda ele alınarak ortaya konan çalışmaların pek çoğunun da
gösterdiği gibi (SİAR, 1985; Köktaş, 1993; Sezen, 1993; Koştaş, 1995; Seufert, 1995;
Arslantürk, 1998) din bağlamında artık çeşitli düzeylerde etkinlik çabasında olan dini/
toplumsal eğilimlerden ve yoğunlaşmalardan bahsetmek mümkün olabilmekte, yanısıra
dinselliğin artışı (Vergin, 1985) şeklinde tanımlanan bir sosyal olgu siyasal kültürün
literatürüne taşınmaktadır. Modern Türkiye'nin toplumsal tarihinde gözlemlenen bu değişim ve
yapılanmalar içinde dinin çerçevesinin genişleyecek bir şekilde farklılaşması gündeme
gelmektedir. Çünkü hayata gereği gibi uyum sağlama konusunda geleneksel İslâmi
yaklaşımların yetmezliği tartışılmaya başlanmıştır (Watt, 1997: 111).
Dindarlık düzeyinde ortaya çıkan tepki ve itirazların baskı altında olma durumu, bazen
de doğal olarak kendi içinde çarpıtılmış algılama biçimlerini üretmektedir. Mitlere dayalı tarih,
"öteki"lere karşı nefret ve şovenizm, her çeşit komplo teorileri, gerçek dışı özgürlüğe kavuşma
fantezilerini doğurmuştur (Fuller, Lesser, 1996: 42; Halliday, 1998: 16). Böylece din farklı
düzeylerdeki inanç ve eylem kalıpları içinde bir referans aygıtı olarak hem resmi hem de
karşıt/muhalif eğilimlerin onayını arzuladıkları bir meşruiyet alanı olmaktadır. Ancak bu
referans kalıplarında özellikli birtakım değişkenlerin de rol oynadığına dikkat etmek gerekir.
Çünkü önemli olan mevcut İslâmi kavram ve yapıların modern ve Batı esinli sosyo-politik
gerçekliklere uyarlanmasıdır ve bu da kendi içinde birtakım biçimlerle ortaya çıkmaktadır
(Esposito, Voll, 1998: 278). Bir yönüyle dine yapılan atıflarla meşrulaşan bu formlar, dinin
daha etkin bir laik katılımın parçası olarak sürekli değişim içinde yeniden kurgulanmasına
gösterilen ilgi ve destekle birleşerek, yeniden gözden geçirilmektedir.
KAYNAKÇA
BERGER, Peter L., Dinin Sosyal Gerçekliği, Çev. Ali Coşkun, İstanbul 1993
ESPOSİTO, John; VOLL, John, İslâmiyet ve Demokrasi, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul
1998
GELLNER, Ernest, Uluslar ve Ulusçuluk, Çev. Büşra Ersanlı Behar, Günay Göksü
Özdoğan, İstanbul 1992
MARDİN, Şerif, "2000'e Doğru Kültür ve Din", Çev. Gülşat Aygen Tosun, Türkiye'de
Din ve Siyaset, İstanbul 1991, s. 213-237
ÖZDALGA, Elisabeth, Modern Türkiyede Örtünme Sorunu: Resmi Laiklik ve Popüler
İslâm, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul 1998
VOLL, John Obert, İslâm, Süreklilik ve Değişim, Çev. Cemil Aydın ve diğ. İstanbul
1995
YELKEN, Ramazan, Cemaatin Dönüşümü -Geç Modern Dönemler İçin Bir Cemaat
Sosyolojisi-, Ankara 1999
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
--------------
Bu bildiri metni Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından düzenlenen Altıncı Ulusal Sosyal
Bilimler Kongresi'nde (17-19 Kasım 1999, ODTÜ/Ankara) sunulmuştur [Türkiye Günlüğü,
Sayı: 59 (Ocak-Şubat 2000), s. 79-85]
https://www.necdetsubasi.com/calismalar/makale/75-arzular-ve-gercekler