Professional Documents
Culture Documents
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Tezi Hazırlayan
Başak Burcu TEKİN
Tezi Yöneten
Prof. Dr. Kerim TÜRKMEN
Ocak -2008
KAYSERİ
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Tezi Hazırlayan
Başak Burcu TEKİN
Tezi Yöneten
Prof. Dr. Kerim TÜRKMEN
Ocak-2008
KAYSERİ
i
ÖNSÖZ
Araştırma süreci maceralarla dolu bir keşif yolculuğu olarak kabul edilebilir. Limana
vardığınızda, size yardım edenlere karşılık olarak verebileceğiniz yegane hediye, bir
“teşekkür”. Bunun için en uygun yer ise, en değerli sayfanız, ilk sayfanız. Kimsenin
kimseye hakkı geçmeden bir sıralama yapmaya çalıştığımı belirterek ve herkesin affına
sığınarak başlamak istiyorum.
Her şeyden önce, sahip olduğum donanımları bana sağlayan, değerlendirme yeteneği
kazandıran, maddi manevi her zaman beni destekleyen aileme, annem Prof.Dr. Beylü
DİKEÇLİGİL’e ve babam Mehmet Refet EKE’ye teşekkür ederim.
Erciyes Üniversitesi Araştırma Projeleri Birimi’nin verdiği maddi destek için teşekkür
ederim. Rahat, huzurlu, anlayışlı bir çalışma ortamı sundukları için tüm Erciyes
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü çalışanlarına, ama en başta da hocam ve danışmanım
Prof.Dr. Kerim TÜRKMEN’e ve yine hocam Prof.Dr. Mustafa DENKTAŞ’a şükran
borçluyum. Yurt içi ve yurt dışı araştırma izni, her türlü makine, sarf malzemesi,
kısacası her konuda sonsuz anlayış ve destek gördüğümü belirtmeliyim. Doç.Dr.
Yıldıray ÖZBEK hocama da ayrıca teşekkür ederim.
Tez konusu seçimimde bana yol gösterip, tezhip sanatını çalışmama ön ayak olan
Prof.Dr. Serpil BAĞCI’ya; bana zaman ayıran Prof.Dr.Zeren TANINDI’ya; engin
bilgisini ve tecrübelerini benimle paylaşan, nezaketi ve inceliğiyle tezhip sanatına olan
sevgimi daha da pekiştiren Prof. Çiçek DERMAN’a; ufuk açan tavsiyeleri ve zarif
üslubuyla yol gösteren Dr.İnci BİROL’a müteşekkirim.
Kayseri’de yaşayan biri olarak, İstanbul merkezli bir tez seçebilmiş olmamdaki en
büyük sebep ailemdir. Onlar her zaman olduğu beni, sonsuz ve sorgusuz bir güvenle,
sevgiyle evlerinin bir ferdi olarak ağırladılar. Beni hep desteklemiş olan amcam Rüştü
Burak EKE’ye, her zaman abla olan eşi Gülen EKE’ye, benim için ayrı yeri olan halam
Dilek HEPERKAN’a, her daim misafirperver eniştem Hasan HEPERKAN’a , her
zaman motive eden dayım Dinç YAYLALIER’e, tarih bilinci ve sevgisini aşılayan
anneannem Nezihe DİKEÇLİGİL’e ve beni sanat eserleri gezdirerek yetiştiren
babaannem Latife Erdem EKE’ye minettarım. Kuzenlerim Elif ve Ceren EKE’ye,
Ahmet ve Ömer HEPERKAN’a da teşekkür ederim. Onların o neşe ve coşkuları
sayesinde yorgunluktan kurtulup ertesi güne enerji ile başlayabildim.
Eşim Kemal Hakan TEKİN’e beni iniş çıkışlarımda yalnız bırakmayan bir dost olduğu
için ne kadar teşekkür etsem azdır. Kanbağı bir aile olmak için ana şart değil. Aile
olarak hissedersiniz ve sevginiz sizi aile yapar. İşte bu sevgilerini desteğe dönüştüren
Türkan TEKİN’e, Mehmet Ünsal TEKİN’e ve Handan TEKİN’e de çok şey borçluyum.
Çocuklarım Metin ve Pelin Tekin’e, gözüm arkada kalmasına hiç izin vermeden
sevgiyle ve özveriyle bakan Servet ŞAVAŞERİ’ye de teşekkür etmek isterim.
19. yüzyıl tüm dünyada değişimin yaşandığı bir dönem olmuştur. Avrupa, Asya,
Uzakdoğu ve Amerika kıtası kendi yapısına ve durumuna göre bir değişim sürecinden
geçmiştir. Ortak payda, bunun çok çetin ve sancılı yaşanmasıdır. Bu yüzyılda Osmanlı
İmparatorluğu, Batı ile ilişkisini Batılılaşmaya dönüştürmüş ve güç kaybının
etkilerini en ağır şekilde yaşamıştır. Osmanlı sanatı da değişimin içinde yer almış
hatta, bu değişimin en çarpıcı ifadelerinin gerçekleştiği bir alan olmuştur. Batılılaşmanın
başlangıcı elbetteki Sultan III.Selim dönemi değildir. Ancak Batılılaşmanın
kurumsallaşmasının adımı onun döneminde atılmıştır.
Bu çalışma ile süreç içindeki tüm tezhipli eseler, işçilik kaliteleri, kullanılan motifler,
el yazma türleri ayırd edilmeden bir bütün olarak ele alınmıştır. Yurtiçi ve yurtdışındaki
çeşitli koleksiyonlar taranırken kesin tarihli olanların seçilmesine özen gösterilmiştir.
19. yüzyıl tezhip sanatının değişimi ile ilgili hem genelde hem de özelde bilgi
birikimine ulaşılmasına gayret edilmiştir. Çoğu genel kabullerin doğruluk payları da
sonuçta tartışılır hale gelmiştir.
Dönemin kültürel, sosyal ve siyasi tarihi ile ilgili verilerin tezhip sanatında
karşılığının olup olmadığı yönünde de bir değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır.
Osmanlı tarihinde, Kırım Savaşı, II. Meşrutiyet gibi önemli mihenk noktalarının
etkileri izlenebildiği gibi, sosyal alandaki değişimin yansımaları da yorumlanmaya
gayret edilmiştir.
Nineteenth century was the age of alteration. Europe, Asia, Far East and the America
Contients had took part in this duration acording to their contexture. Common sense this
duration were painful to all. In this century Ottoman Empire begun to lose its power
and entered the Westernization period. The conception of the Ottoman Westernization
surely was not actualized in the reign of III. Selim. But the principles of the
Westernization was established during his reign.
In this thesis, this period Ottoman illuminations which were produced between 1789
and 1922 were selected for the examination. The aim is considering this period
Ottoman illumination according to both art history and political, cultural and social
history basis.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................................ i
ÖZET ............................................................................................................................... iii
ABSTRACT ..................................................................................................................... iv
İÇİNDEKİLER................................................................................................................. v
KISALTMALAR.............................................................................................................. viii
BÖLÜM I
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
1.1. Konu ve Amaç ....................................................................................................... 1
1.2. Araştırmanın Yöntemi ve Kullanılan Kaynaklar ..................................................... 2
BÖLÜM II
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA BATI İLE İLİŞKİLER ve BATILILAŞMA ........ 9
2.1. Osmanlı-Batı İlişkisinin Kısa Tarihçesi .................................................................. 11
2.2. Batının Yükselişi ve Batılılaşma Süreci ................................................................. 17
BÖLÜM III
BATILILAŞMA SÜRECİNDE OSMANLI İMPARATORLUĞU SİYASİ TARİHİ............................. 26
3.1. Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. Yüzyıl Tarihine Genel Bir Bakış.......................... 26
3.2. Sultan III. Selim ve Dönemi (1789-1807) ............................................................... 28
3.3. Sultan IV.Mustafa ve Dönemi (1807-1808) ........................................................... 31
3.4. Sultan II. Mahmud ve Dönemi (1808-1839) .......................................................... 31
3.5. Sultan Abdülmecid ve Dönemi (1839-1861)........................................................... 35
3.6. Sultan Abdülaziz ve Dönemi (1861-1876) ............................................................. 39
3.7. Sultan V. Murad ve Dönemi (1876-1876)............................................................. 42
3.8. Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi (1876-1908) ..................................................... 43
3.9. Sultan Mehmed Reşad ve Dönemi (1909-1918)...................................................... 47
3.10. Sultan VI. Mehmed Vahideddin ve Dönemi (1918-1922) .................................... 50
BÖLÜM IV
BATILILAŞMA SÜRECİNDE OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA DEĞİŞİM......... 52
4.1.Saray ve Devlet Erkanı............................................................................................ 52
4.2. Osmanlı Elçileri, Tercüme Odası ve Avrupa’ya Seyahat........................................ 54
4.3. Askeri Reformlar.................................................................................................... 57
4.4. Batılı Tarzda Eğitim ............................................................................................... 58
4.5. Savaşlar................................................................................................................. 61
4.6. Ekonomi ve Batı ile Ticaret .................................................................................... 61
vi
BÖLÜM V
BATILILAŞMA SÜRECİNDE OSMANLI SANATI.............................................................. 70
5.1. Çevre Planlama ve Şehirleşme................................................................................ 70
5.2. Mimari ................................................................................................................... 72
5.2.1. Çeşmeler ......................................................................................................... 75
5.2.2. Dini Yapılar..................................................................................................... 76
5.2.3. Saraylar ........................................................................................................... 78
5.2.4. Sivil Yapılar .................................................................................................... 80
5.2.5. Kamu ve Askeri Yapılar ................................................................................. 82
5.3.Süsleme................................................................................................................... 82
5.4. Resim..................................................................................................................... 84
BÖLÜM VI
BATILILAŞMA SÜRECİNDE OSMANLI TEZHİP SANATI ......................................... 89
6.1. Batılılaşma Süreci Öncesi Osmanlı Tezhip Sanatı................................................... 89
6.2. Batılılaşma Sürecinde Osmanlı Tezhip Sanatı Kataloğu......................................... 92
6.2.1. Sultan III.Selim Dönemi (1789-1807)............................................................. 92
6.2.2. Sultan IV.Mustafa Dönemi (1807-1808) ......................................................... 121
6.2.3. Sultan II.Mahmud Dönemi (1808-1839) ......................................................... 125
6.2.4. Sultan Abdülmecid Dönemi (1839-1861)......................................................... 169
6.2.5. Sultan Abdülaziz Dönemi (1861- 1876).......................................................... 219
6.2.6. Sultan II.Abdülhamid Dönemi (1876-1908)..................................................... 244
6.2.7. Sultan V. Mehmed Reşad Dönemi (1909-1918).............................................. 281
6.2.8. Sultan VI. Mehmed Vahideddin (1918-1922) ................................................ 291
BÖLÜM VII
DEĞERLENDİRME ve SONUÇ ...................................................................................... 293
7.1. Batılılaşma Süreci Tezhip Sanatının Genel Değerlendirmesi .................................. 293
7.2. Batılılaşma Sürecinde Serlevha Tezhiplerinde Değişim ......................................... 299
7.3. Batılılaşma Sürecinde Unvan Tezhiplerinde Değişim ........................................... 300
7.4. Batılılaşma Sürecinde Berat, Ferman, Levha ve Hilye Tezhipleri.......................... 301
7.5. Batılılaşma Sürecinde Tezhip Sanatında Çiçek Tasvileri ve Müzehhipler ............. 302
7.6. Batılılaşma Sürecinde Tezhip ve Matbaa İlişkisi.................................................... 307
7.7. Batılılaşma Süreci Tezhip Sanatının Siyasi, Kültür ve Sosyal Tarih Açısından
Değelendirilmesi ........................................................................................................... 308
vii
KISALTMALAR
Kitap sanatları arasında tezhip, sanat tarihi disiplini tarafından en az incelenen araştırma
alanıdır. Araştırma türü çoğunlukla, Topkapı Müzesi Kütüphanesi, Süleymaniye
Kütüphanesi koleksiyonlardaki Divân ya da Hamse gibi yazma türündeki tezhiplerin
katalog halinde incelenmesi şeklindedir. Safavi, Fatih Sultan Mehmed ya da Selçuklu
gibi, tarihi dönem başlıkları altındaki çalışmalara da bir müze ya da kütüphane
kolleksiyonu sınırlaması getirilmiştir.Katalog incelemesinin yanlış bir metod olduğu
düşünülmemelidir. Katalog değerlendirmesi çoğunlukla kataloglardaki verilerin
sayısal dökümü niteliğinde olduğundan, bu çalışmaların bir çoğundan, dönemin tezhip
sanatı ile bir bütünlük içeren doğru bilgi edinilmesi neredeyse imkansızdır. Bu
araştırmada, Batılılaşma süreci tezhip sanatı, katalog halinde düzenlenirken detaylı ama
bütün hakkında genel ve sağlıklı bir bilgi edinilmesine yardımcı olacak bir
değerlendirme hedeflenmiştir.
Neden dönem olarak Batılılaşma süreci seçilmiştir? Sürecin gerçekleştiği 19. yüzyıl
tezhip sanatı örneklerine biraz daha detaylı bakıldığında, genel kabulün aksine, sadece
Barok-rokoko motiflerinin kullanılmadığı fark edilmiştir. Batılılaşma süreci tezhip
sanatı ile ilgili kabullerin, genel bir içerikte olduğu ve doğru dayanak noktalarından
uzakta kaldığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun en karışık
döneminde, tezhip sanatının varlığını nasıl sürdürdüğü, nasıl bir değişim geçirdiği,
sadece Avrupa’dan değil Osmanlı topraklarından aldığı etkileşimlerin neler olduğu
gibi sorular sorularak farklı sonuçlara ulaşılabileceği görülmüştür.
Bu bağlamda, tezin üç amacı bulunur. Birincisi, bu dönem tezhip sanatında önemli bir
eksiklik olan, katalog çalışmasını gerçekleştirmek; ikincisi bu katalog çalışmasından
elde edilen veriler ile Batılılaşma sürecinin bütününde tezhip sanatının geçirdiği evreleri
tespit etmek; üçüncüsü ise, değişimin en sert ve hızlı yaşandığı bu sürecin siyasal, kültür
ve sosyal tarih verilerini bir sanat kolu olan tezhip ile örtüştürmektir.
2
Batılılaşma süreci 18. yüzyıl başında Osmanlı tarih sahnesine girdiğinde bir aktör değil,
yönetmen olmuş; ilerleyen, gelişen olaylar ve hareketler dizisinin kurgulayıcısı haline
gelmiştir. Tarihi dönemler için kesin başlangıç ve bitiş zamanı verebilmenin mümkün
olmadığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçeklik olmasına rağmen, tarihi bir
dönem çalışıldığında, zaman sınırlaması da gerekli hale gelmektedir. Doğru başlangıç
ve bitiş ön araştırmanın titiz yapılması ile doğru orantılıdır.
Osmanlı tarihinde Batılılaşma hareketleri 18. yüzyıl ile birlikte başlatılır ancak,
III.Selim öncesi Batılılaşma, sınırları belirlenmiş sınırlı sayıdaki hareketler dizisi
şeklindedir. I.Mahmud’un ordunun modernleşmesi için Fransız general Bonneval Kontu
Claude Alexandre ile anlaşması (Palmer 1995, 43), Küçük Kaynarca sonrası Baron de
Tott’un getirtilmesi ve 1773 Mühendishane-i Bahri Hümayun’un açılması (Karal
V/1995, 58), ordu merkezinde kesin hatlarla sınırlandırılmış öncül Batılılaşma
çabalarıdır. III.Selim’in de icraatlarının bir çoğu ordu merkezlidir. Hatta Yeniçeriler
ile mücadelesi sonunda onu, hem saltanatından hem de hayatından etmiştir. III.Selim’in
ayırt edici özelliği, Batılılaşma hareketlerinde kurumsallaşma adımını atmış olması ya
da bunun gerekliliğini fark etmesidir. II.Mahmud devamında, onun kurumsallaşma
idealinin aktif bir savunucu olarak süreci hızlandıracak ve bu hızlı devinim içinde
İmparatorluk, eş zamanlı olarak hem sonuna yaklaşacak hem de önemli gelişim
adımlarını atacaktır.
Tezin bölümleri incelendiğinde tarih ile ilgili bölümlerin, alışıldık bir sanat tarihi tezine
oranla daha fazla olduğu görülür. Bunun ana sebebi, dönemin doğru algılanabilmesi ve
bu sayede değerlendirmede doğru kültürel, sosyal ve siyasal tarih bağlantılarının
kurulabilmesidir.
Birinci bölüm “Batı ile ilişkiler ve Batılılaşma” başlığını taşır. Sürecin, Osmanlı
İmparatorluğu’nun her daim var olan Batı ile ilişkilerinden farkı ortaya konmaya
çalışılmıştır. Bu bölümde ayrıca, Osmanlı tarihi için geliştirilen “17. yüzyıldan itibaren
3
İkinci bölümde, siyasi tarihçe elden geldiğince kısa tutularak verilmeye çalışılmıştır.
Siyasal tarih, sürecin karakterinin algılanmasında pay sahibidir. 19. yüzyılın çok
hareketli karakterinden dolayı hemen hemen her yıl içinde önemli bir olayın meydana
gelmiştir ki çoğu olayda, “Batılılaşma” burada yönetmen durumundadır.
Dördüncü bölümde, tezhip dışındaki diğer sanat kollarının yaşadığı değişim ele
alınmıştır. Böylece diğer sanat kollarının yaşadıkları değişim süreçlerinin hem
benzerlikleri hem de kültür tarihi ile ilgili bağıntılar üzerinde durulmuştur.
Beşinci bölüm katalog kısmıdır. Katalog kısmına geçmeden önce tezhip sanatının
tarihçesi ve bu dönemin tezhip sanatı hakkında genel bilgi verilmiştir. Katalog kısmında
tarihi belli eserler, padişahların saltanat yıllarına göre ayrılmış, serlevha, unvan, berat-
ferman ve levha ile hilye-i şerif şeklinde alt gruplandırma yapılarak incelenmiştir.
Batılılaşma sürecinde yapılmış tezhipli eserlere hemen hemen her yurt içi ve yurt
dışındaki el yazma eser kütüphanesinde, müzayedede, tezhiple ilgili yayınlarda
rastlamak mümkündür. Bu kadar çok sayıdaki veri içinden örnekler seçilirken iki
noktaya dikkat edilmiştir. Birincisi kesin tarihli olmaları, ikincisi ise farklı
koleksiyonlardan olmaları. Batılılaşma, bir süreç olarak kabul edildiğine göre, bu
sürecin net izlenmesi ve değerlendirilmesi için kesin tarih önemli bir çıkış verisidir.
Tezhibin bir değişim geçirip geçirmediğinin, varsa değişimin zamana göre bir
değerlendirmesinin yapılıp yapılamayacağının, sultanların saltanat yılları arasında
tezhip açısından bir farklılık olup olmadığının tespiti için bu gereklidir. İkinci önemli
nokta olan farklı koleksiyonlardan olmalarıdır. Bu süreç tezhibi bir bozyap olarak
kabul edilirse, parçaların tek bir yerden toplanması sonucunda ortaya çıkan tabloda
önemli boşlukların da olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, bu tablodan alınacak
sonuçlarda da aynı boşluklar oluşacaktır.
4
Yıldız Demiriz’in özetlediği gibi tezhipli eserlerin tespiti ve bunlara ulaşılmasında şans
önemli bir faktördür. Şans oranını arttıracak iki yol izlenmiştir. Öncelikli olarak bu
dönemin tezhip sanatı ile ilgili yapılmış çalışmalarda bahsi geçen, konumuz ile ilgili
eserler tespit edilmiştir. Bu araştırmalardan, aynı zamanda değerlendirmede de
faydalanılmıştır. Süheyl Ünver’in Hezargradlı Zâde Ahmed Ataullah ile ilgili yayını,
dönemin imzası bulunan ve onlarla ilişkilendirilen eserler açısından da ana başvuru
kaynaklarındandır (1955). Haydar Yağmurlu’nun araştırması hem sanatçılar hem de
tezhipli eserlerin tanımlanması açısından halen önemini korumaktadır (1973, 79-121).
Şule Aksoy’un makalesi sınırlı örnek sayısında olmasına karşın doğrudan konu ile ilgili
en eski ve önemli çalışmadır (1977, 126-136). Azade Akar’ın müzehhip Ali ül-
5
Nakşibendi er-Rakım çevresinde gelişen araştırması da hem kataloğa dahil edilecek eser
seçiminde hem de dönem tezhip sanatı için yardımcıdır (1977, 36-45) . Vazolu
buketler üzerine olsa da Azade Akar’ın ( 1969, 267-271) ve Gülbün Ünver’in ( 1971,
321-325) makalelerinden de faydalanılmıştır.
Yıldız Demiriz’in naturalist üsluptaki çiçekler üzerine yaptığı çalışmaları (1986, 2005)
ve makaleleri (2000, 934-982; 1996, 77-94;1996, 115-128) bazı eksikliklerine rağmen
öncü niteliğinde çok değerli araştırmalardır. Bu çalışmalar, her ne kadar naturalist
üsluptaki çiçek tasvirleri çerçevesinde ise de, dönemin eserleri ile ilgili olarak katalog
çalışması eksikliğini önemli ölçüde gidermektedir.
Katalog için kesin tarihi olan örnekler seçilmiştir. El yazmaları içindeki serlevha ve
unvan tezhipleri dışında, berat, ferman, levha ve hilyeler de kataloğa dahil edilmiştir.
Böylece türlere göre de tezhip sanatının uygulanışında bir farklılık ya da benzerlik
olup olmadığı anlaşılmaya çalışılmıştır.
Bu bölümde, tezhip örneklerinin hem sanat tarihi hem de kültür ve sosyal tarih
açısından değerlendirmeleri yapılmıştır. Motif, kompozisyon, renk ve üslup özellikleri
detaylı biçimde ele alınmıştır. Üslup ve kompozisyon özelliklerindeki değişim
çizgisinden söz edilmiş ve bu değişim çizgisinin tarihlendirmede kullanımı üzerinde
durulmuştur. Usta isimleri ile ustaların üslupları arasında bağ kurularak birçok eserin
müzehhibinin kim olabileceği ya da olamayacağı da belirtilmiştir. Sosyal, kültür ve
siyasal tarih ile ilgili verilerin tezhip sanatındaki izleri değerlendirilmiş ve bu izlerin
tezhip sanatından tarihi verilere geri dönüşü ve oradaki yansımaları üzerinde
durulmuştur.
Sonuç kısmında tüm bölümlerde ele alınan konuların tezhip sanatı çerçevesindeki
değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkan görüntüden söz edilmiştir. Bu bölümde,
eksiksiz değerlendirmelerin yapıldığını ve kesin sonuçlara ulaşıldığı söylemek elbetteki
araştırmaların doğası gereği mümkün değil. Ancak, tezin bütününde, körler diyarına
düşen fil hikayesindeki gibi tekil parça tasvirlerinden uzaklaşılması en büyük amaç
olmuştur. Bu bağlamda, en azından bütünün varlığı üzerine gönderme yapılmıştır. Bu
göndermeler ile varılan sonuçlar burada ele alınmıştır.
Araştırma sırasında kullanılan farklı alanlardan dönem ile ilgili kaynaklar kullanılmaya
çalışılmıştır. Tezhip sanatı ile ilgili çalışma sayısı oldukça sınırlıdır. Özellikle bu
dönem tezhipli eserler üzerine yapılan az sayıdaki çalışmaların hemen hepsi hatta tümü,
sadece barok-rokoko motifli olanlar üzerine yoğunlaşmaktadır. Yukarıda katalog için
seçilecek eser taramasının da yapıldığı bu çalışmalardan söz edilmiştir. Bu
7
Dönemin diğer sanat kollarının benzer incelemeleri hem metod hem de içerdikleri bilgi
açısından yol gösterici olmuştur. Günsel Renda’nın dönemin resim algılayışı ile ilgili
kitabı (1977) ve makaleleri (1998b, 315-320; 1978, 711-735; 1998a 103-109, 2002a,
265-283; 1997 91-97; 1985 9-32; 1999, 567-577; 1980, 479-496) bu konudaki en
önemli kaynaklardır. Rüçhan Arık’ın (1988), yine resim alanındaki batılılaşmayı
inceleyen çalışması yol gösterici olmuştur. Farklı araştırmacıların ayrı yarı bölümlerde,
etkileşimleri de göz önünde bulundurarak portrecilik sanatını inceledikleri Padişahın
Portresi isimli çalışma, değişim çizgisinde Batı ile ilişki ve Batılılaşma etkisinin
nasıl irdelenebileceğini göstermesi açısından da önemlidir (2000).
Siyasal ve sosyal tarih ile ilgili olarak, Enver Ziya Karal (1995) , Sina Akşin (2002a,
77-190; 2002b), Halil İnalcık (1970, 207-218; 1971, 1179-1189; 1994, 5-26; 1993a
.259-318, 2000) , Donald Quataert (1987,2000, 2002), İlber Ortaylı (1999, 232-258;
2000 185-193; 2005; 2006), Selim Deringil (2002) , Kemal Karpat (1994, 114-121;
2000,119-155), Şevket Pamuk (1999) gibi tarihçilerin Osmanlı tarihinin çeşitli
alanları üzerinde odaklanmış araştırma ve yayınları yol gösterici olmuştur. Niyazi
Berkes, Batılılaşma sürecine doğrudan temas eden kültürel ve sosyal değişim ile siyasal
tarihin birleştirildiği başat kaynaklardır.
Richard S Dunn (1979), Jeremy Black (1990a, 1990b), Richard Mackenney (1993),
Niels Steensgaard, (1978, 26-48), Lawrence Stone (1987) gibi tarihçilerin, Avrupa
tarihi ile ilgili çalışmaları ise Osmanlı’nın Batı ile olan ilişkisinin bağıntıların daha iyi
kurularak anlaşılmasında yardımcı olmuştur.
Sosyal ve kültür tarihi açısından Mehmet Ali Kılıçbay’ın, Suraiya Faroqhi’nin (1998,
1999), Fatma Müge Göçek’in (1999 ), Edhem Eldem’in (1993, 12-26;1998, 14-22;
2002, 416-435) eserleri önemlidir. Sanat tarihinin sosyal ve kültür tarihi ile bağıntılı
dönem incelemeleri açısından Zeynep Çelik’in (1998), Afife Batur’un (1985b, 1086-
1088; 1993, 146-153; 1994, 206-210), Doğan Kuban’ın (1954, 2007) ve Cezzar’ın
çalışmaları önemli kaynaklardandır.
Batılılaşma süreci tezhip sanatı için bu araştırmanın iddiası, bütünün tüm detayları ile
en net açıklandığı değildir. Amaç en azından, şimdiye kadar göz ardı edilmiş birçok
8
detayın varlığına işaret ederek, tezhip sanatının sosyal, kültürel ve siyasal tarih
bağıntıları ile birlikte genel bir değerlendirmesinin yapılabilmesidir.
Tarihçi topladığı verileri yazarken, bir edebiyatçı, bir yazın adamıdır. Burada topladığı
malzemeyi adeta tuvalini istediği şekillerde renklerle dolduran bir ressam gibi yansıtır.
Mesela ilmi ve ciddi çalışan üç tarihçiye aynı konuyu verip üçünün de önüne aynı
vesikaları koyuyorsunuz, onlar da okuyorlar. Emin olunuz, sonunda çizilen üç resim
birbirinden çok farklı olacaktır.
BÖLÜM I
Aslında, Taner Timur’un da ifade ettiği gibi birçok batı tanımından ya da bunların biri
ya da sentezini seçenler ile ekleme yapanlar da dahil olmak üzere tek ve kesin bir Batı
kavramı açıklaması bulunmamaktadır ve “ hiç kimse kendi tanımının mutlak bir kabul
görmesini de bekleyemez” (1985, 139).
Batılılaşmanın olgusal olarak ele alınması, süreç boyunca Osmanlı toplumsal yapısında
yaşanan değişimlerin olgusal olarak sergilenmesi anlamını taşıyor. Bu nedenle ‘neden
ve nasıl’ sorularının çizdiği çerçeve içinde değişimler betimsel olarak ele alınacaktır.
Ancak batılılaşma sürecinin anlaşılabilmesi için her şeyden önce iki konunun üzerinde
durulmasında yarar vardır, diyebiliriz. Öncelikle “Batı ile ilişkiler” ifadesi ile
“Batılılaşma” kavramı arasındaki fark üzerinde durulacaktır. Zira Osmanlı’nın
batılılaşma öncesi Batı ile olan ilişkisinde batının “öteki” olarak aşağılandığı ya da
batıya yeterince ilgi gösterilmediği şeklinde ‘tartışılabilir’ bir kanı söz konusudur.
İkinci konu ise, bütün batı-dışı toplumlar, özellikle Osmanlı İmparatorluğu için
ulaşılması gereken örnek olan Batının bu yükselişidir. Orta çağda Haçlı seferleri ile
ekonomik sıkıntılarını aşmaya çalışan Batı, nasıl olmuş da büyük bir zenginliğe
ulaşmıştır? Düşünce hareketlerine canlılığı besleyen, sanat akımlarına renklilik getiren
ve bilimin gelişmesine destek sağlayan bu zenginliğin kaynağı ne olmuştur? Böyle bir
ekonomik kaynaktan yoksun, hatta bizzat kendisi kaynak olan Osmanlı batılılaşma
sürecinin anlaşılabilmesi için “Batının Yükselişi” konusu büyük önem taşımaktadır.
Batının yükselişi, modernitenin ekonomik kaynağı olarak anlam kazanır. Batılılaşma
süreci öncesi Osmanlı İmparatorluğu ile Batı arasındaki ilişkiler ve batının yükselişinin
arka planı sergilendikçe, batılılaşma projesi daha iyi anlaşılabilir.
11
Nitekim batılılaşma süreci arka planı ile değerlendirildikçe, bazı anlayışlar zaman
içinde değişmektedir. Zaman ve mekan bağlamları farklı olguları Batı kavramları ile
düşünmeye ve analiz etmeye çalışmak gibi bir ‘zorunluluk’ artık terk edilmektedir.
Osmanlı tarihinin nasıl incelendiği konusu bir örnek olarak verilebilir. Faroqhi’e göre,
bu kadar geniş bir zaman dilimi ile coğrafyayı kaplayan bir tarih, Osmanlı tarihi, artık
yirmi-otuz yıl boyunca doğru kabul edilen, temel varsayımların sorgulandığı bir döneme
girmiştir ve Osmanlı Devletinin ya da benzerlerinin “modern olmadıkları” için bir
şekilde daha kötü ya da aşağı oldukları iddiası artık anlamsızlaşmıştır (1999, 24-25).
Yaygın bir kabüle göre, Osmanlı İmparatorluğu için çizilen karakterin, çevresi ile
özellikle Batı ile ilişkilerinde kör ve sağır konumunda yüzyıllarını geçirdiği ve ağır
uykusundan belli aralıklarla seferler için uyanan bir yönetim tarzı olduğu söylenebilir.
Oysa daha derinlemesine bir bakışla, Osmanlı-Batı ilişkisi bu yaygın kanıyı
doğrulamadığı rahatlıkla söylenebilir. Bu anlamda “Dâr al- sulh” kavramı önemli bir
çıkış noktası olarak görülebilir.
ikiliğe dayanan bir monolitik bölündüğü teorisine karşın, “Dâr al-Sulh” yani Müslüman
olanlar ile olmayanların birlikte huzur içinde yaşadığı yer gibi bir başka kavramın daha
bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır (Yurdusev 2004, 14-15). Bu kavramın önemi,
“Batı” ile ilişkilerin sanılanın aksine “öteki” olarak her zaman aşağılanmadığına ya da
ilgisiz kalınmadığına işaret etmesidir.
Osmanlı tarihi içinde, Batılılaşma süreci öncesi, sanat açısından, Batı ile ilişki
konusunda en zengin dönem hiç kuşkusuz Fatih Sultan Mehmed’in saltanatı (1452-1481)
zamanıdır. Venedik arşivindeki belgelerden anlaşılan, Sultan bir ressam ve bronz
döken bir heykeltıraş istemiş, sonuçta Gentile Bellini ve heykeltıraş Bartolommeo
Bellano seçilerek yanlarına iki yardımcı ile İstanbul’a gelmişlerse de, Bellano’nun
sanatı Sultan’ın beklentilerini karşılamadığından 7 Ocak 1480’de Doç’a yazdığı
mektupta onu kibarca eleştirmiş ve “önceki ile aynı nitelikte hatta ondan daha iyi” bir
başka bronz dökümcü istemiştir (Raby 2000,68). Gentine Bellini, Sultan’ın Avrupa
resim üslubunda portresini ve bazı duvar resimlerini boyamıştır (Renda 1985,
9).Costanza de Ferrara’yı ise Sultan’ın ismen mi seçtiği yoksa seçimi Napolili
II.Ferrante’ye mi bıraktığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, onun ziyaretini sağlayan
Fatih’dir ve Fatih ile Ferrara arasındaki ilişkiler sanatçının İstanbul ziyaretinin
1460’ların ya da 1470’lerin ortasında gerçekleştiğini düşündürmektedir ve sonuçta
Costanza İstanbul’da yıllarca kalmıştır (Raby 2000,67).
İtalyan sanatçıların çağırılması Fatih sonrasında da devam etmiş, Michelangelo
Bounarroti, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde iki kez İstanbul’a
çağrılmış ancak kendisi buraya gelmemiştir (Sönmez 1996,242). 1506 yılında Sultan II.
Bayezid’ın Michelangelo’ya teklifi sanatçının esasen ressam ya da heykeltıraş kimliğine
13
değil, Haliç üzerinde kurulması planlanan köprü için olduğundan mimari kimliğinedir
ve Michelangelo’nun biyografisini yazan Ascanio Condivi, sanatçının kendisine bu
teklif üzerinde köprünün bir modelini yaptığını söylediğini yazmaktadır (Raby 2000,
72). Tommaso da Zolfo, Edirne’den gönderdiği 11 Nisan 1519 tarihli bir mektupta
Michelangelo’dan figüratif sanatla ilgilenen yeni hamisi yani I.Selim için gelip
çalışmasını istemiş, bunun için Gondi bankasından bir kredi mektubu, Ragusa’daki
yetkililer için tavsiye mektupları ve Edirne’ye kadar refakatçi sözü verilmiştir (Mack
2005, 286; Raby 2000,73). Bu proje ile ilgili, Michelangelo’ya teklif yapılmadan dört
yıl önce Leonardo da Vinci de, Bayezid’e yazdığı bir mektupta çeşitli konuların
arasında Haliç üzerine tek parçalı köprü yapmaktan söz etmiştir (Raby 2000,72).
Floransalo Vasari dört yıl sonra 1502’de Da Vinci’nin bir plan hazırladığını ancak
bunun hiçbir zaman gerçekleşmediğini belirtir (Renda 1985, 10). Ayrıca gene Vasari,
Kanuni Sultan Süleyman’ın Leonardo da Vinci’ye ustalığını takdir ettiğini göstermek
amacıyla Floransa’daki Gondi Bankası aracılığıyla para göndermek istediğini belirtilir
(Sönmez 1996, 244). 1530’ların başında İstanbul’da daha az ünlü birkaç İtalyan
ressamın çalıştığı bilinse de bu sanatçıların adları hakkında bir bilgi yoktur (Mack 2005,
286).
II. Bayezıd’ın babası Fatih Sultan Mehmet gibi “Batılı” üsluptaki sanat eserlerine ilgi
duymadığı söylenegelmiştir. Ancak başka konularda örneğin, atlar gibi diğer bir kişisel
ilgi alanında “Batı” ile ilişki kurmaktan çekinmediği görülür. 1490’larda Montova
Markisi Francesco Gonzaga, II. Bayezid ile at yetiştiriciliği üzerine içten bir yazışma
sürdürmüştür (Jardin; Brotton 2006, 167). 1525’te Francesco’nun oğlu ise Süleyman ile
Osmanlı sultanıyla at ticareti girişiminde bulunmuş, Sultan içtenlikle yazılmış İtalyanca
çevirisi ile birlikte gönderilen bir Türkçe mektupla karşılık vermiş ve üç yıl sonra
Gonzaga ailesi, atlar nedeniyle mektuplaşabilmek için bir Türk tercüman tutmuş hatta
bu konuda övünçlerini dile getirmiştir (Jardin; Brotton 2006, 167).
Müzik alanındaki Osmanlı ve Batı ilişkisine, mehter takımı önemli bir örnektir.
Lehistan kralı II. Agustus (1697-1733) mehter müziğini çok beğendiği için kendisine
hediye olarak 12-15 müzisyenli bir mehter takımı gönderilmiş; Kralın komşusu Çariçe
Anna, kendisinin de bir bandoya ihtiyacı olduğuna karar vererek 1725’te bir takım
getirtmek üzere İstanbul’a bir adam göndertmiş; 1741’de ise Viyana Habsburglara ait
bir mehter takımı kurulmuş; Berlin’deki Prusya kralı da bir mehter takımı oluşturmuştur
ki bütün bu faaliyetlerde önemli olan, bu mehter takımlarında görev alanların hepsinin
Osmanlı oluşudur (Quataert 2002, 37).
14
Teknik alanlardaki “Batı” ile ilişki örneklerinden biri yine Fatih dönemindendir. Tursun
Bey’in, Fatih’in Topkapı Sarayı’nı inşa ettirişini anlatırken Firengi (Batılı) ve Osmanlı
tahkimat tipleri arasında haberdar olduğunu gösteren gözlemleri Türkiye’ye Batı’dan
tahkimata ilişkin bir “know-how” akışa da işaret eder (Tanyeli 1993,164). Ayrıca yine
bu dönemin yapılarından Yedikule’de, Osmanlı mimarları daha önce Rumelihisarı
inşası sırasında Batı’dan öğrenilmiş yeni tahkimat teknolojisini uygulamalarından gelen
birikim ile yerli bir denem yapmış olsalar da Yedikule’de duvar örgüsü ve kemer gibi
konstrüktif ayrıntıları dışında Batı dünyasına ait bir üründür; Kilid’ül Bahir’in
yapımında da İtalyan Floransa katkısı bulunduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır ki bu
kanıtlardan bir tanesi Kilid’ül Bahir’de uygulanan savunma mimarisinin ardılları ve
öncüllerinin Anadolu’da değil de İtalya’daki mevcudiyetidir (Tanyeli 1993,164-165).
17. yüzyılın ortasında Avrupa’da altın, gümüş ve bakır sikkelerin üretiminde ileri
teknolojilerin kullanılması ve bunların sikke üretiminde kullanılmaya başlanması ile
Osmanlı darphanelerinde oluşan açığı kapamak üzere, Fransa’dan yeni mekanik
teknolojiyi kullanan ve kenarları tırtırlı sikkeler üretebilecek makine ve aletler
getirtilmiş; 1686’da büyük olasılıkla Topkapı Sarayı’nın dış avlusunda hazırlanan yeni
darphane mekanında Cerrah Mustafa adında Avrupa kökenli bir teknisyen tarafından
monte edilerek işler duruma sokulmuştur (Pamuk 1999, 169-170).
Sultanlar çok iyi bir jurnal ağı kurarak Avrupa’dan sürekli bilgi akışını sağlamışladır.
Fatih döneminde, Sultan’ın iki Venedikliye, her birine yıllık 4.000 duca ödeyerek
şehirdeki faaliyetlerden haberdar olduğu söylenmektedir; hatta bu durum, kendisinin
casuslar sayesinde Venediklilerin dişlerini fırçalamalarından bile anında bilgilendiği,
şeklinde bir abartı konusu da olmuştur (Arı 2004,45). Kanuni Sultan Süleyman
zamanında 1555 yıllarında İstanbul’da bulunan Avusturyalı Ogier Ghiselin de
Busbecg’in sekreteri olan Hans Derschwam bu durumdan anılarında açıkça şu şekilde
şikayet etmektedir (Arı 2004,45):
Yahudiler Hıristiyan dünyasında ne oluyorsa haberdarlar. Tüm ülkeleri dolaşmakta ve
gizli bilgi toplamaktadır. Bundan dolayı, onlar Türklerin Hıristiyanlığa karşı
kullandıkları hain ve casustur (Arı 2004,45).
Batı ile olan ilişkilerde benimsenen diğer bir tutum, Avrupa siyasi ortamında çıkan
ikiliklerden birinin desteklenmesidir. Bu tür ilişkiye en iyi örnek 16. yüzyıl Fransa’sında
karşımıza çıkar. 1533’te Sultan Süleyman, Francis’e, V.Charles’a karşı İngiltere ve
Almanya prensleriyle koalisyon kurmasını sağlaması için toplam yüz bin altın
göndermiş, iki yıl sonra Fransa kralı Padişah’tan bir milyon düka ek altın talebinde
bulunmuş ve 1555’de ise Fransa Kralı II. Henry paraya sıkışınca, Fransa’da faizi yüzde
12 ile 16 arasında değişen çıkardığı borçlanma bonolarına o zaman aralarında
paşalarında bulunduğu pek çok Türk bu borçlanmaya karlı bir yatırım gözüyle para
yatırmıştır (İnalcık 2000, 81). 16. yüzyılda Kalvanistleri desteklemesi, hatta kendi
hakimiyeti altıdaki Macaristan ve Transilvanya’da serbestçe Kalvanizim propogandası
yapılmasına izin vererek, on yedinci yüzyılda buraların Kalvanist ve Unitarianların
kalesi haline gelmesini sağlamıştır (İnalcık 2000, 82).
Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın sınırının bittiği yerde bulanık bir uç nokta olmaktan
ziyade, Avrupa ile doğusunda kalan pazarlar arasında siyasal açıdan duyarlı, karmaşık
bir aracı konumundadır (Jardin; Brotton 2006, 68).
Kapitülasyonlar ticari denge içinde yer alan ayrıcalıklar olsalar da bu yatırımın siyasi
karşılıkları da olmaktaydı (İnalcık 1970, 207-218). I. Francois ise, kapitülasyonlar
sonrası, Fransız dış politikasını Osmanlı dış politikasıyla eş zamanlılaştırarak, Hristiyan
dünyasının diğer ülkeleri zararına kendi devletinin gücünü arttıracak politikalar izlemiş;
bir mevsim Osmanlılar kendisinin de düşman olduğu Habsburglarla savaşırken Osmanlı
donanmasının kışı Fransa güney kıyılarında geçirmesine izin vermiştir ve 1688’de bir
başka Fransa kralı XIV. Louis, tam da Osmanlılarla savaşan Habsburglara saldırmakta
sakınca görmemiştir (Quataert 2002, 136). Holbein’in ünlü “Elçiler” tablosunda bu
anlayışın izleri görülür. Tabloda dizilen nesneler, İngiltere ile başlıca emperyal güçler –
Valois, Habsburg ve Osmanlı İmparatorlukları-arasında Fransız diplomasisinin aracılık
ettiği bir ticaret ve toprak ilişkisini kodlamakta ya da simgesel olarak temsil etmektedir
(Jardin; Brotton 2006, 68).
Bu noktadan sonra akıllara gelen soru, “Ne oldu da Osmanlı İmparatorluğu bu kadar
ilişki içindeki “Batı” atılım yaparken, duraklama ve gerileme olarak genel kabul gören
dönemlerine girdiği bir süreç yaşamaya başladı?” oluyor.
Batı’nın yükseliş ile Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü arasındaki hareketin tek bir
sebebe bağlanarak açıklanması oldukça zordur. Ama basit ve belki en kabul edilebilir
görünürdeki sebeplerden biri ekonomi bir başka deyişle finansal sistemdeki dengenin
Avrupa lehine dönüşüdür. Ekonomik ve mali durumun kötülüğü, devletin parçalanma
nedenleri arasında en önemlilerinden biridir (Sander 1993, 156). Avrupa’nın
sömürgeleri ile ekonomisindeki olumlu yükselişe bağlı olarak bilim ve sanat alanındaki
harcamalarına da inanılmaz destek bulması ve bunu oldukça iyi değerlendirmesi bir
mesafenin oluşmasına yol açmıştır. Ancak Quartaert’in de belirttiği gibi “Osmanlıların
tökezleyişinin ve Batı Avrupa’nın yükselişinin öyküsü çok daha karmaşıktır” ( 2002,
37).
17
İktisadi, siyasi, kültürel olsun değişimin tümü veya bir boyutu için bile olsa Avrupa
için yukarıya doğru bir çıkış, Osmanlı için de aşağıya doğru bir iniş grafiği doğrusal
biçimde çizilemez. Osmanlı İmparatorluğu’nun 300 ya da 200 yıllık bir dönemde,
sürekli iniş halindeymiş gibi görülen “gerileyiş ve çöküş” olarak adlandırılan sürecine
artık kuşku ile bakılmalıdır. Çünkü aynı şekilde, Avrupa da homojen bir bütün
şeklinde “Batı” olarak düşünülüp, çalkantılı ve değişkenlikleri barındıran bir siyasi,
iktisadi ve kültürel tarihi geçmişinden soyutlanarak Rönesanstan yani 15. yüzyıldan
birden bire 19. yüzyıldaki haline ulaştığı düşünülemez. Osmanlı İmparatorluğu’nun
gerileyiş, Avrupa ülkelerinin de gelişim dönemine girdikleri yadsınamaz. Bu dönemler
birden bire ortaya çıkmamış, dalgalı ve sancılı bir seyir izlemiştir.
Sorun, Osmanlı tarihini özellikle bir parçası olduğu Avrupa tarihinden soyutlama
eğiliminden kaynaklanıyor gibi gözüküyor. Paralellikler kurularak bakıldığında Osmanlı
İmparatorluğu daha iyi anlaşılabilmektedir. Berkes’in de değindiği gibi 18. yüzyıl
başından itibaren Türk çağdaşlaşma gelişimini Avrupa’daki önemli gelişmeleri göz
önünde tutmadan kavramak mümkün değildir (Berkes ty, 40).
Batı’nın yükselişi üzerine Kılıçbay’ın 13. yüzyılı başlangıç olarak alması, ekonomik
değişim sancıları ve üretim teknolojileri açısından, ileride de detaylı olarak ele
alınacağı üzere her ne kadar pek gerçekçi olmasa da, devamındaki 15. ve 16.
yüzyıllardaki Rönesans hareketininb yol açtığı bilimsel devrimlerle de birleşerek yavaş
yavaş bir sinai kapitalizmin oluşması yönündeki tespiti daha doğrudur. (1985, 147)
Özellikle Batının yükselişi sanıldığının aksine bir anda değil, uzun bir zaman dilimi
içinde yavaş ve sancılı olmuştur.
Avrupa tarihinin, hatta dünya tarihinin dönüm noktalarından biri kuşkusuz coğrafi
keşiflerdir.
Portekizlilerle başlayan 15. yüzyıldaki bu adım 16. yüzyılda İspanya ile devam edecektir.
Bu yüzyılı Avrupa tarihi açısından özetlersek: Gelişme ekonomik, entelektüel, ilahi ve
tabi ki coğrafi iken çatışma uluslararası olarak sosyal ve dini alanda olmuştur. Ve bu,
Rönesans, Reform çağı, Karşı reform ve denizaşırı keşiflerin altında bir yüzyıl devam
etmiştir .Yüzyıl başlarken Avrupa toplumunun nüfusu artışta idi. İspanyollarla Portekizler
deniz aşırı keşiflerinin tadını çıkarıyorlardı. Rönesans İtalyası, Habsburg ve Valois
saldırısı ile sarsılırken, Almanya reformasyon sonucu Augsburg barışı (1555) ile son
bulacak bir savaşa giriyordu. Ancak, Avrupa’daki tüm bu gelişmeler sosyal düzeni
sarsamamıştır. Feodal yapı hakimiyetini sürdürdüğü sürece de kapitalizmin geçit bulması
bu yüzyıl için hala imkansızdır (Mackenney 1993, 8-13)
18
Bir buçuk yüzyıl, 1559’dan 1715’e kadar, Avrupa neredeyse bir savaş bölgesi halini
almış, eski tanıdık politik problemler bu yüzyılda yeni dini problemlerle birleşmiştir ki,
bu yeni değişiklikler yeni savaşları da beraberinde getirmiştir: 1562-1598 arası Fransa
iç savaşı, Hollanda İngiltere’nin birlikte İspanya’ya karşı savaşı 1566-1609, 1618-1648
arası Otuz Yıl Savaşı, İngiliz iç savaşı 1642-1646, Batı Avrupa ‘da Dokuz Yıl Savaşları
1688-1697, doğuda Osmanlılar ile Avusturya-Rusya-Venedik ittifakı ile yaptığı 1711 ve
1718 savaşları, İsveç’in Rusya ile savaşı 1700-1721, 14.Louis’nin Avrupa’da gücünü
ilerlettiği 1648’den 1684’te Lüksemburg’u alışı gibi (Dunn 1979,1). Tüm Batı ve Orta
Avrupa’nın Rönesans ve Reformların yer aldığı 16. yüzyıl ile 18.yüzyıldaki
Aydınlanma arasında politik bir kriz geçirdiğini bugün, herkes kabul etmekteyse de
karakteri konusunda bir fikir birliği mevcut değildir, ancak 30 Yıl Savaşlarının etkin bir
faktör olduğu gözden kaçırılmamalıdır. (Steensgaard 1978, 26). Aynı zamanda yeni
gelişmeye başlayan kapitalizm zamanını da bu yüzyılda, farklı Avrupa ülkeleri farklı
zaman dilimlerinde, değişiklik gösteren ekonomik ve politik krizlere maruz kalmışlar,
kıtlık ve nüfus azalması başat sorunlar olmuş hatta 1620-1660 arasında İngiltere
maden üretiminde ciddi azalmalar yaşamıştır
( Stone 1987, 166-167).
Batı Avrupa toplumunu dönüştüren iki unsurdan söz edilebilir: Fransa ve İngiltere’deki
politik-idari yapı ile İngiltere’deki kapitalizm’in gelişmesi; böylece yeni politik ve
ekonomik kaynaklarla teçhiz edilmiş (burjuvazi öncülüğündeki) bu çağ, yeni bir maddi
kültürü temsil eden yepyeni bir toplum imajı üzerinde yapılanacaktır. (Göçek 1999, 14).
Kapitalizmin temeli Merkantalist anlayış Fransa ve İngiltere’yi ateşleyici güç olacaktır.
17.yüzyılda Fransa’da, XIV.Louis döneminde, 1661’den 1683’e kadar maliye bakanı
olan Jean Baptiste Colbert (1619-1683) Kral’ın gelir –gider sistemindeki büyük açıklığı
kapatmaya yönelirken tam bir merkantalist olarak Fransa’nın kendi kendine
yetebilirliğini hedeflemiştir (Dunn 1979, 184).
Ayrıca, Batı Avrupa ülkelerinin sermayelerini sadece bilindik ticaret tavrı ile
oluşturmadıkları da unutulmamalıdır. Daha önceleri hiç görülmemiş bir şekilde
dünyanın koloniler halinde paylaşımına girişilmiş ve özellikle Atlantik’e kıyısı olan
Avrupa ülkeleri bunun için birbirleriyle dünyanın her yerinde ciddi bir savaş
vermişlerdir. En büyük iki rakip İngiltere ve Fransa, dünyanın her yerinde aynı ürünler
için aynı yerlerde yarışmıştır. Hindistan’da pamuk ve kakao için, Batı Afrika’da köleler
için, Kuzey Atlantik’te balık için, Kuzey Amerika’da kürk ve deri için, Batı Hint
adalarında şeker kamışı ekiminde bile birlikteydiler ki en küçük ada olan St.
Cristopher’da bile İngiliz-Fransız alanları birlikte yer almıştır (Dunn 1979,152-153).
Queen Anne 1705’de Parlemento’ya yaptığı konuşmada “Eğer Fransız kralı İspanya
monarjisinin başkanı gibi davranmaya devam ederse Avrupa’nın güç dengesi
tamamıyla bozulur ve kısa zaman içinde tüm dünyanın zenginliği ve ticareti tekellerine
geçer” açıklaması kolonileşmeyle ilgili düşünceye bir örnektir. (Black 1990, 8).
1700’lerden hemen sonra hem Fransız hem de İngiliz East India Şirketleri artan kapital
yatırımları sayesinde yeniden organize olmuşlardır (Palmer-Colton 1983, 250). Örneğin,
İngiliz East India Company askeri ve ticari teknikleri birlikte kullanan, kamu ve özel
teşebbüs birlikteliğinin iç iç olduğu bir teşkilat olarak 17. yüzyılın başında ortaya çıkmış
ve daha sonra ağır şekilde silahlanmış koloniyal imparatorluk ile içli dışlı çıkara dayalı
ortaklığında, kişisel ve milli yatırım ilgisini uyandırmak, hatta başarılı uzlaşma
anlaşmaları sağlayabilmek için adam kaçırmak, rehine almak ve çift taraflı anlaşmalar
yapmak, korsanlarla işbirliği içinde olmak ile işlevleri olan bir yapıya bürünmüştür
(Harlow- Carter 1999, 4-5).
ürünlerin yetiştirilmesine dayalıdır, bu bedava iş gücü ile çok ucuza mal olan çok
değerli tarım ürünlerinin üretilmesi ve bu ürünlerin anakaraya nakli ile gelen bir
zenginliktir hatta Liverpool şehri bu köle ticareti ile kurulan bir ticaret merkezidir
(Palmer-Colton 1983. 252). Aslında 18. yüzyılda diğer yüzyıllar gibi Avrupa’da
sorunsuz geçen bir dönem olmayacaktır. 18. yüzyılın ikinci çeyreği ile üçüncü çeyreği
arası Avrupa’da yine yoğun bir savaş trafiği yaşanır. Polonya veraset savaşı (1733-
1739), Avusturya veraset Savaşı (1740-1748), gene Amerika kolonisinde başlayıp
Avrupa’da devam eden 7 Yıl savaşları (1756-1763) Fransa başkanlığında Rusya
(sonrasında İngiltere tarafına geçecektir), Avusturya ve İngiltere liderliğinde Prusya
ittifakı ki bu savaşı İngiltere ile Fransa Hindistan’da ayrı şekilde sürdürürler (1756-1763)
(Palmer-Colton 1983. 264-273). Tüm bu savaş kargaşası sonunda İngiltere koloni
hareketindeki üstünlüğünü arttırmış; ancak hemen sonrasındaki Amerika bağımsızlık
savaşı (1775-1783) sonrasında ise kolonileşme hareketini Hindistan, Hindiçin ve
Pasifik’e doğru kaydırmak zorunda kalmıştır (Palmer-Colton 1983, 265-75).
Özellikle Batı Avrupa ülkeleri için artan zenginlik beraberinde kültürel ve bilimsel
gelişimi de getirecektir nitekim aydınlanma çağının Avrupa’nın merkantalist
zihniyetten kapitalist zihniyete geçtiği bu dönemle aynı zamana denk gelmesi
rastlantıdan ötedir. Bilimsel devrimler çağı olarak adlandırılabilecek olan bu yüzyılda,
özellikle Newton’un buluşları daha sonrası içinde önemli adım olmuş ve bilimin artan
prestiji ile sadece pratikteki faydaları değil, aynı zamandaki insanların bilgiye verdikleri
değer de artmış bu prestiji artan bilim patronajlığı ve popülariteyi de beraberinde
getirmiştir. Birçok yönetici ve aristokrat bu konuya kişisel merak ve ilgileri nedeniyle
eğilmiştir (Black 1990b 269-270).
Aydınlanma Çağı’da nitekim tüm Avrupa ülkelerinde aynı anda ve aynı şekilde
gerçekleşmemiştir. Prusya’da Fredrick, Rusya’da Katerina, Habsburglarda Maria
Theresa ve II. Joseph örnekleri ile olduğu gibi aydınlanmış despotizm denilen,
geleneksel hükümet görüşü ile yeni ve liberal fikirlerin birlikteliği ve bunlardan birinin
kimi alanlarda artan kimi alanlarda azalan etkinliğinin varlığı gibi ( Anderson 1979,
119-176).
18. yüzyılda Batı Avrupa’da yaşama standartı artmıştır; örneğin çay 1650’lerde 10
pound iken bir yüzyıl sonra genel tüketim malzemesi haline dönüşmüştür (Palmer-
Colton 1983, 253). 18.yüzyılın yeni maddi kültürü, medeniyet, mekân ve moda
kavramları üzerine kurulmuş, konut içindeki odalar artmış, mekanlardaki yapılanmaya
yeni mobilya anlayışı eşlik etmiş, ev artık Avrupa’nın hiç görmediği kadar eşya ile
doldurulmuş ve belli bazı eşyalar (mobilyalar, vitrinler, saatler), “Avrupa malı” diye
21
teşrif edildikçe yeni bir moda anlayışının güçlenmesine vesile olmuş ve 1700’lerden
sonra eşyaların hızla yenilenmesine ayak uydurarak zamana-modaya uymak ve modern
olmak başlı başına bir amaç haline gelmiş Fransa Avrupa’nın bu yeni imajına büyük
ölçüde kaynaklık ettiği için Avrupa yüksek kültürü ve modasının merkezi olmuştur
(Göçek 1999, 14-15). Hem İngiltere hem de Fransa bu maddi imajı diğer Avrupalı ve
denizaşırı ülkelere ihraç etmeye başlamış ve Batılılaşma Avrupa’nın dünyanın geri
kalanı üzerindeki kalıcı etkisinin ilk evresine işaret ederek bu deyim daha sonra Batı’ya
benzemek isteyen toplumların yaşadığı dönüşümleri anlatmakta kullanılır olmuştur;
“Batılılaşma” bir olgu olarak Batı’nın fiziki özelliklerinin yani onun modasının,
estetiğinin ve maddi kültürünün benimsenmesini içeriyordu ki Batılılaşmış şey Batılı
görünen her şeydi ve buna karşılık Batılı görünen şey de toplumsal değişmenin ölçüsü
olarak kabul edilmişti (Göçek 1999, 17).
“18. yüzyıl ile başlayan Avrupa’daki yeni imaj önceki dönemden öylesine köklü
biçimde farklıydı ki, 1765’lerde altmış yıl önce ölen insanların dirilip geri
geldiklerinde sofra kültürü, giyim-kuşam ve adetler bakımından Paris’i tanımayacak
kadar değişmiş bulacaklardı.”
Avrupa kültürü, ancak 18.yy başında, “Batılılaşma” fikrine öncülük edecek kendi
dominant kültür ürünlerini hem sayısal hem de çeşitlilik anlamında arttırmıştır.
Batılaşma başlangıç kavrayışı olarak Batı teknoklojisine sahip olmakla yetinmekte iken,
Batılılaşma Batı’nın tüm kurumlarının tutarlı bir biçimde benimsenmesi ve aktarılması
anlamına gelmektedir (Kılıçbay 1985, 148). “Batılılaşma” sürecine girilebilmesi için
Osmanlı’nın Batı ile ilişkisinde statüsünün değiştiği gerçeği ile de yüzleşmesi
gerekecektir. Daha doğrusu bu gerçeğin yaşanacağı zamana gelinmesi gereklidir.
1715’te dini ve kültürel algılayışından faklı bir karaktere sahip olsa da hala hiyerarşik
düzenlemede dördüncü ya da beşinci konumumu koruyan bir Osmanlı İmparatorluğu’na
karşı bir tek Habsburglar kazanç sağlayabilmişse de; Venedikliler ile savaştan galip
çıkılmış, Polanya ile Rusya’nın Karadeniz’e inme niyetleri geri püskürtülmüştür (Dunn
1979,295). 18. yüzyıl, 1780’lerin sonlarına kadar Osmanlı İmparatorluğu için göreli bir
barış, istikrar ve iktisadi genişleme dönemi olarak kabul edilmelidir; Balkanlar ve
Anadolu’nun pek çok bölümünde tarım malı üretimine, zanaatkârların yaptığı üretim ve
mamûl mallar üretimine yapılan yatırımlar artmış; Orta ve Batı Avrupa ile Balkanlar,
özellikle de Akdeniz üzerinden girişilen ticarette önemli artışlar olmuş; 1720’lerden
1760’ların sonlarına kadar genel eğilim dengeli bütçeler şeklinde gerçekleşmiş; hatta
pek çok yıl merkez bütçesi fazla vermiş ve mali koşullardaki iyileşme, özellikle
23
1747’den 1768’e kadar süren barış döneminde belirginleşmişti (Pamuk 1999, 176-177).
Faroqhi’nin de dediği gibi “konjüktürün ani değişimi çok dramatik olmuş” (1998, 245)
1768 Rus Savaşı ve 1774 Küçük Kaynarca anlaşması bir nevi Osmanlı’nın uzun
yüzyılına girdiğinin de nişaneleri olmuştur.
1780 sonrası dönemde ise derin mali bunalımlarla birlikte paranın hızlı tağşişi ve değer
kaybı, bundan elde edilen artıların da sık sık girilen savaşlarla fayda getirmeden eksiye
dönüşmesi, geleneksel sarrafların devlete borç verme yoluyla gelişerek finans
burjuvazisine dönüştüğü bir dönem olmuş; 1840’lara gelindiğinde Galata Bankerleri
olarak adlandırılan mali sermayedarlar arık Rum ve Ermenilerin yanı sıra Yahudileri,
Avrupa’dan gelerek Doğu Akdeniz bölgesinde yerleşmiş olan Levantenleri de
kapsayacak biçimde genişlemiştir (Pamuk 1999,220).
Dikkat edilirse Osmanlı’nın maliyesindeki en hızlı çöküş 18. yüzyıl ikinci yarısında tam
da Batı Avrupalı ülkelerin, Amerika kıtasındaki koloni kayıplarına karşın Afrika ve
Asya kıtasında, Pasifikte yeni kolonilerle daha da zenginleştikleri dönemine denk
gelmektedir. Bunca mali birikim ile 1844’ten sonrası da Avrupa “Sanayi Devrimi”ni
gerçekleştirecektir ki Osmanlı İmparatorluğu için bu, Avrupa ile arasındaki farkı daha
da arttıracaktır.
18. yüzyıl ikinci yarısından sonra Osmanlı yenilgileri ve toprak kayıpları çok ağır ve
korkunç olmakla birlikte, Batı, Doğu ve Orta Avrupa devletleri arasındaki çatışmalar da
bu kayıpların büyümesini engellemiş; en azından 18. yüzyılın ilk yarısında kazanılan
pek çok zafer o tarihlerde yaşanılan sürecin açıklığını gölgelemiştir (Quataert 2002, 74-
78). Aslında 18. yüzyıl Osmanlı dünyasının, Avrupa’yı ve Rusya’yı bazen nahif, bazen
ustaca gözlemlediği bir dönem olmuştur (Ortaylı 2005, 16). Haritalar incelendiğinde
Osmanlı İmparatorluğu’nun ciddi sınır değişimlerinin 19. yüzyılda başladığı görülür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun, Batı ile olan ilişkisinde statüsünün değiştiğini fark etmesi,
siyasi gücünün yoğun bir şekilde ve kendi aleyhine sonlanacak şekilde Avrupa ülkeleri
tarafından sınanmasının sonucunda olmuştur. “Avrupa”nın eski algıladığı “Avrupa”
olmadığı, kendisinin de eski “Osmanlı” olmadığı gerçeği ile yüzleşmesi sonucunda Batı
ile var olan ilişkisini çeşitlendirmiş ve miktarını arttırmıştır. 1718-1736, 1739-1768
ve 1774-1787, 1792-1798 tarihleri arasındaki göreli barış dönemleri yeni türdeki
Avrupa-Osmanlı ilişkisinde çeşitli sonuçların oluşmasında etkili olmuştur (Naff 1977,
89). Başlardaki Batı ile ilişkiler kimi zaman temkinli politikalar kimi zaman o anda
gerekli olan mecburiyetten çoğunlukla da o idarecilerin bireysel yaklaşımları ile
gerçekleşmiştir (Naff 1977,93). Modernleşme, Batı dediğimiz Avrupa modeline göre
24
olmuştur ki bu, seçim özgürlüğü tanımayan modeldir; çünkü Avrupa değişen ve egemen
dünya merkezi durumuna gelen bir coğrafya parçasıdır (Ortaylı 2005, 27). Yenileşme,
geleneksel düzenin bozuk çerçevesi içinde yapılırken başarılar gerçekleştiğinde düzenin
eski haline döneceği inancı taşımakta idi (Berkes 1964,117). Bu amaçla, başlarda
kontrol dahilinde olan Avrupa ile bağlar, daha sonraları düzenlenmesi ayrı bir sorun
olarak grift bir hâl alacaktır.
Aslında, 18. yüzyılın bütününü gerek devletin gerekse Osmanlı toplumunun bir kriz
dönemi olarak değerlendirilmesinin özellikle ekonomik açıdan geçerlilik taşımadığı
görülür, çünkü birçok Anadolu kenti 17. yüzyıldaki ayaklanmalar sırasında uğramış
olduğu zaraları 18. yüzyılın ilk yarısında gidermiş, dokumacılık Tokat ve Ankara gibi
Anadolu şehirleri de dahil olmak üzere büyük gelişme göstermiş; hatta Ege adalarından
Sakız’da ipek kumaş üretilip gerekli sermaye de denizcilikten elde edilen kazançtan
sağlanmaktadır ( Faroqhi 1998,245). Hatta bazı araştırmacılara göre, keşiflerle büyüyen
Avrupa’nın önderliğindeki kapitalist dünya ekonomisi Osmanlı sınırlarına dayandığında
Osmanlı, üretim sistemini ve devlet yönetimini hatta sosyal hayatın organizasyon
prensipleri ve ideolojisini bile yeniden şekillendirmiş ve böylece büyük dünya
imparatorluğu gereği olarak genişleyen kapitalist dünya ekonomisine bir şekilde dahil
olmuştur (Wallerstein vd, 1987, 96).
BÖLÜM III
Kanuni sonrası Osmanlı dünyasını gerileme dönemine girdiği genel bir kabul olmakla
birlikte ve her ne kadar Zitavatoruk Antlaşması (1606) ile eski askeri yırtıcılığına
erişememiş ise de 17. yüzyıl boyunca İmparatorluğun pek çok bölgesi ve kesimi iktisadi
bakımdan gelişmiş; yenileşme ve bürokratikleşme o güne dek görülmemiş bir siyasal
istikrar sağlamış; hatta askeri alanda bile Osmanlılar bazı dikkate değer başarılar
yaşamıştır (Goffman 2004, 228).
İlk reform teşebbüsünde esas sorumlu devlet adamı, 1716’da Sadaret kaymakamı ve
1718’den 1730’a kadar Sadrazam olan Nevşehirli İbrahim Paşa’dır (Lewis 1970, 46).
Lale devrinde ilk Batılılaşma adımlarını, III. Ahmet’in damadı da olan İbrahim Paşa,
1719’da Viyana’ya, 1720-21’de Paris’e ve 1722-23’te Moskova’ya temsilciler
yollayarak atmıştır (Palmer 1995, 37). Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Avrupa ziyareti
kültürel ve sosyal hayat üzerinde bazı hafif etkileri doğurmağa başlamış; Fransız
bahçeleri ve dekorasyonları, Fransız mobilyası saray çevrelerinde kısa bir sürede moda
olmuştur (İrepoğlu 1986, 56-72; İrez 1990, 21-54). Eşyaya, modaya ve sanattaki
Batılılaşma ibareleri dışında, en büyük yenilik ise matbaadır. İlk Türkçe basan
matbaayı sonradan İslam dinine geçmiş olan Macar asıllı İbrahim Müteferrika Damad
İbrahim desteğiyle kurmuş; ilk kitap 1729 Şubatında yayınlanmış ve matbaanın
kapandığı 1742’ye kadar on yedi kitap basılmıştır (Uzunçarşılı 1995, 158-162).
III.Ahmet döneminin renkli sosyal ve kültürel hayatının siyaset bazında çok da parlak
geçmediği görülür ve nitekim Lale Devri olarak anılan bu dönem Patrona Halil isyanı
ile sonlanmıştır.Patrona teröründen sonra gelen I. Mahmud başlarda Batılılaşma ve onun
ile ilgili figürlere uzakmış gibi görünüşün sebebi temkinli tutumundan kaynaklanır.
I. Mahmud ordunun modernleşmesi için Fransız general Bonneval Kontu Claude
Alexandre ile anlaşmış, İslamiyet’i kabul eden kont yeni adı Ahmet ismiyle
Humbaracılar’ın yenileştirme işini üstlenmiştir ve ayrıca 1734’te Üsküdar’da bir askeri
mühendis okulu kurulmasını teşvik etmiştir (Palmer 1995, 43).
hazırlamakla görevli bir odanın Bab-ı âsafî de sağlanmıştır (Sarıcaoğlu 2001, 200). I.
Abdülhamid kendinden önce, 1769-1770 yılları arasındaki Rus Harbi’ni, 1774 Küçük
Kaynarca Antlaşması ile sonlandırmıştır. Kırım’ın bağımsız devletçik haline
dönüşmesi , Eflak ve Boğdan’ın da koruyucu ülke statüsü ile Rusya etkisi altında girişi,
ağır tazminatın yanı sıra Karadeniz’de Rus ticaretine izin verilişi yaklaşmakta olan yeni
yüzyılın daha da zorlu geçeceğinin nişanesi gibidir.
I. Abdülhamid, halefi III.Selim’e, selefinin kendisine yaptığı gibi bir savaş devrederek
tahttan ayrılacaktır. Ne var ki, 1787 tarihinde patlak veren Osmanlı-Rus savaşı devam
ederken 1789 yılında vefat eder.
1761 yılında III.Mustafa’nın Mihrişah Sultan’dan dünyaya gelen şehzadesi III. Selim
1789 yılında amcası I. Abdülhamid’in ölümü üzerine 27 yaşında tahta geçmiştir. Tahta
geçtiği sene ile tahttan feragat ettiği sene arasında geçen 18 yıl, içeride ve dışarıda
yoğun sorunların yaşandığı bir dönem olarak tarihe geçer. Bu sorunların çözümü
konusunda ise, 18. yüzyılın diğer sultanları gibi askeri alanda yenilikler yapmaya
ağırlık verecekse de “Batılılaşma” fikrinin bir siyaset olarak temelleri onun döneminde
atılmıştır.
İmparatorluk, 1787’de Rusya ile 1788’de ise Avusturya ile başlamış bir savaş
sürdürmektedir ve Avusturya’nın savaşta aldığı yerleri iade ettiği Ziştovi (1791), Rusya
ile ise en ağır gelen maddesi Kırım’ın kaybı olan Yaş Antlaşmaları (1792) ile savaşlar
sonlanmıştır (Karal 1995a; 19-21).
Ziştovi’den hemen sonra, henüz Yaş antlaşması imzalanmadan önce, III. Selim ıslahat
hareketlerine başlamış; ilk adım ise Ebubekir Ratip Efendi’yi Viyana’ya Avusturya
hakkında bilgi toplaması için elçi olarak göndermesi olmuştur (Akşin 2002a, 78).
Yaş antlaşması ile tasarladıklarını gerçekleştirmek için ihtiyacı olan barış evresine
kavuşan III. Selim, bu yenilikçi düşünce yapısını da aslında babasına borçluydu.
Babası III. Mustafa’nın saltanatı (1757-1774) ve babasının reformcu Vezir-i Azam’ı
Koca Ragıb Paşa’nın görevde bulunduğu (1756-1763) dönemde kendisine Fransızca
öğreten yabancı hocalar tayin edilmiş, yeni askeri birlikler ve teknikler oluşturmak için
getirtilen Avrupalı dönmelerce kurulmakta olan yeni askeri teşkilatları gözetlemesine
29
izin verilmiştir ki, III. Selim sarayda tecrit edilmiş bir hayat yaşasaydı, kendinden
önceki şehzadelerden büyük ihtimalle farklı olmayabilirdi (Shaw 2002, 611).
Islahatın merkezi askeri alanda bir düzen sağlamak olduğundan, 1793 tarihinde yeni bir
ocak kurulmuş ve yeni ordusu ıslahatlara verilen isimle anılır olmuştu: Nizam-ı Cedid
(Yeni Düzen). Bu yeni düzen İrad-ı Cedid (Yeni Gelirler) denilen ve adının ima ettiği
gibi daha önce vergi alınmayan kaynaklardan elde eden yeni bir hazine ile
desteklenmekteydi (Shaw 2002, 614).
İlk kez bulaşıcı hastalıklar için karantina usulü uygulanması dışında, Bahriye için
kurulan sağlık örgütü için Avrupa’dan tıp aletleri, kitapları getirilmiştir (Akşin 2002a,
82). Ordu ve donanmanın işine yarayacak kitapların çevrilmesi ve bastırılmasının
gündeme gelişi Müteferrika matbaasının da yeniden işlerlik kazanmasını sağlanmıştır.
(Karal V/1995, 68).
İlk daimi elçi, 1793 yılında Londra’ya gönderilen Yusuf Agah Efendi olmuştur,
1797’de Paris, Viyana ve Berlin’e birer ikâmet elçisi gönderilmiştir (Akşin 2002a, 83;
Yalçınkaya 2002, 635). Böylece Batı’ya yönelik küçük bir zümre oluşmaya başlayarak
o zamana kadar dış politikanın icrasında birinci derecede aracı olan yerli Hristiyanlar
yanında Türklerin (Osmanlılar) de yer almalarını sağlayacaktır (Berkes 1964, 96)
1807 yılı ise çok zorlu bir yıl olmuştur. İngiliz filosu 20 Şubat 1807’de İstanbul
önlerinde demirleyerek İstanbul’u tehdit etmiş; Osmanlı İmparatorluğu’nun Eflak –
Boğdan nedeniyle 1805’te savaşa başladığı Rusya, Çanakkale ve Limni adasında
Osmanlı donanmasını yenmiş; İngiliz donanmasının İstanbul önlerine gelmesi,
Suudilerin hac mevsiminde Mekke ve Medine’yi işgal ederek Vahhabi doktirinini
uygulamaya başlaması dolayısıyla da Osmanlıların İslam dünyası üzerindeki prestijine
darbe vurulmuştu (Karal V/1995, 51-57, 71).
Sultan açısından da 1807 pek parlak bir yıl olmamıştır. 1806 Edirne Vakasına sebep
olan, Nizâm-ı Cedid aleyhtarlığıyla başlayan muhâlefet, âsilerden Kabakçı Mustafa’nın
liderliğinde çıkan isyanlar ile yeniçerilerin Nizam-ı Cedid ordusu ve ıslahatlarına karşı
olan isyanları üzerine III. Selim 29 Mayıs 1807’de tahttan feragat etmiş ve yerine IV.
Mustafa çıkmıştır.
Yapılan ilk icraat, Yeniçeri Ocağı ile 1807’de imzalanan anlaşmadır. Buna göre,
Kabakçı isyanından ötürü Ocak sorumlu tutulmayacak buna karşılık Ocak da devlet
işlerine karışmayacaktır. (Akşin 2002a, 92). İsyandan kaçan nizamcılar Rusçuk ayanı
Alemdar Mustafa’nın yanına sığınmaları ile olayların içine Alemdar Mustafa da dahil
olmuştur. Alemdar kuvvetleriyle İstanbul’a gelip 1808’de Kabakçı’nın kafasını kestirip,
Kabakçı taraftarı ulemayı sürdürmüş; Babıâli’yi basıp sadaret mührünü zorla aldıktan
sonra Topkapı Sarayı’na yürüyüp Şeyhülislamı IV. Mustafa’nın hal edildiğini
bildirmesi için yanına göndermiştir (Akşin 2002a, 93). IV. Mustafa ise o anda, tek
çaresinin gerçek anlamda “tek” kalmaktan geçtiğinin düşüncesi ile III.Selim’i
boğdurtsa da, II. Mahmud dama çıkarak hem hayatını hem de ıslahat sürecini
kurtaracaktır.
Yeniliklerin kabul edilmesi gözden düşen ya da düşecek olan kurumlar ve kişiler için
yine pek kolay olmayacaktır. Yerlerinden olma korkusunun tetiklemesi ile muhalefet
32
III.Selim zamanında olduğu gibi açığa çıkmış, Sultanı yerinden eden bu huzursuz grup
ittifakı bu sefer de 14 Kasım 1808’de çıkarılan isyan ile Bayraktar Mustafa Paşa’nın
sonunu getirmiştir.
1812’de savaş Bükreş antlaşması ile son bulurken, Osmanlı açısından Balkanların
kaynayan kazan haline gelmesi başlayacaktı ve bu kazanı kaynatmaya devam edecek
olan “milliyetçilik” devamlı bir sorun olarak gündemde kalacaktır.
Yunanistan’daki isyan II. Mahmud için bir fırsat olmuştur. Yeniçerilerin isyan
sırasındaki beceriksizliği, yeni teknoloji ile donanmış Avrupai bir ordunun başarısı gün
yüzüne çıkınca Yeniçeri ocağının 1826 ‘daki Vakayi Hayriye olarak anılan olayla
kaldırılması gerçekleşmiştir (Shaw 2002, 623).
Edirne Barışı sonrası Osmanlı’yı uğraştıracak olan diğer bir sorun, Mısır’da kendini
gösterecekti. 1831 Aralık’ta Mehmet Ali Paşa, Akka’ya oğlu İbrahim Paşa’nın
önderliğindeki ordusunu yollamıştır (Karal V/1995, 129). Osmanlı en zor dönemlerden
birini yaşamaktadır. Bir valisi Kütahya’yı işgal ederek (2 Şubat 1833) Bursa’da kışı
geçirmeye hazırlanırken, diğer taraftan yardım istediği ezeli düşmanı Rusya, müttefik
konumu ile savaşta giremediği İstanbul önlerine gelecektir (20 Şubat 1833) (Shaw 2002,
626).
İngiltere ve Fransa sonunda Rusya’nın ilerleyişinden rahatsız olarak İbrahim Paşa ile II.
Mahmud arasında arabulucuk yapmışsa da Mısır ve Suriye Osmanlı için artık bir
sorun olarak varlığını sürdürecektir (Sander 1993, 179).
II. Mahmud’un ıslahatları Osmanlı tarihinde Batılılaşma süreci içine bir dönüm noktası
olacaktır. Yeniçeri ocağının kaldırılması o kadar pürüzsüz ve muhalefetle
karşılaşılmadan başarılmıştır ki, padişahla danışmanları ciddi yenileşme adımlarını
diğer kurumlarda da gerçekleştirme kararı alırlar (Shaw; Shaw 2/1982, 48).
Mahmut’un eğitim tedbirleri daha çok orduyla ilgili olmuşsa da, 1838’de rüşdiye diye
adlandırdığı, Sultan Ahmet ve Süleymaniye camilerinde Mekteb-i Maarif-i Adliye ve
Mekteb-i Ulûm-u Edebiye adında iki tane orta okul açılmıştır (Karal V/1955, 157).
Yeni bir merkezi hükümet yapısı ve yeni bir bürokrasi oluşturan II.Mahmut, 19.
yüzyılın geri kalan kısmında Osmanlı hükümeti ve toplumunu her yönden değiştirecek
olan modernleşme sürecini başlattı (Shaw 2002, 626).
Değişiklikler sadece dil öğrenimi ile sınırlı kalmayıp, Sultan II. Mahmud’un yaşama
tarzını da yansımıştır.
Barışın dinginliğini bozma isteği bu sefer II. Mahmud tarafından gelmiş ve yeni
ordusunun gücünü kuruluşundan bir yıl sonra 1834’te Mehmet Ali Paşa ile doğan
husumetinde kaybettiklerini geri almak isteği engellenemez bir hal almıştır. Suriye’ye
giden Osmanlı ordusu İbrahim Paşa’nın kuvvetleri karşısında bozguna uğrayıp
Anadolu’ya (24 Haziran 1839) çekilirken, İskenderiye’de Osmanlı donanması utanç
verici bir şekilde teslim oldu (30 Haziran 1839). Bu haberler üzerine II. Mahmud felç
geçirip vefat etmiştir.
Sultan Abdülmecid, II. Mahmud’un büyük oğlu ve Abdülaziz’in ağabeyi idi. Annesi
Bezmiâlem Sultan’dır. Bir Batı dili, Fransızca bilen ilk padişah sıfatı ile 17 yaşında
tahtta çıkmıştır. Abdülmecid şehzadeleri bunaltan kafes hayatını tanımadan yani
geleneklere göre değil, zamanın gereklerine göre yetirilmiştir (Karal VI/1995, 98).
Sultan Abdülmecid’e babasından iki pürüzlü problem miras kalmıştı: Mısır paşası
Mehmed Ali ile yapılmakta olan harp, diğeri de Osmanlı devletine yeni bir düzen
vermek amacıyla, ilanı kararlaştırılmış bulunan “Tanzimat” (Karal V/1995, 169).
Abdülmecid’in hükümdarlığının başlangıcına işaret eden Hatt-ı Hümayun onun adına
çıkarılmışsa da padişah inisiyatifiyle ilan edildiği söylenemezdi; bir devlet adamı olan
Harciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa’nın eseriydi (Davison 1997, 46).
Maliye’de ıslahat Tanzimat’ın temelini teşkil ettiğinden ve idari sahada yapılan ıslahat
ile merkezden geniş yetkilerle muhassılların tayini vergi işlerini valilerin ve ayanın
kontrolünden kurtarmak ve böylece onların yaptıkları veya sebep oldukları
suiistimallere son vermek gayesini güdmüş ve bu da tepkilerin çıkmasına neden
olmuştur (İnalcık 1993b, 371).
Bu arada, Mısır ciddi bir sorun olarak Osmanlı’nın gündemini işgal ederken, sorunu
yine Avrupa devletleri çözmüştür. Sonuçta, Bab-ı Ali itirazlarına rağmen, 24 Mayıs
1841’de, Mısır’daki Mehmet Ali Paşa’ya isri valilik verilmek zorunda kalınacaktı
(Akşin 2002a,126).
Asıl sebep tam olarak emperyalist devletler arası rekabettir. Ana sebeplerden biri
Osmanlı’nın üzerinde Rusya’nın Hünkar İskelesi ile yakaladığı üstünlüğü İngiltere ve
Fransa’ya kaptırması ve daha da ileri giderek 1853’te I. Nikola’nın İngiliz elçisi ile
görüşürken kullandığı “hasta adam” tabirinin sahibi Osmanlı paylaşımından daha erken
ve daha büyük pay istemesidir (Akşin 2002a, 130-31). İngiltere ve Fransa’nın ortak
düşünceleri ise Rusya’nın Avrupa kıtasının dışında tutulmasıydı ki Kırım Savaşı “soğuk
savaş” ortamının önemli bir özelliğinin 19. yüzyılın ortasında anlamlı bir örneğidir
(Sander 1993, 216).
sanıp kapitalüsyon düzenine son verilmesini önerdiğinde karşılaştığı donuk tepki bunun
işaretidir (Akşin 2002a,133).
Paris Antlaşması öncesi Viyana’da kabul edilen barış ön şartlarından biri, Osmanlı
Devleti’nin Hıristiyan uyruklarına tanımış olduğu hakların yeniden ve kendiliğinden
teyid edilmesini öngörüyordu; bu nedenle 18/2/1856’da bu gereği yerine getirmek
üzerine Islahat Fermanı ilan edildi (Akşin 2002aa,132).
olduğu ama alma geleneğinin kabul görmediği nişan konusunda çığır açarak Fransız
büyükelçisinin verdiği Lejyon donör nişanını alması ve hatta elçilikteki baloya devlet
erkanı ile teşrif etmesi sayılabilir (Karal VI/1995, 102- 104).
Sultan Abdülmecid, dışardan aldığı borçların bir kısmıyla yaptırdığı yapılar arasında;
Dolmabahçe Sarayı (1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857), Mecidiye
Camii (1849), Teşvikiye Camii (1854), sayılabilir. Bezmiâlem Valide Sultan Gureba
Hastanesi'ni ve Yeni Galata Köprüsü gibi yapılar da yeni anlayışın kamu yapıları
olarak anılmaktadır (Eyice 1981, 165-173; Kuban 2007 610-625).
Resmi olmayan ilk Türkçe periodik, haftalık Ceride-i Havadis, 1840 da William
Churchill tarafından çıkarılmaya başlanmış, Kırım Savaşı sırasında yayınlanan özel
ilavelerde yayınlanan haber yazıları dört gözle haber bekleyen Osmanlı okuyucuya
gazetenin fonksiyonu ve değeri hakkında yeni bir kavrayış kazandırdı (Lewis 1970,
146). 1851’de Şirket-i Hayriyye denilen Boğaziçi vapurları işletilmeye başlanmış,
1853’te başlayan Kırım Harbi sırasında ilk telgraf hattı İstanbul-Varna-Kırım hattı
olarak döşenmiştir (Hutteroth 2000, 291-296).
39
Kırım savaşında alt üst olan Osmanlı maliyesini düzeltmek için 1854 yılında ilk kez
Avrupa’dan, İngiltere ve Fransa’dan 5 milyon İngiliz altını %4 faiz ve %1 amortismanla
borç alındı (Akşin 2002a,134). Bu usule çok çabuk alışılarak Abdülmecid devri sonuna
kadar yani altı yılda dört defa daha borçlanma tekrar edilmiştir (Karal VII/1995, 224)
1856 yılında Kırım Savaşı sırasında bir İngiliz sermaye grubu tarafından kurulan
sonrasında 1863’te İngiliz ortaklara yüzde 50 payla Fransızların katılımı ile kurulan
Bank-ı Osman-i Şahane günlük faaliyetleri Londra ve Paris’ten yönetilen kurullar
tarafından yönetilmekteydi. Bankanın önemi, devlete kısa vadeli borçlar sağlaması
karşılığında hazinenin en önemli işleri bu bankaya verilmesidir. Banka devletin dış
borç ödemelerinin büyük kısmı banka üzerinden yapılmakta ve bankaya yüzde 1
komisyon ödenmiştir (Pamuk 1999, 230).
Abdülaziz tahtta geçtiğinde 31 yaşında idi ve kendisini 1860’larda başlayan yeni bir
evre içinde buldu. Artık Batılılaştırıcı reformların kabul veya red edilip edilememesi
değil, devletin otokratik iktidarının sınırlanıp sınırlanmamsı ve nasıl sınırlanacağı-
tartışılıyordu (Lewis 1970, 135).
40
Yeni padişah tahtta çıkışından sonra tam on yıl hükümet işlerini etkilemeyecek ve
kişisel eğilimleri ancak 1871’de Âli ve Fuad Paşaların egemen konumlarını
kaybetmelerinden sonra netlik kazanacaktı; kısacası Abdülaziz’in egemenliğini
kurabilmesi ancak bu iki adamın ölümünden sonra gerçekleşecektir (Davison 1997,
124).
Hükümet gerek içeride gerek dışarıda borç içindeydi ve bu borçları ödeyecek güçten
yoksundu. Müsadere 1826’dan beri yasaktı ve vergi sistemi keşmekeş içindeydi; Fuat
Paşa 1861’de İstanbul’da emlak vergisi koymaya kalkıştığında kıyametler kopmuş bu
vergi ancak 1874’te tahsil edilmeye başlanabilmişti (Akşin 2002a,138). Maliyenin
kötüleşmesinde Sultan Abdülaziz’in halefi Abdülmecid’den devir aldığı israf alışkanlığı
ve bu alışkanlıkta kendisine katılan devlet erkanı en büyük etkenlerden biri olmuştu ki,
maliyenin gelir hanesinde geri ödemenin nasıl olacağının düşünülmediği bir borçlanma
alışkanlığı da ekonomik buhrana gidişi hızlandırmıştır (Lewis 1970, 158).
Balkanlar dışında Osmanlı’nın Mısır ile ilgili sorunları da devam etmekteydi. Ancak,
Mısır’ın muhtariyet haklarının Mısır Valisi İsmail Paşa’ya “hidiv” ünvanı ile
genişlemesi (Karal VII/1995, 39), sonuçta ne Mehmet Ali Paşa’nın soyuna ne de
Osmanlı İmparatorluğu’na bir fayda getirmeyecekti.
41
1863 yılında İsmail Paşa’nın vali olur olmaz, saygılarını sunmak üzere İstanbul’a
geldiğinde, sultan Abdülaziz’i de Mısır’a çağırmıştı. Aynı yıl, kalabalık mahiyeti ile
Mısır’a seyahat ettiğinde, Yavuz Sultan Selim dışında Mısır’ı gören ikinci padişah olarak
tarihe geçecektir.(Karal VII/ 1995 , 40).
1867 yılında Paris'te açılan büyük bir sanat sergisine III. Napolyon'un daveti üzerine
katılan Abdülaziz, Paris’e 30 Haziran 1867’de vardı ve on bir gün süren parlak bir
ziyaretten sonra, Kraliçe Viktorya’nın aynı uzunlukta bir ziyaret daveti üzerine
Londra’ya geçti; II. Leopold, I. Wİlhelm ve Franz Joseph ile görüşerek, Brüksel,
Coblenz, Viyana, Budapeşete yoluyla geri dönmüştür. (Davison 1997b, 8). Paris
saraylarının haşmeti, İngiliz donanmalarının kuvveti, Prusya ordusunun gücü onun
İstanbul’a döndükten sonra orduya ve donanmaya eskisinden daha çok önem
vermesinde, saraylar yaptırmasında etkendir (Karal VII/1995, 119).
Eğitim alanında da bazı ilerlemeler göze çarpıyor. 1858’de 43 olan rüştiye sayısı 1867’de
108’di, öğrenci sayısı da 3371’den 7830’a çıkmıştı. 1869’da çıkarılan Maarif-i Umumiye
Nizamnamesi öğretim düzeylerini şöyle saptamıştı: sıbyan (bugünkü ilkokulların ilk
yılları), rüştiye ( ilkokulun sonraki yılları), idadi (ortaokul), sultani ( lise), darülfünun
(üniversite) . Her vilayet merkezinde açılması düşünülen sultaniler açılamadığı için,
idadiler yüksek öğrenim öncesi düzey olarak kabul edilmiştir. 1868’de Galatasaray Lisesi
(idadisi), 1872’de ise Darülşafaka Lisesi Müslüman yetimleri için eğitime başlamıştır.
1874’te 4 tane idadi mevcuttur ve 1875’te ilk askeri rüştiyeler açılmıştır. 1870’de
42
Darülfünün (üniversite) açılmışsa da bir sene sonra kapanmıştır. 1870’de kız okullarına
öğretmen yetiştirecek olan bir Darü’lmuallimat kuruldu (Akşin 2002a, 147).
Abdülmecid devrinde çıkan gazeteler ancak iki adet iken Abdülaziz devrinde yalnız
İstanbul’da 13 Türkçe gazete çıkmakta; başka dillerde çıkanlarla birlikte bu sayısı 45’e
yükselmektedir ve nitekim, İstanbul’da ve taşrada gazetelerin çoğalması üzerine basın
önem kazandığından 1865’de ilk basın kanunun diyebileceğimiz kanun yayımlanmıştır
Karal VII/1995 217-218; Lewis 1970, 145-148).
On dokuzuncu yüzyılın belki en önemli hukuk reformu, Mecelle diye tanınan ve ilk
bölümü 1870’de yayınlanan medeni kanun ilanıydı ki, bu kanun zamanının önde gelen
bir siması olan bilim adamı, tarihçi ve hukukçu Ahmet Cevdet Paşa (1822-95) nın
eseriydi (Lewis 1970,122). İlk kez posta pulu kullanımı, Sayıştay ve Danıştay
seviyesinde kurumların oluşturulması, İtfaiye Teşkilatının kurulması bu dönemin
önemli yenilikleri arasındadır.
1876 yılına gelindiğinde Osmanlı devleti dış borç ödemelerini durdurduğunu ilan
ettikten sonra Avrupa mali piyasalarından veya Osmanlı Bankası’ndan borçlanma
olanağı kalmamıştı (Pamuk 1999, 229). Siyasi çalkantının mali buhranla birleşmesi
Abdülaziz’in saltanat gücünü de iyice yıpratmıştır. 30 Mayıs 1876’da sabaha karşı saat
3’te Abdülaziz tahttan indirilmiş, önce Topkapı Sarayına, daha sonra da Boğaziçinde
Ortaköy’de bulunan Feriye Sarayına nakledilmiştir (Kocabaşi 2006, 111-192). Bir
padişahın tahttan indirilmesi ve yerine başka birisinin getirilmesi olağan işlerdendi,
II.Mahmut’a gelinceye kadar padişah değiştiren kuvvetler yeniçeri ocağı ile ulema
sınıfından ibaretti ancak, Abdülaziz’i devlet başkanlığından uzaklaştırma hareketi
görünüşte Babıâli ile saray arasındaki ihtilafın bir neticesidir (Karal VII/1995, 111).
Sultan Mehmed Murad 30 Mayıs 1876’da tahtta çıktığında 36 yaşında idi. Enver Ziya
Karal onun için, “Avrupa usulünde yetiştirilmiş olduğu ve Fransızca bildiği için Fransa
ve İngiltere saraylarında dikkat çekmiş ve amcası Abdülaziz’den daha çok sempati
toplamıştı” diye yazmaktadır (Karal VII/1995, 352). Müsrifliği yönünden babası ve
43
amcasına, sefahati yönünden babasına çeken V. Murad’ın akıl hastalığına yol açan
eğilimlerin içki yüzünden kamçılandığı, amcasının tahttan indirilip kendisinin tahta
çıkması olayı dolayısıyla yaşadığı heyecanın da böyle bir etki yaptığı söylenir (Akşin
2002a, 152).
V. Murad’ın sağlık durumu kontrol edilemez bir hal alınca Abdülhamid’in padişahlığı
gündeme gelmiştir. O sıralarda en etkin devlet adamı olan Mithad Paşa, Veliahd
Abdülhamid Efendi ile Nazırlar Heyeti ile ilişki kurmuş; aralarında geçen konuşmalar
tam olarak bilinmemekle beraber, Abdülhamid’in meşrutî bir düzene ivedilikle geçişe
yardımcı olacağını vaad ettiği kesindir (Akarlı 1999, 254). 31 Ağustos 1876’da V.
Murad tahttan indirilerek yerine II. Abdülhamid’in cülusu ilan olunmuştur.
Osmanlı tarihinde üzerinde en fazla tartışma yapılan sultanlarından biri olan II.
Abdülhamid, 21 Eylül 1842’de doğmuştur. Babası sultan Abdülmecid, annesi ise
kendisi 10 yaşında iken veremden ölen Tirimüjgân Sultan’dır. Kalabalık sarayın şaşaalı,
neşeli ve savurgan ortamı içinde kendi halinde ve sade hayat yaşarken hem geleneksel
hem de Avrupa kültürü etkisiyle Fransızca ve Batı müziği eğitimleri almıştır (Akarlı
1999, 223).
Tersane Konferansı’nın şartlarını kabul etmeyen Osmanlı Devleti Ruslar ile kendisini,
24 Nisan 1877’de, 93 harbi olarak da bilinen savaşın içinde bulmuş ve Rus ordusu ve
İngiliz donanması İstanbul yakınlarına geldiğinde Abdülhamit, 13 Şubat 1878 Yıldız
Sarayında ileri gelen 43 kişinin katıldığı bir toplantı düzenlemiş ve sonucunda meclisin
tatil edilme kararı alınarak I. Meşrutiyet Meclisinin çalışmaları sona ermiştir. (Akşin
2002a, 161). Kısacası 93 harbi I. Meşrutiyetin sonu olmuştur. 3 Mart 1878’de de
Ayastefanos (Yeşilköy) antlaşması ise 93 harbinin sonu olmuştur. Ancak bu
antlaşmanın şartlarının yeniden gözden geçirilmesi Berlin Kongresine (13.06.1878-
13.07.1878) kalacaktır (Akşin 2002a, 163).
1878 yılında V. Murad’ı tekrar tahta geçirmek için iki başarısız girişim olmuşsa da
Abdülhamid’in saltanatının 1908 yılına kadar devamı engellenememiştir. (Akşin
2002a, 171). II. Abdülhamid’in hüküm sürdüğü otuz üç yıl (1876-1909) kritik bir
dönemdi; çünkü hem şekillenme hem parçalanma yıllarını, hem de yok edici yılları
kapsıyordu (Deringil 1999, 23).
Fuad Paşa’nın Kırım savaşı’ndan sonra başlattığı bütçe reformunu devam ettirterek
bütçede gelir gider dengesini özellikle de masrafları kısarak ayarlamaya çalışılmıştır
(Shaw 1991, 191). Ekonomi alanında yüksek faizli tahviller ile ilgili olarak Fransa ve
İngiltere ile görüşmeler yapmış ve bu faizin iflası getireceğini ve bu gerçekleştiği
takdirde de borçları tahsil etmelerinin mümkün olmayacağı söyleyerek daha makul
seviyede faiz ödemesini kabul ettirmiştir (Karpat 1991, 191).
II.Wilhelm 1898 yılında İstanbul’a ikinci ziyaretini yapmıştır. (Sander 1993, 245)
Kayzer’in bu ikinci İstanbul ziyaretinin önemli bir amacı vardı : Haydarpaşa-Bağdat
demiryolu yapımı için Anadolu Demiryolu Şirketi’ne verilecek ayrıcalıklar; gerçekte
Almanya’nın Yakındoğu politikası bir “demiryolu politikası” idi. (Sander 1993, 246) .
Ayrıca Almanya’nın bu dönemde Osmanlı ile olan ticaret ilişkisinde yoğun bir artış
gözlenir. Örneğin Paris malzemeleri diye adlandırılan moda eşyaları ve diğer ticari
malların 1906’da %40 ı Almanya, %30’u Avusturya ve %15’i Fransa’dan alınmaktadır
(Fesch 1999, 540).
Eğitim alanındaki gelişmelere koşut olarak, basılan kitap, dergi ve gazete sayısı daha
önceki dönemlerle karşılaştırılmayacak denli artış göstermiştir; gerçi çoğu kısa ömürlü
olan bu yayınlarda yoğun sansür yüzünden derin fikirli tartışmalara yer verilmemiş olsa
da, bu yayınların yeni fikirlerin gelişmesine hizmet ettiği kesindir (Akarlı 1997, 261).
Sansür bütün ağırlığı ile varlığını hissettirmişse de, yayınları tümden etkisiz hale
getirmek mümkün olmamıştır; çünkü bir gazete kapatıldığının ertesi günü başka bir
isimle yayın hayatına devam etmiştir (Shaw 1991, 191). Yayın hayatına yapılan
baskılara rağmen II. Abdülhamid döneminde eğitime çok önem verilmiş ve önemli
adımlar atılmıştır.
Lale Devri’nden beri kurula gelen yüksek öğretim kurumları yaygın bir ilk ve orta
öğretim sistemine dayanmadığı için beklenen etki ve yararı sağlamıyordu.
II:Mahmut birçok yüksekokul kurmasına rağmen, ortaokul (rüştiye) sistemini
başlatırken, kur akura iki tanecik ortaokul kurabilmişti (1838). 1850’ye gelindiğinde
ancak 870 öğrencisi olan 6 ortaokul bulunuyordu. Oysa özellikle Abdülhamid
döneminde ortaokullar İmparatorluğun her yanında açıldığı gibi 1875’ten itibaren
askeri ortaokul ve lise (idadi) sisteminin de başlatıldığını ya da yaygınlaştırıldığını
görüyoruz. 1908’de 31 öğretmen okulu vardı. Ayrıca birçok yeni yüksekokul
Darülfünun (yani üniversite) açılmış mevcut yüksekokullar geliştirilmişti.
Abdülhamid gerek emperyalist ülkelerin baskısı gerekse ülkedeki Müslüman
46
1896 Ağustos’unda Sultanı devirmek için İttihad ve Terrakiciler bir hükümet darbesi
hazırladılar; fakat plan Sultana ihbar edildi ve süratle hareket eden polis bütün
tertipçileri hemen tutukladı (Lewis 1970,196). Bu konu ile ilgili olarak, Ramsour
İttihat Terakki ve Abdülhamid ilişkisinde anlaşılmaz olarak nitelendirdiği iki noktaya
değinmektedir: (2001, 44-47):
“ İttihat ve Terraki Komitesinin en anlaşılmaz yanı, güç de olsa,
Osmanlı Hanedanını ortadan kaldıracak her türlü girişime karşı yine
de Sultanın yanında yer almasıdır. Ermeni sorunu ortaya çıktığında
onlarla işbirliği yaparak bir Sultan’a karşı duruş sergilemek yerine
Sultan’dan taraf olmuşlardır. Aynı şekilde II. Abdülhamid’in de
1896’da kendisine yapılan karşı hareketin temsilcilerini astırabilecek
güçte olmasına karşın sürgüne yollaması da pek anlaşılabilir bir tavır
olarak görünmez.”
47
Trakya ordularının artan baskısı karşısında II. Abdülhamid, 23 Temmuz 1908 tarihinde
anayasayı yeniden yürürlüğe koyarak II. Meşrutiyet dönemini açmıştır (Sander 1993,
256). II. Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi İttihat ve Terraki Cemiyeti için
beklenmedik bir başarı olsa da Padişah’ın birdenbire direnmekten vazgeçip teslim
olmaya karar vermesi herkesi şaşkınlığa sürüklemiş, nüfuz ve güçlerinin sınırını
kestiremeyen kabine üyeleri bütün insiyatiflerini kaybetmişlerdi (Ahmad 1999, 31).
31 Mart olayı sonrasında II. Abdülhamid 27 Nisan 1909’da tahttan indirilerek önce
Selanik şehrine, sonrasında Balkan Savaşları sırasında ise İstanbul’a nakledilerek
Beylerbeyi Sarayı’nda göz hapsine alınmış ve I. Dünya savaşını buradan izleyen
padişah 10 Şubat 1918’de burada vefat etmiştir (Akarlı 1999, 264).
Sultan Mehmed Reşad, 2 Kasım 1844 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Babası Sultan
Birinci Abdülmecid, annesi Gülcemal Kadın Efendi'dir. Sultan Mehmed Reşad, amcası
Sultan Abdülaziz zamanında rahat bir şehzadelik yapmasına rağmen ağabeyi Sultan
İkinci Abdülhamid zamanında sarayda hapis hayatı yaşamış, veliaht olduğu için
devamlı kontrol altında tutulmuştur. Sultan Beşinci Mehmed Reşad, 31 Mart olayından
sonra 27 Nisan 1909'da, İttihat ve Terakki partisinin desteğiyle tahta çıktığında 65
yaşındaydı.
İktidar Bab-ı Âli’nin elindeydi ve padişah parlamentonun idaresine boyun eğmiştir.
İttihat ve Terakki’nin yeni kuşak liderleri, yönetici sınıf ya da Tanzimat bürokrasinin
çocukları olmayıp asker ve memur sınıfından çıkan, imparatorluğu yalnız iktidardakiler
için değil, tüm sınıfların çıkarına olmak üzere modernleştirme konusunda kararlı bir
zümre görüntüsündedirler ve eski reformcu kuşaklara kıyasla daha acımasız laik ve
modernleşme yanlısı olarak ileriki dönemlerin temellerini atmışlardır (Shaw; Shaw
2/1982, 360) İttihat Terakkililer gördükleri eğitimin sonucu olarak burjuva zihniyetli
olarak kabul edilmektedir. Osmanlı Devleti’nin bu döneminde birçok mekteplinin
nesnel olarak yönetenler sınıfına bağlı oldukları halde kafa yapıları bakımından esas
itibariyle burjuva oldukları ve ülkenin ancak bir burjuva düzeni içinde
kalkınabileceğine inandıklarından,tipik İttihat ve Terakkiliyi Türk, genç yönetici
mektepli, burjuva zihniyetli olarak tanımlamaktadır (Akşin 2002b, 117).
İç birliğini geç sağladığı için sömürgecilik yarışında geri kalan İtalya, Avrupalı
devletlerin de desteği ile 1911 yılında Trablusgarb'a saldırmış ve ardından da Ege
denizindeki 12 adayı işgal ederek savaşı Ege denizine taşımıştır; Uşi (Ouchy)
Antlaşması sonucunda 15 Ekim 1912'de Trablusgarp ve Bingazi İtalya'ya bırakılmak
zorunda kalınmıştır (Şıvgın 2006 20-26, 94-107).
Selanik limanı da dahil Avrupa’da kalan eyaletlerin hemen hepsi 1911 ile 1913 yılları
arasında Osmanlı topraklarından ayrılınca, İmparatorluk nüfusunun dörtte birinden
fazlasını, arazisinin de onda birinden daha fazlasını kaybetmiştir; ayrıca bu eyaletler en
ileri tarım, ticaret ve sanayiye sahip olduklarından hayat seviyesi açısından da yüksek
bölgeler olması kayıpların ekonomik bakımdan da önemini yansıtmaktadır (İnalcık-
Quataert 2000,893). 1913 yılında elden çıkan Balkan vilayetlerinden binlerce göçmen
İstanbul’a akın ederken askeriye ve maliye iflasın eşiğine gelmişti (Shaw; Shaw 2/1982,
359). Zaten 1908 yılında İttihad ve Terakki Abdülhamid’i devirdiği zaman Osmanlı
ekonomisi tam anlamı ile iflas etmiş ve ordusu neredeyse çökmüş durumdaydı (Sander
1993, 258).
1
Savaş esirlerinin ıstırapları ve sivillerin askeri birlikler tarafından hedef alınması Avrupa’da tam bir
asır boyunca süren insanlık dışı olayları başlatmıştır. Karadağlılar savaş sırasında Osmanlı askerlerinin
dudaklarını ve burunlarını kesmekle kötü ün yapmışlardı. Bir Karadağlı asker M.E. Durham2a şöyle
açıklamıştı” Bu bizim eski milli geleneğimizdir. Bir asker burunları getirmeden komutanına
kahramanlığını nasıl kanıtlar? Tabii ki burunlarını keseceğiz: her zaman kestik” (Hall 2003, 14 numaralı
dipnot, 181)
50
Büyük fırtına I. Dünya Savaşı çıkmadan önce Osmanlı İmpratorluğu, zoraki de olsa
kendisine bir taraf seçmek zorundaydı. Cemal Paşa ve Enver Paşa 1914 başlarında Üçlü
Antlaşma Ülkelerine yanaştılarsa da, İngiltere ve Fransa öneriyi redetti; diğer yandan
büyük güçler arasında yalnız Almanya Osmanlılarla açık bir ittifaka girmeye hazır
görünüyordu (Shaw; Shaw 2/1982, 373). Kasım 1914’de Birinci Cihan Harbine
Almanya safhında katılan Osmanlı İmparatorluğu sıkıntılar, zorluklar, yıkım ve
kayıplarla ömrünü tamamlamak üzereydi. 10 Ocak 1915’te Sarıkamış hezimetinin
ertesi ayı Çanakkale’de vuruşmalar başladı ve Türk ordusu Çanakkale’de
çözülmemişse de Ermenilerin Van bölgesinde başlayan ayaklanmaları her şeyi daha da
içinden çıkılmaz bir hale sokacaktı. İttihat Terakki Ermenilerin savaş süresince özellikle
Doğu Anadolu ve Mersin-İskenderun bölgesinden çıkarılarak Irak ve Suriye içlerine
yerleştirilmeleri (tehcir) tedbirine başvurmak zorunda kalacaktı (Akşin 2002b, 446).
Dört sene süren savaş sonunda koca Osmanlı İmparatorluğu birmilyon km2. den fazla
toprak kaybederken; asker zayiatının yekünü ise, beş yüz elli bini şehid ve diğerleri
yaralı, kayıp ve esir olmak üzere, bir milyonun üzerinde idi. Sultan V. Mehmed Reşat,
3 Temmuz 1918 yılında İstanbul'da vefat ettiği zaman İmparatorluk bu zor ve karışık
dönemi yaşıyordu.
4 Temmuz 1918’de ağabeyi Sultan Reşâd’ın vefât ettiği gün pâdişâh ve halîfe oldu.
Saltanata geçtiğinde ordu ve donanmaya bir Hatt-ı Hümâyun göndererek
Başkomutanlığı üzerine aldığını bildirdi. Enver Paşanın Başkumandan Vekili unvânını
Başkumandanlık Kurmay Başkanı şekline çevirdi. Tahta geçişi dolayısıyla hazırlanan
Hatt-ı Hümâyunda Pâdişâh; Kabinede adâletin dağıtımı ve güvenliğin sağlanması
hususunda daha fazla gayret harcanmasını, zarurî gıdâ maddelerinin ucuzlatılması için
acele tedbir alınmasını, üretimin arttırılmasını, siyâsî suçluların affedilmesini, savaş
bölgesi dışındaki sıkıyönetimin kaldırılmasını, devlet hizmetinde çalışacak olanların
nâmuslu kimselerden seçilmesini, kânûnî bir sebep olmadıkça, kimsenin işinden
uzaklaştırılmamasını istedi. (Türkgeldi 1949, 156)
51
16 Mart 1920’de, İstanbul, İtilâf devletleri tarafından işgâl edildi. Yunanlılar İzmir’e,
İtalyanlar Güneybatı, Fransızlar da Güney Anadolu’ya girdiler. İşgaller ve ardından da
10 Ağustos 1920 yılında Osmanlı topraklarının İtilaf devletlerince paylaşımı anlamına
gelen Sevr Anlaşması imzalanmıştır.
İşgal altındaki İstanbul’da kalmaya devam eden VI. Mehmed Vahideddin, 1 Kasım
1922’de saltanatın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından kaldırılması sonrasında 17
Kasım 1922 günü Malaya zırhlısına binerek Malta’ya gitmiştir. Sultan Malta’da bir süre
kaldıktan sonra en azından halifeliğini koruyabileceğini ümit ederek Mekke’ye gitmiş
fakat destek göremeyince San Remo (İtalya’ya) yerleşmiştir (Anonim 1999, 246). Son
Osmanlı Sultanı, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefât etmiş, cenâzesi Şam’a getirilerek
Sultan Selim Câmii Kabristanına defnedilmiştir.
52
BÖLÜM IV
Batılılaşma süreci içinde en önemli grubu saray ve devlet erkanı alır. Bunda değişim
isteğinin tabandan değil, yönetimin üst tabakasından gelmiş olmasıdır. Gidişatın eskisi
gibi olmadığının farkına varıp, başta İmparatorluğun eski gücüne yeniden kavuşması
amacıyla girişilen bazı değişimler sonuçta artık Avrupa’nın durumunun farklı
olduğunun fark edilmesiyle Batılılaşma sürecine dönüşmüş ya da dönüştürülmüştür.
18. yüzyılın başında Lale Devri’nde III. Ahmet ile başlayan ancak III.Selim ile bir tavır
haline gelen Batılılaşma sürecinde en etkin kişiler sultanlar olmuştur. Onların değişimi
ve Batı’yı algılayışları yakınlıkları, uzak duruşları bir anlamda da süreci
şekillendirmiştir. Askeri, mali ve eğitim alanı dışında sanattaki batılılaşmanın da bir
numaralı hamileri gene onlardır. Onların çabaları saraya yakın çevreler içinde etkileyici
olmuştur.
II. Mahmud 1826’da Mehterhaneyi kaldırarak, Avrupa tarzı bir bando oluşturmak için
üzere İtalya’dan Giuseppe Donizetti’yi getirmiş ve 1832’de de Muzika-i Humayun
okulunu kurdurmuştur ve giderek saray bandoları kurularak imparatorlukta yeni Batı
tazı müzik ve sahne sanatları beğenisi gelişmiştir (Renda 2002, 270).
18. yüzyılda Avrupai tarzda resim örneklerinin ilk örneklerini Topkapı Sarayı’na
yaptıranlar I.Abdülhamid ve III.Selim sultanlar olmuştur (Renda 1977; Renda 1997;
53
Renda 1998b; Renda 1998a). Fatih’in Batılı üsluptaki portresinden sonra yine bu tarz
portrelerini sipariş veren yine Osmanlı Sultanları idi (Raby; Renda; Bağcı ve Diğerleri,
2000) ve hatta ilk anıtsal heykeli yine bir sultan olan Abdülaziz yaptırtmıştır.
Değişim süreci boyunca azımsanmayacak bir batı etkisi söz konusudur ; öyle ki en
tutucu ve dine düşkün olarak kabul edilen II. Abdülhamid’in bile zevki Avrupaileşmiştir.
Ali Said’in hatıratında Sultan’dan “Batı musikisini tercih ederek seve seve dinler
lezzet alırdı” diye söz eder (1994, 36). Ayrıca, Sultan II. Abdülhamid’in Avrupa’da
yayınlanıp henüz Türkçeye tercüme edilmemiş seçkin romanları getirterek sarayda ya
da dışarıda tercüme ettirerek okuması; Yıldız sarayında yazlık ve kışlık iki tiyatro
yerinin bulunması ve burada Beyoğlu’nda oynanan Avrupa kumpanyasını ayda birkaç
defa çağırtması; Travatore, Aida, Mis Negit Carmen, Faust Maskot ve Norma
operalarını daha çok beğendiğinden sık sık tekrarlatması değişmiş sultan zevkleri
açısından önemlidir (Said 1994, 40). Tahsin Paşa da “Sultan Hamid tiyatroyu sevdiğini
ve ekseriya çok çalıştığı, zihnen yorulduğu günlerde tiyatro emrederdi. Bunlar İtalyan
artistlerinden müteşekkil saraydaki tiyatro heyetinin “garp” piyeslerini oynadığını hatta
Sarah Bernard, Ermete’nin bu şekilde oyunları sergilediğini” nakleder (Tahsin paşa
1999,17-18).
Daimi elçiliklerin açılması ise III.Selim döneminde gerçekleşir. Böylece batı ile olan
ilişkiler yeni bir boyut kazanacaktır. 1792 tarihinde uygulamaya konulan Nizam-ı
Cedid ıslahatları çerçevesinde ilk daimi Türk Büyükelçisi olarak Yusuf Agah Efendi
21 Aralık 1793 günü Londra’ya ulaşarak göreve başlamıştır ve daha sonra 1797’de
Paris, Viyana ve Berlin’e birer ikâmet elçisi gönderilmiştir (Yalçınkaya 2002,634).
Elçilerin Avrupa’yı gözlemlemek ve bu konuda bilgi vermekle görevli oldukları halde
Batı dili bilmeyen yaşını başını almış insanlar oldukları için fazla etkilenmedikleri ve de
gördüklerini doğru dürüst değerlendiremedikleri kanısı hakimse de, mahiyetlerindeki,
yaşları icabı Avrupa’yı anlamaya ve öğrenmeye hazır tavırdaki gençlerin bir bölümü
başta Fransızca olmak üzere Batı dillerini öğrenmiştir (Akşin 2002, 83). Böylece
Batı’ya yönelik küçük bir zümre oluşmaya başlamış ve bu durum o zamana kadar dış
politikanın icrasında birinci derecede aracı olan yerli Hristiyanlar yanında
Osmanlılarında de yer almalarına yol açmıştır (Berkes 1964, 96).
Avrupa ülkelerinde görev yapanların bir kısmı, 1830’lu yıllarda Paris sefaret
başkatipliğinde bulunan Mustafa Sâmi Efendi’nin izlenimlerini anlattığı Avrupa
risaleleri gibi (Andı 2002), oradaki hayatı anlatan ve Osmanlı ile arada görülen
farklılıkları değerlendirerek çözüm önerileri de ileri süren eserler kaleme almıştır.
Sadece görevli olarak değil, özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren artan bir
şekilde eğitim için ya da başka bir sebep ile Avrupa’ya gitmiş olanların da izlenimlerini
anlattıkları eserler bu konudaki litetatürde önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda çarpıcı
örneklerden biri olarak Mustafa Sait Beyin eseri gösterilebilir. Devlet yönetiminde
görev almış bir ailenin çocuğu olan Mustafa Sait Beyin seyahatnamesini, iyi derece
yağlıboya ve suluboya resimleri ile zenginleştirilmiştir (2004). Baki Asiltürk’ün
eserinde, Osmanlı seyyahların gözüyle Avrupa’nın tarihi, coğrafyası, medeniyeti,
kültür ve sanatı, sosyal ve çalışma hayatı gibi konular Osmanlı İmparatorluğu açısından
çözüm önerilerinin de verildiği birçok Osmanlı aydınının seyahatnamelerinden örnekler
sunulmaktadır (2000).
Ortaylı, bu askeri reformların sanıldığından daha ciddi bir temel üzerinde başladığını
söylemektedir: Özellikle II. Mahmud dönemindeki askeri reformların hayatın her
alanında yayıldığını, modern askerî eğitim için doğa bilimleri, tıp ve matematik gibi
dalların Türkiye’nin kültür ve eğitim ortamına girip yerleştiğini, bilim terimlerinin
Türkçeleştirildiğini unutmamak gerekir. (2005, 44). Ayrıca, askeri reformlar Avrupa ile
iletişim kanallarını arttırmaya ve Batı usulleri hakkında bilgi akışını çoğaltmaya yardım
etmektedir (Davison 1997, 33). Askeri reformların sadece kışlayla sınırlı kalmayacağı,
daha doğrusu reformun askerî cerrah yetiştirmek için tıp eğitimi, istihkâm ve yol için
mühendislik eğitimi, matematik, coğrafya derken sonunda vergilerin düzenli toplanması
için maliyeye yansıyacağı açıktır (Ortaylı 2005, 24).
Ancak eğitim başlığı altında da görüleceği gibi Batılılaşma gayretleri, kaliteli orta
eğitimin eksikliği nedeniyle istenen seviyeden başlayamamıştır. Harbiye’yi 1836’da
ziyaret eden İngiliz seyyahı Miss Pardoe okulun dış görünüşünün fena olmadığını, ama
aslında “ruhu olmayan bir cesede” benzediğini söyler ve Tıbhane için de benzer
sorunlar söz konusudur, orada da uzun süre hasır üzerinde diz çöken öğrencilere ilk okul
tahsili vermek gerekmiştir (Akşin 2002a, 120).
Eğitimin kalitesizliği yine öncelikli olarak orduda hissedilmekte idi. Bu yüzdendir ki,
Batılı eğitim çalışmalarının ilk gerçekleştiği yer yine askeriyedir. Kurulan yeni orduda
en ciddi eksikliklerinden biri subay yokluğu idi (Lewis 1970, 84). İki okul-sırayla 1773
ve 1793’de kurulan kara ve deniz mühendis okulları- dışında, 1827’de İstanbul askeri
tıp okulu, 1831-34’de Muzıka-i Hümâyun Mektebi ile Mekteb-i Ulûmu Harbiye
açılmıştır (Palmer 1995, 85). 1827’de, kuvvetli muhalefete rağmen, Sultan Paris’e dört
öğrenci göndermek gibi, devrimci bir adım atmış ve daha sonra bunları diğerleri
izlemiştir (Karal 1995a,166).
Osmanlı hükümeti 1830 yılında ilk önce Paris’e talebe yollamış, 1839 kadar
Fransa’ya giden öğrenci sayısı 39 olmuştur ki 1839-1876 yılları arasında Fransa’ya
gönderilen Osmanlı öğrencilerin 166 (%68)’sının Müslüman, 78 (%32)’inin ise
gayrimüslim olduğu görülür. Çok farklı alanlarda eğitim için Belçika, Viyana, Berlin,
Londra gibi çeşitlenen şehirlere öğrenci gönderilmeye devam edilmiştir (Şişman,
1999, 963-971).
İlk ve orta seviyeli öğretimlerin çarpık yapısını korurken eğitimi düzeltme çabaları, üst
seviyeden başladığından istenen verim pek elde edildiği söylenemez.
Mühendishanelerin bugün anladığımız anlamda mühendis yetiştirdiklerini söylemek
zordur. Bu eğitim kurumlarında başta gelen amaç top atışları için basit aritmetik
hesaplamalarının öğretilmesiydi ki, bugünkü ölçülerimize göre bunları “meslek
kursları” diye nitelendirmek çok da haksız olmaz (Akşin 2002a, 82). Ayrıca,
Harbiye’nin ilk mezunlarını da verebilmesi için 14 yıl kadar bir zaman almıştır (Akşin
2002a,120). Tıbbiye de hemen hemen aynı durumdadır; çünkü tıp derslerini anlayacak
seviyede ortaöğretim görmüş öğrenciler bulunamıyordu (Berkes 1964, 165).
59
Batılılaşma çabaları ilk kez askeri faaliyetler üzerinde olması nedeniyle eğitim
açısından bakıldığında en köklü Batılılaşma gayretine maruz kalan kurumlardan biri de
askeri eğitim kurumlarının olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu yüzden yoğun bir etki
altında kalan ve uzun gayretler sonucunda mümkün olduğunca Batılılaşan ve Batılı
fikirlere açık olan grupların başında ordu mensupları gelmektedir. 1870’lerde ordu
subayları arasında da askeri okulların mezunları ile alaydan yetişenler şeklinde ayrı
bir kast oluşmaya başlamıştır İlk Jön Türkler de askeri tıp okulundan çıkmışlardır
(Davison 2004, 241-242).
1868’de doğrudan Fransız etkisiyle ve Fransa eğitim bakanlığından gelen bir uzmanın
planlama desteğiyle kurulan ve tüm İmparatorlukta eşsiz olan Galatasaray Lisesi’nde
Türkçe ve yerel dil dersleri dışında tüm müfredat Batılı’ydı; genel öğrenim dili
Fransızcaydı; başlangıçta müdür ve öğretmenler de Fransız’dı ve lise ilk açıldığında
341 öğrencinin 147’si herhalde çoğu Türk olmak üzere Müslüman’dı (Davison 2004,
244). 1850 yılında dil ve tarih alanlarında çalışmalar yapmak üzere "Encümeni Daniş "
(İlimler Akademisi) kurulduktan sonra 1846 yılında Darül Muallimin (Erkek öğretmen
Okulu), 1876 yılında Darül Muallimat (Kız öğretmen Okulu), 1859'da günümüzdeki
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin esasını oluşturan " Mekteb -i Mülkiye", 1873'te
Darüşşafaka, 1881 yılında "Sanayi-i Nefise Mektebi" (Güzel Sanatlar Okulu) açılmıştır.
Üniversite açılması ise daha uzun ve zorlu bir süreç olmuştur.
Üniversite açılmasının çok istenmesine rağmen, bu konudaki her bir teşebbüs ardı
ardına başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Dar’ül Fünun kurulması için ilk teşebbüs 1846’da,
diğeri ise 1863’te olmuştur. 1874'de Galatasaray mekteb-i sultanîsi içinde açılan
bölümün 1881'den sonra üç dönem mezun verdikten sonra 20 yıl süreyle ortadan
kalktığı bilinmektedir ve son başarılı hareket II. Abdülhamit'in tahta çıkışının 25.
yılında, 1 Eylül 1900'de din, matematik ve edebiyat bölümlerinden oluşan IV.
Darülfünun, Darülfünun-u Şahane (İmparatorluk Üniversitesi) adıyla gerçekleşmiştir.
60
19. yüzyılda merkezi Osmanlı bürokrasisi Batı ve Orta Avrupa modellerine dayanan
kendi eğitim ağını yavaş yavaş oluşturmuştur (Quataert 2002, 106).
Batılılaşma sürecinde her alanda olduğu gibi eğitim sistemi de geleneksel ile Batılı olan
çatışması altında garip bir yapıya bürünmüştür. Bu ikilik Batılı eğitim alanlarda da
kendini belli etmekteydi. Ancak bu çabaların hiçbir işe yaramadığı ya da bir fayda
sağlamadığı kanısına varılması da doğru olmayacaktır. Öyle ya da böyle Batılı
anlamda eğitim görmeye başlayanların sayısı zaman içinde artış göstererek gelecek
için ciddi yatırım olmuştur.
4.5. Savaşlar
Savaşların Batılılaşmada iki türlü etkisinden söz edilebilir. Birincisi girilen savaşlarda
mağlubiyetlerin artışı ordu ve askeri eğitim alanlarında öncelikli Batılılaşma fikrini
harekete geçirmiştir ki, bunun nasıl gerçekleştiği sorusunun cevapları yukarıda
verilmeye çalışılmıştır. İkinci etki ise Batılı müttefikler ile yapılan doğrudan temaslarla
ortaya çıkmıştır. Özellikle Kırım Harbi örneğinde olduğu gibi müttefiklerle büyük
ölçekte doğrudan temasın Batılılaşma sürecine derin etkileri olmuştur.
Kırım Harbi,Osmanlı Batılılaşma sürecinde çok farklı açılardan etki sahibidir. Müttefik
ordularının (1854-56) İstanbul’da konaklaması bir “şok” yaratır ve İstanbul’un
Batılılaşma sürecini hızlandırır (Georgeon 1997, 134). Boğaziçi’ni doldurup
Karadeniz’e çıkan İngiliz ve Fransız orduları, beraberlerinde, hem iyi hem kötü
denebilecek yeni Batı etkilerini getirmişlerdi. (Davison 1997,68). İngiltere ve Fransa
Osmanlı’nın müttefiki olma konumlarından yararlanarak Türkleri daha çok ölçüde
batılılaştırmaya ve eşitlik doktirinini daha etkin bir biçimde uygulamaya zorluyorlardı
(Ahmed Cevdet Paşa 1974, 12). Ramazan ayında kamuoyuna açık yerlerde orucun ihlali,
dini otoriteyi zayıflatan reformların ve Avrupa’yı taklit isteğine eşlik eden
Batılılaşmanın etkisiyle ortaya çıkmışa benzer ve buradaki gevşemedeki ilk aşama
kendini Kırım Harbi zamanında İstanbul’a gelen Batılı müttefiklerin yarattığı değişim
ortamı ile oluşmuştur (Georgeon 1997, 62).
Osmanlı devleti 17. yüzyılı savaşlara ve zaman zaman girilen buhranlara rağmen klasik
mali sistemi ve örgütleriyle atlatabilmiştir; fakat II. Viyana kuşatmasını izleyen uzun
savaş yıllarında gerek mali gerekse idare büyük değişmeler geçirdiğinden 18. yüzyıl
Osmanlı maliyesi bir tür merkezileşmeye, yani gelir ve giderleri önceden bilmek ve
62
gerekli ayarlamaları yapabilmek için yeni kurumlar geliştirme yoluna gitmiştir (Ortaylı
2005, 129).
İnalcık ile Quartert ortak çalışmalarında 19. yüzyılın Osmanlı iktisadi politikasını şu
şekilde 4 safhaya ayırmaktadır:
Birinci safha 1826’ya kadar olanıdır. Bu devrede himayeci politikalar takip edildi,
inhisarlar ve ham maddelerin yerli üretimde kullanılması hakim oldu. İkinci safha
1826- 1860, mevcut şartlara uymak diye tasvir edilebilir. Bu devrede Osmanlı
pazarları dışarıya açıldı ve iç pazarlar bir derece serbest bırakıldı. Dünyanın diğer
memleketlerinde olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da ticaret serbestleşti.
Üçüncü dönümde, 1860-1908, gümrükler arttırıldı ve yerli imalatçılar himaye edildi.
1867- 1874 yılları arasında Devlet sanayi reform komisyonu bundan evvelki
devirlerin laissez faire politikalarının hilafına bazı Osmanlı loncalarının inhisarlarını
yenilemeye çalıştı. Serbest ticarete karşı müdahale için alınan bu tedbirlerin hiç biri
başarılı olmadı.Osmanlıların bu mücadelesi 19. yüzyılın son 25 yılında İngiliz serbest
ticaretine karşı olan hareketlerden hiç olmazsa on sene evvel vuku bulmuştu. İktisadi
liberalizm hakim olmakla beraber, himaye taraftarı olanlar liberalizm Osmanlılara ve
Avrupalılara karşı koymaya çalıştılar. Dördüncü safha Jön Türk ihtilaliyle başlar ve
Birinci Dünya Savaşıyla devam eder. Bu devrede mücadeleye tümüyle devam edildi
ve himayekâr “milli ekonomi” taraftarları serbest ticaret taraftarlarına galip geldi
(İnalcık-Quataert 2000,888).
1854 yılında Kırım savaşı sırasında Osmanlı Devleti Avrupa mali piyasalarında uzun
vadeli tahviller satmaya başlamış, bundan sonraki yirmi yılda Osmanlı devleti Londra
Paris, Viyana ve diğer Avrupa borsalarında giderek kötüleşen koşullarda büyük
miktarlarda borç almıştır; ancak bu süreç içinde net olarak ele geçen fonların hemen
tümü cari harcamalara ayrılmış sadece küçük bir bölümü altyapı yatırımlarında veya
borç ödeme kapasitesini arttıracak diğer alanlarda kullanılmıştır ki bunun sonucunda
Osmanlı devleti 1875-1876 yıllarında kademeli olarak dış borç ödemelerini durdurmak
zorunda kalmıştır. (Pamuk 1999, 231).
63
Osmanlı İmparatorluğu içinde Batı ile ilişkilerini daha yakın tutan ve Batılılaşmaya
daha önce başlayan ve eğitimden mali durumlarına kadar her alanda daha ileri bir
seviyede olmalarını sağlayan dış ticarette söz sahibi olan azınlıklar, bu süreç içinde
önemli yere ve paya sahiptir. Özellikle imparatorlukta yaşayan Rumların bir kısmı daha
başından Batı ile ilişkide olmuştur (Ortaylı 2005, 24). 18. yüzyılda ticari faaliyetleri
artan Avrupa Devletlerinin bu yüzyıl boyunca İmparatorluğun muhtelif yerlerinde
konsolosluk adedini artırmaları, gayrimüslim Osmanlı reayasının tercüman olarak
64
istihdam edilmesine yol açmıştır ve beratlı tercüman2 olan gayrimüslim Osmanlı tebaası,
kapitülasyonların müstem’min tüccar ve elçilik mensuplarında tanıdığı hak ve
imtiyazlara sahip oldukları gibi reayalıktan özel ve imtiyazlı bir statüye kavuşmuşlardır
(Bağış 1983, 25-26). Gayrimüslim tebaanın yabancı elçilikler himayesine girmesinden
ve beratların suiistimal edilişinden Babıali rahatsızlık duymuşsa da, ancak III.Selim
zamanında beratlı tercümanlıktan beratlı tüccarlığa geçiş sağlanmış ve yabancı devlet
himayesindeki beratlı tüccar meselesine son verilerek gayrimüslim tebaanın “Avrupa
tüccarı” sıfatıyla dış ticaret yapması sağlanmıştır (Bağış 1983,33).
Azınlıklar Batı ile ticaret yaparak zenginleştikçe, çocuklarını okutmak üzere Avrupa’ya
göndermeye başlamışlar, ayrıca, daha önceden var olan dini okullara ek olarak kendi
cemaatleri için Batılı okullar kurmuşlardır; sonuçta ise Osmanlı azınlıkları eğitim
gördükleri Batılı okullar ile ilerleyişlerine ivme kazanarak yeni bir grup haline gelmiştir:
Osmanlı ticaret burjuvazisi (Göçek 1999, 189). Fenerli Rum aristokrasisi Batı
kültürüne açık olduğu gibi Boğdan prenslikleri, ki birinci sınıf Osmanlı aydını olan
Dimitri Cantimir buna örnektir, Bulgarlar, Lübnan’ın Maruni, hatta Durzi hanedanları
ve kilise ruhbanı batılı yaşam biçimine çok daha önceleri girmişlerdi (Ortaylı 2005,
24).
Daha çok İstanbul, Edirne, İzmir gibi imparatorluğun büyük kentlerinde yaşayan ve
böylece Avrupalı tacirlerle ve diğer yabancılarla yakın ilişki içerisinde azınlıklar, Batı
ile olan bağlantıları ve Osmanlı toplumsal yapısı içindeki özel konumları sayesinde
sultanın kontrolü dışında servet edindiler ve Osmanlı ticaret burjuvazisinin nüvesini
oluşturdular (Göçek 1999,192-204). Zamanla Osmanlı Devleti’nin bu azınlıklara olan
borcu öyle bir hale gelecektir ki , 8.72 milyon Osmanlı kuruşunu aşan borç ödeme
planını yürütmek üzere Rüsum-u Site dairesi kurulmuştur (Göcek 1999, 246).
Ancak, azınlıkların Avrupa’daki burjuva sınıfına tam karşılık gelen bir konumundan
söz edilemez. Avrupa’da Fransız devrimini gerçekleştiren ulusal burjuva sınıfı, Osmanlı
devletinin ekonomik yapısı içinde oluşamamış, 19. yüzyılın ortalarında cılız bir kopyası
belirmişse de, bu sınıf azınlıklardan oluşmuş ve “işbirlikçi burjuvazi” niteliğini
kazanmıştır (Sander 1993, 151-152). Sonuçta Müslüman tüccarlar haksız rekabete
2
Bu ticari ve mali ayrıcalıkların bir sonucu olarak sefaretlerde çalışan ve ticaretle uğraşan (beratlı)
Osmanlı azınlıklarının sayısı on sekizinci yüzyılda öyle bir noktaya erişmiştir ki, Osmanlı hazinesi büyük
vergi kayıpları yaşamış ve Sultan bu ayrıcalıklı azınlıkların sayısına kota getiren birkaç ferman çıkarmak
zorunda kalmıştır.” (Göçek 1999, 205)
65
maruz kalmışlar ve II. Mahmud döneminde Hayriye tüccarları beratı verilerek Avrupa
ile ticarette rol almaları sağlanmaya çalışılmışsa da, varlıklarını devam
ettirememişlerdir ve bu nedenle oluşan da Osmanlı ticaret burjuvasizi Müslüman
tüccarları barındırmamıştır; bu yüzden Ahmet Mithad Efendi ile Yeni Osmanlılar bir
Müslüman Türk ticaret burjuvasinin yokluğunu sık sık dile getirmeleri de bunun bir
delili sayılmalıdır (Bağış 1983, 99).
Osmanlı İmparatorluğu içinde Batı’yı temsil eden elçilikler, misyoner okulları, tüccarlar
gibi gruplarla doğrudan temas halinde olmalarından ötürü Batılı hayat tarzını ilk taklit
eden ve Batılı mallarını tüketen ilk grup da azınlıklar olmuştur (Göçek 1999,217). 18.
yüzyıldan itibaren beratlı tüccarların bazıları Avrupalılar gibi giyinmeye başlamışlardır
(Bağış 1983,28).
Gelen yabancılar arasında önemli bir grup da Macar ve Polonyalı mültecilerdir. 1831
yılında Polonya’daki ayaklanmalardan sonra önemli mevkilerdeki özellikle askeri
kökenli bir çok kişinin Osmanlı topraklarına mülteci olarak gelişi ve ardından 1849
yılında Macar isyanında görev alan Polonyalı subayların bu isyan sonrasında
Macarlarla birlikte iltica etmesi Osmanlı devletinin batılılaşma hareketi açısından
66
Batıdan getirtilen teknolojik yenilikler, Batılılaşma döneminde sadece elle tutulur gözle
görülür gelişimlerin olmasını sağladığı gibi beraberinde getirtilen Avrupalı uzmanların
ve sonrasında da bunların kullanımı için eğitilen Osmanlı gençlerinin sosyal hayattaki
etkileri açısından önemlidir.
Hem elektrikli telgraf hem de buharlı tren Osmanlı topraklarına hemen hemen aynı
zamanda ulaşmışsa İngiltere’de geçen ilk telgraf hattından 18 yıl sonra Osmanlı
topraklarında telgraf hatları kurulmaya başlanmış olmasında telgraf hatlarının kuşkusuz
daha kolay ve daha ucuz inşa edilebilmesi önemli bir nedendir (Davison 2004, 193).
Telgraf konusunda teknik eleman ihtiyacı çoğu Fransızca bilen ve ilk yıllarda Tercüme
Odası kökenli olan, modernleşme eğilimindeki muhtemel Osmanlı gençleri arasından
sağlanmış ve telgraf, onların gözetmenleri olarak çalışan Fransız ve İngilizler ile
tanışıklarına ve dolayısıyla Batı etkisine imkan veren bir araç olmuştur (Davison 2004,
225).
Şirket-i Hayriye ulaşım alanında olsa da etkileri açısından Batılılaşma sürecine ivme
kazandıran önemli bir diğer kuruluş olarak karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde faaliyete geçen ilk kent içi toplu taşıma işletmesi olan Şirket-i
Hayriye’nin bir diğer önemi de Osmanlı ekonomisinde özellikle Tanzimat’tan sonra
hız ve boyut kazanan değişimin bir yansıması olan şirketleşme sürecinin de ilk adımı
olmasıdır ve 1851’de kurulan Şirket-i Hayriye, 1945’te hükümet tarafından satın
alınıp Şehir Hatları’na devredilinceye kadar İstanbul ve Boğaziçi arasında vapurlarla
yolcu taşımacılığı yapan Osmanlı Devleti’nde kurulmuş ilk anonim şirkettir. Şirket-i
Hayriye yaklaşık bir asır süren ömrü boyunca Boğaziçi ile İstanbul arasında düzenli
ulaşım imkanı sağlayarak e daha çok sayfiye olarak nitelendirilen Boğaziçi’nde daimi
ikametin ve imarın yaygınlaşmasına neden olmuş, Boğaziçi’nin İstanbul ile
bütünleşmesi sürecine hız vermiş ve yeni bir boyut kazandırmıştır. Dönemin padişahı
Sultan Abdülmecid 100 sened, annesi Valide Bezmiâlem sultan ise 50 hisse ile başı
çekerken diğer hissedarlar Sadrazam Reşid Paşa, Serasker Damat Mehmed Ali Paşa
gibi dönemin ileri gelen devlet adamları idi (Tutel 1997).
gelen birçok işçi ilk Fransız müdürün emri altında çalışmış, daha sonraları Osmanlı
sanatkarlar da bu fabrikada bezeme alanında görev almışlardır (Küçükerman 1987, 61-
71).
Bürokrasinin modernleşmesi ile dil ve yazı sorununu ortaya çıkaran Tanzimat fermanı
sonrasında, yirmi beş sene içinde yeni vilayet sistemi oturmuştur ve 19. yüzyıldaki bu
idari modernleşme kaçınılmaz olarak hukuki, kültürel,siyasi ve sosyal değişmeleri de
birlikte getirmiştir (Ortaylı 2005, 143-157). 18. yüzyıldan itibaren saltanat
ideolojisindeki değişiklikler nedeniyle saltanat imgesi ve onun ifade biçimleri de
Batılılaşma döneminin yeni kurumlarıyla beraber farklılık göstermiştir ( Yenişehirlioğlu
1999, 22).Tanzimatla kabul edilen yeniliklerin hiç birinin eksiksiz olarak
uygulanamadığı gözden kaçırılmaması gerekir; bunun nedeni tedbirleri uygulayacak
sayıda iyi kadro bulunmayışı, halkın eğitimi ve kavrayışının henüz gerekli değişiklikleri
kabul edecek derecede olmayışı dışında, tepeden reformların başarı kazanması
ihtimalinin, güçlü halk desteğine sahip reformlara kıyasla daha az olmasıdır (Davison
1997b, 183).
BÖLÜM V
Lale devri Osmanlı Batılılaşma sürecinde bir başlangıç olarak kabul edilirken, en büyük
görsel işareti olarak, dönemin eğlence kültürü içindeki önemli bir yapılaşma kurgusu
olarak “Sadâbad” gösterilir. “Gezmeye, eğlenceye ve lale şenliklerine yönelik
çalışmalar bahçe ve mesire yerlerini geliştirmiştir” (Bakır 2003, 321). Sadâbad kasrı
18.yüzyıl başında Avrupa’da Barok akımla birlikte ortaya çıkan büyük bir park içinde
yer alan saray kompleksinin yakınında bulunan akarsuyun düzenlenerek kanal haline
getirilmesi ve kanalın bir tarafında kaskatlar ve köşk tasarımlarının düzenlenmesi
modasına uymaktadır ( Eyice 1979-80, 167).
18. yüzyıl sonlarında elçilikler ile İstanbul şehirleşmesinde değişim başlamış özellikle
yazlık elçilik binalarının yoğunlaştığı Büyükdere ile yazlık sayfiye geleneği İstanbul
şehir hayatına girmiştir. (Denel 1982 48). Ayrıca 18. yüzyılda sur dışındaki mahalle ve
bölgelerin artması dışında kıyılarda yoğunlaşan yerleşimler ile İstanbul, Eyüp, Galata
ve Üsküdar silüteleri birleşmiştir (Kuban 2000, 313). Aslında tarihi en azından Bizans
dönemine dek giden Galata ve onun uzantısı Pera, Avrupalılarla Levantenlerin ağırlıkta
71
İstanbul’da Tanzimat sonrasında çıkan yangınlar kent planlama çabası için bulunmaz
fırsatlar olacaktır. 1856 Aksaray Yangını, 1865 Hocapaşa Yangını, 1870 Pera Yangını
ve küçük semt yangınları gibi afetlerin arzulanan düzene geçilebilmesi için
kullanılmaya çalışılmış ancak başarı oranları arzulanan seviyenin oldukça altında
kalmıştır (Çelik 1998 49-60) 1865 Hocapaşa yangını Sirkeci’den Marmara kıyılarına
kadar büyük hasar verdiğinde, 19. yüzyıl planlama çalışmalarına büyük katkısı olan ,
Islahat-ı Turuk Komisyonu Divan Yolu ile başlayarak yolları sınıflandırmış ana yolun
25 zira (yaklaşık 19metre), ikinci (tali) yolların 20 arşın (yaklaşık 14 metre ) en küçük
sokakların da 6 metre genişliğinde olması zorunluluğunu koymuştur (Kuban 2000,
355). Tanzimat’ın ilanından 1866’ya kadar gerçekleştirilemeyen yolların genişletilmesi
çabaları Sirkeci-Hocapaşa yangınından sonra başarılmıştır nitekim Osman Nuri bu
yangının İstanbul’a felaketten ziyade saadet getirdiğini belirtir (Denel 1982,
16).Osmanlı yöneticisi elitine göre güzellik kent tasarımında düzenlilik demekti ki,
kentin imajının yenileşmesi hakkında hazırlanan hükümet raporlarında kullanılan
anahtar kavramlar “süsleme”, “düzenleme” ve “yolların genişletilmesi olmuştur ” (Çelik
1998, 128).
19. yüzyıl sonunda Osmanlı Başkenti’nin şehir sınırları genişleyecektir. Galata Kulesi
dibindeki Karaköy bir iş merkezi haline gelirken, Karaköy’den Tophane ve Kabataş’a
kadar uzanan kıyı şeridi ticari rıhtıma dönüşmüş; daha kuzeye doğru Dolmabahçe-
Beşiktaş hattı saraylar bölgesi halini almıştır. (Çelik 1998, 101-102). 17. yüzyıldan
itibaren daha önceleri “Pera Bağları” adıyla anılan bölgeye yerleşen yabancı elçiliklere
doğru kayan Galata yerleşimi 19. yüzyılda doruğa ulaşacak bir Levanten merkezi haline
gelmiş ve Galata surlarının hemen ardında, Galata ile sıkı ilişki içinde olan İstanbul’un
72
en Avrupalı bölgesi halini almıştır (Akın 2002, 31). Taksim ve Maçka’nın boş tepeleri
ise yer yer kışlalarla donatılmıştır. (Çelik 1998, 102).
1857’de zamanın resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de yayınlanan bir raporda Pera,
Galata ve Tophane’yi kapsayan alanda ilk belediyecilik çalışması olan Altıncı Daire
kurulmuştur ve buraları kent reformunda pilot bölge olarak seçilmiştir (Çelik 1998, 38).
Altıncı daire Fransız özellikleri gösteren örgütlenmesi içinde “Belediye meclisine üye
olabilmek ve kentin yerel yönetiminde söz sahibi olabilmek için yılda 5000 kuruş vergi
verecek emlake sahip olmak” gibi şartları nedeniyle demokratik bir yapıya sahip
olamamıştır ve pek fazla imar işi başarıldığı da söylenemez (Denel 1982, 15) Gene de
1876 yılına kadar etkin çalışmalar görülmemiş ve başka bir belediye örgütü kurulup
işletilmemiştir. (Denel 1982 15).
Tüm bu gayretler içinde İstanbul, yangın başta olmak üzere diğer başat şehirleşme
sorunlarını çözemeden ve kozmopolit bir imaj ile 19. yüzyılı tamamlayacaktır. Özellikle
Levanten ve gayrimüslim yerleşiminin yoğun olduğu ve kent reformunun pilot
bölgelerinden olan Galata ve Pera için yabancıların kanısı, Osmanlı’nın modern
Batı’nın İstanbul’daki bir nüvesi olduğu şeklindeki genel kabulünden, daha gerçekçi
olarak, daha farklı olmuştur. W.H. Hutton Galata ve Pera’nın Avrupalı görünümünü
“bir Batı kaplaması” diye nitelendirmekte ve Pera’nın “uygarlığın fakir bir uç karakolu”
olduğunu söylemektedir (Çelik 1998, 125). Ortaylı ise Hammer’ın, Beyoğlu Levanten
zenginleri ve Pera için “Mensuplarının kartvizitlerindeki unvanlar kadar uzun ve sıkıcı,
beyinleri kadar da dar bir cadde” yorumunu yaptığını nakleder.( 1999, 246)
Yeni ekonomik ilişkiler ve Avrupa ile artan temaslar sonucunda İstanbul’da oteller,
tiyatrolar, pırıltılı dükkanlar,soyal kulüpler gibi yeni ortaya çıkan fonksiyonların hepsi
yeni zevkler edinmeye başlayan, yükselen burjuvazinin ve müslüman yönetici
seçkinlerinin hizmetinde Pera’da yoğunlaşmış; Lüks restoranları, kafeleri, pastaneleri,
müzikholleri ile Avrupa’nın kentsel yaşantısını taklit etmek isteyen Pera değişen yaşam
biçimlerinin odağı oldu (Enlil 1999, 288).
5.2. Mimari
etkileri olduğu dönem (yaklaşık 1820-1880 arası)”, “19. yüzyıl sonunda “eklektik
(karma) dönem” şeklinde safhalara ayırır (1981, 163-164). Ancak Kuban’ın da
belirttiği gibi, Osmanlı Batılılaşma mimarisi Avrupa’nın izlediği mimari akım sırasını
pek izlemediği gibi3, İmparatorluk’un çöküşüne paralel olarak giderek yok olmamış,
17 . yüzyılda klasik formüllerin tekrarlandığı sınırlı üretimin yerini 18. ve 19.
yüzyıllarda yeni bir mimari ve kent imgesi almıştır. (2007, 506-508).
18. yüzyıl mimarisindeki değişim “barok” ışığının özümsenerek uygulandığı bir dönem
olmuştur. Özellikle III.Mustafa devrinin günümüze kadar gelen belli başlı yapıları
incelendiğinde büyük bir yaratıcılıkla karşılaşılır; son derece özgün sütun başlık
denemeleri ve tek defaya özgü de olsa irrasyonel plan şeması örneğinde olduğu gibi
(Özer 1995, 63).Aslında, “18. yüzyıl mimarının derinden derine Osmanlı olan tavrı
Osmanlı kültürünün tarihselciliği her zaman saklı tutmuş olmasına ve yenilikçiliğe ve
yeni teknolojiye açık oluşuna bağlanabilir”.(Cerasi 1999b, 40)
Avrupa mimarlığında 19. yüzyılın ilk yarısında etkili olan İslam bileşenli Oryantalizm
akımı, aynı yüzyılın her alanda yenilikler açık deneme ortamı içinde Doğu-Batı
ilişkilerinin yakınlığı ve yoğunluğundan hız alarak Osmanlı mimarlığına da
yansıyacaktır. (Saner 1998, 1; Saner 1993, 139) Abdülaziz’in ilk yıllarında ortaya
çıkan oryantalizm adeta dönemin belirgin mimari üslubu haline gelmiştir. (Germaner
1995, 148). 19. yüzyılın büyük evrensel sergileri oryantalizm gelişimi açısından
önemlidir hatta geleneksel Osmanlı yapılarının cami, hamam ve çeşitli doğu mallarının
3
Avrupa’da Rönesans-maniyerizm-Barok-rokoko-Neo klasisizm- Seçmecilik aşamalarına karşılık
Türkiye’de Sinan Klasiği-Lale Devri- Rokoko-Barok- Empire-Seçmecilik şeklinde bir dizi vardır.
İstanbul eğitimde ve sanayide yapamadığını mimari alanda yapmış, Batı’yla eş zamanlı üslupsal aşamalar
geçirmiştir (Kuban 2007, 508).
74
En çok kullanılan adıyla “Art Nouveau” (Yeni Sanat) 19.yüzyılın sonunda Batı Avrupa
ülkelerinde ortaya çıkan yenilikçi bir sanat akımı olarak İstanbul’da ağırlığını Pera,
İstiklal Caddesi, Harbiye-Osmanbey çevresi gibi yabancıların ve Levanten burjuvasinin
yerleşme bölgelerinde gösterir ve muhtemelen Avrupa’daki tasarım felsefesi
aşamalarını geçirmediği için İmparatorluğu’na önce ithal edilmiş günlük kullanım
eşyaları yoluyla sonra da yabancı mimarlar eliyle getirilmiş olmalıdır (Batur 1985b,
1086-1088).
20. yüzyıl başında ise Jön Türklerin yönetimde hakim olmaları sonrasında mimari
algılayışında da değişim görülür. Bu değişim, İttihat ve Terakki’de hakim olan
görüşlerden olan ve Ziya Gökalp’ın fikir babalığını yaptığı “milliyetçilik”e paralel
olarak gelişecektir. 19. yüzyıldaki Batılı mimarlar ya da onları izleyen Osmanlı
mimarlarının eklektisist-revivalist ifadesinin değişerek milli unsurların ve Osmanlı
dünyasının sanat dağarcığının yeniden ama çağdaş bir anlayışla değerlendirilmesi
Birinci Ulusal Mimarlık dönemi olarak adlandırılacaktır ve Osmanlı yaşarken
İstanbul’da, Cumhuriyet ile beraber Ankara’da örneklerini verecektir (Kızıldere; Sözen
2005,88- 90)
Diğer bir grup ise Avrupalı mimarlardır. Melling bu grubun ilk temsilcisi olarak
karşımıza çıkar. III.Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan için bir Beşiktaş’ta diğeri
Ortaköy’de, saray yapacak olan Melling’in (Kuban 1954, 73) getirdiği yeni Avrupai tarz
sonraki Osmanlı mimari beğenisine yön verecektir. “Abdülmecid döneminde, İtalyan
asıllı İsviçreli mimar Gaspare Trajano Fossati (1809-83) çevreyi en fazla etkilemiş
olandır. İtalyan neoklasik üsubu ile şehri tanıştırmış bu yaklaşımı çeşitli yapılarda da
sürmüş daha sonra kendisine kardeşi Guiseppe Fossati de katılmış ve birlikte
Abdülmecid’in emri ile Ayasofya’nın onarım işini üstlenmişlerdir.” (Denel 1982 38-39).
Osmanlı topraklarında Neoklasik akımın uygulamasında Anadolulu Ermeni bir aile
olan Balyan ailesinden yetişen mimarlar ile İtalyan G.Fossati’nin büyük ölçüde rolleri
olduğu gibi, Fransız Bourgeois ve dekoratör Séchan gibi isimlerin de etkisi vardır
(Eyice 1981, 169). 19. yüzyıl ikinci yarısından sonra iki isim ön plana çıkar: Raimondo
D’Aranco ve Vallaury. Osmanlı başkentine Art Nouveau’yu getiren İtalyan mimar
Raimondo D’Aranco II.Abdülhamid’in daveti üzerine İstanbul’a gelince yerel ahşap
konut mimarisini de etkileyerek yerli işgücünün katıldığı bir İstanbul Art Nouveausu
yaratmıştır. (Kuban 2007, 606). İstanbul’da doğan Fransız kökenli Alexandre Vallaury
(1850-1921) Paris’te Ecole des Beaux Arts’ta eğitim görmüş ve İstanbul’un
yenileşmesinde sürekli görevlendirilmiş bir sanatçı olarak son dönem Osmanlı mimari
ortamının önemli temsilcilerinden olmuştur (Kuban 2007, 611). Vallaury ise, en
görkemli yapıları olan Osmanlı Bankası ile Arkeoloji Müzesi binaları, belki ancak
Beaux-Arts eğiliminin verebileceği yetkinlikle tasarlanmışlardır.Yalnız planları veya
mimari tasarımları ile değil mimari ve dekoratif öğeleri ile de stilistik normlara uyan bir
bütünlük taşırlar, şaşırtmaca ve keyfilik yoktur (Batur 1993, S.152) Vallaury’nin Beaux-
Arts modeline göre kurulmuş olan Sanayi-i Nefise’deki hocalığı ve yöneticiliği onun
mimarlık anlayışının akademik ve didaktik yanını güçlendirmiştir (Batur 1993, 153)
Bu Batılı sanat üsluplarının Osmanlı mimarindeki serüvenini mimari türlere göre ana
hatlarıyla gözden geçirirsek sürecin işleyişi daha iyi anlaşılabilecektir.
5.2.1. Çeşmeler
Çeşmeler, Batılılaşma süreci içindeki en önemli yapı grubu olarak kabul edilir.
“18.yüzyılda Türk Barok’unun ilk etkilerinin bu su mimarisi ögeleri ile başlamış
76
olması” (Bakır 2003,70) dışında “Osmanlı gündelik hayatının dışa dönük bir süreç
içine girmesi ve kentleşme olgusuyla da bağlantılıdırlar” (Batur 1985, 1041). 18.
yüzyıl çeşmeleri, Avrupa kentlerinin fiziksel görüntüsüne uygun İstanbul oluşturma
isteği içinde gelenekten kopmadan Fransa saraylarındaki bahçe-su-yapı
düzenlemelerinin büyük yatırım gerektirmeyen ürünleridir ( Pilehvarian vd. 2000 s.130).
Ancak atlanılmaması gereken bir nokta ise, meydan çeşmeleri Osmanlılarda kent
planlaması olgusunun başlangıç noktası olarak da düşünülmelerine karşın “meydan”
kavramının buradan başlayan bir gelişme sürecinin olmayacak olmasıdır. (Kuban 2007,
510)
Kayserili Mehmed Ağa’ya yaptırtılan 1728-29 III. Ahmet Çeşmesi bu bağlamda ilk
örnek. 1732 tarihli Azap Kapısı ve Üsküdar Çeşmeleri ile de barok akımın ağırlık
kazandığı görülür. (Bakır 2003, 70). II. Mahmud dönemine kadar ve onun dönemi de
dahil olmak üzere İstanbul’un çok çeşitli semtlerinde artan Avrupa mimarlığı etkilerinin
izlenebildiği çok sayıda sebil ve çeşme yaptırılmıştır. Osmanlı mimarları ve taş ustaları
yeni motifleri bu tür ufak boyutlu sivil yapılarda daha kolaylıkla uygulamışlardır.
(Renda 2002a, 267). Özellikle, 1730’dan sonra Barok stil tüm yapısal elemanlarda
uygulanmış; deniz kabuğu motifi, S ve C kıvrımları korent ve kompozit başlıklar, çift
sütunlar, sadeleşen pilastırlar, konstrüksiyonun cephelerde vurgulanması, iç bükey ve
dış bükey yüzeyler, profillendirilmiş silmeler ve kartuşlar, çeşme ile sebillerin bu
dönemde en fazla kullanılan bezeme elemanları olmuştur (Bakır 2003, 81). Hacı
Mehmet Emin Ağa (1740), Hamidiye (1777), Mihrişah Sultan (1795), Nakşıdil Sultan
(1818) ve Nusretiye (1826) sebillerinde bahsedilen Barok ve Rokoko mimari ve bezeme
detayları görülür (Kuran 1977, 323)
18.yüzyıl ikinci yarısında yapılan camiler, Nur-u Osmaniye’nin çizgisinde yeni bezeme
unsurları sergilemeye devam ederler. (Renda 2002a, 267). III.Mustafa zamanında 1759-
1763 arasında inşa edilen Laleli Cami Nurosmaniye’deki barok görünüşün hafifleyerek
yerlileştiği, Nusretiye Cami ise kubbe açıklığının 25 metreye çıkarak zeminden sıyrılan
yükselen yeni anlayışın yansımalarıdır (Kuban 1954, 30-35). Dönemin ünlü sermimarı
Mehmed Tahir Ağa’nın “yeni üslubun Türk geleneği içindeki yorumunu” gösteren Lale
Cami’si (1759-1763), Üsküdar’daki Ayazma Camisi (1757-1760) ve I. Abdülhamid’in
yaptırdığı Beylerbeyi Camisi 1778 değişen anlayışın diğer temsilcileridir (Batur 1985,
1044).
III.Selim ile mimari üslup içinde yer almaya başlayan ampir üslup pek dini yapılarda
kendine kullanım alanı bulamamıştır. Ancak yine de, Eyip Sultan Camisi’nin taçkapıları,
Fatih’te Nakşıdil Sultan’ın Barok planlı türbesinin süslemeleri (1818) ve Surlar
yakınında Küçük Efendi Külliyesi’nin Barok-Ampir karışımı bezemesi örnek olarak
verilebilir. (Kuban 2007, 605).
Oryantalizm, 1871 tarihli Pertevniyal Valide Sultan Camisi, 1885-86 tarihli Yıldız
Hamidiye Camisi, Osmanlı mimari geleneğine yabancı ama Doğu’dan Mağrip-Endülüs
üslubundan alınma kubbe ve kemerler formları , tablalar, moresk başlıklı sütunlar ve
bezemeler ile oryantalist akımın dini mimarideki temsilcileri olmuşlardır (Saner
1998, 63-109).
78
Balyanların çalışmalarından olan Mecidiye cami (1848), Bezmialem vadile sultan için
yapılan Dolmabahçe Camii’ni, Ortaköy cami hakim olan dini yapıdaki üslubun
yansımalarıdır. Ortaköy camisine kadar bütün üslupsal değişikliklere karşın cami
imgesini yadsımayan bir tasarım endişesi olmuştur. (Kuban 2007, 640).
Sonrasında II. Abdülhamid zamanında inşa edilen Yıldız Camisi ise tümüyle farklı bir
üslubun ürünüdür. Minareleri kaldırıldığını zaman cami olduğunu savunmayı
zorlaştıracak, geç gotik pencere tasarımı, mihrap önünde değil de daha ibadet
bölümünün girişine yakın bezemesel ve simgesel kubbe, oryantalist motiflerin egemen
olduğu seçmeci üslup yine dönemin sermimarı Sarkis Balyan’ın tasarımıdır (Kuban
2007, 640).
5.2.3. Saraylar
Bu ilk kıpırtılardan sonra esas değişim III. Selim döneminde, kızkardeşi Hatice
Sultan’ın Ortaköy’de (Boğaziçinde) Avrupalı ressam ve mimar Melling’e bir sahilsaray
inşa ettirilmesi ile başlar ( Akbaş 2005, 125). Melling’in Neoklasik üsluptaki sarayı
dışında yine günümüze gelemeyen ancak Allom’un Walsh’ın 4 kitabında bulunan
gravüründe görülebilen II.Mahmud’un Boğaziçi’ne 1830’a doğru yaptırdığı saray da
Neoklasik üslubun izlerini taşır (Eyice 1981, 170). Boğaz’da, Dolmabahçe ile Beşiktaş
arasındaki sahil şeridi yeni saray algılayışının uygulanacağı bölge olacaktır (Çelik
1998, 103). Bu sarayların mimari ve mimari bezemelerindeki Avrupai beğeni iç
dekorasyonda da kendini gösterir.
4
Th.Allom ve R. Walsh , Constantinople and the scenery of the seven Churches of Asia Minor illustrated
, London (1938) Eyice dipnot 9
79
(Çelik 1998, 103). Aslında Dolmabahçe Sarayı, İstanbul peyzajı içinde Topkapı
Sarayı’nın bir antitezi ve karşı kutbudur. (Kuban 2007, 624) Sarayda Avrupa Neoklasik
üslup bütün ihtişamı ile kullanılmış; özellikle cadde üzerine açılan büyük tören kapısı ,
Avrupa saraylarının taht salonlarının benzeri olan ortadaki büyük Muayede salonu
Neoklasik etkilerin açık ifadeleri olarak karşımıza çıkar (Eyice 1981, 171). Tanzimat
döneminin en büyük yapı kompleksi olan Dolmabahçe Sarayı, içinde ve dışında
baroklaşan yoğun Ampir süslemeli Batı tarzda Balyanlar tarafından tek parça yapı
kütleri olarak kurulmuş, ancak yine de Osmanlı sahilsaray ve Beşiktaş Sarayı
geleneğini izlerini de taşımaktadır (Esemenli 2002, 37).
Dolmabahçe Sarayı’nın diğer önemli bir yanı da çok pahalıya mal olması ve
finansmanının Kırım savaşı sırasında Avrupalı bankerlerden alınan borçla
sağlanmasıdır (Kuban 2000, 369). Kuban, “devletin ekonomik olarak iflas halinde
olduğu bir dönemde Abdülmecid’in bu megalomani gösterisini bir öçlüde kabul
ettirecek tek yargının Osmanlı Sultanı’nın arkasında çok görkemli bir İmparatorluk
tarihinin varlığı olduğu” görüşünü dile getirir.(2007, 624)
İstanbul’da daha ufak boyutlu Ihlamur (1855) ve Göksu (1857), Adile Sultan ( 1853)
sarayları ve Beykoz Kasrı (1854) belki Dolmabahçe kadar görkemli değildirler ama
gerek anıtsal merdivenleri, gerekse dış pencerelerde yoğunlaşan bezemeleri ve iç
mekan tasarımları aynı seçmeci Balyan mimari üslubun ürünleridir (Renda 2003a, 273)
Çırağan sarayı, Balyan ailesi üyelerinin tasarımı olarak 1871’de tamamlanır (Saner
1998, 56-579). Mahmud, Sultan III. Selim’in kardeşi Beyhan Sultan tarafından
yaptırılan büyük ahşap sarayı yıktırıp Ampir cepheli yeni Çırağan Sarayı’nın inşası
emrini verir (Esemenli 2002, 49). Planı açısından Dolmabahçe Sarayı’nda kullanılan
şemanın daha ileri ve daha kristalize olmuş bir örneğidir ancak daha yetkin ve klasik bir
sadeliğe sahiptir (Batur 1985, 1065). Çırağan Sarayı’nın bir özelliği Dolmabahçe ve
Beylerbeyi saraylarının haraketli kütlelerine karşın 124 metre uzunluğunda 24 metre
80
yüksekliğinde hareketsiz prizmatik bir kütle oluşudur. Bu Boğaz’da sultanlara ait yalı-
saraylar geleneğinden kopmuş bir tasarım tavrıdır (Kuban 2007, 624) Milli saraylar
arşivindeki kayıtlardan Çırağan sarayının yapımına 1863 yılında başlandığı 1874’e
kadar sürdüğü ve 1880’de yapılan usta ödeme kayıtlarından hala çalışmaların devam
ettiği anlaşılmaktadır.(İrez 1999, 402) Çoğu araştırmacı sarayın yapımının dönem
mimarlarından Nigogos Balian’ın çalışması olduğunu söylemelerine karşın, arşiv
kayıtlarındaki belgelerde Balyan ailesinin diğer fertleri Sarkis, Kirkor, Agop,Levon
isimlerinin de ödemelerde geçmesi bu yapının tam bir Balyan workshop işi olduğunu
gösterir (İrez 1999, 400). Çırağan Sarayı’nda seçmeci tutumun özellikleri rahatlıkla
izlenir. İç mekanlarındaki oryantalist mimari en üst noktaya ulaşır ve Stuttgart
yakınlarında I.Wilhelm için inşa ettirilmiş olan Wilhelma Sarayı’nın salonlarında
kullanılan aynı Elhamra sarayı şemalarını, burada rahatlıkla izlemek mümkündür.
(Saner 1998, 56-579).
Ahşap kasırlar ve köşkler dışında Osmanlıların son sarayı Yıldız Sarayı’dır. II.
Abdülhamid (1876-1909) daha önceki sultanların köşklerinin bulunduğu Yıldız’da,
Beşiktaş’a ve güzel manzaralı bahçelere bakan tepelerde, bütün İstanbul’u ve Boğaz’ı
gören büyük bir konut kompleksi inşa ettirmiştir (Kuban 2000, 370). “Harem bahçesi
dışında Yıldız hasbahçesi’nin en büyük yapısı Şale (Chalet) Köşkü çeyrek yüzyılda
eklerle büyümüş bir yapıdır. Öne küçük merkezli yapı 1879-1880 yılları arasında
yapılmıştır, sonrasında 115 metre uzunluğunda bir yapı bloğuna dönüşür ve dış mimari
tasarımı Alplerdeki bir dağ köşkü daha doğrusu oteli niteliğindedir. İkinci bölüm Alman
İmparatoru II.Wilhelm’in İstanbul’u ziyareti sırasında onun kalacağı bir resmi konut
olarak devletin başmimarı Sarkis Bey Balyan tarafından yapılmıştır.” (Kuban 2007,
627). 1898 yılında II.Wilhelm İstanbul’a ikinci kez geldiğinde ise üçüncü bölüm
D’aranco tarafından eklenen merasim dairesinde anıtsal mermer merdivenler, ana
merasim salonunda kimi neoklasik barok karışımı duvar ve tavan süslemeleri hatta yer
yer rokoko ayrıntıları dikkati çeker (Renda 2002a, 277).
Pera ve Galata’daki Osmanlı ve Levantenlerin hastaneleri, Batı ile paralel olarak gelişen
ve pek çok opera ile tiyatronun aynı zamanda sahneye konuşu dolayısıyla tiyatrolar,
eldeki mal fazlasının pazarlandığı dışa dönük pasajlar, apartmanlar bu yeni yapı
tipolojisinin üyeleridir (Akbaş 2005, 127-129). Bu hercümerin içinde yükselen yeni iş
hanları, alt katları Rönesans tarzında sıra sıra kaba taş döşenmiş, cepheleri çeşitli klasik
detaylarla bezeli dört veya beş katlı görkemli ve ağır bir taş yapılardı ve her ne kadar
klasik unsurlar ön plandaysa da neogotik , neobizans ve yeni İslamcı motifler de
görülebilmekteydi. (Çelik 1998, 102). Pera’daki binalarda en çok neoklasik üslup
görülürken, semtin neoklasik şahsiyetinin belirlenmesinde, birbirleriyle anıtsallıkları
bakımından yarışan yabancı sefaretlerin payı büyüktür (Çelik 1998, 105). İstanbul
konut sistemine bir başka çözüm 19. yüzyılın son çeyreğinde sıra evleri içerir ki çok
sayıda konutu içeren dizilerle belirli bir kesimin konut gereksinimine çözüm aramakla
Batılı bir yaklaşım olduğu kadar bazı dizilerin vakıf mülkü olarak inşa edilmeleri de
yerel çözüm olmuştur (Denel 1982 53-54).
Batılılaşma dönemine kadar padişahın presti yapısı olarak cami ya da külliyeler inşa
edilmekteyken, bu dönemde develerin ve ordunun prestij yapısı olarak ilk sırayı kışlalar
almış; “insan ölçeğinin dışına taşan boyutlarıyla İstanbul siluetinin görsel algılama
biçimini” değiştirmişlerdir (Yetişkin 2005, 98).Genellikle neo-barok, neo Rönesans ve
ampir üslubu gibi batılı mimari üslupların kullanıldığı, büyük boyutlarıyla geniş alanlar
isteyen kışlalar “ o günkü kent içi alanlarının dışına veya sınırına” hatta Kuleli bahçesi
içine Kuleli Süvari Kışlası, Üsküdar Kavak arazisinin yerine Selimiye kışlası gibi
genellikle has bahçelerde ve bu bahçelerin içinde yer alan sivil yapıların yerlerine inşa
edilmişlerdir. (Yetişkin 2005, 98)
Davutpaşa Kışlası, Rami Kışlası gibi kent çevresindeki surlar dışındaki Asakir-i
Mansure kışlaları da Krikor Amira Balyan’ın tasarladığı yapı geniş profilli saçak
silemleri vurgulanmış kat kornişleri ve pilastırlarıyla Neo-Klasik üslubun yansımalarıdır.
(Kuban 2007, 556). 18. yüzyılın sonundan itibaren Avrupa Batı modeli ile yapılmış
ilk yönetim binaları, 19. yüzyılın ikinci yarısının ilk onlu yıllarına gelindiğinde Batı
Avrupa’nınkinden artık ayırt edilemez olmuştur (Cerasi 1999, 282).
Dönemin sanayi yapıları ise, iyice sade ampir veya neoklasik üslup özellikleri taşıyan
pavyonlar halinde inşa edilmiş ve genellikle lineer bir yerleşime sahip, strüktürde
dönemin teknolojisini kullanan uygulamalardı ki hayli mütevazi bir teknoloji kullanımı
getirmesine ve geniş perspektiflere açılmamasına karşın bu sanayi yapıları mimaride
teknoloji boyutu için belirli bir birikim sağlamışlardır ( Arel, 1985 1060)
5.3.Süsleme
gravür baskı resim olarak sıralanabilir. (İrepoğlu 1986, 61). Bu resim ve kitaplarda
birçok sayfa üzerine Osmanlıca açıklama kağıtları yapıştırılmış ve ya açıklama
doğrudan doğruya yaprağın üzerine yazılmıştır. (İrepoğlu 1986, 61).
Batı rokoko üslubu etkilerinin nedenlerini yalnız bu kaynak eserlere bağlayamayız ama
Topkapı Sarayı Harem bölümünde somut olarak karşımız açıkan bazı motifler bunların
örnek olarak kullanıldığını kanıtlar (İrez 1990, 32). Bu resim ve kitaplarda birçok sayfa
üzerine Osmanlıca açıklama kağıtları yapıştırılmış veya açıklama doğrudan doğruya
yaprağın üzerine yazılmıştır. (İrepoğlu 1986, 61). Ayrıca 28 Çelebi’nin Paris sefareti
dolayısıyla Saray Hazinesi’ne giren bu eserlerin etkileri yalnızca Sâdabad’la kalmamış,
dağılıp, genişleyerek devam etmiştir (İrez 1990, 32). İlk yabancı motif III. Ahmet
çeşmesinin saçağında görülen akant frizidir ve Tophane çeşmesinin pahlı köşelerindeki
stilize edilmiş deniz kabuğu motifi ile “S” ve “C” kıvrımları ile yeni bir anlayış
hakimiyetini hissettirirken 1740 sonrasında Avrupa dekorasyon motifleri çeşme ve
sebillerin satıhlarını istale edecektir (Kuban 1954 105).
Rokoko birleştirici ve seri halindeki kompozotif tekniğe daha çok gevşeklik vererek
köşe çözümlerini, şeffaflıkları kütlelerin karşılıklı diagonalitesini ortaya çıkarma
eğiliminden en iyi biçimde yararlanmaya izni verecektir. (Cerasi 1999, 266). Melling,
biri Beşiktaş’ta diğeri Ortaköy’de defterdar burnunda olmak üzere yaptığı ve günümüze
ulaşamayan ancak kendi albümünde detaylı görülebilen iki sarayın süslemelerinde
panolar içinde vazo motifleri, kapı üzerinde coquilleli kartuşlar guirlande (çelenk) gibi
Batılı süsleme detaylarını kullandığı görülebiliyor. (Kuban 1954, 73). Melling, Hatice
Sultan Sarayı’nda, Sultan’ın isteği üzerine, balmumu ve kabartma resimler hazırlamış,
onayını aldıktan sonra, bu tasarımları gerçekleştirmiş ve ayrıca sarayın eski altın yaldız
84
gözü yoran bezemeleri kaldırarak yerine çeşitli renklerin kullanıldığı zarif ve zevkli bir
bezeme uygulamıştır (Arslan 1993 116)
II.Mahmud’un saltanatında 1808-39 kesin bir saltanat modası olan Ampir tasarım ve
bezeme bu kez yerli sanatçıların yorumunu içermeden, doğrudan Fransız modellerini
taklit ederek Rokoko bezemenin yerini almış; bezemesel sözlüğü sınırlı ve sade olan
Ampirin ciddiyeti geçen yüzyıldan kalan Barok anılar nedeniyle hafifletmiştir (Kuban
2007, 605). Ampir üslubunun motifleri bütün 19. yüzyıl boyunca özel ya da kamuya ait
yapılarda dayanıklı moda öğeleri olarak kullanılmıştır.
Batılılaşma süreci içinde Oryantalizm ve Art Nouveau Avrupa’dan nakledilen diğer iki
önemli mimari akım olmuş ve bezeme detaylarında ağırlıklarını hissettirmiştir.
Oryantalizmin bezeme dağarcığı Elhamra sarayı başta olmak üzere Doğu’dan
Mağrip-Endülüs üslubundan alınma kubbe ve kemerler formları , tablalar, moresk
başlıklı sütunlar ile şekillenmiş ve Osmanlı topraklarında uygulama alanı bulmuştur
(Saner 1998, 56-109). Art Nouveau ise, İstanbul’da 1905 ile 1925 arsında inşa edilmiş
konutlarda, ortak özellik taşır şekilde, floral motiflerin kullanıldığı örneklerde bile
Fransız ya da İtalyan üslubundaki gibi tüm cepheyi saran ve yayılan bir dekorasyon
göstermeyen renksiz bir kullanım tarzına sahiptir (Batur 1985b, 1087-1088).
5.4. Resim
Osmanlı’da resim sanatı mensubu bulunduğu İslam dünyasının sanat geleneğine uygun
olarak kitap resim sanatı ya da daha bilindik bir ifade ile minyatür tarzında varlığını
sürdürmüştür. Ancak sanatın her alanında olduğu gibi Lale devri ile birlikte resim
sanatında da değişim kaçınılmazdı. Değişim kitap resim sanatında, sadece konu ve
85
üslup ile sınırlı kalmayacak, resim kitap sayfalarından çıkarak tuval ve duvar gibi
alışılmadık alanlarda uygulanabilir ve kabul edilir hale gelecektir.
Kitap resim sanatındaki değişime kısaca bakacak olursak bu alanda en önemli sanatçı
Levni ve onun üslubunun başat rolü üstlendiği görülür (İrepoğlu 1999a). Levni’nin
Surname-i Vehbi adlı eseri, resimli Osmanlı el yazmalarının son önemli örneğidir ve
her figür, her olay, her mekan son derece açık gösterilmiş, şenliği kendine kendine
yorumlarken kişisel deneyiminden hareket etmiştir (Atıl 1999, 34-37).
II.Mahmud, Batılılaşma süreci içinde, diğer konularda olduğu gibi portre konusunda o
zamana kadar eşi benzeri görülmemiş uygulama yapan sultan olarak karşımıza çıkar.
Bizzat kendi resmini Şeyhülislâm’dan başlayarak birçok devlet görevlisine hediye
etmiş, kışla ve devlet dairelerine resmini astırmış, paraları da kendi portresi ile
bastırmak istemiş ise 1837 başlarındaki büyük tepki nedeniyle geri çekilmiştir; ancak
kendi çevresine karşı resim konusundaki tutumu devam edecekti ve bu tavırları
nedeniyle 1826 Osmanlı resim sanatında figürün yaygınlaşması açısından önemli bir
tarihtir (Baykara 1980 514). Ayrıca, II.Mahmud resmi portrelerinin çoğunda Avrupalı
hükümdarların portelerinde sıklıkla uyguladıkları ikonografyayı izlenmiştir (Renda
2000,442). Abdülmecid’in ve Abdülaziz döneminde de devam eden bu yeni
ikonografyalı portecilik geleneği madalyon üzerinde uygulamaları süreklilik kazanır,
ancak Abdülaziz döneminde fotoğrafın Osmanlı topraklarına gelişi anıtsal porte
geleneğinin sonu olurken fildişi ve madalyon ve küçük boyutlu portre geleneğinin
II.Abüdlhamid, V.Mehmed Reşad ve VI.Mehmed Vahdeddin dönemlerinde
yaygınlığını korumasına engel olmamıştır (Renda 2000,454- 460).
19. yüzyılda İstanbul’a gelen Batılı ressamlar üç gruba ayrılabilir. Bunlardan birinci
grup, buraya saray tarafından çağrılmış ya da elçiliklerin aracılığıyla saray’a kendini
tanıtmış sanatçılar; ikinci grup kente kendi olanaklarıyla gelen, atölye kurup Avrupalı
gezginlere İstanbul resimleri satıp Osmanlı elitlerinin portlerini de yapan gezgin
ressamlar; üçüncüsü ise İstanbul’a kısa süreliğine gelen atölye kurmayıp dönen
Avrupa’nın ünlü sanatçılarıdır. (Germaner; İnankur 2002, 63). Sanat ortamını
destekleyen bir diğer grup Pera merkezinde toplanan, Levanten ve gayrı Müslimler
nüfustur. 18. yydan beri Avrupalı ressamların Pera’daki elçilikler çevresinde
yerleşmeleri,atölye açıp çalışmaları ile ortamı canlandırmaları ve yapıtlarının da bu
çevrede alınıp satılması burayı önemli bir sanat merkezi haline getirmiş, gayrı
Müslimler de bu ortam içine Avrupa benzeri bir yaşam biçimini sürdürmeyi
istediklerinden hem sanat yapıtı satın alıyor hem de kendileri de sanatla uğraşmıştır”
(Germaner 1996, 132-133).
1850-1900 arası İstanbul’daki sanat etkinlikleri açısından da çok verimli bir dönem
olmuş; 1873-1900 arasında İstanbul’da, özellikle de Beyoğlu’nda açılan çeşitli
sergilerde dönemin önemli ressamları olan Ayvazovski, Bello, Caffi, De Mango,
Gérome, Guillemet, Hayette, Preziosi, Prieur-Bardin, Swoboda, Valeri, Warnia-
Zarcecki ve Zonaro’nun resimleri sergilenmiştir. (İnankur 1993, 81)Gerek bu örnekler
gerekse İstanbul’a o yıllarda gelen ve Osmanlı sanatçılarıyla temas etme olanağını bulan
diğer Oryantalist sanatçılar ve çalışmaları, Guillemet akademisi, Sanayi-i Nefise
Mektebi’nde resim dersi veren yabancı hocalar ilk Türk resim okulunun oluşmasında
önemli rol oynamıştır (İnankur 1993, 81-82).Osmanlı topraklarındaki Levanten ya da
Osmanlı ressamlar çoğunlukla akademik Batı tarzını izlemiş, kimi zaman romantik kimi
zaman da fotografik gerçekliğe öykünen tarzda kimi zaman da empresyonistleri
çağrıştıran açık hava resimler yapmışladır ve hiçbiri arasında ortak bağdaştırıcı bir
üslup bulunmaz. (İnankur 1999, 384).Osmanlı ressamları başlarda ve sonrasında
88
ağırlıklı olarak figürden uzak duran ve perspektifli mimari örneklerin ön planda yer
aldığı, natürmort ve az sayıda iç mekan görünümleriyle daha çok ilgilenen bir tavır
içindedir ki bunlar arasında şeker Ahmet Paşa, Osman Nuri Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa,
Ahmed Şekûr, Ahmed Ziya Akbulut ve Hoca Ali Rıza sayılabilir. (Germaner 1993, 72)
Türk resminde büyük boyutlu figürü ilk kullanan sanatçı olarak hemen Osman Hamdi
akla gelmekle birlikte, Süleyman Seyit Bey ve Halil Paşa gibi küçük janr resimine,
porteciliğe ve figürlü kompozisyonlara yönelen ressamlar da bulunur (Germaner 1993,
72).
Sonrasında duvar resimleri o kadar yoğun beğeni ile karşılanacaktır ki üst düzey devlet
erkanının konak ve yalılarından, İmparatorluğun batısından doğusuna kadar tüm
bölgelerindeki ayanların, bölge zenginlerinin evlerinin duvarlarında kendini
gösterecektir. (Renda 1977, Renda 1978 Renda s. 269). Özellikle Balkan yöresinde
Makedonya, Kastoria, Ambelakia ve Ege adalarında bugüne kalabilmiş örnekler ve
Suriye, Filistin, Mısır gibi eyaletlerdeki duvar resim geleneği ürünleri de bulunuşu
önemlidir (Renda 1998b , 317b; Renda 1998a, 104a; Renda 1978, 715; renda 1997 93-
97). Osmanlı’da duvar resim geleneğinin Kapadokya bölgesinde Sinasos’taki
Gayrimüslim evlerinde, figürlü anlatımları ile de önemli olan duvar resimleri,
genelinde modernleşme çabalarıyla yeni zevk ve beğenileri benimsemiş Müslüman ve
hristiyan yerli sanatçıların eserleri olarak kabul edilebilir (Özbek 2005 53-55). Duvar
resimleri bir gelenek halini alarak sadece sivil mimaride değil Yozgat Çapanoğlu
camisinden Muğla Şeyh Camisi’ne, Merzifon Kara Mustafapaşa Camisi’nden Soma
Hızır Bey Camisin’e kadar örnekleri artrırılabilecek sayıdaki dini yapılarda manzara,
tek yapı tasviri, natürmort ya da denizden görüntüler şeklinde çeşitlendirilebilecek bir
duruma gelmiştir. (Arık 1988).
89
BÖLÜM VI
Osmanlı tezhip sanatı için “klasik” olarak isimlendirilen sürenin 15. yzüyıl ortalarından
17 yüzyıl başına kadar bir zaman dilimini içine aldığı söyelenebilir. (Didinal 1990, 35).
Lale Devri ile başlayan ve çiçeklere olan ilginin de pekiştirdiği Ali Üsküdari gibi
nakkaşların natüralist çiçek tasvirleri (Ünver;Mesera 1999, 19) öncesinde klasik
Osmanlı bezeme dağarcığının üyeleri hatai, rumi, bulut, penç, şeklinde sıralanabilir ve
üsluplaştırılarak kullanılan motiflerde ne tabiatın kopyasını ne de tamamen zıd düşen
şekilleri görmek mümkündür (Derman; Birol 14).
Batılılılaşma sürecinin karakterini tek kelimeyle ifade etmek zorunda kalırsak seçilecek
kelime “değişim” olacaktır. Tezhip de bu dönemin içinde varlığını sürdüren bir sanat
dalı olarak şüphesiz “değişim”e katılmıştır. Ancak nelerin nasıl değiştiğini daha iyi
gözden geçirebilmek adına, daha önceki yüzyıllardaki tezhip sanatının özelliklerini
kısaca gözden geçirmek yerinde olacaktır.
Tezhip ile ilgili çalışmalarda her zaman dile getirildiği üzere tezhip aslında Arapça bir
kelime olan “zeheb” yani altınlamak kökünden türetilmiştir (Özönder 2003, 198). Bu
türetimde altının tezhibin ana malzemelerinden biri olmasının payı büyüktür. Bu sanatı
icra edenlere verilen sıfat “müzehhip” olmakla beraber, klasik dönemde nakkaş olarak
anılmışlar, 19. yüzyılda ise “mücellid” ünvanı da kullanılmışlardır.
.
Türk tezhip sanatının doğuşunu Orta Asya’ya Uygur Türklerine bağlayan çoğu
araştırmacı, İlhanlı ve Selçukluların Anadolu’ya doğru hareketlerine bağlı olarak İran
üzerinden bu topraklara geldiği ve Anadolu Selçuklu ve Beylikler dönemi
uygulamalarından sonra Osmanlılar ile zirve noktasına ulaştığı şeklinde genel bir
tarihçeyi sunmaktadır. (Ersoy 1988, 20 ; Özkeçeci 2007, 31).
90
En erken tarihli Osmanlı örneği, Ahmed Dai’nin kendi hattıyla 816 H./1413-14 M.
yılında yazdığı Divan’ının unvan sayfasının, içi, mavi ve siyah renk zemine altın yaldız
rumîlerle dolu oval bir şemseyle başlangıç sayfası, aynı renk ve desende başlıklı
tezhibidir (BİK Orhan C.No. 1196) (Tanındı 1993, 401; 1999, 122). Sonrasındaki örnek,
II. Murad dönemine ait merkezi geometrik düzen içinde rumi motifleriyle hazırlanan bir
kompozisyonlu musiki kitabıdır (TSMK R. 1726) (Derman 1998, 239; 2002). Bu eserin
tezhibindeki oldukça canlı açık lacivert, kırmızı, yeşil, siyah renklerin altınla dengeli
kullanımı ve rumilerin yanı sıra çok stilize küçük çiçeklerin kullanımı sonrasında Fatih
devrinde etkin olacaktır (Demiriz, 2000, 978). Fatih devrinde sernakkaş olan Özbek
asıllı Baba Nakkaş’ın önderliğindeki nakkaşhane, bir elden ve bir temel esas üzerine
oturtarak tezhibin de içinde bulunduğu süsleme ve el sanatlarının merkezi konumunda
eserler üretecektir (Ünver 1958, 8) . II.Bayezıd dönemi ise tezhip için önemli bir
dönemeçtir. Tezhibin önem kazanmasında Sultan’ın kendisinin de tezhiple uğraşmış
olmasının payı (Edhem 1970, 26) yadsınmamalıdır. II.Bayezid dönemi ile Şeyh
Hamdullah’ın Kur’an-ı Kerim’lerinde (İÜK A.6662) görülen tezhiplerde de görüleceği
gibi sayfa düzeni son şeklini alacaktır (Derman 1999, 112; Derman 1998, 294)
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı sonrasında Türkmen asıllı sanatçıları Osmanlı
nakkaşhanesine getirişi (Bağcı; vd. 53) ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde
Tebriz’den “Saz yolu” denen üslubun yaratıcısı olan olan Şahkulu (Mahir 1986,114)
gelmesi nakkaşhane dolayısıyla da tezhip için önemli adımlardır. Sazyolu üslubunun en
temel ilkesi desende tekrarlama olmayışıdır (Derman 1998, 294). Saz yolunun
açıklamasını Banu Mahir şu şekilde vermektedir: (1987, 123-140; 1988, 28-37)5
“Hançeri yapraklar arasında ejdarhalar, kuş, arslan, fil, panter, maymun, tavşan,
geyik gibi hayvanlar hep orman dünyasına ait hayvanlar ile perilerin, atlı avcıların,
hatayî terimiyle ifade edilen çeşitli stilize çiçeklerin ve sivri uçlu, kıvrık hançerî
yaprakların oluşturduğu kompozisyonları tek bir kelimeyle ifade edebilmek için
“Saz” denilmiş olmalıdır. “
Bezemede özgün bir tarzı olan Kara Mehmed Çelebi (Karamemi) ise Şah Kulu’nun
öğrencisi olmuş, 1540-1566 yılları arasında da Saray nakkaşhanesinde çalışmıştır
(Tanındı 1999, 123). Karamemi’yi önemli ve özgün kılan, Muhibbî (Kanuni Sultan
Süleyman) Dîvânı’nında (İ.Ü.K. T. 5476) da görüleceği gibi, bahçe çiçeklerinin daha
natüralist bir ifade ile tezhibe ilk dahil eden ve bolca kullanan sanatçı olmasından
kaynaklanır.(Derman 2000, 241) Tezhipte bu tür natüralist çiçek üslubu, Karamemi’nin
5
“Saz” kelimesinin 14. yüzyıl Türkçesinde, çeşitli vahşi hayvanların yatağı olan balta girmemiş, sık
vegür ormanı tanımladığını belirtmektedir.
91
çağdaşı Mehmed bin İlyas tarafından oldukça ilkel bir üslupta kullanılması dışında
(TSM H.S. 5) ne başka Karamemi’nin çağdaşı müzehhiplerce ne de sonraki yıllarda
böylesine yaygın olarak kullanılmıştır (Tanındı 1993, 404; 1999, 124) 16. yüzyılın
ikinci yarısından tezhiplerde sayfanın hemen tamamının tezhiplenmesi, desen ve
işçiliğinin inceliği yanında altın çok kullanılması özellikle halkârî tekniğinin yoğun
kullanımı dikkat çeker (Ersoy 1988, 58-59) Kanuni devri tezhiplerinde sıkça çintemani,
sarılma (pîçîde) rûmî motiflerinin kullanım alanı bulması, çift tahrir veya havalı
adlandırılan ve küçük helezonlar üzerine ufak hatayi motiflerinden meydana gelen
üslup bu yüzyılın sonrasında da uzun bir süre varlığını devam ettiren özelliklerindendir
(Derman 2000, 241)17. yüzyıl için, tüm sanat dallarını da kapsayan bir görüş tezhibi de
kapsar. Uygulamalarda da bir gerilemenin var olduğu ve önceki yüzyılın ivmesi ile
sanatın varlığını devam ettirdiği söylenir (Tanındı 1993, 404; Derman 1999, 113).
18. yüzyıl, ilk çeyreğinde Lale devri ile başlayan ve sonrasında da değişim rüzgarının
devam ettiği bir yüzyıldır. Bu dönem tezhibinde iki eğilimden birinde klasik anlayışın
içinde büyük çiçekli iri ve karışık daha inceliksiz süslemeler diğerinde ise barok
motiflerin vazo, saksı ya da sepet içine yerleştirilmiş çiçekler şeklinde motifler ağırlıkta
olmuştur (Demiriz 2000, 979; Derman 2002, 296). Bu konuda ustalar arasında Ali
Üsküdari başı çeker ama Ruganî Ali, Ruganî Çelebi, Abdullah Buhârî ve Seyyid
Mehmed gibi sanatçılar da çiçek ressamı olarak eserler vermişledir (Derman 2002, 296)
Ali Üsküdari ,”tezhipte çağdaşı biçimlerle geleneksel olanları kaynaştırarak kendine
özgü yorumlar yapmıştır” (Tanındı 1993, 406). Sadeliği esas alan üslup özelliklerinde
natüralist çiçekler ve rokoko tarzı motiflerin karakteristik desen anlayışı ile uyum içinde
kullanımı göze çarpar (Duran 1999, 129)
Batılılaşma sürecinin hızının kontrol dahi edilemediği bir dönem olan 19. yüzyıl tezhip
sanatı için örnekleri daha detaylı olarak incelenmeye başlandığında güzellik-çirkinlik
sorunu ötesinde bu yüzyılın çelişkilerinin ve mücadelelerinin izlerini taşıdığı
görülmektedir. Katalogdaki örnekler ve değerlendirmesine geçmeden önce, en azından,
19. yüzyıl tezhip sanatının, ait olduğu yüzyıl kadar ilginç bir karaktere sahip olduğu
söylenebilir.
92
KATALOG 1
Sayfa 1b-2a’da yer alan dikdörtgen planlı serlevha tezhibinde klasik kompozisyon ve
batılı motifler kullanılmıştır.
Ortada dikdörtgen içinde yedi satırlık Fatiha ve Bakara surelerinin bulunduğu yazı
kısmı bulunmaktadır. Daire şeklindeki duraklar bazen geometrik bazen de bitkisel
süslemelidir. Besmele üzerinde gül ve kasımpatı gibi çiçeklerden oluşan bir çelengin
taşıdığı buket tasviri işlenmiştir. Çelenk ortadaki bir kancaya takılmış şekildedir ve
diğer iki yanındaki kancalara takılı halde çelenk içinden geçen mavi bitkisel bir
düzenleme bulunmaktadır. Koltuk kısmında ise iki sıra halinde halinde “c” formunda
yaprak dizisi bulunur. Beyaz olan dizide, her “c” kıvrımının birleşimine birer beyaz
akantüs işlenmiştir. İç kısımları kırmızıdır. Diğer dizinin yaprakları sarı içleri yeşil
boyalıdır.
Üstte ve alttaki dikdörtgen bölümdeki tezhipler birbirlerinin aynıdır. Ancak dört yönden
çevreleyen arasular birbirinden farklıdır. Üsttekinin arasuyunda, turuncu zemin
üzerinde içleri siyah sarı dörtgenler daha uzun tutulmuş pembe zeminli dörtgen
kartuşları birbirine bağlamaktadır. Dörtgen kartuşun ortasında birer gül tasviri
işlenmiştir. Alttakinin arasuyunda ise içe ve dışa bakan mavi “c” form dizisi işlenmiştir.
İç kısımlarında sarı zemin üzerinde sapları ile birlikte beyaz sümbülteper işlenmiştir.
93
Pembe, eflatun ve hardal sarısı gibi geleneksel tezhipte kullanılmayan yeni renkler
tonlamalı olarak kullanılmıştır.
Yazı kısmını ve tezhibi dıştan üç yönden çevreleyen arasuyunun zemini tonlamalı mavi
boyalıdır. Pembe içe ve dışa bakan “c” form dizisinin iç kısımlarında sapı ile birlikte
pembe bir sümbülteber tasviri bulunmaktadır.
Dıştaki kenarsuyu siyah zeminli beyaz çerçeveli ve kırmızı zeminli sarı çerçeveli
rocaille kartuşların dönüşümlü kullanımı ile oluşturulmuştur. Her iki kartuşta da rokoko
çiçek demetleri tasviri kullanılmış ancak beyaz kartuşlardakiler daha büyük ve çeşittedir.
Sayfaların cilde birleşen taraflarındaki altın yaldız zeminli arasuyu üzerinde kasımpatı,
sümbülteper, şebboy, zambak gibi sapları ile birlikte işlenmiş çiçekler bulunmaktadır.
94
KATALOG 2
Sayfa 1b-2a’da dikdörtgen formlu serlevha tezhibi bulunur. Klasik motiflerle birlikte
batılı motifler birlikte klasik bir kompozisyonda ele alınmıştır.
Dikdörtgen çerçeve içinde yedi satırlık Fatiha ve Bakara surelerinin bulunduğu beyn-
es-sütur yazı kısmı yer alır. Ancak beyn-es-süturlarda küçük tomurcuklarla bezeli ve üç
nokta iğne perdahlıdır. Daire şeklindeki altın yaldız durakların üzeri geometrik
süslemelidir. Koltuk, yazı ve üstteki dikdörtgen tezhibin çerçevelerinde 1,5 mmlik altın
yaldız üzeri kırmızı noktalı arasuları kullanılmıştır. Koltuk kısımları ½ simetriktir.
Şemse kartuşu diklemesi yerleştirilmiş ve iç tarafında hatai motifinden çıkan kıvrık
dallar ve onların ucunda tomurcukların olduğu bir kompozisyon işlenmiştir. Üç nokta
iğne perdahı bulunur. Şemse dışında ise yoğun iğne perdahı vardır. Boşluklar pençlerle
doldurulmuştur. Bitkisel bezeme detayları kırmızı renk ile belirginleştirilmiştir.
Üstteki ve alttaki dikdörtgen tezhibi çevreleyen 4 mm’lik bordürün yüzeyi penç dizisi
işlidir. Bu dikdörtgen bölümün iç kısmına, yatay şekilde iç içe iki şemse
yerleştirilmiştir. İçteki şemse başlık kısmıdır ve zemini altın yaldızdır. Dışta onu
çevreleyen şemse zemini üç nokta iğne perdahlıdır ve pembe tomurcuk ve pençlerle
doldurulmuştur. Dikdörtgen ile arasında kalan boşluk ise yoğun iğne perdahlıdır ve
kıvrılan saplar üzerindeki tomurcuklar buraya doğru geçiş yapmaktadır.
Dış kenarsuyun ayırma rumilerle iki ana paftaya ayrılmıştır. Ayırma rumilerin çerçeve
olduğu pafta cetvele bitişik devam etmektedir. Zemin iğne perdahlıdır. Her iki pafta
kıvrık dallar üzerindeki pençler ile bezelidir. Dıştaki pafta belli aralıklarla kartuşlar
yerleştirilmiştir. Kartuşların zemini siyan tonlamalıdır ve rokoko üslubunda çok
kullanılan tarzda çiçek buketleri işlenmiştir. Bu çiçekler tezhibin altın yaldız zemini
95
üzerindeki geleneksel pençlerden farklı olarak Batı tarzının bir uygulaması olarak
karşımıza çıkmaktadır. Buketlerde gül, zambak ve kasımpatı gibi çiçekler
seçilebilmektedir.
Tığlarda altın yaldız ve detayları kırmızı ile belirginleştirilmiş hatailer ile bir mavi ve
iki kırmızı karanfilli demet dönüşümlü kullanılmıştır.
96
KATALOG 3
Fatiha ve Bakara surelerinin yazılı olduğu yedi satırın araları sarı renk altınla beyn-es-
sütur yapılarak doldurulmuştur. Yazının her iki tarafında koltuk tezhipleri mevcuttur.
Burada üst üste yerleştirilmiş uzatılmış altıgen formlu ikişer kartuşun zemini açık mavi
boyalıdır. Ortadaki pençin altında ve üstünde üç taç yapraklı tomurcuk yerleştirilerek
oluşturulmuş bir kompozisyon kullanılmıştır. Yedi satırlık yazının alt ve üst kısmındaki
dikdörtgen ½ simetriktir. Ortadaki kitabe kartuşu dışı kısım rumi ve tomrcukların
kullanıldığı süsleme ile bezelidir.
KATALOG 4
Eser : Divan
Bulunduğu Yer ve Numarası: S.K. Hafid Efendi 298
Tarihi: 1790/91 M.
Dili: Türkçe
Yazısı: Nesih
Ölçüleri: ----
Hattat: ----
Müzehhip: ---
Kağıt Özellikleri: Aharlı kağıt
Kaynakça: (Demiriz 2005, 175)6
Tezhip Özellikleri:
Unvan tezhibine 1,5 mm’lik siyah zemin üzerinde beyaz nokta bezemeli arasuyu ile
geçilir. Yapıştırma altın yaldız varak zemin üzerinde ½ simetrik bir süsleme yer alır.
Merkezde oval içi boş madalyon çevresinde aralıklı yerleştirilmiş yeşil tonlamalı
boyanmış hacimli ve uçları volütlü, Barok-Rokoko üslubunun yapraklarından oluşan
bir kompozisyon kullanılmıştır. Yapraklar tepede içe doğru bakan ve birbirlerine bitişik
üç büyük “c” yapacak şekilde yerleştirilmişlerdir. Yapraklar arasında üçlü gül
demetlerinden oluşan tığlar kullanılmıştır.
6
Fotoğraf (Demiriz 2005, 175)
99
100
KATALOG 5
Tezhib ½ simetrik kompozisyonunda irili ufaklı, ters ve düz “c” formunda kıvrımlı ve
uçları volütlü hacimli yapraklar kullanılmıştır. Tepede yeşil yaprak üzerinde pembe
uçları hurdelenmiş bir palmet ile bezeme sonlanır. Merkezde ortada zemini altın yaldız
bir rocaille kartuş yer alır. Yaprakların kıvrımları arasında kalan boş zemin koyu yeşil,
altın yaldız ve mor boyalıdır. Kırmızı renk ile detayları verilen altın yaldız hatailerin
kullanıldığı tığlar kullanılmıştır.
101
102
KATALOG 6
Unvan sayfası altın yaldız varak yapıştırma zemin üzerine işlenmiştir. İğne perdahı
kullanılmıştır. Tezhibi ortadan ikiye ayrıldığı farz edilirse, sağ tarafta sol taraftakinin
tersi olan kurgu kullanıldığı görülebilecektir. Yapraklar, sol tarafta dışa doğru c
yaparak yukarıya çıkmaktadır. Sağ tarafta ise içe bakan “c” formundadır. Merkezde
ortada karşılıklı içe bakan tarafları karşılıklı yerleştirilmiş yapraklarla bir madalyon
oluşturulmuştur. Ortasında tonlamalı yeşil boyalı henüz açmamış bir gül goncası tasviri
yer alır.
Bu yapraklı düzenlemenin dışı yine altın yaldızdır ama iğne perdahı yoktur. Dikdörtgen
çerçevenin uzun kenarına bitişen ve iç bükey “c” formundaki kurdelenin ortasına
yerleştirilen gül ve çeşitli çiçeklerden oluşan birer barok- rokoko üslubunda buket
bulunur. Daha üst seviyede tepe noktasından dikdörtgenin uzun kenarına bağlanan
kurdele üzerinde şebboy, gül ve karanfillerden oluşan çiçek buketleri işlenmiştir.
7
Fotoğraf (Demiriz 2005, 176)
103
104
KATALOG 7
Metin sekiz satırlık beyn-es-sütur olarak düzenlenmiş ve hatta aralarda üç nokta iğne perdahı
da kullanılmıştır. Duraklar daire formundadır ve üzerleri geometrik ve bitkisel bezemelidir. Üst
tarafta yer alan dikdörtgen tezhibin ortasında altın yaldız zeminli kitabe kartuşu bulunur.
Buradaki bezeme ½ simetriktir. Kitabe kartuşunun dışındaki zemin erguvan tonlamalı
boyanmıştır ve üzerine altınyaldız geçmeli geometrik düzenleme işlenmiştir.
Yazı kısmının sol tarafında içten dışa doğru 2 mm’lik altınyaldız zencerekli, 2 mm’lik
pembe zencerekli ve 1 mm’lik altın yaldız arasuları sıralanmıştır. En dışta 2 mm’lik bir
altın yaldız cetvel yer alır.
Yazı kısmının sağ tarafında ise dikdörtgen dikey yerleştirilmiş bir kenarsuyu bulunur.
Zemin altın yaldız iğne perdahlıdır. Gri-mavi birbirine geçmeler yaparak belli
aralıklarda kırmızı zeminli şemseler oluşturan rumili bir kompozisyon kullanılmıştır.
Rumiler beyaz renkle detaylandırılmıştır. Bağlantı ve birbirlerine teğet geçtikleri
noktalara birer küçük bilyayı andıran bağ motifi olan daireler yerleştirilmiştir.
Unvan tezhibinin altın yaldız ve iğne perdahlı zemini üzerinde merkezde bir oval madalyon
bulunur. Madalyonun zemini siyah boyalıdır ve içinde iki adet pembe katmerli gül ve anemonlu
bir demet tasviri bulunur. Mavi, yeşil, pembe ve eflatun tonlamalı rokoko yapraklar „c“ şeklinde
kıvrımlanarak tepe noktada bir tepsi içinde meyve tasviri ile sonlanmaktadır. Tığ olarak halkari
klasik tığ ile beyaz vazo içinde rokoko buketleri birlikte kullanılmıştır.
8
Eserin orijinal fotoğrafı (Anonim 1990, 262)
105
Sağ tarafta en dıştaki kenarsuyu tamamiyle klasik tarzda bir kompozisyon ve motiflerle
bezelidir. Altın yaldız iğne perdahlı zemin üzerindeki biri altın yaldız diğeri lacivert
boyalı ikili dilimli sarmal kompozisyon simetrik olarak devam etmektedir. Yüzeyleri
dallar üzerinde çeşitli renkteki penç ve tomurcuklarla süslenmiştir. Sayfa ortasındaki
seviyede dışa doğru dış bükey çıkıntı yapan bordürün bu kısmında altın yaldız boyalı
sarmal yerine siyah renk boyalı ve düğüm yapan bir sarmal eklenmiştir. Yüzeyi yine
aynı şekilde bezelidir.
En dışta yer alan klasik kırmız ve lacivert tığlar sayfa boşluğunun az olması sebebiyle
oldukça kısa tutulmuştur.
106
107
KATALOG 8
Metin yedi satırlık beyn-es-sütur olarak düzenlenmiş ve aralarda üç nokta iğne perdahı
da kullanılmıştır. Duraklar daire formundadır ve üzerleri stilize bitkisel bezemelidir.
Yazının üzerindeki unvan tezhibini üç yönden iki adet kenarsuyu çevreler. Dıştan içe
doğru önce altın yaldız zencerek motifli sonrasında pembe renkli çift iplik geçmeli
olan sıralanmıştır. Unvan tezhibinde motifler tamamıyla barok-rokoko özellikleri
göstermektedir. Desen ½ simetriktir. Kompozisyonda altın yaldız bordürler ile
paftalara ayrılmış yüzeyler kullanılmıştır. Merkezde oluşan kartuşun zemini altın yaldız
bezelidir ve üzerinde gül ve naturalist çiçeklerden oluşan bir demet tasviri bulunur. Bir
paftadan diğerine geçen “s” ve “c” yapan dilimli yapraklar eflatun ve pembe tonlamalı
boyanmıştır. Paftaların yüzeyi koyu yeşil ve altın yaldız dönüşümlü olarak
boyanmıştır. Yukarıya doğru taç formunu alan tezhibin dendanlandırılması rumiyi
andıran ancak rokoko havasında yapraklarlar kullanılmıştır. Kırmızı ve lacivert tığlarla
buradaki tezhip sonlanır.
Altın yaldız cetvelin üç yönden çevrelediği bu bölümün hemen sağ tarafında dikey
yerleştirilmiş dikdörtgen kenarsuyu bulunmaktadır. İç kısmına, altın yaldız zemin
üzerinde altın yaldız dörtgen kartuş sıraları işlenmiştir. Kartuşlar iki grup halindedir. İki
farklı grup arasında bir adet pembe tepeden görünüm ile verilmiş çiçek motifi bulunur.
Ayrıca kartuşlar birbirlerine pembe sümbülteper benzeri çiçeklerle bağlanmaktadır. İç
kısımlarına ise gül ve kasımpatı tasvirleri işlenmiştir.
9
Eserin orijinal fotoğrafı (Anonim 1990, 371)
108
En dıştaki kenarsuyunda turuncu ve yeşil iplikle dendanlı, birbirine sarmal yapan iki
paftaya ayrılmıştır. Paftalar, sarı altın iğne perdahlı zemin üzerinde yer alır. Turuncu
iplikli paftanın zemini yeşil altın, yeşil iplikli olanın zemini ise gece mavisi rengindedir.
Her iki pafta dallar üzerinde penç ve tomurcuk bezelidir. Siyah ve turuncu iplikle
dendanlandırılan tezhib mavi ve kırmızı klasik tığlar ile tamamlanmıştır.
109
KATALOG 9
Tezhip Özellikleri:
Eserin 1b sayfasındaki unvan tezhibi bulunur. Kağıdın yüzeyi varak yapıştırma altındır.
Bu sayfayı iki yönden çevreleyen kenar suyu, 2b’de sayfayı üç yönden çevreleyerek
devam eder. Cilde bitişen tarafta siyah cetvelle ayrılmış bir bordür bulunur. Yazı
kısmını ve tezhibi 2 mm’lik altın yaldız cetvel çevrelemektedir. Daire formunda içleri
pembe, mavi ve yeşil ipliklerle oluşturulmuş geometrik geçmeli altın yaldız duraklar
kullanılmıştır. Besmelenin üzerinde üstteki arasuyunun yatay kenarına bitişik zemini
altın yaldız bir kartuş bulunur. Kartuşa “c” yapan küçük mavi yapraklar çerçeve
oluşturmuştur. Kartuşun içinde gül, kasımpatı ve anemonlardan oluşan bir rokoko çiçek
düzenlemesi işlenmiştir. Unvan tezhibini üç yönden kırmızı sarı ve beyaz yatay şerit
bezemeli 4 mm’lik kenarsuyu çevrelemektedir.
Unvan tezhibinde ortada merkezde yer alan rocaille kartuşunun zemini beyaz
bırakılmıştır. İçe ve dışa bakan “c” formunda pembe yapraklar bu kartuşu yukarıya
doğru çevrelemektedir. Yapraklar beyaz ile detaylandırılmıştır. Aşağıdaki dikdörtgen
çerçeve tarafında boşluklar mor, diğer taraflarda koyu yeşil dolguludur.
Cetvel dışındaki dış kenarsuyunda “s” ve “c” yapan yine pembe yapraklardan oluşan
bir kompozisyon kullanılmıştır. Yapraklar beyaz ile detaylandırılmıştır. Belli aralıklarla
bu kompozisyona rocaille kartuşlar eklenmiştir. Kartuşların zemini beyazdır ve
içlerinde rokoko çiçek demetleri bulunur. Yapraklar arasındaki zemin boşlukları ise mor
ve yeşil boyalıdır. Sayfaların cilde bitişik tarafında ise siyah cetvelle ayrılan bir
süsleme yer alır. Burada yine içe ve dışa bakan pembe yaprak dizileri kullanılmıştır.
Yaprak sırasının sayfa tarafındaki zemini mor renktedir. Cilde bakan tarafta yapraklar
arasında kalan zemin boşluğu ise koyu yeşil renktedir.
110
111
KATALOG 10
Unvan sayfası ½ simetriktir. Merkezde ortada zemini altın yaldız ve iğne perdahlı bir
rocaille madalyon bulunur. Sepet içinde gül ve kasımpatının yer aldığı bir rokoko
çiçek düzenlemesi yerleştirilmiştir. Madalyonun dışıdaki iç bükey “c” kavisleri yapan
volütlü yapraklı kompozisyonun çıkış noktası, dikdörtgen çerçevenin dikey ve yatay
kenarlarının birleştiği köşedir. Tam bu köşeye küçük bir pembe gül yerleştirilmiştir.
Zemin yine altın yaldızdır ve yapraklarda tonlamalı olarak beyaz, mavi, pembe ve yeşil
kullanılmıştır. Tezhibin üst kısmında sağ ve sol tarafında, dikdörtgenin dikey kenarına
bitişen bir saksı kesiti üzerinde, Avrupa bahçe düzenlemelerinde görmeye alışık olunan
yuvarlak form verilmiş ağaç tasviri yine kesit halinde sunulmuştur. Süsleme en tepede
gül, kasımpatı gibi çiçeklerden oluşan bir buket ile taçlandırılmıştır. Bu buketin her iki
yanında birer altınyaldız vazo içinde gül ve şebboy bulunan bir bezeme bulunur.
10
Fotoğraf (Demiriz 2005, 227)
112
113
KATALOG 11
Eser 1b sayfasındaki taç formlu unvan sayfası ile açılmaktadır. Dikey dikdörtgen içine
yerleştirilmiş olan serlevha klasik motif ve kurgudadır. Yazının ilk satırı besmeleye
doğru kıvrılarak yönelen sap üzerinde altın yaldız hançeri yapraklar ile birlikte
tasarlanmış üç yapraklı çiçek motiflerinden oluşan küçük bir süsleme kompozisyonu
bulunmaktadır. Yazının durakları sade altınyaldız boyalı daireler şeklindedir.
Dendanlı taç kısmı da ½ simetriktir. Kıvrık altın yaldız dallar üzerinde penç ve
ayırma rumilerin kullanıldığı süsleme hakimdir. Tezhip oldukça uzun lacivert renkli
kanafiller üzerinde stilize pençli tığlarla sonlanır.
114
115
KATALOG 12
Eser 1b sayfasındaki taç formlu unvan sayfası ile açılmaktadır. Dikey dikdörtgen içine
yerleştirilmiş olan tezhip klasik motif ve kurgudadır. Unvan sayfasını üç yönden
kırmızı iplik cetvel sonrasında 2,5mmlik sarı altın ve 1mm’lik sarı altın cetvel sırasıyla
çevreler.
Kitabe için ayrılan dikdörtgen kısımı ½ simetriktir. Zemin altın yaldız varak
yapıştırmadır. Dikey kenarına içer doğru yönelen mavi penç kesitinden çıkan yeşil
ikişer sap ucunda birer eflatun tomurcuk motifi işlenmiştir.
Üstteki taç formundaki ½ simetrik unvan tezhibinde merkezdeki kırmızı hatai motifi
dikkati çeker. Süsleme kompozisyonunda ayırma rumi, penç ve tomurcuklar
kullanılmıştır. Tezhip mavi mürekkep karanfilli ve kırmızı mürekkep üç yapraklı
çiçekli dönüşümlü kullanılan tığlarla tamamlanmıştır.
116
117
KATALOG 13
Eser : Berât
Bulunduğu Yer ve Numarası: BOA Müzehheb Fermanlar No :415
Tarihi: 24.05.1205 H./ 20.01.1791 M.
Yazısı: Celî divanî
Ölçüleri: 50.5 x 151.5 cm
Hattat: -
Müzehhip:--
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: (Anonim 2003, 203-04) 11
Tezhip Özellikleri:
Altın mürekkeple çekilen ve siyah mürekkeple tahrîrlenen tuğra üçgen planlı bir pafta
içerisine alınmıştır . Üçgenin tepesi halkarî hatai ile sonlanırken yine iç kısmı ½
simetrik halkarî kıvrılan dallar üzerinde penç ve gonca motifleri ile bezenmiştir.
Tuğranın hemen üstündeki hatai formlu ve hakim zemin renginin lacivert olduğu
madalyonun içi yine kıvrılan dallar ve çeşitli renkteki dört yapraklı pençlerle bezelidir.
Klasik motiflerin yanı sıra Batı etkili naturalist çiçek tasvirleri de bulunmaktadır.
Tuğranın sağ ve sol taraflarında, zemini altın yaldız olan birer dilimli kartuş içine
oratada pembe katmerli bir gül, sarı lale, mor anemonlar ve kırmızı kasımpatının olduğu
demet tasviri bulunur. Daha yukarıda ise simetrik dilimli kartuş kesitleri içinde mavi
kasımpatları, üstte ortada yine bir kasımpatı ve onun üzerinde ise lale tasvirleri altın
yaldız sıvama zemin üzerine yapılmıştır.
Üçgenin her iki yanında birbilerine simetrik yine çiçek tasvileri yerleştirilmiştir. Aşağı
seviyede goncası ile birlikte pembe katmerli gül, yukarı seviyede ise gül, lale,
anemonların bulunduğu buket görülmektedir.
11
Fotoğraf (Anonim 2003, 203)
118
119
KATALOG 14
Eser : Berât
Bulunduğu Yer ve Numarası: BOA Müzehheb Fermanlar No : 515/1
Tarihi: 03.09.1216 H./ 07.01.1801
Yazısı: Celî divanî
Ölçüleri: 66,5x 136,5 . 13 satırdır.
Hattat:-
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: (Anonim 2003, 289-90)12
Tezhip Özellikleri:
Kırmızı mürekkeple çekilmiş tuğranın çevresinde tamamıyle Batı etkili üslup, motif ve
kompozisyonun kullanıldığı görülmektedir. Tuğranın çevresindeki ilk
çevrevede,yüzeyleri dilimlendirilmiş “c“ kıvrımları, birinin dışa diğerinin içe dönük
şekilde dönüşümlü kullanılmış ve zemin küf yeşiline boyanmıştır. Burada, tuğranın
çevresine halkari pençlerden oluşan demet tasvirleri ile koyu yeşil yaprak motifleri
serpilmiştir.
Üçgen çerçevenin bordürüne sarmal kurdele tasviri yapılmıştır. Zemin altın yaldız
boyalıdır. Boyamanın üslubundaki eksiklikten kaynaklanan ton farklılıkları olmuştur.
Altın yaldız zemin üzerinde, ½ simetrik olarak üçer adet renklendirilmiş pençlerden
oluşan çiçek demetleri bulunmaktadır.
İçteki bu iki çerve kompozisyonu en dışta da tekrarlanmış ancak bu sefer üçgen bodüre
sarmal yapan kurdeleli üçgen bordür iç tarafta, yüzeyleri dilimli bir ters bir düz
„c“ kıvrımlı çerçeve ise dışta kullanılmıştır.
Bu çerçeve tekrarı arasında ise, iki yapraklı sarmal dal aralarında renkli dört yapraklı
pençlerden demetler yerleştirilmiştir. Aynı penç demetleri ile en dıştaki altınyaldız
yüzeyi dilimlendirilmiş, biri içeri diğeri dışa bakan „c“ kıvrımlarının iç taraflarında
karşılaşılmaktadır.
12
Fotoğraf (Anonim 2003, 289)
120
Sağ ve sol çapraz dıştaki köşelerde ise renkli gül ve anemonlardan oluşan zarif birer
çiçek demeti bulunur. Tüm kompozisyonu yine bodrüre sarmal yapan kurdeleli
düzenleme çevrelemektedir.
121
KATALOG 15
Tezhip Özellikleri:
Vakfiyenin 1a numaralı sayfasında unvan tezhibinde hem Batı hem de geleneksel
motifler birlikte kullanılmıştır. Metin dört satırlık beyn-es-sütur olarak düzenlenmiş
ve aralarda üç nokta iğne perdahı vardır. Duraklar dair formundadır ve üzerleri stilize
bitkisel bezemelidir. Besmele kısmının hemen üstünde altın yaldız tek ve üç taç
yapraklı tomurcuklardan oluşan bir dal bezemesi yer alır.
Yazının hemen üzerindeki dikdörtgen tezhip 2mm’lik kıvrık dal motifli pembe renkte
ara suyu ile çevrelenmektedir. Burada merkezde bulunan beyaz zeminli şemsenin
ortasına mühür basılmıştır. ½ simetrik oranlı kompozisyonda altın yaldız kıvrılarak
spiraller oluşturan rumiler kullanılmıştır. Şemse tarafındaki daha geniş tutulan paftanın
zemini tonlamalı kiremit kırmızısına, çerçeveye yakın olanı tonlamalı küf yeşiline
boyalıdır. Her iki paftanın zemininde altın yaldız mücevherlerle doldurulmuştur.
Unvan tezhibi ½ simetriktir. Merkezde sepet içinde güllerin bulunduğu bir düzenleme
bulunur. Çevresinde beyaz ve pempe tonlamalı boyanmış rokoko yaprakları iç içe
rocaille kartuş oluşturacak „c“ kıvrımları yapar şekilde yerleştirilmiştir. Zemin altın
13
Fotoğraf (Anonim 1990, 386).
122
yaldızdır ve iğne perdahlıdır. Tığ olarak vazo içinde rokoko güllerinden oluşan
düzenlemeler kullanılmıştır. Dıştaki kenarsuyu halkâri olarak hançeri yapraklarla
paftalara ayrılmış ve kıvrılan dallar, yapraklar ve tomurcuklarla süslenmiştir.
123
KATALOG 16
Eser : Berât
Bulunduğu Yer ve Numarası: BOA Müzehheb Fermanlar no: 546
Tarihi: 1222 H. / 1807 M.
Yazısı: Celî dîvânî
Ölçüleri: 53.5x149 cm
Hattat:-
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: (Anonim 2003, 296-97).
Tezhip Özellikleri:
IV. Mustafa’nın tuğrası alltınla çekilip siyah mürekkeple tahrirlenmiştir. Tuğra araları
kırmızı ve mavi renk ile doldulurken, dış beyzesi açık pembe zemin üzerine ince işçilik
ile kıvrık dal ve hatailerle süslenmiştir. Tuğranın sağında, dalı, sapı ve bir adet goncası
da olan pembe bir gül tasviri, bulunmaktadır. Bu tasvirin sağında ise kırmızı iplikle
çerçevelenen altın yaldız zeminli palmet içinde muhtemelen zambak olan bir başka
naturalist çiçek tasviri yer almaktadır. Tuğranın sol tarafında yaprak formunda kırmızı
iplikle paftalanmış altın zemin üzerinde lale motifi bulunmaktadır. Tuğranın tam
üstünde ise yine kırmızı iplikle sınırlandırılmış altın yaldız zeminli şemse içinde pembe
gül ve sarı kasımpatı ile goncalarından oluşan buket düzenlemesi işlenmiştir. Orta
seviyede çevrevelere bitişik birer yarım şemse, aynı şemsenin tüm hali ise en üst
seviyede ortada yer almaktadır. Altın yaldız iplikle paftalanmış ve siyah boyalı zemin
üzerinde muhtemelen zambak ya da bahçe açelyası tasviri bulunmaktadır. Tuğra ve
diğer tezhipli paftalar halkari zemin üzerinde yer alır ve dıştan altıgen kesidinde
geometrik form ile çevrelenmektedir. Çerçevenin dış yüzeyi altın yaldız yapraklarla
dendanlandırılmıştır ve tepede halkari bezemeli palmet ile sonlanmaktadır.
124
125
KATALOG 17
Ortada dilimli ve tonlamalı pembe boyalı oval rocaille madalyon içinde beyn-es-sütur
yedi satırlık yazı kısmı bulunur. Madalyonun kullanıldığı bu sayfa tasarımında Batılı
üslubun kullanımı dikkati çeker. Madalyonun ¼ simetrik köşebentlerinde mavi zemin
üzerinde pençlerin bulunduğu bezeme bulunur.
Alt ve üst kısımlarda pembe ara suyu ile geçilen dikdörtgen tezhibin ortasında altın
yaldız üzerine beyaz yazılı bir kartuş yer alır. Buradaki basit üç yapraklı pençler ve
kıvrık dalların kullanıldığı bezeme ½ simetriktir.
Mavi üzerinde beyaz noktalı 2 mm’lik ve turuncu gölgeli boyanmış 1,5 mmlik ara
suları ile üst kısımdaki tezhibe geçilmektedir. ½ simetrik kompozisyon, altın iplikle
paftalara ayrılmıştır. Köşedeki ve merkezdeki paftaların zemini lacivert boyalıdır.
Ayırma rumiler ve pençlerin kullanıldığı kompozisyonlu taç kısmı mavi iplikle
dendanlandırılmıştır. Geleneksel tığlar ile tezhib sonlandırılmıştır.
Sayfaların kenar süslerinde de klasik motif ve kompozisyon hakimdir. Ortada bir şemse
motifi bulunur. Iç tarafı iki paftaya ayrılmıştır. Altın yaldızlı paftada beyaz mürekkep
ile Fatiha suresinin adı yazılıdır; lacivert zeminli de ise penç ve kıvrık dallı basit
126
kompozisyon vardır. Şemsenin alt ve üst tarafında lacivert uzun klasik motifli tığlar
işlenmiştir.
127
KATALOG 18
Sayfa 1b -2a ‘da yer alan dikdörtgen serlevha tezhibinde barok-rokoko motifler ile
klasik motifler birlikte kullanılmıştır. Yazıyı üç yönden 3 mm’lik altın yaldız zencerekli
bir cetvel çevreler. Yedi satırlık beyn-es-sütur yazının koltuk kısımlarının zemini koyu
kahve rengindedir. Burada altın yaldız rumiler ile pembe ve beyaz dönüşümlü penç
sırası bulunmaktadır. Üstte ve alttaki dikdörtgen tezhibin ortasında şemse formunda
altın yaldız kitabe kartuşu bulunur. Buradaki süsleme ½ simetriktir. Mavi zemin
üzerinde altın yaldız sarmal dallar üzerinde tomurcuk ve pençlerden oluşan süsleme
kullanılmıştır. Taç kısmı altın yaldız iplik ile üç ana paftaya ayrılmıştır. Ayırma
rumilerin sınır olduğu şemse kesitlerinin ortasında kalan bölüm koyu kahve renktedir ve
bir adet pembe tonlamalı tomurcuk işlenmiştir. Ayırma rumilerin aşağıya bakan
yapraklarının altında kalan bölüm ise zer-en-der-zer penç ile süslenmiştir. Dalgalı
devam eden mavi zeminli paftada üst seviyedeki şems paftalarında ise natüralist
öykünmeli pembe birer çiçek sap ve yaprak detayları ile birlikte verilmiştir. Taç kısmı
sırasıyla altın yaldız ve siyah iplik ve 2 mm’lik altın yaldız arasuyu ile
dendanlandırılmıştır.
Dış kenar suyu sayfayı iki yönde dolaşır. Dikey hatta tam ortaya denk gelen noktada bir
şemse bulunur. Kartuşun zemini siyah üzerinde beyaz nokta bezemelidir. Rokoko vazo
içinde gül ve yapraklar arasında anemonların olduğu bir düzenleme yer alır. Bu
şemsenin dışında kalan kısmın zemini altın yaldızdır , sarı, mavi pembe tonlamalı
rokoko “c” formunda yer yer uçları sarmal yapan yapraklarla bezelidir. Yapraklar köşe
noktalarda çevresindeki boşluğu yeşil ama iç zemini altın yaldız olan rocaille kartuşlar
oluşturur. Sayfa birleşimi noktasında ise süsleme tamamen karakter değiştirmekte bir
şemse kesiti içinde zer-en-der-zer pençler karşımıza çıkmaktadır. Sayfanın cilde
128
birleşen tarafındaki pervazda ise altın yaldız zemin üzerinde mavi, kırmızı ve mor
tonlamalı ve beyaz ile detaylandırılmış “ c” formunda yaprak sırası bulunmaktadır.
129
KATALOG 19
El yazmanın ilk iki sayfası olan 1b ve 2a’da serlevha tezhibinde klasik motifler
kullanılmıştır. Altı satırlık beyn-es-sütur yazı üç yönden 5 mm’lik kenarsuyu ile
çevrilidir. Burasının siyah zemini üzerine sarı, pembe ve mavi tonlamalı boyanmış
küçük hançeri yapraklar arasında pençler işlenmiştir. Altta ve üstte dikdörtgen tezhipli
bölümler zer-en-der-zer penç ile bezelidir. Tam orta kısımlarına birer dilimli kartuş
yerleştirilmiştir. Alttakinde Mekke ve Medine tasvirleri üsttekinde ise yazı bulunur.
Zencerekli 3,5 mm’lik bordür dört yönden dolaşır. En dıştaki kenarsuyun mavi ve
kırmızı iplikle paftalanmıştır. Siyah ve mavi zeminli kıvrılarak devam eden paftalar
penç işlidir. Mavi ve altın yaldız tığ ile tezhip sonlanır.
130
131
KATALOG 20
KATALOG 21
Sayfa 1b ve 2a’da yer alan serlevha tezhibinde klasik motifler kullanılmış ancak
motiflerin renklendirilmesinde Batı etkisi görülmektedir. Yedi satırlık beyn-es-sütur
yazı çevresinde serbest kompozisyonda işlenmiş tezhipte hançeri yapraklar, iri
tomurcuklar ve büyüj boyutlu hatailer kullanılmıştır. Mavi, pembe, mor, turuncu ve
yeşil gibi çok çeşitli renkler tonlamalı olarak uygulanmıştır. Kağıt yüzeyi yapıştırma
varak altındır ve iğne perdahlıdır.
Sayfa 355a’da ise altın yaldız cetvel ile çevrelenmiş sayfanın orta kısmında vazo içinde
üç adet gül ve sümbüllerin bulunduğu bir çiçek buketi tasviri işlenmiştir. Üst kısımda
kıvrılarak asılmış ve dökümlü bir perde motifi yer almaktadır. Aşağıda ise mor hançeri
yaprakların sınırlandırdığı iğne perdahlı altın yaldız zemin üzerine pembe tomurcuk ve
yaprakların bulunduğu bir tezhipli bölüm bulunur.
134
135
KATALOG 22
KATALOG 23
Harflerin bulunduğu dikdörgenin hemen altında zemini altın yaldız olan ve içinde gül
ve kasımpatı buket bulunan bir rocaille kartuş yer alır. Kartuşu „c“ şeklinde kıvrılan
pembe ve mor tonlarında boyalı yapraklar çevrelemektedir. Harflerin iki yanında birer
mermer sütun tasviri bulunur. Kaide kısmına doğru kıvrılan anemonlar ve bir adet gül
tasviri sap ve yaprak detayları ile birlikte verilmiştir. r Sütunların kaidesinden
başlayarak başlık kısmına kadar „s“ çizerek uzanan, daha sonrasında da tepeye doğru
çıkarak üst kısımdaki kartuşla birleşen, dilimli ve gölgeli boyanmış yapraklarla
sınırlandırılmış içi nokta perdahlı altın yaldız bir pervaz bulunur. Tepedeki büyük
boyutlu içi altın yaldız rocaille kartuşunun içinde gül ve kasımpatından oluşan bir
rokoko buket tasviri yer almaktadır. Kartuşun tepesinde de yine benzer bir demet tasviri
bulunur. Çiçeklerde pembe, mavi ve kırmızı tonlamalı olarak kullanılmıştır. Harfler ile
rokoko etkili bu düzenleme arasında kalan boşluk ise yeşil renk ile doldurulmuştur.
Bu rokoko kompozisyon ile sayfa köşeliklerindeki paftalar arasındaki kısımda ise beyaz
zemin üzerinde halkari hatai, penç, kıvrık dal ve yapraklardan oluşan bir kompozisyon
bulunmaktadır. Yeşil renk ile motif detayları belirginleştirilmiştir. Dışarıdan çerveve
olan ikili yapraklar içe dışa bakan „c“ler şeklinde yerleştirilmiştir. İkili yapraklar
arasında kalan kısım altınyaldızdır. Sayfanın üst köşeliklerinde ve iki sayfa
birleşiminde altın yaldız zeminli ve bir adet gül tasviri bulunan rocaille kartuş bulunur.
Kartuş ile sayfa dıştan dört yönden çevreleyen 2 mm’lik altın yaldız cetvel arasında
kalan kısım ise tonlamalı lacivert boyalıdır.
138
139
KATALOG 24
Unvan tezhibi ½ simetriktir. Tezhibin merkezinde altın yaldız varak halinde yüzeye
yapıştırılmış rokoko kartuşu bulunur. Tam aşağısındaki akantüs yaprağından çıkarak
uçları dilimlenmiş ters ve düz “c”ler yaparak kartuşu çevreleyen gölgeli mavi boyalı
yapraklar bu kartuşu çevreler. Ara boşluklar erguvan boyalıdır. Ortadaki süslemeye
çerçeve olan altın yaldız rokoko pervaz pervazın içe ve dışa “c” yapan kısımlarına
pembe gölgeli boyanmış dilimli yapraklar dolanmıştır. Pervaz ile içteki süsleme
arasındaki zemin koyu yeşil, cetvel ile bu pervaz arsında kalan kısım ise lacivert
boyalıdır.
140
141
KATALOG 25
½ simetrik tezhibin altın yaldız nokta perdahlı zemini üzerinde ortada rokoko kartuş
bulunur. Kartuşun çerçevesini pembe gölgeli boyalı “s” ve “c” yapan ve uçları içe
doğru iyice kıvrılan yapraklar oluşturmaktadır. Kartuşun içinde iki pembe güllü bir
buket tasviri bulunur. Kartuşun iki yanında birer kasımpatı, gül ve anemonlu buketler
ile üst kısmına naturalist çiçek buketi yerleştirilmiştir. Bu buket komposizyonun iki
yanında bir tabla üzerinde duran gülebdan şeklindeki vazolarda zambakları andıran
üçlü çiçek grubu bulunur. Dikdörtgenin dikey kısımlarına bitişik klasik başlıklı ve ion
tarzı gri renkli sütun kesitleri üzerinde vazo içinde duran gül buketleri yerleştirilmiştir.
.
167a’daki zahriye sayfasındaki iki tezhib de klasik motifler kullanılmıştır. Üst kısımda
iki metin arasında kalan dikdörtgen paftada halkari ½ simterik dal üzerinde yaprak ve
tomurcukların olduğu süsleme yer alır. Aşağıdaki tezhib de halkari tarzdadır ve
merkezde yer alan hataiden çıkan dallar üzerinde yapraklar ve üç taç yapraklı
tomurcukların bulunduğu süsleme bulunur.
142
143
KATALOG 26
Eser 1b sayfasındaki taç formlu unvan sayfası ile açılmaktadır. Dikey dikdörtgen içine
yerleştirilmiş olan serlevha rokoko motifli ancak klasik kurgudadır. Yazı üç yönden 2
mmlik sonrasında altın yaldız çetvelle sınırlandırılmıştır. Tezhibin taç formlu
serlevhaları andıran kurgusu ise, dışarıdan içer doğru 1mm’lik üzeri oval bezemeli açık
mavi, 2 mm’lik siyah zemin üzerine açık yeşil zencerekli ve 1mm’lik oval motif ve
çapraz taramanın dönüşümlü kullanıldığı kiremit kırmızısı ara suları ile üç yönden
çevrelenmektedir.
½ simetrik olan tezhibin zemini altın yaldızdır. Merkez tipik “s” ve”c” kıvrımlarının
biçimlendirdiği rokoko kartuş bulunur. Kartuşu hem sınırlandıran hem de zemini
kıvrımlar yaparak dolduran hacimli yapraklar mavi, turuncu ve pembe gölgeli boyalıdır.
Tezhib üst noktada iki yana açılan mavi boyalı rokoko üsluplu yapraklar ile pembe
gölgeli boyalı kanatlı rumilerin yerleştiriminden vazo izlenimi oluşturulan bir kurgu ile
sonlanmaktadır. Dikdörtgenin dikey kenarında pembe renkte gölgeli boyanmış hacimli
yapraklar da kanatlı rumi tarzında ele alınmıştır. Benzer bir klasik izi, dikdörtgenin
yatay kenarında eksene yerleştirilen tam merkezinde, daha deforme olarak da olsa
ortabağ rumi motifi ile izlemek mümkündür.
144
145
KATALOG 27
KATALOG 28
Eser : Rızâ Divanı
Bulunduğu Yer ve Numarası: Süleymaniye Kütüphanesi Halet Efendi 655
Tarihi: 20 Zilkade 1229 / 4 Kasım 1814 M.
Yazısı: Talik
Ölçüleri: 17 cm x 8,8 cm
Hattat: Şeyh İsmail Hakkı
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: ?
Kaynakça:
Tezhip Özellikleri:
Eser 1b sayfasında taç formlu unvan tezhibi bulunur. Klasik motifler kullanılmıştır.
Yazı kısmını üç yönden altın yaldız 2 mm’lik cetvel çevreler.
Tezhipte ½ simetrik zer-en-der-zer penç, ayırma rumi ve cetvele bitişik hatai kesitleri
bezeme olarak kullanılmıştır. Ortada merkezde altın yaldız varak halinde yapıştırılmış
bir kartuş yer alır. Sonradan, kartuşun iki yanındaki ve üzerindeki ayırma yeşil altın
rumilerin ve taç kısmının altın yaldız dendan sınırının üzerinden siyah mürekkepli
kalemle geçilmiştir. Altın yaldız ve mavi mürekkebin birlikte kullanıldığı hataili tığlarla
tezhip sonlanmıştır.
148
149
KATALOG 29
Eser’in 1b sayfasında da taç formlu unvan sayfası tezhibi olmasına karşın katalog
anlatımına 49b’de bulunan kubbe formlu unvan sayfası dahil edilmiştir. Dikey
dikdörtgen içine yerleştirilmiş olan tezhip klasik motif ve kurgudadır. Unvan sayfası üç
yönden önce kırmızı iplik ve sonrasında 1 mm’lik altın yaldız cetvelle çerçevelenmiştir.
Kitabeli dikdörtgen kısım ½ simetriktir. Kitabe bölümü altın yaldız ya da herhangi bir
motifle doldurulmayıp boş bırakılmıştır. Dikdörtgenin dikey kenarından kitabe kısmına
doğru yönelen zer-en-der-zer ve hafif kırmızı ile renklendirilmiş bir penç kesitinden
çıkan dallar ve yaprakların olduğu küçük bir kompozisyon bulunur.
Üstteki kubbeli kısım 2 mm’lik altın yaldız arasuyu ile dendanlandırılmıştır. İç kısmı ½
simetrik olarak zer-en-der-zer ve hafif kırmızı ile renklendirilmiş merkezdeki bir
pençten çıkan kıvrılan dallar üzerinde tekli yapraklar ve pençlerden oluşan bir
kompozisyon ile bezelidir.
150
151
KATALOG 30
Eser’in 1b sayfasında taç formlu unvan sayfası bulunur. 1b’deki dıştaki kenarsuyu
2a’da da devam ederek üç yönden sayfayı dolaşmaktadır. Buradaki halkâri bezemede
hatai ve spiraller yapan dallar üzerinde yapraklı kompozisyon kullanılmıştır.
Altı satırlık beyn-es-sütur yazının besmele kısmının üzerinde üç adet pembe ve mavi
tonlamalı boyanmış hançeri yapraklar ile birlikte altınyaldız üçlü penç ve tomurcukların
olduğu küçük bir bezeme yer alır. Unvan tezhibi ½ simetriktir. Ortada çevresinde mavi
gölgeli boyalı ayırma çin bulutlarının çevrelediği altın yaldız zeminli yazıtın bulunduğu
kartuş bulunur. Hemen üzerinde lacivert zeminli paftada aşağıdaki kartuştan devam
eden ayırma bulutlar ortada bağ yapıp tekrar ayırma bulut halini almaktadır. Ayırma
rumiler, zerenderzer pençler diğer karşılaşılan motiflerdir. Altın yaldız ve mavi
mürekkep tığlar ile tezhip sonlanır.
152
153
KATALOG 31
Eser 1b sayfasındaki taç formlu unvan sayfası ile açılmaktadır. Yazı kısmını üç yönden
altın yaldız 2 mm’lik cetvel çevrelemektedir.
Unvan tezhibi ½ simetriktir. Altın yaldız iplikle iki paftaya ayrılmıştır. Mavi zeminli
paftada kıvrık dallar ve pençler süsleme ögesi olarak kullanılmıştır. Mavi zeminli
paftanın dikey kenarından çıkarak altın yaldız paftayı dalgalanarak dolaşan beyaz
renkli çin bulutu dikkati çeker. Tam orta kısımda ortabağ formu oluşurmaktadır.
Lacivert tığ ile tezhip sonlanmaktadır.
154
155
KATALOG 32
Eser : Kur’an-ı Kerim
Bulunduğu Yer ve Numarası: S.K. Yazma Bağışlar 2190.
Tarihi: 1251 H. / 1835 M.
Yazısı: Nesih
Ölçüleri:14,1 cm x 11,7 cm
Hattat: Seyyid Hafız Ebu Bekir Raşid b. Ali
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: -
Tezhip Özellikleri:
Eser’in 1b sayfasında taç formlu unvan sayfası bulunur. Unvan sayfası üç yönden önce
1 mm’lik altın yaldız cetvel dolaşır. Tezhibi de koyu pembe üzerinde açık pembe nokta
bezemeli 1 mm’lik arasuyu çevreler.
KATALOG 33
14
Fotoğraf (Anonim 2003, 298)
158
159
KATALOG 34
15
Fotoğraf (Anonim 2003, 310)
160
161
KATALOG 35
Tuğra ve tezhibleri içe ve dışa bakan „c“ formu oluşturan hançeri yapraklı çerçeve
çevrelemekte ve tepede içinde gül bulunan bir madalyon ile sonlanmaktadır. Üst
seviyede sağ ve sol tarafa birer gül, kasımpatı, sümbül ve anemonların bulunduğu ve
fiyonk ile bağlanmış buket tasvirleri yerleştirilmiştir. Üst kısımdaki köşebentler de de
renkli ve tonlamalı boyanmış yaprakların daha geometrik kompozisyon oluşturacak
şekilde kıvrımlanarak yerleştirildiği görülmektedir. Tezhibi sol taraftan ve üstten
çeviren halkari dış pervaz sağ taraftan ferman metninin sonuna kadar devam eder.
Halkari bezemede irili ufaklı hatayiler kullanılmıştır.
162
163
KATALOG 36
KATALOG 37
Üst kısımda yer alan taç formundaki kartuşun çevresi ve hilyeyi üç yönden çevreleyen
dış kenar suyu bordo zemin üzerinde altın yaldız uçları içe doğru spiraller yapan rumiler
ile bezelidir.
16
Fotoğraf (Taşkale; Gündüz 2006, 32)
166
167
KATALOG 38
Üst kısımda yer alan taç formundaki kartuşun iki yanında Mekke ve Medine tasvirleri
oval madalyon içinde işlenmiştir. Çevresinde kırmızı zemin üzerinde altın yaldız dallar
üzerinde mavi ve beyaz pençler yine serbest kompozisyonda işlenmiştir. Dış pervaz dört
yönden hilyeyi çevreler. Tezhip, kırmızı zemin üzerinde çift iplik sarmal devam
etmektedir. Bir sıra üzerinde detayları belirtilmiş altın yaldız göbekli ve beyaz taç
yapraklı hatailer yer alırken diğer ona sarmal olan sırada tonlamalı kobalt mavi
yapraklı ve altın yaldız saplı saz yolu yaprağı iri beyaz penç kesiti ile birlikte
işlenmiştir. birlikte devam eden bir tezhip bulunur.
168
169
KATALOG 39
Alt ve üstteki dikdörtgen bölümün zemini varak altın yapıştırmadır ve ortada beyaz
iplikle sınırlandırılmış kartuş tasviri vardır. ½ simetrik kompozisyonda kartuşa doğru
yöenliş gösteren penç kesitinden çıkan kıvrık dallar ve tomurcuklar kullanılmıştır.
Üstteki taç kısmını üç yönden 2mm’lik sarı zemin üzerinde kırmızı noktalı ve 1
mm’lik pembe ara suları çevreler. Yaldız zemin üzerinde, merkezdeki ayırma ruminin
ortasında iki taç yapraklı bir tomurcuk ve onu saran dalların olduğu düzenleme yer alır.
Bu düzenlemeden çıkan kıvrılan dallar ve pembe ile renklendirilmiş pençler ile taç
kısmının içini doldurulmuştur. Kırmızı ve mavi iplikle dendanlandırılmış taç kısmı
tezhibi mavi tığlarla sonlanmaktadır.
170
171
KATALOG 40
Oval madalyonun dışı altın yaldız iplikle, oval şeklinde bir paftaya ayrılmıştır.
Burasının zemini altın yaldızdır, mavi ve pembe tonlamalı pençler ile doldurulmuştur.
Lacivert zeminli köşebentlere ayırma rumiler sınır çizmekte ve buradada süsleme ögesi
olarak pençler kullanılmaktadır. Turuncu gölgeli ara suyunun dört yönden çevrelediği
dikdörtgen tezhiblerin ortasında yazının bulunduğu altn yaldız zeminde şemse bulunur.
Şemsenin çevresindeki altın yaldız zeminli ve lacivert zeminli iki yarı paftada süsleme
ögesi olarak penç kullanılmıştır.
Dıştaki kenarsuyu altın yaldız iplik ile üç paftaya ayrılmıştır. Ortada ince dalgalı bir
pervaz şeklinde devam eden lacivert zeminli pafta bulunur. İçteki ve dıştaki altın yaldız
zeminli paftalarda ise şemse kesitini andıran düzenlemeler devam etmektedir. Tüm
paftalarda kıvrılan dalllar üzerinde pençlerin olduğu kompozisyon kullanılmıştır. Yalnız
dış taraftaki pafta ayırma rumiler ile yeniden üç paftaya ayrılmıştır. Ortadaki paftada
merkezde turuncu penç diğer iki paftada ise birer pembe ve mavi tonlamalı pençler
dikkati çekmektedi
172
173
KATALOG 41
Taç kısmının altın yaldız yüzeyi dallar üzerinde yeşil yapraklı yine eflatun pençler ile
doldurulmuştur. Kırmızı iplik ve altın yaldız pervaz ile dendanlandırılan taç kısmı
lacivert ve kırmızı tığlarla sonlanır. Altın yaldız cetvel tezhibi ve yazı kısmını üç
yönden kuşatmaktadır.
174
175
KATALOG 42
Eser : Kur’an-ı Kerim
Bulunduğu Yer ve Numarası: TSK M.57
Tarihi: 1272 H./ 1855-56 M.
Yazısı: Nesih
Ölçüleri: 15,5 x 9,8 cm
Hattat: Mustafa Nüzheti
Müzehhip: -
Kağıt Özellikleri: Aharlı ince kağıt
Kaynakça: (Karatay 1962, 393 ; Demiriz 1986, 126-128; 2005, 267-268)
Tezhip Özellikleri:
Sayfa 1b-2a’da yer alan dikdörtgen formlu serlevha tezhibinde klasik ve batı etkili
motifler birlikte kullanılmıştır. Ortadaki oval madalyon için altı satırlık beyn-es-sütur
yazı bulunur. Madalyonu çevreleyen pembe tonlamalı yapraklara alt seviyede daha ince
eflatun tonlamalı yapraklar sarmallar yapmaktadır ve tam ortada bir adet penç tasviri
bulunur. Köşebentler altın yaldız iplikle iki paftaya ayrılmıştır. Madalyona bitişik pafta
altın yaldız zeminlidir ve dış sınırında pembe penç dizileri yer alır. Diğer köşeye
yönelmiş uç tarafına ortabağ rumi motifi yerleştirilmiştir. İkinci lacivert zeminli
paftanın cetvele birleşen taraflarına birer iri boyutlu penç yerleştirilmiştir. Aşağıda ve
yukarıdaki dikdörtgen tezhibi 2 mm’lik altın yaldız cetvel çevreler. Ortada şemse
formunda kitabe kartuşu yer alır. Kartuşa yakın olan pafta lacivert zeminli ve tomurcuk
motifleri vardır. Diğer pafta ise altın yaldız zeminli ve penç ile kıvrık dal bezemelidir.
Yazı ile dikdörtgen tezhibi üç yönden 2 mm’lik siyah zemin üzerinde altın yaldız iki
iplik geçmeli çetvel çevreler.
Dış kenar suyunda altın yaldız iplik ile iki ana paftaya ayrılmıştır. Altın yaldız zeminli
paftanın orta kısmında bir rocaille madalyonu yer alır. Bu madalyonu mor ve beyaz
tonlamalı “c” formu alan yapraklar çevrelemektedir. Madalyonun zemini küf yeşilidir
ve rokoko vazo içinde gül ve anemonlardan oluşan bir buket tasviri yer alır. Diğer
ikinci ana paftanın zemini laciverttir. Ancak burası ayırma rumilerle paftalanmıştır.
Cetvele bitişik olan en büyük alanı kaplar ve ona bağlı olan diğer ikisi de gittikçe
küçülür. Merkezlerinde kıvrık dallar arasında birer penç tasviri vardır. Bu üçlü
düzenlemeyi çevreleyecek şekilde lacivert zeminli paftada penç sıraları yerleştirilmiştir.
Mavi ve kırmızı tığlar kullanılmıştır. Sayfanın cilde bitişen tarafındaki altın yaldız
zeminli pervazda ise siyah mürekkep tek iplik üstünde dalga motifleri işlenmiştir.
Motifler dönüşümlü olarak biri içe diğeri dışa bakar şekilde dizilidir.
176
177
KATALOG 43
Eserin 1b-2a sayfasındaki serlevha tezhibi barok motiflidir. Tezhib ve yazı 2 mm’lik
altın yaldız cetvel ile üç yönden çevrilidir. Yedi satırlık beyn-es- sütur yazı dipleri mavi
ile belirginleştirilmiş küçük tırtırklı yaprak sırasının oluşturduğu dilimli madalyon
içinde yer alır. Köşebentlerde ¼ simetrik gül ve iri boyutlu anemonlardan oluşan
bitkisel bezeme yer alır. Üstte ve altta ise altın yaldız zeminli kitabe kartuşları vardır.
Bu kartuşlara dipleri kırmızı ve mavi boyalı küçük tırtıklı yaprak sıraları çerçeve
oluşturmaktadır. Aşağıdaki kartuşun cetvel ile arasında kalan boşlukları mavi ve
turuncu tonlamalı pençlerle doldurulmuştur. Tezhip tepede üstteki kartuşa oturan bir
kırmızı tonlamalı iri akantüs yaprağı ile sonlanmaktadır. Akantüsün tepesine ve iki
yanına bir anemon dizisi yerleştirilmiştir.
Cetvel dışında sayfa kenar süsü olarak rokoko vazo içinde pembe, eflatun ve turuncu
tonlamalı bir rokoko çiçek buketi, aşağı seviyede sayfa uçlarında ise pembe bir gülden
iki yöne ayrılan anemonların olduğu “L“ şeklinde bir çiçek düzenlemesi bulunur. uşt
sayfasındaki unvan tezhibi bulunur.
306b’deki ketebe sayfası dört yönden 2 mm’lik altın yaldız cetvel ile çevrelenmiştir ve
tüm sayfa altın yaldızdır. Orta kısmı mavi yaprakların çevrelediği bir oval madalyon
içine alınmıştır. Buradaki yazı beyn-es-sütur ve on satırdır. Madalyonun dışı, cetvel
ile arasında kalan boşlukları anemon ve gülden oluşan buket tasviri ile doldurulmuştur.
307a’da ise 2 mm’lik altın yaldız cetvelin çevrelediği sayfa ortasında sap ve yaprakları
ile detaylı belirtilmiş oldukça naturalist bir adet pembe gül tasviri bulunmaktadır.
Köşebentlerde altınyaldız ışın tasvirleri kırmızı renk ile detaylandırılmıştır.
178
179
180
181
KATALOG 44
KATALOG 45
Yazının üst ve alt tarafındaki süsleme ½ simetriktir. Tam ortada daha büyük onun
yanında daha küçük vazo içinde pembe gül, mavi calendula ve pembe sümbülteber ve
en üst kısımda şebboylarla sonlanan çiçek buketleri yer alır. Vazoların alt kısmında her
iki yana açılan siyaha yakın lacivert ve beyaz tonlamalı yaprak tasviri bulunur. Bu
çiçek grupları birbirlerine alt taraflarından turuncu kırmızı anemon dizisi ile
bağlanmaktadır. Orta kısımda çiçekler mor renkli bir dizi halindedir. Mor anemonların
her iki yanından aşağıya doğru püskül tasviri sarkar şekilde işlenmiştir. çiçek dizisinin
Üçlü vazo sırasının sayfa dışı tarafında bir adet vazosuz aynı çiçeklerden buket tasviri
yer alır. Bu buketin hemen aşağısında sayfanın tam orta seviyesinde ise açık mavi bir
anemon çevresinde çiçek formu oluşturacak sarı kırmızı kurdeleden bir düzenlenme
bulunmaktadır. Kurdele aralarından ise siyaha yakın lacivert beyaz ve koyu yeşil
tonlamalı yapraklar dağılım göstermektedir.
184
185
KATALOG 46
Yazının hemen altında tam ortada, kurdele kurgusu çiçek formunu andıracak şekilde
düzenlenmiştir. Buradan çıkarak yukarıya doğru yönelen yine aynı renkte barok-
rokoko üslubunda yaprakları orta seviyede pembe gül, mavi kasımpatının seçilebildiği
büyük bir çiçek demetine sap olmaktadır.
Yazı kısmının üstünde ise altın yaldız zeminli kitabe kartuşunun çevresinden içeriye ve
dışarıya doğru „c“ çizerek yukarıya doğru çıkan mavi-beyaz tonlamalı barok -rokoko
yapraklar ve çiçek buketi ile sonlanmaktadır.
186
187
KATALOG 47
KATALOG 48
Tezhip Özellikleri:
Eserin 1b sayfasındaki unvan tezhibi bulunur. Yazı ve tezhibi üç yönden 2mmlik altın
yaldız çevreler. Tezhipte barok rokoko motifler kullanılmıştır. Yedi satırlık beyn-es-
sütur yazı kısmında daire formunda içleri mor, pembe ve yeşil ipliklerle geometrik
geçmelerle süslenmiş altın yaldız duraklar kullanılmıştır. Besmelenin hemen üstünde
sağa doğru bakan bir pembe lale tasviri yer alır.
Ortada zemini sarı renkte rocaille kartuşu vardır. Buraya sepet içinde yaprak arasında
pembe iki gül ve mavi anemonlardan oluşan rokoko çiçek tasviri yerleştirilmiştir. Bu
kartuşa içe ve dışa bakan “c” formunda m kırmızı ve mavi yapraklar çerçeve
oluşturmaktadır. Yapraklar beyaz ile detaylandırılmıştır. Tepede mavi kasımpatı ve
pembe rokoko güllerinden oluşan bir buket ile sonlanır. Ayrıca tezhibin her iki yanında
dışarıda birer kasımpatı ve güllerin bulunduğu çiçeli vazo tasviri işlenmiştir. Zemin
yapıştırma altın yaldızdır ancak dıştaki vazolu tasvirlerin aşağısında kalan altın yaldız
zemin iğne perdahlıdır.
190
191
KATALOG 49
Unvan sayfasında ½ simetriktir. Merkeze mor renkli, uçları beyaz ile detaylandırılmış
yaprakların iç bükey birbirlerine bitişecek şekilde kıvrılmaları oluşan bir madalyon
vardır. Madalyon içinde rokoko güllerde küçük bir demet bulunur. Her iki yanında içte
daha orta boyutlu ve onun dışında daha içe bakan “c“ şeklinde çevreleyen yaprak
düzenlemesi bulunur. Yaprak yine mor renkte ve beyaz ile detaylandırılmış ve uçları
dilimli tarzdadır. Bu düzenlemenin hemen üzerinde daha içeriye doğru “c” yapan ince
üçlü, aynı renk ve özellikte rokoko yapraklar kompozisyonun kapalı formda kalmasını
sağlar. Tezhibin tepe noktasında, koyu yeşil yapraklar arasında mavi anemon ve pembe
güllerden oluşan büyük bir rokoko çiçek buketi ile sonlanır.
Dıştaki kenar suyu 1 mm’lik altın yaldız cetvel ile sınırlandırılmıştır. Zemin altın
yaldızdır. Çift sarmal kurgu üzerinde devam eden bir bezeme kullanılmıştır. Birinde
saz yolu yaprakları iç bükey olarak yerleştirilmiştir. Yaprakların sırt kısımları altın
yaldızlı iç kısımları mavi renk tonlamalı olarak kullanılmıştır. Küçük penç ve
tomurcukların çevrelediği büyük boyutlu bir hatainin merkezde yer aldığı düzenleme
sırası bu sıraya sarmal yaparak ilerlemektedir. Mor ve ve beyaz renk tonlalamalı
192
2b ve 3a’da dikdörtgen cetvel içinde dokuz satırlık yazı yer alır. Dört yönden dıştan
çevreleyen kenar suyunun zemini yapıştırma altın varaktır. Yeşil ve kırmızı tonları
kullanılarak dallar üzerinde yaprakları ile birlikte anemon benzeri çiçek tasviri
işlenmiştir. Sayfa köşelerine tepeden görünümü ile daha büyük boyutlu çiçek tasviri
yerleştirilmiştir.
3bve 4a’da tezhib bulunur. Tezhiblere dört yönden 2mm’lik altın yaldız cetvel çerçeve
oluşturmaktadır. Her iki sayfayı da dört yönden dolaşan dıştaki kenarsuyunda çift
sarmal devam eden süslemede 1b ve 2a’dakinde kullanılan motifler aynı şekilde
kullanılmıştır. Ancak burada renklendirme yapılmamış halkari tarzdadır.
3b hatime sayfasında kitabe oval madalyon içindedir. Oval madalyonun 2mm’lik altın
yaldız çerçevesi iğne perdahlıdır ve üzerinde mor renkli beyaz renk detaylı küçük
rumiler belli aralıklarla yerleştirilmiştir. Madalyon iç kısmında üst tarafta sarı üstüne
siyah nokta desenli bir perde motifi bulunur. Perde belli aralıklarla sarı örme ipliklerle
tutturulmuş gibi çizilerek dökümlü bir hava verilmek istemiştir. Köşebentlerde ise mavi
tonlamalı boyalı zemin üzerinde bir adet yeşil yapraklı sap üzerinde muhtemelen
katmerli sümbül olan eflatun çiçek yerleştirilmiştir.
4a sayfası 3b’de kullanılan tüm motif ve kompozisyonun bire bir kullanıldığı bir
sayfadır. Ancak burada fark, oval madalyon içinde kitabe yerine sarı örme sepet içinde
pembe gül, sarı kasımpatı, mavi anemon ve mor sümbülteperli bir rokoko çiçek
düzenlemesinin bulunmasıdır.
193
194
195
KATALOG 50
Tezhipte, aşağıda tam merkezde yer alan pençten çıkan mavi renkte yapraklar beyaz
renk ile detaylandırılmış bir kompozisyon bulunur. Zemin altın yaldız ve iğne
perdahlıdır. Buranın hemen üzerinde ortada mavi anemon ve pembe güllerden oluşan
oval bir çiçekli düzenleme ve onun üstünde iki yanda birer sap hezaren ya da
sümbülteber olması muhtemel koyu sarı çiçek yer alır. Bunların orta noktasında,
aşağıdan yukarıya doğru uzayan siyah ve beyaz tonlamalı yapraklar üst seviyede üçe
ayrılır. Sağ ve soldakiler güllü ortadaki ise kasımpatılı rokoko çiçek düzenlemesi ile
sonlanır. Bu düzenlemenin birer kopyası daha küçük boyutta sağ ve sol tarafında tekrar
edilmiştir. Üçlü bu kompozisyonlar birbirlerine aşağıya doğru “c” şeklinde sarkan sarı
ve kahve renklerle tonlandırılmış küçük yapraklardan oluşan bir bağ ile bağlanmaktadır.
Sayfa kenarındaki dış kenar suyunda yeşil kararmış altın kurdele üzerine bağlanmış
halkâri çiçek buketleri bulunur.
196
197
KATALOG 51
17
Fotoğraf Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün resmi internet sitesinden alınmıştır.
http://www.vgm.gov.tr/images/arsiv/vakfiye/015.jpg
198
199
KATALOG 52
Eserin 1b sayfasındaki unvan tezhibi bulunur. Bu sayfayı iki yönden çevreleyen kenar
suyu, 2b’de sayfayı üç yönden çevreleyerek devam eder. Yazı kısmını dıştan içeriye
doğru sırasıyla, mavi, kırmızı iplikler ardından 2 mm’lik altın yaldız kuzulu cetvel
çevrelemektedir. Altı satırlık beyn-es-sütur yazı kısmında daire formunda içleri yeşil
ve kırmızı ipliklerle geometrik geçmeli süslenmiş altın yaldız duraklar kullanılmıştır.
Besmelenin hemen üstünde altın yaldız dallar üzerinde, yeşil tomurcuklar ve kırmızı
renk ile detaylandırılmış altın yaldız penç ve tomurcuklardan oluşan küçük bir süsleme
vardır.
Taç formundaki tezhibi 2 mm’lik üzeri siyah mürekkep ile bezenmiş altın yaldız ara
suyu çevrelemektedir. Buradaki bezeme ½ simetriktir. Ortada merkezde, kırmızı ve
yeşil iplik ile dilimlendirilmiş, altın yaldız varak yapıştırma zeminli kullanılan şemse
bulunur. Şemsenin dışındaki bölüm altın yaldız iplikle üç paftaya ayrılmıştır. Bu
paftalar ayırma rumi ve pençlerden oluşan kompozisyonlarla bezelidir. 1b’den başlayıp
2a’da da devam eden kenar suyunda yeşil ve sarı altın kullanılarak tek iplik devam eden
yapraklar arasında penç ve tomurcukların olduğu daha büyük boyutlu bir süsleme
kullanılmıştır.
Sayfa 400 b’deki hatime sayfası oldukça basit bir kurgudadır. Dört yönden hatime
kısmını Yazı kısmını dıştan içeriye doğru sırasıyla, mavi, kırmızı iplikler ardından 2
mm’lik altın yaldız kuzulu cetvel çevrelemektedir. Yazı kısmı altın yaldız iplikle iki
kısıma ayrılmıştır. Üst kısımda hattat ilgili “ Ketebehu elfakir mu’hterif bi’l acz ve
taksir Muhammed Nazif an hidmet hazine-i enderunu hümayun” ve istinsah tarihi
olarak da “ 1285” yazmaktadır. Aşağıda tarafta ise “ Mahmud Haz Adliyenin goncası
Abdülaziz Han validesi Pertevniyal” şeklinde açıklama yer alır. Her iki yazının
200
ortasında aşağıya doğru bakan zemini altın yaldız dilimli şemsenin ortasında “Hasan
Pertev” şeklinde müzehhibin imzası bulunur. Dilimli şemse çevresinde altın yaldız
ışınsal süsleme bulunur.
Sayfa 401a’da ise yine altın yaldız cetvel içinde merkezde altın yaldız bir hilal ve yıldız
tasvirinin olduğu dendanlı bir oval madalyon vardır. Güneş tasvirini andırır şekilde
çıkan ışınlarla çevrelenmiştir. Köşebentlere akantüs benzeri yaprak kesitleri
yerleştirilmiştir. Süslemeyi dört yönden dilimli altın yaldız hançeri yaprak sırasının
bulunduğu bir arasuyu çevrelemektedir.
201
202
203
KATALOG 53
Eser’in 1b sayfasında unvan tezhibi buluınur. İki kolona ayrılmış yazı kısmını üç
yönden 2 mm’lik altın yaldız cetvel çevreler. Klasik motifler kullanılmıştır. Kitabeli
dikdörtgen kısm ½ simetriktir ve ortadaki kitabe zemini sıvama altın yaldız bezelidir.
Dikdörtgenin dikey köşlerinden kitabeye doğru yöneliş gösteren zer-en-der-zer
bezemede kıvrılan dallar üzerinde penç motifleri kullanılmıştır.
Taç kısmı, önce beyaz sonra siyah iplik ve 2 mm’lik altın yaldız ara suyu ile
dendanlandırılmıştır. Merkezde ortada hatai motifi ve onun iki yanında pembe gölgeli
boyalı ayırma rumiler ve bu rumilerin hemen altında bu sefer mavi boyalı ayırma
rumilerin oluşturduğu bir düzenleme bulunur. Bu kompozisyonun her iki tarafında ½
simetrik olarak zer-en-der-zer penç ve kıvrılan dallardan oluşan süsleme yer alır.
Ortada merkezdeki hatai ve ayırma rumilerle oluşturulan düzenlemenin kesitleri
dikdörtgenin dikey kısmında tekrar kullanılmıştır. Tezhib kırmızı ve mavi mürekkep
karanfilli tığlarla son bulur.
204
205
KATALOG 54
Tuğra ve tezhib altın yaldız cetveller arası siyah iplik çekilen damla motifi ile
çevrelenmiştir. Zemin halkari kıvrılan dallar üzerinde penç ve yapraklarla
doldurulmuştur. Dışta sağ ve solda sapları, yaprakları ve bir adet goncası ile pembe gül
tasviri yer almaktadır. Sol tarafta tezhibe, sağ tarafta ise ferman bitimine kadar devam
eden bordürlerin zemini boyanmamış ama altın yaldız ile simetrik hançeri yaprak
arasında daha naturalist duruşlu ama tanımlanamayan hatta klasiğe kaçan motiflerden
oluşan dal üzerinde bitkisel süsleme ile doldurulmuştur.
206
207
KATALOG 55
KATALOG 56
Altın yaldız cetvelin dört yönden çevrelediği tezhibin dıştaki siyah zeminli kenar
suyunda, tek iplik üzerinde devam eden altın yaldız akantüs ile spiraller yapan ince dal
motifi dönüşümlü kullanılmıştır. Köşebentlere yıldızı da andıran bitkisel motifler ile
kompozisyon akışı kesilmiştir.
210
211
KATALOG 57
Üst taraftaki dikdörtgen tezhib ½ simetriktir. Ortadaki altın yaldız zeminli bir şemsenin
dışında kalan kısım lacivert iplik ile paftalara ayrılmıştır. Cetvele bitişik şemse kesitli
paftanın zemini lacivert boyalıdır ve ayırma altın yaldız rumi ortasında pembe penç
motifi ile süslenmiştir. Diğer açık yeşil zeminli paftanın yüzeri ise dallar üzerinde
pençlerle doldurulmuştur. Tezhibi ve yazıyı dört yönden altın yaldız cetvel
çevrelemektedir. Soldaki sayfada, sağdaki ile hemen hemen aynıdır. Sadece üst taraftaki
tezhip burada kullanılmamış bu nedenle de beyn-es-sütur yazı satırının sayısı dokuza
çıkmıştır.
Bu levhada en ilgi çeken noktalardan biri de dıştaki kenar suyudur. Farklı türlerdeki
geçmeli beyaz renkli motiflerin kullanıldığı kompoziyon uzaktan katı tekniği
çağrıştırmaktadır. Ancak çok yakından ve detaylı bir inceleme ile baskı olduğu anlaşılır.
Baskı türündeki tezhib ile el ile yapılan örneğinin birlikte kullanımına bir örnektir.
212
213
KATALOG 58
Yazı kısmı üç ayrı paftaya ayrılmıştır. Üstte taraftaki besmelenin çevresi mavi iplikle
altın yaldız zeminli tezhibinden ayrılmaktadır. Besmelenin üzerinde soldan sağa doğru
hafif « s » yapan naturalist üslupta şebboy dalı yönlenmiştir. Aşağısında ise boydan
boya bir dal üzerinde üç yapraklı mor penç dizisi yer alır.
Ortadaki yazı paftası dört yönden siyah ara suyu ile çevrelenmiştir. Yazının satır araları
beyn-es-sütur tarzı tezyin edilmiştir. Koltuk kısmı siyah iplikle iç içe iki kare paftaya
ayrılmıştır. İçteki paftada yaprakları ile birlikte beyaz bir gül tasviri vardır ve dıştakinde
ise tomurcuklardan oluşan sıra dört yönden dolaşmaktadır. En alttaki pafta ½ simetrik
kompozisyondadır ve şemselerin içinde yazılar yer alır. Şemseler ile cetvel arasındaki
altın yaldız zemin mavi ve mor renkli penç ve tomurcukların olduğu dallarla bezelidir.
İki altın yaldız cetvel arasında kalan iç pervaz tek sıra iplik pembe zemin üzerinde altın
yaldız dilimli küçük yapraklarla süslenmiştir. Zemini beyaz dış pervazda ise sağ alt
köşeden karşılıklı çıkış yapan iki ayrı tek iplik, halkari yapraklı dallar arasında yonca
benzeri motifler bulunur.
214
215
KATALOG 59
Aşağı taraftaki tezhibin orta kısmında hattat Abdülmecid Han’ın imzası yer alır. ½
simetrik süslemede, altın yaldız ile sırt ve dilimleri arası belirgileştirilmi mavi yapraklı
« c » yapan hançeri yaprak sıralarının arasında sarı ve beyaz çiçekler dönüşümlü
yerleştirilmiştir. Üç yönden süsleme daha ince boyutlu mavi ve beyaz gölgeli boyanmış
hançeri yapraklarka çevrilidir. Dıştaki kenarsuyunda sağ alt köşeden karşılıklı, sol alt
köşeden ve sol üst köşeden tek çıkış yapan tek iplik, altın yaldız çiçekli dal ile üçlü
naturalist mavi gölgeli boyanmış yaprak sarmal yaparak dolaşmaktadır.
216
217
KATALOG 60
En aşağıdaki lacivert zeminli oval paftanın ortasında, enli yaprak formunda ketebe
bölümü vardır. Ketebeden karşılıklı çıkış yapan ve oçları içe doğru kıvrılan altın yaldız
hançeri yaprakların alt ve üst tarafları halkari kasımpatı bukletleri ile süslenmiştir.
Dışarıdan oval madalyonu « c » şeklinde iki yandan mavi gölgeli boyanmış yapraklar
ve aralarından çıkan beyaz çiçekli bezeme sarmaktadır. Ortadaki kartuş ile arasındaki
bölüm ise ters ve düz « c »ler yapan aynı tarzdaki ve renkte ama daha ince formlu olan
yaprak lar ve sarı anemonlarla doldurulmuştur.
Altın yaldız cetvelden sonra geçilen beyaz zeminli dıştaki kenarsuyunda e tek iplik dal
üzerinde ikili gül ve yapraklı süsleme, köşelerde ortası altınyaldız güneş motifleri ile
kesilmektedir.
218
219
KATALOG 61
Bu kısımı dıştan üç yönden dolaşan kenarsuyunun üzeri tek sıra halinde devam eden
dörtgen kartuş dizisi ile bezelidir. Kartuşların içinde birer penç tasviri işlenmiştir.
Dıştaki kenar suyunda yeşil iplikle üç paftaya ayrılmıştır. Ortadaki dalagalanarak devam
eden altın yaldız zeminli paftada zer-en-der-zer, diğerlerinde de altın yaldız pençler
işlenmiştir. Mavi ve beyaz tığlarla süsleme sonlanır.
220
221
KATALOG 62
KATALOG 63
Dıştaki kenarsuyunda uç kısımları iyice içe doğru kıvrımlanan rokoko yapraklar ile
çiçek demetlerininin birlikte kullanıldığı halkari bir süsleme bulunur.
225
226
KATALOG 64
Eser : Kur'ân-ı Kerîm
Bulunduğu Yer ve Numarası: M.K. 06 Mil Yz A 6573
Tarihi: 1288 H. / 1870 M.
Yazısı: Harekeli Nesih
Ölçüleri: 14,8x9,5 cm
Hattat: Seyyid Ahmed Hilmi
Müzehhip: -
Kağıt Özellikleri: Nohudî cedid
Kaynakça: -
Tezhip Özellikleri:
1b ve 2a’da bulunan serlevha tezhibinde barok-rokoko motifler kullanılmıştır. Sayfanın
tüm yüzeyi varak yapıştırma altındır ve üç iğne perdahlıdır. Yedi satırlık beyn-es-sütur
yazı bir vazonun üzerinde duruyor şekilde yerleştirilmiştir. Vazonun çevresi gölgeli
boyanmış akant yaprakları ile çevrilidir. Bir yanında sütun cild tarafında ise hançeri
yaprak dizisi bulunur. Yan taraflarda aşağıya doğru sarkan rokoko gül demetleri yer alır.
En tepede vazo içinde kasımpatı ve güllerin yer aldığı üçer çiçek buketi bulunur.
227
228
KATALOG 65
Alttaki ve üstteki kitabeli dikdörtgen tezhibler bir birleri ile aynı ½ simetrik süslemeye
sahiptirler. Zemin altın yaldızdır ve dikdörtgenin dikey köşesine bitişik mavi penç
kesitinden çıkan birer turuncu tımurcuk motifi ile bezelidir. Üstteki kitabeli dikdörtgen
kısım ile kubbeli bölüm arasında 1 mm’lik fuşya renginde üzeri daha koyu ton ile
nokta bezemeli arasuyu dolaşmaktadır.
KATALOG 66
Eser: Dala’il al-hayrât
Bulunduğu Yer ve Numarası: TSK H. 128
Tarihi: 1290 H. / 1873 M.
Yazısı:Nesih
Ölçüleri: 20,5 x 13 cm
Hattat: Seyyid Muhammed Şevki
Müzehhip: Nureddin18
Kağıt Özellikleri: Aharlı kağıt
Kaynakça: (Karatay 1966, 273; Demiriz 2005 ,258)
Tezhip Özellikleri:
Eserin 20b sayfasında taç formunda klasik motiflerin kullanıldığı unvan tezhibi bulunur.
Sayfayı iki yönden çevreleyen kenar suyu 21a sayfasında sayfayı üç yönden
çevreleyecek şekilde devam eder. 2 mm’lik altın yaldız cetvel 20b’de üç yönden 21a’da
ise dört yönden yazı kısmını çevrelemektedir. Beyn -es-sütur yazı 20b’de yedi 21a’da
ise 11 satırdır ve duraklar dair formunda altın yaldız üzerleri kırmızı ve yeşil tonlarda
geometrik geçme desenlidir. Sayfaların cilde birleştikleri taraflarında karşılıklı sarı altın
yaprak ve yeşil altın çiçek motiflerinin dönüşümlü kullanıldığı tek sıra iplik üzerinde
devam eden süsleme bulunur.
18
Müzehhip ismi yanlışlıkla Demiriz tarafından “Nur el zeyn” olarak okunmuştur (2005, 258).
231
Dıştaki kenarsuyunda tek sıra iplik üzerinde devam eden bir kompozisyonda içeri
doğru iyice dallar üzerinde hançeri iri yapraklar ve nauralist çiçek demet demetleri
kullanılmıştır. Belli aralıklarla küçük çiçeklerin çerçeve olduğu oval zemini beyaz yazı
madalyonları ile kesinitiye uğramaktadır. Aşağıda sayfa uçlarına kompozisyonun
akışını kesmeyecek şekilde, baklava dilimi formunda yine çiçeklerin dizilimi ile
oluşturulmuş motifler yerleştirilmiştir.
106a ‘da altın yaldız cetvelli zerefşan sayfanın tam ortasında vazo içinde yapraklar
arasında gül ve anemonların bulunduğu bir buket işlenmiştir. Dıştaki kenarsuyunda
halkari çiçekli bezeme bulunur.
232
233
234
235
236
KATALOG 67
Eser : Berât
Bulunduğu Yer ve Numarası: BOA Müzehheb Fermanlar No: 715
Tarihi: 1290 H. / 1873 M.
Yazısı: Celî dîvânî
Ölçüleri: 56.5x77,2 cm
Hattat:-
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: (Anonim 2003, 356-57).
Tezhip Özellikleri:
Beratın süslemesinde sadece halkâri kullanılmıştır. Altınla çekilmiş tuğra zikzaklı bir
madalyon ve güneş ışınları ile çeverelenmiştir. Işınların çevresine 16 adet yıldız tasviri
yerleştirilmiştir. Sağ ve sol üst köşelerde birer hilal tasviri bulunmaktadır. Altın yaldız
cetvel dışındaki pervaz tek iplik düzeninde dalları ve yaprakları arasında üzüm motifleri
ile süslenmiştir.
237
238
KATALOG 68
Aşağıdaki iki oval kartuş hat kısmını mavi tonlamalı boyanmış küçük hançeri
yapraklarla çevrelenmiş ve ortalarında kalan boşluğu beyaz küçük tomurcuklu bir çiçek
demeti eklenmiştir.İki altın yaldız cetvel arasındaki siyah zeminli iç pervazda tek iplik,
rumiyi andıran halkari yaprak motifleri ilerlemektedir.
Dış pervazda ise aharlı kağıt üzerine sol alt köşeden yukarıya doğru başlayarak tek iplik
dolaşan, altın yaldız yapraklar arasında beyaz göbekli yine altın yaldız kasımpatı
çiçeklerinin olduğu kompozisyon dikkati çekmektedir.
239
240
KATALOG 69
En üstteki besmele kısmında „sin“ harfi üzerinde sağdan sola doğru yönelmiş altın
yaldız yapraklar arasında beyaz bir çiçek tasviri bulunur. Sap kısmı uzatılarak
dalgalandırılmıştır.
Besmelenin üzerindeki altın yaldız zeminli tezhibin tam ortasında küçük pembe
tomurcuklar ve koyu yeşil yapraklarla oluşturulan çelenk motifi bulunur. ½ simterik
kompozisyonda içe doğru oldukça kıvrılarak ters ve düz „c“ ler yapan pembe ve mavi
tonlamalı boyanmış yapraklar tepeye doğru çıkarak dendanlanlı taç formu
oluşturmaktadır. Sağ alt kısımda yeşil hançeri yapraklar besmele kısmına doğru
uzanarak üst taraftaki tezhibin kesin sınırı kaldırılarak besmelenin olduğu kartuş ile
kaynaştırılmıştır.
241
242
KATALOG 70
Eser : Levha
Bulunduğu Yer ve Numarası: T.V.H.E.M Env. 289
Tarihi: 1289 H. / 1872 M.
Yazısı: Sülüs
Ölçüleri: 41 X 30 cm
Hattat: Mehmed Ziyaüddin
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri:-
Kaynakça:-
Tezhip Özellikleri:
Ortadaki celi sülüs hattın „elif“ harfi uzatılarak sancak direği gibi tasarlanmış ve yeşil
dalgalanan hacimli bir sancak eklenmiştir. Sancağın sağında bir adet goncası ile
berabere açık pembe gül, sol tarafında ise şebboy ya da sümbülü andıran beyaz çiçek
tasviri bulunur. Aşağıdaki iki satırlık hat, uzun iç kısımları hançerlendmiş (dilimlenmiş)
beyaz yaprak ile sınırlandırılmıştır. Yapraklar ile cetvel arasında kalan boşluk ise
tomurcuklu bir dal süslemesi ile dolurulmuştur.
243
244
KATALOG 71
Sayfa1b ve 2a’da dikdörtgen planlı serlevha tezhibi yer alır. Klasik motif kullanılmıştır.
Ancak dış kenar suyunda Avrupa etkili motifler dikkati çeker. Ortada yuvarlak
madalyon içinde altı satırlık zer-en-der-zer yazı bulunur. Duraklar altın yaldız daire
formundadır ve ortalarında pençler işlenmiştir. Yazı madalyonunu dört yönden 2
mm’lik altın yaldız zencerekli arasuyu çevreler. Madalyon ile dikdörtgen arasında kalan
köşe boşlukları lacivert zemin boyalıdır. Burada, ortada yer alan pembe tonlamalı bir
hatai ve ondan çıkan dallar üzerinde sarı ve kırmızı pençler ile yeşil tomurcukların
olduğu bir kompozisyon kullanılmıştır.
Üstte ve altta aynı süsleme özellikleri taşıyan dikdörtgen tezhibleri dört yönden
2mm’lik altın yaldız zencerekli arasuyu çevreler. Ortada altın yaldız zeminli kitabe
kartuşu bulunur. Dışarıda kalan zemin lacivertir ve penç motifi işlenmiştir.
Kompozisyon ½ simetriktir. Orta bölüm altın yaldız rumiler ile iki paftaya ayrılmıştır.
Merkezde tonlamalı pembe bir hatai işlenmiş ve ondan çıkan altın yaldız kıvrılan dallar
ayırma Rumilere birleşmektedir. Aralara altın yaldız pençler işlenmiştir. Dış kısımdaki
lacivert zeminli paftada, içteki paftadan gelen kıvrık dallar mavi ve yeşil pençlere sap
olmaktadır. Yan taç kısımlarının zemini fıstık yeşilidir ve altın yaldız pençler
kullanılmıştır. Taç kısmı altın yaldız,kırmızı ve mavi iplikle dendanlandırılmıştır. Mavi
ve kırmızı basit ama klasik hatlı taçlarla tezhib son bulmaktadır.
Tezhibi üç yönden çevreleyen 5 mm’lik altın yaldız cetvel ve sonrasındaki kırmızı iplik
dışında dış kenar suyunda haklar bezeme sayfayı üç yönden dolanır. Tek sıra iplik
245
üzerinde devam eden süslemede ikiye ayrılan ve uçları içe iyice kıvrımlanan rokoko
yapraklar kullanılmıştır.
334b’de hatime sayfası yer alır. Sayfayı dört yönden 5 mm’lik altın yaldız cetvel
çevreler. Sayfanın aşağı tarafında ortada bir altın yaldız sınırlı daire madalyon içinde
kitabe bulunur. Daire madalyonun aşağısı iç tarafta hilal şeklinde altın yaldız
boyanmıştır. Daire ile yeşil tonlamalı 2mm’lik ara suyu arasındaki bölüm ise halkari
rokoko çiçek ve yapraklarla doldurulmuştur.
246
247
248
KATALOG 72
Üstteki ve alttaki dikdörtgenler aynı bezemeye sahiptir. 4 mm’lik yeşil altın üstüne zer-en-der-
zer bezemeli kenarsuyundan sonra dikdörtgen tezhibe geçilir. Ortada yazının bulunduğu altın
yaldız kartuş vardır ve dışarısı sarı altın zemin üzerinde zer-en-der-zer pençlerle
doldurulmuştur. Sayfanın cilde bitişik kısmında 6 mm’lik bir başka kenarsuyu bulunur.
Burada yeşil ve sarı altın yaldız zeminli paftalar dönüşümlü yerleştirilmiştir. Zer-en-der-zer
penç bezemeler kırmızı ile detaylandırılmıştır.
Dıştaki tezhib (kenarsuyu) kırmızı dendanlanan iplik ile iki paftaya ayrılmıştır. Paftalardan
cetvele bitişik olanın zemini sarı, dıştakinin ise zemini yeşil altındır. Zer-en-der kıvrılan dallar
üzerindeki penç bezeme her iki paftadada kullanılmıştır. Cetvele bitişik paftada canlı yeşil
tonlamalı boyanmış küçük boyutlu rumiler, diğer paftada ise lacivert zeminli uzun palmet ve
ona bitişik küçük şemşeler işlenmiştir. Şemselerin ortasında açık pembe hatai bulunur.
Sayfa 433a’daki ketebe sayfası ise tüm yazmanın genelindeki klasik motiflerin tersine daha
hacimli rokoko yapraklarla süslenmiştir. Tam sayfa ortasındaki tarih ve imzanın bulunduğu bir
büyük boyutlu dilimli kartuşu vardır. Katuşun dışında aşağısında ve yukarısında altın yaldız
zemin üzerinde ½ simetrik kompozisyonda, sağa ve sola daha serbestçe yönlenen,
kıvrımlanan uçları dilimlendirilmiş tonlamalı yeşil hacimli yapraklar yer almaktadır.
249
250
251
KATALOG 73
Sayfa 1b-2a’da klasik motifli serlevha tezhibinde dikdörtgen forn kullanılmıştır. Yedi
satırlık beyn-es-sütur yazı kısmını çeviten siyah tahrirli altın yaldız cetvel iki yanında
koltuk kısmı bulunur. Burası ayırma yeşil ayırma rumiler ile iki paftaya ayrılmıştır.
Birinci pafta “s” çizerek devam eden zerenderzer bezemeli paftadır.
Altta ve üstteki dikdörtgen tezhibin ½ simetriktir. Orta kısımda yeşil iplik tahrirli bir
altın yaldız şemse kartuşu vardır ve üstü beyaz mürekkep ile yazılıdır. Şemse kitabe
kartuşunun dışındaki zemin koyu laciverttir ve dair şeklinde altın yaldız paftalanmıştır.
Daire yarı çap noktalarına birer penç yerleştirilmiştir. Bu daireden karşılıklı ikişer
uçları da rumi şeklinde olan beyaz tahrirli rumiler “s” yaparak geçmektedir.
Dikdörtgen tezhipler dört yönden tek sıra iplik üzerinde zerenderzer penç sırası ile
bezeli arasuyu ile çevrelenmiştir. Sayfanın cilde bitiştiği tarafında altın yaldız üzerinde
oval madalyonlu bir bezemesi olan pervaz bulunur.Dıştaki kenarsuyu beyaz iplikle iki
paftaya ayrılmıştır. İçteki cetvele bitişik zerenderzer penç bezeli paftada, pafta sınırını
oluşturan beyaz iplik içeriye devam ederek karşılıklı birer ayırma rumi formunu alır.
Lacivert zeminli paftada köşelerde kırmızı iplik tahrirli ayırma rumilerin çerçeve
olduğu bir şemse kartuşu bulunmaktadır. Zemini altın yaldızdır ve merkeze bir adet
penç motifi işlenmiştir. Kırmızı ve mavi klasik tığlar ile tezhip sonlanır.
19
Ann Arbour’dan yapılan istek sonucunda, Muhittin Serin’in kitabındaki (2005, 494) fotoğrafın IS.
173’e değil IS. 172’ye ait olduğu görülmüştür.
252
253
KATALOG 74
KATALOG 75
Eser : Kur’an-ı Kerim
Bulunduğu Yer ve Numarası: İÜK A.6682
Tarihi: H.1308 /1890-91 M.
Yazısı: Nesih
Ölçüleri: 20,5 x 12,5 cm
Hattat: Hasan Rıza
Müzehhip: -
Kağıt Özellikleri: Aharlı kağıt
Kaynakça: (Karatay 1951, 87).
Tezhip Özellikleri:
Sayfa 1b ve 2a’da görülen serlevha tezhibinde klasik motifler kullanılmıştır. Yedi
satırlık beyn-es-sütur yazıda dair formunda üzeri geometrik geçme bezemeli duraklar
kullanılmıştır. Koltuk kısımlarının iç tarafı iki paftaya ayrılmıştır. Ortadaki paftada zer-
en-der-zer bezeme pençler görülür.
KATALOG 76
KATALOG 77
Üstte ve altta dikdörtgen tezhibler birbirleri ile simetriktir. Ortada altın yaldız zeminli
şemse formunda kitabe kartuşu vardır ve kartuşun dışındaki mavi zemin üzerinde
oldukça basit pençler işlenmiştir. Tezhibleri ve yazıyı en dıştan önce kırmızı iplik
sonrasında 2 mm’lik altın yaldız cetvel üç yönden çevreler. Sayfanın cilde bitişen
tarafında ayrı bir 2 mm’lik cetvel daha çekilmiştir.
Dış kenar suyu dendanlı olarak devam eder. Altın yaldız ayırma rumiler ile iki ana
paftaya ayırlmıştır. Ayırma rumilerin çerçeve olduğu lacivert zeminli paftada altın
yaldız pençler, diğer beyaz zeminli paftada ise altın yaldız dallar üzerinde yeşil pençler
işlenmiştir. Kenarsuyu altın yaldız ve mavi iplik ile dendanlandırılmıştır. Oldukça kısa
ve özelliksiz mavi ve kırmızı tığlarla tezhip sonlanır.
260
261
KATALOG 78
Türü: Kur’an-ı Kerim
Bulunduğu Yer ve Numarası: İÜK 6556
Tarihi: H.1306 /1888-89 M.
Dili: Arapça
Yazısı: Nesih
Ölçüleri: 19,8 x 12,5 cm
Hattat: Hakkakzade Mustafa Hilmi
Müzehhip: -
Kağıt Özellikleri: Aharlı Kağıd
Kaynakça: (Karatay 1951, 87).
Tezhip Özellikleri:
Dıştaki kenarsuyu dört yönden dolaşmaktadır. “S” yapan akant yaprakları arasında gül
ve kasımpatı buketleri yerleştirilmiştir. Yapraklar ve çiçekler tonlamalı gri, pembe ve
mavi boyalıdır. En dışta sayfanın boşta kalan kısmı varak halinde yapıştırma altın
yaldızdır ve üç iğne perdahı uygulanmıştır.
262
263
KATALOG 79
Sayfa 1b’de unvan tezhibi bulunur. Kırmzı iplik ve sonrasında 2 mm’lik altın yaldız
cetvel tezhibi ve yazıyı üç yönden çevreler. Besmelenin her iki yanında, içeriye doğru
yönelenen altın yaldız dal üzerinde yapraklı ve tomurcuklu bir süsleme yer alır.
Unvan tezhibine 2 mm’lik kırmızı ve yine 2 mm’lik gri boyalı arasuyu üç yönden
çevrelemektedir. Altın yaldız sıvama altın zemin üzerinde ½ simetrik tezhipte batı motif
ve kurgusu kullanılmıştır. Ortada çok basit ve düzgün olmayan rocaille madalyon
vardır. Hemen altında bir oval kartuş ve bu kartuştan iki yana açılım yapan
dilimlendirilmiş kırmızı ve beyaz tonlamalı rumiler, bu rumilerin üzerinde borazan
formunda bir hazne içinde güllü rokoko demet yer alır. Tezhib tepede yine güllerden bir
rokoko demet ile sonlanır. Yeşil ve kırmızı saplardan oluşan bir bitkisel tığ
kullanılmıştır.
264
265
KATALOG 80
KATALOG 81
Türü:Berat
Bulunduğu Yer ve Numarası: T.V.H.E.MEnv No: 390
Tarihi: 1325 H. / 1907 M.
Dili: Türkçe
Yazısı:Divani
Ölçüleri: 78 x 85 cm
Hattat: -
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: -
Konusu: Mevlevihanede vefat eden postişin yenisinin tayini ile ilgilidir.
Tezhip Özellikleri:
Yedi satırlık yazının aralarında altın yaldız ve kahverengi birlikte kullanılarak iki iplik
sarmal buket ve yaprak tasvirleri ilerlemektedir.
Dilimli madalyondan çıkan güneş ışınları ortasında yer alan altınla çekilmiş tuğranın
sağ alt tarafında Mevlevi sikkesi tasviri bulunmaktadır. Çevresine küçük boyutlu sarı
naturalist üslupta yapılmış çiçekler serpiştirilmiştir. Dışarıdan güneş formunu 16 adet
yıldız olarak algılanan çiçek motifleri çevrelemektedir. Sağ üst tarafta altın yaldız bir
hilal eklenmiştir. Üst köşelere eklenen kahverengi ve yaldızlı çiçek buketinin aynısı sol
aşağı köşede iki kez tekrarlanmışsa da cetvelin alanını işgal eden bu kompozisyon için
üçgen bir alan oluşturulmuş ve buraya altın yaldız derkenar eklenmiştir. Yazı ve tezhibi
üç yönden çevreleyen altın yaldız cetvel ve dıştaki çift iplik sarmal yapan kahverengi
ve altın yaldız çiçekli kenar suyu burada sona ermektedir.
268
269
KATALOG 82
Koltuk kısmında da benzer bir süsleme anlayışı hakimdir. Zemin zer-en-der-zer penç
bezemelidir. Orta kısmına, göbeğin yan tarafındaki şemse düzenlemesinin aynısı daha
küçük boyutta işlenmiştir. Hilyeyi dört yönden dolaşan dış pervazda, siyah zemin
üzerinde yeşil ve sarı altın birlikte halkâri rokoko kıvrımlı ve akant yapraklı bir tezhip
bulunmaktadır. Bu düzenlemenin aşağıda kalan kısmında tam ortada kalan boşluğuna
müzehhip imzasını atmıştır.
270
271
KATALOG 83
KATALOG 84
Eser : Hilye
Bulunduğu Yer ve Numarası: T.V.H.E.M Env No: 2858
Tarihi: 1304 H. / 1886-87 M.
Yazısı:Sülüs
Ölçüleri: 185 x 138 cm
Hattat: Muhammed Şefik
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: -
Not: Müzeye Yıldız Hamidiye’den gelmiştir.
Tezhip Özellikleri:
Hilye dikey yerleştirilmiş ve üst ucu yuvarlatılmış dörtgen formundadır. İç kısmında
mavi zemin üzerinde gül demetlerinin serpiştirildiği bir süsleme vardır. Dışında yer
alan ¼ simetriktir. Mavi zemin üzerindeki süslemede köşebentteki altın yaldız güneş
ışını tasviri ile ve dörtgen arasında kalan boşluk ise altın yaldız rokoko tezyinat ile
doldurulmuştur. Ortada bir dal tasviri iki yanındaki kasımpatı buketli kompoziyonu
ayırmaktadır. Bu daldan buketlere doğru iki ayrı yöne yapraklar kıvrılmaktadır.
Kasımpatı buketlerini tutan naturalist palmetler ile ortadaki dala sarılan hançerlenmiş
ya da dilimlenmiş yaprak detayı lacivert renk boyalıdır.
274
275
KATALOG 85
Eser : Levha
Bulunduğu Yer ve Numarası: T.V.H.E.M Env No: 2868
Tarihi: 1311 H. / 1893 M.
Yazısı: Gubari Hatla
Ölçüleri: 61 x 55 cm
Hattat: İhsan
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri:-
Kaynakça: -
Tezhip Özellikleri:
Yazının üst köşebentlerine oldukça hacimli ve naturalist ele alınmış gölgeli yeşil
boyalaı yapraklar arasında bordomsu tonlamalı gül tasviri bulunur. Aşağıdaki sapların
arasına ise açık pembe kasımpatları yerleştirilmiştir.
İç pervazda tek sıra iplik devam eden halkari küçük hançeri yaprak dizisi köşelerde
çiçek motifleri ile kesintiye uğramaktadır. Dıştaki kenarsuyunda, ise beyaz zemin
üzerinde köşebentlere yerleştirilen spiraller yapan kurdelenin iki yanındaki dışa doğru
“c” yapan dilimli yapraklar arasındaki çiçek buketlerden spiraller yaparak çıkan
kurdeleli kompozisyonlar uzun ince ipliklerle birbirlerine bağlanmıştır.
276
277
KATALOG 86
Koltuk kısmında da benzer bir süsleme anlayışı hakimdir. Yeşil arasuyu ile ikinci bir
dikdörtgen pafta oluşturulmuştur. Bu pafta zer-en-der-zer penç bezelidir. Ortada ise
lacivert zemin üzerinde altın yaldız hatai işlenmiş şemse kartuşu bulunur. Ayırma
Rumiler şemseye çerçeve olmaktadır. Hilyeyi dört yönden dolaşan dış pervazda, siyah
zemin üzerinde yeşil ve sarı altın birlikte rokoko çiçek buketli bir bulunur.
278
279
KATALOG 87
Eser : Levha
Bulunduğu Yer ve Numarası: T.V.H.E.M Env No: 1482
Tarihi: 1323 H. / 1905 M.
Yazısı: Sülüs
Ölçüleri: 56,5 x 37 cm
Hattat: Hüseyin Hüsnü
Müzehhip: -
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: -
Tezhip Özellikleri:
Hat çevreleyen cetvelin konturları ve tığlar baskıdır. Ancak köşebentlerdeki
köşebentlerdeki mavi ve yeşil yapraklar arasındaki tonlamalı pembe gül tasvirleri bu
baskının üzerine eklenmiştir. Ayrıca baskı cetvelin üzeri de sonradan kırmızı ve beyaz
tonlardaki fırça detayları ile doldurulmuştur.
280
KATALOG 88
Eser : Levha
Bulunduğu Yer ve Numarası: T.V.H.E.M Env No: 326
Tarihi: 1323 H. / 1905 M.
Yazısı: Sülüs Tuğra
Ölçüleri: 61 x 43 cm
Hattat: -
Müzehhip:-
Kağıt Özellikleri: -
Kaynakça: -
Tezhip Özellikleri:
Tuğranın üst sağ tarafında kasımpatıları arasında bir gülün bulunduğu, sol tarafında ise
sadece kasımpatılarından oluşan birer buket bulunmaktadır. Altın yaldız cetvelin
köşebentlerinde içe doğru yönelen kartuşlar içinde manzara tasvirleri bulunur. Ayrıca
cetvel üzerine yine hat tarafına doğru yönelen palmet benzeri paftalar yerleştirilmiş ve
bu paftaların fıstık yeşilli zeminlerinin üzerinde altın yaldız ayırma ve ortabağ rumili
kompozisyon işlidir.
281
KATALOG 89
Eser : Kur’an-ı Kerim
Bulunduğu Yer ve Numarası: TSK YY 325
Tarihi: 1330 H. / 1911 M.
Yazısı: Harekeli ve iri nesih
Ölçüleri: 48,8 x 30 cm
Hattat: Hasan Rıza
Müzehhip: Bahaeddin
Kağıt Özellikleri: Aharlı krem rengi
Kaynakça: ( Karatay 1962, 41220; Tanındı 1993, 406)
Tezhip Özellikleri:
Zahriye sayfalarında yer alan tezhib dair formu çevreleyen sarı altın geçmeli ara suyu
çevresinde 1/8 oranında simetrik kompozisyonda karşımıza çıkmaktadır. En içte
merkezde zemini altın yaldız bir daire formu bulunur. Çevresinde 3 mm’lik altın yaldız
zencerekli bir arasuyu dolaşmaktadır. Bu düzenlemenin dışındaki tezhib üç ana paftaya
ayrılmıştır. Merkezdeki daireye bitişik olan pafta beyaz iplikle diğer orta paftadan
ayrılır. Bu paftanın zemini turkuazdır. Dairenin arasuyuna bitişik ikişer ve orta seviyede
bir altın yaldızlı küçük kartuş işlenmiştir. İçlerinde birer penç tasviri vardır.Lacivert
hurdelenmiş ayırma rumi, kartuşa dıştan bitişik şekilde yapılmıştır. Orta pafta
kırmızı iplik ile dış paftadan ayrılır. Zemin altın yaldızdır. Merkezde yeşil iplikle
sınırlandırılmış zemini siyah boyalı bir şemse kartuşu yer alır ki bunun içinde altın
yaldızlı daha küçük bir şemse kartuşu daha bulunmaktadır. Bu en içteki kartuşta penç
tasviri, çevresinde ise kırmızı renk ile hurdelenmiş rumi motifleri bulunur. Altın yaldız
zemin üzerinde ortadaki şemsenin iki yanına altlı üstlü birer lacivert çin bulutu tasviri
yerleştirilniştir. Diğer kısımlar kıvrılan dallar üzerinde pençlerle doldurulmuştur. En
dıştaki lacivert seminli paftada diğer altın yaldız paftanın ara kısımlarna denk gelen
bölümleri altınyaldız küçük şemse kartuşları yerleştirilmiştir. İçi tek penç tasviri ve
çevresi de beyaz hurdelenmiş rumi ile bezelidir. Diğer kısımlar dallar üzerinde altın
yaldız tomurcuk ve hatailerle bezelidir. En dıştan yeşil iplikle dendanlandırılan zahriye
tezhibi ince lacivert tığlarla sonlanmaktadır.
Sayfa 1b-2a’da karşılıklı dikdörtgen serlevha planında yapılmış tezhiblidir. Yedi satırlık
yazı kısmında, daire formlu içi yeşil kırmızı iplik geçmeli bezemeli duraklar
20
Karatay katalogda “Y.2138” numarasını vermiş ise de Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde “YY. 325”
olarak kayıtlıdır.
282
Dikdörtgen tezhibli bölümler, yeşil altın geçmeli ara suyu ile sarı altın geçmeli ara
suyu arasında kahverengi iplik ile dört yönden çevrelenir. Çevresi lacivert zemin
üzerinde kıvrılan dallar üzerinde pençler ve üst ile alt çevreye bitişik yaldız rumilerle
süslenmiştir. Kartuşun sağ ve solunda bulunan salbeklerde ve köşebent şeklind
kurgulanmış altın yaldız paftada da aynı süslemeler görülür. Tüm bu kısımı dört yönden
4 mm’lik altın yaldız zencerekli cetvel çevrelemektedir.
Dıştaki tezhib (kenarsuyuna) , kırmızı iplik üzerinde siyah ile hurdelenmiş rumilerin
ayırdığı üç ana paftaya ayrılmıştır. İçteki çerçeveye bitişik, lacivert zeminli palmet
formundaki paftalar ile formları uzatılmış ve ayak tarafları ikiye ayrılarak uçları
yuvarlatılmış altın yaldız zeminli deforme palmet paftaları dönüşümlü sıralanmıştır.
Her iki pafta kıvrılan dallar üzerinde pençler ve hatailer ile süslenmiştir. Dış taraftaki
dendanlı altın yaldız zeminli renkli penç işli pafta köşelerde genişlemektedir. Buraya iki
taraftan lacivert hurde rumi ile çevrelenmiş zemini turkuvaz ve ortasında hatai motifi
bulunan bir palmet yerleştirilmiştir. Lacivert ve mavi iplikle dendanlandırılmış kenar
suyu ince işlenmiş lacivert tığlarla sonlanır.
Sayfa 325a ketebe sayfası dört yönden 3 mm’lik altın yaldız cetvel ile çevrilidir. Aşağı
seviyede 3 mm’lik yeşil altın ve yine 2 mm’lik asarı altın zencerekli ara suyunun
çevrelediği tezhib yer alır. Bu kısım kırmızı iplik ile iki ama paftaya aytılmıştır.
Ortadaki geniş şemse şeklindeki altın yaldız paftanın tam ortasında salbekli zemini
turkuaz daha küçük bir şemse tasviri bulunur. Dikey akslarda pembe hatailer çapraz
283
akslarda ise hurdelenmiş palmetler işlidir. Dış tarafında çevresinde lacivert çin bulutu
motifi işlenmiştir. Altın yaldız zemin kıvrılan dallar üzerinde eflatun, yeşil ve pembe
boyalı hatailer ile doldurulmuştur. Bu paftayı .evreleyen ikinci ana paftanın zemini
laciverttir ve daha iri boyutlu hatailer ve tomrucukalr ile yaprakların olduğu kıvrık dal
kompozisyonu ile bezelidir. Arasuyuna bitişen taraflarında şemse kesiti formunda altın
yaldız ve hurdelenmiş ayırma rumilerin sınır olduğu kartuşlar dizisi işlenmiştir.
284
285
286
287
KATALOG 90
21
Karatay katlogda “H.S. 267” numarasını vermiş ise de Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde “H.S. 39”
olarak kayıtlıdır.
288
137b’de zahriye sayfasıdır. Sayfayı 2 mm’lik altın yaldız cetvel dört yönden
çevrelemektedir. Sayfa ortadan 6 mm’lik bir arasuyu ile ikiye ayrılmıştır. Ortada
altınyaldız kitab kartuşu vardır ve ayırma rumi ve pençlerden oluşan bir süsleme ½
simetrik olarak yerleştirilmiştir. Bu arasuyun üstünde ve altında cetvele bitişik olarak
paftalar yer alır. Her iki paftada aynı kompozisyon farklı ölçekte kullanılmıştır. Ortada
merkezde zer-en-der-zer süslemeli şemse bulunur. Çapraz akslara ayırma rumiler ve
dikey akslara pençler yerleştirilmiştir. Şemse dışı kobalt mavi üzerindeyeşil ve kırmızı
pençler işlenmiştir. En dışta ise altın yaldız ayırma rumilerin yerleştirimi ile bir şemse
motifi çerçeve olmaktadır. Köşelerde kalan zemin boşluğu zer-en-der-zer penç ile
doldurulmuştur.
289
290
291
KATALOG 91
BÖLÜM VII
DEĞERLENDİRME ve SONUÇ
Batılılaşma sürecinde Osmanlı tezhip sanatı hakkında bir değerlendirme için öncelikli
olarak katalog, sonrasında da ekler bölümündeki eserler yol gösterici olacaktır.
Eserlerin değerlendirilmesi önce sanat tarihi verileri açısından yapılacaktır. Daha sonra
bu dönemin kültür ve sosyal tarihi ile tezhip sanatından elde edilen veriler arasındaki
ilişki ortaya konmaya çalışılacaktır
Giriş kısmında da değinildiği gibi, çok sayıdaki örnekten farklı koleksiyonlarda bulunan
eserler padişahların iktidar tarihlerine göre seçilerek incelemeye alınmıştır. Eserler
tarih sıralaması gözetilerek, el yazması içinde serlevha tezhipleri sonrasında unvan
tezhipleri daha sonrasında beratlar ve fermanlar ve levhalar şeklinde türlerine göre
gruplandırılmıştır. Levha, berat ve ferman örnekleri de değerlendirmeye dahil
edilmiştir. Bu dönem tezhipli eser sayısı oldukça fazla olduğundan belli gruplardan bir
ya da iki örnek kataloğa dahil edilmiştir. Değerlendirme sırasında varılan yargılar az
sayıdaki veriye göre yapılmamış, araştırma evreninden seçilenlerle genel dönem tezhip
özelliği anlatılmaya çalışılmıştır.
Ekler kısmında ise katalogdan elde edilen verileri destekleyecek nitelikte olan eserler
bulunmaktadır. Daha önceleri farklı araştırmacılar tarafından bir çok kez yayınlanmış
olan eserler de bu bölümde bulunur.
Batılılaşma dönemi tezhip sanatı için genel kabul, çoğunlukla Batı kökenli üslup ve
formlarının kullanılmaya başlandığı, klasik dönem ince işçiliğinden uzaklaşıldığı ve
Osmanlı tezhip sanatının bir anlamda yozlaştığı yönündedir (Ersoy 1988, Derman 1999,
Özsayıner 1999, Bayram 1981 Cumbur 1990, 164). Zeren Tanındı ise, “18. yüzyıldan
başlayarak Türk sanatçılarının Avrupa’nın barok ve rokoko kıvrımlamalarını da
tanımalarıyla tezhipte bir üslup zenginleşmesi olduğunu” belirtir (1993, 397-406). Şule
294
Aksoy (1977, 126-136), Yıldız Demiriz (2000, 980) ve Mebruke Tuncel (2002) de
aynı kanıyı taşırlar. Her iki düşüncenin haklılık payına sahip oldukları ve eksik
bıraktıkları noktalar bulunmaktadır. Ancak her iki grubun düştükleri ortak yanlış, bu
dönem tezhibinin sadece barok-rokoko motiflerinden oluştuğu yönündedir.
Her grup da nicelik açısından birbirleri ile yarışacak derecededir. Bu da, Batılılaşma
dönemi tezhibinin sadece barok ve rokoko motiflerinden oluşmadığını gösteren önemli
bir veridir. Klasik örneklerin sayısı Batı etkili olanlardan az değildir. Diğer üçüncü
grup olan ikili grup örnekleri de diğer iki gruptan daha az olmasına karşın yine
oldukça sık karşımıza çıkar.
Bu dönem tezhibi için genel iki ana kabülden birinin, yetkinliği ve inceliğini yitirmiş
işçilik olduğunu belirtmiştik. Özellikle klasik motifli grup içinde bu görüşü
destekleyecek çok sayıda örnek bulunmaktadır. Pençler daha serbest bir düzenleme ile
22
Çok benzer bir gruplandırma “tığ” kullanımını kapsayacak şekilde verilmiştir ve bu gruplandırma
sadece rokoko eserlerle sınırlı tutulmuştur (Akbaş 1991, 11)
295
ağırlıktaki tek motiftir ve ruminin ayırma rumi dışında bir uygulaması ile karşılaşılmaz.
Sultan III.Selim ve Sultan II.Mahmud zamanında daha elle tutulur çalışmalar karşımıza
çıksa da (Kat.11,13, 17, 37,38) sonrasında Sultan Abdülhamid dönemine kadar incelikli
işçilikte örnek çok azdır (Kat.27, 61). Bu ara dönemde bozulmuş işçilikteki klasik
dönem motif uygulamaları ise daha çoktur. (Kat. 39, 40, 41, 65)
Sultan II.Abdülhamid dönemi klasik motif kullanımı açısından bir yenileşme zamanıdır.
Bu dönem örnekler alt bir gruplandırma ile neoklasik olarak adlandırılabilir. Aslında
bu nitelendirme, Sultan II.Abdülhamid öncesi klasik motifin kullanıldığı örnekleri de
kapsayacak şekilde Özsayıner tarafından kullanılmıştır (1999). Ancak 19. yüzyıl
boyunca tüm klasik motifli eserlere neoklasik demektense, Sultan II.Abdülhamid ve
sonrası eserleri bu şekilde gruplandırmak daha doğru olacaktır. Çünkü, Sultan
II.Abdülhamid ile birlikte klasik motif ve kompozisyonların başarılı ve incelikli bir
işçilikle tekrar gündeme gelmiş ve sayıca da barok-rokokolu örnekleri geçmiştir. T.S.K
M.R.4 (Kat.72) yazmasında hatai ve rumiler dışında pençlerin oldukça özenli ele
alındığı izlenir. Aynı şekilde Osman Yumni tarafından tezhiplenmiş olan Mesih
Mehmed Paşa Cami’ndeki Hilye-i Şerif’teki (Kat. 86) klasik motiflerdeki işçilik çok
kalitelidir. Her ne kadar T.S.K M.R. 4’teki (Kat.72) gibi olmasa da M.A.A.L. Isl. Ms.
172 (Kat.73) ,T.S.K M.R.5 (Kat.77) ve M.R. 65 (Kat.71), İÜK A.6556 (Kat. 78) ve
A.6656’da (Kat.74) özenli işçilik görülebilir. Klasik motif kullanımında ve işçiliğinde
bu revizyon Sultan V.Mehmed Reşad döneminde zirveye ulaşacaktır. Bu dönemin
önemli yazma eserlerinden T.S.K YY. 325 (Kat.89) ve T.S.K H.S. 39’daki (Kat.90)
hurdelenmiş rumiler, her bir taç yaprağı detaylı verilmiş hatailer, çin bulutu tasvirleri
yazmaların neredeyse klasik döneme tarihlendirilmesine neden olacak kadar inceliklidir.
Klasik motif devamı ve bu motifin revizyonunun nedenleri daha ileride kültür ve
sosyal tarihle açıklanmaya çalışılacaktır.
İkinci grup, Batı kökenli motifli diğer bir deyişle barok-rokoko motifli olanlardır. 19.
yüzyılda Batı etkisi ile giren sayısı ve çeşidinde artış görülmektedir. Özellikle rokoko
ve akantüs yapraklar, gül, kasımpatı, sümbülteper, anemon, zambak, şebboy şeklinde
tanımlanabilen çiçekler, oldukça natüralist bir üslupla ele alınmışlardır. Tek başlarına
tasvirleri yerine, tezhip içinde buket, vazo ya da sepet içinde düzenlemeleri daha çok
tercih edilmiştir. Ketebe sayfası karşında tek gül goncası çalışmaları da
görülebilmektedir. Avrupa mobilya tasvirleri de nadir olsa da tezhipte yer alır (T.S.K.
E.H.1626 y.125a (EK X) ve TSM. 1122 y.415a (EK XI). Sultan II. Mahmud öncesi
rastlamadığımız onun dönemi ile tezhip sanatına dahil olan Batı kaynaklı motiflerden
biri perde (Kat. 22, 23, 25) diğeri ise sütun tasviridir (Kat. 22, 49, 56).
296
Üçüncü tür olan ikili grup tezhipli eselerde Barok -Rokoko üslubunda motiflerin,
özellikle çiçek demetlerinin klasik motiflerle birlikte kullanıldığı görülür. Bu tarz
tezhipler daha az sayıda olmakla beraber her sultanın saltanat döneminde beğenilen bir
uygulama olmuştur. Ama özellikle Sultan III.Selim ve Sultan II. Mahmud döneminde
çok daha sık karşımıza çıkar (Kat.2, 7, 8,13, 16, 15, 18,34). Sonrasında Sultan
Abdülmecid (Kat. 42) Sultan Abdülaziz (Kat. 66) ve Sultan Abdülhamid (Kat. 78)
uygulamalar azalsa da devam etmiştir.
Sayfa kenar süslerinde tezhip hangi gruptan olursa olsun Barok-Rokoko üslubunda
vazolar içinde ya da buketler halinde çiçek demetleri daha çok tercih edilmiştir. Klasik
sayfa kenar süslerinin genel formu, merkezde altın yaldız bir dair şeklinde kartuş
çevresinde klasik bezmeler, alt ve üst kısımda tığ benzeri işlemeler ile uzunlamasına bir
kuruluş şeklindedir.
19. yüzyıl tığlardaki motiflerin batı etkisinde kalarak değişime uğrayıp tığ
cetvellerinin zaman zaman kalktığını, tezhibin vazgeçilmeyen rengi lacivertin bazı
örneklerde hiç kullanılmayarak altın, kırmızı ve yeşil renklerle tığ çalışıldığını
görmekteyiz. Tığ zemini altınla tamamen örtülüp üzerine tığlar değişik renklerle
çalışılmıştır.” açıklaması verilmektedir. Devamında ise 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl
başı rokoko tarzı çalışmaların tığlara değişik yansıdığı ve bunun da üç grup altında
incelenir: (Akbaş vd. 1991, 11).
1. Rokoko eserde klasik tarzda tığlar
2. Rokoko eserde klasik ve rokoko birleştirilerek yeni tığlar
3. Rokoko eserde rokoko tığlar
Gruplandırmada doğru olmasına karşın iki önemli noktada ciddi yanlışlık yapılmıştır.
Birincisi bu dönem tezhibinde sadece rokoko etkili motiflerin kullanıldığı yargısıdır.
İkincisi ise 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı şeklindeki tarihlendirilmesidir.
III.Selim döneminden itibaren yukarıdaki gruplandırmada yer alan tığlarla eserlerde
karşılaşabilmekteyiz. Tığlar için yapılacak doğru gruplandırma şu şekilde olmalıdır:
Bu dönem tezhiplerinin genel renk kullanımında da iki farklı üslup söz konusudur.
Klasik motifler ile Batı esinli motiflerin renklendirilişinde ciddi bir ayırım vardır.
Tezhiplerde lacivert, kırmızı, pembe ve yeşil gibi renklerin ana tonları tercih edilirken
fazla çarpıcı tonlamalar da kullanılmaz. Zer-en-der-zer sadece klasik motiflerde tercih
edilmiştir. Pençlerin detayları yeşil ya da kırmızı ile işlenmiştir. (Kat.28, 29, 30, 40, 53,
72). Halkari bezeme ağırlıklı olarak kenarsuyunda ancak hem barok-rokoko (Kat.50,
55,66, 67, 71,80) hem de klasik (Kat. 13, 16, 30, 52,54) kökenli motiflerde, ayırım
gözetmeksizin kullanılmıştır.
Barok ve rokoko motifli grupta ise her türlü renk en çarpıcı türleri ile birlikte ve çok
cüretkar tonlama ile kullanılmıştır. Bu renkler kobalt mavi, turkuaz, mavi, lacivert,
pembe, lila, eflatun, yeşil, turuncu, sarı, kırmızı ve bunların çok farklı tonları ile siyah
ve beyaz da kullanılan renkler arasındadır.(Kat. 9, 22, 23,49). Bu kadar çeşitli renkler
kimi zaman renk uyumu gözetilmeden bir arada değerlendirildiği de dikkat çekmektedir.
Bu türden bir uygulamanın en çarpıcı örneği ise DCBL IS. 1581’de (Kat.1) karşımıza
çıkar. Grisaille denilen gri üzerine gri bir süslemenin de (Demiriz 1996, 119) rokoko
çiçek tasvirlerinde zaman zaman kullanıldığı görülür. (Kat.22).
İkili grupta ise barok motifli kısımlarda daha çarpıcı diğer klasik kısımda daha dingin
renklerin kullanılmasına özen gösterilmiştir. (Kat.2, 8, 15, 16, 42). Ancak, T.S.K.
E.H.102 (Kat.18) bu dönemdeki renk algısının ne boyutlara ulaştığına iyi bir örnektir.
Klasik motiflerde dengeli bir renk skalası kullanılırken, Batı etkili olan motiflerde ne
klasik motiflerle ne de kendi içinde renk uyumu pek gözetilmemiştir.
77) halkâri ise hem klasik (Kat.2, 31, 53) hem de barok-rokoko motiflerde (Kat. 66,
71, 90).
Batılılaşma süreci tezhip sanatı için diğer bir kabul de, bir değişim çizgisine sahip
olmadığı, şeklindedir. Ancak, bu dönem eserleri incelendiğinde, bir değişimi ve
gelişimi izleyebilmek mümkündür. Yüzyıl başı, ortası ve sonunda hatta sultanların
saltanatta olduğu dönemlere göre tezhip sanatı farklılaşma göstermiştir. Tezhipli eser
üretimi I. Dünya Savaşı’nın yaklaştığı ve ağır baskısının hissedildiği dönemlerde ise
oldukça azalmıştır. Daha detaylı inceleme, sosyal ve siyasi tarih ile birlikte ileride ele
alınacaktır.
Sultan II.Mahmud döneminde barok- rokokolu gruptaki serlevhalarda, net bir cetvel ya
da arasuyu ile çerçevelendirmenin yapılmadığı örnekler ortaya çıkar. Ama sütun ve
perde tasvirleri ile yine de tezhibe sınırlandırma getirilmişse de tezhip tüm sayfa
geneline yayılarak baskın öge haline gelmiş ve tezhip ile yazı arasındaki denge
bozulmuştur . Tezhibin yazıyı ezen renk, kompozisyon ve motif uygulamaları artarak
Sultan Abdülmecid döneminde devam etmiştir. Ayrıca bu dönem barok-rokoko
tezhiplerinde zeminin sıvama altını dikkat çekici bir unsur haline gelir. Bu dönemde bir
başka serlevha tezhibi kompozisyonunda, yazının çevresindeki tüm alanı kaplayan çok
sayıda çiçek buketleri simetrik ama daha serbest bir düzenlemede yerleştirilmiştir .TSM.
56’da ( Kat.43) sıralanmış iç içe cetvel ve arasuları ya da dış pervazların artık
kullanılmadığı görülebilmektedir. Sultan Abdülaziz zamanında da bu anlayış devam
ettirilmiştir. (Kat. 62) . Sultan Abdülmecid döneminde ortaya çıkan diğer bir uygulama,
yazının etrafındaki çerçevenin de kalkarak, üst ve alt yarısında ½ simetrik, ters
yerleştirilmiş çiçek buketleri ve kurdelalı kompozisyonlardır. (Kat. 3, 44).
İki yandan sütunla sınırlanan ve tüm alana yayılan rokoko çiçek buketlerinin olduğu
Sultan II.Mahmud dönemi serlevha kompozisyonu TSK M.39’da (Kat. 22)
kullanılmıştır. Çok benzer kompozisyonu TSK E.H.436’da (Kat.23) görebilmek
mümkündür. Ancak bu yazma tarihsizdir. Dönemin serlevha tezhibindeki değişim
çizgisi içinde Sultan II.Mahmud dönemine tarihlemek, benzer uygulaması ile de
mümkün olabilmektedir.
19. yüzyıl gibi genel bir tarihlendirmesi olan Mecmua-i Sur ve Ediye (TSM MR. 275 )
(Demiriz 1986 148-151; Demiriz 2005, 272) (EK I ) serlevha tezhibi daha yakından
incelendiğinde zeminin sıvama altın yaldız olduğu, yazının çevresinde ve tezhipte bir
sınırlandırmanın olmadığı serbest kompoziyonda barok-rokoko çiçeklerin kullanıldığı
görülebilmektedir. Bu özelliklerine dayanarak tezhibi Sultan Abdülmecid ve sonrasına
tarihlendirme uygun olacaktır.
300
Tüm bu unvan tezhibi değişimi tarihlendirmede önemli bir dayanak olmaktadır. Tarih
kaydı bulunmadığından TSM E.H. 2044, 19. yüzyıl gibi geniş bir zamana
tarihlendirmesi yapılır (Demiriz 2005,192). Yukarıdaki veriler ile eşleştirdiğimizde, orta
büyüklükteki rocaille kartuşu ve çevresindeki yüzeyi de kaplayan “c” formundaki
301
Unvan tezhiplerinden elde edilen tarihlendirme verisini, Muhittin Serin’in kitabında yer
alan Ekrem Hakkı Ayverdi Koleksiyonu’nda bulunan Abdullah Zühdü Efendi’nin nesih
hatla yazdığı cüz-i şeriften bir unvan sayfası örneğinde de (1999,171) test etmek
mümkündür (EK IV ) Bu unvan tezhibinde rocaille kartuş ve ona çerçeve olan rokoko
yapraklar yerine serbest kompozisyonda rokoko üslubunda gül ve akant yapraklı
düzenlemenin kullanıldığı görülmektedir. Hatta kompozisyon iki yandaki cetvele doğru
da taşar. Eğer elimizde ketebe kaydı ya da hattatın yaşadığı dönemi ile bilgimizin
olmadığını varsayarak, sadece unvan tezhip özelliklerine dayanarak Sultan
Abdülmecid ve sonrasına tarihlendirilirdi. Eseri istinsah eden, Abdullah Zühdü’de
Sultan Abdülmecid döneminde etkin olmuş bir hattat olarak kayıtlarda yer almaktadır
(Serin 1999, 169-170).
sebeplerin etkileri daha detaylı bir şekilde ile sosyal ve kültür tarih ile değerlendirmede
ele alınacaktır.
Levha ve hilye tezhipleri incelendiğinde çok farklı bir sonuç ile karşılaşılmamaktadır.
Yazı çevresindeki bezeme klasik (Kat. 37, 38, 58) olabildiği gibi barok-rokoko çiçek
demetleri (Kat. 59, 60, 68, 69, 70) şeklinde de olabilmektedir. Dış pervaz içteki
süsleme ile aynı grupta klasik ise klasik ya da barok-rokoko ise barok-rokoko şeklinde
ya da tam tersi klasik-barok rokoko, barok-rokoko ise klasik şeklinde düzenlenmiştir.
Ancak dış pervazda klasik motifler yerine barok-rokoko yapraklar, spiraller üzerinde
çiçeklerin daha çok benimsendiği görülür.
Bu yüzyılda tek çiçek tasvirinde en çok beğenilen ve tercih edilen gül goncasıdır.
TSM M.56 (Kat. 43), TSM M.57 (Kat. 42) ve TSM M.R. 901 (EK VII) yazmaları
Demiriz tarafından da belirtildiği gibi bu uygulamaya iyi birer örnek oluyor (2005).
303
Mehmet Akgül Kolleksiyonu’nda olan Kur-an-ı Kerim’deki goncası ile birlikte yapılan
gül tasvirinde gül daha kaba bir üslupla ele alınmıştır. (EK IX ) Ayrıca gül yan taç
yaprakları gösterilmiş, gül ve goncasındaki beyaz renk gölgelendirme ile yapraklardaki
yeşil tonlama daha acemice yapılmıştır. Bu nedenle Demiriz’in bu eseri de Ali ül-
Nakşibendi’ye atfetmesi doğru kabul edilemeyecektir (2005, 232). Tek gül tasvirinin
1810’dan 1855 yıllarına gelindiğinde hiç de değişime uğramadan bir kalıp halinde
kullanımı izlenebiliyor. TSM M.56 (Kat.43) ve TSM M.57 (Kat.44) bunun iyi birer
örneğidir. Ancak TSM M.57’de (Kat.44) TSM M.56’ya (Kat.43) nazaran daha ince ve
detayları daha iyi verilen, gölgelendirmesi de daha başarılı olan bir işçilik görülmektedir.
Her iki eserde farklı müzehhiplerin çalıştığını söyleyebiliriz.
Son sayfadaki gül tasvirleri için tespitlerden biri de bu beğenilen uygulamanın bir çok
klasik üslupta çalışanlar tarafından yapılamadığı, bunun için ayrı bir sanatçının
çalıştığıdır. DBCL IS 1584’ün ilk iki sayfasındaki klasik motiflerdeki işçilik ile 312b-
313a sayfalarındaki cetvellenmiş alan içinde duran gül tasvirlerindeki işçilik
birbirinden farklıdır. S.K Yazma Bağışlar 2951’de ilk iki sayfada ve ketebe sayfasında
klasik motifler kullanış ama ketebe karşısındaki sayfa cetvellenerek boş bırakılmıştır.
(Kat. 3) Benzer şekilde katalogda yer almasa da DBCL I.S. 1596’da 1b-2a’da klasik
motifli bir tezhip var iken 350a’da altın yaldız cetvelli bir boş sayfa ile karşılaşılır.
Müzehhip Nureddin’in, TSM H.128’de hem barok hem de klasik tezhipleri başarı ile
gerçekleştirmesi nadir uygulamalar olarak görülmelidir. (Kat.66). Bu tür beceriden
uzak olan özellikle klasik üslupta çalışan müzehhiplerin de naturalist üslupta çalışan
müzehhipler için ketebe sayfası karşısındaki sayfayı boş bıraktığını düşünmek gerekir.
Batılılaşma sürecinde müzehhip imzaları ile daha sık karşılaşılmakta ve birçok sanatçı
hakkında “isim” bazında olsa da bilgi sahibi olunmaktadır. İmza kadar yol gösterici
304
olan bir unsur ise çiçek, özellikle gül tasvirleridir. Her sanatçının kendine has bir “gül”
tasviri bulunduğu konusundan, yukarıda da kısaca söz edilmiştir. Özellikle imzalı olan
eserlerdeki gülleri incelendiğinde tespitimiz daha netlik kazanıyor.
1793 tarihli Kur’an-ı Kerim (TSK Y. 1122) kaliteli işçiliği ve müzehhip “Seyyid
Ahmed” imzası ile önemli bir dönem eseridir (Demiriz 1996, 77-94; 2005, 213-216).
İç kısmında küçük bir boşluk bırakacak şekilde taç yaprakları iç kısımdan dışa doğru
hafif açılan ¾ profilden gül tasvirleri ustalıkla işlenmiştir (EK X) Ama kenar sayfa
süsleri olan rokoko vazolar içindeki çiçek demetleri dikkatli bir şekilde izlendiğinde bu
süslemelerin hepsinde Seyyid Ahmed’in çalışmadığı anlaşılır. Kendisinin üslubundan
oldukça farklı olarak özensiz bir işçilikte taç yaprakları ile birlikte daha tepeden
görünüşünün işlendiği güller seçilmektedir.
Azade Akar Kolleksiyonu’nda Ali ül Nakşibendi müzehhip imzalı 1807 tarihli Kur’anı-ı
Kerim incelendiğinde (Akar 1977, Demiriz 2005, 228-229) sanatçının daha toplu duran
taç yapraklı dolgun bir gül tasvirini yeğlediği görülmektedir. En dıştaki taç yaprakları
iyice açılmış iken , orta kısımdakilerin ise sadece uç kısımları dışa kıvrılmıştır ve orta
kısmında bir boşluk bulunur. Kasımpatıların da ince ince tüm yapraklarının işlenişi
dikkat çekicidir. Çok benzer gül tasvirini Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde ki Kur’an-ı
Kerim’in (Kat.23) tezhibinde görebilmek mümkündür. Bu eserin tarihi yoktur. Ancak,
kullanılan serlevha kompozisyonu ve benzer örnek nedeniyle (Kat. 22). Sultan II.
Mahmud dönemine tarihlendiğini belirtmiştik. Burada kullanılan güller de dolgun ama
orta kısımlarında boşluk bırakılmış, dış taç yaprakları dışa iyice açılmış iken orta
kısımdakilerin sadece uç kısımları dışa kıvrımlıdır. Bu nedenle, Ali ül- Nakşibendi’nin
Sultan II.Mahmud’un dönemi sanatçılarından biri olarak her iki eserin de müzehhibi
olduğunu düşünebiliriz. Sultan II.Mahmud’a ait Vakfiye (Vakıflar Arşivi K. 189) (EK
XI ) tezhibindeki gül tasvirleri de bu iki yazma ile bir özellik göstermektedir. Hatta
anemeon ve kasımpatı uygulamaları neredeyse kopyaları olacak derecede
benzemektedir.
İÜK. A.1663 (Kat.21) numarada kayıtlı Kur’an-ı Kerim’in müzehhibi Hezargradlı zade
Ahmed Ataullah olarak imzalıdır (Ünver 1955, 16; Demiriz 1986, 206-208; 2005, 240).
Güllerin, üreme organları görünecek şekilde taç yaprakları açık şekilde tasvir etmiştir.
Dönemin ünlü müzehhiplerinden ve Hazergradlı zade Ahmed Ataullah’ın da öğrencisi
Hüsyin Hüsnü’dür. Onun ünlü ve önemli bir müzehhip olduğunu 1276 H./1859M.
tarihili arşiv belgesinden de anlaşılır. Bu belgede “Mücellid Hüsnü Efendi'nin
Takvimhane-i Amire'de bir odada sanatını icrasına ruhsat verilmesi.” şeklinde bilgi
bulunur (BOA MND, 308, 72). Onun imzalı eserlerindeki güller incelendiğinde
305
kendisine has üslup hemen fark edilmektedir. Onun gülleri hafif tıknaz ve çok
katmerlidir. Tam ortada, üreme organlarının bulunduğu kısım boş bırakılmış ve bu
boşluğun oldukça derin olduğu hissi üst üste dizili taç yaprakları ile verilmiştir. Taç
yapraklarının her birinin sınır çizgisi belirgindir. Bu tarz gül tasvirleri oldukça
benimsenmişse de kendisinin üslubu, ışık-gölge oyunlarının da gözetildiği renklendirme
ile çok özgündür., İÜK A. 6557 numaralı Kur’an-ı Kerim’in müzehhibi Hafız Baba
Basri’de detaylı çizim ve tonlamalara dikkat edilen bir boyama söz konusu değildir (EK
XII). DCBL IS. 1587 Kura’an-ı Kerim serlevha tezhibi, güllerin daha kısa ve tok
görünümde olmaları ve taç yapraklarının çok detaylı işlenmeyişi nedeniyle Hüseyin
Hüsnü’ye atfedilemez.
Hüseyin Hüsnü’nün gül tasvirlerinin bir bir uygulamaları ise, TSK Y.1152 (Kat.48) ve
T.V.H.E.M. Env 656 ( Kat.46) numaralı Kur’an-ı Kerim’de bulunmaktadır. Tarihleri de
uyuşan bu eserlerde de sanatçının çalıştığı kabul edilebilir.
Bahaeddin ise, TSM YY.325 (Kat.89) numaralı eserin müzehhibidir. (Yağmurlu 1973,
90). Ayrıca MAAL MI. IS 172 (Kat.73) numaralı Kur’an-ı Kerim de onun
eserlerindendir (Serin 2000, 494). Mücellit Nureddin’in oğlu olan sanatçının biyografisi
ile ilgili olarak 1328 H./1910M. tarihli arşiv belgesinde “İntihar kasdıyla kendisini
yaralayan mücellit Bahaeddin Efendi'nin bu fiili zaruret sebebiyle yaptığının Kumkapı
Merkez Memurluğu'ndan bildirildiği.” şeklindeki açıklama biyografisi ile ilgili ilginç
bir detaydır (BOA D.E.V 18, 4) 1916’dan itibaren Evkaf-ı İslâmiye’de görev almıştır.
(Derman 1999, 118). 1936-38 yılları arasında Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde mücellit
olarak çalışmış ve 1938’de vefat etmiştir (Yağmurlu 1973, 90).
Yıldız’da kurduğu fabrikada Ragıb Efendi isminde çok becerikli yaşlı bir usta vardı ki
kutularına imalathanenin ecnebi ustaları da hayran olurdu ve bu zat kitap kaplarını
taklit ve kitapları tezhipte gayet hünerli bir usta olduğundan padişahın gözünde çok
itibarlıydı.. Nefti renk ve hamid tuğralı bir tabakta imzası şu şekilde görülmüştür.
“Sermücellidi hazret-i şehriyari Ali ragıb” 301 numaralı Servet-i Fünun da ise
“Mücellidbaşı Ali Ragıb Efendi’ ye maharet ve husn-i hizmetine metni liyakat
madalyası verildiği haberi bulunur (1994, 43-163)
Osmanlı arşiv belgelerinde de Ali Ragıp’ın mücellid başı olduğu ile ilgili ek bilgiler de
bulunmaktadır. 1314 H/1899 M. tarihli belgede Mücellidbaşı Rağıb Efendi'ye gümüş
liyakat madalyası ihsanı (BOA İ.T. 1314/B-114, 107), 1317 H. tarihli belgede
mücellidbaşı Ragıb Efendi'nin uhdesine rütbe-i saniye sınıf-ı mütemayizi tevcihi (BOA
İ.T. 1317/M-030, 175); 1318 H/ 1900M. tarihli belgede mücellidbaşı Ragıb Efendi'nin
bir derece terfi-i rütbesi (BOA İ.T. 1318/M-134, 211) ; 1320 H/ 1902 M tarihli belgede
mücellit ve kağıtçıbaşı Ali Ragıb Bey'e tahsis edilen maaşın yetmediğinden arttırılması
isteği (BOA YPEAJ 103, 26) şeklinde ibarelerle karşılaşılır. TİEM Env.No. 372
numaralı 1308H./1890-91 tarihli Kur’an-ı Kerim’in müzehhibidir (Aksoy 134; Tanındı
1993, 406). Ancak bu kadar önemli ve faal bir sanatçının daha fazla imzalı eserinin
bulunması beklenirdi.
Yıldız Çini Fabrikası çalışanları içinde de ismi geçen ve çiçek motifleri ve sair nakışlar
üzerinde çalıştığı belirtilen (Küçükerman 1987, 69) Mehmed isimli sanatçı ile ilgili
olarak 1312 tarihli belgede ise “Kütübhane-i Hümayun işlerinde müstahdem mücellid
Mehmed Efendi'ye Sanayii Madalyası ihsanı” ve 1315 H./ 1897 M. tarihli belgede
“Kütübhane-i Hümayun Mücellidi Mehmed'in Yıldız civarında tahliye olunan bir evde
bedelsiz olarak oturma istirhamı.” (BOA YPEMNM 8, 4) şeklindeki bilgi
edinilmektedir. Ancak, hem Sanayi Madalyası alabilecek hem de ücretsiz oturma hakkı
talep edebilecek derecede önemli bir sanatçının imzalı eserleri gün ışığına çıkması şu an
için mümkün olmamıştır.
tarihli “Sanayi-i Nefise Mektebi Tezhib Kısmı talebesinden Artin Terziyan Efendi'ye
gümüş Sanayi Madalyası itası.” (BOA İ.T.1332/R-41,491); 1306 H./1888-89 M tarihli
Bazı uygunsuz konuşmalarda bulunmuş olan Rodoslu Mücellit Petro hakkında icra
edilen tahkikatı Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nden gönderilen evrakın Adliye
Nezareti'ne takdimi BOA DHMKT 47, 1545); 1278 H. /1861-62 M tarihli Kitabçı
Halil Efendi'nin İstanbul Ağa Hanı'ndaki odasından kitap çalan ve Mücellid Mehmed
Efendi'den gümüşlemek üzere aldığı kitapları iade etmeyen Mücellid Kigork'a kürek
cezası uygulanması ( BOA A.M.M. 37, 141); 1312 H. /1894-95 M. tarihli Mücellid-i
Hazret-i Şehriyari Paronak Efendi'ye beşinci rütbeden nişan-ı Mecidi ihsanı (BOA İ.T.
1312/N-061, 74); bazı uygunsuz konuşmalarda bulunmuş olan Rodoslu Mücellit Petro
hakkında icra edilen tahkikatı Cezair-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nden gönderilen evrakın
Adliye Nezareti'ne takdimi (BOA DHMKT 47, 1545) şeklindeki ibarelerden Gayr-i
Müslim müzehhiplerin varlığı ve etkinlikleri izlenebilir.
Tezhibin 19. yüzyıl boyunca devam etmesinde en büyük etken Yıldız Demiriz’in de
belirttiği gibi matbaadır (İstanbul 1996b, s.115-128.) Matbaa’nın etkisinin nasıl olduğu
konusunu irdelediğimiz de sonuçlar daha da çarpıcı olabilmektedir.
Çelebi’nin oğlu Sait Mehmed Çelebi matbaa fikrni ciddi anlamda ilk savunanlardan
olmuştur(Gündüz 1978, 338). Ancak ilk Türkçe matbaayı kurmak sonradan Damad
İbrahim desteğiyle 1729 Şubatı’nda, sonradan İslam dinine geçmiş olan Macar asıllı
İbrahim Müteferrika’ya nasip olacaktır ve matbaanın kapandığı 1742’ye kadar on yedi
kitap basılacaktır (Uzunçarşılı 1995, 158-162). I. Abdülhamid döneminde, 1784’de
çıkarılan ferman ile Türkçe matbaanın yeniden kurulması sağlanmıştır. (Palmer 1995,
47).
Bu noktada, 19. yüzyılda kitap sanatı olarak tezhibin devamında matbaanın etkisinin
daha detaylı açıklanması ihtiyacı da belirmektedir. 19. yüzyıl el yazmalarında,
tezhibin en yoğun karşımıza çıktığı eserler ilmi eserler ya da divan gibi edebi eserler
değil Kur’an-ı Kerim ya da Dela’ül Hayrat gibi dini içerikli olan yazmalardır. Ya da hat
levhalar ve hilye-i şerifler olmaktadır. Osmanlı topraklarında ilk dini konulu kitap
basımı olarak 1803 tarihi verilir 1874 yılında Ahmet Cevdet Paşa’nın denetiminde
matbaada Kur’an-ı Kerim basımına başlanılmıştır (Gündüz 1978, 345-46). Matbaaya
karşı mesafeli duruşun nedenlerini araştırmak çalışmanın kapsamında değildir. Ancak
önemli olan 1874 gibi çok geç bir tarihe kadar Kur’an-ı Kerim’in basılmasının
beklenmesi, hat ve tezhip sanatının ilk çıkış noktası olan bir eserde varlıklarını
sürdürebilmelerini sağlamıştır. Matbaanın işlerlik kazanmasından sonra baskı
eserlerdeki tezhiplerin de dönemin beğenisine uyacak şekilde devam ettiği görülür (EK
XIII, XIV). Hatta TVHEM Env .1610 numaralı levha da baskı ve boyama tezhip birlikte
kullanılmıştır (Kat. 57).
yenileşme zamanı olarak kabul edilmelidir. Klasik motifli eser sayısında ve kalite
grafiğinin yükselmesinde Yıldız Çini Fabrika-i Hümayun’un payı yadsınamaz. Sultan V.
Mehmed Reşad döneminde özellikle el yazmalarındaki tezhip üretimi çok azalmış daha
çok levhalarda ve hilyelere kayan tezhip sanatı, varlığını sürdürmüştür. Mali ve siyasi
krizlerin etkisi ile tezhip sanatının varlığını şekillendirmiş, özellikle Sultan VI.Mehmed
Vahideddin döneminde tezhipli eser üretimi yok denecek seviye inmiştir.
Dönemin Osmanlı siyasal, sosyal ve kültür tarihi ile tezhip sanatı ilişkilendirildiğinde
tezhip sanatındaki değişim ve dalgalanmaların nedenleri daha iyi anlaşılabilmektedir.
Batılılaşma sürecinde Osmanlı sanatının kültür ve sosyal tarihle eşleştirilmesi özellikle
mimari ve resim dallarında yapılmaya çalışılmaktadır. Ayda Arel’in, Batılılaşma
dönemi mimarisini “Osmanlı kültür ortamında oluşmuş bir estetik nesne” olarak kabul
edişine (Arel 1999, 57) tezhip sanatını da dahil etmek gereklidir. 19. yüzyıl
İstanbulu’nda “Toplum ve Batılılaşma” konusunda olduğu gibi “Sanat ve Batılılaşma”
konusunda da benzer bir kozmopolitizmin varlığından ve hatta bu kültürel değişim
yıllarında, sanatsal değerler alanında bir tür “kaos”tan bahsetmek mümkündür
(Germaner 1993, 69). 19. yüzyıl tezhip sanatı da bu yüzyıldaki diğer sanat ürünleri ve
mimari eserler gibi içinden çıktığı Osmanlı’yı anlamada yol gösterici olmaktadır.
Çünkü ne de olsa “Her bir medeniyet öncelikle evreni bir algılama biçimidir. Bir
varoluş tarzıdır. Makrodan mikroya, canlıdan cansıza, soyuttan somuta kadar bütün
evreni anlamlandıran temek kabullere göre çizilen bir evren haritasının kapsadığı
bütün düzeylerdeki insan ilişkilerinin bir tasarımıdır. Medeniyeti ve kapsadığı kültürleri
diğerlerinden farklı kılan bu bilişsel boyuttur. Bir anlamda değer piramidi olarak da
tasavvur edebileceğimiz bu bilişsel boyut, davranışsal ve maddi olmak üzere diğer iki
boyut olmaksızın dışlaşamaz. Burada bu işleyişin ana maddesi hatta cevheri insandır.
İnsan özümsemiş (içselleştirmiş) olduğu anlam kodlarını maddi nesneler aracılığıyla
somutlaştırır.” (Dikeçligil 1998,1647)
“Batı ile İlişkiler ve Batılılaşma” bölümünde daha detaylı olarak ele alınan Batılılaşma
kodlarını Osmanlının, tezhip sanatı merkezinde içselleştirip içselleştiremediği ya da
bunu ne düzeyde ve nasıl başarabildiği gerçeğine götürüp götüremeyeceğinin
sorgulanması önemlidir. Asıl sorgulanan, bu süreç sırasında çıkan anlam kodlarıyla
ortaya konan sanat eserleri arasındaki bağ ya da iletişimdir.
Bu noktada tezhip sanatı Batılılaşma sürecinin bire bir yansıması olarak eksik ve yanlış
anlamlar yükleniş ile fiili gerçeklikten silinişinin aynası olmaktadır. Tezhip sanatını bir
ayna olarak tuttuğumuz dönemin Osmanlı toplumunda, askeriyeden mülkiyeye,
eğitimden malilyeye, sanayiden sanata Batılılaşma konusunda bir içselleştirmenin
gerçekleşmediği aşikârdır. Tanzimat döneminin önemli kişiliklerinden Fuat Paşa’nın
“Korkarım Frenkleşemedik ama frengileştik” şeklindeki sözü (Davison 2004, 243)
aslında dönemin toplumunu ve Batılılaşma karşısındaki tutumunu alaycı bir doğrulukla
özetler.
İkili grup tezhipleri ne Batılı ne Doğuludur. İki dünya arasında sıkışıp kalmış olarak
algılamak yanlış olmayabilir.
Sultan II. Abdülhamid’in hüküm sürdüğü otuz üç yıl ise (1876-1909) kritik bir
dönemdi; çünkü hem şekillenme hem parçalanma yıllarını , hem de yok edici yılları
kapsıyordu (Deringil 2002, 23). Bu yüzyılın geneline hakim olan ikilemler belki de en
yoğun şekilde onun saltanatı zamanında karşımıza çıkar.
Milli kütüphane, Milli Hazine-i Evrak, Milli Coğrafya Cemiyeti, kısmen kurulmuş
kısmen de temelleri atılmıştır. Milli tarih telâkkisi ve buna uygun olarak yazılmış olan
ders kitapları bilhassa üzerinde durulacak teşebbüslerdir. Milli müzik, milli filmcilik,
edebiyatta milli hamleler, dilde Türkçecilik, Osmanlı alfabesinin sadeleştirilmesi,İttihad
ve Terraki’nin kültür ve sanat alanlarındaki icaraatlarına delilleridir. Gene bu alanda
miliyet fikrinin öncüsü, eğitimci rolü ile memleketin her tarafına dağılan Türk
315
Ocakları’dır. Ziya Gökalp Bey, Ocak ile Fırka arasında birleştirici unsur olmuştur.
(Tunaya, 2004 43.)
1908 sonrası geleneksel motiflerin kullanıldığı klasik dönem işçiliği ile yarışacak
nitelikte tezhip üretiminin, tıpkı mimaride oladuğu gibi, dönemin İttihat ve Terakki’nin
milliyetçilik eğilimi ile bağlantılı olduğu ortaya çıkmaktadır.
Çiçek Derman’ın tezhip sanatına gönderme yaptığı “Kem âlât ile kemâlât olmaz” sözü
aslında (2002, 289) ekonomi ile tezhip arasındaki bağı özetler. İyi sanat ürünleri için
iyi malzeme, iyi malzeme için iyi destek, iyi destek için iyi bir mali güç gerekiyor.
Dolayısıyla, Batılılaşma dönemi tezhip sanatında kaliteli tezhip örneklerinin az olması
ile ilgili serzenişlerin de pek hükmü kalmıyor. İmparatorluğun, 19. yüzyıl boyunca
mücadele ettiği mali sorunlar, özellikle yüzyılın ikinci yarısından itibaren inanılmaz
bir seviyeye gelmiştir. Osmanlı devleti’nin borcu, 1875-1876 yıllarında 200 milyon
sterline ulaşmış ve 1881’de dış borç ödemelerini durdurmak zorunda kaldığı gibi aynı
yıl, 1. Dünya Savaşı’na kadar, gelirlerinin en önemli bölümü, dış borç ödemeleri için
kullanılmak üzere Duyun-u Umumiye İdaresi’nin denetimine bırakmıştır. (Pamuk
1999, 231-232).
Özellikle son iki Osmanlı sultanı olan Sultan V. Mehmed Reşad ve Sultan VI. Mehmed
Vahideddin’in saltanat yıllarında tezhipli eserlerin sayısındaki ve kalitesindeki önemli
düşüşte mali durumun önemli bir payı bulunduğu anlaşılmaktadır.
Batılılaşma süreci Osmanlı İmparatorluğu’nun en zorlu bir o kadar da çözülmesi zor bir
dönemidir ve tezhip de bu dönemin açıklayıcısı olarak kabul edilmelidir. Genel
yargıların ötesine geçerek detaylı bir inceleme yapıldığında özellikle tarihin bir
açıklayıcısı olduğu görülebilir. Sanat tarihi açısından da barok-rokoko sınırlaması
ötesinde çok daha çeşitli ve değişimlerinin olduğu bir sanat olduğu kabul edilmelidir.
317
KAYNAKÇA
Akarlı, Engin; “II. Abdülhamid: Hayatı ve İktidar”, Osmanlı, Cild 2, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara 1999, s.250-258.
Akbaş, Muhsine Vesile; Ülker Tanzı; Mükerrem Taşkapılıoğlu; Tezhip Sanatında Tığ,
Ankara 1991.
Akşin, Sina; “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Osmanlı Devleti, Cild 3, (Yay.Yön. Sina
Akşin), Cem Yayınevi, İstanbul 2002a, s.77-190.
__________; Jön Türkler ve İttihat Terakki, İmge Kitabevi, 3. Baskı, Ankara 2002b.
Ali Said; Saray Hatıraları Sultan Abdülhamid’in Hayatı, (Haz.: Ahmet Nezih Galitekin),
Nehir Yayınları, İstanbul 1994.
Anderson, M.S; Historians and Eigtheenth Century Europe 1715-1789, Clarendon Press,
Oxford 1979.
Andı, M.Fatih; Bir Osmanlı Bürokratının Avrupa İzlenimleri Mustafa Sami Efendi ve
Avrupa Risalesi, İstanbul 2002.
Anonim; İstanbul Kitaplıkları Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu, Ankara: Milli Eğitim
Bakanlığı, cild 1-4, 1967.
318
_________; Antik A.Ş. 6 Nisan 2003 216. Müzayede Kataloğu, İstanbul, 2003.
__________; Portakal Sanat Evi 2007 Kış Müzayedesi Kataloğu, İstanbul 2007.
Aracı, Emre; “Beethoven Tutkunu Bir Halife”, Hanedandan bir ressam Abdülmecid
Efendi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004,s. 113-125.
Arberry, Arthur J.; The Koran Illuminated A Handlist of the Korans in the Chester
Beatty Library, Dublin Hodges, Figgis & Co. Ltd, 1967.
Arı, Bülent; “Early Otoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, ( Ed. A. Nuri Yurdusev), New
York Palgrave Macmillian, New York 2004, s. 36-65.
Asiltürk, Baki; Osmanlı Seyyahların Gözüyle Avrupa, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2000.
Atasoy, Nurhan; Derviş Çeyizi : Türkiye’de Tarikat Giyim ve Kuşam Tarihi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Ankara 2005.
319
Atıl, Esin; Levni ve Surname Bir Osmanlı Şenliğinin Öyküsü, Koçbank İstanbul 1999.
Bağcı, Serpil; Filiz Çağman; Günsel Renda ; Zeren Tanındı, Osmanlı Resim Sanatı,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2006.
Bağış, Ali İhsan; Osmanlı Ticaretinde Gayrî Müslimler, Turhan Kitabevi, Ankara 1983.
_________________ ; Sadaret Mektubi Kalem Meclis-i Vala Evrakı, SMKMVE, 37, 141.
Baykara, Tuncer; ”II.Mahmud ve Resim”, Bedrettin Cömert’e Armağan, 1980, 510- 515
Bayram Sadi; Sultan II.Mahmud Vakfiyelerindeki Tezyinat, Vakıflar Dergisi, Sayı: 17,
Ankara 1983, s.147-188.
Birol İnci; Derman Çiçek; Türk Tezyînî San’atlarında Motifleri Kubbealtı Neşriyatı,
İstanbul 2001.
Black, Jeremy; The Rise of The European Power 1679-1793, Hodder &Stoughton
London New York, Melboune, Auckland, 1990a.
Cerasi, Maurice; Osmanlı Kenti Osmanlı İmparatorluğunda 18. ve 19. Yüzyıllarda Kent
Uygarlığı ve Mimarisi, YKY, 1999, İstanbul.
321
Cezar, Mustafa; “Sanatta Batı’ya Açılışta Saray Yapıları ve Kültürünün Yeri”, Milli
Saraylar Sempozyumu, İstanbul 1985, s.46-68.
Çelik, Zeynep; 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları , İstanbul 1998.
Davison, Roderic H.; Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform 1856-1876, Cild 1-2 (Çev.:
Osman Akınhay), Papirüs Yayınları, İstanbul, 1997.
Demiriz, Yıldız; Osmanlı Kitap Sanatında Naturalist Üslupta Çiçekler, İstanbul 1986.
____________; “19. Yüzyılda Osmanlı Başkentinde Kitap Süsleme Sanatı”, 19. yüzyıl
İstanbulu’nda Sanat Ortamı Habitat II’ye Hazırlık Sempozyumu 14-15 Mart 1996,
İstanbul 1996b, s.115-128.
_____________; “Türk Tezhip Sanatının Asırlar İçinde Değişimi”, Türkler, Cild 12,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.289-307.
Didinal, Tülin; “Bir Süsleme Sanatı Osmanlı Tezhipleri”, Kültür ve Sanat, Aralık
1990,s. 35-38.
Duran, Gülnur; “18. Yüzyıl Müzehhip, Çiçek Ressamı ve Lâke Üstadı Ali Üsküdâri”,
Osmanlı cild 11, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s. 126-130.
Enlil, Zeynep Merey; “19. Yüzyıl İstanbul’unda Konut Yapı Gelenekleri ve Kent
Kültürü”, Osmanlı Mimarlığının 7 Yüzyılı “Uluslar üstü Bir Miras”, (Ed.. Nur Akın,
Afife Batur, Selçuk Batur), Yem Yayın, İstanbul 1999b, s.286-293.
Eyice, Semavi; “XVIII. Yüzyılda Türk Sanatı ve Türk Mimarisinde Avrupa Neo-Klasik
Üslubu”, Sanat Tarihi Yıllığı, IX-X 1979-1980, İstanbul 1981, s.163-189.
____________; Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir? Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul
1999.
Fesch, Paul; Abdülhamid’in Son Günlerinde İstanbul, Çev. Erol Üyepazarcı, İstanbul
1999, Pera Turizm ve Ticaret.
Fortna. Benjamin C.; Imperial Classroom: Islam, the State, and Education in the Late
Ottoman Empire, Oxford University Press, Oxford 2002.
Germaner, Semra; “1850 sonrası Türk Resminde Kaynak ve Konular”, Osman Hamdi
Bey ve Dönemi Sempozyumu 17 -18 Aralık 1992 Bildiriler Kitabı, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları ,İstanbul 1993, s.69-74.
Bey ve Dönemi Sempozyumu 17 -18 Aralık 1992 Bildiriler Kitabı, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul 1993, s.69-74.
Hall, Richard C.; Balkan Savaşları 1912-1913 I. Dünya Savaşı’nın Provası, Çev. M.
Tanju Akad, Homer Kitabevi, İstanbul 2003.
Hanson, Victor Davis; Batı Neden Kazandı? Katliam ve Kültür, (Çev.: Ali Çakıroğlu),
Aykırı Yayıncılık, İstanbul 2003.
İrez, Feryal; “Çırağan Palace”, Art Tuec/Turkish Art 10e Congrés International d’art
Turc, Genéve,1999,s.399- 403.
İnalcık, Halil; “The Otoman Economic Mind and Aspects of the Otoman Economy”,
Studies in the Economic History of the Middle East, der. M.A.Cook, Londra 1970,
s.207-218.
___________; “İmtiyazat.” Encyclopedia of Islam, 2d ed. Volume 3, E.J. Brill.,
Leiden 1971, 1179-1189
İnankur, Zeynep; “19. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul’a Gelen Batılı Sanatçılar”,
Osman Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu 17 -18 Aralık 1992 Bildiriler Kitabı, Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1993, s.75-82.
_____________; “Official Painters of The Ottoman Palace”, Art Tuec/Turkish Art 10e
Congrés international d’art turc, Genéve,1999, 381-388.
326
Karal E.Z.; Osmanlı Tarihi , Cild V-VII, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,1995
Kuban, Doğan; Türk Barok Mimarisi Hakkında Bir Deneme, İstanbul 1954.
Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev.: Metin Kıratlı) TTK Basımevi,
Ankara 1970.
Mahir, Banu; “Saray Nakkaşhanesinin Ünlü Ressamı Şah Kulu ve Eserleri”, Topkapı
Sarayı Müzesi Yıllık 1, İstanbul, 1986,s.114.
Mack, Rosamond E.; Doğu Malı –Batı Sanatı İslam Ülkeleriyle Ticaret ve İtalyan
Sanatı 1300-1600, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005.
Mustafa Sait Bey; Avrupa Seyahatnamesi, 1898 (Haz. Burhan Gürsu), YKY Yayınları,
İstanbul 2004.
328
Naff; Thomas; “Ottoman Diplomatic Relations With Europe In The Eighteenth Century:
Patterns and Trends”, Studies In Eighteenth Century Islamic History, Ed. Thomas Naff
and Roger Owen, Southern Illinois University Press, Carbondale &Edwarsville, 1977,
s.88-107.
Ortaylı, İlber; “İdeal Osmanlı Yok Açık Oturumu”, Cogito sayı 19, İstanbul YKY
Yayınları, 1999, s. 232-258.
Öndeş,Osman; Erol Makzume; Osmanlı Saray Ressamı Fausto Zonaro, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul 2003.
Özcan, Nermin; “Safevi Devri Tezhip Sanatı”, Basılmamış Sanatta Yeterlilik Tezi,
Marmara Üniversitesi, İstanbul 1998.
Özer, İlbeti; “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Sosyal Yaşam”, Türkler, Cild 14, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s. 153-168.
Özer, Filiz; “III. Mustafa Devri’nin Mimari Üslubu”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları
Kongresi, II. Cild, Ankara 1995, s. s.59-63.
Özkeçeci, İlhan –Şule Bilgin Özkeçeci; Türk Sanatında Tezhip, İstanbul 2007.
Özsayıner, Zübeyde Cihan; Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesinde Bulunan Tezhipli
Kur’an-ı Kerimler, Ankara 1999.
329
Pilehvarian, Nuran Kara; “Bezmîâlem Valide Sultan Yapılarında Batılı Etkiler”, Uluslar
arası Sanatta Etkileşim Sempozyumu, İş Bankası Yayınları , İstanbul, 2000, s. 164-169.
Saner, Turgut; 19. Yüzyıl Osmanlı Eklektisizminde “Elhamra’nın Payı”, Osman Hamdi
Bey ve Dönemi Sempozyumu 17 -18 Aralık 1992 Bildiriler Kitabı, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul 1993, s.134-145.
Steensgaard, Niels; “The Seventeenth Century Crisis”, The General Crisis of the
Seventeenth Century, (Ed. Geoffrey parker ve Lesley M. Smith), Routledge&Kegan
Paul, London, Henley and Boston 1978, s.26
Stone, Lawrence; The Past and the Present Revisited, Routledge&Kegan Paul, London
and New York, 1987.
Palmer, Alan; Osmanlı İmparatorluğu: Son Üç Yüz Yıl Bir Çöküşün Yeni Tarihi, (
Çev.: Belkıs Çorakçı Dişbudak), Sabah Kitapları, İstanbul 1995.
Palmer RR- Joel Colton; A History of the Modern World History, 6. baskı, Alfred
A.Knopf Inc, New York 1983.
Pamuk, Şevket; Osmanlı İmparatorluğu’nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,
İstanbul 1999.
Ramsour, Ernest Edmondson; Genç Türkler ve İttihat Terraki 1908 İhtilalinin Hazırlık
Dönemi, Çev. Hasacan Yüncü, Kayıhan Yayınları, İstanbul 2001.
Renda, Günsel; “18. Yüzyıl Minyatüründe Yeni Konular: Topkapı Sarayındaki Hamse-i
Atayi’nin Minyatürleri”, Bedrettin Cömert’e Armağan, Ankara, 1980, s. 479-496.
Renda, Günsel; “Europe and the Ottomans” Europa un die Kunst des Islam 15.bis 18.
Jahrhundert, XXV. Internationaler Kongress Fuer Kungstgeschicte Wien 4-10 9 1983,
Leitung der Sektion Oleg Grabar, Wien, Köln, Graz 1985, s.9-32.
Renda, Günsel; “Painted Decoration In the 19th Century Otoman Houses: Damascene
Connection”, Corpus D’archeologie Ottomane, Zaghouan 1997, s. 91-97.
Renda Günsel; “Westernisms in Otoman Art: Wall Paintings In 19th Century Houses”,
Papers from the Amasya Symposium, 24-27 September 1996, Warwick, 1998a, s. 103-
109.
Renda, Günsel; “ Selim III’s Portaits”, Art Tuec/Turkish Art 10e Congrés international
d’art Turc, Genéve,1999,s.567-577.
Renda Günsel; “Portrenin Son Yüzyılı”, Padişahın Portresi, İstanbul 2000, s. 442- 463.
Renda, Günsel; “Yenileşme Döneminde Kültür ve Sanat”, Türkler, cild 15, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, 2002a, s.265-283.
Renda, Günsel; “Vanmour ve İstanbul’da Yaşam”, Lale Devri’nin Bir Görgü Tanığı
Jean-Baptiste Vanmour, Koçbank Yayını, İstanbul, 2002b s.41-72.
331
Renda, Günsel; “Önsöz”, Hanedandan Bir Ressam Abdülmecid Efendi, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul 2004,s. 11-22.
Shaw Stanford J; Ezel Kural Shaw, Osmanlı imparatorluğu ve modern Türkiye , çev. M.
Harmancı. İstanbul : E. Yayınları, c 1-2, 1982.
Shaw, Stanford J.; “Sultan Abdulhamid: Last Man of the Tanzimat” , Tanzimat’ın 150.
Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu 25-27 Aralık 1989 (bildiriler), Ankara
1991,s.179-197.
Soy, H.Bayram; Almanya’nın Osmanlı Devleti Üzerinde İngiltere ile Nüfuz Mücadelesi
(1890-1914), Phoenix, Ankara 2004.
Steensgaard, Niels; “The Seventeenth Century Crisis”, The General Crisis of the
Seventeenth Century, ed. Geoffrey parker ve Lesley M. Smith, , Routledge&Kegan Paul,
London, Henley ve Boston,1978,s.26-48.
Tabakoğlu, Ahmet; “Yenileşme Dönemi Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, Cild 14, Yeni
Türkiye Yayınları, 2002, s.207-240.
Tahsin Paşa; Tahsin Paşa’nın Yıldız Hatıraları Sultan Abdülhamid, Boğaziçi Yayınları,
İstanbul 1999.
Taşkale Faruk; Hüseyin Gündüz; Hilye-i Şerîfe Hz. Muhammed’in Özellikleri, Antik
A.Ş., 2006, İstanbul
332
Tanındı, Zeren; “Türk Tezhip (Kitap Süsleme) Sanatı”, Başlangıcından Bugüne Türk
Sanatı, Ankara Türkiye İş Bankası Yayınları, 1993, 397-406
____________; “Osmanlı Sanatında Tezhip”, Osmanlı cild 11, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara 1999, s. 120-125.
Tuğlacı, Pars; Osmanlı Mimarlığında Balyan Ailesinin Rolü, Yeni Çığır Kitabevi,
İstanbul 1993.
Türkgeldi, Ali Fuad; Görüp İşittiklerim, Ankara: Türk Tarih Kurumu , 1949.
Van Os, Nicole; “Milli Kıyafet: Müslüman Osmanlı Kadını ve Kıyafetinin Milliyeti”,
(Çev: Bülent Keneş), Türkler, Cild 14, Ankara 2002, s.133-145.
Veinstein, Gilles; İlk Osmanlı Sefiri 28 Mehmet Çelebi’nin Fransa Anıları, (Çev. Murat
Aykaç Erginöz, İstanbul 2002.
Ward- Upton, Judy; “Abdülaziz’in Avrupa Seyahati”, Osmanlı, Cild 2, Yeni Türkiye
Yayınları Ankara, 1999, s.119-129.
Yavuz, Y., Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi ve Mimar A. Kemalettin Bey, İ.T.Ü.,
O.D.T.Ü. Basım İşbirliği, Ankara 1981.
Yavuz, Y.; Özkan, S., Osmanlı Mimarlığının Son yılları, içinde Tanzimattan
Cumhuriyete
Türkiye Ansiklopedisi, Cild 4, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 1078-1090
Yetişkin, Ayşe Nalan; “19. Yüzyıl Batılılaşma Döneminden Bir Görüntü: İstanbul’daki
Kışla Yapıları (Genel Bir Değerlendirme)”, Afife Batur’a Armağan Mimarlık ve Sanat
Tarihi Yazıları, Literatür Yayıncılık, İstanbul 2005, s.91-102
Yum, Şule; “Son Dönem Osmanlı Saraylarında Oryantalist Mobilya Örnekleri”, Osman
Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu 17 -18 Aralık 1992 Bildiriler Kitabı, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul 1993, s.159-171.
EKLER
336
EK VI : VI.Mehmed Vahideddin’e Ait Boş ama Tuğralı Berat BOA M.F. No 761.
342
EK VIII :
Azade Akar Kollekisyonu’ndaki Kur’an-ı Kerim (Demiriz 2005, 182)
344
ÖZGEÇMİŞ
1975 yılında Üsküdar’da doğdu. İlk ve orta öğretimini Ankara Yükseliş Koleji’nde, lise
eğitimini ise Ankara Özel Arı Lisesi’nde tamamladı. 1993 yılında kazandığı Hacettepe
Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’den, 1997 yılında bölüm üçüncüsü olarak mezun
oldu. 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Anabilim Dalı’nda, “Timur
Dönemi Mimari Bezemesi Olarak Ahşap Kullanımı” isimli tezi ile yüksek eğitimini
tamamladı. Tez konusu ile ilgili olarak 1998 yılında Kazakistan ve Özbekistan’da
araştırmalarda bulundu. 2001 yılında Erciyes Üniversitesi Türk-İslam Sanatları
Anabilim Dalı’nda doktora eğitimine başladı. Doktora tez ile ilgili olarak Dublin
Chester Beatty Kütüphanesinde, araştırma yaptı. 1999 yılından beri Erciyes
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünde çalışmaktadır. Evli ve iki
çocuk sahibidir.
İLETİŞİM BİLGİLERİ