You are on page 1of 343

‫اﻷسماء الحس‬

ESMÂ-İ HÜSNÂ

RAMAZAN MEDRSESİ
DERSLERİ 2021

İHSAN ŞENOCAK

1
GİRİŞ

Hasan bin Süfyan kuzey Afrika'ya gidiyor. Orada alimlerin önünde diz çöküp on-
lardan Ulumu İslamiye, Hadisi Şerif gibi ilimleri tahsil ediyor. Sonra arkadaşlarıyla bir-
likte Mısır'a gider. Orada okurken bir ara öyle şiddetli açlık yaşıyorlar ki 3 gün ağızlarına
bir şey koyamıyorlar. Dilenmemek için elbiselerini, fazlalık kıyafetlerini yani neleri varsa
onları satıyorlar. Sonunda yanlarında hiçbir şeyleri kalmıyor. Açlıktan kalkamıyorlar,
yürüyemiyorlar, derse gidemiyorlar. Bugün olduğu gibi yurtlar, burslar yok. Üçüncü gü-
nün sonunda dokuz tane ilim talebesi kendi aralarında kura çekiyor. Kura kime çıkarsa
o gidecek ve dilenecek. Hasan bin Süfyan'a (Rahmetullahi aleyh) çıktı. İki rekat namaz
kılmak için arkadaşlarından müsaade istedi. Kendi anlatımıyla şöyle ifade ediyor o
günü;

- Namazda okuyorum okuyorum, uzun kıraatte bulunuyorum, sureleri okuyorum. Ha-


limi Rabbime arz ediyorum. "Ya Rabbi! Sahabe-i Kiram efendilerimizi Kur'an'da anlatı-
yorsun. Cahiller onları gururlu, kibirli zannediyorlar ama onlar açlıktan yürüyemiyorlar
yine de kimseye ellerini açmıyorlardı. Böyle halleri vardı onların. Bizim de onların yo-
luna, davasına, ilmine varis olma iddiamız var. Yüzümüzü kara eyleme ya Rabbi! İn-
sanlara karnımızı doyurmak için el açmayalım. Eğer el açarsak, kürsüye çıktığımızda
Senin buyruklarını, Peygamber aleykümselamın sözlerini ilanda zorlanırız." diye içim-
den kan ağlayan halimi Rabbime arz ediyorum. Namazın içindeyim kapı çalındı. Birileri
içeriye girdi arkadaşlarla konuştu. Namazı bitirdim ve baktım ki önümde bir kese var.
Emir Solon, hizmetçisine diyor ki ‘’Gidin bugün yalnız kalayım’’ diye muhafızlarını gön-
deriyor. Gece uykuya daldığında rüyasında biri geliyor, göğsüne mızrağı dayıyor ve
diyor ki " Sen nasıl burada yatarsın?! Senin idare etmiş olduğun Mısır'da, Kahire'de
ilim talebeleri var. Ta nerelerden kalkıp buraya geldiler. Onlar üç gündür ağızlarına bir
lokma ekmek koymadılar. Ama sen burada, yatağında keyifle yatıyorsun, uzanıyorsun
. Git Hasan bin Süfyan'ı bul" diyor. Hemen haber gönderiyor, katibi geliyor. Falan ca-
mide, falan mahallede ilim talebeleri var. Onları bulunca hepsine birer kese altın gön-
der diyor. Hasan bin Süfyan diyor ki; Biz onları alınca bizi derin bir mahcubiyet hali

2
kuşattı. Nasıl olur da biz bunları alırız diye. Ya insanlar bunu duyarsa. Emirin katibi,
onun özürlerini iletip haklarını helal etmelerini istediğini iletiyor. Sabah olunca da gele-
cek sizleri ziyaret edecek ve ne ihtiyacınız varsa onları karşılayacak diye söyledi. Bu
ifadeleri duyunca arkadaşlar toplandık. Hemen bu şehirden ayrılalım dedim. Eğer in-
sanlar bizim Emir Solon'un rüyasına bir şekilde Allah Teâlânın bizi mevzu yaptığını,
onun da bize bunları gönderdiğini duyarsa o zaman ihlası kaybederiz. Bu işin içine riya
girer. Sultanın adamları olursak onun tarafından korunanlar, himaye edilenler olursak
o zaman büyük imkanlara nail oluruz. O imkanlara nail olanlar ilimden uzaklaşırlar,
ihlaslarını kaybederler. O gece Mısır'dan ayrıldık.

Bu hadiseyi yıllar sonra kendisi vefatına yakın bir zaman talebelerine anlatıyor.
Sizler de zorlanacak ve yorulacaksınız ama Allah azze ve celle, melekler sizin bu ame-
linize şahittir. Kıyamet günü ilminize şahit olan yerler de konuşacak, sizin ilme zaman
ayırmanızı, akidenizin Sahabe-i Kiram efendilerimiz gibi olsun diye bunu yaptığınıza
şahit olacak. Dünya da onun bereketini görecek, ahirette de mükafatına nail olacaksı-
nız. Nasıl devam etmemize melekler şahit oluyorsa bırakmamıza da şahit olurlar. O
yüzden bırakmadan devam etmeli. İlim yolunda mazeret yok. Başı biraz zordur, meşa-
katlidir, ekşidir ama sonu çok tatlıdır. Öğrendiklerinizi başkalarına öğretme vesilesine,
şerefine de nail oluyorsunuz. Allah için yaşayalım ki son sözümüz Allah azze ve celle
olsun.

LAFZA-İ CELÂL

Kur'an-ı Kerimde bu isim tam 2774 defa geçiyor. Cenabı Hakkın bütün isimleri sıfat
olabilirken onların içinde sıfat olmayan tek isim Alllah celle celaluhudur. Bütün isimler-
deki manaları hep Allah azze ve celle toplar. Allah Teâlânın adını Lafza-i Celâl'i başka
bir lisana tercüme edemeyiz.

Hani bir zamanlar tam on sekiz yıl bu millete minarelerden "tanrı uludur" diye da-
yatmışlardı. Kendilerince şarkılar, türküler ezan yerine söylemişlerdir. Adnan Mende-
res zamanında Ezan-ı Muhammediye serbest bırakılınca insanlar kurbanlarını aldılar

3
minareye baktılar. İlk okunan ezan ikindi ezanı oldu ve uzun kuyruklarla insanlar so-
kaklara dökülüp kurban kestiler, adaklarını adadılar. O gün bayram günü olmuştur o
insanlara. Kesilen kurbanlar neyi gösteriyor? Allah ismi tercüme edilmez! Tanrı keli-
mesi Lafza-i Celâl'in karşılığı olamaz.

Firavun " Ben sizin en yüce rabbinizim " dedi. Kendini bir şey zannediyordu. Öyle
bir makam ve mevki insanı değiştirir. Servet, mülk değiştirir, şımarır. Sonra da Allah
Teâlâ onu en zirveye çıkınca onu oradan cehenneme gönderir. Firavun ben Allah'ım
diyemedi. Hiçbir zalim yeryüzünde bunu söylemeye cesaret edemedi.

Allah diyeceğiz ama yanında ya celle celaluhu ya azze ve celle ya da Allahu Teâlâ
diyeceğiz. Yalın, mücerred olarak söylemeyeceğiz. Kim Cenabı Hakkın alametlerini,
isimlerini tazim ederse o kalplerin takvasındandır. Yani sizin Rabbimize olan teslimiye-
tinizin, bağlılığınızın göstergelerinden bir tanesidir. Onun adını telaffuz ederken başka-
larının ismini telaffuz etmenizden çok daha farklı olacak. Lisanınız Onu terennüm eder-
ken sanki bütün varlığınız, zerreleriniz, hücreleriniz ona eşlik ediyorlar. Yani orada bir
tazim hali var. Allah Teâlâ bu ismi namazda söylememizi murad etti. Rükuya giderken,
secdeye varırken, secdeden kıyama kalkarken hep Allahuekber diyerek Onun Azame-
tini dile getiriyoruz. Allah Teâlânın ismini telaffuz ederken semadan Azamet doluyor.
İzzet de, Celal de, Azamet de Senindir ya Rabbi! diyoruz. O halde Müslümanlar, mü-
minler İzzetten nasipdar olabilmeleri için Senin yolunda, Senin davanı ilan noktasında
orada olurlar ve orada dururlarsa onlara izzet, şeref ihsan edeceksin ya Rabbi. Mümin-
ler, Müslümanlar izzeti Allah Teâlânın ismi şerifinde ararlar. Bilirler ki yoktan var eden
sadece Odur.

Allah Teâlâ bize izzeti hep Esmada arayın, isimlerde arayın, Allah ile beraber ol-
mada, Müslümanlarla beraber olmada izzeti arayın diyor. Sakın ha o Allah düşmanla-
rının yanında, yatlarında, katlarında, arabalarında, adalarında şeref ve itibar aramayın.
Allah azze ve celle onlara imtihan olarak verdiği dünya mallarına mülklerine gözlerini
çevirme, bakma onlara der. O adam bunları sen ona bak diye yapar. Eğer siz de onlara
bakarsanız o zaman onları günaha daha fazla sevk eder ve gayelerine de hizmet etmiş
olursunuz. Eğer insanlar onlara itibar etmezse bakacaklar ki biz bundan bir artı değer
kazanmıyoruz. O zaman onların dünyalarında bir hükmü, kıymeti kalmayacak. Allah
azze ve celleyle beraber olmada şeref ve itibarı bulan bir mümin, onların vasıtalarını
gördüğü zaman, boyunlarından ve ense köklerinden nasıl bir günah yükseliyor, isyan
yükseliyor onu görürler.
4
ُ ‫ع ْينَ ْيكَ ِإلَى َما َمت ﱠ ْعنَا بِ ِه أ َ ْز َوا ًجا ِ ّم ْن ُه ْم َز ْه َرةَ ا ْل َحيَا ِة الدﱡنيَا ِلنَ ْفتِنَ ُه ْم فِي ِه َو ِر ْز‬
َ‫ق َر ِبّك‬ َ ‫َو َﻻ ت َ ُمد ﱠﱠن‬
‫َخ ْي ٌر َوأَ ْبقَى‬

‫سأَلُكَ ِر ْزقًا نﱠحْ نُ نَ ْر ُزقُكَ َوا ْل َعا ِق َبةُ ِللت ﱠ ْق َوى‬ َ ‫ص َط ِب ْر‬
ْ َ‫علَ ْي َها َﻻ ن‬ ‫َوأْ ُم ْر أ َ ْهلَكَ ِبال ﱠ‬
ْ ‫ص َﻼ ِة َوا‬
‘’Onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak
verdiğimiz şeylere gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana
da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınmanındır.’’

Taha Suresi 131-132

İzzeti ünlülerde, onlarla beraber olmada arıyorlarsa bu ayet-i kerimeyi onlara ha-
tırlat ve kalkıp hemen namaza dur.

Her yerde Müslümanlar "Allah" der. Maşaallah, İnşâallah diyorsunuz. Müezzin kar-
deşimiz "Allahuekber! Allahuekber!" diyerek Onun büyüklüğünü, Onun azametini ilan
ediyor. Hep bunların içinde Lafza-i Celâl var. Düşman ile göğüs göğüse vuruşurken de
Allah azze ve cellenin adı dillerde. İslam okuluna çevirdiğinizde çocuğunuz sizden en
çok bu kelimeyi duyacak "Allah azze ve celle". Rabbimizin adını çok telaffuz edersek
eserle müessir arasındaki o derin bağlantıyı kurmuş oluruz. Her noktada Allah celle
celaluhunun adını, adının tecellilerini görüyoruz.

Ateistlerin, cansız bir varlığa hayat verebilen bir bilim adamı dedikleri cinsten birisi
ortaya çıkabildi mi?! Hayır, olmaz!

‫ُون ﱠ ِ لَن َي ْخلُقُوا ذُ َبابًا َو َل ِو‬ ِ ‫ُون ِمن د‬ ْ ‫ب َمث َ ٌل َفا‬


َ ‫ست َ ِمعُوا لَهُ ِإ ﱠن الﱠذ‬
َ ‫ِين ت َ ْدع‬ َ ‫اس ض ُِر‬ ُ ‫َيا أَيﱡ َها النﱠ‬
ُ ُ‫ب َوا ْل َم ْطل‬
‫وب‬ ‫ف ال ﱠ‬
ُ ‫طا ِل‬ َ ُ‫ستَن ِقذُوهُ ِم ْنه‬
َ ُ‫ضع‬ ْ َ‫ش ْيئ ًا ﱠﻻ ي‬ ُ َ‫سلُ ْب ُه ُم الذﱡب‬
َ ‫اب‬ ْ َ‫اجْ ت َ َمعُوا لَهُ َو ِإن ي‬
‘’Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah'tan
başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile.
Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de aciz,
istenen de.’’

5
Hac Suresi 73

Rabbim bize sineği misal veriyor. Sinek sizden bir şey alsa onu sinekten alamaz-
sınız buyuruyor. Yani sinek geldi bir şey aldı gitti. Giderken ona tükürük salgılıyor, onun
kimyasını bozuyor ve değiştiriyor. Olduğu gibi alamazsın onu. İlim-bilim adamı dedik-
leri, virüsün ne olduğunu daha tespit edemediler, çareyi bulamadılar. Bir sineği var
edemezler. O halde Allah azze ve celle deyince Onun Hayy olduğunu, her şeyin hayatı
Ondan aldığını düşünecek ve tefekkür edeceksin. Anne karnında bir çocuk. Orada
Hayy olan Allah azze ve celle ona hayat veriyor. Anne karnında karanlık var. Öyle bir
güç, kuvvet, azamet var ki anne karnındaki çocuğun gelmiş olduğu dünyada ışık, gü-
neş, aydınlık var. Onun göze ihtiyacı var. Karanlık bir yerde yaratılıyor ama onun ge-
leceğini, nerede yaşayacağını bilen bir irade var ki O ona göz veriyor. Gözleri öyle bir
noktaya koyuyor ki kimse buna itiraz etmiyor. Eğer gözlerim ayaklarımda olmuş olsaydı
sizinle nasıl muhatap olabilirdim? Kainata baktığımız her noktada Onun isminin tecel-
lilerini görüyoruz. Nefes alıyoruz oksijene muhtacız. Alıyoruz oksijeni çıkarken karbon-
dioksit oluyor. Yani bozuyoruz onu. Fakat Rabbim öyle bir denge koymuş ki bitkiler,
ormanlarda ağaçlar akciğer gibi… Biz kirletiyoruz onlar temizliyorlar. Kuşun yumurta-
sının içi karanlık fakat Allah azze ve celle ona o yumurtanın içinde kanatlar yaratıyor.
Çıkınca belli bir süre sonra uçmaya başlıyor. Kainatta nereye baksanız orada bir
denge, muvazene görüyorsunuz.

Allah azze ve celle bu ismi manaları düşünerek, unutmadan, derin bir idrak ve
kavrayışla çok telaffuz etmeliyiz. Dilimizle söyleyip kalbimizle tasdik etmeliyiz. Biliyor-
sunuz ki Allah azze ve celle demek hürriyettir, özgürlüktür, berekettir. Onun için mina-
relerde Allahuekber! var. Allahuekber demek ; kapitalizmaya, sosyalizmaya, liberaliz-
maya bütün ideologyalara hayır demektir. Sizin miadınız yakında dolacak demektir.

َ‫ت أَن ﱠﻻ ِإلَهَ ِإ ﱠﻻ أ َنت‬


ِ ‫ظلُ َما‬ َ ‫اضبًا فَ َظ ﱠن أَن لﱠن نﱠ ْقد َِر‬
‫علَ ْي ِه َفنَادَى فِي ال ﱡ‬ ِ َ‫ون ِإذ ذﱠ َه َب ُمغ‬
ِ ‫َو َذا النﱡ‬
‫ين‬ ‫س ْب َحانَكَ ِإنِّي كُنتُ ِم َن ال ﱠ‬
َ ‫ظا ِل ِم‬ ُ
‘’Zünnun'u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini
asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, "Senden başka
hiçbir ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zul-
medenlerden oldum" diye dua etti.’'

6
Enbiya Suresi 87

En zor zamanlarınızda Hz. Yunus aleyhisselâm gibi daraldınız, yoruldunuz, balığın


karnındasınız Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn dediğiniz an bir an
bakıyorsunuz ki

َ ِ‫نجي ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
‫ين‬ ْ ‫فَا‬
ِ ُ‫ست َ َج ْبنَا لَهُ َونَ ﱠج ْينَاهُ ِم َن ا ْلغَ ِ ّم َو َك َذ ِلكَ ن‬
‘’Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü'minleri böyle
kurtarırız.’’

Enbiya Suresi 88

deniyor. Manevi bir el alıyor seni o alemden başka bir aleme taşıyor "O hakikati görü-
yor".

‫ام ِه‬ َ ‫سا ُن إِلَى‬


ِ َ‫طع‬ ِ ْ ‫فَ ْليَنظُ ِر‬
َ ‫اﻹن‬
‘’Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın!’’

Abese Suresi 24

İnsanın eğer şüphesi varsa yediği yemeğe baksın. Ne ekiyorsak aynı toprak farklı
gıdaları bitkileri meyveleri veriyor. Alıyoruz onları yiyoruz. İnsan onları yiyince bir kısmı
kana karışıyor, bir kısmı su oluyor, bir kısmı idrar oluyor, bir kısmı saçlarımızı, tırnak-
larımızı besleyen hücreler, proteinler, vitaminler oluyor. Bedenin devamı onların vası-
tasıyla oluyor. İçimizde bir dünya var ve o dünyayı kuran Allah azze ve celledir. Rabbim
bu ismin bereketiyle bizleri şereflendirsin inşâallah.

ER-RAHMÂN

7
Allah azze ve celle Rahman Suresine bu isimle başlıyor. Rahman; kafire de müs-
lümana da merhamet ediyor. Onlara rızıklarını veriyor. Nelere muhtaçlarsa onlara ih-
san, ikram ediyor.

ُ‫الرحْ َمن‬
‫ﱠ‬

َ ‫علﱠ َم ا ْلقُ ْر‬


‫آن‬ َ

َ ‫س‬
‫ان‬ ِْ ‫ق‬
َ ‫اﻹن‬ َ َ‫َخل‬
‘’Rahman, Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı.’’

Rahman Suresi 1-3

Halbuki baktığınız zaman önce tertip itibariyle önce insan sonra Kur'an gelmeli.
Ama öyle değil. Müfessirlerimiz diyor ki Allah Teâlâ şuna işaret ediyor; Ey kulum! Sen
niçin dünyadasın? Bu Kur'an'ı öğrenmek ve ona göre yaşayabilmek için. Onun için onu
öne alıyor "insanı yarattı" sonra geliyor. İnsan Kur'an-ı Kerime göre amel edebilmek
için. Ondan önce diğer kitaplara göre kulluk etmek için. Kur'an-ı Kerim gelince tabi
önceki bütün kitapları hükümsüz kılmıştır.

Gecenin karanlığında o küçücük karınca her taraf kapkaranlıkken siyah taşın üs-
tünde o karınca gelip rızkını Allah Teâlânın Rahmetiyle buluyor. Onun Rahman adının
tecellisiyle buluyor. Arı kovanından kilometrelerce uzaklara gidiyor çiçeklere konup özü
alıyor ve kovanı nerdeyse oraya geliyor. Onun içine bu sistemi koyan Allah azze ve
cellenin Rahmân isminin tecellisidir. Kuşlar semada kuzey kutbundan güney kutbuna,
güney kutbundan kuzey kutbuna kuşlar kanat vurup giderler. Onlara rızkını veren, işa-
retleri-tabelası olmayan semada yol gösteren Er-Rahmân'dır.

Diyorlar ki "Madem Allah azze ve celle Rahmân, onda asıl olan Rahmet, onun
Rahmeti her şeyi kuşattıysa bu seller nedir? Depremler neden oluyor? Neden insanlar
bu acıları çekiyorlar? Niçin bunlar oluyor?".

8
Kainatta mutlak şer yoktur. Siz bir şeyi şer olarak görüyorsunuz ama Allah azze
ve celle onda hayır murad etmiş olabilir. Onun derununda nice hikmetler var. Siz onun
neticesinde nelerden kurtulmuş olacaksınız. Hz.Hızır aleyhisselâm ve Hz.Musa aley-
hisselâm gidiyorlar. Gemiye biniyorlar Hızır aleyhisselâm geminin tahtalarını sökmeye
başlıyor. Zahiren baktığınız zaman problem var. Bir gemidesiniz ve sizi o gemiye üc-
retsiz aldılar. Ama şimdi bozuyorsunuz, kırıyorsunuz. Kıssanın sonuna bakınca Allah
Teâlânın ilminin bir sınırı olmadığını görürsünüz. İlerde bir eşkıya, zalim sultan gemileri
durduruyor ve sağlamsa gemilere el koyuyor. Bu geminin sahipleri de on kardeş oldu-
ğuna dair rivayetler var. Beş tanesi kötürüm, diğer beş tanesi çalışıyorlar, evde diğer
kardeşlerine bakıyorlar. Eğer bunların elinden gemileri alınırsa evdekiler de aç kala-
caklar, ekmek götürülemeyecek. Zalim sultan bakıyor ki bu gemi işe yaramaz geçin,
devam edin diyor. Kıssaya başında bakınca bir şer görüyorsunuz ama sonunda ba-
kınca orada bir hayır görüyorsunuz.

َ َ‫س ِفينَ ِة َخ َرقَ َها قَا َل أ َ َخ َر ْقت َ َها ِلت ُ ْغ ِرقَ أَ ْهلَ َها لَقَ ْد ِجئْت‬
‫ش ْيئ ًا ِإ ْم ًرا‬ َ ‫َفان‬
‫طلَقَا َحتﱠى ِإ َذا َر ِكبَا فِي ال ﱠ‬
Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi deldi.
Musa, "Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş
yaptın." dedi.

Kehf Suresi 71

ُ‫َان َو َراء ُهم ﱠم ِلكٌ يَأ ْ ُخذ‬


َ ‫ون فِي ا ْلبَحْ ِر َفأ َ َردتﱡ أ َ ْن أ َ ِعيبَ َها َوك‬
َ ُ‫ين يَ ْع َمل‬ َ ‫س ِفينَةُ فَكَا َنتْ ِل َم‬
َ ‫سا ِك‬ ‫أ َ ﱠما ال ﱠ‬
‫صبًا‬ َ ‫س ِفينَ ٍة‬
ْ ‫غ‬ َ ‫ُك ﱠل‬
"O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak iste-
dim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı."

Kehf Suresi 79

Orada bir dönüş hali vardır. Allah Teâlânın azametini hatırlayıp Rablerine döner-
ler. Mümin kullar bu durumda dünyanın ebedi olmadığını, bela ve musibet yeri oldu-
ğunu hatırlarlar. Onun için bir bela, musibat anında isticra ayetini okuruz;

9
َ ‫اج‬
‫عون‬ ِ ‫صابَتْ ُهم ﱡم ِصيبَةٌ قَالُواْ إِنﱠا ِ ّ ِ َوإِنﱠا إِلَ ْي ِه َر‬
َ َ ‫ِين إِذَا أ‬
َ ‫الﱠذ‬

Onlar; başlarına bir musibet gelince, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz
ve şüphesiz O'na döneceğiz" derler.

Bakara Suresi 156

Allah mekandan münezzehtir. Bununla kastettiğimiz ahiret yurduna dönmektir.


Bela ve musibet anında insan ruhunu teslim ettiyse bu dünyadan şehit olarak ayrılmış
olur (yukarıda bahsedilen sel ve depreme ithafen söylüyor hocamız). Aleme bakınca
Er Rahmân isminin kudretinin, tecellilerini görüyoruz. Allah celle celaluhu Rahmân is-
miyle, layık olmadığı halde kafirlere, müşriklere de ihsanda bulunuyor. Allah celle ce-
laluhu ki onlar isyan ettiği halde onlara dünyada rızık veriyorken biz onlara harp ilan
edip İslam davasını anlatmamazlık etmeyeceğiz. Sen günahkara değil günaha kıza-
caksın. Yanlış yapan adama değil yanlışa kızacaksın. Hata yapan adama değil hataya
kızacaksın. Bu isim der ki; Allah azze ve cellenin Rahmeti her şeyi kuşattı. Her noktada
her varlıkta onun Rahmeti varsa o zaman sen de Onun Rahmetiyle yüreğini doldur.
Eşya ve hadiseye merhamet, Rahmet nazarıyla bak. Bu nazarla bakılınca o zaman
yahudilerde, Allah'a düşman olanlarda bir kasvet hali olduğunu ; Müslümanlarda da bir
Rahmet, şefkat, ülfet hali olduğunu onunla aleme baktığını görürsün.

ُ‫ار ِة لَ َما يَتَفَ ﱠج ُر ِم ْنه‬


َ ‫س َوةً َوإِ ﱠن ِم َن ا ْل ِح َج‬ َ َ ‫ار ِة أ َ ْو أ‬
ْ َ‫ش ﱡد ق‬ َ ‫ستْ قُلُوبُكُم ِ ّمن بَ ْع ِد َذ ِلكَ فَ ِه‬
َ ‫ي كَا ْل ِح َج‬ َ َ‫ث ُ ﱠم ق‬
ُ ّ ‫شيَ ِة ّ ِ َو َما‬ ُ ‫ق فَيَ ْخ ُر‬
ْ ‫ج ِم ْنهُ ا ْل َماء َوإِ ﱠن ِم ْن َها لَ َما يَ ْهبِطُ ِم ْن َخ‬ ُ ‫اﻷ َ ْن َه‬
‫ار َوإِ ﱠن ِم ْن َها لَ َما َي ﱠ‬
ُ ‫شقﱠ‬
َ ُ‫ع ﱠما تَ ْع َمل‬
‫ون‬ َ ‫بِغَافِ ٍل‬

‘’Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da
katıdır. Taşın öylesi var ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de var ki çatlayıp bağ-
rından su fışkırır; bazı taşlar da var ki Allah korkusuyla yuvarlanıp düşer. Allah,
yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.’’

Bakara Suresi 74

10
Bir kalp Allah Teâlâdan uzaklaşınca kaskatı olur. Taştan daha katı olur. Bir yürek
Allah Allah derse o merhametle dolar, aleme Rahmet nazarıyla bakar. Bu dersi takip
edecek kardeşlerime bir hadisi şerifle alakalı icazet vermiş olayım. Bu hadisi şerif öyle
bir hadis ki Müselsel Bi'l-Evveliyye denir bu hadise. Nerede bir medrese varsa alimler
talebelerine ilk olarak bu hadisi okuturlar. Sufyab bin Uyeyne Rahmetullahi aleyh onun
adetidir. Ondan bugüne bu hadis hep ilk olarak talebelere okutulur. Bu hadisi şerifi
sizler ezberleyin, etrafınıza bunu telkin edin.

11
Çocuğuna merhamet edenler, babasına merhamet edenler, ümmetin yetimlerine
kol kanat gerenler... Babalar-anneler çocuklarına hep merhamet gösterir bu fıtri olan-
dır. Ama sen amcanın oğluna, kardeşine, halana, eltinin çocuğuna kızdın. Buna rağ-
men kendi çocuğuna merhamet ettiğin gibi kızdığın insanların çocuklarına merhamet
edebiliyor musun? Ediyorsan en zor günde Allah sana Rahmet edecek. Bela musibet
sağanak sağanak yağarken senin kalbinde bir İnşirah hali olacak.

Rahmet ; umum ve husus olarak ikiye ayrılır. Umumi Planda Rahmeti; Allah
Teâlânın herkese Rahmet etmesidir. Hususi Planda Rahmeti; Allah azze ve cellenin
Müslümanlara, müminlere olan Rahmetidir. Kur'anı-ı Kerimin ahlakıyla ahlaklananlara,
merhamet gösterenlere, iman edenlere özeldir. Herkesin daraldığı, bunaldığı yerde o
mümin kişi elhamdülillah diyor. Yüreğinde kalbinde sekinet ve selamet var.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin umum planda insanlığa merhameti var.


Ona zulmedenler geliyorlar diyorlar ki " Ellerine kapansak af dilesek bizi de adfeder
misin?" Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem onları da affettiğini haber veriyor. Vahşi'yi
de affediyor. "Gücün yeterse yüzünü benden saklayabilirsen sakla. Direğin arkasında
bir yerde dur. Seni görmeyeyim. Seni görünce yıllar öncesine Uhud'a gidiyorum, am-
cam Hamza'yı hatırlıyorum. Onun parçalanmış cesedi gözümün önüne geliyor. Sakla
kendini benden çok görmeyeyim ki seni amcamı hatırlamayayım. Gözlerimden yaşlar
boşalmasın" diyor.

Resulullah aleyhisselâm bir gün Muaz bin Cebel'in elinden tutuyor ve diyor ki "Al-
lah'a yemin olsun ki seni çok seviyorum Muaz". Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve
sellem size dahi bunu diyor. Salat selam getiriyorsunuz ve sanki yüreğiniz açılıyor,
kalbinize semadan bir sekinet boşalıyor. Allah merhamet edenlere hem umum planda
hem hususi planda Rahmet ediyor.

"Yeryüzünde olanlara merhamet edin ki Allah azze ve celle de size merhamet


etsin."

Kiminle karşılaşırsan karşılaş ona merhamet nazarıyla bakacaksın. Ruh doktoru


ruh hastasına nasıl bakar? Onu kurtarmak için bağırmalarına, kötü ifadelerine aldırma-
dan bakar. Onu tedavi etmeye odaklanmıştır. Elini ısırsa bile ona aynısıyla mukabe-
lede bulunmaz. O halde biz müminler, Müslümanlar olarak Allah azze ve celleyi tanı-

12
mayan, Rahmân'ı bilmeyenlere ruh doktorları hastalara nasıl bakıyorsa onların merha-
metinden binlerce derece fazlası bir merhametle bakacak ki Allah'ın yoluna davet etmiş
olsun.

Rahmân kelimesinin özü; şerden hayır çıkarmaktır. Müslüman; ahireti için dünya-
sını feda eden kahramandır.

Biz bakışlarımızla dünyaya mahkum olduğumuzdan dolayı ötesini göremiyoruz.


Göremeyince de çocuk yaşta birisi ölünce vah vah ediyoruz. Allah Teâlânın ona Rah-
met edip cennete aldığına tanıklık edemiyoruz. Ama mahşer günü tüm bunları görecek,
tüm bunlara şahit olacağız.

ER-RAHÎM

Er Rahmân; Allah azze ve cellenin dünyada Müslüman ve kafir ayırmadan bütün


mahlukata, hayvanata, insanlara Rahmeti ile muamele etmesidir.

Er Rahîm ismi ise; Allah azze ve cellenin ahirette sadece müminlere Rahmet et-
mesi, lütuf ve ihsanda bulunmasıdır.

Alemde ne görüyorsanız Allah Teâlânın Rahmetinin bir tecellisidir. Biz bu dünyada-


yız ve Rabbim biz nelere muhtaçsak, neye ihtiyacımız varsa onları da yarattı.

َ ‫سو َل َلعَلﱠكُ ْم ت ُ ْر َح ُم‬


‫ون‬ ‫َوأَ ِطيعُواْ ّ َ َو ﱠ‬
ُ ‫الر‬

13
‘’Allah'a ve Resul'e itaat edin ki size merhamet edilsin.’’
Ali İmran Suresi 132

Rahmete muhatap olabilmek için, Allah celle celaluh ve Resulüne itaat ediniz. Sa-
habe-i Kiram gibi bir itaatle "Semi'nâ ve eta'nâ’’ diyeceğiz. Onlar ki Efendimiz aley-
hisselâmı duydular, onu gördüler, ona baktılar ve iman edip önceki hayatlarını bütü-
nüyle reddettiler. Bir daha geriye dönüp bakmadılar. "Tövbe pişmanlıktır". Ne zaman
önceki hayatları hatırlarına düştü o zaman gözlerinden yaşlar seller gibi boşaldı. Öyle
bir teslimiyetleri vardı. O halde Onun Rahmetini üzerimize celp edebilmek için evvela
itaati kuşanmalıyız.

َ ‫اركٌ فَاتﱠبِعُوهُ َواتﱠقُواْ لَ َعلﱠكُ ْم ت ُ ْر َح ُم‬


‫ون‬ َ َ‫اب أ‬
َ َ‫نز ْلنَاهُ ُمب‬ ٌ َ ‫َو َه َذا ِكت‬

‘’İşte bu, indirdiğimiz kutsal bir Kitap'tır. Ona uyun. Takvalı olun. Umulur ki bağış-
lanırsınız.’’
Enam Suresi 155

Yani Müslümanlar, Allah Teâlâya itaat edecek. Resulullah aleyhisselâma teslim


olacak ve müttaki olacaklar. Dikenli bir yolda yürürken ayağınızı dikenler kanatmasın
diye nasıl bir dikkatle yürüyorsunuz; Ya da mayınlı bir alanda yürüyorsunuz, siz de
derin bir rikkat, dikkat hali var. Şeytanın mayınları döşenmiş bu dünya da öyle yürüyo-
ruz.

‫ش َمآ ِئ ِل ِه ْم َوﻻَ تَ ِج ُد أ َ ْكثَ َر ُه ْم‬


َ ‫ِيه ْم َو ِم ْن َخ ْل ِف ِه ْم َوع َْن أ َ ْي َمانِ ِه ْم َوعَن‬
ِ ‫ث ُ ﱠم ﻵتِيَنﱠ ُهم ِ ّمن بَي ِْن أَ ْيد‬
َ ‫شَا ِك ِر‬
‫ين‬

‘’Sonra, ant olsun ki onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından


sokulacağım ve Sen onların çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın.’’

A’raf Suresi 17

14
Sağımızda, solumuzda, önümüzde tuzaklar var. Müslümanlar kendilerini ancak
Allah ve Peygamberin sallallahu aleyhi ve selleme teslimiyetle koruyabilirler. Kur'an ve
sünnet ile korunur. Sünnet-i Seniyyeyi itibarsızlaştırmaya çalışanlara karşı duracak,
fitneye mahal vermeyeceğiz. Allah Teâlâ pasif bir Müslüman olmaktan sakının buyu-
ruyor. Öyle bir fitneden kendinizi koruyun ki sadece zalimlere isabet etmiyor! Sessiz
kalanlara da geliyor, buluyor.

َ َ ّ ‫صةً َوا ْعلَ ُمواْ أَ ﱠن‬


ِ ‫شدِي ُد ا ْل ِعقَا‬
‫ب‬ َ ‫َواتﱠقُواْ فِتْنَةً ﻻ ﱠ ت ُ ِصي َب ﱠن الﱠذ‬
‫ِين َظلَ ُمواْ ِمن ُك ْم َخآ ﱠ‬

‘’Yalnızca aranızdaki haksızlık edenlerin başlarına gelmekle sınırlı kalmayacak fit-


neye karşı takva sahibi olun. Unutmayın ki Allah'ın azabı çok çetindir.’’
Enfal Suresi 25

Müslümanlar, Er Rahim adını telaffuz ederken ahireti, Mahkeme-i Kübra'yı düşü-


nüp tefekkür ederler. Orada Allah azze ve celle iman eden, kulluk eden kullara Rah-
metiyle nazar edecek. O düşünce ile onların virdi "Er Rahîm celle celaluhu" dur. Bu
ismi tesbih ederken şöyle bir bağlantı da kurarız; Ya Rabbi! Er Rahîm! Sen Rahmân'sın
dünyada bize Rahmetinle muamele ediyorsun. Bizden karşılık almadan bu havayı ve-
riyorsun. Ya Rabbi, madem ki Sen bize şefkatinle muamele ediyorsun ve ahirette de
Rahmetin bizi kuşatacak, o halde Rahmetine muhatap olabilmek için ben de kullarına
merhamet ve şefkatle yaklaşacağım diyoruz.

Müslümanlar bu ismi telaffuz edince bakıyorsun ki onun hayatı kafirin hayatından


yüzde yüz daha farklı. Arada gece ile gündüz gibi bir fark var. Şöyle örnek vererek
mevzuyu izah edelim; Zengin bir adamın milyarları var ama imanı yok. Bu adam ölünce
muhacirler, yetim çocuklar, dul kadınlar bu adamın ölümünden haberdar olmaz. Çünkü
yaşarken onlara faydası yoktu ki. Zekatı, sadakayı bilmiyor. Kapitalizm der ki; kazan,
devlete vergini ver karışmaz gerisine. Ama İslam zengine diyor ki; devlete vergini ve-
receksin bide fukaranın bu malda hakkı var. Ona da vereceksin der. Yani geldiği za-
man başına kakma, azarlama, sanki ona hakkını veriyorsun öyle davran.

‫يرا‬
ً ‫س‬ِ َ‫س ِكينًا َو َي ِتي ًما َوأ‬
ْ ‫علَى ُح ِبّ ِه ِم‬
َ ‫طعَا َم‬ َ ‫َويُ ْط ِع ُم‬
‫ون ال ﱠ‬

15
‘’İhtiyaçları olmasına rağmen yiyeceği; yoksula, öksüze ve tutsağa yedirirler.’’

İnsan Suresi 8

Onlar yetime, dul kadına, muhtaç olana, esire veriyorlar ama muhabbet de veri-
yorlar. Sevdikleri malı veriyorlar, sevdiklerinden veriyorlar. Ve sonra diyorlar ki "Asla
sizden teşekkür, plaket istemiyoruz. Adımızı sağda solda anmayın. Eğer buna riya ka-
rışırsa o zaman Rahîm olan Rabbimin merhametine nail olamam. Benim beden itiba-
riyle fakir olanlardan bir farkım yok. Belki o adam daha zekidir ama Sen bana verdin
ya Rabbim. Rahmân olarak bana merhamet ettin. Şimdi ben bir imtihandayım, infak
edecek miyim diye." der.

Allah Teâlâya ulaşmak, Rahmetine muhatap olmak arzusundaysak amel-i salihi-


miz olacak. Bu isim bizi ona sevk ediyor. Diyelim ki bir eser, medrese yaptınız üzerin-
den asırlar geçti. Adı yok, yapanı belli değil, vakfeden kim bunla alakalı en küçük bir
kayıt yok. O medrese yıkıldı. Taşları bile kalmadı. Müslüman onu dişinden tırnağından
biriktirerek yapmıştı. Allah Teâlânın huzuruna gidince onun sevabından mahrum olur
mu? Olmaz! Onu yıkanlar cezasını elbette görecekler. Müslümanlar büyük mükafatlara
nail oldular. O medreselerde okuyan talebeler alimler oldu. O alimler memleketlerine
dönünce medrese açtılar. Ulum-i İslamiyyeyi okuttular. Onlar da kendi beldelerine dön-
düler ve zincirleme bir şekilde ilim yayıldı. O ilk medrese yıkılmış olsa bile bugün oku-
duklarımızda o medreseden bir pay varsa, o alimin amel defterine yazılıyor.

Allah Teâlânın yolunda aşkla, muhabbetle hizmet edince Rabbim de Rahmân ismi
ile dünyada, Rahîm ismi ile ahirette tecelli ediyor, Rahmetiyle bizlere muamele ediyor.

Anne çocuğuna karşı merhameti kuşanıyor. Bir anne düşünün evlatları var, kızı
var. Kızını terbiye ediyor. Anne genç yaşta vefat ediyor. Annenin terbiye ettiği yavru,
İslam terbiyesi ile büyüyor. Sonra evleniyor, onun evi, çocukları oluyor. O anne, anne-
sinden gördüklerini kendi çocuklarına anlatıyor, onun da evi İslam okulu oluyor. Sonra
o çocuklar da büyüyor ve aynı şekilde devam ediyor derken aradan asırlar geçiyor.
Belki yirmisinde belki otuzunda, kırkında bir anne geride on yaşında bir kız çocuğu
bırakarak ayrılmıştı bu dünyadan. Ama Kur'an talebesi olan, hayatında sünnet olan bir
evlat bıraktı dünyada. Böylece nesillerinin güzel amellerinin sevapları ona da yazılıyor.

16
Hz. Hanne, İmran'ın eşiydi. Dedi ki "Ya Rabbi, bana bir evlat verirsen senin yoluna
adayayım" Allah Teâlâ ona bir evlat müjdeledi ama eşi vefat etti. "Karnımdakini yoluna
adıyorum ya Rabbi!" dedi. Erkek olmasını bekliyordu. Kudüs'te hizmet edecekti. Fakat
kız çocuğu dünyaya geldi. O kız çocuğu iffetin abidesi Hz. Meryem oldu. Hz. Hanne'nin
amel defteri, Hz. Meryem'in ve Hz. İsa aleyhisselâmın yaptıklarından dolayı kapanma-
yacak. O halde Mümin, Müslüman diyecek ki ; Madem ki Rabbim bana merhametiyle
dünyada ve ahirette muamele edecek o zaman ben neden onun kullarına Rahmeti,
bereketi ulaştırmayayım? Neden muzdariplerin yardımlarına koşmayayım?

Kafirlerin bu dünyada kiminin hanları, katları, gökdelenleri olur, mükellef bir hayat-
ları olur. Fakat onların dünyaları buradadır. Buradan öteye gitmezler. Ölünce, onların
dünyalarında her şey biter. Ahirette hiçbir şeyleri yoktur onların. Müslümanlar ise bu
dünyada zaman zaman zorluklar da çekerler. Eğer evlerini İslam okulu yaptılarsa ço-
cukları Muhammed aleyhisselâmın izinde yürürlerse, imanlarının bereketi olarak Allah
Teâlâ onları babalarının makamlarına çıkaracak, orada buluşacaklar

‫ش ْي ٍء‬ َ ‫ان أ َ ْل َح ْقنَا بِ ِه ْم ذُ ِ ّريﱠت َ ُه ْم َو َما أَلَتْ َنا ُهم ِ ّم ْن‬


َ ‫ع َم ِل ِهم ِ ّمن‬ ٍ ‫ِين آ َمنُوا َواتﱠبَ َعتْ ُه ْم ذُ ِ ّريﱠت ُ ُهم بِ ِإي َم‬
َ ‫َوالﱠذ‬
ٌ ‫ب َر ِه‬
‫ين‬ َ ‫ام ِر ٍئ بِ َما َك‬
َ ‫س‬ ْ ‫ُك ﱡل‬

‘’İman eden, soyları da iman ederek kendilerine tabi olan kimselerin, soylarını da
kendilerine kattık. Ve onların yaptıklarından bir şey eksiltmedik. Herkes kendi yap-
tıklarının karşılığını alacak.’’
Tur Suresi 21

Er Rahîm ismi der ki; Allah Teâlâ, Ahirette sadece müminlere Rahmet edecek. O
halde onun dünyasında bir pencere açılır ve onlar kafirlere karşı vakarlı, müstakim du-
rurlar ve azametlerini izhar ederler. Ama Müslümanlara merhametlerini gösterirler. Ka-
fire şedit, Müslümana karşı merhametlidirler. Çünkü Er Rahîm ismine mazhar olabil-
mek için... Yahudileri, hristiyanları dost edinme! Senin kardeşin Arakanlı, Doğu Türkis-
tanlı. Sen onlarla omuz omuza olacaksın. Kim "La ilahe illallah Muhammeden Resu-
lullah " diyorsa rengine, ırkına, lisanına bakmadan kardeşim deyip kucaklayacaksın.

17
EL-MELİK

El Melik; Allah Teâlâ O Melik'tir. Mülkün sahibi, malikidir. Bildiğimiz bilmediğimiz,


gördüğümüz görmediğimiz ne kadar alem varsa hepsinin Melik'i Allah azze ve celledir.

Allah azze ve celle kıyamet kopunca, arzı dürünce soracak "Bugün mülk kimin,
saltanat kimin?!" Nerde Allah Teâlânın ayetleri bu asırda bu çağda uygulanmaz diyen-
ler, İslam alemini kan gölüne çevirenler, Kur'an'ı çiğneyenler, ezanı susturanlar, İslam
kadınlarının örtüsüne ellerini uzatanlar, zalimler, kafirler, facirler nerde onlar?! Öldüler
ve şimdi yaşayanlar da ölecekler. Ses kesilecek ve kimse cevap veremeyecek. Bugün
söz de hüküm de Kahhar olan; gücü, kuvveti ve Azameti karşısında hiçbir gücün dura-
madığı Allah azze ve cellenindir. O günü göreceğiz ama korkudan kimsenin cevap
vermeye mecali olmayacak.

Mademki dünyanın bizden önceki sahipleri, malikleri gelip gittiler. Bu dünyadan


bir şeylere sahip oldular ama sahip olduklarını da bırakıp gittiler. Mademki dünyalık-
lara, hanlara, fabrikalara, mülklere sahip olanlar ayrılıp gidiyorlar o halde insan malik
değildir. El Melik ismi de bunu söyler. İnsan gerçek bir şeyin sahibi değildir. Allah
Teâlânın takdir ettiği zamana kadar elimizde emanet dururlar. O koltuklar, mülklere,
mezarlar bize mülk sahibi olmadığımızı söylüyor. "Fakat insanlar uykuda, ölünce
uyanacaklar".

Mevlana'nın Mesnevi'sinde bir merkeple sineğin hikayesi anlatılır ;

Merkep giderken bir yere ayağını basar sonra oraya bevleder orada idrarı olur ve
oraya bir saman çöpü düşer. Bir sinek de gelip o saman çöpünün üzerine konar ve der
ki:
-Ben mektepte okumuştum; kapta-ı deryalık nasıl olurdu, yelken nasıl açılır, nasıl de-
nizlerde okyanuslarda gidilirdi. Şimdi bizzat ona sahip, malik oldum. Burası bir deniz,
bir ummandır. Bu saman çöpü de büyük bir gemi, ben de onun kaptan-ı deryasıyım
der.
Sineğin ufku ne kadarsa gördüğü alan da o kadar oluyor. Orda kendini Kaptan-ı Derya
zannediyor. Ta ki başka bir merkep oradan geçip üstüne ayağıyla basana kadar... Ne
saman çöpü ne de sinek kalıyor. Hepsi toprağa karışıyorlar.

18
Varlıkların ufku kendi kabiliyetlerine göredir! Eğer kalbimizle bakabilirsek Allah
Teâlâ gözümüze bir güç verecek. Eğer kalbimiz karardıysa bakışlarımız hayvanların
bakışlarından çok farklı olmayacak.

Yezid’in valisi İbni Hubeyre bir gün Muhammed bin Sirin, İmam Şa'bi ve Hasan-ı
Basri'yi çağırıyor yanına. Yezid'in gönderdiği talimatı vicdanının kabul etmediğinden
bahsedip onlara danışır. Muhammed bin Sirin ve İmam Şa'bi "Yap. Öldürür yoksa bu
adam seni. Takiye yap" diyorlar. Hasan-ı Basri'ye soruyor. Hasan-ı Basri diyor ki "Allah
Teâlâdan kork, Yezid'den korkma! Eğer Allah azze ve celle bir kuluna zarar vermeyi,
musibetle imtihan etmeyi murad ettiyse kimse o belayı kaldıramaz. O hayır murad et-
tiyse kimse engel olamaz. Allah azze ve celle, İbrahim aleyhisselâmı ateşin içinde ko-
ruduğu gibi seni de Yezid'in zulmünden korur. Ama Yezid seni Allah'ın narından ko-
ruyamaz. Sen ey Irak valisi! Bir gün bu saraydan bu salonlardan ölünce ayrılacak,
daracık kabire gireceksin. Orada seni Yezid değil, amellerin kurtaracak"

El Melik ismi Müslümanın diline, zihnine düşünce Müslüman tevazuyu kuşanıyor.


Evet bir takım makamlara, mala mülke sahip fakat emanetçi olduğunu görüyor. Eğer
biz tevazuyu kuşanırsak Allah azze ve celle El Melik ismiyle ahiretimizi bereketlendire-
cek, yüce makamlar ihsan edecek.

‫ع ا ْل ُم ْلكَ ِم ﱠمن تَشَاء َوت ُ ِع ﱡز َمن تَشَاء َوت ُ ِذ ﱡل‬ ِ َ ‫قُ ِل اللﱠ ُه ﱠم َما ِلكَ ا ْل ُم ْل ِك ت ُ ْؤ ِتي ا ْل ُم ْلكَ َمن تَشَاء َوت‬
ُ ‫نز‬
ٌ ‫ش ْي ٍء َقد‬
‫ِير‬ َ َ‫َمن تَشَاء ِب َي ِدكَ ا ْل َخي ُْر ِإنﱠك‬
َ ‫علَ َى ُك ِ ّل‬

De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, mülkü diledi-
ğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir.
Kuşkusuz Sen Her Şeye Güç Yetiren'sin."

Ali İmran 26

19
EL- KUDDÛS

Kur’an-ı hakim ’’ Hûvallâhullezî lâ ilahe illâ hû, el melikûl kuddûsus selâmul


mû’minûl mûheyminul azizul cebbârul mûtekebbir subhânellâhi amma yûşrikûn.’’ Melik
adından sonra Kuddüs adını getiriyor. Allah azze ve cellenin bütün kusurlardan, eksik-
lerden, noksanlıklardan münezzeh olduğunu bize haber veriyor. Hani okuyorsunuz ak-
şamdan sabahtan sonra Haşr suresinin son ayetlerini işte orada Kuddüs de diyoruz
yani Ya Rab sen bütün kusurlardan eksiklerden münezzehsin Ya Rabbi o halde seni
teşbih ediyorum.

Hz. Cebrail aleyhisselamın adı da da, isimlerinden biri de Ruhu’l Kudüs’tür. Yani
tebliğde Peygamberlere vahyi ulaştırmada onun eksiği ve hatası yok. Allah neyi nasıl
emrettiyse öyle aldı. O şekilde Peygamberlere bildirdi ve duyurdu. Beytül Mak-
dise(Mescid-i Aksa), o toprapa da El-arzü'l-mukaddese deniyor. Mukaddes topraklar.
Zalimden, kafirden, facirden temizlenen topraklar. İnsanların ideologyalarından masal-
larından temizlenen topraklar. Peki kardeşlerim bugün neden yahudi orada niçin orda
israil karakolunu kurdular? Madem El-arzü'l-mukaddese niçin bu halde?! Bir toprak
Kur'an'-ı Hakimle, Allah ve Resulu sallallahu aleyhi ve sellem buyruğuyla yönetilirse o
zaman orası muazzez İslam diyarı olur. Fakat ne zaman Osmanlı İslam devletinden
sonra Hilafet-i İslamiyeden sonra Alem-i İslam dağıldı, parçalandı, bölündü ise işgale
ve istilaya uğradı. O zaman geldiler. Yani Kur’an-ı Hakimin muhacir olduğu, ahkam-ı
İslamiyyenin terk edildiği topraklara o zaman kafirler siyonistler geldiler ve istila ettiler.
Biz ne zaman Kur’an-ı Hakimle, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetiyle
irad-ı İslam’a dönersek, Allah Teala ve Resul aleyhisselam buyruğu son sözü söyler-
lerse o zaman o mukaddes topraklar -o merkez olmak şartıyla- çevresi, bütün bir vilad-
i İslam kurtulacak Allah Tealanın inayetiyle inşaallah Rabbim bize o günleri, o anları, o
vakitleri gösterecek kardeşlerim.

El Kuddüs ismi bize lisanımızı gıybetten malımızı haramdan vaktimizi de Allah


azze ve celleye isyandan temizlemeyi telkin eder. Madem ki o Kuddüs, O Allah azze
ve celle bütün hatalardan ve yanlışlardan münezzeh biz de Onun kuluyuz. Allah Tea-
lanın ahlakıyla ahlaklanma iradesini göstereceğiz. O noktada adımlar atacağız. Mü-
minler olarak Müslümanlar olarak.

20
Bir alime biri sorar. Der ki ‘’Allah azze ve celleye ulaşmak, Ona mülaki olmak aşkını
içinizde yaşayabiliyor musunuz? Koruyabiliyor musunuz?’’O da şöyle cevap verir ‘’Be-
nim Allah azze ve celleye ulaşma, Ona vasıl olma diye bir mesele gündemimde
yok’’der. O zaman soruyu soran hayret eder. Zihninde o alimi başka bir yere koymuş.
Nasıl olur da sizin gibi birisi Allah azze ve celleye ulaşmanın derdinde, davasında ol-
maz? O zaman şu ayeti okur;

‫علَى ا ْلعَ ْر ِش يَ ْعلَ ُم َما يَ ِل ُج فِي‬َ ‫ست َ َوى‬ ْ ‫ست ﱠ ِة أَيﱠ ٍام ث ُ ﱠم ا‬
ِ ‫ض ف ِي‬ َ ‫ت َو ْاﻷ َ ْر‬
ِ ‫اوا‬ ‫ُه َو الﱠذِي َخلَقَ ال ﱠ‬
َ ‫س َم‬
ُ ‫ج فِي َها َوهُ َو َمعَ ُك ْم أَي َْن َما كُنت ُ ْم َو ﱠ‬
ُ ‫س َماء َو َما يَ ْع ُر‬ ِ َ‫ج ِم ْن َها َو َما ي‬
‫نز ُل ِم َن ال ﱠ‬ ُ ‫ض َو َما يَ ْخ ُر‬ ِ ‫ْاﻷ َ ْر‬
‫ير‬
ٌ ‫ون بَ ِص‬ َ ُ‫بِ َما ت َ ْع َمل‬

‘’O, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratan, sonra Arş'a kurulandır. Yere
gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle
beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.’’

Hadid Suresi 4

Hep Onunla beraberiz. O buyuruyor ki sizinle beraberim. Allah Teala bize şah da-
marından daha yakın kardeşlerim. Madem ki o Kuddüs o zaman Onun ahlakıyla Müs-
lümanlar hemhal olacaklar. Kalplerinde yüreklerinde ne kadar rezalete dair şeyler
varsa mezmum olan duygular varsa onları çıkaracaklar yüreklerini temizleyecekler. Al-
lah azze ve celleye Onun nazarlarına hazır hale getirecekler. Peki bu duyguya nasıl
belenebiliriz, bu aşka nasıl belenebiliriz kardeşlerim? "Nerede olursanız olun Allah
azze ve celle sizinle beraber"

Hasan Can Yavuz Sultan Selim’in en son anlarında Yasin okuyor. Yavuz Selim
Rahmetullahi aleyh ;

-Ne dersin Hasan Can halimiz nicedir?

-Allah azze ve celle ile beraber olma vaktidir diyince o zaman büyük sultan buyurur ki

-Sen ne zannedersin Hasan Can?! Biz şimdiye kadar kiminle beraberdik?!

Allah azze ve celle ile beraber olmak. İşte onun için esmayı okuyoruz. Baktığınız her
noktada Onun kudretini, Onun azametini göreceksiniz. Eğer Müslümanlar Kuddüs

21
adını vird edinir bunu söylerlerse yüreklerini haramdan temizleyecekler. Zahit, abid, kul
olacaklar. Olacağız! Onun için okuyoruz. Yusuf aleyhisselâm, ondan önceki Peygam-
berler, ondan sonra gelenler hep bu ismi okudular. Eşyaya aleme hadiseye baktılar
hep bu tecellileri gördüler. Hani Hz. Yusuf aleyhisselâm " Ya Rabbi eğer o kadınların
hilelerini benden uzak kılmazsan o zaman ben onlara meylederim.Ya Rabbi koru beni.
Allahım sana iltica ediyorum ya Rabbi" Yusuf aleyhisselâm bu kelimelerle Rabbine il-
tica edince Allah azze ve celle o zaman duasına icabet etti.

Kardeşlerim avam olanlar yani böyle ilmi seviyesi olmayanlar ne yaparlar? Dünya
ile daha fazla alakadar olurlar. Bazen ilmi olanlar da dünyaya dalabilirler. Fakat biz ehli
dünyayı nazara alarak söylemiyoruz bunu. Umum manada bu avam yani daha çok ehli
dünya olsun onlar neye bakarlar? Zahire bakarlar. Evin odalarına bakarlar, odalardaki
süslere bakarlar, modalara bakarlar, moda gibi odaları ayarlamaya çalışıp eşyaları ona
göre alırlar. İmkanları varsa her yıl değişirler. Neden? Arkadaşları gelip bakacaklar.
Kanepeye, koltuğa, halıya, perdeye bakacaklar. Odada bir uyum, ahenk var mı? Bun-
dan dolayı aferin diyecekler. Ne güzel oldu diyecekler. Peki ehli dünya onlar odalara,
modalara bakarlar. Müslüman nereye bakar? Yüreğine bakar kardeşlerim. Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki " Allah sizin suretlerinize, Allah teala sizin mal-
larınıza bakmaz. Ve lakin O sizin kalplerinize, O sizin amellerinize bakar." onun için
ehli dünya onlar göz zevkine hitap etmesi için odaları ile meşgul olurlar. Ehli iman ise
bilir ki yürek nazargah-ı İlahidir. Onu tezin eder, amelle, kullukla tezin eder. Bu yüreği
Sana hazırlamaya amadeyim Ya Rabbi, derler. Kuddüs ismini Müslümanlar sürekli te-
laffuz ederek, vird haline getirerek yüreklerini o büyük buluşmaya, mahşere hazır hale
getirirler kardeşlerim.El Kuddüs adı ile bunu söylüyoruz. Sana geliyoruz ya Rabbi.
Sana doğru ibadetimizle, amellerimizle, ihlasımızla, kulluğumuzla, vecdimiz, aşkımız,
imanımız ile geliyoruz yönetiyoruz. Bu yönelişimizi kabul eyle ya Rabbi diyoruz. O
halde kardeşlerim nasıl bir kitabı basmak için matbaaya, kağıda, yazıcılara ihtiyaç var;
bütün bunlar olunca kitap basılır sonra okurlara ulaşır. Biz de Allah azze ve celleye
yakın olabilmek için bir takım şeylere müracaat etme mecburiyetimiz var. İşte onların
başında Esma-i Hüsna gelir. Rabbim bunlarla Bana dua edin buyuruyor. " Onlarla dua
edin" Kuddüs adını söylerken kalbimizi temizleme operasyonu başlattığımızı İnşaallah
hiç aklımızdan, şuurumuzdan çıkarmayacak, bu irade bu imanla hareket edeceğiz.

ES-SELAM
22
Selam; bütün ayıplardan, bütün kusurlardan münezzeh. Allah Teâlâ kullarına
eman verir, güven verir. O Es Selam’dır. Onun adıyla yollarda yürürken insanlarla kar-
şılaşırız onlara esselamü aleyküm ve Rahmetullah deriz. Kederden, gamdan uzak bir
hayatımız olsun. Evinize geldiğiniz zaman kapıyı vurursunuz. Eşiniz kapıyı açınca es-
selamü aleyküm ve Rahmetullah dersiniz. Eskiden herkeste evin bir anahtarı olmazdı.
Kadınlar evde dururlar "Dağ gibi evi beklerler" eşler gelir kapıyı vururlar. İçeriye girer-
ken hanımlarına dua ederler. Sen ki bu çocukları terbiye eden, sen ki bu evin izzeti,
iffeti o halde eve girerken seni selamlamak sana dua etmek benim borcum olsun. Es-
selamü aleyküm ve Rahmetullah. Karşı tarafta ve aleyküm selam ve Rahmetullahi ve
berekatuh diye o duaya icabet eder. Selam, Rabbimizin isimlerinden bir tanesidir. Müs-
lümanlara veriyoruz. Ama sokakta yürürken bir kafiri görürsek onunla konuşabilirsiniz
ama esselamü aleyküm ve Rahmetullah diyemeyiz! Neden? Selam Allah azze ve cel-
lenin isimlerindendir. Çünkü selam vererek kederden, gamdan, üzüntüden uzak bir ha-
yat senin olsun diye dua ediyoruz.

Yine Haşr Suresinin sonunda Es Selam adı da geçiyor. Yani Allah azze ve celle
O Melik, O Kuddüs, O Selam'dır. Selamet Ondan gelir. Madem ki Allah Teâlâ Se-
lam'dır; bir hastalık başımıza geldiyse, bir musibet varsa, bir yerde kriz varsa, ekono-
mik zorluklar içindeysek, çocuklarımızı terbiyede problem yaşıyorsak ne yapalım? Es
Selâm olan Rabbimize iltica edelim. Ya Rab nasıl Senin zatında kusur olmaz o halde
Sana geldim ey Es Selam. Benim hayatımdaki şu kusurları şu problemleri izale eyle
Rabbim diye müminler, Müslümanlar Allah Azze ve celleye o isimle dua ederler. Selam
kelimesinde eman var, güven var. Etrafımızda komşularımız, kardeşlerimiz, arkadaş-
larımız onlar bize bakarlar bizim hayatımızda Es Selam isminin tezahürünü görürler.
Bu müslüman bu mahallenin en güvenilir adamı derler. Yani İslamiyetin bir temsilci
sınıfı yok. Hepimiz sorumluyuz. Kadınlar da erkekler de sorumludur. İslamiyeti tebliğe,
telkine hepimiz memuruz ve yapmaya mecburuz. Marufu emredecek münkere dur di-
yeceğiz. Bu bizim asıl vazifemiz kardeşlerim. Bu vazifeyi eda etmek için müminler,
Müslümanlar var.

Selam kelimesiyle müslümanların münasebeti nasıl olacak? Mesela gözümüzün


Selam kelimesi ile irtibatı nasıl olacak? " Başını çevirsen semaya baksan yedi kat se-
maya baksan, orada Allah azze ve cellenin yarattıklarında; yere baksan göklere denize
baksan bütün mahlukata baksan Rahmanın yarattıklarında bir kusur görebilir misin?’’
Göremezsin. Neden göremezsin? Çünkü Onun yaratmasında Onun fiillerinde Onun

23
tasarruflarında kusur olmaz. O her şeyin en güzelini yapar. En güzel isimler, en güzel
tasarruflar Onundur. O halde gözün Es Selam ile münasebeti şöyle olmalıdır; harama
bakmayacak helale bakacak. Eşyaya, çiçeğe, kuşa, ağaçlara bakacak ve tefekkür ede-
cek. Bütün gördükleri ayet olacak ve onu Allah azze ve celleye taşıyacak. Öyle bir
imanı, idraki kuşanacak. Kalbine bakacak. Kalbinde haset, insanlara karşı buğuz ol-
mayacak. Yani Müslüman; insanların elinden, dilinden güvende olduğu kişiyse o halde
benim kalbim o halede senin kalbin kin, haset deposu olmayacak. Haset mahşeri ol-
mayacak. İnsanlar yanlış yapsa, hata yapsa bile sen sürekli tevl edeceksin. Yani bütün
organların Selam isminden nasipdar olacak.

Allah Teâlâ her şeyi kusursuz yarattı. Onun fiillerinde Onun isimlerinde bir kusur,
bir eksiklik olmaz. Bakıyorsun insana en değerli organı beyin. Allah Teâlâ o beyini
nerde muhafaza ediyor? Kafa tasının içinde. Yani onu bir kemik muhafazasının içine
almış. Omuriliğimizi yine bir kemiğin içine almış. Kalbimiz hayatta kalmamız pek değerli
bir organ. Onu yine kemiklerin içine almış, orda muhafaza ediyor. Rabbimin yarattıkla-
rına baktığınız zaman hep orada hikmetler görüyoruz. Bazen anlıyoruz bazen ilmimiz
yetmediğinden dolayı Onun tasarruflarında Onun fiillerindeki hikmetleri idrak etmekten
aciz kalıyoruz. Balığa baktığınız zaman nasıl nefes alırlar, nasıl hayatta kalırlar? Yan
taraflarında kanat gibi açılıp kapanan solungaçlar var. Oradan nefes alır. Denizde de-
nizin dışına göre daha az oksijen var. Oradan o solungaçlar vasıtasıyla balık oksijeni
alır, kılcal damarlarla bedenine gönderir karbondioksiti suya bırakır. Peki eğer böyle
olmasaydı boğulurdu, yaşayamazdı denizlerde. Es Selam adıyla bakın denize, bakın
balıklara. Onlarda bir mühendislik hatası görebilir misiniz?! Rabbim on binlerce farklı
çeşidi olan, belki yüz binler balıkları ilk gün nasıl yaşattıysa bugün de aynılar ve aynı
şekilde hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. O halde eşya, hadise, bütün mahlukat
neler varsa onlar bize Es Selam adındaki o muhteşem ahengi muvazeneyi anlatıyor.

Bizler Es Selam isminden payımıza ne düşer diye Kur'ân'ı Kerime müracaat edi-
yoruz, tefekkür ediyoruz. Tezekkürümüz, taakkulumuz var yol açıyoruz. İlme irfana yol
açıp sonra diyoruz ki madem ki Allah Teâlâ O bize eman veriyor, O bize güven veriyor,
O Settarü’l Uyub kusurları örtüyor, Onda müminlere karşı bir ihsanda, lütufta bulunma
var. Es Selam adının bir tezahürü de bu. Etrafımızda arkadaşlarımız, kardeşlerimiz,
komşularımız varsa onlarla benim münasebetim şu şekilde şu çerçevede olmalı; Onlar
belki yanlış yaptılar, hata yaptılar. Sen ne diyeceksin? Diyeceksin ki ya Rabbi esasında
onlar şöyle yapmak istiyorlardı da yanlışlıkla böyle yaptılar. Etrafta bir dedikodu var,

24
gıybet var. Biri öyle diyor biri böyle diyor. Sen de yetmiş ayrı şekilde tevil ediyorsun
onları, sana kötülük yapanları kurtarabilme adına yapıyorsun. Ayıp örüyor, kusur örtü-
yorsun. Senden daha yaşlı olanlara bakarken diyorsun ki bunlar benden daha yaşlılar.
Bundan benden daha fazla ibadet ettiler. O halde bunlar Allah katında benden daha
mübarek kullar. Senden daha küçüklere, çocuklara, gençlere bakıp diyorsun ki bunla-
rın yaşı 15-18 benden daha az günah işlediler. Bunlar daha mübarekler. Yani beni
bütünüyle yok ediyor, beni ayakların altına alıp Hakikatin içine bütün varlığın ve mev-
cudiyetinle geliyorsun, dalıyorsun. İşte o zaman hiçbir korkun olmayacak. Çünkü Allah
azze ve celle Es Selam! Esbaba, sebeplere tevessül edecek, çalışacak, uğraşacak,
cehdin, cihadın olacak. Ama sonunda bileceksin ki Es Selam! seni ortada bırakmaz.
Seni aç ve açık bırakmaz. Eğer Onun buyurduğu gibi sebeplere tevessül ediyorsan,
çalışıyor, uğraşıyorsan, namaz kıldığın gibi madde planında dünyayı imar edebilme
adına bir cehdin varsa yani o zaman Allah azze ve celle seni bırakmayacak. Nasıl ki
Ashab-ı Kehf ‘’Allahuekber’’ demişler, o şehirde tevhidin mücadelesini yürütmüşler. Ne
zaman ki bütün kapılar bütün yollar kapandı o zaman ayrıldılar şehirden. ‘’Eğer bir şehir
Senin adının anılmasına müsaade etmiyorsa o şehirde bizim adımıza zillettir ya Rabbi’’
dediler. Ama sen ayrılmayacaksın. Çünkü Peygamberim sallallahu aleyhi ve sellem "
Fetihten sonra hicret yok. Olduğunuz yerde tevhidin mücadelesini vereceksiniz. " bu-
yurdu.

Kehf Suresi 18. Ayet " Onları uyanık zannedersin, onlar uyudukları halde". Ashabı
Kehf 309 yıl uyumuştur. 309 yıl orda kaldılar. Ama Allah onları uykularında manevi
yolla besledi, ayakta kaldılar. Bu ayet bize diyor ki; Ey İslamın gençleri, İslamın kızları!
Siz madde planında yapmanız gerekenleri yaparsanız o zaman Allah azze ve celle sizi
kafire muhtaç etmeyecek, " Fetih Ondan gelecek" . Eğer biz ‘’Ey kafirler! Sizin dininiz
size, benim dinim banadır.” dediğimiz zaman, İslamla sizin hayatınız arasında asla bir-
leşmeyecek maniler engeller var dediğimiz zaman Allah tan yine fetihler, zaferler ge-
lecek. Yine donanmalar Akdeniz’den müjdeli haberler getirecek. Yine Barbaroslardan,
Piri Reislerden, Oruç Reislerden müjdeli haberler gelecek. İman edip amel-i salih işle-
yenlere Allah Teâlânın vaadi var. Onları yeryüzünde hakim kılacak. Biz vazifemizi eda
edersek Es Selam ismi tecelli edecek, yollar sonuna kadar açılacak İnşaallah. Sahabe-
Kiram efendilerimiz küfrün barikatlarını nasıl parçaladılarsa biz de onların yoluna girer-
sek Allah azze ve celle bizi de muvaffak edecek.

25
Musab bin Umeyr'i Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye gönde-
recektir. O zaman Habeşistan’a gitmiştir. Ordan döner. Efendimiz aleyhisselâm ‘’Şimdi
Medine'ye gideceksin, insanlara Allah ve Resul davasını anlatacaksın’’ der. Musab bin
Umeyr radıyallahu anh Mekke’nin en zengin ailesine mensuptur. Ailesi onu Müslüman
olduğu, Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellemin safına geçtiği için bütünüyle terk
etmiştir. Oradan ayrılır Medine'ye gelir. Esad bin Zürare'nin evine yerleşir. Orası karar-
gah dolaşır. İnsanlara İslamı, Allah ve Resul aleyhisselam davasını anlatıyor. Esad bin
Zürare ile bir gün evden çıkar. BeniAbdil Eşel’ in olduğu mıntıkaya gelir. Orda bir bah-
çeye girerler. Orda hurma ağaçlar var. Orada insanlara tebliğ ediyor, İslama çağırıyor.
Gelenler ona bakıyorlar, yüzüne bakıyorlar ve iman ediyorlar. Sa'd bin Muaz bunu du-
yunca hemen Üseyd bin Hudayr’a der ki;

-Ya sen nasıl burada yerinde duruyorsun? Mekke’den gelen o delikanlı ne kadar insan
varsa onu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin davasına, onun yoluna davet edi-
yor. Aldanıyorlar, dinimizi bırakıyorlar, atalarımızın yolunu bırakıyorlar! Sen buna ses-
siz mi kalacaksın?! Diye tahrik eder.

Alır hançerini ayrılır. Beni Abdil Eşer in bahçesine gelir. Esad bin Zürare onu görünce
tahaccüb eder. Düşünür ki şimdi bu adam geldi, Musab bin Umeyr'e zarar verir. Gelir
ve der ki;

-Neden buraya geldin? Niçin bu insanları aldatıyorsun? Neden bunları Muhammed’in


sallallahu aleyhi ve sellem yoluna çağırıyorsun? Buradan ayrıl, şehrimizi bırak, terket
Yesrib’i. Dinler onu ve der ki ;

-Şimdi sana Kur'an'ı Kerimden ayetler okuyayım eğer kabul etmez, eğer beğenmezsen
o zaman bu mahalleden ayrılayım, bir daha bu mahalleye gelmeyeyim. Ama bir dinle-
sen, bir baksan neler söylüyorum, neye davet ediyorum.

O zaman Useyd bin Hudeyr hançerini yere vurur oturur ve dinler. Musab bin Umeyr
ayetleri okumaya başlar. Ama o ayetleri karşılığında alkışlanmak, para almak, şöhreti
her tarafa yayılsın diye değil; İnsanlar kurtulsunlar, taşlara değil, Allah a kul olsunlar,
Ona secde etsinler diye bu mücadeleyi veriyor. O kadar etkilenir ki. Döner ona der ki;

-Sizin gibi olmam için ne söylemem lazım? -Evvela bir abdest al" diyor. Orda bir kuyu
var ordan abdest alıyor.

26
-Şimdi söyleyeceklerimi söyle Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhamme-
den abduhu .

Musab bin Umeyr den ayetleri dinler ve eve döner. Sa’d bin Muaz onu bekliyor. Ya
öldürdüğünü ya da Medine den çıkardığını düşünürken derin bir iman ve derin bir vecd
ile eve döndüğünü görür. Ona İslamı anlatınca oda Müslüman olur.

İşte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin Medine'ye gelişini bu hadise ha-


zırlar. Kıyafetlerimizle alakadar olduğumuz kadar aşkımız, kalbimiz, ihlasımı, vecdi-
mizle alakadar olabilirsek. o zaman İslamiyete hasım olanlar var Useyd bin Hudeyr in
durduğu yerde duranlar var S’ad bin Muaz’ın durduğu yerde duranlar var. Eğer sen
Musab olursan sen İslamın kızı olursan öldürmek için gelenler sende dirilecekler. Eğer
bizler İslama ihlasla ittiba edersek Efendimiz aleyhisselâmın buyurduğu üzere " Allah
Selam'dır. Selamdan sana selamet gelecek". Selamdan işine selamet gelecek. Selam-
dan diline selamet gelecek, Selam olan Rabbimizden çocukların dünyasına selamet
gelecek. Aşkla, vecdle Onun yoluna insanları çağıracaksın. Buna hiçbir ideologya en-
gel olamayacak.

EL-MÜ’MİN

El Mümin; eman veren, emin kılan, emniyet veren, tasdik eden demektir. Eman
veriyor. Yüreklere adalet telkin ediyor. Aleme bakıyorsunuz Onun yarattıklarında bir
adalet var. Adaletle yaratmış. Parmaklarımda, gözlerimde, kulaklarımda bir adalet var.
Yarattı Rabbim ama bir muvazene, bir denge koydu. Takdir buyurdu sonra her bir ya-
rattığına ayrı bir program koydu. Kuşun programı tavuğunkinden farklı. O da yumurta-
dan tavuk da civciv de yumurtadan çıkıyor. Biri yerde kalıyorken biri uçuyor. Allah nasıl
yarattı nasıl programladıysa öyle devam ediyor. Çünkü Allah azze ve celle El Mü’min
eman veriyor, güven veriyor. Müslümanlar Onun el Mümin adını telaffuz ediyorlar ve
Ondan nasipdar oluyorlar.

Hz. Ömer efendimiz radıyallahu anh onun idare ettiği devlet yapısına baktığınızda
orada eman orada güven görürürsünüz. El Mümin adını vird haline getiren Hz. Ömer
efendimizin idaresine adalet bütünüyle hakim olmuş.

Useyd bin Hudeyr rivayet ediyor ;


27
Ömer radıyallahu anh efendimiz ganimet dağıtıyor. Bana da bir parça elbise gön-
derdi. Aldım elbiseyi ama biraz küçük oldu. Yani elbiseyi beğenmedim diyor. Sonra
mescide gittim karşıda bir delikanlı gördüm uzun bir elbise giymiş süre süre gidiyor.
Anladım ki bu aynı kumaş diye ona daha fazla verilmiş. Yanımdakine dedim ki Efendi-
miz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştu ki "Benden sonra esere göreceksiniz. Ona
mülaki olacaksınız fakat sabredin. Nedir o? Siz haklı olmanıza rağmen başkalarını size
tercih edecekler. Ey ensar bunu göreceksiniz siz ama sabredin. Sakın ha benim yo-
lumu bırakmayın sizinle Havz-ı Kevser’de buluşacağız " diye buyurmuştu. İşte şimdi
bunu görüyorum diyor. Bunu söylediği adam kalkıp Ömer efendimizin yanına gidip
bunu söylüyor. Hz. Ömer radıyallahu anh kalkıyor ve yerinden Useyd bin Hudeyr in
yanına gelip " Ne söylersin Useyd" diyor. Anlatıyor ve Ömer radıyallahu anh diyor ki "
Evet o adam o elbiseyi giyiyor. -Tahkikatten sonra ona cevap veriyor.- Ama o elbiseyi
hazineten, hazineden ben ona vermedim diyor. Ben o elbiseyi akabede Peygamber
aleyhisselâma biat eden Bedir de bedeni ile Hz. Muhammed aleyhisselâmı koruyan
ensardan falan sahabeye verdim. Onun senden önceliği var o Akabe de, Peygamber
aleyhisselâma biat eden falan sahibiydi. Onun ihtiyacı varmış o da bu delikanlıya onu
sattı o ondan aldı. Yoksa ben onu sana tercih etmedim. Benim nazarımda elbette sen
o delikanlıdan daha üstünsün. Çünkü sen Muhammed aleyhisselâmın ashabındansın.
Sizin için Kuranı Kerim Allah Teâlânın sizden razı olduğunu haber veriyor. Ama ben o
elbiseyi ona vermedim’’ der.

Mümin adı bana der ki adil olacaksın, sana adil olacaksın. Babaya çocukları ara-
sında adil ol der. Anneye adil ol der. Her ne kadar bunu söyleseler de çocuklarından
biri muhtaçsa ona daha fazla verirler. Onun için annenin babanın mahkemede birbiri
hakkındaki şehadetleri kabul edilmez.

El Mümin adı bize adaleti hatırlatacak. Belediye başkanı, vali, yönetici bütün bun-
ların dünyasında adalet olacak. El Mümin adını telaffuz edince ‘’Acaba ben ne kadar
adaleti tesis ediyorum?’’ diye düşünüp bunu kendisine soracak.

İmam Gazali hazretleri Selçuklu sultanlarından Sencer’e bir mektup yazar ve Sen-
cer onu saraya davet eder. O zaman 53 yaşında İmam Gazali 54 yaşında da vefat
eder. Sultan Sencer onu saraya davet ediyor çünkü babasına 20 yıl danışmanlık yap-
mıştı. Elçi olmuş, Abbasi halifesine gitmiş, aradaki buzları eritmek için büyük mücade-
leler vermiş, şu kadar eserler telif etmiş. Şimdi Sencer Selçuklu sultanı İmam Gazali’yi

28
saraya davet ediyor. Ona danışacak, soracak. Giderken bir noktaya kadar gelip pişman
oluyor ve orada Sencer’e bir mektup yazıyor.

Mektubunda diyor ki; Dünyanın saltanatı var. Dünyada sultanlık var. Ama dünya-
nın sultanlığı geçicidir. Eğer ahiretteki sultanlığı insanlar bilseler o zaman dünya sul-
tanlığına itibar etmezler. Ahirete nispetle dünya saltanatı bir toz bile etmez. Sen do-
ğuya batıya hakim olmuş bir sultansın. Ama sen bütün bunların içerisinde yeryüzünde
gelmiş geçmiş sultanlar içerisinde şöyle bir nailiyete muhatap oldun. Sen Müslüman-
sın. Eğer sen adaletle hükmedersen ‘’Bir saat adaletle altmış yıl ibadet etmekten daha
hayırlıdır’’ buyurdu Peygamber aleyhisselam. Eğer sen adalete riayet edersen tebaana
karşı adil olursan bir saatte altmış yıl ibadet etmiş insanların ecrine nail olacaksın.
Çünkü senin adaletin binler on binler, yüz binler, milyonlarca insanlara saadet, sela-
met, refah getirecek. O halde sen ey Sultan adaleti kuşan. Adaleti kuşanırsan es Selam
olan Allah, el Mümin olan Allah azze ve celle sana selamet ve saadet ihsan edecek
der. Mektubun devamında der ki ; Hz. İbrahim aleyhisselâmın kabrinde orda Allah azze
ve celleye dua etmiş ve demiştim ki bundan sonra saraylarda sultanlara danışmanlık
yapmayacağım. Oralara gitmeyeceğim. Buraya kadar gelmiştim eğer özrümü kabul
edersen burdan geri şehrime, doğduğum yere Tus'a dönmek istiyorum. Özrümü kabul
edin. İstişareye ihtiyacınız varsa onu yazın, gönderin ben cevap vereyim ve mektup
olarak size göndereyim der. Gazali 54 yaşında bir namaz vakti kefenini talebelerinden
getirmesini ister, getirirler. Secdeye kapanır "Emrin başım gözüm üzerine ya Rabbi"
der ve ruhunu Allah azze ve celleye teslim eder. Devlet başkanlarının adaletle hükme-
debilmesi için onların asırlarında İmam Gazali gibi adamların olması lazım. Sarayla-
rında değil, uzaklarında duracaklar. Onların kararlarını, içtihatlarını sultanlar beğenme-
yip git dediklerinde kaybedecek bir şeyleri olmayacak. Saraydan maaş almayacaklar.
Oraya bir fikir beyan etmeye gidince bir şey temin de etmeyecekler. Dolayısıyla onların
dünyalık bir derdi olmayacak. Bunun içim ulemamız demiştir ki en kötü alim sultanın
kapısında bekleyen; en iyi devlet başkanı da alimin kapısında bekleyen onun yanında
olandır demişler. Ne zaman Müslümanlar bu muvazeneyi kurdularsa adalet oldu.

El Mü’min adı eman, emniyet ve güven verir. Evde duruyorsunuz orda demirler
var. O demirleri kim yarattı?! Allah azze ve celle. "Demirin yaratılmasına dair hükmü
biz verdik ol dedik oluverdi" buyuruyor. Yirmi katlı bir binada duruyorsun. Orada demir-
ler var. Sonra o demirleri çimento ile harçla sağlamlaştırdılar. Eğer demir yumuşak bir
madde olsaydı 20. Katta güvenle duramayacaktın. Yirminci katta güvenle durmanın

29
nedeni Allah azze ve cellenin eman ve emniyet vermesidir. Emniyet bulacağın maden-
ler yaratıyor ve sen onunla selamete ulaşıyorsun.El Mü’min olan Allah azze ve celle
Peygamberleri tasdik ediyor. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Bedir’de ku-
şatılmış ellerini kaldırıp" Şu bir avuç Müslüman burada helak olursa yeryüzünde sana
bir daha ebediyyen secde yapılmayacak ya Rab " deyince melekler geliyor. Peygamber
aleyhisselâm dua ediyor ve Allah azze ve celle onu tasdik ediyor. Eğer bizler El Mümin
adını telaffuz eder, vird haline getirip manasını bilerek hayatımıza taşır, Kur’an-ı Ke-
rim’deki her buyruğu talimatı tasdik edersek en zor zamanlarımızda El Mü’min celle
celaluhu seni doğrulayıp tasdik edecek.

Eğer biz bu isimdeki manayı hayatımıza, Kur’an-ı Kerimi hayatımıza tatbik edip
taşırsak Allah celle celaluhu yine bizim hayatımıza eman ve güven verecektir. El
Mü’min isminden Müslümanların nasibi; Nasıl inanıyorsan öyle yaşa ve inandığın gibi
amel et. O halde Mümin demek inanan demektir. İnandığımızı tasdik edip yaşarsak
Allah Teâlâ da bizi tasdik edecek. Çaresiz kaldığımız anlarda dua ettiğimizde bizi tas-
dik edecek.

Bir yerde duruyorsunuz belediye sel felaketinin geldiğini ve buraları yıkacağını


anons ediyor. Söyleyenler oradan ayrılmaz ve orda durursa sel gelip onları alır götürür.
Biz Kur’an-ı Kerimi okuyoruz, Allah Teâlâ El Mü’min diyoruz. Ama bütün bunların ya-
nında eğer bir kul Onun talimatlarını yerine getirmez, Ona isyan ederse eğer Allah ona
cezasını verecektir diyoruz. Söylüyoruz bunları ve eğer yapmıyorsak sel gelecek deyip
de gereğini yapmadan orada duran adamları önüne katarak götürdüğü gibi bizi de sel-
ler cehenneme alır götürür. Biliyoruz ki İslamsız bir hayat bizi küfrün ayakları altında
çiğnenmeye götürür. Biliyoruz bunu ama gereğini yapmıyoruz. Kur’an-ı Kerime, Allah
Teâlânın bizi çağırdığı hayata dönmüyoruz. Onun için alemi İslam çiğneniyor. El
Mü’min adı bize diyor ki; Dönün Allah'a size eman, emniyet ve güven versin. En zor
zamanlarınızda dua ettiğinizde Allah sizi tasdik etsin. El Mü’min adı bize; iman var ama
devamında aksiyon olacak diyor. İman aksiyonu yoksa kurtlanır. Aksiyonun olmadığın-
dan kafir gözünün önünde İslama meydan okur ama kılın kıpırdamaz. Allah Teâlâ bize
Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum gibi iman, amel ve şuur ihsan eylesin.

EL-MÜHEYMİN

30
Heymene fiilinden geliyor. İsmi fail. Bir kuşun kanatlarını yavruların üzerine ger-
mesi, onları muhafaza etmesi... O zaman El Müheymin Allah azze ve celle için kulla-
nılınca; koruyan, muhafaza eden, korkulardan halas eden, mürakabe (denetleme)
eden, kullarının amellerine fiillerine şahit olan demek.

Allah azze ve celle kullarını korkulardan emin kılıyor. Diyeceksiniz ki "Madem Allah
azze ve celle Müheymin o zaman neden korkuyoruz?" Peygamberler de insan olarak
korkmuşlardır. Vahşi hayvanlardan vs. fıtrat itibariyle endişe duyabilirler. Fakat kafirden
ve zalimden kokmazlardı. Allah azze ve celle Hz. Musa aleyhisselâma emir buyurup
elindeki asayı yere atmasını isteyince Musa aleyhisselâm onu yere attı. O asa yılan
oldu ve sonra daha daha büyüdü. Bundan dolayı Musa aleyhisselâm endişe duyunca,
Allah azze ve celle "Al onu korkma o şimdi eski haline dönecek" buyurdu.

İnsan korkunca bir yere sığınmak ister. Bir kaleye, devlete, güvenilir bir liman arar
ve oraya sığınır. İmanı olan insanlar korkunca Allah azze ve celleye sığınır, Ona gider-
ler. Müslüman bilir ki koruyan O, muhafaza eden O, korkulardan yüreği arındıran da
yine O! Onun için Ona yönelir.

‫علَ ْي ۜ ِه َو َما َربﱡكَ ِب َغا ِف ٍل‬ ْ ‫ض َواِلَ ْي ِه يُ ْر َج ُع ْاﻻَ ْم ُر ُكلﱡهُ فَا‬


َ ‫عبُ ْدهُ َوت َ َو ﱠك ْل‬ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬
ِ ‫س ٰم َوا‬
‫ْب ال ﱠ‬
ُ ‫غي‬ َ ِ ‫َو ِ ﱣ‬
َ ُ‫ع ﱠما ت َ ْع َمل‬
‫ون‬ َ

‘’Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Öyle
ise O'na kulluk et ve O'na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.’’

Hud Suresi 123

"Bütün meseleler sonunda Ona döndürülecek" Firavun ile Musa aleyhisselâmın


davası, Ebu Cehil ile Hz.Muhammed aleyhisselâmın davası dünyada görüldü. Ama bir
de ahirette görülecek. Doğu Türkistan'daki mazlumlar ile Çin'in davası dünyada Müs-
lümanların eliyle görülecek. Ama bir de ahirette görülecek. Allah azze ve celle Ona
sığınanları, Ona iltica edenleri dermansız bırakmaz. Gece şehir bir karanlık tarafından

31
örtülü, vilayetin kapısı kapalı, belediyenin kapısı kapalı... Eşi tarafından dövülen, sövü-
len mazlum kadın kime gitsin? Kime derdini arz etsin? Gitse onlar gelecekler. Ama
sonra zalim adam yine dönecek. Müslüman ise gecenin yarısında, sabahında, öğle-
sinde uykusu, uyuklaması olmayan Hayy-ı lâyemût olan Allah azze ve celleye, Mü-
heymin celle celaluha iltica eder. Bilir ki her mesele sonunda Ona gider Ona dayanır.

Rabbim, Musa aleyhisselâmı Firavun'a gönderir ve der ki;

‫اِ ْذ َه ْب ا َ ْنتَ َوا َ ُخوكَ ِب ٰا َيات۪ ي َو َﻻ تَنِيَا ف۪ ي ِذ ْك ۪ر ۚي‬

“Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta


gevşeklik göstermeyin.”
Taha Suresi 42

Allah azze ve celle buyuruyor ki; benim ayetlerimle git. Firavun’a o zalime haddini
bildirmeye, Allah ve Resulünün buyruğunu bildirmeye gidiyorsun. Sakın ha Beni hatır-
lamaktan gafil olmayın, uzaklaşmayın, üşenmeyin. Müslümanlar! Bu ayet-i kerime bize
diyor ki; El Müheymin celle celaluhunun adını anmaktan sakın üşenme! Eğer dilinde,
kalbinde sürekli Onun isimleri olur. Eğer Allah’ın şu ayetteki emrine uyarsak;

ْ‫سيُجْ َز ْو َن َما كَانُوا‬ ْ َ ‫ُون فِي أ‬


َ ‫س َمآئِ ِه‬ َ ‫سنَى فَا ْدعُوهُ ِب َها َو َذ ُرواْ الﱠذ‬
َ ‫ِين يُ ْل ِحد‬ ْ َ ‫َو ِ ّ ِ اﻷ‬
ْ ‫س َماء ا ْل ُح‬
َ ُ‫يَ ْع َمل‬
‫ون‬

‘’En güzel isimler Allah'ındır. O'na o güzel isimleriyle dua edin ve O'nun isimleri
hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacak-
lardır. ‘’
A’raf Suresi 180

Allah’ın emrine uyar o isimlerle Allah azze ve celleye yalvarıp Ona iltica edersek
bizi çaresiz, yardımsız bırakmayacak.

32
‫ار ا ْل ُمتَ َكبِّ ۜ ُر‬
ُ ‫يز ا ْل َجبﱠ‬
ُ ‫س َﻼ ُم ا ْل ُم ْؤ ِمنُ ا ْل ُم َهي ِْمنُ ا ْلعَ ۪ز‬ ُ ‫ُه َو ﱣ ُ الﱠذ۪ ي َٓﻻ ا ِٰلهَ ا ﱠِﻻ ُه ۚ َو ا َ ْل َم ِلكُ ا ْلقُد‬
‫ﱡوس ال ﱠ‬
َ ‫ع ﱠما يُش ِْرك‬
‫ُون‬ َ ‫س ْب َح‬
َ ِ ‫ان ﱣ‬ ُ

‘’O, kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; egemenliğin mutlak sahibidir,


her türlü eksiklikten uzaktır, esenlik verendir, güven sağlayan ve kendisine gü-
venilendir, görüp gözeten ve yönetendir, üstündür, iradesine sınır yoktur, bü-
yüklükte eşi olmayandır. Allah onların yakıştırdıkları ortaklardan tamamıyla mü-
nezzehtir.’’
Haşr Suresi 23

Senin malını koruyor, ribadan koruyor seni. Sana, malını Ben koruyayım, artırayım
buyuruyor. Öyle artırayım ki bereketlensin, azlar çok olsun. Fakat adam diyor ki "Şimdi
21.yy"ı yaşıyoruz. Cahiliye dönemindeki faizle şimdiki faiz aynı değil. Sonra bugün ik-
tisadi hayatın, dünyanın gerekleri var. Biz onlardan uzaklaşamayız. Onlara ittiba mec-
buriyetimiz var". Bir Müslüman faiz sistemine sonuna kadar kapıları açar ve işini kre-
diye bağlarsa bir gün her şeyini kaybeder. Müheymin celle celaluh buyuruyor ki; Benim
reçetemi bırakan, Kur'an-ı Hakimi bırakan, Benim Peygamberimin yolunu bırakan; Ba-
tının, zalimlerin, siyonistlerin küresel sömürü sistemini iktisadi nizam diye alanlar so-
nunda iflas edecekler.

Batı heykelden, puttan başka ne yapmıştır! Bunlar tarihimize, ecdadımıza, hakika-


timize kast ettiler. Bütünüyle batıya yönelip onların sistemlerini aldılar. Bu milletin hüc-
relerine kanser gibi nüfus ettiler. Küresel sistemden, faizden "kurtulmadan kurtulama-
yız". İstiğfar edip Müheymin olan Allah'a yönel.

‫علَى ﱣ ِ يَ ۪سيرا‬ َ ‫ف نُصْل۪ ي ِه َنار ۜاً َوك‬


َ َ‫َان ٰذ ِلك‬ َ َ‫ظ ْلما ً ف‬
َ ‫س ْو‬ ُ َ‫َو َم ْن يَ ْفعَ ْل ٰذ ِلك‬
ُ ‫عد َْوانا ً َو‬

‘’Kim haddi aşarak ve haksızlığa saparak bunu yaparsa onu ateşe koyacağız ve
bu Allah’a çok kolaydır.’’
Nisa Suresi 30

Söyle! Bunu ancak müminler kabul eder. Onlar eşlerinden başka kadınlara bak-
mayacaklar. Allah azze ve cellenin bu emirini bırakıp da "Güzele bakmak sevaptır,

33
güzele bakacağız" diyerek Allah'ın emrini, Peygamber aleyhisselâmın emrini çiğnedik-
leri için bu ekranlara mahkum olanların, podyumda kadınları seyredenlerin aileleri yı-
kıldı, çocuklarının psikolojileri bozuldu. Peygamber aleyhisselam "Sen namahrem bir
kadınla bir mekanda baş başa olamazsın olursan üçüncüsü şeytan olur’’ buyurdu. İf-
fetler çiğnendi, aileler, yuvalar dağıldı. Müslümanlar, Allah Teâlânın kadınlara dair se-
fer emriyle alay ettiler! Hal böyle olunca, Onun buyruklarıyla alay ettiler. Biz o emirlere
ne kadar sahip çıktık?! Babanla alay edilince sen bunu dava konusu yapıyorsun. Peki
ya Resulullah aleyhisselâmın bizim katımızda babalarımız kadar kıymeti yok mudur?!
Bize cennetin yolunu gösteren Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile onun
esaslarıyla alay etmediler mi?!

Korunmanın şartlarını yerine getirecek, mevziye gireceksin. Kur'an-ı Kerim sana


mevziler göstermişti. Müslüman genç! Kendini namahremden koruyacaksın, iffetinin
düşmanlarından koruyup muhafaza edeceksin işte o zaman gödeceksin Müheymin
olan Allah azze ve celle seni koruyor, muhafaza ediyor.

‫س ﱠر َواَ ْخ ٰفى‬
ّ ِ ‫َوا ِْن تَجْ َه ْر بِا ْلقَ ْو ِل فَ ِانﱠهُ َي ْعلَ ُم ال‬

‘’Sen sözü ister açığa vur (ister gizle), O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.’’

Taha Suresi 7

Allah Teâlâ gizliyi, gizlinin de gizlisini biliyor. Ramazan gününde oruç tutuyorsun
ama gıybet de ediyorsan bunu hatırla. Arkadaşlarını, kardeşlerini eleştiriyor, nemime
yapıyor, haset cümleleri kuruyorsan bil ki onlar bizi görüp duymuyorlar ama gizlinin de
gizlisine tanık olan Allah azze ve celle seni görüyor. Biz Onun buyruklarına ihanet edi-
yorsak eğer O El Müheymin celle celaluh bizi muhafaza etmez, himaye etmez.

Her türlü hastalıktan El Müheymin ismiyle korur. İmam Gazali Rahmetullahi aleyh
"Kulların amellerini, rızıklarını, ecellerini hep tayin ve muhafaza eder. Hastalık-
lardan korur." Bir bela var, musibet var her yere yayıldı. Bilim diyorlar, bir ilaç keşfe-
diyorlar ve sonra ona dair esasları neşrediyorlar. Senin okulunda çocuğuna okutulan

34
biyoloji kitabını içerisinde balık ve canlılar var. Onları anlatırken deniyor ki "falan gemi-
ler, denizaltılar falan balıklara bakılarak mühendisler tarafından tasarlanmıştır". Ama
mektepte bu ilimler okutulurken balıklar için " Bunlar Allah tarafından yaratılmıştır" ifa-
desi senin çocuğuna söylenmiyor. Şimdi bir hastalık var corona her yere yayıldı. Bu
kadar araştırma merkezi, hekim, ilim adamı var ama çareyi bulamadılar.

َ ۙ ‫س ُم بِ َما تُب ِْص ُر‬


‫ون‬ ِ ‫فَ ٓ َﻼ ا ُ ْق‬
‫ون‬ َ ۙ ‫َو َما َﻻ تُب ِْص ُر‬

◌ۚ ‫اِنﱠهُ لَقَ ْو ُل َرسُو ٍل ك َ۪ر ٍيم‬


‘’Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kur’an elbette
değerli bir elçinin sözüdür.’’
Hakka Suresi 40

Allah azze ve celle gördüklerimize ve göremediklerimize yemin ediyor. Bizim göre-


mediklerimiz var ve göremediklerimize çare bulamıyoruz. Hakikatini, yapısını, nasıl
oluştuğunu göremiyoruz. İlim adamları, bilim adamları idrak edemiyorlar. Madem ki
çaresiz kaldık, bizi yoktan var eden sonra ölüm meleği ile dünya hayatımıza son veren
Allah azze ve celleye dönelim. Tövbe edelim ki El Müheymin celle celaluhu muhafaza
etsin bizi.
M.s. veba hastalığı dünyada üç defa yayılmıştı. Çin, Avrupa ve Hindistan'da çıkmıştı.
Bütün dünyaya yayıldı ve milyonlarca insan öldü. Bugün bir takım ilaç buldular. Bir
parça önlemeye çalışsalar da nihai çözüm bulamadılar. O gün insanların bugün ki im-
kanları da yoktu. Peki hastalığı bir noktada kim durdurdu? El Müheymin olan Allah
durdurdu. Yine O durduracak.

El Müheymin olan Allah azze ve celle hakları, hukuku korur. İnsanlar iktidar olunca
etraflarında onları sabah akşam öven adamlar olur. Onlar da etraftakilerin bu ifadele-
rine kanarlar. Bir kısmı istikamette kalır, bir kısmı Allah azze ve celleye ihanet ederler.
Zanneder ki dünyanın sahibi, maliki benim. Sonra Allah azze ve celle Peygamberler
vasıtasıyla hep dünyanın gidişatına müdahale eder. Yani bir şekilde adalet hakim olur.
Küfür devam edecek ama zulüm dünyada nihai değildir. Hak gelecek, adalet hakim
olacak. Sonra adaleti getirenler bizzat kendileri adalete zulmedince Allah Teâlâ kafirleri

35
vasıta kılıp, yolundan ayrılan Müslümanlardan intikam alır. Şimdi zulüm dünyada altın
çağını yaşıyor ama yeniden hak ve hakikat hakim olacak.

َ َ ‫َو َه ْل أَت َاكَ َن َبأ ُ ا ْل َخص ِْم ِإ ْذ ت‬


َ ‫س ﱠو ُروا ا ْل ِمحْ َر‬
‫اب‬

‫ض فَاحْ كُم بَ ْي َن َنا‬


ٍ ‫علَى بَ ْع‬
َ ‫ضنَا‬
ُ ‫ان بَغَى بَ ْع‬ ْ ‫ف َخ‬
ِ ‫ص َم‬ َ ‫َاوو َد فَفَ ِز‬
ْ ‫ع ِم ْن ُه ْم َقالُوا َﻻ ت َ َخ‬ َ ‫إِ ْذ َد َخلُوا‬
ُ ‫علَى د‬
‫اط‬ِ ‫ص َر‬ّ ِ ‫س َواء ال‬ َ ‫ق َو َﻻ تُش ِْط ْط َوا ْه ِدنَا إِلَى‬ ِ ّ ‫بِا ْل َح‬
‫ب‬
ِ ‫طا‬ ِ ‫ي نَ ْع َجةٌ َو‬
َ ‫اح َدةٌ فَقَا َل أ َ ْك ِف ْل ِني َها َوع ﱠَز ِني فِي ا ْل ِخ‬ َ ‫ون نَ ْع َج ًة َو ِل‬
َ ُ ‫سع‬
ْ ‫س ٌع َو ِت‬ ْ ‫ِإ ﱠن َه َذا أ َ ِخي لَهُ ِت‬

‘’ Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı? Bu adamlar mâbedin duvarına tır-
manıp Dâvûd’un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce telâşlanmıştı.
“Korkma” dediler, “Birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız
biz. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma, bize de doğru yolu gös-
ter. “Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek
koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da bana ver’ dedi ve bu tartışmada bana baskın
çıktı.’’ Dâvûd şöyle dedi: “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle
doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunan-
ların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı
işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!” Dâvûd (böyle
bir temsil ile) kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine rabbinden kendisini
bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O’na yöneldi.’’
Sad Suresi 21-23

Hz. Davut aleyhisselâmın zamanında iki kişi davasını arz etmek için Davut aley-
hisselâm gece ibadet ederken tırmanarak yanına geliyorlar. Gece endişeleniyor. Bir
an önce o adamların yanından çıkmasını istiyor. Onlar da dertlerini arz ediyorlar. Biri
diyor ki ;

-Bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz tane koyunu var. Benim koyunumu da kendi
koyunlarına katmak istedi.
Davut aleyhisselam da adam böyle deyince tamam diyor.

36
-Bu senin koyununu kendi sürüsüne katmak isteyerek sana zulmetti.
Sonra Allah azze ve celle Davud aleyhisselâma yalnış yaptığını söylüyor ve Davud
aleyhisselam istiğfar ediyor.

O adamın ifadesini duyunca ikinci şahsın ifadesini dinlemeyip hemen hükmü veriyor.
Allah azze ve celle yanlış yaptığını, öbürünü de dinlemesi gerektiğini beyan ediyor. O
yüzden sen de çevren, eşin, dostun hakkında hemen haklıyım diye hüküm verme. Belki
sana öyle geliyordur. Ama bir İslam mahkemesine çıktığın zaman, karşılıklı deliller or-
taya konulunca belki de sen haksızsındır. O zalim, ben mazlumum diye hüküm verme.
Hata yapabilirsin. Adaleti tesis ederseniz o zaman Allah azze ve celle evinizi, yüreği-
nizi, devletinizi, milletinizi korur ve himaye eder.

El Müheymin olan Rabbimiz alemde meleklere bir nizam vermiş, onları kendi dünyala-
rında hangi kuralları koyduysa onlarla korur, himaye eder. Cinlerin de bir alemi var
Allah azze ve celle onların alemine de kurallar koydu. Siz görmüyorsunuz. Görmediği-
niz noktalardan iblis ve adamları, kabilesi, cemaati seni görüyor. Onların bir kuralı var.
Onları kendi dünyalarında koruyor, seni kendi dünyanda koruyor.

َ ‫ف قُ ﱠوةً ث ُ ﱠم َجعَ َل ِم ْن بَ ْع ِد قُ ﱠو ٍة‬


ً ‫ض ْعفا‬ َ ‫ف ث ُ ﱠم َجعَ َل ِم ْن بَ ْع ِد‬
ٍ ‫ض ْع‬ َ ‫َ ﱣ ُ الﱠ ۪ذي َخلَقَ ُك ْم ِم ْن‬
ٍ ‫ض ْع‬
ۜ
ُ ‫شا ۚ ُء َو ُه َو ا ْل َعل۪ ي ُم ا ْلقَ ۪د‬
‫ير‬ ُ ُ‫ش ْي َبةً َي ْخل‬
َ ٓ ‫ق َما َي‬ َ ‫َو‬

‘’Sizi güçsüz yaratan, güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, kuvvetli halinizden


sonra da güçsüz hale getiren ve yaşlandıran Allah’tır. O dilediğini yaratır. O hak-
kıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.’’
Rum Suresi 54

Allah bizi zaaftan yarattı. Yani sanki ham maddemiz zaaftır. İnsan kalıntıdan, akın-
tıdan yaratıldı. Zafiyetin vardı, hiçbir şeydin. Kendini himaye etme imkanı yoktu, varlı-
ğını bilmiyordun. Oradaki gelişim evrelerini yöneten, o halden alıp seni insan yapan
Rabbindir. Seni kulluğa davet ediyor ve nedir bu kibir diyor. O şekli veren Allah'a neden
kulluk etmezsin. Anne karnında bütün gıdaları annenden alıyordun. Dünyaya gelince

37
annenin göğüslerinden süt akmaya başladı. Hemen dışarda Müheymin olan Allah rız-
kını yarattı. Sonra adım adım hayata girdin. Mesafeleri aştın ve zirveye çıkınca gücünü,
kuvvetini kaybetmeye başladın. Bütün bunlar Müheymin olan Allah azze ve cellenin
himayesinde tecelli ediyor. Onu unutma, Ona ihanet etme!

Bizim Müslüman olarak El Müheymin isminden nasibimiz şudur; Nasıl Allah bizi
murakabe ediyorsa sen de kalbini murakabe edeceksin. El Müheymin olan Allah adım-
larına, konuşmalarına, insanlarla olan bütün işlerine şahitlik ediyor. Sen de bunun far-
kında olarak "Ey kalp! Allah azze ve celleyi bırakıp da Onun düşmanlarına meyletme"
diyerek kalbini denetlemelisin. İçinde nefret, öfke taşıma. İnsanlar sana karşı hata yap-
mış olabilirler. Ama sen kalbine sahip olacak, öfke cümleleri kurmayacaksın. "Onlar
esasında iyi adamlar ama neden bu meselede öyle yaptılar anlayamadım. " diye bak,
kalbini yumuşat.

ِ ‫س ُك ُم ال ﱠنا ۙ ُر َو َما لَ ُك ْم ِم ْن د‬
َ ‫ُون ﱣ ِ ِم ْن ا َ ْو ِل َيٓا َء ث ُ ﱠم َﻻ ت ُ ْن‬
َ ‫ص ُر‬
‫ون‬ ‫ظلَ ُموا فَت َ َم ﱠ‬ َ ‫َو َﻻ ت َ ْركَـنُٓوا اِلَى الﱠ ۪ذ‬
َ ‫ين‬

‘’Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız
olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!’’
Hud Suresi 113
Eğer zalimlere, hasetçilere, dedikodu yapanlara meyledersek o zaman cehenne-
min azabı bize dokunur. En değerli organın olan kalbin Ondan başkasıyla meşgul ol-
masın.

EL-AZÎZ

ۚ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬
‫ض‬ َ ُ‫س ٰن ۜى ي‬
‫س ِبّـ ُح لَهُ َما فِي ال ﱠ‬
ِ ‫س ٰم َوا‬ ْ ‫س َٓما ُء ا ْل ُح‬ َ ‫ئ ا ْل ُم‬
ْ َ‫ص ّ ِو ُر لَهُ ْاﻻ‬ ُ ‫ق ا ْل َب ِار‬
ُ ‫ُه َو ﱣ ُ ا ْل َخا ِل‬
‫َو ُه َو ا ْلعَ ۪زي ُز ا ْل َحك۪ ي ُم‬

‘’O, takdir ettiği gibi yaratan, canlıları örneği olmadan var eden, biçim ve özellik
veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerdekiler ve yerdekiler hep O’nu
tesbih ederler. O üstündür, hikmet sahibidir.’’

38
Haşr Suresi 24

Rabbim Azîz olması demek, Ondan başka yeryüzünde Azîz yok demektir. Kafirlerin
sonunun zelil olması demektir. Müslümanların eliyle küfrün bütün ideologyaların sonu-
nun zillet olması demektir. El Azîz celle celaluhu derken bunu düşüneceksiniz.

Azîz olan Allah kimseye muhtaç değildir. Bütün varlıklar Ona muhtaçtır. O izzet
sahibidir. O kullarına şeref ve izzet verir. Her şeye galip olan Odur. Allah azze ve celle
işinde, tasarrufunda mutlak hakimiyet sahibidir. İnsanların çoğu bunu idrak edemezler.
Yusuf aleyhisselâmı kuyulardan, zindanlardan çıkarıp nasıl Mısır'a sultan ettiyse ey
Üsküplü, Kosovalı, Kudüslü, Gazzeli, Yarkentli, Urumçili, Doğu Türkistanlı, Arakanlı
kaldır başını! Allah azze ve celle El Azîz celle celaluhu dersek Allah irade buyurdu-
ğunda "Ol!" diyecek. Doğu Türkistanlı çocuğa sen Yavuz ol diyecek. Sen Yakup Han
ol, müslümanların elinden tut ve ayağa kaldır diyecek. Bir Miraç gecesi tekbir sesleriyle
Kudüs'e gir ve Müslümanlara Kudüs'ün kapılarını aç diyecek.

Bizim Rabbimizin İzzeti ile münasebeti şöyle olmalıdır;

Sen ölen kişilerle aziz olduğunu düşünüp onlarla övünürsen, senin izzetin ve onu-
run onlarla beraber ölür ve yok olur.

َ ۪‫صا ِلـ ُح يَ ْرفَعُ ۜهُ َوالﱠذ‬


‫ين‬ ‫ب َوا ْلعَ َم ُل ال ﱠ‬
ُ ِّ‫طي‬ ْ َ‫َان يُ ۪ري ُد ا ْل ِع ﱠزةَ َ ِ ﱣ ِ ا ْل ِع ﱠزةُ َج ۪ميع ۜا ً اِلَ ْي ِه ي‬
‫صعَ ُد ا ْل َك ِل ُم ال ﱠ‬ َ ‫َم ْن ك‬
ۜ
ُ ُ‫اب ش َ۪دي ٌد َو َم ْك ُر ا ُ ۬و ٰ ٓل ِئكَ ُه َو َيب‬
‫ور‬ ٌ ‫ع َذ‬ َ ‫ت لَ ُه ْم‬ ِ ‫س ِّيـا‬ ‫ون ال ﱠ‬ َ ‫َي ْمكُ ُر‬

‘’Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yük-
selir; rızâsına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarla-
yanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur.’’
Fatır Suresi 10

Ey Müslümanlar eğer izzeti, şerefi arıyorsanız ideolojilere gitmeyin, onların sahip-


lerinin heykellerinin önünde el bağlamayın! İzzetiniz Allah ile olmaktır. Onun yanında
olmaktır.

39
Kıbrıs'ta Kur'an'ın yasaklanması şuna benzer; Birilerini evinize davet ediyorsunuz.
Onlar duvarlarda levhaları, Allah'ın ayetlerini irtica diyerek bunları alıp topluyorlar ve
bir sandukanın içine koyuyorlar. Kıbrıs bize İslamın hediyesidir. Hala Sultan'ın olduğu
yer yeniden özgürlüğüne kavuşacaktır. Yeniden bu milletin çocukları oradan geçerken
tekbir sesleriyle "Muhammed aleyhisselâmın halası biz burdayız. Biz senin muhafızı-
nız" diyecekler Azîz olan Allah'ın İzzetiyle, ihsanıyla.

ً ‫ون ِع ْن َد ُه ُم ا ْل ِع ﱠزةَ فَا ﱠِن ا ْل ِع ﱠزةَ ِ ﱣ ِ َج ۪ميع ۜا‬ َ ۜ ۪‫ُون ا ْل ُم ْؤ ِمن‬


َ ُ‫ين اَيَ ْبتَغ‬ َ ُ‫ين يَت ﱠ ِخذ‬
َ ‫ون ا ْلكَافِ ۪ر‬
ِ ‫ين اَ ْو ِليَٓا َء ِم ْن د‬ َ ‫اَلﱠ ۪ذ‬

‘’Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar?


Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.’’

Nisa Suresi 139

Münafık olanlar kafirlerin yanında izzet ararlar. Batılı adamın yanında olmakta izzet
arıyorlar. Batıda bizim gibi bir Barbaros’umuz, Sinan’ımız, Yavuz’umuz var mı?! Zillet
bizi kuşattıysa bu hali görüp yeniden Azîz olan Allah azze ve celle ile izzet ve şerefe
ulaşalım.

El Azîz celle celaluhu derken şunu düşüneceksin; Sadece Allah Teâlânın önünde
eğileceksin. Kafirlerin zalimlerin önünde eğilmeyeceksin. Güç kuvvet sahiplerinin
önünde eğilmeyeceksin.

İmam Rabbani Hazretleri elinde zincirle Babür Devletinin sarayına girince yanında
bir talebe biraz ezilip üzülüyor. İmam Rabbani Rahmetullahi aleyh talebenin elinden
tutuyor ve şöyle diyor "Azamet Allah azze ve cellenindir. Dik dur. Sakın eğilme! Biz
El Azîz celle celaluh diyoruz" dedi. Bu ilim bize o ulemadan mirastır. Sizin icazetiniz
o büyük alimlerden gelecek.

Bir büyük alim, zalim bir sultan zamanında yaşıyor. Onun kararlarının altına imza
atmayınca o sultan onu reddediyor. Sonra gelip diyorlar ki "Eğer dönüp sultanı alnın-
dan öpersen seni affeder". Bu teklifle gelen elçiye diyor ki " Behey ahmak! Elimi öpme-
sine razı olmam. Nerde ben onun alnını öpeyim!".

40
Yezid bin Velid bir gün Kur'an-ı Kerimi alıyor ve rast gele bir sayfa açıyor ve şu ayet
karşısına çıkıyor;

‫اب ُك ﱡل َج ﱠب ٍار عَن۪ ي ۙ ٍد‬


َ ‫ست َ ْفت َ ُحوا َو َخ‬
ْ ‫َوا‬

‘’Peygamberler yardım istediler ve sonunda bütün inatçı zorbalar hüsrana uğ-


radı.’’

İbrahim Suresi 15

Bütün zalimler kaybettiler, perişan oldular anlamına geliyor. Bir anlamı da; O za-
limler fethi istediler onlar kaybettiler manasına da gelir. Bu ayet gelince Kur'an'ı yırtıyor,
parçalıyor. Bunu insanlarının gözü önünde, Emevi sarayında yapıyor. Yırtarken de di-
yor ki "Sen beni cebbar olmak, inatçı bir zalim olmakla mı tehdit ediyorsun ey Kur'an.
İşte bak ben o cebbarım, zalimim. Yarın Rabbinin huzuruna varınca de ki beni Velid
parçaladı". Aradan kısa bir zaman geçiyor. Yakınları, adamları sarayına girip onu pa-
ramparça yapıyorlar. Başını alıp sarayın önünde bir mızrağa dikip bütün Şam sokak-
larında dolaştırıyorlar. Nerde Firavun, Roma, Nemrut!

Müslümanlar Ona iltica ederler, gücü yettiği kadarını yapıp sonrasını Allah'a havale
ederlerse işte o zaman Rabbimin İzzeti ile tecelli ettiğini görecekler.

İslamın kızı, Müslüman genç! İzzeti Allah'ın El Azîz celle celaluh isminde, tecellile-
rinde arayacaksın. Bunun gereğini yaptığında, Rabbim yeniden hakimiyetin yolunu
açacak. Bunun için ne yapmalı nasıl inanmalı dersen

َ ُ‫نز ْلنَا ِإلَ ْي ُك ْم ِكتَابًا ِفي ِه ِذ ْك ُر ُك ْم أَفَ َﻼ ت َ ْع ِقل‬


‫ون‬ َ َ ‫لَقَ ْد أ‬

‘’Ant olsun ki, gerçekten içinde sizin öğüdünüz olan bir kitap indirdik. Hala aklı-
nızı kullanmayacak mısınız?’’
Enbiya Suresi 10

41
Bu ayeti hatırla. İslamın kızı senin şerefin, geleceğin o Kitaptaki tesettüründe, an-
lattığı hayattadır. Müslüman genç Muhammed aleyhisselâmın manevi evladı! Senin
izzetin odalarda Allah ve Resul düşmanlarının sana telkin ettiği hayatlarda değildir.
Senin geleceğin Kur'an'dadır. Bütün varlığın ve mevcudiyetinle yeniden Ona dönersen
O seni izzetli kılacak.

Ömer efendimiz radıyallahu anh bir gün Şam diyarına gider. Ebu Ubeyde radıyal-
lahu anh komutasındaki ileri gelenler ile Ömer efendimizi radıyallahu anh devlet baş-
kanı bir yerde karşılıyor. Bir nehre geliyorlar. Ömer radıyallahu anh nehirden geçerken
deveden inip çarıklarını omuzuna alır. Sonra devenin ipini tutar, paçasını sıvar ve ne-
hirden geçerler. Ebu Ubeyde radıyallahu anh der ki " Efendim, burada kayserleri, Ro-
ma'nın valilerini gördüler. Onların şu kadar hizmetçileri vardı. Etrafında dönerler. Onlaf
pahalı ayakkabı giyerler.

Develerinin yularını çekmezler, hizmetçileri çekerdi. Eğer sen bu işleri yaparsan


biz burada tutunamayız". Hz. Ömer radıyallahu anh döner ve "Ebu Ubeyde keşke sen
bunu söylemeseydin. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin terbiye ettiği Ebu Ubeyde
bu ifadeler senin ağzından değil başka birinin ağzından çıksaydı, mutlaka onu burada
cezalandırırdım. Biz aciz, çaresiz bir millettik. Devletimiz yoktu. Araplar çölde bedevi
bir hayat yaşardı. Allah bizi İslam ile aziz kıldı. Şimdi buralara geldik. Medine'de tekbir
getiriliyor Mağrib'de, Pakistan'da duyuluyor. Biz zelil bir millettik. Allah azze ve celle
bizi İslam ile yüceltti. Eğer biz başka bir yerde izzet ararsak Allah bizi yeniden zelil
kılar". Onun bu ifadesini Tanzimat’tan sonraki sürece tatbik edin. Ondan öncesine bir
parça gidebilirsiniz. Batıya meyletmeye başladığımız zamanlar. Ne zaman ki bu millet
Allah'a ve Resulüne düşman olanlara meyletmeye başladıysa o zaman izzeti kaybetti-
ler. Zillet geldi bizi sarıp sarmaladı. Hz. Ömer efendimiz zamanında olduğu gibi izzet
bulmak için Allah azze ve celleye dönelim.

Azîz olan sadece Allah'tır, herkes Ona muhtaçtır.

EL-CEBBÂR

42
Cebbâr olan Allah azze ve cellenin Azameti yücedir. Neyi emrederse, murad
ederse o olur. Kimse Onun muradına muhalefet edemez.

İmam Gazali Rahmetullahi aleyh buyuruyor ki; O neyi nasıl murad ediyorsa, kulla-
rını onu yapmaya icbâr eder. Ama hiçbir güç Allah azze ve celleyi bir şeye zorlayamaz.

Bir insan ilahiyat fakültesi okuyabilir. Orada tez hazırlayabilir ama Kur'an-ı Kerim'e
yabancıdır. Bu kitabından, tez konusundan bellidir.

Bu isim Ondan başka kimse için kullanılmaz. Eğer bu ismi Cenab-ı Hak Kitabında
biri için kullandıysa o zaman o zalimdir, hakka hududa tecavüz etmiştir.

َ َ‫ون َو َما أَنت‬


ِ ‫علَ ْي ِهم ِب َجبﱠ ٍار َف َذ ِ ّك ْر ِبا ْلقُ ْر‬
ُ ‫آن َمن يَ َخ‬
‫اف َو ِعي ِد‬ َ ُ‫نَحْ نُ أ َ ْعلَ ُم ِب َما يَقُول‬

‘’Onların ne dediklerini en iyi Bileniz. Sen, onları zorla yola getirecek değilsin. O
halde Benim uyarımdan korkan kimselere Kur'an'la öğüt ver.’’
Kaf Suresi 45

Dinde zorlama yoktur. Alimler, arifler, müminler Allah Teâlânın ayetlerini okurlar.
Akla "İslamiyeti ittiba etmekten başka yolun yok" diye söylerler. Ama asla bu nok-
tada zorlamak yok! Biz cebbâr olamayız. Başkası cebbâr olamaz. İnsanlar cebbâr
olursa

‫عنِي ٍد‬ َ ‫ست َ ْفت َ ُحواْ َو َخ‬


َ ‫اب ُك ﱡل َجبﱠ ٍار‬ ْ ‫َوا‬

‘’Fetih istediler. Bile bile haktan yüz çeviren zorbaların hepsi kaybetti.’’

İbrahim Suresi 15

O cebbâr olanların, inatçı olanların sonu hep hüsran olmuştur. Aslında cebbârlar
var, elbette var. Kendilerince meydan okuyorlar. Peki onların radar sistemleri, füzeleri,
uçakları, askeri teçhizatları ölüm meleğinin onların canlarını almasına engel olabilir

43
mi?! Sadece Rabbim belli bir ana kadar mühlet veriyor. "Onlar tuzak kuruyorlar. Ama
bilmiyorlar ki Allah'ın da bir planı var".

‫َوأ َ ِكي ُد َك ْيدًا‬


‫ين أ َ ْم ِه ْل ُه ْم ُر َو ْيدًا‬
َ ‫فَ َم ِ ّه ِل ا ْلكَافِ ِر‬

‘’Ben de plan yapıyorum. Gerçeği yalanlayan nankörlere biraz daha süre tanı, on-
ları kendi hallerine bırak.’’
Tarık Suresi 16-17

Ya Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin yolunda yürüyenler! Onlara mühlet


verin. Biraz daha verin. Anneler! Siz evlerinizde Fatih’leri, Yavuz’ları yetiştirin. Onlar
büyüyecekler ve onlar Allah’ın nusretiyle, tevfikiyle yürüyecekler; firavunları Hak ile
yeksan edecekler. Bütün cebbâr olanları Cebbâr olan Allah celle celaluhu nasıl Hak ile
yeksan edip yerin dibine geçirdiyse onların da akıbeti öncekiler gibi olacak.

Müslümanlar! Kavgayı bırakın. İnsanlar sizi arkanızdan hayırla yad etsinler. De-
sinler ki “ Müminlere karşı derin bir merhameti vardı. Okyanus gibi bir adamdı bu. Öyle
kucaklardı insanları. Ümmet diye bir derdi vardı. Mazlumları, muzdaripleri yüreğinde
taşırdı”. Ama o yüreğimizde taşıma ameliyesine önce çevremizde, en yakınımızda kim-
ler varsa onlardan başlayacağız. Bu sıla-i rahimdir. İslam bize bunu emrediyor. Yoksa
sıla-i rahim semada asılır ve beddua eder buyuruyor Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem. Der ki “ Ya Rabbi! Kim beni yok sayıyorsa onu yok say. Kim sıla-i rahim yapı-
yorsa ona sıla yap ya Rabbim” diye dua eder. Kim sılaya düşmanlık yaparsa; Karde-
şine, evladına, babasına, kadınlar kendi aralarında mümine kadınlara düşmanlık ya-
parsa sıla-i rahim de semada ona beddua eder. Bizim derdimiz Peygamberimiz sallal-
lahu aleyhi ve sellemin derdiyle aynı olmalı. O insanların imanlarını kurtarma mücade-
lesi veriyordu. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bizi İslam davetçileri olarak
derdine ortak olmaya davet ediyor.

“Sen bir şey istiyorsun ben başka bir şey istiyorum. Ama Cebbâr olan Rab-
bim ne murad ediyorsa o olacak.”

44
Bir gün Beyazıd-i Bistami hazretlerine demişler ki “Allah Teâlâdan ne murad edi-
yor, ne istiyorsun?”. Demiş ki “Rabbimden hiçbir şey istememeyi istiyorum”.
Yani “Madem ki O her şeyin en güzelini var eder. O halde ben istemeyeyim, ya Rab
diyeyim en hayırlısını sen var edersin. Benim için en hayırlısı neyse onu halk eyle diye
dua edeyim” diyorsun. İşte Müslüman El Cebbâr celle celaluhu diyerek şuna itikat edi-
yor; Allah Teâlâ bizi bir noktaya sevk eder, kader-i ilahiye bizi bir noktaya götürür. El-
bette bizim irademiz var. Biz irademizle yapmamız gerekenleri yapıyoruz. Ama hep
murad-ı İlahi çerçevesinde kalarak bunları yapıyoruz.

Amr bin Şeybe Rahmetullahi aleyh rivayet ediyor;

Hacca gitmiştim. Kabe-i Muazzama’nın etrafında tavaf ediyordum. Bir adam gör-
düm. Etrafında korumaları ve muhafızları var onlarla birlikte dönüyor. Ama haline bak-
sanız tekebbür sahibi, kibirle, gururla yürüyen bir adam. İçimden geçti ki “El Cebbâr
celle celaluhu! Cebbâr olan Odur. Burası Rabbime kulluğumuzu arz yeri, tevazu yeri.
Ben geldim ya Rabbi. Kulluğuna kabul eder misin? Kulluğa layık olmasam da huzurun-
dayım ya Rabbim deme yeridir. Müslümanlar tavaf ederken lisanı halleriyle bunu söy-
lerler. Peki bu adam burada gurur kibir arz ediyor”. Aradan yıllar geçti Bağdat’ta gidi-
yorum önümde bir adam gördüm. Elini açmış dileniyor. Fakat perişan bir hali var bu
adamın. Yaklaştım yanına bakıyorum ona. O da bana bakıyor. Nihayet dedi ki “Niçin
bana öyle dikkatle bakıyorsun?” Dedim ki “Yıllar önce hacca gittiğimde orada bir adam
vardı. Etrafında korumalarla, tekebbürle tavaf ediyor, Kabe’nin etrafında dönüyordu.
Acaba bu adam o mudur diye sizi ona benzettim onun için baktım deyince, o adam
‘’evet bendim’’ dedi. “Peki o hallerden bu hallere nasıl düştün?” Adam “Dünyalık malım,
servetim, gücüm, kuvvetim vardı. Kulların tevazu arz etmesi gereken yerde ben kibrimi,
gururumu arz edince Cebbâr celle celaluh beni bu hale getirdi”.

Öyle değil mi kardeşlerim. Ne mütekebbir adamlar var ki sonları toprak olmuyor mu?!
Bazı zavallılar onları ilah yerine koyup heykelleri önünde onu tazim ederler. Ama bil-
mezler ki aşağıda onlar neler yaşıyor. El Cebbâr celle celaluh bize diyor ki; Müslüman
gözünü açmayacak mısın? Onun büyüklüğünü görüp tevazuyu sonuna kadar kuşan-
mayacak mısın?

45
Sakın ha kulluğunuzda riya olmasın. İnsanlar beni görsün, bana tazim etsin gibi
bir halin içinde olmayın. Rabbim Bakara Suresinin 266. Ayetinde buyuruyor ki;

ُ ۙ ‫ب تَجْ ۪ري ِم ْن تَحْ ِت َها ْاﻻَ ْن َه‬


‫ار لَهُ ف۪ ي َها ِم ْن ُك ِ ّل‬ ٍ ‫عنَا‬ْ َ‫ُون لَهُ َجنﱠةٌ ِم ْن نَ ۪خي ٍل َوا‬ َ ‫ا َ َي َو ﱡد ا َ َح ُد ُك ْم ا َ ْن تَك‬
ٰ ۜ َ َ ‫ض َع َٓفا ۖ ُء َفا‬
ُ ٌ‫صابَهُ ا ْل ِكبَ ُر َو َلهُ ذُ ِ ّريﱠة‬
ُ ‫ار َفاحْ ت َ َر َقتْ كَذ ِلكَ يُبَ ِيّ ُن ﱣ‬ ٌ ‫ار ف۪ ي ِه َن‬
ٌ ‫ص‬ ْ ِ‫صابَ َهٓا ا‬
َ ‫ع‬ َ َ ‫ت َوا‬ِ ۙ ‫الث ﱠ َم َرا‬

◌۟ ‫ون‬
َ ‫ت لَعَلﱠ ُك ْم تَتَفَك ُﱠر‬ ٰ ْ ‫لَ ُك ُم‬
ِ ‫اﻻيَا‬

‘’Sizden biri arzu eder mi ki, hurma ve üzüm ağaçlarıyla dolu, içinde ırmaklar
akan ve kendisi için orada her çeşit meyvenin bulunduğu bir bahçesi olsun da
bakıma muhtaç çoluk çocuğu varken kendine ihtiyarlık gelip çatsın, bahçeye de
içinde ateş bulunan bir kasırga isabet ederek yakıp kül etsin! Düşünesiniz diye
Allah önünüze açık işaretler koyuyor.’’
Bakara Suresi 266

Allah azze ve celle, bu adamın halini anlatıyor bize. Adam yaşlanmış, etrafında ço-
cuklar var ona bakıyorlar ama bağda bahçede her şeyi yanıyor, hiçbir şeyi kalmıyor.
Bu adam bu yaştan sonra hayatı yeniden kurabilir mi? Rabbim burada bir temsil geti-
rerek şuna işaret ediyor; Nasıl ki o adam sekseninde yıkılmış, yeniden bir dünya kura-
maz. İnsan da Allah celle celaluhun Cebbâr olduğunu unutur, insanlardan alkış almaya
talip olur, bir takım işleri onların zorlaması ve rızası istikametinde yaparlarsa mahşer
günü bakarlar ki bütün ibadetleri silinmiş. 80-90 yaşında adamın bağını bahçesini bir
kasırganın vurup yok etmesi gibi....

َ‫وا ك َٰذ ِلك‬ َ ۪‫ان اَ ٰتي ُه ۜ ْم َكبُ َر َم ْقتا ً ِع ْن َد ﱣ ِ َو ِع ْن َد الﱠذ‬


ۜ ُ‫ين ٰا َمن‬ ٍ ‫ط‬َ ‫ت ﱣ ِ بِغَي ِْر سُ ْل‬ ِ ‫ون ۪ ٓفي ٰايَا‬ َ ‫اَلﱠ ۪ذ‬
َ ُ‫ين يُ َجا ِدل‬
‫ب ُمتَ َك ِبّ ٍر َجبﱠ ٍار‬ِ ‫يَ ْطبَ ُع ﱣ ُ ع َٰلى كُ ِ ّل قَ ْل‬

Onlar, kendilerine ulaşmış kesin bir kanıt olmadan Allah’ın âyetleri hakkında tar-
tışmaya girişirler. Bu tutum, gerek Allah yanında gerekse inananlar yanında bü-
yük bir nefrete sebep olur. Allah, kendini beğenmiş her zorbanın kalbini işte
böyle mühürler.”
Mü’min Suresi 35

46
O halde biz bu ismi telaffuz ederek, terennüm ederek ruhumuzu ve nefsimizi gu-
rurdan, kibirden arındıracağız. Allah azze ve celle, Hz. Nuh aleyhisselâmı birkaç tahta
parçasından, çividen, mıhtan oluşmuş bir gemiyle o muhteşem tufanda taşıyor. Öte
tarafta dünyaya meydan okuyan, tanrı bile bu gemiyi batıramaz diyenler gemiyi bir buz
dağına vuruyorlar, Titanik yarılıyor ve okyanusa gömülüyor! El Cebbâr celle celaluh.
Azamet, büyüklük onun. Kudreti sonsuz. Ne ister, neyi murad ederse alemde o olur,
yerine gelir.

Bizim bu isimden nasibimiz; kendini tabii olunan bir insan olarak görme. "Onlar seni
örnek kabul ettiler, sen onların öncüsüsün liderisin" böyle de görme. Büyük adamlar
alimler geldiler. İnsanlar onlardan ilim aldılar ama onlar kendilerini hiçbir şey kabul et-
tiler ve dediler ki "Bu dünyada kimin ne olduğu belli olmaz. Mahşerde belli olacak".
Onun için biz diyelim ki "Eller iyi ben yaman. Eller buğday ben saman". Başkaları
buğday olsun biz saman... Kendimizi öyle görelim. El Cebbâr ismi bunu öğütlüyor. O
tabii olanlar, tabii olunanların halini anlatıyor. Onlar mahşere gelecekler ve diyecekler
ki bir daha şu dünyaya dönüşümüz olsa. Onlar şimdi bizden uzaklaştılar. Biz onlara ulu
önderler diyorduk. Ellerimiz çatlayana kadar alkışlıyorduk. Öyle tazim ediyorduk. Şimdi
onlar cehenneme kütük olmuşlar, taş olmuşlar. Bıraktılar bizi. Bir daha dünyaya dönme
imkanını bize verir misin Allah'ım? Diyecekler ama ahiretten geriye dönüş yok. Ahirette
cehennemle yüzleşmeden dünyada Onun şeriatıyla nefsimizi terbiye etmeye bizi mu-
vaffak kılsın.

EL-MÜTEKEBBİR

El Mütekebbir; Büyüklükte eşi, benzeri yok. Yaratıklar Ona benzeyemez. Büyüklük


sadece Onun hakkıdır. O el Mütekebbir mahşer günü kainatı dürünce buyuracak ki
"İşte Ben El Melik olan Allah'ım. Yer ve göklerin, kainatın sahibiyim. O zalimler, ceb-
barlar neredeler?" O zaman kimsenin mecali kalmayacak, cevap veremeyecek.

Madem ki Azamet sadece Allah Teâlâya layıktır. Başkasında azamet olamaz.


Olursa o Allah azze ve celleye kul olma haysiyetini, şuurunu, hassasiyetini kaybeder.
Onun için kalbimizde kibirden zerre kadar bir şey varsa o kalbi yoklayalım. Temizlen-

47
meden cennetle, Cemalullah ile müşeeref olamazsın. Allahuekber demeyenler insan-
ları tanrılaştırıyorlar. İnsanın içinde kendinden büyük olan güce teslim olma var. Eğer
Allah Teâlâya teslim olmuyorsa, tazim etmiyorsa o zaman heykellerin önünde eğiliyor.
Fakat Allah Teâlânın önünde bir kul bir defa eğildiyse, bir defa namazın lezzetine var-
dıysa eğer onun bedenini lime lime parçalasalar da canı bedeninden ayrılana kadar
Allahuekber diyecek ve imanından asla dönmeyecek.

Sahabeyi idam edecekler. Dar ağacına götürüyorlar. Yanında papaz var ve diyor
ki "Eğer dönersen kurtulacaksın". Sahabi efendimiz "Bana biraz zaman verin" diyor.
Olur diyorlar. O bu istifadeyi onlara İslamı anlatmak için kullanıyor ve diyor ki "Ben
öleceğim, şehit olacağım ve bu hal üzere Rabbime yürüyecek, kendimi kurtaracağım.
Ama gönlüm istiyor ki siz de bu uydurma dinden kurtulun La ilahe illallah Muhamme-
dun Resulullah deyin". Yani Müslüman o secdenin bir defa lezzetine vardığı zaman
bütün dünyaya meydan okur. El Mütekebbir olan Allah'ı tazim eder. Onu tazim edince
gözümüz önünde her şey Hak ile yeksan oluyor, her şey düzleşiyor. Her şey taş par-
çasına, toprağa dönüyor.

Firavun onlara demişti ki "Sizin için benden başka bir ilah bilmiyorum. ilah benim,
en büyük benim. Bana secde edeceksiniz". Onlar da firavun'a dair diyorlardı ki "firavu-
nun şerefine, büyüklüğüne yemin ediyoruz".-Şimdi de öyle değil mi?! Birilerinin, zalim-
lerin, kafirlerin adına yemin eden zındıklar var- Sonra o sihirbazlar toplandılar, geldiler.
Musa aleyhisselâm asayı atınca bütün o sihirbazların sihrini yutuverdi. Baktılar ki bu
sihir değil, o zaman secdeye kapandılar. Ve "Biz Musa'nın ve Harun'un Rabbine, alem-
lerin Rabbine iman ettik" dediler. Firavun onları Taha Suresi 72. Ayetinde ölümle tehdit
ediyor onlar da diyorlar ki "Asla seni tercih etmeyeceğiz! Bize gelen o delilleri gördük.
Bizi yoktan var eden Allah'ı biliyoruz. O halde seni tercih etmeyiz, edemeyiz" dediler.
O diyor ki "Sizi kesecek, öldürecek, çaprazlama ellerinizi ve ayaklarınızı koparacak,
keseceğim" diye ölümle tehdit ediyor. Onlar da diyorlar ki "Senin hükmün sadece bu
dünyada geçer, bu kadardır hükmün" dediler. Kardeşlerim, eğer biz bir defa sec-
deye varıyor, secdenin nasıl ki Musa aleyhisselâmı durdurmak için oraya gelenler; gü-
cünü, kuvvetini sihirbaz olarak oraya koyanlar Musa aleyhisselâmın Peygamber oldu-
ğunu, Allah azze ve celle tarafından teyit edildiğini görünce secdeye kapandılar. Fira-
vun ölümle tehdit edince senin hükmün dünyada geçer dediler. Eğer biz iki milyar Müs-

48
lüman, hakkı ile secde edebilseydik; batının bütün dayatmalarına o sihirbazlar iman-
dan sonra küfre nasıl meydan okudularsa öyle meydan okuyacaktık. Fakat secdeleri-
mizde problem var. Secdeye gidiyoruz ama aklımızda başka fikirler, dünyalar var.
Onun için manasına, hakikatine eremiyoruz.

İmam Malik Rahmetullahi aleyh Mescid-i Nebevi'de ders okuttuğu sırada Abbasi
halifesi geliyor. Tahtını kuruyorlar. İmam Malik'e "Hadis oku dinlemeye geldim" diyor.
Ama Rasûlullah aleyhisselâm orda. Orda taht olmaz. Yere diz çöküp oturulmalı. İmam
Malik şu hadisi okur "Kim, Allah için tevazu gösterirse Allah azze ve celle onu yüceltir.
Ama kim mütekebbir olursa Allah Teâlâ onu bir gün yerin altına geçirir". Meseleyi an-
layan halife "Hemen bu tahtı dışarı çıkarın" deyip dizüstü talebelerin yanına oturuyor.
O şekilde dinlemeye devam ediyor. Yani Müslümanlar El Mütekebbir adından şunu
anlayacaklar; Ya Rabbim malın mülkün hiçbir önemi yok. Ölünce burada kalacaklar.
Eğer ben bunları ahiretim için kullanabildiysem o zaman bunların benim için bir kıymeti
var diyeceğiz. Eşya, dünya size hakim olmasın; siz ona hakim olun.

Ömer radıyallahu anh halife olduktan bir zaman sonra Said bin Amr radıyallahu
anhı yanına çaığırır. Der ki;

-Sen bana adil ol nasihat ediyordun. Şimdi seni Hımıs'a vali olarak gönderiyorum.
Said bin Amr, Hz. Ömer'e yalvarır;

-Yapma, beni gönderme. Ben bu işin istesinden gelemem.


Said bin Amr Ömer'e rica ediyor. O emredince araya adamlar koyuyor. Sonunda Hz.
Ömer efendimiz çağırır der ki onlara;

-Siz ne yapıyorsunuz?! Bu meseleyi benim boynuma koydunuz, hepiniz çekildiniz, beni


bıraktınız. Ömer bu vazifeyi, ümmetin yükünü omuzlarında yalnız başına nasıl taşısın.
Ömer'in elinden ey Said bin Amir bugün tutmayacaksanız, bana ne zaman nasıl yardı-
mınız olur? Bunun üzerine Said bin Amir görevi kabul eder. Hımıs'a gider. Sonra ora-
dan bir heyet Medine'ye gelir. Hz. Ömer heyeti dinler ve der ki;

-Bana fukaranızın isimlerini yazın. Fakirler, muhtaçlar kimse yazın adlarını der.

49
Onlar da yazarlar. Hımıs'ın valisi Said bin Amir'i de yazarlar. Ömer efendimiz listede
onun adını görünce;

-Bu Said bin Amir kimdir?

-Bizim valimizdir.

-Vali hiç böyle olur mu?

-Evet. Bizim valimiz öyledir. Bizim vali en fakiridir, derler.Hz. Ömer, Said bin Amir'e bin
dinar gönderir. Heyet dönünce Said bin Amir'e takdim ederler;

-Sana Ömer'in radıyallahu anh selamı var. Sana bin dinar gönderdi, derler. O dinarı
görünce ağlamaklı bir sesle;

-İnnâ lillahi ve inna ileyhi raciun, der. İçerde hanımı bu sesi duyunca;
-Ne oldu? Yoksa Hz. Muhammed aleyhisselâmın öğrencisi, müminlerin halifesi Ömer
mi vefat etti?

-Yok der yok. Daha büyük bir bela var.

-Yoksa İslam ordusu bir yerde mağlup oldu da İffetlerimiz mi çiğnendi?

-Hayır! Bundan daha büyük bir bela var. Bir musibet var.Hanımı nedir deyince;

-Dünya içime girdi, dünya malı kalbime düştü, der.

-O halde kurtul o dünyadan. Ben bu züht hayatına, bu fakirliğe razıyım. Yeter ki senin
kalbinde huzur olsun, selamet olsun.Said bin Amir o dinarları dul kadınlara, yetimlere,
miskinlere gönderir yanında bir dinar bırakmaz. Aradan zaman geçer Hz. Ömer Şam'a
gider, Hımıs'a da uğrar. Hımıs'a girince insanları dinleyip valiyi sorar, nasıl idare ettiğini
sorar. Birisi der ki;

50
- Efendim, valimiz iyidir lakin validen dört meseleden şikayetçiyiz, derler. Hz. Ömer
efendimiz Said bin Amir'i çağırır. Şikayetçi olan halkı da çağırır. Büyük camide toplan-
dılar. Hz. Ömer onları muhakeme ediyor. Önce davacı olan Hımıslılara sordu, onlar da
dedi ki;

-Birinci şikayet mevzumuz; Bu bizim valimiz sabah evinden çok geç çıkar. Sabah na-
mazını hep isfara bırakır. Niçin geç gelir mescide? Ömer radıyallahu anh sorar valiye
neden olduğunu sorar. Said bin Amir der ;

-Efendim söylemesem? Ömer efendimiz söylemesini ister. O da der ki;

-Efendim, evde bir hanım var, gücü yetmez. Unu ben yoğurur ben hamur yaparım. Her
sabah kalkınca unu dökerim tekneye yoğurup hamur yapar sonra da mayalanmasını
bekleyip fırına koyarım öyle sabah namazına gelirim. Onun için geç kalırım, der. Ömer
efendimiz rahatlar. İkinci şikayeti sorar. Derler ki;

-Bu bizim valinin gece yanına gitsek, bir meselemiz olsa gece kimseye cevap vermez.
Gece bambaşka bir adam olur. Gündüz akşama kadar bizimle ama gece davamızı arz
etmeye gittiğimizde cevap vermez. Nedendir? Bu halinden müştekiyiz, derler. Ömer
radıyallahu anh döner ve sorar. Said bin Amir;

-Efendim söylemesem, der. Hz. Ömer;

-Bu İslam mahkemesi, konuşacaksın.

-Efendim, gündüzümü insanlara vakfettim. Akşama kadar onların işleriyle alakadar olu-
yorum. Geceyi de ben Muhammed aleykümselamdan öyle gördüm ki geceleri namaz
kılmaktan ayakları yarılıyordu. "Ben de geceleri ey Rabbim Sana hasrettim, huzurun-
dayım, kıyamdayım". Namaz kılarım Ömer. Ben beni bu hale getiren, terbiye eden Mu-
hammed aleykümselamdan öyle görmüştüm. Mazur görsünler beni, der. Ömer radı-
yallahu anh yine rahatlar ve üçüncü şikayeti sorar. Onlar da;

-Ayın belli günlerinde bu hiç yanımıza çıkmaz, saatlerce evinde kalır, derler. Ömer ra-
dıyallahu anh;

51
-Neden böyle yapıyorsun? Vali sürekli evinden çıkacak. Neden böyle yaparsın Said?

-Ömer, söylememe hakkım var mı?

-Söyleyeceksin. Konuş Said.

-Ömer, bir takım elbisem var. Onu yıkadığım zaman kuruması saatler alıyor. Onun için
evimde beklemek zorundayım, der. Hımıs'ın yetimlerini doyuran, dul kadınlarını dilen-
mekten kurtaran, miskinlerin evine devletten sosyal yardım gönderen, Muhammed
aleyhisselâmın öğrencisi, Ömer'in valisinin evinde bir takım elbisesi var.... Ömer radı-
yallahu anh dördüncü mevzuyu sorar. Onlar da;

-Efendim. İçimizde olur meseleleri çözerken bir anda gözleri bir noktaya takılır, kendin-
den geçip bayılır. Böyle bir hastalığı var. Nedir bu? Niçin böyle düşer bayılır?
Ömer efendimiz sorar. Said'in gözleri dolar, yine yıllar öncesine gider ve der ki;

-Ben o gün müşriktim. Henüz İslamı bilmiyordum. Allah Resulü aleyhisselâmın öğren-
cilerinden Hz. Hubeyb'i almışlar, Mekke'ye götürmüşler. Sonra onu Mekke'den binlerin
katılımıyla çıkardılar. Ben gençtim, o kalabalığın arasındaydım. Tenyim'e kadar yürü-
dük. Darağacı kurdular Hubeyb radıyallahu anhı oraya koydular. Sövüyorlar, saldırı-
yorlar. Ona söverken aslında Allah Resulüne hakaret ediyorlar, ondan intikam alıyorlar.
Mızrakla vuruyorlar. Ona diyorlardı ki "Hubeyb, şimdi senin yerinde Muhammed aley-
hisselâm olsa istemez misin?". O da diyor ki "Değil yerimde olmak; olduğu yerde aya-
ğına diken batmasına bile gönlüm razı olmaz" der. O an, o tezahüratın arasında sesini
duyduk. "Bana müsaade ederseniz iki rekat namaz kılayım" dedi. İki rekat namaz kıldı.
Sonra "Eğer, Hubeyb korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız bu namazı daha
çok uzatırdım"dedi. Darağacına koydular. Mızrakla vurdular. Canlı iken bedeninden
lime lime parçalar kopardılar. Onun tekbir seslerini duyuyorum. Tekbir sesleri arasında
"Ya Rabbi! Bunları teker teker yok et, ortadan kaldır bunları! Bu Allah Resulünün düş-
manlarından geriye kalmasın" diye beddua ediyordu. O anlar gözümün önünde, Hu-
beyb'i şehit ettiler. Müşriktim, seyrediyordum. Aklıma gelince, neden orta yere atılıp
Hubeyb'e gelen oklara, mızraklara göğsümü siper etmedim?! Neden Allah Resulü aley-
hisselâm adına ondan intikam alınırken meydan yerine çıkmadım. O an müşriktim,

52
imanıma Hubeyb vesile oldu. Onun cihadını, teslimiyetini, tevhid şuurunu, Peygamber
aleyhisselâma teslimiyeti görünce kendimden geçtim. Mekke'ye döndüm ve dedim ki
"Putları bırakıyorum, Hubel'i bırakıyorum. Şehit ettiğiniz Hubeyb'bin yolunda-
yım. La ilahe illallah Muhammedun Resulullah diyorum". Onu düşünüyorum. Gözü-
mün önünde Hubeyb canlanınca dayanamıyorum o zaman düşüyorum. Ömer radıyal-
lahu anh bunları duyunca;

-Elhamdülillah! Said bin Amir hakkındaki kanaatimde isabet etmemi temin eden Rab-
bime hamdolsun, der. Ona bin altın bırakarak ayrılır. Said bin Amir yine hanımına dö-
ner;

-Ne dersin, dağıtalım mı? der. Dağıtırlar.

Allah Resulü aleyhisselâmın öğrencileri, Hz. Ömer efendimizin valileri; onlar El


Mütekebbir celle celaluh dediler. Büyük olan Sensin Allah'ım dediler. Onu tazim ettiler.
Dünyalıklar, makamlar, mevkiler hepsi ayaklar altında kaldı. Onlar taş oldu, toprak
oldu.

EL-HÂLIK EL-BÂRÎ VE EL-MUSAVVİR

İmam Gazali Rahmetullahi aleyh, Esma-i Hüsna şerhinde diyor ki "İnsanlar zan-
nederler ki El Hâlık, El Bari, El Musavvir isimleri aynıdır. Böyle düşünürler fakat öyle
değil. Aralarında derin fark var. Haşır suresinin sonunda "O Hâlık, O Bârî, O Musavvir"
yazar. El Hâlık; Yaratmanın takdir boyutuna işaret eder. El Bari ise icat boyutudur. El
Musavvir ise tasvir etme, şekil verme, ince ayarlara varıncaya kadar tezin etme boyu-
tudur.
Şuradan bakarsak; Bir mühendis bir bina yapmadan önce zihninde tasarlar, sonra
kağıdın üzerine aktarır. Mühendisin yaptığı budur. İkinci aşamada o proje kalfaya tes-
lim edilir. Projeye göre bir bina, binanın madde boyutunu şekillendirir, ortaya çıkarır.
Üçüncü aşamada mimar devreye girer, binanın içini ve dışını yapar. Allah Teâlânın bu
isimleri bize bunu anlatıyor; Allah azze ve celle; hem Hâlık hem Bari hem Musavvir...
Ol der ve oluverir hemen. Bir insan, hayvan vücuda gelir. Bir çekirdekten bir ağaç çı-

53
karır Allah azze ve celle. İnsana baktığımızda Hz. Adem aleyhisselâmı topraktan ya-
rattı. Sonra onun eşini de Adem aleyhisselâmdan yarattı. Ardından nesiller geldi. Top-
raktan yaratan, şekil veren, gözlerini, kulaklarını, beynini vs. var eden Allah azze ve
celle. Yaradılışı reddedenler! Evrim diyorlar. Yalan üzerine yalan, masal üzerine masal
uyduruyorlar. Bütün ilim adamları, bilim adamları bir araya gelse topraktan bir insan
çıkarabilirler mi?! Çıkaramazlar! İşte harikuladelik buradadır. Bütün bunları var eden
gücün, kuvvetin sahibi Allah azze ve celle. El Hâlık, El Bârî isimlerini derken bütün
bunları düşünüp tefekkür ediyoruz.

EL HÂLIK

El Hâlık azze ve celle yoktan var edendir. Bize yaratmanın takdir boyutunu hatır-
latıyor. Yani orda kuşlar var ama kuşların on binlerce çeşidi var. Her birinin kanat özel-
liği, yapısı farklı. Tavuklar, balıklar, karada yaşayan hayvanlar hep farklı. Senin de bir
insan olarak eşin yok. Bütün bu farkları takdir eden, yaratan, yöneten güç El Hâlık olan
Allah azze ve celledir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem İkra ayetinde Rabbimizin ilk olarak El


Hâlık ismine muhatap oldu.

َ‫س ِم َر ِّبكَ الﱠ ۪ذي َخلَ ۚق‬


ْ ‫اِ ْق َرأْ ِبا‬
‘’Yaratan rabbinin adıyla oku!’’
Alak Suresi 1

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem insanların haline bakıp üzülüyor. Köle


pazarlarında kadınlar var. Kız çocuklarını diri diri gömüyorlar. Ama kimse çıkıp da bun-
lar insan, yapmayın demiyor. İnsanlığın cemiyetin acısını yüreğinde taşıdığı, insanlığın
geleceğini düşündüğü bir an Cibril aleyhisselâm geliyor. O yürek vahiye hazır artık.
"Seni yaratan Rabbinin adıyla oku". Eşyayı, hadiseleri, kainatı oku. İnsanlara, yara-
tan Rabbinin adıyla bak. Hâlık kelimesi Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme ilk bu
telkin ediliyor. Yani şuradan bakacaksın; İnsanların güçleri, kuvvetleri, mevkileri, ma-
kamları ne olursa olsun hepsi mahluk, hepsi yaratılmış. Hâlık olan Allah azze ve cel-

54
ledir. O halde ey Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem. Sen mahluka göre, yaratılan-
lara göre, onların esaslarına, buyruklarına göre değil; Seni yoktan var eden bütün in-
sanlığın geleceğini, ömrünü, yarınlarını takdir eden El Hâlık azze ve celleye göre ya-
şayacaksın. Allah azze ve cellenin buyruklarını telkin ederken karşında Ebu Cehiller,
Ebu Lehebler duracaklar. Gücümüz var diyecekler. Sana bu yollarda geçit vermeye-
cek, La ilahe illallah Muhammedun Resulullah demene müsade etmeyiz dediler. Ya
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, sen onlardan mı çekineceksin. Onları yoktan
var eden, vakti gelince ruhlarını kabzedip cesetlerini toprağın altına alacak olan Allah'ın
adıyla yürüyeceksin.

Böyle baktığımızda o kuvvetli olduğunu zannettiklerimiz bir anda gözümüzün


önünde küçülüyorlar. Bir anda onların acziyetleri, zafiyetleri gözünün önünde canlanı-
yor. Madem yaratan Allah azze ve celle o zaman hayata, derse, yemeğe Onun adıyla
başla. Dükkanı Onun adıyla aç. İşe Onun adıyla başla. İmzaları atarken bismillah de
ve sonra düşün; bu metinler, bu muhteva beni yoktan var eden Allah'ın kitabına uygun
mu? Onun için Rabbim insana Efendimiz aleyhisselâmın şahsında ilk olarak bunu bil-
dirdi, bunu duyurdu. O bütün Azametiyle gözünün önünde canlansın.

َ ‫ق أَفَﻼ تَ َذك ُﱠر‬


‫ون‬ ُ ُ‫أَفَ َمن يَ ْخل‬
ُ ُ‫ق َك َمن ﻻ ﱠ يَ ْخل‬
ٌ ُ‫صو َها إِ ﱠن ّ َ لَغَف‬
‫ور ﱠر ِحي ٌم‬ ُ ْ‫َوإِن تَعُدﱡواْ نِ ْع َمةَ ّ ِ ﻻَ تُح‬

‘’O halde yaratan ile yaratmayan bir midir? Hala tezekkür etmez misiniz?’’
‘’Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız, onu hesaplayamazsınız. Kuşkusuz, Al-
lah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.’’
Nahl Suresi 17-18

İnsan hiçbir şeyken taşların, putların bir hükmü olur mu?! Elbette olamaz. Deva-
mında buyuruyor ki "O Hâlık olan azze ve cellenin nimetlerini saymaya kalksanız sa-
yamazsınız". Biz, Onun yarattığı varlıkların sırlarını, esrarını çözmekten aciz kullarız.
Biz şükrü bilmiyor, hakkıyla eda edemiyoruz. Bu kadar nimetin sahibini bırakıp nereye
gidiyoruz?

55
El Hâlık celle celaluh derken; Rabbimin yarattığı her şeyde bir kemal olduğunu
düşünüyoruz. Hz. Adem aleyhisselâmı yarattığında o ilk insan nasılsa bizi de aynı ya-
rattı. Onun da gözleri, kulakları, yürüme yetisi vs. gibi biyolojik olarak bizden farklı de-
ğildi. İnsanın yaratılmasında da eşsiz bir sanat, bir Kudret var. İnsanı okuyunca, ba-
kınca iman etmemek, teslim olmamak mümkün mü? Peki ya insanlara bakın. Onların
icat ettiği eşyalara bakın. İnsan arabayı ilk icat ettiğinde arabayı atla çekiyorlardı. Sonra
motor yaptılar. Taksilerin tahtadan tekerleri vardı sonra tekeri geliştirdiler. Sonra ara-
bada bugün olduğu gibi klimalar, aksesuarlar yoktu. Onları zamanla buldular. Ama sen
öyle değilsin! Koyun, kuş öyle değil. Rabbim ilk nasıl yarattıysa şimdi de aynı şekilde.
Onlar varlıklarına devam ediyorlar. El Hâlık, El Bârî, El Musavvir.... Hâlık ismi bize pro-
jeyi, takdiri anlatıyor. Onun projelerinde, takdirinde eksik yok, kusur yok.

Saati saat olarak kullanırız. Onunla su taşıyamaz, gece yolumuzu aydınlatamayız.


Neden yaptılar, niçin tasarladılarsa o gaye çerçevesinde kullanırsak bu eşya bize bir
hizmet sunar. Onun dışında bir hizmet alamayız. Bu saati gayesi dışında kullanamıyo-
ruz da peki senin gayen ne kardeşim? Benim gayem ne? Niçin insanlar bugün huzur-
suz? Stresini doktorlar çözemiyor, çare olamıyor neden? Akılları var idrakleri var peki
niçin bu sorunların, problemlerin içine düştüler? Seni yaratan, beni yoktan var eden
buyuruyor ki;

ِ ‫نس ِإ ﱠﻻ ِل َي ْعبُد‬
‫ُون‬ ِ ْ ‫َو َما َخلَ ْقتُ ا ْل ِج ﱠن َو‬
َ ‫اﻹ‬

‘’Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’’


Zariyat 56

Eğer bu saati gayesi dışında kullanırsak onu bozarız. İnsan da öyle. Yaratılışımı-
zın temel gayesi Allah azze ve celleye kul olmaktır. El Hâlık ismi bize onu hatırlatıyor.
Kadını alıp podyuma çıkarıp onu reyting vasıtası yaparlar... Bu El Hâlık olan Allah azze
ve cellenin hükümlerini, Onu yok saymaktır. Allah azze ve celle seni bir gaye, ulvi bir
amaç için yarattı. O ahlaksız programlarla çocuğunu elinden alıyorlar, gayesinden
uzaklaştırıyorlar, neden direnmiyoruz?! Bizim birinci davamız ahlak davası değil mi?!

56
Firmaların icat etmiş oldukları aletler için kullanım kılavuzları var. Onu onun için o
esaslara göre kullanacaksın. Ömrü üç beş ya da on yıl olan aletlerin bir kullanım kıla-
vuzu olur da senin kılavuzun olmaz mı? Bizi yoktan var eden kılavuzsuz bırakır mı?
Kerim, şerefli, onurlu kitap; izzetimiz onda her şeyimiz onda. O kitap bize şeref vere-
cek. O kitap hayatta neyi nerede ne zaman nasıl yapmamız gerektiğini tayin ediyor.
On göre yaşamadığımız zamanlar da sıkıntılar, problemler, acılar, ızdıraplar bizi bırak-
maz.
Ramazanda mukabele okuyoruz. Bir imam kardeşim Allah Teâlânın ayetlerini söyle-
yince ne kadar yetkilisi, kadını, erkeği varsa ayağa kalktılar. İmamsan konuşma, sesin
çıkmasın dediler. Esasında onu imam kardeşimize değil Hz. Kur'an'a söylediler. Senin
caminin dışında bir uygulama alanın yok, senin devrin geçti dediler. Bunu lisanlarıyla
söylemeseler de işaretleri o noktayaydı. Kur'an hayatımızda yoksa o hayatta huzur
bulamayız. O aile danışma servislerine bakıyorsun onların tarzları, giyimleri, hayatları,
hayata bakışları Kur'an'a göre değil. Yani "Ne umarsın bacından bacın ölür acından"
misali. Eğer merhemi olsaydı kendi başına sürerdi. Oralarda çareyi bulamayız. Kur'an
ve Sünnet-i Seniyye ile hayata döneceğiz. Sünnet benim evime, oğluma, kardeşime
karışacak. O zaman Allah Teâlâ bize bereket ihsan edecek.

Kamyona koyduğumuz eşyaları kamyona koysak gitmez, taşıyamaz. Kamyonun


vazifesi farklı, taksinin farklı. Onlar öyle tasarlanmışlar. Allah azze ve celle bizi şehvet
oyuncağı olalım diye yaratmadı. İnternete mahkum olalım diye yaratmadı. Ona kul ola-
caksın. Seni insan olarak tasarladı. Namazla ayakta kalacak, varlığını namazla koru-
yacaksın.

El Hâlık isminden nasibizim; O Hâlık, sen mahluksun. O yaratan, sen yaratılansın.


Bütün insanlar böyle. Senden bir farkı yok. Ölüm meleği geldiğinde zengin de ölecek
fakir de... Mevkinin, makamın hiçbir önemi yok. Allah azze ve celle bizim kalplerimize
bakar.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem hicretin altıncı yılında Abdullah bin Hu-
zafe radıyallahu anhı İran hükümdarına altı sahabi efendilerimizle birlikte gönderir.
Mektupları mühürleyip verir, onları tebliğ etmelerini ister. Rasulullah aleyhisselâm der
ki;

57
-Onlara deyin ki bu dinlediniz uydurma, masal. Bunları bırakın İslama gelin.
Abdullah bin Huzafe mesafeleri kat edip kisranın sarayına gelir. Ama onun üstüne ba-
şına bakıp başta almak istemezler sonradan alırlar. Kisra'nın yanına girer. Orada ona
mektubu tebliğ etmek ister. Fakat müzeyyen bir oda var, ondan önce hazırlanmış. Va-
liler orada. Kisra o valilere;

-Alın o mektubu bana getirin, der. Abdullah bin Huzafe radıyallahu anh;

-Olmaz. Peygamber aleyhisselâmın emri var. Başka kimseye veremem, der.

-O zaman bırakın onu kendi okusun, der.


Ama oradakiler Arapça bilmiyorlar. Irak'tan bir adam çağırırlar. Oradan biri gelir ter-
cüme eder.

- Bismillahirrahmanirrahim
Allah'ın Resulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden Farisilerin lideri Kisra'ya.
Selam Allah azze ve celleye tabi olanların üzerine olsun, diye başlar mektup. Ardından
onu İslama davet ediyor. Fakat Kisra mektubun tamamını dinlemez. Kızar ve mektubu
paramparça yapar. Çünkü mektup Kisra'nın adıyla değil, Allah Teâlânın adı ile başlıyor.
Sonra Peygamberimiz aleyhisselâmın adı ve en son onun adı zikredilince öfkelenir.
Abdullah bin Huzafe için;

-Çıkarın bu adamı yanımdan, der. Huzafe radıyallahu anh atına binip gider. Sonradan
Kisra'nın aklı başına geldi;

-Gidin o adamı bana bulun, dedi. Ama bulamazlar. Abdullah bin Huzafe mesafeleri
aşıp Medine'ye vardı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme;

-Ya Rasulullah. Orada sizin mektubunuzu tebliğ ettim. Bırak ateşi gel Allah'a kul ol
Kisra dedim. Kızdı, öfkelendi. Mektubunuzu alıp parçaladı, deyince. Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellem;

-Allah onun mülkünü, saltanatını paramparça yapsın, dedi.


Aradan zaman geçer. Kisra, Yemen'deki valisi Bağzan'a bir mektup gönderir ve der ki;

58
-Medine'deki o Arapa özel kuvvetlerden iki adam gönder. Onu alsınlar bana getirsinler.
Bağzan iki adamını gönderir. Medine'ye gelirler. Peygamberimiz aleyhisselâm ile gö-
rüşmek istediklerini söylerler. Önce gelirken Taif'e uğrayıp orada Mekkelilerle görüşüp
derker ki;

-Bizi Bağzan gönderiyor. Ama krallar kralı İran hükümdarı Kisra'nın emri var. Muham-
medi sallallahu aleyhi ve sellem alacak, İran'a götüreceğiz. Taif'ten sevinçle Mekke'ye
dönüp toplarlar bütün kafirleri ve derler ki;

-Sevinin. Kisra meseleye el koyuyor. Adamları, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi


alacak Medine'den İran'a götürecek, orada öldürecekler. Ona mektup göndermiş. Ona
demiş ki dinini, yalanı, mecusiliği bırak. Ateşin önünde eğilmeyi bırak. Gel, la ilahe
illallah Muhammedun Resulullah de, demiş. Kisra küplere binmiş. Şimdi onu almak için
adamlarını gönderiyor.
Adamlar Efendimiz aleyhisselâmın yanına varınca derler ki;

-Gidiyoruz. Eğer gelirsen ne ala. Gelmiyorsan seni zorla alır zorla götürürüz, dediler.
Efendimiz aleyhisselâm buyurdu ki;

-Şimdi gidin, bana yarın gelin, der. Giderler ve yarın olunca gelirler.

-Peki hazır mısın? Gidiyor muyuz?


-Bundan sonra Kisra yok. Kisra masalı bitti. Kisra öldürüldü, der Peygamberimiz sallal-
lahu aleyhi ve sellem.

-Nasıl olur?

-Göreceksiniz. Yanında haber size de gelecek, dedi.


Oradan Yemen'e dönerler. Bağzan sorar;

-Hani Muhammed aleyhisselâmı alıp Kisra'ya götürdünüz mü?

59
-Hayır. Tam alıp götürecektik ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bize Kisra'nın
devrinin kapandığını, oğlunun babasını öldürdüğünü söyledi. Biz de döndük, dediler.
Aradan kısa zaman geçer. Kisra'yı öldüren oğlunun elçisi Yemen'e gelir. Der ki;

-Kisra'nın devri bitti. Yerine oğlu hükümdar oldu. Sana talimatı var. Burada herkesten
onun adına biat alacaksın.
Bu haberle gelince o zaman Bağzan anlar ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem
Allah'ın Resulüdür. Atar mektubu ve la ilahe illallah Muhammedun Resulullah der ve
Müslüman olur.

Peygamberimiz aleyhisselâmın bakınca madde planında Kisra ile hesaplaşacak


gücü yok. Ama o El Hâlık celle celaluha inanıyor. Kisra da onun gibi bir insan, öyle
görüyor ve ona mektup gönderiyor. Abdullah bin Huzafe radıyallahu anh "Beni ölüme
gönderiyorsun ya Rasulullah. O adam beni parçalar. Ben ona sen dinini bırak İslama
gel dersem ne der?" demişti. Ama peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem duruşu
ile onunla aralarında bir fark olmadığını gösterdi. Ölüm meleğinin önünde hiçbir hü-
kümleri yoktur.

Hz. Ömer devlet başkanıdır. Hicretin on dokuzuncu yılında İslam ordusu Doğu
Roma üzerine yürür, ordan kaleler alırlar. Kayserde derin bir hayret hali;

-Araplar nasıl bu güce ulaştılar? Doğu Roma'nın yenilmez ordularını nasıl parçalıyor-
lar? Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi görmüş insanlardan bulursanız bana geti-
rin, der.
İnsanlardan bir kısmı esir alınır. Onların içinde Abdullah bin Huzafe radıyallahu anhda
var. Hristiyanlar onları kendi dinlerine davet ediyor. Kayser de davet eder ve der ki;

-Eğer hristiyan olursanız hepinizi salar, gönderirim der. Abdullah bin Huzafe radıyal-
lahu anh ;

-Ölüm bana, beni çağırmış olduğun bu uydurma dinden bin kat daha hayırlıdır. Bin defa
ölürüm ama Muhammed aleyhisselâmın yolunu bırakmam. İslamı bırakmam.

60
-Seni mülküme ortak ederim. Seni yanıma alırım. Burada müsteşar olur, vezir olursun.
Sarayda yaşarsın üzerindeki yamaları sayamadığım adam, der.

-Gözümü açıp kapayıncaya kadar bana Arabın Acemin mülkünü verseniz de Muham-
med aleyhisselâmın yolunu bırakmam. İhanet etmem, deyince Kayser Müslümanlara
işkence yapılmasını emreder. Sonra Abdullah bin Huzafe'yi çarmıha gererler. Ellerine
ve ayaklarına ok atarlar. Ama o bütün bu acıların içerisinde la ilahe illallah Muhamme-
dun Resulullah diyor. Kayser bakıyor ki o İslamı bırakırsa Müslümanlarda bir kırılma
olacak. Peygamber aleyhisselâmı gören büyük sahabi Mekke'de işkencelere meydan
okuyan Abdullah, Hz.Muhammed aleyhisselâmı bıraktı diyecekler. İslam safında moral
bakımından bir çökme olacak. Onun için Kayser bastırıyor. Nasıl olur da onu diriyken
İslamdan alabilirim diye yol arıyor. Onun şehadet getirmesi işkencelere meydan oku-
ması kayseri hayrete düşürür. Der ki;

-Başkalarını getirin. Büyük kazanlar getirin, der. Kazanlara yağı dökerler, o Müslüman-
ları kaynar yağın içine atarlar. Onların feryatları duyar. Kayser Abdullah bin Huzafe'ye
der ki;

-Şimdi sen o kazana atılacaksın. Muhammed'i sallallahu aleyhi ve sellem bırakıyor mu-
sun? Alın bunu da o kaynar kazana atın, diyor. Götürürlerken ağlıyor Abdullah ibni
Huzafe radıyallahu anh. Onu o halde görünce haber veriyorlar. Seviniyor, zannediyor
ki korktuğu için ağlıyor ve diliyle Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi bırakacak.
Dönüyor ve soruyor;

-Neden ağlıyorsun? Seni ağlatan nedir?

-Beni o kaynar kazana atacaksın. Orada öleceğim. Gönlüm ister ki saçlarım adedince
başım olsa her biri o kazanın içine atılsa; Saçım adedince canım olsaydı da Rabbimin
yolunda, Hz. Muhammed aleyhisselâmın davası yolunda feda edebilseydim. Ne ki bir
canım var. Ancak Rabbimin yolunda, beni yoktan var eden El Hâlık olan Allah celle
celaluh uğrunda bir can feda edebiliyorum. Onun için ağlıyorum, deyince karşısında o
zalim Kayser erir ve der ki;

61
-Ey büyük adam. Ey Hz.Muhammedin öğrencisi. Eğer beni alnımdan öprersen seni
salıyorum, seni gönderiyorum.
Abdullah bin Huzafe diyor ki "Bir Müslüman zalimi, kafiri alnından öper mi? Fakat şöyle
dedim ona;

-Eğer burada, bu karargahta, küfrün merkezinde ne kadar Müslüman varsa esir varsa
hepsini benimle gönderirsen alnından öpeyim. Müslümanları kurtarabilme adına bunu
kabul ederim, dedi.

-Tamam, dedi.
Alnından öptüm. Ne kadar Müslüman varsa bana verdi. Medine'ye geldim. Hz. Ömer
radıyallahu anh bunu duyunca buyurdu ki;

-Her Müslümanın üzerine bir vazifedir, kalksın herkes bu Müslümanı, darağacında


ölüme meydan okuyan, Doğu Roma'yı dize getiren Abdullah'ı alnından öpsün. Herkes
ayağa kalksın, sıraya girsin ve Abdullah'ı alnından öpsün. Abdullah'ı alnından önce
ben öpüyorum, der.

Eğer çocuklarınıza, talebelerinize El Hâlık ismini Abdullah bin Huzafe gibi yazar-
sak o zaman bütün sultanlar mahluk olacak. Birinin bir diğerinden farkı yok. Ordusu
olsa onlar da ölecekler yok olacaklar. O teslimiyetle la ilahe illallah diyorsunuz. O tes-
limiyetle Hâlık olan Odur diyoruz, kurtuluyorsunuz bütün bağlardan. Ne kelepçeler ne
prangalar Allahuekber demenize engel olamıyor. Tam manasıyla söylediğimiz an Rab-
bim bize özgürlük, hürriyet verecek.

EL BÂRÎ

El Bârî; Her şeyi kusursuz, muhteşem, mükemmel olarak var eden demek.

62
El Hâlık isminde takdir ediyor. Bârî ismi ise şekil veriyor. Yani Allah Teâlâ, El Hâlık
ismiyle anne rahminde yaratılmamızı takdir buyurdu. Bârî ismiyle insanı spermden ve
yumurtadan var etti. Orada bize bir şekil verdi. Cenin oluyoruz ve insanın yaratılışı
gerçekleşiyor, mükemmel bir şekilde dünyaya geliyor. O konuşamayan yavru ağlaya-
rak annesine acıktığını söylüyor. Bu nasıl bir Kudret ki o çocuğa derdini kavratıyor,
acıktığını anlıyor. O güç ki Ona El Bârî diyoruz.
Buğday da incir gibi iki üç ayda bir olsaydı insanlar nasıl hasat yapardı? Buğdayla
arpayı bir anda olduran kim kardeşlerim?! Üzüm de bir anda olsaydı bir anda hasat
yapılacak ve çürüyecekti. Bütün bunları yaratan, yöneten El Bârî... Çekirdeğe El Hâlık
olarak bir program koyuyor. Sonra kupkuru kumluktan içi su dolu karpuzu, kavunu El
Bârî ismiyle çıkarıyor. El Bârî adıyla kedi nefsine yönel. O nasıl toprağa düşen tohuma
El Bârî adıyla şekil veriyor, onu varlık alemine çıkarıyor, ben de bu isimden nasibimi
alayım. Ya Bârî! Benim kalbime de Allah Teâlânın boyasını sür. Kur'an'ın anlattığı o
insanın şeklini ver, var et ya Rabbim.

EL MUSAVVİR

El Musavvir, şekil veriyor. Yani ince ayarları tayin ediyor. Gözümüzün şekli, gör-
mesi, içinde neler var, kaşımız nasıl olacak gibi. Gözümüzde kapaklar var. Tehlike
anında kapanıyor. Ama kulakta yok. Gözkapağı olmasaydı gözümüzü koruyamazdık.
Bütün bunları El Musavvir adıyla yapıyor.

El Musavvir diyor ki; Allah Teâlânın bu ismini tesbih ederken "Ey Musavvir olan
Rabbim! Gözüme bakış şeklini ver. Kulağıma İslama göre duyuş şekli ver. Lisanıma
Senin muradına göre konuşma şeklini ver. Bana İslama göre bir irade ver. Ruhumu,
Peygamber aleyhisselâmın ruhuna benzeyecek şekilde şekillendir ey Musavvir olan
Allah'ım. Sen bütün eşyaya şeklini, suretini verensin. Aklıma, idrakime, şuuruma İs-
lama göre bir şekil ver" diye dua edelim.

El Hâlık ismiyle takdir ediyor; nasıl olacaksın,dünyaya nasıl geleceksin diye. El


Bârî ismiyle; takdirini varlık alemine taşıyor. El Musavvir ismiyle; Rabbim ona ruhi ve
fiziki nihai şeklini veriyor. Alemde ne kadar varlık varsa onlardaki nihai şekil bize Al-
lah'ın Musavvir adını gösteriyor.

63
EL-ĞAFFÂR

El Ğaffâr; O, Kusurları örten ve kusurları bağışlayandır. İmam Gazali buyuruyor ki


"Güzeli ortaya çıkarır, çirkini örter". Yani kainata baktığımızda Allah Teâlâ dağdaki,
bayırdaki, denizdeki güzellikleri ortaya çıkarır; insanı tiksindiren neler varsa onları da
örter. İmam Gazali Rahmetullahi aleyh bu durumu üç başlıkta mütalaa eder;

1. İnsana baktığımızda, Allah Teala Ğaffâr oluşunun bir tecellisi olarak, insanın avretini
örter. Kusurunu örter. En ahlaksız adam bile avret yerlerini kapatır. Allah azze ve celle
insanı utanan, haya eden bir varlık olarak yarattığından dolayıdır.

2. Allah Teâlâ kalbin üzerini örtmüştür. Kalbe bazen fitne, fesat, gıybet düşer. İnsanlar
başkasına dair yüreklerinde öfke taşırlar. Eğer lisana dökmedilerse, karşı tarafa saldır-
madılarsa bundan sorumlu olmazlar. Eğer insanlar muhataplarıyla konuşurken içle-
rinde neler taşıdığını izhar etmiş olsalar birbirlerinin yanında oturmaya yüzleri kalmaz.
Kızdığımız zaman yüzümüzde öfkemiz zahir olur. İnsanlar öfkeyi, gazabı ifadelerde
okurlar. Ama kalp öyle değil. Kalp gizler. Küfrü, imanı, nifakı, ihlası da gizler. Elbette
bunun da alametleri, dışarı yansıyan hususları vardır. Fakat kalbin gizleme hususiyeti
vardır. Kalpteki her şey zahir olsaydı; insanlar hayadan sokaklara çıkamaz, meydan
yerinde olamazlardı.

3. Allah azze ve celle Ğaffâr isminin bir tecellisi olarak kullarının günahlarını örter. Top-
luluk içerisinde onların kusurlarını izhar etmez. İşte bütün bunlar Ğaffâr isminin bir te-
cellisidir.

Ğaffâr ismi bize; Siz de insanların kusurlarını, hatalarını Benim örttüğüm gibi ör-
tün.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Kim bir Müslümanın dün-


yada kusurunu, ayıbını örterse Allah azze ve celle hem dünyada hem ahirette
onun günahını, kusurunu örter".

Rabbim bize Rahmetiyle muamele ediyor. O Rahmetinin bir tecellisidir ki hata yap-
tığımızda hemen cezalandırmıyor. Nahl Suresinin 61. ayetinde buyuruyor ki;

64
َ ‫علَ ْي َها ِمن دَآبﱠ ٍة َولَ ِكن يُ َؤ ِ ّخ ُر ُه ْم إلَى أ َ َج ٍل ﱡم‬
‫سمى فَ ِإ َذا‬ َ ‫َاخذُ ّ ُ النﱠ‬
ُ ‫اس ِب‬
َ َ‫ظ ْل ِم ِهم ﱠما ت َ َرك‬ ِ ‫َولَ ْو يُؤ‬
ْ َ‫ساعَةً َوﻻَ ي‬
َ ‫ستَ ْق ِد ُم‬
‫ون‬ َ ‫ون‬ َ ‫ستَأ ْ ِخ ُر‬
ْ َ‫َجاء أ َ َجلُ ُه ْم ﻻَ ي‬

‘’Eğer Allah insanları, haksızlıkları nedeniyle cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde


hiçbir canlı bırakmazdı. Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar erteler. Süre-
leri dolduğu zaman, ne bir saat ertelenir ne de öne alınır.’’

Nahl Suresi 61

Eğer Allah azze ve celle insanları; zulümleri, ihanetleri, yanlışları, Allah'a meydan
okumaları sebebiyle hemen anında derdest etmiş olsaydı o zaman yeryüzünde bir kişi
bırakmazdı. Demek ki hatasız kul yok. Ama Rabbim hatalarımızı ortaya çıkarmıyor. O
halde sen oğlunu, kızını terbiye ederken onların yanlışlarını yüzlerine vurarak terbiye
edemezsin. Yanlışlarını üzerini örterek tedavi edeceksin. Hastalıklarını ortaya çıkara-
rak, ifşa ederek terbiye etmeye kalkarsan haya perdesini yırtarsın. Her şey onun dün-
yasında meşrulaşır. Mesela pencereden bakarken oğlunun sigara içtiğini görüyorsun
ama o görmüyor. Sen yanına çağırıp sigara içtiğini görmemiş gibi onunla konuşuyor-
sun. Sigaranın niçin haram olduğunu ayetlerle, hadislerle anlatıyorsun. Sonra tıbbi ola-
rak nasıl yıkımlara yol açtığını anlatacaksın. İlerde evleneceksin. Eşinin senin üzerinde
hakkı var, bu ağızla o eve nasıl gireceksin. Çocuklarına böyle bir ağızla yaklaşırsan
ona zulmedersin diyeceksin.

ً ُ ‫غف‬
‫ورا ﱠر ِحي ًما‬ َ ‫سو ًءا أ َ ْو يَ ْظ ِل ْم نَ ْف‬
ْ َ‫سهُ ث ُ ﱠم ي‬
َ َ ّ ‫ستَ ْغ ِف ِر ّ َ َي ِج ِد‬ ُ ‫َو َمن يَ ْع َم ْل‬

‘’Kim bir kötülük yapar veya kendisine haksızlık eder de, sonra Allah'tan bağış-
lanma dilerse; Allah'ı, Çok Bağışlayıcı ve Kesintisiz Rahmet edici bulur.’’
Nisa Suresi 110

İnsan nefsine zulmetti, namaz kılmadı, oruç tutmadı, evinde ailesinde çocuklarına
İslamı anlatmadı. Ama sonra aklı başına geldi ve gece gündüz istiğfar etti. Peygamber

65
aleyhisselâm gibi; O günde yüz defa Rabbime istiğfar ettiğini buyuruyor. Peki Allah
Teâlâ, Efendimiz aleyhisselâmın gelmiş geçmiş bütün günahlarını affettiği halde niçin
istiğfar eder? Onunla bize diyor ki ; Ben bu halde istiğfar ediyorsam peki ya senin halin
nice olmalıdır?! Ğaffâr olan, günahları affeden Rabbim seni de bekliyor. Ona yönel.
Ama tövbede bir pişmanlık, nedamet hali olacak. Ben sana nasıl isyan ettim, ihanet
ettim diye onun mahcubiyetini hissederek yöneleceğiz. Rabbimize öyle yönelince gü-
nahlar, gökten yağmurun boşalması gibi bizden boşalıyor.

َ ُ‫طوا ِمن ﱠر ْح َم ِة ﱠ ِ ِإ ﱠن ﱠ َ َي ْغ ِف ُر الذﱡن‬


‫وب َج ِمي ًعا‬ ِ ُ‫علَى أَنف‬
ُ َ‫س ِه ْم َﻻ تَ ْقن‬ ْ َ ‫ِين أ‬
َ ‫س َرفُوا‬ َ ‫قُ ْل يَا ِعبَاد‬
َ ‫ِي الﱠذ‬
‫إِنﱠهُ ُه َو ا ْل َغفُو ُر ﱠ‬
‫الر ِحي ُم‬

De ki: "Ey kendilerine karşı israf eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesme-
yin. Allah, suçların hepsini bağışlar. O, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir.

Zümer Suresi 53

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem insanların günahlarını yüzlerine vurmadı. Ne-


ler neler yapanlar vardı. Tövbe ettiler, önceki hallerinden uzaklaştılar. Efendimiz aley-
hisselâm, El Ğaffâr olan Allah azze ve celleye havale etti. Yani biz insanların geçmişini
karıştırmakla sorumlu değiliz. Orasını Rabbime havale ediyoruz. Biz sadece onların
tövbelerine ne kadar sadakat gösterdiklerine bakarız.

Hz. Ömer radıyallahu anh zamanında bir adam vardı. Ona gelir ve der ki;

-Ben cahiliye döneminde kız çocuğunu diri diri toprağa gömen adamlardan biriydim.
Kızımı çukurun içine attım orada “baba baba!” diye feryat ediyor. Dayanamadım kızımı
o halde toprağın altından çıkardım. Az kaldı ölüyordu ama kurtuldu. Sonra İslam dö-
neminde bir yanlış yaptı. Kızıma ceza uygulandı. Ardından kızım intihar etmek istedi,
tövbeyi anlattılar istiğfar etti. Önceki hayatından kurtuldu ve yeni bir hayata girdi ki onu
tanıyamazsın. Öyle iman etti, teslim oldu. Şimdi kızım evlenecek yaşa geldi. Onun ön-
ceden yaptığı hatalar vardı. Bunu anlatayım mı? Şimdi saliha, abide, zahide bir kız
oldu.

66
-Tövbe ettikten sonra, pişman olduktan sonra, bütün varlığıyla El Ğaffâr celle celaluha
sığındıktan sonra eğer kızının yaptığı yanlışları izhar edersen sana öyle bir ceza verir,
canını yakarım ki bir daha unutamazsın.
Birisi hata yaptığında eğer Müslüman kardeşinizi ayıplarsanız, onu ayıplamış olduğu-
nuz mesele başınıza gelmeden ölmezsiniz. Yani bir Müslümanın ayağı kaydı, yanlış
yaptı. O olay kulislerde sürekli konuşursa o olay başına gelir. Eğer onun hatasını des-
teklerse Allah’a meydan okuyor gibi olur. O adamın günahına ortak oluyor demektir.

Allah Teâlâ bize Ğaffâr ismiyle; örtün buyuruyor. Kendi günahlarınızı görün ama
başkalarının günahlarına karşı kör olun, dilsiz, olun, sağır olun ki selamete eresiniz.
Olun ki El Ğaffâr celle celaluh bu isimle ruhumuzu terbiye etsin.

Hz. Aişe radıyallahu anha annemize iftira atınca, Ebu Bekir efendimiz radıyallahu
anhın bakmış olduğu akrabası Mistah’ta ona iftira edenler kadrosuna katılır. Ebu Bekir
efendimiz en yakınından bunu duyunca o zaman yemin eder;

-Bu muhacirdi, açtı, evine ekmek götüremez öyle bir hali vardı. Bundan sonra ona hiç-
bir şey vermeyeceğim. Madem ki müfteriler kadrosuna katıldı, dünyanın en iffetli ka-
dınlarından Aişe’ye bu iffetsiz isnatta bulunanların içinde yer aldı o halde ona hiçbir
şey yok, dedi. Sonra Nur Suresinin 22. Ayeti nazil oldu;

ِ ‫ين َوا ْل ُم َه‬


َ ‫اج ۪ر‬
‫ين ف۪ ي‬ َ ‫سعَ ِة ا َ ْن يُ ْؤت ُٓوا ا ُ ۬و ِلي ا ْلقُ ْر ٰبى َوا ْل َم‬
َ ‫س ۪اك‬ ‫ض ِل ِم ْن ُك ْم َوال ﱠ‬ْ َ‫َو َﻻ يَأْت َ ِل ا ُ ۬ولُوا ا ْلف‬
‫غفُو ٌر َر ۪حي ٌم‬َ ُ ‫ون اَ ْن يَ ْغ ِف َر ﱣ ُ لَكُ ۜ ْم َو ﱣ‬ ۜ ‫ص َف ُح‬
َ ‫وا ا َ َﻻ ت ُ ِحبﱡ‬ ْ َ‫س ۪بي ِل ﱣ ۖ ِ َو ْليَ ْعفُوا َو ْلي‬ َ

‘’İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda


hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar,
hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağış-
layıcıdır, çok esirgeyicidir.’’
Nur Suresi 22

Yani diyor ki; Ey Ebubekir radıyallahu anh, sen veriyordun. Şimdi vermiş olduğun
adam kızın üzerinden, Peygamber aleyhisselâmın eşi üzerinden sana ihanet etti, seni

67
vurdu. Sen şimdi ona vermeyeceksin. Ama sen El Ğaffâr celle celaluh diyorsun. Allah
azze ve celle kusurları ve yanlışları örtüyor. O halde sen de ört. Ört ki Ğaffâr celle
celaluh kusurları örtsün.

Aişe annemiz radıyallahu anha, Efendimiz aleyhisselâma;

-Eğer Kadir Gecesine varırsam nasıl dua edeyim, diye sorar. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem ;

"Allahümme inneke afüvvün tuhibbü'l-afve fa'fu annî (Allah'ım, sen affedicisin,


affetmeyi seversin, beni de affeyle) dersin.' buyurdu. Eğer bu cümleyi kurmaya
birazcık da olsa liyakatimiz olsun istiyorsak, gözlerimizi kapatacağız ve başkalarının
ayıplarını görmeyeceğiz. Başkalarının kusurlarını duymayacak ve konuşmayacağız o
zaman ‘Allahümme inneke afüvvün’ dediğimizde Ğaffâr olan Allah azze ve celle kusur-
larımızı örtecek ve Rahmetiyle muamele edecek.

El Ğaffâr isminden nasibimiz şudur; Biz kusurları örteceğiz, Allah Teâlâ da bizim
kusurlarımızı örtecek. İmam Gazali Rahmetullahi aleyh, İsa aleyhisselâmın bir sözünü
aktarır;
İsa aleyhisselâm havarileriyle giderken bir köpeğin leşini görmüşler ve demişler ki;

- Bu ne kadar kötü kokan bir leştir, dediler. Hz. İsa aleyhisselâm buyurmuş ki;

-Onun dişleri ne kadar da güzeldir.

Yani bir leş var. O koku oradan geçmenize engel olacak derecede ama orada bir gü-
zellik arıyorsun. Hz. İsa aleyhisselâmın bu bakışı bize diyor ki; Bakmayı biliyorsanız
68
leşte bile bir güzel nokta var. Onun dişleri var. O halde etrafımızdaki Müslümanların
birkaç yönüne kızıyoruz ama mutlaka onun da güzel yönleri vardır. Eksikleri ört ki Allah
Teâlâ da bizim eksiklerimizi örtsün.

EL-KAHHÂR

El Kahhâr; O bütün varlıklara neyi murad ettiriyorsa onu yapacak kudrete sahiptir.
Hiçbir güç hiçbir kuvvet Allah azze ve cellenin muradına engel olamaz. Zalimlerin belini
büken, sistemlerini çökerten isimdir El Kahhâr celle celaluh. Mazlumların umududur.
Müslümanlar bu isimle Ona yönelir, iltica ederler. Bilirler ki Allah azze ve celle kulları
üzerinde mutlak bir tasarrufa sahiptir. Ne istiyorsa o olur. Kimse Onun iradesini geri
çeviremez.

Kur'an-ı Kerim bize Allah Teâlânın Kahhâr oluşunu anlatır. Yani vakti gelince za-
limlerin sistemlerini tarumar edişini, ülkelerini altını üstüne getirişini, helak edişini bize
anlatır.

‫ص ْي َحةُ َو ِم ْن ُهم ﱠم ْن‬


‫اصبًا َو ِم ْن ُهم ﱠم ْن أ َ َخذَتْهُ ال ﱠ‬ َ ‫فَكُﻼ أ َ َخ ْذنَا ِب َذنبِ ِه فَ ِم ْن ُهم ﱠم ْن أ َ ْر‬
َ ‫س ْلنَا‬
ِ ‫علَ ْي ِه َح‬
َ ُ‫َان ﱠ ُ ِليَ ْظ ِل َم ُه ْم َولَ ِكن كَانُوا أَنف‬
‫س ُه ْم يَ ْظ ِل ُمو َن‬ َ ‫ض َو ِم ْن ُهم ﱠم ْن أ َ ْغ َر ْقنَا َو َما ك‬
َ ‫س ْفنَا بِ ِه ْاﻷ َ ْر‬
َ ‫َخ‬

‘’Bunun üzerine suçları nedeniyle hepsini cezalandırdık. Bir kısmının üzerine taş-
lar savuran rüzgarlar gönderdik. Kimisini de korkunç bir ses yakaladı. Kimisini de
yerin dibine geçirdik. Kimisini de boğduk. Böyle yapmakla, Allah onlara haksızlık
yapmadı. Fakat onlar kendi kendilerine haksızlık yaptılar.’’
Ankebut Suresi 40

Şimdi kazıp antik şehirler çıkarıyorlar yerin altından. Allah Teâlâ kimseye zulmet-
miyor. İnsan kendine zulmediyor. Gücü kuvveti eline alınca zannediyor ki benden
başka malik yok, bu dünyanın sahibi benim.

‫ش ﱡد ِمنﱠا قُ ﱠوةً أ َ َولَ ْم يَ َر ْوا أَ ﱠن ﱠ َ الﱠذِي‬


َ َ ‫ق َوقَالُوا َم ْن أ‬ ْ ‫فَأ َ ﱠما عَا ٌد فَا‬
ِ ‫ست َ ْكبَ ُروا فِي ْاﻷ َ ْر‬
ِ ّ ‫ض ِبغَي ِْر ا ْل َح‬
َ َ ‫َخ َلقَ ُه ْم ُه َو أ‬
َ ‫ش ﱡد ِم ْن ُه ْم قُ ﱠوةً َوكَانُوا ِبآيَاتِ َنا يَجْ َحد‬
‫ُون‬

69
ِ ‫صا ِعقَةُ ا ْل َع َذا‬
ِ ‫ب ا ْل ُه‬
‫ون بِ َما َكانُوا‬ َ ‫علَى ا ْل ُهدَى َفأ َ َخ َذتْ ُه ْم‬ ْ ‫َوأ َ ﱠما ث َ ُمو ُد فَ َه َد ْينَاهُ ْم َفا‬
َ ‫ست َ َحبﱡوا ا ْلعَ َمى‬
َ ُ‫سب‬
‫ون‬ ِ ‫يَ ْك‬

‘’Âd'a gelince, onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar: "Bizden daha
güçlü kim olabilir?" dediler. Kendilerini yaratan Allah'ın, kendilerinden daha güçlü
olduğunu görmediler mi? Ayetlerimizi bile bile reddediyorlardı.’’
Fussilet Suresi 15

‘’Semud halkına gelince, onlara doğru yolu göstermiştik. Fakat onlar körlüğü
doğru yola tercih ettiler. Bunun üzerine, yaptıkları şeyler nedeniyle, alçaltıcı aza-
bın yıldırımı onları yakaladı.’’
Fussilet Suresi 17

Semud kavmi dağları oyup orada evler yapıyorlardı. Sonra Allah Teâlâ buralara
gelemez, karışamaz diyorlardı. O zulmedenlerin, Allah'a meydan okuyanların, evlerine,
servetlerine, iktidarlarına güvenenlerin evlerinin virane olduğunu görürsünüz. Hiçbir
güç Allah azze ve cellenin karşısında duramamıştır. *

َ ‫ِإ ﱠن َر ﱠبكَ لَ ِبا ْل ِم ْر‬


‫صا ِد‬

‘’Şüphesiz Rabbin, gözetlemededir.’’


Fecr Suresi 14
El Kahhâr isminden nasibimiz şudur; Diyoruz ki "Ya Rabbi! Dünya bir imtihan yeri.
Biz kulluk yapamadık. Biz şeriatına ittiba edemedik. Biz bu cihetle Rahmetine nail ola-
madık. Sen ehl-i imanı müdafaa edeceğini haber veriyorsun. Fakat biz Sahabe-i Kiram
gibi iman edemedik. Küfürden, küfrün adetlerine bütün varlığımızla uzaklaşamadık.
Bunun için Kur'an-ı Hakim bir reçete olarak bizi tedavi etmiyor. Biz ona muhatap ola-
madık. Ama şunu biliyoruz eğer Kitabına dönersek bizden öncekilere Rahmet ettiğin
gibi bize de Rahmet edeceksin. Nasıl kafirleri, zalimleri sonunda helak ettiysen bu ça-
ğın zalimlerini de Kahhâr olan Allah'ım helak edeceksin". Ama önce hazır olmak lazım.
Deniz buharlaşacak sonra bulut olacak sonra yağmur olacak. Önce deniz olmalı, bu-

70
hara yol açmalı ki yağmur yeniden gelsin. Zalimler üzerimize gelse, Müslümana sal-
dırsa bedenini öldürürler ama Allah yolunda cihad edenin ruhu diridir. Hasan el Ben-
na'ları, izzettin Kassam'ları, Bayram Hoca'ları, Hızı Efendi'leri; camide şehid ettiler Me-
tin Yüksel'leri fakat onlar hep imanlarıyla dirildiler. Evet bunlar şimdi Müslümanlara zul-
mediyorlar. Fakat Allah azze ve celle El Kahhâr ismiyle tecelli edince Müslümanların
bedenlerine saldıranların bütün güçleri yerin altına geçecek, devletleri yıkılacak. O za-
man Müslümanlar, ruhlarıyla bütün bir aleme yol verecekler, ışık olup gece kandil gibi
aydınlatacaklar.

َ ُ‫س ِبي ِل ّ ِ أ َ ْم َواتًا َب ْل أَحْ َياء ِعن َد َر ِبّ ِه ْم يُ ْر َزق‬


‫ون‬ َ ‫ِين قُ ِتلُواْ ِفي‬
َ ‫س َب ﱠن الﱠذ‬
َ ْ‫َوﻻ َ تَح‬

‘’Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Bilakis onlar diridirler, Rabb'leri katında
rızıklanmaktadırlar.’’
Ali İmran Suresi 169

EL-VEHHÂB

El Vehhâb; Nimeti sınırsız olan. İhsanı namütenahi olan. Karşılık beklemeden ve-
rendir. İmam Gazali buyuruyor ki "Bütün ihtiyaç sahiplerine neye muhtaçsa onu veri-
yor". Şifaya muhtaçsa onu veriyor. Senden benden bir şey istemeden verir. Fakat biz
öyle miyiz? Babanızın yanında çalışıyorsunuz diyelim. Bir gün iki gün üç gün işe git-
medin. Sonra baban çağırır "Bak evladım. Benim diğer çocuklarım da var. Sen çalış-
mıyorsun onlar çalışıyor. Ben onlara haksızlık yapamam. Sen çekil bir daha buraya
gelme" der. Hele başka birinin yanında çalışıyorsan işe gitmediğinde tutanakları tutar-
lar, iş akdini feshederler bir daha orada olamazsın. Kabul etmezler, almazlar seni. Fa-
kat El Vehhâb olan Allah Teâlâ namaz kılmaz, oruç tutmaz, hayatında İslam yok, iman
yok, Rabbine isyan eden adama da ihsan ediyor, lütfediyor.

El Vehhâb olan Rabbimiz bize bu ismiyle muhabbeti anlatıyor. O bize ikram ediyor.
Kimilerinin gözleri görmüyor, kulakları duymuyor, dilleri konuşmuyor. Milyarlar da har-
casalar durumu değişmeyecek olanlar var. Bize gören gözler, duyan kulaklar, konuşan

71
diller veren El Vehhâb celle celaluh bir bedel istemiyor. İmanı olanlar o nimetlere ba-
karlar ve;

‫علَى‬ َ ْ‫ِين ِإذَا ذُ ِك َر ّ ُ َو ِجلَتْ قُلُوبُ ُه ْم َو ِإ َذا ت ُ ِل َيت‬


َ ‫علَ ْي ِه ْم آ َيات ُهُ َزا َدتْ ُه ْم ِإي َمانًا َو‬ َ ُ‫ِإنﱠ َما ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
َ ‫ون الﱠذ‬
َ ُ‫َر ِبّ ِه ْم َيت َ َو ﱠكل‬
‫ون‬

‘’Mü'minler ancak o kimselerdir ki: Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir, onlara Al-
lah'ın ayetleri okunduğunda bu imanlarını artırır ve yalnızca Rabb'lerine tevekkül
ederler.’’

Enfal Suresi 2

Sahabe-i Kiram efendilerimiz Rabbimizin hibe eden, ikram eden, karşılık almadan
kullarına veren El Vehhâb ismini vird haline getirdiler. Onunla Allah azze ve celleyi
tazim ettiler. Yüreklerinde öyle bir muhabbet hasıl oldu ki canlarını da mallarını da ver-
diler. Onun yolunda her şeyden geçiverdiler.

َ ُ ّ ‫ون ّ َ فَات ﱠ ِبعُو ِني يُ ْح ِب ْب ُك ُم ّ ُ َو َي ْغ ِف ْر لَ ُك ْم ذُنُو َبكُ ْم َو‬


ٌ ُ‫غف‬
‫ور ﱠر ِحي ٌم‬ َ ‫قُ ْل ِإن كُنت ُ ْم ت ُ ِحبﱡ‬

De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı
bağışlasın. Allah, Çok Bağışlayıcı’dır, Rahmeti Kesintisiz’dir.
Ali İmran Suresi 31

El Vehhâb ismini tefekkür edince içimizde Rabbimize karşı bir muhabbet oluşacak.
Yani size hediye veren insana karşı muhabbetiniz artıyor, değil mi? Bütün bu nimetleri
verenin Allah azze ve celle olduğun bilirsek o zaman şükrümüz, muhabbetimiz artacak.
"Ya Rabbim biz nimetlerini saymaktan aciziz. Nerde kaldı ki hakkıyla şükredelim. Ama
seviyoruz Allah'ım. Muhabbetimizi kabul eyle" diye Ona yalvarıyoruz. Ona iltica ediyo-
ruz.

72
El Vehhâb isminden nasibimiz; Unutmuyoruz ki O El Vehhâb! Bedel olmadan ik-
ram ediyor. O zaman biz de imkanımız varken ikram ediyorsak alkış beklemeyeceğiz.
Teşekkür beklemeyeceğiz. Milletin gözü önünde fakire, yetime vermeyeceğiz. Dünya-
lık verip de karşılığında onların onurlarını almayacağız. Sadece ve sadece Allah azze
ve cellenin rızasına talip olacağız. Sen de dünyevi bir karşılık olmadan vereceksin.

Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum büyük insanlar. Çünkü Muhammed aleyhis-


selâmı gördüler. Onun halkasında, onunla beraber olmakla şereflendiler. Allah Teâlâ
da onlardan razı olduğunu haber verdi. El Vehhâb celle celaluh ismi Sahabe-i Kiram
da en ziyade kim de tezahür eder diye sorsam kim aklınıza gelir? En fazla infak eden,
en fazla infak ile bilinen hangi sahabidir? Sekizinci Müslüman Ebu Bekir efendimiz on-
dan iki gün sonra Müslüman olmuş. Tevbe Suresi 100.ayette;

‘’Muhacir ve Ensar'dan, öne geçenlerden ve iyilikte onları izleyenlerden Allah razı


olmuştur. Onlar da O'ndan razı olmuştur. Onlara, içinde aralıksız ve sürekli kala-
cakları, içinden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte büyük başarı budur.’’

Rabbimin anlattığı önde olanlardan. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme bir Cebrail,
bir Ebubekir radıyallahu anh, bir de o imamlık yapmıştı. Aşere-i mübeşereden Abdur-
rahman ibni Avf. Muhacirdir. Mekke'de çeşitli işkencelere, belalara, musibetlere maruz
kalır. Habeşistan'a hicret eder. Sonra Medine'ye muhacir olur. Medine'de Peygambe-
rimiz sallallahu aleyhi ve sellem ensarla muhaciri toplar ve onları kardeş yapar. Abdur-
rahman bin Avf'ın nasibi de Sa'd bin Rebi olur. Sa'd bin Rebi radıyallahu anh ona der
ki "Ben ensarın, Medine'nin en zenginlerindenim. Şöyle iki tane büyük bahçem var.
Hangisini beğeniyorsan onu sana vereyim. Dünyalık nelere sahipsem onları seninle
bölüşmek istiyorum" der. Ama Allah Resulü aleyhisselâmın diğer öğrencisi. Onlar el
açmayı bilmiyorlar. Onlar infak edecek. Onlar El Vehhâb celle celaluh diyorlar. O veri-
yorsa ben de vereyim, çalışayım, uğraşayım, imar edeyim. Alın terimle kazanayım di-
yorlar. Sonra bunlar bana mülkünden Ya Rab. Senin yolunda infak edeyim derler. Ver-
diklerimizin bir kıymeti var. Onlar bizimle ahirete gelecek. Abdurrahman bin Avf karde-
şine diyor ki "Bana çarşıyı gösterin". Çarşıya diyor. Çalışıp para kazanıyor. Bir miktar
biriktirince mehir parası olarak bir altn çekirdeği kadar para biriktirip evleniyor. Efendi-
miz sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce "Abdurrahman. Senden güzel kokular ge-
liyor" deyince Efendimiz aleyhisselâma "Medine'deyiz. Sıkıntılar var ama yeni bir

73
dünya kurmamız gerekir ya Resulullah. Evlendim" deyince Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellem "O halde bir koyunla bile olsa bir düğün yemeği ver. Allah malına bereket
versin. Sen düğün yemeği olarak bir koyun kes ikram et insanlara. Allah azze ve celle
sana bereket verecek".

Abdurrahman bin Avf mücahid bir sahabi. Birçok savaşta yer alıyor. Uhud'da öyle
cihad ediyor ki yirmi küsür yerden derin yaralar alıyor. Alla yolunda bedeniyle, malıyla
cihad ediyor. Ama daha ziyade malıyla olan cihadıyla biliniyor. Allah Teâlânın El
Vehhâb ismi onda bütünüyle tecelli ediyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir
sefere gidiyor. Buyuruyor ki;

-Hadi sadaka verin" diyor. Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh diyor ki;

-Ya Rasulullah. Dört bin altınım var. İkisini getirdim, ikisini bıraktım, deyince Efendimiz
aleyhisselâm şöyle dua ediyor;

-Allah Teâlâ verdiğin noktasında sana bereket versin. Geride bıraktığına da Allah be-
reket versin. İnfak ettiğine de bereket versin, dedi.

Tebük muharebesine gidiyorlar. Zor bir sefer. Münafıklar geride kalıyor. Sıcak var,
kıtlık var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem;

-Kim neyi ortaya koyuyor? diyor. Herkes bir şeyler getiriyor. İşte öyle bir zamanda
Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme geliyor.
Efendimize iki yüz ukiye getiriyor. Halep'in ölçeğiyle altmış dört kilo altın getiriyor. Hz.
Ömer radıyallahu anh diyor ki;

-Ya Rasulullah. Bu haliyle günaha irtikab eder. Geride ailesine, çocuklarına bir şey
bırakmadı, deyince Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ;

-Ailene, ehline ne bıraktın? Deyince;

-Onlara Allah'ın ve Resulünün rızık, hayır ve sevap olarak vadettiğini bıraktım, diyor.
Öyle bir iman! O teslim oldukça Allah Teâlâ ona veriyor.

74
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ahirete irtial edince annelerimize bir bahçe-
den hurma gelir ve o hurmayla onlar yıllık nafakalarını alırlar. Zahidene, abidane bir
hayatları vardı annelerimizin. Onlara en ziyade Abdurrahman bin Avf bakar. Onların
ne tür ihtiyacı varsa adamlarıyla gönderir, ihtiyaçlarını karşılardı. Bir gün bir bahçesi
var. Tam kırk bin Dinara o bahçeyi satar. Bir kısmını fukaraya gönderir. Geri kalanını
ise annelerimize gönderir. Hz. Aişe annemize yüklü bir miktarda gönderir. Aişe anne-
miz radıyallahu anh sorar "Bu kimden" diye. Abdurrahman bin Avf'dan olduğunu söy-
lerler. O zaman Aişe annemiz, Allah Resulünün şu ifadesini nakleder "Benden sonra
sizin nafakanızla, sizin geçiminizle Allah yolunda sabrı kuşananlar; günaha girmeme
noktasında sabrı kuşananlar, mallarını Allah'ın muradı noktasında harcamada sabrı
kuşananlar sizin nafakalarınıza, sizin işlerinize ehemmiyet gösterecek". İşte Abdurrah-
man bin Avf onlardan bir tanesi.

Medine'de bir gün çocuklar tekbir, tehlil getiriyorlar. Sokaklarda bağırıp seviniyor-
lar. Fakirler seviniyorlar "lebbeyk" diyorlar. Aişe annemiz radıyallahu anha evinde inzi-
vaya çekilmiş, sesleri duyunca soruyor;

-Nedir bu sesler?

-Abdurrahman bin Avf'ın kervanı, kabilesi geldi, diyorlar.

Yedi yüz deve geliyor. Yedi yüz devede ticaret malları var. Buğday, arpa, zeytinyağı,
üzüm, incir yani Medine'nin bütün pazarlarını dolduracak kadar ticaret malı var. Ço-
cuklar, fakirler seviniyorlar. Biliyorlar ki Abdurrahman bin Avf buradan bize dağıtacak.
Bizim de buradan nasibimiz var. Aişe annemiz, Abdurrahman bin Avf'ın yedi yüz de-
veden oluşan ticaret kafilesinin geldiğinden haberdar olunca buyuruyor ki;

-Ahiretteki sevap, kazanç daha büyük. Eğer Abdurrahman bunları Rabbinin yolunda
infak ederse büyük mükafatlara nail olacak, der. Bir çocuk Aişe annemizin bu ifadesini
Abdurrahman bin Avf'a ulaştırır. Develer çökmeden Abdurrahman bin Avf koşarak Aişe
annemizin yanına gelir. Perdenin öte tarafında, o daracık küçük evin içinde Allah Re-
sulünün eşi var. Dışarda Abdurrahman bin Avf diyor ki;

75
-Allah şahit ey annem. O yedi yüz deveyi madem ki sen o ifadeyi söyledin. O develer
üzerinde, altında, eğerinin üzerinde, altında ne kadar yük varsa hepsini Allah yolunda
verdim. Rabbim şahit olsun" diyor

Abdurrahman bin Avf son anlarını yaşıyor. Evlatlarını yanına çağırıyor ve diyor ki;
-Şu kadar altınım var. Bedir ashabından ne kadarı hayatta onu öğrenin.

-Yüz kişi var baba, diyorlar.

-Her birine dört yüz altın verin. Madem ki onlar Bedir'de Peygamber aleyhisselâmın
"Bu bir avuç Müslüman burada şehid olursa, yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse
kalmayacak" dediği an göğüslerini İslama siper eden o üç yüz on üç kahramandan
hayatta yüz kişi kaldıysa alın her birine dört yüz altın verin. Sonra şu fakirlere, dul ka-
dınlara şu kadar dağıtın. Aileme, çocuklarıma şunlar kalsın. Peygamber aleyhis-
selâmın eşlerine, annelerimize götürün. Hz. Aişe annemiz radıyallahu anha ;

-Allah Teâlâ onu cennet gözelerinden, cennet pınarlarından sulasın Abdurrahman'ı.


Bu infakı yaptıktan sonra ruhunu teslim eder. Namazını Hz. Osman radıyallahu anh
kıldırır. Kabre büyük kumandan Sa'd bin Ebi Vakkas koyar. Tabutunu Ali bin Talip ra-
dıyallahu anh taşır. Taşırken;

-Yerhamukellah ya Abdurrahman. Allah sana Rahmetiyle muamele etsin, der. Yürü-


yenler arasında Hz. Ali radıyallahu anh da var.

Müslümanlar infak ettiklerini kameralar önünde duyurmayacak, bildirmeyecek.


Çünkü bunu Allah rızası için yapıyoruz. Allah, Abdurrahman bin Avf'ın ahlakından na-
sip etsin bize.

Bir gün Abdurrahman bin Avf oruçlu. Önüne bir sofra koyuyorlar ve ağlamaya baş-
lıyor. Ağlaması hıçkırıkla feryada dönüşüyor ve diyor ki;

76
-Musab bin Umeyr Uhud'da şehid olduğu sırada üzerinde bir kefen vardı. Efendimiz
aleyhisselâm bakıyor, gözünden yaşlar geliyor. Üzerindeki o kıyafeti kefen olarak örtü-
yor. Başını örtüyor, ayakları açılıyordu. Ayaklarını örtüyordu başı açılıyordu. Sonra ba-
şını örttük. Ayaklarını Allah Resulünün emriyle izhir otuyla kapattık. Onlar dünyadan
gittiler ama kefenleri bile yoktu. Sonra Allah azze ve celle bize dünyayı verdi. Bu kadar
dünyalıklara malik olduk. Acaba Rabbim bize dünyada verdi de ahirette bizi mahrum
mu bırakır, diye ağlar.

Niçin bir takım oryantalistler Sünnet-i Seniyyeye, sahabeye saldırıyorlar. Onların


bir kısmı oryantalizmin gönüllü iş birlikçisi, bir kısmı gafil. Biliyorlar ki eğer bu ümmetin
evlatlarını Sahabe-i Kiramdan nefret ettirebilirsek, onlar bir daha Allah Teâlânın Es-
masıyla yeryüzünde tecelli edemezler

ER-REZZÂK

Er Rezzâk; Allah Teâlâ bütün mahlukatın rızkını verir. Bizi yarattığı gibi rızkımızı da
yarattı. O rızka nasıl ulaşacağımızın da sebeplerini var etti.

‫ع ِلي ٌم‬ َ ‫الر ْزقَ ِل َمن يَشَاء ِم ْن ِعبَا ِد ِه َويَ ْق ِد ُر لَهُ ِإ ﱠن ﱠ َ بِكُ ِ ّل‬
َ ‫ش ْي ٍء‬ ّ ِ ُ‫ﱠ ُ يَ ْبسُط‬

‘’Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve onun için takdir eder. Kuşkusuz
Allah, Her Şeyi En İyi Bilen'dir.’’
Ankebut Suresi 62

Behlûl Dânâ hazretlerine bir gün Harun Reşid demiş ki;

-Al şu altınları dağıt.

-Nasıl dağıtayım? Senin adaletine göre mi yoksa Allah azze ve cellenin adaletine göre
mi?

-O nasıl oluyor?

77
-Sana göre herkese eşit vermek gerekir. Ama Allah Teâlâ kimine beş verir, kimine on
verir. Kimine bir verir, kimine yüz verir. Allah Teâlâ birine çok verdiyse onu "Acaba
insanlara verecek mi? Fukaranın zenginin malında hakkı var. Bunu düşünecek de on-
lara hakkını verecek mi?" diye onu öyle imtihan ediyor. Fakiri de "Ya Rabbi! Lütfun da
hoş, kahrın da hoş. Bana bu kadar ihsan ettin. Neticede karnım doyuyor ya Rabbi"
deyip o da Allah'a isyandan uzak duracak mı diye imtihan ediyor. Herkes farklı şekilde
imtihanda. O halde insanların birbirinden çok farkı yok. Herkes bir şekilde imtihan olu-
yor.

Biz zannediyoruz ki babalar, büyükler onlar çalışıp onlar ailelerini doyuruyorlar. Bir
adam ölünce geride yetim çocukları kalıyor. Etraftakiler "O çocukların hali nice olacak"
diye ağlayıp üzülüyorlar. Bir zaman sonra bakıyorsunuz ki Er Rezzâk olan Allah Teâlâ
kullarını vesile ediyor, Yemen'de bile olsa o çocukları bulup rızıklarını taşıyorlar.

Eskiden mücahidler cihada giderlerken geride Rumlar, Ermeniler İslam mahalle-


lerinde zımmi statüsünde yaşarlar. Onların hanımları, Müslüman kadınları kışkırtabil-
mek için derlermiş ki "Şimdi burada yalnızsınız. Evinize ekmeği kim getirecek, kim ba-
kacak, kim sizi ayakta tutacak". Bir İslam kadını şöyle cevap vermiş "Yani ben eşimi
biliyorum. Onunla şu kadar zamandır evliyim. Ama ben onun yemek yiyen biri olarak
gördüm. Onu ben rızık veren biri olarak bilmiyorum ki. O bizim gibi otururdu o da yemek
yerdi. Ekkal olan, rızkın eve gelmesine vesile olan, sofra hazırlanınca bizimle oturup
yemek yiyen eşim gitti. Lakin Rezzâk olan Allah azze ve celle Hayy ve layemut". Adam-
lar eve ekmek getirirler. Onlar sebeptirler, vesiledirler. Ama onlar da sofraya oturdukları
zaman eşlerinin hazırladıklarını yerler. Onlar ekkaldir. Rezzâk olan ise Allah azze ve
celledir.

Eğer aklımızla kazanıyor olsaydık çok zeki adamlar çok zengin olacaktı. Ama çok
zeki bir adam, normal zekaya sahip birisinin fabrikasında mühendis olarak, belki işçi
olarak çalışıyor. Demek ki rızıkları tayin eden bir güç var. Hayvanlara bakıyoruz hiç
akılları yok ama onların da alemde rızkı var.
ُ‫ق ذُو ا ْلقُ ﱠو ِة ا ْل َمتِين‬
ُ ‫الر ﱠزا‬
‫ِإ ﱠن ﱠ َ هُ َو ﱠ‬

78
ٍ ُ‫عت ُ ّ ٍو َونُف‬
‫ور‬ َ ‫أ َ ﱠم ْن َه َذا الﱠذِي يَ ْر ُزقُ ُك ْم إِ ْن أ َ ْم‬
ُ ‫سكَ ِر ْزقَهُ بَل لﱠ ﱡجوا فِي‬

‘’Kuşkusuz rızık veren, güçlü ve gücünde metin olan Allah'tır.’’


Zariyat Suresi 58

‘’Veya O, rızkınızı kesse, size kim rızık verebilir? Bilakis, onlar haddi aşmada ve
nefrette ısrar ettiler.’’

Biz Rezzâk olan Allah azze ve celleden alıyoruz. İmkanı olan hem alıyor hem da-
ğıtıyor.

ُ‫ش ْي ٍء فَ ُه َو يُ ْخ ِلفُ ۚه‬


َ ‫شا ُء ِم ْن ِعبَادِه۪ َو َي ْقد ُِر لَ ۜهُ َو َٓما ا َ ْن َف ْقت ُ ْم ِم ْن‬
َٓ َ‫الر ْزقَ ِل َم ْن ي‬
ِّ ‫ط‬ ُ ‫قُ ْل اِ ﱠن َر ۪بّي يَ ْب‬
ُ ‫س‬
‫َو ُه َو َخ ْي ُر ﱠ‬
َ ۪‫الر ِازق‬
‫ين‬

De ki: “Rabbim kullarından dilediğine rızkı bol verir, dilediğine de kısar. Başka-
ları için ne harcarsanız Allah onun yerine yenisini verir. O rızık verenlerin en ha-
yırlısıdır.”

Sebe’ Suresi 39

Dünyada ne infak ediyorsanız, az olsun çok olsun, nerede veriyorsanız verin Allah
azze ve celle onun yerine bize ahirette de dünyada da verecek.

Hâtim el Esam –Esam sağır demek- hazretlerinin yanına bir gün bir kadın gelmiş.
Ona soru sorarken onun karşısında heyecandan vücudundan garip bir ses çıkmış. Ka-
dın mahcubiyetinden düşüp bayılacak gibi olmuş. O an büyük veli sesini yükseltmiş ve
demiş ki “Be kadın! Sen benim sağır olduğumu bilmez misin? Neden yüksek sesle
konuşmazsın”. O zaman kadın rahatlar, zanneder ki büyük veli onu duymadı. Derdini
söyler ayrılır yanından.

79
Hâtim el Esam hayatının sonlarına doğru uzlete çekilir ve kimseyle konuşmaz.
Harun Reşid bir heyet gönderir. “Gidin bu deli midir, veli midir bir bakın” der. Heyet
geriye dönünce der ki “Yaşayanlar içinde yeryüzünün en akıllı adamı odur”.

Bir gün yanında biri gelir ve der ki;


-Sen nerden yiyiyorsun?
-Semadan, der.
-Peki nasıl olur? Diye sorunca ayet-i kerameyi okur;

َ ‫عد‬
‫ُون‬ َ ‫س َماء ِر ْزقُ ُك ْم َو َما تُو‬
‫َوفِي ال ﱠ‬

‘’Gökte rızkınız ve uyarıldığınız şeyler vardır.’’


Zariyat Suresi 22

-Hakkaten semadan mı geliyor?

-Eğer Rabbim yeryüzünü yaratmasaydı o zaman semadan o rızıkları indirmeye Ka-


dirdi.

‫ت‬
ِ ‫اوا‬ ‫سو ِل ﱠ ِ َحتﱠى َينفَ ﱡ‬
‫ضوا َو ِ ﱠ ِ َخ َزائِ ُن ال ﱠ‬
َ ‫س َم‬ ُ ‫علَى َم ْن ِعن َد َر‬ َ ‫ون َﻻ تُن ِفقُوا‬ َ ُ‫ِين َيقُول‬ َ ‫ُه ُم الﱠذ‬
َ ‫ين َﻻ يَ ْفقَ ُه‬
‫ون‬ َ ‫ض َولَ ِك ﱠن ا ْل ُمنَافِ ِق‬ ِ ‫َو ْاﻷ َ ْر‬

Onlar, Allah’ın Resul’ünün yanında bulunanlara, “Yardım etmeyin ki, dağılıp git-
sinler.” Diyenlerdir. Oysa göklerin ve yeryüzünün bütün hazineleri Allah’ındır. An-
cak, münafıklar, bu gerçeği kavrayamıyorlar.
Münafikun Suresi 7

Yer ve göklerin hazineleri Onundur. Ama münafıklar bunu anlayamıyorlar. Yağmur


yağmasa, kuraklık olmasa insanlar ne bulup ne yiyecekler. Elbette buğday semadan
gelmiyor ama kararı oradan geliyor. Dünyayı itme çekme gücüyle boşlukta tutan; kendi
etrafında ve güneşin etrafında dönerken bir sürücüsü olmadan, yakıta ihtiyaç olmadan

80
dünyayı tasarlayan, yöneten Allah azze ve celle yer olmasaydı gökten rızkımızı gön-
dermeye elbette kadirdi. Müslümanlar Er Rezzâk ismine teslim olacaklar kulları arada
sebep olarak görecekler.

Salim radıyallahu anh, Ömer efendimizin torununudur. Bir gün Kabe-i Muazza-
ma'da tavaf ederken Emevi hükümdarı Hişam onunla karşılaşıyor. Diyor ki ona;

-Ne istiyorsun? Benden iste vereyim.

-Allah Teâlânın beytinde, Kabe-i Muazzama'da Allah azze ve celleden başka birinden
bir şey istemekten haya ederim.Ey hükümder senin altının olabilir ama ben Beytullahın
misafiriyim. Burada Ondan başkasından istemekten haya ederim, der. Hişam, Hz. Sa-
lim'i takip eder. Kabe-i Muazzama'dan dışarı çıkınca zanneder ki burada istemedi ama
dışarıda ister. Der ki;

-Şimdi benden iste ne istiyorsan.

-Dünya ihtiyaçlarını mı isteyeyim yoksa ahiret ihtiyaçlarını mı?

-Tabi ki dünyada nelere muhtaçsan onları iste. Ben de ahirette muhtaç olanlardanım.
Ben de akıbetimi bilmiyorum. Ben oraya nasıl katılabilirim? deyince;

-Ben dünyayı dünyaya sahip olan Allah azze ve celleden istemedim de, senin gibi dün-
yaya malik olamayan sadece geçici dünyada emanetçi olan ve ölüm meleği gelince
her şeyi bırakıp ayrılan birinden ister miyim? Ben dünyayı dünyanın sahibinden iste-
medim. Dünyaya sahip olamayandan, malik olamayandan nasıl isterim?

Biri size bir çay, bir yemek ikram ettiğinde o rızka ulaşmanıza vesile oluyor ona
teşekkür ediyorsunuz. Peki onları yaratan, size o çayı ikram edeni de var eden Er Rez-
zâk celle celaluhu unutuyorsak o zaman halimiz nice olur. Onu unutmanın adı ihanettir.
Eğer Sen Rezzâk olmasaydın, rızkımızı insanların eline verseydin o zaman belli bi grup
ayakta kalır geri kalanı vefat ederdi.

81
ً ُ ‫سا ُن َقت‬
‫ورا‬ ِ َ‫شيَة‬
ِ َ‫اﻹنف‬
َ ‫اق َوك‬
َ ‫َان اﻹن‬ ْ ‫س ْكت ُ ْم َخ‬ َ ‫قُل لﱠ ْو أَنت ُ ْم ت َ ْم ِلك‬
َ ‫ُون َخ َزآئِ َن َرحْ َم ِة َر ِبّي إِذًا ﱠﻷ َ ْم‬

De ki: "Eğer siz, Rabb'imin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, tükenir endişesi
ile kimseye bir şey vermezdiniz. Kimi insan çok cimridir. "
İsra Suresi 100

İnsanlar belli bir süre yaşayıp bırakıp gidiyorlar. Sonra başkaları ve başkaları....
Sen de bir gün ayrılacaksın bu dünyadan. Rızkı insanlardan değil Allah azze ve celle-
den iste. “Acele etme. Rızık acele ile elde edilmez. Levhi mahfuzda senin rızkın ne
kadar olduğu yazıldı. Eğer sabredersek rızık gelir bizi bulur. Fakat insanın fıtratında bir
acelecilik, tahammülsüzlük var”. Allah Teâlâ senin ne kadar çalışacağını biliyor ve sana
ona göre bir rızık tayin ediyor.

Rızkın bir zahiri bir de batını var. Zahir olan rızık yiyip içtiklerimizdir. Batın olan ise
Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyedir. O yolda gördüklerimiz, keşifler manevi rızıklar-
dır. Maddi olan rızıklar bedenimizi ölünceye kadar seni ayakta tutar ve ölene kadar
seninle beraber. Ölünce seninle birlikte toprağa karışır ve gübre olurlar. Manevi rızık
ise ahiret sermayesi olur. Müminlerin kurtuluşuna vesile olurlar.

Er Rezzâk isminden nasibimiz; Rabbim nasıl ki karşılık beklemeden bize veriyor,


ikram ediyor, infak ediyor. O halde sana lisan verdi. Lisanla güzel konuş. İnsanlara
ikramda bulun, onların gönüllerini kazan. Sonra o gönüllere İslamı taşı. Allah sana rızık
olarak el verdi. O elle kazanıyorsun. Çocuklarının nafakasını temin ettiysen sen de
Rabbimin sana rızık olarak verdiği elinle insanlara ver, onlara ikram et. Madden ve
manen insanlara destek ol.

EL-FETTÂH

El Fettâh; Her şeyi o açıyor. Bütün kusurları problemleri O gideriyor. Kalelerin ka-
pılarını açacak mücahidlere iradeyi, kuvveti, kudreti O veriyor. Maddi ve manevi bütün
kapıları açan O. Perdeleri gözümüzün, kalbimizin önünden indiren O. Müslümanların
maddi ve manevi zaferlere ulaşmasını sağlayan O El Fettâh olan Allah azze ve celledir.

82
Rabbimizi El Fettâh ismiyle 83eşbih edince önümüzdeki kapıların açıldığını görüyoruz.
En zor zamanlarda Allah azze ve celle büyük fetihlere muvaffak kılacak.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’ye gidiyor. Fakat Hudeybiye’de


Peygamberimizi durdurdular;

-Buradan öteye gidemezsin. Gitmene müsaade etmeyiz, dediler. Ağır bir anlaşma ya-
pıldı. Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum zorlandılar. Kabullenmekte zorlandılar. Neler
neler söylediler ama Allah Resulü aleyhisselâm geri döndü. Geri dönerken Fetih Suresi
nazil oldu;

‫إِنﱠا َفتَحْ نَا لَكَ فَتْ ًحا ﱡم ِبينًا‬

‘’Biz, sana apaçık bir fethin yolunu açtık.’’


Fetih Suresi 1

Asıl fetih kalemle, kelamla kazanılan fetihtir. Yüreklerin fethidir. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem Hudeybiye'den dönüyor geri. Madde planında kaybetti. Mekke'ye gi-
remedi, tavaf edemedi, Beytullah’a biz geldik diyemedi. Muhabirler yıllardır doğdukları,
yaşadıkları Mekke-i Mükerreme'ye hasretler. Ama giremediler. Fakat Allah azze ve
celle bu dönüşe büyük fetih diyor. Apaçık bir fetih diyor. Çünkü bir sulh var, anlaşma
var. Mekkeliler bu barıştan istifade ederek Medine'ye geldiler ve Allah Resulünü tanı-
dılar. Sahabeyi gördüler. "Bunlar insan olamaz. Bu ne muhteşem bir ahlak. Onlar gök-
ten mi geldi, yerden mi bitti. Biz bunları İslamdan önceki halleriyle biliyoruz." dediler.
Ama şimdi Muhammed aleyhisselâmın mescidinde, onun aşk potasında öyle eridiler
öyle piştiler ki adeta melekleşti onlar. Efendimiz aleyhisselâmı ve onun öğrencilerini
görünce kalplerindeki buzlar eridi ve huzurla şehadet getirip Müslüman oldular. Daral-
dınız, yoruldunuz, olmuyor diyorsunuz. On dokuz yıl Rasulullah aleyhisselâmın Hudey-
biye'ye kadar daveti var. Ama yanında bin dört yüz Müslüman var. Bir avuç da Medi-
ne'de kalanlar var. Yani toplasanız iki bin, iki bin beş yüz Müslüman. Fakat o andan
sonra insanlar fevç fevç, cemaat cemaat İslama geldiler. Biz Mümin olarak El Fettâh

83
diyecek, insanlara gidecek ve onların kalplerini açmak için derin bir mücadelenin içeri-
sine gireceğiz. Onlara İslamı anlatma davasında olacaksın. Belki onlar sana bu dave-
tinden, aşkından dolayı deli diyecekler. Bunları büyük bir ünvan kabul edeceksin.

‫ِين آ َمنُواْ َمعَكَ ِمن قَ ْريَتِنَا أ َ ْو‬


َ ‫ْب َوالﱠذ‬ ُ ‫ست َ ْكبَ ُرواْ ِمن قَ ْو ِم ِه َلنُ ْخ ِر َجنﱠكَ يَا‬
ُ ‫شعَي‬ َ ‫قَا َل ا ْل َمﻸ ُ الﱠذ‬
ْ ‫ِين ا‬
َ ‫لَتَعُود ﱠُن فِي ِملﱠ ِتنَا َقا َل أ َ َو َل ْو ُكنﱠا ك َِار ِه‬
‫ين‬

‫ع ْدنَا فِي ِملﱠتِكُم بَ ْع َد إِ ْذ نَ ﱠجانَا ّ ُ ِم ْن َها َو َما يَكُونُ لَنَا أَن نﱠعُو َد فِي َها‬ ُ ‫علَى ّ ِ َك ِذبًا ِإ ْن‬ ْ ‫قَ ِد‬
َ ‫افت َ َر ْينَا‬
ْ ‫علَى ّ ِ ت َ َو ﱠك ْلنَا َربﱠنَا‬
‫افتَ ْح بَ ْينَنَا َو َبي َْن قَ ْو ِم َنا‬ َ ‫ش ْي ٍء ِع ْل ًما‬ ِ ‫إِﻻ ﱠ أَن يَشَاء ّ ُ َربﱡنَا َو‬
َ ‫س َع َربﱡنَا كُ ﱠل‬
َ ‫ق َوأَنتَ َخي ُْر ا ْلفَاتِ ِح‬
‫ين‬ ِ ّ ‫بِا ْل َح‬

Şu'ayb'ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: "Ey Şu'ayb! An-
dolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle
birlikte inananları memleketimizden çıkarırız." Şu'ayb, "İstemesek de mi?" dedi.

"Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Al-
lah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi olmadıkça, sizin
dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle ku-
şatmıştır. Biz yalnız Allah'a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz ara-
sında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın."

Araf Suresi 88-89

Eğer sen bu davete devam eder, sadece İslam dersen "Seni buradan çıkarırız"
derler. Sen de diyeceksin ki "Biz sadece ve sadece Allah azze ve celleye tevekkül ettik.

Amerikalılar Irak'a girdiğinde, Bağdat'a girdiklerine ilk gittikleri yer Saddam'ın sa-
rayıydı. Önce orayı yağmalamaya gittiler. Ama Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sel-

84
lem Mekke'yi fethedip girdiğinde Hz. Hatice annemiz radıyallahu anhanın kabrinin he-
men altındaki yerin üzerinde hemen bir çadır kurduruyor, orada yatıyor. Banyo yapıp
temizlenmek için amcasının kızının evine gitti. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
sekiz yıl sonra Mekke'yi fethediyor. Şehre giriyor. Amcasının kızı Ümmü Hânî'nin evine
gidiyor. Kocası kafir, müşrik ayrılıp gidiyor. Kocasına da eman istiyor. Efendimiz aley-
hisselâm da ona eman veriyor. Peygamberimiz aleyhisselâm bir zamandır bir şey ye-
memiş ve buyuruyor ki;

-Ümmü Hânî, evinde yiyecek bir şey var mı?

-Ya Rasulullah, evimde sadece sirke var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de ev
sahibibi mahcup etmeme adına buyuruyor ki;

-O sirke ne güzel bir katıktır.


Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin fethi ile işgaller arasında gece ile gündüz ara-
sındaki kadar fark var.

Müslümanlar gittikleri yerlerde yürekleri de fethettiler. Kalemle, sözle yapılan za-


fere de fetih diyoruz. Buhari üzerine yazılan en güzel şerh İbn Hacer'in yazdığı "Fetu'l-
Bârî/Bârî olan Allah azze ve cellenin fethi" kitabıdır. Yani Müslümanlar bir eser yazı-
yorlar ve o eser Müslümanların hidayetine vesile olacaksa ona Fetih diyorlar.

Sa'd Bin Ebi Vakkâs on yedi yaşında Müslüman oluyor. Müslüman olan ilk saha-
belerden dördüncüsü olduğu söyleniyor. Yani ondan önce Hz. Ali, Hz. Zeyd ve Hz.
Ebubekir Müslüman oldu. Ebubekir radıyallahu anh Allah Teâlânın El Fettâh ismiyle
vesile oluyor.

Sa'd bin Ebi Vakkâs annesini çok seviyor. Belki de Mekke'de annesine bu denli
bağlanan birisi yoktur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin anne tarafından akraba-
larının soyundan geliyorlar. Bu bağdan dolayı peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sel-
lem ona bakıyor ve "Bu benim dayım" diyor.

Sa'd bin Ebi Vakkâs bir rüya görüyor. Rüyasında denizde belki okyanusta. Dalglar
var. Gece zifiri karanlık. Bir anda dolunayı görüyor ve denizde yol açılıyor. Önünde üç

85
kişi var. Onlar geçmişler onu. Bakıyor ki Ebubekir, Zeyd ve Ali radıyallahu anhum. On-
lar onu geçmişler. Uyanıyor Ebubekir radıyallahu anhı buluyor ve Allah Resulü aley-
hisselâma ulaşıyor. Allah Resulü gelmesini istiyor. Sa'd bin Ebi Vakkâs genç, güçlü,
kuvvetli. Mekke'de en zengin ailelerden birinin çocuğu. Bu rüyayı görünce onun huzu-
runa varıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir patika yolda ikindi namazını kılı-
yor. Sa'd bin Ebi Vakkâs, onun huzurunda iman ediyor, Müslüman oluyor. Sa'd Mek-
ke'de namaz kılmak istiyor ama müsade etmiyorlar. Alıyor arkadaşlarını Mekke'nin ke-
nar mahallelerinden uzaklar daha uzaklara gidip mağaralar buluyor ve oralarda namaz
kılıyorlar. Kafirler ise gençleri zehirliyor diye onu arıyorlar. Allahuekber diyecek, Mek-
keliler bırakmıyor. Dağlara, mağaralara gidiyor peşinden geliyorlar. Namaz kılarken
ona saldırıyorlar. Bir deve kemiği buluyor ve onunla kafirlerin başına vuruyor. Müslü-
manlardan ilk küfür kanı döken on yedi yaşındaki Sa'd bin Ebi Vakkâs oluyor.

İslamla mesafeli olduğu zamanlarda kafirlerin eğlence merkezlerine gitmezdi. Ok


atıyor, okların ıslahıyla meşgul oluyor. Bütün uğraşı ok oluyor. Allah Teâlâ onu Uhud'a
hazırlıyor. O Uhud zamanında küffar, Peygamberimizin üzerine gelirken, bir orduyu
sanki oklarıyla durduruyordu. Sa'd bin Ebi Vakkâs buyuruyor ki; Annem beni çok se-
verdi. Ben de onu çok severdim. Müslüman olduğum haberi anneme ulaşınca dedi ki;

-Evladım! Nasıl annenin babanın dinini bırakıp Müslümanların yanına, Muhammed sal-
lallahu aleyhi ve sellemin yanına gittin. O kölelerin yanına gittin, onlarla beraber oldun.
Bizim gururumuzu, onurumuzu ayaklar altına aldın. Bunu bize nasıl yaptın ya Sa'd'ım?
Ya İslamı bırakacaksın ya da her şeyim dediğin annen ağzına bir lokma ekmek koy-
mayacak ve gözünün önünde vefat edecek. Annen mi yoksa İslam mı? diyor. Eve ge-
liyorum annem hakikaten yemiyor, içmiyor. Annem ölecek. Günler geçiyor annem açlık
grevinde direniyor. Baktım ki annem ayrılıyor aramızdan. Kararlılığımı gösterebilme
adına dedim ki;

-Anne. Bana ne söylersen söyle yapayım. Ama bana İslamı bırak deme anne. Değil bir
tane canın bin tane canın olsa, her biri teker teker senden ayrılsa da vallahi hiçbir şey
için İslamı bırakmam anne. Muhammed aleyhisselâmı, Allah Teâlânın yolunu bırak-
mam anne. Anne o kararlılığı görünce teslim oluyor, vazgeçiyor.
Sa'd bin Ebi Vakkâs ile ilgili Lokman Suresi'nin ayetleri nazil oluyor; *14 ve 15.ayetler

86
َ ِ‫ان بِ َوا ِل َد ْي ۚ ِه َح َملَتْهُ ا ُ ﱡمهُ َو ْهنا ً ع َٰلى َو ْه ٍن َوف‬
ْ ‫صالُهُ ف۪ ي عَا َمي ِْن اَ ِن ا‬
‫شك ُْر ل۪ ي‬ َ ‫س‬َ ‫اﻻ ْن‬
ِ ْ ‫ص ْينَا‬
‫َو َو ﱠ‬
ُ ‫ي ا ْل َم ۪ص‬
‫ير‬ ‫َو ِل َوا ِل َد ْيكَ ۜ اِلَ ﱠ‬

‫اح ْب ُه َما فِي ال ﱡد ْن َيا‬


ِ ‫ص‬َ ‫ْس َلكَ بِه۪ ِع ْل ٌم فَ َﻼ ت ُ ِط ْع ُه َما َو‬ َ ‫َوا ِْن َجا َهدَاكَ ع َٰلٓى ا َ ْن تُش ِْركَ ۪بي َما لَي‬
ۘ
‫ون‬َ ُ‫ي َم ْر ِجعُكُ ْم َفا ُ َن ِبّئُكُ ْم ِب َما كُ ْنت ُ ْم تَ ْع َمل‬ ‫اب اِلَ ۚ ﱠ‬
‫ي ث ُ ﱠم ِالَ ﱠ‬ َ َ‫س ۪بي َل َم ْن اَن‬
َ ‫َم ْع ُروفا ً َوات ﱠ ِب ْع‬

‘’Biz insana anne babasıyla ilgili öğütler verdik. Annesi, güçten kuvvetten düşe-
rek onu karnında taşımıştır; çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bunun
için (ey insan), hem bana hem anne babana minnet duymalısın; sonunda dönüş
yalnız banadır.
Eğer anne baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni
zorlarlarsa bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran; yü-
zünü ve özünü bana çevirenlerin yolunu izle. Sonunda dönüşünüz yalnız bana-
dır. O zaman yapıp ettiklerinizin sonucunu size bildireceğim.’’

Lokman Suresi 14-15

Anneni gerekirse sırtında taşı. Ne istiyorlarsa yap. Annene babana bak ama baban
Hz. Sa'd’ın annesi babası gibi isyana davet ediyorsa o zaman itaat edemezsin.

Mekke'de on yedi yaşındaki bir delikanlı söylüyor bu sözleri. Sen nefsini ayaklar
altına alıp Allahuekber diyerek namaza başlıyorsun ya kimin huzurundasın? Kime ne-
yin sözünü veriyorsun? Ya da ben bu dünyaya neden geldim? Ya Rab! Çelik çomak
oynamaya mı geldim yoksa sana kul olmaya mı? Diye düşünerek kulluğun şuuruna
eriyorsun. Bir hendeğin içine düşer gibi hakikatin kucağına düşüyorsun ve hakikat seni
bütün yönleriyle çepeçevre içine alıyor. Baktığın her noktada Hak görüyorsun, Hak di-
yorsun, El Fettâh diyorsun. Onu tesbih, onu tazim ediyorsun

Sa'd bin Ebi Vakkâs'ın kardeşi Umeyir onunla beraber Müslüman olur ve hicret
eder. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Bedir'e gidiyor. Kardeşi Umeyr o da gelmek
istiyor.

87
-Olur kardeşim, diyor. Efendimiz aleyhisselâm çocuk var mı diye orduyu denetliyor.
Umeyr'i görünce;

-Evladım sen geri Medine'ye dön, dedi.


Ağlayıp abisine gidiyor;

-Rasulullah aleyhisselâma söylesen ben de gelsem? Peygamber aleyhisselâmı, İslamı


Bedir'de muhafaza, müdafa şerefine ben de nail olsam.
Umeyr, Bedir'de şehit olur. Sa'd bin Ebi Vakkâs, on beş yaşında şehit düşen kardeşini
gözü yaşlı bir şekilde gömer ve yalnız Medine'ye döner.

Uhud günüydü. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin etrafında ondan daha az


sahabe var. Küffar, Efendimiz aleyhisselâma doğru ilerliyor. Hz. Hamza, Enes bin Na-
dır, Abdullah bin Caş şehit... Şehitler mahşeri Uhut. Musab bin Umeyr'in şehit düştüğü
yerde Sa'd bin Ebi Vakkâs Efendimizin etrafının boşaldığını görünce koşuyor. Öyle ok
atıyor ki her attığı okla bir kafir düşüyor. Efendimiz aleyhisselâm arkasında buyuruyor
ki;

-At Sa'd'ım at! At Sa'd'ım. Sen atarak sanki bir orduyu durduruyorsun. Allah azze ve
celle sana sanki bugün bir orduyu durdurma vazifesi, şerefi verdi Sa'd'ım. İslamın ge-
leceği adına at. Allahuekber adına at Sa'd'ım. Anam babam yoluna feda olsun Sa'd'ım.
Sa'd bin Ebi Vakkâs radıyallahu anh bununla övünür ;

-Elhamdülillah. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sadece benim için "annem ba-
bam" ikisini bir araya getirerek feda olsun at Sa'd demişti. Bu şerefe nail oldum.

Hz. Ömer'in halifeliği zamanında İran imparatorluğu her yere fitne saçıyor, davet-
çileri öldürüyor, ateşe tapıyor, insanları zorluyorlardı. Ömer efendimiz radıyallahu anh
bütün valilere haber gönderiyor;

-Bütün birlikler Medine'ye gönderilsin, diyor. Birlikler gelir. Ordu yola çıkacak. Ömer
efendimiz sahabe ile istişare ediyor;

88
-Dünyanın en güçlü devletinin ordusuyla savaşacaksınız. Peki kumandan kim olsun?
Deyince hepsi ittifak ediyor ve;

- Sa'd bin Ebi Vakkâs olsun. Dördüncü Müslüman. Küfür döneminde bile ok atmakla
meşgul olan, Uhud'da küfrü durdurup belini kıran Sa'd bin Ebi Vakkâs olsun diyorlar.
El Fettâh celle celaluh ismi işte burada tecelli ediyor. Ömer efendimiz orduyu gönderi-
yor. Sa'd'ın yanına geliyor ve diyor ki;

-Ya Sa'd. Sana Allah Resulünün öğrencisi, Allah Resulünün dayısı denmesi sakın ha
seni mağdur etmesin. Sakın ha aldanma. Allah Teâlâ kötülüğü kötülükle silmez. Allah
Teâlâ kötülüğü iyilikle siler. Eğer fethettiğin yerlerdeki insanlara, başka dinlere mensup
olan kadınlara, çocuklara, yaşlılara zulmedersen bil ki Allah Resulü aleyhisselâmın öğ-
rencisi olmak, akrabası olmak seni kurtaramaz, der.
El Fettâh diyen bir Müslümanın kalbinde böyle bir şuur olur.
Ordunun içerisinde doksan dokuz Bedir ashabı var. Efendimiz aleyhisselâm ile Hudey-
biye'de bulunmuş 310 küsür sahabe ve Mekke'nin fethinde bulunan sahabeler var.
Böyle mübarek bir orduyla Kadisiye'de İran ordusuyla harbe giriyorlar. Harbin son günü
tekbir sesleri, Sahabe-i Kiram, şehitler derken Rüstem'in başı bir mızrağın üzerinde
tekbir sesleriyle küfrün ordusu hezimete uğruyor. Sahabe-i Kiram İran sarayına giriyor-
lar. O zaman şu ayeti okuyorlar; *Duha25-29

‫ون‬
ٍ ُ‫عي‬ ٍ ‫َك ْم ت َ َركُوا ِمن َجنﱠا‬
ُ ‫ت َو‬
ٍ ‫َو ُز ُروعٍ َو َم َق ٍام ك َِر‬
‫يم‬
َ ‫َونَ ْع َم ٍة كَانُوا ِفي َها َفا ِك ِه‬
‫ين‬
َ ‫َكذَ ِلكَ َوأ َ ْو َرثْنَا َها قَ ْو ًما آ َخ ِر‬
‫ين‬
ُ ‫س َماء َو ْاﻷ َ ْر‬
َ ‫ض َو َما كَانُوا ُمن َظ ِر‬
‫ين‬ َ ْ‫فَ َما بَكَت‬
‫علَي ِْه ُم ال ﱠ‬

‘’Onlar, bahçelerden, pınarlardan nicelerini geride bıraktılar. Ve ekinler, itibarlı ma-


kamlar. Ve sefa sürdükleri nice nimetler. Böylece, sonraki halkı onlara mirasçı kıl-
dık. Onlara ne gök ağladı ne de yer. Ve onlara fırsat da verilmedi.’’

89
Duhan Suresi 25-29

İran'a adalet getiren, yürekleri İslama açan, binlerin on binlerin hidayetine vesile
olan Sa'd bin Ebi Vakkâs yaşlanır. Son anlarının olduğunu anlayınca çocuklarına der
ki;

-Evladım. Bedir günü üzerimde yünden bir elbise vardı, cübbe vardı. Onu bana getirin,
deyince getirirler. Yırtılmış, eskimiş artık. Onu üzerine alır, bakar ona ve der ki;

-Bedir günü Muhammed aleyhisselâmı, İslam davasını muhafaza ederken kardeşim


Umeyr'in şehit düştüğü Bedir'de üzerimde bu vardı. Şimdi bunu öldüğümde kefen ola-
rak bana sarın. Kabire beni bununla koyun. Bedir'de İslamı muhafaza ederken üze-
rimde olan bu cübbeyle Rabbimin huzuruna gideyim.

EL-ALÎM

El Alîm; Allah azze ve celle ezeli, sonsuz, sınırsız ilmiyle her şeyi O bilir. Zahiri,
batını, küçüğü, büyüğü, yerin altındakini, yerin üstündekini bilir. Onun ilminin sınırı yok.
Mahlukatın neye ihtiyacı var, ne kadara ihtiyacı var bilir ve takdir eder. Görüneni de
bilir görünmeyeni de bilir.

ُ ‫أ َ َﻻ يَ ْعلَ ُم َم ْن َخ َلقَ َو ُه َو اللﱠ ِط‬


ُ ‫يف ا ْل َخ ِب‬
‫ير‬

‘’Yaratan, yarattığını bilmez mi? O, Bütün Ayrıntıları Bilen'dir, Her Şeyden Haber-
dar'dır.’’
Mülk Suresi 14

İbrahim aleyhisselâm şöyle dua ederdi “Ya Rabbim! Sen gizlediğimizi de açığa
vurduğumuzu da biliyorsun”. Eğer El Alîm celle celaluh dersek, kalbimizde taşıdığımız,
insanlara karşı sakladığımız o kötü duygulardan utanır ve pişman oluruz. Ya Rabbi,
Sen bütün bunları biliyorsun ve hesabını soracaksın. O halde bana tövbeyi ihsan eyle
Ya Rabbi!

90
Unutma Alîm olan Allah Teâlâ gözlerin ihanetini biliyor! Bizim ilmimiz sınırlı, biz
bilemeyiz. Her şeyi bilen yalnızca Odur. Onun huzurunda “Bildirmezsen bilemeyiz. Bul-
durmazsan bulamayız” diyerek aczimizi izhar edelim. Edelim ki Rahmet eylesin bize.

Bir gün İmam Malik’e kırk soru sormuşlar otuz altı tanesine “la edri” demiş. Sonra
demişler ki “Bu nasıl alim? Otuz altı tanesine bilmiyorum dedi”. Çünkü Hz. Ali radıyal-
lahu anh buyuruyor ki “Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır”.

Hz. Musa aleyhisselâm, Firavun’u İslama davet edince


-E bu İslam hak. Bundan önce yaşayanlar ne oldu? Bütün bunlar cehenneme mi gide-
cek, Önce yaşayanların hali ne oldu? Diye Musa aleyhisselâma sorunca;

- Onların ilmi Rabbimin kitabında. Rabbimin katında bie kitapta yazılı onlar. Allah’ın
ilminde şaşma, unutma olmaz. Kim ne yaptıysa mahşerde, El Alîm olan Allah Teâlâ
onu karşısına çıkaracak.

Bir şeyi tanımıyorsak onun keyfiyetini bilemeyiz. Bir şeyi tanıyacağız ve ondan
sonra anlayacağız. Allah azze ve celle bize Kur’an’ı gönderdi. Orada El Alîm, El Kadir
oluşunu bize haber veriyor. Eğer sen Kur’an’ı okur, Allah azze ve cellenin gücünün,
kuvvetinin sınırsız olduğunu okursan, El Kadir oluşunu tasdik edersen göreceksin ki El
Alîm olan Allah Teâlâdır.

Rabbim, Peygamberimiz aleyhisselâma şöyle dua etmesini telkin ediyor;

َ ‫آن ِمن قَ ْب ِل أَن يُ ْق‬


ِ ّ ‫ضى ِإ َل ْيكَ َوحْ يُهُ َوقُل ﱠر‬
‫ب ِز ْدنِي ِع ْل ًما‬ ِ ‫َفت َ َعالَى ﱠ ُ ا ْل َم ِلكُ ا ْلحَقﱡ َو َﻻ ت َ ْع َج ْل ِبا ْلقُ ْر‬

Her şeyin gerçek egemeni olan Allah, yüceler yücesidir. Kur’an'ın sana vahyedil-
mesi tamamlanmadan önce acele etme. "Rabb'im bana bilgiyi arttır." de.

Taha Suresi 114

91
EL-KÂBIZ

El Kâbız; Tutan, daraltan, sadakaları kabul eden, vakti geldiği zaman ölüm mele-
ğini gönderip ruhları kabzedendir.

Bir Müslüman sadakayı karşısındaki muhatabına veriyor. Ama esasında Allah azze
ve celleye veriyor. Onun için Ebu Yusuf'a göre adam vakfettim deyince onun mülkün-
den çıkar. İmam Muhammed'e göre vakfın şartları vardır; Bir mütevelli olmalı o kabzet-
meli. Ebu Hanife'nin ise ömrünün sonunda, hakimin kararıyla şeklinde şartlar vardır.
Ama Ebu Yusuf hazretlerine göre ki tercih edilen de budur; Müslüman bir malı vakfettiği
zaman onun mülkünden çıkar, Allah Teâlânın mülküne girer. Osmanlı ulemamız bunu
tarif ederken şöyle demişler "Bir aynı, Allah'ın mülkü hükmünde olarak ebediyen temlik
ve temellük etmek". Yani siz veriyorsunuz karşı taraf mütevelli alıyor. Artık sizin mül-
künüz olmaktan çıktı ve başka birinin de mülküne girmiyor. Allah Teâlânın mülküne
giriyor. Onun için Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme Hz. Ömer radıyallahu
anh "Hayber'den bana kıymetli bir arazi düştü. Ne yapayım ya Rasulullah?" diye so-
runca efendimiz aleyhisselâm "Onu tasadduk et. Satılmasın, hibe edilmesin, varis olun-
masın. O şekilde ver. Ebediyen mülkünden çıksın" buyurdu. Yani o arazi orada olduğu
müddetçe oradan sürekli senin amel defterine yazılacak.

Birisi vakıf arazisini gasp etse adam ölse, onun çocukları birine satsa, o adam
başka birine satsa böyle on tane el değiştirse yine de o parayla alanlar o yeri gasp
etmiş kabul edilir. Çünkü vakıftır, parayla alınıp satılamaz. Ancak zaruri durumlarda
vakıf lehine satılabilir.

Allah celle celaluh bu ismiyle kafirin ruhunu kabzeder. Buyuruyor ki;

َ ‫ع َذ‬
‫اب‬ َ ‫ون ُو ُجو َه ُه ْم َوأ َ ْد َب‬
َ ْ‫ار ُه ْم َوذُوقُوا‬ ْ َ‫ِين َكفَ ُرواْ ا ْل َمﻶئِكَةُ ي‬
َ ُ‫ض ِرب‬ َ ‫َولَ ْو ت َ َرى إِ ْذ يَت َ َوفﱠى الﱠذ‬
ِ ‫ا ْل َح ِر‬
‫يق‬

‘’Melekler, gerçeği yalanlayan nankörlerin canlarını alırken, yüzlerine ve sırtlarına


vuruyorlar ve "Kavurucu azabı tadın." diyorlar. Bir görsen!.’’

92
Enfal Suresi 50

Ama Müslümanlardan ruhları alınırken;

َ ُ‫علَ ْي ُك ُم ا ْد ُخلُواْ ا ْل َجنﱠةَ بِ َما كُنت ُ ْم ت َ ْع َمل‬


‫ون‬ َ ‫سﻼ ٌم‬
َ ‫ون‬ َ ِ‫ِين تَت َ َوفﱠا ُه ُم ا ْل َمﻶئِكَةُ َط ِيّب‬
َ ُ‫ين يَقُول‬ َ ‫الﱠذ‬

‘’Melekler, onların canlarını iyi şekilde canlarını alırlar. "Selam size. Yapmış oldu-
ğunuz iyi şeylere karşılık girin Cennete." derler.’’
Nahl Suresi 32

El Kâbız; Eğer biz bu ismi vird haline getirirsek sürekli ölüm halini düşünecek, hep
o ana hazırlanacağız. O zaman ruhunu öyle alacaklar ki ötesi cennet... Muhammed
aleyhisselâmı görüyorsunuz. Onun için ölüm Müslümanlara şeb-i arzudur. Dünyanın
sıkıntıları bitecek inşâAllah.

El Kâbız; Kimisine rızkı az verir, kimisine çok verir. Ölçülü, yetecek kadar verir.
Birine az, birine fazla vererek imtihan edendir.

ٍ ‫الر ْزقَ ِل َمن يَشَاء َويَ ْقد ُِر إِ ﱠن فِي َذ ِلكَ َﻵيَا‬
َ ُ‫ت ِلّقَ ْو ٍم يُ ْؤ ِمن‬
‫ون‬ ِّ ‫ط‬ ُ ‫أ َ َولَ ْم يَ َر ْوا أَ ﱠن ﱠ َ َي ْب‬
ُ ‫س‬

‘’Allah'ın dilediği kimse için rızkı genişlettiğini ve ölçülendirdiğini görmüyorlar mı?


Bunda inanan bir halk için ayetler vardır.’’
Rum Suresi 37

Gayri safi milli hasılası yüksek olan İslam devletlerinde, yani İslam devleti yok da
Müslümanların çoğunlukla yaşadığı devletlerde, isyan daha fazladır. Ama fukaranın
olduğu yerde kulluk daha öndedir. Sudan'da, Pakistan'da belediye otobüsüyle ya da
şehirler arası otobüsle gittiğiniz zaman namaz vakti olunca otobüs duruyor. Otobüste-
kiler iniyor, namazını kılıp yola öyle devam ediyorlar. Bizde durdurmak çok zor. İslamla
derdi olan adamın firmasından niye bilet alıyorsun?! Dinine düşman olana dost olma.
"Müslüman, kafire karşı şedit; mümine karşı merhametli olacak" buyuruyor Rabbimiz.

93
Necip Fazıl'da dediği gibi "Ellerime uzanan dudakları tepeyim. Allah diyen gel seni aya-
ğından öpeyim".

Allah Teâlâ El Kâbız ismiyle ruhları kabzeder. Daralır, yorulur, meselenin altından
kalkamaz olur. Bu anlarda tövbe istiğfar ile Allah'a yönelmelidir. Ka'b bin Mâlik, Hz.
Hilal, Murare radıyallahu anhum onlar daralıyorlar. Yeryüzü geniş ama daralıyorlar.
Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile sefere çıkmamışlar. Elli gün yürekleri
sadırlarına sığmadı.

َ ّ ‫علَ ْي ِه ْم ِإ ﱠن‬ َ ُ ‫سى ّ ُ أَن َيت‬


َ ‫وب‬ َ ‫ع‬ َ ‫صا ِل ًحا َوآ َخ َر‬
َ ‫س ِيّئ ًا‬ َ ً‫ع َمﻼ‬ ُ َ‫عت َ َرفُواْ ِبذُنُو ِب ِه ْم َخل‬
َ ْ‫طوا‬ ْ ‫ون ا‬ َ ‫َوآ َخ ُر‬
ٌ ُ‫غف‬
‫ور ﱠر ِحي ٌم‬ َ

‘’Diğer bir kısmı da suçlarını itiraf ettiler. Onlar, iyi bir ameli kötü bir amelle karış-
tırmışlardı. Belki Allah, onların tevbesini kabul eder. Allah, Çok Bağışlayıcı'dır,
Rahmeti Kesintisiz'dir.’’
Tevbe Suresi 102

Tevbe Suresi 102. ayetinde Ebu Lubabe'den, arkadaşlarından bahsediyor. Ebu


Lubabe radıyallahu anh, Tebük muharebesine katılamamış. Resulullah sallallahu
aleyhi ve sellem dönünce "Nasıl olurda ben Allah Resulü aleyhisselâmla bu sefere
çıkamadım" diye Mescid-i Nebevi'de kendini direğe bağlamış. Yedi gün, daha fazla
ağzına ekmek dahi koymamış. Namaz vakti eşi çözüyor sonra tekrar bağlıyor. "Beni
buradan ancak Resulullah aleyhisselâm çözerse o zaman kendimi affedilmiş kabul
eder, ayet-i kerime benim temizliğimi, sadakatimi ilan ederse o zaman kendimi bağış-
larım" diyormuş. 102.ayet nazil olur ve Allah azze ve celle onların tövbesine icabet
eder.

Ecdadımız o direği yaparken o direğin hatırasını korumuştur. Tövbe ederken piş-


manlık halin olacak. Tövbemizin Allah Teâlâ katında kabul olduğuna inanmak istiyor-
sanız, o günah aklınıza geldiğinde damarlarınız şişiyor, gözleriniz doluyor ve kendiniz-
den geçiyorsanız işte o zaman sizde pişmanlık hali oldu demektir. Sizin istiğfarınıza
tövbenize icabet etmiştir.

94
El Kâbız celle celaluh adından nasibimiz şudur; Allah Teâl rızkı birine az, birine
çok veriyor. Fazla verdiğini daha çok seviyor anlamına gelmez. Herkesi farklı şekilde
imtihan ediyor. Bozuk birine ilim vermek eşkıyaya silah vermek gibidir. Daha da tehli-
kelidir. Eşkıya bir adam, iki adam, üç adam öldürür. Ama bozuk birine ilim verilirse
onunla on binlerce insanın akidesini bozar. Din adına din tahrip eder.

EL-BÂSIT

El Bâsıt; Allah azze ve celle yayıyor, açıyor, veriyor, ikram ediyor, genişletiyor, yü-
reğimize bir İnşirah veriyor.

Necip Fazıl Kısakürek der ki "Daralıyorum. Öyle ki kerpetenlerle gözümü kapat-


sam yine gözüme uyku girmiyor. Kitaplar alıyorum, okuyorum, yakıyorum onları. İlaç
alıyorum. Doktor reçete veriyor alıyorum ilacı. Üzerinde insan başı çarpı işareti. Eğer
dozu bundan fazla alırsan hayatını kaybedersin diye. İki katı alıyorum ama yine gözle-
rime uyku girmiyor. Sanki bu yürek buradan çıkacak. İstanbul'dayım. Vapura bindim
giderken esrarengiz bir adamla karşılaştım. Halimi ona arz ettim. Tasavvufa dair ko-
nuştuk. Dedi ki 'Buradan öteye ben konuşamam. Buradan öteye aşk ile konuşu-
lur. Eğer devamını istiyorsan Ağa Camiinde Abdülhakim Arvasi hazretleri var ona git'.
Bir Cuma günü ressam arkadaşım Abidin Dino ile beraberiz. Dedim ki 'Bugün Cuma,
oraya gidiyoruz '. Gittim içeriye girdim. Yerden birkaç basamak yukarıda kürsüye ben-
zer bir yer, önünde birkaç saf insan. Arvasi hazretleri önünde bir kitapla vaaz ediyor.
Rasulullah aleyhisselâmın yoluna varis bir allame, büyük veli. Konuştu konuştu. Dışa-
rıya çıkarken eline kapandım. Bana şöyle bir baktı. 'Bana öyle bir baktınız, ruhuma
büyük temel çivisini çaktınız'. Dedi ki 'Biz Eyüp'te oturuyoruz'. O ne saadet. Bir öğle
vaktiydi gittim, yanına girdim. İkindi, akşam... Yanından çıktığımda karanlık, bir yorgan
Eyyüp'ün sırtlarını örtmüştü. Ama içimde ne kadar acılar, ızdıraplar varsa alıp götürdü"
der. Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum onun için o kadar büyük oldular. Dünyada ya-
şarken Allah azze ve celle onlardan razı oldu. Onlar nur oluğunu gördüler. Onlar göz-
leriyle Hz.Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme baktılar, kulaklarıyla onu dinlediler.

95
El Bâsıt malı da verir. Müslümana da kafire de verir. Müslümanlara verir, onlar da
Allah yolunda infak ederler. Ama içlerinde, yüreklerinde bir korku var 'Allah azze ve
celle kabul eder mi?' diye. Müminun Suresi 60. Ayetinde buyuruyor ki ;

ِ ‫ون َما آتَوا ﱠوقُلُوبُ ُه ْم َو ِجلَةٌ أَنﱠ ُه ْم ِإلَى َربِّ ِه ْم َر‬


َ ُ‫اجع‬
‫ون‬ َ ‫َوالﱠذ‬
َ ُ ‫ِين يُ ْؤت‬

‘’Rabb'lerine döneceklerinin bilinciyle, derin bir saygı içinde vermeleri gerekenleri


verirler.’’
Müminun Suresi 60

Eskiden camilerimizde sadaka taşları vardı. Hayır yapmak isteyen oraya parayı
bırakıp gider, ihtiyaç sahibi de gelir oradan alırdı. Eğer doğrudan fakire verilirse gurur,
kibir olur. Malın sahibinin Allah azze ve celle olduğu unutulabilir diye böyle yapılmıştır.
Parayı veren, infak eden kişi sanki alan kendisiymiş gibi bir mahcubiyetle verirse onun
sadakasında riya olmaz. Onun için has müminler verirken gizli verirler. Peygamberimiz
aleyhisselâmın dizi dibinde yetişenler, Müslümana El Bâsıt celle celaluh adıyla verir,
böyle infak ederler.

َ َ ‫ون َم ْن ُه َو أ‬
‫ش ﱡد‬ ِ ‫علَى ِع ْل ٍم ِعندِي أ َ َولَ ْم يَ ْعلَ ْم أ َ ﱠن ﱠ َ قَ ْد أ َ ْهلَكَ ِمن قَ ْب ِل ِه ِم َن القُ ُر‬
َ ُ‫قَا َل إِنﱠ َما أُوتِيتُه‬
َ ‫سأ َ ُل عَن ذُنُو ِب ِه ُم ا ْل ُمجْ ِر ُم‬
‫ون‬ ْ ُ‫ِم ْنهُ قُ ﱠوةً َوأ َ ْكث َ ُر َج ْمعًا َو َﻻ ي‬

َ ِ‫ُون ا ْل َحيَاةَ الدﱡنيَا يَا َليْتَ َلنَا ِمثْ َل َما أُوت‬


‫ي قَا ُرو ُن‬ َ ‫فَ َخ َر َج‬
َ ‫علَى قَ ْو ِم ِه فِي ِزينَتِ ِه قَا َل الﱠذ‬
َ ‫ِين يُ ِريد‬
‫يم‬ ّ ٍ ‫إِنﱠهُ لَذُو َح‬
ٍ ‫ظ ع َِظ‬

‫صا ِل ًحا َو َﻻ يُ َلقﱠا َها ِإ ﱠﻻ‬ ُ ‫ِين أُوتُوا ا ْل ِع ْل َم َو ْيلَ ُك ْم ثَ َو‬


َ ‫اب ﱠ ِ َخي ٌْر ِلّ َم ْن آ َم َن َوع َِم َل‬ َ ‫َوقَا َل الﱠذ‬
َ ‫صا ِب ُر‬
‫ون‬ ‫ال ﱠ‬

‫َان ِم َن‬ ِ ‫ص ُرونَهُ ِمن د‬


َ ‫ُون ﱠ ِ َو َما ك‬ َ ‫ض فَ َما ك‬
ُ ‫َان لَهُ ِمن فِئ َ ٍة يَن‬ َ ‫س ْفنَا ِب ِه َو ِبد َِار ِه ْاﻷ َ ْر‬
َ ‫فَ َخ‬
َ ‫ال ُمنتَ ِص ِر‬
‫ين‬

96
‘’Karun: "Bu serveti bilgili olmam sayesinde elde ettim." dedi. Allah'ın daha önce
ondan daha güçlü olan ve ondan daha çok taraftarı ve birikimi olan kuşakları yı-
kıma uğratmış olduğunu bilmiyor mu? Mücrimlere suçlarından sorulmaz.

Karun, ziynetli bir şekilde halkının karşısına çıktı. Dünya hayatına düşkünlüğü
olanlar: "Keşke bizim de Karun gibi varlığımız olsaydı! Gerçekten o, çok kısmetli
biri." diye iç geçirdiler.

İlim verilmiş olanlar: "Size yazıklar olsun! İnanan ve salihatı yapan kimselere Al-
lah'ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Buna sabredenlerden başkası kavuşamaz."
dediler.

Sonra, onu ve yurdunu yerin dibine geçirdik. Allah'a karşı kendisine yardım ede-
cek bir taraftar da olmadı. Yardım edilenlerden de olmadı.’’
Kasas Suresi 78-81

Karun önce Müslüman bir adamdı. Malı mülkü bulunca El Bâsıt olan Allah
Teâlânın verdiğini unuttu. Her şey benim dedi. Fakire, muhacire vermeyi reddetti. Müs-
lümanlar da bakarlar Karun’a onun servetinin arasında cehennemde yandığını görür.
O mülkün ona yakıt olduğunu görürler. Müslüman böyle adamları görünce diyecek ki
“Yazıklar olsun size. Bu adama özeniyorsunuz. Bu kafire, zalime, ahlaksıza, iffetsize,
yetimin malını yiyene, fukaranın hakkını vermeyene, zekatı vermeyene mi öğünüyor-
sunuz?!”

El Bâsıt celle celaluh zikirle yürekleri açıyor. Sonra hazinesinden dilediğine dilediği
kadar veriyor. Biz müminler olarak bu isme bakıp diyeceğiz ki “Biz de toprak gibi olalım.
Verelim, ikram edelim. Ya da tohum olalım. Ama her toprağa tohum atılmaz. Dikenlerin
arasına atarsanız kaybolur orada. Ya da bahçenizdeki ayrık otlarını temizlemeden mı-
sır ekseniz mahsul alamazsınız. O halde temizleyeceksiniz. İlmi verirken, ikram eder-
ken önce yürekleri temizleyeceğiz ki o ilmi aldığı zaman zehire çevirmesin. Onun için
talebe medreseye gidince önce edep öğretilir.

97
İbrahim Ethem hazretleri ile Şakiki Belhi Kabe-i Muazzama’nın etrafında tavafta
karşılaşmışlar. İbrahim Ethem;

-Sizin orada insanlar akidelerini, İslama teslimiyetlerini hangi anlayış üzere bina eder-
ler? Diye sormuş. O da demiş ki;

-Allah Teâlâ bize ikram edince biz de ondan yeriz. Eğer verilmezse o zaman da sab-
rederiz.

-Belh’in köpekleri de böyle yapıyor. Onlar da bulunca yiyor, bulamayınca sabrediyorlar.

-Peki ne yapmak lazım?

-Biz bulduğumuz zaman 98eşbih bulunuruz. Yani Allah Teâlâ bize verince biz de kar-
deşlerimize ikram ederiz. Bulamayınca da bulunca da hamd ederiz.

El Bâsıt ismi tecelli edince veriyor, hamd ediyoruz. El Kâbız ismi tecelli edince az
az geliyor, yine sabrediyor, hamd ediyor ve Rabbimizi 98eşbih ediyoruz.

EL-HÂFID

El Hâfıd; Kafir olanı, günahkar olanı, asi olanı bir gün zillete mahkum eder. Onu
Rahmetinden uzaklaştırır, yerin dibine sokar. Bu isim kafirler için tecelli eder.

Anneler babalar! Çocuklarınıza öncelikli hedef olarak doktor, öğretmen, mühendis


olmayı değil “Sen bu dünyayı değiştireceksin” diye niyet edeceksin. Belki senin evin-
den bir Yavuz bir Fatih çıkacak. Yukarıda gördüğünüz saraylarında emirleriyle savaşlar
çıkaranları , sistemleri değiştiren adamları, Allah Teâlâ onları El Hâfıd ismiyle yerin
dibine geçirecek.

Allah Teâlâ, insanı en güzel surette yaratıyor. Ama iman etmeyenleri, namaz kıl-
mayanları, kulluk etmeyenleri, Kur’an’ın hükümlerini gericilik olarak kabul edenleri, te-
settürü ve mahremiyeti olmayanları aşağıların da aşağısına El Hâfıd ismiyle mahkum
edecek.

98
ِ ‫ت فَقُ ْلنَا َل ُه ْم كُونُواْ قِ َر َدةً َخا‬
َ ِ‫سئ‬
‫ين‬ ‫عتَدَواْ ِمن ُك ْم فِي ال ﱠ‬
ِ ‫س ْب‬ ْ ‫ِين ا‬ َ ‫َولَقَ ْد‬
َ ‫ع ِل ْمت ُ ُم الﱠذ‬

‘’Elbette siz, cumartesi yasağını çiğnemekle hadlerini aşanları biliyorsunuz. Bu


nedenle onlara, “Düşkün maymunlar olun.” Dedik.’’
Bakara Suresi 65

Yahudi cumartesi tuzağı kurup Allah Teâlâya plan yapmıştı. Sonra Rabbim onlara
"Aşağılık maymunlar olun" buyurdu öyle oldular. Maymunvari bir hayat yaşıyorlar. Müs-
lümanlar ayağa kalkınca, Kur'an-ı Kerim'i bütün hayatında tatbik edince onlar yeniden
o hallerine dönecekler.

El Hâfıd adının bizim dünyamızda tecellisi şudur; Allah azze ve celle nasıl kafiri,
batılı ve onların davasını günü geldiğinde yerin dibine geçirip zelil ediyorsa biz Müslü-
manların nazarında o Allah düşmanları saraylarda otursalar bile zelil görünmelidir.
Çöplükteki bir varlık olarak bakıp evladına da bunu anlatacaksın.

ER-RÂFİ

Er Râfi; Yücelten, şeref veren, onur verendir. Müslüman olunca alıyor seni bir alem-
den başka bir aleme taşıyor. Peygamber aleyhisselâmın adını, şanını yüceltti. Müez-
zinler günde beş defa Rabbimin adıyla beraber, şehadet kelimesiyle beraber onun bü-
yüklüğünü anlatıyorlar.

M. Akif Ersoy "Ordumuz muzafferen yürürken ileri, üzengi öpmeye hasretti garbın
askerleri". Bugün ki batılı adamların dedeleri sultanlarımızın elini öpmek isterlerdi. Ama
Sultanlarımız "Olmaz. Siz ancak o sarhoş ağızlarınızla, Allah'a söven suratlarınızla
üzengi öpün" derlerdi. Eğer kafirin hayatının bütünüyle zillet olduğunu evlatlarımıza
göstermezsek, bunu yapmazsak Müslümanın evladı gider onlara özenirler.

ُ ‫اب َوا ْل ُح ْك َم َوالنﱡبُ ﱠوةَ فَ ِإن َي ْكفُ ْر ِب َها َهؤُﻻء فَقَ ْد َو ﱠك ْلنَا ِب َها قَ ْو ًما لﱠ ْي‬
ْ‫سوا‬ َ ‫أ ُ ْولَئِكَ الﱠذ‬
َ َ ‫ِين آت َ ْي َنا ُه ُم ا ْل ِكت‬
َ ‫بِ َها بِكَافِ ِر‬
‫ين‬

99
‘’İşte bunlar, kendilerine Kitap, Hüküm ve Nubuvvet verdiğimiz kimselerdir. Eğer
onlar, bunları inkar ederlerse, yerlerine bunları inkar etmeyecek bir halkı vekil et-
mişizdir.’’
Enam Suresi 89

Er Râfi celle celaluh diyoruz. Bu ismin şerefine yücelt bizi Allah'ım. Yeniden Müs-
lümanlara o ihtişamı, azameti ihsan eyle ki sadece Vilad-ı İlsamın mazlumları değil,
küfür beldelerindeki mazlumların da gözyaşlarını silmeye muvaffak olalım.

Er Râfi isminden nasibimiz şudur ki; Müslüman insanlara bakarken, onlarla konu-
şurken iman zaviyesinden bakacaksın. Allah azze ve celle takvaya, teslimiyete bakı-
yor. O halde sen de ona bakacaksın. Efendimiz aleyhisselâm gelene kadar renge,
soya, boya bakıyorlar ona göre değer veriyorlardı. Ama İslam geldi bütün önceki adet-
lere paydos diyecek Müslüman. Er Râfi olan Allah azze ve celle imanla yüceltiyor. O
halde bir adamın değeri senin katında arabasıyla, servetiyle değil imanıyla olacak. Su-
danlı, Ugandalı, Arakanlı, Türkistanlı, Kaşgarlı, Urumçili Müslümanlar senin kardeşle-
rindir. Er Râfi isminin bir tecellisi olarak Müslüman kardeşlerin senin katında yüksele-
cek, yücelecek.

Bu isim Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı arasında hep tezahür et-
miştir. Usame Zeyd radıyallahu anh risaletin yedinci yılında Mekke'de dünyaya geliyor.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme haber ulaşınca fevkalade seviniyor. Çünkü an-
nesi Ümmü Eymen radıyallahu anha, Efendimiz aleyhisselâmın anneliğiydi. Peygam-
berimiz sallallahu aleyhi ve sellem Usame'nin annesine "Annemden sonra annem" di-
yordu. Annesi ile birlikte altı yaşındayken Medine'de babasının kabrini ziyaret etmiş,
dönerken de Ebva'ya uğramışlar. Amine annemiz rahatsızlanmış. Başını Efendimiz
aleyhisselâmın dizlerine koymuş "Evladım, yavrum, Muhammed aleyhisselâm. Her
yeni eskir. Her doğan ölür. Eğer sana dair gördüğüm rüyalarım sahihse sen bütün
alemlere Peygamber olarak gönderildin. Gidiyorum ama geride Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem gibi bir evlat bırakıyorum". Efendimiz aleyhisselâmı o gün önce Allah
azze ve celleye sonra Ümmü Eymen'e bırakmıştı. Afrikalı bir kadındı. Efendimiz aley-

100
hisselâmı himaye etmiş, Medine'ye getirip annelik yapmış. Sonra Efendimiz aleyhis-
selâm Ümmü Eymen'i Hz.Zeyd ile evlendirir. O evlilikten Usame bin Zeyd dünyaya
gelir. O da annesi gibi Afrikalı kardeşlerimize benzer. Efendimiz aleyhisselâmın fevka-
lade bir muhabbeti var ona. Hz. Hasan radıyallahu anh ile aynı yaştadır. Bir kucağına
Hasan oturur bir kucağına da Usame'yi oturtur ve buyururdu ki "Ya Rabbim. Bu ikisini
seviyorum Sen de bunları sev Rabbim". Peygamberimiz soya, boya değil imana bakı-
yor. O halde bizim çevremizdeki insanlarla münasebetimiz de bu ölçüde olmalıdır.

Usame radıyallahu anh büyür ve Uhud Muharebesine katılmak ister. Ama Efendi-
miz aleyhisselâm onu çocuk olduğu için geri çevirir. Hendek Muharebesinde Rasulul-
lah aleyhisselâmı korur. Huneyn Muharebesinde Sahabe-i Kiram dağılır Efendimiz
aleyhisselâmın yanında on küsür kişi var. Onu oklara karşı koruyanlardan biri de
Usame radıyallahu anhdır.

Usame bşn Zeyd on sekiz yaşlarındayken Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Doğu
Roma üzerine bir ordu gönderir. Mute Muharebesinin komutanı Usame'nin babası
Zeyd'dir. Eğer Zeyd şehid olursa sancağı Cafer alacak. Cafer şehid olursa Abdullah
bin Revaha alacak. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin gönderdiği orduda Zeyd de
oğlu da vardır. Allah Teâlâ perdeyi kaldırır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Me-
dine'den o savaşı anlatır. Sahabe-i Kiramdan Medine'de kalanlar Ravza'da toplanmış-
lar Efendimiz aleyhisselâmı dinliyorlar. Buyuruyor ki "Sancağı Zeyd'im aldı. Allah yo-
lunda cihad ediyor fakat şehid düştü. Sonra sancağı Cafer aldı, şehid düştü. Şimdi
sancağı Abdullah aldı. Abdullah da şehit düştü" deyince mübarek gözlerinden yaşlar
boşalmaya başlar. Dördüncü kişiye vazife vermemişti. Ordu dağılmak üzere. Görev
almayan, kendisine görev verilmeyen Halid bin Velid sancağı alır Mute bir zafere dö-
ner. Efendimiz aleyhisselâm onu "Şimdi sahnede Allah'ın kılıçlarından bir kılıç var.
Şimdi sahnede Halid bin Velid var. Alla Teâl onunla Müslümanlara Mute'de büyük bir
zafer ihsan eder" diye buyurur. Halid bin Velid'in hali Müslüman gençlere der ki; Sen
müftü, vaiz, imam, hoca değilsin. Diyecekler ki sana sen neden öne atılıyorsun. Baş-
kaları var, onlara vazife verildi. Sen onlara diyeceksin ki; Hayır! Müslüman İslamiyeti
anlatmaya memur ve mecburdur. Sen birilerinden vazife, görev beklemeyeceksin.

101
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ahirete intihal ediyor. İşaretleri aldı.
Usame'yi çağırdı ve kumandan olarak görevlendirdi. "Baban gibi Doğu Roma'nın üze-
rine gidiyorsun." Ordu oluşturuldu. Rabbim Er Râfi ismiyle on dokuz yaşındaki bu genç
sahabeyi yüceltti. Ordu hareket ediyor. Ama Efendimiz aleyhisselâmın hastalığının zi-
yadeleştiğini duyunca geri dönüyorlar. Usame sancağı evinin önüne dikiyor ve Pey-
gamberimizin yanına geliyor. Resulullah aleyhisselâmın konuşmaya mecali yok. Elini
kaldırdı ve Usame'nin omuzuna koyup ona dua etti. Ahirete irtihal ediyor Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem . Ebubekir orduyu tekrar gönderecek. Gelip diyorlar ki "Ko-
mutanı değişsen. Usame değil de başka biri olsa". Ebubekir efendimiz diyor ki "Değil
Allah Resulü aleyhisselâmın atadığı kumandanı değişmek, Efendimiz bir yere düğüm
attıysa vallahi o düğümü bile çözmem ben. Onun yoluna sadakat şerefimdir" der. Ordu
savaşa çıkar. Altmış küsür yaşındaki devlet başkanı Ebu Bekir yürüyor, on dokuz ya-
şındaki annesi babası bir zamanlar köle olan Usame atın üzerinde. Utanıyor ve diyor
ki "Ya sen ata bin ya da ben atımdan ineyim". "Usame. Mademki Allah Resulü seni
kumadan olarak atadı. Yemin olsun ki sen atından inmeyecek, ben de atıma bitmeye-
ceğim. Seni Medine'nin dışına kadar yaya olarak uğurlayacak, ayaklarım toza belene-
cek" dedi.

Hz. Ömer radıyallahu anh devlet başkanı olduğu zamanlar Usame'yi görünce "Ku-
mandanım merhaba" derdi. Çünkü Ömer radıyallahu anh asker, on dokuz yaşındaki
Usame kumandan...Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem öyle görevlendirmiş. Millet
hayret edince derdi ki "Onu bana Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kumandan
yapmıştı." Onu kumandan yaparak şerefin boyda, soyda, renkte değil imanda oldu-
ğunu bütün dünyaya göstermiştir. Er Râfi ismiyle dünyaya bakacağız. El Hâfıd celle
celaluh ismini de yanına koyacak, kafirler bir anda tarihin çöplüğüne düşecekler.

EL-MU'İZ

El Mu'iz; Aziz kılan, yücelten, şeref ve onur veren demektir.

Bir kul Allah azze ve celleye iman ediyor, teslim oluyor, ibadetlerini eda ediyorsa
Allah azze ve celle onu yüceltiyor. Ona şeref ve itibar veriyor. Bunu İslmala kazanıyor.
Müslümanın yaşarken de ölürken de bir izzeti vardır.

102
Hz. İbrahim aleyhisselâm bu duayı yapmıştır.

َ ‫ْق ِفي ْاﻵ ِخ ِر‬


‫ين‬ َ ‫س‬
ٍ ‫ان ِصد‬ َ ‫َواجْ عَل ِلّي ِل‬

"Ve sonrakiler arasında güzel bir ün ile anılmamı nasip et."


Şuara Suresi 84

El Mu'iz celle celaluh derken, bugün madde planında ezilseler de O kullarını yü-
celtecek. "Dilediğine izzet verirsin. Dilediğine şeref verirsin". Bu isim Müslümanı nasıl
yüceltir? Şöyle ki; Allah'a secde ederek başını yere koyuyor ve ruhuyla semaya yük-
seliyor. Rabbinin huzurunda eğildikçe o yükseliyor.

Hz. Ömer radıyallahu anh geceleri Medine sokaklarında dolaşırdı. 'Acaba bir yerde
yetim çocuklar, dul kadınlara, fakirler, mazlumlar, mağdurlar olur. Benim de onlardan
haberim olmazsa Allah azze ve celle bana bunu sorar' diye gündüz devlet işleriyle
meşgul olur, gecenin bir vaktinde de böyle dolaşırdı. Yine bir gün dolaşırken sürekli
aklında İran var. Genişleyen İslam topraklarına oradan sürekli saldırı var. Ateşperest-
ler, mecusiler saldırıyorlar. Bir kumandan atayacak, aklında bu var. Dolaşırken aklına
bir ara Seleme bin Kays geliyor. Diyor ki;

- Tamam buldum. Sabah devletin merkezine çağırıyor. Diyor ki;

- Senin görevin bu. Hemen gidip İran üzerine sefere çıkıyorsun. Allah azze ve cellenin
adıyla yürü bakalım, diyor. Ona vazifesini veriyor. Ehvaz'a gidecek ve orayı fethede-
cek. Zor bir yer. Giderken diyor ki;

-Eğer insanlar Müslüman olurlarsa onların vazifesi zekat vermektir. Eğer Müslümanlığı
kabul etmezlerse o zaman haraç verecekler. Yani devlete vergi verecekler. Bunu on-
lara söyle. Sakın çocuklara, kadınlara, savaşmayanlara dokunmayasın Seleme.

İslam ordusuyla gidiyor ama Ehvaz bölgesi dağlık bir bölge. Vahşi hayvanlar hep sal-
dırıyor. Ordunun önüne vahşi hayvanlarla ilgili bu tür engeller de çıkınca askerlerde
moralsizlik oluyor. Seleme radıyallahu anh çok güzel Kur'an okuyor. Cihad ayetlerini

103
okuyup askere moral veriyor. Allah azze ve celle zorları kolaylaştıracak "innemeal usri
yusra". Yani zorluktan sonra değil, zorluğun içine Allah Teâlâ kolaylığı koymuş.
Ehvaz bölgesi fethedilir. İslam toprağı olur, ganimetler alınır. Bir zinet eşyası var. El-
maslar, altınlarla işlenmiş güzel bir mücevher var. Seleme radıyallahu anh diyor ki;

- Bunu Ömer radıyallahu anha, halifemize, Emirü'l Mü'minin'e göndersek. Bunu burada
bölsek, parçalasak, pay etsek ziyan olacak. Ömer'e gönderelim, diyor. Onlar da kabul
ediyorlar. Kendi kabilesinden birini çağırıyor, yanına da bir tane adam veriyor;

- Alın bunu Ömer radıyallahu anha götürün. Ehvaz bölgesi artık İslam toprağı oldu.
Bunu da müjdeleyin, diyor. Giderken Basra'dan iki tane deve alıyorlar, azıklarını koyup
Medine'ye geliyorlar. O Eş Şai? diyor ki;

-Medine'ye girdik. Ömer radıyallahu anhı sordum. Dediler ki şöyle bir yerdedir. Gittim
baktım. Yanında Yerfa var. Sofralar kurdurmuş. Çoban nasıl koyunlarını beklerken
elindeki asaya dayanıp öyle durursa Hz. Ömer radıyallahu anh da elinde bir asa var
ona dayanmış. Orada garipler, yetimler oturmuşlar. Onlara İslam Devleti yemek ikram
ediyor. Ömer Efendimiz de diyor ki "Bunlara et ver. Bunlara ekmek ver. Bunlara çorba
ver" diye onunla meşgul oluyor. Hangi sofrada eksik varsa Devlet Başkanı Ömer radı-
yallahu anh oraya bakıyor "Ona ver, şuna ver, buna ver" diyor. Bizi gördüler. Oturun
dediler oturduk. Yemek bitince Ömer radıyallahu anh kalkıp evine gitti. Biz de gittik
kapıyı vurduk. İçeriye aldı bizi. Orada yemedi. Eve girdik perdenin arkasında bir kadın
var. Anladım ki adı Ümmü Gülsüm. Dedi ki;

-Ey Ümmü Gülsüm. Benim yemeğimi de verir misin? Yanımda bir misafirim var, de-
yince o da olur dedi ve zeytin yağına sürülmüş bir ekmek verdi. Onu aldı;

- Peki içeceğim? dedi ve arpa suyu verdi. Ömer radıyallahu anhın kahvaltısı oydu.
Bana da ondan ikram etti. Yerde bir kumaş, içinde lif var. Ona oturmuştu bana da on-
dan verdi oturduk. Yemeği yedikten sonra suyu da içti;

-Elhamdülillahillezi et'amen ve sekana ve ervana "Bizi yediren, doyuran, içiren,


suya kandıran Allah azze ve celleye hamd olsun" dedikten sonra, nereden geliyor-
sun? Diye sordu.

104
-Seleme bin Kays'ın yanından geliyorum. Ehvaz'a göndermiş olduğun kumandanın el-
çisiyim.

-Onun elçisine de Seleme'ye de selam olsun. Hele anlat bakalım neler oldu? İslam
ordusunun hali nicedir?

- Allah azze ve celle bize büyük bir fetih ihsan eyledi. Beklediğiniz gibi, dualarınız isti-
kametinde Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar.

-Elhamdülillah. Peki Basra'ya uğradın mı? Müslümanların hali nasıldı? Piyasa ne du-
rumdaydı? Fiyatlar ne durumdaydı? İnsanlar karınlarını doyurabiliyorlar mı? Eti sever
Araplar. Alabiliyorlar mı?

-İnsanlar huzur ve saadet içerisindeler.

-O elinde bir kutu var. Nedir o?

-Efendimiz. Kumandanımız Seleme bin Kays ganimeti dağıtırken bir mücevher vardı.
Askerlere, mücahidlere dedi ki "Bunu bölersek ziyan olur. Çok da değerli bir şey. Bunu
Ömer'e gönderelim. Kabul eder misiniz?" dedi. Onlar da olur dedi. Bir kutunun içine
koydular. Fetih müjdesiyle onu size getirdim, deyince Ömer radıyallahu anh onu aldı,
açtı ve yere attı. O inciler paramparça oldular. Bana;

-Onları topla oradan, dedi. Yanındaki emir erine de;

-Bu adama, bana dünyalıklar getiren, inci mercan, ziynet eşyaları getiren bu adama
vurun. Çıkarın bunu dışarıya, dedi. Sonra dışarıya çıkarken dedim ki;

-Efendim bineğimiz yok neyle gidelim?

-Bunlara sadaka mallarından iki tane binek verin. Oraya gidince muhtaçlara onları ver-
sinler, dedi. O halde bizi gönderdi. Geldim Seleme bin Kays'a.

105
-Haberi Ömer radıyallahu anha ulaştırdın mı?

-O mücevheri verince aldı, baktı, yere vurup paramparça etti. "Seleme bin Kays bana
bunu nasıl gönderir!" diye kızdı, öfkelendi, beni de dışarı çıkardı. "Onu kumandana
söyle hemen askere dağıtsın. Eğer dağıtmazsa onu ağır bir şekilde cezalandırırım"
dedi.

Allah Resulünün öğrencisi Ömer radıyallahu anh lisanı hal ile diyor ki; Selem! Allah
Teâlâ Hattab'ın oğlu Ömer'i İslam’la şereflendirdi. İslam gelmeden önce Ömer, babası
Hattab'ın develerini bekleyen bir çobandı. Orada burada yatardı çöllerde. Sonra İslam
geldi, İslamla şereflendi. Bir gün Ömer radıyallahu anh minbere çıkıp diyor ki;

-Ey Hattab'ın oğlu! Dün deve çobanıydın. Bugün sana Emirü'l Mü'minin diyorlar. Bu-
nunla gururlanıyor musun? Unutma ki sen bir deve çobanıydın Ömer, diyor.

Bir gün "Emirü'l Mü'minun, Emirü'l Mü'minin" diyorlar ona. Kendi nefsinde bir galeyan
olmuş ki, ateşi yakıyor ve elini sokuyor ateşin içine "Ey Ömer! Hadi bakalım dayan bu
ateşe. Cehennemin ateşi bu ateşe kıyas edilmez Ömer!" diyor. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem Sahabe-i Kiramı öyle terbiye etmiş ki. İnsanlar bugün altın için, mü-
cevher için savaşıyorlar. Ama Rasulullah aleyhisselâmın öğrencisi Ömer radıyallahu
anh dünyaya, devlet başkanlarına, geçmiş olanlara, gelecek olanlara diyor ki;

Bu dediğim bir taştır. Bunun için savaşılmaz. Allah davası için savaşılır. Eğer cihad
meydanında karşıdakiler, kafirler; vazgeçtiler, durdular, teslim oldularsa onlara bir
daha kılıç çekilmez. Bunları Kur'an-ı Kerim söylüyor. Onlar da bu ayetleri aldılar, ha-
yatlarına tatbik ettiler. Allah yolunda cihad edin emrine uydular. Malmülk için, ganimet
için insanları öldürmediler. Karşıdakiler vazgeçince onlara kılıç çekmediler. Çünkü Al-
lah öyle buyuruyor. O halde biz savaşı da barış için yaparız. İnsanların selameti ve
kurtuluşu için yaparız. Ömer radıyallahu anh bu haliyle bize diyor ki; Yücelten, şeref
veren El Mu'iz olan Allah azze ve celledir. Allah azze ve celle kuluna namazla, oruçls,
cihadla, tebliğle, tesettürle izzet verir. Dünyalıklarda izzet yoktur. Allah bizi İslam ile
aziz kıldı. Eğer onu bırakıp cahiliyeye dönersek Allah Teâlâ her şeyi elimizden alır.

106
El Mu'iz celle celaluh bize diyor ki; Ey Mü'minler! Müslümanlar! Eğer siz insanlara
iman gözüyle bakıyorsanız o zaman şeref, izzet ve itibarı Allah'ın huzurunda başını
secdeye koyanda, Onun emirlerine teslim olanda, bütün varlığıyla 'Ben Senin kulunum
ya Rabbim' diyende arayacağız.

Abdullah bin Abbas radıyallahu anh, Peygamberimizin amcasının oğludur. Haya-


tının sonlarına doğru gözlerini kaydeder. Kalp gözü daha iyi görsün diye Allah Teâlâ
onun gözlerini alır. Fakat Efendimiz aleyhisselâmın ona duası var "Ya Rabbi. Ona
Kur'an'ı Kerimin tefsirini, te'vilini öğret. Abdullah bin Abbas radıyallahu anh Taif'te vefat
eder. Kabre koyarlar onu. Bazıları şu ayetleri duyarlar;

ُ‫س ا ْل ُم ْط َمئِنﱠة‬
ُ ‫يَا أَيﱠت ُ َها النﱠ ْف‬
ً‫اضيَةً ﱠم ْر ِضيﱠة‬
ِ ‫ار ِج ِعي إِلَى َر ِبّ ِك َر‬
ْ
‫فَا ْد ُخ ِلي فِي ِعبَادِي‬
‫َوا ْد ُخ ِلي َجنﱠتِي‬

(Allah, şöyle der:) "Ey huzur içinde olan nefis! Sen O'ndan razı, O da senden razı
olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.’’
Fecir Suresi 27-30

Kabrin her tarafında bu ses var ama kim okuyor bilmiyorlar. Abdullah bin Abbas
radıyallahu anh El Mu'iz celle celaluh diyen bir sahabe. O izzeti Kur'an'a hizmette aradı.
Allah Resulü aleyhisselâmın yoluna hizmette şeref ve itibar aradı. Kendinden daha
büyük alimler vardı. Efendimiz aleyhisselâm vefat ettiğinde o daha çocuktu. Übey bin
Kâ'b'ın kapısına gider, o dışarıya çıkana kadar beklerdi. Ona Rasulullah aleyhisselâmı
soracak, hadisi şeriflerini soracaktı. İlme, namaza, kulluğa böyle önem verdi ve El Mu'iz
olan Allah Teâlâ ona dünyadan ayrılırken böyle bir şeref ve itibar ihsan etti.

EL-MUZİL

107
El Muzil; Biri Ona kulluk etmiyorsa, biri Ona isyan ediyorsa, kafa tutuyor, meydan
okuyorsa Allah azze ve celle günahlara batan bu adamı bir gün yerin dibine geçirir.
Onu dünyada perişan eder, zelil eder.

ُ ‫عد ًْوا َحتﱠى إِ َذا أَد َْر َكهُ ا ْلغَ َر‬


‫ق‬ َ ‫س َرا ِئي َل ا ْلبَحْ َر فَأَتْبَعَ ُه ْم فِ ْرع َْونُ َو ُجنُو ُدهُ بَ ْغيًا َو‬
ْ ِ‫او ْزنَا بِبَنِي إ‬
َ ‫َو َج‬
ْ ‫س َرا ِئي َل َوأَنَا ْ ِم َن ا ْل ُم‬
َ ‫س ِل ِم‬
‫ين‬ ْ ‫قَا َل آ َمنتُ أَنﱠهُ ﻻ ِإ ِلهَ ِإﻻ ﱠ الﱠذِي آ َمنَتْ ِب ِه َبنُو ِإ‬

َ ‫سد‬
‫ِين‬ ِ ‫صيْتَ قَ ْب ُل َوكُنتَ ِم َن ا ْل ُم ْف‬ َ ‫آﻵن َوقَ ْد‬
َ ‫ع‬ َ

َ ُ‫اس ع َْن آيَاتِنَا لَغَافِل‬


‫ون‬ ً ‫ُون ِل َم ْن َخ ْلفَكَ آ َيةً َو ِإ ﱠن َك ِث‬
ِ ‫يرا ِ ّم َن النﱠ‬ َ ‫فَا ْليَ ْو َم نُنَ ِ ّجيكَ ِببَ َدنِكَ ِلتَك‬

‘’İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve


saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, "İs-
railoğulları'nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de
müslümanlardanım" dedi. Şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozguncu-
lardan olmuştun. Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için,
kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu ayetlerimizden gerçekten habersizdir.’’

Yunus Suresi 90-92

Firavun meydan okuyordu. Allah azze ve celle de onu El Muzil ismiyle zelil etti.
Önceki zalimlerin akıbeti ne olduysa bu çağın kafirlerinin sonu da o olacak. Allah Teâlâ,
zalimlerin yaptıkları zulümlerin bir kısmının hesabını dünyada tattırır.

İranlıların Hürmüzan diye zalim bir kumandanları vardı. Rüstem başkumandandı


Kadisiye'de öldürüldü o. O Hürmüzan oradan kaçtı. İran'ın belli şehirlerine gitti orada
hakimiyet ilan etti. En son Tüster şehrine gitti ve oraya yerleşti. Hz. Ömer radıyallahu
anhın aklında hep orası var. Ora alınmalı, o adama hesap sorulmalı. Çünkü sürekli
Irak'a, İslam toprağına saldırıyorlar. Ebu Musa el Eş’ari hazretlerine yazıyor;

-Gidin oranın işini bitirin. Alın o diyarı İslam toprağı yapın, diye vazife veriyor.
108
Ebu Musa el Eş’ari gidiyor. Kuşatıyorlar ve tam 18 ay kuşatma sürüyor. Alamıyorlar.
Etrafında hendekler kazalı. Mücahidler onları aşıp da kaleye giremiyorlar. Seksen hü-
cum yapılıyor. Çok sayıda İslam askeri şehit oluyor. Ebu Musa el Eşari, Mecze'e ibn-i
Sevr'i yanına çağırıyor. Diyor ki;

- Sen benim yanımda dur istişare edelim, der. İstişare ettikleri bir akşam kaleden bir ok
tam Ebu Musa el Eş’ari'nin önüne düşüyor. Pusulada yazıyor ki "Evet ben mecusiyim.
Ama Müslümanları biliyorum. Adaletlerine güveniyorum. Hakkaniyet üzerine oldukla-
rına dair tam bir inancım var. Bu Hürmüzan denen adam benim bütün yakınlarımı öl-
dürdü. Eğer hakkaten burayı almak istiyorsanız bir delik var. Oradan içeriye girerseniz
kalenin kapısı açılır. Eğer sözüme itimat ediyorsanız bana cevap verin" diyor. Ona ce-
vap yazıp atıyorlar. Alıyor kağıdı bir yer buluyor ordan çıkıp geliyor. Diyor ki;

-Bana bir adam verin. O adama nereden içeriye gireceklerini göstereyim.


Ebu Musa el Eşari, Mecze'e'ye diyor ki;

-Sen adam bul bakalım bununla gidecek. Oradan içeriye girecek gözü kara birisi. Gi-
recek ama tuzak da olabilir. Geri dönmek yok. Öyle gidecekler, diyor. Mecze'e diyor ki;

-Efendim müsaade ederseniz ben gideyim, deyince peki diyor. Mecze'e o adamla be-
raber gidiyor. O dehlizden içeri giriyorlar. İçeride Hürmüzan'ı da görüyor. Tam üzerine
atılacak. Ama Ebu Musa ona demişti ki "Sakın ha cihad etmeyesin. Geri dönüp gelesin.
Seninle daha çok işlerimiz var". Mecze'e radıyallahu anh geri döner. Ona üç yüz kişi
verilir. Yüzerek nehirlerden geçecekler. Sonra hendekler aşılacak, dehlize girecekler,
oradan kaleye girecekler. Parola tekbir. Eğer tekbir seslerini getirebilirlerse kapı açılı-
yor demektir. Mecze'e nehirden gidiyor. Sadece yanlarına kılıç almışlar. Onları da ağır-
lık etmesin diye elbiselerinin içine koymuşlar. Dehlize kadar geliyorlar. Fakat seksen
mücahid kalıyor. Geri kalanı şehit oluyor. İçeriye giriyorlar. Tekbir sesleriyle kalenin
kapısı açılıyor. Mecze'e radıyallahu anh, Hürmüzan üzerine hücüm ederken bir insan
dalgası araya giriyor ve onu kaçırıyorlar. İkinci defa görünce tekrar üzerine hücum edi-
yor. O ara Hürmüzan'ın kılıç darbesiyle Mecze'e radıyallahu anh şehit düşüyor. Allah
Teâlâ ona büyük bir izzet ihsan ediyor. Sahabe-i Kiram Tüsrev şehrini alıyor. İran'ın o
efsanevi kumandanı Hürmüz'ün eline kelepçeyi vuruyorlar. Enes bin Malik'in de içinde
olduğu bir heyetle onu Medine'ye gönderiyorlar. Medine'ye yaklaşınca ona diyorlar ki;

109
-Sen o altın tacını, bileziklerini, kolyelerini, kılıcını neyin varsa kuşan, diyorlar. Onları
takıyor, kuşanıyor.
Medine'ye girecekler. Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum ümmetin çocuklarına şunu
gösterecek; Bir Ömer var Mescid-i Nebevi'de yatan, uyuyan bir Ömer. O Mescid-i Ne-
bevi'yi karargah yapmış. Başında altından taç olan, kılıcı altından olan, altın bilezikleri
olan cihanın en büyük devletini paramparça etti. İşte Ömer radıyallahu anh böyle bir
adam. Bakın çocuklar. Kafirlere değil de Ömer'e özenin. Üsve-i haseneniz Ömer radı-
yallahu anh olsun. Bu adamlar saraylarda yaşarlardı, emirlerinde şu kadar hizmetçileri
vardı, helaları da altındandı. Ama Allah azze ve celle kendisine secde etmeyen bu
kafirleri; Ömer gibi izzeti ve şerefi kullukta arayan, El Mu'iz celle celaluh isminden na-
siptar olan Ömer'in önünde El Muzil celle celaluh isminin tesellisiyle kafirleri zelil eyledi.

Medine'ye girerler. Ömer radıyallahu anhın nerede olduğunu sorarlar. Hürmüzan da


merak ediyor. Bir saray bekliyor. Öyle bir ordu ki İran imparatorluğunu tarihten sildi.
Bunun merkezi muhteşem bir saray, sarayın önünde muhafızlar, oradan içeriye giri-
yorlar. Böyle bir yer arıyor. Gele gele Muhammed aleyhisselâmın mescidine vardılar.
Medine'nin çocukları da takılmışlar peşlerine gidiyorlar. İlk defa hayatlarında öyle bir
adam görmüşler. Mescid'e giriyorlar ve Ömer radıyallahu anhı soruyorlar "Şurada" diye
gösteriyorlar. Akşamdan Küfe'den bir heyet gelmiş. Onları dinlemiş, onların sorunla-
rına çözüm bulmaya çalışmış ve yorulmuş. Kuşluk vakti gibi olmuş. Dışarıdan heyetler
geldiği zaman giydiği bir cübbesi vardı onu çıkarıyor ve üzerinde yatıyor...

Osmanlı da bunu yapardı. Yani bir kafir, Müslümanın oturduğu yerde oturamazdı.
Kayıkta Boğaz'dan karşıya geçiyorlarsa Müslüman aşağıda zımmi yukarıda oturamaz.
Çünkü o Allah Teâlânın ayetlerini okuyor. İşte Tanzimat Fermanı kafirlerin zilletine ba-
tının müdahale fermanıdır. Çünkü bu zillet kafirlerin alınlarında olursa o zaman Müslü-
manların çocukları onları taklit etmezdi.

El Mu'iz; İzzet islamda arayın diyor. El Muzil; Eğer izzeti İslam’da ararsanız o za-
man zillet kafirlerin nasibi olur. Kafirler zilletten kurtulamazlar. Allah Teâlâ size büyük
bir onur ve şeref verir.

ES-SEMÎ'

110
Es Semî'; Her şeyi teamülen işitiyor. Bütün yönleriyle işitiyor. Yani bir karıncanın
siyah taşın üzerinde, gecenin karanlığında yürümesinden çıkan sesleri de işitiyor. Yani
insanın ancak aletlerle duyabileceği, belki onlarla da duramayacağı ne kadar ses varsa
hepsini duyar. Allah Teâlâ vesveseleri, vesveselerin telkin ettiklerini de duyar. "Allah
Teâlâ İşitendir, Görendir, Bilendir".

Es Semî' in bir adı da SemiAllahu demektir. İcabet etti demektir. Havle radıyallahu
anhın eşi ondan ailevi durumlarla alakalı talepte bulunmuş. O da namaz kılıyormuş.
Daha sonra da ona cevap vermemiş. Cevap vermeyince de ona zihar yapmış. Zihar
yapınca bir daha ailesiyle, eşiyle birlikte olamaz. Havle Efendimiz aleyhisselâma geli-
yor ve diyor ki;

-Ya Resulullah. Ben yaşlandım, yaşlı bir kadınım. Bundan sonra ben yeni bir hayat
kuramam. O adam benden ayrılırsa çocuklara bakamam. Bu işin çaresi nedir? Diye
soruyor.

-Çare yok, diyor. Fakat Allah azze ve celle Mücadele Suresinin ilk ayetlerini indiriyor

ْ َ ‫س ِم َع ﱠ ُ قَ ْو َل الﱠتِي ت ُ َجا ِدلُكَ فِي َز ْو ِج َها َوت‬


ْ َ‫شتَ ِكي ِإلَى ﱠ ِ َو ﱠ ُ ي‬
ُ ‫س َم ُع ت َ َح‬
َ ‫او َر ُك َما ِإ ﱠن ﱠ‬ َ ‫قَ ْد‬
‫ير‬
ٌ ‫س ِمي ٌع بَ ِص‬
َ
‘’Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sö-
zünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüp-
hesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.’’

Mücadele Suresi 1

Havle'nin şikayetini duyuyor ve ona icabet ediyor. Biz de dua ediyoruz ve Allah
Teâlâ dualarımıza icabet ediyor. Bu şuurla dua edeceğiz.

Bir gün Ömer radıyallahu anh gidiyor. Hz. Havle radıyallahu anha da yaşlanmış,
elinde bir asa. Ömer radıyallahu anh ile karşılaşır. Artık mecali, takati kalmamış. "Ey

111
Ömercik. Nasılsın?" demiş. Ömer radıyallahu anhın etrafında devlet idaresindeki bü-
rokratları var. "Nasıl olur da sen Emirü'l Mü'minine Ömercik dersin" deyince Ömer ra-
dıyallahu anh buyurdu ki "Durun, durun. Bu kim biliyor musunuz? Yedi kat semanın
üzerinden arşın Sahibinin çığlıklarına karşılık verdiği, sesini duyduğu, hakkında ayet
indirdiği Hz. Havle'dir. Bırakın ne diyorsa, Ömer'e nasıl istiyorsa öyle söylesin".

İnen bu ayet-i kerime bize bir kadının halini, derdini anlatıyor. Kur'an-ı Kerim hi-
kaye kitabı değil. Bu ayet ümmetin mazlum, mağdur, biçare kadınlarına diyor ki; Siz
gece yarılarında ellerinizi kaldırıp Allah azze ve celleye dua ediyorsunuz, iltica ediyor-
sunuz. Sakın ha dualarımız boşa gidiyor diye düşünmeyin. Allah azze ve celle sizin
dualarınıza icabet etmiştir. Karşılığını belki dünyada bulacaksınız. Ama ahirette mut-
laka o duaların karşılığını bulacaksınız. Dünyada kalbinize bir genişlik verecek. İmanın
bereketini, genişliğini bulacak ona nail olacaksınız.

Es Semî' celle celaluh dedikçe yukarıdan aşağıya bir haya perdesi gözlerimizi,
kulaklarımızı, yüreğimizi örter. Çünkü O seni duyuyor. Bir yerde dedikodu, gıybet ya-
pıyorsun. İnsanları eleştiriyorsun. Uygunsuz ifadeler kullanıyorsun. Belki iftiralar atıyor-
sun ama Es Semî' olan Allah azze ve celle bunları duyuyor. Bunların hesabını soracak.
Müslüman bu şuuru kuşanınca o zaman müfteri, kezzab, söz taşıyan olabilir mi? Es
Semî' diyecek, herkesin gıybet yarışına girdiği yerde sen sükut yarışına gireceksin.
Resulullah aleyhisselâm buyuruyor ki "Kim bana şu iki çene kemiği arasındaki li-
sanı gıybetten, yalandan, hasetten koruyacağına dair bir garanti verir bir de iffe-
tini, namusunu, hayasını korumaya dair bana söz verirse Allah Teâlânın inaye-
tiyle bu iki büyük afetten kendini koruyana diyorum ki; Sana cenneti garanti edi-
yorum". Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyor ki "Susan kurtuldu". Yine peygam-
berimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Allah'a ve ahiret gününe iman eden,
hayır konuşsun ya da sussun".

Ebu İshak diyor ki İbrahim Ethem bazen hiç konuşmaz. Durur, susar, kendinden
geçer bazen öyle hallerş olur. O diyor ki;

-Konuşsanız efendim. Konuşunca rahatlıyorsunuz. Niçin konuşmasınız? Sizi böyle


uzun uzun sükuta götüren nedir?

112
-İnsanlar dört şey için konuşurlar. Birincisi sen konuşursun ve bununla bir menfaat
umuyorsun. Fakat onun sonundan korkuyorsun. Yani bir zalimi methediyorsun. Men-
faatin de ondan dünyalık almaktır. Ama Allah Teâlânın huzurunda o ifadelerin yüzüne
vurulacağını biliyorsun. Böyle bir konuşma akıllı adamın işi değildir. Selamet, böyle bir
konuşmadan uzak durmayı, dünya için ahireti yıkmamayı gerektirir. İkincisi ise; Konu-
şursun ama bir menfaat ummuyorsun. Akıbetinden de korkmuyorsun. Yani ne İslam
adına ne de dünyalık adına bir menfaatin yok. Evet orada bir yalan da yok ama bir
fayda da yok. O zaman neden kendine yük olasın, neden kendini yorasın? Bir faydası
orada da konuşulmaz. Üçüncüsü; Sen konuşuyorsun ama orada bir menfaat ummu-
yorsun. Fakat akıbetinden de emin değilsin. Yani benim şimdi burada bir menfaatim
yok. Ama bu adam kafir, zalim, facir. Eğer ben bunu övüp methedersem dünyalık bir
kazancım yok ama ahiretimi kaybedebilirim. Böyle bir korku varsa o da akıllı adamın
işi değildir. Orada da konuşmamak lazım. Dördüncüsü ise; Öyle bir kelam ki konuşu-
yorsun ve dünya adına, ahiret adına bir fayda umuyorsun. Öğretmensin ders anlatıyor-
sun, doktorsun hastaya nasıl hastalıktan korunacağını anlatıyorsun. Bir amacın var bir
gayen var. Onun için konuşuyorsun. Birde akıbetinden eminsin. Konuşuyorsun ama
doğru konuşuyorsun. Yalan yanlış konuşmuyorsun, ifsad etme gibi bir niyetin yok, Al-
lah rızası için ya da kendi faydan için konuşuyorsun. İşte sana vacip olan bunu neşret-
mektir. Eğer bir meselenin dünyevi bir maslahatı var, ahiretinden de eminsek o zaman
konuşulur, diyor.

EL-BASÎR

El Basîr celle celaluh; Görür, hakkıyla gören sadece O'dur. Her şeyi görür. Onun
görmesine engel olacak hiçbir şey yoktur. Bizim görmemiz Onun görmesiyle muka-
yese edilemez.

َ ُ‫ير بِ َما تَ ْع َمل‬


‫ون‬ ِ ‫ت َو ْاﻷ َ ْر‬
ٌ ‫ض َو ﱠ ُ بَ ِص‬ ِ ‫اوا‬
َ ‫س َم‬
‫ْب ال ﱠ‬ َ ‫ِإ ﱠن ﱠ َ يَ ْعلَ ُم‬
َ ‫غي‬

‘’Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla gö-
rendir.’’
Hucurat Suresi 18.ayet

113
El Basîr celle celaluh diyen yetimi kimse yokken kovabilir mi? Gösteriş yapabilir
mi? Namazı kılmadan yatabilir mi? Sabah ezan okunurken Müslüman yatakta durabilir
mi? Gafleti kuşanabilir mi? Elbette kuşanamaz. Her yerde melekler var. Onlar kayda
geçiyorlar. El Basîr celle celaluh adımlarınızı, konuşmalarınızı, imzalarınızı, ifadeleri-
nizi, eşlerinizle olan münasebetlerinizi, çocuklarınızı terbiye ederken İslam’a öncelik
vermenizi ya da vermemenizi bütün bunları görüyor. Bütün bunlardan dolayı sizi mah-
şerde hesaba çekecek.

Müslümanlar dünyada Allah azze ve celleyi göremeyecekler ama ahirette göre-


cekler inşâallah. Rabbim ayetinde;

ٌ‫اض َرة‬
ِ ‫ُو ُجوهٌ يَ ْو َمئِ ٍذ نﱠ‬
ٌ‫اظ َرة‬
ِ َ‫إِلَى َر ِبّ َها ن‬

‘’O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar.’’


Kıyamet Suresi 22-23

Yani 'ila Rabbiha nazıreh' "ila" ile kullanıldığı zaman bizzat gözle görmeyi ifade
eder.

‫اب ا ْل َجنﱠ ِة هُ ْم‬ ْ َ ‫ق ُو ُجو َه ُه ْم قَت َ ٌر َوﻻَ ِذلﱠةٌ أ ُ ْولَئِكَ أ‬


ُ ‫ص َح‬ ُ ‫سنَى َو ِزيَا َدةٌ َوﻻَ يَ ْر َه‬ َ ْ‫ِين أَح‬
ْ ‫سنُواْ ا ْل ُح‬ َ ‫ِلّلﱠذ‬
َ ‫فِي َها َخا ِلد‬
‫ُون‬

‘’Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların
yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada
ebedi kalacaklardır.’’
Yunus Sûresi 26

"Lillezine ahsenul husna ve ziyadeh" Husna cennet demek. Husna o ihsan maka-
mında ibadet edenler içindir. Bir de ziyade var. Atıf harfi muğayeret ifade eder. Hus-
naya atfedildiğine göre demek ki cennetten başka bir şeydir o. O Rü'yetullah'tır.

114
El Basîr celle celaluh isminden nasibimiz şudur; Es Semî' celle celaluh deyince,
sen korkusuz bir Müslüman oluyorsun. Beşerden korkun yok, endişen yok. Çünkü;

‫س َم ُع َوأ َ َرى‬
ْ َ ‫قَا َل َﻻ ت َ َخافَا ِإنﱠ ِني َم َع ُك َما أ‬

Allah, şöyle dedi: "Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitirim ve görü-
rüm."

Taha Suresi 46

EL-HAKEM

El Hakem; O hakimdir, hakemdir. Hiçbir hükmü geri çevrilmez. Neyi nasıl takdir
ettiyse yerine gelir. El Hakem celle celaluh ismi, Müslümanda bir kader anlayışı oluş-
masına, rıza göstermesine yol açar. Allah Teâlâ böyle hükmetti der ve hükme teslim
olur.

El Hakem celle celaluh, dünyada kim ne yapıyor onları görüyor. Zalimi de maz-
lumu da görüyor. Zalime yarın cezasını verecek. Mazlum ise mazlum oluşundan dolayı
sevap kazanmaz. Gücü kuvveti nispetinde zulme direnecek. Karşı koyduğu halde ba-
şaramadıysa, zalimi mağlup edemediyse;

ِ ‫س َب ۜتْ َربﱠنَا َﻻ ت ُ َؤ‬


‫اخ ْذ ٓنَا اِ ْن نَس۪ ي ٓنَا ا َ ْو‬ َ َ ‫ع َل ْي َها َما ا ْكت‬
َ ‫س َبتْ َو‬َ ‫س َع َه ۜا َل َها َما َك‬ْ ‫ف ﱣ ُ َن ْفسا ً ا ﱠِﻻ ُو‬ ُ ّ‫َﻻ يُ َك ِل‬
‫ين ِم ْن قَ ْب ِلنَ ۚا َر ﱠبنَا َو َﻻ ت ُ َح ِّم ْلنَا َما َﻻ‬َ ‫علَى الﱠ ۪ذ‬ َ ُ‫علَ ْي ٓنَا اِصْرا ً َك َما َح َم ْلتَه‬َ ‫طأْنَ ۚا َربﱠنَا َو َﻻ تَحْ ِم ْل‬َ ‫ا َ ْخ‬
َ ‫علَى ا ْل َق ْو ِم ا ْلكَافِ ۪ر‬
‫ين‬ ُ ‫ار َح ْمنَ ۠ا ا َ ْنتَ َم ْو ٰلينَا فَا ْن‬
َ ‫ص ْرنَا‬ ْ ‫عنﱠ ۠ا َوا ْغ ِف ْر لَنَ ۠ا َو‬ ُ ‫طاقَةَ لَنَا ِبه۪ ۚ َواع‬
َ ‫ْف‬ َ

‘’Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı
da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur
veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır
yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi

115
bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz
ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!’’

Bakara Suresi 286

Allah Teâlâ, insanı gücü üzerindeki takati üzerindeki bir vazifeyle sorumlu tutmaz.

َ‫سك۪ ينَة‬ ‫ين اِ ْذ يُبَا ِيعُونَكَ تَحْ تَ ال ﱠ‬


‫ش َج َر ِة فَعَ ِل َم َما ف۪ ي قُلُو ِب ِه ْم فَا َ ْن َز َل ال ﱠ‬ َ ۪‫ي ﱣ ُ ع َِن ا ْل ُم ْؤ ِمن‬ َ ‫لَقَ ْد َر ِض‬
ً ‫علَ ْي ِه ْم َواَثَابَ ُه ْم فَتْحا ً قَ ۪ريب ۙا‬
َ
ً ‫َان ﱣ ُ ع َ۪زيزاً َح ۪كيما‬ َ ‫يرةً يَأ ْ ُخذُونَ َه ۜا َوك‬ َ ۪‫َو َم َغانِ َم كَث‬

‘’O ağacın altında sana bağlılık sözü verdikleri sırada o müminlerden Allah razı
olmuştur; gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve güven vermiş, pek yakın bir
fetihle ve elde edecekleri birçok ganimetle de kendilerini ödüllendirmiştir. Allah,
izzet ve hikmet sahibidir.’’
Fetih Suresi 18

Birinci olarak yahudiyle, siyonistlerle savaşacak bir ordunun ilk özelliği ; Allah azze
ve celle onlardan razı olacak. Yani onların derdi dünya olmayacak. Onların kavmiyet
diye bir davası olmayacak. Onun için Arapların İsrail ile iki savaşı oldu ve ikisinde de
yenildiler. Altı tane dokuz tane devlete karşın israil bir avuçtu ama karşısında durama-
dılar. Siyonistler askerlerini Gazze'ye gönderirken onlara cesaret hapı veriyorlar. Kar-
şıda millet var. Ellerinde tank, top vs. yok. Ama o halde bile korkup gidemiyorlar. Biri
Allah için öteki Arapın şerefi için mücade etti ve dokuz tane devlet mağlup olup
gitti. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin müjdesi, işareti var. İmam Müslim Kitabu'l
Fiten' de rivayet ediyor. Vilad-ı Şam'a ordu İstanbul' dan gidecek. Kudüs'te Vilad-ı Şam'
ın içinde. Yani Kudüs'ü kurtaracak ordu İstanbul'dan gidecek. Şuurlandığımız zaman
Müslümanlar tekbirlerle Kudüs'ü geri alacaklardır.

El Hakem celle celaluh; Onun hükümleri en güzeldir, en doğrudur. Onun hüküm-


lerinde adalet var. Bir baba çocukları arasında malı taksim ederken adil olmayabilir.
Hangisi daha zayıfsa ona daha çok verebilir. Ama ölünce çocuklar ne kadar alacak ise

116
Allah azze ve celle onu tayin etti. İslamiyet geldiğinde kadına mirastan bir şey vermi-
yorlardı. Evs'in hanımı Efendimiz aleyhisselâma geldi ve dedi ki;

-Ya Resulullah aleyhisselâm. Evs vefat etti. Amca çocukları geldiler "Bu kız çocukları
savaşamaz. Sen de kadınsın" dediler ve Evs'ten kalan ne kadar mal varsa amca ço-
cukları alıp gittiler, dedi.
Efendimiz aleyhisselâm "Durun" buyurdu Nisa Suresinin 7.ayeti nazil oldu;

َ ُ‫َان َو ْاﻻ َ ْق َرب‬


‫ون‬ ِ ‫يب ِم ﱠما ت َ َركَ ا ْل َوا ِلد‬
ٌ ‫ٓاء نَ ۪ص‬ َ ۖ ُ‫َان َو ْاﻻَ ْق َرب‬
َ ّ‫ون َو ِلل ِن‬
ِ ‫س‬ ِ ‫يب ِم ﱠما ت َ َركَ ا ْل َوا ِلد‬ ٌ ‫لر َجا ِل نَ ۪ص‬ ّ ِ ‫ِل‬
ً ‫ِم ﱠما قَ ﱠل ِم ْنهُ ا َ ْو َكث ُ ۜ َر نَ ۪صيبا ً َم ْف ُروضا‬

‘’Anne babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere pay vardır; yine anne ba-
banın ve akrabanın bıraktıklarından kadınlara da pay vardır; azından çoğundan,
belli pay.’’

Allah Teâlânın hükmüne rıza göstermeyenler o malı ya hiç kullanamayacaklar ya


da ondan bir hayır görmeyecekler. Hükme rıza gösterenler ise onda bir bereket, hayır
görecekler.

‫س َٓوا ًء َمحْ يَاهُ ْم‬


َ ‫ت‬ ‫ين ٰا َمنُوا َوع َِملُوا ال ﱠ‬
ِ ۙ ‫صا ِل َحا‬ َ ‫ت ا َ ْن نَجْ عَلَ ُه ْم كَالﱠ ۪ذ‬ َ ۪‫ب الﱠذ‬
‫ين اجْ ت َ َر ُحوا ال ﱠ‬
ِ ‫س ِيّـا‬ َ ‫س‬ ِ ‫ا َ ْم َح‬
َ ۟ ‫سٓا َء َما يَحْ ُك ُم‬
‫ون‬ َ ‫َو َم َمات ُ ُه ۜ ْم‬

‘’Yoksa kötülüğe gömülüp kalanlar, hayatlarını ve ölümlerini, eşit olarak iman


edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlarınki gibi mi yapacağımızı zannedi-
yorlar? Verdikleri hüküm ne kötü!’’

Casiye Suresi 21

Bir tarafta gözüne, kulağına sahip bir Müslüman genç var. "Bütün bu organlar bana
Senin emanetin ya Rabbim. Ben onları haram yollarda kullanmam" diyen bir genç var.
Yusuf aleyhisselâm gibi gençler... Bunların hayatları ile barlarda dolaşan, iffet çiğneme
yarışına girenler bir olur mu? Elbette olmayacak. El Hakem olan Allah celle celaluh

117
herkese hak ettiğini verecek. İman edenler ve etmeyenler; müstakim olanlar ve gü-
naha dalanlar dünyada da bir değil, ahirette de bir değiller.

ْ ‫سق ۜا ً َﻻ َي‬
‫ستَ ۫ ُو َن‬ ِ ‫َان فَا‬ َ ‫اَفَ َم ْن ك‬
َ ‫َان ُم ْؤ ِمنا ً َك َم ْن ك‬

‘’İman etmiş kimse günaha batmış kimse gibi olur mu? Bunlar elbette eşit değil-
dirler.’’
Secde Suresi 18

El Hakem celle celaluh bizd diyor ki; Asla haram yoldan kazananla haramdan uzak
duran bir değil. Rabbim mutlak, muhakkak bunları birbirinden ayıracak. Müslümanlar
Allah Teâlânın hükümlerini duydukları zaman koşacaklar. Şu ayet-i kerimede buyrul-
duğu gibi;

‫ُون لَ ُه ُم ا ْل ِخ َي َرةُ ِم ْن اَ ْم ِر ِه ۜ ْم‬


َ ‫سولُ ٓهُ ا َ ْمرا ً ا َ ْن َيك‬
ُ ‫ضى ﱣ ُ َو َر‬ َ َ‫َان ِل ُم ْؤ ِم ٍن َو َﻻ ُم ْؤ ِمنَ ٍة اِ َذا ق‬
َ ‫َو َما ك‬
ً ‫ض َﻼﻻً ُم ۪بينا‬ َ ‫سو َلهُ َف َق ْد‬
َ ‫ض ﱠل‬ ُ ‫ص ﱣ َ َو َر‬ ِ ‫َو َم ْن يَ ْع‬

‘’Allah ve resulü herhangi bir konuda hüküm verdiklerinde artık mümin bir erkek
veya kadın için işlerinde tercih hakları yoktur. Allah’ın ve resulünün emrine itaat
etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.’’
Azhab Suresi 36

O zaman Müslümanın bir muhayyellik hakkı yoktur. Allah ve Resulüne uyacak.


Uyumayınca huzur ve saadet olmaz. Hakim O'dur. O hükmederse adalet olur. İnsanlar
hükmeder, kanunları belirler, İstanbul Sözleşmesi gibi sözleşmeleri telif edip onları uy-
gulamaya koyarlarsa o zaman kadına zulüm ve kadın cinayetleri katlanarak artar. Bizi
yaratan Allah azze ve celleyle sözleşme yapalım. El Hakem olan Allah Teâlâ, seni
bilir. Huzuru hangi esaslarda bulacağını bilir. Aileni neye göre yönetince saadete ula-
şacağını bilir... Rabbim Kur'an'ı Kerimi hayata tatbik edelim diye gönderdi. Kur'an'ın
uygulandığı asırlar asr-ı saadet oldu. Müslümanlar orada huzur ve saadet buldular.
Şimdi hiçbir yerde uygulanmıyor. Kafirlerin kanunlarını alınca zelil ve mahkum oldular.

118
Müslümanlar, Allah Teâlâyı Hakim olarak kabul edince mahkemeler değişir. Oradaki
hakimler değişir. Müftüler, Allah Teâlâ adına Kur'an-ı Kerimden, hadisi şeriflerden alır-
lar içtihat yaparlar. Allah adına fetva verirler. Böyle bir hakimde, kadıda derin bir şuur
ve hassasiyet vardır. Kimin nereden olduğuna bakmazlar.

Bir gün bir kadı evinde dururken kapı çalar. Evladına demiş;

-Bak bakalım kim gelmiş.

-Birisi taze hurmayla geldi. Hurma getirmiş, dedi.


Kadı’nın hoşuna gider. Çok severmiş. O mevsimde de taze hurma pahalı, canı da çe-
kiyor.

-Evladım. Bak bakalım getiren kim gel bana anlat.

Geldi anlattı. Baktı ki o adam önümüzdeki birkaç gün içinde mahkemeye gelecek, bi-
riyle davası var. Der ki;

-Söyle ona hurmaları kabul edemeyeceğiz.


Sonra dava olur. Ardından hakim, devlet başkanının yanına gider;

-Efendim. Ben istifamın kabul edilmesini rica ediyorum.

-Olur mu efendim. Siz adil, muttaki bir kadısınız. Şimdiye kadar adaletiniz üzerinde hiç
konuşulmadı. Yani öyle hakkaniyeti koruyorsunuz.

-Efendim. Geçen gün kapım çalındı. Biri bana hurma getirdi. Kim olduğunu sordum,
anladım ki bu adamın önümüzdeki günlerde davası var hurmayı geri çevirdim. Dava
günü geldi. Karşıda davalı ve davacı var. Onun hasmı da mahkemede. Fakat gönlüm-
den geçti ki "Bu adam bana iyilik yapmak istemişti. Hurmalarını almadım ama dava
onun lehine sonuçlansa" diye içimden böyle geçti. Hani insan iyiliğin kölesidir derler ya
içimde böyle bir meyil oldu. Ben onun hediyesini almadığım halde böyle bid meyil oldu
da Allah Teâlâ muhafaza buyursun ya hediyesini almış olsaydım o zaman tavrım nasıl
olurdu? Ben üç günlük dünyada böyle bir veballe Rabbimin huzuruna gidemem, dedi.

119
Bıraktı kadılığı. El Hakem diyen Müslümanlar her imza atışlarında Allah Teâlânın hu-
zurundalar, mahşerdeler, o imzanın hesabını vermeye çalışıyor bunu düşünecek. Ama
ahirette özür cümleleri, bahaneler yok.

EL-ADL

El Adl; O mutlak olarak adil, adalet Onda. Hikmetleri, Onun işleri, Onun emirleri,
Onun talimatları hep adaletleridir. Tasarrufları, emirleri, buyrukları, şeriatı zulümden
münezzehtir. Her tasarrufunda mutlak ve muhakkak adalet vardır.

‫ش ْي ٍء َخ َل ْقنَاهُ بِقَد ٍَر‬


َ ‫اِنﱠا ُك ﱠل‬
‘’Şüphesiz biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.’’
Kamer Suresi 49

İnsan bedenine bakın. Onun yaratılışında da bir adalet var. Kollarımız diz kapak-
larımızın olduğu yerde olsaydı ayakta dururken o eller ağzıma yetişemezdi. Eğilerek
bir şeyler yiyip içecektik. O halde o elleri bedeninde nerede olması gerekiyorsa orada
yaratan El Adl azze ve celledir. Onun tasarruflarında zulüm, eksiklik ve kusur yok. Göz-
lerimiz, mikroskop ile görülen mikropları görmüş olsaydı insanlar su içemezdi. Sana
zararı olmayanları görmüyorsun ama orada hayatı olanlar var. El Adl celle celaluh se-
nin bir muvazenede yaşamanı murat etti, o suya da bir denge verdi. Yemeği iradenle
yiyorsun ama nefes öyle değil. Eğer irademizle olsaydı insanlar uyurken ölürlerdi. El
Adl olan Allah Teâlâ yaşaman neyi gerekiyorsa sistemini öyle var ediyor.

Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyor "Kim bana şu lisanına dair bir de iffe-


tine dair garanti verirse ona cenneti garanti ediyorum". Yani bu noktada teyakkuz
halinde olan, Allah'ın izniyle ahiretini kurtarır.

Hükümlerinde bir adalet var. Eğer Rabbim namazı elli rekat olarak farz kılsaydı,
hafifletmeseydi nasıl kılardık? Oruç otuz gün değil de altı ay olsaydı insanlar bunun
üstesinden nasıl gelirdi? İnekler sütü her gün değil de ayda bir verseydi insanlar inek-
lere bakamazlardı. Çok pahalı olurdu. Yani her gün ot yiyecek ama ayda bir süt vere-

120
cek. Bunun üstesinden gelemezlerdi. Ama sabah yeşil otu veriyorsun bağırsak ile ka-
nın arasından sana tertemiz, bembeyaz süt veriyor. Yeşil otu, samanı bir süte çeviriyor.
İçinde kimyasallar yok. Ama Allah azze ve cellenin içeriye koymuş olduğu muazzam
bir sistem var.

‫ٓاء اَفَ َﻼ‬ َ ٌ‫س ْر َمدا ً ا ِٰلى يَ ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َم ْن ا ِٰله‬


ٍ ۜ َ‫غي ُْر ﱣ ِ يَأْت۪ ي ُك ْم بِ ِضي‬ َ ُ ‫قُ ْل ا َ َرا َ ْيت ُ ْم ا ِْن َجعَ َل ﱣ‬
َ ‫ع َل ْي ُك ُم الﱠ ْي َل‬
َ ُ‫س َمع‬
‫ون‬ ْ َ‫ت‬
َ ٌ‫س ْر َمدا ً ا ِٰلى َي ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َم ْن ا ِٰله‬
‫غ ْي ُر ﱣ ِ يَأْت۪ ي ُك ْم بِلَ ْي ٍل‬ َ ُ ‫قُ ْل ا َ َرا َ ْيت ُ ْم ا ِْن َجعَ َل ﱣ‬
َ ‫ع َل ْي ُك ُم النﱠ َه‬
َ ‫ار‬
َ ‫ون ف۪ ي ۜ ِه اَفَ َﻼ تُب ِْص ُر‬
‫ون‬ َ ُ‫س ُكن‬ ْ َ‫ت‬

De ki: “Hiç düşündünüz mü, Allah geceyi kıyamet gününe kadar üzerinizde de-
vamlı kılsa, Allah’tan başka size ışık getirecek bir tanrı var mıdır? Hâlâ söze kulak
vermeyecek misiniz!”
De ki: “Ne dersiniz, Allah gündüzü üzerinizde kıyamet gününe kadar devamlı
kılsa, Allah’tan başka size istirahat edeceğiniz geceyi getirebilecek bir tanrı var
mı? Hâlâ (gerçeği) görmeyecek misiniz?”

Kasas Suresi 71-72

ٌ ‫ظوا فُ ُرو َج ُه ۜ ْم ٰذ ِلكَ ا َ ْز ٰكى لَ ُه ۜ ْم ا ﱠِن ﱣ َ َخ ۪ب‬


‫ير بِ َما‬ ُ َ‫ص ِار ِه ْم َويَحْ ف‬
َ ‫ضوا ِم ْن ا َ ْب‬ َ ۪‫قُ ْل ِل ْل ُم ْؤ ِمن‬
‫ين يَغُ ﱡ‬
َ ُ‫صنَع‬
‫ون‬ ْ َ‫ي‬

‘’Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar.


Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır.’’

Nur Suresi 30

El Adl diyor ki; Ben seni öyle yarattım ki o göz bakarsa o yürek kayar. O yürek
kayarsa iffetini koruyamazsın. Bu göz cihazını bu sistemde kullanacaksın. Bu sistemde
kullanırsan, kendini haramdan koruyabilirsin. O zaman evini ve aileni muhafaza ede-
bilirsin.

121
El Adl celle celaluh bize diyor ki; Allah Teâlânın her hükmünde adalet var. Sen
kadere rıza göster. Başına ne geldiyse hepsi başına gelmeden önce yazılmıştı. Kadere
rıza imanın kemalindendir. Yanlış yaptığından dolayı pişman ol ama o yanlışı tekrar
etme, istiğfar et ve keşke deme. Sen aklınla şeriate göre adımlarını atacaksın ama
sonra böyle olunca rıza göstereceksin.

El Adl; Bir şey nerede olması gerekiyorsa orada olmasıdır. Yani bir devlet başkanı
hazineden mal dağıtıyor. O malı zenginlere verse, her şeyi zenginlere verse; silahları
ulemaya veriyorsa; kitapları askerlere veriyorsa bu adalet olur mu? Olmaz. O halde
Müslüman, El Adl celle celaluha bakıp kim neye muhtaçsa ona onu verir.

EL-LATÎF

El Latîf; Kullarına her iki dünyada da ihsanda, ikramda bulunuyor. Mahlukatın iş-
lerini derin bir zerafetle çözüyor. Rahmetini, Bereketini, Lütfunu kullarına letafetle, ze-
rafetle ulaştırıyor. Hiç ummadığı yerden kulunu rızıklandırıyor.

ُ ‫يف ا ْل َخ ۪ب‬
‫ير‬ َۚ ‫ص‬
ُ ‫ار َو ُه َو اللﱠ ۪ط‬ ُۘ ‫ص‬
َ ‫ار َو ُه َو يُد ِْركُ ْاﻻَ ْب‬ َ ‫َﻻ تُد ِْركُهُ ْاﻻَ ْب‬

‘’Gözler O’nu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder. O en ince şeyleri bilir
ve her şeyden haberdardır.’’
En'am Suresi 103

ُ ۟ ‫ي ا ْلعَ ۪ز‬
‫يز‬ ۚ َٓ َ‫ق َم ْن ي‬
‫شا ُء َوهُ َو ا ْلقَ ِو ﱡ‬ ٌ ‫َ ﱣ ُ لَ ۪ط‬
ُ ‫يف بِ ِعبَادِه۪ يَ ْر ُز‬

‘’Allah kullarına çok lütufkârdır, dilediğine rızık verir. Güçlü ve üstün olan da
O’dur.’’
Şûrâ Suresi 19

122
Sen de Allah Teâlânın El Latîf isminin tecellisi olarak insanlara lütufta, ikramda
bulun. Fukaraya ikram ederken davul zurnayla, kamerayla kapısına gitme. Ekmek ve-
rip onun şerefini alma. Onu dünyalara gösterme. Abdurrahman bin Avf gibi, Peygam-
ber aleyhisselâm gibi infak et. Rasulullah aleyhisselâm infak ediyor, ediyor. Birisi geli-
yor istiyor. Verecek bir şey yok. Buyuruyor ki "Git benim adıma falana söyle sana ikram
eylesin. Sana infak eylesin". Devlet Başkanı sallallahu aleyhi ve sellem o kadar veriyor
ki artık yanında verecek bir şey kalmamış. Öyle ikram ve infak ediyor.

◌ۚ ‫يف َخ ۪ب ٌير‬
ٌ ‫ﱣ َ لَ ۪ط‬ ‫ض ﱠر ۜةً ا ﱠِن‬
َ ‫ض ُم ْخ‬ ْ ُ ‫اء َٓما ۘ ًء فَت‬
ُ ‫صبِـ ُح ْاﻻ َ ْر‬ ‫اَلَ ْم ت َ َر اَ ﱠن ﱣ َ ا َ ْن َز َل ِم َن ال ﱠ‬
ِ ‫س ٓ َم‬

‘’Görmüyor musun ki, Allah gökten su indiriyor da yeryüzü yemyeşil oluveriyor!


Kuşkusuz Allah latîftir, her şeyden haberdardır.’’
Hac Suresi 63

Eğer El Latîf olan Rabbimin kurduğu sistem olmasaydı yağmur yağmayacaktı. O


halde sen de insanlara ikram ederken Onun sana rızık olarak verdiklerinden Onun yo-
lunda, Onun kullarına ikram et.

El Latîf bize diyor ki; Nimetleri alırken, nimetlerden istifade ederken o nimetleri var
eden, onların sahibi olan Allah azze ve celleyi tefekkür edin. Siz de latif olun. Zerafeti
kuşanın. Verdiğiniz zaman başa kakmayın. Karşılığını Allah'tan bekleyin.

EL-HABÎR

El Habîr; Her şeyden haberdardır. Eşyadan, eşyanın sırlarından haberdar. Sırla-


rında sırlarından haberdar. El Alîm ve El Habîr arasında şöyle bir fark var; El Habîr
ismiyle her şeyi her yönüyle, her boyutuyla bilmesidir. İnsanların başkalarının yanında
ve kendi başına neler yaptığını, riyakar davranıp davranmadığını bilendir.

َ ‫ـرا َء فَ ُه َو َخي ٌْر لَكُ ۜ ْم َويُ َك ِفّ ُر‬


‫ع ْن ُك ْم ِم ْن‬ َٓ َ‫ي َوا ِْن ت ُ ْخفُو َها َوت ُ ْؤتُو َها ا ْلفُق‬َ ۚ ‫ت فَ ِن ِع ﱠما ِه‬
ِ ‫ص َدقَا‬
‫ا ِْن ت ُ ْبدُوا ال ﱠ‬
‫ير‬ َ ُ‫س ِيّـا ِت ُك ۜ ْم َو ﱣ ُ ِب َما ت َ ْع َمل‬
ٌ ‫ون َخ ۪ب‬ َ

123
‘’Sadakaları açık olarak verirseniz bu ne güzel! Şayet onu yoksullara verirken
gizlerseniz bu sizin için daha da hayırlıdır ve sizin bir kısım günahlarınıza kefâret
olur. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.’’
Bakara Suresi 271

El Habîr celle celaluh diyen şuna inanıyor; Ya Rabbim. Ben sadaka verirken sen
görüyorsun. Buyuruyorsun ki gizli vermek daha hayırlıdır. Benim verdiğim sadakayı
Sen görüyorsun ve ahirette de karşılığını vereceksin. O zaman neden bunun icine riya
karıştırayım.

ۚ
َ ‫ضةً َو َمتِّعُو ُه ۚ ﱠن‬
‫علَى‬ َ ‫سوهُ ﱠن اَ ْو ت َ ْف ِرضُوا لَ ُه ﱠن فَ ۪ري‬ ‫سٓا َء َما لَ ْم ت َ َم ﱡ‬ َ ‫علَ ْي ُك ْم ا ِْن‬
َ ّ‫طلﱠ ْقت ُ ُم ال ِن‬ َ ‫َﻻ ُج َنا َح‬
ِ ‫علَى ا ْل ُم ْح‬
َ ۪‫سن‬
‫ين‬ َ ‫وف َحقا‬ ِ ۚ ‫علَى ا ْل ُم ْقتِ ِر قَد َُر ۚهُ َمتَـاعا ً بِا ْل َم ْع ُر‬
َ ‫س ِع قَد َُرهُ َو‬ ِ ‫ا ْل ُمو‬
‘’Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız
malî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin gücü yettiği kadar, eli darda olan da
gücü yettiği kadar olmak üzere, onlara mâkul, gönül alıcı bir şeyler verin; iyiler
için bu bir borçtur.’’
Bakara Suresi 234

Ey kocası ölen kadın. Sen evde ne haldesin? Onun yakınları, siz o kadına zulme-
diyor musunuz? Onun hukukuna riayet ediyor musunuz? Unutmayın ki El Habîr olan
Allah azze ve celle her şeyi biliyor, bütün bunlardan haberdardır. Bütün bunların hesa-
bını soracak.

Bir kavimle hesaplaşırlen o kavime olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevketmesin. El


Habîr her şeyi bilmektedir.

Efendimiz aleyhisselâmın eşleri arasında bir bal şerbeti hadisesi geçmişti. Sonra
o sırdı onu söylemeyeceklerdi söylediler.

ُ‫ضه‬ َ ‫علَ ْي ِه ع ﱠَر‬


َ ‫ف َب ْع‬ َ ُ ‫َحد۪ يث ۚا ً فَلَ ﱠما نَ ﱠباَتْ ِبه۪ َواَ ْظ َه َرهُ ﱣ‬ ِ ‫ي ا ِٰلى َب ْع‬
ِ ‫ض ا َ ْز َو‬
۪‫اجه‬ َ َ ‫َوا ِْذ ا‬
‫س ﱠر النﱠ ِب ﱡ‬
‫ير‬ َ ِ‫َقالَتْ َم ْن اَ ْنبَاَكَ ٰه َذ ۜا قَا َل نَبﱠاَن‬
ُ ‫ي ا ْل َعل۪ ي ُم ا ْل َخ ۪ب‬ ۪‫ض فَلَ ﱠما نَبﱠا َ َها ِبه‬
ۚ ٍ ‫ض ع َْن بَ ْع‬
َ ‫َواَع َْر‬

124
‘’Hani peygamber, eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına
aktarıp Allah da durumu peygambere açıklayınca peygamber bunun bir kısmını
anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine konuyu anlatınca o, “Bunu sana kim haber
verdi?” diye sordu. “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi”
diye cevap verdi.’’
Tahrim Suresi 3

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin eşi sordu "Bunu sana kim haber verdi?". Efen-
dimiz aleyhisselâm cevap veriyor "Alîm ve Habîr olan Allah azze ve celle bildirdi". Bu
olay Kur'an'da yok. Onun için bu ayet-i kerime, vahyin ikiye ayrıldığının delillerindendir;
Vahiy metlu ve vahiy gayri metlu. Vahiy metlu, Kur'an'dır. Vahiy gayri metlu ise Sünnet-
i Seniye'dir.

Umeyr bin Vehb radıyallahu anh müşrikti. Çok savaşçı, cengaver birisiydi. Bedir'de
oğluyla beraber savaşmış. Kendisi kurtulmuş ama oğlu Müslümanlara esir düşmüştü.
Kurtulanlarla beraber Mekke'ye döner. Bir sabah Kabe-i Muazzama'nın avlusuna gider.
Saffan bin Umeyye ile karşılaşır, selamlaşırlar. Bedir'i konuşmaya başlarlar. Neleri ve
kimleri kaybettiklerinden bahsederler. Saffan bin Ümeyye Mekkelilerin lideri yani ileri
gelenlerinden birisi. Bedir konuşulunca der ki;

-Mekke'den kalktık Bedir'e gittik. Orada Ebu Cehil gibi Mekke'nin lider adamlarını kay-
bettik. Önemli sayıda da esir verdik. Onları kaybettikten sonra da hayatın bir anlamı
kalmadı.

-Ben de aynı kanaatteyim. Yaşamamızın bir anlamı kalmadı. Eğer çocuklarım olmasa,
çocuklarıma bakacak birileri olsa, borçlarım olmasa kalkar buradan giderdim. Bütün bu
acıları bize yaşatan Muhammed aleyhisselâmı öldürür gelirdim, der. Bunu söyleyince
Saffan bin Ümeyye'de para çok. Dünyalık her şey var. Eline bir fırsat geçer;

-Tamam. Ne istiyorsan ben vereyim. Eğer ölürsen çocuklarına bakayım. Bütün borçla-
rını da üzerime alıyorum, hepsini ödeyeceğim. Sen git Muhammed'i sallallahu aleyhi
ve sellem öldür. Aramızda sır kalsın.

-Sırdır, der.

125
Kılıcına zehir sürer ve Mekke'den ayrılır. Medine'ye varınca devesinden iner. Hz. Ömer
radıyallahu anhın yanında Müslümanlar var. Onlarla Bedir'i konuşuyor. Allah Teâlâ on-
lara Bedir'de nasıl büyük bir zafer ihsan eyledi, müşrikler nasıl perişan oldular, nasıl
kayıp verdiler, nasıl esir oldular; Allah Teâlâ davasına yardım edenlere nasıl sahip çı-
kıyor, azlar çoklara nasıl galip geliyor bunu konuşurken bir ara gözleri Umeyr bin
Vehb'e değiyor ve diyor ki;

-Bu adam, bu ahlaksız herif, bu hayvanlaşmış adam, bu Umeyr bin Vehb'dir. Bu adam
bir kötülük için buraya gelmiştir. Neden geldi? Hemen kalkın ve Allah Resulü aleyhis-
selâmın etrafında etten bir duvar örün, der. Efendimiz aleyhisselâma gider;

-Umeyr bin Vehb geldi Ya Rasulullah, der. Efendimiz aleyhisselâm da;

-Al getir Ömer, der.

Ama Ömer geliyor. Hani Müslümanlar Kabe'nin avlusuna çıkamıyorlardı. Kırkıncı Müs-
lüman Ömer olunca Efendimiz aleyhisselâma gelmiş "Bu saklanma, gizlenme nedir ya
Resulullah? Neden Kabe'nin avlusuna çıkıp orada Kabe'ye dönüp Allahuekber demi-
yoruz?" demişti. Efendimiz aleyhisselâm "Vakti geldi". Yirmi kişinin başına Hz. Ham-
za'yı, yirmi kişinin başına da Hz. Ömer'i tayin ediyor, kedi ortada duruyor. O halde Ka-
be'nin avlusuna çıkıyorlar. Şimdi o Ömer radıyallahu anh Umeyr bin Vehb'i ensesin-
den, elbisesinden tutuyor ve Efendimiz aleyhisselâmın huzuruna götürüyor. Efendimiz
buyuruyor ki;

-Bırak onu. Öyle demedim ben sana. Öyle getir demedim, deyince bırakıyor ve geri
çekiliyor. Umeyr'e de;

-Sen bana yaklaş, deyince Efendimize yaklaşıyor ve cahiliye selamı veriyor. Peygam-
berimiz aleyhisselâm;

-Allah bizi İslam selamıyla şereflendirdi, deyip ona islam selamını veriyor ve buyuruyor
ki;

126
-Seni buraya getiren nedir?

-Evladım, onu almaya geldim. Onun için buradayım.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem soruyor Umeyr saklıyor. Sonunda aleyhis-


selâm buyuruyor ki;

-Hani sen Saffan bin Umeyye ile Kabe'de oturmuştun. Orada konuşuyordun. Mekkeli-
ler, kimleri kaybettiniz, kimler kuyulara atıldı. Sonra sen dedin ki "Eğer borcum, bak-
makla mükellef olduğum ailem olmasa buradan çıkar gider Muhammed'i öldürürdüm".
Saffan bin Umeyye'ye Kabe'nin avlusunda oturduğunuzda söylemedin mi? Sonra se-
nin bütün borçlarını, ailenin geçimini Saffan taahhüd etti "Evet ben bunları veririm. Sen
gidebilirsin" dedi. O halde çıkıp da buraya gelmedin mi? Deyince Umeyr şaşırır. Allah
Resulü aleyhisselâmı tekzib ediyor, yalanlıyor, ona kılıç çekiyorlar. Peygamber aley-
hisselâm savaşmamak için Mekke'den kalkıp Medine'ye gelmiş ama onlar Allah Resulü
aleyhisselâm ile savaşmak için Medine'ye kadar Bedir'e gelmişler. Şimdi Peygamber
aleyhisselâm onun saklamış olduğunu El Habîr olan Allah celle celaluhun haber ver-
mesi, vahyetmesiyle bildirince ;

-Bütün varlığımla şehadet ediyorum ki sen Allah'ın Resulü Muhammed'sin, der.

-Biraz önce düşmanınızdı şimdi kardeşiniz oldu. Ona dinini öğretin, der.

Medine'de kalır ve İslam'ı öğrenir. Ömer radıyallahu anh buyurur ki;

-Umeyr bana domuzdan daha kötü bir varlık olarak görünürdü. Ama iman edince oğul-
larımdan daha sevgili geldi bana.

Medine'de bunlar olurken Saffan bin Umeyye Darü Nedve'ye gelir der ki;

-Yakında büyük bir haber alacaksınız. Yakında en sevdiklerimizin ölümüne sebep olan
Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem ölüm haberini alacaksınız. Sevinin az kaldı.
Gelen her kervana Medine'de neler olduğunu sorarlar. Bir ara Saffan bin Umeyye bir
kervana Umeyr'i soruyor. Diyorlar ki;

127
- Umeyr Müslüman oldu. Medine'de Umeyr'in Müslümanlığını konuşuyorlar, derler.

Umeyr bir gün Rasulullah aleykümselama gelir ve der ki;

-Ben cahiliye döneminde Müslümanlara eza ve işkence eder, niçin la ilahe illallah Mu-
hammedun Resulullah diyorsunuz diye bunları yapardım. Şimdi müsade edersen Mek-
ke'ye gideyim. Sesim ne kadar çıkıyorsa o kadar, en yüksek yerlere çıkayım "İnsanlar!
Bırakın hubel'i, menat'ı, lat'ı, uzza'yı la ilahe illallah Muhammedun Resulullah deyin ve
kurtulun" diyeyim. Peygamberimiz onu gönderir. Bu güçlü sahabenin dirayetli tebliği ile
çok kişi Müslüman olur.

EL-HALÎM

El Halîm; Mü'mine ceza vermede acele davranmayan, tövbe istiğfar etmesi için
mü'min kullarına mühlet veren, hesap sormaya takati olduğu kullarından yapmış olduk-
ları yanlışlıkların hesabını hemen sormuyor. İmam Gazali Rahmetullahi aleyh buyuru-
yor ki "Asi olanların günahlarını görüyor, onlara şahit oluyor. Onlar nasıl emirlerine mu-
halefet ediyor bütün bunları görüyor. Fakat gazabı devreye girip de onları hemen orada
helak etmiyor. Belki dönerler, belki istiğfar ederler, belki kurtulurlar diye onlara mühlet
veriyor".

Elbette Allah Teâlâ kullarının gelecekte ne yapacağını biliyor. O ezeli de ebedi de


bilir. Fakat kullarının yarın huzurda mahşere vardıkları zaman bir bahanesi olmasın
"Ya Rabbi biz günah işledik ama bir anlıktı. Sonra belki tövbe, istiğfar ederdik" diye bir
bahaneleri olmasın. Onun için Rabbimin Merhameti devreye girer El Halîm ismiyle kul-
larına mühlet veriyor.

َ ‫علَ ْي َها ِم ْن ٓ َدابﱠ ٍة َو ٰل ِك ْن يُ َؤ ِ ّخ ُر ُه ْم ا ِٰلٓى اَ َج ٍل ُم‬


‫سم ۚى فَ ِا َذا‬ َ ‫َاخذُ ﱣ ُ النﱠ‬
ُ ِ‫اس ب‬
َ َ‫ظ ْل ِم ِه ْم َما ت َ َرك‬ ِ ‫َولَ ْو يُؤ‬
‫ون‬ ْ َ‫ساعَةً َو َﻻ ي‬
َ ‫ستَ ْق ِد ُم‬ َ ‫ون‬ َ ‫ستَأ ْ ِخ ُر‬
ْ َ‫َٓجا َء ا َ َجلُ ُه ْم َﻻ ي‬

128
‘’Eğer Allah insanları haksızlıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı yer-
yüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onlara belirlenmiş bir sürenin sonuna ka-
dar mühlet tanıyor. Ama süreleri dolduğunda onu bir an bile ne erteleyebilirler
ne de öne alabilirler.’’
Nahl Suresi 61

‫سبُوا َما ت َ َركَ ع َٰلى َظه ِْر َها ِم ْن َٓدابﱠ ٍة َو ٰل ِك ْن يُؤَ ِ ّخ ُر ُه ْم ا ِٰلٓى اَ َج ٍل‬ َ ‫اس ِب َما َك‬ َ ‫َاخذُ ﱣ ُ النﱠ‬ ِ ‫َولَ ْو يُؤ‬
َ ‫سم ۚى فَ ِا َذا َٓجا َء ا َ َجلُ ُه ْم َفا ﱠِن ﱣ َ ك‬
ً‫َان ِب ِعبَادِه۪ بَ ۪صيرا‬ َ ‫ُم‬

‘’Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı,


yerin üstünde tek bir canlı bırakmazdı; fakat onlara belirlenmiş bir vadeye kadar
mühlet veriyor. Vadeleri dolduğunda ise (herkes anlayacaktır ki) Allah kullarını
hakkıyla görüp bilmektedir.’’
Fâtır Suresi 45

Bir adam yürürken ayağına taş atsa döner hemen mukabelede bulunur. Ama öte-
kisi soruyor "Niye attın kardeşim, niçin böyle yaptın?". Orada belki bir özür bir yanlışlık
olabilir. Bundan dolayı affedip yoluna devam ediyor. Fakat mukabele eden adam ay-
nısıyla karşılıkta bulunuyor. Allah azze ve cellenin El Halîm ismi bize diyor ki; Kullarıma
o kadar nimet veriyorum. Onlar bana isyan ediyorlar, emirlerimi yerine getirmiyorlar.
Ben nimet veriyorum oruç tut diyorum o meyhaneye, isyana, tuğyana gidiyor. Allah
Teâlâ dilediği an "Kün fe yekün" dese olduracak. Yok ol dese melekler yok edecek.
Fakat sana, bana sabrediyor. El Halîm celle celaluh bize diyor ki sen de bu ahlakı
kuşan. Müslümanlar boş bir söz işittiği zaman hemen durup onun kavgasına dalmaz-
lar. Arabayla giderken biri size yanlış bir şey yaptığında durup da onunla niza yapma.
Sen gücünü, kuvvetini, takatini Allah'ın dinine hücum eden kafirlere karşı kullan. O za-
man görsünler Hamza olmayı, Ömer olmayı, Ali bin Ebi Talip radıyallahu anhum ol-
mayı.

َ ‫اس ِليُذ۪ يقَ ُه ْم بَ ْع‬


‫ض الﱠذ۪ ي ع َِملُوا لَعَلﱠ ُه ْم‬ َ ‫سا ُد فِي ا ْلبَ ِ ّر َوا ْلبَحْ ِر ِب َما َك‬
ِ ‫س َبتْ ا َ ْيدِي النﱠ‬ َ
َ َ‫ظ َه َر ا ْلف‬
َ ُ‫يَ ْر ِجع‬
‫ون‬

129
‘’İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bo-
zuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattı-
rıyor.’’
Rûm Suresi 41

El Halîm elbette belayı, musibeti geciktiriyor. Eğer yapmış olduklarımızın tamamını


vermiş olsa o zaman dünyada kimseler kalmayacaktı. Trafik kurallarını ihlal edince,
vergini ödemeyince devlet sana ceza veriyor. Niçin adil bir devlet tasavvurunda bunlar
var? Eğer sen trafik kurallarını ihlal edersen ölüme gideceksin. Belki de başka bir in-
sanın ölümüne sebep olacaksın. Senin maslahatına, oradaki insanların faydasına o
cezayı verir ki bundan sonra tekrarlama. Devlet, vatandaşının selameti adına bunu
yapar. Allah azze ve celle bize hatalarımızdan dolayı o an ceza vermez, derdest etmez.
Tehir eder. Ama aklımızı başımıza toplayalım, istiğfar edelim, nadim olalım diye bir
kısmını verir.

‫ير‬ َ ‫صا َب ُك ْم ِم ْن ُم ۪صي َب ٍة فَ ِب َما َك‬


ٍ ۜ ۪‫س َبتْ اَ ْيد۪ ي ُك ْم َو َي ْعفُوا ع َْن كَث‬ َ َ ‫َو َٓما ا‬

‘’Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah
birçoğunu da bağışlar.’’
Şûrâ Suresi 30

Bir hastalık var, bir yılı geçti bütün dünyayı kilitledi. Başımıza gelen musibetler
bizim yaptıklarımızdan dolayıdır. Peki zalimler, kafirler, facirler var bundan dolayı bu
musibet başımıza geldi. Bu bela mazlumları, muzdaripleri de buldu. O zaman Kur'an-ı
Kerim bağlamında bu hastalığı şöyle anlayacağız;

ۚ ٓ ْ
ْ ‫صةً َوا‬
ِ ‫علَ ُٓموا اَ ﱠن ﱣ َ شَد۪ ي ُد ا ْل ِعقَا‬
‫ب‬ ‫ظلَ ُموا ِمن ُك ْم َخا ﱠ‬ َ ۪‫َواتﱠقُوا فِتْنَةً َﻻ ت ُ ۪صيبَ ﱠن الﱠذ‬
َ ‫ين‬

‘’Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının


ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.’’
Enfâl Suresi 25

130
Sadece facirlere, kafirlere gelmiyor. Onların zulmüne, ihanetine, isyanına sessiz
kalan Müslümanlara da geliyor. İki milyar Müslüman olarak Çin'in, Amerika'nın, İsrail'in,
Rusya'nın bu zulümlerine sesimizi yükseltseydik. İki milyar Müslüman olarak Batının,
küresel güçlerin pazarı konumundayız. Onlar madenlerimizi alıp üretiyor ve bize satı-
yorlar. Yeraltı kaynaklarının, boğazların önemli bir bölümü bizde ama yine fakir olan,
ezilen Müslümanlar! Bizi yaratan Allah Teâlânın şeriatine göre değil de Allah'ın düş-
manlarının kanunlarıyla insanları yönettiğimizden dolayı Allah Teâlânın Rahmetine,
nusretine mazhar olamıyoruz. Ona dönmeli, yönelmeliyiz. Müslümanlar olarak zulme
sessiz kalmamalı, en azından kafirin malını boykot ederek bu tepkiyi göstermelidir.

‫علَى ﱣ ِ فَ ْليَت َ َو ﱠك ِل‬ ُ ‫ب لَ ُك ۚ ْم َوا ِْن يَ ْخذُ ْل ُك ْم فَ َم ْن َذا الﱠ ۪ذي يَ ْن‬
َ ‫ص ُر ُك ْم ِم ْن بَ ْعد ۪ ِۜه َو‬ َ ‫ص ْر ُك ُم ﱣ ُ فَ َﻼ‬
َ ‫غا ِل‬ ُ ‫ا ِْن يَ ْن‬
َ ُ‫ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
‫ون‬
‘’Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yar-
dımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a
güvensinler.’’
Âl-i İmrân 160

Allah Teâlâ Ona icabet edenlerin duasına icabet eder. Yani Allah'ın şeriatine ica-
bet eder amel edersek Rabbim dualarımıza karşılık verecektir.

El Halîm celle celaluh ismi diyor ki; Allah Teâlânın gücü insanı yok etmeye yetme-
sine rağmen o yanlış yapınca yine ona rızık veriyor, yine ona El Halîm ismiyle sabre-
diyor. Ölene kadar ona mühlet tanıyor. O halde sen de oğluna, kızına, sabırlı ol. Tehdit
ve beddua cümleleriyle üstüne yürüme, el kaldırma. Tekrar tekrar anlat. Unutma ki
insanlar Allah azze ve celleye gece gündüz sürekli isyan etmelerine rağmen Halîm
olan Allah Teâlâ onları anında helak etmiyor, sabrediyor. Sen de çocuklarına karşı Al-
lah Teâlânın Halîm ismiyle muamele et. Evet uyaracaksın, ikaz edeceksin ama çizgiyi
aşma, elini kaldırma, hakaret etme. El Halîm celle celaluh ismiyle sabrederek yürekleri
açacaksın. Elbette din ve imana hakaret edildiğinde orada farklı tavırlar olur. Ama şah-
sımızla alakalı bir durum söz konusu olduğu zaman elinize yazacaksınız; El Halîm celle
celaluh...

131
El Halîm celle celaluh en ziyade Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hayatında var.
İnsan yüreğinde bir sabır ne kadar olursa orada sabrı sonuna kadar Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellemin yüreğinde görürüz.Efendimiz aleyhisselâm hicretin altıncı
yılında sekiz tane devlet başkanına birden mektup gönderir. Onlardan bir tanesi de
Yemame'de iki devlet başkanından biri olan Sümâme bin Üsâl'dir. Sümâme mektubu
alır, bakar, hakaret eder "Bu da kim, bana ne hadle mektup gönderiyor?" diye hakaret
ederek elçiyi geri gönderir. Sonra etrafta sahabi biri dolaşıyorsa ya da sahabeler ora-
dan geçiyorsa onları yakalayıp öldürür. Efendimiz aleyhisselâma onun bu katliamları
ulaşınca sallallahu aleyhi ve sellem Sümâme'nin görüldüğü yerde öldürülme emrini ve-
rir. Aradan zaman geçer ve Sümâme radıyallahu anh Yemame'den ayrılır. Etrafında
adamlarıyla Mekke'ye umreye gidiyor. Medine'nin de çevresinden geçiyor. Medine'ye
saldırı ihtimaline karşı sahabe efendilerimiz Medine'nin etrafında dönüyorlar, devriye
halinde bekliyorlar. Ribat noktalarında muhafızlar var. Sümâme'yi görünce yakalayıp
Medine'ye getirip Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin mescidinde bir direğe bağlı-
yorlar. Adamları da etrafta. Allah Resulü aleyhisselâm namaz için evinden çıktığında
bakıyor ki direğe bağlı biri var. Yanına geliyor ve ashaba dönerek;

-Kimi aldınız, kimi derdest ettiniz, yakaladınız biliyor musunuz?

-Hayır ya Rasulullah, diyorlar. Efendimiz aleyhisselâm;

-Bu Sümâme bin Üsâl, buyuruyor.

O kendini tanıtmıyor. Çünkü Allah Resulü aleyhisselâm onun görüldüğü yerde öldü-
rülme emrini vermişti. Sabahe-i Kiramı öldürmüş, katletmişti. Efendimiz aleyhisselâm
ashabına dönüp;

-Buna iyi davranın. Sakın ha öldürmeyin, işkence etmeyin, buyuruyor. Eve gidiyor. Ai-
lesine ne varsa onu hazırlayın diyor. Deveyi sağıyorlar, süt alıyorlar, sofra kuruyorlar
ne varsa Sümâme'ye gönderiyorlar. Efendimiz aleyhisselâm daha sonra onun yanına
geliyor;

-Ne dersin Sümâme?

132
-Diyeceğim ortadadır. Eğer beni salar, gönderirsen sana teşekkür ederim. Eğer ben-
den fidye istiyorsan fazlasını veririm ama iman etmem, diyor.
Peygamberimiz aleyhisselâm ikinci gün geliyor yine aynı şeyleri söylüyor.

-Eğer kanımı dökerseniz mutlaka benim devletim bunun hesabını sorar, diyor. Üçüncü
gün Efendimiz aleyhisselâm yine halini hatırını soruyor. Sümâme aynı şekilde cevap
veriyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ashaba dönüp buyuruyor ki;

-Bırakın Sümâme'yi. Salın gitsin, diyor.

Sümâme'yi bırakıyorlar. Medine'den ayrılıyor. Umreye gidecekti. Baki mezarlığının


arka tarafında bir hurmalık var. Oraya kadar geliyor düşünüyor "Ben bu Peygambere
bu kadar kötülük yapmıştım. Devlet başkanı olarak gönderdiği mektuptan dolayı ona
hakaret etmiş, adamlarını, öğrencilerini öldürmüştüm. Fakat buraya geldim, tutuklan-
dım. Bana kendi yediğinden daha iyisini ikram etti. Ashabına, öğrencilerine döndü 'Sa-
kın ha ona eza etmeyin, ona iyilikte bulunun' dedi. Böyle birisi sıradan bir insan olmaz".
Sümâme orada bir kuyu bulur. Kuyuya girer ve gusül abdesti alır, temizlenir ve Medi-
ne'ye döner. Sahabe topluluğunu görür ve onlara sorar;

-Müslüman olmak için ne söylemem lazım?

Kelimei şehadeti telkin ederler, kelimei şehadeti getirir. Sonra Rasulullah aleyhis-
selâmın huzuruna varır;

-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh. Bütün
varlığımla, bütün zerrelerimle ilan ediyorum! Sana, yoluna, İslam'a bağlandım, ram ol-
dum, teslim oldum ya Resulullah, der. Peygamberimiz aleyhisselâma der ki;

- Bana sorsalar "Dünyanın en kötü adamı kim, en fazla kimden nefret ediyorsun?"
diye. Sizi söylerdim. Ama şimdi bakışım öyle değişti ki bana sorsalar "Dünyanın en
sevgilisi kim?" tereddüt etmeden sizin olduğunuzu söylerim. Bana sorsalar ki "Dünyada
hangi şehirden nefret ediyorsun?". Medine derdim. Şimdi sorsalar "Dünyada en ziyade
hangi şehire senin aşkın, sevgin var?" Medine derim ya Rasulullah. Sorsalardı ki "En
ziyade hangi dinden nefret ediyorsun?" İslam derdim. Ama şimdi "Hangi hakikat için

133
canını ortaya koyarsın?" deseler İslam derim. Ya Rasulullah aleyhisselâm eski yaptık-
larımdan pişman oldum. Öldürdüğüm öğrencilerinden dolayı beni affeder misin?

-Bugün sana azarlama yok ya Sümâme. Bugün azarlama günü değil.

-O halde müsaden olursa ya Resulullah ben Umreye gidecektim. Gideyim umreye.

-Git umreye. Fakat cahiliyenin adetlerine göre değil, Allah ve Resulünün şeriatına göre
umre yap, der.

Efendimiz aleyhisselâm oturur ve umrenin İslam'a göre nasıl yapılacağını anlatır. Pey-
gamberimiz aleyhisselâmı dinler. Sümâme radıyallahu anh üzerinde ihramla, adamla-
rıyla birlikte Mekke'ye girer. Mekke'nin sokakları Sümâme ve adamlarının ağızlarından
çıkan telbiye sesleriyle inliyor "Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke
lebbeyk, innel hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülk, lâ şerîke lek". Mekkeli gençler kılıç
çekip üzerine yürüyorlar. Sümâme radıyallahu anhı şehit edecekler. Birileri tanıyorlar.
Diyorlar ki;

-Bu Sümâme. Eğer onu öldürürseniz o zaman Mekke'ye nereden buğday gelecek.
Onun devleti Mekke'nin tahıl ambarı gibi. Oradan buğday geliyor. Eğer onu öldürürse-
niz o zaman buraya buğday gelmez.
Bırakıyorlar ve diyorki;

-Sümâme. Yoksa sen atalarının dinini bıraktın mı? Muhammed'e aleyhisselâm sen de
aldandın mı?

-Evet. Ben yalanı, masalı bıraktım. Ben Müslüman oldum. Ben Muhammed aleyhis-
selâmın dinini kabul ettim. Bu beyitin Rabbi Allah azze ve celleye yemin ediyorum ki
eğer siz o putları bırakmazsanız size Yemame'den bir buğday tanesi bile göndermem.

Umreyi İslam'a göre yapar ve ayrılır. Sözünde durur ve buğday göndermez. Mekke'de
bir kriz olur, fiyatlar yükselir. Allah Resulü aleyhisselâma mektup yazarlar. "Senin öğ-
rencilerinden, ashabından devlet başkanı Sümâme iman etti bize buğday göndermiyor.

134
Çocuklar ölecek. Bize merhamet eder misin ya Muhammed?" diyorlar. Efendimiz sal-
lallahu aleyhi ve sellem Sümâme'ye mektup yazar, haber gönderir. "Gönder. Biz Müs-
lümanız. Rahmeti sonuna kadar kuşanalım. Onlar bize zulmetmiş olsalar bile biz zulme
zulümle karşılık veremeyiz" deyince Sümâme radıyallahu anh buğday gönderir.

Hangi psikolog, Peygamberimiz aleyhisselâmın Sümâme'ye bu yaklaşımının bir


örneğini gösterebilir? Müslüman! Din psikolojisi diye kilise psikolojisini anlatma. Buhari
oku, Müslim oku. Tabakat kitaplarına bak, Siyer oku, derinlere dal. El Halîm celle ce-
laluh diyen Hz. Muhammed aleyhisselâmın çöldeki eski düşmanlarına nasıl derin bir
sabırla kavrayıp kuşattığına bak. Cehennemin yolundan cennetin yoluna, cennetin uf-
kuna nasıl taşıdığına bak. Üsve-i hasenemiz, başöğretmenimiz Hz. Muhammed sallal-
lahu aleyhi ve sellemi örnek al.

Peygamberimiz aleyhisselâm ahirete irtihal edince irtidat hareketleri başlar. Din-


den dönenler olur. Sümâme'nin kabilesinin olduğu mıntıkada Müseylimetül Kezzab'da
çıkıp peygamberlik iddiasında bulunuyor. Sümâme radıyallahu anh ona karşı müca-
dele ediyor. Ebu Bekir radıyallahu anha mektup yazıyor. İklime gidiyor fakat başarılı
olamıyorlar. Sonra Halid bin Velid kumandasında bir ordu gidiyor. Sümâme radıyallahu
anh üç bin kişilik gücüyle, kuvvetiyle o gün Yemame'de bir destan yazıyor. Orada bir
zafer kazanılıyor. Oradan Bahreyn tarafına gidiyor. Orada da mürtedler var. Orada ci-
had edip isyanı bastırıyor. Geri dönerken mürtedler tarafından şehit ediliyor.
Müseylime peygamberlik iddiasıyla meydan yerine çıktığında Sümâme Mü'min (Ğafir)
Suresinin ayetlerini okur. Karşıdakilere der ki "Bir de size Müseylime'nin, bu sahtekarın
ifadelerini okuyayım hemen anlayacaksınız değil mi? Kur'an ile Müseylime'nin ifadeleri
arasındaki farkı gece ile gündüz kadar fark edecek, siz de Müslüman olacaksınız" der.

El Halîm celle celaluh bize sabrı kuşanmayı anlatıyor. Eğer sabredebilirsek sabır
güneş gibi, onların yüreğindeki buzdan kilitleri eritecek.

EL-AZÎM

El Azîm; Yüceliğinin bir sınırı yok. Büyüklüğünü biz aklımızla, idrakimizile tasavvur
edemeyiz.

135
Müslümanlar El Azîm celle celaluh derler. Allah Teâlânın Azameti onlara bu tes-
bihle alemde her şeyin sivrisinek hükmünde olduğunu gösterir. Azamet sadece Allah
azze ve cellededir. Müslümanlar El Azîm celle celaluh diyerek bunu hatırlamalıdır.

Vakıa Suresinin 74.ayeti nazil olduğu zaman Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu-
yurdu ki "Bunu rükuda söyleyin". Namaz kılarken Kabe'ye yöneliyoruz fakat ruhumuzla
da yönelmemiz gerekir. Lisanımızla Allahuekber diyoruz. Hem Allahuekber hem de
"Fe sebbih bismi rabbikel azim" ‘’Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et’’ ayeti bize
diyor ki; Müslümanlar! Dilinizle yapmış olduğunuz tazimi kalbiniz, işiniz, oğlunuz, oğlu-
nuzu gönderdiğiniz okul, faiz almanız yalanlamasın. El Azîm celle celaluh dediğimizde
dünyalıkların hepsi gözümüzde küçülüyorsa, Onun emirleri büyüyor ve emirlerine tes-
lim oluyorsak orada kulluk ve tazim vardır.

ِ ‫ضا ِع ْف َها َويُ ْؤ‬


ً ‫ت ِم ْن لَ ُد ْنهُ ا َ ْجرا ً ع َ۪ظيما‬ َ ‫اِ ﱠن ﱣ َ َﻻ َي ْظ ِل ُم ِم ْث َقا َل َذ ﱠر ۚ ٍة َوا ِْن ت َكُ َح‬
َ ُ‫سنَةً ي‬

‘’ Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez; o zerre, bir iyilik ise onu katlar,
kendi katından da büyük mükâfat verir.’’
Nisâ Suresi 40

İmam Buhari, Buhari-i Şerif'i şu hadisle bitiriyor;

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

-İki kelime var ki Allah azze ve celleye onlar çok sevgilidir. Dile de çok hafif, çok kolay-
dır. Söyleyebilirsiniz. Dile çok hafif ama mahşer günü mizanda çok ağır olacak onlar;
Subhânallâhi ve Bihamdihi Subhânallâhi'l-Azîm.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bela ve musibet anında bu hadisi şerifi


okurdu "Lâ ilâhe illâllahul-Azimül-Halîm. Lâ ilâhe illâllahu Rabbül arşil Azîm. Lâ
ilâhe illâllahu Rabbüs-semâvâti vel ard ve Rabbül arşil Kerim".
Her şeyimiz Onun elinde. Sıkıntılarımızı izale etme Onun tasarrufunda, kalbimize se-
kinet indirme Onun tasarrufundadır.

136
El Azîm ismini söyleyerek Onun kitabını tazim ediyoruz. Madem Sen Yücesin bu
Kitap yüce ya Rabbim. El Azîm diyen; İsviçre'nin medeni kanununu tazim etmez. Ailesi
ile bir sorunu varsa onu çözmek için İsviçre'nin kanununa gitmez. Müslüman kardeşiyle
ticari konuda bir sorunu varsa onu çözemek için Almanların kanuna gitmez. Çözümü,
çareyi Kur'an-ı Kerim'de arar.

El Azîm isminden nasibimiz; Allah Teâlâ’ya secde etmekten imtina eden adamlara
leşe bakar gibi bakacaksın. El Azîm celle celaluh diyen bir kul, Allah'a başkaldıranları
sivrisinekten daha hakir görür. En kaliteli kıyafetleri giyseler, en pahalı vasıtalarla do-
laşsalar bile hayvan gibidirler. Hayvandan daha aşağı bir hayata mahkumdurlar. Müs-
lüman nefsi ile Allah Teâlâ’nın emirleri arasında kalınca "Nefsim ne ki! O nefsi ben
ayağımın altına almaya memurum. Nefsim ayağımın altında, başım secdede, ruhum
ve bedenimle buradayım ya Rabbi. Senin buyruklarını tazim ediyorum" deyip secdeye
kapanıyorsun.

EL-GAFÛR

El Gafûr; Öyle affediyor ki ondan sonra bir daha günaha meylin, arzun kalmıyor.
Affı namütenahi olandır. Günahlardan affeden, mağfiret eden. Kulu haketmediği halde
af ve mağfirette, ikramda bulunan. El Gafûr olarak örtüyor. İnsanlara örtünme hissini
verendir. Ayıpları örtendir.

Eğer insanlar yüzünüzdeki öfkeyi gördükleri gibi kalbimize düşenleri de görseydi


belki dostlarımız dahi yanımızda durmazlardı. Onun için Rabbim El Gafûr ismiyle kal-
bimizi örtüyor. Biz de bu ismi vird haline getirerek başkalarının günahlarını, hatalarını,
masiyetlerini örteceğiz ki mahşer günü Allah Teâlâ Ğaffâr ismiyle günahlarımızı örtsün.

ً ‫وب َج ۪ميع ۜا‬


َ ُ‫طوا ِم ْن َر ْح َم ِة ﱣ ِۜ اِ ﱠن ﱣ َ َي ْغ ِف ُر الذﱡن‬ ِ ُ‫س َرفُوا ع َٰلٓى ا َ ْنف‬
ُ ‫س ِه ْم َﻻ تَ ْق َن‬ َ ‫قُ ْل يَا ِعبَاد‬
َ ‫ِي الﱠ ۪ذ‬
ْ َ ‫ين ا‬
‫اِنﱠهُ ُه َو ا ْلغَفُو ُر ﱠ‬
‫الر ۪حي ُم‬
De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları ba-
ğışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”

137
Zümer Suresi 53

Birisi Hasan-ı Basri hazretlerinin yanına gelir ve der ki;

-Kıtlık var. Evime ekmek götüremiyorum.

-Estağfirullah, der. Başka biri gelir;

-Efendim çocuğum yok. Allah Teâlâ bana evlat vermedi, deyince yine;

-Estağfirullah, der. Öteki gelir;

-Bağda bahçede su yok, der. Ona da

-Estağfirullah, der. Yani kimin ne derdi varsa, hangi dertle geldiyse hepsine Estağfirul-
lah diyerek Allah azze ve celleye yönel, istiğfar eyle diyor. Yanında biri var ve der ki;

-Efendim herkese aynı şeyi söyledin. Neden öyle yaptın? Yani biri çocuğum yok dedi
ona estağfirullah de dedin. Başka biri geldi, onun başka bir derdi vardı ona da aynı şeyi
söyledin. Niçin herkese aynı şeyi söylüyorsun?

-Allah azze ve celle Nuh Suresinin 11-12. ayetlerinde Hz. Nuh aleyhisselâm muhattap-
larına istiğfar etmesini söylüyor.
ً ‫علَ ْيكُ ْم ِمد َْرار ۙا‬
َ ‫س َٓما َء‬
‫س ِل ال ﱠ‬
ِ ‫يُ ْر‬
ً ‫ت َويَجْ عَ ْل َل ُك ْم اَ ْن َهار ۜا‬
ٍ ‫ين َويَجْ عَ ْل لَ ُك ْم َجنﱠا‬
َ ۪‫َويُ ْم ِد ْد ُك ْم بِا َ ْم َوا ٍل َوبَن‬

‘’(Dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallar ve oğullar vererek
sizi desteklesin, size bahçeler versin ve sizin için ırmaklar akıtsın.’’
Nuh Suresi 11-12

138
َ ُ‫ست َ ْغفَ ُروا ِلذُنُوبِ ِه ۖ ْم َو َم ْن يَ ْغ ِف ُر الذﱡن‬
‫وب‬ ْ ‫س ُه ْم َذك َُروا ﱣ َ فَا‬ َ ‫احشَةً ا َ ْو‬
َ ُ‫ظلَ ُٓموا ا َ ْنف‬ ِ َ‫ين اِ َذا فَعَلُوا ف‬ َ ۪‫َوالﱠذ‬
َ ‫ا ﱠِﻻ ﱣ ۖ ُ َولَ ْم يُ ِص ﱡروا ع َٰلى َما فَعَلُوا َو ُه ْم يَ ْعلَ ُم‬
‫ون‬
۬
‫ين ف۪ ي َه ۜا َونِ ْع َم اَجْ ُر‬
َ ۪‫ار َخا ِلد‬ ُ ‫ا ُ ۬و ٰلٓئِكَ َج َٓزا ُؤ ُه ْم َم ْغ ِف َرة ٌ ِم ْن َربِّ ِه ْم َو َجنﱠاتٌ تَجْ ۪ري ِم ْن تَحْ تِ َها ْاﻻَ ْن َه‬
‫ين‬َ ۜ ۪‫امل‬
ِ ‫ا ْل َع‬

‘’Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı
hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Al-
lah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmez-
ler. İşte onların yaptıklarının karşılığı rableri tarafından bir bağışlanma ve altla-
rından ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Böyle amel
edenlerin mükâfatı ne güzeldir!’’
Al-i İmran 135-136

Eğer biz Rabbimize istiğfar edebilirsek, bütün azalarımızla Allah Teâlâ’ya yönele-
bilirsek o zaman El Gafûr ismiyle affı tecelli edecektir. Madem ki Allah Teâlâ El Gafûr
ismiyle bizim hatamızı, kusurumuzu, ayıbımızı örtüyor. O halde sen de evladının, eşi-
nin, annenin, babanın, Mü'min kardeşinin hatalarını ört. Yanlışlarını meydan yerinde
söyleme. Düzeltmek için uygun bir lisanla onların yanına git, onlara meseleyi anlat.
Anlat ki mahşer günü Allah Teâlâ El Gafûr ismiyle ayıbımızı, kusurumuz örtsün.

EŞ-ŞEKÛR

Eş Şekûr; Az bir kulluğa çok ikramda bulunandır.

Aza çok veren yalnızca Eş Şekûr olan Allah Teâlâ’dır. Şimdi kripto paralar var.
Adam bin lira yatırıyor bir anda on bin lira oluyor. Parada böyle bir kazanç yok, böyle
para kazanılmaz. Parayı kazananlar, kazanmayı bilenler görüyor ki dünyada böyle bir
para kazanılmaz. Bu bir kumardır, bu size kurulan bir tuzaktır. Sanal paralar iktisadi
açıdan, İslami açıdan haramdır. Sadece Eş Şekûr olan Allah Teâlâ’nın hesabında bir,
yüz olur. Ecirde, sevapta olur. Bir yaparsın sana en az on verir. Bire yedi yüz verir.
Buluğ çağından sonra birkaç yıl ömrü olsa az bir ibadeti var ama karşılığında ebedi
olan cenneti veriyor.

139
‫سلَ ْفت ُ ْم فِي ْاﻻَيﱠ ِام ا ْل َخا ِليَ ِة‬
ْ َ‫ُكلُوا َواش َْربُوا َه ۪ٓنيـٔا ً ِب َٓما ا‬

Onlara “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık olarak âfiyetle yiyin için” denir.
Hakka Suresi 24

‫ي‬ َ َ ‫سه۪ ۚ َو َم ْن َكفَ َر َف ِا ﱠن ﱣ‬


‫غ ِن ﱞ‬ ْ ‫شك ُْر فَ ِانﱠ َما َي‬
ِ ‫شك ُُر ِلنَ ْف‬ ْ ‫َولَقَ ْد ٰات َ ْينَا لُ ْق ٰم َن ا ْل ِح ْك َمةَ اَ ِن ا‬
ْ ‫شك ُْر ِ ﱣ ِۜ َو َم ْن َي‬
‫َح ۪مي ٌد‬

Andolsun ki vaktiyle Lokmân’a şu hikmeti vermiştik: “Allah’a şükret, O’na şük-


reden kendi iyiliği için şükretmiş olur; nankörlük eden de bilmelidir ki Allah’ın
hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, O her türlü övgüye lâyıktır.”
Lokman Suresi 12

İmam Nesefî Rahmetullahi aleyh bu ayeti tefsir ederken Seriyy es Sakatî hazret-
lerinden şükrün tarifini getiriyor; Allah Teâlânın nimetlerine isyan etmemektir. O
sana ömür verdi isyan etmiyorsun, şükrediyorsun.

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri şükrü tarif ederken diyor ki "Nimetinde Ona hiçbir
ortak kabul etmiyorsun". Şükür demek, Allah Teâlâ’nın nimetlerine karşı acziyetimizi
ilan etmektir. Kalbimizin şükrü ise Allah Teâlâ’yı tesbih etmektir. Dilimizin şükrü ise
sürekli Ona hamd etmektir. Organlarımızın şükrü ise Allah azze ve celleyi tazim etmek,
Ona çokça ibadet etmektir. Sana bir nimet verdiğinde onu Onun yolunda kullanarak
şükredersin.

‫ف ِب ِه َم ۜا‬
َ ‫ط ﱠو‬ َ ‫شعَٓائِ ِر ﱣ ۚ ِ فَ َم ْن َح ﱠج ا ْلبَيْتَ ا َ ِو ا ْعت َ َم َر فَ َﻼ ُجنَا َح‬
‫علَ ْي ِه ا َ ْن َي ﱠ‬ َ ‫صفَا َوا ْل َم ْر َوةَ ِم ْن‬ ‫ا ﱠِن ال ﱠ‬
‫ع َخيْر ۙا ً فَ ِا ﱠن ﱣ َ شَا ِك ٌر عَل۪ ي ٌم‬ َ َ ‫َو َم ْن ت‬
َ ‫ط ﱠو‬

‘’Safâ ile Merve Allah’ın nişânelerindendir; dolayısıyla hac veya umre yaparak
Beytullah’ı ziyaret eden bir kimsenin bu yerleri tavaf etmesinde kendisi için bir

140
günah yoktur. Kim gönüllü bir iyilik yaparsa bilsin ki Allah iyiliği mükâfatıyla kar-
şılayan ve çok iyi bilendir.’’
Bakara Suresi 158

‫ُور‬
ٌ ‫شك‬ َ ُ‫ض ِل ۪ ۜه اِنﱠه‬
ٌ ُ‫غف‬
َ ‫ور‬ ْ َ‫ور ُه ْم َويَ ۪زي َد ُه ْم ِم ْن ف‬
َ ‫ِليُ َو ِفّيَ ُه ْم ا ُ ُج‬

‘’Zira Allah karşılıklarını tam olarak ödediği gibi lütfundan onlara fazlasını da ve-
rir. O çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını bol bol verir.’’
Fâtır Suresi 30

Allah Teâlâ kusurlarımızı örten, bizim az ibadetimize çokça ecir verendir.

ُ ۫ ‫ع َم ٓلُوا ٰا َل د‬
‫َاو َد‬ ٍ ۜ ‫س َيا‬
ْ ِ‫ت ا‬ ٍ ‫ب َوقُد‬
ِ ‫ُور َرا‬ ِ ‫ان كَا ْل َج َوا‬
ٍ ‫يب َوتَ َماث۪ ي َل َو ِج َف‬
َ ‫شا ُء ِم ْن َم َح ۪ار‬َٓ ‫ون لَهُ َما َي‬ َ ُ‫َي ْع َمل‬
ۜ ُ
‫ُور‬
ُ ‫شك‬ ‫ِي ال ﱠ‬ َ ‫ش ْكرا ً َوقَل۪ ي ٌل ِم ْن ِع َباد‬

‘’Onlar Süleyman’a, isteğine göre yüksek ve görkemli binalar, heykeller, havuz


gibi lengerler, yerinden kalkmaz kazanlar imal ederlerdi. Ey Dâvûd ailesi! Şükür
için çaba gösterin. Kullarım arasında hakkıyla şükredenler pek azdır.’’

Sebe' Suresi 13

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "İnsanlara teşekkür etmeyen,


Allah Teâlâ’ya şükredemez". Allah Teâlâ böyle bir kulun ibadetlerine fazla ecir ver-
mez. Şükreden kullarının az ibadetlerine ise çok ecir verir. Eğer birisi insanlara teşek-
kür etmeyi biliyorsa, Allah azze ve celleye şükretmesini bilir.

Salih zatlardan biri vefat eder. Daha sonra onu rüyada görürler. Vefat ediyor, terazi
kuruluyor. Günah kefesi daha baskın. O an bir para kesesi sevap kefesinin üzerine
düşüyor ve orası galip geliyor. Allah azze ve celleye soruyor;

-Ya Rabbim. Bu nedir, hangi amelim buna vesile oldu?

141
-Bir Müslüman vefat etmişti. Defnedilirken sen de Benim rızam için onun üzerine toprak
atmıştın. Bu orada yapmış olduğun amelindir. O amel seni burada kurtuluşuna vesile
oldu.

Bu hadise gösteriyor ki Eş Şekûr olan Allah Teâlâ, küçük bir ibadete çokça ecir
veriyor. Zerre kadar yaptığın hayrı ahirette göreceksin. Yaptığın ameli küçük görmeye-
ceksin. O amel kurtuluşuna vesile olabilir.

EL-ALİYY

El Aliyy; Yücelerin yücesi, hiçbir rütbe Ona yaklaşamaz. Bütün takdirlerin üzerinde
O var, Onun takdiri var.

‫ض َم ْن‬ ۜ ِ ‫ت َو َما فِي ْاﻻَ ْر‬ ‫سنَةٌ َو َﻻ َن ْو ۜ ٌم لَهُ َما فِي ال ﱠ‬


ِ ‫س ٰم َوا‬ ِ ُ‫ي ا ْلقَيﱡو ۚ ُم َﻻ تَأ ْ ُخذُه‬ ‫َ ﱣ ُ َٓﻻ ا ِٰلهَ ا ﱠِﻻ ُه ۚ َو ا َ ْل َح ﱡ‬
ٓ ۪‫ش ْي ٍء ِم ْن ِع ْل ِمه‬َ ِ‫ون ب‬َ ُ‫شفَ ُع ِع ْن َد ٓهُ ا ﱠِﻻ بِ ِا ْذنِه۪ ۜ يَ ْعلَ ُم َما بَي َْن ا َ ْيد۪ ي ِه ْم َو َما َخ ْلفَ ُه ۚ ْم َو َﻻ يُ ۪حيط‬
ْ َ‫َذا الﱠ ۪ذي ي‬
۫ َ ۚ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫شا ۚ َء َو‬
‫ض َو َﻻ يَ ُؤ ُدهُ ِح ْفظُ ُه َم ۚا َو ُه َو ا ْلعَ ِل ﱡ‬
‫ي ا ْلعَ ۪ظي ُم‬ ِ ‫س ٰم َوا‬
‫سيﱡهُ ال ﱠ‬
ِ ‫س َع ك ُْر‬ َٓ ‫ا ﱠِﻻ بِ َما‬

‘’Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalı-
dır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.
O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve
arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse
bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları ko-
rumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.’’

Bakara Suresi 255

Gökler ifadesi geçtiği zaman, buradan bütün bir kainat anlaşılır. Onun yüceliğini
siz aklınızla idrak edemezsiniz. El Aliyy olan Allah Teâlâ mülkünde, saltanatında, ida-
resinde, tasarrufunda yüce demektir.

‫ي ا ْلعَ ۪ظي ُم‬


‫ض َوهُ َو ا ْلعَ ِل ﱡ‬
ۜ ِ ‫ت َو َما فِي ْاﻻ َ ْر‬ ‫لَهُ َما فِي ال ﱠ‬
ِ ‫س ٰم َوا‬

142
‘’Göklerde ve yerde ne varsa hep O’nundur. O çok yücedir, çok uludur.’’

Şûrâ Suresi 4

Kainatı yöneten, idare eden bir birim yok. Ama galaksi, galaksideki milyonlarca
yıldız yakıt almadan dönüşlerine devam ediyorlar. Bu dünya bize bu kadar büyük geli-
yor ama milyonlarca milyarlarca yıldız var. En küçük yıldız Satürn’den daha büyük,
dünyadan çok daha büyük. Bütün bunları El Aliyy olan Allah azze ve celle yönetiyor.

Hak olan Allah'tır. Allah'tan başka insanların ibadet ettiği ne varsa batıldır. Aliyy
olan Allah Teâlâ’dır. Eğer o yüceliği olmasaydı koymuş olduğu ölçüler bugüne kadar
gelmezdi. Hak demek, değişmez hakikattir. Kainatta koyduğu düzen değişmiyor.
İnsanları inkara sevk eden şeytan, Allah Teâlâ’nın Azametine ve Büyüklüğüne yemin
ediyor. Allah Teâlâ’nın Azametini itiraf etmeme durumu olamaz. Bir daireye gittiniz.
İçerde bir müdür var. Onunla alakadar oluyorsunuz, size bir şeyler söylüyor. Fakat
onun bir üst amiri geldi. Şube Müdürüydü, Daire Başkanı geldi. Müdür ayağa kalktı
artık emir komuta onda. O ara Genel Müdür geldi artık emir ve idareyi o aldı. O ne
derse o oluyor. Sonra Müsteşar, sonra Bakan, sonra Cumhurbaşkanı geldi. Orada söz
Cumhurbaşkanında. Siz eğer oradaki Bakanı, Cumhurbaşkanını tanımıyorsanız, kim
üst amir bilmiyorsanız aşağıdaki Şube Müdürüyle alakadar olursunuz. Onun için Rab-
bim bakışlarımızı odalardan, idarelerden, vilayetlerden vs. çekiyor. Bak diyor, bunlar
da senin gibi insan. Bunlar da ölecekler, ayrılacaklar dünyadan. El Aliyy olan Allah
Teâlâ’dır. Bir emir, bir talimat var. Eğer amiri tanımıyorsak o emrin, o talimatın bir
hükmü olmaz. Kur'an'da emir var, nehiy var, talimatlar var. Eğer bir Müslümanın zih-
ninde Allah Teâlâ Esmasıyla bilinmiyorsa, en güzel isimleriyle tanınmıyorsa o kulun
taziminde mutlaka kusurlar olacaktır. Belki namaz kılacak ama gözleri harama kaya-
cak, isyan türküleri dinleyecek, eli harama uzanacak. Fakat Onun her yerde kendisini
gözetlediğini, Onun Yüce olduğunu hüküm verince hiçbir gücün Allah Teâlâ’nın hük-
münü geri çeviremeyeceğini biliyorsa o zaman o kul Allah Teâlâ’nın emirlerine göre bir
hayat yaşar.

143
El Aliyy; Madem ki yüce olan O, bütün tasarruflar Onda. Biz de diyelim ki "Bu Rab-
bimin fazlı, Onun ihsanı" diyelim. Kazandığını kendinden bilme. Sahiplik, maliklik iddi-
asında bulunma. Mülkün sahibi El Aliyy olan Allah Teâlâ’dır.

ْ ‫ط ْرفُ ۜكَ فَلَ ﱠما َر ٰاهُ ُم‬


ُ‫ست َ ِقرا ِع ْن َده‬ َ َ‫ب اَنَ ۬ا ٰات۪ يكَ بِه۪ قَ ْب َل ا َ ْن يَ ْرت َ ﱠد ِالَ ْيك‬
ِ ‫قَا َل الﱠ ۪ذي ِع ْن َدهُ ِع ْل ٌم ِم َن ا ْل ِكتَا‬
‫سه۪ ۚ َو َم ْن َكفَ َر َف ِا ﱠن‬ َ ‫شك ُُر ا َ ْم ا َ ْكفُ ۜ ُر َو َم ْن‬
ْ ‫شك ََر فَ ِانﱠ َما َي‬
ِ ‫شك ُُر ِلنَ ْف‬ ْ َ‫قَا َل ٰه َذا ِم ْن ف‬
ْ َ ‫ض ِل َر ۪بّي۠ ِل َي ْبلُ َو ۪ٓني َءا‬
‫ي ك َ۪ري ٌم‬ َ ‫َر ۪بّي‬
‫غ ِن ﱞ‬

(Bu konuya dair) kitaptan bir bilgisi olan ise, “Ben onu sen göz açıp kapayıncaya
kadar getiririm” diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak
görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sı-
nayan rabbimin bir lutfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nan-
körlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sa-
hibidir.”
Neml Suresi 40

El Ailyy celle celaluh bize diyor ki; Tevazuyu kuşan, haddini bil. Eğer yücelerin
yücesi O ise, bize tevazuyu iliklerimize kadar kuşanmak düşer. Biz her konuda Ona
muhtacız.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem tam sekiz yıl Medine'de fetih ordusunu ha-
zırlıyor. Onu Mekke'den çıkarmışlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem oraya gi-
rerken başını o kadar eğiyor ki sarığının sarkan tarafı devesine değiyor. O halde Fetih
Suresini okuyor. Efendimiz aleyhisselâmı sesinden tanıyorlar. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellemin öğrencileri de öyleydi.

Zübey bin Avvam radıyallahu anh diyor ki;

Bir gece Medine sokaklarında baktım ki Ömer radıyallahu anh. İki omuzunun ara-
sında su kırbasıyla bir kadına su taşıyor. Dedim ki;

144
-Sen halifesin. Sen Mü'minlerin emirisin. Sen Mısır'ın, Suriye'nin, Irak'ın, İran'ın, Ye-
men'in buraların devlet başkanısın. Ama şimdi İslam Devletinin başkentinde sırtında
su kırbaları taşıyorsun. Olur mu Ömer?' deyince;

-Bugün yanıma heyetler geldi. Samiun, Mutiun... İtaat eden adamlar, ne söylüyorsam
yapan adamlar. O an içime bir kibir, bir gurur düştü. Nefsimi yenmek, gurur kırmak için.
El Aliyy celle celaluh yüce olan Odur. Sen de kim oluyorsun Ömer. Nefsime bunu söy-
leyebilmek adına bu kırbaları sırtımda taşıyorum

Enes bin Malik radıyallahu anh rivayet ediyor.


Hz. Ömer bir gün çıktı gidiyor. Ben de sessiz sedasız ardından onu takip ediyorum.
Bir hurma bahçesine girdi. Orada diyor ki;

-Haddini bil Ömer! Sen de kim oluyorsun Ömer! Bak bak Halife olmuşsun, Emirü'l
Mü'minun olmuşsun. Daha dün sen deve çobanlığı yapardın. Millet sana Emirü'l Mü'mi-
nun diyor diye, Halife diyor diye kendini lâ-yus'el (kendisine hesap sorulmaz) kabul
etmeyesin Ömer! Ya Allah'tan korkarsın ya takvayı iliklerine kadar kuşanırsın Ömer.
Ya da Allah'ın azabını bekleyesin Ömer! Allah sana azap eder, bu hesabı veremezsin
Ömer!

Madem El Aliyy olan Sensin Allah'ım. O halde bize buyrukların, talimatların karşı-
sında secdeye varmak düşer, teslim olmak düşer, kulluğu izhar düşer.

Hz. Ömer efendimizin radıyallahu anh bir gün sadaka develerinin bakımını yapı-
yor. Yanında birisi daha var, onları ilaçlıyor. Birisi gelip diyor ki;

-Ya bir işçiye, bir köleye söyleseniz. O gelse o yapsa, diyor. Ömer radıyallahu anh diyor
ki;

-Benden daha köle olanı var mı?

Ömer radıyallahu anh nefsini terbiye ediyor. Onlar bunu yarın mahşer günü önüne
çıkacak olan hesaptan korktuğundan dolayı yapıyor, nefsini alıp hizaya çekiyor.

145
ۚ
ْ َ‫ص َر ُك ُم ﱣ ُ بِبَد ٍْر َواَ ْنت ُ ْم اَ ِذلﱠةٌ فَاتﱠقُوا ﱣ َ لَ َعلﱠ ُك ْم ت‬
َ ‫شك ُُر‬
‫ون‬ َ َ‫َولَقَ ْد ن‬

‘’Andolsun ki Allah size, zayıf ve çaresiz iken Bedir’de de yardım etmişti. Allah’a
isyandan sakının ki şükretmiş olasınız.’’
Âl-i İmran 123

Huneyn Muharebesinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yine onlarla bera-


ber. Fakat Huneyn Muharebesi olduğu vakit on bin sahabe vardı. İki bin de Mekke'den
katılmış on iki bin olmuşlardı. Sayılarına güveniyorlar. Orada Müslümanlar, sahabe
döndüler ayrıldılar. Resulullah aleyhisselâmı bıraktılar. Çokluklarına güvendiler. Ayrı-
lanlar Mekke'ye kadar ulaştı. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin etrafında on küsür
kişi kaldı.

İnsan yüce değildir. Aliyy olan Allah Teâlâ'dır. Allah, insana dünyalık bir takım şey-
ler vererek onlarla imtihan eder. Acaba mi mütekebbir olacak, yoksa haddini bilip teva-
zuya mı sarılarak? Eğer tevazuya sarılırsak, Allah Teâlâ bizi yardımsız bırakmayacak.

EL-KEBÎR

El Kebîr; Büyüklükte zirve Onda. Ondan daha ötesi yok. Varlıklar, insanlar, cinler
Allah Teâlâ’nın El Kebîr oluşunu idrak etmekte yetersiz kalırlar. Azamet ve Kibriya sa-
hibidir. Yücelik Ondadır.

‫ير ا ْل ُمتَ َعا ِل‬


ُ ‫ش َها َد ِة ا ْلك َ۪ب‬ ِ ‫عَا ِل ُم ا ْلغَ ْي‬
‫ب َوال ﱠ‬
‘’O, görüneni de görünmeyeni de bilir; O, büyüktür, yücedir.’’
Ra'd Suresi 9

Her şey Onun altında, her şey Onun idaresindedir. Her şeye hakim olan Odur. Her
şeyin sahibi, maliki Odur.

ُ ‫ي ا ْلك َ۪ب‬
‫ير‬ ‫اط ُل َواَ ﱠن ﱣ َ هُ َو ا ْل َع ِل ﱡ‬ َ ‫ٰذ ِلكَ ِبا َ ﱠن ﱣ َ ُه َو ا ْلحَقﱡ َوا َ ﱠن َما يَ ْدع‬
ِ َ‫ُون ِم ْن دُونِه۪ ُه َو ا ْلب‬

146
‘’Böyledir; çünkü Allah hakkın ta kendisidir, O’nun dışında yalvarıp taptıkları ise
bâtılın ta kendisidir. Ve şüphe yok ki yüce olan, ulu olan yalnız Allah’tır.’’

Hac Suresi 62

Bir kul El Kebîr celle celaluh diyorsa, Allahuekber diyorsa onun nefsi galeyana
gelemez. Onun nefsi tekebbür libasına bürünemez. Kendini yarı ilah konumuna koya-
maz. Müslüman El Kebîr ismini tesbih edecek, Rabbimizi bu isimle tazim edecek. Ru-
humuzu bu isim terbiye edecek.

Bununla alakalı Sahabe-i Kiramdan Nu'mân bin Mukarrin radıyallahu anhın haya-
tını, yaşamış olduğu hadiseyi, onu bu isim bağlamında düşünelim. El Kebîr celle cela-
luh isminin Müslümanı nasıl yücelttiğine bakalım.
Nu'mân radıyallahu anh Medine'nin dışında Müzeyne kabilesinin liderlerinden birisidir.
Hicretin beşinci yılında Müslüman olur. Bir gün akşama doğru kabilesinin ileri gelenle-
riyle oturuyor ve onlarla muhabbet ederken diyor ki;

-Biz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemden sadece hayır biliyoruz, bereket biliyo-
ruz. Biz ondan, onun davetinden merhameti, ihsanı, güzelliği duyuyoruz. O halde in-
sanlar onunla savaştılar, karşısında duramayıp mağlup oldular. Şimdi fevç fevç ona
gidiyorlar. İmanlarını izhar ediyorlar. Biz neden gitmiyoruz? Niçin biz de geldik ya Ra-
sulullah demiyoruz? Sabah gidiyorum. Benimle gelmek isteyenler, Resulullah sallal-
lahu aleyhi ve selleme Medine'ye varmak isteyenler, biz de geldik ya Rasulullah, çölleri
aştık huzuruna vardık. Burada Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhamme-
den abduhu ve Resuluh demeye geldik, diyor. Sabah oluyor. Bakıyor ki dört yüz tane
süvari on tane kardeşi. Onlarla Medine'ye gidecekler.

Resulullah aleyhisselâm gelenlerin dinine, rengine, ırkına bakmadan önce evine


bakıyor. Evinde ne varsa onları alıyor ve ikram ediyor. Eğer evde bir şey yoksa Efen-
dimiz sallallahu aleyhi ve sellem Ashaba diyor ki "Allah'a ve ahirete iman edenler
komşuya ikram etsinler". Peygamberimiz aleyhisselâmın misafire tutumu böyle
olurdu. Nu'mân bin Mukarrin geliyor. Efendimiz aleyhisselâm onlara ikram edecek fa-
kat kıtlık var, açlık var. Bu kadar kişi yiyecek. O da kabilesini dolaşıyor. Hediye olarak
koyunlar buluyor. O koyunları alıyor, Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme gelirken

147
onları da getiriyor. Onları hediye olarak takdim ediyor. İmanını, İslamını bildirince Me-
dine'de büyük bir sevinç hali oluyor. Çünkü böyle büyük bir kabile, o kabileden tam dört
yüz süvari geliyor. Dört yüz süvari ve Nu'mân'ın on kardeşi hepsi savaşçı. Onların gelişi
üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâma taktim ettikleri hediye üzerine Tevbe Suresinin
99. ayeti nazil oluyor;

‫ت‬ َ ‫ت ِع ْن َد ﱣ ِ َو‬
ِ ‫صلَ َوا‬ ٍ ‫ق قُ ُربَا‬ ٰ ْ ‫ب َم ْن يُ ْؤ ِمنُ بِا ﱣ ِ َوا ْليَ ْو ِم‬
ُ ‫اﻻ ِخ ِر َويَت ﱠ ِخذُ َما يُ ْن ِف‬ ِ ‫َو ِم َن ْاﻻَع َْرا‬
‫ور َر ۪حي ۟ ٌم‬ٌ ُ ‫غف‬ َ َ ‫سيُد ِْخلُ ُه ُم ﱣ ُ ف۪ ي َرحْ َم ِته۪ ۜ ا ﱠِن ﱣ‬ َ ‫سو ۜ ِل ا َ َٓﻻ اِنﱠ َها قُ ْربَةٌ لَ ُه ۜ ْم‬
ُ ‫الر‬
‫ﱠ‬

‘’Bedevîler arasında öyleleri de vardır ki, Allah’a ve âhiret gününe inanır, hayır
yolunda harcadıklarını Allah’a yakın olmak ve peygamberin duasını almak için
vesile sayar. Bilesiniz ki bunlar kendileri için bir yakınlık vesilesidir. Allah onları
rahmetiyle kuşatacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.’’

Ondan sonra Allah Resulü aleyhisselâm nereye gidiyorsa Nu'mân bin Mukarrin de
onun bir muhafızı gibi hemen yanıbaşında. Mekke'nin fethinde, Huneyn'de, Tebük'te
her yerde var.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ahirete irtihal ediyor. İrtidat hadisesi var. Dö-
nenler, ayrılanlar var. İslam sancağını en önde muhafaza edenlerden birisi Nu'mân bin
Mukarrin radıyallahu anh... Ebubekir radıyallahu anh ahirete irtihal eder. Sonra Ömer
radıyallahu anh Halife olur. İran'dan, Sasani imparatorluğundan İslam topraklarına sü-
rekli saldırılar vardır. Orada Sa'd bin Ebi Vakkâs kumadandır. Zaferler kazanılır ama
bir türlü saldırılar, tecavüzler, ihanetler bitmez. Sa'd bin Ebi Vakkâs radıyallahu anh,
Kadisiye Muharebesinden önce İran kisrası Yezdücerd'e bir heyet gönderir. Heyetin
başında da Nu'mân bin Mukarrin radıyallahu anh vardır. İçeriye girerler, alırlar içeriye.
Sahabe-i Kiram der ki;

-İçimizde en iyi hatip Nu'mân bin Mukarrin'dir. O konuşsun.

Konuşur;

148
-İslam'dan önce biz cahiliyedeydik. Kitap bilmez, iman bilmez, namaz bilmez, kulluk
bilmez bedevi adamlardık. Bir gün orda vurgun, başka bir gün başka bir otağı, obayı,
kabileyi basardık. Öyle bir hayatımız vardı. Vahşi hayvanlar gibi yaşardık. Sonra Allah
azze ve celle Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. O bizi hakikate, İslam'a taşıdı. İs-
lam bize hep güzeli gösterdi. İslam çirkinlerden bizi uzaklaştırdı. Şimdi ey kisra seni de
o imana o İslam'a davet ediyorum. Eğer davetimizi kabul ederseniz buralarda yaşayın.
Yine buraları idare edin. Derdimiz buralarda saltanat sürmek değil. Buralara Allah'ın
adını taşımak. Madem ki mülk Onun, yer Onun, gökler Onun. O halde Onun mülkünde
Onun dediği olacak.
Yezdücerd kızar, gazaplanır;

-Çıkarın bunları! Yakında geliyorum Rüstem'i gönderiyorum. Kadisiye'de büyük bir he-
saplaşma olacak, oradaki hendekler Müslümanların cesetleriyle dolacak, der.

Kadisiye'de büyük bir muharebe olur. Hendekler cesetle dolar ama Müslümanların ce-
setleriyle değil, İran imparatorunun askerlerinin cesetleriyle dolar. Fakat bu adam dur-
maz. Yine İslam topraklarına saldırmaya devam eder. Hz. Ömer radıyallahu anh;

-Ordu hazırlansın. Ordunun başına da Allah Resulü aleyhisselâmın öğrencisi Nu'mân


bin Mukarrin tayin edilsin, der.
Nihavent'te büyük bir savaş olur. Ömer radıyallahu anh;

-Orduyu kırdırma. Orduyu dikkatle götür. Bir askerin bile kırılmasına, şehit olmasına
gönlüm rıza göstermez. Benim nazarımda bir İslam askeri yüz bin dinardan daha kıy-
metlidir. Askeri koru, muhafaza et. Biz bu dünyaya can almaya gelmedik. Biz yüreklere
Allah ve Resul davasını taşıyacağız, der.

Nu'mân bin Mukarrin orduyu bir karargahta yerleştirir. Yollara o günün mayınları
hükmünde olan, atların altına geçecek çivi gibi demir parçaları koymuşlar. Tuzağı gö-
rünce ordu sanki geri çekiliyor. Böyle bir hamle yapıyor. Nu'mân bin Mukarrin çok ateş
yakıyor. Efendimiz aleyhisselâmın askeri hamlelerini, stratejilerini biliyorlardı. Geri çe-
kilme takdiğini biliyorlar. Çekilmiyor öyle gösteriyor. Kisranın adamları yoldaki o demir
çivileri topluyorlar ve hücuma geçiyorlar. Nu'mân bin Mukarrin diyor ki;

149
-Üç defa tekbir getireceğim. Allahuekber yüce olan Sensin ya Rabbi El Kebîr diyeceğiz.
Birincisinde ayağa kalkacaksınız. İkincide silahları kuşanacaksınız. Üçüncüde El Kebîr
dediğimde, Allahuekber dediğimde hücum edeceksiniz.

Büyük bir hücum başlar. Ordunun içerisinde Ömer radıyallahu anhın oğlu Abdullah bin
Ömer, Huzeyfe bin Yaman var. Büyük sahabeler var. Nu'mân bin Mukarrin radıyallahu
anh en önde mücadele ediyor. Askerlerine diyor ki;

-Eğer ben düşersem sakın ha bana bakmayın. Madem ki bu adam Rabbimize, Onun
kitabına hakaret ediyor, İslam'ın buralarda yaşanmasına müsaade etmiyor siz o engeli
kaldırmaya kilitleneceksiniz. Ben şehit düşsem de asla geri düşmeyeceksiniz.
Vuruluyor, atı sendeliyor. Yere düşerken kardeşlerinden biri geliyor sancağı elinden
alıp üzerine bir örtü örtüyor. Devam ediyorlar, büyük bir zafer kazanılıyor. Soruyorlar;

-Allah Resulünün öğrencisi kumandan Nu'mân bin Mukarrin nerede?


Kardeşi gelip bir örtüyü kaldırıyor;

-İşte Nu'mân bin Mukarrin.

Allah'a meydan okuyan, kibir libası kuşanan bir kafiri, kafir devleti ortadan kaldır-
mak, ona ölümcül darbeler vurabilmek için meydan yerinde şehit düştü. Hz. Ömer efen-
dimize şehadet haberi ulaştığında minberdeydi. Ağlama başladı. Anladılar ki Ömer ra-
dıyallahu anhı üzen bir hadise var. Kardeşi;

-Üzülmeyin. O bunu istiyordu. Gözün aydınlığı oldu.

Bir tarafta ilahlık iddiasında bulunan kisra var, diğer tarafta El Kebîr celle celaluh
deyip "Ya Rabbi! Biz senin hakir, zelil kullarınız. Biz böyle bayağı adamlarız" diyerek
tevazuyu kuşanan kullar var. Hz. Ömer radıyallahu anh dünyanın şu kadarını idare
ediyor ama Enes bin Malik diyor ki "Ömer'in cübbesinin arkasındaki yamaları sayardım.
Bir defasında şu iki omuzu arasında üç tane büyük yama vardı". Onlar ise altın taht-
larda oturup dünyayı, mazlumları eziyorlardı. Gururdan, kibirden konuşamayacak hal-

150
delerdi. Öte tarafta ise El Kebîr celle celaluh diyen "Büyüklük Sende ya Rabbim. Aza-
met Sende ya Rabbim. Biz onu sadece lisanımızla değil, lisanımızın aciz kaldığı yerde
başımızı secdeye koyarak ilan ve itiraf ediyoruz ya Rabbi. Evet bu dil Senin büyüklü-
ğünü ilan eder ama bu yürek Azametini tekzip etmez. Bilakis lisanımı tasdik eder ya
Rabbim. Organlarım lisanımı tasdik eder" diyen Sahabe-i Kiram... Eğer tevazuyu ku-
şanıp El Kebîr celle celaluh derseniz, Allah Teâlâ önünüzdeki engelleri kaldırır. Huzur
ve saadet içerisinde, kaprislerden uzak bir hayat yaşarsınız. İnsanlar da sizden nefret
etmez. Sen biraz büyüksün ama senden büyüğü var. Sen biraz zenginsin ama senden
daha zengini var. O zengin ondan daha zengini var. "El Kebîr! Mutlak büyüklük Sende
ya Rabbim" de. İnsanların servet ve makamlarıyla alakadar olma.

EL-HAFÎZ

El Hafîz; O koruyor, muhafaza ediyor. Ne nerede olması gerekiyorsa onu orada


himaye ediyor. Her şeyi layık olduğu yerde koruyor. Yaratmış olduklarını değişmekten,
yok olmaktan koruyor.

İnsanı kadın ve erkek olarak yarattı. İkisini de korudu. Öyle korudu ki biri yüzde elli
bir ise diğeri yüzde kırk dokuz. Savaşlar, harpler oldu. Milyonlarca erkek öldü ama yine
Rabbim bu dengeyi korudu. Bir buğday tohumu bir yerde bin yıl kalsa, onu oradan
çıkarıp ekseler yine buğday olur. Bütün bunlar El Hafîz celle celaluh ismiyle olur. Ya-
rattığı şeyleri murakabe ediyor, onları kendi konumunda kendi özelliklerinde koruyor.

‫ظونَهُ ِم ْن اَ ْم ِر ﱣ ۜ ِ ا ﱠِن ﱣ َ َﻻ يُ َغ ِيّ ُر َما ِبقَ ْو ٍم َحتﱣى‬ ُ ‫َلهُ ُمعَ ِقّبَاتٌ ِم ْن بَي ِْن يَ َد ْي ِه َو ِم ْن َخ ْل ِفه۪ يَحْ َف‬
‫سوءا ً فَ َﻼ َم َر ﱠد لَ ۚهُ َو َما َل ُه ْم ِم ْن دُو ِنه۪ ِم ْن َوا ٍل‬ُٓ ‫س ِه ۜ ْم َواِ َٓذا اَ َرا َد ﱣ ُ ِبقَ ْو ٍم‬
ِ ُ‫يُ َغ ِيّ ُروا َما ِبا َ ْنف‬

‘’Kişinin önünde ve arkasında Allah’ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan
takipçiler vardır. Bir toplum kendisindekini değiştirmedikçe Allah onlarda bulu-
nanı değiştirmez. Allah herhangi bir toplumun başına bir kötülük gelmesini diledi
mi, artık onun geri çevrilmesi mümkün değildir. Onların Allah’tan başka yardım-
cıları da bulunmaz.’’
Ra'd Suresi 11

151
Kevnî ayetleri koruyor. Güneşi ve ayı koruyor. Kur'an-ı Kerimi koruyor. El Hafîz
ismiyle diyor ki; Ben seni koruyorum, geleceğini koruyorum, muhtaç olduğun şeyleri
koruyorum. Sana da diyorum ki gücün ve takatin nispetinde emirlerimi, hükümlerimi
korur musun? Televizyona çıkan adamlar göreceksin. Bir kısmı Kur'an tarihseldir devri
bitti diyecek. Hüküm ayetlerinin devri bitti diyecek. Başka bir grup çıkacak. Onlar müç-
tehit imamlara saldırıp mezhepleri reddedecek. Başka bir grup sahabeye saldıracak.
Resulullah aleyhisselâmın sünnetini reddedecekler. Sen birileri şeriata, tesettüre, mu-
kaddesata saldırırken sen de gücün takatin nispetinde, sağına soluna bakmadan, mey-
dan yerine çıkıp şeriati koruyacağına and içeceksin.

َ‫اﻻ ِخ َر ِة ِم ﱠم ْن ُه َو ِم ْن َها ف۪ ي ش ۜ ٍَكّ َو َربﱡك‬


ٰ ْ ِ‫ان ا ﱠِﻻ ِلنَ ْعلَ َم َم ْن يُ ْؤ ِمنُ ب‬
ٍ ‫ط‬َ ‫س ْل‬
ُ ‫ع َل ْي ِه ْم ِم ْن‬
َ ُ‫َان لَه‬
َ ‫َو َما ك‬
ٌ ۟ ‫ش ْي ٍء َحف۪ ي‬
‫ظ‬ َ ‫ع َٰلى كُ ِ ّل‬

‘’Oysa onlar üzerinde onun hiçbir zorlayıcı gücü yoktu. (Şeytana, kendine uyan-
ları ayartma fırsatı vermemiz ise) sadece, âhirete inananı ona şüpheyle bakandan
ayırt etmemiz içindir. Rabbin her şeyi görüp gözetir.’’
Sebe' Suresi 21

‫شيْـ ٔ ۜا ً اِ ﱠن‬ ُ َ ‫غي َْركُ ۚ ْم َو َﻻ ت‬


َ ُ‫ض ﱡرونَه‬ َ ً ‫ف َر ۪بّي قَ ْوما‬ ْ ‫س ْلتُ ِبه۪ ٓ اِ َل ْي ُك ۜ ْم َو َي‬
ُ ‫ست َ ْخ ِل‬ ِ ‫فَا ِْن ت َ َولﱠ ْوا فَقَ ْد ا َ ْبلَ ْغت ُ ُك ْم ٓ َما ا ُ ْر‬
ٌ ‫ش ْي ٍء َحف۪ ي‬
‫ظ‬ َ ‫َر ۪بّي ع َٰلى ُك ِ ّل‬

Eğer sırt çevirirseniz bilin ki size ulaştırmakla görevli olduğum şeyi size bildir-
dim. Rabbim yerinize başka bir kavmi getirebilir. Siz O’na hiçbir engel çıkara-
mazsınız. Şüphesiz rabbim her şeyi gözetendir.”
Hûd Suresi 57

O halde biz de kalbimizi koruyalım. Tuğyandan, fesattan koruyalım. Kalbimiz etra-


fımızdaki insanlar aleyhinde bir fitne merkezine dönüşmesin. Sen de sana emanet
olan o organları haramdan koru.

EL-MUKÎT

152
El Mukît; Rızık verendir. Rızkı yaratan, sonra uygun şekil ve vasıtalarla o rızkı kullarına
ulaştırandır.

‫س ِيّئ َةً يَك ُْن لَهُ ِك ْف ٌل ِم ْن َه ۜا‬


َ ً‫شفَاعَة‬ ْ َ‫يب ِم ْن َه ۚا َو َم ْن ي‬
َ ‫شفَ ْع‬ ٌ ‫سنَةً يَك ُْن لَهُ نَ ۪ص‬ َ ‫شفَاعَةً َح‬َ ‫ش َف ْع‬ْ َ‫َم ْن ي‬
ً ‫ش ْي ٍء ُمق۪ يتا‬َ ‫َان ﱣ ُ ع َٰلى كُ ِ ّل‬
َ ‫َوك‬

‘’Kim güzel bir işe aracılık ederse ondan kendisi için bir nasip olur; kim de kötü
bir işe aracılık ederse onun da buna denk bir payı olur. Allah her şeyi koruyup
hakkını vermektedir.’’
Nisâ Suresi 85

Tabi ki esbaba tevessül ediyoruz. Esbaba tevessül ettikten sonra madde planında,
mana planında rızıkları yaratan Odur. İlim de bir rızıktır. Biz sebep planında yapmamız
gerekenleri yaptığımızda Rabbim bize El Mukît ismiyle ilim verecek, rızık verecek. Sen
çalışacak, helalinden kazanacaksın. Haram da rızıktır. Kafire de verdiği rızıktır ama o
onu haram yoldan kazanıyor. Haram yoldan kazanılan rızık, dünyamızı zehir, ahireti-
mizi cehennem eder. Biz El Mukît celle celaluh diyecek, azına çoğuna bakmayacak,
hep helal yolları tercih edeceğiz.

Her şeyi ölçüyle indirendir. Tohumun rızkı yağmurdur. Yağmuru ulaştırmazsa ek-
tiğiniz tohumdan bir şey alamazsınız. Yağmuru ona ölçüyle ulaştırıyor. Eğer bulutlar
bir anda yeryüzüne oluk oluk yağsaydı o zaman her taraf sel olur hiçbir şey bitmezdi.

Süfyân es-Sevrî radıyallahu anh büyük bir alimdir. Zaman zaman dünyevi ihtiyaç-
ları olurmuş. Bir gün birisi ona bir kese altın getirmiş. Çocukları da;

-Baba, ihtiyacın var alsan, demişler.


Almış altını. Sonra onun hesabını düşünmüş. Adam giderken çağırmış yanına;

-Gel. Al bu altını al götür, demiş. Çocukları;

153
-Baba neden veriyorsun? Biz ona muhtacız, bizim ona ihtiyacımız var. Niçin böyle ya-
pıyorsun?

-Sen alıyorsun. Sen onu alıp yemek istiyorsun. Baban ise kıyamet günü ondan sorguya
çekilecek. Bu adam bunu bana hediye ediyor. Nereden aldı, nasıl kazandı biliyor mu-
sun evladım? Bilmiyorsun. O halde baban senin karnın daha iyi doysun diye niçin
hesaba çekilsin?

Belli bir yaşa kadar baban senin rızkını kazanmakla sorumlu ama helal yoldan
kazanacak. Rızkı veren, El Mukît olan Allah azze ve celleye her daim şükret. Şükre-
dersek Rabbim huzurumuzu, saadetimizi, bereketimizi artıracak.

EL-HASÎB

El Hasîb; Muhasebe eden O, gözetleyen O. Mahşer günü dünyada verdiği nimetle-


rin hesabını da soracak olan Odur. Kuluna yeten anlamı da var. Dünyada ve ahirette
yeter bize.

İmam Gazâli Rahmetullahi aleyh El Hasîb celle celaluh ismini şerh ederken şöyle
bir misal getirir "Allah Teâlâ kuluna yetiyor". Yani Ona iltica eder, Ona yalvarırsak O
yeter. Bir anne çocuğunu emziriyor. Gece kalkıyor, gündüz alakadar oluyor. Annenin
bu alakasına baktığımız zaman çocuğa yeten Allah azze ve celle mi yoksa anne mi?

ۜ
َ ‫ضاعَةَ َو‬
ُ‫علَى ا ْل َم ْولُو ِد َله‬ ِ ‫َوا ْل َوا ِلدَاتُ يُ ْر ِض ْع َن ا َ ْو َﻻ َد ُه ﱠن َح ْولَي ِْن ك‬
‫َاملَي ِْن ِل َم ْن اَ َرا َد ا َ ْن يُـتِ ﱠم ﱠ‬
َ ‫الر‬
ُ‫ار َوا ِل َدةٌ ِب َولَ ِد َها َو َﻻ َم ْولُو ٌد لَه‬ َٓ ُ ‫سعَ َه ۚا َﻻ ت‬
‫ض ﱠ‬ ْ ‫س ا ﱠِﻻ ُو‬ ٌ ‫ف نَ ْف‬ ْ ‫ِر ْزقُ ُه ﱠن َو ِك‬
ِ ۜ ‫س َوت ُ ُه ﱠن بِا ْل َم ْع ُر‬
ُ ‫وف َﻻ ت ُ َكلﱠ‬
‫علَ ْي ِه َم ۜا‬
َ ‫َاو ٍر فَ َﻼ ُجنَا َح‬ُ ‫اض ِم ْن ُه َما َوتَش‬ ٍ ‫صاﻻ ً ع َْن ت َ َر‬ َ ِ‫ث ِمثْ ُل ٰذ ِل ۚكَ فَا ِْن ا َ َرادَا ف‬ِ ‫علَى ا ْل َو ِار‬ َ ‫بِ َولَدِه۪ َو‬
ِ ۜ ‫سلﱠ ْمت ُ ْم َٓما ٰات َ ْيت ُ ْم ِبا ْل َم ْع ُر‬
َ ‫وف َواتﱠقُوا ﱣ‬ َ ‫ست َ ْر ِض ٓعُوا ا َ ْو َﻻ َد ُك ْم فَ َﻼ ُج َنا َح‬
َ ‫علَ ْي ُك ْم اِ َذا‬ ْ َ ‫َوا ِْن ا َ َر ْدت ُ ْم ا َ ْن ت‬
‫ير‬
ٌ ‫ون َب ۪ص‬ َ ُ‫ع َل ُٓموا ا َ ﱠن ﱣ َ ِب َما ت َ ْع َمل‬ ْ ‫َوا‬

‘’Emzirmeyi tamamlamak isteyen için analar çocuklarını tam iki yıl emzirirler. On-
ların normal ölçülerde yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk kendisinden

154
olanın (babanın) borcudur. Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz.
Ne ana çocuğu yüzünden zarara uğratılsın ne de babası çocuğundan dolayı zarar
görsün. Kendisine miras kalan kimseye de benzer yükümlülük vardır. Ana baba
karşılıklı danışarak ve anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse bundan dolayı
onlar için bir sakınca yoktur. Çocuklarınızı sütannelere emzirtmek isterseniz mü-
nasip olan ücreti verdiğiniz takdirde sizin için bir günah yoktur. Allah’ın koyduğu
kurallara aykırı davranmaktan sakının ve bilin ki Allah yaptıklarınızın tamamını
görmektedir.’’

Bakara Suresi 233

O halde El Hasîb olan Allah Teâlâ'dır. Ol diyor olduruyor. Ne durumda olursak


olalım El Hasîb celle celaluh diyelim. El Hasîb olan Allah Teâlâ bize yeter.

Sahabe-i Kiram radıyallahu anhumu kuşatıyorlar, muhassara altındalar. Saha-


beye diyorlar ki;

-Düşmanlar geliyor. Toplandılar büyük bir güçle geliyor. Onlardan korkun, diyorlar. Sa-
habenin ise imanı artıyor ve diyorlar ki;

ْ ‫اخش َْو ُه ْم فَ َزا َد ُه ْم ۪اي َمان ۗا ً َوقَالُوا َح‬


ُ ‫سبُ َنا ﱣ‬ ْ َ‫اس قَ ْد َج َمعُوا لَ ُك ْم ف‬ ُ ‫ين َقا َل لَ ُه ُم النﱠ‬
َ ‫اس ا ﱠِن النﱠ‬ َ ۪‫اَلﱠذ‬
‫َو ِن ْع َم ا ْل َوك۪ ي ُل‬
‘’Birtakım insanlar onlara, “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan kor-
kun” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir!” diye cevap verdiler.’’
Âl-i İmrân Suresi 173

Allah azze ve celle bize yeter. O ne güzel Vekildir diyorlar. Her durumda, her
şartta Müyemin olan, Hafîz olan O. El Hasîb celle celaluh kuluna en dar, en zor anında
yeter. El Hasîb celle celaluh bize diyor ki; O Hasîb olan Allah Teâlâ kuluna yeter.

Bir öğretmen çocuğa fıkıh, tefsir, hadis, kelam bütün bunları öğretir. Matematik
var, kimya var. Peki Fıkıh, tefsir öğretirken bunları öğretebilir mi? Öğretemez. Aynı

155
şekilde fizik ve kimyacı da fıkıh öğretemez. O halde biz de bir kifayet yok. Biz bir takım
şeylere vesile, vasıta oluyorsak El Hasîb celle celaluhun yetmesiyledir. O yeteri kadar
melekeyi bize veren, onları ihsan eden El Hasîb celle celaluhdur. Biz de Onun ihsanı
ve lütfuyla bir takım tasarruflarda bulunuyoruz.

َ ‫َان ع َٰلى ُك ِ ّل‬


ً ‫ش ْي ٍء َح ۪سيبا‬ َ ‫س َن ِم ْن َهٓا ا َ ْو ُردﱡو َه ۜا ا ﱠِن ﱣ َ ك‬
َ ْ‫َو ِا َذا ُح ّ۪ييت ُ ْم بِت َ ِحيﱠ ٍة فَ َحيﱡوا بِاَح‬

‘’Size bir selâm verildiğinde ya daha güzeli ile veya dengi ile karşılık verin. Allah,
her şeyin hesabını tutmaktadır.’’
Nisâ Suresi 86

‫ست ُ ْم ِم ْن ُه ْم ُرشْدا ً فَا ْدفَ ٓعُوا اِلَ ْي ِه ْم ا َ ْم َوالَ ُه ۚ ْم َو َﻻ‬ ْ ‫َوا ْبتَلُوا ا ْليَتَ ٰامى َحتﱣٓى ِا َذا بَلَغُوا ال ِنّكَا ۚ َح فَا ِْن ٰا َن‬
‫َان فَق۪ يرا ً فَ ْل َيأ ْ ُك ْل‬َ ‫ف َو َم ْن ك‬ ْ ۚ ‫ست َ ْع ِف‬
ْ ‫غ ِنيا فَ ْل َي‬
َ ‫َان‬َ ‫وا َو َم ْن ك‬ ۜ ‫س َرافا ً َو ِبدَارا ً اَ ْن َي ْكـ َب ُر‬
ْ ِ‫تَأ ْ ُكلُو َٓها ا‬
ً ‫ع َل ْي ِه ۜ ْم َوك َٰفى ِبا ﱣ ِ َح ۪سيبا‬ ْ َ ‫وف فَ ِاذَا َدفَ ْعت ُ ْم اِلَ ْي ِه ْم ا َ ْم َوالَ ُه ْم فَا‬
َ ‫ش ِهدُوا‬ ِ ۜ ‫ِبا ْل َم ْع ُر‬

‘’Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin; eğer onların yeterli fikrî olgun-
luk düzeyine eriştiklerini tespit ederseniz hemen mallarını kendilerine verin, bü-
yüyecekler de mallarını alacaklar diye o malları israf ile ve tez elden yiyip tüket-
meyin. Zengin olan (veli) yetim malına tenezzül etmesin, yoksul olan da kararınca
yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun; hesap
sorucu olarak da Allah yeter.’’
Nisâ Suresi 6

El Hasîb bize diyor ki; Seni gören, yaptığın bütün işleri kayda geçen, meleklerine
bunun emrini veren, bunları hesap eden ve mahşer günü yaptıklarının hesabını sora-
cak olan Allah azze ve celle var. O halde Onun huzurunda hesap verecek şekilde yaşa.

Allah Teâlâ El Hasîb ismiyle hesap sorar. Dünyada Müslümanın başına, Allah
Teâlâ'ya dönmeleri için musibetler gelir. El Hasîb celle celaluh dünyada halimizi görü-
yor. Onun emriyle beraber başımıza bir musibet geliyor ki Ona dönelim, yönelelim.
Fakat ahirette gelen musibet doğrudan cezadır. Hz. Ömer radıyallahu anhın buyurduğu

156
gibi "Hesaba çekilmeden önce, kendinizi hesaba çekin". Yani dünyada yaşıyorken
kendinize bir karne verin.

Irak'ın havarisinde büyük bir çiftliği olan bir Müslüman oradaki ürünleri bir adamıyla
beraber Basra'ya gönderir. Der ki;

-Bunları o günün hesabıyla Basra'nın pazarında sat.


Adam Basra'ya gider. Orada tüccarlae yanına gelir ve derler ki;

-Bu ürün piyasada bitmek üzere. Şimdi değil de bunu bir hafta sonra piyasaya sür.
Adam bir hafta durur ve bir hafta sonra o ürünü çok pahalı bir şekilde satar. On kat
yirmi kat daha fazla para kazanır. Adama müjde gönderir ve der ki;

-Efendim bu sizin ürünü öyle pahalı sattım ki şu kadar para kazandım, der. Adam he-
men haber gönderir;

-Hemen o parayı Basra'nın fukarasına dağıt. Benim ana paramı da dağıt. Çünkü Pey-
gamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem "İ'tikâl yapan karaborsacı lanetlenmiştir" buyu-
ruyor, der. Adama da kızar;

-Benim parama şüphe karıştırdın. Mahşer günü, El Hasîb olan Allah Teâlâ'ya ben bu-
nun hesabını veremem.

Bir gün Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme gelip diyorlar ki;

- Ya Resulullah bu fiyatlara müdahale eder misin?

-Piyasaya dokunmayın. Piyasa kendi dengesini kendi temin eder. Musair olan Allah
azze ve celledir.

Piyasada fiyatları arz talep ilişkisi belirler. İslamda serbest piyasa anlayışı vardır.
Eğer birileri aldatıyorsa, kasıtlı bir aldatma, karaborsacılık varsa o zaman devlet dev-
reye girer.

157
Adamın biri evli ama hanımından gizli bir daha evleniyor. Kısa zaman sonra da
vefat etmiş. İlk hanımı onun ikinci defa evlendiğini öğrenmiş. Bunu öğrenince ona da
mirastan pay gönderir. Çünkü El Hasîb olan Allah Teâlâ mahşerde hesap soracak. O
adam nikahını izhar etmedi ama o da eşiyse, nikahlıysa onun da mirasta payı var.
Mirası ona götürüyorlar. Kadın diyor ki;

-Vefatından kısa zaman önce beni boşamıştı. Dolayısıyla benim o mirasta hakkım yok.

Dünya ve ahiret birbirinin kumasıdır. Efendimiz aleyhisselâm da bu şekilde an-


latır. Dünyanın ahiretten, ahiretin de dünyadan nefretini ya da duruşunu kumalık üze-
rinden anlatıyor. Ona rağmen o ilk kadın mirasta payı var diye diğer kadına gönderiyor.
Çünkü El Hasîb celle celaluh murakabe ediyor.

Ömer efendimiz radıyallahu anh bir gün sokakta yürüyor. Yürürken fevkalade bir
deve görüyor. Adamlara diyor ki;

-Bu deve kimindir? Bu farklı bir deve, diyor.

-Oğlunuz Abdullah'ın devesi, diyorlar. Oğlunu çağırır ve sorar;

-Nereden aldın bu deveyi?

-Paramla aldım. Helal parayla, kazandığım parayla aldım, diyor.

-Peki nasıl böyle oldu?

-Meraya gönderdim. Otladı bu hale geldi.

-Olmaz. Sen bunu meraya gönderdin. İnsanlar dediler ki 'Bu Devlet Başkanı Ömer ra-
dıyallahu anhın oğlunun devesidir'. Belki kendi develerini çektiler ona öncelik verdiler.
Suyu önce ona verdiler. Senin deven ondan böyle farklı olmuştur. Hemen onu satıyor-
sun. Kaça aldıysan o parayı alıyorsun geri kalan parayı hazineye veriyorsun, der.
Müslümanların çocukları ne zaman ki Ömer radıyallahu anhın evinde yetişen ço-
cuklar gibi olursa, ne zaman devlet başkanları Hz. Ömer radıyallahu anhın adaletini,

158
hakkaniyetini kuşanırsa o zaman göreceksiniz ki dinsizler bile ya Müslüman olacaklar
ya da diyecekler ki 'Biz farklı dinlerde olalım ama bizi Müslümanlar yönetsin'.

َ ‫َان عَا ِق َبةُ ا ْل ُم َكذّ ِ۪ب‬


‫ين‬ َ ‫ْف ك‬ ُ ‫ض ث ُ ﱠم ا ْن‬
َ ‫ظ ُروا َكي‬ ُ ‫قُ ْل ۪س‬
ِ ‫يروا فِي ْاﻻَ ْر‬

De ki: Yeryüzünde dolaşın, sonra (hakikati) yalan sayanların sonunun nasıl ol-
duğuna bakın!
En’âm Suresi 11

El Hasîb olan Allah Teâlâ'yı hesaba katmayanların sonu da aynısı olacak. İmkan-
ları veren Odur ve hesabı da soracaktır.

EL-CELÎL

El Celîl; Azamet, büyüklük Onda. Mutlak Azamet, Celalet, Büyüklük Onun.

Bazen Allah Teâlâ Celal ismiyle bazen Cemal ismiyle tecelli eder. Gözümüzle bak-
tığımız zaman alemde Cemal'i görürüz. Her şeyde bir güzellik var, insanın yüzünde bir
güzellik var. İhtiyarın yüzünde bir güzellik var. Esere bakıyorsun güzelliği görüyorsun.
O güzellik seni Allah Teâlâ'nın Azametine, Celal'ine götürüyor. Celal ile Cemal ara-
sında bir münasebet var. Allah Teâlâ Kuddüs, Alîm, Ğaniyy, Kâdir oluşuyla, Muktedir
oluşuyla bize hep Celal'ini anlatıyor. Onun Celîl oluşu bize şunu hatırlatır; Sizler öyle
yaşayın ki hep Allah Teâlâ'yı tazim edin. Ona ibadet etmeyen, kulluk etmeyen insanları
gördüğünüz zaman onların önünde vakarla, izzetle durun. Çünkü Celal yalnızca Allah
azze ve cellenindir. Müslümanlara karşı da şefkati, merhameti ve tevazuyu kuşanın.

Allah Teâlâ'nın Azametini Ubâde bin Sâmit üzerinden mütaala edelim. Ubâde ra-
dıyallahu anh Hazlec'e mensup bir sahabedir. Medinelidir. Ama yüzünde Afrika rengi
var. Efendimiz aleyhisselâma Akabe'de biat ediyor. İki Akabe Bey'atında da Ubâde bin
Sâmit var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye teşrif ediyor. En yakınında
olanlardan birisi de Ubâde'dir. Gece ibadet ediyor. Ordu sefere çıkacak, en önde
Ubâde bin Sâmit cihad ediyor. Normal zamanlarda Ashab-ı Suffa'da Kur'an-ı Kerim
öğretiyor. Kur'an'ın tamamını ezbere bilenlerden birisidir.

159
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ahirete irtihal ediyor. Hz. Ömer efendimizin
devlet başkanı olduğu zaman Dimeşk valisi Ömer radıyallahu anha mektup gönderiyor.
Diyor ki "Burada İslam'a insanlar fevç fevç geliyorlar. Benim üç tane büyük muallime,
üstada ihtiyacım var". Ömer radıyallahu anh beş tane sahabeyi çağırıyor; Ebû Eyyûb
el-Ensârî, Ubâde bin Sâmit, Ebû Derdâ, Muâz bin Cebel, Ubeyy bin Kâb. Diyor ki;

-Aranızda kura mı çekeyim yoksa nasıl yapalım? Üç kişi Şam bölgesine gidecekler.
Orada muallime, orada fakihe ihtiyaç var. Bana yardım edin. Üç kişi aranızda seçin.
Onlar da:

-Ebû Eyyûb el-Ensârî yaşlı. Ubeyy bin Kâb ds hasta.


Muâz bin Cebel radıyallahu anh Filistin bölgesine gidiyor orada da otuz altı yaşında
vefat ediyor. Ubâde bin Sâmit Hımıs'a, Ebû Derdâ'yı da Dimeşk'e gönderiyor. Gidiyor-
lar. O zaman Muâviye radıyallahu anh Şam bölgesinin valisidir. Bir sefere çıkıyorlar,
ticari bir işlem var. Ubâde diyor ki;

-Bu caiz değildir. Olmaz. Bunu yapamazsın bu faizdir, diyor.

-Bu faiz değildir.

-Bu faizdir, derken anlaşamazlar. Ubâde ayrılıp Medine'ye gelir. Ömer radıyallahu onu
görünce sorar;

- Neden buraya geldin? Niçin Şam'ı bıraktın. Hımıs'ı, Dimeşk'i bıraktın?


Anlatır meseleyi. Ömer radıyallahu anh hemen bir mektup yazar. Diyor ki "Ey Muâviye.
Senin Ubâde bin Sâmit üzerine bir tasarrufun olamaz. O kendinin emiridir. Ne diyorsa
o olacak. Onun sözünü esas alacaksın, onun sözüne itibar edeceksin. Onun olmadığı
bir yerde nur olmaz. Onun olmadığı bir yerde güzellik olmaz" diyor. Orada kalıyor.

Burada El Celîl isminin Ubâde'de nasıl tecelli ettiğini görüyoruz. Diyor ki; Sen vali
olabilirsin ama ben senin değil, yer ve göklerin sahibi olan Allah Teâlâ'nın kuluyum.
Ona hesap vereceğim. Onun şeriatına muhalif olan bir şeye ben asla evet demem,

160
diyemem. Azameti yalnızca Allah'tan bilince o zaman kullar sizin gibi insanlardır. On-
ların ne hükmü olabilir.

Daha sonra Amr bin As radıyallahu anh Mısır'ı fethedecek, Ömer radıyallahu anh-
tan yardımcı kuvvet istiyor. O da dört tane sahabe gönderiyor; Zübeyr bin Avvâm,
Ubâde bin Sâmit, Mesleme bin Muhalled, Mikdat bin Esved radıyallahu anhum. Bir
rivayete göre her biri bin askerin başında bir komutan olarak gidiyor veya tek dört sa-
habe gönderiyor. Hz. Ömer efendimiz şöyle diyor "Dört kişi gönderiyorum. Her biri bin
adama bedel dört bin adam gönderiyorum".
Mukavkıs, Müslümanların halini anlayabilmek için bir heyet gönderiyor. Bakıyorlar ab-
dest alıyorlar, namaz kılıyorlar, yerde oturuyorlar. O elçiler Mukavkıs'a dönüyor. Mu-
kavkıs adamlarına diyor ki;

-Ne gördünüz?

-Efendim. Ezan diye bir şey okuyorlar sonra namaza kalkıp abdest alıyorlar. Allah için
başlarını yere koyuyorlar, secde ediyorlar. Emirleri nere oturuyorsa en aşağıda olan
neferleri de aynı yere oturuyorlar. Sultanlarıyla, emirleriyle, komutanlarıyla askerleri
arasında bir fark göremedim. Biz yaşamayı ne kadar istiyorsak; onlar da şehadeti, Al-
lah Teâlâ'ya ulaşmayı o kadar istiyorlar. Hepsi eşleriyle, aileleriyle 'Biz cennete gidiyo-
ruz' diye vedalaşıp öyle ayrıldılar. Böyle bir ordunun önünde Roma duramadı biz de
duramayız, diyorlar.
Amr bin Âs on kişilik bir heyet gönderiyor. Başına da Ubâde bin Sâmit'i koyuyor. Mu-
kavkıs'ın sarayına gidiyorlar. Ubâde uzun boylu ve yüzü de esmer. O halde görünce
ikinci sınıf adam gibi görüyorlar. Mukavkıs diyor ki;

-Bu adamı alın. Bu adamı çıkarın buradan. Nasıl olur da Müslümanlar benim sarayıma
böyle yüzü Afrika rengi olan birini gönderir? Der. Arkadakiler der ki;

-Haberin yok mu Mukavkıs?! Hz. Muhammed aleyhisselâm geldi, yeryüzünde büyük


bir inkılap oldu. Bundan sonra insanların rengine, soyuna değil ; yüreklerine, imanla-
rına, Allah azze ve celleye olan teslimiyetlerine bakılacak. Bundan sonra siyah olmak
bizim için aşağılık vesilesi değil ey Mukavkıs, diyorlar. Kabul etmek zorunda kalıyor ve
diyor ki;

161
-Niçin buraya geldiniz?

-Dünyalık bir derdimiz yok. Biz Muhammed aleyhisselâmın öğrencileriyiz. Allah


Teâlâ'nın rızasına talibiz. Burada aç olanlar, açıkta olanlar, yetimler, dullar, muzdarip-
ler var mı? Onlara ulaşıp onlara ekmek, aş, su dağıtmak için buradayız. Yoksa derdi-
miz yeryüzünde hanlar yapmak, yeni topraklar kazanmak değil. Eğer Müslüman olur-
san sen yine burayı yönetmeye, idare etmeye devam edersin.

Mukavkıs, Ubâde'nin "Müslüman ol. Eğer olmayacaksan cizye vereceksin" teklifine gu-
rurlanır, kibirlenir. Sonra renginden dolayı sarayına kabul etmediği Ubâde bin Sâmit'in,
onların komuta etmiş olduğu ordunun önünde Mukavkıs ve adamları tarumar olur. Mı-
sır bütünüyle İslam'ın olur. El Celîl celle celaluh diyenler büyüklüğü ve azameti soyda,
boyda, renkte, parada değil imanda aradılar. Kimin imanı daha güçlüyse ya da kim
Resulullah aleyhisselâma daha yakınsa öne onu geçirdiler. Allah Teâlâ da onları
dünyada en öne geçirdi.

EL-KERÎM

El Kerîm; Allah azze ve celle ikram ediyor, ihsan ediyor, lutfediyor. Onun ikramı
namütenahi, sınırı yok, sonu yok.

Bir yere misafirliğe gittiğinde üç günden fazla kaldığında ev sahibi daralıyor. Size
haliyle 'Git be kardeşim. Benim işim var' demek istiyor. İnsan daralır. Kardeşin bile
daralır senden. Çünkü insanların cömertliğinin bir sınırı var. Ama El Kerîm olan Allah
Teâlâ'nın mülkünde yaşıyoruz. Daralmıyor bizden. Bilakis, ihtiyacın olduğunda Bana
gel, başkasına gitme der. Kullardan isteyince yüzleri asılıyor, neden her gün yanıma
geliyorsun diye gazaplanıyorlar. Ama Allah Teâlâ da Ondan istemediğimiz zaman ga-
zaplanıyor. El Kerîm olan Allah Teâlâ kullarına ikram eder, lütfeder. Kul ne istiyorsa
daha da fazlasını verir.

‫يم‬ َ ‫سانُ َما‬


ِۙ ‫غ ﱠركَ ِب َر ِبّكَ ا ْلك َ۪ر‬ َ ‫اﻻ ْن‬
ِ ْ ‫يَٓا اَيﱡ َها‬

162
Ey insan! Yüce rabbin hakkında seni yanıltıp aldatan ne oldu?
İnfitâr Suresi 6

Hasan-ı Basri hazretleri bu ayeti tefsir ederken buyuruyor ki "Ey insan! Neyle Allah'a
meydan okuyorsun? Kerîm olan Rabbin sana öyle ihsanda bulundu ki bak tertemiz bir
halin var. Peki aslın neresi, nereden geldin? İki defa idrar yerinden çıkıp da dünyaya
geldin".

ْ ‫ط ْرفُ ۜكَ فَلَ ﱠما َر ٰاهُ ُم‬


ُ‫ست َ ِقرا ِع ْن َده‬ َ َ‫ب اَنَ ۬ا ٰات۪ يكَ ِبه۪ قَ ْب َل ا َ ْن يَ ْرت َ ﱠد ِالَ ْيك‬
ِ ‫قَا َل الﱠ ۪ذي ِع ْن َدهُ ِع ْل ٌم ِم َن ا ْل ِكتَا‬
‫سه۪ ۚ َو َم ْن َكفَ َر فَ ِا ﱠن‬ َ ‫شك ُُر ا َ ْم ا َ ْكفُ ۜ ُر َو َم ْن‬
ْ َ‫شك ََر فَ ِانﱠ َما ي‬
ِ ‫شك ُُر ِلنَ ْف‬ ْ َ ‫ض ِل َر ۪بّي۠ ِليَ ْبلُ َو ۪ٓني َءا‬ْ َ‫قَا َل ٰه َذا ِم ْن ف‬
‫ي ك َ۪ري ٌم‬ َ ‫َر ۪بّي‬
‫غنِ ﱞ‬

(Bu konuya dair) kitaptan bir bilgisi olan ise, “Ben onu sen göz açıp kapayıncaya
kadar getiririm” diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak
görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sı-
nayan rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nan-
körlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sa-
hibidir.”
Neml Suresi 40

Allah Teâlâ bizim şükrümüze muhtaç değil. Muhtaç olan biziz. O halde Rabbimizin
Kerîm ismine bakacak ve insanlara ikram edeceğiz. Fakat insan çok cimridir. Ona bir
şer geldiğinde bütün umudunu kaybeder. Hayır gelirse o zaman da cimrileşir. Ancak
namaz kılanlara bela gelse de yıkılmazlar bilirler ki bu dünya imtihan yeridir. Zengin
olduklarında da Allah Teâlâ'nın kullarına ikramda bulunurlar. İman insanda bir cömert-
lik duygusu inşa eder. Bedenimizde de bir ikram var. İltifat etmiş, ihsan etmiş bize.
Ayaklarımızın üzerinde duruyoruz, insanız, hayvan gibi yerde sürünmüyoruz. Hazinesi
bitmiyor. Kerîm olan Rabbim o hazineden bize sürekli lütfediyor. Neye muhtaçsak hep
gönderiyor bize.

َ ُ‫س ِن َما كَانُوا يَ ْع َمل‬


‫ون‬ َ ْ‫صبَ ٓ ُروا اَجْ َرهُ ْم ِباَح‬
َ ‫ين‬ ٍ ۜ َ‫َما ِع ْن َدكُ ْم يَ ْنفَ ُد َو َما ِع ْن َد ﱣ ِ ب‬
َ ۪‫اق َولَنَجْ ِزيَ ﱠن الﱠذ‬

163
Sizde bulunanlar tükenip gider, ama Allah’ın katındakiler kalıcıdır. Asla kuşku-
nuz olmasın ki, güçlüklere göğüs gerenlerin ecirlerini, yapmış olduklarının daha
da güzeliyle vereceğiz.
Nahl Suresi 96

Dünyanın en zengin adamı her gün fakirlere dağıtmak istese bir gün malı biter. Bir
sınırı var. Ama El Kerîm olan Allah Teâlâ milyonlarca yıldır havayı, suyu, buğdayı, top-
raktan mahsulleri veriyor ama Onun hazinesi bitmiyor, bitmez.

El Kerîm isminden nasibimiz; Bizler de ikram edecek, infak edeceğiz. Mazlumun, faki-
rin halini anlayacağız. Yani hep cebimizi doldurmayacak, paylaşmayı bileceğiz. Ze-
katla, sadakayla paylaşacağız.

‫َو ۪ ٓفي ا َ ْم َوا ِل ِه ْم حَقﱞ ِلل ٓ ﱠ‬


ِ ‫سائِ ِل َوا ْل َمحْ ُر‬
‫وم‬

Yardım isteyenlere ve yoksullara mallarından belli bir pay ayırırlardı.

Zâriyât Suresi 19

Onun senin malında hakkı var. Böyle düşünüp böyle vereceksin. Hz. Ali radıyallahu
anh infak ederken fakirin yüzüne bakamazmış. İstemenin ezikliğini yüzde görmeyeyim
diye bakmazmış. Bazıları sadaka taşının üstüne koyar, bazılar da verirken böyle ma-
sanın üstüne bırakıp gidermiş. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Veren el alan
elden üstündür" buyuruyor. Yani 'Veren el ben değilim. Mülk Allah Teâlâ'nındı. Beni
de emanetçi kıldı. Bıraktım buradan alsın' bu zaviyeden bakarlarmış.

Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh Mescid-i Nebevi'de namaz kılıyor. Azerbaycan
elçisi geliyor. Ömer efendimizin huzuruna çıkacak ama gece yarısı ancak Medine'ye
ulaşıyor. Yanındaki adamlara diyor ki;

-Bekleyelim sabah olsun. O zaman Ömer radıyallahu anh efendimizin yanına gidelim
hediyemizi takdim edelim. Azerbaycan'a dair ahvali kendisine bildirelim.

164
Bugün olduğu gibi otel yok. Mescid-i Nebevi'ye gidiyorlar. Namaz kılıp ağlayan birisini
görüyorlar. Namazı bitiyor ve diyorlar ki;

-Kimsin sen?

-Ben Ömer'im.

-Neden ağlıyorsun?

-Halimi Allah azze ve celleye arz ediyorum. Eğer tövbemi kabul ettinse bildir ya Rabbi
sevineyim. Yok eğer kabul etmediysen o zaman nefsimi teselli edeyim.
Onlara sorar;

-Siz kimsiniz, nerden geliyorsunuz?

-Biz Azerbaycan'dan geliyoruz. Efendim, niçin gecenin bu saatinde buradasınız? Evi-


nizde olsanız, istirahat etseniz.

-Gündüz insanların işiyle alakadar oluyorum. Gece de Rabbimin huzuruna çıkayım kul-
luğumu arz edeyim. Ben geldim ya Rabbim diyeyim. Gündüz fazla nafile namaz kıla-
madım. Gece onları eda edeyim. İnsanların işiyle alakadar olmak, Rabbimin huzuruna
çıkmaktan beni alıkoymasın. Onun için gece ayaklarımın dayandığı kadar Rabbimin
huzuruna çıkar, namaz kılarım.

Hz. Ömer radıyallahu anha Azerbaycan'dan bahsederler. Sonra da bir hediye ve-
rirler.
-Bu nedir?

-Bu Azerbaycan'a, o bölgeye ait olan bir helva.

-Peki Azerbaycan yöresinde herkes bu helvayı yiyebilir mi?

-Hayır efendim. Sadece zengin olanlar, gelir düzeyi yüksek olanlar yer.

165
-Madem benim tebam bu helvayı yiyemez. Ömer'e siz bunu veriyorsunuz, Ömer yesin.
Ahirette Ömer bunun hesabını Allah azze ve celleye nasıl verecek? Neden o vali bana
bu helvayı gönderir? Çık dışarıya, gördüğün fukaraya bu helvayı ikram et. Bundan
sonra vali bana böyle bir hediye göndermesin, diye heyete tembih eder. Allah Teâlâ'nın
yarattığı nimetlerden güzel olanları, pahalı olanları kendisine alır, fukarayı ondan mah-
rum bırakırsa 'O halimle El Kerîm olan Allah Teâlâ'ya ihanet etmiş olurum' böyle kabul
ediyor. Elçiye der ki;

-Fukaranın sofrasına mı oturmak istersin yoksa benimle mi kahvaltı yapmak istersin?

-Efendim. Devlet olur. Kabul ederseniz sizin sofranıza oturayım, der ve oturur. Tuz
gelir, ekmek gelir. Devlet Başkanı Ömer'in sofrası böyledir. Ama fukaranın sofrasında
çorba var, ekmek var. Onlar El Kerîm dediler. Devlet büyüdü, zenginleşti fukaraya da-
ğıttılar. Kendisi kuru ekmek yedi ama insanlar onun adaletini gördüler, fevç fevç geldi-
ler lâ ilahe illallah Muhammedun Resulullah dediler.

Medreselerimizin, binalarımızın dışları güzel olsun. içenlerini güzel yapalım ama


çok pahalı, lüks yapmayalım. Yapmış olduğun sütunlara, işlemelere harcadığın paraya
fukaranın daha ziyade ihtiyacı var.

ER-RAKÎB

Er Rakîb; Allah Teâlâ Rakîb, Allah Teâlâ Murakîb. Görüyor, gözetliyor, bakıyor.
Her haline tanık, her halini kontrol altında tutuyor.

"İnnallahe kane aleyküm rakibe" "Allah azze ve celle sizin üzerinizde Mu-
rakîb'dır".

Sizin beni murakabe etmenizden kaynaklı oluşan bir ciddiyet halim var. Peki Allah
Teâlâ görüyor. Dükkanı açarken, malı satarken, ders anlatırken Er Rakîb olan Allah
Teâlâ görüyor. Kabirde hesap var, ahirette hesap var Müslüman! İman sana bir aksi-
yon, bir hareket vermiyorsa o iman kurtarmıştır Müslüman! Tecdid-i iman eyle Müslü-
man! Kendine gel, İslam'a dön Müslüman!

166
Allah Teâlâ Hz. Harun ve Hz. Musa'yı Firavun'a gönderiyor. E Firavun azmış, del-
lenmiş bir adam. Ona ayetleri okuyacaklar. Musa aleyhisselâm Allah'a firavun'un za-
limliğini anlatınca Rabbim buyurdu ki;

ْ َ ‫َقا َل َﻻ ت َ َخا ٓفَا اِنﱠن۪ ي َمعَ ُك ٓ َما ا‬


‫س َم ُع َوا َ ٰرى‬

Allah buyurdu: “Korkmayın, bilin ki ben sizinle beraberim; işitirim, görürüm.

Tâhâ Suresi 46

Allah Teâlâ bizi görüyor. Konuşmamız gereken yerde susuyorsak onu da görüyor.
Konuşmamızdan dolayı birileri bir şeyler yapacaksa Allah Teâlâ onları da görüyor.
Eğer Allah rızası için konuşacak niye korkarız, niçin korkarız?

Fahrettin Râzî Esmayı şerh ederken anlatıyor; Bir alimin, bir veli zatın talebeleri
varmış. Küçük bir talebeye ziyadesiyle alaka gösterirmiş. Diğer talebeleri de kıskan-
mışlar. Bir gün hocalarına demişler ki;

-Hocam niçin böyle? Neden buna daha ziyade alaka gösteriyorsun?

-Peki. Hepiniz bana bir tane kuş getirin, der. Getirirler.

-Şimdi gidin kimsenin görmediği yerde bu kuşları boğazlayın bana getirin.


Hepsi boğazlayıp gelmiş. O, hocamızın en sevdiği, alaka gösterdiği küçük talebe kuşu
boğazlamadan gelmiş.

-Evladım, niçin sen boğazlamadın?

-Hocam. Er Rakîb olan Allah Teâlâ her yerde görüyor. Onun görmediği bir nokta
yok ki. Siz buyurmuştunuz 'Kimsenin görmediği bir yer bul, orada kesip gel'. Ama ne-
reye gidersem Allah azze ve celle benimle beraber. O beni görüyor.

EL-MUCÎB

167
El Mucîb; Allah Teâlâ sevdiklerinin, kullarının, muzdariplerin, çaresizlerin dualarına
icabet edendir. Kullarına karşılık veren demektir.

Heykellere, putlara, insanlara gitmeyin. Ne derdiniz varsa Allah Teâlâ'ya arz edin.
Namaz da Allah Teâlâ'ya durumunu arz etmektir. Onun huzuruna çıkıyoruz, halimizi
Ona arz ediyoruz. Hanefi mezhebine imam Fatiha okur, arkadaki cemaat okumaz. Ama
İmam Şafi'ye göre cemaatte Fatiha okumalı. İmam-ı Azam hazretleri ;

ْ ‫ئ ا ْلقُ ْر ٰا ُن َفا‬
َ ‫ست َ ِمعُوا لَهُ َوا َ ْن ِصتُوا َل َعلﱠ ُك ْم ت ُ ْر َح ُم‬
‫ون‬ َ ‫َواِذَا قُ ِر‬

Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nâil olasınız.

A'râf Suresi 204

Ayetinden dolayı imam okurken arkadaki cemaatin dinlenmesi gerektiğini söyler. İma-
mın okuması aynı zamanda cemaatin de okumasıdır. Onunla tartışmaya giriyorlar. Di-
yorlar ki;

-Nasıl olur da sen böyle söylüyorsun bu hadisi şerif var.

O hadis ve Kur'an'ı bütün olarak değerlendiriyor. İmam okuyorsa arkadaki okumaya-


cak. İmam-ı Azam kendisiyle tartışmaya gelenlere diyor ki;

-Hepinizle böyle tartışmam, bu meseleyi konuşamam. İçinizden birisini imam olarak


seçin. O sizin münazarada lideriniz olsun onunla konuşayım.

-Peki. Falan adam bizim liderimiz onunla konuş, derler.

-Onunla konuşunca o bana cevap verecek. Onun cevapları aynı zamanda sizin de ce-
vaplarınız olur mu?

-Olur.

168
-Peki nasıl o konuşuyorken siz konuşmuş oluyorsunuz? Eğer ben onu susturursam sizi
de susturmuş olur muyum?

-Evet.

-Neden?

-Çünkü o bizim adımıza konuşuyor.

-Yani bir mesele, bir dava hakkında içinizden biri konuşuyor. Namaz kılıyoruz önde bir
imam var. Aradakiler ona uyuyorlar. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de "İmamın
okuması cemaatin okuması gibidir" buyuruyor. Allah Teâlâ da "Kur’an okunduğu
zaman onu dinleyin ve sessiz durun ki rahmete nâil olasınız." buyurdu. İmam
Kur'an'ı Kerim okuyor. O zaman imamın okuması, arkada cemaatin okuması gibidir.

Yani hem aklen hem naklen meseleyi izah ediyor. İmam mihrapta cemaatin halini arz
ediyor. "Ya Rabbim. Biz buradayız, huzurundayız. Saf, saf olduk. Hallerimiz, dertleri-
miz, sorunlarımız bütün bunlar Sana malumdur. Kulluğumuzun izharı ve en etkili iltica
cümleleri Fatiha'da. İşte onlarla Sana bu ümmetin hali arz edilmiştir Allah'ım. Duaları-
mıza icabet eyle" diyoruz. El Mucîb celle celaluh... Onun için Fatiha'dan sonra amin
diyoruz. Yani "Duamıza icabet eyle Allah'ım, kabul eyle ya Rabbim" deriz.

Denizin dibinde Hz. Yunus aleyhisselâm gibi balığın karnında, Hz. Eyüp aleyhisselâm
gibi hastalığın kucağında;

َ ۚ ‫اح ۪م‬
‫ين‬ ‫ض ﱡر َوا َ ْنتَ ا َ ْر َح ُم ﱠ‬
ِ ‫الر‬ ‫ي ال ﱡ‬ ‫وب ا ِْذ نَ ٰادى َربﱠ ٓهُ ا َ ۪نّي َم ﱠ‬
َ ‫س ِن‬ َ ‫َواَيﱡ‬

Eyyûb’ü de an! Hani rabbine, “Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin en
üstünüsün” diye niyaz etmişti.
Enbiyâ Suresi 83

169
Allah Teâlâ'dan şifa talep etmeye dili varmıyor, haya ediyor. "Ben nasıl Senden
şifa isterim ya Rabbi. Halim sana malumdur. Sen de acıyanların, merhamet edenlerin
en merhametlisisin" diyor ve halini arz ediyor. Yusuf aleyhisselâm zindanda, İbrahim
aleyhisselâm ateşin içinde, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'de hep onlar
hallerini Mucîb olan, kullarının dualarına icabet eden Allah Teâlâ'ya arz ettiler. O da
kullarının dualarına icabet eyledi.

Dualara icabet hemen olmayacak. Musa aleyhisselâm ve Harun aleyhisselâm çok


daralmışlardı. Firavun'un zulmü var, Allahuekber demeyi yasaklamış, ibadeti yasakla-
mış. O zaman ellerini kaldırıyor "Ya Rabbi! Yüreklerine darlık ver. İktisatlarını, ekono-
mik sistemlerini çökert Ya Rabbi" diye dua ediyor. Allah Teâlâ "Dualarınıza icabet
edildi fakat istikametten ayrılmayın. Sakın ha Firavun'a meyletmesinler" der. Dua
kabul edilir. İmam Taberi Rahmetullahi aleyh buyuruyor ki "Kırk yıl sonra Firavun
helak oldu". Musa aleyhisselâm ve Harun aleyhisselâm bedel ödediler. En zor yerde,
Firavun'un sarayında bile Allahuekber dediler. Daraldıkları an, artık onun daha zirvesi
yok. Oraya kadar geldiler. Orada son bir daha iltica ettiler. Dualara icabet edildi. Ama
şimdi istikamet nöbetindesiniz. Ayrılanlar, kayanlar olacak mı diye.

‫ض َءا ِٰلهٌ َم َع ﱣ ۜ ِ قَل۪ يﻼً َما‬ ‫ف ال ٓﱡ‬


ۜ ِ ‫سو َء َويَجْ عَلُ ُك ْم ُخلَـ ٓفَا َء ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫ط ﱠر اِ َذا َدعَاهُ َويَ ْك‬
ُ ‫ش‬ َ ‫ض‬
ْ ‫يب ا ْل ُم‬
ُ ‫ا َ ﱠم ْن يُ ۪ج‬
َ ۜ ‫تَ َذك ُﱠر‬
‫ون‬

Peki darda kalan kendisine yalvardığı zaman imdadına yetişen, sıkıntısını gide-
ren ve sizi yeryüzünün yöneticileri yapan kim? Allah’tan başka bir tanrı mı? Ne
kadar da kıt düşünüyorsunuz!
Neml Suresi 62

‫ست َ ۪جيبُوا ل۪ ي َو ْليُ ْؤ ِمنُوا‬ ِ ۙ ‫يب َدع َْوةَ الدﱠاعِ اِ َذا َدع‬
ْ ‫َان فَ ْل َي‬ ٌ ۜ ‫ع ۪نّي فَ ِا ۪نّي قَ ۪ر‬
ُ ‫يب ا ُ ۪ج‬ َ ‫َو ِا َذا‬
َ ‫ساَلَكَ ِع َب ۪ادي‬
َ ‫۪بي لَعَلﱠ ُه ْم يَ ْرشُد‬
‫ُون‬

170
Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua
ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler
ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulabilsinler.
Bakara Suresi 186

Mekke'de Bilal-i Habeşi, Habbab bin Eret, Yasir, Ammar soruyor. Başına kaynar
sular dökülenler soruyor. O mazlumlar soruyorlar. "Allah Teâlâ bizim bu çığlıklarımızı
duyar mı? Bu feryatlarımızdan Allah azze ve cellenin haberi var mı?". Allah Teâlâ bu-
yuruyor ki "Ben yakınım. Ben onlara şah damarından daha yakınım. Bana icabet
etsinler ". Allah Teâlâ'nın emirlerine icabet edecek, helallere haramlara icabet edecek,
sünnetlere koşacağız. Erkekler namazları camilerde kılacak, kadınlar tesettür emrine
riayet edecek. Eğer Allah Teâlâ'nın emirlerine, şeriatine itaat edersek bize mutlak ve
muhakkak icabet edecektir.

Müslümanlar Mekke'den mağlup bir şekilde ayrılmışlardı. Mekke'de madde pla-


nında Müslümanlar yenilmişti. Ayrılıyorlardı Mekke'den. Ama sekiz yıl sonra fetih ordu-
suyla Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ağlayarak ayrıldığı şehre döndü. El
Mucîb olan Allah Teâlâ onların dualarına icabet etti. Müslümanlar zalim değil, Müslü-
manlar mazlum. Allah Teâlâ mazlumların dualarına icabet ettiğini Kur'an-ı Kerim'inde
haber veriyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu.

َ ۪‫ف ِم َن ا ْل َم ٰلٓئِ َك ِة ُم ْردِف‬


‫ين‬ ٍ ‫اب لَ ُك ْم اَ ۪نّي ُم ِم ﱡدكُ ْم بِا َ ْل‬ ْ ‫ون َربﱠكُ ْم فَا‬
َ ‫ستَ َج‬ ْ َ ‫ا ِْذ ت‬
َ ُ ‫ست َ ۪غيث‬

Rabbinizden yardım dilediğiniz zamanı hatırlayın. Hemen size, “Meleklerden peşi


peşine gelen binlik kuvvetlerle ben size yardım edeceğim” diye cevap verdi.

Enfâl Suresi 9

َ ۙ ‫ين لَك َِار ُه‬


َ ۪‫ق َوا ﱠِن فَ ۪ريقا ً ِم َن ا ْل ُم ْؤ ِمن‬ ۖ
‫ون‬ ِ ّ ‫َك َٓما ا َ ْخ َر َجكَ َربﱡكَ ِم ْن بَ ْيتِكَ ِبا ْل َح‬

Nitekim müminlerden bir kısmı isteksiz oldukları halde rabbin seni, doğru bir ka-
rarla evinden savaşa çıkarmıştı.

171
Enfâl Suresi 5

Allah Teâlâ, Peygamber aleyhisselâmı Bedir için, Bedir'de küfürle hesaplaşması


için evinden çıkardı.

Muhacirler, mazlumlar ülkelerini, yerlerini, yurtlarını bırakıp ayrılmışlar. Allah Teâlâ


onların dualarına icabet edecek. Önümüz İslam baharı...

َ ۟ ‫َاخ ۪ر‬
‫ين‬ ِ ‫ون َج َهنﱠ َم د‬
َ ُ‫سيَ ْد ُخل‬
َ ‫ون ع َْن ِعبَادَت۪ ي‬
َ ‫ست َ ْك ِب ُر‬ َ ‫ستَ ِج ْب لَ ُك ۜ ْم ا ﱠِن الﱠ ۪ذ‬
ْ َ‫ين ي‬ ْ َ ‫َوقَا َل َربﱡ ُك ُم ا ْدعُو ۪ٓني ا‬

Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk et-
meyi kibirlerine yediremeyenler, aşağılanmış olarak cehenneme gireceklerdir!

Mü'min Suresi 60

Ama icabet hemen olmuyor. Allah Teâlâ bazı kullarının dualarına anında icabet
eder. Bir kısmına Musa aleyhisselâmda olduğu gibi kırk yıl sonra icabet eder. Nuh
aleyhisselâm dokuz elli yıl mücadeleye devam etmiş. Sonunda Allah'ın inayetiyle zafer
kazanmıştı. Efendimiz aleyhisselâm Mekke'de ellerini kaldırdı, Medine'ye hicret ettik-
ten sekiz yıl sonra Allah Teâlâ fethi nasip etti. Dünya imtihan yeri. Kimini muhacir kimini
ensar olmakla imtihan eder. Nasıl madeni alıp ocağa koyup eriterek cüruhu çıkarıyor-
larsa Allah Teâlâ belalar mahşerinde yürekleri eritir. Kim dayanacak, kim Hasbinallah
ve nimel vekil diyecek diye bizi imtihan ediyor. Kafirle Müslümanın ayrıldığı noktadır.

Ahmet bin Hanbel Rahmetullahi aleyh Allah yolunda çok işkence görmüş. Şöyle
dua edermiş "Allah'ım. Şu yüzümü Senden başkasına secde etmekten koruduğun
gibi, Senden başkasına el açmaktan da koru ya Rabbim". Allah Teâlâ'dan başka-
sına el açmak zordur. O yüzden imkanı olan Müslümanlar da mazlumlar, biçareler is-
temeden bulacaklar. Onlar istemeden yardımlarına koşacak, ellerini uzatacaklar. "Bu
bizim vazifemiz. Allah Teâlâ bize verdi, yarın size verir. Size verdiği zaman siz de bizim
çocuklarımıza ikram edersiniz" der. Yani Müslüman başkalarına secde etmeyerek yü-
zünü koruyacak, çaresiz kalmadıkça da başkalarına el açmayacak. İmkanı olanlar da
sessiz sedasız, İmam-ı Azam'ın da yaptığı gibi gizlice infak ederler. İmam-ı Azam gece

172
yüzünü sarar, kapıya gidip bırakır. Kapıyı açan onu görüp tanımasın, sokakta görünce
onu tanıdığında yüzü kızarmasın diye böyle yapardı. Gece giderdi. Çünkü komşular
"Bu ev sadaka ile geçiniyor" diye anlamasın, fark etmesin diye düşünürdü. Evin kızı,
evin delikanlısı hicap duymasın diye...

Rabbim bazı kullarının dualarına kullar dua etmeden icabet eder. Misafirliğe gitti-
niz. Orada bir hafta kalacaksınız ve sizin için, sizin sevdiğiniz şeyleri hazırlamış. Onlar
orada duruyorlar. Yani size öyle bir muhabbeti var ki o muhabbetin bir tecellisi olarak
sofrayı donatmış, bütün ayarlamaları yapmış. Biliyor ki bunun bunlara muhabbeti var.
Rabbim de dünyayı bizim için, biz bunları istemeden ayarlamış. Suyu, havayı, nebatatı,
eşarı, ezharı bütün bunları El Mucîb celle celaluh bizim için ayarlamış. O halde bizler
de ihtiyaç sahipleri bize geldiği zaman, ellerini uzattığı zaman öncelikle el uzatan ol-
madığımız için Allah'a hamd edelim. Sonra da onları azarlamadan, boş çevirmeden
onlara ikram edelim. İmkanın yoksa kötü cümleler kurma. "Güzel söz ve bağış-
lama, peşinden azar gelen bir sadakadan daha hayırlıdır". Eğer biz Allah Teâlâ'nın
emirlerine ve Onun kullarının ihtiyaçlarına imkanımız nispetinde icabet edersek, Allah
Teâlâ da bizim dualarımıza icabet eder.

Sâbit bin Kays radıyallahu anh Mus'ab bin Umeyr'in davetiyle, tebliğiyle Müslüman
oldu. Mus'ab bin Umeyr dünyayı, şöhreti, lüks hayatı bırakmış seferber olmuş Medi-
ne'ye gelmiş. Ev ev dolaştı. Kimi hakaret etti. "Putlarımıza sen nasıl hakaret eder, on-
ları nasıl inkar edersin?" dediler. Mus'ab'ı dinleyen birisi iman ediyor. Arkadaşının evine
gidiyor Müslüman ol diyor. Olmuyorsa cinnet geçiriyor "Sen yerleri ve gökleri yaratan
Allah azze ve celleyi bırakıp da şu taşa nasıl secde eder, önünde nasıl eğilirsin!" diyor
alıyor taşı paramparça ediyor. Mus'ab bin Umeyr İslam'ın gencine, İslam'ın kızına da-
vetin nasıl olması gerektiğini öğretiyor. Birinci gündemin İslam'ı anlatma davası ola-
cak.

‫ير ِم َن ْاﻻ َ ْم ِر لَعَنِت ﱡ ْم َو ٰل ِك ﱠن ﱣ َ َحبﱠ َب اِلَ ْيكُ ُم‬


ٍ ۪‫سو َل ﱣ ِۜ لَ ْو يُ ۪طيعُكُ ْم ف۪ ي كَث‬
ُ ‫َوا ْعلَ ٓ ُموا ا َ ﱠن ف۪ ي ُك ْم َر‬

◌ۙ ‫ُون‬
َ ‫شد‬ ‫ان ا ُ ۬و ٰلٓ ِئكَ ُه ُم ﱠ‬
ِ ‫الرا‬ َ ۜ ‫ص َي‬ ُ ُ‫ان َو َزيﱠـنَهُ ف۪ ي قُلُو ِب ُك ْم َوك ﱠَرهَ اِلَ ْي ُك ُم ا ْل ُك ْف َر َوا ْلف‬
ْ ‫سوقَ َوا ْل ِع‬ ْ۪
َ ‫اﻻي َم‬

173
ۜ
‫ضﻼً ِم َن ﱣ ِ َونِ ْع َمةً َو ﱣ ُ عَل۪ ي ٌم َحك۪ ي ٌم‬
ْ َ‫ف‬
Bilin ki Allah’ın elçisi aranızdadır. Birçok durumda o sizin dediklerinizi yapsaydı
işiniz kötüye giderdi, fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu gönlünüze sindirdi;
inkârcılığı, yoldan çıkmayı ve emre aykırı davranmayı da size çirkin gösterdi. Al-
lah tarafından bahşedilmiş bir lutuf, bir nimet olarak doğru yolu bulmuş olanlar
işte onlardır (bu vasıflara sahip olan sizlersiniz). Allah her şeyi bilmekte, yerli
yerince yapmaktadır.
Hucurât 7-8

Bu ayet-i kerime bize diyor ki; Peygamber aleyhisselâm ruhaniyetiyle ara-


nızda, Mus'ab'ı göndermişti seni de görevlendiriyor. Şimdi sen çevrende bu fazifeyi
eda et.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Veda tepelerinden Medine'ye ilerliyorlar. Bü-


yük bir heyet onları karşılıyor. Karşılayanlar içinde Sâbit bin Kays radıyallahu anh da
var. Efendimize diyor ki;

-Ya Rasulallah. Canımızı, ailemizi, çocuklarımızı nasıl koruyorsak seni de koruyacağı-


mıza dair Allah'a yemin ettik. Akabe'de yemin etmiştik o yemini burada tekrar ilan edi-
yoruz. Peki bunun karşılığında bize ne var ya Resulallah, deyince Efendimiz;

-Cennet var, buyurudu.

-Evet biz de bunu arıyorduk, biz de bunu bekliyorduk. Razı olduk ya Resulallah, der.

Ona önceleri Hatibu'l Ensar derlerdi daha sonraları Hatibu'l Nebi oldu. Efendimiz
aleyhisselâmın hatibi... Akra' bin Hâbis'in kabilesi geldiği zaman dediler ki;

-Bizde şiir, bizde hitabet var. Arapta hiçbir yerde yok.


Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şiirde Hassân bin Sâbit'i çıkardı. Nesirde, hita-
bette de Sâbit bin Kays'ı çıkardı. Allah Teâlâ'ya hamd ederek konuşmaya başladı. Ak-
ra' bin Hâbis ve adamları der ki;

174
-Peygamber aleyhisselâmın öğrencileri gibi kimse olamaz! Bunlar en üstün, dedi. Sâbit
bin Kays'ın hitabetinden sonra orada iman eder.

Sâbit bin Kays bir gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yanında, Mes-
cid-i Nebevi'de titreyerek ağlıyor. Rasulallah sallallahu aleyhi ve sellem sorar;

-Derdin ne ey Ebu Muhammed, nedir bu sıkıntı?

-Ya Resulallah. Siz övülen insanların başlarına nasıl felaketler gelecek, Allah Teâlâ
onların ibadetlerinin bütün sevaplarını yok eder bunları haber veriyorsun. Bu durum
ben de zaman zaman oluyor. Yani insanlar beni övseler, benden bahsetseler diye olu-
yor.

-Sen hep İslam'a yaptığı hizmetlerden dolayı güzel bir şekilde anlatılan sonra da şehit
olarak dünyadan ayrılarak cennete giren biri olmak ister misin?

-Evet ya Resulallah. Şehit olmak istiyorum, der. Allah Teâlâ El Mucîb ismiyle onun bu
isteğine icabet eder.

‫ي ِ َو َﻻ تَجْ َه ُروا لَهُ ِبا ْلقَ ْو ِل َك َجه ِْر‬


ّ ‫ت النﱠ ِب‬ َ َ‫ين ٰا َمنُوا َﻻ ت َ ْرفَ ٓعُوا اَص َْوات َ ُك ْم فَ ْوق‬
ِ ‫ص ْو‬ َ ۪‫يَٓا اَيﱡ َها الﱠذ‬
َ ‫شعُ ُر‬
‫ون‬ َ َ‫ض ا َ ْن تَحْ ب‬
ْ َ‫ط ا َ ْع َمالُ ُك ْم َوا َ ْنت ُ ْم َﻻ ت‬ ٍ ‫بَ ْع ِض ُك ْم ِلبَ ْع‬

Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, bir-


birinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz
boşa gider.
Hucurât Suresi 2

Sâbit bin Kays yüksek sesle konuşan bir sahabedir. Bu ayet-i kerime nazil olunca
Mescid-i Nebevi'ye gelemiyor. Arkada namaz kılıyor ama Peygamberimiz sallallahu
aleyhi ve sellemin yanına yaklaşmıyor. 'Onun huzurunda yüksek sesle konuşurum da
Rabbimin bu emrine ihanet etmiş olurum. Bütün amellerim iptal olur, mahvolurum' diye
çok sevdiği halde en sevgilinin yanına yaklaşamıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem soruyor;

175
-Sâbit Nerede?

-Korkuyor ya Rasulallah. O yüksek sesle konuşan birisi. Her ne kadar dikkat etse de
sesi, sözü sizin sözünüzden daha yukarıda olabilir diye size yaklaşamıyor, derler.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem;

-Haber salın gelsin, diyor. Geliyor ve Efendimiz aleyhisselâm diyor ki;

-Sen o cehennemin ehlinden değilsin Sâbit'im. Sen cennet ehlisin. Senin duan var.
Allah azze ve celleden şehadeti istiyordun. Allah sana şehadeti ihsan edecek. Bekle-
yesin Sâbit'im. Sana büyük makamlar, büyük mevkiler var. Sen şehit olarak bu dünya-
dan ayrılacak, cennete gireceksin buyuruyor.

Ebubekir radıyallahu anh zamanında riddet olayları var. Müşrikler, kafirler baş kal-
dırmışlar. Müseylime'nin büyük bir ordusu var. İslam'ı tehdit ediyor. Ebubekir efendimiz
ordu gönderiyor. Ordunun ensar kanatının başında Sâbit bin Kays var. Muhacir kana-
dının maşında Mevlâ Ebi Huzeyfe var. Başkumandan da Halid bin Velid radıyallahu
anhdır. Bir de bedeviler var. Bedeviler ve şehirliler arasında bir münakaşa başlıyor. Biri
diğerine korkak diyor. Öteki siz harbi bilmiyorsunuz diyor. Müslümanlar birbirine girince
Müseylime'nin adamları Halid bin Velid'in çadırına kadar varıyorlar. O zaman Sâbit bin
Kays Müslümanların önüne çıkıyor ve diyor ki;
-Bu ne haldir?! Birbirinize düştünüz. Biz Peygamber aleyhisselâmın zamanında böyle
değildik. Biz bünyânün mersûs (birbirine kenetlenmiş, yekpâre) olmuştuk. Eğer
böyle olursanız düşman üstünüze gelir. Bu halinizle düşmanı yeni zaferlere hazırlarsı-
nız. Yapmayın, kenetlenin der ve ordunun önüne geçer. Kokuları sürünür ve Peygam-
ber aleyhisselâmın yıllar öncesi müjdesi aklına gelir. Duasını yapar, kokuyu sürünür,
Müseylime'nin ordusuna bir aslan gibi dalar. Fakat şehit düşer. El Mucîb olan Allah
Teâlâ onun şehadet isteğine icabep etmiştir. Üzerinde bir zırh var ama bedeni parça-
lanmış. İslam askerlerinden birisi bu sahabe diye üzerindeki zırhı hatıra olarak sakla-
mak için alır. Akşam olur. Sâbit bin Kays radıyallahu anh başka bir sahabenin rüyasına
girer. Der ki;

176
-Beni tanıdın mı? Ben Muhammed aleyhisselâmın cennetle müjdelediği öğrencisi Sâbit
bin Kays'ım. Ensardan Sâbit'im. Bu rüyadır diye sakın ha boş geçmeyesin. Ben vefat
ettiğimde üzerimde bir zırh vardı. Falan karagahtan falan Müslüman üzerimdeki zırhı
aldı. Şimdi o zırhı bir tencerenin altına koydu. Üzerinde de yükler var. Halid bin Velid'e
gidesin ' Sâbit'in selamı var' diyesin. Oradan benim zırhımı alsın halifeye götürsün.
Ebubekir onu satsın. Borcum vardı borcumu ödesinler. Kölem vardı. Onu da azad et-
sinler. Beni burada borçlu yatırmasınlar, der.

Bugün ahlaksız ekranlara çıkan, din anlatan adamlar görüyorsunuz. Resulallah


aleyhisselâmın sünnetini inkar ediyorlar, reddediyorlar. Belki hadisi okuyup reddetmi-
yorlar ama öyle hükümler veriyorlar ki o konuda Peygamber sallallahu aleyhi ve selle-
min kesin, kati hükmü var. Sahabe efendilerimiz amelleri iptal edilir korkusuyla Pey-
gamberimiz aleyhisselâmın yanına yaklaşamıyorlarken bu ekrandakiler Peygamber
aleyhisselâmı postacı yerine koyuyorlar. Peygamber aleyhisselâmın davasını, sünneti
çiğniyorlar. Sünnete ittiba etmeye şirk diyorlar. Müslümanlar! Sahabeyi bırakıp bu
adamlardan mı dininizi öğreneceksiniz?!

EL-VÂSİ

El Vâsi; Onun ilmi, ihsanı, ikramı sınırsızdır, boldur. El Vâsi olan Allah Teâlâ ku-
luna her gün ikramda bulunuyor. Havasız, susuz, rızıksız bırakmıyor.

ِ ‫ب َفا َ ْينَ َما ت ُ َولﱡوا َفثَ ﱠم َو ْجهُ ﱣ ِۜ ا ﱠِن ﱣ َ َوا‬


‫س ٌع عَل۪ ي ٌم‬ ُ ‫ق َوا ْل َم ْغ ِر‬
ُ ‫َو ِ ﱣ ِ ا ْل َمش ِْر‬

Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın zâtı oradadır. Şüphesiz
Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.
Bakara Suresi 115

Eğer kıbleyi bulamazsak kendimiz nişanlara bakıp namazımı kılıyoruz. Bilmediği-


niz halde nereye yönelirseniz eğer niyeti namaz ve kulluk olursa Ona yönelmiş olursu-
nuz.

177
ُ‫س ْنبُلَ ٍة ِمائَة‬
ُ ‫سنَا ِب َل ف۪ ي ُك ِ ّل‬ َ ْ‫س ۪بي ِل ﱣ ِ َك َمث َ ِل َحبﱠ ٍة ا َ ْنبَتَت‬
َ ‫س ْب َع‬ َ ۪‫َمث َ ُل الﱠذ‬
َ ُ‫ين يُ ْن ِفق‬
َ ‫ون ا َ ْم َوالَ ُه ْم ف۪ ي‬
‫س ٌع عَل۪ ي ٌم‬ِ ‫شا ۜ ُء َو ﱣ ُ َوا‬
َٓ ‫ف ِل َم ْن َي‬ُ ‫ضا ِع‬َ ُ‫َحبﱠ ۜ ٍة َو ﱣ ُ ي‬

Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulun-
duğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak
verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.

Bakara Suresi 261

Rabbim infakı anlatıyor. Sen bir veriyorsun, El Vâsi olan Allah Teâlâ bire yedi yüz
veriyor. Daha da artırıyor. Onun ikramının bir sınırı yok. İnsanlar, kurumlar size vere-
mezler. Veriyor gibi görünüp aldatırlar sizi. Bire yedi yüz veren sadece El Vâsi olan
Allah Teâlâ'dır.

El Vâsi olan Allah Teâlâ'nın adaletinin bir sınırı yoktur. Bir yerde durmaz, tıkanmaz.
El Vâsi olan Allah Teâlâ sınırsız ikram edendir. Biz de gücümüz nispetinde insanlara
ikram edelim, lütufta bulunalım. Ahlakımızla bunu yapalım. Öfkenizi, hasedinizi yutarak
insanlara ikramda bulunun. Senin aleyhinde yaptığı olumsuzluklara rağmen, Rahmeti
sınırsız olan El Vâsi celle celaluhun tecellisi olarak merhametle yaklaş.

Mustafa Sabri Efendi Rahmetullahi aleyh bir gün kendinden daha yaşlı olan büyük
alim Mehmet Zihni Efendi'nin eserini eleştiren bir makale yazmış ve Sebîürreşâd'da
onu yayımlamış. Mehmet Zihni Efendi Rahmetullahi aleyh Fatih Camiinde ders veriyor.
Der verirken Sabri Efendi'den övgülü bir şekilde bahsetmiş. Dersten sonra talebesi de-
miş ki;

-Hocam. Siz o adamla alakalı böyle bir ifade kullandınız ama o geçen Sebîürreşâd'da
sizin aleyhinize bir makale yazdı.

-Olsun evladım. Biz de insanız. Bir hatamız, eksiğimiz olur. İlim ahlakını koruyarak el-
bette tenkitler yapılacaktır.
Onun bu ifadesini, letafetini, zerafetini Sabri Efendi'ye ulaştırmışlar. Demişler ki;

178
-Bak sen o allameyle alakalı böyle yazmıştın. Ama o seninle alakalı böyle dedi.

-Ben onu normal birisi olarak tenkit etmedim ki. Benim nazarımda o Seyyid Şerîf el-
Cürcânî'ler, Teftâzânî'ler onların seviyesinde bir alimdir. Onun seviyesinde bir alim bu
ibareyi böyle terkip etmemeliydi. Onu söyledim. Yani ben onun kadrine, şanına, ilim-
deki mevkisine itiraz etmiyorum ki. Benim nezdimde o yeri doldurulamaz bir alimdir,
der.

Elbette ilim meydanında adaba uygun bir şekilde tenkitler yapılabilir. Alimlerimiz
bunları yapmış. Fakat rahmetle, şefkatle, saygıyla yapmış. El Vâsi celle celaluh bize
diyor ki; Müslümana karşı gayzı, öfkeyi, gazabı gömün; rahmetle, gücünüz nispetinde
Müslümanları kucaklayın.

EL-HAKÎM

El Hakîm; O hikmet sahibidir. Hiçbir tasarrufu noksan, kuruslu, eksik olmaz. Her
tasarrufu tamdır Kamildir. En yüce ilim Onda. İnsanlar da ona ulaşmanın derdindedir.
İşte bu yürüyüşe hikmet diyoruz. El Hakîm olan Allah Teâlâ bizi hikmetle Ona yaklaş-
maya çağırıyor. Bir şeyi nasıl olması gerekiyorsa öyle yapmaya hikmet diyoruz. Kadın,
kadın gibi; erkek, erkek gibi olacak. Bir delikanlının giyimi, yüzü, saçı, kaşı kadına ben-
zemeyecek.

El Hakîm celle celaluh bize diyor ki; Madem ki Allah Teâlâ'nın bütün işleri bütün
tasarrufları noksansızdır, kusursuzdur o halde sen Allah'a öyle ibadet eyle ki sen de
Ona kusursuz kulluklar arz eyle. Namazında, orucunda kusur olmasın. Kusursuz na-
maz için Ömer Nasuhi Bilmen hocanın İslam İlmihali'nin namaz bölümünü yılda bir
defa okuyacaksın. Namazın bir de huşusu var. Onun için de huşu ile alakalı yılda bir
defa kitap okumalı. Bir İnkılaptır Namaz kitabını mutlaka okuyun.

El Hakîm celle celaluh bize hikmetli konuşmayı, boş konuşmamayı telkin ediyor.
Hikmetle konuşursak hayatımız hep hikmet olur. Efendimiz aleyhisselâm buyuruyor ki
"Hikmetin başı Allah korkusudur". Eğer birisi Allah Teâlâ'ya iman ediyorsa onun her
cümlesinde ahiretten kırıntılar vardır. Mahşer onun gözü önündedir. Oradaki hesabı
düşünerek konuşur, düşünerek alışveriş yapar.

179
EL-VEDÛD

El Vedûd; Kullarına muhabbeti vardır. Ama dost olanlara muhabbeti vardır.

ۙ ‫غ‬
ُ‫وت‬ ‫ين َكفَ ُٓروا ا َ ْو ِليَٓا ۬ ُؤ ُه ُم ال ﱠ‬
ُ ‫طا‬ َ ۪‫ور َوالﱠذ‬ ِ ۜ ‫ت ِالَى النﱡ‬
ِ ‫ظلُ َما‬ ۙ ُ‫ين ٰا َمن‬
‫وا يُ ْخ ِر ُج ُه ْم ِم َن ال ﱡ‬ َ ۪‫ي الﱠذ‬ ‫َ ﱣ ُ َو ِل ﱡ‬
َ ۟ ‫اب النﱠ ۚ ِار ُه ْم ف۪ ي َها َخا ِلد‬
‫ُون‬ ْ َ ‫ت ا ُ ۬و ٰلٓئِكَ ا‬
ُ ‫ص َح‬ ِ ۜ ‫ظلُ َما‬
‫ور اِلَى ال ﱡ‬
ِ ‫يُ ْخ ِر ُجونَ ُه ْم ِم َن النﱡ‬

Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr eden-
lerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar.
İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.

Bakara Suresi 257

El Vedûd olan Allah Teâlâ sana dost oldu. Onların dostları şeytan olmuş. Senin
Mevlan Allah azze ve celle sana yetmez mi? Allah Teâlâ dost olanları selamete çıka-
randır. Onlara dostluğunu izhar edendir. Onlara dostlukla ikram edendir. İmam Gazali
Rahmetullahi aleyh buyuruyor ki "Bu ismin Rahim ile Rahmân ile bir münasebeti var.
Rahman ve Rahim ismi daha çok acınmaya, rahmete muhtaç olana tecelli eder. Fakat
El Vedûd; nasıl olursa olsun, her durumda, her halde Allah azze ve celle El Vedûd
ismiyle kullarına ikram ediyor, lütfediyor.

‫وج‬ ِ ‫اء َذا‬


ِ ۙ ‫ت ا ْلبُ ُر‬ ِ ‫س َٓم‬
‫َوال ﱠ‬
‫َوا ْليَ ْو ِم ا ْل َم ْوعُو ۙ ِد‬
‫ش ُهو ۜ ٍد‬
ْ ‫َوشَا ِه ٍد َو َم‬
‫اب ْاﻻ ُ ْخدُو ۙ ِد‬ ْ َ ‫قُتِ َل ا‬
ُ ‫ص َح‬
ِ ‫اَلنﱠ ِار ذَا‬
‫ت ا ْل َوقُو ۙ ِد‬

Andolsun burçlarla dolu göğe, Vaad edilmiş güne, Tanıklık edene ve edilene ki,
O çukurları, alev alev yanan ateş çukurlarını hazırlayanlar mahvolmuşlardır!

180
Burûc Suresi 1-5

ِ ‫َو َما نَ َق ُموا ِم ْن ُه ْم ا ٓ ﱠِﻻ ا َ ْن يُ ْؤ ِمنُوا ِبا ﱣ ِ ا ْلعَ ۪ز‬


‫يز ا ْل َح ۪مي ۙ ِد‬
‫ش ْي ٍء ش َ۪هي ۜ ٌد‬ َ ‫ض َو ﱣ ُ ع َٰلى ُك ِ ّل‬ ۜ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ِ ‫س ٰم َوا‬ ‫اَلﱠذ۪ ي لَهُ ُم ْلكُ ال ﱠ‬
ُ َ‫عذ‬
ِ ۜ ‫اب ا ْل َح ۪ر‬
‫يق‬ ُ َ‫عذ‬
َ ‫اب َج َهنﱠ َم َولَ ُه ْم‬ َ ‫ت ث ُ ﱠم لَ ْم يَتُوبُوا فَلَ ُه ْم‬ ِ ‫ين َوا ْل ُم ْؤ ِم َنا‬َ ۪‫ين فَتَنُوا ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
َ ‫ا ﱠِن الﱠ ۪ذ‬

Aziz, övgüye lâyık, göklerin ve yerin mâliki olan Allah’a inandıkları için, sırf bu
sebeple onlara ağır işkence uyguladılar. Ama Allah her şeye şahittir. Mümin er-
keklere ve mümin kadınlara işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte
onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir.
Burûc Suresi 8-10

Ashab-ı uhduddan bahsediyor. Hendek kazıp yüksek yere oturmuşlar. Müslüman-


ları (önceki ümmetlerde) alıyorlar hendeğe atıp yakıyorlar. Bir kadın kucağında yavru-
suyla gelmiş. Onu da ateşin içine atacaklar. Anne yavrusuna tahammül edemiyorum.
Tam geri dönecek inkar edecekti ki Allah Teâlâ o yavruyu konuşturur "Anne sabret.
O ateşe gir, kafirlerin cesaretini kır. ‘Lâ ilahe illallah’ de anne. Seni cennette gö-
rüyorum". Kur'an bize kafirlerin Müslümanlara yaptığı zulümleri anlatıyor. Şimdi de
Müslümanlar ateş çemberinde değil mi? Vedûd olan Rabbim dostlarına merhamet edi-
yor. Müslümanlar El Vedûd celle celaluh diyerek Rahmetini, lütfunu, ihsanını istediği-
miz an Allah Teâlâ o zalimleri şiddetle yakalayıp yok edecektir.

El Vedûd isminden nasibimiz; O dostlarına ikram ediyorsa biz de Allah'ın dostla-


rına ikram edeceğiz. İkramda bir köprü olacak, onlara ulaşacağız. Sözümüzle, tebes-
sümümüzle, duamızla kardeşlerimize ikram edeceğiz. Kendimiz için ne istiyorsak onlar
için de isteyeceğiz. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme saldırdılar, zulmettiler.
Ama o bütün bunlara rağmen "Bilmiyorlar ya Rabbim. Onlara hidayetin yollarını
göster" diye dua etti. Müslümana bak. Onun imanındaki güzellikleri gör, hatalarını
görme. İkramda bulun.

َ ۙ ‫ب ا ْل َعالَ ۪م‬
‫ين‬ ِ ّ ‫اي َو َم َمات۪ ي ِ ﱣ ِ َر‬
َ َ‫س ۪كي َو َمحْ ي‬ َ ‫قُ ْل ا ﱠِن‬
ُ ُ‫ص َﻼت۪ ي َون‬

181
De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin
rabbi olan Allah içindir.
En'âm Suresi 162

EL-MECÎD

El Mecîd; Şan sahibi, şeref sahibi. Allah Teâlâ'nın izzetinin, şanının bir sınırı yok.
Yüce arşın sahibidir. Hiçbir kul Onun yüceliğine erişemez, müdahil olamaz.

Allah Teâlâ neyi murad ederse o olur. Kimine hiç evlat vermez kimine istediğinden
daha fazla verir. Kimine hep erkek evlat verir kimine hep kız evlat verir. Dilerse yağmur
gönderir dilerse kar. Dilerse kuraklık gönderir dilerse bolluk. O arşın sahibidir, yücedir.

‫ور ا ْل َودُو ۙ ُد‬ ُ ُ‫َو ُه َو ا ْلغَف‬


‫ذُو ا ْلعَ ْر ِش ا ْل َم ۪جي ۙ ُد‬
‫فَعﱠا ٌل ِل َما يُ ۪ري ۜ ُد‬

Çok bağışlayan, sevgisi geniş, arşın sahibi, şanı yüce ve dilediğini yapan yalnız
O’dur.
Burûc 15-16

Allah Teâlâ'nın kararları veto edilemez. Ol der, oldurur. Emreder ve diriltir. Yerden
çıkarır ve yine toprağa gönderir.

ِ ۜ ‫علَ ْي ُك ْم ا َ ْه َل ا ْلبَ ْي‬


‫ت اِنﱠهُ َح ۪مي ٌد َم ۪جي ٌد‬ َ ‫قَا ٓلُوا اَت َ ْع َج ۪ب‬
َ ُ‫ين ِم ْن اَ ْم ِر ﱣ ِ َرحْ َمتُ ﱣ ِ َوبَ َركَاتُه‬

Elçiler de “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinizde-


dir, ey hâne halkı! Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir” dediler.
Hûd Suresi 73

182
El Mecîd celle celaluh bize diyor ki; Yaklaşın bana. Yani secde edin, secde ile
yaklaşın. Demiri ateşe koyduğunuz zaman ateşin rengini alır, ateş gibi yakar. Dondu-
rucunun içine koyduğunuz da belli bir zaman sonra tutamazsınız. Buz kesmiştir. Demir
bile neyin içindeyse onun özelliklerini alıyor. Allah Teâlâ da bizi kendine çağırıyor. Na-
maz kötülükten, fuhşiyattan, münkerden alıkoyar, temizler, kötülüklerden uzaklaştırır.
İnsanlar, El Mecîd olan Allah Teâlâ'ya yaklaştıkça şereflenecek, yücelecek.

‫اء َوا ْل ُم ْنك ۜ َِر َولَ ِذ ْك ُر‬


ِ ‫ش‬ ‫ص ٰلو ۜةَ ا ﱠِن ال ﱠ‬
َٓ ْ‫ص ٰلوةَ ت َ ْن ٰهى ع َِن ا ْلفَح‬ ِ ‫ي اِلَ ْيكَ ِم َن ا ْل ِكتَا‬
‫ب َواَقِ ِم ال ﱠ‬ َ ‫ا ُتْ ُل َٓما ا ُ ۫و ِح‬
ْ َ‫ﱣ ِ ا َ ْكبَ ۜ ُر َو ﱣ ُ َي ْعلَ ُم َما ت‬
َ ُ‫ص َنع‬
‫ون‬

Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsız-
lıktan ve kötülükten meneder. Allah’ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptık-
larınızı bilir.
Ankebût Suresi 45

‫عش ََر نَق۪ يب ۜا ً َوقَا َل ﱣ ُ ِا ۪نّي َمعَكُ ۜ ْم لَئِ ْن اَقَ ْمت ُ ُم‬ َ ‫س َٓرا ۪ ٔي ۚ َل َوبَعَثْنَا ِم ْن ُه ُم اثْ َن ْي‬
ْ ِ‫َو َلقَ ْد اَ َخ َذ ﱣ ُ ۪ميثَاقَ َبن۪ ٓي ا‬
‫ع ْنكُ ْم‬
َ ‫سنا ً َﻻُ َك ِفّ َر ﱠن‬َ ‫ضت ُ ُم ﱣ َ قَ ْرضا ً َح‬ ْ ‫سل۪ ي َوع ﱠَز ْرت ُ ُمو ُه ْم َواَ ْق َر‬ ‫ص ٰلوةَ َو ٰات َ ْيت ُ ُم ﱠ‬
ُ ‫الز ٰكوةَ َو ٰا َم ْنت ُ ْم بِ ُر‬ ‫ال ﱠ‬
‫س ٓ َوا َء‬
َ ‫ض ﱠل‬ َ ‫ت تَجْ ۪ري ِم ْن تَحْ ِت َها ْاﻻ َ ْن َها ۚ ُر فَ َم ْن َكفَ َر َب ْع َد ٰذ ِلكَ ِم ْن ُك ْم فَقَ ْد‬ ٍ ‫س ِيّـا ِت ُك ْم َو َﻻُد ِْخلَنﱠكُ ْم َجنﱠا‬
َ
‫س ۪بي ِل‬
‫ال ﱠ‬

Andolsun ki Allah İsrâiloğulları’ndan söz almıştı. Onlardan on iki de nakîb (tem-


silci) göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: “Ben sizinle beraberim. Eğer na-
mazı dosdoğru kılarsanız, zekâtı verirseniz, peygamberlerime iman eder ve on-
ları desteklerseniz, bir de Allah rızası için borç verirseniz andolsun ki sizin gü-
nahlarınızı örterim ve sizi mutlaka altından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ar-
tık bundan sonra içinizden kim inkâr ederse kesinlikle doğru yoldan sapmış
olur.”
Mâide Suresi 12

183
Allah ile beraber olan kulun hayatında kumar, içki, zina, aldatma, gıybet, fuhuş,
yalan, haset gibi haramlar olmaz. Bizler de Allah'a yakınlaşmak, bu isimle şereflenmek
için El Mecîd ismini vird haline getireceğiz.

Abdurrahman Gürses Rahmetullahi aleyhi birisi hacca götürmüş. Her yerde de


"Abdurrahman hocayı hacca götürdüm" diye anlatıyormuş. Abdurrahman hoca bunu
duyunca üzülmüş tabi. Zamanla hac parasını biriktirmiş ve o zengin adamın bürosuna
gitmiş. Demiş ki;

-Beni hacca götürürken ne kadar para ödemiştin?

-Şu kadar para ödemiştim, der.

-Peki. O parayı buyur al. Bundan sonra 'Ben Abdurrahman hocayı hacca götürmüştüm'
demeyeceksin.

Alimler Peygamberlere uyacak. Onlar demişlerdi ki "Biz dünyalık hiçbir şey is-
temiyoruz. Bizim ecrimizi, mükafatımızı Allah azze ve celle verir". Alim-i rabbaniler
de Peygambere uydular, onlar gibi oldular. Ellerini insanlara açmadılar. Onlar biliyor-
lardı ki "Veren hükmeder". Yani bugün veriyorsa yarın kendisinin dediği gibi hareket
edilmesini ister. Allah Teâlâ ne kadar ikram ettiyse o kadarıyla devam et. İlim ehli kapı
kapı dolaşıp dilencilik etmeyecek. Kapı kapı dolaşıp Allah ve Resul davasını anlatacak.

ِ ‫س ا ﱠِﻻ ِليَ ْعبُد‬


‫ُون‬ ِ ْ ‫َو َما َخلَ ْقتُ ا ْل ِج ﱠن َو‬
َ ‫اﻻ ْن‬

Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.

Zâriyât Suresi 56

Bütün ibadetlerimiz, hayatımız, işlerimiz, sanatımız her şey Allah'ın rızasını kazan-
mak için olmalıdır. Ancak bu şekilde El Mecîd olan Allah Teâlâ'ya yaklaşırız ve bu

184
isimle şerefleniriz. Biz de etrafımızdaki Mü'minlerin renklerine, ırklarına, boylarına, son-
larına bakmadan o kardeşliği, muhabbeti, İslam'dan aldığımız şerefi onların dünyala-
rına da taşıyacağız.

Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim radıyallahu anhum. Sâlim radıyallahu anh çocuk
olarak köle pazarında satılıyor. Ebû Huzeyfe'nin eşi onu satın alıyor. Fakat çok edepli
ve ahlaklıdır. Ebû Huzeyfe'nin eşi onu azat ediyor. Azad edince Ebû Huzeyfe radıyal-
lahu anh onu alıyor, Kabe'nin avlusuna geliyor "Bundan sonra Sâlim benim evladım"
diyor. Efendimiz aleyhisselâm bundan hemen sonra risalet davasını ilan ediyor. İnsan-
lar geliyorlar, Müslüman oluyorlar. Ebû Huzeyfe de iman ediyor. Babası çok şedit bir
İslam düşmanı. Ama Allah Teâlâ Ebû Huzeyfe'ye iman nasip ediyor. O Müslüman
olunca evlatlığı olan Sâlim de iman ediyor. Daha sonra Azhâb Suresinin şu ayeti nazil
oluyor;

‫ين َو َم َوال۪ ي ُك ۜ ْم‬


ِ ‫سطُ ِع ْن َد ﱣ ۚ ِ فَا ِْن لَ ْم ت َ ْع َل ُٓموا ٰابَٓا َء ُه ْم فَا ِْخ َوانُ ُك ْم فِي ال ّ۪د‬
َ ‫ا ُ ْدعُو ُه ْم ِ ٰﻻبَٓائِ ِه ْم ُه َو ا َ ْق‬
ً ‫غفُوراً َر ۪حيما‬ َ ُ ‫َان ﱣ‬ َ ‫ح ف۪ ي َٓما ا َ ْخ َطأْت ُ ْم ِبه۪ ۙ َو ٰل ِك ْن َما ت َ َع ﱠمدَتْ قُلُوبُ ُك ۜ ْم َوك‬ ٌ ‫علَ ْي ُك ْم ُجنَا‬َ ‫ْس‬ َ ‫َولَي‬

Evlâtlıklarınızı babalarının soy adlarıyla anın. Bu Allah katında adalete daha uy-
gun bir davranıştır. Eğer onların babalarını bilmiyorsanız o zaman kendileri sizin
din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Yanıldığınız hususta size günah yoktur, fakat
bilinçli ve kasıtlı olarak yaptıklarınızdan sorumlusunuz. Allah çok bağışlayıcı ve
ziyadesiyle esirgeyicidir.
Azhâb Suresi 5

Bundan sonra evlatlık sistemi yok. İslam bunu kaldırdı. İnsanları babalarına isnat
edeceksiniz. Halası, dayısı, teyzesi çocukları mahremiyet durumu yoksa yanlarında
büyütebilir. Yani bir hala erkek çocuğunu yanına alabilir ama kız çocuğunu alamaz.
Çünkü büyüdüğü zaman eşine nâmahrem olur. O zaman Ebû Huzeyfe radıyallahu anh
arıyor bakıyor ki Sâlim'in babası kim. Çok küçük yaşta kaçırıldığından, köle pazarında
satıldığından dolayı o da ailesini hatırlayamıyor "Ben burada kalayım" diyor ve Ebû
Huzeyfe'nin yanında yanında kalıyor. Onunla kardeş oluyorlar. Aralarında o derece bir

185
muhabbet var. Daha sonra Ebû Huzeyfe'nin kız kardeşinin kızı ile evlendiriyor. Ebû
Huzeyfe Mekke'de Müslümanlara işkence edilirken Habeşistan'a gidiyor. Ama Sâlim;
-Ben Resulullah aleyhisselâmı bırakamam, diyor. Efendimiz aleyhisselâmın yanında
kalıyor. Ondan Kur'an-ı Kerim'i öğreniyor. Sâlim radıyallahu anh Kur'an-ı Kerim nokta-
sında Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından övgüye nail oluyor. Pey-
gamberimiz aleyhisselâm buyuruyor ki;

-Kur'an-ı Kerim'i dört kişiden alın; Abdullah ibni Mesud, Sâlim Mevlâ Ebi Huzeyfe,
Ubeyy bin Kâb, Muâz bin Cebel.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yanında Kur'an-ı Kerim'e öyle vakıf oluyor.
Ayetleri öyle okurmuş ki bir gün Aişe annemiz radıyallahu anha Efendimiz aleyhis-
selâmın evinde. Hane-i Saadet hemen Mescid-i Nebevi'nin bitişiğinde. Sâlim radıyal-
lahu anh Mescid-i Nebevi'de Kur'an okuyor. Hz.Aişe annemiz radıyallahu anha da din-
liyor. Bir müddet gecikiyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de soruyor;

-Neden geciktin?

-İçeride biri vardı. Kur'an-ı Kerim okuyordu onu dinledim, deyince Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem Mescid'e çıkıp bakıyor ve Sâlim'i görüyor. Sonra buyuruyor ki;

-Senin gibileri ümmetimin içinde var eden Rabbime hamd olsun.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem farklı şekiller, farklı zamanlarda ona hep dua
etmiş. Ebû Huzeyfe ile beraber Medine'ye hicret ediyor. Bedir Muharebesi'nde bakı-
yorlar ki Mekkeliler karşıda. Ebû Huzeyfe'nin yanında Sâlim var. Sâlim diyor ki;

-Bakar mısın? Baban geliyor.

Babası Utbe, amcası Şeybe, kardeşi Veli üçü de İslam düşmanı. Resulallah'a en zi-
yade öfkesi olan adamlar. Ama öyle bir evden Ebû Huzeyfe gibi bir Müslüman çıkmış.
Utbe geliyor, meydan okuyor. Ebû Huzeyfe, Efendimiz aleyhisselâma soruyor;

186
-Babamın, amcamın, kardeşimin karşısına çıkabilir miyim ya Resulallah? İslam'da kav-
miyet davası yok, göstereyim. İslamiyetin kan bağı ile değil, iman bağı ile kıyamete
kadar yürüdüğünü yürüyeceğini göstereyim ya Resulullah, der.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Huzeyfe'yi babasının karşısına çıkarmaz.


Bedir Muharebesi biter. Babası ve amcası Bedir kuyusunun içerisindedir. Efendimiz
aleyhisselâm da oraya gelir. Ebû Huzeyfe o hali görünce der ki;

-Şu Mekke'deki azılı kafirlerin ölümüyle Peygamber aleyhisselâmın gözünü nurlandı-


ran Allah'a hamd olsun.

Irkı küfre dayanan yakınlıkları Sahabe efendilerimiz öylesine almış ki. Hani Efen-
dimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb’’ amcasıydı Ebû
Leheb. "Ebû Leheb'in elleri kurusun. Ebû Leheb'in yolu kurun" ayetleri nazil oldu-
ğunda Peygamberimiz şöyle demedi "Bu adam benim amcam. Amcamla alakalı bu
ifadeleri ben namazda nasıl okuyayım? Amcam ben doğduğum zaman kölesini, cari-
yesini azad etmişti. Şimdi amcamla alakalı bu ifadeleri nasıl okuyayım ya Rab" demedi
Peygamber. Bilakis İslam'a düşman olan eğer Ebû Leheb'se, Utbe'yse, Şeybe'yse hep-
sine kılıcını çekti. Sen de kardeşim eğer baban kafirse ona kılıç çekme tabiki ama tes-
lim de olma. Dünya işinde onunla alakadar ol, ona yardım et. Ama Allah Teâlâ'ya isyan
edilen yerde Müslüman, babası bile olsa itaat etmeyecek.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hangi muharebeye gittiyse Sâlim radıyallahu


anh Ebû Huzeyfe ile birlikte oradadırlar. Ebû Huzeyfe ile Sâlim kardeş gibiler. Hiç bir-
birlerinden ayrılmıyorlar. Hatta bir seferinde Halid bin Velid ile Salim arasında bir mü-
nakaşa olur. Sâlim der ki;

-Böyle yapmamalısın.

-Yaparım, der. Böyle böyle derken netice Resulullah aleyhisselâm;

-Halid bin Velid'in yaptığından ben beriyim ya Rabbim. Peki kimseler ona itiraz etmemiş
miydi? Diye sorunca derler ki;

187
-Sâlim itiraz etti ya Resulullah.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin o derece itimadını, güvenini kazanmış bir sa-
habe.

Yaşlanıyorlar. Devir Hz. Ebubekir devri. Peygamberimiz aleyhisselâm ahirete inti-


kal etmiş. Sahabe-i Kiram Medine'de dolaşıyorlar fakat gözlerden hep yaşlar boşalıyor.
Nerede oturdular, Efendimiz aleyhisselâmı nerede dinlediler... "Şimdi sanki Resulullah
aleyhisselâma bakıyorum" diyorlar, onu görüyorlar. İstiyorlar ki bir emir olsa, bir davet
olsa da oralarda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin davasını anlatsak.

Riddet olayı oluyor. Yemame'ye ordu gidecek. Halid bin Velid başkumandan. Sa-
habe diyor ki;

-Bu üstümüzdeki kıyafet kefenimizdir. Biz cennete gidiyoruz. Bizimle cennete gelmek
isteyenler ardımıza düşsün, diyorlar. Yani muharebenin mağlubiyetten zafere dönüş-
mesinde onlar vesile oluyorlar. Onlar canlarını ortaya koydular. Ruhlarını cephelerde
Allah Teâlâ'ya teslim ettiler. Allah Teâlâ İslam'ın bugünlere geleceğini takdir buyur-
muştu;

َ ‫ظ‬
‫ون‬ ُ ‫اِنﱠا نَحْ ُن نَ ﱠز ْلنَا ال ِذّ ْك َر َواِنﱠا لَهُ لَ َحا ِف‬

Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan

da yine biziz.

Hicr Suresi 9

Rabbim bu dini koruyacak. Alimle, sahabeyle, Sâlim Mevlâ Ebi Huzeyfe radıyal-
lahu anh ile koruyor. Sâlim radıyallahu anh manzarayı görünce Sahabeyi, asker-
leri, orduyu teşvik ediyor. O ara Ebû Huzeyfe öne atılıyor;

-Ben cennete gidiyorum, diyor. Ebû Huzeyfe gidiyor ve bir daha geri dönmüyor. Gider-
ken diyor ki;

188
-Kur'an-ı Kerim'i cihadınızla süsleyin. Hadi şimdi cennet sizi bekliyor. Kur'an-ı Kerim
sizi bekliyor. Peygamber aleyhisselâmın sünneti sizi bekliyor. Canınızla en büyük ame-
liniz cihadınızla Kur'an-ı Kerim'i, Sünnet-i Seniye'yi korur musunuz? Ey ehl-i Kur'an!
Gün Kur'an-ı Kerim'e sahip çıkma günüdür.

Sahabe, Ebû Huzeyfe, Sabit bin Kays bütün onlar meydan yerindeler. Sahabe-i Kiram'ı
cennete, şehadete davet ediyorlar. Ebû Huzeyfe gider ve bir daha geri gelmez. Sancak
Sâlim'dedir. Der ki;

-Ben gidiyorum, der. Orada muhacirlerden birileri der ki;

-Sen o sancağı taşıyabilir misin? O halinle en önde gidebilir misin? Eğer sen buradan
gidersen düşman oradan bize vurur. Hem sancak hem elinde kılıç sen bu mücadeleyi
yapamazsın, diyor.

Sâlim gidiyor. En önde bir yer. Orada bir çukur kazıyor ve içine giriyor. Bununla arka-
daki orduya şunu gösteriyor "Bu kuyunun içindeki halim. Burası benim kabrimdir. Geri
kaçmak yok, dönmek yok. Buradan cennete gidiş var". Onu görenler yürüyorlar. Ne
zaman ki ona "O taraftan düşman gelir, hem sancak hem elinde kılıçla zor gider o
cepheyi yaramazsın" denilince Sâlim demişti ki;

-Eğer benim olduğum tarafta ben hayattayken, bu can bu bedendeyken sancak düşer
ve bu cihette kafirler Müslümanların üzerine gelirse o zaman ben ne kötü bir hafızım.
Eğer ben bu Kur'an'ı ezberlediysem bu Kur'an-ı Kerim bana diyor ki "Sâlim çiğnen-
meden, şehit düşmeden bu sancak elinden düşmeyecek".

Sâlim radıyallahu anhın önce sağ elini keserler. Sancağı sol eline alır fakat onun ağ-
zından Âl-i İmrân Suresinin şu ayetleri dökülüyor;

‫س ۜ ُل اَفَ ۬ا ِئ ْن َماتَ ا َ ْو قُتِ َل ا ْنقَلَ ْبت ُ ْم ع ٰ َٓلى ا َ ْعقَابِ ُك ۜ ْم َو َم ْن‬ ‫سو ۚ ٌل قَ ْد َخلَتْ ِم ْن قَ ْب ِل ِه ﱡ‬
ُ ‫الر‬ ُ ‫َو َما ُم َح ﱠم ٌد ا ﱠِﻻ َر‬
ۜ َ َ ‫يَ ْنقَ ِل ْب ع َٰلى‬
َ ‫سيَجْ ِزي ﱣ ُ الشﱠا ِك ۪ر‬
‫ين‬ َ ‫شيْـٔا ً َو‬ َ ‫ع ِق َب ْي ِه فَلَ ْن َيض ﱠُر ﱣ‬

189
Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür
veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a
asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.

Âl-i İmrân Suresi 144

Sol eli de kesiliyor. Sancağı kesilen ellerinden kalan parçalarla başıyla boynu arasında
sancağı tutuyor. O halde güzel sesiyle yine okuyor... Ey Müslümanlar! Sahabenin bü-
yükleri Yemame'de Kur'an-ı Kerim'i müdafaa ederken şehit düştüler diye Hz. Muham-
med sallallahu aleyhi ve sellemin davasını, sancağını bırakır mısınız! Bana bakmaz
mısınız diyor Sâlim radıyallahu anh. Elimi, sol kolumu kaybettim. Boynuma vuruyorlar.
Ama yine bu ayeti okuyarak sizi Hz. Muhammed aleyhisselâmın sancağına sahip çık-
maya davet ediyor. Devam ediyor, o sayfayı okuyor. Aşağıya doğru 146. ayet;

‫ضعُفُوا َو َما‬
َ ‫س ۪بي ِل ﱣ ِ َو َما‬
َ ‫صا َب ُه ْم ف۪ ي‬ ٌ ۚ ۪‫ون كَث‬
َ َ ‫ير فَ َما َو َهنُوا ِل َٓما ا‬ َ ‫ي ٍ َقات َ ۙ َل َم َعهُ ِر ِبّيﱡ‬
ّ ‫َو َكا َ ِّي ْن ِم ْن َن ِب‬
َ ‫صا ِب ۪ر‬
‫ين‬ ‫ب ال ﱠ‬ ‫وا َو ﱣ ُ يُ ِح ﱡ‬ ۜ ُ‫ستَكَان‬ ْ ‫ا‬

Nice peygamber vardır ki onunla birlikte birçok Allah erleri savaştılar. Allah yo-
lunda başlarına gelenlerden ötürü gevşemediler, yılmadılar, boyun eğmediler.
Allah, sabredenleri sever.
Âl-i İmrân 146

Sâlim Mevlâ Ebi Huzeyfe o darbeleri alır ve yere düşer. Son anlarını yaşıyor. Halid bin
Velid radıyallahu anh başucuna gelir ve sorar ona;

-Muharebenin sonu nasıl olmuştur? Müslümanlar ne yaptı?

Son nefeslerini veriyor, ayrılıyor dünyadan. Dilinde ayetler... Halid bin Velid muhare-
benin sonunda şehitler mahşerinde dolaşıyor. Diyorlar ki;

-Allah Resulünün sevgilisi Sâlim'de şurada yatıyor.


Geliyor Sâlim'in yanına;

190
-Sâlim, diyor. O ise

-Müslümanların hali nicedir?

-Sizi verdik ama Allah Teâlâ bize büyük bir zafer ihsan etti, deyince hamd ediyor.
Sonra;

-Peki o zaman kardeşim Ebû Huzeyfe nerede?


-Şehit oldu, diyorlar.

-Rica etsem beni de onun yanına götürür müsünüz? Allah Resulü aleyhisselâm
Uhud'da öyle yapmıştı. Sevgilileri bir kabre koymuştu. Herkese ayrı ayrı kabir açama-
mışlar. Efendimiz aleyhisselâm 'Kur'an-ı Kerim'den en fazla ayet bileni en öne koyun'
buyurmuş on beş, on yedi kişiyi bir kabire koymuşlardı. Şehitler mahşeri Uhud'da Pey-
gamber aleyhisselâm öyle açtırmıştı kabirleri. Beni de Ebû Huzeyfe ile aynı kabire koy-
sanız. Burada beraber olursak inşâAllah cennette de Peygamberimiz aleyhisselâmın
sancağı altında da beraber oluruz.

El Mecîd celle celaluh yüce demek. Yüceler yücesi demek. O bize secde ile, na-
maz ile, oruç ile, cihad ile Bana yaklaşın buyurmuştu. Allah Teâlâ'nın kulları Ona yak-
laştıkça şeref kazanmışlardır. Sâlim köleydi. Satıldığında ailesini hatırlamayacak kadar
küçüktü. Sonra hürriyetine kavuştu. İslam ile şereflendi. Öyle ki muhacire kumandanlık
yaptı. Kumandanken şehit düştü.

Ömer radıyallahu anhı vurdular. Son anları bir şura oluşturdu. Şurayı teşkil eder-
ken buyurdu ki;

-Şimdi ben sizden bir heyet oluşturdum. Bu heyet halifeyi seçecek. Ama eğer Ebû Hu-
zeyfe'nin bir zamanlar kölesi olan Sâlim hayatta olsaydı tereddüt etmeden Sâlim'i halife
olarak yerime bırakırdım.

Biz Mü'minler, Müslümanlar El Mecîd celle celaluh diyecek, Allah Teâlâ'ya ibadet
ettikçe, kulluk ettikçe, yaklaşıkça şeref ve izzet kazanacağız. Ve sonrasında Sâlim
Mevlâ Ebi Huzeyfe radıyallahu anh gibi Allah Teâlâ'nın inayetiyle nurlanacağız.

191
EL-BÂİS

El Bâis; Bu ismin üç tane anlamı var. Birincisi; Peygamberler gönderiyor. İkincisi;


Diriltiyor. Üçüncüsü; İlham veriyor.

Bazen öyle bir hal oluyor ki kararsız kalıyorsunuz. Onu mu yapayım şunu mu ya-
payım? Ne onu ne bunu yapıyorsun bambaşka bir şey yapıyorsun. Sonra en son aklına
gelen kararında Allah Teâlâ sana bereketler ihsan ediyor. Aklına gelmeyecek kadar
bereket lütfediyor sana. Allah Teâlâ'nın ilhamıyla buna muhatap oluyor, nail oluyorsun.
El Bâis kelimesinde bu anlam vardır.

El Bâis celle celaluh isminin anlamlarından bir tanesi de dirilten demektir. Dirilte-
cek ve mahşerde hesaba çekecek. İnsana baktığımızda onun varlığında üç esas gö-
rüyoruz; nutfe, topraktan aldığımız gıdalar ve ruh. Öldüğümüz zaman ruh bedenden
ayrılıyor ve beden çürümeye başlıyor. Ruh yoksa bedenin bir önemi kalmıyor. Toprak-
tan geldik toprağa döneceğiz. Sonra yine topraktan diriltileceğiz. Birisi Efendimiz sal-
lallahu aleyhi ve selleme dirilişin nasıl olacağını soruyor;

-Nasıl olacak ya Rasulallah?

-Sen hiç çorak arazi gördün mü?

-Gördüm ya Rasulallah.

-Peki zaman sonra yağmur yağınca oranın yeşerdiğini gördün mü? Gördün. Peki o
kurak, çorak araziyi kim yeşeriyor? Allah Teâlâ. Nasıl ağaç çürüyor, yok oluyor. Orada
bir tohum kalıyor, yağmur düşüyor. Çürüyen köklerinden kalan tohumdan o ağaç çıkı-
yor. Allah Teâlâ da insandan kalan kuyruk sokumundaki bir kemikten insanı yeniden
diriltecek.

Ebû Rezin el-Ukaylî -radıyallâhu anh- naklediyor:

Bir gün:

192
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah Teâlâ, mahlûkâtı yeniden nasıl diriltir? Bunun dünyadaki
misâli nedir?” diye sordum.

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Sen hiç, kavminin yaşadığı vâdiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere
de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdular.
Ben:

“−Elbette!” deyince, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−İşte bu, Allâh’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!” bu-
yurdular. (Ahmed, IV, 11)

َ ۟ ‫ض بَ ْع َد َم ْوتِ َه ۜا َوك َٰذ ِلكَ ت ُ ْخ َر ُج‬


‫ون‬ ّ ‫ج ا ْل َم ِيّتَ ِم َن ا ْل َح‬
َ ‫ي ِ َويُحْ ـي ِ ْاﻻَ ْر‬ ِ ّ‫ي ِم َن ا ْل َم ِي‬
ُ ‫ت َويُ ْخ ِر‬ ‫ج ا ْل َح ﱠ‬
ُ ‫يُ ْخ ِر‬

O ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarıyor ve yeryüzünü ölümünün ardından can-


landırıyor. İşte siz de böyle (diriltilip) çıkarılacaksınız.
Rûm Suresi 19

El Bâis celle celaluh Peygamber gönderendir. Allah Teâlâ nasıl ki El Bâis ismiyle
ölüleri diriltiyor, hayat veriyorsa Peygamber göndererek de hayat veriyor. Ebubekir'e,
Ömer'e, Osman'a, Ali'ye radıyallahu anhum hayat vermedi mi? Sahabenin gençlerine
hayat vermedi mi? Eğer İslam olmasaydı nasıl bir hayatımız olurdu? Bakıyorsun bir
tarafta itibarlı, zengin, güzelliği olan bir genç var ama harama gözünü kaldırıp bakma-
mış, iffet çiğnememiş bir genç var. Öteki tarafta ise ahlaksız hayat yaşayan bir genç
var. İkisinin de cennete girmesi Allah Teâlâ'nın adaletine muvaffık düşmez. Yusuf aley-
hisselâm ile Yusufların yolunu çiğneyenler aynı değil! Rabbim öyle buyuruyor. Onları
aynı mizana koymayacak. Çünkü o Yusufların yüreğine Peygamber aleyhisselâmın
daveti, davası ulaştı. Onunla dirildiler. İslam diriltir kardeşlerim!

193
El Bâis olan Allah Teâlâ bizlere Peygamber aleyhisselâmın risaletiyle yaşarken
dirilmeyi nasip etsin. Öyle dirilelim ki mahşer günü Allah Teâlâ'nın huzurunda yüzümüz
kızarmasın. Bizler de öyle davetçiler olacağız ki öldürmeye gelenlerin kalpleri sözleri-
mizle dirilecek. Hz.Ömer radıyallahu anh Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellemi şehit etmeye giderken onunla dirildi. Rabbim bizi bu büyük vazifeye memur
kılsın.

EŞ-ŞEHÎD

Eş Şehîd; O şahit, o görüyor. Her şeyi görüyor ve biliyor.

ُۙ ‫ص‬
‫ار‬ َ ‫ص ف۪ ي ِه ْاﻻَ ْب‬ ْ َ ‫ون اِنﱠ َما يُ َؤ ِ ّخ ُر ُه ْم ِليَ ْو ٍم ت‬
ُ ‫ش َخ‬ َ ۜ ‫ظا ِل ُم‬
‫ع ﱠما يَ ْع َم ُل ال ﱠ‬ َ ً‫غافِﻼ‬ َ َ ‫سبَ ﱠن ﱣ‬ َ ‫َو َﻻ تَ ْح‬
ٌ ‫ط ْرفُ ُه ۚ ْم َوا َ ْفـ ِٔ َدت ُ ُه ْم َه َٓوا‬
◌ۜ ‫ء‬ ِ ‫ين ُم ْق ِن ۪عي ُر ۫ ُؤ‬
َ ‫س ِه ْم َﻻ َي ْرت َ ﱡد اِ َل ْي ِه ْم‬ َ ‫ُمه ِْط ۪ع‬

Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece, onların işini


bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış; Başları yukarıya kal-
kık, bakışları bir noktaya sabitlenmiş, zihinleri bomboş kalmış olarak toplanma
yerine koşarlar.
İbrâhîm Suresi 42-43

‫ير ا ْل ُمتَعَا ِل‬


ُ ‫ش َها َد ِة ا ْلك َ۪ب‬ ِ ‫عَا ِل ُم ا ْلغَ ْي‬
‫ب َوال ﱠ‬

O, görüneni de görünmeyeni de bilir; O, büyüktür, yücedir.


Ra'd Suresi 9

Görünen alem ve görünmeyen alem var. Allah Teâlâ her alemi bütün şekliyle, bütün
ayrıntısıyla görüyor.

َ ‫علَى ﱣ ۚ ِ َو ُه َو ع َٰلى ُك ِ ّل‬


‫ش ْي ٍء ش َ۪هي ٌد‬ َ ‫سا َ ْلت ُ ُك ْم ِم ْن اَجْ ٍر فَ ُه َو َل ُك ۜ ْم ا ِْن اَجْ ِر‬
َ ‫ي ا ﱠِﻻ‬ َ ‫قُ ْل َما‬

194
De ki: “Sizden isteyebileceğim bir karşılık varsa o da sizin olsun; benim mükâfa-
tımı verecek olan yalnız Allah’tır. O her şeye tanıktır.”
Sebe' Suresi 47

Sizden dünyalık istemediğime şahit. Ekmek, çay, çorba istemediğime şahit. Ma-
kam, mevki talep etmediğime şahit. Ama sizin ifadelerinize, reddinize, inkarınıza da
şahit! Rabbim bu dünya söylediklerimize, söylememiz gerekirken söylemediklerimize
de şahit.

ً ‫ُون َوك َٰفى ِبا ﱣ ِ ش َ۪هيدا‬ ْ ‫ش َه ُد ِب َٓما ا َ ْن َز َل اِلَ ْيكَ ا َ ْن َزلَهُ ِب ِع ْل ِمه۪ ۚ َوا ْل َم ٰلٓ ِئكَةُ َي‬
َ ۜ ‫ش َهد‬ ْ ‫ٰل ِك ِن ﱣ ُ َي‬

Fakat Allah sana indirdiğine, onu ilmiyle (ilminin bir eseri olarak) indirdiğine şa-
hitlik eder; melekler de şahitlik ederler. Ve şahit olarak Allah yeterlidir.

Nisâ Suresi 166

Şahit olarak Allah Teâlâ yeter. Namaz kılıyorsun, nafile oruç tutuyorsun, sadaka
veriyorsun, cihad ediyorsun bunları Allah Teâlâ görüyor sana yetmez mi? Neden plaket
talebinde bulunuyorsun? Niyetini yenile. Bir Ağustos günü 30-35 derece sıcakta üze-
rinde çarşafla, feraceyle, İslam örtüsüyle bir sancak gibi yürüyen İslam'ın Kızı! Eş
Şehîd olan Allah Teâlâ seni görüyor, O şahit. Yetmez mi?

‫عقَدَتْ ا َ ْي َمانُ ُك ْم فَ ٰاتُو ُه ْم نَ ۪صي َب ُه ۜ ْم اِ ﱠن‬ َ ۜ ُ‫َان َو ْاﻻ َ ْق َرب‬


َ ۪‫ون َوالﱠذ‬
َ ‫ين‬ ِ ‫ي ِم ﱠما ت َ َركَ ا ْل َوا ِلد‬َ ‫َو ِل ُك ٍ ّل َجعَ ْلنَا َم َوا ِل‬
ً ‫ش ْي ٍء ش َ۪هيد ۟ا‬
َ ‫َان ع َٰلى ُك ِ ّل‬ َ ‫ﱣَك‬

Anne, baba ve akrabanın geride bıraktıklarından her biri için yakın vârisler belir-
ledik. Antlaşma yoluyla yakınlık bağı kurduğunuz kimselere de paylarını verin.
Bilin ki Allah her şeyi görmektedir.
Nisâ Suresi 33

195
Madem Eş Şehîd olan Allah Teâlâ her halimizi görüyor ve hesabını soracak. O
halde kul hakkını çiğneyerek Onun huzuruna gitmeyelim. Rabbim bizlere hesabını ve-
rebileceğimiz bir hayat yaşatsın.

EL-HAK

El Hak; Vâcibü'l Vücûd'dur. O mutlaka olmalı. O Hak'tır. Onun dışındakiler Onun


Hak olması nispetinde batıldırlar. Allah azze ve cellenin dışındaki her şey yok olacaktır.
Hak, değişmez, baki kalacak olan Odur.

Bu dünyanın da nimetin de bir sonu var. O son gelecek ve onlar ömürlerini tamam-
layacaklar. Baki kalan El Hak olan Allah Teâlâ'dır.

‫ون‬ ٌ ۜ ‫اط ِل فَيَ ْد َمغُهُ فَ ِاذَا ُه َو َزا ِه‬


َ ُ‫ق َولَ ُك ُم ا ْل َو ْي ُل ِم ﱠما تَ ِصف‬ ِ ‫علَى ا ْل َب‬ ُ ‫بَ ْل نَ ْقذ‬
ِ ّ ‫ِف ِبا ْل َح‬
َ ‫ق‬

Bilâkis biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun işini bitirir; bir de bakarsınız ki
bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun
size!
Enbiyâ Suresi 18

Batıl bugün var ama mutlaka bir gün yok olacak. Batıl yok olunca bir daha aynı
şekliyle, suretiyle gelemez. Ama İslam bin dört yüz, bin beş yüz senedir aynı İslam.
Çünkü Hak değişmez. O Hak olan Melik Yücedir. Onun saltanatı değişmez.

ً ‫َان َز ُهوقا‬ ِ َ‫اط ۜ ُل ا ﱠِن ا ْلب‬


َ ‫اط َل ك‬ ‫َوقُ ْل َٓجا َء ا ْل َح ﱡ‬
ِ َ‫ق َو َز َهقَ ا ْلب‬

De ki: “Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.”

İsrâ Suresi 81

Bugünkü zalimler, heykeller, facirler dünyanın neresindeyseler hepsi yıkılacaklar.


Unutulacaklar. Fakat İslam ezelden ebede kadar hep Haktır. Hep Hak olarak kalacak.

196
Allah Teâlâ'nın inayetiyle Hak yine batılın saltanatını, şeytanın saltanatını alt üst ede-
cek. Allah Teâlâ'nın ayetleri, vaadi, cehenneme dair söyledikleri Hak! Hak yine tecelli
edecek.

ۜ ‫ين اَجْ َر ُم‬


َ ‫وا َوك‬
‫َان‬ ِ ‫سﻼً ا ِٰلى قَ ْو ِم ِه ْم فَ ٓ َجا ۫ ُؤ ُه ْم بِا ْلبَ ِيّ َنا‬
َ ‫ت فَا ْنتَقَ ْم َنا ِم َن الﱠ ۪ذ‬ ُ ‫س ْلنَا ِم ْن قَ ْب ِلكَ ُر‬
َ ‫َولَقَ ْد ا َ ْر‬
َ ۪‫علَ ْينَا نَص ُْر ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
‫ين‬ َ ‫َحقا‬

Andolsun senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik.


Peygamberler onlara apaçık mûcizeler getirdiler. Buna rağmen suç işleyenlere
hak ettikleri cezayı verdik. İnananlara yardım etmek de bize düşer.

Rûm Suresi 47

Biz sahabe gibi Mü'min olursak kafirlere yol vermeyecek. Ama biz bu reçe-
teyi, Kur'an'ı hayatımıza tatbik edersek Allah Teâlâ'nın vaadi var. Şartları yerine geti-
rirsen yine Müslümanlar cihana hakim olacak.

َ ۚ ۪‫سل‬
‫ين‬ َ ‫س َب َقتْ َك ِل َمتُنَا ِل ِعبَا ِد َنا ا ْل ُم ْر‬َ ‫َولَقَ ْد‬
َ ۖ ‫ور‬
‫ون‬ ُ ‫ص‬ ُ ‫اِنﱠ ُه ْم لَ ُه ُم ا ْل َم ْن‬
‫ون‬َ ُ‫َوا ﱠِن ُج ْن َدنَا لَ ُه ُم ا ْلغَا ِلب‬

Andolsun ki elçi olarak gönderdiğimiz kullarımıza geçmişte söz vermiştik: Zafere


mutlaka onlar ulaşacaklar. Galip gelenler kesinlikle bizim ordumuz olacak.

Sâffât Suresi 171-173

EL-VEKÎL

El Vekîl; Kulların, mahlukatın vazifelerini kendisine havale ettiği güç, kuvvet, kud-
ret demektir.
197
İnsanlar vazifelerini bir noktaya kadar yapabiliyorlar, oraya kadar gelebiliyorlar.
Orada "Biz tükendik Allah'ım. Buradan öteye gidemiyoruz" derler ve ötesini O'na ha-
vale ederler. Müslümanların amellerinde iki boyut vardır; sebep planı, tevekkül planı.
Sebep planında Müslümanlar yapmaları gerekeni yaparlar. Onların amellerine baktığı-
nızda sanki orada hiç tevekkül yok. Sebebi öylece yerine getiriyorlar. Sonra tevekkül
aşamasında Allah Teâlâ'ya öyle teslim oluyorlar ki sanki orada hiç sebep yokmuş gibi.
Hz. İbrahim aleyhisselâm gibi ateşe girmeleri gerekiyorsa ateşe giriyorlar.

َ ‫ص ِب َر ﱠن ع َٰلى ٓ َما ٰا َذ ْيت ُ ُمونَ ۜا َو‬


‫علَى ﱣ ِ فَ ْل َيتَ َو ﱠك ِل‬ ْ َ‫سبُلَنَ ۜا َولَن‬
ُ ‫علَى ﱣ ِ َوقَ ْد َه ٰدينَا‬
َ ‫َو َما لَـ ٓنَا ا َ ﱠﻻ نَت َ َو ﱠك َل‬
َ ۟ ُ‫ا ْل ُمت َ َو ِ ّكل‬
‫ون‬

Üstelik bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz Allah’a dayanıp gü-
venmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette göğüs gereceğiz.” Tevekkül
edenler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.
İbrâhîm Suresi 12

Kulluk planında vazifelerini ifa edenler yürüsünler. Deniz onların önünde yarılacak.
Ateş her şeyi yakacak ama İbrâhîm aleyhisselâmı yakmayacak. Çünkü o sebep pla-
nında yapması gereken her şeyi kamilen yerine getirmiş, sonra ellerini kaldırıp Allah
Teâlâ'ya iltica ediyor.

İnsanlar vekil tutarlar. Onlara vazife verirler. Onlar vazifelerini eda ederler. Umumi
ya da hususi vekil olur. Yani müvekkil nasıl bir çerçeve tayin ettiyse orada vazifelerini
icra ederler. Allah Teâlâ'da bir sınırlama yoktur. Senin işini halletmesiyle dünyadan çok
daha büyük olan galaksideki her bir yıldızı yaratması arasında bir fark yoktur. İkisini
yaratması O'nun kudretine nispetle hiçbir şey hükmündedir. Müslümanlar O Allah'a te-
vekkül ediyorlar. El Vekîl celle celaluh dediğimiz zaman kimin huzurunda olduğumu-
zun, kime tevekkül ettiğimizin şuuru bizde olursa o zaman göreceksiniz hayatınızda
çok şey değişecek.

198
Kafirler, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin üzerine geliyorlar. Etraftakiler kor-
kuveriyorlar. Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum Efendimiz aleyhisselâm ile birlikte
şunu söylüyorlar;

ْ ‫اخش َْو ُه ْم فَ َزا َدهُ ْم ۪اي َمان ۗا ً َوقَالُوا َح‬


ُ ‫سبُنَا ﱣ‬ ْ َ‫اس قَ ْد َج َمعُوا لَ ُك ْم ف‬ ُ ‫ين َقا َل لَ ُه ُم النﱠ‬
َ ‫اس ا ﱠِن النﱠ‬ َ ۪‫اَلﱠذ‬
‫َو ِن ْع َم ا ْل َوك۪ ي ُل‬

Birtakım insanlar onlara, “İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan kor-
kun” dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir!” diye cevap verdiler.
Âl-i İmrân 173

Yeryüzünde Allahuekber diyen tek bir kişi bırakmayacaklar. Yakacaklar, yıkacak-


lar. Ne ev bırakacaklar ne de evlerde insan. Öyle bir güç ve vahşetle geliyorlar. O
zaman Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve onun etrafında olanlar dediler ki "Has-
bunallahu ve ni"mel Vekîl. Allah bize yeter, O ne güzel Vekil'dir" dediler. İbrahim
aleyhisselâmda da tüm peygamberlerde de o teslimiyeti görüyoruz. Allah azze ve cel-
leye El Vekîl diyerek bütün varlığımızla, mevcudiyetimizle teslim olmalıyız.

Ömer bin Abdülaziz Rahmetullahi aleyh Emevi Devleti'nde baktığınız zaman onu
kümbetler arasında yükselen bir Kubbe-i Hadra olarak görürsünüz. Aşkıyla, irfanıyla,
zühdüyle, tevekkülüyle Sahabe-i Kiram radıyallahu anhumun hazaratına benzer. Öyle
birisi. Son anlarında Mesleme yanına gelir. Mesleme onun kayınbiraderi yani eşi Fatı-
ma'nın kardeşi. Fatıma da hükümdar kızı ama Ömer bin Abdülaziz'le o hayata alışmış.
Bir gün Mısır'dan bir kadın geliyor. Halifeye derdini anlatacak, Ömer bin Abdülaziz'e.
O da öğle vakti gelmiş. Evi var. Hanımına diyor ki;

-Ben sarayda durmam. İki odalı pirket bir evim var oraya gidiyorum. Ama sen hüküm-
dar kızısın öyle bir evde yaşayamazsın. Dilersen ayrıl, beni bırak.

-Yok geleyim seninle Ömer, diyor ve o eve gidiyorlar.

199
Öğle vakti Mısırlı kadın geliyor. Kapıyı vuruyor, alıyorlar içeri. Bakıyor ki yerde bir kadın
şilteyi sermiş üzerinde yatıyor. Birisi de elinde bir mala ile duvardaki yarıkları çamurla
kapatıyor. Fatıma'ya dönüp diyor ki;

-Sen nasıl kadınsın? Orada bir amele var sen yatmış uzanmışsın. Bu ne haldir?

-O gördüğün, duvardaki yarıkları elindeki malayla kapatan adam eşim, mü'minlerin


emiri Ömer bin Abdulaziz'dir.

Kadın onu amale zannediyor. O Ömer bin Abdülaziz Rahmetullahi aleyh Efendimiz
sallallahu aleyhi ve selleme, onun yoluna, davasına bütün varlığıyla bağlı. Yirmi dokuz
ay hilafet süreci var. Az zamanda Yavuz Selim gibi büyük vazifeler ifa etmiştir. Son
anlarında hanımı başucunda duruyor. Kayınbiraderi Mesleme içeriye giriyor ve diyor
ki;

-Çocuklarına kimi vasi olarak bırakıyorsun? Evlatların var kızların var. Onlara kimi vasi
olarak bırakıyorsun?

-Ben onları Allah Teâlâ'ya bırakıyorum. Sen Rabbimi unuttuğumu mu sanıyorsun?

-Hani dünyalık da bıraksan bana desen ki "Şurada şunlar var. Burada bunlar var. On-
ları çocuklarıma, aileme benden sonra taksim et.

-Ben onları Allah Teâlâ'ya bıraktım. Ben onları Allah'a havale ettim. Onların vekili Rab-
bimdir. Öyle buyuruyor Kur'an-ı Kerim'de. Alla Teâlâ emaneti zayi etmez Mesleme.
Benim velim, benim sahibim, çocuklarımın vasisi, çocuklarımın sahibi Allah azze ve
celledir. O'na havale ettim. Çocuklarımı O'na bıraktım, diyor.

Bir gün ulemadan bir zat Abbasi Halife Mansûr'un yanına giriyor. Mansûr ona diyor
ki;

-Bana biraz nasihat eder misin? Yani şu devleti bu kadar idare ediyoruz, bu kadar mal
mülk var. Zaman zaman gurur hali, kibir hali oluyor bende.

200
-Duyduklarımı mı anlatayım yoksa gördüklerimi mi?

-Gördüklerinden bahset.

-Ömer bin Abdulaziz Rahmetullahi aleyh Allah Teâlâ'ya öyle bir tevekkül ederdi ki El
Vekîl celle celaluh derken bütün varlığıyla, mevcudiyetiyle Allah Teâlâ'ya teslim olurdu.
Geride çocuklarına on yedi dinar bıraktı. Fakat onun beş dinarıyla kefen aldılar. İki
dinarıyla kabirlik bir yer aldılar, defnettiler. On dinarı da çocuklarına taksim ettiler. Onun
çocuklarını zaman sonra gördüm. Çok rahat bir hayat yaşıyorlardı. Halife Hişam ise
binlerce dinar bıraktı. Onun çocuklarından birini gördüm. O da bir sokak başında Di-
meşk'de elini açmış dileniyordu.

El Vekîl ismi bize Allah Teâlâ'ya tevekkülü anlatıyor. Hz. Yakup aleyhisselâmın
çocukları ona ihanet ettiler. Evladını aldılar. Ama Yakup aleyhisselâm "Sıkıntı, keder,
acı, ızdırap bütün bunları Sana arz ediyorum ya Rabbim" dedi. O halde biz Müslü-
manlar El Vekîl celle celaluh diyerek sıkıntılarımızı, başımıza gelen musibetleri başka-
larına açmaktan haya duyacağız. Madde planında yapmamız gerekenleri yapıp El
Vekîl celle celaluh diyelim. Alla azze ve celleye iltica edelim, teslim olalım.

Nasıl ki El Vekîl olan Allah Teâlâ ona iltica ettiğimizde bütün işlerimizi karşılıyor.
El Vekîl celle celaluh senin kendinden haberin yokken, sen uyurken solunum sistemini
çalıştırıyor. Kalbini, mideni, böbreğini çalıştırıyor. İçimizdeki o sistemi, mekanizmayı
işletiyor. El Vekîl celle celaluh diyor ki; Allah azze ve celle nasıl hayvanların, bitkilerin,
mahlukatın, insanın, meleklerin güçlerini aşan onların mutlaka yapması gereken vazi-
felerini Allah Teâlâ yapıyor, hayatta olmaları için gerekli olan ne varsa yerine getiri-
yorsa sen de mazlumlara, biçarelere imdat et.

EL-KAVİYY

El Kaviyy; O güçlü. O'nun gücünün, kuvvetinin bir sınırı yok. Aklınıza ne geliyorsa
Allah Teâlâ'nın gücü, kuvvetin bütün bunların fevkinde.

201
Allah Teâlâ insanı atılan sudan yaratıyor. O sudan bu dişi, kemiği çıkarıyor. Buna
sadece El Kaviyy olan Allah Teâlâ'nın gücü yeter. O'nun gücünün, kuvvetinin, kudreti-
nin bir sınırı yok.

Başına bir bela, bir musibet geldiğinde çökmeyeceksin.

‫س ْوا ع َٰلى َما فَاتَ ُك ْم َو َﻻ ت َ ْف َر ُحوا بِ َٓما ٰا ٰتي ُك ۜ ْم َو ﱣ ُ َﻻ يُ ِح ﱡ‬


ٍۙ ‫ب ُك ﱠل ُم ْختَا ٍل َف ُخ‬
‫ور‬ َ ْ ‫ِل َكي َْﻼ تَأ‬

Kaybettiklerinize üzülmeyesiniz ve O’nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye


(böyle yapmıştır). Allah kendini beğenen, böbürlenen hiç kimseyi sevmez.

Hadîd Suresi 23

Bela geldiğinde yıkılmaz, nimet geldiğinde de şımarmaz. Hep şükür hali, hep
hamd halinde devam ediyor. Biliyoruz ki hiçbir şey bizden değil. Her şey O'ndan O'nun
lütfu, ikramı, ihsanıdır.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi Bedir'de kuşattılar. Müslümanları sardılar.


Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem yerden bir avuç toprak alıyor ve onu küffara atı-
yor.

‫ين ِم ْنهُ بَ ٓ َﻼ ًء‬ َ ‫فَلَ ْم ت َ ْقتُلُو ُه ْم َو ٰل ِك ﱠن ﱣ َ قَت َ َل ُه ۖ ْم َو َما َر َميْتَ ا ِْذ َر َميْتَ َو ٰل ِك ﱠن ﱣ َ َر ٰم ۚى َو ِليُ ْب ِل‬
َ ۪‫ي ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
ۜ ‫َح‬
َ َ ‫سنا ً ا ﱠِن ﱣ‬
‫س ۪مي ٌع عَل۪ ي ٌم‬ َ

Savaşta onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü; (oku) attığında da sen at-
madın, Allah attı; bunu da müminlere kendinden güzel bir lütufta bulunmuş ol-
mak için yaptı. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.
Enfâl Suresi 17

Resulullah aleyhisselâm yerden bir avuç toprak alsın, o toprağı atsın. Karşıda bin
kişilik bir küfür ordusu var. İslamı ortadan kaldırmak için geldiler. Bir avuç toprak bu
kadar adamın, bu kadar kafirin gözüne isabet eder. Onlar mağlup bir halde oradan

202
ayrılsınlar. Olur mu bu? Olmaz. Ama siz El Kaviyy celle celaluh diyorsunuz. Bütün var-
lığınızla O'na inandınız. Peygamber aleyhisselâm evinden çıktı, ashabıyla çıktı. Me-
dine ile Bedir arası yüz seksen kilometre. Resulallah aleyhisselâm o kadar yolu Rama-
zan-ı Şerifte yürüdü. Ramazan cihad ayı, mücadele ve mücahede ayı. Ellerinizi açıyor-
sunuz Allah Teâlâ Bedir'i zafere ulaştırıyor. Peygamberimiz aleyhisselâm dua ediyor,
Allah azze ve celleye iltica ediyor "Burada biz bir avuç Müslümanız ya Rabbi. Eğer
bunlar burada şehit olurlarsa Sana yeryüzünde secde edecek kimseler kalmayacak ya
Rab" diyen Peygamber aleyhisselâm, oruçlu mü'minler ve El Kaviyy olan Allah
Teâlâ'nın onların dualarına icabeti...

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,


Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Mehmet Akif Ersoy

Hep oradalar. Eskisi, yenisi oradalar. Urfalı, Halepli, Kosovalı, Konyalı, Trabzonlu,
Samsunlu, İstanbullu hep oradalar. Hilafet-i İslamiye'yi, Ayasofya'yı koruyorlar. Onun
için Çanakkale'deler. Dünyanın en güçlü donanması vuruyor. Birkaç haftaya geçecek-
lerdi Hamilton öyle demişti. İstanbul'dayız. Azınlıklar da hazırlık yapıyorlardı. İngiliz or-
dusunu karşılayacaklar, eğlenecekler. Ayasofya'ya çan dikeceklerdi. Hazırlıklar ta-
mamdı. Bekliyorlardı Ocean zırhlısı gidiyor. Bütün tabyaları vurmuş Mecidiye Tabya-
mız da vurulmuş. Arkadaşların çoğu şehit olmuş. Seyit Onbaşı kendine geliyor. Bakıyor
ki Ocean Zırhlısı gidiyor. Topun kaldıracı da kırılmış. İki yüz yetmiş beş kiloluk topu "Ya
Allah Bismillah" diyerek sırtına alıyor, koyuyor ve atıyor. Ama isabet etmiyor. İkincide
de isabet etmiyor. Üçüncüde "Bismillah" diyor Ocean zırhlısını vuruyor. Ocean'ı Ça-
nakkale'nin serin sularına gömüyor. Sonra Müstahkem Mevkiler Kumandanı Cevat
Paşa, Seyit Onbaşı'nın o kahramanlığını cephedeki askerlere moral olsun diye Harp
Mecmuası'na gönderecek.

-Evladım kaldır, diyor. Kaldıramıyor. Bir daha bir daha derken yine kaldıramıyor. Sonra
diyor ki;

-Neden kaldıramıyorsun? Hani sen bunu kaldırmamış mıydın?

203
-Kaldırmıştım kumadanım. Yine kaldırırım Allah'ın inayetiyle.

-Peki ama şimdi yerinden oynatamıyorsun.

-Evet yerinden oynatamıyorum. O zaman kaldırmıştım. Eğer yeniden kafirlerin zırhlıla-


rının, denizaltılarının Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'a doğru anamın çarşafına el
uzatmak için gittiğini görürsem, ezanı susturmak için gittiğini görürsem o zaman yeni-
den 275 kiloluk topları kaldırırım kumandanım.

El Kaviyy olan Allah Teâlâ'nın kudretiyle Bedir'de bin kişinin gözüne bir avuç top-
rağın isabet etmesi, Çanakkale'de Seyit Onbaşı'nın 275 kiloluk topları kaldırması mu-
haldir.

‫ين ٰا َمنُوا َم َعهُ ِب َر ْح َم ٍة ِمنﱠا َو ِم ْن ِخ ْزي ِ َي ْو ِم ِئ ۜ ٍذ ا ﱠِن َربﱠكَ ُه َو‬ َ ‫َفلَ ﱠما َٓجا َء ا َ ْم ُرنَا نَ ﱠج ْينَا‬
َ ‫صا ِلحا ً َوالﱠ ۪ذ‬
ُ ‫ي ا ْلعَ ۪ز‬
‫يز‬ ‫ا ْل َق ِو ﱡ‬

Emrimiz gelince Sâlih’i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet ola-
rak, helâk olmaktan ve o günün zilletinden kurtardık. Şüphesiz rabbin kuvvetlidir,
üstündür.
Hûd Suresi 66

O'nun gücünün sınırı yoktur. Bir şehir yok olur ama Salih aleyhisselâmı ve iman
edenleri o şehrin içinden El Kaviyy olan Allah Teâlâ çıkarır.

ً ‫َان ﱣ ُ قَ ِويا ع َ۪زيز ۚا‬ َ ۪‫ين َكفَ ُروا ِبغَي ِْظ ِه ْم لَ ْم َي َنالُوا َخيْر ۜا ً َو َكفَى ﱣ ُ ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
َ ‫ين ا ْل ِقتَا ۜ َل َوك‬ َ ۪‫َو َر ﱠد ﱣ ُ الﱠذ‬

Allah inkârcıları, hiçbir şey elde edemeden, kin ve öfkeleri ile geri çevirdi. Allah’ın
desteği müminler için yeterlidir. Allah güçlüdür, üstündür.
Ahzâb 25

204
Kafirler Müslümanların üzerlerine geliyordu. Ama Allah Teâlâ onları mağlubiyetle
geri gönderdi. Hiçbir hayra, ganimete ulaşamadan mahkur bir halde geri döndüler. Ma-
dem El Kaviyy olan Allah Teâlâ seni yoktan var etti. O halde sen O'nun huzurunda
derin bir tevazu halinde olacaksın. Gücü, kuvveti, azameti O'ndan bileceksin. O'nun
verdiği kadar gücümüz var.

EL-METÎN

El Metîn; Allah Teâlâ'nın kudreti sonsuz, sınırsız. Bir şeyi yaratmak istediği zaman
vasıtalara ihtiyacı yok.

Müslüman Allah'ı El Metîn celle celaluh ismiyle zikredince onda hiçbir korku, en-
dişe olmaz. Rızık korkusu olmaz. Bilir ki Allah Teâlâ ona hiç ummadığı bir yerden rız-
kını gönderir.
ۜ ‫علَى ِ فَهو ح‬
ُ ‫سبُهُ ِا ﱠن ﱣ َ َبا ِل ُغ ا َ ْم ِر ۪ۜه قَ ْد َج َع َل ﱣ‬
ْ َ َُ ‫ﱣ‬ ُۜ ‫س‬
َ ‫ب َو َم ْن َيت َ َو ﱠك ْل‬ ُ ‫َو َي ْر ُز ْقهُ ِم ْن َحي‬
ِ َ‫ْث َﻻ يَحْ ت‬
ً ‫ش ْي ٍء قَدْرا‬
َ ‫ِل ُك ِ ّل‬

Ve ona hiç beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah
ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü
koymuştur.
Talâk Suresi 3

Dikenli bir yolda yürürken sakınan bir insan gibi dünyada yaşar, haramlardan ko-
runarak takvayı kuşanırsak Allah Teâlâ bize hesap etmediğimiz yerden rızık gönderir.
Madde planında yapmamız gerekeni yapacağız. El Metîn celle celahun ihsanına maz-
har olacağız.

Abdülmetin Balkanlıoğlu 28 Şubat zamanında Acemoğlu Camiinde imamdır. Müf-


tülükten bir kağıt gelir kendine. Cuma hutbesine çıkacak, hazırlanmış konuşacak, emr-
i bi'l ma'rûf yapacak. Zor zamanlar. Her yerde gözlüyorlar Müslümanlar nerede ne ya-
pıyorlar diye. Müslüman kızların başlarından örtülerini alıyorlar. İslam örtüsü öcü haline
gelmiş. Alıyor kağıdı. Kağıtta tayininin Kayabaşı'na çıktığı, ayrılıp gitmesi yazıyor. O
zaman Kayabaşı İstanbul'un uzak bir köyü. Çıkıyor minbere diyor ki "Müslümanlar.

205
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'den ayrılırken dağa çıktı şehre döndü
baktı. Gözünden yaşlar dökülüyor. Dedi ki 'Ey Mekke! Benim gözümde senden daha
değerli bir şehir yok. Ama sende yaşamama rıza göstermediler. Havanı teneffüs
etmeme, suyunu içmeme müsaade etmediler. Onun için ayrılıyorum ey Mekke.
İmkanını bulunca, vakti bulunca yeniden döneceğim ey Mekke' diyerek ayrılmıştı.
Ben de buraya geldim. Burada imamlık yapıyor, daraldığım zaman şu pencereyi açıyor
bakıyorum. Küçük çocuklar cübbeleriyle dolaşıyor. Kız çocukları üzerlerinde çarşafları.
Şu karşı pencere Mahmut Efendi'nin odası. Ona bakıyor, sizinle dertleşiyor, Allah
Teâlâ'nın ayetlerini sizinle paylaşıyordum. Ama burada Rabbimin ayetlerini okumama
müsaade etmiyorlar. Ayrılacaksın, bırakacaksın diyorlar. Bu can bu bedende olduğu
müddetçe Allah yolunda cihadım, mücahadem devam edecek. Eğer beni dinle-
meye insan bulamazsam dağlara, taşlara, ağaçlara Allah ve Resul davasını son
nefesime kadar anlatacağım. Siz de, melekler de, şu caminin kubbesi de şahit
olsun.

Çocuklarınıza Metin ismini vermeyin. O El Metîn olan Allah Teâlâ'nın adıdır. Ab-
dülmetin deyin ki "konuşamazsın" dedikleri an onlar Anadolu’yu en doğusundan en
batısına kadar kürsü edinsinler. Taşların üzerine çıksınlar. Meydan meydan, kahve
kahve dolaşıp İslam'ı anlatsınlar. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi anlatacaklar.
Çünkü El Metîn celle celaluh diyorlar. Güç O'nda, kuvvet O'nda. Sarıktan, cübbeden
rahatsız olanlar nerede? Fatih'in torunları sarıktan, cübbeden rahatsız olur mu? Fatih
Sultan Mehmet sarıklı değil miydi? Bugün El Metîn diyemezseniz korkuların anafo-
runda bir hayat yaşarsınız. Gel Abdülmetin ol ve bütün korkulardan azat ol.

İbrahim aleyhisselâm İsmail aleyhisselâmı ve Hacer annemizi alıp götürdü. Mek-


ke'nin etrafına, Kabe'nin çevresine bıraktı ve şöyle dua etti;

َ‫ص ٰلوة‬
‫غي ِْر ذ۪ ي َز ْرعٍ ِع ْن َد بَ ْيتِكَ ا ْل ُم َح ﱠر ِۙم َربﱠـ َنا ِليُق۪ ي ُموا ال ﱠ‬ ْ َ ‫َربﱠـ ٓنَا اِ ۪ ٓنّي ا‬
َ ‫س َك ْنتُ ِم ْن ذُ ِ ّريﱠت۪ ي بِ َوا ٍد‬
َ ‫شك ُُر‬
‫ون‬ ْ ‫ت لَ َعلﱠ ُه ْم َي‬ِ ‫ار ُز ْق ُه ْم ِم َن الث ﱠ َم َرا‬
ْ ‫اس تَه ْ۪ٓوي اِلَي ِْه ْم َو‬ِ ‫فَاجْ َع ْل اَ ْفـِٔ َدةً ِم َن النﱠ‬

Ey rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını, senin kutsal evinin (Kâbe) yanında
tarıma elverişli olmayan bir vadiye yerleştirdim. Bunu yaptım ki rabbim, namazı

206
kılsınlar. İnsanların gönüllerini onlara meylettir ve çeşitli ürünlerden onlara rızık
ver ki şükretsinler.
İbrâhîm Suresi 37

Orada ziraat yok. Hacer annemiz İsmail aleyhisselâmla nasıl kalacaklar orada?
İşte orada dua ediyor. İbrahim aleyhisselâmda Allah Teâlâ bir teslimiyet var. Biliyor ki
O'nun gücü, kuvveti insanların kalbini Mekke'ye çevirmeye yeter. O'nun gücü, Kabe'nin
etrafına bıraktığı Hz.İsmail ve Hz. Hacer annemizin rızıklarını temin etmeye Kadirdir.
Ve yürekler o gün bugündür Kabe'ye akıyor. İbrahim aleyhisselâmın El Metîn olan Allah
Teâlâ'ya ittibası, ittibasının gölgesinde yaptığı o duanın bereketi olarak bu akış devam
ediyor.

EL-VELİYY

El Veliyy; Allah Teâlâ dost, veli. Eğer sen O'na dost olursan O da sana dost oluyor.

ۙ ‫غ‬
ُ‫وت‬ ‫ين َكفَ ُٓروا اَ ْو ِليَٓا ۬ ُؤ ُه ُم ال ﱠ‬
ُ ‫طا‬ َ ۪‫ور َوالﱠذ‬ ِ ۜ ‫ت اِلَى النﱡ‬
ِ ‫ظلُ َما‬ ۙ ُ‫ين ٰا َمن‬
‫وا يُ ْخ ِر ُج ُه ْم ِم َن ال ﱡ‬ َ ‫ي الﱠ ۪ذ‬‫َ ﱣ ُ َو ِل ﱡ‬
َ ۟ ‫اب النﱠ ۚ ِار ُه ْم ف۪ ي َها َخا ِلد‬
‫ُون‬ ْ َ ‫ت ا ُ ۬و ٰلٓئِكَ ا‬
ُ ‫ص َح‬ ِ ۜ ‫ظلُ َما‬
‫ور اِلَى ال ﱡ‬
ِ ‫يُ ْخ ِر ُجونَ ُه ْم ِم َن النﱡ‬

Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr eden-
lerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar.
İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.

Bakara Suresi 257

Allah Teâlâ iman ehlinin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, İs-
lam'ın nuruna taşıyandır. Eşyayı o nur gölgesinde görür, müşahade edersiniz. Allah
Teâlâ aynı zamanda mütevelli oluyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme "Bundan
sonra İslam'ı anlatamazsın. Bundan sonra insanları bu davaya davet edemezsin" de-
dikleri zaman "Neyiniz varsa bütün gücünüzle, kuvvetinizle gelin. Bu dava, bu müca-
dele devam edecek" demişti. Bu ayet-i kerimeyi okuyor;

207
‫ون بِ َه ۘا ا َ ْم لَ ُه ْم ٰاذَا ٌن‬ ِ ‫ُون ِب َه ۘا اَ ْم لَ ُه ْم ا َ ْعيُ ٌن يُب‬
َ ‫ْص ُر‬ َ ‫ُون بِ َه ۘا اَ ْم لَ ُه ْم اَ ْي ٍد يَ ْب ِطش‬
َ ‫اَلَ ُه ْم ا َ ْر ُج ٌل يَ ْمش‬
ِ ‫ُون فَ َﻼ ت ُ ْن ِظ ُر‬
‫ون‬ ِ ‫ون بِ َه ۜا قُ ِل ا ْدعُوا ش َُر َٓكا َءكُ ْم ث ُ ﱠم ك۪ يد‬َ ُ‫س َمع‬ ْ َ‫ي‬

Yürüyebildikleri ayakları mı var onların; tutabilecekleri elleri, görebilecekleri göz-


leri, işitebilecekleri kulakları mı var onların! De ki: “Haydi ortak olarak gördüğü-
nüz o varlıkları çağırın, sonra bana karşı planınızı kurun, göz açtırmayın bana!
A'râf Suresi 195

El Veliyy celle celaluh bize diyor ki; Sahibiniz, dostunuz Allah azze ve celledir.
Dostu Allah olan Müslümanın sırtı yere gelmez. Bizler yeniden Kur'an-ı Kerim'e, Sün-
net-i Seniyye'ye, Sahabe-i Kiram'a, Allah'ın dostlarına dost olursak o zaman El Veliyy
olan Allah Teâlâ bize dost olacak. Yollar açılacak. Gücünüz, kuvvetiniz, takatiniz kat-
lanarak artacak.

Cabir bin Abdullah ensari bir sahabi. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Aka-
be'de ensardan biat alıyor. Biat edenlerden en küçüğü Cabir radıyallahu anh. Babası-
nın dokuz tane kızı, bir tane oğlu var. Abdullah bin Amr yaşlıdır. Oğlunu almış onu da
Akabe'ye getirmiş. Peygamber aleyhisselâmı görsün. Ben yaşlıyım belki ölür giderim.
Oğlum, Peygamber aleyhisselâmın yolunda yürüsün, izinden gitsin diye getirir. Resu-
lullah aleyhisselâma biat eder. Daha sonra Allah Resulü aleyhisselâm Medine'ye gelir.
Babası Bedir'e gider. Ama Cabir'in gitmesine müsaade etmez. Geride dokuz tane kız
var. Onlarla birinin alakadar olması gerekir diye. Uhud'da giderken yine müsaade et-
mez. Ama anlar. Dermanı, mecali kalmamış. Küffar büyük bir güçle geliyor. Münafıklar
giderken yolda ayrılmışlar. Orada şehadet var. Cennetin kokusunu alıyor ve diyor ki;

-Evladım. Ben ilk ölenlerden, ilk şehit olanlardan olabilirim. Sana vasiyetimdir şunları
şunları yap. Rasulullah aleyhisselâmın yolundan, izinden ayrılma. Bir de borcum var.
Borcumu ödeyesin evladım.

Babası Uhud'dan dönemez. Şehadet haberi gelir. Cabir radıyallahu anh Rasulullah
aleyhisselâma gider;

208
- Ya Rasulullah. Babam büyük bir borç bıraktı. Dokuz tane kız kardeşim var. Hurma
bahçemiz var ama yetmez. Yıllar boyu ben o hurmayı satsam yine borcu ödeyemem.
Alacaklılar da yahudiler. Borcu istiyorlar. Benim de gücüm, kuvvetim yetmiyor.

-Hurmayı hasat ettiğin zaman beni çağırasın, der ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve sel-
lem haber bekler. Cabir radıyallahu anh hurmayı hasat ettiğinin haberini gönderir.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gidiyor ve diyor ki;

-Şimdi git de babanın alacaklılarını buraya çağır gelsinler.

Geliyorlar. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem o hurmadan onlara veriyor. Bütün ala-
caklılara verdi. 'Sonra hurmaya baktım. Tek bir hurma bile noksanlaşmamış. Ben di-
yordum ki bu hurmayı yıllar boyu satsam babamın borcunu ödeyemem. Bu adamlar
yahudi. Benden istiyorlar ben ne yapayım dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
beni çağır dedi. Çağırdım Allah Resulünü. Sonra babanın alacakları gelsinler dedi.
Geldiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hepsine hurma verdi. Hurma yığınına
baktım tek bir hurma bile eksilmemişti'.

El Veliyy olan Allah Teâlâ o en zor, en dar zamanda imdad ediyor.

Cabir radıyallahu anh. Hendek Muharebesi'e Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem


ile katılıyor. Diyor ki;

-Gittim Rasulullah aleyhisselâma dedim ki "Ya Rasulullah bir taş çıktı taşı aşamıyoruz,
kıramıyoruz. Siz gelir misiniz, orada müdahale eder misiniz?". Efendimiz aleyhisselâm
kalkıp geldi, taşa vurdu. Taş yarıldı. Üç parçaya ayrıldı, üç defa vurdu. Baktım ki Allah
Resulü aleyhisselâm karnına taş bağlamış. Efendimiz aleyhisselâmda da açlık var.
Gittim yanına dedim ki "Ey Allah'ın Nebisi. Azıcık bir yemeğimiz var. Onu sizin için
yaptık ya Rasulullah. Evimize gelir misin?".

Ondan önce karnındaki taşı görünce eve gitmiş, hanımına durumu anlatmış;

-Neyimiz var?

209
-Bir saa arpamız var.

Küçücük bir oğlakları var. Onu keserler. O üç kilo kadar olan arpayı öğütür un yapar.
Hanımı yoğurur, ocağa koyar ve gidip Peygamberimiz aleyhisselâma der ki;

-Küçük bir yemeğimiz var. Sizin için yaptık. Evimize gelir misiniz?

-Ne kadar?

-Şu kadar.

-Peki. Git bütün ensara, muhacire söyle ki onları eve davet ediyoruz.

Bir hayret hali oluyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem böyle emretti. Orada birkaç
kişilik yemek var ensara, muhacire yeter mi? Eve gider hanıma söyler. Onda bir mah-
cubiyet hali var. "Eğer Peygamber aleyhisselâm buyurduysa vardır bir hikmet" diyor.
Efendimiz aleyhisselâm, ensar, muhacir geliyorlar. Efendimiz aleyhisselâm o mübarek
elleriyle ekmeği alıyor, içine et koyup teker teker sahabeye veriyor. Herkese yetiyor.
Ondan sonra dönüp hanımına diyor ki;

-Siz yiyin, komşularınıza hediye edin ikram edin.

El Veliyy celle celaluh dost olunca olmazları olur hale getiriyor. Azıcık bir hurmayı
alacaklılara yeter hale getiriyor. Azıcık bir yemeği herkese yeter hale getiriyor. Bizler
de namazla, Allah Teâlâ'nın emirlerini yaşayarak dost olalım. O zaman Allah Teâlâ'nın
dostluğunun tecellilerini göreceğiz.

َ ۚ ُ‫علَي ِْه ْم َو َﻻ ُه ْم يَ ْح َزن‬


‫ون‬ ٌ ‫ا َ َٓﻻ اِ ﱠن اَ ْو ِليَٓا َء ﱣ ِ َﻻ َخ ْو‬
َ ‫ف‬

Bilesiniz ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.

Yûnus Suresi 62

210
El Veliyy olan Allah Teâlâ'ya dost olalım. Dostlarına dost olalım. Dostluğun gere-
ğini yapalım... Elimizi uzatalım. Ona imkanımız yoksa güzel sözlerle gönüllerini alalım.

EL-HAMÎD

El Hamîd; Övülmeye layık olan O'dur. Çünkü bütün Kemâl O'nda. O'nun dı-
şında övülenler, O'na yakınlıklarına göre ancak o övgüden bir nasip alabilirler. Methe,
senaya, övgüye layık olan El Hamîd celle celaluhtur.

Kainata baktığınız zaman bütün canlılar, varlıklar O'na hamd ediyorlar. Bir kısmı
lisan-ı halle bir kısmı ise lisanıyla hamd ediyor. Yani varlık aleminde Allah Teâlâ'nın
koymuş olduğu kanunlar bağlamında varlığını devam ettiren canlılar hamdlerini lisan-ı
halle yapıyorlar. Yaşaması için Allah Teâlâ'nın koyduğu kanunlar çerçevesinde hareket
etmesi onun hamdidir. Kur'an'da da Rabbim bize Peygamber aleyhisselâmın sünne-
tiyle hamdi anlatıyor. Hamde çağırıyor. Kur'an-ı Kerim'i açtığınız zaman karşınıza çı-
kan ilk sure Fatiha hamd ile başlıyor. "Övgüler ve senalar Allah azze ve celleyedir"
diyorsunuz. O "Elhamd" kelimesi başındaki el istiğrak ifade eder. Yani ne kadar övgü,
sena varsa hepsi topyekun Sana mahsus ya Rab diyoruz. İnsanlar kendilerinden daha
güçlü, kuvvetli gördükleri varlıkları tazim ederler. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'in başına
Fatiha’nın ilk ayeti olarak bu hamd cümlesini koyuyor ki Müslümanlar işlerinde, hayat-
larında Allah'tan başkasını yüceltmesinler. Allah'tan başka kimsenin önünde eğilme-
sinler. Rabbim mühim hadiseleri bize bildirirken yine hamdi başa koyuyor. Kuluna
Kur'an-ı Kerim'i indirişini ifade ederken, onu kıymetlendirirken "Elhamdü" diye başlıyor.

‫ـوجا‬ َ ‫اب َو َل ْم يَجْ َع ْل لَهُ ِع‬ َ ‫اَ ْل َح ْم ُد ِ ﱣ ِ الﱠـ ۪ ٓذي ا َ ْن َز َل ع َٰلى‬


َ َ ‫ع ْب ِد ِه ا ْل ِكت‬
ً ‫ت اَ ﱠن لَ ُه ْم اَجْ را‬
ِ ‫صا ِل َحا‬
‫ون ال ﱠ‬ َ ۪‫ين الﱠذ‬
َ ُ‫ين يَ ْع َمل‬ ّ ِ َ‫قَ ِيّما ً ِليُ ْنذ َِر بَأْسا ً شَد۪ يدا ً ِم ْن لَ ُد ْنـهُ َويُب‬
َ ۪‫ش َر ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
ً ‫سن ۙا‬
َ ‫َح‬
ً ‫ين ف۪ ي ِه اَبَد ۙا‬
َ ۪‫َما ِكث‬

211
Hamd Allah’a mahsustur. (O Allah ki, insanları) kendi tarafından gelecek çetin bir
azap ile uyarmak, dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlerin, içinde
ebedî kalacakları güzel bir mükâfata (cennet) erişeceklerini müjdelemek için ku-
luna sağlam ve kusursuz kitabı indirmiş, onda hiçbir bozukluğa yer vermemiştir.
Kehf Suresi 1-3

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Her değerli, kıymetli iş ki ona hamd ile
başlanmıyorsa onun sonu kesiktir. Orada bir bereket olmaz". Peygamberimiz
aleyhisselâmın besmele ile alakalı da aynı buyruğu var. Yaptığımız her işte evvela bis-
millah sonra elhamdülillah diyecek, El Hamîd olan Allah Teâlâ'yı tesbih ve tazim ede-
ceğiz.

Anneler-babalar eğer çocuklarına Allah azze ve celleye hamd etmeyi, O'nu tazim
etmeyi öğretmenlerlerse ileride topçuların, popçuların, Allah'ı tanımayanların; ünü,
şanı, şöhreti, zenginliği, makamı önünde eğilirler. Bu hayatın geriye dönüşü yok. Zayi
ettiğimiz zamanlar bir daha bizim olmayacaklar. Bu an ve önümüzdeki zaman var...

‫س ِبّ ُح ِب َح ْمدِه۪ َو ٰل ِك ْن َﻻ‬ َ ‫ض َو َم ْن ف۪ ي ِه ۜ ﱠن َوا ِْن ِم ْن‬


َ ُ‫ش ْي ٍء ا ﱠِﻻ ي‬ ُ ‫س ْب ُع َو ْاﻻ َ ْر‬
‫س ٰم َواتُ ال ﱠ‬ ‫س ِبّ ُح لَهُ ال ﱠ‬
َ ُ‫ت‬
ً ‫غفُورا‬ َ ‫س ۪بي َح ُه ۜ ْم اِنﱠهُ ك‬
َ ً ‫َان َحل۪ يما‬ َ ‫ت َ ْفقَ ُه‬
ْ َ‫ون ت‬

Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih et-
meyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halîmdir,
bağışlayıcıdır.
İsrâ Suresi 44

Biz anlamıyoruz ama her şey O'nu tesbih ediyor. İradi ya da gayri iradi olarak O'nu
tesbih ediyor.

ٌ ۙ ‫اب ع َ۪ز‬
‫يز‬ ٌ َ‫ين َكفَ ُروا ِبال ِذّ ْك ِر َل ﱠما َٓجا َء ُه ۚ ْم َواِنﱠهُ لَ ِكت‬ َ ‫ا ﱠِن الﱠ ۪ذ‬
ٍ ‫اط ُل ِم ْن َبي ِْن َي َد ْي ِه َو َﻻ ِم ْن َخ ْل ِفه۪ ۜ ت َ ْن ۪زي ٌل ِم ْن َح ۪ك‬
‫يم َح ۪مي ٍد‬ ِ َ‫َﻻ يَأْت۪ ي ِه ا ْلب‬

212
Bu uyarıcı kitap kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler (cezalarını görecekler).
O, gerçekten çok değerli bir kitaptır. Asılsız bir şey ona ne önünden ne arkasın-
dan yaklaşabilir. O, hikmet sahibi, övgüye lâyık olan Allah katından indirilmiştir.
Fussilet Suresi 41-42

Allah kelamına hiçbir cihetten batıl gelemez. Yani ona yalan, yanlış, hurafe karı-
şamaz. O Allah Teâlâ'nın korumasında, O'nun himayesindedir. Kur'an'da hata ve yan-
lış olmaz. Onu okuyanlar birer Ömer, Ebubekir radıyallahu anhum olurlar. Bu kitap
hamda layık olan, El Hamîd olan Allah Teâlâ'dan geliyor. Onun azizliği, yüceliği Sahi-
bindendir.

‫ي ا ْل َح ۪مي ُد‬ ۜ ُ َ‫ْث ِم ْن بَ ْع ِد َما قَن‬


‫طوا َويَ ْنش ُُر َرحْ َمتَهُ َو ُه َو ا ْل َو ِل ﱡ‬ َ ‫َو ُه َو الﱠ ۪ذي يُنَ ِ ّز ُل ا ْلغَي‬

İnsanlar bütün ümitlerini yitirdikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini yayan


O’dur. Gerçek dost ve koruyucu, her türlü hamde lâyık olan da O’dur.

Şûrâ Suresi 28

İnsanlar umudunu kaybetmiş. Ekiyorlar ama mahsul alamıyorlar. Öyle bir kuraklık
var. Umutların bittiği an da yağmuru indiren, rahmeti yayan Allah azze ve celledir. O
halde O insanlığın, mü'minlerin dostudur. Yağmurla toprağa hayat verip size o gıdaları
ikram eden Allah Teâlâ hamde layıktır.

‫يز‬ ِ ‫ور ِبا ِْذ ِن َر ِبّ ِه ْم ا ِٰلى ِص َر‬


ِ ‫اط ا ْل َع ۪ز‬ ِ ‫ت اِلَى النﱡ‬ ‫اس ِم َن ال ﱡ‬
ِ ‫ظلُ َما‬ ٌ َ‫ال ٰ۠ٓـر ِكت‬
َ ‫اب اَ ْن َز ْلنَاهُ اِلَ ْيكَ ِلت ُ ْخ ِر َج النﱠ‬
‫ا ْل َح ۪مي ۙ ِد‬

Elif-lâm-râ. Bu, rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve öv-


güye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.

İbrâhîm Suresi 1

213
Bütün ideolojilerin masallarından insanları sen kurtaracaksın, sen çıkaracaksın.
Yani Peygamberimiz aleyhisselâm olacak, kumandan o olacak, sünneti olacak. Kur'an-
ı Kerim'i Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetiyle anlarsak o zaman
Kur'an-ı Kerim yeniden insanları krizden çıkaracak. Eğer iktisadın esaslarını, ailenin
esaslarını, hayata dair tüm esasları Muhammed aleyhisselâmdan alırsak göreceğiz ki
yeni bir Cihan devleti çıkacak.

Her durumda Allah Teâlâ'yı tazim ediyor, O'na hamd ediyoruz. Yemeği yedikten
sonra elhamdülillah diyoruz. Hamd Sana, övgüler Sana ya Rabbim. Bütün bunları ik-
ram eden Sensin ya Rabbim. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bazen hiç buğday
ekmeği bulamazdı. Arpa da bulamazdı. Aişe annemiz radıyallahu anha buyuruyor ki
"Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin ailesi Medine'ye geldikten sonra üç gün peş-
peşe buğday ekmeğiyle karnını doyurmadılar". Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
üç gün peş peşe buğday ekmeği bulamadı... "Evine geldiğinde bazen sadece hurma
buldu. Hurma ve suyla günlerce devam ettiği olurdu". Fakat her defasında sofradan
kalkarken; El-hamdü-lillahillezi etamena ve sakana ve cealena müslimin derdi. Ye-
timleri doyururdu ama kendisinin böyle bir sofrası vardı. Müslüman baktığı zaman
Mün'im olan Allah azze ve celleyi görür. O nimette O'nun büyüklüğünü görüp hamd
eder. Kafirin sofrası ise çeşit çeşit yiyeceklerle doludur ama o nimetlerden çıkıp da onu
ikram eden Allah Teâlâ'yı düşünemez. Allah Teâlâ Kur'an'da bu duruma hayvanvari
bir hayattır der. Bilakis onlardan daha aşağı, daha düşük bir hayattır. Kediye süt verdi-
ğiniz zaman vücut diliyle teşekkür eder.

Berâ bin Mâlik radıyallahu anh Enes bin Mâlik radıyallahu anhın kardeşi. Bedir
dışında bütün muharebelere katılmıştır. Ömer radıyallahu anh ona dair buyuruyor ki
"Sakın ha Berâ bin Mâlik'i kumandan yapmayın. Cesaretinin fevkalade olmasından do-
layı küffarın üzerine öyle yürür ki ardından bir orduyu tehlikeye atabilir".

Hz. Ebubekir radıyallahu anh zamanında irtidad hareketleri var. Müseylime'nin


üzerine önce İkrime radıyallahu anh kumandasında bir ordu gönderilir. Ordu mağlup
olur. Sonra Halid bin Velid'i gönderir. İkinci defa ordu gidiyor. Yemame'de büyük bir
harp olur. Ensarın kumandadı Sabit bin Kays, Muhacirin kumandanı ise Salim Mevlâ
Ebi Huzeyfe'dir. Onlar o muharebede şehit olurlar. Çok sayıda sahabe o muharebede

214
şehit olur. Müseylime'nin adamları sahabenin üzerine yürüyorlar. Öyle ki ordu dağılı-
yor, parçalanıyor. Halid bin Velid'in çadırına kadar gidiyorlar. Berâ bin Mâlik radıyallahu
anh ordunun önüne geçer ve der ki "Ey Medineliler! Bundan sonra Medine yok! Bundan
sonra Medine'ye dönüş yok! Sadece Allah Teâlâ'nın rızası var. Bundan sonra önü-
müzde cennet var. Cennete geliyor musunuz?" der. Ordu harekete geçer. Sahabe
radıyallahu anhum var. Hadikatü'l Mevt daha sonra oraya Ölüm Bahçesi dendi. Orası
Müseylime'nin kalesi gibi. Oraya kadar yaklaşıyorlar. İçeride Müseylime var. Onu ala-
caklar. Onu alırlarsa Yemame büyük bir zafer olacak. Geliyorlar ama içeriye giremiyor-
lar. Hadikatü'l Mevt'ten yağmur gibi oklar Müslümanların üzerine yağıyor. O an yine
Berâ bin Mâlik sahnede. Döner İslam ordusuna "Neden vakit kaybediyorsunuz? Beni
bir kalkanın içine koyun" der ısrar eder. Koyarlar bir kalkanın içine "Şimdi beni mızrak-
larla kaldırın ve o surlardan karşıya atın" der. Giderken der ki "Ben kapıya hücum ede-
ceğim. Eğer gider kapıyı açarsam oradan içeriye gelin. Yok gidemezsem anlayın ki
Berâ bin Mâlik ruhunu teslim etti. Rasulullah aleyhisselâma, Allah'ın rızasına ulaştı".
Seksen küsür darbe alır. O zırhı içerisinde o heyecanla kapıya varır ve kapıyı açar.
İslam ordusu içeriye girip yirmi bin kafiri öldürürler. Berâ bin Mâlik yüz kafiri cehenneme
gönderir. Büyük bir zafer kazanılıyor. Halid bin Velid Berâ'nın yanına gelir, bizzat teda-
visiyle alakadar olur. Bir ay kadar sürer ve iyileşip ayağa kalkar. Fakat onun duası "Ya
Rab. Berâ bin Mâlik'i Hz. Muhammed aleyhisselâmın huzuruna şehit olarak alsan. Hu-
zuruna beni şehit olarak alsan. Yatakta canımı verirsem ne yüzle huzuruna gelirim
Rabbim" diyor.

Üzerindeki libasıyla, süründüğü kokularla ben cennete hazırlanıyorum diyorlar.


"Senin önünde eğilin bu yüzleri, Sana düşman olan kafirlerin önünde eğme Al-
lah'ım" demişler. O aşkla yürüdüler.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

-Nice saçı başı dağınık olanlar, üzerinde yırtık sökük elbise olanlar var ki ellerini kaldı-
rıp dua etseler Allah Teâlâ onların dualarını geri çevirmez.

Sonra etrafa, ashabına baktı ;

-İşte Berâ bin Mâlik onlardan, buyurdu sallallahu aleyhi ve sellem.

215
Sahabe efendilerimiz El Hamîd celle celaluh dediler. Allah Teâlâ'yı tesbih ettiler,
tazim ettiler. Sonra bu ismin gölgesinde yaşadılar. Madem ki bütün bu nimetleri bana
ikram eden Sensin. Bütün bunların ötesinde iman devletini lütfeden Sensin. O halde
varlığım İslam'a armağan olsun ya Rab dediler. Bu lisanla Seni hamd etmekten acizim.
Meydanlarda şehit olarak canımı al da belki o canımla Seni hamde bir parça layık ola-
bilirim ya Rab dediler.

EL-MUHSÎ

El Muhsî; Allah Teâlâ her şeyi bilen, her şeyi sayan, her şeyi hesap edendir.

ً ‫عبْد ۜا‬ ‫ض ا ٓﱠِﻻ ٰاتِي ﱠ‬


َ ‫الر ْح ٰم ِن‬ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ ‫ا ِْن ُك ﱡل َم ْن فِي ال ﱠ‬
ِ ‫س ٰم َوا‬
ۜ ٰ ْ‫َل َق ْد اَح‬
‫ع ﱠد ُه ْم عَدا‬
َ ‫صي ُه ْم َو‬

Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, Rahmân’a birer kul olarak gelecektir.
O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.
Meryem Suresi 93-94

Kim, nereden, kaç kişi geliyor hepsini El Muhsî olan Allah Teâlâ biliyor. Her şeyi
bildiği gibi hesabını tutandır. Mahşer günü "Hadi kitabını oku bakalım" diyecek.

ٍ ۟ ‫ص ْينَاهُ ۪ ٓفي اِ َم ٍام ُم ۪ب‬


‫ين‬ َ ‫ار ُه ۜ ْم َو ُك ﱠل‬
َ ْ‫ش ْي ٍء اَح‬ َ َ ‫ب َما قَ ﱠد ُموا َو ٰاث‬
ُ ُ ‫اِنﱠا نَحْ نُ نُحْ ـي ِ ا ْل َم ْو ٰتى َو َن ْكت‬

Şüphesiz ölüleri diriltecek olan biziz. Onların gelecek için yaptıkları her şeyi ve
bıraktıkları her izi de yazıyoruz; aslında biz her şeyi apaçık bir ana kitaba kaydet-
mekteyiz.
Yâsîn Suresi 12

Adımları yazıyor. Camiye giderken atmış olduğunuz bütün adımları yazıyor. Amel-
leri yazıyor. Ne kadar amelimiz varsa hepsini yazıyor. Nefeslerimizi yazıyor. Nerede

216
yaprak düşecek onları yazıyor. Ne zaman düşecekse onları yazıyor. Alemde O'nun
tasarrufu, bilgisi, emri olmadan hiçbir şey olmuyor. O halde her şey kayıt altına alın-
dıysa bizim amellerimizi de görevli melekler olan Kirâmen Kâtibîn yazıyor. Yarın önüne
koyulacağını düşünerek dikkat et ve ona göre yaşa. El Muhsî olan Allah Teâlâ'yı
unutma.

Rebî' bin Huseym Rahmetullahi aleyh tabiinin büyüklerinden. Bir gün böyle durur-
ken yanında talebeleri var. Kapı çalınıyor. İçeriye ağzından salyalar akmış sakalların-
dan aşağıya damlıyor bir halde birisi geliyor. Oğlu yanına gelmiş ve demiş ki;

-Baba. Annem bir helva yaptı getireyim mi?

-Olur, diyor. Getiriyor. Meczup olan kişi de içeri girmiş.

-Evladım. Onun önüne koy helvayı, diyor. Koyuyor. Bir anda yiyor helvayı. Sonra evladı
babasına dönüp diyor ki;

-Baba. Ne yediğini bilemeyen adamın önüne annemin şu kadar zahmetle yapmış ol-
duğu helvayı koydun. Annem ne kadar istiyordu onu sizin yemenizi. Adam ne yediğini
bile bilmiyor, diyor.

-Evladım. O bilmiyor ama Allah Teâlâ biliyorya onun ne yediğini. Benim ona ne yedir-
diğimi Allah Teâlâ biliyor.

‫ش ْي ٍء فَ ِا ﱠن ﱣ َ ِبه۪ عَل۪ ي ٌم‬ َ ۜ ‫لَ ْن ت َ َنالُوا ا ْل ِب ﱠر َحتﱣى ت ُ ْن ِفقُوا ِم ﱠما ت ُ ِحبﱡ‬


َ ‫ون َو َما ت ُ ْن ِفقُوا ِم ْن‬

Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne


harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.
Âl-i İmrân Suresi 92

Sevdiğimiz şeylerden mi, yemeği arzu ettiklerimizden mi veriyoruz yoksa bozulan


şeylerden mi veriyoruz hepsini el Muhsî olan Allah Teâlâ yazıyor.

217
EL-MÜBDİ

El Mübdi; Yokluktan varlık alemine çıkarandır. Yaratmasında eşi benzeri olmadığı


gibi önceden bir misal olmadan yaratıyor.

İnsan bir şeye bakarak, ilham alarak bir şeyi icat eder. Fakat sürekli o icatları ge-
liştirdi ilk haliyle kalmadı. Allah Teâlâ insanı yaratırken topraktan var etti. Nasıl yarat-
tıysa o hal, o şekil devam ediyor.

‫ش َر ِبّكَ لَشَد۪ ي ۜ ٌد‬ َ ‫ا ﱠِن َب ْط‬


‫ِئ َويُ ۪عي ۚ ُد‬
ُ ‫اِنﱠهُ ُه َو يُ ْبد‬

Şüphesiz rabbinin yakalaması pek müthiştir. Kuşku yok ki başta yaratan da


sonra tekrar yaratacak olan da O’dur.
Burûc Suresi 12-13

İnsan da kendi istidadına göre El Mübdi celle celaluh ismine bakarak ondan hak
ve batıl yoldan nasiptar oluyor. Necip Fazıl hece de öyle bir çığır açmış ki ondan sonra
hecede yazanlar onu taklit etmekten kurtulamamışlar. Onun için büyük şairler serbeste
kaymışlar. Yani sözü, kelamı öyle zirveye çıkarmış ki bu kelam bir yürekten kaleme
intikal ediyor. Bunun arkasında bir ilham var. Keşiflere baktığınız zaman oralarda da
bir olağanüstülükler görebilirsiniz. Ama bir kısmı bunu batılda kullanmış, bir kısmı
hakta kullanmış. El Mübdi celle celaluh bize diyor ki; O yoktan var ediyor. Siz de İs-
lam'ın ve Müslümanların tehlikeye düştüğü an yeni bir yol açacaksınız. O yolla Müslü-
manlar selamete erecek.

EL-MUÎD

El Muîd; İade ediyor. Yani bir şey El Mübdi emriyle önce yaratılıyor. Sonra ölüyor
ve El Muîd ismiyle tekrar O'na döndürülüyor. Yok ettikten sonra Allah Teâlâ onu tekrar
diriltiyor. İnsanlar diriltilip mahşere gelecekler ve orada diyecekler ki;

218
ۚ‫يَقُو ُل َيا لَ ْيتَن۪ ي قَد ْﱠمتُ ِل َح َيات۪ ي‬

İnsan, “Keşke (âhiret) hayatım için daha önce bir şeyler yapmış olsaydım!” der.

Fecr Suresi 24

Bu dünyaya geldik. Yaşayan herkes kabre girecek. Bizden öncekiler girdi biz de
gireceğiz. "Burası bir cennet bahçesi" ya da "Eyvah bu ahiret için bir şeyler yap-
saydım" mı diyecek? El Muîd celle celaluh bizi o kabirden kaldıracak ve hesaba çe-
kecek. Yapılması gerekirken yapılmayanların hesabını soracak.

َ ‫ث ُ ﱠم ا ﱠِن‬
َ ‫علَ ْينَا ِح‬
‫سابَ ُه ْم‬

Daha sonra onları sorgulamak da ancak bize aittir.


Gâşiye Suresi 26

Dünyaya gelişimiz nasıl bizim isteğimizle olmadıysa, dirilişimiz de bizim isteğimizle


olmayacak. Seni dünyaya gönderen vakti gelince canını alacak. Sonra vakit tamam
olunca diriltip huzuruna alacak.

Bizler de İslamiyet bir yürekte kuruduysa o yüreğe hayat verecek, İslam iksirini o
yüreğe taşıyacağız. Bir beldede İslamiyet kuruduysa, çekildiyse o diyarın İslam'la ha-
yat bulması için kaleminle, kelamınla, malınla, canınla mücadele edeceksin.

İmam Rabbânî hazretleri tanrısal dini ilan etmişler. İslam'ı yıkacaklar. Allahuekber
demeyi yasaklamışlar. Allahekber şahtır diyorlar. İtiraz edenleri darağacına götürüyor-
lar. Böyle bir zamanda mektuplar yazıyor. Alimlere, emirlere "Bugün İslam'a sahip çı-
kamayacaksanız ne zaman İslam'ın yanında duyacaksınız Müslümanlar?! Gün İslam'a
sahip çıkma günüdür" diyor. Mektuplarıyla Müslümanları dirilişe davet ediyor. Zindana
atıyorlar oradan mektuplar gönderiyor.

-Burada öyle bir zevk haline erdim ki dışarıda o makama ulaşma imkan ve ihtimalim
yok.

219
İçerideki adamlar eşkıya. En vahşi, en yabani olan adamların içine koyuyorlar. Öldür-
sünler diye onların içine koymuşlar. Zaman sonra gidip bakıyorlar ki o eşkıyalar İmam
Rabbânî'nin arkasında namaz kılıyorlar. Zindanda büyük bir devrim, büyük bir inkılap.
El Muîd celle celaluh... Kaybolan yürekleri İslam ile yeniden hayata tutturmak, kalbe
dokunmak... Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ya "Her yüz yılda Allah
Teâlâ müceddidler gönderiyor". İslam'ın yolunu açıyor. Kuruyan toprağa yağmur na-
sıl hayat veriyorsa onlar da yüreklere hayat veriyorlar. Zindandan çıkarıyorlar karargahı
alıyoyorlar. Ama bu defa kumandanlar geliyor yüzüne bakıyorlar "Bu yüz yalancının
yüzü olmaz, olamaz" diyorlar. Teslim oluyorlar. En son Babür hükümdarı geliyor ve
İmam Rabbânî'nin önünde diz çöküp bütün varlığıyla İslam'ın emir eri olduğunu ilan
ediyor. Yürekleri diriltebilmek. İslam'ın hakikati budur.

EL-MUHYÎ

El Muhyî; Hayat verendir. Hayata ulaşma, hayatı ihtiva etme kabiliyeti olan ne ka-
dar canlı varsa onlara El Muhyî ismiyle hayat veriyor.

O varlıkları diriltiyor. O Kur'an-ı Hakim'le, vahiyle yüreklere hayat veriyor. Bir ta-
rafta yapma gül, bir tarafta da hakiki gül düşünün. Yapma gülü koklar mısınız? Kokla-
mazsınız. O yapay çiçekleri sadece bir yere koyarlar orada öylece durur. Ama hakikisi
olunca insan ona su döker, eğilip koklar, eliyle dokunur ve koparmaya kıyamaz. Çünkü
onda bir can var. Vahiy de böyledir. Yüreğe değdiği zaman onunla insana El Muhyî
olan Allah azze ve celle hayat verir. Kafirle Müslüman arasında bu gül misalinde olduğu
gibi bir fark vardır. Biri yapma gül gibi; öteki ise hakiki bir tohumdan çıkan bir gül.

َ ‫ت لَ ْي‬
‫س‬ ِ ‫ظلُ َما‬ ِ ‫َان َميْتا ً فَاَحْ يَ ْي َناهُ َو َجعَ ْلنَا لَهُ نُورا ً يَ ْم ۪شي ِبه۪ فِي النﱠ‬
‫اس َك َم ْن َمثَلُهُ ِفي ال ﱡ‬ َ ‫ا َ َو َم ْن ك‬
‫ون‬ َ ‫ج ِم ْن َه ۜا ك َٰذ ِلكَ ُز ِيّ َن ِل ْلكَافِ ۪ر‬
َ ُ‫ين َما كَانُوا يَ ْع َمل‬ ٍ ‫ِب َخ ِار‬

Ölü iken dirilttiğimiz ve insanlar arasında yürüyebilmesi için kendisine ışık tut-
tuğumuz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki
kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere yaptıkları böyle güzel gösterilmiştir.

220
En’âm Suresi 122

Ölü bir kalbe El Muhyî celle celaluh imanla, Peygamber aleyhisselâma teslimiyetle
bir hayat veriyor. Kalkıyor ayağa Ebubekir oluyor, Ömer oluyor, Osman oluyor, Ali olu-
yor radıyallahu anhum. Karanlığın içinden çıkma ihtimali olmayan biriyle, İslam'ın nu-
ruyla yürüyen bir olur mu? Çünkü birinin dünyasında iman var. İman ona hayat veriyor.
İman onu bir alemden alıyor bambaşka bir aleme taşıyor.

Kışın kupkuru, simsiyah bir toprak görüyorsunuz. Fakat bahara doğru yemyeşil
oluyor El Muhyî ismiyle hayat buluyor. Neyi ekiyorsanın toprağın üstüne çıkıyor. Ha-
berimiz olmadığı halde alemde tahakkuk eden bütün bu gelişmeleri yöneten, yaratan
El Muhyî olan Allah Teâlâ'dır.

‫ض َب ْع َد َم ْوتِ َه ۜا ا ﱠِن ٰذ ِلكَ َل ُمحْ ـي ِ ا ْل َم ْو ٰت ۚى َو ُه َو ع َٰلى‬


َ ‫ْف يُحْ ـي ِ ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫ظ ْر ا ِٰلٓى ٰاث َ ِار َرحْ َم‬
َ ‫ت ﱣ ِ َكي‬ ُ ‫َفا ْن‬
ٌ ۪‫ش ْي ٍء قَد‬
‫ير‬ َ ‫ُك ِ ّل‬

Allah’ın rahmetinin izlerine bir bak: Ölü toprağa nasıl can veriyor! İşte ölüleri di-
riltecek olan da O’dur. O’nun her şeye gücü yeter.

Rûm Suresi 50

Bunu gören birisi yaratılışı, dirilişi nasıl inkar eder? Allah Teâlâ'nın talimatıyla, kud-
retiyle var olan aleme bakmıyor musunuz?

‫علَ ْي َها ا ْل ٓ َما َء ا ْهت َ ﱠزتْ َو َر َب ۜتْ ا ﱠِن الﱠـ ۪ ٓذي اَحْ يَا َها‬
َ ‫ش َعةً فَ ِا َٓذا ا َ ْن َز ْلنَا‬
ِ ‫ض َخا‬َ ‫َو ِم ْن ٰايَاتِ ۪ٓه اَنﱠكَ ت َ َرى ْاﻻَ ْر‬
‫ير‬ٌ ۪‫ش ْي ٍء قَد‬َ ‫لَ ُمحْ ـي ِ ا ْل َم ْو ٰت ۜى اِنﱠهُ ع َٰلى ُك ِ ّل‬

O’nun işaretlerinden biri de şudur: Sen arzı (ölmüş gibi) kupkuru görürsün; ama
üzerine yağmur indirdiğimizde toprak canlanıp kabarır. Ona can veren, elbette
ölülere de can verir. O her şeye kādirdir.

Fussilet Suresi 39

‫ض َٓﻻ ا ِٰلهَ ا ﱠِﻻ ُه َو‬ ۨ


ۚ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ِ ‫س ٰم َوا‬‫سو ُل ﱣ ِ اِلَ ْي ُك ْم َج ۪ميعا ً الﱠ ۪ذي لَهُ ُم ْلكُ ال ﱠ‬ ُ ‫قُ ْل يَٓا اَيﱡ َها النﱠ‬
ُ ‫اس اِ ۪نّي َر‬
ۖ
‫ي ِ الﱠذ۪ ي يُ ْؤ ِم ُن بِا ﱣ ِ َو َك ِل َماتِه۪ َواتﱠبِعُوهُ لَعَلﱠكُ ْم‬
ّ ‫ي ِ ْاﻻ ُ ِ ّم‬ ُ ‫ي َويُ ۪ميتُ فَ ٰا ِمنُوا بِا ﱣ ِ َو َر‬
ّ ِ‫سو ِل ِه النﱠب‬ ۪ ‫يُحْ ـ‬
َ ‫تَ ْهتَد‬
‫ُون‬

221
De ki: “Ey insanlar! Gerçekten ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın hepinize
gönderdiği elçisiyim. O’ndan başka tanrı yoktur. O hayat verir ve öldürür. Öy-
leyse Allah’a ve ümmî peygamber olan resulüne -ki o Allah’a ve O’nun sözlerine
inanır- iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”

A'râf Suresi 158

Hayat veren O'dur. Yumurta tavuktan çıkıyor. Peki insanlar teknolojide bu kadar
ilerlemişken yumurtayı fabrikada üretebilirler mi? Yani onun içine tavuk ne alıyorsa on-
ları koysunlar sonra o aletler bir yumurta versin. Ya da saman ve ot koyup süt yapsın-
lar. Yapamazlar. Şu kadar zaman şu kadar mühendis toplanıp bir robot yapıyorlar bü-
tün dünya onlara kitleniyor. Alkışlayıp haber yapıyorlar. Elbette güzel ama o robotu
insana bakarak icat ettiler. O robotun içine duyguyu, aşkı, muhabbeti, imanı veya inkarı
bunları koyabilirler mi?! Koyamazlar. Ama insanın bütün sisteminin arkasında atılan
bayağı bir su var. Bizi yoktan var edip varlık alemine getiren El Muhyî olan Allah
Teâlâ'dır.

Bir gün Zünnûn-ı Mısrî hazretlerinin dervişlerinden birisi vecd halinde bir sokağa
girmiş "eyne kalbi, eyne kalbi" diye bağırıyormuş. Böyle bağırırken bir kadın görmüş.
Bunalmış kadın çocuğuna birkaç defa vurarak bir daha bu eve giremezsin diye evden
çıkarmış. O sufi derviş çocuğu bir müddet izlemiş. Çocuk dolaşmış gelmiş, o evin mer-
divenine başını koymuş "Annem sen beni gönderdin. Senden başka kime giderim ki?
Eğer sen beni almazsan, kabul etmezsen kime sığınırım" diye ağlıyor. Anne yüreği
dayanamıyor kapıyı açıp oğlunu kucaklıyor. "Evladım bunu sen istedin. Şunları şunları
yaptın. Neticede ben de seni gönderdim. Ama dışarı çıktın, benden başka gidecek
kimse olmadığını anladın bana döndün. Dönünce bu cümlelerle annene yalvardın an-
nen de kapıyı açtı" diye alıp evladını kucaklıyor, öpüyor, bağrına basıyor. İşte o zaman
"Eyne kalbi" diye bağıran derviş "Şimdi buldum" diye bağırarak yoluna devam ediyor.

Çocuk anneye ihanet edince anne çocuğu attı. Çocuk baktı ki anne kucağından
başka hiçbir kucak anne gibi onu bağrına basmıyor. Döndü eşiğe başını koydu anne
diye ağlamaya başladı. Ya Rabbim. Bizim de Sen'den başka sığınağımız, tutanağımız,
barınağımız yok. Sana geldik. Bütün varlığımızla Rahmet kapının önündeyiz. "Bana
dua edin size icabet edeyim" buyurdun. O aşk ile vecd ile Sana yalvaracaktık ama
yalvaramadık, kulluk yapamadık ya Rabbim. Ama anladım ki o çocuk o anneye nasıl

222
iltica ettiyse biz de Sana aynı aşkla iltica edebilseydik işte o zaman Rahmetinle bizi
kuşatacaktın. El Muhyî celle celaluh ölen yüreklere, umudunu kaybeden kalplere hayat
veriyor.

Ebû Cehil'in oğlu İkrime radıyallahu anh. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme
Mekke'de aristokrat kesimin, soylu kesimin düşmanlığı çok fazla. Mus'ab bin Umeyr,
Sa'd bin Ebi Vakkâs radıyallahu anhum da böyle bir aileye mensup. Onlar kurtuluyorlar,
Müslüman oluyorlar. Ama İkrime o ailenin içinde kalıyor. Allah Resulü aleyhisselâma
öyle düşman ki elinden gelse gidip şehit edecek. Babası Bedir'de Mekke ordusunu
kumanda ediyor. İkrime de Bedir'de savaşıyor. Babası gözleri önünde öldürülüyor ve
kuyuya atılıyor. Geriye yalnız başına dönüyor ve ubele, menada, uzzaya yemin ediyor.
Babasının intikamını alacak. Uhud'a gidiyor. Şehitler mahşerine dönen Uhud'da kafirler
arasında İkrime de var. Ardından Hendek Muharebesinde yine İkrime var. Öyle bir nef-
reti, öfkesi var ki hendeği aşıyor karşı tarafa geçiyor Rasulullah aleyhisselâma ulaşmak
için. Aradan yıllar geçiyor Mekke fethediliyor. Mekkeliler icma ile teslim oluyorlar. Pey-
gamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme kılıç çekmeyecekler. Fakat o icmaya uymayan
birisi var. Yanına topladığı adamlarla savaşmaya devam eden Ebû Cehil'in oğlu İkrime.
Savaş yeminleri etmiş savaşıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Halid bin Velid'i
gönderiyor. Adamları Halid bin Velid'in önünde duramıyor dağılıyorlar. İkrime kaçarak
kurtuluyor. Yemen tarafına gidiyor. Gemiye binip ayrılıp gidecek. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellemin yanına on kadın gelir. On kadından iki tanesi Ebû Sufyan'ın eşi ve
İkrime'nin eşi Ümmü Hakîm. Efendimiz aleyhisselâma geliyorlar yüzü gözü sarılmış.
Anlatıyor, imanını ilan ediyor sonra da;

-Ben o Hind'im ya Rasulullah, diyor. Efendimiz aleyhisselâmın yanına açık yüzle gele-
miyor, haya ediyor. Çünkü Hz. Hamza'ya yaptıklarını, yaptırdıklarını biliyor. Şimdi o
kadın mağlup olmuş, Mekke yenilmiş. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bun-
ları öldürün dese onlardan bir tane sahabe hayatta bırakmayacak. Ama onlar Efendi-
miz aleyhisselâma gelip merhamet istiyorlar, imanlarını izhar ediyorlar. Peygamberimiz
aleyhisselâm konuşmuyor. Ondan sonra Ümmü Hakîm söz alıyor;

-Ya Resulullah. Ben sizin en azılı düşmanınız olan Ebû Cehil'in gelini, İkrime'nin eşi
Ümmü Hakîm'im. Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve
Resuluhu, der. Efendimiz aleyhisselâm;

223
-Merhaba. Hoş geldiniz, diyor. Diğer kadınlara da isteklerini soruyor. Kızı Fâtıma radı-
yallahu anha da yanında. Ümmü Hakîm diyor ki;

-Eşim kaçtı gitti ya Rasulullah. Ona eman verir misin? O "Peygamber beni öldürür,
bana müsaade etmez" diye ayrıldı gitti. Eman verseniz gidip eşimi bulsam, alsam Mek-
ke'ye getirsem?

-Gelsin. O emandadır. Ona da kılıç çekilmeyecek, der. Ümmü Hakîm gider. Eşi tam
gemiye binecekken eşine ulaşır ve der ki;

-Ben insanların en hayırlısından, en iyisinden, sılaya en ziyade hürmet göstereninden,


Hz. Muhammed aleyhisselâmın yanından geliyorum. Peygamberimiz sallallahu aleyhi
ve sellem sana eman verdi.

İkrime gemiciyle konuşuyor, tartışıyor. Geminin sahibi Müslüman olmuş diyor ki;

-Lâ ilahe illallah Muhammedun Resulullah demezsen seni gemiye almam, kabul et-
mem.

-Ben onu söylememek için buralara kadar geldim, bunlar başıma geldi. Şimdi sen bana
bunu mu telkin ediyorsun? Der kabul etmez. Fakat öte taraftan eşi bağırıyor;

-Muhammed aleyhisselâmdan, insanların en hayırlısının yanından geliyorum. Sana


müjdelerim var. Peygamber aleyhisselâm buyurdu ki "Gelen İkrime bile olsa o da affe-
dilecek. Ona kılıç kaldırılmayacak". Ayrılır eşiyle beraber. Bir yer görürler, boş bir ev.
İkrime oraya eşiyle beraber girmek ister. Onunla beraber olmak ister. Ümmü Hakîm;

-Olmaz. Sen müşrik, ben Müslüman bir kadınım. Müşrik bir adam Mü'mine bir kadınla
bir mekanda başbaşa kalamaz, der. O halde Mekke'ye gelirler. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem İkrime'nin gelişini haber verir. Ashabına buyurur ki;

-Şimdi Ebû Cehil'in oğlu geliyor. Ölülere söverek sakın ha dirilere eza etmeyin. Baba-
sından, onun ihanetinden, zulmünden bahsetmeyin der. İkrime içeri girer. Peygambe-
rimiz aleyhisselâma;

-Bana eman verdin mi ya Rasulullah?

-Evet.

-Peki ne söyleyeyim?

-Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh.

224
İkrime radıyallahu anh orada iman eder. Ondan sonra öyle birisi olur ki iman ettikten
sonra Kur'an-ı Kerim'i eline alır. Sayfaları eline alır, yüzüne kapatır onları ve der ki;

-Kitabu Rabbi! Kitabu Rabbi! Bu benim Rabbimin Kitabı! Rabbim Kitabı! Der ve ağlar.
Geceler boyu namazlar kılar. Kur'an-ı Kerim'le, imanla, namazla El Muhyî olan Allah
Teâlâ onun kalbini diriltir.

İslam ordusu Yermük Muharebesine Halid bin Velid'in kumandasında gider. Allah
Resulü aleyhisselâm ahirete irtihal etmiş. Roma ile savaşıyorlar. Karşıda güçlü bir ordu
var. İslam ordusu dağılıyor. Halid bin Velid, sahabe geri çekiliyor. O an İkrime radıyal-
lahu anh gidiyor. Kılıcının kınını kırmış atmış. Yani şehadete gittiğini izhar ediyor. Halid
bin Velid;

-Gitme. Eğer sen bu halinle şehit olursan sahabenin ve Müslümanların kalbinde büyük
bir kırılma olur. Moraller çöker. Yapma İkrime gitme, diyor.

-Bırak beni Halid. Sen Rasulullah aleyhisselâmla şu kadar beraber oldun. Peygamber
aleyhisselâmın şu kadar duasını aldın. Şu kadar zaferde, muharebede Efendimiz aley-
hisselâmın yanındaydın. Benden daha önce Müslüman oldun Halid. Ama ben Bedir'de,
Uhud'da, Hendek'te yetmedi Mekke'nin Fethinde ben hep ona karşıydım. Ben Pey-
gamber aleyhisselâma kılıç çeken bir adamım Halid. Allah beni affetsin onu istiyorum.
"Ben geldim ya Rab" diyecek bir yüzüm olsun. Onun için eğer şu düşmanın içine dalar,
o safları yararsam belki Allah azze ve celle Peygamber aleyhisselâma yapmış olduk-
larımı bu cihadın karşılığında affeder. Bırak beni Halid. Burada seni dinlemem Halid,
der. İkrime radıyallahu anh giderken;

-Ölüme biat edenler nerede? Nerede Hz. Muhammed aleyhisselâma söz verenler? Al-
lah Rasulu aleyhisselâmın sanacağı düşüyor. O sancağı kaldırmak için Doğu Roma'nın
üzerine yürüyecek Müslümanlar nerede?

Dört yüz kişi onunla beraber düşmanın içine dalıyorlar, o hattı yarıyorlar. Arkadan Halid
bin Velid geliyor. Yarıyorlar ama oraya düşüyorlar. Muharebeden sonra İkrime'nin ya-
nına gidiyorlar. Önce Hâris bin Hişâm'a gidiyorlar.

-Hâris bin Hişâm su alır mısın?

225
-Evet, diyor. Ama konuşamıyor. Suyu tam ağzına getiriyorlar ki İkrime radıyallahu anh
o da yatıyor, ölümü bekliyor, ona doğru bakıyor. Hâris bin Hişâm diyor ki;

-Alın bu suyu bunu İkrime'ye götürün, der. İkrime'ye götürüyorlar. İkrime suyu içecek-
ken Ayyaş ona bakıyor.

-Suyu Ayyaş'a götürün, der. Ayyaş radıyallahu anha götürüyorlar. Tam suyu ona vere-
ceklerken ruhunu Allah azze ve celleye teslim ediyor. Hemen İkrime'ye geliyorlar o da
ruhunu teslim etmiş. Oradan Hâris bin Hişâm'a geliyorlar o da ruhunu teslim ediyor.

Müslümanlar olarak El Muhyî ismiyle hayat bulacak ve bu isimle yüreklere hayat


taşıyacağız. Çevrendekiler İkrime'den daha mı Allah'a ve Resulüne düşman. Bilakis
onlar Müslümanlar. Neden bu vahiyle onları diriltmek için mücadele içinde değilsin?
Küçük meselelere iman davamızı kurban etmeye değer mi? Kendimizi haklı görmeyi
bırakalım. Ümmü Hâkim bir kadın olarak nasıl bir mücadelenin içine girdiğine bak. Sen
eşini, yakınlarını kurtarabilmek için Ümmü Hâkim gibi bir mücadelenin içine girdin mi,
böyle bir davan var mı? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Burada
beni dinleyenler beni dinlemeyenlere, görmeyenlere, görme imkanı olmayanlara
alsınlar bu davayı ulaştırsınlar". Bu dini anlatmak sadece hocaların değil hepimizin
vazifesidir.

EL-MUMÎT

El Mumît; Hayat veren de O, öldüren de O. Hayatı alan, son veren El Mumît olan
Allah Teâlâ'dır.

Dünyaya bizi gönderdi. Vakit tamam olunca ölüm meleğini gönderecek ve El


Mumît isminin tecellisi olarak canımızı alacak. Madem ki hayat veren ve canları alan
Allah azze ve celledir. O vakit biz neden Firavunlardan, zalimlerden, kafirlerden korka-
lım?! Cesareti kuşanalım. Hani Mûsâ aleyhisselâm önce Firavun'un sarayından kaç-
mış, Mısır'dan ayrılmış. Daha sonra Mısır'a dönmüş ve Firavun'un sarayına gitmiş.
Mûsâ aleyhisselâm konuşunca tanımız ve demiş ki;

َ ۪‫سن‬
‫ين‬ ُ ‫قَا َل اَلَ ْم نُ َربِّكَ ف۪ ينَا َول۪ يدا ً َولَبِثْتَ ف۪ ي َنا ِم ْن‬
ِ َ‫ع ُم ِرك‬
226
َ ‫َوفَ َع ْلتَ فَ ْعلَت َكَ الﱠت۪ ي فَ َع ْلتَ َوا َ ْنتَ ِم َن ا ْلكَافِ ۪ر‬
‫ين‬

(Makamına vardıklarında Mûsâ’ya) Firavun şöyle dedi: “Biz seni çocukken hima-
yemize alıp büyütmedik mi? Hayatının nice yıllarını aramızda geçirmedin mi? So-
nunda yapacağını yaptın. Sen nankörün birisin!”

Şuarâ Suresi 18-19

Mûsâ aleyhisselâm da şöyle cevap verdi;

َ ۜ ّ‫ضا ۪ل‬
‫ين‬ ‫قَا َل فَعَ ْلتُـ َهٓا اِذا ً َواَنَ ۬ا ِم َن ال ٓﱠ‬

َ ‫فَفَ َر ْرتُ ِم ْنكُ ْم لَ ﱠما ِخ ْفت ُ ُك ْم فَ َو َه َب ل۪ ي َر ۪بّي ُح ْكما ً َو َجعَلَن۪ ي ِم َن ا ْل ُم ْر‬


َ ۪‫سل‬
‫ين‬

Mûsâ, “Ben” dedi, “O işi, (sonunun ölüme varacağını) bilmeden yaptım. Sizden
korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra rabbim bana doğru karar vermeyi
öğretti ve beni peygamberlerden biri yaptı.

Şuarâ Suresi 20-21

Ne zaman ki yürek vahye muhatap oluyor, o zaman gelip Firavun'a meydan oku-
yor. Karşısındaki sihirbazlar Mûsâ aleyhisselâmın Peygamber olduğunu anlayınca
hepsi birden secdeye kapanıp "Mûsâ'nın Hârûn'un Rabbine iman ettik" diyorlar. Fira-
vun tehdit ediyor "Ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim" diyor. Onlar ise "Sen
ne yapabilirsin ki ey firavun! Sadece bu dünyada işte bunu yapabilirsin. Ellerimizi, ayak-
larımızı keser bizi öldürürsün. Senin hükmün bu dünyada geçer".

ۜ ٍ َ‫ض َٓما ا َ ْنتَ ق‬


‫اض اِنﱠ َما ت َ ْق ۪ضي‬ ِ ‫اق‬ ِ ‫قَالُوا لَ ْن نُ ْؤ ِث َركَ ع َٰلى َما َٓجا َءنَا ِم َن ا ْل َب ِّي َنا‬
ْ َ‫ت َوالﱠذ۪ ي فَ َط َرنَا ف‬
‫ٰه ِذ ِه ا ْل َح ٰيوةَ ال ﱡد ْن َي ۜا‬

227
Onlar şu cevabı verdiler: “Bize gelen bunca apaçık kanıtlara ve bizi yaratana
karşı asla seni tercih edemeyiz. Artık sen neye hükmedeceksen et; ama sen an-
cak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.

Tâhâ Suresi 72

Bir defa secdeye kapanıyorlar ve Firavun'a meydan okuyorlar. Çünkü El Mumît


celle celaluh diyen canı alanın ancak Allah Teâlâ olduğunu bilir, buna inanır. Allah
Teâlâ murad etmediyse Nemrutlar İbrâhîm aleyhisselâmın ölümüne sebep olamazlar.
Ateş her şeyi yakar ama "İbrâhîm'i yakmayacaksın" emrine muhatap olunca yakmaz
İbrâhîmleri. Mûsâ aleyhisselâm bu hakikati biliyor. Firavun da aciz bir insan. İnsanın
canı Allah Teâlâ'nın kudretindedir. O'na teslim olup firavunlara haddi bildirme, hakkı
duyurma vaktidir. İşte sihirbazlar bu hakikati görüyor ve El Mumît celle celaluh diyerek
firavun'a meydan okuyorlar.

Bu isimle kalbimizde enaniyet, gıybet, haset gibi ne kadar kötü duygular varsa
hepsini temizleyelim. Ölümü düşünerek dedikodu, haset gibi şeyleri amel defterimize
yazdırmayalım. İstiğfar edelim ve bir daha o yanlışlara dönmeyelim. Aklımıza gelince
gözlerimiz dolsun. Yanık bir yürek tövbenin kabulünün işaretidir.

EL-HAYY

El Hayy; Bütün hayatlar O'ndan geliyor. O diridir, hayat sahibidir. O lâyemuttur.


O'nun davası da ölümsüzdür.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem dünya ile ahiret arasında muhayyel kalınca
ahireti tercih etmiş. Aişe annemiz dua ediyor;

-Ya Rabbi. Peygamber aleyhisselâma şifa ihsan eyle.

228
-Aişe dur. Artık Yüce Dostu istiyorum. Ya Rab. Dünya vazifem tamam olduysa beni al.
Peygamberlerin, o salihlerin meclisine al ya Rabbim.

Yani bir alemden başka bir aleme gidecek. O halde Hayy olan, hayat sahibi olan Allah
Teâlâ ile beraber olanlara ölüm yok. Allah dostları bu dünyada nöbetlerini tamamlar
buradan ayrılıp ahiret alemine giderler. Başka bir aleme bedenlerini bırakarak ruhla-
rıyla muhacir olurlar. Yunus Emre'nin de dediği gibi;

Ölen beden imiş, aşıklar ölmez.

‫ض َم ْن‬ ۜ ِ ‫ت َو َما فِي ْاﻻَ ْر‬ ‫سنَةٌ َو َﻻ َن ْو ۜ ٌم لَهُ َما ِفي ال ﱠ‬


ِ ‫س ٰم َوا‬ ِ ُ‫ي ا ْلقَ ﱡيو ۚ ُم َﻻ تَأ ْ ُخذُه‬ ‫َ ﱣ ُ َٓﻻ ا ِٰلهَ ا ﱠِﻻ ُه ۚ َو ا َ ْل َح ﱡ‬
ٓ ۪‫ش ْي ٍء ِم ْن ِع ْل ِمه‬َ ‫ون ِب‬َ ُ‫شفَ ُع ِع ْن َد ُٓه ا ﱠِﻻ ِب ِا ْذ ِنه۪ ۜ َي ْعلَ ُم َما َبي َْن ا َ ْيد۪ ي ِه ْم َو َما َخ ْلفَ ُه ۚ ْم َو َﻻ يُ ۪حيط‬
ْ ‫َذا الﱠ ۪ذي َي‬
۫ َ ۚ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫شا ۚ َء َو‬
‫ض َو َﻻ يَ ُؤ ُدهُ ِح ْفظُ ُه َم ۚا َو ُه َو ا ْل َع ِل ﱡ‬
‫ي ا ْل َع ۪ظي ُم‬ ِ ‫س ٰم َوا‬
‫سيﱡهُ ال ﱠ‬
ِ ‫س َع ك ُْر‬ َٓ ‫ا ﱠِﻻ ِب َما‬

Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır.
Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun
izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkala-
rında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi
içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak
kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.

Bakara Suresi 255

َ ۙ ُ‫س ۪بي ِل ﱣ ِ اَ ْم َوات ۜا ً َب ْل اَحْ يَٓا ٌء ِع ْن َد َر ِبّ ِه ْم يُ ْر َزق‬


‫ون‬ َ ‫ين قُتِلُوا ف۪ ي‬
َ ۪‫سبَ ﱠن الﱠذ‬
َ ْ‫َو َﻻ تَح‬

ٌ ‫ين لَ ْم َي ْل َحقُوا ِب ِه ْم ِم ْن َخ ْل ِف ِه ۙ ْم اَ ﱠﻻ َخ ْو‬


‫ف‬ َ ‫ون ِبالﱠ ۪ذ‬ ْ ‫ض ِله۪ ۙ َو َي‬
ِ ‫ست َ ْب‬
َ ‫ش ُر‬ ْ َ‫ين ِب َٓما ٰا ٰتي ُه ُم ﱣ ُ ِم ْن ف‬
َ ‫فَ ِر ۪ح‬
َ ۢ ُ‫علَي ِْه ْم َو َﻻ ُه ْم َي ْح َزن‬
‫ون‬ َ

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın,
lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında

229
rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katıl-
mamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin
sevincini duymaktadırlar.

Âl-i İmrân 169

ۜ ‫س ۪بيل ﱣ ِ اَ ْم َو‬
ْ َ‫اتٌ َب ْل اَحْ يَٓا ٌء َو ٰل ِك ْن َﻻ ت‬
َ ‫شعُ ُر‬
‫ون‬ ِ َ ‫َو َﻻ تَقُولُوا ِل َم ْن يُ ْقت َ ُل ف۪ ي‬
Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz
bilemezsiniz.

Bakara Suresi 154

Aşıklar, şehitler, Allah'a dost olanlar ölmüyor. Onlar bedenlerini bırakıyorlar, başka
bir aleme gidiyorlar. Kabir onlar için bir cennet bahçesi. Oradan mahşere gidiyorlar.
Onun için Mevlânâ ölüme şeb-i arûs diyor. Necip Fazıl'ın da dediği gibi;

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?

◌ۛ ً‫ب ِعبَادِه۪ َخ ۪بير ۚا‬


ِ ‫س ِبّـ ْح بِ َح ْمد ۪ ِۜه َوك َٰفى بِه۪ بِذُنُو‬ ّ ‫علَى ا ْل َح‬
َ ‫ي ِ الﱠ ۪ذي َﻻ يَ ُموتُ َو‬ َ ‫َوت َ َو ﱠك ْل‬

Asla ölmeyecek olan O diri varlığa (Allah’a) dayanıp güven ve O’na hamdederek
yüceliğini dile getir. Kullarının günahlarından haberdar olma konusunda O kendi
kendine yeterlidir.

Furkân Suresi 58

Efendimiz aleyhisselâm ahirete irtihal edince Sahabe-i Kiramda farklı haller oluyor.
Aişe annemiz radıyallahu anha diyor ki

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem;

230
-Söyle Ebubekir'e namazı kıldırsın. Söyleyin ben mihraba geçecek durumda değilim o
kıldırsın, der. Aişe annemiz;

-Ebubekir rikkat sahibi birisidir. Ağlamaktan orada duramaz, namaz kıldıramaz. Allah
Resulü aramızdan ayrılıyor. Bunu anlayacak, yapamaz bunu. Ömer'e gidin, demişti.
Öyle düşünmüştü Aişe radıyallahu anha. Ama Allah Resulü irtihal edince Hz. Ömer'e
haber ulaşınca Ömer radıyallahu anh kılıcını çeker ve buyurur ki;

-Hz. Mûsâ aleyhisselâm Tur'dan nasıl döndüyse Allah Resulü aleyhisselâm da döne-
cek. Kim o vefat etti derse başını vururum, diyor.

Minber kurulur. Hz. Ebubekir radıyallahu anh minbere çıkar. Hutbesini irad eder;

-Kim Allah azze ve celleye ibadet ediyorsa bilsin ki O Hayy'dır. Lâyemuttur. Ama kim
Peygamber aleyhisselâma ibadet ediyorsa bilsin ki o vefat etmiştir, der ve şu ayeti
okur;

‫س ۜ ُل اَفَ ۬ا ِئ ْن َماتَ ا َ ْو قُتِ َل ا ْنقَلَ ْبت ُ ْم ع ٰ َٓلى اَ ْعقَا ِب ُك ۜ ْم َو َم ْن‬ ‫َو َما ُم َح ﱠم ٌد ا ﱠِﻻ َرسُو ۚ ٌل قَ ْد َخلَتْ ِم ْن قَ ْب ِل ِه ﱡ‬
ُ ‫الر‬
ۜ َ َ ‫يَ ْنقَ ِل ْب ع َٰلى‬
َ ‫سيَجْ ِزي ﱣ ُ الشﱠا ِك ۪ر‬
‫ين‬ َ ‫شيْـٔا ً َو‬ َ ‫ع ِق َب ْي ِه فَلَ ْن َيض ﱠُر ﱣ‬
Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür
veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a
asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.

Âl-i İmrân Suresi 144

Hz. Ömer radıyallahu anh dinliyor ve diyor ki;

-Ben o ayet-i kerimeyi biliyorum. Ama sanki Hz. Ebubekir radıyallahu anh ayeti oku-
yunca o an o ayeti ilk defa duymuş gibi oldum. O ayet o an bana hayat verdi. O ayet-i
kerime hayata bakışımı değiştirdi, diyor.

El Hayy diyen, O'nunla beraber olan yüreklere ölüm yok. Onlar yıkılmaz, sarsıl-
maz. Rikkat sahibi görünse de herkesin yıkıldığı anda Hz. Ebubekir radıyallahu anh
gibi ümmetin önüne geçtiğine, toparladığına şahit olursun.

231
EL-KAYYÛM

El Kayyûm; O hem Hayy hem de Kayyûm'dur. Her şeyi gören, idare eden, rızıkları
takdir eden, yokluktan varlık alemine çıkarandır. Varlıkların devamı O'na bağlıdır.

َ ‫وم َوقَ ْد َخ‬


ُ ‫اب َم ْن َح َم َل‬
ً ‫ظ ْلما‬ ِ ۜ ‫ي ِ ا ْلقَيﱡ‬
ّ ‫ت ا ْل ُو ُجوهُ ِل ْل َح‬
ِ َ‫عن‬
َ ‫َو‬

Diri ve her şeyin varlığı kendine bağlı olan Allah’ın huzurunda yüzler (başlar) hi-
capla eğilmiştir; zulmü yüklenmiş olan ise hüsrana uğramıştır.

Tâhâ Suresi 111

Kafirin yüzü mağlup olunca eğilir. Müslüman her yerde O'nu ve Kudretini görür. Müs-
lümanın yüzü ise...... *

(Ve yüzler) bütün yüz sahibi olan şahsiyetler o kıyamet günü (hayyı kayyum için) o
ezelî ve ebedî hayata sahip, bütün kâinatı yaratma ve idare etmeğe sahip, herşeyi tam
manâsıyla bilen Yüce Yaratıcı için (zelilce bir vaziyet almışlardır) onun emir ve irade-
sine karşı öyle zelilce itaatkâr bir durumda bulunmaktadırlar. Hepsinin üzerinde Allah'ın
hâkimiyeti tecelli etmekte bulunmuştur. Artık dağlarda, bütün kürelerde o Yüce Yaratı-
cının emrine her bakından tâbi bulunmaktadırlar. Dilediği zama onları mahv ve yok
eder. (Ö.NASUHİ BİLMEN TEFSİRİ)

Bu kadar yıldızları, gezegenleri El Kayyûm olan Allah Teâlâ döndürüyor, devamını


sağlıyor. Tersanelerde gemileri denizde gidecek şekilde yapıyorlar. Peki o gemileri
alıp kara yolunda istifade etmeye çalışsak edebilir miyiz? Elbette edemeyiz. Allah
Teâlâ kalbi yaratıyor. Kalp sekinet ister, huzur ister. Eğer yürekte darlık varsa bütün
beden rahatsız oluyor, sistem çöküyor, hastalıklar depreşiyor. "Yürekler Allah
Teâlâ'yı anmakla, zikirle huzur bulur". Şarkılara, türkülere gitmeyin. Onlar uyuştu-
rurlar ama sonradan o acı daha derin bir hale gelir ve seni kuşatır. Izdırabın varsa
huzuru İslam'da arayacaksın. Sahabeyi dirilten Kur'an'a geleceksin. Peygamberimiz
aleyhisselâmın zikir cümlelerine geleceksin. Onlarla hayat bulacaksın. Kayyûm olan

232
Allah Teâlâ'ya kalbimizi teslim edecek, O'ndan selamet isteyeceğiz. Kayyûm ismi bü-
tün azalarımıza hayat verecek. Bütün bu eski dertlere fuzuli meseleler olarak bakacak-
sın.

Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...

Necip Fazıl Kısakürek

El Kayyûm celle celaluh bize diyor ki; Kalk gel. Allah azze ve celleye bütün varlı-
ğınla teslim ol. Hanif olarak, batıldan hakka meyleden bir kul olarak bütün azalarını
Allah'a, O'nun Kitabına, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine teslim et.

EL-VÂCİD

El Vâcid; Hiçbir şeye muhtaç değil. Her şey O'na muhtaç.Bir şey nerede nasıl ol-
ması gerekiyorsa Allah Teâlâ onu orada takdir ediyor.

Nerede ne kadar damar olacak, sinir sistemi, omurga, damarlar, kemikler vs. bun-
larda kusur yok. Yanlışlıkla insanın organlarından birisi diğerinin yerine yerleştirilmiyor.
Görevli melekler var. Allah Teâlâ "Ol" emrini verince hemen vazifelerini ifa ediyorlar.

Arafat'tan Müzdelife'ye gidiyorsun. Binlerin arasına karıştın. Onlarla berabersin.


Üzerinde ihram var ama yandakinde de aynı ihram var. İki parça ihramla gidiyoruz. Bu
gidiş mahşerdeki o sevki anlatıyor. İnsanlar "Lebbeyk allahümme lebbeyk" diye gidiyor.
Sen de dua ediyorsun. Halini kendi lisanınla Allah azze ve celleye arz ediyorsun. Seni
karıştırmaz. Senin amelini başkasının defterine yazmaz. Ne kadar insan varsa hepsi
ellerini kaldırıp da dua dua Allah'a iltica etse hiçbirinin duasını karıştırmaz. Birinin ameli
yanlışlıkla başkasının defterine yazılmaz. Çünkü o el Vâcid celle celaluh...

Allah Teâlâ nasıl ki Mısır'da yaşayan Mûsâ aleyhisselâmı Firavun'dan ayırmış.


İbrâhîm aleyhisselâmı nasıl ki Nemrut'tan onun sisteminden, yolundan ayırdıysa ey
Müslüman genç seni de ayırıyor. El Vâcid olan Allah Teâlâ, kâfirlerin olduğu yerde,

233
sokakta senin amellerinle onların amellerini birbirine karıştırmıyor. Nasıl Hz. Meryem
Beni israilin içerisinde bir tevhid mücadelesi veriyor, İslam mücadelesi veriyor; Allah
Teâlâ onu zalimlerden, tağutlardan, fasıklardan ayırıyor ve Kur'an-ı Kerim'de onu bize
bir iffet abidesi olarak anlatıyorsa sen mutlaka çevrenden el Vâcid isminin tecellisiyle
ayrılacaksın. Dünyada belki zalimlerin arasında imanından dolayı acı çekiyorsun ama
Allah azze ve celle seni ahirette oradan alacak, cennetine gönderecek.

Allah azze ve celle seni imanınla, Peygamber aleyhisselâma olan ittiban ile zalim-
lerden, isyan edenlerden ayırıyorsa sen de O bana yeter de. Allah Teâlâ Ğaniyy'dir O
sana yeter. O Rahmet sahibidir. Eğer sen O'nunla beraber olursan ve bu oluşu büyük
bir nimet, büyük bir şeref kabul edersen göreceksin ki el Vâcid seni o dehlizlerden
çıkaracak. Kalbine, ruhuna sekinet ve selamet yağdıracak. Ateşten denizleri mumdan
gemilerle yanmadan geçeceksin. İnsanları şehvet ateşleri yakacak ama el Vâcid olan
Allah Teâlâ seni imanınla koruyacak, ayıracak seni. O halde sen bu ismin tecellisi ola-
rak etrafındaki insanları durmaları gereken yere davet et. Nuh aleyhisselâmın gemisi
nasıl insanları kurtardı ise şimdi Nuh aleyhisselâmın gemisi camiler, medreseler, İslam
müesseseleri, İslam evleridir. Helal dairesinde duralım. Allah azze ve celle bizi harama
bakarken, haramı izlerken, haram duyarken görmesin.

EL-MÂCÎD

El Mâcîd; Allah Teâlâ şeref sahibi, izzet sahibi, şan sahibidir. O ihsan eder, ikram
eder. El Mecîd isminde daha bir mübalağa var. El Mâcîd'de de yine o derinlik var. Fakat
El Mecîd'de daha ziyadedir.

Bir yerde sıra beklerken yaşlı birine sıranızı verdiğinizde dönüp size teşekkür bile
etmiyor, ikramınıza karşılık vermiyor diye ikinci bir defa ikram etmekten geri durur mu-
sunuz? Durmazsınız, durmamalısınız. Çünkü bunu Allah razı olsun diye yapıyorsunuz.
İnsanların teşekküründen dolayı yapmıyorsun. Müslüman ikram ederken ki, ihsan
ederken ki bakışı ve duruşu; Ben senden teşekkür istemiyorum ve alkış beklemiyorum.
Sadece Allah Teâlâ'nın rızasına talibim. Bunun için sana el Mâcîd celle celah isminin
tecellisiyle ikramda bulunuyorum. Karşılığını O'ndan bekliyorum.
Hani Ebubekir radıyallahu anh efendimizin bir akrabası vardı Mistah. Hz. Aişe annemiz
radıyallahu anhaya iftira edenler kervanına o da katılmıştı. Ebubekir radıyallahu anh

234
Mistah'a bakıp, besleyip, büyütmüştü. Ama şimdi kızına, dünyanın en nasumlu iffetli
kadınlarının zirvesinde yer alan Aişe annemize iftira edenlerin içinde yer alıyor. Ebu-
bekir radıyallahu anh yemin ediyor "Bundan sonra ona hiçbir şey vermeyeceğim!" diye.
Fakat Allah Teâlâ şu ayeti indiriyor;

ِ ‫ين َوا ْل ُم َه‬


َ ‫اج ۪ر‬
‫ين ف۪ ي‬ َ ‫سعَ ِة ا َ ْن يُ ْؤت ُٓوا ا ُ ۬و ِلي ا ْلقُ ْر ٰبى َوا ْل َم‬
َ ‫س ۪اك‬ ‫ض ِل ِم ْنكُ ْم َوال ﱠ‬ْ َ‫َو َﻻ يَأْت َ ِل ا ُ ۬ولُوا ا ْلف‬
‫غفُو ٌر َر ۪حي ٌم‬َ ُ ‫ون اَ ْن يَ ْغ ِف َر ﱣ ُ لَكُ ۜ ْم َو ﱣ‬ ۜ ‫ص َف ُح‬
َ ‫وا ا َ َﻻ ت ُ ِحبﱡ‬ ْ َ‫س ۪بي ِل ﱣ ۖ ِ َو ْليَ ْعفُوا َو ْلي‬ َ

İçinizden yardım sever ve zengin olanlar akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda


hicret edenlere artık bir şey vermeyeceğiz diye yemin etmesinler. Bağışlasınlar,
hoş görsünler; Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağış-
layıcıdır, çok esirgeyicidir.
Nûr Suresi 22

El Mâcîd celle celaluh Müslümanlara diyor ki; Allah Teâlâ ihsan ediyor, ikram edi-
yor. O halde sizler de O'nun yolunda, O'nun rızasına talip olacaksınız. İkram ve ihsan
edeceksiniz.

El Mâcîd; Şanı yüce demektir. Azamet sahibidir. Gücünün, kuvvetinin bir sınırı yok.
Bizler de el Mâcîd celle celaluh diyoruz ve O'nun yanında duruyoruz. İnsanlar kendi-
lerini kıymetlendirirken sorarlar onlara 'Nerde çalışıyorsun?" diye. Dünyanın meşhur
şirketlerinde çalışıyorsa üzerine basa basa söyler "Ben falan şirkette mühendis, şef,
ustabaşı vs." diye söyler. O şirketin kariyeriyle kendine önem atfeder. Çünkü insan
gücün yanında yer almak ister. Zayıf kimsenin yanında olmak istemez. Güçlü olanın,
kazananın yanında yer almak ister. Ama iman böyle değil! İman bize hakkın ve haki-
katin yanında yer almayı telkin eder. El Mâcîd celle celaluh bize der ki; Ey Müslüman!
Sen Hakkın safında yer al. Allah azze ve cellenin yanında, O'nun tayin ettiği safta
olursan sana dünyada mağlubiyet yoktur. Güçlü zannettiğin insanlar bir gün hiç ola-
caklar. Sen her şeye Kadir olan Rabbini bırakma. O sana şah damarından daha yakın.

Bir gün bir sultan gidiyormuş. Emir eri, emir subayları da önden gidip yolu açıyor-
lar. Bir yere gelmişler ki bir adam ağacın altında yatıyor. Demişler ki;

235
-Kalk buradan.

-Neden kalkayım?

-Biraz sonra sultan gelecek buradan geçecek.

-Kimdir o ya?

-Ya sultan diyoruz sana.

-Peki bu sultan dediğin adam buraya nasıl geldi?

-İşte şu rütbesi vardı sonra şuna ulaştı sonra veliaht oldu.

-Sonra ne oldu?

-Sultan oldu.

-Peki bu adam ölünce ne olacak?

-Hiç olacak.

-E ben şimdiden hiçim ya. Niçin o halde beni buradan kaldırırsınız?

İnsanlar bir gün hiç olacaklar. Elbette büyüklere hürmet gösterecek, küçükleri se-
veceğiz. Ama insanlardan şeref aramayacak, onların peşinden makamlarından ve pa-
ralarından dolayı gitmeyeceğiz. Bu Müslümana yakışmaz. El Mâcîd celle celaluh diyen
Müslüman imanını para ile ezmez. Şerefi de itibarı da izzeti de el Mâcîd olan Allah
Teâlâ'dan bekleriz.

El Mâcîd kafire de Müslümana da ihsanda ihsanda bulunuyor.

‫ين‬ ٍ ‫ع َه ۜا ُك ﱞل ف۪ ي ِكت َا‬


ٍ ‫ب ُم ۪ب‬ َ ‫ست َ ْو َد‬ ْ ‫علَى ﱣ ِ ِر ْزقُ َها َو َي ْع َل ُم ُم‬
ْ ‫ستَقَ ﱠر َها َو ُم‬ ِ ‫َو َما ِم ْن ٓ َدابﱠ ٍة فِي ْاﻻَ ْر‬
َ ‫ض ا ﱠِﻻ‬

236
Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın. Allah
onların halen bulunduğu yeri de emanet olarak konulacağı yeri de bilir; hepsi
apaçık kitapta vardır.
Hûd Suresi 6

Allah Teâlâ bize bir ömür verdi. İmkan da verdi. Kimine güç, kimine parayı verdi.
Kimine konuşma yeteneği, kimine yazma yeteneği verdi. Eğer Müslümanlar ömür ser-
mayelerini Allah Teâlâ'nın takdir buyurduğu çerçevede kullanırlarsa sermayeleri katla-
nacak.

َ ‫سيِّئ َ ِة فَ َﻼ يُجْ ٰ ٓزى ا ﱠِﻻ ِمثْلَ َها َو ُه ْم َﻻ يُ ْظ َل ُم‬


‫ون‬ ‫عش ُْر ا َ ْمثَا ِل َه ۚا َو َم ْن ٓ َجا َء بِال ﱠ‬
َ ُ‫سنَ ِة فَ َله‬
َ ‫َم ْن َٓجا َء ِبا ْل َح‬

Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır; kim de kötülükle gelirse o sa-
dece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

En'âm Suresi 160

َ ۟ ۪‫س ِرف‬
‫ين‬ ْ ‫ب ا ْل ُم‬ ۚ ُ‫س ِرف‬
‫وا اِنﱠهُ َﻻ يُ ِح ﱡ‬ ْ ‫َيا َب ۪ ٓني ٰا َد َم ُخذُوا ۪زينَت َ ُك ْم ِع ْن َد كُ ِ ّل َم‬
ْ ُ ‫س ِج ٍد َو ُكلُوا َواش َْربُوا َو َﻻ ت‬

Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf
etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
A'râf Suresi 31

Bir milyonunuz varsa bir milyonluk bir evde durmayın. Bir adamın bir milyonu var
ama yedi yüz bin liralık arabaya biniyorsa bu israftır. Ama yüz milyonu olan adam bir
milyonluk arabaya binse israf olmaz. Çünkü o sadakasını veriyorsa olmaz.

“Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin.


Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek
ister.”

237
Hadisine uyuyorsa o adamın yaptığı israf olmaz.

Bazen Allah Teâlâ verdiğini kısar. Yani birine yüz veriyor, birine bir veriyor. Bu
şekilde imtihan ediyor. Az veriyor. Belki yoldan çıkacaksın. Fakirin günah işleme riski
cebinde para olmadığından zengine göre daha düşük. Cebinde para yok diye bara,
kadına, içkiye gidemez. Çıkıyor işten zorunlu istikamet olan evine gidiyor. Allah
Teâlâ'dan dünyalık istiyor, Allah Teâlâ da vermiyor. Ama ebedi yurdu olan ahiret için
ona Rahmet ediyor.

‫شا ۜ ُء اِنﱠهُ بِ ِعبَادِه۪ َخ ۪بي ٌر‬


َٓ َ‫ض َو ٰل ِك ْن يُنَ ِ ّز ُل بِقَد ٍَر َما ي‬
ِ ‫الر ْزقَ ِل ِعبَادِه۪ لَبَغَ ْوا فِي ْاﻻَ ْر‬ َ ‫س‬
ِّ ُ ‫ط ﱣ‬ َ َ‫َولَ ْو ب‬
‫ير‬
ٌ ‫بَ ۪ص‬

Şayet Allah kullarına rızkı bol bol verseydi yeryüzünde taşkınlık ederlerdi; ama
O dilediği ölçüye göre vermektedir. Çünkü O kullarının durumunu çok iyi bil-
mekte ve görmektedir.
Şûrâ Suresi 27

Herkes Abdurrahman bin Avf gibi olamaz. Paraya mahkum olabilirler.

El Mâcîd celle celaluh ihsan ve ikram ediyor. Bakıyorsun hasta bir adam ellerini
kaldırıp dua ediyor. Allah Teâlâ onun yaşamasını murad ettiyse o duaya icabet ediyor.
Doktorlar da hayret halinde hasta şifaya kavuşuyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sel-
lem buyuruyor ki "İnsanlar zemzemi hangi amaç, hangi gayeyle içerlerse Allah
Teâlâ onu ihsan eder". Hz. Ömer radıyallahu anh "Mahşer günü susuzluğumu gi-
dermesi niyetiyle içiyorum ya Rabbi" diye niyet etmiş. 40'lı 50'li yıllarda şarkıcı bir
kadın bu Hadis-i Şerifi duyuyor. Göğüs kanseridir. Avrupa, Amerika dolaşıyor. Kadının
parası var ama şifayı bulamıyor. Tövbe istiğfar ediyor ve hacca gidiyor. Eskiden metaf
vardı. Metaftan inilir. Kadınların yeri ayrı, erkeklerin yeri ayrı. Zemzemi oradan alırdı
insanlar. Kadınlar tarafına iniyor. Hadis-i Şerifi de biliyor. Alıyor zemzemi başından
aşağıya döküyor. Gidiyor onunla banyo yapıp temizleniyor -Efendimiz aleyhisselâm
zemzemle abdest almıştır- Kadın şifa bulma niyetiyle bunu yapıyor. Sonra doktora gi-
diyor. Bakıyorlar ki bir şey kalmamış. Allah Teâlâ Şafi ismiyle tecelli etti. Eğer ömür

238
varsa el Mâcîd celle celaluh ihsan eder. Şifa verir, dünyalık verir, ömür verir, servet
verir, makam verir. Ama Allah Teâlâ'dan bütün bunları ahiretimize faydası olacaksa
istemeliyiz.

EL-VÂHİD

El Vâhid; Allah Teâlâ birdir, tektir. Ama sayısal manada ikiden önde olan bir değil.
Yani eşi, benzeri yok. Uluhiyette, Rububiyette tektir. İlahlık hususiyetine sahip olabile-
cek hiçbir varlık yoktur. O tektir.

ُ ۜ ‫اح ُد ا ْلقَ ﱠه‬


‫ار‬ َ ُ‫اب ُمتَفَ ِ ّرق‬
ِ ‫ون َخي ٌْر اَ ِم ﱣ ُ ا ْل َو‬ ٌ ‫سِجْ ِن َءا َ ْر َب‬
ّ ‫اح َبي ِ ال‬
ِ ‫ص‬َ ‫َيا‬

Ey hapishane arkadaşlarım! Çeşit çeşit tanrılar mı, yoksa gücüne karşı durula-
maz olan bir tek Allah mı (inanıp bağlanmak için) daha iyi?

Yûsuf Suresi 39

Yusuf aleyhisselâmı zindana koymuşlar. Allah azze ve celle bize Hz. Yusuf aley-
hisselâmı anlatıyor. Onun bu hali bize diyor ki; Müslüman zindanda olsun, devlet dai-
resinde olsun nerede olursa olsun. Onun birinci vazifesi Allah'a davet etmek, O'nun
yoluna çağırmaktır. Yusuf aleyhisselâm da zindanlarda insanları el Vâhid olan Allah
Teâlâ'ya inanmaya davet ediyor. El Vâhid deyince Vâhid bizi tevhide çağırıyor. O an
bütün güç merkezlerinden, bütün ideolojilerden kurtuluyorsunuz. O var. O'na teslim
oluyorsunuz.

ُ‫عد ﱞُو لَ ۜهُ َوا َ ْل َقيْت‬ َ ُ‫اح ِل َيأ ْ ُخ ْذه‬


َ ‫عد ﱞُو ل۪ ي َو‬ ِ ‫س‬ ْ َ‫ت ف‬
‫اقذِف۪ ي ِه فِي ا ْليَ ِ ّم فَ ْليُ ْل ِق ِه ا ْليَ ﱡم بِال ﱠ‬ ِ ‫ا َ ِن ْاقذِف۪ ي ِه فِي التﱠابُو‬
َ ‫ص َن َع ع َٰلى‬
‫عيْن۪ ۢي‬ ْ ُ ‫علَ ْيكَ َم َحبﱠةً ِم ۪نّيۚ َو ِلت‬
َ

Onu sandığa koy ve ırmağa bırak; böylece ırmak onu kıyıya çıkarsın ve benim de
düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Mûsâ!) Senin üzerine ken-
dimden bir sevgi bıraktım ki (sevilesin), nezâretim altında büyütülüp yetiştirile-
sin.
Tâhâ Suresi 39

239
Yani bir çocuk öldürülecek. O saraydan emirler çıktı. Ama Allah Teâlâ onu o sa-
raya gönderiyor. Fakat o sarayda bir kadın var. O kadının kalbine bir muhabbet koyu-
yor. O kadın Mûsâ aleyhisselâma sahip çıkıyor. El Vâhid celle celaluh bize diyor ki; Siz
Allah Teâlâ adına, tevhid adına mücadele verirseniz O sizi yalnız, O sizi çaresiz bırak-
mayacak. Evvela yüreğinize O'nun tek olduğunu, eşi ve benzeri olmadığını yazın.
Sonra Sahabe gibi bütün dünyaya O'nun Vâhid oluşunu ilan edin. Bilali Habeşi gibi
göğsünüze taş da konulsa "Ehad, Ehad" deyin.

Bu isimle baktığınızda bütün insanların, bütün emir sahiplerinin O'nun kulu oldu-
ğunu göreceksiniz. Bir gün ölüm meleğiyle dünyadaki saltanatları yok olacak. O zaman
Müslümanlığımızın, imanımızın önünde engeller var diye bahane cümleleri kurmaya-
cağız. Senin şartların Mekke-i Mükerreme'de yalnız başına Lâ ilahe illallah Muhamme-
dun Resulullah diyen, yoluna dikenler döşenen Muhammed aleyhisselâmdan daha mı
zordu?! Seni Taif'te taşladılar mı? Sana hakaret ettiler, hürriyetini elinden aldılar mı?
En yakınlarının başına gözünün önünde kaynar sular döktüler, kement bağladılar, so-
kaklarda süründürdüler, işkence ettiler mi? Bir koltuğun var ona yapıştın. Bütün derdin,
bütün davan onu kaybetmemek mi? Sen Allah Teâlâ'nın emirlerini anlatmaya memur
olduğun halde konuşmuyorsan; adalet, zulüm, haksızlık varken ses çıkarmıyorsan o
zaman senin derdin o koltuğu korumak.

Ca'fer bin Ebû Tâlip radıyallahu anh Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin amca-
sının oğlu. Medine'de kıtlık var. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem amcası Ab-
bas'a diyor ki;

-Amcam Ebû Tâlip'e gidelim diyelim ki "Sen bu aileye, bu çocuklara bakamıyorsun.


Birini ben alayım birini de Muhammed aleyhisselâm alsın. Sana böylece yardımcı ola-
lım" der ve giderler. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ali'yi, Hz. Abbas'da Hz.
Ca'fer'i alıyor radıyallahu anhum. Yanlarında büyüyorlar. Daha sonra Peygamberimiz
aleyhisselâma iman eden ilk çocuk Ali bin Ebû Tâlip radıyallahu anh oluyor. Sonra
Ca'fer'de Müslüman oluyor. Esma bint Umeys ile evleniyor. Cesaret şecaat sahibi
Ca'fer radıyallahu anh Mekke-i Mükerreme'den ayrılıp Habeşistan'a hicret ediyor. Ka-
filenin başında Ca'fer var. Arkasından Mekkeliler Amr bin Âs'ı gönderiyorlar. Yanında

240
birisi daha var "Giden bunları alın, getirin" diye gidiyorlar. Ümmü Seleme radıyallahu
anha diyor ki;

-Oraya gittik. Kendimizi emniyette hissediyoruz. Necâşî'nin etrafındayız. Orada derdi-


mizi, davamızı daha iyi yaşayabiliriz. Bunun için oralara gittik. Sonra öğrendik ki Amr
bin Âs gelmiş, Necâşî'ye bizi anlatıyor;

-Bunlar ne senin dinine inanıyorlar ne de bizim dinimize. Hiçbirine inanmıyorlar. Red-


dettiler. Kendilerine bir din uydurdular, icat ettiler. Bu adamları bize versen?

-Çağırın bakalım, diyor.

Ümmü Seleme radıyallahu anha annemiz "Gittik. Necâşî duruyor. Orada bir yerde Amr
bin Âs var. Patrikler, önlerinde de İncil o halde duruyorlar" diyor. Necâşî sordu;
-Ne söylüyor, sizin Peygamberiniz neye davet ediyor?

Biz Ca'fer'i sözcü olarak seçtik. Sen konuşacaksın demiştik. Ca'fer radıyallahu anh
söze başlıyor;

-Biz önceden Peygamber aleyhisselâmın yolunu, davasını bilmezdik. Biz leş yerdik
öyle adamlardık. Güçlü olanlar gider, zayıf olanların sofrasında ne varsa onları alırdı.
Ey melik, biz böyle adamlardık. Haram nedir bilmezdik. Namazı bilmezdik. Putların
önünde eğilip onlara secde ederdik. Onlara kurban keserdik. Sonra Allah azze ve celle
Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Bize dedi ki "Bu taşları elinizle yaptınız. Bu taşlara
değil, bütün kainatı yoktan var eden Allah azze ve celleye gelin ey insanlar O'na secde
edin, O'na kul olun". Peygamber aleyhisselâm bizi Allah Teâlâ'ya kulluğa davet etti. Biz
fuhşiyatın, ahlaksızlığın her çeşidine irtikap ederdik. Böyle bir hayatımız vardı. Ama
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bizi bütün bu felaket hallerinden kur-
tardı, der ve uzun bir hutbe yapar. Necâşî;

-Ne güzel. Hz. İsa'nın aleyhisselâm dini işte böyle bir dindi, der. Orada Necâşî teslimi-
yetini ilan eder ve birinci oturum biter. Ayrılırlar. Amr bin Âs'a;

-Asla sana bu heyeti vermiyorum, der. Ertesi gün olur Amr bin Âs der ki;

241
-Size öyle bir tuzak kuracağım ki yarın asıl söylemem gereken sözü söyleyeceğim, der.
Yarın olur ve Necâşî'nin yanına giderler. Bu defa Amr bin Âs der ki;

-Bunlar sizin Peygamberiniz, ilah dediğiniz, Meryem hakkında, İsa hakkında öyle kötü
şeyler söylüyorlar ki İsa'nın ilah değil de Allah'ın kulu olduğunu söylüyorlar, der. Necâşî
der ki;

-Ne diyor sizin dininiz?

-Bizim dinimizde İsa aleyhisselâm Allah Teâlâ'nın kulu ve Resulüdür. Bunu söylüyor,
der. Necâşî;

-Hak budur, hakikat budur. Tam sizin dininizin ilan ettiğidir, diyor. Patrikler homurdan-
maya başlayınca;

-Susun. Hakikat budur. Peki o Peygamberinize gelen Kitaptan bana ayetler okur mu-
sunuz?
O zaman Meryem Suresinin ilk sayfasından okuyor. Necâşî ağlamaya başlıyor. Patrik-
ler de ağlıyorlar.

-Olmaz! Ben bu mü'minleri vermem, diyor.

İkinci sabah Necâşî'nin yanına giderken Amr bin Âs onları tehdit etmişti;

-Siz İsa'ya ilah demiyorsunuz. İsa'ya kul diyorsunuz. Ama bunlar İsa'ya ilah diyorlar.
Şimdi sizi ona şikayet edeyim de görün. Bakın hepinizi nasıl bize verecekler.
Toplanıyorlar.

-Ne diyeceksin Ca'fer? Diyorlar. Hz. Ca'fer radıyallahu anh;

-Biz "Kul huvallahu Ehad" dedik. Allah'tan başka ilah yoktur dedik. Yerimizi yurdumuzu
bıraktık. Şimdi Necâşî belki bizi gönderi, belki bu adamlar üzerimize yürür diye Allah
Teâlâ'ya, Rasulullah aleyhisselâma, O'nun Kitabına ihanet eder miyiz! Bu nasıl sual?

242
Elbette çağırdığında, Hz. İsa aleyhisselâmı sorduğunda Rabbim ne buyurduysa onu
duyuracak, onu söyleyeceğiz. Allah Teâlâ birdir. İsa aleyhisselâm da Muhammed sal-
lallahu aleyhi ve sellem gibi O'nun kulu ve Resulüdür. Bunu söyleyeceğiz, der.

Ca'fer radıyallahu anh on yıl Habeşistan'da kalır. Sonra döner. Medine'ye geldi-
ğinde Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hayber'i kazanmıştır. Ca'fer'i görüyor
ve buyuruyor ki;

-Hangisine sevineyim? Ca'fer'in gelişine mi yoksa Hayber'in Fethine mi?

Ca'fer radıyallahu anh bir yıl Medine-i Münevvere'de kalır. Sekizinci yılda Mute'ye
bir ordu gidecek. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem;

- Kumandan Zeyd olsun. Eğer Zeyd şehit olursa Ca'fer olsun. Eğer Ca'fer'de şehit
olursa sancağı Abdullah bin Revaha alsın, buyurur.

Medine-i Münevvere'den muharebe alanını Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem res-


meder. Ordu gider. Üç bin Sahabe karşısında yüz bin kişilik Doğu Roma ordusu. Zeyd
radıyallahu anh şehit olur. Sonra sancağı Ca'fer radıyallahu anh alır. Sağ elini kaybe-
der. Sancağı sol eline alır ve sol elini de kaybeder. Sonra sancağı başıyla göğsü ara-
sına alır. Yine vururlar, bedeni parçalanır. Düşer ve şehit olur. Sancağı Abdullah bin
Revaha alır. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem anlatıyor. Abdullah bin Revaha'da
şehit olur. Sancak ortada kalır. Efendimiz aleyhisselâmın gözünden yaşlar boşanır
"Şimdi Allah'ın kılıçlarından bir kılıç Halid bin Velid. O sahneye çıkıyor" der. Mute bir
zafere döner. Peygamberimiz aleyhisselâm aynı gün Ca'fer'in evine gider. Esma bint
Umyes'i çağırır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemi karşısında görür. Efendi-
miz aleyhisselâmın gözünden yaşlar boşalıyor ve buyuruyor ki;

-Bana Ca'ferimin çocuklarını getirir misiniz?

-Yoksa Ca'fer'e bir şey mi oldu?

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ağlıyor. Ca'fer'in çocuklarını sardı, kucak-


ladı. Kokluyordu çocukları. Lisan-ı hal ile Peygamber aleyhisselâm;

243
-Babanızla cennette görüşeceksiniz. Ey büyük şehidin evlatları. Bundan sonra babanız
ben olsam beni baba olarak kabul eder misiniz? Ya Rabbi, beni Ca'fer'e halef eyle.
Onun çocuklarını himaye noktasında beni Ca'ferime halef eyle, diye dua ediyor. Pey-
gamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem yetimlere nasıl sahip çıkılması gerektiğini gös-
teriyor.

Madem tek olan, el Vâhid olan Allah Teâlâ'dır. O halde kalbinizde sadece O'na
dair bir bağlılık, bir aşk olsun. Bütün aşklar O aşka uyuyorsa muteber olsun, bir kameti
olsun. Eşya ve hadiseye bu zaviyeden bakıp her yerde El Vâhid olan Allah Teâlâ'nın
azametini görün.

ES-SAMED

Es Samed; Hiçbir şeye muhtaç değil. Her şey O'na muhtaç. Her şey varlığını de-
vam ettirmek için O'na muhtaç.

Kuşlar uçarken, havada durma nizamlarını sağlarken Es Samed olan Allah


Teâlâ'ya muhtaç. Galaksi, Samanyolu, bitkiler, çiçekler bütün bu sistem O'na muhtaç.
Ama O hiçbir şeye muhtaç değil. Alla Teâlâ neyi murad ediyorsa onu yapmaya kadirdir,
muktedirdir. Fakat insanlar öyle değil. İnsanlar birbirlerine muhtaç. Yani siz doktorsu-
nuz, valisiniz. Saçınız uzayınca berbere muhtaçsınız. Kıyafetiniz eskiyince terziye, ev
yaparken ustaya muhtaçsınız. Allah Teâlâ insanı böyle yarattı.

Allah Teâlâ bu ismiyle bize diyor ki; Ben Es Samed'im. Hiçbir şeye muhtaç değilim
ama siz Bana muhtaçsınız. Nasıl ki ben size imdad ediyorum, ihsan ediyorum. Neye
muhtaçsanız onu size veriyorum. Siz de muhtaçlara, mazlumlara yardım edin.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor "Allah Teâlâ kulunun yar-


dımındadır; Kulu, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe". Yani es Samed celle
celaluh adını telaffuz eden Müslüman imkanı nispetinde insanlar için seferber olur, yar-
dım eder. Bunu yaparsan en daraldığın anlarda Allah Teâlâ sana imdad edecek, kal-
binde bir İnşirah hali olacak.

244
Büyük alimler sultanların meclisine girerken onlara;

-Allah'tam kork. Sonra fukaraya bak. Zımmilerden, hristiyanlardan sakın ha onlardan


cizyeyi, haracı fazla alma. Dinleri farklı olsa bile o insanlara zulmetme. Adil ol. Yetim-
lerin hakkını koru. Askere, yetime, tebaya karşı adil ol, derler. Sonra çıkarlarken sultan
sorar;

-Peki hep millet adına istediniz. Kendi adınıza bir şey talep etmeyecek misiniz?

-Allah Teâlâ'nın mülkünde O'ndan başkasından şahsımız adına bir şey istemeyi Allah
yoluna ihanet kabul ederiz.

Sultanlara gittiler ma'rufu emrettiler, münkere, yanlışa dur demeyi söylediler. Ona
çağırdılar. Yani ceplerine atama listelerini koyup yetkililere böyle isteklerle gitmediler.
Millet adına, ümmet adına gittiler. Kendileri için bir şey söz konusu olduğunda onu al-
mayı, onu kabul etmeyi es Samed ismine muhalefet kabul ettiler, ihanet kabul ettiler.

EL-KÂDİR

El Kâdir; Allah azze ve celle her şeye Kâdirdir, her şeye Mâliktir. O'nun gücünün
bir sınırı yok. Önce takdir eder, sonra yaratır. Burada dört aşama var; Allah Teâlâ her
şeyi bilir, bildiği her şeyi yazar, yazdığı her şey vakti gelince O'nun tarafından murad
edilir ve Allah Teâlâ yaratır. Yarattığı dilediğine, dilediği yazdığına, yazdığı ilmine mu-
vafıktır. Arada bir inkıraz, taaruz, tenakuz yok. Allah Teâlâ ezelde senin falan tarihte
doğacağını, falanla evleneceğini, oradan şu kadar çocuğunun olacağını, her bir çocu-
ğundan kıyamete kadar kaç tane çocuk geleceğini bütün bunları biliyor. Bütün bunları
kayda geçiriyor. Ona göre bir nizam tayin ediyor. Her şeyin bir ölçüsü var. Hem her
şeye Kâdir, gücü yetiyor. Hem de takdir ediyor.

Kaza ve kader de Allah Teâlâ'nın el Kâdir ismine taalluk ediyor. O el Kâdir takdir
ediyor. Kader; Önceden her şeyi tayin etmesi, her şeyi belirlemesi. Yani sen ne-
rede yaşayacaksın, ne kadar yaşayacaksın, ne zaman öleceksin, rızkın ne kadar? Bü-

245
tün bunları ezelde takdir ediyor. Eğer öyle olmasaydı dünyada bu denge olmazdı. Rab-
bimiz önceden takdir ediyor, her şey belli. Sonrasında kaza; Vakti gelince tahakkuk
ediyor. Rabbim bunları önceden yazdı ama hiçbirimiz levh-i mahfûzu bilmiyoruz. Adam
diyebilir mi "Ben baktım kadere meyhaneye gidecekmişim e gittim meyhaneye"? Soh-
bete giden o cihetle mi kalkıp gitti? Öyle değil. Allah Teâlâ ezeli ilmiyle bizim kendi
irademizle bu seçimde bulunacağımızı biliyor. Biz bunları Allah Teâlâ yazdığından do-
layı değil, Allah Teâlâ geleceği bildiğinden dolayı yazıyor. Aksi bir durum olsaydı in-
sanlar yaptıklarından dolayı hesaba çekilmezdi.

Hadiseyi şöyle de anlayabiliriz; Bir mimar binayı önce zihninde tasavvur ediyor.
Zihnindekini kağıdın üzerine aktarıyor, proje çiziyor. Sonra ustaya veriyor. Usta orada
ne kadar çimento kullanacak, ne demir kullanacak? Kağıdın üzerindeki o projeyi arsa-
nın üzerine inşa ediyor. Ama önce zihinde vardı, sonra kağıda aktarıldı ve yerin üze-
rinde o bina inşa edildi. Kader de böyle. Allah Teâlâ önce yazdı. Sonra sen geliyorsun,
aktif olarak vazife alıyorsun. O kaderin kaza boyutu var. Allah Teâlâ'nın yazmış ol-
dukları hayatta seninle cereyan ediyor. Hayatı yaşıyorsun, imtihanın bitiyor ve
Allah Teâlâ'nın huzuruna hesap vermeye gidiyorsun.

İnsanın kaderiyle alakalı şu iki durum da ortaya çıkıyor; Bir boyutu var ki o bi-
zimle alakalı değil. Falanın oğlusun, kızısın, Arap’sın, Kürt’sün, Türk’sün vs. bunlar
senin iradende olan şeyler değil. Dolayısıyla bunlardan dolayı insanlar başkalarına üs-
tünlük sağlayamaz. Erkek, erkek olduğundan; Arap, Arap olduğundan; Türk, Türk ol-
duğundan dolayı bir üstünlüğü olmaz. Üstünlük; Takvada, imanda, Allah Teâlâ'ya tes-
limiyette. Bir boyutu da bizim irademizle alakalıdır. Müslüman mısın, ehl-i sünnet
misin, ehl-i dalalet misin gibi tercihler insanın iradesindedir. Bu tercihlerin hesabı var.
İnsanın iradesi nerede varsa ondan sorumluyuz.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Bir yerde vebayı işittiğiniz


zaman oraya girmeyin. Bir yerde bu hastalık çıktı, siz de oradasınız. O zaman
oradan dışarıya da çıkmayın". Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu söylediği
zaman Medine-i Münevvere'de bu hastalık yok. Kimse bunu bilmiyor. Ama Peygambe-
rimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu hastalığın korunma yolunu, usulünü tayin ediyor.
Şimdi kısıtlama diyorlar ya. Peygamberimiz aleyhisselâm on beş asır önce insanlığa
böyle bir durum olduğunda nasıl korunacaklarının usulünü tayin ediyor.

246
Ömer efendimiz radıyallahu anh Medine-i Münevvere'den Şam'a gidiyor. Ebû
Ubeyde radıyallahu anh, Ömer radıyallahu anhı Şam valisi olarak karşılıyor. Yanında
heyetler var. Ümmetin halinden soruyor. Ebû Ubeyde radıyallahu anh vebadan bahse-
diyor;

-Her tarafta yayıldı, der. Ömer radıyallahu anh Sahabe ile istişare eder. İstişare neti-
cesinde yola daha fazla devam etmeyip geri dönmeleri noktasında karar çıkıyor. Bu
kararı uygulayacak. Ebû Ubeyde radıyallahu anh;

-Sen Allah Teâlâ'ya tevekkül etmiyor musun? Neden gelmiyorsun? Allah Teâlâ'nın ka-
derinden mi kaçıyorsun?

-Ebû Ubeyde. Bunu senden duymasaydım, bunu başkası söyleseydi o zaman onu öyle
tedip ederdim ki. Allah Teâlâ'nın kaderinden Allah Teâlâ'nın kaderine kaçarız Ebû
Ubeyde, der. Ve sonra ona şöyle bir örnek verir;

-Senin deven olsa. İniyorsun ki önünde bir vadi var. Vadinin iki tarafı var. Bir tarafı
çorak, bir tarafı yeşil. Sen deveni çorak tarafa götürürsen Allah Teâlâ'nın kaderiyle
oraya götürmüş olursun. Yok eğer yeşil araziye götürürsen yine Allah Teâlâ'nın kade-
riyle götürürsün. Yani sen levh-i mahfûza bakıp bu havaları nerede otlatacaktım deyip
bakarak gitmiyorsun ki. Kendi iradenle karar veriyorsun. "İşte burası daha iyi. Burada
su da var, otlak da var" deyip oraya gidiyorsun.

Ama ona bir şey yapmıyor. Ebû Ubeyde'ye ihlasından, samimiyetinden çok büyük mu-
habbeti var. Tam o sırada Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh geliyor ve Peygambe-
rimiz aleyhisselâmın veba ile ilgili hadisini okuyor. Müslümanlar bu önlemleri alacaklar,
ondan sonra Allah Teâlâ'ya tevekkül edecekler.

َ ‫ين َخلَ ْوا ِم ْن قَ ْب ۜ ُل َوك‬


َ ‫سنﱠةَ ﱣ ِ فِي الﱠ ۪ذ‬ ۜ
‫َان ا َ ْم ُر‬ َ ‫ي ِ ِم ْن َح َرجٍ ف۪ ي َما فَ َر‬
ُ ُ‫ض ﱣ ُ لَه‬ ّ ِ‫علَى النﱠب‬ َ ‫َان‬َ ‫َما ك‬
ً ‫ﱣ ِ قَدَرا ً َم ْقدُور ۙا‬

Allah’ın, kendisine farz kıldığı şeyleri yerine getirmesi konusunda peygambere


bir darlık yoktur. Daha önce gelip geçen peygamberler hakkında da Allah’ın ka-
nunu böyledir. Allah’ın emri, kesinleşmiş bir hükümdür.

Azhâb Suresi 38

247
ً ‫ش َيعا‬
ِ ‫س ُك ْم‬ ِ ْ‫عذَابا ً ِم ْن فَ ْو ِق ُك ْم ا َ ْو ِم ْن تَح‬
َ ِ‫ت ا َ ْر ُج ِل ُك ْم اَ ْو يَ ْلب‬ َ ‫علَ ْي ُك ْم‬ َ َ‫قُ ْل ُه َو ا ْلقَاد ُِر ع َٰلٓى ا َ ْن يَ ْبع‬
َ ‫ث‬
َ ‫ت لَعَلﱠ ُه ْم يَ ْف َق ُه‬
‫ون‬ ْٰ ‫ف‬
ِ ‫اﻻيَا‬ َ ُ‫ْف ن‬
ُ ‫ص ِ ّر‬ ُ ‫ض ا ُ ْن‬
َ ‫ظ ْر َكي‬ َ ْ ‫ض ُك ْم َبأ‬
ۜ ٍ ‫س بَ ْع‬ َ ‫َويُذ۪ يقَ بَ ْع‬

De ki: “Allah size üstünüzden veya ayaklarınızın altından bir azap göndermeye
ya da sizi muhalif gruplara ayırıp birbirinize güçlerinizin acısını tattırmaya kādir-
dir.” Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!

En'âm Suresi 65

El Kâdir isminden nasibimiz; Madem ki El Kâdir O. Her şeye gücü yeten O. O'ndan
başkasına kul olma, önünde eğilme. Dünyalıklara dalıp da kulluğu unutma. O'nun kar-
şısında tevazuyu sonuna kadar kuşan. O Kâdir'dir. Her şeye gücü yeter. Zalimden,
kafirden vakti geldiğinde intikam alacaktır.

‫ضى نَحْ َبهُ َو ِم ْن ُه ْم َم ْن َي ْنتَ ِظ ۘ ُر‬


ٰ َ‫ع َل ْي ۚ ِه فَ ِم ْن ُه ْم َم ْن ق‬
َ َ ‫ص َدقُوا َما عَا َهدُوا ﱣ‬
َ ‫ين ِر َجا ٌل‬ َ ۪‫ِم َن ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
ً‫َو َما َب ﱠدلُوا تَ ْبد۪ ي ۙﻼ‬

Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri onun
yolunda can verdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar; (vaadlerini) asla değiştir-
mediler.

Azhâb Suresi 23

Mü'minler teslim olmuşlar, bekliyorlar. Allah yolunda can verecekler. Kudüs'te


böyle gençler var, böyle Müslümanlar var. Onlar Kudüs'ü bekliyorlar. Kudüs müftüsü
İkrime Sabri hocamız buraya gelmişti. Ona Suriyeli bir hocamız sordu "Biz dayanama-
dık ama siz şu kadar zamandır yahudiye meydan okuyorsunuz. Nasıl ayakta duruyor-
sunuz? Bu gücü bu kuvveti nereden alıyorsunuz?". İkrime Sabri hocamız o zaman
demişti ki "Annelerimiz bize süt verirken, aklımız ermeye başlayınca onlar bize diyor-
lardı ki 'Evladım. Müslümanlar Osmanlı İslam Devleti'nden sonra Kudüs'ü, Mes-
cid-i Aksa'yı buraktılar. Allah Teâlâ Kudüs'ü, Mescid-i Aksa'yı bekleme şerefini
bize ihsan eyledi. Şimdi biz bekliyoruz. Eğer o canlar bedenlerinizde olur, yahudi
Mescid-i Aksa'ya yürüyor. Sizin de gücünüz var. Canınız bedeninizde o tankların
önünde durmazsanız, direnmezseniz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin

248
Mescid-i Aksa'dan Miraç'a yükseldiği yeri koruyamazsanız annenizin sütü size
haram olsun' dediler. Bize bu emaneti, bu vazifeyi verdiler. Gidince görürsünüz şu
kadar çocuklar yahudiye, yahudi eşkıyasına bakıyor ve diyorlar ki 'Hayber Hayber ya
yahud, ceyşu Muhammed sevfe yeud! Ey yahudi, Hayberi hatırla. Muhammed
aleyhisselâmın ordusu geri dönecek!' derler." Madde planında 20-30 bin dolar ya-
pan evine yahudi 2-3 milyon dolar veriyor. O orada ekmeğini zor buluyor ama burası
bir iman davası, burası İslam davası diyor ve evini vermiyor, evini bırakmıyor. "Bu can
bu bedenden ayrılmadan ey yahudi sen bu eve giremezsin" diyor. Rasulullah sallal-
lahu aleyhi ve sellemden, Sahabe-i Kiramdan o ruhu alıyor. El Kâdir celle celaluh diyor.
Biz yardıma, nusrete layık olursak El Kâdir tecelli edecek. İsrail karakolu Hak ile yeksan
olacak. Onlar hezimete uğrayacaklar.

َ ‫علَ ْي ِه ۜ ْم ا ﱠِن ﱣ َ ك‬
َ ‫َان‬
ً ‫غفُورا‬ َ ُ ‫شا َء ا َ ْو َيت‬
َ ‫وب‬ َ ٓ ‫ين ا ِْن‬ َ ّ‫ين ِب ِص ْدقِ ِه ْم َويُعَذ‬
َ ۪‫ِب ا ْل ُمنَافِق‬ َ ۪‫صادِق‬
‫ي ﱣ ُ ال ﱠ‬
َ ‫ِليَجْ ِز‬
ً ‫َر ۪حيم ۚا‬

ً ‫َان ﱣ ُ قَ ِويا ع َ۪زيز ۚا‬ َ ۪‫ين َكفَ ُروا بِغَي ِْظ ِه ْم لَ ْم يَ َنالُوا َخيْر ۜا ً َو َكفَى ﱣ ُ ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
َ ‫ين ا ْل ِقتَا ۜ َل َوك‬ َ ۪‫َو َر ﱠد ﱣ ُ الﱠذ‬

ً ‫ْب فَ ۪ريقا‬
َ ‫الرع‬ َ َ‫اصي ِه ْم َوقَذ‬
‫ف ف۪ ي قُلُو ِب ِه ُم ﱡ‬ ِ ‫ين َظا َه ُرو ُه ْم ِم ْن ا َ ْه ِل ا ْل ِكتَا‬
َ ‫ب ِم ْن‬
۪ ‫ص َي‬ َ ‫َوا َ ْن َز َل الﱠ ۪ذ‬
ً ‫ون فَ ۪ريق ۚا‬ ِ ْ ‫ون َوتَأ‬
َ ‫س ُر‬ َ ُ‫ت َ ْقتُل‬

ً ‫ش ْي ٍء قَ ۪دير ۟ا‬ َ ‫ط ۫ ُؤ َه ۜا َوك‬


َ ‫َان ﱣ ُ ع َٰلى ُك ِ ّل‬ َ َ ‫ار ُه ْم َوا َ ْم َوالَ ُه ْم َوا َ ْرضا ً لَ ْم ت‬ َ ‫َوا َ ْو َرث َ ُك ْم ا َ ْر‬
َ َ‫ض ُه ْم َو ِدي‬

(Böyle oldu ki) Allah, sözünde duranları sadakatleri sebebiyle ödüllendirsin, mü-
nafıkları da dilerse cezalandırsın, dilerse bağışlasın! Allah çok bağışlayıcı, ziya-
desiyle esirgeyicidir. Allah inkârcıları, hiçbir şey elde edemeden, kin ve öfkeleri
ile geri çevirdi. Allah’ın desteği müminler için yeterlidir. Allah güçlüdür, üstün-
dür. Allah, Ehl-i kitap’tan onlara destek verenleri kalelerinden indirdi, kalplerine
korku saldı; artık onların bir kısmını öldürüyorsunuz, bir kısmını da esir alıyor-
sunuz. Onların topraklarını, evlerini, mallarını, o zamana kadar ayak basmadığı-
nız bir toprağı size Allah miras bıraktı. Allah her şeye kādirdir.

Azhâb Suresi 24-27

249
Selim hocamla bir Kadir Gecesi oradaydık. Sahura az bir vakit var otele sahur
yapmaya gidiyoruz. Su aldık. Para verdik almıyorlar. Su arabasının başında dört kişi
var, bir tane de çocuk. "Al kardeşim" almıyorlar. "Nedensiniz?" dediler. "Türkiye'den"
deyince "Olmaz" diyorlar. Zaten anladılar Türkiyeli olduğumuzu. "Kardeşim siz burada
dört kişi duruyorsunuz. Bu suyu satıp evinize ekmek götüreceksiniz. Bu suyu almamız
helal olmaz. Bunun bir bedeli var alacaksınız" dedik. Bıraktık oraya parayı hızla uzak-
laşıyoruz. Peşimizden geldiler. Biri cebinden bir anahtar çıkardı. Üzerinde Türk bayrağı
var. Dedi ki "Sultan Abdülhamit Han hazretleri Kudüs için direndi. Onun tahtından
Kudüs'ten dolayı indirdiler. Biz Sultan Abdülhamit Han adına burada nöbet tutu-
yoruz. Suyun bedelini dedeleriniz ödemişti. Sultan Abdülhamit Han hazretleri
ödemişti. Onun karşılığını biz alamayız" dediler. Elhamdülillah El Kâdir, El Muktedir,
El Müntakim diyenler Kudüs'te, Urumçi'de, Yarkent'te, Arakan'da, Gazze'de direniyor-
lar. Önümüzde sabah var Müslümanlar! Çocuklarınıza o sabahı, o fecri gösterin. Diriliş
ezanları okunacak!

EL-MUKTEDİR

El Muktedir; Ziyadetü'l-huruf tedül? ala ziyadetü'l mana. Yani harfler çok olunca
mananın da daha güçlü, kuvvetli olması ortaya çıkıyor. El Mukditedir, El Kâdir aynı
kökten geliyor. Ama El Muktedir'de fevkalade bir güç var. Artık hiç kimse önde dura-
maz. Kimse mani olamaz. Kimseler Allah Teâlâ'nın tasarrufunun önünde engel ola-
mazlar. Allah Teâlâ murad edince sizin aklınıza, hayalinize gelmeyen şeyleri de O ol-
durmaya Kâdir'dir. Kudreti sınırsızdır, sonsuzdur.

Allah Teâlâ her şeye Muktedir'dir. Alıştığınız şeyler var. Allah Teâlâ hayvanı yara-
tıyor, civciv yumurtadan çıkıyor vs. bütün bunları görüyorsunuz. Ama bir de görmedik-
leriniz var. Aklınızın, hayalinizin durduğu şeyler var. Bir kısmına alıştınız ama alışma-
dıklarınız da var. İnsanın yaratılması da fevkalade bir hadise. Ama alıştığımızdan do-
layı bize normal geliyor. El Muktedir ismiyle Hz. Mûsâ aleyhisselâmın elindeki bir asa
bir denizi yara, ateş her şeyi yakar ama Hz. İbrâhîm aleyhisselâma selamet olur.

Tabiinden Atâ bin Ebû Rebâh'ın yüzünde Afrika rengi var. Baktığınız zaman onu
görürsünüz. Allah Teâlâ onu yüceltmiş, ötelerin ötesine çıkarmış. Tarih boyu ümmet

250
ondan bahsediyor. Rengi bir aşağılanma vesilesi olmamış. Onun gibi başka bir alim
var; Saîd bin Cübeyr radıyallahu anh. O da Habeşistan'lı. Anne-baba köle öyle bir ai-
leden geliyor. Sahabeye talebe oluyor. Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas radı-
yallahu anhumdan ilim alıyor. Tefsir, fıkıh ve hadiste zirvelere ulaşıyor. Öyle ki Abdul-
lah bin Abbas'ı ders halkasında dinlerken kağıdı yok. Ellerine, kollarına hadisleri ya-
zarmış. Sonra o basamakları hızla yükseliyor ve büyük bir alim oluyor. Hakkı söyleyen
bir alim. İnsanlar hep onun arkasında namaz kılıyor. El Muktedir ismi onun hayatında
nasıl tezahür ediyor onu size bu bağlamda arz edeyim.

İnsanlar hep onun ardında, onun arkasında namaz kılmak istiyorlar. Fetvaları ona
arz ediyorlar, ona soruyorlar. Kendi başına namaz kılarken, nafile namazlarda Kur'an-
ı Kerim'i okur, sabaha kadar hatmederdi. Hatmederken bazen bir ayet-i kerimeye takılır
ağlar ağlar gözyaşı döker. Talebeleri diyor ki;

-Bir akşam Mü'min Suresinin 70-72. ayetine geldi. Cehennem manzaralarını anlatıyor.
"Kitabın ve elçilerimize gönderdiklerimizin asılsız olduğunu savunanlar, evet
onlar ileride gerçeği anlayacaklar! O zaman boyunlarında halkalar ve zincirlerle
şiddetli ateşe sürüklenirler; ardından da ateşte yakılırlar" bu ayet-i kerimeye ge-
lince bunu gözünün önünde canlandırıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Başka akşam
başka bir ayeti okuyup kendinden geçiyor. Cehennemle ilgili ayetleri okurken ayrı bir
aleme intikal ediyor.

Sâid bin Cübeyr radıyallahu anh her yıl iki defa Mekke-i Mükerreme'ye hacca gi-
der. Bir de umreye gider. Ne zaman ki Haccac-ı Zalim Irak valisi olur, Hacca ona sorar,
Emevileri yüceltecek ifadeler ister ondan. Ama o Allah Resulü aleyhisselâmın muazzez
yoluna asla ihanet etmez. Netice itibariyle Haccac'la bir iç savaş olur. Onun neticesinde
Haccac alimleri öldürüyor. Abdurrahman bin Eş'as'la bir savaşı var. Kumandanıydı.
Onunla savaşıyor ve sonra alimleri toplayıp öldürüyor. Seksen yaşında bir alim geliyor.
O alime diyor ki;

-Sen neden benim ordumda değildin?

-Ben şu nehrin arka tarafında, orada yaşar, orada dururdum. Müslümanlar arasında
bu kavga çıkınca ben girmeyeyim, ben karışmayayım bu fitne ateşi sönsün diye bek-
ledim.

251
-Bana biat etmiştiniz -Yani Emevi sultanının varisine biat etmiştiniz-. Şimdi sen bu sa-
vaşa katılmayarak, benim yanımda yer almayarak kafir oldun. Kafir olduğunu kabul
eder misin?

-Seksen yıl Müslüman olarak yaşadım. Ben küfrü kabul eder miyim?

-Öldürürüm seni.

-Benim canını sen vermedin. Bu canın sahibi Allah azze ve celle, diyor. O zaman o
Müslümanı orada katlediyor. Başka birisini çağırıyor ona da diyor ki;

-Öldürürüm seni.

-Yaşım seksene geldi. Ben de o ölümü bekliyorum, hicreti bekliyorum, ayrılmayı bekli-
yorum der ve onu da öldürür. Ennehahi geliyor. Ona diyor ki;

-Müslümanların üzerine yürürken, onları öldürürken sen katılmamıştın. Benimle o sa-


vaşta yoktun. Şimdi bana yardım etmediğinden dolayı kafir olduğunu kabul eder misin?

-Ben Müslümanım.

-O zaman öldürün bunu.

-Dilediğini yap. Ama unutma! Mahşer günü Allah Teâlâ'nın huzuruna çıktığımız
zaman Rabbim sana bunu soracak. Sen o zaman kadı olmayacaksın! O günün
hakimi Allah azze ve celle olacak. Bugün emrediyorsun, kılıçla başlar vuruluyor. Ama
Rabbim sana bu dünyada yaptığın zulümlerin hesabını soracak.

Sâid bin Cübeyr radıyallahu anh bu zalimin zulmünden uzaklaşır. Horasan tarafına
gider. Sonra Mekke-i Mükerreme'yi özler ve Kabe'ye gider. Ömer bin Abdülaziz hicaz
valisiyken onu korur, muhafaza eder. Sonra Emeviler Mekke'ye Halit adında bir vali
atarlar. O Halit yerini öğrenir, adamlarını gönderir, evinde namaz kılarken onu alırlar
ve eline kelepçe vurup o büyük alimi götürürler. Kızı geliyor eteğine, cübbesine tutu-
nuyor;

-Babam, babamı bırakın, diyor. O da diyor ki;

-Evladım, kızım. Annene söyle ki beni Haccac'a götürüyorlar. Buluşma yerimiz cennet-
tir evladım. Hz. Muhammed aleyhisselâmın sancağı altında buluşmak üzere, o günü

252
bekleyesin. Ya Muktedir diyesin. Babanın intikamını her şeye Kâdir olan Allah
Teâlâ elbette alacaktır.

Sâid bin Cübeyr hazretlerini zincirli bir halde Haccac'ın sarayına götürürler. Der ki;

-Sen kimsin?

-Sâid bin Cübeyr.

-Hayır. Sen Sâid bin Cübeyr değilsin. Şaki bin Küseyr'sin.

-Annemden daha mı iyi biliyorsun. Annem bana Sâid bin Cübeyr demişti.

-Peki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hakkında ne söylersin?

-Öncekilerin ve sonrakilerin Efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem.

-Peki Ebubekir hakkında ne söylersin?

-Allah Resulü aleyhisselâmın yoluna bütün varlığıyla sadakat gösteren halifesi. Pey-
gamber aleyhisselâmdan sonra ümmetinin en büyüğü.

-Peki Ömer hakkında ne söylersin?

-Hakkı batıldan ayıran adam.

-Peki Osman hakkında ne söylersin?

-Müslümanların susuzluktan kırıldıkları gün Rume Kuyusunu alıp bağışlayan, yedi yüz
bin kervanlık servetini Müslümanlar kıtlıktan kırılırken Allah yolunda infak eden büyük
Müslüman. Alla Resulü aleyhisselâmın damadı olarak hatırlarım.

-Peki ya Ali bin Ebû Tâlip'i? Der. İstiyor ki Hz. Ali radıyallahu anh efendimize hakaret
etsin.

-Peygamberimiz aleyhisselâmın amcasının oğlu, cennetin efendisi iki genç; Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin'in babası, Peygamber aleyhisselâmın kızı Hz. Fatıma'nın eşi olarak
hatırlarım, der.

-Peki Ümeyoğlulları hakkında ne söylersin? Onların içinde hangisi daha iyidir?

- Hangisi Allah Teâlâ'yı razı ediyorsa o iyidir, diyor.

-Peki hangisidir?

253
-Onu ben bilemem. Onu Allah Teâlâ bilir.

-Peki ya benim hakkımda ne söylüyorsun?

-Sen kendini bilirsin, bana ne soruyorsun. Eğer konuşursam benim ifadelerimden sen
hoşnut olmazsın.

-Söyle hakkımda ne düşünüyorsun?

-Allah'ın Kitabına muhalefet eden bir zalim olarak bilirim seni.

-O zaman seni öldüreceğim ey adam. Ölüm şeklini seç. Ölüm şeklini nasıl olmasını
istiyorsun?

-Allah azze ve celle nasıl murad ettiyse öyle olacak.

-Peki. Benden af istersen seni affedeyim.

-Ben affı senin gibi bir zalimden değil, Allah Teâlâ'dan isterim. Hem biz üç arkadaştık.
Bir gece namaz kılmış, dua etmiştik. Hepimiz Allah azze ve celleden şehadeti istemiş-
tik. İki kardeşim iki arkadaşım şehit oldular. Bense yaşım ilerledi o şehadeti bekliyorum.
Mekke'deyken bana demişlerdi ki "Bu vali seni arıyor. Seni alacak, Haccac'a teslim
edecek. Git buralardan". O zaman söylemiştim bunu. Ey Haccac sen de buna sebep
olacaksın, der. Cellatlar başını vuracakken der ki;

-Yüzümü kıbleye doğru çevirir misiniz?

Çevirirlerken Haccac;

-Olmaz! Başka yöne çevirin.

-"Nereye yönelirseniz yönelin. Allah Teâlâ'nın rızası oradadır" ayetini okur.

-Onu yere yatırın. O halde başını vurun.

-"Onları topraktan yarattık, toprağa döndüreceğiz. Yine topraktan onları çıkara-


cağız" ayetini okur ve son sözü ise;

-Allah'ım benden sonra bu Haccac'ı kimselere musallat etme. Benden sonra başka
kimsenin canını almasın. Çok alimi öldürdü, katletti, kanına geçti ya Rabbim.

254
Sâid bin Cübeyr radıyallahu anh şehit olur. Aradan on beş gün geçer. Hacca bir has-
talığa yakalanır. Ne uyuyabiliyor, ne durabiliyor. Yaşı genç. Uyumaya çalışıyor, uyanı-
yor "Sâid Sâid! Sâid'i benden uzaklaştırın. Sâid'i alın buradan. Sâid sen benim belam
oldun. Bırakmayacak mısın beni Sâid?" diyor.

Müslüman görünüyor ama kan dökmekten, ulemanın, Müslümanın kanını dökmekten


zevk alan bir Zalim! On beş gün sonra bağıra bağıra ayrılıyor dünyadan. İnsanlar bu-
nun kabrini bırakmazlar, mezardan çıkarıp parçalarlar diye Emevi devleti onu üzerin-
den su akan bir nehrin yatağına gömerler. Oradan gittiği yeri siz düşünün... El Muktedir
olan Allah Teâlâ nasıl onun intikamını aldı bakın. Ulemanın eti zehirlidir kardeşlerim.
Bir alime biri hücum ediyor, hakaret ediyor, zulmediyor, iftira ediyorsa o adamın ahir
ömrüne bakın mutlaka Allah Teâlâ ona dünyada büyük belalar verecek! Onun için za-
limler üzerlerine geldikleri zaman onlar ellerini kaldırıp "Ya Muktedir" derler. Allah
Teâlâ'ya havale ederler.

EL-MUKADDİM

El Mukaddim; Dilediğini hükmen ya da hakikaten öne geçiriyor.

Müslüman ve kafir çalışıyor. Ne kadar çalışıyorlarsa karşılığını alıyorlar.

‫س ٰع ۙى‬
َ ‫ان ا ﱠِﻻ َما‬
ِ ‫س‬َ ‫ﻼ ْن‬
ِ ْ ‫ْس ِل‬
َ ‫َوا َ ْن لَي‬
İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.

Necm Suresi 39

Bir Müslüman "Bu can Senin yoluna adanmıştır. Canım, malım her şeyim feda
olsun. Bu yolda Allah'ın kelamını yüceltme uğrunda her şeyim feda Ya Rabbi" derse El
Mukaddim celle celaluh onu öne geçirir. Muhammed Alparslan Rahmetullahi aleyh
yirmi veya 30 bin askeriyle Malazgirt'de Romen Diyojen'in iki yüz bin kişilik ordusunu
tarumar ediyor. Madde planında az görünseler de El Muktedir olan Allah Teâlâ'nın tak-
diriyle öne çıkmışlardır. Bir devletin iktisadı bozuk olabilir, siyasi ve askeri olarak

255
çok güçlü olmayabilir. Ama o devletin adaletinde bir problem yoksa, orada maz-
lumların ahı yoksa, orda devlet başkanı da salih bir adam olursa Allah Teâlâ on-
ların zafiyet iklimini bir anda değiştirir. El Mukaddim celle celaluh onları öne ge-
çirir.

Bir konferansta, bir düğünde öyle adamlar var ki kendilerini fukarayla aynı yerde
oturma zillet kabul ediyor. Onunla oturmak istemiyor. Sen de onları düşünüyorsun. Ma-
hallede çocukluğunuzun geçtiği arkadaşına düğün davetiyesi göndermiyorsun. Çünkü
o çoban gelecek şimdi orada oturacak. Orada yanlış bir kelime kurar, beni

mahcup eder diye düşünüyorsun vs. Ama El Mukaddim celle celaluh diyor ki; Allah
Teâlâ imana göre öne geçirir. Sen de insanlara bak. Uhud'da Peygamberimiz sallallahu
aleyhi ve sellem on yedi kişiyi bir kabre koyuyordu. En öne, kim daha fazla ayet bili-
yorsa onu öne almıştı. Sen de insanları davet ederken makamlarına, mevkilerine
bakma. İmanlarına, Allah Teâlâ'ya olan yakınlıklarına bak. Ona göre onları öne geçir
ki Allah Teâlâ Mahşerde cennete girerken sana öncelik versin. Hediye göndereceğin
zaman ağalara, paşalara gönderme. Onlara zaten herkes gönderiyor. Sen garibana
gönder.

Bütün işlerini namaza göre ayarla. Merkezinde namaz olsun. Namazı öne koydu-
ğunda bütün işler ona göre sıraya giriyor. Ama işleri yapıyor, en sona namazı koyuyor-
san o namaz senin hayatından kötülükleri, fenalıkları uzaklaştırmaz. İşler o namaza
eklenecekler. Lokomotif namaz olacak. Orucu, cihadı, ahiretle alakalı amelleri öne ge-
çireceğiz ki Allah Teâlâ da El Mukaddim celle celaluh bizi öne geçirsin.

EL-MUAHHİR

El Muahhir; Allah Teâlâ geri bırakıyor. Dilediğini sonraya bırakıyor. Rahmetinden,


affından, bereketinden uzaklaştırıyor.

Eğer bir kul Allah Teâlâ'ya asiyse onu Muahhir celle celaluh tehir ediyor. Bir adam
kumarla, haramla meşgul oluyor ama namaz da kılıyor. Öteki tarafta Rabbimin emirle-
rini çiğniyor. O namaz kıldıkça Rabbim onu El Muahhir celle celaluh ismiyle uzaklaştı-
rıyor. Haramı bırak da gel ki o zaman El Mukaddim celle celaluh seni yaklaştırsın. O
mana basamaklarını aşıp Allah Teâlâ'ya ulaşasın.
256
Bakıyorsun hastalık var, salgın var. Türkiye'de, Avrupa'da sağlık sistemi şu kadar
gelişmiş. Ama Afrika'da hiçbir şey yok. Yani hastanelerle bu iş oluyorsa o zaman ora-
daki herkes ölmeli. Orada daha az insan ölüyor. Fakir ülkelere baktığında adamların
maskeleri bile yok ama ölüm oranlarının Afrika'da daha düşük olduğunu görüyoruz. El
Muahhir celle celaluh ecelleri takdir ediyor. Bir anda herkes ölmüyor. Bir şehir bir anda
bir hastalıkla ölse insanları kim defnedecek? Bir kısmının ecelini tehir ediyor, bir kıs-
mını öne alıyor bu şekilde bir denge var. Olağanüstü bir durum yok. Elbette sebepler
madde planında önemlidir. Bunlar engellenmesine vesile olur. Ben bunu inkar etmiyo-
rum. Ama bir sistem var. O sistemi yöneten Allah azze ve celledir.

Hz. Ömer radıyallahu anh devlet başkanı. Süheyl bin Amr, Ebû Süfyan Mekke'nin
ileri gelenlerinden bir grup var bekliyorlar. Hz. Ömer radıyallahu anh ile görüşecekler.
O ara Bilal-i Habeşi geliyor. Süheyb b. Rûmî geliyor. Hz. Ömer radıyallahu anhın Ka-
lemi dışarı çıkıyor. Bakıyor ki Bilal-i Habeşi, Süheyb bin Rûmî orada. Ömer radıyallahu
anh önceden tenbih etmiş ki "Sahabeden, önce iman edenler geldiği zaman hemen
onları içeriye alın". Hemen onları içeriye alıyor. Ebû Süfyan Mekke'nin devlet başkanı
konumundaki bir adam. O bekliyor ama önceden köle olan Bilal-i Habeşi içeriye giriyor.
Gururuna yediremiyor ve diyor ki;

-Hayatımda böyle bir gün görmedim. Şu kölelere, adam yerine koymadığımız Bilal'e,
Süheyb'e öyle hürmet ediyor onları yanına alıyor. Bizi ise kapısında bekletiyor.

O Ömer radıyallahu anh. Allah Teâlâ neyi öne geçiriyorsa onu öne geçiriyor. Neyi
geride bırakıyorsa o da geride bırakıyor. Ebû Süfyan, Süheyl bin Amr radıyallahu an-
hum Müslüman sonradan Müslüman oldular. Ama öncesinde İslam'la şu kadar savaş-
mışlardı. Bilal-i Habeşi'nin imanı, iman davasına hizmeti onlardan çok daha ileride. O
halde Ömer radıyallahu anh "Madem ki Bilal İslam nizamında, Allah Teâlâ'nın miza-
nında önde Ebû Süfyan daha gerideyse o zaman Bilal'i öne alayım. Ötekiler beklesin-
ler, Bilal'den sonra gelsinler". El Muahhir celle celaluh... Osmanlı ecdadımız dünyaya
böyle baktılar. Müslüman dediler. Anadolu buğdayını Afrika'ya gönderdiler. O kardeş-
lerini kendilerine tercih ettiler. Onları öne çıkardılar. Kafirleri dost edinip onlarla muhab-
betlere dalmadılar. Sultan Süleyman zamanında Avrupa'dan imparator gelince vezir-i
azama muadildi. Onunla görüşür, elçiler Padişahın huzuruna çıkamazlardı. Öyle ba-
karlardı kafire.

257
EL-EVVEL

El Evvel; Allah Teâlâ Evvel'dir. Varlığının bir başlangıcı yok.

Bizim bir başlangıcımız var. Allah Teâlâ bir zaman tayin etti o zamanda yaratıldık,
dünyaya geldik. Dünyadaki varlığımızın bir sonu var. Fakat Allah Teâlâ'nın varlığının
bir başlangıcı yok. Ondan öncesi yok. Dünyaya baktığınız zaman her şeyin bir arka
planı, her şeyin bir öncesi var. Ama Allah Teâlâ'da bu yok.

َ ‫اط ۚنُ َو ُه َو ِب ُك ِ ّل‬


‫ش ْي ٍء عَل۪ ي ٌم‬ ٰ ْ ‫ُه َو ْاﻻَ ﱠو ُل َو‬
‫اﻻ ِخ ُر َوال ﱠ‬
ِ ‫ظا ِه ُر َوا ْل َب‬

O, evvel ve âhir, zâhir ve bâtındır. O her şeyi bilir.


Hadîd Suresi 3

Bir masanın olabilmesi için önce tahta olması, tahta olması için ağaç olması, ağaç
olması için tohum, tohum için toprak olması lazım. Bütün bunlar olacak ki neticede
önümüzde bir masa olabilsin. Allah Teâlâ'nın varlığına baktığınız zaman O bütün se-
bepleri var edendir, icad edendir. Ama varlığı cihetiyle baktığınızda Allah Teâlâ'nın bir
başlangıcı yok.

Lokmân aleyhisselâm oğluna nasihat ederken diyor ki;

‫صا َبكَ ۜاِ ﱠن ٰذ ِلكَ ِم ْن‬


َ َ ‫ص ِب ْر ع َٰلى َٓما ا‬ ِ ‫ص ٰلوةَ َوأْ ُم ْر ِبا ْل َم ْع ُر‬
ْ ‫وف َوا ْنهَ ع َِن ا ْل ُم ْنك َِر َوا‬ ‫َيا بُنَ ﱠ‬
‫ي ا َ ِق ِم ال ﱠ‬
ِۚ ‫ع َْز ِم ْاﻻ ُ ُم‬
‫ور‬

“Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına
gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.”

Lokmân Suresi 17

258
Allah Teâlâ'nın huzurunda dur, kulluk vazifeni yerine getir. Önce kendini ıslah et.
Ardından insanlara ma’rufu, iyiyi, güzeli telkin et. Münkerden onları uzaklaştır. Bu yolda
başına musibetler, belalar, kahırlar gelecek. Onlara sabret. Yani emr-i bi'l ma'ruf nehy-
i anil münkerin bir bedeli var. Çünkü birileri yalanın saltanatını kurmuşlar. Masala tarih
diyorlar. Siz de o masala masal diyecek, bu tarih olmaz diyeceksiniz. Hakikati ilan ede-
ceksiniz. O adamlar sizi konuşturmak istemeyecek, üzerinize gelip sizi susturmak iste-
yecekler. Lokmân aleyhisselâm oğluna diyor ki "Bu yolda yürürken belalar, musi-
betler bazen yağmur gibi üzerine gelecek. Namaz azığın olsun. Namazla Rabbinle
irtibat kuracaksın. Namaz varsa yıkılmayacaksın. Sonra ma'rufu emret, münkere
dur de. Bunları yaparken yolunu kesecekler, tuzaklar kuracaklar, iftiralar atacak-
lar. Deli, mecnun diyecekler. Fakat Hak yolda olmanın alemetleridir bunlar. Sakın
ha teslim olmayasın. Küfrün önünde diz çökmeyesin evladım" bunu telkin ediyor.
Lokmân aleyhisselâm şunu da telkin ediyor "O'nun varlığının bir başlangıcı yok. Bütün
sebeplerin arka planında O var. Onları Allah Teâlâ var ediyor. Allah azze ve celle seni
dünyaya imtihan için gönderdi. Sana zulmedenleri de imtihan için gönderdi. Sen Allah'a
teslim oldun. Karşında duran muhatapların Allah'a isyan ediyorlar. Onlar asi oldular.
Onlar İslam'ı reddediyorlar. Unutma ki Allah Teâlâ sebepleri yaratmamış olsaydı onlar
senin üzerine gelemezdi. Allah Evvel'dir. O'na teslim ol. El Evvel olan Allah Teâlâ'nın
davasına yardım edersen hayırda, zaferde neler sebep olması gerekiyorsa onları senin
için yaratacak ve o zaman kazanacaksın". Rabbim iyi de kötüyü de yarattı. Onlar kendi
iradeleriyle kötüyü seçti. Onlar yapmış olduğu hatalardan dolayı hesaba çekilecektir.

Her şeyi var eden, her şeyin önünde olan El Evvel celle celaluh. Bu isim bize diyor
ki; El Evvel celle celaluh de ve sen de önde ol. Öyle bir baba ol ki bütün babalar sana
baksınlar. Terbiyesinde, telkininde, okul seçiminde, sabrında, onun hatalarına karşı
şefkatinle örnek ol, önde bir baba ol. Hz. Esma, Hz. Fatıma gibi bir anne oluyorsun.
Etraftakiler sana bakıyor takdir ediyor. Kızın sana bakıyor ve anne İslam örtüsüne bü-
ründüğünü görünce o da İslam örtüsüne bürünmüş oluyor. İslam'ın sana ne kadar hu-
zur verdiğini ona anlatıyorsun o da başka yerlerde çözüm aramıyor, çare aramıyor.
Müslüman hayırdaki amelleriyle önde olacak, öncü olacak. El Evvel diyerek ebeveyin-
liğinde, ticaretinde, sosyal yaşamında, Müslümanlığında öncü olacaksın. İyilikte yarı-
şacaksın.

259
َ ُ‫سا ِبق‬
‫ون‬ ِ ‫ُون فِي ا ْل َخي َْرا‬
َ ‫ت َوهُ ْم لَ َها‬ َ ُ‫ا ُ ۬و ٰلٓ ِئكَ ي‬
َ ‫س ِارع‬

İşte bunlar iyiliklere koşup, bu uğurda yarışırlar.


Mü'minûn Suresi 61

ۜ ْ َ ‫ست َ َج ْبنَا لَ ۘهُ َو َو َه ْبنَا لَهُ يَحْ ٰيى َوا‬


ِ ‫ُون فِي ا ْل َخي َْرا‬
‫ت‬ َ ُ‫صلَحْ نَا لَهُ َز ْو َجهُ اِنﱠ ُه ْم كَانُوا ي‬
َ ‫س ِارع‬ ْ ‫َفا‬
َ ۪‫شع‬
‫ين‬ ِ ‫غبا ً َو َر َهب ۜا ً َوكَانُوا لَنَا َخا‬َ ‫َويَ ْدعُونَنَا َر‬

Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahyâ’yı verdik; eşini de bunun için elve-
rişli kıldık. Onlar, hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarır-
lardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler.
Enbiyâ Suresi 90

Ama Allah yolunda onlar yürümüyorlar. Yürümeyi bir vazife ihmali kabul ediyorlar.
Rabbim onların cihadını anlatırken onların koşuşturduklarını söylüyor. Öğrenciler, öğ-
retmenler, esnaflar, çiftçiler... El Evvel deyin ve öyle koşuşturun ki yaptığınız işte öncü
olun. İnfak edin, hayırda yarışın. Üsve-i hasene olarak insanların önünde yürüyün. "Bu
adamı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem terbiye etmiş. Kur'an-ı Kerim bunun işine
hakim olmuş, ameline hakim olmuş. Kur'an-ı Kerim bunun lisanında var" diyecekler.
Konuşmanızda bir edep, duruşunuzda bir haya, yürüyüşünüzde bir vakar var. Sanki
yaşayan bir Kur'an olarak o şehirde o mahallede yürüyorsunuz. Ezan okunduğunda en
ön safta namaz kılmak için yarışacaksın. Tabi koşarak değil hızlı adımlarla gelip ca-
mide ön saflarda yer alıyorsun. Farz namazlarda ön safların ecri daha fazla. Ama ce-
naze namazında arka saflar daha eftaldir.

Fikir planında bakıyorsunuz Necip Fazıl bedel ödüyor, önde duruyor. Tarih pla-
nında son yüz yıla bakıyorsunuz Üstad Kadir Mısıroğlu önde duruyor, bedel ödüyor.
Müslüman kalemiyle, kelamıyla son anına kadar cihad edecek, önde duracak. Kulluk
emekli olana kadar değil, akşam beşe kadar değil, ölüm meleği gelene kadardır.

ۚ
ْ ‫َﻻ ش َ۪ريكَ لَهُ َوبِ ٰذ ِلكَ ا ُ ِم ْرتُ َواَنَ ۬ا ا َ ﱠو ُل ا ْل ُم‬
َ ‫س ِل ۪م‬
‫ين‬
260
O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben (hak dine) teslim olanla-
rın ilkiyim.”
En'âm Suresi 163

Gıfâr kabilesi Mekke-i Mükerreme'de bir Peygamber olduğunu, insanları yalnızca


Allah Teâlâ'ya kulluğa davet ettiğini duyuyor. Ebû Zer radıyallahu anh kavminin taşlar
önünde eğilmesine bir anlam veremiyor. İnsanlarda, yüreklerde bir kriz var. Bir çözüm
bekliyorlar. "Birisi gelse de bizi bu taşların önünde eğilmekten kurtarsa" diyorlar. Kar-
deşi Enis'i Mekke'ye gönderiyor;

-Git bak bakalım. Peygamber olduğunu söyleyen neler söylüyor?

Enis geliyor. Peygamberimiz aleyhisselâm ile görüşüyor. Dönüp abisine diyor ki;

-Baktım. Ma'rufu emrediyor, iyi emrediyor. Kötüye hayır diyor. İnsanlara "Putları bıra-
kın. Taşların önünde eğilmeyin. Gelin yer ve göklerin sahibi Allah azze ve celleye kul
olun" bunu söylüyor. Ama karşısında Mekke öfke seline dönmüş onun üzerine yürü-
yorlar. Adamlarına, ona iman edenlere işkence ediyorlar. Fakat onlar ölüme meydan
okuyorlar. İşkencenin dozu artıkça onların ilanı, aşkı, teslimiyeti artıyor "Lâ ilahe illallah
Muhammedun Resulullah" diyorlar.

Ebû Zer radıyallahu anh kardeşinin bu ifadesinden tam mutmain olmaz. Ayrılır, Mekke-
i Mükerreme'ye gelir. Fakat köşe başlarını tutmuşlar. Kim Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem ile görüşüyorsa ona işkence yapıyorlar. Akşam olur. Kabe'nin avlusunda bir
kenara çekilir. Orada geceleyecek. Peygamberimiz aleyhisselâmın yanında yetişen,
onun evinde büyüyen Ali bin Ebû Talip radıyallahu anh onu görür ve der ki;

-Kardeş. Senin kalacak bir yerin yok mudur? Garip misin?

-Evet dışardan geldim. Kalacak bir yerim yok.

-Gelirsen seni misafir edeyim, der ve Hz. Ali radıyallahu anh onu evine götürür.

261
Fakat o bişe sormaz, Ebû Zer de sormaz. Sabah olur yine Kabe-i Muazzama'nın avlu-
suna döner. Orada Allah Resulü aleyhisselâmı gözetliyor. Acaba görebilir miyim diye.
Yine akşam olur. Hz. Ali radıyallahu anh gelir ve evine götürür. Üçüncü akşam Ebû Zer
yine Kabe'nin avlusunda. Hz. Ali radıyallahu anh;

-Kardeş buyur eve, der eve götürür. Hz. Ali efendimiz sorar;

-Seni buralara getiren nedir? Niçin geldin?

-Eğer sırrıma mezar olursan söyleyeyim. Ben Gıfâr kabilesinden geliyorum. Halim der-
dim budur. Peygamber varmış. Ona mülaki olmaya, hak olup olmadığını anlamaya id-
rak etmeye geldim. Acaba bizi bu krizden kurtarır mı diye.

-Evet o Allah'ın Resulüdür o haktır. Sabah olunca ben evden çıkayım beraber gidelim.
Eğer tehlike görürsem yolda dururum sen yola devam edersin. Yok eğer bir tehlike
olmazsa o zaman Allah Resulü aleyhisselâmın evine gidiyorum sen de beni takip et,
der.

Ebû Zer radıyallahu anh Hz. Ali radıyallahu anhı takip eder. Resulullah aleyhisselâmın
yanına varır;

-Esselamu aleyke ya Rasulullah, der. Resulullah aleyhisselâmı

İslam selamıyla ilk olarak Ebû Zer radıyallahu anh selamlar. Efendimiz ona Kur'an-ı
Kerim'den ayetler okur, Müslüman olur. Dışarıya çıkarken Efendimiz aleyhisselâm;

-Şimdi kabilene gidiyorsun. Sana anlattıklarımı oradakilere telkin ediyorsun, namaza


davet ediyorsun. Sakın ha Mekke'de kimseye İslam'dan bahsetme. Doğruca kabilene
git, oradakileri İslam'a davet et. Ama burada kimseye İslam'dan bahsetme, diyor.

O aşk Ebû Zer radıyallahu anhın yüreğine girmiş. Evvel olmak, Mekke sokaklarında
onları kelime-i tevhide davet etmek, onları imana çağırmak istiyor. Duramıyor yerinde
Dâru'n Nedve'nin, Kureyş'in olduğu yere geliyor.

262
- Ey Kureyş, Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve re-
suluh, deyince üzerine yürüyorlar.

-Sen nasıl olur da burada, bizim önümüzde, huzurunuzda, hubelin önünle onları inkar
edip lâ ilahe illallah Muhammedun Resulullah dersin?

Saldırıyorlar Ebû Zer radıyallahu anh efendimize. Öldürecekler öyle vuruyorlar. O aşk
ile kelime-i şehadeti tekrara devam ediyor. Hz. Abbas geliyor;

-Ne yapıyorsunuz? Gıfâr kabilesi sizin yolunuz üzerinde. Kervanlarınız oradan geçiyor.
Eğer onu öldürürseniz kervanlarınızla o kabilenin olduğu yerden nasıl geçeceksiniz?
Der ve bırakırlar onu. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme gelir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem;

-Ben sana böyle demiştim sen gittin orada İslam'ı ilan ettin. Doğru kabilene git, der.

Ebû Zer gider. Önce kardeşini davet eder sonra annesini. Anne ve kardeş gün içeri-
sinde Müslüman olur. Akşamı beklemez. Annesi, kardeşi ve Ebû Zer ilk olacaklar, ev-
vel olacaklar. Kabileyi tek tek dolaştılar. Şu kadar insan bir günde Müslüman oldu. Ebû
Zer imam oldu, ilk gün cemaatle kabilesinin olduğu yerde namaz kıldılar.

İlk olabilmek... Ebû Zer radıyallahu bir günde insanların putları bırakıp muvahhid
olmasına, Allah Teâlâ'nın dinine ittiba etmesine vesile olmuştu. Biz bu noktada ne yap-
tık, hangi adımları attık? İlk olabildik mi? Olmuş olduğumuz alanda ilkliğimiz var mı?
Üstad Necip Fazıl'ın şöyle bir ilk olma özelliği var; Arvasi hazretlerinden ehl-i sünnet
hassasiyetini alır. İslamiyeti fikir, sanat, siyaset planında yeniden bir bütün olarak gün-
deme taşır. Etrafında Sezai Karakoç, Kadir Mısıroğlu, Şevketi Eyyiler bütün bunlar
matbuat aleminde. İslami camiaya baktığınız zaman hepsinde derin bir ehl-i sünnet
hassasiyeti görürsünüz. Onun etrafında yetişiyorlar. Evvel olduğunuz zaman ardınız-
dan gelenler de Allah Teâlâ'nın inayetiyle aynı ize ayaklarını koyarlar. Senin için o bir
sadaka-yı cariye olur.

263
Ebû Zer radıyallahu anh Bedir, Uhud, Hendek Muharebelerinde yok. Kabilesinde
henüz daha Medine ile o manada bir irtibat kurmamış. Ama Efendimiz aleyhis-
selâmdan aldıklarını, öğrendiklerini tebliğ ediyor. Daha sonra gelir Efendimiz sallallahu
aleyhi ve selleme;

-Müsaden olursa buraya yerleşeyim, size hizmetkar olayım ya Rasulullah, der.

Efendimiz aleyhisselâmın hizmetine girer. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem-


den sonra zahidane hayatı devam ettirir. Zühtte, talvada öncü olur. Şam'a gelir. Bakar
ki vali saray yapmış. Yanına gider ve der ki;

-Taşı toprağı yükselmişsin ama dini ayaklar altına indirmişsin. Neden böyle yaptın?
Vali Müslüman tabi. O da düşünüyor ki "Acaba bu mal bende diye Ebû Zer ona haset
mi eder" diye Ebû Zer radıyallahu anha bir kese altın gönderir.

-Bunu biri gönderdi, der. Ebû Zer radıyallahu anh alır ve sabah olmadan bütün altınları
dağıtır. Vali yine haber gönderir. "Yanlış oldu. O altınları geri versin" diye. Ebû Zer
radıyallahu anh;

-O altınları dağıttım. Halk muhtaçtı. Ama eğer onları istiyorsa üç güne kadar müsaade
versin gidip toplayabildiklerimizi toplayalım, isteyelim. Onları valiye geri gönderelim,
der.

Anlar ki Ebû Zer radıyallahu anh efendimizin dünya diye bir derdi yok.

Ebubekir, Ömer ve Osman radıyallahu anhum zamanlarında yaşar. Hz. Osman


zamanında kendisinden çok şikayet edilir. Onu Medine-i Münevvere'ye davet eder.
Sonra Medine'ye bağlı Rebeze köyünde ikamet eder. Son anlarında hanımına der ki;

-Vefat ediyorum. Vakit tamam olmuştur. Allah Resulü aleyhisselâmla buluşma vakti
gelmiştir. Beni bir kefene sarın. Dışarıya naaşımı koyarsınız, der. Ebû Zer radıyallahu
anh vefat eder. Naaşını sarıp dışarıya koyarlar. Biri gelsin de namazını kıldırsın diye.
Abdullah bin Mesud radıyallahu anh gelir ve sorar;

264
-Bu vefat eden, sardığınız kişi kimdir?

Ebû Zer'in hanımı der ki;

-Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin öğrencilerinden Ebû Zer.


İner atından, Ebû Zer efendimizin yüzüne bakar. Gözünden yaşlar boşalır ve der ki;

-Ebû Zer. Yıllar önceydi. Allah Resulü aleyhisselâmla Tebük'e gidiyorduk. Doğu Roma
ile hesaplaşacaktık. Sen de geliyordun. Yaşlı bir merkebin vardı. İmkanın, dünyalığın
yoktu. O seni taşıyamıyor, sen onu çölde çekiyordun. O halde ilerliyordun. Peygambe-
rimiz sallallahu aleyhi ve sellem konaklama yerlerinde soruyor "Falan nerede, filan ne-
rede?" diye. Münafıklar geri kalmış, onlar gelmemişti. Bir ara senden bahsettiler. "Ebû
Zer'de yok. Ebû Zer de gelmedi". Efendimiz aleyhisselâm sana dair hüsnü şehadette
bulunmuştu. Allah Resulü aleyhisselâm ufukta bir karartı görmüştü. İşte o zaman bu-
yurdu ki "Bu Ebû Zer olmalı. Ebû Zer geliyor" der. Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum
inanamadılar. Sonra ilerledikçe "Evet ya Rasulullah. Bu gelen Ebû Zer" dediler. Efen-
dimiz sallallahu aleyhi ve sellem o zaman buyurdu ki "Ebû Zer yalnız başına bir üm-
mettir. Ebû Zer yalnız yürür, yalnız yaşar, yalnız ölür, Mahşere yalnız gelirgelr
Ebû Zer". Ebû Zer sen bu halinle Allah Resulü aleyhisselâmın yıllar önce sana dair
ifade buyurduğu bu hakikati, bu mucizeyi buradaki halinle ilan ediyorsun.

Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum zühtte, takvada, verada, tebliğde öncü oldular.
El Evvel celle celaluh dediler ve bu isim hayatlarına yön verdi.

EL-ÂHİR

El Âhir; O Evvel, O Âhir. O'nun varlığının sonu yoktur.

Her şeyin bir sonu var. Her şey yok olacak. Hanlar, hanumanlar, insanlar her şey
yok olacak. Ama Allah azze ve celle ezelden ebede O hep Bâki, O Âhir. Herkes O'na
dönecek ve O'nun huzurunda hesap verecek. Bunu söylediğimiz zaman şöyle bir soru
soruyorlar; Allah Teâlâ El Âhir yani varlığının sonu yoksa mü'minler de cennete gire-
cekler. Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ Müslümanların cennetteki hallerini anlatırken
"Orada ebedi kalacaklar" diyor. Müslümanlar cennette ebedi kalacaklarsa bu durumda

265
Âhir kelimesiyle hem Müslümanlarda hem Allah azze ve cellede bir ebedilik hali olmu-
yor mu? Hani sonu olmayan sadece O'ydu. Ama insanda da sonu olmama hali olmuyor
mu? Şeklinde itiraz ederler. Öncelikle Allah azze ve celle El Âhir. Ama öyle bir Âhir ki
aynı zamanda El Evvel. Varlığının bir başlangıcı yok. Aynı zamanda varlığının sonu da
yok. Ama insanın varlığının bir başlangıcı var. Sonra dünyada bir sonu oluyor. Sonra
ahirette onun için yeni bir hayat başlıyor. Yani insan bir noktadan sonra sonsuz hayata
başlıyor. Onum bir başlangıcı var. Bu birinci aşama. İkinci zaviye şu; Efendimiz sallal-
lahu aleyhi ve sellem gaybı bilmez, Allah Teâlâ'nın bildirdiği kadarını bilir.

ً ‫غ ْيبِه۪ ٓ ا َ َحد ۙا‬


َ ‫ب فَ َﻼ يُ ْظ ِه ُر ع َٰلى‬
ِ ‫عَا ِل ُم ا ْلغَ ْي‬
ً ‫صد ۙا‬
َ ‫سلُكُ ِم ْن بَي ِْن يَ َد ْي ِه َو ِم ْن َخ ْل ِفه۪ َر‬ ْ َ‫سو ٍل فَ ِانﱠهُ ي‬ُ ‫ضى ِم ْن َر‬ ٰ َ ‫ارت‬ْ ‫ا ﱠِﻻ َم ِن‬
ً ‫عدَدا‬
َ ‫ش ْي ٍء‬ َ ‫صى ُك ﱠل‬ ٰ ْ‫ت َر ِبّ ِه ْم َوا َ َحا َط ِب َما لَ َد ْي ِه ْم َواَح‬ َ ‫س‬
ِ ‫اﻻ‬ َ ‫ِل َي ْعلَ َم ا َ ْن َق ْد ا َ ْبلَغُوا ِر‬

Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz; Ancak elçi olarak seçtiği başka. Allah, bu
elçilerin her türlü durumlarını ilmiyle kuşattığı ve her şeyin sayısını belirlediği
halde, rablerinin mesajlarını tebliğ ettiklerini ortaya çıkarmak için onların önle-
rinden ve arkalarından gözcüler gönderir.
Cin Suresi 26-28

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem İstanbul'un fethini biliyordu. Alla Teâlbildirdi


o da buyurdu. Kumandanını, askerini methetti. "Mutlaka Konstantiniye fethedilecek,
İslam'ın olacak" buyurdu. Peygamberimiz aleyhisselâm Rabbimin bildirdiği kadarını bi-
liyor. Yoksa gaybın tamamına vakıf değil.

ُ ‫ض اَ َٓﻻ اِلَى ﱣ ِ ت َ ۪صي ُر ْاﻻ ُ ُم‬


‫ور‬ ۜ ِ ‫ت َو َما فِي ْاﻻ َ ْر‬ ‫اط ﱣ ِ الﱠ ۪ذي لَهُ َما ِفي ال ﱠ‬
ِ ‫س ٰم َوا‬ ِ ‫ِص َر‬

(O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler
sonunda Allah'a döner.
Şûrâ Suresi 53

266
Bütün meseleler, bütün davalar O'na döndürülecek. Bu isim zulüm altındaki maz-
luma diyoe ki; Her şeyin bir sonu var. Sonunda ulaşacağı bir nokta var. Zalim de,
mazlum da sonu olmayan Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkacaklar. O'nun huzurunda he-
sap verecekler. Bu isim nerede bir mazlum varsa onu teselli eder.

Biri arabayla giderken yolda ayaklarını uzatmış bir köpek görür. Yanındakine şo-
förlükte ne kadar maharetli olduğunu göstermek için tekerleri hayvanın ön ayakları
üzerine sürüyor ve hayvanın ayaklarını kırıyor. Devam ediyor yoluna. Aradan zaman
geçiyor. Arabanın lastiği patlıyor. Kaldırıyor, krikoyu koyuyor sonra arkadan bir araba
gelip onun arabasına vuruyor ve araba iki eline düşüyor. İki el birden kopuveriyor. El
Âhir celle celaluh hesabın bir kısmını dünyada bir kısmını ahirette görendir.

EL-ZÂHİR

El Zâhir; Varlığı aşikardır. Baktığınız her noktada O'nun kudretinin tecellilerini gö-
rürsünüz. Çiçekte, böcekte, doğada, insanda hep O'nun sanatını görürsünüz. Bir eser
gördüğünüzde onu yapan sanatçıyı hatırlarsınız. Aleme baktığınız zaman El Zâhir celle
celaluhu hatırlatır.

Esmâî gidiyormuş. Bir belediye rastlamış ve demiş ki ona;

-Allah Teâlâ'yı nasıl buldun, nasıl O'na iman ettin?

Adam kalem bilmez, kitap bilmez, çölde yaşayan birisi. Demiş ki;

-Ben çölde yaşıyorum. Develerim var. Devenin dışkısını görüyorum. O dışkıyı görünce
diyorum ki 'Buradan bir deve geçti'. Yani bu eser bir deveye işaret ediyor. Devenin ayak
izlerini biliyorum. O ayak izlerini görünce diyorum ki 'Buradan bir deve geçti'. Yani bir
dışkı, bir ayak izi deve olmadan olmuyor da -basit yani. Kumun üzerindeki bir ayak izi-
Peki ya şu burçlarıyla semalar, nehirleriyle yeryüzü, dağlarıyla dünya nasıl olur
da onları var eden Allah azze ve celleye delalet etmesin.

Kainatta etrafımıza baktığımız zaman El Zâhir olan Allah Teâlâ'nın eserleriyle


O'nun aşikar olduğunu göreceksiniz. Her şey O'nun varlığını, birliğini ilan ediyor.

267
َ‫َسى ا َ ْن يَ ْنفَعَ ٓنَا ا َ ْو َنت ﱠ ِخ َذهُ َولَد ۜا ً َوك َٰذ ِلك‬
ٓ ٰ ‫شت َ ٰريهُ ِم ْن ِمص َْر ِﻻ ْم َراَتِه۪ ٓ ا َ ْك ِر ۪مي َمثْ ٰويهُ ع‬ ْ ‫َوقَا َل الﱠذِي ا‬
‫ب ع َٰلٓى ا َ ْم ِره۪ َو ٰل ِك ﱠن ا َ ْكث َ َر‬ ٌ ‫غا ِل‬َ ُ ‫ث َو ﱣ‬ ِ ۜ ‫ض َو ِلنُعَ ِلّ َمهُ ِم ْن تَأ ْ ۪وي ِل ْاﻻَ َح ۪ادي‬
ۘ ِ ‫ف فِي ْاﻻَ ْر‬ ُ ‫َم ﱠكنﱠا ِليُو‬
َ ‫س‬
َ ‫اس َﻻ يَ ْعلَ ُم‬
‫ون‬ ِ ‫النﱠ‬

Onu satın alan Mısırlı adam karısına, “Ona değer ver, güzel bak! Umarım ki bize
faydası dokunur veya onu evlât ediniriz.” dedi. İşte böylece Yûsuf’a orada bir yer
sağladık ve bunu (rüyada görülen) olayların yorumunu ona öğretelim diye de
yaptık. Allah, emrini yerine getirmeye kādirdir. Fakat insanların çoğu bunu bil-
mezler.

Yûsuf Suresi 21

Allah Teâlâ vaadini yerine getirmede güç kuvvet sahibidir. El Zâhir isminin bir an-
lamı da o. O bu dini gönderdi. Onlar ağızlarıyla, kalemleriyle, kitaplarıyla, ekranlarıyla
Allah Teâlâ'nın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat El Zâhir celle celaluh bize diyor ki;
İslam yeniden mutlak ve muhakkak hakim olacak. Sen safını İslam'ın yanında belirle.
Allah Teâlâ Galiptir. O ne isterse muhakkak olur. Mûsâ aleyhisselâm gidiyor. Arkada
firavun, önünde deniz var. Yanındakiler "Eyvah Mûsâ. Bize firavun yetişiverdi. Önü-
müzde de deniz var". Hz. Mûsâ aleyhisselâm "Allah benimle beraber. O bize yol aça-
cak " buyuruyor. Mûsâ aleyhisselâm biliyor ki galip olan El Zâhir celle celaluh...

َ ۚ ‫وسى اِنﱠا لَ ُمد َْرك‬


‫ُون‬ ٓ ٰ ‫اب ُم‬ ْ َ‫ان قَا َل ا‬
ُ ‫ص َح‬ َ ٓ َ ‫فَلَ ﱠما ت‬
ِ َ‫ـرا َء ا ْل َج ْمع‬
ِ ‫س َيه ْ۪د‬
‫ين‬ َ ‫قَا َل ك ﱠ َۚﻼ ا ﱠِن َم ِع‬
َ ‫ي َر ۪بّي‬

İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ’nın adamları, “İşte yakalandık!” dediler.


Mûsâ, “Hayır! Eminim ki rabbim benimledir, bana bir çıkış yolu gösterecektir”
dedi.

Şûrâ Suresi 61-62

268
EL-BÂTIN

El Bâtın; Zatı gizli olan.

Allah Teâlâ zatı itibariyle gizlidir. Çünkü zatı itibariyle zahir olsaydı imtihan ol-
mazdı. Mesela bir yere personel aldığınız da siz onlarla aynı tezgahta durursanız ya-
nınızda yanlış yapamazlar. Onları denemek istediğinizde onları gizli kamerayla mura-
kabe edersiniz. Siz orada değilken sadakat gösteriyorlar mı diye murakabe edersiniz.
Allah Teâlâ bizi bu dünyaya gönderdi. Baktığımız zaman O'nun eserlerini görüyoruz.
Ama dünyada El Bâtın olan Allah azze ve celleyi göremeyiz. Hz. Mûsâ aleyhisselâm
Allah azze ve celleye;

ُ ‫ظ ْر اِلَ ْي ۜكَ َقا َل لَ ْن ت َ ٰرين۪ ي َو ٰل ِك ِن ا ْن‬ ۙ


‫ظ ْر اِلَى‬ ِ ّ ‫وسى ِل ۪مي َقا ِتنَا َو َكلﱠ َمهُ َر ﱡبهُ قَا َل َر‬
ُ ‫ب ا َ ِر ۪ٓني ا َ ْن‬ ٰ ‫َولَ ﱠما َٓجا َء ُم‬
ً ‫ص ِعق ۚا‬َ ‫وسى‬ ٰ ‫ف ت َ ٰرين۪ يۚ فَلَ ﱠما ت َ َجلﱣى َربﱡهُ ِل ْل َج َب ِل َج َعلَهُ دَكا َو َخ ﱠر ُم‬ َ ‫س ْو‬ َ َ‫ستَقَ ﱠر َمكَا َنهُ ف‬
ْ ‫ا ْل َج َب ِل فَا ِِن ا‬
‫س ْب َحانَكَ تُبْتُ اِلَ ْيكَ َواَنَ ۬ا ا َ ﱠو ُل ا ْل ُم ْؤ ِمن۪ ي‬
ُ ‫َفلَ ٓ ﱠما ا َ َفاقَ َقا َل‬

Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de rabbi onunla konuştuğunda o, “Rab-
bim! Bana görün; sana bakayım” dedi. Rabbi, “Sen beni asla göremezsin. Fakat
şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin” buyurdu. Rabbi
o dağa tecelli edince onu paramparça etti; Mûsâ da bayılıp düştü. Kendine ge-
lince dedi ki: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim; ben ina-
nanların ilkiyim.”

A'râf 143

Mü'minler ahirette görecekler Allah'ın izniyle. Allah Teâlâ zatıyla gizli ama bize
emirlerini gönderdi. Sen Allah Teâlâ'nın zatını görmüyorsun ama Peygamberleri vası-
tasıyla emirlere mülakı oldun. Gözüne sahip olacaktın sahip oluyor musun Müslüman?

269
Çocuklarınızı açlık korkusuyla öldürmeyecek, kürtajlar yaptırmayacaktınız. İmtihanda-
sın Müslüman! Allah azze ve celle zinaya yaklaşmayın buyuruyor. Sen ekranla, tele-
fonla bütün bunlarla imtihandasın. Allah Teâlâ zatı itibariyle Bâtın, görünmüyor. Ama
emirleri, Kur'an-ı Kerim, talimatları, varlığına delalet eden işaretler gözünün önünde.
Sen Allah Teâlâ'nın huzurunda olduğun bilinciyle haramlardan uzak duruyor musun?

Rabbim bize dünyalıklar verdi. Vermiş olduğu dünyalıkların hem mana boyutu hem
Zâhir boyutu hem de Bâtın boyutu var. Nimetlerin de Zâhir ve Bâtın boyutu var. Yani
sana makam, mevki verir. Ama bütün bunların neticesinde bir gurur, kibir oluşur; uzak-
laşır, terkedersin. İslam'ı bırakır, İslam'ı terkedersin. Senin dünyanda İslam gurbete
düşer. Zahirde bi kazanmak var bide kaybetmek var. Kaybetmiş gibi görünüyorsun
ama ileride kazanıyorsun. Yani burası olmuyor ama başka bir yer oluyor. Siz hayatı-
nızda bir vazifeyi istiyorsunuz ama "Bunun nerede ne söyleyeceği belli olmaz" diye sizi
oraya vermiyorlar. Başka bir yere gidip orada vazife yapıp ders halkaları kuruyorsunuz.
Belki önceki yerde olsaydınız orada resmi bir mekanda vazife ifa edecektiniz. Belki yüz
kişiye, iki yüz kişiye ulaşacaktınız. Başka bir noktada birkaç kişiyle başladınız Allah
Teâlâ sizi binlere ulaştırdı. Zahirde şer gördüğümüz hayır olabilir. Hayır gördüğümüz
ise bizim adımıza şer olabilir.

Bir kadın çocuğunu emzirirken birisini görüyor ve diyor ki;

-Evladım bunun gibi olsun, der. Allah Teâlâ o çocuğu konuşturur;

-Ya Rabbi. Beni onun gibi yapma, der. Bir kadına iftira etmişler;

-Bunun gibi olmasın, der. Çocuk da;

-Ya Rabbi, beni bunun gibi yap.

Sonra ortaya çıkıyor ki o atın üzerindeki adam bir zalim. Ama zahirde baktığınızda her
şeyi var. Anne de çocuğu onun gibi olsun istiyor. Onun gibi yaşarsa sonu cehenneme
çıkacak. Allah Teâlâ çocuğa ilham ediyor. Diğeri ise mazlum. İftira etmişler. Adamlarla
beraber olmuyor diye zina isnadında bulunmuşlar bir kadına. Dövüyorlar, sövüyorlar.
Kadın da "Çocuğum bunun gibi olmasın" diyor. Esasında iffetinden dolayı onu darp

270
ediyorlar. Çocuk "Ya Rabbi. Beni böyle iffetli yap" diyor. Baktığımızın, gördüğümüzün
arkasında başka hikmetler olabilir. El Zâhir, El Bâtın celle celaluh bize bunu telkin
ediyor.

El Bâtın olan Allah Teâlâ'nın zatı gizlidir. Bize de bazı meseleler gizli kalır. Şeriat
neye doğru, güzel, hakikat diyorsa ona tabi olun. Siz gözün gördüğüne değil;
İslam'ın güzel, doğru, hakikat dediğine güzel, doğru, hakikat deyin ki kazanan-
lardan olun.

EL-VÂLÎ

El Vâlî; Mutlak hakim, mutlak yönetici. Bütün kainatı O sevk ediyor, O idare ediyor.

Hava alanında uçakların inişi çıkışı için bir idare merkezi var. Bir an karışsa, uçak-
lar birbirine girer. Galaksileri, gezegenleri, yıldızları bütün bunları idare eden güç El
Vâlî celle celaluh. Galakside milyonlarca yıldız var. En küçük yıldız dünyadan büyük.
Bunlar yörüngesinde gidiyorlar. Ama bunların şoförü yok, bildiğimiz manada yakıt is-
tasyonu yok. Bütün bunları sevk eden, idare eden el Vâlî olan Allah Teâlâ'dır. Yaratan
da yöneten de O'dur. Kullarına nispi manada bir yönetim hakkı veriyor. Yönetiyorlar
ama belli bir zamana kadar, belli bir bölgede yönetim hakları var. Hem onların yönetimi
sadece madde planındadır. Mana planında onların bir hakimiyeti olmaz. Firavun "Ben
ilahım" diyor fakat aynı yastığa baş koyduğu hanımı Hz. Asiye ona inanmıyor. Onun
kalbine hükmedemiyor. O halde gerçek manada El Vâlî Allah azze ve celledir. Allah
Teâlâ hem maddeye hem de yüreklere hükmedendir. Kalbi O çevirir, yüreklere O sa-
hiptir.

ُ ۜ ‫س ْب ُك ْم ِب ِه ﱣ‬ ِ ُ‫ض َوا ِْن ت ُ ْبدُوا َما ۪ ٓفي اَ ْنف‬


ِ ‫س ُك ْم ا َ ْو ت ُ ْخفُو ُه يُ َحا‬ ۜ ِ ‫ت َو َما ِفي ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫س ٰم َوا‬‫ِ ﱣ ِ َما ِفي ال ﱠ‬
ٌ ۪‫ش ْي ٍء َقد‬
‫ير‬ َ ‫شا ۜ ُء َو ﱣ ُ ع َٰلى ُك ِ ّل‬ ُ ‫شا ُء َويُ َع ّذ‬
َٓ ‫ِب َم ْن َي‬ َٓ ‫فَ َي ْغ ِف ُر ِل َم ْن َي‬

271
Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah’a aittir. İçinizdekini açığa
vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker. Sonra dilediğini bağış-
lar, dilediğine azap eder; Allah her şeye kādirdir.
Bakara Suresi 284

َ‫ض ُه ْم فَ ْوق‬
َ ‫شت َ ُه ْم فِي ا ْل َح ٰيو ِة ال ﱡد ْنيَا َو َرفَ ْعنَا بَ ْع‬ َ َ‫ون َرحْ َمتَ َر ِبّ ۜكَ نَحْ نُ ق‬
َ ‫س ْمنَا بَ ْينَ ُه ْم َم ۪عي‬ َ ‫س ُم‬ ِ ‫ا َ ُه ْم يَ ْق‬
ۜ
َ ُ‫س ْخ ِريا َو َرحْ َمتُ َر ِبّكَ َخي ٌْر ِم ﱠما يَجْ َمع‬
‫ون‬ ُ ً ‫ض ُه ْم بَ ْعضا‬ُ ‫ت ِليَت ﱠ ِخ َذ بَ ْع‬
ٍ ‫ض د ََر َجا‬ ٍ ‫بَ ْع‬

Rabbinin rahmetini paylaştırmak onlara mı düşmüş? Dünya hayatında onların


geçimliklerini biz paylaştırdık. Bir kısmı diğerini istihdam etsin diye kimini kimin-
den derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiklerinden daha
hayırlıdır.
Zuhruf Suresi 32

Onların bir kısmını bir kısmından daha üstün tuttu, vazifeler verdi. Amirler var, me-
murlar var. Patronlar var, onların emrinde çalılanlar var. O günleri Allah azze ve celle
insanlar arasında çeviriyor. Bugün zaferi onlar kazanıyor, yarın şunlar kazanıyor. Bu-
gün bunlar hakim, onlar onun idaresinse çalışıyor. Fakat Müslümanlar ne zaman ki
Allah Teâlâ'nın emirlerini, talimatlarını yerine getirirse onlar hak cephesi olarak hep
galip oluyorlar. Biz Kur'an-ı Kerim reçetesini hayatımıza tatbik etmediğimizden Müslü-
manlar mağlubiyet ve mazlumiyet içerisindeler. Ama o zalim yöneticiler, zalim hakimler
bir gün can çekişerek ölüp hesaba çekilecekler.

‫يق‬ َ ‫ار ُه ۚ ْم َوذُوقُوا‬


َ َ‫عذ‬
ِ ‫اب ا ْل َح ۪ر‬ َ َ‫ون ُو ُجو َه ُه ْم َوا َ ْدب‬ ْ َ‫وا ا ْل َم ٰلٓئِكَةُ ي‬
َ ُ‫ض ِرب‬ ۙ ‫ين َكفَ ُر‬
َ ‫َولَ ْو ت َ ٰ ٓرى ا ِْذ يَت َ َوفﱠى الﱠ ۪ذ‬

Melekler, inkâr edenlerin suratlarına ve arkalarına vura vura, “Tadın bakalım yan-
gın azabını!” diyerek canlarını alırken bir görseydin!
Enfâl Suresi 50

272
Biz görmüyoruz ama onlar bu ayetin tecellisini gördüler, görecekler. Nasıl ki bir
rüya gördüğümüzde etkileniyoruz ama yanınızdakiler bizim gördüğümüz rüyayı hisse-
diyorlar. Hayattasınız ama rüyanızı yanınızdakiler anlayıp idrak edemiyorlar, nasıl olur
da meleklerin gelişini idrak etsinler. Uykuda bunları yaşatan Allah azze ve celle ölüm
anında elbette kafire bunu yaşatmaya Kâdir'dir.

Harun Reşid son anları. O zamanlar devleti dünyanın en büyük devleti. Son anları,
artık vefat edecek ve şu ayeti okur;

‫ع ۪نّي َما ِل َي ۚ ْه‬ َ ‫غ ٰنى‬


ْ َ ‫َٓما ا‬
‫س ْل َطا ِن َي ۚ ْه‬
ُ ‫ع ۪نّي‬
َ َ‫َهلَك‬

Malım bana hiç fayda sağlamadı; Güç ve saltanatım elimden çıkıp gitti.

Hakka Suresi 28-29

Bir tarafta sarayları, bir tarafta girecekleri mezarlar. O da oraya gidiyor. Saltanatı-
nın hiçbir faydası olmadı. Şimdi dünyayı kana boyayanlar da o kabre girecek. El Vâlî
olan Allah azze ve celledir.

Abbasi hükümdarı Harun Reşid'in oğlu Memûn'un yapmış olduğu yanlış işler de
var. Sonunda dünyadan ayrılıp gidecekken diyor ki "Ey mülkü ebedi, saltanatı ebedi
olan Allah'ım. Mülkü elinden giden sultana Rahmet eyle". O an görüyor işte... El Vâlî
celle celaluh bize, mülkün Allah Teâlâ'ya ait olduğunu hatırlatıyor. Bizlere belli bir za-
mana kadar, belli bölgeleri taksim ediyor.

ً ‫عبْد ۜا‬ ‫ض ا ٓﱠِﻻ ٰاتِي ﱠ‬


َ ‫الر ْح ٰم ِن‬ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ ‫ا ِْن ُك ﱡل َم ْن فِي ال ﱠ‬
ِ ‫س ٰم َوا‬

Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, Rahmân’a birer kul olarak gelecektir.

Meryem Suresi 93

273
ِ ‫شيْـٔ ۜا ً َو ْاﻻَ ْم ُر يَ ْو َم ِئ ٍذ ِ ﱣ‬
َ ‫س ِلنَ ْف ٍس‬
ٌ ‫يَ ْو َم َﻻ ت َ ْم ِلكُ نَ ْف‬

O gün hiç kimsenin başkası için bir şey yapması elinden gelmez. O gün hüküm
yalnız Allah’ındır.
İnfitâr Suresi 19

Bizler El Vâlî olan Allah Teâlâ'nın rızasına göre, Kur'an'a göre yöneteceğiz. Onu
esas alırsak adil bir devlet yapısı teşkil eder. Bu çizgide ilerleyen Osmanlıda, Selçuk-
luda, Asrı Saadette, Efendimiz aleyhisselâmın yönetmiş olduğu o dönemde, Raşit Ha-
lifeler zamanında mutlak adalet vardı. Sonrasında nispi bir adalet hakim oldu.

EL-MÜTEÂLÎ

El Müteâlî; O yüce, yücelerin yücesi. Yücelikte hiçbir şey O'na ulaşamaz. Emirleri
ve talimatları da yüce.

‫ير ا ْل ُمتَعَا ِل‬


ُ ‫ش َها َد ِة ا ْلك َ۪ب‬ ِ ‫عَا ِل ُم ا ْلغَ ْي‬
‫ب َوال ﱠ‬

O, görüneni de görünmeyeni de bilir; O, büyüktür, yücedir.

Ra'd Suresi 9

Bu isim Müslümanlara diyor ki; Allah Teâlâ yüceler yücesi. Eğer siz O'nun emirle-
rine, talimatlarına uyarsanız siz de yücelirsiniz. Mesela abdest alan, namaz kılan bir
adamın gözünde çapak, kulağında akıntı, dişinde yemek kalıntısı, ayağında koku ol-
maz. Öbür türlü insanlar sizin yanınızda oturmak istemezler. Ama abdestle temizlenen
biri El Müteâlî ismiyle yücelir.

Bir gün bir müşrik Selmân-ı Fârisî ile alay eder;

274
-Peygamberiniz size her şeyi öğretti. Yani tahareti de öğretti, diyor.

-Evet. Helaya nasıl oturulacak, nasıl temizlenilecek bütün bunları öğretti.

Peygamber aleyhisselâm geldiğinde hela yoktu kardeşlerim. 17. Yy’da İngiliz sa-
rayına hela girince adamlar ayağa kalktılar "evde, sarayda hela olur mu?" dediler. Bu
yıl 250 yıl öncesine kadar helanın ne olduğunu bilmiyorlardı. Bugün de taharetsiz do-
laşıyorlar. Müslüman Allah Teâlâ'nın El Müteâlî ismine ittiba edince temizleniyor işte.
Bugün Amerika'da billboardlara abdesti yazdılar, nasıl temizlenilecek onu yazdılar. Bu
salgın çıktığı zaman doktorlar sürekli bu şekilde yıkanacaksınız diye neredeyse abdesti
tarif ediyorlardı. Ama senin Peygamberin sallallahu aleyhi ve sellem suyun az olduğu
bir yerde bunu öğretti.

Lafızla yüceliyorsun. Allahuekber diyerek başını secdeye koyuyor ve "Rabbim.


Bundan sonra bu baş Sen'den başka kimsenin önünde eğilmeyecek. Kulların önünde
eğilmeyecek" diyorsun. Kıyamda duruyorsun "Bir makama gelmek, makamımı koru-
mak için insanların önünde el pençe durmayacağım ya Rabbim. Vicdanımın onurunu,
şerefini çiğnetmeyeceğim" diyorsun ve El Müteâlî ismiyle yüceliyorsun. Oruçla, ab-
destle, namazla, Allah Teâlâ'nın emirlerine uymakla yüceliyorsun. Melekler yiyip iç-
mezler. Oruç tutarak meleklerin dünyasına doğru uruc ediyoruz. Yükselme irademiz
var. Oruçla yücelip meleklerle bir noktada buluşacaklar. Bedir zaferi Ramazan ayında
oldu. Mekke'nin fethi Ramazanda oldu. Moğollar Ramazanda durduruldu. Bu büyük
zaferler Ramazanda olmasının nedeni; Müslümanlar oruç tutunca, aç kalmış halleriyle
Allah Teâlâ dualarına daha ziyade icabet ediyor. Meleklerle bir noktada buluşunca eller
kaldırılıyor semaya ve Allah Teâlâ dualara icabet ediyor, azlar çoklara galip oluyor.

Suriyeli bir Müslüman yıllar önce Londra'ya doktora yapmaya gitmiş. Bir eve gider.
O evde kalacak bir oda veriyorlar hem de lisanını daha geliştirmiş olacak -tabi çok
uygun bir durum değil- Gidiyor odayı kiralıyor. Oradan 18 yaşlarında bir kız çocuğu
ağlayarak ayrılıyor. Ev sahibine diyor ki;

-Bu neden ağlıyor.

275
-Ev arıyor, yer arıyor. Bulamayınca ağlıyor.

-Efendim yardım etsem size. Buna verseniz odayı, ben gelmesem bu kalsa burada?

-O bizim kızımız.

-Peki nereye gönderiyorsun?

-Ayakları üzerinde duracak, diyor.

Böyle bir Batı var. Oğlunu, kızını yaşı 18 olunca dışarıya gönderiyor. Bu annelik
duygusunu, şefkatini görmeyen çocuk da onlar yaşlanınca annesini, babasını huzur
evine gönderiyor. Anneler günü, babalar günü icat ettiler ki yılda bir evlatlar anneleri
ve babalarıyla görüşsün. Ama İslam'da bayramda vs. anneni ziyarete gidiyorsun. 80
yaşında annenin bağı bahçesi varsa eline bastonu alıp tutmayan ayaklarıyla bahçeye
gidiyor. Neler ektiyse poşete, çuvala koyuyor ve senin arabanın bagajına yerleştiriyor.
O merhameti, o şefkati annenin yüreğine veren kim? Allah Teâlâ onun içine öyle bir
şefkat koymuş ki oğlu için tutmayan diziyle bahçede çalışıyor. Ey İslam kadını! Sana
bu şerefi veren El Müteâlî celle celaluh. Allah Teâlâ seni bununla yüceltiyor. Rabbim
Kur'an-ı Kerim'de bizi annemize babamıza hürmet göstermeye davet ediyor. O emirleri
yerine getirerek yücelelim.

‫سان ۜا ً اِ ﱠما يَ ْبلُغَ ﱠن ِع ْندَكَ ا ْل ِكبَ َر اَ َح ُد ُه َٓما ا َ ْو ِك َﻼ ُه َما‬


َ ْ‫ضى َربﱡكَ ا َ ﱠﻻ ت َ ْعبُ ُٓدوا ا ٓﱠِﻻ اِيﱠاهُ َوبِا ْل َوا ِل َدي ِْن اِح‬ ٰ َ‫َوق‬
ً ‫ف َو َﻻ ت َ ْن َه ْر ُه َما َوقُ ْل لَ ُه َما قَ ْوﻻ ً ك َ۪ريما‬ ٍ ّ ُ ‫فَ َﻼ تَقُ ْل لَ ُه َٓما ا‬

Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı em-
retti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları
azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.
İsrâ Suresi 23

Allah Teâlâ kendisine ibadetten hemen sonra anne babaya iyi davranmayı emre-
diyor. Anne babaya ihsan edeceksin, ikram edeceksin. Bu ayet-i kerimeye uyup gere-
ğini yapınca yüceliyorsun.

276
ً ‫اﻻ ِخ َر َوذَك ََر ﱣ َ َكث۪ ير ۜا‬ َ ‫سنَةٌ ِل َم ْن ك‬
ٰ ْ ‫َان يَ ْر ُجوا ﱣ َ َوا ْليَ ْو َم‬ َ ‫س َوةٌ َح‬ َ ‫لَقَ ْد ك‬
ُ ‫َان لَ ُك ْم ف۪ ي َر‬
ْ ُ ‫سو ِل ﱣ ِ ا‬

İçinizden Allah’ın lutfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça anan-
lar için hiç şüphe yok ki, Resûlullah’ta güzel bir örneklik vardır.

Azhâb Suresi 21

Efendimiz aleyhisselâmın hayatında bizim için üsve-i hasene var. Hayatın her ala-
nında makamın, mevkin, konumun ne olursa olsun onun getirdiği, duyurduğu esas-
lara ittiba ettikçe yüceliyorsun. Batılı adamın yaşam şekline hayran olma! Çiğneniyo-
ruz, eziliyoruz toparlanalım. Allah'ın dinine yardım edelim ki O da bize yardım etsin.

EL-BERR

El Berr; İhsanda bulunan, ikramda eden, ikramının sınırı olmayan.

Her yerde, baktığınız her noktada El Berr olan Allah Teâlâ'nın ihsanını, ikramını
görürsünüz. Hadis-i Kutsi'de buyuruyor ki "Sen infak et, Ben de sana infak edeyim.
Verdikçe vereyim. Sana verdikçe sen ver, Ben de sana ikram edeyim". El Berr olan
Allah Teâlâ vaad eder, vaadine sadakat gösterir.

َ ۪‫ف الﱠذ‬
‫ين‬ َ َ‫ستَ ْخل‬ ْ ‫ض َك َما ا‬ ِ ‫ست َ ْخ ِلفَنﱠ ُه ْم فِي ْاﻻَ ْر‬ ْ ‫ت لَ َي‬
ِ ‫صا ِل َحا‬ ‫ين ٰا َمنُوا ِم ْن ُك ْم َوع َِملُوا ال ﱠ‬ َ ‫ع َد ﱣ ُ الﱠ ۪ذ‬ َ ‫َو‬
‫ضى لَ ُه ْم َولَيُبَ ِ ّدلَنﱠ ُه ْم ِم ْن بَ ْع ِد َخ ْوفِ ِه ْم ا َ ْمن ۜا ً يَ ْعبُدُونَن۪ ي َﻻ‬ ٰ َ‫ارت‬ ْ ‫ِم ْن قَ ْب ِل ِه ۖ ْم َولَيُ َم ِ ّكنَ ﱠن لَ ُه ْم د۪ ينَ ُه ُم الﱠذِي‬
‫ون‬َ ُ‫سق‬ ِ ‫شيْـٔ ۜا ً َو َم ْن َكفَ َر بَ ْع َد ٰذ ِلكَ فَا ُ ۬و ٰ ٓلئِكَ ُه ُم ا ْلفَا‬
َ ‫ُون ۪بي‬ َ ‫يُش ِْرك‬

Allah, içinizden iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan kimselere vaad
etti ki, kendilerinden öncekilere verdiği gibi onlara da yeryüzünde hâkimiyet ve-
recek, onlar için hoşnutluğuna vesile kıldığı dinlerinin yerleşip yayılmasını sağ-
layacak, şu andaki korkularını güvenliğe çevirecektir; çünkü onlar bana hiçbir
şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmektedirler. Bütün bunlardan sonra kim inkâra
saparsa yoldan çıkmış kimseler işte bunlardır.

277
Nûr Suresi 55

Salih ameller işleyenlere vaad ediyor. Onları yeryüzünde hakim kılacak. O halde
El Berr celle celaluh bize vaad ediyor, bizden iman ve salih amel istiyor. Eğer bunlar
bizde olursa o zaman Müslümanlar dünyayı yeniden şekillendirecekler.

El Berr infak eden, ihsan edendir. İyiliğin sahibidir. Mutlak güzelliğin sahibidir. Alla
azze ve celle bizim de iyi adamlar, güzel adamlar olmamızı istiyor. Herkes iyi adam
olmak ister ama herkes iyi adam olamaz. Nefislerine mağlup, mahkum olurlar.

‫اﻻ ِخ ِر‬ ٰ ْ ‫ب َو ٰل ِك ﱠن ا ْلبِ ﱠر َم ْن ٰا َم َن ِبا ﱣ ِ َوا ْليَ ْو ِم‬


ِ ‫ق َوا ْل َم ْغ ِر‬ ِ ‫ْس ا ْلبِ ﱠر ا َ ْن ت ُ َولﱡوا ُو ُجو َه ُك ْم قِبَ َل ا ْل َمش ِْر‬ َ ‫لَي‬
‫ين َواب َْن‬ َ ‫س ۪اك‬ َ ‫ب َوالنﱠبِ ّ۪ي ۚ َن َو ٰاتَى ا ْل َما َل ع َٰلى ُح ِبّه۪ َذ ِوي ا ْلقُ ْر ٰبى َوا ْليَت َ ٰامى َوا ْل َم‬ ِ ‫َوا ْل َم ٰلٓئِ َك ِة َوا ْل ِكتَا‬
ۚ ‫ون ِب َع ْه ِد ِه ْم اِ َذا عَا َهد‬
‫ُوا‬ َ ُ‫الز ٰكو ۚةَ َوا ْل ُموف‬ ‫ص ٰلوةَ َو ٰاتَى ﱠ‬ ‫ب َواَقَا َم ال ﱠ‬ ِ ۚ ‫الرقَا‬
ّ ِ ‫ين َو ِفي‬ َ ۪‫سا ِئل‬‫س ۪بي ِل َوال ٓﱠ‬ ‫ال ﱠ‬
َ ُ‫وا َوا ُ ۬و ٰلٓ ِئكَ ُه ُم ا ْل ُمتﱠق‬
‫ون‬ ۜ ُ‫ص َدق‬ َ ‫ين‬ َ ‫س ا ُ ۬و ٰلٓ ِئكَ الﱠ ۪ذ‬
ۜ ِ ْ ‫ين ا ْل َبأ‬
َ ‫اء َو ۪ح‬ ِ ‫ض ٓﱠر‬ ‫ٓاء َوال ﱠ‬ِ ‫س‬ َ ْ ‫ين ِفي ا ْل َبأ‬ َ ‫صا ِب ۪ر‬ ‫َوال ﱠ‬

Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Al-
lah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği mal-
dan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve öz-
gürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri
anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında
sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.

Bakara Suresi 177

El Berr olan, ihsan eden, ikram eden Allah Teâlâ'nın o lütuflarına nail olmanın for-
mülünü bir ayette ikram ediyor bize. Kalp Kur'an-ı Kerim'e muhatap olursa o zaman
Kur'an-ı Kerim'den istifade eder. Yani sen iyi adam olabilmek için irade göstereceksin.
O iradeyi gösterdiğin an tecelliler, lütuflar başlayacak. Hristiyanların, yahudilerin ken-
dilerince bir kıbleleri, ibadetleri var. İslam şekil değil, İslam suret değil. Şekil, suret
adamı iyi yapmaz. Önce iman. Bütün varlığınla, mevcudiyetinle yüzünde o imanın izi
görülecek. Nur olarak, secdenin izi olarak görülecek. Ahirete iman varsa iman haram-
lara karşı dur diyecek.

278
Cüleybib Efendimiz aleyhisselâma gelmiş, zina yapmak için;

-Müsaade et zina edeyim ya Rasulullah, dedi. Sahabe üstüne yürüdü;

-Ne diyorsun?! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda böyle bir ifade kul-
lanılır mı? Dediler. Efendimiz aleyhisselâm;

-Durun, dedi.

Yüreğine dokundu. Zina haramdır demedi. Zina edenleri ahirette ne bekliyor onu da
söylemedi. Buyurdu ki;

-Annen var mı? Birisi annenle zina yapmak istese buna razı olur musun?

-Olmam.

-Zina yapmak istediğin birinin annesidir. Kız kardeşin olsa, halan olsa, teyzen olsa -
sayar bütün yakınlarını- onlarla birileri zina yapmak isterse sen buna razı olur musun?

-Olmam ya Rasulullah.

-Peki ya zina yaptığın o kız birinin annesi, kardeşi, halası, teyzesi. Nasıl böyle bir yola
tevessül edersin, deyince başı yere düşer. Allah Resulü aleyhisselâm elini kavrar ve;

-Ya Rabbi bunun iffetini, namusunu, imanını koru muhafaza buyur. Diye dua eder.
Ondan sonra Cüleybib değil başını kaldırıp kadınlara bakmak, Medine'de yürürken taş-
lara bakmaktan bile haya ederdi.

O şuuru mektep sırasında vermek lazım. Onların da birilerinin kardeşi, halası,


annesi, teyzesi olduğunu idrak etmesini sağlamak lazım. Ne koyarsan çanağına o gelir
kaşığına. Çalma el kapısını çalarlar kapını...

279
İman olmayan bir yerde iyilik olmaz. İmanı olan bilir ki nerede olursa olsun, ne
yaparsa yapsın melekler onunla beraber görüyor ve amel defterine yazıyor. Allah Teâlâ
önüne koyup oku diyecek utanmayacak mıyız?

Kitaba, ondaki emirlere inanıyorlar. Peygamberlere inanıyorlar. Evvela iman. İman


insana bir duruş veriyor. İmanını etrafındakiler görecekler. İman ettin kenara çekil, evi-
nin içinde İslam'ı yaşa. Böyle değil! İnandıysan imanının güzelliğini etrafındaki fakir,
fukara, mazlum görecek. Adaletinle, infakınla görecek. Bunlar yoksa infak edemiyor-
san o zaman tebessümünle görecek. Yardımına koşarak görecek. İmandan sonra infak
geliyor. Yani inandıysan çevrendekiler imanın güzelliğini görecekler. Üçüncü olarak
onlar namaz kılıyorlar, Allah Teâlâ'ya kulluklarını izhar ediyorlar. Sonra zekâtı veriyor-
lar. Dördüncü aşamada söz verdiklerinde sözlerine riayet ediyorlar. Onlar fakirliğe,
hastalığa, savaşla gelen o acılara sabrediyorlar. İşte iyi olanlar, iyi insan olanlar onlar-
dır. El Berr celle celaluh isminin tecellisi onlarda görünür.

ET-TEVVÂB

Et Tevvâb; Allah azze ve celle kullarına "Bana yönelin sizin tövbelerinizi, istiğfarı-
nızı kabul edeyim" diyor. Tabe fiili dönmek demek. Bir hayattan başka bir hayata dö-
nüyoruz. Yanlıştan, ihanetten, yalandan tövbe ederek Allah Teâlâ'ya dönüyoruz. Efen-
dimiz sallallahu aleyhi ve sellemi gördüler ve döndüler. Nasuh bir tövbeyle önceki ha-
yatlarını bıraktılar. Nasuh bir tövbeyle bir daha geriye dönmeyecek, hataya dönmeye-
cek, yanlışa dönmeyeceksin. Günah aklına geldiğinde pişmanlık, nedamet seni kuşa-
tacak.

‫اب َحك۪ ي ۟ ٌم‬ ‫علَ ْي ُك ْم َو َرحْ َمتُهُ َواَ ﱠن ﱣ َ ت َ ﱠ‬


ٌ ‫ـو‬ ْ َ‫َولَ ْو َﻻ ف‬
َ ِ ‫ض ُل ﱣ‬

Allah’ın size lütfu ve rahmeti ulaşmasaydı ve Allah tövbeleri devamlı kabul eden
hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı haliniz nice olurdu?
Nûr Suresi 10

280
Tövbe kapısı açık olmasa insanların hali nasıl olurdu? Yolunu, yörüngesini kay-
betmiş bir adam yıllar sonra evine geliyor. Onun gelişinde nasıl bir muhabbet, bir aşk
varsa Allah azze ve celleye böyle bir aşk, böyle bir imanla yönelin.

‫ع ْن ُه ْم‬
َ ‫ْف‬ ُ ‫ضوا ِم ْن َح ْو ِل ۖكَ فَاع‬ ‫ب َﻻ ْنفَ ﱡ‬
ِ ‫ظ ا ْلقَ ْل‬ َ ‫فَبِ َما َرحْ َم ٍة ِم َن ﱣ ِ ِل ْنتَ لَ ُه ۚ ْم َولَ ْو ُك ْنتَ فَظا‬
َ ‫غل۪ ي‬
َ ۪‫ب ا ْل ُمتَ َو ِ ّكل‬
‫ين‬ ‫علَى ﱣ ِۜ اِ ﱠن ﱣ َ يُ ِح ﱡ‬ َ ‫ست َ ْغ ِف ْر لَ ُه ْم َوشَا ِو ْرهُ ْم فِي ْاﻻ َ ْم ۚ ِر فَ ِا َذا ع ََز ْمتَ فَت َ َو ﱠك ْل‬
ْ ‫َوا‬

Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer
kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet,
onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a
güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.
Âl-i İmrân Suresi 159

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Et Tevvâb celle celaluh diyor. Allah Teâlâ
insanlar ne kadar günah işlerse işlesin onları yine de huzuruna kabul ediyor, Peygam-
ber aleyhisselâm kabul etmez mi? Kâ'b bin Züheyr şairdi. Bedir'de Efendimiz sallal-
lahu aleyhi ve selleme karşı savaşmıştı. Efendimiz aleyhisselâm onu fidye almadan
salmıştı. Fakat salarken buyurdu ki;

-Kâ'b rica ediyorum. Bundan sonra eşime, aileme, dinime, davama sövme.

Efendimiz aleyhisselâma söz verdi ve ayrıldı. Mekke'ye gitti ama durmadı. Uhud'a ordu
hazırlanacak. Yine Kâ'b bin Züheyr en önde yine Efendim aleyhisselâma, İslam'a ha-
karet ediyor. Uhud, Hendek derken Mekke-i Mükerreme fethediliyor. Mekke-i Müker-
reme fethedilince ayrılıyor, kaçıyor. Kardeşi Büceyr var. O Müslüman olmuş, o da bü-
yük şair. Kardeşine yazıyor ki "Gel artık. Daha fazla kaçamazsın. Peygamber aleyhis-
selâmın öğrencileri seni buldukları yerde öldürecekler. Sen hakaret ettin. Sen ihanet
ettin. Sen küffarı Peygamber aleyhisselâma karşı kışkırttın. Ama gördüm ki Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Hamza'nın katili Vahşi'yi bile affetti. Sen de gel" diyor.
Bir gün yüzünü siyah şallarla sararak Medine'ye geliyor. Sabah namazından sonra
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıkıyor. Yüzü kapalı diyor ki;

281
-Ya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem. Düşmanların gelseler, ellerine kapansalar
onladı affeder misin?

-Affederim.

-Peki ya huzurunuza Bedir'de fidye almadan saldığınız, size söz veren sonra sözüne
ihanet eden, size karşı düşmanlığa devam eden, hakaret eden, söven Kâ'b bin Züheyr
gelse ellerinize kapanıp af dilese Kâ'b bin Züheyr'i de affeder misin ya Rasulullah?

-Evet, onu da affederim, buyuruyor. Kâ'b bin Züheyr yüzündeki peçeyi kaldırıyor ve
diyor ki;

-İşte ben o Kâ'b'ım ya Rasulullah diyor ve o efsane şiirini okuyor. Banet Suad Kasi-
desi/Kaside-i Bürde. Osmanlıda medreselerde onu edebiyat metni olarak okuturlardı.
Bir yerinde diyor ki;

Bana dediler ki Peygamber aleyhisselâm seni ölümle tehdit ediyor.


Geldim gördüm ki sizin katınızda ölüm değil af varmış ya Rasulullah

Efendimiz aleyhisselâma bu şiiri hediye edince sonunda Allah Resulü sallallahu aleyhi
ve sellem;

-Şairler devlet başkanlarına böyle kasideler okur, hediye ederler. Onlar da hanlar, ha-
numanlar, saraylar verirler şairlere. Benim hanım, hanumanım yok. Benim üzerimde
şu cübbem var. Kabul edersen sana cübbemi vereyim Kâ'b, diyor.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem o cübbeyi veriyor ona. Onun için bu kasidenin adı
Kaside-i Bürde oluyor. Allah Resulü aleyhisselâm Et Tevvâb diyor, affediyor.

Allah Teâlâ günde beş vakit namazla, tövbe ile ilgili ayet-i kerimelerle, ezanla bize
"Kaymayın. Şeytan sizi cehenneme çağırıyor. O sizin düşmanınız. Eğer ona meyeder-
seniz sonunuz içinde ebedi kalacağınız cehennem olur" der ve bizi tövbeye çağırır,
uyanmaya çağırır. Bazen de Allah Teâlâ kullarını musibet ve hastalıkla uyandırıyor.
Hayata bakışını değiştiriyor.

282
Amr bin Âs radıyallahu anh hicretin sekizinci yılında Müslüman olur. Öncesinde
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin karşısında, ona karşı savaşıyor. Efendimiz sal-
lallahu aleyhi ve selleme kılıç çeken kadronun içerisinde. Fakat yüreği daralıyor. Mek-
keliler Necâşî'ye onu gönderiyorlar. Necâşî'nin arkadaşıydı. Cafer radıyallahu anh
efendimize gidenleri alacaktı. Ama Necâşî'den etkilendi. Necâşî ona;

-İnan Amr. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah'ın Peygamberidir, dedi. Bu


ifade onun beynine işledi. Hergün biraz daha yaklaşıyor. Ama Arapın soylu bir ailesine
mensup Âs bin Vail'in oğlu. Hicretin sekizinci yılı. Arap Yarımadası Medine'ye, Efendi-
miz sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna akıyor. O da gidecek ama nefsiyle savaşta.
Mekke'nin Medine'ye açılan yoluna çıkıyor. Atına binip Medine'ye gidecek ama nefsi
engel oluyor. Nihayet karar veriyor gidecek. Yolda giderken Halid bin Velid'i, Osman
bin Talha'yı görüyor.

-Nereye gidiyorsunuz?

Önce söylemiyorlar. Sonra;

-Başka yol var mı? Diyor.

Artık gözlerine uyku girmiyor. Medine'ye geliyorlar ve Efendimiz sallallahu aleyhi ve


sellemin huzuruna varıyorlar. Peygamberimiz aleyhisselâmdan imana, İslam'a kabul-
lerini istiyorlar. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin huzurunda Halid bin Velid, Os-
man bin Talha iman ediyor. Amr bin Âs Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin elini
tutuyor, bırakmıyor ve diyor ki;

-Geçmiş bütün günahlarımın affedilmesi üzerine sana biat ediyorum ya Rasulullah.


-İslam'a hicret, öncesini keser atar.

-O an gözümü kaldırıp Allah Resulüne bakamadım. Bir anda gözümde Peygamber


sallallahu aleyhi ve sellem öyle büyüdü ki. Bana vazifeler verdi. O vazifeleri ifa ettim.

283
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden sonra irtidat olayları olur. Orada büyük feda-
karlıkları var. Hz. Ömer radıyallahu anh zamanında kumandanlıkları var. Filistin'i fet-
heder. Sonra derin bir stratejiyle Mısır'ı fetheder. Allah Teâlâ'nın inayetiyle Afrika'dan
Endülüs'e kadar kapılarının açılmasına Amr bin Âs vesile olur. Ama Hz. Ali efendimizin
karşısında yer alır. Bu içinde bir ukte olarak kalır. Mısır'da ölüm meleği gelir. Son anları.
Mahcubiyet, yüzünü duvara doğru döner. Oğluna der ki;

-Evladım. Babanın üç hali var. Birincisi; Bir küfür halim vardı. Eğer o zaman ölseydim
cehenneme giderdim. İkincisi; Allah Resulü aleyhisselâmı gördüğüm an. O an öyle de-
ğiştim ki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bana "İslam'a hicret, öncesini keser atar
Amr" buyurmuştu. Ben de o an tertemiz olduğumu hissetmiştim. O an ölseydim insan-
lar benim arkamdan ne güzel konuşacaklardı. Üçüncüsü; Allah Resulü aleyhisselâmı
tanıdıktan sonra yaptığım işler var. Yanlışlarım var, doğrularım var. Aleyhime mi lehime
mi bilmiyorum evladım. Şimdi gidiyorum Rabbimin huzuruna. Ya Rab. Sen bize emret-
tin, biz isyan ettik asi olduk. Sen bizi yanlışlardan, hatalardan nehyettin. Ama biz tersini
yaptık ey Allah'ım. Bizi ancak rahmetin kurtarır. Rahmetine sığınıyor, Rahmetine iltica
ediyorum. Ben istiğfar ediyorum. Fağfirli ya Ğaffâr, diyerek ruhunu Allah azze ve cel-
leye teslim etti.

Et Tevvâb olan Allah Teâlâ kullarının yönelmesini, umutsuz olmamasını, ne tür


hataları varsa -kul hakkı müstesna- yine de gelmesini istiyor.

ً ‫وب َج ۪ميع ۜا‬


َ ُ‫طوا ِم ْن َر ْح َم ِة ﱣ ِۜ اِ ﱠن ﱣ َ َي ْغ ِف ُر الذﱡن‬ ِ ُ‫س َرفُوا ع َٰلٓى ا َ ْنف‬
ُ ‫س ِه ْم َﻻ تَ ْق َن‬ َ ‫قُ ْل يَا ِعبَاد‬
َ ‫ِي الﱠ ۪ذ‬
ْ َ ‫ين ا‬
‫اِنﱠهُ ُه َو ا ْلغَفُو ُر ﱠ‬
‫الر ۪حي ُم‬

De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları ba-
ğışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Zümer Suresi 53

Sen de etrafında kimler varsa onlara anlat. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme
karşı savaşan Amr bin Âs nasıl bir mücahid oldu, diyarlar beldeler fethetti. Belki etra-
fından böyle bir kahraman çıkacak. Sen de buna vesile olacaksın. Et Tevvâb olan Allah

284
Teâlâ nasıl affediyorsa sen de affedeceksin. Kin duvarlarını imanınla eriteceksin. Allah
Teâlâ'nın affına nail olma niyetiyle sen de affet.

EL-MÜNTEKİM

El Müntekim; İntikam alandır. Velileri, dostları, kulları adına; zalimden, facirden,


kafirden intikam alıyor. İmam Gazali Rahmetullahi aleyh "Allah azze ve celle o azan-
ların sırtını, belini kırıyor" diyor. Sistemlerini, ideolojilerini, saraylarını dağıtıyor. On-
ları hiç yeryüzünde yaşamamış hale getiriyor. Bir zamanlar elleri çatlayıncaya kadar
onları alkışlıyorlardı. Ama şimdi onları tecrit ediyorlar, lanet ediyorlar. El Müntakim olan
Allah Teâlâ düşmanlarını, şeriatten uzaklaşanları zillete mahkum ediyor. El Muiz ve El
Muzil isimlerini beraber değerlendirdiğimiz de ya da arka planıyla baktığımızda; Muzil
olan Allah Teâlâ kim ihanet ediyorsa cezasını veriyor. Bir yerde hainler, asiler var. On-
lara haddini bildirmezse o dünya mazlumlar için cehenneme döner. O halde bu arka
planla baktığınızda ey Muzil diyorsunuz. Ey zalime haddini bildiren, onun burnunu yere
süren, sistemini tarihten silen Allah'ım Muzil olarak bize imdat eyle. El Müntekim di-
yorsunuz. Hz. Nûh aleyhisselâm gibi mecaliniz kalmadı. Ellerinizi kaldırıyorsunuz;

ِ ‫غ ِرقُوا فَاُد ِْخلُوا نَارا ً فَلَ ْم يَ ِجدُوا لَ ُه ْم ِم ْن د‬


َ ‫ُون ﱣ ِ اَ ْن‬
ً ‫صارا‬ ْ ُ ‫ِم ﱠما َخ ۪ ٓطيـاتِ ِه ْم ا‬

Sonunda günahları yüzünden tûfanda boğuldular, ardından ateşe atıldılar, ken-


dilerine Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.
Nûh Suresi 26

Dokuz yüz elli yıl Allah ve Resul davasını anlatıyor. Onlar yolunu kapatıyor, sövü-
yor, hakaret ediyorlar. Nûh aleyhisselâm davetini anlatırken;

ً‫ب اِ ۪نّي َدع َْوتُ قَ ْو ۪مي لَ ْيﻼً َونَ َهار ۙا‬


ِ ّ ‫َقا َل َر‬
َ ٓ ‫فَلَ ْم يَ ِز ْدهُ ْم ُد‬
ً ‫عا ۪ ٓءي ا ﱠِﻻ فِ َرارا‬
َ َ‫ست َ ْغش َْوا ثِيَابَ ُه ْم َوا‬
‫ص ﱡروا‬ َ َ ‫َواِ ۪نّي ُكلﱠ َما َدع َْوت ُ ُه ْم ِلت َ ْغ ِف َر لَ ُه ْم َجعَلُٓوا ا‬
ْ ‫صابِعَ ُه ْم ۪ ٓفي ٰاذَانِ ِه ْم َوا‬
ً‫ستِ ْكبَار ۚا‬
ْ ‫ست َ ْكبَ ُروا ا‬
ْ ‫َوا‬

285
Nûh, “Rabbim” dedi, “Doğrusu ben kavmimi gece gündüz hakka çağırdım; Fakat
benim çağrım sadece kaçışlarını arttırdı. Kendilerini bağışlaman için ben onları
ne zaman çağırdıysam, parmaklarını kulaklarına tıkadılar; elbiselerini başlarına
bürüdüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler.’’
Nûh Suresi 5-7

Nûh aleyhisselâm "Ellerimi bağladılar. Ayaklarımda prangalar. Ağzımı bağladılar.


Artık konuşamıyorum ma'rufu emredemiyorum, münkere dur diyemiyorum". O zaman
ellerini kaldırıyor Peygamber "Yenildim ya Rab. Yıkıldım Ya Rab. Mağlup oldum ya
Rab imdat eyle" diyor. 950 yıllık mücadelenin ardından Peygamber ellerini böyle
kaldırınca Müntekim olan Allah Teâlâ o intikam sıfatıyla tecelli ediyor, yeryüzünü
kafirlere cehenneme çeviriyor. Rabbim acele etmiyor, mühlet veriyor. Belki dönerler,
tövbe eder, mazlumlardan helallik talebinde bulunurlar diye mühlet veriyor. Ama dön-
müyorlar, dönmeyecekler. Zirveye ulaştıkları an Allah azze ve celle Müntekim olarak
tecelli ediyor. Allah Teâlâ'nın zalimden intikam alması adaletindendir. Ahir ömürlerinde
de büyük cezalara çarptırılacaklar.

‫سا َءكُ ۜ ْم‬ ْ َ‫ون ا َ ْب ٓنَا َء ُك ْم َوي‬


َ ُ‫ستَ ْحي‬
َ ٓ ِ‫ون ن‬ َ ‫ب يُ َذ ِبّ ُح‬
ِ ‫سُو َء ا ْل َع َذا‬ ُ َ‫َواِ ْذ نَ ﱠج ْينَا ُك ْم ِم ْن ٰا ِل فِ ْرع َْو َن ي‬
ٓ ‫سو ُمونَ ُك ْم‬
‫َوف۪ ي ٰذ ِل ُك ْم بَ َٓﻼ ٌء ِم ْن َر ِبّكُ ْم ع َ۪ظي ٌم‬

Hatırlayın ki sizi Firavun’un adamlarından kurtardık. Onlar size işkencenin en kö-


tüsünü revâ görüyorlar, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlar, kızlarınızı sağ bırakı-
yorlardı. Bu size reva görülenlerde rabbinizden büyük bir imtihan vardı.

Bakara Suresi 49

Şimdi de Irak'ta, Suriye'de, Doğu Türkistan'da, Arakan'da Filistin'de annelerin göz-


leri önünde çocukları öldürüyorlar, katlediyorlar. Müntekim celle celaluh tecelli edip sa-
raylarında o kafirlerden intikam alacak. Kızları bırakıyorlar. Onları köle olarak kullana-
caklar. Aradan yıllar geçiyor, direniyor Müslümanlar. Neticesinde;

286
َ ‫غ َر ْقـ ٓنَا ٰا َل فِ ْرع َْو َن َوا َ ْنت ُ ْم تَ ْنظُ ُر‬
‫ون‬ ْ َ ‫َوا ِْذ فَ َر ْقنَا بِ ُك ُم ا ْلبَحْ َر فَا َ ْن َج ْينَاكُ ْم َوا‬

Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık; Firavun’un adamlarını da
gözünüzün önünde denizde boğduk.
Bakara Suresi 50

Allah Teâlâ çocukları boğazlananları, mazlumları kurtardı. Firavun ve ordusu de-


nizde boğuldu. El Müntekim işte o zalimlerden böyle intikam aldı. Kız çocuklarınıza
işkence eden, onları köleleştiren, erkek çocuklarınızı boğazlayan, direnemediğiniz,
karşı koyamadığınız, hesabını soramadığınız o zulümlerin hesabını Allah azze ve celle
denizde soruyor siz seyrediyorsunuz. Bu ayet-i kerime bize diyor ki; Allah Teâlâ vakti
geldiğinde El Müntekim olarak tecelli edecek ve bizler de buna şahit olacağız.

ۢ
۪ ‫ي الﱠذ۪ ي يُحْ ـ‬
‫ي‬ َ ِّ‫اَلَ ْم ت َ َر اِلَى الﱠذ۪ ي َٓحا ﱠج اِب ْٰره۪ ي َم ف۪ ي َربِّه۪ ٓ اَ ْن ٰا ٰتيهُ ﱣ ُ ا ْل ُم ْلكَ اِ ْذ قَا َل اِب ْٰره۪ ي ُم َرب‬
‫ت ِب َها ِم َن‬ِ ْ ‫ق َفأ‬ ْ ‫يتُ قَا َل اِب ْٰره۪ ي ُم فَا ﱠِن ﱣ َ َيأْت۪ ي ِبالش ْﱠم ِس ِم َن ا ْل َم‬ ۜ ‫يتُ قَا َل اَنَ ۬ا اُحْ ـي َوا ُ ۪م‬
ۙ ‫َويُ ۪م‬
ِ ‫ش ِر‬ ۪
َ ۚ ‫ظا ِل ۪م‬
‫ين‬ ‫ب فَبُ ِهتَ الﱠ ۪ذي َكفَ ۜ َر َو ﱣ ُ َﻻ َي ْهدِي ا ْل َق ْو َم ال ﱠ‬ ِ ‫ا ْل َم ْغ ِر‬

Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak rabbi hakkında İbrâhim ile tartış-
maya giren kimseyi görmedin mi? İbrâhim “Rabbim hayat veren ve öldürendir”
deyince o, “Hayat veren ve öldüren benim” dedi. İbrâhim “Allah güneşi doğudan
getirmektedir, hadi sen de onu batıdan getir” dedi. Bunun üzerine inkârcı ne di-
yeceğini bilemedi. Allah zalimler topluluğuna rehberlik etmez.
Bakara Suresi 258

İbrâhîm aleyhisselâm "Benim Rabbim hayat verendir, öldürendir" diyor. Nemrut


"Ben de yaparım" diyor ve hapishaneden iki kişi çağırıyor. Birini öldürüyor diğerini ha-
yatta bırakıyor. Zannediyor ki ben bu haliyle bunu dirilttim. İbrâhîm aleyhisselâm bakı-
yor ki bunun düşünce melekeleri tümüyle iflas etmiş o zaman diyor ki "Madem bunu
anlayamayacak kadar idrakin kapanmış, aklın tutulmuş o halde sana şunu söylüyorum;
Benim Rabbim hergün güneşi doğudan getirir, batı cihetiyle batırır. Sen de dünyaya
öyle müdahale et ki doğudan değil de batıdan doğsun güneş" deyince Nemrut aklının
tutulduğunu o zaman anlar. İnzar, tebliğ, davet devam edee ve sonunda bir sivrisinekle

287
El Müntekim olan Allah Teâlâ hesap sordu, intikam aldı. Allah Teâlâ'nın adaleti tecelli
etti.

Amr İbn Meymûn, Abdullah İbn Mesud'un kendisine şunu anlattığını söylemiştir:

Hz. Peygamber Kabe'de namaz kılıyordu. Ebû Cehil ve arkadaşları Kabe'nin ya-
kınında oturuyorlardı. Kendi aralarında "Hanginiz falan oğullarının deve kestikleri yer-
den bir işkembe getirip secdeye vardığı zaman Muhammed'in sırtına koyacak?" dedi-
ler. Bu konuşma üzerine içlerinden en şakı olan birisi (Ukbe İbn Ebî Muayt) kalkarak
işkembeyi getirdi. Hz. Peygamber secdeye yattığında o işkembeyi sırtına, iki kürek ke-
miği arasına koydu. (İbn Mesud dedi ki): "Ben bunu gördüğüm halde bir şey yapamı-
yordum. Ah ne olurdu o zaman bunu önleyecek gücüm olsaydı!" Onlar (katıla katıla)
gülmeye başladılar, gülmekten birbirlerinin üzerine y ikiliyorlardı. Resûlullah secde edı-
yoı, başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma Resûlullah'ın yanına geldi ve işkembeyi onun
sırtından attı. Hz. Peygamber başını kaldırdıktan sonra üç kere "Allah'ım Kureyşl sana
havale ediyorum" dedi. Hz. Peygamberin beddua etmesi onlara ağır geldi. Çünkü on-
lar, bu beldede yapılan duanın kabul edileceğine inanırlardı. Daha sonra Hz. Peygam-
ber birer birer isim sayarak şöyle dedi:

"Allah'ım! Ebû Cehil'i sana havale ediyorum. Utbe ibn Rebîdyı sana havale edi-
yorum. Şeyhe İbn Rebîa'yı sana havale ediyorum. Velîd ibn Utbe'yi sana havale
ediyorum. Ümeyye İbn Halefi sana havale ediyorum. Ukbe ibn Ebî Muayt'ı sana
havale ediyorum".

İbn Mesud diyor ki: Yedinci bir kişinin daha adını söyledi, ancak ben onun adını hatır-
lamıyorum. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki Resûlullah'ın, ismini saydığı
kişilerin (Bedir savaşında öldürülerek) Bedir çukuruna atılmış olduklarını gözle-
rimle gördüm.[94]

َ ۟ ‫ين ُم ْنتَ ِق ُم‬


‫ون‬ َ ‫ع ْن َه ۜا اِنﱠا ِم َن ا ْل ُمجْ ِر ۪م‬ ِ ‫َو َم ْن ا َ ْظلَ ُم ِم ﱠم ْن ذُ ِ ّك َر بِ ٰايَا‬
َ ‫ت َر ِبّه۪ ث ُ ﱠم اَع َْر‬
َ ‫ض‬

Kendisine rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha


zalim kim olabilir? Biz, günahkârlara lâyık oldukları cezayı mutlaka veririz.

288
Secde Suresi 22

Bedir'de nasıl alındıysa başka zamanların zalimlerinden, facirlerinden, kafirlerin-


den de intikam almaya Muktedirdir.

ٌ ‫ف َو ْعدِه۪ ُرسُلَ ۜهُ ا ﱠِن ﱣ َ ع َ۪ز‬


‫يز ذُو ا ْنتِقَ ٍۜام‬ َ ‫فَ َﻼ تَ ْح‬
َ ‫سبَ ﱠن ﱣ َ ُم ْخ ِل‬

O halde, sakın Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Allah


güçlüdür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.
İbrâhîm Suresi 47

َ ‫ش ا ْلبَ ْطشَةَ ا ْل ُكب ْٰر ۚى اِنﱠا ُم ْنتَ ِق ُم‬


‫ون‬ ُ ‫يَ ْو َم نَب ِْط‬

Amansız bir şekilde yakaladığımız gün yaptıklarının cezasını hakkıyla vereceğiz.

Duhân Suresi 16

Bedir'de onları nasıl cezalandırmış, nasıl derdest ermişti hatırla. Allah Teâlâ inti-
kam alandır. İntikam alıyor firavun'u denizde gark ediyor. O günler gelecek! Mutlaka
Allah Teâlâ'nın vaadi tecelli edecek!

Bermekîler vardı. Harun Reşid zamanında neredeyse sarayı onlar yönetiyordu. O


zamanlarda suçlanıp hapse atılırlar. O zaman çocuk babasına diyor ki;

-Baba. Bir zamanlar ne halimiz vardı. Şimdi ise hepimiz ailecek zindandayız. Bir za-
manlar koca Abbasi Devleti'ni biz yönetiyorduk ama şimdi hapisteyiz.

-Evladım. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Mazlumun bedduasın-


dan sakının. Onunla Allah azze ve celle arasında perde yok" Elini kaldırdığı zaman

289
Allah azze ve celle mazlumun duasına, mazlumun bedduasına icabet eder. Biz sa-
rayda yaşıyorduk. Geceleri uyuyorduk. Biz gafildik. Ama mazlumlar uyuyamıyorlar. On-
ların bedduaları var. Allah'ta gafil değil evladım.

Gambiya'dan gelen Afrikalılara sormuştum "Siz sahurda ne yaparsınız?" diye


başka ülkelere de sormuştum. Bir kısmı dedi ki "Hocam biz sahur yapmıyoruz". Yani
önemli bir bölümünün sahur yapacak kadar ekmeği yok. Ya Fransa ya İngiltere oraları
sömürmüş. İftar ediyorlar ama sahurda yiyecek yemekleri yok. Allah Teâlâ bunların
hesabını Londra'dan, Paris'ten, Newyork'tan soracak! İşte o Allah Teâlâ O Kayyûm,
O'nun uyuması yok. O yönetiyor, idare ediyor. Ey mazlum! Sen açlıktan sahur yapa-
madan oruç tutuyorsun. Onlar yiyip içtiler. Şimdi gece boyu eğlenecekler. Bil ki Münte-
kim olan Allah azze ve celle sana yapılanların hesabını o zalimlerden mutlaka, muhak-
kak soracak.

‫ض َم ْن‬ ۜ ِ ‫ت َو َما فِي ْاﻻَ ْر‬ ‫سنَةٌ َو َﻻ َن ْو ۜ ٌم لَهُ َما فِي ال ﱠ‬


ِ ‫س ٰم َوا‬ ِ ُ‫ي ا ْلقَ ﱡيو ۚ ُم َﻻ تَأ ْ ُخذُه‬ ‫َ ﱣ ُ َٓﻻ ا ِٰلهَ ا ﱠِﻻ ُه ۚ َو ا َ ْل َح ﱡ‬
ٓ ۪‫ش ْي ٍء ِم ْن ِع ْل ِمه‬َ ‫ون ِب‬َ ‫ط‬ ُ ‫شفَ ُع ِع ْن َد ٓهُ ا ﱠِﻻ ِب ِا ْذنِه۪ ۜ يَ ْعلَ ُم َما بَي َْن اَي ْ۪دي ِه ْم َو َما َخ ْلفَ ُه ۚ ْم َو َﻻ يُ ۪حي‬ْ َ‫َذا الﱠذ۪ ي ي‬
۫ َ ۚ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫شا ۚ َء َو‬
‫ض َو َﻻ يَ ُؤ ُدهُ ِح ْفظُ ُه َم ۚا َو ُه َو ا ْلعَ ِل ﱡ‬
‫ي ا ْلعَ ۪ظي ُم‬ ِ ‫س ٰم َوا‬
‫سيﱡهُ ال ﱠ‬
ِ ‫س َع ك ُْر‬ َٓ ‫ا ﱠِﻻ ِب َما‬

Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır.
Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun
izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkala-
rında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi
içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak
kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.
Bakara Suresi 255

Bu isim bize diyor ki; Ey Müslümanlar sakın ha zalim olmayın. Zenginler zekat
vermeyerek zalim olmasınlar. Yöneticiler adaletsizlik yaparak halkına zulmetmesin.
Anne ve babalar ailesine, emanet olan çocuklarına Allah Teâlâ'nın emirlerini anlatma-
yarak zulmetmesinler. Eğer zulmederseniz bilin ki Allah Teâlâ Müntekim'dir ve sizden
intikam alır. Çocuğuna İslam'ı anlatmayan babalardan o çocukla intikam alır.

290
EL-AFÜVV

El Afüvv; Rabbim affediyor, günahları siliyor. Allah Teâlâ'nın Ğaffâr isminde de


günahları affetme vardı. Ğaffâr kelimesinde "Setr" anlamı var. Örtmek anlamı var. Yani
günahın üzerini örtüyor. Afüvv ismiyle ise günahları siliyor. O kulun samimiyetine bi-
naen kul hakkı hariç bütün günahlarını affediyor. İmam Gazali Rahmetullahi aleyh iki
isim arasında bu cihetle bir bağlantı kuruyor.

ً ‫عفُوا قَد۪ يرا‬ َ ‫وء َف ِا ﱠن ﱣ َ ك‬


َ ‫َان‬ ٍ ‫س‬ُٓ ‫ا ِْن ت ُ ْبدُوا َخيْرا ً ا َ ْو ت ُ ْخفُو ُه ا َ ْو ت َ ْعفُوا ع َْن‬

Bir iyiliği açıklar veya gizlerseniz yahut bir kötülüğü affederseniz şüphesiz Allah
da ziyadesiyle affedicidir; O her şeye kādirdir.
Nisâ Suresi 149

Bir baba oğlu yanlış yaptığında onu cezalandıracak güçteyken Allah Teâlâ'nın bu
ayetine bakıyor ve diyor ki "Ya Rabbi. Sen gücün olduğu halde affediyorsun. Ben de
gücüm, imkanım olduğu halde bu çocuğa yanlış yaptığını, hata işlediğini, büyük bir
cürme irtikab ettiğini söyleyecek ama nihayetinde bu isminin bereketine onu affedece-
ğim ya Rabbim" der.

Hz. Yusuf aleyhisselâmı kuyuya atan kardeşleri onun yanına geliyorlar. Yusuf
aleyhisselâm kardeşlerine "Bugün size azarlama yok. Allah Teâlâ sizi affetsin" di-
yor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de Mekke-i Mükerreme'yi fethedince onun
düşmanları, Kabe'de namaz kalmasına müsaade etmeyen düşmanları, doğduğu şe-
hirde Allah Teâlâ'nın dinini anlatmasına müsaade etmeyen düşmanları Kabe'nin avlu-
sunda toplanmışlar mağlup bir şekilde Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme ba-
kıyorlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara "Gidin. Hepiniz serbestsiniz" bu-
yurdu. Hz. Yusuf aleyhisselâmın kardeşlerine söylediği ayeti okur "Bugün size azar-
lama yok". Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendine neler yapıldıysa onları af-
fetti. Ama namazına bir müdahale, dinine bir müdahale varsa o zaman Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem Müntekim olan Allah azze ve celleye iltica etti. Şahsımızla

291
alakalı meselelerde beddua cümleleri kurmayacak, El Afüvv celle celaluh nasıl günah-
ları siliyorsa biz de insanların şahsımıza karşı yaptıklarını affedeceğiz. Allah Teâlâ'nın
Rahmetine, Merhametine nail olacağız. Müslümanlar bu isimle yürüdüler, fethettikleri
şehirlere bu hakikati taşıdılar. Onlar sancaklarını almış oldukları başlar üzerine değil,
kazandıkları gönüller üzerine diktiler.

Allah Teâlâ intikam alanlardan değil, affedenlerden razı. Sahabe-i Kiram altmı-
şında yetmişinde Diyarbakır'a neden gelmişler? O kalelerin arkasında Muhammed sal-
lallahu aleyhi ve sellemi tanımayanlar var. Onlar tanısınlar, onlar o sancağı alıp daha
ilerlere, daha ötelere taşısınlar, onlar oldukları şehirden cennete kapılar açsınlar diye
geldiler. Orada hanlar, hanumanlar yapmaya gelmediler. Açarlar kaleyi, fethederler Di-
yarbakır'ı. Karşıda bekliyorlar. Biraz önce düşmandılar. Hepsine "Allah Teâlâ'nın se-
lameti üzerinize olsun. Biz intikam almaya deği, Allah Teâlâ'nın rızasına nail ola-
maya geldik. Hepiniz hürsünüz" deyince oradaki Kürtler kılıçlarını bırakıp "Lâ ilahe
illallah Muhammedun Resulullah" diyerek Müslüman oluyorlar. Zorla Müslüman ol-
muyorlar. Sahabeyi görüyorlar. El Afüvv celle celaluh isminin tecellisiyle Sahabe efen-
dilerimiz onların yüreklerine dokunuyor. Türkler de Araplarla savaşarak değil, onlarda
İslam'ın güzelliğini görerek Müslüman oldular. Sonra fetihler durdu. O sancağı aldılar
başka iklimlere, başka diyarlara taşıdılar.

ER-RAÛF

Er Raûf; şiddetli bir rahmeti var. Rahîm kelimesi ile Raûf kelimesinin bir akrabalığı
var. Fakat arada şöyle bir fark var; Raûf daha çok koruyucu, Rahîm daha ziyade tedavi
edici.

‫س َٓما َء ا َ ْن‬ ِ ‫ض َوا ْلفُ ْلكَ تَجْ ۪ري فِي ا ْلبَحْ ِر بِا َ ْم ِر ۪ ۜه َويُ ْم‬
‫سكُ ال ﱠ‬ ِ ‫س ﱠخ َر لَ ُك ْم َما فِي ْاﻻَ ْر‬ َ َ ‫اَلَ ْم تَ َر اَ ﱠن ﱣ‬
۫
ٌ ‫اس لَ َر ُؤ‬
‫ف َر ۪حي ٌم‬ ِ ‫ض ا ﱠِﻻ ِبا ِْذ ِنه۪ ۜ ا ﱠِن ﱣ َ ِبالنﱠ‬ َ ‫تَقَ َع‬
ِ ‫علَى ْاﻻ َ ْر‬

292
Görmüyor musun ki, Allah yeryüzündekileri ve O’nun emriyle denizde akıp giden
gemileri sizin hizmetinize verdi! Kendi izni olmadıkça yerkürenin üzerine düşme-
mesi için göğü tutan da O’dur. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatli, çok merha-
metlidir.
Hac Suresi 65

Allah Teâlâ Raûf'tur. Yani önceden kullarına ayetlerini indiriyor. Bunları tatbik et-
mezsek evimizi, ailemizi koruyamayız. Raûf kelimesiyle uyarıcı ayet-i kelimelere işaret
var. Bizi bu ayetlerle koruyor. O ayet-i kelimeleri hayatımıza tatbik etmedik. Sonrasında
ise ölene kadar nasıl tövbe eder, nasıl ayağa kalkar, o aileyi başka formüllerle kurtara-
bilir misin? Rahîm kelimesiyle de buna işaret ediyor.

۫ َ ‫سهُ ا ْبتِ ٓغَا َء َم ْر‬


‫ف ِبا ْل ِعبَا ِد‬
ٌ ‫ت ﱣ ۜ ِ َو ﱣ ُ َر ُؤ‬
ِ ‫ضا‬ َ ‫اس َم ْن يَش ْ۪ري َن ْف‬
ِ ‫َو ِم َن النﱠ‬

İnsanlardan öylesi de vardır ki, kendisini Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya ada-


mıştır. Allah, kullarına çok şefkatlidir.
Bakara Suresi 207

Canını cennet karşılığında, Allah Teâlâ'nın rızasına nail olmak için veren kulları...
Allah Teâlâ onlara şehadeti gösteriyor. Kur'an-ı Kerim'i koruyarak, Sünnet-i Seniye'yi
koruyarak şehit olmayı gösteriyor. Cenneti göstererek onlara Rahmetini izhar ediyor.
Bir kul keyif içinde dünyada yaşıyor ama ahiretini kaybediyor. Allah Teâlâ buna mer-
hamet göstermiş olur mu? Olmaz. Merhamet, onu dünyadan cennetine almasıdır. Bir
doktor hastayı ameliyat etmeden önce onun ilaçla tedavi olma imkanı var mı diye ba-
kar. Bedenine bıçak vurmadan önce başka yollara başvurur. Olmuyorsa o zaman ame-
liyatla tedavi yoluna gider. Allah Teâlâ dünyada kullarına musibetler veriyor. O musi-
betler ilaçtır. Kulları musibetlerle toparlanırlar. Dünyaları İslam'a göre, Allah
Teâlâ'nın rızasına göre şekillenmeye başlar ve ahiretlerini kurtarırlar. Müslümanların
başına gelen musibetler ameliyattan önce alınan ilaç gibidir. "Acaba kulum bu musi-
betle tedavi olur mu? İstiğfara yönelir mi?" diye tedavi eder. Musibet o haramdan kur-
tulmasına vesile olur. Allah azze ve celle Raûf ismiyle nasıl korunacağımızı bildiriyor.
Eğer kullar Allah Teâlâ'nın bu rahmetine, merhametine kulak vermiyorlarsa bela gel-
dikten sonra Rahîm, Rahmân oluşuyla Allah Teâlâ yine kulunun elinden tutuyor, yine

293
ölüme kadar acaba tevbe edip ahiretini kurtarır mı diye fırsatlar veriyor. Allah azze ve
celle ölmeden önce bizi uyandırsın.

Çocuk yaşta babasını kaybetmiş, yetim olarak Üzeyne kabilesinde yetim olarak
büyümüş. Mekke ile Medine arasında bir yer. Babası ne kadar fakirse amcası o kadar
zengin bir adam. Amcanın da çocuğu yok. Onu evlatlık edinir. Bütün malını servetini
ona veriyor. Amcasının umudu bu çocuk büyüyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
Mekke'den Medine'ye hicret ediyor. Yollarda gelip gidenlerden haber alıyor. Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellemin risalet davasını duyuyor ve iman ediyor. Ama amcası lat'a
menat'a iman ediyor. O yüzden amcasından çekinip imanını gizliyor. Aradan uzun za-
man geçiyor. Bekliyor ki amcası iman etsin. Etsin de müsaade versin ki Üzeyne'den
kalkıp Medine'ye, Peygamber aleyhisselâmın huzuruna varabilsin. Ama o bekledikçe
amcasının Peygamber aleyhisselâma ve İslam'a olan düşmanlığı artıyor. Artık amca-
sının karşısına çıkar ve der ki;

-Amca bundan sonra bil ki ben taşlara ibadet etmiyorum. Ben onların önünde eğilmem.
Ellerimizle yaptığımız o putlar ilah olamaz amca. Bizim Rabbimiz yer ve göklerin sahibi
olan Allah azze ve celledir.

Er Raûf rahmetiyle o yetimi nasıl koruyor bakın. Putperest ailenin içinden çıkarıyor ve
o ailenin ilk Müslümanı yapıyor. Amcası diyor ki;

-Eğer sen putlarımızı, hubel'i, menat'ı bırakır Muhammed'e gider iman edersen sana
dünyalık adına neler verdiysem onları üzerinden alır, üzerinde hiçbir şey bırakmam
bunu bilesin. Benim umudum sen, benim geleceğim sen, benim yarınlarım sen olduğun
halde nasıl bana bu ihaneti yapar, nasıl putlarımızı bırakırsın? Diyor ve kabilede aklı
başında olduğunu zannettiği kimler varsa onları bu yetim çocuğun üzerine salıyor. Ama
iman kalbinde öyle karar kılmış ki. Annesine gidiyor ve diyor ki;

-Anne sen çok acılar çektin. Babamı kaybettin. Beni büyütüp bugünlere getirdin. Ama
şimdi veda vaktidir. Gidiyorum anne, diyor.

294
Annesi hiçbir şey bırakmamış. Eski bir çulu üzerine alıp onunla Medine yollarını kat
ediyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin şehrine varınca üzerindeki kıyafeti yırtı-
yor, iki parçaya ayırıyor. İki parça yaptığından dolayı Sahabe-i Kiram ona Zülbicâdeyn
demiştir. O halde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin şehrine varıyor. Akşam geli-
yor Mescid-i Nebevi'de geceliyor. Fecir vakti Bilal-i Habeşi ezan-ı Muhammediyi okur.
Efendimiz aleyhisselâm perdeyi kaldırıp içeriye girince mescidi nur dolduruyor. Heye-
canlanıyor ve gözünden yaşlar boşalıyor. Tekbir getiriyor. Allah Resulü sallallahu
aleyhi ve sellem onun arkasında Ebubekir, Ömer, Osman, Ali radıyallahu anhum ile
birlikte sabah namazını eda ediyor. Namazdan sonra Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem dönüyor;

-Sen kimlerdensin, nerdensin, adın nedir? Diye soruyor.

-Adım Abduluzza uzzanın kulu, deyince Efendimiz aleyhisselâm;

-Sen uzzanın, sen latın, sen insanların elleriyle yaptığı taşların değil, yer ve göklerin
sahibi Er Raûf celle celaluh olan Allah Teâlâ'nın kulusun. Sen Abdullah'sın. Yaklaş bize
orada durma. Bizden ol, bu cemaatin içine gir, diyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve
selleme talebe oluyor.

Yürekte kurtulmaya dair, Allah Teâlâ'ya teslimiyete dair bir irade olursa Allah Teâlâ
o kabilenin içerisinden bir çocuğu, bir yetimi alıp çıkarıyor. İşte Er Raûf celle celaluhun
koruyucu olması bu. Koruyarak Rahmet ediyor.

Abdullah Zülbicâdeyn çok güzel Kur'an okurdu. Namaz kılarken ayet-i kerimeleri
öyle okur ki kendinden geçer. Ayetlerle, Allah ve Resulünün buyruklarıyla öyle bütün-
leşmiş bir sahabe. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hangi sefere kayıldıysa onunla
o sefere katılıyor. En son Tebük'e katılacak. Peygamberimiz aleyhisselâm Medine'den
bir orduyla çıkıyor. Münafıklar dökülmüşler, geride kalmışlar. O ordunun içinde serveti
bırakan, her şeyi genç yaşında bırakan, Resulullah aleyhisselâmın huzuruna gelen
Zülbicâdeyn de var. Şimdi Doğu Roma ile hesaplaşmaya gidiyorlar. Zülbicâdeyn Efen-
dimiz sallallahu aleyhi ve sellemin yanına gelip diyor ki;

295
-Ya Rasulullah. Şu ellerini benim için bir kaldırsan da Allah Teâlâ bana bu seferde
şehadet ihsan etse.

-Allah Teâlâ senin kanını kafirlerin kılıcından korusun, diyor.

-Ya Resulullah. Anam babam sana, yoluna, davana feda olsun. Ben bunu istemiyorum.
Ben seni, bu sancağı, bu davayı, bu Kitabı korumak için vuruşurken şehit olayım ya
Rasulullah.

-Allah Teâlâ senin kanını kafirin kılıcından korusun, diyor. En sonunda buyuruyor ki;
-Sen Allah yolunda gazi olduğun halde evinden çıkar, sonra yolda hastalanırsan şehit
olursun, diyor. Tebük ordusu gidiyor. Allah Resulü aleyhisselâma haber geliyor. Diyor-
lar ki;

-Ya Resulullah. Zülbicâdeyn şiddetli bir şekilde sıtma oldu.

Yanına gidiyor, ruhunu Allah azze ve celleye teslim ediyor. Savaşa gidemeden, Te-
bük'e varamadan yolda ruhunu teslim ediyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem em-
rediyor Zülbicâdeyn'i hazırlıyorlar. Sahabe kabrini elleriyle kazıyor. Efendimiz sallal-
lahu aleyhi ve sellem geliyor bizzat kabre iniyor. Ebubekir ve Ömer radıyallahu anh
uzatıyorlar, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kabre koyuyor. Defnettikten sonra
kabirden çıkıyor ve kıbleye dönüyor;

-Allah'ım Raûf isminle o kabilenin içinden kurtardığın, sonra Tebük yollarında şehit ola-
rak huzuruna aldığın, İslam'a varmak için dünyayı ve dünyalıkları terkeden Zül-
bicâdeyn'den ben razıyım Sen de razı ol Ya Rabbi, diye dua eder.

Abdullah bin Mesud radıyallahu anh diyor ki;

-Efendimiz aleyhisselâm kabre koyuyor. Ebubekir ve Ömer taşıyorlar. Bu manzarayı


görünce dedim ki "Keşke bu çukura konan ben olsaydım". Ondan tam on beş yıl önce
Müslüman olmuştum. İslam için çok şeyler yapmıştım. Ama Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem onu kabre koydu, Ömer ve Ebubekir radıyallahu anhum taşıdı. Öyle
gıpta ettim ki onun yerinde ben olsaydım dedim.

296
Bizler de koruyucu olalım. Kardeşini dünyaya dalmaktan koru, haksızlık yapmak-
tan koru. Anne-baba evladına İslam'ın hükümlerini anlatarak onu geleceğin belaların-
dan, musibetlerinden korusun.

MÂLİK-ÜL MÜLK

Mâlik-ül Mülk; Mülkün sahibi, mülkün maliki O'dur. O'ndan başka sahip, O'dan
başka Mâlik yok. Dilediği gibi hükmeder. Hiçbir güç Allah Teâlâ'nın hükümlerini redde-
demez.

Amerika'nın gücü depremi, fırtınayı, kasırgayı durdurmaya yetiyor mu?! Yetmez!


Mülkün sahibi O'dur. Dilediğini aziz eder, dilediğini zillete mahkum eder.

َ ‫سكَ ِب َخي ٍْر فَ ُه َو ع َٰلى ُك ِ ّل‬


‫ش ْي ٍء قَد۪ ي ٌر‬ َ ‫ف لَ ٓهُ ا ﱠِﻻ ُه ۜ َو َوا ِْن َي ْم‬
ْ ‫س‬ ِ ‫سكَ ﱣ ُ ِبض ٍ ُّر فَ َﻼ كَا‬
َ ‫ش‬ َ ‫َوا ِْن َي ْم‬
ْ ‫س‬

Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa onu kendisinden başka giderecek yoktur; ve
eğer sana bir hayır verirse bilesin ki O her şeye kādirdir.
En'âm Suresi 17

َ ٓ َ‫شا ۘ ُء َوت ُ ِع ﱡز َم ْن ت‬
‫شا ُء َوت ُ ِذ ﱡل‬ َٓ َ ‫ع ا ْل ُم ْلكَ ِم ﱠم ْن ت‬ َ ٓ َ ‫قُ ِل اللﱣ ُه ﱠم َما ِلكَ ا ْل ُم ْل ِك ت ُ ْؤ ِتي ا ْل ُم ْلكَ َم ْن ت‬
ُ ‫شا ُء َوت َ ْن ِز‬
‫ير‬ٌ ۪‫ش ْي ٍء قَد‬ َ ‫شا ۜ ُء ِبيَ ِدكَ ا ْل َخ ْي ۜ ُر اِنﱠكَ ع َٰلى ُك ِ ّل‬ َ ٓ َ ‫َم ْن ت‬

De ki: “Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, diledi-
ğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik
senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin.”
Âl-i İmrân Suresi 26

Eğer Müslümanlar Sana, şeriatine ihanet ederse onları elinden alırsın. Osmanlı-
dan aldığı gibi, Abdülhamit gibi bir sultanı bizden aldığı gibi. Sadece sultanın şeriate

297
ittiba etmesi yetmiyor. Millet olarak Allah'ın şeriatine ittiba mecburiyetimiz var. Mâlik-
ül Mülk bize diyor ki "Ey Müslümanlar. Geçici bir mülkiyetiniz, geçici bir sahibiyetiniz
var".

Çobana sormuşlardı;

-Bu develer kimin?

-Geçici bir süreliğine bendd emanet. Allah Teâlâ'nın, şimdi bende. Ama ben ölünce
kime geçeceğini, kime intikal edeceğini bilmiyorum.

Mülkün sabahi biz değili, biz emanetçiyiz. Vakti gelince senden öncekilerden nasıl
aldıysa senden de alacak. Dünyaya böyle bak. Birilerine makamına, mevkisine göre
kıymet verme. Müslüman böyle olmamalı. Müslüman insanlara selamı koltuğa göre
vermez. İmanına göre, insaniyetine göre ona bir kıymet verir.

Bir gün Emevi hükümdarı Süleyman bin Abdülmekil'in yanına Haccac-ı Zalim'in
kalemi Yezid gelmiş. İçeriye girince duruşuna, haline bakmış. Farklı bir hali var. Demiş
ki;

-Ya sen nasıl bir adamsın? Senin gibi birisine mi bu devletin idaresini, kalemini verdiler.
Başka birini bulamadılar mı? Diye hakaret etmeye başlayınca Yezid dedi ki;

-Benim için bu ağır ifadeleri kullanma. Eğer senin oturduğun yerde ben olsaydım ti-
pime, duruşuma bakmaz benim için mücamele cümleleri kurardım. Beni yerlere, gök-
lere sığdıramazdım, diyor.

Yani adamın duruşuna, haline bakıyorsun "Kimse ona dönüp bakmaz" diye görü-
yorsun. Ama öyle bir adamın etrafında binler, on binler var. Çünkü parası var. Yani
insanlar seni övüyorsa zannetme ki duruşundan dolayı. O tahtta oturuyorsun diye seni
övüyorlar. Ama unutma Mâlik-ül Mülk olan Allah Teâlâ'dır. Onu senden alınca o zaman
unutuverecekler seni. İnsanların hürmetini koltukla, malla, mülkle değil; imanımızla ka-
zanalım. İmanımızla dünyada bir yer edinelim. Koltukla gelen koktuğu kaybedince gi-
der.

298
Hasan-ı Basri'ye diyorlar ki;

-Annen köle, baban köle. Ama Basra'ya giriyoruz "Bu şehrin en muteber insanı kim?"
diyoruz, herkes istisnasız seni gösteriyor. Nasıl bu makama geldin?

-İnsanların ellerindeki dünyalıklara itibar etmedim. Mallarına mülklerine elimi uzatma-


dım. Onlardan uzak durdum. Onlar da Allah Teâlâ'nın bana ikram ettiği ilme talip oldu-
lar. Bundan olması gerekir, diyor.

Eğer bir ilim adamı insanların elindeki mala talip olursa ilmin kıymetini düşürür. O
zaman Allah Teâlâ'ya değil de mala tazim başlar. Kullar Hâlık olan Allah azze ve celle
yerine mahluk olan insanları tazim ederse, Mâlik-ül Mülk olan Allah Teâlâ'yı unutursa
o zaman o milletin başına musibetler gelir. O'nu Mâlik-ül Mülk olarak tanıyalım ki
Maliki yevmiddin din günün, mahşer günün yegane sahibi bize Rahmetiyle mua-
mele etsin.

ZÜL-CELÂLİ VE'L-İKRAM

Allah Teâlâ'nın adını anınca "Allah azze ve celle" diyoruz. Ya da "Allah celle cela-
luh" diyoruz, O'nu tazim ediyoruz. Rabbimizin bir Celâl yönü bir de İkram yönü, ihsan
yönü var. Bir Azamet yönü var, bir de Lütuf yönü var. Allah azze ve celle ikram ve ihsan
eder. Eğer kulu ikram ve ihsandan anlamıyorsa o zaman O'nun dünyasında Allah azze
ve celle Celâl'iyle tecelli eder.

ٍ ۚ َ‫علَ ْي َها ف‬
‫ان‬ َ ‫ُك ﱡل َم ْن‬

ِ ْ ‫َويَب ْٰقى َوجْ هُ َر ِبّكَ ذُو ا ْل َج َﻼ ِل َو‬


‫اﻻ ْك َر ِۚام‬

Yeryüzünde bulunanların hepsi fânidir. Azamet ve kerem sahibi rabbinin zâtı ise
bâki kalır.

Rahmân Suresi 26-27


299
Her şey son bulacak. İsrafil aleyhisselâm sura üfleyince yok olacak. Celâl sahibi,
ikram ve ihsan sahibi Allah azze ve celle kalacak. O'nun dışında her şey yok olacak.

ِ ْ ‫س ُم َر ِبّكَ ذِي ا ْل َج َﻼ ِل َو‬


‫اﻻ ْك َر ِام‬ َ ‫تَ َب‬
ْ ‫اركَ ا‬
Azamet ve kerem sahibi rabbinin adı ne yücedir!

Rahmân Suresi 78

Zül-Celâli ile Celil aynı anlamdadır. Celâl sahibi demektir. Zül-Celâli, Celil kelime-
sinin mukabilidir.Bazen Celâl'iyle tecelli edip terbiye eder. Bazen de İkrâm'ıyla tecelli
eder.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir kadının elinin kesilmesine hüküm veriyor.
Kureyşliler araya girip diyor ki;

-Bu soylu bir kabileye mensup. Bunun elini kesmeyelim. Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem kimi dinler?

-Usame'yi dinler, derler. Onu Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme gönderirler. Usa-
me'yi aracı kılacaklar. Onunla o kadının elinin kesilmesine, İslam'ın bir hükmünün uy-
gulanmasına mani olmak isterler. Fakat Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem çıkıyor,
İslam'ın o noktada kesinliğini ifade buyuruyor;

-Eğer kızım Fâtıma hırsızlık yapmış olsaydı onu elini de keserdim, der.

Bu hadiseyle İslam'ın Celâl yönünü gösteriyor. Eğer siz devletin bu yönünü gös-
termezseniz o zaman masum insanların malını koruyamazsınız. Bir devlet katillere
ceza vermiyorsa insanların hakkını, hukukunu koruyamaz.

ِ ‫اص َح ٰيوة ٌ يَٓا ا ُ ۬و ِلي ْاﻻَ ْلبَا‬


َ ُ‫ب لَ َعلﱠ ُك ْم تَتﱠق‬
‫ون‬ ِ ‫ص‬َ ‫َولَ ُك ْم فِي ا ْل ِق‬
Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız.

Bakara Suresi 179

300
Katiller, adam öldürmek isteyenler Allah Teâlâ'nın bu yönünü, Celâl'ini, hükümle-
rindeki kesinliği görünce bilir ki adam öldürmenin karşılığı var. Eğer ben adam öldürür-
sem bundan sonra bu dünyada yaşayamam, beni ölüm bekliyor. Benim hayatımla ilgili
hükmü o maktulün yakınları verecek diye düşünür. Bunu düşünen adam adam öldüre-
mez, öldürecekse bir defa değil on defa düşünür sonunda vazgeçer.

Allah Teâlâ'nın bir de İkrâm yönü var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin, şe-
riatın ihsan boyutu var. Yani birisi açlık, kıtlık yılında insanlar evlerine ekmek götüre-
miyorlar. Eğer böyle bir zamanda hırsızlık yaparsa onun eli kesilmez. Hz. Ömer radı-
yallahu anh kesmiyor. Çünkü keyfinden çalmıyor. Çalışıyor, uğraşıyor, terliyor ama
evine ekmek götüremiyor. Çocuklar açlık krizindeyken bu adam ekmek çaldıysa "Şüp-
heler durumunda had cezası düşer, düşürün" buyuruyor Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellem.

Hz. Ömer efendimiz döneminde de oldu. Onun da açlıktan midesi gurulduyor, o


da bir şey bulamıyor ve guruldayan midesine diyor ki "Ne kadar guruldarsan gurulda.
Şu insanların karnı doymadan senin karnına bir lokma ekmek girmeyecek ey
Ömer bunu bilesin. Madem ki bu insanların sorumluluğu senin omuzlarında, o
halde önce onları doyuracaksın" der. İşte Ömer efendimiz radıyallahu anh böyle bir
yılda bu hükmü uygulamıyor. Çünkü Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Şüphe
olması durumunda had cezasını düşürün, uygulamayın" buyuruyor. O halde bir bütün
olarak baktığınızda İslam şeriatının bir Celâl yönü var. Orada azameti görüyorsunuz.
Katile, hırsıza, ırz düşmanına 'İşte seni bekleyen ceza budur' diyor. Öte tarafta fakir,
mazlum bir adam çalışmış ama evine ekmek götürememiş. İslam hukuku, şeriatı bu
adamın elini kesmez. O adamın evinde aç kalmış çocukları var. Müslümanlar bundan
sorumluydu. Adama iş vereceklerdi. İş de yok ekmek de yok. O zaman şeriat onun o
suçunu tehir ediyor, o cezayı ona vermiyor. Bu şeriatın ikramını, kerem yönünü göste-
rir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de görüyoruz ki ahlakın iki boyutu var. İnsan-
larda da bu olmalı. Sürekli affediyorsa, sürekli müsamaha gösteriyorsa o zaman katil-
lerin, ahlaksızların, hırsızların yolu açılmış olur. Devlet azametiyle, verdiği cezalarla
ayakta durur ve insanların hukukunu korur. Ama cezalardan önce insanları eğitir, o
suçları işlemelerine engel olur.

301
İzz bin Abdusselâm Rahmetullahi aleyh bir bayram günü Memlük hükümdarı Ey-
yüb'ün sarayına gider. Ona diyecek ki "Sen bir hükümdarsın. Nasıl olur da Mısır'da,
Kahire'de meyhane açılmasına müsaade edersin?" bunu soracak. Gider, tam hüküm-
dar çıkacak, valiler ve paşalar orada. Hükümdar çıkıyor. Selam verince herkes rükuya
varır gibi eğiliyor. O ise elini kaldırıyor ve başında hiçbir tazim sıfatı olmadan;

-Eyyüp. Allah Teâlâ sana Mısır'ı emanet olarak verdi. Sense burayı meyhanelerle dol-
durdun. Allah azze ve celleye bunun hesabını nasıl vereceksin be adam?! Diyor.

Eyyüp kendini müdafaa ediyor, ayrılıyor oradan.

Bayram günü herkes İzz bin Abdusselâm'ın bu çıkışını konuşuyor "Nasıl yaptı? Nasıl
cesaret etti? Hükümdar orada onu öldürebilirdi" diye. Bir talebesi soruyor;

-Hocam bunu nasıl yaptın?

-Sanki önümde valilerin, paşaların tazim ettiği bir sultan değil de kedi vardı. Ben de
ona haddini bildiriyordum. Namazdaki halimi düşündüm. Allahuekber deyişimi, rükuya
varışımı, secdede Rabbimi tesbih ve tazim edişimi düşündüm. O zaman önümde in-
sanların yücelttiği biri değil de normal bir varlık var, ben de ona haddini bildiriyorum,
Allah Teâlâ'nın şeriatını müdafaa ediyorum.

Onun için biz sadece Allah demiyoruz "Allah azze ve celle, Allah celle celaluh"
diyoruz. Çocuklara bunu öğretecek, alıştıracağız. Mekke'yi sadece Mekke olarak söy-
lemeyeceğiz. Sıfatıyla beraber söyleyecek "Mekke-i Mükerreme" diyeceğiz. Müslüma-
nın dili, diyalektiği kafirden farklı olacak. Onlar "Mekke" diyorlar. Biz "Mekke-i Müker-
reme" diyeceğiz. Kur'an-ı Kerim, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem diyeceğiz.
Ulemamızı andığımız zaman "Rahimehullah veya Rahmetullahi aleyh" diyeceğiz. Sa-
habe-i Kiramı andığımızda "Radıyallahu anh, radıyallahu anha" diyeceğiz. İki kişiyse
"Radıyallahu anhuma", üç veya daha fazla kişiyse "Radıyallahu anhum" diyeceğiz.

Bu isim bize emir ve nehyin sadece ve sadece Allah azze ve celleye ait olduğunu
söyler. Ondan başkalarının vermiş olduğu emirlerle, Allah Teâlâ'nın emirleri çatıştı-
ğında Allah Teâlâ'nın emirlerine teslim olacaklar. Eğer kulların emirlerine ittiba eder-
lerse Allah Teâlâ'ya isyan etmiş olurlar. Onlar dilleriyle söylediği Zül-Celâli Ve'l-İkrâm'ı
amelleriyle inkar etmiş olurlar.

302
َ ۜ ‫ين عَا َه ْدت ُ ْم ِم َن ا ْل ُمش ِْر ۪ك‬
‫ين‬ ُ ‫بَ َٓرا َءةٌ ِم َن ﱣ ِ َو َر‬
َ ‫سو ِله۪ ٓ ِالَى الﱠ ۪ذ‬

ْ َ ‫ض ا َ ْربَعَةَ ا‬
َ ‫ش ُه ٍر َوا ْعلَ ٓ ُموا اَنﱠ ُك ْم‬
َ ‫غي ُْر ُم ْع ِج ِزي ﱣ ۙ ِ َواَ ﱠن ﱣ َ ُم ْخ ِزي ا ْلكَافِ ۪ر‬
‫ين‬ ِ ‫فَ ۪سي ُحوا فِي ْاﻻَ ْر‬

ُ‫سولُ ۜه‬ ُ ‫ين َو َر‬َ ۙ ۪‫اس يَ ْو َم ا ْل َح ّجِ ْاﻻَ ْكبَ ِر اَ ﱠن ﱣ َ بَ ۪ ٓري ٌء ِم َن ا ْل ُمش ِْرك‬ِ ‫َواَ َذا ٌن ِم َن ﱣ ِ َو َرسُو ِله۪ ٓ ِالَى النﱠ‬
ٍ ‫ش ِر الﱠ ۪ذي َن َكفَ ُروا بِ َع َذا‬
‫ب‬ َ ‫فَا ِْن ت ُ ْبت ُ ْم فَ ُه َو َخي ٌْر لَ ُك ۚ ْم َوا ِْن ت َ َولﱠ ْيت ُ ْم فَا ْع َل ُٓموا اَنﱠكُ ْم‬
ّ ِ َ‫غي ُْر ُم ْع ِج ِزي ﱣ ِۜ َوب‬
ٍۙ ۪‫اَل‬
‫يم‬

‫علَ ْيكُ ْم ا َ َحدا ً فَا َ ِت ٓﱡموا اِلَ ْي ِه ْم‬ َ ُ‫شيْـٔا ً َو َل ْم ي‬


َ ‫ظا ِه ُروا‬ ُ ُ‫ين ث ُ ﱠم لَ ْم َي ْنق‬
َ ‫صو ُك ْم‬ َ ‫ين عَا َه ْدت ُ ْم ِم َن ا ْل ُمش ِْر ۪ك‬
َ ‫ا ﱠِﻻ الﱠ ۪ذ‬
‫ين‬َ ۪‫ب ا ْل ُمتﱠق‬‫ع ْه َد ُه ْم ا ِٰلى ُم ﱠدتِ ِه ۜ ْم اِ ﱠن ﱣ َ يُ ِح ﱡ‬
َ

Allah ve Resulünden, antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere karşı fesih bildiri-


midir! Yeryüzünde dört ay daha serbestçe dolaşın; fakat bilin ki asla Allah’ı âciz
bırakamazsınız ve Allah inkârcıları er-geç rezil rüsvâ edecektir. Yine Allah ve re-
sulünden bu büyük hac günü insanlara duyurudur: Allah ve resulünün müşrik-
lerle hiçbir bağı yoktur. Şayet tövbe ederseniz, bu kendi iyiliğinize olur; eğer sırt
çevirirseniz bilin ki siz Allah’ı âcizliğe düşüremezsiniz. (Resulüm!) İnkârcıları
elem veren bir azapla müjdele! Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşrikler-
den bilâhare yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve sizin aleyhinize kimseye
arka çıkmayanlar müstesna; onlara verdiğiniz söze süresi doluncaya kadar ria-
yet ediniz. Allah haksızlıktan sakınanları sever.

Tevbe Suresi ilk ayetleri, hicretin dokuzuncu yılında Peygamberimiz sallallahu


aleyhi ve sellem Ebubekir radıyallahu anhı Hac Emiri olarak gönderiyor. Ardından da
Tevbe Suresinin ilk ayetleri nazil oluyor. Ali radıyallahu anh efendimizi de bu ayetleri
orada okuması üzere gönderiyor. Hicretin dokuzuncu yılında müşrikler de Müslüman-
larla birlikte hac yapıyordu. Bu ayet-i kerime diğer ayetlerle beraber onlara okundu.
Müslümanlar korktular. Ve dediler ki;

-Eyvah. Müşrikler çok zengin. Para onlarda. Onlar Mekke piyasasına girmeyecek, bu-
rada ticaret yapmayacaklarsa biz iktisadi olarak çökeriz, dediler. Allah Teâlâ da onlara;

303
‫َام ِه ْم ٰه َذ ۚا َوا ِْن‬ ْ ‫س فَ َﻼ يَ ْق َربُوا ا ْل َم‬
ِ ‫س ِج َد ا ْل َح َرا َم بَ ْع َد ع‬ ٌ ‫ُون نَ َج‬ َ ‫ين ٰا َم ٓنُوا اِنﱠ َما ا ْل ُمش ِْرك‬
َ ‫يَٓا اَيﱡ َها الﱠ ۪ذ‬
‫شا ۜ َء ا ﱠِن ﱣ َ عَل۪ ي ٌم َحك۪ ي ٌم‬ ْ َ‫ف يُ ْغن۪ ي ُك ُم ﱣ ُ ِم ْن ف‬
َٓ ‫ض ِله۪ ٓ ا ِْن‬ َ ‫س ْو‬ َ َ‫ع ْيلَةً ف‬
َ ‫ِخ ْفت ُ ْم‬

Ey iman edenler! Bilin ki Allah’a ortak koşanlar pisliğe batmışlardır; artık onlar
bu yıldan sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan endişe
ederseniz, unutmayınız ki Allah size -dilerse- kendi lutfuyla bolluk verir. Allah
bilmekte, hikmetle yönetmektedir.

Tevbe Suresi 28

Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum on bir yıl sonra İran'ın o günkü en büyük im-
paratorluğunu tarihten siliyor. Allah Teâlâ Celâl sıfatına sahip. Yani emreden, yasakla-
yan O'dur. Devlet totodan, lotodan, kumardan, iddiadan para kazanır mı?! Bunlarla
insanlar paralarını koyuyorlar, kaybediyorlar, aileler dağılıyor, aileler parçalanıyor. Bu
milli olur mu?! Milletin hayatını karartan bir şey, milletin menfaatine gibi gösterilebilir
mi?! Bu tür şeyler yasaklanmış olsaydı, topluma anlatılmış olsaydı o zaman sadece bir
kaç yerde değil, Allah Teâlâ nerelerden petroller, doğalgazlar verir. "......Kim Allah'a
saygısızlıktan sakınırsa, Allah Teâlâ ona bir çıkış yolu gösterir" buyuruyor Rab-
bim. Yani kim Allah Teâlâ'dan korkar, O'nun emirlerini çiğnemekten korkar ve takvayı
kuşanırsa, Allah Teâlâ ona yol açar. İnanmak lazım kardeşlerim. Yer ve göklerin sahibi
olan Allah Teâlâ karadan, havadan, denizden İkrâm etmeye, ihsan etmeye muktedirdir.

Namazı kıldığımız zaman "Allahümme entesselâmü ve minkesselâm


tebârekte ya Ze'l-Celâli Ve'l-İkrâm" (Allah'ım sen Selâm'sın. Selamet de Sen'den-
dir. Ey Celâl ve İkrâm sahibi Sen münezzehsin, Sen Yücesin) diyor, Allah Teâlâ'yı
tesbih ve tazim ediyoruz. Bunu yapan bir kul, başkalarının önünde eğilmez.

Büyük Selçuklu kumandanı, Selahaddin Eyyubi'nin kumandanı Nûreddin Zengî


Rahmetullahi aleyh savaşacak, büyük bir muharebe olacak. Altından iniyor ve ordusu-
nun önünde yüzünü toprağa sürüyor ve diyor ki "Ya Rabbim. Sen'in huzurunda eği-
len bu yüzü, kafirlerin önünde eğme ya Rabbi. Benim suçum, benim hatam, be-
nim günahım varsa beni cezalandır. Ama bu ordu Sen'in ordun, bu bayrak Sen'in
sancağın ya Rabbi" der.

304
Bizler nefsimizi tahkir etmeli, Allah azze ve celleyi tazim etmeliyiz. Celâl ismi bize
bunu öğütlüyor. O'nun için efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Allahümme entes-
selâmü ve minkesselâm tebârekte ya Ze'l-Celâli Ve'l-İkrâm" (Allah'ım sen
Selâm'sın. Selamet de Sen'dendir. Ey Celâl ve İkrâm sahibi Sen münezzehsin,
Sen Yücesin) Bu ifadeyi kullanıyor.

Yavuz Sultan Selim Rahmetullahi aleyh ittihad-ı İslam'ı tesis ediyor. Portekizler
Yemen'de Medine'ye saldırmak üzere tersane kuruyorlar. Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellemin naaşını alıp kaçırma teşebbüsleri var. Yine buna teşebbüs edecekler.
Memlükler ve Safeviler'le beraber olup hacılara saldırıyorlar vs. yapıyorlar. Bu du-
rumda Müslümanları tek bir bayrak altında toplamanın zarureti hasıl oluyor. Suriye ule-
ması mektup yazıyor "Gel artık. Memlük zulmüne daha fazla dayanmaya mecalimiz
kalmadı". Gidiyor. İki yıl üç ay sonra İstanbul'a dönüyor. Dönerken imam hutbede "Ha-
kimü'l-Harameyn/ Harameyn'in Hakimi" diyince secdeye eğiliyor ve diyor ki "Hayır! Ha-
dimü'l-Harameyn" der.

Şu üç şey, Allahü teâlâya tazimdendir:

1- Müslüman olarak yaşlanan kimseye ikram,

2- Kur’an-ı kerimi ezberleyene ikram,

3- İlim sahibine ikram.

Eskiden bir hafız bir sokağa girince yaşlı amcalar, Kur'an-ı Kerim'e hürmeten
ayağa kalkarlardı. Şimdi onlar yok. Çünkü hafız kardeşim, hoca kardeşim İslamiyet’i
temsil noktasında zafiyet gösteriyor. Eskiden hafızların icazet törenlerine çok büyük
alaka olurdu. Millet hafıza hasretti. Kur'an kursları yasaktı. Sonra Kur'an kursları açıl-
maya başladı, özellikle seksenden sonra çok Kur'an kursu açıldı. Çokça hafız yetişti-
rildi. Fakat millet hafızalardan çok şey bekliyordu. Hayatı Kur'an-ı Kerim'le şekillenen
ilim talebeleri görmek istediler. Milletin çocuklarına yıldız gibi yol göstereceklerdi. Bunu
göremeyince bir hayal kırıklığı oluştu. Acizane kanaatim odur ki millet çapında bu bü-
yük alakanın kırılma sebebi budur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem "Adil bir dev-
let adamına hürmet göstermek de Allah Teâlâ'yı tazimin bir parçasıdır" buyuruyor.

305
َ‫س ِم َربِّكَ الﱠ ۪ذي َخلَ ۚق‬
ْ ‫ا ِْق َرأْ بِا‬

ٍ ۚ َ‫عل‬
‫ق‬ َ ‫ان ِم ْن‬
َ ‫س‬َ ‫اﻻ ْن‬
ِ ْ َ‫َخلَق‬

‫اِ ْق َرأْ َو َربﱡكَ ْاﻻَ ْك َر ۙ ُم‬

‫علﱠ َم ِبا ْل َقلَ ِۙم‬


َ ‫اَلﱠذ۪ ي‬

‫ان َما لَ ْم َي ْعلَ ۜ ْم‬


َ ‫س‬َ ‫اﻻ ْن‬
ِ ْ ‫علﱠ َم‬
َ

Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmış-
tır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin
sonsuz kerem sahibidir.

Alak Suresi 3-5

O Ekrem olan Allah azze ve celle kalemle yazmayı öğretti. Kalem, tarihi bugüne
aktardı. İkrâm sahibi olan Allah Teâlâ bize bilmediğimizi öğretti. Bu insaniyetimizin hay-
vanlardan ayrıldığı en önemli noktadır. İnsan konuşan, düşünen bir varlık olarak ayrılır.

‫ار َو ْاﻻَ ْفـِٔ َد ۙةَ لَعَلﱠ ُك ْم‬


َ ‫ص‬َ ‫س ْم َع َو ْاﻻَ ْب‬ ۙ َ ‫ون‬
‫شيْـٔا ً َو َجعَ َل لَ ُك ُم ال ﱠ‬ َ ‫ون ا ُ ﱠم َهاتِكُ ْم َﻻ ت َ ْع َل ُم‬
ِ ‫ط‬ُ ُ‫َو ﱣ ُ ا َ ْخ َر َج ُك ْم ِم ْن ب‬
ْ َ‫ت‬
َ ‫شك ُُر‬
‫ون‬

Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı
çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler verdi.

Nahl Suresi 78

Sahabe-i Kiram radıyallahu anhum, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden Al-


lah Teâlâ'nın Kerim, O'nun Ekrem oluşunu dinlediler. Kur'an-ı Kerim'de gördüler. Sonra
onlar da ikrâm ve ihsanda bulundular. Önceden mallarını nasıl küfür yolunda harcadı-
larsa şimdi çok daha fazlasını canlarıyla beraber ortaya koydular.

Hz. Hatice radıyallahu anhanın kardeşinin oğlu Hakîm bin Hizâm vardı. Peygam-
berimiz sallallahu aleyhi ve sellemle de münasebeti çok iyiydi. Rasulullah sallallahu

306
aleyhi ve sellemden yaş itibariyle daha büyüktü. Ama Müslüman olamadı. Mekke or-
dusu Bedir'e giderken onu da yanlarına aldılar. Küfür ordusunu istememesine rağmen
tahriklere kanarak ordunun içinde yer aldı, sponsor oldu. Efendimiz aleyhisselâmla sa-
vaşmak istemiyordu ama gururuna mağlup oldu. Sonraları Peygamberimiz aleyhis-
selâma karşı duruşu Mekke'nin fethine kadar devam etti. Efendimiz sallallahu aleyhi
ve sellem Mekke-i Mükerreme'yi fethederken "Ebû Süfyan'ın evine giren emandadır.
Hakîm bin Nizâm'ın evine giren de emandadır" buyurdu. Hakîm bin Nizâm Mekke-i
Mükerreme'nin fethinde Müslüman oldu. Ondan sonra Huneyn'e gelip hep İslam'ın ya-
nında yer aldı. Dâru'n Nedve kafirlerin saldırı kararlarını aldığı, Mekke'nin parlamen-
tosu diyebileceğimiz bir mekandı. Burası Hakîm bin Nizâm'a intikal etmişti. Hakîm bin
Nizâm burayı yüz bin dinara satar. Daha Müslüman olmamış Mekke'nin çocukları der
ki;

-Cahiliyenin hafızasını yok ettin, sildin amca. Burada ne kararlar alınmıştı. Bütün bu
hatıraların üzerine kezzap döktün.

-Evlat. Evet sattım ama kendim için değil, Allah yolunda, geçmişimi temizlemek için
sattım. Şahit olun ki yüz bin dinarı Allah yolunda sadaka olarak dağıtacağım, der.
Sonra Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemle Huneyn'e katılır. Efendimiz aleyhisselâm
ona yüz deve verir. Hepsini infak eder. Allah Resulü aleyhisselâm;

-Veren el, alan elden üstündür Hakîm,deyince hepsini infak eder. İlk haccında yüz
deve infak eder ve der ki;

-Ya Rabbim. Geçmişte çok günahlarım vardı. Çok geç kaldım, neleri kaybettim. Allah
Rasulü aleyhisselâma savaş ilan eden Mekke ordusunun içinde yer aldım, der ve ağ-
larmış.

Bir gün oğlu yanına gelir ve der ki;

-Baba seni ağlatan nedir, neden böyle ağlarsın?

-Evladım. Malımı küfür yolunda harcadım. Rasulullah aleyhisselâma imanda bu kadar


geç kaldım. Bedir'deki halimi düşünüyorum. Ya orada ölseydim ne halde olurdum?

Onları düşünüp ikrâm eder. Yüz deve kesip fukaraya dağıtıyor. Sonraki yıl yüz tane
köle, boyunlarında bir yazı "Hepsini Hakîm bin Nizâm, Allah yolunda azad ediyor".
Sonraki yıl bin koyun infak ediyor.

307
Ebubekir radıyallahu anh ve Ömer radıyallahu anh halifelikleri zamanında Hakîm
bin Nizâm'ı hazineden pay vermek üzere çağırır ama o kabul etmez. "Ben nasıl ikrâm
alayım? Ben ikrama memurum. Ben geç Müslüman oldum. Allah Rasulü aleyhis-
selâmın yanında çok sonraları yer aldım. Ona düşmanlık edenlerle beraber yürüdüm.
Malımı vereyim. Kerim olan Rabbimin ismine bakıp ikram edeyim ki Allah Teâlâ ahi-
rette bana infak eylesin" der.

Müslüman, Allah Teâlâ'nın Kerim oluşunu, Ekrem oluşunu düşünecek ikrâm ede-
cek.

EL-MUKSİT

El Muksit; Mazlumun hakkını mutlaka alır. Dünyada da alır, ahirette de alır.

Allah Teâlâ evvela önlemler alır. Talimatları, buyrukları var. İnsanları bunlara uy-
maya çağırır. Eğer insanlar onlara uymazsa o zaman adil devlet adamlarının eliyle o
zalimlerden mazlumların hakkını alır. Ama bunun bir kısmı ya da önemli bir bölümü
ahirete kalır. Ahirette Allah azze ve celle bir bütün olarak bunların hesabını soracak.

ۜ ُ‫شنَ ٰا ُن قَ ْو ٍم ع َٰلٓى ا َ ﱠﻻ ت َ ْع ِدل‬


‫وا‬ َ ‫س ِۘط َو َﻻ يَجْ ِر َمنﱠ ُك ْم‬ْ ‫ش َه َٓدا َء بِا ْل ِق‬ َ ‫ين ٰا َمنُوا كُونُوا قَ ﱠو ۪ام‬
ُ ِ ‫ين ِ ﱣ‬ َ ‫يَٓا اَيﱡ َها الﱠ ۪ذ‬
َ ُ‫ير بِ َما تَ ْع َمل‬
‫ون‬ ۠ ُ‫ع ِدل‬
ُ ‫وا هُ َو ا َ ْق َر‬
ٌ ‫ب ِللت ﱠ ْق ٰو ۘى َواتﱠقُوا ﱣ ۜ َ اِ ﱠن ﱣ َ َخ ۪ب‬ ْ ِ‫ا‬

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler
olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin.
Adaletli olun; bu, takvâya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yap-
tıklarınızdan haberdardır.

Mâide Suresi 8

Ey Müslümanlar! Adil olarak, adaleti koruyan şahitler olarak hakkı ayakta tutun.
Bunu siz yapın. İster kafir, ister Müslüman olsun. Şahitlik yapacaksak adaleti gözete-
ceğiz. Müslümanlar ihanet edemezler. Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyor ki;

308
Resulullah (sav)'la Hayber Kalesine indik. Beraberinde başka birçok Müslüman da
vardı. Hayber'in sahibi (lideri) cebbar, mütekebbir birisi idi. Resulullah (sav)'a gelerek:
"Ey Muhammed! Sizin eşeklerimizi kesmeye, meyvelerimizi yemeye, kadınlarımızı
dövmeye hakkınız mı var?" dedi. Resulullah (sav) bu sözlere öfkelenerek emretti: "Ey
İbnu Avf, merkebine bin ve şöyle nida et: "Haberiniz olsun, cennet sadece mü'minlere
helaldir, namaz kılmak üzere toplanın!" Ravi, devamla, der ki: "Cemaat toplandı. Re-
sulullah (sav) onlara namaz kıldırdı. Sonra da kalkıp şunları söyledi: "Sizden biri, (ra-
hat) koltuğuna kurulup, Allah'ın sadece şu Kur'an'da yazdıklarını mı haram ettiğini sa-
nıyor? Haberiniz olsun, vallahi ben (Allah'ın yasaklarını) duyurdum, (Kur'an'da olma-
yan hayırlar) emrettim, birçok şeylerden sizleri yasakladım; bunlar, Kur'an'ın bir misli
kadar ve belki de daha çoktur. Allah Teala hazretleri, Ehl-i Kitabın evlerine izinsiz
girmenizi helal kılmamıştır. Kadınları dövmenizi, borçlarını (olan cizyeyi) verdik-
ten sonra meyvelerini yemenizi de helal kılmamıştı."

Biz güçlüyüz de bunlar zayıf, değil kardeşlerim. Müslüman bunu yapamaz, evine
müsaadesi olmadan giremez, dövemez, gasp edemez buyuruyor. Yani onların da hak
ve hukuku korunacak. Biz Allah Teâlâ adına adaleti tayin edecek, zalimden mazlumun
hakkını alacağız.

Safvan İbnu Süleym, birçok sahabi evlatlarının, babalarından yapmış oldukları ri-
vayetlere dayanarak, Resulullah (sav)'ın şöyle buyurmuş olduğunu naklediyor: "Kim
antlaşma yapılan bir kimseye zulmeder veya hakkını tenkis eder veya takatının
fevkinde emreder veya onun rızası dışında bir şeyini alırsa, kıyamet günü aley-
hine ben delil olacağım."

Peygamberimiz aleyhisselâm kıyamet günü o kişinin davacısı olacağını söylüyor.


O hristiyanın hukukunu, ona zulmeden Müslümana karşı koruyor. Bizler de onun izin-
den gidip Allah Teâlâ'nın El Muksit isminin tecellisiyle hareket edeceğiz.

Hz. Ali, Sıffîn Savaşı’na giderken yolda zırhını kaybetmişti. Harp bitip Kûfe’ye dön-
düğünde, zırhını bir Yahudi’nin elinde gördü. Yahudi’ye şöyle dedi:

-Bu benim zırhımdır. Onu ne birine sattım, ne de hediye ettim. Yahudi:

-Bu benim zırhımdır ve benim elimdedir,dedi.

Hz. Ali, isteseydi zırhı ondan hemen alabilirdi. Fakat kesin olarak kendisi haklı da olsa,
meselenin hâkim önünde halledilmesini teklif etti:

309
-O hâlde hâkime gidelim, dedi. Birlikte hâkime gittiler.

Hâkim, adaletiyle tanınan Kadı Şureyh idi. Hz. Ali huzura girdiğinde, hâkimin yanı ba-
şına geçip oturdu ve bu hareketinin sebebi olarak da:

-Hasmım Yahudi olmasaydı elbette onunla aynı yerde otururdum. Fakat ben Resûlul-
lah’tan, "Allah’ın onları küçülttüğü yerde siz de onları küçültün!" buyurduğunu işittim,
dedi.

Kâdı Şureyh, Hz. Ali’ye:

-Ey müminlerin emîri! Aranızdaki mesele nedir?' dedi. Hz. Ali:

-Şu Yahudi’nin elindeki zırh benim zırhımdır. Ben onu ne birine sattım, ne de hediye
ettim.

Meseleyi anlayan kadı, Hz. Ali’ye:

-Bu iddianı ispat edecek delilin var mı? diye sordu. Hz. Ali:

-Evet, var; hizmetçim Kanber ve oğlum Hasan, bu zırhın benim olduğuna iki şahittir.

Kadı Şureyh:

-Oğulun baba için şehadeti caiz değildir, dedi. Hz. Ali:

-Cennet ehli birinin şehadeti nasıl kabul olmaz?! Ben Resûlullah’ın, "Hasan ve Hüse-
yin, cennet gençlerinin efendileridir." buyurduğunu işittim, dedi.

Neticede Şureyh, delil yetersizliğinden davayı Yahudi’nin lehine neticelendirdi. Bu bü-


yük adalet karşısında Yahudi daha fazla dayanamadı ve şöyle demekten kendini ala-
madı:

-Müminlerin emîri, beni hâkime götürdü, kendi tayin ettiği hâkim de kendi aleyhinde
hüküm verdi. Ben şehadet ederim ki, bu din haktır. Ve yine ben şehadet ederim ki,
Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed de onun Resûl’üdür. Bu zırh senindir. Deven-
den düşmüştü, ben de almıştım.

Evliya Çelebi Sultan Fatih'e dair benzer bir olayı nakleder;

310
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’un fethinden hemen sonra, emri altında çalışan bir
Hristiyan mimara görev vermişti. Daha sonra teftişe çıktığında, emir verdiği gibi yap-
mamıştı Hristiyan mimar. Buna çok sinirlenen Sultan Mehmed, Hristiyan mimarın ko-
lunu kesmişti. Eli kesilen mimar, Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmed Han’ı Kadı Hızır
Bey’e dava etti. Kadı Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmed’in yakın dostu idi. Normalde
Fatih’e ”es-Sultan ibnü’s Sultan el Gazi Ebu’l-Feth Muhammed Han-ı Sani” diye hitap
ediyordu. Fatih Sultan Mehmed davalı olduğu için ona herhangi bir insana kullandığı
hitap ile ”Murad oğlu Mehmed” şu saatte mahkemeye gelin, diye mahkeme kağıdını
gönderdi. Sultan Mehmed duruşma günü mutevazi bir elbise ile mahkemeye gitti ve
mahkeme başladı. Mahkemelerde hakim (kadı) adaleti temsil ettiği için oturur, diğerleri
ayağa kalkarak ifade verirdi. Kadı Hızır Bey Fatih’i otururken görünce ona;

-Şuanda suç murafaası üzeresin, ayağa kalk, diye ikaz etti.

Fatih ifade için hemen ayağa kalktı. Kadı Hızır Bey, tüm olan biteni inceledikten ve
ifadeleri aldıktan sonra Fatih’i suçlu buldu ve kısas ayetini okuyarak, Fatih’in elinin de
aynı şekilde kesilmesine karar verdi. Cihan Padişahı olan, Dünya’yı dize getiren Fatih
Sultan Mehmed Han, karara hiç itiraz etmeden saygı duyarak:

-Hüküm Şerefli olan İslam Şeriatı’nındır! dedi.

Hristiyan mimar bu adaletin karşısında duygulanarak gözyaşları içinde;

-Hakkımdan vazgeçiyorum, karşılık olarak diyeti kabul ediyorum! dedi. Olay tatlıya
bağlandıktan sonra Fatih Sultan, Kadı Hızır Bey’e:

-Benden değil de Allah’tan korktuğun için seni tebrik ederim! dedi. Kadı Hızır Bey’de
birden ayağa kalktı ve oturduğu minderin altından topuzunu çıkararak:

-Eğer verdiğim kararı kabul etmeseydin, elimdeki bu topuzla kafana vuracaktım, dedi.
Fatih’te bu cevaba karşılık olarak, kaftanının altında sakladığı hançeri gösterdi ve:

-Sen de eğer padişah olduğum için bana ayrıcalık tanıyıp, adalet üzere karar verme-
seydin, bununla kelleni koparacaktım, dedi.

Fatih Sultan Mehmed, şahsi servetinden Hristiyan mimara ayrıca bir ev hediye etti.
Bunun üzerine Hristiyan mimar;

-Dünya’da böyle bir adaletin eşi ve benzeri yoktur. Ben artık bu andan itibaren Müslü-
manım, diyerek Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

311
َ ‫شيْـٔ ۜا ً َوا ِْن ك‬
‫َان ِمثْقَا َل َحبﱠ ٍة ِم ْن َخ ْر َد ٍل ا َتَ ْي َنا‬ ٌ ‫ط ِليَ ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة فَ َﻼ ت ُ ْظلَ ُم نَ ْف‬
َ ‫س‬ َ ‫س‬
ْ ‫ين ا ْل ِق‬
َ ‫ض ُع ا ْل َم َو ۪از‬
َ َ‫َون‬
َ ‫س ۪ب‬
‫ين‬ ِ ‫ِب َه ۜا َوك َٰفى ِب َنا َحا‬
Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız; artık kimseye hiçbir şekilde hak-
sızlık edilmez. Yapılan, bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu getirir ortaya koya-
rız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.

Enbiyâ Suresi 47

O adalet terazileri koyulacak. Kimin nerede bir mazluma zulmü, ihaneti varsa o
zalimden alınacak ve mazluma hakkı verilecek. Efendimiz aleyhisselâm buyuruyor ki
"Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecek. Hatta boynuzsuz koyun için,
boynuzlu koyundan kısas alınacak". Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin bu hadisi,
kimsenin hakkının kimsede kalmayacağını gösteriyor. Onun için zalim olma. Mazlum
da olma ama mazlum olduysan bil ki Allah Teâlâ senin hakkını kıyamet günü alacak.
Eğer zalimin verecek bir şeyi yoksa, o zaman mazlumun günahları zalime yüklenmiş
olacak.

EL-CÂMİ

El Câmi; Allah azze ve celle cemediyor. Kıyamette insanları bir araya toplayacak.

Dünyada da cem ediyor, ahirette de cem edecek. Dünyada insanlar, hayvanlar,


bitkiler bütün bunları cem etti, bir araya getirdi. Sizler bir tencerede yemek yaptığınızda
o tencerenin boyutu büyüdükçe tuzunu, suyunu, kıvamını vs. ayarlamanız zorlaşıyor.
Bu kainatta şu kadar varlık, yıldızlar, galaksiler, sular, karalar, hayvanlar, bitkiler, in-
sanlar vs. var. Fakat bütün bunlar Allah Teâlâ'nın El Câmi ismiyle uyum içerisinde ha-
yatlarını devam ettiriyorlar, bir arada bulunuyorlar. El Câmi celle celaluh zıtları da bir
araya getirir. Buluttan su da gelir, ateş/yıldırım da gelir. Balık karada nefes alamaz,
yaşayamaz. İnsan da denizde nefes alamaz. Ama El Câmi olan Allah Teâlâ kurbağada
hem denizde hem karada yaşayacak sistemi Cem ediyor. Bunların da ötesinde Allah

312
Teâlâ zalimle, mazlumu; kafirle, Müslümanı hepsini kabirden kaldıracak. İsrafil aley-
hisselâm ikinci sura üfleyince Adem aleyhisselâmdan kıyamete kadar gelecek ne ka-
dar insan varsa hepsini mahşerde cem edecek.

‫ف ا ْل ۪ميعَا ۟ َد‬
ُ ‫ْب ف۪ ي ۜ ِه ِا ﱠن ﱣ َ َﻻ يُ ْخ ِل‬ ِ ‫َربﱠ ٓنَا اِنﱠكَ َج‬
ِ ‫ام ُع النﱠ‬
َ ‫اس ِل َي ْو ٍم َﻻ َري‬
Rabbimiz! Muhakkak sen insanları geleceğinde asla şüphe olmayan bir günde
toplayacaksın. Şüphesiz Allah sözünden dönmez.

Âl-i İmrân Suresi 9

ً ‫ق ِم َن ﱣ ِ َحد۪ يث ۟ا‬ َ ‫َ ﱣ ُ ٓ َﻻ ا ِٰلهَ ا ﱠِﻻ ُه ۜ َو لَيَجْ َمعَنﱠ ُك ْم ا ِٰلى يَ ْو ِم ا ْل ِق ٰي َم ِة َﻻ َري‬


ْ َ ‫ْب ف۪ ي ۜ ِه َو َم ْن ا‬
ُ ‫ص َد‬
Allah -ki, kendisinden başka tanrı yoktur- elbette kıyamet günü hepinizi huzu-
runa toplayacaktır, bunda hiçbir kuşku yoktur. Sözce Allah’tan daha doğru kim
vardır!

Nisâ Suresi 87

Biz de bu isme bakıp, kalbimizdeki o iman güzelliğiyle organlarımızdaki güzellikleri


cem edeceğiz. O imanla bakışımız, konuşmamız, duymamız, yürümemiz bütün amel-
lerimiz hep imana muvafık olsunlar. İnsanları cem edelim. İhsanda bulunurken zengin
ve fakiri birbirinden ayırmayalım.

EL-ĞANİYY

El Ğaniyy; Allah Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değil. Mutlak zengin olan odur.

İnsanlardan zengin olanlar var ama insanların zenginliği bir cihetledir. Bir cihetle
zengin, bir cihetle fakirdir. İnsan zengindir ama bazen başkalarına vermez, vermek
istemez. Allah Teâlâ'nın ise cömertliğinin bir sınırı yoktur. Allah azze ve celle hem

313
Ğaniyy'dir hem de Kerim'dir. Zenginliğinin sınırı yoktur. Verir, verir bitmez. İnsanların
bütçesinde olanlar biter.

ْ ‫ط ْرفُ ۜكَ فَلَ ﱠما َر ٰاهُ ُم‬


ُ‫ست َ ِقرا ِع ْن َده‬ َ َ‫ب اَنَ ۬ا ٰات۪ يكَ ِبه۪ قَ ْب َل ا َ ْن َي ْرت َ ﱠد ِالَ ْيك‬
ِ ‫قَا َل الﱠذ۪ ي ِع ْن َدهُ ِع ْل ٌم ِم َن ا ْل ِكتَا‬
‫سه۪ ۚ َو َم ْن َكفَ َر َف ِا ﱠن‬ َ ‫شك ُُر ا َ ْم ا َ ْكفُ ۜ ُر َو َم ْن‬
ْ َ‫شك ََر فَ ِانﱠ َما ي‬
ِ ‫شك ُُر ِلنَ ْف‬ ْ َ ‫ض ِل َر ۪بّي۠ ِليَ ْبلُ َو ۪ٓني َءا‬ْ َ‫قَا َل ٰه َذا ِم ْن ف‬
‫ي ك َ۪ري ٌم‬ َ ‫َر ۪بّي‬
‫غنِ ﱞ‬

(Bu konuya dair) kitaptan bir bilgisi olan ise, “Ben onu sen göz açıp kapayıncaya
kadar getiririm” diye cevap verdi. Süleyman, tahtı yanı başına yerleşmiş olarak
görünce şöyle dedi: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sı-
nayan rabbimin bir lutfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nan-
körlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, kerem sa-
hibidir.”

Neml Suresi 40

Bu kadar nimetin karşılığında kim Allah Teâlâ'ya şükrederse kendi için şükretmiş
olur. Şükrünün karşılığını dünyada bulur. Ahirette de onun ecrine, sevabına ulaşır.
Ayetin sonunda buyuruyor ki "Benim Rabbim Ğaniyy'dir". Sen de deki "Benim Rabbim
hiçbir şeye muhtaç değil. O verir, O ikram eder. Fakat ikramında da fevkalade
cömerttir". Kafir, sabahtan akşama kadar isyan eder, akşamdan sabaha kadar da eğ-
lenir. Yine de onun rızkını verir. Ama ahirette ebedi bir azap bekliyor. İnsanların içinde
kimileri cömert olur ama zenginliği olmaz. Kimi ise zengin olur, ama cimridir. Allah
Teâlâ'da hem Rahmet, hem İkrâm, hem zenginlik var. Kullar neye muhtaçsa bütün
bunlar Allah azze ve cellede.

‫ي َحل۪ ي ٌم‬ َ ُ ‫ص َدقَ ٍة يَتْبَعُ َهٓا اَذً ۜى َو ﱣ‬


‫غنِ ﱞ‬ ٌ ‫قَ ْو ٌل َم ْع ُر‬
َ ‫وف َو َم ْغ ِف َرةٌ َخي ٌْر ِم ْن‬
İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha
iyidir. Allah zengindir, halîmdir.

314
Bakara Suresi 263

Sadaka verdikten sonra karşıdakinin başına kakmayın. "Utanmıyor musun? Bak


bu boyunla geldin el açıyorsun, sadaka istiyorsun" diyeceksiniz o zaman iyi bir söz
veya affetmek, ardından eza gelen, başa kakma olan sadakadan daha hayırlıdır. Rab-
bim ayetin sonunda buyuruyor ki "Allah Teâlâ hem zengindir hem sabırlıdır". Kulları
ister, isyan eder yine de verir. Ona yaşama hakkını yine ihsan eder. Milyarlarınız olsa
bile insan insana muhtaçtır. Fakat El Muğni olan Allah Teâlâ hiçbir şeye muhtaç değil-
dir.

İngiliz bir banker varmış. Öyle ev gibi kasaları var. Büyük, dev kapıların içinde
paralar var. Devlet ondan borç alırmış. Bir gün büyük kasalardan bir tanesi açıkken
içine girmiş. Elemanlar da onu fark edemeden kapıyı kapatmışlar. Adam içerde kalmış.
Bugün olduğu gibi telefonlar da yok. Zannediyorlar ki bir yere sefere gitti. Günler geçi-
yor. Orada oksijen tükeniyor. Dişiyle parmağını kesip o kasanın duvarına şunları yazar
"Dünyanın en zengin adamı, para kasalarının birinde açlıktan ölmek üzere".
Adam orada ölüyor. Çok zengin adam olsanız bile, Allah Teâlâ'nın ikramına, ihsanına
muhtaçsınız. Adamın milyarları da olsa mide kanseri olduğunda bir şey yiyemiyor, içe-
miyor. El Ğaniyy celle celaluh hiçbir şeye muhtaç değildir. Bütün varlıklar O'na muh-
taçtır.

El Ğaniyy bize diyor ki; Ey kullarım. Hayat dair, geleceğe dair bir ihtiyacınız varsa,
sizin gibi muhtaç olan kullara gitmeyin. Onların önünde baş eğmeyin. El açarak izzeti-
nizi çiğnetmeyin. Bana gelin. Helal yollardan esbaba tevessül ederek Bana gelin. Ben
yollar gösterdim. Çalışacaksınız, uğraşacaksınız sonra Ben size ihsan edeceğim.

‫ص ٰارى َحتﱣى تَتﱠبِ َع ِملﱠت َ ُه ۜ ْم قُ ْل ا ﱠِن هُ َدى ﱣ ِ ُه َو ا ْل ُه ٰد ۜى َولَ ِئ ِن‬


َ ‫ع ْنكَ ا ْليَ ُهو ُد َو َﻻ النﱠ‬ ٰ ‫َولَ ْن ت َ ْر‬
َ ‫ضى‬
ّ ‫اتﱠبَ ْعتَ ا َ ْه َٓوا َء ُه ْم بَ ْع َد الﱠذ۪ ي َٓجا َءكَ ِم َن ا ْل ِع ْل ِۙم َما لَكَ ِم َن ﱣ ِ ِم ْن َو ِل‬
ٍ ‫ي ٍ َو َﻻ نَ ۪ص‬
‫ير‬

Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla mem-


nun kalmayacaklardır. De ki: “Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” Eğer sana
gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost
ne de yardımcı olacaktır.

315
Bakara Suresi 120

Müslümanların onurunu, iffetini ayaklar altına alan bu zalimlere, kafirlere neden gitti-
niz?! Onlardan bir şey ummayın. Onların millet övgüsüne tabi olmadıkça yahudiler,
hristiyanlar sizden asla razı olmazlar.

EL-MUĞNÎ

El Muğnî; Dilediğine zenginlik verir, ikram eder, ihsan eder. O kişi madde planında
kimseye muhtaç olmaz. Sair ihtiyaçları yine devam etme şartıyla böyle bir hayat yaşar.

El Muğnî olan Allah Teâlâ seni insan olarak yarattığında, seni insanlara muhtaç
olmaktan kurtaracak azalar verdi.

ٰ ‫قَا َل فَ َم ْن َربﱡ ُك َما يَا ُم‬


‫وسى‬

َ ‫قَا َل َربﱡنَا الﱠـ ۪ ٓذي اَع ْٰطى كُ ﱠل‬


‫ش ْي ٍء َخ ْلقَهُ ث ُ ﱠم َه ٰدى‬

Firavun, “Sizin rabbiniz de kimmiş ey Mûsâ?” dedi. Mûsâ, “Bizim rabbimiz her
şeye özüyle ve biçimiyle varlık veren, sonra da işin yolunu yordamını gösteren-
dir” diye cevap verdi.

Tâhâ Suresi 49-50

Her şeye şeklini, suretini mükemmel olarak veren Allah Teâlâ, o organları varlık-
larını devam ettirecek şekilde programlar. Böylece El Muğnî celle celaluh, seni kimse-
lere muhtaç etmez.

‫ب ِم ﱠما‬ َ ‫ون ا ْل ِكتَا‬َ ُ‫ين يَ ْبتَغ‬ َ ۪‫ض ِله۪ ۜ َوالﱠذ‬


ْ َ‫ُون نِكَاحا ً َحتﱣى يُ ْغ ِنيَ ُه ُم ﱣ ُ ِم ْن ف‬ َ ‫ين َﻻ يَ ِجد‬ َ ۪‫ف الﱠذ‬ ِ ‫ست َ ْع ِف‬ْ َ‫َو ْلي‬
‫يه ْم َخيْر ۗا ً َو ٰاتُو ُه ْم ِم ْن َما ِل ﱣ ِ الﱠـ ۪ ٓذي ٰا ٰتي ُك ۜ ْم َو َﻻ ت ُ ْك ِر ُهوا‬ َ ‫َملَكَتْ ا َ ْي َمانُ ُك ْم فَكَا ِتبُو ُه ْم ا ِْن‬
ِ ۪‫ع ِل ْمت ُ ْم ف‬

316
‫ض ا ْل َح ٰيو ِة ال ﱡد ْنيَ ۜا َو َم ْن يُ ْك ِر ْه ُه ﱠن فَ ِا ﱠن ﱣ َ ِم ْن‬
َ ‫صنا ً ِلت َ ْبتَغُوا ع ََر‬ َ ‫فَتَيَاتِ ُك ْم‬
ِ َ‫علَى ا ْلبِ ٓغ‬
‫اء ا ِْن اَ َرد َْن ت َ َح ﱡ‬
َ ‫بَ ْع ِد اِ ْك َرا ِه ِه ﱠن‬
ٌ ُ‫غف‬
‫ور َر ۪حي ٌم‬

Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah lutfundan ihtiyaçlarını giderinceye kadar if-


fetlerini korusunlar. Bedelini ödeyerek hür olmak isteyen köle ve câriyelerinizin
-kendilerinde hayır görürseniz- tekliflerini kabul edin. Allah’ın size verdiği mal-
dan da onlara verin. Namuslu yaşamak isterlerse, dünya hayatının geçici menfa-
atini elde etmek için câriyelerinizi fuhuş yapmaya zorlamayın. Kim onları zor-
larsa, bilsinler ki böyle zorlanmalarından sonra onlara Allah rahmet ve mağfire-
tiyle muamele edecektir. Bilinsin ki Allah onların zorlamaları sebebiyle bağışla-
yıcıdır, esirgeyicidir.

Nûr Suresi 33

Nikaha imkan bulamayanlar, El Muğnî olan Allah Teâlâ onları fazlından zengin
kılana kadar iffetlerini kuşansınlar. Eğer o kul helalinden çalışırsa, niyeti de bir İslam
evi kurmak olursa adımını atsın. Allah Teâlâ kısa zaman içerisinde ona bir aile tesis
edecek, imkanları ihsan edecek, lütfedecek.

‫عائِﻼً َفا َ ْغ ٰن ۜى‬


َٓ َ‫َو َو َجدَك‬

Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi?

Duhâ Suresi 8

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem fakirdi. Allah Teâlâ onu sabırla, kanaatle
zengin kıldı. Peygamberimiz aleyhisselâm Mekke'de o sabırla direndi, o sabırla ayakta
kaldı, cihat etti. El Muğnî olan Allah Teâlâ'nın insanıyla o artık kimselere muhtaç de-
ğildi. Peygamberimiz aleyhisselâm İslam'a davete başladığı zaman yanında kimseler
yoktu. Hz. Hatice annemize o büyük vazifeden bahsedince, Hatice annemiz radıyal-
lahu anha Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi teselli etti. Sonra buyurdu
ki "Allah'a yemin olsun ki, Allah azze ve celle seni bu yolda mahcup etmeyecek,
bu yolda seni yalnız bırakmayacak". Sonra Ebubekirler, Aliler, Osmanlar, Ömerler,
Hamzalar geldiler "Lâ ilahe illallah Muhammedun Resulullah" dediler. Sahabe-i Kiram

317
radıyallahu anhum bütün varlıklarıyla, mücadeleleriyle Peygamber efendimizin yükünü
omuzladılar. O halde Muğnî senin hakkında tecelli eylediyse, sabır verdiyse, şecaat
verdiyse sen de mazlumlara kol kanat geresin. Sakın ha yetime kötü muamele yapma,
isteyeni kovma. Bizler de Peygamberimiz aleyhisselâm gibi o sabrı kuşanacak, onun
yolunda cihad edeceğiz. Allah düşmanlarına karşı sabredeceğiz. Onların karşısında
vakarla, dimdik duracağız Kendi aramızda da sabırda yarışacağız. Günaha girmeme
noktasında, ibadet noktasında, tahammül noktasında yarışalım. Felaha kavuşmamız,
takvayı kuşanmamıza bağlıdır.

َ ‫صا ِب ُروا َو َرا ِبطُوا َواتﱠقُوا ﱣ َ لَ َعلﱠ ُك ْم ت ُ ْف ِل ُح‬


‫ون‬ ْ ‫ين ٰا َمنُوا ا‬
َ ‫ص ِب ُروا َو‬ َ ۪‫َيٓا اَيﱡ َها الﱠذ‬

Ey iman edenler! Sabredin, kararlılıkta yarışın, düşmana karşı hazırlıklı olun (bir-
birinize dayanıp bağlanın), Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya ulaşabile-
siniz.

Âl-i İmrân Suresi 200

EL-MÂNİ

El Mâni; İmam Gazali Rahmetullahi aleyh bu ismi açıklarken buyuruyor ki "Allah


azze ve celle bedenlerimizi koruyacak esbabı var ediyor". Bedenini, dinini nasıl
koruyacağının esaslarını tayin ediyor.

Bedeni koruyacak örtü, tesettür, setr-i avretle alakalı buyruklar indirdi. İnsanlar,
hayvanlar gibi yaşamıyorlar. Şimdi insanlar giyiniyor ama artık giyinen açıklar var.
Önemli bir bölüm insan, giyinmeyi örtülü çıplaklığa dönüştürdü. Erkeğiyle kadınıyla,
Allah Teâlâ'nın emirleriyle savaşan bir hale geldiler.

El Mâni celle celaluh dini koruyor, zararlı şeylerden men ediyor. Allah Teâlâ bu
dini alimle, ulemayla korur. Onlar canlarını ortaya koyarak Allah'ın dinini korudular. Bi-
rileri kalkıp diyorlar ki "Ehl-i Sünnet dediğiniz, Emevi-Abbasi saraylarında şekillenen
dinin adıdır". Fakat Emevi-Abbasi devleti ehl-i sünnetin dört imamına zulmetmiştir.

318
İmam-ı Azam hazretleri, kırbaç yiyerek ruhunu Allah Teâlâ'ya teslim etti. Sarayın de-
diklerini yapmadığından dolayı ona kırbaç vuranlar Müslüman adamlardı. Yani bunlar
kafir değildi. Ama Allah ve Resul buyruğunu onların hevalarına göre çevirmediği için
ona kırbaç vurdular. İmam Malik, mükrein talakıyla alakalı meselede onların istediği
gibi fetva vermediğinden dolayı vurarak omuzunu çıkardılar. Fahrettin Razi hazretleri
eserinde onun için diyor ki "Zincire vurdular. Atın üzerinde Yemen'den Bağdat'a getir-
diler. Abbasi devleti öldürecekti onu. İmam Muhammed araya girdi. Onun vasıtasıyla
Allah Teâlâ onu kurtardı". Ahmet bin Hanbel'e yaptıklarını biliyorsunuz. Nasıl kırbaçla-
dılar, nasıl vurdular... Onlar vuruyorlar, Ahmet bin Hanbel "Bana Allah Teâlâ'nın Kita-
bından, Peygamber aleyhisselâmın sünnetinden delil getirin. Ben kırbaçla sizin iddia-
larınızı söyleyecek bir adam değilim. Bu can, Rabbimin yoluna feda olsun. Bana
Kur'an-ı Hakim'den, Sünnet-i Seniyye'den delil getirmeden, bu can bu bedende olduğu
müddetçe asla sizin söylediklerinizi, iddialarınızı söylemem!" diyor. El Mâni celle cela-
luh bu dini ulema ile koruyor.

Sahabilerden Ziyad b. Hudayr anlatıyor: Bir gün Hz. Ömer (r.a.) bana: “İslam’ı yı-
kacak olan şey nedir bilir misin?” diye sordu. Ben: “Hayır” dedim. Bunun üzerine şöyle
buyurdu: “İslam’ı yıkacak şey âlimin zellesi (yanılması), münafığın kitapla (Kur’an-ı Ke-
rim ile) tartışması ve saptırıcı (yoldan çıkaran) imamların hükmü ele geçirmesidir.” (Da-
rimi, 220)

Sahabe sonrasındaki alimler kırbaç yediler ama vazifeleri kabul etmediler. Tabi o
vazifeleri yapan başkaları vardı, ortada bırakmadılar. Ama onların üzerinden İslam'a
zarar verilmesine razı olmadılar, yaklaşmadılar. O koltuklardan uzak durdular. Münafı-
ğın Kur'an-ı Kerim'i istismar etmesi... Öyle adamlar görüyorsunuz ki ekranlara çıkıp
sünneti reddederler. Ya da başkaları doğrudan "Kur'an-ı Kerim'in hükümleri tarihseldir"
der. Ya da bazıları bidat ehlidir ama Sünnet-i Seniyye'yi müdafaa ediyor görünür. Yani
öyle ki İngiliz aklının kurmuş olduğu bir davayı temsil ediyor, onlara çalışıyordur. Ve
son olarak, delalete sürükleyen devlet başkanlarının emirleridir. İnsanlar, sultanların
dini üzeredir. Devlet başkanları nasıl bir hayat yaşıyorsa, insanlar da onun gibi bir ha-
yat yaşar. Hz. Ömer radıyallahu anh bu noktada uyarıyor. Ey ilim ehli. Tuz bozulursa,
o zaman bozulacak şeyleri ne koruyabilir? Ulema da bozulursa o zaman Allah Resulü
aleyhisselâmın yolunu kim, nasıl korur? Allah Teâlâ yeni bir kadro getirir. Kıyamete
kadar bu din korunacak, bu din muhafaza edilecek kardeşlerim. İsrail karakolu Mescid-

319
i Aksa'ya girdi, saldırdı. Portallarıyla Mabedimizi çiğnedi, kuşattı, kurşun sıktı. Çocuk-
lar, kadınlar yaralandı. O anları gördünüz, bir işgal var. Ama bundan daha derin bir
işgal var. yahudi bu son tecavüzüyle, işgaliyle, istilasıyla, saldırısıyla Müslümanların
gücünü ölçüyor. Ne durumdalar? Zayıflıyorlar mı yoksa Mescid-i Aksa hassasiyetini
koruyorlar mı? Bunu ölçüyor. Yani onun hedefide Mescid-i Aksa'yı yok etmek var. Bunu
yapmak için planlarını hazırlamışlar.

‫ون َويَ ْمك ُُر ﱣ ۜ ُ َو ﱣ ُ َخ ْي ُر‬ ۜ ‫ين َكفَ ُروا ِليُثْ ِبت ُوكَ ا َ ْو يَ ْقتُلُوكَ ا َ ْو يُ ْخ ِر ُج‬
َ ‫وكَ َويَ ْمك ُُر‬ َ ‫َواِ ْذ يَ ْم ُك ُر ِبكَ الﱠ ۪ذ‬
َ ‫ا ْل َما ِك ۪ر‬
‫ين‬

Hatırlar mısın? İnkâr edenler seni etkisiz hale getirmek veya öldürmek ya da yur-
dundan çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı; onlar tuzak kuruyorlardı Allah da
bozuyordu. Tuzak bozma işini en iyi yapan Allah’tır.

Enfâl Suresi 30

Mescid-i Aksa hassasiyetinin elbette güçlendiği yerler var. Ama bunun zayıfladığı
noktalar da var. yahudi bununla alakalı öyle kapsamlı bir çalışma yapıyor ki Türkiye'de
bazı ilahiyat fakültelerinde öyle adamlar var ki adam yazı yazıyor ve diyor ki "Mescid-i
Aksa Kudüs'te değil ki. Cirane'de". Bunu söyleyen Alferd adında bir oryantalist. Fakat
Rudi Paret adında başka bir oryantalist diyor ki "Böyle bir şey olabilir mi? Buna kim
itibar eder, kim kabul eder bunu?". Ama bu adam kabul ediyor. Bu adama dekanlık da
yaptırmışlar. Sonra şedd-i rihâl hadisi var. O hadis-i şerifi kendince inkar ediyor. Bu
hadiste Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber’in -sallallahü aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu-
ğunu haber vermiştir:

“ Yolculuk ancak şu üç mescidden birisine ibadet için olur. Benim şu Mescidime,


Mescid-i Haram'a ve Mescid-i Aksa'ya”.

Bu üç mescide hususi manada sevabın daha fazla olması için seyahat edilir. O
adam bu hadisi kendince inkar ediyor "Bu Mekke'ye çok yakın olan bir yerde, Cira-
ne'deki bir mesciddir. Peygamber aleyhisselâm oraya gitmiştir" diyor.

320
Doğu Türkistan'da Çin yüzlerce mescidi yıktı. Bir şey yaptınız mı? Yapmamız ge-
rekirdi, ayağa kalkmamız gerekirdi. Ama birkaç kelam eyledik o kadar. Allah Teâlâ bizi
affetsin. Ama Mescid-i Aksa için hepimizde bir teyakkuz var. Çünkü orası Müslüman-
ların ilk kıblesi. Peygamberimiz aleyhisselâm orada Peygamberlere imamlık yapıyor.
Efendimiz aleyhisselâm Mirac'a oradan yükseliyor. Bununla bize şu mesajı veriyor "İki
tane kıble var. Biri Mescid-i Haram, biri Mescid-i Aksa. Ben burada bütün Pey-
gamberlere namaz kaldırdım. Emir komuta bende". Fakat bunun için bir karargah
lazım. Biri Mescid-i Haram, diğeri Mescid-i Aksa. Bu iki karargahı alırsak o zaman ci-
hana hakim oluruz. Ömer radıyallahu anh zamanında Amr bin As kuşatıyor, sonra
Ömer radıyallahu anh gelip Kudüs'e giriyor. Müslümanların oluyor. Bir kaybediyoruz,
Selahaddin Eyyübi ile alıyoruz. Sonra 1917'ye kadar Kudüs, Osmanlı İslam Devle-
ti'ndeydi. Kudüs'e hakim olunca cihana hakim olmuştuk. Kudüs'ü kaybedince istiklali-
mizi kaybettik. Müslümanlar çiğnendiler. Eğer bugün söylenen yalanlarla Mescid-i Ak-
sa'nın Kudüs'te değil de Cirane'de olduğuna, İslami İlimler okuyan kardeşlerimi inan-
dırırlarsa o zaman Kudüs düşer. Kudüs düşünce, Anadolu da düşer. Kudüs düşünce
israil ilerleyecek. Onun arzı mevud diye bir masalı, ütopyası var. Gelecek buraya ka-
dar. Onun için içerden de dışardan da çalışıyor. israil'in sonu yakındır Allah Teâlâ'nın
izniyle. Ama sen cepheni koruyabiliyor musun? Sen durduğun yeri muhafaza edebiliyor
musun? Eğer bu saldırılar devam ederse oğlunu, kızını kaybedersin. Der ki "Ben dok-
tora yaptım, diploma aldım anne sen de kim oluyorsun? Mescid-i Aksa'nın nerde oldu-
ğunu senden mi öğreneceğim?". Böyle ilim olur mu!

ED-DÂR

Ed Dâr; Allah azze ve celle elemi, hastalığı yaratandır. Bütün bunları var edendir.

Hastalıkla, elemle imtihan ediyor. Acaba tahammül edecek misin? "Lütfun da


hoş, kahrında hoş" diyecek misin? Biz bu dünyaya imtihan için geldik. Eğer dünyanın
imtihan yeri olduğunu unutursak, o zaman yüreğimizin yangını hiç sönmez.

321
ً ‫اس َرسُو ۜﻻ‬ َ ‫س ۜكَ َوا َ ْر‬
ِ ‫س ْلنَاكَ ِللنﱠ‬ ِ ‫س ِيّئ َ ٍة فَ ِم ْن نَ ْف‬ َ َ ‫سنَ ٍة فَ ِم َن ﱣ ۘ ِ َو َٓما ا‬
َ ‫صابَكَ ِم ْن‬ َ ‫صابَكَ ِم ْن َح‬ َ َ ‫َٓما ا‬
ً‫َوك َٰفى بِا ﱣ ِ ش َ۪هيدا‬

Sana gelen iyilik Allah’tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir. Seni insan-
lara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.

Nisâ Suresi 79

Bir kötülük, hastalık, bela, musibet geliyorsa bizden dolayı geliyor. İnsan asıyor,
Allah Teâlâ belayı veriyor. Bazı salih kullarına da bela gelir. Allah Teâlâ onlara yaptık-
larından dolayı değil de sabretsinler, sabırla büyük ecirler ve mükafatlar kazansınlar
diye imtihan eder. Onlar Müslümanların önünde örnek olarak dururlar. Hayrın da, şerrin
de iki boyutu vardı. Bir adam kötülük yapıyor, yapmak istiyor. Allah Teâlâ da onda o
kuvveti yaratıyor. İsteyen kul, kesp eden kul. O gücü yaratan ise Allah Teâlâ'dır. Hayrı
da, şerri de yaratan Allah azze ve celledir.

‫ض ٓ ﱠرا ُء‬
‫سا ُء َوال ﱠ‬ ‫ين َخلَ ْوا ِم ْن قَ ْب ِل ُك ۜ ْم َم ﱠ‬
َ ٓ ْ ‫ستْ ُه ُم ا ْلبَأ‬ َ ‫س ْبت ُ ْم ا َ ْن ت َ ْد ُخلُوا ا ْل َجنﱠةَ َولَ ﱠما يَأْتِ ُك ْم َمث َ ُل الﱠ ۪ذ‬
ِ ‫ا َ ْم َح‬
ٌ ‫ين ٰا َمنُوا َمعَهُ َم ٰتى نَص ُْر ﱣ ِۜ ا َ ٓ َﻻ اِ ﱠن نَص َْر ﱣ ِ قَ ۪ر‬
‫يب‬ َ ۪‫سو ُل َوالﱠذ‬ ُ ‫الر‬‫َو ُز ْل ِزلُوا َحتﱣى يَقُو َل ﱠ‬
Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi
sandınız? Onlar öylesine yoksulluk ve sıkıntı çekmişler, öyle sarsılmışlardı ki
peygamber ve yanındakiler, “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” demeye baş-
ladılar. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.

Bakara Suresi 214

Hastalık da, şifa da O'ndan geliyor. Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyor ki "Al-


lah Teâlâ hiçbir hastalığı indirmez ki, onun şifasını indirmemiş olsun". Yani Allah
Teâlâ'nın, şifasını indirmediği hiçbir hastalık yoktur. Fakat insanoğlu bunu ne zaman
keşfedecek? Müslümanlar yatarlar, uyurlarsa bu yolda çok geri kalırlar.

Bu salgın sıkıntısı kafire gelirse azap vesilesi olur. Müslümana gelir, isabet ederse,
böyle salgın bir hastalıkla dünyadan ayrılırsa şehadet vesilesi olur. Ed Dâr hastalıkları,

322
sıkıntıları, musibetleri yaratandır. Ama bu ismi En Nâfi ismiyle beraber düşüneceğiz.
Hem hastalığı, hem onun faydasını, insanların ondan nasıl kurtulacağının esaslarını
da yaratır. Müslümanlar başına bir musibet, sıkıntı geldiğinde, ölüm haberi duydu-
ğunda istirca ederler "İnnâ lillahi ve inna ileyhi raciun" derler ve yürekleri sekinet bulur.

ۙ
َ ۜ ُ‫اجع‬
‫ون‬ ِ ‫صابَتْ ُه ْم ُم ۪صي َبةٌ قَا ٓلُوا اِنﱠا ِ ﱣ ِ َواِ ٓنﱠا اِلَ ْي ِه َر‬
َ َ ‫ين اِ ٓذَا ا‬
َ ۪‫اَلﱠذ‬

Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz
O’na döneceğiz” derler.

Bakara Suresi 156

EN-NÂFİ

En Nâfi; Kulları için neler faydalıysa onları yaratandır.

Havayı, oksijeni, suyu, karayı, bitkileri, hayvanları bütün bunları bizim için var etti.
Alemi bizim için, bizi de Kendi için yarattı. O'na kul olalım, O'na ibadet edelim diye
yarattı. Peygamberimiz aleyhisselâm bizi taşlardan, topraklardan, onlara secde etmek-
ten Allah Teâlâ'nın inayetiyle kurtardı. İnsan haysiyetini Hz. Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem Allah Teâlâ'nın inayetiyle ikram etmiş oldu.

‫ُون ﱣ ِ َما َﻻ يَ ْنفَعُكَ َو َﻻ يَض ﱡُر ۚكَ فَا ِْن فَ َع ْلتَ فَ ِانﱠكَ اِذا ً ِم َن ال ﱠ‬
َ ‫ظا ِل ۪م‬
‫ين‬ ُ ‫َو َﻻ ت َ ْد‬
ِ ‫ع ِم ْن د‬
Allah’ı bırakıp sana yararı da zararı da olmayan varlıklara tapma; bunu yaparsan,
kuşkusuz kendine yazık edenlerden olursun.

Yûnus Suresi 106

323
ً ‫ضرا َو َﻻ نَ ْفعا‬ ِ ُ‫ُون ِﻻَ ْنف‬
َ ‫س ِه ْم‬ َ ُ‫شيْـٔا ً َو ُه ْم يُ ْخلَق‬
َ ‫ون َو َﻻ يَ ْم ِلك‬ َ ُ‫َوات ﱠ َخذُوا ِم ْن دُونِه۪ ٓ ٰا ِل َهةً َﻻ يَ ْخلُق‬
َ ‫ون‬
ً ‫ُون َم ْوتا ً َو َﻻ َح ٰيوةً َو َﻻ نُشُورا‬
َ ‫َو َﻻ يَ ْم ِلك‬

Oysa onlar, Allah’ı bırakıp hiçbir şey yaratamayan, aksine kendileri yaratılmış
bulunan, bizzat kendilerine bile bir zarar ya da faydaları dokunmayan, ölüm, ha-
yat ve ölümden sonra yeniden diriliş de ellerinde olmayan (sahte) tanrılar edin-
diler.

Furkân Suresi 3

Rabbimizin bu ismi bize diyor ki; Allah Teâlâ, faydalı olan şeyleri kulları için var
ediyor. O halde sen de insanlar için faydalı ol. Ecdadımız buna uydular, bütün mahlu-
kata faydalı olabilmek için yarıştılar. Kediler için vakıf kurdular. Yaşlı kediler artık fare
avlayamaz hale gelince, ev sahipleri onları sokağa bırakınca onları koruyacak vakıflar
kurdular. Göçmen kuşlar için vakıflar kurdular. Kışın kar çok olduğunda dağlarda hay-
vanlar aç kalmasınlar diye onlara bakan, onlara yiyecek götüren vakıflar kurdular. Asr-
ı Saadeti örnek alarak bir dünya inşa ettiler.

EN-NÛR

En Nûr; Kendi zahir ve her şeyi nuruyla ortaya çıkar. Hakikat insanların gözlerinde
zahir olur.

Her şey O'nun iradesiyle, O'nun göstermesiyle zahir olur. O gösterince görebilir,
duyurunca duyabilir, idrak etmemizi murad edince o zaman fehmedebiliriz. Allah Teâlâ
Nûr'dur. Ama bildiğimiz güneş ışınlarıyla karanlığın zahir olması, eşyanın görünür hale
gelmesi değil. Bunun çok ötesinde, fevkindedir.

Küfür karanlıktı. Peygamberler gelip Allah Teâlâ'nın talimatlarını, emirlerini duyur-


dular ve Allah Teâlâ'nın Nûr'uyla karanlıklar ortadan kalkar. Nûr olan Allah Teâlâ in-
sanları küfrün karanlığından, İslam'ın aydınlığına çıkarıyor. Nûh aleyhisselâm sabah
akşam insanları dine davet etti. Allah Teâlâ onun bu davet sürecini bize anlatarak "Ey
Mü'minler, Müslümanlar. Sizin öyle aşkınız öyle derdiniz öyle davanız olsun ki

324
mesai mefumuyla hareket etmeyin. Sekizden beşe kadar değil, ölene kadar hep
bu yolda olun". Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem geliyor. İnsanlığı, bütün
bir kainatı kuşatarak bütün alemlere rahmet kaynağı olarak geliyor, nûr oluyor. Kadın-
ların, çocukların, kölelerin, mazlumların, mustazafların dünyasında nûr oluyor.

ُ‫لز َجا َجة‬ ‫ح ف۪ ي ُز َجا َج ۜ ٍة ا َ ﱡ‬ ُ ‫ص َبا‬ ٌ ۜ ‫ص َبا‬


ْ ‫ح ا َ ْل ِم‬ ْ ‫وره۪ ك َِمش ْٰكو ٍة ف۪ ي َها ِم‬ ِ ُ‫ض َمث َ ُل ن‬ ۜ ِ ‫ت َو ْاﻻَ ْر‬ ِ ‫س ٰم َوا‬ ‫َ ﱣ ُ نُو ُر ال ﱠ‬
‫ضي ُء‬ ٓ ۪ ُ‫غ ْر ِبيﱠ ۙ ٍة َيكَا ُد َز ْيت ُ َها ي‬
َ ‫ار َك ٍة َز ْيتُو َن ٍة َﻻ ش َْر ِقيﱠ ٍة َو َﻻ‬ َ ‫ش َج َر ٍة ُم َب‬َ ‫ي يُوقَ ُد ِم ْن‬ ‫َب د ِ ُّر ﱞ‬ٌ ‫َكاَنﱠ َها ك َْوك‬
ۜ ِ ‫ب ﱣ ُ ْاﻻَ ْمثَا َل ِللنﱠ‬
‫اس‬ ُ ‫ض ِر‬ ْ َ‫شا ۜ ُء َوي‬ ِ ُ‫ور يَ ْهدِي ﱣ ُ ِلن‬
َٓ َ‫وره۪ َم ْن ي‬ ٍ ۜ ُ‫ور ع َٰلى ن‬ٌ ُ‫ار ن‬ ٌ ۜ ‫سهُ َن‬ ْ ‫س‬َ ‫َولَ ْو لَ ْم تَ ْم‬
‫ش ْي ٍء عَل۪ ي ۙ ٌم‬ َ ‫َو ﱣ ُ ِب ُك ِّل‬
Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir
kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil)
doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren
mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini ka-
vuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.

Nûr Suresi 35

Olmuş olduğun ortamda ışık olmazsa karşıda ne olduğunu görme imkanın var mı?
Yok. Gözüm var ama ışık olmadığı için göremiyorum. İslam da o ışık gibidir. Vahiy
yüreğe değmediyse, insan iffetle- iffetsizlik arasındaki farkı göremez. Ticaretle faiz ara-
sındaki farkı göremez. Ömür boyu bir kölelik sisteminin içinde yaşamaya mahkum olur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem o nûru getiriyor.

ۙ ‫غ‬
ُ‫وت‬ ‫ين َكفَ ُٓروا اَ ْو ِل َيٓا ۬ ُؤ ُه ُم ال ﱠ‬
ُ ‫طا‬ َ ۪‫ور َوالﱠذ‬ ِ ۜ ‫ت اِلَى النﱡ‬
ِ ‫ظلُ َما‬ ۙ ُ‫ين ٰا َمن‬
‫وا يُ ْخ ِر ُج ُه ْم ِم َن ال ﱡ‬ َ ‫ي الﱠ ۪ذ‬‫َ ﱣ ُ َو ِل ﱡ‬
‫ُون‬َ ۟ ‫اب النﱠ ۚ ِار ُه ْم ف۪ ي َها َخا ِلد‬ ْ َ ‫ت ا ُ ۬و ٰلٓئِكَ ا‬
ُ ‫ص َح‬ ِ ۜ ‫ظلُ َما‬
‫ور اِ َلى ال ﱡ‬
ِ ‫يُ ْخ ِر ُجونَ ُه ْم ِم َن النﱡ‬
Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr eden-
lerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar.
İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.

325
Bakara Suresi 257

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden sonra zaman zaman fetretler oldu. Nûr
var ama idrak edemiyorlar. Ruhlarının gözlerine perde indiğinden dolayı göremiyorlar.
Selçuklu ile o perde yarılıyor. Anadolu'da Mevlana ve Yunus Emre'nin büyük cihadıyla
o perde yeniden yarılıyor. Müslümanlar nûrun karargahını görüyor, keşfediyor, bir
araya toplanıyorlar. Ve Allah Teâlâ onlara büyük bir cihan devleti ihsan ediyor.

‫يز‬ ِ ‫ور ِب ِا ْذ ِن َر ِبّ ِه ْم ا ِٰلى ِص َر‬


ِ ‫اط ا ْل َع ۪ز‬ ِ ‫ت اِلَى النﱡ‬ ‫اس ِم َن ال ﱡ‬
ِ ‫ظلُ َما‬ ٌ َ ‫ال ٰ۠ٓـر ِكت‬
َ ‫اب ا َ ْن َز ْلنَاهُ اِلَ ْيكَ ِلت ُ ْخ ِر َج النﱠ‬
‫ا ْل َح ۪مي ۙ ِد‬

Elif-lâm-râ. Bu, rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve öv-


güye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.

İbrahim Suresi 1

Öyle bir Kitap ki, Allah Teâlâ'nın Nûr'uyla insanları karanlıklardan aydınlıklara çı-
karmak için indirildi. O Nûr Kur'an-ı Kerim'de, Peygamber aleyhisselâmın hadislerinde.
Eğer onları okur ve onlarla amel edersek işte o zaman bakınca göreceğiz. Allah Teâlâ
bakışlarınıza ayrı bir feraset verecek.

ۘ
َ َ‫ان ا َ ْو ُمش ِْر ۚكٌ َو ُح ِ ّر َم ٰذ ِلك‬
‫علَى‬ ٍ ‫الزانِيَةُ َﻻ يَ ْن ِك ُح َهٓا ا ﱠِﻻ َز‬
‫لزان۪ ي َﻻ يَ ْن ِك ُح ا ﱠِﻻ َزانِيَةً ا َ ْو ُمش ِْركَةً َو ﱠ‬ ‫اَ ﱠ‬
َ ۪‫ا ْل ُم ْؤ ِمن‬
‫ين‬

Zina eden erkek ancak zinakâr veya müşrik bir kadınla evlenir, zina eden kadınla
da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek evlenir. Bu müminlere haram kılınmıştır.

Nûr Suresi 3

Gözüyle, kulağıyla vs. zina eden bir adam, zinakar olan bir kadına özenir. Onunla
beraber olmak ister. Bu adamın dünyasında En Nûr celle celaluh tezahür etmediğinden

326
dolayı öyle bir kadınla beraber olmak ister. Ama iman nûruyla bakan insan, böyle bir
hayattan iğrenir. Onun çocuklarının annesi olmaktan iğrenir. Tabi onlar tövbe ederlerse
İslam onları ayrı bir hayata alır, tertemiz hale getirir. O Nûr'un tecellisiyle bakınca onları
bedenlerini arz eden varlıklar olarak değil de odun gibi görecekler. O zaman onlardan
etkilenmeyecek, gözleri o tarafa meyletmeyecek. Hz. Yusuf aleyhisselâm gibi "Ben
Allah azze ve celleye sığınıyorum" diyecekler.

Büyük veli Rahmetullahi aleyh Horasan tarafından Irak tarafına geliyor. Orada bir
tekkeye uğruyor. Hristiyan rahip yanına geliyor. Üzerinde cübbe, başında sarık fakat
belinde zünnar var. İçeriye girip diyor ki;

-Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki "Müslümanın ferasetinden sa-


kının. Allah Teâlâ'nın Nûr'uyla bakar". Bu Hadis-i Şerifi nasıl anlayalım?

-Belindeki zünnarı çıkar diye anlarım, der. Adam inkar eder ve büyük veli der ki;

-O zaman cübbeni kaldır, der. Kaldırırlar ve bakarlar ki belinde zünnar var.

O zünnarı büyük veliye gösteren Allah azze ve celledir. Eğer biz gözümüzü, kulağımızı,
lisanımızı haramdan koruyabilirsek o zaman ifademizde, bakışımızda öyle bir nûr öyle
bir feraset olacak ki görünmesi muhal olanı bile Allah Teâlâ size gösterir.

Nûr olan Allah Teâlâ nasıl ki gerçeği ortaya çıkarıyor, o halde bizler de sürekli
hakikati ortaya çıkaralım. Kalemimizle, kelamımızla, malımızla gerçeği ortaya çıkara-
lım. Allah yolunda infak edelim. Oralarda medreseler, ilim merkezleri olsun. Oralarda
hakikat bir güneş gibi ortaya çıksın.

EL-HÂDÎ

El Hâdî; Hidayet edendir. Allah Teâlâ hakikati gösteriyor, doğruya ulaştırıyor.

ً‫س ۪بي َل اِ ﱠما شَا ِكرا ً َواِ ﱠما كَـفُورا‬


‫اِنﱠا َه َد ْينَاهُ ال ﱠ‬

327
Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nan-
kör.

İnsân Suresi 3

Allah Teâlâ yolu gösteriyor. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem işaret ediyor.
Kainattaki kevni ayetler bize hakikati gösterir, hidayete vesile olur. Ama bunlarla bir
noktaya kadar gelirsiniz. Güneş, ay, dünya size Allah Teâlâ'nın varlığını, birliğini anla-
tır. Bunu anlarsınız fakat güneşin hareketinden yola çıkarak namazın, orucun, haccın
farz olduğunu idrak edemeyiz. Cihadın bir emir olduğunu, zalimin karşısında durmanın
Allah Teâlâ'nın bir talimatı olduğunu bu şekilde idrak edemeyiz. Bunları Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellemden öğrenebiliriz. Bizi cennete götürecek asıl hidayet kay-
nağı Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim'i okuyoruz. Eğer hayatımızı değiştirmiyorsa o
zaman ya imanda ya namazda ya sadakada problem vardır. Bu problemleri aştığınızda
göreceksiniz ki Kur'an-ı Kerim sizi bir alemden alıp başka bir aleme taşıyacak.

‫س َم َر ِبّكَ ْاﻻَع ْٰل ۙى‬


ْ ‫س ِبّحِ ا‬
َ

َ َ‫اَلﱠذ۪ ي َخ َلقَ ف‬
◌ۖ ‫س ﱣو ۙى‬

◌ۖ ‫َوالﱠذ۪ ي قَد َﱠر فَ َه ٰد ۙى‬

◌ۖ ‫َوالﱠـ ۪ ٓذي ا َ ْخ َر َج ا ْل َم ْر ٰع ۙى‬

‫غثَٓا ًء اَحْ ٰو ۜى‬


ُ ُ‫فَ َجعَلَه‬

Yüce rabbinin adını takdis ve tenzih ederek an. Yaratıp uygun şekil veren; Ölçülü
ve amaçlı yapan, yol gösteren; Yeşil bitkileri çıkartan, sonra onları kapkara bitki
kalıntısı haline getiren (rabbinin adını).

A'lâ Suresi 1-5

328
Allah Teâlâ organları, varlıkları yarattı. Her organa bir vazife verdi. Organlarımız o
vazifeleri kamilen ifa ediyor. İşte bu da Allah Teâlâ'nın Hâdî oluşudur. O'nun bir tecel-
lisidir. Bebeğe annenin sütünü emmeyi, civcive de tohumu almayı öğreten El Hâdî celle
celaluhtur. Arıya bal yapma sistemini veren El Hâdî olan Allah Teâlâ'dır. O yaratan ve
yönetendir.

Bizler de insanların hidayeti için cihad etmeyi vazife edineceğiz. Peygamberimiz


sallallahu aleyhi ve sellem sabahtan akşama kadar Mekke'nin sokaklarında insanları
İslam'a davet ediyor. Yoruluyor, hakaret ediyorlar, saldırıyorlar. Akşam olunca Efendi-
miz sallallahu aleyhi ve sellem yorgun olan bedenini yatağa çekiyor. Biraz dinlenecek
ki Cibril-i Emin geliyor. "Ey örtüsüne bürünmek üzere olan Peygamber. Kalk ve
inzar et, kalk ve insanları Allah Teâlâ'nın yoluna davet et". Bu ayet-i kerime bana,
sana hepimize diyor ki; Yaşınıza bakmadan Allah yolunda cihad edeceksiniz. İnsanları
bu yola çağıracaksınız. Malınızla, canınızla; yaşlılar, gençler, kadınlar, erkekler; zen-
ginler, fakirler olarak Allah yolunda cihad ödeviniz var. Onu ifa edin, onu yerine getirin.

Hasan El Benna Rahmetullahi aleyh öğretmendi, muallimdi. Mısır'ın en büyük


adamı değildi. Fakat bakıyor ki Osmanlı İslam Devleti dağılmış, Müslümanlar parça-
lanmış. Her yerde sömürü var. Müslümanlar bu esarete mahkumlar. Başka çareleri
yok. Fransız, İngiliz, İtalyan Müslümanlara bunu söylüyor, bunu telkin ediyor. Kendile-
rince bel'amları var. Onlar kürsülere çıkıp bu katilleri övüyorlar. Ama öyle adamlar, öyle
alimler var ki İngilizler Mısır'ı işgal edince insanların gönlünü alabilmek, kendi saflarına
çekip sömürünün ömrünü uzatabilmek için camilere şehir şebekesinden su çekiyorlar.
Ulema fetva veriyor "İngiliz kafirinin yönetmiş olduğu şehirlerde şehir şebekesinden
cami şadırvanlarına çekilen borulardan abdest almak caiz değildir" diye fetva veriyor.
Onun için ümmet ancak ulema ile ayakta durur. Siz ulema ile bu Allah ve Resul düş-
manlarının fikir/sanat cephesindeki saldırılarını durdurabilirsiniz. Eğer onlar fedakarlık
gösterir, her şeyi göze alarak ümmetin önüne geçer, yanlışa dur derslerse Allah Teâlâ
onların bereketiyle milleti korur. Allah Teâlâ bu dini ulema ile korur. Onun için İslam
düşmanları ulemaları ya öldürür ya da itibar suikastı yaparlar. Biliyorlar ki onlar konuş-
tuğu zaman sömürü sisteminin çarkı dönmeyecek. Böyle bir Mısır'da direnişi başlatan
Hasan El Benna Rahmetullahi aleyh. Bu harekete bir hamal, berber, terzi, sokakları
temizleyen bir Müslümanla başlar. Yanında zenginler, meşur ilim adamları yok. Bir ge-
cede yirmi kahvehaneye giriyor. Yanındakiler diyor ki;

329
-Efendim niçin camilere değil de kahvehanelere, meyhanelere giriyor oralarda vaaz
ediyoruz?

-Camiye gelenler zaten geliyorlar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke-i Mü-
kerreme'de sokaklarda dolaşıp insanları İslam'a çağırmıyor muydu? "Ey insanlar. Al-
lah'tan başka bütün ilahları ayaklarınızın altına alın. Alın da kurtulun". Rasulullah
aleyhisselâm bunları sokakta söylüyor. Darü'n Nedve'nin önünde söylüyor. Onlar isyan
ediyor, onlar alay ediyor. Onlar "Bu sihirbaz, kahin, mecnun" diyorlardı. Şimdi ben
Efendimiz aleyhisselâmın bu davetini, bu yolunu bırakıp rahatlığı seçerek camiye gidip
ihtiyar, birkaç saf Müslümana konuşup gençleri, Allah ve Resul düşmanlarının kuca-
ğında mı bırakacağım? Asla olmaz!

Meyhaneleri, kahvehaneleri dolaşıyor. İçeriye girince oradakiler önce tahaccüp ediyor.


Başında sarık bir Müslüman ilim adamı bir davetçi kahveye, kumarhaneye, meyhaneye
girdi. Bu adam bize ne söyleyecek diyorlar.

-Kardeşler beş dakika dinler misiniz? Şimdiye kadar size gelemediğimizden, İslam'ın
güzelliğini size taşıyamadığımızdan dolayı haklarınızı helal ediniz. Sizin bir derdiniz
var ki buralara düştünüz, diye söze başlıyor. Oralardan çıkarken her çıkışında şu kadar
insan bir daha meyhaneye dönmemek üzere oradan ayrılıyor.

El Hâdî olan Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'le insanları cahaletin çukurunda İslam'ın
aydınlığına taşıyor. Peki biz kaç kişinin hidayetine vesile olabildik? Kaç kişinin elinden
tutabildik? Zor deme, imkansız deme. Hasan el Benna 1949'da şehit olduğu zaman 43
yaşındaydı. O zaman Mısır'ın nüfusu bugünkünden çok daha azdı. Müslüman gençle-
rin sayısı tam dört milyondu. Araplar yenilmişti. israil'e karşı ihvan-ı Müslimin gençleri
savaşıyorlardı. Hasan el Benna'nın öğrencileriyle beraber İslam aleminde bir direniş
başladı. Baktılar ki bunlar durdurulamayacak Hasan el Benna'nın çevresini tutukladılar.
Sonra Hasan el Benna'yı alacaklar. Bir gece rüya görüyor. Rüyasında Hz. Ali radıyal-
lahu anh ona diyor ki "Hasan. Vazife bitmiştir. Şimdi dünyadan ayrılık vakti gel-
miştir". Uyanıyor hanımına müjdeyi veriyor. Hanımı;

-Gitme Hasan, öldürecekler seni.

-Ben şu kadar zamandır bu vazifeyi bekliyordum, diyor ve ayrılıyor. Akşam eve döne-
miyor. Giderken vuruyorlar onu. Yedi kurşun atıyorlar, altısı isabet ediyor. Gece yarısı
yaşlı babasını arıyorlar;

330
-Oğlunun naaşını veririz ama şartımız var. Cenazesini ilan etmeyeceksin. Sen yıkaya-
cak, yalnız başına sen defnedeceksin.

Ahmet el Benna 90 küsür yaşında. Mecbur kabul ediyor. Yalnız başına gidiyor. Kız
kardeşleri tabutunu taşıyorlar. O halde Hasan el Benna'yı defnediyorlar. Ama geride
dört milyon Müslüman genç bırakıyor.

Bizler de El Hâdî isminden pay alıp insanların hidayetine vesile olacağız.

Ama merhale merhale gideceğiz. Bir anda adamın bütün hatalarını sayıp dökmeyecek,
korkutmayacağız. Kolaylaştırarak onu içinde bulunduğu dünyadan çekip alacağız in-
şaAllah.

EL-BEDÎ

El Bedî; Sıfatlarında, zatında, fiillerinde, yaratmasında eşi benzeri olmayandır.

Zamanın birinde bir ateist: “Ben görmediğim şeye inanmam şu kâinattaki her şey
kendiliğinden var olmuştur” der ve hiç kimse ona Allah’ın varlığını ispatlayamaz. Za-
manın âlimleri toplanırlar istişare ederler ve derler ki: “Bu işi çözse İmam-ı Âzam Ebu
Hanife çözer.” Gider İmam-ı Azama olayı anlatırlar. İmam-ı Âzam onlara derki: ‘’ Ta-
mam ben o adamla konuşurum, yarın o adamı alın filanca yerde beni bekleyin. Fakat
ben gecikirsem siz onu beklemeye ikna edin, ben Allah’ın izni ile geleceğim’’ der ve
karar alıp oradan ayrılırlar. Sabah olur ve âlimler ateisti alırlar ve söylenen yere bera-
berce giderler... İmam-ı Âzam hazretleri kasten toplantıya bir saat kadar geç gelir. Ate-
ist İmam-ı Âzam’ın geciktiğini görünce: ‘Bakın imamınız korktu gelemiyor’ der. Bu sözü
söylerken İmam-ı Âzam içeri girer. Ateist ve diğerleri İmam-ı Âzam’a neden geç kaldı-
ğını sorarlar. O da: ‘’Bilirsiniz ki benim ev nehrin karşı kıyısındadır ve oradan bu kıyıya
günde bir tek sefer gemi gelir ve ben o gemiyi kaçırdım, kayıkta yoktu. Irmaktan geçe-
medim, bir de baktım ki yanımdaki ağaç parçalara ayrıldı, gökten yağmur yağar gibi
çivi yağdı ve o odun parçalarını birbirine tutturup kayık haline getirdi. Ben de binip gel-
dim, ondan geciktim’’ der. Ateist gülmeye başlar: “Gördünüz mü nasıl yalan söylüyor,
hiç kendiliğinden bir ustası olmadan kayık yapılır mı? Bu adam delirmiş ben bu deliyle

331
atışmam” der. İmam-ı Âzam hazretleri hemen taşı gediğine koyar: “ Bir kayık ustasız
kendiliğinden olamazsa, bu koca kâinat kendiliğinden nasıl var olur? Ben bir ka-
yığın kendiliğinden var olduğunu söylediğimde sen bana güldün ‘delidir’ dedin.
Oysa sen koskoca kâinatın kendiliğinden var olduğunu ispata çalışırsın. Şimdi
söyle asıl deli ben miyim, yoksa sen mi?” diyerek ateistle münazara bile etmeden
galip gelir. Ve ateist gerçeklerin farkına varır. Kafasında şimşekler çakar, Allah’ın hida-
yetine mazhar olur, tevbe eder ve Müslüman olur...

ٍ ۟ ‫ض َﻼ ٍل ُم ۪ب‬
‫ين‬ َ ‫ون ف۪ ي‬ ‫ين ِم ْن دُونِه۪ ۜ َب ِل ال ﱠ‬
َ ‫ظا ِل ُم‬ ُ ‫ٰه َذا َخ ْل‬
َ ‫ق ﱣ ِ فَا َ ُرون۪ ي َما َذا َخلَقَ الﱠ ۪ذ‬

İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Şimdi gösterin bana, O’ndan başkası ne yarat-
mış? Hayır, zalimler açık bir sapkınlık içindedirler.

Lokmân Suresi 11

ٓ ٰ َ‫ض َواِ َذا ق‬


ُ‫ضى ا َ ْمرا ً فَ ِانﱠ َما يَقُو ُل لَهُ ك ُْن فَيَكُون‬ ۜ ِ ‫ت َو ْاﻻ َ ْر‬
ِ ‫س ٰم َوا‬
‫بَد۪ ي ُع ال ﱠ‬
O, göklerin ve yerin eşsiz-örneksiz yaratıcısıdır; bir şeyin olmasını dilediğinde
ona “ol!” der, hemen oluverir.

Bakara Suresi 117

Aleme, insana baktığınızda Allah Teâlâ'nın Bedî oluşunu görürsünüz. Dilin, gözün,
kulağın bütün organlarında El Bedî olan Allah azze ve cellenin o eşsiz yaratması var.
Tohumu toprağa atıyorsunuz. Üzerine yağmur yağıyor ve sonra toprak size karpuz,
salatalık, domates vs. veriyor. Onları yiyorsunuz ve bedeninize kan oluyor. Sonra nutfe
oluyor. Kadın, erkek beraber olunca insana dönüşüyor, topraktan geliyor. Bütün bunları
yapan Allah azze ve celledir.

EL-BÂKÎ

El Bâkî; Varlığının sonu olmayan O'dur.


332
O'nun dışında her şey yok olacak. İslam da kıyamete kadar bâkî kalacak. Sen de
El Bâkî olan Allah Teâlâ'nın nizamına dön. Önünde Siyonizmden, kapitalizmden, libe-
ralizmden, israil'den ne kadar engel varsa, bütün engelleri İslam tarihin çöplüğüne gön-
derecek. Onların bir sonu var. Bâkî olan, yer ve göklerin sahibi Allah azze ve celledir.

‫ون ۪زينَةُ ا ْل َح ٰيو ِة ال ﱡد ْنيَ ۚا َوا ْلبَاقِيَاتُ ال ﱠ‬


ً‫صا ِلحَاتُ َخي ٌْر ِع ْن َد َربِّكَ ث َ َوابا ً َو َخي ٌْر ا َ َمﻼ‬ َ ُ‫ا َ ْل َما ُل َوا ْل َبن‬

Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise rabbi-
nin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.

Kehf Suresi 46

O salih ameller, getirmiş olduğunuz tekbirler, tehlîller bâkî olandır. Eğer Müslü-
manlar Allah ile beraber olursa Kudüs'ün müdafaası için getirmiş olduğu tekbirler, yap-
mış oldukları yardımlar, yazılı ve sözlü ifadeleri bâkî kalacak. Dünyanın süsleri dün-
yada kalacak. Nerede salih amelimiz varsa onlar bizimle ahirete gelecek. Bir amel,
Allah Teâlâ'nın rızasına uygunsa salih amel olur.

َ ُ‫ع ﱠما َي ْع َمل‬


‫ون‬ ۜ ُ‫َو ِل ُك ٍ ّل د ََر َجاتٌ ِم ﱠما ع َِمل‬
َ ‫وا َو َما َر ﱡبكَ ِب َغا ِف ٍل‬

Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından


habersiz değildir.

En'âm Suresi 132

Allah Teâlâ bizim salih amellerimize bakacak. Onlarda beka varsa, O'nun rızasına
uygunsa o zaman dualarımıza icabet edecek. Kıymetimiz; ibadetimize, samimiyetimize
göre değerlendirilecek. Eğer yaptıklarımızla israil'in, zalimlerin küresel sömürü siste-
mine alet oluyor öte taraftan da zalimlere "kahrolsun" diyorsak bu samimiyetsizliğimizi
Allah Teâlâ biliyor. Bu şekilde neden dualarımıza icabet etsin?

EL-VÂRİS

333
El Vâris; Bâkî kalan O'dur. Her şey yok olduktan sonra, öldükten sonra, hayatını
nihayete erdirdikten sonra Bâkî kalan, her şeyin gerçek sahibi.

َ ُ ‫ي َونُ ۪ميتُ َونَحْ نُ ا ْل َو ِارث‬


‫ون‬ ۪ ‫َواِنﱠا لَنَحْ ُن نُحْ ـ‬
Kuşkusuz hayat veren de öldüren de biziz; her şeyin son sahibi de biz oluruz.

Hicr Suresi 23

Herkes ölecek, El Vâris olan Allah azze ve celle Bâkî kalacak. Akıl sahibi sultanlar
saraylarının duvarlarına yazarlarmış ki "Eğer bizden öncekileri bu sarayların, dev-
letlerin sahibi olsaydı bu mülkler bize intikal etmezdi. Bu gösterir ki bizden ön-
cekiler nasıl ki bu dünyanın sahibi değildi biz de bu dünyanın sahibi değiliz".

Bedeviye sormuşlar;

-Bu sürü kimin? Bu kadar deve kimin?

-Allah azze ve cellenin. Geçici bir süre bana emanet olarak verdi.

Bir eve, iş merkezine, hana, fabrikaya girip soruyorsun "Bunun sahibi kim?" diye.
"Falan bey" diyorlar. "Nerede?" diyorsun "Kabirde" diyorlar. Ne projeleri ne hayalleri
vardı ama şuan kabirde. El Vâris olan Allah Teâlâ diyor ki "Bâkî olan biziz". Müslüman
bu ismi vird haline getirecek. Evi, malı, dünyalıkları olacak. Elbette Müslümanda bunlar
olsun. Ama bunlar Müslümana hakim olmayacak. Müslüman bunlara mahkum olma-
yacak. Sadaka verecek, infak edecek. O verdikçe mazlumların yüzü gülecek. Allah
Teâlâ ona verecek, o da Abdurrahman bin Avf gibi fukaraya dağıtacak. Sonra o fakirler
de sahabe döneminde nasıl ellerini kaldırıp "Ya Rabbim. Abdurrahman bin Avf'a daha
çok ver" diye dua ettilerse öyle dua ederler. Yanlarına gelmiş birisi sormuş "Neden
böyle dua ediyorsunuz? 'Ya Rabbi bize ver' deseniz ya". Bir tanesi demiş ki "Niye öyle
diyelim ki? Bana verirse belki ben mağlup olcağım. Belki veremeyeceğim. Belki 'Bu
mal benim' diyecek ve fukarayı Karun gibi elimin tersiyle iteceğim. Ama şunu biliyorum
ki Allah Teâlâ, Abdurrahman bin Avf'a verdikçe o da Allah Teâlâ'nın kullarına infak
edecek".

334
َ ۙ ُ‫ص ٰلوةَ َو ِم ﱠما َر َز ْقنَا ُه ْم يُ ْن ِفق‬
‫ون‬ ِ ‫ون بِا ْلغَ ْي‬
َ ‫ب َويُق۪ ي ُم‬
‫ون ال ﱠ‬ َ ۪‫اَلﱠذ‬
َ ُ‫ين يُ ْؤ ِمن‬

(Onlar) gayba iman ederler, namazı kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra


harcarlar;

Bakara Suresi 3

Gazzali Rahmetullahi aleyh El Vâris ismini tarif ederken diyor ki "Bütün o mülk
sahiplerinin fena bulmasından sonra her şeyin mülkü kendisine dönmüş olduğu
Zat Allah azze ve celle". Bir şeye malik olduğunuzda yer ve göklerin gerçek malikinin,
sahibinin Allah azze ve celle olduğunu unutmayın.

Bir vakıf malı niçin vakfedildiyse onun için kullanılır. Vakıf senedinde orayı vakfe-
den kişi "Buradaki gelir, sadece medresede okuyan talebeye kullanılacak" dediyse siz
onu başka bir talebe için kullanamazsınız. Çünkü vakıf malı vakfedenin mülkiyetinden
çıkar, doğrudan Allah Teâlâ'nın mülkiyetine girer. Ama ticaret öyle değil. Ben size bu
kitabı satınca benim mülkiyetimden çılar, sizin mülkiyetinize girer. Onda dilediğiniz gibi
tasarrufta bulunabilirsiniz. Ama vakıf öyle değil. "Satılmaz, hibe edilmez, varis olun-
maz". Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Hz. Ömer radıyallahu anha vakfedilen
Hayber'deki arazisiyle ilgili böyle buyuruyor. Ne için vakfedildiyse onun için kullanılma-
lıdır. Bir medrese restoran, cafe yapıldıysa oralarda gidip oturmayın. Eğer bir vakıf
orayı alıp başka bir amaç için kullanıyorsa gidin onları uyarın. Deyin ki "Fıkhi olarak,
şer'i olarak bu doğru değildir. Bu gasp etmektir, bu ihanettir. Yapmayın. Ne için
vakfedildiyse onun için kullanın". Biz bu dünyada geçiciyiz. Bâkî olan El Vâris celle
celaluh. Bizden sonra nasıl ki yapmış olduğumuz hayırlara ihanet edilmesine vicdanı-
mız rıza göstermiyorsa, bizden öncekilerin vakıflarına, hayırlarına da ihanet etmeyelim.
Bu beddualar üzerimizden kalksın.

İmam Gazzali hazretleri buyuruyor ki "İnsanlar bu noktada ikiye ayrılırlar. Bir


gafil olanlar, bir de arif olanlar var". Gafil olanlar zannederler ki bu ev, arsa, dükkan-
lar, mağazalar hepsi benim. İftihar ederek bakar. Bir kalp kriziyle bu dünyadan ayrılır
ve geride bıraktığı mal mülk evlatlar arasında miras paylaşılırken kavga vesilesi olur.
Ama arif olan birisi tüm mala mülke bakar ve "Ben burada emanetçiyim. Benden önceki

335
emanetçiler gibi, Allah Teâlâ'nın tayin ettiği vakte kadar duracak, sonra ayrılıp gidece-
ğim. Benden sonrakilere vebalsiz bir şekilde bu mülkü, fukaranın da hakkını vererek
kullanabilir miyim?" diye bu zaviyeden bakar.

İlim de miras olur. Kimi öldüğü zaman geride ilim bırakır. Fakat ilmi sadece kitap
olarak bırakır, o kitapları okuyacak alimler yetiştirmezse o zaman kitaplarınızı ilerde
sahaflarda, orada burada üç beş kuruşa satarlar. Geride bırakacağımız en büyük miras
imandır, ilimdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme ittibadır. Salih kullara, veli kul-
lara bakacağız. Nasıl ki onlar dünyaya sahip oldular, dünyaya mahkum olmadılar biz-
ler de öyle olacağız.

Zorlu Mısır Seferini başarıyla sonlandıran Yavuz Sultan Selim Han ordusuyla dö-
nüş yoluna koyulmuştu.. Osmanlı tarihinin en uzun süren seferi de böylece sona ermiş
ve Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz Osmanlı topraklarına katılmıştı..

Koca Sultan, bu sefer için İstanbul’dan ayrılmasının üzerinden ancak 2 yıl, 2 ay geçtik-
ten sonra İstanbul'a geri dönebilmiştir. Yavuz Sultan Selim Han, ülke topraklarını ikiye
katlamış muzaffer bir kumandan olarak ve tüm Müslümanların Halifesi ünvanını da
alarak İstanbul önlerine ulaşmıştır.. İstanbul halkı elde edilen zaferlerle büyük bir se-
vince kapılmıştır. Her yerde şenlik hazırlıkları ve heyecan fırtınası vardır. Herkes Cihan
Padişahını bağrına basmaya hazırlanmaktadırlar. Şanına yakışır şaşalı karşılamalar
yapılacaktır. Çünkü bu, iki yılı aşkın bir süreden beri beklenen çok büyük ve tarihi bir
gündür..

Yavuz Sultan Selim Han şanlı ordusuyla İstanbul'a yaklaştığında vakit gündüz saatle-
riydi. Yavuz burada İstanbul halkının kendisine büyük bir karşılama töreni hazırladığını
haber alınca Hasan Can'a:

"Hava kararsın, sokaklar boşalsın, ondan sonra İstanbul'a girelim. Fani insanla-
rın alkışları ve iltifatları, nefsimize gurur verip bizi yere sermesin!.." diyerek ordu-
suyla şehre gece vakti sessiz sedasız girmiştir.

Madde planında yükseldikçe "Ben Hadimü'l-Harameynim" dedi. Şerefi salta-


natta, sarayda değil Mekke-i Mükerreme'ye ve Medine-i Münevvere'ye hizmetkarlıkta
arıyorum dedi. Rabbim bizlere de onlar gibi bir bakış ihsan eylesin.

ER- REŞÎD
336
Er Reşîd; İrşad ediyor, aydınlatıyor, doğru yolu gösteriyor. Kimseye sormadan,
istişare etmeden yol gösteriyor.

ِ ‫علَ ْي ِه ُم ا ْل َم ٰلٓئِكَةُ ا َ ﱠﻻ ت َ َخافُوا َو َﻻ تَحْ َزنُوا َوا َ ْب‬


‫ش ُروا‬ ْ ‫ين قَالُوا َربﱡ َنا ﱣ ُ ث ُ ﱠم ا‬
َ ‫ستَقَا ُموا تَـتَنَ ﱠز ُل‬ َ ۪‫ا ﱠِن الﱠذ‬
َ ‫عد‬
‫ُون‬ َ ‫ِبا ْل َجنﱠ ِة الﱠت۪ ي ُك ْنت ُ ْم تُو‬

“Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru çizgide yaşayanlar, işte onların üzerine


melekler şu müjdeyle inerler: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cen-
netle sevinin!

Fussilet Suresi 30

Onlar "Rabbimiz Allah. Mürşid O. Er Reşîd celle celaluh O'dur. O İrşad ettiyse
orada hata, orada yanlış, orada kusur olmaz" dediler. Bütün varlıklarıyla o yola girdiler,
inandılar. Mallarını ve canlarını Allah ve Resul davası için ortaya koydular. Sonra mu-
zaffer oldular.

Er Reşîd olan Allah azze ve celle insandaki, dünyadaki, güneşteki, kainattaki bu


muazzam sistemi var ederken kimseye danışmadı. Ol dedi ve oldurdu. Aklın kalemiyle
bir yere kadar gelebiliyorsunuz ve orada duruyorsunuz. İnsanlar kainatın milyonda bi-
rini daha keşfedemediler. Er Reşîd olan Allah Teâlâ muhteşem bir muvazene var edi-
yor.

İnsan irşad edilmeden adım atamaz. Okumadan, mürşidlerin önünde diz çökme-
den ne hendeseye, ne tıbba, ne fıkıha, ne hadise, ne kelama hiçbirine muhatap ola-
maz. Muvaffak da olamaz. O zaman Er Reşîd celle celaluh derken bütün varlığımız ve
mevcudiyetimizle şuna inanıyoruz; Ya Rabbi. Reşîd olan Sen'sin. Sadece Sen'in niza-
mında kusur olmaz. İslam'da eksik, hata olmaz.

Kapitalizme baktığınız zaman rüşveti, adam öldürmeyi yasaklar. Peki beşeri sis-
temlerde yolda yürüyen bir kadının rüzgarda açılan bedenine bakmanın yasak oldu-
ğunu, o gözlerin hesap vereceğini söyleyen bir sistem var mıdır? Yoktur. O kadınları

337
kötü yola düşürüp para kazanmanın suç olduğunu ve bu mücrimlerin cezalandırılma-
sının gerektiğini söyleyen bir rejim de yok. Bunlar sadece İslam'da var. Hayatı bozan
ne kadar unsur varsa hepsinin yasak olduğunu görürsünüz.

ٌ ‫ظوا فُ ُرو َج ُه ۜ ْم ٰذ ِلكَ ا َ ْز ٰكى لَ ُه ۜ ْم ا ﱠِن ﱣ َ َخ ۪ب‬


‫ير بِ َما‬ ُ َ‫ص ِار ِه ْم َويَحْ ف‬
َ ‫ضوا ِم ْن اَ ْب‬ َ ۪‫قُ ْل ِل ْل ُم ْؤ ِمن‬
‫ين يَغُ ﱡ‬
َ ُ‫صنَع‬
‫ون‬ ْ ‫َي‬
Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar.
Bu onlar için daha arındırıcıdır. Allah onların bütün yaptıklarından haberdardır.

Nûr Suresi 30

Allah Teâlâ yol gösterir. İlim, irfan verir. Hakikate ulaştırır. O'nun ulaştırdığı o
yolda eksik bulamaz, noksanlık göremezsiniz. Bizler de Allah Teâlâ'nın emirleriyle yol
alacak, ilmi de kime layıksa ona vereceğiz. Biz de yol gösterecek, bildiklerimizi anlata-
cağız. İslamiyet’te din adamları diye bir sınıf yok. Herkes İslam'ın emirlerini, buyrukla-
rını anlatmaya memurdur.

Fitne zamanında kalbi bozuk adama, eşkıyaya silah satmak haramdır. Eşkıyaya
silah satan adam tövbe etse tövbesi yeterli olmaz. Kimlere silah sattıysa o adamları
bulacak ve o silahları onlardan alacak. Bunun tövbesinin bir de fiili boyutu var. Çünkü
o katiller o silahlarla adam öldürecekler. O adamlar çalıp çırpıyorlar. Orada masum
insanları öldürüyor, kaçırıyor, katlediyor, mallarını gasp ediyorlar. O silahları onlara ve-
renler bunlardan sorumludurlar. Niyeti bozuk adamlara ilim vermek, onları irşad
halkasına almak fitne zamanlarında ahlaksız adamlara silah satmaktan daha teh-
likelidir. Çünkü eşkıya on tane adam öldürür ama derdi dünya olan, oryantalistlere
öğrenci olanlara ilim verirseniz onlar da yükseldikleri zaman dini tamir etme adı altında
tahrip ederler. İhya adına ifsad ederler. Siz de bundan sorumlu olursunuz. Er Reşîd
bize diyor ki "İnsanlar neye, ne kadar muhatapsa onlara ilmi o kadar verin". İnsan-
lar evvela amentüyü öğrenmeli. Ömer Nasuhi Bilmen'in İslam İlmihali'ni okusunlar.
Ama sen adamı derin bahislere daldırırsan "Hocam ateist oldum. Beni kurtar" der.

ES-SABÛR
338
Es Sabûr; Allah azze ve celle çokça sabredendir. Ceza vermede acele etmeyen-
dir.

İnsanlar ihanet ederler ama Es Sabûr olan Allah Teâlâ mühlet verir, sabreder. Bir
nizam var; Kafir de yaşayacak, Müslüman da yaşayacak.

‫ون‬ ُ ‫ئ بِ ِه ْم َويَ ُم ﱡد ُه ْم ف۪ ي‬
َ ‫ط ْغيَانِ ِه ْم يَ ْع َم ُه‬ ْ َ‫َ ﱣ ُ ي‬
ُ ‫ستَه ِْز‬
Asıl onlarla alay eden ve azıp saparak dolaşmalarına izin veren Allah’tır.

Bakara Suresi 15

‫سبُوا َما ت َ َركَ ع َٰلى َظه ِْر َها ِم ْن َٓدا ﱠب ٍة َو ٰل ِك ْن يُؤَ ِ ّخ ُر ُه ْم ا ِٰلٓى ا َ َج ٍل‬ َ ‫اس ِب َما َك‬ َ ‫َاخذُ ﱣ ُ النﱠ‬ ِ ‫َولَ ْو يُؤ‬
َ ‫سم ۚى فَ ِا َذا َٓجا َء ا َ َجلُ ُه ْم َفا ﱠِن ﱣ َ ك‬
ً‫َان ِب ِعبَادِه۪ بَ ۪صيرا‬ َ ‫ُم‬
Şayet Allah insanları yapıp ettikleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, ye-
rin üstünde tek bir canlı bırakmazdı; fakat onlara belirlenmiş bir vadeye kadar
mühlet veriyor. Vadeleri dolduğunda ise (herkes anlayacaktır ki) Allah kullarını
hakkıyla görüp bilmektedir.

Fâtır Suresi 45

Peki Müslümanlar nasıl zalimlerin zulmünden kurtulacaklar? Şeriate ittiba ederek


kurtulacaklar.

َ ‫صا ِل ُح‬
‫ون‬ ‫ِي ال ﱠ‬ َ ‫ور ِم ْن بَ ْع ِد ال ِذّ ْك ِر ا َ ﱠن ْاﻻَ ْر‬
َ ‫ض يَ ِرث ُ َها ِعبَاد‬ ‫َولَقَ ْد َكت َ ْبنَا فِي ﱠ‬
ِ ُ‫الزب‬
Andolsun zikirden sonra Zebûr’da da, “Yeryüzü iyi kullarıma kalacaktır” diye
yazmıştık.

Enbiyâ Suresi 105

339
Salih kullar dünyaya varis olacaklar. Küfrün hakimiyeti geçici, İslam'ın hakimiyeti
bâkîdir. Baktığınızda Müslümanların on beş asır hakim olduklarını görürsünüz. Eğer
biz vazifemizi yaparsak o zaman Allah Teâlâ'nın nusreti tecelli edecek, yollar açılmış
olacak. Es Sabûr olan Allah Teâlâ kafirin zulmüne, Müslümanın da zulme sessiz kalı-
şına sabrediyor, onlara mühlet veriyor.

Mekke'de Hz. Sümeyye radıyallahu anhayı şehit ediyorlar. Oğlu, eşi, mazlumlar
bakıyor. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem o acıyı yüreğinde yaşıyor. Allah azze ve
celle melekleri gönderip o zulme mani olup kafirleri orada yok ederdi. Ama bu yol, bu
yolda ayaklarına dikenler batsa da yürümeye devam edenler... Onlar yürüyecekler ki
yürür gibi olanlardan ayrılsınlar.

َ ۚ ‫ون َك َما تَأْلَ ُم‬


َ ‫ون َوت َ ْر ُج‬
‫ون ِم َن ﱣ ِ َما‬ َ ‫ون فَ ِانﱠ ُه ْم يَأْلَ ُم‬
َ ‫اء ا ْلقَ ْو ۜ ِم ا ِْن تَكُونُوا تَأْلَ ُم‬
ِ َ‫َو َﻻ ت َ ِهنُوا فِي ا ْبتِ ٓغ‬
ً ‫َان ﱣ ُ عَل۪ يما ً َح ۪كيم ۟ا‬ َ ۜ ‫َﻻ يَ ْر ُج‬
َ ‫ون َوك‬

Düşman topluluğunu takip hususunda gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsa-


nız şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah’tan,
onların beklemedikleri şeyleri umup bekliyorsunuz! Allah her şeyi bilmektedir,
hikmet sahibidir.

Nisâ Suresi 104

Bu ayet bize diyor ki; Dünya imtihan yeri. Onların sınavı farklı, sizin sınavınız farklı.
Bu mevzide duracak mısınız? Evet neticede şehit olarak dünyadan ayrılacaksınız. Fa-
kat siz buna talipsiniz. Onlar da acı çekiyor, siz de acı çekiyorsunuz. Ama onlar ölünce
cehenneme gidiyorlar. Müslümanlar ölünce cennete gidecek, Cemalullah'a kavuşacak-
lar.

Bu isimden nasibimiz şudur; İbadette sabredeceğiz, usanmayacağız. Nafilede,


Kur'an-ı Kerim okurken, tebliğ yaparken usanmayacağız. Dokuz yüz elli yıl insanları
İslam'a davet eden Nûh aleyhisselâma bakacak, her umutsuzluk anında yeni bir heye-
can, yeni bir imanla ayağa kalkacak. Bir bela ve musibet anında Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem gibi namazla rahatlayıp huşu bulalım. Günaha karşı, günaha meyil

340
noktasında sabredeceğiz. İslam'ın kızı modacıların mahkumu olmayacak. Müslüman
genç hayasını, iffetini çiğnemeye çağıranlara mahkum olmayacak.

Hz. Ömer devrinde mescide gelip giden bir genç vardı. İbadet ve taatında derin mi
derin... Başını secdeye koyduğunda güller açıyor, seccadesini gözyaşlarıyla ıslatıyor,
ıslata ıslata inliyor, dualar ediyordu. Mescide gelip giden bu genç, Hz. Ömer’in de dik-
katini çekmiş. Öyle çekmiş ki; yokluğu mescitte bir yokluk, bir boşluk meydana getiriyor.
Bu genç bir gün gelmez olur mescide. Ve sorar koca halife: “Falan nerede, filan genç
vardı, nerede o?”

Evine gelip giderken şerli bir kadın musallat olmuştur o gence. Bu genç kaşını kaldırıp
da bakmaz bile. O kadının, her köşe başında günaha çağıran pusularına aldırış dahi
etmez. Fakat kadın, vazgeçmiyor; şehvet bakışlarını bulandırmış, adeta gencin bir boş-
luğunu arıyor. Bir sendelemesini bekliyor, onu şeytanın tuzağına düşürerek kıskıvrak
yakalayıverecek ve böylece iffet abidesi o genci ebedi hedefinden saptıracak…

Kadının bu hilelerine hiç aldırış etmeyen, o boşluk vermeyen genç; bir gün kaşını kal-
dırmasıyla, kendini kadının kapısında buluyor. Bir anda irkiliyor ve diliyle devamlı şu
ayeti tekrar ediyor:

“İnnelleziyne’t-tegav izâ meshehüm tâifun mineşşeytani tezekkerû feizâhum


mubsırûn” (Araf-201); “ Takva sahipleri, şeytanın bir vesvesesine uğrayınca bir-
denbire Allah’ı anarlar (hatırlarlar) bir de bakarsınız onlar (doğruyu) görmüşler-
dir. (vesveseyi atlatmışlardır)”

İşte birdenbire diline bu ayetin takıldığını görüyor. Allah, ayeti diline dolayıveriyor, ina-
yetiyle orada hâzır ve nâzır. Bir anda başından aşağı adeta kaynar sular dökülüyor.
“Allah’ım affet” derken bir anda utancından kalbi, hadisatın yüküne dayanamayıp du-
ruyor; olduğu yere yıkılıveriyor genç sahabe. Ve oracıkta yüce ruhunu Rahman’a teslim
ediyor.

Ayıp olur düşüncesiyle kadının kapısından genci hemen kaldırıyorlar ve sonra da gö-
türüp gömüyorlar.

Müminlerin emiri Hz. Ömer, hıçkırıklarından tanıdığı gencin yokluğunu namaz kıldırır-
ken hemen fark ediyor ve soruyor: “Nerede o devamlı ağlayan insan? Nerede inleme-
siyle meşhur genç?”

341
“Ey Emir’ul Mü’minin; falan gece vefat etti, götürüp gömdüler.” diye cevap veriyorlar.
Vefa insanı Hz. Ömer hemen gencin mezarına koşuyor. Mezarın başında durup onun
için cenaze namazı kılıyor ve o genç için ağlıyor. Ve sonra da, genç sahabeye gözyaş-
ları içinde şöyle sesleniyor:

“Ve limen hâfe makâme Rabbihi cennetân” (Rahman,46); “Rabbinin huzuruna


çıkacağından korkan kimse için iki cennet vardır.” Ve birden bire herkesin kanını
donduracak bir şey oluyor. Bir ses yükseliyor göklere. Mezardan yükseliyor bu ses:

“Fegad a‘tâniyallâhu merrateyn” “Burada vaad edilenden de fazlasını buldum.


Allah bana onun iki katını verdi…”

Abdullah İbni Abbâs radıyallahu anhümâ bana:

- Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi, dedi. Ben:

- Evet, göster, dedim.

İbn Abbâs şöyle dedi:

- Şu (iri yarı) habeşi kadın var ya! İşte bu kadın (bir gün) Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’e geldi ve:

- Beni sara tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a dua ediniz, dedi.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

- Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de sen istersen, sana şifa
vermesi için Allah’a dua ederim, buyurdu.

Bunun üzerine kadın:

- Ben (hastalığıma) sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman üstümün başımın açılma-
ması için dua buyurunuz, dedi.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de ona dua etti."(Buhârî, Merdâ 6; Müslim, Birr 54)

Bela ve musibetlere sabredin. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ona normal


yollarla tedavi arama demiyor. Ama kendi duasıyla iyi olursa bu bela ile mücadele edip

342
sabrın karşılığında almış olduğu sevapları kaybedecek. Efendimiz aleyhisselâm bunu
söylüyor.

Esmâ-i Hüsnâ ile ilgili olarak Buhârî ve Müslim`de:

"Allah`ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse (îman eder ve ezbere sayarsa)
Cennete girer." buyurulmuştur.

Tirmizî, İbn-i Hibban ve Hâkim`in bu konudaki rivâyeti ise, şöyledir:

"Kim bunları (Esmâ-i Husnâ`yı) mânâlarını anlayarak sayar, bunlarla Allah`ı zik-
rederse Cennete girer."

https://t.me/yildizsenocakyildirim

https://www.youtube.com/playlist?list=PLUlKGi2Libs_73mgLl_IIee-
dEWa3Rzmy9

343

You might also like