You are on page 1of 50

T.C.

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

TARİH A.B.D.

Yeni Başkentinde Bizans

Nea Roma
Constantinople
İbrahim Sağlam
10.06.2013
NEA ROMA

CONSTANTİNOPLE

"C'est Byzance", yani "Bizans gibi" diye söyleyen Fransızlar ihtişamı bu sözle ifade
ederlerdi. Bizans tarihteki en önemli ve en uzun sürmüş imparatorluklardan biri, akla ilk
getirdiği de bugün bile görkemini koruyan İstanbul’dur. i.ö. 660 yıllarında şehrin ilk ku-
rucusu olan Kral Byzas’tan ismini alan Byzantion bölgesi üzerinde kurulan kent Efsanevi
bir tradisyona bağlıdır.

İstanbul'un kuruluş öykülerinin çoğu, günümüzden 2700 yıl öncelerinde başlar. Bu ta-
rihlerde Megaralılar, İstanbul'da Byzantion adında bir koloni kenti kurmuşlardı.
Byzantion'un kurulmasıyla başlayan büyük kent serüveni, Hellenistik, Roma, Bizans ve
Osmanlı dönemlerinden günümüze dek süre gelmiştir. O dönemlerde bugünkü İstanbul'un
yerinde üç ayrı kent vardı: İlk kent, Kadıköy'de kurulan ve "Körler ülkesi" olarak anılan
Kalkhedon; ikinci kent, Eminönü ve Fatih ilçelerinin bulunduğu "Tarihi Yarımada" ola-
rak bilinen alanda kurulan Byzantion'dur. Üçüncü kent ise, İstanbul'un dışında bugünkü
Silivri ilçesi sınırları içinde kalan Selymbria idi.

Argos kralının kızı Io, kentteki Hera Ta-


pınağı'nın rahibesidir. Tanrılar tanrısı Zeus
bir gün Io'yu görür ve ona aşık olur. Zeus'un
karısı olan Tanrıça Hera, kocasının kendisi-
ni aldattığını anlayınca çok sinirlenir. Zeus,
Io'yu karısının gazabından korumak için
onu inek biçimine sokar. Hera buna kanmaz
ve ineği alıp başına da bin gözlü dev
Argos'u nöbetçi bırakır. Buna karşılık Zeus
da, Hermes'i gönderir ve devi öldürtür. Hera
bu kez Io'nun peşine bir at sineği salar. Si-
neğin ısırıklarından canı çok yanan zavallı
Io, İstanbul Boğazı'nı aşarak Anadolu yaka-
sına kaçar. İşte bu öyküden dolayı İstanbul
Boğazı, "İnek Geçidi" anlamına gelen
"Bosporos" adını almıştır. Io, "Altın Boynuz" olarak anılan Haliç'i aşar ve bir çocuk do-
ğurur. Bebeğinin adını Keroessa koyar. Keroessa büyür ve günün birinde, denizler tanrısı
Poseidon'dan Byzas adında bir oğul dünyaya getirir. Byzas büyüdüğünde, annesinin ken-
disini doğurduğu yerde bir kent kurar. Kent, kurucusunun adını alır ve Byzantion olarak
anılır. Gerçekte, Megaralıların komutanı olan Byzas, Byzantion'un Roma İmparatorluk
Dönemi sikkelerinin ön yüzünde miğferli ve sakallı olarak resmedilmiştir. Bu paraların
arka kısmında görülen gemi ise Byzas'ı Megara'dan Byzantion'a getiren gemi olmalıdır.1

Kent’teki ilk yerleşimler bugün tam olarak bugün Topkapı sarayının bulunduğu yük-
selti üzerindeki akropol tepesi üzerinde şekillenmiştir. Şehrin tipik yunan kentlerinde
olduğu gibi etrafı surlarla çevrilirken kent bu surların içerisinde genişliyordu. ilk surlar

1
BARIŞCAN Hasan, İstanbul Efsaneleri, Cumhuriyet Kitapları/ Gençlik, İst., 2007, s.21-32
bugün Doğu Roma İmparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilen Büyük Konstantin’in
yaptırmış olduğu surların biraz gerisinde kalıyordu. 2

Kent sırasıyla ise Kral Byzas (M.Ö. 660-658), Genç Plinius’a göre Thraklar, I. Darius
döneminde Persler (M.Ö. 517 ), Atinalılar, Parsaneus döneminde Spartalılar (M.Ö.487),
Makedonya Krallığından II. Phılıpe dönemi ve Hint seferindeki başarıları ile ünlenen
Lysimachos (M.Ö.347 ), Galata’ya ismini veren Galatlar (M.Ö.276 ), Pers satrabı
Pescennius Niger kuşatması ile kent farklı uygarlıkların istilasına uğramış ve hegemonya-
ları atına alınmıştır.

M.S. 195 senesinin Mart ayında Septimius Severus binlerce kişilik ordusu ile
Byzantion’un önüne kadar geldi. Şehir halkından kendisine biad etmelerini ve Pescennius
Niger’i kendisine teslim etmelerini emretti. Şehir halkı bu emri yerine getirmedi ve savaş-
maya hazır oldukları göstermek için Septimius Severus’un yolladığı üç askerin oracıkta
öldürerek mancınıklar ile Septimius Severus’un bulunduğu alana doğru fırlattılar. Bu
hareket ile savaş kaçınılmaz olmuştu.Martın ortalarında başlayan savaş, Pers İmparator-
luğunun Pescennius Niger’e vaad ettiği sözü tutmaması ve Septimius Severus’un dahice
taktikleri ile 6 Nisan 198′de Pescennius Niger’in aleyhine sonuçlandı. M.S. 196'da
Byzantion Roma İmparatoru Septimus Severus tarafından Roma İmparatorluğu'na Roma
Bağımsızlık Bildirgesi'yle dahil edilir. Roma İmparatoru Vespasian tarafından Byzantion
1. yüzyılda latinleştirilir, yani Byzantium olarak Roma İmparatorluğu'na tam bir birleşimi
sağlanır.3Bu dönemde is kentin adı Augusta Antonina olarak değiştirilir. İstanbul'un 3.
yüzyılın başında Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından oğlu Antonius'un (son-
raki Roma İmparatoru Caracalla) şerefine koyduğu kentin kısa süreli adı bir süre bu du-
rumda devam etmiştir.4

Hıristiyanlık tarihini yanlı ya da yansız bir tutumla inceleyen araştırmacıların tümü,


Constantinus’u, tarihin önemli bir dönemecinde bir köşe taşı olarak betimlemek zorunda
kalır. Asıl ve adının bütünü Caius Flavius Constantinus... Babası Constantius Chlorus, bir
handa hizmetçilik yapan Helena’yı pek beğenmiş, onu kendisine eş olarak seçmişti.
Hannibalianus, Julius Constantius, ve Dalmatius adları verilmiş 3 oğulları daha vardır.
Bunlardan yalnızca Julius kayda değer çünkü sonraki yıllarda kısa bir süre için de olsa
tahta çıkarak Paganizmi yeniden canlandırmaya çalışmış olan Julianus Apostata’nın ba-
basıdır. Constantinus, eğitim görmesi için Galerius’un yanına verilmişti. Babasının ölü-
münün ardından, askerleri onu augustos olarak ilan etti. Augustos Maximianus’un kızı
Fausta ile evlendi. Augustos oluşunun kayınpederince de onaylanması üzerine Roma
İmparatorluğu’nun dört yöneticisinden biri oldu. Ancak sonra kayınpederi ile çarpıştı.
310 yılında onu intihara zorladı. Ertesi yıl Galerius’un ölümü üzerine, Doğu eyaletlerinin
yöneticisi olan Licinius Licilianus ile eş augustos olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Bu
arada kız kardeşi Constantia’yı Licinius’a vererek onunla akraba olmayı sağladı. 312
yılındaki Milivan Savaşı’nda Galerius’un damadı ve o sıralarda caesar unvanını taşımakta
olan Maxentius’u yenerek, imparatorluğu tek başına yönetmek üzere yaptığı planı ağır
ağırda olsa yürürlüğe koymayı başardı. Licinius’un, 313 yılında Doğu Caesarı
Maximianus Daia’yı saf dışı bırakması üzerine, geriye iki augustos kalmıştı. Akraba ol-

2
KUBAN Doğan, İstanbul Bir Kent Tarihi Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları / Kent Araştırmaları Dizisi, İst. 2007, s. 10-14.

3 GREGORY Tımoth E., Bizans Tarihi, (Çev. Esra Ermert), Yapı Kredi Yayınları, İst. 2011,
s.54
4 SAKAOĞLU Necdet, ‘’İstanbul’un Adları’’, Dünden bugüne İstanbul ansiklopedisi. Türki-
ye Kültür Bakanlığı, İst. 2010,
malarına karşın bunlar da taht yüzünden birbirlerine düştü. Önce Hadrianapolis (Edirne)
ardından Khrysopolis’te (Üsküdar) yenilen Licinius, 324 yılında idam edildi. Böylece
imparatorluk tahtı tek başına Constantinus’a kaldı. İç ve dış düşmanları karşısında zafer-
ler kazanan Constantinus, yönetimindeki halklara yeni bir politika, yeni bir devlet mer-
kezi, yeni bir din verdi. İmparatorluğun yönetilmesini ise ailesinin erkek bireylerine vasi-
yet etti. 5

Roma kenti, özellikle Diocletianus zamanından bu yana öbür kentlere olan üstünlü-
ğünü yitirmiş, sıradan kentlerden biri gibi görülmeye başlanmıştı. Caesarların yurdu Ro-
ma, Tuna kıyılarında doğmuş, Asya steplerinde ya da ordularında büyümüş, Britanya
lejyonlarınca imparatorluk erguvanı giydirilmiş olan bir hükümdara, uzun süreden beri
kayıtsızlıktan başka herhangi bir ilgi esinletemez olmuştu. Constantinus’un tüm buyrukla-
rına kesin bir uysallıkla boyun eğen Roma kenti halkı, hükümdarlarını kendi aralarında
görme onurunu pek seyrek elde etti. İmparator, sınırları güvence altında tutabilmek için
Tuna ve Don Nehirlerine yakın bir kentte oturmayı yeğliyordu. Diocletianus’tan bu yana,
başkent Nicomedia olarak seçilmişti. Ne var ki, Hıristiyanlığın koruyucusu bir imparator
için Nicomedia’nın kötü ünü unutulacak gibi değildi. Üstelik o, adını sonsuzlaştıracak
yeni bir kent kurmak istiyordu. Bu da onun bir başka tutkusuydu. Bunun için, gerek doğu
ile batı arasındaki ticaret yollarının merkezlerinden biri konumunda gerekse askeri açıdan
savunmaya son derece elverişli olan şimdiki İstanbul kentini kendine başkent olarak seç-
meye karar verdi. 6

Constantinus’un İstanbul kentini seçişi ve kentin kuruluşunun ayrıntıları değil ama


bundan sonrası önemlidir. Constantinus İmparatorluğun başkentini değiştirmekle kal-
madı. Sivil ve askeri yönetimde yaptığı köklü değişikliklerle, Roma idari sistemini nere-
deyse tümüyle alt üst etti. Kimi tarihçiler, bundan sonra Roma’nın hızla çöküşe doğru
gitmesinde bu değişikliklerinin önemli payı olduğunu söyler. Örneğin, Papalığın Orta
Çağdaki dünyevi iktidarının kurulması, Constantinus’un Roma piskoposuna yaptığı bir
bağıştı. “Constantinus Bağışı” adı verilmiş bu belgeye göre7; imparator Roma ile birlikte
tüm İtalya’nın mülkiyetini Roma piskoposuna bağışlamış, o da Papa Silvestre adını alarak
Katolik Kilisesi’nin başına geçmişti. 8 Bunun öteden beri böyle olduğu biliniyordu. Gelin
görün ki, 1440 yılında bu konuyla ilgili belgeleri inceleyen tarihçi Lorenzo Valla, bunla-
rın düzmece olduğunu saptamış, çalışmaları, ölümünden sonra 1520 yılında “Laurenti
Valiensis de Falso Credita et Ementita Constantini Donatione Libellus” (Constantin’in
Bağış Belgesinin Uyduruk ve Sahte Oluşu) adı altında yayınlanmıştır.9

İlkçağ'ın son yüzyıllarında Atlas Okyanusu'nun kıyılarından Basra Körfezi'ne kadar


uzanan Roma İmparatorluğu, esas olarak Akdeniz çevresinde ulaşabileceği doğal sınırla-
rına dayanmış, MS 3. yüzyıldan başlayarak da bu geniş coğrafyada ciddi sorunlarla karşı-
laşmış ve zaman içinde imparatorluğun yönetsel, ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi

5 GİBBON Edward, Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi: Bizans, (Çev.


Asım Baltacigil), C.4, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst. 1994, s. 21-33.

6
LEVTCHENKO M. V., Bizans Tarihi Kuruluşundan Yıkılışına Kadar, (Çev. Maide Se-
len), Doruk Yayınları, İst. 2007, s.34-62.
7
BAYRAK M. Orhan, İstanbul Tarihi M.Ö. 657'den Bugüne Kadar 26 Asırlık Son Roma,
Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri, İnkılap Kitabevi, İst. 1996, s.36-47.
8
HAMİLTON Janet, Bizans Döneminde (650-1405) Hristiyan Düalist Heretikler, (Çev.
Leyla Kuzucular), Yurt Kitap Yayın / Araştırma İnceleme Dizisi, Ankara 2011, s.38-43
9
EYİCE Semavi, Tarih Boyunca İstanbul, Etkileşim Yayınları, İst. 2006, s.27-37.
kaçınılmaz olarak Doğu'ya kaymıştır. Bu eğilim daha Diocletianus döneminde (285-305)
başlamışsa da, ilk gerçekçi adımlar Roma İmparatoru I. Constantinus (Büyük Konstantin)
tarafından atılmıştır. O, bu zorlukları aşmak için öncelikle Doğu'da yeni bir din olarak
güçlenen Hristiyanlığı, 313 yılında, imparatorluğun "eşit" dinlerinden birisi olarak tanıdı.
Bu bir bakıma, yıpranan Roma yönetimi için yeni, güçlü ve dinamik bir dayanak, bir top-
lumsal destek bulma çabasının sonucuydu. Çünkü yeni din, özellikle Doğu topraklarında
görmezden gelinemeyecek denli güçlü bir toplumsal tabanı, daha 3. yüzyılda edinmişti ve
bu diri güç, çökmekte olan Roma İmparatorluğu'nu tekrar diriltecek toplumsal dinamiği
sağlayabilirdi. Bu gerçeği gören I. Constantinus, daha 312'de, Ortak İmparator
Maxentius'u yenerek saf dışı bıraktığı Milvian Köprüsü Savaşı’nda, savaştan önce gördü-
ğü bir rüyayı yorumlayarak askerlerinin kalkanlarına ve labarumun üzerine İsa Mesih'in
(Iesus Xristos) baş harflerinin üst üste getirilmesinden oluşan khristogramı koydurmuş ve
zaferini de buna bağlamıştır. Kendisinin Hristiyan olup olmadığı kuşkuluysa da, impara-
torluğun özellikle Doğu topraklarındaki Hristiyan cemaatler arasında sempati ve destek
kazandığı muhakkaktı. Artık imparatorluğun Roma kentinden yönetilmesinin zorlukları
da ortadaydı. Başkentin kendisi güven altında değildi. Milvian Savaşı’ndan sonra impara-
torluğa tek başına egemen olan I. Constantinus, başkenti de kademeli olarak daha güvenli
gördüğü Doğu topraklarına taşıdı. Küçük bir Roma kenti olan Byzantion, yoğun bir imar
faaliyetinden sonra 330 yılında imparatorluğun “ikinci başkenti” olarak kutsandı.
Constantinus'un bu yoğun imar çabası, onun “yeni bir Roma yaratma” vizyonunun bir
göstergesidir. Yeni başkent, Roma kenti model alınarak neredeyse baştan inşa edilmiş;
imparatorluk sarayı, büyük kamu hamamları, geniş meydanlar (forum), revaklı caddeler,
zafer takları inşa edilmiş, hipodrom genişletilerek işlev kazandırılmıştı. Bu yeni merkeze,
yeni rolünü perçinlemek amacıyla imparatorluğun dört bir köşesinden önemli heykeller,
mimari parçalar getirilmiş, bunlar kentin yeniden inşasında önemli semboller olarak kul-
lanılmıştır.10 Mayıs 330’da büyük kutlamalarla şehrin açılışı yapıldıktan sonra imar faali-
yetlerine devam eden Constantinus ilk öncelikle şehrin doğal sınırlarını byzantion’un
sınırlarından daha geniş alanlara taşımıştır. Ardından şehrin geliştirilmesi için Balkanlar-
dan nüfus iskânı yapılmıştı. bu dönemde Mısır, Suriye ve Anadoludan getirilen buğday,
yağ, şarap halka ücretsiz dağıtılmaya başlanmış ve artan nüfusun önüne geçilememiştir.11

KENTİN KURULUŞU VE PLANLANMASI

Kentin kuruluşunda temel problem şehrin sınırları ve güvenliğidir. Stratejik önemin-


den dolayı kent gelinen zamana kadar sürekli yağmalanmış ve saldırıya uğramıştır.
Constantinus ilk iş olarak hem genişleyen nüfusa hem de güvenlik ihtiyacı için kentin
sınırlarını genişletmek ve güvenlik altına almak istemiştir.

Kenti çevreleyen Septimius Severus surlarını yıktırarak kendi adıyla anılacak yeni bir sur
ve kuleler sistemini inşa ettiren I. Konstantin, yeni başkentin planını bizzat çizdi. Bugün
bile İstanbul kentinin Suriçi'nde kalan kısmı, büyük ölçüde bu plana sadık bir şekilde
şekillenmiş durumdadır. Yeni kentin surları Bizantion’un batı kapısı ya da Constantinus
Forumu olan çapı 2,5 km’lik (15 stadia) bir çember yayı ile elde edilmiştir. Bu tasarımda
iki yönlendirici çizgi vardır. Birisi Mese adını alacak Via egnetia diğeri ise bu çizgiyi
kesen topoğrafik çizgidir. Ve bunlar Constantinopolis’in iki ana caddesini oluşturmuştur.

10
MAGDALİNO Paul, Ortaçağda İstanbul, (Altıncı ve On Üçüncü Yüzyıllar Arasında Kons-
tantinopolis'in Kentsel Gelişimi ), (Çev. Barış Cezar), Koç Üniversitesi Yayınları / Tarih Dizisi İst.
2012, s. 21-25.

11
KUBAN, a.e.g, s.12-16.
Mese caddesi Philadelphion’da son bulurken diğer cadde Porta Aurea’da (Altın Kapı)’da
son buluyordu. 12

KENTİN YAPILARI

SARAYLAR VE SARAYLARA AİT YAPILAR

Antiochos Sarayı

(Yunanca: τὰ παλάτια τῶν Ἀντιόχου) Konstantinopolis şehrinde bulunan 5.


yüzyıl binası. Sarayın yapısı 1940 ve 1950'li yıllarda Hipodrom'a yakın yapılan
kazılarda ortaya çıkarılmıştır, kalanların bazıları hala görülebilir durumdadır. 7.
yüzyılda, sarayın bir parçası kiliseye çevrilmiştir. Bu bölüm kutsal emanet (Hi-
podrom'un St Euphemia Emaneti (Ἀγία Εὐφημία ἐν τῷ Ἱπποδρομίῳ, Hagia
Euphēmia en tō Hippodromiō) olarak Palaiologus dönemi'ne kadar hizmet etmiş-
tir. Pers kökenli bir saray görevlisi olan Antiochos'un meskeni olarak inşa edilmiş-
tir. Antiochos, II. Theodosius (408–450 arası hükümdar) döneminde etkili bir gö-
revliydi. Cubicularius (saray nazırı) olarak, genç imparatorun öğretmeni olmuş ve
sonunda praepositus sacri cubiculi makamına yükselmiş ve Patricius ünvanı al-
mıştır. Baskıcı davranışları ve genç imparatorun üzerindeki etkisi, imparatorun
kızkardeşi Pulcheria tarafından düşürülmesine (tarih tartışmalıdır) neden olmuş-
tur, ancak sarayına dönüp
orada yaşamasına izin
verilmiştir. Başkent poli-
tikasında, tamamen göz-
den düşüp yaklaşık 439
yılında düşük bir memur
olmasına kadar kadar,
aktif olmuştur. Bunu ta-
kiben imparator, saray
dâhil mallarına el koy-
muştur. Saray, ilk 1939
yılında Hipodrom’un
kuzeybatısında St
Euphemia'nın hayatını
anlatan fresklerle beraber keşfedilmiştir. 1942 yılında, Alfons Maria Schneider
tarafından yapılan sonraki kazıda yarım bir kubbeye açılan altıgen bir salon ortaya
çıkarılırken, 1951–52 yıllarında, R. Duyuran tarafından yapılan kazıda sütun al-
tında bulunan hitabede "Antiochos'un praepositus" yazısı sitenin kimliğinin belir-
lenmesine neden olmuştur. Sitede bulunan tuğlalarda bulunan mühürler temel
alınarak, J. Bardill yapım tarihinin 430'dan daha önce olamayacağını önermiştir.13
Mermer ile kaplı avlu ile çevrelenmiş 60 metre çapında geniş bir yarım bir kubbe

12
a.e.g, s.14-16.

13
BARDILL Jonathan, Brickstamps of Constantinople, Volume 1, Oxford University Press,
London 2004, s.57-59.
ile bağlantılı sonradan Euphemia Kilisesi'ne dönüştürülen geniş altıgen bir salo-
nun bulunduğu güneyde bulunan bölümdür, bu bölüm bugün halka açık değildir.
Altıgen salonun başlangıçta muhtemelen yemek salonu (triclinium) olarak hizmet
veriyordu. Salonun çapı 20 metre, altıgenlerin her birinin kenarı 10.4 metre geniş-
liğindedir. Bir yarım daire tümsek(sigma or stibadium) ve yemek masasına mekân
sağlayan her kenarda dış cephesi poligonal, iç cephesi yarım daire ile her biri 7.65
metre genişliğinde 4.65 metre derinliği nişler vardı. Her apsit, apsitler arasında
dairesel küçük odalara açılan birer kapıya sahipti. Salonun ortasında mermer bir
havuz vardı. Altıgen triclinium, büyük kubbenin dış dairesi boyunca gruplanan
odalarla çevrilmiştir. Bu odalardan biri merkezde bulunan dairesel giriş salonu
(vestibule) olarak hizmet veriyordu.14 Kuzey bölüm, Hipodrom'un batı duvarı bo-
yunca devam eden cadde ile Mese caddesi arasındadır, Lausus Sarayı olarakta
tanımlanmaktadır.[4] Duvarlarında nişler olan 20 metre çapında dairesel bir binay-
dı ve Antiochos için kabul salonu olarak hizmet etmekteydi. Bu bina, Hipodrom-
'un batı duvarı boyunca devam eden caddeye açılan ve güneydoğu tarafına bakan
C şeklinde silindirik binaya bağlanırdı. Küçük bir banyo, caddeden ulaşılabilirdi
ve silindirik binanın güney tarafında bulunmaktaydı. 5. yüzyılda, saray imparator-
luk mülküydü, dörtlü apsitli vestibule tarafından girilebilen, batı tarafında binaya
uzun ince bir koridor eklenmiştir. Şekli, triclinium olarak kullanıldığına işaret
eder. Sonunda, 52 metre uzunluğunda, 12,4 metre genişliğinde bir apsit ile biter.
6. yüzyılda, 6 apsit, uzun kenarlarına eklenmiştir.

Bukeleon Sarayı

Bukoleon Sarayı, (Yunanca βους ve λέων, "boğa" ve "aslan" sırayla), İstan-


bul'da, tarihî yarımadanın Marmara Denizi kıyısında bugünkü Cankurtaran ile
Kumkapı arasındaki Çatladıkapı mevkiinde, Küçük Ayasofya'nın hemen doğu-
sunda bulunan ve bugüne yalnızca kalıntıları ulaşmış olan Bizans sahilsarayı.
Bukoleon Sarayı kaynaklarda II. Theodosius (408-450) tarafından yaptırıldığı
bilinen sahil sarayının birincisi olup adı, konumu ve biçimi tam olarak bilineme-
mektedir. Şehrin sahil surlarının üzerine yapılan saray aynı adlı bir de limana sa-
hipti ve bu liman sayesinde imparator esas yaşam mekânı olan Büyük Saraya ula-
şıyordu. İsmini ise-bukoleon-aslan ve boğadan oluşan mermer bir heykel grubun-
dan almıştır. Bu grupta aslan boğayı öldürürken gösterilmişti (Millingen
1899:269). Adı ve yakınındaki diğer saray kalıntılarıyla ilişkisi hep sorun olmuş
ve bu saraylardan birine mi ait, yoksa bağımsız bir yapı mıdır? Bu, günümüze
kadar açıklığa tam olarak kavuşmamıştır. Bazen Hormisdas Sarayı denmiş ve bu
sarayın II. Theodosius zamanındaki genişletilmesi olarak zikredilmiş, bazı kay-
naklarda da iki ayrı saray olarak gösterilmiştir. Günümüzde ağırlıklı görüş iki ya-
pının da aynı olduğu ve Büyük Sarayın parçaları olduğu yönündedir İmparator

14
NECİPOĞLU Nevra, Byzantine Constantinople: Monuments, Topography and
Everyday Life, BRİLL, Vol. 33, The Medieval Mediterracan, Leiden 2001. s.153-175.
Nikephoros Fokas II (963-969) burada bazı İnşaat faaliyetlerine girişir. Çok güçlü
bir sur ve kuleler yapılır; kuzeye doğru bazı binalar eklenir 13.yy da Latin işgaliy-
le Katoliklerin eline geçer, son devir Bizans döneminde (1261- 1453) terk edi-
lir.15. yy da buradaki sarnıcın üzerine kızlar ağası Mehmet Ağa- Ağa camisini -
inşa ettirir. Sarayın cephesindeki heykel grubu aynı yüzyılda ortadan kalkar. 1870
de başlayan demir yolu yapımıyla tamamen yok olur Hıristiyanlık öncesi dönem-
lerden geldiği sanılan ismine bakılırsa, tarihinin çok eskilere gittiği düşünülebilir
(Bukoleon Limanı). Fakat saray h akkındaki ilk bilgi orta Bizans dönemine (9.
yy'ın ortalarından 13. yy başına kadar) aittir. Buna göre Bukoleon Sarayı İmpara-
tor II. Theodosios (hükümdarlığı 408-450) tarafından yaptırılmıştır. Bilinen ve
halen görülebilen bölümleri ise büyük olasılıkla Teofilos zamanında (829-842)
eklenmiştir. Faros denilen fener burcu ile imparatorluk iskelesi olarak kullanılan
burun arasında, surların üzerinde uzanan Bukoleon Sarayı'nın temelinde ilkçağdan
kalma mermer bloklar kullanılmıştı.15 Sur duvarlarının arasında görülebilen yak-
laşık 300 m uzunluğundaki ön cephe, başlıca iki bölümden oluşuyordu. Öndeki
küçük limanla sarayı birbirine
bağlayan ve güney-kuzey doğrul-
tusundaki kısa bir duvarın içinden
geçen anıtsal bir merdiven, bu iki
parçayı birbirinden ayırmaktaydı.
Sarayın batı parçası 1870'lerde
demiryolu yapımı yüzünden tah-
rip olmuştur. Bu bölümün her iki
yanında, oturan aslan heykelleri
ile süslü bir cumba bulunuyordu.
Sarayın doğu yakası ise halen
ayaktadır. Buradan görüldüğü
kadarıyla, dış cephe, birbirini
izleyen tuğladan tonozlarla örtülü
mekanlardan oluşmaktadır. Bir
dizi mermer çerçeveli pencere ve
kapı ile Marmara'ya açılan sara-
yın önünde, duvara saplanmış
mermer konsollarla taşınan boydan boya bir balkonun uzandığı anlaşılmaktadır.
Faros yakasındaki mekanlar, zengin bezemelere sahip sütunlarla süslenmişti. Bun-
lara ait paye gövdelerinden birkaçı, halen İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergi-
lenmektedir. Doğu yakasında ayrıca değişik biçimlerde zarif süslemeli başka sü-
tun başlıkları da vardı. Bunlardan birkaçı bugün çevrede korumasız olarak dur-
maktadır. Korumasız duran saray kalıntıları yağmaya açık durumdadır.16

15
ÖZGÜMÜŞ Feridun, ‘’Bukeleon Sarayı 2009 Sezonu Temizlik Çalışmaları’’, Vakıf Resto-
rasyon Yıllığı Sayı:4,İstanbul 2012, s.64

16
EYİCE Semavi, ‘’İstanbul’da Bizans İmparatorlarının Sarayı:Büyük Saray’’, Sanat Tarihi
Araştırmaları Dergisi, Cilt 1/3, İst. 1988, s.46-53
Blachernae Sarayı

Theotokos Kilisesi yakınına 5. yüzyıl ortalarında bir triklinos (ibadet yeri, ka-
bul salonu ve yatak odası olan küçük bina) yapılmıştır. İmparator için
triklinoslardan zaman içinde Soros, Danubios, Anastasios ve Okeanos ismiyle
dört tane yapılmıştır. Bu dört konutun ve müştemilatlarının birleştirilmesiyle 10.
yüzyıl içinde bölgede büyük bir saray ortaya çıkmıştır. İmparator Aleksios
Komnemos’un (1081 - 1118) sarayda başlattığı yenileme çalışmaları, yeğeni I.
Manuel (1143 - 1180) tarafından devam ettirilmiştir. İmparatorun Alman asıllı
karısı Bertha Sulzhbach nedeniyle saray bazen ‘Alman Prensesin Sarayı’ olarak
da anılmıştır. İmparator II. İsaakios (1185 - 1195) tarafında Anemas zindanlarının
önüne yapılan ve konut olarak da kullanılan kule daha sonra genişletilmiştir. Latin
işgali sırasında saray, Haçlı soyluları veya komutanları tarafından ikametgâh ola-
rak kullanılmıştır. 1271 yılındaki
onarımın hemen ardından 1285
yılında Sinod toplantısı burada
yapılır. Özellikle 14. yüzyıl içinde
imparatorların taç giyme ve taktis
törenleri Blachernai Sarayı’nda
düzenlenmiştir. İstanbul’un fet-
hinden sonra pek ilgi görmeyen
saray zaman içinde harabeye
dönmüştür. Topkapı’dan Sulukule
Kapısı’na Bayrampaşa Deresi
(eski ismiyle Lycus Deresi) vadi-
sini aşan bu sur kesimi, kara surla-
rının en zayıf bölümü olmasından
dolayı fetih sırasında yoğun topçu
ateşi görmüştür. M.S. 450’de II.
Theodosius’un atından düşerek
ölümüne neden olan kaza da bura-
da olmuştur. Ulubatlı Hasan da
Zafer Sancağı’nı bu sur kesimine
dikmiştir. Vatan Caddesi’nin
açılması sırasında da bir bölümü
tahrip olmuştur. Edirnekapı yakınlarındaki kısmen sağlam Sulukule (Pempton)
Kapısı bulunmaktadır. Edirnekapı’sından Tekfur Sarayı’na Fatih Sultan Meh-
met’in 29 Mayıs 1453’te törenle şehre girdiği Edirnekapı, İstanbul’un kurulduğu
“Yedi Tepe”nin en yükseğinin üzerinde yer almaktadır. Fatih’ten sonra Avru-
pa’ya sefere çıkan padişahlar bu kapıdan çıktıkları gibi, tahta çıkan padişahların
da Eyüp Sultan Camiisi’nde kılıç kuşandıktan sonra şehre bu kapıdan girmeleri
geleneksel bir anlayış olmuştur. Osmanlı döneminde Edirne’ye giden yolun baş-
langıcı olan kapının hemen arkasında Mimar Sinan’ın bir eseri Mihrimah Camii
yer almaktadır. Kapının içinde ve dışında surların Osmanlı döneminde geçirdiği
onarımlarla ilgili çeşitli kitabeler yer almaktadır. Edirnekapı’dan sonra sur bede-
ninin bir kısmı çevre yolu bağlantısı için yıkılmıştır. Yolun her iki tarafındaki
burçlar onarılmıştır. Tekfur Sarayı’na kadar 9 burç vardır. Theodosius surları
Tekfur Sarayı’nda son bulur. Marmara kıyısından bu noktaya kadarki sur uzunlu-
ğu 5.632 metredir. Tekfur Sarayı’na gidebilmek için Edirnekapı’dan içeri girip
soldaki ilk sokağa sapıp sur bedenini içerden bir süre izlemek gerekmektedir.
Tekfur Sarayı’ndan Ayvansaray’a Bizans dönemi saraylarından günümüze ulaşan
önemli örneklerden biri Tekfur Sarayı, son derece zengin bir cephe mimarisine,
taş tuğla işçiliğine sahiptir. İki sur duvarı arasındaki üç katlı bu yapının tarihi
tartışmalıdır. Bazı kaynaklara dayanılarak Kontantinos Porphyrogennetos’a ait
olduğu öne sürülmektedir. Tekfur Sarayı tarihinde oldukça ilginç kullanımlara da
sahne olmuş; bir zaman Topkapı Sarayı’nın fil ve zürafaa gibi Acaib-ül Mahluka-
tı’nın bakıldığı yer olmuş, Lale Devri’nde ise “çini imalathanesi” olarak kulla-
nılmış, geçen yüzyılda Robert College’in kurucusu Cyrus Hamlin yer ararken bir
ara okulunu Tekfur sarayı ve çevresine kurmayı bile düşünmüş. Tekfur Sara-
yı’ndan sonraki surların ilk kısmı, Manuel Komnenos Suru adını taşır. Bu surlar
bu kesimdeki Blachernae Sarayı’nı korumak amacı ile yapılmışlardır. Bu bölümde
son büyük kapı Eğri Kapı ve onun hemen kenarında Mimar Sinan’ın Kırkçeşme
Maksemi yer alır. Belgrad Ormanı’ndaki toplama havzalarından gelen su, bu bi-
nada büyük bir haznede toplanmış ve çevresindeki kırk delikten şehrin çeşitli
semtlerine dağıtılmıştır.Bitiminde günümüzde büyük ölçüde onarım geçiren Tek-
fur Sarayı’nın sonraki sur uzantısı, Manuel I. Komnenos (1148-1180) tarafından
yaptırılmıştır. Hemen Tekfur Sarayı’nın ötesinden başlar, tek sıra bir savunma
hattından meydana gelir ve önünde hendeği yoktur. Ancak, bu eksikliği kapatmak
istermişçesine, ana Theodosios Surları’ndan daha kalın ve masif olup kuleleri de
daha güçlü, yüksek ve birbirlerine yakındır. Dışabakan yüzleri kapatılmış yüksek
kemerlerden oluşan bu güçlü savunma duvarının dokuz kulesi ve Kaligaria Kapısı
(Eğri Kapı) denilen tek bir kapısı vardır. Tekfur Sarayı’ndan sayıldığında altıncı
ve yedinci kuleler arasında bulunur. İlk sekiz kule dışta yuvarlak iken, dokuzun-
cusu karedir. 17

Magnum Palatium (Büyük Saray)

Ayasofya'nın doğusundaki hat üzerinden Marmara Denizi/Propontis kıyısına


kadar inen yaklaşık 100.000 metrekarelik bir alanı kaplamaktadır.
Bizans Dönemi'nde kentin en önemli yerlerinden birisi olan Büyük Saray ya da
İmparatorluk Sarayı, etrafı duvarlarla çevrili ve çok sayıda yapıdan oluşan bir
kompleksti. Kuzey tarafında kentin en önemli meydanlarından Augusteion, yine
önemli kamu yapılarından Zeuksippos Hamamları, meydanın doğusunda Senato
Binası ve kuzeyinde de başkentin katedrali ve dinsel merkezi olan Ayasofya ile
buna bitişik Patrikhane bulunmaktaydı. Kentin ana caddesi Mese, bu meydandan
başlıyordu. Saray kompleksinin batı tarafında ise, kentin en önemli yapılarından
biri olan Hipodrom vardı. Saray Hipodrom ile bağlantılıydı ve imparatorun halk
ile karşılaştığı ender yerlerd en birisi bu Hipodrom'du. Sarayın bulunduğu bölge
Konstantinopolis'in siyasi, dini ve kültürel merkezlerini barındıran en önemli ye-
riydi. 19. yüzyılın ikinci yarısında eski kaynaklara dayanan bir araştırma başlatılsa
da, ilk arkeolojik çalışmalar 1912 yangınında bu alandaki konut yapılaşmasının
tamamen yok olmasını takiben yapılabilmiştir. 1921 – 23 yılları arasında R.

17
BAŞGELEN Nezih, ‘’Silivri Kapısı’ndan Ayvansaray’a, Dünya Mimarlık Listesi’ndeki İstan-
bul’un Kara Surları II’’., Arkeoloji Dergisi, İst., Ocak-Mart 2008, sayı.24, s.124-127.
Demangel ve E. Mamboury Fransız işgal kuvvetlerinin isteğiyle Mangana bölge-
sinde bir kazıya başlamış, ancak 1923 yılında yarım kalan kazı 1933 yılında tekrar
izinli olarak başlamıştır. 1935-1938 ve 1951-1954 yıllarında ise St. Andrews Üni-
versitesi elemanlarının yürüttüğü kazılarda saray kompleksine ait peristilli bir av-
lunun zemin mozaikleri bulunmuştur. 1934 yılında çıkartılan inşaat yasağına rağ-
men yapılaşma devam ettiğinden verimli arkeolojik çalışmalar yapılamamıştır.
1983-1997 yılları arasın da T.C. Kültür Bakanlığı ile Avusturya Bilimler Akade-
misi tarafından gerçekleştirilen proje kapsamında bu mozaik zemin restore edil-
miş ve bulunduğu yerde, Büyük Saray Mozaik Müzesi adıyla bir müze haline ge-
tirilmiştir. 18 Büyük Saray'ın bir başka kısmında, Ayasofya'nın güneydoğu tara-
fında, bugün otel olarak kullanılan yapının avlusunda İstanbul Arkeoloji Müzeleri
tarafından 1998 yılından beri gerçekleştirilen kazılar halen sürdürülmektedir.

Büyük Saray(Magnum Palatium) ve Mimarisi, 330 yılında I. Konstantinus,


kentin yeniden yapılanması faaliyetleri ile birlikte, eski başkent Romadaki örnek-
ler doğrultusunda, imparatorluk sarayı inşasını başlatır. Büyük Saray anlamına
gelen Palatium Magnum ya da Mega Palation/Palatium olarak da adlandırılan sa-
ray kompleksi, şimdiki Sultanahmet Camiinin bulunduğu yerden Marmara kıyı-
sına kadar uzanan yaklaşık 100.000 m2lik bir alanı kaplamaktaydı. Denize dik
inen bu alan üç ana te-
rastan meydana gelmek-
te, küçük yapılar için
oluşturulan ara teraslar
ile bu sayı altıya ulaş-
maktaydı. 19 Bizans kay-
naklarına göre Büyük
Saray, kuzeybatıda
Hippodrom ve
Zeuksippos Hamamı,
kuzeydoğuda
Augusteion Meydanı,
Ayasofya ve Senato Bi-
nası ile çevreleniyor,
doğuda ve güneyde ise denize kadar uzanıyordu. I. Konstantinus (307-337) tara-
fından yaptırılan ve 10. yy sonuna kadar çeşitli ilavelerle genişletilen Büyük Saray
duvarlarla çevrili olup, bahçe ve gezinti alanlarının arasına dağılmış birbirinden
bağımsız, imparatora ait yatak odaları, taht ve tören salonları, kilise ve şapeller,
muhafız koğuşları, imalathaneler, depolar, ahırlar gibi yapılardan oluşmaktaydı.20

18
PASİNLİ Alpay, ‘’Pittakia ve Magnum Palatium-Büyük Saray’’ Bölgesinde 2000 Yılı Kazı
Çalışmaları (Sultanahmet Eski Cezaevi Bahçesi), 12. Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları
Sempozyumu, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s. 1-23.

19
EYİCE Semavi, ‘’İstanbul’da Bizans İmparatorlarının Sarayı:Büyük Saray’’ s.53

20
GYLLİUS Petrus, İstanbul’un Tarihi Eserleri, (Çev. Erendiz Özbay), Eren Yayıncılık, İst.
1997,
I. Konstantinus ve ardılı II. Konstantinus Dönemlerinde Büyük Saray üst
terasta yer almaktaydı. Bu alanda imparator ve imparatoriçeye ait mekanlar,
kiliseler ve bir vaftizhane binasından oluşan Daphne Sarayı, Büyük Sarayın ana
girişi Khalke Kapısı, Khalkeden geçilerek girilen Skholai (Saray muhafızlarının
koğuşları), Khalke yakınında yer alan ve saray hapishanesi olarak kullanılan
Noumera, önemli bir kabul salonu olan Akkoubiton, imparatorluk meclislerinin
toplantı salonları, saray törenleri ve elçi kabullerinde kullanılan Kabul Salonu
(Magnaura Sarayı) bulunmaktaydı.Büyük Sarayın ana girişini oluşturan Khalke
(Bakır Kapı) Büyük Saray ile Augusteion Meydanı arasında bir nevi hol
durumundaydı. I. Konstantinus tarafından yaptırılmış, 532 yılındaki yangından
sonra I. Justinianus (527-565) tarafından yeni bir plana göre tekrar inşa
ettirilmişti. I. Basileios (867-886) uvarlarını renkli mermer levhalar ile süsletmiş,
I. Romanos (920-944) burada Soter Khristos tes Khalkes Şapelini yaptırmıştı.
İoannes Tzimiskes (969-976) bu şapeli büyüterek mozaiklerle süsletmiş, kendisi
için bir mezar yaptırarak buraya gömülmüştü. 2. terasta büyük bahçeler, II.
Theodosius tarafından yaptırılan bir oyun sahası (Tsykanisterion), dinlenme ve
eğlence alanları yer alıyordu. Deniz kıyısında olan 3. terasta ise Büyük Sarayın bir
bölümü olan ve II. Theodosiusun yaptırdığı Boukoleon Sarayı ile Boukoleon
Limanı yer almaktaydı. İmparator I. Aleksios Komnenos Döneminde (1081-
1118), Mangana Sarayı ve Blakherna Sarayı önem kazanmış, Büyük Saray
yalnızca resmi ikametgah ve toplantı yeri olarak kullanılmıştı. Latin istilası
sırasında (1204-1261) kentteki pek çok yapı gibi burası da yağmalanmıştı. O
yıllarda bazı bölümleri yıkılan saray daha sonra bütünüyle terk edilmişti.21

Chalke Kapısı

Bilinen adıyla Halki Kapısı (Yunanca: Χαλκῆ Πύλη, Halki Pili), Bizans döne-
minde Konstantinopolis (Bugün İstanbul, Türkiye) şehrinde, Büyük Saray'ın ana
törensel girişi. "Bronz kapı" anlamına gelen bu adın, bronz kapı kanatları ya da
çatısında bulunan yaldızlı bronz döşemeler yüzünden verildiği düşünülmektedir.
İç tarafı mermer ve mozaiklerle süslenmiş; dış yüzüneyse birçok heykel yerleşti-
rilmiştir. Bunların en baskını, Bizans İkonoklazmı sırasında ana sembol olmuş İsa
ikonudur. 10. yüzyılda kapının hemen yanına inşa edilmiş bir şapel vardır. Kapı,
13. yüzyılda yıkılmıştır. Şapel ise 19. yüzyıl sonuna kadar ayakta kalmıştır. Kapı,
"Augustaion" adı verilen tören alanının güneydoğu köşesinde bulunuyordu. Mey-
danın kuzey tarafında Aya Sofya, güney ve batı taraflarında ise Zeuksippos Ban-
yoları ile İstanbul Hipodromu bulunmaktaydı. Chalke kapısından çıkışta ise uzu-
nuca bir cadde yer almaktadır. Bu caddenin adı Mese caddesiydi. Şehrin ana cad-
desi olarak kabul edebileceğimiz antik Yunan kentlerindeki gibi Cardo ve
Documanus olarak birbirlerini dik kesen iki caddeden oluşuyordu.

21
ERDAL Behçet, GURTNER Christian, JOBST Werner, İstanbul Büyük Saray Mozayiği
Istanbul Das Grosse Byzantinische Palastmosaik Istanbul The Great Palace Mosaic, Arkeolo-
ji ve Sanat Yayınları / Müze, Sergi, Koleksiyon Katalogları Dizisi İst. 1997, s.6-15.
Anastasios (491–518 arası hükümdar) dö-
neminde İsauria savaşının (492-497) zaferini
kutlamak amacıyla, mimar Aetherius tarafın-
dan bulunduğu yere inşa edilmiştir. Şehrin
merkezindeki diğer yapılar gibi 532 yılında
Nika ayaklanması sırasında tamamen yıkıl-
mıştır; fakat İmparator I. Justinian (527–565
arası hükümdar) tarafından yeniden inşa etti-
rilmiştir. Bina, tarihçi Prokopius'un
Justinian'ın binaları (Yunanca: Περί
Κτισμάτων, Latince: De Aedificiis, "Binalar
Üzerine"), kitabında geniş bir şekilde anlatıl-
maktadır. Kapı; İmparator I. Basileios (867–
886 arası hükümdar) döneminde onarılıp adli-
yeye çevrilene kadar, 7.ve 8. yüzyıllarda ha- PLAN I CHALKE GATE, CONSTANTİNOPLE, 532-6,
pishane olarak kullanıldı.22 İDEAL RECONSTRUCTİON SHOWİNG GROUND PLAN
AND CROSS SECTİON. (R. KRAUTHEİMER (WİTH S.
ĆURČİĆ), EARLY CHRİSTİAN AND BYZANTİNE
ARCHİTECTURE, (NEW HAVEN/LONDON: YALE
İmparator I. Romanos (920–944 arası hü- UNİVERSİTY PRESS, 1986), FİG. 194A
kümdar) tarafından yapıya, Hristos Halkitis'e
(Yunanca: Χριστός Χαλκίτης) adanmış küçük bir şapel eklenmiştir. Bu şapel daha
sonra İmparator I. Yannis Çimiskes (969–976 arası hükümdar) tarafından daha
büyük ölçekte yeniden inşa edilmiş ve kendisi de oraya gömülmüştür. Bu yeniden
inşa aslında, sarayı çevreleyen duvarı daha içe inşa ederek şapel ile kapının birbi-
rine bitişikliğini kaldıran selefi İmparator II. Nikeforos (963–969 arası hüküm-
dar), döneminde başlamıştı. İmparator II. İsaakios Angelos'un ilk hüküm-
darlığında (1185-1195) bronz kapıları sökülen kapının ana binasından, Bizans
Vakanüvislerinin metinlerinde yaklaşık 1200 yılından sonra bahsedilmemekte-
dir.23 Şapel ise bir süre daha ayakta kalmıştır ve 14.yüzyıl'da İstanbul'a gelen Rus
hacıları, güncelerinde bu yapıdan sıkça bahsetmişlerdir Osmanlı Devleti döne-
minde ise, şapelin kalıntıları Arslanhane olarak bilinmekteydi ve küçük bir hay-
vanat bahçesi olarak hizmet vermekteydi. Şapelin kalıntıları 18. yüzyıl çizimle-
rinde görülmekteyse de, yapı 1804 yılında ise tamamen yıkılmıştır.24

Magnaura Sarayı ve Üniversitesi

Constantinus’un ilk sarayının, doğayla daha barışık, adeta Anadolu İon karak-
teri taşıdığını, konumlandırılış biçiminden anlıyoruz. Tabii ki bu yerleşim tarzı,
kenti kuran Megara’lılarla, Byzantion’un kuruluşunda yardımları yadsınamayacak
Kyzikos, yani Anadolu kent mimarisinin kendine özgü karakterinin büyük etkisi
olmuştur. Akropolis içinde, Magnaura sarayının doğusunda yer alan Heliakon

22
PROKOPIUS, İstanbul'da Justinianus Döneminde Yapılar 1, C.1, (Der. Turgut
Karakaslı), Arkeoloji Sanat Yayınları, İst.1994, s.32-33.
23
KAZHDAHN Alexander, "Iconoclasm" Oxford Dictionary of Byzantium.. 3 vols. New
York: Oxford University Press, Munich 1965., 975-977.
24
MANGO, C., “Chalke,” in Oxford Dictionary of Byzantium 1, ed. A. Kazhdan et al. (New
York–Oxford, 1991), pp. 405-406, with reference to Anthologia graeca, ed. H. Beckby (Munich
1965), 9:656.
Strongulon denilen yuvarlak teras, buradaki Severus tiyatrosuna bağlı olarak,
analemma duvarlarının üzerindeki yuvarlak portiko (Porticus in summa Cavea)
biçeminde inşa edilmişti. Anadendradion denilen ağaçlıklı avlu, bu amphitheatr
ile Magnaura sarayı arasında yer alıyordu. Tiyatronun konistra’sını (orkheistai,
orkestra), sahnenin (skene) arkasındaki doğal boğaz (Bosporos) dekoru tamamlı-
yordu. Yani, kerkides’lerin arasındaki cavea basamaklarında oturan halkın arkada
gördüğü boğaz dekorundan, dünyanın en muhteşem manzarası fışkırmaktaydı.
Magnaura (Yunanca: Μαγναύρα, Muhtemelen Latince: Magna Aula, "Büyük Sa-
lon", Konstantinopolis'te bulunan büyük bir bina.Büyük Saray'a ana giriş,
"Augustaion" adı verilen tören alanında Halki Kapısı'ndandı. Augustaion, Aya
Sofya'nın güneyinde yer alıyordu, burada şehrin ana caddesi Mese Caddesi başlı-
yordu. Alanın doğusunda önce Senato binası olarak sonra Üniversite olarak hiz-
met gören Magnaura bulunuyordu.Üç ana nef üzerine bir bazilika şeklindeydi.
Bina, sırasıyla taç odası, kabül binası olarak kullanılmıştır. 849 yılında Sezar
Bardas tarafından binada bir okul (ekpaideutērion) kurulmuştur.

Schedel’in, Nürnberg 1493 tarihli gravüründeki en çarpıcı özellik, tasvirdeki


bir yapının üzerinde yer aldığını gördüğümüz “Domos Mag Aura (Magnaura sa-
rayı)” ibaresidir. Meşruta sarayında olduğu gibi bunun da bir Osmanlı yapısı ol-
madığı açıktır.25 Sûr-ı Sultânî içinde, bugünkü Topkapı sarayının birinci avlusu-
nun (Alay meydanı) hemen girişinde, 1493 yılında hâlâ daha ayakta oldukları gö-
rülen ve portiko’larla bağlantılı olduğu anlaşılan yapının, Osmanlılar tarafından
henüz yıkılmamış bir Bizans mimarisi olduğu ortadadır. Bize göre, bu yapı şayet
bilim adamlarının iddia ettikleri gibi Topkapı sarayını tasvir etmiş olsaydı, sanat-
çının “domos” yerine, Latince “seraglio” terimini yeğlemesi gerekirdi. Betimde,
Bizans döneminde saraylar için kullanılan “Domos” ifadesinin varlığı, Schedel’in,
buradaki yapının Bizans’a ait olduğunu bildiğinin, bir diğer kanıtıdır.
“Magnaura’nın etrafında, 596’da yapılan yuvarlak teras (Heliakon strongulon),
ağaçlıklı bir avlu (anadendradion), bir zifaf odası, yeni imparatoriçelere mahsus
hamam (loutron) ve helezoni bir merdivenle inilen Hagia Khristina Kilisesi gibi

25
http://duzguner.blogcu.com/constantinus-un-ilk-sarayi-magnaura-domos-mag-aura-i/9012367
çeşitli binalar sıralanmıştı. Magnaura, Büyüksaray’ın diğer daireleri ile Aya-
sofya’ya bir takım dehlizler ile bağlanmıştı”

KAMU ALANLARI, FORUMLAR VE ANITLARI

Augustaion

Augustaion, erken ve orta dönem Bizans İmparatorluğu'nun yönetimsel, dinsel


ve törensel merkezi olan Konstantinopolis'in doğu bölümünde yer alır. Meydan,
etrafında revaklarla dikdörtgen açık bir mekandı,[3] Muhtemelen bu revaklar ilk
defa 459 yılında Justinianos'un yaptırdığı renovasyon ve yeniden inşa sırasında
eklenmişti. Günümüzde kesin boyutlarını belirlemek mümkün değildir; Rodolphe
Guilland, 85 metre uzunluğunda 60-65 metre eninde bir dikdörtgen önermektedir.

Augustaion (Yunanca: Αὐγουσταῖον) ya da (Yunanca: Augustaeum, Antik ve


orta çağ Konstantinopolis (Bugün İstanbul, Türkiye) şehrinin tören meydanı, yak-
laşık olarak günümüzde Aya Sofya Meydanı olarak adlandırılan alana karşılık ge-
lir. Başlangıçta pazar yeriydi, 6. yüzyılda revaklarla çevrelemiş kapalı bir saray
avlusuna dönüştürülmüş ve Bizans İmparatorluğu başkentinin en önemli binaları-
nın bazıları ile ilişkilenmesi sağlanmıştır. Meydan, geç Bizans dönemine kadar
yaşamış, ancak harabeleri ve izleri erken 16. yüzyılda bile hala görülebiliyordu.

Meydanın tarihi, I. Konstantin ta-


rafından imparatorluk başkenti ya-
pılmadan önce ki antik Byzantium'a
kadar gider. Roma İmparatoru
Septimius Severus (193–211 arası
hükümdar) şehri yeniden inşa eder-
ken, revaklarla çevrili geniş bir mey-
dan yaptı ve ismini Tetrastoon ("dört
stoa") verdi. Meydanın merkezinde,
tanrı Helios'un heykelinin olduğu bir
sütun duruyordu.[1] 320'lerde,
Konstantin, seçtiği yeni başkenti
yeni gösterişli binalarla süsledi.
Onun eylemleri arasında Tetrastoon Plan II: View Of Hagia Sophia And Augustaion With The
etrafına yeni yapılar eklemekte var- Column Of Justinian İn A Wood Engraving Of H. Schedel (Nürn-
berg 1493).
dır. O dönem Augustaion doğu tarafı
biçimlendirildi ve bu bölüme, Porphyry sütunu ile desteklenmiş Konstantin'in
annesi heykeli nedeniyle Augusta Helena ismi verildi. Augustaion, I. Leo (457–
474 arası hükümdar) döneminde yeniden inşa edildi ve tekrar 530'larda Nika
ayaklanması sırasında tahrip edildikten sonra I. Justinianos (527–565 arası hü-
kümdar) tarafından inşa edildi. Orjinal formunda, meydan halka açık ve şehrin
yiyecek pazarı (agora) olarak iş görüyordu, fakat Justinianos'un yeniden inşası
sırasından sonra, girişin sınırlı olduğu bir saray avlusu haline geldi. 7. yüzyıldan
Bizans yazarları, Aya Sofya'nın açık şekilde avlu ya da ön avlu (αὐλή, αὐλαία,
προαύλιον) olarak adlandırırlar.26

Sırasıyla Şehrin ana caddesi Mesē tarafından Melete ve Pinsos kapıları ile tüm
tarafları kapalı Augustaion meydanına güney ve batı taraflarından girilirdi.[1]
Meydanın dışında İmparatorluğun tüm mesafelerinde başlangıç olarak kullanılan
Milyon taşı bulunurdu. Kuzeye doğru, Augustaion, Konstantinopolis Patrik Sarayı
(Patriarcheion) ve Katedral Aya Sofya ile sınırlanırdı, doğuya doğru Konstantin
ya da Julianus (360–363 arası hükümdar) tarafından yaptırılan ve Justinianos ta-
rafından önünde altı sütünla desteklenmiş revak ile yeniden inşa edilen iki Senato
binasından biri olan Magnaura bulunurdu. Senato'nun yanında, güneydoğu köşe-
sinde Büyük Saray'ın girişi abidesel Halki Kapısı bulunuyordu, güneybatıda ise
Zeuksippos Banyoları, güneyde ise Hipodrom vardı. 7. yüzyılda, muhtemelen
Patrik I. Thomas (607–610 arası patrik) döneminde, Thōmaitēs (Θωμαΐτης) isimli
büyük üç koridorlu bazilika, meydanın güneydoğu tarafına inşa edilmiştir. Patrik
rezidansının kabül binası ve kütüphane olarak kullanılmıştır, 16. yüzyıla kadar
ayakta kalmıştır.

Yapılan kazılardan anlaşıldığı kadarı ile, meydan


mermer ve daha önce bahsedilen Augusta Helena başta
olmak üzere heykeller ile döşenmişti. 8. ve 9. yüzyıl
Parastaseis syntomoi chronikai ("kısa tarihsel not"),
Konstantin'in kendi heykelininde bir sütun üzerinde
olduğunu kaydeder. Onun yanında üç oğlunun (II.
Konstantin (337–340 arası hükümdar), Konstans (337–
340 arası hükümdar) ve II. Konstantius (337–361 arası
hükümdar)) ve sonradan eklenen Licinius ile Julian'ın
heykelleri mevcuttu. I. Theodosius (379–395 arası
hükümdar) döneminde, bu heykeller kendisinin ve iki
oğlu Arcadius (395–408 arası hükümdar) ve
Honorius'un (395–423 arası hükümdar) sütün üstünde
ata binen gümüş heykelleri ile yer değiştirilmiştir.
Arcadius'un eşi Aelia Eudoksia'nın bir sütun üzerinde
ayakta duran bir bronz heykelide meydandaydı. Bu
heykelin açılışında yaşanan pagan ritüeller Patrik
Yannis Khrysostomos tarafından eleştirilmiştir, bu
imparatoriçe'nin öfkesine neden olmuş ve patriğin sür-
güne gönderilmesine neden olmuştur. Heykelin kaidesi 1848'te keşfedilmiştir, şu
anda Aya Sofya'nın bahçesindedir. Justinian'in yeniden inşasından sonra, Justinian
sütunu 543 yılında onun kazandığı zaferleri anısınna meydanın batı ucuna dikil-
miştir. Theodosius'un heykelinin bazı kısımları kullanılmış ve Justinian ata biner-
ken, önünde dizleri üstünde ona hürmet sunan üç barbar kral ile tasfir tamamlanı-

26
KAZHDAHN, a.g.e., s. 975.
yordu. 16. yüzyıla kadar ayakta kalan sütun, Osmanlı İmparatorluğu tarafından
kaldırıldı.27

Konstantinus Forumu ve Anıtı

Constantinopolis yurttaşları için ‘’forum’’ olağanüstü bir buluşma yeri anıtsal


ve simgesel bir alandı. Eski kentin nekropolisi üzerine inşa edilmişti. Planı daire-
seldi ve iki katlı revaklarla çevriliydi. Kolonadların altındaki büyük nişlerde çoğu-
nun kaidesinde yaıtları bulunan atlı heykelleri bulunuyordu. ve tam ortasında ise
Konstantin’in kendisini Helios olarak betimlediği anıtsal heykeli bulunuyordu.

Meydanın güneydoğu ve kuzeybatı yanlarında, Regia aksı üzerinde iki kemerli


bir giriş vardır. Forumun güney batısında bir Nympheum ve forumun çevresinde
ise Kapitol Praetorum ve ilk senatosu bulunmaktaydı. Ayrıca senatonun porfir
revakının önünde ise Athena ve Tetis heykelleri bulunmaktaydı.

I. Constantin Byzantion’u yenip İstanbul’u ele geçirdiği zaman şehri romanın


yeni başkenti olarak görüp şehirde yoğun imar faaliyetlerinde (324-337) bulunup,
eski surlarını genişletip, yeni sınırlarını belirlediği şehrin ortasında kendi imzasını
taşıyan bir forum yaptırmak istiyordu. Forum için seçilen yerin alt katmanında
daha önceden Septimius Severus (193-211) tarafından yeniden kurulmuş olan
şehrin sınırları dışındaki mezarlık arazisi bulunmaktaydı. Constantin forumu,
Mese adı verilen şehrin ana aksı üzerinde konumlandırılmıştı ve bu forum tam
ortasında tepesinde Constantin’in heykelinin bulunduğu bir sütun bulunmaktaydı.
Forumun sınırları bilinmemekle beraber, meydanın klasik dikdörtgen veyahut
kare biçimli olmayıp oval bir formu olduğu bilinmektedir. Meydan revaklarla çev-
rili olup, zemininde geniş mermer yer kaplamaları bulunmakta ve ayrıca Mese
aksı doğrultusunda açılan forumun doğusundan ve batısından birer kemer bulun-
maktaydı. Bu kemerlerden doğuda olan Septimius Severus’un yaptırdığı direkli
caddeye, batıdaki ise şehirden çıkışa uzanan yola kavuşuyordu.28

Forumun içinde bir çok heykel bulunmaktaydı. Doğu kemeri üstünde arala-
rında bir haç olmak üzere İmparator Constantin ile annesi Helena’nın heykelleri
bulunuyordu. Burada ayrıca şehrin talih simgesi olan bir fortuna heykeli de yer
almaktaydı. Meydanın doğu tarafında, sağda, üzerlerinde altın kaplamalı 12 ef-
sane yaratığı ve deniz perileri heykeli yerleştirilmiş 12 sütun bulunmaktaydı. Sol-
da ise bir fil ile bir domuz heykeli görülüyordu. Orta kısımda ise büyük havuzun
üzerinde veya yanında aslanlar arasında peygamber Davud’un tunç heykeli yerleş-
tirilmişti. Burada ayrıca masif tunçtan tanrıça Junon’unda bir heykeli bulunmak-
taydı. Fakat daha sonraki dönemlerde IV. Haçlı Seferi ile burayı işgal eden batılı-
lar (1204) bu heykelleri para basmak için eritmişlerdir.

27
TEZCAN Hülya, Topkapı Sarayı ve Çevresi'nin Bizans Devri Arkeolojisi, Turing Yayın-
ları / Yayınevi Genel Dizisi İst. 1989, s.33-35.
28
TAMER Cahide, İstanbul Bizans Anıtları ve Onarımları, Turing Yayınları / Yayınevi Ge-
nel Dizisi ist. 2003. s.23-37.
Çemberlitaş’ın gövdesi, imparatorluk taşı olarak bilinen erguvan rengindeki
porfir taşından yapılmıştır. Çemberlitaş’ın tepesinde ise çoktanrılı inancın tanrıla-
rından Apollon görünümünde altın yaldızlı Constantin heykeli bulunuyordu. Hey-
kelin sol eli, üstünde haç olan bir küre, sağ eli ise bir mızrak tutuyordu. Bu hey-
kel, Hıristiyanlığın koruyucusu olarak bilinen ve bu dinin meşrulaştırılmasında
büyük rol oynayan Constantin’in çok tanrılı inanç kültüründen ve geleneklerinden
kopamadığının göstergesidir. Tarihi bilinmeyen bir dönemde, anıtın paganizmayı
hatırlatan tarafını silmek ve onun Hıristiyanlığın bir simgesi olduğunu vurgula-
mak için sözleri şu anlama gelen bir kitabe konulmuştur; “ İsa sen ki, dünyanın
yaratıcısı ve sahibisin, senin olan bu şehre onunla birlikte Roma’nın asasını ve
gücünü de sundum. Onu bütün saldırılardan koru ve tehlikelerden kurtar.”

Sütunu oluşturan porfir taşlarının yontulmuş yuvarlak parçalarının, Roma’dan


getirilerek 328 yılında dikildiği bilinmektedir. 418 yılında en alttaki gövde taşla-
rından birisi parçalandığından demir çember ile sarılmıştır. 465, 475, 498, 509,
512, 532, 582 ve 603 yıllarındaki yangınlarda anıtın taşları zarar görmüştür. Hey-
kelin elindeki bir mızrak 542 yılındaki bir depremde, daha sonra 869 yılında baş-
ka parçaları ile birlikte küre de kopup düşmüştür. 1079 yılında yıldırım düşmesi
ile anıtın tepesi zarar görmüştür. 1106 yılındaki şiddetli bir kasırga da,
Konstantin’in heykeli ile birlikte sütunun başlığı yere düşüp bir çok kişinin ezil-
mesine neden olmuştur.29

İmparator I. Manuel Comnenos


(1143-1180) anıtı restore ettirirken
sütunun üstüne mermerden bir tepe-
lik ve onun üzerine ise tunçtan bir
haç koydurtmuştur. Mermer tepeli-
ğin üstüne de “Zamanın sakatladığı
bu kutsal eseri dindar imparator
Manuel ihya ettirdi” yazdırtmıştır.

Anıtın zamanla depremlerden ve


yangınlardan zarar görmesi üzerine
II. Mustafa döneminde (1695-1703) anıtın kaidesinin taştan bir kılıf içerisine
alınmıştır. Bu kaidenin genel hatlarının ve üzerindeki işlemelerinin barok üslu-
bunda oluşu onarımın 1766 depreminin arkasından gerçekleştiğini gösterir. Anıtın
yapım aşamasında kaidesinin içerisine, Constantinin dindar annesi Helena’nın
gittiği kutsal topraklardan getirdiği Hz. İsa’nın gerildiği haçın parçalarının ve bazı
kutsal emanetlerinin yerleştirildiğine inanılmaktadır. Bu söylenti üzerine 1912-
1923 yılları arasında işgal dönemlerinde çevredeki bir kahvehaneden, anıtın içine
girmek için yerin altından kaçak bir kazı yapılmıştır. Fakat sonuç alınamamıştır.
Benzer bir girişim de 1929’da Danimarkalı, teosof C. Vett tarafından gerçekleşti-
rilmiştir. Fakat bu girişimde de başarılı olunulamayıp, yine anıtın kaidesine ula-
şılmamıştır. Yapılan bu kazılarda cadde kotunun 2.5 metre aşağısında forum dö-

29
TAMER, a.g.e., s.33.
şemesini, onunda altında 5 metre derinliğe kadar nekropolisin varlığını gösteren
mezar kalıntılarını tespit etmişlerdir. Çemberli taşın boyunun gerçekte forum dö-
şemesinden 37,5 metre yükseklikte, yani günümüz yer kotundan 35 metre yüksek-
likte olduğu bilinmektedir.30

Anıt 1955 yılında restore edilmiş, anıt baştan aşağıya güçlendirilerek gerek ka-
idedeki taşların, gerek gövdedeki porfirlerin araları ve çatlakları doldurulmuş,
demir çemberler yenilenmiştir. Günümüzde de anıt üzerinde restorasyon çalışma-
ları yapılmaktadır.31

Theodisius Forumu ve Anıtı

Theodosus Forumu, bugünkü Beyazıt Meyda-


nı'nın olduğu alanın Roma döneminde ki adıdır. 4.
yüzyıla kadar Forum Tauri (Boğa Meydanı) olarak
adlandırılan alan daha sonraları bu isim ile anılmış-
tır. Bu dönemde etrafı geniş sütunlu kilise ve ha-
mamlarında yer aldığı mermer yapılı sivil ve kamu
binalarıyla çevrili olan alanın kuzey doğusunda Jü-
piter Tapınağı bulunmaktaydı.

Forumun ortasında İmparator I. Theodosius onu-


runa dikilmiş bir sütun bulunurdu. Tepesinde I.
Theodosius’un heykeli bulunan sütunun etrafı impa-
ratorun barbarara karşı kazandığı savaşların kabart-
ma tasvirleri ile süslüydü. İçinde bulunan bir spiral
merdiven sayesinde ziyaretçiler sütunun tepesine
çıkabiliyordu. Hayatlarını bu tarz sütunların tepe-
sinde dua ve ibadete vakfetmiş stylite olarak adlan-
dırılan ruhbanların Orta Bizans dönemine kadar
sütunun tepesinde varlıklarını sürdükleri bilinmektedir. Sütun 15. yüzyılın sonuna
kadar ayakta kalmıştır ve bir takım parçaları Patrona Halil hamamında kullanıl-
mak üzere ayrılmıştır.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin temel açma kazıları sırasında üç


ayrı bazilika kalıntılarına rastlanmıştır. Haklarında pek bilgi bulunmayan ve isim-
leri bilinmeyen bu bazilikalar "A", "B" ve "C" bazilikaları olarak adlandırılmış-
tır.32

30
a.g.e., 34.
31
BİLGE Aygen, ‘’Çemberlitaş ve Kıztaşının Onarımları’’,Mimarlık Dergisi, sayı. 8, İst.
Ağustos 1972, s.54-59.

32
NAUMANN R., “Neue Beobachtungen am Theodosiusbogen und Forum Tauri in
Istanbul,” IstMitt 26 (1976) 117–141; Mango, Le développement 77; J. Bardill,
Brickstamps of Constantinople (Oxford 2004) 130. Dagron’s classic Naissance d’une
Capitale (1984) does not even mention the Forum of Leo.
Bu bazilikalar içinden Bazilika A, I. Jüstinyen dönemine ait olan ve planı bili-
nen tek bazilikadır. Plan belirgin birkaç özellik sunmaktadır. Hemen hemen kare
olan merkez alanının iki tarafında avlular bulunmaktadır. Batı yönündeki dış deh-
liz avlulara bağlanmaktadır. Kilise merkezini ayıran sütunlar arasında kalan boş-
luklar birbirleri arasında korkuluk katmanı oluştururlar ve bu özellikleriyle Aya-
sofya’ya benzerler. Bazilika A’da bulunan büyük minber erken Bizans dönemine
ait tek numunedir ve Ayasofya’nın bahçesinde bulunmaktadır.

Marmara adalarından getirilen mermer ile yapılmış, üç adet geçiş koridoru bu-
lunan kavisli yapıya sahip bir zafer takı forumun batısında bulunurdu. Roma’da
bulunan bir zafer takına benzer biçimde inşaa edilen bu eserin ortasındaki geçiş
koridoru kenardakilere göre daha büyüktü. Ortasında I. Theodosius’un heykeli
bulunan zafer takının iki yanında I. Theodosius’un oğulları Arcadius ve
Honorarius’un heykelleri bulunurdu. Ortadaki geçiş koridorunu taşıyan ve bu ko-
ridorun iki yanında bulunan Herkül figürleri ile süslü dörder adet sütun bulu-
33
nurdu

Bugün Ayasofya’nın önünden başlayarak batı yönünde ilerleyen cadde (bu-


günkü adıyla Yeniçeriler Caddesi) geçmişte şehrin ana hattını şekillendirmiştir.
Bu cadde Theodosius Zafer Takının içersinden geçerek Trakya’ya doğru devam
eder ve Balkanların dışına kadar ulaşırdı. Şehrin maruz kaldığı istilâlar ve 5. yüz-
yılda meydana gelen deprem gibi bir takım doğal felaketler sonucunda ağır zarar
gören Zafer Takı ile Forumu çevreleyen ve bugün hâlâ bir takım kalıntıları bulu-
nan antik yapılar, Osmanlıların İstanbul’u fethinde çok önceleri yıkılmıştır.34 He-
lenistik ve Roma Döneminin Mezarlığı Konstantinus tarafından kente katılmıştır.
Meydan olarak düzenleme çalışmaları 372 - 373 yıllarında başlasa da asıl ilgiyi
İmparator I. Teodosius MS 393 yılından itibaren göstermiştir. Forum Tauri kabaca
Beyazıt Külliyesi'nin ve Beyazıt Meydanı’nın kapladığı alandır. Rivayete göre
ortasında bronz bir boğa heykeli bulunan 55 x 55 m büyüklüğündeki meydana,
imparatoru atının üzerinde, elini kente uzatmış olarak gösteren bronz, oğulları
Arkadius ile Honorius’un ise mermer heykelleri konulmuştur. Meydanın impara-
tor ailesinin heykelleri ile süslenmesinden sonra bazı kaynaklarda ismi Forum
Theodosii olarak yazılmıştır. 447 depreminde forum ve 466 yangınında hem fo-
rum hem de büyük bazilika hasar görmüştür. İmparator I. Anastasios, İmparator

33
TEZCAN, a.g.e., s.34.
34
DARK K. R. and HARRİS A. L. The Last Roman Forum: the Forum of Leo in Fifth-century
Constantinople, Greek, Roman, and Byzantine Studies 48 (2008) s.57–69 2008 GRBS
Theodosius’un heykelinin yerine kendi heykelini 506 yılında meydana koydur-
muştur. 557 yılındaki depremde Doğu Roma’nın ilk imparatoru Arkadius’un hey-
keli yıkılmıştır. 8. yüzyıldan sonra hayvan pazarı olarak kullanılan forumun en
güzel heykelleri, Haçlılar tarafından çalındığından veya eritildiğinden günümüze
ulaşamamıştır. Haçlı işgalinin yağmalama ile geçen ilk günlerinin arkasından,
İmparator V. Aleksios’un idamı forumda halka açık olarak gerçekleştirilmiştir.
Fatih Sultan Mehmet’in foruma saray yaptırmak için 1454 yılında yaptığı düzen-
lemeden geriye sadece Theodosius sütunu kalmıştır. Daha sonra sütunun bazı par-
çaları Sultan II. Beyazıt’ın inşa ettiği hamamın temellerinde kullanılmıştır.

Arcadius Forumu

Forum Arkadius, Adını İmparator Arkadius’dan (MS 395 - 408) alan meydan,
Kserolophos (Kuru) adıyla anılan bölgededir. Dikdörtgen planlı ve revaklarla çev-
rili forumun ortasındaki Arkadius Sütunu’nun kaidesi, Cerrahpaşa caminin 100 m
kadar batısında hala görülebilmektedir. İmparator Arkadius’un heykelini taşıyan
kabartmalı sütunu 421 yılında İmparator II. Teodosius yaptırmıştır. 542 ve 740
yıllarındaki depremler, 550 yılındaki yıldırım gibi doğal olaylar, antik yazarların
güzelliğini sayfalarca anlattıkları sütunun günümüze ulaşmasını engellemiştir.
Gövdesi demir halkalarla sağlam-
laştırılmaya çalışılan sütunun
parçaları 1715 yılındaki yıkımın
ardından başka binaların yapımın-
da kullanılmıştır. Osmanlı Dö-
nemi içinde pazar günleri aynı
yerde kadınlar için pazar kurul-
duğundan forum, 'Avratlar Pazarı'
olarak bilinmiştir. Bizans’ın 12.
bölgesi olarak nitelenen 7. tepe-
nin üzerindeki Arkadius forumu-
nun ortasındadır. Günümüzde
Cerrahpaşa’da Haseki Kadın So-
kağı’nda bir evin bahçesinde yal-
nızca kaidesi bulunmaktadır. Anı-
tın bulunduğu alana kuru toprağından ötürü Bizanslılar Xerophos ismini yakıştır-
mışlardır. Arcadius forumu kısa bir süre sonra “Forum Teodosiacum” ismini al-
mışsa da sonra yeniden eskiye dönülmüştür. Tarihçi Teofanes başta olmak üzere
Bizanslı tarihçiler İmparator Arcadius’un (395-408) Barbarlara karşı kazandığı
zaferleri ebedileştirmek için bu anıtın yapıldığını belirtmişlerdir. Arcadius zama-
nında sütunun yapımına başlanmış ve oğlu II. Theodosius (408-450) tarafından
tamamlatılmıştır. Sütunun üzerine Arcadius’un heykeli konulmuş ve Temmuz
421’de açılışı yapılmıştır.35

35
NECİPOĞLU, a.g.e., s. 159.
Arcadius sütunu dört köşe bir kaide üzerinde 35 m. yüksekliğindedir. Ayrıca
altında 9 m. yüksekliğinde, kayalardan oyulmuş kare şeklinde bir mekân bulun-
maktadır. P. G. İnciciyan, sütun içerisinde 223 basamaklı taş bir merdiven oldu-
ğunu, üzerinde de bir balkon ile imparator heykelinin yer aldığını söylemektedir.
36
Arcadius sütunun gövdesi benzeri Roma anıtlarında olduğu gibi boş yer bıra-
kılmamacasına kabartmalarla süslenmiştir. Bu bezemeler kaide de yatay, gövdede
ise spiral olarak yapılmıştır. Burada Arcadius’un Gotlara karşı kazandığı zaferler
dile getirilmişse de günümüze bunlarla ilgili hiç bir kalıntı gelememiştir. Bu sü-
tunla ilgili bütün bildiklerimiz yalnızca eski resim ve bu kabartmalarda uçar du-
rumda elindeki çelenk ile zafer tanrıçası Nike, yenik durumda Barbarlar ve ele
geçen ganimetler en ince ayrıntısına kadar anlatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca asker-
lerin kalkanları üzerine de Hz. İsa’nın monogramları ile haç motifleri işlenmiştir.
Kaide ile gövdenin birleştiği yerde de çelenk ve dal mo-
tifleri bulunmaktaydı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde
bulunan ve 1874’de Davutpaşa İskelesi civarında deniz-
den çıkarılan, üzerinde savaş sahneleri olan kabartmala-
rın Arcadius sütununa ait olduğu iddia edilmiştir. Olduk-
ça aşınmış olan bu kabartmalar üzerinde üç asker ile bu
atın sağrısı ve arka ayakları görülmektedir. Başlarında
miğferleri olan kısa tunikli askerler kılıç ve kalkanları ile
önlerindeki bir hedefe doğru yürümektedirler. G.
Mendel’in sözünü ettiği böyle bir sahne Geoffroy’in çiz-
diği sütunun yedinci şeridine uymaktadır. Ne var ki sütu-
nun bulunduğu alanda bu sütunun evler arasında kalışın-
dan ötürü herhangi bir kazı yapılamadığından kesin bir
yargıya varmak çok güçtür.

Arcadius sütunu Iustinianus (527-563) zamanındaki


depremde bazı parçaları kopmuş, 549 yılındaki şiddetli
fırtınadan etkilenmiştir. Üzerindeki heykel de 740 depre-
minde devrilmiştir. Sultan III. Ahmet (1703-1730) zama-
nına kadar ayakta kalan sütun, deprem ve yangın gibi
felaketlerde çevresine tehlikeli olacağından ötürü yıktırıl-
mıştır. Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver, Veliyüddin Efen-
di kütüphanesinde bir derginin köşesinde “iptidai hedmi
dikilitaş” der. Kurbi Cerrahpaşa fi 10 şavval 1123 (1711)
kenar yazısına rastlamıştır. Bu kenar yazısı sütunun
XVIII. yüzyıl başlarına kadar ayakta durduğunu belgele-
mektedir. Onun yanı sıra 1711’de memleketine dönen
Aubry de Lan Motraye, bir kazaya meydan vermemesi
için kendisi İstanbul’dan ayrıldıktan sonra, yıktırıldığını yazmıştır. Bizanslılar bu
sütunun üzerindeki kabartmalarda bazı gizli kuvvetler olduğuna inanmışlardı. Ev-
liya Çelebi de bu sütunu bazı inanışlarla bağdaştırmıştır. Osmanlılar zamanında
İstanbul’un çeşitli yörelerinin havasını araştırmak için yüksek yerlere koyun ci-
ğerleri asılır, en geç bozulan yerin daha sağlıklı olduğuna karar verirlermiş. Nite-

36
a.g.e., s.160.
kim bu sütuna asılan ciğer diğer yerdekilere göre çok daha geç bozulurmuş. Ger-
çekten de Cerrahpaşa Hastanesi ve özellikle hastanenin Göğüs Hastalıkları Pav-
yonu bu taşın hemen yanı başında kurulmuştur.

Bous Forumu

Bous Forumu (Latince: Forum Bovis, Yunan: ὁ Bοῦς, "Öküz" anlamına gelir)
Constantinoplois için işkence yapılan ve infazların gerçekleştirildiği alan olarak
aklımıza gelmelidir. Öküz ismi ise altında odunların yandığı bronzdan bir öküzün
içine atılan insanlardan dolayı bu isim verilmiştir. Bergamadan getirilen bu bronz
heykel bir nevi fırın niyetine kullanılmıştır. Constantinus’un döneminde inşa edi-
len bu alan aynı zamanda bir kamu yapılaşmasının tam ortasında bulunuyordu.
İkonoklazm döneminde II. Justinian, Aziz Thediosian ve Aziz Andrew bu yön-
temle idam edilmişlerdir. Forum Bovis de denilen Öküz Meydanı adını Ber-
gama’dan getirilen öküz başlı fırından almıştır. Bugünkü Aksaray Meydanı olan
forumda İmparator Julianus (361-363) Hıristiyanların kanlı infazlarını gerçekleş-
tirmiştir.

380’den kısa bir süre sonra açık pazar haline getirilen Forum Bovis, ilk kez
425’li yıllarda yazılan ve resmi bir tanıtım kitabı olarak da değerlendirilen Notitia
Urbis’de geçer. Tahttan indirilen İmparator Phokas’ın cesedinin içinde yakıldığı
öküz başlı bronz fırın 610 yılında eritilmiştir. İnsanların, kor haline gelmiş öküz
başlı bronz fırın içinde
öldürülmeleri, Sicilya’da
hüküm sürmüş Yunanlı
despot Falaris’in başlattı-
ğı bir ceza şekliydi. İlk
kez İmparator Julianus
Döneminde (361 - 363),
İstanbul’daki heykeller,
başta Aksaray’daki büyük
heykel olmak üzere, bu
amaçla kullanılmıştır.
695’de darbe ile devri-
len İmparator II. İustinianos’un iki başyardımcısı Stefanos ve Teodatos ayrıca
İkonoklast Dönem içinde bazı meşhur din adamları yine meydanda yakılarak idam
edilmişlerdir. Daha sonraları ise Bovis Forumu, seferden dönen Bizans imparator-
larına şaşalı karşılama törenlerinin düzenlendiği alan olarak ün kazanmıştır.37

37
MANGO, a.g.e., 334
KAMU YAPILARI

HİPODROM VE ANITLARI

Hipodrom

Roma döneminden kalma Hipodrom ya da Osmanlıların verdiği ismiyle At


Meydanı, aynı zamanda imparatorun özel tribünü Kathisma'nın da olduğu yer. 400
metre uzunluğundaki Hipodrom'un kalıntılarını halen Marmara Üniversitesi'ne ait
binanın alt kısımlarında görmek mümkün.

Bizans İstanbulu’nun en büyük ve en önemli yapılarından biri olan Hippodrom,


kentin merkezinde imparatorluk sarayının hemen yanında yer alırdı. 4. yüzyıldan
7. yüzyıla kadar, sadece en heyecanlı ve en gözde atlı araba yarışlarının, gösterile-
rin yapıldığı bir alan olmakla kalmamış; aynı zamanda, imparatorların tahta geti-
rildiği, askeri zaferlerin görkemli gösterilerle kutlandığı ve halkın, imparatorları-
nın huzurunda isteklerini dile getirebildikleri en önemli kamusal alan olmuştu

Roma imparatoru Septimus Severus’un


196’dan sonra yapımını başlattığı ve imparatorı.
Constantinus döneminde tamamlandığı kabul edi-
len, büyük saray ile bağlantılı 440m uzunluğunda,
güney ucu yuvarlatılmış (sphendone) dikdörtgen
planlı yarış alanıdır. Kaynaklara göre, üstlerinde
yer yer iki katlı sütunlu koridorları bulunan ve
toplamda 30000 kişilik oturma yerlerinin, mese
(divanyolu) girişinde çok katlı büyük bir giriş ya-
pısıyla sonlandığı bilinmektedir.

Antik dünyada halkın da katıldığı eğlenceler


arasında kendine has bir yeri olan araba yarışlarına
mekan olan hipodromlar, temelinde antik Yunan
şehirlerindeki stadion’ların gelişmesiyle karşımıza
çıkar. Heyecanı yüksek, rekabeti amansız olan bu
araba yarışları günlük hayatın içinde toplumun her
kesiminin taraf olduğu, heyecanla izlediği oyunlar
arasında en bilinenidir. Roma İmparatorluğu sınır-
ları içindeki kentlerde hipodromlar zamanla yarış-
lara eklenen çeşitli akrobasi gösterileri, danslar,
vahşi hayvan mücadeleleriyle birlikte circus adını
almış olsalar da, her zaman bulundukları kentlerin en özel yapıları arasında görü-
lürler. Nitekim Roma’daki Circus Maximus, Antiokos (Antakya) hipodromu ve
Konstantinopolis Hipodromu en ünlü ve gösterişli anıtsal yapılar arasında mimar-
lık tarihinde anılmaktadır.

Atmeydanı’na yani Nea Roma Hipodromu’na dönersek, önce şehirde bir hi-
podrom yapılmasına nasıl karar verildiğine bakmamız gerekir. İstanbul’un kent
tarihinde açıkça söz edildiği üzere, Byzantion şehri antik Yunan şehir devletleri
gibi tek başına varlığını sürdürmekteyken, Roma İmparatorluğu’nun hedefi olunca
direnmeye karar verir ve uzunca bir süre mücadelesini sürdürür. Pes etmek bilme-
yen Byzantionluların bu azimli direnişleri Roma İmparatorluğu doğu eyaletleri
sorumlusu Septimius Severus’u (VII. Severus, M.S.193-211) öylesine uğraştırır
ve sinirlendirir ki, Severus en sonunda şehri ele geçirdiğinde kenti taş üstünde taş
kalmayacak şekilde harap eder ve şehrin adını, bundan sonra Roma İmparatorlu-
ğu’ndan hiç ayrılmayacağına olan inancı ve ileride Roma’ya alternatif bir başkent
olabileceği düşüncesiyle Nea Roma olarak değiştirir.

Yeniden yapılanma sürecine girildiğinde, Severus’un bu düşüncesinde ne denli


ciddi olduğu inşasını emrettiği yapılardan anlaşılacaktır. Şehir planı, tapınaklar,
senato binası, agora, çarşı… Her yapı Roma İmparatorluğu’na bağlı diğer şehir-
lerdeki örnekleriyle yarışır anıtsallıktadır. Nea Roma Hipodromu da Roma’daki
Circus Maximus’la benzerlikler gösterecek şekilde ama ondan daha görkemli ol-
ması hedeflenerek inşa edilecektir. İnşaat M.S. 196’da başlar. Tipik bir hipodrom
planına uygun uygun olarak bir ucu düz diğer ucu ise yarım daire şeklinde biten

iki yan kanadı uzunca tutulmuş bir U harfini anımsatan yapının inşası için seçilen
yer de önemlidir. Circus Maximus’a benzer şekilde, kent sarayının bitişiğinde –
Büyük Saray olarak bilinen sarayın hemen paralelinde- Augusteion Meyda-
nı’ndaki Zeuksippos Hamamları’nın çıkışına komşu olacak şekilde ve şehrin Ro-
ma’ya giden ana caddesi Via Egnetia’nın başlangıcı olan Mese’ye bakar halde
yerleştirilir. Daha sonra Augusteion Meydanı’nın kuzey kanadına inşa edilen Aya
Sofya Kilisesi’yle de Hipodrom’un çevresinde konumlanan ve hem mimari hem
de simgesel anlamı güçlü bu yapılar grubu tamamlanmış olur. Plan olarak bir U
harfi çizen Hipodrom’un iç düzenlemesi ise kanatlar boyunca kademeli olarak
basamaklar üzerinde oturma grupları yükselecek şekilde ve U harfinin açık ucu,
arabaların anıtsal bir kapının (carceres) altından 12 kulvar halinde çıkış yapabil-
mesine uygun olarak inşa edilir. Çıkış kapılarının tam karşı noktasında ise U har-
finin yarım daire çizen kavisiyle yarış pistinin dönüş alanını sınırlandırır.
Sphendone diye adlandırılan bu bölüm kısa süre sonra yarış dışı zamanlarda Nea
Roma’ya özgü boğaz panoramasının izlendiği bir mekan olacaktır. Bugün halen
ayakta olan bu bölümde yükselen duvar ve tonozlara bakarak yapının ne denli
hacimli olduğunu tahmin edebiliriz. Cankurtaran’a doğru inerken sağ tarafta yük-
selen bu muazzam altyapı, Hipodrom’un onca depreme rağmen nasıl ayakta kala-
bildiğine de açıklık getirmektedir. Bu istikamette yürüyerek Sokollu Camii tarafı-
na doğru ilerlediğimizde ise sphendone duvarında yakın zamanlarda duvara dayalı
bir şekilde yapılmış ahşap evlerden kalan izleri görebiliriz. Bu evlerden kalmış
banyo mutfak fayansları, su tesisatı boruları hala duvar yüzeyi üzerinde asılı dur-
maktadır. Yokuşu tamamlayıp yeniden meydana çıktığımızda ise bu kez, az önce
çevresini dolaştığımız sphendone üzerinde Marmara Üniversitesi rektörlük bina-
sını ve onun arkasındaki Sultanahmet Meslek Lisesi binasını görmek şaşırtıcıdır.

Bakışımızı tekrar meydanın ortasına çevirdiğimizde ise bir hizada duran anıtla-
rı görürüz. Bunlar, kendi dönemlerinde yarış alanının ortasında pisti ikiye ayırmak
üzere yapılmış spina duvarının üzerinde olan anıtlardır. O tarihlerde üç, dört metre
yüksekliğinde olduğu tahmin edilen spina’nın genişliği de iki metre civarındaydı.
Duvarın üzerinde çeşitli anıtların yükselmesi hipodromların ortak özelliğidir.
Spina’nın orta kısmında genellikle bir dikilitaşın yer alması da yine hipodromlara
özgüdür.

Ancak Roma’daki Circus Maximus, sahip olduğu iki dikilitaş nedeniyle diğer-
lerinden ayrılır. O halde Roma’ya öykünülerek yapılandırılmış Nea Roma’nın
hipodromu da, Circus Maximus gibi iki dikilitaş barındırmalıdır. Nitekim
Severus’tan epey sonra başa gelen imparator Constantinus (324-337) bu detayı
atlamayacak ve dikilişine tanık olamasa da Hipodrom’a ikinci bir dikilitaşın Mı-
sır’dan getirtilmesini emredecektir.

Spina duvarı üzerinde bulunan anıtlar tabii ki bugün gördüklerimizden ibaret


değildi. Kaynaklarda tarif edildiği kadarıyla yarışlarda ünlenmiş, efsane olmuş
sürücülerin heykelleri, pagan inançlarına uygun çeşitli anıtların yanı sıra, Bizans-
lıların Hıristiyanlık sonrası Adem ve Havva olarak yorumladıkları iki çıplak hey-
kel, yarı tanrı olarak bilinen Herakles’in heykeli, Augustus, Diokletianus, Julius
Sezar gibi ünlü imparatorların Remus ve Romus’un efsanevi tasvirleri, Defli
Apollon tapınağından getirtilen Burmalı Sütun (Yılanlı Sütun) ve ünlü heykeltıraş
Lisippos’un bronz atları Nea Roma hipodromunun belli başlı anıtları içindeydi.
Bu anıtlara bir de oturma grupları boyunca tüm Hipodrom’u dolaşan portikodaki
(revakla örtülü yol) heykelleri de eklersek bu haliyle Hipodrom’a bir nevi Açık-
hava heykel müzesi yakıştırması yapmamız yanlış olmayacaktır.

Her şey tamamlandığında Konstantinopolis Hipodromu 118,5x370 metre ölçü-


leri ve tahmini 60 bin ile 80 bin arası izleyici kapasitesiyle antik dünyanın en bü-
yük hipodromu olarak 11 Mayıs 330 tarihinde açılır. Bu tarih aynı zamanda Ro-
ma’ya alternatif bir başkent adayı olan Nea Roma’nın da bundan böyle gerçek bir
başkent olacağının ilk işaretidir ve yapılan bu açılış erken bir kutlama sayılabilir.
Nea Roma’nın adı da bundan böyle Constantinus’un şehri anlamında Konstanti-
nopolis olarak değiştirilir.

O günlerde şehirde yaşanan bu heyecanı bir kenara bırakırsak, daha etkili bir
değişimin İmparator Constantinus’un Hıristiyanlığı yasaklı bir din olmaktan çı-
karmasıyla gerçekleştiğini görürüz. İnançlarında serbest kalan Hıristiyanlar, hızla
pagan alışkanlıkları terk ederken, şehirlerin mimari görünümü de değişmeye baş-
lar. Tapınaklar yerlerini kiliselere bırakır, pagan geleneğin vazgeçilmez mekanla-
rından tiyatrolar ise din dışı kabul edilerek terk edilir. Konstantinopolis tiyatrosu
bu gelişmeden nasibini alıp kaderine bırakılırken yalnızca Konstantinopolis Hi-
podromu varlığını sürdürmeyi başaracaktır. Öyle ki, dönemin patriği İoannes
Hrisostomos (344-407) Hipodrom için Satanodrom, hipodrom oyunları için de
satanik oyunlar demiş olsa da, gerek Bizans Sarayı, gerekse Bizanslılar Hipod-
rom’daki yarışlara gitmeyi sürdürecek ve zamanla kilise temsilcilerinin de katıl-
masını sağlayarak bu önmeli pagan geleneğine Hıristiyanlık içinde sahip çıkacak-
lardır. Bu tavır belki de, her dönem farklılıkları bünyesinde barındırmasıyla, kimi
zaman karşıtlıklar şehri sıfatı alan, kimi zaman farklılıkların uyumuna örnek gös-
terilen İstanbul’un en eski şaşırtmacalarından biridir.

Örme Sütun

Atmeydanı’nın güneyinde, en sonra yer alan bu sütunun diğer bir adı da İmpa-
rator Konstantinos VII. Porfirogennetos sütunudur. Zira anıtın kaidesindeki yazıda
anıtın İmparator ve oğlu Romanos 1. Lekapenos tarafından yenilendiğinden bah-
sedilmektedir. Semavi Eyice’nin aktardığı-
na göre38, kaidenin bir yüzündeki altı mıs-
ralık Grekçe kitabede şunlar yazmaktadır:
“Bu dört köşeli heybetli ve harika anıt, za-
manla harap olmuşken, şimdi İmparator
Konstantinos ile devletin şanı olan oğlu
Romanos tarafından önceki görüntüsüne
nispetle daha iyi duruma getirildi: Rodos
kolosu harikulade idi, bu bronz anıt ise hay-
ranlık yaratmaktadır.”Anıtı yenileyen impa-
ratorun hangi Konstantinos olduğu ise
Porfirogenetos lakabından anlaşılmaktadır.
Bizans sarayında uzunca bir süre gelenek
olduğu üzere imparatorlar, duvarları Mı-
sır’dan getirtilme porfir taşla kaplı bir oda-
da dünyaya gelirlerdi. Ancak bu şekilde
dünyaya gelen imparatorlardan sadece VII.
Konstantinos’un (913-959) lakabı “porfir
içinde doğan” manasında “Porfirogenetos”
olarak söylenegelmiştir. Bütün bu bilgiler

38
EYİCE, a.e.g. s.45.
yan yana geldiğinde anıtın yaklaşık olarak 913-959 yılları arasında yenilendiği
anlaşılır. Anıtın üzerini kaplayan bronz levhaların ne zaman yerinden söküldüğü
bilgisi ise kesin olmamakla beraber, 4.Haçlı Seferi sırasına tarihlenmektedir. Ak-
tarılanlara göre kenti istila eden Latinler pek çok bronz eseri silah yapmak üzere
eritmişlerdir. Hal böyle olunca da Örme Sütun’un bronz levhalarının da akıbetinin
benzer olduğu düşünülmektedir.

Burmalı Sütun

Atmeydanı anıtlarının ortasında yer alan bu sütun Nea Roma’nın yeniden inşası
sırasında Roma İmparatorluğu’nun çeşitli eyaletlerinden getirtilen kıymetli taşlar,
anıtlar, heykellerle birlikte gelmiş ve Hopodrom’a dikilmiştir. Delfi’deki Apollon
Tapınağı’ndan getirtilen anıtta üç piton yılan birbirine dolanmış olarak tasvir
edilmiştir. Anıt, 31 Yunan şehir devle-
tinin Perslere karşı verdikleri Platea
Savaşı’nın (M.Ö. 479) kazanmaları
onuruna yapılmıştır. Bu zafer için min-
netlerini bildirmek isteyen Delfililer
Apollon’un bir piton yılanı ile yaptığı
mücadeleye gönderme yaparak anıtın
formunu yılanlardan oluşturmuş ve
gövde üzerinde muzaffer 31 koloninin
isimlerini bronza kazımışlardır. Anlatıl-
dığına göre, yılanların başları üzerinde
bir de kazan bulunmaktaymış, ancak ne
bugün ne de Osmanlı dönemindeki
minyatürlerde böyle bir kazanın varlı-
ğını doğrulayacak bir ize rastlanmıştır.
Bizans kaynaklarına göre bu kazan ori-
jinalinde bulunduğu halde şehre hiç
gelmemiştir. 1850 yılındaki kazılarda
Charles Newton, anıtın temeli civarında
bir suyolu bulmuş, ancak bunun anıtla
bağlantısı tam anlaşılamamıştır. Bu
suyolunun kaynaklarda yazdığı gibi
spina üzerinde olduğu bilinen phiale
(çeşme) ile ilgili olduğu daha akla yat-
kındır. Anıtın tepesinde yer alan yılan
başlarının hepsi zaman içinde kaybol-
muş ancak birin çenesine ait bir parça
bugüne değin kalabilmiş ve İstanbul
Arkeoloji Müzesi’ndeki yerini almış-
tır. Söylentiye göre bu parça Fatih’in
attığı bir şeşberle kırılmıştır
Dikilitaş

Burmalı sütun gibi Dikilitaş da impara-


torluğun eyaletlerinden (Mısır’dan) gelme
bir anıttır. Orijinal halinde Karnak Amon-
Ra tapınağı önünde bulunan bu anıt, fira-
vun III. Tutmosis (M.Ö. 1502-1488) adı-
na yapılmıştır ve bir de ikizi vardır. Her
iki dikilitaş da Büyük Constantinus zama-
nında (324-337) bulundukları mabedin
önünden alındıktan sonra biri Roma’ya,
diğeri Konstantinopolis’e gönderilmek
üzere İskenderiye Limanı’na nakledilmiş-
lerdir. Ne var ki Konstantinopolis’e gide-
cek olan anıt nedensizce limanda uzun
süre bekletilir. Sonra İmparator
Julianus’un emriyle (361-363) bir gemiye
yüklenerek Konstantinopolis7e getirilir.
Knete ulaşması kırk yıl kadar süren anıt,
İmparator I. Theodosius döneminde (379-
395) 390 yılı civarında bugünkü yerine
dikilir. Üzerindeki hiyerogliflerin aşağı
taraftan kesilmesinden de anlaşılacağı
üzere, anıtın bir kısmı eksiktir. Uzunca bir
süre bu eksik kısmın bilinçli olarak kesi-
lip kesilmediği tartışılmaktayken 2005
yılı mart ayında Fransız Kültür Merke-
zi’nde verdiği konferansta Marie France
Auzepy’ni dile getirdiğine göre Mısır
arkeolojisi uzmanı Luc Gabolde, Karnak’ta Dikilitaş7ın alt kısmına ait parçayı
bulmuş ve bu parçanın kesilmediğini, ancak yerinden sökülürken kırıldığını tespit
etmiştir. Bugün Dikilitaş’ın altında görülen kaide ise muhtemelen Theodosius
döneminde ilav edilmiştir. Bu kaide üzerindeki kabartmalar bize hem Hipod-
rom’daki yarışlar hem de anıtın dikilişi hakkında bilgiler vermektedir.39

Kabartmalarla süslü kaide iki kademeden oluşmaktadır. En alt kısımda Dikili-


taş’ın Hipodrom’a getirilişi ve halatlar yardımıyla bir rampa üzerinden destek
alınarak nasıl dikildiği tasvir edilmektedir. Kaidede yer alan Grekçe ve Latince
kitabede ise anıtın dikilmesinin 32 gün sürdüğü ifade edilmektedir. Bu kabartma-
lardan birinde yarım daire şeklinde bir kemerin altında oturur vaziyette dört figür
bulunmaktadır; içlerinde en iri olanı imparator Theodosius, solundaki Batı Roma
İmparatoru II.Valentinianus, sağında oğlu Arkadius ve onun yanında da en küçük
oğlu Honorius yer alır. Oturdukları yerin altında ise eğilmiş olarak karşılıklı iki
yönde imparatora yönelmiş Persler ve Germenler bulunmaktadır. Giyimlerine

39
SİNANLAR Seza, At Meydanı Bizans Araba Yarışlarından Osmanlı Şenliklerine, Kitap Ya-
yınevi, İst. Ekim 2005. s.23-79.
göre solda sivri başlıkları olan dört kişi Perslerden, sağ taraftaki pelerinli dört fi-
gür Germenlerdendir. Ellerinde imparatora sunmak üzere getirdikleri hediyeleri
tutmaktadırlar. Bir başka yüzde ise imparator kathisma’da bu kez ayaktadır ve
elinde birinciye vereceği çelengi tutmaktadır. Yarışlara gelecek olursak; atlı ara-
baların ilk kez ne zaman kullanıldığı bilinmese de, Mezopotamya uygarlıklarından
Sumer ve Babil’de savaş aracı olarak kullanıldığını biliyoruz. Yine o tarihlerdeki
kaynaklarda ünlü Kadeş Savaşı’nda yirmi bin kişilik Hitit Ordusu’nda 3500 aske-
rin arabalı olduğu yazılıdır. Maharetlerini sergileyen sürücüler arasındaki rekabet
zamanla sürat ve kontrole dayanan bir yarışa dönüşmüştür. İmparatorluğun ilk
yıllarında yaşanan iç savaşlar ise takımlar arasında rekabetle örtüşerek yarışlara
politik bir anlam yüklemiştir. Başta asker kökenli olan yarışçılar zamanla yerleri-
ni, bu işe bir meslek gözüyle bakanlara bırakmışlardır. Bu yarışlar Homeros’un
İlyadası’nda uzun uzun anlatılır. Araba yarışları M.Ö. 680’de yapılan olimpiyat
oyunlarında bir kategori olarak yer almıştır. Ben Hur adlı filmin (1959) unutulmaz
yarış sahnesi de araba yarışlarını sinema diliyle anlatır. Yarışlar zamanla çeşitli
seyirlik oyunlarla renklendirilmiş, hipodromlara giriş ücreti alınmayarak halkın
katılımı teşvik edilmiş, hatta yarış günlerinin tatil günü ilan edilmesi söz konusu
olmuştur. Nitekim tarihe şöyle bir göz attığımızda Marcus Aurelius döneminde
(161-180) bir yılın 135 gününün yarışlar nedeniyle tatil edildiğini görüyoruz. İm-
paratorluğun ilk yüzyılında bu denli etkili olan yarışların daha da güç kazanması
ise devlet yöneticilerinin bu yarışları kendi meşruiyetleri için kullanmış olmaları-
na dayanıyor.Takımların uzunca bir süre varlıklarını koruması ise geleneğin gü-
cünü yansıtıyor. Önce Kırmızı ve ve Beyaz olarak ayrılan takımlara, Augustus
döneminde (M.Ö. 31-M.S. 14) Mavilerin, bunun ardından da Yeşillerin eklenme-
siyle dörtlü bir grup oluşturmuştur. Pascale Kroniği’nde Malalas’ın aktardığına
göre bu takımların renkleri aynı zamanda toprağı (yeşil), havayı (beyaz), ateşi
(kırmızı) ve suyu (mavi) simgelemekteydi. Ancak Domitian zamanında (51-96)
Morlar (porfirler) ve Dorelerin de (altın rengi) katılmasıyla grupların simgesel
anlamları unutulmuş ve daha sonra az kazanan takımlardan Kırmızılar Yeşillere,
Beyazlar ise Mavilere katılmış, böylece her iki grup daha da güçlenmiştir. Öyle ki
Bizans İmparatorluğu’nun ilk ve orta dönemlerinde yapılan yarışlarda mücadele
her zaman Maviler ve Yeşiller arasında geçmiştir.

Marcianus Anıtı

Marcianus Anıtı Üç kademeli Aphrodite’nin heykelinin bulunduğu bir plat-


formdaki mermer kaidenin üzerindedir. Bugün kaidenin altındaki kademeler top-
rak altında kalmıştır. Korint mermerinden, 2,35 m. yüksekliğindeki kaide mermer
kabartmalarla süslenmiştir. Üç cephede de birbirinin eşi olan kabartmalarda defne
yapraklarından oluşmuş bir çelenk içerisinde Hz. İsa’nın monogramı olan “I” ve
“X” harfleri bulunmaktadır. Kaidenin kuzey cephesinde de simetrik konumda iki
Nike figürü yuvarlak bir madalyonu taşımaktadır. Bugün yalnızca harflerinin yu-
vaları kalmış Latince bir kitabede sütunun Marcianus için Tatianus Decius tara-
fından dikildiği belirtilmiştir. Bizans devri İstanbul’unda dördüncü tepenin batı-
sında, onuncu mıntıkada bulunan Marcianus Anıtı Fatih’te Kıztaşı olarak isimlen-
dirilen küçük bir meydanın ortasında günümüze ulaşabilmiştir. İstanbul’un fethin-
den sonra kurulan ilk Osmanlı mahalleleri arasında “Kıztaşı Mahallesi” olarak
ismi geçmiştir. Uzun süre Saraçhanebaşı’nda Yeniçeri odalarında bir evin bah-
çesinde kalan bu anıt bütün
çevreyi yakan Çırçır yangının-
dan (23 Ağustos 1908) sonra
yeniden yapılan düzenleme
sonunda ortaya çıkarılmış-
tır.Bizans kaynaklarının yete-
rince değinmediği bu anıtı şehir
valisi Tatianus Decius, İmpara-
tor Marcianus (450-457) onu-
runa 450-452 yıllarında diktir-
miştir. Anıtın kitabesinde yal-
nızca Tatianus’un ismi bulunu-
yorsa da tarihi belirtilmemiştir.
Ancak Sanat Tarihçisi J.
Kollwitz 452 tarihi üzerinde
durmuştur. Marcianus Anıtı’nın
kaidesinde Nike heykelinin
bulunuşundan ötürü halk ara-
sında Kıztaşı olarak tanınmıştır.
Ancak Bizans devrinde Beşinci
Tepe’ye dikilen ve Süleymani-
ye Camisi’nin yapımında yıkı-
lan, bir başka anıta da bu isim
verilmiştir. Marcianus Anıtı üç
kademeli Aphrodite’nin heyke-
linin bulunduğu bir platformdaki mermer kaidenin üzerindedir. Bugün kaidenin
altındaki kademeler toprak altında kalmıştır. Korint mermerinden, 2,35 m. yük-
sekliğindeki kaide mermer kabartmalarla süslenmiştir. Üç cephede de birbirinin
eşi olan kabartmalarda defne yapraklarından oluşmuş bir çelenk içerisinde Hz.
İsa’nın monogramı olan “I” ve “X” harfleri bulunmaktadır. Kaidenin kuzey cep-
hesinde de simetrik konumda iki Nike figürü yuvarlak bir ma dalyonu taşımakta-
dır. Bugün yalnızca harflerinin yuvaları kalmış Latince bir kitabede sütunun
Marcianus için Tatianus Decius tarafından dikildiği belirtilmiştir. Sütun 8.75 m.
yüksekliğinde olup Roma-Korint üslubunda bir başlıkla sonuçlanırsa da, bu kısım
1894 depreminde hasara uğramıştır. Marcianus’un heykelinin ne zaman yıkıldığı
bilinmemektedir. Salzanberg ve Kondakoff gibi sanat tarihçiler korint başlığının
üzerinde gördükleri bir heykel kaidesine değinmişlerdir. Prof. Dr. Semavi Eyice,
İtalya kıyılarında bulunan Barletta heykelinin buraya ait olacağına işaret etmekte-
dir. Ayrıca R. Delbrueck’de 40 bu heykelin İmparator Marcianus’a ait olduğunu
ileri sürmektedir. Üslup ve teknik olarak V. yüzyıla tarihlenen 5 m. yüksekliğin-
deki bu heykel Bari’de St. Scpolone’dedir.

40
http://www.kenthaber.com/marmara/istanbul/fatih/Rehber/dikilitaslar/marcianus-aniti-
kiztasi
Galata Kulesi

Galata Kulesi, İstanbul'un Galata semtinde bulunan ve şehrin en önemli sem-


bollerinden biri olan 528 yılında inşa edilmiş bir kuledir. Kuleden İstanbul Boğa-
zı, Haliç ve İstanbul, panoramik olarak izlenebilmektedir. Galata Kulesi dünyanın
en eski kulelerinden biri olup, Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılın-
da Fener Kulesi olarak inşa ettirilmiştir. 1204 yılındaki IV. Haçlı Seferi'nde geniş
çapta tahrip edilen kule, daha sonra 1348 yılında "İsa Kulesi" adıyla yığma taşlar
kullanılarak Cenevizliler tarafından Galata surlarına ek olarak yeniden yapılmıştır.
1348 yılında yeniden yapıldığında kentin en büyük binası olmuştur. Galata kulesi
1445-1446 yılları arasında yükseltilmiştir. Kule Türklerin eline geçtikten sonra
hemen her yüzyıl yenilenmiş ve tamir edilmiştir. 16. yüzyılda Kasımpaşa tersane-
lerinde çalıştırılan Hıristiyan savaş esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Sul-
tan III. Murat'ın müsaadesiyle burada müneccim Takiyüddin tarafından bir rasat-
hane kurulmuş, ancak bu rasathane 1579'da kapatılmıştır. 17. yüzyılın ilk yarısı
nda IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi, Okmeydanı'nda rüzgarları
kollayıp uçuş talimleri yaptıktan sonra, tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtı-
na takarak 1638 yılında Galata Kulesi'nden
Üsküdar-Doğancılar'a uçmuştur. Bu uçuş Av-
rupa'da ilgi ile karşılanmış, İngiltere'de bu
uçuşu gösteren gravürler yapılmıştır.
1717'den itibaren kule yangın gözleme kulesi
olarak kullanılmıştır. Yangın, ahalinin duya-
bilmesi için büyük bir davul çalınarak haber
verilmekteydi. III. Selim döneminde çıkan bir
yangında kulenin büyük bölümü yanmıştır.
Onarılan kule 1831 yılında başka bir yangın-
da yine hasar görmüş ve onarılmıştır. 1875
yılında bir fırtınada külahı devrilmiştir.
1965'te başlanıp 1967'de bitirilen son onarım-
la da kulenin bugünkü görünümü sağlanmış-
tır.41

Tapınaklar, Ekhlesialar, Manastırlar, Kiliseler

Amastrianum Forumu Pagan tapınağı olan Amastrianum Constantinopolis’in


ilk yapıtlarından biridir. Ve önünde bir kaide üzerinde kırmızı renkli bir sütun
bulunmaktadır.

Taşın üzerinde şu metin yer alır;

41
ANADOL Köksal, Galata Kulesinin Turistik Tanzimi, Mimar Dergisi, İst. 1964, s.18-24.
“PRINCIPIS HANC
STATVAM
MARCIANI CERNE
TOVUQVE
PRAEFECTVS VOVIT
QVOD TATIANVS
OPVS” (İşte bu impara-
tor Marcianus’un anıtı-
dır / Ki Tatianus bu
eseri Aynı alan içeri-
sinde bulunan
Philadelphion’u kamu
binasıdır.
Constantinus’un tetrarşi
zamanında yapılan bu
kamu binası bir yöne-
tim merkezi idi önünde bulunan geniş alanı bir forum yaratıyordu günümüze ka-
dar ulaşmayan bu yapının kalıntıları ise sadece temelleri bulunmaktadır. Ancak
burada öenmli bir husus ise tetrarşik yönetimi betimleyen en önemli eserlerden
biri olan Kendilerini kucaklayan Tetrarkh'lar (iki Augusti ve iki Caesari) heykelle-
ridir bu heykellerde latinlerin 1204 yılında söküp san marco kilisesinin duvarları-
na yerleştirmişlerdir.

Hagia Eirene

Konstantin, şehri yeniden kurarken kendi adına bir forum, saray ve hipodromun
yanı sıra, 330`larda Roma tapınaklarının üzerine Aya İrini Kilisesi`ni inşa ettirir.
Aya İrini ya da Hagia Eirene`nin sözlükteki anlamı `Kutsal Barış`; ama aynı za-
manda da, aynı yüzyılda yaşamış bir azize. Azizenin gerçek adı Penelope`dir. Hı-
ristiyanlığı yaymaya çalışır. Putperestler tarafından yılanlarla dolu bir kuyuya
atılır; ölmez. Taşlanır, atlara bağlanıp sürüklenir; yine de ölmez. Mucizelerin so-
nunda putperestler Hristiyan olur; İrini de bir azize. İmparator Konstantin, bu ola-
ğanüstü olay üzerine yaptırdığı tek tanrılı dinin ilk mabedine Aya İrini adını verir.
Aya İrini, Bizans`tan günümüze kalan atriumlu tek kilise. Atrium, eski Roma ta-
pınaklarının ortasındaki çevresi revaklı bir avlu. Aya İrini, yerini aldığı tapınağın
özelliklerini bugüne kadar getirmiş. Ancak bugünkü Aya İrini, aynı Aya İrini de-
ğil. Çünkü ahşap ilk Aya İrini, 532`de yanmış. İmparator Iustinianos, çok tanrılı
inancı kesinlikle yasaklayınca ayaklanan halk, Zeus`a sığınarak hem Ayasofya`yı,
hem de Aya İrini Kilisesi`ni yakmış.42 İustinianos, Ayasofya ve Aya İrini`yi yeni-
den yaptırmış. Ancak Aya İrini 564`te bir kez daha yanmış. Onarılmış... İki yan-
gından sonra, bu defa depremlerle sallanmış. Yani kilise üç kez onarılmış.

42
BİHLMEYER K. - TUCHLE H., I. ve IV. Yüzyıllarda Hıristiyanlık, (Çev. A. Gürdal), İstanbul 1972,
s.62.
Studios Manastırı ve Ioannes Prodromos Kilisesi

Studios Manastırı ve Ioannes Prodromos Kilisesi 463 senesinde Studios tarafından


yaptırılıp Vaftizci Yahya’ya adanmıştır. Studios Markianos’un İmparatorluğu
sırasında, 454′te konsüllük yapmıştır.”

Bu yapı kompleksinden geriye ne yazık ki sadece 5.yy ile tarihlenen Studios Ma-
nastırının Ioannes Prodromos adını taşıyan kilise bölümü kalmıştır. Tipik bir ba-
zilika formuna sahip olan yapı üç neften oluşmaktadır. Bu nefleri ayıran sütun
dizilerinden günümüzde sadece bir doğu tarafında bulunan ayakta durmaktadır.
Rus Arkeoloji Enstitüsü 1907′de yapının içinde araştırmalar yaptırarak Batı’daki
nefin altında bazı Bizans dönemi mezarları ortaya çıkarıldı. Bu mezarlar lahit
formunda olup günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Hagia Sophia Kilisesi

Ayasofya (Yunanca: Αγιά Σοφιά, tam adı: Ναός τῆς Ἁγίας τοῦ Θεοῦ Σοφίας, La-
tince: Sancta Sophia ya da Sancta Sapientia),[2] İstanbul'da tarihî bir müze. Bizans
İmparatoru I. Jüstinyen tarafından MS 532 - 537 yılları arasında İstanbul'un tarihi
yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik ka-
tedrali olup, 1453 yılında İstanbul'un Türkler tarafından alınmasından sonra, Fatih
Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1935 yılından beri ise müze
olarak hizmet vermektedir.[3][4] Ayasofya, mimari bakımdan, bazilika planı ile
merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve
taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak
ele alınır. Ayasofya Dünya mimarlık tarihinin şüphesiz en önemli eserlerinden biri
olan Ayasofya (Kutsal Bilgelik) arkasında bulunan diğer Bizans kilisesi Aya ırini
(Kutsal Barış) ile birlikte ısa'nın özelliklerine atıfta bulunuyor. Devrin en şöhretli
mimarları Anthemius ve İsidorus'un beş yılda, 10 bin işçi ve 100 ustanın katkısıy-
la yaptıkları bina 537 yılında ı tamamlanmıştır. ve 1453'e kadar 916 yıl patriklik
kilisesi olarak kullanılan binanın kadınlara ayrılan ikinci katına çıktığınızda, Aya-
sofya'nın ne kadar büyük bir yapı olduğunu fark ediyorsunuz. Efes'teki Artemis
Tapınağı dahil çok sayıda eski yapıdan getirilen 108 sütunun üzerine oturtulmuş
bina, yaklaşık bin yıl boyunca dünyanın en büyük kilisesi olmuş. Kilisenin yapım
emrini veren Jüstinyen ile İstanbul'u kuran Konstantin çıkışa doğru yer alan moza-
ikte size veda ederken, tarihin yapraklarında en özel sayfalara yerleşiyorlar

Chora Kilisesi

Chora (Kariye) Kariye Camii'nin asıl adı olan Chora, "şehir dışında" anlamına
geliyor ve kilise Konstantin zamanında yapılan surların dışında kaldığı için böyle
adlandırılıyor. 11. yüzyıldan kalma mevcut bina, küçük ama içindeki mozaikler ve
freskler olağanüstü. 1320'lerde Theodore Metochites isimli Bizanslı bir üst düzey
yönetici kiliseyi bu muhteşem eserlerle donatmış, kendi suretini de Hz. ısa'nın bir
mozaiğinin yanına iliştirtmiş. Bina iki koridor, ana salon ve fresklerin bulunduğu
parecclesion isimli bölümlerden oluşuyor. Meryem Ana'nın anne ve babasıyla
başlayan mozaikler, Hz. ısa'nın çarmıha gerilmesine kadar olan bütün olayları
anlatıyor. Ana bölümde sadece üç mozaik pano (Meryem Ana ve çocuk ısa, Her
şeye kadir ısa ve Meryem Ana'nın ölüm sahnesi) bulunurken, diğer bölümler
ıncil'den alınma çok ilginç sahnelere şahitlik ediyorlar.

Moğol Kilisesi

Moğol Kilisesi Bizans-Mogol ilişkisinden ötürü bu kilise “Moğol Kilisesi” adıyla


adlandırılmıştır. 1351'de Patrikhanenin denetimine geçen kiliseyi I.Selim (1512-
1520) ve III. Ahmet (1703-1730) camiye çevirmek isterlers de Fatih Sultan Meh-
met’in vakfiyesi gereği başarılı olamazlar. 1633,1640 ve 1729'da yangın geçiren
kilise 1731'de tekrar restore edilir. Muhliotissa, Fetihden önce inşa edilip günü-
müze kadar Ortodoks ibadet mekânı olarak işlevini sürdürmeye devam eden tek
Bizans kilisesidir.43

Hagia Theodosia Kilisesi

Hagia Theodosia Kilisesi yani bugünkü Gül Camii, Ayakapı’da, Yavuz Sultan
Selim Mahallesi Vakıf Mektebi Sokağı’nda yer alır. Kilisenin ilk inşaası hakkın-
da değişik görüşler vardır. Yapı, Bizans tarihçisi J.Pargoire’e göre; burada daha
önce varolan bir kilisenin üzerine, Ayia Eufemia’ya ithafen I. Basileios (867-886)
devrinde yapılmış, Latin istilasından sonra da “Azize Theodosia” adını almıştır.
Theodosia, İkonoklazma döneminde(726-842), Büyük Saray’ın Khalke kapısı
üzerindeki İsa ikonasının indirilmesini önlemek isterken ölmüş, sonrasında da
azize mertebesine yükseltilmiştir. Azize bu kiliseye gömüldükten sonra, hastalık-
larından şifa bulmak isteyenler, Bizans’a gelen hacılar ve seyyahlar tarafından
devamlı ziyaret edilmişti Yüksekçe bir tepe üzerinde, adeta bir kale gibi inşaa
edilmiş olan Theodosia Kilisesi, kapalı yunan haçı planlıdır ve bir mahseni vardır.
Bu mahsen, bir rivayete göre Hagia Theodosia ve Bizans imparator hanedanının
bazı ileri gelenlerinin mezarları olarak kullanılmıştır. Bir diğer rivayete göre ise,
Hz. İsa’nın havarilerinden ikisi burada gömülüdür. Ayrıca bu mahsenin, şu an
kapatılmış olan bir kaç dehlizle, yakındaki Hagia Nikola Kilisesi ve farklı bir kaç
noktaya daha yeraltından bağlanmış olduğu söylenir.

Pantokrator Kilisesi (Zeyrek Cami)

II. İoannes Komneneos (1118-1143) ilk eşi ve Macar Krali Laszlo nun kızı olan
Eirene tarafından inşaata başlanmış fakat onun 1124'deki ölümü üzerine İmparator
İoannes tarafından 1136'da bitirilmiştir. Mimarının Nikeforos olduğu sütun başlık-
larındaki monoğramlardan anlaşılmaktadır. Eirene yaptırttığı bu manastıra bir
kütüphane ve hastahane işlevi gören odalar da ilave etmiştir. Günümüze gelen
manastırın yönetmeliğinden 50 yataklı bir sağlık yurdu olduğu anlaşılmaktadır.
Bunlardan 10 yatak yaralılara,10 tanesi göz hastalarına,10 tanesi iç hastalıklarına
geri kalanı da kadın hastalıklarına ayrılmıştı. Ayrıca manastırın yanında bir de
yaşlı ve bakıma muhtaç olanlar için 60 yataklı bir bina yaptırmıştır. Giderlerin

43
Mehmet Çelik, Süryani Kilisesi Tarihi I, İstanbul 1986, 75 vd.
karşılanması için Trakya ve Makedonya'daki arazilerinin gelirlerini de bir vakıf
kurarak buraya aktarmıştı. Bu hastahane ve ihtiyarlar yurdu 1455'e kadar işlevle-
rini sürdürmüşlerdir.

Son dönem Bizans mimarisinde kubbe ve yarım kubbelerde akustiği temin etmek
için amfora kullanımına sıkça rastlanır. 44 Güneydeki ilk yapılan kilisenin plânı
kapalı yunan haçı şeklindedir. Ana mekânın üstünü yüksek kasnaklı ve etrafında
yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı bir kubbe örtmektedir. Orta mekânı dörde
bölen dört sütun XVIII. Yüzyılda buraya gelen seyyahların yazdığına göre kırmızı
renkte porfirden imiş. Bugün bu sütunların yerini barok profilli taş örme payeler
almıştır. Bu payelerden kubbeye geçiş dört taraftan dört tonoz ile desteklenmekte-
dir. Aynı barok üslup mihrapta ve narteksin üst katındaki galeride de görülmekte-
dir. Ortadaki ana apsis içeriden yarım yuvarlak olup dışarıya oldukça taşkın olup
yarım yuvarlak sağır kemer ve nişlerle hareketlendirilmiştir. Apsis'in iki tarafın-
daki iki küçük odanın birer küçük apsisleri vardır. İç narteksden orta mekana giriş
üç kapı ile sağlanıyordu. İç narteksin ortasında kubbe yanlarda ise tonozlar üst
örtüyü meydana getirirler. Apsis kısmında duvarlar renkli mermler levhalarla kap-
lanmıştır. Dış narteks görünümündeki kısım son cemaat yeri olarak Osmanlı dö-
neminde ilave edilmiştir.

Pammakaristos Kilisesi

Kilisenin tam adı Teotokos Pammakaristos'tur, Teotokos "Tanrı anası (Meryem


Ana)", Pammakaristos ise "Ulu, Yüce" demektir.

Kilise'nin yapım yılı ile ilgili çeliskili bilgiler var, bazı kaynaklar XI. yüzyılda
Michael IV. Ducas zamanında yapıldığını söylerken bazıları ise daha eski olduğu-
nu, VIII. yüzyıldan kaldığını söylemektedir. En kesin tarih verebilen sınırlı sayı-
daki kaynakda ise 1292'de Ioannes Komnenos ve karısı Anna Doukaina tarafından
yaptırıldığı söylenen yapı, Geç Bizans, Palaiologos mimarisinin en güzel örnekle-
rinden biridir.

Konstantinos Lips Manastırı

(Yunanca: Eκκλησία του Λιβός - Eklizya tu Livos; Livos Kilisesi), İstanbul'da,


eskiden Ortodoks kilisesi olarak kullanılırken Türklerin şehri ele geçirmesi ile
birlikte camiye çevrilen bir ibadethanedir. 908 yılında, Bizanslı amiral
Konstantinos Lips dönemin imparatoru VI. Leon huzurunda bir manastır inşaatı
başlattı. Manastırın bulunduğu yer, eski Bayrampaşa Deresi'nin (Lycus Irmağı)
çevresinde bir vadide, o dönemde Merdosangaris (Yunanca: Μερδοσαγγάρης),
olarak adlandırılan bir bölgede bulunuyordu. Yapı, Bakire Theotokos'a adanmıştı.

Typikon adı verilen ve kilisenin yapım aşamasına ve sonrasına ilişkin bilgiler ve-
rilen kitapta, kilisede 50 kadın din görevlisinin bulunduğu; ayrıca 15 yataklı bir

44
ZEHRA, M. Ebu; Hristiyanlık Üzerine Konferanslar (Çev. A. Nuri), İst. 1978. S.15.
hastanesi olduğu yazılıdır. Bu hâliyle o dönem Konstantinopolis'inin en büyük
kurumlarından biridir. Günümüzdeki yapı, 6. yüzyıldan kalma başka bir kilisenin
kalıntıları üzerine yapılmış olup, yapımında eski bir Roman mezarlığının
mezartaşları kullanılmıştır. Ortodoks azizelerinden Aya İrini (Azize İrini)'nin kut-
sal emanetleri de burada saklanmıştır. Kilise kullanımda olduğu dönemde halk
arasında Kuzey Kilise olarak bilinmekteydi. Yapının 3 yüksek yarı-kubbesi apsis
vardır. Ortadaki apsis, pastoforya, köşeli yapıdadır. Merkez apsisin yanlarındaki
apsisler ise geleneksel Bizans kiliselerinde olduğu gibi diakonikon ve prothesis
olarak kullanılmaktadır.45

Kyriotissa Manastırı Kilisesi

Yapılan kazılara göre bugünkü yapının olduğu yerde inşa edilen ilk kilise ise 6.
yüzyıla kadar kullanılmış olan bir Roma hamamıdır. Bugünkü yapının oldu-
ğu yerde inşa edilen ilk kilise ise 6. yy.’ın son çeyreğine tarihlenen ve Kuzey Kili-
sesi adıyla anılan yapıdır. Bunun hemen ardından Bema Kilisesi olarak adlan-
dırılan yapı inşa edilmiştir. Her iki kilise de bir manastıra bağlıdır.10.-12. yüz-
yıllar arasında bir dönemde Kilisesi geriye sadece apsisi kalacak şekilde yı-
kılmış, naos ve iç narteks bölümleri ise mezarlık olarak kullanılmıştır. Bema
Kilisesi ise 12. yy.’a kadar kullanımda kalmış bugünkü kilisenin inşasından
önce diakonikon bölümünde iki küçük şapel inşa edilmiş ve bugünkü kilisenin
inşası ile Bema Kilisesi 1195 yılı civarında yerini günümüzdeki yapıya
bırakmıştırBema Kilisesi diakonikonunda bulunan ve 12. yy. başlarına tarihlenen
Meryem Kyriotissa freskosu ile bugünkü ana kilisenin iç narteksine giriş
kapısı üzerinde bulunan ve Palaelogos’lar devrine tarihlenen bir başka Meryem
Kyriotissa fresko su yüzünden yapının büyük olasılıkla en azından
Palaelogos’lar devrinde Meryem Kyriotissa’ya adanmış olduğunu ve bu yapının
da manastırın ana kilisesi (katholikon) olduğunu söylemek mümkündür.

Bodrum Cami (Myrelaion)

Bodrum Cami (Myrelaion) hala özgünlüğünü koruyabilen ender eserlerden biridir.


Yapıyı İmparator I. Romanos’un, MS 920’li yıllarda kadınlar manastırının kilisesi
olarak yaptırdığı bilinmektedir. Mür yağı yeri anlamındaki Myrelaion isminin
nasıl verildiği konusunda açık bir bilgi yoktur. İmparatoriçe Theodora 922 yılında,
büyük oğlu Khristophoros 932‘de öldüğünde İmparator I. Romanos onları kilise-
nin altındaki mezar şapeline gömdürmüştür. Sürgüne gönderildiği Kınalıada’da
948 yılında ölen İmparator Romanos aile fertlerinin yanına gömülmüştür. II.
Romanos kızkardeşini rahibe olarak bu manastıra kapattırmıştır. İmparator I.

45
ERDOĞAN Esra Güzel, Manastırlar Merkezi Konstantinopolis: Geç Dönem Bizans Manas-
tırları ve Banileri (1261-1453), Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi Yayınları, İst.
2009.,s.1-12.
İsaakios Komnenos 1059’da tahttan indirilince karısı Katerina ve kızı Maria bu
manastıra rahibe olmuşlardır. 1203 yılındaki büyük yangında harap olan kilise ve
manastır 13. yüzyıl sonuna doğru tekrar yapılırken, kilisenin altındaki yapı mezar
şapeline dönüştürülmüştür. Latin istilasında zarar gören kilise, 14. yüzyılda tadilat
görmüştür. Aslen Palaiologos hanedanı üyesi Sadrazam Mesih Paşa Kiliseyi 1501
yıllarında camiye çevirmiştir. 1911 yangınından sonra 1986 yıllarında onarılan
bina cami olarak kullanılmaya devam edilmiştir. Kilise özellikle MS 10. yüzyılda
yaygınlaşan dört destekli kapalı haç planındadır. Kilisenin yanında bugün mağaza
olarak kullanılan sarnıcın 30 m çapındaki çatısını, çoğu orijinal ve yükseklikleri
2.5 - 2.9 m arasında değişen 75 sütun taşımaktadır. Taş duvarının kalınlığı 5 m
olan sarnıç, 28 x 22 m ölçülerindedir. Bu sarnıç nedeniyle cami Bodrum ismini
almıştır.46

Nea Eklezya

Nea Eklezya (Yunanca: Νέα Ἐκκλησία, Türkçe: Yeni Kilise), Bizans İmparatoru
Makedonyalı I. Basileios tarafından 876 ile 880 yılları arasında Konstantinopolis'-
te inşa ettirilmiş bir kilisedir. Bizans başketinde 6. yüzyılda inşa edilen Aya Sof-
ya'dan sonra inşa edilmiş ilk anıtsal kilisedir. Bizans mimarisinin orta çağının baş-
langıcını işaret eden bu kilise Palaiologos Hanedanı dönemine kadar kullanılmış-
tır. Osmanlılar tarafından barut deposu olarak kullanılan bu yapı, 1490 yılında
yıldırım düşmesinden sonra tahrip olmuştur. Binanın yapısı hakkında çok fazla
detay yoktur. Kilisenin beş kubbesi vardır: merkezdeki İsa'ya adanmıştı, kalan
dört kubbe ise kilisenin adandığı kalan dört kutsala adanmıştı. Kubbelerin tam
düzeni ve kilisenin tipi tartışmalıdır. Bir çok araştırmacı dört destekli kapalı haç
planında olduğunu düşünür, bu plana sonraki örnekler Mireloin Kilisesi ve Livos
Kilisesi'dir. Gerçekten, Balkanlar'dan Rusya'ya, imparatorluk binalarının prestijini
tanımlamak için Ortodoks dünyasında bu tip kiliseler yaygın bir şekilde kullanıl-
mıştır.

AQUADUCT’LER, SUR YAPI-


LARI, HAMAMLAR, SARNIÇLAR

Valens Akuadükü

Valens Akuadükü (Yunanca: Άγωγός του


ὔδατος, Agōgós tou hýdatos; anlamı:
"akuadük veya farscada su kemeri"), Romalı-
lar tarafından İstanbul'da yaptırılan akuadük.
Roma İmparatoru Valens tarafından 4. yüzyı-
lın sonlarında tamamlandı. Farklı dönemlerde
Osmanlı Sultanları tarafından restore ettirilen
akuadük, şehrin önemli tarihi eserlerinden
birisidir. akuadük, Orta Çağ'da, kentin su
ihtiyacını karşılayan akuadüklerin en önemli-

46
ERDEM YÜCEL, Fenari İsa Cami, http://dergi.mo.org.tr/dergiler/2/266/3715.pdf s.29.
lerindendir. O zaman ki adı Bizans olan şehrin su rezerv sisteminin inşası İmparator
Hadrianus döneminde başladı. [2] I. Konstantin zamanında şehrin yeniden yapılanması ve
büyümesiyle birlikte hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için sistemin daha da ge-
nişletilmesine gerek duyuldu. Akuadük, suyunu Kağıthane ile Marmara Denizi arasında
kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden başkente kadar
uzanarak şehrin su ihtiyacını karşılayan geniş akuadükler ve kanallar sisteminin - toplam
uzunluğu 250 kilometreye kadar uzanan bu sistem antik dönemde yapılmış benzer sistem-
lerin en büyüğüdür - en son noktasında yer almaktadır. O zamanlar şehre gelen bu su,
toplam kapasitesi 1 milyon metre küpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi
yüzden fazla yeraltı sarnıcında depolanmaktaydı. 47

Surlar

Varlığın en erken yüzyıllarından beri İstanbul defalarca deniz yönünden tehditlerle


karşı karşıya kalmıştır. Justinyen Savaşları'ndan sonra, Akdeniz'in yeniden bir "Roma
gölü" haline gelmesi bu tehditleri bir süre için durdursa da, Avarlar ve Sasani Persleri
tarafından kentin ilk kuşatması sırasında ilk defa bir deniz savaşında şehir tehdit altına
girmiştir. Önce Suriye ve Mısır'ın, ardından da Girit'in Araplar tarafından ele geçirilmesi,
yeni bir deniz tehdidini ortaya çıkarmış, bu durum da ardışık imparatorların deniz surları-
na önem vermesine sebep olmuştur. Deniz surları Tiberios III veya Anastasios II tarafın-
dan erken 8. yüzyılda restore edilmiştir.[8] Ardından II. Mikhail tarafından geniş çaplı bir
yenileme başlatılmış, bu yenileme surlar daha da yükseltilerek onun ardılı Theophilos
tarafından tamamlanmıştır.[9] Her şeye rağmen Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venedik-
lilerin deniz surlarını aşabilmesi, deniz surlarının İstanbul savunmasında halen zayıf nok-
ta olduklarını ortaya koymuştur.[10] Bu deneyim sonrasında, VIII. Mikhail Palaiologos
deniz surlarını yükseltip güçlendirmeye önem vermiştir. Bu faaliyetin ana sebebi, Sicilya
Kralı Anjoulu Carlo (Charles d'Anjou, Napolili I. Charles) tarafından olası bir işgal tehdi-
didir. 48 Bizans surlarının kara tarafları yüksek, deniz tarafları ise daha alçaktır.M.Ö.
628’de Argos’lar, M.Ö. 515’te İranlı Dara, M.Ö. 478’de Pausanias, şehri zaptetti ve şehir
gittikçe büyümeye başladı. Şehrin biri denize biri karaya açılan iki kapısı vardır.

Septimus Severus Surları (M.S. 193-211)

Roma İmparatoru Septim Sever, İstanbul’u üç sene kuşattıktan sonra ele geçirdi. Şehri
ele geçiren Septim Sever surları ve şehrin büyük kısmını yıktırdı. Daha sonra şehrin ima-
rına başlandı. Septim Sever buraya Romalıların simgesi olan meşhur bir hipodrom yaptır-
dı. Büyüyen şehrin güvenliğini sağlamak için de Balık Pazarı’ndan başlayarak Nuri Os-
maniye Camii’nin batısından ve Sokullu Mehmed Paşa Camii’nin doğusundan geçerek,
doğuya dönüp Ayasofya’nın güneyinden geçerek eski Bizans surları ile birleşen ve kendi
adını taşıyan surları yaptırdı.

Konstantin Surları (M.S. 325-330)

Septim Sever surlarından 140 yıl sonra I. Konstantin, Roma’yı sevmediğinden, payi-
tahtını Bizans’a taşımak için faaliyete geçti, 8 Kasım 324’te Yeni Roma’nın tesis töreni

47
Nezih Başgelen, İstanbul Tarihi Yarımada ve Arkeoloji 1860-1960, Arkeoloji ve Sanat Yayınları /
Tarih Dizisi ist 2007. s.36-39.

48
Kolektif, İstanbul Surları - The Walls of İstanbul, Kültür A.Ş. / Kültür Yayınları Dizisi İst 2009. s..1-
27.
yaptı, İmparator I. Konstantin, 326’da Ayasofya’yı ve aynı zamanda Dunamuş (Kudrer)
ve Eirene (Sulh) namlarına birer mabet ve Akropol’de bir saray yaptırdı. İmparatorluğun
merkezi olan bu Yeni Roma, yeni yapılan binalar, mabetler ve halkın çoğalması netice-
sinde daha geniş ve daha sağlam bir sura gereksinim duydu. Bu surlar, Samatya Kapı-
sı’nın 400 metre kadar doğusunda, surların denize doğru bir çıkıntı teşkil ettiği kısmın
batı başlangıcında vaktiyle St. Vierge de Rhabdos kilisesinin bulunmuş olduğu yer civa-
rında başlıyordu. Evvela batıya doğru devam ederek Bonus saray ve sarnıcının kuzeyin-
den geçiyordu. Bundan sonra güney batıya dönerek 1200 metre sonra Lycus-Bayrampaşa
deresine varıyor, buradan da güneybatıya dönüyor, 800 metre sonra Mocius (Altımermer
çukur bostanının) 120 metre doğuya varıyordu. Buradan Davutpaşa ve Hekimoğlu Ali
Paşa camilerinin yanından geçerek Martyrion des S. S. Carpe ve Papyle’in hemen doğu-
sunda denize müntehi oluyordu. Mevcut olan surları da tamir ettiren Konstantin, bu surla-
rı yeni yaptırdığı surlara değin uzattı. Bu üçüncü devir surlarında 7 kapı bulunmaktaydı.
Konstantin surlarından, günümüzde hiçbir iz kalmamıştır.49

II. Theodosios (Anthemius) Surları

Milattan sonra V. Asır başlarında Bizans, Konstantin surlarından da dışarı taşmış, sur
haricinde de meskenler yapılmış, sur içi İstanbul’un sürekli yükselen nüfusunu kaldıra-
maz hale gelmişti. II. Theodosius’un çocukluk döneminde yedi sene devleti idare eden,
şehremini “Anthemius” yeni bir sura ihtiyaç duyarak şehrin büyüklüğüne yakışır bugünkü
yüksek ve muntazam surları yaptırdı. Theodosius surları, Marmara denizinin yanındaki
Mermer kuleden başlayarak Tekfur Sarayı yanında 14. mıntıka surları ile birleşiyordu.
(Bu 14. mıntıka, Bizans İmparatorlarının Blakherna saraylar grubunu içine almaktaydı ve
tamamen surlarla çevrili idi.)Theodosius surları, Blakherna saraylar grubundan Tekfur
sarayının tam yanında birleşmişti. Daha sonra sarayları çeviren eski surlar, Haliç’e kadar
uzatıldı. Böylece Mermer kuleden başlayan Theodosius surları Haliç’e kadar uzatılıyordu.
Fakat; Ayvansaray’dan Ayakapı’ya kadar olan Haliç limanı sahilleri ise, Samatya’dan
Mermer kuleye kadar olan Marmara Denizi sahilleri açıktı. Bu açık olan mevkiden şehre
girip yağmada bulunan Vandal’lara karşı Theodosius 439’da açık olan yerleri de tamam-
lattırdı. Böylelikle bir üçgen şeklinde olan İstanbul’un surları tamamlanmış oluyordu.

Surların, Mermer kuleden Tekfur Sarayı’na kadar olan uzunluğu 5632 metredir ve
üzerinde 96 adet burç vardır. Bu surların yapımı esnasında, taş ihtiyacının bir kısmı, içer-
de kalan Konstantin surlarından temin edilmiştir ki, bu da bize bugün Konstantin surla-
rından hiçbir iz kalmamasını açıklar niteliktedir. Surların aralarında bulunan bu 96 adet
burcun 73 tanesi dörtgen, 15 tanesi sekizgen, 5 tanesi altıgen, 2 tanesi yedigen olarak
yapılmışlarsa da aradan geçen yüzyıllar içerisinde yıkılanların yerine yenileri ve zamanın
savaş araçlarından korunma ihtiyacına göre farklı burçlar yapılmıştır. Burçların hepsi
çepeçevre mazgallarla çevrilmişti. Bu mazgallardan hem ön taraftaki düşmana ok atarla,
aynı zamanda da yanlarındaki mazgallardan surlara çıkmak isteyen düşmanı ok yağmuru-
na tutarlardı. Burçlar 3 katlıydı ve en alt kata şehir tarafından girilirdi. Bu kapı şehir sevi-
yesindeydi. Bu odaya cephane ve silahlar konulurdu ve zemini topraktı. İkinci katın ze-
mini tahta idi, askerler burada yatarlardı. Üst kat savaş için kullanılırdı. Esas müdafaa
buradan yapılırdı. Küçük toplar buradan ateşlenirdi. Bu odanın üstündeki terasta ise taş
atma makineleri (mancınıklar) ile Grejuva (Rum Ateşi) denilen alev makineleri yerleşti-
rilmişti. Grek Ateşi’ni, Suriye’den Bizans’a hicret eden Grek mimar Kallinikos icat et-

49
EYİCE Semavi,Bizans Devrinde Boğaziçi, Yeditepe Yayınevi / Araştırma - İnceleme Dizisi İst. 2007.
s.19-21.
miştir. Grek Ateşi veya Rum Ateşi de denilen bu silahın terkibi ve imali ancak Bizanslı-
larca malum olan patlayıcı bir madde idi. Bu ateş o zaman, şimdiki atom bombası gibi,
devletin büyük bir sırrı olmak üzere kabul olunarak müttefiklerine dahi faş eylememeleri
ve akdettikleri muahedelerde mevcut kanunlarına güya bu sırrın Cenab-ı Hakk tarafından
kendilerine fevkalade bir ihsan hiçbir ecnebiye ifşası caiz olmadığı ve gerek imparatorlar
gerek tebaaları nazarında mezhep derecesinde muhterem tutulması muktezi olduğu ve
hilafı emir ve harekette bulunanların manevi mesuliyetinden maada şiddetli cezaya dahi
uğratılacağı hakkında bir takım kayıtlar derceylemeleri neticesi olarak sırrın ifşa edilme-
mesine muvaffak olmuşlardır. Bu Rum Ateşi’nin her ne kadar formülü bilinmiyor olsa da
tarihlerin rivayetlerine göre temel maddeleri neft, küherçile, kükürt ve çam ağaçlarından
çıkan siyah katrandan (zift) ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Temel maddeler bilinse de bu
maddelerin ne oranda karıştırıldıkları hakkında bilgi elde edilememiştir. 1214-1294 yılları
arasında yaşayan İngiliz rahip Rogers Bacon ve bir asır sonra yani 1310’da doğmuş ve
1384 tarihinde ölmüş olan Alman Berthold Schvarz taraflarından ya fenni veya tesadüfi
olarak küherçile, kükürt ve kömürün karıştırılması ile barut keşfolunarak bu vasıta ile
askerlikte büyük terakkiler husule gelmiş olduğundan artık Rum Ateşi ehemmiyetten
düşmekle o tarihten sonra nadir olarak kullanılmıştır. Üzerine su döküldükçe daha da
şiddetlenen Rum Ateşi’nin tesirini azaltan sadece kum, sirke gibi birkaç madde bulunu-
yordu. Bizanslılar bu ateşi su üzerinde yanma kabiliyetine de sahip olduğundan önce de-
nizlerde kullandılar. Bu ateşi, İstanbul’u fethe gelen Müslüman Araplara karşı da kullan-
dıkları bilinmektedir. Bu son kuşatmada da Bizans, bu silahı en etkin şekilde kullanmıştır.

Praefectus Konstantinos Surları

Dördüncü devir Theodosius surlarının yapımından kısa bir süre sonra, 447 yılında
meydana gelen depremde, bu surların büyük bir bölümü yıkıldı. Bu esnada, Hunların
büyük Han’ı Attila’da II. Theodosios’un ordularını ardı ardına yenerek Trakya’yı ele
geçirdi ve fırsattan yararlanmak isteyerek İstanbul üzerine hareket etti. Savunmasız ve
çaresiz olan Bizans, her yıl Hunlara belirlenen oranda vergi ve tazminat vermesi karşılı-
ğında Hunların İstanbul’a girmesine engel oldu. Fakat bu çare değildi, yeni saldırı olasılı-
ğına karşı surların bir an önce tamir edilmesi gerekiyordu. II. Theodosius’un muhafız
kuvvetleri kumandanı Konstantin, Hun Han’ı Attila’dan kaçarak, Trakya’dan İstanbul
önlerine gelmiş olan muhacirlerin ve Hipodrome partilerinin yardımı ile 60 gün içinde
yıkılan surları tamir ettirdi. Buna ilaveten ikinci (harici) surları (Exoteichos) ve bunun
önündeki hendek inşa edildi. Konstantin, Theodosius (Anthemius) surlarının önüne ikinci
bir sur daha yaptırdı. (Marmara’dan Tekfur sarayına kadar). Bu ikinci surun önüne de
yine Marmara’dan Tekfur sarayına kadar, surlardan takriben 15-20 metre kadar uzağa,
15-20 metre genişliğinde ve 6-7 metre derinliğinde bir hendek yaptırdı. Bu hendeğin de-
niz suyu ile doldurulduğu konusunda tarihçiler birleşmekle beraber Feridun Dirimtekin,
hendeğin birçok yerde meyilli olması (bazı mıntıkalarda %10) buna nazaran bir kenarda
su irtifaı 5 metre olursa diğer tarafta 100 metre ileride bu yükseklik 10 metre olacaktır
diyerek hendekte muhasara esnasında su bulunmadığını belirtmiştir.

Heraklius Surları (610-641)

Bizanslılar, İranlılarla savaş halinde iken, Avarlar, Slavlar ile birleşip İstanbul’a sal-
dırdılar. Haliç’te Pteron Surları ile Ayos Dimitrius Kilisesi arasında sur bulunmadığından,
Avarlar ve Slavlar bu mıntıkadan Vlakherna mahallesine girdiler. Pteron Surları’nın
önündeki St. Nicola Kilisesi’ni, Stechasse Kilisesi’ni ve aşağı Vlakherna bölgesindeki
sarayları, tiyatroları vb. yağma ve talan ettiler. Bu durum karşısında İmparator Heraklius,
savaş sonrası Pteron Surları ile II. Theodosius’un yaptırdığı Haliç Surları arasına kendi
adıyla anılan “Heraklius Surları’nı” yaptırdı. Bu surlar aşağı Vlakherna mahallesinin gü-
venliğini sağlıyordu. Ayrıca bu surların yapımı ile 14. mıntıkayı saran surların da bir
önemi kalmıyordu.

Leon Surları (813-820)

813 senesine kadar İstanbul surlarında bir değişiklik olmadı. 813’te İmparator Ermeni
Leon (813-820) kendisi ile görüşmeye gelen Bulgar Hanı Kroum’a karşı İstanbul surları
önünde bir suikast hazırladı. Fakat bu teşebbüs muvaffak olamayınca, Han İstanbul’u zapt
maksadı ile büyük bir kuvvet hazırlamak için memleketine döndü. Vaziyetin alabileceği
tehlikeli şekilden korkan İmparator, münhat bir yerde bulunan aşağı Blakherna mıntıka-
sındaki Pteron Surları önüne, bugün ismini taşıyan surları yaptırdı. Bu suretle orada bulu-
nan St. Nicolas kilisesi ve Ayazma da surların içine alınarak muhafızları temin edildi ve
surun önüne geniş bir hendek kazdırıldı. Bu suretle Pteron Surları ön tarafı, bir sur ve bir
hendek ile takviye edilmiş bulunuyordu.

Pteron Surları (829-842)

Anemas kulesinin kuzey köşesinden sahile doğru uzanan ve Courtine (sed hatları) sur-
ları Theodosius zamanında 14. mıntıka surlarını sahile kadar uzatmak için yapılmıştı. Bu
sur üzerinde ilk zamanlarda burç yoktu.

Comnene Surları (1081-1118)

İmparator Aleksi (1081-1118) zamanında İvaz Paşa Camii’nin yerinde bulunduğu ka-
bul edilen İmparator Aleksi’nin sarayını, surlardan uzaklaştırmak maksadını temin için,
bir Contrefort olarak Anemas kulesi yaptırıldı. İmparator Manuel Comnene devrinde
(1143-1180) İkinci Haçlı seferi tehlikesi geçtikten sonra, Blakherna Sarayları büyütüldü.
1150’de yeni yapılan sarayların birçoğu surların yakınında tesis edilmişti. Hem sarayla-
rın, surların çok yakınında bulunmasından doğan tehlikeyi önlemek, hem de saraylar mın-
tıkasını büyütmek için, mevcut surların önüne yeni bir sur inşasına karar verildi. Bu sur,
Tekfur Sarayı’nın yanındaki kuzey burcu denilen burçtan başlıyor, Başlangıçta eski sura
dik bir vaziyet aldıktan sonra tekrar kuzeye dönüyor ve Anemas kulesinin güneyindeki
burca kadar devam ediyordu.

Manuel Comnene Surları (1143-1180)

Manuel Comnene surları, Prohyrogenete Sarayı’nın yanındaki birinci burçtan başla-


yıp, buradan batıya yönelerek üçüncü yuvarlak burçtan sonra ise kuzeye dönerek Anemas
kulesinin güneyindeki burca kadar devam eder. Surların ve burçların yükseklikleri arazi-
nin zeminine göre değişmekle birlikte Manuel Comnene surları oldukça kuvvetli idi.

Zeuksippos Hamamı

Zeuksippos Banyoları, 100 ile 200 yılları arasında inşa edilmiş, şehrin merkezindeki
diğer yapılar gibi 532 yılında Nika ayaklanması sırasında tamamen yıkılmış ve yıllar
sonra yeniden inşa edilmiş, Bizans İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis şehrinin
popüler halk hamamıdır. Bu şekilde adlandırılmasının nedeni, inşa edildiği yerde daha
önce Jüpiter ("Zeus") tapınağının olmasıdır. İstanbul şehrinin kent olarak ilk atası ve
Konstantinopolis'ten önce, Antik Yunanistan'da kurulan Byzantion şehrinde bulunan
Akropolis içerisine inşa edilmiş Akhilleus banyolarının yaklaşık 450 metre güneyine
kurulmuştur. Banyolar, içinde bulunan ve her biri ünlü bir insanı temsil eden heykelleri
ile tanınır. Fakat burası, 7. yüzyıl boyunca, askeri amaçlar için kullanılmıştır. 1928 yılın-
da sit alanı kazılmış ve banyoların yeniden yapılmıştır.

Yerebatan Sarnıcı

Tarihî Yarımada'nın ortasında bulunan Yerebatan Sarnıcı, M.S 542 yılında


Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük Saray'ın su ihtiyacını
karşılamak üzere yaptırılmıştır. Suyun içinden yükselen mermer sütunların
arasındaki ihtişamından dolayı halk tarafından Yerebatan Sarayı olarak da
anılmaktadır. Yabancı kaynaklarda geçen Basilika (Basilica) isminin ise sarnıcın
yakınında bulunan Ilius Basilikası'ndan geldiği rivayet edilir. Yerebatan Sarnıcı
9.800 m2'lik bir alanı kapsayan dev bir yapıdır. Burada her biri 9 metre
yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Belirli aralıklarla dikilen bu sütunlar, her
sırada 28 tane olmak üzere 12 sıra meydana getirirler. Suyun içerisinde yükselen
bu sütunlar uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlamakta ve ziyaretçiyi sarnıca girer
girmez etkilemektedir.

Yerebatan Sarnıcı İstanbul'da eskiden kalma büyük sarnıçtır. Yerebatan Sarayı


adıyla anılan Bazilika Sarnıcı, İstanbul'da Ayasofya ile Cağaloğlu arasında
bulunan büyük bir sarnıçtır. Günümüzde de içinde su bulunan bu büyük kapalı
sarnıç, kentin su ihtiyacını karşılamak üzere ilkçağ'da yapılmıştı.İstanbul, tarihin
bütün çağlarında güçlü devletlerce hep ele geçirilmek istendiği için Bizans
imparatorları kentin birçok yerinde sarnıçlar yaptırarak kuşatma sırasında halkın
su ihtiyacını karşılarlardı. Yerebatan Sarnıcı, VI. yüzyılda imparator İustinianos
tarafından yaptırıldı. Sarnıcın suyu 19 km uzaklıktaki Belgrat ormanından
Cebeciköy Kemeri ile getiriliyordu. Sarnıç, Osmanlı devrinde de uzun süre hizmet
görmüştür.Yerebatan, oldukça büyüktür: uzunluğu 140 m, genişliği 70 m,
yüksekliği 8 m. Bu boyutların içi yaklaşık olarak 80,000 metreküp demektir.
Sarnıcın üstü kapalı olduğu için tavanı tutmak üzere 12 sıra halinde 4'er metre
aralıkla dizilmiş 336 sütun bulunmaktadır. Sütunların boyu 8 metredir.
İstanbul'da, Yerebatan'dan başka iki önemli kapalı sarnıç daha vardır. Bunlardan
biri Sultanahmet'le Çemberlitaş arasındaki çocuk parkının altında bulunan
Binbirdirek Sarnıcı, diğeri Büyük Postahane'nin arkasında Acımusluk
Sokağı'ndaki İsa Sarnıcı'dır. Her ikisi de bugün depo olarak kullanılmaktadır.
Şehirdeki en büyük ve muhteşem kapalı sarnıçtır. Ayasofya meydanı batısındaki
küçük binadan girilir. Sütun ormanı görünümündeki mekanın tavanı tuğla örülü,
çapraz tonozludur. Zamanında civardaki bir bazilikadan dolayı bu isimle
anılmıştır. Civardaki saraylara su sağlamak için I Justinyen (527-565) devrinde
yapılmıştı. 28 x 12 sıralı sütunların
toplamı 336 adet olup, 170 x 70 metre
boyutlarındadır. Bazıları sade, çoğu
Korint uslubunda sütun başlıkları ile
süslüdür. Su seviyesi mevsimlere göre
değişirdi. Doğu duvarındaki değişik
seviyerdeki borular ile dışarıya su
verilirdi. Su seviyelerinin bıraktığı
izler, sutunlarda görülebilir. 1984
büyük tamirat sırasında zemin
temizliği yapılmış, 1 metreden fazla çamur temizlendiğinde orijinal tuğla taban ve
2 sütun altında meduza kafası mermer bloklar ortaya çıkarılmıştı. İnşa edilen yol
ile de sarnıç içini dolaşmak mümkün olmuştur.
SONUÇ

Yunanistan'dan gelen Megara'lılar M.Ö. 680'lerde Marmara Denizi'ni geçerek


İstanbul'a ulaştılar ve bugünkü Kadıköy'de Halkedon adını verdikleri bir kent kur-
dular. "Körler Ülkesi" olarak da anılan Halkedon'un halkı tarımla uğraşıyordu.
M.Ö. 660'larda da Trak kökenli komutanları Bizans önderliğinde yola çıkan Me-
ga'lıların diğer bir kolu bugünkü Sarayburnu'nun olduğu yerde başka bir kent daha
kurdu. Efsaneye göre Delfi Tapınağı'ndaki kahinin öğüdüne uyarak burayı seçen
Megara'lılar, komutanlarının adından hareketle, kente "Bizantion " adını verdiler.
Bu yörede Megara'lılardan önce de bazı Trak toplulukları yaşadığı bilindiği için
Megara'lılarla yerli halkın kaynaşmış oldukları sanılmaktadır.

Pek çok istilalara uğrayan Bizantion, M.Ö. 269'da Bithynialılar tarafından


yağmalanarak ele geçirildi. M.Ö. 202'de Makedonyalılar'ın tehdidinden korkarak,
Bizantion Roma'dan yardım isteğinde bulundu. Bu dönemden itibaren kentte Ro-
ma İmparatorluğu'nun etkisi başlamış ve M.Ö 146'da kent Roma'nın egemenliğine
girmiştir. Önceleri idari olarak varlığını sürdüren kent, daha sonra Bitinya-Pontus
eyaletinin bir parçası haline gelmiştir. Böylece 700 yıllık kent devleti statüsü sona
ermiştir.

73 yılında Bizantion Roma'nın Bithynia-Pontus eyaletine bağlandı. İmparator


Vespasianus kentin gelişimine katkıda bulundu. 193 yılına gelindiğinde, Roma
İmparatoru Septimus Severus, Partlar'ın tarafını tutan Bizantion'u kuşatarak kenti
yağmalayıp, surları da yıktırdı. Daha sonra ise surları yeniden inşa ettirip, kenti
imar etti. Yeni binalarla sokakları düzenledi. Hipodrom inşaatını başlattı. 269'da
kent bu defa Gotlar'ın saldırısına uğradı. Zafer kazanan Gotlar, deniz kıyısına ya-
kın bir yere sütunlarını diktiler. 313'de Nicomedialılar kenti ele geçirdiler. I.
Constantinus, Nicomedialılar'la yaptığı savaşı kazanarak kenti geri aldı.

Bizantion Roma'nın Doğu'sunun yönetim merkezi olarak seçildi. Bu yeni ko-


numu, kentin dünya kültürü ve siyaseti içindeki önemli rolünü de belirledi.

I. Constantinus (324-337), Romalı soyluları Bizantion'a çağırarak kentin Ro-


malı nüfusunu artırdı. Yeni başkentin konumuna yakışır bir imar hamlesi başlatıl-
dı. Limanlar ve su tesisleri yeniden düzenlendi. Kent içi su dağıtım sistemlerinin
temelleri atıldı. Savunma için yeni bir sur yaptırıldı.

Septimus Severius'un başlattığı hipodrom inşaatı tamamlandı. 100 bin kişilik


hipodromun genişliği 117, uzunluğu ise 480 metreydi. Hipodrom duvarlarının
üzeri çok sayıda heykelle süslüydü. En önemlisi de at heykelleriydi. Kentin Latin-
ler tarafından istila edilmesiyle bu at heykelleri Venedik'e, San Marco Meydanı'na
taşındı. Hipodrom'daki (Sultanahmet Meydanı) imparatorluk sarayı (Sultanahmet
Camisi'nin bulunduğu alan) ve anıtsal ibadethaneler, akropolis (Topkapı Sarayı'-
nın bulunduğu yer) yapıldı. Önceleri Nea (Yeni) Roma adı ile anılan kenti, I.
Constantinus kendi adıyla özdeşleştirdi. 11 Mayıs 330 tarihinde kentin adı
Constantinopolis olarak ilan edildi.
Önce Aya İrini, ardından 360 yılında da Ayasofya kiliselerini yaptıraran I.
Constantinus, kenti Hırıstiyan dünyası için önemli bir merkez haline getirdi.

476'da Batı Roma'nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans


İmparatorluğu'na dönüşmüş ve İstanbul da, bu yeni imparatorluğun başkenti hali-
ne gelmiştir.

6. yüzyılın ortaları, Bizans İmparatorluğu ve İstanbul için yeni bir yükseliş dö-
neminin başlangıcıdır. İmparator I. Jüstinyen yönetimindeki bu dönemde daha
önce tahrip edilmiş olan Ayasofya bugünkü haliyle yeniden inşa edilmiş,
543'lerde kentte görülen ve nüfusun yarısının ölümüne sebep olan veba salgınının
izleri silinmiştir.

7, 8 ve 9. Yüzyıllar İstanbul için kuşatılma yılları oldu. Yedinci yüzyılda


Sasaniler ve Avarlar'ın saldırısına uğrayan kenti, sekizinci yüzyılda Bulgarlar ve
Müslüman Araplar dokuzuncu yüzyılda ise Ruslar ve Bulgarlar kuşattılar.

İstanbul’da ikinci Bizans Dönemi, Palailogos Hanedanı’nın 1261 yılında İstan-


bul’u Latinlerden geri almasıyla başlar. Ama bu dönem boyunca, İstanbul eski
önem ve özelliğini bir daha kazanamayacaktır. Latinler tarafından bütün zengin-
likleri talan edilen kent, bu süreç içerisinde bir ticaret merkezi olma vasfını da
tamamen kaybetmişti. Bu durumun olumsuz etkileri İkinci Bizans Dönemi boyun-
ca devam edecek ve bütün ticari üstünlüklerini tamamıyla Galata’ya kaptıran İs-
tanbul, etrafı surlarla çevrili bir tarım kenti haline dönüşecektir. Bu dönem boyun-
ca elde ettiği imtiyazlar sayesinde, Galata İstanbul’dan daha önemli bir kent hali-
ne gelmiştir.

İkinci Bizans Dönemi’nde İstanbul için olumlu bir gelişme, mezhep çatışmala-
rının durulmasıdır. Bu dönem içerisinde İstanbul tartışmasız bir biçimde Ortodoks
Hıristiyanlığı’nın merkezi durumuna gelmiş, yine bu dönemde Bizans sanatı en
olgun dönemini yaşamıştır. O yıllarda Kariye (Khore) Kilisesi’ne yapılan mozaik-
ler Bizans sanatının zirvesi olarak kabul edilmektedir.

İkinci Bizans Dönemi aynı zamanda, İstanbul’un Osmanlılar tarafından gittikçe


daralan bir çembere alınması ve yavaş yavaş fethedilmesi sürecidir. Bizans
1373’ten itibaren İstanbul Osmanlı’ya haraç ödemeye başladı. 1393 yılında Sultan
Yıldırım Beyazıd, 1422’de Sultan II. Murad İstanbul’u kuşattı, ama başarılı ola-
madılar. Orhan Gazi’den itibaren Boğaz’ın Anadolu yakası Osmanlı’nın eline
geçti. Aynı şekilde, 15. yüzyılda bir kaç önemsiz kasaba hariç bütün Trakya da
fethedilmiş bulunuyordu.

Bu nedenle 15. yüzyılda Bizans İmparatorları Katolik Roma’dan sürekli yar-


dım taleplerinde bulunmak zorunda kaldılar. Fakat Papalık, otoritesi altında bir-
leşmesini şart koşuyordu. Bizans 1452'de bu talebe boyun eğmek zorunda kaldı.
Bu birleşmenin İstanbul’da Ayasofya’da kutlanmak istenmesi çok sert tepkilere
ve protestolara neden oldu. 1453 Mayıs’ında İstanbul’un fethedilmesiyle Bizans
İmparatorluğu tarihe karıştı. Fakat İstanbul için yeni ve parlak bir dönem başlı-
yordu.
Fetih öncesinde Bizans güçlü bir imparatorluk olmaktan çıkmıştı. İmparatorluk
Konstantinopolis şehriyle sınırlı hale gelmişti, toprakları Konstantinopolis’ten
başka Marmara kıyısındaki Silivri Kalesi, Vize ve Misivri gibi küçük kasabalar-
dan ibaretti. Buralar da Osmanlılar tarafından çepeçevre kuşatılmıştı. Surdışındaki
küçük Bizans kasabalarının Osmanlı sınırlarına katılmamış olması ise direnmele-
rinden değil, buraların çok ciddiye alınmamasından ve hedefin önce Konstantino-
polis olmasındandı. Kaldı ki son kuşatmaların başarısız olmasının sebebi ordu
değil, daha çok Osmanlı’nın iç sorunlarıydı.

Bizans’ın gücü bu dönemde bir imparatorluk gücü değildi. Bizans imparatorları


da artık Osmanlılara itaatini sunmuş ve her yıl düzenli haraç ödemeyi kabul etmiş-
lerdi. Osmanlılar için artık karşılarında Bizans İmparatorları yerine kendilerine
haraç veren küçük Tekfurlar vardı. Konstantinopolis de bir imparatorluk başken-
tinden ziyade dini bir merkezdi. Hıristiyan dünyasının İslam dinine ve Müslüman
ordulara karşı en son ve en güçlü kalesiydi ve kesinlikle düşmemeliydi. Bu yüz-
den Papa önderliğinde bu kaleyi korumak için yeni Haçlı Seferleri örgütleniyordu.

Bu dönemde Osmanlı akınlarından ve kuşatmalarından bunalan Bizans’ın


önemli sorunu, Hıristiyan dünyasındaki örgütlenmenin Ortodoks ve Katolik ola-
rak ikiye ayrılmış olmasıydı. Bu ayrılık Hıristiyan Avrupa’nın Ortodoks Bizans’ı
yeterince kollayamaması anlamına geliyordu. Bu ikiliği gidermek için çaresizlik
içinde çırpınan İmparator ve Patrik, 1439’da Floransa Konsili’nde Katolik Kilise-
si’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi de Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum
Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi kavgasında zoraki de olsa bir ittifak dönemi
başladı. Böylece yüzyıllardır süren Ortodoks-Katolik çatışması, Osmanlı’nın bas-
kısıyla kısa süreli de olsa donduruldu. Ancak bu anlaşma Konstantinopolis halkı
tarafından hiç de hoş karşılanmadı ve Ayasofya’daki resmi kutlama törenleri hal-
kın sert protestolarıyla karşılaştı. Bizans halkı Konstantinopolis’te Avrupalıyı
görmek istemiyor, yeni bir Latin dönemi yaşamaktan korkuyordu.

Floransa Konsili’nde sağlanan birleşmeden sonra kurulan güçlü Haçlı Ordusu,


Rumeli’yi 1443 ve 1444’de istila etti. Fakat 1444’de Osmanlı’nın kazandığı Var-
na Zaferi ile Haçlıların önünü kesti. Bu son savaş Konstantinopolis’in alınyazısını
belirledi. Osmanlı’nın Anadolu’ya ve Rumeli’ye yayılan genç İmparatorluğu için
Konstantinopolis’i fethetmek artık tersi düşünülemez bir mecburiyetti. İmparator-
luk topraklarının tam kalbindeki bu yabancı unsur ortadan kaldırılmalıydı. Çünkü
Anadolu’nun ve Rumeli’nin gerçek anlamda birbirine bağlanması Konstantinopo-
lis’in fethiyle mümkündü.

İstanbul’un fetih hazırlıkları bir yıl önceden başlatıldı. Kuşatma için gerekli
olan çok büyük toplar döktürüldü. 1452 yılında Boğaz'ın kontrolünü sağlamak
için Rumeli Hisarı inşa edildi. 16 kadırgadan oluşan güçlü bir donanma oluşturul-
du. Asker sayısı iki kat arttırıldı. Bizans’ın yardım almasını engellemek için yar-
dım yolları kontrol altına alındı. Cenevizlilerin elinde bulunan Galata’nın da savaş
esnasında tarafsız kalması sağlandı. 2 Nisan 1453 tarihinde ilk Osmanlı öncü kuv-
vetleri İstanbul önlerinde görüldü. Böylece kuşatma başladı.
KAYNAKÇA

BARDILL, Jonathan. Brickstamps of Constantinople, Volume 1.


London: Oxford University Press, 2004.

BAŞGELEN, Nezih. İstanbul Tarihi Yarımada ve Arkeoloji 1860-


1960. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları / Tarih Dizisi, 2007.

BAŞGELEN, Nezih. «Silivri Kapısı’ndan Ayvansaray’a, Dünya


Mimarlık Listesi’ndeki İstan-bul’un Kara Surları II.» Arkeoloji
Dergisi 24 (Ocak-Mart 2008): 124-127.

BASKICI, M. Murat. Bizans Döneminde Anadolu (İktisadi ve


Sosyal Yapı 900-1261). Ankara: Phoenix Yayınevi / Tarih Dizisi,
2009.

BAYRAK, M. Orhan. İstanbul Tarihi M.Ö. 657'den Bugüne Kadar


26 Asırlık Son Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri.
İstanbul: İnkılâp Kitabevi / Özel Fiyatlı Kitaplar Dizisi, 1996.

BEHÇET Erdal, Christian GURTNER, Werner JOBST. İstanbul


Büyük Saray Mozayiği Istanbul Das Grosse Byzantinische
Palastmosaik Istanbul The Great Palace Mosaic. İstanbul: Arkeoloji
ve Sanat Yayınları / Müze, Sergi, Koleksiyon Katalogları Dizisi,
1997.

BİLGE, Aygen. «Çemberlitaş ve Kıztaşının Onarımları.» Mimarlık


Dergisi (1972): 54-59.

ÇELİK, Mehmet. Süryani Kilisesi Tarihi. Cilt I. İstanbul: Yaylacık


Matbaası, 1987.

DERLEME. Geç Antik Çağda Kent. Çev. Ertuğrul Güven.


İstanbul: Homer Kitabevi, 1999.

DUMAN, Mustafa. İstanbul Efsaneleri. İstanbul: Heyamola


Yayınları, 2010.

ERDOĞAN, Esra Güzel. «Manastırlar Merkezi Konstantinopolis


Geç Dönem Bizans Manas-tırları ve Banileri (1261-1453).»
Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi (2009): 1-12.

ERKMEN, Ali. 1453 KONSTANTİNOPOLİSTANBUL. İstanbul -


: İBB KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARI, 2010.

EYİCE, Semavi. Bizans Devrinde Boğaziçi. İstanbul: Yeditepe


Yayınevi / Araştırma - İnceleme Dizisi, 2007.
EYİCE, Semavi. «İstanbul’da Bizans İmparatorlarının
Sarayı:Büyük Saray.» Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi Cilt 1/3
(1988).

EYİCE, Semavi. Tarih Boyunca İstanbul. İstanbul: Etkileşim


Yayınları; , 2006.

GİBBON, Edward. Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş


Tarihi: Bizans. Çev. Asım Baltacıgil. Cilt 4. İstanbul: Arkeoloji ve
Sanat Yayınları, 1994.

GREGORY, Timothy E. Bizans Tarihi. Çev. Esra Ermert. İstanbul:


Yapı Kredi Yayınları / TARİH, 2011.

GYLLİUS, Petrus. İstanbul'un Tarihi Eserleri. Çev. Erendiz Özbay.


İstenbul: Eren Yayıncılık, 1997.

HALDON, John. Bizans Tarih Atlası. Çev. Ali Özdamar. İstanbul:


Kitap Yayınevi / Tarih ve Coğrafya Dizisi, 2007.

HAMİLTON, Janet. Bizans Döneminde (650-1405) Hristiyan


Düalist Heretikler. Çev. Leyla Kuzucular. Ankara: Yurt Kitap
Yayın / Araştırma İnceleme Dizisi, 2011.

HARRİS, K. R DARK and A. L. «The Last Roman Forum: the


Forum of Leo in Fifth-century Constantinople.» Greek, Roman,
and Byzantine Studies 48 (2008): 57-69.

İŞLİ, E. Necdet. İstanbul'un Ortası AKSARAY, The Heart Of


İstanbul Aksaray. İstanbul -: İBB KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARI,
2008.

KAZHDAHN, Alexander. «Iconoclasm.» Oxford Dictionary of


Byzantium. Munich: Oxford University Press, 1965.

KOLEKTİF. İstanbul Surları - The Walls of İstanbul. İstanbul:


Kültür A.Ş. / Kültür Yayınları Dizisi, 2009.

KUBAN, Doğan. İstanbul Bir Kent Tarihi Bizantion,


Konstantinopolis, İstanbul. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları /
Kent Araştırmaları Dizisi, 2004.

LEVTCHENKO M.V, Bizans Tarihi Kuruluşundan Yıkılışına


Kadar. Çev. Maide Selen. İstanbul: Doruk Yayınları, 2007.

MAGDALİNO, Paul. Ortaçağda İstanbul (Altıncı ve On Üçüncü


Yüzyıllar Arasında Konstantinopolis'in Kentsel Gelişimi ). Çev.
Barış Cezar. İstanbul: Koç Üniverstiesi Yayınları, 2012.
MANGO, Cyril. Bizans Yeni Roma İmparatorluğu. Çev. Gül
Çağalı Güven. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları / TARİH, 2011.

MANGO, Cyril. «Chalke.» Oxford Dictionary of Byzantium.


Munich : Oxford University Press, 1965.

MANTRAN, Robert. İstanbul Tarihi. Çev. Teoman Tunçdoğan.


İstanbul, 2005.

NAUMANN, R. «Neue Beobachtungen am Theodosiusbogen und


Forum Tauri in Istanbul.» Le développement (1976): 117-141.

NECİPOĞLU, Nevra. «Byzantine Constantinople: Monuments,


Topography and Everyday Life.» BRİLL Vol. 33 (2001): 153-175.

ÖZGÜMÜŞ Feridun,. «Bukeleon Sarayı 2009 Sezonu Temizlik


Çalışmaları.» Vakıf Restorasyon Yıllığı (2012): 64.

PASİNLİ, Alpay. «Pittakia ve Magnum Palatium-Büyük Saray’’


Bölgesinde 2000 Yılı Kazı Çalışmaları (Sultanahmet Eski Cezaevi
Bahçesi).» 12. Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları
Sempozyumu (2002): 1-23.

PROKOPIUS. İstanbul'da Justinianus Döneminde Yapılar 1. Dü.


Turgut Karakaslı. Cilt I. İstanbul: Arkeoloji Sanat Yayınları, 1994.

YILDIRIM Sercan ÖZGENCİL, GÜNEY Dilay. İSTANBUL Kent


Belleği/Mekânsal Süreklilikler Uygarlıklar Beşiği,İstanbul Cradle
Of Cıvılızatıons Co. İstanbul: İbb Kültür A.Ş. Yayınları, 2010.

TAMER, Cahide. İstanbul Bizans Anıtları ve Onarımları. İstanbul:


Turing Yayınları / Yayınevi Genel Dizisi, 2003.

TEZCAN, Hülya. Topkapı Sarayı ve Çevresi'nin Bizans Devri


Arkeolojisi. İstanbul: Turing Yayınları / Yayınevi Genel Dizisi,
1989.

YENİGÜN, Sudi. İstanbul'un İncileri Sur İçi Camileri. İstanbul:


İbb Kültür A.Ş. Yayınları, 2013.

YÜCEL, ERDEM. «Fenari İsa Cami.» 2012. www.dergi.mo.org.tr.


Haziran 2013 <http://dergi.mo.org.tr/dergiler/2/266/3715.pdf>.

ZEHRA, Muhammed Ebu. Hristiyanlık Üzerine Konferanslar.


İstanbul: Fikir Yayınları, 1978.

You might also like