You are on page 1of 10

RUS İMPARATORLUĞU’NUN TÜRKİSTAN İŞGALİNİN ŞİFRELERİ

Marc Ferro “Sömürgecilik Tarihi” adlı eserinde Avrupa Devletleri’nin sömürgecilik


serüvenlerini kazanma-kayıp etme ve unutma üçgeninde şöyle anlatır: “İspanyol Tacı'nın
prensleri, Portekiz'in rakipleri Alcazarquivir yenilgisinin acısını İnebahtı muharebesinde
çıkarmış ve 1580'de Portekiz'i de egemenlikleri altına alarak lber Yarımadası'nda birliği
sağlamışlardı. Unutuşla gelen bu rahatlamanın değişik yanlarını ve izlediği yolları Lucette
Valensi Belleğin Masalları (Fables de la memoire) adlı yapıtında incelemiştir. Bu dengeleme
ve transfer işlevine daha sonra yenileri eklendi; Ticaretin gelişmesi, Hıristiyanlaştırma,
sömürgeleştirme, halkların köleleştirilmesi, vb. Öyle ki, sonunda Batı'nın tarihsel belleği
Hıristiyan olmayana karşı verilen mücadelenin ne denli başat bir öğe olduğunu unuttu.
Yalnızca XVIII. yüzyılda, başrahip Raynal esas amacın ne olduğunu güçlü bir biçim de dile
getirmiştir (G. Brisvert). Ancak, unutma istemi bunun izini silmiştir. Benzeri bir dönüşümü
Fransa'da, emperyalizm çağı denen çağda görürüz. Üçüncü Cumhuriyet (Almanya
karşısında) Sedan bozgununu, İmparatorluğun Avrupa politikasının iflasını ve Alsace-
Lorraine bölgesinin kaybedilmesini unutup bunu silmek için, fetihçi bir politikaya yönelir.
Hansi'nin, Çin-Hindi ve Tunus'ta yürütülen imparatorluk fetihlerinin destekçisi Jules Ferry'ye
gönderdiği mecazi not bunu çok güzel anlatır: “İki çocuğumu kaybettim, siz bana iki hizmetçi
armağan ediyorsunuz.” Aynı alternatif oyun Rus İmparatorluğunda da sahnelenir. XIX.
yüzyılda, isteklerinin Orta Avrupa'da art arda iki kez reddedilmesi üzerine, Çar egemenlik
hırsını Kafkasya ve ardından Uzakdoğu'ya yöneltir. Kırım savaşından sonra, bu yayılmacı
dönem Kafkasya'nın fethi ve “pasifleştirilmesi”, Taşkent (1865), Semerkant (1868), Hive ve
Hokant (1876) ve nihayet Amur ve Usuri bölgelerinin fethedilmeleriyle son bulur.
Emperyalizmle ilişkilendirilen bir diğer nokta da, özellikle 1885-1890 yılları arasında
Afrika'nın paylaşımında en çarpıcı ifadesini bulan toprak açlığıdır. Burada rakip güçlerin -
Fransa, Almanya, İngiltere, Portekiz, Belçika-, harita üzerinde, diğer rakibin ileride -kim
bilebilir? - üzerine konma olasılığını yok edecek şekilde, mümkün olan en geniş toprakları
kendilerine ayırmaları söz konusudur. Buna, zamanında, course au clocher (engelli at yarışı)
denilmişti.”1

Sömürgecilik, XIX. yüzyıl ortalarında kurulan, 1880 dolaylarında ürünlerini vermeye


başlayan, Birinci Dünya Savaşından sonra çöküş dönemine giren ve bugün sömürgeci ulusa
karşı yönelmiş bir sistemdir.2 İngiltere, Fransa ve daha sonra Almaya bu sistemi kullanan

1
Marc Ferro, Sömürgecilik Tarihi, (çev. Muna Cadden), İmge Yayınları, Ankara 2002, s.32-33.
2
Paul Serta, Hepimiz Katiliz, s.16.
önemli Avrupa ülkeleriydi.3 Fransız Bakan J. Ferry ve teorisyen Leroy-Beaulieau'nin
koruması altında sömürge statüsü kurulmuştur.4 Mesela Paul Serta “Hepimiz Katiliz”
ismindeki eserinde Fransa’nın Cezayir’de sömürge faaliyetlerini şöyle anlatır:
“Müslümanlara, kasıtlı olarak, utanmazca yabancı bir hukuk dayatılmıştı, çünkü bu hukukun
onlara uygun olmadığı, Cezayir toplumunun iç yapılarını yok edeceği biliniyordu. Toprak
Fransızlaştınlarak ve parçalanarak, yerine herhangi bir şey konmadan, toplumun eski kabile
yapısı yıkılmıştır. Kadroların bu imhası sistematik olarak teşvik edilmiştir: bunun nedeni,
birinci planda direniş güçlerinin ortadan kaldırılması ve kolektif güçlerin yerine dağınık
bireyleri koymasıdır. İkinci planda bu, işgücünü serbest kılacaktır (en azından tarım
makineleşmediği sürece), ki sadece bu işgücünün varlığı nakliye giderlerini dengeleyebilir;
sadece bu, anayurdun maliyet fiyatları sürekli düşen ekonomisi karşısında sömürge
kuruluşlarının rantabilitesini güvence altına alabilir. Böylece sömürgecilik Cezayir halkını
dev bir kır proletaryasına dönüştürmüştür. Cezayirliler için şu söylenebilirdi: Bu insanların
1830'ların insanlarından farkları yok, aynı topraklarda çalışıyorlar, sadece artık bu
toprakların sahibi değil, topraklara sahip olanların kölesi haline geldiler. 1830'dan beri
Cezayir'de Arapça yabancı dil olarak görülmektedir; Arapça hala konuşuluyor, ama daha
çok gizli bir yazı dili olanak. Hepsi bu: Arapların birleşmesini engellemek için Fransız
yönetimi dillerine el koymuştur. Yönetim İslam’ın vekillerini kendisi tarafından satın alınmış
alçaklardan devşiriyor. En ilkel batıl inançları destekliyor, çünkü batıl inanç birleşmeyi
engeller. Kiliseyle devlet işlerinin birbirinden ayrılması, bu cumhuriyet ayrıcalığı, sadece
anayurda tanınan bir lükstür. Fransız Cumhuriyeti Cezayir'de cumhuriyetçi olamaz. Fransız
Cumhuriyeti, Cezayir'de feodal inançları korumakta, fakat aynı zamanda, yaşayan bir
feodalizmi, her şeye rağmen insani bir toplum kılan yapıları ve gelenekleri ortadan
kaldırmakta, Cezayir toplumunun kadrolarını ve dinamiğini parçalamak için bireysel ve
liberal bir hukuk empoze etmekte, öte yandan, egemenliklerini Fransız yönetiminden alan ve
onun adına yöneten çok küçük prenslikleri korumaktadır. Tek sözcükle Fransız yönetimi,
Cezayirlileri arkaik topluluktan çekip çıkaracak ve aynı zamanda içlerinde, arkaizmi yine de
sadece toplumun arkaizmiyle yaşayabilecek bir mantaliteyi liberal endividiializmin
parçalanmışlığı içinde yaratarak, ya da bu mantaliteyi koruyarak bir çeşit "yerli" üretiyor.
Kitleleri yaratıyor, fakat onları kendi ideolojilerinin karikatürüyle yanıltarak bilinçli bir
proletaryaya dönüşmelerini engelliyor.”

3
Paul Serta, Hepimiz Katiliz, s.17.
4
Paul Serta, Hepimiz Katiliz, s.18.
Sömürgecilik bir halkın farklı topraklarda kendini “çoğaltma gücü”nü oluştururken,
emperyalizmin ilk hedefleri, uygarlaştırmak, sömürgeleştirmek, Kültürünü egemen kılmak ve
yayılmak olmuştur.5 Prevost-Paradol için ihtişamın en son dayanağı, Leroy-Beaulieu için ise
bir yayılma gücü olan emperyalizm her ne kadar ideolojilerden yola çıkıyor olsa da, bu
ideolojiler daha maddi hedeflerle desteklenmiştir. İşte bu hedefler, sömürgeci politikanın en
yaygın ve moda tanımının tem elini oluşturmaktadırlar. Tonkin'in (Vietnam'ın kuzeyi,)
fethedilmesi sırasında, bu politika Jules Ferry tarafından şöyle ilan edilmiştir: “Sömürgeci
politika endüstriyel politikanın çocuğudur. Zengin devletler için, ihracat kamu refahının temel
bir faktörüdür [...]. Eğer, imalatçı uluslar arasında endüstriyel iş bölümü, yeteneklere göre
dağılım gibi bir düzen kurulabilseydi... Avrupa'nın kendi ürünlerini satacak yeni mahreçler
aramasına gerek kalmazdı. Fakat, herkes iplik üretmek, demir dövmek, içki damıtmak, şeker
imal etmek ve bunları ihraç etmek istiyor.” Birleşik Devletler, Rusya, Almanya gibi yeni
endüstriyel güçlerin ortaya çıkmasıyla bu denizaşırı yayılmacılık kendini bir ihtiyaç olarak
dayatmıştır. Jules Ferry6 bu yaklaşım a daha önce de fark ettiğimiz iki yeni öğe katar: “Üstün
ırkları” henüz gelişme yoluna girememiş “aşağı ırklara” karşı olan görevlerini yerine
getirmeye zorlayan insani sav ve dinamik bir şekilde dile getirilen milliyetçi sav: “Fransa
bugün sömürge topraklarından çekilse, İspanya ya da Almanya derhal yerine geçer, ‘köşesine
çekilme’ politikası olsa olsa gerileme yoluna girme anlamına gelir... Kımıldamadan
yönetmek, sorumluluklarımızdan feragat etmek demektir.”7

İngilizler için önemli olan, “doğal” savunma hatlarına kadar kontrol altında tuttukları
Hindistan'dı. Ancak Himalayaların diğer tarafında, kuzeybatıda, Rusların baskısı güneye
yönelmeye başlamıştı. 1854 Kırım savaşından sonra, bu yönelme İngiltere için tehlikeli
olmaya başlamıştı. İngilizlerin Rus yayılmasını izledikleri kadar Ruslar da İngiliz yayılmasını
gözlüyorlardı, o zamanlar verilen adıyla “balina ile filin” mücadelesi, 1829'dan 1907'ye,
neredeyse yüz yıl sürmüştü.8

Avrupa’nın sömürgeleştirmede önde gelen devletlerini daha sonra takip eden Rus
İmparatorluğu’nun sömürge sistemine dahil olma süreci nasıl başlamıştı? Genel görüşe göre,
bu sorunun cevabını Avrupa Devletleri ile çar namzetti I. Petro’nun temasıyla
açıklanmaktadır.

5
Marc Ferro s.36.
6
Fransa’da Üçüncü Cumhuriyetin Bakanı. Aynı zamanda yeni sömürgeciliğin teorisyeni.
7
Marc Ferro s.37.
8
Marc Ferro s.156.
Rusların Türkistan coğrafyasındaki faaliyetleri hangi “motivasyon ve amaçlar” için
yapılmıştı?

Altın Orda’nın yıkılması sonrasında ortaya çıkan hanlıkların ve ardından Sibirya’nın işgali
Rusları hem cesaretlendirmiş hem de yayılmacı bir politikaya yönelmesine kapı aralamıştı. Ruslar ın
bu aralanan kapıdan sömürgecilik yarışına girmesi Çar I. Petro (1682-1725) dönemine denk gelir.
Rusya’nın Avrupa devletleri gibi sömürgecilik yarışına dâhil olma gayreti Çar I. Petro döneminde
belirgin bir hal almıştır. Rusya’nın yaşadığı siyasî gelişmeler ve diğer şartlar Rus Devleti’nin yayılma
sahası içine Türkistan bölgesini de almasına neden olmuştur. Bakir ve doğal kaynaklar bakımından
zengin Türkistan coğrafyası Rus sömürgeciliği için bulunmaz bir fırsat olarak gözükmekteydi. Çünkü
bu coğrafyada güçlü bir devlet olmadığı gibi Rusların istilasını kolaylaştıracak başka amiller de vardı.
Mesela Kazak Bozkırları’nda Ulu Cüz, Orta Cüz ve Küçük Cüz adı altında üç siyasî birim vardı. Bu
Cüzlerin güney ve batısında Hive ve Hokand hanlıkları ile Buhara Emirliği adında Ortaçağ’la ilişkisini
hâlâ kesmemiş üç feodal devlet mevcuttu. Türkistan’da Rusların yayılmasını durduracak güçlü bir
devlet yoktu. Ayrıca bölgede mevcut siyasî birimler hem birbirleriyle hem de komşularıyla devamlı
mücadele halindeydiler. Bunların yanında Türkistan coğrafyasında yaşayanlar, dünyada meydana
gelen siyasî gelişmelerden, askerlik ve silah teknolojisindeki yenileşmeden de haberdar değildiler.
Şüphesiz bunlar ve coğrafyadaki diğer zafiyetler Rusların istilasına katkıda bulunacaktı.

Rusya’nın Türkistan coğrafyası ile öteden beri ticarî ilişkileri vardı. Ancak XVIII. yüzyıla
kadar bu ilişkiler bir silahlı mücadeleye dönüşmemişti. Bu ilişkinin silahlı mücadeleye dönüşmesinde
ilk girişim Çar I. Petro tarafından bölgeyi tanıma amaçlı gönderilen keşif birliğinin faaliyetleri oldu.
Söz konusu keşif hareketleri Çarlık idaresi tarafından beklenen neticeleri vermese de bölge hakkında
yeni bilgiler elde edilmesi ve bölgede garnizonlar kurulması Rusların kazanımları olmuştu. Rusların
bölgeye ilgisinin artmasıyla beraber yeni ve ayrıntılı bilgiler elde edilmeye başlandı. Türkistan’a gelen
Rus tüccarların, seyyahların ve Rus ajanlarının gezi notları bu bilgilerin en çok elde edildiği yöntemdi.
Çarlık yönetimi, merkezde toplanan tüm bu bilgiler ışığında bölgeyi çeşitli bahaneler öne sürerek işgal
etmeye karar verdi. Bu karar doğrultusunda Ruslar bölgede sınırlarına yeni topraklar katmaya
başladılar. Çarlık, Türkistan’da işgal ettiği yerleri Rusya’ya entegre etmek için Bozkır ve Türkistan
Genel Valilikleri’ni kurdu

Rusya’da Çar I. Petro döneminde başlayan reformlar Rusya’yı bir imparatorluk hâline getirdi.
Ekonomik reformlar sayesinde Rusya’da tarım ve sanayi alanında bir atılım gerçekleşti ve I. Petro
ticaret merkezleri ile sıcak denizlere ulaşma ve hâkim olma stratejisini benimsedi. Bu reformlar
Rusların Türkistan bölgesine yönelik yaklaşım ve siyasetini de değiştirdi. Öte yandan Rus sanayisinin
yeni hammadde kaynakları ile yeni pazarlara olan ihtiyacı neticesinde Ruslar, özellikle giderek gelişen
tekstil endüstrisi için önemli bir pamuk üretim merkezi olan Türkistan’a yüzlerini çevirdiler. Rusya
İmparatorluğu Türkistan’ı hem "fazla nüfus" için gelecekteki bir kolonizasyon alanı hem de
İngiltere’nin Yakın ve Orta Doğu’ya yönelik yayılmacı politikasına direnebilecek bir engel olarak
görüyordu. Kısacası Rusya, Türkistan’ın zengin kaynaklarına sahip olmak, daha sonra oradan İran’a
ve Hindistan’a ulaşmak gayesindeydi. Bu sebeplerden dolayı Rusların Türkistan’a ilgisi giderek arttı
ve ilk olarak sınır bölgelerinin ayrıntılı ve sistematik bir şekilde araştırılmasına başlandı. 9 Kazak
bozkırları, Ural Dağları’ndan Tanrı Dağları’na, Sibirya’dan Türkistan çöllerine kadar uzanan uçsuz
bucaksız bir coğrafya, XVIII. yüzyılda Çarlık Rusya’sının Türkistan’daki istilaya yönelik faaliyet
alanı kapsamındaydı.10

Çar I. Petro döneminde başlayan, II. Yekaterina (1762-1796), I. Aleksandr (1801-1825), I.


Nikolay (1825-1855), II. Aleksandr (1855-1881) ve III. Aleksandr (1881-1894) dönemlerinde devam
eden ilmi, siyasî ve askeri faaliyetlerle bölgenin hem keşfi hem de işgali tamamlandı. Neticede
Türkistan coğrafyasındaki Kazak Cüzleri (Ulu, Orta ve Küçük Cüz) ile Türkistan Hanlıkları (Buhara
Emirliği, Hive ve Hokand hanlıkları) Rusların hâkimiyetine geçtiler.11 Bir taraftan bölgede işgal
faaliyetlerine devam eden Çarlık yönetimi diğer taraftan da bölgede ele geçirdiği toprakları Rus devlet
sistemine entegre etme çabasındaydı. Bu çabalar sömürgecilik niyetiyle yapılmaktaydı. En yalın
ifadeyle sömürgecilik, yabancı bir toprağın işgalini, o toprağın işlenmesini ve oraya işgalci halktan
göçmenlerin yerleşmesini içerir. Bütün bu aşamalar Türkistan coğrafyasında Çarlık yönetimi
tarafından uygulandı. Avrupa’da başlayan ve daha sonra kurumsallaşan sömürgecilik sistemine
Rusların da dâhil olmalarını XIX. yüzyıldaki söz konusu faaliyetleri ekseninde ele alabiliriz. Öncelikle
keşif hareketlerine değinmek, Rusya’nın sömürgeci bir devlet haline gelmesini anlamamıza yardımcı
olacaktır. Mesela Türkistan işgallerinin yeni başladığı dönemlerde Rusya Dışişleri Bakanı M.
Gorçakov’un (1856-1882) 1864’teki beyanatı Çarlık yönetiminin sömürgeci niyetini açığa çıkarır.
Gorcakov beyanatında, sömürgeci tavırlarını şöyle ele verir: “Rusya’nın durumu gelişen bir devlet
örgütlenmesinden yoksun göçebelerle ilişkiye giren uygar devletlerinkiyle aynıdır. Bu göçebelerin
akınlarına ve yağmalamalarına set çekmek için onları hâkimiyetimiz altına almalı ve sıkıca kontrol
etmeliyiz. Ama daha uzakta başkaları da var. O halde biz de daha uzağa gideriz. Bu Fransa’nın başına
Afrika’da, Amerika Birleşik Devletleri’nin başına Amerika’da, İngiltere’nin başına Hindistan’da
gelmişti. Sadece ihtirasımızdan değil aynı zamanda zorunluluktan ilerliyoruz.” Gorçakov’un Kafkasya
ve Türkistan’a (Orta Asya) ilişkin bu açıklamaları İngiliz ve Fransız emperyalistlerin savlarının
kelimesi kelimesine tekrarıdır.12
9
Hatice Karimov, “Rus Şarkiyatçı A. L. Kun’un Gözüyle Hudayar Han Devrinde Hokand Hanlığı”, İnsan ve Toplum Bilimleri
Araştırmaları Dergisi , 9 (4) , 2020, s.99. ; Orlando Figes, Nataşa’nın Dansı Rusya’nın Kültürel Tarihi, (Çev. Figen Dereli), İstanbul:
YKY 2018, s.41-45.
10
Hamid Ziyayev, Türkistan’da Rus Hâkimiyetine Karşı Mücadele, (Çev. Ayhan Çelikbay), TTK Ankara, 2007, s. 31-42;
İstoriaKazakhstana (Oçerk), Deuiry.,Redaktor L. İ. Drobjeva, Almatı, 1993, s. 175; Peter Golden, Dünya Tarihinde Orta Asya, (Çev.
Yahya Kemal Taştan), İstanbul, 2014, s.168-169; Hayri Çapraz, “Çarlık Rusya’sının Türkistan’da Hakimiyet Kurması”, SDÜ Fen-
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.24, (Aralık 2011), s.52.
11
Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi Başlangıçtan 1917’ye Kadar, (Ankara: TTK 2014), 366-368; Osman Yorulmaz, Başlangıcından
Hanlığın Feshine Kadar Kazak Türkleri İle Çarlık Rusyası Arasındaki Siyasi İlişkiler, (Ankara: TTK 2013), 27-45; Orhan Doğan,
"Rusya'nın Orta Asya'ya Yönelik Siyasetinde Kazak Hanlıklarının Önemi (18. Yüzyılın İlk Yarısı)", Tarih Dergisi, S. 37, (2002), 77-
92; Z. Velidi Togan, Bugünkü Türkîli Türkistan ve Yakın Tarihi, (İstanbul 1981); Ceyhun Mammadov, Aleksey Nikolayeviç
Kuropatkin ve Onun Türkmenistan’ın Fethi Adlı Eseri (Transkripsiyon ve Değerlendirme), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, (Manisa
2021), 13-78; Murat Özkan, Türkistan'ın İşgal Çağı-Beyaz General Skobelev 1843-1882,(İstanbul 2020).
12
MarcFerro, Sömürgecilik Traihi, (Çev. Muna Cadden), İmge Yay., Ankara 2002, s.19-41.
Rusya’nın Türkistan coğrafyasında hayata geçirdiği sömürge siyasetini Marc Ferro eserinde şu
örnekle açıklar: “Fransa’nın Üçüncü Cumhuriyet Prusya karşısında Sedan bozgununu, İmparatorluğun
Avrupa politikasının iflasını ve Alsace-Lorraine bölgesinin kayıp edilmesini unutup izleri silmek için,
fetihçi bir politikaya yönelir. Hansi, Çin Hindi ve Tunus’ta yürütülen fetihlerin destekçisi Jules Ferry’e
gönderdiği mecazi notta bunu çok güzel anlatır. “İki çocuğumu kayıp ettim. Siz bana iki hizmetçi
armağan ediyorsunuz.” Fransa’daki aynı alternatif oyun Rus İmparatorluğunda da sahnelenir. XIX.
yüzyılda, isteklerinin Orta Avrupa’da art arda iki kez reddedilmesi üzerine Çar egemenlik hırsını
Kafkasya ve ardından Uzak Doğu’ya yöneltir. Kırım Savaşından sonra, bu yayılmacı dönem
Kafkasya’nın işgali ve ‘pasifleştirilmesi’, Taşkent (1865), Semerkant (1868), Hive ve Hokand (1876)
ve nihayet Amur ve Usuri bölgesinin işgal edilmeleriyle son bulur. 13

1839 Kasım ayında Hive yönüne yapılan seferin komutanı General Vasiliy
Alekseyeviç Perovskiy (1794-1857) idi.14

Nitekim Kırım Harbi (1853-1856) Rusya’nın Türkistan seferini bir süreliğine tehir
etmesine neden olmuştu. Mağlubiyet sonrası Rusya, harici ve askeri siyasetini değiştirmek
zorunda kalmıştı. Artık bu yeni dönemde Rusya, dış siyasetinin ağırlık merkezini Balkanlar
ve Yakın Doğu’dan Türkistan’a kaydırmıştı. Rusya, bu yeni siyasetiyle, İngiltere’nin
Hindistan’daki nüfuzunu kırmak için onu arkadan da vurabilecekti. Bu doğrultuda Türkistan,
Rusya’nın emperyalist dış politikasının ilk hedefi haline geldi. Bu sırada Rusya’nın
Türkistan’a yönelik dış siyaseti Harbiye Nazırı Dimitriy Alekseyeviç Milyutin (1816-1912)
ve Nikolay Pavloviç İgnatyev (1832-1908) tarafından yürütülmekteydi. 1861 senesine
gelindiğinde Rusya’nın Türkistan’ı işgal etme düşüncesi zirve noktasına ulaşmıştı. Ama yine
de genel bir taarruza kadar Rus dış siyaseti, Türkistan bozkırlarındaki hâkimiyetini emniyet
altına almaya yönelikti.15

Rusya, yukarıda izah etmeye çalıştığımız emellerini tatbik etmeye çalışırken Türkistan
hanlıklarındaki durum da Kazak cüzlerinden farklı değildi. Nitekim Türkistan hanlıkları
arasında mücadele eksik olmadığı gibi aynı hanlık içinde yaşayan halklar arasında da daimî
anlaşmazlıklar mevcuttu. Hanlıklar, komşu devletler ve Rus Kazakları ile mücadele
halindeydiler. Bu mücadeleler bir taraftan hanlıkları güçten düşürürken diğer taraftan Rusların
13
Ferro, age, s.33.
14
N. İ. Grodekov, Turkmeni V Voyna Pohod Skobeleva 1880-1881 gg., Tom Pervıy, Saint-Peterburg,
1883, s.203; Morrison, a.g.m, s.461-462; Murat Özkan, “İklimle Savaş; Perovskiy’in Hive
Seferi (1839-1840)”, Türkistan’dan Anadolu’ya Tarihin İzinde Prof. Dr. Mehmet
Alpargu’ya Armağan, (Ed.: Zeynep İskefiyeli-Muhammed Bilal Çelik), C.1 Nobel
Yayınları, Ankara 2020, s.261-266; Mammadov, a.g.t, s.18; Ziyayev, a.g.e, s.63.
15
Selim S. Ükten, Buhara Hanlığı’nın Askeri Teşkilatı (1500-1868), TTK Ankara, 2018, s. 26-61; Hatice Kerimov,
“Rusya ve İngiltere Arasındaki Büyük Oyun'un Doruk Noktası Kuşku Savaşı”, Genel Türk Tarihi Araştırmaları
Dergisi, S. 3 (2021), s. 385-400.
işini kolaylaştırmaktaydı. Sonuçta XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren 25 yıl gibi kısa bir
sürede Avrupa kıtasının beşte biri büyüklüğündeki Türkistan sahası (Buhara, Hive ve Hokand
Hanlıkları) Çarlık Rusyası’nın eline geçmişti.16  Hemen akabinde Ruslar Hive’nin batısındaki
Teke Türkmenlerini tedip edip cezalandırdılar. 1881 yılında General Mihail Skobelev (1843-
1882) binlerce insanın öldürülmesi emrini verdiği Göktepe ve Aşkabad şehirlerini zapt etti.
1884 yılında ise Merv Türkmenleri kendi rızalarıyla Rus tâbiiyetini kabul etmişlerdi.17

Rusya’nın eğitimli çevrelerinde Türkistan bozkırlarının askeri fethi/işgali iki karışık


tepkiyi ortaya çıkarmıştı. Birincisi, Vereşçagin’in tablolarının tetiklediği türden emperyalist
bir davranış türüydü. Asyalı kavimlere karşı olan üstün ırk duygusuna ama aynı zamanda bu
kavimlere karşı duyulan korkuya dayanıyordu. İkinci tepki daha az emperyalist değildi ama
imparatorluğun Doğu misyonunu, Rusya’nın kültür vatanının Avrasya bozkırı olduğuna dair
sorgulanabilir bir temelde haklı çıkarıyordu. Ruslar Asya’ya yürüyerek eski vatanlarına
dönüyordu. Bu mantık ilk olarak 1840’ta oryantalist Grigoriyev tarafından ileri sürülmüştü.
“Kim Asya’ya bizden daha yakın?” diye sormuştu Grigoriyev. “Hangi Avrupalı ırk,
Asya’daki anavatanlarını terk etmek zorunda kalan büyük Avrupalıların sonucusu olan Sılav
ırkından daha fazla Asyalı unsura sahip? Rusları Asya bozkırlarını geri almaya çağıran takdiri
ilahiydi ve Asyalı dünyayla yakın ilişkilerimiz sayesinde, ilkel kardeşlerimizle birleşmemeiz
yabancı bir ırkın zapt edilmesinden çok, barışçı bir süreç olacaktı.” Türkistan seferi sırasında
aynı tez ileri sürülmüştü. Slavlar kendi “tarih öncesi evlerine” dönüyorlar diye iddia etmişti
Kaufman’ın ordusunda coğrafya uzmanı olan Albay Venyukov, “Çünkü atalarımız Moğol
göçebeleri tarafından sürülmelerinden önce İndus ve Ceyhun nehirlerinin yanında
yaşıyorlardı.” Venyukov, Türkistan’a Rusların yerleşmesi gerektiğini söyleyerek devam
etmişti. Rus yerleşimciler, Avrasya bozkırlarında bir zamanlar yaşayan “Turan” ırkını yeniden
oluşturmak için Müslüman kavimlerle evlilik yapmaları konusunda teşvik edilmeliydiler. Bu
şekilde İmparatorluk, Avrupalı devletlerin imparatorluklarında olduğu gibi, ele geçirme ve ırk
ayırımı yerine “barışçı bir değişim ve özümsemeyle” “Rus ilkelerine” bağlı olarak
genişleyebilirdi. Rusya’nın Asya’da kültürel ve tarihi hakları olduğu fikri imparatorluğun
kurucu miti haline gelmişti.

16
Ceyhun Mammadov, Aleksey Nikolayeviç Kuropatkin ve Onun Türkmenistan’ın Fethi Adlı Eseri (Transkripsiyon
ve Değerlendirme), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Manisa 2021, s.13-78; Murat Özkan, Türkistan'ın İşgal Çağı-
Beyaz General Skobelev 1843-1882, İstanbul, 2020.
17
Hatice Kerimov, “Diplomat Nikolay Valeryeviç Çarıkov’un Gözünden Merv’in İşgali”, Türk Tarihi Araştırmaları
Dergisi, 5, Sayı/No. 1, (Bahar 2020), s.194-214.
Çar II. Nikolay’ın basın baronu ve danışmanı olan Prens Uhtomskiy, Rusya’nın, Çin
ve Hindistan için bir tür “büyük ağabey” olduğunu düşünerek, imparatorluğun bütün Asya
kıtasına yayılmasını savunmuştu. “Her zaman Asya’ya aittik” demişti Uhtomskiy çara.
“Asyalı bir hayat yaşadık ve ilgilerini hissettik. Ele geçirecek bir şey yok. Türkistan’ın
fethi/işgalinden esinlenen Dostoyevski de Rusya’nın kaderinin Avrupa’da değil, çok uzun
zamandır varsayıldığı gibi, Doğuda olduğu fikrini geliştirmişti. 1881’de Bir Yazarın Günlüğü
adlı eserinde okuyucularına şöyle demişti: “Rusya sadece Avrupa’da değil, aynı zaman da
Asya’da da…Avrupa’nın bize Asyalı barbarlar diyeceğine dair aşağılık korkumuzu bir tarafa
bırakmalı ve Avrupalıdan daha çok Asyalıyız demeliyiz…Asyalı değil de tamamen Avrupalı
olduğumuza dair bu yanlış görüşümüz (ve Asyalı olmayı hiç bırakmadık) bu iki asırda çok
şeye mal oldu ve bunu manevi bağımsızlığımızın kaybıyla ödedik…Avrupa’daki
penceremizden dönmemiz bizim için çok zor ama bu kader meselesi…Ona yeni bakış açımızla
Asya’ya döndüğümüzde, Amerika keşfedildiğinde Avrupa’ya ne olduysa, benzer bir şey bize
de olabilir. Çünkü bizim için Asya hala keşfedemediğimiz Amerika’mız… Asya’ya doğru
giderek, yenilenmiş bir ruh ve güç artışına sahip olacağız…. Avrupa’da asalak ve köleydik
ama Asya’da efendi olacağız. Avrupa’da Tatardık, Asya’da Avrupa olacağız. Görevimiz,
Asya’daki medenileştirici görevimiz, ruhumuzu güçlendirecek ve bizi çekecek; sadece
hareketin başlaması gerek, o kadar…” Bu alıntı Rusların, Batı’daki özsaygı ve statülerine bir
tepki olarak Doğu ile ilişkilerini tanımlama eğilimlerinin mükemmel bir açıklamasıydı.
Dostoyevski gerçekte Rusya’nın Asyalı bir kültür olduğunu öne sürmüyordu., sadece
Avrupalıların öyle düşündüğünü söylüyordu. Ayrıca Rusya’nın Asya’yı kucaklaması önerisi,
Asyalı bir güç olmayı istemesi değildi, tam tersine, Avrupalılığını tekrar ileri sürmek için yeni
gücü ancak Asya’da bulabilrdi. Dostoyevsi’nin Doğuya dönmesindeki esas sebep, pek çok
Rus gibi onun da Kırım Savaşında Fransız ve İngilizlerin kendi imparatorluk çıkarlarını
gözeterek Rusya’ya karşı Osmanlıların yanında yer alıp Rusya’nın Hıristiyan davasına ihanet
etim olmasından duyduğu kırgınlıktı. Yayımlanan tek şiirinde Dosteyevski, Kırım Savaşını
“Rus İsa’sının Çarmıha Gerilmesi” olarak resmeder. Ama bu şiiriyle Batılı okuyucuları
uyardığı gibi Rusya yine ayağa kalkacaktı ve bunu gerçekleştirdiğinde Tanrı’nın verdiği
dünyayı Hristiyanlaştırma görevinde Doğu’ya dönecekti.18

Ruslar Türkistan’daki halka kasıtlı olarak yabancı bir hukuku yani Rus hukukunu
dayatmıştı. Bu hukukun onlara uygun olmadığını ve onları parçalayacağını biliyordu. Ruslar
18
Orlando Fıges, Nataşa’nın Dansı Rusya’nın Kültürel Tarihi, Çev. Figen Dereli, Yapı Kredi Yay. 2. Baskı, İstanbul
2021, s.376-377.
Türkistan’da idresini geçici nizamnamelerle idare etmişti. Fakat 1886 nizamnamesinin adeta
bölge de Rusların sömürüsünü kolaylaştıracak bir anayasa hüviyetinde olduğu görüle bilinir.

Rusların Türkistan’da kurdukları sistem:

1. Toprak Ruslaşarak ve parçalanarak, yerine her hangi bir şey konmadan,


toplumun eski kabile (boy) yapısı yıkılmıştır. Kadroların imhası sistematik olarak teşvik
edilmiştir. Bunun nedeni birinci planda direniş güçlerinin ortadan kaldırılması ve
kolektif güçlerin yerine, dağınık bireyleri koymasıdır. İkinci planda bu, iş güçlerini
serbest bırakacaktır. Bu insanlar Rus hizmetinde yine çalışacaklardır (eski toprak
sahipleri). Onlar aynı topraklarda çalışıyorlar sadece bu toprakların sahipleri değillerdi
ama toprak sahiplerinin kölesi haline gelmişlerdi.
2. Rusların bölgeden beklediği en önemli tarım ürünlerinden biri pamuktu
mesela. Sistemin mantığı gereği sömürgeci yerlilerin gereksinimlerini Rusya’da yaşayan
ya da Rus ordusunun gerksinimlerine feda etmiştir. Verimli araziler Rus komisyonlar
tarafından tespit ediliyor ve buraları Rus kolinazötörlere verilerek sömürgenleştirme
sistemi hayata geçiriliyordu. Yerli ahaliye ise çöl/işlenmesi zor topraklar veriliyordu.
Türkistan’daki hayvancılık faaliyetleri de yine Rusların hizmetine yönelik olarak ordu
için at ve deve gibi diğer hayvanlar Rus ordusu için besleniyordu.

Rusya’nın Türkistan yönüne genişlemesi, bozkırın ele geçirildiği ve göçebelerin itaat


altına alındığı XIX. yüzyıla kadar, pragmatik/faydacı amaç çerçevesinde, klasik bir batı
sömürgeciliği örneği olarak görünmektedir. Rus yönetiminin giderek karmaşık bir karakter
kazanan emperyal sorunlarına verdiği yegâne tepki ise merkezileştirme ve homojenleştirme
vurgusunu sürdürmekti (Khodarkovsky, 2021:334).

Ruslar bunu sömürge olarak görmemekteydi DEVE MAKALESİNE BAK

You might also like